Professional Documents
Culture Documents
Seyahatname C 1
Seyahatname C 1
Seyahatname C 1
SEYAHATNAMESİ
evliya çelebi
seyahatnamesi
C IL D : I II
mmm
Piyerloti Cad. Dostluk
Yurdu Sok. No: 1/3
ÇEMBERÜTAŞ — İSTANBUL
T e l: 526 49 84 ٠■ 527 83 32
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
★ Mehmed Zilli oğlu EVLİYA ÇELEBİ *
Sadeleştiren: Tevfik Temelkuran, Necati
Aktaş ★ Baskıya hazırlayan: Mümin Çe
vik ★ Cop. Üçdal Neşriyat ★ Dizgi ve
baskı :ÇEVİK MATBAACILIK - Tel.: 516 46 23
İÇİNDEKİLER
MÜMİN ÇEVİK
BİRİNCİ CİLT
Evliya Çelebi.nin eserinin birinci sayfa
sındaki dua bölümünü okuyucularımıza
aynen takdim ediyoruz:
Bismillâhirrahmânirrahîm
« Ş î t R »
oğlu, Sultan İkinci Bayezid Hân oğlu, Sultan Birinci Selim Hân
oğlu, Sultan Süleyman Hân oğlu, Sultan İkinci Selim Hân oğlu, Sul
tan Üçüncü Murad Hân oğlu, Sultan Mehmed Hân oğlu, Sultan Ah-
med Hân oğlu, Sultan Gâzi Dördüncü Murad Hân... Allah’ın rah
meti hepsinin üzerlerine olsun.
Bu yazılarımıza başladığımızda, şerefli hizmetleriyle şeref bul
duğumuz Bağdat fâtihi Gazi Sultan Murad Hân’ın kabri mübarek
olsun, Allah’ın rahmeti üzerine bol olsun.
Onların saltanat devirlerinde, Hicrî 1041 (M. 1631) tarihinde
yaya olarak Belde-i Tayyibe, yani Kostantiniyye (İstanbul) etrafın
da bulunan köy ve kasabaları, binlerce bahçe, gül ve gülüstanlı İrem
bağlarını gezip görerek, gönlüme büyük seyâhat arzulan doğmuş
tu. «Acaba baba, anne, üstad ve kardeş kahırlarından nasıl kurtu
lup dünyayı dolaşınm?» diye düşünür, her an AUah’dan dünyada
vücud sıhhati ve büyük seyahat, son nefesimde de iman ricasında
bulunurdum. Daimâ dervişler ile düşüp kalkar, şerefli sohbetlerin
den faydalanırdım. Yedi iklimin ve dünyanın dört köşesinin durum-
lan hakkında yapılan konuşmalan dinledikçe, seyahat etmeyi daha
çok arzu ediyordum. «Acaba dünyayı gezip, Arz-ı Mukaddese, Mı
sır, Şam, Mekke ve Medine’ye varıp, ol varlıkların iftihar sebebi
olan Hazret-i Peygamber’in türbesine yüz sürmek nasib olur mu?»
diye ağlar, inler ve kendimden geçerdim.
Hikmet-i Hüdâ, seyahat ile birçok yerleri görmeye sebeb olan
ben hakir ve fakir, daima kusuru çok olan seyyah, insanoğlunun kö-
1esi riyâsız evliyâ Derviş oğlu Mehmed Zıllî, daima Allah’dan yar
dım isteyip, Fürkan-ı kerîm suresi ve yüce Kur’an’ın âyetleri bere
ketleri ile bütün gönlümle Cenâb-ı Hak’dan duada bulunarak, do
ğum yerimiz olan İstanbul’daki evimde, yuvarlak yastığıma uyumak
için yaslanmıştım. 1040 senesi Muharrem ayının Aşûre gecesinde (20
Ağustos 1630), yan uyku halinde iken, gördüm ki Yemiş İskelesi ya
kınında Ahi Çelebi Camii —ki helâl para ile inşa olunmuş olup,
duâsı kabul olan eski bir câmidir— ve ben de rüyamda bu cami-
EV LİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ 13
deyim. Derhal caminin kapısı açıldı. Nurlu caminin içi baştan başa
silâhlı asker ve nurlu cemaat ile dolu idi. Sabah namazının sünne
tini kıldıktan sonra salâvat-ı şerife okumaya başladılar. Ben hakir
ise minber dibinde oturuyor, bu nurlu yüzlü cemaati hayranlıkla
seyrediyordum.
Hemen yanımda oturan cana bakıp: «— Sultanım! Siz kimler
densiniz? İsminizi lütfediniz^ dedim. Onlar «—Aşere-i Mübeşşere’-
den kemânkeşlerin piri Sa’d îbn Ebî Vakkas’ım» deyince, hemen
mübârek ellerini öptüm. «—Ey Sultanım! Bu sağ tarafta nura bü
rünmüş sevimli cemaat kimlerdir?» dedim. «—Onlar bütün peygam
berlerin ruhlarıdır. Geri safdakiler evliyaların ve asfiyâmn ruhla
rıdır. Bunlar da sahâbe-i kirâm’ın, muharicinin, ensar, sufe ehli ve
Kerbelâ şehidlerinindir. Mihrabın sağındakiler Hazret-i Ebû Bekir
ve Hazret-i Ömer’dir. Mihrabın solundakiler Hazret-i Osman ve Haz
ret-i Ali’dir. Mihrabın önündeki Hazret-i Veyselkarânî’dir. Camiin
solunda, duvar dibindeki siyah örtülü kimse senin pirin Hazret-i
Peygamber’in müezzini Bilâl-i Habeşî’dir. Bu ayakta duran, cemaati
saf saf düzene koyan kısa boylu adam da Amr-i Ayyar’dır. İşte bu
kızıl renkli elbiseler giyip sancakla gelen askerler Hazret-i Hamza
ve bütün şehidlerin ruhlarıdır.» diye, cami içinde bulunan bütün
cemaati birer birer bana anlattı. Onların hangisine baktıysam el
lerimi göğsüme koyup iyice baktım ve baktıkça can buldum.
— «Ey Sultanım! Bu cemaatin bu camide toplanmalarının se
bebi nedir?» diye sordum. Bana :
— «Azak taraflarında İslâm askerlerinden Tatar askerleri sıkın
tıya düşmüşlerdir. Hazret-i Peygamber’in himâyesinde olanlar İstan
bul’a gelip, buradan Tatar Hanı’na yardıma gideriz. Şimdi Hazret-i
Risâlet dahi İmam-ı Haşan, İmam-ı Hüseyin, oniki imam ve bizden
başka aşere-i mübeşşere ile gelecekler. Sabah namazının sünneti kı
lınacak. Sonra sana kamet getir diye buyururlar. Sen de yüksek ses
le kamet getir. Selâmdan sonra Ayete’l-Kürsî’yi oku Bilâl “Sübhâ-
nallah” desin. Sen “Elhamdülillah”, Bilâl “Allah-ü Ekber” desin, sen
“Amin, âmin” de. Sonra bütün cemaat hep birden tevhîd ederiz.
Sonra sen “Ve salli alâ cemiü’l-enbiyâ-i ■ve’l-mürselîn ve’l-hamdü-
lillâhi Rabbi’l-âlemin” deyip kalk. Hemen, mihrabda, Hazret-i Pey
gamber otururken mübarek elini öp. “Şefâat ya Resûlullah” de. Yar
dım rica et.» diyerek, Sa’d İbni Ebî Vakkas yanımda oturup bana
öğretti.
Baktım, cami kapısından bir nur-u mübîn parladı. Cami içi nur
dolu iken, nur üzerine nur oldu. Bütün Sahâbe-i kirâm, Nebî’ler ve
14 EV LİY A ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ
asını almışsın, iki cihanda saadete erersin. Sa’d İbni Vakkas’ın na
sihati üzere önce bizim îstanbulcağızı yazmaya başlayıp, var kuv
vetini sarf eyle, ‘El-mukadderu kâin’ fehvâsınca sana takdir olunan
nasibin elbette gelir.» deyip, bana yedi ciltlik güvenilir tarih kitabı
verdi. «—Yürü! İşin rastgele. El-Fâtiha» diyerek hayırlı duada bu
lundu.
Sonra, minnetsiz evimiz olan kulübemiz de kitap hâzinesine
sahib oldu. Bazı tarihleri inceledim. Doğum yerimiz olan, hüküm
darların özlemini duydukları ve feleklerinin deniz limanı olan Ma
kedonya vilâyetinin en sağlam kalesi bulunan İstanbul’un yazılma
sına başladık.
Âlemlerin sahibi olan Allah’a hamd, şükür ve kıyas edilmeye
cek kadar sayısız senâlar olsun ki, «Kün» (Ol) hitâbı ile bu yeryü
zünü, gökleri ve bütün kâinâtı yok iken var etti. O Allah’ın istedi
ği ve sevgilisi olan Muhammed Mustafa üzerine sonsuz dua olsun
ki; kaleler fatihi, fâtihlerin hayırlısı ve eshâbı üzerine olsun ki; mü
câhitlerin hayırlısı ve şer’-i mübînin vârisidir ki onlar Mekke, Hay-
ber, Bedir, Huneyn ve birçok kalelerin fâtihleridir; bu fetihlerden
sonra Yemen, Mısır, Şam ve İstanbul hakkında ümmetlerinin gay
reti için nice hadis-i şerifler buyurmuşlardır. Biri, «Letüftehanne’l-
Kostantiniyye veleni’me’l-emîrü emîrühâ veleni’me’l-ceyşû Zâlîke’l-
ceyş...» dir. Bunun gibi daha nice hadisleri eshâbdan Muaviye haz
retleri, Hâlid îbni Velid, Ebâ Eyyûbe’l-Ensârî ve Abdülâziz hazret
leri dinleyip, «A, İstanbul’u fetheden biz olaydık» diyerek, Rûm’u
fethetmeye çalışmışlardır. Birkaç defa eshab-ı kirâm, İstanbul’u ku
şatmışlardır. İnşaallah-ü teâlâ, bu kuşatmaları genişçe anlatmak na-
sib olur. Önce, Hazret-i Âdem’den sonra İstanbul’u ilk kuranı bil
direlim.
BİRİNCİ FASIL
kalmıştı. Bunun üzerine Sidon’un kızı Aline ile evlenip, onu Rume-
line götürmüştü. Kız, şeytanın aldatmasıyle daima ağlar idi.
Hz. Süleyman, bu kötü talihli kızın perişan halini sorduğunda
kız: «—Ey Allah’ın emini! Dilerim ki benim için bu yerde büyük
bir saray yapıp, geri kalan ömrümü daima onda ibâdet ederek ge
çireyim. Babamın resmini yaptırıp, gözüm ona iliştikçe ağlamaktan
vazgeçerim» diyerek ricalarda bulundu. Hz. Süleyman kızın ricası
nı hemen kabul etti. Bütün insanlara, cinlere ve perilere emir ver
di. Makedonya diyarında yani Rumeli’nde Filibe, Edime, Islâmbol
ve İzmid’de suyu ve havası güzel yerleri gezerek yedi günde gelip
Hz. Süleyman’a haber verdiler. Sonra Hz. Süleyman Atina’ya gel
di. Orada «Temâşâlık» adında bir güzel köşk yaptırdı. Hâlâ bu bi
nanın kalıntıları vardır. Görülmeye değer bir yerdir ki, insanın ak
lını alır.
Atina’dan İslâmbol’a geldi. Hâlâ Hünkâr bahçesi —ki Saraybur-
nu denilen yerdir— denilen yerde çadırını kurdurdu. Bir gece uyur
ken rüyâsında orada büyük saray ve güzel köşkler yaptı ki, dillere
destan olup «Dünya var oldukça mamur ve şenlik ola» diye Islâmbol
toprağı için hayır dua etti.
Meğer talihi kötü kız, babasının resmine gizlice tapımrmış. Hz.
Süleyman bu durumu öğrenince kızı, babası gibi öldürdü.
Sonra, Süleyman Peygamber, Saraybumu’nda o büyük eserleri
olduğu gibi bırakıp Arz-ı Mukaddes, (Filistin)’e gitti. Orada Hz. Da
vud’un yapmaya başladığı Mescid-i Aksâ’yı tamamlarken vefat et
ti. Babalan yanında Kudüs-ü Şerifin kalesi dışında bir büyük tek
kede defnedilmiştir.
Sonra Hz. Süleyman’ın oğlu Ruhbaam, Yunanistan’a kadar hü
kümdar oldu. İstanbul’da, babası Hz. Süleyman’ın yaptırdığı bina
lardan başka nice binalar yaptırdı. Burayı Hükümet merkezi yaptı.
Hz. Süleyman’ın dini üzere 240 sene (4) hükümdarlık yaptı. Bu me
lik Süleyman oğlu Ruhbaam’dan tshak oğlu Muhammed’in sözüne
göre, Hz. Peygamberin doğumuna kadar 1600 yıl geçmiştir. Sonra
bu dahi vefat edip, Kudüs’ü şerif yakınında Hz. İsa’nın doğduğu yer
olan Beyt-i Lahm tarafında büyük bir mağarada defnedilmiştir.
Ondan sonra üçüncü kurucu olan Madyan oğlu Yanko hüküm
dar oldu ki, Hz. Adem’den 4600 yıl sonrasına raslar. İstanbul’u bu
hükümdar kurdu. Bunun hükümdarlığı Iskender-i Rumî’nin doğu.،
İKİNCİ FASIL
.10) İzmir civarındaki kale kalıntıları bu kaleye atfedilir ki, halk arasında
Kadifekale denilir.
22 E V LİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ
ÜÇÜNCÜ FASIL
Aت
ا ا ﺀ ﺟﻞ ; ﺀ ال ﻬ ﺛ ٤ و٩ ا ج ﻣ ﺈ ا ه
(11) Umman denizi, Hint Okyanusundan aynimi? olup kısmen Arap yanm-
adaşını çevreleyen ikinci derece bir denizdir. Lâkin tariften anlaşılan,
müellifin Umman olarak açıkladığı deniz, bugünkü Atlas Okyanusudur.
Bizim dediğimiz Umman değildir.
24 E V LİY A ÇELEBİ SEYAHATNAM ESİ
DÖRDÜNCÜ FASIL
(19) Saint Serge ile Saint Baküs adına altıncı asırda Jtistinyanus tarafından
inşa olunmuştur. İçten uzunluğu 50 ve eni 43 adımdır.
E V LÎY A ÇELEBÎ SEYAH ATNAM ESİ 29
(20) Aya İrini adına olarak Kostantin’in inşa ettirdiği bu kilise M. 532’de
yanmış, Jüstinyanus tarafından yeniden yapılmıştır. Sekizinci asırda da
zelzeleden harab olmuş, İzavriyalı Leon tarafmdan tâmir olunmuştur.
BEŞİNCİ FASIL
HİKÂYE
Kral Kostantin’in mecûsî (ateşperest) dinini bırakıp, hristiyan-
lığı kabul etmesini Yunan tarihleri şöyle anlatır:
Kostantin şehvete çok düşkün idi. Roma’da iken bir ara cüzzam
hastalığına tutuldu. Saçı, sakalı ve burun kemiği de az kaldı düşü
yordu. Âdetâ Şam cennetine dönüyordu. Bütün Frengistan hekim
lerinden hastalığının ilâcını ısrarla istedi. Fakat bir türlü çâre bu
lamamışlardı. Sonunda bir mecûsî, sırf Hristiyan dinine ihânet kas-
diyle der ki:
«Ey kralım! Eğer sıhhat ister isen, önce büyük bir havuz yap
tır. Sonra bunun içini anasının memesini hfrıüz emmeğe başlama
mış olan çocukların kanlan ile hergün doldur. Sonra havuzun içi
ne girip bir saat kadar dur. Havuzdan çıkınca hamama gir. Kırk
gün böyle devam et. Sonunda hastalıktan kurtulursun.»
Kostantin, hemen emir verip bir havuz yaptırdı. Havuzu dol
durmak için binlerce masum toplandı. Cellâtlar bunları öldürmek
üzere iken, onlann akrabalan ve diğer yakınlan ile binlerce kişi,
ciğerpârelerinden aynlmanın acısı ile başlarını açıp Yunanca:
«O Kostantin’e, Afto krator ipsile...» yani «Ey pâdişâhlar pâ
dişâhı Kostantin kral!» ve «Ey megalo Hristos» yani «Ey büyük Al
lah!»; Lâtin olanlar: «Bağ çarna Kostantin» yani «Allah’ın kralı Kos
tantin» ve Rum olanlar «Vay pedakimo, vay tis kardiasimo to ağa-
pimeno, vay pesihimo, vay psiholamo!» yani «Vay oğul, vay canım
dan sevgilim, vay iki gözüm!» diye feryad etmeye başladılar. Her
birinin ağlayıp sızladıklarını işiten Kostantin, «İmparator îpol» de
diklerini kendi için zannedip, bu feryadlara dayanamamış ve «Ben
cüzzam hastalığından ölsem de yeğdir. Bu kadar hristiyanlann ah
ve vahlannı duymıyayım. Bu kadar masumların kanı benim için
ilâç ve deva olmasın» diyerek masumlan anne ve babalarına teslim
ettirdi.
Bunun üzerine çocuklar ile anne ve babaları çok sevindiler. Hep
si sevinçlerinden başlannı açıp Kostantin’in sıhhati için dua etti
ler. Derhal Kostantin’e bir uyku geldi. Rüyasında Hazreti îsâ’yı gör
dü. îsa Aleyhisselâm ona şöyle dedi:
«Ey Kostantin! Sen bu kadar masumlan serbest bıraktığın için
seni de bu hastalıktan kurtardım.» Semra elindeki âsâyı gösterip,
bununla da bir kere vurur ve mecûsî hekimlerinin öldürülmesini
emreder. Kostantin derhal uyanır ve cüzzam hastalığından tama
men kurtulduğunu, iyi olduğunu görür. Hemen parmak getirip hris
tiyan olur. İşte, Yunan tarihinde böyle anlatılır.
32 E V L İY A ÇELEBİ SEYAH ATN ÂM ESİ
sınıf hristiyanlar da, bir müddet halkı yine davet ettiğini ve sonra
öldüğünü söylerler.
Bundan sonra Helane, birçok hayır eserler yaptırmıştır. Mes-
cid-i Aksâ’yı tamir ettirip genişletmiştir. Sahratu’llah’ı (İsrail pey
gamberlerinin ibâdet ettikleri kaya) süslemiş, Beytüîlahm’i yeniden
yaptırmıştır.
Helane, sonra Yahudileri kıra kıra oğlu Kostantin’in yanına,
İstanbul’a geldi. Altın sandukadaki haçları, «İsa’nın yadigârıdır» di
yerek, oğluna hediye etti. Kostantin, haçları yüzüne gözüne sürdü.
Annesi Heıane’yi ve haçları büyük bir tören ile Zeyrakbaşı kilise
sine götürdü. Sonra da İstanbul’u yeniden imara başladı.
«Arslan yatağından ve şahin durağından bilinir» diye var kuv
vetini harcayıp, «dünyanın sonuna kadar büyük bir eser kalsın» di
yerek, kendinden önceki hükümdarların yaptıkları binalar üzerine
İstanbul suruna ilâve olarak sağlam kârgir binalar kurdu.
Önce İstanbul’un kara tarafında, batı yönünde Yedikule’den tâ
Eyüb’e varıncaya kadar, iki katlı sağlam kale ve duvarlar yaptı.
Birinci kat duvarının yüksekliği 21 zira ve eni 10 zira’dır. İç kat du
varların irtifaı 70 zira yüksekliğinde ve eni 20 zira’dır. Dış surun
yüksekliği hendeğin dibinden bendlere kadar 42 zira olup, dibinden
temiz sular çıkar. İki duvar arasına Horasan rıhtımı (kum) konu
lup sağlam olması sağlanmıştır. Bu rıhtım olan temelin genişliği
80 zira’dır. Dış sur ile iç surun arası 60 zira genişliğinde olup İrem
bağı gibi bir bahçedir. Halen Topkapısı ile Edimekapısı arasındaki
bahçe, Osmanlı hanedânınm Yeniçeri zağarlarının yaylağıdır.
Dış surun dışında da alçak duvarlı bir sur yapılmıştır. Hende
ğin dibinden itibaren yüksekliği 23 ve eni 6 zira’dır. Bu iki duvarın
arası 40 zira’dır. Bu hesap üzere İstanbul kalesinin kara tarafı üç
kat olup, bu duvarlann önündeki derin hendek 100 zira’dır. Bu hen
dek içinde Yedikule’den Silivrikapısı’na kadar deniz gelirdi. Eyüp
Ensâri kapısından Eğrikapı’ya kadar da yine deniz girerdi. İstan
bul kalesi bir adaya benzerdi sanki. Hâlâ kara tarafı bu şekilde, üç
katlı, sağlam duvarla çevrilidir. Üç katta 1225 aded büyük kuleler
vardır. Her bir kulenin üzerine onar adet gözcü konurdu. Bunlar
gece ve gündüz gözcülük ederlerdi. ٠
İstanbul kalesi üçgen şeklindedir. Batısı kara ile, doğu ve ku
zey tarafları deniz ile çevrilidir. Deniz tarafları yalın kat Yecüc
duvarı gibi sağlamdır. Burç ve duvarları duvar dişleri ile süslen
miştir.
Evliya Çelebi I-TL F : 3
34 E V ÎİY A ÇEI^EBİ s e y a h a t n a m e s i
ALTINCI FASIL
pısma 400 adım, Odun kapısına 400 adım, Zindan kapısına 300 adım,
Balıkpazan kapısına 400 adım, Yenicâmi kapısına 300 adım, Şehid
kapısına 300 adımdır. Eyüb Ensârî’den buraya kadar, ondört kapı
deniz kenarında olup kuzey yönüne açılırlar.
bul içine yılan, çıyan ve akrep gibi hayvanlar dolmuştur (27), Yük
sekliği 10 zira’dır. Diğer 10 zira’lık kısmı, Sultan Ahmed Camii ya
pılırken toprak altında kamıştır derler.
dan tılsımların etkisi ile hepsi karaya çıkar ve halka gıda olurlar
mış.
Sonra bu tılsımlar. Hz. Peygamberin doğduğu gece büyük zel
zeleden yıkılmışlardır. Bugün halen bunların direklerini Saraybur-
nu’nda Selimiye köşkünden tâ Sinan Paşa köşküne kadar sahil yo
lunda kaldırım gibi döşemişlerdir. Denizden kayıklar ile geçenler
görebilirler. Gerçi sütunlar yıkılıp yerle bir olmuştur ama, tılsımlı
olan şekilleri denize ait olup yine denize düşmüş olduğundan, etki
leri görülmektedir. Her yıl nice çeşitli balıklar kenara çıkarlar.
İstanbul kalesi yirmidört mil denizle çevrilmiştir. Her mil ba
şında da bir şeye tesir eden tılsımlar vardı. Bu yirmidört mil deni
zi, bir adam bir günde dolaşır. Fakat o gün için zor bir iş olup, an
cak onbeş saatte dolaşılırdı. Halen İstanbul’un doğudan batıya ka
dar olan uzunluğu onbeş buçuk saattir. Enlemi, beşinci iklimin or-
tasındadır. Bunun için havası ve suyu hoştur.
SEKtZİNCÎ FASIL
görülmemiştir. Bin yıldan beri bugüne kadar her gün binlerce de
ve, eşek ve katır taş taşıdığı halde, sanki denizde damla ve güneş
ten zerre mikdarı azalmamıştır. Zira Allah’ın emri ile her gün ha
vadan bitmektedir. Buna Hızır madeni derler. Güzel ve koparılma
sı kolay olup, Hızır tarafından Ayasofya için getirildiğinden bu adı
vermişlerdir.
Dördüncü maden, Ebâ Eyüb Ensârî kasabası yakınında «Ensârî
çamuru» denilen, macun gibi, yumuşak bir çamurdur. Bu çamurla
her gün testiler yaparlar. Sanki, Mey adasındaki mühürlü toprak
gibi hoş kokusu vardır. Bundan yapılan testilerden bir kere saf su
içen, hayat suyu içmiş gibi olur.
Beşinci maden, Eyüb Sultan kasabası ile Hasköy arasında bulu
nan gören dalgıçlar siyah bir çamur çıkarırlar. Bu çamurdan da
hergün testiler, kâseler ve kap kacak yaparlar. Garip bir çamurdur.
Altıncı maden, Kâğıthane mesiresi denilen ferahlatıcı, gezinti
yerinde baruthane çarhlarını döndüren suyun geldiği yer ki —Çen-
dere boğazı diye meşhurdur— orada bir çeşit Eğir kökü çıkardı. Bu
kök, Azak ve Geçede’de çıkanlardan daha şifalıdır. Bundan yiyeni
bin defa geğirtir. Kendine has tesiri vardır. Fakat çok az çıkar. Ço
ğu zaman su kaplumbağası bu kökten yiyip beslenir. Galata’dan
frenk halkı gelip bu su kaplumbağalarını çeşitli hastalıklara ilâç
yapmak için toplarlar. Çok faydalı olduğu gerçektir.
Yedinci maden, Kâğıthane’nin kuzey tarafında Sarı Yâr (Sarı
yer) denilen yerde bir çeşit yoğurulmuş, misk gibi kokulu çamur
çıkar. Bu çamurdan da testi ve kâseler yapılıp, yüksek mevkili
kimselere hediye edilirdi. Çok değerlidir.
Sekizinci maden, Karadeniz boğazı mıntıkasında Sarıyer kasa
basında san renkli yüksek bir tepe vardır. Tepenin en yüksek yeri
ne varınca olduğu gibi bağ ve bahçedir. Bu yüksek dağın doğu ta
rafında, deniz kıyısına yakın bir mağarada saf altın madeni vardır.
Engerûsî ve Pondokani ayanndadır. Rum zamanından tâ Sultan Ah-
med Han zamanına gelinceye kadar, bin yük akçe ihâle ile işletme
ye verilirdi. Defterdâr Ekmekçi-zâde Ahmet Paşa: «Cevheri ufak
olup faydası az oldu» diye bu madeni kapattırdı. Hâlâ kapalıdır. Fa
kat yine padişah tarafından ferman olunsa zengin bir madendir.
Yeterli derecede maden elde edilmesi mümkündür.
Dokuzuncu maden, Göksu Hisarı denilen gezinti ve eğlence ye
rindeki dağlarda bazı taşlardan kireç çıkardı ki, kardan ve sütten
beyaz olup dünya üzerinde benzeri yoktur.
46 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
tanbul içinde bin adam ölse yine adam çokluğundan omuz sökmez.
Böyle bir gulgule-i Rum olur. Onun için İstanbul’a «insan unsuru
madeni» derler.
Eğer bütün eserler, binâlar ve imâretlerini teker teker sayıp
yazsak bir cilt kitap olur. Yeri geldikçe Osmanlı Devleti zamanın
da yapılan yerleri anlatırız. Amma Kostantin zamanındaki gibi ba
kımı ve şenlendirmeyi diğer kayserler ve Betâlis zamanında gör
memiştir.
Kostantin, Ispanya’da Erim Papa iken, yüz yaşında kral olmuş,
İstanbul’u ele geçirdikten sonra otuz sene daha yaşamış, İstanbul’da
gösterişli bir ömür sürmüştür. Sonra tahtından ye şanından ayırıp
bir mezara gömdüler. Yerine îlyanos adlı pis biri tahta geçti.
Bu Îlyanos, halkı sevmezdi. Zevk, sefa, eğlence ve işrete düş
kün bir kimse idi. Halk ondan nefret ederdi. Zamanında nice hüküm
darlar heveslenip İstanbul üzerine yürüdüler. Kimi ele geçirdi, ki
mi de fethedemeden geri döndü (28). İstanbul’un bu savaş ve mü
cadele devri üçyüzbir sene sürdü. İskender’in vefatı tarihinden 882
yıl sonra Hz. Peygamber dünyaya gelip, yeryüzünde değişiklik ya
pıp, kırk yaşında peygamber oldukta, hicretten 17 yıl sonra Mekke,
Kureyşîlerin elinden alındı. Şam dahi fethedildi. Şam’ın fethinde
Halid bin Velid, Esved ve yetmiş bin sahâbe bulunmuştur.
Şam meliki Kayser Herakliyos’a, Mukaddes yerlerde barınacak
yer kalmadı. Kaçmaya mecbur kalmış ve çok büyük ordusu ile İs
tanbul üzerine gelmişti. İster istemez devletleri yıkılmış olan Yu
nanlılar elinden Kostantiniyye’yi aldı. Kral oldu. İstanbul’u imar et
meye başladı. Amma Mekke ve Medine taraflarında Hz. Peygambe
rin zaferleri günden güne artmakta idi. Bizzat kendisi yirmisekiz sa
vaş yapmış ve dokuzunda kâfirler ile çarpışmıştır. Bedir, Uhud, Hen
dek, Benî Kuı-ayza, Benî Mustalık, Hayber, Mekke, Huneyn, Tâif
ve ondokuz savaşta savaşmıştır.
Ayrıca hiç savaş, çarpışma ve öldürme olmadan düşmanın itaat
edip vergi vermeyi kabul ettikleri savaşlarda da bulunmuştur. Bun
lar: Vedan, El-asir, Benî Süleym, Sevik, Gafgtân, Necraan, Benî Kay-
nuka, Hamr’el-eşded, El-nasîr, Zâtü’r-rifa’, Bedre’l-âhar, Havfetü’l.
Cedel, Benî Lihyan, Vâdi -i Fered, Hudeybiye ve Tebük seferleri
olup hepsi barış ile sonuçlanmıştır.
Amma Sirye seferinde, Ensar miicahidlerinden biri ordu ku
mandanı olmuştur. Bu sefer dokuz defa yapılmıştır. Siyer kîtapla-
İKİNCİ KUŞATMA
Hicrî 52. yılda, Hz. Peygamberin sancaktan olan Eyüb Ensârî
(Allah’ın rahmeti üzerine olsun) Hazretleri ile Abdullah İbn Abbas,
Abdullah bin Yezid ve binlerce sahâbe ile ellibin seçkin İslâm as
keri, ikiyüz parça gemi ile yola çıktı. Mesleme hazretleri de arka
dan yardımcı olarak çıktı. Bütün Islâm askeri güzel günlerde Ro
dos’a vardı. Burada muhafız olan askerlere erzak ve malzeme bırak
tılar. Sonra İstanbul önlerine geldiler. Gemileri Yedikule tarafında
bırakıp karaya çıktılar. Şehri kuşatmaya başladılar. Diğer taraftan
gemiler ile de etrafa zarar vermekteydiler.
Evliya Çelebi I-TI. F : 4
50 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ
ÜÇÜNCÜ KUŞATMA
Hicrî 92 senesinde yine Emevî halifelerinden Süleyman İbn-i
Abdülmelik’in fermanı ile kız kardeşinin oğlu Ömer İbn-i Abdülaziz,
karadan seksenyedi bin asker ile gelip İstanbul’u kuşattı. İstanbul’
un kara taraflarını ve Galata tarafını yakıp yıktılar. Bol miktarda
ganimet elde ettiler. Fakat şehri alamadan geri döndüler. Boğaz hi
sardan yine Anadolu taraflarına geçip Sinop kalesini kuşattılar. Son
ra barış yapıldı. Burada da bolca ganimet alındı. Sonra Kastamo
nu’yu kuşattılar. Fakat burayı da alamadan Şam’a döndüler.
DÖRDÜNCÜ KUŞATMA
Yine Emevî halifesi Süleyman İbn-i Abdülmelik, kız kardeşinin
oğlu Ömer İbn-i Abdülaziz kumandasında, Hicrî 97 yılında yüzyir-
mibin kişilik bir orduyu karadan, ayrıca üç yüz parça gemiyi de
denizden İstanbul üzerine gönderdi. O sene Bursa civarında, Aydın
cık adındaki Belkıs Ana şehrinde kışı geçirdiler. İlkbaharda İstan-
52 EV LİY A ÇELEBİ SEYAHATNAM ESİ
BEŞİNCİ KUŞATMA
Ömer İbn-i Abdiilaziz, Hicrî 100’ncü yılda Şam halifesi iken,
yüzbin asker ile gelip karadan ve denizden İstanbul’u kuşattı. Ka
radeniz boğazında Galata tarafına geçip, Galata kalesini ele geçirdi.
Galata burnunda «Kurşunlu mahzen» camiini yaptırdı. Gaiata’da
«Arap Camii» adı ile tanınan camii bu yaptırdığı için, Arap Camii
denmiştir. Kıblesi çok doğrudur.
Galata kalesi üzerinde yüksek bir kule yaptırdı ve adını «Me-
dine-tü’l-Kahr» koydu. Sonra İstanbul tekfuru ile bir anlaşma yap
tı ki, buna göre İstanbul’un Eğri kapısı, Edirnekapısı, Sultan Selim
tepesinden Zeyrekbaşı tepesine, buradan Unkapanı’na ve Eyyüp En-
sârî kapısına kadar uzanan yerlere Müslümanlar girip yerleşmiş
lerdir.
Aşağı Mustafa Paşa çarşısında• Gök Camii’ııi yaptırdı. Sirkeci
tekkesine şeriat mahkemesi yaptırdı. Bir mahalle de Yedikule ya
kınında, Koca Mustafa Paşa’da kurdurdu. Bu şartlar üzere İstan
bul tekfuru banşı kabul etti. Ayrıca her yıl ellişer bin altın vergi
verecekti.
Ömer İbn Abdülaziz, üç yıllık vergiyi peşin aldı. Bir sene Ga-
lata’da kaldı. Şehirde yerleşen Müslümanların yaşayışlarını gördü.
Sonra Süleyman bin Abdülmelik’i Galata kulesinde kumandan bı
rakıp, Meslemeyi (29) de ona başvezir yaptı. Bu sırada Tekfur’dan
üçyüz parça gemi yardıma gelirken, bunlara Tekfurdağı denilen yer
de rasladı. İki taraf arasında büyük bir çarpışma oldu. Kâfirler boz
guna uğratıldı. Fakat arkadan İstanbul Tekfuru’nun yüz parça ge
misi geldi. İslâm askeri iki düşman arasında kaldı. Büyük bir sa
vaş yapıldı. Sonunda düşman yine yenilmek üzere iken, havanın
bozması sebebi ile iki tarafın gemileri karaya oturdu. Askerler ka
raya çıktılar. Karada yapılan savaşta Müslümanlar kasabayı yağ
ma ettiler. Üçbin kadar katır ve eşek buldular. Sabahleyin düşman
askeri perişan halde karaya düşmüşlerdi. Aç, susuz, şaşkın halde idi-
ler. İslâm askerleri yedi saat içinde yirmiüçbin kâfiri esir aldılar.
Batan gemilerden elde edilen ganimetin hesabını da Allah bilirdi.
Hâlâ «Ömer kırdığı yurdu» denilen yüksek bir vadidir, tam üç
gün üç gece, burada sultan savaşı oldu. Yine İstanbul tekfurunun
amcasının oğlu Mihail, yetmiş kaptan boy beyleri ve Ispanya’dan
yardıma gelen Kardanize adlı kralın oğlu ile üçyüz parça geminin
üçyüz kaptanı esir edildi. Geri kalan kılıç artıkları da sahile varın
ca esir alındı. İkiyüz parça gemileri sağlam olarak ele geçirildi. îki-
yüz gemileri de batmış idi. İslâm gemilerinden de vüzelli parça gemi
parçalanıp batmıştı. İslâm askeri, yirmi gün gemilerini tâmir etti
ler. Kendi gemileri ile düşmandan ele geçirdikleri gemilerin sayısı
yediyüz olmuştu. Yirmiüç bin esire sahip oldular. Parçalanan diğer
gemilerin mallarını sağlam gemilere ağzına kadar doldurup yola çık
tılar. Bu şekilde Saydâ kalesine geldiler. Bütün Şam askerinin ih
tiyacı giderilmişti. Bu savaştan Büyük bir savaş, bir tarihde olma
mıştı.
Ömer îbn Abdülaziz, Şam’a geldikten üç yıl sonra, İstanbul’da
kumandan tâyin ettiği Süleyman bin Abdülmelik’i Şam’a getirtti.
Onun yerine Ebu’l-Âl kumandan tâyin edildi. Fakat Ebu’l-Âl, Ga-
lata’da Herakliyos ile iyi geçinemedi. Kâfirler ile aralarında birçok
anlaşmazlıklar oldu.
ALTINCI KUŞATMA
Hazret-i Peygamberin hicretinin 160’mcı senesinde Mervan îbn
Hakem, yüzellibin kişilik bir ordu ve bin parçalık donanma ile ge
lip İstanbul’u kuşattı. Kuşama altı ay sürdü. Kral Heraklioğlu Sen-
dore (30) ile barış anlaşması yapıldı. Anlaşmaya göre; daha önce İs
tanbul’da yerleştirilmiş olan Müslümaıılar kuvvetlendirildi. Ayrıca
«Ceb Ali = Cibâli» kapısından içeri üç mahalle kurulup bir cami
yapıldı. Müslümanlar için bir de kadı tâyin olundu. Her yıl yüzbin
Takyanos (31) altını vergi almayı da kabul ettiren Mervan Îbn Ka-
kem, Şam’a döndü.
YEDİNCİ KUŞATMA
Mervaıfm yaptığı barış anlaşmasından yetmişdört yıl sonra, Hic
rî 139’da, Abbasî halifelerinden Yahya bin Ali, elli bin asker ile
Malatya’yı feth etti. Sonra İstanbul’a geldi. Şehre saldırmadı. Et
rafları yağma etti. Yirmi bin kâfiri kılıçtan geçirdi. Sonra Harran’a
döndü (32) .
SEKİZİNCİ KUŞATMA
Yahya bin Ali’nin kuşatmasından onaltı yıl geçtikten sonra,
Yahya vefat etmişti. Hicrî 137 tarihinde İstanbul tekfuru Herak de
öldü. İlya (33) adlı oğlu İstanbul kralı oldu. Bu sırada Abbasî Hali
fesi Harun el-Reşid, yüzelli bin askerle İstanbul’u kuşattı. Sonunda,
fethetmeden geri dönmek zordur diyerek, barış yapmayı istedi. Kral
dan, İstanbul içinde bir sığır derisi (34) kadar yer istedi. Kral İlya
bunu kabul etti. Harun el-Reşid, sığır derisini incecik dildirdi. Daha
önce Ömer İbn Abdülaziz zamanında Koca Mustafa Paşa semtinde
kalan Sahâbe-i Kiram mahallesinin dört tarafına dilinen bu sığır
derisi sahrasına sağlam bir kale yaptırdı. Kaleye asker, yiyecek ve
içecek koydu. Her yıl ellibin flori vergi ve on yıllık peşin alarak ba
rış yapıldı. Sonra Harun el-Reşid, Bağdad’a döndü.
BEYİT
Bunlar anlar kim gelüp gittiler
Gelüb de iş bu fenada nittiler
(»eldiler ve gittiler ve yittiler
Akıbet dâr-ı Bekâya gittiler.
Bu beyitler, şöhreti dünyayı sarmış öyle yazılardır ki, Rum,
Arap, Acem ve binlerce seyyah gelip bu eski mezarlığı ziyaret eder
ler. Bu yazı için bazı bilginler «Cifr» derler. Bazıları da «define
anahtarıdır» diyerek orada bulunan şehidlerin binalarını yıkmış, ka
zıp define aramışlardır. Bunların hepsi olduğu yerde yok olmuşlar
dır. Fakat bazı aklıbaşında büyükler ise Cuma geceleri buraya ya
lınayak gelip «Tekâsür» sûresini okurlar ve ziyâret ederler. Zira bu
yerde sahâbe-i kiramdan ve büyük şehidlerden binlerce muhacir ve
ensâr bulunmaktadır.
Bilginler arasında ve halk ağzında yayılmıştır ki, İstanbul’un
kuzey tarafındaki Haliç’in üst kısmında bulunan mezarlıkta bir de
likten binbir Muhammed isimli kafatası çıkar. Zira bu mezarlıkta
binlerce defa Kadir gecelerinde nurlar doğduğu binlerce dürüst kim
seler tarafından görülmüştür. Burayı ziyaret etmek çok faydalı olur.
Sözün kısası, Şeyh Maksud Hazretleri yedi günde İstanbul için
de ne kadar şehid varsa hepsini defnetti. Allah’ın hikmeti, Harun
El-Reşîd tarafından elçilik görevi ile gelen Seyyid Baba Cafer Sul
tan, hiddetli ve gönül kırıcı bir kişi olduğundan, Kral Grando Mi-
hal’e yüz vermemiş ve bu sebepten zehirlenmek sureti ile şehid edil
mişti. Baba Cafer krala sövdüğü için, kral giicenmiştir. Şeyh Mak-
sud’a ferman edip, Baba Cafer’i kâfirlerin mahbushanesi olan yere
gömdürdü. Bütün suçlu, katil, mahbus ve borçlu kâfirler burada
Baba Cafer’e küfür ederlerdi. Bugün Zindan denilen bu yerde halen
yatmaktadır. Ammâ İstanbul fethedildikten sonra, burası yine borç
luların zindanı olup ziyâret yeri olmuştur. Zindan cezasından kur-
58 EVLİYA CELEBİ SEYAHATNÂMESİ
DOKUZUNCU KUŞATMA
(35) Diokletien altınına Evliya Çelebi zamanında Eşrefi altını da denirdi. Ya
vuzcun Mısır’da bastırdığı altınlara da bu isim verilmiştir. O zamandan
beri, Osmanlı Sikkelerinden bazılarına ve hattâ ecnebi altınlarına da
Eşrefi ismi verilmesi âdet olmuştu.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 59
Ameleka oğlu, Pozantin oğlu, Kanator Migal oğlu, Mihail oğlu, İs-
tefan oğlu, Triyandafil oğlu. Kiriş Mihal oğlu, Kostantin oğlu, İli-
yanna oğlu, Herakl Migal oğlu, Yorgi oğlu, Kostantin oğlu, Mihail
oğlu, îstafaıı oğlu, Herakl oğlu, îliya oğlu Kanator kral.
Kurabî’nin anlattıkları da Yenvan’ın söylediklerine uygun düş
müştür (36).
Benim dükkânımda kuyumculuk yapan Simon adında biri Yen-
van tarihini okudukça işitirdim. Ben de ona «Şahidi» lügatini okur
dum. Zaten Yunan ve Latin dillerini bildiğim için yabancı kitapla
rı da okurdum. İskender Tarihinde de Rum kayserlerinin soyu Ame-
leka’ye ve Nuh oğlu Şam’a ulaşır.
Sözün kısası, Kral Kanator ile kayserler son bulmaktadır.
Hicrî 699 (M. 1299) tarihinde, «Evvelen Osman» sözü tarih dü
şürülmüştür. Osmanlı hanedanı ortaya çıktığında, İstanbul şehri ona
rılmış ve sağlamlaştırılmıştı. Osmanlı devleti de İstanbul’u feth et
me yoluna düşmüştü. Sultan Alaeddin Selçuk’un gösterdiği yolda, İs
tanbul’un üç tarafını ele geçirmek için teşebbüse giriştiler.
ONUNCU FASIL
(37) Sakız’a bağlı bir kaza olan îspara (Psara) adasının eski adı îspira (Psi-
ra) dır.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 61
ONUNCU KUŞATMA
Yıldırım Bayezid Han, bir tedbir olarak Edirne’yi ikinci payitaht
edinmiştir.
Yıldırım, büyük bir ordu ile gelip İstanbul’u yedi ay kuşattı. So
nunda kâfirler, «Aman ey Yıldırım Han, maksadınız üzere sulh ede
lim» diyerek aman dilediler. Her yıl ikiyüzbin altın vergi vermeyi
kabul ettiler. Yıldırım Han bu teklifi kabul etmedi. Daha önce Ömer
İbn Abdülâziz devrinde ve Harun El-Reşîd zamanındaki gibi, Ga-
62 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ
(38) Ebced hesabı ile zabt edilen tarihlerden de anlaşılacağı üzere, Uzun Ha
şan savaşı İstanbul’un fethinden yirmi yıl sonra olmuştur.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 65
Bağcılar ile çarpıştılar. İki taraftan birkaç kişi öldü. Barışa aykırı
hareket edildiği, Edirne’de bulunan Sultan Mehmed’e bildirildi. On
ların da bu anlaşmanın bozulması işlerine gelmişti. Sultan Mehmed
Han hemen büyük bir ordu hazırlıyarak İstanbul üzerine gelip şeh-
ri kuşattı.
ONBİRİNCİ FASIL
dörtte biri bizim olup, ganimet malları ile herbirinize birer zâviye,
türbe, imâret, mekteb, medrese ve hadis evleri yaptırayım.»
Sultan Mehmed’in bu söz verişi üzerine bütün âlimler ve salih
kimseler bir yere toplandılar. Ordunun içinde tellâllar bağırtarak
bütün askerler abdest tazeleyip, ikişer rekât hacet namazı kıldırıldı
ve hayır dua ettiler. Sonra üç defa gülbank-ı Muhammedi çekildi.
Şehir kuşatıldı. Mahmud Paşa ile de Kral Kostantin’e mektup gön
derildi.
Kral, mektubu okudu. Durumu anladı. Kalelerin sağlamlığına
ve askerlerinin çokluğuna güvenip ne haraç vermeyi, ne İslâm di
nini kabul etmeyi kabul etmedi ve elçiyi geri gönderdi.
Beri taraftan İslâm ordusu coşup savaşa başladılar. Kale üzeri
ne hücum ettiler. Her taraftan mümkün olduğu kadar sarıca arı
gibi kale duvarlarına tırmanıp, Bismillâh diyerek içeri girmektey
diler. Sabah akşam bu gayretle savaşa devam ettiler.
Kale içinde bulunan ikiyüzbin kâfir bir araya toplanıp, kale burç
ları üzerinde çeşitli hileler yaparak mücadele ediyorlardı. Deniz ta
rafından korkuları olmadığı için, ölümü akıllarına bile getirmiyor
lardı. Zira Sarayburnu’nda beşyüz parça top hazır durumda idi. Bu
üç yerin toplarından denizde kuş uçma ihtimali yoktur diyerek, de
niz tarafına önem vermediler. Bütün papaz, keşiş ve patrikler adam
ları savaşa teşvik ediyorlar ve her birine çeşitli vaadlerde bulunu
yorlardı. Yıldız ilmi ile de kalenin talihinin kuvvetini bulmuşlardı.
Şöyle ki:
«Ahir zamanda bir Muhammed gele. Binlerce kiliseleri yıka.
Onun ümmetleri Antakya, Kudüs, Mısır ve Kostantiniyye’yi ala. Ka
radan nice bin parça yelkenleri açılmış gemiler ile gele, başında
kadı kavuğu ola. Ve katıra binip ayağında mavi çizme ola. Ol Mu
hammed gelip kiliseler yıkılalı, Mısır’ı, Antakya’yı ve Kudüs’ü, üm
metleri feth edeli sekizyüz elli sene oldu. Karadan gemi yürütülüp
bu kalenin feth olunması imkânsızdır. Bu Muhammed o değildir. Bü
yük Muhammedlerinden beri Kostantiniyye onbir kere kuşatıldı. Fe
tih, Araplara nasib olmadı da bu Türk’e mi müyesser olacak?» diye
kısa akıllarınca nice boş lâflar edip, Kostantin’i teselli ederek sa
vaşa devam ediyorlardı.
Dışarıda ise Islâm ordusu, kalenin derinliğine girip yer yer ka
leyi delmeye başladılar. Diğer taraftan Islâm ordusuna her yandan
yardım ve erzak gelmekteydi. Kâfirlere ise bir hardal tanesi bile
gelmiyordu. Zira daha önce Akdeniz ve Karadeniz taraflarına kale
ler yapılıp yollar kapanmıştı.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 67
lip iiçbin müridi ile aman vermeyip Zindan Kapısı m kale edinmiş,
içinde bulunan büyük dedesine varıp ziyaret etmiştir. Kendi yeşil
sarığını ceddi Baba Cafer Sultan’m mübarek başı yerine koymuştur,
îstanbul’un fethinden sonra da yetmiş sene onun türbedarlığını yap
mıştır. Fetihten sonra Fatih burasını yine zindan yaptiğı ve bura
sını Şeyh Zindânî aldığı için, buraya Zindan Kapısı derler.
Şeyh Zindânî, sonra yerine temiz soylu bir kimse olan Seyyid
Mehmed’i buraya türbedar tâyin etti. Kendisi, Bayezid Velî (İkinci
Bayezid) ile Hicrî 889 (M. 1484)’de Kili ve Akkirman kalelerinin
fethine gitti. Bu fetihte Kara Şemseddin de bulunmuştu. Fetihten
sonra bunlar Bayezid Veli ile Edirne’ye geldiklerinde, Şeyh Zindâ
nî vefat etti. Bayezid Veli, onun ruhu için, bütün zindanda olan
ları serbest bırakmıştı. Zindan Kulesi’nin karşısındaki büyük cadde
kenarında da bir türbe yaptırıp Şeyh Zindânî’nin cenazesinde Ba
yezid Velî bizzat bulunmuştu. Türbenin kitabesinde «Tıygı pek» sö
zü ile tarih düşürülmüştür. Kendinden sonra gelen çocukları ve to
runları da burada defnedilmişlerdir. Abdurrauf Samdânî ziyaretgâ-
hıdır. Hâlen İstanbul’da Baba Cafer Zindânî türbesini bekleyenler
onların soyundandır. Şecerelerinde şöyle yazılıdır:
«Taceddin oğlu, Şerefüddin oğlu, Emir Sultan kızının oğlu, Şeyh
Cemâleddin oğlu Abdürrauf Samdânî.» Onlar da kız evlâdındandır.
Onlar Seyyid Sikkin kızıdır ki Ak Şemseddin yakınında Türbeli kö
yünde defnedilmişlerdir. Onlar, İstanbul zindanında gömülü Baba
Cafer oğullarıdır. Onlar Mehmed Hanefî çocuklarıdır ki, bizim de
demiz Ahmet Yesevî oğlu Mehmed Hanefî’ye ulaştığından gelmiş
geçmişlerini bilmekteyiz.»
Kâmkâr Bey, Kütahya’da Germiyan oğullarından idi. Üçbin yi
ğit ile Şehid Kapısı’ndan kaleyi kuşatmıştı. Burası Ayasofya’ya
yakın olduğundan, Hıristiyanlar bir fırsatını bulunca kapıyı açtılar.
Büyük bir çarpışma başladı. Oradaki Müslüman askerlerin hepsi şe
hid olduğu ve Harun El Reşîd zamanında Ensâr’dan birçok sahabe
orada şehid oldukları için, buraya Şehid Kapısı derler. Fakat halk
ağzında yanlış olarak «Cufut Kapısı» diye söylenmektedir. Buna se
bep de bütün Yahudi halkının bu semtte oturmasıdır. Amma doğ
rusu Şuhûd Kapısı’dır.
Hâlen Hünkâr Sarayı etrafında olan kapılarda hiç kuşatma ya
pılmamıştı. Yalnız, Yedikuîe Kapısı’na yeni yardıma gelen Karaman-
oğlu burayı kuşattı.
Tekebayoğlu, Silivri Kapısı tarafına tâyin olundu. Aydınbayoğ-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 71
ONİKlNCİ FASIL
Sonra Fâtih, iki rekât hacet ve şükür namazı kılmak için Aya-
sofya kilisesine girmek istediler. Fakat Ayasofya’mn dört tarafında
oturan rahibler kiliseye kapanmışlar, damlardan, pencerelerden ve
kulelerden İslâm askerleri üzerine zenberek, neft ve katran yağdır
maktaydılar. Fatih, hemen, Ayasofya’nın etrafını sardırdı. Üç gün
üç gece çarpışıldıktan sonra, elliüçüncü günde Ayasofya ele geçi
rildi. Önce Sultan -Mehmed, Ayasofya içine girdi. Birçok rahibi öl
dürdü. Elindeki Hazret-i Peygamberin sancağını mihraba dikti. Son
ra ezan okunup kilisedeki rahipleri Müslüman gaziler kılıçtan geçir
diler. Kilisenin içi kâfirlerin kanı ile doldu.
Fatih, bir ok çekip, «alâmetim olsun» diyerek Ayasofya kubbe
sinin tâ ortasına attı. Bu okun yeri halen görülmektedir.
Sonra bir hünkâr askeri sol eliyle bir düşmanı öldürüp sağ eli
ni kana bulayarak, Sultan Melımed’in huzurunda elinin kanını beyaz
bir mermere sürdü, kan ile bir pençe işleyip işaret koydu. Bu kanlı
pençe de halen türbe kapışından içeri girilince karşı köşede yüksek
bir yerde görülmektedir.
OKMEYDANI ŞENLİĞİ
Slutan Mehmed Han, Müslüman gazilere bütün ganimet malla
rını ayırdı. Sonra Ayasofya içindeki kıymetli ve süslü putlardan
Doygu. ؟, Yauk, Suva ve Nesr gibi putları alıp Tersâne bahçesine git
tiler. Orada putları Okmeydam’nda nişangâh yaptılar. Bütün Müs
lümanlar putlara ok attılar. Hâlâ okçular arasında «Puta Oku» de
nilen ok, bugün de aynı isimle söylenir. Hattâ o putun parçalar ha
linde Sultan Ahmed Hân zamanına kadar durduğu gerçektir. Bu
putun adına «Azmâyiş» demişlerdir ki, lodos tarafına koyup kuzey
doğu tarafından ona ok atarlardı. Halen o yere Tozkoparan ayağı
derler.
Bir puta «Heki», birine «Pişrev» derlerdi. Beş dirhemi sekiz yüz
arşın seğirdir. «Pelenk» denilen bir putu batı tarafına koyup doğu
taraftan «Sofar moğolu» atarlardı. Halen bütün okçular o oka «Pe
lenk» derler.
Kısacası, Okmeydam’nın dört yönüne oniki çeşit put konmuş
olup, oniki çeşit ok ile o putlara atış yaparlardı. Böylece bütün ga
ziler Hazret-i Sa’d İbn Ebî Vakkas’ın ruhunu şâd ettiler.
Bugün dahi tâtil günleri İstanbul halkı tören ile Okmeydam’na
giderler.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 79
Sonra Sultan Mehmed Hân, Tersâne bahçesine geldi. Müslüman
gazilere üç gece ziyafet verildi. Bizzat kendisi eteklerini beline do
layıp gazilere:
«Ekmek ve tuz yemek gerek, daha ne gerek» diyerek beyaz ek
mek dağıttı.
ONÜÇÜNCÜ FASIL
E tan sonra, padişahlar için gerekli bir oturma yeri olarak üç-
bin kese para harcıyarak Yeni Saray’ı yaptırdı. Sene 863 (M.
1458/1459). Binanın yapımına başlangıç olarak «Ekkedallahu bün-
yânuha», bitimi için de «Şeyyedallahu erkânuh» (sene 872, M. 1467/
1468) sözleri tarih düşürülmüştür. Bu sözler Bâb-ı Hümâyun üzeri
ne süslü olarak Celi yazı ile «Halledallahu izze sahibehu» sene 872
sözleri ile tarih yazılmıştır.
Ferhad gibi sanatkâr olan ustası öyle bir saray yapmıştır ki,
Âdem Peygamber zamanından beri hiçbir mühendis böyle bir bina
yapmamıştır. Hiçbir seyyah da dünyada bunun benzerini görmemiş
tir. Saray, deniz kenarındadır. İki tarafı denizdir. Kuzey tarafı Ka
radeniz. doğu tarafı Akdeniz (Marmara denizi) ile çevrilidir. Gü
ney tarafında Ayasofya Camii vardır. İki denizin birbirine karıştığı
yerde kurulmuş bir şehirdir. İlk kurucusu Hazret-i Süleyman, İkin
cisi İskender Zülkameyn’dir. Fakat Fatih bu güzel sarayı yaptırdık
tan sonra geçmiş hükümdarların büyük eserlerine ek olarak yetmiş
aded padişah köşkü, çeşitli divanhâneler, halvethâne. mutfak, ekmek
yapma yeri, cebhâne, hastahâne, odun ve ot anbarı, iç ve dış padi
şah ahırları, meydan ahırları yaptırdılar. Ayrıca çeşitli şekiller de
yapılmıştır.
Bu sayılan eserlerin dört tarafına ayrıca güzel bahçeler de ya
pılmıştır. Yirmibin servi, çınar, ardıç, çam, şimşir gibi ağaçlar dikil
di.
Evliya Çelebi I-II. F : 6
82 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESÎ
Bu güzel bahçenin tam ortasında gönül açıcı, havası hoş bir te
pe üzerinde kendilerine ait kırk aded Çin kâsesi ile özel odalar yap
tırdılar. Bâb-ı Saâdet’in iç tarafında bir arz odası yapılmıştır ki, san
ki havarnak köşküdür.
Atmeydanı büyüklüğünde bir avlunun doğu kısmında güzel bir
hamam, ona bitişik bir padişah hâzinesi, ona bitişik kuş odası, ona
bitişik bir kiler odası ve sıra ile hazine odası, has odası, Hünkâr Ca
mii, doğancılar odası, küçük oda, büyük oda, seferiler koğuşu, kül
han odası, büyük oda mescidi, meşkhâne; yine hamama kadar uza
nan meydanın etrafında çeşitli odalar yapılmıştır. Bütün odalarda
üçbin altın ve altın kaplamalı zerduz taçlı güzel erkek hizmetkârlar
görevlendirilmişti.
Bu sarayda harem kısmı yapılmamıştır. Sonra Süleyman Han za
manında harem kısmı yapılmıştır. Bu kısımda bir oda hadım ağala
rına, bir oda baltacılara ayrılıp, ayrıca bir adâlet köşkü ve bir dî-
vanhâne yapılmıştır. Yedi vezirin haftada dört gün toplantı yapma
sı için padişah tarafından kanun çıkarılmıştır.
Bu büyük sarayın dört tarafındaki kalede 366 aded burç, kule
ve oniki bin aded beden dişi yapılmıştır ki, dünyada benzeri yoktur.
Yeni Saray’ın çevresi 6500 adımdır. Tam 16 küçük ve büyük
özel kapısı vardır. Sarayın içinde asker, hademe, genç hizmetçi, bal
tacı, aşçı, helvacı, ekmekçi, hasırcı, hadım, beyaz ve siyah kapıcı,
öğretmen, cellât ve özel hizmetçiler, 12000 bostancı ile kırk bin kişi
nin bulunduğu hesaplanmıştır. Sarayın durumunu tam olarak an
latmak imkânsızdır.
ONDÖRDÜNCÜ FASIL
kazalardan başka dört kadılığın erminde 186 nahiye kadısı, 360 su.
başılıkları, 87 Yeniçeri kulları ve serdârları vardı. Ayrıca kırk yerde
de serbest küçük subaşılıklar vardı.
Sonuç olarak, İstanbul’un dört kadılığındaki kadı ve subaşıların
toplamı 1200 hâkimdir. Bunlar Fâtih’in kanunudur. Bunlardan baş
ka dört mevleviyet ve bir de 150 esnafın zâbit ve hâkimleri vardır.
Fakat bunların ceza verme yetkileri yoktur.
ONALTINCI FASIL
Ana'mn teıhsili bir resmi vardı. Elinde bir kandil tutaı:dı ki, bir be-
yaz güvercin büyüklüğünde idi. Her gece bunun saçtığı ışık camii
aydınlatırdı. Bu da zelzeleden yıkılmış-olup, bugün Kızılelma'dadır
derler. Ispanyalılar vasıtasiyle götürülmüş idi. Camiin İç yüzü duva-
rinda baştan başa beşer altışar zira'lık dörtköşe cilâlı taşlar kaplı-
dır.
KELÂMÎ AĞA’NIN BAŞINDAN GEÇENLER
Kelâmî Aga, Sultan Süleyman'ın rikâbdârlığı ile yetişip nam
yapmış güçsüz bir kimse idi. Yiizelli yaşmda vefat etmiştir. Tarika-
-ta bağlı idi. Kelâmî Aga'mn anlattığına göre. Sultan Selim Gazi za-
mamnda Jstanbul İçinde tâun hastalığı yayılmıştı. Günde üçbin ki-
Şİ ölmekteydi. Sultan Selim durumu öğrenince münâdiler çıkarttı,
İstanbul ,halkım Kadir gecesi Ayasofya’ya topladı. Hastalığın geç-
mesi İçin hep bil'likte dua edilecekti. Ayasofya'mn İÇİ hıncahınç dol-
du. Bektâşî şeyhi Yahya Efendi, duadan önce kiirsiye çıkıp vaaz ver-
meye başladı. Bütün cem.aat dikkatle onu dinliyorlardı. Yahya Efen-
di, Trabzon'da yetişmiş olup. Sultan Süleyman hazretleri ile süt kar-
deşi idi. ikinci Selim zamanında en yüksek bilgin haline gelmiş ve
halktan uzak kalmaya başlamıştı. Vaazım dinlemek şöyle dursun,
kimse yüzünü göremez idi. 0 gün İstanbul halkı onun vaazım din-
lemek İçin Ayasofya'ya dolmuş, cami İçinde ayak basacak yer kal-
mamıştı.
O esnada Kelâmî Ağa'nm haceti gelmiş, karni sıkıştmp Bag-
/ dad davulu gibi gümbürdemeye başlamıştı. «Bire hey imdad, ha-
lim ne oluyor» diye şaşkına dönmüş, sıkıntısından vücudu kabar-
mıştı. iki üç defa ayaga kalkıp etrafına bakarak yine oturmuştu. Zi-
ra kalabalığın içinden geçecek bir yer yoktu. Karni da o kadar sıkış-
tırmıştı ki, kımıldayacak hali kalmadı. Hemen şeyh hazretlerine dö-
nüp yalvarırcasına yardim istedi. «Beni bu cami İçinde, cemaat ara-
smda herkese utandırma» diye yalvarınca, hemen yanmda Sipahi
kıyafetinde biri belirip, «Bire adam, senin derdin nedir? Yüzün gö-
zün şişmiş, durumun iyi değildir. Senin derdine çare bulayım, fa-
kat sim gizli kalsın» deyip ona yemin ettirdi.
Sipâhi, cübbesinin sag tarafım Ke'lâmî Aga'mn üzerine örttü. Ke-
lâmî Ağa 0 an kendini Kâğıthane deresi kenarında bulup hemen ha-
cetini giderdi. Sonra abdestini yeniledi. Kırk defa şükür secdesi etti.
«Acaba bu benim durumum oldu mu, yoksa rüyâ mi?» diye düşünür-
ken, kendini yine Ayasofya’daki yerinde buldu. Ayni Sipahiyi de ya-
ninda gürünce, «Bire Hızır'a rasladım, eteğini bırakmıyayım» diyerek
E V L İY A ÇELEBİ SEYAH ATN AM ESİ 93
ilkli asık suratlı bir Arap göründü. Bunlar İçeri girince hemen zenci
Arap Kelâmî Ağa'nm kolundan tutup yarim bir elma gibi İçeri atar.
Kelâmî Ağa'nm o an akil başına gelip içerdekilere «Esselâmü aley-
küm» diye selâm verir, içerdekiler de ona selâm verirler. Yeniçeri,
Kelâmî Ağa'ya bir yer gösterir. Orada pis bir yerde toprak üzerinde
kalır. Kendisi de aşçı kılığına girip baş köşede yüksek bir yerde otu-
ran tarikatın öncüsü olan ihtiyarin elini öper, Kelâmî Ağa ile arasm-
da olanları olduğu gibi anlatır. Şeyh: «Dünya lezzetlerinden ve b i-
tün şeylerden ilgisini kesti ise, bu kırklar evinde mutluluğa erişir ve
postunu baş köşeye koyarız. Safa geldin kişi» diyerek Kelâmî Ağa’-
ya saygı gösterir.
Kelâmî Ağa, üç gün üç gece, aç ve susuz durup halsi'z kalır. Un-
kapani'ndaki evini, ailesini ve çocuklarım düşünüp şöyle der: «Aca-
ba 'bunun sonu ne olur?». Böylece Allah'a sığınıp oturur.
Otuzdördiincü gün, köşede oturan şeyh, müridlerine «Allah’ın
emri ile görevli olduğunuz İşleri görün» diye emir verir. Hemen 0
Yeniçeri kılığına giren adam ayak üzere kalkıp bir oda açar. îçeri-
den otuzsekiz çeşit silâh çıkarır, otuzsekiz kişinin önüne birer silâh
koyar. Kendi önüne de bir leğen İçine su koyar. Herkes yerinde
hazır durur, o an Kelâmî Ağa, «Şu sudan biraz İçsem» der. Ona
«Sabret, bakalım bugün sana nimet gelir mi?» derler. Biraz vakit
geçtikten sonra karşısında duran adam elindeki kılıcı kaldırır. 0
an bir küçük çocuk ortaya çıkar. Adam onun başını keser. Kelâmî
.Ağa: «Canim, 0 adamı niçin öldürdü?» diye etrafına sorar. Yeniçeri,
«Arkadaş, soru sorma demedim mi?» diye cevap verir. Hemen yi-
ne karşı taraftan iki adam 'çıkar. Bunları bir arslan kogarak ortaya
getirir. Adamın biri şeyhin arkasına saklanıp kurt-ulur. Diğerini
arslan parçalayıp yer.
Kelâmî Aga yine sorar. Sonra yine birinin önünden bir
çocuk çıkar. Arkasından bir kurt onu kovalar. Seccâde sahi-
bi biri, önündeki ok ve yayı alıp, kurd'11 ok ile vurup öldürür.
Sonra çocuk bir köşede kaybolur. Kelâmî Ağa şükreder. Hemen o
an karşı taraftan üç adam çıkar, ikisini şeyhin izni ile asarlar, birini
de asai'larken Kelâmî Ağa sabredemeyip şeyhin huzuruna çıkar ve
adamın af edilmesini dilerken. Yeniçeri, Kelâmî Ağa'nm yakasından
yapışıp yerine oturtur ve ona «Ben sana kırk gün sabret demedim
mi?» diye tenbihte bulunur.
O an Yeniçerinin önündeki leğen içindeki su çalkalanma-
ya ve dalgalanmaya başlar. Suyun İçinde iki küçük gemi gö٠
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 95
BEYİT
«Reeynâ cevâmiû’d-dünyâ cemîan
Ve lâkin mâ reeynâ misli hazâ»
(Dünyanın birçok camilerini gördük,
Lâkin bunun gibisini görmedik).
(41) Sultan İkinci Bâyezid zamanında Kızlar Ağası Hüseyin Ağa tarafından
cami haline getirilmiştir. Asıl yapıcısı İmparator Jüstinyanos’dur.
42 ) ؛Saint - Jean yani Hazret-i Yahya demektir.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESÎ
...
FÂTİH SULTAN MEHMED’İN FETİHLERİ HAKKINDADIR
(43) 1179 (M. 1765) senesi Kurban Bayramının üçüncü, Mayıs ayının l l ’inci
Perşembe günü, gün doğmasından bir saat sonra meydana gelen zel
zelede büyük kubbe çökmüş, yine aynı sene içinde bugünkü şekli ile ya
pılmıştır.
(44) Şimdiki Yugoslavya'nın başkenti olan şehir.
(45) «Kirman» Eski Türkçe’de hisar anlamındadır.
(46) Balıklava, balık havuzu anlamında Türkçe bir kelimedir, Fransızca Etang
kelimesinin karşılığıdır.
102 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ
883 (M. 1478) senesinde; 883 (M. 1478) ,de Karaman vilâyeti, 865 (M.
1460)’de Samsun, Sinop ve Trabzon kalelerinin fethi olmuştur.
KALENİN TAMİRİ
Zelzeleden yıkılan yerler padişahın emri ile altmış günde tamir
olundu. «Madyanoğlu Yanko zamanından beri böyle büyük zelzele
olmamıştır» diye yazarlar.
Sonra Sultan Bayezid, İzmid sancağının Geyve kasabasındaki
Sakarya nehri- üzerine ondokuz gözlü büyük bir köprü yaptırmıştır.
Saruhan vilâyetinde (Manisa) Gediz nehri üzerinde ondokuz ke
merli köprü yaptırmıştır. Sonra İstanbul’daki camiinin yapımına baş
lanmıştır. - .
(47) Bayezid Camiine ilk tayin olunan şeyhülislâm. Zenbilli Ali Efendi’dir.
Bayezid-’in türbesini oğlu Sultan I. Selim yaptırmıştır. Cami bitişiğin
deki kütüphaneyi, 1182 (M. 1768) tarihinde Şeyhülislâm Veliyüddin Efen
di yaptırmıştır. Camiin kabristahında 1034’de vefat eden Çerkez Serdâr
Mehmed Paşa ve Sadrâzam Reşid Paşa’nın türbeleri vardır.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 105
tır ki, sanki cennet mahfelidir. Ve bir de baştan başa ham mermer
den minberi ve' taç sürahisi vardır ki, Sinop câmii minberinin ben
zeridir. Mihrabı sanki Hazret-i Süleyman’ın mihrabıdır. Üzerinde
Karahisârî (48)' yazısı ile «Küllemâ dahale aleyhâ zekeriyye’l-mih-
râb» âyeti, lâcivert yaldız ile yazılmıştır.
Mihrabın sağında ve solundaki burma sütunlar sanki birer si
hirli mucizedir. Ve yine orada birer adam boyu yüksekliğinde halis
bakır ve altın kaplama şamdanların üzerinde yirmişer kantar beyaz
balmumu var ki, her birine onbeşer basamak merdivenle çıkılır. Her
gece yanar ve camiin içi nurla dolar. Bu câmiin sol köşesinde di
rekler üzerinde yüksek bir hünkâr mahfeli vardır. Başka mihrabı
da vardır. Bu mübarek mahfelden başka, dört sütun ayaklarının kö
şelerinde, aşir okuyanlar için dört adet maksûrecik vardır.
Bunlardan başka, câmiin iki tarafındaki yan sofalar üzerinde,
çeşitli küçük direklere dayanan câmi içi cemâat sofaları vardır. Câ
miin dışında, yine bu sofalara benzer ince sütunlar üzerinde, deni
ze ve sağ tarafı çarşıya bakan tabakalar vardır. Cemâatin çok oldu
ğu vakitlerde bu sofalarda ibadet ederler... Ve câmi içindeki kubbe
ve direkler üzerinde iki katlı tabakalar da vardır ki, bu tabakalarda
mübarek gecelerde kandiller yakılır. Toplam yirmi iki bin kandil
ve binlerce avize vardır. Câmiin dört tarafındaki pencerelerin her
birinden birer çeşit hava cereyanı gelir, cemâat ebedî hayatı bulup
cennete girmiş gibi olurlar.
Allah’ın emri ile bu câmide güzel bir koku var ki, girenlerin
dimağı kokulanır. Fakat dünyadaki çiçeklerin hiçbirisinin kokusuna
benzemez. Câmiin içinde kıble kapısı tarafındaki iki pâyede birer
çeşme vardır. Bütün cemâat temiz suyundan içerek susuzluklarını
giderirler. Bazı yerlerde üst hazine maksureleri vardır ki, vilâyet
ileri gelenlerinin ve binlerce yolcuların emanet mallan burada sak
lanır. Bu malların hesabını ancak Allah bilir.
(48) Hadikat-el Cevamide, Caminin hattatı Karahiearlı Kul Haşan Çelebi di
ye kaydedilmiştir.
110 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ
(49) Peçevi, «doksan altı bin» diyor ve ilâveten, «o asrın hesabma göre beş-
yüz yük, otuz yedi yük, seksen iki bin dokuz yüz akçe olmuş. Bugünkü
hesaplara göre, iki bin iki yüz kırk yük akçeye yakın olur» diye izah
ediyor. Bu hesaba göre, bir altının altmış akçe olduğu anlaşılıyor. Bir
altm ise ortalama on iki dirhem gümüşe eşit idi.
(50) Bu kemerlerin yapımına (M. 117-138) tarihinde Adriyan zamanında baş
landığını daha önce bildirmiştik.
116 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
٠١»
Konya’da
LK olarak Konya da Mevlânâ Celâleddin Hazretlerinin nur dolu
İ
٠
ile bir medrese... Daha sonra Kefe ve İznik'te birer kiliseyi cami
haline getirmişlerdir. Fetholunan kale ve palangalarda kiliseleri ca
miye çevirirler ve olmayanlarda yeni camiler yaparlardı. Böyîece
İslâm için lâzım olan şeyler tamam olurdu.
ayının ilk günü idi. 955 senesi Reeeb ayında yapımı tamam
landı.
Yapımına yüz elli yük akçe harcanmıştır. Mimar Sinan ta
rafından yapılmıştır. Camiin dış tarafında da yan bölmeleri vardır.
O kısımlarda ince, parlak cilâlı, kıymetli birçok sütunlar vardır. Her
kapısından merdivenlerle camie çıkılır. Kapıların pencereleri işle
meli, aydınlık ve nur dolu bir camidir. Mihrab önünde, cennet bah
çelerinden birine benzer bir bağ içindeki yüksek bir türbede, Şeh
zade Mehmed yatar. Diğer bir türbede de Haleb kışlağında ölen kar
deşi Şehzâde Cihangir yatmaktadır.
Bu camiin avlusu çok süslüdür. Dört tarafındaki sofalar üzeri
ne çeşitli direkler, renkli taşlarla bezenmiş tak ve kemer üzerinde
kubbeler vardır. Yine dört tarafında dış avluya bakan pencereler
vardır. Avlunun ortasındaki ağzına kadar tatlı su dolu yuvarlak ha
vuzdan cemâat abdest alırlar.
Bu havuzun üzerine sekiz sütun üzerine oturtulmuş yüksek
tavanlı bir kubbe vardır ki, Bağdad fâtihi Dördüncü Murad Hân
tarafından yaptırılmıştır. Bu camiin sağ ve solunda bulunan ikişer
şerefeli minarelerinin bir benzeri daha İstanbul, Bursa ve Edirne’de
yapılmamıştır. Öyle süslü ve hayret uyandırıcı mînârelerdir ki, Ko
ca Mimar Sinan bu minarelerde ve camide mimarlık sanatının bü
tün ustalıklarını göstermiştir. Her minare onsekiz köşeli olarak ya
pılmıştır. Her köşesinin birleştiği yerde baştan aşağı kat kat şerit
ler içinde çeşitli kitabelerle örtülmüş turuncu işleme süsler ve her
şerefede ibret verici cilveli kemerler ve süsler icat etmiştir ki, gö
renlerin akılları durur. Çünkü bu cami altıncı camidir. Daha önce
yapılanların her birinden birer güzellik ve incelik alınarak bu ca
mide birleştirilmiştir. Camiin yerdikleri kenarında o kadar sanat-
kârâne mermer şeritler, yuvalar ve katmerli duvarlar vardır ki, ben
zeri başka hiçbir camide yoktur. Kubbelerine usta kurşuncu mavim-
trak renkte has bir kurşun örtülmüştür ki, ustalığının hakkını vermiş
tir. Bu camiin liç tarafından bir at menzili büyük avlu içinde çeşitli
ağaçlarla süslenmiş bir avlu vardır ki, sol tarafındaki büyük bir çı
narın gölgesinde Şeyh Ali Tabiî Hazretlerinin mezarı vardır. De
ğerli sahabedendir. Hazret-i Ebâ Eyyûbel-Ensûri ile gelmiş olup, o
savaşta askeri gayrete getirmek için tabi çalarken şehid düşmüş ve
o yerde toprağa verilmiştir. Bu büyük avlunun etrafında imareti,
medresesi, mutfağı, ziyeret evi ve diğer hayır eserleri vardır. Fakat
hastabâne ve hamamı yoktur. Bu da şerefli bir camidir ki, diğer bü
yük camilere harcanan paradan çok para harcanmıştır.
120 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ
tinir, bekâr bir adam idi. Kara Murad Paşa: Sofu Ali Paşa ile ha
remden yetişmedir. Mısır Valisi iken hastalığına kahrederek Ka-
hire’de öldü. Hüsrev Paşa, Muzaffer Paşa, Gazanfer Paşa, Kelâbi
Paşa: Derviş tabiatlı adamlar oldukları için istekleri ile emekli ol
muşlardı, daima babamla sohbet ederlerdi .Ayasofya câmii hakkın
da yazdıklarımın hepsini bu zâtlardan dinledim. Tatlı sözlü, yumu
şak huylu, evliya gibi ihtiyarlar idi. Mehmed Hân Paşa: Zulkadir
oğullarmdandır. Şah İsmail’e sığındı, sonradan pişman olarak tek
rar Osmanlı Devletine döndü. Rumeli’de ve Anadolu’da büyük san
caklarda görev yaptı. İsmi yazılırken Cenab yazılarak kendisine il
tifat edilirdi.
dar çok olduğu gibi, ayni zamanda Müfti-üs Sakaleyn idi. Devrinin
tek adamı olup, gaipten haber veren yegâne zat idi. Şeyhülislâm
Ebussuud Efendi: Bu muhterem zatin vasıflan bir araya toplanır-
sa, büyük bir kitap olur. Bin cilt kadar kitap ve risaleleri vardır.
Bir tefsiri vardır ki, âlimler arasında çok beğenilen nefis bir tef-
sirdir. Mevlânâ Muhuddin Arabzâde: Ebussuud Efendinin azarladı-
ğı zatdır. Mısır'a giderken Akdeniz'de boğulmuştur. Salih oğlu Mev-
lânâ Ali: Hiimayunnâme adil eserin yazarıdır. Bursa'da y ti ı.akta-
dır.
٠٠
AYİN VE TERTİP KAİDELERİNİ AÇIKLAYAN
SULTAN SÜLEYMAN KANUNNÂMESİ
Rumeli eyâleti: Sancak 14, kılıç zeâmet 1227, timar 12287, Ki-
Zilelma'ya bağlı Budin eyâleti: Sancak 17, kılıç zeâmet 278, kılıç
timar 2391. özü eyâleti: Sancak 6, zeâmet 188, timar 1286. Bosna
eyâleti: Sancak 7, zeâmet 150, timar 1792. Tameşvar eyâleti: San-
cak 6, zeâmet 1090 Cezayir eyâleti: Sancak 15, zeâmet 731, timar
1883. Eğri eyâleti: Sancak 9, zeâmet 1081, timar 4000. Kapije eyâ-
leti: Sancak 7, zeâmet 77, timar 2007. Kefe eyâleti: Sancak 9, zeâ-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 127
O
SMANCI Devletinin geliri üç kısımdı:: Birincisi Hâs-ı Hümâ-
Anaboli beyi (iki adet kadırga ile sefere iştirak eder), bazı adalar
da da reâyâsı vardır. Fakat Sakız adası sancağı, Nakçe sancağı ve
Mehdiye sancakları Salyâneye tâbi olduklarından, kaptan paşanın
idaresi altındadırlar.
Budin Eyâleti: Eğri eyâleti, Kanije eyâleti hepsi de sancaktı
lar. Budin’de hazine defterdarı, defterdar kethüdası, defter emini,
timar defterdarı, çavuşlar kethüdâsı ve emini, alaybeyisi, çeribaşı-
ları vardır. Budin kalesi paşa sancağıdır. Diğer sancakları Semen-
dire, Peçevi, İstoni, Belgrad, Estergon, Şemtorna, Seksar, Sirem ve
Mohaç’tır. Belgrad sancağı kaymakamlıktır. Ösek ve Eğri sonradan
eyâlet olduklarından yedi sancaktırlar. Buralarda mal defterdarı yok
tur; fakat defter kethüdası, defter emini, çavuşlar kethüdası, alay
beyisi ve çeribaşıları vardır. Sancakları Segedin, Surıluk, Hatran,
Sephan, German ve Filek’tir. Paşa Eğri’de oturur.
Ganije Eyâleti: Bu da Budin eyâletinden ayrılarak eyâlet ha
line getirilmiştir. Yedi sancağı vardır. Mal defterdarı ve timar def
terdarı yoktur. Yalnız çavuşlar kethüdası, çavuşlar emini, alaybe
yisi ve çeribaşıları vardır. Ganije, paşa sancağıdır. Diğer sancakla
rı : Sigetvar, Kopan, Volpapa, Şaklofça, Nadaj ve Balaton’dur.
Uyvar Eyâleti: Dördüncü Mehmed asrında yetmiş üçte Köprü-
lüzâde Fazıl Ahmed Paşa tarafından alınarak' eyâlet haline geti
rilmiştir. Fakat düzenli bir eyâlettir. Mal defterdarı, defter emini,
defter kethüdâsı, çavuşlar kethüdası, alaybeyisi, çeribaşısı, yirmi oda
ile aile yeniçeriağası, cebecibaşısı, topçubaşısı ve vezir rütbesinde
bir kumandanı vardır. Hepsi sancaktır. Oğuz eyâlet merkezi ve pa
şa sancağıdır. Diğer sancakları aşağıdadır: Lotre kalesi, Love liva
sı, Novograd livası, Holok livası, Bukbak livası ve tâbi’ Tuna’dır.
Tameşvar Eyâleti: Altı sancaklıdır. Hazne defterdarı, defter
kethüdası, timar defterdarı, Padişah mallan defterdan, çavuşlar ket
hüdası ve emini, yirmi iki tuğa sahip kale ağalan, dizdarı ve çeri-
başıları, alaybeyisi vardır. Dördüncü Sultan Mehmed zamanında
Köprülü Mehmed Paşa tarafından Yanova kalesi alınınca, Tameş
var paşasına sancak merkezi oldu. Diğer sancakları da şunlardır:
Tameşvar, Lipve, Çanad, Göle, Morova, yeni fethedilen Şebeş, yeni
fethedilen Lopos, Kaçanat livası, Arat livası, Beşkelek livası, sonra
dan Sokullu Mehmed Paşa evkafı olmuştur. Bu sancak vakıftır.
Varat Eyâleti: Cennet mekân Sultan Dördüncü Mehmed dev
rinde büyük kumandan Köse Ali Paşa tarafından alınmış ve eyâlet
132 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ
lardan başka on bir sancağa da Arz-ı Irak derler ki, onların zeamet
ve timarı yoktur. Ancak sancak beylerine ait hâslar vardır. Bazı
köy çiftlikleri tahmine göre şu sancaklardır: Tertenek, Semevât, Be-
yat, Derne, Debâlâ ve Evsat, Kemede, Demirkapı, Kranya, Keylân.
Bir de bu eyâlete bağlı îmâdiye eyâleti var ki, bunun timar ve
zeâmeti yoktur. Bizzat idarecileri toprağın sahibidir. Fakat seferle
re iştirake kanunen mecburdurlar.
Basra Eyâleti: Evvelce beyleri tarafından kendi mülkleri ola
rak idare edilirken, Kanûn: Sultan Süleyman devrinde doğrudan
doğruya Osmanlı Devletine bağlanmıştır. Sultan Dördüncü Mehmed
devrinde eyâlet haline getirilmiştir. Halen mal defterdarı ve çavuş
lar kethüdası vardır. Timar ve zeâmet olmadığından, alaybeyi ve
çeribaşısı yoktur. Bütün arazisi Basra vâlisinin iltizamına verilmiş
tir.
El-Ahsâ Eyâleti : Mülkiyet şeklinde idare olunur. Eskiden Os
manlIlar tarafından beylerbeyi gönderilirdi. Hâlen zorla zaptolun-
muştur. Yemen eyâletini de Sultan Dördüncü Murad zamanında zor
la imamlar işgal etmişlerdir.
Habeş Eyâleti: Bu eyâlette de timar ve zeâmet yoktur. Üç se
nede bir, Osmanlı Devleti tarafından bir vali tâyin edilir. Bu vâli
eyâletin tamamını idare eder. Fakat bu idare iltizam şeklinde de
ğildir.
Mekke-i Miikerreme Eyâleti: Cidde kumandam ile Mekke Şe
rifi eşit yetkilerle ortaklaşa idare ederler. Bendlerden elde edilen
gelire ortaktırlar. Başkaca işleri yoktur. Duâcı topluluğundandırlar.
UMELİ Eyâletindekiler:
E; Mora mirlivasının hâsı 507760, îs-
***
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 143
ANADOLU EYÂLETİ
U eyâlet 7310 kılıçtır. 195’i zeâmet ve gerisi tezkereli ve tez-
1043 tarihinde Kaptan iken 99Ö0 kılıça yükselmiş olup, denizde kâ
fir ğezemez oldu. Bunların 106’sı zeamet, geri kalanı da timar idi.
Kanım gereğince cebelileri ile birlikte 12067 kişilik askerî kuvvet
olurdu. Tersane azebleri ve gönüllüleri, Kaptan Paşa ve altmış par
ça kadırga sahibi deniz beyleri, askerleriyle birlikte 12000, asker de
niz savaşlarına katılırlardı. Fakat zeâmet ve timar sahiplerinin se
nelik gelirleri on sekiz milyon akçe olur.
Adalar Eyâleti Sancaklarından Eğriboz Sancağı: 12 zeâmet, 188
timar; înebahtı 13 zeâmet, 387 timar; Midilli 83 timar; Kocaeli 25
zeâmet, 187 timar; Muğla 32 zeâmet, 235 timar; Karlıeli 11 zeâmet,
119 timar; Gelibolu 12 zeâmet, 132 timar; Rodos 5 zeâmet, 78 timar;
Biga 6 zeâmet, 146 timar; Misistre 15 zeâmet, 91 timar.
Karaman Eyâleti: 1620 kılıçtır. Bunlardan 110’u zeâmet, geri
kalanı ise tezkereli timardır. Beyler, zeâmet ve timar sahipleri ka
nun gereğince cebelileri ile 4600 asker eder. Bu askerin senelik ge
lilen on milyon beş yüz bin yetmiş beş akçedir. Zeâmet ve timar-
lan şu şekildedir.
Konya Sancağı: 13 zeâmet, 512 timar; Kayseri 12 zeâmet, 200
timar; Niğde 14 zeâmet, 255 timar; Beyşehir 12 zeâmet, 224 timar;
Akşehir 9 zeâmet, 22 timar; Kırşehir 4 zeâmet, 130 timar; Aksaray
13 zeâmet, 288 timar.
Rum Eyâleti yani Sivas : 3133 kılıçtır. 900’ü zeâmet ve geri ka
lanı da tezkereli timardır. Zeâmet ve timar sahipleri, kanun gere
ğince cebelileri ile birlikte 9000 kişilik askerî kuvvet ederler. Sene
lik gelirleri on üç milyon yüz seksen yedi bin üç yüz yedi akçe olur.
Sivas sancağı, Amasya sancağı, Çorum sancağı, Divriği sancağı, Ca-
nik sancağı ve Arapkir sancağı... bu sancakların timar ve zeâmetleri
beraber yazılmıştır. Fazlası ve eksiği yoktur. Sivas sancağı 48 zeâ
met, 92 timardır. Bütün sancakların timar ve sancakları bunun gi
bidir.
Maraş Eyâleti: 2169 kılıçtır. 29’u zeâmet, geri kalanı tezkereli
ve tezkeresiz timardır. Beyler, zeâmet ve timar sahiplerinin, kanun
gereğince cebelileri ile birlikte 550 kişilik askeri vardır. Bu asker
lerin senelik gelirleri dokuz milyon dört yüz yirmi üç bin on yedi ak
çe olur. Maraş sancağı 20 zeâmet, 113 timar; Kars 3 zeâmet, 656 ti
mar; Aymtab 2 zeâmet, 656 timar; Malatya 8 zeâmet, 276 timar olup
hepsi imar görmüş sancaklardır.
Haleb Eyâleti: 903 kılıçtır. 104’ü zeâmet, 899’u tezkereli liva
timarıdır. Askerinin yekûnu cebelüleri ile birlikte 2500 olur. Haleb
sancağında 18 zeâmet, 295 timar; Adana 11 zeâmet, 1190 timar; Ki.
EVLİYA ÇELEBİ SEYARATNÂMESİ 145
Bir de kalabalık dîvan olurdu ki, üç ayda bir bütün askere maaş
verilir veya yabancı bir elçi gelirdi. O gün mahşer gününe benzer.
148 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
kalabalık, büyük bir dîvan olurdu. İki yüz küheylân ata binmiş ve
mücevherlerle süslenmiş dîvan üyeleri, yanlarında altın ve gümüş
yemek takımları ile beraber gelirlerdi. Getirdikleri altın işlemeli ha
lılarla Padişahın bulunduğu yeri öyle bir süslerlerdi ki, elçiler gör
dükleri zaman hayran kalırlardı. Bayram divanlarında, önce Tatar
Hânlarından birisi, ondan sonra Şeyhülislâm, diğer âlimlerin büyük
leri, Sadrâzam ve peşinden de diğer vezirler olmak üzere Padişahın
elini öperlerdi. Bu sırada davul, nekkâre ve zurna (Mehter) sesle
rinden tüyler ürperir, deniz üzerindeki gemilerden atılan top ve tü-
fenk seslerinden güzel şehir (İstanbul) içinde müthiş bir gürültü
meydana gelirdi. Sözün kısası, Osmanlı Devletinin dîvana ait bu ka
nun, nizam, merasim, debdebe ve azametini tamamen yazacak olsak
başlı başına bir cilt dolduracağından bu kadarını kâfi gördük.
Kanûnî Sultan Süleyman Hân devrindeki Fetihler: İlk seferle
ri Şam Valisi Çerkeş Canberd Gazâli hâini üzerinedir. Bu hâin aza
rak isyana kalkışınca, vezir Ferhad Paşa kumandan tayin edilerek
üzerine gidildi. 927 senesi safer ayının yedisinde, Canberd Gazâli’-
nin canı cehenneme gitti ve devletsiz başı da yerlere yuvarlandı.
Eşkıya İskender’in öldürülmesi ve Yemen’in fethi, sene 927. Bel-
grad’m alınması, sene 927. Salankamin ve Kapensek kalelerinin zap-
tolunması, sene 927. Rodos adasının fethi 2 Receb 928. Eskaradin
kalesinin fethi ve Şehsuvarzâde Ali Bey’in öldürülmesi, Melke ka
lesi, İlki kalesi, İncirli adası, Tahtalı kalesi, Istanköy kalesi ve Bod
rum kalesinin diğer kalelerle birlikte alınması, sene 928. Mohaç se
feri, Vaderin, Oyluk, Kotik, Timurça, İrik, Gogorofça, Lukay, Sot-
bin, Ardot, Raçe, Ösek kaleleri ile Macarların başkenti olan Budin,
Peşte, Sekedin ve bunlar arasında nice kaleler sayısız fetihlerle alın
dı. 932 tarihinde Budin alındı. Hayırsız Kalender’in bozguna uğra
tılarak yenilmesi, sene 933. Yayca kalesinin fethi, sene 934. Fenay
(Alman Kızılelması)’nın fethi, sene 935. Budin kalesinin ikinci de
fa fethi. Kral Yanoş’un Budin Kralı oluşu. Budin Kralı olan Yanoş,
Budin kalesinde muhasara edilmesi ve Yahya Paşazâdenin yetişe
rek kurtarması, sene 938. Erşak, Şakalofça, Kapolya, Şebiliye, Ber-
zence, Belvar, Vetoş, Zakan, Kanije, Kokornik, Yaşke, Çobançe, Şar-
var, Nîmetoküvar, Kermendvar, Rogervar, Eğersek, Meşter, Hedvik,
Sünbatlı, Meşti, Köşek kaleleri 939 tarihinde fethedilmişlerdir. Ko-
runpakyeğen kalesi 940 tarihinde, Irakeyn, Gavzin, Karakan, Bağ-
dad, Revan, Tebriz ve Hemedân’m fethi ile Sultaniye’nin tahrîb edil
mesi 941 senesinde olmuştur. Van, Adilcevaz, Erciş, Ahlat, Barkiri,
Cerem, Eidkâr, Rosni, Hille. Tenıır ve ünlü Van kaleleri, bütün bu
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 149
D
O K U Z yüz d o k san sekiz senesinde M an isa’da doğdu. T a h ta
çık tığ ı zam an 14 y a şın d a m asu m b ir çocuktu. 1012 y ılın d a R e
ceb a y ın ın on sekizinde P a d işa h oldu. «H âkan-ı R um » sözü
d o ğ u m u için ta r ih o lm u ştu r. S ene 998. B aşk a b ir ta rih , « H afazatul-
lah» sözüdür. P â d işâ h o lu şu n a ta r ih «Bahti» k elim esid ir. S en e 1012.
T a h ta çıkışı için söylenen b aşk a b ir t a r i h : « H ay r el selâtîn » dir.
K u su ru çok olan ben (riy âsız evliyâ, D erv iş oğlu M ehm ed Z ıllî) an a
156 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
Tarih:
«Dedi tarihini ol dem subuhî
Bin on yedide kırıldı sekban.»
1019 senesinde isyancılardan Yusuf Paşa Üsküdarda idam olun
du. Yine aynı yıl Murad Paşa İran üzerine sefere çıktı ve Tebriz’le
birlikte yetmiş kadar îran şehrini yağma etti. 1021 yılında Murad
Paşa Diyarbekir yakınlarında Çülek denilen yerde fâni dünyayı ،< ؛k
ederek ebedî âleme göçtü. Nasuhi Paşa Serdar oldu ve sonra Sauıâ-
zam olarak İran’la anlaşma imzaladı. Nasuh Paşa, Pâdişâha damad
oldu. Betlen Gabor’un Erdel’e Kral olması üzerine, Osmanlı ordusu
Erdel’i yağma ve talan ederek, iki yüz bin esir ve hesapsız ganimet
malı aldıktan sonra zaferle geri döndü. Saadetlû Pâdişâh Hazretleri
Edirne’yi ziyaret ettiler. Padişâh’ın Edirne ziyaretine Gânizâde şu
tarihi düşürmüştür: «Cennetâbâd oldu Sultan Ahmed ile Edirne».
Sene 1021.
1023 senesinde Ak Kazaklar Sinop kalesini yaktılar, bu olayda
suçlu bulunan Nasuh Paşa idam olundu. 1024 yılında Mehmed Pa
şa sadrâzamlığa getirildi ve çıktığı Revan seferinden başarı elde ede
meden döndü. 1025 yılında İskender Paşa «Kari» taburunu bozgu
na uğrattı. 1026’da Sadrâzam Halil Paşa Serdar oldu ve nihayet 6
Zilkade 1026 tarihinde Sultan Ahmed Hân bu dünya sultanlığından
göçerek cennete gitti. Sultan Ahmed Hân iyi huylu, tatlı konuşur,
yardım sever ve hayır sahibi, şanlı bir padişah idi. Onun adâletli
devrinde İstanbul o kadar emniyetli ve imar görmüş bir şehir idi
ki, sözle anlatmak mümkün değildir. Hatta büyük hayır eserlerin
den bir tanesi Atmeydanı’nda yaptırdığı yeni camidir ki, vasıflarını
aşağıda anlatacağız.
Yukarıda câmilerin vâsıfları yazılı ise de yine mevzua dönerek
büyük câmilerden Sultan Ahmed Hân câmiinin anlatılmasına baş
ladık:
Bu câmi İstanbul’daki büyük câmilerin en güzelidir. Ayasofya
yakınında «Atmeydanı» adlı yüksek bir yerde, kıblesi Çatladıkapı
tarafında deniz görür, geniş bir sahada yeni bir câmidir ki, sanki
matkap değmemiş, emsalsiz bir incidir. Rahmetli Sultan Ahmed Hân,
bu câmiin yerindeki vezirlere ■ait beş tane sarayı kendi parası ile
satın alarak hepsini temelinden yıktırdı. Ovalar kadar geniş bir yer
açtırdı. Bütün usta mimar ve mühendisler bir araya getirilerek Üs
küdarlı Mahmud Efendi’nin ve üstadımız Evliya Efendi’nin duâla-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 159
yüzü güldü. Hemen ertesi gün yedi iklim Padişahı büyük bir mera
simle Ebâ Eyyûb-el Ensâri Hazretlerine giderek orada Cuma nama
zım kıldı. İki yerden gayret kılıcı kuşandı ki, bunlardan biri Haz-
ret-i Fahr-i Kâinat aleyh-i Efdal-üt Tahiyyat Efendimizin ateşli kı
lıcı, diğeri de Birinci Selim Hân’ın kılıcı idi.
Böyle kılıç kuşanmak hiçbir Pâdişâha nasib olmamıştır. Yine
merasimle Edimekapı’smdan içeri girerek, merasimi izleyen halka
selâm verip duâlannı aldıktan sonra, Hâs odadaki Hazreti Peygam
berin Hırka-i Şerifine yüz sürdü ve Hazreti Yusuf’un Gavri hâzi
nesinden alınan kavuğunu mübarek başlarına giyip, iki rek’at namaz
kıldı ve:
«İlâhî, beni halk arasında hor ve hakir etme... Din-i mübin-i
Ahmediye lâyık hizmetler nasibet» diye yalvarıp inledi. Gerçi yaşı
henüz bülûğa ermişti; ama gayet asil, tedbirli, akıllı ve bilgili idi.
Derhal huzuruna hâsodabaşıyı, hazinedarbaşıyı, hazine kâtibini, ha
zine kethüdasını çağırdı ve:
«Tez cülûs bahşişi için hazırlık yapınız» dediler. Onlar da, «Pa
dişahım, mübarek hâzinenizi şereflendiriniz» dediler. Meğer bu de
ğersiz Evliyâ’nın babası Derviş Mehmed Zilli dahi orada hazır bu
lunmuş ve beraberce Padişah hâzinesine girmiş. Hâzinede çörçöpten
ve birtakım âlât ve terkedilmiş eşyadan başka, dünya malı sayıla
cak gümüş, altun, kap kacaktan bir şey bulunamamış. Ancak altı
kese para, bir garar mercan ve bir sandık fağfurî fincan kalmış. O an
da Murad Hân’ın gözlerinden akan kanlı yaşlar hâzineyi doldurdu.
Derhal içeri girerek iki rek’at hâcet namazı kıldı, duâ ettikten son
ra: «înşaallah bu hâzineyi yağma edenlerin mallan ile ağzına ka
dar yine doldururum. Ve elli hazine daha toplarım» buyurdular. On
dan sonra bütün kuvvetini pazusuna vererek cülûs bahşişi için on
gün içinde üç bin kırk kese hazırladı. Bütün yeniçerilere haber ve
rilince, «Biz bahşişi almamaya yemin ettik. Padişahımıza bizden he
lâl olsun» diye haber gönderdiler. Ertesi gün acele dîvan toplanma
sı için ferman çıkarıldı ve askere zorla bahşişi dağıtıldı. Bütün bey
ve fakirler sevindi. Kahvehaneler, meyhaneler, bozahaneler kapa
tılıp, tütün dahi yasak edildi. Bu sebeple her gün yüz yirmi kişi idam
ederdi. Ama onlar müstahaktı.
Anadolu tarafında Abaza Paşa, yeniçeri zorbalarını ve üzerine
gönderilen askerleri beşer, onar zayıf karınca gibi eziyordu. Keman
keş Ali Paşa’nın kışkırtması ile 1033 tarihinde Şeyhülislâm Yahya
Efendi azledilerek yerine Ahmed Efendi fetva makamına getirildi؛
Yine aynı sene, Kemankeş Ali Paşa’ıiın telkinleri ile eski vezir Ha-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 169
karşı «evet» dediyse de, bunu kendi üzerine gönderilmiş bir kuvvet
zannederek Hüseyin Paşa’yı kaleye davet etti. Sonra da dışarda ka
lan askerin erzakını yağma ettirdi. Hüseyin Paşa’yı da kalede öldürt
tü. Geri kalan asker Tokat’a dönerek, Halil Paşa’ya ağlayıp sızlan
dılar. Bu hal îstanbul’a arzedilince, Abaza Paşa’nın isyanı Padişah
tarafından da teslim edildi. Daha önce Kayseri altında yenildiği va
kit, suçu affedilerek kendisine Erzurum Valiliği verilmişti. Fakat
Dişler Hüseyin Paşa’yı ve askerini bu şekilde kırdığı haberi gelin
ce, Padişah tarafından bütün vezir ve vükelâya fermanlar yazıldı.
Halil Paşa, Abaza isyanını bastırmaya memur edildi. Kaleyi muha
saraya aldılar. Lâkin top yoktu. Bu muhasara sırasında, Abaza iki
de birde kaleden çıkarak yeniçeri siperlerini basıyor, onları Genç
Osman Hân’ın kanı aşkına işkencelerle öldürüyordu. Bu sırada bir
gece büyük bir fırtına oldu. Bütün çadırlar kar ve buz altında kala
rak binlerce askerin ayakları dondu. Asker isyan edip de seferden
geri dönülünce, Abaza Paşa arkalarına düştü. Her gün yeniçeri tai
fesini kıra kıra, Hınıs ve Mama Hatun mevkilerinde binlerce kişi
nin ellerini, ayaklarını kesip bir kuyuya doldurdular ki, hâlâ o ku
yuya (Çâh-i dest ü pâ = El-ayak kuyusu) derler. Mama Hatun tür
besinin yakınındadır. Birçok insan kurtulduğu gibi, birçoğu da eli
ayağı kesilerek şelıid edildi.
Bu üzüntülü haber Murad Hân’a ulaşınca, 1038 senesinde Sad-
râzamlık miihürü Hüsrev Paşa’ya verilerek Abaza üzerine memur
edildi
Hüsrev Paşa, Bosnalı idi. Silâhdarlıktan yetişmişti. Bayram Pa-
şa’nın yerine yeniçeriağası, sonra Diyarbekir Vâlisi olup, Âmid’e gi
derken Sadrâzamlığa getirilip, Abaza üzerine Kumandan tayin olun
du.
Ahıska’nın geri alınması için görevlendirilince, Tokat’dan süva
ri ile çıkarak karın çokluğuna rağmen —Erzurum kalesine Abaza
tarafından zahire depo edilip yığınak yapılmadan— kale önüne ye
tişip kuşatmaya başladı. Abaza kaleyi İran’a teslim eder korkusu ile
o sene Muharrem ayının yedinci günü kale etrafındaki kuşatma sık
laştırılarak siperlere asker yerleştirildi. Gerekli silâhlar konulduk
tan sonra, kale yedi yerden topa tutuldu. Lâğımlar atıldı. Nihayet
kale Balyemez toplarına dayanamayarak gedikler açıldı. Gece, gün
düz hücumlar yapıldı. İçerden dışarıya, dışardan içeriye gece bas
kınları, hücumlar yapıldı. Nihayet içerdekiler karşı koyamayacak
larını anlayarak, birer, ikişer kaçmaya mecbur kaldılar. Serdâr, dı
şarı çıkanlara ivi davranarak bahşişler Vermeye başladı. Bu haber
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 171
B tR OLAY
H a k ir E v liy a ’n m H a re m -i h â s’a d a h il olu p G azi M u ra d H â n ’ın
h iz m e tin e girdiğim izde, m ü b â re k h u z u rla rın d a geçen bazı güzel söz
lerim iz b e y â n o lu n u r:
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 181
Y ola d ü şü p g id en d ilb e r
M usa’m eğ len d i gelm edi.
Y oksa y o ld a y ol m u şaştı?
M usa’m eğ len d i gelm edi.
186 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
D edi tâ r ih i g ö rü b Ç evri
A fe rin ey d ilîr-i S â m -a k râ n
E m ir Ç elebi’n in H ek im b aşı o lu şu n d a d ü şü rü le n ta r ih :
؛؛؟&؛
SULTAN DÖRDÜNCÜ MURADIN BAĞDADI
FETHETTİKTEN SONRA MALTA ÜZERİNE BİZZAT
GİDEREK MORA’DA AVARİNE, ORADAN DONANMAYA
BİNİP MALTA SEFERİNE ÇIKIŞLARI
T a h ta çıkışı için t a r i h :
B aşk a b ir t a r i h :
B aşka b ir t a r i h :
B u m ü fe rrih m en zilin (Ç evri) didi tâ rih in i
S e y r için old u b in â b u k asr-ı su ltâ n -ı c ih a n
B ir b a şk a t a r i h :
M ü b a re k ey lesü n M evlâ b u âlî k a sr-ı zîb ây ı
K e ştî’nifı söylediği t â r i h :
M ü b a re k ola Y â ra b y ü m n ile b u z e v ra k -ı zibâ.
D iğ er t a r i h :
V echini b ir â rife so rd u m didi tâ r ih için
G eldi d ü n y â y a v ü cû d -i H ân -ı M a h m u d y ü m n ile
D Ö R D Ü N C Ü S U L T A N M EH M ED H Â N D E V R İN İN Ö Z E T İ
İk in cisi m u a m m â şeklinde:
Ç am lıca k ö şk ü n ü n t a r i h i :
D ed im b en E v liy â b u k â h a (köşke) tâ rih
M ü b â re k ola k a srın P â d işâ h ım . S ene 1065.
Y a n d ık ta n so n ra te k r a r y a p ıla n A d alet k ö şk ü n ü n t â r i h i :
E v liy â itm â m m a tâ r ih didi.
K asr-ı d îv a n oldu şâh ân e, lâtif. S en e 1083.
lek Ahmed Paşa arasında savaş oldu. Paşa hepsini dere ve tepeler
den toplayarak kimini öldürdü, kiminin de boyunlarına lanet halka
sını geçirip yedi yüzden fazla esir aldı. Binden fazlasını keskin kılıç
ile yokluk diyarına gönderdi. Binden fazlası da Karadeniz’in sula
rında boğuldular.
Bu fetih için tarih :
Evliyâ bu fethi gördükte didi târihini
Bârekallah olmamıştır bir dahî böyle gazâ.
Başka bir tarih:
Söyledim lâfzan güzel tarihini
Oldu altmış birde bu şanlı gazâ. Sene 1061.
Künye kalesi: Karadeniz sahilinde, Çoruh nehrinin denize dökül
düğü yerdeki bu kale, Ketencizâde Mehmed Paşa ve Şeydi Paşaların
himmetleri ile 1064 senesinde kurtarılmıştır. Bundan bir sene sonra,
yani 1065 tarihinde, Melek Ahmed Paşa Van’da büyük bir savaş ve
rerek Bitlis Hanlığında bulunan Abdal Hân’ı yenmiştir ki, daha ev
vel oralarda böyle bir savaş olmamıştır.
M elek A h m ed P a ş a ’n ın ö z ü k alesin i k u rta rm a s ı: Özü nehrinin
Karadeniz’e döküldüğü yerdeki Özü kalesi denilen bu kaleyi Kazak
lar istilâ etmişlerdi. Melek Ahmed Paşa tarafından uzun bir savaş
tan sonra kurtarıldı. Bu savaş y e ri gelince yazılacak.
Bozcaada’nın Köprülü Mehmed Paşa tarafından kurtarılışı: Bu
ada, Venedik kâfirinin elinden büyük bir cenkten sonra alınmıştır.
Rakofçi K ra lın ın M e- Erdel Kralı Rakofçi, Leh Kralı olmak
lek A h m ed Paşa ve M eh- için, Boynu Eğri Mehmed Paşa’dan Pa-
m ed Giray H â n tarafından dişâh fermanı almıştı. Boynu Eğri Meh-
m ağ lû p e d ilm e s i : med Paşa’mn azledilmesinden sonra
Sadrâzam olan Köprülü, Rakofçi’yi Leh
Kralı olmaktan menetti. Rakofçi Köprülü’yü dinlemeyerek iki yüz
bin askerle Leh üzerine yürürken, Leh Kralı Osmanlı Devletine dert
yanarak: «Size haraç vermeyi kabul edeyim. Beni bu Rakofçi’den
kurtarın!» diye küçük elçi ile hediyeler gönderdi. Bunun üzerine Ta
tar Hân’ı Mehmed Giray Hân Hazretleriyle Melek Ahmed Paşa Ser
dâr tayin edildiler. Rakofçi taburunu Mehmed Giray Hân komadı.
On yedi Kralzâde, Tatar Hân’a rehin olarak verildi. Kâfirler geri
Erdel vilâyetine dönmek üzere iken, düşman avlayan bütün Tatar
lar «Çlu - Çlu» diye hücuma kalkarak o anda taburu bozdular. Ra-
220 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ
B ir eksikli b u K im a n u ş M acar
B ir â h id ü b didi ki «geldi T atar» S en e 1085.
Şeydi Paşa, hazineler peyda edip bol miktarda mal ile Pâdişâh
hâzinesini doldurmak için davullar çalarak İstanbul’a girdi ise de,
bazı sebeplerden dolayı yine Pâdişâhın makbulü olamadı. Sonra Ya-
nova, Şebeş, Lopoş kaleleri, Başkumandan ve Sadrâzam Köprülü
Mehmed Paşa tarafından fethedildi. Bunlardan başka yedi kale da
ha fethedildi. Arat kalesi yenilendi. Yanova kalesi de tâmir oluna
rak İrem bağı gibi süslendi ve Tameşvar vâlilerine hüki’.mt mer
kezi yapıldı.
Erdel taraflarında, Şârbatak, Segelheyet, Açtevar gibi bazı ka
lelerin daha zaptı kararlaştırılmış iken İstanbul’dan, Padişah Hazret
lerinden üst üste hatt-ı şerifler geldi. Bunlarda: «Erdel Kralını, Nem
se Çesarını, bağlayıp huzur-u hümâyuna getirsen bile makbul değil
dir. Anadolu vilâyetinde Kara Haşan Paşa, Sarı Kenan Paşa, Tay-
yaroğlu Ahmed Paşa, kırk âdet Beylerbeyleri ve diğer imansız, he
sapsız mirlivalar bana âsî olup, kalabalık asker ile eski hükümet
merkezimiz olan Bursa üstüne gelmektedirler. Muhakkak ve muhak
kak acele İstanbul’a gelesin» deniliyordu. Durumu öğrenen Köprü
lü, sanki canlı cenazeye döndü ve kendi kendine «Âferin! Kara Ha
şan Paşa Âferin! Macar kâfirine iyi yardım ettin! Olmaya illâ ha
yır!» deyip, Yanova altından «Bismillâh» ile «Kâfir Kara Haşan üze
rine büyük gazâ niyeti ile» deyip, beline iki yerden gayret kılıcı ku
şanıp dellâllar bağırttı: «Her kime ekmek parası ve ırzı lâzım ise
Devlet katma gelsin!»
Sinan Paşa’yı Yanova’da Kumandan, Seydî Paşa’yı da ona yar
dımcı olarak bıraktıktan sonra, kendisi hızla Kâğıthane sahrâsma
ulaştı. Orada konakladı ve dellâllar bağırtarak yoklama yaptı. Gece
gündüz meş’alelerle ulûfeler dağıttı. Haşan Paşa ve diğer âsi paşa
ların yanma iltihak eden ve orada bulunmayan on üç bin sipahi ve
yedi bin yeniçerinin isimlerini tesbit ederek deftere yazdı ve imza
ladı. Yedi ülke Pâdişâhı da Celâli seferine katılmak üzere Üskü
dar’a geçti.
Anadolu vilâyetlerine dört mezhepten fetvâlar gönderilerek, «Fe-
kutıa birelgavmiellezine zalemû velhamdü lillâhi rabbilâlemîn»
âyeti Kerimesi gereğince Celâli, Cemâli, Bağî ve Tâğî zâlimlerin kat
li için ferman ve müfettişler gönderildi. Diyarbekir vâlisi Kara Mür-
tezâ Paşa’ya, Erzurum vâlisi Gürcü Mustafa Paşa’ya, Haleb vâlisi
Tutsak Ali Paşa’ya Pâdişâh fermanı ve yazılar gönderilerek, Abaza
Kara Haşan Paşa üzerine memur edildiler. Birkaç gün Üsküdar’da
kalındıktan sonra İstanbul’a dönüldü.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 223
K am an içe k a le sin in fe th in e t â r i h :
H â tif-î g aybi b e şa re tle didi tâ rih in i,
A ldı L e h ’den K a m a n ç a ’.yı şeh in şâh -ı eihân. S en e 1083.
H a k te â lâ t a k ıy â m e t p âd işâh -ı âle m in k en d in ,
Z â t-ı p â k in e zılolm a t â ’y in ide.
B u ra y a k a d a r F â tih S u lta n M eh m ed ’den, D ö rd ü n cü M ehm ed’e
k a d a r geçen p a d işa h la rın s a lta n a tla rın ın özeti, v e z ir ve v ü k elâsı a n
la tıld ı. M ak sad ım ız İsta n b u l c â m ile rin in v a sıfla rım y a z m a k iken, b u
p â d iş â h la r d a İs ta n b u l’da b ü y ü y ü p y e tişd ik le ri için, m ev z u d a n ay-
r ılın a r a k b azı k a n u n la r ve h a d ise le r a n la tıld ı. Y ine c a m ile rin v asıf
la rın a dönelim .
D iğer b ir t a r i h :
D idi b ir m e rd k a lk ıc ak tâ rih ,
A ccilû b issa lâti kabl-el-fevt.
230 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
Diğer tarih:
Evliyâ gördüğünde itmamın,
Dedi târihini (binâ-i azim). Sene 1074
Bu kapının dışında sahra gibi cilâlı beyaz ham mermer ile dö
şenmiş avlunun dört bir tarafındaki yan sofalar üzerinde, her biri
başka bir ibretle seyredilecek sütunlar üzerinde, tersine dönmüş ma
vi renkli kubbeler vardır. Dört tarafında camlı pencereler vardır.
Avlunun tam ortasında bir havuz ve şâdırvân, iki yan ve bir kıble
kapısı vardır. Ayrıca dış avlusu, büyük bir sahranın içinde, yüzler
ce çeşit meyve ağaçları ile süslüdür. Kıble tarafında nur dolu bir
kubbeyi, Vâlide Sultan —Allah uzun ömürler versin— kendileri için
türbe yapmışlardır. Sultan Mehmed Hân mihrâb önündeki bahçe
nin dışında «Gömlekli kule» adı ile bir burç üzerine muhteşem bir
köşk yapmıştır ki, sanki İrem köşküdür.
Bu camiin büyük avlusunun güneyinde ve batısında bin kadar
kâgir dükkânlar yapılmıştır ki tarifi imkânsızdır. Bu avlunun da et
rafında dört kapı vardır, iki yüksek minâresi vardır ki göklere uzan
mıştır. Minarelerin yaldızlı bakır külahlarının parıltısından bakan
ların gözleri kamaşır. Üç şerefeli, süslü iki yüksek minârelidir. Dün
ya durdukça Allah ömür versin...
Şeyh Ebü’l Vefa Camiî: İstanbul içindeki onbirinci büyük câmi
budur. Fâtih Sultan Mehmed yaptırmıştır. O kadar büyük değil; fa
kat rûhâniyeti vardır. Yapılan duâların kabul olunduğu büyük bir
câmi ve eski bir mabeddir. Bir tabakalı bir minaresi, avlusu, med
resesi, imareti ve hamamı vardır.
Fatih Sultan Mehmed Hân’ın yaptırdığı Hazreti Şeyh Emir Bu
harı Câmiinin övgüsü: Nur ile dolu küçük bir câmidir. Zaviyesi, av
lusu, bir şerefeli minaresi ve imâreti vardır. İstanbul’daki büyük
câmilerin oııikincisidir.
Fethiye camii: Aslında büyük bîr kilise iken câmiye çevrilmiş
tir. Büyük bîr bahçesi ve tek minaresi vardır. Yedi kule içinde Ebu’î
Feth câmii diye bilinen eski bir ibadethanedir.
Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın Orta Câmii: Yeni odalar içinde yük-
sek bir câmidir. Fakat kubbesi yoktur. Yandıktan sonra Süleyman
kethüda tarafından tamir olundu. Tamir tarihi:
Ey (Nisârî) Şükredip Hakk’a didim târihini,
Hamden lillah orta câmi oldu pek alâ bina.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 231
İS T A N B U L İÇ İN D E İL K Y A P IL A N V E Z İR ,
V Ü K E L Â VE Â Y Â N C A M İL E R İ
un K ra l’ın e lin d e n şeh id olan b in lerce sah ab e-i k ira m ve o n ların ço
c u k la rın ın m e z a rla rı v a rd ır. B u câm ideki ru h â n iy e t b aşk a b ir cam i
de y o k tu r. B ah çesin d e zin cirli se rv i adı ile a n ıla n z iy a re ti sev âb b ir
s e rv i ağ acı v a rd ır. Y ık ılm a te h lik e si geçirdiği b ir sıra d a h a y ır sahibi
b iri ta ra fın d a n z in c irle b a ğ la n a ra k y ık ılm ası önlendiği için, zincirli
s e rv i d en ilm iştir. B in lerce ta r ik a t ehli b u ra d a h a z ırd ır. İm a re ti, m ed
resesi, zav iy esi ta m ir e d ilm iştir.
F iru z a ğ a câm ii: A tm e y d a m y a k ın ın d a ce m â a ti çok olan te k k u b
beli b ir cam id ir. K ıble k ap ısı ü ze rin d ek i ta rih i şudur:
H â z îııissu lta n S u lta n B ayezid
V e h ü v e F iru z re isü lh â in in
K aale rıd v â n u l u lâ tâ rih â h u
C e n n e t ü l m e’v â ve d â ru lh â m id in (S ene 796)
Ç a rşam b a p a z a rın d a ü ç ü n c ü M u ra d a ğ a la rın d a n M ehm ed ağa
C âm ii: A y d ın lık ve güzel b ir câm id ir. G irişin d e yazılı ta rih i şu d u r:
D idi âsârı ta rih in i h a tif,
B ey ti h â d i ve câm ii ü m m e t. (S en e 993)
U zu n Ç arşı için d ek i İb ra h im P a şa C am ii (51): K â g ird ir. F a k a t
k u b b e b in a değildir. D ö rt köşe lev h a k u b b ed ir. G a y e t sü slü d ü r. İ n
şâ a tın b aşlan g ıç ta r ih i «Ve m en d a h a le h u âm ennâ» S ene 889. T a
m am la n ış ta rih i: « H ay rü n celîlü n m ü ebbedün» S en e 935.
F e th iy e y a k ın ın d a k i D ıra m a n C âm ii T arih i:
İzzu cah ile kâ veledi Y u n u s bey
T ercü m ân -ı şeh-i c ih â n â râ
Y a p tı b u câm i-i şe rifi ol
K ıla ra k av n -i H a k k 'ı ra h n ü m â
R ü h -i kudsi didi o dem tâ rih
D âr-ı ta a t v e m enzil-i su le h â (S ene: 948)
51 )؛Çandarlı Kara, Halil oğuilanndandır. SOS tarihinde fnebahtı'da vefat et
miştir.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 233
Hafız Paşa ölür. Mezara konurken tâbutu kenarından bir taş uçup,
Paşanın başını kılıç gibi keser. Bu da halk arasında yaygın bir ri
vayettir.
Halil Paşa Camii: Sultan Mehmed imâreti yakınında, süslü ve
sanatkârca yapılmış bir câmidir.
Tergem Câmii: Yeni odalar yakınındadır.
Sarıgöz Câmii: Fâtih yakınında, Ali Paşa çarşısı içindedir.
Tavâşi Mesih Paşa Câmii: Yaptıran hâs kilerden olup. Sultan
Üçüncü Murad zamanında Mısır vâliliği yapmış ve sonra Sadrâzam
olmuştur. Emekli olunca bu câmii yaptırmıştır.
Bâli Paşa Câmii: Emir Buhâri yakınında yüksek bir câmidir. Mi
mar Sinan eseridir. Kapı üzerinde tarihi şu şekilde yazılmıştır:
Yaptı bu câmii Huma Hâtûn
Bint-i İskender vezir ol mâh
Hak kabul ide gösterüb dîdar
Kıla mahşerde şefkâtiyle ilâh
Didi anın Hâdâyi târihin
Mescid-i ümmet-i Resûlüllah. Sene: 908.
Rüstem Paşa Câmii: Tahtakale yakınında yüksek, her tarafı çi
ni ile döşeli süslü ve rahat bir câmidir. Yaptıran, Süleyman Hân
vezirlerindendir. Altı, depo ve dükkândır. Mimar Sinan eseridir.
İSTANBUL’DAKİ TEKKELER
İs ta n b u l’d ak i te k k e le rin e n eskisi E b ü lfe th G azi T e k k e sid ir ki,
h â lâ A yasofya k a p ısın ın iç ta ra fın d a olup S irk eci T ekkesi d e rle r. H az-
r e ti P e y g a m b e rd e n so n ra ash ab -ı gü zin (M eslem e, E b a E y y u b E n-
sârî) gelip İsta n b u l’u n y a rısın ı fe th e ttik le ri zam an, b u te k k e k ız la r
m a n a stırı idi. T ekke y a p tıla r. İs ta n b u l’u f e th e ttik te n sonra, F â tih
d ah i te k r a r te k k e y ap tı. İlk şeyhi H a z re ti Ş ey h Ü v ey s’d ir ki, y e tm iş
m ü rid e icazet v e rip h ırk a g iy d irm iştir. M ezarı, Ş am ’da B ilâlî H a
beşî y a k ın ın d a d ır.
A k şem sed d in T ekkesi: Ali P a şa y a k ın ın d a d ır. E m ir B u h â rî T ek
kesi, S o fu la r T ekkesi, K oca M u sta fa P a şa T ekkesi, İm a m S in a n T ek
kesi, S iv âsî T ekkesi, T av aşî M ehm ed A ğa T ekkesi: Ç arşam b a P a-
z a rın d ad ır. K eskin D ede T ekkesi, D ra ğ m a n T ekkesi, K ap ı A ğası
M u stafa A ğa T ekkesi: B ü y ü k A yasofya y a k ın ın d a d ır. T arih i:
O la M akbûl-i H u d â b â n î didi tâ rih in i
H a m d ü lillâ h oldu zibâ tek y esi h â lâ ta m a m (S ene: 926)
E k m el T ekkesi, E rd ib li T ekkesi: E y aso fy a y a k ın ın d a d ır. S ü n b ü l
S in a n T ekkesi, G ülşen-i H a lv e ti T ekkesi, G ülşen-i Ş ey h M asu m T ek
kesi: A k sa ra y ’dad ır. G ülşen-i A li P a şa T ek k esi...
İSTANBUL’DAKİ İMARETLER
E v v elâ o cöm erd rız ık verici, c e n n eti y a ra d a n A lla h ’a b in le r
ce h a m d ü sen â olsun ki, b ü tü n h a y ra t sa h ib i v a rlık la rın rız ık la rı-
nı «ve m â m in d â b b e tin fi’l a rd ı illâ a le llâ h ı rızkuhâ» â y e ti k e ri
m esi te m in etti.
C enab-ı A llah İsta n b u l’u n fe th in i F â tih h a z re tle rin e nasibedince,
o k u d re t sa h ib i h ü n k â r fa k irle r, g a rib le r ve z a y ıfla ra b ü y ü k n im e t
v e rm e k için d o ğ ru su k e rim ve ganî isim le rin e sah ib oldu. E v v elâ Y e
n i S a ra y im â re tin i y a p tırd ı ki, y ıl bo y u n ca sab ah akşam , efen d i ve
dilenciye, y ü k se k ta b a k a y a vd h a lk a bol bol y e m e k v e rilir. F â tih
S u lta n M ehm ed im a re ti, S u lta n B ayezîd-i V elî İm a re ti: B u n d a da
g ü n d e iki d efa zen g in ve fak ire y e m e k v e rilir.
B irin ci S u lta n S elim , S u lta n S ü ley m an H ân , Ş ehzâde M ehm ed
244 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ
D e d üşünce H â fız â tâ r ih o lu r
V ire ehl-i m eşre b e b u m a ’ h a y a t
R ev ân -ı ayn-i A li k e v s e r - b a d
250 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ
V erin ce «Evliyâ» te şn e le re su
D id ile r tâ rih in i «yâ ganî Hû»
252 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ
B u âb-ı b e rd in tâ rih in i d id i C em il
B u sebil H a k y o lu n a ay n -ı sevâb oldu.
F ın d ık lı h a m a m ın ın ta rih i:
G ö re n le rin ol m ak âm -ı d ilk ü şâ n ın dedi tâ r ih in
L eb-i d e ry â d a se y ra n eyle h a m a m ım m o llan ın .
T a v u k P a z a rı y a k ın ın d a k i Ü çü n cü M u rad h a m a m ın ın ta rih i:
G ö rü b itm â m ım sâi-i dâi dedi tâ rih in
Y ap ıld ı V âlide S u lta n h a m a m ı ş e rif oldu.
İSTANBUL’DAKİ MEZARLAR
İsta n b u l’da m ed fu n , F â tih S u lta n M ehm ed ile D ö rd ü n cü M eh
m ed a ra sın d ak i P â d işâ h la rın ve d iğ e r b ü y ü k le rin m e z a rla rı ü z e rin
deki ta r ih le r ve d iğ er m ü b â re k m ez a rla r:
tik m ezar, F â tih S u lta n M ehm ed G âzi’n in tü rb e s id ir ki, m ü b â
re k câm iin in m ih râ b ı önünde İrem b a ğ ın a b e n z e r b ir b a h ç en in için
de y ü k sek b ir k u b b ed ir. K e n d ile ri Ü sk ü d a r ta ra fın d a M altep e d e n i
le n y e rd e v e fa t e tm işle rd ir. N âaşı İsta n b u l’a g e tirile re k y u k a rıd a adı
geçen tü rb e le rin e d efn ed ilm işlerd ir. V e fa t ta rih i:
Ö lm edi Ş e y h M ehm ed ib n M u rad
B elki bağ-ı cin ân e kıldı se y r
İşi h a y r olduğu iç ü n h a lk a
O ldu tâ r ih a n a «Duâ-i hayr»
M erhum , İsfe n d iy a r B eyin k ızın d an d ü n y a y a gelm işti. S a lta n a t
m ü d d e ti 31 sene, ö m rü 51 yıl, d o ğ u m u 834’d ü r. 847 ta rih in d e on üç
256 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ
y a şın d a ik e n ilk defa ta h ta çık tı. İk in ci ta h ta çık ışları ise, 855 sen e
sin d e 10 M u h a rre m P e rşe m b e g ü n ü E d irn e ’de o lm u ştu r. Y aşları 21
idi. İk in ci d efa ta h ta ç ık ışın ın ta r ih i (R a h m e te n R ab b eh u ) 855’dir.
U lem ây ı v e şa irle ri fazlasıy le sev en b ir P â d işâ h idi.
Fatih Sultan Mehmed zamanındaki şairler: Ş a ir Ş a k ir P aşa: B u r
salIdır. K asid e y a z m a k ta e sk ile rin p irid ir. Ö lüm ta rih i, M ev lân a Ef-
lâ tu n z â d e n in ifadesiyle:
K ale rû h ü lk u d ü s fi tâ r ih a h u
İn n e filc e n n â ti m e ’v â ru h a n î
Ş a ir T u râ b i: K a sta m o n u lu d u r. F a k ir b ir ailed en d i ve İlâh î cez
beye tu tu lm u ş b ir kim se idi. Îlâ h î ilh a m la rla inci gibi sözler sö y ler
di. C âm î-i R ûm î, K a sta m o n u lu d u r. C em âli, K a ra m a n lıd ır. M olla
H am d i: K a sta m o n u lu olup, M olla L â tifî’n in ded esid ir. H a y d a r: S iv-
rih is a rlıd ır ve C em S u lta n ın k a ra g ü n d o stu d u r. H a rîrî: B u rsa lıd ır.
H afi: E d irn e lid ir. H alîlî: D iy a rb a k ırlıd ır. R û m a geldiği zam an, d ü n
y a y ı sü sle y e n b ir güzel im iş. D âî, K a sta m o n u lu d u r. D iğ er D âî: B u r
salIdır. R esm î: B u rsa lı ve şa ir A h m ed P a şa n ın a rk a d a şla rm d a n d ır.
Z ey n eb H a tu n : K a sta m o n u lu d u r. D iv an sahibi, n a m u slu ve salih a
b ir k a d ın im iş. S ad i P aşa: S iv rih isa rlıd ır. C em S u lta n S a ’dîsi de
m ek le m e şh u rd u r. Ş e h rî Ç elebi: K a sta m o n u lu d u r. C en d erecizâd en in
d ed esid ir. Ş ehdî: B a z ıla rı Ş eh id i diye y a z a rla r. S âfî: A sıl adı C ezri
K asım P a şa d ır. S u n ’î: B u rsa lıd ır. A d n î P aşa: F â tih ’in M ak b u l M ah-
m u d P a şa sıd ır. A şkî ve U lvî: B u rsa lıd ır. G ülşenî: S a ru h a n lıd ır. M ı
s ır’da ölm üş ve o ra y a g ö m ü lm ü ştü r. B u G ülşenî, İb ra h im G ülşenî
h a z re tle ri değildir. K em al: B erg am alId ır. L âîlî: T o k atlı olduğu h a l
de A cem de dolaşm ış ve d eğ erli ş iirle r y a z m ıştır. M elihi: T o k atlıd ır.
Ş a ir A h m ed P a şa n ın a rk a d a şla rm d a n d ır. Ç eşitli e se rle ri v a rd ır. M eh
di: B u rsa lıd ır. H a z ır cevab ve ta tlı sözlü, u sta b ir şa ird ir. N işânî:
M ev lân â h a z re tle rin in so y u n d a n d ır ki, K a ra m â n î M ehm ed P a şa d ır.
U zun H a s a n ’a F a tih ta ra fın d a n y a z ılan m e k tu b u b u n la r y azm ıştır.
Ş u b ey t, o n u n hiç d ü şü n m e d e n söylediği b e y itle rd e n d ir:
F a z l eh li h a y li m u te b e r v e k â m ra n im iş
R ü şv e t yoğim iş anda, zam an ol zam an im iş.
N izâm î: K o n y alıd ır. S a lih le rd e n ve fa k ıh la rd a n V eliy ü d d in a d ın
d a b ir v â iz in o ğ ludur. N u ri: K a d ıla rd a n d ır. F a tih ’in oğlu C em Şâh:
âşık ân e b eliğ şiirle ri v a rd ır. K a rd e şi B ayezid-i V eli ile sa v a şa ra k
y e n ild ik te n so n ra kaçm ış ve M ısır, M ekke, M edine, Y em en, A d en ve
A v ru p a ’d a d o laştık ta n so n ra A v ru p a ’da ö lm ü ştü r. N âşı B u rsa ’y a ge ٠
EVLİYA ÇELEBİ SE VAHATNÂMESİ 257
tü l A rab» dem ek, Selim , M ısır a d a sın a m âlik ola d e m e k tir G erçek te
de m âlik o lm u ştu r. Ş eh zâd eliğ in d e T rab zo n V âlisi iken, K em ah , T e r
can, B a y b u rt ve d iğ er y e tm iş p a rç a k aley i fe th e tm iş *ve ta h ta çık ı
şın ın b a şın d a Ş a h İsm ail ile Ç ıld ır sav aşım k a z a n a ra k A h ısk a ’y ı al
m ıştır. Sekiz sen elik h ilâ fe ti sıra sın d a sekiz y ü z k ale alm ış v e en
son ald ığ ı y e r M ısır o lm u ştu r. H ilâ fe ti (P a d işâ h lığ ı) Ç o rlu ov asın d a
b a b a sın d a n zorla alm ış ve y in e Ç orlu o v asın d a 926 ta rih in d e v e fa t
e tm iştir. D oğrusu, y a p tığ ı sa v aşla rd a k ılıcın ı a rşa a sm ıştır. S a lta n a t
m ü d d e ti 8 sene, ö m rü 51 y ıld ır. N âşı İsta n b u l’a g e tirile re k , d fin iin in
m ih râ b ı ö n ü n d ek i c e n n e t bahçesi içine d e fn e d ilm iştir. T arih :
H e st tâ r ih tem y iz û râ
N u ru lla h u k a b re h u n û re n
B aşka b ir ta rih : «Ehli im a n ru h u için F âtih a» . B u tü rb e n in y a
n ın d a k i b a şk a b ir tü rb e içinde Ş ehzâde S u lta n M u rad , S u lta n M ah-
m u d , S u lta n S ü le y m a n oğlu A b d u llah H â n g ö m ü lü d ü rler. F a k a t S u l
ta n S elim ’in m ü b a re k k â b irle rin d e k i h e y b e t h iç b ir P â d işâ h ın tü r b e
sinde y o k tu r. S elim i sa rığ ı ile sa n k i yedi b aşlı b ir e jd e r gibi p u su d a
h a z ır y a ta r. B u tü rb e d e fak ir, üç sene cuz’ o k u y u c u lu ğ u y a p tım . C â-
m iin d e de d e v irh â n ve n a ’th â n idim .
Sultan Selim devrindeki vezirler: T av âşî S in a n P aşa: M ısır’d a
 diliye sa v aşın d a T o m an b ay ve K e rte b a y ad lı Ç erkeş sav aşçıları, Si
n a n P a şa 'y ı S elim H â n s a n a ra k şeh id e ttile r. M ısır’da Ş ey h B e k k â r
y a k ın ın d a g ö m ü lü d ü r. Y u su f P aşa: M ısır’a g id erk e n G azze y a k ın ın
da k atlo lu n m u ş, p a ra sı ile h em en orad a, b ir k ale v e b ir câm i y a p
tır ıla ra k için e g ö m ü lm ü ştü r. H a le n M ısır y o lu n d a H â n -ı Y u n u s d e
n ile n b ir y e rd ir. H isâm P aşa: B u da M ısır y o lu n d a ö ld ü rü lm ü ştü r.
A h m ed P aşa: D u k a k in z âd e lerin b ü y ü k d ed esid ir. Ç ıld ır se fe rin d e n
dönüşte, A m asy a k ışlağ ın d a ö ld ü rü lm ü ştü r. İsk e n d e r P a şa : A zledi
le re k id am ed ilm iştir. Z ey n el P aşa: G ene e y â le ti v e rile re k em ek li
ed ilm iştir. M ehm ed P aşa: H ocazâde ad ı ile m e ş h u r o lm u ştu . P ir
M ehm ed P aşa: K a ra m a n lıd ır. H a z re t-i E b u b e k ir so y u n d an d ır. U s
ta c a yazılm ış şiirle ri v a rd ır. «Remzi» m ah la sı ile m ü k em m e l b ir dî
v a n ı v a rd ır. M u sta fa P aşa: G ebze’deki câm ii y a p tırm ıştır. C âm ii,
çeşitli k ıy m e tli m e rm e r ile M ısır u s ta la rın a y a p tırm ıştır. M ısır’d an
azle d ild ik te n so n ra Ş am ’a v âli oldu. M ısır’da H â in A h m ed P a ş a ’y a
v erild iğ in d en , o da S ü le y m a n H â n z a m a n ın d a isy an e d ip h a in ad ın ı
a lm ıştır. M ak b u l İb ra h im P a şa ’n ın M ısır’a g e le rek A h m ed P a ş a ’y ı
a sm a k ü z e re yola ç ık tığ ı a sk e r ta ra fın d a n d u y u lu n ca , A h m ed P a ş a ’y ı
çıp lak o lara k h a m a m d a n ç ık a rıp Z u ra y le ’de a sm ışla rd ır, S o n ra îb -
264 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ
Çok zekî, çab u k an lay ışlı, akıllı, bilgili, te d b irli b ir genç idi. H a ttâ
S ü le y m a n H a n ih tiy a rla y ıp N ik ris h a sta lığ ın a y a k a la n d ığ ı zam an
o n u ölm eden k e n d isin e v e lia h d e tm e k n iy e tin d e ik en —E l-ab d ü y ü-
d e b b ir v a lla h u y a k d iri: K u l te d b ir alır, A llah ta k d ir e d e r— yol k e
sen ecel M anisa şe h rin d e şeh za d e n in y o lu n u k e sere k ö m ü r k a d e h i
ni k ırdı. N âaşın ı İs ta n b u l’a n a k le d e re k Ş eh zad e C am ii m ih ra b ı ö n ü n
deki tü rb e sin e göm düler. S ü le y m a n H a n çok sevdiği için, h e r ziy a
re tin e g idişinde b ire r kese k o k u lu filo ri sa d ak a d a ğ ıtırd ı. M ahlası
M u h ib b i olan S ü le y m a n H a n ’ın sözü ile ölüm ta rih i:
D iğ er b ir ta rih :
G ö rü p h ü k m i b in ası iç ü n ta r ih in dedi
F ird e v s old u m e rk a d i S u lta n M eh m ed ’in
B u ta rih le r, n u rlu tü rb e le rin in caddeye b a k a n p e n c e re le rin in
ü z e rin e K a ra h is a rî ta rz ı a ltın y azı ile y a z ılm ıştır. T ü rb e si h â lâ ziy a
r e t o lu n u r.
S u lta n M eh m ed ’in Ş e h z a d ele rin d e n ilki, şeh id S u lta n M ah m u d
H a n ’d ır. Çok ç a lışk an b ir şehzade idi. Ş e h id o ldular.
Ş eh zad e S u lta n S elim H an : S u lta n M eh m ed H a n ’ın ta h ta çıkı
şın d a n s o n ra v e fa t e tm iştir. Ş eh zad e C ih an g ir: B u d a h i b ab ası h a
y a tta ik e n d ü n y a y a v e d a e tti. V e fa t ta rih i: «F ird ev s id e m ak âm -ı
C ih a n g ir’i ol çelil.» sene 960. S ü le y m a n H a n o ğ ludur.
Ş eh zad e S u lta n A h m ed H an : M an isa’da d o ğ m u ştu r. O sm anlı ta h
tın a ç ık tık la rın d a d ö rt y a şın d a id iler. Ş eh zad e M u sta fa H an : îk i ke
re p a d işa h o lm u ştu r.
B ir b aşk a ta rih :
M ev tin e tâ r ih ıçü n didi M elek b in â h ile
G ülşen-i F ird e v s-i m e’v â eyleye câm m K a y a (S ene 1072)
B aşka t a r i h :
H a tif-i gayb d u â ile didi tâ rih in
K ay a S u lta n ru h -u p âk i an d a F ird e v s-i m âk am
B aşk a t a r i h :
E v liy â h a y ır d u â ile didi tâ rih in
K a y a S u lta n ın ola r u h u n a m en zil F ird ev s.
İS T A N B U L ’DA G Ö M Ü LÜ V E Z İR L E R İN T Ü R B E L E R İ
S e y re d ü b a n ı sâi-i dâ-i
D id i y â r-ı a y n i k a ’b etü lu şşâk
Ş e y h E dhem zâde: T ire lid ir. E d irn e k a p ısı d ışın d a B ey lerb ey i çeş
m esi y a k ın ın d a , C ezvî sofa ad lı y e rd e ğö m ü lü d ü r. B ü tü n ilim le rd e
y e tk i sa h ib i o ld u ğ u n d an , b ü y ü k şe y h le rle so h b et etm iş m an e v i ilim
sah ib i b ir z â t idi. E lm ev lâ Z ey n elâb ıd in : B u rsa lıd ır. M ezarı, K esk in
D ede y a k ın ın d a d ır. H e r ne k a d a r zev k in e d ü şk ü n ve şişm an ise de,
d o ğ ru su F ık ıh ilm in d e b en zeri yok idi. E lm ev lâ A hm edî: B u rsa lI
d ır. H a y ri m ah la sın ı k u lla n ır. P a rla k ve hoş şiirle ri v a rd ır. S in a n
P a ş a m ed resesi m u ta s a rrıfı ik en v e fa t e tm iştir. F a izı’n in ifad esiy le
v e fa t ta rih i: «îde m a â b u d H a y rî’ye rah m et» sene 1035. H âfız A hm ed
P a ş a n ın n e d im le rin d e n d ir. E lm e v lâ N ik sârîzad e M ah m u d Ç elebi:
E d irn e k a p ısı d ışın d a a n n e le ri y a k ın ın d a g ö m ülüdür. D in sert, sözü
n ü esirgem ez, m a n a la r denizi, n u rlu b ir Ç elebi idi. N ik sâ rî m ah la sı
ile ş iirle r y azm ıştır. E lm ev lâ Îsm aîl: A m asyalIdır. K esk in D ede ci
v a rın d a g ö m ü lü d ü r. Îlm î d o ğ ru lu ğ u ile m eşh u r, b ü y ü k lü k sah ib i b ir
z â t idi. Ş e y h A b d ü lk e rim E m îr Îştib î: Üç defa h acca g itm iş ve Ye-
m e n ’de çeşitli şe y h le rin so h b etin d e b u lu n m u ştu r. İsta n b u l’da v e fa t
e tm iş v e F e th iy e M eh m ed P a ş a ’d ak i z a v iy e le r a la n ın a g öm ülm üş
tü r. K isb î’n in ifadesi ile v e fa t ta rih i: «Geçti Îştib î em îr» sene 1055.
İştik şe h rin d e cam ii, h a n la rı, h am am ı, d ü k k a n la rı, zaviye ve im a
re ti; Ü sk ü p şe h rin d e de b e d e ste n ve d ü k k â n la rı v a rd ır.
k ın ın d a y a p tırd ık la rı h ad is m ek te b i y a k ın ın d a gö m ü lü d ü r. N e çeşit
b ir m â n â d e ry a sın a d a ld ık la rı isim le rin d e n b ellid ir. D ö rd ü n cü M eh-
m ed H â n z a m a n ın d a m ü ftü o lan Y a h y a E fe n d in in o ğ lu d u r. B irk aç
tale b esi de Ş ey h ü lislâm o lm u ştu r. N âm î N işan cı P aşa: B oyalı Ivieh.
m ed P a şa ad ı ile şö h re t b u lm u ştu r. S âi Ç elebi’n in ifad esiy le ölüm
ta rih i:
D idi ih v â n -ı sa fâ fev tin e tâ r ih ne ola
D id iler vâsıl-ı h a k oldu N işân î P a ş a Sene: 1001
M ah zu m o lu ru z k a ç an ki dilşâd olsak
V ira n o lu ru z k a ç a n k i âb â d olsak
Şol m ü rg -i h u m â p e rv e r-i aşk ız biz ki
D âm e d ü şeriz g u ssad a n âzâd olsak
S ü le y m â n iy e H ad is m ed resesin d e m ü d e rris ik en v e fa t edip, ev i
n in y a n ın d a y a p tırd ığ ı ve so n ra d a n b ü y ü k p a ra sa rfe d ere k d â rü lk u r.
r â y a ç e v ird iğ i m e k te b in a v lu su n d a to p ra ğ a v e rilm iştir. V e fâ tı için
ta rih :
K isb î tâ r ih in dedi ol fâzıl-ı n a zm -âv erin ,
A d n ’e k ıld ı azm i geçti A zm î-zâde H a le ti. S ene 1040.
Ş e y h H ü se y in L âm ek ân î: B u ö in kalesi k a rşısın d a k i T u n a k e n a
rın d a , P e ş te şe h rin d e d ir. B a y ra m iy e ta rik a tın d a n d ır. T a h silin i t a
m a m la d ık ta n so n ra in z iv a y a çekilm eyi u y g u n b u lara k , İs ta n b u l’da
Ş a h S u lta n cam ii a v lu su n a çekilm iş ve v e fa tın d a te k k e y a k ın ın d a
to p ra ğ a v e rilm iştir. A lla h ’a h am d o lsu n , b u şe y h in so h b eti ile de şe
reflen d im . L â m e k â n sözüne lây ık , d ü n y a d a n vazgeçm iş, evsiz-bark-
sız, o lg u n b ir kim se idi. Ş e y h H ü se y in D oğânî dede: S ofya y a k ın
la rın d a k i B erg o fça a d lı k a sa b a d a n d ır. A sk ere in tisâ b ederek, y ılla r
ca k â firle g aza e tm iştir. S o n u n d a d ü n y a y ı te rk le â h ire te y ö n elerek
m ev le v î ta rik a tın d a k a ra r k ılm ış v e Y e n ik a p ı tek k e sin d e o tu z sene
k a d a r çile ç e k ere k ilim ta h sil etm iş, n ih a y e t M e v lâ n â ’n ın halifesi
y e rin e p o sta o tu rm u ştu r. M esnevi v e m â n e v i ilim le r o k u tu rk e n v e
fa t e tm iş ve tek k e si a la n ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir.
E v liy a h a k irin h a y a tı S u lta n B u d a la H a şa n E fendi: F a tih câ-
b o y u n ca e lle rin i ö p ü p d u a m iin in B o y a c ıla r k ap ısı d a h ilin d e o tu
la r ın ؛ald ığ ı ve şerefli soh ru rd u . K a t k a t k u lü b e le r y a p tırırd ı; fa
b e tle rin d e b u lu n d u ğ u d e r k a t içinde o tu ru lm a z d ı. Ç ü n k ü k a tla r
v işler, şe y h le r v e v e lî ol çok y ü k sek ti. H a ttâ m ara n g o zla r, ü ze
m ası m u h te m e l k işiler: rin d e b ir çivi d a h a ça k m a y a c e sa re t
ed em ezlerd i. N ih a y e t b ir gece k u v v e t
li b ir rü z g â r esere k H a sa n ’m k u lü b e sin in güzelliğini bozdu. S a b a h
ley in H a şa n d ed ey i o d asın d a k efen in e sa rılı b u la ra k , «K estelzâde»
y a n ın d a to p ra ğ a v e rd ile r. A çık seçik k e ra m e tle ri v a rd ı. K isû d a r
M eh m ed E fendi: H a lle ri y u k a rıd a a n la tılm ıştır. A rm ag â n î M ehm ed
E fen d i: F o çalıd ır. H e rk e se b ir elm a h ed iy e e ttiğ in d e n , «A rm agânî»
d e rle rd i. S u lta n D ö rd ü n c ü M u ra d H â n ’d an izin a la ra k m em le k e tin i
z iy a re te g id erk en , Ü sk ü d a r ta ra fın d a B o stancıbaşı k ö p rü sü n d e asker,
a ra s ın d a d o laşa rak v e b â h a sta lığ ın a y a k a la n a n ve y a k a la n m a y a n as
k e rle rle üç g ü n so h b e t e ttik te n so nra, İsta n b u l’d a v e b â hastalığın.-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 293
K asım p aşa’d a idi. H e r zam an çıp lak gezerdi. İs ta n b u l’u n ş id d e ti ؟so
ğ u ğ u n d an , O k m ey d am ’n d a k a r için d e y a ttığ ı h a ld e m ü b â re k y a n a k
la rı te rle rd i. İk i e lle ri o m u zu n d a p .r iş a n b ir h a ld e d o laşır d u ru rd u .
B o y n u zlu D iv an e A h m ed D ede: K a sım p a şa ’d a «K ocam ış oğlu» adlı
b ir y e n iç e rin in ev in d e o tu ru rd u . U zun g ü n lerd e K asım p a şa m ez b a
h ası ü z e rin e o tu ru r ve g elip geçene: «Şalla! K â b e y e gide A h m e d
Çebo! Ş alla gidesin M eh m ed Çebo!» diye la f a ta rd ı. T u h a f olan t a
ra fı şu ki, ö m rü n d e hiç görm ediği b irin i gö rü n ce adı ve sa n ı ile «fa
la n çebo!» d iy e ta n ışık lık g ö sterird i. Y irm i sen ed en b e ri gö rm ed iğ i
b ir a d a m ı g ö rü r görm ez ta n ır, «F alan k a d ın ın oğlu fa la n çebo hoş
geldi» diye sıç ra y ıp a y a ğ a k a lk a rd ı. K oynu, k o ltu ğ u ; koyun, sığ ır,
keçi, kuzu, k a ra c a ve cey lân b o y n u z la n ile do lu idi.
G arib lik : B azı k im se le r fal n iy e ti ile «A hm ed h a n i b e n im bo y
nuzum ?» deyince genç ise küçük, y a şlı ise b ü y ü k b ir boynu z çık a
rırd ı.
B aşk a b ir g arib lik : S o ra n b e k â r olursa, «D aha sen in b o y n u z u n
bitm edi!» derm iş!
B ir b aşk a g arib lik : B azı H ristiy a n ve Y ah u d iy i, k ıy a fe t d eğ işti
re re k , b e ra b e rce g e tirird ik . B izi gö rü n ce ta n ır, fa k a t k e fe re y e hiç
y ü z ü n ü dönm ezdi. H a k ir (E v liy â ): «A hm ed D ed e... B u n u d a ta n ı
şana!» dediğim de, «O c u fu ttu r!» diye ta n ır ve a v re t y e rin i a ç a ra k
k ızard ı.
D iğ e r b ir g arib lik : B irisi «A hm ed dede, san a b ir b o y n u z v e re y im ,
b a n a b ir o y u n oyna» dese, h e m e n a y ağ a k alk ıp , sağ e lin in p a rm a k
la rın ı sık tık ça ley lek sesine b e n z e r b ir ses ç ık a ra ra k oy n ard ı. B u n u n
için h e rk e s A h m ed D ed e’y e bol bol boynuz g e tirird i.
B aşka g arib lik : B ir a y sonra, b o y n u z v e re n gidip A h m ed D ed e’
ye: «B enim b o y n u zu m nerede?» dese, h em en elin i k o y n u n a so k a r ve
v e rd iğ i b o y n u zu ç ık a rır teslim ederdi.
D Ö R D Ü N C Ü M U R A D D E V R İN D E V E F A T ED EN
U L EM Â V E Ş E Y H L E R
A rifi g ü ft b irh o tâ r ih
tsm -i m escid m ak a a m -ı M a h m u d e st
D edi ta rih in i F e d â ı h a k ir
A yn-ı p âk -ı çeşm e-i m â-i h a y a t
ile yazd ığ ı ş iirle ri v a rd ır. B âk î E fen d i m usallisi: M ezarı Z âlp aşa yo
lu ü z e rin d ed ir. Ş e y h P ir A h m ed : E şrefiy y e ta r ik a tın a m e n su p tu r.
E d irn e ’d ek i P ir A li D ede’n in h alifesid ir. D e fte rd a r C am ii k a rşısın
d a g ö m ü lü d ü r. Ş ey h M alu n u d K a ra m a n ı; N iğdelidir. D e fte rd a r M ah-
m u d P a ş a h a d is m e k te b in d e m u a llim ik en v e fa t etm iş ve o rad a to p
ra ğ a v e rilm iştir.
E Y Ü P S E M T İN İN C A M İL E R İ, M E SC İD L E R İ,
M E D R E S E L E R İ, H A N , HA M AM VE D İĞ E R
İM A R E T L E R İ İL E Z İY A R E T Y E R L E R İ
A y a z m an ın s u y u ca n a can k a ta r. H u m m a y a y a k a la n a n kim se üç h a f
t a s e h e r v a k ti b u su d a n içtiğ i ta k d ird e iyileşirm iş. A ğ a eskisi m esi
resi: H a liç ’e b a k a n çim en lik b ir y e rd ir. H a rb m ey d a n ı m esiresi: Ş e h
r in so n u n d a K â ğ ıth a n e y o lu ü z e rin d e m ü k em m el b ir a tm e y d a n ıd ır.
H e r C u m a b in le rce b in ici gelip, silâ h şö rlü k tâ lim e d e rler. A câib b ir
s e y ir y e rid ir. K alam ış m esiresi: Z ev k sa h ib i çeşitli a rk a d a ş la r k a
y ık la ra b in e re k b u a d a la ra gidip k a y a b alığ ı a v la rla r. B u b a lık la r
b a şk a m em le k e tle rd e b u lu n m az. G erçi ç irk in g ö rü n ü şlü ve siy ah
re n k lid irle r, fa k a t g a y e t lezzetli ve k u v v e t v e ric id ir. B ilh assa ta d ın
d a b a lık k o k u su y o k tu r. N e k a d a r y e n irse y en sin , a ğ ırlık ve h a ra r e t
v erm ez. D en iz h a m a m ı m esiresi: A h b a b la r h e r C um a k a y ık la rla
E y ü b S u lta n ö n ü n d ek i a d a la ra gidip, h e rk e s m av i re n k li fu ta la rla
y ü zer. S o n ra a d a n ın ç im e n le rin in ü z e rin d e o tu ru p , y iy ip içe rek d ü n
y a d e rtle rin i u n u tu rla r. B u g am d ağ ıtıcı y e r, m u h a k k a k ki d ü n y a d a
b ir ta n e d ir. C an k u y u su m esiresi: E y ü b ’ü n k u zey in d ek i m ez a rlık
için d e b irk a ç ev v a rd ır. O ra d a k i eski b ir evde, b ir su k u y u su v a r
dır. B irin in b ir şeyi kaybolsa, a b d e st a ld ık ta n so n ra k u y u n u n k e n a
rın d a k i m u sa lla ü z e rin d e ik i re k a t n am az k ılar. S o n ra b ir F â tih a -i
şe rife o k u y a ra k se v âb ın ı H a z re t-i Y u su f A ley h isselâm ın m ü b a re k
r u h u n a h ed iy e ed er. S o n ra: «Ey sâhib-i pir! H a z re t-i Y u su f-u sıd d ik
a şk ın a olsun, b en im fa la n a k ra b a m , y a h u t fa la n ev lâd ım , y a h u t k a y
b o lan şu tü r lü eşy am ne oldu?» diye, k u y u n u n a ğ z ın d a n aşağı ses
len ir. D e rh a l so rd u ğ u kim se h a y a tta m ı, öldü m ü veya k ay b o lan
eşya, ad ı ve şekli ile, n e re d e ve k im çald ı ise v e y a ç a la n denizde ise,
h a n g i denizd e o ld u ğ u n u a ç ık ta n açığa b ild ire n ince b ir ses d u y u lu r.
se lâ m d a n s o n ra b ir secde d a h a y ap ıp , sa n k i r a h a t b ir u y k u y a dalm ış
gibi, öylece kaldı. B irç o k la n : «Efendi, E b â E y ü b ’ü n k a b rin i b u la
m ad ığ ı iç in u ta n c ın d a n u y k u y a vardı», d iy e d o k u n a k lı k o n u şm a la r
d a b u lu n d u la r. B ir s a a t so n ra A k şem sed d in H a z re tle ri seccadeden
b a ş la rın ı k a ld ıra ra k , m ü b a re k gözleri k a n ç a n ağ ın ı â n d m r b ir h a l
de F â tih ’e h ita b e n : «Beyim , A lla h ’ın h ik m e ti, seccadem izi ta m E bâ
E y ü b ’ü n k a b ri ü z e rin e serm işler! H e m e n şu ra y ı kazsın lar!» deyince,
A k şe m se d d in ’in d e rv işle rin d e n üç kişi F â tih ile b e ra b e r A k şem sed .
d in ’in seccad esin in a ltın ı k a z m a y a b a şla d ıla r. Ü ç z ira ’ d e rin liğ e in i
lin ce, d ö rt köşe so m ak i yeşil b ir m e rm e r o rta y a çıktı. Ü zerin d e kûfi
y azı ile: «H âzâ k a b r-i E b â E y ü b E nsârî» d iy e y azılm ış old u ğ u gö
rü ld ü . O ta ş k a ld ırılın c a , E b â E y ü b ’ü n v ü c u d u sa fra n ile boyanm ış
k e fe n için d e ta p ta z e o ld u ğ u g ö rü ld ü . S a ğ e lle rin d e tu n ç ta n y a p ılm ış
b ir m ü h ü r v a rd ı. Y in e o ld u ğ u gibi b ıra k ıla ra k , o y eşil ta ş ın ü stü
Ö rtüldü. B u n u gözleri ile g ö ren İslâ m a sk erleri, to p ra ğ ım te v h id ve
te z k ir ile d o ld u rd u la r. S o n ra h a z ır o lan b ü tü n M ü slü m a n la r z iy a re t
ed erek , n u r lu tü rb e le rin in te m e lin e b a şla d ıla r. H â lâ ü ze rin d ek i n u r
lu k u b b e, cam i, m escid, m ed rese, h an , h a m a m , im a re t, ç a rşı ve p a
z a rın h e p si F â tih ’in eserid ir. F a k a t F â tih ’te n so n ra gelen O sm anlı
P a d iş a h la rın ın h e r b iri u ğ u r sa y ara k , E y ü b y a k ın la rın a b ire r güzel
b in a y a p a ra k o ra la rım c e n n ete çe v ird ile r. N u rlu tü rb e s i b ir kubbe
için d e k alm ıştır.
M ü ftî-i d in-i m ü b in
H â m id E fen d i çü n k ü
D ü n y a d a n e tti r ıh le t
U k b â d a old u m es’ud
S e y rim d e gece g ö rd ü m d ü
B ir g ü lista n d a ânı
A n d a H ab ib -i E k re m
E sh ab cüm le m ev cu d
D edim ki b u r a la r m ı?
O ld u m ak a a m -ı H âm id
H a fifte n ird i tâ r ih
«H âzâ m ak a m ı M ahm ud» Sene: 985.
b u n d a n b ü y ü k tü rb e y o k tu r. Ş e y h B ab a Y usuf: B a y râ m iy e ta rik a -
tın d a n d ır ve «îdris K öşkü» ad lı m esired e g ö m ü lü d ü r. P e rte v P a şa
tü rb e si: K a n u n î S u lta n S ü le y m a n H a n v e z irle rin d e n d ir. S ü ley m an
H a n S ig etvaı. kalesi önünde v e fa t e ttiğ i gün, b in k işilik o rd u su ile
E rd e l d iy a rı k a le le rin d e n Göle k alesin i S ü le y m a n H a n ’ın v e fa t e tti
ği s a a tte fe th e d e re k S o k u llu M eh m ed P a şa ’y a m ü jd e g ö n d erm iştir.
B ilâ h a re P e r te v P a ş a v e fa t edince, E y ü b S u lta n y a k ın ın d a k i tü rb e
sin d e to p ra ğ a v e rilm iştir. T ü rb e, K oca M im a r S in a n yapısı, n u rlu ,
sü slü b ir k u b b e d e n ib â re ttir.
(53) Bir gün tutup, iki gün bırakan, dördüncü gün yine tutan sıtmanın adı.
EVLİYA ÇEIJ3Bİ SEYAHATNÂMESİ 319
İk i tâ r ih e y le y û b te r tib ile
K ıldı h e r b ir m ısra ’ı ç ev ri hesab
D ilk û şâ ay n -ı h a y â t-ı canfezâ
M en b a’ı k e v se r sebîl-i âb-ı n ab . S en e 1046.
E sad E fen d i Çeşm esi: Ç eşm eciler tek k esi y a k ın ın d a d ır. T arih i:
îz a tem m e h â z elb in â k a a lû
T â rih i H âzâ « H ay ru ssa’di» S en e 1022.
B ü y ü k şe h ir ve eski K e fe re z a m a n ın d a te p e n in ü z erin d e b ir
k a le R u m e lih isa rı’n ın şe eski kilise, için d e de b ir râ h ib v ard ı.
k illeri v e ta rz ı, im â re tle ri F a k a t b u ra h ib gizlice İslâm d in in i k a
v e h a y ırla rı: b u l ed erek , seçm e M ü slü m a n la r a ra sı
na g irm iş v e d o ğ ru y o lu seçm işti. Üç yüz
k a d a r gizlice M ü slü m an olm uş gö n lü y a ra lı d e rv işi olan y iğ it b ir pa-
pas idi. E d irn e şe h rin d e F â tih ’in te k r a r ta h ta ç ık tığ ın ı işitince, d e r
h a l b ir m e k tu p la : « İsta n b u l’u feth e d ec e k n i’m e le m ir sensin» diye
m ü jd e le y e re k , «B u rad a b ir kale ve A kdeniz b o ğ azın d a iki k ale y a
p ıp İs ta n b u l’a ik i ta r a f ta n z a h ire b ıra k ılm a d ığ ı ta k d ird e , k ıtlık ve
p a h a lılık olm ası m u h a k k a k tır. A zam etle E d irn e ’den k a la b a lık b ir
o rd u ile bizim ta r a fa te ş rif ediniz!» diye de h a b e r salm ıştır. R u m e
lih is a rı y e rin d e o tu ra n p ap as k ılık lı gizli M ü slü m a n ın m e k tu b u F â
t ih ’e u laşın ca, M eh m ed H â n ’ın r u h u fe ra h la y ıp içi zevklendi. B u n u n
ü z e rin e H a z re t-i F â tih iki y e rd e n g a y re t k u şa ğ ın ı k u şa n ıp K o stan -
t in ’in izn i ile a v a gelerek, K a ra d e n iz sa h ilin d e «Terkos kalesi» h a
lic in d e v e o rm a n lığ ın d a av lan ıp , T erkos kalesi k a p ta n ın d a n h e d i
y e le r alm ış v e M eh m ed H â n d a h i ona b irço k h e d iy e le r v e rm iştir.
A sla a y k ırı h a re k e tte b u lu n m a y a ra k K o s ta n tin ’e de d o stlu k g ö ste r
gesi o lara k çeşitli a v la r g ö n d erm iştir. A ncak, b u h is a r y e rin d e b ir
a v köşk ü y a p m a k için izin iste m iştir. B u sıra d a h is a r y e rin d e k i M üs
lü m a n ra h ib le g ö rü şe re k a n la ştıla r. S o n u n d a k ö tü h u y lu k ra ld a n
e lç ile r gelip, k ralın : «B ir sığ ır d erisi k a d a r ç iftlik y a p a rsa , r ic a la rı
n ı k a b u l ed erim . B ir sığ ır d e risin d e n faz lasın a izn im y o k tu r. S o n ra
su lh a a y k ırı iş olur.» d ed iğ in i F â tih ’e ile ttile r. F â tih , elçi ön ü n d e öküz
d erisi b ü y ü k lü ğ ü n d e b ir k u le y a p m a y a b aşlar.
...
Ü sk ü d a r’a gid en b ir cadde v a rd ır.
rin e ç a d ırla rın ı k u ru p o rad a m u h afız k a lır. Y edi sene m ü d d e tle sa
v a şm a d a n o tu ru p , o ra la rd a b ağ v e b a h ç ele r y e tiş tirir. Ş im di o b ağ
la r a B a tta l b a ğ la rı, Âl-i B a h â d ır b a ğ la rı, G azi k ö y ü b a ğ la rı d e rle r.
Y an lış o la ra k K a d ık ö y ü b ağ ı d iy o rla r. İşte b u y ed i sene z a rfın d a
ilk o la ra k Ü sk ü d a r’ı ve K a d ık ö y ü ’n ü B a tta l G azi im â r e tm iştir.
S o n ra la rı B a tta l G azi Ş am se fe rin e m e m u r olunca, «K anator»
d e n ile n k ra l K a d ık ö y ü ’ne sağlam b ir k ale y a p tırm ış tır ki, h â lâ b u
h a k irin b a ğ ı için d e b u rç la rın ın te m e lle ri g ö rü n ü r. S o n ra Ü sk ü d a r’ın
k a ra ta r a fın a t â Ç am lıca’y a b a k a r b ir h e n d e k a ç tırır. T o p ra ğ ın ı iç
ta ra fın a sed y a p a ra k k a p ı y e rle ri b ıra k ır. Ç am lıca dağı ü z e rin e de
b ir k a ra k o l kulesi, T o y g a rte p e si’nde, Y assıtep e’de, P iy â le P a şa te p e
sin d e v e d a h a b a şk a on ik i y e rd e b ü y ü k k a ra k o lla r y a p a r. Ü sk ü d a r’
ın d ö rt ta r a fın a k ırk b in k%dar m u h a fız ta y in eder. Ü sk ü d a r’ı b u
şek ild e m u h a fa z a a ltın a a ld ık ta n sonra, B a tta l G azi’n in k o rk u su n
d a n d en iz ü z e rin d e b ü y ü k b ir k u le y a p tıra ra k Ü sk ü d a r T e k fu ru n u n
k ızın ı v e d iğ e r k ıy m e tli ve lü z u m lu eşy asın ı için e k o y d u ru r. O k u
ley e de «P irgos T iskuris» d e rle r ki, T ü rk çesi K ızk u lesi d e m e k tir.
B u sıra d a B a tta l G azi Ş am fe th in i b itire re k Ü sk ü d a r’ın böyle
ta h k im ed ild iğ in i işitin ce, y a n ın a ald ığ ı y ed i y ü z se rd e n g e ç ti gazi
ile gelip Ü s k ü d a r’ı b a sar. O ra d a n k a y ık ile K ız k u le si’n e g eçerek k r a
lın k ızın ı, h âz in e sin i ve d iğ e r e şy a la rın ı a lıp Ü sk ü d a r’a gelir. V e o ra
d a Ü s k ü d a r b ah çesi y e rin d e ik i re k ’a t n a m a z k ılıp: «Îlâhî! B u y e ri,
M u h a m m e d ü m m e tin e n asib e t ki, m a m û r olsun!» diye d u â ve n iy az
eder. S o n ra Ü sk ü d a r’a d o k u n m ay a rak , g a n im e tle rin i alıp M ed ay in
şe h rin e d o ğ ru yola çık ar. S o n ra B a tta l G azi’n in a y a ğ ın ın b e re k e ti
o la ra k K a n a to r k ra lı Ü sk ü d a r’ı öyle im â r e tm iş tir ki, san k i b ir cen
n e t b a h çesin e b e n z em iştir. F e tih te n so n ra F â tih z a m a n ın d a da im â r
e d ilm iştir. F a k a t asıl i m â n K a n u n î S u lta n S ü le y m a n z a m a n ın a r a s t
la r. B a tta l G azi’n in d u â sın m b e re k e ti ile g ü n ü m ü zd e de im â n de
v a m e tm e k te d ir. Ş im di m e rh u m D ö rd ü n cü M u ra d H â n zam an ın ın
k a y ıtla n n a göre, Ü sk ü d ar, yedi d ağ ın d e re ve tep esi ü z e rin e k u ru l
m u ş d o k u z b in k a d a r bağlı, b ah çeli, y a lılı e v le r ve d iğ e r im â re tle rle
sü slü b ü y ü k b ir şe h ird ir. A sıl ism i «E sk id ar» d ır ki, y a n lış o lara k Ü s
k ü d a r adı ile m e şh u r o lm u ştu r. E sk id a r d en m esin e de B a tta l G azi’
n in Ü s k ü d a r b ah çesi y a n ın d a , H a ru n ü rre ş id ’in ç a d m önünde, y a p
tır a r a k o tu rd u ğ u y e r sebep o lm u ştu r.
Ü s k ü d a r to p ra ğ ı m u k ad d e s to p ra k olup b ü tü n A nadolu, A rap
A cem , H in d v e S in d ü lk e le rin in geçid idir. B u y ü z d e n geniş b ir lim a
n a sa h ip b ü y ü k b ir şe h ird ir. İsta n b u l’d an altı m ild ir. K a ra d e n iz ’in
a k ın tıs ı şid d e tli o ld u ğ u n d an , k a y ık la r önce B e şik ta ş d e n ile n y e re va-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 363
MÜBÂREK CÂMİLERİ
Mihrimah S u lta n Camii: İsk ele b a şın d a d ır. B u câm ii S u lta n S ü
le y m a n 954 ta rih in d e y ap tıraıaK , se v âb m ı kızı S u lta n m e rh u m u n r u
h u n a h ed iy e e tm iştir.
S a ra y la r: K oca M eh m ed P a ş a sa ra y ı: B u P a ş a S ü le y m a n H a n ın
v e z irid ir. S a ra y , M im a r S in a n y a p ısıd ır. D o ğ a n c ıla r S a ray ı, P iy â le
P a ş a Y alısı, M im a r S in a n y a p ısıd ır. .
K a ra v e deniz tü c c a rla rı v e c ih a n se y y a h la rı h a n la rı: H ep ı beş-
y ü z k a d a r h a n d ır. A m m a k u rşu n lu değil. H e r b iri k ırk a r, e llişe r ocaklı
h a n la rd ır. B azı sen e üç a y d a b ir, u lû fe için sip â h i tâ ife si gelip o tu
r u rla r. F a k a t h e p sin in k a p ıla rın d a z in c irle r ç e k ilm iştir. H e r b irisi
n in h a n c ıla rı ٠ve k a p ıc ıla rı v a rd ır.
S e b ilh a n e le r: S u su z la r için a ltı ta n e sebil v a rd ır.
Ç eşm eler: Ü sk ü d a r çeşm esi: M ükellef, b ü y ü k b ir h a y ır eserid ir.
K a r a M u sta fa P a ş a çeşm esi: C u m a p a z a rı içinde, y e n iç e ri k u llu ğ u
y a n ın d a d ır. T a rih i:
« M ahallinde y a p ıld ı çeşm e-i âb-ı hayat-efzâ»
S u lta n çarşısı d ü k k â n la rın ın v a sıfla rı: H ep si ik i b in a ltm ış d ü k
k â n d ır. B e d e sta n ı y o k tu r. B u n u n la b e ra b e r, b ü tü n k ıy m e tli e şy a b u
lu n u r. Ç ü n k ü b u ra d a çeşitli s a n a tk â rla r v a rd ır. T e rtip li, h e r esnafa
a it çarşısı y o k tu r. B ü tü n s a n a tk â rla r k a rışık o lara k b ir a ra d a b u lu
n u r. H a tta d eb b ağ h ân esi b ile ik i y e rd e d ir.
D ö rt b in k a d a r ü z ü m b a ğ la rı, üç y ü z a d e t gül bahçesi v a rd ır ki,
h e rb irin d e b in le rc e re n k ve ç e şitte ç iç e k le r y e tişir. K o k u su n d a n in
sa n sarh o ş olur.
Ü sk ü d a r m e sire le rin in v a s ıfla n : Ş e h rin h e r y e ri m esire ve ge
z in ti y e rid ir. P â d işâ h la ra m ah su s b a h ç e le r c e n n e t g ib id ir. B ire r ve
sile ile gezilse, h e rb iri b ire r se y ir y e ri v e d ü n y a n ın y a rısı o la ra k gö
rü lü r. B ü y ü k Ç am lıca M esiresi: G ö k lere b a şk a ld ırm ış y ü k se k b ir d a
ğ ın tâ te p e sin d e b ir te k k e idi. O ra d a P a d işa h ım ız k e n d ile ri için «Ci
h a n bağı» ad ı ile y ü k se k b ir b a h çe y a p tırd ı ki, o rad ak i köşk için h a
k irin y azd ığ ı ta r ih şu d u r:
«D edim E v liy â b u k â h a ta rih ,
M ü b â re k ola k a s rın pâdişâhım .»
K ü ç ü k Ç am h ca M esiresi: B ü y ü k Ç am lıca’n ın b ira z aşağısında, çi
m en lik , ç ın a r a ğ a ç la n ile süslü, a v y e ri o lan b ir v â d id ir. K alam ış-
b u m u M esiresi: K a d ık ö y b a ğ la rı ile F e n e rb a h ç e a ra sın d a b ir körfez
içinde, beyaz, k u m sal b ir d en izd ir. B ü tü n güzeller, sa d ık â şık la r ora-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 367
N âm -ı p âk -ı b â n î-i h a y râ ta â sâ rı ta m a m ,
D e d ile r tâ rih in i bil câm i-i O sm andır.
B aşka câm ii y o k tu r. B ir h a m am ı, yü z d ü k k â n ı v a r. L im a n ın d a
g a y e t bol b a lık v a rd ır. A llah ’a h am d o lsu n , A nadolu ta ra fın d a K a
v a k b o ğ azın d an b u ra y a k a d a r dokuz a d e t k asab a fay d a lı ve özet ola
ra k yazıldı.
«Ve c âh id û fi seb ilillah ...» ây et-i k e rim esi g ereğ in ce g azâ ed erlerd i.
B izzat k e n d ile ri y irm i sekiz gazada b u lu n m u şla rd ır.
Y u k a rıd a y a z ılan b ü y ü k p e y g a m b e rle rin , (S a lâ v a t p e y g a m b e ri
m izin ve d iğ e r n e b ile rin ü z e rin e olsun) h e rb ıri A lla h ’ın e m ri ile b i
r e r s a n a t sahibi olm u şlard ı. H ep sin i H a z re t-i C ib ril ö ğ retm işti. İ n
s a n la rın h e p sin e m a rife tle r, b u m ü b a re k p e y g a m b e rle rd e n geçm iş
tir. H e rb iri b ir m a rife t ve b ir s a n a tın p irid ir. H e r b iri m u ciz ele r göste
r i r ve y ü z le rce s a n a t icad e d e rlerd i. R esû l-ü K ib riy a , C eza G ü n ü ’n ü n
şefaatçisi M u h a m m e d M u stafa E fendim iz, sa ad e tli z a m a n la rın d a , d ü n
y a y a k o rk u salıp; m u h ac ir, e n s â r ve e rb a b -ı sü ffa d a n m ey d a n a ge
len nice seh âb ey e sa h ip olup; c iv ard ak i m em le k e tle ri d e h şet içinde
b ıra k a ra k , deniz gibi a sk e r ile çeşitli fe tih le rd e b u lu n u rd u . S o n ra
ü m m e t-i M u h a m m e d dönüp, ib a d e t ve ta a tla m eşg u l o lu r ve b ü y ü k
m ü câ h e d e olan nefis sa v aşm a g irişirle rd i.
*٠*
d u ru m a Hz. M usâ fev k âlâd e sin irle n e re k , ta şa y e tişip âsâ ile oniki
y e rd e n v u rd u . T a şta oniki d elik açıldı. A lla h ’ın e m ri ile ta ş lisa n a
gelip: «Yâ M usâ! B en A llah ’ın e m ri ile y ü rü d ü m . S e n in v ü c u d u n u n
tem iz liğ in e şa h itlik te b u lundum » dedi. H a z re t-i M usâ A ley h isselâm
ta ş ta n b u sözleri işitin ce, özü r d ile y e re k şöyle dedi: «Yâ taş! B en
san a on ik i k e re v u ru p deldim . H ele b en i affey le d erv işe dervişân»
H â lâ d e rv işle r a ra sın d a «D ervişe dervişân» dem ek, Hz. M u sâ’d an
k alm ıştır. V e y in e ta ş dile gelip: «Yâ M usâ! Ö z ü rü n ü k a b u l eyledim .
L â k in b eni b ir d eliğ im d en b ir ip ile b oğazına as, tâ ki b ir g ü n g e lir
sa n a lâzım olurum » deyince, Hz. M usâ g ta şı alıp b o y n u n a astı. H âlâ
d e rv işle r a ra sın d a b o y u n la rın a a stık la rı ta ş a «Sekel» d erler. Y ine
b u yüzden, h â lâ şe ria tte n ta ş k o p a ra n la rın b o y u n la rın a sekel taşı
a sa rla r, y a h u t da c e za lan d ırırla r. İşte sekel ta ş ın ın d e rv iş le r y a n ın
d ak i m ân âsı b u d u r.
S o n ra Hz. M usâ o ta ş ile b irlik te T ih çölünde k ırk y ıl gezip, Hz.
M usâ’n ın b o y n u n d a ik en y in e dile gelip, «Yâ M usâ nebi! B en i y e re
koy ve ü zerim e oniki k e re v u r ki, C enab-ı H a k k ın g a rib y a ra tık la rı
nı göresin» dedi. Hz. M usâ o ta ş a y e n id e n o niki sopa v u ru n c a , h e r
d e lik te n b ir ırm a k ak m a y a başladı. B u ırm a k la rın b irin d e n ask er, b i
rin d e n kad ın , b irin d e n at, b irin d e n deve, b irin d e n sığır, b irin d e n
k o yun, b irin d e n keçi, hâsılı, h e r gözünden b ir cins m a h lû k su su z
lu ğ u n u giderdi. S onra, M usâ’n ın ask erin e g ö k ten m eyva, te re , se-
zengü h elv ası v e selvi ad lı pişm iş k u şla r indi, b u n la rı y ed iler. Y ine
o taş, Hz. M usâ’n ın b o y n u n d a asılı kaldı.
D E R V İŞ L E R İN A H V Â L VE Ş E K İL L E R İN İN BEYAN I