Seyahatname C 1

You might also like

You are on page 1of 387

EVLİYA ÇELEBÎ

SEYAHATNAMESİ
evliya çelebi
seyahatnamesi

C IL D : I II

mmm
Piyerloti Cad. Dostluk
Yurdu Sok. No: 1/3
ÇEMBERÜTAŞ — İSTANBUL
T e l: 526 49 84 ٠■ 527 83 32
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
★ Mehmed Zilli oğlu EVLİYA ÇELEBİ *
Sadeleştiren: Tevfik Temelkuran, Necati
Aktaş ★ Baskıya hazırlayan: Mümin Çe­
vik ★ Cop. Üçdal Neşriyat ★ Dizgi ve
baskı :ÇEVİK MATBAACILIK - Tel.: 516 46 23
İÇİNDEKİLER

Büyük Belde Eski Şehir İstanbul’un Tamir‫ ؛‬H a k k m d a d ır ...................17


Karadeniz'in Fethi B e y a n m d a d ır .......................................................................20
Akdeniz ile Karadeniz Arası Beyanındad’r ................................................23
İstanbul’un Diğer Kurucuları ........................................................................... 26
İstanbul’un Dokuzuncu Kurucusu Olan Kostantin’in İstanbul Surlarını
Yaptırması ve Kalenin Şekli H a k k ın d a d ır .......................................... 30
Kostantiniyye (İstanbul) Kalesi’nin Çevre Uzunluğu Hakkındadır . . 35
İstanbul’da Olan Garib ve Acaib Tılsımlar H a k k ın d a d ır ....................... 39
İstanbul Şehrinin İçinde ve Dışında Olan Tabii M a d e n l e r ........................ 44
İstanbul’un İlk Kuşatılması Hakkındadır .................................................... 49
Osmanlı Devleti’nin Yıldızının Çıktığı Hakkındadır ..................................59
Osmanlı Hanedanından Ebu’l-Feth Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u
On Birinci Defa Kuşattığı Hakkındadır ................................................ 65
Hay ve Kadir Olan Allah’ın Emri ile Benzeri Olmayan Acâib ve Garib
Bir Hikâye ....................................................................................................... 72
Yenisaray’m Yapılması H a k k ın d a .......................................................................81
Eski Saray’ın Yapılışı H a k k ın d a d ır .............................................. 83
İstanbul’un Fethinde Hâkim Tâyin Olunanlar H a k k ın d a d ır ........................ 85
İstanbul’da Bulunan Sultan Camileri H a k k m d a d ır ...................................... 87
Fatih Sultan Mehmed’in Fetihleri H a k k ın d a d ır ......................................... 101
Sultan İkinci Bayezid Zamanında Fetholunan Y e r l e r ................................104
Anadolu Tarafındaki Hayır M ü e s s e s e le r i....................................................... 116
Ayin ve Tertip Kaidelerini Açıklayan Sultan Süleyman Kanunnâmesi . 126
Hâs ile İdare Olunan E y â l e t l e r ..................................................................... 128
Sancak Beyleri, Defter Kethüdalan, Timar ve Defterdarların Ne Kadar
Hâsları Olduğuna Dair .............................................................................. 138
Sultan Süleyman Kanunu Gereğince Her Beylerbeydik Kaç Kılıçtır?
Askeri Ne Kadar Olur? Her Sancakta ve Eyâlette Ne Kadar Timar
ve Zeamet Olduğunu Bildirir ................................................................ 141
Anadolu Eyâleti .................................................................................................143
Gazi Süleyman Hân'ın Oğlu İkinci Selim’in Yaptığı İşlerin özeti . . 150
Sultan İkinci Selim’in Oğlu Sultan Üçüncü Murad’m Devrinde Olanların
ö z e t i ................................................................................................... 152
Murad Han’ın Oğlu Sultan Mehmed Han’ın Padişahlığı . . . . . . 154
Sultan Ahmed Han Devri Olaylarının ö z e t i ....................... .... . . . 155
Sultan Ahmed Han’ın Oğlu Dördüncü Sultan Murad Devrinin özeti . 163
Sultan Dördüncü Murad’m Bağdad’ı Fethettikten Sonra Malta Üzerine
Bizzat Giderek Mora’da Avarine, Oradan Donanmaya Binip Malta
Seferine Ç ı k ı ş l a r ı ................................................................................... 197
6

Dördüncü Sultan Mehmed Hân Devrinin Ö z e t i ..................................... 206


, Eski Bir Yerleşme Yeri ve Her Zaman Mâmur Olan Üsküdar'ın Cami.
Medrese, Han, Hamam ve Diğer Görülmeye Değer Eserleri . . . 361
(Kazanan Allah’ın Sevgilisidir) Sözü Gereğince, İstanbul İçinde Tüccar,
Marangoz, Bilgi Sahibi ve Daha Çeşit Çeşit İşlerle Uğraşan Kimseleri
Beyan Eder ............................ ................................................................ 375
Allah’ın Emri ve Cebrail’in Vasıtası ile Resulü Ekrem’in Fütüvvetnâmesi
ve Dört Seçme Dostu ile M e ş v e r e t i ................................................... 376
Bin Elli Tarihinde İstanbul’dan Bursa’ya Yaptığımız Seyahat Sırasmda
Gördüğümüz İbret Verici E s e r l e r .....................................................393
Osmanlı Padişahlarının Ziyaret Yerlerinin ö z e l l i k l e r i ......................... 416
Sultan İkinci Murad’m Tahta Çıkışı ve Çelebi (Fatih) Sultan Mehmed
H a n ............................................................................................................. 422
1050 Senesi Cemadel’evvelinin Birinci Günü Batum ve Trabzon’a Ha­
reketimiz ...........................................................................................................442
Sehnaye Vilâyeti Yani Abaza Ü l k e s i ..................................................... 463
Anapa Limanından Azak Gazâsma H a r e k e t ....................................... 474
Azak Gazasından Fetih Yapılmadan Kırım Diyarına G i d i ş ................480
1050 Senesinde Malta Gazasına G i d i ş i m i z ............................................495
Girid A d a s ı ...................... 503
Recep Ayının Birinde Defterdarzâde Mehmed Paşa ile Karadan Erzu­
rum’a Giderken Gördüğümüz Konak Yeri, Kasabalar ve Büyük
E s e r l e r ........................................................................................................ 514
Erzurum Eyâleti Kürdistanmda Suşik Kalesi Üzerine OlanSeferimiz . 553
Han ile Şam Gazan Ziyaretine Giderken Gördüğümüz Kaleler . . . . 587
Revan’dan Bakû’ye Kadar Olan Yolculuğumuz Sırasında Gördüklerimiz 603
Bakû Kalesinden Gürcistan’a G i d i ş ..........................................................615
1057 Tarihinde Yine Acem Diyârına G i d i ş ..................................... .... . 634
Erzurum’dan Padişah Emirleri ile Bayburt, Canca, İspir, Tortum ve
Akçakale’ye G i d i ş im i z ............................................................................. 644
Gürcistan Eyâletine Yaptığımız Baskın ....................................................... 656
1057 Senesi Zilkadesinin Onsekizinci Günü Şiddetli Kışta Erzurum’dan
İstanbul'a Hareket ....................................................................................... 669
Tokat’taki Vardar Ali Paşa’ya G i d i ş i m i z .................................................724
1058 Cemadiyelâhınnda Engürü ve Beypazanndan İstanbul’a Yolculuk 736
Dördüncü Sultan Mehmed Hanın Saltanatının H ü l â s a s ı ..................... 745
Şaban Ayının Başında Silâhdâr Mustafa Paşa ile Cennet Kokulu Şam’a
G i d i ş i m i z ..................................................................................................... 747
1043 Senesi Şaban Ayının Sonlarında Üsküdar’dan Şam’a Giderken
Konduğumuz M e n z i l l e r ........................................................................ 755
EVLİYA ÇELEBİ NİN HAYATI
Evliya Çelebi, kendisi belirttiğine göre, 10 muharrem 1020 - 25 Mart
1611’de, İstanbul’da Sağırcılar Camii vakıf evlerinde doğmuştur. Ne yazık
ki, yanm asır kadar bir zaman dünyanın belli başlı yerlerini gezip gören,
en ince teferruatına kadar gördüklerini yazan bu büyük seyyahımızın vefat
tarihini kesin olarak bilmiyoruz. Mezarının yeri de tam olarak belli de­
ğildir. Ancak, Şişhane Karakolu yakınında bulunan Meyyit yokuşundaki aile
kabristamnda yattığı rivayet edilmektedir.
Seyahatnamenin çeşitli kısımlarındaki kayıtlara göre Evliya Çelebinin
şeceresi:
Hoca Ahmed Yesevl ٠ Mehmed Kirmani - Allahverdi Akay - Ece Yakub -
Yavuz ٠ Er - Turhan Bey - Demircizâde Kara Mustafa Paşa ٠ el-Şehid Ka­
ra Ahmed - Derviş Mehmed Zilli - Evliya Çelebi.
Evliya Çelebi’nin babası. Sarayın kuyumcubaşısı olan Mehmed Zilli
Efendidir. Mehmed Zilli Efendi, Evliya Mehmed Efendinin pek yakın dostu
idi. Bu sebeple oğluna, Evliya Mehmed Efendiye hürmeten, «Evliya, adını
vermiş olması muhtemeldir. Babası uzun bir ömür sürmüş, kameri hesapla
117, şemsî yani güneş yılı ile hesaplanırsa 114 yaşında Hakkın rahmetine
kavuşmuştur. Evliya Çelebi’nin ailesi aslen Kütahyalıdır. Fetihten sonra İs­
tanbul'a gelip yerleşmişlerdir. Ailesinin Kütahya’daki evleri Zeregen ma-
hal!esindedir. Bundan başka. Bursa ilimizin İnebey mahallesinde ve Mani­
sa’da da evleri vardır. İstanbul'da Unkapam'ndaki evlerinden başka, aynı
yerde dört dükkânları, Kadıköy tarafında da bir bağlan olduğu belirtilmek­
tedir.
Evliya Çelebi’nin anası Abazadır, Birinci Ahmed zamanında Saraya ge­
tirilmiştir. Çeşitli kayıtlara göre, anası, devrin ileri gelen meşhur devlet
adamlanndan Melek Ahmed Paşa’nm annesi ile kardeştir, yahut Evliya’r.ın
anası Melek Ahmed Paşa’nm teyzezadesidir.
Evliya Çelebi’nin Mahmud adında bir erkek, İnel adında da bir kız kar­
deşi vardır. Kız kardeşi. Dördüncü Murad Han zamanında isyan edip ası­
lan tlyas Paşanın hanımıdır. Yine, adlarını söylemediği iki kız kardeşi ile
üvey anasından da söz etmektedir.
Evliya Çelebi’nin iyi bir öğrenim gördüğü sanılmaktadır, tik tahsilini
kendi mahallesinde bulunan sıbyan mektebinde yapmış olması mümkün­
dür. Bundan sonra Unkapanı. civarında. Fil yokuşundaki Şeyhülislâm Hâ-
mid Efendi Medresesinde, Müderris Ahfeş Efendiden 7 yıl ders görmüştür.
Evliya Çelebi’nin bu medresedeki ders arkadaşı da, sonradan büyük bir
şöhrete erişip Saraya giren Safranbolulu Softa Hüseyin yani Cinci Hoca'-
dır. Muhtelif hocalardan ders gören Evliya Çelebi, kendi ifadesine göre,
Evliya Mehmed Efendiden hıfza çalışmış, Sadizâde Dar-ül Kurrasında 11
sene ders okumuştur. Ayrıca babası Mehmed Zilli Efendiden de ، aş üzeri­
ne yazı yazmak gibi hünerler kazanmıştır.
8

Bundan sonra, Evliya Çelebi Enderun-u Hümayuna girmiştir. Bu sırada


hıfz، dinlenmiş, musiki makamlarına olan aşinalığı ve sesinin güzelliği ile
ilim ve sohbet meclislerinin aranan gençlerinden biri oluvermiştir. 1635
senesi Kadir gecesi, Silâhdar Melek Ahmed Paşa tarafından Ayasofya Ca­
mii Şerifinde Dördüncü Sultan Murad Han’a takdim edilen Evliya Çelebi,
Padişahın emri ile Saraya alınır. ı ٠ 40 yılma kadar burada kalır ve tahsi­
lini ikmal eder. Hükümdar, Kiler-i Has'da kendisine yer tâyin eder. Ende-
runda meşhur Maanoğlu ile arkadaşlık kurar. Burada turşucubaşı Ahmed
Ağa ve Kadım Gazanfer Ağaların nezaretinde eğitilir, terbiye edilir. Evli­
ya Çelebi Saraya girdiği sıralarda yirmi - yirmidört yaşlarında bulunuyor­
du. Evliya Çelebi Enderunda bulunduğu sırada Ömer Gülşenî’den musikî,
Evliya Mehmed Efendi’den tecvid, Keçi Mehmed Efendi’den kâfiye ve na­
hiv dersleri okumuştur. Babasının çırağı olan bir Rumdan Rumca öğren­
diğini de Seyahatnamesinde belirtiyor.
Yine Seyahatnâmesinde kaydettiği notlardan öğrendiğimize göre, Evli­
ya Çelebi zayıf, nahif, narin ve çocuk yapılı bir bedene sahiptir. Bu, onun
delikanlılık zamanındaki halidir. Ancak atik, çevik ve hareketli bir insan­
dır. Güzel ata biner, cirit oynamasını bilir. Yine kendisinden öğrendiğimi­
ze göre, 1.47 senesinde, Seyyid Ahmed Paşa ile oynadığı bir cirit sırasın­
da dört dişi kırılmıştır. Bundan başka Uyvar seferinde, Kıblelizâdenin ciri­
di ile üç dişi daha kırılmıştır. Evliya Çelebi bu kınk dişlerini Viyana’da bir
dişçiye yaptırdığını yazıyor.
Evliya Çelebi, ifade ettiğine göre, hayatta hiç evlenmemiştir. Bunda se­
yahat etmenin tesiri olduğu muhtemeldir.
Evliya Çelebi herkesi sever, herkes tarafından sevilir. Bu sayede pek
çok kimseyi tanıma fırsatı bulmuştur. Fakat asla dalkavuk tabiatlı bir insan
değildir. Sevdiği insanların iyi taraflarını nasıl kaleme almışsa, beğenme­
diği yönlerini, hallerini de tenkid etmekten çekinmemiştir. Güzel konuşur,
bulunduğu meclislerde gezip gördüğü yerleri, bildiği, buralarda dinlediği
vak’alan anlatır, kendisini dinletmesini bilir. Pek hazırcevap bir insandır da.
Onun belirli vasıflarından biri de doğruluğu, adaleti seven bir kimse
oluşudur. Haksızlığa asla tahammül edemez, en ufak bir haksızlık karşı­
sında âdetâ isyan eder.
Bütün bu özellikleri yanında, onun büyük bir seyyah olmasını sağla­
yan vasfı, inceleme yani bir şeyin en ine® teferruatını öğrenme arzusudur.
Gittiği her yerde, gördüğü her şeyi bütünü ile incelemiş, öğrenmiş; oranın
insanlarını, yaşayışlarını, dinlerini, dillerini, âdetlerini, eserlerini, mimar­
larını, tezyinatlarını, özelliklerini, hattâ kaça mal olduklarını, üzerlerindeki
kitâbelere varıncaya kadar her şeyini bütünüyle kaydedip bize ulaştırmış­
tır. İşte bütün bu özelliklerini eserin tamamını okuyunca daha iyi kavra­
yacak, tam bir kanaat sahibi ancak o zaman olacaksınız. Çünkü her sa­
tırda Evliya Çelebi’yi daha yakından tanımak imkânını ancak bu suretle
bulmak kabil olacaktır.

MÜMİN ÇEVİK
BİRİNCİ CİLT
Evliya Çelebi.nin eserinin birinci sayfa­
sındaki dua bölümünü okuyucularımıza
aynen takdim ediyoruz:

Bismillâhirrahmânirrahîm

Elhamdü lillâhi’llezî şerTef-el-müslimine


bi şerefi-t.taati ve yessere lî sefer’el-arz-
il-mukaddeseti ve seyyehat-il-bilâdi ve-z-
ziyârâti vesselâtü vesselam alâ men es-
sese bünyane kıla-iş-şerîati vetterikati. Ve
hısnehâ bî esâsinnübüvveti ve alâ Âlihit-
tayyibîne-et-tahirîne hayr-el-beriyye ve
tehaf tahiyyat zâkiyyat ve salâvat nâmi-
yât tahirat tayyibat eşref-i kâinat ve ek-
mel-i mevcûdat ٠ pişvay-ı mihrâb «Sallû
kemâ reeytümünî» ve rehnümay-i bî ir.
tiyab ol Muhammed efdal min neteka bid-
dat üzerine olsun ki, anın âb-ı rûyuna ol
Hazret-i Hak Mâlik-ül-mülk ve Hâlik’ıl-
eflâk edim-i arz-ı ibn-i Âdem içün mes­
ken ve me’vay-i lâtif edüb beni Âdemi
Cem-i mahlûkat ve mevcûdattan eşref-i
mahlûk etti.

« Ş î t R »

Tebareke men ecr-il-umuri bihükmihî


Kemâ şâe lâ zulmen erâde ve lâ hazmen
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Hayır dua ve övgü, yeryüzünde Allah’ın gölgesi ve hc iki dün­


٣

yanın nizâm-ı intizâmı olan Ebulfeth Sultan İkinci Mehn d Hân ٦

oğlu, Sultan İkinci Bayezid Hân oğlu, Sultan Birinci Selim Hân
oğlu, Sultan Süleyman Hân oğlu, Sultan İkinci Selim Hân oğlu, Sul­
tan Üçüncü Murad Hân oğlu, Sultan Mehmed Hân oğlu, Sultan Ah-
med Hân oğlu, Sultan Gâzi Dördüncü Murad Hân... Allah’ın rah­
meti hepsinin üzerlerine olsun.
Bu yazılarımıza başladığımızda, şerefli hizmetleriyle şeref bul­
duğumuz Bağdat fâtihi Gazi Sultan Murad Hân’ın kabri mübarek
olsun, Allah’ın rahmeti üzerine bol olsun.
Onların saltanat devirlerinde, Hicrî 1041 (M. 1631) tarihinde
yaya olarak Belde-i Tayyibe, yani Kostantiniyye (İstanbul) etrafın­
da bulunan köy ve kasabaları, binlerce bahçe, gül ve gülüstanlı İrem
bağlarını gezip görerek, gönlüme büyük seyâhat arzulan doğmuş­
tu. «Acaba baba, anne, üstad ve kardeş kahırlarından nasıl kurtu­
lup dünyayı dolaşınm?» diye düşünür, her an AUah’dan dünyada
vücud sıhhati ve büyük seyahat, son nefesimde de iman ricasında
bulunurdum. Daimâ dervişler ile düşüp kalkar, şerefli sohbetlerin­
den faydalanırdım. Yedi iklimin ve dünyanın dört köşesinin durum-
lan hakkında yapılan konuşmalan dinledikçe, seyahat etmeyi daha
çok arzu ediyordum. «Acaba dünyayı gezip, Arz-ı Mukaddese, Mı­
sır, Şam, Mekke ve Medine’ye varıp, ol varlıkların iftihar sebebi
olan Hazret-i Peygamber’in türbesine yüz sürmek nasib olur mu?»
diye ağlar, inler ve kendimden geçerdim.
Hikmet-i Hüdâ, seyahat ile birçok yerleri görmeye sebeb olan
ben hakir ve fakir, daima kusuru çok olan seyyah, insanoğlunun kö-
1esi riyâsız evliyâ Derviş oğlu Mehmed Zıllî, daima Allah’dan yar­
dım isteyip, Fürkan-ı kerîm suresi ve yüce Kur’an’ın âyetleri bere­
ketleri ile bütün gönlümle Cenâb-ı Hak’dan duada bulunarak, do­
ğum yerimiz olan İstanbul’daki evimde, yuvarlak yastığıma uyumak
için yaslanmıştım. 1040 senesi Muharrem ayının Aşûre gecesinde (20
Ağustos 1630), yan uyku halinde iken, gördüm ki Yemiş İskelesi ya­
kınında Ahi Çelebi Camii —ki helâl para ile inşa olunmuş olup,
duâsı kabul olan eski bir câmidir— ve ben de rüyamda bu cami-
EV LİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ 13
deyim. Derhal caminin kapısı açıldı. Nurlu caminin içi baştan başa
silâhlı asker ve nurlu cemaat ile dolu idi. Sabah namazının sünne­
tini kıldıktan sonra salâvat-ı şerife okumaya başladılar. Ben hakir
ise minber dibinde oturuyor, bu nurlu yüzlü cemaati hayranlıkla
seyrediyordum.
Hemen yanımda oturan cana bakıp: «— Sultanım! Siz kimler­
densiniz? İsminizi lütfediniz^ dedim. Onlar «—Aşere-i Mübeşşere’-
den kemânkeşlerin piri Sa’d îbn Ebî Vakkas’ım» deyince, hemen
mübârek ellerini öptüm. «—Ey Sultanım! Bu sağ tarafta nura bü­
rünmüş sevimli cemaat kimlerdir?» dedim. «—Onlar bütün peygam­
berlerin ruhlarıdır. Geri safdakiler evliyaların ve asfiyâmn ruhla­
rıdır. Bunlar da sahâbe-i kirâm’ın, muharicinin, ensar, sufe ehli ve
Kerbelâ şehidlerinindir. Mihrabın sağındakiler Hazret-i Ebû Bekir
ve Hazret-i Ömer’dir. Mihrabın solundakiler Hazret-i Osman ve Haz­
ret-i Ali’dir. Mihrabın önündeki Hazret-i Veyselkarânî’dir. Camiin
solunda, duvar dibindeki siyah örtülü kimse senin pirin Hazret-i
Peygamber’in müezzini Bilâl-i Habeşî’dir. Bu ayakta duran, cemaati
saf saf düzene koyan kısa boylu adam da Amr-i Ayyar’dır. İşte bu
kızıl renkli elbiseler giyip sancakla gelen askerler Hazret-i Hamza
ve bütün şehidlerin ruhlarıdır.» diye, cami içinde bulunan bütün
cemaati birer birer bana anlattı. Onların hangisine baktıysam el­
lerimi göğsüme koyup iyice baktım ve baktıkça can buldum.
— «Ey Sultanım! Bu cemaatin bu camide toplanmalarının se­
bebi nedir?» diye sordum. Bana :
— «Azak taraflarında İslâm askerlerinden Tatar askerleri sıkın­
tıya düşmüşlerdir. Hazret-i Peygamber’in himâyesinde olanlar İstan­
bul’a gelip, buradan Tatar Hanı’na yardıma gideriz. Şimdi Hazret-i
Risâlet dahi İmam-ı Haşan, İmam-ı Hüseyin, oniki imam ve bizden
başka aşere-i mübeşşere ile gelecekler. Sabah namazının sünneti kı­
lınacak. Sonra sana kamet getir diye buyururlar. Sen de yüksek ses­
le kamet getir. Selâmdan sonra Ayete’l-Kürsî’yi oku Bilâl “Sübhâ-
nallah” desin. Sen “Elhamdülillah”, Bilâl “Allah-ü Ekber” desin, sen
“Amin, âmin” de. Sonra bütün cemaat hep birden tevhîd ederiz.
Sonra sen “Ve salli alâ cemiü’l-enbiyâ-i ■ve’l-mürselîn ve’l-hamdü-
lillâhi Rabbi’l-âlemin” deyip kalk. Hemen, mihrabda, Hazret-i Pey­
gamber otururken mübarek elini öp. “Şefâat ya Resûlullah” de. Yar­
dım rica et.» diyerek, Sa’d İbni Ebî Vakkas yanımda oturup bana
öğretti.
Baktım, cami kapısından bir nur-u mübîn parladı. Cami içi nur
dolu iken, nur üzerine nur oldu. Bütün Sahâbe-i kirâm, Nebî’ler ve
14 EV LİY A ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ

evliyâların ruhları ayakta hazır durdular. Saadetle Hazret-i Peygam­


ber, yeşil sancağı dibinde, yüzünde örtüsü ile, elinde asâsı ve belin­
de kılıcı ile, sağında İmam-ı Haşan ve solunda İmam-ı Hüseyin ol­
duğu halde göründü. Mübarek sağ ayaklarını «Bismillâh» diyerek
cami içine koydu. Mübarek yüzünden örtüsünü açtı ve:
«—Esselâmü aleyk yâ ümmeti» diye selâm verdiler. Bütün ca­
mide bulunanlar hep bir ağızdan: «—Ve aleykümü’s-selâm Yâ Re-
sûlallah ve Yâ Seyyide’l-ümem» diye selâm aldılar.
Hazret-i Peygamber, hemen mihraba geçip, sabah namazının
iki rekât sünnetini kıldılar. Bana bir korku ve vücuduma titreme
geldi. Hazret-ı Peygamberin bütün görünüşüne baktım. Hılye-i Ha-
kâni’de anlatıldığı şekilde idi. Yüzündeki örtü al şal idi. Mübarek
sarığı oniki kolanlı ve beyaz şâş idi. Hırka-i şerifleri sarıya yakın
deve yünündendi. Boynunda san renkli sof şalı vardı. Mübarek ayak­
larına renkli çizmeler giymişti. Mübârek başlarındaki sarığı üzerin­
de bir misvak sokulmuştu.
Selâm verdikten sonra, bana bakıp sağ eli ile dizine vurup: «Ka­
met getir» dediler. Ben hemen Sa’d İbni Ebî Vakkas’ın öğrettiği gi­
bi segâh makamında «Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin
ve alâ âl-i Muhammed ve sellim aleyh» diye kamet getirip tekbir
ettim. Hazret-i Peygamber de segâh makamında hazin bir sesle Fa-
tiha-i Şerifi ve arkasından «Ve Vehebnâ...» aşr-i şerifini okudu.
Böylece bütün cemaate imamlık etti.
Selâm verdikten sonra, ben Ayete’l-Kürsî’yi okudum. Sonra Bi­
lâl «Subhânallah», ben «Elhamdülillah», Bilâl «Allah-ii Ekber» de­
yip Bilâl ile sırayla müezzinlik yaptık. Duadan sonra öyle bir sul­
tânı tevhid oldu ki, Allah aşkı ile kendimden geçip güyâ uykudan
uyanır gibi oldum.
Uykumu, kısacası, Ss’d İbni Ebî Vakkas’ın öğretmesiyle görevi
tamamladım, Hazret-i Peygamber, mihrab’da yanık bir sesle uzzâl
makâmmda bir Yâsîn-i Şerif, üç İzâ Câe suresi ve Muavvezeteyn
suresini tamamen okudu. Bilâl «Fâtihâ» dedi. Hazret-i Peygamber
mihrabda ayak üzere dururken, Sa’d İbni Ebî Vakkas hazretleri be­
ni elimden tutup Hazret-i Peygamberin huzuruna götürdü. Hz. Pey­
gambere: «—Sâdık âşıkın, müştak ümmetin Evliya kulun, şefâati-
ni rica eder» dedi. Bana da: «—Mübarek ellerini öp!» dedi. Ben o
an ağlamaklı oldum. Hz. Peygamberin mübarek ellerine küstahça
dudaklarımı kondurdum. Onun görünüşünden «Şefâat Yâ Resûlal-
lah!» diyeceğime, hemen «Seyahat Yâ Resûlallah» demişim. Hz. Pey-
E V LİY A ÇELEBİ SEYAHATNAM ESİ 15

gamber hemen tebessüm edip «Şefâati, seyâhat ve ziyareti sıhhat


ve selâmetle kolay eyle Yâ Rabbi» diyerek «Fâtihâ» dediler. Bütün
Sahabe-i kirâm Fâtiha’yı okudular. Ben bütün orada bulunanların
mübârek ellerim öperek, hayır dualarını alıp giderdim. Kiminin mü-
bârek eli misk gibi, kiminin amber, kiminin gül, kiminin sümbül,
kiminin fesleğen, kiminin zağferân, kiminin menekşe, kiminin de
karanfil gibi kokuyordu. Amma bilhassa Hz. Peygamber’in kokusu
zağferan ve kırmızı gül gibi kokuyordu. Sağ elini öptüğümde, san­
ki pamuk gibi kemiksiz bir et idi. Diğer enbiyânın mübarek elleri
ise ayva kokusu gibi kokuyordu. Hazret-i Ebâ Bekir’in eli kavun
kokusu, Hz. Ömer’inki amber, Hz. Osman’mki menekşe, Hz. Ali’nin-
ki yasemen, îmam-ı Hasan’mki karanfil, İmam-ı Hüseyin’inki beyaz
gül gibi kokuyordu. Allah onlardan râzı olsun.
Bu şekilde bütün cemaatin ellerini öptüm. Hz. Peygamber, son­
ra yine «Fâtiha» dedi. Bütün eshâb-ı güzîn }diksek sesle Sebü’l-mesâ-
nî (Fatiha)’yi okudular. Hz. Peygamber, mihrabdan «—Esselâmü
aleyküm ey kardeşler!» deyip camiden dışarı çıktılar. Bütün Sahâ-
be-i kirâm bana hayır duada bulundular. Hepsi camiden çıkıp git­
tiler. Hemen Sa’d hazretleri belinden ok mahfazasını çıkarıp benim
belime kuşattı ve tekbir getirip:
«—Yürü! Ok ve yay ile gazâ eyle. Allah’ın muhafazasında ve
emânetinde ol. Sana müjde olsun ki, bu toplulukta ne kadar ruhlar
ile görüşüp mübarek ellerini öptünse, onların hepsini ziyâret etmen
nasib olur, dünyayı gezer ve insanlar içinde tek olursun. Ama, ge­
zip gördüğün ülkeleri, kaleleri, beldeleri, nâdir eserleri, her ülkenin
güzel işlerini, yiyecek ve içeceklerini, topraklarının enlem ve boy­
lam derecelerini yazıp, güzel bir eser meydana getir ve âhiret oğ­
lum ol. Hak yolunu elden bırakma. Gönül huzursuzluğundan uzak
ol. Ekmek ve tuz hakkını gözet. Sâdık dost ol. Yaramazlarla yâr
olma. İyilerden iyilik öğren.» diyerek nasihatte bulundu ve ahum­
dan öpüp, Âhi Çelebi Camiinden çıkıp gittiler.
Ben şaşkın bir halde rahat uykudan uyandım. «Acaba, bu be­
nim halim midir, yoksa olan bir şey midir, yoksa güzel bir rüyâm
mıdır?..» diye düşünerek, içime bir rahatlık gelip gönlüme neşe doldu.
Sonra sabahleyin temiz bir abdest alıp, sabah namazını kıldım.
İstanbul’dan Kasımpaşa tarafına geçtim. Rü’yâ tabircisi İbrahim
Efendi’ye gittim. Rü’yâmı tâbir ettirdim. Bana, «Cihanı süsleyen ve
dünyayı gezip dolaşan bir seyyah olup, işin iyi bir sonuçla tamama
16 EV LİY A ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ

erip, Hz. Peygamber’in şefâati ile Cennet’e girersin» diyerek müjde


verip «El-Fâtiha» dedi.
Oradan Kasımpaşa Mevlevîhânesi Şeyhi Abdullah Dede’ye git­
tim. Ellerini öpüp rüyamı ona da tâbir etirdim. Bana, «Oniki ima­
mın elini öpmüşsün, dünyada himmet sahibi olursun. Aşere-i Mü-
beşşere’nin ellerinden öpmüşsün, Cennet’e girersin. Dört halifenin
ellerinden öpmüşsün, dünyada bütün padişahların şerefli sohbetle­
rine katılıp sevdikleri kimselerden olursun. Mademki Hazreı •، Pey­
gamberin temiz yüzlerini görüp mübarek ellerini öperek ha>u du­ ٠

asını almışsın, iki cihanda saadete erersin. Sa’d İbni Vakkas’ın na­
sihati üzere önce bizim îstanbulcağızı yazmaya başlayıp, var kuv­
vetini sarf eyle, ‘El-mukadderu kâin’ fehvâsınca sana takdir olunan
nasibin elbette gelir.» deyip, bana yedi ciltlik güvenilir tarih kitabı
verdi. «—Yürü! İşin rastgele. El-Fâtiha» diyerek hayırlı duada bu­
lundu.
Sonra, minnetsiz evimiz olan kulübemiz de kitap hâzinesine
sahib oldu. Bazı tarihleri inceledim. Doğum yerimiz olan, hüküm­
darların özlemini duydukları ve feleklerinin deniz limanı olan Ma­
kedonya vilâyetinin en sağlam kalesi bulunan İstanbul’un yazılma­
sına başladık.
Âlemlerin sahibi olan Allah’a hamd, şükür ve kıyas edilmeye­
cek kadar sayısız senâlar olsun ki, «Kün» (Ol) hitâbı ile bu yeryü­
zünü, gökleri ve bütün kâinâtı yok iken var etti. O Allah’ın istedi­
ği ve sevgilisi olan Muhammed Mustafa üzerine sonsuz dua olsun
ki; kaleler fatihi, fâtihlerin hayırlısı ve eshâbı üzerine olsun ki; mü­
câhitlerin hayırlısı ve şer’-i mübînin vârisidir ki onlar Mekke, Hay-
ber, Bedir, Huneyn ve birçok kalelerin fâtihleridir; bu fetihlerden
sonra Yemen, Mısır, Şam ve İstanbul hakkında ümmetlerinin gay­
reti için nice hadis-i şerifler buyurmuşlardır. Biri, «Letüftehanne’l-
Kostantiniyye veleni’me’l-emîrü emîrühâ veleni’me’l-ceyşû Zâlîke’l-
ceyş...» dir. Bunun gibi daha nice hadisleri eshâbdan Muaviye haz­
retleri, Hâlid îbni Velid, Ebâ Eyyûbe’l-Ensârî ve Abdülâziz hazret­
leri dinleyip, «A, İstanbul’u fetheden biz olaydık» diyerek, Rûm’u
fethetmeye çalışmışlardır. Birkaç defa eshab-ı kirâm, İstanbul’u ku­
şatmışlardır. İnşaallah-ü teâlâ, bu kuşatmaları genişçe anlatmak na-
sib olur. Önce, Hazret-i Âdem’den sonra İstanbul’u ilk kuranı bil­
direlim.
BİRİNCİ FASIL

BÜYÜK BELDE ESKİ ŞEHİR


İSTANBUL ÜN TAMİRİ HAKKINDADIR

SMANLI Devleti’nin hükümet merkezi ve Y u n a nlıların tahtı

O Makedonya yani İstanbul şehrinin Hz. Süleyman tarafından


kurulduğuna dair birçok tarihlerde kayıt vardır. Kur’an-ı Ke-
rim’de fethi tarihini «Beldetün tayyibetün» olarak bulmuşlardır. «Elif
lâm mim gulibeti’r-Rûm...» dan murad İstanbul’dur, demişlerdir. Ba­
zı tefsirciler de «Beldeler arasında onun gibisi yaratılmadı» sözün­
den Makedonya Kalesinin kasdedildiğini söylerler. Kısacası, gulgu-
le-i Rûm, tantana-i Rûm, vevele-i Rûm, debdebe-i Rûm ve galebe-i
Rûm öyle bir ülke ki, yeryüzünde eşi yoktur.
Yunan tarihleri ve diğer tarihçiler İstanbul’un kuruluşu hakkın­
da hepsi aynı düşüncededirler. İshak kavline göre, Peygamber efen­
dimizin doğumundan 1600 sene önce, Davud oğlu Hz. Süleyman (1)
Aleyhisselâm kafdan kafa, ins ve cinlere, vahşî hayvanlara ve kuş­
lara hükmetti. Ama Batıda Okyanus denizinde Ferenduz adlı bir
adada, Sidon (2) adında büyük nam kazanmış bir padişah vardı. Ga­
yet gururlu idi. Hz. Süleyman’a itaat etmeyip, başkaldırmıştı. Hz.
Süleyman yer götürmez bir ordu ve büyük hayvan sürüsü ile Sidon
Şah’m üzerine gitti. Sidon’un bütün ülkesini harab edip, halkını esir
etti. Sonra hükümdar Sidon yakalanıp Hz. Süleyman’ın huzurunda
ateşte yakılarak öldürüldü.
Fakat Sidon’un yeryüzünde benzeri olmayan peri yüzlü, melek
görünüşlü, çok güzel bir kızı vardı. Hz. Süleyman o kızı, ganimet
olarak aldı ve onunla evlendi. Zira o sırada Hz. Süleyman bekâr idi.
Yemen diyarında Seba melikesi Belkıs, Bursa nâhiyelerinden Aydın­
cık denilen yerde vefat etmiş (3) ve Süleyman Peygamber yalnız
(1) Davud oğlu Süleyman (A.S.) Milâd'dan (962-1001) yıl önce yaşamıştır.
(2) Şimdi «Sayda» denilen şehir. Eskiden (Balık avı yeri) mânâsına gelen
(Sidon) adı ile meşhur bir Fenike şehri idi.
(3) Belkıs’m mezarı Tüdmür sûrunun altında olduğu ve hattâ Hz. Ömer’in
halifeliği zamanında yapılan onarımda nâşının ortaya çıktığını bazı tâ­
rihler bahseder.
Evliya Çelebi I.II. F : 2
18 EV LİY A ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ

kalmıştı. Bunun üzerine Sidon’un kızı Aline ile evlenip, onu Rume-
line götürmüştü. Kız, şeytanın aldatmasıyle daima ağlar idi.
Hz. Süleyman, bu kötü talihli kızın perişan halini sorduğunda
kız: «—Ey Allah’ın emini! Dilerim ki benim için bu yerde büyük
bir saray yapıp, geri kalan ömrümü daima onda ibâdet ederek ge­
çireyim. Babamın resmini yaptırıp, gözüm ona iliştikçe ağlamaktan
vazgeçerim» diyerek ricalarda bulundu. Hz. Süleyman kızın ricası­
nı hemen kabul etti. Bütün insanlara, cinlere ve perilere emir ver­
di. Makedonya diyarında yani Rumeli’nde Filibe, Edime, Islâmbol
ve İzmid’de suyu ve havası güzel yerleri gezerek yedi günde gelip
Hz. Süleyman’a haber verdiler. Sonra Hz. Süleyman Atina’ya gel­
di. Orada «Temâşâlık» adında bir güzel köşk yaptırdı. Hâlâ bu bi­
nanın kalıntıları vardır. Görülmeye değer bir yerdir ki, insanın ak­
lını alır.
Atina’dan İslâmbol’a geldi. Hâlâ Hünkâr bahçesi —ki Saraybur-
nu denilen yerdir— denilen yerde çadırını kurdurdu. Bir gece uyur­
ken rüyâsında orada büyük saray ve güzel köşkler yaptı ki, dillere
destan olup «Dünya var oldukça mamur ve şenlik ola» diye Islâmbol
toprağı için hayır dua etti.
Meğer talihi kötü kız, babasının resmine gizlice tapımrmış. Hz.
Süleyman bu durumu öğrenince kızı, babası gibi öldürdü.
Sonra, Süleyman Peygamber, Saraybumu’nda o büyük eserleri
olduğu gibi bırakıp Arz-ı Mukaddes, (Filistin)’e gitti. Orada Hz. Da­
vud’un yapmaya başladığı Mescid-i Aksâ’yı tamamlarken vefat et­
ti. Babalan yanında Kudüs-ü Şerifin kalesi dışında bir büyük tek­
kede defnedilmiştir.
Sonra Hz. Süleyman’ın oğlu Ruhbaam, Yunanistan’a kadar hü­
kümdar oldu. İstanbul’da, babası Hz. Süleyman’ın yaptırdığı bina­
lardan başka nice binalar yaptırdı. Burayı Hükümet merkezi yaptı.
Hz. Süleyman’ın dini üzere 240 sene (4) hükümdarlık yaptı. Bu me­
lik Süleyman oğlu Ruhbaam’dan tshak oğlu Muhammed’in sözüne
göre, Hz. Peygamberin doğumuna kadar 1600 yıl geçmiştir. Sonra
bu dahi vefat edip, Kudüs’ü şerif yakınında Hz. İsa’nın doğduğu yer
olan Beyt-i Lahm tarafında büyük bir mağarada defnedilmiştir.
Ondan sonra üçüncü kurucu olan Madyan oğlu Yanko hüküm­
dar oldu ki, Hz. Adem’den 4600 yıl sonrasına raslar. İstanbul’u bu
hükümdar kurdu. Bunun hükümdarlığı Iskender-i Rumî’nin doğu.،

(4) Elde bulunan Tevrat nüshası Ruhbaam’ın hükümdarlığını 17 yıl olarak


gösteriyor.
E V LİYA ÇELEBİ SEYAHATNAM ESİ 19

. mundarı 430 yıl öncedir. Büyük İskender’in zamanından Hz. Peygam­


berin doğumuna kadar 882 yıl geçmiştir. Madyan oğlu Yanko, Ame-
lika oğullarındandır. ‫؛؟‬oyu, İshak Nebi Ays’a varır. Bir söylentiye gö­
re kısrakdan doğduğu için (5) Madyan oğlu Yanko derler. Yunan Be-
tâlise’sinin ilkidir (6). Yeryüzünü idaresi altına alan dört hükümdar­
dandır. Bunların ikisi mü’min, ikisi batıl dine mensuptur. Birinci­
si Hz. Süleyman, İkincisi İskender Zülkarneyn’dır ki, buna da nebi
derler. Batıl dinlere hıensub olanlar da Buhtunnasr ile Madyan oğ­
lu Yanko’dur. Yanko, 600 yıl yaşamıştır. Yeryüzünde şehirler kur­
maya meyilli idi.
Yanko’nun kardeşi Yunan Tarihi sahibi Yenvan’dır. Kudüs kay­
seri idi. Kayserlerin ilki bu Yenvan’dır. 520 yıl kayserlik yapmıştır.
Bazan Filistin’de, bazan Makedonya’da —ki Rumeli’dir— hükümdar­
lık yapar idi. Allah’ın hikmeti bir gün bu Madyan oğlu Yanko, eğ­
lenip içki içmiş ve kendinden geçmiş bir vaziyette yatarken, sabah­
leyin tahtı ile kendisini Saraybumu denilen yerde bulmuştur. Ni­
ce günler orada kalmıştır. Bütün vezirleri ve vekilleri ile yakın adam­
ları başına toplanmışlar, İstanbul’un Saraybumu semtinin suyun­
dan ve havasından hoşlanmışlar ve burada bir kale yapmaya karar.
vermişler. Zira bu Madyan oğlu Yanko cesur bir hükümdar idi. Bü­
tün Yunanlılar buna ikinci Süleyman derler. Bunun hükümdarlı­
ğı zamanında Kürdistan’dan Buhtunasr (7) , Yahyâ dini üzere ayak­
lanıp, Yahya’nın kanı için Filistin, Haleb, Şam, Taberistan, Aska-
lân, Harran ve Mısır’da yetmiş aded şehri harab etmiş, yediyüz-
bin Benî îsrâili öldürmüştür. Ayrıca Hz. Eremya ve Danyal’ı Sa-
fed şehrinde esir etmiş, hesapsız mal ve hâzineleri toplayıp, Mad­
yan oğlu Yanko’ya karşı isyana girişmiştir. Yanko bunu haber alın­
ca, kardeşi Yenvan’ı Buhtunasr üzerine deniz misali asker ile gön­
dermiştir. Kendisinin başveziri olan Kantor’u ikiyüzbin asker ile de
öncü olarak gönderdi. îki ordu Karaman sahrasında savaşa girişti.
Allah’ın hikmeti Buhtunasr yardım alamadığından yenilgiye uğra­
dı. Elindeki bütün mallar alınıp Yanko’ya getirildi. Bu mallar ile
Yanko, «Hz. Süleyman’ın binası ve makamıdır» diye İstanbul’un su­
runa başladı. Kardeşi Yenvan da Yedikule’yi yaptırmaya başladı.

(5) Kısraktan doğmuş olmasından maksat, doğrudan doğruya kısraktan doğ­


duğu değil kısrak südü içmiş olmasıdır.
(6) Mısır’daki Betâlisenin birincisi olup (Soter) lakabı ile bilinen zat, M.Ö.:
285 tarihinde hükümet etmiştir. Betâlisenin İstanbul’a hizmetleri y o k
tur.
(7) M.Ö. 667-647 yıllarında Bâbil ve Ninova’da hükümdarlık yapmıştır.
20 E V LİY A ÇELEBİ SEYAH ATN AM ESİ

Silivrice veziri Silivri kalesini, Burgazıca veziri Burgaz kalesi­


ni, Boğados veziri Boğados kalesini, Erekliye vezir Erekli kalesini,
iki kardeş vezirler Çekmece kalelerini, Terkozice veziri Karadeniz
boğazı yakınında Terkos kalesini, Karadeniz’in son bulduğu yerde
Yoruz adlı patrik Keşiş Yoruz kalesini —ki hâlâ Kavak adlı kasa­
banın hizasında Yoruz adiyle meşhur kaledir— yaptılar. Velhâsıl,
"bütün yedi bölgede yediyüz veziri vardı. Hepsine haber gönderip
İstanbul’u —ki Makedonya kalesidir— onlara nasıl inşa ettirdiği,
inşallah sırası geldikçe anlatılır.

İKİNCİ FASIL

KARADENİZ’İN FETHİ BEYANINDADIR

EYET ilmi (Astronomi) ne sahip olan tarihçilerin güvenilir


sözlerine göre Karadeniz, Nuh tufanının karanlık sularından
kalmış derin bir denizdir. Derinliği seksen kulaçdır (8). Tu­
fandan önce Akdeniz’e dökülmeyip, İstanbul yakınında şimdi Ka­
radeniz boğazı olan yerde son bulur idi. O asırda Macaristan’da Sa-
lanta sahralarında, Dobricin, Gec, Kemit, Kintos ve Peşte sahrala­
rı; Siram ve Semendire vadileri hep Karadeniz olup, Venedik kör­
fezi sahilinden Dorişte vilâyetinde Karadeniz’in Venedik körfezine
karıştığı yerler halen görülmektedir. Hattâ Silistre eyâletinde Pre-
vadi’nin kalesi —ki başı göklere uzanan yüksek bir kaledir— o asır­
da deniz kenarında imiş. Hâlâ gemileri bağlamak için demir hal­
kalar vardır. Eski zamanda gemi küpeşteleri ve bodoslamalarının
kayalara vurarak parçalandıkları yerler açıkça görülmektedir.
Karadeniz’in bir alâmeti de, Kırım Adası’nın içinde Bahçe Sa­
ray’a bir merhale yakınlıkta Menküb kalesi denilen, surları göğe
doğru yükselmiş olan yüksek bir kaledir. Onda da gemilerin yana­
şacağı limanlar ve kayalar üzerinde gemi bağlamak için yerler var­
dır.
Kırım Adası, Heyhat sahrası, Kıpçak stepi ve bütün Sakâlibe (9),

(8) Boğaz’ın sonradan çeşitli etkilerle açıldığı zamanımızda kabul olunur.


Karadeniz’in Hazar denizi ile birleşik olduğu da eski eserlerle tesbit
olunmuştur.
(9. İ‫؛‬:lavlara Arapların verdiği isimdir.
E V LİY A ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESÎ 21

baştanbaşa Karadeniz imiş ki, bir kı mı da Hazer Denizi’ne yani


٩

Keylan ve Demir Denizi’ne dökülürmüş. Hattâ ben, İslâm Giray Han


asrında, Rus seferine giderken, Tatar askeri düşman avcılığı ile Hey­
hat sahrasında Kemeli ve Biym ve Eşim denilen yerlerde Fistan’a
varıp durduğumda, bir milyon rüzgâr kadar süratli arap atlarına
su vermek için eşmeşler kazmakta iken çıkarılan sularda deniz hay­
vanlarının kalıntılarını görmüştüm. Meselâ yengeç, kerevit, midye
ve istiridye gibi hayvanların kabukları çıkarılmıştı. Bundan anla­
şılıyor ki, Heyhat vadisi eskiden Karadeniz imiş. Ayet: înnalahe Alâ
külli şey’in kadir (Allah her şeye kâdirdir).
Sonra, yeryüzünün sahibi, dilediğini yapan Allah, yeryüzünü bu­
günkü şekline koymak için İskender Zülkarneyn’i yarattı. Zira (Al­
lah bir şeyi isterse, sebeplerini hazır eder) âyeti üzere, Hz. Âdem’in
dünyaya gelişinden 5079 yıl sonra yeryüzünde İskender Cihangir pa­
dişah oldu. Bütün hükümdarlar ona. itaat ettiler. Fakat Yunanlı­
ların Makedonya ve İzmirne sahibi Kaydefe (10), İskender’e itaat
etmeyip, kuvvetli bir hasım oldu. İskender, Kaydefe’ye bir türlü
galip gelemiyordu. Sonunda İskender, seyahat maksadiyle gizlice
Kaydâfe’nin ülkesine ayak bastı. Kaydâfe’nin divanına girdi. Onun
hal ve hareketini perde arkasından tetkik ederken, Allah’ın hikme­
ti, Kaydâfe’nin askerleri İskender’i .tanıdılar. Onu yakalayıp Kay­
dâfe’nin huzuruna getirdiler. Kaydâfe, daha önce İskender’in res­
mini yaptırmış olduğundan, onu hemen tanıdı ve hapse attırdı. İs­
kender, uzun zaman hapiste kaldı. Sonra Kaydâfe, İskender’i ha­
pisten çıkarttı. Kendisi ile savaş etmiyeceğine ve kılıç çekmeyece­
ğine dair İskender’e yemin ettirip serbest bıraktı.
İskender, oradan Elbürz dağı eteğinde hükümet merkezi olan
Irak Daviyân’a geldi. Bütün bilginleri toplayıp bir görüşme yaptı.
Vezirleri: «Pâdişâhım, Kaydâfe denilen o kadının ne haysiyeti ola!
Denizler gibi asker ile üzerine gidip vilâyetini harab edip, halkını
kılıçtan geçirip, ciğerlerini kebab edelim» dediler. İskender onlara:
«Kerim olan verdiği sözünde durur, Kaydâfe beni hapisten çıkar­
dığında, üzerine asker göndermemeye ve kılıç çekmemeye söz verip
yemin ettim. Buna bir çare verin ki, Kaydâfe’den intikam alalım»
diye cevap verdi. O anda hemen Hz. Hızır baş kaldırıp «Ey İsken­
der! Eğer Kaydâfe’den intikam alalım dersen, savaş yapmaya bile
lüzum yok. Hemen Karadeniz’i Makedonya yakınından kesip, Ak-

.10) İzmir civarındaki kale kalıntıları bu kaleye atfedilir ki, halk arasında
Kadifekale denilir.
22 E V LİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

deniz’e akıtalım. Kaydâfe’nin bütün ülkesini suya boğar ve intika­


mım alırsın. Böylebe ettiğin y.min ve verdiğin sözünde de durmuş
olursun.» dedi. İskender’in bütün bilginleri: «Allah mübarek eyle-
ye, Allah’ın ilhamı ile en güzel plân bu ola» diyerek karar verdi­
ler. Derhal bilginler, hocalar ve mühendisler Karadeniz ile Akde­
niz’in yüksekliğini ölçtüler. Karadeniz daha yüksek idi. Yediyüzbin
dağ deviren işçi toplandı. Karadeniz’in suyunun kesilmesine baş­
landı. Bütün bu işlere Hz. Hızır bakıyordu. Zira İskender ordusu­
nun içinde bulunuyordu.
Hızır’ın doğumu hakkında çeşitli görüşler vardır. Nebi diyen­
ler çoktur. İskender ile karanlıklara vanp, âb-ı hayatı. (Hayat suyu
= ölümsüzlük) içmek Hızır'a nasib oldu. Hâlâ zinde durumdadır.
Hz. Musa ile arkadaş olduğuna dair Kur’an-ı Kerim’de âyet var­
dır. (Kale hâzâ...) âyeti buna kesin delildir. Hâlâ deniz işlerinde
görevlidir. Karadeniz’in Akdeniz’e karıştırılmasına sebeb, Hızır Ne­
bi olmuştur. Netice olarak deniz gibi asker ve amele ile Karade­
niz’in suyunu keserken, işin sonuna yaklaşıldığında, Hızır’ın fikriy­
le mü’minlere zulüm edip ücretleri- keser, kâfirlere kolaylıklar ta-
nıyip, yevmiyelerini, peşin verirlerdi. Bu çalışma, üç sene sürdü. Ka­
radeniz yol bulunca, bütün kâfirler suda boğuldular. îman sahibi
olanlar *zarar görmedi. Kaydâfe’nin şehirlerinden Makedonya’yı, Es­
ki İstanbul’u, Yoruz kalesini ve yediyüz kadar şehri su basıp Kay­
dâfe’nin askerinden bir kişi bile kurtulamadı.
Beyit:
Fırsatında düşmana veren âmân
Kaydâfe gibi oliser bî-güman
Ammâ o asırda Karadeniz ile Akdeniz arasında binlerce köy
ve kasaba ve büyük şehirler vardı. İstanbul’un Sarayburnu ile Üs­
küdar arasında Makedonya şehri vardı. Yediyüz (sıcak su) ılıcalı
büyük bir şehir idi. Suda kaybolmuş, Büyük İskender de böylece
Kaydâfe’den intikam almıştı. Sarayburnu’nda Makedonya şehrini
hemen onarmaya başladı. O zamandan beri Macar ülkeleri Sirem
ve Semendire sahraları, Leh, Çeh, Kırım, Kamer el-Kam, Kıpçak
ve Heyhât vadileri denizden uzaklaştı. Hepsi İrem bahçeleri gibi
gönül açıcı yerler oldu. İnsanoğlu ve hayvanlar için otluk ve ekilir
yerler oldu.
Büyük İskender, Makedonya’yı hükümet merkezi yaptı. Sonra
yine Allah’ın emri ile Akdeniz’in Septe boğazı olan yeri de açıp,
E V LİY A ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ 23

Akdeniz’i Okyanusa akıttı. Yunanca’da Okyanus denizi derler. Arap


dilinde Muhit (Bahr-i Muhit) denizi denir.
Bazıları da Umman denizi (11) derler ki, bu denizin geçmişi­
ne hiç kimsenin aklı ermemiştir. Amma Akdeniz ile Karadeniz ara­
sını anlatalım.

ÜÇÜNCÜ FASIL

AKDENİZ ÎLE KARADENİZ ARASI BEYANINDADIR

LLAH’IN hikmeti, : ; ; ; ^erme

A‫ت‬
‫ا ا‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺟﻞ‬ ; ‫ﺀ‬ ‫ال‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺛ‬ ٤‫ و‬٩ ‫ا‬ ‫ج‬ ‫ﻣ ﺈ‬ ‫ا ه‬

iToğazına ka^r K^radeniz^ir.ristanbuTdanZGelibolu Bo-


ğazı'na kadar Rûm (Marraara) denizidir. Küîde'1-bahreyn (Kilidba-
hir)'den —ki, fetihlerin babası Sultan Mehmed Hân yapısıdır a§a- ١

gısı Akdeniz .la.


Amma 'ben bilgisi az', hakir, Karadeniz ile Akdeniz'in arasım ni-
ce dostlar, ilim sahipleri ve seyyahlar ile giizel bir havada, kayık-
larla, İstanbul'un Yedikule burnundan Üsküdar tarafında Kadıköy
denilen semtin Kalamış burnuna kadar denizde gezip etrafı seyret-
tim. Allah'ın emri ile Yedikule burnundan Kalamış burnu'ha vann-
ca, deniz üzerinde kırmızı bir ‫ ؟‬izgi ‫ ؟‬ekilmiştir ki, sanki kudret eli"
nin çizgisidir. Bu ‫ ؟‬izginin kuzey tarafı İstanbul'a doğrudur ki, Ka-
radeniz'dir. Yine bu ‫ ؟‬izginin giiney tarafına aşağı. (Kızıl Adalara)
ve diğer adalara d o ^ ı ‫ ؟‬ivit renginden beyaz olmak iizere Akde-
niz'dir. Bu iki ayn renk'li denizin arasında bir kırmızı perde ‫ ؟‬ekil-
miştir ki, Allah'ın bir yapısıdır. Burası yine deniz iken sekiz riiz-
gârın esmesinden değişmesi ihtimali yoktur. Ancak lodos rüzgân
Marmara adalarından doğru esip geldi'gi zaman, bu ‫ ؟‬izginin rengi
ve iki denizin aralan denşir. Durgun havada nice kaptanlara ben
bu yeri gösterdiğimde hepsinin hoşuna gitmişti. Allah'ın hikmeti,
hu ‫ ؟‬izginin Karadeniz tarafı az tuzlu, Akdeniz tarafı ise acıdır. Bo-
ğazın Hisardan sonrası da acıdır. Okyanus denizi de acıdır. Fakat

(11) Umman denizi, Hint Okyanusundan aynimi? olup kısmen Arap yanm-
adaşını çevreleyen ikinci derece bir denizdir. Lâkin tariften anlaşılan,
müellifin Umman olarak açıkladığı deniz, bugünkü Atlas Okyanusudur.
Bizim dediğimiz Umman değildir.
24 E V LİY A ÇELEBİ SEYAHATNAM ESİ

Kulzum denizi —ki Süveyş denizidir— Allah korusun yılan zehiri


gibidir. Karadenizin balıklan kadar hiçbir denizin balığı lezzetli de­
ğildir. Özellikle İstanbul Boğazı’nda olan lezzetli balıklar sanki îsa
sofrasıdır. İstanbul Boğazında Akdeniz ile Karadeniz birbirine ka­
rıştığı için, tarihçiler bu boğaza Merce’lbahreyn derler.
İskender, İstanbul’u yeniden onanp güzelleştirdikten sonra öm­
rü yetmedi. Hz. Peygamberin doğumundan 883 yıl önce vefat etti
(12). Sonra Hz. Peygamberden 700 yıl önce büyük bir deprem ol­
du. İstanbul baştanbaşa harab oldu. Binlerce kişi öldü. Makedonya
şehri kırk yıl harab bir halde kaldı.
Sonra şehrin beşinci defa yapıcısı Madyan oğlu Yanko, Pozan-
tin(13) adlı kraldır. Engerus (Macar) ülkesinden kâfir ordusu ile
İstanbul’a gelip, «Babamın kurduğu şehir ve tahtıdır» deyip, Ma­
kedonya şehrini yeniden tamir edip hükümet merkezi yaptı. Yan­
ko Pozantin yüz sene yaşadı. İstanbul’u öyle güzelleştirdi ki, yalnız
patrik ve rahiplerden yüzbine yakın kimse vardı. Onun için İstan­
bul'un bir adı da Pozanta’dır. Pozantin de Tuna nehri buzu üze­
rinde at ile geçerken buz kırılmış, ömrü de buz gibi kırılıp erimiş
oldu.
O yıl yine bir zelzele oldu. İstanbul harab oldu. Yalnız Hz. Sü­
leyman’ın yapısı olan köşk ile Ayasofya Camii yerindeki mabet kal­
dı. Şehir yetmiş sene bu halde kaldı. Sonra altıncı kurucu olan Rum
Kayseri şehri onardı ki, ondan sonra İstanbul’un Fâtih Sultan Meh-
med tarafından fethine kadar 2288 yıl geçmiştir.
Bu kayser, Hz. Ömer’in halifeliği zamanında Antakya, Hâleb,
Şam ve Kudüs’e sahip olan Herakil (Kerakl) değildir. Onlar nice
kayserlerdir. Hepsi yirmibi*. adeddir. Fakat İstanbul’u yenileyen kay­
ser Rum’dur. Kayseıi, Niğde ve Konya’yı o kurmuştur. Yunanlıla­
rın büyük krallanndandır. İstanbul’da Fethiye Camii yakınında gü­
zel bir kilise yaptırmıştır. O kilisede tarihi bulunmaktadır:
Ondan sonra Makedonya şehrinin kurucusu hakkında bütün ta­
rih öncülerinin bildirdiklerine göre, İstanbul surunun ve Ayasofya’-
nın yapılışı şöyledir:
Kral Yenvan zamanında Tuna nehri ilk defa baharda taşmış­
tır. Demir kapı ve Tahtalı sedlerine yüklenen sular Demirkapı’dan

(12) Büyük İskender, M.Ö. 356 - 323 yıllarında yaşamıştır.


(13) Bu isim asıl İstanbul’un kurucusu olan Yunan’da «Meğere Kralı» (Bi-
zantiyan - Bizans) ın adından bozmadır. Bu kral. İstanbul’u M.Ö. 668
yılında Saraybumu civarında kurmuş ve kendi adını vermiştir.
E V L İY A ÇELEBİ SEYAH ATN AM ESİ 25

içeri girip tâ İstanbul içine girmiş, Yenibahçe’den ve Aksaray sem­


tinden akıp İstiridye kapısı —ki bugün Langa kapısıdır— tarafın­
dan Akdeniz’e dökülmüş.
O sırada İstanbul’u tamir eden kral Vizondan (14), Kudüs kra­
lını ziyaretten geldiğinde, amcası Koca Yenvan, Kral Vizon’u kar­
şılamak için Üsküdar’a geçmiştir. Kral ile karşılaştığında Vizon­
dan: «Ey amcam, şikâyet ettiğin Tuna nehrini ne yaptın?» diye sor­
muş, Yenvan: «Kralım, sayende Tuna nehrini avrat gibi saçından
sürükledim, Makedonya içinden halen akmaktadır» diye gururla ce­
vap vermiştir. O an Allah’ın emri ile Tuna nehri hemen geri doğru
akıp, geçtiği yerleri harab etti, önce Varna ile Prevadi yakınında
«Tuna değirmenleri» denilen yerden patlak verdi. Büyük bir pınar
meydana çıktı. Hâlâ büyük değirmenleri döndürür. Dobrice halkı
orada buğday öğütürler. Bu sebeple Tuna değirmenleri diye meş­
hur olmuştur. Oradan Tuna’nm bir pınarı da Kırkkilise şehrine ya­
kın Bene kasabasından ve Pınarhisar kalesinin kayaları arasından
doğmuştur.
Tuna’nın bir kolu da Büyükçekmece ve Küçükçekmece göllerin­
den çıkıp Rum (Marmara) denizine karışır. Bu anlattığımız yerler­
den akan tatlı suların Tuna’dan olduğuna dair şunu söyleyebiliriz:
Tuna’da yetişen Morine ve Mersin balıkları ile ustuka ve çıka ba­
lıklan sadece Tuna nehrine ait iken, sözünü ettiğimiz pınarlarda ve
Çekmece haliçlerinde de çıktığı görülmüştür.
Yıldmm Hân Niğbolu ve Fethü’l İslâm’ı (15) fethettiği zaman,
Tuna nehrinin İstanbul’a aktığına dair bahsi geçmiştir. Demirkapı’-
dan saman ve kömür döküp Tuna değirmenlerinden, Pınarhisar.dan
ve Çekmece göllerinden de saman ve kömür çıktığı Tuhfe adlı tarih
kitabında anlatılır. Hattâ Sultan Ahmed Hân’ın kızının oğlu Süley­
man Beyle İstanbul ile Çatalca arasında Azadlı adlı köydeki yük­
sek kayaların delindiği yerlerde dolaşırken, Tuna nehrinin aktığı
yerlerin izlerini görmüştük. Meşaleler yakıp atlarımız ile o mağa­
raların içinde bir saat kadar kuzey yönüne doğru gidip gördük. İçe­
rideki güvercin büyüklüğündeki yarasalardan ve pis kokulardan do­
layı geri dönüp dışarı çıktık.
Eğer Osmanlı Devleti Sultanları gayret etse, az para ile Tuna
nehri yine Yenibahçe ve Aksaray içinden akıtılır idi.

(14) (Vizandiyon) yani yukarıda ilk kurucu olarak gösterdiğimiz (Bizans)


olacak.
(15) Sırbistan’da Tuna’ya yakın yerde ve Romanya hududu karşısmda bir
şehir olup, şimdiki ismi Kladova’dır.
26 E V LİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ

Sonra bu Tuna’dan yardım görülmeyince Kral Vizondon, İstan­


bul’a su getirmek için, su kemerleri (16) yaptırarak tatlı bir suyu,
usta mühendislere bol para verip Kırkçeşme kemerleri ile İstan­
bul’a getirtti. Kırkçeşme’den başka üçbin çeşme daha akıtıp İstan­
bul’u güzelleştirdi, şenlendirdi. Öyle ki: Yanko, veziri Kantora’nm
yaptığı Yedikule’den tâ Sarayburnu kalesine gelinceye kadar, geniş
yolun iki tarafında süslü billûr iskemleler üzerinde, yaldızlarla kap­
lanmış kat kat kuşaklı siyah adamları ona selâma durup el bağlar­
lar idi. Yüzbin piyâde süslü taçlı askerler de önü sıra saf saf olup
merasimle geçerlerdi. îkiyüz bin süvari askeri de merasime katılır­
dı. Bu derece gösteriş sahibi bir kimse idi.
Onun da devri son buldu. Yerine oğlu Ya’fur kral olmuştur.

DÖRDÜNCÜ FASIL

İSTANBUL’UN DİĞER KURUCULARI

A’FUR kendi başına padişah olduğunda, çok para harcayıp


veziri (Revende) nin plânı, hâkimler ve mühendislerin göster­
diği yolda, Sarayburnu denilen yerde, deniz üzerinde 366 adet
tuzak yaptırdı. Her gün bir tuzak çalışırdı. Deniz dibinde olan ba­
lıklar kenara çıkardı. Bütün halk hergün balık avlayıp geçinir­
lerdi. ٠

O kadar tuzak da karada birer tepe üzerine yaptılar. Meselâ,


Avratpazarı’ndaki dikili taşta Madyan oğlu Yanko’nun Hindistan’a
giden askerinin muhteşem alayını açık açık görmek mümkündür. O
taşın içini oydular. Minareye çıkar gibi papazlar çıkıp, İstanbul’a
bir asker geldiğinde çan çalarlardı. Hemen bütün ordu hazır vazi­
yete geçerdi. Bunlardan başka böyle binlerce garip eserler ve tuzak
yerleri yaptırmıştır. Bunlar inşallah yeri gelince ayn ayrı anlatıla­
caktır.
K ısacası, K ra l Ya’fûr, İsta n b u l’ u ö y le gü zelleştirip şen len dirdi

(16) Su kemerleri, yani Bozdoğan kemerleri, M. 117-137 senelerinde hükü­


met eden Hadrian tarafından başlanmış; M. 364-378’de İmparator Va-
lans tarafından tamir olunmuştur. Rum tarihlerinde onun adına nisbet
olunur. Bir defa da M. 257-565’de Jüstinyanus tamir etmiştir. Son ola­
rak Kânunî tamir ettirmiştir.
E V LİYA ÇELEBİ SEYAHATNAM ESİ 27

ki, sanki Cennet bahçesinden bir köşe idi. Bu da sapıklık yolunda


ölüp gitti.
Ya’fur’un yerine Tekfur adında biri kral oldu. Tâ beşbin yedi-
yüz elli senesine.gelinceye kadar nice kayser, betâlise, patrik ve
keşişin hükümet merkezi ve karargâhı oldu. Makedonya şehrini her-
gün biraz daha güzelleştirdiler. Yüzlerce sene hükümdarlık yaptı­
lar.
Sonra sözü edilen tarihte, îspani (17) diyarında Rim Papa adiy­
le şöhret bulan ülkenin kralı frenk hakimidir. îmâret ve genişlik­
te yedi hisar örnektir. Ülkelerine Merrene-i Kübrâ derler. Bu kâ­
fir ülkesinden Kostantin adında bir hükümdar çıktı. Doğu, batı,
güney ve kuzey, velhasıl yedi iklim hükümdarlarını idaresi altına
aldı. «Yalnız Makedonya şehri kaldı» diye meliklerin hasretini çek-
٠ tiği İstanbul’u almak için teşebbüse geçti. O büyük sur üzerine Af­
rika ülkelerinden ve Makedonya ülkelerinden yüzbin asker topladı.
Karadan ve denizden deniz misâli asker ile Makedonya’ya geldi. Kos-
tantin’i, karada Silivri tarafından kuşattı. Denizden bin parça ge­
mi ile Ceneviz kralının (Dali) yardımını alarak kuşatma yaptı. İs­
tanbul’u yedi ayda zorla ve güçle aldı. Silivri’den Terkos kalesine
kadar uzanan yedi kat germe kale duvarlarını, burç ve kulelerini
harâb etti. Bütün kötü renkli frenk Galata’yı merkez edindi.
Sonra Kostantin, İstanbul’u başka şekilde yapmaya başladı. Böy-
lece İstanbul’un dokuzuncu kurucusu oldu. Bütün malını mülkünü
harcayıp, şehri surla ve kulelerle çevirip tâmir etti. Şehri bu güzel
şekle soktuğu zaman, Hz. İsa ile Hz. Muhammed’in zamanının ara­
sına raslar.
Frenk ülkesinden tâ İran’ın yani Acem diyarının sınırlarına ka­
dar hükmeder oldu. Mesih din ve milletinin kuvvetlenmesi için ni­
ce sağlam binalar ve eserler yaptı.
Bu eserlerin hepsinden güzel ve büyük bir eser yaptı ki, dille­
re destan, görülecek bir kiliseydi. Adına Azrâil (18) derler idi. İs­
tanbul’un tam ortasında yapılmış, eşi olmayan bir kilise olup, için­
de oniki bin papaz, keşiş ve patrik ve ayin yapan müşrik bulunurdu.
Bu kilise yüzlerce sene durdu. Hz. Muhammed’in doğduğu ge­
ce, Nemrud’un ateşgedesi (ateş yaktığı yer) —Urfa şehri içinde dai-

(17) (îspana) dediği İspanya olacak ise de, doğrusu İtalya’dır.


(18) Bu kilise Kostantin’in Havâriler için yaptırdığı Heron mabedidir ki, im­
paratorların mezar yeriydi. Eski kalıntılarından bazı parçaları Topkapı
Sarayı’nın Bâb-ı Hümâyun kısmındaki silâh deposunda bulunmaktadır.
28 E V L İY A ÇELEBİ SEYAH ATN ÂM ESİ

ma yanardı— söndü; Kisra’nın takı ve Kızıl elma (Roma şehri) ki­


lisesinin kubbesi, Ayasofya’nm kubbesi ve Ezrail kilisesi de tama­
men yıkıldı. Fetihten sonra, adı geçen kilisenin esası üzerine Sultan
Mehmed Hân bir cami yaptırdı ki, halen Müslümanların ibadet ye­
ridir. Yeri geldiğinde inşaallah anlatılır.
Kostantin’in diğer bir büyük kilisesi de İstanbul’da, Zeyrekbaşı
denilen yüksek bir tepe üzerinde, Hz. Yahya adına 360 kubbeli ola­
rak yapılmış olan bir manastırdır. Dört tarafına kale duvarı gibi
kuvvetli bir kervansaray yapılmıştır. İçinde 3000 rahip hizmet gör­
mekte ve âyin yapmaktaydılar. Bu yere bitişik bir sarnıç yapılmış­
tır. Sarnıçtan kırk çeşmeye su akardı. Sarnıcın üzerinde bir med­
rese ve İncil evi yapılmıştı. Hâlâ Zeyrekbaşı yakınında Pîrî Paşa
medresesi olarak durmaktadır. Sarnıca da bugün Soğuksu derler.
Yediyüz yüksek direk üzerine yapılmış, göl gibi tatlı suyu vardır.
Temmuz ayında Unkapanı gemicileri ve halk, ondan su içip susuz­
luklarını giderirler.
Sultan Selim’de ve Sivaslı Tekkesi altında, Edirnekapı’da, Ma­
cuncu Mahallesi’nde, Gedikpaşa’da ve Peykhane yakınında büyük su
sarnıçları yapılmıştır. Bunlar, yağmur suyu ile ağızlarına kadar dol­
duruldu. Bütün yollan pislikten temizletildi.
Atmeydanı’m dîvan yeri edinmişti. Orada acaip ve garip tılsım­
lar ve binalar yaptırmış ve burayı hristiyanların, adâlet yeri yap­
mıştı. Bütün vezirlerine ve vükelâsına emir verip, İstanbul içinde
sayısız imâretler ve çeşitli binalar yaptırmıştı.
Kostantin’in annesi Heleni, Rum ülkesine yakın Nemrud’un hü­
kümet merkezi olan Roha (Araplar Reha derler) şehrindeki bir kra­
lın kızı idi. Küçük Ayasofya kilisesini yaptmp tarihini Hz. Zeke-
riyya namına yazdırmıştır (19) .
Sözü edilen senede Kostantin yine ayaklandı. Ayasofya kilise­
sinin dört tarafına bin bir büyük kubbe yaptırdı. Bunların her bi­
rinde dinî ayin yapılırdı ki, bu âyinler Mesih dininin gereğine gö­
re olurdu.
tik olarak yapılan büyük kubbelerden biri, halen Arslanhâne ve
Nakkaşhâne olan kemer kubbedir. Biri de Bâb-ı Hümâyun içinde
bulunan Cebehâne olan eski kubbedir ki, halen Âl-i Osman cebe-

(19) Saint Serge ile Saint Baküs adına altıncı asırda Jtistinyanus tarafından
inşa olunmuştur. İçten uzunluğu 50 ve eni 43 adımdır.
E V LÎY A ÇELEBÎ SEYAH ATNAM ESİ 29

hânesiyle doludur. Hesabı ve kitabı yapılamayacak kadar silâh do­


ludur (20).
Bu çeşit büyük kubbeler, hastahaneler, mektepler, misafir ev­
leri, dinlenme yerleri, düşkünlerevi, tımarhaneler ile Ayasofya etra­
fını kuşatmıştı. Makedonya şehri böylece güzelleştirilmişti. Sözü edi­
len binbir kubbelerin tam ortasında «Tavuk pazarı» denilen yerde
somaki mermerden yüksek bir uğurlu direk yaptırılmıştı. Direğin
en üst kısmına, beyaz ham mermer üzerine bir kuş heykeli yapıl­
mıştı. Her yıl o kuş zamanı gelince ötüp kanatlarını açınca, Allah’­
ın büyüklüğü yedi iklimde ne kadar kuş varsa bütün dünya bah­
çelerine dağılırlar, gagalarına birer zeytin ve tırnaklarına ikişer zey­
tin alarak her kuş üçer zeytin hediye il‫ ؟‬İstanbul’a gelirlerdi. Bu
kuşlar o büyük taşın dibinde olan kiler kubbesinin tepesindeki de­
likten zeytinleri bırakıp giderlerdi. Çok acaib bir tılsımın etkisidir!
Bu zeytinleri bütün rahipler yeyip açlıklarını giderirlerdi. Bu gibi
nice tılsımlı yerler- vardır ki, bunlar sırası geldikçe anlatılacaktır.

Kostantin’in annesi, İstanbul kalesinin onanmı için atalarından


kalma mallardan çoğunu vermiş ve kendisi dünya işlerinden elini
çekerek bir kiliseye rahibe olmuştur.
Hesapsız, Kârun gibi para vererek yüz parça gemi ile Filistin’­
de Akka kalesine gitti. Önce orayı yaptırdı. Kaleyi sağlam duvarla
çevirtti. Büyük bir liman yaptırdı. Sonra Kudüs’te Kamâme kilise­
sini inşa ettirdi ki, yeryüzünde eşi yoktur. Hâlâ bütün hristiyanlann
kıble yeridir. Her yıl binlerce hristiyan Kamame’ye gidip hacı olur­
lar. Fakat hac edip haça taptıkları meydandadır. Bu kilise hakkın­
da açıklama aşağıda yapılacaktır.
Sonra bu Eleni denilen rahibe, Arz-ı Mukaddes’e melike oldu.
Sayısız hayratlar yaptırdı. Nihayet onu، ، da ömrü sona erdi. Ku­
düs’te Tur (Zita) eteğinde Hz. Meryem bitişiğinde defnedilmiştir.
Kendinden sonra bütün malı ve mülkü oğlu Kostantin’e kaldı.
O da İstanbul’un surlarını yenilemeye başlamıştır.

(20) Aya İrini adına olarak Kostantin’in inşa ettirdiği bu kilise M. 532’de
yanmış, Jüstinyanus tarafından yeniden yapılmıştır. Sekizinci asırda da
zelzeleden harab olmuş, İzavriyalı Leon tarafmdan tâmir olunmuştur.
BEŞİNCİ FASIL

İSTANBUL’UN DOKUZUNCU KURUCUSU OLAN


KOSTANTİN’İN İSTANBUL SURLARINI YAPTIRMASI
VE KALENİN ŞEKLİ HAKKINDA

ÜNYA tarihçilerinin ve Âdemoğullarınm söylediklerine gö­

D re, İstanbul’u ilk kuran Süleyman hazretleridir. Ondan son­


ra oğlu melik Ruhbaam’dır. Sonra sırası ile, Madyanoğlu Yan-
ko, İskender, Pozantin, Rum kayseri, Yanko Bizes Vizondon, Vizon-
don oğlu Ya’fûr ve Kostantin’dir. Bunlar arasında daha nice kral,
melike, kayser ve tekfurlar gelmiştir.
Amma, Kostantin’den önce, «Cihangir bir kral olayım» diyen Yu­
nanlı İskender’den sonra, 595 tarihinde kral Danklidyanos yani Tak.
yanos az kalsın cihan kralı oluyordu. Acem diyarında Şapur Şah’ı
ve bütün askerini kılıçtan geçirip, Acem ülkesini haraca bağladı.
Gayet cebbar bir kral idi. Hristiyanlara karşı kötü davranma­
ya başladı. Haleb, Şam, Irak ve Mısır’da ne kadar hristiyan varsa,
hepsini kırıp geçirdi. Çok mal sahibi oldu. Bu mallarla büyük bir
ordu kurdu. İskenderiye’de isyan eden veziri Âcile’yi öldürtüp İs­
kenderiye’yi de idaresi altına aldı.
Yirmi yıl çok şiddet ve zor kullanarak hükümet sürdü. Eshâb-ı
Kehf (Mağara eshâbı) olayı bunun vefatında olmuştur. Kehf sûre­
sinde bunun hakkında âyet vardır. Sonunda vücudunu ve diş etle­
rini kurtlar yiyip öldü. Sözünü ettiğimiz Kostantin onun soyundan-
dır. Kaçıp Roma şehrine gelmiştir.
Ondan sonra Takyanos’un yerine oğlu Ferniyal kral oldu. İki
yıl geçmeden o da öldü. Yerine Büyük Kostantin kral oldu. Hristi­
yan âyini üzere hayatta olan havârilerin gösterdikleri yolda, Nuşi-
revan ve Kisrâ gibi adâletli bir idâre gösterdi. Önce hristiyanlığı
kabul etti. Bütün putları kırdı. Yerine hristiyanlık şartlarına göre
kiliseler yaptırdı. Daha önce kendisi mecûsî idi. Gayet cesur, atıl­
gan, tedbirli ve asker idaresini iyi bilen bir kimse idi. Bütün İran’ı
haraca bağlamıştı. İstanbul kalesini yapmaya başladı. Hesaplı ve
fennî şekilde sağlam bir kale yaptı. Zira bütün çeşitli ilimleri• Ro-
ma’da öğrenmişti.
E V LİY A ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ 31

HİKÂYE
Kral Kostantin’in mecûsî (ateşperest) dinini bırakıp, hristiyan-
lığı kabul etmesini Yunan tarihleri şöyle anlatır:
Kostantin şehvete çok düşkün idi. Roma’da iken bir ara cüzzam
hastalığına tutuldu. Saçı, sakalı ve burun kemiği de az kaldı düşü­
yordu. Âdetâ Şam cennetine dönüyordu. Bütün Frengistan hekim­
lerinden hastalığının ilâcını ısrarla istedi. Fakat bir türlü çâre bu­
lamamışlardı. Sonunda bir mecûsî, sırf Hristiyan dinine ihânet kas-
diyle der ki:
«Ey kralım! Eğer sıhhat ister isen, önce büyük bir havuz yap­
tır. Sonra bunun içini anasının memesini hfrıüz emmeğe başlama­
mış olan çocukların kanlan ile hergün doldur. Sonra havuzun içi­
ne girip bir saat kadar dur. Havuzdan çıkınca hamama gir. Kırk
gün böyle devam et. Sonunda hastalıktan kurtulursun.»
Kostantin, hemen emir verip bir havuz yaptırdı. Havuzu dol­
durmak için binlerce masum toplandı. Cellâtlar bunları öldürmek
üzere iken, onlann akrabalan ve diğer yakınlan ile binlerce kişi,
ciğerpârelerinden aynlmanın acısı ile başlarını açıp Yunanca:
«O Kostantin’e, Afto krator ipsile...» yani «Ey pâdişâhlar pâ­
dişâhı Kostantin kral!» ve «Ey megalo Hristos» yani «Ey büyük Al­
lah!»; Lâtin olanlar: «Bağ çarna Kostantin» yani «Allah’ın kralı Kos­
tantin» ve Rum olanlar «Vay pedakimo, vay tis kardiasimo to ağa-
pimeno, vay pesihimo, vay psiholamo!» yani «Vay oğul, vay canım­
dan sevgilim, vay iki gözüm!» diye feryad etmeye başladılar. Her
birinin ağlayıp sızladıklarını işiten Kostantin, «İmparator îpol» de­
diklerini kendi için zannedip, bu feryadlara dayanamamış ve «Ben
cüzzam hastalığından ölsem de yeğdir. Bu kadar hristiyanlann ah
ve vahlannı duymıyayım. Bu kadar masumların kanı benim için
ilâç ve deva olmasın» diyerek masumlan anne ve babalarına teslim
ettirdi.
Bunun üzerine çocuklar ile anne ve babaları çok sevindiler. Hep­
si sevinçlerinden başlannı açıp Kostantin’in sıhhati için dua etti­
ler. Derhal Kostantin’e bir uyku geldi. Rüyasında Hazreti îsâ’yı gör­
dü. îsa Aleyhisselâm ona şöyle dedi:
«Ey Kostantin! Sen bu kadar masumlan serbest bıraktığın için
seni de bu hastalıktan kurtardım.» Semra elindeki âsâyı gösterip,
bununla da bir kere vurur ve mecûsî hekimlerinin öldürülmesini
emreder. Kostantin derhal uyanır ve cüzzam hastalığından tama­
men kurtulduğunu, iyi olduğunu görür. Hemen parmak getirip hris­
tiyan olur. İşte, Yunan tarihinde böyle anlatılır.
32 E V L İY A ÇELEBİ SEYAH ATN ÂM ESİ

Sonra çocukları öldürmeyi söyleyen mecûsî hekimlerini birer


birer öldürtürken, içlerinden iyi kalpli bir tabib der ki: «Pâdişâ­
hım! Hele bir defa beni söylet, ondan sonra öldür.. Kostantin söz
hakkı verince:
«Pâdişâhım, sana bütün hekimler ilâç yaptı, faydası olmadı.
Anladık ki manevî bir ilâç lâzımdır. Bu yolda karar kıldın. Hayır
dua alasın. Sonunda Hristos (Hazreti îsa) sana yardım ede, mer­
hamet eyle» diye yalvardı. Kostantin bundan hoşlandı ve hepsini
affetti. Sonra Kostantin cihanı süsleyen bir hükümdar olup, İstan­
bul kalesini tamire başladı.

KUDÜS-İ ŞERİF’DE KAMÂME’NİN


YAPILMASI HAKKINDADIR
Bu sırada Kostantin, rüyâsmda Hazreti İsa’yı gördü. Hz. İsa ona:
«Ey Kostantin, annen Helene’yi Kudüs’e gönder de benim do­
ğum yerim olan Beytüllahm’de bir mâbet yaptırsın ve Kudüs-i Şe­
rif içinde bir kamâme yapsın.» dedi. Kostantin uyanır uyanmaz rü­
yasını annesine anlattı. Hemen bol para vererek annesini kara yo­
lu ile Kudüs’e doğru yolladı. Kendisi de deniz yolu ile birçok ge­
rekli malzemeyi alarak Kudüs’ün iskelesi olan Yafa’ya geldi. Hela-
ne hatun da Kudüs’te, Hazreti İsa’nın bazı eserlerini arayıp buldu,
orada hayratlar yaptırdı. Sonra Nablus şehrinde büyük bir kilise
yaptırıp tekrar Kudüs’e döndü.
Haçın ilk çıkışı: Megarios adında çok ihtiyar bir papaz varmış
ki, Hz. İsa zamanından beri yaşarmış. Meğer Yahudiler, Hz. İsa’yı
bu papaz zamanında asmışlarmış. Asılan ağaç haçı bu papaz bilirmiş.
Sonra Megarios, Helane’ye o ağaç haçın yerini göstermiş. Helane’-
nin emri ile orası kazılır. Orada bir mezar ve içinde haçlar yani
haç biçiminde üç parça ağaç çıkmış. Hristiyan inancına göre, o ağaç­
ları bir bir o ölünün üstüne bırakmışlardır. O an ölü canlanıp •kalk­
mıştır. O gün Eylül ayının ondördüncü günü imiş. Hristiyanlar o
günü bayram kabul etmişlerdir. Bu olay Hz. İsa’nın doğumunun
328’nci yılında olmuştur ki, halen Rumların «Haç bayramı» budur.
Haçlarına olan hürmetleri de bundan doğmuştur.

Sonra Helane, o haçları altın sanduka içine koyup başının üze­


rinde saklamıştır. Hristiyan inancına göre, Kamâme kilisesi Hela-
ne’nin eseridir. O canlanan ölünün yerinde yapılmıştır. O ölü ise
Hz. İsa’dır, derler. Sonra da göğe çıktığını iddia ederler. Fakat bir
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 33

sınıf hristiyanlar da, bir müddet halkı yine davet ettiğini ve sonra
öldüğünü söylerler.
Bundan sonra Helane, birçok hayır eserler yaptırmıştır. Mes-
cid-i Aksâ’yı tamir ettirip genişletmiştir. Sahratu’llah’ı (İsrail pey­
gamberlerinin ibâdet ettikleri kaya) süslemiş, Beytüîlahm’i yeniden
yaptırmıştır.
Helane, sonra Yahudileri kıra kıra oğlu Kostantin’in yanına,
İstanbul’a geldi. Altın sandukadaki haçları, «İsa’nın yadigârıdır» di­
yerek, oğluna hediye etti. Kostantin, haçları yüzüne gözüne sürdü.
Annesi Heıane’yi ve haçları büyük bir tören ile Zeyrakbaşı kilise­
sine götürdü. Sonra da İstanbul’u yeniden imara başladı.
«Arslan yatağından ve şahin durağından bilinir» diye var kuv­
vetini harcayıp, «dünyanın sonuna kadar büyük bir eser kalsın» di­
yerek, kendinden önceki hükümdarların yaptıkları binalar üzerine
İstanbul suruna ilâve olarak sağlam kârgir binalar kurdu.
Önce İstanbul’un kara tarafında, batı yönünde Yedikule’den tâ
Eyüb’e varıncaya kadar, iki katlı sağlam kale ve duvarlar yaptı.
Birinci kat duvarının yüksekliği 21 zira ve eni 10 zira’dır. İç kat du­
varların irtifaı 70 zira yüksekliğinde ve eni 20 zira’dır. Dış surun
yüksekliği hendeğin dibinden bendlere kadar 42 zira olup, dibinden
temiz sular çıkar. İki duvar arasına Horasan rıhtımı (kum) konu­
lup sağlam olması sağlanmıştır. Bu rıhtım olan temelin genişliği
80 zira’dır. Dış sur ile iç surun arası 60 zira genişliğinde olup İrem
bağı gibi bir bahçedir. Halen Topkapısı ile Edimekapısı arasındaki
bahçe, Osmanlı hanedânınm Yeniçeri zağarlarının yaylağıdır.
Dış surun dışında da alçak duvarlı bir sur yapılmıştır. Hende­
ğin dibinden itibaren yüksekliği 23 ve eni 6 zira’dır. Bu iki duvarın
arası 40 zira’dır. Bu hesap üzere İstanbul kalesinin kara tarafı üç
kat olup, bu duvarlann önündeki derin hendek 100 zira’dır. Bu hen­
dek içinde Yedikule’den Silivrikapısı’na kadar deniz gelirdi. Eyüp
Ensâri kapısından Eğrikapı’ya kadar da yine deniz girerdi. İstan­
bul kalesi bir adaya benzerdi sanki. Hâlâ kara tarafı bu şekilde, üç
katlı, sağlam duvarla çevrilidir. Üç katta 1225 aded büyük kuleler
vardır. Her bir kulenin üzerine onar adet gözcü konurdu. Bunlar
gece ve gündüz gözcülük ederlerdi. ٠
İstanbul kalesi üçgen şeklindedir. Batısı kara ile, doğu ve ku­
zey tarafları deniz ile çevrilidir. Deniz tarafları yalın kat Yecüc
duvarı gibi sağlamdır. Burç ve duvarları duvar dişleri ile süslen­
miştir.
Evliya Çelebi I-TL F : 3
34 E V ÎİY A ÇEI^EBİ s e y a h a t n a m e s i

Kostantin'in bu kaleye çok emek harcamasının maksadı şu idi:


Kostantin, yıldız ilminde asrin en bilgilisi idi. Bu ilmin kuvveti
ile âhir zaman peygamberinin geleceğini bilmekteydi.' Onun İkbâli-
nin parlaklığının dogudan batiya kadar yayılacağını ‫ ؟‬ok iyi biliyor-
du. Bu sebeple, korunma gayesiyle böyle, sağlam bir kale yapımına
girişmiştir.
İstanbul kalesinin çevmesi 18 mildir, üçgenin bir ucu Saraybur-
nu, bir ucu Yedikule, bir ucu da EyUb Ensârî kapısı köşesidir.
Kostantin, Cenevizli'ler ile akraba olduğundan, Haliç’in karşısın-
da onlara yer vermiş, Galata'yı imar edip kuvvetlendirmiştir. Bu-
raya, Yunancada Galasüde derler. Daha önce Kostantin'in sUthâne-
si ve sağmal inekleri orada durur -idi. Onun İçin buraya Galata der-
ler.
Her dilde İstanbul’un adi hakkındadır: İstanbul'un ilk adi Lâ-
tince'de Makedonya'dır. Kurucusu Yanko olduğu İçin, Süryânicede
Yankoviçe'dir. İskender'e nisbet olarak Aleksandre, ondan bir müd-
det sonra da Pozanta (21) dediler. Yahudi dilinde bir müddet Ve-
zendona, Frenkler Yağfuriye ve Kostantin yaptıktan sonra da Po-
zantiyam ve Kostantiniyye denmiştir. Nemse (Avusturçra) dilinde
Kostantinopol, Ruslar Tekfuriye derler. Agrik (Rumca) dilinde
.Granduye, Macarca'da Vizenduvar, Lehçede Kanatotya, Çeh dilin-
de Alyâna, İsveç dilinde Harakliyan, Felemenk dilinde istefanya.
Frank dilinde Ağrandone, Portekiz dilinde Kostiye, Arap dilinde
Kostantinij^e-i Kübrâ, Fars dilinde Kayser-‫ ؛‬zemin, H‫؛‬nd‫ ؟‬e'de Talıt-1
Rum, Moğolca'da ‫ ؟‬akdurgan, Tatar dilinde Sakarya, OsmanlI di-
linde islâmbul denir. Galgala-i Rûm adıyla da şöhret bulmuştur.
Günler geçtikçe Kostantin zamanında İstanbul 0 kadar güzel-
leşti ki, bunun yanında nüfusu da oldukça artmış idi. Bir paskal-
ya gününde nüfusun dörtyüz bii'1 olduğunu Kostantin’e bildirmiş-
lerdi. Deniz sahilinde kırkbin dalyan vardı. Yedikule'den Saraybur-
nu'na kadar geniş cadde yapılmıştı. Şimdiki gibi lodos rüzgân ka-
le duvarlarım yıkmazdı. Fakat ilk yapıldığından beri deniz tara-
fmda lıendek yoktur. Zira deniz kenan olduğundan .hendek kaz-
inak mümkün değildi. Sonra denizden korkulmadığı İçin sur dahi
bir kat üzerine yapılmıştır. Fakat Fatih Sultan Mehmed zamanın-
da Akdeniz ve Karadeniz boğazlan biraz daha kuvvetlendirilmiş
ve deniz tarafı daha güvenli hale getirilmiştir.

e i ) Bizans, Vizandion olacak.


EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 35

Ko.tantin’in kaleyi yaptırdığı zaman, kalenin 366 kapısı vardı.


Fatih İstanbul’u aldıktan sonra bu kapıların 27’sini bırakıp diğer­
lerini kapattırdı. Hâlâ bu kapanan kapıların yerleri üç tarafta da
görülmektedir.
Kısacası, Kostantin’in ömrü böyle şehri imar ile geçmişti. Otuz-
dört yıl saltanattan sonra öldü. Yerine oğlu Makra Kral Kostantin
geçti. Ayasofya bunun zamanında yapılmıştır. Bu da öldükte yeri­
ne Şilişter adında biri kral oldu. Ondan sonra Niron tahta geçti.
Fakat Niron, hristiyan azizlerinden birini öldürüp Roma’yı ele ge­
çirdikten sonra, Helane’nin plânı ile yok edildi.

ALTINCI FASIL

KOSTANTİNİYYE (İSTANBUL) KALESİNİN


‫ ؟‬EVRE UZUNLUĞU HAKKINDADIR

EN yakm dostlarımla İstanbul'u gezip dolaştığını sırada, yıl


1044 idi. Sultan Dördüncü Murad, Van seferine çıkmıştı. Is-
tanbul’da. Koca Bayram Paşa kaymakam olarak kalmıştı. Rah-
metli babam ile Bayram Paşa sohbet ederlerken dinledim ki: «is-
tanbul'un kurucusu acaba kim ola?» diye birbirlerine sordular. He-
men babam: «Sultanim! İstanbul dokuz defa imar olunmuş ve do-
kuz defa harab olmuştur. Amma zamanımızdaki gibi asla haraplık
görmemiştir. Her ne tarafından oluma olsun, dost, ve düşmandır.
Duvarların yıkık olan kısımlarından araba ile girip çıkarlar. Hü-
kiimdarlann hasretini çektigi bu şehrin, bu halde kalması ve suru-
nun siyah yüzlü bulunması lâyık değildir. Din gayretine ve Osman-
il hanedâm şevketine, şunun tamirine ve b a k m a himmet buyu-
run. Pâdişâhımız inşaallah zaferle döndüğünde, beyaz inci gibi gö-
riir de beğenir ve kıyâmete kadar adınız anılır.» dedi.
Babamın bu sözlerini ve düşüncesini orada bulunanlann hepsi
doğru buldular. Babam da hemen bu kabule <<E1-Fatihâ» dedi ve
«Fatihâ»yı okudu.
Sonra, hemen İstanbul, Eyüb: Galata ve Üsküdar- mollalan top-
landılar. Mimarbaşı, sekban 've şehir eminine fermanlar gönderil-
di. İstanbul’un 4700 mahallesinin imamlarına'tembih ve emrolunup,
kalenin tâmiri İçin yardim, isteğinde bulunuldu. İşçiler ve ,ustalar
36 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

toplanarak, Pâdişâh Revan seferinden dönünceye kadar, bir sene


içinde İstanbul ve Galata kaleleri ile bütün sultan camilerinin tâ-
miri ve bakımı yapıldı. Hepsi beyaz renk oldu. İstanbul sanki bir inci­
ye benzedi. İstanbul halkı rahatladı ve sıkışıklık gitti.
İstanbul kalesinin tamiri hakkında kaymakam Bayram Paşa
şu beyti yazmıştır:
Dua edüp dedim târihin ey dâniş! Bu mebnânın...
Zemin durdukça dursun bu binâ-yı âsümân-âsâ.
Sene 1044: O esnada Van’ın fetih müjdesi geldi. Bütün halkın
geceleri İsrâ (Hz. Peygamber’in Miraç gecesi) gecesi, gündüzleri de
Kurban bayramı oldu. Yedi gün yçdi gece Hüseyin Baykara fasıl­
ları oldu. Saraybumu’ndan Yedikule’ye kadar sahilde kalenin sur­
ları önüne yirmi zira’ genişliğinde bir sed yapıldı. Kalenin dışında
büyük bir cadde yapıldı. Bütün gemiciler o yerden gemilerini ipler­
le çekip Saraybumu’ndan içeri girerlerdi. Kalenin içinde ve dışın­
da, kalenin üzerinde ve bitişiğinde ne kadar ayân ve eşrâf evleri
varsa, hepsi istimlâk olunup yıkıldı. Halka açık yollar ile kalenin
etrafı çevrildi.
O zaman ben İstanbul kalesini adımlamıştım. Şöyle ki:
Besmele ile Yedikule’nin dış kısmından başladım. Hendek ke-
narınca Eyüb kapısına kadar 8810 adım olup, bu arada altı kapı
vardı. Küçük Ayvansaray kapısından Bahçekapısına kadar 6500 adım
olup, 14 kapı vardır. Yenisaray —kİ, Padişahın sarayıdır— Arpa
anbarı dibinde, Kireççibaşı kapısından Yenisaraym çepeçevre etra­
fında 16 kapı vardır. Bunların on adedi açıktır. Bu Yenisaray ka­
lesi Fâtih’indir ki, çevresi 6500 adımdır. Ahurkapı’dan dışarıda ye­
ni yapılan yol tâ Yedikule’ye kadar 10.000 adım olup, yedi kapı
vardır. Bu hesaba göre İstanbul’un bütün çevresi 30.000 adımdır. Bin
adımda on aded kule vardır, hepsi 400 kuledir. Fakat kara tarafı üç
kat olduğundan, onların kuleleri ile beraber 1225 kule olur. Kule­
lerin bazısı dört köşe, bazısı yuvarlak, bazısı da altı köşelidir.
Bayram Paşa’nırı isteği üzere yapılan hesaba göre, hepsi sek-
senyedi bin zira’dır.
Kostantin zamanında, Kurşunlu Mahzen’deki tophânede 500 top
vardı. Hâlâ demir kapılar durmaktadır. Sarayburnu ile Kızkulesin-
de de yüzlerce top bulunmakta idi. Bu sayede deniz tarafından kuş
uçamazdı. Yine Galata’dan Yemiş iskelesine üç kat zincir çekilmiş
olup, üzerinde kuvvetli bir köprü yapılmıştı. Bu köprünün içinden
E V LİY A ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ 37

geçerlerdi. Gerektiği zaman köprü ‫ ؟‬öpülür ve gemiler kolaylıkla g^


‫ ؟‬erlerdi. Bir köprü de Balat' ile Tersâne' bahçesi arasında kurulmuş-
tu. Ayrıca Eyüb ile Süt-lüce arasında da bir köprü vardı.
Yanko zamanında, Karadeniz bogazmda Yoroz kalesi bitişiğin-
de, deniz üzerinde ü‫ ؟‬katil zincirler ‫ ؟‬ekilip, düşman gemileri ge‫ ؟‬i-
rilmezdi. Bu zincirin parçalan hâlâ Tersâne mahzeninde .durmak-
tadır. Ben gördüm. Her bir halkasının kalınlığı insan beli kadardır.
O sırada İstanbul 0 kadar güzel ve şenlikli İmiş ki, kaleden di-
şan Silivri’ye ve deniz sahilinde Terkos kalesine kadar uzanan, 1200
aded bagii-bahçeli köy ve kasaba varmış. Kalenin İçinde ve dışında
iki biri hâkim vazife görüp vei'dikleri kararlan Kostantin'e bildirir-
lerdi.
40 vezir, 40 pati'ik, 40 yoroz, 40 yestiyar ihtiyari ve 40 mopan
vai'dı ki, hepsi hükümet sahibi idi. Ellerinde asâlariyle Atmeyda-
m'ndaki divanhânede Kostantin'in huzurunda el bağlayıp hizmet
ederlerdi.
Bu Kostantin bütün Ilükümdarlan kendisine itaat etmeye mec-
bul. etmiş olduğundan, kendisinin cihan hükümdan olmasına az kal-
mıştı. Ancak, günlerinin çoğu şehrin iman ile geçmiştir. Krallık
devrinde Meryem Ana, Kızıl Yumurta gibi resmi günlerde ve her
pazar güllü İstanbul duvarlan kıımıızı ‫ ؟‬uha ile örtülüdür, büyük
bir tören ile sakalına inci dizdirip -başına İskender tacını giyer ve
şehri gezerdi. Kapı bekçilerine bahşişler verirdi. Kalenin duvarla-
1 1 üzerine haç,- süslü ve İşlenmiş putlar, sancak ve flandreler asar-
di. 366 yerde trampet ve lotoryani borular, davul ve büyük argo-
nonlaı. ile Yunan ‫ ؟‬anlan çalınır, şenlikler yapıhrfı. Her milletten
adamlar gelip, İstanbul’un bu süslü halini seyrederlerdi.

BU ŞEKİL VE BU BÜYÜKLÜKTE OLAN KALENİN


YİRMİYEDİ KAPISININ ARALARINDAKİ
UZUNLUK HAKKINDADI'R
Ünce, Yedikule köşkü deniz kenanndadır. Buradan Yedikule
kapışına kadar 1-000 adimdir. Yedikule'den Silivri kapışına kadai"
2010 adim, Yenikapı'ya 1000'adim, Topkapı’ya 2900 adim, Edirne-
kapı'ya 1000 adim, Egrikapı'ya 900 adimdir. Bu altı kapı bati yö-
nüne, Edirne tarafına bakar. Eyüp Ensârî kapışına 1000 adim, Ba-
lat.. kapışına, 700 adim, Fanos (Şimdiki Fener) kapışına 900 adim,
Petio kapışına 600 adim, Yenikapı'ya 100 adim. Aya kapışına 300
adim, Cibali kapışına 400 adim, Unkapam'na 400 adim. Ayazma ka-
;‫؛‬،‫؛‬ EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

pısma 400 adım, Odun kapısına 400 adım, Zindan kapısına 300 adım,
Balıkpazan kapısına 400 adım, Yenicâmi kapısına 300 adım, Şehid
kapısına 300 adımdır. Eyüb Ensârî’den buraya kadar, ondört kapı
deniz kenarında olup kuzey yönüne açılırlar.

Saray-ı Hümâyûn’un dört tarafında olan has kapıların birinci­


si, Kireçcibaşı kapısıdır. Sonra Yalıkapı, Topkapı, Uğrukkapı, Ba­
lıkçılar kapısı, Içahur kapısı, Bayezid Han kapısı gelir. Sonra Sa­
ray kapısı ki, güneye doğru açılır. Sonra Sivrikapı (Bu kapı tebdi­
le mahsustur), Sultan İbrahim kapısı (Soğukçeşme dibindedir), So-
kullu Mehmed Paşa kapısı (Alay köşkü dibindedir), Süleyman Han
kapısı (Makbûl İbrahim Paşa için açılmış idi), Bostancılar ve mu■
sahihlere ait Demir kapı.
İçahur kapısından Dışahur kapısına kadar 200 adımdır. Bura­
dan Çatladı’ya 1300 adım, ondan Kumkapı’ya 1200 adım, burdan
Langa kapısına 1400 adım, ondan Davut Paşa kapısına 1600 adım,
ondan Samatya kapısına 800 adım, burdan Narlikapı’ya 1600 adım,
burdan Yedikule’ye 2000 adımdır.

Bu Yedikule, Vezir Kantor tarafından yaptırılmıştır. Kapısı ku­


zeye açılır. İki katlı büyük demir kapılardır. Bu kapılardan başka
tâ Ahırkapı.ya varıncaya kadar hesaplanan kapıların yedisi de de­
niz kenarında olup, hepsi doğu yönüne bakar. Bu tarafa lodos rüz­
gârı çok tesir ettiğinden. Bayram Paşa’nın yaptırdığı rıhtımlar ha-
râb olmuştur.
Bu saydığımız adımlar dört kaleden adımlanıp hesaplanmıştır.
Sultan İbrahim zamanında yapılmıştır. Hepsi 29310 adımdır. Fakat
Bayram Paşa zamanında dış kısmından adımladığımızda, tam 30000
adım gelmiştir.
YEDİNCİ FASIL

İSTANBUL’DA OLAN GARİB VE ACÂİB


TILSIMLAR HAKKINDADIR

ADYAN oğlu Yanko, Kral Vezondan ve Kostantin devirle­


rinde, İstanbul çok güzel imâr olunmuştu. Halk çok kala­
balıktı. Her ülkeden usta mimar ve mühendisler, Cerr-i eş­
kâl (Mihanik, Makine) ilminde eski bilginler, garib ilimleri iyi bi­
lenler getirilmişti. Şehir halkının her türlü belâ ve felâketlerden
korunmaları için her usta, İstanbul’un yirmiyedi yüksek yerinde,
yirmediyi gözcü tılsım yeri yaptılar.
Evvelâ Ya’fûr, .Avrat Pazarı denilen yerde bin parça beyaz
mermerden, minare gibi içi boş, merdiveni yüksek bir direk yap­
tırdı. Madyaıı oğlu Yanko’nun Hindistan’ı, Loristan ve Mültan’ı bü­
yük bir ordu ile zaptetmeye gidişi, askerin şekli ve resimleri, bu
taşın dört tarafına işlenmiştir. Resimler sanki canlı gibidir. Bu ta­
şın tepesinde yekpâre beyaz mermer üzerine peri yüzlü bir heykel
yapılmıştır. Söylenenlere göre, yılda bir defa bir feryat koparır, yer­
yüzünde ne kadar kuş var ise o heykelin etrafında dönermiş. Bu
kuşların binlercesi yere düşerler ve halk da bunları yerlermiş. Kos­
tantin zamanında ise bu taşın üstüne ruhbanlar çıkıp, düşman ge­
lip gelmediğini gözetlerler idi (22).
İkinci tılsımât, Tavuk Pazarı’ndaki bir parça sütundur. Kırmı­
zı renkli som mermerden yapılmıştır. 100 zira’ boyunda yuvarlak
bir sütundur. Bu da zelzele ile harab olmuş, insan oyluğu kalınlı­
ğında çemberlerle sağlamlaştırılmıştır. Yapılış târihi, İskender’den
130 yıl önce ve Hazret-i Peygamberin hicretinden 970 senesine ge­
linceye kadar 2390 yıl olduğu bilinmektedir. Bu taşın tepesinde bir
sığırcık kuşu olduğunu daha önce anlatmış idik (23).
(22) Eskiden Form d’Arkadius (Forum d ’Arcadius) denilen Avrat Pazarın­
daki sütuna «Arkadius sütunu» derler. Bu taş, I. Teodos namına, oğlu
Arkadius (395-407) tarafından dikilmişti. Şimdi, bunun altı metre yük­
sekliğinde bulunan esas taşı ile tepesinin bir kısmı durmaktadır. Mi­
lâdi 40‫ ؟‬tarihinde meydana gelen zelzelede yıkılmıştı. Asıl yüksekliği 35
metre olduğu zan olunur. Üzerinde Arkadius'un heykeli vardı.
(23) AvrupalIların Yanık direk (Colonne brûlde) dedikleri Çenberlitaşı, Kos-
40 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Üçüncü tılsımât, Saraçhanebaşı’nda tek bir yüksek taş üzerin­


de beyaz mermerden yapılmış Büyük Pozantin’in (24) kızının lahti
bulunan taştır. Ölünün karınca ve yılandan zarar görmemesi için
tılsım yapılmıştır.
Dördüncü tılsımât, Altımermer’dedir. Altı aded yüksek mermer
direktir. Her birini eski bilginlerden üstad rasadlar yâpmışlardır.
Biri Kavala kalesi sahibi Filkos’dur. O direk üzerinde tunçtan kara
bir. sinek resmi yapılmıştır. Devamlı olarak o sinekden sinek sesi
çıkdığmdan, İstanbul içine asla sivrisinek girmezdi.
Beşinci tılsımât, Altımermer’irı birinde İlâhî Eflâtun bir sivsi-
sinek şekli meydana getirmiş olup, İstanbul’a sivrisinek girmesine
engel olmuştur. Hâlâ etkisi görülmektedir.
Altıncı tılsım, yine Altımermer’in biridir. Bunda Bokrat’a men­
sup bir leylek resmi vardı. Bu leylek rüzgârın çarpması ile ses ve­
rince, İstanbul’da bulunan bütün leylekler ölürdü. Halen İstanbul
içinde leylek bulunmaz ve yuva yapmazlar. Fakat Eyüb’de ve Üskü­
dar’da çoktur.
Yedinci tılsım, yine Altımermer’de ve adı Sokrat’a ait olan bir
horoz resmidir. Bu horoz, yirmidört saatte bir kere öter ve bütün
horozları uyarıp onlara önderlik ederdi. Bugün İstanbul’un horozla­
rı diğer şehirlerin horozlarından önce öterler ve bütün uyuyanları
sanki namaza çağırırlar.
Sekizinci tılsım, Altımermer’in birin d e bulunan kurt resmidir,

tantin, Roma’dan getirterek buraya diktirmiştir. Önce üstünde güneşten


kinâye olan Apollo’nun heykeli var idi. Kostantin bunu kendi statüsü
addetmişti. Sonra Yuİyanus ve Teodosyus kendi heykellerini koydurmuş­
lardı. Aleksiyus Komneos zamanında, bir yıldırım düşüp hem heykeli
hem de sütunun üst tarafını yıkmıştı. Manuel Komneos zamanında ta­
mir olunarak üzerine bir haç dikilmişti. Daha sonra bir yangında ate­
şin etkisiyle sütun parçalandığından, şimdiki gördüğümüz şekilde de­
mir çemberlerle bağlanarak muhafaza olunmuştur.
(24) Bu taş, Marsiyen Sütunu adı ile meşhurdur. Direğin başlığı her ne ka­
dar bazı özellikler itibariyle Korent mimarî üslûbunu andırıyorsa da, Ro­
men Kompozit üslûbundadır. Yüksekliği yaklaşık olarak 10 metredir.
451’den 457’ye kadar imparatorluk eden Marsiyen.in heykelinin bulun­
duğu sanılır. Bu taş oradan geçen kızlardan bekâretlerini koruyama­
yanları haber verdiği, hattâ II. Jüstin (565-578)’in baldızını haber ver­
diği için, heykel o zaman kırdınlmıştır. Temel taşında Lâtince olarak şu
yazı bulunmaktadır: «Pirincipis hane statuam cem e lorumque, ter vovıt
Tatianus'opus.» Dilimizde bu taşa «Kıztaşı» denmesi de Rumların o eski
inançlarım kuvvetlendiriyor.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 41

İstanbul’daki koyun sürülerinin çayırlarda çobansız gezip, kurtla­


rın kötülüğünden uzak kalmalarını sağlardı.
Dokuzuncu tılsım, bu Altımermer’in birinde, tunçtan yapılmış
bir genç erkek ve sevgilisinin birbirleriyle kucaklaşmış haldeki hey­
kelleridir. Halktan karı-koca kim kavga ederse, biri gelip bu taşı
kucaklarsa hemen barışırlardı.
Onuncu tılsım da, yine Altımermer’in birinde, bilgin Calinus'un
beyaz mermerden yaptığı iki resimdir. Bu resimlerden biri, beli bü­
külmüş bir ihtiyardır. Diğeri onun karşısında bunak bir kadın res­
midir ki, deve dudaklı, asık suratlı ve iki büklüm haldedir. Bir er­
kekle bir kadın eğer geçinemezlerse, onlardan biri bu resmi kucak­
larsa hemen boşanırlarmış.
Bu mermerler zelzele dolayısı ile yıkılmış olup, yerde toprak al­
tında durmaktadırlar.
Onbirinci tılsım, Sultan Bayezid hamamının altında dört köşe­
li, bin parçadan yapılmış bir sütundur. Yüksekliği seksen zira’dır.
Tâun (veba) hastalığının girmemesi için tılsımlı idi. Bu sütun dur­
dukça, şehre tâun hastalığı girmezdi. Bayezid Han hamamı yaptı­
rırken, bu taşı devirdiler. O anda Sultan Bayezid’in bir oğlu Davut
Paşa bahçesinde taundan vefat etti. Mezarı kapının içinde bir sofa
üzerindedir. Ondan sonra da İstanbul’da tâun yayıldı.
Onikinci tılsım, Eğrikapı yakınında Tekfur Sarayı’ndaki Miha-
laki adındaki bilginin yaptırdığı siyah mil üzerine tunçtan yapıl­
mış bir ifrit heykelidir. Bu heykel yılda bir kere ateş saçardı. Her­
kes onun ateşinden bir kıvılcım alırmış ve o kimse sıhhatli olduk­
ça ateşliği sönmez imiş.
Onüçüncii tılsım Zeyrek’tedir. Hz. Yahya kilisesi bitişiğindeki
mağaradır. Her sene kışın zemheri geceleri olunca, nice koncoloz
denilen cadılar çıkarak arabalar üzerine binip dolaşırlar imiş. Sa­
bah olurken yine hepsi mağaraya dönüp kaybolurlarmış.
Ondördüncü tılsım, Ayasofya’nm güney tarafındadır. Dört aded
beyaz mermer üzerine Azrail, İsrafil, Mikâil ve Cebrâil’in resimle­
ri yapılmıştır. Bunlar dört yöne doğru bakarlardı. Yılda bir kere
Cebrail suretindeki resim kanat çırpıp bağırınca, doğu bölgelerde
bolluk olur deflerdi. İsrafil resmi kanat çırpsa, batıda kıtlık olaca­
ğını gösterirdi. Mikâil resmi kanat çırpınca, kuzey tarafta bir kah­
raman çıkardı, Azrail resmi kanat çırpınca, dünyanın her yerinde
veba hastalığı çıkar diye inanılır idi. Hazret-i Peygamber (A.S.)
zamanında meydana gelen zelzeleden bunlar yerle bir olmuştur. Bu.
42 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

gün bunların direkleri, Çukurçeşmeler bitişiğinde seyr olunur. Dört


aded mermer direktir.
Onbeşinci tılsım, Atmeydam’ndadır. «Milyonbar» denilen yük­
sek bir sütundur. Yüksekliği 150 zira’dır. Kostantin, hükümdarlığı
zamanında, şehirlerin her birinden çok kıymetli birer taş getirmiş­
tir. Sütunun tepesine mıknatıslı bir taş koydurmuştur. Getirttiği
taşlan bir demir direğin etrafına hesaplıca koydunıp inşa ettirmiş-
tir. Taşlann sayısı 300000 kadar olduğuna göre, idaresi altında olan
şehirlerin sayısı da 300000’e vardığı anlaşılıyor. Sütun içindeki de­
mir mile tutturulan mıknatıslı taşın sebebi, bunun demiri çekme
özelliği olduğundan, kıyamete kadar bu sütunun yıkılmasına engel
olmaktır. Bu sütunu yapan mimarın mezan da sütunun dibindedir.
Adı Olyarin’dir. Ayasofya’yı yapan mimar Enhadoş’un oğludur (25).
Onaltmcı tılsım, yine Atmeydam’nda yekpare, dört köşe, kırmı­
zı bukelemun renginde bir taştır. Madyan oğlu Yanko zamanında
iyi bir mimar tarafından yapılmıştır (26).
Onyedinci tılsım, Burma direktir. Bu direk, üç başlı bir ejder­
hâ şeklindedir. Başının birisini bir Yeniçeri yiğit! kılıç ile bîr vu­
ruşta kırmıştır. O tarihte bunun tılsımı kısmen bozulmuştur. îstan-

(25) Gerek BizanslIlar ve gerekse sonradan OsmanlIlar tarafından at talimi


için tahsis edilen meydana, onlar «Hipodrum» demektedirler. Biz de hu­
nim tercümesi olan «Atmeydanı» adım vermişiz. Bazı tarihçiler, Yeni­
çerilerin kaldırılmasının bu meydanda olduğunu yazarlar. Fakat o mey­
dan Atmeydanı değil, Etmeydamdır. Şimdi burası yaklaşık olarak 75
metre eninde, 300 metre uzunluğundadır. Septim, tarafından yapılma­
ya başlanmış ve Kostantin tarafından Romandaki Atmeydanı şeklinde
tamamlanmıştır.
Bu sanat eseri sütun, 911-954 yılları arasında hükümdarlık yapan
ve Porfirejent adı ile bilinen VII. Kostantin tarafından yaptırılmıştır.
Önceleri altın yaldızlı bakır levhalarla kaplı ve yazılarla süslenmiş idi.
O levhaları. Haçlılar koparmışlardır.
(26) Bizim Dikilitaş dediğimiz Teodos sütunu. Milâd’dan 1600 yıl önce Mı­
sır'ın Helyo - Polis (Güneş şehri) şehrinde bulunan bir dikili taşın yan­
sıdır. Yüksekliği yaklaşık olarak 30 m.'dir. Tabanının eni 2 m.’dir. im ­
parator Yulyanus (361-362), bu taşın Bizans’a getirilmesini emretmiş­
ti. Vefat ettiğinden, taş otuz yıl kadar Mısır’da, Akdeniz sahilinde kal­
dı. Sonra 390 tarihinde, I. Teodos tarafından getirtilerek şirridikı yerine
dikilmiştir. Taban taşındaki Rumca ve Lâtince olarak yazılmış yazıda
şöyle der: «Yalnız Teodos, yerde yatan dört taraflı bu sütunu diktir­
meğe cesaret etmiş ve bunu Prokîas’a havale etmiş, otuziki günde di­
kilmiştir.»
Asıl taşın üzerindeki Hiyeroglif yazılarının tercümesi, Muhsin Bey-
efendı'nin bir yazıya dair yayınladıkları eserinde vardır.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 43

bul içine yılan, çıyan ve akrep gibi hayvanlar dolmuştur (27), Yük­
sekliği 10 zira’dır. Diğer 10 zira’lık kısmı, Sultan Ahmed Camii ya­
pılırken toprak altında kamıştır derler.

DENİZE AİT OLAN ACÂİB TILSIMLAR


Birincisi Çatladıkapı’da, Güngörmez Sarayı bitişiğindeki tılsım­
dır. Dört köşe bir sütun üzerinde bir dev şekli vardır. Her ne zaman
Akdeniz tarafından düşman gemileri görünse, bu tunç dev heyke­
linden bir ateş çıkar ve düşman gemilerini yakardı.
İkincisi: Kadırga limanında bakırdan yapılma bir gemi vardı.
Yılda bir defa zemheri gecesi olduğu zaman, İstanbul’un sihirbaz
kadınları o bakır gemi ile sabaha kadar denizde gezer, Akdeniz’i
korurlardı. Hattâ Fatih’in İstanbul’u alışında bu geminin ele geçi­
rildiğini söylerler.
Üçüncüsü: Bir başka bakır gemi de Tophâne tarafında varmış.
Yine zemheri gecesinde, bütün sihirbaz ve falcılar bu bakır gemi­
ye binip Karadeniz tarafında dolaşır, buraları korurlarmış. Muavıye
oğlu Yezîd’in Galata’yı ele geçirdikten sonra bu gemiyi parçalattı­
ğını söylerler.
Dördüncü tılsım: Sarayburnu.nda, tunçtan yapılmış üç başlı bir
ejderha vardı. Akdeniz’den, Karadeniz’den ve Üsküdar’dan gelen
düşmanlara bu ejder ateş açıp hepsini yakarmış.
Beşinci tılsım: Yine Sarayburnu’nda, üçyüz sütun üzerinde, üç.
yüz altmış çeşit deniz hayvanının heykelleri vardı. Meselâ Hamsin
aynıda Hamsin balığı heykeli ses çıkartınca, Karadeniz’de hiç ham­
sin balığı kalmaz, bunların hepsi İstanbul’a gelip sahile vururlar­
mış ve bütün Makedon halkı hamsin baliği ile geçinirlermiş.
Altmcısı: Erbain’de kırk gü n çeşitli balıklar, deniz d algaîanm a-

(27) Bu «Yılanlı sülün» tunçtan yapılmıştır. Yüksekliği 5 m. kadardır. Bir­


birine sarılmış üç yılandan ibarettir. Üzerinde önceleri altın Apollon ta­
pınağım gösteren üç ayaklı bir hayvan resmi varmış. Sonraları kırılmış.
Dünyada mevcud olan eski büyük eserlerin en önemlisi olan bu sütun,
Müâd’dan 478 yıl önce Yunanlı Pavzanyas ve Aristidi’nin tranlılar üze­
rine kazandıkları Plate zaferini bildirmek için, Deli tapmağının önüne
dikilmiş idi. Rumlar tarafından elde edilen ganimetlere dairdir. Kos-
tantin, yeni hükümet merkezini süslemek için, bu sütunu Bizans'a ge­
tirmiştir. Milâdî 1856’da, harab olmuş kısmı açılarak eski müelliflerin
bahsettikleri yazılar bulunmuştur. ٠
Onüçüncü büklümüne kadar olan yerinde. Salamin ve Plate savaş­
larına katılan 32 kadar Yunan şehirlerinin adları vardır.
44 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

dan tılsımların etkisi ile hepsi karaya çıkar ve halka gıda olurlar­
mış.
Sonra bu tılsımlar. Hz. Peygamberin doğduğu gece büyük zel­
zeleden yıkılmışlardır. Bugün halen bunların direklerini Saraybur-
nu’nda Selimiye köşkünden tâ Sinan Paşa köşküne kadar sahil yo­
lunda kaldırım gibi döşemişlerdir. Denizden kayıklar ile geçenler
görebilirler. Gerçi sütunlar yıkılıp yerle bir olmuştur ama, tılsımlı
olan şekilleri denize ait olup yine denize düşmüş olduğundan, etki­
leri görülmektedir. Her yıl nice çeşitli balıklar kenara çıkarlar.
İstanbul kalesi yirmidört mil denizle çevrilmiştir. Her mil ba­
şında da bir şeye tesir eden tılsımlar vardı. Bu yirmidört mil deni­
zi, bir adam bir günde dolaşır. Fakat o gün için zor bir iş olup, an­
cak onbeş saatte dolaşılırdı. Halen İstanbul’un doğudan batıya ka­
dar olan uzunluğu onbeş buçuk saattir. Enlemi, beşinci iklimin or-
tasındadır. Bunun için havası ve suyu hoştur.

SEKtZİNCÎ FASIL

İSTANBUL ŞEHRİNİN İÇİNDE VE


DIŞINDA OLAN TABİİ MADENLER

STANBUL içinde Sultan Ahmed Câmii’nin imâreti altında, bü­


yük bir mağara vardı. Bu mağaradan, Allah’ın hikmeti, güher-
çile ve kükürt çıkartılırdı. Bu mağaraya Kostantin devrinde bir
yıldırım düşmüş ve meydana gelen patlamadan şehrin birçok yeri
harab olmuştur. Mağara üzerinde ve etrafında bulunan eski bina­
lar havada üç yöne doğru sıçramış, parçaları Üsküdar, Salacakbur-
nu ve Kadıköy’e düşmüştür. Bir büyük parça da Fındıklı’mn kuzey
kısmında Çizmeciler Tekkesi önünde deniz içinde meşhurdur. İstan­
bul’dan uçup oraya düştüğü muhakkaktır.
Diğer bir maden, İstanbul’un güney tarafında Yedikule’den ya­
rım merhale uzaklıkta Kumboğazı adlı kale burnunda çıkan bir çe­
şit beyaz kumdur. Bunun için buraya Kumboğazı derler. Öyle in­
cedir ki, göz farkedemez. İstanbul’un ve Frengistan’ın kum saatçi­
leri ve kuyumcuları ondan kullanırlar.
Üçüncü Maden, Edirnekapısı dışında Davut Paşa bahçesi yakı­
nında yedi yerde çıkan taş madenidir. Böyle bir maden, bir yerde
E V LİY A ÇELEBİ SEYAHATNAM ESİ 45

görülmemiştir. Bin yıldan beri bugüne kadar her gün binlerce de­
ve, eşek ve katır taş taşıdığı halde, sanki denizde damla ve güneş­
ten zerre mikdarı azalmamıştır. Zira Allah’ın emri ile her gün ha­
vadan bitmektedir. Buna Hızır madeni derler. Güzel ve koparılma­
sı kolay olup, Hızır tarafından Ayasofya için getirildiğinden bu adı
vermişlerdir.
Dördüncü maden, Ebâ Eyüb Ensârî kasabası yakınında «Ensârî
çamuru» denilen, macun gibi, yumuşak bir çamurdur. Bu çamurla
her gün testiler yaparlar. Sanki, Mey adasındaki mühürlü toprak
gibi hoş kokusu vardır. Bundan yapılan testilerden bir kere saf su
içen, hayat suyu içmiş gibi olur.
Beşinci maden, Eyüb Sultan kasabası ile Hasköy arasında bulu­
nan gören dalgıçlar siyah bir çamur çıkarırlar. Bu çamurdan da
hergün testiler, kâseler ve kap kacak yaparlar. Garip bir çamurdur.
Altıncı maden, Kâğıthane mesiresi denilen ferahlatıcı, gezinti
yerinde baruthane çarhlarını döndüren suyun geldiği yer ki —Çen-
dere boğazı diye meşhurdur— orada bir çeşit Eğir kökü çıkardı. Bu
kök, Azak ve Geçede’de çıkanlardan daha şifalıdır. Bundan yiyeni
bin defa geğirtir. Kendine has tesiri vardır. Fakat çok az çıkar. Ço­
ğu zaman su kaplumbağası bu kökten yiyip beslenir. Galata’dan
frenk halkı gelip bu su kaplumbağalarını çeşitli hastalıklara ilâç
yapmak için toplarlar. Çok faydalı olduğu gerçektir.
Yedinci maden, Kâğıthane’nin kuzey tarafında Sarı Yâr (Sarı­
yer) denilen yerde bir çeşit yoğurulmuş, misk gibi kokulu çamur
çıkar. Bu çamurdan da testi ve kâseler yapılıp, yüksek mevkili
kimselere hediye edilirdi. Çok değerlidir.
Sekizinci maden, Karadeniz boğazı mıntıkasında Sarıyer kasa­
basında san renkli yüksek bir tepe vardır. Tepenin en yüksek yeri­
ne varınca olduğu gibi bağ ve bahçedir. Bu yüksek dağın doğu ta­
rafında, deniz kıyısına yakın bir mağarada saf altın madeni vardır.
Engerûsî ve Pondokani ayanndadır. Rum zamanından tâ Sultan Ah-
med Han zamanına gelinceye kadar, bin yük akçe ihâle ile işletme­
ye verilirdi. Defterdâr Ekmekçi-zâde Ahmet Paşa: «Cevheri ufak
olup faydası az oldu» diye bu madeni kapattırdı. Hâlâ kapalıdır. Fa­
kat yine padişah tarafından ferman olunsa zengin bir madendir.
Yeterli derecede maden elde edilmesi mümkündür.
Dokuzuncu maden, Göksu Hisarı denilen gezinti ve eğlence ye­
rindeki dağlarda bazı taşlardan kireç çıkardı ki, kardan ve sütten
beyaz olup dünya üzerinde benzeri yoktur.
46 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Onuncu maden de yine Göksu’da çıkan kırmızı topraktır. Bu


topraktan da çeşitli bardaklar, çanak ve çömlekler yapılırdı. Fakat
hekimlerin söylediklerine göre, bu toprakla yapılan testiden su içen
kanlı basur hastalığından kurtulur. Defalarca denenmiştir.
Onbirinci maden, Üsküdar’ın dağlarında çıkan bir çeşit kefegî
kayağan taşıdır. Büyük kütlelerinden ayrı ayrı parçalar halinde ko­
par. Acâip bir taştır. Çoğunlukla mezar taşları için kullanılır. .
Onikinci maden, Tophâne kasabası üstünde Galatasara/ deni­
len padişah sarayının altında Eski İstanbul adı ile anılan demir ma­
denidir. Dünya üzerinde Eski İstanbul demiri diye ün yapmıştır.
Fakat bunun yerinden kimsenin haberi yoktur. Vizenden adındaki
kralın zamanında, Hazreti Hızır Ayasofya mimarı iken onun ikazı
ile bulunmuştur Ayasofya’nın bütün demir kısımları ve Tavukpa-
zarı’ndaki Dikilitaş’ın bağlan bu demir madenindendir. Tâ ki, Sul­
tan Bayezid zamanında buradan kolaylıkla demir çıkartılmakta idi.
Sultan Bayezid Veli, bu madene her yıl gelir, orada birkaç gece ka­
lır, havasından ve suyundan istifade ederdi. Bir defasında yine ora­
da kaldığı vakit, rüyâsında Hz. Peygamberi görmüştür. Hz. Peygam­
berin öğütü üzere orada bir şifa evi ve medrese yaptırmıştır. Her
kim orada bir defa «Bismillâh» dediyse, hadisci ve tefsirci olmuş­
tur.
Sonra burası padişah sarayı olmuş, hizmetçilere ve gılmâna tah­
sis edilmiştir. Böylece de Eski İstanbul madeni kullanılmaz hale gel­
miştir.
Benim gençlik zamanlannıda Sultan Osman devrinde Kurşun­
lu mahzen ile Topkapı arasında Rimişkihâne işyeri vardı. Fatih’in
yapısı idi. Sultan Mehmed, sözünü ettiğimiz madenden demir çıkar­
tıp bu Dimişkihâne’de usta kılıççılara çeşitli kılıçlar yaptırırdı. Hat­
tâ Sultan Dördüncü Murad’ın kılıççıbaşısı Davut Usta da burada
çalışırken ben gördüm. Kale dışında deniz kenarında büyük bir iş
yeri idi. Sonra Sultan İbrahim tahta çıkıncı, Kara Mustafa Paşa’yı
şehid ettikleri sene devletin idaresine gevşeklik gelmişti. Gümrük
emini Ali Ağa, bu Dimişkihâne’yi devletten alıp kat kat Yahudi ev­
leri yaptırmıştır. Bu şekilde kılıçhânenin ve demir madeninin adı
ve şanı kalmamıştır.
Onüçüncü maden de, insan unsuru, Belde-i Tayyibe yani Kos-
tantiniyye kalesidir. Burada olan insan denizi ve Âdem oğlunun gü­
zel sevgilisi bir ülkede yoktur. Halen İstanbul’da çoktur. Hattâ meş­
hurdur. Yeryüzünde bin insan ölür, binbir insan doğar ve bir adam
bir adamdan ürer derlerdi. Öyle bir büyük ve sevimli şehir ki, ts-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

tanbul içinde bin adam ölse yine adam çokluğundan omuz sökmez.
Böyle bir gulgule-i Rum olur. Onun için İstanbul’a «insan unsuru
madeni» derler.
Eğer bütün eserler, binâlar ve imâretlerini teker teker sayıp
yazsak bir cilt kitap olur. Yeri geldikçe Osmanlı Devleti zamanın­
da yapılan yerleri anlatırız. Amma Kostantin zamanındaki gibi ba­
kımı ve şenlendirmeyi diğer kayserler ve Betâlis zamanında gör­
memiştir.
Kostantin, Ispanya’da Erim Papa iken, yüz yaşında kral olmuş,
İstanbul’u ele geçirdikten sonra otuz sene daha yaşamış, İstanbul’da
gösterişli bir ömür sürmüştür. Sonra tahtından ye şanından ayırıp
bir mezara gömdüler. Yerine îlyanos adlı pis biri tahta geçti.
Bu Îlyanos, halkı sevmezdi. Zevk, sefa, eğlence ve işrete düş­
kün bir kimse idi. Halk ondan nefret ederdi. Zamanında nice hüküm­
darlar heveslenip İstanbul üzerine yürüdüler. Kimi ele geçirdi, ki­
mi de fethedemeden geri döndü (28). İstanbul’un bu savaş ve mü­
cadele devri üçyüzbir sene sürdü. İskender’in vefatı tarihinden 882
yıl sonra Hz. Peygamber dünyaya gelip, yeryüzünde değişiklik ya­
pıp, kırk yaşında peygamber oldukta, hicretten 17 yıl sonra Mekke,
Kureyşîlerin elinden alındı. Şam dahi fethedildi. Şam’ın fethinde
Halid bin Velid, Esved ve yetmiş bin sahâbe bulunmuştur.
Şam meliki Kayser Herakliyos’a, Mukaddes yerlerde barınacak
yer kalmadı. Kaçmaya mecbur kalmış ve çok büyük ordusu ile İs­
tanbul üzerine gelmişti. İster istemez devletleri yıkılmış olan Yu­
nanlılar elinden Kostantiniyye’yi aldı. Kral oldu. İstanbul’u imar et­
meye başladı. Amma Mekke ve Medine taraflarında Hz. Peygambe­
rin zaferleri günden güne artmakta idi. Bizzat kendisi yirmisekiz sa­
vaş yapmış ve dokuzunda kâfirler ile çarpışmıştır. Bedir, Uhud, Hen­
dek, Benî Kuı-ayza, Benî Mustalık, Hayber, Mekke, Huneyn, Tâif
ve ondokuz savaşta savaşmıştır.
Ayrıca hiç savaş, çarpışma ve öldürme olmadan düşmanın itaat
edip vergi vermeyi kabul ettikleri savaşlarda da bulunmuştur. Bun­
lar: Vedan, El-asir, Benî Süleym, Sevik, Gafgtân, Necraan, Benî Kay-
nuka, Hamr’el-eşded, El-nasîr, Zâtü’r-rifa’, Bedre’l-âhar, Havfetü’l.
Cedel, Benî Lihyan, Vâdi -i Fered, Hudeybiye ve Tebük seferleri
olup hepsi barış ile sonuçlanmıştır.
Amma Sirye seferinde, Ensar miicahidlerinden biri ordu ku­
mandanı olmuştur. Bu sefer dokuz defa yapılmıştır. Siyer kîtapla-

، 28) Aslında burada bir satır okunamamıstır.


4‫؛‬. EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

nnda anlatılır. Bu şekilde bütün Eshâb bolca savaş ganimeti elde


etmişlerdir. Müslümanlar hergün zaferden zafere koşmakta idiler.
Hazret-i Peygambere kırk yaşında nübüvvet geldi. Peygamber­
liği 23 yıl ve mübarek ömürleri 63 yıldır. Nübüvvetten sonra Mekke
kâfirleri ile iyi geçinmek mümkün olmadı. Allah’ın emri ile Medi­
ne’ye göç edildi. On sene Medine’de yaşadı. Hicret’in ikinci senesi
oruç farz olundu. Kıble, Kudüs’ten Mekke yönüne çevrildi. Peygam­
berlik müddetince otuzbin defa açık olarak mucizeleri görülmüştür.
Cebrâil-i Emin, Allah’ın izni ile yeryüzüne otuzbin kere inip Hz.
Peygamber ile sohbette bulunmuştur. Bazı söylenenlere göre, yirmi-
yedibin kere inrriiştir.
Bizzat Hz. Peygamber, Peygamberlerin sonuncusudur ki, yer­
yüzünde bulunan papazlara, krallara, kayserlere ve Betâlise (Mısır
kraları)’ye mektuplar yazıp elçiler göndermiştir. Dağıstan kavmi İs­
lâmiyet! kabul etmiştir. Acem, Belhe, Buhara, Horasan, Moskova’­
da Heşdek kavmi, Leîı’de Libya kavmi ve Ispanya’da Mübtehil kav­
mi hepsi Müslüman olmuşlardır. Bugüne kadar bunlar kâfir ülkele­
rinde Müslüman olarak gelmişlerdir.
Mısır kavmi ile Kostantin halkı İslâmlığı kabul etmediler. Hz.
Peygamber, Mısır ve İstanbul’un fethi için birçok hadisler buyur­
muşlardır. Bu hususta söylenilen ve «Müslim», «Buharî» ve «Camiü’s-
Sagir»den alman bir hadis-i şerif aşağıda yazılmıştır:
Resıılullah sallallahü aleyhi ve sellem, Kostantiniyye hakkında
şöyle buyurmuştur:
«Le tüffehanne’l-Kostantiniyyetü fe leni’me’l-emirii emüraha ve
leni’me-l-Ceyşü Zâlike-l-Ceyş.»
Bu hadis-i şerif «Hakim»de dahi kayıtlıdır. Kostantiniyye hak­
kında nice hadisler vardır.
Bu hadis-i şerifleri sahâbe-i Kirâm işittiklerinde:
«Ah! İstanbul’u fetheden ben olaydım.» diyerek daima hazır du­
rurlardı. Fakat «İnsan tedbirini alır, Allah takdir eder». Tâ ki İs­
tanbul’un özellikleri ile bütün önde gelen eshâbın kulakları doldu.
Nihayet, Rebiülevvel’in onikinci gecesi olan Pazartesi gecesi, Hz.
Peygamber altmışüç yaşında iken irtihal eyledi. Medine-i Münev-
vere’de defn olundu.
Ondan sonra sırası ile Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali.
Hz. Haşan, Hz. Hüseyin halife oldular. Daha sonra da bu makam
Emevîlerin eline geçti.
DOKUZUNCU FASIL

İSTANBUL’UN İLK KUŞATILMASI HAKKINDADIR

İGRÎ 43 yılında mü’minlerin emîri Hz. Muaviye, Müslime b.


Abdülmelik kumandasında yüzbin kişilik bir ordu hazırladı.
Ikiyüz parça gemi ile çok mikdarda savaş malzemesi ve er­
zakını büyük bir merasimle Trablus-Şam limanından «Mütevekki-
len al-Allah» deyip uğurladı. İslâm askeri, Maltalıların adası olan
Rodos adasına çıktı. Kimseye aman verilmedi. Ada fetholunup içi­
ne asker bırakıldı. Fetih müjdesi de hemen Muaviye’ye bildirildi.
Rodos’un fethinden sonra, İstanköy, Sakız, Midilli ve Bozcaada
sırası ile birer gün içinde fetholundu. Bunların fetih haberleri ile
birlikte İstanbul’a yol alındığı haberi de Muaviye’ye bildirildi.
Dörtyüz parça gemi ile İstanbul boğazından girildi. İstanbul ka­
lesi kuşatılmıştı. Denizi kuşatan gemiler, Akdeniz ve Karadeniz ta­
raflarından gelen erzak gemilerini ele geçirmekteydiler. İslâm as­
keri bolca ganimet elde etmekte idi.
Şehirde kıtlık başgösterdi. Halk sıkıntı içinde kıvranıyordu. Kâ­
firler, kaleden «Aman! El-aman!» diye yalvarıyorlardı. Her yıl bir
kadırga yükü ile haraç vermek üzere barış teklifinde bulundular.
Kral Herakliyos, oğlunu muzaffer İslâm kumandanına rehin verdi.
Müslümanlar milyonlarca kuruşluk mal ve para alarak, sevinçle Ara­
bistan’a dönüp Şam’a geldiler.

İKİNCİ KUŞATMA
Hicrî 52. yılda, Hz. Peygamberin sancaktan olan Eyüb Ensârî
(Allah’ın rahmeti üzerine olsun) Hazretleri ile Abdullah İbn Abbas,
Abdullah bin Yezid ve binlerce sahâbe ile ellibin seçkin İslâm as­
keri, ikiyüz parça gemi ile yola çıktı. Mesleme hazretleri de arka­
dan yardımcı olarak çıktı. Bütün Islâm askeri güzel günlerde Ro­
dos’a vardı. Burada muhafız olan askerlere erzak ve malzeme bırak­
tılar. Sonra İstanbul önlerine geldiler. Gemileri Yedikule tarafında
bırakıp karaya çıktılar. Şehri kuşatmaya başladılar. Diğer taraftan
gemiler ile de etrafa zarar vermekteydiler.
Evliya Çelebi I-TI. F : 4
50 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

Bu kuşatma altı ay sürdü. Her gün devamlı çarpışma oldu.


Müslümanlar kazandıkları zaferlerle şenlik yapıp gülbank-ı Muham­
medi ile yürüyüş yapar iken, muzaffer kumandan Eyüb Ensârî bir
kazaya uğrayıp okla vurularak şehid oldu. Fakat doğrusu, ishal has­
talığından vefat etmiş olmasıdır. Diğer bir söylenişe göre ise şöyle-
dir: Altı ay süren kuşatmadan sonra şehir halen alınamamış, şid­
detli kış başlamıştı. Akdeniz’in dalgaları sebebiyle birçok gemi bat­
mış, askerler şehit olmuştu.
Askerler arasında «fetihten vazgeçilip, geçen yıldan daha fazla
haraç isteyerek geri dönülmesi» sözleri dolaşıyordu. Bu sözler üze­
rine Kral Herakliyos’a elçi gönderildi. O da haracı kabul etti.
Bazı sahâbe de «Ah! Bari gelmişken, kaleye girip Ayasofya’da
iki rekât namaz kılalım» deyip kraldan izin aldılar. Bu izin ile ha­
raçları alıp savaştan vazgeçtiler.
Mesleme ve Eyüb Ensârî, bin kadar silâhlı adamları ile kale­
nin altına geldiler. Kâfirlerden rehin almadan, gayet rahat ve kuş­
kusuz olarak kaleye girdiler. Doğru Ayasofya kilisesine geldiler. İki­
şer rekât hacet namazı kılıp «İlâhi, burayı İslâm ibâdetgâhı eyle»
diye hayır dua ettiler. Sonra Ayasofya’nm dört tarafını gezip sey­
rederken, Papaz ve keşişlerin kışkırtmasiyle «Fırsat ganimettir. Bun­
lar Müslüman kumandanlarıdır. Hemen aman vermeyip bunları kı­
ralım» deyip bütün kâfirler söz birliği ettiler. İslâm askerlerini al­
datmak üzere ziyafetler vererek «Kostantiniyye şehrimizi gezip gö­
rün» dediler.
Asker, Ahırkapı’ya toplanmış... kadırgalardan uzak olan Edir-
nekapı tarafına giderlerken dört taraftan binlerce kâfir, müslüman­
lar üzerine hücum ettiler. Müslüman askerleri derhal kılıç çekip çar­
pışmaya başladılar. Şehir içinde büyük cenk oluyordu. Göz açıp ka­
payıncaya kadar nursuz kâfirler kılıçtan geçirildiler. Denizdeki İs­
lâm askeri katre kadardı. Yine böyle iken, üç saat olağanüstü bir
gayretle içerdekiler savaşmaktaydılar.
Damlardan, baca, pencere ve balkonlardan, kadınlar ve çocuk­
lar İslâm askerini zor duruma düşürdüler.
Nihayet çarpışma Eğrikapı’ya geldi. İslâm askerleri kapıyı sök-
, tüler, muhafızlarını öldürdüler. Oradan dışarı çıkarken, Ebâ Eyyüb
Ensârî taş ile yaralandı. Zaten ishalden hasta olduğu için, günden
güne ağırlaşıp şehid oldu.
Kâfirler, Ebâ Eyyüb’ün şehid olduğunu işitince, «Ey garib müs­
lümanlar, Allah’ın kulları! Hemen hepiniz sağ iken kalkın, yoksa
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 51

îsa uğruna cümlenizi kırıp, o zaman kumandanınızı b.ulup ateşte ya­


karız!» diye haber gönderdiler.
îslâm askeri de «Kumandanımızın ölüsünü ateşte yakarsınız,
biz de sizin esirlerinizden yüzbin esiri ve geçen yıldan halife yanın­
da bulunan kralınızın oğlunu ateşe veririz» diye haber gönderdiler.
Onlar bu haberi alınca, verdikleri söz üzerine mal ve hâzinelerini,
ayrıca halife ve îslâm kumandanlarına bolca hediyeler verdiler. îs­
lâm askeri Eba Eyyübe’l-Ensârî hazretlerini Eğrikapı yakınında bir
meşelik içinde defnettiler ve bir granit taşma tarih yazarak koydu­
lar.
Sonra bütün Müslüman gazileri fetih yapmadan elde ettikleri
mal ve değerli ganimetlerle Yedikule’den gemilere binip yola çık­
tılar ve Kızıl adalara demir attılar. O gece îslâm askeri istirahatte
iken îstanbul tekfurunun bir oğlu ikiyüz parça gemi ile sabahle­
yin Müslümanları bozguna uğrattı. Büyük bir çarpışma oldu. Allah’­
ın emri ile bütün kâfir askeri yenilgiye uğratıldı. Yetmiş parça ge­
mileri ile onikibin kâfir askeri Müslümanlara esir düştüler. Esir­
lerin arasında kralın oğlu da vardı. Sekizbin kadar kâfir de cehen­
neme yollanmıştı. îslâm gazileri zaferle Arabistan’a doğru yola çık­
tılar. İstanbul’dan Silivri, Florya kalesi, Kumburgaz kalesi ve daha
birçok kale, köy ve kasaba yağma edilerek Trablus-Şam’a, sonra da
Şam’a dönüldü.

ÜÇÜNCÜ KUŞATMA
Hicrî 92 senesinde yine Emevî halifelerinden Süleyman İbn-i
Abdülmelik’in fermanı ile kız kardeşinin oğlu Ömer İbn-i Abdülaziz,
karadan seksenyedi bin asker ile gelip İstanbul’u kuşattı. İstanbul’­
un kara taraflarını ve Galata tarafını yakıp yıktılar. Bol miktarda
ganimet elde ettiler. Fakat şehri alamadan geri döndüler. Boğaz hi­
sardan yine Anadolu taraflarına geçip Sinop kalesini kuşattılar. Son­
ra barış yapıldı. Burada da bolca ganimet alındı. Sonra Kastamo­
nu’yu kuşattılar. Fakat burayı da alamadan Şam’a döndüler.

DÖRDÜNCÜ KUŞATMA
Yine Emevî halifesi Süleyman İbn-i Abdülmelik, kız kardeşinin
oğlu Ömer İbn-i Abdülaziz kumandasında, Hicrî 97 yılında yüzyir-
mibin kişilik bir orduyu karadan, ayrıca üç yüz parça gemiyi de
denizden İstanbul üzerine gönderdi. O sene Bursa civarında, Aydın­
cık adındaki Belkıs Ana şehrinde kışı geçirdiler. İlkbaharda İstan-
52 EV LİY A ÇELEBİ SEYAHATNAM ESİ

bul kuşatıldı. İki tarafta da kıtlık oldu. Şehirdekiler kendi pislik­


lerini yediler. Dışarda îslâm askerleri ot yediler. Kâğıthâne çayın
kuru bayır hâline geldi. İstanbul’u alamadan yine Şam’a döndüler.

BEŞİNCİ KUŞATMA
Ömer İbn-i Abdiilaziz, Hicrî 100’ncü yılda Şam halifesi iken,
yüzbin asker ile gelip karadan ve denizden İstanbul’u kuşattı. Ka­
radeniz boğazında Galata tarafına geçip, Galata kalesini ele geçirdi.
Galata burnunda «Kurşunlu mahzen» camiini yaptırdı. Gaiata’da
«Arap Camii» adı ile tanınan camii bu yaptırdığı için, Arap Camii
denmiştir. Kıblesi çok doğrudur.
Galata kalesi üzerinde yüksek bir kule yaptırdı ve adını «Me-
dine-tü’l-Kahr» koydu. Sonra İstanbul tekfuru ile bir anlaşma yap­
tı ki, buna göre İstanbul’un Eğri kapısı, Edirnekapısı, Sultan Selim
tepesinden Zeyrekbaşı tepesine, buradan Unkapanı’na ve Eyyüp En-
sârî kapısına kadar uzanan yerlere Müslümanlar girip yerleşmiş­
lerdir.
Aşağı Mustafa Paşa çarşısında• Gök Camii’ııi yaptırdı. Sirkeci
tekkesine şeriat mahkemesi yaptırdı. Bir mahalle de Yedikule ya­
kınında, Koca Mustafa Paşa’da kurdurdu. Bu şartlar üzere İstan­
bul tekfuru banşı kabul etti. Ayrıca her yıl ellişer bin altın vergi
verecekti.
Ömer İbn Abdülaziz, üç yıllık vergiyi peşin aldı. Bir sene Ga-
lata’da kaldı. Şehirde yerleşen Müslümanların yaşayışlarını gördü.
Sonra Süleyman bin Abdülmelik’i Galata kulesinde kumandan bı­
rakıp, Meslemeyi (29) de ona başvezir yaptı. Bu sırada Tekfur’dan
üçyüz parça gemi yardıma gelirken, bunlara Tekfurdağı denilen yer­
de rasladı. İki taraf arasında büyük bir çarpışma oldu. Kâfirler boz­
guna uğratıldı. Fakat arkadan İstanbul Tekfuru’nun yüz parça ge­
misi geldi. İslâm askeri iki düşman arasında kaldı. Büyük bir sa­
vaş yapıldı. Sonunda düşman yine yenilmek üzere iken, havanın
bozması sebebi ile iki tarafın gemileri karaya oturdu. Askerler ka­
raya çıktılar. Karada yapılan savaşta Müslümanlar kasabayı yağ­
ma ettiler. Üçbin kadar katır ve eşek buldular. Sabahleyin düşman
askeri perişan halde karaya düşmüşlerdi. Aç, susuz, şaşkın halde idi-

(29) Arap tarihlerinde Elyon diye kaydedilen Leon zamanındaki bu kuşat­


manın şeklini, Muhiddin-i Arabi «Müsâmerât» adlı eserinde anlatır. Ese­
rin bu kısmı meşhur Nerkesî tarafından tercüme edilerek, «Hamse» si­
nin beşincisini teşkil etmiştir.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 53

ler. İslâm askerleri yedi saat içinde yirmiüçbin kâfiri esir aldılar.
Batan gemilerden elde edilen ganimetin hesabını da Allah bilirdi.
Hâlâ «Ömer kırdığı yurdu» denilen yüksek bir vadidir, tam üç
gün üç gece, burada sultan savaşı oldu. Yine İstanbul tekfurunun
amcasının oğlu Mihail, yetmiş kaptan boy beyleri ve Ispanya’dan
yardıma gelen Kardanize adlı kralın oğlu ile üçyüz parça geminin
üçyüz kaptanı esir edildi. Geri kalan kılıç artıkları da sahile varın­
ca esir alındı. İkiyüz parça gemileri sağlam olarak ele geçirildi. îki-
yüz gemileri de batmış idi. İslâm gemilerinden de vüzelli parça gemi
parçalanıp batmıştı. İslâm askeri, yirmi gün gemilerini tâmir etti­
ler. Kendi gemileri ile düşmandan ele geçirdikleri gemilerin sayısı
yediyüz olmuştu. Yirmiüç bin esire sahip oldular. Parçalanan diğer
gemilerin mallarını sağlam gemilere ağzına kadar doldurup yola çık­
tılar. Bu şekilde Saydâ kalesine geldiler. Bütün Şam askerinin ih­
tiyacı giderilmişti. Bu savaştan Büyük bir savaş, bir tarihde olma­
mıştı.
Ömer îbn Abdülaziz, Şam’a geldikten üç yıl sonra, İstanbul’da
kumandan tâyin ettiği Süleyman bin Abdülmelik’i Şam’a getirtti.
Onun yerine Ebu’l-Âl kumandan tâyin edildi. Fakat Ebu’l-Âl, Ga-
lata’da Herakliyos ile iyi geçinemedi. Kâfirler ile aralarında birçok
anlaşmazlıklar oldu.

ALTINCI KUŞATMA
Hazret-i Peygamberin hicretinin 160’mcı senesinde Mervan îbn
Hakem, yüzellibin kişilik bir ordu ve bin parçalık donanma ile ge­
lip İstanbul’u kuşattı. Kuşama altı ay sürdü. Kral Heraklioğlu Sen-
dore (30) ile barış anlaşması yapıldı. Anlaşmaya göre; daha önce İs­
tanbul’da yerleştirilmiş olan Müslümaıılar kuvvetlendirildi. Ayrıca
«Ceb Ali = Cibâli» kapısından içeri üç mahalle kurulup bir cami
yapıldı. Müslümanlar için bir de kadı tâyin olundu. Her yıl yüzbin
Takyanos (31) altını vergi almayı da kabul ettiren Mervan Îbn Ka-
kem, Şam’a döndü.

(30) Bu olay. İmparator Porfirojenet zamanına raslar.


(31) Dilimizde bir şeyin çok eskiliğinden kinaye olarak darbımesel edilen bu
imparatorun adı, Avrupa tarihlerinde Diocldtien olarak geçer. Milâdî
284 tarihinden 305 tarihine kadar Roma’da imparatorluk yapmıştır. Hris.
tiyanlara yapılan meşhur zulümlerin onun.usu bunun zamanında olmuş­
tur.
54 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

YEDİNCİ KUŞATMA
Mervaıfm yaptığı barış anlaşmasından yetmişdört yıl sonra, Hic­
rî 139’da, Abbasî halifelerinden Yahya bin Ali, elli bin asker ile
Malatya’yı feth etti. Sonra İstanbul’a geldi. Şehre saldırmadı. Et­
rafları yağma etti. Yirmi bin kâfiri kılıçtan geçirdi. Sonra Harran’a
döndü (32) .

SEKİZİNCİ KUŞATMA
Yahya bin Ali’nin kuşatmasından onaltı yıl geçtikten sonra,
Yahya vefat etmişti. Hicrî 137 tarihinde İstanbul tekfuru Herak de
öldü. İlya (33) adlı oğlu İstanbul kralı oldu. Bu sırada Abbasî Hali­
fesi Harun el-Reşid, yüzelli bin askerle İstanbul’u kuşattı. Sonunda,
fethetmeden geri dönmek zordur diyerek, barış yapmayı istedi. Kral­
dan, İstanbul içinde bir sığır derisi (34) kadar yer istedi. Kral İlya
bunu kabul etti. Harun el-Reşid, sığır derisini incecik dildirdi. Daha
önce Ömer İbn Abdülaziz zamanında Koca Mustafa Paşa semtinde
kalan Sahâbe-i Kiram mahallesinin dört tarafına dilinen bu sığır
derisi sahrasına sağlam bir kale yaptırdı. Kaleye asker, yiyecek ve
içecek koydu. Her yıl ellibin flori vergi ve on yıllık peşin alarak ba­
rış yapıldı. Sonra Harun el-Reşid, Bağdad’a döndü.

BÜYÜK OLAYLAR VE ŞİDDETLİ EMELLER HAKKINDADIR


Emevî halifesi Ömer İbn Abdülaziz zamanında Galata kalesi ve
İstanbul’un yarısı barış yolu ile alınmıştı. Sahâbe, suffe erbâbı, mu­
hacirin, ensâr ve daha sonra gelen teb’a-i tâbiî’nden Mesleme haz­
retleri ile yirmi bin kadar kimse kalmıştı. Allah’ın emri ile bunla­
rın çocukları ve torunları o kadar çoğaldı ki, Kostantiniyye kâfir­
lerine üstün geldiler.
Harun el-Reşîd’in İstanbul’u kuşatmasına gelinceye kadar, sa-
lıâbenin İstanbul içine girmelerinden yüzellibeş yıl geçmişti.
Son olarak Hârun el-Reşîd İstanbul kuşatmasından sonra Bağ­
dat’a vardığında, İstanbul’da kral bütün patrik, keşiş ve rahipleri bir
yere topladı. Onlara şöyle dedi:

(32) Bizans imparatorlarından IV. Kostantin Kopronim zamanına raslar.


(33) V. tlya zamanıdır.
(34) Sığır derisi kadar yer istemek durumu, hemen bütün milletler tarihle­
rinde vardır. Bunlardan Kartacalılar da yerleştikleri yeri böyle elde et­
mişlerdi. Fatih’in de Rumeli H isan’nın yerini böyle aldığı söylenir.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 55

«Şehrimizde kırk elli bin Arap askeri bulunmaktadır. Bunlar


günden güne çoğalıyor. Birçok aşın hareketlere girişmektedirler. On­
ların burada oturmaları sebebiyle birkaç kere kuşatıldık. Bu kadar
mal ve paradan olduk. Ayrıca her an bir alay arsız, cebbar kavmin
zulüm ve işkencelerinden, şehirde huzursuz kaldık. Bunlara bir yer
bulmak gerektir.»
Kralın bu sözleri üzerine, bazı içkiden mest olmuş kâfirler: -«Bü­
tün Arap kavmini bir gecede kırıp ellerinden kurtulur, şehrimiz em­
niyette olur» dediler.
Bazı geleceği düşünen insaflılar da: «Gerçi biz bunlan kıranz
ama, onlar da Haleb ve Şam’da rehin bulunan krallarımızın oğulla­
rını ve bu kadar füzbin esirimizi kırarlar» diye cevap verdiler. Bu­
nun üzerine bazı kötü düşünceliler de şöyle dediler:
«Arap kavmi içine ayrılık girdi. Halife Osman’ı şehid ettiler. Ali
ile Ayşe anaları, Murad nehri kenarında Caber kalesi arasında bü­
yük bir savaş yaptılar. îki taraftan yirmibin kişi şehid oldu. Yakın
zamanda Muhammed’in kızının oğlu îmam Hüseyin’i ve beraberin­
de bulunan mücahidlerin kırk binini Kerbelâ’da Yezîd susuzluktan
ve açlıktan, bazısını da kılıç ile şehid etti. Hâlâ onların içine anlaş­
mazlık düşmüş ve bunlara benzer duraklamalar olmuştur. Onların
bugün dahi başlarını kaşımaya vakitleri yoktur. Fırsat ganimettir.
Şehrimizde bulunan Arapları kırıp rahata erelim» dediler.
Diğer bütün kâfirler de bu kötü plânı kabul ettiler. Hicrî 256 yı­
lında yüzbin kadar kâfir grup grup olup, İstanbul içinde ve Gala-
ta’da bulunan Müslümanlar evlerinde bulundukları ve ibadet ettik­
leri sırada aniden baskın yaptılar. Her mahallenin halkı bir yere
toplanıp savaşmaya başladılar. Müslümanlar birçok kâfiri kırdılar.
Kendilerinden de oldukça şehid verdiler. Müslümanların gücü azal­
dığından, geri kalanlar bir yere toplanıp savaşmak için Üsküdar
tarafına geçmeye çalışıyorlardı. Kral, bunların üzerine asker gön­
derip hepsini şehid ettirdi. Bu sebeple buraya «Şehid Kapısı» den­
miştir. Binlerce Müslümanı Cibâli kapısı yakınında şehid ettiler.
Hepsinin temiz vücudları toprak oldu.
Bir grup Müslüman da Yedikule yakınında Koca Mustafa Paşa
mahallesinde Hârun El-Reşîd’in sığır postu dilimleri genişliğindeki
sahaya yaptırdığı kaleye sığındılar. Üç gün üç gece savaştılar. Kâ­
firler, Müslümanları buldukları yerde şehid ettiler. Hâlâ İstanbul
içinde Saraçhâne yakınında, Seksen Dede yakınında, Ka’riye ve Fet-
56 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

hiye yoldan üzere, Şehzade Camii avlusu içinde, Zeyrekbaşı semtin­


de, Unkapam tarafında ve çoğunlukla Yeniçerilerin yeni odaları için­
de bazı mezarlar vardır ki, her köşede parmaklıkla çevrilmiş ka­
birler bulunur, bazı köşelerde de sedler üzerinde mezarlar vardır.
Bunların hepsi o zamandan şehid olmuş sahabe-i kiram ve onların
soyundan olan kimselerdir. Hiçbiri kurtulamamıştır.

Fakat Galata’da olan Müslümanların sayısı yirmiüçbin idi. Hep­


si de seçkin askerlerdi. Bunlar var kuvvetleri ile yedi gün yedi ge­
ce savaştılar. Kâfirleri kırdılar. Sonunda kumandanları olan Meh­
met Zülhayâl, yiğit ve cengâver bir kumandan iken şehid oldu. Bü­
tün Müslümanların kolu kanadı kırıldı. Bir yerden dahi yardım gel­
miyordu. Yedi gün böylece savaştılar. Sekizinci gün, kâfirler Ga-
lata’nm yer yer yıkılan yerlerinden girip bütün Müslümanları şe­
hid ettiler.
Bu büyük savaşta yedi gün içinde yirmiüçbin Müslüman şehid
oldu. Fakat yüzbinden fazla kâfir de kılıçtan geçirildi. Bundan baş­
ka Galata çenginde Kral îlya, kırk veziri, anası Eleni, yediyüz daval
ve nâkus beyleri öldürülmüş ve Kostantiniyye (İstanbul) kralsız
kalmış idi.
Bu sebeple her taraftan bir kral çıkıp İstanbul içinde krallık
kavgaları başladı. Bütün halk birbirine düştü. Yedi günde yüzbin
kâfirin canı cehenneme gitti. Kendi tarihlerinde bu olay için «Arap­
ların ruhları bizi kırdı» diye bahsederler.
Bu iç savaş sırasında Kayser Herakl’in kızının oğullarından
Grando Mihal, Frengistan’a gelmiş idi. Onu kral yaptıkları gün, Al­
lah’ın hikmeti, İmam Hüseyin’in oğullarından Seyyid Baba Cafer
Sultan ve Üveyse’l-Karanî hazretlerinin halifelerinden, üçyüz arka­
daşı ile Şeyh Maksud hazretleri ve kendine bağlı üçyüz kişi ile Ba­
ba. Cafer Sultan, Harun El-Reşîd tarafından elçilik görevi ile İstan­
bul’a gelmişlerdi. Yeni kral olan Grando Mihal ile görüşen elçi he­
yeti, mektuplarını krala verdiler. Kral, elçi heyetine iyi muamele ve
ikramlarda bulundu. Onların kalmaları için büyük ve güzel bir sa­
ray ayırttı. Şeyh Maksud, yedi günden beri sokaklarda taptaze ya­
tan binlerce şehidi gördü. Yapılan savaşı öğrenince, hemen krala
gelip bir hayli söz söyledi. Kral, Şeyh Maksud’un maksat ve mera­
mını anlayıp, «Bütün şehidlerinizi, dininiz şartlarına göre gömünüz»
diyerek izin verdi. Şeyh Maksud derhal bütün adamları ile kazma ve
çapalar bulup, İstanbul içinde ne kadar şehid varsa hepsini şehid ol­
dukları yerde defnettiler.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 57

Koca Mustafa Paşa semtinde üç sahabe defnedilmiştir. Diğer


binlerce şehid, kayıklar ile İstanbul’un kuzey tarafında eski bir me­
zarlık olan ve «Tersâne ardı» denilen yere götürülüp büyük mağa­
ralar içinde defn olundular. Ömer îbn Abdülaziz zamanından beri
nice sahabe-i kirâm İstanbul ve Galata’dan sonra hepsi bu mezar­
lıkta gömülüdür. Şeyh Maksud da kayıklarla getirdiği ve buraya
defnettiği şehidler için mezarlığa bir büyük sert taş diktirdi, üze­
rine de kendi el yazısı ile şu yazıyı yazdı:

BEYİT
Bunlar anlar kim gelüp gittiler
Gelüb de iş bu fenada nittiler
(»eldiler ve gittiler ve yittiler
Akıbet dâr-ı Bekâya gittiler.
Bu beyitler, şöhreti dünyayı sarmış öyle yazılardır ki, Rum,
Arap, Acem ve binlerce seyyah gelip bu eski mezarlığı ziyaret eder­
ler. Bu yazı için bazı bilginler «Cifr» derler. Bazıları da «define
anahtarıdır» diyerek orada bulunan şehidlerin binalarını yıkmış, ka­
zıp define aramışlardır. Bunların hepsi olduğu yerde yok olmuşlar­
dır. Fakat bazı aklıbaşında büyükler ise Cuma geceleri buraya ya­
lınayak gelip «Tekâsür» sûresini okurlar ve ziyâret ederler. Zira bu
yerde sahâbe-i kiramdan ve büyük şehidlerden binlerce muhacir ve
ensâr bulunmaktadır.
Bilginler arasında ve halk ağzında yayılmıştır ki, İstanbul’un
kuzey tarafındaki Haliç’in üst kısmında bulunan mezarlıkta bir de­
likten binbir Muhammed isimli kafatası çıkar. Zira bu mezarlıkta
binlerce defa Kadir gecelerinde nurlar doğduğu binlerce dürüst kim­
seler tarafından görülmüştür. Burayı ziyaret etmek çok faydalı olur.
Sözün kısası, Şeyh Maksud Hazretleri yedi günde İstanbul için­
de ne kadar şehid varsa hepsini defnetti. Allah’ın hikmeti, Harun
El-Reşîd tarafından elçilik görevi ile gelen Seyyid Baba Cafer Sul­
tan, hiddetli ve gönül kırıcı bir kişi olduğundan, Kral Grando Mi-
hal’e yüz vermemiş ve bu sebepten zehirlenmek sureti ile şehid edil­
mişti. Baba Cafer krala sövdüğü için, kral giicenmiştir. Şeyh Mak-
sud’a ferman edip, Baba Cafer’i kâfirlerin mahbushanesi olan yere
gömdürdü. Bütün suçlu, katil, mahbus ve borçlu kâfirler burada
Baba Cafer’e küfür ederlerdi. Bugün Zindan denilen bu yerde halen
yatmaktadır. Ammâ İstanbul fethedildikten sonra, burası yine borç­
luların zindanı olup ziyâret yeri olmuştur. Zindan cezasından kur-
58 EVLİYA CELEBİ SEYAHATNÂMESİ

tulanlar sadaka verip, kâfirlerin beddualarına karşılık, bütün kur­


tulanlar hayır dua ederler. Artık bir ziyaret yeridir.
Sonra, Şeyh Maksud’un iyi huyundan ve tatlı sözünden ve «din­
leri uğruna şehidleri defnetti» diye şeyhden hoşlanan kral, Baba
Cafer ile gelen mektupların cevaplarını yazıp, binlerce Eşrefi (35)
altını ile Şeyh Maksud’u Bağdad’a Harun El-Reşîd’e gönderdi.

DOKUZUNCU KUŞATMA

Yukarıda anlatılan büyük alaydan sonra bir sene geçmişti. Üçün­


cü sene yine Harun El-Reşîd, şehid edilen sahabenin ve Müslüman­
ların kanının öcünü almak için, büyük bir ordu ile Bağdad’dan çık­
tı. Malatya’ya geldi. Burada Cafer Bazî’yi —ki Battal Gazı’dir—
yüzyetmiş bin asker ile öncü olarak Kostantiniyye’ye gönderdi. Ha­
run El-Reşîd de arkadan gelşrek İstanbul boğazını tuttu. Gelen ya­
bancı gemileri tutup el koyuyordu. Ordusu ile İstanbul yakasına
geçti. Şehrin dört yanını yağma ve talân etti. Şehirde kıtlık ve aç­
lık başladı. Şehirden dışan çjkan kâfirlere Battal Gazi aman ver­
meyip kılıçtan geçirdi. İslâm gazileri bol miktarda ganimet elde et­
tiler. Öyle ki, taşımakta güçlük çekiyorlardı. Malları bin parça ge­
miye yükleyip İskenderun’a gönderdiler. Bu sırada kral Ya’fur idi.
Bir yolu ile esir edilerek Harun Eî-Reşîd’e getirildi. Halife hiç aman
vermeden, onu Ayasofya’nm çan kulesine astırdı. Bütün asker bolca
ganimetle Bağdad’a döndüler.
Sonra Kostantiniyye yedi sene kadar kralsız kaldı. Nihayet, ası­
lan kral Ya’fur’un oğlu Frenkler ile anlaşıp şehri ele geçirdi. Adına
Kanatur Kral derlerdi. Kendisi İstanbul’a ve Cenevizliler de Galata
tarafına sahip oldu. Bu Cenevizliler, Karadeniz sahilinden ta Kırım’a
kadar, binyediyüz kadar kaleye sahip oldular.
Kral Kanatur yetmiş sene yaşadı. İstanbul'u öyle imâr etti ki,
buna Rumlar ikinci Kostantin derler. Oğlu olmadan öldüğü için, ken­
disi ile birlikte hanedânı da sona ermiştir.
Yunanlıların Yenvan tarihinde kayserlerin soyları şöyle kayıtlı­
dır:
«Nuh aleyhisselâm oğlu, Sam oğlu, Ays oğlu, Ameleka oğlu, Mad-
yan oğlu, Yanko oğlu, Pozantin oğlu, Florin oğlu, tliyangor oğlu,

(35) Diokletien altınına Evliya Çelebi zamanında Eşrefi altını da denirdi. Ya­
vuzcun Mısır’da bastırdığı altınlara da bu isim verilmiştir. O zamandan
beri, Osmanlı Sikkelerinden bazılarına ve hattâ ecnebi altınlarına da
Eşrefi ismi verilmesi âdet olmuştu.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 59

Ameleka oğlu, Pozantin oğlu, Kanator Migal oğlu, Mihail oğlu, İs-
tefan oğlu, Triyandafil oğlu. Kiriş Mihal oğlu, Kostantin oğlu, İli-
yanna oğlu, Herakl Migal oğlu, Yorgi oğlu, Kostantin oğlu, Mihail
oğlu, îstafaıı oğlu, Herakl oğlu, îliya oğlu Kanator kral.
Kurabî’nin anlattıkları da Yenvan’ın söylediklerine uygun düş­
müştür (36).
Benim dükkânımda kuyumculuk yapan Simon adında biri Yen-
van tarihini okudukça işitirdim. Ben de ona «Şahidi» lügatini okur­
dum. Zaten Yunan ve Latin dillerini bildiğim için yabancı kitapla­
rı da okurdum. İskender Tarihinde de Rum kayserlerinin soyu Ame-
leka’ye ve Nuh oğlu Şam’a ulaşır.
Sözün kısası, Kral Kanator ile kayserler son bulmaktadır.
Hicrî 699 (M. 1299) tarihinde, «Evvelen Osman» sözü tarih dü­
şürülmüştür. Osmanlı hanedanı ortaya çıktığında, İstanbul şehri ona­
rılmış ve sağlamlaştırılmıştı. Osmanlı devleti de İstanbul’u feth et­
me yoluna düşmüştü. Sultan Alaeddin Selçuk’un gösterdiği yolda, İs­
tanbul’un üç tarafını ele geçirmek için teşebbüse giriştiler.

ONUNCU FASIL

OSMANLI DEVLETİNİN YILDIZININ


ÇIKTIĞI HAKKINDADIR

ö NCE, kitap müsveddelerinin ve bunların tasnifine sebep olan


cevher topu kalem şu şekilde yazdı ki: Hâdiseleri birleştirip
geçmişte olan şeylerin haberlerini bir arada toplayan mec­
muanın yazdığına göre ve Rum tarihçileri ile anlayışlı, nüktedan,
akıl sahibi ve dirayetli kimselerin doğru sözlerince, yeryüzünde yer
sahibi olan ilk kimseler Hazret-i Âdem neslidir. Ondan çocukları,
onların çocukları ve onların çocukları... olup, yeryüzüne dağıldılar.
Fakat milletlerin çeşitli olması sebebiyle, bunlar hakkında tarihçi­
ler değişik düşüncelere saptılar. Ama Rum ülkesine yerleşenlerin
ilki, îshak oğlu Ays’ın çocuklarıdır. İnanılır söylentiye göre Yafes’e
kadar gider ki, Yafes de Ays’ın dedesidir. Bütün Rum soyu ondan
çoğalıp Rum ülkesine yayılmıştır.

(36) Bu hükümdarlar sülâlesi Bizans tarihine uygun değildir.


60 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Kum ülkesine ilk olarak gelen Türkler Selçuklulardır. Hicrî 476


(M. 1083) tarihinde Danişmend emirleri ile birlik olarak Malatya,
Kayseri, Alâiye, Antakya, Karaman ve Konya bölgelerini Rum Yu­
nan kayserinin elinden alıp bağımsız hükümdar oldular.
Osmanoğulları aslen Maverânünehir’dendir. H. 699 (M. 1299) ta­
rihinde Selçuklular devri sona erdi. Turan ilinde Mâhan şehri bey­
lerinden Süleyman Şah ve Ertuğrul Bey, Rum ülkesine gelip Selçuk­
lu Sultam Alâeddin’in emrine girdiler. Etrafa seferler yapıp birçok
fetihler yaptılar. Sultan Alâeddin vefat edince, ileri gelen söz sahi­
bi kimselerin isteği ile Ertuğrul emir oldu. Adına hutbe okunmaya
başlandı. Fakat adına para bastıramadan Söğütçük denilen şehirde
vefat etti. Ondan sonra oğlu Osman, «Evvelen Osman» sözünün düş­
tüğü tarihte bağımsız olarak adına para bastırıp hutbe okutan padi­
şah olmuştur. îlk hutbeyi Dursun Fakih denilen imam hemen Os­
man Gazi adına okumuştur. Sonra Osmancık, Anadolu vilâyeti adı
verilen Rum ülkesine yayılıp parladı
Osman Gazî’den sonra yerine oğlu Orhan Gazi, bey oldu. Bun­
ların zamanlarında yetmişer adet büyük evliya orada Peygamber
sancağı altında hazır bulunup onlarla nice fetihler yaptılar. Yine
bunların zamanında büyük atalarımızdan Türk Türkmen hoca Ah-
med Yesevî hazretleri, Horasan’dan halifesi olan Hacı Bektaş Veli
ve üçyüz adamını seccâde sahibi edip onlara def, kudüm, sancak ve
yön vererek Orhan Gazî’ye gönderdi. Bunlar birleşince, Bursa üze­
rine yürüyüp Bursa’yı feth ettiler.
Bundan sonra Kostantiniyye (İstanbul)’nin fethi için hazırlığa
giriştiler. H. 758 (M. 1356) tarihinde Gazi Orhan Bey’in oğlu Süley­
man Gazi, yetmiş büyük evliyanın ve Hacı Bektaş Veli’nin izni ve
gösterdiği yol üzere önce Kara Mürsel, Kara Koca, Kara Yalova,
Kara Biga ve Kara Sığla adında kırk kara yiğitle birlik olup, tulum
ve sallar yaparak tam kırk kişi bu sallar ile denizi geçtiler. Rum
toprağına ayak bastılar.
Bismillah ve Gülbank-ı Muhammedi çekip gemilerden atlarını
çıkardılar. Dört tarafa yayıldılar. Her tarafı yağma ve talân ettiler.
Cuma günü îpsala kalesini fethettiler. Cuma namazını burada kıl­
dılar. Bu sebeple, buranın adı «îbtidâ Sâla» dan değişik olarak «îp-
sâlâ» kalmıştır (37).

(37) Sakız’a bağlı bir kaza olan îspara (Psara) adasının eski adı îspira (Psi-
ra) dır.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 61

Oradan ılgar ile Gelibolu kalesine geldiler. Kalenin demir ka­


pısına, Süleyman Şah «Bismillah» deyip el vurdu. Allah’ın emri ile
Gelibolu kalesi de fetholundu. «Bismiîlâhirrahmanirrahîm» kelimesi
bu fethe tarih düşmüştür.
Buradan yine Ilgar ile Tekfurdağı ve İstanbul yakınından tâ
Silivrikapı kalesine kadar, sözü edilen kırk kişi geceleri baskınlar
yapıp ganimet ve esirler elde ettiler. Bütün yollan öğrendiler. Ka­
zandıkları zaferlerden sonra elde ettikleri bol miktarda ganimetlerle
yine sallarla karşı tarafa, Kapıdağı tarafına geçip Bursa’ya geldiler.
Bütün îslâm askeri bu sevinç ile zaman zaman gemilerle karşı ta­
rafa geçip yüzlerce köy, kasaba ve kaleler fethettiler. Her an İstan­
bul’un dört tarafım yağmalayıp, kâfirleri perişan ve esir ederek ken­
dilerine karşı çıkacak düşman bırakmadılar. Avladıkları temiz ve
güzel kızlarla evlenerek çoğaldılar.
H. 761 (M. 1359) tarihinde, Birinci Murad (Gazi Hüdâvendigâr)
padişah oldu. Rum diyanna derya misâli asker çekti. Daha önce
Alâeddin Sultan ile Hacı Bektaş Veli’nin «İstanbul’u fethetmek için,
önce dört bir yanını fethemek gerektir» yolundaki kavillerine uya-
Yak, Birinci Murad İslâm askeri ile bizzat gidip Edirne kalesini Edir­
ne tekfurunun elinden aldı. Anadolu’daki Müslüman halkı Edirne’ye
getirtti. İstanbul’dan dışarı kâfirler artık çıkamaz olmuşlardı.
Fakat Allah’ın takdiri, Gazi Hüdâvendigâr, yere batası kâfirler
ile Rumeli toprağında, Vulçitrin kalesi önünde, Kosova’da savaşlar
yapıp yüzbinlerce kâfiri kılıçtan geçirdi. Gazı Hüdâvendigâr Allah’a
şükredip kâfirlerin leşlerini seyrederken, leşler arasında Volaşko ad­
lı kâfir, bir hançerle Hüdâvendigâr’ı vurup şehid etti. O melunu da
orada parça parça ettiler. Müslüman gaziler bol miktarda ganimetle
ve zaferle Edirne’ye döndüler. Yıldırım Bayezid Hân padişah oldu.
Kâfirlerin topraklarına Yıldırım Han, yıldırım gibi kılıç vurup ba­
basının intikamını almaktaydı.

ONUNCU KUŞATMA
Yıldırım Bayezid Han, bir tedbir olarak Edirne’yi ikinci payitaht
edinmiştir.
Yıldırım, büyük bir ordu ile gelip İstanbul’u yedi ay kuşattı. So­
nunda kâfirler, «Aman ey Yıldırım Han, maksadınız üzere sulh ede­
lim» diyerek aman dilediler. Her yıl ikiyüzbin altın vergi vermeyi
kabul ettiler. Yıldırım Han bu teklifi kabul etmedi. Daha önce Ömer
İbn Abdülâziz devrinde ve Harun El-Reşîd zamanındaki gibi, Ga-
62 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

lata ve İstanbul kalesinin yansında eskisi gibi Müslümanların otur­


ması, cami ve binalar yapmaları, kalenin dışındaki bağ ve bahçele­
rin ürünlerinin onda biri de bu Müslümanların olması şartı ile ba­
rışa razı olacağını bildirdi. İstanbul tekfuru çaresiz bu teklifi kabul
etti. İstanbul içine yirmibin Müslüman yerleştirildi. Bunlar Edirne-
kapısı, Eğrikapı, Ebu Eyyüb Ensârî kapılarından, Unkapam’ndan
Zeyrekbaşı, Karaman ve yine Edirnekapısı’na gelinceye kadar ka­
lan semtlere yerleşti. Cibâlî kapısı içinde Gül camii —g ı lyu ile
١ ٥

kâfirlerin pisliğinden temizlendiği için Gül Camii derler—, ona ya­


kın Sirkeci tekkesi Islâm mahkemesi yapıldı. Galata kalesinde de
altı bin asker bırakıldı. Galata’nm yarısı, tâ kuleye kadar Müslü­
manların oldu. İstanbul'un dahi yarısında, Ayasofya taraflarında otu­
ran Hristiyanlar ile Müslümanlar güzel güzel •geçinirlerdi. Yıldırım
Bayezid Han, böyle bir barışla İstanbul’un yansını feth edip zaferle
Edirne’ye döndü.
Daha sonra 802 (M. 1399) tarihinde, Iran ülkesinde Timurlenk
ayaklandı. Yanında otuzyedi melik yaya olarak kendisine itaat edip
bulunuyordu. Aneak Yıldırım Han, yiğit ve kahraman bir padişah
olduğundan, nursuz Timur’a baş eğmedi. Timur, Yıldırım Han üze­
rine yürüdü. Ankara sahrasında her iki ordu savaşa girişti. Savaş
meydanında Yıldırım Han’dan gönlü kırılmış olan Tatar askerlerin­
den onikibin asker Timur tarafına geçtiler. Bunların arkasından bin­
lerce aylıksız derme-çatma asker de Yıldırım’m vezirinin kötü idaresi
ile Timur tarafına geçtiler. Yıldırım Han, o an çok az asker ile kal­
dı. Gayretinden acemi bir tay üzerine binip dalkılıç olarak Timur’un
askeri içine girdi. Öyle kılıç salladı ki, Tatar askerini demet demet,
yığın yığın ederdi. Sonunda Allah’ın emri ile atı iş görmemiş ve
Yıldırım tökezlenen attan düşmüştü. Daha ayağa kalkmadan, Tatar
askeri Yıldırım Han’ın başına üşüşüp esir ettiler.
Bunun üzerine oğlu Çelebi Sultan Mehmed Han padişah oldu.
Derhal yetmiş bin silâhlı asker ile Timur’un peşine düştü. Amasya
civarında Timur’a yetişti. Öyle bir satır vurdu ki, dillere destan ol­
du. Osmanlı askeri bol ganimet elde etti. Ne yazık ki o gece, Yıldı­
rım Han ateşli bir hastalıktan vefat etti.
Çelebi Sultan Mehmed, babasının intikamını Timur’dan alıp kı­
ra kıra tâ Tokad kalesine vardı. Timur, Tokad kalesine girip kaldı.
Çelebi Sultan Mehmed zaferle geri döndü. Babasının mübârek nâ-
şını Bursa’ya getirip cami avlusundaki büyük kubbe içine defnetti.
Sonra kendisi de müstakil padişah oldu.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 63

Bu olayı İstanbul tekfuru duyunca, sevincinden dans etti. Der­


hal tellâllar bağırtıp, «Çabuk, Kostantin şehri içinde bir Müslüman
kalmasın, yoksa hepsini kırarım» diye Müslümanlara bir gün müh­
let verdi. Müslümanlar kimi deniz yolu ile kimi karadan İstanbul’dan
çıkıp Edirne ve Tekfurdağı taraflarına çekilirken, peşlerinden geçtik­
leri yerlerde tuzak kurmuş olan kâfirler tarafından birçoğu şehid
edildiler. ‫'؛‬
Bu olay da Osmanoğullarının sinesinde derin bir yara açtı. Çe­
lebi Sultan Mehmed Han vefat edip, yerine İkinci Murad ve ondan
sonra da Ebu’l-feth (Fetih babası) Sultan İkinci Mehmed padişah
oldu. Fakat Mehmed Han daha çocuk yaşta olduğundan, dört taraf­
tan kâfirler baş kaldırdı. Bunlara karşı koymaya gücü yetmediğin­
den, yine babası İkinci Murad tahta geçti. Ebu’l-feth’e Manisa’nın
idaresini verdi. Orada ilim ile uğraşıp fazilet sahibi oldu. Birçok
tarih kitapları okuyup inceledi. Gece gündüz Şemseddin ve Sivaslı
Kara Şemseddin hazretlerinin sohbetlerine katıldı. Onlardan ders'
alıp tefsirci ve hadisci bir şehzade oldu.
Mehmed Han Manisa’da iken, Mısır’da Sultan Kalavun bulunu­
yordu. Mısır’a on merhale yakın Akdeniz sahilinde Kudüs’ün iske­
lesi olan Akka kalesine, Fransız askerleri aniden altıyüz parça ge­
mi ile gelip Akka’yı, Askalani şehrini, Filistin’i ve Taberistan’ı ele
geçirdiler. Fransızlar bolca ganimet elde ettiler. Binlerce Müslümanı
aileleriyle birlikte esir ettiler ve Fransa’ya döndüler. Bu haber, Sul­
tan Mehmed Han’ın kulağına geldi. Bütün bilginler bu konu üze­
rinde konuşuyorlardı. Sultan Mehmed çok üzülmüştü. Allah yolun­
daki Müslümanlar için ağladılar. O an Ak Şemseddin hazretleri,
meclisde bulunanların huzurunda, «Ağlama Padişahım, kâfirlerin bu
Akkâ kalesinden aldığı ganimet, akidelerden ve pişmiş helvadan iba­
rettir. İstanbul’u fethedeceğin günler pişmiş helva yersin. Ama o
gün gazi olup bütün Müslüman gazilerine adaletli davranıp kadı ve
râzî ol» diyerek mübarek başından kavuğunu çıkarıp Ebu’l-feth’in
başına koydu ve İstanbul’un fethini müjdelediler. Sonra İstanbul’un
fethi hakkındaki hadis-i şerifleri okudu. Meclisde bulunanlar hepsi
hayır dua edip Fatiha sûresini okudular.
Sultan Mehmed orada Ak Şemseddin’in kavuğunu başına giydi.
Parlayan bir güneş gibi görünüp şöyle dedi: «Bütün işler için karar­
laştırılmış vakitler vardır.» Sonra bütün işlerini bırakıp yine ilimle
meşgul oldu.
Allah’ın hikmeti, babası Murad Han vefat etti. Sultan Mehmed,
Hicrî 855 (M. 1451) tarihinde başlıbaşma padişah oldu. Bütün halk
64 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

kendisine bağlılıklarını bildirdiler. Etraftan hükümdarlara mektup­


lar gönderildi. Onlardan da elçiler ve hediyeler geldi.
Yalnız Karakoyunlu soyundan Azerbeycan şâhı Uzun Haşan
itaat etmedi. Sultan Mehmed’in ilk savaşı Uzun Hasan’a karşı oldu.
Erzincan sahrasında iki büyük ordu savaşa girişti. Bir gün bir ge­
ce sultan savaşı yapıldı. Sultan Haşan yenilerek kaçtı. Bu olay için,
«Butlan-ı keyd-i hâinin» sözü tarih düşürülmüştür: Sene 878 (M.
1473). «Be inhizam-ı Haşan Tavil» ile diğer bir tarih de «Ve yen-
sureke’llahü nasren azîzâ»dıı (38).
١

Ebu’l-feth Sultan ikinci Mehmed, 834 (M. 1430) tarihinde Ma­


nisa’da doğmuştur. Onüç yaşında iken, 848 senesinde tahta geçti. Bir
sene saltanat ettikten sonra taht’ı babasına terk etti. Kendisi Ma­
nisa’ya gidip beş sene vakit geçirdi. İkinci defa olarak, 15 Muhar­
rem 855 (M. 1451) Perşembe günü yirmibir yaşında iken tekrar pa­
dişah oldu. «Pvabbeten Rabbehu» sözü, ikinci defa tahta çıkışma ta­
rih olmuştur.
O zaman büyük dedemiz Yavuz Özbek, Sultan Mehmed’in bay­
raktarlığını yapmış olup, İstanbul’un fethinde de bulunmuştur. De­
demiz, Unkakanı’nm iç kısmında Sağıralar Camii yerinde olan bi­
naları savaş ganimeti olarak almıştır. Fetihten sonra burada bir ca­
mi ve yüz dükkân yaptırıp dükkânları camie vakfetmiştir.
Benim İstanbul’da doğduğum evi dedemiz savaş malından yap­
tırıp oturmuşlardı. Yaptırdığı camiin ve dükkânların beratları Sul­
tan Mehmed’in tuğrası ile tuğralı olup, hüccetler de Emir Buharî
hazretlerinin imzalan ile kayıtlıdır. Bunlar halen elimizde bulun­
maktadır. Bu sebeple daima elimizdeki vakıf yazılanna bakıp, Sul­
tan Mehmed’in saltanatına ait sahih tarihleri biliriz.
Bağımsız olarak padişah olduktan sonra, Bursa sınırlarındaki
Yavçe kalesi ve birçok kaleleri fethetti. Akdeniz tarafındaki Boğaz-
hisarlar’da kilidbahirleri, Karadeniz Boğazı’nda da yine iki sağlam
kale yaptırdı. İstanbul’a erzak gelmesi imkânsız olduğundan, kâfir­
ler: «Aman ey Osmanoğlu’nun seçkini» deyip vergi vererek barış
yapmayı kabul ettiler. Fakat Yıldırım Han’ın barış şartlanna göre
bütün bağların mahsulü Osmanlı öşrü oldu. Kâfirler bir tek üzüm
koparamıyacaktı. Bu şartlara göre barış anlaşması yapıldı. Bir yıl
geçtikten sonra Rumelihisarı bağlarından kâfirler üzüm topladılar.

(38) Ebced hesabı ile zabt edilen tarihlerden de anlaşılacağı üzere, Uzun Ha­
şan savaşı İstanbul’un fethinden yirmi yıl sonra olmuştur.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 65
Bağcılar ile çarpıştılar. İki taraftan birkaç kişi öldü. Barışa aykırı
hareket edildiği, Edirne’de bulunan Sultan Mehmed’e bildirildi. On­
ların da bu anlaşmanın bozulması işlerine gelmişti. Sultan Mehmed
Han hemen büyük bir ordu hazırlıyarak İstanbul üzerine gelip şeh-
ri kuşattı.

ONBİRİNCİ FASIL

OSMANLI HANEDANINDAN EBU’L-FETH SULTAN


MEHMED HAN’IN İSTANBUL’U ON BİRİNCİ
DEFA KUŞATTIĞI HAKKINDADIR

UM tarihçilerinin yazdıklarına göre, Hicrî 857 (M. 1453) se­


nesinde —ki «Tilke aşeretün kâmiletün» sözleri iledir— Meh-
med Han’ın fethi tamam olmuştur.
Bu tarihte Sultan Mehmed Han, büyük bir ordu ile Edirne’den
çıkıp kısa zamanda İstanbul önlerine geldi. Edimekapısı civarında
ordugâhını kurdu.
Anadolu taraflarından binlerce asker Gelibolu Boğazı’ndan ge­
çip İstanbul’daki orduyla birleştiler ve bunlar da Yedikule önünde
yerleştiler. Daha önce Uzun Haşan elinden alman Tokat, Sivas, Ke­
mah, Erzurum, Cance, Bayburd ve Trabzon tarafı askerleri de deniz
yolu ile İstanbul’a geldiler. Bunlar da karaya çıkıp ordu ile birleş­
tiler. Bütün ordunun çadırları ve okları ile sahra lâle bahçesine
dönmüştü.
İslâm ordusu önce, sadece İstanbul’u karadan kuşatmaya baş­
lamıştı. Siperler, lâğım ve top siperlerini hazırladılar. Sonra sadece
deniz tarafı kaldı. İslâm askeri bir araya toplandığında, başlarında
yetmiş yedi aded evliya ve ermişlerin büyüklerinden sultanlar bu­
lunuyordu. Banlardan biri Ak Şemseddin, Sivaslı Kara Şemseddin,
Molla Güranî, Hazret-i Emir Buharî, Molla Fenârî, Cebe Ali, Ensârî
Dede, Molla Pulat, Aya Dede, Horoz Dede, Hatab Dede ve Şeyh
Zindânî gibi sultanlar olup, Sultan Mehmed onların yardımını rica
edip şöyle dedi:
«İstanbul devletinin yarısı sizin, yarısı Müslüman gazilerin ve
Evliya Çelebi I-H, F : 5
.... EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

dörtte biri bizim olup, ganimet malları ile herbirinize birer zâviye,
türbe, imâret, mekteb, medrese ve hadis evleri yaptırayım.»
Sultan Mehmed’in bu söz verişi üzerine bütün âlimler ve salih
kimseler bir yere toplandılar. Ordunun içinde tellâllar bağırtarak
bütün askerler abdest tazeleyip, ikişer rekât hacet namazı kıldırıldı
ve hayır dua ettiler. Sonra üç defa gülbank-ı Muhammedi çekildi.
Şehir kuşatıldı. Mahmud Paşa ile de Kral Kostantin’e mektup gön­
derildi.
Kral, mektubu okudu. Durumu anladı. Kalelerin sağlamlığına
ve askerlerinin çokluğuna güvenip ne haraç vermeyi, ne İslâm di­
nini kabul etmeyi kabul etmedi ve elçiyi geri gönderdi.
Beri taraftan İslâm ordusu coşup savaşa başladılar. Kale üzeri­
ne hücum ettiler. Her taraftan mümkün olduğu kadar sarıca arı
gibi kale duvarlarına tırmanıp, Bismillâh diyerek içeri girmektey­
diler. Sabah akşam bu gayretle savaşa devam ettiler.
Kale içinde bulunan ikiyüzbin kâfir bir araya toplanıp, kale burç­
ları üzerinde çeşitli hileler yaparak mücadele ediyorlardı. Deniz ta­
rafından korkuları olmadığı için, ölümü akıllarına bile getirmiyor­
lardı. Zira Sarayburnu’nda beşyüz parça top hazır durumda idi. Bu
üç yerin toplarından denizde kuş uçma ihtimali yoktur diyerek, de­
niz tarafına önem vermediler. Bütün papaz, keşiş ve patrikler adam­
ları savaşa teşvik ediyorlar ve her birine çeşitli vaadlerde bulunu­
yorlardı. Yıldız ilmi ile de kalenin talihinin kuvvetini bulmuşlardı.
Şöyle ki:
«Ahir zamanda bir Muhammed gele. Binlerce kiliseleri yıka.
Onun ümmetleri Antakya, Kudüs, Mısır ve Kostantiniyye’yi ala. Ka­
radan nice bin parça yelkenleri açılmış gemiler ile gele, başında
kadı kavuğu ola. Ve katıra binip ayağında mavi çizme ola. Ol Mu­
hammed gelip kiliseler yıkılalı, Mısır’ı, Antakya’yı ve Kudüs’ü, üm­
metleri feth edeli sekizyüz elli sene oldu. Karadan gemi yürütülüp
bu kalenin feth olunması imkânsızdır. Bu Muhammed o değildir. Bü­
yük Muhammedlerinden beri Kostantiniyye onbir kere kuşatıldı. Fe­
tih, Araplara nasib olmadı da bu Türk’e mi müyesser olacak?» diye
kısa akıllarınca nice boş lâflar edip, Kostantin’i teselli ederek sa­
vaşa devam ediyorlardı.
Dışarıda ise Islâm ordusu, kalenin derinliğine girip yer yer ka­
leyi delmeye başladılar. Diğer taraftan Islâm ordusuna her yandan
yardım ve erzak gelmekteydi. Kâfirlere ise bir hardal tanesi bile
gelmiyordu. Zira daha önce Akdeniz ve Karadeniz taraflarına kale­
ler yapılıp yollar kapanmıştı.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 67

Yine böyle iken, kale içindekiler gayret sarfedip savaşıyorlardı.


Çünkü kale içinde Yâ Vedûd Sultan adında bir budala meczub var­
dı. Bu meczub, kale içinde, «Fetih olmasın!» diye Allah’a dua edi­
yordu. Bunun duası kabul olup kalenin fethi günden güne güçle­
şiyordu. Kuşatma başlayalı on gün olmuştu. Sultan Mehmed, bütün
şeyhleri topladı. Onlara: «Acaba durum ne olacak? Kale günden gü­
ne sağlamlaşıyor. Fethi güçleşti.» deyince, hemen Ak Şemseddin haz­
retleri:
«Beyim, sen elem çekme. Bu kaleyi senin fethedeceğini daha
şehzadeliğinde sana müjdelemiştik. Fakat Allah’ın hikmeti, kalenin
içinde Şeyh Maksûd’un halifelerinden Yâ Vedûd adında bir meczub
vardır. O ölmeyince bu kalenin fethi imkânsızdır. Ama elli günde
ölür» diyerek kalenin fethini saat ve dakikasiyle hesap etmişti. Son­
ra sırrını açıklayıp: «Beyim, sen yine tam bir dikkatle bu İlâhî sim
sakla. Askere ihsanlarda bulunup onlara güler yüz göster.» dedi.
Sultan Mehmed, hemen Timurtaş Paşa’ya bütün Arabistan as­
keri ile Kâğıthane tarafındaki bahçede elli parça kadırga yapması
için emir verdi. Bazı köyleri yağma ettirip elde edilen odunlardan
sağlamlarım gemi yapımında kullandı.
Koca Mustafa Paşa, bütün Arabistan askeri ile Okmeydanı üze­
rinde Levend çiftliği denilen yerde daha önceden elli parça kadır­
ga ve elli parça su kayığını çiçek bahçesinde hazır etmişti. Karada
ve denizde gemiler Islâm askeri ile hazır vaziyette idi.
O gün Sultan Mehmed binlerce seçkin ve dilâver asker ile Ok-
meydanı’na geldi. Gemilerin ağaç kızaklarına yağ döktüler. Yağlı
kızakları yiğit ırgatlar ile çektirip Okmeydanı’mn çimen sahrasına
getirtti. O sırada güzel bir rüzgâr esti. Bütün gemiler yelkenlerini
açtılar. Islâm askerleri «Allah Allah» diyerek top, tüfek şenlikleri
yapmaya başladılar. Meydan deniz üstü gibi oldu.
Kâfirler, İstanbul’dan bu süslü gemileri görünce «Acaba ne ola!»
diye şaşkına döndüler. Kale içinde kâfirler arasında söylentiler baş­
ladı.
Sonra Müslüman gazilerinin yüzelli parça gemiyi Tersâne bah­
çesi dibinde Şahkulu adlı iskelede denize indirdikleri yerler, halen
Okmeydam’nda görülmektedir. Gemilerin geçtikleri yerlere dökülen
darılar bugüne kadar kendi kendilerine yeşermektedirler.
Bunu takiben bütün Islâm askeri silâh ve savaş âletleri ile ge­
milere bindiler. Kâğıthane’de Timurtaş Paşa’mn yaptırdığı elli par­
ça büyük kadırgalar da Evüb tarafından göründü Uygun rüzgâr ile
m EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

yelkenleri açıp gemilerde bulunan mücahidler, top ve tüfek atışları


ile, kilise ile Tersane bahçesinin yanında olan Okmeydam donan­
masına koştular. Bunların «Allah Allah» sesleri ve bağrışlanndan,
kaleyi kuşatan Müslüman askerleri de coştular. Yapılan büyük çar­
pışmalar sırasında, bütün donanmaya asker dolup karşı tarafa geç­
ti. Bu durumu gören kâfirlerin akılları başlarından gitti ve ümit­
sizlikleri arttı.
Yine aynı gün yapılan hücumlarda kalenin çeşitli yerlerinde
açılan gedikleri gördükçe, «Yec’alûne eşâbi’ahüm fi âzânihim mine’ş-
şevâikı hazere’l-mevt» âyet-i kerimesinin anlamı üzere gönlü peri­
şan olmuş krallarına gidip, «Yirminci günde kaleyi teslim edelim»
demeye başladılar. Kısacası, kale içindeki kâfirler ve kalenin sağ­
lamlığına bel bağlayan gururlu kâfirler, akılsızlıklarından pişman
olup dinsiz hükümdarlarına hücum ederek: «Bir yanda kıtlık ve
pahalılık, bir yanda şiddetli yağmur, bir yanda Türklerin gelişi ve
yürüyüşü bizi perişan etti» diyerek, her biri gelişigüzel harekete
giriştiler. Bazıları da kalenin delinmiş olan yerlerinden kaçarak,
Türklere aman dileyip sığınmaya başladılar.
İslâm askeri bunların bu hallerini görünce, daha da cesaret bu­
lup kuvvet kazanmaktaydılar. O gün Karamanoğlu, Germeyenoğlu,
Tekebayoğlu, Aydmbay ve Sanhanoğulları yetmişyedi bin silâhlı as­
kerle yardıma geldi: İslâm ordusu taze kuvvet bulmuştu.
Kadırgalar ile derhal karşı tarafa geçen Timirtaş Paşa, sahile
asker çıkardı. Önce Ebâ Eyyûb Ensârî Kapısı’na Ensârî Sultan sa­
rıldı. Molla Pulat Sultan da Pulat Kapısı’na sarıldı. Bu zat, hafız ve
kerâmet sahibi bir kimse idi. Molla Fenârî hazretleri de Kız Kapı-
sı’na sarılmıştı. Kâfirler o tarafta bir gecede küçük bir hisar yapıp
kaleyi öyle sağlamlaştırdı ki, halen bu kale olduğu gibi durmaktadır.
Petro adında bir rahip üçyüz keşiş ile bu kaleden kaçıp hepsi
Müslüman olmuştu. Mehmed Petro o yere sarıldığı için, Petro Ka­
pısı yani Taş Kapısı derler. Allah’ın emri ile o gece yeni yapılan ka­
leyi Mehmed Petro fethettiği için, kendisine sancak verilmiştir.
Ayad’da üçyüz Nakşibendî fakiri Aya Kapısı’ndan sarıldı ve şehid
olup kale kapısı içinde eski mahkememiz olan Sirkeci iskelesinde
defn olundular. Cebe Ali hazretleri Cibâli Kapısı’na sarıldığı için,
Cebe Ali’den bozma olarak Cibâli Kapısı derler. Mısır’da Sultan
Kalavun’un şeyhi idi. İstanbul fethinde bulunmak için Bursa’ya ge­
lip Zeyneddin Hafî’nin müridi olarak seccade sahibi olmuştu. At
çulundan bir cebe giydiği için, Cebe Ali derler. Sonra, İstanbul fet-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATN ÂMESİ 69

hi için yola çıkmıştı. Orduda ekmekçilaşı görevini yapmakta olup


bütün orduya ekmek yetiştirirdi. Hiç kimse onun sırrını öğreneme­
mişti. Bir fırından binlerce kişi pembe gül renginde has ekmek yer­
di. Bu Cebe Ali hazretleri Okmeydanı’ndan inen gemilere binmeyip
hemen Tersâne bahçesi önünde üçyüz Zeyneddin Hafi fukarası ile
deniz üstüne postlarım döşemiş, zikir yapıp def ve kudümler çala­
rak bayraklarım açıp geldiklerini gören kaledeki kâfirler akıllarını
oynatmışlardır. Cebe Ali hazretleri postlarını denizden alıp Cibali
Kapısı’ndan girdiler. Fetihten sonra keramet gösterdiği için kendi­
leri şehid oldular. Gül Camii avlusunda defn olundu. Bütün mürid-
leri de orada kaldı.
Horoz Dede Unkapam’ndadır. Bunun için buraya Horoz Kapı­
sı derler. Kapının dış eşiğinin içeri girerken sol tarafında, üst eşiği­
nin üzerinde bir horoz resmi vardır. Buraya Horozlu Kapı derler.
Horoz Dede, dedemiz Türk-i Türkân Hoca Ahmed Yesevî haz­
retlerinin fukarasındandır. Hacı Bektaş Veli ile Horasan’dan gelmiş­
lerdir. İhtiyar bir kimse idi. Fatih Sultan Mehmed ile İstanbul’a ge­
lirken ordunun içinde gece ve gündüz yirmidört saatte yirmidört
defa horoz sesi çıkarıp, «Kalkın ey gafiller» derdi. İslâm askerleri
bu sebepten ona Horoz Dede derlermiş. Merhum Yavuz Er gayet
itikadlı bir kimse olduğundan, bunların şerefine Unkapam’mn iç
kısmında bir cami yaptırmıştır. Bu camie hâlâ Sağncılar Çarşısı için­
de Yavuz Er camii ve mahallesi derler. Horoz Dede, bu Horoz Ka­
pısı dibinde vefat etti. Unkapanı Kapısı dışında büyük cadde üzerin­
de bir sofada defn olunmuştur. Bitişiğinde abdest almak için çeşme­
ler yapılmıştır. Bugün dahi ziyaret yeridir.
Ayazmend Beyi Ali Yâr Bey, Karakoyunlu’dan Uzun Hasan’ın
amcalarmdandır. Ayazma Kapısı’ndan bütün askeri ile kaleyi ku­
şatmıştır. Burada abdest almak için bir ayazma kazdığından, bura­
ya Ayazma Kapısı denmiştir. Deniz kenarında tatlı ve temiz bir
sudur.
Hatablı Sultan, Aksaray’da Oduncuzâde demekle tanınmış ica­
zetli, olgun bir mürşid idi. Bin müridi ile Odun Kapısı’ndan kaleyi
kuşattığı için, buraya bu isim verilmiştir. Hâlen Odun Kapısı de­
nir.
Şeyh Zindanî Abdurrauf Samdânî Hazretleri, Hz. Peygamber
soyundan bir Ulu Sultandır. Harun El-Reşîd zamanında elçilik gö­
revi ile gelip kralın zehirliyerek şehid ettiği Baba Cafer Sultan, Şeyh
Zindânî hazretlerinin dedelerindendir. Zindan Kapısı içinde defne­
dilmiş olduğunu Şeyh Zindânî bildiği için, Fatih ile Edirne’den ge-
70 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

lip iiçbin müridi ile aman vermeyip Zindan Kapısı m kale edinmiş,
içinde bulunan büyük dedesine varıp ziyaret etmiştir. Kendi yeşil
sarığını ceddi Baba Cafer Sultan’m mübarek başı yerine koymuştur,
îstanbul’un fethinden sonra da yetmiş sene onun türbedarlığını yap­
mıştır. Fetihten sonra Fatih burasını yine zindan yaptiğı ve bura­
sını Şeyh Zindânî aldığı için, buraya Zindan Kapısı derler.
Şeyh Zindânî, sonra yerine temiz soylu bir kimse olan Seyyid
Mehmed’i buraya türbedar tâyin etti. Kendisi, Bayezid Velî (İkinci
Bayezid) ile Hicrî 889 (M. 1484)’de Kili ve Akkirman kalelerinin
fethine gitti. Bu fetihte Kara Şemseddin de bulunmuştu. Fetihten
sonra bunlar Bayezid Veli ile Edirne’ye geldiklerinde, Şeyh Zindâ­
nî vefat etti. Bayezid Veli, onun ruhu için, bütün zindanda olan­
ları serbest bırakmıştı. Zindan Kulesi’nin karşısındaki büyük cadde
kenarında da bir türbe yaptırıp Şeyh Zindânî’nin cenazesinde Ba­
yezid Velî bizzat bulunmuştu. Türbenin kitabesinde «Tıygı pek» sö­
zü ile tarih düşürülmüştür. Kendinden sonra gelen çocukları ve to­
runları da burada defnedilmişlerdir. Abdurrauf Samdânî ziyaretgâ-
hıdır. Hâlen İstanbul’da Baba Cafer Zindânî türbesini bekleyenler
onların soyundandır. Şecerelerinde şöyle yazılıdır:
«Taceddin oğlu, Şerefüddin oğlu, Emir Sultan kızının oğlu, Şeyh
Cemâleddin oğlu Abdürrauf Samdânî.» Onlar da kız evlâdındandır.
Onlar Seyyid Sikkin kızıdır ki Ak Şemseddin yakınında Türbeli kö­
yünde defnedilmişlerdir. Onlar, İstanbul zindanında gömülü Baba
Cafer oğullarıdır. Onlar Mehmed Hanefî çocuklarıdır ki, bizim de­
demiz Ahmet Yesevî oğlu Mehmed Hanefî’ye ulaştığından gelmiş
geçmişlerini bilmekteyiz.»
Kâmkâr Bey, Kütahya’da Germiyan oğullarından idi. Üçbin yi­
ğit ile Şehid Kapısı’ndan kaleyi kuşatmıştı. Burası Ayasofya’ya
yakın olduğundan, Hıristiyanlar bir fırsatını bulunca kapıyı açtılar.
Büyük bir çarpışma başladı. Oradaki Müslüman askerlerin hepsi şe­
hid olduğu ve Harun El Reşîd zamanında Ensâr’dan birçok sahabe
orada şehid oldukları için, buraya Şehid Kapısı derler. Fakat halk
ağzında yanlış olarak «Cufut Kapısı» diye söylenmektedir. Buna se­
bep de bütün Yahudi halkının bu semtte oturmasıdır. Amma doğ­
rusu Şuhûd Kapısı’dır.
Hâlen Hünkâr Sarayı etrafında olan kapılarda hiç kuşatma ya­
pılmamıştı. Yalnız, Yedikuîe Kapısı’na yeni yardıma gelen Karaman-
oğlu burayı kuşattı.
Tekebayoğlu, Silivri Kapısı tarafına tâyin olundu. Aydınbayoğ-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 71

lu Yenikapı tarafını kuşattı. Sanhanbnyoğlu da Topkapı tarafını


kuşattı ve burada şehid olunca, yerine Menteşebeyoğlu tâyin olundu.
Edirnekapısı’na îsfendiyâroğlu tâyin olunmuştu. Onun için «îs-
fendiyar savaşı etti» derler. Eğrikapı’ya Hamidbeyoğlu tâyin olun­
muştu. Bu şekilde, İstanbul’un iki tarafı kuşatılmış oluyordu. An­
cak Yedikule’den Sarayburnu’na kadar Kumkapı tarafları deniz kı­
yısı olduğundan, kuşatma yapılmadı. Yedikule tarafından Serdar Şair
Ahmed Paşa, tam bir mücadele gösterdi. Kâfirin top ve tüfek atı­
şma aldırmayıp kalenin nice yerlerini harâb etti. Silivrikapı’da da
Serdâr Haydar Paşa düşmana göz açtırmayıp onlara top ve tüfek
attırmaya meydan verdirmedi.
Adnî Paşa ki Mahmud Paşadır, Yenikapı serdârı idi. Kaleyi yı­
kıp üç defa yürüyüşe geçti ise de ele geçiremedi.
Topkapı serdârı Nişânî Paşa idi. Celâleddin Rûmi soyundandır
ki, Karamânî Mehmed Paşa’dır. Uzun Haşan savaşında hayli kah­
ramanlığı görülmüştür. Topkapı tarafında düşmanı susturmuştu.
Edirnekapısı tarafında Sadi Paşa bulunuyordu. Cengâver bir
kimse olup Sultan Cem ile Frengistan’da bulunmuş ve savaş tekni­
ğini öğrenmişti. Edirnekapı’smda îsfendiyâroğlu ile birlikte, «Kos-
tantiniyye’nin tarihi biz olaydık» diyerek, iki taraftan saldırışa geç­
tiler. Yedi yerden surlarda delikler açtılar.
Hersekoğlu Ahmed Paşa, Eğrikapı kumandam idi. Eğrikapı’yı
topa tutup döğe döğe kâfirlerin belini eğriltip mum gibi eritti.
Bu şekilde İstanbul’un kuşatılmasına yirmi gün devam olundu;
fakat şehir alınamadı. Bütün Müslüman gaziler ve-yetmiş evliya ile
üçbini aşkın âlim ve şeyh, kalenin bu kadar zamanda hâlen alına­
madığına üzülmekteydiler. Hepsi bir ağızdan şehrin fethi için Al­
lah’a duada bulundular. Hemen şehrin üzerine Allah tarafından bir
karanlık çöktü. Gök gürleyip şimşekler çaktı. O an Atmeydanı ta­
rafından bir ateş görünüp gökyüzüne doğru yükseldi. Şehirde bir­
çok binaları havaya uçurdu. Parçaları çeşitli yerlere düştü. Kâfir­
ler korkuya kapıldılar. Korkularından binlerce kişi şehir dışına kaç­
maya başladılar. Bunların bazısı Müslüman oldular ve padişahın hiz­
metine girdiler. Bazıları da başka şehirlere kaçtılar.
Buna rağmen, şehir halkı yine gayreti elden bırakmadı. Kale­
nin yıkılan yerlerini tâmir edip gayretle savaşmaktaydılar. Fakat şe­
hirde meydana gelen kıtlıktan bütün halk güç durumda idi.
Kuşatmanın otuzuncu günü Sultan Mehmed, başına kavuğunu
giyip ayağına mavi çizmelerini çekerek, Düldül gibi bir katıra bin-
72 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

di. İstanbul kalesinin etrafım dolaşıp durumu seyretti Askerlerine


bahşişler verip hatırlarını sordu. Onlara güzel vaadlerde bulundu.
Sonra binlerce asker ile Kâğıthâne tarafına gitti. Bey ve Kâğıthâne
nehrini geçip Levend çiftliği denilen yere geldi. Burada kırk parça
firkateyn gemisi hazır duruyordu. Bu gemileri alıp yine kızaklar ile
çekerek, Okmeydanı’ndan aşırtıp deniz misali askeri yardıma gön­
derdi ve böylece gemileri Şahkulu iskelesinden denize indirtti. Ge­
milere silâhlı, kırmızı fesli ve takkeli Arabistan askeri doldurdu. Ni­
yeti yine İstanbul’a geçmek idi.

ONİKlNCİ FASIL

HAY VE KADİR OLAN ALLAH’IN EMRİ İLE BENZERİ


OLMAYAN ACÂİB VE GARİB BİR HİKÂYE

ARAYBURNU tarafından baştan aşağı silâh ve savaş âletle­


ri ile donatılmış on parça patrona ve kalyonun haçlı yelken­
lerini açarak geldikleri görüldü. Bu gemiler Saraybumu ön­
lerinde demirlediler. Gemilerden gelen davul ve çalgı sesleri gökle­
re yükseliyordu.
Beri taraftan hemen, Okmeydam’ndan ikiyüz parça irili ufaklı
Osmanlı gemisi harekete geçip bu gemileri sardılar. Kâfirler «Bun­
lar bizi karşılamaya geldiler, yardıma kavuştuk» diyerek asla du­
rumlarını bozmadılar. Fakat bir de gördüler ki, gelenler «Allah Al­
lah» diye bağırarak gemilerindeıd kâfirleri yakalayıp bağlamaya baş­
lıyorlar, mal ve eşyalarını yağma ediyorlar. O zaman vaziyeti anla­
yıp, kendi lisanlarınca, «Ki parladı?» yani «Ne işleyip, ne söylersi­
niz?» dediler. Müslümanlar da «Paralamazız, bütün alırız» diye ce­
vap verdiler. Kâfirler, gelenlerin Türk askeri olduğunu anladılar.
Bir tâun hastalığı gibi gemilerine girmişlerdi. Kâfirlerin silâha el
atacak halleri kalmamıştı. Limana girdiklerinde şenlik yapmak için
bütün top ve tüfeklerini atmışlardı. Çaresiz kaldıklarında «Zançe
Türko» deyip hepsi yakalandılar.
Kaledeki kâfirler bu durumu gördüklerinde, «Yardıma gelenler
de bu yüzden öldü» deyip saç ve sakallarını yolarak Saraybumu’nda,
Kurşunlu Mahzen’de ve Kız Kulesi’ndeki toplarını ateşlediler. Fa­
kat karadan limanın iç tarafına inmiş olan gemilere ne fayda!
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 73

Kâfirler ise boğazlardan gelen gemiler için bu boğazlan toplar


ile donatmışlardı. Kâfirlerin gözleri önünde on kalyonu ve direkle­
rindeki haçlı bayraklanm alaşağı eden Müslümanlar, bu gemileri
yedeklerine alarak, «Allah Allah» nidalan ile yine onlann gözleri
önünde Galata ve Haliç üzerinden geçirerek Tersâne bahçesi önün­
de demirlediler. Bu arada birkaç defa top ve tüfek atışı ile kâfirle­
rin ödlerini patlattılar. Müslümanlar ise daha taze kuvvet bulmuş
oldular.
Serdengeçtiler derhal gemilerden çıkıp Tersâne bahçesinde bu­
lunan Fâtih ve Ak Şemseddin’e müjdeye koştular. O an Ak Şem-
seddin hazretleri şöyle söyledi:
«Sultanım, beyim! Siz Manisa’da şehzâde iken, Mısır nahiyele­
rinden Akkâ, Sayda ve Beyrut kalelerini düşmanların ele geçirdik­
lerini haber aldığınızda, «Bu kadar Müslüman, çocuk ve kadın esir
oldu» diye ağlamıştınız. Ben de «Beyim! İstanbul’u feth edeceğiniz
gün, yağma olmuş olan Akkâ’dan gelmiş akide ve pişmiş helva yer­
siniz» diyerek size teselli vermiş ve İstanbul’un fethini müjdele­
miştik. Yine «O günler savaş yap, Müslüman gazilere kadı ol, her
şeye kanaat edip razı ol» demiştik. İşte o pişmiş helvanın meyvesi
geldi; göründü. înşaallah ellinci günde kalenin de fethi gerçekleşe­
cektir.»
Bütün Müslüman gaziler gemilerde olan ganimet mallarını ve
üçbin kese Takyanus filorisini ve bin külçe halis altın, ikibin kese
külçe beyaz gümüş ile yirmi gemideki sekizbin esiri, yirmi kapta­
nı, bir kral oğlu ile Fransa kralının güzel kızını, bin adet güzel ve
namuslu kızı ve bol mikdarda silâh ve savaş âletini bir deftere kayıt
edip, Allah emaneti olarak Sultan Mehmed’e verdiler ve sonra yine
savaşa başladılar. Fâtih Sultan Mehmed de bu ganimet mallarını,
Fransa kralının kızını ve diğer esir kızlan Ak Şemseddin’e teslim
edip, kendisi şehrin teslim alınması için çalışmalara koyuldu.
Hikâyenin sonucu şudur ki:
Meğer daha önce İstanbul kralı Kostantin, Fransa kralının kızı
ile nişanlı imiş. Fransa kralı da kızının geleceği ve bahtı için bir
donanma hazırlamış. Altıyüz parça gemi ile Arabistan kıyılannı yağ­
ma ettirmiş. O yıl Akkâ, Sayda, Beyrut, Şam Trablus, Gazze, Remle
ve arz-ı hasâna varana dek, bütün bu yerleri zabtetmişti. Buralar­
dan, iki binden fazla Arabistan ve Havran’m huri gibi güzel kızla­
rını elde etmişti. Sonra bütün bu mal ve esirlere karşılık, gûya Kos-
tantin’e bağlılığını göstermek için, kızını ve çeşitli mallarla doldur-
74 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

duğu on parça kalyon ile on parça kadırgayı İstanbul’a göndermiş­


ti. Bu gemiler Akdeniz boğazına geldiklerinde, buralara Türklerin
kaleler yapmış olduklarını gördüler.
Kâfirler hemen hile yapıp, hepsi elbiselerini değiştirdiler. Sert
bir lodos rüzgârı eserken, beş parça boş gemiyi ileri sürdüler. Bo­
ğazın iki tarafındaki kalelerden yapılan top atışlariyle bu boş ge­
miler batırıldı. Bunların ardından yirmi parça silâhlı gemi hemen
boğazdan içeri girdi. Kalelerden tekrar top doldurulup ateşe hazır
duruma getirilinceye kadar iki saat geçmişti. Bu zaman içinde de
gemiler yirmi mil kadar yol almışlardı.
işte hile ile boğazdan geçip İstanbul’a gelen gemiler yukarıda
anlatıldığı şekilde ele geçirilmiş oldu. O Fransa kralının kızından
Sultan Bayezid Veli doğmuştur. Bu konuyu, tarihçiler değişik şe­
killerde anlatmışlardır.
Tarihçi Âli’ye göre bu kızı Fatih’in babası almış olup, Fatih bun­
dan doğmuştur. Fakat doğrusu, Fatih’in İsfendiyaroğlu’nun kızı Ali­
me hanımdan doğduğudür.
Babam, Sultan Süleyman Han ile Belgrad, Rodos, Budin ve Üs-
toni Belgrad fetihlerinde bulunmuştur. Hattâ Sigetvar savaşında Sü­
leyman Han vefat ettiğinde, babam o savaşta da bulunmuştu. Os­
manlI Devleti’ne hizmeti geçmiş bir kimse idi. Her zaman yaşlı kim­
seler ile konuşur ve geçmiş olaylardan söz ederlerdi. Yakın dostla­
rından bir yaşlı kimse vardı. Fakat konuşmalarının inceliği ve açık­
lığı hususunda Îmrü’l-Kays’dan çok üstündü. Bu adam, Yeniçeriler
Dergâh-ı âlîsinin baş kâtibi idi. Adına Sukemerli Koca Mustafa Çe­
lebi derlerdi. Bunlar, söz konusu Fransa kralı kızının akrabasından
kimseler idi. Her zaman Fransa kralıhdan hediyeler gelirdi. Onlar
artık çok yaşlanmışlardı. Padişahın huzurunda bir konuşma oldu­
ğunda bütün vezirler ve vükelâ huzura geldiklerinde, pâdişâh on­
lara «Kocalar gelsin» derdi.
Sigetvar altında Süleyman Han vefat ettiğinde, bundan İslâm
askerinin haberi yoktu. Vezir-i âzam olan Sokullu Mehmed Paşa,
Süleyman Hân’ın naşmı tahtı üzerine koydurmuştu. Yol elbisesinin
arkasından ellerini hareket ettiren silâhdar Kuzu Ali Ağa’yı görüş­
meye çağırırlardı. Sonra rikâbdâr Kilâbî Ali Ağa’yı, sonra Zeyrek-
başı’nda oturan Matbah emini Abdi Efendi’yi, sonra babamı, ondan
sonra da Sukemerli Koca Mustafa Çelebi’yi çağırıp konuşurlardı.
Hangi tarafa sefer yaparsa, bunlar taht-ı revânlarla savaşa giderler
idi. Zira bu Sukemerli Mustafa Çelebi hepsinden çok yaşlı idi. Hat­
tâ Müfti-i Sakaleyn (Cinlere de fetva veren) Kemâl Paşazâde tale-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 75

belerinden bütün fen ilimlerini öğrenmiş, hadisci, tefsirci ve tarihçi


bir kimse idi. «Kemal Paşa’nın hizmetçilerinden olması cihetiyle Bi­
rinci Selim ile Mısır’ın fethinde yirmibeş yaşma varmış bir babayi­
ğit idim» diye Selim Şah’ın Sultan Gavrî ile Merc-i Dâbık’ta yap­
tığı büyük savaşı ve Kakon sahrasında olan çarpışmayı, bu savaşda
Sultan Gavri’nin vefat edip kaybolduğunu, oğlu Sultan Mehmed Mı­
sır’da padişah olduğunda «bu daha çocuktur» diye Sultan Toman-
bay’ı Mısır’a şah yaptıklarını ve Mısır feth olununcaya kadar Sul­
tan Selim ile yirmiüç yerde savaşıp Mısır’ın güçlükle feth olundu­
ğunu Mustafa Çelebi anlattığında hayretler içinde kalırdım. Gayet
imanlı ve doğru bir kimse idi. Sözü edilen Fransa kralının kızının
başından geçenleri onun ağzından doğru bir şekilde yazmışımdır.
Sultan Mehmed Hân, Fransa kralının kızını ganimet mallarından
alıp bütün gazilerin fikirleri ile Ak Şemseddin hazretlerine emanet
bırakmıştı. Kendisi o ganimet mallarından İslâm askerlerine bol mik­
tarda dağıtarak kalenin dört tarafını dolaşıp askerlerine moral ve­
rirdi.
Nihayet ellinci gün oldu. Kale içinden feryad figân sesler gelip
sanki kıyamet koptu. Bütün halk kıymetli eşyalariyle burç ve sur­
lar üzerine çıkıp beyaz bayrakları diktiler ve şöyle dediler:
«Elaman ey Osmanoğullarının en seçkini!»
Bu şekilde kaleyi şartlı olarak teslim etmeyi kabul ettiler. Şehir
halkı bir gün müddet isteyip her biri deniz ve kara yolu ile birer
tarafa gittiler.
Meğer kale içinde bir zât vardı ki, Ya Vedud Sultan’dır, ölünce
kâfirlerin başına kıyamet koptu. Kaleyi aman ile verdiler. Deniz gi­
bi İslâm askeri «Allah Allah» diyerek İstanbul şehrinin üç tarafın­
dan yürüyüşe geçip ganimet malı almaya başlıyacaklan an, Koca
Ebu’l-feth kavuğu ve ayağında mavi çizmeleri ile katıra binip elin­
deki Muhammed kılıcını kaldırarak şöyle dedi:
«Gaziler, Allah’a şükür Kostantiniyye’nin fâtihi oldunuz.»
Sonra silâhlı yetmiş-seksen bin askerle Kostantin sarayına var­
dı. Burayı ele geçireceği sırada, sarayda binlerce asker toplanmış
olduğundan, büyük bir çarpışma yapıldı. Sonra saray ele geçirildi.
Çarpışma sırasında kral öldürülmüştü. Cesedini diğer Rumlar Sulu
Manastır’da lahide koydular.
Kralın sarayında o kadar mal ve hazine ele geçirildi ki, hesabı­
nı Allah bilir.
Dokuzuncu defa olarak İstanbul’u geliştiren Kral Kostantin idi.
Sonunda Osmanoğullarına veren yine tekfur Kostantin’dir.
76 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Sonra Fâtih, iki rekât hacet ve şükür namazı kılmak için Aya-
sofya kilisesine girmek istediler. Fakat Ayasofya’mn dört tarafında
oturan rahibler kiliseye kapanmışlar, damlardan, pencerelerden ve
kulelerden İslâm askerleri üzerine zenberek, neft ve katran yağdır­
maktaydılar. Fatih, hemen, Ayasofya’nın etrafını sardırdı. Üç gün
üç gece çarpışıldıktan sonra, elliüçüncü günde Ayasofya ele geçi­
rildi. Önce Sultan -Mehmed, Ayasofya içine girdi. Birçok rahibi öl­
dürdü. Elindeki Hazret-i Peygamberin sancağını mihraba dikti. Son­
ra ezan okunup kilisedeki rahipleri Müslüman gaziler kılıçtan geçir­
diler. Kilisenin içi kâfirlerin kanı ile doldu.
Fatih, bir ok çekip, «alâmetim olsun» diyerek Ayasofya kubbe­
sinin tâ ortasına attı. Bu okun yeri halen görülmektedir.
Sonra bir hünkâr askeri sol eliyle bir düşmanı öldürüp sağ eli­
ni kana bulayarak, Sultan Melımed’in huzurunda elinin kanını beyaz
bir mermere sürdü, kan ile bir pençe işleyip işaret koydu. Bu kanlı
pençe de halen türbe kapışından içeri girilince karşı köşede yüksek
bir yerde görülmektedir.

YÂ VEDÛD SULTAN’IN HİKÂYELERİ


Sultan Mehmed, Ayasofya’yı gezip seyrederken, «Terler direk»
denilen bir yerinden İlâhî bir nurun parladığını görürler ve oraya
giderler. Görürler ki, İlâhî nurla kaplı beyaz bir vücud kıbleye dö­
nük olarak yatmaktadır. Nurlu göğsünde kırmızı su ile Yâ Vedûd
adı yazılıdır. Hemen Ak Şemseddin, Sivâsî Kara Şemseddin ve yet­
miş aded büyük evliya buyurdular ki:
«îşte padişahım, İstanbul’un elli günde fetholunmasına sebep
bunlar idi. Allah’ın hikmeti ile İstanbul’un fethini rica edip o gün
ruh teslim eden bu meczubdur ki, daha önce padişahımızı haberdar
etmiştik» dediler.
Hemen bütün bilginler ve salihler ve fazıllar, onun mübârek
cesedini yıkamak istediler. O an Ayasofya’nın «Terler direk» tara­
fından, «Merhum yıkanmıştır, hemen defn edin» diye bir ses geldi.
Bütün orada bulunanların nefesleri tutulup hayran kaldılar. Sonra
bütün şeyhler Yâ Vedûd Sultan’m nâşmı tabuta koydular. Onu Şe-
hîd Kapısı’na gömmek için yola çıktıklarında tabutu taşıyanlar ken­
dilerini Eminönü iskelesinde buldular. Oradan bir kayığa bindiler.
Kayık kürek çekmeden ve yelken açmadan kendi kendine gidip Ebâ
Eyyüb Ensârî hazretlerinin yakınında durdu. Tabut, Allah’ın emri
ile hemen kayıktan çıkıp orada kazılmış, bir mezarın başında dur-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 77
du. Ardından giden Müslüman gaziler ve âlimler varıp işittiler ki,
mezardan «Yâ Vedûd» sesi gelmektedir. Sonra mübârek nâşı o me­
zara defnettiler ve geri döndüler. Bunun için bu mezara hâlen «Yâ
Vedûd Türbesi iskelesi» denmektedir. Allah’ın rahmeti daima üze­
rine olsun.
Varlığın ve mekânın yaratıcısı, her işin tedb‫؛‬rinde ezelden bi­
rer hükmü olan Allah’a sonsuz ve hududsuz şükürler olsun. Müslü­
man Osmanoğulları sultanlarından Sultan oğlu Sultan Ebu’l-fetih
Mehmed Hân —kabri temiz, hoş kokulu, makamı Firdevs Cenneti
olsun— hazretleri İstanbul’u feth edince, «Beldetün Tayyibetün»
kelimelerinin fetih tarihine uygun olduğu görüldü.
Saltanat merkezi olan Büyük Kostantiniyye şehri —Allah be­
lâlardan korusun— daha önce Ak Şemseddin hazretlerinin Fâtih’e
bildirdiği gün ve saatte feth edildi ki, 20 Cemâziyelâhir 857 Çarşam­
ba (12 Temmuz) günü idi (39). İstanbul’un fetih günü için birçok
şairler tarihler düşürmüşlerdir. Fakat Kur’an’da bulunan «Beldetün
tayyibetün» lâfzı en doğru tesâdüftür.
Fetih için düşürülen diğer tarihler şunlardır .٠

«Ehl-i İslâm etti İstanbul’u feth».


Musanna tarih:
«Feth oldu İstanbul yarâna».
Diğerleri:
«Küffâra kıyâmetdir» (sene 857).
Bu tarihlerin uğurlu vaktinde Sultan Mehmed Hân İstanbul’a
ayak bastığı için, halk ağzında o güne «Yevm-i Kudüm» denirdi.
Allah’a şükürler olsun, ilk saltanat merkezi Bursa, İkincisi Edir­
ne ve üçüncüsü Kostantiniyye oldu. Bu güzel şehir onarılıp tamir
gördükçe ve şenlendirildikçe, günden güne güzelleşmiş ve dünyada
eşsiz bir şehir olmuştur.
Fâtih Sultan, Ayasofya olarak adlandırılmış olan kiliseyi seyret­
tiğinde gördü ki: Bu bina büyük, sağlam ve eski yapı bir binadır.
Mühendis ve mimar îgnados adlı güzel huylu ve bilgili bir kimse
tarafından yapılmıştır. Yapının sağlamlığını, temelinin kuruluşunu
ve yüksek kubbesini gören hayran kalır.
Fatih Sultan Mehmed, hemen b u eski yapıyı pisliklerden temiz­
letti. İçindeki putları attırdı. Birçok yerinde anberler ve öd yaktır-

(39) 20 Cemâziyelâhir 357, Milâdî 28 Haziran 1453 tarihine raslar. İstanbul’un


fetih tarihi hakkında çeşitli söylentiler vardır. Çoğunlukla kabul edilen
tarih 29 Mayıs 1453’dür.
78 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

dı. Mihrab, minber, mahfel ve minare yaptırıp kiliseyi Müslüman


gazilere güzel bir cami haline getirtti.
İlk olarak Cuma günü bütün Müslümanlar hazır olup salâlar
okundu. Müezzinler «Innallahe ve melâiketehu» âyetini hazin bir
sesle okumaya başlayınca Ak Şemseddin hazretleri, Sultan Mehmed’-
in koltuğuna girip büyük bir saygı ile minbere çıkarak, yüksek ses­
le «Elhamdülillah-i Rabbi’l-âlemîn» dedi. Bütün Müslüman‫ ؛‬ar hoş
bir hal olup sevinçlerinden feryâd ettiler. Sonra kaidesi ü: ،‫ ؛‬hut­
be okundu. Hutbeden inen Ak Şemseddin hazretleri, Sultan Meh-
med'in izni ile imamlık yapıp Cuma namazını kıldırdı.
O gün Ayasofya’nm bazı yerlerinde saklanmış olan rahipler
Müslüman oldular. Yaşlı bir keşişin adım da «Baba Mehmed» koy­
dular.
Baba Mehmed mihrabın sağ tarafındaki karanlık yerin Hazret-i
Süleyman’a ait bir ibâdet yeri olduğunu Sultan Mehmed’e söyleyin­
ce, Fatih orada iki rekât hacet namazı kıldı. Yer altında saklanmış
olan hazine de Tersâne bahçesi ile Hazine-i hümâyûn’a taşındı.

OKMEYDANI ŞENLİĞİ
Slutan Mehmed Han, Müslüman gazilere bütün ganimet malla­
rını ayırdı. Sonra Ayasofya içindeki kıymetli ve süslü putlardan
Doygu.‫ ؟‬, Yauk, Suva ve Nesr gibi putları alıp Tersâne bahçesine git­
tiler. Orada putları Okmeydam’nda nişangâh yaptılar. Bütün Müs­
lümanlar putlara ok attılar. Hâlâ okçular arasında «Puta Oku» de­
nilen ok, bugün de aynı isimle söylenir. Hattâ o putun parçalar ha­
linde Sultan Ahmed Hân zamanına kadar durduğu gerçektir. Bu
putun adına «Azmâyiş» demişlerdir ki, lodos tarafına koyup kuzey­
doğu tarafından ona ok atarlardı. Halen o yere Tozkoparan ayağı
derler.
Bir puta «Heki», birine «Pişrev» derlerdi. Beş dirhemi sekiz yüz
arşın seğirdir. «Pelenk» denilen bir putu batı tarafına koyup doğu
taraftan «Sofar moğolu» atarlardı. Halen bütün okçular o oka «Pe­
lenk» derler.
Kısacası, Okmeydam’nın dört yönüne oniki çeşit put konmuş
olup, oniki çeşit ok ile o putlara atış yaparlardı. Böylece bütün ga­
ziler Hazret-i Sa’d İbn Ebî Vakkas’ın ruhunu şâd ettiler.
Bugün dahi tâtil günleri İstanbul halkı tören ile Okmeydam’na
giderler.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 79
Sonra Sultan Mehmed Hân, Tersâne bahçesine geldi. Müslüman
gazilere üç gece ziyafet verildi. Bizzat kendisi eteklerini beline do­
layıp gazilere:
«Ekmek ve tuz yemek gerek, daha ne gerek» diyerek beyaz ek­
mek dağıttı.

GANİMET MALLARININ PAY EDİLMESİ

Ziyâfetten sonra bütün asker sınıflarının ağalan, kâtipleri ve


padişahın üç defterdârı toplandılar. Daha önce deniz savaşında alı­
nan Fransa kralı’nm yirmi gemisindeki mallar, Müslüman olan Ba­
ba Mehmed’in Ayasofya’da gösterdiği hazine, Tersâne bahçesinde
öbek öbek yığılmıştı. Ayrıca diğer bütün kilise ve manastırlardan
toplanan mallar da buraya getirildi. Bunlar deftere kayıt olundu.
Önce orduda hizmet eden hekimlere, göz hekimlerine, cerrahlara ve
bu gibi görevlilere payları verildi.
Sonra sırası ile Hz. Peygamber soyundan olanlara, âlimlere, sa-
lihlere, imamlara, hatiplere, şeyhlere, valilere, kadılara, serdengeç-
ti ağalarına, karada gemi çeken Arab askerlerine (bunlar için Le-
vend çiftliği verildiğinden, buraya bu isim verilmiştir), yeniçerile­
re, sipahliere, tımar sahiplerine, topçu, cebeci, lâğımcı şe eşkincile­
re, at kuluna velhasıl yüzyetmişbin kişiye birer külâh mal ve eşya­
dan başka altmışüç bin ev verildi. Bunların hepsi defterlere kayıt
edildi. Bu kadar ganimet malı vermek hiçbir hükümdara nasib ol­
mamıştır.
Müslüman gazilerin hepsi, aldıkları savaş malından Allah’ın farz
ettiği üzere onda birini padişaha verdiler. Bütün esirlerden de 3800
esir padişahın hakkına düştü. Yirmibir. kese Takyanus altını, üçbin
saray, iki çarşı, yedibin dükkân da padişahın payına verildi.
Karaman semtinde üçyüz büyük saray âlimlere, yüzaltmışiki sa­
ray yeniçerilerden yetmiş vezire, yedi saray yedi aded kubbe vezir­
lerine ve bu şekilde, İstanbul içinde olan imâret yerleri savaşta bu­
lutlan gazilere dağıtıldı.
Gaziler de Fransa kralı’nın kızını padişaha verip haklarını öde­
diler. Padişaha ve İslâm dinine hayır dua ettiler. Ak Şemseddin haz­
retleri hemen ayağa kalkıp şöyle der:
«Ey Müslüman gaziler! Bilin ve anlayın ki, hepinizin hakkında
Âhir zaman peygamberi, yaratılmışların büyüğü, şöyle buyururlar:
(Le Tütfahanne’l-Kostantiniyye...) Şimdi, inşaallah hepimiz af olun-
muşuzdur. Fakat bu savaş malını israf etmeyip, İstanbul içinde ha.
80 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

yır ve faydalı işler yapıp, padişahınıza itaat ediniz. Osmancık’dan


bu ana gelinceye kadar padişahlarınıza «Bey» derdiniz. Şimden son­
ra «Sultan» deyiniz. Ziyafette ortaya çıkıp size ekmek dağıttığı için
hün (kan) ekmeğidir, «Hünkâr» deyin.»
Ak Şemseddin sonra padişahın başına iki çatal ablak sorguç ta­
kıp :
«Padişahım! Şimdi Osmanoğullarınm yüzsuyu oldun. Bundan
sonra Allah yolunda mücâhid ol» diyerek duada bulundu.
Sonra bütün gaziler şehre dağıldılar. Şehri imar etmeye başla­
dılar. Ak Şemseddin ve diğer büyük evliyâlann izinleri ile paraya:
«Es-Sultân Îbnü’s-Sultân Muhammed Hân İbnü’s-Sultân Murad
Han azze nasruhu duribe fi Kostantiniyye sene 857» sözleri yazıldı.
Ertesi gün sabahleyin Sultan Mehmed Hân ile câriyeliğe gelen
3000 nur yüzlü Müslüman kızlarına hiç kimseye el sürdürmeyip Ak-
kâ, Gazze, Remle ve Havran diyârlanna bunların isim ve şekilleri
kaydedilip defteri o vilâyetlerdeki kızların anne ve babalarına gön­
derilerek hepsini İstanbul’a getirtti. Sonra bu kızlan babalarının rı­
zası ile her birini birer gaziye nikâh ettirdi. Onlara «İstanbul şeh­
rinin onarılmasına hizmet ediniz» dedi. Şeyhin bu tedbiri ile her
diyara adamlar gidip kısa zamanda onbin kadar kızın baba, anne
ve akrabaları İstanbul’a geldiler. Üç bin kızın nikâhı yapıldı. Bun­
lar İstanbul’un güzelleştirilmesi için çalıştılar.
Sonra Anadolu ve Rumeli’deki vilâyetlerde bulunan vezirlere
emirler gönderilip her vilâyetten İstanbul’a adamlar getirtildi. Üs-
küp halkını Üsküplü mahallesi’ne, Yenişehir halkını Yenimahalle’­
ye, Mora Rumlarını Fener kapısına, Selânik Yahudilerinden elli gru­
bunu Tekfur Sarayı ve Şehirler kapısına yerleştirdiler. Bu sebeple
buraya «Cufut Kapısı» derler.
Anadolu tarafından getirilen AksaraylIları Aksaray mahallesi­
ne, Akkâ, Gazze ve Remle’den gelenleri Tahtakale’ye, Balat şehrin­
den gelen Kıptîleri Balat mahallesine, Arnavud halkını Silivri ka­
pısına, Safed Yahudilerini Hasköy’e, Anadolu Türklerini Üsküdar’a,
Tokat ve Sivas Ermenilerini Sulu Manastır’a, ManisalIları Macun­
cu mahallesine, Eğridirlileri Eğrikapı’ya, BursalIları Eyyüp Sultan’a,
Karamanlıları Büyük Karaman’a, Konyakları Küçük Karaman’a, Ti-
relileri Vefa’ya, Çarşamba ovası halkını Çarşamba semtine, Kasta­
monu halkını Kazancı mahallesine, Trabzonlu lazları Bayezid Camii
semtine, Gelibolu halkını Tersâne’ye, İzmir halkını Büyük Galata’-
ya, Frenkleri Küçük Galata’ya, Sinop ve Samsunluları Tophâne’ye,
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 81

velhasıl diğer vilâyetlerden gelenler de şehrin çeşitli yerlerine yer­


leştirilip, şehir imar olundu. Bu sebeple «İslâmbol» adı verilmiştir.
İstanbul feth olunduğu günler Temmuz ayı idi. Deniz suyunun
rengi değişik olup, şehidlerin kanlan ile kızıl renk almıştı. Her yıl
kırk gün Eyüb kapısından tâ Şehidler kapısına kadar denizin rengi
kan gibi olur. Allah’ın hayret verici bir sırrıdır. «Şüphesiz Allah
her şeye kâdirdir».

ONÜÇÜNCÜ FASIL

YENİSARAY’IN YAPILMASI HAKKINDA

BU’L-FETİH (Fâtih) bu kadar ganimet malına sahip olduk­

E tan sonra, padişahlar için gerekli bir oturma yeri olarak üç-
bin kese para harcıyarak Yeni Saray’ı yaptırdı. Sene 863 (M.
1458/1459). Binanın yapımına başlangıç olarak «Ekkedallahu bün-
yânuha», bitimi için de «Şeyyedallahu erkânuh» (sene 872, M. 1467/
1468) sözleri tarih düşürülmüştür. Bu sözler Bâb-ı Hümâyun üzeri­
ne süslü olarak Celi yazı ile «Halledallahu izze sahibehu» sene 872
sözleri ile tarih yazılmıştır.
Ferhad gibi sanatkâr olan ustası öyle bir saray yapmıştır ki,
Âdem Peygamber zamanından beri hiçbir mühendis böyle bir bina
yapmamıştır. Hiçbir seyyah da dünyada bunun benzerini görmemiş­
tir. Saray, deniz kenarındadır. İki tarafı denizdir. Kuzey tarafı Ka­
radeniz. doğu tarafı Akdeniz (Marmara denizi) ile çevrilidir. Gü­
ney tarafında Ayasofya Camii vardır. İki denizin birbirine karıştığı
yerde kurulmuş bir şehirdir. İlk kurucusu Hazret-i Süleyman, İkin­
cisi İskender Zülkameyn’dir. Fakat Fatih bu güzel sarayı yaptırdık­
tan sonra geçmiş hükümdarların büyük eserlerine ek olarak yetmiş
aded padişah köşkü, çeşitli divanhâneler, halvethâne. mutfak, ekmek
yapma yeri, cebhâne, hastahâne, odun ve ot anbarı, iç ve dış padi­
şah ahırları, meydan ahırları yaptırdılar. Ayrıca çeşitli şekiller de
yapılmıştır.
Bu sayılan eserlerin dört tarafına ayrıca güzel bahçeler de ya­
pılmıştır. Yirmibin servi, çınar, ardıç, çam, şimşir gibi ağaçlar dikil­
di.
Evliya Çelebi I-II. F : 6
82 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESÎ

Bu güzel bahçenin tam ortasında gönül açıcı, havası hoş bir te­
pe üzerinde kendilerine ait kırk aded Çin kâsesi ile özel odalar yap­
tırdılar. Bâb-ı Saâdet’in iç tarafında bir arz odası yapılmıştır ki, san­
ki havarnak köşküdür.
Atmeydanı büyüklüğünde bir avlunun doğu kısmında güzel bir
hamam, ona bitişik bir padişah hâzinesi, ona bitişik kuş odası, ona
bitişik bir kiler odası ve sıra ile hazine odası, has odası, Hünkâr Ca­
mii, doğancılar odası, küçük oda, büyük oda, seferiler koğuşu, kül­
han odası, büyük oda mescidi, meşkhâne; yine hamama kadar uza­
nan meydanın etrafında çeşitli odalar yapılmıştır. Bütün odalarda
üçbin altın ve altın kaplamalı zerduz taçlı güzel erkek hizmetkârlar
görevlendirilmişti.
Bu sarayda harem kısmı yapılmamıştır. Sonra Süleyman Han za­
manında harem kısmı yapılmıştır. Bu kısımda bir oda hadım ağala­
rına, bir oda baltacılara ayrılıp, ayrıca bir adâlet köşkü ve bir dî-
vanhâne yapılmıştır. Yedi vezirin haftada dört gün toplantı yapma­
sı için padişah tarafından kanun çıkarılmıştır.
Bu büyük sarayın dört tarafındaki kalede 366 aded burç, kule
ve oniki bin aded beden dişi yapılmıştır ki, dünyada benzeri yoktur.
Yeni Saray’ın çevresi 6500 adımdır. Tam 16 küçük ve büyük
özel kapısı vardır. Sarayın içinde asker, hademe, genç hizmetçi, bal­
tacı, aşçı, helvacı, ekmekçi, hasırcı, hadım, beyaz ve siyah kapıcı,
öğretmen, cellât ve özel hizmetçiler, 12000 bostancı ile kırk bin kişi­
nin bulunduğu hesaplanmıştır. Sarayın durumunu tam olarak an­
latmak imkânsızdır.
ONDÖRDÜNCÜ FASIL

ESKİ SARAY’IN YAPILIŞI HAKKINDADIR

STANBUL’UN Karadeniz, Galata ve Haliç taraflarına bakan


yüksek ve havadar bir yerinde, Kayser Pozantin tarafından yap­
tırılmış eski bir kilise vardı. Kilisenin dört tarafı sur gibi duvar­
lar ile çevrilmişti. Yine etrafında öyle güzel bir bahçesi vardı ki, her
çeşit kuşlar burada yaşarlardı.
Kilisede Pozantin ve Kostantin zamanlarında onikibin keşiş, râ-
hib, râhibe gibi kimseler vardı. Kilisenin yapılışı şöyle olmuştur:
Hazret-i îsâ’nın halifelerinden Şem’un adında bir havari İstan­
bul’a gelmişti. Şem’un, bir taraftan ibâdetle meşgul olurken, aynı
zamanda bütün hayvanlarla ilgilenmişti. Bu hayvanlara su vermek
için bir kuyu kazdı. Kazdığı yerden güzel ve tatlı bir su çıktı. Bütün
hayvanlar bu sudan içerlerdi. Sonra Şem’un, bu yerde bir ibadethâ-
ne yaptırdı. Günler geçtikten sonra "Kral Pozantin orada bir kilise
yaptırdı.
Fâtih Sultan Mehmed de bu kilisenin yerine H. 858 senesinde
Eski Saray’ın yapımına başladı ve saray 862 (M. 1457)’de tamamlan­
dı. Sarayın burcu, kulesi ve hendekleri yoktu. Fakat gayet sağlam
bir yapı olup bütün duvarları kurşun ile kaplanmıştır. O zamanki
çevresinin uzunluğu 12000 arşın idi. Dörtköşe, taş yapısı bir binadır.
Bir tarafı, Sultan Bayezid kazancıları köşesinden Misk-i Sabunî ka­
pısına kadardı. Buradan bir köşesi Tellak Mustafa Paşa Sarayına
kadar uzardı. Buradan bir tarafı Küçük Pazar sedd‫ ؛‬ve sarnıcına
kadar giderdi. Halen Yeniçeri Ağası ve Siyavuş Paşa Sarayları bu
Eski Saray’ın bulunduğu yerde idi. Diğer bir tarafı da Tahtakale
üstündeki şedden geçip yine Kazancı tüccarları köşesine kadar uzar­
dı.
Sarayın iç kısmında çeşitli avlu ve meydanlar, harem odaları,
köşkler, havuz ve şadırvanlar vardı. Büyük mutfaklar, kilerler ve
3000 baltacı ve kâkülsüz uşakların evleri bulunuyordu. Bir oda Ak
Ağa ve bir de Kara Ağası yaptırıp bunların üzerinde Dârü’l-Saâde
Ağası bulunurdu. Hasekiler ile kral kızı da bu sarayda kalırlardı.
Haftada iki gece Yeni Saray’dan Eski Sarav’a gelip kalırlardı.
‫ ؛ ؛‬-( EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

ESKİ SARAY IN HAYAT SUYU HAKKINDA


Ebu’l-feth Mehmed Hân tabiatı seven büyük bir padişahtı. Bir
gün bütün hekimleri toplayıp, onlara, «Acaba İstanbul’un en güzel
suyu hangisidir?» diye sordu. Onlar da, Eski Saray’da bulunan Şem’-
un pınarının suyunun lezzetli, hafif ve hoş bir su olduğunu söyle­
diler. Diğer pınarların sularını da beşer miskal ağırlıkdaki pamuk­
larla birlikte tarttılar, sonra pamukları ölçülmüş sulara batırıp gü­
neşte kuruttular. Kuruyan pamuklar ölçüldüğünde, Şem’un pınarı
suyunda ıslanan pamuk hepsinden hafif gelmiştir. Böylece en güzel
suyun bu olduğuna karar verilmiş ve Fatih hep bu sudan içmiştir.
Sonra bütün padişahlar da bu sudan içmişlerdir. Kilercibaşı ve
Dış Sakabaşı taraflarında üçer adam görevlendirilip bunlar her gün
üç seyishâne yükü yirmişer okka gelen gümüş güğümlere bu sudan
doldururlar, sonra Su Nâzın huzurunda Kilercibaşı’nın güvenli
adamları tarafından kırmızı mumla mühürlenip padişaha götürülür­
dü. Bu çeşme, Eski Saray’ın doğu yönündeki kapısı önünde idi ki,
Fâtih bunu dışarı çıkartıp bir hayat pınan yaptırmıştır.
Sonra Sultan Süleyman, bu Eski Saray’ı üç mil çevresi, olan
bir saray haline getirmiştir. Üç kapısı vardı. Biri divan kapısı olup,
doğu tarafında idi. Diğeri güney tarafında Bayezid kapısıdır, üçün-
cüsü batı tarafındaki Süleymaniye kapısıdır.
Sultan Süleyman, Eski Saray’ın dışında Belgrad, Rodos ve Mal­
ta fetihlerinde elde ettiği mal ile Süleymaniye Camiini yaptırdı.
Medreseler, Darü’l-hadis, Darü’l-kurrâ, Sıbyân okulu, Ebced okulu,
bir sultan çarşısı, ziyafet evi, kervansaray, şifa evi, kendisi için bir
türbe, bir hamam, kavaflar çarşısı, dökmeciler çarşısı ve kuyumcu­
lar çarşısı, hep Süleymaniye Camiinin etrafında yapılmıştır. Mak­
bul Siyavuş Paşa için bir saray, Yeniçeri ağalarına bir saray, Lala
Mustafa Paşa ve Pir Mehmed Karamanı Paşa için birer saray, Geb­
ze’de cami yaptırmış olan Mustafa Paşa’ya ve kızı îsmihân Sultan’a
birer saray yapılmıştır.
Camide görevli olanlar için bin aded oda yapılmıştı. Eski Sa­
ray’ın dört yanı geniş yol idi. Vezirler ve diğerleri için yapılan adı
geçen saraylar hep Eski Saray’ın sahasına yapılmıştır. Yalnız Eski
Saray, Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Ondan sonra Ye­
niçerilerin yüzaltmış bölüğü için yiızaltmış aded oda yapıldı. Peyk-
hâne, Kalenderhâne, Tersâne ve Tophâne, Kâğıthâne’de Baruthane
ve bunlar gibi sayısız büyük eserler ile İstanbul’un içi ve dışı güzel­
leştirilmiştir. Bunların yeri geldiğinde hepsini ayrı ayn anlatacağız.
ONBEŞtNCt FASIL

İSTANBUL’UN FETHİNDE HÂKİM TÂYİN


OLUNANLAR HAKKINDADIR

STANBUL fetholunduktan sonra, üç sene içinde o kadar güzel­


leşti ve o kadar kalabalık oldu ki, idaresi güç duruma geldi. Zi­
ra her diyardan çeşitli ve çok sayıda insan toplulukları gelmişti.
Önce Vezir-i Âzam Mahmud Paşa’ya bir oda verildi. Sonra Ye­
niçeri ile Mahzar Ağa ve Sipahi kethüda yerleri yapıldı. Cebeci, Top­
çu ve Azab çavuşları, bir bostancı odabaşısı, Yeniçeri’den bir tü-
fenkçi ve bir matracı verildi. Şehir halkını düzene sokmak için bun­
lara birer falaka değnek verildi. Bunlar çarşamba günü kol gezip,
İstanbul içinde dolaşırlardı. Unkapanı’nda yapılmış bulunan sanat­
kârların toplantı yerine geldiler. Oradan Yemiş iskelesi çardağında
esnaf ile toplantı yapmaya gittiler. Burada meyve fiatlannı tesbit
edip narh koydular. Sonra sebzehâne divanına gelindi. Burada seb­
zelere ve sonra da Salhâne’ye gidip etin fiyatına narh koyarak sa­
raya döndüler.
İkinci hâkim, Sekban’dır. Ona da falaka değnek ve cellâ.d ve­
rildi.
Üçüncü hâkim, İstanbul mollasıdır. Kendisine falaka değnek ve
hapis etme yetkisi verildi.
Dördüncü hâkim, Eyüb mollasıdır. O da hapsetme yetkisini al­
mıştır.
Beşincisi Galata mollasıdır. İdaresi altında bulunan halka ceza
verme yetkisi taşır.
Altıncısı Üsküdar mollasıdır ki, o da aynı yetkiye sahiptir.
Yedinci hâkim, Ayak nâibidir. Sanatkârlara ve esnafa narh ve•
terazi verme hakkına sahiptir.
Sekizinci hâkim, Ihtisab ağasıdır. Bu bütün sanayicileri kontrol
edip, kanuna aykırı hareket edenleri cezalandırma yetkisine sahip­
tir.
Dokuzuncu hâkim, Asesbaşı’dır.
Onuncu hâkim, Subaşı’dır. Bunlarda kırbaç ve kamçı vardır, fa­
laka ve değnek yoktur. Suçlu olan kimseleri yakalayıp bağlamaya,
86 EVLtYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

mahkeme nâibi ile bazı evleri basmaya yetkilidir. Her öldürdükle-


rini şeriatin izni ile yapai'lar. Bir mısra’da şöyle denir:
«Ilükm-ü sultan olmasa gelmez hata cellattan».
Onbirinci hâkim, İstanbul ağasıdır.
Onikincisi Bostancıbaşı'dır, Bunlar her gece deniz üzerinde ge-
zip, bü.tün köy ve kasabaları kontrol ederler. Su‫ ؟‬işleyenleri suçla-
rina göre cezalandırırlar.
Onüçüncü hâkim, Çorbacıyân'dır. Her gece sabaha kadar oniki
Yeniçeri ‫ ؟‬orbacılan beşer, ellişer, yüzer adamları ile kol gezip su‫ ؟‬-
İuları yakalarlar ve ocaklarına gönderirler. Burada cezaları verilir.
Ondordüncü hâkim, Erbain’dir. Bunlar şeriat tarafından tayin
olunurlar. İstanbul'un dört kadılık yerinde kırk mahkeme vardır.
Bunlara hâkim-i erbain (Kırk hâkim) denir. Bunlar da ceza verip
hapse .koymak yetkisine sahiptirler.
Onbeşinci hâkim, Şeyhülislâm'dır.
Onaltırıcısı Anadolu Kazaskeridir. Bunların ceza verme yetki-
leri yoktur. Bunlar dört divanda dâvaları dinleyip, Anadolu'da olan
kadılara hükmederler.
.nyedinci hâkim, Rumeli Kazaskeri'dir. Rumeli kadılarına hü-
küm ve ber'at vermek İ‫ ؟‬in Fâtih Kanunnâmesince görevlendiril-
miştir.
Onsekizinci hâkim, Yedikule dizdarıdır. Arz sahibidir. Padişah
ile doğrudan doğruya görüşebilir.
Ondokuzuncu hâkim, Mimarbaşı’dır. İstanbul İçinde bir bina
yapmak İ‫ ؟‬in bundan izin almak lâzımdır.
Yirminci hâkim. Kaptan Paşa’dır. Gece ve gündüz deniz-İşleri-
ne bakar.
Yirmibirinci hâkim, Tersâne kethüdâsıdır. Kasımpaşa semtinde
bir Suçlu bulsa, suçuna göre ceza verir; hattâ öldürebilir de.
Yirmiikinci hâkim, Okmeydani'nda Yeniçeri rcagından Talim-
hânecibaşı ve koruculardır. Bunlar Okmeydani’nda kol gezerler. Ha-
ram yiyen bir suçlu tuttuklarında, onu Aşçıbaşı’ya götürüp suçuna
göre cezalandmrlar. Yahut da yay ipleriyle bir agaca asıp ok yag-
muruna tutarlar. Bu derece yetki İ‫ ؟‬in ellerinde Fatihten' birka‫ ؟‬de-
fa verilmiş ve her padişah devrinde yenilenen emirler vardır. Eger
su‫ ؟‬işleyen bir asker ise, hiç dinlemeden hemen bir agaca asarlardı.
İşte İstanbul'un dört kadılık yerinde bu şekilde, tâ Boğaz'ın iki
yakasında bulunan köy ve kasabalar da dahil, toplam 33 hâkim ve
35 nahiye kadısı vardı. Inşaallah bunlar yeri geldikçe anlatılır. Bu
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 87

kazalardan başka dört kadılığın erminde 186 nahiye kadısı, 360 su.
başılıkları, 87 Yeniçeri kulları ve serdârları vardı. Ayrıca kırk yerde
de serbest küçük subaşılıklar vardı.
Sonuç olarak, İstanbul’un dört kadılığındaki kadı ve subaşıların
toplamı 1200 hâkimdir. Bunlar Fâtih’in kanunudur. Bunlardan baş­
ka dört mevleviyet ve bir de 150 esnafın zâbit ve hâkimleri vardır.
Fakat bunların ceza verme yetkileri yoktur.

ONALTINCI FASIL

İSTANBUL’DA BULUNAN SULTAN


CAMİLERİ HAKKINDADIR

NCE büyük ve eski bir mâbed olan Büyük Ayasofya’dan söz


edelim :
Yunan tarihçilerinden Yanivan’m tarihinde anlatıldığına göre,
Hazret-i Süleyman dünyanın dört bir yanını gezerken, bir sabah
rüzgân Süleyman’ın tahtını Sarayburııu’na getirir. Hz. Süleyman
orada bir mâbed yaptırdı. Sonra Âdem’den 5052 yıl geçmiş olup,
Madyan oğlu Yanko’nun torunlarından Kral Vizendon çıktı. Bu kral
İstanbul’u yedinci defa tâmir edip dünyada ün yapan bir hükümdar
oldu. Vizendon’un bir kızı Makedonya şehirlerinden Sofya’da doğ­
muştu. Buna nisbetle adına «Ayasofya» denildi. Babasının İstanbul
kalesinin dört tarafını yeniden yaptırdığını duyunca, iki milyonluk
hazine ile babası Vizendon’un yanma geldi. Süleyman Peygamberin
mâbedini genişletmeye başladı. Bu iş için çok mal harcarken bir şa­
hıs gelip, «Bunun bütün gerekli malzemesini benden alın ve şu şe­
kilde bir mâbed yaptırın» deyip, Ayasofya.nm şeklini târif etti.
Önce yeri, kuyu derinliğinde kazdılar. Ahırkapı hizasına kadar
derinliğe inildi. Topraktan sular çıkmaya başladı. Tam bir ay bu
temel içinde ateşler yakıp kurşun eritip döktüler. Bu kurşun, te­
melde yıllarca durdu. Sonra îgnâdos adında bir mühendisin talimatı
ile 30000 işçi, 7000 hammal ve 3000 usta toplandı. Bunlar bir arada
görüşüp ,kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve toloz kubbeler
yaptılar. Altı su sarnıcı olduğundan, zelzeleden korunması için ön­
ce temeli bu tarafdan tamamladılar. Sarnıcı su ile doldurdular. Sar­
nıcın bazı yerlerine tâmir için kayıklar koydular. Bu kayıklar hâ-
8ü EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

len durmakta olup, tâ Ayşe Sultan sarayına, Haşan Paşazâdeler, Ka­


dı Mehmed kethüdâ, Arslanhâne, Saray meydanı, Enderun Cebehâ-
nesi ve Soğukçeşmelere kadar olan sarayların altı tamamen boştur
ve tatlı su ile doludur.
Ayasofya’mn tam ortasında bakır kapaklı bir kuyu ağzı vardır.
Buradan kovalarla su çekilip cemaat içer ve susuzluklarını giderir­
ler.
Sonra Ayasofya’mn dört tarafının duvarlarına başlandı. Bunun
genişliğini ve ölçülerini seyreden hayran olur. Ayasofya’mn yapılış
şekli öyle anlatılır ki, yedi iklimde olan çok kıymetli taşlar sanki
binanın temeline konmuş, çok ağır olanları ağır çekim bilgileri ile
yükseltilmiş, renkli mermerler ve sütunlarla tamamlanmıştır. Her
taraftan büyük mermerler gemilerle taşınmış, bilgili ustalar vasıta­
sı ile taşlar düzeltilmiştir. O kadar dikkatli ve hesablı çalışılmıştır
ki, binanın yansı yedi yılda tamamlanmıştır. Pek çok taşlar Ayasıuğ
ve Aydıncık'dan getirilmiştir.
Renkli mermerler Karaman, Şam ve Kıbrıs adasından; binlerce
somaki, bal renkli, zeytin rengi, san ve mermer rengi yüksek sütun­
lar Atina yakınındaki seyir yerlerinden ve çoğu da Marmara ada­
sından getirilmiştir. Yüzlerce mimar ve mühendis binanın çeşitli kı­
sımlarında ustalık yapmışlar ve binlerce bahşiş alacak hünerler gös­
termişlerdir. Bütün bu mimarların öncüsü, mimar îgnâdos idi. Onan
gösterdiği yolda çalışırlardı.
Nihayet bu büyük yapı Kisra’mn takı gibi dört ana kemer ayak­
larına kadar tamamlandığında, bir gece mimarbaşı olan îgnâdos kay­
boldu. Meğer kıyafet değiştirip Kızıl Elma (İtalya’nın başkenti olan
Roma şehri) diyarına gitmiş. Orada da Rum papanın izni ile bir
kilise yapımına başlamıştı. O kilisenin de yarısını yedi yılda tamam­
ladıktan sonra, bir gece oradan da kaçıp İstanbul’a geldi. Burada
mâbedi yaptıran tarafından azarlandı. İgnâdos, «Bu gibi binanın te­
melinin sağlam olması gerekir. Kaçmasam, binanın bitirilmesi için
zorlanacağım şüphesizdir. O zaman da sağlam olmazdı» dedi. Sonra
binanın yapımına tekrar başladı.
Yüz somaki mermerler üzerine kubbeler ile iki tabaka dikine
direkler üzerine yarım daireler ve üstüne gök kubbe gibi bir tersi­
ne dönmüş kâse şeklinde büyük kubbe yapıldı ki, dünya üzerinde
böyle bir kubbe görülmemiştir. Bu kubbenin tam tepesine yüz İs­
kender kantarı ağırlığında altın bir haç konuldu ki, bu haç güneş
ışığından parlayınca tâ Alemdağı’ndan, Keşiş ve İstıranca dağların­
dan farkedilirdi.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 89

Ayasofya’nın tamamen bitmesi 40 yıl sürmüştür. Sonra içine ve


dışına oniki bin kişi görevlendirilmiştir. Hattâ Hazret-i Peygam­
berin dünyaya gelişinden 945 yıl önce Büyük İskender zamanında,
Yunanlılar Kıptîlerin elinden Mısır’ı alıp Ayasofya’ya vakfetmişler­
dir. Öyle bir ünlü yapı oldu ki, hristiyanlann merkezi haline geldi.
Sonra Hz. Peygamberin doğduğu gece meydana gelen büyük
zelzeleden Kisrâ tâki, Kızılelma ve Ayasofya’nm kubbesi yıkıldı. Bir
müddet zaman geçtikten sonra, Hızır Aleyhisselâmın hatırlatması ile,
üçyüz kadar Busra’da oturan keşiş, râhib Buhayra’nın öncülüğün­
de Mekke’ye geldiler. O zamanlar henüz küçük yaşda olan Hz. Mu-
hammed (aleyhisselâm)’in ağzından bir mikdar tükürük ile müba­
rek ellerinin örneğini aldılar. Ebu Talibin el yazısı ile ceylân derisi
üzerine çizilmiş bu örnek, halen bir kutuda saklıdır.
Elhâsıl Hz. Peygamberin ağız suyundan, zemzem suyundan ve
Mekke’nin temiz toprağından bir mikdar alan papazlar, İstanbul’a
geldiler. Ayasofya’nm kubbesinin yıkık olan kısmını tâmire başla­
dılar. Hz. Peygamberin tükürüğü ile yapılan yer, kubbenin kıble
tarafında otuziki nakışlı olarak halen bellidir ve bunu bilenler o ye­
re baktıklarında, «Allahümme salli âlâ Muhammed» derler. Zira bu
kısım, kubbenin diğer yerlerinden daha parlaktır. Fetih’ten sonra
Fâtih, «Bu kubbe, Hz. Peygamberin ağzının suyu ile ayakta tutul­
du» diye tâ kubbenin ortasına bir zincir ile altın bir top asmıştır
ki, bunun içi elli Rum kilesi buğday alır. Bu top altında Hz. Hı­
zır’ın ara sıra dini bütün sâlih Müsllimanlar ile buluştuğu söylenir.
Bu sebeple de müşkül bir işi olan kimseler Hızır aleyhisselâm ile
görüşmek için bu altın top altında kırk gün sabah namazı kılarlar.

ESKİ MÂBED BÜYÜK AYASOFYA’NIN YAPILIŞ ŞEKLİ,


SAN AT ÖZELLİĞİ İLE ENİ - BOYU HAKKINDA
Ayasofya camii, İstanbul kalesi’nin doğu kısmının son bulduğu
Ahırkapı sahilinin bin adım kuzeyinde ve Saraybyrnu sahiline bin
adım uzaklıktaki yüksek bir tepe üzerinde yapılmıştır. Yüksek kub­
besinin bir benzeri daha yoktur (40).

(40) Ayasofya, önce Roma İmparatorlarından en önce Hristiyanlığı kabul


eden Büyük Kostantin tarafından Milâdî 325 yılında tahtadan yapılmış-
Adı, bir hristiyan büyüğünün adına değil, Allah’ın hikmetine nisbetle
«Hikmet-i Mukaddese» anlamına gelen «Ayasofya» olarak konmuştur.
Bina, Konstans tarafından genişletilmiştir. Fakat Milâdî 404 yılının Ocak
ayının 13’üncü gününden yirmisine kadar devam eden bir yangında ta­
mamen yanmıştır.
90 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

Bu büyük kubbeden başka kıble tarafında bir yarım kubbe için­


de bir yarım kubbe ve onun da içinde küçük bir yarım kubbe için­
de mihrab yapılmıştı. Kıble kapısı üzerine de yüksek bir yarım kub­
be yapılmıştır. Bu kubbelerden başka, Ayasofya’mn dört tarafında
üç tabaka halinde 360 kemer bulunmaktadır.
Ortadaki kubbe büyüktür. Bunun dört tarafı çepeçevre billûr,
necef ve renkli camlar ile süslenmiştir. Bu kubbe camlarından baş­
ka, içinde ve dışında bulunan camların adedi 1070’dir. Sözü edilen
kubbelerin hepsinin içinde nakış üstadı Erjenk Sfrenk Mâni’nin iş-

Binanın kâgir olarak yapılışı JUstinyanos zamanındadır. Mimarları


meşhur matematikçilerden Trelleli Antimus ile Milletli İzidor’dur. Fakat
o zaman yapılan kubbe, yine o devirde bir zelzeleden çökmüştü. İzidor’
un yeğeni olan tzidor tarafından şimdiki kubbe yapılmıştır, tzidor, kub­
beyi herbiri 45 kadem yüksekliğinde granitten, 8 sütun üzerine yumur­
ta şeklinde yapmıştı. Sütunların aralarında birer kemer vardır. Kemer­
lerin üzerinde de kadınlara ait daire şeklinde bir yer yapılmıştır. Bu
tabakanın üstüne alttakilerden küçük olmak üzere her bir tarafa 6’şar
sütun konulmuştur. Bu sütunlara da üst tabaka kubbeleri oturtulmuş­
tu. Bu direklerin 12 oluşu, 12 yıldız burcuna işaret eder. Büyük kubbe
ve alt tabakayı tutan sütunların sayısı 40, bunların üstündekiler 6ö'dır.
Bu sütunlar içinde Roma’da bir mâbedöen alınma kırmızı mermerden
8, Efes (Ayasluğ)’den yeşil yeşimden 6 ve gayet beyaz mermerden 4 sü­
tun vardır. Diğer sütunlar da Truva, Atina, Delos, Sırık ve Mısır’dan
gelmiştir.
İşte bu şekilde M. 548 yılında inşâ olunan binanın içi, birçok put
ve resimler ile süslenmiştir. Kubbesinin tuğlaları Rodos adasında ya­
pılıp getirtilmiştir. Bunlar o kadar hafiftir ki, onikisi bir tuğla ağırlı-
ğuıdadır.
Camiin uzunluğu 75, genişliği 70, kubbenin yerden yüksekliği 65 met­
redir.
Yapılışından beri imparatorlar tarafından defalarca tamir ettiril­
miştir.
Fâtih tarafından, tuğladan minare ile medrese ilâve olunarak camie
vakıf ayrılmıştır.
Sultan Bâyezid Veli, Bâb-ı Hümâyun tarafındaki minareyi yaptırmış
ve medreseyi de genişletmiştir. Diğer iki minare de Sultan İkinci Selim
zamanında yapılmıştır. Camiin içinde bulunan mermer küpleri ile dört
mahfel Sultan Üçüncü Murad’m, taş kürsi Sultan Dördüncü Murad'm,
en üst tabakadaki padişah mahfeli ile camie bitişik kütüphâne, mekteb
ve imaret Sultan Birinci Mahmud’un eserleridir.
Top kandil yerinde vaktiyle bir altın top vardı. Sultan Üçüncü Ah-
med zamanında değiştirilmiştir. Eski celi yazılar Hattat Tekneci İbra­
him Efendininse de, şimdiki yazıları Sultan Abdülmecid devrinde Ka­
zasker Mustafa İzzet Efendi yazmıştır.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 91
lemiş olduğu kaplama ve altın mineden resimlerle acâib ve garip şe­
killer, büyüleyici melek ve insan resimleri vardır ki, seyredenler
hayran kalırlar. Bu şekillerden başka, büyük kubbenin dört büyük
sütunlarının en üst tabakasındaki dört köşede bir melek resmi var­
dır. Benzetmek gibi olmasın, biri Cebrail, biri Mikâil, biri Îsrâfiî,
biri de Azrail şekilleridir ki, hâlen kanatlarını açmış dururlar. Boy­
ları ve kanatları ile ellişer zira büyüklüktedirler. Hz. Peygamber
dünyaya geldiği zamana kadar bu resimler, göbeğinde olan yazıla­
rıyla Cibril şeklinde olanı, olmuş ve olacak olayları anlatırmış. Mi­
kâil resmi batı tarafta olup düşmanın geleceğini, kıtlık ve kuraklı­
ğın çıkacağını bildirirmiş. Kuzey taraftaki Isrâfil resmi, olacak olay­
ları haber verirmiş. Azrâil şekli de hükümdarın vefatını bildirirmiş.
Bu dört şekil halen durmaktadır.
Camiin doğudan batıya olan uzunluğu 134 zira ve eni 122 zira-
dır. Camiin içinde ve dışında küçük, büyük, çok sayıda sütunlar var­
dır. Bunlar güya birer gökyüzü ayaklarıdır. Öyle kırmızı somaki sü­
tunlar vardır ki, bunlar dünyada az bulunan kıymetli mücevherler­
dir, her birinin boyu kırkar Mekke ziraidir. İkinci tabakadaki direk­
ler de otuzar ziradır. Bu camiin üç tarafında ikişer kat cemâat yeri
vardır. İki taraftaki merdivenlerden at ile çıkmak mümkündür. Ta­
banları beyaz lıam mermer döşenmiştir. Camiin içinde tâ kubbeye
kadar üç tabaka halinde kandil yakılacak girintiler vardır.
Camiin bütün kapılarının sayısı 361’dir. Bunların 100 tanesi bü­
yüktür. Hepsi de tılsımlıdır. Kaç defa sayılsa, bir kapı daha meyda­
na çıkar. Ona da nişan konup sayılsa, işaretsiz bir kapı daha çıkar.
Garib bir şeydir. Bütün kapıların boyu yirmişer zira’dır. Kapıların
kanatları altın işleme ile süslenmiş, gümüş minâ vurulmuş, pirinç
işli san’at eserleridir. Kıblenin orta kapısı hepsinden yüksek olup,
boyu elli zira’dır. Bunun tahtalarının Hz. Nuh’un Cudi dağındaki ge­
misinin enkazından alındığı söylenir.
Bu orta kıble kapısının üzerinde san renkli pirinç madeninden
tabut şeklinde bir sanduka içinde Kraliçe Sofya’nın nâşı mumya
halinde bulunmaktadır derler. Birçok kimseler o sandukaya el sür­
mek istediklerinde, cami içinde bir sallantı olmuş ve hemen el çek­
mişlerdir. Bir tılsım da budur. Onun üzerindeki küçük direklerin
kemeri üzerinde mermer bir kitâbeye Kudüs’ün kıble olduğu za­
manki resmi konmuştur. İçi çeşitli mücevherlerle doludur. Bu da
bir tılsımdır, el sürülmeye cesaret olunamaz. Aynı yerde yeşil renkli
görülmeye değer bir direk vardır. Bu direğin üzerinde Meryem
92 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Ana'mn teıhsili bir resmi vardı. Elinde bir kandil tutaı:dı ki, bir be-
yaz güvercin büyüklüğünde idi. Her gece bunun saçtığı ışık camii
aydınlatırdı. Bu da zelzeleden yıkılmış-olup, bugün Kızılelma'dadır
derler. Ispanyalılar vasıtasiyle götürülmüş idi. Camiin İç yüzü duva-
rinda baştan başa beşer altışar zira'lık dörtköşe cilâlı taşlar kaplı-
dır.
KELÂMÎ AĞA’NIN BAŞINDAN GEÇENLER
Kelâmî Aga, Sultan Süleyman'ın rikâbdârlığı ile yetişip nam
yapmış güçsüz bir kimse idi. Yiizelli yaşmda vefat etmiştir. Tarika-
-ta bağlı idi. Kelâmî Aga'mn anlattığına göre. Sultan Selim Gazi za-
mamnda Jstanbul İçinde tâun hastalığı yayılmıştı. Günde üçbin ki-
Şİ ölmekteydi. Sultan Selim durumu öğrenince münâdiler çıkarttı,
İstanbul ,halkım Kadir gecesi Ayasofya’ya topladı. Hastalığın geç-
mesi İçin hep bil'likte dua edilecekti. Ayasofya'mn İÇİ hıncahınç dol-
du. Bektâşî şeyhi Yahya Efendi, duadan önce kiirsiye çıkıp vaaz ver-
meye başladı. Bütün cem.aat dikkatle onu dinliyorlardı. Yahya Efen-
di, Trabzon'da yetişmiş olup. Sultan Süleyman hazretleri ile süt kar-
deşi idi. ikinci Selim zamanında en yüksek bilgin haline gelmiş ve
halktan uzak kalmaya başlamıştı. Vaazım dinlemek şöyle dursun,
kimse yüzünü göremez idi. 0 gün İstanbul halkı onun vaazım din-
lemek İçin Ayasofya'ya dolmuş, cami İçinde ayak basacak yer kal-
mamıştı.
O esnada Kelâmî Ağa'nm haceti gelmiş, karni sıkıştmp Bag-
/ dad davulu gibi gümbürdemeye başlamıştı. «Bire hey imdad, ha-
lim ne oluyor» diye şaşkına dönmüş, sıkıntısından vücudu kabar-
mıştı. iki üç defa ayaga kalkıp etrafına bakarak yine oturmuştu. Zi-
ra kalabalığın içinden geçecek bir yer yoktu. Karni da o kadar sıkış-
tırmıştı ki, kımıldayacak hali kalmadı. Hemen şeyh hazretlerine dö-
nüp yalvarırcasına yardim istedi. «Beni bu cami İçinde, cemaat ara-
smda herkese utandırma» diye yalvarınca, hemen yanmda Sipahi
kıyafetinde biri belirip, «Bire adam, senin derdin nedir? Yüzün gö-
zün şişmiş, durumun iyi değildir. Senin derdine çare bulayım, fa-
kat sim gizli kalsın» deyip ona yemin ettirdi.
Sipâhi, cübbesinin sag tarafım Ke'lâmî Aga'mn üzerine örttü. Ke-
lâmî Ağa 0 an kendini Kâğıthane deresi kenarında bulup hemen ha-
cetini giderdi. Sonra abdestini yeniledi. Kırk defa şükür secdesi etti.
«Acaba bu benim durumum oldu mu, yoksa rüyâ mi?» diye düşünür-
ken, kendini yine Ayasofya’daki yerinde buldu. Ayni Sipahiyi de ya-
ninda gürünce, «Bire Hızır'a rasladım, eteğini bırakmıyayım» diyerek
E V L İY A ÇELEBİ SEYAH ATN AM ESİ 93

Sipâhiye hörmet etmeye başladı. O an Yahyâ Efendi, kürsüde duaya


başladı. Cemaat da «âmin» diyordu. Dua bitince Ayasofya’nın ka­
pıları kapanıp yalnız büyük kapı açık bırakıldı. Defterdar Derviş
Çelebi kapıda durup çıkan cemaati saydı. Hepsinin elliyedi bin kişi
olduğu tesbit edilip Sultan Selim’e bildirildi.
Sonra Kelâmî Ağa, Sipahinin eteğine yapışıp «Sultanım, artık
ben senin eteğini elimden bırakmam. Sana kul ve kurban olayım.
Lütuf eyle. Beni muradıma erdir.» diye rica etmeye başladı. Sipahi
de «Ben senin dediğin adam değilim. Bire adam, var bizi kendi ha­
limize bırak» diyerek, ileri geri konuşup Kelâmî Ağa’yı azarladı.
Fakat Kelâmî Ağa yine Sipahinin eteğini bırakmayıp, sıkıca sarıl­
dı. Sipahi, Kelâmî Ağa’yı, «Eteğimi bırak» deyip fırıldak gibi çevir­
di. Başının birkaç yerini de yaraladı. Arkasındaki samur kürkünü
parça parça etti.
Cemaatden bazı kimseler bunların arasını açıp gittiler ise
de, Kelâmî Ağa, Sipahinin yanından bir an ayrılmayarak ri­
ca, minnet ve yalvarma ile Ayasofya’nın helâlanna kadar geldiler.
Sipahi hemen bir helâya girdi. Kelâmî Ağa onu dışarıda bekliyor­
du. Bir müddet sonra belinde gümüş zincirli bıçak ve burma sa­
rıklı bir Yeniçeri içerden çıktı. Kelâmî Ağa hemen Yeniçerinin ya­
kasından tutup yine rica ve yalvarmaya başladı. Yeniçeri, «Var git
adam. Sen bunamışsın, ben senin dediğin kimse değilim, benden
uzaklaş» dedi ise de hiç faydası olmadı.
Yeniçeri, Kelâmî Ağa’ya bir dayak attı ki, seyredenler acıyıp
elinden aldılar. Sonunda Yeniçeri, Ayasofya’da bir bozacıya girdi.
Kelâmî Ağa da onunla gidip yanından ayrılmadı. Yeniçeri ona hiç
yüz vermeden kebab ekmek yiyip boza içti ve dışarı çıktı. Kelâmî
Ağa yine onun peşine düştü. Scğukçeşme karşısında dar bir sokak
içinde tenha bir yere geldiler. Kelâmî Ağa, Yeniçerinin ayağına ka­
panıp, «Aman! Hazret-i Risâlet aşkına olsun benim bir muradım
yap» dedi.
Yeniçeri gülümseyip, «Gerçi, âşık ve sadıksın, amma tecrübe­
sizsin. Sana denemek için birkaç defa dokundum, yine benden yüz
çevirmeyip tam bir inançla eteğimden ayrılmadın. Seni bir yere götü­
rürüm. îçeri girip selâm verdiğinde sana derler ki, köşkde kırk gün
çile çekeceksin. Oradakilerin hiçbir işine kanşmıyacaksm. Sağır ve
dilsiz gibi durup asla dünya sözü etme. Görelim feleğin aynası ne
gösterir» dedi. Sonra o tenha yerde, karanlık bir köşede sidikli bir ka­
pıya geldiler. Yeniçeri kapıyı vurunca kapı açıldı. İçeriden zenci kı-
94 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

ilkli asık suratlı bir Arap göründü. Bunlar İçeri girince hemen zenci
Arap Kelâmî Ağa'nm kolundan tutup yarim bir elma gibi İçeri atar.
Kelâmî Ağa'nm o an akil başına gelip içerdekilere «Esselâmü aley-
küm» diye selâm verir, içerdekiler de ona selâm verirler. Yeniçeri,
Kelâmî Ağa'ya bir yer gösterir. Orada pis bir yerde toprak üzerinde
kalır. Kendisi de aşçı kılığına girip baş köşede yüksek bir yerde otu-
ran tarikatın öncüsü olan ihtiyarin elini öper, Kelâmî Ağa ile arasm-
da olanları olduğu gibi anlatır. Şeyh: «Dünya lezzetlerinden ve b i-
tün şeylerden ilgisini kesti ise, bu kırklar evinde mutluluğa erişir ve
postunu baş köşeye koyarız. Safa geldin kişi» diyerek Kelâmî Ağa’-
ya saygı gösterir.
Kelâmî Ağa, üç gün üç gece, aç ve susuz durup halsi'z kalır. Un-
kapani'ndaki evini, ailesini ve çocuklarım düşünüp şöyle der: «Aca-
ba 'bunun sonu ne olur?». Böylece Allah'a sığınıp oturur.
Otuzdördiincü gün, köşede oturan şeyh, müridlerine «Allah’ın
emri ile görevli olduğunuz İşleri görün» diye emir verir. Hemen 0
Yeniçeri kılığına giren adam ayak üzere kalkıp bir oda açar. îçeri-
den otuzsekiz çeşit silâh çıkarır, otuzsekiz kişinin önüne birer silâh
koyar. Kendi önüne de bir leğen İçine su koyar. Herkes yerinde
hazır durur, o an Kelâmî Ağa, «Şu sudan biraz İçsem» der. Ona
«Sabret, bakalım bugün sana nimet gelir mi?» derler. Biraz vakit
geçtikten sonra karşısında duran adam elindeki kılıcı kaldırır. 0
an bir küçük çocuk ortaya çıkar. Adam onun başını keser. Kelâmî
.Ağa: «Canim, 0 adamı niçin öldürdü?» diye etrafına sorar. Yeniçeri,
«Arkadaş, soru sorma demedim mi?» diye cevap verir. Hemen yi-
ne karşı taraftan iki adam 'çıkar. Bunları bir arslan kogarak ortaya
getirir. Adamın biri şeyhin arkasına saklanıp kurt-ulur. Diğerini
arslan parçalayıp yer.
Kelâmî Aga yine sorar. Sonra yine birinin önünden bir
çocuk çıkar. Arkasından bir kurt onu kovalar. Seccâde sahi-
bi biri, önündeki ok ve yayı alıp, kurd'11 ok ile vurup öldürür.
Sonra çocuk bir köşede kaybolur. Kelâmî Ağa şükreder. Hemen o
an karşı taraftan üç adam çıkar, ikisini şeyhin izni ile asarlar, birini
de asai'larken Kelâmî Ağa sabredemeyip şeyhin huzuruna çıkar ve
adamın af edilmesini dilerken. Yeniçeri, Kelâmî Ağa'nm yakasından
yapışıp yerine oturtur ve ona «Ben sana kırk gün sabret demedim
mi?» diye tenbihte bulunur.
O an Yeniçerinin önündeki leğen içindeki su çalkalanma-
ya ve dalgalanmaya başlar. Suyun İçinde iki küçük gemi gö٠
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 95

rünür. Gemiler batmak üzere iken, geminin birini Yeniçeri di­


reğinden yapışıp yelkenine üfler. Gemiler batmaktan kurtulup
yollarına devam ederler. Öbür gemi dalgalar içinde batmak
üzere olup içindekilerin «Ya Allah!» diye feryadları göğe yükselir­
ken, Yeniçeri hemen şeyhin izni ile geminin direğine basıp batırır.
Gemidekilerin kimisi boğulur. Kimisi kurtulurken, Yeniçeri gemi­
yi iyice batırır. İçlerinden bir oğlancık ile bir kızcağız leğenin ke­
narına çıkarken Yeniçeri, oğlanı suya batırır, kızı da leğenden dı­
şarı çıkarır. Bu hali gören Kelâmî Ağa, «O günahsız yavrunun ka­
nına girip niçin boğdun, bu kadar Allah’ın kulunun kanına girdin?»
diye feryad eder. Hemen başköşeden şeyh, «Buna bir ekmek parası
verelim, getirin şu kırklar huzurunda bir dua edelim» der. Kelâmî
Ağa’yı sohbet meydanına getirirler. Orada bulunanların huzurunda
Kelâmî Ağa’ya bir ekmek, bir akçe, bir salkım üzüm, bir hurma, bir
zeytin verip, «Ölünceye kadar sağlıkla yaşamasına, bütün rızkının
Cenab-ı Hakkın görünmez hâzinesinden verilmesine, melekler ara­
sında lıörmet ve itibar gönnesine, yer ve gök felâketlerinden korun­
masına, devamlı olarak zürriyetinin yetişmesine, neslinin devamlı
olarak çoğalmasına, son nefesini en iyi şekilde verip Resulullah bay­
rağı altında gölgelenmesine» dua ettiler. Hepsi birden «âmin» de­
diler.
Duadan sonra Yeniçeri ve kapıcı Arap, Kelâmî Ağa’nın ya­
kasından tutup, «Yum gözünü» dediler. Kelâmî de hayal görür gibi
gözünü yumup açınca, kendini Galata meyhaneleri içinde buldu.
«Bire hey rneded, devleti elden aldırdım» deyip içi yanarak, sokak
sokak dolaşmaya başladı.
Sonunda bir meyhaneye girdi. Bir alay Yeniçeri sarhoşlar, onu
görünce, «Gel dostum, bir dolu kadehimizi iç» deyip aralarına ça­
ğırdılar. Zavallı Kelâmî Ağa, daha önce Ayasofya çarşısında ar­
kadaşı olan Sipâhiden değişen Yeniçeri ile bozahaneye girmişler idi.
Bunları da onun gibi zannedip üç günden beri aç olduğundan, mey­
hane yemeği ile karnını doyurur. Yine bu berbat erleri iyi görüp
onlardan yardım ister. Akşam yaklaştığında Galata’dan bir kayığa
binerler ve Unkapanı tarafına geçerler. Kelâmî Ağa’ya bir testi şa­
rap verip sırtına yüklerler. Kelâmî Ağa, «Bu da beni imtihandır»
der. Bir testi şarap ile gün battıktan sonra tenha bir sokakta Ke­
lâmî Ağa’nm başından kavuğunu, sırtından samur kürkünü alırlar.

Sonra. «Seni öldürürüz! ama bu şaraptan içersen kurtulursun» de­


yip içirdiler. Sonra. «Ya Allah» diyerek soyunup çıplak olarak evi-
96 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

ne geldi. Bundan sonra dışarı çıkmaz oldu. Dünya işlerinden el çek­


ti, halktan uzak, kimseyle görüşmeyen, fakat çok sevilen bir kim­
se oldu. Unkapanı’nın iç kısmında kuyumcular içinde otururdu. Sa­
rayına gelen giden belirsizdi, ikramı o kadar bol idi ki, bu kadar
bol rızık, bu kadar masraf nereden geldiğine kimsenin aklı ermezdi.
Rahmetli Kelâmı Ağa’nm Ayasofya Camiin’de «Kırklar makamı»
denilen yerde başına gelenleri ve sonraki olayları bizzat kendisin­
den dinledim. Yeri geldiği için burada bahsettim. Doğruluğu ve
mesuliyeti anlatana aittir.
Şimdi yine Ayasofya’nm makamlarını anlatalım:
Havariyûn makamı: Üst kısmının doğu tarafında (Ak Şemsed-
din) Terler direk yanındadır.
Terler Direk ziyaret yeri: Bu Terler Direk hakkında birçok söz­
ler söylenmiştir. Yaz, kış, gece ve gündüz terler halde durmaktadır.
Camiin geride kıble kapılarının batı tarafının sonundaki kapının
iç yüzünde dört köşe, tek parça halinde beyaz bir mermer sütun
olup, yüksekliği onbir ziradır. Alt kısmı bir adam boyu kadar ba­
kır kaplıdır. Yine de terler haldedir. Bir söylentiye göre temelinde
tılsımlı define vardır. Diğer bir söylentiye göre de kalede mahsur
kalan Yâ Vedud Sultan’ın yürekler yakıcı feryadının hareretinden
terlemektedir. Diğer bir anlatışa göre de, Hz. Peygamberin tükürü­
ğü ile karışan kireç bu taşın altında yapıldığı için, onun nemin­
den dolayı terlemektedir.
Terler Direğin özellikleri: Baş ağrısı olan bir kimse bu direğin
terinden başına sürerse iyi olur.
Bir kimse dizanteri hastalığına tutulduğunda yüreğinden kan
gelse, bu direğin terinden içince hastalıktan kurtulur.
Bir adamı sıtma tutsa, bakırın deliklerinden parmakla toprak
çıkarıp bağlayınca hemen kusar ve iyileşir.
Kıble kapısı makamı: Bu kapının kanatlarının Hz. Nuh’un ge­
misinin tahtalarından olduğu söylenir. Bu sebeple bütün deniz tüc­
carı misafirler bu kapı dibinde iki rekât hacet namazı kılarak elle­
rini kapının tahtasına sürüp Nuh Peygamberin ruhuna «Fâtiha»
okurlar ve sonra sefere devam ederlerdi.
Ayasofya kuyusunun özellikleri : Bir kimse kalb çarpıntısına tu­
tulmuş olsa, üç cumartesi Ayasofya içindeki kuyunun suyundan sa­
bahleyin aç karnına üçer yudum içince iyileşeceği söylenir.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 97

Altın topun özellikleri: Bir kimse unutma hastalığına tutulun­


ca ve bildiklerini unutunca, Ayasofya kubbesinin ortasında asılı olan
top altında yedi defa sabah namazı kılıp üç defa «Allahümme yâ
kâşife’l-müşkilât ve ya âlimü’s-sırrı ve’î-hafiyyât» deyip her vakit­
te yedişer siyah üzüm yerse, Allah’ın emri ile zihni öyle açılır ki,
öğrendiği her şey zihnine sanki nakış olur. Zira, bu kıble Hz. Pey­
gamberin tükürüğü ile tamir olunmuştur. Altında bir kere ibâdet
edenin dünya ve âhirete ait bütün iyi muratları yerine gelir. Hattâ
Ak Şemseddin oğlu Hamdi Çelebi’ye Göynük kasabasında o kadar
bunama gelmiş ki, bir kimse kendisine selâm vermek istese, kâğıda
bir selâm sözü yazarmış. O yazıya bakıp, «Ve aleyküm selâm» der­
miş. Bütün hekimler onun derdine çâre bulamamışlar. En sonunda
Ak Şemseddin hazretlerinin yol göstermesi ile Hamdi Çelebi, Aya-
sofya’ya getirilmiş. Yedi kere o top altında namaz kılmış. Yazdığı­
mız duayı her sabah üçer defa okuyup yedişer tane siyah üzüm
yemiş. Sonra aklı tamamen yerine gelmiş ve o an «Yusuf ile Zü-
leyha» kitabını yazmaya başlamış. Eseri yedi ayda tamamlamıştır.
Ondan sonra Kıyafetnâme’yi yazmıştır ki, meşhur bir eserdir.

Soğuk pencere makamı: Ayasofya’nın kıble tarafında Hünkâr


kapısının iç kısmında kuzey tarafa açılan iç açıcı bir penceredir.
Oradan daima hoş ve serin bir rüzgâr eser ki, insana hayat verir.
Dış tarafında bulunan bahçenin hoş sesli bülbüllerinin nâğmelerin-
den insanın ruhuna canlılık gelir. Bu pencerenin bulunduğu köşe­
de fetihten sonra ilk defa Ak Şemseddin tefsir-i şerif dersi vermiş
ve öğrencilerine «Burada Kur’an okuyan ve diğer ilimlerle meşgul
olan kimse, bütün ilimleri öğrenip âlim olsun» diye hayır dua et­
miştir. Şimdiye kadar orada bir defa besmele okuyan mahrum kal­
mamıştır. Hattâ on kıraat üzere okumayı öğretmiş ve binlerce öğ­
renci yetiştirmiştir.
İsâ Beşiği makamı: Üst katın doğu tarafından bir köşede kır­
mızı renkli mermerden tekneye benzer bir beşiktir. Günahkâr ka­
dınların çocukları hasta olduğu zaman, bu çocukları bir an bu be­
şiğe. koysalar rahatlığa ererler.
Hazret-i İsâ’nın yıkandığı yer: Yine Hz. îsâ’nm beşiğinin ya­
kınında dört köşe bir teknedir. Hz. İsâ, Meryem’den doğduğu za­
man bu teknede yıkanmıştır. Tekneyi Kostantin Beyt’l-Lahm’dan
getirtmiştir. Ben Beytu’l-Lahm’da Hz. İsa’nın yıkandığı yeri gör-
Evliya Çelebi I-II. F : 7
98 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

düm. Bu Ayasofya’daki îsâ’nm yıkandığı yerde dürüst olmayan ço­


cuklar can bulurlar. Herkesçe bilinen meşhur bir taş teknedir.
Yediler kapısı makamı: Üst katın doğu kısmında büyük bir ka­
pıdır. Kanatları tahta değildir. İsli, beyaz mermerdendir. Yeryüzün­
de benzeri yoktur. Dünya seyyahları ve mimarları arasında şöhret
bulmuş, görülmeye değer bir kapıdır. Yediler daima orada ibadet
ederler.
Nurlu taşların görünüşü: Yine üst katın doğu tarafında beş,
altı parça, ince tahta gibi biçilmiş taşlar vardır. Güneş doğduktan
sonra ışıkları kubbeye vurunca, her taştan güneş ışığı gibi ışıklar
parlar. Bakanların gözleri kamaşır.
Sözün kısası, fakirlerin Kâbesi gibi Ayasofya’nm içinde ve dı­
şında birçok ziyaret yerleri ve yüksek dereceli makamlar vardır. Fa­
kat benim bildiklerim, bu yazdıklanmdır.
Ayasofya’nm üzerinde bulunan kurşun, bunca zamandır bozul­
mamıştır. Zira içine altın karıştırılmış olduğu söylenir.

BEYİT
«Reeynâ cevâmiû’d-dünyâ cemîan
Ve lâkin mâ reeynâ misli hazâ»
(Dünyanın birçok camilerini gördük,
Lâkin bunun gibisini görmedik).

KÜÇÜK AYASOFYA CAMİİ HAKKINDADIR


Kostantin’in annesi Eline tarafından yaptırılmıştır. Ayasofya
şeklinde olduğu için küçük Ayasofya derler.
Kıble kapısından mihraba kadar uzunluğu elli ve genişliği kırk.
üç adımdır. Çeşitli direkler üzerine kurulmuş, kurşun örtülü bir
mâbeddir. Bir kapısı ve bir minaresi vardır. Avlusunun etrafında
odalar bulunur (41).

ZEYREKBAŞI CAMİİ HAKKINDADIR


Hz. Yahyâ’nm ruhu için yapılmıştır. Hristiyanlar zamanında
adına Sencuvâniye (42) Manastırı derlerdi. Malta korsanları Hz.

(41) Sultan İkinci Bâyezid zamanında Kızlar Ağası Hüseyin Ağa tarafından
cami haline getirilmiştir. Asıl yapıcısı İmparator Jüstinyanos’dur.
42‫ ) ؛‬Saint - Jean yani Hazret-i Yahya demektir.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESÎ

Yahya’nın mübârek cesedini ellerine geçirmişler, onunla zaferler ka­


zanacaklarına inanmışlardır. Halen sancaklarındaki istavrozlara Hz.
Yahyâ’nm SencuVân adı ile resmini yaparlar.
Yahyâ Peygamber, Hz. îsâ’nın annesi tarafından akrabasıdır.
Kostantin’in annesi bu Zeyrekbaşı manastırını yaptırıp Yahya’nın
ruhuna hediye etmiştir. Dört tarafına ayrı ayrı kale duvarı, su sar­
nıcı ve patriklere ait odalar yapılmıştır.
Küçük, büyük toplam 46 kubbesi vardır. Binanın kubbe ve ke­
merleri içinde altın yaldızlı çeşitli resimler işlenmiştir. Bir tepe
üzerine yapılmıştır. Sütunları çeşitli renklerde kıymetli taşlardan­
dır. Düzgün bir minaresi vardır. Fâtih devrinde, îstanbul içinde
kendisi ve vezirleri ve diğer kimseler tarafından 6670 kilisenin mih-
rabları değiştirilerek câmi haline getirilmiştir.
Sonra bizzat kendisi için Bûm tarzında bir câmi yaptırmaya
başlamıştır. Önce Karaman çarşısı içinde Irgad camiini kırk günde
yaptırmıştır. Bütün hamallar her gün yıkanıp sonra çalışırlardı. Hâ­
len Irgad camii adı ile durmaktadır.

FATİH CAMİİ HAKKINDADIR


Zamanın en ünlü mimar ve mühendisleri İstanbul’da toplandı.
Binlerce büyük evliyânm duası ile yapımına başlandı. Başlangıç ta­
rihi Hicrî 867 (M. 1462)’dir. Bitiş tarihi için şu mısra yazılarak ta­
rih düşürülmüştür:
«Şeyyed Allahü erkânuhâ»
Tarih 875 (M. 1470)’dir.
Fâtih Camii, İstanbul’un tam ortasında, Karamanlılar mahalle­
sinde yüksek bir tepede yapılmıştır. Camiin yerinde Ayasofya’dan
sonra birinci derecede sayılan başka bir mâbed varmış. Zelzeleden
yıkılmış imiş. Fâtih Sultan Mehmed’in uğurlu ayağı ile eski bina­
nın yerin altına varıncaya kadar her şeyi kazılıp atılmış ve yerine
cami yapılmıştır.

FÂTİH CAMİİNİN ŞEKLİ


Camiin sağından ve solundan kademeli olarak taş merdivenle
çıkılır. Yerden çatı ve kubbe hizalarına kadar, yapı ölçüsü ile sek-
senyedi zıra’dır. Toprak hizasından en alt eşiğine kadar dört zira’
yükseklik vardır. Dört yüksek sütun üzere 15 değişik şekilde büyük
100 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

kubbeleri vardır. Mihrab tarafından da yarım kubbe vardır. Sağın­


da ve solunda iki mermer sütunlar vardır ki, hayranlıkla seyredi­
lir. Mihab, minber ve hünkâr mahfeli ile müezzin mahfeli beyaz
mermerden sâde ve eski yapıdır. Kubbenin iç kısmında iki kat ha­
linde kandiller ile süslenecek tabaklar vardır. Mihrabın sol tarafın­
da Cebe Ali hazretlerinin külâh gibi dilimli bir sancağı vardır. Kub­
be kapısından mihraba kadar çok sayıda cemaat alan bir alanı var­
dır. Kandillerinden başka asılı avize gibi bir şey yoktur. Duaların
kabul olunacağı ruhâniyetli bir camidir. Zira yapılırken başka mil­
letten hiç kimse çalıştırılmamıştır. Hâlen kapısından içeri bir Ya­
hudi girmemiştir. İşçileri işe başlamazdan önce muhakkak yıkanır­
lardı. İyi kimselerin eksik olmadığı bir yerdir. Kıble kapısından dı­
şarı çıkarken sağ tarafta, dört köşe beyaz mermer üzerine, altın
yaldızlı ve lâcivert ile, Hattat Demirci Çelebi hattı ile «Letüfte-
hanne’l-Kostantiniyye ve leni’me’l emîrü...» hadisi şerifi yazılmış­
tır. Avlunun dört tarafındaki yan sofaları üzerinde çeşit çeşit na­
kışlı sütunlar vardır ki, hayranlıkla seyredilir. Hattâ avlunun kıb­
le kapışının iç yüzündeki sütunda kendinden olma yün hırkalı, Mev­
levi külâhlı ve eli yelpazeli bir derviş resmi vardır ki, canlı gibidir.
Bu avlunun tam ortasında bir havuz vardır. Etrafında sekiz sütun
üzerinde düz bir kurşun kubbe vardır. Havuzun etrafında mina­
relerin yüksekliğine varan servi ağaçlan vardır. Camiin sağında
ve solunda birer tabakalı taş ile yapılmış yüksek minareleri bulu­
nur. Avlunun zemini rengârenk mermerle döşenmiştir. Dört tara­
fındaki pencerelerin dış eşikleri üzerindeki kitâbeler içinde yeşil
somaki üzerine beyaz ham mermerle yakut-u mustâsımî yazı şekli
ile «Fâtiha sûresi» yazılmıştır.
îslâm ülkelerinde bu çeşit mermer üzerine yazılmış yazı
görülmemiştir. Avludaki havuz üzerinde, ustanın hünerini gös­
termek için yaptığı pirinç madeninden bir kafes vardır ki, gö­
rülmeye değer. Bu büyük havuzun içinde mermerden yapıl­
mış çok güzel sanat eseri bir kadehin fiskiyelerinden gece gün­
düz adam boyu temiz su fışkırmaktadır. Yuvarlak havuzun dört
tarafındaki kumalardan abdest alınır ve susayanlar susuzluklarını
giderirler.
Kısacası, bu büyük eserin tamamlanması için çok emek har­
canmıştır. O lâcivert görünüşlü muazzam kubbe, Şeddâd’uı gök
renkli muhteşem binaları gibi hoş, gönül alıcı ve iç açıcı şekilde
yapılmıştır ki anlatması güçtür. Bu camiin mihrabı önündeki cen-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 101

netten bir kısım gibi olan bahçesinde Ebu’l-feth Gâzî’nin ve karı­


sının nur dolu türbeleri vardır. Bundan başka, camiin üç tarafında
geniş avlusu vardır. Bu avlu sekiz kapılıdır. İki tarafında da Cennet
gibi bahçesi vardıı. Yine avlunun iki tarafında Semaniye medrese­
leri vardır ki, öğrenim yapan öğrencilerle doludur. Bunların da dı­
şında, umumî yolun öbür tarafındaki medreselerin iki tarafında mol­
lalara ait odalar vardır ki, bunlar da öğrencilerle doludur. Ayrıca
bir şifa evi, aş evi, büyük bir misafirhâne, bir hamam, çocuk mek­
tebi vardır. Yüksek bir yerden camie ve etrafındaki imaretlere dik­
katle bakılınca, halis kurşundan göb-gök parıldayan bir saha görü­
lür.
Bu büyük eserden başka, Fâtih’in İstanbul’un içinde ve dışında
sayısız eserleri vardır.
Daha sonra Koca Mimar Sinan kalfalığından baş mimarlığa yük­
seldiğinde, Fâtih camiine pek çok binalar ilâve etti. Sonra Ali Kuş­
çu adında yıldız ilmi (Astronomi) ile uğraşan bir zat, camiin avlu­
sunda Boyacılar kapısı yanında Müslüman çocukları için Kur’an
okuma mektebi ile büyük kubbenin önünde «Elem tere...» v.d. sû­
resini bir beyaz mermer üzerine yazmıştır ki, benzeri yoktur (43).

...
FÂTİH SULTAN MEHMED’İN FETİHLERİ HAKKINDADIR

NCE Tuna Belgrad’ını (44) kuşattı, fakat fethedemeden dön­


dü. Mora yarımadasında Gerdos kalesini, Mestere, Kostanti-
ııiyye, Atina, Eğriboz, Avrathisarı, Alacahisar, Belgrad yakı­
nındaki Havâle, Semendire, Silifke, Mut, Varsak, Karahisan, Ger-
miyan’da Kütahya, Karaman’ın Ermenek, Kalon hisarı, Kefe kale­
si, 880 (M. 1475)’de Akkirman (45) kalesi, Sodak kalesi, Kerç, Ba-
lıkava (46) ve Menkûp kalesi ile Kara Boğdan vilâyeti fethi 881 (M.
1376) senesinde; Ayamiki ve Poliden adları ile bazı kaleleri fethi

(43) 1179 (M. 1765) senesi Kurban Bayramının üçüncü, Mayıs ayının l l ’inci
Perşembe günü, gün doğmasından bir saat sonra meydana gelen zel­
zelede büyük kubbe çökmüş, yine aynı sene içinde bugünkü şekli ile ya­
pılmıştır.
(44) Şimdiki Yugoslavya'nın başkenti olan şehir.
(45) «Kirman» Eski Türkçe’de hisar anlamındadır.
(46) Balıklava, balık havuzu anlamında Türkçe bir kelimedir, Fransızca Etang
kelimesinin karşılığıdır.
102 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

883 (M. 1478) senesinde; 883 (M. 1478) ,de Karaman vilâyeti, 865 (M.
1460)’de Samsun, Sinop ve Trabzon kalelerinin fethi olmuştur.

Rumeli’de Arnavud îskenderiyesi 883 (M. 1478); Uzun Haşan


savaşı 878 (1473); Elbasan kalesi’nin fethi 871 (M. 1466) de olmuş­
tur.
Özet olarak Fâtih devrinde yetmişyedi sancak fetholunmuştur.
Nihâyet 886 (M. 1481) senesinde Maltepe yakınında (Gebze civarın­
da) rahmetli olmuştur. Nâşı Üsküdar’dan İstanbul’a geçirilmiş ve
Fâtih Camiinin mihrabı önündeki türbesine defnolunmuştur. Salta­
nat müddeti 31 sene, ömrü 51 senedir.
Fâtih’ten sonra, Bayezid Velî padişah oldu. Bayezid, İstanbul’u
daha da güzelleştirmeye çalışırken, Allah’ın hikmeti, İstanbul’da
yedi gün altı gece büyük zelzele olmuştur. Galata kalesinin birçok
yerleri yıkılmıştır. Sonra tekrar tamir olup Yağkapanı’nm kapısı
üzerine Mimar Murad, dört köşe bir mermer üzerine Celi yazısı ile
tarihini yazmıştır. Sanki parayı mermere kazmıştır.

KALENİN TAMİRİ
Zelzeleden yıkılan yerler padişahın emri ile altmış günde tamir
olundu. «Madyanoğlu Yanko zamanından beri böyle büyük zelzele
olmamıştır» diye yazarlar.
Sonra Sultan Bayezid, İzmid sancağının Geyve kasabasındaki
Sakarya nehri- üzerine ondokuz gözlü büyük bir köprü yaptırmıştır.
Saruhan vilâyetinde (Manisa) Gediz nehri üzerinde ondokuz ke­
merli köprü yaptırmıştır. Sonra İstanbul’daki camiinin yapımına baş­
lanmıştır. - .

SEKİZİNCİ SULTAN BAYEZİD-İ VELİNİN CAMİİNİN


VASIFLARI HAKKINDADIR
İstanbul içinde Eski Saray yakınında temeli atılan bu camiin
yapımına 906 (M. 1500)’de başlandı. 911 (1505)’de tamamlandı. Bu
camiin özellikleri hemen hemen Fâtih camiine benzer. Yalnız iki
düzgün minaresi birer şerefeli olup, camie bitişik değildir. Camie
bitişik sağ ve sol tarafında, misafirler için iki aded kış odası olarak
yapılmış medreseler vardır. Sonra bu medreseler camie ilâve olu­
narak camiin iki tarafı genişletilmiştir. Bu sebeple eni boyundan
uzundur.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 103

BAYEZİD CAMİİNİN ŞEKLİ


Bayezid Camii, dört sütun üzerinde göğe uzanan, yüksek ve yu­
varlık bir kubbedir. Kıble tarafında mihrabın üzerinde ve kıble ka­
pısı üzerindeki yarım kubbeler de büyük kubbeye ilâve olunmuş­
tur. Camiin sağında ve solunda iki mermer sütun vardır ki, bun­
ların benzerleri ancak Mısır’daki Sultan Kalavun camiinde bulu­
nur. Bu sütunlar üzerinde iki tabaka halinde eşsiz güzellikteki kan­
diller camie ayrı bir güzellik verir. Camiin sağ tarafında padişah­
ların cuma namazı kılmaları için çok güzel bir selâmlık vardır ki,
görülmeye değer bir yerdir. Sonra Sultan İbrahim bu makamın üç
tarafında altın yaldızlı kafesler yaptırmış ve selâmlık cennetten bir ,
köşe haline gelmiştir. Mihrab, minber ve müezzin mahfeli ham mer­
merden sade olarak yapılmıştır. Mihrab üzerindeki âyet-i kerimeyi
Hattat Şeyh Hamdullah Efendi yazmıştır.
Camiin beş kapısı vardır. Dış avlunun dört tarafında çeşitli sü­
tunlar üzerine kubbeler yapılmıştır. Avlunun ortasında cemaatin
abdest almaları için bir havuz yapılmıştır ki, Bağdad Fatihi Sultan
Murad tarafından sekiz mermer sütun üzerine bir kubbe ilâve olun­
muştur. Havuzun etrafında yüksek ağaçlar bulunur.
Camiin yapımına başlandığı zaman Mimarbaşı, «Padişahım, mih­
rabı ne şekilde yapalım?» diye sorar, Sultan Bayezid de, «Şu aya­
ğıma bas» diye cevap verir. Mimarbaşı, Sultan Bayezid’in ayağına
basınca hemen Kâbe’yi görür ve padişahın ayağına kapanır ve son­
ra mihrabın yapımına başlar. Sultan Bayezid, mihrab yerinde önce
iki rekât hacet namazı kılar ve sonra camide ilk defa cuma namazı
kılınacağında, Sultan Bayezid cemaate şöyle hitab eder: «Her kim
ki ömründe yatsı ve ikindi namazlarının sünnetlerini terk etmemiş
ise o imamlık yapsın». Kalabalık cemaat içinde namazlarını tam
olarak kılmış bir kimse çıkmayınca, Bayezid Hân: «Elhamdülillah.
Kısacık ömrümüzde hazer ve seferde hiç sünneti terk etmedik» de­
yip imamlık yaparlar. Gayet ruhaniyetli bir camidir. Çarşı-pazar
içinde olduğundan, gece gündüz cemaati çok olur. Defalarca bir
cemaat ikindi namazını kılıp selâm verdikten sonra, diğer bir cemaa­
tin de namaza başlayıp ilk cemaati beklettiği görülmüştür. Şadır­
vanın muslukları bütün gün akar, devamlı şekilde abdest alınır.

Camiin mihrabı önünde cennet gibi ağaçlarla donatılmış bir


bahçesi vardır. Sultan Bayezid’in beyaz mermerden yapılmış has
kurşun ile örtülü nurlu türbesi bu bahçededir.
104 EVLİYA ÇELEBİ '

Camiin iç avlusunun dışındaki büyük bahçenin üç tarafında


dükkânlar yapılmıştır. Ayrıca esnaf ve. ticaret yapanlar için bir mut­
fak ve ziyafet yeri bulunur. Bunlardan başka misafirhane, çocuk­
lar. mektebi ve Kur’an öğrenme yeri vardır. Bu dış avlunun etrafı
da ağaçlarla donatılmıştır. Çoğu dut ağaçlarıdır. Bu ağaçların böl­
gelerinde binlerce kişi gölgelenir ve çeşitli alışverişler yaparlar. Dış
avlunun etrafında büyük bir meydan vardır ki, «Bayezid meydanı»
derler. Etrafında çeşitli dükkânlar yapılmıştır. Meydanın bir tara­
fında, Bayezid Han’ın yetmiş büyük kubbeli medresesi vardır. Ba­
yezid Camimin idarecisi şeyhülislâmlardır. Bu bakımdan medrese­
nin öğretmenleri şeyhülislâmlardır. Haftada bir defa ders verirler.
İsteyenlere her ay et, yakacak ve diğer ihtiyaçları için para verir­
ler. Zira camiin vakıf geliri çoktur. îkibinkırk görevlisi vardır. Bü­
tün muvakkıtlann parası, vakfedenlere göre artar. İslâm ül­
kelerinde ne kadar gemici ve denizci varsa, hepsi Sultan Baye-
zid’in muvakkit (zaman hesaplayan) lerine muhtaçtır. Çünkü ca­
miin kıblesi kerâmet ile doğru olarak tâyin olduğundan, bütün reis­
lerin pusulaları ve saatleri camiin mihrabında ayarlanır. Ecnebi ül­
kelerde gök ilmi bilen kimseler, vakitlerini ve pusulalarını Baye­
zid camiinde ayar ederler. Dünyaca meşhur doğru bir mihrâbdır (47).
Bu mihrabdan başka Sultan Bayezid, fethettiği ülkelerde toplam
altmış minber ve mihrabı olan eser yaptırmıştır. Emir Buhâxî (Allah
rahmet eylesin) tekkesi ve camii ile Galatasaray camii onun eser-

SULTAN İKİNCİ BAYEZİD ZAMANINDA


FETHOLUNAN YERLER

(M. 1500) yılında Modon, Koron, Arkadiye, Kalamata,


Kalovarta, Helomic, Trebolu. Ballıbadra ve Nazarin ka­
leleri fetholundu. Bu kalelerin hepsi Mora yarımadası­
nın güney ve batı kısımlarındadır. Yeri geldikçe ayrı ayrı anlatıla­
caktır. Sonra 905 (M. 1499)’de înebahtı kalesi, 899 (M. 1484)’da Kili

(47) Bayezid Camiine ilk tayin olunan şeyhülislâm. Zenbilli Ali Efendi’dir.
Bayezid-’in türbesini oğlu Sultan I. Selim yaptırmıştır. Cami bitişiğin­
deki kütüphaneyi, 1182 (M. 1768) tarihinde Şeyhülislâm Veliyüddin Efen­
di yaptırmıştır. Camiin kabristahında 1034’de vefat eden Çerkez Serdâr
Mehmed Paşa ve Sadrâzam Reşid Paşa’nın türbeleri vardır.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 105

ve Akkirman kaleleri; daha sonra Tarsus, Adana; Arnavutluk’ta


Dıraç ve Avlonya kaleleri fetholunup Kara Boğdan haraca bağ­
landı.
Daha birçok kalelerin fethinden sonra oğlu Sultan I. Selim, ikin­
ci defa Çorlu sahrasında babası ile savaşa girişmiş ve yenilmişti.
Birçok askeri bu yüzden kendisinden ayrılmıştı. Sultan Bayezid,
İstanbul’a geldi. Sultan Selim de babasının arkasından İstanbul’a
gelip Yenibahçe denilen yerde karargâhım kurdu. Bütün halk Se­
lim Han’ın padişahlığını istemiş ve Sultan Selim tahta çıkmıştı. Ba­
bası Sultan Bayezid’in de Edime yakınındaki Dimetoka kalesinde
oturmasını emretmişti. Sultan Bayezid, Edirne’ye bir konak olan
Havsa kasabasına vardığında vefat etti. Vefatının sebebi hakkında
birçok söylentiler vardır. «Ah Cem Şah!» diye nefes verdiğini de
söylerler. Sultan Selim için de, «ömrün az olup savaşın çok olsun»
demiştir. Saltanat müddeti 33 yıl sürmüştür.
Sultan Birinci Selim tahta çıktıktan sonra, ilk savaşı îran Şahı
Şah İsmail’e karşı yaptı. Şah İsmail’i Ahiska kalesi altında Çıldır
sahrasında yendi. İkiyüzbin kızılbaşı kılıçtan geçirdi. Şah, yedi atlı
ile kendini zor kurtarabildi. Taçlı Hatun adındaki karısı üçyüz ca-
riyesi ile esir düştü. Defterdar Tâcizâde Cafer Çelebi’ye emânet olu­
nup İstanbul’a getirildiler.
Bu zaferde Kars, Ahiska, Ardahan ve bağlı yerleri, Hasankale,
Erzurum, Bayburd, Duranha, Kemah, Kara Hamid, Diyarbekir ve
bağlı yerleri olarak kırk aded kale alındı. Maraş sahibi Zülkadir de
yenilgiye uğratıldı. Sultan Alâüddevle öldürülüp, yetmiş aded boy
beyinin de kelleleri Mısır Sultanı Gavri’ye gönderildi. Sonra Gavri
üzerine Mısır’a sefer yapıldı. Haleb kalesi ve bağlı yirmi kale ile
Şam ve ona bağlı kırkiki kalesi fetholundu.
Trablusşam yetmiş aded Dürzi ve Ruzî kaleleri ile fetholundu.
Kudüs, Gazze, Remle ve onyedi aded kaleleri ile alınıp kış Şam’da
geçirildi. Ertesi sene Kakon sahrasında Sultan Gavri ile savaşıldı.
Sultan Gavri bu savaşta şehid olup bütün askeri kılıçtan geçirildi.
Kaçanların arkasından giden Sultan Selim, Mısır’ı kuşattı. Burada
yapılan büyük savaşta 922 (M. 1516)’de Sultan Selim, üçyüz şehir
ve yedibin köyü ile Mısır’ı fethetti. Bu fetihin tarihi, Sultan Selim’e
isnaden (Şuy Şuy) kelimeleri ile belirtilmiştir.
Hayre Beyi Mısır hâkimi, Kemalpaşazâde Ahmed Efendi kaz­
asker tâyin olundu. Sonra Mekke ve Medine alındı. Sultan Selim
«Hadimü’l-Haremeynü’ş-Şerîfeyn» olup kılıcını arşa astı.
106 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

Sonra İstanbul’a döndü. 926 (M. 1520)’da vefat etti. Yapımına


başlanıp kendi zamanında tamamlanamayan camiinin mihrabı önün­
deki türbesinde gömülüdür. Trabzon’da doğup orada şehzade hâkim
olmuştu. Saltanatı 9 senedir. Dokuz sene içinde binbir hutbesi okun­
muştu'، ...
Yavuz Sultan Selim’den sonra tahta oğlu yardım edici ve koru­
yucu, iman sahibi, baş kaldıranların kafalarını kırıcı, Osmanlı sul­
tanlarının onuncusu, Sultan oğlu Sultan, Sultan Selim Hân oğlu Sul­
tan Süleyman Gazî, İran’ın ve Turan’ın fatihi padişah oldu. Sultan
Süleyman, babasının tamamlanmayan camiinin tamamlanmasına baş­
ladı.

SULTAN SELİM CAMİİNİN VASIFLARI


Önce muhterem babasının nur dolu camiini babası adına tamam­
lamak için, 92‫ ؟‬tarihinde işe başladı ve 933 tarihinde tamamlandı.
Bu cami İstanbul’un kuzey kısmında, Karadeniz tarafındaki yüksek
bir tepe üzerine yapılmış bir camidir. Direksiz, duvar üzerine inşa
edilen yüksek kubbesini gören hendese ilmine vâkıf kimseler, «Koca
Mimar Sinan bilgisini göstermiş» diye parmakları ağızlarında hay­
ran kalırlar. Hakikaten gök kubbenin altında dört duvar üzerine böy­
le sağlam bir kubbe inşa olunmamıştır. Bütün mühendisler yapılış
iarzma bakıp şaşırırlar. Ve «Ayasofya kubbesinin genişliği ölçülüp,
bu kubbe ondan birer karış daha geniş yapılmıştır» diye anlatırlar.

Hakikaten gök kubbesine benzer mavi kubbedir. Ayasofya’-


nın kubbesi kadar yüksek değildir. Boyu elli sekiz zira’ olan yük­
sek bir binadır. Yüksek bir tepe üzerinde kurulmuştur. Avlusunun
sağ tarafında BizanslIlar zamanında su sarnıcı olarak.kullanılan de­
rin bir sarnıç vardır. Yine avlusunun kuzey tarafında kırk merdi­
ven adı ile anılan ve elli dört basamakla inilen bir uçurum vardır.
Bu iki uçurum arasında yapılan camiin zelzeleden zarar görmeme­
si için, uzak görüş sahibi olan Mimar Sinan, camii dört duvar üze­
rine ve alçak olarak yapmıştır. Müezzin malıfeli sağ taraf duvarına
bitişik, mermer sütun üzerine yapılmıştır. Minberi ve mihrabı be­
yaz mermerden olup, sâde ve güzeldir. Camiin solundaki sütun üze­
rinde padişahın ibadet edeceği bir kısım vardır. Buraya sonradan
İbrahim Hân yaldızlı kafesler ilâve etmiştir. Kubbe tarafında mü­
barek gecelerde kandiller yakmak için bir kat vardır. Binlerce lev­
ha ve avizelerle süslenmiş bir camidir.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S Î 107

Cami içinde, saydıklarımızdan başka özelliği yoktur. Mihrab


tarafındaki pencerelerin önünde, içinde bülbüllerin şakıdığı cennet
gibi bir bahçede, Selim Hân’ın nur dolu altı köşeli türbesi vardır.
Câmie bitişik misafirhâneler vardır. Sağında ve solunda bulunan
birer şerefeli iki minaresi, diğer minareler gibi yüksek değildir. Av­
lusu ham beyaz mermer ile döşeli olup, dört tarafındaki yan sofa­
ların çeşitli sütunlarla dolu üç kapısı vardır. Avlunun tam ortasın­
daki abdest havuzunun fıskiyeleri devamlı akar. Müslüman cemâat
buradan abdeslerini tazelerler.

Suyu âb-ı hayata benzer. Bu havuzun üzerine sekiz sü-


tunlu sivri bir kubbe yaptırılmıştır. Havuzun etrafında dört ser­
vi ağacı vardır. Bu avlunun dışında, içinde çeşitli ağaçlarla süs­
lenmiş büyük bir avlu daha vardır. Buranın da üç kapısı vardır. Kıb­
lesinde türbe kapısı, batısında çarşı kapısı, kuzeyinde kırkmerdiven
kapısı. Dibinde Çukurbostana bakan büyük bir ebced okuyan ço­
cuklar mektebi, bir yemek dağıtılan imaret, âlimlere ve sofilere
ziyafet verilen bir kısım ve bir de misafirhane var. Fakat hamam
buradan uzaktır. Başkaca medrese ve tüccarhane gibi yerler yoktur.

SULTAN SÜLEYMAN CAMİİ


(SÜLEYMANİYE CAMİİ)
Süleymaniye camimin vasıflan: 961 tarihinde yapımına baş­
lanarak 963 tarihinde tamamlanmıştır ki, târif edilmesi imkânsız,
görülmeye değer bir câmidir.
Tarih :
«Kaale abdi âbid târihahu»
«Mâbedullah vescûd vakterib» Sene 963
Meşhur ,tarihçiler ki bunlar, şöhretleriyle mermere adlannı ka­
zan tarihçilerdir, bu câmii anlatmadaki âcizliklerini ve noksanlarını
itiraf etmişlerdir. Amma hakir Evliya cesaret edip, imkân nisbetin-
de bu eşsiz camiin medhini yapayım:
Evvelâ yeri: Camiin kapladığı saha, daha önce Fâtih Sultan
Mehmed’e ait olan denize bakan yüksek sarayın yansını içine al­
mıştır. Süleyman Hân bu câmii, denize bakan yüksek bir tepe üze­
rinde, benzeri olmayan bir câmi olarak yaptırmıştır. Bütün Osman­
lI ülkesinde ne kadar usta mimar, yapıcı, amele, taş yontucu ve
mermerci varsa topladı. Üç bin esir, tam üç sene çalışarak, teme-
108 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

lini yerin dibine indirdiler. Dağ delenlerin balyoz seslerini, yerin


dibinde dünyayı yüklenmiş olan öküz bile işitirdi. Tâ bu derece ye­
rin dibine varıncaya kadar yapılan kazıdan sonra, oradan temeline
rıhtım yapıp üç senede esas bina toprak üstüne çıktı. Bir sene o
hal üzere bırakıldı. Diğer temeller için çeşit çeşit taşlar yontmaya
başladılar. Bir sene sonra, Sultan Bayezid-i Veli’nin mihrabı perese­
sine göre mihrabı. tâyin edildi. Dört tarafındaki duvarların kubbe
kemerlerine varıncaya kadar, üç senede bitirdiler. Sonra dört ayak
üzerine sağlam ve yüksek bir kubbe yaptılar.

Süleymaniye camiinin şekilleri ve tarzı :• Bu büyük camiin ma­


vi taş kubbesinin en yüksek noktası, Ayasofya kubbesinden daha
yuvarlak ve yedi Mekke zira’ı yüksekliğindedir. Bu emsalsiz kub­
benin dört ayağından başka camiin sağ ve solunda dört adet soma­
ki mermer sütunlar vardır ki, her biri on Mısır hâzinesi değerinde
olup, Mısır diyarındaki eski bir şehirden Nil yolu ile İskenderiye’ye;
orada Karınca Kaptan sallara yükleyip uygun günlerde İstanbul’da
Unkapanı’na getirmiş; oradan Vefa meydanına, oradan da Süleyma­
niye câmiine getirilmiştir. Karınca Kaptan dört adet sütunu Süley­
man Hân’a teslim ederken:
Karıncalar budun çekmiş çekirgenin Süleymana
Size lâyık nemiz vardır, kabul eyle fâkirâne
deyince, Süleyman Hân hoşlanmış ve hizmetine karşılık olarak, Ka­
rınca Kaptan’a yılanlı adası sancağını hediye etmiş.
Amma Allah bilir, öyle kırmızı renkli bir mermerdir ki, dünya­
nın dört bucağında benzeri yoktur. Ellişer zira’ yüksekliğinde dört
mermerdir. Büyük kubbesi, mihrab üzerinde yarım kubbe ve kıble
kapısı üzerinde yine yarım kubbe olarak yapılmıştır. Fakat adı ge­
çen direkler üzerine yarım kubbeler yoktur. Üstad Mimar Sinan,
sütunlara' ağır yük binmemesi için, billur ve necef camlar yapmış­
tır. Mihrab ve minber üzerindeki renkli camlar, sarhoş İbrahim’in
işidir. İnsan bunu da medihten âcizdir, öğle vakitlerinde bu cam­
lara cihanı aydınlatan güneşin ışığı vurunca, câmiin içi nurlanır
ve bütün cemaatin ölü gönülleri ferah bulur. Her cam, yüzbinlerce
parça çeşitli küçük camlar, çiçekler ve Esmâ-i Hüsnâ yazılanyle
süslüdür. Kara ve deniz seyyahları tarafından dünyanın her yerin­
de medhedilir. Ve felekde benzeri görülmemiştir.
Gerçi mihrab ve minberi beyaz mermerdendir amma, mermer üs­
tadı ince mermer sütun üzerine öyle bir müezzin mahfeli yapmış-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 109

tır ki, sanki cennet mahfelidir. Ve bir de baştan başa ham mermer­
den minberi ve' taç sürahisi vardır ki, Sinop câmii minberinin ben­
zeridir. Mihrabı sanki Hazret-i Süleyman’ın mihrabıdır. Üzerinde
Karahisârî (48)' yazısı ile «Küllemâ dahale aleyhâ zekeriyye’l-mih-
râb» âyeti, lâcivert yaldız ile yazılmıştır.
Mihrabın sağında ve solundaki burma sütunlar sanki birer si­
hirli mucizedir. Ve yine orada birer adam boyu yüksekliğinde halis
bakır ve altın kaplama şamdanların üzerinde yirmişer kantar beyaz
balmumu var ki, her birine onbeşer basamak merdivenle çıkılır. Her
gece yanar ve camiin içi nurla dolar. Bu câmiin sol köşesinde di­
rekler üzerinde yüksek bir hünkâr mahfeli vardır. Başka mihrabı
da vardır. Bu mübarek mahfelden başka, dört sütun ayaklarının kö­
şelerinde, aşir okuyanlar için dört adet maksûrecik vardır.
Bunlardan başka, câmiin iki tarafındaki yan sofalar üzerinde,
çeşitli küçük direklere dayanan câmi içi cemâat sofaları vardır. Câ­
miin dışında, yine bu sofalara benzer ince sütunlar üzerinde, deni­
ze ve sağ tarafı çarşıya bakan tabakalar vardır. Cemâatin çok oldu­
ğu vakitlerde bu sofalarda ibadet ederler... Ve câmi içindeki kubbe
ve direkler üzerinde iki katlı tabakalar da vardır ki, bu tabakalarda
mübarek gecelerde kandiller yakılır. Toplam yirmi iki bin kandil
ve binlerce avize vardır. Câmiin dört tarafındaki pencerelerin her
birinden birer çeşit hava cereyanı gelir, cemâat ebedî hayatı bulup
cennete girmiş gibi olurlar.
Allah’ın emri ile bu câmide güzel bir koku var ki, girenlerin
dimağı kokulanır. Fakat dünyadaki çiçeklerin hiçbirisinin kokusuna
benzemez. Câmiin içinde kıble kapısı tarafındaki iki pâyede birer
çeşme vardır. Bütün cemâat temiz suyundan içerek susuzluklarını
giderirler. Bazı yerlerde üst hazine maksureleri vardır ki, vilâyet
ileri gelenlerinin ve binlerce yolcuların emanet mallan burada sak­
lanır. Bu malların hesabını ancak Allah bilir.

KARAHİSARÎ’NİN YAZISININ MEDHİ HAKKINDA


Bu câmiin içinde ve dışındaki Ahmed Karahisarî’nin yazıları
bugüne kadar ne yazılmıştır, ne de yazılabilir. Bu sanat, onda Allah
vergisidir. Büyük kubbenin ortasına «Allahû nurûssemâvât-i vel’-
ard...» âyeti yazılmıştır ki, doğrusu burada âyet yazmadaki ustalı-

(48) Hadikat-el Cevamide, Caminin hattatı Karahiearlı Kul Haşan Çelebi di­
ye kaydedilmiştir.
110 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

ğını hakkiyle göstermiştir. Kıble kapısı üzerindeki yarım kubbe içi­


ne «İnnî veccehtü vechiyelillezî fataressemavâvât-ı ve’l-ardı hanî-
fâ» âyeti yazılmıştır. Ve kubbeyi taşıyan dört ayağın köşelerine «Al­
lah, Muhammed, Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali, Haşan ve Hüseyin»
yazılmıştır. Minberin sağındaki pencere üzerinde «Ve inne’l-mesâ-
cedallahu...» âyeti ve bunlardan başka, üst kat. pencerelerinin hepsin­
de Esmâ-i Hüsnâ yazılıdır. Bunlar kalem-i şikaftır. Fakat kubbede­
ki büyük yazılar hattı gizâfîdir ki, her Elifi ve Lâmı ve yırtık Kâ ،. ı
onar arşındır. Çünkü kubbenin boy ve yüksekliğine göre aşağıdan
kolayca okunabilmesi için yazılmıştır.
Bu câmiin beş kapısı vardır. Sağ tarafta imam kapısı, sol ta­
rafta Hünkâr mahfe! i altında vezirler kapısı ve iki yan kapıları var.
Sol yan kapı üzerinde «Selâmün aleyküm bîmâ sabertüm feni’me uk-
be’d-dâr» yazılmıştır. Sol taraftaki kitabede «ketebehü Ahmed’el.
Karalıisârî» diye yazılmıştır.

BEYAZ AVLUNUN VASIFLARI


Mübarek camiin yukarıda sözü geçen saâdetli kapısına ve be­
yaz avlunun yüksek yerlerine taş merdivenlerle çıkılıp inilir. Amma
bu temiz avlu beyaz mermer ile döşenmiş bir ak yayladır ki, her
mermeri birer halı büyüklüğünde cilâlı, düzgün, aydınlık, billûra
benzer bir meydandır. Boyutlan kare şeklindedir. Camiin içi bu
avludan büyüktür. Bu avlunun dört tarafında kırkar ayak eninde
sofalar vardır. Bu sofalardaki renkli sütunların birkaç tanesi kıy­
metlidir. Her sütun üzerinde çeşitli taşlardan kemerler yapılmıştır
ki, her biri gök kuşağı gibidir. Üzerlerinde daire şeklinde kubbeler
vardır. Bu avlunun dört tarafa bakan pencereleri vardır. Bu pen­
cerelerin parmaklıkları pek muntazamdır. Sağlam demirden yapıl­
mış pencerelerdir. Usta demirci, Davud Peygamber gibi sanat gös­
terip. öyle bir renk vermiş ki, o zamandan bugüne cilâsma bir toz
bile konamaz. Nahçivan çeliği gibi parlak pencerelerdir. Pencere­
lerin camlan da dikkate değer.
Beyaz avlunun tam ortasında, ibretle seyredilecek bir ha­
vuz vardır. Bu havuz abdest almak için kullanılmaz. Dört ta­
rafı mermer kafesle çevrilmiştir. Buradan cemâat su içerler.
Üstünde alçak, kurşun örtülü bir kubbe vardır. Tuhaftır ki,
başka havuzların sulan aşağıdan yukanya çıktığı için şadırvan
denilmiştir. Halbuki bu havuzun o nefis hayat veren suyu kub­
beden aşağıya doğru cennet çeşmesi gibi akar. Güzel bir görü-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 111

nüşü vardır. Dikkatle bakanlar hayran kalırlar. Avlunun kıble ta­


rafındaki pencereler üzerinde de yazılar vardır. Bu avlunun kıb­
lesi bütün kapılardan yüksek ve çok san’atlı bir saâdet kapısıdır
ki, yeryüzünde bu kapıya eş, beyaz mermer eşfldi, üzerine kat kat
süsler yapılmış bir kapı daha görülmemiştir. Her tarafı beyaz saf
mermerdir. Mermer ustası parçalan birbiriyle öyle kaynaştırmıştır
ki, ek yerlerini değme adam farkedemez. Bu kapının üst kısmında,
mihrabda olduğu gibi, mermerden oyma hayret verici, çeşitli süs­
ler ve yine mermerden zincir ile sanatkârca yapılmış avizeler var.
Eski ilimlerin aşinaları bilir. Bu kapının iki tarafından kubbe­
ye varıncaya kadar sıralanan dörder kat odalarda muvakkitler, ka­
pıcılar ve kayyumlar otururlar. Kapı içi de çok büyük, kırmızı, yu­
varlak gül renginde somaki mermer döşelidir. Bu da emsalsiz, çok
parlak ve cilâlı bir taştır. Büyüklüğü bir Sımât-ı Muhammedi ka­
dar vardır. Bir tarafı biraz zedelenmiştir. Avlunun sağ tarafındaki
kapının iç yüzüne, dört köşeden düzgün bir mermer üzerine bir haç
yazılmıştır. Mermer ustası onu kazımış ise de, yine haç olduğu bel­
lidir. Hristiyanlar bu taşa bir milyon mal vermişlerse de alamamış­
lardır. Nihayet Başadmanî mahallinde, Galata’da, kâfir gemilerinin
direği üzerine top kurarak güllesini kasden atmışlar, atılan bu gülle
Süleymaniye camimin sol avlu kapısının alt eşiğini kırarak gelmiş
ve adı geçen haçlı mermer üzerine düşmüş, fakat zarar vermemiş­
tir.
Sözün mânası şudur ki, mel’un kâfirlerin ne usta topçu­
su varmış ki, tâ Galata’dan nişan alarak Süleymaniye’nin alt
eşiğini vurup kırmıştır. Düştüğü yer hâlâ bellidir ve herkes gelip
bakar. Bu avlunun dört tarafındaki direklerin alt kısımlarında tunç
bilezikler ve Vakıflar tarafından oyulmuş tarihler vardır. Bütün
büyük alaylar, meselâ yangın, zelzele ve karışıklık gibi şeyler ya­
zılmıştır ki, tarihler yazılı acayip sütunlardır.
Bu camiin dört adet minaresi vardır ki, her biri birer Muham-
med ezanı makamıdır. Sultan Süleyman Hân Osmanlı Devletinin
onuncu Padişahı olduğundan, buna alâmet olmak üzere, dört mi­
nareye on şerefe yapmışlardır. Câmie bitişik iki minare üçer şere-
feli olup, göklere baş kaldırmış eşsiz minarelerdir. Avlunun arka
köşelerindeki iki minare, onlardan kısa ve ikişer şerefelidir. Fakat
sol taraftaki üç şerefeli minareye Cevâhir minaresi derler. Bu is­
mi almasının sebebi şudur: Sultan Süleyman Hân bu camii yaptı­
rırken, binanın oturup sağlamlaşması için inşaata bir sene ara
verir ve başka hayır işleri ile uğraşırlardı.
112 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

Iran Şâhlarından Şah Tahmasb, Süleyman Hân camii yarım bı­


raktı sanarak, acele bir büyükelçi hazırlayıp bin çanta mal ve bir kutu
kıymetli çeşit çeşit mücevher göndererek şu mektubu yazmış: «işittik
ki camii tamamlamaya kudretiniz kalmamış ve yarıda bırakıp vazgeç­
mişsiniz. Size dostluğumuza dayanarak birçok para, hazine ve mü­
cevher gönderdik. Bu mücevherleri satıp ve bu malı harcayarak
camii bitirmeğe gayret ediniz ki, bu hayırlı işinizde bizim de payı­
mız bulunsun».
Dil uzatıcı bu mektupla gelen elçi bakar ki, Süleyman
Hân’ın camiinin yapımına denizler kadar çok usta ve işçi ile
devam edilmektedir. Süleyman Hân, Şah’ın mektubundaki ifa­
delere son derece kızarak, bin çanta parayı elçinin gözü önünde
İstanbul Yahudilerine dağıtıverdi. Bir çöp bile kalmadı. Elçiye hi­
taben şöyle dedi: «Râfızî rûz-i kıyâmet har bûd zıyr-i Yehûd». «Öy­
le ise sizin sırtınıza binecek Yahudi efendilerinize malınız nasip ol­
sun ki, kıyamet gününde size bindikleri vakit kamçı vurmasınlar.
Yoksa sizler gibi namaz kılmayan insanların cami yapma işi ile alâ­
kalan ne ola?»
Bir kutu mücevheri de yine elçinin yanında Mimar Si­
nan’a vererek: «Bu kıymetli diye gönderdiği taşlar benim ca-
miimin taşlan yanında kıymetsizdir. Çabuk bunları başka taşlann
içine katarak kullan» deyince, bu hâli gören elçinin aklı başından
giderek susup kaldı. Şah’m mektubuna gerekli cevap yazıldı ve el­
çi Revan’a gitmek üzere yola çıktı. Beri tarafta üstad Mimar Sinan,
bu mücevherleri, ustalığını göstererek minarenin her altı köşe süs­
leri arasına konulan mermer gülleleri içinde kullanmıştır. Bunun
için, o minareye hâlâ cevahir minaresi denilir. Güneş ışığı bazı taş­
lara vurunca ışık verir. Fakat bâzı taşlar sıcaktan, kar ve yağmur­
dan bozularak ışığı kalmamıştır. Amma camiin kıble kapısı kemeri
ortasında bir Nişâbur firuzesi vardır ki, yuvarlak bir kâse kadar
vardır. Hâlâ parlaklığından insanın *gözleri kamaşır. Bu camiin iki
tarafında abdest almak için kırkar adet musluklar vardır.
Kanûnî Sultan Süleyman’ın çiçeklerle bezenmiş nur dolu tür­
besi : Mihrabın önünde, bir ok atımı mesâfede, güllerle bezenmiş
yarım dünya bir gül bahçesi içindeki büyük bir kubbenin altında
Süleyman Hân yatmaktadır. Bu kubbe gök kubbesinden de güzel­
dir. Çünkü maharetli usta küçük bir kubbenin üzerine bir kat bü­
yük kubbe daha yapmıştır ki, böyle içiçe sanatkârca kubbe hiçbir
yerde yapılmamıştır. Burada yapılan mermer süsleme san’atı imâr
görmüş hiçbir memlekette yoktur.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 113

Dış avlunun vasıflan: Bu camiin üç tarafında bir kat dış avlu


daha var ki, iki tarafı birer at koşturacak genişlikte kumluk bir
meydandır. Çeşit çeşit yüksek çınarlar, baştan başa sedler, servi, ıh­
lamur ve kuşdili ağaçlan ile süslenmiş büyük bir avludur. Üç ta­
rafı tamamen pencereli duvarlarla çevrilmiştir. Avlunun on tane
kapısı vardır. Kıble yönünde iki kapısı var. Biri mera kapısı, biri
Eski Saray kapısı. Güneyde mektep kapısı ve yine güneyde çarşı
kapısı; güneyin sağ tarafında medrese kapısı, yine güneye bakan
Hekimbaşı kapısı; batıda İmaret, tevhâne ve ağa kapıları vardır ki,
merdivenle çıkılır. Bundan sonra kuzeyde binbir çivi ile süslü kub­
be kapısı vardır ki, yirmi ayak taş merdivenle çıkılır. Kubbesinin
içinde binbir tane çivi izi olduğu için böyle adlandırılmıştır.
Doğu tarafında hamam kapısı vardır. Buradan merdivenle ha­
mama inilir. Fakat avlunun bu tarafında duvar yoktur. İstanbul’u
seyretmek için yalnız kısa bir sed çekilmiştir. Bütün cemâat orada
durarak Hünkâr Sarayını, Üsküdar’ı, Boğazhisar’ı, Beşiktaş’ı, Top­
hane, Galata, Kasımpaşa ve Okmeydanı’m tamamen görürler. Ha­
liç ve İstanbul boğazında yelken açmış binlerce pereme, kayık ve
diğer gemilerin yüzdüklerini de buradan seyretmek mümkündür.
Bu avlunun dört tarafından, Süleymaniye camii çevresi birkaç bin
adımdır. Bir küçük avlu da, Süleymaniye ile Eski Saray duvarı ara­
sında «Serçeşme-i küşte giran pehlivan demir meydanı» adı ile meş­
hur vâdidir. Hâlâ, ikindiden sonra bütün tekke pehlivanları o güzel
meydanda güreşirler.
Bu câmiin sağında ve solunda dört mezheb mensupları için dört
büyük medrese vardır. Bu medreseler halen Ülema ile doludur. Bun­
lardan başka bir Hadîs mektebi, Kur’an mektebi, Tıb mektebi, İlk-
mekteb, hastahâne, aşevi, misafirhâne, kervansaray, Yeniçeriağası
sarayı vardır. Ayrıca kuyumcular, dökmeciler, ayakkabıcı dükkân­
ları ile bir aydınlık hamam, bir de bin kişilik hizmet erbabını ba­
rındıracak binalar yapılmıştır. Bu camiin etrafındaki binaların ade­
di bin kubbe olarak sayılmıştır. Galata tarafından Süleymaniye ya­
pılarına bakanlar, sanki gömgök kurşunla kaplı bir yapı topluluğu
görürler.
Bu cami ve ona ek yapılarda hizmet gören üç bin kişi vardır.
Vakıfları belirlidir. Akdeniz’deki bütün odalar, Sönbeki, îstanköy,
Sakız, Rodos ve diğer adaların hepsi Kanûnî Sultan Süleyman’ın bu
camie yaptığı vakıflardır ki, mütevellisinin emrinde çalışan beşyüz
Eviiva Çe!eb11-1 ‫ ؛‬p : 8
114 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

kişi vardır. Bu camiden başka, Süleyman Hân’ın fatihi olması se­


bebiyle birçok yerlerde hutbesi okunur.
İslâm ülkelerinde Süleymaniye câmiinden daha sağlam bir bi­
na yapılmamıştır. Bütün mimar ve mühendislikten anlayanların fi-
kirbirliği yaptıkları husus şudur ki, yeryüzünde Süleymaniye bi­
nası gibi kuvvetli ve sağlam bir yapı yoktur. Bu yuvarlak kubbe
gibi lâcivert kubbe görülmemiştir, derler. Temellerindeki sağlam­
lık ve her köşesinde olan incelik örneği eserler ve akıllara durgun­
luk veren başarılı san’at mükemmelliği ve sonsuzluğu, bu camiin
içinde ve dışında görülür. Hattâ bina tamamlanınca Koca Mimar
Sinan: «Pâdişâhım, sana öyle bir cami yaptım ki, kıyamet gününde
Hallâc-ı Mansur gelip, yeryüzündeki büyük dağları pamuk atan hal­
laçların yayı ile pamuk gibi atsalar, bu camiin kubbesi Mansur’un
yayı önünde top gibi yuvarlanır» diye camiin bu derece sağlam
olduğunu medheder. Hakikaten bu caminin arkası yüksek bir tepe
üzerine kurulduğundan ve temelini önce tâ Tahtakale önündeki şed­
den başladıklarından, Siyavuş Paşa sarayı şeddi, Yeniçeriağası şed­
di, Küçükpazar sarnıcı şeddi, Ağa mektebi, misafirhane, imaret, kur-
şunhâne ve hastahâne tarafları sedlerinin hepsi Süleymaniye camii-
nin temelleridir ki, bu suretle bu büyük cami sağlamlık kazanmış­
tır. Hattâ hakir (Evliyâ Çelebi) bir defasında gördüm ki, mühen­
dislikte ve mimarlıkta söz sahibi on kâfir gelip kapıcılarla birlikte
bu nurlu camii gezerken, kapıcı ve kayyumlar bu kâfirlerin ayak­
larına başka ayakkabı giydirmişler ve bu suretle gezmeye devam
ederlerken, hangi yöne bakmışlarsa, hayranlıklarını gizleyemeyip
parmakları ağızlarında kalmışlardır. Kapıların Hindistan usulü se­
def işlemeli kanatlarını gördükçe, başlarını sallayıp ikişer parmak­
larını ısırırlardı. Ve göklere baş uzatmış lâcivert kubbeyi görünce,
hepsi başlarındaki şapkalarını çıkararak, «Meryem, Meryem» diye
ağızlan açık kaldı. Ve kubbenin eteğinde olan Kisrâ’nm takma ben­
zeyen dört adet kemeri gördükleri vakit :
Kehkeşan âsâ semâya ser çeküp
Rûze-i âlâya salmıştır kemend
beytine uygun olarak, gökkuşağına benzeyen bu kemerlerin her bi­
ri sanki Allah’ın eliyle yapılmış gibidir, dediler. Hakikaten bu ke­
merlerin tarihi «Kudret kemeri» kelimeleridir: Sene 944. Tam bir
saat yıldızlan tetkik eder gibi dikkatle bu kemerleri ve camiin içi­
ni parmaklan ağızlarında seyreden bu kâfirler, dış avluya çıkıp dört
minare ile dört köşe, altı yüksek kapıyı, güzel avluyu ve etrafında
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 115

hazırlanmış kemerler üstündeki kubbeleri ve kırk yüzlü sütunları,


kat kat düzgün kubbelerin üzerlerini tamamen kaplamış Muham-
med âlemlerini gördükleri zaman, şimşek ışığı gibi olan parlaklık­
larından gözleri rahatsızlanıp, başlarından şapkalarını çıkararak, ca­
miin dört bir tarafını şaşkınlıklarından, parmakları ağızlarında sey­
rettiler. Onların arasında hayranlığın ve şaşkınlığın ifadesi, on par­
mağını ağzına koymaktır. Ben (Evliyâ Çelebi) bunlara tercümanlık
ettim. «Bu binayı nasıl buldunuz?» dedim. Bir tanesi konuşulacak
bir adammış. Dedi ki: «Canlı, cansız her yaratığın ve yapılan bina­
ların ya içi, yahut da dışı güzeldir. îki güzellik bir arada bulunmaz.
Amma bu camiin içi ve dışı güzellik örneği olarak yapılmış. Hris-
tiyan memleketlerinin hiçbirinde böyle hayret edilecek bir mima­
rî bilgi ile yapılmış eser görmedik.» diye binlerce defa takdirlerini
bildirdiler. Ben dedim ki, «Ayasofya ile bu cami nasıldır?» Onlar
dediler ki, «Evet, bundan büyük, eski tuğla bir binadır. O zamanın
sağlamlık san’atı ile kurulmuş büyük bir binadır. Amma güzellik ve
incelik ve temizlikte bu ondan daha san’atlı ve ibretle görülecek
bir binadır. Masrafına gelince, bu camie Ayasofya’dan daha fazla
para harcanmıştır.» deyip gittiler. Hakikaten «Bu camiin on miskal
taşı bir altına mal olmuştur» derler.
Süleymaniye camiine yapılan masraflar: Cami tamamlanınca,
bina emini ile nazırı ve mutemedi tarafından yapılan hesaplara gö­
re, sekizyüz doksan (49) bin üç yüz seksen üç yük filori olmak üze­
re camiin hesapları görülmüştür.
Süleyman Hân’ın İstanbul içinde büyük bir hayır eseri daha
vardır ki, bu da Kırkçeşme suyu kemerleridir. Bir kat kemeri Yan-
ko (50) zamanında yapılmış olup, İstanbul içinde kırk tane çeşme
idi. Fakat zamanla yer yer yıkılıp, Sultan Süleyman zamanına ge­
linceye kadar İstanbul halkı bir içim suya muhtaç olup, tuzlu ku­
yulardan su içmek mecburiyetinde kalıp, pek çok sıkıntı çekerler­
miş. Süleyman Hân İstanbul’un batısında uzakça bir yerde tatlı su­
lar bularak hendese bilgisi ile İstanbul’a getirmek isteyince, Mimar

(49) Peçevi, «doksan altı bin» diyor ve ilâveten, «o asrın hesabma göre beş-
yüz yük, otuz yedi yük, seksen iki bin dokuz yüz akçe olmuş. Bugünkü
hesaplara göre, iki bin iki yüz kırk yük akçeye yakın olur» diye izah
ediyor. Bu hesaba göre, bir altının altmış akçe olduğu anlaşılıyor. Bir
altm ise ortalama on iki dirhem gümüşe eşit idi.
(50) Bu kemerlerin yapımına (M. 117-138) tarihinde Adriyan zamanında baş­
landığını daha önce bildirmiştik.
116 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Sinan: «Padişahım, bu çok uzak bir mesafedir. Buradan İstanbul’a


onbir saatlik bir yol vardır. Keseleri uç uca dizip bu kadar fazla
masrafı göze alırsanız, bu büyük hayır size nasip olur. Başka türlü
bu hayır işi yapmaya hiçbir memleketin gücü yetmez. İşin doğru­
su budur Pâdişâhım» der. Bunun üzerine, Kanimi Sultan Süleyman:
«Ey Mimar Sinan, evvelâ bu güzel suların fennen İstanbul’a gitme­
si mümkün müdür?» der. O da, «Evet Pâdişâhım, mümkündür. Bü­
yük bir nehir gibi İstanbul’a akar» cevabını verir. Padişah: «Sen
keseleri uç uca dizersen bu su İstanbul’a varır dedin. Ben İnşaallah
yan yana, birbirine bitişik iki konak dizeyim» der ve hemen, «Bis­
millah» ile bir kese altını, adı geçen kaynağın başına saçarak işe
girişirler. Yedi yılda üç bin yedi yüz kemer yapılır ki, bazı yerleri
göklere yükselmiş ikişer, üçer kat köprülerle İstanbul’a girip Atpa-
zarı yakınında Yanko’nun Kırkçeşme için yaptığı kemerlerin üze­
rinden geçirilmişti. Sonradan bu güzel tatlı su İstanbul şehri içine
taksim edilerek Kerbelâ şehidlerinin ruhlarını sevindirmiştir. Bun­
dan sonra Büyükçekmece köprüsüne başlandı. Fakat Kanûnı Sultan
Süleyman’ın ömrü vefa etmediğinden, tamamlanması İkinci Sultan
Selim’e nasip oldu.

Şehzade camii, Cihangir camii, Haseki camii ve imâreti, Yeni


Tersâne ve Halıcılar Köşkündeki Sultan Selim medresesi, Kanûnı
Sultan Süleyman Hân’ın yaptırdığı eserlerdir. Sultan Selim medre­
sesinin sevabını, babası Yavuz Sultan Selim’in ruhuna bağışlamış­
tır. Bunların dışında, Üsküdar'da İskele camii ve yüksek vasıflı kız­
lan Mihrimalı Sultan için bir cami, iki han ve bir imâret yaptırdı.
Rumeli’ndeki hayır eserleri sayılamayacak kadar çoktur. Avlanya
kalesi.. Selânik’de Kelemerye, Eğri hududunda Segedin, Sigetvar’da
Türbe kalesi, Özi hududunda Bender kalesi, Edirne’de bir tatlı su
yolu ve Edirne yakınında Cisri Mustafa Paşa kasabasında bir cami,
bir imâret ve bir de han yaptırmışlardır.

٠١»

ANADOLU TARAFINDAKİ HAYIR MÜESSESELER‫؛‬

Konya’da
LK olarak Konya da Mevlânâ Celâleddin Hazretlerinin nur dolu
İ
٠

türbeleri yakınında yaptırdıkları iki minareli büyük bir cami,


bir medrese, güzel bir mescid, bir semâhâne, bir imâret, bir zi­
yafet evi. dervişler için birçok odalar ve Şam’da büyük bir cami
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 117

ile bir medrese... Daha sonra Kefe ve İznik'te birer kiliseyi cami
haline getirmişlerdir. Fetholunan kale ve palangalarda kiliseleri ca­
miye çevirirler ve olmayanlarda yeni camiler yaparlardı. Böyîece
İslâm için lâzım olan şeyler tamam olurdu.

Kudüs-ü Şerif kalesi, Ahratallah mescidi ve Kudüs’teki çeşme­


ler üzerine yapılan büyük kale, Sultan Süleyman Hân’ın eserleri­
dir. Sahre-i Şerif kubbesinin içi, dışı, yani ahşab ve taş kısımları
san’atkârâne süslü camlarla donatılmış, Çin evlerini kıskandıracak
hale getirilmiştir ki, sanki cennetten bir köşktür. Cennete benzeyen
Bağdad şehrini aldıkları zaman, Hazret-i Numan bin Sabit’in (îmam-ı
Âzam hazretleri) mezarı üzerine bir türbe, bir cami, bir imaret
ve bir de ziyâfet evi yaptırdılar Şeyh Abdüîkadir-i Ceylânı Haz-
ı.etleri’nin türbesi üzerine de yüksek bir kubbe, bir cami, bir tekke
ve bir imâret yaptırdıkları gibi, vakıflarını yenilediler, ayrıca yeni
vakıflar da tesis ettiler,

HAREMEYN-İ MUHTEREMYN (MEKKE VE MEDİNE) DE ٠

OLAN HAYIRLI VE SEVAPLI ESERLERİ


Hâlâ Osmanlı Devletinin surresi olan yetmiş iki bin altın, surı.e
emini ile Mekke ve Medine’ye her sene gönderilir. Bir de sadaka
cübbesi vardır. Bunu Yavuz Sultan Selim vakfetmiştir. Mekke ve
Medine halkına yüzbinlerce hırka, cübbe ve şalvar gönderilir. Bir de
Sadaka-i Cevâli vardır. Bu da Müslüman olmayanlardan askerlik
bedeli olarak alman verginin Mekke ve Medine halkına sadaka ola­
rak gönderilmesi şeklindedir.
Diğer bir sadaka çeşidi de Sadaka-i Câriyedir ki bu, Arafat da­
ğında akardı. Bu vakıf, Harun’er Reşid’in hanımı Zübeyde hanımın
vakfı idi. Arap ve Bedeviler yollarını bozmuşlardı. Sultan Süley­
man Hân iki fersah ara ile dört su kaynağını ilâve ederek, Ara­
fat’a nehir gibi su akıtarak büyük havuzlar yaptırdı. Ve Mekke-i
Mükerreme’de bulunan dört medrese vakıflarım Osmanlı usûlüne
göre dört mezhebe medreseler yaptırarak, öğrencilerine yetecek ka­
dar harçlık tayin etti. Mekke’deki mü’minlerin anası Hazret-i Ha­
tice’nin evini bir kubbe ile imâr ve tâmir ettirdi. Ve Hazret! Ha­
tice’nin nurlu türbesini dahî tâmir ettirdi.
Bu hayırlı eserlerinden başka daha sayısız vakıfları varsa da,
onlar, inşaallah seyahatimizdeki sıraya göre teker teker yazılacak­
tır. Çünkü yazımızın bu kısmı îstanbul’a ayrılmıştır. Yukarıdan be-
118 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

ri sayılan hayır eserlerinin hepsi, Malta, Rodos, Budin, Kızılelma,


Tuna Belgradı, Bağdad gibi kalelerin helâl ve bol savaş malları ile
yaptırılmışlardır. Bina emini muhasebesiyle Sultan Süleyman, va­
kıflara sekiz yüz doksan altı bin üçyüz seksen iki filori’yi hâzine­
den harcamıştır. O devrin hesabına göre, beşyüz otuz yedi yük ve
seksen iki bin dokuz akçe eder. Zamanımızın (yani Evliyâ Çelebi
zamanının) hesabına göre, ikibin ikiyüz kırkbir yük akçe olur. Fa­
kat Sultan Süleyman Hân devrinde bir akçe bir Dânik olup, dördü
bir dirhem gelen saf ayarlı gümüş idi. Yüz altın, yüz on sekiz dir­
hem gelirdi. Bu derece dikkatli bir harcama ile yapılan hayır eser­
lerini Allah bilir ve kabul eder.
Şehzade Sultan Mehmed’in süslü ve güzel, mübarek eamiinin
özellikleri: Bütün mühendisler, üçgen şeklinde olan İstanbul’un sa­
at, adım ve uzunluk ölçüleri ile hesap edilirse ortasının, bu Şehzâ-
de eamiinin bulunduğu yer olduğunu söylerler. Düz ve geniş bir
alanda yapılmıştır. Tepe üzerinde değildir. Altıncı büyük camidir.
Bu da Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Bahtı açık genç
şehzadesi Mehmed’i çok sever ve savaşlarda yanından ayırmazdı.
Sonunda Manisa’da yol kesen ecel, Şehzâdenin yakasına yapışdı. «Ir-
ciî ilâ Rabbike» emrine uyarak öbür dünyaya göçünce, mübârek nâ-
şını câmii olacak bu yeşillik yere gömerek üzerine bu gönül açıcı
camii yaptırdılar ki, yer yüzünde benzeri olmayan ve kıymeti öl-
çülemeyen bir camidir.
Şehzade eamiinin şekilleri: Ortadaki yüksek kubbesi semaya
baş uzatmış mavimsi billûr bir kubbedir. Fakat Süleymaniye camii
kubbesinden küçüktür. Dört ayağı altı köşe şeklinde yapılmış ayak­
lar üzerine oturtulmuş muntazam bir kubbedir. Ve bunun dört ta­
rafında yarım kubbeler vardır. Süleymaniye ve Ayasofya gibi iki­
şer yarım kubbe değildir. Dört yarım kubbenin ortasında uzun bir
kubbedir. Mihrâb ve minberi ham mermerden yapılmış ve çok süs­
lüdür. Sekiz sütun üzerine oturtulmuş müezzin mahfeli de çok süs­
lüdür. Camiin sol tarafında sütun üzerinde Hünkâr mahfeli ve ca­
miin üç tarafında da cemâat mahfeli sıralanmıştır. Bu camide bü­
yük direkler yoktur, iki kat kandilleri vardır. Câmi içinde her gece
sekiz bin kandil yanar. Her tarafı ışıklı camlarla aydınlatılmış ay­
dınlık, güzel bir camidir. Dört tarafında pencereleri vardır. Üç ta­
ne yüksek kapısı olup, bunların sağında, solunda ve kıblesindeki bü­
yük kapı üzerinde tarihi (Mâbed-i ümmet-i Resûl-ü Mübîn, sene
955) yazılıdır. 950 tarihinde yapımına başlandığı gün, Rebiülevvel
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 119

ayının ilk günü idi. 955 senesi Reeeb ayında yapımı tamam­
landı.
Yapımına yüz elli yük akçe harcanmıştır. Mimar Sinan ta­
rafından yapılmıştır. Camiin dış tarafında da yan bölmeleri vardır.
O kısımlarda ince, parlak cilâlı, kıymetli birçok sütunlar vardır. Her
kapısından merdivenlerle camie çıkılır. Kapıların pencereleri işle­
meli, aydınlık ve nur dolu bir camidir. Mihrab önünde, cennet bah­
çelerinden birine benzer bir bağ içindeki yüksek bir türbede, Şeh­
zade Mehmed yatar. Diğer bir türbede de Haleb kışlağında ölen kar­
deşi Şehzâde Cihangir yatmaktadır.
Bu camiin avlusu çok süslüdür. Dört tarafındaki sofalar üzeri­
ne çeşitli direkler, renkli taşlarla bezenmiş tak ve kemer üzerinde
kubbeler vardır. Yine dört tarafında dış avluya bakan pencereler
vardır. Avlunun ortasındaki ağzına kadar tatlı su dolu yuvarlak ha­
vuzdan cemâat abdest alırlar.
Bu havuzun üzerine sekiz sütun üzerine oturtulmuş yüksek
tavanlı bir kubbe vardır ki, Bağdad fâtihi Dördüncü Murad Hân
tarafından yaptırılmıştır. Bu camiin sağ ve solunda bulunan ikişer
şerefeli minarelerinin bir benzeri daha İstanbul, Bursa ve Edirne’de
yapılmamıştır. Öyle süslü ve hayret uyandırıcı mînârelerdir ki, Ko­
ca Mimar Sinan bu minarelerde ve camide mimarlık sanatının bü­
tün ustalıklarını göstermiştir. Her minare onsekiz köşeli olarak ya­
pılmıştır. Her köşesinin birleştiği yerde baştan aşağı kat kat şerit­
ler içinde çeşitli kitabelerle örtülmüş turuncu işleme süsler ve her
şerefede ibret verici cilveli kemerler ve süsler icat etmiştir ki, gö­
renlerin akılları durur. Çünkü bu cami altıncı camidir. Daha önce
yapılanların her birinden birer güzellik ve incelik alınarak bu ca­
mide birleştirilmiştir. Camiin yerdikleri kenarında o kadar sanat-
kârâne mermer şeritler, yuvalar ve katmerli duvarlar vardır ki, ben­
zeri başka hiçbir camide yoktur. Kubbelerine usta kurşuncu mavim-
trak renkte has bir kurşun örtülmüştür ki, ustalığının hakkını vermiş­
tir. Bu camiin liç tarafından bir at menzili büyük avlu içinde çeşitli
ağaçlarla süslenmiş bir avlu vardır ki, sol tarafındaki büyük bir çı­
narın gölgesinde Şeyh Ali Tabiî Hazretlerinin mezarı vardır. De­
ğerli sahabedendir. Hazret-i Ebâ Eyyûbel-Ensûri ile gelmiş olup, o
savaşta askeri gayrete getirmek için tabi çalarken şehid düşmüş ve
o yerde toprağa verilmiştir. Bu büyük avlunun etrafında imareti,
medresesi, mutfağı, ziyeret evi ve diğer hayır eserleri vardır. Fakat
hastabâne ve hamamı yoktur. Bu da şerefli bir camidir ki, diğer bü­
yük camilere harcanan paradan çok para harcanmıştır.
120 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

Şehzade Sultan Cihangir Camii: Fındıklı kasabasında Şehzâde


Cihangir’in ruhu için bunu da Süleyman Hân yaptırmıştır. Evsafı
yazılacaktır.
Şehzadelerin annesi Haseki Sultanın camiinin vasıfları: Avret-
pazarında yüksek ve çok kıymetli bir camidir. Fakat diğer camiler
kadar büyük değildir. Bir minareli, bir şerefeli, gönül açıcı bir ca­
midir. Bir imareti, bir ziyâfet evi, bir akıl hastahânesi, bir medre­
sesi ve bir ebced okuyan çocuklar için mektebi ile mâ’mur bir ca­
midir. Kaîbleri biler bir padişah olan Süleyman Hân’ın tabiatının
inceliğindendir ki, Haseki Sultan camiini Avretpazannda yaptırmış­
tır.
Büyük camilerden, Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimâh Sultan’ın
camii: Edirnekapı içinde yüksek bir zemin üzerine inşa edilmiş bü­
yük bir camidir. Diğer büyük camilerin sarayı mesabesindedir. Ka­
nunî Sultan Süleyman Hân, kızı adına yaptırmış ve masrafları pa­
dişahın özel hâzinesinden karşılanmıştır. Mihrâbı, minberi ve mah-
feli son derece süslüdür. Hünkâr mahfeli yoktur. Dış avlusu baştan
başa çınar ağaçlarının gölgesi altındadır. Dört tarafında medrese
odaları vardır. Bir şerefeli, göğe uzanmış bir minaresi vardır. Bu
camide hastane ve ziyâfet evi yoktur. Netice olarak, kırksekiz se­
ne süren saltanatı devrinde, Kanûnı Sultan Süleyman, Osmanlı Dev­
letini adaletle idare etmiş ve memleketi imar etmiştir. Gâza ve ci­
hâdı, Allah için yapan bir padişah idi. Allah’ın izni ile hangi yöne
sefere çıksa, muzaffer ve sağ olarak bol ganimetlerle dönerdi. Çün­
kü «Veşâvirhüm fil emr» âyetine uyarak, bütün işlerinde işe baş­
lamadan önce etrafındaki âlimlerin, salihlerin ve vezirlerin fikir­
lerini alırdı.

MÜBAREK ZAMANLARINDA SADRÂZAMLIK


MAKAMINA GELEN BÜYÜK VEZİRLERİ BİLDİRİR
Sadrazam Pîr Mehmed Paşa : Karamanlıdır. Kanûnî" Sdltan Sü­
leyman tahta çıktığı zaman sadrazamlık makamında bulunuyordu.
Yeni padişah da kendisini makamında bırgktı. Sadrazam Makbul ve
Maktul İbrahim Paşa: Sarayda özel haremde yetişmişti. Sadrâzam
iken Mısır’a gitmiş ve Hâin Ahmed Paşa’yı öldürdükten sonra, Mı­
sır kalesine yedi tane kule yaptırmış ve ayrıca Mısır’da imâr hare­
ketlerinde de bulunduktan sonra İstanbul’a dönmüştür. Sadrâzam
Avas Paşa: Aslen Arnavuttur. Sarayda yetişerek yükselmişti. Son­
ra Yeniçeri Ağası ve Rumeli eyâleti mutasarrıfı olarak vezirliğe
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 121 •

yükseldi. Sadrazam Lûtfi Paşa: Bu da Arnavuttur. Saraydan yetiş­


miştir. Çeşitli livalarda mutasarrıflık yaptıktan sonra vezirliğe yük­
selmiştir. Sadrazam Süleyman Paşa: Beyaz kölelerden olup saray­
da yetişmiş, Şam ve Mısır’a gönderilmiş, oradan donanma ile Hin­
distan’da Bende Div, Ahmedâbâd ve çeşitli kaleleri Portogal (Por­
tekiz) kralından alıp, Hind mihracesine bağışlayarak birçok gani­
met malı ile Yemen’deki Bender Aden’i fethetmişti. Özdemir bey
ile Habeş’i aldıktan sonra İstanbul’a döndü ve Sadrazamlığa geti­
rildi. Ondan sonra Rüstem Paşa sadrazam oldu. Hırvat aslındandır.
Aristo gibi bilgili ve tedbirli bir vezir idi. Sadrazam Ahmed Paşa:
Arnavuttur. İyi idaresi, cesurluğu ve gösterişi ile tanınmıştır. Sa­
rayda başkapıcılık görevinden alınarak Yeniçeri Ağalığı ve Rumeli
valiliği görevlerinde bulunduktan sonra sadrazam olmuştur. İran
Şahı Şah Tahmesb’ı gece baskını ile yenmiş, sonra da Tameşvar’ı
fethetmiştir. Sadrazam Kalın Ali Paşa: Hersek sancağına bağlı Per-
çe kasabasmdandır. Sarayda kapıcıbaşılıktan ayrılarak Yeniçeri Ağa­
lığı ve Mısır Valiliği görevlerinde bulundu. Sonra da sadrazam ol­
du. Çok iri bir adam imiş. Sadrazam Sokullu Koca Mehmed Paşa:
Bosna sancağına bağlı Sokul yani Şahin kasabasında doğmuştur. Pa­
dişah sarayında kapıcıbaşılık ve çeşitli sancaklarda ve Rumeli eyâ­
letinde görev yaptıktan sonra, üç padişaha kırk sene sadrazamlık
yapmıştır. Sonunda Serhadli bir fedâi tarafından Kubbealtında bir­
kaç yerinden bıçak ile vurularak şehid edilmiştir. Daha önce birçok
savaşlara katılan gâzi, hepsinden de ölmeden kurtulmuştu.
Sadrazam olamayan diğer vezirler: Gebze’de imâret ve cami
yaptıran Vezir Mustafa Paşa: Bosnalıdır. Vezir Ferhad Paşa: Ar­
navut asıllıdır. Vezir Koca Kasım Paşa: Kanûnî Sultan Süleyman’ın
şehzadeliği zamanında Defterdar, sonra lalası olmuş, ihtiyarlayınca
dördüncü vezirliğe getirilmiştir. Emekli olduktan sonra Selânik’e
yerleşmiş ve orada bir câmi yaptırdıktan sonra vefat etmiştir. Ve­
zir Hân Ahmed Paşa: Arnavuttur. Saraydan çıktıktan sonra Yeni­
çeri Ağalığı yaptı. Belgrad fethinde Rumeli Valiliği görevinde bu­
lundu. Daha sonra Mısır’da devlete isyan edince,' Zoyle kapısında
asılarak idam edildi. Vezir Güzelce Kasım Paşa: Haremde görevli
iken vezirliğe getirilmiş. Mora adasındaki Anadolu kalesini üç se­
ne muhasaradan sonra fethetmiştir. Sonra İstanbul karşısında Ka­
sımpaşa kasaba ve câmiini yaptırmıştır ki, Kasımpaşa adı ile bili­
nir. Vezir Hacı Ahmed Paşa: Budin veziri iken, Yahudi bir hekim
zehirli bir şerbet içirterek öldürmüştü. Yakalandıktan sonra «Meh­
med isimli kırk adam zehirledim» diye itiraf edince, Yahudi de öl-
122 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

dürülmüştür. Mehme'd Paşanın mezarı Budin’dedir. Vezir Hüsrev


Paşa: Koca Lala Mustafa Paşa’nm itibarlı hizmetçisidir. Çeşnigir-
başı görevinden başlıyarak sırası ile Kapıcılar Kethüdalığı, Rumeli
ve Mısır valiliklerinde bulundu. Vezir Hadım İbrahim Paşa: Çok
namuslu, temiz ve cesur, ihtiyar bir vezir idi. Silivrikapmm için­
deki nurlu câmi onun eserlerindendir. Vezir Hadım Haydar Paşa:
Sarayda Kapıağası iken dışarı çıkıp şehzade Mustafa’nın öldürül­
mesinde ona yakınlığı ile suçlanarak azledildi ve Hersek sancağına
sürüldü. Bilgili, güzel konuşur, fakir babası, yardım sever bir vezir
idi. Vezir Balak Mustafa Paşa: Aslen Bosnalıdır. Arnavutça Balak,
koca demektir. Bu lâkap ile tanınmış, cesur ve sert tabiatlı bir ve­
zir idi. Mısır veziri ve kapudan oldu. Mezarı Eyüp’dedir. Vezir Da-
mad Ferid Paşa: Şehzade Mehmed Hân’ın damadı idi. Eski Sarayın
bir köşesinde ve Sultan Bayezid yakınında bunlara bir fcaray yap­
tırıldı. Güzel yazı yazan paşa, Kur’ân-ı Kerim yazarak onunla ge­
çimini temin ederdi. Yazdığı Kur’ân’lardan biri Bayezid Hân tür-
besindedir. Vezir Mustafa Paşa: Hâlid bin Velid Hazretlerinin so-
yundandır. Şemsi Paşanın büyük kardeşidir. Sarayda yetişmiş ve
Çakırcıbaşılığa yükselmişti. Rumeli valiliği görevi ile Malta adasının
fethine gönderilmiş ise de, fethedemeden döndü. Sonradan Hacca
gitmiş ve orada ölmüştür. Cenazesini mezara babam koymuştur.
Kanûnî Sultan Süleyman’ın Beyîerbeyileri: Benram Paşa: îç-
oğlanları taşla vurarak kendisini şehid ettiler. Peşinden, Paşayı şe-
hid edenler de öldürüldüler. Davud Paşa: Mısır Valiliği görevinde
iken öldü. Üveys Paşa: Şam Beylerbeyi iken öldü. Dukaginzâde
Gâzi Mehmed Paşa: Mısır Valisi oldu. Diğer Üveys Paşa: Yemen
kumandam iken Aden şehrinde, Eşkıya Pehlivan Haşan Elmeylî
elinden şehidlik şerbetini içerek öbür dünyaya gitti.
Özdem Paşa: Mısır Sultanı Gavri’nin akrabasından olup, Çer­
keş asıllıdır. Şecaat sahibi, yiğit ve cesur bir kimse idi. Habeş’i o
fethetmiştir. Yahya Ömer Paşa: Belgrad’da camii, imareti ve çeşitli
hayır eserleri vardır. Gâzi Kasım Paşa: Sultan Süleyman Hân Vi~
yana’yı muhasara edip kışın şiddetinden fethedemeden dönünce, bu
Gâzi Kasım Paşa on iki bin serdeııgeçti, namlı, bahadır yiğitlerle
Almanya’ya akınlar düzenleyerek kâfirlere yaralar açarken, beri
yanda Süleyman Hân, Cankurtaran kalesine çekilerek can kurtar­
dı. Bilâhare Gâzi Kasım Paşa üç adamı ile Venedik tarafında Ösek
kalesine geldi. Diğer bütün askeri Alman toprağında şehid düşmüş­
ler Bu hakir o şehidleri Almanya’da pek çok yerde görmüştür.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 123

Güzelce Rüstem Paşa: Sarayda yetişmiş, sonra Yeniçeri Ağası,


sonra da Budin Valisi olmuştur. Süleyman Paşa: Saraydan yetiş­
miştir. îstolni Belgrad’da Gölbaşı muhafızlığında iken vefat etmiş­
tir. Mezarı, adı geçen yerde kale kapısı önündedir. Osman Paşa:
Padişah sarayında yetişmiş, Çerkeş asıllı ve işe yarar bir kişi idi.
Nahcivan seferinde Acem Şahı’nın ordusuna gece baskınları ile ya­
rarlık gösterdiğinden, kendisine Erzurum vilâyeti ihsan olunmuş­
tur. Gazi Haşan Paşa: Yemen ve Habeş’e gitti. Oradan da Tameş-
var’a vali tayin edildi. Solak Ferhad Paşa: Bağdat Valiliği yaptığı
sırada orada vefat etti. Baltacı MeKmed Paşa: Bosnalıdır. Bağdad
Valiliğinden azledildikten sonra, İstanbul’da öldü. Hürrem Paşa:
Bosnalıdır. Piri Paşa: Ramazanoğullarındandır. Musa Paşa: İsfen-
diyaroğullarmdandır. Erzurum Valisi iken, Gürcü kâfirleri harbin­
de şehid oldu. Hadım Ali Paşa: Mısır Valisi iken vefat etti. Arslan
Paşa: Eski Lala Mehmed Paşa’nın oğludur. Budin Baruthanesini o
yaptırmıştır. Tata ve Paşa kalelerinin düşman eline geçmesinde suç­
lu görüldü, Padişah çadırı önünde kafası kesilerek şehidler arasına
karıştı. Ayaş Paşa: Sadrazam Koca Sinan Paşa’nın kardeşidir. Ha­
remde yetişti. Sonradan katledildi. Eski Behram Paşa: Bağdad va­
liliği yaptığı sırada şöhret bulmuştu. Cenaplı Ahmed Paşa: Saray­
dan yetişmiş, Anadolu’da yirmi sene hâkim olmuş, Ankara’da bir
hamam, bir de mevlevihane yaptırmıştır. Ulama Paşa: Tek vilâye­
tinde Acemlere esir düşerek İran’a götürüldü. Sonradan orada Hân
oldu. Daha sonra Anadolu’ya kaçtı. Kendisine Lipve vilâyeti veril­
di. Orada iken kale düşmanlar tarafından muhasara edilmiş, mec­
buren kaleyi düşmana terkedip dışarı çıkınca da, «Kırk gün neden
harbettin?» diye, düşman tarafından şehid edilmiştir. Mezarı Lip-
ve’dedir. Pulad Kasd Paşa: Haremden yetişmiştir. Şemsi Ahmed
Paşa: Kızıl Ahmedlilerden beşinci vezir Mustafa Paşa’nın karde­
şidir. Üç padişaha özel musahiplik yapmıştır. Hacı Ahmed Paşa:
Bu da Kızıl Ahmedlilerdendir. Damad Haşan Paşa: Sultan Süley­
man Hân’ın damadıdır. İran’a kaçan Şehzâde Bayezid için İran’a
elçi olarak gitti. Şehzâde Bayezid’i çocukları ile beraber alarak Si­
vas kalesine getirdi. Orada boğdurmak suretiyle şehid etti ve Paşa
kalesi yakınında toprağa verdiler. Ziyâret etmişimdir. İskender Pa­
şa: Bostancıbaşıîıktan Anadolu valisi oldu. Oradan Diyarbekir mu­
tasarrıflığına tayin edildi ve on beş sene orada kaldıktan sonra ora­
da öldü. Çerkeş asıllıdır. Temerrüd Ali Paşa: Bosnalıdır. Kara Mus­
tafa Paşa: Has odadan yetişmiştir. Hızır Paşa: Saraydan yetişme­
dir. Hızır gibi Şam ve Bağdad’ı dolaşmıştır. Karar sahibi, azla ye-
124 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

tinir, bekâr bir adam idi. Kara Murad Paşa: Sofu Ali Paşa ile ha­
remden yetişmedir. Mısır Valisi iken hastalığına kahrederek Ka-
hire’de öldü. Hüsrev Paşa, Muzaffer Paşa, Gazanfer Paşa, Kelâbi
Paşa: Derviş tabiatlı adamlar oldukları için istekleri ile emekli ol­
muşlardı, daima babamla sohbet ederlerdi .Ayasofya câmii hakkın­
da yazdıklarımın hepsini bu zâtlardan dinledim. Tatlı sözlü, yumu­
şak huylu, evliya gibi ihtiyarlar idi. Mehmed Hân Paşa: Zulkadir
oğullarmdandır. Şah İsmail’e sığındı, sonradan pişman olarak tek­
rar Osmanlı Devletine döndü. Rumeli’de ve Anadolu’da büyük san­
caklarda görev yaptı. İsmi yazılırken Cenab yazılarak kendisine il­
tifat edilirdi.

Sultan Süleyman Hân devri Kaptanları: Kaptan Sinan Paşa:


Haremden yetişmiş, hiddet sahibi bir zât idi. Kaptan Hayreddin Pa­
şa: Vardar Ilıcası’ndandır. Bütün ataları oradadır. Fakat kendisi Mi­
dilli adasında doğmuştur. Büyüyüp gençlik çağma geldiği zaman,
döğüşken ve kavgacı bir yiğit oldu. Cezayir’de çeşitli vilâyetlere vali
oldu. Nihayet 940 senesinde kendisine kaptanlık ihsan edildi. Ak­
deniz’de üç bin parça yelkeni söndürdü. Birkaç kere esir düştüğü
ve sayısız kaleler aldığı bütün tafsilâtı ile anlatılmış ve «Hayreddin
Paşa’nm fetihleri» diye duyulmuştur. Sonunda İstanbul’da vefat et­
miştir. Beşiktaş’ta deniz kenarında karaların kaptanı olmuştur. Adı
geçen limanda kıyamet gününe kadar demirlemiş olarak yatmak­
tadır. Ölüm tarihi olarak şu mısra söylenmiştir: «Daldı rahmet de­
nizine Kapudan» sene 970. Allah rahmet eylesin.

Salih Paşa: Kazdağlıdır. Bu dahi Cezayir Paşası oldu ve o gö­


revde iken öldü. Turgud Paşa: Cezayir Paşası iken Malta kalesi
muhasarasında top atarken top parçalandı ve şehid oldu. Malta da
fethedilemedi ve geri dönüldü. Hayreddin Paşa oğlu Mehmed Pa­
şa: Cezayir Paşası olup, Okyanus’a dehşet saçtı. İngiltere adalarını
yakıp yıkarak talan etti.

Sultan Süleyman Hân zamanındaki defterdarlar ve nişancılar:


İlk defterdar İskender Çelebi ile Haydar Çelebi: Gelibolu’ludurlar.
Lütfi Bey: Haremden yetişmiştir. Ebû Fadıl Efendi: Molla îdris Bit-
lisî’nin oğludur. Abdi Çelebi: Çivizâdenin oğludur. Mustafa Çele­
bi: Felçli olduğu halde yine de divan toplantılarına katılırdı. Zira
zamanının en kuvvetli kalemi idi. Mehmed Çelebi: Eğri Adrizâde
derlerdi. İbrahim *Çelebi: Baş defterdar idi. Haşan Çelebi: Defter­
darlıktan azledilerek Çeşnigirbaşılığa getirildi. Murad Çelebi: Ki-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 125

lidülbahir hisanndandır. Cemâlizâde Mustafa Çelebi: Beytlerinde,


şiirlerinde ve diğer eserlerinde Neşâtî mahlasını kullanırdı. Baba­
sının adı Celâl olup, Tosya’da kaldı îdi. Defterdardı. Tarih mev-
zuundaki «Tabakat-ül memalik» ile «Kanunnâme» bu zatındır. Ra-
mazanzâde Mehmed Çelebi: Nişancı idi. Kısa bir tarihi vardır.
Sultan Süleyman Hân devrindeki beyler: Küçük Bâli Bey: Sad­
razam Yahya Paşa’nın oğludur. Hüsrev Bey: Sultan Bayezid’in muh­
terem kızlarından olan torunudur. Otuz üç sene Bosna’da hüküm
sürmüş ve Saray şehrinde bir cami, bir han, bir hamam, bir imâret,
bir medrese ve bir çocuk mektebi yaptırmıştır. Binlerce fetihleri
vardır. Kara Osman Şah Bey: Kara Mustafa Beyin oğludur. Sultan
Süleyman Hân’ın kız kardeşinin oğludur. Tırhala’da hayret edile­
cek bir câmii, medrese ve imâretleri vardır. Malkoç bey oğlu Ali Bey:
Porga beyi bulunduğu sırada Hırvatistan’da ün salmıştır. Bunhar-
zâde: Celâlzâdenin talebelerinden olduğu için, sonradan defterdar.
oldu. Çerkeş Kasım Bey: Saraydan yetişmiştir. Nablus’da görevli
iken, Araplar çölde silâhlı dolaşamazlardı. Kurd Bey: Eski ikinci
vezirlerden Deli Hüsrev Paşa’nın oğludur. Canpulad Bey: Kürt as­
lından ünlü bir bey idi. Hüseyin Bey: Kürtler divân beyi iken, bun­
ların da adı ile birlikte Cenab lâkabı yazılırdı.

Sultan Süleyman Hân zamanının bazı meşhur bilginleri : Molla


Hayreddin Efendi: Evelce Sultan Süleyman’ın hocası idi. Kastamo­
nulu Mevlânâ Seyid Çelebi: Bilginler arasında sivrilmiş ve Şeyhül­
islâm olmuştur. Mevlânâ Kadiri Çelebi, Mevlânâ Şeyh Mehmed:
Anadolu kazaskeri idi. Adil Paşa oğlu Ahmed oğlu Mevlânâ Meh­
med: Derin bir tarih kültürü ve farsça şiirleri vardı. Ahmed Adil
Paşa oğlu Mevlânâ Abdülfettah: Güzel konuşan ve tatlı sohbetleri
olan bir zat idi. İran’da Ber’ra adlı şehirde doğmuştur. Şeyh Meh­
med Tunusî: Hafız olup, Kur’ân’ı on türlü okumasını bilirdi. Büyük
bir üne sahipti. Mevlânâ Zahirüddın Erbîlî: Tebriz’den Anadolu’­
ya gelmiş, sonra da Mısır’da Hain Ahmed Paşa ile birlikte idam edil­
miştir. Mevlânâ Mehmed Kemal Paşazâde’nin talebelerinden idi.
Mevlânâ Yakub: Manisa’da müderrislik yaparken 929 senesinde öl­
dü. Aça Halife diye tanınmış, güzel yazı yazan bir zat idi. Şeyhül­
islâm Alâeddin Cemâli: Yavuz Sultan Selim devrinde de Şeyhül­
islâmlık yapmıştı. Bilgili, olgun, faziletli, muhterem bir zat idi ki,
elli akçe terakki ile emekli olmayı tercih etti. Şeyhülislâm Kemal
Paşazade Ahmed Efendi: Yavuz Sultan Selim devrinde, Mısır fet­
hinde kazaskerlik yaptı. Yazdığı eserlerin adedi sayılamayacak ka-
126 EVLİYA c e l e b i S E Y A H A T N Â İS I

dar çok olduğu gibi, ayni zamanda Müfti-üs Sakaleyn idi. Devrinin
tek adamı olup, gaipten haber veren yegâne zat idi. Şeyhülislâm
Ebussuud Efendi: Bu muhterem zatin vasıflan bir araya toplanır-
sa, büyük bir kitap olur. Bin cilt kadar kitap ve risaleleri vardır.
Bir tefsiri vardır ki, âlimler arasında çok beğenilen nefis bir tef-
sirdir. Mevlânâ Muhuddin Arabzâde: Ebussuud Efendinin azarladı-
ğı zatdır. Mısır'a giderken Akdeniz'de boğulmuştur. Salih oğlu Mev-
lânâ Ali: Hiimayunnâme adil eserin yazarıdır. Bursa'da y ti ı.akta-
dır.

٠٠
AYİN VE TERTİP KAİDELERİNİ AÇIKLAYAN
SULTAN SÜLEYMAN KANUNNÂMESİ

UKARIDA yazıldığı üzere Aristo gibi tedbirli ve uzak görüş-


İÜ, iyi kalpli vezirler, ülkeler fetheden Beylerbeyiler, kuman-
danlar, defterdarlar, nişancılar, bilg-inler, temiz kişiler ve İş-
bilir şeyhler ile kırk sekiz sene saltanat süren Kanûnî Sultan Sii-
leyman, vezir ve kumandanları ile görüşüp konuşarak., İslâm dini
uğruna OsmanlI ordusunun bütün askeri sınıflarına nizam ve inti-
zam vermek İçin bir Kanunnâme-i Hümâyûn yapmıştır ki, aşağıda
onu açıklayacağız.

Gerçi Fâtih Sultan Mehmed İstanbul'u fethetti ama, Kânûnî Sul-


tan Süleyman da imar etti. Yaptığı kanun gereğince Rumeli'nde,
Anadolu’da ne kadar vezirlik, ne kadar Beylerbeyilik, ne kadar bey-
lik hasları ve her eyâlet ve vilâyette ne kadar hâs- 1 hümâyûn ve ne
kadar vezir hâsları, ne kadar beylerbeyi hâsları vardır, onları bil-
dirir. Ve aynca her eyâlette ne kadar serbest zeâmet ve her san-
cakta ne kadar timar vardır; Kanunu Süleyman gereğince cebeli-,
leri ile kaç yüz bin asker eder, onlan bildirir.

Rumeli eyâleti: Sancak 14, kılıç zeâmet 1227, timar 12287, Ki-
Zilelma'ya bağlı Budin eyâleti: Sancak 17, kılıç zeâmet 278, kılıç
timar 2391. özü eyâleti: Sancak 6, zeâmet 188, timar 1286. Bosna
eyâleti: Sancak 7, zeâmet 150, timar 1792. Tameşvar eyâleti: San-
cak 6, zeâmet 1090 Cezayir eyâleti: Sancak 15, zeâmet 731, timar
1883. Eğri eyâleti: Sancak 9, zeâmet 1081, timar 4000. Kapije eyâ-
leti: Sancak 7, zeâmet 77, timar 2007. Kefe eyâleti: Sancak 9, zeâ-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 127

met ve timarı yoktur. Mora eyâleti: Sancak 5, zeâmet ve timar yok.


Varat eyâleti: Sancak 5, zeâmet ve timarı yoktur. Erdel Boğdan
eyâleti: Beyi Hristiyandır. Üç bin kese vergi verir. Kırım eyâleti:
Zeâmet ve timarı yoktur. Kanun gereğince hânlıktır. Kıbrıs eyâ­
leti: Sancak 7, zeâmet ve timarı yoktur. Girid adası eyâleti: Sancak
13, zeâmet ve timarı yoktur.
Yukarıda yazılan yirmi eyâletlerinde Sultan Süleyman kanu­
nu gereğince toplam olarak 176 sancak, 3306 kılıç zeâmet, 37379 kı­
lıç timar, 40685 kılıç, zeâmet, timar ve müsellim Mahmud Paşa’ya
âit hâs-ı muaf zeâmeti toplamı da 30399’dur.

ANADOLU TARAFINDAKİ EYÂLETLER, SANCAKLAR,


ZEAMETLER, TIMARLAR VE MUAF MÜSELLİMLER
Anadolu eyâleti: Sancak 14, zeâmet 294, timar 15591. Karaman
eyâleti: Sancak 7, zeâmet 68, timar 2217. İzmir eyâleti: Sancak 7,
zeâmet 1080, timar 3699. Maraş eyâleti: Sancak 4, zeâmet 29, timar
215. Şam eyâleti: Sancak 7, zeâmet 12, timar 1868. Trablusşam eyâ­
leti: Sancak 6, zeâmet 22, timar 515. Yeni Sayda eyâleti: Sancak 4,
zeâmet 94, timar 985. Haleb eyâleti: Sancak 5, zeâmet 99, timar 833.
Adana eyâleti: Sancak 5, zeâmet 43, timar 1059. Reha eyâleti: San­
cak 4, zeâmet 37, timar 6022. Diyarbekir eyâleti: Sancak 12, zeâmet
56, timar 9926. Erzurum eyâleti: Sancak 9, zeâmet 133, timar 5159.
Trabzon eyâleti: Sancak 22, zeâmet 100, timar 398. Gürcistan eyâ­
leti: Sancak, zeâmet ve timarı yoktur. Kars eyâleti: Sancak 6, zeâ­
met 43, timar 1263. Çıldır eyâleti: Sancak 13, zeâmet 65, timar 689.
Van eyâleti: Sancak 24, zeâmet 65, timar 2695. Musul eyâleti: San­
cak 3, zeâmet 66, timar 1004. Şehrizor eyâleti: Sancak 11, zeâmet
52, timar 806. Bağdad eyâleti: Timar ve zeâmeti yoktur. İltizâm
usulü ile idare edilir. Basra eyâleti: Bu da sâlyâne ile idare edilir.
Dehliz Çerce eyâleti: Yukarı Mısır ve Masava eyâletleri. Trablus
eyâleti: Vergiye tâbidir. Tunus eyâleti: Bu da senelik vergiye tâbi­
dir. Cezâyir eyâleti. Bu da Trablus ve Tunus gibi Osmanlı Devleti­
ne senelik vergi öder.
Yukarıda yazılan usul ve âdetlerle idare olunan eyâletlerin top­
lam olarak; sancakları 158, kılıç zeâmetleri 1571, timarları 41216’dır.
Kanun gereğince Cebelüleri ile bütün askerine ve yukarıda saydı­
ğımız vergiye tâbi olan eyâletlerin vezirlerine ve askerlerine tah­
sis olunan maldan has bahaları ve ulufeleri verildikten sonra, geri­
ye kalan kısmı devlet hâzinesine gönderilir. Mısır, Habeş ve Bağdad
128 EVLİYA ÇELEBt SEYAHATNAMESİ

hâzinesi böyle bağlanır. Trablusşam ve Sayda eyâletleri de bunla­


rın tâbi olduğu usule tâbidir.

HÂS İLE İDARE OLUNAN EYÂLETLER

O
SMANCI Devletinin geliri üç kısımdı:: Birincisi Hâs-ı Hümâ-

dır. üçüncüsü zeâmet ve timarlardır.


Beylerbeylerinin hâslarının ıııikdan : Rumeli beylerbeyinin hâs-
,!,arının yekûnu bir milyon yüzbin akçedir. Anadolu beylerbeyinin
hâs-ı toplamı bir milyon akçedir. Karaman hâs-1 altı yiiz altmış bin
yetmişbir akçedir. Şam ,l'lâs-ı bir milyon akçedir. Sivas eyâleti hâs-ı
dokuz yiizbin akçedir. Erzurum eyâletinin hâs-ı bir milyon iki yüz
ondört bin altiyüz akçedir. Diyarbekir eyâletinin hâs-ı İkiyüz bin
altı yüz altmış akçedir. Van eyâleti hâs-ı bir milyon yüz otuz iki
bin iki yüz akçedir. Budin eyâleti hâs-ı tutarı.sekiz yüz seksen bin
akçedir. Cezâyir' eyâleti hâs-ı sekiz yüz seksen beş bin akçedir. Ha-
leb eyâleti hâs-ı on yedi bin yedi yüz altmış akçedir. Maraş eyâle-
tinin hâs-ı yirmi ,sekiz bin dört yüz elli akçedir. Bosna eyâletinin
hâsı elli bin akçedir. Tameşvâr eyâletinin hâs-ı sekiz yüz altı bin
yedi yüz akçedir. Kars eyâleti hâs-ı sekiz yüz yirmi bin yedi yüz
yetmiş akçedir, ‫ ؟‬ildir eyâletinin hâs-ı dokuz yüz yirmi beş bin ak-
çedir. Trabzon eyâletinin lıâs-1 yedi yüz otuz dört bin sekiz yüz
elli akçedir. Rakka eyâletinin hâs-ı altı yüz seksen bir bin elli altı
akçedir. Musul eyâletinin hâs-ı altı yüz seksen iki bin akçedir. Şeh-
rizor eyâletinin hâs-ı bir milyon yüz bin akçedir. Trablusşam eyâ-
letinin hâs-ı yediyüz seksen altı bin akçedir, özü eyâletinin hâs-ı
dokuz yüz seksen sekiz bin akçedir. Kırım Sultani, bir milyon iki
yüz bin akçe tutarındaki hâsını Kefe iskelesi gümrüğünden alır.
Kepe Paşasının talısisat'ı altı yüz yetmiş dokuz bin akçedir. Egri eyâ-
letinin hâs-ı sekiz yüz bin seksen akçedir. Kanije eyâletinin tahsi-
satı ^edi yüz kırk altı bin altmış akçedir. Mora eyâletinin tahsisatı
altı yüz elli altı bin akçedir. Bagdad eyâletinin hâs-ı .bir milyon
iki yüz bin akçedir. Basra'nın -vezirlik olalı-- bir milyon akçedir.
El-hasa’nm —vezirlik değildir, fakat hükümet oldugu İçin— sekiz
yüz seksen sekiz bin akçedir. Mekke-i Mükerreme, hâsını Mısır şe-
rifinin surresinden alır. Habeşistan eyâleti’nin tahsisatı bir milyon
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 129
seksen bin akçedir. Mısır vezirlerinin tahsisatı dört, yüz sekseıi ye­
di Mısır kîsesi keşûfiyesi vardır. Trablus, Tunus, Cezâyir, Kıbrıs,
Rodos ve serdar, vezir, kaptan paşanın tahsisatları bir milyon iki
yüz bin yedi yüz akçedir. Bundan tâ Trablus Paşası'mn tahsisatına
varıncaya kadar birbirinden yüz akçe noksandır.
Kanûnî Sultan Süleyman zamanındaki kumandana, kâfirlerden
intikam almak için izin verilmiş olup, bütün deniz, beyleri, kaptan
paşa da dahil olmak üzere onun emri ile sefere çıkardı. Bütün de­
niz paşalarından üstün idi. Bu şekilde yükselerek sonunda Hayred-
din Paşa oldu. Yeni alman Varat’ın tahsisatı yedi yüz doksan bin
akçe, Girid adası kumandanının tahsisatı ise on bir bin dokuz yüz
doksan akçedir. Girid hepsinden sonra fethedilmiştir. Fakat Padi­
şah fermanı ile hâs yazılırken, böyle ihsan olunmuştur. Sultan Sü­
leyman Hân, kanunu gereğince, hangi memleket önce fethedilmiş
ise onun vezir ve paşasının tahsisatını fazla, sonra fetholunanın tah­
sisatını ise az vererek ilk alınanı öne geçirirdi. Fakat bazı yaşlı ve­
zirlere arpalık sancaklar verilip, Adana gibi eyâlet olmuştur ki, Suh-
te Mahmud Paşa’ya verildiği zaman tahsisatı on bir bin altı yüz bir
akçe ile ihsan olundu. Mısır valisinin ilk sorguç taşıması kanun hük­
müdür. Habeş veziri iki otağ (çadır) taşır. Bağdad veziri de öyle.
Padişah Anadolu tarafına sefere çıktığı zaman, Padişah huzurunda
yapılan toplantılarda ve bayramlarda sırası ile en önde Mısır, son­
ra Bağdad, Habeş, Budin, Anadolu, Maraş paşaları, ondan sonra da
kaptan paşa bulunur. Eğer sefer Rumeli taralında ise önce Sadra­
zam, sonra, Budin, Mısır, Habeş, Bağdad. Rumeli, daha sonra ilk
fethedilen eyâletlerden başlamak üzere eskiler yenilerin önünde ol­
mak üzere sıralanırlardı. Sultan Süleyman Hân’ın kanununa göre,
her beylerbeyi, tahsisatının her beş bin akçesi karşılığı bir mükem­
mel Cebelileri ile sefere iştirak etmek zorundadır.

Her eyâlete bağlı sancakların adları: Rumeli eyâleti: Yirmi dört


sancağı vardır. Mal defterdarı, çavuşlar kethüdâsı, defter emini, def­
ter kethüdâsı, timar defterdarı, alaybeyi, çeribaşısı, Voynuk ağası
ve zeamet ile yedi yörük beyleri vardır.
Sancakları aşağıda yazılmıştır: Sofya sancağı, Paşa’nın oturduğu
yerdir. Köstendil, İskender, Tırhala, Ohri, Avlonya, Dilvenya, Yanya,
İlbasan, Cermen, Selânik, Üsküp, Dukagin, Vidin, Alacahisar, Pir-
zerin, Volçetrin, Sağkol, Solkol (Sokul) sancaklarıdır. Fakat Silistre,
Evliya Çelebi I-II. F : 9
130 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Niğbolu, Kırkkilise, Bender, Akkerman, özü, Kılburun sancakları


Rumeli eyâletinden alınarak, Karadeniz sahilindeki kasaba ve köy­
lerin muhafazası için, Silistre eyâleti merkezi olmak üzere başlı ba­
şına vezirlik olmuştur.
Anadolu eyâletine bağlı olan sancaklar: Toplam on dört sancak­
tır. Defter kethüdâsı, defter emini, defter muhâsibi, timar defter­
darı, çavuşlar kethüdâsı, çavuşlar emini, çeribaşıları ve alay beyi
vardır. Zeâmet ile dört müsellim beyi, on bir yaya beyi vardır.
Kütahya, paşanın oturduğu yer ve eyâlet merkezidir. Sancakları
aşağıdadır: Sarıhan, Aydın, Kastamonu, Hüdavendigâr, Bolu, Men­
teşe, Ankara, Karahisâr-ı Sahip, Teke ili, Çankırı, Hamid, Sultan-
önü, Karasi.
Karaman eyâletinde yedi sancak vardır. Hazine defterdarı, def­
ter kethüdası, defter emini, timar defterdarı, çavuşlar kethüdası,
alaybeyi ve çeribaşısı vardır, Paşa genellikle Konya’da oturur. Li­
vadan Kayseri, Niğde, Beyşehir, Kırşehir, Akşehir ve Aksaray’dır.

Sivas Eyâleti: Yedi sancaktır. Defter kethüdası, defter emini,


timar defterdarı, çavuşlar kethüdası ve emini, alaybeyisi ve çeri.
başılari vardır. Sivas şehri paşa sancağıdır. Sancaklan şunlardır:
Divriği, Çorum, Keskin, Bozak, Amasya, Tokat, Zile, Canik ve Arap­
kir. Zile sancağı sonradan valide hassı olmuştur.
Bosna Eyâleti: Sekiz sancaktır. Hazine defterdarı, defterdar
kethüdası, defterdar emini, çavuşlar kethüdası, çavuşlar emini, alay­
beyisi ve çeribaşıları vardır. Saray-Bosna şehri paşa tahtıdır. Di­
ğer Livalan şunlardır: Hersek, Kilis, İzvornik, Pozega, Zaçna, Kar-
ka, Rahoviçe ve Banaluka.
Kaptan Paşa eyâleti: On bir sancaktır. Üç sancağı Salyâne’ye
tâbidir. Defter kethüdası, defter emini, timar defterdarı, çavuşlar
kethüdası ve emini, Arabistan ağaları ve kethüdaları, yüzbaşı ve
dayıları vardır. Paşa, Gelibolu sancağında oturur. Diğer sancaklar
Eğriboz, Karlıili, înebahtı, Rodos, Midilli, Kocaeli, Biga, îzmit ve
İzmir'dir.
Mora Yarımadası Eyâleti: Defter emini ve defter kethüdası yok­
tur. Rumelinden ayrılarak vezirlik ve eyâlet olmuştur. Üç yüz ak­
çe pul Padişah malı tahsis edilir. Beş sancaktır. Mora eyâletinin
paşa sancağı Gördes’tir. Öteki sancaklan Misistre, Koronbeyi (bir
adet kadırgası vardır), Ayamavra beyi (bir adet kadırgası vardır).
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 131

Anaboli beyi (iki adet kadırga ile sefere iştirak eder), bazı adalar­
da da reâyâsı vardır. Fakat Sakız adası sancağı, Nakçe sancağı ve
Mehdiye sancakları Salyâneye tâbi olduklarından, kaptan paşanın
idaresi altındadırlar.
Budin Eyâleti: Eğri eyâleti, Kanije eyâleti hepsi de sancaktı­
lar. Budin’de hazine defterdarı, defterdar kethüdası, defter emini,
timar defterdarı, çavuşlar kethüdâsı ve emini, alaybeyisi, çeribaşı-
ları vardır. Budin kalesi paşa sancağıdır. Diğer sancakları Semen-
dire, Peçevi, İstoni, Belgrad, Estergon, Şemtorna, Seksar, Sirem ve
Mohaç’tır. Belgrad sancağı kaymakamlıktır. Ösek ve Eğri sonradan
eyâlet olduklarından yedi sancaktırlar. Buralarda mal defterdarı yok­
tur; fakat defter kethüdası, defter emini, çavuşlar kethüdası, alay­
beyisi ve çeribaşıları vardır. Sancakları Segedin, Surıluk, Hatran,
Sephan, German ve Filek’tir. Paşa Eğri’de oturur.
Ganije Eyâleti: Bu da Budin eyâletinden ayrılarak eyâlet ha­
line getirilmiştir. Yedi sancağı vardır. Mal defterdarı ve timar def­
terdarı yoktur. Yalnız çavuşlar kethüdası, çavuşlar emini, alaybe­
yisi ve çeribaşıları vardır. Ganije, paşa sancağıdır. Diğer sancakla­
rı : Sigetvar, Kopan, Volpapa, Şaklofça, Nadaj ve Balaton’dur.
Uyvar Eyâleti: Dördüncü Mehmed asrında yetmiş üçte Köprü-
lüzâde Fazıl Ahmed Paşa tarafından alınarak' eyâlet haline geti­
rilmiştir. Fakat düzenli bir eyâlettir. Mal defterdarı, defter emini,
defter kethüdâsı, çavuşlar kethüdası, alaybeyisi, çeribaşısı, yirmi oda
ile aile yeniçeriağası, cebecibaşısı, topçubaşısı ve vezir rütbesinde
bir kumandanı vardır. Hepsi sancaktır. Oğuz eyâlet merkezi ve pa­
şa sancağıdır. Diğer sancakları aşağıdadır: Lotre kalesi, Love liva­
sı, Novograd livası, Holok livası, Bukbak livası ve tâbi’ Tuna’dır.
Tameşvar Eyâleti: Altı sancaklıdır. Hazne defterdarı, defter
kethüdası, timar defterdarı, Padişah mallan defterdan, çavuşlar ket­
hüdası ve emini, yirmi iki tuğa sahip kale ağalan, dizdarı ve çeri-
başıları, alaybeyisi vardır. Dördüncü Sultan Mehmed zamanında
Köprülü Mehmed Paşa tarafından Yanova kalesi alınınca, Tameş­
var paşasına sancak merkezi oldu. Diğer sancakları da şunlardır:
Tameşvar, Lipve, Çanad, Göle, Morova, yeni fethedilen Şebeş, yeni
fethedilen Lopos, Kaçanat livası, Arat livası, Beşkelek livası, sonra­
dan Sokullu Mehmed Paşa evkafı olmuştur. Bu sancak vakıftır.
Varat Eyâleti: Cennet mekân Sultan Dördüncü Mehmed dev­
rinde büyük kumandan Köse Ali Paşa tarafından alınmış ve eyâlet
132 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

haline getirilmiştir. Mal defterdarı, defter emini, defter kethüdası,


timar defterdarı, çavuşlar kethüdası ve emini, on oda yeniçeri ağa­
sı ve dizdarı, bir kumandan veziri, alaybeyisi ve çeribaşıları vardır.
Baş sancağı Varat’dır. Sancakları ise şunlardır: Saianta, Dobreçin,
Halmaş. Senköy, Papaşemez. Bu sancakların tamamı Hristiyan ol­
duğu için kumandanları da kendi aralarından Macar asilzadeleri
olup, eyâletin vergilerini toplayarak idare âmiri paşalara gönde­
rirler. Enteresan bir şekilde yola konarak eyâlet haline getirilmiş­
tir.
Erdelistan eyâleti: Bu ülke dahi cennet mekân Sultan Dördün­
cü Mehmed’in ateş saçan kılıcı ile büyük kumandan Gazi, şehid mü.
bârek efendimiz Şeydi Ahmeö Paşa tarafından fethedilerek senelik
bin kasa mal ve bin kese hediye vermek şartı ile —Allah’ın rahme­
ti üzerine olsun— efendimiz Melek Ahmed Paşa’nın tensibi ile Apa-
vi Mihal isimli tanınmayan ve kötü huylu biri kral tâyin olundu,
Erde] bir eyâlet olarak Osmanlı ülkesine katıldı. Bu eyâletin dört
sancağı vardır. Halkı kısmen Hayduşak, kısmen Erdel, kısmen Si-
gel; kısmen de Saz Macarı’dır. Macarları hiçbir devirde OsmanlIla­
ra karşı isyan etmemişlerdir. Bu Erdel ülkesinden elimize dört sefer
esirler ve ganimet mallan geçmiştir.

Eflâk ve Boğdan eyâletleri de tamamen Hristiyan olup, kuman­


danları Osmanlı Devleti tarafından tâyin ve arzedilir, başlı başına
hükümdarlık ederler. Her sene Osmanlı Devletine ikişer bin kese
vergi verirler. Silistre eyâletine bağlıdırlar.

Özü yani Silistre Eyâleti: Ne mal defterdarı, ne de divan ça­


vuşları, timar defterdan, defter emini gibi memurları vardır. An­
cak Kümeli eyâletinden ayrılarak eyâlet haline getirilmiş ve vezir­
lik yapılmıştır. Bu eyâlet on bir sancaktan meydana gelmiştir. Şun­
lardır: Niğboîu, Çermenviz, Kırkkilise, Bucak Tatarı, Bender, Ak-
german, Özü, Kılburun ve yeni sancak olan Doğan livalarıdır. Eyâ­
let merkezi Silistre’dir.
Kırım Eyâleti ‫ ؛‬Hanlıktır. Yedi sancağı vardır. Hânı kendi adı­
na para bastırabüen ve hutbe okutan bir Han’dır. Fakat tâyin
ve azli Osmanlı Devleti’nin elindedir. Hutbesinde önce Osmanlı Pa­
dişahının, sonra Hânın adı okunur. Eyâ.îetin boy beyleri (sancakla­
rı) şunlardır: Hânların oturduğu hükümet merkezi Bahçesaray’dır.
Kalgay Sultan yani Şehzâdenin oturduğu şehir Akmescid’dir. Nu-
reddin Sultan, Şirin beyleri, Nehcivân şehrinde otururlar. Mansur
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S Î 133

beyleri, Mankut illerindedir. Gürcü halkî. Çekşeke illerindedir. Hân­


lar soyundan gelenler Arbat illerindedir. Secun kavmi Corgata ille­
rindedir. Yadrak’lar Ur ağzı illerinde, Davr’lar Gözleve illerindedir.
Saydığımız bu illerin her biri ayrı bir sancakdır.

Kefe Eyâleti: Yani Kırım eyâletinin yarısı, Osmanlı Devleti’-


nin idaresinde olup sancaktır. Sancaklar, Voyvodalar tarafından ida­
re olunurlar. Balıklava livası, Balıklı, Kerç livası, Tamam adası li­
vası, Tâbi Çerkeş Şefake livası, Balısıra livası (Ruslar harab etmiş­
lerdir), Azak livası, Kefe kumandanı Azak’da oturur. Kefe’de def­
terdar vardır. Fakat diğer divan görevlilerinden rütbe sahibi kimse
yoktur.
Kıbrıs Eyâleti: Yedi sancaktır. Dördü hâs, üçü de Salyâne ver­
gisine tâbidir. Hazine defterdarı, timar defterdarı, defterdar kethü­
dası, defterdar emini, çavuşlar kethüdası, alaybeyisi ve çeribaşıları
vardır. Hâs ile idare edilen sancakları îçel, Tarsus, Alâiye, Sis; Sal-
yâne’ye bağlanan sancaklar da Kerenbe, Baf, Magosa, Lefkoşe (Pa­
şa sancağıdır)’dir. Kıbrıs adası yedi yüz yetmiş mil çevresi olan bü­
yük bir adadır. Otuz bin Müslüman askeri yüz elli bin de Hristi-
yan’ı vardır.
Girid Adası Eyâleti: Dördüncü Sultan Mehmed’in kılıcı, Köp­
rülü Fazıl Ahmed Paşa’nm eli ile cebren ve kahren, üç senelik bir
kuaştmadan sonra Kandiya kalesi fethedildi. Yedi yüz yetmiş yedi
mil genişliğinde olan ada, yetmiş kalesi ile birlikte alındı. Eserimi­
zin yazıldığı tarihdeki sancakları aşağıdadır: Hanya, Retmo, Selve.
Bu eyâlet büyük olduğundan, kırk bin, asker ve bir yeniçeriağası, bir
veziri, bir mal defterdarı, timar defterdarı, defterdar emini, çavuş­
lar kethüdası, emini ve kâtibi, ruznamecisi, alaybeyleri, çeribaşıla-
rı vardır. Halen yedi vezir ve kırk bin askerle idare edilmek­
tedir.
Şam-ı Şerif Eyâleti: Hazine defterdarı ve bütün divân hizmet­
lileri mevcuttur. Alaybeyisi ve çeribaşıları vardır. On sancaktan iba­
rettir. Bunlardan yedisi hâs ile, üçü de salyâne idare olunur. Salyâ­
ne ile idare edilenlerde timar ve zeâmet yoktur. Hâs ile idare olu­
nan sancaklar şunlardır: Kudüs-ü Şerif, Gazze, Kerk, Safed, Nab-
lus, Aclun, Leccur ve Bika. İdare merkezi Şam’dır. Salyâne ile ida­
re olunanlar: Tedmür, Sayda, Beyrut, Kerk ve Nuh. Bu sancaklar­
dan başka Şam eyâletinde, tâ Mekke ve Medine’ye varıncaya kadar
yetmiş adet Arap emir ve şeyhliği vardır.
134 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

Trablusşam Eyâleti: Beş sancaktır. Hazine defterdarı, defter


kethüdası, timar defterdarı, çavuşlar kethüdası, alaybeyi ve çeriba-
şısı vardır. İdare merkezi Trablusşam’dır. Diğer sancakları: Hama,
Humus, Selimiye, Cebeliye, Lazkiye ve Hasanâbâd. Lübnan dağla-
n arasında kırk kadar Müslüman olmayan Dürzi beyleri vardır ki,
her biri birer bâtıl mezhebe bağlı küçük gruplardır.
Haleb Eyâleti: Zeâmet ve timarlı yedi sancaktır. İki sancağı
Salyâne ile mültezime verilmiştir. Onlarda zeâmet ve timar yoktur.
Hazine defterdarı, ayrıca Haleb muhassılı, defter kethüdası, defter
emini, çavuşlar kethüdası, emini ve kâtibi, alaybeyi ve çeribaşılan
vardır. Sancakları şunlardır: Kürtler Kilisi, Birecik, Marra, Azaz,
Belis ve Antakya, Salyâne ile idare edilenler, Mezik ve Ulutürkmen’-
dir. Halep, Paşa sancağıdır.
Adana Eyâleti: Divan hizmetlilerinden hiç kimse yoktur. Çün­
kü, Haleb’den ayrılarak eyâlet haline getirilmiştir. Sancakları: Sis,
Tarsus, Karataş ve Silifke’dir. Yedi boy vâsık beyleri vardır. Asisi
çoktur. Çünkü taşlık bir eyâlettir.
Diyarbekir Eyâleti: On dokuz sancağı vardır. Beş hükümettir.
Bu sancakların on biri Osmanlı malıdır. Ve öteki Osmanlı şehirle­
ri gibi idare olunur. Sekizi Kürt beyleri tarafından idare edilir ki,
Selim Hân fethettiği zaman kendilerine yurtluk ve ocaklık olarak
hediye etmiştir. Tayin ve azilleri kendilerine aittir, öldükleri tak­
dirde sancakları eyâlet valisinin emri ile çocuklarına verilir. Başka­
sına verilemez. Akrabaları olursa, bir dereceye kadar kabul edilir.
Fakat öteki sancaklar gibi bina ve gelirleri deftere yazılır. Toprak­
larında timar ve zeâmet vardır. Savaş zamanında timara bağlı olan­
lardan başkaları gibi, alaybeylerinin buyruğu altında sefere iştirak
edenlerin zeâmet ve sancağı oğluna, yahutta akrabasına verilir. Fa­
kat Hükümet olarak yazılan sancaklar arasında Sultan Selim kanun­
nâmesi gereğince timar ve zeâmet yoktur. Beyleri kim İse, arazinin
sahibi olarak idarede bulunur. Yazma ve gezme imkânı bulunmayan
yerlerdir. Bina ve gelirleri beyleri tarafından tasarruf edilir.
Doğrudan doğruya Osmanlı Devletine bağlı sancaklar şunlardır:
Harput, Ergani, Siverek, Nusaybin, Haşan Keyf, Mikarkm, Akçaka­
le, Habur ve Sencar. Yurtluk ve ocaklık olarak beylere bırakılan
sancaklar ise şunlardır: Sağman, Kulp, Mihrası, Tereli, Atak, Bir-
tek, Çapakçur ve Çermik. Yazma ve gezme imkânı olmayan sancak
beylerine Osmanlı Hükümeti tarafından bir emir gönderildiği tak­
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 135

dirde, beylerin isimleri ile beraber Cenab ifadesi kullanılan sancak­


lar şunlardır: Cezire Hükümeti, Eğin Hükümeti, Genç Hükümeti,
Palu Hükümeti, Haro Hükümeti, Adı geçen bu Kürdistan sancak­
ları büyük eyâletler kadar geniş araziye sahiptirler. Bu Diyarbekir
divanının da ruznâmecisi, mal defterdarı, timar defterdarı, defter
emini, çavuşlar kethüdası, emini ve kâtibi, alaybeyisi ve çeribaşı-
ları vardır.
Kars Eyâleti: Sancaklarının sayısı daha önce yazılmıştır. Alın­
dığı tarihte Erzurum’a bağlı idi. Sonradan Pasin sancakları ilâve
edilerek eyâlet yapılmıştır. Divan mensuplarından mal defterdarı
yoktur. Fakat alaybeyi ve çeribaşısı vardır. Sancakları ise şunlar­
dır: Ardahan, Hococan, Zârreşad, Gecran, Kağızman, Kars eyâlet
merkezidir.
Çıldır yani Ahıska Eyâleti: Divan mensuplarından mal def­
terdarı ve diğerleri yoktur. Sadece alaybeyi ve çeribaşı vardır. San­
cak adedi on üçtür. Oltu, Hartus, Ardanuç, Büzürk, Hacerek, Arda­
han, Postoko, Mancıl, Acarapenek. Bunlardan başka dört sancağı
yurtluk, ocaklık ve mülkiyet yolu ile idare olunur ki, onlar da şu
sancaklardır: Porterek, Livana, Nısfılevana ve Şavşad. Sultan Dör­
düncü Mehmed zamanında, Kara Murtaza Paşa tarafından Kutayis
kalesi alınarak bu sancaklara ilâve edildi. Genellikle Demir Serhan
oğulları iâat ettiler ve orası sancak oldu.
Gürcistan Eyâleti: Acıkbaş, Şavşad, Dadyan, Kuril ve Menge-
ristan beylerinin hepsi de Hristiyandır. Fakat Dördüncü Murad dev­
rinde hepsi itâat etmişler ve Sefer Paşa burayı ele geçirerek Ahıs-
ka kalesini merkez yapmıştı. Halen her sene hediyeler gelmektedir.
Trabzon Eyâleti: Buraları Rum bölgesi olup. Gümüşhane, Maç­
ka, Rize ve Gönye’den ibaret olan bu dört sancak bir araya getiri­
lerek Trabzon eyâleti teşkil edilmiştir. Fakat defterdar kethüdası,
timar defterdarı, alaybeyi ve çeribaşısı vardır.
Rakka Eyâleti: Yedi sancaktır. Rakka, Reha sancakları bir ara­
ya getirilerek bir eyâlet yapılmıştır. Sancakları şunlardır: Cemase,
Habur, Dirrahiye, Benî, Rebî, Suruç, Harran ve Rakka. İkisini Arab-
lar harab etmiştir. Eyâlet merkezi Urfa'dır. Divan üyeleri yoktur.
Cennet Eyâlet, Bağdad : On sekiz sancaktır. Hazine defterdarı,
defter kethüdası ve timar defterdarı vardır. Yedi sancağı diğer eyâ­
letlerde olduğu gibi zeamet ve timar diye anılırlar ki şunlardır:
Hilîe, Zenkâbâd, Cevarzur, Mahiye, Cenköle, Karadağ. Bu :.ancak-
136 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

lardan başka on bir sancağa da Arz-ı Irak derler ki, onların zeamet
ve timarı yoktur. Ancak sancak beylerine ait hâslar vardır. Bazı
köy çiftlikleri tahmine göre şu sancaklardır: Tertenek, Semevât, Be-
yat, Derne, Debâlâ ve Evsat, Kemede, Demirkapı, Kranya, Keylân.
Bir de bu eyâlete bağlı îmâdiye eyâleti var ki, bunun timar ve
zeâmeti yoktur. Bizzat idarecileri toprağın sahibidir. Fakat seferle­
re iştirake kanunen mecburdurlar.
Basra Eyâleti: Evvelce beyleri tarafından kendi mülkleri ola­
rak idare edilirken, Kanûn: Sultan Süleyman devrinde doğrudan
doğruya Osmanlı Devletine bağlanmıştır. Sultan Dördüncü Mehmed
devrinde eyâlet haline getirilmiştir. Halen mal defterdarı ve çavuş­
lar kethüdası vardır. Timar ve zeâmet olmadığından, alaybeyi ve
çeribaşısı yoktur. Bütün arazisi Basra vâlisinin iltizamına verilmiş­
tir.
El-Ahsâ Eyâleti : Mülkiyet şeklinde idare olunur. Eskiden Os­
manlIlar tarafından beylerbeyi gönderilirdi. Hâlen zorla zaptolun-
muştur. Yemen eyâletini de Sultan Dördüncü Murad zamanında zor­
la imamlar işgal etmişlerdir.
Habeş Eyâleti: Bu eyâlette de timar ve zeâmet yoktur. Üç se­
nede bir, Osmanlı Devleti tarafından bir vali tâyin edilir. Bu vâli
eyâletin tamamını idare eder. Fakat bu idare iltizam şeklinde de­
ğildir.
Mekke-i Miikerreme Eyâleti: Cidde kumandam ile Mekke Şe­
rifi eşit yetkilerle ortaklaşa idare ederler. Bendlerden elde edilen
gelire ortaktırlar. Başkaca işleri yoktur. Duâcı topluluğundandırlar.

Mısır Eyâleti: Burada da timar ve zeâmet yoktur. Kasaba ve


köyleri ona göre yazılmıştır. Köylerin bir kısmı devlete aittir. Bir
kısmı vakıftır. Bir kısmı ise Küşufiyedir. Mısır eyâletinin yarısı il­
tizam ile idare edilir. Mal defterdarı, ruznâmecisi, yedi mukataacısı
ve Paşa tarafından mukabelecisi, küçük ruznâmecisi, kırk tane bey­
leri, yedi bölük ağaları vardır. Eyâletinde olan sancakları şunlardır
ki, Mirlivalar tarafından idare edilirler: Yukan Said, Çerce, İbrim,
Elvahat, Mankulut, Şarkiye, Garbiye, Menufiye, Mansuriye, Kolyo-
biyye, BShriye, Emanet ve Dimyad’dır. Bu çeşit kâşifiiklerin idare­
cileri hep emirlerdir. Fakat bu emirlerin tâyin ve azilleri Hac Emi-
rinin selâhiyeti dahilindedir. Bütün Arap ve Bedevi aşiretleri Mı­
sır Hac Emrine Karaların Sultanı derler. Kethüdası dahi sorguç ta­
şır.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESÎ 137

Trablusgarp Eyâleti: Trablusgarp’a, Tunus’a Cezayir’e gitmek


nasip olmadığından, öğrenmek imkânı olmadı ve yazamadım. Fakat
her üçünün de büyük eyâletler oldukları muhakkak.
Musul Eyâleti: Altı sancaktır. Bacuranlar, Tekrit, Eski Musul
ve Hârun sancaklarıdır.
Van Eyâleti: On üç sancağı vardır. Defterdarı, defter kethüda­
sı, defter emini, çavuşlar kethüdası, emini ve kâtibi, alaybeyisi, çe-
ribaşısı ve timar defterdarı vardır. Sancakları şunlardır: Adilcevaz,
Erciş, Muş, Bargiri, Gerger, Kisanî, Zeryiki, Siirt, Hani, Ağakisi,
Ekrad, Beni Kator, Bayezid kalesi, Berdu ve Ahlat. Bu eyâlete bağ­
lı Abbasoğullarından Belkıs Hânı, Hakkari hâkimi, Mahmudî hâki­
mi, Pinyaniş hâkimi eyâletlerinde timar ve zeâmet yoktur. Haraç­
ların tümü, Van kuluna yazılı olarak bağlanmıştır. Diğer bina ve
gelirleri kendilerine ait olup, mülkiyet olarak kendileri sahiptirler.
Devletin azil ve tâyin yetkisi yoktur. Ölümleri halinde eyâletler
oğulları veya akrabalarına hediye edilir.
Erzurum Eyâleti: On sekiz sancaktır. Hazine defterdarı, defter
emini, defter kethüdası, çavuşlar kethüdası, emini ve kâtibi vardır.
Sancakları şunlardır: Karahisar-ı Şarki, Pasin, İspir, Hınıs, Malaz­
girt!, Kazocan, Tortum, Mecengird, Nâmerd ve Van’dır. Eyâlet mer­
kezi Erzurum’dur.
Şehrizor Eyâleti: Yirmi sancaktır. Divan üyelerinin tümü, alay-
beyi ve çeribaşısı vardır. Sancakları: Suruç, Erbil, Kisnan, Şehir,
Cenkule, Cebel-i Hacer, Hezarod, Dulhoran, Merkâde, Hazir, Rodin,
Tiltarı, Siyanzincir, Acur, Ebruman, Davdan, Pâk, Belkas, Oşti ve
Gazikale’dir. Eyâlet merkezi Şehrizor’dur. Bu eyâletle bazı aşiretler
vardır ki, sancak beyi hükmünde değillerdir. Bayrak ve mehterleri
yoktur. Bunların sayısı yüzü aşkındır. Zeâmet sahihleri ve onların
rütbesinde olanla aynı haklara sahiptirler. Seferlere sancak beyleri
ile beraber iştirak ederler. Öldükleri takdirde, timar ve aşiret bey­
liği oğullarına geçer. Çocuğu olmayanların makamları akrabalarına
verilir. Sülâle tamamen yok olursa, dışardan birine tımar olarak ve­
rilir.

SULTAN SÜLEYMAN KANUNUNA GÖRE SANCAK


BEYLERİNİN GÖREV VE YETKİLERİNİ BİLDİRİR
Hangi sancak beyinin hâsı fazla ise, kendinden küçük olanın
önüne geçer. Eskiden Sadrazamlık yapmış bir sancak beyinin önü-
138 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

ne - hâsı küçük de olsa— kimse geçemez. Fakat halen sadrazamlık


görevinde bulunan müstesnâdır. O, rütbe itibariyle herkesten üstün­
dür. Başlangıçta bir sancak beyi kanun gereğince iki yüz bin akçe
ile bey olur. Sonra, savaşlarda padişah uğruna gösterdiği başarıya
göre yükselir. Aldığı tahsisata göre binde yüz akçe fazla para ve­
rilir. Hizmeti ne kadar fazla olursa, ilerlemesi de o kadar fazla olur.
En sonunda beylerbeyi olur. Fakat Padişah yanında hizmet gören
ağalar sancak beyi oldukları takdirde, ilk tahsisatları iki yüz bin
akçeden fazla olur. Her birinin kanunları farklıdır. Meselâ yeniçe­
ri ağası beş yüz bin akçe ile, nişancı paşası, mir-i alem, kapıcıbaşı-
ları ve büyük mir-i ahur ilk sancak beyi oldukları zaman dört yüz
bin akçe ile çıkarlar. Çeşnigirbaşı, müteferrikabaşı, çakırcıbaşı, kü­
çük mir-i ahui', sipahi oğlanı, silahtar ağası, sağ ve sol ulufe ağala­
rının hepsi üç yüz bin akçe ile sancak beyi olurlar. Sekban başı,
defter kethüdası, timar defterdarı, yaya beyleri ve zeâmetleri elli
binden fazla olanlar, sancak beyi oldukları takdirde yüz bin akçe
alırlar. Sancaklardan biri boşalırsa, müstahak olan beye tahsisatı
artırılarak verilir. Yeniçerilikten ve bölükten timara çıkanlara ve­
rilenden artakalan hâsları timar usulü ile verilir. Fakat müstehak
olan sancak beyi olursa, eski beyin aldığı aynen verilir. Sancak bey­
leri savaşlara ne mikdar askerle iştirâk ederlerse, hâssma göre her
beş bin akçede bir mükemmel cebeli verir. İki yüz bin akçe ile san­
cak beyi olmuşsa, kendinden daha düşük hâs sahihlerine göre kırk
kişilik fazla cebeli ile sefere katılır. Beş yüz bin akçe ile sancak be­
yi olan varsa, yüz elli asker verir. Bunun gibi her beş binde bir pa­
şa ve beylerbeyi, mirliva, zeâmet ve timar askerlerinden birer ce­
beli vererek savaşa katılırlar.
*
* ‫ ؛‬١‫؛‬

SANCAK BEYLERİ, DEFTER KETHÜDALARI TİMAR VE


DEFTERDARLARIN NE KADAR HÂSLARI OLDUĞUNA DAİR

UMELİ Eyâletindekiler:
E; Mora mirlivasının hâsı 507760, îs-

R kenderiye hâsı 459200, Avalonya’nın hâsı 229000, Silistre’nin


48966= Niğbolu hâsı 400000, Ohri hâsı 335299, Yanya 60260,
hâsı 489665,
Tıı.hala 450885, Köstendil 442400, İlbasan 201603, Çermen 25000, Ri­
ze, 224455, Delvine 157132, Selânik 280832, Üsküp 240000, Kırkkilise
200000, Dukagm’in hâsı 207500, Vidin’in 330000, Alacahisar’m 200399,
Volçetrin 205000, Pirzerîn’in 608146, Rumeli kethüdasının zeameti
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 139

814260, Rumeli defterdarının zeâmeti 200000, Vize yurbeyinin zeâ-


meti 530000, Tekfurdağı yurbeyinin zeâmeti 600000, Yanbolu yurbe­
yinin zeâmeti 534700, Okçabolu yurbeyinin zeâmeti 334940, Koça
yurt beyinin zeâmeti 400000, Selânik yurt beyinin zeâmeti 917970,
Naldöken yurt beyinin zeâmeti 350000, Kavala kaptanı zeâmeti 404140,
Mirvino zeâmeti 91552.
Bosna Eyâleti Beylerinin Hâsları: Kilis livasının hâsı 325000,
Hersek’in hâsı •420515, îzvornik 345793, Porga 666230, Zacne 300000,
Kırık 20000, Rakoviçe 70000, Bosna defterdar kethüdasının hâsı 46090,
Bosna zeâmet defterdarının hâsı 85530.
Adalar Eyâleti Beylerinin Hâsı: Eğriboz sancağının hâsı 400000,
Karlıeli 300000, İnebahtı 300000, Rodos 377004, Midilli 400000, Koca­
eli 236526, Biga 212088, Suğla 300000, Misistre 319000, Adalar zeâme
defterdar kethüdasının hâsı toplamı 88390, Adalar timar defterdarı­
nın hâsı 63087.
Budin Eyâleti Beylerinin Hâsı: Sendine sancağının hâsı 540260,
Peçevi 4400000, îstoni Belgrad 306000, Estargon 210000, Sekadin
340000, Sirem 425675, Ösek 230000, Şemturna 290000, Kuban 230000,
Fülek 300000, Seksar 234000, Novograd 233840, Sayanlu 400000, Mo-
haç 292000, Sigetvar 662300, Bican 230260, Budin Liva defterdarının
hâsı 105520, Budin timar defterdarının hâsı 894000.
Tameşvar Eyâleti Beylerinin Hâsı: Lipve sancağı hâsı 210000,
Cenad 208920, Göle 298945, Medavve 260080, Yanova 192420, Eşbeş
61915, Tameşvar defterdarının hâsı 110000, Tameşvar defterdar ket­
hüdasının zeâmeti 64880, Tameşvar timar defterdarının zeâmeti
60000.
Anadolu Eyâleti: Saruhan sancak beyinin hâsı 640000, Aydın
613460, Afyonkarahisar 240399, Ankara 264300, Bursa 618079, Bolu
300123, Kastamonu 500000, Menteşe 400800, Teke 328000, Hamid
204000, Çankırı 258088, Karesi 300000, Sultanönü 250000, Anadolu
kethüdasının zeâmeti 100917, Anadolu timar defterdarının zeâmeti
90596 ve Kütahya eyâletinde ne kadar sancak varsa, hepsinde birer
Müslüman bey zeametleri bulunması kanun gereğidir. Fakat Kütah­
ya piyadeleri ve Alâiye zeâmetleri bütün Müslüman piyâdelerinden
fazladır. Yine kanun gereğince savaşa iştirak ederler.
Karaman Eyâleti ve Eyâlet Beyinin Hâsları: Kayseri hâsı
350000, Beyşehir 390000, Aksaray 350000, Akşehir 310000, Kırşehir
157540, Karaman defterdarının hâsı 65000, Karaman defter kethüda­
sının hâsı 35000, Karaman defterdarının timarı 65000.
140 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Kıbrıs Eyâleti: İçel beylerbeyinin hâsı 270000, Alâiye 250000,


Tarsus 245260, Sis 60399, Kıbrıs defterdar hâzinesi 130000, timar def­
terdarı zeâmeti 70000, Kıbrıs kethüdasının zeâmeti 23000.
Trablus Eyâleti: Humus livası hâsı 220390, Cebile 134180, Şaibe
49000, Hama sancağı hâsı 294030, Trablusşam defterdarının hâsı
Trablusşam defterdar kethüdası hâsı 64800, Trablusşam timar def­
terdarı zeâmeti 61000’dir.
Şam-ı Şerif Eyâleti: Kudüs beylerbeyinin hâsı 253485, Gazze’-
nin hâsı 83358, Safed’in hâsı 273800, Nablus 296450, Aclun 29000, Le-
co’nun hâsı 100000, Şam defter beylerbeyinin hâsı 403350, Şam eyâ­
leti defter kethüdasının hâsı 130000, Şam timar defterdarı zeâmeti
74000’dir.
Haleb Eyâleti Beylerinin Hâsları: Kilis’in hâsı 523867, Adana’-
mn hâsı 109500, Birecik’in hâsı 195320, Ma’ra’nın hâsı 230000, Azaz
55000, Belis 320000, Haleb hazine defterdarı hâsı 127827, Haleb ket­
hüda zeâmeti 106690, Haleb timar defterdarının zeâmeti 81146’dır.
Zül-Kadriye yani Maraş Eyâleti ,٠ Malatya sancağının hâsı
500000, Aymtap 245130, Maraş 205300, Samsad 300000, Maraş eyâle­
ti defter kethüdasının hâsı 170073, Maraş timar defterdarının zeâ­
meti 120300.
Sivas Eyâleti: Amasya mirlivasının hâsı 300000, Çorum 300000,
Bozok 212750, Divriği’nin hâsı 250360, Canik 207227, Arapkir 210000,
Sivas defterdar kethüdasının zeâmeti 80200, Sivas defterdarının zeâ­
meti 62550.
Erzurum Eyâleti Beylerinin Hâsı: Şarki Karahisar 82000, Kiği
30000, Pasin 39400, Ispir’in hâsı 300000, Hınıs 380440, Malazgird
300000, Tekman 164929, Koziçan 200702, Tortum 297000, Mecengird
240000, Namvuran 303000, Erzurum eyâleti hazine defterdarının hâ­
sı 142900, Erzurum defterdar kethüdasının zeâmeti 150900, Erzurum
timar defterdarının zeâmeti 20300.
Kars Eyâleti Hâsı: Küçük Ardahan’ın hâsı 29030, Hococan 153500,
Zar-Oşad’ın hâsı 240000, Kağızman 200000, Kecran hâsı 300000.
Çıldır yani Ahıska Eylâeti: Oltu sancak beyinin hâsı 100017,
Portkerk 146219, Ardaniç’in hâsı 280000, Büyük Ardahan 300000, Şav-
§a —Ocaklıktır— 656000, Livâne hâsı —Ocaklık iki sancaktır—
365000, Harput’un hâsı 200500, Şemerek 165000, Postehu 106500, Man-
cil 203229, Penbik 400000.
Trabzon Eyâleti: Batum defteri kethüdası zeâmeti 300000 ak­
çedir. Batum timar defterdarı zeâmeti 340290 akçedir.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 141

Diyarbekir Eyâleti: Harput sancağı hâsı 319999, Ergani hâsı


200515, Siverek 203043, Hasankeyf 203955, Eğin —Ocaklık olması ile—
896750, Çapakçur 370000, •Çemişgezek 334223, Safat 269050, Siirt’in
hâsı 223272, Akçakale 300000, Sencar 191518, Meyafarkın 300000, Li­
san ve Pozban sancağı 200000, Kulp hâsı —Ocaklık— 6668, Hançuk
427900, Pertek’in hâsı 380000, Hakiç 478340, Âmir’، Hazine defterdar
hâsı 303951, Diyarbekir eyâleti defter kethüdası hâsı 100924, Timar
defterdarı zeâmeti 80000.
Rakka Eyâleti: Cemâse sancak beyi hâsı 255122, Dir Rahibe
280000, Kapur 100000, Esi Rebia 400000, Suruç hâsı 200000 ve Aneh
hâsı 282215.
Bağdad Eyâleti: Zenkâbâd sancağının hâsı 370000, Hille —Eyâ­
let olmuştur— 9510000, Cevariz 22000, Rum nahiye 445000, Cenküle
200000, Karadağ —hükümettir— 804287, Dertenek 420000, Semavat
255000, Derne 406931, Delâ 260000, Vâsıt 220000 Kerend 239260, De-
mirkapı 200000, Karaniye 220000, Geylan 200000, Alsa 200000, Bağ­
dad defter kethüdasının zeâmeti 100000, Bağdad timar defterdarının
zeâmeti 80000.
Van Eyâleti: Âdilcevaz sancağının hâsı 450346, Erciş 3000, Muş
410000, Barkiri 200000, Gerger 200000, Keşen 250000, îspagrid
200000, Ağekisi 250000, Ekrad 290000, Vâdi-i Beni Kotur 270000, Ba-
yezid kalesi 10044, Berdu 200000, Ovacık 385000, Van defter kethü­
dası zeâmeti 60189, Van timar defterdar zeâmeti 5.3870.
Musul Eyâleti: Bacuvanlı sancak beyi hâsı 215000, Tekrit 218284,
Hervan sancağı hâsı 200000, Yane 200000.
Burada sancakların hâsları bütün tafsilâtı ile açıklandı.
*

SULTAN SÜLEYMAN KANUNU GEREĞİNCE HER


BEYLERBEYİLİK KAÇ KILIKTIR? ASKERİ NE KADAR
OLUR? HER SANCAKTA VE EYÂLETTE NE KADAR
TİMAR VE ZEÂMET OLDUĞUNU BİLDİRİR

UMELİ'NİN tüm sancaklarındaki zeâmet timarı 9274 kılıçtır.


Bunun 914’ü zeâmettir. Geri kalanlar tezkereli veya tezkere-
siz timardır. Zeâmet sahipleri beş binde bir cebeli, timar sa­
hiplerinde üç bin akçede bir cebeli vermeleri kanun gereğidir. Bu
şekilde Rumeli eyâletindeki timar sahiplerinde üç bin akçede bir
142 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

cebeli vermeleri kanun gereğidir. Bu şekilde Rumeli eyâletindeki


timar ve zeâmet sahiplerinin kanun gereğince verdikleri cebeliler
yekûnu 20200 nefer asker eder. Beylerbeyi, sancak beyleri, defter
kethüdası ve timar defterdarlarının hepsi de beş bin akçede bir ce­
beli verirler. Bunların cebelileri de 2500 nefer olur. Bu şekilde Ru­
meli askerinin kanun gereği olan yekûnu, cebelilerle birlikte 33000
seçkin Müslüman askeri olmaktadır. Diğer hizmetlilerle birlikte
40000 kişiye ulaşmaktadır.
Rumeli ve Anadolu eyâ- Paşa sancağı olan Sofya’da 227 zeâmet
!etlerindeki her sancağın ve 17825 timar vardır. Köstendil’de 480
ne kadar zeameti vardır? zeâmet, 1017 timar; Tırhala’da 36 zeâ­
met, 529 timar; Yanya’da 62 zeâmet, 34
timar; Üsküp’de 57 zeâmet, 345 timar; Ohri’de 60 zeâmet, 342 timar;
Avalonya’da 38 zeâmet, 489 timar; Mora’da 600 zeâmet; Işkodra’da
75 zeâmet, 422 timar; Niğbolu’da 60 zeâmet, 334 timar; Çürmen’de
20 zeâmet, 330 timar; îlbasan’da 18 zeâmet, 137 timar; Vize’de 30
zeâmet, 79 timar; Dilvene’de 24 zeâmet, 155 timar; Selânik’de 36
zeâmet, 262 timar; Kırkkilise’de 28 zeâmet ve timar; Dukagin’de 10
zeâmet, 52 timar; Vidin’de 12 zeâmet, 65 timar; Alacahisar’da 27
zeâmet, 500 timar; Volçetrin’de 10 zeâmet, 317 timar; Perzerin’de
17 zeâmet, 225 timar ve Okçabolu’da Yurdegân ocakları zeâmeti 188,
Tekfurdağı ocağı zeâmeti 324, Selânik ocağı 128, Koçak ocağı 400,
Naldöğen ocağı 314, Müslüman Rumeli 400, Müslüman Kızılca ocak
301, Müslüman Çermen 301, Çingene ocağı 189, Müslüman Vize ocağı
178. Bütün ocakların toplamı 1019.
Padişah defterinde Yörük ve Müslim kaydolanların otuz neferi
bir ocaktır. Beş neferi nöbetle eşkinci, yirmi beş neferi yamak olup,
savaş sırasında nöbetleri eşkinci yamaklarından avarız-ı divaniye
karşılığında elli beşer akçe harçlık almaları, sefere gittikleri sene
âdet olmuştur. «Ağa» adı vermezler. Bu grup öyle bir grubdur ki,
savaşta sipahi bile olsalar yine de yörüklükten kurtulmazlar. Müs-
limlere vilâyetlerinde birer çiftliklik yer verilmiştir. Çiftliklerinden
elde ettikleri mahsulden öşür alınmayıp., kendilerine timar mahsulü
kaydolunmuştur. Nöbetleri gelince, o timardan elde ettikleri malı
alarak sefere giderler. Bunların görevi, savaş sırasında top çekmek
ve yolları temizleyerek askere zahire taşımaktır. Bu gibi işlerde sa­
dece bunlar çalıştırılır. Diğer zeâmet, timar sahipleri ve cebeliler,
sadece cephede düşmanla çarpışırlar.

***
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 143

ANADOLU EYÂLETİ
U eyâlet 7310 kılıçtır. 195’i zeâmet ve gerisi tezkereli ve tez-

B keresiz timardır. 9700 cebelileri ile birlikte hepsinin toplamı


17000 kişilik askerî kuvvettir. Adı geçen bu gruplar, kendi alay
beyi sancağının altında savaşa katılırlar. Kanun gereğince timar
sahiplerinin senelik tahsisatları otuz yedi milyon on yedi bin yedi
yüz otuz akçedir.
Her sancağın zeâmet Kütahya sancağı 29 zeâmet, 939 timar;
ve timarınm ne kadar ol­ Sarulıan 41 zeâmet, 674 timar; Aydın
duğu hakkında: 19 zeâmet, 572 timar; Karahisar 15 zeâ­
met, 616 timar; Ankara 10 zeâmet, 257
timar; Kastamonu 24 zeâmet, 587 timar; Menteşe 53 zeâmet, 381 ti­
mar; Teke 7 zeâmet, 392 timar; Hamid 9 zeâmet, 585 timar; Karesi
7 zeâmet, 381 timar; Sultanönü 7 zeâmet, 182 timar; Çankırı 7 zeâ­
met, 183 timar.
Anadolu eyâletinde piyâde ve Müslüman halk vardır. Nöbetleri
geldikçe harbe giderler. Toplam altı bin dokuz yüz nefer asker olur.
Yamakları ile birlikte yirmi altı bin beş yüz nefer olur. Bu adı ge­
çen piyâde ve Müslüman halkın beyleri yörüklerini nöbet ile sefere
gönderirler. Görevleri top çekme ve Padişah ordusunun yollarını aç­
mak ve İslâm askerine zahire taşımaktır. Rumelinde olduğu gibi,
bunlarda da Müslüman olanların çiftlikleri vardır. Gelirlerinden ver­
gi alınmayarak, kendilerine timar olarak tahsis edilir. Onun geliri
ile harbe giderler. Şimdiki halde piyâde ve Müslim taifesi kaldırılmış
ve hepsi reâyâ kaydedilmiştir. Çiftlikleri timar ve zeâmet yazılmış­
tır. Zeâmet ve timar sahipleri Kaptan paşa ile deniz savaşlarında
görevlendirilmiştir. Bunlardan başka, bin iki yüz seksen nefer cam­
bazlar ve azeb tâifesi de vardır. On kişide biri savaşa gitmek mec­
buriyetinde olup, yüz yirmi nefer sefere giderlerdi. Onlarda da eski
usulden vazgeçilerek zeâmet ve timar kaydolunmuşlardır.

Her sancakta hangi Bursa Sancağı: 42 zeâmet, 44 timar var­


hükümler kaldırılarak çift­dır. Sözün kısası, Anadolu eyâletinin
lik, zeâmet ve timar yazıl­
bütün sancaklarında lâğvedilmiş timar
dığım açıkça bildirir: ve zeâmet vardır. Tekrar yazmakta bir
fayda yoktur. Çünkü yukarıda yazılan­
lar gibidir.
Kaptan Paşa Eyâleti yani Cezâyir: 1618 kılıçtır. Sultan Dördün­
cü Murad. devrinde Bostancı başılıktan gelme Kaptan Cafer Paşa
144 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

1043 tarihinde Kaptan iken 99Ö0 kılıça yükselmiş olup, denizde kâ­
fir ğezemez oldu. Bunların 106’sı zeamet, geri kalanı da timar idi.
Kanım gereğince cebelileri ile birlikte 12067 kişilik askerî kuvvet
olurdu. Tersane azebleri ve gönüllüleri, Kaptan Paşa ve altmış par­
ça kadırga sahibi deniz beyleri, askerleriyle birlikte 12000, asker de­
niz savaşlarına katılırlardı. Fakat zeâmet ve timar sahiplerinin se­
nelik gelirleri on sekiz milyon akçe olur.
Adalar Eyâleti Sancaklarından Eğriboz Sancağı: 12 zeâmet, 188
timar; înebahtı 13 zeâmet, 387 timar; Midilli 83 timar; Kocaeli 25
zeâmet, 187 timar; Muğla 32 zeâmet, 235 timar; Karlıeli 11 zeâmet,
119 timar; Gelibolu 12 zeâmet, 132 timar; Rodos 5 zeâmet, 78 timar;
Biga 6 zeâmet, 146 timar; Misistre 15 zeâmet, 91 timar.
Karaman Eyâleti: 1620 kılıçtır. Bunlardan 110’u zeâmet, geri
kalanı ise tezkereli timardır. Beyler, zeâmet ve timar sahipleri ka­
nun gereğince cebelileri ile 4600 asker eder. Bu askerin senelik ge­
lilen on milyon beş yüz bin yetmiş beş akçedir. Zeâmet ve timar-
lan şu şekildedir.
Konya Sancağı: 13 zeâmet, 512 timar; Kayseri 12 zeâmet, 200
timar; Niğde 14 zeâmet, 255 timar; Beyşehir 12 zeâmet, 224 timar;
Akşehir 9 zeâmet, 22 timar; Kırşehir 4 zeâmet, 130 timar; Aksaray
13 zeâmet, 288 timar.
Rum Eyâleti yani Sivas : 3133 kılıçtır. 900’ü zeâmet ve geri ka­
lanı da tezkereli timardır. Zeâmet ve timar sahipleri, kanun gere­
ğince cebelileri ile birlikte 9000 kişilik askerî kuvvet ederler. Sene­
lik gelirleri on üç milyon yüz seksen yedi bin üç yüz yedi akçe olur.
Sivas sancağı, Amasya sancağı, Çorum sancağı, Divriği sancağı, Ca-
nik sancağı ve Arapkir sancağı... bu sancakların timar ve zeâmetleri
beraber yazılmıştır. Fazlası ve eksiği yoktur. Sivas sancağı 48 zeâ­
met, 92 timardır. Bütün sancakların timar ve sancakları bunun gi­
bidir.
Maraş Eyâleti: 2169 kılıçtır. 29’u zeâmet, geri kalanı tezkereli
ve tezkeresiz timardır. Beyler, zeâmet ve timar sahiplerinin, kanun
gereğince cebelileri ile birlikte 550 kişilik askeri vardır. Bu asker­
lerin senelik gelirleri dokuz milyon dört yüz yirmi üç bin on yedi ak­
çe olur. Maraş sancağı 20 zeâmet, 113 timar; Kars 3 zeâmet, 656 ti­
mar; Aymtab 2 zeâmet, 656 timar; Malatya 8 zeâmet, 276 timar olup
hepsi imar görmüş sancaklardır.
Haleb Eyâleti: 903 kılıçtır. 104’ü zeâmet, 899’u tezkereli liva
timarıdır. Askerinin yekûnu cebelüleri ile birlikte 2500 olur. Haleb
sancağında 18 zeâmet, 295 timar; Adana 11 zeâmet, 1190 timar; Ki.
EVLİYA ÇELEBİ SEYARATNÂMESİ 145

lis 17 zeâmet, 295 timar; Maarra 9 zeâmet, 89 timar; Azaz 2 zeâmet,


190 timar; Nablus 6 zeâmet, 57 timar.
§am Eyâleti: 996 kılıçtır. Bunlann 38'İ zeâmet, 868'İ timardır.
Kanûnî cebeliileri ile birlikte askerinin toplamı 2500'ü bulur. Ku-
düs-ii Şerif sancağı 9 zeâmet, 16 timar; Aclun 4 zeâmet, 61 timar;
Lecun 9 zeâmet, 26 timar; Safed 5 zeâmet, 123 timar; Gazze 7 zeâ-
met, 108 timar; Nablus 7 zeâmet, 124 timar.
Kıbrıs Eyâleti: 1667 kılıçtır. Bunun 40'1 zeâmet, I627'si tezke-
reli timardır. Eski kanun gereğince beyleri, zeâmet ve timar sahip-
lerinin cebeliileri ile birlikte 4500 askeri vardır. Kıbrıs sancagı 9
zeâmet, 38 timar; Alâiye 9 zeâmet, 153 timar; Tars.us 13 zeâmet, 418
timar; Sis 2 zeâmet, 56 timar; İçel 16 zeâmet, 602 timar.
Trablusşam Eyâleti: 614 kılıçtır. CebelUleri ile birlikte 1400 as-
keri olur. Trablus sancagı 12 zeâmet, 87 timar; Humus 9 zeâmet,
169 timar; Ciibevle 9 zeâmet, 92 timar; Hama 32 zeâmet, 171 timar.
Rakka Eyâleti: 654 kılıçtır. Cebeliileri ile 1400 asker olur. Rak-
ka sancağı 2 zeâmet, 132 timar; Urfa 9 zeâmet, 291 timar; Birecik
15 zeâmet, 109 timar; Ane 6 zeâmet, 129 timar.
Trabzon Eyâleti: 454 kılıçtır. Cebeliisii ile birlikte 1850 askeri
vardır. Trabzon sanca. 43 zeâmet, 328 timar; Batum 5 zeâmet, 72
timar.
Diyarbekir Eyâleti: 730 kılıçtır. Cebeliileri ile birlikte 1800 as-
keri vardır. Dördüncü Murad devrinde 9000 kılıç idi. Amid sancağı
9 zeâme't, 129 timar; Harput 7 zeâmet, 163 timar; Ergani 9 zeâmet,
123 timar; Siverek 4 zeâmet, 163 timar; Nusaybin 4 zeâmet, 15 timar;
Terçik 4 zeâmet, 163 timar; ‫ ؟‬ermik 6 zeâmet, 13 timar; Hasankeyf
zeâmet ve timar' 45; Çapakçur 5 zeâmet. 30 timar; Çemişgezek 2 zeâ-
met, 7 timar; Kulp zeâmet ve timar 44; Sencar 6 zeâmet, 21 timar.
Erzurum Eyâleti: 5279 kılıçtır. Cebeliileri ile birlikte 8000 as-
keri vardır. Erzurum sancağı 56 zeâmet, 2215 timar; Tortum 5 zeâ-
met, 49 timar; Bamervan 4 zeâmet, 92 timar; Kigi 8 zeâmet, 229 ti-
mar; Hınıs 2 zeâmet, 425 timar; Malazgird 9 zeâmet, 282 timar; Tek-
man 2 zeâmet, 253 timar; Şarki Karahisar 3 zeâmet, 94 timar.
Çıldır Eyâleti: 656 kılıçtır. CebelUleri ile birlikte yekûn 800 as-
keri vardır. Oltu sancagı 3 zeâmet, 123 timar; Ardahan 8 zeâmet,
250 timar; Erzbuc 44 zeâmet, 49 timar; Hacerek 2 zeâmet, 12 timar;
Hartuş 13 zeâmet, 35 timar; Rosto 10 zeâmet, 18 timar; Petek 8 zeâ-
met, 54 timar; Pasin 9 zeâmet, 14 timar; Lozi 9 zeâmet, 10 timar;
Evliya Çelebi I-H. F : 10
146 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

Oşca 8 zeâmet, 18 timar; Ahılkelek zeâmeti ve timarı 32; Çetele 13


zeâmet. 14 timar; ispir 1 zeâmet, 4 timar; Peyk, 4 zeâmet, 98 timar.
Van Eyâleti: Cebeliileri ile birlikte askerinin tnplamı I300'dür.
Fakat birka‫ ؟‬kez Acem şahına sağ k.l ve sol kol askeri olarak karşı
koymuşlardır. Van sancağı 48 zeâmet, 35 timar; Şevirgir 47 zeâmet,
33 timar; Çobanlı 7 zeâmet, 26 timar; Vedana 7 zeâmet, 61 timar;
Bayezid kalesi 4 zeâmet, 125 timar; Erciş 14 zeâmet, 68 timar; Adil-
cevaz 19 zeâmet, 101 timar; Kurledek 7 zeâmet, 67 timar.
Burada, Allah'ın af ve magrifeti üzerine olsun. Sultan Süleyman'-
m Rumeli ile Anadolu zeâmet ve timar sahiplerinin, gelirleri, zeâ-
met ve timarların yazılması tamamlandı. Sultan Süleyman'ın mesut
devrinde, Rumeli denilen büyük eyâletlerde, bütün timar sahipleri
cebelüleri ile yetmiş dört bin altı yüz asker idi. Anadolu denilen
eyâletlerdeki zeâmet ve timar sahipleri, cebelüleri ile birlikte dok-
san bir bin altı yüz askerdir. Allah'ın emri ile OsmanlI Devletine
0 derece nizam 've intizam vermiş idi ki, Rumeli'ye sefer'e çıksa,
Anadolu'dan asker almak gerekmezdi. Anadolu tarafında savaşa çık-
sa, Rumeli'den asker almazdı. Sadece Kapıkulu askeri ile Irak'a
ve Almanya'ya kadar gider, savaşı kazanarak geri dönerdi. Sağlı-
ğında emrine girenler, birden bine, binden yüz bine kadar OsmanlI
Devletinin buyruğunda olup beratlı maaş alan askeri ve görevleri-
ili hesap etmişler. Beş yüz bin görevli eşkinci Müslüman askeri tes-
bit edilmiştir. Harp meydanlanm altüst eden yirmi bin yeniçeri ve
dört böliikte toplanmış yirmi bin silâhlı sipahi hizmetlileri ile kırk
bin adet olmuştur. Fakat, Allah'a şükürler olsun ki. Sultan. Dördün-
cü Mehmed zamanında Yanova eyâleti alınarak zeâmet ve timara
katildi ve askerin yekûnu üç bin arttı. Berat eyâleti de fethedilerek
sancakları zeâmet ve timar yazılınca, sekiz bin asker de oradan te-
min edildi. Ebu Yevad eyâleti ,fethedildi, zeâmet ve timan yazıla-
rak sekiz bin asker temin edildi. Büyük eyâlet Girid adası da fethe-
dilerek sancaklık yerine hepsi zeâmet ve timar yapıldı. Böylece as-
ker mevcudunda 20000, reâyâ mevcudunda da 100000 artış oldu. Al-
lah daha da artırsın. Hattâ efendimiz Melek Ahmed .Paşa 1060 tari-
hinde ve Dördüncü Mehmed zamanında sadrâzam iken, yedi iklim-
de akçe yiyen Padişah kullan sayılarak yazıldı. Hepsi beş yüz alt-
mış altı bin kişi hesap edildi. Birden bine, binden yüz bine kadar
görev yapanların senelik maaşları kırk üçer bin yedi yüz Rumi ke-
se idi. Mısır askerinin hazine, 'ulufe ve terfileri ile senelik ulufele-
rinin dokuz bin kırk kese olduğu. Melek Ahmed Paşa tarafından Pa-
dişaha yazılmıştı. Sultan Süleyman Hân zamanında bu kadar masraf
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 14?

ve bu kadar deniz gibi asker yoktu. Hepsi de emre hazır Müslüman


ve mücahid asker idi. Hâlen bütün dünya halkı, Süleyman Hân’ın
ruhunu hayır duâ ile anar.
Divan toplantıları hak. Akıl sahibi dostlar bilsinler ki, Süley-
kında Sultan Süleyman man Hân’dan önce Dîvan toplantılarm-
Hân’m koyduğu kanunlar: da bir nizam yoktu. Süleyman Hân, dört
gün büyük dîvan toplanmasını, yedi
kubbe vezirleri, iki kazasker ve yeniçeriağası, altı bölük ağaları ile
çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdasının gümüş asâ ile Dîvan’da hizmet
etmelerini kanun haline getirdi. Sadrâzam herkesten sonra toplan­
tıya gelerek, kapı altına oturur ve şikâyet dinlerdi. Kaptan Paşa da
yedi kubbe vezirlerinden ayrı bir yerde oturarak tersâne ile ilgili
davaları dinlerdi. Çarşamba günü Dârüssaâde ağası, Mekke ve Me­
dine’ye ait meseleleri hallederdi. Bütün Dîvan üyelerinin ayrı şe­
kilde elbiseler giymesi, Sultan Süleyman Hân’dan kalmıştır. Evvelâ
yedi kubbe veziri, Kaptan Paşa ve Sadrâzam selimi destâr ve vezir­
lik kürkü ile, yeniçeri ağası katılıyorsa o da selimi ile Ortakapı’nın
sağ tarafında, yeniçerilerin dîvan durduğu yerde dikilirlerdi. Çavuş-
başı, kapıcılar kethüdası, miralen, çakırcıbaşı, mirahur ağa, çeşni-
girbaşı, müteferrikabaşı, tümü başlarında mücevvezeler, üzerlerin­
de muvahhidî atlastan dikilmiş hil’atlar olduğu halde yerlerinde bek­
ler ve görevleri île ilgili işlerle meşgul olurlardı. Adı geçen dört
dîvanda sabahları yeniçeri çorbası çıkar ve üç bin taslık bu çorba
dağılırken gök gürültüsü gibi sesler çıkardı. Yeniçeriler Padişaha
dargın oldukları zaman çorba içmezler ve durum Padişaha arzedi-
lerek yeniçerilerin istekleri yerine getirilirdi. Ondan sonra Pâdişâh
adalet köşküne çekilerek bazı büyük davaları dinler ve kuşluk vak­
ti olunca dîvana katılanların hepsi nefis yemeklerle dolu sofraya
otururlardı. Bu yemek sırasında zülüflü baltacıları vezirlere, meh­
ter ve çadır askerleri diğer dîvan azalarına hizmet ederlerdi. Ye­
mekten sonra yedi vezir, Kaptan Paşa, yeniçeri ağası ve kazasker,
akağa kapısından arz odasına geçerek, her dîvanda ne gibi işlerin
görüldüğünü saâdetlû Pâdişâha bildirirlerdi. Sonra dışarı çıkarak yi­
ne kapı altına gelirlerdi. Orada çavuşbaşı sadrâzamdan mührü ala­
rak dışarıdaki hazine ve defter odalarının kapılarını mühürledikten
sonra mührü sadrâzama geri iade ederdi. Ondan sonra duâ ve med.
hiyelerle dîvan mensupları alayları ile evlerine hareket ederlerdi.

Bir de kalabalık dîvan olurdu ki, üç ayda bir bütün askere maaş
verilir veya yabancı bir elçi gelirdi. O gün mahşer gününe benzer.
148 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

kalabalık, büyük bir dîvan olurdu. İki yüz küheylân ata binmiş ve
mücevherlerle süslenmiş dîvan üyeleri, yanlarında altın ve gümüş
yemek takımları ile beraber gelirlerdi. Getirdikleri altın işlemeli ha­
lılarla Padişahın bulunduğu yeri öyle bir süslerlerdi ki, elçiler gör­
dükleri zaman hayran kalırlardı. Bayram divanlarında, önce Tatar
Hânlarından birisi, ondan sonra Şeyhülislâm, diğer âlimlerin büyük­
leri, Sadrâzam ve peşinden de diğer vezirler olmak üzere Padişahın
elini öperlerdi. Bu sırada davul, nekkâre ve zurna (Mehter) sesle­
rinden tüyler ürperir, deniz üzerindeki gemilerden atılan top ve tü-
fenk seslerinden güzel şehir (İstanbul) içinde müthiş bir gürültü
meydana gelirdi. Sözün kısası, Osmanlı Devletinin dîvana ait bu ka­
nun, nizam, merasim, debdebe ve azametini tamamen yazacak olsak
başlı başına bir cilt dolduracağından bu kadarını kâfi gördük.
Kanûnî Sultan Süleyman Hân devrindeki Fetihler: İlk seferle­
ri Şam Valisi Çerkeş Canberd Gazâli hâini üzerinedir. Bu hâin aza­
rak isyana kalkışınca, vezir Ferhad Paşa kumandan tayin edilerek
üzerine gidildi. 927 senesi safer ayının yedisinde, Canberd Gazâli’-
nin canı cehenneme gitti ve devletsiz başı da yerlere yuvarlandı.
Eşkıya İskender’in öldürülmesi ve Yemen’in fethi, sene 927. Bel-
grad’m alınması, sene 927. Salankamin ve Kapensek kalelerinin zap-
tolunması, sene 927. Rodos adasının fethi 2 Receb 928. Eskaradin
kalesinin fethi ve Şehsuvarzâde Ali Bey’in öldürülmesi, Melke ka­
lesi, İlki kalesi, İncirli adası, Tahtalı kalesi, Istanköy kalesi ve Bod­
rum kalesinin diğer kalelerle birlikte alınması, sene 928. Mohaç se­
feri, Vaderin, Oyluk, Kotik, Timurça, İrik, Gogorofça, Lukay, Sot-
bin, Ardot, Raçe, Ösek kaleleri ile Macarların başkenti olan Budin,
Peşte, Sekedin ve bunlar arasında nice kaleler sayısız fetihlerle alın­
dı. 932 tarihinde Budin alındı. Hayırsız Kalender’in bozguna uğra­
tılarak yenilmesi, sene 933. Yayca kalesinin fethi, sene 934. Fenay
(Alman Kızılelması)’nın fethi, sene 935. Budin kalesinin ikinci de­
fa fethi. Kral Yanoş’un Budin Kralı oluşu. Budin Kralı olan Yanoş,
Budin kalesinde muhasara edilmesi ve Yahya Paşazâdenin yetişe­
rek kurtarması, sene 938. Erşak, Şakalofça, Kapolya, Şebiliye, Ber-
zence, Belvar, Vetoş, Zakan, Kanije, Kokornik, Yaşke, Çobançe, Şar-
var, Nîmetoküvar, Kermendvar, Rogervar, Eğersek, Meşter, Hedvik,
Sünbatlı, Meşti, Köşek kaleleri 939 tarihinde fethedilmişlerdir. Ko-
runpakyeğen kalesi 940 tarihinde, Irakeyn, Gavzin, Karakan, Bağ-
dad, Revan, Tebriz ve Hemedân’m fethi ile Sultaniye’nin tahrîb edil­
mesi 941 senesinde olmuştur. Van, Adilcevaz, Erciş, Ahlat, Barkiri,
Cerem, Eidkâr, Rosni, Hille. Tenıır ve ünlü Van kaleleri, bütün bu
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 149

kaleler 941 tarihinde fetholundular. Yine ayrı senede Tebriz kalesi


ve ona tâbi yerler de alınmıştır.

Gürcistan’a akın düzenlenmesi: Polya vilâyetinde Fesilye ka­


lesi ile Bosna Kilise kalesinin fetih tarihleri 943’tür. îvarine, Na-
din, Esin, Pâkriçe, Farin, Oburca’nm fetihleri ile Görnüs adasına
harp açılması 943 tarihinde olmuştur. Bozga kalesinin fethi, Hor-
kaciyan îvan’ın yenilgiye uğratılması ve Uşak kalesinin fetihleri 944
senesinde tamamlanmıştır. Buğdan seferi ve Yaş kalesi, Basra vilâ­
yeti, Bosna vilâyetindeki Yetin kalesinin fetihleri 945 senesinde ol­
muştur. Hersek vilâyetindeki Nove kalesinin fethi, Yemen vilâye­
tinin alınması, Aden’in alınması, OsmanlI Donanmasının Hint ve
Benden taraflarına hareketi, Demen kalesi ve Habeş’in fethi 946 yı­
lında Tavaşi Süleyman Paşa tarafından yapılmıştır. Daha önce iki
defa alınarak Erdel Kralı Yanoş’un kral tâyin edildiği Budin ka­
lesi 948 yılında tekrar fethedilerek, buraya Gâzi Süleyman Paşa
Vezir, Hayreddin Efendi de Kadı tâyin olundular. îstolni Belgrad
kalesi, Valpova, Estergon, Tata, Persprim, Polata ve Çavga’nm fetih
tarihleri 950’dir. Bu kalelerin hepsi de Belgrad yakınındadırlar. Şeh-
zâde Mehmed Hân 9 Şaban 950’de vefat etti. 951 senesinde Ester­
gon yakınındaki Vişgard, Novograd, Hatvan, Şemturna, Velife ve
Bosna livası dahilindeki Çoka, Girid adası yakınındaki Enderik ka­
leleri alınmıştır. Şirvan hâkimi olan İran Şahının kardeşi Elkas
Mirza, İstanbul’a gelerek Osmanlı Devletine bağlılığını bildirdi. Se­
ne 954. Elkas Mirza’nm İstanbul’a gelişine tarih: «Muti oldu Süley-
mân-ı zamana Mirza Elkas» sene 954. Elkas Mirza’nm İran’ın mer­
kezi İsfahan üzerine yürüyüşünün tarihi: «Şeh-i Şahan eyledi Tah-
masb’a azm» sene 956.
Şirvan, Şamas ve ikinci kez olarak Van ve Tebriz’in fethinden
sonra Elkas Mirza, Kum ve Kâşan vilâyetlerini yağma ederek elde
ettiği çok miktardaki ganimet malı ile İstanbul’a döndü. Sene 955.
Hasım Ali Paşa’nm Sekedin ovasında verdiği savaştan, sonra Yah-
yâ, Beçkerek, Ararat, Çanat ve Tameşvar kaleleri 958 senesinde fet-
holundu. Bunlardan yalnız Tameşvar, 959’da İkinci vezir Ahmed
Paşa tarafından fetholunmuştur. Sonluk kalesi 959 senesinde fethe­
dilmiş, yine bu sene Eğri kalesi muhasara edilmişse de almamayarak
geri dönülmüştür. Nahcivan seferi, Şehzâde Cihangir’in Haleb kış­
lağında vefat etmesi ve Şehzâde Selim’in kışlağa gelişi 960 tarihin­
de olmuştur. Şehrizor kalesi ile Zâlim Kalin ve ona bağlı olan yer­
lerin alınması 962 senesinde olmuştur.. 961 senesinde, Kapoşvar, Ko-
150 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

rotna kaleleri alınmış ve Kırım Hânı Devlet Giray, Kilis mirlivası


Gazi Malkoç bey’in muharebeleri olmuştur. Şehzâde Selim Hân ile
kardeşi Bayezid Hân Konya ovasında harbettiler. Bayezid Hân ye­
nildi ve İran Şahı’na sığındı. Ancak sonra oradan bağlı olarak Si­
vas’a getirilerek orada çocukları ile birlikte boğularak şehid edildi.
Mezarı Paşa kalesinin dışındadır. Sene 966.
973 senesinde Padişah, ordusu ile birlikte Sigetvar seferine çık­
tı. Kale muhasara edilip büyük muharebeler olurken, Erdel tarafın­
da da Serdâr Pertev Paşa tarafından Göle, Yanova ve Lagoş kale­
leri fethedildi. Sene 974. Bu fetihlerden on gün önce rahmetli Pa-
dişah’m dünyaya veda ederek ebedî sultanlığa göçmesi 974 tarihin­
de meydana geldi. Yedi gün sonra Sigetvar kalesi de kılıç kuvveti
ile akıllı vezirin iyi idaresi ve yerinde hareketleriyle fethedildi. Pa­
dişahın hastalığından ve ölümünden oda hizmetçilerinin bile haber­
leri olmadı. Bunun için «Sigetvar, Göle ve Komar kalelerini Süley­
man Hân’ın ölüsü aldı» derler. Süleyman Hân da sonunda ecelin eli­
ne düştü. Zaten dünya bir uçtan öbür uca hükmeden savaşçı padi­
şahlara ve peygamberlere bile kalmayacağı, herkesin «İrciî...» em­
rine uyması muhakkaktır. Rahmetli Padişah, bu gurur dünyasında
kırk sekiz yıl saltanat sürdü. İstanbul’un imarına çalıştı. Binlerce
hayır eserleri meydana getirdi. Fethettiği yerlerden 2060 yerde adı­
na hutbe okunurdu. Ve yedi iklimde fetihleri vardır. îlk seferinde
Şam’da Canberd Gazâli’yi bozguna uğratmıştır. Son seferi ile Siget-
Var kalesinin fethidir ki, kalenin alınmasından yedi gün önce, Safer
ayının 22’sinde, Perşembe gecesi saat dokuzda «Küllü nefsin zâiga-
tül mevt» âyeti mucibince tahtına ve tacına veda etti. Ölümü yine
gizli tutularak Manisa’dan ikinci Selim geldi, bütün Müslüman ga­
ziler ona biat ettiler. Ondan sonra Padişah Kanûnî Sultan Süley­
man’ın cenazesi İstanbul’a getirtilerek kendi câmiinin mihrabı önün­
de toprağa verildi.
‫؛‬
M ‫؛‬

GAZİ SÜLEYMAN HÂN’IN OĞLU


İKİNCİ SELİM’İN YAPTIĞI İŞLERİN ÖZETİ

، YILINDA dünyaya gelmişlerdir. Tahta çıkışları, «Şah Se-


929 ™
oldu emir-el mü’minîn» ve «Sultan Selim-i
hibi kurân-ı kâmil» mısralarının ifade ettikleri
hidir. Abdurrahman efendinin çekme köprüsünün bitişine
âdil, sâ-
974 tari-
«Temme
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 151

emır-ül Cisr» tarih düşürülmüştür ki, bu 975 senesine rastlar. Baş­


ka bir tarih de «Hâmî-i din, Sânî-i Sultan Selim»dir ki, bu da 975
yılına tekabül eder. İkinci Selim nazik, yumuşak huylu bir padişah
idi ki, «İllâ men ataîlahu bigalbin Selim» âyeti sanki onun hakkın­
da indirilmişti. Bütün bilginler, olgunlar, şeyhler ve şairlerle daima
görüşür, akıllı vezirlerinin düşünce ve fikirleri ile dört yanındaki
düşmanlarından intikam alarak yine kendi zevki ile meşgul olurdu.
İkinci Selim’in sancak beyi oluşuna tarihtir:
Livâ-yı adl-i Şehzâde verüp nûr
Karaman illerini kıldı teshir
Konya ovasında İkinci Selim’in kardeşi Bayezid’i mağlûb edişi
için düşürülen târih: «Eyledi Sultan Selim ile kıtali Bayezid». Sene
966. Sadrâzam Sokullu Mehmed Paşa, İkinci Vezir Tameşvar fâtihi
Ahmed Paşa, Kaptanı Derya Piyale Paşa, Zalmanmud Paşa, Lala Ka­
ra Mustafa Paşa ve Lala Tütünsüz Hüseyin Paşa gibi vezirler, Sul­
tan Selim’in Aristo kadar akıllı, zeki, tedbirli, kuvvetli ve eşsiz vezir­
leri idi.
Saâdetlû zamanlarındaki beylerbeyiler: Kaptan Ali Paşa, Sofu
Ali Paşa, Potur Hüseyin Paşa, Mahmud Paşa, Mehmed Paşa, Lala
Mustafa Paşa, Abdurrahman Paşa, Davud Paşa, Rüstem Paşa, Hü­
seyin Paşa, Murad Paşa, Hadım Cafer Paşa, Derviş Ali Paşa, Arab
Ahmed Paşa ve Mustafa Paşa’dır.
Defterdar ve Nişancılar: Defterdar Murad Çelebi, Derviş Çele­
bi (Şeyh Baba Nakkaş’m oğludur), Lalazâde Mehmed Çelebi, Oğ-
lamami Çelebi, Abdulgafur Çelebi, Muharrem Çelebi, Nişancı Fi-
ruz Bey, Mehmed Çelebi (Rahmetli Nişancı Celâlzâde Bey’in kız
kardeşinin oğludur).
Sultan İkinci Selim devrindeki bilginler: Beşiktaşlı Yahyâ Efen­
di, Abdulkerim oğlu Abdülvâhab’m oğlu Mevlânâ Mehmed, MeVİâ-
rıâ Muslihûddin, Mevlânâ Cafer Efendi, Mevlânâ Abdullah Efendi,
Mevlânâ Mehmed Çelebi ve Ahmed Çelebi (İki kardeş Çelebiler der­
lerdi), Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin torunu Mevlânâ Abdülke-
rım.
Mübarek zamanlarındaki hâkimler: Mevlânâ hakim Sinan, ha­
kim Osman Efendi, Mevlânâ hakim İsa, hakim îshak Efendi, Meh­
med Şehir Bikaysuni oğlu hakim Bedreddin Mehmed ve Doktor Ah­
med Çelebi.
Mübarek devirlerindeki büyük şeyhler: Şeyh Alâeddin, Kara-
152 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESl

man’ın Aksaray vilâyetindendir. Cifr ilminde manâ denizinin haki­


kati idi. Şeyh Abdülkerim, Şeyh Arif-i billâr Mahmud Çelebi, Şeyh
Ebussaid, Şeyh Hakim Çelebi, Şeyh Yakup Karamanı (Timar sahi­
bi iken, Halveti şeyhlerinden Sünbül Sinan Efendinin hizmetine gir­
di, Şeyh Sarhoş! Bâlî Efendi, Şeyh Ramazan Efendi (Behiştî mah­
lasını kullanırdı), Şeyh Mehmed Birgivî (dokuz yüz seksen bir ta­
rihinde vefat etmiş ve Birgi şehrinde toprağa verilmiştir).
Padişahlığı zamanında fetholunan yerler: 975 senesinde Basra’­
da isyan eden Alyanoğlu yenilgiye uğratılarak devlete boyun eğdi­
rildi. 976 yılında Ejderhan seferine çıkıldı. Yine aynı sene Irak, Dav­
yan ve Dest-i Kâpçak alındı. 977 yılında Sinan Paşa tarafından Ye­
men ikinci defa fethedildi ve Aden alındı. 987 senesinde, Ispanya’­
daki Müslümanlar İstanbul’a hicret etmek istediler. Kıbrıs adası ve
adaya bağlı yerlerin alınması, Lefkoşe, Magosa, Kerenpe ve Baf ka­
leleri, Kıbrıs adasının tamamının fethi üç senede tamamlandı.
Kıbrıs’ın fethi için düşürülen tarihler:
«İki Fâtih Kıbrıs’ı fethettiler»
«Aldı Kıbrıs Adasını Şeyh Selim» Sene 987.
977 yılında Tunus kalesi ve Afrika bölgesi, Kılıç Ali paşa tara­
fından fethedildi. 979 tarihinde Osmanlı Donanması büyük bir boz­
guna uğradı. Yine 979 senesinde, Moskof vilâyetinde Çapkın Tatar
Hân ortaya çıktı. 981 yılında Ayasofya camiine iki minare ve payan­
dalar (dayanaklar) yapıldı. 982 senesinde Sinan Paşa, kâfir eline ge­
çen Bosna’yı tekrar geri aldı. Aynı yılın yani 982 yılının 18 Şa’ba-
nında îkinci Selim vefat etti. İstanbul’da, Mekke ve Medine’de sa­
yısız hayır eserleri vardır. Bunlar içinde en güzeli, Edirne’deki câ-
miidir. Inşaallah sırası gelince yazılır. İstanbul’da onun gibi bir bü­
yük câmi yaptırılmamıştır. Yerine Selim Hân oğlu Üçüncü Murad
müstakil padişah oldu.

*

SULTAN İKİNCİ SELİM İN OĞLU SULTAN


ÜÇÜNCÜ MURAD’IN DEVRİNDE OLANLARIN ÖZETİ
AHTA çıkışı için düşürülen tarih:
«Ey türebî oldu tarihi ânın
Oldu Şâh-ı Müslimîn Sultan Murad» Sene 982.
Başka bir tarih: «Murad Hân eyyedallah» Sene 982.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 153

Sultan Üçüncü Murad’ın çocuklan şunlardır: Şehzâde Mustafa,


Osman, Bayezid, Selim, Cihangir, Abdullah, Abdurrahman, Haşan,
Ahmed, Yakup, Alemşah, Yusuf, Hüseyin Hân, Korkud, Lâmi, İs.
hak, Ömer, Alâeddin, Davud Hân ve yirmi dört temiz talihli kızlan
olup, kendilerinden sonra evli kaldılar. Dünyaya gelen çocuklannın
tamamı yüz yirmi yedidir, Ayasofya alanında Murad Hân yanında
gömülüdürler. Allah hepsine rahmet eylesin.
Sultan Üçüncü Murad 953 senesi Cemaziyelevvel ayının beşin­
de dünyaya gelmişlerdir. Doğumları için şu tarih düşürülmüştür:
«Gül-i Sâbit» Sene 953. Başka bir tarifi: «Gül-i beşâret», diğer bir
tarih: «Hayr-ün neseb» olup, hepsi de ebced hesabı ile 953 eder.
Tahta çıkışları 982 senesi mübarek Ramazan ayının sekizinci Çar­
şamba günü olmuştur. Gâzî Murad Hân’ın tahta çıkışlarına da şu
tarih düşürülmüştür:
«Padişah-ı âlem oldu gül gibi Sultan Murad.»
Sinan Paşa köşkünün tarihi:
«Kıldı bu kasrı binâ Sultan Murad.» Sene 990.
Kaptan Sinan Paşa için Sağır Riyami Efendi şu tarihi düşür­
müştür :
«Bi ismillâh ile hâtif dedi tarihini
Kapudan oldu, Sinan Pâşâ-yı deryâ-dil yine.»
Padişahlığı zamanında alınan yerler: 985 yılında Lala Kara Mus­
tafa Paşa Acem seferine Serdâr tayin edildi. 983 senesinde Çıldır
ovasında büyük bir muharebe verildi. 996 tarihinde Çıldır, Tümek,
Haritni, Dahal, Tiflis, Şeki kaleleri alındı. Erşi kalesi yapıldı ve ka­
pılar kapısı denilen Demirkapı kalesi ve Şirvan eyâleti fethedildi.
Şirvan’ın alınışına şu tarih düşürülmüştür: «Aldı Sultan Murad Şir­
van». Bu eyâlet, Özdemir oğlu Osman Paşa’ya verildi. Bu fetihle­
rin hepsi 991 tarihinde olmuştur. îlk Sefer-i Hümayun 990, îmam
Kulû Hân’ın mağlûbedilmesi 991, Devan kalesinin tamir edilmesi 991,
Kuri kalesinin alınması 992, Şehzâde Mehmed Hân’a Manisa sanca­
ğının verilmesi 991, Mehmed Giray Hân’ın öldürülmesi 992, Tebriz
kalesinin tamamlanışı 993, Gence kalesinin alınması, Ceğâle oğlunun
Bağdad üzerine kumandan tayini, Despol, Nihavend ve Kühervan
kalelerinin fetihleri 995 yılında olmuştur. Hadım Cafer Paşa’nm
Tebriz yakınında verdiği büyük muharebe 997, Şâh ile sulh yapıla­
rak şehzâdenin rehine olarak alındığı sene 1000, Bihke kalesinin alı-
154 EVl '.yA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

mşı, Yenihisar kalesinin yapılması ve Bosna'da büyük bir taburun


bozguna uğraması 1000 yılında olmuştur. Vespirim ve Polata kale­
lerinin fethi, Osmanlı ordusunun îstoni Belgrad’da bozulması, Tata
ve Sen Martin kalelerinin fethi, Yanık kalesinin ilk olarak muha­
sarası ve fethi 1002 tarihinde olmuştur. Yanık kalesi Sinan Paşa
tarafından fethedilmiştir. Bu fetihlerden başka birçok muharebele­
ri vardır ki, Osman oğullarının yüzsuyu olmuştur. Kendileri şahsen
hiçbir yere çıkmadan bu kadar yer almışlar ve sonunda da Allah’ın
rahmetine kavuşarak 1003 senesi Cemadelülâsmda sultanlığı bırakıp
öteki dünyaya göçmüşlerdir. Allah rahmet eylesin.
Yanık kalesinin fethine düşürülen tarihler :
«Adüvv-ü din sınub fetholdu. Yanık.»
Başka bir tarih:
«Kal’a-î Yanık’a top attı. Sinan Paşa,
Destgir oldu âna nusret-ü avn.»
Diğer bir tarih:
«Çar rüknü yog olup fethine düştü tarih,
Nar-ı kahriyle adüv yanup alındı Yanık.» Sene 1003.
*

MURAD HÂN’IN OĞLU SULTAN


MEHMED HÂN’IN PADİŞAHLIĞI

TARİHÎNDE Manisa’da dünyaya gelmişler ve 1003 sene­


si Cemadelülâsmın on altısında Cuma günü tahta çıkmış­
lardır. Sultan Murad vefat edince, Bostancıbaşı süratle
Manisa’ya giderek tahta çıktığının müjdesini verdi. Kendisine müj­
desinin karşılığı olarak Mısır eyâleti Paşalığı armağan edildi.
Sultan Üçüncü Mehmed’in tahta çıkışı için söylenen tarihler:
«Cülûs etti bugün Sultan Muhammed adl-ü dâd ile.»
Diğer tarih:
«Şeyh-i şahân-i âlem devlet tarihidir mülhem,
Cülûs etti gelip Sultan Muhammed adi ile hâlâ.»
Sene 1004.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESI 155

S u lta n Ü çüncü M eh m ed ’in s ü n n e t oluşu için söylenen ta r ih :


«M uham m ed sü n n e tin e ey ley in ik râm ,
Ş e ria t k estiğ i p a rm a k ağrım az.»
S en e 990.
Sultan Üçüncü Mehmed devrindeki olaylar : 1004 y ılın d a T a ta r
H â n ’ı g elerek re â y â ita a t e tti. Y in e 1004 y ılın d a T am eşv ar, C a fe r P a ­
şa ta ra fın d a n d ü şm a n d a n geri alındı.
E ğri y a k ın la rın d a H oreştoş ov asın d a ta b u r u n bo zg u n a u ğ ray ışı
için y a z ılan t a r i h :
«F etholup k a l’a bozuldu tab u r» S en e 1005.

1006 ta rih in d e , Y a n ık kalesi d ü şm an elin e geçti. 1007 y ılın d a Va-


r a t kalesi S a tu rc u H a şa n P a şa ta ra fın d a n k u şa tıld ı ve alındı. 1008
senesinde E km ekçizâde A hm ed d e fte rd a r oldu ve S a tu rc u H aşan P a ­
şa id am edildi. K a n ije k a le sin in alm ışı ve t a b u r m u h a re b e si için
y a z ılan ta rih : « K açırdın k âfiri, aldın, hisarı». S en e 1009. 1007 y ılın ­
da Celâli, K a ra y a z ı ve k ard eşi D eli H aşan o rta y a çık tı. 1012 ta r ih in ­
de Y em işçi H a şa n P a şa azledildi, so n ra da id am edildi. îra n , T eb ­
riz ’de za fe r kazandı. N ah c iv an ve R e v a n k alesin i aldı. S e rd â r Ca-
ğalıoğlu v e fa t e tti. Y ine 1012 sen esin d e İ ra n lıla r G ence Ş irv a n ’ı is­
tilâ etti. S a lta n a t sü resi 9 y ıld ır. 1012 senesi 18 R eceb a y ın ın 18’in d e
S u lta n Ü çüncü M ehm ed v e fa t e tti. 33 sene ö m ü r sü rm ü ştü r.

P a d işa h lığ ı z a m a n ın d a İsta n b u l’da ken d isi için b ir tü rb e y a p tır ­


dı. E ğ ri’de, M ekke ve M ed in e’de birço k h a y ır eserleri v a rd ır. H a tta
M ısır’d an M ekke ve M ed in e’ye h e r sene ik i gem i yiyecek gider. M eh-
m ed iy e a d ıy la a n ıla n b ü y ü k b ir v a k ıftır. O n d an so n ra s a lta n a t ta h tı
S u lta n A h m ed H â n ’a geçti.
*

SULTAN AHMED HÂN DEVRİ OLAYLARININ ÖZETİ

D
O K U Z yüz d o k san sekiz senesinde M an isa’da doğdu. T a h ta
çık tığ ı zam an 14 y a şın d a m asu m b ir çocuktu. 1012 y ılın d a R e ­
ceb a y ın ın on sekizinde P a d işa h oldu. «H âkan-ı R um » sözü
d o ğ u m u için ta r ih o lm u ştu r. S ene 998. B aşk a b ir ta rih , « H afazatul-
lah» sözüdür. P â d işâ h o lu şu n a ta r ih «Bahti» k elim esid ir. S en e 1012.
T a h ta çıkışı için söylenen b aşk a b ir t a r i h : « H ay r el selâtîn » dir.
K u su ru çok olan ben (riy âsız evliyâ, D erv iş oğlu M ehm ed Z ıllî) an a
156 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

karnından yeryüzüne ayak basışım bu Sultan Ahmed Hân’ın Padi­


şahlığı zamanında bin yirmi yılı Muharrem ayının onuncu Aşura
gününde olmuş. Yirmi altı tarihinde iyiyi kötüden ayıracak çağa
gelip Sultan Ahmed Hân’ın Edime seferini ve Yenicâmiin yapılma­
ya başlanışını gayet iyi bilirim. Allah’a hamdolsun ki, böyle şanı
büyük, yüce bir Pâdişâh zamanında dünyaya gelmişim. Feridun Bey
El-Tevkiî tarafından Sultan Ahmed’in tahta çıkışına düşürülen ta­
rih :
Bu bir âdil şehinşehdır ki tâ haşr
Tefâhür idünür ahdiyle eyyam
Kuşanub tiğ-i zer geçtikçe taht’a
Sipâha genc-i bi-had kıldı in’am
«Atâ bahş» (992) oldu ihsanına târih
Cülûsu sâlime «Şimşir-î İslâm» (992)
Sultan Ahmed Hân’ın şehzâdeleri: Evvelâ Şehzâde Osman, Şeh-
zâde Mehmed Hân —Sultan Osman’ın küçük kardeşidir—, Şehzâde
Murad Hân (Bağdad fâtihi), Şehzâde Bayezid Hân, Şehzâde Süley­
man. Şehzâde Bayezid’in annesi ayrı idi. Bayezid Hân, Murad Hân’­
dan üç ay küçük idi. O gün Mehmed Hân’ın oğlu Sultan Mustafa’­
nın vefat ettiği söylenir. Şehzâde İbrahim Hân yaşça hepsinden kü­
çük idi. Allah hepsine rahmet eylesin.
Sultan Ahmed Hân’ın bilginlere ve Peygamber sülâlesinden
olanlara aylık bağladıklarına dair Kâfzâde Faizi Çelebinin düşürdü­
ğü tarih:
«Anıla nâm-ı şerifi ile tarih ola bu,
Pâdişâh eyledi evlâd-ı Resûle ikram» Sene 1026.
Sultan Ahmed Hân devrinin sadrâzamları: Sadrâzam Yavuz
Ali Paşa, sadrâzamlığa Mısır valiliğinden getirildi. Sadrâzam Meh­
med Paşa Bosna’da Şahinoğlu adı ile şöhrete ulaşmıştır. Vezir Der­
viş Paşa, Gazi Kuyucu Murad Paşa —Anadolu’daki Celâlîlerin hep­
sini ortadan kaldırmıştır—, Sadrâzam Nasuhi Paşa, Sadrâzam Damad
Mehmed Paşa —iki defa sadrâzam olmuştur—, Vezir Halil Paşa —Bu
da iki defa sadrâzam olmuştur—.
Sadrâzam olmayan vezirler: Kaymakam Kasım Paşa, Hadım
Hafız Ahmed Paşa, Sarıkçı Mustafa Paşa, Sofu Sinan Paşa, Vezir
Hızır Paşa, Gürcü Hadım Mehmed Paşa —Birkaç defa kaymakam­
lık yaptıktan sonra Mustafa Hân devrinde sadrâzam olmuştur—, Ve­
zir Ekmekçizâde Ahmed Paşa, Kurd Paşa, Güzelce Mahmud Paşa,
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 157

Cegâlezâde Sinan Paşa, İkinci Vezir Ceğâlezâde Sinan Paşa’nın oğ­


lu Mahmud Paşa ve Sofu Mehmed Paşa.
Sultan Ahmed Hân devrindeki meşhur bilginler: El-Mevlâ Mus­
tafa Efendi, Sultan Ahmed’in tahta çıktığı sırada Şeyhülislâm idi.
Sun’ullah Efendi, Hoca Sadüddin oğlu Mehmed Efendi, Şeyhülislâm
Esad Efendi, Sultan hocası Mustafa Efendi, Elmevlâ Kafzâde, Yah­
ya Efendi, Damad Efendi, Taşköprülüzâde adı ile tanınmış Kemal
Efendi, Kethüda Mustafa Efendi, Bostanzâde Mehmed Efendi, Hay-
zâde Hüseyin Efendi ve Ganizâde Mehmed Efendi.
Sultan Ahmed devrindeki büyük şeyhler: Şeyh Üsküdarlı Mah­
mud Efendi, zamanın kutbu idi. Hoca atlı olduğu halde, Sultan Ah
med Hân yanında yaya yürümüştür.. Şeyh Sivaslı Abdülmecid Efen­
di, Tercümanlığı ile meşhur Şeyh Ömer Efendi, Şeyhlerin şeyhi
Emir Îştibî. Cerrah Paşa adı ile tanınan Emir İştibî hazretlerinin
halifesi olan Şeyh İbrahim Efendi âşık tabiatlı, geniş mezhepli, ko­
nuşmaları etkili bir Hak âşıkı idi. Bütün aydınlar derslerini takib-
ederlerdi. Şeyh Muslihüddin-i Nakşibendî Cerrahpaşa’da vâiz iken,
hâfızlığı sebebi ile Sultan Ahmed Hân’a hocalık yapmıştır.
Sultan Ahmed Hân’ın saltanatları zamanında fetholunan yerler:
Sadrâzam Yavuz Ali Paşa’nın Serdarlığı ve Belgrad’da vefatı, düş­
manın Estergon kalesini muhasara etmesi, Erdel Kralı Boçkay Iş-
tivan’ın ortaya çıkışı. Sene 1013, Estergon kalesinin ibretli bir şekil­
de alınması, Erdel Kralı Boçkay ile sarhoş İbrahim Paşa’nın Nemse
(Avusturya) imparator yeri olan Beç kalesi taraflarını yağma etme­
leri, yine Boçkay ile Osmanlı ordusunun Uyvar kalesi ve etrafını
yağma etmeleri. Sene 1014. Uzun Celâli ile Nasuh Paşa arasındaki
muharebe, Kaymakam Mustafa Paşa’nın öldürülmesi, Sofu Sinan
Paşa’nm Başkumandan oluşu, Sultan Ahmed Hân’ın Bursa’ya git­
mesi, Sofu Sinan Paşa’nın sadrâzamlıktan uzaklaştırılması. Sene
1014. Ceğâlezâde’nin ölümü, Nasuh Paşa’mn Haleb Serdarlığına tâ­
yini. Sene 1014. Koca Mehmed Paşa’nm İran üzerine gönderilişi ve
sonra yerine vezir Murad Paşa’nın tayin edilmesi, Derviş Paşa’nın
Sadrâzam olması, Bostancıbaşı Ferhad Paşa’nın Serdârlığa getiril­
mesi, Celâli eşkıyasını yıkıp ezen fetihler sahibi Murad Paşa’nın
Sadrâzam oluşu, sonra kötü niyetli Derviş Paşa’nm idâmı 1015 ta­
rihinde olmuştur. Kuyucu Murad Paşa’nm Haleb taraflarındaki Can-
boladzâde üzerine gönderilmesi, Kalenderoğlu adlı eşkıyanın yağ­
ma etmesi, Murad Paşa’nm Haleb’i alışı. Sene 1016. Kalenderoğlu’-
nun bozguna uğratılması ve sert vezir Murad Paşa’nm Uzun Celâlî’-
.vi basarak kuvvet okunu gök kubbesine takışı. Sene 1017.
158 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

Tarih:
«Dedi tarihini ol dem subuhî
Bin on yedide kırıldı sekban.»
1019 senesinde isyancılardan Yusuf Paşa Üsküdarda idam olun­
du. Yine aynı yıl Murad Paşa İran üzerine sefere çıktı ve Tebriz’le
birlikte yetmiş kadar îran şehrini yağma etti. 1021 yılında Murad
Paşa Diyarbekir yakınlarında Çülek denilen yerde fâni dünyayı ،<‫ ؛‬k
ederek ebedî âleme göçtü. Nasuhi Paşa Serdar oldu ve sonra Sauıâ-
zam olarak İran’la anlaşma imzaladı. Nasuh Paşa, Pâdişâha damad
oldu. Betlen Gabor’un Erdel’e Kral olması üzerine, Osmanlı ordusu
Erdel’i yağma ve talan ederek, iki yüz bin esir ve hesapsız ganimet
malı aldıktan sonra zaferle geri döndü. Saadetlû Pâdişâh Hazretleri
Edirne’yi ziyaret ettiler. Padişâh’ın Edirne ziyaretine Gânizâde şu
tarihi düşürmüştür: «Cennetâbâd oldu Sultan Ahmed ile Edirne».
Sene 1021.
1023 senesinde Ak Kazaklar Sinop kalesini yaktılar, bu olayda
suçlu bulunan Nasuh Paşa idam olundu. 1024 yılında Mehmed Pa­
şa sadrâzamlığa getirildi ve çıktığı Revan seferinden başarı elde ede­
meden döndü. 1025 yılında İskender Paşa «Kari» taburunu bozgu­
na uğrattı. 1026’da Sadrâzam Halil Paşa Serdar oldu ve nihayet 6
Zilkade 1026 tarihinde Sultan Ahmed Hân bu dünya sultanlığından
göçerek cennete gitti. Sultan Ahmed Hân iyi huylu, tatlı konuşur,
yardım sever ve hayır sahibi, şanlı bir padişah idi. Onun adâletli
devrinde İstanbul o kadar emniyetli ve imar görmüş bir şehir idi
ki, sözle anlatmak mümkün değildir. Hatta büyük hayır eserlerin­
den bir tanesi Atmeydanı’nda yaptırdığı yeni camidir ki, vasıflarını
aşağıda anlatacağız.
Yukarıda câmilerin vâsıfları yazılı ise de yine mevzua dönerek
büyük câmilerden Sultan Ahmed Hân câmiinin anlatılmasına baş­
ladık:
Bu câmi İstanbul’daki büyük câmilerin en güzelidir. Ayasofya
yakınında «Atmeydanı» adlı yüksek bir yerde, kıblesi Çatladıkapı
tarafında deniz görür, geniş bir sahada yeni bir câmidir ki, sanki
matkap değmemiş, emsalsiz bir incidir. Rahmetli Sultan Ahmed Hân,
bu câmiin yerindeki vezirlere ■ait beş tane sarayı kendi parası ile
satın alarak hepsini temelinden yıktırdı. Ovalar kadar geniş bir yer
açtırdı. Bütün usta mimar ve mühendisler bir araya getirilerek Üs­
küdarlı Mahmud Efendi’nin ve üstadımız Evliya Efendi’nin duâla-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 159

rıyle temelinin kazılmasına başlandı. İlk olarak Sultan Ahmed Hân,


eteğine toprak doldurarak, «Yâ Rab, Ahmed kulunun hizmetidir, in­
dinde kabul eyle!» diye işçilerle temelden toprak taşımıştır. Evliyâ
Efendi temel imamı, Aziz Mahmud Efendi temel şeyhi, Kara Sün-
bül Ali Efendi temel kadısı, Kalender Paşa temel mutemedi, Keman­
keş Ali Paşa temel nâzın oldu. İnşaatın üçüncü senesinde kubbeye
başlandı.
Sultan Ahmed Camimin şekilleri: Dört mermer ayak üzerinde,
göklere yetmiş arşın boy uzatmış, çok yüksek yuvarlak bir kubbe­
dir. Bu kubbenin dört tarafı .yanm kubbelerle çevrilmiş olduğun­
dan, câmi aydınlıktır. İçinde Ayasofya ve Süleymaniye gibi büyük
direkler yoktur. Büyük kubbe çeşitli süslerle bezenmiş dört ayak
üzerine istinâd ettirilmiş ve değişik renklerle cemâat ye‫؛‬rleri vardır.
Ondan yukarıda, tâ kubbenin ortasına varıncaya kadar uzanan de­
mir kafesli kandil yerleri vardır ki, burada üç kat kandiller yanar.
İnce bir sütun üzerinde müezzin mahfeli ile muhtelif ve çeşitli sü­
tunlar üzerine oturtulmuş bir hünkâr mahfeli vardır. Bu mahfel-
lerin yan sofa maksurelerinin altında birçok direkler vardır. Mer­
merden yapılmış ve çok yüksek bir minberi vardır ki, bir döner
kürsüdür. Sultan Ahmed Hân Câmiinin minberi için şu tarih söylen­
miştir:
«Kültü sümme temme bilhayrat fi tarihahü,
Minber-i Sultan Ahmed Rabb-ı Ekmel birrehü.» Sene: 1026.
Ve mihrabını anlatmaya lisşın kâfi gelmez. İki tarafında birer
adam boyu şamdanlar üzerinde yirmişer kantar beyaz kâfurî mum­
lar ve tütsü kabları ile süslenmiş bir câmidir. Mihrâbın sol tarafın­
daki pencere yakınında dört köşe ve karışık renkli bir taş vardır ki,
Allah’ın, kudretini göstermek için yarattığı bir kaya parçasıdır. Bü­
tün pencereleri öyle süslüdür ki kanatları sedef işlemeli büyük ka­
paklardır. Gerideki iki sütunda Süleymaniye’deki gibi çeşmeler var­
dır. Bunlardan cemâat abdest tazeler ve su içerler. Bu câmiin beş
kapısı vardır. Sağ taraftaki köşede hatip kapısı, sol tarafta hünkâr
mahfeli altında imam kapısı, iki yan kapıları da sedef işlemelidir­
ler. Bu dört kapıdan câmie basamaklı taş merdivenle çıkılır. Be­
şinci kapısı olan kıble kapısı, diğerlerinden daha yüksektir. Bu câ-
mide asılı âvizelerin yüz Mısır hâzinesine eş kıymeti olduğunu söy­
lüyorlar. Rahmetli Sultan Ahmed Hân o derece büyük, efendi, gü­
zel huylu ve iyi düşünceye sahipti ki, dedelerinden beri ne kadar
kıymetli, görülmeye değer mücevher cinsinden hediyeler varsa hep-
160 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

sini bu camie avize yaptırdı. Bütün devletlerden çeşitli hediyeler


geldi.
Bütün ülkelerin sanatkârları, sultandan ihsan almak düşün­
cesi ile yaptıkları görülmeye değer şeyleri getirerek câmii süslemiş­
ler. Hattâ bunlardan Habeş veziri Cafer Paşa altı adet zümrüt kan­
dil göndermiş, mührü Süleyman üzere altısını da mücevher altın
zincirlerle asmışlardır ki, her bir kandil altışar okka gelir kıymetli
taşlardan yapılmıştır. Parçalarının her biri bir Rum haracı değerin­
dedir derler. Bunun gibi birçok kıymetli avizeler ile süslenmiştir
ki, anlatılmasında kalem ve dil mecalsiz kalır. Bu câmiin mihrab
tarafında yaldızlı ve sedef işlemeli rahleler üzerinde yüzlerce Kur’-
an-ı Kerimler vardır ki, İslâm ülkelerinde ne kadar Padişah cami­
leri varsa hiç birinde bu kadar güzel kitaplar görülmemiştir. Çün­
kü her biri bir padişah ve vezir tarafından hediye olarak gelmiş ve
câmie konulmuştur. Tuğra ile damgalanmış ve ilgili memura teslim
edilmiş dokuz yüz bin adet kitap vardır. Camiin bahçesi cennet bah­
çelerinden bir bahçeye benzer bir îrem bağıdır ki, içinde bülbüller
öterler. Bu câmi hemen hemen Şehzâde câmii büyüklüğünde ve
onun plânlan şeklinde plânlar tanzim edilerek temeller atılmıştır.
Fakat bunun mimarî tarzındaki güzelliği hiçbir yerin câmiinde görül­
memiştir. Câmiin tarihi:
«Göricek bu Câmii dedim anın târihini,
Eyledin bu dehr içinde Hak bu kim âli nişân»
Avlusu ham beyaz mermerle döşeli dört köşeli bir meydandır.
Dört tarafındaki yan sofalan çeşit çeşit direkler üzerinde, renk renk
taşlarla süslenmiştir. Avlunun tam ortasında, bir şadırvan havuzu
vardır. Fıskiyelerinden berrak, tatlı sular akar. Cemâat içerek ha­
raretlerini söndürürler. Bu havuzdan abdest alınmaz. Çünkü dört
tarafı kafeslidir. Üstü kubbelidir. Allah hakkı için söylüyorum ki,
avlunun kıble kapısı hiçbir yerde benzeri olmayan tunç bir kapı­
dır. Boyu on iki zira’dır. Bir kuyumcu kadar işinin ehli olan ustası,
sanatını göstermek için öyle değerli bir kapı yapmış ki, dikkatle
bakan herkes hayranlığını ve şaşkınlığını gizleyemez. Pirinç, maden
ve tahtalar üzerine en ince nakışlarla ve değişik renkli kalem işi al­
tın nakışlan ile içine gümüş halka, gümüş kilid ve menteşeler ta­
kılmış emsalsiz derecede süslü bir kapıdır. Bazılan bu kapı Ester-
gon’daki Kızılelma kilisesinden gelmiştir derlerse de bu yanlıştır.
Zira Nemse kâfirleri 1013 yılında Estergon’u işgal ederek adı geçen
kapıyı almışlar. Sultan Beç kalesi içindeki îstefani kilisesine Mer-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 161

yem kapısı yapmışlardır. Sultan Ahmed Câmiinin adı geçen avlu


kapısı, rahmetli babamız Derviş Mehmed Zilli kuyumcubaşı iken
yapılmış olup, rahmetlinin adı, üstündeki iki parçadan ibaret kita­
be içinde künyesi ile birlikte yazılıdır. Bu avlunun üç kapısından
da büyük dış avluya mermer merdivenlerle inilir. Bu avlunun pen­
cerelerinin dışında, üç tarafta yan dehlizleri vardır. îki tarafında
ince direkcikler üzerinde düzlükler vardır. Cemâat çok olduğu za­
manlarda, bu yan dehlizlerde dahi namaz kılınır. Gece ve gündüz,
bu maksureler on bin Hindli vesair fakirlerle doludur. Bu sofaların
altında birçok çeşmeler vardır ki, cemâat oralardan abdest alırlar.
Minareleri: Göklere baş uzatmış, altı adet minaresi vardır. Bu
câmi sultanların yaptırdığı on altıncı câmi olduğu için, bunu belirt­
mek üzere altı minaresinde on altı şerefesi vardır. Mihrab duvarının
sağ ve sol köşelerinde iki minare, avlu kapısının kuzey ve güneyin­
de iki minare üçer şerefeli minarelerdir ki, dördü on iki şerefe eder.
Külahları ve yirmişer zira’ uzunluğundaki alemleri altınla kaplı de­
ğerli minarelerdir. Külâhlarının ve alemlerinin ışığı, güneş vurun­
ca parıl parıl parlar durur. Avlunun gerideki köşelerindeki iki mi­
nare daha alçak ve ikişer şerefeli ve külâhlan hâlis kurşundan ya­
pılmıştır. Bu hesaba göre, altı minarenin on altı şerefesi vardır. Mü­
barek gecelerde on iki bin kandil yakılınca, minarelerin her biri
nûrdan birer servi gibi parlar. Bu câmiin kubbeleri de halis kurşun­
la kaplanmıştır. Ve yedi yüz elli kadar hizmetlisi vardır. Vakıfları
çoktur. Galata şehrinin bütün haracı ve pek çok vakıf. Sultan Ah­
med Hân tarafından bu câmie ayrılmıştır. Bu câmiin dış avlusu be­
yaz kum ile döşenmiş ve çeşit çeşit ağaçlarla süslenmiştir. Dört ta­
rafında sekiz kapısı vardır. Kuzey tarafında medrese kapısı ve o
tarafta Sultan Ahmed Hân’ın türbesi vardır. Atmeydanı tarafında
üç kapı vardır. Yine o tarafta Atmeydanı’na bakan birçok pencere
vardır. Bütün kapıları baştan başa kale kapısı gibi yeni kapılardır.
Dış tarafı Atmeydam’dır ki, baştan başa geniş bir meydandır. Bu
meydanın güney tarafı imarettir. Fakirlere yemek verilir. Bir ziya­
fet evi, bir hastanesi ve bir de sebil vardır. Sultan Ahmed Hân,
câmiinin dış avlusu, türbe ve medresesi tamamlanmadan vefat etti,
yerine Mustafa Hân Pâdişâh oldu.
Sultan Mehmed Hân oğlu Sultan Mustafa devrinin özeti : Tahta
çıkışı 23 Zilkade 1026 tarihinde olmuştur. Sultan Ahmed Hân’ın şeh-
zâdeleri henüz küçük olduğundan, kardeşi Sultan Mustafa Padişah
oldu. Sonra da yerine Genç Sultan Osman Padişah oldu.
Evliya Çelebi I.II. F ; 11
162 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

Sultan Ahmed’in oğlu Sultan Osman devrinin özeti: 1027 yılı


Rebiülevvel ayının birinde tahta çıkmıştır. Sultan Ahmed Hân’ın en
büyük oğlu idi. «Şeh-i Osmâniyan» sözün tahta çıkışma tarihtir. Se­
ne 1027. Tahta çıktığı günkü gürültüler arasında Yedikule’de hapso-
lunaıı Mehmed Giray hapisten kaçtı ise de, Rumelinde Pravadi ka­
sabası yakınında yakalanarak tekrar Yedikule’ye hapsedildi.
Saltanatı zamanındaki olaylar: 1027 yılında Tatar Hânı İran’a
akın düzenledi, Osmanlı ordusu Revan üzerine yürüdü ve Erdebil
ülkesine vardı. Yine aynı yıl Osmanlı ordusu Taşrâv ovasına kadar
ilerleyerek İran’la sulh imzalandı. 1028 senesinde Sofu Mehmed Pa-
şa’nın damadı Sadrâzam oldu. 1029 tarihinde, Kaptan Ali Paşa Sad-
râzamlığa getirildi. 1030 yılında İskender Paşa, Buğdan’da Asâr ve
Buvada taburunu bozguna uğrattı. İstanbul Boğazı kışın şiddetinden
dondu. Boğazın donuşuna şu tarih düşürülmüştür:
«Lâfzen ve mânen âna dedi Neşatî târih,
Meded dondu soğuktan bin otuzda deryâ.» Sene 1030.
Haşimî Efendi’niıı Akdeniz’in kapanışı için yazdığı tarih:
«Yololdu Üsküdar’a bin otuzda Akdeniz dondu.»
1030 yılında Sadrâzam Ali Paşa vefat etti ve yerine Hüseyin
Paşa Sadrâzam oldu. 7 Cemâde-l-uhrâ 1030 tarihinde Padişah Hotin
tarafına sefere çıktı. Hotin kalesi alınamayarak, 1031 yılında büyük
merasimle İstanbul’a dönüldü. Sözün kısası, «Hotin gibi saraya ben­
zer bir kaleyi bana fethettirmediniz» diye Sultan Osman çok ütül­
dü. Mübarek vücudunu Atmeydanı’nda Sultan Ahmed türbesine
gömdüler.
Doğum tarihi:
«îde bârî'Güzin.i Âli Osman» Sene 1012.
Dört sene Padişahlık yapmış olup, vefatında on sekiz yaşında
idi. İstanbul’a bir eser bırakamadan öldü.
Sultan Osman devrindeki bilginler: Şeyhülislâm Esad Efendi,
Nakîp Anberî Efendi, Zekeriyazâde Yahya Efendi, Azmîzâde Hâ-
letî Efendi, Kafzâde Fâizî ve büyük şeyhlerden Ömer Efendi, Sivasî
Efendi, Haraç şeyhi İbrahim, Derviş ve Kadızâde Efendi.
Sultan Mustafa’nın fermanı üzerine sadrâzamlık Davud Paşa’ya
kaldı. O gün eşkıya ve zorbalar binlerce hanedân konaklarını yağ­
ma ettiler. Birkaç gün sonra sadrazamlık, Mısır’dan azledilen Mere
Hüseyin Paşa’ya verildi.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 163
Hayat hikâyesi : Mere Hüseyin Paşa, Arnavut ırkından olup, ev­
velâ Satırcı Mehmed Paşa’nm aşçıbaşısı, sonra sırasıyle sipahi ça­
vuşu, koyun emini, çavuşbaşı, kapıcıbaşı, kapıcılar kethüdası, büyük
mirahur ve en sonra Mısır valisi, daha sonra da hain Davud Paşa’nm
yerine Sadrâzam oldu. Dördüncü Murad devrinde ikinci sadrâzam-
lığı sırasında idam edildi. Yerine Lefkeli Mustafa Paşa sadrazamlı­
ğa getirildi. Sadrazamlık müddeti iki ay on sekiz gündür. 6 Zilkade
1031. Sonraları bazen Kastamonu, bazen de İzmit vâliliğine geti­
rirlerdi. Yumuşak tabiatlı olduğu için cesareti yoktu. O zamanda,
eşkıyanın hareketleri ölçü dışına taşmıştı. Sultan Mustafa devrin­
de silâhtarlıktan alınarak, ilk olarak Mısır’a vâli tayin edildi. Mısır
vâliliğinden azledildikten sonra Yedikule’ye hapsedilerek perişan ol­
du. Sene 1031. Sonra sadrazamlığa getirildi.
Olaylar: Abaza Paşa, Erzurum’da isyan edince vezir Mahmud
Paşa, Abaza üzerine kumandan olarak gönderildi. İran Şâhı, Bağdad
üzerine yürüdü ve Çopur Bekir adlı eşkiyanın yardımı ile zafer ka­
zandı. Sene 1033. İran Şâhı Musul’u istilâ etti. Hâfız Ahmed Paşa,
Bağdad’ı fethedemeden geri döndü. Tay kabilesi İran ordusunu yağ­
ma etti. Mere Hüseyin Paşa azledildi. Kemankeş Ali Paşa sadrâzam
oldu. Sene 1032.
*

SULTAN AHMED HÂN’IN OĞLU DÖRDÜNCÜ SULTAN


MURAD DEVRİNİN ÖZETİ

ULTAN Dördüncü Murad, 14 Zilkade 1032 tarihinde Padişah


olmuştur. Tahta çıkışı için şu tarih düşürülmüştür:
«Dediler Sultan Murâd-ı Râbi’ oldu Pâdişâh.» Sene 1032.
Sultan Dördüncü Murad Hân’ın vücut yapısı: Uzun boylu, şiş­
man ve iri vücutlu, yuvarlak yüzlü, mübarek sakalları siyaha ya­
kın, açık kaşlı, elâ gözlü ve gözünün beyazı çok idi. Omuzları geniş,
beli ince, pazuları kalın, elleri arslan pençesi gibi idi. Osmanlı sülâ­
lesinde böyle zaptedici, bağlayıcı, âdil, sert ve şiddetli, kan dökücü,
eşkıya düşmanı, asker öldüren, Rüstem gibi kuvvetli, yiğit ve cesa­
ret örneği bir Pâdişâh gelmemiştir. Tahta çıkışının hemen ardından,
Kemankeş Ali Paşa’yı dinlemeden derhal idam etti. Çünkü zorba­
larla dil ve güçbirliği ediyordu. Ali Paşa, Haremde yetişmiş ve ora­
dan vezir rütbesi ile Bağdad ve Diyarbekir valiliklerine tayin edil.
164 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

dikten sonra, nihayet Mere Hüseyin Paşa’nırı yerine sadrâzam ol­


muştu. Açgözlülüğü yüzünden öldürülmüştür. Yerine Çerkeş Meh­
med Paşa Sadrâzamlığa getirilerek, 1034 senesinde Abaza üzerine
gönderilen orduya Başkomutan tâyin edildi.
Çerkeş Melımed Paşa, silâhtarlıktan Şam vâliliğine getirilmiş ve
sadrâzam olduktan sonra Abaza’yı mağlûb etmiştir. Tokat’da vefat
etmiştir. Sadrâzamlığı yedi ay on gün sürmüştür. Sonra Hafız Ah-
med Paşa Sadrâazm oldu. Bâki Paşa ve Çerkeş Mehmed Paşa cldü.
Gürcistan beylerinden Mavfi Bey, Acem Hânlarından Karciğay Hân’ı
katlederek bütün Gürcistan’ı 1034 senesinde emri altına aldı. 1035
yılında Hâfız Ahmed Paşa Bağdadi muhasara etti ise de alamadan
geri döndü. 1036 senesinde Hâfız Ahmed Paşa üzerine gönderildi.
Dişlenk Hüseyin Paşa, İran’ın elinden Kars kalesini kurtarmak için
Erzurum’a geldi. Burada- Dişlenk Hüseyin Paşa askeri ile birlikte
Abaza tarafından şehid edildi. 1038 senesinde Hüsrev Paşa sadrâzam
oldu ve Abaza’dan Erzurum’u, Acem’den de Ahıska kalesini aldı.
Hüsrev. Paşa, Abaza’yı af ricası ile Dördüncü Murad Hân’a getirdi.
1039 yılında Hüsrev Paşa Bağdad üzerine yürüdü ve Şehrizor hu­
dudunda Erkek Ahmed kalesini yaptırdı. Mihriban kalesini aldı. Zey­
nel Hân bozguna uğradı. Iran toprakları çapul ve yağma edildi.
Bair Cenan kalesi ve etrafındaki yirmi kadar kale yıkıldı. 1040 se­
nesi Safer ayının yedinci günü Bağdad, Hüsrev Paşa tarafından mu­
hasara edildi. Paşa yiğitçe ve arslanlar gibi çarpışarak Metrise gir­
di.
Kırk gün muhasaradan sonra, kışın şiddeti ilerlemeye mâni ol­
duğundan kale alınamadı. Toplar zorla çekilerek Hille kalesine dö­
nüldü. Orada muhafaza için asker bırakıldı. Musul kalesine geline­
rek kale yapıldı. Hüsrev Paşa, askeri ile Mardin kalesinde kışı ge­
çirdi. 1044 yılında Hüsrev Paşa azledilerek, Hâfız Ahmed Paşa tek­
rar sadarete getirildi. Hüsrev Paşa Tokat’da öldürüldü. Receb Paşa
sadrâzam oldu. Sultan Dördüncü Murad Revan seferine çıktı ve Re-
van’ı, Tebriz’i aldı, Huy ve Meııenol vilâyetlerine boyun eğdirdi.

Revan Tarihi: Sultan Murad, bileğinin kuvveti ile Revan ka­


lesini yedi günde fethetti. Murtazâ Paşa’yı kırk bin askerle sancak
beyi olarak Revan’da bıraktıktan sonra, kendisi İstanbul’a dönmek
üzere ayrıldı. Tabanı Yassı Mehmed Paşa’yı Sadrâzam olarak Erzu­
rum’a bırakarak, kendisi İstanbul’a geldi. Yedi gün, yedi gece şen­
likler yapıldı. Beri tarafta Erzurum kışlığında bulunan Mehmed Pa­
şa, Murtezâ Paşa’ya olan düşmanlığı sebebiyle yardımına gitmedi.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 165
Sultan Murad’ın yedi günde fethettiği Revan’ı, îran Şah’ı yedi ay­
da güç aldı. Bu kötü haber Sultan Murad’a ulaşınca, Mehmed Pa-
şa’yı sadrazamlıktan uzaklaştırarak Silistre eyâletine vali tâyin etti.
Sadaret mührünü de Kaymakam Bayram Paşa’ya verdi. Ve kendi­
sini cennete benzer Bağdad’ın fethi ile görevlendirdi. Sene 1045. Sul­
tan Dördüncü Murad Hazretleri bizzat kendisi de denizler kadar
kalabalık askerle vakit geçirmeden Bağdad yönüne hareket ettiği
sırada, Bayram Paşa vefat etti. Yerine Tatar Mehmed Paşa sadrâ­
zam oldu. Bağdad’m fethi için gereken hazırlıkları hemem tamam­
ladı. Sultan Murad Hân, kırk gün süren kuşatmadan sonra, Bağdad’ı
zorla ve cebren fethetti. Bağdad’ın fethi için yazılmış tarihler:

«Oldu târih Şah Safî’nin nâlesi,


Der imiş ki vâh Bağdad hey...»
Cevri’nin yazdığı başka bir tarih:
«Asker-i Şahî düşünce fethinde tarih olur,
Aldı Bağdad’ı aduvden cenk ile Sultan Murad!..»
Bağdad’ın fethi sırasında Tayyar Mehmed Paşa şehid oldu. Ye­
rine Kaptan Kara Mustafa Paşa Sadrâzam oldu. Melek Ahmed Pa­
şa silâhdarlıktan ayrılarak Diyarbekir eyâletine vezir oldu. Bağdad
imar edilerek idaresi Küçük Haşan Paşa’ya verildi. Muhafazası için
Bağdad’da kırk sekiz bin asker bırakıldı. Birçok kızılbaş gizlendik­
leri yerlerden çıkarak tekrar muharebeye başladıkları için, iç kale­
de yeniden savaş başladı ve Revan’da şehid edilen Müslüman gâzî-
lerin intikamı alındı. Sadrâzam Kara Mustafa Paşa ve Melek Ah­
med Paşa, îran hududunda Deme ve Dertenk mevkilerine giderek
sulh ve sözleşmeler yapıldı. Kimyacı Maanoğlu Kaziz ile Rumiye
Şeyhi Aziz aynı günde şehid edildi. Kırk bin sekiz tarihinde İstan­
bul’a dönülünce, yedi gün yedi gece bayram gösterileri yapılarak
duyulan neşe ve sevinç gösterildi. Ondan sonra Padişah Malta sefe­
rine niyet ederek, beş yüz parça kadırga ve iki aded Kara Mavna
yapılması için emir verdi ki, denizciler, Nuh Peygamberden bu ya­
na eşini görmemişlerdi. Sadrâzam Kara Mustafa Paşa, İstanbul’a o
sene geldi. Her geçen gün sıhhati biraz daha bozularak on yedi gün
yatakta kaldı. Sonunda «Îrciî ilâ Rabbike» emrine uyarak âhiret yol­
culuğuna çıktı. Allah rahmet eyleye. Atmeydamnda, babası Ahmed
Hân türbesinde yatar.
Doğum tarihi 1018, tahta geçiş tarihi 1032, Padişahlık müddeti
18, yaşı 31, ölüm tarihi de 1049’dur.
166 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

Çocuklarının hepsi otuz ikidir. Kendilerinden sonra yalnız İsmi-


han Kava Sultan adında namus timsali bir kızı kaldı. O da Melek
Ahmed Paşa ile evli iken vefat etti. Sultan İbrahim ile Sultan Mus­
tafa’nın Ayasofya’daki türbelerine gömdüler. Sultan Murad Hân bir
zaman eşkıya ile bir zaman da Bursa, Edirne, Revan, Karadeniz do­
nanması ve Bağdad seferi gibi mühim işlerle meşgul olduğundan,
İstanbul’da büyük bir eser bırakamadı. Kendisi Revan seferinde iken,
Padişah fermam ile Kaymakam Bayram Paşa İstanbul kalelerini tâ-
mir ettirdi. Musul kalesi, Şehrizor’daki kale, Çek' Ahmed kalesi, Kuş-
ada ve Karadeniz Boğazı kaleleri ile İstanbul’daki Güllü Câmii seç­
kin eserlerindendir.
Güllü Camiin vasıflan : Ömer bin Abdülaziz, Mesleme, Hâruner-
Reşid, Yıldırım Bayezid Han ve Fatih devirlerinden kalma eski bir
câmidir. Sultan Dördüncü Murad zamanında İstanbul’da meydana
gelen büyük depremde, temellerine kadar yıkılmıştı. Murad Hân,
pek çok ırgat ve usta toplayarak yeniden yapımına başladı. Her ne
kadar dar bir yerde idiyse de, halkın hukukuna el sürülmedi. Yedi
yılda tamamlandı. Sağlam olması için usta mühendis orta kubbenin
etrafına küçük küçük kubbeler yaptığından, şekli bir güle benze-
miştir. O yüzden adına Güllü Câmi derler. Tamamlanınca, câmiin
içini yüz güğüm gül suyu ile yıkadılar. Mihrab ve minberi sâde ve
güzeldir. Ancak bir kapısı kıbleye bakar. Bu kapıdan mihraba va­
rıncaya kadar, câmiin uzunluğu 81 ayaktır. İçinde somaki mermer
ve başka sütunlar yoktur. Yan taraflarında ve kıble kapısının iki
tarafında sofaları vardır. Dış avlusu hayli geniştir. Eski câmi oldu­
ğundan, bâzen bu câmie yağmur duasına çıkarlar. Duâlarm kabul
olunduğu bir yerdir. Tek şerefeli bir minaresi vardır. Câmiin ze­
mini yer altında olduğundan, üzerine büyük bina yapmaya korktu­
lar. Bu câmide hâl sahibi kimseler hiç eksik olmaz.

Murad Han bu câmiden başka Karadeniz Boğazında karşı kar­


şıya iki yeni kale yaptırarak, yanlarına da iki cephâne ve birer câ­
mi yaptırdı. Kandilli bahçesinde büyük bir köşk, İstavroz bahçesin­
de bir Havarnak köşkü ve Üsküdar bahçesinde Revan köşkünü yap­
tırdı. Revan köşkünün yapılışı için Cevri’nin yazdığı tarih:
«Bu saâdethânenin Çevri dedi tarihini,
Devlet-âbâd makâm-ı Padişâh-ı Cem-cenap.»
Başka bir tarih:
«Muallâ kadr ü âli-pâye evreng-i Süleymânî ?.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 167

Bir başka tarih:


«Kasr-ı Sultan Murad Hân».
Diğer bir tarih:
«Vasf idüb Çevri didi târihini,
Beyt-i mâ’mur oldu hep âli-makam.»
Başka bir tarih:
، Bu nüzhetgâh-ı zibânın dedi târihini Çevri,
Zelıi kasr-ı Hümayun ü bülend eyvân-ı şâhâne».
Sultan Murad Hân’ın tahta çıkışından başlayarak, saltanatının
sonuna kadar olan günlük olayları, ihtilâlleri, sadrâzamlarının tayin
ve azillerini beyan edelim:
Allah’ın takdiri ile günahsız Osman Hân şehid edilerek Mustafa
Hân Padişah oldu. Bu durumu öğrenen Abaza Paşa Erzurum’da, Mu­
hafız Ahmed Paşa Diyarbekir’de isyana niyetlendiler. Ülema ve sâ-
lihlerin kanını almak niyetiyle, Abaza Paşa ilk olarak Erzurum’un
kalesini alarak bütün yeniçerileri öldürdü. Bu haber İstanbul’a ula­
şınca, Cağalazâde vezir Mahmud Paşa’yı Abaza üzerine serdar ve
Kara Mızrak’ı da yeniçeriağası tayin edip gönderdiler. Bunlar Bur-
sa’ya vardıklarında: «Biz bu kadar askerle Abaza’ya karşı koyama­
yız» diye, Bursa’dan İstanbul’a geri döndüler. Bunun üzerine İran­
lIlar fırsat bularak, Çopur Bekirzâde mel’ununun yardımı ile bin
otuz üç senesinde Bağdad’ı istila ettiği gibi, Musul’u da aldı. Mere
Hüseyin Paşa azledilerek sadrazamlık Kemankeş Ali Paşa’ya veril­
di. Bu sırada tekrar ayaklanma oldu ve yeniçeri kethüdalığı yapan
Bayram Paşa, Sultan Ahmed’in kızı Hanzâde Sultanla evlendi. Bil.
çorbacı olduğu halde, bu kadar zorbalık gösterdi. Bundan sonra ye­
niçeri ve sipahiler ağız ve işbirliği edip, sadrâzam Kemankeş Ali
Paşa’nın da onlara uymasıyle, zulüm haddi aştı. Bütün reâyâ ve
berâyâ, âyân, eşraf, fakirler, âlimler, salilıler, imamlar, hatipler, şeyh­
ler, vezirler, vükelâ hatta sarayda bulunanlardan Padişaha yakın
olanlar bile o kadar sıkıntıya düştüler ki, zorbaların yüzünden aile
ve çocuklarını hamamlara, çarşıya ve pazara çıkaramaz oldular. «Fa­
lan ağanın evini basalım» diye gizli değil, açıktan açığa konuşur­
lardı.
Nihayet 1032 senesi Zilkade ayının on dördünde Sultan Ahmed
Hân oğlu Sultan Dördüncü Murad Hân, Allah’ın yeryüzünde tem­
silcisi olup büyük Halifelik makamı kendisine nasib oldu. Allah’ın
izni ile îstanbul halkı üzerinden zulümler kalktı ve cihan memnun
kaldı. Ölü gönüller yeniden can buldu. Zengin ve fakir, herkesi‫؛‬.!
168 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

yüzü güldü. Hemen ertesi gün yedi iklim Padişahı büyük bir mera­
simle Ebâ Eyyûb-el Ensâri Hazretlerine giderek orada Cuma nama­
zım kıldı. İki yerden gayret kılıcı kuşandı ki, bunlardan biri Haz-
ret-i Fahr-i Kâinat aleyh-i Efdal-üt Tahiyyat Efendimizin ateşli kı­
lıcı, diğeri de Birinci Selim Hân’ın kılıcı idi.
Böyle kılıç kuşanmak hiçbir Pâdişâha nasib olmamıştır. Yine
merasimle Edimekapı’smdan içeri girerek, merasimi izleyen halka
selâm verip duâlannı aldıktan sonra, Hâs odadaki Hazreti Peygam­
berin Hırka-i Şerifine yüz sürdü ve Hazreti Yusuf’un Gavri hâzi­
nesinden alınan kavuğunu mübarek başlarına giyip, iki rek’at namaz
kıldı ve:
«İlâhî, beni halk arasında hor ve hakir etme... Din-i mübin-i
Ahmediye lâyık hizmetler nasibet» diye yalvarıp inledi. Gerçi yaşı
henüz bülûğa ermişti; ama gayet asil, tedbirli, akıllı ve bilgili idi.
Derhal huzuruna hâsodabaşıyı, hazinedarbaşıyı, hazine kâtibini, ha­
zine kethüdasını çağırdı ve:
«Tez cülûs bahşişi için hazırlık yapınız» dediler. Onlar da, «Pa­
dişahım, mübarek hâzinenizi şereflendiriniz» dediler. Meğer bu de­
ğersiz Evliyâ’nın babası Derviş Mehmed Zilli dahi orada hazır bu­
lunmuş ve beraberce Padişah hâzinesine girmiş. Hâzinede çörçöpten
ve birtakım âlât ve terkedilmiş eşyadan başka, dünya malı sayıla­
cak gümüş, altun, kap kacaktan bir şey bulunamamış. Ancak altı
kese para, bir garar mercan ve bir sandık fağfurî fincan kalmış. O an­
da Murad Hân’ın gözlerinden akan kanlı yaşlar hâzineyi doldurdu.
Derhal içeri girerek iki rek’at hâcet namazı kıldı, duâ ettikten son­
ra: «înşaallah bu hâzineyi yağma edenlerin mallan ile ağzına ka­
dar yine doldururum. Ve elli hazine daha toplarım» buyurdular. On­
dan sonra bütün kuvvetini pazusuna vererek cülûs bahşişi için on
gün içinde üç bin kırk kese hazırladı. Bütün yeniçerilere haber ve­
rilince, «Biz bahşişi almamaya yemin ettik. Padişahımıza bizden he­
lâl olsun» diye haber gönderdiler. Ertesi gün acele dîvan toplanma­
sı için ferman çıkarıldı ve askere zorla bahşişi dağıtıldı. Bütün bey
ve fakirler sevindi. Kahvehaneler, meyhaneler, bozahaneler kapa­
tılıp, tütün dahi yasak edildi. Bu sebeple her gün yüz yirmi kişi idam
ederdi. Ama onlar müstahaktı.
Anadolu tarafında Abaza Paşa, yeniçeri zorbalarını ve üzerine
gönderilen askerleri beşer, onar zayıf karınca gibi eziyordu. Keman­
keş Ali Paşa’nın kışkırtması ile 1033 tarihinde Şeyhülislâm Yahya
Efendi azledilerek yerine Ahmed Efendi fetva makamına getirildi‫؛‬
Yine aynı sene, Kemankeş Ali Paşa’ıiın telkinleri ile eski vezir Ha-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 169

lil Paşa ve Gürcü Mehmed Paşayı hapse attılar. Sonraları Abaza


Paşa’nın isyanından bunların haberdar olmadıkları Murad Gazi ta­
rafından anlaşılmak!، ,, her iki vezir de af edilerek hapisten çıka­
rıldılar. Çerkeş Mehmed Paşa, Abaza üzerine kumandan tâyin edildi
ve Van tarafına hareket etti. Adı geçen Çerkeş Mehmed Paşa mü’-
min, muvahhid, namuslu, dindar, onurlu bir kumandandı ki, gördü­
ğümüz vezirler arasında buna benzeyeni yoktu. O mübarek senede
Kayseri altında cereyan eden büyük bir savaştan sonra, Erzurum
kalesine sığındı. Sonra Bâkî Paşa ve Çerkeş Mehmed Paşanın cena­
zeleri Mardin’de toprağa verildi. 1034 tarihinde Diyarbekir Vâlisi Hâ-
fız Ahmed Paşa’ya Sadrazamlık ve Başkumandanlık, Hüsrev Paşa’-
ya da yeniçeriağalığı ihsân olundu. Yine o sene Şâh Abbas yardım­
cılarından Karçıgay Hân, askeri ile Gürcistan beyi Mavro’nun üze­
rine gönderildiyse de mağlûp oldu. Mavro, yirmi bin kadar düşman
kellesini Diyarbekir’deki serdâr Hafız Ahmed Paşa’ya gönderdi. O
da bütün kelleleri, tranlılarm mukaddes sancağı Drefs-i pâviyâniyi,
Murad Hân’ın ayakları altına gönderdi. Mavro’ya, Gürcistan beyli­
ği ile birlikte hil’at ve fâhireler gönderildi. Bu sırada Hâfız Ahmed
Paşa, Diyarbekir’den Bağdad üzerine gönderildi. Bağdad’ı dokuz ay
dövdü.
Kale sayısız top gülleleri yedikten sonra, Akkapı ve îmâm-ı
Â’zam kapısından gedikler açılmaya başladı. Hücum karan verildi­
ği sırada, Şâh Abbas İran askeri ile Osmanlı ordusunu dört tarafın­
dan çevirdi. Kale içindekilere de hücum emri verince, bizim asker
iki düşman arasında kalarak yiyecek ve zahire sıkıntısı baş göster­
di. Gece ve gündüz ateşler içinde muharebe etmeye başladılar. Bir
gece Şah Abbas, fırsat bularak kaleye yirmi bin kadar yardımcı
kuvvet soktuktan sonra, sabahla birlikte İslâm hatları üzerine büyük
bir hücuma geçti. İki asker arasındaki muharebe birkaç gün devam
etti. Allah’a şükür ki, Acem Şâhı kendiliğinden anlaşma teklif etti.
Aç ve susuz kalmış olan asker, bunu canına minnet bilerek sulhü
imzaladıktan sonra, Bağdad’dan Diyarbekir’e çekildiler. Ve durumu
İstanbul’a bildirdiler. Fakat bu hadise Padişah’ın hoşuna gitmedi.
1036 tarihinde Hâfız Ahmed Paşa azledildi ve Sadrâzamlık mühürü
ikinci defa olarak Halil Paşa’ya verilip orduya gönderildi. Ordu To­
kat kışlağında bulunduğu sırada, Ahıska kalesini Acem’in zaptettiği
haberi geldi. Derhal uzak görüş sahibi Serdâr Dişlek Hüseyin Pa-
şa’yı on bin süvari ile yola çıkardığı gibi, Abaza Paşa’ya da:
«Gayret şenindir. Sen de Hüseyin Paşa ile Ahıska’nm alınma­
sına yardım et» deyip Pâdişâh fermanı gönderildi. Abaza fermana
170 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

karşı «evet» dediyse de, bunu kendi üzerine gönderilmiş bir kuvvet
zannederek Hüseyin Paşa’yı kaleye davet etti. Sonra da dışarda ka­
lan askerin erzakını yağma ettirdi. Hüseyin Paşa’yı da kalede öldürt­
tü. Geri kalan asker Tokat’a dönerek, Halil Paşa’ya ağlayıp sızlan­
dılar. Bu hal îstanbul’a arzedilince, Abaza Paşa’nın isyanı Padişah
tarafından da teslim edildi. Daha önce Kayseri altında yenildiği va­
kit, suçu affedilerek kendisine Erzurum Valiliği verilmişti. Fakat
Dişler Hüseyin Paşa’yı ve askerini bu şekilde kırdığı haberi gelin­
ce, Padişah tarafından bütün vezir ve vükelâya fermanlar yazıldı.
Halil Paşa, Abaza isyanını bastırmaya memur edildi. Kaleyi muha­
saraya aldılar. Lâkin top yoktu. Bu muhasara sırasında, Abaza iki­
de birde kaleden çıkarak yeniçeri siperlerini basıyor, onları Genç
Osman Hân’ın kanı aşkına işkencelerle öldürüyordu. Bu sırada bir
gece büyük bir fırtına oldu. Bütün çadırlar kar ve buz altında kala­
rak binlerce askerin ayakları dondu. Asker isyan edip de seferden
geri dönülünce, Abaza Paşa arkalarına düştü. Her gün yeniçeri tai­
fesini kıra kıra, Hınıs ve Mama Hatun mevkilerinde binlerce kişi­
nin ellerini, ayaklarını kesip bir kuyuya doldurdular ki, hâlâ o ku­
yuya (Çâh-i dest ü pâ = El-ayak kuyusu) derler. Mama Hatun tür­
besinin yakınındadır. Birçok insan kurtulduğu gibi, birçoğu da eli
ayağı kesilerek şelıid edildi.
Bu üzüntülü haber Murad Hân’a ulaşınca, 1038 senesinde Sad-
râzamlık miihürü Hüsrev Paşa’ya verilerek Abaza üzerine memur
edildi
Hüsrev Paşa, Bosnalı idi. Silâhdarlıktan yetişmişti. Bayram Pa-
şa’nın yerine yeniçeriağası, sonra Diyarbekir Vâlisi olup, Âmid’e gi­
derken Sadrâzamlığa getirilip, Abaza üzerine Kumandan tayin olun­
du.
Ahıska’nın geri alınması için görevlendirilince, Tokat’dan süva­
ri ile çıkarak karın çokluğuna rağmen —Erzurum kalesine Abaza
tarafından zahire depo edilip yığınak yapılmadan— kale önüne ye­
tişip kuşatmaya başladı. Abaza kaleyi İran’a teslim eder korkusu ile
o sene Muharrem ayının yedinci günü kale etrafındaki kuşatma sık­
laştırılarak siperlere asker yerleştirildi. Gerekli silâhlar konulduk­
tan sonra, kale yedi yerden topa tutuldu. Lâğımlar atıldı. Nihayet
kale Balyemez toplarına dayanamayarak gedikler açıldı. Gece, gün­
düz hücumlar yapıldı. İçerden dışarıya, dışardan içeriye gece bas­
kınları, hücumlar yapıldı. Nihayet içerdekiler karşı koyamayacak­
larını anlayarak, birer, ikişer kaçmaya mecbur kaldılar. Serdâr, dı­
şarı çıkanlara ivi davranarak bahşişler Vermeye başladı. Bu haber
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 171

k a le d e k ile r ta ra fın d a n d u y u lu n ca , a k ın h a lin d e d ışa rıy a çık arak : «El٠-


am an! E y Âl-i O sm an H üsrevi! E y a rs la n la r H ü srev i» d iy e h e r b iri
b ir ta ra fa d ü ştü . U lem a ve şe y h le r de k a le d e n ç ık a ra k ita a tle rin i b il­
d irip, H ü sre v P a ş a ’n ın h u z u ru n d a a f için e te k le rin e sa rıld ıla r. O da
«Af, fe tih zek âtıd ır» ifad esi g ereğ in ce h e p sin i a f ederek, g e re k e n le ­
re k a fta n la r h ed iy e e tti.
A dı geçen a y ın dokuzunca, İslâ m ask eri k aley e girdi. K ış b a s­
tırm a d a n k ale tâ m ir ed ilerek , K e n a n P a şa ’m n k o m u ta sın d a elli b in
a sk e r b ıra k ıld ı. A h ısk a k alesi de M av ro H â n ’ın y a rd ım ı ile fe th e d i­
lip, Ç ıld ır e y â le ti S e fer P a ş a ’ya h ed iy e edildi. B u b ü y ü k fe th in h a ­
b e ri P â d işâ h a u laşınca, A baza P a ş a ’n m d e rh a l İs ta n b u l’a g e tirilm e ­
si için fe rm a n çıktı. K ışın şid d e tin e a ld ırm a d a n H ü sre v P aşa, b ü y ü k
b ir a la y la İsta n b u l’a g elerek A baza P a şa ’yı P â d işâ h a ta k d im e tti.
A b aza P aşa, u ta n c ın d a n b aşım ö n ü n e e ğ erek D îv an -ı H ü m a y u n ’da
ay a k ü z e re d u rd u . İşte o gün, b ü y ü k b ir d îv an te r tip edildi. B u d î­
v a n d a b in a y a k b ir a y a k ü z e rin e b astı. V e z irle r ve d e v le t e rk â n ı
ö n ü n d e P â d işâ h , ta m b ir h a şm e t ve inci gibi y a ğ a n sözleri ile A b a­
za P a ş a ’y a h ita b e n : «S enin b u k a d a r seneden b e ri A llah ’ın M ü slü ­
m a n k u lla rın a y a p tığ ın zu lü m n ed ir? B in lerce a sk erim i ö ld ü rü p açık ­
ça z u lü m y ap tın » deyince, A baza P a şa da üç k e re y e ri ö p tü k te n so n ­
ra, cev ab a şöyle başladı: «P âdişâhım , H a z re ti P e y g a m b e rin r u h u
için ve b ü y ü k a ta la rın ın r u h la rı için olsun b a n a bıı se fe r de m ü sa a ­
de ed ip af ile m u am ele eyle de içim i dökeyim .» diye izin istey in ce,
«Söyle» diye P â d işâ h ta ra fın d a n izin v erild i. A baza şöyle k o n u ştu :
«P âdişâhım ! K a rd e şin S u lta n O sm an H â n -ı G azî, to p ra ğ ı tem iz
olsun, azam etle d in u ğ ru n a d ü şm a n d a n öç alm ak için H o tin se fe ri­
ne n iy e t e ttik le ri zam an g ö rd ü ki, y e n iç e ri tâifesi az, fa k a t b u n a k a r ­
şılık m a a şla rı fazla. « B unları y o k lam a edelim » deyince, isy a n ed e­
re k y o k lam ay a ra z ı o lm ad ılar. P â d işâ h b u d u ru m a üzüldü. H o tin
kalesi sip e rle rin e y ü z b in n az ve sık ın tı ile g ird iler. Y e rle ri ceh en ­
n e m olası k â firle ri k o ru m a k için dev am lı k u ru sık ı tü fe k a tıp , el a l­
tın d a n k â firle r ile a n la şa ra k İslâm d in in e h iy a n e t e ttik le ri a ş ik â r
idi. K a le d en k â firle r b u n la ra şa ra b , ona k a rşılık b u n la r d a k â fire
keb ab g ö n d erd iler. B u şekilde y e r ve içerlerd i. B u h a ld e iken B u-
diıı V eziri K a ra k a ş P a şa , k a ra k a şın d a n k u rşu n ile v u ru la ra k şeh id
oldu. B ü tü n a sk e r a ç ık ta k ald ı ve o n la r da şeh id o ld u lar. B ir kişi
b ile y a rd ım la rın a g itm ed i. T a ta r H â n ın a, « K âfir ta b u r u ü z e rin e geç
gelm e, İslâm o rd u su n a gel; tez gelm e» diye h a b e r gönderildi. B azı
v e z ir k u lla rın y e n iç e rile ri tu tu p , k a rd e şin O sm an H ân h u z u ru n a g e­
tire re k ö ld ü rü rle rd i. B u h â l üzex٠e İslâm d in in e b u çeşit h ıy a n e tle ri
172 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

g ö rü lü rd ü . H o tin gibi s a ra y m isali b ir k ü ç ü k k aley i feth ed em ey ip , si­


p e rle rd e n b ir g ü n to p ta n ç ık a ra k k a ç tıla r. D e v le t h âzin esin d en yedi
b in kese boşa g itti. Y ü z b in le rce re â y â ve b e râ y â p e rişa n oldu. B aş­
k a en u fa k b ir iş görülm edi.. A h a y rılık , diye ağ lay ıp in led iler. F â ­
tih C âm iin d e b in le rce e se r sa h ib i u lem ay ı şehid e d e re k cesetlerin i
k u y u la ra d o ld u rd u la r. H a lk ın evleri, iç ve dış h â z in e le ri z o rb a lar
ta ra fın d a n y a ğ m a edildi.»
«N ih ayet b u h a k ir (A baza) b u h a lle ri işitip ü z ü n tü m d e n h a s­
ta o ld u m sa da so n ra iy ileştim . P â d işâ h ım ız sağ olsun. B u A baza
la la n d a h i ek m ek k a v g a sın a dü şü p «V elinim etim efen d im O sm an
G âzî’n in in tik a m ın ı b ü âsi k â firle rd e n n asıl alırım ?» d erk en , a m ­
can M u sta fa H â n E rz u ru m e y â le tin i k u lu n u z a h e d iy e e tti. G ördüm
ki, k a le n in kışı çok şid d etli. H e r gün L ala P a şa C âm iinde n a m a z
kıldıkça, y e n iç e ri eşk ıy ası ö n ü m e önüm e gelip, «A baza lala! A k ra ­
b a v e y a k ın la rın d a n y in e L a la P a şa kilisesine v ardık!» gibi sözler­
le o m ü b a re k câm ii k ilisey e b e n z etirlerd i. Ş e h ri k o n tro la çıksam ,
y olda y a ta n k ö p ek lere h itâ b e n b a n a işittire c e k şekilde, « o ş t-o ş t...»
d e d ik le rin i işitip göz y u m a rd ım . B u işlere y in e ald ırış etm ezdim .
Y in e h ep sin e b a h şişler v e rird im . P â d işâ h ım , b u n u n gibi b in lerce
m an âsız ve saçm a şey leri h azm ed erd im . D îv â n h â n ey e şa ra p ve ke-
b ab ile gelip, «Abaza, se n in m e h te rh â n e n ile b ir m eclis edelim » d i­
y e P a d işa h d îv ân h â n e sin d e çengi ile yiyip, içe rek zevk ve sefa e d e r­
lerdi.» ،■
«Yine de y iy ip içe c e k le rin i v e rird im . Ş e h ir için d e ây a n ve eş-
râ fm çoluk çocuğuna sa ta şm a y a başlay ıp , y ü zlerce ev ve işy e rin i
y ağ m a v e ta la n e ttik le ri zam an, şe r’i sicile k a y d e ttirip elim e şe r’i
se n e t aldım . îşte k o y n u m d a d u ru y o r. B ak ın ız P â d işâ h ım , y e n iç e ri­
n in b u ta ş k ın lık la rı A cem Ş a h m a aksedince A h ısk a k alesin i k u ş a t­
m ay a kalkm ış.. B en de «Bre gâzîler, îslâ m d in in in h u d u t kalesi olan
A h ısk a k alesin i m u h a fa z a e tm e y e yetişelim !» diye fe ry a d e ttim . Y e­
n içe ri m ey h a n e le rin d e n , b o z a h an e lerd e n y e n iç e rileri ç ık a rm a k m ü m ­
k ü n olm adı. N ih a y e t tra n lıla r, b ü y ü k d ed e le rin d e n Selim H â n G â­
zî’n in fe th e ttiğ i A h ısk a gibi sağlam •bir k aley i alıp m ü lk y a p tı. S on­
r a b u ü zü cü h alim iz k ışlağ ım ızd a b u lu n a n b e y le rb ey ilere de m âlû m
olup, o n la r d ah i y e n iç e rile re d a rg ın m ışla r. B ü tü n b e y le rb e y ile r y a ­
vaş y av aş -y en içeriy i k ırıp , O sm an G âzî’n in k a n ın ı iste m e k için y e ­
m in b illâ h e ttile r. H e rk e sin id are si a ltın d a b u lu n a n z o rb a ları ve
eşk ıy a y e n iç e rile ri k ırm a y a y e m in e tm iştik . S o n u n d a o g ü n geldi.
B u h a k îr, an la şm ay a u y a ra k önce E rz u ru m ’u n iç k alesin i tem iz le ­
dim . Y e n iç erile ri k ırd ım . D iğ er v e z ir ve b e y le r y a n çizdiler. B enim
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 173

ad ım âsi oldu. İş b aşa düşüp, g ü n d en güne h â lim şid d etlen d i. İşte


b a şım d a n geçenler, m â c e ra m b u d u r. N e y a p tıy sa m b u d ev let-i A liy-
y e ’n in iy iliğ in i isted iğ im için y a p tım . Y oksa P â d işâ h ım , b u A b aza
k u lu n y etm iş k u ru şlu k b ir k u lu n d u r. Âsi olup, c ih a n g irlik ile P â ­
d işâh olacak değilim » diye h â lin i ve b a şın d a n g eçen leri b in lerce k i­
şi içinde çek in m ed en a n la ttı. T e k ra r y e r öpüp, el b a ğ la y ıp d u rd u .

B u sözleri C em a zam etli P â d işâ h h oşgörü ile d in le d ik te n so n ra


S u lta n M u ra d H a n A b aza’ya:
«K ayseri a ltın d a lala m Ç erkeş M eh m ed P a şa ile ç a rp ışıp y e n il­
d iğ in zam an su ç u n u a f edip, sa n a E rz u ru m e y â le tin i ih sa n e ttim
S o n ra A h ısk a’y a y a rd ım için g ö rev le n d irile n D işlek H ü se y in P a ş a y ı
ve b u k a d a r A llah k u lu n u ö ld ü rü p , m a lla rın ı y a ğ m a ve ta la n ettin .
H alil P a şa lala m ile ç a rp ıştın , k aley i teslim etm ed in . S o n ra d a v e t
e ttiğ im zam an, rik â b ım a gelip n için yü z sürm edin?» b u y u ru n c a , A b a­
za P a ş a ’n m cevabı:
«P âdişâhım ! Ü stü m e m e m u r olup gelen k u m a n d a n la rın ın h e r
b iri ask erin e m a ğ lû b tu la r. D isipline h â k im değildiler. U ğ ra d ık la rı
ili ve v ilâ y e ti K aray azıcı, K alen d ero ğ lu , A ra b S aid gibi h a ra p ve
h a lk ı k eb ab e d e re k gelip beni m u h a s a ra e ttile r. H e r g ü n k u m a n d a ­
n a k a rş ı a y a k la n a ra k ocağım b a şın a y ık ıp çeşitli fe sa d la r ç ık a rır­
la rk e n o n la r C elâli ve H a râ m i, bense o n la rın y a n ın d a z â lim le rin en
Remizi ve helâli idim . C an ım ın k o rk u su n a teslim olm adım . S a v a ş­
tım . A m an ile çıksam , b ir alay a m a n tan ım a z , başsız kılıçsız a sk e r
ü z e rim e y ü rü rle rd i. B u n la ra te slim olm ak h a ta d a n d ır d ü şün cesiy le,
k u v v e ti pozu m a to p la y a ra k sav aştım . H ü sre v P a şa lala n İs ta n b u l’­
d an P â d işâ h fe rm a n ı ile T o k ad ’d an k a lk ıp ü z e rim e gelince, casu s­
la rım h e r g ü n g ezerek b ü tü n k o n a k la rd a g ö sterd iğ i a d a le ti, d isip ­
lin i v e eşk ıy ay a a m a n v e rm e y ip k a tle d e re k ask eri k en d isin e ita a t
e ttird iğ in i söyleyince, a n la d ım ki b u olgun b ir kim sed ir. H e r geçen
g ü n h e y b e t ve se rtliğ i y a k la ştık ç a , içim de b ir k o rk u uyandı.»

«S onunda b ir g ü n gö rd ü m ki, E rz u ru m a ltın a gelip d u rd u . D e r­


h a l b ü tü n a sk e r sip e rle re g ire re k tü fe n k le re sa rıld ıla r. S a n k i ciğe­
rim e y a p ıştıla r. O g ü n to p la rla y ed i y e rd e n k aled e g e d ik le r a ç tıla r.
E rz u ru m ov asın ı gece gü n d ü z gö zetlerd im . S ip e rle rd e n h iç b ir a sk e r
çıkıp k ö y lere gitm ezdi. B ü tü n h a lk to p lu h a ld e ask ere z a h ire g e ti­
rirle rd i. B u n d a n a n lad ım ki, b u z a t (H ü sre v P aşa) a sk erin e h âk im
b ir k u m a n d a n d ır. O v ad a h iç b ir köy ateşe v erilm ezd i. H e r gece b ü ­
tü n ç a d ırla rd a F e tih sû resi o k u n u r ve e z an d a n so n ra k a la b a lık ce­
m a a t h a lin d e beş v a k it n a m a z k ılın ırd ı. B u n a k a rşılık önceki ku-
174 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

m a n d a lıla rd a ne inanç, ne de ib a d e t v a rd ı. B ü tü n k ö y leri ateşe ve­


r ir, h a lk ı k ebab e d e r ve iki üç ay d a a n c ak sip e rle re g ire r ve iste m e ­
y e re k b irk a ç el tü fe k a ta rla r, so n ra y in e ç a d ırla rın a g id erek eğlence
ile m eşg u l o lu rla rd ı. B en de b u n d a n istifa d e ederek, günde üç, d ö rt
d efa k a le d e n d ışa rıy a ç ık a ra k gece b a sk ın la rı y a p a r ve h e r çık ışta
b irç o k y e n iç e ri k ıra r ve g eri k aley e dön erd im . Y en içeri k e lle le ri ile
k a le n in b u rç ve d u v a rla rın ı sü slerd im . İk i ay so n ra kış gelir, a sk er
k u m a n d a n ın ç a d ırın ı b a şın a y ık a r ve d ö n erlerd i. A m m a b u P ü s r e v
P a şa la la n d o ğ ru su R ü ste m gibi d a v ra n d ığ ı için, «Hah, işte b u âdil
b ir h âk im d ir» diye «el’am an!» dey ip ay a ğ ın a y ü z sü rd ü m . A lla h ’a
h am d o lsu n , d ü şü n cem d e y an ılm am ışım . B u k a d a r g ü n d en b e ri k a la ­
b a lık b ir o rd u içinde b en i P a d işa h ım a sağ o lara k g etird i. E m ir P a-
d işâh ım ızm d ır. B en g a y re tim d e n böyle y a p tım . M ü b a re k şâ m n a lâ ­
y ık ise, işte k ılıcım b o y n u m d a. P â d işâ h ım a E rz u ru m ’d an k u rb a n gel­
dim.» d iy e re k P â d işâ h ın a y a k la rın a yü z sü rü p , iki dizi ü z e rin e yüzü
k ıb ley e d ö n ü k o la ra k d u rd u v e kelim e-i şe h âd e te başladı. R a h m e t
d olu P â d işâ h , A baza P a ş a ’n m d o ğ ru sö zlerin d en ve b u derece boyun
eğ m esin d en hoşlandı. Son d erece k ızgın ik en y u m u şa d ığ ın ı b ü tü n m u ­
sa h ip le r, P â d işâ h y a k ın la rı, m ecliste h a z ır b u lu n a n v ezirler, v e k il­
ler, u lem a, sa lih le r, im a m la r, h â tip le r, Ş e y h ’ü l îslâ m Y ah y â E fendi
v e H ü s re v P a şa g örünce, h ep si P â d işâ h ın a y a k la rın a kapanıp:

«P âd işâhım , A b aza P a şa k u lu n u n su ç u n u affeyle!» diye y a p tık ­


la r ı ric a la rı k a b u l olundu. A b aza P a ş a ’y a B osna e y â le ti h ed iy e ed il­
di. A baza g a zâsın d an gelen b ü tü n v ezirlere, b ey le rb ey ilere , d iğ e r bey ­
le re ve ocak ih tiy a rla rın a k a fta n la r g iy d irild i. A baza, B osna’y a g it­
ti. O ra d a n azledilip S ilistre e y â le tin e v erild i. D eniz gibi ask eri ile
K am an içe ta ra fla rın d a L e h ü lk esin d e n h esapsız g a n im e t m alı ile
fetih siz g eri dönüp, S ilis tre ’ye geldi. O ra d a n da azled ilerek , İs ta n ­
b u l’da P a d işâ h ’ın özel adam ı o larak , P â d işâ h a h e rk e ste n y a k ın oldu.
B ir g ü n y e n iç e ri tâ ife si M u ra d H â n ’a g ücendi ve d îv â n d a çorba iç­
m ed iler. A baza P a ş a d e r h a l :
«— P â d işâ h ım , m ü b a re k izn in iz o lu rsa b en o n la ra b ir k e re gö­
rü n ey im . O a n d a o n la ra değil çorba, ta s la rın ı bile y u ttu ru ru m » de­
yince, P â d işâ h ın izn i ile A baza d îv â n a çıktı. D e rh a l y e n iç e rile r a ra ­
sın d a b ir k a y n a şm a oldu:
«Bre A baza geliyor!» diye b ü tü n y e n iç e rile r ço rb a ile b e ra b e r
ta s la rın ı d a y u ta c a k tıla r. A b aza y e n iç e rile rin g ö zlerin i b u derece
k o rk u tm u ştu . S o n ra R e v a n seferi sırasın d a, a sk e r a ra sın d a b ir de­
dik o d u oldu:
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S I 175
«A baza bizi ö ted e n b e ri k ıra gelm iştir. A n a d o lu ’y a çık arsak , A b a ­
za bizi y in e k ıra r. P â d işâ h ım ız ın .m a k sa d ı R e v a n ise, A b aza ile b ir­
lik te gidip feth etsin !» diye a n la ştıla r. M ecburen, b ir gece h â s oda
olan S ırç a sa ra y d a A b a z a ’yı h a p se ttile r, sa b ah le y in A b a z a ’n ın v ü ­
c u d u beyaz b ir ç a rşa fa s a rıla ra k V oça b o stan cıb aşıy a teslim edildi.
O da P a ş a ’yı b o ğ a ra k şeh id e tti. C esedini, h a lk ın gözü önü n d e S u l­
ta n B ay ezid ’de, M e rk eb ciler b aşın d a, G âzî M u ra d P a ş a ’n ın y a n ın d a ­
k i k o k u lu to p ra ğ a göm düler. F a k a t so n ra o n la r da e ttik le rin i b u ld u ­
lar. A llah, bol ra h m e t eyleye.
G a rip h a l l e r : B in elli a ltı ta rih in d e S ü le y m a n P a şa E rz u ru m
vâlisi iken, Ira n to p ra k la rın d a n A baza P a şa çıkageldi. S ü le y m a n P a ­
şa b ü tü n ih tiy a c ın ı k a rşıla y ıp , el a ltın d a n d a d u ru m u İsta n b u l’a b il­
d irdi. B eri y a n d a n A baza eski d o stla rı ve a d a m la rı ile av a çık m ay a
başlayıp, b ü y ü k b ir to p lu lu k edindi. B ü tü n y a p tık la rın ı b ir b ir a n ­
latıp , g ü n d e n g ü n e itib a rın ı a rtırd ı. A baza P a ş a ’n ın a n la ttığ ın a gö­
re, R e v a n se fe ri sıra sın d a y e n iç e ri a y a k la n ıp : «Biz A b aza’n ın b u ­
lu n d u ğ u sefere gitm eyiz!» diye a y a k d ire d ik le ri zam an, M u rad H â n
b ir b aşk a a d a m ı ç a rşa f içe rsin e s a ra ra k Voço b o stan cıb aşıy a v e rip
ö ld ü rtm ü ş. O gece A b aza P a ş a ’y ı h a z ır b ir gem i (F irk a te y n ) y e ko­
y u p G elibolu’da C e z a y ir k a ly o n la rın a b in d irm işle r. C ezay ir’de k o r­
sa n lık y a p a ra k , k a ly o n sah ib i b ir k a p ta n olm uş.

A llah ’ın h ik m e ti, yedi sene so n ra M u ra d H â n İsta n b u l’d a v e fa t


edince, A baza P a şa N e m e n tis b u rn u adlı y e rd e tu tu ş tu ğ u m u h a re ­
bede A lla h ’ın ta k d iri ile y e n ile re k D a n im a rk a k ü ffa rın ın elin d e y e ­
di sene e sir k a lır. O ra d a n A baza P a ş a ’y ı P o rta k a l (P o rte k iz ) k â firi­
n e sa ta rla r. P o rte k iz d o n an m ası ile üç sene H in d ista n ’a s e fe rle r y a ­
p a r. S o n ra y in e P o rte k iz lile rle Ç in’e g id erk en , g em ileri b a ta r. A b a­
za, Ç in ve F a ğ fu r, K alm an , H o rasan , B elh, B u h â râ ve Isfa h â n ’d an
d o laşa rak gelir. O ra d a n E rz u ru m ’d a P a ş a ’y a g e le rek ib re tli h ik â y e ­
sin i a n latın ca, h a k irin bile a k lı p e rişa n oldu. B aşın d an geçen b in ­
lerc e olayı a n la tır ve d e lille ri ile isb â t ederdi.

Ö te y a n d a n S ü le y m a n P a ş a ’n m d u ru m u b ild irm e si ü zerin e, S u l­


ta n İb ra h im H a n Voço b o sta n c ıb aşıy ı çağırıp: «K ardeşim M u rad H â n
d ev rin d e A b aza P a ş a ’yı n asıl k a tle ttin ? » diye sorm uş. O da, «V allah
P âd işâh ım ! B eyaz b ir ç a rşa f için e sa rılm ış b ir ad am ı A b aza’d ır d i­
ye ö ld ü rd ü m , bah çe im a m ı d a y ık ad ı. B ü tü n v e z irle rle b e ra b e r M u ­
ra d P a şa tü rb e sin e göm dük. B u n u biliyorum .» deyince, fe rm a n la b ir
k ap ıcıb aşı gönderildi. A şağı d iv a n h a n e n in m e h te rle r k ap ısı a ra lığ ın ­
da A baza P a ş a ’m n b a şın a ü şü şe re k kellesini kesip İsta n b u l’a gön-
176 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

d e rd iler. S a d râz a m S a lih P aşa, S ü le y m a n P a ş a ’y ı E rz u ru m v a liliğ in ­


d en azle d e re k y e rin e , id am ed ilen M u sta fa P a ş a ’m n oğlu M ehm ed
P a ş a ’yı tâ y in e tti. T erzi M u sta fa ağa silâh lı o lara k geldi. B en (Ev-
liy â ) de g ü m rü k n e z a re ti ile D e v a n h a n ı ta ra fın a k e rv a n g ö tü rm ey e
g ittim .

HÜSREV PAŞANIN KUMANDANLIĞI


SENE 1038
A b aza P a ş a ’n ın m ağ lû b ed ilm esin d en sonra, H ü sre v P a şa k a la ­
b a lık b ir o rd u ile B ağ d ad ü z e rin e k u m a n d a n tâ y in edildi. F a k a t H ü s­
re v P a ş a ’n ın B a ğ d a t’a e h e m m iy e t v e rm e y e re k İra n ta ra fla rın ı y a ğ ­
m a ve ta la n e ttiğ i y u k a rıd a y a z ılm ıştır. S o n ra İslâ m ask eri ile tâ
İsfa h a n ’a k a d a r y a ğ m a edelim diye a h d e d e re k g itm e k n iy e tin d e iken,
âle m in k o ru y u c u su m ü b a re k P â d işâ h H a z re tle rin d e n f e rm a n gelip:
«B izzat k ö tü h u y lu A cem Ş a h ın ı elin i k o lu n u b a ğ lıy a ra k a y ağ ım a
g e tirse n , m a k b u lü m değildir. E ğ e r b aşın sa n a lâzım sa, H ila fa t m e r­
kezi B a ğ d a t’ı fe th e d ip m ez h e b in iz in k u ru c u s u H a z re ti N u m a n b in
S â b itî’y i v e H a z re ti Ş e y h A b d ü lk a d ir G e y la n i’yi geçim siz kızılbaş-
l a r e lin d e n k u rta ra sın » diye e m irle r geldi. 1040 senesi sa fe r a y ın ın
y ed isin d e B ağ d ad sip e rle rin e g irild i. M u h a sa ra k ırk g ü n d ev am e tti,
î r a n ta r a fla rın a y a p ıla n a k ın la r sıra sın d a İslâ m ask eri g a n im e tle r
eld e e tm işti. S o n u n d a kış şid d etlen in ce. B a ğ d a d ’ö an vazgeçildi. Dö­
n ü ş te H ille k a le sin e a sk e r k o n u p o ra d a n se lâm etle M usul’a g irild i.
K a le o n a rıla ra k P â d işâ h a b ild irild i. K ışı M a rd in ’de geçirip, ilk b a ­
h a rd a R e v a n ü z e rin e g itm e k n iy e tin d e iken, « İsta n b u l’a gelesin» di­
y e fe rm a n geldi. H ü sre v P a şa T o k a t k alesin e gelip o rad a h a s ta la n ­
dı. B u s ıra d a M u rta z a P a ş a k e n d isin i k a tle tti. (19 Ş a b a n P e rşe m b e
1041)

M u rta z a P a şa D iy a rb e k ir’e g itti. 1041 senesi R eceb a y ın ın on se­


kizinde, H afız P a şa te k r a r S a d râz a m oldu. A y n ı a y d a y e n iç e ri is­
y a n ed ip B âb-ı H u m â y u n ’u n iç ta ra fın d a k i h a s ta la r k ap ısı önünde
H âfız P a ş a ’y ı a tın d a n in d ird ile r. H âfız P aşa, h a s ta la rın o d a la rın a
k a ç a ra k k a p ıy ı k a p a ttı. O ra d a n ip le cam b azlık y a p a ra k H âs b ah çe­
y e k açtı. B o sta n cıb a şın ın sa rık ve h il’a tin i g iyip P a d işa h ’ın h u z u ­
r u n a ç ık a ra k d u ru m u a n la ttı: «B irkaç v eled -i zina ü z e rim e h ücum
e ttile r. B iz de ü z e rle rin e a t s ü rü p d ağ ıttık » diye P â d işâ h h u z u ru n ­
d a y a la n söyledi. E rte si g ü n ü y e n iç e ri y in e a y ak lan d ı. P a d işâ h ’ta n
H â fız ’ı a la ra k , o n u n gözü ö n ü n d e H ü sre v ’in k a n ın ı a lm a k için ilk
o lara k H ü s re v P a ş a ’n ın b ir ağası H â fız ’ın tep e sin e b ir m ız ra k v u r .
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 177

du. M ızrak, çen esin in a ltın d a n çık tı. Ö te k ile r de H â fız ’ı h em en p a r­


ça p a rç a e ttile r.
1041 senesi R eceb a y ın ın so n u n d a T e d b irli R ecep P a ş a ’y ı S a d ­
râ z a m y ap ıp , Ş e y h ü lis lâ m lığ a d a H ü se y in e fe n d iy i g e tird ile r. R ecep
P a şa aslen B o sn alıd ır. B o sta n cıb a şılık ta n vezirliğ e y ü k se ltile re k k ap -
d a n P a şa oldu. A k d en iz’de üç p a rç a b ü y ü k İn g iliz k a ly o n la rı zap ­
te tti ki, h a k ik a te n acay ip idi. S o n ra K a ra d e n iz ’de üç yü z p a rç a K a ­
zak A k şay k asiy le b ü y ü k h a rp edip, K a z a k la rın b ü tü n şa y k a la rın ı
z a p te d e re k b aş aşağı edilm iş h a ç la rı ile İsta n b u l’a geldi. O sene H a ­
lil P a şa A n a d o lu ’da, A b aza ü z e rin e S a d râz a m o lara k k u m a n d a n ­
lık la görevli iken, R ecep P a şa İsta n b u l’da k a y m a k a m oldu. Y erin e
H a şa n P a şa k a p ta n lığ a g e tirild i. Ö zü n e h rin in K a ra d e n iz ’e d ö k ü ld ü ­
ğü boğazda b ir k ale y a p tıra ra k , 1036 senesinde Ö zü k alesin i g en iş­
le tti. D ö rt köşe b ir k ale d a h a y a p a ra k ö z ü ’ye ilâv e e tti.
R ecep P aşa, H ü sre v P a ş a ’m n se rd a rlığ ı sıra sın d a d a k a y m a k a m
o la ra k k ald ı ve H âfız P a ş a ’n m k a tlin e sebep oldu. H âfız P a ş a ’yı k a t­
le ttird ik te n so n ra y e rin e sa d râ z a m olup, P a d işa h m u sâ h ib i M usa Çe-
le b i’yi ü z e rin e h a n ç e rle h ü c u m e ttir e re k z o rb a la ra ö ld ü rttü . C esedi­
n i A tm e y d a n ın a a ttıla r. M usa Ç elebi’n in ö lü m ü için söylenen ta rih :
«M usâ’y a cem âliy le tec e lli k ıla B ârı» sene 1041.
B ir köşeye g izlen en y e n iç e ria ğ a sı H a şa n H a life ’yi b u lu p , P â d i­
şâ h c e llâd ın ın kılıcı ile y e re y ık tıla r. R a m azan a y ın ın b aşın d a, M as-
lû p ad ı ile b ilin e n d e fte rd â r B oşnak M u sta fa efen d im izin gizlendiği
geri h iz m e tç ile ri R ecep P a ş a ’y a h a b e r v e rd iler. Z a v a llıy ı z o rb a lara
ö ld ü rte re k cesedini A tm e y d a n ın ’d ak i ç ın a r ağacı d ib in d e a stıla r.

R ecep P a ş a ’n m d ah a nice h iy a n e ti ve z o rb a la rla işb irliğ i h a lin ­


de o ld u ğ u m e y d a n a çıkıp, M usa Ç elebi’yi ö ld ü rttü ğ ü an laşılın ca, d î­
v a n a ç a ğ rıla ra k b o ğ d u ru ld u . H a k ir d ah i (E v liy â Ç elebi) b ab am la
b irlik te o g ü n d iv a n d a h a z ır b u lu n u y o rd u m . (27 şev v al 1042, P a z a r­
te si). S o n ra S a d râz a m lık M ısır’d a n gelen T a b a n ıy a ssı M ehm ed P a ­
şa’y a v erild i. B u adam , S u lta n O sm an ’ın k ız la r ağası M u stafa A ğ a ’-
n ın ç ıra ğ ı ve A rn a v u t idi. S a ra y d a n ç ık tık ta n sonra, M ısır’a V âli
o lara k gönderildi. E rz u ru m ’da R e v a n ’ın sa v u n m a sı ile görevli ik en ,
R e v a n ’a g itm ed iğ i için, B o ğ d an ve E flâ k m eselesi y ü zü n d e n idam
e d ile re k E y ü b S u lta n m ezarlığ ı y a n ın d a to p ra ğ a v erild i.

Y e rin e B a y ra m P a şa sad râzam oldu. B a y ra m P a ş a îsta n b u l’lu


olup, y e n iç e rilik te n y e tişm iştir. M u ra d H ân , T ab an ıy assı M ehm ed
Evliya Çelebi I-Il. F : 12
178 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

P a ş a ’n m S a d raz a m lığ ı z a m a n ın d a , a ta la rın ın y a p tığ ı gibi ik in ci h ü ­


k ü m e t m erk ezi d u ru m u n d a k i E d irn e ’ye g itti. H a lk ın d u ru m u n u t e t ­
k ik ed ip bâzı z o rb a la rın h a k k ın d a n geldiği b ir sıra d a , N em se K ra ­
lın d a n y e n id e n b a rış m e k tu p la rı geldi. B u sebeple İsta n b u l’a dön­
d ü ler.

P a d işâ h lık la rı z a m a n ın d a R e v a n se fe rin e ç ık m ay a k a t’i k a ra r


v erin ce, T ab a n ıy a ssı M ehm ed P a ş a ’yı S a d râz a m o la ra k k u m a n d a n
tâ y in ed ip R e v a n ’a g itm e k ü z e re yola çık ard ı. B a y ra m P a şa k a y m a ­
k am o la ra k İs ta n b u l’da kaldı. Â lem in k o ru y u c u su P â d işâ h H a z re t­
leri, S e rd â r M eh m ed P a ş a ’n ın a rd ın d a n Ü sk ü d a r’a çıkıp S ü le y m a n
ta h tın d a H a z re ti Ö m e r a d â le tin i g ö sterm ey e başladı. O gün, m e rh u m
ve A lla h ’ın ra h m e tin e k a v u şm u ş olan b a b a m ın ih tiy a r ve tec rü b eli
o lm ası seb eb iy le R e v a n se fe rin e k a tılm a sı için P â d işâ h fe rm a n ı çık­
tı. R e v a n se fe rin e b a b a m ızla b e ra b e r g itm ey e m e m u r olduk. B ü tü n
silâ h v e le v a z ım â t d e v le t ta ra fın d a n te m in edildi. H a k ir d a h i b ir­
lik te b u lu n d u m . V e y in e çeşitli se fe rle re iş tira k etm iş, itib a r sahibi
k im se le rd en U n k a p a n ın m iç ta ra fın d a o tu ra n A yasofya serg ü zeşti
sa h ib i K e lâ m i A ğa, Z e y rek b a şın d a P irin ç c iz â d e n in ev sah ib i m u tfa k
e m in i A b di E fen d i, K u z u A li A ğa, İsa ağa gibi K a n û n î S u lta n S ü le y ­
m a n d e v ri ih tiy a rla rım ta h tır e v a n ile R e v a n se fe rin e çıkardı. P a ­
d işa h gece gündüz, b u g ü n g ö rm ü ş ih tiy a rla rla k a rşılık lı k o n u şa ra k
y o lalırd ı. U ğ rad ığ ı y e rle rd e C elâli v e C em âli zorba y e n iç e rile ri k ıra
k ıra K o n y a ’d an K a y se ri’ye, o ra d a n S iv a s’a v a rıp , k u rb a n b a y ra m ın ı
o ra d a y a p tı. S ilâ h d a r N ed im M u sta fa P a şa ’y ı ç a ğ ıra ra k İk in ci V ezir­
lik rü tb e s in i v erd i.

O ra d a n E rz u ru m ’a geçti. B ü y ü k S e rd â rın h a z ır e ttiğ i to p la rd a n


b aşk a T e b e r k a p ısın d a k ırk ad e d b aly em ez d ah a döküp, ik i b in ç ift
rrianda ile E rz u ru m ’d a n ç e k ere k S m u r Ç a y ırı d en ilen y e rd e n , K a ­
ğ ızm a n a ltın d a n R e v a n kalesi önüne u la ştırd ı.

1044 senesinde, R e v a n kalesi a ltın d a d u ru ld u . V e k ale d ib in d e de­


n iz g ib i a k a n Z en k i n e h rin d e n İslâm ask eri geçti. O g ü n k a le y e am an
v e rilm e y ip , y ed i k o ld an sip e rle re girildi. «B ism illah» ile ilk o lara k
k e n d ile ri n e h ri a şa ra k M eh an ed b a y ırı d e n ile n y e rd e n k aley e b ir
b aly em ez to p a ta r a k ged ik açınca, b ü tü n İslâm a sk eri « h ay ra a lâ ­
m ettir» d iy e sev in d iler. Y edi g ü n yedi gece d ü şm a n a göz a ç tırılm a d ı
v e A llah ’a ham d o lsu n , fe tih n a sib oldu. R e v a n H â n ı E m ir G üneoğlu
d ışa rıy a çıkıp a m a n d iled iğ in d en , ik i tu ğ ile H a le b e y a le ti k e n d i­
sine b ağ ışlandı. K a le n in to p ta n y ık ıla n y e rle ri ta m ir e d ile re k k ırk -
E V L İY A Ç E L E B İ SEV A H A T N Â M E S İ 179

b in ask erle K oca K e n a n P aşa, A h ısk a k a le sin in fe th i ile g ö rev le n ­


d irild i. A y n ı avda, A h ısk a kalesi de alındı. P a d işa h H a z re tle ri, R e­
v a n a ltın d a n İra n to p ra k la rın ı y ağ m a e tm ey e g itti. H a re k e tin in on
a ltın c ı g ü n ü n d e T e b riz şe h rin e girdi. T a ta r la r da d e rh a l birço k İs ­
lâm a sk eri ile T e b riz ’e k o rk u s a la ra k z a fe r k a z an d ıla r. İslâm ask e­
rin in b a sit h iz m e tk â rla rd a n seyis oğ lan ları, h â k im le r, m eş’aleciler
ve sak a h a d e m e le ri' b ile nice gö m ü lü h â z in e le rle g a n im etlen ip , T eb ­
riz şe h rin in o y ü k se k H a v a rn a k k ö şk ü n e ve R e v a n k e m e rin e ve im a ­
r ı d ü n y a y ı tu ta n İrem b ağ ın a b en zey ip Ş a h b ağ ı ad ı ile şö h re t b u lan
Ç içekli b ağ a k a rşı b izz a t M u ra d H â n H a z re tle ri p a rm a ğ ı ağ zın d a
h a y ra n kaldı. C ihan P â d işâ h ı T e b riz ’d en d ö n erk en , A zerb ey can ü l­
k esin in sağ ve so lu n d ak i H av i, M enez, N esev, E rv ev em , B a ru d u m ,
L u m b i, D um bolu, R u m iy e d iy a rla rın ı fe th e d e re k sâlim en ve bol g a ­
n im e tle K a tu r k alesin e geldiler. M u h a sa ra ed erek b irço k to p la r a t­
tıla r, te slim olm adı. K ış gelm iş o ld u ğ u n d an , fe tih te n v azg eçtiler. S o n ­
ra Ş â h gediğini aşıp, M eh m ed î deresi için d ek i M ah m u d v ilâ y e tin e
geldiler. B eşinci g ü n ü b ira z k a r yağdı. O ra d a n V an, A m ik, B â rk iri,
E rciş, A dilcevaz, A h la t ve H a n ta h tv a n k a le lerin e — ki hepsi V an
gölü k e n a rın d a d ır— gelindi. B itlis, K efen d er, H azro, M ey y afark m ,
D iy a rb e k ir, M alaty a, S ivas, T okat, A m asy a ve A m ik k a le lerin d en
T osya ve B olu şe h irle rin e , o rad a n a ltı g ü n d e îz m id ’e. o rad a n d a Ü s­
k ü d a r’a geldiler.
1045 senesi R e c e b in in d o k u zu n cu g ü n ü İsta n b u l’a b ü y ü k b ir m e ­
rasim le d a h il o lm u ştu r ki, lisa n la a n la tılm a sı, k alem le y azılm ası m ü m ­
k ü n değildir. P â d işâ h ı k a rşıla m a y a çık an h alk , K a y m a k am B a y ra m
P a ş a ’y a d a rılm ışla rd ı. P a d işâ h ’ın m ü b a re k y ü z ü n ü g ö rd ü k leri v a ­
k it, köşe ve p e n c ere le rd en , d a m la rd a n : «A llah’ın y a rd ım ı sen in le-
dir. M u ra d ın ı aldın. İste d ik le rin oldu. G azân m ü b a re k olsun. H oş
geldin!» d iy erek , b irço k d u â v e m ed ih le rd e b u lu n d u la r. B ü tü n M üs­
lü m a n la rın y ü z ü güldü. K e n d ile ri b izz a t m av i z ırh la ra b ü rü n m ü ş
o larak , çok güzel b ir k ü h e y lâ n a b in m işti. A tın e y e r ve sa ir ta k ım ­
la rı k ıy m e tli ta ş la rla işlenm iş old u ğ u halde, R e v a n H ân ı E m ir G ü ­
ne, Y u su f H ân, Ç a ğ ır h â n la r b ü tü n a sk erlerle b e ra b e r P â d işâ h ın
ö n ü n d e kös ve n e k k â re le r ç a lın a ra k g eçerlerd i. K e n d ile ri ise, av ın ı
y a k a la y a n k ü k rem iş a rsla n gibi, ik i ta ra fa b a k a ra k se lâ m v e rirle rd i.
A rk a sın d a n silâ h la rla teçh iz ed ilm iş üç b in k a d a r özel m u h afızları
g eçerlerd i. B u n u g ö ren h a lk ise, A llah ’a şü k re d e re k y ü z le rin i y e rle ­
re sü re rle rd i. K oca Solakbaşı, şöyle a n la tıy o r: « G ân im et m a lla rın ­
d an sadece bizim S o lak taifesi p a y a la ra k y ed i b in k u ru şlu k ip ek
k u m a ş alm ışlard ı. D iğ e r a sk e rle rin n e k a d a r a ld ık la rı h esab a u y m u -
180 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

yo r. D en izdeki gem ilerd en , S a r a y b u m u ’n d a n , K ız k u le si’n d e n ve T op­


h a n e ’d en to p la r a tılıp , b ü y ü k b ir g österi old u ki, g ö re n le r deniz y a ­
n ıy o r z a n n ed e rle rd i. D e llâ lla r b a ğ ırd ıla r ki, y ed i g ü n yedi gece İs­
ta n b u l sü slen ip , geceleri k a d ir (K a d ir gecesi) ve g ü n d ü z le ri b a y ra m
olacak. G ece gündüz, İsta n b u l ile ri g elen leri k ıy m e tli h ed iy elerle
P a d işâ h ’ın y ü k sek ta h tın ın a y a k la rın a y ü z sü rü p , h e d iy e lerin i arze-
d e rle rd i. O k a d a r çok h ed iy e geldi ki, h a z in e ağ zın a k a d a r d o ld u k ta n
başka, K u şh a n e y e de p ek çok m al d o ld u rd u la r.

٠ E rte s i g ü n ü C u m a o ld u ğ u n d an , b ü y ü k b ir m era sim le E y ü b S u l­


ta n H a z re tle rin i z iy a re t ve B ah çe k a p ısın d a n denizi ve İs ta n b u l’un
im a rım s e y re tti. C u m a n a m a z ın ı kılıp, z iy a re tin i de ta m a m la d ık ta n
so n ra, E d irn e k a p ısın ın k ale d u v a rla rın ı da ib re tle gözden g e ç ird i­
ler. N eşe ve sev in c in d en B a y ra m P a şa ’m n suç d e fte rin i k a p a tıp , suç­
la rın ı af e d e re k b ir s a m u r k ü rk h e d iy e e tti. S o n ra m e ra sim le F a tih
S u lta n M eh m ed H â n câm iin e gelip, ik i r e k â t d ilek n a m azı kıldı.
C âm ii nvırlanm ış görünce, m ü te v e lliy e ve y in e B a y ra m P a ş a ’y a b ir
sa m u r k ü rk g iy d ird i. O ra d a n m ü b a re k n u rlu tü rb e y e g ire re k ziyâ-
r e t e tti. O ra d a n Ş eh zâd e câm ii v e tü rb e sin i, S u lta n B ayezid V eli
câm ii v e tü rb e sin i, aziz b a b a sı m e rh u m S u lta n A h m ed H ân câm ii
v e tü rb e s in i z iy â re t e tti. B u c â m ile ıin ta m ir e d ild ik le rin i görüp, A l­
la h ’a h a m d ve şü k re d e re k s a ra y la rın a geldiler.

O ay d a, E rz u ru m ’d a m u h a fız olan T ab an ıy assı M ehm ed P a -


şa ’d a n h a b e rc i geldi. A cem Ş a h ın ın R ev aıı’ı a ld ığ ın ı ve k ışın şid d e­
tin d e n y a rd ım a g id em e d ik le rin e d â ir a rz ve m a h z a rla rı gelince,
h e m e n m ü h rü B a y ra m P a ş a ’y a ih sa n e ttile r. V e d e rh a l B ağ d ad ü ze­
rin e g itm ey e k a ra r v e re re k k a ra d a n ve d en izd en h a z ırlık y a p ılm a ­
y a b aşlan d ı.

D e rh a l O sm an lı D e v le tin in id are si a ltın d a k i e y â le tle re h a b e rle r


g ö n d erilerek : « P âd işâh k u lu o lan la r, u ğ u rlu ilk b a h a rd a sefer-i h ü ­
m a y u n u m a h a z ır olsunlar» diye h e r ta r a fa f e rm a n la r y azılıp , D er-
g âh -ı Â li k a p ıc ıb a şıla n , h a sek ileri ve P â d işâ h m u sa h ip le ri e y â le t­
le re g ö n d erild iler. G elecek seneki se fe r için d e n iz ler gibi a sk e r to p ­
la n m a y a b aşladı.

B tR OLAY
H a k ir E v liy a ’n m H a re m -i h â s’a d a h il olu p G azi M u ra d H â n ’ın
h iz m e tin e girdiğim izde, m ü b â re k h u z u rla rın d a geçen bazı güzel söz­
lerim iz b e y â n o lu n u r:
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 181

1045 senesi R a m a z a n ın ın K a c ir gecesinde idik. B ü y ü k A yasof-


y a ’da h e r sene üç gece ib ad e tle g e ç irilir v e b in le rce c e m â a t to p la ­
n ırd ı, o gecelerd en b iri idi. B en ise o a sırd a ü sta d ım m e rh u m E v li-
y â E fe n d id e n h afızlığ ı ta m a m la y a ra k sekiz sa a tte e z b erd e n K u r ’â n ’ı
ta m a m e n o k u y acak h a le gelm iştim . S eb ’a k ıra a tim , k a y n a k la n v e
Ş a tıb î k ita b ım tam a m la m ış, aşere k ıra tin e b aşlam ıştım . R a h m e tli
b ab am D erv iş M eh m ed A ğ a ’m n ısra rı ile o se n en in K a d ir gecesinde,
B ü y ü k A y aso fy a’n ın m ü ez z in le r m ah fe li ve B ilâl-i H ab eşî m a k a m ın ­
da, te ra v ih te n so n ra H ıfz-ı k ıra a t ü z e re h a tm o k u m ay a b aşlad ım .
E n ’âm sû re sin i tam a m la y ın c a , K ozbekçi M eh m ed A ğa v e S ilâ h ta r
M elek A h m ed A ğa m ah fe le çıktı. K a la b alık c e m â a t için d e b a n a al­
tın y ald ızlı Y usufı ta ç g iy d ird ik te n sonra: « B u y u ru n sizi sa â d e tlû
P â d işâ h ister» diye elim d en tu tu p P â d işâ h m ah fe lin e g ö tü rd ü . G azi
M u ra d H â n ’ın olgun y ü z ü n ü gördüm . H u z u ru n a v a rın c a y e ri öpüp,
selâm ve k e lâ m d a n sonra, uzun uzu n teb e ssü m ed erek :
«Kaç sa a tte h a tm -i ş e rif edebilirsin?» b u y u rd u la r.
«P âdişâhım , hızlı ok u sam yedi sa a tte b itiririm am m a, gizli ve
açık h a ta y a p m a m a k için, ne çok h ızlı n e de çok y a v a ş o k u m ad an ,
A lla h ’ın izni ile sekiz sa a tte K u r ’ân-ı K e rim ’i h atm ed erim !» d ed i­
ğim de:
« în şa a lla h ra h m e tli şeh id M elek M usâ y e rin e h ü n e r ve k u v v e ­
tin i g ö ste re re k m u sa h ib im olursun!» b u y u rd u la r v e ik i av u ç a ltın
a ttıla r ki, ta m a m ı a ltı y ü z y irm i üç kese a y a rı sağ lam p a ra idi. V â k ıa
ben o zam an zayıf, çocuk k ılık lı id im am m a, y a şım y irm iy e u laşm ıştı
ve g a y e t ak ıllı idim . M eclis âd â b ın ı b ilir, nice v e z ir-v ü k e lâ, Ş e y h ü l­
islâ m la r h u z u ru n d a a ş ir ve n a ’t-ı şe rif o k u y u p so h b e t ed erd im .

S o n ra M u ra d H â n A yasofya e â m iin d e n ç ık a ra k fân û s ve m eş’ale-


lerle, ben de b ir a ta b in m iş o ld u ğ u m halde, S e rv i k a p ısın d a n s a ra ­
y a girdik. K e n d ile ri h as o d ay a g irip, b en i de H aso d ab aşı’y a te slim
e tti. Özel k ile rle rin d e k a y ta n lık o lm am ı fe rm a n b u y u ra ra k , k e n d i­
le ri o d a la rın a çek ild iler. S a b a h le y in b en i k ile rcib a şı A k A li A ğ a’y a
te slim e tti. Ö zel k ile r ö n ü n d ek i a ğ a la ra a it o d a la rd an b irin d e y e r
tâ y in e tti. T u rşu cu b a şı A h m ed A ğa lalam ız, G üğiim başı M eh m ed
E fen d i yazı hocam ız, m u sik î ilm in d e m u sa h ip D erv iş Ö m e r p e d e ri­
m iz, d e rsiâ m K eçi M eh m ed E fen d i n a h iv ilm in d e k âfiy e üstad ım ız,
y in e E v liy a E fen d i eski tec v id hocam ız olup, «M übarek olsun!» d e­
diler.
H oroz İm am h â so d ad a hıfz ilm in d e sın ıf a rk ad aşım ız, T ay azâd e
H a n d a n v e F e r ru h oğlu A ssaf B ey v e K eçeci S ü le y m â n , A m b e r
182 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

M u stafa m ü ez z in lik te a rk a d a şla rım ız olup, gece v e g ü n d ü z H âs h a ­


m am y a n ın d a m eşk h â n e d e n ile n y e rd e saz ve çeşitli fa sılla r geçip
H ü se y in B a y k a ra m eclisleri ed erd ik .
B ir g ü n b a n a y ald ızlı ve sü slü k u m aş g iy d irip , sırm alı Y usufî
b ir k ü la h a m b e r sa ça n b ir de z ü lü f ta k a ra k , «D evlet nişanıdır!» di­
y e d u â la rla b aşım a g iy d ird ile r. B âzen a rk a d a şla rım ız la s a m u r k a l­
p a k g iy erd ik . S ilâ h ta r M elek A h m e d P a şa , k en d isi ile a n am ız ta ­
ra fın d a n a k ra b a o ld u ğ u m u zd an , d a im a b e n i y o k lay ıp h e d iy e le r v e ­
rird i. H a re m -i hâssa g irm em ize sebep, M elek A h m ed P a şa ile Ruz-
n âm eci İb ra h im E fen d i ve H a tta t H a şa n P a şa o lm u ştu r. Ü zerim de
sü slü e lb ise le r old u ğ u h a ld e o g ü n C ivan dilsiz ile T av şan dilsiz ge­
lip, çeşitli ş a k a la r y a p a ra k b e n i a ld ılar, h â s odada S ilâ h ta r M elek
A h m ed A ğa v e M ü sah ip eski s ilâ h ta r M u sta fa A ğ a n ın o d asın a gö­
tü rd ü le r. O n la r d a h i b a n a h a tı r so rd u la r. P â d işâ h ın h u z u ru n d a k i
m eclis âd âb ın ı, d u â e tm e sin i ve çeşitli tâ b irle ri ö ğ re ttile r. B eni hâs
o d ay a g ö tü re re k o ra d a d a b ir s a a t k a d a r b e k le ttile r: B ü y ü k b ir kub-
bö a ltın d a , d ö rt köşede b ir b ü y ü k ta h t ve b irç o k şa h n işin le rin d ö rt
ta ra fın d a k i p e n c e re le r ile donanm ış, h a v u z ve şa d ırv a n la r ile çev­
rilm iş v e g ö rü lm ey e d e ğ e r süs ve B u k a le m u n v a rî çeşitli n a k ışla rla
b ezen m iş b ü y ü k b ir a v lu d u r ki, san k i h e y k e l ve resim le rle dolu b ir
Ç in salo n u d u r.
O ra d a n Z ât-ı Ş âh ân e, H a re m -i h â s ta n d ü n y a y ı a y d ın la ta n g ü n e ­
şin sa â d e t b u rc u n d a n doğ u şu gibi çıkıp, b ü tü n k ırk hâs o d a lıla ra
v e d iğ e r m ü sa h ip le re selâm v e rd iler. O n la r d ah i «Aleyk» d iy erek
h a y ır d u â la r e ttile r. S a â d e tlû P â d işâ h y ü k se k b ir t a h tta E fra siy âb
gibi o tu ru n c a , h a k ir koşup y ü k se k ta h tın a y a k la rın a yü z sü re re k
y e ri ö p tü m . H e m e n A lla h ’ın e m ri ile h a tırım a şu k ıt’a geldiğinden,
ç e k in m ed e n s ö y le d im :

 fâk ı seh â m a ’d e le tin n u r u p ü r itsü n


H u rşid gibi E n cü m en -i d e h re ç ıra ğ ol
K i n â fe gibi ey le d e r-ü d eşti m u a tta r
K i g o n ca-sıfat gülşene gül z iy n e t-i b â ğ ol
H a llâ k -ı c ih a n ey lem esiin âlem -i sensiz
H e r k a n d e ise n P â d işâ h ım izz ile sağ ol.

D ah a b aşk a çeşitli h a y ır d u â la r ed in ce S a a d e tlû , «B ir şey oku!»


d ed iler. B en de:
«— P â d işâ h ım ! Y etm iş ik i ilim d e n F a risî, A rab i, R u m î, S ü ry a ­
nî, Y u n an î, T ü rk î, V arsağ ı, k â r, nak iş, sav t, am el, zikr, ta sn ifâ t, h ü ­
z ü n lü sö zler v e y a h u t b e y itle r ve şiirle rd e n b a h r-i ta v il (aru z d a b ir
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 183

ölçü), k asid eler, te rc i-i b en d , te rk ib -i b en d , m ersiy e, iy d iy e, m u aş-


şer, m ü sem m en , m ü seb b â, m üseddes, m u h am m es, p en e b eyt, g azel­
ler, k ıt’a, m üselles, d ü b ey t, m ü fre d â t, m u a m m e y â t ve İlâ h île rd e n ne
a rz u ederseniz, b ir işa re t b u y u ru n okuyayım » dedim . O an d a b u y u ­
ru p :
«— B re şu k ö y lü ne acay ip d a v a m u ra d e tti! îş d ü zen m id ir,
yoksa bu sö y led ik lerin i y a p m a y a m u k te d ir m idir?» d ed ik lerin d e, b en
de:
«—• P âd işâh ım ! E ğ e r m ü sa m a h a ile k a rşıla y ıp se rb e st b ıra k ırs a ­
nız, h u z u ru n u z d a geçici o la ra k özel n e d im lik edip, P â d işâ h ı e ğ le n ­
d iririm » dedim . B u y u rd u la r ki:
«— N e d im lik ne dem ek tir?» C evap v erd im :
«— P â d işâh ım ! B ir a d am h e rk e s ile iy i geçinip so h b e t etse, ona
n ed im derler. Ş a râ b m eclisin d e b u lu n u p so h b e t e d e n le re de N ed ım -i
n â b d e rle r. B u k elim e n in aslı «m enadim » d e n d ir ki, «m üdam » k e li­
m esin d en çev rilm ed ir. M üdam , lü g a tte ş a ra b a d erler. B öylece m ü-
d a m ın da m ân â sı şa ra b içm ek olur. Y an i m es-t m ü d â m d e rle r. S özün
özü, m ü sa h ip m â n â sın a g e lir ki, P â d işâ h n e d im i d e rle r. A llah P â d i­
şâh ım ıza ö m ü r versin» dedim . P â d işâ h h em en :
«— A fe rin işid ir, re v a n i değildir» deyince, b en de:
«— P â d işâ h ım ! İşid ir. R e v a n ı v e re n , R e v a n ı rü y a d a g örü r. B u,
R e v a n H â n ’ı Y u su f P a şa k u lu n d u r» dedim .
P â d işâ h e lle rin i d izle rin e v u r a r a k k a h k a h a ile öyle g ü ld ü le r ki,
y a n a k la rı kızardı. M ir G ü n e h i t a b e n :
«— N e d e rsin şu şe y ta n çırağına?» deyince, R ev an H â n ’ı dedi ki:
«— H e y Ş âhım ! B u çocuğu göreceksin, d ü n y a im p a ra to ru n u ,
İra n , T u ra n , ü lk e le ri h a lk ın ı y e n ip şa şk ın a ç e v irec e k tir. Ç ü n k ü gö­
rü y o rsu n ki, gözleri s a a t ra k k a sı gibi oynar» dedi.
B en d ed im ki:
«— E v et, R u m h alk ı, d iğ e r m e m le k e t h a lk ın ı R u m a (A n ad o ­
lu ’ya) g e tirip s a a t ra k k a sı gibi oynatır.» B u n u sö y lem ek ten k astım ,
b âz en R e v a n H â n ın ın key fi y e rin e geldiği z a m a n k a lk ıp o y n ard ı, o nu
a n la tm a k tı. H e m en P â d i ş â h :
«— H e y çocuk! N e e n te re sa n h a z ır cev ap im işsin!» d iy e g ü lerek ,
keyifli keyifli:
«— E v liy â, h u z u ru m d a b u k a d a r ilim ve h ü n e rle r gösterd in .
Ş im di D e v ir ilm in d e n b ir şey oku!» dedi.
D ed im k i :
«— H ü n k â rım ! M u sik î ilm in d e n y e g â h m ı, d ü g âh , n ig âh , ç arg âh ,
pen çg âh , şeşağaz ve ra st, tsfa h a n v e n işa b u re k , n ik riz, mah’u r, re-
184 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

h âv i, ırak , h ü sey n î, n eva, uşşâk, sab â ve m u h a y y e t v e y a b u selik i'e


b aşlay ıp , g e rd â n iy e ile m a k a m .ı zengû ile r a s tta k a r a r kılsam o lu r
m u?» diye E m ir G ü n e H â n ’ın kadehçisi Ali C an a h ita p ettiğ im d e,
P â d işâ h v e d iğ e r n e d im le r g ü le re k h a y ra n lık la rın ı b e lirttile r. P â d i­
şâh, m ecliste b u lu n a n s ırm a la ra b ü rü n m ü ş, m u ra ssa ve m ü ce v h e r
k em erli g en çlere b a k a ra k :
«— E v liy â ’n ın z e n g ü le r m a k a m ın ı h a n g in iz d in lersin iz » dedi.
B en:
«— P âd işâh ım ! O n la r u şşâk m a k a m ın ı d in le rle r. A m a Y u su f
H â n k u lu n M irzâ y â ri, İsfa h a n ’ı d in ler. O, b ü y ü k le re göredir. B ir
zen g ü le faslı geçsem , r u h a r a h a tlık v e rip lez z e tin d e n can r a h a t o lu r­
du» deyince, P âd işâh :
«—• H a y saki! G ör ne te rb iy e li, ne re n k li sözler söyledi. İlâ h î
E vliya! Ö m rü n uzun olsun. A m m a biz de b u şe h ird e k ira ödeyen d ü k ­
k â n sah ib iy iz. S e n h a n g i g e rd â n îy ed e k a ra r kılarsın?» deyince, ben:
«— H ü n k â rım ! Y eg âh şeh n az edince, ben b u se lik m a k a m ın ı o k u ­
ru m . Ç ü n k ü ilk g irişim izd ir. N efesim iz an c ak o p e rd e lere y etişir.
D erv işçe a f ile m u am e le edin» dedim . H ü n k â r.
«— H a y çocuk! H e r sözünde b ir çeşit z a rif n ü k te v a rd ır. E vli-
yâ! S a n a izin, seni a f ed ip sözü geçen k im se y a p tım . Ş im d id en son­
r a san a, n asıl, niçin, k apı, baca y o k tu r. M usahipsin!» diye b ir sa m u r
k ü rk h ed iy e edince, ben:
«— Ş ü k ü r A llah ’a, bize şu k ü rk ü ih sa n etti» d iy ere k a y a k la rın ı
ö p tü m . P â d işâ h H a z r e t le r i :
«— B u k ü rk san a u z u n d u r. B a b a n a gönder. B izi d u â d a n u n u t­
m asın ...» d iy ere k b a n a b a şk a b ir k ü rk h e d iy e e tti. V e m ü b a re k eliy ­
le b a şım a s a m u r b ir k a lp a k g iy d ird i. U zu n z a m a n T a ta r la r gibi k a l­
p a k ile g ezerdim . O n d an sonra, P a d işa h H a z r e t le r i :
«—• B ir v a rsa ğ ı oku!» b u y u rd u la r.
M usiki ilm in d e hocam ız olan, o k u y u c u la r su lta m D erv iş Ö m er
G ü lşen i fu k a ra sı idi. H a tta S u lta n S ü le y m a n z a m a n ın d a k i İb ra h im
G ü lşen i H a z re tle rin in so h b e tle rin d e b u lu n m u ş b ir ih tiy a r ve d e v ri­
n in m u sik i hocası idi ki, M ısır’da İb ra h im G ülşeni e v in d e on yedi
sen e h izm e t edip, ü n ü o ra la ra yayıldı.
O ra d a b azen h â c eth â n ec i, b az en m ey d an cı, m ih m a n d a r, aşçıb a­
şı, so n ra z â k irb aşılık y a p tı. Y edinci sen en in so n u n d a gözüne İb ra h im
G ü lşen i H a z re tle ri gö rü n ü p :
«— E y T o k atlı D erv iş Ö m er! N e ç ab u k sed ef için d ek i y e tim inci
gib i k ay b o ld u n ! Y ü rü R u m d iy arın d a, seni S a rı S ü le y m a n istiy o r.
S ig e tv a r se fe rin d e b uluş. S ü le y m a n ’ın sonu o ra d a d ır. R u m ’da (A na-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 185

do lu ’da) post sah ib i, şey h ol. O n b ir O sm an lı P â d işâ h ı ile b e ra b e r


olup, m ü b a re k e lle rin d e n n i’m etle n . İb ra h im b e re k â tın ı b u lu p , m u ­
ra d ın a er! M u h am m ed ta r ik a tı k ita b ın ı o k u y u p , o ra d a sözüne son
ver» diye m ü b a re k seccad elerin i v e re re k , b u n u n gibi çeşitli k e şifle r
gösterd i. D erv iş Ö m er, y e tm iş n efes ile A n a d o lu ’y a geldi. A zizin inci
saçan sözleri gereğince, S ü le y m a n H â n ile S ig e tv a r seferin e iş tira k
e d e re k S ü le y m a n H â n ’ın cenazesinde h a z ır b u lu n d u . O d e v ird e n tâ
efen d im iz S u lta n M u ra d H â n z a m a n ın a k a d a r P â d işâ h m ü sa h ib i ve
G ülşeni ta r ik a tın ın v e k a rlı şeyhi, h a s la rın hası, say g ı d e ğ e r b ir n e ­
d im ve m a n e v iy a t sa h a sın d a d e rin ilim sa h ib i oldu. O n la rd a n öğ­
ren d iğ im iz m u sik î ilm in d e n M u ra d H â n ’ın fe rm â n ı ü z e re b ir y u v a r ­
la k d â ire alıp P â d işâ h ın h u z u ru n d a y e r ö p tü ğ ü n zam an, M u ra d H â n
d a ire y e b a k tık ta n so n ra m ü a b re k e lle rin e a la rak :
«— A l şim di san a izin! B u d a ire y i san a h e d iy e e ttim . A m m a sa ­
k ın b u d a ire d e n çıkm a!» d ed ik lerin d e, b e n le v e n d â n e ç a b u k lu k gös­
te rip , k o şarak ta h tla r ın ın ay ağ ın ı öptüm . P â d işâ h a ve hocam D e rv iş
Ö m er’e te m a n n â ederek:
«— İn şa lla h b u Âl-i O sm an d a ire sin d e n m a h ru m çıkm am . H a d ­
dim i bilirim » diye şu b e y ti okudum :

K işi h a d d in i b ilm ek p e k re v â d ır.


E ğ e r d erv iş, e ğ e r bay, e ğ e r gedâdır!

D iz le rim in ü z e rin e çö k erek edeble b ek led im . A lla h ’ta n y a rd ım


istey ip , ev v elâ (segâh) m a k a m ın d a «Ya H a z re t-i K elim -i G ülşen î, p i­
rim in p îri Ö m er R u şen î hû» deyip, y ü k se k sesle b ir g iriş y a p tım .
S o n ra S e g â h m ak a m ı y a k ın la rın d a n M âye v e B e ste n ig â r gibi m a ­
k a m la rd a gezin erek :
Ş e h â rû şe n serâğ sm , âlem e n û r-u b a sa rsın sen
N a z irin g ö rm ed im hoş m erd û m -i sa h ib n a z a rsın sen
G ö rü b b ir n û tu v â n ı k a ç m a lü tfe t ey p e ri p e y k e r
S en i görsem v ü c u d u m m a h v o lu r k im d e n k a ç a rsın sen.

îk i b e y tin i B e ste n ig â r m ak a m ın d a k a r a r edip, y in e M u ra d H â n ’ın


m ü sa h ip M usâ Ç elebi h a k k ın d a y azd ığ ı g ü fte ü z e rin e b esteci h o ca­
m ız D erv iş Ö m er ta ra fın d a n y a p ılm ış şu v arsağ ıy ı:

Y ola d ü şü p g id en d ilb e r
M usa’m eğ len d i gelm edi.
Y oksa y o ld a y ol m u şaştı?
M usa’m eğ len d i gelm edi.
186 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

h a z in b ir sesle o k u rk en , M u rad H â n m en d ilin i y ü zü n e tu tu p a ğ la ­


m ay a b aşladı:
<‫ —؛‬H a y çocuk! Ö nce ta k sim in ru h u m u c a n la n d ırd ı. O an d a bir
v arsağ ı ile M usa Ç elebi’n in ru h u n u y âd e tti. Ç ab u k d o ğ ru söyle! B en
tü rk ü y ü y a p tığ ım a p işm a n olup y a sa k e ttim . S a n a P â d işâ h h u z u ru n ­
d a k im oku dedi ve k im d e n öğrendin?» diye ıs r a r e tti. Ben:
«— P â d işâ h ım , ö m rü n uzun olsun! B a b a m ın F e rru h z â d e ve B eh-
zad a d ın d a ra h m e tli iki kölesi v ard ı. A rm ağ a n i M ehm ed E fen d in in
y azdığı v eb a sa lg ın ın d a öldüler. O n la rd a n ö ğ ren m iştim . B aşka k im ­
sed en d u y m ad ım . H iç k im se P â d işâ h h u z u ru n d a oku dem em işti. A l­
la h bilir» d e y ip su stu m . P â d işâ h :
«— H a y çocuk! N e k a d a r bilgiç! S u çu ölm üş a d a m la rın ü z e rin e
y ık tı ki, a rtık o n la ra su a l so ru lam az. E ğ e r h a y a tta o lan ad am d an
ö ğ ren d im dese, b elk i P â d işâ h ın b ir z a ra rı d o k u n u r düşüncesi ile ölü­
le rin a ğ z ın d a n n a k le tti. İlâ h i, k a rşılığ ın ı göresin! Ş u faslı tam am la»
dey in ce h e m e n d a ire y i elim e a la rak , y in e seg âh m ak a m ın a y a k ın
M ay m ak a m ın d a n :

Y â rin d ih ân ı s ırr-ı n ih a n d a n h a b e r v e rir


G ü ftâ ra gelse sih r-i b e y a n d a n h a b e r v e rir
H ışm ıle b a k sa v erm ez a m a n R ü stem -i zam an
K irp iğ i ok, k aşı k e m a n d a n h a b e r v erir!

m u ra b b a ı ile hoşa g id en söz ve m ak a m d an so n ra b ir sem aiye geçtim :

 let-i h ü sn ü m ü k em m el kad d -i d ilc û d a güzel


Ol s iy a h gözler ile H a k b u ki e b ru d a güzel
H a tt-ı n ev-kîze ne d irsin dedi, ra h m e y le dedim ,
S en de ol rû d e güzel h a tt-ı sem en b û d e güzel

d iy erek , b ir de teb e ssü m edip, b aşım eğik a y a k ta d u rd u m . B u d u r u ­


şu m u b e ğ e n ere k b ir av u ç a ltın v erd i. İk in d i v a k ti olduğu için, b a n a
h itâ b e n :
«— B ir a şir K u r ’ân-ı K e rîm oku!» dedi. H ocam ız E v liy â E fe n ­
d id en g ö rd ü ğ ü m ü z, ü z e re K a d ir gecesi B ü y ü k A y aso fy a’da E n ’am sû ­
re s in in s o n u n d a k a lm ıştım . B esm ele ile A ’r a f sû re sin in b a şın d a n b a ş­
la y a ra k , ik i yü z a ltı a d e t â y e t-i k e rîm e y i y ü k sek sesle on ik i m akam ,
y irm i d ö rt şube, k ırk sekiz te rk ip ü zere tam a m la d ım . D u â d a n son­
ra S u lta n O sm an 'ı, b a b a sı S u lta n A h m e d ’i ve O sm an lı P â d işâ h la rı­
n ın m ü b a re k ru h la rın ı a n a ra k o k u ğ u d u m K u r ’an-ı r u h la rın a h ed iy e
e ttim , g ö n ü llerin i aldım . F â tih a ile h a tm i ta m a m la d ım . M ü b a re k el-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 187

le rin d e y e k p a re m ü c e v h e r b a lık d işin d en b ir a rk a kaşağ ısı vard ı, b a ­


n a h ed iy e e tti. S o n ra y in e E m ir G ü n e H â n ’a h ita b e n :
«— Y â M ir! A cem de böyle K u r ’an o k u n u r m u?» b u y u rd u .
O da cevâben:
«— P âd işâh ım ! O n la r c e m â a tla n am az k ılm az ve K u r ’an h ü k ­
m ü n e uym az b ir k av im d ir. İ r a n ’da K u r ’a n o k u m ak n ered e? A lla h ’a
ham d o lsu n , sizin d e v le tin iz d e İslâ m ile m ü şe rre f olup, gece v e g ü n ­
düz ib â d e t ile m eşgulüz» dedi. O sıra d a dış s a ra y m e rd iv en in d e k i
—ki A rz odası y a k ın ın d a s a ra y m e y d a n ın a b a k a r— iç m ü ez z in le r
d ü ğ â h ve h ü se y n îd e n ezan o k u m ay a b a şla m ışla rd ı. P â d işâ h hem en:
«— E vliyâ! G it sen de y a rd ım eyle!» deyince, d e rh a l d â ire y i a ta ­
ra k m e rd iv e n b a şın d a «H ayyealesselâ» b ö lü m ü n e y e tiştim . E zan d an
so n ra P â d işâ h ın h u z u ru n a v a rd ım . N am azı b e k le rk e n v e lin im e tim ,
hocam H ü n k â r im a m ı E v liy a M ehm ed E fen d i geldi. B eni görünce,
H âs o daya b itişik H ü n k â r câm iin in d ışın d ak i m a k su re içinde H ü n k â r
ile b u lu şa ra k :
«— P âd işâh ım ! B u b en im ciğ er köşem E v liy â, K a d ir gecesin d en
b e ri derse gelm edi. M eğ er özel h izm e tin iz e alm ışsınız. L ü tfe y le, P â ­
dişâhım ! O na h a k irin n a z îri v a r. H a le n y ed i o k u y u ş ta rz ı, y ed i ki-
ta b la e z b erin d e d ir. B ilh assa Ş â tib î k ita b ın ın ta m a m ım e z b erle y e rek
aşere o k u m ay a başladı. B u içe rid e (sa ra y d a ), seferde, h a z erd e k en d i
h ev esin e k ap ılır. B ende y e tiş tik te n sonra P â d işâ h ım ın h izm e tin d e b u ­
lun su n » diye b ir h ay li ric a edince, P â d işâ h ın m ü b a re k k u la ğ ın a b u
ric a la r z e rre k a d a r g irm ey ip , cev ap olarak:
«— E fendi! Y â b u b izim sa ra y ım ız tem b e lh â n e , m ey h â n e , eşkı-
y â h â n e m id ir? B u ra d a üç b in k a d a r genç, gece-gündüz ilim ile m eş­
g u ld ü r. H a life le ri, y e rd ders-i â m la rı v a rd ır. Z â tın ız d a h i h a fta d a
ik i k e re b u ra d a d ers v e riy o rsu n u z . H e r g ü n gelin, sizden okusun.
A m a sadece size h iz m e t e tm ey ip , bâzen de b u ra d a gön lü m ü zü eğ ­
len d irsin . N eşeli b ir u şa k tır. B ir zam an b izim de oğlum uz olsun. B a ­
b ası K oca K u y u m c u b a şı b a b am ızd ır. H e r z a m a n b en im le g ö rü şm e­
ye g eldiğinde o ğ lu n u da görsün» b u y u rd u la r. H ocam ız E v liy â efen d i
a n la d ı ki, ric a la rı g eçm ey ecek ... S o n u n d a:
«— E y p âd işâh ım ! E v in d e n k ita p la rın ı, e lb ise le rin i g etirsin ler!»
d ey in ce h e m e n P â d işâ h :
«— Ç abuk, h a z in e d a rb a şıy ı çağırın! D iv it, kalem getirin !» d iy e ­
re k m ü b a re k elin e c e v â h ir saçan k am ış k a le m in i alıp b ir yazı y azd ı
ki, özeti şu d u r:
«Sen ki H azin ed arb aşısın ! E v liy â ’y a b ir K âfiy e, b ir M ollacâm i,
b ir K ad ı T efsiri, b ir M ispah, b ir D ibace, b ir M üslim , b ir B u h â rî, b ir
188 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

M ü lte k a T b a h r, b ir K u d u rî, b ir G ü listâ n ve B ostan, b ir E l'â b -ü l Sib-


y ân , b ir A h te ri L ü g a ti... velhâsıl, h ü k ü m d a rla r için yazılm ış y irm i
k ıt’a g ü zel k ita p la rı, h a z in e k e th ü d a sı v a sıta siy le veresin!*
P â d işâ h , k e n d ile rin in o k u d u k la rı Y a k u t M ü sta ’sam î h a ttiy le y a ­
zılm ış b ir K u r ’ân-ı K e rim , b ir m u ra ssa, g ü m ü ş d iv it, b ir H in d sedef
işlem eli v e b a y ra m lev h a lı o k u m a ta h ta s ı h e d iy e e tti. Y iy ip içm em
için k ile rcib a şıy a b izz a t k e n d ile ri te n b ih e ttile r. G ece ve g ü n d ü z ilim ­
le m eşg u l olup, y in e E v liy â E fendid en h a fta d a üç k e re aşere o k u ­
m ası ö ğ ren ird im . Üç y e rd e n A rap ça, F a rsç a ve güzel yazı ile m eş­
g u l idim . B u şekilde, P â d işâ h h izm e tin d e b ira z zam an b u la b iliy o r­
d u m . P â d işâ h ım ız b u h a k irle o k a d a r d o st o lm u ştu ki, azıcık ü zg ü n
o lsalar, b ü tü n m u sa h ip le r: «Bre m eded! E v liy â ’yı çağırın!» d e rle rd i.
H e r n e şek ild e o lu rsa olsun h u z u ru n a ç ık tığ ım zam an, A llah ’ın em ­
r i ile ü z ü n tü le ri g id e r ve teb e ssü m e d erlerd i.

C en âb -ı H ak, b a n a o k a d a r k o n u şm a güzelliği ve h a z ır cev ap lı­


lık ih sâ n e tm işti ki, d ü şü n m e d e n nice esp rili sözler, k en d i b u lu şu m
o lan çeşitli ş a k a la r ve a k lım a k im se n in b ilm ediği m â n â la r gelirdi.
B ir k e re söylediğim sözü b ir d a h a te k r a r etm ezdim . M eğer k e n d i­
le ri istesin ler. K a ra h is â ri ta rz ın d a k i y azı çeşidini öğrendim . H âlâ,
s a ra y d a çok y a d ig â rla rım v a rd ır. H e r fen d e söz sah ib i oldum . P â d i­
şâ h ım ız ın övgü ve ih sâ n m d a n h e r zam an m e m n u n idim . Çok d efa­
l a r m ü b a re k so h b e tle ri ile şereflen ip , öyle b ü y ü k ve ü n sah ib i b ir
P â d işâ h ın h a y ır d u â la n n ı alm ışım d ır. E ğ e r b ü tü n so h b etlerim izd e
geçen k o n u şm a la rı yazsam , b ü y ü k b ir k ita p olur.
S özün kısası, a h lâ k lı, se rt, cesu r b ir P â d işâ h idi. P a rm a k la rı k a ­
lın v e u z u n d u . P a z u la rı k alındı. P en çesi k u v v e tli b ir p e h liv a n ı çe­
v irm e y e m u k te d ird i. B ü tü n elb iseleri lev en d âııe ip ek k u m a şta n y a ­
p ılm ıştı. P u la t k u m aş g iy m ey i sev erd i. Çok çab u k a ta b in erd i. H ü ­
lâsa, k u v v e tli, y iğ it, b a h a d ır, d isip lin li, v e k a rlı b ir P â d işâ h idi. B öy­
le o ld u ğ u h a ld e y in e de b ü y ü k , k ü ç ü k h e rk e sle d o ğ ru d an d o ğ ru y a
k o n u şu rd u . H a ttâ ce n n et şe h ir B a ğ d a d ’a g id erk en , K a y se ri’den k a l­
k ıp D ev eli K a ra h is a r d a ğ la rın d a n geçerken, b ir y a b a n keçisi g ö r­
dü. Ü zerin e şim şek gibi a t sü rd ü . M ü b a re k e lle rin d e k i k irm a n m ız­
ra ğ ın a b e n z ey e n ib şir b ir m ız ra k la y a b a n k eçisin e y e tişip is te r is­
tem e z k eçiyi m ız ra k la v u ru n c a , —iplik, ip e k te n g e ç er k ib i— b ir a n ­
d a şa h in gibi a v ım a lıp k e sti. B ü tü n v e z irle re o k u rb a n d a n p a y y e r­
di. A sk e r y a lç ın d a ğ la ra a t s ü rü p y ü k seld iğ in i görünce, p a rm a k la rı
a ğ ız ların d a h a y ra n k a ld ıla r. D o ğ ru su p e h liv a n lık tır. Y in e b îr gün
efen d im iz M elek A h m ed P a şa ile S ilâ h ta r M usa A ğ a la rın b irin i sağ
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 189

d iğ e rin i de sol elin e alıp, b u n la rı b ir elin d en ö tek i elin e g ü rz gibi


d o laştırm ıştı.
Y ine P â d işâ h H a z re tle ri, M elek A h m e d P aşa, D eli H ü se y in P a ­
şa, H a tta t H a şa n P a şa ile g ü reş tu ttu k la r ın d a b e n de d u â la rın ı y a ­
p ard ım . O duâ:
«A llah A llah ... H oca-i âlem , S ey y id -i k â in â t, m u ’cize-i m ev cû -
d â t-ı p û r k em âl ve cem âl-i M u h am m ed M u sta fa ’y a sa le v a t... E n g ü -
r i ’de E rita r, R u m ’da M ehm ed B u h â rî, S a rı S a ltık don giy er, d u m an
çeker. P irim iz H a z re t-i M ah m u d p ir C eli aşk ın a, d e st b er-d est, k afa
sine, ber-sine, M u h a b b et-i A li aşk ın a A llah o n ara!...» d a n ib a re ttir.
P e h liv a n la rın o y u n la rın d a n te rs kabza, iç kabza, d ış kabza, kesm e,
kesebend, şîrâzî, h a v â -y ı k a ra k u şî, sade sarm a, C e z a y ir sarm ası, k ü n -
d ed en atm a, k a p a k değm e, k a p a k atm a, k e rtm a n değm e, boğm a, t e r ­
kice, şirâzî bölm e, göğüs şakisi, y a n b aşı, serk elle, T a lu tb e n d i, A liben-
d i... sözün kısası, P e y g a m b e r z a m a n ın d a bel b a ğ la y a n ve k e m e r k u ­
şa n a n p e h liv a n la rd a n H a z re t-i M a’di K e rb , H a z re t-i E b î T a lih oğlu
A kıl. S ü h ey l-i R um î, S a ’d ü Said, H a z ret-i H â lid b in V elid, M ik d ad
b in E sved, H ad d ad , H a z re t-i Ö m er, H a z re t-i A li, H a z re t-i H am za,
H a z re t-i M âlik g ü reş y a p a rla rd ı.
G ü reş, İslâ m â d e tle rin d e n d ir. P e h liv a n la ra b u seb ep te n itib a r
e d e rlerd i. H epsine, M ah m u d p ir y â r-i V elî p îrlik e tm işd ir. Y u k a rı­
da y a z ıla n o y u n la rd a k ırk fen, y e tm iş bend, y ü z k ırk h a v a v a rd ır
ki, k u v v e t, c e sa re t ve a k ıl iste y e n h ü n e rle rd ir. G e re k tiğ in d e , b u b il­
g ile rin y a rd ım ı ile s a v a şta d ü şm a n d a n in tik a m alın ır. A m m a p e h li­
v a n la r a ra sın d a k a ra k u ş o y unu, boğm a, k e r t a tm a y a s a k tır. Ç ü n k ü
a y a k o y u n u d u r. R a k ib i d ü şm an d eğ ild ir. D ü şm a n ile sa v aşta k u cak
k u cağ a gelirse k a ra k u ş, boğm a, k elle kesm e bile m ak b u ld ü r. E lb e tte
d ü şm a n ın ın s ırtın ı b ir o y u n ile y e re g e tire c e k tir.
Ç ok k e re S ilâ h ta r M usa A ğa’y ı şa h in gibi k e m e rin d e n kap ıp , öy­
le cüsseli b ir ad am ı p a z u k u v v e ti ile ik i üç k e re h a v a d a ç ev irird i.
C esu r ve m e rd b ir P â d işâ h idi. B u b a şa rıla rı, çok k u v v e tli olm ala-
rm d a n d ı. A lla h ’ın n i’m e tle ri ile b eslen en işta h lı b ir P â d işâ h idi. B öy­
le R ü ste m â n e işleri ne S âm , n e Zâl, ne N e rim a n , n e de E fra siy âb
y a p m ıştır. O n lar, h a lk ağ zın d a b ü y ü tü lm ü ş tü r. F a k a t b u H ü n k â rın
k u v v e ti ta ra fım ız d a n g ö rü lm ü ştü r.
B ir d efasın d a, b ir c irid p e y k â n ı ile, dokuz in c ir k ö k ü n d en y a p ıl­
m ış A rn a v u t k a lk a n ım b ir k e re d e ik i k a rış d e le rek y a lm a n g ö ste r­
di ve M ısır d iv a n ın a gönderdi. H â lâ M ısır’ın G a v ri d iv an h â n e sin d e
asılıd ır. G üzel y azı s a n a tın d a z a m a n ın ın b ir ta n e si idi. B eş z ira en
ve b o y u n d ak i k â ğ ıt ü z e rin e p a rla k b ir tu ğ ra y a z m ıştır ki, k en d in -
190 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

den önceki yazı ustaları bunu yapamazlardı. Bu altın yaldızlı ve lâ­


civert levhâ, hâlâ Mısır’da adı geçen divanhânede durur. Ben dahi
Murad Hân’ın tuğrasının altında, bu levha üzerine dört halifenin
adım parlak bir tuğra şeklinde yazmış, bakanlardan bir Fâtiha rica
etmiştim.
Bir keresinde yine Hünkârın şecâat damarları uyanmıştı: Bir
mızrak ile, on adet deve derisinden yapılmış ve Nemse İmparato­
rundan gelme kalkanları elçinin önüne dikerek hiç tereddüt et■ ٦ ۶ -
den delmiş ve yine Nemse İmparatoruna hediye göndermiştir ki,
hâlâ Beç (Viyana) kapısı altında mızrağı ile asılıdır ki, ben gördüm.
Yine bir gün Nemse İmparatorlunun hediye olarak gönderdiği
kalkanlardan on tanesini bir mızrak ile dikip üç karış geçirterek Bu-
din’deki Musâ Paşa’ya gönderdi. O da Budin’in Beç kapısının iç ta­
rafında üst kısmına asmıştır. Bağdad’a giderken, Pâdişâh Haleb ka­
lesine çıktı. Haleb şehrini seyrederken bir cirid attı ki, bir ok atımı
uzaklıktaki hendek genişliğini ve kale meydanını da geçerek Üzen-
giciler çarşısı üzerine düştü. Hâlâ uzun bir direk üzerinde tarihi ve
işareti vardır.
Tarihi:
Dediler Çevri gibi tahsin idiip tarihini
Bârekallah ey müslim-i dâver-i sâhip-hüner. Sene 1037
Yine bir gün Gazi Murad Hân İstanbul’da Eski Saray’a göç etti.
Saray meydanında atış talimleri yaparken, Sultan Bayezid câmii-
nin sağ tarafındaki minarenin alemi üzerine bir karga konmuştu.
Murad Hân bu kuşu görerek altındaki «Nogay Elçisi» adlı süratli
atını mahmuzîadı, şimşek gibi yetişerek elindeki ciridi minare üze­
rindeki kuşa attı. Allah’ın emri ile isabet ettirerek düşürmüştür. Ci­
rid, karganın leşi ile birlikte minarenin dibine düştü. Mesafe, bir ok
atımı idi. Eski S a r a y m tam ortasındaki cirid meydanı nerede... Ba­
yezid câmiinin minaresi nerede! Matematik olarak hesap edilse o ci­
rid, minarenin tepesindeki kargaya isabet etmeseydi, belki de mi­
narenin üstünden aşıp yere inerek bir ok menzili daha gider, ihti­
mal ki Tavukpazarındaki Dikilitaş’a düşerdi. Doğrusu şaşılacak bir
pazu idmanıdır. Hâlâ bu ciridin düştüğü yerde, minare dibinde bir
adam boyu yüksekliğindeki beyaz mermer üzerine altın yaldızlı Tek-
necizâde’nin hattı ile Çevri Çelebi’nin söylediği şu tarih yazılıdır:
Sıdk ile Çevri duç idiip dedi târihini,
Kuvvet-i bâzuyu sultânı kıla Mevlâ füzım.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 191

İs ta n b u l’da B eykoz bah çesin d e y a y a c irid a tışm a ta r ih tir:

D edi tâ r ih i g ö rü b Ç evri
A fe rin ey d ilîr-i S â m -a k râ n

P e h liv a n H acı S ü le y m a n ve S a rı S o lak ’d a n ok a tm a y ı ta m m â ­


n âsı ile öğrenince, O k m e y d a n ın d a y ıld ız rü z g â rı ay a ğ ın d a n lodos
ü zerin e a ttığ ı b ir ok m en zili v a r ki, T e b e re n d a z la r tek k e si y a k ın ın ­
d a a ltın y a ld ız la y azılm ış b ir ta r ih i v a rd ır. B u ok çok ile ri g itm iştir.
H a ttâ B ay ezid H ân , K a ra L en d ü h â, H a tta t Ş eyh, Ş ucâ, D e m ir D e­
lisi v e M ısır’lı D üveydaı. m en z ille rin d e n y e tm iş defa k a d a r ile ri g it­
m iş b ir m en zild ir. S âh ib -i şa st’a y e tişm iştir.
B ir k e re T o k at b ah çesin d e b ir eşeğin o m u zu n a b ir kılıç d a rb e ­
si v u rd u ki, kılıç eşeğin göğsünden çıktı. H e r z a m a n sağ e lle ri ile
ik iy ü z okka a ğ ırlığ ın d ak i z e y tû n i ta ş ta n y a p ılm ış te k p a rç a som aki
a m u t g ü rzü ik i h a n e v e k ırk b e n d üzere d ö n d ü rü rd ü . E v v e lâ sağ ile
ad ı geçen g ü rzü sağ bend, sol bend, silar, v a k a r, paysa, alem , k a ­
lem , d iv ât, k em er, k e tfe y n , asm a, kesm e, k e m e r k ıra r, zap tı, reh a ,
p e y d u r... h ü lâsa b u b e n d le r ü z e rin e gürz o y u n ları, kılıç o y u n la rı ve
m ü şk ü llere ç a re b u lu c u lu ğ u son h ad d in e v a rm ıştı. H e r o y u n d a za­
m a n ın ın te k adam ı, S âm ( îr a n lı b ir p e h liv a n )'a eş b ir P â d işâ h idi.
M a tra k b a z lık ta son d erece u stay d ı. K a rşısın a hiç k im se çıkam azdı.
H e r u sta o y u n c u n u n b ir z ay ıf ta ra fın ı b u lu r ve öyle b ir d a rb e in ­
d irird i ki, m a tr a k k a fa sın a ta k diye in erd i. M a tra k o y u n u y ü z y e t­
m iş çeşit idi. P â d işâ h , b u n la rd a n y aln ız y e tm iş k a d a rın ı b ilird i. A m a
ta tb ik in e m u k te d ird i. K esm e, bağle, sâni, h iv ad , m ah lef, sü rm e, g a­
zel, k u lak , sirre, zîr, h e v â , bağle top, re h a top, fidye, cankâş, to p k a-
fa, h a v a k es ve b u n u n gibi o y u n la rı y a p a rk e n in sa n h a y ra n k alırd ı.
H a ttâ hocası olan can b azb aşı T aslak K a p ta n b u o y u n la rd a son d e­
rec e u sta old u ğ u halde, M u ra d H â n ’a k a rşı koyam az oldu.
Ş iird e N e f’î v e C ev rî d erecesin d e idi. Ü çyüz sa y fa lık b ir d iv an ı
v a rd ır. F a k a t a n c ak a y ın v e t â re d ifle ri ta m a m la n m ıştır. V eh b i Os­
m a n Ç elebi ta m a m la m a k istem işse de tam a m la y am a d ı, o da ö b ü r
d ü n y a y a göçtü.
Murâd Hân’ın alışkanlıkları: Y az ve kış h e r C u m a gecesi b ilg in ­
leri, şe y h le ri ve h â fız la n to p la y a ra k ilm i ta r tış m a la r y a p tırırd ı. C u­
m a rte si geceleri İlâhî o k u y a n la rın , g a z e lh a n la rın ve saz ç a la n la rın
şa rk ıla rın ı d in lerd i. P a z a r geceleri T ıflî, C evrî, N e f î, A rzî, N edim ,
N isarî, B ey ân î ve U zleti gibi şa irle rle so h b e t ederdi. P a z a rte s i ge­
cesi K ö r H a şa n O ğlu, D am ad ı M usîi Ç elebi, M u k allid C ifid H aşan ,
Akbaba, S a rı Ç elebi, Ç akm an Ç elebi ve S im itçizâd e gibi o y uncu-
192 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

la rı, B a tâ O ğ lu Y a rp o l kolu, O sm an kolu, N azlı ko lu ve A h m e t k o lu


gib i çe n g ileri to p la y a ra k H ü se y in B a y k a ra m eclisleri y a p a rd ı.
S a lı gecesi g ü n g ö rm ü ş k ö h n e ih tiy a r la r ile so h b e t e d e re k k o n u ş­
m a la rın d a n fa y d a la n ırd ı. Ç a rşam b a gecesi h a lk ın sa lih le ri ve h a y ır
s a h ip le ri ile, P e rşe m b e gecesi d e rv işle r, m a c e ra sa h ib i ve m a a rif
e rb a b ı ile so h b e t e d e rlerd i. H e r sa b a h d iv a n a ç ık a r ve M ü slü m an ­
la rın işle rin i g ö rm ey e d ik k a t e d e rlerd i. D ö rt ta ra fın d a k i d ü şm a n la r­
d a n in tik a m alıp, O sm an lı ü lkesi ü z e rin e k u ş k o n d u rm az, M ü slü m an
v e H ris tiy a n h e rk e si e m n iy e t için d e b u lu n d u ru rd u . E ğ e r b ü tü n h u y ­
la rın ı y a z m a y a k alk ışsak , b ü y ü k b ir k ita p te şk il eder.
A lla h ’a h am d o lsu n , b abam , S u lta n S ü le y m a n ’d a n S u lta n İ b ra ­
h im ’e k a d a r o n P â d işâ h ın h izm e tin d e b u lu n m u ş K u y u m c u b a şı idi.
B e n de M u ra d G azi gibi m ü c â h id b ir P â d işâ h ın so h b e tle ri ile şe re f­
len d im . B a ğ d a d se fe rin d e n önce k ırk akçe ile sip a h i g ru b u n a k a rı­
ş a ra k fay d a lan d ım .

SULTAN MURAD HÂN DEVRİNDEKİ


VEZİRLER VE KAPTAN PAŞALAR
K a p ta n R ecep P a ş a : K a ra d e n iz ’de üç y ü z p a rç a K a z a k Ş ay k a-
sıy le s a v a ş a ra k zafe rle İsta n b u l’a döndüğü, y u k a rıd a b e y a n ed ilm iş­
ti. K a p ta n H a lil P a şa : A k d en iz’de K a ra ce h e n n e m ad lı b ir k â fir ge­
m isin e ra sla y ıp , üç g ü n sü re n b ir ç a tışm a d a n so n ra K lo re k ıy ıla rın ­
d a gem iyi ele g e ç irm iştir. O sm an lı D e v le tin d e böyle b ir gem i g ö rü l­
m e m iştir. İçin d e d eğ irm en i, h a m a m ı ve k ıçın d a bahçesi v a rd ı. K a p ­
ta n Ç elebi. H a şa n P aşa: İsta n b u l y a k ın ın d a Ç atalca ad lı k a sab a d a n
b ir y e n iç e rin in o ğ lu d u r. P a d işâ h ’m Ç eşnigirbaşısı M eh m ed A ğ a ’n ın
h iz m e tin d e b u lu n u rk e n , o ra d a n K ız la rağ a sı M u sta fa A ğ a’n ın k e th ü ­
d ası oldu. S u lta n A h m e d ilk o la ra k E d irn e ’y e g id e rk e n K ız la rağ a sı
o lan H a şa n Ç elebi, H ü n k â r K ap ıcıb aşısı, o ra d a n b ü y ü k m ir a h u r ve
1035 sen esin d e de K a p ta n P a şa oldu. Ö zü sa h ilin d e ik i ta n e k ale y a p ­
tırd ı. K a p ta n lık ta n b in k ırk ta rih in d e a z le d ild ik te n sonra, R u m e li’ye
a sk e r to p la m a y a g id e rk e n Y e n işe h ir’de â n i o lara k v e fa t e tti.

K a p ta n V ezir, C a n b u lad zâd e M u sta fa P a şa : M u ra d H â n ’ın kız-


k ard eşi F a y m a S u lta n ’la ev len m iş ve d am ad o lm u ştu r. B in k ırk ta ­
rih in d e k a p ta n o ld u k ta n so n ra, A k d en iz’de d ü şm an gem isi b ıra k m a ­
dı. K ıtlık v e p a h a lılık ta n , b ü tü n k â fir m e m le k e tle ri a m a n diledi. T â
M ağ rib d iy a rın d a k i S e p te boğ azın d an , M alta, S icilya, M a n g ırtm y a ,
K lo re v e T e m en tis k ıy ıla rın a y a n a şıb fe th e tti. A tin a adlı şe h rin li­
m a n ın d a b ü y ü k b ir k a le y a p tırırk e n , k a p ta n lık ta n azle d ile re k R u-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 193

m eli e y â le tin e v e z ir ta y in olundu. S o n ra R u m eli e y a le tin d e ik en R e­


v a n se fe rin e iştira k le g ö rev len d irilin ce, o k a d a r k a la b a lık a sk e r to p ­
la n m ıştı ki O km eydanı, K â ğ ıth a n e , K a ra d en iz B oğazı ve Ç a ta lc a ’y a
k a d a r olan sa h a ask erle doldu. B eşik taş’ta n Ü sk ü d a r’a y ü z p a rç a a t
gem isi ile ta m üç a y d a g eçerek R e v a n ’a g ittile r.
K a p ta n C a fe r P a şa : 1043 senesinde b o sta n c ıb aşılık ta n k a p ta n lı­
ğa g etirild i. B ü tü n k â fir d iy a rla rın a k o rk u saldı. 1043 y ılı K u rb a n
b a y ra m ın ın b irin c i g ü n ü A k d en iz’de K e se n d ire ve Kolos k a le leri a ra ­
sın d a üç p a rç a İn g iliz k a ly o n u n a rasgeldi. B ü y ü k m u h a re b e d e n son­
ra ik i İn g iliz gem isini y a k tıla r. K â firle r b a ta rk e n , h ep sin i d en izd en
filik a la rla to p la d ıla r. G e m ile rd e n b irin i y a k m a d a n z a p te td iler. B u
gem i, iki yü z p a rç a B a tırtm a to p çekerdi. M u rad H â n ’ın h u z u ru n a
çeşitli g a n im e tle rle b irlik te b u gem iyi de g e tird iler. K a p ta n D eli
H ü se y in P aşa: K a p ta n lığ a ta y in e d ile re k R e v a n seferin e g ö rev le n d i­
rild i. O ra d a n M ısır v a liliğ in e g e tirild i. K a p ta n K a ra M u stafa P aşa:
H ü sey in P a ş a ’n ın y e rin e k a p ta n oldu. Y en içeri o cağından y e tişm iş­
tir. A rn a v u t asıllıd ır. A m m a d o ğ ru su akıllı, te d b irli ve d e v le tin y a ­
ra r ın a çalışırdı. K a p ta n o ld u k ta n sonra, B ağ d ad seferin e g itti. Y e ri­
ne, T e rsa n e ağası P iy â le K e th ü d a k a y m a k a m oldu. K a ra d e n iz ’de iki
yü z p a rç a K a z a k Ş a y k a sın a ra stg e lip , sa v a şa ra k y e tm iş p a rç a F irk a -
te sin i k o m u ta n la rı ile b e ra b e r z a p te tti. O k a ra n lık geceden fa y d a ­
la n a ra k d iğ er K a z a k şa y k a la rın ı k o v alad ı ise de T a m an a ad ası y a ­
k ın ın d a k i K u b a n n e h rin in K a ra d e n iz ’e d ö k ü ld ü ğ ü yerd e, A d a h a n bo­
ğazı ile Y eleşke boğazı a ra sın d a k i sazlık ve b a ta k lığ a g irip k ay b o l­
d u lar. S a b a h olunca, P iy â le K e th ü d a iki y ü z p a rç a firk a te ve k a li­
te ile boğazın ağzını k a p a ttı. K â firle r de b ü tü n g e m ile rin i b a ta k lık ­
ta n ç ık a rıp a rk a la rın d a ta ş ıy a ra k b a şk a b ir gölcüğe k o y d u lar. P iy â ­
le, boğaz ağ zın d a eli boş kaldı. K a ra ta ra fın d a , Özü e y â le tin d e m u ­
ta s a r rıf olan K oca K e n a n P a şa ile T a ta r H â n ’ı S e lâ m e t G ira y H â n
v a rd ı. K â firle rin b u te d b ir ile k a ç tık la rın ı görünce, P iy â le ’ye h a b e r
g ö n d erd iler. P iy â le de d e rh a l d e m ir alıp k ü re k le re asıla ra k , T a m a ­
n a ad asın ı d o laşa rak k â firle rin k açacağı boğazı k a p a ttı.
K â firle rin k a ra ta ra fın ı T a ta r H a n ve K oca K e n a n P aşa, deniz
ta ra fın ı da A d a h a n b o ğ azın d an d o n an m a ile b ey ler, p a şa la r m u h a ­
sa ra e ttile r. Y edi g ü n y ed i gece k a ra d a ve denizde b ü y ü k b ir m u h a ­
re b e oldu ki, h â lâ A d a h a n m u h are b esi diye d illerd e d e sta n d ır. S o ­
n u n d a iki yü z p a rç a g em iden b iri bile k u rtu la m a d ı. O n b in d ü şm an
eli ay ağ ı b ağ lı o larak İsta n b u l’a g etirild i. H açlı b a y ra k la rı baş aşa-
Evliya Çelebi 1-11. F : 13
194 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

ğı edilerek, Sarayburnu’ndan şehre girildi. Bütün gemiciler, Kayma­


kam Mustafa Paşa’dan hil’at alarak Tersanede demirlediler.
' Bu sevinçli haber, Pâdişâh’a, Bağdad muhasarası sırasında ile­
tildi. Bütün İslâm askeri şenliklerle bu bayramı kutladılar. Silâhtar
Mustafa Paşa’nm Kaptan oluşuna tarihtir: «Kapudan oldu hâlâ Mus­
tafa Paşa mübarekbâd.»
Bağdad seferi dönüşünde, Siyavuş Paşa Kaptanlığa getirildi.
Kaptanlığa silahtarlık görevinden getirilmişti. Aslen Abaza olup, şe­
caat sahibi bir vezir idi. Rüşvet almazdı. Kaptan oluşuna şu tarih
yazılmıştır:
«Dâd-ı Hak kıldı Siyâvuşu Kapudan ve Vezir.»
Fakat Devlet Tersanesi görevlileri Pâdişâh parasını yiyip yutma­
ya alışmış olduklarından, Siyavuş Paşa’nm bu duruma mâni olma­
ya kalkışması azeplerin kızgınlığını davet etti ve Murad Hân’ın son
günlerinde Paşanın azline sebep oldu.
Zekeriyâ Efendi oğlu Şeyhülislâm Yalı­
M urad H â n z am an ın -
daki Şeyhülislâmlar ve
ya Efendi: Hocazâde Esad Efendinin
öteki bilginler1031 ‫ ؛‬senesi Receb ayında ihtiyarlığı se­
bebiyle emekliliğini istemesi üzerine,
Yahya Efendi Şeyhülislâmlık makamına getirildi. Murad Hân’ın tah­
ta çıktığında müftü idi. Sonra 1032’de Yahya Efendi köşesine çekil­
di ve Esad Efendi Şeyhülislâm oldu. 1034 tarihinde vefat edince, Yah­
ya Efendi ikinci defa Şeyhülislâm oldu. Sonra Recep Paşanın hile­
si ile 1041 tarihinde tekrar emekli oldu. Yerine, Hüseyin Efendi Müf­
tü oldu. Bilâhare azledilip, sürgüne gönderildi. İskender Çelebi bah­
çesinde vefat etti, deniz kenarında toprağa verdiler. 1043 tarihinde
Yahya Efendi üçüncü defa tekrar Şeyhülislâm oldu.
Bu hakire Çarşamba pazarındaki Hadım Mehmed Ağa câmiinin
sermahfelliğini, devirhânlığım ve na’thânlığım ihsân etti. Her Cuma
na’t-ı şerif okur ve Yahya Efendi’nin huzuruna çıkardık.
Kethüda Mustafa Efendi: Sultan Murad’m tahta çıktığı gün,
Molla Ali yerine Rumeli Kazaskeri oldu. Sene 1031. Sonra Bostanzâ-
de Yahya Efendi Rumeli Kazaskerliğinden emekli olunca, Hekimbaşı
Musa Efendi’nin yerine Anadolu Kazaskeri oldu. Sonra Bostanzâde
Yahya Efendi biraderleri yerine Rumeli Kazaskeri oldu. Tarih: Sa-
fer ayının ٥ ٩ n günü 1032. Sonra yine azledildi.
Azmizâde Efendi: Zilhicce 1032’de tayin oldu. Sonra, Salih Efen­
di... Pâdişâhın tah١ a çıktığı gün Hoca Abdullah Efendi’nin yerine
E V L İY A Ç E L E B İ ~ 195
İstanbul Mollası olmuşken, 0 gece azledildi: Sene 1032. Sonra ‫ ؟‬eşmî
Mehmed Efendi, İstanbul Mollası oldu. Sonra azledildi. Yerine Ha-
san Efendi getirildi. Sonra azledildi. Çeşmî Efendi üçüncü defa is-
tanbul Mollası olup yine azledilince, yerine Salih Efendi İstanbul
Mollası tayin edildi: Sene 1032.

Sultan Murad'm tahta çıkışı sırasında, Rumeli Kazaskeri olan


Hüseyin Efendi emekli oldu. Bostanzâde Mehmed Efendi, damad
Kemankeş Ali Paşa zamanında azledildi. Abdulganizâde Mehmed
Efendi ikinci defa Rumeli Kazaskeri olup, sonra emekli oldu: Sene
1034. Şerif Mehmed Efendi, Anadolu'dan Rumeli'ye .nakledildi, son-
ra da emekli oldu: Sene 1035. Kara Çelebizâde Mehmed Efendi: ikin-
ci defa Rumeli Kazaskeri olup, Gürcü Mehmed Paşa'nın vefatı iize-
rine azledildi: Sene 1035. Hüseyin Efendi: ikinci defa Rumeli Kaz-
askeri olup sonra emekli olmuştu: Sene 1037. Azmizâde Mustafa
Efendi: Anadolu'dan azledilerek sonra R.umeli Kazaskeri tayin olun-
du. Sonra yine azledildi: Sene 1038. Hasan Efendi: Anadolu Kazas-
kerliginden emekli iken Rumeli Kazaskerliğine getirildi ve sonra da
azledildi: Sene 1039. Bostan-zâde Yahya Efendi: Anadolu Kazasker-
liginden azledilmişken, Rumeli'ye tayin edilip oradan emekli oldu:
Sene 1039. Ebû Said Efendi: Anadolu'dan Rumeli'ye nakledilip, ora-
dan emekli oldu: Sene 1041. Hüseyin Efendi: üçüncü defa Rumeli
Kazaskeri olmuşken, «Şirpençe hastalığından vefat etti» haberi ge-
lince, yerine Çeşmî Efendi tayin edildi. Hüseyin Efendi'nin ölümü-
nün asilsiz olduğu anlaşılınca, yine Hüseyin Efendi yerinde kaldı,
Çeşmi Efendi'ye de Anadolu Kazaskerliği t.ekrar verildi: Sene
1041.
Hüseyin Efendi dördüncü defa Rumeli Kazaskeri olarak Şeyhül-
İslamlığa yükseltildi: Sene 1041. Kara ‫ ؟‬elebizâde Melımed Efendi
üçüncü defa Rumeli Kazaskeri olup, tâundan vefat etti: Sene 1042.
Abdullah Efendi AnadoUdan' Rumeli'ye nakledildi. Bostanzâde Yah-
ya Efendi, Anadolu Kazaskeri iken, muhterem biraderleri yerine
Rumeli Kazaskerliğine nakledilmişlerdi. Pâdişâhın tahta çıkışından
sonra azledildiler: Sene 1042. Azmizâde Efendi: İstanbul mollalıgm-
dan azledilmişken Rumeli Kazaskerliğine. tayin edildi, sonra da az-,
ledildi: Sene 1032. Şerif Mehmed Efendi ikinci defa,olarak Anadolu
Kazaskerliğinde iken, tekrar Rumeli'ye nakledildi: Sene 1032. Ali
‫ ؟‬elebizâde Abdullah Efendi İstanbul mollalığından azledilmişken,
Anadolu Kazaskeri tayin olundu. Sonra 1035 yılında azledilerek ye-
rine İstanbul'dan azledilen Hüseyin Efendi g etirild i. Sonra 0 da az-
196 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

!edildi: S en e 1037. E b û S a id E fen d i İsta n b u l k a z asın d an n a k le d ile ­


re k R u m eli K a z a sk erliğ in e te rfi e ttirild i.
E b u ssu û d zâd e E fendi: İs ta n b u l’d a n em ek li iken, A n ad o lu K az­
ask erliğ in e g e tirilip azledildi: S en e 1041. H ocazâde A b d u lla h E fe n ­
d i İsta n b u l’d a n ay rılm ışk en , A n ad o lu K a z a sk eri o lm u şlard ı. H ü sey in
E fe n d i h a y a tta o lm ak la y a n lış in h a o lu n u p te k r a r y e rin e iad e ed il­
di. Ç eşm i E fen d i de A n ad o lu ’y a dönünce o rta d a kaldı. S ene 1041.
Ç eşm i M eh m ed E fen d i R u m eli K a z a sk eri ta y in edilm işken, o g ü n ­
d e n so n ra A n ad o lu ’y a iad e o lu n m ası k a n u n a a y k ırı idi. S o n ra H ü ­
se y in E fen d i Ş e y h ü lislâm lığ a g e tirilin c e y e rin e döndü. H ocazâde. A b ­
d u lla h E fen d i te k r a r A n ad o lu ’y a ta y in edilip, K a ra Ç elebizâdeden
a ç ılan R u m eli K a z a sk erliğ in e n ak led ild i. S en e 1041. M olla A h m e t
E fen d i ile oğlu N u h E fen d i a rp a lık la rıy la g eçin iy o rlard ı. B iri R u ­
m eli, b iri de A n ad o lu K a z a sk eri idi.
Dördüncü Sultan Mu- E v v e lâ Ç eşm i M eh m ed E fendi, sene
rad devrindeki İstanbul 1032; so n ra S a lih E fen d i vaz geçti, se-
M ollalan : n e 1033. H id â y e tu lla h E fen d i azledildi,
sen e 1033. U şşakizâde E fendi, so n ra azl-
o lu n d u . S en e 1034, E b û S aid E fendi, so n ra azil. T u lu m c u H ü sam
E fen d i, so n ra azil: S en e 1035. E b u ssu û d zâd e E fendi, so n ra azil. S ene
1036, E b û sa ıd E fen d i ik in ci d efa A n ad o lu ’y a n ak led ild i. N u h E fe n ­
di, so n ra azil, sene 1038. R ecep E fendi, so n ra azledildi, sene 1039.
M usa E fen d i 1040 senesinde azledildi. Ç ivizâde E fen d i G a la ta ’y a H ü -
sev in E fe n d in in y e rin e n ak led ild i: S en e 1041. M ah d u m H ü sey in E fen ­
di E d irn e ’d en İsta n b u l’a ta y in edilip, suçsuz old u ğ u h a ld e 1044 y ılın ­
d a K ıb rıs ’a sü rü ld ü .
M u ra d H a n ’ın d e fte rd a rı M ehm ed P a ş a ’n m d e fte rd a r o lu şu n a
y azılan ta rih :
«Ehli C ûd oldu y in e d efterd ar.»

E m ir Ç elebi’n in H ek im b aşı o lu şu n d a d ü şü rü le n ta r ih :

« H ikm etiyle oldu E flâ tu n e tib b â y a reis.»

Murad Hân devrindeki yeniçeri a ğ a l a n : Ç eşnici A li A ğa, K a ­


r a M u sta fa A ğa, B a y ra m A ğa, H ü sre v A ğa, M eh m ed K e th ü d a A ğa,
Ç a v u şb a şılık ta n y e n iç e ri ağası olan A li A ğa, H alil A ğa, S ü le y m a n
K e th ü d a A ğa, E lk â tip H a şa n A ğa, M a k tu l H aşan H alife A ğa, Köse
M eh m ed A ğa ve d iğ e r M ehm ed A ğa.

‫؛؛؟&؛‬
SULTAN DÖRDÜNCÜ MURADIN BAĞDADI
FETHETTİKTEN SONRA MALTA ÜZERİNE BİZZAT
GİDEREK MORA’DA AVARİNE, ORADAN DONANMAYA
BİNİP MALTA SEFERİNE ÇIKIŞLARI

A L T A se fe rin e ç ık ışla rın ın sebebi: A k d en iz’deki C e z a y ir ile


T u n u s, T ra b lu s, M ora, K ıb rıs, Rodos ve deniz k ıy ısın d ak i
d iğ e r İslâ m m e m le k e tle rin d e k i k a p ta n la r ile b ü tü n u lem â ve
ile ri g elen ler, p a y ita h ta gelip M a lta k o rsa n la rın ın zu lm ü n d e n v e
h a c ıla ra e ttik le ri tec a v ü z d en ve b ü tü n b e n d le ri k a p a d ık la rın d a n şi­
k â y e t e ttile r. H ele M o ra’d a b ir b u ru n d a S a a ’b ve S e n k iste n (M an ­
y a ) adlı b ir v ilâ y e t v a rd ı ki, F â tih z a p te tm işti. B u e y a le t isy an ed e­
re k M a lta ’y a tâ b i oldu. Y üz p a rç a işe y a r a r firk a te ve b a lk e rm a n -
la r ile gelip, A k d en iz’deki elli b in k a d a r M ü slü m an ı da e s ir alm ış­
lard ı. B u d a K a p ta n C an b u la d zâ d e M u sta fa P a ş a ’n m S e p te boğazı
ve S icily a se fe rin d e n b e ri b u ra y a d o n a n m a g ö n d erilm em esin d en ile ­
ri gelm işti. K â firle r o ra la rı y ağ m a ed ip ;pâm ileri p islem işlerd i, d in e
h a k a re t e ttik le rin e d a ir şik â y e t sesleri gök lere y ü k selm işti. P â d işâ h
d u ru m u ö ğ ren in ce, d e rh a l K a p ta n S iy a v u ş P a ş a ile K a ra M u sta fa
P a şa , T e rsa n e K e th ü d a sı P iy â le K e th ü d a v e y e tm iş a d e d d ere b ey ­
le rin d e n B e k ir P aşa, H ü sa m P a şa , A b d u rra h m a n P aşa, K öse A li P a ­
şa, C a fe r P aşa, K asım P aşa, C ağel O ğlu, H ü sa m oğlu, M o rali o ğlu
M u sta fa P a şa , H a şa n B ey, M ança Ç a ra k oğ lu ve E lv a n K a p ta n , M e­
n em en li oğlu M u stafa, fo rsa k a p ta n la rı, v e lh a sıl y e tm iş â d e t d en iz
b e y le ri v e T e rsa n e n in iş b ilir e rle ri ve iş b a şın d a k i g ü n g ö rm ü ş ih ­
tiy a rla rı ile k o n u ştu k la rın d a , «D evlet T e rsa n e sin in h e r gözünde b i­
r e r işe y a ra r b a ş ta rd a ve d iğ e r geniş ‫^؛‬erlerde y irm i â d e t se k se n e r
m aran g o z a rşım çek d iri ve m a v n a la r yapıla» diye P â d işâ h fe rm a n ı
çıktı.
R u zn am eci İb ra h im E fen d i eliy le h âzin ed en K a p ta n S iy a v u ş P a -
şa’ya, T e rsâ n e K e th ü d a sın a , T e rsâ n e E m in i S a lih E fe n d i’ye ik i bin
kese p a ra v e rilip , silâ h ve le v a z ım a ta h a rc a n m a y a b aşlan d ı. M em le­
k e tin h e r ta r a fın a a sk e r to p la m a la rı için k a p ıc ıb a şıla r gönderildi.
B e ri ta r a f ta T e rsa n e d iv an h a n e si y a k ın ın d a beş göz T e rsâ n e v ard ı.
O n ları y ık ıp üç göz h a lin e s o k tu la r ki, h e r b iri b ire r k e rv a n s a ra y
gibi idi. O n la rın içinde, sa â d e tlu P a d işa h a m ah su s m ü ce v h e rle sü s­
len m iş b ir b a ş ta rd a ile ik i a d e t m a v n a y a p ım ın a «B ism illah» ile b a ş­
lan d ı. H e r g em in in k ıçları, te rs â n e g ö zlerin in ü stü n d e n göklere baş
k a ld ırm ış K isra ta k la rı b ü y ü k lü ğ ü n d e idi. M u ra d H â n ’ın y a rd ım ı ve
T e rsa n e E m in i S a lih E fe n d in in ç a lışm a la rı ile iki â d e t m av n a v e
198 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

b ir a d e t b a şta rd a y a p ılm ıştır ki, N u h P e y g a m b e rd en b e ri b u n la ra


b e n z e r g e m ile r y a p ılm a m ıştır. Üç ay d a ü çü de ta m a m la n a ra k d en i­
ze in d irild i. D eniz ü z e rin d e h e r b iri d ağ gibi h a z ır beklerdi.
M a v n a la r y e tm iş o tu ra k olup, ik i ta ra fın d a yü z k ırk c e n ah ey n
v a r. S ağ ve so lu n d ak i k ü re k le rin d e sekiz forsa ve h e r b irin d e b in e r
ta y fa v e b in e r c e su r silâh lı a sk e r v a r idi. V e h e r b irin in k ıçın d a ve
b aşın d a e llişe r a d e t k ırk o k k alık d e m ir g ü lle le r a ta n B alyem ez to p ­
la n , sağ ın d a ve so lu n d a b ü y ü k -k ü ç ü k yü z â d e t şayka, kolom borne,
saçm a, Z a rb ez a t, Ş alıî ve M oşkat to p la rı v a r idi.
N ih a y e t ilk b a h a r gelince, İs ta n b u l’da ik i yü z p a rç a b a şta rd a , k a ­
d ırg a, k a lite ve gonca kıçlı fo rsa k a d ırg a la n k u su rsu z ve h a z ır b ir
d u ru m d a d em irlem işlerd i. H e r b irin e ü ç e r k a t m ü h im m a t, lev azım
m alzem eleri v erild i. Y u k a rıd a y a z ılan y e tm iş b e y in b ire r ik işe r y e ­
d ek leriy le yü z p a rç a h a z ır sogorye, P a liy e gibi m ü k em m e l deniz k u ­
şu g em ileri ile oniki C ezay ir k ad ırg ası, oniki T u n u s, oniki T rab lu s,
a ltı M ısır İsk e n d e riy e ’si, a ltış a r R eşid ile D im y at, a ltı K ıb rıs, altı
Rodos, a ltı â d e t Istan k ö y , ،‫؛‬Sakız, M idilli, L im n i ve a ltı da M ora k a ­
d ırg a sı v ard ı.
Ş u sa y ıla n k a d ırg a la rın h ep si İsta n b u l’a geldi. B eşyüz p a rç a k a l­
y o n la ra d iğ e r m ü h im m a t, lev a z ım a t, cep h ân ed en b aşk a b ey lerb ey i-
ler, z e âm e t ve tim a r sa h ip le ri, lâğ ım cılar, m irâ h u r taifesi b in d irild i.
B eş y ü z p a rç a k a ra v a n a k a ly o n la rd a n K a ra H oca, B odur, C afer, M e-
m iş K a p ta n , K a ra m a n lı A li, T opal M u h a rre m , S a rı Solak, F ırtılo ğ -
lu , K a tra n o ğ lu , K alk an o ğ lu , S o lak İb ra h im Ç elebi, K a ra Solak, A b a .
eıoğlu, C im innioğlu, T a fra lı, B ahçeli, Y ü zarş, İsk e rîe to ğ lu adlı k a l­
y o n la rın ın h e r b iri d ö rd e r a n b a rlı, y ü z e r ta n e top a la n k a ra v a n a la r­
d ır ki, y ıld a b ir k e re M ısır’a se fe r y ap ıp , a ltı a y d a dolup a ltı ay d a
b o şalan d ağ gibi g em ilerd ir. H iç b ir P â d işâ h d e v rin d e ikisi b ir a ra ­
y a g elm em iştir. H e r b irin in b e şe r yüz lev en d i, b e şe r yüz ta y fa sı
v a rd ır. H e r b irin e ik işe r b in a sk e r b in d irilip h a z ır v a z iy e tte b e k le ­
d iler.. B u k a ra v a n a la rd a n b aşk a yedi yüz p a rç a kalyon, P en ek , bor-
to n şeyka, k a ra s a l... V elh asıl b u n u n gibi, sila h la rla d o n atılm ış yedi-
y ü z p a rç a g e m ile rin m ü h im m a t ve lev a z ım a tı h a z ır ed ile re k ağız­
la rın a k a d a r a sk er d o ld u ru ld u . S özün kısası, b ü tü n k ad ırg a, kalyon,
şa y k a ve k a ra m ü lse lle r, b in yedi yü z p a rç a y e lk e n olm ak üzere, İs­
ta n b u l lim a n ın d a b ek lem ey e b a şla d ıla r.

SULTAN DÖRDÜNCÜ MURAD HÂN’IN FÂNİ


DÜNYAYA VEDA EDİP EBEDİ DÜNYAYA GÖÇÜŞLERİ
B ü tü n b u h a z ırlık la rd a n so n ra sa â d e tlü P a d işâ h ’m ’tu ğ u D av u d -
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 199

paşaya dikilip çadırı kurulmak üzere iken, yüksek karakterli Padi-


şâh’m sıhhati, ilerlemiş nekris hastalığı ve yorucu sefer hazırlıkları
yüzünden, iyice bozuldu ve kurtulması imkânsızlaştı. Çün insan vü­
cudu «Küllü men aleyhâ fân» âyet-i kerimesi gereğince mutlaka
ecelin eline düşer.
B eyit:
Eğer dünya bekâ bûdî
Muhammed Mustafâ bûdı
Eğer Hüşneş bekâ bûdî
Nemürdî Yusuf-u Ken’ân
Mânâsmca bizim «Ne mümkündür halâs olmak ecelden!» mısra.
mız mânâca uygun düşer. Eski bilginler akıllarıyle bir ince kılı kırka
ayırıp, aktan karayı fark ettiler. Hendese ilmi ile kâinata merdiven­
ler kurup riyâziye ile göklere çıkarak maksatlarına erdiler. Fakat
ecel derdine derman bulmadılar. En doğrusu bulamadılar. Ecelin
elinden sığınacak bir yer bulup onun pençesinden kurtulamadılar.
Allah’ın rahmeti üzerine olsun, bu Pâdişâh dahi ölümüne çâre
bulamayıp «Îrciî ilâ Rabbike» emrine uyarak dünya saltanatına ve­
da etti, ebedî âlemin pâdişâhı oldu. Sene 1049. Durağı cennet ola,
âmin.
Rahmetli Gâzî Murad Hân’a mersiye:
Dâd elinden bî-bekaa gerdiş-i devvar âh dâd,
S en m u ra d ın a ld ın am m a h a lk ı e ttin n â m u ra d ,
Böyle bir şîr-i Hudâyı hâke saldın âkibet,
Kime dâd etsek elinden edilir feryâd-ı medâd.
Bütün Müslümanlar mateme boğuldu. Atmeydam’nda siyah don-
lu atlarla matem ettiler. Kendisini, Sultan Ahmed Hân yanma göm­
düler. Yerine Sultan İbrahim Hân Pâdişâh olduğu zaman, Kara Mus­
tafa Paşa sadrâzam, Kara Haşan Paşa Büyük Defterdar, Abdürra.
h‫؛‬m Efendi Şeyhülislâm idi. Sultan Murad Hân merhumun donan­
ması boşa gitmesin diye, yine Akdenize donanma çıkardılar. Fakat
sanki cansız çıktılar. Sonunda mavnanın biri battı. Akdeniz’de o ka­
dar mühim bir iş de görülmedi. Kasımdan sonra bütün donanma İs­
tanbul’a döndü. Murad Hân’ın bir mavnasını, hatırasına saygı ola­
rak Kara Katrana boj’avarak Şahkulu iskelesi yakınındaki gözler­
den birine çektiler.
Allah’ın hikmetinden olacak, talih Malta kâfirlerinin imiş. Öyle
dikkat ve tedbir oulnbi bîr Pâdişâh vefat edince, bu kadar masraf
200 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

boşa g itti. M a lta ve d iğ e r k â firle r k u rtu ld u la r. îşi, «K ul te d b irin i


alır, A llah ta k d ir eder» m e şh u r sözüne h a v a le d e n b aşk a çare y o k ­
tu r. S o n ra E fen d im iz K a ra M u sta fa P a şa H a z re tle rin in in c ile r saçan
ağ ız ların d an , «E ğer C enâb-ı H a k ra h m e tli P â d işâ h ı a ltı ay d a h a h a ­
y a tta b ıra k m ış olsaydı, k a ra d a ve denizde b ü tü n k â fir k u lla rın ın h a ­
ra c a b a ğ la n m ala rı m u h a k k a k tı. H a ttâ İsp an y a, K ızılelm a, M alta k â ­
firle ri, M a lta a d asın d ak i a ltı p a rç a k a d ırg a la rın ı P â d işâ h a v e rm e ­
y e söz v erm işlerd i. A m a A lla h ’ın ta k d iri böyle im iş!» dediğini işit-
m işizd ir.

SULTAN AHMED HÂN’IN OĞLU ŞEHİD SULTAN


İBRAHİM’İN TAHTA ÇIKIŞININ ÖZETİ
M erh u m S u lta n A h m ed H â n ’ın yedi şeh zad esin d en İb ra h im H ân,
k ü ç ü k T e rsâ n e b ah çesin d e d o ğ m u ştu r. T a h ta ç ık tığ ın d a 25 y aşın d a
idi.

T a h ta çıkışı için t a r i h :

Y in e k a d r ü şe re f b u ld u se rir-i m ülk-i O sm ânî


İ riş ti â fitâ b ü âsü m â n a efser-i d ih im
Y azıld ı resm -i O sm ânî ile te şrifin e tâ r ih
C û lû s-u P a d işâ h -ı d a d g e r S u lta n İb ra h im (S e ١ ٦ e 1049)

B aşk a b ir t a r i h :

H a lle d a la h m ü lk -i İb ra h im (S ene 1049)

Sultan İbrahim zamanındaki vezirler : T a h ta ç ık tık la rı sırad a,


K a ra M u sta fa P a şa S a d râz a m idi. Y e rin d e b ıra k ıld ı. K a ra M u sta fa
P a ş a ’n ın S a d râz a m lığ ı sıra sın d a h a lk r a h a t e tti. S o n u n d a d ü şm a n ­
la rın ın P a d işa h ı b a ş ta n ç ık a rm a la rı ile id am edileceğini an lay ıp , H âs-
b a h ç e ’d ek i s a ra y ın a kaçtı. D e rh a l k ıy a fe t d e ğ iştire re k sa ra y ın d a n
d ışa rı çık tı. M usa P a ş a sa ra y ı önünde, B o stan cıb aşı S arh o ş İb ra h im
P a ş a ’y a ra s t geldiği y erd e, b o sta n c ıla rd a n b iri b ir tü fe k k u n d a ğ ı ile
b a şın a v u ru p şeh id e tti. A llah ra h m e t e y le y e ... C enazesini P a rm a k -
k a p ıd a k i tü rb e sin e göm düler. Y erin e, Ş am b e y le rb ey i olan C ivan
K ap ıcıb aşı S a d râz a m oldu. S o n ra azled ilerek G irid ’e k u m a n d a n t a ­
y in edildi. O ra d a öldü. O ndan so n ra S a d raz a m lığ a S a lih P a şa g e ti­
rild i. H e rse k L iv a sın a b ağ lı L ü b a n a d a k asab a sın d a d o ğ m u ştu r. A s­
len B osnalIdır. S a d râz a m o ld u k ta n so n ra T ezkereci A h m ed P a ş a ’n ın
h ilesin e k u rb a n gidip, b o ğ u la ra k şehid ed ilm iştir. S o n ra H e z â rp â re
A hm ed P a şa S a d râz a m oldu. S ad râzam lığ ı sıra sın d a çık an a y a k la n -
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 201

m ad an k o rk u p sa k la n m ış ise de M evlevi D erv iş M eh m ed P a şa b u ­


lu p şeh id eyledi. C esedini A tm e y d a m ’n a b ıra k ıp , p a rç a p a rç a e ttile r.
B o y n u eğ ri M ehm ed P aşa, İb ra h im H â n d e v ri e y â le t v e z irle rin d e n
olup, H a le b ’de m irm ira n lık ta b u lu n m u ştu r.

İbrahim Hân zamanında isyan eden vezirler : V a rd a r A li P a şa


S ivas v âlisi ik en b a şın a a sk e r to p lay ıp , K ö p rü lü M eh m ed P a ş a ’y ı y e ­
n ilg iy e u ğ ra ta ra k Ç erk eş’e k a d a r ile rle d i. İb ş ir P a ş a d a â n ı b ir b a s­
k ın la V a rd a r’ı k a tle tti.
S u lta n İb ra h im H â n ’ın fe rm â n ıy le Y eni s a ra y d a y a p ıla n k öşk­
le rin ta rih id ir:

D idi fe rm a n ile ta r ih b in a sın (Ç evri)


N ü zh et-âb âd -ı cedid old u b u k a sr-ı âlî.

B aşka b ir t a r i h :
B u m ü fe rrih m en zilin (Ç evri) didi tâ rih in i
S e y r için old u b in â b u k asr-ı su ltâ n -ı c ih a n

B ir b a şk a t a r i h :
M ü b a re k ey lesü n M evlâ b u âlî k a sr-ı zîb ây ı
K e ştî’nifı söylediği t â r i h :
M ü b a re k ola Y â ra b y ü m n ile b u z e v ra k -ı zibâ.

C iv an b a h tlı Ş e h z â d ele r için y a z ılan t â r i h :


D u ây -ı h a y r ile (C ev rî) didi Ş eh zâd ey e tâ r ih
O la S u lta n M a h m u d â fitâb -ı m atla -ı ikbal.

D iğ er t a r i h :
V echini b ir â rife so rd u m didi tâ r ih için
G eldi d ü n y â y a v ü cû d -i H ân -ı M a h m u d y ü m n ile

İBRAHİM HÂN ZAMANINDAKİ BÜYÜK


KUMANDANLARIN FETİHLERİ
N a su h P aşa zâ d e H ü se y in P a şa , S a d râ z a m K a ra M u sta fa P a ş a
ta ra fın d a n Ü sk ü d a r sa h ra sın d a b ozguna u ğ ra tıld ı. S o n ra y in e a y n ı
sene, N a su h P a şa zâ d e K a ra M u sta fa P a şa ta ra fın d a n işken ce ile öl­
d ü rü ld ü .
O se n elerd e M oskof k â firi K a ra d e n iz sa h ilin d e k i A zak k alesin e,
T a ta r H â n ın ın a ğ ır d a v ra n m a sı y ü zü n d e n , K a z a k ask eri se v k etm işti.
K a la b a lık b ir o rd u ile k aley i ele geçirdi.
202 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Y edi y ü z p a rç a y elk en li gem iye b in le rce a sk e r d o ld u ru p , A zak


k alesin i k u şa ttıla r. Top d a rb e le ri ile k a le n in d u v a rla rın d a n b ir eser
bile b ıra k m a d ıla r. B ü tü n k â firle r d a h a ö lm ed en y e r a ltın a g irip, b ir
a y y e r a ltın d a sa v aştıla r. S o n u n d a kış m evsim i gelip çatın ca, b ü tü n
M ü slü m an g a z iler gem ilere d o lu şa ra k b ir iş g ö rm ed en İs ta n b u l’a dön­
d ü ler. İk in c i defa S e rd â r C ivan K ap ıcıb aşı k a la b a lık b ir o rd u ve
A zak den izi ş a rtla rın a u y g u n üç yü z p a rç a firk a te ile, önceki gibi
D o n an m ay -ı H ü m â y u n ile k a ra d a n ve d en izd en yü z b in asker, A zak
k alesin i k u şa ttı. D ü şm a n d an h iç b ir ses çıkm adı. A k k a z a k la r kaleyi
o ld u ğ u gib i b ıra k a ra k ceh en n em e g itm işler. A lla h ’a h am dolsun, A zak
kalesi sa v aşm a d an O sm an lIların elin e geçti. H â lâ d a rb ım e se ld ir ki:
«H üseyin P a şa A zak ’da h a rb e tti, M ehm ed P a şa sa v aşm a d an fe t­
h etti!» d e rle r. H e m e n S e rd â r M ehm ed P a şa E flâk, B oğdan, T a ta r,
Ç erk eş ve O sm anlı a sk erin i b irb irin e k a ta ra k A zak k alesin i y en id en
y a p tırd ı ki, h â lâ A z a k la rın o tu rd u ğ u sağlam b ir k a le d ir.'
A lla h ’a h am d o lsu n , b u h a k irin d ö rd ü n cü seferi A zak seferid ir.
B en o sene K ırım d iy a rın d a kalıp, b ü tü n İslâ m a sk eri ve T a ta r H â n
g azileri ile A zak ’da kışı g e ç ird ik te n sonra, s e rd â rın kendi ad am ları
ile D o n an m ây -ı h ü m â y û n ’a b in ip İsta n b u l’a geldim .
S u lta n İb ra h im z a m a n ın d a E flâ k ve B oğdan v ilâ y e tle rin in Ak-
k e rm a n ’m y a rd ım ı ile T a ta r H â n ı ta ra fın d a n feth ed ilişi:
E flâ k b eyi M ati V oyvoda ile B oğ dan b e y i L ipol V oyvoda, y ir­
m iş e r sen e h ü k ü m e t e d e re k K a ru n gibi zengin o ld u k ta n sonra, b ir­
b irle rin e d ü şm a n o ld u lar. B oğdan beyi L ipol, k ız la rın d a n b irin i A k
K a z a k H o tm an ı A h m e îin e ’ye v e rd i. O ndan y irm i b in silâh lı kefe­
re y a rd ım ın a geldi. E flâ k b ey i M ati V oyvoda da yü z b in askerle
T erg o v işte adlı h ü k ü m e t m erk e zin d e n k alk ıp , iki k â fir b irb iri ü ze­
rin e g elm e k te ik en P a d işâ h ’a bild irild i.
R u m eli e y â le ti, Ö zü e y â le ti ve T a ta r H â n a sk erleri, b u k â firle ­
r in ç a rp ış m a la rın a e n g el o lm ak la g ö rev le n d irild ile r. İslâm ask eri top-
lan ın c a y a k a d a r, ik i k â fir ask eri E flâ k ve B oğdan h u d u d u n d a Foh-
şa n şeh rin d e, F o h şa n n e h ri k ıy ısın d a b ü y ü k b ir m u h a re b e y a p tıla r.
E flâ k b ey i M ati galip, B oğdan beyi L ipol m ağ lû p o larak bozuldu.
İk i ta r a fta n y e tm iş b in k â fir k ılıç ta n geçti. T a ta r ve O sm anlı ask e­
ri E flâ k v e B oğdan to p ra k la rın a a k ın la r ve gece b a sk ın la rı d ü z e n ­
ley erek , y ü z b in d en fazla e sir ve yü z b in le rce b in e k h a y v a n ı ve ga­
n im e t m alı aldı. İslâm G ira y H ân, B oğdan B eyi L ipol’u ele g eçire­
re k İs ta n b u l’a gönderdi. L ipol, Y e d .k u le ’de h ap so lu n d u . E flâ k B eyi
M a ti’d en ise iki b in kese a lın a ra k s‫؛‬u‫؛‬çu b ağ ışlan d ı. B eyliği y in e k e n ­
d in e b ırak ıld ı. A llah ’a h am d o lsu n , rü z g â r sü ra tiy le d ü şm an av la y a n
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 203

T a ta rla rla b u b ü y ü k gazada b e ra b e r b u lu n d u m . B ol g a n im e t m alı


a la ra k K ırım ’a g eri döndük.

GİRİD ADASINDAKİ HANYA KALESİNİN


SİLÂHTAR YUSUF PAŞA TARAFINDAN FETHİ

H a n y a k a le sin in fe tih sebebi: S u lta n A h m ed H â n ’ın m ü b a re k


n e fe sle rin in te s iri ile d ir ki, G irid ’in fe th i oğlu İb ra h im H â n ’a n asip
oldu, tn şa a lla h ilerd e, A h m ed H â n ’ın G irid a d asın ı Y enicâm ie v a k ­
fetm e k için V e n e d ik lile rd en n asıl iste d iğ in i y azarız.

İb ra h im H â n ’ın K ız la r a ğ a la rın d a n olan S ü m b ü lzâd e, E siri M eh-


m ed E fen d i ile b e ra b e r M ısır’a g itm e k için İb ra h im Ç elebi a d ın d a
b ir re isin b ir b ü y ü k k a ra v a n a k a ly o n u n a b in m işler. G em id e üç b in
k a d a r hacı, z iy a retç i ve tü c c a r v arm ış. M ısır’a g id erlerk e n , D e ğ ir­
m en lik adlı a d a n ın ö n ü n d e a ltı p a rç a M alta gem isi İb ra h im Ç elebi
k a ly o n u n u çev ird i. D öve döve, h a c ıla rın az b ir kısm ı h a riç , K ız la r
A ğası S ü m b ü l A ğa ve k aly o n sa h ib i İb ra h im Ç elebi de d a h il o lm ak
üzere g eri k a la n y o lcu la rı şeh id e ttile r. K â firle r gem iyi z a p t edip
yedeğe a la rak , G irid a d a sın d a H a n y a lim a n ın a g ö tü rü p d em irled iler.

A h id n âm e-i H a y re d d in P a şa (H a y re d d in P a şa sözleşm esinde)


şöyle der :
«Al-i O sm an’d a n b ir g em iy i d ü şm a n alırsa, k â firis ta n lim a n ın a
kom avalar!»
H a n y a k â firi b u a n la şm ay a a y k ırı h a re k e t e tti, M alta k â firin e
göz y u m u p lim a n la rın a so k tu la r. K ız la r A ğ a sın ın a tla rı, k ısra k la rı
ve a ld ık la rı d iğ er g a n im e t m a lla rın ı H a n y a k alesin d e s a ttıla r. B u
acıklı d u ru m İb ra h im H â n ’a h a b e r verilin ce, «Tez M alta ü z e rin e se­
fe rim v ard ır!» dedi ve yedi yü z p a rç a gem i ile S ilâ h ta r Y u su f P a -
şa ’yı S e rd â r ta y in e tti. Y u su f P a şa M a lta ’y a g id erk en , N a v a rin k a ­
lesin d e su a la ra k b a tm a te h lik e si g ö steren a ğ ır y a ra lı k a d ırg a la rı
o ra d a b ıra k tı. V e içle rin d e k i m ü h im m a t ve lü zu m lu şey leri k a d ır­
g a la ra ask erle ağız ağıza d o ld u ru p y o lu n a d ev am e tti. Ö nce G irid
a d asın d ak i T odori k alesin i b ir s a a t için d e fe th e tti. O n d an so n ra H a n ­
y a k alesin i k u ş a ttı ve o n u da fe th e tti.

A lla h ’a h am d o lsu n , h a k ir (E v liy â ), a ltın c ı gazâm ız olan b u sefe­


re de iş tira k edip, în e b a h tı ve D u ra k b ey fjrk a la rıy le b e ra b e r b u lu n ­
duk. D u ra k bey ile în e b a h tı v ilâ y e tin e g ittik . H a n y a fâ tih i Y u su f
P aşa, D o n an m ây -ı H ü m â y u n ile İsta n b u l’a g eri döndü.
204 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

Serdâr T ek eli M u sta fa P a şa ’m n m ağ lû p o l u ş u : H a n y a a lın ın ca


b u n u n in tik a m ın ı a lm a k iste y e n V en ed ik k â firi, H â n y a fâ tih i Y u su f
P a ş a ’n ın ilin i ve v ilâ y e tin i y a ğ m a ed ip y e tm iş a d e t kaleye, K ilis’e,
D ern iş k alesin e y ay ıld ı. B osna, H ersek , K ırk a ve K ilis sa n c a k la rı­
n ı b e rb â d e tti, b ü tü n re â y â m ız b ıra k a ra k V e n e d ik ’e tâ b i oldular.
N ih a y e t ad ı geçen senede T ekeli P a şa y in e S e rd â r ta y in edildi. V e­
n e d ik kö rfezi sa h ilin d e k i Ş eb ey en k adlı u ğ u rsu z k aley i yüz b in as­
k e rle k u ş a ttı. K u şa tm a , k ırk g ü n k ırk gece sü rd ü . T opçubaşı «Kale-
küp» to p la rı ile k a le d u v a rla rın ı y ık m a y a b aşlay ın ca, M u stafa P aşa:

«B akâ to p çu b aşı, siy a h b a r u tu isra f ed ip y a k a rsın ! F a k a t f e th e t­


tiğ im zam an, san a b u k aley i k irp ik le rin ile y a p tırırım !» d e r idi. So­
n u n d a k a le y i can ve y ü re k te n to p a tu tm a y ıp b ü tü n a sk e r k ale al­
tın d a o tu rd u la r. K ırk ın c ı g ü n şid d etli b ir f ırtın a çık tı. Islâm ask e­
ri y a ğ a n y a ğ m u r a ltın d a ç a m u rla ra k a rıştı. V e z a rû rî o la ra k sip e r­
le rd e n ç ık tıla r. Ş e b e y e n k kalesi y a k ın ın d a D an ilo v a ad lı b ü y ü k b ir
s a h ra d a to p la n a ra k y a ğ m u ru n şid d e tin d e n k u rtu ld u la rs a da, sa b a h ­
la b irlik te e tra fla rın ın yü z b in le rce h a ç -b a y ra k lı k â fir ask eri ta r a ­
fın d a n çev rilm iş o ld u ğ u n u gö rd ü ler. îk i o rd u a ra sın d a öğle ü zeri
b ü y ü k b ir savaş oldu. B u sa v a şta y irm i iki b in M ü slü m an şehid ol­
du. O n sekiz b in kişi de e sir d ü ştü . B in lerce ç a d ır ve g a n im e t m alı
ele g eçiren k â firle r z en g in o ld u lar. H a k ir d a h i (E v liy â) o u ğ u rsu z
sa v a şta Y en içeri ocağı ile b e ra b e rd im .

D e rh a l b ü tü n k u v v e ti p a z ü y a v e rip a t b o y n u n a d ü şerek , G ala-


m aç k alesi d a ğ la rın a k açtım . A tım ı da o ld u ğ u gibi b ıra k ıp b ir k a y a ­
lık içine g irdim , y ed i g ü n y ed i gece d a ğ la rd a gizlendim . B itk i v e ot
y iy e re k açlığ ım ı g id eriv erd im . S o n ra k â firle r b u k a d a r ç a d ır ve m ü ­
h im m a t ile K ilis kalesi a ltın a v a rıp , T ekeli M u sta fa P a ş a ’n ın o tağ ı­
n ı z a p te ttile r. L â n e t d ü şm a n g en erali, h iley e b a şv u ru p b a şın a S e r­
d â rın sa rığ ın ı g iyerek, â d e t o ld u ğ u ü z e re O sm anlı d iv an ı y a p tı. K i­
lis k a le sin in b ü tü n ile ri gelen leri, k u m an d a n ı, d izd arı, b u n u O sm anlı
S e rd â rı s a n a ra k d ışa rıy a çıkınca, p u su d a o lan k â firle r d e rh a l k aley i
istilâ e ttile r. B u su re tle K ilis k alesi gibi göklere u zan m ış sağlam b ir
k aley i ele g eçirm iş oldu. B ü tü n k ale ile ri g elen leri â ile le ri ile b ir­
lik te e s ir e ttile r. B u n a b e n z e r b ir u ğ u rsu z lu k , O sm an lı D e v le tin in
ta rih in d e h iç b ir zam an g ö rü lm e m iştir. B u n d a n sonra, A k d en iz’deki
b ü tü n a d a la rı d ü şm a n h a ra c a kesti. B in lerce h acı v e tü c c a r g e m i­
le rin i a lır oldu. V e h e r sen e A k d en iz’e ç ık a n O sm an lı d o n an m asın ı
b o zg u n a u ğ ra tıp , g em ilerin i V en ed ik ’e g ö tü rü r oldu. B öylece O sm an­
lI D e v le tin in d u ru m u k ö tü leşti.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 205

SULTAN AHMED HÂN’IN OĞLU ŞEHİD SULTAN İBRAHİM


HÂN’IN SALTANATININ SON ZAMANLARININ ÖZETİ
R a h m e tli S u lta n İb ra h im H â n 1049 ta rih in d e P a d işa h old u ğ u v a ­
k it, sa d râ z â m lık m ak a m ın d a , d e v le tin iyiliği için çalışan y iğ it v e z ir
K a ra M u stafa P a şa b u lu n u y o rd u . O nu k a tle ttik te n so n ra b ü tü n m u ­
sah ip ler, hocalar, dilsizler, h a d ım A ra p la r, h asek i, k a d ın m u sah ib e-
ler, m u sa h ip o lm ay an lar, C inci H oca, H e z â rp â re A h m ed P aşa, b ire r
ta r a f ta n y o lu n u b u la ra k o saf k alb li P â d işâ h ı ta tlı sözlerle k a n d ır­
d ıla r, çeşitli zev k lerle m eşg u l e ttile r. V ezirler, v ü k e lâ ve b ilg in le r
h ep p a ra p eşin d e o ld u k la rı için M elekî, Ş e k e rp â re , T elli H asek i ve
S açbağlı H a se k ile re b ire r M ısır hâzinesi b a ğ ışla ttırd ıla r.

B u n u n ü z e rin e h alk , «hazine y ağ m a ediliyor» diye to p ta n a y a k ­


lan d ı ise de b u ç e şit h a re k e t ve a y a k la n m a la rd a n v ezirler, C inci H o ­
ca ve d iğ er m u sa h ip le r u y a n m a d ıla r. G irid ’de k u m a n d a n olan Defi
H ü se y in P aşa, y ü re ğ i y a n a ra k : «Bre im dâd, el’am an!» diye fe ry a d
e ttiğ i sırad a, C inci H oca P â d işâ h ın y a n ın d a n b ir a n bile a y rılm ı­
y o rd u . P â d işâ h a o n d a n d a h a y a k ın k im se y o k tu . Y ak ın lığ ı S a d râ z a m ­
d a n v e V âlide S u lta n ’d a n d a h a ile ri idi. P a d işa h koçu y a b in se b e ­
ra b e r b in er, ta h tır e v â n a girse b irlik te g ire rd i. H e r s a a t P â d işâ h ı hoş
sözlerle g u ru rla n d ırır, k ö tü lü k için te d b ir alırd ı. Ç ü n k ü d e v lete fa y ­
d alı h iç b ir iş görm em iş, S a y ra n b o lu lu «Şeyhzâde» a d lı b ir so fta idi.

B u h a k ir (E v liy â) M ollacâm i o k u d u ğ u m v ak it, b u C inci olacak


h e rif «Îzzî» o k u rd u . H e r n asılsa b ir y o lu n u b u lu p y ü k se le rek , saâ-
d e tlû P â d işâ h a S u rlıb â d v e K e n z ü l’a rş d u â la n n d a n o k u y u p d a İb ­
ra h im H â n ’ın sıh h a ti düzelince, şey h zâd en in adı C inci H oca ile m eş­
h u r oldu. A lla h b ilir ya, ilm -i d e v le tte n b ir h a r f bile bilm ezdi. A n ­
cak şansı b ir m ü d d e t y a rd ım e tti. O da feleğ in ren k li a tla sın d a n k u ­
m a şla r d o k u y u p , sağ a sola sayısız m e k ik le r a ttık ta n sonra, n ih a y e t
G irid a d a sın d a n K a ra M u ra d A ğa y a rd ım istem ey e geldi. O a ra lık
da şehzâde M ehm ed H â n ta h ta çıktı.

B ü tü n v ezirler, v ek iller, b ilg in le r ve sâ lih le r b iâ t e tti. M evlevi


D erv iş M ehm ed P a şa S a d râz a m , K a ra M u ra d A ğa Y en içeri A ğası
oldu. A h m ed P a şa k açtı. E rte si g ü n ü K oca vezir, A h m ed P a ş a ’y ı y a ­
k a la y ıp k a tle tti. Ve cesedini A tm e y d a n ı’n a b ıra k tı. B ü tü n ask er, A h ­
m ed P a ş a ’n ın cesedini p a rç a p a rç a e d e re k y a ğ ın ı a ğ rıla ra ilâç diye
y ağ m a e tti.
O sıra d a C inci H oca’y ı d ah i ö ld ü rü p , m ü sa h ip le rin in de k im in i
k ati, k im in i sü rg ü n e ttile r. M u sah ip lerd en Ş e k e rp â re ’yi îb rim ’e, di-
206 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

ğer kadınları da Eski Saraya sürdüler. Sonra her birini vezirler ve


âyândan birine verdiler.
Ertesi gün sabahla birlikte, Receb ayının yirmi beşinci günü Sul­
tan Mehmed Hân’ı merasimle Ebâ Eyyûbel Ensârî Hazretlerine gö­
türüp orada kılıç kuşattılar. Yine merasimle Edirne kapısından içeri
girip büyük ataları Fâtih’i ziyâret ederek, şâhinin yuvasında tünek-
leyişi gibi, hâsodaya gelip oturdu.

D Ö R D Ü N C Ü S U L T A N M EH M ED H Â N D E V R İN İN Ö Z E T İ

AHTA çıkışı için yazılan tarih :


«Cülûs-i Hân-ı Muhammed eyledi âsûde dünyâyı.»
Başka bir tarih :
«Oldu Sultan Mehmed gazi,
Cümle Hâkandan a’del ü ekrem.»
Bin elli sekiz yılı uğurlu Receb ayının on sekizinde tahta çık­
tılar. Padişâhlık saadetine erişleri ikindi vaktine rastlar. Henüz ye­
di yaşlarında idiler. Tahta çıktığında, hâzinede bir akçe bile kalma­
mıştı. Merhum Sultan Dördüncü Murad Hân’ın din uğruna sarfet-
mek için ayırdığı yedi hâzineden eser bile kalmamıştı. «Şimdi kula
dahi cûlûs bahşişi lâzımdır» diyen şânı yüksek Mehmed Hân, baba­
sı zamanında hâzineyi yağma edenlerin yakasına yapıştı. Cinci Hoca
malından üç bin kese, katledilen Hezarpâre Vezir Ahmed Paşa’dan
beş bin kese ve Şekerpâre’den bin kese, velhâsıl bunlar gibi nice­
lerinden beş Mısır hâzinesi alınıp, 1058 yılı Şabanının beşinde Salı
günü üç bin yedi yüz kese bahşiş dağıtıldı. Peşinden de yedibin ke­
se mevâcip ihsan olundu. Bağdad’a yardım için henüz yola çıkmış
olan üç bin yeniçeri ve Girid’e yardım için yazılan üç bin sipahi he­
nüz hak etmedikleri cülûs bahşişine ve yeni mevâcibe kaydedilerek
onlara da bin kese verildi.
Bütün asker ihtiyacını giderdi. Devrinde tarif olunmaz bir bol­
luk oldu. Günden güne memleketin sınırlarının muhafazası temin
edilip, yağma edilen hazine eskisi gibi dolduruldu. Osm anlı Devle­
tine nizam ve intizam verildi.
1058 Şabanının on birinci Pazartesi günü, bütün saraylılara cü­
lûs bahşişi dağıtıldı. Aşçı ve helvacıların bahşişi bir mikdar eksik
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 207

çıkınca ayaklandılar. Bunun üzerine kilercibaşı azledilerek, Saray


ağası kilercibaşılığa tayin olundu.
D ö rd ü n cü S u lta n M ehm ed H â n ’ın v ü c u t yapısı: Gerçi taht’a çık­
tığında 7 yaşında, gayet zayıf ve ince yapılı bir çocuk idi. Fakat
son derece aklı başında, olgun ve zeki idi. Yaşı yirmiye ulaşınca,
avcılığa merak sardı. Maddeten ve mânen gelişti. Orta irilikte yağlı
bir vücuda sahipti. Göğsü normal olup, sırtı ve omuzları genişti. Mü­
barek bellerinden aşağısı uzundu. Boylan babalarının boyu gibi
uzundu. Pazuları etli idi, mübârek elleri arslan pençesine benzerdi.
Güzel görünüşlü, açık kaşlı, elâ gözlü, şirin sözlü, nurlu yüzlü idi.
Doğrusu konuşmasında ve yürüyüşünde açık bahtlı bir Pâdişâhtı.
Yıldız ve Cifir ilminde bilgili olanlar, «İbrahim Hân oğlu Yusuf
adında bir Pâdişâh dünyaya gelecek. Yusuf Peygamber gibi güzel­
liğe malik ve bahtı açık bir hükümdar olacak. Doğuya ve batıya kor­
ku salacak... Venedik, Nemçe, Leh, Çeh, Rus yani Moskof diyarları­
nı harap edip, Yusuf meziyetli, çalışkan bir Pâdişâh olacak!» diye
hüküm çıkarmışlardır.
Allah’ın hikmeti, bu Mehmed Hân henüz annesinin karnında
iken, babası İbrahim Hân :
«Eğer bir erkek evlâdım olursa, müjde edenden başka, ilk ola­
rak kimi görürsem ve kime rastgelirsem evlâdıma onun ismini ko­
rum» diye söz vermişti. Bir gün sabah namazı sırasında Kızlarağa-
sı, Mehmed Hân’ın dünyaya geldikleri müjdesini verince, Hünkâr
imamı Yusuf Efendi karşısına çıkar. İbrahim Hân hemen :
«Yallah Şehzâdemin adını Yusuf koydum. Çünkü kararım böyle
idi ki, en evvel kimi görürsem onun adını koyarım. Allah’a binlerce
defa şükürler olsun ki, böyle halkın kendisine uyduğu, bilginlerin
ileri gelenlerinden bir mübârek zatı gördüm!» deyip mübarek adı­
nı Yusuf koydu. Yine genç Şehzâdenin kulağına Ezân-ı Muhamme­
di’yi Yusuf Efendi okudu. Bu halde mübarek isimleri Yusuf kaldı.
Sonra musahipler Padişâh’ın akima girerek «adı, Mehmed olsun» di­
ye ısrar etmeleri üzerine, Mehmed dediler. Fakat evvelâ kulağına
ezân-ı Muhammedi okunduğu vakit, Yusuf adı ile anılmıştı. Allah’ın
hikmeti, cifircilerin istihracı üzere ilk ismi Yusuf kondu. Allah’ın
emri ile Hz. Yusuf gibi cihanın sevgilisi şanlı bir Pâdişâh oldu. Sey­
rek sakallı, gür bıyıklı, usta binici, ava düşkün, cihâd ve gazâyı se­
ven bir Pâdişâh idi.
Zamanlarındaki S a d r â z a m la r : Tahta çıkışlarında, yeni vezir
Mevlevi Koca Derviş Mehmed Paşa idi. Bu zat, âsil ve ahlâk sahibi
208 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

b ir kişi idi. E vvelce d e fte rd a rlık g ö rev in d e ik en v e z irlik te n azlolun-


m u ş, cü lû s sıra sın d a ise S a d râ z a m lığ a g e tirilm iştir. S onra, O sm anlı
D e v le tin in g e lir ve g id e rle rin e n izam v e rm e k için çok çalıştı. H a k ­
sız o la ra k d e v le tte n p a ra a la n la rın m a a şla rın ı k esm eye u ğ raşırk e n ,
böyle te d b irli, d in d a r ve çalışk an b ir v e z iri azle d e re k M a lk a ra ’y a
s ü rg ü n e ttile r. O ra d a b o ğ a ra k şeh id edip, eb ed iy y en a z le ttile r. F a ­
k a t eb ed î b ir rü tb e y e sah ip oldu. S o n ra y e rin e K a ra M u rad P a şa
S a d râz a m oldu. B u zat, Y en içeri o cağından y e tişm e ve A rn a v u t idi.
B u d a y e rin e g eçtiği K oca v e z ir gibi, b ir d o n an m a ile G irid ’e a sk er
g ö n d erd i. K â firle rin A k d en iz’de ö d leri kopup, il ve v ilâ y e tle ri p e ri­
şa n oldu. K a ra M u ra d P a şa d a te d b irli, olg u n b ir S a d râz a m idiyse
de, «H âzineyi boş y e re h arcad ın » diye azled ilerek y e rin e M elek A h-
m ed P a ş a S a d râ z a m oldu.
M elek A h m ed P a şa İs ta n b u l’da T o p h an e c iv a rın d a doğm uş, üç
y a şm a g elin cey e k a d a r A b aza d iy a rın d a k i b ir a şire tte s ü t a n n e sin in
y a n ın d a kalm ış, on beş y a şm a gelince b u h a k irin (E v liy â n ın ) a n n e ­
siy le b irlik te S u lta n A h m e d ’e h e d iy e ed ilm işler. S o n ra M elek özel
h a re m e alın ıp , a n n em iz de b a b a m ız a ih sa n olunm uş. B u h a k ir de
o n d a n doğm uşuz. M elek A h m ed P a ş a ’n ın b abası Ö zdem iroğlu Os­
m a n P a ş a ’n m k a p ıc ıla r k e th ü d â sı idi. B irço k se fe rle rd e b u lu n a ra k
y ü z k ırk y a şın d a öldü. Z a m a n ın ın k u v v e tli sav aşç ıla rm d a n d ı. S o n ra
M elek A h m ed P aşa, M u ra d H â n ’a s ilâ h ta r ve m u sa h ip oldu. B ağ-
d a d ’m feth e d ild iğ i g ü n v e z ir rü tb e s i v e rile re k , D iy a rb e k ir vâliliği
ih sâ n o lu n d u. O sm a n o ğ u lla rı’n ın b ü y ü k iy ilik le rin i gördü. Ü çer d ö r­
d e r d efa M ısır ve B u d in ’de m u ta s a rrıf o la ra k b u lu n d u . N ih a y e t ih ­
tiy a r, g ü n g ö rm ü ş, d in d a r ve y iğ it b ir v e z ir o ld u ğ u için, S a d râzam
y a p tıla r. G irid a d a sın a üç b in sip a h i ile d e fte rh a n e y i D eli H ü sey in
P a ş a ’ya, v e z a re tle b ir tu ğ da B ıy ık lı M u sta fa P a ş a ’y a g ö n d e re re k G i­
r id ’e y a rd ım d a b u lu n d u . A k d en iz’e b ir d o n a n m a ç ık a rm ış tır ki, şim ­
d iy e k a d a r b e n z e ri g ö rü lm em iştir.

O y a rd ım G irid 'e u laşın c a H ü se y in P aşa, S elin e ve R en m o k a ­


le le rin i fe th e d e re k İsta n b u l’a m ü jd e c ile r gönderdi. H ü sam o ğ lu A li P a -
şa ’y ı K a p ta n P a ş a ’lığ a g e tire re k , üç yü z p a rç a k aly o n ve k a d ırg a
ile b ir d o n a n m a m e y d a n a g e tirm iş tir ki, sa n k i K ılıç A li P a şa do­
n a n m a sı idi. A k d en iz’de k â firle r ile b ir k e re ç a rp ışa ra k b ozguna u ğ ­
r a ttı. G ü n eş b a ta rk e n d ü şm a n k açtı. O sm anlı D o n an m ası da K a ra -
fo ça lar lim a n ın a d em irled i. A sk e rin hepsi b a ğ ve b ah ç ele re d ağ ıla­
r a k zevke d a ld ık la rı sıra d a , b u g a fle tte n y a ra rla n a n d üşm an, se h e r
v a k ti â n î b ir b a sk ın y a p a ra k b ü tü n gem ileri ate şe v e rd ile r. G em i-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 209

lerd e b u lu n a n d iğ er a sk e r de k a ra y a çıkıp, k ırk p a rç a k a d ırg a ve


on b ir a d e t k a ly o n u yedeğe a ld ıla r. D iğ e r k aly o n larım ız, sav aşa sa­
v aşa y irm i p a rç a d ü şm an gem isi b a tırd ıla r.
D o n a n m a n ın m ağ lû p olduğu h a b e ri İsta n b u l’a g eld ik ten sonra,
M elek A h m ed P a şa m ü h rü s a â d e tlû P â d işâ h a te slim e tm e k isted i
ise de, P â d işâ h ta ra fın d a n b ira z a z arla n m a k la y e tin ile re k , eskisi g i­
bi S a d raz a m lığ a d ev am etm esi em red ild i. S en ed e yedi y ü z kese v e ­
z irle r ta h s is a tın ı P â d işâ h k a p ısın a teslim e tm e y i k a n u n h a lin e ge­
tird i.
M elek Ahmed P a ş a ’n ın azlediliş s e b e b i: A zak k alesin d e a sk e r
a y a k la n a ra k , a ğ a la rd a n ve ç o rb a c ıla rd a n b a z ıla rın ı p a rç a la d ık ta n
sonra, m aaş için İs ta n b u l’a fe ry a d c ıla r g ö n d erd iler. M evsim kış ol­
d u ğ u n d an , d en izd en h azin e g ö n d erm ek m ü m k ü n olm adı. Üç y ü z k e ­
se k u ru şu a ltın h alin e g e tirip k a ra d a n K ırım ’a o ra d a n da A zak ’a
g ö n d erm ek için, adı geçen üç y ü z kese İsta n b u l esn afın a d ağ ıtıld ı.
B u sıra d a d e fte rd a r E m ir P aşa, K ad d e K e th ü d a sı ve G ü m rü k em in i
H a şa n Ç elebi’n in h âzin ed e kalm ış olan D iy a rb e k ir bezi, k ırm ız ı ve
sa rı sa h tiy a n ve a tt a r şebi gibi eşy ala rın ı da a ç ık ta n s a n a t e rb a b ın a
d ağ ıtın ca, b ir sa b ah g ö rd ü k ki A tm ey d a n ı ta ra fın d a n «A llah A llah!»
sesleri işitilm e y e başlandı. B ü tü n esnaf, â le t ve silâ h la rı ile s a ra y
k ap ısın a geldiler:
«P âdişâhım ! D e fte rd a r E m in d en , v ezir k e th ü d â sı ve K ad d e k et-
h ü d â sm d a n ve g ü m rü k em in in d e n şik ây etim iz vard ır!» d iy e b a ğ rış­
tıla r. B u fe ry a d P â d işâ h ta ra fın d a n işitilin ce üç k e re M elek A h m ed
P a şa ’y ı h u z u ru n a çağ ırd ı ise de, M elek A h m ed P aşa: « K alab alığ ın içi­
n e g irm e k h a ta lı ve teh lik elid ir» diye P â d işâ h ın h u z u ru n a g itm edi.
S o n u n d a d ö rd ü n cü defa K a p ıc ıla r K e th ü d a sı İb ra h im A ğa ile H âs
odabaşı gelerek: « P âd işâh ın h u z u ru n a gidiniz v ey a m ü h rü veriniz!»
deyince P a şa hem en, «Can ve baş üzerine!» d eyip m ü h rü K a p ıc ıla r
K e th ü d a sın a verd i. S o n ra k en d isin e S ilistre e y âleti sa d ak a o lundu.
S a d ra z a m lık ta n d a azle d ile re k İsta n b u l d ışın d a T o p ç u lar d e n ile n sa­
ra y d a ik âm e te m e m u r edildi. Y erin e, S iy av u ş P a şa sad râzam oldu.
S iy av u ş P a şa d a A b aza tâ ife sin d e n olup, S u lta n M u ra d H â n ’ın Ç u­
h a d a rı ik en K a p ta n P a şa olm uş, M ısır v âliliğ in d en g a y ri b ü tü n b ü ­
y ü k rü tb e le ri a lm ıştır.
ilk iş o lara k Y en içeri ağası K a ra Ç avuş’u, K u l K e th ü d a sı Ç ele­
bi M u sta fa A ğ a’yı, B ek taş A ğa’yı, S a rı K â tib i ve d a h a b irço k ların ı
k a tle tti. S o n u n d a S a d raz a m lığ ın ın elli d ö rd ü n cü g ü n ü K ızlarağ ası
Evliya Çelebi I-II, F : 14
210 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

D ev S ü le y m a n A ğa, k ü k re y e n b ir dev gibi, S iy a v u ş P a ş a ’n m s u ra ­


tın a b ir to k a t a tıp , «V er m ü h rü b re sefih!» d iy ere k m ü h rü alıp G ü r­
cü M ehm ed P a şa ’y a v erd i. M eh m ed P aşa, H o tin seferin d e Cebeci-
b aşı idi. S o n ra b e y le rb ey i ve v e z irlik rü tb e s i ile b ü tü n m a k a m la r­
d a b u lu n d u . B u S a d râz a m da b ü y ü k b ir d o n an m a h a z ırla y a ra k G i­
r id ’e iki b in Y eniçeri ve üç b in S ip ah i gönderdi. H a lk ile güzelce
geçin ip g id erk en , «bunaktır» diye azledildi. Y e rin e T a rh o n cu A hm ed
P a ş a S a d râz a m oldu. B u zat, M usâ P a şa ve H e z a rp â re A h m ed P a -
şa ’n ın k e th ü d a lık la rın d a b u lu n m u ştu . S o n ra la rı M ısır valiliği görevi
v erild i. M ısır’da, K u b b e a ltın d a gö sterd iğ i a d a le t m eşh u rd u r. B u da
G irid ’e d o n a n m a gönderdi. D ev lete a d a le t ü z e re h iz m e t e tm ey e de­
v a m ed erk en , «D evleti ta h k ir ediyor» b a h a n esi ile P a d işa h d iv a n ın ­
d an a la ra k o a n d a k a tle ttile r.
Y erin e, K a p ta n lık görev in d e b u lu n a n B ıy ık lı D erviş M ehm ed
P a şa S a d râz a m oldu. B u da O sm an H â n ’ın K ız la ra ğ a la rın d a n olup,
Ç erk eş asıllıd ır. Çok m e rh a m e tli, ih tiy a tlı ve y iğ it b ir v e z ir idi. Os­
m an lI D e v le ti işle rin i ve M üslim ve g a y ri m ü slim h a lk ın h a lle rin i
d ik k atle g ö zetirk en , A lla h ’ın h ik m e tin d e n olacak, felç h a sta lığ ın a y a ­
k a la n ıp a ltı ay y a ta k ta kaldı. B u sıra d a M elek A h m ed P a şa k e n d i­
sin e v e k â le t e tti. F a k a t m ü h ü r y in e k en d isin d e idi. S o n u n d a y a k a ­
lan d ığ ı h a s ta lık ta n k u rtu la m a y a ra k â h ire te göçtü. M elek A h m ed P a ­
şa te k r a r S a d râz a m oldu. A m a y ed i s a a t so n ra M elek A h m ed P a şa
m ü h rü n H a le b ’deki îb ş ir P a ş a ’y a gö n d erilm esin i u y g u n b u larak , b ü ­
tü n b ilg in le r ve sa lih le ri to p la y a ra k b u h u su sta k i fik irle rin i açıkladı.
O n la r d a M elek A h m ed P a ş a ’m n fik irle rin e iş tira k edince, to p la n tı
so n u n d a m ü h rü H a le b ’de b u lu n a n İb şir P a ş a ’y a g önderdiler.
îb ş ir P aşa, E rz u ru m ’da isy â n eden A b aza P a ş a ’n ın a k ra b a ve
a şire tin d e n idi. R e v a n sefe rin d e S u lta n M u rad H â n ’ın m ira h u rlu -
ğ u n u y ap m ıştı. Ç eşitli y ü k se k g ö rev lerd e b u lu n d u . V a rd a r A li P a -
şa ’y ı b o zg un a u ğ ra ttık ta n so n ra şö h re ti a rttı. M ü h ü r ken d isin e gi­
dince, M elek A h m ed P a şa İsta n b u l’da v ek il o la ra k S a d râz a m lık gö­
re v in i y ü rü tm e y e d ev am e tti.
M ü h ü r îb ş ir P a ş a ’y a u laşın ca görevi k a b u l e tti. F a k a t İs ta n b u l’a
g e lm ey erek İra n ta ra fın d a b ir m eşgale b u lm a k k asd ıy la K ü rd ista n ’a
h a b e r g ö n d erd i ve «B arışa a y k ırı b ir h a re k e tte b u lunun!» dedi. B u n ­
d a n so n ra da b a şın a y ü z b in a sk e r to p la y a ra k , «K ızılbaşın taşk ın lığ ı
v ard ır!» d iy e P â d işâ h a b ild ird i. İb şir P a şa ’n ın b u h a b e ri d ik k ate a lın ­
m adı. V o y n u k A h m ed P a ş a ’d a n d ul k a la n A yşe S u lta n k endisine
ih sa n o lu n ara k , «M uhakkak İs ta n b u l’a gelesin!» diye n ik â h m ü jd e ­
siy le P a d işa h fe rm â n ı gönderildi. P a şa m ec b u ren «A llah vekilidir»
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 211

d ey ip yola çık tı ve yedi ay d a İsta n b u l’a geldi. F a k a t P a d işa h ’ın h u ­


z u ru n a ç ık m a y a ra k Ü sk ü d a r’da konakladı. N ih a y e t S a â d e tlu P a d i­
şah ta ra fın d a n K ız la rağ a sı ve Ş ey h ü lislâm E b û S aid E fen d i Ü sk ü ­
d a r’da S alacak İskelesine, o rad a n da A yşe S u lta n S a ra y ın d a k i İb şir
P a şa ’y a giderek, k en d isin e b ir s a m u r k ü rk ile b ir m ü c e v h e r h a n ç e r
v e rd ile r ve: « B uyurun, sizi İsta n b u l’da sa â d e tlû P a d işa h ister!» d e­
diler.
İb şir P a şa k en d isin i k a rşıla m ay a gelen M elek A h m ed P a şa ’yı,
K oca N işancı P a ş a ’yı, D ellâk M u stafa P a ş a ’yı, D e fte rd a r M orali M us­
ta fa P a ş a ’yı ve u lem a d an birço k kim seleri, b ö lü k b aşıları v asıtasiy le
n ezak etle re h in o larak alıkoydu. K endisi, B o stancıbaşı k a y ığ ıy la Sa-
r a y b u rn u ’n d a P â d işâ h la b u lu ştu . P â d işâ h ta ra fın d a n y in e sa m u r
k ü rk le r g iy d irile re k gönlü alındı. U zun görüşm e ve k o n u şm a la rd a n
sonra, te k r a r Ü sk ü d a r’a döndü. D önüşünde yü z ta n e k u rb a n k e s tir­
di. E rte si g ü n ü İs ta n b u l’a geçm ey erek te k r a r geri dönm ek istey in ce,
m ara sim için Ü sk ü d a r’a geçen y e n iç e rile r o g ü n k o rk u la rın d a n t a ­
m am e n İsta n b u l’a geri d öndüler. K a p ta n P a şa b ile b a şta rd e y i T e r­
san ey e çek erek istira h a te çek ild iler. S o n u n d a İb şir’in b a sire ti b ağ ­
lan a rak , kendisi b a şta rd e y e b indi ve seksen b in ask erle 'İsta n b u l’a
geçti. B ü y ü k b ir m erasim le E y ü b ’den ve E d irn e k a p ısın d a n geçerek
A yşe S u lta n S a ra y ın a girdi. O ra d a n S a â d e tlû P a d işa h a g id erek :
«— P âd işâh ım ! K ızılb aşm h a re k e ti sebebiyle yedi ay d a h u z u ru ­
na an cak gelebildim . P âd işâh ım , M elek A h m ed P a şa lalan ıza V an
e y â le tin i ih sa n etm en iz g e re k m ek te d ir. Ç ü n k ü o ta ra fla rd a , b ü y ü k
işle r b aşarm ış ve S a d raz a m lık y ap m ış şan lı b ir v e z ir lâzım dır.» d e­
yince, derecesi y ü k sek P â d işâ h b u y u rd u la r ki:
«— Y â la la ... Ö yle b ir ih tiy a r v eziri V an gibi g eliri olm ay an b ir
e y âlete a ta m a k d o ğ ru m udur?»
«— H a y ır P âd işâh ım ! İy i e y â le ttir. B en b ir k ere V an ey â le tin d e
m u ta s a rrıf o lara k b u lu n d u m . Y irm i yedi sancağı v a rd ır. S en elik yüz
b in k u ru ş g eliri v ard ır» deyince, P âd işâh :
«— İh sâ n eyledim . B e ra t e m rin i gönder!» diye fe rm a n b u y u rd u .
İb şir P a şa d e rh a l sa ra y ın a g elerek b ir kapıcıbaşı ve on çav u ş ile
V a n ’a ta y in e m rin i M elek A hm ed P a ş a ’y a gönderdi. M elek P a şa P â ­
d işâh e m rin i o k u y u p ne d en d iğ in i an lay ın ca, öpüp başı ü z e rin e ko­
y a ra k «em rederler» dedi ve ağaya üç kese k u ru ş ile s a m u r k ü rk , on
çav u şa da ellişer k u ru ş v e rd i. A ğa ve ç a v u şla r :
« B u y u ru n S u ltan ım ! H e m en Ü sk ü d a r’a geçin!» diye ıs r a r e tti­
lerse de P a şa a y a k d ire y e re k k a p ıd a n dışarı çıkm adı. H a z ırlık la rın ı
ta m a m la m a k için beş g ü n İs ta n b u l’da kaldı
212 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

B eşinci gün, Ib şir P â d işâ h a çık arak :


«— H ü n k â rım ! A h m ed P a şa la la n e m rin i d in lem ed i. V a n ’a g it­
m ek için y ola çıkm adı. M u tla k a k a tlin i fe rm a n ediniz» diye ıs ra r
e d e r. P â d işâ h d e rh a l M elek A h m e d P a ş a ’y a b ir h asek i g ö n d e re re k
çağ ırır. H aseki, M elek P a ş a ’y a :
« — ٠ B u y u ru n , sizi P â d işâ h ister!» deyince, M elek A h m ed P a şa
d e rh a l P â d işâ h ın h u z u ru n a ç ık a ra k selâm v e rir ve a y a k ta b ek ler.
P â d iş â h :
«— L alan ı, b e n sa n a V an e y â le tin i ih sa n e ttim . N için gitm ezsin?»
d e y in c e :
«— P â d işâ h ım ih sa n b u y u rd u k ta n so n ra n a sıl gitm em ! îk i evli
b ir köy d ah i olsa, y in e g itm ey e m ecb u ru m » dedi. S a â d e tlû P âd işâh :
«— İb şir lala m b ir k e re V a n ’da g örev yapm ış, yü z b in k u ru ş
geliri v a r, diyor.» deyince, M elek A h m ed P a ş a h e m e n :
«— P â d işâ h la r ö n ü n d e y a la n söy lem ek b ü tü n d in le rd e h a ra m d ır.
İşte la la n ın y ü zü n e k a rşı sö ylüyorum : Y üz elli a d am ile b u İb şir la ­
la n V a n ’a g ittiğ in d e , k ale k a p ıla rın ı k a p a ta ra k «zâlim sin» diye re d ­
d e ttile r. Ç ünkü, V an h u d u d şe h rid ir. îk i y ü z a d a m la b ile gidilem ez.
T am am ı ta m a m ın a y ed i b in k u ru ş ta n fazla h iç b ir g eliri y o k tu r. O
v ilâ y e te b e n i h a k a re t olsun diye g ö n d erm ek istiy o rla r. P â d işâ h ım a
y a la n söylem işler» deyince, h e m e n P â d işâ h d iv it ve k alem istey erek ,
m ü b â re k y a z ıla rı ile:
« Ü sk ü dar’d an M ısır’a, B o ğ d an ’a ve E rz u ru m ’a v a rın c a y a k a d a r
b ü tü n A n a d o lu v ilâ y e tle rin in ta y in ve a z ille ri elin d e o lara k V a n ü ze­
rin e b ü y ü k S erd ârım sm !» diye b ir fe rm a n la beş kese a ltın h a rc ırâ h
v e b ir m u h te şe m çad ır, ik i sa m u r k ü rk ve d a h a b irço k şe y le r h ed iy e
e ttik te n so n ra:
«— Y ü rü , A llah k olay g e tire, T u ğ ra çekm eğe se lâ h iy etli S e rd â ­
r ın s ın ! P e şin d e n b en de in şa a lla h o ta ra fla ra g elm ek niy etin d ey im !»
b u y u rd u k la rın d a , İb şir ü z ü n tü sü n d e n y ü rü y e n ölü h â lin e geldi. M e­
le k A h m ed P a şa y e ri ö p er d u ru m a g e le rek P â d işâ h a d u â la r e ttik te n
so n ra, s a ra y ın a b ile u ğ ra m a d a n , h em en S a r a y b u m u ’n d a n B ostancı-
b aşı k a y ığ ın a bindi. H a z ır olan a sk e rle rin i de yü z elli a d e t k ay ığ a
b in d ire re k Ü sk ü d a r’a geçti ve K a y a S u lta n b ah çesin d e k o nakladı.
T a m b ir h a fta h a z ırlığ ım ızı ta m a m la d ık ta n sonra, P a şa ile V a n ’a
d o ğ ru y o la çıktık. Y üz on y ed i g ü n so n ra V a n ’a b ü y ü k b ir m erâsim -
le g ire rk e n Y ıld ırım ad lı k ap ıcı y ıld ırım gibi y etişip , İb şir P a ş a ’n ın
k a tli h a b e rin i g etird i. İb şir, H a le b ’den k a tli g ü n ü n e gelinceye k a d a r
b irk a ç a y S a d râz a m oldu. Son d erece salih ve d in d a r b ir adam dı.
«K ahve h a ra m d ır» diye sü tlü ve b a h a rlı ş e rb e t içerdi. B ir k a n d a n
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 213

k ırk , elli b in k u ru ş alırd ı. Z ira e tra fın d a beslediği b ü y ü k b ir k a la b a ­


lık vard ı.
O n d an so n ra K a ra M u rad P a şa ik in ci d efa S a d râz a m oldu. A s­
k e rle g eçin em ed iğ ir den, S a d râ z a m lık ta n az le d ile re k Ş am e y â le tin e
ta y in olundu. H a m a ’da A rn a v u t M ehm ed P a şa sa ra y ın d a h a s ta la n a ­
r a k o rad a v e fa t e tti. A rn a v u t P aşa, v e fa t eden K a ra M u ra d P a ş a ’y ı
k en d isi için y a p tırd ığ ı m e z a ra g ö m dürdü. Ç ü n k ü A rn a v u t P a ş a b u
m ezarı y a p tırırk e n , M u ra d P a şa S a d râz a m idi. O sıra d a b ir kapıcı-
başısı ile M u ra d P a ş a ’ya b ir ta k ım h e d iy e le r gönderdi. K apıcı, h e ­
d iy ele ri K a ra M u rad P a ş a ’ya ta k d im edince:
«— A rn a v u t P a şa ne h â ld e d ir ve ne iş y ap ar?» dedi.
K a p ıc ıb a ş ı:
«— S u lta n ım ’a h a y ır d u â ile m eşg u ld ü r. İh tiy a rla d ığ ı için şim di
k en d isin e b ir tü rb e y a p tırıy o r» deyince, K a ra M u ra d P aşa:
«— în şa a lla h o tü rb e ona n asip olm az. B en o tü rb e y e b ir k a ra
dom uz g ö m d ü rü rü m » d iy e ko n u şu r. K a ra M u ra d P a ş a ’n ın b u sözü
H a m a ’da A rn a v u t P a ş a ’n m k u lağ ın a gidince, «İnşallah b u tü rb e y e
k en d isi göm iilüdr!» dedi. «El sin e tü l h a lk ı a k lâ m ü l hak» sözü g e re ­
ğince, A lla h ’ın h ik m e ti o yolda ta h a k k u k e tti v e adı geçen tü rb e y e
K a ra M u ra d P a ş a ’yı göm düler. B u söz h e rk e s ta ra fın d a n d u y u lm u ş
v e m e şh u r o lm u ştu r.

S u lta n İb ra h im ’in S ilâ h ta n ik en 1056 ta rih in d e R u m e li e y â le ti


valiliğ in e ta y in ed ilen ve d a h a so n ra da y ü k se k m e v k ile rin h e p sin ­
de g ö rev a la n S ü le y m a n P a şa S a d râz a m oldu. B ü y ü k d o n a n m a la r
te rtip le y e re k G irid a d a sın a ve m e m le k e tin d ö rt ta ra fın d a k i b ü tü n h u -
d u d la ra y a rd ım la r g önderdi. H a re k e tle rin d e çok u y a n ık ve te d b irli
idi. M a la ty a ’da doğm uş ve sa ra y d a b ü y ü m ü ştü r. A h lâk lı, k a ra k te r
sah ib i, y iğ it b ir v e z ir idi. A zledilince, y e rin e Z u rn a z e n M u stafa P a ­
şa S a d râz a m oldu. A slen A rn a v u t olup, s a ra y d a y e tişm iştir. M elek
A h m ed P a ş a ’n m S a d râz a m lığ ı sıra sın d a d e fte rd a r iken, k ab a d a v ­
ra n ış la rı seb eb iy le azled ilm işti. Ç eşitli k ü ç ü k e y â le t ve sa n ca k lara
ta y in edildi. «H aris olan m a h ru m olur» sözü gereğince, S a d ra z a m ­
lık m ü h rü n e an c ak b ir s a a t sah ip olabildi. S a d raz a m lık ta d ı d a m a ­
ğ ın d a iken, m ü h ü r elin d en alındı. S ip ah i M ehm ed- ad lı h asek i va'sı-
ta siy le m ü h ü r G irid ad a sın d a k i D eli H ü se y in P a ş a ’y a gön d erild i.
M ü h rü D eli H ü se y in P a ş a ’y a g ö tü re n le r, G irid ’e geçm ek iste rk e n ,
M enekşe d e n ile n y e rd e fırtın a y a y a k a la n d ıla r. A rk a la rın d a n b aşk a
b ir haseki y e tişe re k , G irid ’e v a rm a d a n m ü h ü rü İsta n b u l’a geri g e tir­
di.
214 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Sonra mühür, Özü eyâleti valisi Siyavuş Paşa’ya gönderileli. Si-


yavuş Paşa, ikinci defa olarak Sadrâzam oldu. İlk olarak Melek Ah-
med Paşa’yı Van’dan azlederek, «İstanbul’da beraber olalım» diye
mektup ve yazıları geldi. Yola çıkarak Erzurum’a kadar güçlükle
gelebildikse de, kışın şiddetinden yola devam edemeyerek, Erzurum’­
da konaklamaya karar verdik. Allah’ın hikmetinden olacak, İstan­
bul’da Siyavuş Paşa hastalanarak vefat etmiş... Defterdarzâde Def­
terdar Mehmed Paşa’yı da, «Sen En’âm sûresi okutup öldürdün!»
diye, Siyavuş Paşa’nın katliyle suçlayarak, o yiğit veziri haksız yere
şehid etmişler.
İki vezirin ölüm haberi ile birlikte, Boynu Eğri Mehmed Paşa’-
mn Sadrâzam olduğu haberi Erzurum’a geldi. Mühür, İstanbul’dan
Boynu Eğri Mehmed Paşa’ya gitti. Haydar Ağazâde de kaymakam
oldu. Boynu Eğri’den, Melek Ahmed Paşa’ya Erzurum'a emirler gel­
di. Bu emirlerde, Melek Paşa İstanbul’a davet ediliyordu. Boynu Eğ­
ri merasimle İstanbul’a geldikten sonra, kaymakam Haydar Ağa-
zâde’ye özü eyâleti valiliği ihsan olundu. Melek Ahmed Paşa İstan­
bul’a gelerek saâdetlû Pâdişâhla görüştüğü gün, Haydar Ağazâde
hakkında ölüm fermâm çıktı. Silivri kalesinden Silistre’ye hareket
etmek üzere iken katledildi. Özü eyâleti o anda meccânen Melek Ah­
med Paşa’ya ihsâıı edildi. Memuriyet yerine gitmekte iken Hacıoğ-
lu Pazarına vardığımızda, Boynu Eğri tamahkârlık suçu ile Sadrâ-
zamîıktan azledildi ve 1067 tarihinde Köprülü Mehmed Paşa müs­
takil Sadrâzam oldu.
Bu durum, Osmanlı ülkesinde şaşkınlık yarattı. Köprülü Meh­
med Paşa, Celâli ve Cemâli adiyle Anadolu’da baş kaldıran dört yüz
bin adam, on yedi vezir, kırk bir beylerbeyi, yetmiş mirliva, üç
Molla ve bir cifirci Şeyh Mağribi! Salim’i katledip, Osmanlı Dev­
letinde gelir ve giderlerde dengeyi sağladı. Birçok fetihlerde bulun­
du. Müneccimler ve cifir üstâdları, bu Köprülü’ye büyük kahraman
derlerdi.
Meşhur rümuzları —ulema içinde Cisrî (Köprülü), halk arasın­
da Kifrı ve Allah yanında kutupların kutbu ve hakikî Velî sözü ile
Köprülü Mehmed kelimeleri, ebced hesabı ile— doksan ikişerdir.
«Cisrî» den maksad, Köprülü Mehmed’dir. Velhâsıl altı sene Sadra­
zamlık yaparak Osmanlı Devletini düzeltti. Vefatında cenazesini İs­
tanbul'a getirerek Tavuk pazarı yakınında toprağa verdiler. Köprülü
Mehmed Paşa aslen Arnavut olup, îslâm dini için inatçı, tuttuğunu
koparır ve hâkim bir kişi idi. Sarayda yetişmişti. Hüsrev Paşa Ye­
niçeri ağası olarak saraydan ayrılırken, o da onunla birlikte çıktı ve
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 215

Hüsrev Paşa’ya hazinedar oldu, Bağdad seterlerinde, Abaza seferin­


de ve Sadrâzamlığı sırasında hazinedar ve yardımcı olarak yanın­
da bulundu.
Köprülü Mehmed Paşa vefat ettikten sonra, yerine oğlu Fazıl
Ahmed Paşa Sadrâzam oldu. Babası gibi âdil, fazıl, Allah uğrunda
karşılıksız savaşan, tedbirli, vekar sahibi, âsilzâde ve emsalsiz bir
vezir idi. Sivas eyâletine bağlı Köprü adlı kasabada doğdu ve Mev-
levy tarikatına girdi. îlk olarak kendisine, Bursa’da iken Erzurum
vâliliği ihsan olundu. Ondan sonra İstanbul’da kaymakam ve daha
sonra da Sadrâzam oldu. Sadrazamlığın babadan oğula geçmesi, ilk
defa bunlara nasip oldu. Çeşitli yerler fethettikten sonra, Kandiye
ve Kamaniçe kalelerini de zaptedip, uzun zaman Sadrazamlıkta ka­
larak içki içip zevk ve sefa sürdü. Edirne ile Tekfürdağı arasında
Karabiber denilen adamın çiftliğinde ecel şerbetini içti. Cenazesi,
İstanbul'da babası Köprülü Mehmed Paşa’nın yanında toprağa ve­
rildi. Ondan sonra, Edirne kaymakamı Kara Mustafa Paşa Sadrâzam
oldu.
Bu da Köprülü’nün yanında yetişti. Mirahur, Kaptan Paşa ve
Kaymakam olduktan sonra, Edirne’de Sadrâzam oldu. Merzifonlu bir
sipahinin oğludur. Fakat gayet cüretli, rey sahibi, akıllı ve bilgili
bir vezir idi.
Sultan Mehmed Hân devrindeki eyâlet vezirleri: Sultan Mehmed
Hân’ın tahta çıktığı gün, Sipahilerle Yeniçeriler Atmeydam’nda bir-
birleriyle bir kavgaya tutuştular. Sipahiler bozularak mağlûp oldu­
lar. Kuşluk vakti «müezzinim» diye minarelerde ezan okuyanlara
ve câmi içinde Kur’ân okuyanlara varıncaya kadar, bütün Sipahiler,
Yeniçeriler tarafından kılıçtan geçirilerek, cesedleri arabalarla Ahır-
kapı’ya taşındı ve oradan denize atıldı. O anda Allah’ın büyüklüğü
tecelli ederek, deniz dalgalanmaya başladı. Haydar Ağazâde Meh­
med Paşa donanma ile Sarayburnu’ndan içeri giremedi. Birçok ka­
dırga karaya vurarak parça parça oldu.
O gün Mehmed Hân tarafından Murtaza Paşa’ya Bağdad vâlili.
ği ihsân olundu. Zileli Çavuşzâde Mehmed Paşa’ya Kudüs’ü şerif ve
Emir Paşa’ya da Mısır ihsân edildi. Haydar Ağazâde’nin Mısır’da ha­
pisten çıkarılması için ferman yazıldı. Nugayoğluna Haleb, Hamalı
Arnavud Mehmed Paşa’ya Trablus verildi. Basra, Efrasyâboğlunda
bırakıldı.
Hürmete lâyık şehzâdeleri: Kandiye fâtihi Dördüncü Mehmed
Hân’ın oğlu Şehzâde Mustafa Hân’ın doğum tarihi:
216 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

H a z re t-i H â n .ı M ehm ed R âbi


T a v e lâ lla h u ö m re h û ebeden

İk in cisi m u a m m â şeklinde:

N azım ta rih i b u ld u sem t-i edâ


Y azdı lev h a-i b u rç ü z e re felek
E n b e ta lla h u n e b â te n h asen en . S en e 1071.
A dil ve in sâflı d e v rin d e m â m u r e ttik le ri i m a r e t l e r : D ü n y an ın
an ası d en m ey e lâ y ık olan M ısır’d a D e fte rd a r İb ra h im P a şa «K adem
altı» d e n ile n g e z in ti ve z iy â re t y e rin d e b ü y ü k b ir câm i y a p tıra ra k
se v âb m ı S u lta n M ehm ed H â n ’a bağışladı. K ıb le ü z e rin e tâ lik yazı
ile sözleri Z eki Ç elebi’ye a it olan S u lta n M ehm ed H â n ad ın a şu ta ­
r ih y a z ılm ıştır:
D u â id ü b didi itm â m m a Z ekî tâ rih
Y e rin d e câm i-i âli esas-ı b î-h em tâ. S ene 1074.

Ç am lıca k ö şk ü n ü n t a r i h i :
D ed im b en E v liy â b u k â h a (köşke) tâ rih
M ü b â re k ola k a srın P â d işâ h ım . S ene 1065.

S ü tlü c e k asab ası y a k ın ın d a k i K a ra a ğ a ç bahçesi kö şk ü için y azı­


la n t â r i h : - •
D id ile r E v liy â b u C ây ’a tâ r ih
Z eh î k a srı ser-efrâz-ı H ü m â y u n S en e 1083.
E d irn e y a k ın ın d a k i P ın a r k ö şk ü n ü n t â r i h i :
G ö rü n ce E v liy â tâ rih in i dir,
L â tif şâh ân e e y v a n old u k a srı S en e 1082.

Y a n d ık ta n so n ra te k r a r y a p ıla n A d alet k ö şk ü n ü n t â r i h i :
E v liy â itm â m m a tâ r ih didi.
K asr-ı d îv a n oldu şâh ân e, lâtif. S en e 1083.

PÂDİŞÂHIN BİZZAT BULUNDUKLARI GAZÂLAR,


ÖTEKİ FETİHLER VE BÜYÜK KUMANDANLARI
A lla h ’ın e m riy le ta h ta ç ık tık la rı gün, S ip ah i eşk ıy âsı b a şta n b a ­
şa k ılıç ta n g eçirild i. Y in e a y n ı ay d a A n ad o lu ’da, C elâli K a ra H ay -
d aro ğ lu m ağ lû p e d ile re k b ü tü n ask eri k ılıç ta n geçirildi. B a şk a p ta n -
la rı olup, o rta d a n k a ld ırılm a sı lâzım gelen K a ra H a y d a ro ğ lu adlı
C elâli T ü rk m e n ağ ası K a ra A baza H aşan A ğa, b a ğ lı o la ra k İsta n b u l’a
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 217

g e tirild i. M eh m ed H â n ’ı ta h ta ç ık a rta n M evlevi K oca V e z ir’in h u z u ­


ru n a ç ık a rtıld ı. B iraz k o n u ştu k ta n sonra, y ed iğ i k u rş u n la r y ü z ü n d e n
p a rç a la n a n u y lu ğ u n u n te d a v i edilem ez h a le geldiğini gö rd ü ler. A ses­
b aşı ve S ubaşı, a d a m la rı ile b irlik te v a k it g e ç irm ed en H a y d a ro ğ lu ’-
n u b ey g ire b in d ire re k id âm m ey d a n ın a g ö tü rd ü le r. B e y g ir ü z erin d e
iken, P a rm a k k a p ı’da asıp a ltın d a n b e y g iri çek tiler. Üç g ü n d a ra ğ a ­
cın d a b e k le ttik te n sonra, kokm uş cesedini denize a ttıla r. B a lık la ra
y em oldu.
Y ine o m ü b a re k senede C ezay ir v ilâ y e tin d i, E m ir P a ş a ta r a fın ­
d an çeşitli y e rle r feth e d ild i. O m a h a ld e y a şa y a n A ra p la r C ezay ir ü ze­
rin e g elirk en , C ezay ir g azileri k a rşı çıkıp y irm i b in ç ıp la k a ra b ı k ı­
lıç ta n g eçird iler. Ve sevinçli h a b e rle ri geldi. Y ine a y n ı se n en in so­
n u n d a y iğ it v e z ir K a ra M u sta fa ta ra fın d a n , G ü rc ü N ebi ve K a tırc ı-
oğlu bozg u n a u ğ ra tıld ı. G ü rc ü N eb i ad lı şaki se k se n b in ask eri ile
isy a n e tti. Ü sk ü d a r’a g elin cey e k a d a r elli v ilâ y e ti y ağ m a ve h a lk ın a
işkence e tti. B u lg u rlu ve Ç am lı d e n ile n y e rle rd e ç a d ır ve a ğ ırlık la ­
rın ı y e rle ş tire re k o tu rd u . Y etm iş k işin in k a tlin i ve H a le p v â liliğ in in
k en d isin e v e rilm e sin i isted i. İste k le ri y e rin e g e tirilm e d iğ i ta k d ird e
sav aşm ay a h a z ır o ld u ğ u n u b ild ird i. B ir ta r a fta n D e fte rd a rz â d e M eh ­
m ed P a ş a ’n ın ö n cü lü ğ ü n d e k a la b a lık b ir o rd u teşk il edildi. İk i a s k e r
a ra sın d a Ç am lıca e te k le rin d e b ü y ü k b ir ç a rp ışm a oldu. M u ra d P a ş a
da, y etm iş y e rd e b ü tü n b e y le rb e y ile rin d a v u lla rın ı d ö v e re k im d a d a
y e tişti. S av aş d ö rt s a a t k a d a r d a h a d ev am e ttik te n sonra, A lla h ’a
h am d o lsu n so n u n d a b ü tü n C elâlîler b o z u la ra k d a ğ la ra k a ç tıla r. İs­
lâm ask eri m u z a ffe r o la ra k İsta n b u l’a döndü.

1059 ta rih in d e , se lâ m e t şe h ri Ş a m ’da D ü rz île r, K a ra M u sta fa P a ­


şa ta ra fın d a n bo zg u n a u ğ ra tıld ı. D ü rz i şe y h le ri ü z e rin d e d e v le tin b in
kese alacağı v a rd ı. P â d işâ h ın e m ri ile M u rta z a P aşa, Ş am vâliliğ in e
tâ y in o lu n ara k , ad ı g eçen p a ra y ı ta h s il e tm e k ü z e re y e tm iş b a y ra k
a sk erle D ü rz île r ü z e rin e gönderildi. N a k u re d e n ile n boğazda ç e tin
b ir savaş oldu. B ü tü n im ân sız D ü rz île r b o zg u n a u ğ rad ı. S o n ra b in
kese y e rin e üç b in kese ta h sil o lu n a ra k İs ta n b u l’a gönderildi.

H a k ir (E v liy â) o sen e M ısır’a ve H acca g itm iştim . Ş a m ’a g eld i­


ğim izde b u m u h a re b e d e b u lu n d u m . O gazâ için k ırık d ö k ü k şu t â ­
rih i s ö y le d im :
S âde lâfzan söyledim tâ rih in i
B in elli do k u zd a oldu b u gazâ
S o n ra G irid a d a sın d a S elne ve R e tm e k a le le ri feth o lu n d u . P en ç-
218 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESÎ

prim oğlunun taburu dağıtıldı. Abokıon kalesi ve İsfakya dağları


büyük Kumandan Deli Hüseyin Paşa tarafından fetholundu.

D aşn ik M irza ve C elâli H a n ifî H alife : Daşnik Mirza ve Celâli


Hanifı Halife adlarındaki asiler, kendilerine Türkmen ağalıkları ve­
rilmediğinden, Sadrâzam Melek Ahmed Paşa’ya darıldılar. Ve bu ba­
hane ile Üsküdar’dan etraflarına topladıkları kalabalık bir askerle
Anadolu’yu yağmalamaya gittiler. Hersek sahilinden denizi geçerek
rastladıkları kervanları yağma etmeye başladılar. Lefke ile Söğüd
kasabası arasında çadırlarını kurdular. Onlar bu durumda iken, Me­
lek Ahmed Paşa, Bektaş Ağa, Yeniçeri ağası Kara Çavuş ve Kul ket­
hüdası Çelebi Mustafa ağalar, emirlerindeki askerle beraber peşle­
rinden yetişip, seher vaktinde herkes uykuda iken, Allah deyip kı­
lıca sarıldılar. Asiler de yiğitçe karşı koydular. Baskına katılan ve­
zir askerinden bir hayli yiğidi şehit ettiler. Sonunda onlar da kur-
tulamayıp kılıçtan geçirildiler. Kılıçtan kurtulanlar ise dağlara kaç­
tılar. Fakat murdar kumandanları Daşnik Mirza ve Hanifî Halife,
birçok adamları ile beraber yakalanarak bağlandılar. İstanbul’a ge­
tirilirken, Köprü denilen yerde Padişâh’m emri geldi. Bu emir gere­
ğince Bostancıbaşı hepsini orada katletti. Kelleleri İstanbul’a getiri­
lerek Bâb-ı Hümâyun önüne yuvarlandı. Bu hadiselerden on yedi
gün sonra halk ayaklandı ve Melek Ahmed Paşa azledildi.

Mehmed Giray H â n ’ın A k k azak v ilâ y e tin i yağma etmesi: Bu se­


vinçli seferde rüzgâr gibi at koşturan ve o hızla düşman avlayan Ta­
tarlar, yüz elli bin esirle hesapsız ganimet malı almışlardır.
K a lg ay S u lta n M eh-Boğdan vilâyetinin uğursuz hükümet
m ed G ira y H â n ’ın B oğdan merkezi Yas şehrinden tâ Fohsan, Ho-
v ilâ y e tin i y a ğ m a s ı :tin ve Secova’ya varıncaya kadar uza­
nan Boğdan vilâyeti zapt ve istilâ olun­
du. Elli bin esir, bir milyon at ve sığırla, sayılamayacak kadar koyun
ve keçi ganimet olarak ele geçti. Bunların dışında alman kıymetli
kumaş ve eşyanın hesabını ancak Allah bilir.
M elek A hm ed P a şa Ruslar Karadeniz sahilindeki Varna ka-
leşini ve Balçık kasabasını, yetmiş par-
ta ra fın d a n V a rn a kalesin-
de A k k azak g em ilerin in ça gemi ile yağma etmeye çıkmışlardı,
b ozguna u ğ r a tılm a s ı :Melek Ahmed Paşa onlardan evvel dav­
ranarak, deniz kenarındaki Rus gemile­
rini âniden bastı ve yirmi tanesini zaptetti. Geri kalanları da deni­
ze açılıp kaçınca, bütün kâfirler karada kaldı. Kâfir şeytan ile Me-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S I 219

lek Ahmed Paşa arasında savaş oldu. Paşa hepsini dere ve tepeler­
den toplayarak kimini öldürdü, kiminin de boyunlarına lanet halka­
sını geçirip yedi yüzden fazla esir aldı. Binden fazlasını keskin kılıç
ile yokluk diyarına gönderdi. Binden fazlası da Karadeniz’in sula­
rında boğuldular.
Bu fetih için tarih :
Evliyâ bu fethi gördükte didi târihini
Bârekallah olmamıştır bir dahî böyle gazâ.
Başka bir tarih:
Söyledim lâfzan güzel tarihini
Oldu altmış birde bu şanlı gazâ. Sene 1061.
Künye kalesi: Karadeniz sahilinde, Çoruh nehrinin denize dökül­
düğü yerdeki bu kale, Ketencizâde Mehmed Paşa ve Şeydi Paşaların
himmetleri ile 1064 senesinde kurtarılmıştır. Bundan bir sene sonra,
yani 1065 tarihinde, Melek Ahmed Paşa Van’da büyük bir savaş ve­
rerek Bitlis Hanlığında bulunan Abdal Hân’ı yenmiştir ki, daha ev­
vel oralarda böyle bir savaş olmamıştır.
M elek A h m ed P a ş a ’n ın ö z ü k alesin i k u rta rm a s ı: Özü nehrinin
Karadeniz’e döküldüğü yerdeki Özü kalesi denilen bu kaleyi Kazak­
lar istilâ etmişlerdi. Melek Ahmed Paşa tarafından uzun bir savaş­
tan sonra kurtarıldı. Bu savaş y e ri gelince yazılacak.
Bozcaada’nın Köprülü Mehmed Paşa tarafından kurtarılışı: Bu
ada, Venedik kâfirinin elinden büyük bir cenkten sonra alınmıştır.
Rakofçi K ra lın ın M e- Erdel Kralı Rakofçi, Leh Kralı olmak
lek A h m ed Paşa ve M eh- için, Boynu Eğri Mehmed Paşa’dan Pa-
m ed Giray H â n tarafından dişâh fermanı almıştı. Boynu Eğri Meh-
m ağ lû p e d ilm e s i : med Paşa’mn azledilmesinden sonra
Sadrâzam olan Köprülü, Rakofçi’yi Leh
Kralı olmaktan menetti. Rakofçi Köprülü’yü dinlemeyerek iki yüz
bin askerle Leh üzerine yürürken, Leh Kralı Osmanlı Devletine dert
yanarak: «Size haraç vermeyi kabul edeyim. Beni bu Rakofçi’den
kurtarın!» diye küçük elçi ile hediyeler gönderdi. Bunun üzerine Ta­
tar Hân’ı Mehmed Giray Hân Hazretleriyle Melek Ahmed Paşa Ser­
dâr tayin edildiler. Rakofçi taburunu Mehmed Giray Hân komadı.
On yedi Kralzâde, Tatar Hân’a rehin olarak verildi. Kâfirler geri
Erdel vilâyetine dönmek üzere iken, düşman avlayan bütün Tatar­
lar «Çlu - Çlu» diye hücuma kalkarak o anda taburu bozdular. Ra-
220 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

kofçi m e l’u n u , y a n ın d a k i üç yü z k a d a r k â firle S igel d a ğ la rın a k aç­


tı. K ırk b in k â fir k ılıç ta n geçirildi. S o n u n d a y e tm iş b in k â fir, on
K ra lz â d e v e R akofçi’n in v e z iri K im an u ş e sir alın d ı. B ü tü n T a ta r as­
k e ri O rh â y a ltın d a M elek A h m ed P a şa ’n ın o rd u su ile b irle ştile r. D e­
niz m isali k a la b a lık iki asker, A k k e rm a n g ltm a sâlim en ve g a n im e t
alm ış o lara k geldiler.
B u g azâ için y azd ığ ım ız t a r i h t i r :
H a m d e n lilla h b u gazâ oldu b in a ltm ış yedide
B u f ü tû h â tı m ü y e sse r ide M evlâ G irid ’e
D ev r-i  d e m d e n b e ri olm uş d e ğ ild ir b u gazâ
S eyf-i M u h a m m e d çekildi M acar-ı P elid e
E sb-i tazi, S ey f-i m ecze tîrk e ş h e p şe n d ed ir
S eh m k a v sin d e n çık ın ca g ü z e r e y le r h ad id e
E v liy â feth -i f ü tû h u göricek tâ r ih didi
H a m d e n lilla h b u fü tû h â t oldu h âl-i ulvîde.

A lla h ’a h am d o lsu n , b u g azâd a b u h a k irin (E v liy â) eline on y e ­


di esir, y irm i at, on sa m u r, b ir ç ift g ü m ü ş ü zen g i ve g ü m ü ş o lm ay an
k a p -k a c a k g eçm iştir. K im a n u ş’u n e sir edilişi için sö y len en ta rih :

B ir eksikli b u K im a n u ş M acar
B ir â h id ü b didi ki «geldi T atar» S en e 1085.

K â firle r b u y en ilg id e n so n ra E rd e l v ilâ y e tin e dönünce, k ırk m il­


y o n h a z in e m alın ı d e fin e le rd e n ç ık a rtıp S ig elistan , S a rı M acar, H ay -
d u şak , Ç eh ve L eh, îsv eç, İslâv, R us, N em çe, D oduşka, H ır v a t ve O r­
t a M a ca r’d a n yüz b in a sk e r to p la y a ra k , T a m e şv a r e y â le tin d e L ipve,
Ç an ad , K a ç a d v e F ü n la k ad lı k a le le ri y a ğ m a e ttile r. B u y ağ m an ın
h a b e rc ile ri İs ta n b u l’a gelince, o ra la ra B u d in v eziri K e n a n P a ş a ’y ı K u ­
m a n d a n ta y in e ttile r.
Budin veziri Sofu Kenan Paşa’nm mağlûbiyeti: K e n a n P aşa, sek ­
sen b in a sk eri ile M oroş n e h ri k e n a rın d a A r a t ve L ip v e k a le leri a ra ­
sın d a d ü şm a n la k a rşıla ştı. A lla h ’ın e m riy le İslâm a sk eri b o zu ld u ve
k â firle r g alip geldi. K e n a n P a şa d a M oroş n e h rin e a tla y a ra k gözden
k ay b o ld u . S ö zü n kısası, b u b o zg u n d a on b in kişi te le f oldu. S o n ra
m ağ lû p K e n a n P a şa B u d in ’d e n azledilip, B o sn a’d ak i Ş ey d i A h m ed
P a ş a ’ya, tü ğ ra s ız B u d in K u m a n d a n lığ ı v e rild i.
Ş ey d i A h m e d P a şa , E rd e l’e B a şk u m a n d a n oldu ve M elek A h m ed
P a ş a ’y a B osna e y â le ti v erild i. G azi Ş ey d i A h m ed P a şa , o sene k ışın
şid d e tin e b a k m a y a ra k , on iki b in h a fif y ü k lü ask erle E rd el D em ir-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 221

;el d a ğ la rın a kaç- k a p ısı ta ra fın d a n içe riy e g irdi. H a ç ik o v


m iş b in k âfir, on k a sın ı d ay am ış olan R akofçi m e l’u n u n
٠٠ B ü tü n T a ta r as- r a k sav aşa tu tu ş tu . T a m e şv a r v e z iri H
ile b irle ştile r. D e- k u r t k o y u n sü rü sü n e s a ld ırır gibi, k â fir
lim en ve g a n im e t da bej.az k a r ü zerin d e, bey az te n li k â fi
la rı ile k a n su gibi e rittile r. H e p sin in k ellelerin i, k a p ta n la rın ı, e rz a k
a ra b a la rın ı ve c e p h â n e le rin i b ü y ü k ala y ile İs ta n b u l’a g ö n d erd ilerse
de b u Ş eydi gazâsı asla h e sab a a lın m a d ığ ı gibi, k a rşılık o la ra k «Bâ-
rek!» bile d em ed iler. A m a, h a k ik a tte E ğ ri fâ tih i M ehm ed H â n ’ın
g azâsın a eş b ir gazâdır. Ş ey d i P a ş a ’n ın ask eri on ik i bini geçm ediği
halde, d ü şm a n a sk eri y ü z a ltm ış b in e y ak ın d ı. R akofçi b u a rb e d e ­
den de k u rtu la ra k K o lo şv ar k alesin e k açtı. Y en id en a sk e r to p la m a ­
y a başladı‫ ؟‬V e n e d ik lile rin B osna e y â le tin i y ağ m a ve ta la n e ttik le ri
P â d işâ h ta ra fın d a n d u y u lu n ca , B osna v âliliğ i ile M elek A h m ed P a ­
şa S a d ra kalesi ü z e rin e B a şk u m an d a n ta y in edildi.

S a d ra kalesi a ltın a v a rın c a, k â firle re m a h sû lle rin i k a ld ırtm ad ı.


A len ve L a tin d iy a rla rın ı istilâ e tti. S o n ra R epeniçe k alesin e k oştu.
A m a n v e rm e y e re k y ed i s a a tte fe th e tti. İslâm a sk eri bol g a n im e t ele
geçirdi. K ale fe th o lu n d u k ta n so n ra b ü tü n h a lk ın ın e sir ed ild iğ in e h a ­
k irin (E v liy â ’nın ) d ü şü rd ü ğ ü t a r i h d i r ;

B ism illâh b u c e n k te b ir m ü h im feth -i m ü b in oldu,


«Şebenik» k â firin in ek seri m e k h u r u k a ti oldu.
L eb-i d e ry â d a b ir cenk e y le d ik h a k k a d ilirân e,
T ü fen k en d âz o la n la r sü rd ü le r a tın ı m eydâne.
B u cenge E v liy â, tâ r ih ola dedi R izâyı,
B iri k a lk u p didi yaz, tâ r ih eyle (böyle g a z ây ı). S en e 1081.

S ey d î A h m ed Paşa’nm ikinci defa S e rd â r o luşu : Y ine E rd el d er-


y â sın d a R akofçi k â firi isy an ed erek , D ev lete k a n u n e n gö n d erm esi
g e re k e n h a ra c ı gönderm edi. B ir ta r a fta n da b irçok çap u lcu to p la y a ­
ra k , iki yü z b in ask erle K a lo jv a r kalesi a ltın a geldi. B eri ta r a fta n
Ş ey d i P a ş a B udin, E ğri, K a n ije ve T a m e şv a r a sk e rle rin in seçm ele­
rin d e n o lu şan k ırk b in silâhlı, şecâatli ve n a m lı a tlıla r ile ilk b a h a rd a
K o lo jv ar o v asın d a d ü şm a n ask erin e k a rşı geldi. B ü y ü k b ir ça rp ışm a
oldu. A lla h ’ın e m ri ile k â firin iki yüz b in a sk eri k ılıç ta n geçirildi.
B ü tü n M ü slü m a n g a z iler g a n im e t m a lın a g a rk o ld u lar. R akofçi b u
ç a rp ışm a d a n y a ra lı o la ra k kaçıp V a ra t’a can a ttı. O ra d a da b a rın a -
m ay ıp K a lo v a k alesin e d üştü. O ra d a İsâ P e y g a m b e ri a ra rk e n A z­
r a il’in p en çesin e d ü şü p geberdi.
222 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Şeydi Paşa, hazineler peyda edip bol miktarda mal ile Pâdişâh
hâzinesini doldurmak için davullar çalarak İstanbul’a girdi ise de,
bazı sebeplerden dolayı yine Pâdişâhın makbulü olamadı. Sonra Ya-
nova, Şebeş, Lopoş kaleleri, Başkumandan ve Sadrâzam Köprülü
Mehmed Paşa tarafından fethedildi. Bunlardan başka yedi kale da­
ha fethedildi. Arat kalesi yenilendi. Yanova kalesi de tâmir oluna­
rak İrem bağı gibi süslendi ve Tameşvar vâlilerine hüki’.mt mer­
kezi yapıldı.
Erdel taraflarında, Şârbatak, Segelheyet, Açtevar gibi bazı ka­
lelerin daha zaptı kararlaştırılmış iken İstanbul’dan, Padişah Hazret­
lerinden üst üste hatt-ı şerifler geldi. Bunlarda: «Erdel Kralını, Nem­
se Çesarını, bağlayıp huzur-u hümâyuna getirsen bile makbul değil­
dir. Anadolu vilâyetinde Kara Haşan Paşa, Sarı Kenan Paşa, Tay-
yaroğlu Ahmed Paşa, kırk âdet Beylerbeyleri ve diğer imansız, he­
sapsız mirlivalar bana âsî olup, kalabalık asker ile eski hükümet
merkezimiz olan Bursa üstüne gelmektedirler. Muhakkak ve muhak­
kak acele İstanbul’a gelesin» deniliyordu. Durumu öğrenen Köprü­
lü, sanki canlı cenazeye döndü ve kendi kendine «Âferin! Kara Ha­
şan Paşa Âferin! Macar kâfirine iyi yardım ettin! Olmaya illâ ha­
yır!» deyip, Yanova altından «Bismillâh» ile «Kâfir Kara Haşan üze­
rine büyük gazâ niyeti ile» deyip, beline iki yerden gayret kılıcı ku­
şanıp dellâllar bağırttı: «Her kime ekmek parası ve ırzı lâzım ise
Devlet katma gelsin!»
Sinan Paşa’yı Yanova’da Kumandan, Seydî Paşa’yı da ona yar­
dımcı olarak bıraktıktan sonra, kendisi hızla Kâğıthane sahrâsma
ulaştı. Orada konakladı ve dellâllar bağırtarak yoklama yaptı. Gece
gündüz meş’alelerle ulûfeler dağıttı. Haşan Paşa ve diğer âsi paşa­
ların yanma iltihak eden ve orada bulunmayan on üç bin sipahi ve
yedi bin yeniçerinin isimlerini tesbit ederek deftere yazdı ve imza­
ladı. Yedi ülke Pâdişâhı da Celâli seferine katılmak üzere Üskü­
dar’a geçti.
Anadolu vilâyetlerine dört mezhepten fetvâlar gönderilerek, «Fe-
kutıa birelgavmiellezine zalemû velhamdü lillâhi rabbilâlemîn»
âyeti Kerimesi gereğince Celâli, Cemâli, Bağî ve Tâğî zâlimlerin kat­
li için ferman ve müfettişler gönderildi. Diyarbekir vâlisi Kara Mür-
tezâ Paşa’ya, Erzurum vâlisi Gürcü Mustafa Paşa’ya, Haleb vâlisi
Tutsak Ali Paşa’ya Pâdişâh fermanı ve yazılar gönderilerek, Abaza
Kara Haşan Paşa üzerine memur edildiler. Birkaç gün Üsküdar’da
kalındıktan sonra İstanbul’a dönüldü.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 223

S e rd â r M ü rte z â P a ş a ’- Ilg ın sa h râ sın d a k i ça rp ışm a d a C elâli


m n , Ilg ın ov asın d a C elâli H aşan P a şa galip geldi. B ozguna u ğ ra-
H asan P a şa ta ra fın d a n y an M ü rte z â P aşa, H aleb k alesin e çe-
bo zg u n a u ğ r a tılm a s ı: kildi. E tra fı z a te n k a la b a lık olan K a ra
H aşan P a şa ’n ın ü z e rin e b ir de şid d etli
kış b in d irin ce, b ü y ü k b ir k ıtlık la k a rşıla ştıla r. S o n u n d a H aşan P a ­
şa, H a le b ’de b u lu n a n M ü rte z â P a ş a ’ya, Ç erkeş K a d ri P a ş a ’ya ve H a ­
leb vâlisi T u tsa k A li P a ş a ’y a sığındı. V e z irle rin in h e r b iri b ire r sa­
ra y a o tu rtu la ra k , su ç la rın ın affı için İsta n b u l’a a rz u h a lle r ile M ü r­
tezâ P a ş a ’n ın, K a d ri P a ş a ’n ın a d a m la rı ile b irlik te A baza H a şa n P a-
şa’n ın ve öteki âsi p a şa la rın b ire r a d a m la rı gönderildi. F a k a t «B un­
la rın H a le b ’e sığ ın m a la rın d a m u h a k k a k b ir şe y ta n lık la rı v ard ır» d i­
ye, H a le b ’de b u lu n a n P a ş a la r şü p h e e d erek h ep sin i k a tle d ip u ğ u r­
suz b a şla rın ı İsta n b u l’a g ö n d erd iler. K elleleri İs ta n b u l’a v arın ca,
K ö p rü lü «A llah’a h am dolsun, h e n ü z Y anova k â firle rin e y a rd ım eden
k â firle ri k atlettim !» diye A lla h ’a şü k re tti.
Cem m e rte b e li P a d i- S e lâm etle B u rsa ’y a v a ra n P â d işâ h ın ça-
şâ h ın C elâli k a tli için B u r- d iri ö n ü n d e h e r g ü n yüz, iki yüz H aşan
sa’ya g itm e le r i: P a şa lı âsi k atled ild i. A lem in sığ ın ağ ı
olan P â d işâ h , o ra d a n iki d en izin kilidi
olan B o ğ azh isarın a g itti. A nadolu k alesin e A n k e b u t A h m ed P a ş a ’yı
ta y in e ttile r. R u m eli ta ra fın a da K a p ta n K öse A li P a ş a ’yı ta y in e t­
tiler. B u ra d a B osna’dan, S e rd â r A h m ed P a şa ta ra fın d a n , yedi bin
kelle ile K arnin, K a m in k ıra d ve Y ançe k a le le rin in a n a h ta rla rı geldi.
B o ğ azh isar’a ta y in ed ilen K a p ta n Ali P aşa, V a ra t ile S enköy k a le ­
lerini. ve d a h a b aşk a k a le leri f e th e tm iş tir ki, y e ri gelince y a z ıla ­
c a k tır.
V a ra t k a le sin in fe th i için y a z ılan t a r i h :
V a ra t’ı ald ı a d ü v d en A li P âşâ-y ı dilir!

A li P a şa V a ra t k a le sin i f e th e ttik te n so n ra ta m iri ile u ğ raşırk e n ,


M ihne b ey E flâ k ’da isy a n çıkardı.

M ihne B ey ’in E flâk V ilây e tin d e ç ık ard ığ ı isyân: E flâ k V ilây e­


tin d e M ihne B ey on b in k a d a r tü c c a rı şeh id e d e re k açıkça isy an a te ­
şebbüs e tti. F azlı P aşa, C an A rsla n P a şa ve d a h a b irço k b e y le rb e y ­
le ri ü z e rin e g ö n d e rilere k Y erköy d en ilen k aled e b ü y ü k b ir savaş ol­
du. B u sa v aşta İslâm ask eri bozuldu. Ve Y erk ö y kalesi a ltın d a to p ­
la n a ra k a rk a la rın ı T u n a n e h rin e v erip , gece g ü n d ü z sav aşa d ev am
e ttik le ri sıra d a B oğdan’da isyan çıktı.
224 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

B o ğ d an i s y a n ı : B u ru n su z K o sta n tin ad lı m el’un, elli b in k â fir


ile B o ğ d an ’ın h ü k ü m e t m erk e zi olan Y aş şe h rin i z a p te tti ve beyi
Z o lta ’yı k e sere k B oğdan d iy a rın ı ele geçirdi. B u ü z ü n tü lü d u ru m
d e v le t ta ra fın d a n d u y u lu n ca , T a ta r H â n ’ına, Ö zü e y â le ti v e z irin e ve
b u c a k ta ta r la r ın a P â d işâ h e m irle ri g ö n d e rilere k B oğdan seferin e m e­
m u r ed ild iler. S o n ra Y e d ik u le ’de m ah p u s olan eski B oğdan b ey i Li-
pol v o y v o da oğlu J a n İstifa n a d ın d a k i çocuğu B oğdan beyi ta y in
e ttile r.
F a z lı P a şa lı K em a n k eş A h m ed A ğa, iskem le ağası oldu. Ga-
zaro ğ lu S ilâ h şo r A h m e d Ağa* san cak ağası oldu. B ü tü n a sk e rle r ve
b e y le r B o ğ d an ’ın m erk e zi Y aş şe h ri a ltın a u la ştıla r. O rad a beyaz k a r
ü z e rin d e b ü y ü k b ir cen k oldu. K â firle r bozuldu. B u ru n su z K o sta n ­
tin ad lı m e l’u n k a ç tı ve ask eri d a rm a d a ğ ın ık oldu. S o n ra on bin
k a d a r b ey az k a r k â firi J a n İstifa n i’yi h ü k ü m e t sah ib i y a p tıla r. O ra ­
dan, y a lı t a ta r ı K a lg a y S u lta n ile K ırım ta ta rı, y en ilg id en a rta k a ­
la n k â firle rin a rk a la rın d a n y a ğ m a y a ç ık tıla r. B oğdan d iy a rın ı istilâ
ed erek , k a ç an d ü şm an ı k ıra k ıra E flâ k to p ra ğ ın a d ü şü rd ü le r. A lla h ’ın
h ik m e tin d e n olacak, evvelce Y erköy k alesin d e k u şa tıla n F a z ıl P aşa
ile C an A rsla n P a şa , b o z u la ra k k e n d ile rin i T u n a n e h rin e te r k etm ek
ü z e re ik en, k â firle r sip e rle rd e n fırla y ıp , «Bre B o ğ d an ’da B u ru n su z
K o s ta n tin bozuldu, koca t a t a r ask eri geldi!» d iy ere k Y erk ö y k a le ­
sin d e k u ş a ttık la rı O sm an lı a sk e rin i k u şa tm a k ta n v a z g eç tile r ve T er-
govişte ta ra fın a k a ç tıla r. K u şa tm a d a n k u rtu la n İslâm a sk e rle ri k â ­
firle ri a rk a la rın d a n kova kova, k ıra k ıra o k a d a r çok p a ra , hazine,
e sir v e d e fin e le r a lm ışla rd ı ki, b u n u sözle a n la tm a k , kalem le y a z ­
m ak m ü m k ü n değildir.
S o n ra p e şle rin d e n t a t a r ask eri de y etişin ce, d ü şm an ı V aroşa ili­
n e ٠ v a rın c a y a k a d a r p u su la ra d ü şü re re k , y irm i b in d e n fazla E flâk
esiri v e a ltm ış yedi b in B oğdan esiri alın d ı diye y azılm ıştır. A lla h ’a
h am d o lsu n , b u su re tle E flâ k ve B oğdan v ilâ y e tle ri y irm i g ü n z a r­
fın d a feth ed ild i. B u h a k irin (E v liy â ’nm ) elin e y irm i e sir p a ra sı geçti.
T e k ra r B oğdan ta h tın a o tu ra n J a n is tifa n beye geldik. B ir kese,
a ltı b o rg a, b ir p a rç a k ü rk ve b ire r h a t elde e ttik . G azazzâde A hm ed
A ğ a ’d a n d a b ir kese, b ir b o rg a ve b ir güzel köle a la ra k k ırk ikinci
g ü n d e E d irn e ’ye u laştık . B u gazâda ve V a rla g azâsın d a b u lu n d u k ­
ta n so n ra; B osna’d ak i efen d im iz M elek A h m ed P a ş a ’n ın y a n m a g it­
tim . H elo n e kalesi a ltın d a b u lu şa ra k so h b e tle rin e k atıld ım . B u ra d a
d a çeşitli g az ala rd a b u lu n d u m . E ğ e r h ep sin i y azacak olsam , b ü y ü k
b ir to m a r tu ta r . N eticed e M elek A h m ed P a şa 1071 senesi R e b i’ul-ev-
v el a y ın ın on ik isin d e p a z arte si g ü n ü B osna v âliliğ in d en azled ilerek
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESÎ 225

k en d isin e R am eli e y â le ti ih sâ n o lu n d u . B osna da V a ra t fâ tih i S e r­


d â r A li P a şa ’y a v e rilm iştir.
A li P a ş a ’n m E rd el ta ra fın d a n K im in y an o ş ü z e rin e s e rd a r ta y in
edilişi: B in y e tm iş ik i ta rih in d e R u m eli v âlisi M elek A h m e d P aşa,
A n ad o lu vâlisi Ç avuşzâde A h m ed P a şa , y irm i e y â le t b ey lerb ey i, y e t­
m iş san cak beyi, y irm i oda y en içeri, cebeci, to p çu ve aşağı bölü k lerd en
m ey d a n a gelen seksen y ed i b in ask er, T a m e şv a r sa h ra sın d a to p lan d ı.
S e rd â r A li P a ş a ’n ın G azi Ş ey d i A h m e d P a ş a ’y ı şe h id etm esi,
İslâ m o rd u su n u cansız b ir v ü c u d a çev ird i ise de, y in e z a rû rî o larak
E rd el d e m ir k a p ısın d a n içe riy e g irild i ve H açik sa iırâ sm d a k o n a k ­
lan d ı. Y irm i g ü n so n ra Y alı A ğası P u la d y a n ın d a k ırk b in ta ta rla
gelince, İslâ m ask eri y e n id e n ca n la n m ış gibi oldu. T a ta r a sk erin e
çap u l fe rm a n ı v erild i. V e K im in y an o ş k â firin d e n h a b e r g e tirm e y e
g ö n d erild iler. B in lerce k â fir g e tird ile r. S o n ra K im in y an o ş ü z e rin e
y ü rü n d ü v e B u d in v e z iri İsm ail P a şa ç a rh a c ıb a şı o la ra k tu ğ la r ile
o rd u n u n ö n c ü lü ğ ü n ü y ap tı.
S özün kısası, E rd e l için d e n a m ım ız d u y u ld u . S ekiz ay d a E rd e l’i
istilâ e d e re k tâ B ense n e h ri k ıy ısın a v a rd ık . S iy a v u ş P a şa , k ard eşi
H ü se y in P a ş a ’yı seçm e a sk e rle ri ile b irlik te n e h ri geçm ek için gö­
re v le n d ird i. N ak şa ve H a sv a r k a le lerin e v a rıp Zolom ioğlu d en ilen
k â firi k ra l y a p m a k iste d i ise de, k â firle r: «K ralım ız K im in y a n o ş’d an
m em n u n u z, b aşk a k ra l istem eyiz!» diye cevap v e rd iler. Z olom ioğlu’-
n u n k ra l o lm asın a râz ı olm ad ılar. H ü se y in P a şa te k r a r n e h ri geçe­
re k b e ri ta r a fa döndü. A li P a şa d a n e h ir k e n a rın d a n g eri d ön d ü ve
İsm ail P a ş a ’y ı Sigel v ilâ y e tin e s e rd a r y a p tı. S igel b o ğ azın d a b ü y ü k
b ir ç a rp ışm a oldu. B u ç a rp ışm a d a b in le rce a d a m ö ld ü rü ld ü . S e rd a r
İsm ail P a şa , on y ed i b in e sir ve sayısız g a n im e t m alı ile Islâm o r­
d u su n a iltih a k e tti. O ra d a n k alk ıp O d v a rh e l kalesi a ltın a gelindi.
O ra d a B e tle n G ab o r sü lâ le sin d e n A poyi M ih al ad lı fecere, k ra l t a ­
y in edildi. H ıris tiy a n la rın zim m etin d e k a la n üç sen elik h âzin ed en
iki b in kese ta h sil olundu. S eb in kalesi d e n ile n S a z m a c a rı kalesi a l­
tın d a k o n ak lad ığ ım ız sıra d a , k a p ıc ıla r k e th ü d a sı, K ö p rü lü M ehm ed
P a ş a ’m n ö ld ü ğ ü v e y e rin e oğlu F azıl A h m ed P a ş a ’n ın S a d râz a m ol­
d u ğ u h a b e rin i g etird i.
F o ğ raş d e n ile n y e rd e , kale a ltın d a b ü y ü k b ir savaş oldu. B u sı­
ra d a k a r da yağdı. N ih a y e t ay içinde, k ırk b in a ra b a g a n im e t m alı
ile y ü z b in e sir alındı. A sk e r k ışlağ a çek ild iğ in d en , M elek A hm ed
P a şa efen d im iz de B e lg ra d ’da kışladı. O rad a ik en S u lta n A h m ed
Evliya Çelebi I-TI F ' 15
226 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

H â n ’ın k ızı F 'atm a S u lta n la n ik a h la n a n M elek A h m ed P aşa, P â d i­


şâ h fe rm â n ı ile İsta n b u l’a d a v e t edildi. M elek A h m ed P aşa, e v lili­
ğ in in ü ç ü n c ü a y ın d a Ista n b u ld a v e fa t e tti. V ü cudu, E y û b m e z a rlı­
ğ ın d a ü s tâ d ı K eçi M ehm ed E fe n d i’n in ayağı u c u n d a to p ra ğ a verildi.
B u g a rip E v liy â da b ü sb ü tü n kim sesiz kaldı.
U y v ar, L e tre , L eve, N ovograd, S ecan, K e re m a t, D eregel, H olok
v e B o y ak J k a le leri ile b irço k ş e h irle r K ö p rü lü A h m ed P a şa ’n ın gay ­
re tle ri ile fe th o lu n a ra k b in le rc e e sir alındı. U y v a r k alesin e B u d in
v e z iri H ü se y in P a şa k u m a n d a n ta y in edildi. K u r t P a şa , e y â le t sa h i­
bi oldu. Y in e K eç, K e m e n v ar, E g e rd ar, E ğersek, T orda, B e le k te ve
V azon k a le le riy le d iğ e r k ırk k a d a r k ale fe th e d ile re k cep h ân e leri ve
m a lla rı g a n im e t alındı. B u k a le lere , Z erin o ğ lu k a le leri d e rle rd i. B u n ­
d a n ev v el H e rse k k â firi Ö sek, A lpova, Ş aklofça, P eçevi, K opoşver,
K oya, N a d a j, B obofça, B ereb ezen çe, S ig e tv a r ve K an ize k a le lerin i
k u şa tm ıştı. S a d râ z a m ın geldiğini d u y u n c a silâ h la rın ı ve e şy ala rım
b ıra k ıp y e n i k aley e k a ç tıla rsa d a S a d râzam , K eçg o p o v ar da denilen
b u y en i k aley i z a p te d e re k k â firle ri bozguna u ğ ra ttı. P e şle rin d e n ta ­
k ip ed erek , n e h ird e n g e ç en lerd en k ö p rü le rin i to p a tu ttu . S o n ra H ır­
v a tis ta n v ilâ y e tin e a k ın la r d ü z e n le y e re k b irço k z a fe rle r k azan d ı. İs­
lâ m a sk e rin in k a h ra m a n lık h isle ri g aley an a g elerek R abe n e h ri ta ­
ra fın a geçildi.

S a d râ z a m ’m , İsm a il P a- Ö n celeri y a p ıla n m u h a re b e le rd e b ir


şa’n ın ve Ciürcü M ehm ed a d a m ın b u rn u k a n a m a m ış iken, son m u ­
P p şa’n ın k ö tü id aresi y ü ­ h a re b e s ıra sın d a y e n iç e riy e «geriye dö­
zü n d en , R abe n e h ri k e n a ­ n ü p sip e rle rin iz e giriniz» diye e m ir ge­
rın d a O sn ıan lı o rd u su n u n lince, hepsi ita â t e ttile r. S ip â h in in bu
b ozguna u ğ r a m a s ı: e m ird e n h a b e ri o lm adığından, y e n iç e ri­
leri k açtı s a n a ra k a tla rın ı R abe s u y u ­
n a v u ru p , y e n iç e rin in ö n ü n ü a lm a k için k a rşıy a geçtiler. Y e n içeri­
le r ise sip â h ile rin k a rşıy a g eçtiğ in i görünce, k a ç ıy o rla r zan n ed erek ,
to p ip le ri ile k u ru lm u ş k ö p rü y e ü şü ştü le r. K ö p rü k ırıld ı ve hepsi
n e h re d ö k ü lere k b o ğ u ld u lar. M u h a re b e m ey d a n ın d a k a la n la rın h e p ­
s i'ş e h i d o ld u ğ u h ald e, S a d râ z a m y in e m e ta n e t gösterdi. O g ü n ve
o gece o rad a kaldı. E rte si g ü n h a rp le v â z ım a tın ı alıp, îsto ln i B elg rad
kalesi a ltın a g id e re k d ü şm a n ile b a rış iste d i ve o kışı B e lg ra d ’da ge­
çirdi.
N em çe ta ra fın d a n e lçiler geldiği gibi, O sm an lIlard an d a R um eli
e y â le ti v âlisi K a ra M ehm ed P a şa ile g ü n a h ı çok h a k ir (E v liy â Ç ele­
bi) elçi tay in o lu n d u , N em çe K ra lın a gidip, b a rış im zaladık. Ben
EVLİYA ÇELEBÎ. SEYAHATNÂMESİ 227

o ra d a n K ra l’m izni ile A lm an d iy arın a, D on, K arg ız v ilây etlerin e,


o ra d a n D a n im a rk a illerin e, o rad a n F e le m e n k ’de A m ste rd a m ’a, o ra ­
d a n İsveç v ilâ y e tin e , o rad a n Ç eh v ilây etin e, o ra d a n da F arg o v ilâ ­
y e tin e g id erek ta m üç b u ç u k senede A llah ’ın b u k a d a r acâip m em ­
le k e tle rin i gezdim . B ir m i’rac gecesinde, k ıla v u z la rım olan k a z a k la r­
la Ö zü n e h ri k e n a rın d a D oğan geçidi a d ın d a k i y en i y ap ılm ış b ir
İslâm k alesin e geldim . A llah ’a h am d o lsu n , k u la k la rım ezan-ı M u ­
h a m m e d i’yi işittiğ i gibi, gözüm de İslâm k a n d ilin i gördü. G ece k a ­
le k ap ısın ı a ç m a d ık la rın d a n , b u z h â n ele rd e m isa fir kaldım . S o n ra Ozii
n e h rin i g eçerek •karşı ta ra fta k i Ş a h in G e rm a n kalesine, o rad a n üç
g ü n d e K ırım ’a, o ra d a n D a ğ ısta n ’a, o rad a n da M oskof d iy â rın a g ir­
dim . F a k a t k ra lın ı görem edim . S e y a h a tim i b u ra d a ta m a m la d ık ta n
sonra, M oskof elçisi ile y e tm iş gü n d e A zak k alesin d ek i A k M ehm ed
P a ş a ’y a ve K u l K e th ü d a sı S ü le y m a n P a şa ’y a u laştım . A k M ehm ed
P a şa A zak ’d an azlo n d u ğ u n d an , b e ra b e rce te k r a r K ırım ’a g id erek
K ırım H â n ’ı Ç oban G ira y o ğ lu n d an h e d iy e le r aldık. O rad an seksen
g ü n d e k a ra d a n İsta n b u l’a v a rd ık . H a k ir (E v liy â ), E d irn e ü zerin d en
G irid ’de b u lu n a n sa d râ z a m a y etiştim .
Kandiye kalesinin feth i : B u kale K ö p riilü zâd e F a z ıl A hm ed P a-
şa’n m g a y re tiy le üç sene d ev am eden h a rp te n so n ra fe th e d ile re k
k a ra d a v e denizde b a rış yapıldı. S avaş üç sene d ah a d ev am etse,
K an d iy e feth ed ilem ezd i. F a k a t k u d re tli P â d işâ h ın b izz a t E ğriboz
a d asın a g elerek K öse A li P a şa b a şta rd esi ile G irid ’e geçm esi ta h a k ­
k u k edince, K a n d iy e a ltın d a k i İslâ m ask eri k o rk u y a k a p ıla ra k v a r
k u v v e ti p a z u y a v e rip k aley i fe th e ttile r.
B in seksen b ir ta rih in d e s e rd â r K a p ta n K öse A li ta ra fın d a n M an ­
y a kalesi sa v aşılm a d an feth e d ilm iş ve Z a ra n ta kalesi ta m ir v e y e ­
n id en y ap ılm ıştır.
M an y a k a le sin in fe th i için ta rih :
E v liy â b u fe th içinde b u lu n u p itti pesend,
 h id ü p M an y a’lı didi tâ r ih in (v ay Z a ra n ta ). S en e 1081.
O ra d a n S e rd a r A h m ed P aşa, S a d râz a m A h m ed P a şa ve Y en i­
çeri A ğası A b d u rra h m a n P a şa ’n ın fik ir ve te d b irle ri ile şâm y ü k sek
P â d işâ h , A lla h ’ın y a rd ım e ttiğ i ask erle L eh ü z e rin e se fe r e d erek K a-
m an içe gibi L e h ista n ’ın en sağlam k alesin i p a z u k u v v e ti ile fe th e ­
d e re k e tra fın d a b u lu n a n îlo v a kalesi ile b irço k v a ro şla rı ita â t a ltın a
ald ılar. L e h K ra lım h a ra c a b a ğ la d ık ta n sonra, P â d işâ h E d irn e civ a­
rın d a H acıo ğ lu P a z a rı k asab asın d a, S a d râz a m da B a b a d a ğ ı’n d a k ış­
ladı. S ene 1083.
228 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

K am an içe k a le sin in fe th in e t â r i h :
H â tif-î g aybi b e şa re tle didi tâ rih in i,
A ldı L e h ’den K a m a n ç a ’.yı şeh in şâh -ı eihân. S en e 1083.

S o n ra P â d işâ h k en d isi B o ğ d a n 'ın m erk ezi olan Y aş şe h rin d e ko­


n a k la r ve S a d râ z a m F azıl A h m ed P a şa ’n ın k u m a n d a n lığ ım y a p tığ ı
o rd u ile O m an ça ve d iğ e r b ü y ü k k a le leri f e th e ttirird i. S o n ra y in e
P â d işâ h ın te şv ik i ile S a d râz a m F a z ıl A h m e d P a şa b ü y ü k b ir m u ­
h a re b e d e n so n ra Ç eh relin çe k alesin i fe th e d e re k P â d işâ h E d irn e ’ye,
S a d râz a m B a b ad ağ ı’n a geldi. S en e 1089.
İşte b ü tü n b u k a le le rin h ep si S u lta n D ö rd ü n cü M eh m ed H â n ’ın
z a m a n ın d a fe th o lu n a ra k b ire r İslâm m e m le k e ti h a lin e sokuldu. A l­
la h P a d işa h ı u z u n ö m ü rlü edip, n ice g a z âla r n asib e y le y e ... B ugü-
n a h ı çok E v liy â ’y ı da se fe rle rd e h a z ır ey ley e..,
M ekke ve M edine P â d işâ h ın a d u â için b ey it:

H a k te â lâ t a k ıy â m e t p âd işâh -ı âle m in k en d in ,
Z â t-ı p â k in e zılolm a t â ’y in ide.
B u ra y a k a d a r F â tih S u lta n M eh m ed ’den, D ö rd ü n cü M ehm ed’e
k a d a r geçen p a d işa h la rın s a lta n a tla rın ın özeti, v e z ir ve v ü k elâsı a n ­
la tıld ı. M ak sad ım ız İsta n b u l c â m ile rin in v a sıfla rım y a z m a k iken, b u
p â d iş â h la r d a İs ta n b u l’da b ü y ü y ü p y e tişd ik le ri için, m ev z u d a n ay-
r ılın a r a k b azı k a n u n la r ve h a d ise le r a n la tıld ı. Y ine c a m ile rin v asıf­
la rın a dönelim .

İSTANBUL’DA İNŞA EDİLEN


MÜBÂREK CAMİLERİN VASIFLARI
Sultan Dördüncü Mehmed Hânın Validesi Câmii B u câm i d a h a
önce F a tih ’in a n n e si ta ra fın d a n on M ısır h âzin esi h a rc a n a ra k ta k la ­
r ın a k a d a r y a p ılm ıştı. F a tih ’in a n n e sin in v e fa tı ü z e rin e ta m a m la n a -
m a y a ra k y a rım ve h a ra b kalıp, «Zulm iye» a d iy le şö h re t bu lm u ştu .
M e şh u r y a n g ın d a n so n ra D ö rd ü n c ü M ehm ed’in an n esi İsta n b u l’u ge­
zerk en , ad ı geçen câm iin te m e lle rin i g ö rü p h e la l m a lın d a n b eşb in
kese a y ıra ra k in şâ sın a başladı. A d ın ı da «Adliye» koydu. İsta n b u l’da­
k i b ü y ü k c a m ile rin o n u n c u su d u r. Ş e h id k a p ısı ile B a lık p a z a n k a ­
p ısın ın a ra s ın d a Y a h u d i e v le ri için d e k alm ıştı. V alide S u lta n , e t­
ra fta k i y ık ık e v le ri sa tın a la ra k ç a rşı v e p a z a rı d ah i o ra y a d a h il e t­
m iştir. K u z e y ta ra fı k ale d u v a n , g ü n ey ta r a f ı b ü y ü k a v lu y a b ak ar.
K u b b e sin in y ü k sek liğ i, y e rd e n tep e sin e k a d a r y e tm iş z ira ’dır. G irişi
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 229

y e rd e n beş a rş ın y ü k se k te o ld u ğ u n d an m e rd iv e n le r ile çık ılır. Y ü k ­


sek b ir câm id ir.
Ş ehzade Sultan M ehm ed Hânın M ü b a re k C am ii: A t m e y d a n ın ­
d ak i S u lta n A h m ed cam i ta rz ın d a y a p ılm ıştır. O rta k u b b e sin in d ö rt
y a n ın d a y a rım k u b b e le r v e üç ta ra fın d a y a n m a k sû re le ri v a rd ır. D ö rt
sü tu n ü z e re b ü y ü k b ir kubbe, ince s ü tu n la r ü z e rin d e y a n m a k s u re ­
leri, ince b ir d ire k ü z e rin d e m ü ez z in le r m ah feli, sol ta r a f ta h ü n k â r
m ah fe li v a rd ır. B u m a h fe lin p a y e sin d e k i sü tu n la rd a n b irisi, H a n y a
fa tih i Y u su f P a ş a ’n m su ç la n a ra k id am ed ilm esin e sebep olan s ü tu n ­
d u r. B u n u n a ltın s ü tu n o ld u ğ u n u P a d işa h a ih b a r e ttik te n so n ra Y u ­
su f P a şa id am edilm iş ve so n ra d a n sa rı b ir s ü tu n o ld u ğ u m ey d a n a
çıkınca, y a p a n la r p işm a n o lm u şlard ır. F a k a t B a sra h a râ b o ld u k ta n
sonra! O k a n lı s ü tu n o k a d a r güzel b ir s ü tu n d u r ki, a ltın o n u n y a ­
n ın d a b ir h iç tir. D ü n y a b a b e n z eri y o k tu r. B u câm iin d ö rt ta r a fın ­
da p e n c ere le r, b illu rla r, n ecef c a m la r v a rd ır. Ü ç k a n d il ta b a k a sı v a r ­
d ır. M ih râ b ve m in b e rin i ta r ifte n lisâ n âciz k alır. B eş â d e t k ap ısı
v a r: İk i y a n k a p ıla rı, b ir im a m kapısı, b ir h â tib k ap ısı, b ir de k ıb le
k ap ısı v a rd ır.
C âm iin için d e asılı olan k ıy m e tli âv izeler, değil İsta n b u l câm i-
lerih d e, belki tü m İslâ m c a m ile rin d e y o k tu r. A v izelerin h e r b iri b ir
p âd işâh , b ir v e z ir ve v ü k e lâ d a n h ed iy e g elm iştir. P e n c e re le rin , k a ­
p ıla rın k a p a k la rı b a şta n b aşa sed ef işlem elid ir. B u câm id ek i A cem
ve M ısır h a lıla rı, - Ç in resim a tö ly e le rin d e bile y o k tu r. B u n d a k i g ü ­
zel yazılm ış K u r ’ân -ı K e rim le r b a şk a c â m ile rd e b u lu n m az. P e n c e re
ü z e rle rin in h e p sin e T ekyecizâde M u sta fa Ç eleb in in K a ra h is a rî y a ­
zısı ile «M ülk sûresi» ve b aşk a â y e ti k e rim e le r y a z ılm ıştır. İm a m la rı,
h â tib le ri, m ü ez z in le ri Ş ey h V ân î ve E siri E fe n d ile r idi. H afızları,
n a ’t o k u y u c u la rı b a şk a b ir câm id e y o k tu r. B ü tü n b ilg in ler, v a iz le r
ve k u rra n ın seçk in leri b u câm id e b u lu n u r. K ıble k ap ısı son d erece
sa n a tk â râ n e d ir. Ü st k ısm ın d a a ltın yaldızlı celi yazı ile k azılm ış t â ­
rih i şu d u r:
C âm i-i V âlide S u lta n b u lu b itm am ı,
O ldu h e r küşesi b ir şey h -i gûzıne m e ’vâ.
Sâl-i itm â m m a tâ r ih m u ra d itm iştim ,
B iri k a lk u b d id i ki (K â ’be-i e h l-ü t-ta k v â ). S en e 1074

D iğer b ir t a r i h :
D idi b ir m e rd k a lk ıc ak tâ rih ,
A ccilû b issa lâti kabl-el-fevt.
230 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Diğer tarih:
Evliyâ gördüğünde itmamın,
Dedi târihini (binâ-i azim). Sene 1074
Bu kapının dışında sahra gibi cilâlı beyaz ham mermer ile dö­
şenmiş avlunun dört bir tarafındaki yan sofalar üzerinde, her biri
başka bir ibretle seyredilecek sütunlar üzerinde, tersine dönmüş ma­
vi renkli kubbeler vardır. Dört tarafında camlı pencereler vardır.
Avlunun tam ortasında bir havuz ve şâdırvân, iki yan ve bir kıble
kapısı vardır. Ayrıca dış avlusu, büyük bir sahranın içinde, yüzler­
ce çeşit meyve ağaçları ile süslüdür. Kıble tarafında nur dolu bir
kubbeyi, Vâlide Sultan —Allah uzun ömürler versin— kendileri için
türbe yapmışlardır. Sultan Mehmed Hân mihrâb önündeki bahçe­
nin dışında «Gömlekli kule» adı ile bir burç üzerine muhteşem bir
köşk yapmıştır ki, sanki İrem köşküdür.
Bu camiin büyük avlusunun güneyinde ve batısında bin kadar
kâgir dükkânlar yapılmıştır ki tarifi imkânsızdır. Bu avlunun da et­
rafında dört kapı vardır, iki yüksek minâresi vardır ki göklere uzan­
mıştır. Minarelerin yaldızlı bakır külahlarının parıltısından bakan­
ların gözleri kamaşır. Üç şerefeli, süslü iki yüksek minârelidir. Dün­
ya durdukça Allah ömür versin...
Şeyh Ebü’l Vefa Camiî: İstanbul içindeki onbirinci büyük câmi
budur. Fâtih Sultan Mehmed yaptırmıştır. O kadar büyük değil; fa­
kat rûhâniyeti vardır. Yapılan duâların kabul olunduğu büyük bir
câmi ve eski bir mabeddir. Bir tabakalı bir minaresi, avlusu, med­
resesi, imareti ve hamamı vardır.
Fatih Sultan Mehmed Hân’ın yaptırdığı Hazreti Şeyh Emir Bu­
harı Câmiinin övgüsü: Nur ile dolu küçük bir câmidir. Zaviyesi, av­
lusu, bir şerefeli minaresi ve imâreti vardır. İstanbul’daki büyük
câmilerin oııikincisidir.
Fethiye camii: Aslında büyük bîr kilise iken câmiye çevrilmiş­
tir. Büyük bîr bahçesi ve tek minaresi vardır. Yedi kule içinde Ebu’î
Feth câmii diye bilinen eski bir ibadethanedir.
Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın Orta Câmii: Yeni odalar içinde yük-
sek bir câmidir. Fakat kubbesi yoktur. Yandıktan sonra Süleyman
kethüda tarafından tamir olundu. Tamir tarihi:
Ey (Nisârî) Şükredip Hakk’a didim târihini,
Hamden lillah orta câmi oldu pek alâ bina.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 231

İsta n b u l için d ek i b ü y ü k cam iler, bu y a z ıla n la rd ır. F a k a t İ s t a n ­


bul d ışındaki d ö rt d eğ işik y e rd e olan c a m ile rin ü n lü le ri aşağ ı­
dadır:
E y ü p S u lta n C am ii, T o p h a n e ’de C ih a n g ir C am ii, R u m e lih is a rı’n-
da F â tih C am ii (B oğaz h isa r), R u m eli K a v a ğ ın d a D ö rd ü n cü M u rad
H â n C am ii, A n ad o lu K a v ağ ı h isa rın d a y in e S u lta n D ö rd ü n c ü M u rad
H â n C am ii, A n ad o lu h isarı G öksu F â tih C âm ii, Ü sk ü d a r’da isk ele b a ­
şın d a S ü ley m an H â n ’ın kızı M ih rim a h S u lta n câm ii, y in e Ü s k ü d a r’­
d a Y e n im a h a lle ’de S u lta n H â n V âlide cam ii, y in e Ü sk ü d a r’da S u lta n
D ö rd ü n cü M u ra d ’m an n esi K ösem V âlide S u lta n C am ii. B u n la rd a n
b aşk a bu d ö rt değişik y e rd e b u lu n a n h ü n k a r b a h ç ele rin d e d ah i
b ire r cam i v ard ır. İsta n b u l e tra fın d a b u lu n a n k a sa b a la rd a k i b ü y ü k
cam ileri in şa lla h y e ri g eld iğ in d e y a z a r v e say arız.

İS T A N B U L İÇ İN D E İL K Y A P IL A N V E Z İR ,
V Ü K E L Â VE Â Y Â N C A M İL E R İ

E v v elâ b ü tü n v e z ir c a m ile rin in e n eskisi y e n i B ed e sta n y a k ın ın ­


daki M ahm ud P a şa C a m ii’d ir. B ü y ü k câm ilere ö n ıe k g ö sterilecek b ir
eâm id ir. Üç kubbesi, üç kapısı ve b ü y ü k b ir b ah çesi v a rd ır.
M olla H a y re d d in C am ii: U n k a p a n ın ın iç y ü z ü n d e K a z a n c ılar
için d e olup, F a tih z a m a n ın d a y a p ılm ıştır. İs ta n b u l’d a b u n d a n b aşk a
üç .m ih râb lı câm i y o k tu r. Üç k u b b e ve üç k ap ısı v a rd ır. F a k a t dış a v ­
lu su d a rd ır. G ö sterişli ve d u â la rın k a b u l o lu n d u ğ u b ir y e rd ir. Bıı
câm i y a p ılırk e n , M olla H a y re d d in m u te m e d i iğini y ap ıy o rm u ş, b ir
ley lek k u şu gelip lab la b diye ö tm ey e b a şla r. M olla H a y re d d in H az­
re tle r i k ıza rak :
«— B re h e y k u ş İs ta n b u l’un d ışın d a fery â d eyle!»
D eyince, A llah ’ın e m ri ile inci ta n e si sözleri k abul o lu n u r ve İs­
ta n b u l için d ek i b ü tü n le y le k le r b a şk a köy ve k a sa b a la ra g id erler.
B u g ü n e k a d a r ley le ğ in İsta n b u l’da değil d u rd u ğ u n u , d a m la ra bile
k o n d u ğ u n u hiç k im se g ö rm em iştir.
İşte adı geçen K a z a n c ıla r câm ii öyle ru h a n iy e ! sa h ib i b ir s u lta n ın
b in asıd ır.
E d irn e k a p ı y a k ın ın d a k i K a’riy e cam ii: D ah a önce süslü b ir k ili­
se im iş.
S iliv ri y a k ın ın d a k i K oca M u sta fa P a şa câm ii: K oca M u sta fa P a ­
şa, F â tih S u lta n M ehm ed v e B ayezid-i V elî’ye v e z irlik y a p m ıştır. Bu
câm i, y ap ıları d u a la rın k a b u l o lu n d u ğ u iiç k ap ılı b ir cam id ir. D ö rt
ta ra fın d a M eslem e, E b a E yyüb, H a ru n fırre şid a srın d a E lm a adh m el.-
232 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

un K ra l’ın e lin d e n şeh id olan b in lerce sah ab e-i k ira m ve o n ların ço­
c u k la rın ın m e z a rla rı v a rd ır. B u câm ideki ru h â n iy e t b aşk a b ir cam i­
de y o k tu r. B ah çesin d e zin cirli se rv i adı ile a n ıla n z iy a re ti sev âb b ir
s e rv i ağ acı v a rd ır. Y ık ılm a te h lik e si geçirdiği b ir sıra d a h a y ır sahibi
b iri ta ra fın d a n z in c irle b a ğ la n a ra k y ık ılm ası önlendiği için, zincirli
s e rv i d en ilm iştir. B in lerce ta r ik a t ehli b u ra d a h a z ırd ır. İm a re ti, m ed ­
resesi, zav iy esi ta m ir e d ilm iştir.
F iru z a ğ a câm ii: A tm e y d a m y a k ın ın d a ce m â a ti çok olan te k k u b ­
beli b ir cam id ir. K ıble k ap ısı ü ze rin d ek i ta rih i şudur:
H â z îııissu lta n S u lta n B ayezid
V e h ü v e F iru z re isü lh â in in
K aale rıd v â n u l u lâ tâ rih â h u
C e n n e t ü l m e’v â ve d â ru lh â m id in (S ene 796)
Ç a rşam b a p a z a rın d a ü ç ü n c ü M u ra d a ğ a la rın d a n M ehm ed ağa
C âm ii: A y d ın lık ve güzel b ir câm id ir. G irişin d e yazılı ta rih i şu d u r:
D idi âsârı ta rih in i h a tif,
B ey ti h â d i ve câm ii ü m m e t. (S en e 993)
U zu n Ç arşı için d ek i İb ra h im P a şa C am ii (51): K â g ird ir. F a k a t
k u b b e b in a değildir. D ö rt köşe lev h a k u b b ed ir. G a y e t sü slü d ü r. İ n ­
şâ a tın b aşlan g ıç ta r ih i «Ve m en d a h a le h u âm ennâ» S ene 889. T a­
m am la n ış ta rih i: « H ay rü n celîlü n m ü ebbedün» S en e 935.

F e th iy e y a k ın ın d a k i D ıra m a n C âm ii T arih i:
İzzu cah ile kâ veledi Y u n u s bey
T ercü m ân -ı şeh-i c ih â n â râ
Y a p tı b u câm i-i şe rifi ol
K ıla ra k av n -i H a k k 'ı ra h n ü m â
R ü h -i kudsi didi o dem tâ rih
D âr-ı ta a t v e m enzil-i su le h â (S ene: 948)

Z in c irlik u y u y a k ın ın d a k i Ü çbaş C âm ii: M im ar S in a n y a p ısıd ır.


B u câ m iin sah ib i S elm an P â k köçeğinden b ir z a t olup, üç kişiy i b ir
ak çey e tıra ş e d e re k h e lâ lin d e n b irik tird iğ i p a ra ile câm i y a p tırd ığ ın ­
dan, Ü çbaş câm ii d e n ilm iştir. K ü ç ü k b ir câm id ir. F a k a t ru h a n iy e t-
lid ir. K ap ısı ü z e rin d e y ap ılış ta r ih i yazılıd ır.
K ırk çeşm e y a k ın ın d a k i S u n ’u lla h E fen d i C âm ii: Y an g ın g eçir­
m iş olup, y a n g ın d a n so n rak i ta m ir ta rih i şu d u r:

51‫ )؛‬Çandarlı Kara, Halil oğuilanndandır. SOS tarihinde fnebahtı'da vefat et­
miştir.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 233

H acı B e k ta ş ocağının k e th ü d a sı sa’y iy le


K im S ü le y m â n -ı z a m a n d ır v ire ü c re t lem -yezel
H a rk -ı n a r c id u velî ta m ire didim tâ r ih
C âm i-i râ n â , ib ad e tg âh -ı n îk -ü b î-b ed el (S en e 1072)

S iv rik a p ısı y a k ın ın d a k i eski m ab ed K ü rk ç ü b a şı C âm ii: B u câ-


m iin k ıb le ta ra fın d a v a k it n işa n ı v a rd ır. Y az ve kış b ir d a k ik a y a ­
nılm az.
B a la t k a p ısın ın iç ta ra fın d a k i B a la t C am ii: S ü le y m a n H ân d ev ­
r i k e th ü d â la rın d a n F e ra h k e th ü d a ta ra fın d a n y a p tırılm ış tır. M im ar
S in a n y a p ısıd ır. D ış so fan ın k ıb le d u v a rın d a K u d ü s’te n M ısır’a, M ı­
s ır’d an M ekke ve M ed in e’ye k a d a r olan k o n a k la rd a k i d e re ve te p e ­
lerin , k o rk u n ç v e te h lik e li A k ab e g e ç itle rin in m a n z a ra la rı g a y e t u s­
t a b ir ressâ m ta ra fın d a n öyle c a n la n d ın lm ış tır ki E je n k ile M ani
gelseler, h a ta sın ı b u lam azlar.
S u lta n S elim c iv a rın d a k i S iv âsi E fen d i C am ii: Z em inin d e, a ltı
a d e t direğ e d a y a n a n b ir sa rn ıç v a rd ır. F a k a t su y u o lm ad ığ ın d an ,
içinde ip ek ç ile r ib rişim b ü k e rle r.
K a ra g ü m rü k y a k ın ın d a k i A k şem sed d in C am ii: Y a p tıra n ın feyizli
n efe sin in eseri olarak, y a p ıla n d u a la rın k a b u l o lu n d u ğ u b ir câm id ir.
G ece g ü n d ü z cem aatsiz kalm az.
U n k a p a n ım n iç ta ra fın d a k i A z a p lar C âm ii: F a tih d e v rin d e E l­
v an Ç elebi ta ra fın d a n y a p ılm ıştır. H a lk a ra sın d a «Ş eftali C am ii» di­
ye a n ılır. Y ap ıld ığ ı sene, d u v a rın ın dış ta ra fın d a b ir şe fta li ağacı
ç ık a r ve d ö rd ü b ir okka gelen şe fta li v e re n b ü y ü k b ir ağaç olur. îş te
b u seb ep ten , şe fta li câm ii adı ile a n ılm a y a b a şla r. F a k a t so n ra la rı
M usli S u lta n sa ra y ın d a çık an b ir y a n g ın sıra sın d a şe fta li ağacı ve
câ m iin in b ir kısm ı y a n d ığ ın d a n , h â lâ o m ah a lle h a lk ı şeftalisiz k a l­
d ık la rın d a «Et» şeftalisi ile g eçin irler.
 şık P a şa C âm ii: Z iy a re t m ah a llid ir.
M ü ftü H a m a m ı y a k ın ın d a k i A ltı B oğaça C am ii: S u lta n F a tih ’in
E km ekçibaşısı ve C ebe Ali H a z re tle ri n e slin d e n b ir z â t ta ra fın d a n
y a p ılm ıştır. A d ı geçen kişi B ayezid-i' V elî’ye h e r g ü n a te ş gö rm em iş
de g ü y a g ü n e şte p işm iş a ltı boğaça g e tird iğ in d en , y a p tığ ı câm ie B o­
ğ aça câm ii d en m iştir.
K a ra P iri P a şa C âm ii: Z e y rek başı y a k ın ın d a , S o ğ u k k u y u ü ze­
rin d e a y d ın lık b ir câm id ir. A ltın d a ü çy ü z d ire k ü z e rin e y ap ılm ış b ir
sa rn ıç v a rd ır. S u y u , âb-ı h a y a t gibidir.
A tp a z a rı C am ii: F a tih ’in k a n u n u gereğince İsta n b u l içinde h e r
gece n ö b e t tu ta n oniki Y en içeri çorbacısı, ak şam n a m a z ın ı b u cam i-
234 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

de kılıp sabaha kadar dörtbir yanı bekleyerek suçluların hakkından


gelirler.
Mirahur Camii: Yedikule yakınında Manastır’a yakın, kiliseden
çevrilmiş büyük bir camidir. Mimar Sinan yapısıdır. Fakat cemaatı
az olur.
Hadım İbrahim Paşa Camii: Süleyman Hân’ın vezir-i âzamlığın-
dan emekli olan paşa merhum, Silivrikapısının iç tarafında ahşab ve
ruhani bir cami yapmıştır ki sanki bir cennet köşküdür. Bahçesi
yüksek ağaçlarla dolu olup, mimârî tarzı gayet sanatkârâne ve iç
açıcıdır. Çünkü mimarı Mimar Sinan’dır.
Dâvûd Paşa Camii: Eski bir ma’beddir. Yaptıran, Sultan Bâye-
zid-i Veli vezirlerindendir Avlusu gayet geniş olup, bir tarafında
şer’iyye mahkemesi vardır.
Cerrah Mehmed Paşa Camii: Kadın Pazarı yakınında süslü bir
camidir.
Eski Hüsrev Paşa Camii: Aksaray yakınında güzel bir camidir.
Eski Ali Paşa Camii: Tavuk Pazarı Dikilitaş (Çemberlitaş) dibin­
de büyük bîr camidir. Cemaatı çoktur.
Koca Mehmed Paşa Camii: Atmeydam’na yakın büyük bir ca­
midir. Yaptıran, Sultan Süleyman Hân vezirlerindendir.
Nişancı Paşa Camii: Kumkapı yakınında aydınlık bir câmidir.
Vezir Ahmet Paşa Câmii: Topkapı içinde bir tepe üzerine yapıl­
mış, büyük câmiler ayarında bir câmidir. Yaptıran, Sultan Selim
ve Sultan Süleyman Hân vezirlerindendir. Mimar Sinan yapısıdır.
Bayram Paşa Câmii: Fatih yakınında Kekikçiîer içinde yüksek­
çe bir câmidir. Merdivenle çıkılır. Yaptıran, Sultan Dördüncü Mu-
rad Sadrâzamlarındandır. Tarihi:
«Oldı vâlâ cami cennet harim ve hi adil»
Nişancı Paşa Câmii: Keskin Dede yakınlarındadır. Mimarı Mi­
mar Sinan olduğundan, büyük câmiler kadar sağlam ve güzel bir
câmidir. îçinde Paşa merhumun türbesi vardır. Tarihi şudur:
Kudisyân fevtini duydıkda didi târihini,
Didiler vâsıl-ı Hak oldu Nişânî Paşa.
Hafız Paşa Câmii: Fatih yakınlarındadır. Bir gece Ahmed Pa­
şa, rüyasında Fâtih’i görür. «Niçin benim câmiimin yanında câmi
yaptırarak cemâatimi aldın?» diye Fatih —yeri cennet olsun—, Ha­
fız Paşayı azarlıyarak boynunu vurdurur. Ahmed Paşa uyanınca, rü­
yayı tâ’bir ettiler. Sonra rüyanın aynı çıkar ve yetmiş gün sonra
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 235

Hafız Paşa ölür. Mezara konurken tâbutu kenarından bir taş uçup,
Paşanın başını kılıç gibi keser. Bu da halk arasında yaygın bir ri­
vayettir.
Halil Paşa Camii: Sultan Mehmed imâreti yakınında, süslü ve
sanatkârca yapılmış bir câmidir.
Tergem Câmii: Yeni odalar yakınındadır.
Sarıgöz Câmii: Fâtih yakınında, Ali Paşa çarşısı içindedir.
Tavâşi Mesih Paşa Câmii: Yaptıran hâs kilerden olup. Sultan
Üçüncü Murad zamanında Mısır vâliliği yapmış ve sonra Sadrâzam
olmuştur. Emekli olunca bu câmii yaptırmıştır.
Bâli Paşa Câmii: Emir Buhâri yakınında yüksek bir câmidir. Mi­
mar Sinan eseridir. Kapı üzerinde tarihi şu şekilde yazılmıştır:
Yaptı bu câmii Huma Hâtûn
Bint-i İskender vezir ol mâh
Hak kabul ide gösterüb dîdar
Kıla mahşerde şefkâtiyle ilâh
Didi anın Hâdâyi târihin
Mescid-i ümmet-i Resûlüllah. Sene: 908.
Rüstem Paşa Câmii: Tahtakale yakınında yüksek, her tarafı çi­
ni ile döşeli süslü ve rahat bir câmidir. Yaptıran, Süleyman Hân
vezirlerindendir. Altı, depo ve dükkândır. Mimar Sinan eseridir.

Yavuz Er Câmii: Kurucusu, Fatih Sultan Mehmed Hân’ın adam­


larından ve bu kudretsizin (Evliya’mn) atalarındandır. Unkapanının
iç tarafında, Sağrıcılar içinde tek kubbeli bir câmidir.
Unkapanı Câmii: îlk defa Sultan Süleyman Hân zamanında, Sü­
leyman Subaşı tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Unkapanının
dışında ve deniz kenarında olduğundan, zamanla minaresi ve diğer
bazı yerleri yıkılmıştı. Sonradan Kara Çelebizâde yeniden yaptır­
mıştır. Altı, dükkân ve depo olup tek kubbeli, tek minareli bir câmi­
dir. Minaresi o kadar incedir ki, İstanbul’da hâlen bir eşi daha yok­
tur.
Mimar Kemal Câmii: Sultan Bâyezid yakınındadır. Târihi:
Mal ile eyledi tâmir didim târihini,
Câmi-i zîbâ ibâdetgâh-ı nik-ü dilkûşâ.
Osman Paşa Validesi Câmii: Aksaray yakınlarındadır. Süleyman
Hân, Koca Mimar Sinan’a yaptırmıştır.
236 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

A b d u rra h m a n E fendi C âm ii: M olla G iirâ n î y a k ın ın d a d ır. K u ru ­


cusu, S u lta n S ü le y m a n H â n ’ın K a z a sk erid ir. M im a r S in a n ta ra fın ­
d an d ö rt te p e ve k u b b e ü z e rin e in şa e d ilm iştir.
H acı E v h a d C âm ii: Y e d ik u le ’dedir. M im a r S in a n ta ra fın d a n y a ­
p ılm ıştır.
H ad ım M ah m u d A ğa C âm ii: A h ırk ap ı y a k ın la rın d a d ır. Y a p tıra ­
n ı S u lta n S ü le y m a n ve İk in ci S elim ’in a ğ a la rın d a n old u ğ u için, «Ka-
p ıağ ası C âm ii» d a h i d erler. M im ar S in a n ta ra fın d a n y a p ılm ıştır.
O d ab aşı C âm ii: Y en ik ap ı y a k ın ın d a d ır. M im a r S in a n ta ra fın d a n
y a p ılm ıştır.
K oca H ü sre v B ey C âm ii: K oca M u stafa P a şa y a k ın ın d a d ır. M i­
m a r S in a n y ap ısıd ır.
H â tû n C â m ii: S u lu M a n a stır h a m a m ı y a k ın ın d a d ır. M im a r S i­
n a n ’ın eserid ir. Ü skiiplü Ç eşm esi dibinde, y ed i yol a ğ zın d ad ır. İs­
ta n b u l’d a b u n d a n b aşk a yedi y o lu n k esiştiğ i b ir y e r y o k tu r.
D e fte rd a r S ü le y m a n Ç elebi C âm ii: D ö rt köşe, k u rşu n k u b b eli b ir
cam i olup, M im a r S in a n y ap ısıd ır.
H iirre m Ç avuş C âm ii: Y eni bahçe y a k ın ın d a , M im a r S in a n y a ­
pısı b ir câm id ir.
S in a n A ğa C âm ii: K ad ı Ç eşm esinde K oca M im a r S in a n ’ın k endi
a d ın a y a p tığ ı b ir câm idir.
A h i Ç elebi C âm ii: Y em iş iskelesinde h e lâ l p a ra ile y apılm ış, M i­
m a r S in a n işi b ir câm idir.

İSTANBUL’DA BULUNAN ESKİ MESCİDLER


F a tih ’in İsta n b u l’da ik iy ü z y etm işe y a k ın m escidi v a rd ır.

K irim i M escidi: E ski o d la r y a k ın ın d a d ır. T a m ir tarih i:

H a rik oldu, olup sâî b u h a y re


S ü le y m a n k e th ü d â n ın ol ağa' nâm
İd ü p tâ m irin i b u d ü ştü tâ rih
K irim i m escidi pes old u itm âm
H a râ c î M u h id d in M escidi: F a tih y a k ın ın d a d ır.

H a râ c î B ey M escidi: U n k a p a m n ın iç ta ra fm d a d ır. S ü ğ lû n M us-


lu S u lta n S a ra y ı d ibinde, m in a re si tu ğ la d a n y ap ılm ış b ir m esciddir.
U zun m in a re sin in e n tep e sin d ek i k apısı üzerin e, s a n a tk â r u sta sı t a ­
ra fın d a n k u fi y azı ile «Lâ ilâ h e illâllah M u h a m m e d en R esûlüllah»
k elâm -ı şe rifi u sta c a y azılm ıştır.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 237

S a lih P a ş a M escidi: U n k a p a n ı y a k ın ın d a d ır.


T av âşî H a y d a r P a ş a C âm ii: H a y d a r P a şa m ah a lle sin d e d ir.
H a c ı H a şa n M escidi: H a y d a rp a şa y a k ın ın d a , m ü k elle f b ir m es-
c id d ir ve M im a r S in a n y ap ısıd ır.
D e m irh a n M escidi: S o ğ u k k u y u y a k ın la rın d a d ır.
H â m id E fen d i M escidi: F il y o k u şu m ah a lle sin d e d ir. T arih i:

«H azâ M akam -ı M ahm ud» Sene: 985.

A ra b c ıla r M escidi: U n k ap an ı y a k ın ın d a d ır.


P ap azo ğ lu M escidi: U n k a p a n ı için d ed ir.
Y a rh is a r M escidi: C ibâli k ap ısı için d ed ir.
M escid-i R ev ân î: K ırk çeşm e y a k ın ın d a d ır.

S u lta n S ü le y m a n ve S elim H â n d e v irlerin d e , A b d ü lm en n a n o ğ ­


lu K oca M im a r S in a n a ğ a n ın h en d ese ilm in i ta tb ik e d e re k y a p tığ ı
m escid ler aşağ ıd ad ır:
R ü ste m P a ş a M escidi, S in a n P a ş a M escidi, M ü ftü Ç ivizâde M es­
cidi, M im a r S in a n M escidi (Y e n ib ah çed e), E m ir Ali M escidi, Ü çbaş
M escidi, D e fte rd â r Ş erifzâd e M escidi. K a ra g ü m rü k y a k ın ın d a ve b ir­
b irle rin e y a k ın d ırla r.
S ırm a k e ş M escidi: L ü tfip a şa y a k ın ın d a , Y en ib ah çe b aşın d ad ır.
H acegîzâde M escidi: F a tih S u lta n M ehm ed y a k ın ın d a d ır.
M ü ftü Ç ivizâde kızı B a n û M escidi: D âv u d P a şa y a k ın ın d a d ır.
Ç avu ş M escidi, T ak y eci A h m ed Ç elebi M escidi: S iliv rik a p ı y a ­
k ın la rın d a d ır.
D ebbâğ E lh ac H am za M escidi: A ğa ç a y ırın d a d ır.
Ş ey h F e rh a d M escidi: L a n g a B o stan ı y a k ın ın d a d ır.
İb ra h im P a şa h a n ım ı A siye H a n ım M escidi: K u m k a p ı y a k ın ın ­
dad ır.
K ü rk ç ü b a şı M escidi, K e m a h c ıla r K â rh â n e si M escidi, K u y u m cu -
b aşı K â rh â n e si M escidi: H e r ü çü de K u m k a p ı d ışın d ad ır.
T e rz ile r K â rh â n e si M escidi: B u da K u m k a p ı dışında, H e rsek b o d ­
ru m u ü z e rin d ed ir.
A ğa M escidi: A y aso fy a’da; B ab ab aşı M escidi: F e n e rk a p ı için d e­
dir.
A bdi S u b aşı M escidi, H ü se y in Ç elebi M escidi: S elim H â n y a k ı­
n ın d ad ır.
E lh ac Ily as M escidi: A li P a şa h a m a m ı y a k ın ın d a d ır.
D am ad Ç elebi M escidi: L âleb ah çesi ta ra fın d a d ır.
D u h â n îz âd e M escidi: K oca M u sta fa P a şa y a k ın la rın d a ; K ad ızâ-
238 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

de Mescidi: Çukur hamam yakınında; Saray Ağası Mescidi: Edirtıe-


ka[ dışında; Tüfekhâne Kârhânesi Mescidi: Unkapanındadır.
îsyaszâde Mescidi, Asrafzâde Mescidi: Topkapı dışındadırlar.
Ruznâmeci Hamdullah Çelebi Mescidi: Sulumanastırdadır.
Yukarıda adları yazılı mescidlerin hepsini, Süleymaniye Câmi-
ini inşa eden namlı mimar, bilgili, yapıcı, kararlı mühendis, Koca
Mimar Sinan Ağa yapmıştır. îşte bu Koca Mimar Sinan, toplamı
3600’e varan hân, câmi, imaret, medrese, dârülkurra, dârülhadîs, s ٠-
ray, vezir, a’yân ve büyüklerin konakları ile Mekke, Medine, Ku­
düs, Şam Segedin ve Bender gibi çeşitli şehirlerin kalelerini yapmış­
tır. Mübarek cesedleri, İstanbul’da Süleymaniye Camii yakınında
Ağakapısı köşesindeki sebilhanesi yanında yekpare mermerden yu­
varlak kubbeyi kendisine mesken edinmiştir. Ebedî aleme yüz yet­
miş yaşında göç etmiştir. Allah bol bol rahmet eyleye. Mezartaşı
üzerindeki altın yaldızlı celi yazıların tamamı Karahisarî Haşan Çe­
lebi elinden çıkmıştır ki, rengârenktir.
İstanbul’da bulunan sultan, vezirler, a’yân, ileri gelenleri, bev-
lerbeyiler medreseleri ile yapılış tarihlerini ve derecelerini gücümü­
zün yettiği kadar izâh edelim:
İlk olarak İstanbul içinde medrese ismiyle yapılan, fetihten son­
ra Fatih Sultan Mehmed Hân Gazi yapısı olan Büyük Ayasofya Med­
resesi: Evvelce Bizans devrinde patrik ve keşişlerin İncil haneleri idi.
Halen âlimler yanında pâyesi vardır.
Fatih Sultan Mehmed Hân’ın ikinci Medresesi: Osmanlı yapısı
olan ilk medreseler bunlardır. Fatih Câmiinin büyük dış avlusunun
kuzey ve güneyinde sekiz adet medrese vardır ki, ulema arasında
«semaniye medreseleri» denir. Din ilimlerini teşvik ederek halkın
ilgisini artırmak için cennete benzer sekiz medrese yaptırdı. Güzel
levhalarla süslenmiş her medresenin bahçesi cennetten bir bahçedir.
Bilginler arasındaki derecesi yüksektir. Büyük bahçesinin kıble ka­
pısının dibinde Müslüman çocukları için bir Kur’an kursu yaptırdı.
Bu medreselerin doğu tarafında, uzaktan gelen hastalar ve fakirler
için bir de hastahane yaptırdı.
B ey t:
Bir aceb dârüşşifadır kûy-ı yar
Hasta varan mübtelâsı hoş gelir.
Mânâsı üzere, oradaki işinin ehli, bilgili pratik hekimlerin ver­
diği ilâçlar, hastaları elbette iyileştirir. Burası can bağışlayan bir
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 239

y e rd ir. S özün kisası, ib re tle sey red ilecek y a rd ım a koşan b ir h a sta -


h a n e d ir. B u sem ân iy e m ed re sele rin in k u zey in d e ve g ü n e y in d e ik m a l
y e rle ri v a rd ır. H epsi 360 odayı b u lu r. H e r odada d ö rt v e y a b e şer öğ­
re n c i o tu ru r. O d a la rın h e rb irin in v a k ıfd a n ta h s is a tı v a rd ır. M ed re­
se h o c a la rı için y e m e k h a n e si v a rd ır. Y etm iş k u b b e li b ir m u tfa ğ ı v a r ­
d ır ki, fa k irle re g ü n d e iki defa bol y e m e k v e rilir. B u im a re tin y a k ı­
n ın d a b ir k e rv a n s a ra y ve m isa firle rin h a y v a n la rı için b ir a h ır v a r ki,
çeşitli c in slerd en ü ç b in h a y v a n alır.
S u lta n B ayezid V eli M edresesi: C âm iin dış a v lu su n u n g ü n ey in d e
b ü y ü k b ir m ed re sed ir. D ersiâm ı Ş e y h ü lislâm ’a, b ak ım ı da m ü ftü le re
v e rilm iştir.
M ısır ve S u riy e F a tih i B irin ci S u lta n S elim M edresesi: Y enibah-
çe y a k ın ın d a , H a lıc ıla r köşkü d e n ile n y erd e, b ü y ü k b ir b in ad a eski
b ir m ed resed ir. S ü le y m a n H â n , p e d e rin in h â tıra s ı için y a p tırm ıştır.
V a k ıfla rı Y en ib ah çe c iv a rın d a k i b ah çe ve b o sta n la r olup, bu güzel
v e gönül açıcı y e rin u z u n lu ğ u b ir, genişliği ise ta m y a rım m ild ir.
H a k ik a te n güzel b ir çim en lik ve y eşil b ir ö rtü y e sa h ip tir. H a tta S e­
lim H â n t a h ta ç ık ışla rın d a b u b a h ç en in için d e ç a d ırla rın ı k u rd u la r
ve İsta n b u l b ü y ü k le rin in çoğu k e n d isin e b u ra d a b iâ t e ttile r. O n u n
için Y av u z S u lta n S elim , çoğu zam an g e z in tile rin i b u b ah çelerd e
y a p a rla rd ı. S o n ra la rı, S ü le y m a n H â n b u b ah çey i m ed resey e v a k fe t­
m iştir.
S u lta n S ü le y m a n M edresesi: C âm iin k u zey in d e ve g ü n ey in d ek i
yedi m ed re sed e n m ey d a n a gelm iş olup, n e k a d a r övülse ta m a n la tıl­
m ış olm az. B ir h ad îs evi, b ir D â r’ü lk u rra sı, b ir tıp m edresesi, b ir
im â re ti, b ir tab h a n e si, b ir h astan esi, b irk a ç h a m a m ı ile b irlik te b ir
de y em ek h an esi, y o lcu la r için m isafirh an esi ve a h ırı, çocuk m ek teb i
ve d iğ er im a r lev â z ım a tı h a d d e n a şırıd ır. B u a ra d a Ş ehzâde M eh-
m ed H â n m ed resesi u lem a rü tb e sin d e d ir. H epsi de K oca M im ar S i­
n a n ’ın elin d e n ç ık m ıştır.
S u lta n A h m ed H â n M edresesi: P â y e d ir. A lay K öşkü y a k ın ın d a ­
ki Ş âh H û b a n M edresesi tarih i:

Y a p tı b u m ed re sey i şeh-i H ûban,


O lm ay a izz-ü şe re fte n hâli.
(E m eli) g ö rd ü didi tâ rih in ,
D âr-ı ta h sil ve m ek ân -ı âli. (S ene 971)

K a ra M u sta fa P a şa M edresesi: P a rm a k k a p ı y a k ın la rın d a d ır. T a­


rih i:
240 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

S e y re d e n le r b irb irin e g ö sterib d ir tâ rih in


M u sta fa P a şa b a k ’a, y a p tı ne zîb â m ed re se (S ene 1018)

S a id A h m e d E fen d i M edresesi: K a d ı Ç eşm esi y a k ın ın d a d ır. S a ­


n a tk â rc a y ap ılm ış, y e n i ve sü slü b ir m ed resed ir.
H a m id E fen d i M edresesi: F il y o k u şu m a h a lle sin d e d ir. H aşan P a ­
şa M edresesi: C anbolad-zâde s a ra y ı y a k ın ın d a d ır. T a rih i:

S a d r-i b ü len d k a d r-i H a şa n ki zam ân ed e


O ld u r ki k em âl-i lû tf ile cu y ay -ı ehl-i fadl
(R u h î) irin c e m ed rese itm â m a zevk id ü b
T a rih söyledim on a «m e’v ây-i ehl-i fadl» (S en e 1004)
B aşk a b ir ta rih :
 saf-ı sah ib -k erem , d â v e r-i âlî ٠ h im em
M âlik-i sey f ve k a le m sad r-ı m ü k e rre m H aşan
S öyledi tâ rih in i R û h îi sâh ib -k elâm
O ld u b u âli b in â bâis-i nâm -ı H aşan (S ene 1004)

D o ğ ru su, b u m ed re se b ü y ü k b ir y ap ıd ır. A ltın d a b o y d an boya


d ü k k â n la r v a rd ır. Y ap ılış ta rz ı g a y e t y ü k se k b ir s a n a t ifade eder.
E sm eh â n S u lta n M edresesi: E d irn e k a p ı için d ed ir. K ad ı M ah m u d
E fen d i M edresesi, M u ra d P a şa M edresesi, D â v û d P a şa M edresesi, E s­
k i A li M edresesi, M esih P a şa M edresesi, R ü stem P a şa M edresesi, Çi-
v izâd e M edresesi, Z e y rek b a şı y a k ın ın d a d ır.
K ep en ci M edresesi, K a ra P îrî P a şa M edresesi: S o ğ u k k ap ı y a k ı­
n ın d ad ır. E fd alzâd e M edresesi, M erd ü m iy y e M edresesi: S o ğ u k k ap ı
y a k ın ın d a d ır.
M olla G ü râ n î M edresesi: K u ru c u s u n u n adı «İsm ail G ü râ n î oğlu
A h m ed o ğlu Ş em sü d d în » d ir. F a tih ’in hocası idi. E v v e lâ F a tih ’e d a ­
rılıp , M ısır’da Ç erkeş h ü k ü m d a rla rın d a n S u lta n K a y ıtb a y ’a sığ ın a ­
r a k o ra d a h ü rm e t g ö rd ü ise de, so n ra d a n F a tih S u lta n M eh m ed ’in
isteğ i ü z e rin e g eri g elerek İs ta n b u l’u n fe th in d e b u lu n m u ştu r. T ü r ­
besi câm i y a n ın d a d ır.
R e v â n î M edresesi: K u ru c u su S u lta n B irin c i S elim ve S u lta n S ü ­
le y m a n z a m a n la rın d a yaşam ış b ilg in b ir kim sed ir. E d irn e li olup, adı
Ş u ca’d ır. M edresesi K ırk çeşm e y a k ın ın d a d ır. K e n d ile ri de h â le n câ-
m ii y a n ın d a g ö m ü lü d ü r. A llah ra h m e t eyleye.
E k m ek çizâd e A h m e d P a şa M edresesi: V efa y a k ın la rın d a d ır. K u ­
ru cu su , S u lta n A h m ed H â n ’ın d e fte rd a rı idi. S ü n n î K a d ın M ed re­
sesi, F a tm a S u lta n M edresesi, Ü çbaş N u re d d in H ız ır M edresesi: E dir-
n ek ap ı için d ed ir. M im a r S in a n y a p ısıd ır.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 241

F e ra h K e th ü d a M edresesi, M an av ve K a d ı M edresesi, A k H ü sa-


m ed d in M edresesi: S elim iy e h a m a m ı y a k ın ın d a d ır. E ski İb ra h im P a ­
şa M edresesi: Ş ehzâde S elim y a k ın ın d a d ır. H aseki S u lta n ın K a h ri-
ye M edresesi: S ü le y m a n H â n ’ın p a ra siy le M im a r S in a n ta ra fın d a n
in şa e d ilm iştir. A k sa ra y y a k ın ın d a d ır.

O sm an Ş a h ’m A n n e sin in M edresesi: M im a r S in a n y ap ısı ve Top-


k ap ı için d ed ir. M ak b u l A h m ed P a şa M edresesi, S ofu M ehm ed P a şa
M edresesi, İsk e n d e r P a şa M edresesi, İb ra h im P a şa M edresesi: İsa
k ap ısın d ad ır.
K ap ı A ğası C afer A ğa M edresesi, H a z in ed a rb aşı A h m ed A ğa
M edresesi, M alül E m ir M edresesi, Ü m m -ü V eled M edresesi, K a z a s­
k e r P e rv iz E fen d i M edresesi: F a tih y a k ın ın d a d ır. H âsegizâd e M ek­
teb i, A ğazâde M edresesi, D e fte rd a r A b d ü sselâm B ey M edresesi, T u-
tî K ad ı M edresesi, H ek im M ehm ed Ç elebi M edresesi, H ü se y in Ç e­
leb i M edresesi, E m ir S in a n M edresesi, Ş â h k u lu M edresesi, D ra ğ m a n
Y u n u s M edresesi, K a rc ı S ü le y m a n M edresesi, H âce H a tu n M ed re­
sesi, D e fte rd a r Ş erifzâd e M edresesi: K ü ç ü k K a ra m a n d a d ır.
K ad ı H ek im Ç elebi M edresesi, B aba Ç elebi M edresesi, K irm a stı-
zâde M edresesi, îm a m z â d e M ed resesi...
Y u k a rıd a y a z ıla n m ed re sele rin e llib ir adedi, S ü le y m a n H â n ve
ik in c i S elim z a m a n la rın d a K oca M im a r S in a n ta ra fın d a n y a p ılm ış­
tır. C enab-ı A llah Islâm m âb ed leri, ilim m ed re sele ri ve m ü b â re k
m escid ler y a p ım ın d a b u d erece g a y re t ve ç a lışk an lık , g ö steren şu sa­
n a tk â r zâtı ra h m e t ve g ü fra n a garkeyleye! Â m in ...

İSTANBUL’DA BULUNAN ESKİ SULTANLARA


AİT DÂRÜLKURRÂLAR
E v v elâ şu n u b e lirte lim ki, İsta n b u l’da S u lta n , v e z ir ve d e v le t
b ü y ü k le rin e a it n e k a d a r câm i v a rsa , h e r b iris in in y a n ın d a m u tla k a
b ir de D â r’ü lk u rrâ b u lu n u r. M aksadım ız b u n la r olm ayıp, h u sû sî D âr-
ü lk u rra la rı b ild irm e k tir.
S u lta n S ü le y m a n D â rü lk u rra sı: H epsi özenle y ap ılm ış b ü y ü k
k u b b e le rd ir. H ü sre v K e th ü d â D â rü lk u rra sı: E km ek çizâd e A h m ed P a ­
şa M edresesi y a k ın ın d a d ır. M im a r S in a n e serid ir. T arih i:

B ifad illâ h çü H u sre v K e th ü d â ol sâ h ib ilh a tem


Y ap ıp b u d âr-ı k u rrâ y ı b ir ev id in d i u k b â d a
Evliya Çelebi I-II. F : 16
242 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

(A m âni) ııola tâ rih i b u n d a n didî H a tif


«M übârek d â r-ı k u rrâ d ır» b u ta r ih oldu d ü n y â d a (Sene: 973)

M eh m ed P a şa M edresesi D â rü lk u rrası: H oca P a şa y a k ın ın d a d ır.


S ad i Ç elebi D â rü lk u rra sı: K ü ç ü k K a ra m a n d a d ır. Y ü k sek tir. îm a m -
zâde D â rü lk u rra sı: îm â r e t C âm ii y a k ın ın d a b ü y ü k b ir k u b b ed ir. Bos­
n alI M ehm ed P a şa D â rü lk u rra sı, M ü ftü zâd e D â rü lk u rra sı: B u n la rın
h ep si de K oca M im ar S in a n ’ın e serlerid ir.

İs ta n b u l’da o k u lla r ve çocuk m ek te b le ri: İsta n b u l’daki P â d işâ h


ve v ezir c a m ile rin in hep sin d e b ire r çocuk m ek te b i v a rd ır. A y rıca
b u n la rın d ışın d a olan ları da sayalım :
P a rm a k k a p ıd a K a ra M u stafa P a şa tü rb e si ö n ü n d ek i K a ra M us­
ta f a P a ş a m ek teb i: Çok v a k ıfla rı v a rd ır. K ap ısı ü ze rin d ek i ta rih i:
«K aalû illâ ilm e le n â illâ m â allem tenâ» sene 982. E ski H ü sre v P a şa
m ek teb i: Y en ib ah çe y a k ın ın d a d ır. T arih i:
İzn i ik b â l ile H ü sre v P a şa
M ektebi y a p tı ide H a k bâkî
D îdi b ir k â m il o dem tâ rih in
D âr-ı tah sil-i kelâm -ı B âk î (Sene: 947)

K a p ı A ğası M ektebi: S ü le y m a n iy e y a k ın ın d a d ır. B u m e k te b in


ta le b e sin in m ev c u d u ü ç -d ö rt yü z ço cu k tan fazlad ır. T u h a f b ir sırd ır
ki, b u m ek te b d e b ir k e re «B ism illah» d iy en nasibsiz k a lm a m ıştır. P a-
p aso ğ lu M ektebi: U n k a p a n ın d ad ır. Â şık P a şa M ektebi, A li C em al
M ek teb i: Z ey rek b aşı Ş eddi ü z e rin d e g a y e t b ü y ü k b ir m e k te b tir.
M ek m ed P a ş a M ek teb i H oca P a şa m ah a lle si y a k ın ın d a d ır. T a rih i
şu d u r:
D idi b u m ısra ı tâ r ih îd ü p hoş
B in ây -ı m ek te b -i âlî v ü dilkeş (S ene: 996)
İstanbul’daki (Dârülhadîsler) Hadîs okulları: B ü tü n S u lta n m ed ­
re s e le rin d e M üslim , B u h â rî, M eşarik h a d îsle ri râ v ile ri ile o k u n u r.
M ak sad ım ız y aln ız h ad is ilm i o k u tu lm a k ü e z re k u ru la n h ad îs ok u l­
la rın ı a n la tm a k tır. H a şa n E fe n d i D â rü lh a d îsi: K esk in D ede y a k ın ın ­
d a d ır. T a rih i:
H â tif-i K u d ü s du â id ü p didi tâ rih in i
B ân î-i d â rü lh a d îs’e ih sâ n -ı ceziî
M olla Ish a k Ç elebi b u D â rü lh a d îs’e hoca ta y in o lu n d u ğ u zam an
şü tâ r ih sö y le n m iştir ki, g a y e t sa n a tlı o lm ak la b e ra b e r h e r m ısraı
b ire r ta r ih d ü şü rm ü ştü r:
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 243

 liın ve ehl-i te fs ir (sene: 926)


R û şen fak ıh -i â fa k (sene: 926)
A llah n e m ü s te h a k tır (sene: 926)
D â rü lh a d is’e İsh a k (sene: 926)
D am ad M ehm ed E fen d i D â rü lh a d îsi: S in a n A ğa C am ii y a k ın ın ­
dad ır.

İSTANBUL’DAKİ TEKKELER
İs ta n b u l’d ak i te k k e le rin e n eskisi E b ü lfe th G azi T e k k e sid ir ki,
h â lâ A yasofya k a p ısın ın iç ta ra fın d a olup S irk eci T ekkesi d e rle r. H az-
r e ti P e y g a m b e rd e n so n ra ash ab -ı gü zin (M eslem e, E b a E y y u b E n-
sârî) gelip İsta n b u l’u n y a rısın ı fe th e ttik le ri zam an, b u te k k e k ız la r
m a n a stırı idi. T ekke y a p tıla r. İs ta n b u l’u f e th e ttik te n sonra, F â tih
d ah i te k r a r te k k e y ap tı. İlk şeyhi H a z re ti Ş ey h Ü v ey s’d ir ki, y e tm iş
m ü rid e icazet v e rip h ırk a g iy d irm iştir. M ezarı, Ş am ’da B ilâlî H a ­
beşî y a k ın ın d a d ır.
A k şem sed d in T ekkesi: Ali P a şa y a k ın ın d a d ır. E m ir B u h â rî T ek ­
kesi, S o fu la r T ekkesi, K oca M u sta fa P a şa T ekkesi, İm a m S in a n T ek ­
kesi, S iv âsî T ekkesi, T av aşî M ehm ed A ğa T ekkesi: Ç arşam b a P a-
z a rın d ad ır. K eskin D ede T ekkesi, D ra ğ m a n T ekkesi, K ap ı A ğası
M u stafa A ğa T ekkesi: B ü y ü k A yasofya y a k ın ın d a d ır. T arih i:
O la M akbûl-i H u d â b â n î didi tâ rih in i
H a m d ü lillâ h oldu zibâ tek y esi h â lâ ta m a m (S ene: 926)
E k m el T ekkesi, E rd ib li T ekkesi: E y aso fy a y a k ın ın d a d ır. S ü n b ü l
S in a n T ekkesi, G ülşen-i H a lv e ti T ekkesi, G ülşen-i Ş ey h M asu m T ek ­
kesi: A k sa ra y ’dad ır. G ülşen-i A li P a şa T ek k esi...

İSTANBUL’DAKİ İMARETLER
E v v elâ o cöm erd rız ık verici, c e n n eti y a ra d a n A lla h ’a b in le r­
ce h a m d ü sen â olsun ki, b ü tü n h a y ra t sa h ib i v a rlık la rın rız ık la rı-
nı «ve m â m in d â b b e tin fi’l a rd ı illâ a le llâ h ı rızkuhâ» â y e ti k e ri­
m esi te m in etti.
C enab-ı A llah İsta n b u l’u n fe th in i F â tih h a z re tle rin e nasibedince,
o k u d re t sa h ib i h ü n k â r fa k irle r, g a rib le r ve z a y ıfla ra b ü y ü k n im e t
v e rm e k için d o ğ ru su k e rim ve ganî isim le rin e sah ib oldu. E v v elâ Y e­
n i S a ra y im â re tin i y a p tırd ı ki, y ıl bo y u n ca sab ah akşam , efen d i ve
dilenciye, y ü k se k ta b a k a y a vd h a lk a bol bol y e m e k v e rilir. F â tih
S u lta n M ehm ed im a re ti, S u lta n B ayezîd-i V elî İm a re ti: B u n d a da
g ü n d e iki d efa zen g in ve fak ire y e m e k v e rilir.
B irin ci S u lta n S elim , S u lta n S ü ley m an H ân , Ş ehzâde M ehm ed
244 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

H ân , S u lta n A h m ed H ân , H asek i S u lta n İm a re tle ri: A v re t p a z a rı


y a k ın ın d a d ır. V efa S u lta n , E y û b S u lta n , Ş ehzâde C ih a n g ir S u lta n
İm a re tle ri: T o p h an e y a k ın ın d a d ırla r. M ih rim a n S u lta n ve V âlide
H â n İm a re tle ri: B u ik i im â re t, Ü sk ü d a r ta ra fın d a d ırla r. Köse V âli­
de S u lta n İ m a re ti...
B u n la rd a n b a şk a te k k e le rd e de m u tfa k la r v a rd ır. F a k a t geçm iş
s u lta n la ra a it im â re tle r b u y a z ıla n la rd ır. V e h a le n gü n d e ik i defa
o lm ak ü zere, gence, ih tiy a ra , fak ire, d ilen ciy e ve y o lcu lara bol bol
e k m ek v e ço rb a v e rilir. B en (E v liy a) elli senede onsekiz P â d işa h lık
ve k ra llık y e r gezdim , h iç b irin d e b u k a d a r fazla h a y ır m üesseseleri
g ö rm ed im . Â l-i O sm an’ın n im e ti k ıy a m e te k a d a r bol ve dev am lı o la...

İSTANBUL’DAKİ HASTAHANE VE TİMARHÂNELER


Fâtih Sultan Mehmed timarhânesi: 70 odası, 80 kubbesi ve 200
h izm etçisi v a rd ır. H ek im b aşısı d e rsiâ m d a n d ır. G elip geçen y o lcu la r­
d a n h a s ta o la n la rı h a sta h â n e y e g ö tü re re k ona h iz m e t ed erler. U ygun
ilâ ç la rla te d a v i e d e rler. S ırm a işlem eli ip ek k u m a şta n y ap ılm ış ge­
celik leri v a rd ır. H a s ta la ra h e rg ü n iki defa bol bol n efis y e m e k ler
v e rilir. V a k ıfla rı o k a d a r k u v v e tlid ir ki, şa rtn â m e sin d e «E ğer m u t­
fa k ta k e k lik ve sü lü n k u ş la rın ın e ti b u lu n m a z sa b ü lb ü l, serçe ve
g ü v e rc in p işirilip h a s ta la ra verile» diye y azılıd ır. H a sta la ra , d iv â n e ­
lere, h a s ta lık la rın ı te d a v i için ç alg ıcılar ve ş a rk ıc ıla r ta y in ed ilm iş­
tir. H a s ta h a n e n in k a d ın la r v e m ü slü m an o lm a y a n la r için a y rı b ir
b ö lü m ü v a rd ır.
Süleyman Hân Hastahânesi: B u h a s ta h â n e öyle şifalı b ir h a sta -
h â n e d ir ki, A lla h ’ın em riy le, b u ra y a g elen h a s ta la r üç gü n d e iyi o lu r­
la r. Son d erece u sta , k a n alıcı h e k im ve o p e ra tö rle ri v a rd ır. B u has-
ta h â n e y i a n la tm a k ta n lisa n âcizdir.
Sultan Ahmed Hân Hastahânesi: B u h a sta h â n e ııin v a k ıfla rı da
k u v v e tlid ir. H a s ta la rın ço ğ u n lu ğ u n u fa k ir ve d e lile r teşk il eder. Ç ü n ­
k ü b u ra n ın d a h a v a sı güzel ve h iz m e tç ile ri g ü le r y ü z lü k im selerd ir.
H a s ta la ra h e r z a m a n c a n ve g ö n ü ld en h iz m e t ed erler. Ç ü n k ü n â z ın
o lan k ız la r ağası, h e r zam an g elerek h a s ta la n n h a tır la n n ı sorar.
Haseki Sultan timarhânesi: A v re t p a z a n y a k ın ın d a d ır. B u da t a ­
r if ed ilem ey ecek d ereced e güzel v e m ü k em m e l b ir h a sta h â n e d ir.

İSTANBUL’DAKİ MEŞHUR VEZİR, ULEMÂ,


ÂYÂN SARAYLARI VE TARİHLERİ
E n b ü y ü k sa ra y , A tm e y d a n ı’n d a k i İb ra h im P a şa sa ra y ıd ır. B u
zât, K a n û n î S u lta n S ü le y m a n ’ın v e z irle rin d e n d ir. B u sa ra y ın y a rısı
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 245

b ö lü n ere k p â d işâ h la ra ta h sis e d ilm iştir. H âs g ılm a n d a n iki b in k a d a r


p â d işâ h g ıla m a m v a rd ır. S a â d e th â n e -i h ü m â y û n h a riç , İsta n b u l’d a
b u n d a n d a h a b ü y ü k s a ra y y o k tu r. M ih rim a h S u lta n saray ı: Y ed iy ü z
odası v e b ah ç ele ri olup, S u lta n B ay ezid y a k ın ın d a d ır. S iy â v u ş P a şa
saray ı: S ü le y m a n H â n câ m iin in k u zey in d ed ir. S ayısız şâ h n işin lı oda­
la rı, yedi h a m a m ı ve elli a d e t d ü k k â n ı v a rd ır. B ü tü n deniz, a y a k la r
a ltın d a d ır. M u tfağ ı ve a h ırı, p â d işâ h sa ra y ın d a bile y o k tu r. M im a r
S in a n ta ra fın d a n y a p ılm ıştır.
Yeniçeri A ğası S a r a y ı : S ü le y m a n iy e y a k ın ın d a y e n iç e ri a ğ a la rı­
n a a y rılm ış b ir sa ra y d ır. T ekeli M u sta fa P a şa s a ra y ı T a rih i: «K asr-ı
d ilcü lâ tif ve n ü zh etg âh » . D ellâk M u sta fa P a şa sa ra y ı ile D e fte rd â r
M aslub M u sta fa P a şa saray ı: H e r ikisi de S ü le y m a n iy e y a k ın ın d a ­
dır. P e rte v P a ş a sa ra y ı: V efa m ey d a n ın d a; S u g lü n M u sta fa S u lta n
saray ı: U n k a p a n ı içinde; P irin ç c iz â d e Y en içeri A ğası sa ra y ı: Z e y rek
b a şın d a d ır. T a rih i: « B arek allah oldu vâlâ, m en zil n ü z h e t feza.» K u r ­
şu n lu S u lta n S a ray ı: Z e y rek b a şın d a d ır. T ekeli M u sta fa P a şa S a ra ­
yı: E ski o d a la r y a k ın ın d a d ır. T a rih i: «Ola b u b e y t-i âli d âim â m a ’-
m u r-u âbâdan.» S en e 1034. M orali M ustafa.
Mustafa Paşa sarayı: A cem iler m ey d an ı y a k ın ın d a d ır. K u y u m c u
M ehm ed P a şa sa ra y ı: M e rk e b c ile r y a k ın ın d a d ır.
Silâlıdar Ağası Mustafa Ağa sarayı: S ü le y m a n iy e y a k ın ın d a d ır.
T a rih i: «C ennet ü lm e ’ v e y â m ân e n d oldu b u m akam ». K oca V e z ir
M ehm ed P a şa sa ra y ı: Ş ehzâde C âm ii y a k ın ın d a d ır. K oca K e n a n P a ­
şa saray ı: E ski s a ra y y a k ın ın d a : M usa P a şa saray ı: H oca p aşa y a k ı­
n ın d a: K a ra M u sta fa P a şa saray ı: A k sa ray y a k ın ın d a : S o k u llu M eh ­
m ed P a şa saray ı: A la y K öşkü y a k ın ın d a ; M elek A hm ed P a şa s a ra ­
yı: S in a n P a ş a y a p ısıd ır, A yasofya y a k ın ın d a d ır. Üç h am am ı, ik iy ü z
odası v a rd ır. R e isü lk ü tta b îsm a il E fen d i sa ra y ı: M ehm ed P a ş a y a ­
k ın ın d a d ır. T a rih i: «M übârek ola saad etle d aim â b u m ekân», b aşk a
b ir ta rih : «D ilârâ cay g âh ve b e y t-i m a ’m ur», H ân z â d e S u lta n sa ra y ı,
y â n i B e h ra P a şa saray ı: A yasofya y a k ın ın d a d ır. V a rd a r A li P a şa
sa ra y ı: S u lta n A h m ed câm ii y a k ın ın d a d ır. E m ir G û n ezâd e Y u su f P a ­
şa sa ra y ı: A h ırk a p ı y a k ın ın d a d ır. M ukabeleci H aşan E fen d i ,saray ı­
n ın T a rih i: «K asrı âli d ilk û şâ cây-ı sefâ». K a p ta n H a şa n P a şa sa­
ra y ı: A yasofya y a k ın ın d a d ır. C an b u lad zâd e H ü se y in P a şa saray ı, C uy-
bâr K a d in sa ra y ın ın T a rih i: «Bu a y n ile b u s a ra y oldu c e n n e tü lm e ’-
vâ». C iv an K ap ıcıb aşı y â n i R ü stem P a şa saray ı: K a ra c a A hm ed S u l­
ta n T ekkesi y a k ın ın d a d ır. A n k e b u t A h m ed P a şa sa ra y ı ile C inci H o ­
ca sa ra y ın ın T a rih i: «M uallâ d e v le t â b â d old u b u m en zi m ü b â re k -
bâd», d iğ e r ta rih i: «Y üm n-ü d ev letle m ü b â re k ola d âim b u m ekân».
246 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

V e z ir S a lih P a şa saray ı: M ah m u d P a şa y a k ın ın d a d ır. K a p ta n S iyâ-


v u ş P a şa saray ı: K a d ı lim a n ı y a k ın ın d a d ır. T arih i: «Safâ-i a y n ile
o ldu b u m en zil c e n n e tü l’m e ’vâ» A k M ehm ed P a şa saray ı: C endi m ey ­
d a n ı y a k ın ın d a d ır. B a la tlı S o lak Ç elebi evi. T a rih i: «Bu h ân e-i zî-
b â y ı m ü b â re k ide A llah» H ü sey in A ğa saray ı: S u lta n S elim y a k ın ın ­
d ad ır. T a rih i: «M übârek ola b u k a sr-ı kûşâde-i zîbâ». Y e n iç e rile r evi:
O rta C âm ii y a k ın ın d a d ır. T a rih i: «D idim ey u zleti b u resm e tâ r ih -
d e r-i d e v le t ola d â im kûşâde» İb ra h im E fen d i saray ı: İb ra h im tersâ -
n e em in id ir. S a ra y ı da V efa m ey d a n ın a y a k ın d ır. T a rih i: «Duâ ile
b u k a s rın (E v liy â) tâ rih in i didi, m ü b â re k e y lesû n m ev lâ b u âlî kasr-ı
âlâyı» sene 1064.

SULTAN SÜLEYMAN VE İKİNCİ SELİM DEVİRLERİNDE


MİMAR SİNAN AĞA TARAFINDAN YAPILAN
BÜYÜK SARAYLAR

F â tih ’in y a p tırd ığ ı (Y eni S a ra y ) A llah ’ın ta k d iri ile y an ıp , S ü ­


ley m a n H â n y e n id e n ta m ir e ttird i. B ayezid H â n ’ın y a p tırd ığ ı (G a­
la ta sa ra y ı) n ı d ah i S ü le y m a n H â n can lan d ırd ı. (Y eni K ap ı saray ı)
K a d ırg a lim an ın d a , (M ehm ed P a şa sa ra y ı) A yasofya’da, S u lta n S ü ­
le y m a n ’ın v e z iri (R ü stem P a şa sa ra y ı), (K oca A li P a şa sa ra y ı) A t-
m e y d a m n d a, (G üzel A h m ed P a şa sa ra y ı) k i so n ra d a n y e rin e S u lta n
A h m ed C âm ii y a p ılm ıştır. B u sa ra y ın m ey d a n ın d a çarşı ve p a z a r
d a h i v a rd ı. B ayezid câm i y a k ın ın d a (F e rh a d P a şa sa ra y ı), V efa m ey ­
d a n ın d a (P e rte v P a şa sa ra y ı), H isa r m ey d a n ın d a (K oca S in a n P a şa
s a ra y ı), K oca P a şa m ah a lle sin d e k i (Sofi - M ehm ed P a şa sa ra y ı), Ye-
n ib ah ç e y a k ın ın d a k i (M ehm ed A ğa saray ı.) K a ra K asım P a şa çeş­
m esi y a k ın ın d a k i (Ş â h H u b â n sa ra y ı). B u sa ra y la rın h epsi de M i­
m a r S in a n y ap ısı sa ra y la rd ır.

İSTANBUL’DAKİ TÜCCAR HANLARI


(H oca h a n ı) M ah m u d P a ş a ’dad ır. A cem se v d ag irle ri h ep bu h a n ­
d a k a lırla r. Y etm iş odalı sağlam b ir h a n d ır. (M ahm ud P a şa h a n ı) yüz
y irm i o cak tır. (K eleb eciler h a n ı) yü z o cak tır. B osna ve B e lg ra d ’m
zen g in tü c c a rla rı b u h a n d a k a lırla r. (P iri P a şa h an ı) H a lla ç la r için ­
d edir. S ek sen odalıdır. Y a p tıra n D ö rd ü n c ü M u ra d v e z irle rin d e n B a y ­
ra m P a ş a ’dır. B ü tü n e sir a lışv e rişle ri b u h a n d a y a p ılır. D ev lete a it
e s irle r için o d aları v a rd ır... (T a h ta lı h a n ): M a h m u d P a şa y a k ın ın ­
da, y e tm iş odalı b ir h a n d ır... M erd iv en li h a n : B u d a ö b ü rü gibidir.
(E ııg ü rü h a n ı), b ü tü n k u m a şç ıla r b u ra d a k a lırla r. Y üz odalıdır. (K i-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 24 ‫؟‬

lit h an ı) ik i y ü z odası v a rd ır. U zun ç a rşıd ad ır. (K ösem V alid e S u l­


ta n h a n ı) ; B u h a n ö nceden C e rra h M ehm ed P a ş a ’n ın s a ra y ı idi. Z a­
m a n geçip de y ık ılın c a K ösem V âlide S u lta n a ltlı ü stlü üçyü z odalı,
sağ lam b ir h a n y a p tırm ış tır ki İs ta n b u l’da M a h m u d P a şa h a n ı ile
b u n d a n b aşk a b ü y ü k h a n y o k tu r. B ir ta ra fın d a n d ö rt köşe göklere
y ü k se le n b ir k u lesi v a rd ır. D ev elik ve a h ırı b in a d e t a t ve k a tır alır.
O rta sın d a cam i v a rd ır. (K â ğ ıt h a n ı); M a h m u d P a şa h a n ı y a k ın ın ­
d ad ır. (K a tır h a n ı) T a h ta k a le y a k ın ın d a d ır. (B alk ap an ı) k ale gibi
b ü y ü k b ir h a n d ır. M ısırlı tü c c a rla r b u ra d a k a lırla r. (K e te h an ı, K ı­
n a h an ı, R ü ste m P a şa h an ı, E ski Y u su f P aşa h a n ı, Z in d a n K ap ısı h a ­
n ı); B u h a n la r T a h ta k a le e tra fın d a b ü y ü k ve ta ş ta n y a p ılm ış b in a ­
la rd ır.
C ivan K ap ıcıb aşı h an ı: U z u n ç a rşım n o rta sın d a k a la b a lık b ir h a n ­
d ır.
S u lta n D ö rd ü n cü M eh m ed ’in v ezir-i âzam i K a ra M u sta fa P a -
şa ’n ın y a p tırd ığ ı Y eni h ap : H oca P a şa y a k ın ın d a d ır. K ü ç ü k ise de
b in ası son d erece sağ lam d ır. S u lta n D ö rd ü n cü M ehm ed H â n ’ın v e ­
z iri K ö p rü lü M eh m ed P a ş a ’n ın y a p tırd ığ ı h a n : T a v u k p a z a n y a k ı­
n ın d ad ır. Y eni b ir h a n d ır. F a k a t sa ğ la m lık ta V âlide h a n ın a b en zer.
A ltlı ü stlü ik iy ü z y irm i odası v a rd ır.

İSTANBUL’DAKİ MİSAFİRHANE VE KERVAN SARAYLARI


E v v elâ T a v u k p a z a rın d a k i E lçi h an ı: B izans d ev rin d e h an im iş. ■
S o n ra 860 ta rih in d e İslâm ta rz ın d a y a p ılm ıştır. Y ek iy âl P a şa n ın h a y ­
ra tıd ır. F â tih S u lta n M ehm ed H â n k e rv a n sa ra y ı, B ayezid H â n k e r­
v a n sara y ı, B irin c i S elim H â n k e rv a n sa ra y ı, H asek i S u lta n k e rv a n ­
saray ı: Son üç k e rv a n sa ra y , M im a r S in a n y ap ısıd ır.
S u lta n A h m ed H â n k e rv a n sa ra y ı, K u y u c u la r k e rv a n sa ra y ı: A ya-
sofya y a k ın ın d a, k a rşı k a rşıy a ik i b ü y ü k h a n d ır. K oca M ehm ed P a ­
şa k e rv a n sa ra y ı: A tm ey d a n ı y a k ın ın d a d ır. K u rş u n lu M ey d an ı k e r­
v a n sa ra y ı, B ak lalı h a n k e rv a n sa ra y ı, A tp a z a rı h a n ı k e rv a n sa ra y ı,
S in a n P a şa k e rv a n sa ra y ı: M elek A h m ed P a şa ’n m s a ra y ı ta ra fın d a
olup, M im a r S in a n ’ın eserid ir. A tik Ali P a şa k e rv a n sa ra y ı: B itp aza-
rın a y a k ın d ır,

İSTANBUL’DAKİ BEKÂR ODALARI


B u b e k â rla rın a y rıc a o d ab aşıları, h âk im ve z â b itle ri v a rd ır. K e ­
fili o lan la rı o d a la ra k o y a rla r. E n b ü y ü k o d a la rı (Y olgeçen o d aları)
d ö rty ü z o d ad ır. A m a lü z u m u n d a eli silâh lı b in a d e t işe y a ra r y iğ it
ç ık a rır. M ercan o d aları: Sekiz odası v a rd ır. B u h a n ın da b aşk a hâ-
248 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

k im leri v a rd ır. B ir seferin d e S ü ley m an H â n y e n iç e rilere k ıza rak de­


d ile r ki:
« T erbiyeli olun! Y oksa sizi M ercan ç arşısın d a p ab u ccu b e k â r­
la rın a k ırd ırırım .»
B u söz p a b u c cu b e k â rla rın a ulaşınca, d e rh a l silâ h la n a ra k eli m uş-
talı, beli poşkalı k ırk b in n am lı, y a ra r y iğ it, «Allah, A llah!» d iy ere k
s a ra y d a n içe ri g ird iler. B ir de g ü lb a n k çek tiler. S u lta n S ü le y m a n
H â n o lan la rı d u y d u ve b u n la rın ile ri g elen lerin i h u z u ru n a çağ ırtıp :
«N edir şah b azlarım ?» d ed ik te, o n la r da: «D em in p âd işâh ım ız p ab u c ­
cu b e k â rla rın ı y e n iç e rileri k ırm a k için istem işsiniz. F e rm â n pâdişa-
h ım ızın d ır. İşte kaşla göz a ra sın d a k ırk b in y iğ it h a z ırd ır. E ğ e r sa­
b a h a k a la c a k o lu rsa seksen b in e çıkarız. F e rm â n b u y u ru n u z!» d e d ik ­
lerin d e, S ü ley m an H â n m e m n u n k a la rak :
«B enden n e d ilersen iz dileyin» deyince, o n la r da:
«P âdişâhım ! M alım ızın p â d işâ h p a z a rın d a fia tı b ilin m esi için, b ir
p ab u ç ve m e st y ü z ile ik iy ü z h esab ile satılsın» diye rica e ttile r. R i­
c a la rı k a b u l b u y ru ld u . H â lâ b u u su lle sa tılm a k ta d ır.
C eb eh ân e odaları: M ah m u d P a şa y a k ın ın d a d ır. P e rte v P a şa ve
H ilâlci o d aları: S ü le y m a n iy e ta ra fın d a d ır. K ırk a d e t b e k â r evi de
A tp a z a rm d a v a rd ır. K ırk ta n e de B ü y ü k K a ra m a n ’da b u lu n u r. G e­
d ik P a şa b e k â rh a n e si ve yedi aded A ra p la r b e k â rh a n e si, U n k a p a n ı
y a k ın ın d a d ırla r. D ah a b irço k b e k â rh a n e le ri v a rd ır. F a k a t b u n la rın
h e rb irin d e b ire r, ik işe r yü z a d a m v a rd ır ki, sarıca a rı g ib id irler.

İSTANBUL’DAKİ ESKİ SULTAN. VEZİRLER, VÜKELÂ,


ÂYÂN VE EŞRAF TARAFINDAN YAPTIRILAN
ÇEŞMELER İLE TARİHLERİ
B izan s d ev rin d e, İsta n b u l’da K ırk çeşm e’d en b aşk a a k a r su y o k ­
tu . Y a ğ m u r s u la n için y o lla r y a p ılır, İsta n b u l’da beş y e rd e k i s a r­
n ıç la r y a ğ m u r su y u n d a n ağ zın a k a d a r dolardı. D iğ er ü stü k a p a lı s a r­
n ıç la rd a d a k ırk çeşm e su y u n u b ü tü n kış d o ld u ru rla r, y azın da içe r­
lerd i. F a k a t F e tih te n sonra, F â tih S u lta n M ehm ed İs ta n b u l’da ikiyüz
a d e t çeşm e y a p tırm ıştır. B ayezid H â n y e tm iş adet, S ü le y m a n H â n
y ed iy ü z a d e t çeşm e y a p tırm ışla rd ır. V e z irler de S ü le y m a n H â n ’ın
y a p tırd ığ ı ^ e m e rle re b irço k gözler ilâv e e d e re k İsta n b u l h a lk ın ı y a n ­
g ın d an k o ru d u la r.
H a y d a r P a şa h a m a m ı y a k ın ın d a H a y d a r P a şa Çeşm esi, E d irn e -
k ap ı ile T opkapı a ra sın d a, h e n d e k k e n a rın d a B e y le rb e y i Ç eşm esi, Şe-
h id iki im â m r u h u için y a p ıla n Hz. H a şa n ile H z. H ü se y in (İm â-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 249

m ey n ) çeşm esinin ta rih i: «Iç H a şa n ile H ü se y in aşk ın a su» sene 841.


E y y ü b - E l E n sa rî’ye açılan k a le k a p ısın ın d ışın d ak i İsk e n d e r B ey
çeşm esinin t a r i h i :

S afây -ı ta b ’ile sâğî b u n u n tâ rih i itm a m ın


D edim b u lm u ş İsk e n d e r a y n ile âb-ı h a y v â tı

Ü çüncü M u rad Çeşm esi, E y y ü b -el E n sâ rî k a p ısın ın dışınd a, F a t ­


m a S u lta n y a lısın ın yola b a k a n şa h n işin in a ltın d a d ır. T a r i h i :

P â d işâ h a çok d u â la r ey ley ü b


N ûş id e n le r d iy e le r azb-i F ıra t
O ldu â sârı b u tâ rih -i azîm
A yn-ı âlî çeşm e-i S u lta n M urad
Soğuk Çeşm e: A lay K öşkü y a k ın ın d a d ır. T arih i:

D e d üşünce H â fız â tâ r ih o lu r
V ire ehl-i m eşre b e b u m a ’ h a y a t

K a ra M u sta fa P a şa Çeşm esi, tü rb e s in in y a n ın d a d ır. T arih i:

H am di-i dâi gö rü n ce didi b ir hoş tâ r ih


Ç eşm e-i M u stafa P a ş a d ır için âb-ı zü lâl

F a tm a S u lta n o ğ lu H aşan B ey çeşm esi: O k ç u la r başı y a n ın d a d ır.


T a rih i:

S e b ilin y a p tıla r H a k a n â b âb -ı ra h m e ti a çtı


K ılu b b u b ab d a r e ’yi H a şa n rü b -ı rev â n iy ç ü n

Y e n iç e rile r K e th ü d a sı S ü le y m a n A ğa Ç eşm esi: S a raç h a n e b aşı y a ­


k ın ın d a d ır. T a r i h i :
D edi (N isârî) k u lu şevkile tâ rih in
Ç eşm e-i âb-ı h a y a t âlem e oldu sebil
Ü çüncü M u ra d Ç eşm esi: E y ü b ta ra fın d a , F a tm a S u lta n s a ra y ı
b itişiğ in d ed ir. T a rih i:

D ü ştü b ir m ısrâ ’ b u âb-ı d ilk u şâ tâ rih in e


O ldu c â ri âb-ı P â k -i Ç eşm e-i S u lta n M u rad
A li P a şa Çeşm esi: S ü le y m a n H â n ’ın h ed iy esi olup K a ra g ü m rü k
y a k ın ın d a d ır. T a rih i:

R ev ân -ı ayn-i A li k e v s e r - b a d
250 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

K â tib H ü se y in A ğa Çeşm esi: A k sa ray ’da o ğ lan lar çeşm esi y a k ı­


n ın d a d ır. T arih i:
F ey z-i R a b b â n iy le ta r ih «Ab-ı K evser» d id iler

H acı M a n su r Ç eşm esi: A şık P a şa tü rb e si y a k ın ın d a d ır. T arih i:


T eşne d ille r d id ile r tâ rih in i
Ç eşm e-i a y n ü lh a y â l-ı canfezâ

K ösem V âlide Ç eşm esi: Y enikapı y a k ın ın d a d ır. İb ra h im P aşa


Çeşm esi: Ş eh zâd e câm iin e b itişik tir. T arihi:
H ü k m -i dâî didi itm â m ın a tâ rih in i
O ldu İb ra h im P a şa rü h u içü n sâil-i âb

A y n ı çeşm e için b aşk a b ir t a r i h :


H ik e m iy â sö y ler d eh â lü lesi tâ rih in i
İçin İb ra h im P a şa rü h u n a ey ley in du â

H aşan P a şa Ç eşm esi: C anbuladoğlu H ü sey in P a şa S a ra y ı y a k ı­


n ın d ad ır. B a b a m ın söylediği ta rih :
N ûş id û b zilli didi tâ rih in i
Ç eşm e-i c a n p erv e r-i m â-i zûlâl
S u lta n M ehm ed H â n y a k ın ın d a H a râ cî M u h id d in m escidi ö n ü n ­
d ek i çeşm enin ta rih id ir:
N â d iri â n ın ta m â m o ld u k ta tâ r ih in didi
Ç eşm e-i d ilcu y p âk-i bî-hedel ay n ü l h a y a t
M ah m u d P a şa Ç eşm esi: Y eni B ed e sta n y a k ın ın d a d ır. T arih i:
B ü lb ü lü g ö rd ü çü itm â m ın ı didi tâ rih
Y ab dı h a k y o lu n d a b u çeşm eyi M a h m u d P aşa

M esih P a şa Ç eşm esi: Ali P a şa çarşısı y a k ın ın d a d ır. T a r ih i:


H â tif-i K udsi dedi tâ rih i
M â-i sâfî çeşm e-i âb-ı h a y a t

B ozdoğan k em eri y a k ın ın d a k i çeşm enin ta r ih id ir :


H â tif-i gayb d u â ile dedi tâ rih in
Y â İlâhî ola b u çeşm e hem işe câri

H as O dabaşı H a şa n A ğ an ın Ç eşm esi: U n k a p a m ’n d a A ra b c ıla r


m ah a lle sin d e d ir. T a r i h i :
E v liy â b u âb-ı n â b ı n û ş id ü b tâ r ih dedi
B ir içim su m a ’ san a şad ola cân-ı H aşan
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 251

İs ta n b u l’da K e rb e lâ şe h id le rin in ru h la rı için y a p ıla n se b ille r ve


işlenm iş t a r i h l e r i :

M usa P a şa S ebili: A lay köşkü y a k ın ın d a d ır. T a r i h i :

H a k b u k im ayn-i sevâb oldu b u lillâ h sebil.

S u lta n B ayezid-i V elî S ebili T arih i:

N ûş id ü b azm î didi tâ rih in i


S elsebil olm uş reh -i H a k k ’a sebil.
K e n a n A ğa Sebili: B ü y ü k A yasofya’n ın kıble ta ra fın d a d ır. T a­
rih i:
H e r kim ç e k er zü lâlin i tâ rih in i h e m a n
D ir şâd-bâd cân-ı şe h îd â n be K erb elâ.

A yşe S u lta n Sebili: O k ç u la r b a şın d a d ır. T a rih i:

Z ehî âb-ı m u sa ffâ su n d u a tşâ n a didi sak a


S ebil-i P â k d ir m a ’ Â işe S u lta n cân iy çü n

S eb ilh ân e: Ç inili h a m a m y a k ın ın d a d ır. T a rih i:


R û h -u R esûl-ü E k rem içü n ey led im sebil
H a z in e d a rla rb a şı M u stafa A ğa Çeşm esi. B ü y ü k A yasofy a y a k ı­
n ın d ad ır. T arih i:
H e r h âzîn -i ağây-ı âlişân
M u stafa n â m o k â n -ı sıd k -u safâ
R âh -ı H a k k ’a k ılu b h a z în e a tâ
K ıld ı b u çeşm e-i lâ tifi b in â
D idi tâ rih in i «Fedâi» â n ın
S elsebil oldu b u b ih işt-i m e’vâ.
S ü slü S ebil: B ü y ü k A yasofya y a k ın ın d a d ır. T arih i:

G ö ricek «bülbülü» a k tığ ın ı b u âb-ı p â k ın bal


D idi tâ rih in i «A llah içün k e v se r sebil oldu»

E rd eb ili Sebili: B ü y ü k A yasofya y a k ın ın d a d ır. T a rih i:

«İnnâ a ’ta y n â k e ’l-kevser»


K a p ta n K öse A li P a şa Sebili: U n k a p a n ı d a h ilin d e d ir. T arih i:

V erin ce «Evliyâ» te şn e le re su
D id ile r tâ rih in i «yâ ganî Hû»
252 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

A b b as A ğa S ebili: B an isi D â rü ssaâd e a ğ a la rın d a n d ır. Lâleli, çeş­


m esi y a k ın ın d a d ır. T a rih i:

«Evliyâ» b u tâ r ih i didi cem il


 b-ı k e v se r H a k içü n oldu sebil.

A k sa ray y a k ın ın d a k i çeşm en in ta rih id ir:

«Ve sek aah iim R a b b e h ü m şa râ b e n tah û râ »

E b ü l-h a y r İb ra h im P a şa S ebili: Y a p tıra n , eski v e z irle rd en K öp-


rü lü z â d e n in k e th ü d â sıd ır. V efa m ey d a n ı y a k ın ın d a d ır. T arihi:

B u âb-ı b e rd in tâ rih in i d id i C em il
B u sebil H a k y o lu n a ay n -ı sevâb oldu.

Y em en F â tih i S in a n P a şa S ebili: S im k eşh ân e y a k ın ın d a d ır. T a­


rih i:
G ö rü b itm â m ın ı ol dem didi tâ rih in i tâ rih
S in a n P a şa ey led i M evlâ için câri.

GALATA. ÜSKÜDAR, EYÜB VE


İSTANBUL ŞEHRİNİN HAMAMLARI
A m m a ta b ’ım ızda, d o stla r a ra sın d a b ir la tife o lm ak üzere, b ü ­
tü n h a m a m la rı a y rı a y rı e sn afa d a ğ ıttık . H e r sın ıfa u y g u n h a m a m ­
la r v e rd ik . T em izlik M ü slü m a n la rın d in î v e c ib e le rin d e n olduğu için,
b u h a m a m la ra h e r g ü n A lla h ’ın M ü slü m a n k u lla rı g irip y ık a n ırla r.
İ s ta n b u l’d a esk id en k a lm a A z a b la r h a m am ı, T a h ta b h a m a m la rı v a r ­
dı. İs ta n b u l’d a O sm a n lıla r ta ra fın d a n ilk y a p ıla n h am am , F â tih ’in
y a p tırd ığ ı I r g a t h a m a m ıd ır ki, s a ra y h iz m e tç ile rin in y ık a n m a la rın a
m a h su stu . İk in ci h a m a m A z a b la r h a m a m ıd ır ki, H ristiy a n ta rz ı de­
ğ iştirile re k İslâ m â d â b m a u y g u n b ir şekle so k u lm u ştu r. S o n ra V efa
h a m am ı, E y ü b h a m a m ı y a p ılm ıştır. Ç u k u r h a m a m ise b u n d a n sonra
y a p tırılm ış tır. B u h a m a m la rın o n a rım m a s ra fla rı F â tih S u lta n M eh-
m ed H â n v a k ıfla rın d a n k a rşıla n ır.

H a m a m la rın F a k irin E y ü b h a m a m ı h a sta la ra , A yasofya ha-


(E v liy â Ç elebi) tev z iin e m am ı b ü y ü k şey h lere, S o fu la r ham am ı
g ö re b e y a n ı : so fu lara, A z a b la r h a m a m ı azab lara,
B o stan h a m a m ı b o sta n c ıla ra , C um a p a ­
z a rı h a m a m ı p a z arc ıla ra , Ç u k u r h a m a m ı m ü lh id le re, Ç inili h a m a m
n a k k a şla ra , K oca M ehm ed P a şa h a m a m ı y e n iç e rilere , I rg a t h am am ı
ırg a d la ra , C e rra h P a şa h a m a m ı h e k im le re , A k sa ray h a m a m ı sa ra y -
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 253

lıla ra , S ican lı h a m a m zencilere, S u lta n B ayezid h a m a m ı velîlere, A la­


ca h a m a m ı delilere, S ırt h a m a m ı h a m a lla ra, S u lta n S ü le y m a n h a ­
m am ı şa irle re, H a y d a r P a şa h a m a m ı d erv işlere, T a h ta k a le h a m a ­
m ı a ra b la ra , H asek i h a m a m ı h asek ilere, M a h m u d P a şa h a m a m ı tü c ­
c a rla ra , V alide h a m a m ı v â lid elere, A t M ey d an ı h a m a m ı sü v a rile re ,
M ü ftü h a m a m ı m ü ftü le re , G ed ik P a şa h a m a m ı z eâm et sah ih le rin e,
D âv u d P a şa h a m a m ı z ırh c ıla ra , H oca P a şa h a m a m ı h o calara, M olla
G ü râ n î h a m a m ı m o llalara, F e n e r k ap ısı h a m a m ı ru m la ra , B a la t h a ­
m am ı h an e n d ele re , L onca h a m a m ı S azen d elere, K a d ırg a lim an ı h a ­
m am ı gem icilere, K ü ç ü k A y aso fy a h a m a m ı im a m la ra , B a y ra m P a ­
şa h a m a m ı d îv â n ehline, M ehm ed A ğa h a m a m ı h a d ım la ra , L ü tfü P a
şa h a m a m ı cö m ertlere, Y en ib ah çe h a m a m ı b a h ç ıv a n la ra , E d irn e k a -
pısı h a m a m ı A rn a v u tla ra , Y en ik ap ı h a m a m ı M ev lev îlere, S iliv ri k a ­
p ısı h a m a m ı a tç ıla ra , N işancı P a şa h a m a m ı te rc ü m a n la ra , T a h ta b
h a m a m ı felçlilere, L a n g a h a m a m ı o tu ra k la ra , S a rı K ü rsi h a m a m ı
b ağ cılara, M acuncu h a m a m ı h â k im le re , A cem oğlanı h a m a m ı acem ­
lere, V ezn eciler h a m a m ı k a n ta rc ıla ra , P e r te v P a şa h a m a m ı şa tır-
cılâra, T a sv irli h a m a m ı tiy a tro c u la ra , K ü ç ü k A ğa h a m a m ı ağ a la ra ,
A rp a E m în i h a m a m ı a rp a c ıla ra , A v re tp a z a rı h a m a m ı k a d ın la ra , C u-
h u d k ap ısı h a m a m ı Y ah u d ilere, A h ırk a p ı h a m a m ı seyislere, K oca
M ehm ed P a şa h a m a m ı b u n a k la ra , Ş en g ü l h a m a m ı m a sk a ra la ra , D e­
niz h a m a m ı k a p ta n la ra , K oca M u sta fa P a şa h a m a m ı da ehl-i te v h i­
de v e rilm iştir.
İstanbul dışındaki hamamlar: Y en ik ap ı h a m a m ı m ev lev îlere,
O ta k ç ıla r h a m a m ı k a v a re z en le re , K em an k eş h a m a m ı a tıc ıla ra , Z âl
P a şa h am am ı kocalara, E y ü b y a k ın ın d a k i d e rb e d e rle re , K â ğ ıth a n e
h a m a m ı k âğ ıd eılara, S ü tlü c e h a m a m ı Ç obanlara, H ask ö y h a m a m ı
k ire m itçilere , P îri P a şa h a m a m ı ih tiy a rla ra , K asım P a şa h a m a m ı
p e h liv a n la ra , K u lak sız h a m a m ı sa ğ ırla ra, P iy â le P a şa h a m a m ı s a r­
h o şlara, E m ir H e k im b aşı h a m a m ı h ek im lere, T e rsâ n e h a m a m ı k a p ­
ta n la ra , A zap k ap ısı h a m a m ı A z a b ista n ’a, K a ra k ö y k a p ısı h a m a m ı
o rak ç ıla ra, K u le k a p ısı h a m a m ı kölelere, P a la n c ı h a m a m ı —T o p h a­
ne y a k ın ın d a d ır— y a la n c ıla ra , A li P a şa h a m a m ı —T o p h a n e ’de— to p ­
ç u la ra, K em âl h a m a m ı eskicilere, Ç a v u şlar h a m a m ı çav u şlara, Ç ıfıt
h a m a m ı Y a h u d ile re, B ey h a m a m ı —G a la ta sa ra y y a k ın ın d a — b e y ­
lere, B alyoz h a m a m ı —G a la ta sa ra y y a k ın ın d a — b aly o zlara, F ın d ık lı
h a m a m ı laz lara , B eşik taş h a m a m ı m asu m la ra, H a y re d d in h am am ı
h a y ır sah ip le rin e, Y a h y a E fendi h a m a m ı ta k v a sah ip le rin e, K u r u ­
çeşm e h a m a m ı n am az k ılm ay a n la ra , H isa r h a m a m ı H is a r’da o tu ra n ­
la ra , îs tin y e h a m a m ı dilencilere, T a ra b y a h a m a m ı içki içen lere, B ü -
254 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

y ü k d e re h a m a m ı b a lık ç ıla ra , S a rıy e r h a m a m ı âşık lara, K a v a k h a ­


m a m ı b içâ rele re , Y orm az k a le si-h a m a m ı p a p a sla ra , B eykoz h a m a m ı
K oz b ek çilerin e, A k b a b a h a m a m ı k u şç u la ra, A n a d o lu h isa rı h a m a m ı
se y y ah la ra , Ç engelköy h a m a m ı h ırsızla ra , K u zg u n c u k h a m a m ı zen­
cilere, E ski V âlide h a m a m ı yo lcu lara, O rta V âlide h a m a m ı k im se ­
sizlere, K ösem V âlide h a m a m ı köselere, A rsla n A ğa h am am ı a v c ı­
la ra , K asap b aşı h a m a m ı k asap lara, H acı P a şa h am am ı h acılara, T ü r-
b e d â r h a m a m ı m ez a rc ıla ra , K ad ık ö y h a m a m ı da b ağ c ılara ta h sis e ‫؛‬iı
m iştir.

İsta n b u l’u n b ir k ısm ı içerde, b ir kısm ı d a d ışa rd a olm ak üzere


y ü z elli b ir h a m a m ı v a rd ır. A m a h a k ir (E vliyâ) M ısır, H abeş, S u ­
d an ü lk e le rin d e d o laşırk e n İsta n b u l’da onyedi h a m a m d a h a y a p ıl­
m ış tır ki, görm edim . A m a b u say d ığ ım h a m a m la rın h ep sin i gezdim
v e gördüm . B u n la rın y a p ılış şe k ille rin i ve ta rih le rin i a y rı a y rı y a z a ­
cak o lu rsa k se y a h a tn â m e m iz uzar. B u h a m a m la rd a n sadece F â tih ’in
y a p tırd ığ ı Ç u k u r h a m a m son derece güzel ve sa n a tk â râ n e olduğu
gibi d iğ e r h a m a m la rd a n b ü y ü k tü r de. Y alnız o tu ra c a k k ısm ı beş-
b in kişi alır. Y üz on k u rn a lıd ır. İk iy e b ö lü n e re k y a rısı K eçecilere
v e rilm iştir. B u n d a n b ira z k ü ç ü k h am am , M ah m u d P a şa h a m am ıd ır.
O n d an s o n ra T a h ta k a le h am am ı, ond an so n ra S u lta n B ayezid h a m a ­
m ı, o n d a n so n ra K oca P a şa h a m a m ı gelir. F a k a t h ep sin d en güzel ve
a y d ın lık o lan h a m a m la r, H a y d a r P aşa, S ü le y m a n iy e , V âlide ve K ü ­
çü k H a v u z lu h a m a m la rıd ır. A yasofya, A bbas A ğa, T avâşı M ehm ed
A ğ a h a m a m la rı tem iz ve d ü zen li o ld u k la rı için, â y â n ve e şra f h a ­
m a m la rı o larak b ilin ir.

OSMANLI PADİŞAHLARININ HAMAMLARI

S u lta n D ö rd ü n cü M u ra d b u h a k iri (E v liy â) o k u tu p , y a k ın la rı


a ra s ın a ald ığ ın d an , b u P a d işa h a a it h a m a m la rı gördüm . D oğrusu, çok
gü zel h a m a m la rd ır. D ö rt ta ra fın d a özel h iz m e tç ile r için y ık a n m a
y e rle ri v a rd ır. O rta d a k i g ö rü lm ey e d e ğ e r h a m a m , P â d işâ h ın y ık a n ­
m a y e rid ir. K ö şelerin d e b irço k h a v u z ve fısk iy ele ri v a rd ır. Ş a d ır­
v a n la ra , k u m a la ra ta k ıla n b o ru la r ve t a s la n a ltın ve g ü m ü şten d ir.
B azı k u rn a y a a y n ı m u slu k ta n h e m soğuk ve h em de sıcak su ak ar.
D ö şem elerin in hepsi k ıy m e tli ta ş la rd a n y a p ılm ıştır. D u v a rla rın d a
m isk v e a n b e r kokar. K u b b e le rin d e k i b illû r ve n e c efle rin ışığ ın d an
h a m a m aydınlığa, b o ğ u lu r. D u v a rla rın d a b ir d am la b u h a r to p lan m az.
İn sa n a sıcak lık v erm ez. B azı h a lv e tle rin d e a ltın ve g ü m ü ş işlem eli
isk e m le leri v a rd ır. P e n c e re le ri doğu ta ra fın d a d ır. Çoğu Ü sk ü d a r ve
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 255

K ad ık ö y ’ü n e b ak ar. S o y u n m a y e ri k a p ısın ın sağı ç a lg ıcılara a y rıl­


m ıştır. Sol ta ra fı h azin e-i hassa k u b b esid ir. V elhâsıl, y e ry ü z ü n d e
böyle b ir h a m a m görm edim . M eğ er B itlis H â n ’ı A b d al H â n ’ın h a ­
m am ı ola vesselâm . B azı h a m a m la rın ta rih le ri...

F ın d ık lı h a m a m ın ın ta rih i:
G ö re n le rin ol m ak âm -ı d ilk ü şâ n ın dedi tâ r ih in
L eb-i d e ry â d a se y ra n eyle h a m a m ım m o llan ın .

T a v u k P a z a rı y a k ın ın d a k i Ü çü n cü M u rad h a m a m ın ın ta rih i:
G ö rü b itm â m ım sâi-i dâi dedi tâ rih in
Y ap ıld ı V âlide S u lta n h a m a m ı ş e rif oldu.

B u -ta rih in ü z e rin e «Ve in k ü n tü m cü n ü b en ...» â y e ti y azılm ıştır.


Ç arşam b a p a z a rın d a k i T av âşî M ehm ed A ğa h a m a m ın ın ta rih i:
«R ûşenâ m enzil ve ta h ir ham am ».

Y u k a rıd a sa y ıla n yü z elli b ir h a m a m d a n K ü ç ü k P a z a r’daki M eh­


m ed P a şa h am am ı h ariç, d iğ e rle rin in hepsi de ç ift ta ra flıd ır. S adece
b u h a m a m öğleye k a d a r k a d ın la ra , öğleden so n ra e rk e k le re aç ık tır.
B u d u ru m d a İs ta n b u l’daki h a m a m la r üç y ü z ik iy i b u lu r.
G erçi İsta n b u l gibi b ü y ü k b ir şeh ird e b u k a d a r h a m a m az gö­
rü n ü rs e de çoğu v e z irle rin , â y â n ın ve b ü y ü k le rin k o n a k la rın d a k i h u ­
susî h a m a m la rd a b u say ıd a d ah il edilecek olursa, h e p sin in to p lam ı
14536’yı b u lu r.

İSTANBUL’DAKİ MEZARLAR
İsta n b u l’da m ed fu n , F â tih S u lta n M ehm ed ile D ö rd ü n cü M eh ­
m ed a ra sın d ak i P â d işâ h la rın ve d iğ e r b ü y ü k le rin m e z a rla rı ü z e rin ­
deki ta r ih le r ve d iğ er m ü b â re k m ez a rla r:
tik m ezar, F â tih S u lta n M ehm ed G âzi’n in tü rb e s id ir ki, m ü b â ­
re k câm iin in m ih râ b ı önünde İrem b a ğ ın a b e n z e r b ir b a h ç en in için ­
de y ü k sek b ir k u b b ed ir. K e n d ile ri Ü sk ü d a r ta ra fın d a M altep e d e n i­
le n y e rd e v e fa t e tm işle rd ir. N âaşı İsta n b u l’a g e tirile re k y u k a rıd a adı
geçen tü rb e le rin e d efn ed ilm işlerd ir. V e fa t ta rih i:
Ö lm edi Ş e y h M ehm ed ib n M u rad
B elki bağ-ı cin ân e kıldı se y r
İşi h a y r olduğu iç ü n h a lk a
O ldu tâ r ih a n a «Duâ-i hayr»
M erhum , İsfe n d iy a r B eyin k ızın d an d ü n y a y a gelm işti. S a lta n a t
m ü d d e ti 31 sene, ö m rü 51 yıl, d o ğ u m u 834’d ü r. 847 ta rih in d e on üç
256 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

y a şın d a ik e n ilk defa ta h ta çık tı. İk in ci ta h ta çık ışları ise, 855 sen e­
sin d e 10 M u h a rre m P e rşe m b e g ü n ü E d irn e ’de o lm u ştu r. Y aşları 21
idi. İk in ci d efa ta h ta ç ık ışın ın ta r ih i (R a h m e te n R ab b eh u ) 855’dir.
U lem ây ı v e şa irle ri fazlasıy le sev en b ir P â d işâ h idi.
Fatih Sultan Mehmed zamanındaki şairler: Ş a ir Ş a k ir P aşa: B u r­
salIdır. K asid e y a z m a k ta e sk ile rin p irid ir. Ö lüm ta rih i, M ev lân a Ef-
lâ tu n z â d e n in ifadesiyle:
K ale rû h ü lk u d ü s fi tâ r ih a h u
İn n e filc e n n â ti m e ’v â ru h a n î
Ş a ir T u râ b i: K a sta m o n u lu d u r. F a k ir b ir ailed en d i ve İlâh î cez­
beye tu tu lm u ş b ir kim se idi. Îlâ h î ilh a m la rla inci gibi sözler sö y ler­
di. C âm î-i R ûm î, K a sta m o n u lu d u r. C em âli, K a ra m a n lıd ır. M olla
H am d i: K a sta m o n u lu olup, M olla L â tifî’n in ded esid ir. H a y d a r: S iv-
rih is a rlıd ır ve C em S u lta n ın k a ra g ü n d o stu d u r. H a rîrî: B u rsa lıd ır.
H afi: E d irn e lid ir. H alîlî: D iy a rb a k ırlıd ır. R û m a geldiği zam an, d ü n ­
y a y ı sü sle y e n b ir güzel im iş. D âî, K a sta m o n u lu d u r. D iğ er D âî: B u r­
salIdır. R esm î: B u rsa lı ve şa ir A h m ed P a şa n ın a rk a d a şla rm d a n d ır.
Z ey n eb H a tu n : K a sta m o n u lu d u r. D iv an sahibi, n a m u slu ve salih a
b ir k a d ın im iş. S ad i P aşa: S iv rih isa rlıd ır. C em S u lta n S a ’dîsi de­
m ek le m e şh u rd u r. Ş e h rî Ç elebi: K a sta m o n u lu d u r. C en d erecizâd en in
d ed esid ir. Ş ehdî: B a z ıla rı Ş eh id i diye y a z a rla r. S âfî: A sıl adı C ezri
K asım P a şa d ır. S u n ’î: B u rsa lıd ır. A d n î P aşa: F â tih ’in M ak b u l M ah-
m u d P a şa sıd ır. A şkî ve U lvî: B u rsa lıd ır. G ülşenî: S a ru h a n lıd ır. M ı­
s ır’da ölm üş ve o ra y a g ö m ü lm ü ştü r. B u G ülşenî, İb ra h im G ülşenî
h a z re tle ri değildir. K em al: B erg am alId ır. L âîlî: T o k atlı olduğu h a l­
de A cem de dolaşm ış ve d eğ erli ş iirle r y a z m ıştır. M elihi: T o k atlıd ır.
Ş a ir A h m ed P a şa n ın a rk a d a şla rm d a n d ır. Ç eşitli e se rle ri v a rd ır. M eh­
di: B u rsa lıd ır. H a z ır cevab ve ta tlı sözlü, u sta b ir şa ird ir. N işânî:
M ev lân â h a z re tle rin in so y u n d a n d ır ki, K a ra m â n î M ehm ed P a şa d ır.
U zun H a s a n ’a F a tih ta ra fın d a n y a z ılan m e k tu b u b u n la r y azm ıştır.
Ş u b ey t, o n u n hiç d ü şü n m e d e n söylediği b e y itle rd e n d ir:

F a z l eh li h a y li m u te b e r v e k â m ra n im iş
R ü şv e t yoğim iş anda, zam an ol zam an im iş.
N izâm î: K o n y alıd ır. S a lih le rd e n ve fa k ıh la rd a n V eliy ü d d in a d ın ­
d a b ir v â iz in o ğ ludur. N u ri: K a d ıla rd a n d ır. F a tih ’in oğlu C em Şâh:
âşık ân e b eliğ şiirle ri v a rd ır. K a rd e şi B ayezid-i V eli ile sa v a şa ra k
y e n ild ik te n so n ra kaçm ış ve M ısır, M ekke, M edine, Y em en, A d en ve
A v ru p a ’d a d o laştık ta n so n ra A v ru p a ’da ö lm ü ştü r. N âşı B u rsa ’y a ge ٠
EVLİYA ÇELEBİ SE VAHATNÂMESİ 257

tirilm iştir. A h m ed B îcan: Ş e y h Y azıcızâde M ehm ed E fe n d in in k a r ­


deşidir. E n v â r’ül A şık în adlı k ita b ın y a z arıd ır. Âşık, sâ d ık ve h a l
sah ib i e rle r ve p irle r im iş. Ş ey h K â tip S elâh ad d în : AnkaralIdır.
A stro n o m i ilm in d e F isag o r gibi idi. M ülhem e ve T â rim â m e ad lı ese­
rin y a z arıd ır. A llah h ep sin e ra h m e t eyîeye.

F a tih S u lta n M ehm ed z a m a n ın d a k i şey h ler: B a şta K u tu b la r K u t­


b u Ş ey h A kşem seddin h a z re tle ri: M ü b â re k isim leri M ehm ed bin
H am zad ır. Ş am ’da d o ğ m u şlard ır. H a z re ti E b û B e k ir n eslin d en d ir.
Ş ey h Ş a h a b ü d d in S ü h re v e rd i: H acı B ay ram -ı V elî’n in m eclisin d e
b u lu n m u ş, İsta n b u l’u n fe tih g ü n ü n ü ta y in e tm işle rd ir. İsta n b u l’u n
fe th in d e n sonra, A n ad o lu ’da T ü rb e li G ü n lü k ad lı k a sab a d a v e fa t e t­
m iştir. O ra d a ço cu k ları ile b ir a ra d a gö m ü lü d ü r. 66 sene y a şam ış­
tır. K ırk k ere z iy â re t e tm e k n asib o lm u ştu r. Z a m an ın d a K u tb d e re ­
cesine yükselm iş, y ü zlerce cild e se r y azm ıştır. T ıb ilm in d e ik in ci Lok-
m a n ’dır. A llah ra h m e t eyleye.

A kşem seddin oğlu Ş e y h S ad u llah : H a z ret-i Ş e y h in ço cu k ların ın


e n b ü y ü ğ ü d ü r. P e d e rle rin in v e fâ tm d a n so n ra o n u n y e rin e g eçerek
m ü rşid lik g ö rev in e b aşladı. 897 ta rih in d e v e fa t e tti. P e d e rle rin in y a ­
n ın d a g ö m ülüdür.
A k şem sed d in oğlu Ş e y h F azlu llah : İlâ h î ilim le rd e k i bilgisi d e­
rin d i. B in lerce h a lk ı irşâ d edib, b a b a la rın ın y e rin e geçti. 906 ta r i ­
h in d e v e fa t e tti ve p e d e rle rin in y a n ın a defnedildi.

A k şem sed d in oğlu N u ru lla h : B u da tem iz sü lâ le d en d ir. B u rsa ’da


ilim ta h sil ed erk en , k alem açtığ ı b ıçak k a rn ın a b a tm ış ve ö lü m ü n e
sebep o lm u ştu r. B u rsa ’da göm ülüdür.

A k şem sed d in oğlu Ş ey h E m ru lla h : B a b a sın ın y o lu n d a g itm e y e ­


rek , M ü te v e llilik le u ğ ra şm ıştır. S o n ra la rı N e k ris h a sta lığ ın a y a k a ­
la n a ra k v e fa t e tm iştir. B ab asın ın y a n ın d a göm ülüde ،. B irçok m u te ­
b er eseri v a rd ır.
A k şem sed d in oğlu Ş e y h N a sru lla h : İlim ö ğ ren m e k için A cem ü l­
kesine g itti ve o rad a öldü.
A kşem seddin oğlu Ş ey h M ehm ed N u rü lh ü d â: B u z â t A llah y o lu ­
na gönül v e re n le rd e n d ir. H a ttâ A kşem seddin h a z re tle ri d iğ e r çocuk­
la rın a , « N u rü lh ü d â ’n m celâlin d en sakınınız!» d e rle r im iş. N u rü lh ü ­
dâ h a z re tle ri câm ie g ird ik le rin d e c e m a a ta b a k a ra k , «Bu c e n n e tlik ­
tir, şu c e h en n e m lik tir» diye k eşif yolu ile seçerlerm iş. N ih a y e t, ba-
Evliya Çelebi I.JI. F : 17
258 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

b ası k en d isin e b a z a r yem eği y e d ire re k k e şifte n m e n e tm iştir. S a y ı­


sız k e râ m e tle ri g ö rü lm ü ş e r oğlu e rd ir. S u lta n M ah m u d H â n k e n d i­
sine «Evlek» ad lı k ö y ü m ü lk o lara k v e rm iştir. H a le n o rad a göm ü­
lü d ü r.
A k şem sed d in oğlu S am ed ü d d in : B u z â t a n a k a rn ın d a iken, b a ­
b a la n a n n e le rin in k a rn ın ı o k şay arak : «Bre b en im şair, m â h ir, âlim ,
fazıl, k â m il olacak oğlum !» d e r im iş. A lla h ’ın h ik m e ti, an a k a m ın ­
d a n 853 ta rih in d e d ü n y a y a geldi ve sekiz y a şın d a d iv a n sa h ib i ol­
du. «L eylâ ve M ecnun» ve «M anzum M evlûd» da o n u n d u r. «Y usuf
ile Z üleha»sı, in sa n ın yazabileceği b ir şey d eğ ild ir. B ü y ü k A yasof-
y a ’n ın k u b b esi o rta sın d a k i a ltın to p a ltın d a y a z m ışla rd ır ki, sanki
m u cized ir. A llah aşk ı ile do lu olan k im se le rin inci saçan sözleri t a ­
b iî böyle olur. Y üz y e tm iş cild eseri olan ve d ü n y â c a sev ilen b ir
z â ttır.
Ş e y h M eh m ed Z ey n ü d d in : Ş e y h M ehm ed H a m d ü d d in ’in sevgili
oğul 1a rı v e A k şem sed d in ’in to ru n u d u r. Z a m a n ın ın say ılı b ilg in lerin -
den d i. B ü tü n A ra b v e A cem b ilg in le ri o n a cevap v e rm e k te n aciz
id iler. S a n k i ik in ci b ir îm â m -ı Â zam , rak ib siz b ir ü stâ d ve çok b il­
g ili b ir inci id i ki, b ü tü n ilm le rd e k u v v e tin i o rta y a ko y ard ı. B ilh assa
güzel y a z ı y a z m a k ta ta m m a h a re ti v ard ı. Y a k u t m ü sta ’sam i şe k lin ­
de y a z a n b ir h a tt a t idi. F â tih C âm iin d ek i y a z ıla r b u z â tın k a le m in ­
d en çık m ıştır.
A k şem sed d in oğlu S a d u lla h oğlu Ş e y h A b d ü lk â d ir: B u d a A k ­
şem sed d in h a z re tle rin in h a lifesid ir. H a lk ta n u z a k y aşay an , ilim is­
tek lisi, iy i a h lâ k sa h ib i b ir z â t idi. A llah s ırrın ı ta k d is etsin.
Ş ey h A b d u rra h îm : A k şem sed d in ’in h alifesid ir. T a sa v v u f ilm i
h a k k ın d a y a z d ık ları, «V ahdetnâm e» ad lı e serleri çok güzel ve g ü v e ­
n ilir b ir k a y n a k tır.
S a rra f H ü se y in oğlu Ş e y h İb ra h im T e n n û rî: B u z â t da A kşem ­
sed d in h a z re tle rin in h a life le rin d e n d ir. S iv a s’ta doğm uş, so n ra d a n
A k şem sed d in ’in h iz m e tin e g irm iştir. K a b ri, K e sk in k a sab a sın d ad ır.

Ş e y h A b d u rra h îm : A k şem sed d in ’in h a lifesid ir. M u slih ü d d in A t-


ta r: H a lv e te g ire n seccade sa h ib i z a tla rd a n d ır. Ş e y h H a b ib K ara-
m an î: N iğ d e y a k ın ın d a O rta k ö y ’de a y gibi doğm uş, Ç a n k ırı y a k ın ın ­
d a K a ra c a la r k ö y ü n d e v e fa t e d e re k o ra d a g ö m ü lm ü ştü r. Ş ey h H acı
H am za: H a b ib K a ra m a n î’n in h alifesid ir. .M e z a rı A m asy a’da, M eh­
m ed P a şa îm a re tin d e d ir. E flâ tu n z â d e ’n in « tnne filc e n n â ti m e’vâ rü h â
hû» m ısraı, v e fa tın a ta r ih d ü şm ü ştü r. A llah h ep sin e ra h m e t eyleye.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 259

FATİH SULTAN MEHMED HÂN’IN OĞLU


SULTAN BAYEZİD VELİ NİN TÜRBESİ
T ra b zo n ’d a d o ğ m u ştu r. 918 (M. 1512) ta rih in d e E d irn e y a k ın ­
la rın d a k i H a v sa k a sab a sın d a v e fa t e tm iştir. M ü b â re k n â a şla rı İs ta n ­
b u l’a g e tirile re k , C âm iin m ih râ b ı ö n ü n d ek i tü rb e sin e defn ed ilm iş-
tir. H e r s ın ıfta n h a lk ın z iy â re t y e rid ir. O rh a n G âzi ve S u lta n M us­
ta fa gibi h â l sa h ib i b ir P â d işâ h tır. M ezarın ı z iy â re t ed en h a s ta la r
iyileşir. B irço k m e n k a b e le ri v a rd ır. B u n la r için d e şu m en k ab esi çok
g a rib tir:
S a lta n a tla rı z a m a n ın d a v e fa tın d a n y ed i sene ev v elin e k a d a r e t
y em em işlerd i. B ir g ü n canı p a ç a istedi. N efsi fazla zorladı. K en d isi
ise nefsi ile b ü y ü k b ir m ü cad eley e g irişe re k paça y em ed i. N ih a y e t
b ir sa h a n sirk e li ve sa rım sa k lı paça g e tirtip n efsin e h ita b e n : «Ey n e ­
fis! İşte iste d iğ in p a ç a geldi. İste rse n çık ye!» deyince, ağ zın d an h e ­
m e n gelinciğe b en zer, ik i gözü k ö r b ir m a h lû k çık ıp sa h an ın k e ­
n a rın a geçerek, k u d u rm u ş köpek gibi p aça su y u n u içm eye başlad ı.
K a rn ın ı d o y u rd u k ta n sonra, B ayezid-i V elî’n in h ırk a s ın a k o şarak
ağ zın d an içeri g irm e k istey in ce, eli ile ç a rp ıp y e re d ü şü rd ü . M ah ­
lû k y e rd e to rto p y a ta rk e n «Ş unu v u ru n !» diye b ağ ırd ı. M asadcıbaşı
geldiğinde o ra d a olan h izm etçi y e tişip a y a k a ltın d a ö ld ü rd ü le r. Z a m a ­
n ın Ş e y h ü lislâm ı «K âm il in sa n b u nefis ile m u azzezdir. N efis in sa n v ü ­
c u d u n u n b ir p a rç a sıd ır. B u n u k efe n ley ip göm m elidir» diye fe tv a v e r­
m esi ü z e rin e, k efe n ley ip k a la b a lık b ir c e m â a t ile n a m a z ın ı k ıld ık ­
ta n sonra, B ay ezid k u b b e si y a k ın ın d a k ü ç ü k b ir m e z a ra göm düler.
B u n u n için h a lk a ra sın d a, « S u ltan B ay ezid iki k ere öldü ve iki k ere
n a m azı kılındı» d erler.
E flâ k ve B o ğ d an M engili G ira y ile b irle şe re k K ili, A k k erm an ,
İsm ail, İb ra il, îsa k ç ı v e T a m a ro v a k a le le rin i zap ted ip , T u n a ’n ın b e ­
ri ta ra fın d a k i S ilistre , R usçuk, N iğbolu, V idin, F e th -ü l İslâm ta r a f ­
la rın ı h a ra c a kesti. A n ad o lu ’d a ise K ızılbaş A cem , K em ah , K o y u -
h isa r, N ik sar, A rp a ç u k u ru , S iv as ve T o k a t ta r a fla rın ı istilâ e tti, iy i
h u y lu , h e rk e sle hoş g eçin en b ir p â d işâ h idi. Ü ç yü z k ırk k a d a r k ale
fe th e ttirm iş v e d ö rty ü z h u tb e si o k u n m u ştu r.

Sultan Bayezid Velî devrindeki vezîr-i âzamlar: M ehm ed P aşa,


îs h a k P a şa , K a sım P a şa , D a v û d P a şa , H ız ırb e y oğlu M ehm ed bey,
F e n â ri A h m ed P a şa , H a lil P a şa oğ lu A li P a şa ve oğlu İb ra h im P aşa
—O sm an cık ’ta n b e ri sü lâlesi v e z iro ğ lu v e z ird ir—, H ad ım Ali P aşa,
İsk e n d e r P a şa , H e rse k A h m e d P aşa, H a d ım Y ak u p P aşa, İk in ci Da-
v u d P aşa, K oca M u sta fa P aşa, —Z in c irlise rv i’deki b ü y ü k câm i bu-
260 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

n ü n d ü r—, Y a h y a P a şa —Ü sküp şe h rin d e b ü y ü k b ir câm ii v a rd ır—,


K arag ö z P a şa , H a şa n P aşa, S in a n P a şa ve Y u n u s P a şa la rd ır.

B ay ezid H â n z a m a n ın d a k i N işan cılar: M ev lân â M u h yiddin, A h-


m ed Ç elebi. C en d erecizâd e A h m ed Ç elebi, L eysi Ç elebi, Z ağnos P a ­
şa oğlu Ali Ç elebi, Y eğenzâde H ü se y in Ç elebi, S araç ü d d e v le K asım
Ç elebi, P i r M eh m ed Ç elebi, K asım Ç elebi, S in a n Ç elebi, A h m ed Çe­
leb i —H in d ista n ’da m ü ra c â a t e d e re k R u m a geldi— , N acibey oğlu
C a’fe r Ç elebi — G üzel y azı y azar, h a tta td ır —.
B ayezid-i V elî z a m a n ın d a k i Ş ey h ü lislâm v e d iğ er âlim ler: İb ra ­
h im H aşan N ik sâ rî oğlu M ev lân â M ehm ed: Ş e y h V efa câm ii y a n ın ­
d ak i m e z a rlık ta g ö m ü lü d ü r. Y ak u b oğlu M ev lân â K asım H atib :
A m asy alId ır v e O ra d a g ö m ü lü d ü r. A liy ü d d in ü l P e k â n i, M üeyyed oğ­
lu A li o ğlu A b d u rra h m a n : A m asyalId ır. V e fa tın a ta rih :

K u l lillezî y e b te ğ î tâ rih -i rıh le te h û


N eclû l’ m ü ey y ed -i m e rh u m ve m e b ru m

S u lta n İk in ci B ayezid d e v rin d e k i şe y h le r: Ş ey h F a h rü d d in İs-


kilibî: Ş e y h Y av sı de d e rle r, A li K u şç u ’n u n d a m a d ıd ır. E b u ssu u d
h a z re tle rin in ded esid ir. İsk ilib ’de g ö m ü lü d ü r. 902 sen esin d e v e fa t e t­
m iştir. Ş e y h S e y id V elây et: İ s ta n b u l’da k e n d i m escidi içinde göm ü­
lü d ü r. 941 y ılın d a v e fa t e tm iştir. Ş e y h İb n i A râf: M ezarı M edine-i
M ü n e v v ere ’d ed ir. B a b a sı M ısır Ç erkeş b e y le rin d e n d ir. K en d isi de
itib a rlı b ir b e y iken, d ü n y a işle rin i te r k e d e re k y e tm iş y aşın d a S e­
y id A li’n in h izm e tin e g irm iştir. M ed in e’n in şid d etli sıc a k larin d a , y ir ­
m i g ü n d e b ir su içtiği d ü n y a c a m e şh u rd u r. Ş e y h S ey id A h m ed B u-
h â rî: Ş ey h İlâ h î h a z re tle ri ile S em âa şe h rin d e n k a lk ıp A n ad o lu ’ya
gelm iş v e Ş e y h V efa h a z re tle rin in so h b e tle rin d e b u lu n m u ştu r. E m ir
B u h â rî ad ı ile şö h re t b u lm u ştu r. Ö lüm ünde, S u lta n M eh m ed y a k ı­
n ın d a k i tek k e si ve câm ii y a n ın a g ö m ü lm ü ştü r. Ş e y h  bid Ç elebi:
İs ta n b u l’d ak i tek k e sin d e g ö m ü lü d ü r. Ş ey h L ü tfu lla h : Ü sk ü p lü d ü r.
M ezarı d a Ü sk ü p ’te d ir. Ş e y h B a b a Y usuf: B a y râ m iy e ta rîk a tm d a n -
d ır. M ezarı E y ü b ’ded ir.

B ay ezid H â n d e v rin d e k i şa irle r: Ş eh zâd e S u lta n Cem : B ayezid


H â n ’ın k ü ç ü k k a rd e şid ir. D iv an sa h ib i b ir â şık tır. A rab ca güzel e se r­
l e r i v a rd ır. Ş ehzâde K o rk u t H ân : S u lta n B a y e z id ’in o ğ ludur. B u şeh ­
zâde, Ş eh zâd e S elim ’d en b ü y ü k , Ş eh zâd e A h m e d ’d en k ü ç ü k tü r.

A fitâ b î: B u rsa lıd ır. E m îrî: A dı, S ey id M a h m u d ’d u r. Â şık ân e ııâ ’t-


la rı v a rd ır. N aşiri: A cem ü lk esin d e doğm uş, M olla C âm i ve M olla
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 261

G ü râ n î'n in ta v siy e le ri ü z e rin e A n a d o lu 'y a g elm iştir. F a rsç a ş iirle ri


ço k tu r. Ş u b e y t o n u n d u r:

 şık la rın ı â h o m esih â-d em ö ld ü rü r,


B u âdem o ld u r ki, m esih âdem o ld u ru r.

B u b e y t « înne m isle İsâ in d a lla h i kem isle âdem e» â y e ti k e rîm e ­


sine te lm ih tir. B eh iştî: A dı, S in a n ’dır. S ü le y m a n o ğ lu d u r. H a m ­
se adlı eseri v a rd ır. N âci: N işancı C a fe r Ç elebi’n in b ab asıd ır. M esa-
n î A n ad o lu lu d u r. H a z re ti Y u su f k a d a r güzel im iş. S a k a tla n ç ık ın ­
ca Y u su flu ğ u gitm iş, y aln ız S an îliğ i k alm ıştır. Ç âkerî: B ayezid H â n ’­
ın b e y le rin d e n d ir. C elîlî: B u rsa lı’dır. H aşan M uid: R u m to p ra ğ ın ­
d a n T ü rk ü lk esin e se y a h a t ile İ r a n ’a gitm iş, o rad a R a fız î’n in b iri,
s ü n n ıd ir diye h aksız y e re şeh id e tm iştir. R ed d ü l’acz a n is-sa d r t a r ­
zın d a âlim ân e ş iirle r y azm ıştır. H aki: Ü sk ü p lü d ü r. Ş iirle ri p ek g ü ­
zel değ ildir. Z ekâî: Ş ehzâde  le m şa h ’ın d iv an k â tib i idi. Z ihnî: B a­
yezid H â n Ş eh z â d ele rin d e n M ehm ed H â n ’ın K efe’de d iv a n k â tip li­
ğini y a p m ıştır. R âzi: Ü sk ü p lü d ü r. K oca H asan zâd e adı ile m e ş h u r­
dur. Ş iirle ri güzeldir. S eyfi: S in o p lu d u r. S ofya şe h rin d e h a y ır eser­
le ri v a rd ır. M ezarı da o rad ad ır. Şâm î: B ey lerd en d ir. Ş am lıd ır. F a k a t
u ğ u rsu z değildir. K en d isin e h a n g i iş v e rilirse zaferle n e tic e le n d irir.
A k ın la n h a k k ın d a k asid eleri ve sa n ’a tlı ta rih le ri v a rd ır. Ş ahidi: E d ir­
n elid ir. S u lta n C em ’in d e fte rd a rı im iş. Şevki: E d irn e ’de ih tiy a r b ir
k a d ın ın kölesi im iş. B ü tü n şiirle rin d e z a m ân m k ö tü lü ğ ü n d e n ve ih ­
tiy a r k a d ın d a n şik â y e t eder. S afaı: S in o p lu d u r. B ay ezid a d ın a y a ­
zılm ış b ir d iv an ı v a rd ır. L ik aaî: S ev ilen şiirle ri v a rd ır. S u n ’î: K as­
ta m o n u lu d u r. N ecati B ey in tale b e le rin d e n d ir. F ird e v si’n in şiirle rin e
n a z ire olabilecek derecede e serleri ve güzel k asid eleri v a rd ır. B ir
n a ’t sö y lem iştir ki, em sali y o k tu r. T arik i: V id in lid ir. Çok güzel b ir
d elik an lı ik en d ü n y a d a n göçm üştür. V id in ’de k ale y a n ın d a g ö m ü lü ­
d ü r. Z arifi: B o lu lu d u r. Çok g ü n le r geçirm iş b ir d ü n y a sey y ah ıd ır.
Ö m rî: A b d ü lk e rim o ğ ludur. S ülâlece ş a ir b ir a iled en d ir. A nd elîb î:
Ş ehzâde M ehm ed H â n ’ın h izm e tç ile rin d e n d ir. B ü lb ü l gibi sesiyle
k endi şiirle rin i o k u rm u ş. Ü stad b ir o k u y u cu d u r. A hdî: E d irn e lid ir,
şu s a tırla r o n u n d u r:

K a n d e v a rsa m sâye-i se rv ü b ü len d im v a r iken,


K im e k u l olsam sen in gibi efen d im v a r iken.

F ird ev sî: B u rsalıd ır. Üç y ü z altm ış ciltlik S ü le y m â n n â m e o n u n


eserid ir. E b u ’l-m e alî’ye b e n z er b ir şa ird ir. F ig a n î: K a ra m a n lıd ır. İs .
k e n d e rn â m e şiiri o n u n d u r. S o n ra id am e d ilm iştir. B u da m ah lasın -
262 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

d ak i g ay ın h a rfin in te sirid ir. Ç ü n k ü o n d an so n ra ik i F ig a n î d a h a


gelm iş, b iri a sıla ra k ö ld ü rü lm ü ş, d iğ eri ise d in siz d ir diye d erisi yü-
z ü lm ü ştü r. K a d iri: E d irn e lid ir. K an d î: S iro z lu d u r. K â tib i: B u rsa lI­
d ır. K eb îri: F lo rin a lıd ır. A m a F lo rili değildir. Y an i zengin değildir.
M esti: E d irn e lid ir. B ay g ın b a k ışla rı â şık la rı m este ttiğ in d e n , M esti
dem işler. M ah lasın ın te sirin d e n ken d isi de içk id en m e st o lm u ştu r,
îç k i â le m le rin e d a ir güzel şiirle ri v a rd ır. M ü n irî: A m asyalIdır. F a rs ­
ça ve T ü rk ç e b irçok şiirle ri v a rd ır. Ş ehzâde S u lta n A h m e d ’in hiz-
m etç ile rin d e n d ir. K asid e1e rin in h e r m ısraı, b ir m a tla ’ o lm ay a şay an
d en ecek k a d a r güzeldir. M ihrî: A m asy alı b ir k ızd ır. S an k i îm riil
K a y s’m k ızıd ır. S eçm e ve el değm em iş fik irle ri v a rd ır. H en ü z açıl­
m am ış b ir gül ik en c e n n e t b a ğ ın a g itm iştir. D iv an ı v a rd ır. F ık ıh ,
feraiz, h ay z ve n ifas h a k k ın d a m an z u m risa le le ri v a rd ır. N ecati B ey:
O d e v rin ş a irle rin in rak ib siz b aşı idi. K en d isi E d irn e ’de S a ilî adlı
ş a irin kölesi ve oğ u llu ğ u idi. A dı îs a ’dır. O k ve y a y h a k k ın d a b ir
beş b ey i ti v a rd ır ki, d o ğ ru su b e lâ g a t o k u n u arşa asm ıştır. 66 c ilt t u ­
ta n e serleri v a rd ır. M ezarı V efa y a k ın ın d a d ır. S eh î B ey: N ecati
B ey ’in d am ad ıd ır. A rk a d a şla rın ın d e d ik o d u la rın a göre, «Sehi B e y ’in
N e c a ti’n in k ızın ı a lm a k ta n m ak sad ı, N e c a ti’n in p e rişâ n e v ra k ın ı al­
m ak tır» sözü h â lâ d arb ım eseld ir. S eh î B ey’in şiirle ri g ü y a N e c a ti’yi
k u rta rm ış tır. Y ah u d da şiirle ri k u ru ik en N e c a ti’n in şiirle ri il‫ ؟‬k u r ­
tu lu ş y o lu n u b u lm u ştu r. N ecm î: C an ik lid ir. A stro n o m id en a n la m a ­
sı, ışıklı şiirle rin i d a h a da a y d ın la tm ıştır. N iyazi: Üç N iyazi v a rd ır.
A d ı geçen N iyazi, N ecati ile a y n ı a sırd a yaşam ış olup, G elib o lu lu ­
d u r. G ü zel şiirle ri v a rd ır. V aslî: A y d ın lıd ır. V asfî: S iro z lu d u r. H a-
şim î: î r a n ’m ile ri gelen a ile le rin d e n d ir. İ r a n ta rz ı şiirle ri çok güzel­
d ir. H ilâli: B u rsa lıd ır.

SULTAN BAYEZİD HAN’IN OĞLU BİRİNCİ


SULTAN SELİM HAN’IN TÜRBESİ
875 ta rih in d e T ra b zo n ’da d ü n y a y a gelm işlerd ir. P a d işâ h lığ ı se­
kiz sene k a d a rd ır. F a k a t sekiz yüz h u tb e si o k u ndu. O sm an o ğ u lları’n-
d a ilk H âd im -ü l H a re m e y n olan P â d işâ h tır. C ifr-i A li’de, «H azret-i
A li söyledi: L âb ü d d e m in S elim -i âl-i O sm an. Y e m lik u rru m v e ’l
A cem S ü m m e y e m lik û C ezîret-ül-A rab» inci sa ça n sözleri ile v a ­
sıfları zik red ilir. C a z ire t-ü l-A ra b ’d an m a k sa t M ısır’d ır. M ısır’a cezi­
re d en ir. Ç ü n k ü b a tı ta ra fın d a A riş ve A kdeniz, doğu ta ra fın d a S ü ­
vey ş d en izi v a rd ır. B u iki d en izin a ra sı ik i k o n ak lık çöldür. B u çölü
de H a z re ti İb ra h im K ra l T u tis z a m a n ın d a kesip ik i denizi b irle ş tir­
d iğ in d en , M ısır C ezire o lm u ştu r. O h a ld e «Süm m e y em ilk û C ezire-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 263

tü l A rab» dem ek, Selim , M ısır a d a sın a m âlik ola d e m e k tir G erçek te
de m âlik o lm u ştu r. Ş eh zâd eliğ in d e T rab zo n V âlisi iken, K em ah , T e r­
can, B a y b u rt ve d iğ er y e tm iş p a rç a k aley i fe th e tm iş *ve ta h ta çık ı­
şın ın b a şın d a Ş a h İsm ail ile Ç ıld ır sav aşım k a z a n a ra k A h ısk a ’y ı al­
m ıştır. Sekiz sen elik h ilâ fe ti sıra sın d a sekiz y ü z k ale alm ış v e en
son ald ığ ı y e r M ısır o lm u ştu r. H ilâ fe ti (P a d işâ h lığ ı) Ç o rlu ov asın d a
b a b a sın d a n zorla alm ış ve y in e Ç orlu o v asın d a 926 ta rih in d e v e fa t
e tm iştir. D oğrusu, y a p tığ ı sa v aşla rd a k ılıcın ı a rşa a sm ıştır. S a lta n a t
m ü d d e ti 8 sene, ö m rü 51 y ıld ır. N âşı İsta n b u l’a g e tirile re k , d fin iin in
m ih râ b ı ö n ü n d ek i c e n n e t bahçesi içine d e fn e d ilm iştir. T arih :
H e st tâ r ih tem y iz û râ
N u ru lla h u k a b re h u n û re n
B aşka b ir ta rih : «Ehli im a n ru h u için F âtih a» . B u tü rb e n in y a ­
n ın d a k i b a şk a b ir tü rb e içinde Ş ehzâde S u lta n M u rad , S u lta n M ah-
m u d , S u lta n S ü le y m a n oğlu A b d u llah H â n g ö m ü lü d ü rler. F a k a t S u l­
ta n S elim ’in m ü b a re k k â b irle rin d e k i h e y b e t h iç b ir P â d işâ h ın tü r b e ­
sinde y o k tu r. S elim i sa rığ ı ile sa n k i yedi b aşlı b ir e jd e r gibi p u su d a
h a z ır y a ta r. B u tü rb e d e fak ir, üç sene cuz’ o k u y u c u lu ğ u y a p tım . C â-
m iin d e de d e v irh â n ve n a ’th â n idim .
Sultan Selim devrindeki vezirler: T av âşî S in a n P aşa: M ısır’d a
 diliye sa v aşın d a T o m an b ay ve K e rte b a y ad lı Ç erkeş sav aşçıları, Si­
n a n P a şa 'y ı S elim H â n s a n a ra k şeh id e ttile r. M ısır’da Ş ey h B e k k â r
y a k ın ın d a g ö m ü lü d ü r. Y u su f P aşa: M ısır’a g id erk e n G azze y a k ın ın ­
da k atlo lu n m u ş, p a ra sı ile h em en orad a, b ir k ale v e b ir câm i y a p ­
tır ıla ra k için e g ö m ü lm ü ştü r. H a le n M ısır y o lu n d a H â n -ı Y u n u s d e­
n ile n b ir y e rd ir. H isâm P aşa: B u da M ısır y o lu n d a ö ld ü rü lm ü ştü r.
A h m ed P aşa: D u k a k in z âd e lerin b ü y ü k d ed esid ir. Ç ıld ır se fe rin d e n
dönüşte, A m asy a k ışlağ ın d a ö ld ü rü lm ü ştü r. İsk e n d e r P a şa : A zledi­
le re k id am ed ilm iştir. Z ey n el P aşa: G ene e y â le ti v e rile re k em ek li
ed ilm iştir. M ehm ed P aşa: H ocazâde ad ı ile m e ş h u r o lm u ştu . P ir
M ehm ed P aşa: K a ra m a n lıd ır. H a z re t-i E b u b e k ir so y u n d an d ır. U s­
ta c a yazılm ış şiirle ri v a rd ır. «Remzi» m ah la sı ile m ü k em m e l b ir dî­
v a n ı v a rd ır. M u sta fa P aşa: G ebze’deki câm ii y a p tırm ıştır. C âm ii,
çeşitli k ıy m e tli m e rm e r ile M ısır u s ta la rın a y a p tırm ıştır. M ısır’d an
azle d ild ik te n so n ra Ş am ’a v âli oldu. M ısır’da H â in A h m ed P a ş a ’y a
v erild iğ in d en , o da S ü le y m a n H â n z a m a n ın d a isy an e d ip h a in ad ın ı
a lm ıştır. M ak b u l İb ra h im P a şa ’n ın M ısır’a g e le rek A h m ed P a ş a ’y ı
a sm a k ü z e re yola ç ık tığ ı a sk e r ta ra fın d a n d u y u lu n ca , A h m ed P a ş a ’y ı
çıp lak o lara k h a m a m d a n ç ık a rıp Z u ra y le ’de a sm ışla rd ır, S o n ra îb -
264 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

ra h im P a ş a M ısır’a gelm iş ve h e r ta ra fı im a r e tm iştir. T arih i: «Âsaf-ı


s u lta n -ı âd il M ısır’ı âbad eyledi». S ene 931. T a rih te «B» h a rfi a tıl­
m ıştır. B ıy ık lı M ehm ed P aşa: K e m a h k alesin i feth e tm e si ü zerin e
S a d râz a m oldu. H em d em P aşa: İra n seferin e g id erk e n yolda idam
ed ilm iş ve E rz in c a n ’da g ö m ü lm ü ştü r.

Sultan Selim Hân devrindeki defterdarlar: D e fte rd a r A b d ü lv a-


h a b E fendi: A b d ü lk erim zâd ed ir. A bdüsselâm : Y a h u d id e n dönm edir.
H esap ilm in d e k i fazla bilgisi sebebiyle d e fte rd a r oldu. K adızâde
M eh m ed B ey: K ırım H ân ı M engili G iray H â n ’ın ricası ile nişancı
oldu. A li Y egâhî oğlu Y u su f Ç elebi: A srın d a b ir ta n e idi.

Sultan Selim zamanındaki bilginler: K em al P a şa oğlu S ü ley m an


oğlu M ev lân â Ş em sed d in A hm ed: K em al P aşazâd e adı ile a n ıla n b u
d e v rin in te k a d a m ın ın v a sıfla rın ı h a k k ıy le y azsak b ir c ilt tu ta r. Y al­
n ız y ü z k ırk c ilt t u ta n eserleri ve bilgince yazılm ış ta s a v v u f şiirle ri
v a rd ır. B ir m ah las alm am ası, k en d isin e m ah las o lm u ştu r. M ısır’ın
fe th i sıra sın d a R u m eli K azask eri o ld u ğundan, m ev lev iy etle M ısır
k e n d ile rin e ih sa n o lu n m u ştu r. M ısır V âlisi H a y re b a y ve G azâlî ile
M ısır’ın y azılm asın a m e m u r ed ilm iştir. B u y azm a sıra sın d a M ısır’da
g ökte uçan, y e rd e gezen, denizde y ü z e n le rin h e p sin in v a k ıf olduğu
v e P â d işâ h a b u v ilâ y e tte n z e rre k a d a r fay d a olm adığı m ey d a n a çı­
kınca, d u ru m S u lta n S elim ’e bild irild i. O da, « Z ararı yok. P iz e H â-
d im -ü l-h a re m ey n olm ak şerefi yeter» b u y u rm u şla rd ır. K em al P a ş a ­
zâde, M ısır m e v le v iy e tin d e n Ş ey h ü lislâm lığ a yükseldi. M ezarı E d ir-
n e k a p ı d ışın d ad ır. A li oğlu M ev lân â A b d u lh alim : K a stam o n u lu d u r.
S u lta n S elim H â n ’ın im am ı idi. Ş am ’da M u h y id d in -i A rab i y a k ın ın ­
d a g ö m ü lü d ü r. M evlânâ Y u su f oğlu A li oğlu M ehm ed Şah: F e n â ri
so y u n d a n d ır. S u lta n M ehm ed z a m a n ın d a d ü n y a y a g elm iştir. M ezarı
B u rs a ’d a Z e y n ile r c iv a rın d a d ır. Y u su f B âli oğlu A li oğlu M ev lân â
M ehm ed: B u da M olla F e n â ri so y u n d an d ır. M ezarı E y ü p c iv a rın ­
d ad ır. A lâ ü d d in C em ali oğlu M ev lân â M u h yiddin, M ev lân â Ş ah
M ehm ed: H acı H ü se y in Ç elebi adı ile b ilin ir. M ânâ âlem i ile m eş­
gul olan, h a ra m d a n çek in en b ir kim se idi. A b d u rra h m a n oğlu M ev­
lâ n â H ü sâm ü d d in , H alil oğlu M ev lân â M ü slihüddin: Ş ak aık -ı N u ’-
m an iy e adlı eserin y a z a rı T a şk ö p rü lü m e rh u m u n b ab asıd ır. H alil
oğlu M ev lân â K ıv â m ü d d in K asım : M ev lân â H ü sa m ü d d in ’in k a rd e ­
şid ir. H ız ır oğlu M ev lân â A bdül-V âsî: 945 ta rih in d e v e fa t e tm iş ve
M ekke-i M ü k e rre m e ’de to p ra ğ a v e rilm iştir. S eyid Y u su f oğlu M ev­
lân â A bdulaziz: B u n a  bid Ç elebi derler. M ev lân â P i r A hm ed: A y-
d m h d ır. H a tip K asım oğlu M ev lân â M u hyiddin: İlim denizi idi. M eh-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 265

m ed Ş a h oğlu M ehm ed oğlu M ev lân â Z ey n ü d d in : M olla F e n â rî e v .


lâd m d a n d ır. M ezarı Ş a m ’d a M en cü k ’ded ir. K em al oğlu M ev lân â Da-
vûd: K ocaelilidir. M ev lân â B e d re d d in M ahm ud: Â lim ve fâzıl b ir
z â t idi. M ev lân â Ü çbaş: A sıl adı N u rü d d in H a m z a ’d ır. E d irn e k a p ısı
için d e m escid ve m ed resesi v a rd ır. M ehm ed B erd aî oğlu M ev lân â
M ehm ed: M ezarı E d irn e k a p ı’d a d ır. M ah m u d oğlu M evlânâ Seydî:
M ücellidzâde adı ile b ilin ir. Y ak u p oğlu M evlânâ A hm ed: E cezâde-
lerd e n d ir. B u fa k irin a ta la rın d a n d ır. M evlânâ M ehm ed: M ezarı E d ir­
n e ’dedir. N u re d d in oğlu M ev lân â P ır A hm ed: L ey sîzâd elerd en d ir.
S u lta n S elim d ev ri kısa o ld u ğ u n d an , Ş e y h le r y in e B ayezid d ev ­
rin d e k i Ş e y h le r idi. B u sebeple yazılm adı.

S u lta n S elim H ân d e v rin d e k i şa irle r: A hi Çelebi: N iğ b o lu lu d u r


ki, asıl a d ın a B enli H aşan derler. G ü zellik te ve o lg u n lu k ta H a z ret-i
Y u su f’a benzerm iş. Y a n ağ ın d a b ir H aşim î b en ’i olduğu için, g ö ren
â şık la r ciğ er y a k a n b ir â h çekerlerm iş. A hi m ah la sın ı k u lla n m a sın a
sebep b u d u r. M ah lasın ın te sirin d e k a la ra k ö m rü n ü âh, v a h ile ge­
ç irm iştir. M ezarı K a ra fe riy e d e d ir. S ayısız eserleri v ar. F a k a t H ü sn -ü
dil adlı d iv a n ın ın b e n z eri y o k tu r. H ab ib î: îra n lıd ır. H ü zu rî: G elibo­
lu lu d u r. H alim i Ç elebi: S elim H â n ’ın Ş ehzâdeliği sıra sın d a b e ra b e r
b u lu n u rm u ş. S o n ra la rı Ç ıld ır ve M ısır fe th in e iş tira k e tm iştir. K a s­
tam o n u lu d u r. G üzel şiirle ri v a rd ır. M ezarı Ş am ’dad ır. H alim i: İ r a n ’­
d an g elerek Ş a m ’da H alim i L û g a tı’nı y a z m ıştır. O ra d a ,v e fa t e tm iştir.
R evânî: E d irn e ’de d o ğ m u ştu r. A dı Ş û ca’d ır. K ırk çeşm e y a k ın ın ­
da m escid in in bahçesinde, yola b a k a n tü rb e içinde g ö m ülüd ü r. V e­
fa t ta rih i:
îşid ü b ru h -u k u d sı dedi tâ r ih
C a n a n d a n y a n a azm etti- R evânî.
S ûcûdî: R u m elin d e K a lk a n d ele n k a sab asın d an d ır. P iri P a ş a ’n ın
a d a m la rın d a n d ır. S û rû rî: D o ğuludur. F a k a t doğum ta rih i ve y e ri
belli değildir. 951’de v e fa t e tti. Şem sî: B u rsalId ır. S ebâî: E d irn e li­
dir. A ru z ilm in d e bilgisi fazla idi. S aniî B ey: İsk e n d e r P aşazâd e ve
asıl adı M u sta fa B eydir. T ra b lu sşa m v aliliğ i y a p m ıştır. G üzel ş iir­
le ri v a rd ır. T aliî: K a sta m o n u lu d u r. Ş â irlik te N e c a ti’ye ben zer. F a ­
kiri: R u m elilid ir. Ş iirle ri b asılm ıştır. A sıl ü n ü d ü şü n m e d e n ş iir söy-
lem esin d en d ir. N eşri: G e rm iy a n lıd ır. F a k a t B u rsa ’da y e tişm şitir. Os­
m anlI h a n e d a n ın a b ir ta r ih yazm ış, son d erece ışık tu tm u ş tu r. Ş iir­
leri güzeldir. N ihalî: B u rsa lıd ır. Ş iiri:
H a m a m a g ird i n az ile b ir sim -ten güzel
Ş u şöyle diyecek y eri yok cü m le te n güzel.
266 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

N ih alî: A rn a v u tlu k İsk e n d e riy e sin d e n d ir. îşk o d ra lıd ır.


O’n u n b ir n a z m ı :
L â le le r ç ık tı kızıl tâciy le şâ h île r gibi
Ç aldı sevsen tiğ in i su n n î siy a h ile r gibi
R a fız îd ir lâle tâ c ın b âd e b ir Y a ra b b u
Y âsem en ler H a k k ’a yüz tu tm u ş İlâ h île r gibi
E y N ih âlî ç a r y â n sev M u h am m ed aşk ın a
B ây ezid î-m eşreb ol, olm a te b â h île r gibi.
SULTAN SÜLEYMAN HAN IN NURLU TÜRBESİ VE
ÖLÜM TARİHİ
Doğumları: 900 (M. 1495) ta rih in d e T ra b zo n ’da ،d o ğ m u şlard ır.
S u lta n S elim ’in b u n d a n b aşk a oğlu o lm am ıştır. B in y ılı b aşın d a, y a ­
n i 900 sen esi ev v elin d e d ü n y a y a geld iğinden. «İnnallahe yeb sasû li-
h â z ih il’u m m e tib ire ’si k ü llü m ü e y y e tin m in y ü ce d d ed in leh a...» H â-
disi şe rifin e u y g u n d ü şm ü ş ve k ırk sek iz sene p â d işa h lık y a p a ra k y e ­
d i ik lim d e n geniş ü lk e le r feth e y le m iştir. O nsekiz p a d işa h ı v erg iy e
b a ğ la m ıştır, ilk seferin d e T u n a .B e lg ra d ’ı, ik in ci seferin d e ise R odos’u
a lm ıştır. Son seferi olan S ig e tv a r seferin d e, 974 ta rih in d e se fe r a y ı­
n ın y irm i ik isin d e gece sa a t dokuz su la rın d a , g a lib iy e t dolu r u h la rı
«îrcii ilâ R ab b ik e ra d iy e te n m er^iy y e» İlahî e m rin e u y m u ştu r. So-
kollu, n â a şın ı gizli b ir y e rd e k a rn ın ın için i te m iz le tip iç u z u v la rım
S ig e tv a r’d a «T ürbekale» d en ilen y ü k sek b ir y e rd e a ltın leğ en içine
k o y a ra k g ö m dürdü. V e o ray a tü rb e , k ale ve tek k e y a p tıla r. S o n ra
S ü le y m a n H a n ’ın cesedini, m isk, a n b e r ve tu z ile b ir güzel sa la m u ra
m u m y a y a p ıp gizlediler. P a d işa h ın ö ld ü ğ ü n d en k im se n in h a b e ri ol­
m ad ı. O c e su r v e z irin te d b iri ile S ig e tv a r kalesi feth ed ild i. B u y ü z­
den, S ig e tv a r’ı «S üleym an H a n ’ın ölüsü alm ıştır» d erler.
ik in c i S elim S ig e tv a r a ltın a ç a ğ ırıld ık ta n sonra, S ü le y m a n H a n ’­
ın ö ld ü ğ ü ilâ n o lu n d u ve b ü tü n a sk er k e n d isin e b ia t e tti. S o n ra S ü ­
ley m a n H a n ’ın n âaşın ı sa rıp sa rm a la y a ra k İsta n b u l’a n a k le ttile r. K e n ­
di ca m iin in m ih ra b ın ın ö n ü n d ek i c e n n ete b en zey en bağ, bostan, g ü ­
lis ta n için d ek i y ü k se k tü rb e sin e göm üldü. M ü b a re k başı ü zerin d ek i
S ü le y m a n î sa rığ ı m ü c e v h e rle rle sü slü d ü r, n u rlu b ir m ez a rı v a rd ır.
48 sen e p a d işa h lık y a p m ıştır. Y ap tığ ı b ü tü n h a y ırlı işler, fe th e ttiğ i
y e rle r, v e z irle ri, v e k ille ri, u lem â v e şe y h le ri y u k a rıd a y azılm ıştır.
F a k a t m ü b a re k k a b ri y a k ın ın d a k i tü rb e le rd e şeh zad eleri m ed fu n d u r.
A llah h ep sin e ra h m e t eyleye.
Süleyman Han oğlu Şehzade Mehmed’in Türbesi: B u, S ü le y m a n
H a n ’ın Ş eh zad e M u sta fa H a n ’d an so n ra olan e n sevgili şehzadesi idi.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S Î 267

Çok zekî, çab u k an lay ışlı, akıllı, bilgili, te d b irli b ir genç idi. H a ttâ
S ü le y m a n H a n ih tiy a rla y ıp N ik ris h a sta lığ ın a y a k a la n d ığ ı zam an
o n u ölm eden k e n d isin e v e lia h d e tm e k n iy e tin d e ik en —E l-ab d ü y ü-
d e b b ir v a lla h u y a k d iri: K u l te d b ir alır, A llah ta k d ir e d e r— yol k e ­
sen ecel M anisa şe h rin d e şeh za d e n in y o lu n u k e sere k ö m ü r k a d e h i­
ni k ırdı. N âaşın ı İs ta n b u l’a n a k le d e re k Ş eh zad e C am ii m ih ra b ı ö n ü n ­
deki tü rb e sin e göm düler. S ü le y m a n H a n çok sevdiği için, h e r ziy a­
re tin e g idişinde b ire r kese k o k u lu filo ri sa d ak a d a ğ ıtırd ı. M ahlası
M u h ib b i olan S ü le y m a n H a n ’ın sözü ile ölüm ta rih i:

M erk ad -ı S u lta n M ehm ed b âd F ird e v s-i ebed (sene 950)

B aşk a b ir ta rih , y in e S ü le y m a n H a n ’ın:

Ş e h z a d ele r güzidesi S u lta n M ehm edim . (S en e 950).

Ş ehzade Sultan Cihangir Türbesi: M erh u m , d aim a b ab ası âlem


p a d işa h ı ile in er, b in er, a v a ve sefere çık ard ı. N ah c iv an se fe rin e g i­
d e rk e n , H aleb k ışlağ ın d a v e fa t e tti. C ih a n g ir v ü c u d u İsta n b u l’a ge­
tirile re k Ş ehzade C am iin d e d ü n y a köşküne göm üldü. C ih a n g ir ik en
to p ra k a ltın a girdi. V e fa t ta rih i:

F ird e v s ide m ak âm -ı C ih a n g iri ol çelil (sene 960).

İKİNCİ SULTAN SELİM’İN TÜRBESİ,


İMAR ESERLERİ, ÖMÜRLERİ VE
SALTANAT MÜDDETLERİ
939 ta rih in d e doğdu. M anisa V alisi ik en b a b a sı S ü le y m a n H a n ’­
ın S ig e tv a r’da ö ld ü ğ ü h a b e rin i işitin ce, s ü ra tle S ig e tv a r a ltın d a k i
İslâm o rd u su n a y e tişe re k b a b a sın ın y e rin e p a d işa h oldu. T a h ta çı­
k ışın a ta r ih tir:

Ş eh S elim old u e m ir-e l-m ü ’m in (sene 974).

O ra d a n İsta n b u l’a d ö n e rk e n E d irn e ’ye u ğ ra d ı ve o ra d a b ir cam i


in şasın a b a şla ttı. S o n ra İs ta n b u l’a g e le rek m e m le k e tin h e r ta ra fın a
m u azzam k u m a n d a n la r gönderdi. K ıb rıs a d a sın ı d en izd en ve k a ra ­
d an k u şa tıp aldığı gibi d a h a b irç o k k a le le r de fe th e tm iş tir ki y u ­
k a rıd a y azılm ıştır. S a lta n a t m ü d d e tle ri k ısa o ld u ğ u n d an v ezirler, v e ­
k iller, şe y h le r ve şâ irle rin hepsi b ab ası d e v rin d e o lan la rd ır. T e k ra ra
h a c e t y o k tu r.
C em m eşreb , h a lim selim , b ü y ü k b ir p a d işa h idi. B u da dedesi
S elim H a n gibi S elim idi. N ih a y e t ö b ü r d ü n y a y a g itm ey e n iy e t edip,
268 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

tu ğ ve alem in i E d irn e ta ra fın a gönderdi. S o n ra, o rad a tam a m la n m ış


o lan cam ii şe rifin in ilk cum a n am azın ı k ılm a k için yola çıktı. Ç or­
lu ’y a v a rın c a k e n d ile rin e b ir sancı m u sa lla t oldu. H e k im le r te d a v i­
d en âciz k ald ılar. N ih a y e t 983 senesi Ş a b a n a y ın ın onsekizinde cu­
m a g ü n ü ö b ü r d ü n y a y a göç e tti. M ü b a re k n a a şım İs ta n b u l’da B ü y ü k
A yasofya a v lu su n d a k i ay d ın lık tü rb e sin e göm düler. S a lta n a t m ü d ­
d e ti 9 sen ed ir. V e fa t ta rih i:

H âlif-i k u d sî dedi ta rih in i


T ü rb e -i S u lta n S elim p â k dey in

N u r dolu tü rb e le rin in k apısı ü stü n e K a ra h isa rî ta rz ı ile şu â y e ti


k e rim e y a z ılm ıştır: «İllâ m en a tâ A llah ’a b ik alb in Selim ». B u ây eti
k e rim e san k i o n la r için n âzil o lm u ştu . T a rih d e ilk defa İsta n b u l’da
v e fa t ed en p ad işah , b u II. S elim ’d ir diye y azılm ış ise de y a n lıştır.
Ç ü n k ü b ab am ız II. S elim ile b e ra b e r E d irn e ’ye g itm ey e m e m u r olup
cen azesin d e b u lu n d u k la rın ı a n la tırla rd ı. İk i S elim de Ç orlu’da v e fa t
e tti. İk isin in de h ilâ fe t m ü d d e tle ri k ısad ır. Sekiz ile dokuz y ıl a ra ­
sın d ad ır. D em ek o lu y o r ki, II. S elim h a z re tle rin in Ç o rlu ’da v e fa t e t­
tik le ri m u h a k k a k ve sâ b ittir.

Merhum İkinci Sultan Ş eh zad e M u ra d H an , b a b a la rın ın y eri-


Selim Han’ın Şehzadeleri- ne O sm anlı ta h tın d a m ü sta k il p ad işah
nin Türbeleri: o lm u ştu r. B a b a la n y a n ın d a göm ülü şe h ­
z a d ele r şu n la rd ır: S u lta n M u stafa (M u­
ra d H a n ’ın k ü ç ü ğ ü d ü r), O sm an H an , S ü le y m a n H an , A li H a n ve di­
ğ e r iki şeh zad e d a h a v a rsa da isim le rin i b ilm iy o ru z. T ü rb e d â rla rın -
d a n so rd u m ise de o n la r da b ilm iy o rlar. T ü rb e için d e o k a d a r şeh ­
zade ve k e rim e s u lta n la r g ö m ü lü d ü r ki, say m ak m ü m k ü n değildir.
H ep a ltın k em erli, taçlı, o tağ lı şeh zad elerd ir.

İKİNCİ SELİM İN OĞLU ÜÇÜNCÜ MURAD IN TÜRBESİ


İlk o lara k doğum ta rih le ri «küllü sâbit» sözüdür. B aşka b ir ta ­
rih «K üllü b e şa re tü n h a y rû n -n eseb » dir. 953 senesi (M. 1546) Ce-
m ad iy e le v v e lin in beşinci g ü n ü n d e d o ğ m u şlard ır. T a h ta çıkışları, 982
(M. 1574) R am azan -ı Ş e rifin in sekizinci çarşam b a g ü n ü n d e olm uş­
tu r. B a b a la rı S elim H an , k a rd e şi Ş ehzade B ayezid H a n ile K onya
o v asın d a cenk ed erk en , b u M u ra d H a n d a h a on iki y a şın d a olup K o n ­
y a K a le sin in b u rç la rı ü z e rin d e b a b a sı ile am casın ın çok acıklı sav a­
şım s e y re tm iştir. S elim H a n k ard eşi B ayezid’i yenince, g a n im e t m a ­
lı ile b u M u rad H a n ’ı —g a y e t c e su r b ir şehzâde o ld u ğ u n d an — dede-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S I 269

si S ü le y m a n H a n ’a gönderm iş. U zun süre, dedesi S ü le y m a n H a n ’ın


y ü z ü n ü se y re tm iş. S o n ra, S ü le y m a n H a n k en d isin e M an isa S a n c a ­
ğ ım h ed iy e e tti. B ilâh a re b ab ası S elim H a n ’ın y e rin e p ad işah oldu.
Y üzlerce y e r fe th e tti. N itek im y u k a rıd a geçti. B izzat k e n d ile ri h iç­
b ir sefere g itm ed iler. F a k a t d ö rt b ir y a n a b ü y ü k k u m a n d a n la r gön­
d erd iler. V e fe tih le re g a y re t e ttile r. S o n u n d a 1003 ta rih in d e , d ü n ­
y a s a lta n a tın ı te r k e d e re k ebedî âlem de k a r a r kıldı. M ü b a re k m e­
z a rla rı B ü y ü k A yasofya b ah çesin d e a y rı b ir tü rb e d e olup, h ü rm e te
lâ y ık e v lâ d la rı ile b irlik te g öm ülüdür.
İsta n b u l’d a n d ışa rı ç ık m ay an ve o rad a v e fa t eden ilk p ad işah
b u d u r. G üzel a h lâ k ı ve h a y ırlı eserleri ile m e şh u r b ir p a d işa h tır.
S a lta n a t m ü d d e ti 21, ö m ü rle ri ise 50 y ıld ır. V e fa t ta rih i: «Şah-ı ci­
h a n oldu b in ü ç te fevt.»
Ş erefli e v lâ tla rı: C im âa çok d ü şk ü n , zev k ve şevk sah ib i b ir h ü n ­
k â r old u ğ u için, d ü n y a y a gelen e rk e k ve kız ço cu k ları p e k fazladır.
B ü tü n ç o c u k la rın ın say ısın ın ü çyüz y irm ia ltı olduğu, sözüne in a n ı­
lır k im se le rd en işitilm iştir. B ir gecede elli beşik sallan ıp d a d ıla rın
h izm e t e ttik le ri k a tid ir. M u h te re m k ız la rın d a n İb ra h im P a şa A yşe
S u lta n ı, H a lil P a şa F a tm a S u lta n ı ve F a tm a S u lta n d a n başka, y ir-
m ia ltı ta n e k alm ıştı. H alen , M u ra d H â n ’ın tü rb e si k ü çü k lü , b ü y ü k lü
dolu olup, cüm lesi n u ra g ö m ü lm ü şlerd ir. A llah h ep sin e ra h m e t ey-
leye.

ÜÇÜNCÜ MURAD IN OĞLU SULTAN


ÜÇÜNCÜ MEHMED’İN TÜRBELERİ
974 ta rih in d e M anisa’da d ü n y a y a g elm işlerd ir. T a h ta çık ışları 13
C em ad iy elev v el 1003’tü r. F e th e ttiğ i y e rle r ve z a m a n ın ın v ezirleri,
ülem ası, sâlih leri, şe y h le ri y u k a rıd a y azılm ıştır. T a h ta ç ık ışla rın a ta ­
rih : «Cülus e tti b u g ü n S u lta n M ehm ed a d lü dâd ile.» Son seferi E ğ ­
r i se fe rid ir ki, H a z re ti  d em ’in d ü n y a y a g elişinden b e ri m ey d a n a
g elen yedi b ü y ü k sa v aşta n b iri de b u sav aştır. B u m u h a re b e o k a d a r
şid d e tli o lm u ştu r ki, y ed iy ü z b in k â fir âl-i O sm an’ın k ılıcın ın d işle­
rin d e n g eçm iştir.
N u rlu k â b irleri, A y aso fy a’n ın D iv an y o lu ’na b a k a n köşesinde b a ş­
ta n b a ş a bey az h a m m e rm e rd e n y ap ılm ış y ü k se k b ir tü rb e için d e gö­
m ü lü d ü r. M ü b a re k m e z a rı son d erece sü slü d ü r. S a lta n a t m ü d d eti 9
sene, ö m rü ise 38 y ıld ır. V e fa t ta rih i:

A zm -î F ird e v s ittiğ in e A zm iya ta rih d ir.


O k u y u n S u lta n M ehm ed ru h iy ç ü n F â tih a .
270 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

D iğ er b ir ta rih :
G ö rü p h ü k m i b in ası iç ü n ta r ih in dedi
F ird e v s old u m e rk a d i S u lta n M eh m ed ’in
B u ta rih le r, n u rlu tü rb e le rin in caddeye b a k a n p e n c e re le rin in
ü z e rin e K a ra h is a rî ta rz ı a ltın y azı ile y a z ılm ıştır. T ü rb e si h â lâ ziy a ­
r e t o lu n u r.
S u lta n M eh m ed ’in Ş e h z a d ele rin d e n ilki, şeh id S u lta n M ah m u d
H a n ’d ır. Çok ç a lışk an b ir şehzade idi. Ş e h id o ldular.
Ş eh zad e S u lta n S elim H an : S u lta n M eh m ed H a n ’ın ta h ta çıkı­
şın d a n s o n ra v e fa t e tm iştir. Ş eh zad e C ih an g ir: B u d a h i b ab ası h a ­
y a tta ik e n d ü n y a y a v e d a e tti. V e fa t ta rih i: «F ird ev s id e m ak âm -ı
C ih a n g ir’i ol çelil.» sene 960. S ü le y m a n H a n o ğ ludur.
Ş eh zad e S u lta n A h m ed H an : M an isa’da d o ğ m u ştu r. O sm anlı ta h ­
tın a ç ık tık la rın d a d ö rt y a şın d a id iler. Ş eh zad e M u sta fa H an : îk i ke­
re p a d işa h o lm u ştu r.

SULTAN MEHMED HAN OĞLU


SULTAN AHMED HAN’IN TÜRBESİ
M an isa’d a doğm uş olup, onsekiz R eceb 1013 ta rih in d e İsta n b u l’­
d a ta h ta ç ık m ıştır. S a lta n a tla rı b o y u n ca h e m C elâlilerle cen k ve ci­
dal h em de E sterg o n k a le sin in fe th i için h a rp ve k a n lı b o ğ u şm alar
y a p tık la rın d a n , b ir a n r a h a t k a lm a d ıla r. B irço k y e rle r feth e d ip , b in ­
lerce h a y ır işle ri y a p tık la rı y u k a rıd a y a z ılm ıştır. S o n u n d a b u da
ecelin elin d e n y a k a sın ı k u rta ra m a y ıp , ecel tırn a ğ ı y a k a sın ı y ır ta ­
r a k y e rin i to p ra k e tti. K e n d i y a p tırd ığ ı c a m iin y a k ın ın d a A tm ey -
d a n ı’n a b a k a n c e n n e t gibi tü rb e le rin e göm d ü ler. M ü b a re k tü rb e s i­
n in k a p ısı ü z e rin e yazılm ış o lan v e fa t ta rih i şu d u r:

T ü rb e-i u ly a sın ın itm a m ın a tâ rih d ir.


T ü rb e -i S u lta n A h m ed illiy y in ola.
B u n u r dolu tü rb e b ü tü n tü rb e le rd e n sü slü olu p m ü ce v h e rle r,
k ıy m e tli ta c ve m ü c e v h e r sorguç, k e m e r ve k ıy m e tli a v izelerle do­
n a tılm ıştır.
Sultan Ahmed Han’ın Şehzadeleri: B irin cisi, 1003 ta rih in d e şe­
h id o lan S u lta n O sm an (G enç O sm a n )’d ır. B ü y ü k b a b a la rın ın y a ­
n ın d a g ö m ü lü d ü r. A h m e d H a n ’ın e n b ü y ü k o ğ lu d u r. B a b a la rın ın ölü­
m ü n d e b u n la r k ü çü k , a m c a la rı M u sta fa H a n b ü y ü k o ld u ğ u n d an ,
M u sta fa H a n h alife oldu. S o n ra O sm an H a n ’ı p a d işa h y a p tıla r. Ho-
tin se fe rin e g itti ve fe th e d e m e d e n İsta n b u l’a döndü. A sk ere güce-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 271

n ip M ısır ve Ş am ’a g itm e k n iy e tin d e ik en v e fa t e tti. B ağ d âd fa tih i


S u lta n D ö rd ü n cü M u ra d h a n d ah i b u tü rb e d e g ö m ü lü d ü r. B u n la rın
tü rb e le ri de çok h e y b e tlid ir.
Sultan Murat Han’ın Şehzadeleri: M u ra d H a n Ş e h z a d ele rin in
h epsi k e n d ile rin d e n e v v el v e fa t etm iş ve b u tü rb e için e gö m ü lm ü ş­
lerd ir. A n cak K a y a S u lta n , M elek A h m ed P a şa ile evli o lara k b a b a ­
sın d a n so n ra da h a y a tın ı s ü rd ü rm ü ştü r.
S u lta n M u ra d H a n ’ın özel tü rb e si o lm ad ığ ın d an , b a b a la n y a n ın ­
da göm ülü o ld u k la rı için b u ra d a b ild irild i.

SULTAN AHMED’İN KARDEŞİ, SULTAN MEHMED’İN


OĞLU SULTAN MUSTAFA HAN’IN TÜRBESİ
E ğ ri fâ tih i M ehm ed H a n ’ın e n b ü y ü k ev lâd ı idi. D ü n y a y a k ıy ­
m e t v e rm e d e n yaşayıp, b a b a sı z a m a n ın d a p a d işa h oldu. A h m ed H an ,
O sm an H a n ve M u ra d H a n a srın d a, y in e o h ü k ü m d a r idi. Ö ld ü ğ ü
za m a n b ü tü n p a d işa h la rın tü rb e le ri eski h ü k ü m d a r ve şe h za d e le rin
m e z a rla rı ile dolu o ld u ğ u n d an , M u sta fa H a n ’a y e r b u lu n am a d ı. N âa-
şı onyedi s a a t m u sa lla ta şın d a bekledi. S o n u n d a b u fa k irin p e d e ri­
n in (E v liy â n ın b ab ası) h a tırla tm a s ı ile, B ü y ü k A y aso fy a’n ın b ah çe­
sin d e b u lu n a n ve e sk id en b ir b a ğ h a n e ku b b esi olan k â rg ir b in a içi­
n e göm düler. K u b b e için d e to p ra k olm ad ığ ın d an , H as b a h çed en to p ­
ra k g e tire re k ü z e rin e ö rttü le r. G a rib b ir h â d ise d ir ki, b u b in a çok
eski olup tâ A yasofya’n m ilk y a p ıld ığ ı z a m a n d a n kalm ış ve H a z re ti
P e y g a m b e rd e n ev v el y ap ılm ış im iş. B u b in a y ı tü rb e y a p m a y a b aş­
la d ık la rı zam an, ilk y a p ılışın d a n o an a k a d a r b in sene geçtiğ i arı­
laşıldı. U s ta la r b u k u b b ed e k ü lü n k le rle b ir p en cere y e ri açark en ,
ik i tu ğ la a ra sın d a d e m ird e n b ir tü tü n lü lesi b u ld u la r. B ü tü n h a lk
ta ra fın d a n g örüldü. H â lâ içinde tü tü n k o k u su v a rd ı. B u n d a n d a a n ­
la d ık ki, d ü n y a d a tü tü n içilm eye h ic re tte n ev v el başlanm ış.

AHMED HAN OĞLU SULTAN İBRAHİM’İN TÜRBESİ


1031 ta rih in d e ta h ta çık m ıştır. P a d işa h lığ ı z a m a n ın d a d ü n y a em ­
n iy e t içinde oldu. K a ra M u sta fa P a şa v ezir-i âzam olunca, h a lk ın
r a h a tın ı b ir k a t d a h a a rttırd ı. S o n u n d a K a ra M u sta fa P a ş a ’yı k ö tü
y a rd ım c ıla rı şeh id e ttird ile r. B ü tü n m ü sa h ib le r ta r a f ta r a f fırs a t b u ­
la ra k , ak lı k ısa k a d ın la rla k o n u şarak , d e v lete h e r ta r a f ta n y a ra la r
a çtılar.
O k a d a r cö m e rt idi ki, z a m a n ın d a d ile n c ile r d ile n m e k te n k u r ­
tu ld u , T ü rb esi h a le n k a d ın la r ta ra fın d a n z iy a re t edilir. Ç ü n k ü ken-
272 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

dişi k a d ın la ra k a rşı fazla sevgi g ö sterir, o n ları h e d iy e lere boğardı.


B irço k c â riy ey i y a ta ğ ın a a ld ık ta n sonra, b ire r v e z ir ve b ey lerb ey i
ile e v le n d ire re k ç ırağ ederdi. B u tü rb e içinde göm ülü o lan la rın h e p ­
si, y in e b u h ik m e tte n olacak, h e p k ad ın su lta n la rd ır: E v v elâ B ay ­
ra m P a ş a S u lta n ı, S u lta n A h m ed kızı H ân zâd e S u lta n ; K e n a n P a ­
şa S u lta n ı, A h m ed H a n kızı B u y ’unaz  tik e S u lta n ; M elek A hm ed
P a şa efen d im izin h an ım ı, D örd ü n cü M u rad H a n K ızı E sm ih an K a ­
y a S u lta n . B abası M u rad H an gibi y irm i yedi y aşın d a, E bâ E yyübel-
E n sâ rî y a lısın d a doğum y a p a rk e n ciğeri p a rç a p a rç a olup v e fa t e d in ­
ce, ciğ erk û şesi (çocuğu) h a y a tta y e tim kaldı. B u y e tim F a tm a H a ­
n ım ın d o ğ um u için ta rih : «D ua eyle dedim e y E vliyâ, tâ rih ola m ah-
■ fuz» sene 1072. K ay a S u lta n ın v e fa tı için ta rih :

B ir eksikli d ed im ey ev liy â fev tin e tâ rih


M elek sen k ile düğ ü n sü n kim a y rıld ı K a y a ’sın d an

B ir b aşk a ta rih :
M ev tin e tâ r ih ıçü n didi M elek b in â h ile
G ülşen-i F ird e v s-i m e’v â eyleye câm m K a y a (S ene 1072)

B aşka t a r i h :
H a tif-i gayb d u â ile didi tâ rih in
K ay a S u lta n ru h -u p âk i an d a F ird e v s-i m âk am

B aşk a t a r i h :
E v liy â h a y ır d u â ile didi tâ rih in
K a y a S u lta n ın ola r u h u n a m en zil F ird ev s.

İS T A N B U L ’DA G Ö M Ü LÜ V E Z İR L E R İN T Ü R B E L E R İ

F a tih ’in v eziri M akbul M ah m u d P a ş a ’n ın tü rb e si: C am ii a v lu ­


su n d a y ü k se k b ir kubbecör. K oca M u sta fa P aşa: S iliv rik a p ısı y a k ı­
n ın d a g ö m ü lü d ü r. B ayezid H a n v e z irle rin d e n d ir. K ü ç ü k M u stafa P a ­
şa: S ü le y m a n H a n ’ın v e z irid ir. M e şh u r k ö p rü n ü n sâhibi ve b ilin en
şe h rin y ap ıcısıd ır. V e fa t ta rih i: «K öprüden g eçti M u stafa Paşa.» S i­
n a n P aşa: Y em en fâ tih id ir. H u su sî tü rb e sin d e gö m ü lü d ü r. Y an ın d a
sebili v a rd ır. P iri P aşa: H a z ret-i E b û b e k ir sü lâ le sin d e n ve I. S u lta n
S elim v e z irle rin d e n d ir. V e fa t ta rih i: «P iri P a ş a ’n ın m ek â n ın a d n ide
h a y y -ı vedud.» B a y ra m P aşa: T ü rb e si ü z e rin d ek i ta rih şu d u r: «Meh-
b it-i n û r-i h û d â ola b u t ü r daim a.» K endisi D ö rd ü n cü M u ra d ’m v e ­
z irle rin d e n d ir. B ağ d ad ’a se rd a r olup g id erk en yolda v e fa t e tti. N âaşı
İsta n b u l’a g e tirild i. I rg a t p a z arın d a k i tü rb e s in e göm üldü. B aşk a b ir
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ ' 273

ta rih : «Eyledi B a y ra m P a şa adn-i âlây ı m âkam .» K a p ta n H aşan P a ­


şa oğlu H ü se y in B ey: T ü rb esi Ş ehzade C am ii a v lu su n u n y a k ın ın d a ­
d ır. T arih :
D eb iri lü tf-ı H âd i ç ü n an a k a m ’-i a ta y azd ı
H ü se y in ’in ola u k b â d a m ak a a m ı cen n et-i m e ’vâ
S ü le y m a n P aşa: M ezarı S a ra ç h a n e y a k ın ın d a d ır. K en d isi D ö r­
d ü n c ü M eh m ed ’in v e z irle rin d e n d ir. K u l k e th ü d â sı S ü le y m a n P a ş a
diye b ilin ir. T ü rb e si ü z e rin d ek i ta rih :
E y N isâ rî d id ile r tâ rih in i ta h sili id ü b
T ü rb e-i p âk-i S ü le y m a n î zehî v âlâ-m ak am
E sk i H ü sre v P aşa: M ezarı Y enibahçe y a k ın ın d a d ır. T ü rb e k a ­
pısı ü z e rin d e şu ta r ih k azılm ıştır:
H a k k ıy a m e tte in â y e t ey lesû n
M u stafa a n a şe fâ a t ey lesü n
îşid e n le r d e d ile r tâ rih in i
D âim A llah a n a ra h m e t ey lesü n
K ö p rü lü M eh m ed P aşa: D ö rd ü n c ü M ehm ed H a n ’ın v ezir-i âza­
m id ir. T ü rb esi D ik ilitaş y a k ın ın d a d ır. T ü rb esi ü ze rin d ek i ta r ih şu ­
d u r:
D edi ta h s in ile g ö rd ü k d e n isâ rî ta rih
T ü rb e-i bi-beedl ve cây-ı M ehm ed P a şa

İstanbul’un içinde ve İsta n b u l’u n fe th in d e n e v v el se fe r için


dışındaki büyük evliyâ gelm iş olan nice ash ab ı k ira m ın v e
ve devrin çeşitli değerli p e y g a m b e r sü lâ le sin d e n o la n la rın şeh id
adamlarından şeyhülis­ o la ra k g ö m ü ld ü k lerin i evvelce y azm ış­
lâmlar, ulemâ, salihler, tık . M aksadım ız fe tih te n sonra, F â tih
şeyhler, mollalar ve hal sa­ d ev rin d e A lla h ’ın ra h m e tin e k a v u şan
hibi diğer şeyhlerin türbe­ b ü y ü k le ri a n la tm a k tır
leri:
İsta n b u l fe th o lu n d u ğ u g ü n v e fa t ed en Y av ed û d S u lta n ’m cesedi
A y aso fy a için d e b u lu n d u . M ü b a re k göğsü ü z erin d e k u d re t eliy le k ır ­
m ızı e t p a rç a sın d a n «Yavedûd» a d ın ın y azılm ış old u ğ u görüldü . E y ü b
S u lta n y a k ın ın d a Y av ed û d iskelesine g ö m ü lm ü ştü r.
A y a D ede: İsta n b u l fe th e d ilirk e n A y a k a p ısm d a n şeh id olup, A ya-
k ap ısı için d e eski m ah allem iz olan S irk eci tek k e sin d e b irço k fu k a ­
ra sı ile b irlik te g ö m ü lü d ü r.
Bvliys Çelebi I .n . F : 18
274 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

H a ru s D ede: İsta n b u l’u n fe th in d e b u lu n a ra k , U n k a p a m ’n d a şe-


h id olm uş ve U n k a p a n ı d a h ilin e g ö m ü lm ü ştü r. İsm ail M olla G ü râ-
n io ğ lu Ş e y h Ş em sed d in A lım ed: F â tih ’in ho calığ ın ı y a p a rk e n d a rı­
lıp M ısır’d a S u lta n K a y ıtb a y ’a gitm iş. S o n ra da F â tih ’in ric a sı üze­
r in e K a y ıtb a y , şey h i İs ta n b u l’a gö n d erm iş ve fetih d e b u lu n ara k , fe­
tih te n so n ra ö lm ü ştü r. M ü b a re k c a m ile rin in bahçesine g öm ülm üş­
lerd i. H a şa n N ik sâ rî oğlu İb ra h im oğlu M ev lân â Ş e y h M ehm ed: M e­
zarı, Ş e y h V efa C am ii a v lu su n d a d ır. F â tih d e v ri â lim le rin d e n b ü y ü k
b ir su lta n d ır.
Ş eyh V efa H a z retle ri: M ezarı V efa m ey d am ııd ad ır. Ş a irle r S u l­
ta m N ecati B ey: M ezarı U n k a p a n ı yo lu ü zerin d e esk i p e h liv a n te k ­
kesi c iv a rın d a d ır. Z a m a n ın ın te k ad am ı idi. Çok akıcı, hoşa giden
d iv an ı v e sayısız e se rle ri v a rd ır. H a ttâ E d irn e li S eh i B ey, N ecati
B ey ’in k ızım alm ış ve v e fa tın d a n so n ra b irço k şiirle rin i ele g eçire­
rek , N ecati a d ın ı S elıi’ye ç e v ire re k b ir d iv a n m ey d a n a g e tirm iştir.
F a k a t N ecati B ey P a d işa h h izm e tin d e m irliv a olm asa da b ir köşeye
çekilm iş olsa idi, h e r g ü n b ir k ita p m ey d a n a g e tirird i. 914 ta rih in d e ,
N ecati B ey fâ n i d ü n y a n ın g ü rü ltü sü n d e n k u rtu la m a y ıp , k e n d i m ıs­
ra ın d a söylediği gibi: «Ö lm eyince gelm edi m esken-i V efa m ey d a n ı­
na.» S o n u n d a cenaze n a m azı V efa m ey d a n ın d a k ılın d ı ve y u k a rıd a ­
k i y e rd e göm üldü. N u rla do lu tü rb e si için d e b ir seb ilh an esi ve b ir
de k u y u s u v a rd ır: «Sebîl-i N ecâtid en n ü ş eden n e c â t bulur.» M ezar
ta ş ın d a d a m a d ı S eh i B ey ’in söylediği ve K a ra h is a rı yazı ile y azılan
şu ta r ih v a rd ır: «G itti N e c â ti hay.» Ş e y h V elî E fendi: F a tih d ev ri
şe y h le rin d e n d ir. S a ru h a n lıd ır. S iliv rik a p ısı d ışın d a h e n d e k k e n a rın ­
d ak i yol ü stü n d e g ö m ü lü d ü r. V eli S u lta n ad ı ile h e rk e sin z iy a re t e t­
tiğ i y e rd ir. Ş e y h R a m azan E fen d i: K a ra h isa rlıd ır. H a lv e ti ta r ik a tın ­
d a n M u h y id d in E fe n d in in h alifesid ir. İs ta n b u l’a geldiği zam an, Be-
z a sta n M olla H ü sre v b u n a b ir te k k e ile b ir cam i y a p tırm ıştır. K apısı
ü s tü n d e k i ta r ih şu d u r:

S e y re d ü b a n ı sâi-i dâ-i
D id i y â r-ı a y n i k a ’b etü lu şşâk

O, İsta n b u l’d a b in le rce k işiy e d o ğ ru y o lu g ö ste rd ik te n sonra, se­


lâ m e t ü lk esin e g itti. V e fa t ta rih i: «H aşim î didi g eçti şe y h b u gün».
S en e 1025. Y e rle rin e tem iz oğlu A b d u lh a lim E fen d i şey h oldu.
Ş e y h H a z re ti S e y id V elây et: B ayezid H a n d e v ri şe y h le rin d e n ­
d ir. İsta n b u l’d a m escidi y a n ın d a k i m e z a rlık ta g ö m ülüdür.
Ş e y h H a z re ti S e y id A h m ed B u h a rî: S im a v şe h rin d e n d ir. B ay e­
zid H a n z a m a n ın d a İsta n b u l’a geldi. Ş ey h V efa H a z re tle rin e giderek
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 275

itik â fa g irdi. N ih a y e t v e fa t e d e re k S u lta n M eh m ed C am ii y a k ın ın d a


B ay ezid H a n 'ın y a p tırd ığ ı cam iin m e z a rlığ ın d a g ö m ü lm ü ştü r. B ü tü n
B elh ve B u h a ra h alk ı, tek k e sin d e k a lırla r.
Ş e y h H a z re ti A b id ‫ ؟‬elebi: B ay ezid H a n 'ın şey h id ir. H a z re ti Ce-
lâle d d in R u m i n e slin d e n d ir. K a d ı sın ıfın d aıı iken, te rk e d ip fak irliğ i
seçti. İs ta n b u l'd a y a p tırd ığ ı m escid ve tek k e d e g ö m ü lü d ü r.
K e m a l P a şa oğlu S ü le y m a n oğlu Ş em sed d in A h m ed : B ay ezid
H a n v e S elim H a n d e v ri b ilg in le rin d e n d ir. S elim H a n ile M ısır se-
ferin d e b u lu n d u ve K a z a sk erlik y ap tı. S o n ra Ista n b ıll'd a m ü fti-ü s-
sa k ale y n olup, ins ve cin n e fe tv â v e rm iş ve k u tu b d erecesin e k a d a r
y ü k se lm iştir. E ğ e r b u z a tin m ü b a r k . v â sıfla rın ı geniş o lara k yazsak,
b ir cild d o ld u ru r. Y etm iş a d e t m u te b e r k ita b ın d a n b aşk a, iki yüz
k a d a r risalesi ve ta sa v v u fi ve â h m a n e şiirle ri vardi'r. .M ahlasları yok-
tu r. B u, k e n d ile rin e m ah la s o lm u ştu r. S o n u n d a öldü. M e za n , E d ir-
n e k a p ı d ışın d a u m rn n i yol ü zerin d e, b ir d e m ir p e n c ere İçinde ü s tü
açık b ir y e rd ir. In s ve c in h e fe tv a v e rd ik le rin d e n , h e r c u m a rte si se-
h e r v a k tin d e b irço k sa ra lı a d a m la r gelip üç h a fta z iy a re tin e 'd e v a m
e d e r ve A lla h ’ın e m ri ile sa ra h astalığ ın d an - k u rtu lu rla rd ı. M ezarı,
ile ri g e le n le rin v e h a lk ın z iy a re t y e rid ir. V e fa t ta rih i: « Irteh alel-
u lû m bil-K em al» S en e 941. B aşk a b ir ta rih : «K abr-İ A h m ed m ü d am
ola p ertev » 941. Ş e y h A b d ü ssam ed E fe n d in in söylediği ta rih : «H âzâ
m ak a a m -ı A hm ed.» S en e 941. D iğ e r b ir ta rih : «H iye âhirül-k ıy as.»
S ene 941.
Şeyh- H a z re ti A bdiissam ed E fendi: K a y se rilid ir. N a k şih en d i ta -
rik a tı şe y h le rin d e n d ir. U zun z a m a n İsta n b u l'd a ta le b e le rin e d o ğ ru
yolu g ö sterm ek le m eşg u l olm uş, so n ra c e n n ete u la şa ra k eski u su l iize-
re ebedi d ü n y a d a k a ra r k ılm ıştır. B u n a d a ir ta rih :

B ili z â r-u g iry e b irle gûş ey ey in ce tâ r ih


D edim k i irtih a l e tti A bdüssam ed E fendi.

Şeylı A dli' E fendi: U zu n s e y a h a tle r y a p tık ta n so n ra tek k e lerin e


çekildiler. K oca M u sta fa P a ş a 'n ın Ş ey h i H a sa n E fe n d in in y e rin e
şeyh oldu. S o n ra ö b ü r d ü n y a y a göçtü. K oca M u sta fa P a ş a a v lu s u n -
da zin cirli se ro i d ib in e g ö m ü ld ü .. «Adli» m ah la sı ile hoşa ^ d e n şiir-
le ri v a rd ır. D e v ir ve te v h id d e İlâ h ile ri o k u n u r.

E lm e v lâ E dibi E fendi: F a iz i'n in ifad esiy le ölüm ta rih i: «Edibi'-


n in m a k a a m ın c e n n et-‫ ؛‬a d n eyleye A llah.» Ş iir y a z m a k ta çok u s ta
idi. E lm ev lâ K a r a - A b d u rra h im E fendi: K efe M ü ftü sü S ü le y m a n
E fe n d in in o ğ lu d u r. E m ir B u h a ri tü rb e s in in k arşısın d ak i K a z a sk er
276 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESl

A b d u rra h m a n E fen d i tü rb e si c iv a rın d a gö m ü lü d ü r. G üzel a h lâ k sa­


h ib i, eli açık b ir z â t idi. K u tu b la rm k u tb u Ş e y h M uhyi C an E fendi:
V e fa t ta rih i:
 lem in k u tb u M u h y i-can b u c ih a n d a n g itti,
B âğ-ı R ıd v â n a y e r its ü n y in m ih m â n -ı aziz,
îşid ü b H aşim î d âi dedi tâ r ih in an ın ,
E y le y ü b r u h u re v a n v e rd i M u h y i-can -ı aziz.

E lm ev lâ Ş e y h M eh m ed T aşk ö p rü zâd e: M e rh u m K em al E fen d i­


n in o ğ lu d u r. 1018 sen esin d e ta u n d a n v e fa t e tti. M ezarı Â şık C am ii
av lu su n d a, d e d e sin in y a n ın d a d ır. A sâ let b a h ç esin in tu rfa n d a sı, efen ­
di, cö m e rt b ir e fen d i idi. E lm ev lâ S ad izâd e E fendi: K e sk in D ede y a ­
k ın ın d a k i n u r lu tü rb e sin d e y a tm a k ta d ır. B u h â k ir (E v liy â Ç elebi),
K a r a m a n d a k i d â rü lk u rrâ s ın d a o n b ir sen e ib n -k esir, seb ’a şa tib iy i
ta m a m la m ıştır.
E lm e v lâ D u rz u n z âd e A b d u llah E fendi: K adıçeşm esi y a k ın ın d a ­
k i  b id Ç elebi m escidi a v lu su n d a g ö m ü lü d ü r. İlim v e fen d e söz sa­
h ib i b ir z â ttır ki, sayısız risa le le ri v a rd ır. E lm ev lâ F e y z u lla h E fe n ­
di: K ü n y e si K a fz âd e ’d ir. İsm i M u stafa, m ah la sı F e y z î’d ir. S ih ir gibi
te s irli şiirle ri v a rd ır. 71 y a şın d a ölm üş ve Z in c irlik u y u y a k ın ın d a ­
ki, b a b a sı M a’lu lz â d e n in tü rb e s i y a k ın m a g ö m ü lm ü ştü r.
E lm ev lâ M eh m ed E fendi: H a şa n K e th ü d a z â d e d e rle r. M ezarı,
 şık P a ş a C am iin d ed ir. C ö m e rtlik te H â te m ta b ia tlı idi. E lm e v lâ M u­
z a ffe r E fen d i: H a ie b M ü ftü sü A li E fe n d in in o ğ lu d u r. M ezarı, K es­
k in D ede y a k ın ın d a d ır. C â fe ril îm â d i oğlu S u n ’u lla h E fendi: Ö ldü­
ğ ü zam an , cenaze n am a z ım F â tih C a m ü n d e Ü sk ü d a rlı M ah m u d E fe n ­
d i H a z re tle ri k ıld ırm ış v e K ırk çeşm e y a k ın ın d a k i cam ii m e y d a n ın ­
d a y o la b a k a n b ir p en c ere k e n a rın d a y ü k se k b ir k u b b ey e göm m üş­
le rd ir. V e fa t ta rih i:
D idim e y F âizî ta rih -î fe v tin
İlâ h i eyle S u n ’u lla h a ra h m e t.

HAKİRİN (EVLİYÂ ÇELEBİNİN) ÇOCUKLUĞU


B u h a k ir d o ğ ru sözlü evliyâ, a n a m ızd a n d ü n y a y a geldiğim izde
m e rh u m S u n ’u lla h E fen d i ev im izd e b u lu n u p , k u lağ ım ızd a k ü p e ol­
m ası iç in y ü k se k sesle ezan ı M u h am m ed iy i o k u m u şlar. V e A k ik a
(y ed ig ü n ) k u rb a n ım ız ı d ah i M evlevi Ş e y h i İsm a il E fendi kesip, «İs­
m ail k u rb a n ıd ır» b u y u rm u şla r. O gece ev im izd e y e tm iş k a d a r ta r i ­
k a t erb ab ı, A llah âşıkı c a n la r to p lan m ış. K isû d a r K a p a n î M ehm ed
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 277

E fendi, h a k irin k u n d a ğ ın ı alıp, «Bu oğlanı u y a n p k u la ğ ın a kim ezan


okudu?» diye sorunca, o rad a k ile rd en m u h te re m hocam ız d e rsiâ m
A hfeş E fendi: «Ezanı S u n ’u lla h E fendi okudu» der. B u n u n ü z e rin e
K isû d a r M e h m e t E fendi: «Biz d a h i in â b e t ile fen â fillâ h ezan ı o k u ­
yalım » deyip, h a z in b ir sesle ezan o k u d u k ta n sonra, elin d ek i b a l­
ta y ı b ir ta ra fım a koyup, «B unu b u oğlana h ed iy e e ttim . Çok g azad a
b u lu n u p , fa k ir ve y o k su llu k ta celâl seccâdesi sah ib i olsun. K ö tü za­
m a n la rd a b ir şey d en k o rk m asın . K u m d a oynasın, ay a ğ ın a çöp b a t­
m asın» diye F â tih a o k u y arak , selâm v e rip g id erler. K asım p aşa M ev-
lev ih an esi Ş ey h î d îv ân e A bdi D ede H a z re tle ri, m ü b â re k a ğ ız la rın ­
d a n b ir p a rç a ek m ek ç ık a rıp ilk o lara k ağ zım a k o y arak , « F ık arâ
lokm asiyle yetişsin» d e m iştir. Y e n ik a p ı M e v lev îh an esin in Ş ey h i H a z .
re t-i D oğanî D ede de, b u h â k iri k u c a ğ ın a alıp h a v a y a a ta ra k , «Bu
oğlan, bu cih an d a bizim u ç u rm a m ız olsun» b u y u rm u ş tu r.

A llah ’ın h ik m e tin d e n olacak, k ırk y aşım a geldiğim zam an, K i­


sû d a r M ehm ed E fe n d in in h ed iy e e ttiğ i b a lta y ı a la ra k e llib ir ta r ih in ­
de L eh S e ferin e iştira k e ttim . Y ağ m a y e rin d e b a lta y ı b ir k ap ı h a l­
k a sın a g eçirip d iğ e r g a n im e t m a lla rın a k o şark en , k â firle r b izi an sı­
zın b a stıla r. Ç ırılçıp lak b ire r a t ile çap u lc u lu k y a p a ra k , yed i g ü n d e
K ırım ’a geldik. G ece gündüz, «Â! K isû d a r M ehm ed E fe n d in in b a l­
tası» d e r idim . N asılsa e rte si y ıl y in e L e h S e ferin e a tla n ıp , L eh v ilâ ­
y e tle rin i istilâ e d e re k evvelce y en ild iğ im iz E şceres ad lı u ğ u rsu z şeh ­
re v ard ık . Y ağ m a e ttiğ im iz s a ra y a a y a k bastım . K a p ısın d a b ir ok
sap lan m ıştı. T a ta r K â n u n u gereğince hiç k im seye el sü rm e y e re k y ir ­
m i esir, k ırk a ğ ırşa k ve b irço k b a k ır, k a la y k a p k a ç a k ve s a m u r g i­
y ecek ler y a ğ m alay ıp b ir o d an ın k a p ısın a v ard ım . B u oda, b ir y ıl ö n ­
ce b a lta y ı h a lk a sın a asıp k açtığ ım ız oda idi. B a lta y ı n asıl k o ydum -
sa, öylece d u ru y o rd u . H em en A llah ’a h a m d e d e re k B a lta y ı İslâm G i­
ra y H a n m e rh u m a ve d iğ er a h b a p ve a rk a d a şla ra gösterdim .
B u k a d a r .u z u n a n la tm a k ta n m ak sad ım , h a k irin b irç o k v e lîn in
d u âsın a m a z h a r o ld u ğ u m u sö y lem ek tir. H im m e tle ri v a r olsun. İşte
k u lağ ım a ilk ezan o k u y a n m e rh u m S u n ’u lla h E fen d i d ö rt defa Ş ey­
h ü lislâm o lm u ştu r ki, hiç k im seye n asip o lm am ıştır.
Ş ey h ü lislâm S u n ’u lla h oğlu D erv iş M ehm ed E fendi: B u n u n d a
m ez a rı K ırk çeşm ed e b a b a la rın ın y a n ın d a d ır. K a d ı Ç elebinin ifa d e ­
siyle v e fa t ta rih i: « îtd i D erv iş M ehm ed azm -i cenan». M erh u m , cen ­
n e t b ah çesin d en b ir n u r, z a m a n ın ın b ilg in i idi. İm am zâd e M ehm ed
K esteli: E d irn e k a p ısı d ışın d a K e stel sekisi ad lı y eşillik b ir sofa üze­
rin d e gö m ü lü d ü r. Â lim , fazıl, bilgili b ir ş â ir idi. E lm ev lâ D am ad
278 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

M eh m ed E fendi: A n a d o lu ’da M u d u rn u k azasın a b ağ lı Çini d en ilen


k ö y d en d ir. İsta n b u l’da S in a n A ğa cam ii y a n ın d a y a p tırd ığ ı d â rû lh a -
dis sah asın d a g ö m ü lü d ü r.' E lm ev lâ S u n ’u lla h H a m id î E fendi: Y alvaç
k a sab a sın d an Ş e y h A b d u lk e rim ’iıı o ğ ludur. S u n ’î m ah lesiy le m e şh u r
o lm u ştu r. M ezarı, K esk in D ede c iv a rın d a d ır. G üzel edebî y a z ıla rı
v a rd ır. G ö n lü o kşayan şiirle ri h erk esi k ısk a n d ıra c a k g ü zellik ted ir. E l­
m ev lâ R ıd v a n E fendi: M acar ve H ırv a t so y u n d an d ır. A k şe h ir’den
F ey zu llah E fe n d in in g e tird ik le rin d e n d ir. îk i y ıld a ilim d ery ası ola­
r a k b ü tü n â lim le ri im tih a n a d a ’v e t etm iş zeki b ir kim se idi. K esk in
D ede y a k ın ın d a m u h te şe m b ir sa n d u k a için d e y a tm a k ta d ır.

Ş e y h E dhem zâde: T ire lid ir. E d irn e k a p ısı d ışın d a B ey lerb ey i çeş­
m esi y a k ın ın d a , C ezvî sofa ad lı y e rd e ğö m ü lü d ü r. B ü tü n ilim le rd e
y e tk i sa h ib i o ld u ğ u n d an , b ü y ü k şe y h le rle so h b et etm iş m an e v i ilim
sah ib i b ir z â t idi. E lm ev lâ Z ey n elâb ıd in : B u rsa lıd ır. M ezarı, K esk in
D ede y a k ın ın d a d ır. H e r ne k a d a r zev k in e d ü şk ü n ve şişm an ise de,
d o ğ ru su F ık ıh ilm in d e b en zeri yok idi. E lm ev lâ A hm edî: B u rsa lI­
d ır. H a y ri m ah la sın ı k u lla n ır. P a rla k ve hoş şiirle ri v a rd ır. S in a n
P a ş a m ed resesi m u ta s a rrıfı ik en v e fa t e tm iştir. F a izı’n in ifad esiy le
v e fa t ta rih i: «îde m a â b u d H a y rî’ye rah m et» sene 1035. H âfız A hm ed
P a ş a n ın n e d im le rin d e n d ir. E lm e v lâ N ik sârîzad e M ah m u d Ç elebi:
E d irn e k a p ısı d ışın d a a n n e le ri y a k ın ın d a g ö m ülüdür. D in sert, sözü­
n ü esirgem ez, m a n a la r denizi, n u rlu b ir Ç elebi idi. N ik sâ rî m ah la sı
ile ş iirle r y azm ıştır. E lm ev lâ Îsm aîl: A m asyalIdır. K esk in D ede ci­
v a rın d a g ö m ü lü d ü r. Îlm î d o ğ ru lu ğ u ile m eşh u r, b ü y ü k lü k sah ib i b ir
z â t idi. Ş e y h A b d ü lk e rim E m îr Îştib î: Üç defa h acca g itm iş ve Ye-
m e n ’de çeşitli şe y h le rin so h b etin d e b u lu n m u ştu r. İsta n b u l’da v e fa t
e tm iş v e F e th iy e M eh m ed P a ş a ’d ak i z a v iy e le r a la n ın a g öm ülm üş­
tü r. K isb î’n in ifadesi ile v e fa t ta rih i: «Geçti Îştib î em îr» sene 1055.
İştik şe h rin d e cam ii, h a n la rı, h am am ı, d ü k k a n la rı, zaviye ve im a ­
re ti; Ü sk ü p şe h rin d e de b e d e ste n ve d ü k k â n la rı v a rd ır.

E lm ev lâ Ş em sed d in A h m ed ü l E n sâr: M olla A h m ed E fen d i adı


ile m e şh u rd u r. A zerb ey can ’da K a ra b a ğ g en cesin d en d ir. M ezarı, Ş ey h
V efa câm ii a v lu su n d a d ır. E lm e v lâ A rab zâd e A b d u rra u f: B ü tü n m e ­
m u riy e tle ri im tih a n la a lm ıştır. S elim iy e y a k ın ın d a K avgacı m esci­
di m ez a rlığ ın d a y a ta r. E lm ev lâ M em ikzâde M ehm ed E fendi: A m as­
yalId ır. K ay n a n a sı, N işancı P a şa n ın câm ii m ez a rlığ ın d a g ö m ülüdür.
A srın ın d eğ erli şa irle rin d e n d ir. E lm ev lâ S ev fu llah : H a m id lid ir. K a ­
ra m a n y a k ın ın d a h u su sî b ir tü rb e d e y a ta r. E lm ev lâ B o ştan zâd e E fe n ­
di: îsm i M u sta fa ’d ır. Ş eh zâd e câm ii av lu su n d a ve b a b a la n y a n ın d a
EVLÎYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 279

gö m ü lü d ü r. M e rh u m iyi b ir M üslüm andı. E lm ev lâ B ıy ık lı S ü le y m a n


E fendi: M ezarı E d im e k a p ı d ışın d ad ır. E lm ev lâ K a tip z â d e Z ey n elâb i-
d in E fendi: B abası K oca M alım u d P a şa n ın k â tip liğ in d e b u lu n d u ğ u n ­
dan, K a tip z â d e d erler. M ezarı V efa câm iin d ed ir. B ü tü n k ıy m e tli k i­
ta p la rın ı V efa C âm iin e v a k fe tm iştir. E lm ev lâ Ş em sed d in E fen d i: S u l­
ta n S elim ’in hocası A ta u lla h E fe n d i’n in o ğ lu d u r. B u n u n m ez a rı d a
Ş ey h V efa tü rb e si m ez a rlığ m d a d ır. E lm ev lâ N efeszâde M u sta fa E fe n ­
di: M ezarı E m ir B u h â ri tek k esi y a k ın ın d a d ır. A h m ed P a şa oğlu M eh-
m ed oğlu O sm an B ey: D u k ak in zâd ed ir. B ab ası M ısır v aliliğ in d e b u ­
lu n m u ş ve o ra d a câm ii y a p tırm ıştır. F a k a t k en d isi ilm iy e sın ıfın ı
seçm iş ve o y olda çeşitli rü tb e le r elde etm iş, çeşitli m ed re sele rd e h o ­
calık y a p m ıştır. S o n u n d a  şık P a ş a ’ya âşık olm uş ve o n u n y a k ın ı­
n a g ö m ü lm ü ştü r. M ezartaşı, d e rtlile rin d u â o k la rın ın h e d e fid ir. Ş ey h
Y ebânîl: T u n a k e n a rın d a , R u sçu k k a sab a sm d ad ır. T a sa v v u f v e ş iir­
de ü z e rin e y o k tu r. M ezarı İsta n b u l’da k e n d i zav iy esin in y a n ın d a d ır.
Ş ey h A b d ü llatif: Ş e y h V efa y a k ın ın d a gizliliğin s ırrı ve c e n n e t b a h ­
çesinin b ekçisidir. Ş ey h Y oluk M ehm ed: H a m id lid ir. M ezarı, A tık A li
P a şa câm ii a v lu su n d a d ır.

SULTAN AHMED DEVRİNDE VEFAT EDEN


BÜYÜK BİLGİNLERİN TÜRBELERİ
Mâmî: P e y g a m b e r sü lâlesin d en d ir. Ö lüm ta rih i: «K em o ld u k ta
d e h r içre n â m ve nişân ı, b ir ek sik lik didi, v e fa t itti N âm î». E d irn e -
k a p ı d ışın d a m e rh a m e t to p ra ğ ın a k a rışm ıştır. Ü stad K âm il A b d ü l-
h alim E fendi, y a n i A hizâde Ç elebi: B u z â t ik in ci E b u ssu u d ’d u r. H â-
şim ı’nin y azd ığ ı v e fa t ta rih i: «C enân A hizâde e fe n d in in cây-ı» S en e
1013. B aşk a b ir ta rih : « îrtih a l-il u lû m bi A bdülhalim » S en e 1013. G ü ­
zel şiirle ri v a rd ır. H alım ! m ah lasın ı k u llan ırd ı. A kçalı B e k ir E fendi:
N azillid en d ir. M ezar ta şın d a k i v e fa t ta rih i: «Şûden b u B e k ir efen d i
vâsıî-ı Rab» sene 1013. E d irn ek ap ı d ışın d a K ö rk a z a n la r ve tü rb e d a r-
la r tek k esi y a n ın d a b ir sofada g ö m ü lü d ü r. B u tü rb e y e F a tih ’te n bu
y a n a b in le rce b ü y ü k z â t g ö m ü lm ü ştü r. H e r sene g ü n lü k gö m ü len
ö lü le rin sicilleri tu tu lu r. H epsi isim ve s ıf a tla n ile y azılıd ır. Ç ü n k ü
bazen m e z a rla rın h u d u d u n d a ih tilâ f çıkınca, ferm an ile sicillerin e
m ü ra c a a t ed ilir. B u sic ille r acaib ölü sicilleri ile dolu olup san k i b u
h a k irin (E v liy a n ın ) se y ah a tn âm e sid ir. O sic ille r k ıy am e tte n b ir ö r­
n e k tirle r. B ü tü n ö lü le rin b u şekilde sic ille rin in tu tu ld u ğ u h iç b ir di­
y a rd a v e h iç b ir d e v ird e görü lm em iştir.
A b d ü lv a h a b E fen d i: K ü ç ü k T âcû d d in E fe n d in in o ğ lud u r. S u r
için d e S a rı G ü rz m escidi m ez arlığ ın d a y a ta r. M â n â d en izin in dalgıcı
280 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

b ir z â ttır. R ıd v a n E fendi: S a lın c a k R ıd v an la k â b ı ile m e şh u rd u r. Zâl


P a ş a n ın h izm e tç ile rin d e n olup, R avza-ı R ıd v âm ile m eşh u rd u r.
M ezarı E d irn e k a p ıd a d ır. N âz ve ih tim a m ile y etişm iş g a y e t n â ­
zik b ir z â t o ld u ğ u n d an , salm a sa lm a y ü rü rd ü . B u y ü zd en k endisine
û lem a a ra s ın d a S a lın cak R ıd v a n d erlerd i. Çok güzel k o n u şu r ve b ü ­
tü n k o n u şm a la rın d a h az ırce v a p lılığ ı ile ta n ın ırd ı. A li oğlu M uini
M u sta fa E fendi: S a rı G ü rzzâd e K â tib i diye b ilin ird i. D oğum ta rih i:
« H ayrûlbenim », ölüm ta rih i:

Ç ek ü b câm -ı m ey-i m e v ti dem iş â h ey ley ü b tâ r ih


B en im m ü lk -i v ü cû d ü m rü z g â rı geldi y a p ra k ta n

T ırh a la y a k ın ın d a k i F e n a r k asab asın d a taleb esi olan H ab îb efen ­


di, M u in i M u sta fa E fe n d i’n in ö ldüğünü işitin ce şöyle b ir ta r ih y az­
m ışlar:
K ü n tü ed’û le h u bi en n e leh u
tn d e n â ra b b e h u c e n n ete l m e’v â
H a tifi k ale fini tâ rih
E d h a le llâ h u ru h a h u fih â
S u lta n M ehm ed câ m iin in a v lu su n a b itişik e v le rin in k arşısın d a
g ö m ü lü d ü rle r. S u n ’u lîa h E fen d i oğlu M ehm ed Ç elebi: Â lim lerin göz­
b eb eğ id ir. M ezarı, A tp a z a rı y a k ın ın d a H ü sam B eyzâde m escidi m e-
z a rlığ ın d a d ır. A dı geçen zât, iyi h u y la rı ile m eşh u r, halim -selim , cö­
m e r t b ir k işi idi. E îm ev lâ M u stafa E fendi: S u lta n A h m ed H â n ’ın
hocası idi. S u lta n S elim tü rb e si m ez a rlığ ın d a g ö m ülüdür. T a tlı dilli,
sa f y ü rek li, tem iz, itik a d sa h ib i b ir z â t idi. B u h a k ir (E vliya) h e r
sa b ah d erse g id erk e n r u h u içııı m u tla k a b ir F a tih a o kur, so n ra ge­
ç e r g id erd im . C û n û n î Îsm aîl E fendi: F â z ile tli, olgun, âlim , ş â ir ve
m e rh a m e tli b ir z â t idi. K e y if v erici şey lere d ü şk ü n olduğu için de­
lirm iş, tım a rh a n e d e üç sene zin c ire bağlı o lara k k a lm ışla rd ır. A şa­
ğ ıd ak i b e y ti tım a rh a n e d e b u lu n d u ğ u sıra d a söylem iştir:

B aşk a b ir g ü n e cefa e y le r ise M ûsâ


G eçem em çem ber-i kîsûy-i m u ta rrâ s m d a n

B u b e y it çok güzeldir. A k ıllıla rın bile güç söyleyebileceği b ir


m ân â ta ş ım a k ta d ır. S o n ra la rı iy ileşm iş ve b ü tü n k ö tü lü k lere tövbe
e tm iştir. T â u n d a n ölm üş ve K esk in D ede c iv a rın d a g ö m ü lm ü ştü r.
İb ra h im H üsam zâde: G e rm iy a n lıd ır. B u hakirin" (E v liy a n ın ) a k ra ­
b asıd ır. M ezarı Ç a rşam b a p a z a rın d a M ehm ed A ğa câm ii y a k ın ın d a,
Ş erife H â tû n m escidi sah asm d a d ır. A dı geçen z â t say ılı b ilg in lerd en ,
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 281

olgun b ir kişi idi. Ş e rifi m ah la sı ile y azd ığ ı güzel şiirle ri v a rd ır. A b ­


d u lla h A b d ü lk erim zâd e: N işancı M ehm ed P a şa a v lu su n d a g ö m ü lü ­
dür. M ehm ed M aru fzâd e: M ezarı Koğacı m escidi a v lu su n d a d ır. K ü ­
çük M u stafa E fendi: K u rşu n lu tü rb e d e g ö m ü lü d ü r. M ehm ed F e h m i
Ç elebi: M e rh u m K ın alızâd e F e h m i Ç elebinin doğum ta r ih i 972’dir.
Ö lüm ü a re fe g ü n ü n e T asladığından, k a la b a lık b ir c e m â a t ile F a tih
cam iin d e cenaze nam azı k ılın d ık ta n sonra, m ü b a re k ılâaşı, k a y ın b a ­
bası N işancı M ehm ed P a şa câm ii m ez a rlığ ın a g ö m ü lm ü ştü r. Ö lüm
ta rih i:
B in sûz-i d e rd ile d id i^ tâ rih în i L ebi
G itti adem d iy â rın a F e h m i gibi v ü c u t. (S ene 1004)

E lm ev lâ A b d ü lk ad ir: K a d ri Ç elebi adı ile m e şh u rd u r. S u u d î


E fe n d in in o ğ lu d u r. K a ra m a n y a k ın ın d a K a y m b a b ası B eyzade E fe n ­
di sem tin d ek i M im ar S in a n m escidi sah asın d a gö m ü lü d ü r. T a b ib i’n in
ifadesi ile ölüm ta rih i: « îtti K a d ri Ç elebi azm -i beka». B aşk a b ir
ta rih : «G itti h a y fâ b ilin m ed i K adri». A rap ça ve F a rsç a şiird e k u d re t
g ö sterm iştir.
E lm ev lâ’ül-A ’zam M ehm ed bin M ustafa: Ş ö h reti, B o stan zâd e
E fen d i iled ir. M ezarı Ş ehzâde câm ii a v lu su n d a, an acad d ey e b a k a n
y erd e, b a b a la rı M u sta fa E fendi y a n ın d a d ır. A ltm ış ile y e tm iş y a ş­
la rı a ra sın d a v e fa t e tm işle rd ir. E lm ev lâ M ehm ed R em zîzâde: B ü y ü k
şe y h le rd en M üeyyedzâde H acı E fe n d in in tem iz k ız la rın d a n d ü n y a y a
gelm iş to ru n u d u r. K a m u s ve A h te ri’yi ezberlem iş, lü g a t ilm in d e de­
rin b ir deniz kesilm işti. K oğacı m escidi a v lu su n d a g ö m ü lü d ü r. A çık,
güzel şiirle ri v a rd ır.
E lm ev lâ N a su h oğlu P ir A li oğlu Y ah y a: N ev ’i E fen d i ad ı ile
m eşh u rd u r. M edreseye girişi için, S eyfi Ç elebi şu ta rih i söylem iş­
tir: «Didi a h b a b cem olu p tâ rih , geldi N ev ’i E fen d i d âh ile h a. S en e
991» Ş u da ev len d iğ in e ta r ih tir: «E r gibi çü n sevdiğim N e v ’i E fen d i
e r gibi. S ene 993». B aşk a b ir ta rih : «Nev’î E fen d i ald ım eh lin ile soh­
b eti, sene 993». S u lta n Ü çü n cü M u ra d ’ın Ş ehzâdesi M u sta fa H â n a ho­
calık y a p m a y a b a şla d ığ ın ın ta rih i: «A şkıya tâ rih in i ed ib hesab , ho-
ca’i şehzâde oldu didiler». B ü tü n ilim ve fen le rd e y e tk i sah ib i b ir
k işid ir. Y etm işi aşk ın eseri v a rd ır. E se rle rin d e n F u su s Ş e rh i ad lı
k ita b a y a z ılan ta rih :
D edik itm a m ın a böyle tâ rih
Ş e rh -i F ü sû s-i N e v ’î kâm il.
V e fa tın d a Ş e y h m e z a rlığ ın d a c ih a n k u tb u Ş e y h Ş âb an E fe n d i­
n in y a n ın d a m ed fû n d u r. M a n astırlı K eşfı’n in yazdığı v e fa t ta rih i:
282 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESt

«Nev’î E fen d i vâsıl-ı c e n n â t ola». B ağ d atlı V a h d e tî’n in ifadesi ile


b aşk a b ir ta rih : ‫؛‬-Adem ev in i cây e tti Nev.î». D iğ er b ir ta rih : «Ce-
n â n -ı g ü lza rım cây e tti N ev ’i» sen e 1007. S u ltâ n -ı B aki E fendi: S ü ­
ley m a n H â n d e v ri şa irle rin d e n d ir. Ü çüncü M ehm ed zam an ın a k a d a r
y a şam ıştır. İsta n b u l to p ra ğ ın d a n olup K u ra z âd e adı ile m eşh u rd u r.
B azı k im se le r G u ra b z âd e d erlerm iş. D eğ erli d ivanı, k asid eleri, m u ­
h am m esleri, m ü sed d esleri ve d iğ er şiirle ri v a rd ır ki, d o ğ ru su em sal­
sizdir. V e fa tın d a E d irn e k a p ı dışında, E m ir B u h â ri tek k esi y a k ın ın ­
d a to p ra ğ a v e rilm iştir. M ezar taşındaki C eli yazı ile yazılm ış ölüm
ta rih i şu d u r:

S u ltâ n -ı m ü lk -ü m â n â B âki efendi


E tti v e d â ’ fân i d ü n y â y a b in sekizde
M ev tin e lafz an ye m a n e n tâ r ih yazdı H âdi
B âk i E fen d i g itti u k b â y a b in sekizde.

B âk i E fe n d in in y a k ın ın d a H a tta t A b d u llah K irim i H a z re tle ri­


n in m ez a rı v a rd ır. M ezar ta ş ın d a k en d i y a z ıla rı ile y azılm ış çok g ü ­
zel b ir ö lü m ta rih le ri v a rd ır. A dı geçen h a tta t, k e râ m e t olm ak ü ze­
re, sağ k en ölüm ta rih le rin i ik i ta n e dokuz ra k a m ı ile açık lam ıştır.
B u n u n b ir şey ifad e e tm e d iğ in i söyleyen d o stla rın a , «B ir a d e t dokuz
ra k a m ı d a ö lü m ü m ü zd en so n ra ilâv e o lu n u r, ta m a m 999 sen esin d e
a h ire te gideriz.» b u y u rm u şla r. M ü b â re k y a z ıla n h â lâ güzel y azı y a ­
z a n la rın h a y ra n lık la se y re ttik le ri b ir y a z ıd ır. Ş e y h S ü n b ü l E fendi:
M e z a n K oca M u sta fa P a şa C am ii a v lu su n d a d ır. T arih i: «C ennete
v azm ey led i m îr-î aziz. S en e 936.» Ş eyh H a z re ti Y a k û b E fendi: B u
d a K oca M u stafa P a şa C am ii a v lu su n d a to p ra ğ a v e rilm iştir. S in a n
Ç elebi’n in ağ zın d an v e fa t ta rih i: «G itti K u tb -u rü zg âr» S en e 979.
Ş ey h S u n ’u lla h oğlu Ş ey h E b u Said: T eb riz y a k ın la rın d a k i K e n t
G ü rg e ra n ’d a n d ır. T e b riz ’den S u lta n S ü le y m a n H â n ile b e ra b e r gel­
m iştir. Ş e y h in in y a k ın ın d a k i tü rb e sin d e to p ra ğ a v e rilm iştir. Ş eyh
R a m azan E fendi: M u h a k k ik A li P a şa a v lu su n d a to p ra ğ a v e rilm iştir.
Ş ey h S a rh o ş B âlî E fen d i: K u rş u n lu tü rb e d e to p ra ğ a v e rilm iştir. S â î’-
n in söylediği, tü rb e s in in p en ceresi ü ze rin d ek i m ısra şu d u r: «Fena
C âm î ile B âlî E fendi m e st olup geçti» S ene 1040. K m ak zâd e Ali E fe n ­
di: M ezarı, N işancı P a şa C âm ii m ezarlığ m d ad ır. Ö lüm ta rih i:

K a zask er-i îslâ m -ı güzîn


O A li n â m reîsû l fu d alâ
F e v t olunca d e d ile r tâ rih in ,
îrtih â l eyledi k u tb ü lü lem â
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 283

Ş e y h M uslihiddin: N u re d d in z â d e ad ı ile m e ş h u r o lm u ştu r. F ili­


be y a k ın la rın d a Le.‫ ؟‬n a h iy e sin in A n b a rlı k ö y ü n d e n d ir. S ig e tv a r’d an
S u lta n S ü le y m a n ’ın cenazesi ile b irlik te İsta n b u l’a g elm iştir. M eza­
rı, K oca M u sta fa P a ş a a v lu su n d a d ır. Ö lü m ü n e ta rih : «Vâşeyh» S en e
981’dir. M üezzinzâde M ah m u d E fendi: M ezarı E d irn e k a p ı dışın d a, b ir
se t ü z e rin d ed ir. A bbas oğlu H ü sam oğlu Y u su f oğlu S in an ü d d in :
A m asy a L iv â sın a b ağ lı S ev işte k a sab a sın d an d ır. M uhaşşî lâk a b iy le
m e şh u rd u r. S a rı gü rz m escidi m e z a rlığ ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir. M u ­
haşşî S in a n E fendi, O sm anlı b ilg in le ri a ra sın d a K e m a l P aşazâd e
E b u ssu u d ’d an so n ra en fâzıl olanıdır.
S in a n ü d d in oğlu M eh m ed Ç elebi: M ezarı b a b a sın ın m e z a rı y a ­
n ın d a d ır. K a m i E fendi: E d im e ’lid ir. S em ân iy e m ed resesin e hoca t a ­
y in e d ild iğ in in ta rih i: «M übârek b âd K am î-i S a h n -ı îzzet» Sene. 966.
 h ire te geçişinde E d irn e k a p ı d ışın d a b ir y e rd e to p ra ğ a v e rilm iştir.
M ezar ta şın d a k i ta rih : «Dilâ, yü z kodi h â k e K â m ı nâgâh». A h m ed
oğlu Şem süddir،: K ad ızâd e ad ı ile m e şh u rd u r. B a b a sın ın tü rb e k a ­
p ısın a « E lh a y rü fîh» ib â re sin i y a z d ırm ıştır. N ü k te d a n ın b iri de b u ­
n u ta s h ih e d e re k «lâ h a y re fîh» y a z d ırm ıştır. A dı geçen K ad ızâd e,
Ş e y h ü lislâm b u lu n d u ğ u sıra d a v e fa t etm iş ve K ü ç ü k K a ra m a n y o lu
ü ze rin d ek i tü rb e sin d e to p ra ğ a v e rilm iştir. E lm e v lâ M ehm ed N u ru l-
lah : A hîzâde E fendi ad ı ile ta n ın m ıştır. Y em iş İsk elesin d ek i cam ile­
rin in m e z a rlığ ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir. Ö lüm ta rih i: «A hizâde U k-
b â y a azm eyledi». B u g ü n a h k â r E v liy a n ın s e y a h a t izni a lm a k için
istih â re y e y atışı, H a z re t-i P e y g a m b e rd en ve d ö rt h a life e fe n d ile ri­
m izd en izin alışı, h ep b u z â tın h e lâ l m alı ile y a p tırd ığ ı n u r d olu
câm ide o lm u ştu r. A h a v ey n zâd eler: H oca Ç elebi adı ile ta n ın ır, ö lü m
ta rih i: «Bu iki s a d ra geldi, n ü k a d ik i b irad er» . A li C em ali oğlu F ad l:
F a d l kelim esi doğum ta rih le rid ir. Ü çüncü M u ra d z a m a n la rın d a k e n ­
d isin e Ş e y h ü lislâm lık te k lif edilm işse de k a b u l e tm e m işle rd ir. S o n ­
r a v e fa t e ttik le rin d e Z e y rek b a şı y a k ın ın d a b a b a sın ın tü rb e s i için ­
de b a b a la rın ın a y a k u c u n d a to p ra ğ a v e rilirk e n b a b a la rın ın m ü b â ­
re k a y a k la rı k efe n d e n d ışa rıy a çıkm ış, ö lü m ü ü z e rin d e n ellid o k u z se­
ne geçtiği h ald e h â lâ taz e liğ in i m u h afa za e ttiğ i g ö rü lm ü ştü r. B u t ü r ­
bede b ir çocuk m ek teb i v a rd ır ve o rad a h e r sa b ah b ir h a tm -i şe rif
o k u n u r.
M uhaşşî S in a n E fen d i oğlu H ü sey in : S a rı G ü rz ’de b a b a la rın ın
y a p tırd ığ ı m escid in b ah çesin d e to p ra ğ a v e rilm iştir. D o ğ ru lu ğ u ile
ta n ın a n b ir z a ttır. M eh m ed N ak ib oğlu E sseyid M ehm ed F âzıl: M a’-
lu lzâd e ism i ile ta n ın ır. P e y â m î’n in ifad esiy le ölüm ta rih i: «R ahm e­
te vâsıl oldu N akib». S en e 993. Z in c irlik u y u y a k ın ın d a k i a n n e sin in
284 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

y a p tırd ığ ı Y ü k sek K ıır’a n M ek te b in in y a n ın d a k i m ez a rlık ta to p ra ğ a


v e rilm iştir. B u aziz m olla, A ziz ism ine lây ık o ld u ğundan, b ilg in le r
a ra s ın d a itib a rı y ü k sek ti. E lm e v lâ H üseyin: îs tib li’d ir ve S a d rı Ç e­
leb i lâ k a b ı ile m eşh u rd u r. Ö lü m ta rih i: «G itti S a d rî C ihan-ı fâniden».
S en e 993. M ezarın ın n e re d e old u ğ u b ilin m iy o r.
E lfazıl îv a z E fendi: M an av K ad ı ism i ile m eşh u rd u r. A lâiye li­
v a sın d a k i M a n av g a t n a h iy e sin d en d ir. E ğ rik a p ı için d e b u lu n a n m ed ­
rese, h a d is o k u lu ve câm iin y a n ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir. B u rsa v a ­
liliğ in e ta y in ed ilişin in tâ rih i: «B ursa’y a v â li oldu M anav». S en e 993.
Ü çü n cü S u lta n M u ra d ile şa k a la rı v e b irço k güzel e serleri v a rd ır.
Çok te m iz ru h lu ve n ü k te d a n b ir z â t im iş. 994 senesinde â h ire te göç
e tm iştir. îly a s oğlu M ehm ed: Ç ivizâde ad ı ile m eşh u rd u r. Ista n duI’-
lu d u r. Z e y rek b a şın d a k i câ m iin in b ah çesin d e a y rıc a m ezarlığ ı v a r­
d ır. H â v e ri.n in ifad esi ile doğum ta rih i: « İnnehü h a y rü l m evlüd».
S en e 983. ö lü m ta rih i:

D idi S âî-i d âi in tik a l-î S âlin e tâ r ih


Ç ivi-zâde E fen d i b u c ih â n d a n eyledi rıh le t.

B a b a la rın ın ö lü m ü n e ta rih : «M âte z ü b d etü lh u k k âm » . S ene P54.


M u sta fa M ehm ed: B irg i şe h rin d e n d ir. E bedî âlem e yolculuğa ç ık ın ­
ca, E d im e k a p ı d ışın d a K em al P a şa zâ d e ile E m ir B u h â rî tek k esi a ra ­
sın d ak i d ü z lü k te to p ra ğ a v e rilm iştir. M ah m u d ü lb eg av i oğlu, A hm ed-
oğlu Ü v ey si oğlu Ş ey d i A h m ed oğlu M ehm ed: D edesi, B egavi T ef­
s ir i n in y a z a rıd ır. K e n d ile rin e G ü rz S eydîzâde d e rle rd i. S o y d an b ir
Ç eleb id ir. îlim ve fen d e k u v v e tli, m u san n if, m ü e llif b ir z â ttır. K a-
dıçeşm esi b itişiğ in d e b a b a sın ın y a p tırd ığ ı m e k te b in b ah çesin d e to p ­
ra ğ a v e rilm iştir. A hîzâde H aşan Ç elebi: D oğum u h a k k ın d a ta rih :
«F azlullah» k elim esid ir. S en e 876. B a b a sın ın y a p tırd ığ ı cam i y a n ın ­
da g ö m ü lü d ü r. S ey y id M u rta z â: K a ra m a n e y a le tin d e k i B e y şe h ir ka-
sab asın d a n d ır. M ezarı, E d im e k a p ı d ışın d ad ır. K in d â r ve in a tç ı b ir
kim se idi. S o n u n d a d e rv işlik köşesine çek ilerek h a lk la ilişkisini k es­
m iştir. E lm ev lâ M u sta fa :U zun H a şa n E fe n d in in m u h te re m oğlu olup,
C en ân î m ah la sın ı k u lla n ırd ı. Ö lüm ta rih i: «K ıldı r ıh le t C enânî E fe n ­
di âh». T a rih ç id ir. T ü rk ç e v e F a rsç a ta rih le ri h erk esçe b ilin ir. Y enli
A li E fen di: Ş e y h ü lislâm Ç ivizâde Ş e y h M eh m ed E fe n d in in k ard eşi
v e D e fte rd a r A bdi Ç elebi’n in k ü ç ü k o ğ ludur. Ç arşam b a p a z arın d a
T av âşî M eh m ed E fen d i câm ii y a k ın ın d a , a n n e le ri Ş e rife K a d ın M es­
cidi a la n ın d a gö m ü lü d ü r. Z e k e riy y a E fendi: A n k a ra lıd ır. S eçk in Ş ey ­
h ü lislâ m la rd a n d ır. ö lü m ü ta r ih i için R ecâî Ç elebi şu n u y a z m ıştır:
«Füc’e te n Z e k e riy y a E fen d i g eçti hem an». B irin c i S elim C âm ii ya-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 285

k ın ın d a y a p tırd ık la rı h ad is m ek te b i y a k ın ın d a gö m ü lü d ü r. N e çeşit
b ir m â n â d e ry a sın a d a ld ık la rı isim le rin d e n b ellid ir. D ö rd ü n cü M eh-
m ed H â n z a m a n ın d a m ü ftü o lan Y a h y a E fe n d in in o ğ lu d u r. B irk aç
tale b esi de Ş ey h ü lislâm o lm u ştu r. N âm î N işan cı P aşa: B oyalı Ivieh.
m ed P a şa ad ı ile şö h re t b u lm u ştu r. S âi Ç elebi’n in ifad esiy le ölüm
ta rih i:
D idi ih v â n -ı sa fâ fev tin e tâ r ih ne ola
D id iler vâsıl-ı h a k oldu N işân î P a ş a Sene: 1001

K esk in D ede y a k ın ın d a , câm iy e b itişik tü rb e sin d e y a ta r. B u ta ­


rih , tü rb e s in in k ap ısı ü stü n e y azılm ıştır. E lm e v lâ A b d ü lk erim : D eli
îm a m ad ı ile m e şh u rd u r. M anisalIdır. Ö lü m ü için ta rih : «Vâsıl-ı
C en n et-i H a k old u tm â m û ssu lta n » . K ira isim li b ir y a h u d i k a d ın ın ı
da k a tle ttirm iş tir. K a tli için ta r ih «gaza» k elim esid ir. S en e 1008. A d ı
geçen im am A tm ey d a n ın d ak i te k k e önünde g ö m ülüdür. T âc B ey-
zâde N işânî: Ö lü m ü için ta rih :
D idi tâ rih -i fe v tin e vâli
 h fe v t old u T âc B ey-zâde. S ene 1016

M ah m u d P a şa ’d a bedevi şe rb e tçi d ü k k â n ın ın k a rşısın d a a n a


caddeye b a k a n b ir d e m ir p en c ere içinde, b a b a sın ın y a n ın d a gö m ü ­
lü d ü r. D iv ân i y azıd a şö h re ti d ü n y a y a y a y ıla n H a tta t T âczâde b u d u r.
V e fa tı S üzeni E fendi ile ay n ı g ü n e rastla d ığ ın d a n , cenaze n a m a z ­
la r ı a y n ı m u sa llâ d a k ılın m ıştır. F a k a t S üzenî E fen d i E d irn e k a p ı d ı­
şın d a gö m ü lü d ü r. S ü z e n î E fe n d in in v e fa tın a ta rih : «Sefer k ıld ı b u ­
g ü n fân i c ih â n d a n Süzeni-zâde».

BÜYÜK ŞEYHLER V E SALİHLER


Ş e y h S ü le y m â n E fendi: D iy a rb a k ırlıd ır. M ücâhede m ih râ b m m
ışığı, m ü şa h e d e d en izin e dalm ış, k e râ m e t ehli, sa lih b ir kişi idi.. Ş ey h
M u slih ü d d in E fendi: H a lv e tiy e şe y h le rin d e n «M erkez» M u slih id d in
E fe n d in in h a lifesi v e d am ad ıd ır. M ezarı, Y e n ik a p ı d ışın d a k en d i y a p ­
tırd ığ ı te k k e n in a v lu su n d a M erkez E fen d i tü rb e s in in y a n ın d a k i özel
tü rb e sin d e d ir.
P îr Merkez Efendi’nin menkebeleri: B u sa y g ıd e ğ e r ih tiy a r h a ­
y a tta ik en , b ir g ü n k e n d i d e rv işle rin e şöyle der: «B ir d efasın d a şu ­
ra d a secde e d e rk e n y e ra ltın d a n b ir ses işittim . «Ya şeyh! B en ş u ıa -
d a y ed i b in y ıld a n b e ri b e k le y e n k ırm ız ı re n k li, su d a n lezzetli b ir
h a y a t p ın arıy ım . S e n in e m rin le y e ry ü z ü n e ç ık m ay a m em u ru m . Ce-
n a b -ı H a k b en i h u m m a h a sta lığ ın a y a k a la n a n la ra ilâç kılm ış. B eni
286 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

b u h a p is te n m u tla k a k u rta r!» şeklinde ric a d a b u lundu». Ö nce k e n ­


d ileri: «G elin d o stlar, sizinle şu seccad en in b u lu n d u ğ u y e rd e b ir k u ­
y u kazalım » d iy erek , besm ele ile y e re a y a ğ ı ile b ir k e re v u ru rla r.
S o n ra b ü tü n d e rv işle r ü şü şe re k b ir su k u y u su k a z a rla r. H â lâ k ırm ı­
zı re n k li b ü y ü k b ir p ın a rd ır. H e r k im sa b ah le y in aç k a m ın a b u hoş
lezzetli s u d a n üç k e re içse, A llah ’ın e m ri ile h u m m â h a sta lığ ın d a n
k u rtu lu rm u ş . «M erkez Efendi» ad ı ile şö h re ti h e r ta r a fa y a y ıla n b ir
su k u y u su d u r.
Ş e y h H a z re ti E k m e lû d d in E fendi: A baza P a ş a ’n ın y a k ın la rın d a n
H a lv e ti S ü le y m â n E fe n d i’n in h a lifesid ir. M ezarı so fu la r h a m a m ı te k ­
kesi a la n ın d ad ır. E s ra r ve irfa n la dolu b ir kim sed ir. Ş ey h S elâm i
M u sta fa E fendi: İzn ik lid ir. E d irn e k a p ısı d ışın d a k i E m in B u h â rî te k ­
kesi m e z a rlığ ın d a y a ta r. Ş e y h A h m e d B u h â rî: U n k a p a n ı y a k ın ın d a
e v in in y a n ın d a , Ü çüncü M u ra d ’ın k e n d isin e y a p tırd ığ ı tü rb e d e y a t ­
m a k ta d ır. T ek b a şın a b e k â r h a y a tı y aşay an , fâ n i m eşreb , h â l ehli
b ir şe y h idi. A llah s ırrın ı ta k d is etsin. Ş ey h A h m ed S â d ık E fendi:
B u h a ra ’d a T a şk e n t şe h rin d e n d ir. Ü ç k e re İs ta n b u l’dan, üç k e re de
B e lh şe h rin d e n y a y a o la ra k hacca g itm iştir. İs ta n b u l’da E m ir B u ­
h â rî tek k e sin d e y a tm a k ta d ır.
M e câ z iy y u n u n serçeşm esi Ş e y h H a z re ti N alın cı M em i D ede: B e r­
g am alId ır. S ağlığında, U n k a p a n m ın iç ta ra fın d a A ra b la r câm ii ç a r­
şısın d ak i b ir d ü k k â n d a n a lın c ılık y a p a rm ış. M e n k eb e leri şöyledir:
K e n d ile rin d e n so n ra p o stu n a o tu ra n A bdi Ç elebi, ö m rü n d e eline ke­
s e r b ile alm a d ığ ı h ald e u s ta b ir n a lın c ı olur. B u d a m e c z u b la rd a n
im iş v e b u d ü k k â n n a lın c ı d ü k k â n ın d a n g a y ri işlerd e k u lla n ılm az ­
m ış. A llah ’ın h ik m e tin d e n olacak, U n k a p a n ın d a «S üglün M u slu S u l­
tan » sa ra y ın d a b ir y a n g ın çıktı. O ta r ih te h a k irin (E v liy â n m ) de ev
v e d ü k k â n la rı b e ra b e r y a n d ı. Y angın, t â eski o d a la rd a d u rd u . B u
N a lın c ı M em i d e d e n in d ü k k â n ın ın d ö rt ta ra fın d a k i b ü tü n d ü k k â n ­
la r y a n d ığ ı h ald e, ta h ta d a n y ap ılm ış olan d ü k k â n ın b ir ta h ta s ın a b i­
le z a ra r g elm em iştir. Y a n g ın sıra sın d a d ü k k â n ın d a n a lın cılık y a p a n
N alın cı H ü sey in : «B enim d ed em in d ü k k â n ıd ır. B e ra b e r y a n a rım , y i­
n e çıkm am !» d iy e re k a te ş için d e k alm ıştı. D ü k k â n d a n d ışa rı y o n g a la ­
r ı a ta rk e n elbisesi ve sokak a y d ın la n ıy o rd u . Y an g ın U n k a p a n m d a n
V efa m ey d a ın a k a d a r u z an d ığ ı h ald e, b u d ü k k â n m u h a b b e t m ey ­
d a n ın d a a y a k d ire m iş ve b ü tü n h a lk se y rin e gelm işti. N alın cı H ü ­
sey in Ç elebi- ise, san k i y a n g ın ı g o rm ü y o rm u ş gibi, d ü k k â n d a o tu ru p
n a lın işlerd i. S o ra n la ra , «Bu d ü k k â n d e d e m in p o s tu n u n döşendiği
b ir d ü k k ân d ır» derdi. Y a n g ın d a n sonra d ü k k â n la rın k ıy m e ti a r t t ı ­
ğ ın d an , «K üpeli» d e n ile n a tt a r Y ah u d i, m ü te v e llisin e b irk a ç akçe
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 287

fazla v e re re k N alın cı H ü se y in Ç elebiyi b u d ü k k â n d a n çık ard ı. Y a-


h u d in in g irm e sin d e n m a h a lle lile r h o şlan m ad ılar. Y a h u d i d ü k k â n a g i­
rip k e p e n k le ri açark en , den g esin i k a y b e d ere k başı ü z e rin e dü şm ü ş
ve h u rd a h a ş o lm u ştu r. H ü se y in P a şa ’n m s u rr a a ğ a la rın d a n b ir v e ­
z ir ağ ası ile h a c ı su b aşı gelip k eşif y a p tık ta n sonra, Y a h u d in in le­
şin i o m ü b a re k d ü k k â n c ık ta n k a ld ırd ıla r ve d ü k k â n ı y in e N alıncı
H ü se y in Ç elebi’ye v e rd iler. B u H ü se y in Ç elebi b u d a la g ö rü n ü şlü , y u ­
m u şa k h u y lu b ir ad am olup, N alın cı M em i dede H a z re tle rin in tü r-
b e d a rı idi. B u h a k irin (E v liy â n m ) se m tin d e olduğu için, h e r h âlin i
bilirim . V eli olm ası m u h te m e l, iy i h u y lu b ir kim se idi.

Y an g ın sıra sın d a M em i d ed en in tü rb e si de z a ra r görm ed iğ i gi­


bi c iv a rın d a k i H acı K asım ve M eh m ed Ç elebi’n in ev leri de k u r tu l­
du. M u ra d H â n b u ra la rı bizzat g ezerek fa k irle rin e sa d ak a v e rird i.
N alın cı dede tek k esi, S ü g lü n M u slu sa ra y ın a b itişik , H a ra çç ı m es­
cidi k a rşısın d a y ü k se k b ir y a p ıd ır. D ede S u lta n , göm ülü o ld u k la rı b u
y e ri sa ğ lık la rın d a ib â d e th â n e o la ra k k u lla n ırla rm ış. Ö ldüğü gece
S u lta n Ü çüncü M u ra d ’m rü y a s ın a g irerek : «C enâzem i F â tih ca m iin ­
de k ılm a y a h a zırlan . B e n i evim de to p ra ğ a v e r. Ü zerim e b ir tü rb e ,
y a n ım a da b ir tek k e ile b ir çeşm e y a p tır. D ü n y â d a n elli sene s u iç­
tim !» dem iş. E v in e g e tirip o ra d a to p ra ğ a v e rm işle rd ir. Ü zerin e b ir
tü rb e ve y a k ın m a b ir çeşm e y a p ıld ı ki, h â lâ h e rk e s z iy a re t ed er.
V e fa tı için C en ân î’n in söylediği ta rih : «G itti N a ’le y n i dede h a y f m e-
ded ukbâya» S en e 1001. Y az kış, n a lın g iy erlerm iş. G erçi m e c b u r
im iş. F a k a t sözleri b a şta n b a şa gizli m a n â la rla do lu ve k alb i h azin e
gibi im iş. Ş e y h İk in ci Ş aban: K a sta m o n u lu d u r. B ü y ü k Ş a b a n E fe n ­
d in in h alifesid ir. Ş ey h V efa câm iin in a v lu su n d a gö m ü lü d ü r. D iğ er
v a sıfla rın ı h e m y a k ın d a n bilm ediğim iz h e m de «Elkezzab m en ye-
te h a d d e s bi k ü lli m â sem ’ahü» h adis-i şe rifin in şü m u lü n e g irm e­
m e k için, b aşk a m e n k ıb e le rin i y azm ad ım . Ş e y h Y a k u b el-hilv ân î:
P ir A li d ed en in h a lifesid ir. M e z a n B ozdoğan k e m e ri a ltın d a d ır. Ş ey h
F e th u lla h Şâyi: îd ris H a lv e ti’n in h alifesid ir. M ezarı, Ş e y h V efa t ü r ­
besi c iv a rın d a d ır. Ş ey h N i’m etu lla h : L ü g a t sah ib id ir. S o fy alıd ır. N ak­
şib en d î ta rik a tm d a n d ır. M ezarı, E d im e k a p ı d ışın d a E m ir B u h â ri
tek k e si a la n ın d ad ır.

Ş ey h S in a n E fen d i: Y en ik ap ı d ışın d a b ir sofa ü z e rin d e göm ü­


lü d ü r. A b d ü lk e rim oğlu M ehm ed V ahab: U lem âd an d ır. M e za n , E d ir-
n e k a p ı dışılıda K e m a l P aşazâd e y a k ın ın d a d ır. E lfâd ıl M u sta fa E şşe-
h ir B ib a sta n E fendi: T ire şe h rin d e b ir tü c c a rın oğlu im iş. M ezarı,
E d irn e k a p ı d ışın d ad ır. F a z ile t sah ib i ve iyi h u y la n ile ta n ın m ış b ir
288 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

k im sed ir. A h m ed oğlu A ta u lla h : B irg i k a sab a sın d an d ır. C enâze n a ­


m azın ı S ü le y m â n iy e câm iin d e E b u ssu u d E fen d i k ıld ırm ıştır. Ş ey h
V efa câm ii a la n ın d a y a tm a k ta d ır. E lm ev lâ S in a n û d d in : S a ru h a n A k.
h isa rın d a n d ır. M e za n , E d irn e k a p ı d ışın d a E m ir B u h â ri tek k e si y a ­
k ın ın d a d ır. E lm e v lâ M u h te re m E fendi: T a şk e n tlid ir. A yasofya sem ­
tin d e , e v in in y a k ın ın d a gö m ü lü d ü r. N isarizâd e M ehm ed E fendi: M e­
z a n E d irn e k a p ı d ışın d a, b a b a sın ın m e z a n y a n ın d a d ır. Ş ey h M eh­
m ed D ede: İsta n b u llu d u r. M e z a n Y ed ik u le y a k ın ın d a k i tek k e sin in
b ah çesin d ed ir. Ş e y h Y organcı E m ir E fendi: K iy lan lıd ır. İsta n b u l’a,
E b û E y y ü b e l-E n sâ ri ile şeh id olan ecd ad ın ı z iy â re t için gelm iştir.
K en d isi de G ü l C âm ii y a k ın ın d a S irk eci tek k esin d e şe h id le r ve sa-
h âb e-i k ira m a ra sın d a to p ra ğ a v e rilm iştir. K a ra N işancı a k ra b a sın ­
d a n Ş ey h M eh m ed E fendi: M e za n , N işancı P a şa C âm ii av lu su n d ad ır.
T aşk ö p rü zâd e M eh m ed K em aled d in : Ş ak aaik -i N u m ân iy y e sa­
h ib i T aşk ö p rü zâd e E fen d i H a z re tle rin in m u h te re m o ğ ludur. S u lta n
O sm an ’la b irlik te H o tin S e ferin e iştira k etm iş ve B o ğ d an ’ın Y aş şeh ­
rin d e ö m rü ta m a m o la ra k v e fa t e tm iştir. C enazesi sağ lam b ir a ra ­
b a ile T u n a ’n m İsakçı k ö p rü sü n d e n g e ç irile re k T u n ca ad lı k ale al­
tın d a ra h m e t denizinde y ık an m ıştır. S o n ra deniz yo lu ile İsta n b u l’a
g e tirilip C ebe A li k a p ısın d a n g e ç irile re k  şık P a şa C âm ii a v lu su n ­
d a b ü y ü k b a b a la rı y a n ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir. T em iz kalbli, m elek
h u y lu , b irç o k eseri olan b ir k im se d ir (52). N işânizâde S ey id M eh­
m ed E fen di: B in y irm i beş sen esin d e v e fa t etm iş olup, E m ir B u h â .
r î tek k e sin d e to p ra ğ a v e rilm iştir. T a rih ve h u k u k a a it bazı e se r­
le ri v a rd ır. H a ttâ M irz â tü l-K ita b ad lı e se r o n u n d u r. A tâî Ç elebi te r ­
cüm e e tm iştir.
M eh m ed K udsî: N işancızâde E fe n d in in m u h te re m ev lâd ı ve E m ir
B u h â ri H a z re tle rin in d a m a d ın ın d am ad ı olan A b d ü llâ tif E fen d in in
to ru n u d u r. O sm an G azi ile sefere g id erk e n yol z a h m e tin d e n s ıh h a ­
t i bozu lu p , P a d işâ h ’m izn i ile geri d ö n erk en y olda v e fa t e tti. B ü y ü k
ce d le ri E m ir B u h â ri tek k esin d e to p ra ğ a v erild i. Ö lü m ü için, E m ir
A li E fe n d in in söylediği ta rih : «R ûm -u K u d sî C en n ete b u ld u vüsul».
S en e 1041. B aşk a b ir ta rih : «R ûh-u K u d sî id e a rşı m e ’vâ».
H a tib Z âk irî: F oçalıdır. İsta n b u l’a g e le rek Ş ey h N u red d in zâd e
E fe n d in in h izm e tin e g irm iştir. Y ıllarca te k k e le rd e zik red ici ve şük-
red ic i o ld u ğ u için «Zâkirî» diye şö h re t b u lm u ştu . M usiki ilm in d e
A b d u llah F â râ b î k a d a r k u v v e tli idi. H a k ir E v liy â «G ülşen-î v a h d e te

(52) Mevzuat-ûl Ulûm adlı eser bu zat tarafından tercüme edilmiştir. Bu


eser Yaymevimizce basılmıştır.'
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 289

d âim açılıp cânbülbülü» zik rin i o n lard a n ö ğ ren m iştim . M u stafa H â n


d e v lin d e h a tib oldu. B ir gün öğle e z ân m d a m ü ezzin b u lu n m a d ığ ı
için ezânı k e n d ile ri o k u rk en , b ir ç a y la k k u şu sa rığ ım k a p a ra k m i­
n a re n in âlem i ü zerin e k o y m u ştu r. O rad a ta m b ir h a fta kalm ış. H â ­
diseyi M u sta fa H â n ’a nak letm iş. O gece b e ra b e rce z ik r ve te şb ih e t­
tik te n sonra, M u sta fa H â n k en d isin e b ir kese a ltın v erip : «Al ş u n u n ­
la b o rcu n u öde.., A rta n k ısm ı ile de teç h iz ve te k fin h a z ırlık la rım
yap!» b u y u ru rla r, A lla h ’ın h ik m eti, Z â k irî E fendi evine dönü n ce b ir
rü z g â r ç ık a r ve m in a re n in tep e sin d ek i sa rığ ı y e re d ü şü rü r. E rte si
g ü n de k en d isi a n id e n v e fa t eder. M ezarı, h a tib i o ld u ğ u K a z a n c ıla r
C âm ii sah ib i M olla H a y re d d in H a z re tle rin in y a n ın d a d ır. V eli o lm a­
sı m u h te m e l, h â l sahibi, ak ılca h a fif b ir z â t idi. R eceb E fen d i oğlu
M ehm ed E fendi: S u lta n D ö rd ü n cü M u rad H â n d e v ri â lim le rin d e n
olup, İsta n b u llu d u r. K a n s ı olan h ain , k e n d isin i z e h irle y e re k şelıid
e tm iştir. M ezarı E ğ rik a p ı dışın d ad ır.
E lm ev lâ Ş ehzâde: E d im e y a k ın la rın d a A k ça K ız a n lık d en ilen
m e şh u r k a sab a d a n d ır. İs ta n b u l’da v e fa t etm iş ve K e sk in D ede y a ­
k ın ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir. İlim ve irfa n ı ile siv rilm iş b ir z â t idi.
A b d u rra u f oğlu A li: N ik sa rlıd ır. S u lta n B ay ezid C âm ii m ez a rlığ ın ­
da O k ç u la ra b a k a n b ir p en cere için d e y a tm a k ta d ır. A tâ i Ç elebi’n in
sözü ile ölüm ta rih i şu d u r: «M esken-i M olla A li’n in C en n et-i âlâ ola».
S en e 1033. Â d il b ir m olla ve k a d ılık b ah sin d e k esk in kılıç idi. H az­
re t! Ş e y h K esk in D ede: A llah aşk ı ile dolu b ir U lu S u lta n im iş. E h li
h â l o la n la rın a n la ttığ ın a göre, m e z a rlığ ın d a k ırk elli b in k a d a r sa ٠
h âbe, şeh id ve ev liy a y a tm a k ta im iş. G a y e t güzel b ir m e z a rlık tır.
B u d e rg â h ta y a ta n b ü y ü k le rin m e z a r ta ş la rın d a k i ta r ih le r y azılacak
olsa, a y rı b ir c ilt teşk il ed er. Y u su f oğlu M ehm ed: Y ahşi E fen d i adı
ile a n ıla n k ıt akıllı, g irg in b ir z â t idi. B in otuz üç ta rih in d e h a y a ta
v ed a e tm iştir. M ezarı, K esk in D ede m ez a rlığ ın d a d ır.
B o stan zâd e K ü ç ü k M ehm ed E fendi: K a y m b a b a b n o lan N işan cı
M ehm ed P a şa m e z a rlığ ın d a y a tm a k ta d ır. A dı geçen m o lla sü lâled en
gelm e, güzel ah lâk lı, âlim , fâdıl, üç dilde ş iir ve yazı y azab ilen , li­
san ı fasih, ifadesi güzel b ir kim se idi. A b d ü lg an î oğlu M ehm ed: C e­
n aze n a m azı k a la b a lık b ir c e m âatle F a tih C âm iin d e k ılın d ık ta n so n ­
ra, Â bid Ç elebi m escidi m e z a rlığ ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir. M ezarı, gö­
n ü l e h lin in d u a o k la rın ın h e d e fid ir. Y aşı, ta h lil yo lu ile «sah» k e li­
m esid ir. 56 y aşın d a v e fa t e tm iştir. V e fa t ta rih i: «E lcen n etû m ev â-
lıu». S en e 1036. A b d ü lk e rim Ç elebi: G eçm işi tem iz, sü lâlesi u lem â
EvMya Çelebi I-IÎ, F : 19
290 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

ile d o lu d ur. M ezarı E d irn e k a p ı dışında, b a b a sın ın y a n ın d a d ır. M er­


h u m , z a m a n ın rak ib siz âlim i im iş. K m a lız âd e A b d u rra h m a n Ç ele­
b i: T ırh a la ’d a doğm uş, K eskin D ede ta ra fın d a n to p ra ğ a v e rilm iştir.
A h lâk lı, y u m u şa k h u y lu , tem iz ve m u h te re m b ir k im se idi.

E lm e v lâ M eh m ed S adık: S ıd k ı Ç elebi ad ı ile ta n ın m ıştır. A nası


ta ra fın d a n m e ş h u r M u h aşşî Ş ey h zâd e E fe n d i ile a k ra b a lığ ı v a rd ır.
S u r içinde, ad ı geçen M uhaşşî y a n ın d a y a tm a k ta d ır. A b d u lla h E fen ­
di: A li Ç elebi adı ile m e şh u rd u r. F a k a t h a lk a ra sın d a F en licezâd e
d e rle r. «Fazl-ı ilâh» sözü doğum ta rih id ir. S en e 945. M ezarı için d e ­
k i Ş e rife K a d ın m escidi a v lu su n d a , aziz babası y a n ın d a d ır. M e rh u m
M olla, a k li ve n ak li ilim le rin c e v h erin i to p la y a n b ir deniz olup, k e n ­
d isin d e n b ü y ü k v e k ü ç ü k o la n la r a ra sın d a z a m a n ın ın y eg ân esi idi.
G ecd eh an A b d u llah E fendi: K a ra m a n lıd ır. M ezarı, K ırağ a c ı D ede
m escid i k a rşısm d a d ır. M erh u m , y a rd ım ı seven, edib, m ü te v a z i b ir
k im se idi. A h m e d E fen d i: M u h te re m b a b a sın ın m ed resesi y a k ın ın ­
d a y a tm a k ta d ır. V e fa t ta rih i: «Didi tâ rih in i A tâ î â n m -rû h u n a ra h ­
m e t ey leye A llah». F â d ıl, K â m il M u sta fa E fendi: A zm izâde H a le ti
Ç elebi d iye ta n ın ır. D e v rin d e ş a irle r s u lta n ı idi. B irço k eseri v a rd ır.
F a k a t b u n la r a ra sın d a d iv a n ı son d erece güzel v e rû b â ile ri em sal­
sizd ir. H a tta ölm ek ü z e re ik en , şu k ıta y ı d ü şü n m e d e n söylem iştir.

M ah zu m o lu ru z k a ç an ki dilşâd olsak
V ira n o lu ru z k a ç a n k i âb â d olsak
Şol m ü rg -i h u m â p e rv e r-i aşk ız biz ki
D âm e d ü şeriz g u ssad a n âzâd olsak
S ü le y m â n iy e H ad is m ed resesin d e m ü d e rris ik en v e fa t edip, ev i­
n in y a n ın d a y a p tırd ığ ı ve so n ra d a n b ü y ü k p a ra sa rfe d ere k d â rü lk u r.
r â y a ç e v ird iğ i m e k te b in a v lu su n d a to p ra ğ a v e rilm iştir. V e fâ tı için
ta rih :
K isb î tâ r ih in dedi ol fâzıl-ı n a zm -âv erin ,
A d n ’e k ıld ı azm i geçti A zm î-zâde H a le ti. S ene 1040.

E sk i v e y e n i şa irle r, b u ü n lü m o llan ın rû b â ile rin e n a z ire y az­


m a k ta n âcizd irler. O g a rip ifa d e ta rz ı, o gönül alıcı hâl, a n c ak Ce-
n â b -ı H â le tî’n in işid ir. M e lâ m îler S u lta n ı Ş ey h H a z re ti K a p a n î M eh­
m ed E fen d i: B u n a K isû d a r M ehm ed E fen d i de d erler. B u lâk ab ı al­
m a sın a sebep, sa ç la rın ın b ü k lü m b ü k lü m p e rişa n olm ası ve k e n d i­
sin in b aşı açık, a y ağ ı ç ıp la k dolaşm asıdır. K ış g ü n leri sırtın a kaba
b ir îm ro z ab ası g iy e r v e elin d e b ir b a lta ile, «Lâ c ü b b e tü n veîâ si-
vallah » d iy ere k , d o laşır gezerdi. K e n d isin in G elibolu ta ra fla rın d a n
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 291

old u ğ u sö ylenirdi; fa k a t P eçevî, S ire m ta ra fla rın d a n k ab an içek , kop-


çak ve ç a k şırlı a d a m la r gelir. U n k a p a n m ın iç ta ra fla rın d a A ra b a cı­
la r m ey d a n ı ö n ü n d ek i m e k te p te k a lırla r ve M eh m ed E fe n d in in a k ­
ra b a sı o ld u k la rın ı sö y lerlerd i. Z a te n K isû d a r E fe n d in in k en d isi de
B o şn ak d ilin i çok güzel k o n u şu rd u . K o n y a’da E rliz âd e H a z re tle rin e
m ü rîd olm uş, so n ra İlâh î cezbeye k a p ıla ra k h a ra b â t e re n le rin e k a rış ­
m ıştır. K en d isi k ırk sene k a d a r bizim le a y n ı m ah a lle d e o tu rm u ş ve
h a tta d o ğ duğum za m a n sol k u lağ ım a ezâm b u z â t o k u m u ştu r. K e n ­
disi ile tan ışık lığ ım ız eski o ld u ğ u için, h e r g ü n çeşitli k e ra m e tle ri­
ne şâh id o lu rd u k . B u n la rd a n b iri:
Ç o cukluğum da b ir g ü n U n k a p a n ın m iç ta ra fla rın d a k i k u y u m cu
d ü k k â n la rım ız d a «Ve k e te b n â a le y h im tih â in n en -n e fsi binnefs» â y e ­
tin i o k u rk en , K a p â n î E fendi gelip d in led i ve «A llah A llah!» dedi.
D e rh a l c iv a rd ak i b e rb e r d ü k k a n ın d a G ü m ü şç ü le r tek k e si şey h i P e h ­
liv a n Ali H a lh â li p e y d a olup, bizim d ü k k â n ın ö n ü n d e K isû d a rı gö­
rü n c e b ir n â râ a ta ra k : «Ey dost! Ş ah ım ız Ş a h A li’d ir. Y o lu n a can
ve b aşım ız k u rb a n olsun! K e rb e lâ m e y d a n ıd ır m eydanım ız!» deyip,
K a p â n i E fe n d in in elin i öptü. K a p â n i E fen d i de «D erviş A li, in şa lla h
b u an d a isteğ in e k av u şu p , K e rb e lâ şe h id le rin in sev âb ın a n â il o lu r­
sun» d iy erek , elin d ek i ç o tu ra k u m k u m a d a n D erv iş A li’ye b irk aç y u ­
d u m içirdi. D erv iş Ali n â râ a ta r a k y in e b e rb e r d ü k k â n ın a g irin ce,
K a p â n î E fen d i h a k ire : «İşte ‘ve k e te b n â ’ â y e tin in y e ri geldi. T ek ­
r a r oku!» deyince, o n u g ö rd ü k ki D erv iş A li k a ç a ra k b izim d ü k k â ­
n ın önüne geldi. A rk a sın d a n da b e rb e r d ü k k â n ın d a n H acı A hm ed-
oğlu a d ın d a k i y iğ it d al b ıça k ç ık a ra k D erv iş A li’yi göğ sü n d en v u ­
r a r a k şeh id e tti. H e m en K a p ân i M ehm ed E fendi, D erv iş A li’n in k u ­
lağ ın a, «Şim di K e rb e lâ şe h ad e tin i b u ld u n m u ? ‘İn n en ııefsû b in n efs’
â y e tin e m a z h a r old u n m u?» d iy e re k g itti.

B abası ra h m e tli: «Bre şu H acı A h m ed o ğ lu n u tu tu n !» diye k a tili


y a k a la tıp y e n iç e ri ağası Ş eh id H a şa n H a life ’ye teslim e tti. H acı A h-
m ed o ğ lu n u n k a til old u ğ u k e sin le ştik te n so n ra, A ğ ak ap ısı z in d a n ın d a
ö ld ü rü le re k geceleyin ç a rd a k ö n ü n d e n denize atıld ı. îşte b u olayı, gö­
zü m ü z ü n ö n ü n d e m ey d a n a g elişin d en çok d a h a önce h a b e r v e rm iştir.

İk in ci k e râ m e ti: B ir g ü n K a p â n i S u lta n M u ra d ’ın h u z u ru n a çı­


k a ra k , «M urad Ç elebi! U n k a p a n ın d a k i S ü g lü n M u slu S u lta n H a la n
üç g ü n e k a d a r ta m a m e n iflâs ed ecek ... Z a v a llıy a elli kese y a rd ım ­
da b u lu n da b o rc u n u ödesin!» diye ric a d a b u lu n u r. M u ra d H â n «Pe­
ki iyi, B a b a S u ltan » d iy e re k sav ar. M ecliste b u lu n a n la r b u sözlere
h a y ra n o lu rla r. A llah ’ın h ik m e ti, üç gün so n ra M uslu S u lta n ın ?a-
292 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

ra y ın d a b ü y ü k b ir y a n g ın ç ık a r ve S u lta n y a lın a y a k k a ç a ra k can ın ı


zo r k u r ta r ır . İflâs eder. K isû d a r E fendi, o tu rd u ğ u te k k e n in sa h ilin ­
de cad d ey e b a k a n b ir p e n c ere için d e y a tm a k ta olup, tü rb e s in i h e r­
kes z iy a re t eder, Ş e y h H a z re ti Ö m e r E fendi: D ıra ğ m a n cam ii şey h i­
d ir. Ü sküp y a k m ın d a D eb re a d lı k a sab a d a n d ır. T e rc ü m a n Ş ey h i A b-
d ü lrn ü ’m in E fe n d i’y e in tisa b etm iş, so n ra o n u n y e rin e g eçerek şey h ­
lik m a k a m ın a o tu rm u ş tu r. H a c d a n g e ld ik te n so n ra v e fa t etm iş ve
T e rc ü m a n tek k e si m ez arlığ ın d a, to p ra ğ a v e rilm iştir. Ö lü m ü n e b ir
k a tır ın tep m e si seb ep o lm u ştu r, d e rle r. A dı geçen şey h h â liz , şöh­
r e tli b ir v aiz ve m ü şk ille ri çözm eye m u k te d ir itib a rlı b ir kim se idi.

Ş e y h H ü se y in L âm ek ân î: B u ö in kalesi k a rşısın d a k i T u n a k e n a ­
rın d a , P e ş te şe h rin d e d ir. B a y ra m iy e ta rik a tın d a n d ır. T a h silin i t a ­
m a m la d ık ta n so n ra in z iv a y a çekilm eyi u y g u n b u lara k , İs ta n b u l’da
Ş a h S u lta n cam ii a v lu su n a çekilm iş ve v e fa tın d a te k k e y a k ın ın d a
to p ra ğ a v e rilm iştir. A lla h ’a h am d o lsu n , b u şe y h in so h b eti ile de şe­
reflen d im . L â m e k â n sözüne lây ık , d ü n y a d a n vazgeçm iş, evsiz-bark-
sız, o lg u n b ir kim se idi. Ş e y h H ü se y in D oğânî dede: S ofya y a k ın ­
la rın d a k i B erg o fça a d lı k a sa b a d a n d ır. A sk ere in tisâ b ederek, y ılla r­
ca k â firle g aza e tm iştir. S o n u n d a d ü n y a y ı te rk le â h ire te y ö n elerek
m ev le v î ta rik a tın d a k a ra r k ılm ış v e Y e n ik a p ı tek k e sin d e o tu z sene
k a d a r çile ç e k ere k ilim ta h sil etm iş, n ih a y e t M e v lâ n â ’n ın halifesi
y e rin e p o sta o tu rm u ştu r. M esnevi v e m â n e v i ilim le r o k u tu rk e n v e ­
fa t e tm iş ve tek k e si a la n ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir.
E v liy a h a k irin h a y a tı S u lta n B u d a la H a şa n E fendi: F a tih câ-
b o y u n ca e lle rin i ö p ü p d u a­ m iin in B o y a c ıla r k ap ısı d a h ilin d e o tu ­
la r ın ‫ ؛‬ald ığ ı ve şerefli soh­ ru rd u . K a t k a t k u lü b e le r y a p tırırd ı; fa ­
b e tle rin d e b u lu n d u ğ u d e r­ k a t içinde o tu ru lm a z d ı. Ç ü n k ü k a tla r
v işler, şe y h le r v e v e lî ol­ çok y ü k sek ti. H a ttâ m ara n g o zla r, ü ze­
m ası m u h te m e l k işiler: rin d e b ir çivi d a h a ça k m a y a c e sa re t
ed em ezlerd i. N ih a y e t b ir gece k u v v e t­
li b ir rü z g â r esere k H a sa n ’m k u lü b e sin in güzelliğini bozdu. S a b a h ­
ley in H a şa n d ed ey i o d asın d a k efen in e sa rılı b u la ra k , «K estelzâde»
y a n ın d a to p ra ğ a v e rd ile r. A çık seçik k e ra m e tle ri v a rd ı. K isû d a r
M eh m ed E fendi: H a lle ri y u k a rıd a a n la tılm ıştır. A rm ag â n î M ehm ed
E fen d i: F o çalıd ır. H e rk e se b ir elm a h ed iy e e ttiğ in d e n , «A rm agânî»
d e rle rd i. S u lta n D ö rd ü n c ü M u ra d H â n ’d an izin a la ra k m em le k e tin i
z iy a re te g id erk en , Ü sk ü d a r ta ra fın d a B o stancıbaşı k ö p rü sü n d e asker,
a ra s ın d a d o laşa rak v e b â h a sta lığ ın a y a k a la n a n ve y a k a la n m a y a n as­
k e rle rle üç g ü n so h b e t e ttik te n so nra, İsta n b u l’d a v e b â hastalığın.-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 293

d a n ö lecek lerin v e k u rtu la c a k o lan lar: n b ir d e fte rin i y a p ıp D ö rd ü n ­


c ü S u lta n M u ra d ’a ta k d im eyledi. Ü ç g ü n so n ra İs ta n b u l’d a v elv ele
k o p tu ve A rm ag â n î M eh m ed E fe n d i’n in d e fte rin d e b e lirttiğ i m ik -
d a rd a ölüm v u k u a gelerek, yedi g ü n içinde y e tm iş b in kişi v e fa t
e tti. S o n ra A rm a g â n î sırla rım açığa v u rm a k ta n m ü te e ssir o lara k F o ­
ça’y a v a rd ık ta n so n ra o ra d a v e fa t e tti.

K a p â n î D eli S a fe r D ede: U n k a p a m ’n d a E k m ek çi A li Ç elebi’n in


fırın ın a , çok şid d e tli y a n d ığ ı b ir sırad a, g irip r a h a t b ir u y k u y a d al­
m ıştır. S o n ra çık ıp b in le rce kişi ile v e d a la şa ra k U n k a p a n ı’n d a n k e n ­
d in i denize a ttı ve k a y ıp la ra k a rıştı. B u olaya, U n k a p a n ı h a lk ın ın
h ep si şah id o lm u ştu r. A ra d a n y ed i sene g e ç tik te n sonra, C ezai i r ’-
d en K a ra H oca ve A li P eçen o ğ lu ’n u n k a ly o n la rı ile İs ta n b u l’a galip,
y in e TJnkapam ’n d a o tu rd u . F a k a t dilsiz o lm u ştu . A li P eçen o ğ lu ve
K a ra H o cadan n a k lo lu n u r ki: «Biz y ed i sene ev v el C e z a y ir’e g id e r­
k e n S e p te b oğazına y a k ın A tlas O k y an u su k ıy ıla rın a geldiğim izde,
b u S a fe r D ede b ir tim s a h a b in m iş olduğu h a ld e k a ly o n la rım ız ın a r­
k a sın d a g ö rü n d ü . K en d isin i gem im ize aldık. B indiği tim s a h da ge­
m ilerim izle b e ra b e r lim a n a girdi. S ah ile d ü şü p öldü. L eşin i S a fe r
D ed en in ricası ü z e rin e göm dük. B ü tü n C ezay ir h a lk ı b u n a şa h ittir»
d e rle rd i. İşte S a fe r D ede böyle seçk in âşık v e ü s tü n b ir d erv iş idî,
U n k a p a n ı m ah zen in d e v e fa t etm iş ve U n k ap an ı d ışın d a H oroz de­
d e n in y a n ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir.

H a k ik a t y o lu n u n devecisi Y etm iş K u ru ş D ede: B u z â t B u d in


e y â le tin d e Ş e m tu rn a a d lı k a le n in ağası b u lu n d u ğ u sırad a, E ğ ri F a ­
tih i M eh m ed H â n ile sav aşa iş tira k etm iş idi. O sıra d a ric â l-ı g ay p
(g ö rü n m e y en a sk erler) ask eri için d e k a la ra k fe tih te n so n ra ö n ü n e
g elene b u s i m söylediği için yedi sen e dili tu tu ld u . Y edi y ıld an son­
ra, y e tm iş k u ru ş sözünden b aşk a b ir şey söylem ez, kopçalı çak şır,
ç e k ird ek li k a p u t, b o şn ak p ab u cu , k a p an içe ve se rh a d lı d o lam a la rı
giyip, «Y etm iş K uruş!» d iy e re k dolaşırdı. G a rib olan b îr şevi v a rd ı:
U n k a p a n ı se m tin in ç a m u ru İsta n b u l için d e m e şh u rd u r. O b e rb â d
ç a m u rd a, o şid d e tli kışda, p a b u c u n u n değil ü zerin e, n alçasın a bile
ç a b u r sıçram azd ı. B öyle te rte m iz gezer v e n a m azı c e m âatle k ıla rd ı.
S u lta n M u ra d ’a b ir gün: «R evan’ı y ed i g ü n d e a lıp y in e vereceksin»
d em iş... D ediği gibi, R e v a n yedi g ü n d e feth e d ilm iş ve te k r a r İ ra n ’ın
e lin e geçm işti. M u ra d H â n İsta n b u l’a d ö n erk en , «Y etm iş K uru ş» y e t­
m iş y a şın d a old u ğ u h a ld e â h ire t h e sab ın ı görüp, K a y m a k a m M u .
ra d P a ş a ’n m fe rm â n ı ile Z e y rek b aşın d ak i Ç ivizâde m ez a rlığ ın d a
to p ra ğ a v e rild i. M elek A h m ed P a ş a ’n ın S u lta n M u ra d ’m ağ zın d an
294 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

riv a y e t e ttiğ in e göre, M u ra d H â n m u h a re b e sırasın d a: «O rdu içinde


Y etm iş K u ru ş ’u n sesini işitiy o ru m . B ak ın ız h a n g i ç a d ırd ad ır?» d i­
y e so rarm ış. H a lb u k i o g ü n lerd e D ede, İsta n b u l’da olup v a rd ığ ı y e r­
de, «M urad y e tm iş k u ru şu aldı, M u ra d y e tm iş k u ru şa ...» d iy e fer-
y a d e d e re k se rse ri gezm ek te idi. E kici D ede: B ü y ü k b ir d erv iş idi.
B ir k e re C iv an K ap ıcıb aşıy a, Ş a m ’a p irin ç b ir m ü h ü r h ed iy e gön­
d erm işti. A lla h ’ın h ik m e ti, o h a fta m ü h ü r C ivan K ap ıcıb aşıy a v e ­
rile re k S a d râz a m oldu. İsta n b u l’a geldiği za m a n E skici D ede v e fa t
e tti v e K a ra m a n ’da o tu rd u ğ u y e rd e to p ra ğ a v erild i. M ehm ed P a şa
ü z e rin e n u r lu b ir tü rb e y a p tırd ı. N alın cı H ü se y in Ç elebi: A z a b lar
ç a rşısın d a idi. D a h a önce yazıldı.

K eçeli D ede: K isû d a r M ehm ed E fe n d i’n in h a life le rin d e n d ir. M ev­


lev i k ü lâh ı, böl y en li k a b a cübbe g iy e r ve ay a ğ ın a n a lım g eçirip e lin ­
d ek i n a k ış keçesiyle b ü y ü k le rin k a p ıla rım d o laşarak , keçesini a ltın
v e g ü m ü şle d o ld u ru rd u . S o n ra k ırk elli k a d a r y e tim i to p la y a ra k on­
la rı bol p a ra sa rfı ile tem iz e lb ise le r g iy d irir v e d ü ğ ü n le y e tim le ri
s ü n n e t e ttirird i. V e h e r b irin e d u ru m la rın a u y g u n işle r b u lu rd u . Y â­
n i k im isin i u s ta y a n m a , k im in i hoca y a n m a v e rir, b a z ıla rım da v e ­
z irle rin v e â y â n m h izm e tin e k o y ard ı. B ağ d ad ’m fe th i h a b e ri a lın ­
dığ ı gün, R a m a za n ı Ş e rifte v e fa t e d e re k N e c â tî B ey m ez arlığ ın d a
to p ra ğ a v e rild i. îy i a h lâ k sah ib i b ir z â t idi. O şum D ede: S a raç h a -
n e b a şı’n d a idi. D a im a sessiz ve sedasız d u ru r, y o lla rd a gelen geçe­
n in a y a ğ ın a ta k ıla n ta ş la n k a ld m r , san k i y o lla n tem izlem ey e m e­
m u r gibi idi. M e z a n n ın y e rin i b ilm iy o ru m .

D iv ân e d u h a n K e se r D ede: A llah â şık la rın d an , dilsiz ve h a l sa­


h ib i b ir d iv an e idi. E n fiy e tiry a k is i idi، B azen ço cu k lar en fiy e diye
to p ra ğ ı a v u c u n a k o y ar. D ede h a z re tle ri de b u rn u n a çekerdi. G ü n ­
de y ü z d irh e m d e n fazla to p ra k çekerdi. B irk aç k e re k e ra m e ti g ö rü l­
m ü ştü r. K is û d a r S ey id A b d u llah Ç elebi: S e lân ik m e v le v îy e t’in d en
azled ild iğ i sırad a, K is û d a r M ehm ed E fe n d in in ç o tra sm d a n içtiği b ir
b â d e n e ticesin d e b ü tü n e v ra k ın ı te rk e d e re k d iv ân e b ir d erv iş olm uş­
tu r . K is û d a r M olla M u sta fa Ç elebi: K a z a n c ıla r C âm ii m ü d e rrisi ik en
b ü tü n k ita b la n n ı H a y rü d d ir، Ç âm iin e v ak fe d ip k â k ü llü b ir kız gibi
d iv ân e lik y o lu n u .tu ttu . F a k a t b u z â tta g ö rü len h a rik ü lâ d e h a lle r
k ü rs ü şe y h le rin d e b ile g ö rü lm em iştir. H a k ir (E v liy â) T rab zo n se­
y a h a tin d e ik en v e fa t e ttiğ in d e n , n e re y e g ö m ü ld ü ğ ü n ü b ilm iy o ru m .
B ü lb ü l D iv anesi: Y aş ve kış, b ir k afes ile b ü lb ü l g ezd irird i. B ü lb ü ­
lü n b a h a r g ü n le rin d e ötm esi â d e t olduğu h ald e, b u n u n b ü lb ü lü k ı­
şın ö terd i ki, h e rk e si ş a şırta n da b u acaib s ır idi. D a y a k D ivanesi:
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 295

K asım p aşa’d a idi. H e r zam an çıp lak gezerdi. İs ta n b u l’u n ş id d e ti‫ ؟‬so­
ğ u ğ u n d an , O k m ey d am ’n d a k a r için d e y a ttığ ı h a ld e m ü b â re k y a n a k ­
la rı te rle rd i. İk i e lle ri o m u zu n d a p .r iş a n b ir h a ld e d o laşır d u ru rd u .
B o y n u zlu D iv an e A h m ed D ede: K a sım p a şa ’d a «K ocam ış oğlu» adlı
b ir y e n iç e rin in ev in d e o tu ru rd u . U zun g ü n lerd e K asım p a şa m ez b a ­
h ası ü z e rin e o tu ru r ve g elip geçene: «Şalla! K â b e y e gide A h m e d
Çebo! Ş alla gidesin M eh m ed Çebo!» diye la f a ta rd ı. T u h a f olan t a ­
ra fı şu ki, ö m rü n d e hiç görm ediği b irin i gö rü n ce adı ve sa n ı ile «fa­
la n çebo!» d iy e ta n ışık lık g ö sterird i. Y irm i sen ed en b e ri gö rm ed iğ i
b ir a d a m ı g ö rü r görm ez ta n ır, «F alan k a d ın ın oğlu fa la n çebo hoş
geldi» diye sıç ra y ıp a y a ğ a k a lk a rd ı. K oynu, k o ltu ğ u ; koyun, sığ ır,
keçi, kuzu, k a ra c a ve cey lân b o y n u z la n ile do lu idi.
G arib lik : B azı k im se le r fal n iy e ti ile «A hm ed h a n i b e n im bo y ­
nuzum ?» deyince genç ise küçük, y a şlı ise b ü y ü k b ir boynu z çık a­
rırd ı.
B aşk a b ir g arib lik : S o ra n b e k â r olursa, «D aha sen in b o y n u z u n
bitm edi!» derm iş!
B ir b aşk a g arib lik : B azı H ristiy a n ve Y ah u d iy i, k ıy a fe t d eğ işti­
re re k , b e ra b e rce g e tirird ik . B izi gö rü n ce ta n ır, fa k a t k e fe re y e hiç
y ü z ü n ü dönm ezdi. H a k ir (E v liy â ): «A hm ed D ed e... B u n u d a ta n ı­
şana!» dediğim de, «O c u fu ttu r!» diye ta n ır ve a v re t y e rin i a ç a ra k
k ızard ı.
D iğ e r b ir g arib lik : B irisi «A hm ed dede, san a b ir b o y n u z v e re y im ,
b a n a b ir o y u n oyna» dese, h e m e n a y ağ a k alk ıp , sağ e lin in p a rm a k ­
la rın ı sık tık ça ley lek sesine b e n z e r b ir ses ç ık a ra ra k oy n ard ı. B u n u n
için h e rk e s A h m ed D ed e’y e bol bol boynuz g e tirird i.
B aşka g arib lik : B ir a y sonra, b o y n u z v e re n gidip A h m ed D ed e’­
ye: «B enim b o y n u zu m nerede?» dese, h em en elin i k o y n u n a so k a r ve
v e rd iğ i b o y n u zu ç ık a rır teslim ederdi.

B aşk a b ir g arib lik : B ir ad am a üç defa «Şalla K â b ey e gidesin!»


dese, o ad am m u tla k a K âb ey e g iderdi. S û d a n v e H ab eş s e y a h a tle ri­
ne ç ık tığ ım d an beri d iv an e d e n h a b e r ald ığ ım y o k tu r.

P a p a s D ivane: G a la ta ’da o tu ru rd u . K â firle rin m a sk a ra sı b ir d i­


v a n e idi. H al ve ta v ırla rı, y ü rü y ü ş ve k o n u şm ası son d erece g üzel
ve neşeli idi. Ş e h rin ile ri g e le n lerin in h ep sin i ta n ırd ı. «Şakanâm e»
ad lı eserim izd e h a l ve h a re k e tle rin in ta k lid i ta m a m e n y a z ılm ıştır.
D u rm u ş D ede: R u m e lih is a n n d a idi. B ü tü n g em iciler b u ad a m c a ­
ğıza sad ak a v e rirle rd i. S e fere çık acak olan h e r gem ici gelip b u dede-
296 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

y e so ra rd ı. D ede, o ad am a «F alan y e re git, fala n y e re gitm e» diye


h a k ik a ti söylerdi. H a k ik a te n o a d am d e d e n in söylediği y e re giderse
se lâ m etle ve g a n im e tle döner, g itm e dediği y e re giderse z a ra ra u ğ ­
ra r, y a gelir, y a gelm ezdi. îş te böyle h a k ik î s ır sahibi, d erv iş b ir de­
de idi. S ü m ü k lü D ede: A tm e y d a m ’n d a idi. D ev letle olan işin i h a l­
le tm e y e g id en b irin e sü m ü k atsa, o g ü n o a d a m ın işi g ö rü lü rd ü . Ş a ­
y e t tü k ü rü rs e o ad a m ın işi görülm ez, a z a r işitird i. S a n k i b u h iz m e t­
le g ö rev len d irilm iş b ir A llah âşıkı idi. E lekci divanesi: D ilsiz b ir
d iv an e idi. D ilsiz b ir deli idi. A lla h ’ın e m ri ile elek d en b aşk a b ir şey
yem ezdi. E lekci k a d ın la r, b u d iv a n e n in y a n ıs ıra gidip, iste d ik le ri
ad am ı d eliy e gö stererek , o a d a m a m u sa lla t ed ip elek a ld ır tırlır d ı.
D iv an e ise eleği k ıra ra k çem b erin i a ta r, g erisin i h e lv a gibi ağzını
k ö p ü rte re k y e d ik te n so n ra b ay g ın gözünü sü zerek m em n u n iy e tin i
ifa d e ed erd i. E n g a rib i şu d u r ki, b u k a d a r m ü d d e t z a rfın d a d iv an e ­
n in k ü ç ü k v e b ü y ü k a b d estin i y a p tığ ın ı hiç kim se g ö rm em iştir. D o­
ğ u şu n d a n b eri çıp lak o la ra k dolaşm ış ve hiç k o n uşm am ışken, ölü­
m ü n d e n b ir g ü n önce y a n ın a gelen salih b ir kim seye se lâm d an son­
ra, « İn şallah bizi y ık a y a ra k d efin m a sra fla rın ı h elâl p a ra m ız d a n v e ­
rip bizi k a p ın ın d ışın d a to p ra ğ a v e rirsin . Y ü re k o y n am asın a y a k a ­
la n a n la r g elip z iy a re t e d e r ve b ir m ik d a r to p ra ğ ım ı b ira z su d a e ri­
te re k içerlerse, A llah ’ın e m ri ile iy ileşirler» dem iş ve o ray a v a rın c a
ru h u n u te slim e tm iştir. S o n ra o zât, v a siy e ti gereğince cenazesini
k ald ırm ış. H a le n k ö p rü ü stü n d e h e rk e s ta ra fın d a n z iy a re t edilir. H a ­
fa k a n h a s ta lığ ın a y a k a la n a n la r z iy a re t e d e rle r ve şifa b u lu rla r.
M e la m ılerin reisi, in s a n la rın sevgilisi d iv an e B u rn a z M ehm ed
Ç elebi: «S abah sa b a h delisi» adı ile m e şh u rd u r. B ab ası E ğ ri fâ tih i
M eh m ed H a n z a m a n ın d a n b e ri y e n iç e ri ocağında çav u ş k e th ü d a sı
olup, y e n iç e ri a ğ a la rı kola b in d ik le ri v a k it b u d iv an e çelebi de b a ­
b ası ile b irlik te kol dolaşır, a ra m a sıra sın d a ele geçen su ç lu la rı hab -
sed erd i. B ir gün b a b a sın a k ız a ra k «S abah ölürsün» dem iş. A lla h ’ın
h ik m e ti, s e h e r v a k ti b ab ası ö lm ü ştü r. O z a m a n d a n b e ri D iv an e Çe­
leb iy e «S abah sabah» d e d ik le ri v a k it, b a şın ı ta ş ta n ta ş a v u ru r. A llah
b ilir ya, o baş ta ş la ra v u rd u k ç a A d an a k ab ağ ı gibi k ü t k ü t ö terdi.
B irin e k ızd ığ ı zam an «yuf» d ey ip b u rn u n d a n b alg am ç ık a ra ra k kız­
dığ ı k im se n in ü z e rin e a ta r v e b iç a re a d a m ın ü stü n ü salyangoz gibi
b alg am a b u la rd ı.
B ir k e re b irk a ç a rk a d a ş ile d iv a n se y rin e g id erk e n b u d iv an e y e
D iv an y o lu ’n d a rastg e ld ik . B aşın a b ir b o stan cı k ü la h ı giym iş, o m u ­
z u n d a b ir tü fe k k u n d a ğ ı, b ir a ğ a t p a rç a sın a binm iş, dizgini elinde
sıç ra y a ra k koşuyor, c a d d en in sağ v e so lu n d ak i d ü k k â n sa h ih le ri ile
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 297

çeşitli ş a k a la r y a p ıy o rd u . Y a n ım ız d an geçerken, «Sakın, a tım değer»


diye elin d ek i so p an ın u c u n u a rk a d a şım ın a y a ğ ın a öyle v u rd u k i bi­
ça re to p alla y a ra k : «Bre gidi deli» d iy e re k k e n d isin e b ir to k a t v u r ­
du. D ivane, h e m e n elin i b u rn u n a so k a ra k ç ık a rd ığ ı sü m ü ğ ü a rk a ­
d aşım ın s u ra tın a a ttı. A rk a d a şım «Vay gözüm çıktı!» d iy e b a ğ ır­
m ay a başladı. B en de h ey gidi d iv an e, elin d e ta ş v a rm ış, a rk a d a ş ı­
m ın gözü ç ık tı, diye b a k a rk e n a n la d ım ki, zâlim d iv a n e n in b u rn u n ­
da b ir a y d a n b e ri k a sk a tı olm uş sü m ü ğ ü , a rk a d a şım g ö zü n ü n ak ı
ve k a ra sı s a n a ra k fe ry a d a başlam ış. «Bre aç gözün sağ lam d ır. V u r­
d u ğ u taş değil sa f b algam dır» d ed iğ im zam an , zav allı g ö zü n ü aça­
ra k «A llah’a şü k ü r, deli b alg am ı im iş» dedi.
D iv a n e n in akça ta h ta s ı k a d a r b u r n u v a rd ı. L â k in k ib irli b u rn u
b ü y ü k değil idi. A klı az b ir deli idi. V elhâsıl tu z n asıl h e r y em eğ in
ta d ı ise, b u B u rn a z deli de h e r to p lu lu k ta , h e r y e rd e , h e r m erâsim -
de ve h e r d iv an d a, k a ra d a ve denizde b u lu n u r, gece g ü n d ü z y a tm a z
u yum az, İsta n b u l’u d o laşır b ir d iv an e idi.
Y ine b ir k ere, b u d iv a n e n in a n a sın ı t ü tü n içe rk en y a k a la y a ra k
h ap setm işler. B u div an e, K a ra M u sta fa P a şa y a a n a sın ın b ıra k ılm a ­
sı için ric a y a gitm iş. E ğ ri Ç avuşbaşı, «S abret, P a şa n ın işi var» d e­
m iş. D ivane: «Sen fala n y e m e ... P a ş a b e n i bilir» deyince, b ü tü n di-
v a n d a k ile r gü lm ü şler. M u sta fa P a şa g ü rü ltü y ü işitere k , «N edir çele­
bi?» diye sorm uş. Ç avuşbaşı: «S ultanım ! Ç eleb in in an asın ı, b o rçlu
olduğu için h a p setm işle r. B ıra k ılm a sın ı ric a y a gelm iş!» dey in ce d i­
vane:
«— Y a la n söylüyor. A n am b o rçlu değildir. T ü tü n iç e rk e n y a k a ­
la y ıp z in d a n a a ttıla r. Ş im d i de k a d ın la r z in d a n ın d a n ç ık a rıp e rk e k ­
le r h a p ish a n e sin e k o şu n lar. Ç ü n k ü b ab am y o k tu r» der. D iv a n d a k i,
le rin hepsi g ü le re k şa şırırla r. K a ra M u sta fa P a şa , d iv an e y e b ir av u ç
a ltın v e re re k a n a sın ı sa lıv e rir. «Şu k a d ın ı b ir kocaya ver!» diy e k e t­
h ü d a sın a te n b ih eder. K a ra M u sta fa P a şa m e rh u m , d e lile re p ek iti-
k ad ederdi.
H e r zam an ve h e r işte b u lu n m a y ı â d e t e d in en b u d iv an e b ir
ölüm h a b e ri alınca, m ü ezzin le b irlik te cen âz e n in önü s ıra g id ere k
b irta k ım lü zu m su z se sle r ç ık a rırd ı. S o n ra d a k a y ığ a g irip k ü re k çe­
k e rd i. B u d e lin in şa k ala rı, ta k lid c ile r ve k o m ed y e n ler a ra sın d a m eş­
h u rd u r. Â y a n ve k ib a r k o n a k la rın d a tem sil o lu n u r. L â k in boş b ir
deli değ ildir.
B ir k e re sin d e y in e b u d iv an e, üç g ü n üç gece: «K ızıl o d a la rd a
y a n g ın var!» d iy e fe ry a d e tm işti. D eli sözü diye k im se in an m a d ı, A l­
la h ’ın h ik m eti, d ö rd ü n c ü g ü n b ü y ü k b ir y a n g ın ç ık tı v e O d u n k a-
298 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

p ısı’n d a n tâ Y ed ik u le ’ye, M o llag ü rân î ta ra fla rın a k a d a r y ay ılıp , üç


g ü n üç gece d ev am e tti. D iv a n e n in n e re y e g ö m ü ld ü ğ ü n ü b ilm iy o ­
ru m .

D Ö R D Ü N C Ü M U R A D D E V R İN D E V E F A T ED EN
U L EM Â V E Ş E Y H L E R

Ş e y h M eh m ed K adızâde: D ö rd ü n c ü S u lta n M u ra d ’ın şeyhi idi.


M em lek eti S o fy a'd ır. D ra ğ m a n lı Ş e y h Ö m er E fe n d in in y e rin e şeyh
o lm u ştu r. A y aso fy a’d a S o fy alı K a d ız âd e diye şö h re t b u la n ş e ria t
u lem â sın d a n idi. B azan eh li te v h id su fîlere ta ş a ta rd ı. S u lta n M u ra d
ile B ağ d ad seferin e g id erk en , K o n y a ’d a k en d isi H a z re ti M ev lân â
z iy a re tin e g itm ed iğ i gibi g id en le ri de m e n e tm iştir. N ih a y e t S u ıta n
M u ra d M ev lân â tü rb e sin i z iy â re tle sem â ây in i y a p tırırk e n , «Bre m e-.
d ed şey h i ç a ğ ırın ... G elip b u n e y ve k u d u m u d in ley ip sem â sefa­
sın ı görsün!» diye h a b e r gö n d erm iş ise de şeyh y in e gelm em iştir.
S o n u n d a: «Ya gelsin, yoksa a y a ğ ın ı k ıra rım . Y a h u t k en d isin i b u ra ­
y a aşçı y ap arım !» diye zo rlay ın ca, şe y h çaresiz S u lta n M u ra d ’m b u ­
lu n d u ğ u y e rin k a p ısın a gelir. P a d işa h h ışım la önüne ç ık a r ve şeyhe
ç a rp a r. Z a v a llı Ş eyh y e re y u v a rla n ıp a y ağ ı k ırılır. B u su re tle de
M ev lân ây ı z iy a re t n asib olm az. îs ta n b u l’a d ö n d ü k ten so n ra v e fa t e t­
ti. D o ğ ru su o d e v ird e y e tişe n şe y h le rin en b ü y ü k le rin d e n idi. B u n ­
d ak i açıklık, b elâg at, zekâ, asâlet, b a h a d ırlık , fik ir ve ferâset, lisan
ta lâ k a tı o a sırd a k im sey e n a sib o lm am ıştır. B ay ezid câm iin d en Aya-
so fy a’y a ta y in e d ild ik te n sonra, b irç o k k im se le r b u z â tın m eclisin ­
de h a z ır b u lu n m a k için p e rşe m b e g ü n ü n d en , A y aso fy a’da itik â f n i­
y e tiy le , g e c ele rle r ve so h b etin d e h a z ır b u lu n u rla rd ı. Â lim ve fazıl
o ld u ğ u gibi, ay n ı z a m a n d a H ilm i m ah la sı ile y azd ığ ı u sta c a şiirleri,
âşık ça sözleri v a rd ır.

N ik sârîzâd e M u stafa E fendi: M ezarı Â şık P a şa C âm ii avlustfn-


d ad ır. Y üz elli a d e t d eğ erli k ita p y a z m ıştır. A k H ü sam ed d in : M e­
z a rı S elim iy e h a m a m ı y a n ın d a k en d i m ed re sesin d ed ir. K a ra H aşan
E fen d i: K a ra silid ir. M ezarı E m ir B u h â rî tek k e sin d ed ir. D e v rin â lim ­
le rin d e n id i. H u rre m Ç elebi el-C em âlî: A k sa ray ’lıd ır. M ezarı, K e ­
m â l P aşa zâ d e y a k ın la rın d a d ır. S a n a t sah ib i b ir âlim ve ta rih ç i idi.
N im e tu lla h oğlu İb ra h im : R û şen îzâd e ad ı ile ta n ın m ıştır. M ezarı
E ğ rik a p ı d ışın d ad ır. K ü ç ü k T aced d in İb ra h im Ç elebi: H a m id ilin-
d en d ir. Z a m a n ın ın y eg ân esi idi. M ezarı E d irn e k a p ı d ışın d a E m ir
B u h â ri tek k e sin d ed ir. S in a n û d d in Y u su f el-H atib : S ü le y m a n iv e câ-
m iin in im a m ve h a tib i idi. B eş v a k it n a m a z ın ı S ü le y m a n iy e ’de kı-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 299

la r, câm id en d ışa rıy a çıkm azdı. S in a n E fe n d in in a rk a sın d a n am az


k ılm ak , h ita b e tin i ve hoş sesi ile o k u d u ğ u K u r ’ân-ı K e rîm ’i d in le­
m ek için, b irço k c e m a a t itik â f n iy e tiy le câm ide k a lırla rd ı. M ezarı
S elim H â n câm ii y a k ın ın d a k i K oğacı D ede m escidi a la n ın d a d ır. Ş e y h
V efa O ğlu H a z re ti S u lta n F u k a r a M u slih id d in : Â şık P a şa tü rb e sin d e
to p ra ğ a v e rilm iştir.
E ser ve ib re t sa h ife le rin i g ö reb ilen göz sa h ip lerin ce m alû m ol­
d u ğ u üzere, şe y h le rin silsilesi m e şre b y ö n ü n d e n b irk a ç d ala a y rı­
lır. E v v e lâ gizli z ik ir ve a ç ık ta n z ik ir şeklinde N a k şib en d î ve H al-
v e tîy e o lara k ik iy e a y rılır. H a lv e tiy e ta r ik a tı da b irk a ç şu b ey e a y ­
rılır. F a k a t «El tu ru k u ilâ lla h b i-ad ed i enfâs-ül-halâık» ifadesi g e­
reğ in ce, d a h a b in le rce ta r ik a t v a rd ır. F a k a t h e p sin d e n önce ve b a ş­
ta, ta rîk a t-ı M u h am m ed iy e •gelir. O ndan so n ra N ak şib en d î, H a lv e ti,
B a y râ m î, V âhidî, Z eynî, M evlevi, R ûşenî, G ülşenî, B ek tâşî, N im e-
tu lla h î ve N u rb â h şî ta rik a tla rı, şö h re tle ri gökleri tu ta n ta r ik a tla r ­
d a n d ır. B u n la rd a n b a şk a yüz k ırk ta n e d a h a sa y a rla r. F a k a t ta r i ­
k a tla rın başı olan N a k şib en d î’n in k ay n a ğ ı H a z re ti E b u b e k ir’e u la ­
şır. V âh id î ta r ik a tı H a z re t-i Ö m e r’e, Z e y n île r ise H a z re ti O sm an ’a
d a y a n ırla r. H a lv e ti ki C elv etî de o n d an a y rılm ıştır, H a z re ti A li’ye
u laşır.
İsta n b u l’da ilk ta r ik a t şeyhi H a b ib K a ra m â n i H a z re tle rid ir. Öl­
d ü ğ ü zam an, E y ü p S u lta n k a rşısın d a k i S ü tlü c e k a sab a sın d a C aferâ-
b â d tek k e si y a k ın ın a d e fn e d ilm iştir. H a y a tta ik en y e tm iş b in m ü ­
rid i v a rd ı. Y e rin e Ş e y h Ü veysi H a z re tle ri h a life o lm u ştu r. T ekkesi,
K oca M u sta fa .P a ş a tek k e sid ir. B u te k k e esk id ir. B izans z a m a n ın d a
k ız la r m a n a stırı idi. H a ru n ’er-R eşid İsta n b u l’u n y a n s ın ı su lh ile al­
dığı zam an, o ra y a b ir te k k e y a p tırm ış idi. F e tih te n so n ra F a tih de
tek k e o lara k b ıra k tı. B ayezid-i V elî v e z irle rin d e n K oca M u sta fa P â -
şa tek k e si d ed iler. S o n ra İsta n b u l’da «Y ahya Ş irv â n i» n in d ö rt h a li­
fesi şö h re t b u ld u . O n d a n so n ra Z ey n î ta r ik a tı y ay ıld ı. B u ta r ik a tın
on iki im am , on iki h ad is im a m ı v e on ik i b ü y ü k şey h i v a rd ır. O n­
la ra , şe y h le r a ra sın d a «A badile» d e rle r. A llah ’a h a m d o lsu n k i b ir ­
ço ğ u n u z iy a re t e tm e y i n asib e tm iştir. S ey id Y a h y a Ş irv â n î’n in h a ­
lifesi S ey id Ö m e r R u şe n i’d ir ki, ondan S ey id İb ra h im izin a la ra k
«Rüşenî» a d ın ı «G ülşeni»ye ç e v irm iştir. M ezarı M ısır’d ad ır. A m a
G ü lşen î ta rik i; M evlevi, H a lv e ti, K â d irî, C e lû tî ve S in a n î’den so n ra
o rta y a ç ık m ıştır.
Ş a irle rin S u lta n ı R evani: E d irn e lid ir. A sıl adı Ş û ca’d ır. S ü le y ­
m a n H â n h a re m in d e y etişm iş, v e fa tın d a K ırk çeşm e y a k ın ın d a k i k e n ­
di câ m iin in a v lu su n d a caddeye b a k a n b ir p e n c e re için d e to p ra ğ a ve-
300 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

rilm iş tir. V e fa tın a ta rih : «İşidip r ü h u k u d si d id ta rih , c â n â n d a n y a ­


n a •azm etli R evânî». T em iz şiirle ri, şirin sözleri ve te r tip edilm iş
m e ş h u r b ir d iv a n ı v a rd ır.

İSTANBUL DIŞINDAKİ ÜÇ KAZA VE KARADENİZ


BOĞAZINA KADAR OLAN YERLERDEKİ İMARETLER,
CÂMİLER, MESCİDLER VE DİĞER HAYIR
YERLERİ İLE ZİYARET YERLERİ

Yedikule: B izans d e v rin d e v eb â h a sta lığ ı olan y e rle rd e n gelen­


le r b u ra d a y ed i g ü n k alm a d ık ç a İsta n b u l’a g ire m ed ik le ri için, «Na-
zarta» (K a ra n tin a ) d erler. F e tih te n sonra, ’ F â tih b ü tü n d eb b a ğ la rı
v e m ez b a h a la rı b u ra y a y e rle ştird i. D eniz k e n a rın d a im a r görm üş b ir
k asab ad ır. B ir cam ii, y ed i m escidi, b ir h a n ı, b ir h a m am ı, yedi se­
b ili ve ü ç tek k e si v a rd ır. Üç y ü z a d e t d eb b ağ d ü k k ân ı, elli a d e t t u t ­
k alcı atö ly esi, deniz k e n a rın d a y e tm iş ta n e de kirişçi işy e ri v a rd ır.
A m a sa k in le ri a ra sın d a evli o la n la r azdır. H ep si b e k â rla r p a z arıd ır.
S av aş z a m a n la rın d a beş b in k u v v e tli b e k â r d eb b ağ şâ h b az ları çık a­
r ır ki, h e r b iri d e m ir g ib id irler. B u k a sa b a n ın fen a k o k u su n a alışık
o lm a y a n la r b ir an bile d a y a n am a zla r. F a k a t a h a lisin e o k ö tü koku
m isk ve a n b e r gibi g elirm iş!... M isk sü rü n m ü ş k im se le r y a n la rın a
y ak laşsa h o şlan m azlar. H a lk ı çok ik ra m se v e rd irle r. A llah, m a lla ­
r ın a H a lil b e re k e ti v e rm iştir. M a lu m d u r ki, p irle ri «Ahi E vran» H a z ­
re tle ri eteğ i dolu o la ra k giden b ir h alifesin e, «E teğindeki nedir?»
diye so rar. H alife de « k u ru ştu r» diye cevap v e rir. M eğer e te ğ in d e ­
k i köpek p isliği im iş. U ta n c ın d a n böyle cevap verm iş. «Ahi E vran»
d a h i «R abbim te â lâ h a z re tle ri m al ve e rzak ın ıza b e re k e tle r ih sa n
b u y u rsu n !» y o llu b irç o k d u a la rd a b u lu n m u ştu r. O k ab u le şây an d u a ­
n ın y ü z ü n d e n d ir k i b u g ü n e k a d a r h â lâ d erici e sn âfın ın tic a re tle ri­
n in b e re k e ti b o ld u r ve pek ik ra m edici o lu rla r. H a tta «Hacı Ali»
ad lı b ir d e ri tü c c a rın ın k ırk y ıllık b irik m iş kö p ek pisliği v a rd ır ki,
İn g iliz k â firle ri k ırk b in k u ru şa s^tın a lm a k iste m işle rse de v e ril­
m em iştir, diye m e şh u rd u r. B u k a sab a n ın d ışın d a h a y a t v e re n b ir
çeşm en in k e m e ri a ltın d a d ö rt köşe beyaz b ir m e rm e r ü z e rin e m e r­
m e r u sta sı b ir k az resm i y a p m ış tır ki, sözle a n la tılm a sı im k â n sız ­
d ır. G ö ren canlı san ır. B u se b ep te n o çeşm e «K azlıçeşm e» ad iy le
m eşh u rd u r.

Yenikapı kasabasının imaret ve h a y ır işleri: Y e n ik a p ı’n m dış b a ­


tıs ın d a c e n n e t gibi b ir k a sab a d ır. B eş yü z k a d a r b a ğ ve bah çeli sa ­
ra y ve e v le ri v a rd ır. «M erkezefendi C âm ii» ad iy le b ir câm ii, ١ 7edi
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 301

zaviyesi, b ir h a m a m ı ve b ir de m ev le v ih â n e si v a rd ır. B u m ev lev i-


h â n e öyle b ü y ü k tü r ki, y etm iş k a d a r m ev lev î fu k a ra sı odası, sam â-
h â n e si v e im a re ti e tra fın d a y eşil s a h a la rı v a rd ır. B ü y ü k ağ a çla rla
sü sle n m iştir. «Âsârî» a d lı em salsiz b ir ressam b u m e v le v îh â n e n in
d u v a rla rın a k a lın y a z ı ile «Ve h ü v e ’l azîzilhakîm » a y e tin i y azm ış­
t ı r ki, san k i m ücizedir. V e y in e d u v a ra k ü k re y e n b ir a rsla n resm i
ç iz m iştir ki, san k i Ş a ttû la ra b k ıy ısın d a a v la n m a y a çıkm ış b ir ara ­
la n d ır. H e r gelen şair, a rsla n a u y g u n b e y itle r y azm ışlar. B u b e y it­
le r say ıla m a y a ca k k a d a r ço k tu r. M ev le v îh ân e n in b u k asab a d a y e t­
m iş seksen k a d a r d ü k k â n la rı v a rd ır. S u y u b o ld u r.

İsta n b u l su ru n u n dı- F â tih z a m a n ın d a R u m eli ta ra fın a sefe-


şm d ak i h a v a d a r ve lâ le z a r re çıkıldığı Vakit to p çu tâifesi b u ra d a
T o p çu lar m ahallesi: e ğ le n d ik le ri için, «Topçular» d en ilm iş­
tir . Y ü k sek ve açık lık b ir y e rd e olup
bağ ve b ah çesi ço k tu r, b in k a d a r y ü k sek s a ra y la rı ve b aşk a ev leri
v a rd ır. «N işancı P a şa Câm ii» d e n ile n b ir câm ii ile y ed i m escidi, b ir
tek k esi, y ed i h a n ı v e b ir k ü ç ü k h a m a m ı v a rd ır. H am am ı, Y en içeri
ağası K a ra Ç avuş y a p tırm ıştır. Y üz ta n e d ü k k â n c ık la rı v a rd ır. B u
d ü k k â n la rd a h e r çeşit e şy a b u lu n u r. H a v a sı tem iz, su y u K ırk çeşm e
su y u d u r. S a ra y la rın için d e M elek A h m ed P a şa sa ra y ı san k i m ele k ­
le r b ah çesid ir. Y apısı eski o ld u ğ u n d an , b ir k aley e benzer. Ç eşitli
m a k su re le r ve h a m a m la rı ile süslenm iş b ir g ü listan d ır. Çok güzel b ü ­
y ü k b ir h a v u z u v a rd ır. E y ü p n âip liğ in e bağlı ise de a y rı b ir su b aşı-
sı v a rd ır. G ü rc ü P a ş a S aray ı, D e fte rd a r N işancı P a şa S a ra y ı d a m eş­
h u r sa ra y la rd a n d ır. Y a k ın ın d a k i çeşm enin ta r ih i şu d u r:
N işân î fik rid en k en b u b in â n m sâ ti g a rra sm
D id i m ü lh e m â n ın tâ rih in i de «hay r-ı su ltan » S ene 970.

B u s a ra y a y a k ın «B eyzâde Çelebi» çeşm esin in ta r ih i de şu d u r:


D edi tâ rih -i b in â sm N âilî
 b-ı lâ tîf-i çeşm e-i a y n iilh a y a tv a n
S u r d ışın d ak i m â m u r O ta k ç ıla r m ah allesi: F a tih z a m a n ın d a R u ­
m eli ta ra fın a gid en b ü tü n ç a d ırc ıla r ç a d ırla rın ı k u ru p b u ra d a ko­
n ak lad ık lara için, «O takçılar» d erler. H a v a sı ve su y u güzel olup, b a ğ ­
lı b ah çeli ik i b in i aşk ın sa ra y ve e v le ri v a rd ır. E y ü p k a d ılığ ın a b ağ ­
lıd ır. F a k a t m ü sta k il subaşısı v a rd ır. E ğ rik a p ı’n m b a tısın d a b in ad ım
u z a k lık ta , y ü k sek b ir y e rd e k u ru lm u ş, in sa n a fe ra h lık v e re n «O tak
m eydanı» d en ilen b ir çim en lik m esire y e ri v a rd ır. S afâ ehli ik in d i­
den so n ra o gönül a ç an y e re g id ere k g ezin irler. D ö rt câm ii, on y ed i
302 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

m escid i v e a ltı tek k esi v a rd ır. İçle rin d e en b ak ım lısı, E m ir B u h â ri


tek k e sid ir. Üç h a n ı v a rd ır. Ç arşı c â m iin in c e m â a ti ço k tu r.
H ü se y in A ğ a seb ilin in ta rih i:
G ö rü b ân ı didi b u ab d -ı zaîf
T a rih olsun «sebîl-i h u b u lâtif» Sene: 1008

O ta k ç ıla r ile E d irn e k a p ısı a ra sın d a k i b ü y ü k b ir y ap ı olan E m ir


B u lıâ rî câm ii ve tek k e si M im a r S in a n y ap ısıd ır.
S u r d ışın d a N işan cı P a şa kasabası: S u r’u n b a tı ta ra fın d a h a v a ­
d a r ve y ü k se k b ir te p e ü z e rin e k u ru lm u ş, bağ ve bahçeli, üç b in
k a d a r b ak ım lı b ü y ü k sa ra y la rı olan b ir m ah a lle d ir. C â m ile rin in için ­
de N işan cı P a şa C âm ii, e n b a k ım lı ve güzel o lan ıd ır. C em âati çok­
tu r. Y ü k sek b ir tep e ü z e rin e in şa edilm iş güzel b ir câm id ir. E lli a d e t
m escid i v e d ö rt tek k e si olup, b ir h a m a m ı da h e n ü z y a p ılm ıştır. Y ir­
m i a d e t d ü k k â n ı v a rd ır. H an ı y o k tu r. N işancı P a ş a ’n m g ö n ü llere fe ­
ra h lık v e re n em sâlsiz b ir h a m a m ı v a rd ır. M im a r S in a n ta ra fın d a n
y a p ılm ıştır.
Ç ö m lekçiler m ah allesi: İsta n b u l k a le sin in b a tı ta ra fın d a , H aliç
k ıy ısın d a, a lç a k ve düz b ir y e rd e k u ru lm u ş tu r. B in evli, bağlı v e b ah ­
çeli, b a k ım lı b ir m ah a lle d ir. B irço k s a ra y ve b o sta n la rı v a rd ır. E v­
le ri k a t k a t v e hoş m a n z a ra lıd ır. B u m â m u r m a h a lle n in Y âvedud,
Z âlp aşa, D e fte rd a r ve H ocaefen d i a d la rın d a d ö rt a d e t iskelesi v a r­
d ır. B u isk e le le rin k a rşı sa h ille rin d e H asköy, P iri P a şa k a sa b a la rı
v a rd ır. E y ü p k a d ılığ ın a b ağ lı ise de a y rıc a k a d ı ve subaşısı olan b ir
n a h iy e d ir. C â m ile rin in en güzeli «Zalpaşa» c â m iid ir ki, b ir c e n n e t
b ağ ı için d e iki ta ra fı yol olup p e k güzeldir. O sm anlı ü lk esin d ek i v e ­
z ir câ m ile ri içinde b u n d a n n u rlu s u y o k tu r. Üç yüz a ltm ış a ltı a d e t
cam b illû r ile sü slü d ü r. K u zey ta ra fın d a n a v lu su n a ta ş m e rd iv e n ile
çık ılır. A ltın d a b a şta n b aşa ta le b e o d a la rı v a rd ır. G ü n e y ta ra fın a y i­
n e m erd iv e n le çık ılır. Ç ü n k ü b ir ta ra fı y ü k se k ve yo k u ş b ir y ere
y a p ılm ıştır. B u câm iin v a sıfla rın ı h a k k ıy le yazsam b ir cild do ld u ­
r u r . K u b b e sin in d ışın d a k i s a n a tla r h a d d in d e n fazlad ır. M inberi, m ih-
râ b ı ve m ü ezzin m ah fe lin d e k i ince sa n a tla rı S inop k alesin d ek i m in ­
b e rd e n b a şk a b ir m in b e rd e görm edim . E tra fın d a k i b ah çe içinde b in ­
lerce k u ş u n ö tü şle ri in sa n a h a y a t v e rir. M in âresi çok sa n a tk â rc a ve
y ü k se k tir. K oca M im a r S in a n b u cam iin y a p ım ın d a b ü tü n sa n a tın ı
o rta y a k o y m u ştu r.
D e fte rd a r N azlı M a h m u d P a ş a C am ii: D e fte rd a r iskelesi k e n a ­
rın d a eski biçim k ü ç ü k b ir cam id ir. C em âati çok fazlad ır. K a p ısın ın
ü z e rin d e şu ta r ih y azılıd ır:
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 303

A rifi g ü ft b irh o tâ r ih
tsm -i m escid m ak a a m -ı M a h m u d e st

E ski u su l b ir de alçak m in a re si v a rd ır. B u n d a n b aşk a y ü z m es­


cidi, yed i tek k e si ve b ir h a n ı olup im a re ti y o k tu r. S u lta n M u s ta fa ’­
n ın ta h ta ç ık ışın ın ilk g ü n lerin d e y e n iç e ri ocağı b a şça v u şu «K ara
Ç avuş», Z âlp aşa y a k ın ın d a h e r a n b a h a rı y a şa y a n b ir bahçe için d e
b ir m ev le v ih â n e y a p tırm ış tır ki, b e n z eri y o k tu . B ir gece m ey d a n a
gelen zelzele n e ticesin d e m ev le v ih â n e y e rle b ir oldu. Y eri so n ra d a n
b o sta n o lm u ştu r. S u y u hoş, a y d ın lık ve tem iz b ir h a m a m ı v a rd ır.
B u şe h rin a n a caddesi ü z e rin d e ik i ta r a fı üç yü z a d e t d ü k k â n la sü s­
len m iş b ir çarsısı v a rd ır. Frfkat b e d esten i y o k tu r. Çok fazla n a lb a n t
d ü k k â n ı v a rd ır. C ad d en in iki ta ra fın d a ik i yü z elli a d e t çanak çı, çöm ­
lekçi ve b a rd a k ç ı d ü k k â n la rı v a rd ır. K â ğ ıth a n e ’den ve S a rıy e r’den
g e tird ik le ri ç a m u rla rla m aşra b a, çöm lek ve sü ra h i y a p a rla r ki, b e n ­
zeri an cak Ç in ve İz n ik çin isin d e b u lu n a b ilir. F a k a t b u t o p u k t a
b aşk a b ir h a ssa v a rd ır. B ilh assa y e n i y ap ılm ış b ir te stid e n su içen in
d am ağ ı k o k u la n ır v e v ü c u d u ebedî h ay at, b u lu r. «Ve m in el m âi k ü lle
şey’in hay» s ırrı açık açık g ö rü lü r. B u işy e rle rin d e öyle m a h a re tli
u s ta la r v a rd ır ki, y a p tık la rı te s tile r k ırk elli k u ru şa s a tın a lın a ra k
p ad işah ve v e z irle re h e d iy e o larak g ö tü rü lü r.
A dı geçen k a sa b a n ın çeşm eleri: H a lil A ğa çeşm esi, Ç öm lek çiler
m ah a lle sin in için d ed ir. K a p ısın ın ü z e rin d ek i ta r ih i şu d u r:

D edi ta rih in i F e d â ı h a k ir
A yn-ı p âk -ı çeşm e-i m â-i h a y a t

S o k u llu M ehm ed P a şa çeşm esi, Z âlpaşa y a k ın ın d a d ır. K a p ısın ın


ü stü n d e şu ta r ih v a rd ır:
T eşn ed iller d e d ile r tâ rih in i
Ç eşm e-i m â-i h a y a t-ı canfezâ

D e fte rd a r N azlı M ehm ed P a ş a çeşm esi: K e n d i ca m iin in b itişi-


ğin d ed ir. T a rih i şu d u r:
O ldu b ü n y â d m a tâ r ih
İn n e h â h a y rü n C em ilün

Z âlp aşa k a sab a sın ın z iy a re t y e rle ri: M u slu E fendi, M iftâh ş e r­


h in e h aşiy e y a z an B âli E fe n d in in o ğ ludur. M ezarı D e fte rd a r C am i­
m in av lu su n d a d ır. T ü rb esi M im a r S in a n y a p ısıd ır. K afzâd e A h m ed
E fendi: D okuz yü z a ltm ış beş senesinde A lla h ’ın «îrcii» e m rin e u y ­
m u ştu r. D e fte rd a r C am iin in a v lu su n d a y a tm a k ta d ır. K a d ri m ah lası
304 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

ile yazd ığ ı ş iirle ri v a rd ır. B âk î E fen d i m usallisi: M ezarı Z âlp aşa yo­
lu ü z e rin d ed ir. Ş e y h P ir A h m ed : E şrefiy y e ta r ik a tın a m e n su p tu r.
E d irn e ’d ek i P ir A li D ede’n in h alifesid ir. D e fte rd a r C am ii k a rşısın ­
d a g ö m ü lü d ü r. Ş ey h M alu n u d K a ra m a n ı; N iğdelidir. D e fte rd a r M ah-
m u d P a ş a h a d is m e k te b in d e m u a llim ik en v e fa t etm iş ve o rad a to p ­
ra ğ a v e rilm iştir.

E Y Ü P S E M T İN İN C A M İL E R İ, M E SC İD L E R İ,
M E D R E S E L E R İ, H A N , HA M AM VE D İĞ E R
İM A R E T L E R İ İL E Z İY A R E T Y E R L E R İ

E y ü p şe h ri İsta n b u l’u n b a tı ta ra fm d a d ır. İsta n b u l’a olan u z a k ­


lığı d en izd en ik i m il, k a ra d a n iki sa a ttir. A m m a y in e İs ta n b u l’a b iti­
şik olup, a ra d a boş a ra z i y o k tu r. B a şta n b a şa m â m u rd u r. F a k a t m ü s­
ta k il b ir h ü k ü m e ttir. F â tih k a n u n u n a göre beş b ü y ü k akçe m evle-
v iy e ttir. Y edi y ü z p a rç a köye h ü k m ü geçer. Y irm i a ltı n a h iy e n âib i
v a rd ır. A d a le t ü z e re sen elik on b in k u ru ş g eliri olur. S u b aşısı ve
m ü te v e llisi v a rd ır. B u şe h rin e tra fın d a s û r y o k tu r. K u z e y ta ra fı İs­
ta n b u l’u n id are sin d e d ir. D en izin k a rşı k ıy ısın d a S ü tlü c e k asab ası
olup, a ra la rın d a b ir ok a tım ı m esafe v a rd ır. B ağı bahçesi çok m â ­
m u r b ir şe h ird ir. D okuz b in sekiz y ü z k a d a r sa ra y ve ev v a rd ır. U zu n ­
lu ğ u , H aliç boyunca, Z âlp aşa C a m iin d e n K â ğ ıth a n e y o lu ü z e rin d e ­
k i K ap ıcıb aşı S a ra y ın a k a d a r üç b in ad ım d ır. Y ine Z â lp aşa d a n îd ris
K ö şk ü n e k a d a r üç b in adım tu ta r . Y ine Z â lp aşa d a n B ü lb ü ld ere sin e
k a d a r o lan u z a k lık da üç b in ad ım gelir. Z â lp aşa d a n N işancı ve T op­
ç u la ra k a d a r olan u z a k lık da üç b in ad ım d ır.

E y ü p ’d eki S u lta n C am ileri: E y ü b S u lta n C am ii: B u cam i, F â tih


S u lta n M ehm ed ta ra fın d a n y a p tırılm ıştır. F â tih se v âb ın ı H a z ret-i
E b â E y ü b ’e h ed iy e ey le m iştir. D eniz k ıy ısın a y a k ın E n sâ ri m a h a l­
lesin d e d ü z b ir y e re in şa o lu n m u ştu r. B ir k u b b e lid ir. A y rıca m ih ra b
ta ra fın d a n y a rım k u b b esi d a h a v a rd ır. F a k a t o k a d a r y ü k se k değil­
d ir. C am iin içinde direk: y o k tu r. O rta k u b b e e tra fın d a sağlam k e ­
m e rle r v a rd ır. M ih ra b ve m in b e rin in s a n a t değ eri y o k tu r. H ü n k â r
m ah feli sağ ta ra fta d ır, ik i k apısı v a rd ır. B iri sağ ta r a fta y a n kapı,
d iğ eri de k ıb le k ap ısıd ır. K ıb le k apısı ü z e rin d ek i m e rm e r ü z e rin e
celi yazı ile şu ta r ih y a z ılm ıştır: «H am den lillâ h b ey t-i m a ’m u r oldu
bu». S ağ v e solda ik i m in a re si v a rd ır. A v lu su n u n üç ta ra fı o d a la rla
sü sle n m iştir. O rta sın d a c e m â a t m ak sû re si v a r. B u m ak sû re ile E ba
E y ü b ’ü n m ez a rı a ra sın d a göklere b aş u z a tm ış ik i ç ın a r ağacı v a r
ki, c e m â a t gölgesinde ib a d e t e d e rler. B u b a h ç e n in ik i k ap ısı v a r B a-
E V LİY A ÇELEBİ SEYAH ATN ÂM ESİ 305

tı k a p ısı d ışın d a b ü y ü k b ir a v lu d a h a v a rd ır. İçin d e d u t ve d iğ e r


a ğ a çla rla y ed i ta n e b ü y ü k ç ın a r v a rd ır. B u a v lu n u n ik i ta ra fın d a
a b d e st m u slu k la rı v a rd ır. B u c a m id en başka, şe h ir İçin d e b in sek ­
sen k a d a r m escid v a rd ır. B u n la rın d ö rd ü M im a r S in a n y ap ısıd ır.
M e d re se le rd en E y ü b S u lta n m ed resesi ile S o k u llu M eh m ed P a ­
şa m edresesi, b irk a ç da h ad is m e k te b i v a rd ır. K u r ’a n o k u lla rın ın en
b ilin en i «Hocazâde» d em ek le m e ş h u r H a şa n E fen d i oğlu S a d ü d d in
E fen d i K u r ’a n o k u lu d u r. E peyce de çocuk m e k te b i v a rd ır. S a ra y ­
la rın ın en m e şh u ru A li P a şa S a ra y ı’d ır ki, M im a r S in a n ta ra fın d a n
y a p ılm ıştır. T a ra f ta r a f tek k e ve h a n la rı da v a rd ır. B ir ta n e o lan
im a re tin in gelip geçene n im e ti b oldur.
E y ü b Hamamı: F â tih y a p ısıd ır. S u y u g a y e t güzel ve lezzetlid ir.
E rk e k ve k a d ın la r için çifte h a m a m d ır. F â tih nefesi eseri o la ra k o ra ­
y a g ire n h a s ta la r şifa b u lu rm u ş. B u n d a n b a şk a a ltı y ü z k a d a r d a
s a ra y h a m a m la rı v a rd ır.
Sebilhaneleri: E y ü b S u lta n a v lu su n d a k i S u lta n A h m ed H â n se­
b ilin in ta rih i:
E y led i S u lta n A h m ed şü k ü r n i’m e n halil,
B in y irm i ik isin d e y a p tın b b ir n e v sebil. S ene 1022.

K asım p a şa tü rb e si y a k ın ın d a k i K asım P a şa S eb ili’n in ta rih i:


D edi tâ rih in i N ih â d i â n ın
S elsebil-i b ih işt-i âb-ı zü lâl

Ç eşm eleri: İskele b a şın d a üç köşeli R esul P a şa ve b ir de Ç avuş


çeşm esi v a rd ır. Ç avuş çeşm esinin ta rih i:
K im N ih âd î dedi tâ r ih in lâ tif
O ldu a y n -ı çeşm esar selsebil

Ç arşısın d a ta m b in seksen beş ta n e d ü k k â n v a rd ır. B ezestan ı


y o k tu r. F a k a t b ü tü n k ıy m e tli e şy a la rı d ü k k â n la rd a b u lm a k m ü m ­
k ü n d ü r. H a v a f çarşısı, h a lis s ü t çarşısı ve M a su m la r ça rşısı m ü k e l­
lef v e sü slü ç a rşıla rd ır. B u ç a rşın ın y o ğ u rt ve k a y m a ğ ı lezzetli, b e r­
b e r d ü k k â n la rı p ek sü slü d ü r. H e r C um a b in le rce kişi H a z re t-i E b â
E y ü b ’ü z iy a re t için g eld ik lerin d en , o g ü n çarşı ve p a z a r in sa n d e­
nizi h a lin i a lır. Z ev k sa h ip le ri k ay m ak çı d ü k k â n la rın ın b a lk o n la rın ­
d a o tu ra ra k h alis sü t, b ey az p e y n ir, sa f b a l y iy ip sa fâ ed erler.
E y ü b mesiresi: K â ğ ıth a n e y o lu ü z e rin d e K ü p lü ce A y azm a a d ١ v-
le d enize b a k a n y ü k se k te p e ü z e rin d e ağ açlık lı b ir y e r v a rd ır ki,
Evliya Çelebi I-TI. F : 20
306 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

A y a z m an ın s u y u ca n a can k a ta r. H u m m a y a y a k a la n a n kim se üç h a f­
t a s e h e r v a k ti b u su d a n içtiğ i ta k d ird e iyileşirm iş. A ğ a eskisi m esi­
resi: H a liç ’e b a k a n çim en lik b ir y e rd ir. H a rb m ey d a n ı m esiresi: Ş e h ­
r in so n u n d a K â ğ ıth a n e y o lu ü z e rin d e m ü k em m el b ir a tm e y d a n ıd ır.
H e r C u m a b in le rce b in ici gelip, silâ h şö rlü k tâ lim e d e rler. A câib b ir
s e y ir y e rid ir. K alam ış m esiresi: Z ev k sa h ib i çeşitli a rk a d a ş la r k a ­
y ık la ra b in e re k b u a d a la ra gidip k a y a b alığ ı a v la rla r. B u b a lık la r
b a şk a m em le k e tle rd e b u lu n m az. G erçi ç irk in g ö rü n ü şlü ve siy ah
re n k lid irle r, fa k a t g a y e t lezzetli ve k u v v e t v e ric id ir. B ilh assa ta d ın ­
d a b a lık k o k u su y o k tu r. N e k a d a r y e n irse y en sin , a ğ ırlık ve h a ra r e t
v erm ez. D en iz h a m a m ı m esiresi: A h b a b la r h e r C um a k a y ık la rla
E y ü b S u lta n ö n ü n d ek i a d a la ra gidip, h e rk e s m av i re n k li fu ta la rla
y ü zer. S o n ra a d a n ın ç im e n le rin in ü z e rin d e o tu ru p , y iy ip içe rek d ü n ­
y a d e rtle rin i u n u tu rla r. B u g am d ağ ıtıcı y e r, m u h a k k a k ki d ü n y a d a
b ir ta n e d ir. C an k u y u su m esiresi: E y ü b ’ü n k u zey in d ek i m ez a rlık
için d e b irk a ç ev v a rd ır. O ra d a k i eski b ir evde, b ir su k u y u su v a r­
dır. B irin in b ir şeyi kaybolsa, a b d e st a ld ık ta n so n ra k u y u n u n k e n a ­
rın d a k i m u sa lla ü z e rin d e ik i re k a t n am az k ılar. S o n ra b ir F â tih a -i
şe rife o k u y a ra k se v âb ın ı H a z re t-i Y u su f A ley h isselâm ın m ü b a re k
r u h u n a h ed iy e ed er. S o n ra: «Ey sâhib-i pir! H a z re t-i Y u su f-u sıd d ik
a şk ın a olsun, b en im fa la n a k ra b a m , y a h u t fa la n ev lâd ım , y a h u t k a y ­
b o lan şu tü r lü eşy am ne oldu?» diye, k u y u n u n a ğ z ın d a n aşağı ses­
len ir. D e rh a l so rd u ğ u kim se h a y a tta m ı, öldü m ü veya k ay b o lan
eşya, ad ı ve şekli ile, n e re d e ve k im çald ı ise v e y a ç a la n denizde ise,
h a n g i denizd e o ld u ğ u n u a ç ık ta n açığa b ild ire n ince b ir ses d u y u lu r.

Çok tu h a f o lan b u g a rib liğ in s ırrın a a k ıl e rd irm e k m ü m k ü n de­


ğ ild ir. B u k u y u , h e r n e so ru lsa h a b e r v e rir. F a k a t K u r ’ân-ı K erîm d e
k im se n in bilm eyeceği b ild irile n beş m ev z u d a so ru la n su a lle re a la y ­
d a n y a n lış cev ap verm ez. M eselâ: « K arn ım d ak i, e rk e k m id ir, kız m ı­
dır?» d iy e so ra n k a d ın , «A zıcık ye!» cev ab ın ı alır. H â k ir (E v liy a ),
b u h â le b irk a ç k e re şah id oldum . Ş ah id o lm ad an önce d o ğ ru lu ğ u n a
in an m a zd ım . H a ttâ b ir k e re k u y u d a n : «O sm an d ay ım h a y a tta m ı­
dır?» d iy e sordum . «A ydıncık şe h rin d e u n alıyor, y a k ın d a gelir» ce­
v a b ı çık tı. O n üç g ü n so n ra O sm an d ay ım gelince, «Ş aban a y ın ın
y ed in ci p a z a r g ü n ü n e re d e id in iz ve ne y ap ıy o rd u n u z?» diye sordum .
«A ydıncık ş e h rin d e u n alıy o rd u m » diye y e m in e tti.

İdris Köşkü mesiresi: Y apıcısı B a y ra m iy e ta r ik a ti şe y h le rin d e n


«Ş eyh îd ris» a d lı v elîd ir. Y a p tırd ığ ı güzel te k k e d e ta r ik a t m en su p ­
la r ı to p la n ır ve sa fa e d e rlerd i. F a k a t S u lta n M u sta fa H a n ’ın ta h ta
E V L ÎY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 307

çıkışında b u şey h i dinsizlikle su ç la y a ra k te k k e ve e t'k â fm ı h a ra b e t-


tile r. H â lâ b irk a ç güzel ç ın a r ağacı, ç im en lik ler, n a m a z g â h şeddi, ta tlı
su çeşm esi ve b ü y ü k h a v u z u d u ru r. « îd ris K öşkü» d e rle r, güzel b ir
g e z in ti y e rid ir.

Kırk Serviler mesiresi: D ü n y a y ı g ö ren safâlı b ir m esire y e rid ir.


B ird ir m esiresi, A ğa K m lığ ı m esiresi: Z em in i y eşil k ad ife gibi çi­
m e n le rle ö rtü lm ü ş safâlı b ir ç im e n lik tir. B ü lb ü ld ere si m esiresi: B u
d e re d e sesi ta tlı b irç o k b ü lb ü lle rin ö tü şm e le ri in sa n k a lb in e fe ra h ­
lık v e rir.
E y ü b ş e h rin in suyu, h a v a sı g ü zeld ir, k a d ın ve e rk e k le rin in g ü ­
zelliği m ed h e d ilir. Â y a n ve eşra fı ço k tu r. H a lk ın ın ço ğ u n u b ilg in le r
m e y d a n a g e tirir. E y ü b şe h rin in h as ekm eği, k ay m ağ ı, y o ğ u rd u , şef­
ta lisi ve k ay ısısı m e şh u rd u r. E y ü b a v lu su n d a k i ç ın a r a ğ a ç la rın a y u ­
v a y a p a n b alık çıl k u şla rı, h e r sene b a şla rın d a n ik işe r tü y ü b a şta n
b aşa n u rlu E y ü b k u b b esi ü z e rin e b ıra k a ra k h ed iy e ed erler.
Ebâ Eyüb Hazretleri- İlâ h î Â rif, H a z re t-i E b â E y ü b E n sârî,
nin türbesinin vasıflan, ve P e y g a m b e rin sa h ab e sin d en ve had is ri-
o civardaki ülemâ, salih v a y e t e d e n le rd e n d ir. K en d isi E n sâ rd a n -
ve şeyhlerinin mezarları: d ır (M e d in e lid ir). H a z re t-i P e y g a m b e r
M ekke’d en M ed in e’ye h ic re t e ttik le ri
zam an, C ibril-i E m in, H a z re t-i P e y g a m b e rin d e v e sin in y u la rın d a n
tu tu p çeke çeke cö m e rt E bâ E y ü b ’ü n e v in in ö n ü n e ç ö k tü rm ü stü r.
B u işa re t ü zerin e, H a z re t-i P e y g a m b e r de E b â E y ü b ’ü n ev in d e n b a ş­
k a b ir y e re m isa fir o lm am ıştır. H â lâ H a z re t-i P e y g a m b e rin m ü b a ­
re k m ez a rı b u E b â E y ü b E n sâ rî H a z re tle rin in e v in in y e rin d e d ir. So­
lu n d a H a z re t-i E b u b e k ir’in k a b ri v a rd ır. İşte E b â E y ü b , H a z re t-i
P e y g a m b e rin c a n d an sevdiği d o stu d u r. O, H a z re t-i P e y g a m b e r’den
b irço k h ad is n a k le d e r. N ih a y e t, E m e v llerd e n M u â v iy e ’n in h ilâ fe ti
sırasın d a, E b â E y ü b , M üslim e ile iki k e re K o sta n tin iy e ü z e rin e s e r­
d a r olm uş; b irin d e su lh ile K ra l K o sta n tin ’d en h a z in e le r a la ra k Ş a m ’a
gelm iş, ik in ci d efa s e rd a r olan E b â E y ü b İs ta n b u l’u k u ş a ta ra k G a-
la ta ’y ı fe th e tm iştir. S o n ra, E ğ rik a p ı’d an ç ık a rk e n k â firle r taşa tu tu p
şeh id e tm işle rd ir. B ir riv a y e te göre, E b â E y ü b ish a ld e n v e fa t eder.
B u n la rın hepsi evvelce y azılm ıştı. A m m a 857 (1453) sen esin d e
H a z re t-i F â tih S u lta n M ehm ed H a n G azi İsta n b u l’u feth e d e rk e n ,
y e tm iş y ed i b ü y ü k veli E b â E y ü b ’ü n k a b rin i a ra m a y a k o y u ld u la r.
S o n u n d a A k şem sed d in H a z re tle ri: «M ü jd eler o lsu n beyim ! R esû lu l-
la h ın b a y ra k ta rı E b â E y ü b E n sâ rî b u ra d a göm ülüdür!» diye sık
b ir o rm a n lığ a girdi. B ir seccade ü z e rin d e iki r e k a t n a m a z k ıla ra k ,
308 EVLİYA ÇELEBİ s e y a h a t n a m e s i

se lâ m d a n s o n ra b ir secde d a h a y ap ıp , sa n k i r a h a t b ir u y k u y a dalm ış
gibi, öylece kaldı. B irç o k la n : «Efendi, E b â E y ü b ’ü n k a b rin i b u la ­
m ad ığ ı iç in u ta n c ın d a n u y k u y a vardı», d iy e d o k u n a k lı k o n u şm a la r­
d a b u lu n d u la r. B ir s a a t so n ra A k şem sed d in H a z re tle ri seccadeden
b a ş la rın ı k a ld ıra ra k , m ü b a re k gözleri k a n ç a n ağ ın ı â n d m r b ir h a l­
de F â tih ’e h ita b e n : «Beyim , A lla h ’ın h ik m e ti, seccadem izi ta m E bâ
E y ü b ’ü n k a b ri ü z e rin e serm işler! H e m e n şu ra y ı kazsın lar!» deyince,
A k şe m se d d in ’in d e rv işle rin d e n üç kişi F â tih ile b e ra b e r A k şem sed .
d in ’in seccad esin in a ltın ı k a z m a y a b a şla d ıla r. Ü ç z ira ’ d e rin liğ e in i­
lin ce, d ö rt köşe so m ak i yeşil b ir m e rm e r o rta y a çıktı. Ü zerin d e kûfi
y azı ile: «H âzâ k a b r-i E b â E y ü b E nsârî» d iy e y azılm ış old u ğ u gö­
rü ld ü . O ta ş k a ld ırılın c a , E b â E y ü b ’ü n v ü c u d u sa fra n ile boyanm ış
k e fe n için d e ta p ta z e o ld u ğ u g ö rü ld ü . S a ğ e lle rin d e tu n ç ta n y a p ılm ış
b ir m ü h ü r v a rd ı. Y in e o ld u ğ u gibi b ıra k ıla ra k , o y eşil ta ş ın ü stü
Ö rtüldü. B u n u gözleri ile g ö ren İslâ m a sk erleri, to p ra ğ ım te v h id ve
te z k ir ile d o ld u rd u la r. S o n ra h a z ır o lan b ü tü n M ü slü m a n la r z iy a re t
ed erek , n u r lu tü rb e le rin in te m e lin e b a şla d ıla r. H â lâ ü ze rin d ek i n u r ­
lu k u b b e, cam i, m escid, m ed rese, h an , h a m a m , im a re t, ç a rşı ve p a ­
z a rın h e p si F â tih ’in eserid ir. F a k a t F â tih ’te n so n ra gelen O sm anlı
P a d iş a h la rın ın h e r b iri u ğ u r sa y ara k , E y ü b y a k ın la rın a b ire r güzel
b in a y a p a ra k o ra la rım c e n n ete çe v ird ile r. N u rlu tü rb e s i b ir kubbe
için d e k alm ıştır.

M ü b a re k k a b rin in d e h liz in in p e n c e re le ri ca m iin a v lu su n a b a k a r


B ü tü n d u v a rla rı ç in i ile sü slü n u rlu b ir tü rb e d ir. B ah çesin in e t­
r a f ı h a lis g ü m ü ş p a rm a k lık la rla ç e v rilm iştir. M ü b a re k b a şu çla rın -
d a b a y ra ğ ı, d ö rt ta ra fın d a da g ü m ü ş v e a ltın şa m d a n lar, k a n d ille r
v a rd ır. A d a m b o y u n d a olan y a ld ız lı şa m d a n la r ü z e rin d ek i ışık lı k â ­
fu rla r, b u h u rd a n ve çeşitli k la b d a n la r ile dolu, m ü b a re k b ir k a b ir­
d ir. B u ra d a k i güzel y a z ılı K u r ’ân -ı K e rîm le rin eşini, H a z re t-i A li'­
n in n u r lu m e z a rın d a n başka b ir y e rd e görm edim . E y ü b ’ü n tü r b e ­
sin d ek i s a n a tlı a v iz e le rin eşi, a n c ak S u lta n a h m e d C am iin d e b u lu ­
n a b ilir. M ü b a re k a y a k u c u n d a b ir su sa rn ıc ı v a r ki, z iy a re tç ile r b u
s u d a n iç e rle r H a fa k an h a sta lığ ın ın m a n e v î b ir ilâcıd ır.

A d alet ve fa z ılla r su h D o ğ d u k ları y e r, İsta n b u l y a k ın ın d a


ta u ı M ev lân a E b u ssu u d «M üderris» adlı b ir köydür. H a z ret-i
E fen d i n in tü rb e s i‫؛‬ P e y g a m b e rd en b eri d ü n y a n ın gözü böy­
le b ir bilgin g ö rm em iştir. B u z âta u le ­
m a a ra s ın d a « ik in c i K u m a n ‫ ؟‬d e rle r Üç bin çeşit ilim d en ve bu• ye­
d iy i‫؛‬/ kadar muteber te fsird e n >a ‫؛‬a rla n a ra k y a z d ık ları k ıy m etli tel
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 309

sir, h â lâ â lim le r a ra sın d a m a k b û ld ü r ve o n u n a y a rın d a b ir te f s ir


y o k tu r. E b u ssu u d E fen d i, S ü le y m a n H a n d e v rin d e Ş e y h ü lislâm idi.
Ş e ria t b ilg in le rin d e n o ld u ğ u n d an , şe y h lik ta s la y a n la n k ö tü le rd i. S o n ­
ra la rı ehl-i te v h id e de h ü :um e tm işti. N ih a y e t İb ra h im G ü lşen i H a z ­
re tle ri k e n d isin i S u lta n S ü le y m a n ’ın h u z u ru n d a ta s a v v u f b ah sin d e
a y d ın la ttığ ın d a n , «Bu te v h id , d e v r e h lin e h elâld ir» diye fe tv â s ın ı al­
dı. E b u ssu u d te fs irin in ta m a m la n ışı için M ev lân a M eh m ed M ünşi
ta ra fın d a n y a z ılan ta rih : «Tac-i te fs ir k elâm -ı m u ’ciz» S en e 972. V e­
fa tı için F e y z u lla h E fe n d in in söylediği ta rih : «M ate ferid ü z z e m a n
M evlânâ» S en e 972. B aşk a b ir ta rih : «M olla E b u ssu u d a ola m a k a m
cennet» S en e 972. D iğ e r b ir ta rih : «M üfti-i zam an ey led i azm -i uk-
bâ» S en e 972.

M ü b a re k m ezarı, E b â E y ü b ta ra fla rın d a Z a m k ç ıla r ç a rşısı için ­


de, kubbesiz, d e m ir p e n c ere le rle çev rilm iş, m e rm e r sü tu n la rla sü s­
lü n u rlu b ir m ez a rd ır. B ü tü n aile fe rd le ri ve a k ra b a la rı ile b e ra b e r
o ray ı m e k â n e d in m işle rd ir. Y a n ın d a zâviyesi, çocuk m ek te b i v e se­
b ili v a rd ır.
E b u ssu u d E fen d i oğlu M ezarı, b ü y ü k b a b a sın ın y a n ın d a d ır.
A b d ü lk e rim Mehmed Çe- B e d îü z za m an ’m k a b ri: M e şh u r T irn u r’-
leb i: u n to ru n la rın d a n S u lta n H ü se y in B ay -
- ‫؛‬ra ’n ın e n k ü ç ü k o ğ lu d u r. B u zât, T e b riz şe h rin d e K a n u n î S u lta n
S ü le y m a n H a n ’ın a tın ın a y a k la rın a y ü z s ü rü p b e ra b e rc e İs ta n b u l’a
gelm iş, so n ra ta u n d a n v e fa t e tm iştir. M ezarı, E y ü b C a m iin in b a h .
çesindedir. S a ’d E fen d i: M ü ftü A h m e d E fe n d i’n in k ü ç ü k k a rd e şid ir.
E y ü b C am iin d e v aiz ik en , b in y irm i ta rih in d e v e fa t e tm iş v e E y ü b
y a k ın ın d a to p ra ğ a v e rilm iştir. C an gözü de ö m ü r gözü gibi açık tı.
A cem ü lk esin d e se y a h a t ed erk en , «Öm erî» ta k m a a d ın ı k u lla n a ra k
k u rtu lm u ş tu r. H ocazâde A bdülâziz E fen d i: M ezarı E y ü b ’de b a b a sı­
n ın m e z a rın ın y a n ın d a d ır. K a rd e şi E sad E fe n d i R u m e li k a z ask e ri
olunca, «Bu ik i sa d re geldi n a k k a d ik i b ira d e r» diye ta r ih d ü ş ü rm ü ş ­
tü r. K a rd e şi azled ilip de y e rin e D a m a d E fe n d i tâ y in o lu n u n ca, «Azl-i
azîzam , n asb -ı n â d a n , tâ a rih -i işan, telv is-i divan» d iy e sa n atlı, se-
ci’li, a la y lı b ir ta r ih sö y lem iştir. M eh m ed E fen d i: Ü stad , A risto gibi
b ilgili b ir z a t olup, M u ra d H a n ’ın hocası S a d i’n in k ü ç ü k o ğ lu d u r. V e­
f a tı için sö y len en ta rih : «V em sikû ak v el-i M eh m ed aley h el-fetv a»
S en e 1010. C enaze n a m a z ın ı E y ü b C am iin d e Ü sk ü d a rî M a h m u d E fe n ­
di k ıld ırm ış ve y in e E y ü b ’de b a b a sın ın m e z a rı y a n ın d a to p ra ğ a v e ­
rilm iştir. M ezarı z iy a re t e h lin e aç ık tır. K e n d isi b ilg i denizi o ld u k ­
ta n başka, güzel şiirle ri de v a rd ır. Ş ey h ve âlim H ız ır oğlu Ali: «Fâ-
310 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

zil A li B ey» ad ı ile m e şh u rd u r. O sm an G azı a srın d a k i «Edebâli»


ad lı şe y h in so y u n d a n d ır. S u lta n A h m ed H a n t a h ta ç ık tığ ı zam an,
E y ü b S u lta n ’da' k ılıcı k e n d isin e b u m u h te re m z â t k u şa tm ıştır. B i­
lâ h a re b u geçici â le m d en kalıcı ve ebedî âlem e göç etm iş ve E y ü b
S u lta n tü rb e s i a v lu su n d a to p ra ğ a v e rilm iştir. A dı g eçen z â t faz ile t­
le ri ile m e şh u r, İlahî b ir ilim d en izi idi. E y ü b lü Ş ey h M ah m u d E fe n ­
di: H a lv e ti ta r ik a tın ın b ü y ü k le rin d e n Y ak u b E fe n d in in h alifesid ir.
E y ü b ’de C ezri K a sım p a şa C am iin e y a k ın b ir m escid v e güzel b ir
te k k e y a p tırm ıştı. M ezarı o fe ra h y e rin a v lu su n d a d ır.

Ş e y h le r şeyhi, T ecv id ve k ıra a t sah ib i M ısırlı H a z re t-i M ehm ed


E fendi: P a d işa h hocası ve d a rü lk u rra sahibi idi. A n ad o lu ’da K u r ’ân-ı
K e rîm i k ıra a t ü z e re o k u m ak b u z â tta n k alm ıştır. E y ü b S u lta n C a­
m iin d e im a m ik e n b in y ılın d a v e fa t etm iş ve S o k u llu M ehm ed P a ­
şa tü rb e s in d e to p ra ğ a v e rilm iştir. B u h â k irin (E v liy a n ın ) hocası olan
E v liy â E fe n d i’n in hocasıdır. A lla h h e r ik isin e de ra h m e t eyleye.
Ş e y h ü lislâm H a m id E fendi: M ezarı E y ü b ’ded ir. İsta n b u l’da F il y o ­
k u şu n d a cam ii ve m ed resesi v a rd ır. H â k ir (E v liy â ), o m ed resed e
k a la ra k , A h feş E fen d i ad lı d ers-i â m d a n y ed i sene ilim öğrendim .
M ü b a re k y e rd ir. M e rh u m H a m id E fe n d i’n in v e fa tı için ta le b e le rin ­
d en V an k u lu M eh m ed E fe n d i’n in söylediği güzel ta rih :

M ü ftî-i d in-i m ü b in
H â m id E fen d i çü n k ü
D ü n y a d a n e tti r ıh le t
U k b â d a old u m es’ud
S e y rim d e gece g ö rd ü m d ü
B ir g ü lista n d a ânı
A n d a H ab ib -i E k re m
E sh ab cüm le m ev cu d
D edim ki b u r a la r m ı?
O ld u m ak a a m -ı H âm id
H a fifte n ird i tâ r ih
«H âzâ m ak a m ı M ahm ud» Sene: 985.

H ocazâde M esud Ç elebi: M ezarı E y ü b ’de, a n n e sin in y a p tırd ığ ı


m e k te b in a v lu su n d a d ır. S a rı S a lih E fen d i: A m asy alıd ır. E y ü b ’de b ir
p en c ere için d e y a ta r. F a rsç a ’yı çok iyi b ilir ve g a y e t güzel k o n u şu r­
du. A b d u llah M ertu lû sîzâd e: İsta n b u llu d u r. E y ü b tü rb e si y a k ın ın d a
H â m id E fe n d i’n in y a n ın d a y a ta r. İlm i, fazileti ile şö h re t b u lm u ştu .
H ocazâde H a şa n oğlu S ad ed d in : A y asofya C am iin d e a b d e st a lırk e n
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESÎ 311

v e fa t e tti. E y ü b ’de y a p tırd ığ ı D a r û lk t r r a ’n ın m e z a rlığ ın d a to p ra ğ a


v erild i.
K ıb rıs fa tih i K a ra M u sta fa P a ş a ’n ın m ezarı: B u paşa, îk in c i Se-
lim ’in v ezirid ir. E y.ib C am ii a v lu su n u n sol k a p ısın ın iç y ü zü n d e,
y ü k se k b ir k u b b e a ltın d a y a tm a k ta d ır. G azâd a k u lla n d ık la rı ok ve
y ay , b a ş la n u c u n a a sılm ıştır. S açlızâd e A b d u lla h E fendi: M e z a n
E y ü b c iv a n n d a d ır. P i r A zm i E fen d i: D e fte rd a r P i r A h m ed Çele-
b î’n in m al d e fte ri o lan A zm i E fe n d id ir. V e fa t ta rih i:
N izâm -ı seb h a-î ö m rü irü b en câm a h a tm o ld u ,
A m n ç ü n m a k ta -ı itm a m ın a ta r ih «nazm» oldu.

B ir b aşk a ta rih : «Azm i d â r-ı â lâ ’y a azm etti» S ene 990. D iğ er b ir


ta rih : «R uh-u p â k in e d em h ed em rah m et» . K a b ri G üzel S iy a v u ş P a ­
şa k ab ri: S u lta n S ü le y m a n H a n ’ın v eziri idi. Ç arşı için d e b ü y ü k b ir
tü rb e d e , b ü tü n a k ra b a la n ile b irlik te g ö m ü lü d ü r. T ü rb esi, M im a r S i­
n a n y ap ısıd ır. B ab azâd e M ehm ed E fendi: E y ü b ’de h u su sî m e z a r­
lık ta y a tm a k ta d ır. Y a h y a M enlasî A b d u llah oğlu M ehm ed: E y ü b ’de
ken d isi için y a p ıla n özel tü rb e d e y a tm a k ta d ır. D ökm ecizâde M eh ­
m ed B ak ır: A cem Ira k m d a n d ır. A lla h ’ın h ik m e ti, A cem şehzadesi
H a y d a r M irza v e fa t e ttiğ i sa a tte M eh m ed B a k ır da v e fa t e tm iş tir.
«Bu ik i acem oğlu g ü y a a y n ı an d a ölm ek için sözleşm işler» diye. İs ­
ta n b u l şe y h le ri a ra sın d a çeşitli k o n u şm a la ra sebep oldu. M e z a n
E y ü b ’dedir.
Ş â d m an olsun A le m le r gözleri ay d ın y ine,
M ir H a y d a r n û r-u çeşm -i H ü sd ev -i İra n gelü r.
B e y ti’n in şâ irid ir. H âsegizâde M u sta fa E fen d i: M ezarı E y ü b ’d e­
dir. F a z ile t sah ib i ve iy i h u y la rı ile m e ş h u r b ir z â t idi. H acı M üey-
y ed oğlu Aziz F âzıl Ş e y h A b d ü lk a d ir: Ş ey h ü lislâm Ş e y h i E fen d i adı
ile b ilin ir. M ezarı, tü rb e si y a k ın ın d a d ır. T ev k iî F e rid u n B ey: İsm i
A h m ed ’d ir. Ç ivizâde’n in ta le b e le rin d e n d ir. E y ü b tü rb e si y a k ın ın d a
m ü sta k il b ir tü rb e si v a rd ır. Ü çüncü S u lta n M eh m ed ’in nişan cısı ol­
d u ğ u n d an , ta h ta çık ışın d a şu ta rih i söylem iştir:
«A tâ-bahş» oldu ih sa n ın a tâ rih .
C u lû su sâline «şim şir-i tslâm ». S ene: 982.

Ş ey h B ab a M a h m u d E fendi: F ilib e lid ir. Ş âir, fâzıl, âlim b ir k im ­


se idi. B irçok eseri olduğu gibi, a y rıc a E b u ssu u d te fsiri ü z e rin e h a ­
şiy e le r de y azm ıştır. E debî y azı tü rü n d e îk in c i M olla C am ii, b elk i
ondan da ü s tü n idi. Â lim ve b ilg in le rin z iy a re t e ttiğ i m ez a rı E y ü b
y a k ın ın d a d ır. G azi P a la k M u stafa P a şa tü rb e si: S ü ley m an H a n ’ın
312 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

veziri ve kaptan paşalanndandır. İstanbul’dan emrindeki kırk ka­


dırga ve gerekli mühimmatla hareket ederek Mısır’ı, Habeş illerini
dolaştıktan sonra, Lahsa ve Basra’dan Bağdad altında yirmi parça
kadırga ile Süleyman Han’a ulaştı. Bağdad fethinde Süleyman Han’­
la birlikte bulundu. Bu hizmetine karşılık, kendisine Mısır ihsan
olundu. Bilâhare İstanbul’da kubbe veziri olarak bulunduğu sırada
vefat etti. Eyüb Camii avlusunun Hünkâr ,kapısı dışında özel bir
türbede toprağa verildi. Tevkiî Celâl oğlu Mustafa Efendi’nin me­
zarı: Eyüb’de kardeşi Salih Efendi ile yaptırdıkları camiin yanında
yatmaktadır. Vefat tarihi: «İlâhî rahmet eyle Mustafa’ya». Tarih
mevzuunda sayısız eserleri vardır.

Neccaroğlu Mehmed oğlu Mehmed: Karamanlıdır. Temiz kabri


Eyüb’dedir. Cafer Efendi: Ebussuud Efendinin amcası Abdünnebi
Efendinin oğludur. Mezarı, Eyüb’de Cezri Kasımpaşa Camiinin av-
lusundadır. Mehmed Emin: Şirvan Karabağı’ndandır. Eyüb’de Sul­
tan Camii karşısında yatmaktadır. Abdülâziz Veledzâde: Mezarı
Ebussuudzâde Mehmed Çelebî’nin yanındadır. Vefat tarihi 981’dir.
İkinci Sadeddin oğlu Esad Efendi: Mezarı Eyüb’de, babası ve kar­
deşinin mezarı yanındadır. Yetmiş altı kadar övgüye değer eseri var­
dır. İkinci Ebussuud’dur. Seyid Kâsım Gübârî: Âmed beldesinden-
dir. Mezarı Eyüb civanndadır. Adı geçen molla birçok fen sahibi ٠ e
değerli bir edip idi. Tatlı dilli ve akıllı olduğundan, bulunduğu mec­
lislerde herkesi hayır ile anar, müjdeler verir ve nice üzüntülü kim­
seleri sevindirirdi. Böyle olmayı âdet haline getirmişti. Fâzıl Salih
Efendi: Üçüncü Sultan Murad’m hocası Sadeddin Efendi’nin dör­
düncü oğludur. Kırk yaşında iken kırkaltı cilt kadar değerli eseri
vardı. Hükümet işleriyle fazlaca meşgul olduğu halde, ne garip İlâ­
hî kuvvettir ki, bu kadar eser yazmıştır. Vefat edince, vasiyetleri
gereği Eyüb yakınındaki pederleri yanında toprağa verilmiştir. Ta-
banıyassı Mehmed Paşa: Sultan Dördüncü Murad’m vezirlerinden-
dir. Eyüb Sultan türbesine bitişik bir köşede yatar. Mehmed oğlu
Ali: Sultan Osman’ın hocası Ömer Efendi’nin küçük kardeşidir. Me­
zarı Eyüb civarındadır. Beş vakit namazını çoğu zaman Mehmed
Han Camiinde kılar ve daima dua ve teşbihle meşgul olurdu.
Seyid Mehmed oğlu Seyid Mehmed: Hamid ilinde Eğridir adlı
kasabada yatan Şeyh Hazret-i Burhaneddin’in asil oğludur. Hâlâ
Mısır’da nakibüleşraf Burhaneddin Efendimiz Hazretleri de adı ge­
çen şeyhin değerli evlâdlanndandır. Şerif Mehmed Efendi, Eyüb’-
deki kokulu türbenin temiz toprağmdadır. Şiir ve edebî yazı yaz-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 313

m a k ta d e v rin d e te k idi. P e d e rim iz ile g a y e t sa m im î id iler. K a r a


Ç elebîzâde M eh m ed b in H üsam ; B in k ırk senesi zilhiccesin d e v e fa t
etm iş, cenaze n a m azı F â tih C am iin d e k ılın d ık ta n so n ra E y ü b c iv a ­
rın d a to p ra ğ a v e rilm iştir. Y etm iş y e rd e h a y ır eseri v a rd ır. B u h a ­
k ir (E v ü y â ) d a h i çok iy iliğ in i g ördüm . B enlice M u sta fa E fen d i: M e­
z a rı E y ü b ’ded ir. S ü tçü zâd e: M e şh u r o k u y u c u la rd a n d ır. V e fa t ta rih i:
«K ıla m eh âfel-i c e n n e tte S ü tçü zâd e m akam » d ır.
S u lta n M u ra d ’ın m ü sâ h ib i M usa Ç elebi: V e fa t ta rih i: «M usa’y a
tecelli k ıla bârî». B u z â tı R ecep P a şa , S ip a h i z o rb a la rın a ö ld ü rtm ü ş ­
tü r. N âaşı p a rç a p a rç a e d ile re k İb ra h im P a şa s a ra y ın d a n A tm ey d a -
n ı’n a a tılm ıştır. C enazesinde b izz a t S u lta n M u ra d h a z ır b u lu n m u ş ­
tu r. E y ü b ’de cadde ü z e rin d e y e n i b ir p a rm a k lık için d e to p ra ğ a v e ­
rilm iştir. S ü n b ü llü A li E fendi: V e fa t ta rih i: «M ürşüd M olla A li d e r
sal-i m uş.» F e rh a d P a şa tü rb e si: Ü çü n cü M u ra d ve D ö rd ü n c ü M eh ­
m ed z a m a n ın ın v e z irle rin d e n d ir. T ü rb e si E y ü b iskelesi y a k ın ın d a ­
dır. T ü rb e si ü z e rin d e k i ta rih :
T en k m ü ilh â m iy le A lem i dedi tâ rih in i,
E y led i F e rh a d P a şa A dn-ı âlîde m ak am .
S u lta n İb ra h im ’in m ü sah ib esi Ş e k e rp â re K a d ın ın tü rb e si: E y ü b ٠

iskelesi y a k ın ın d a d ır. A m a k e n d ile ri M eh m ed Han z a m a n ın d a E y rim


ta ra fın a sü rg ü n ed ilm işti S o n ra sa lıv e rilm iş ve M ısır’da v e fa t e t­
m iş tir T ü rb esi, olduğu gibi b o ştu r. G m â î E fendi: Ü çü n c ü M u ra d
d e v ri şâ irle rîn d e n d ir. M ezarı, E b u S aid ev i k a rşısın d a cad d ey e b a ­
k a n b ir y e rd e d ir. C ildli d iv ân ı ve îb e m â m e ’si v a rd ır. K asım P a ş a
tü rb e si: E y ü b S u lta n Ç arşısı y a k ın ın d a d ır. T arih i:
D iy elim r u h u içü n F â tih a d âim el açub,
A dn-ı â lâ y ı m a k a a m ey ley e K asım P aşa.

C a fe r P a ş a tü rb e si: Ü çüncü M u ra d ve İk in c i S e lim ’ın v e z irle rin ­


d en d ir. T ü rb e si E y ü b ’de, O rtay o l ta ra fın d a d ır. T arih i:
!d e rk e n âlem i s e y r ve tem âşa,
H ed m ik lim in e iriş ti râ h ı.
B ir ek sik li B e y â n ı dedi ta rih
B ih işt ola m ak a m ı y â İlâhî. Sene: 995.

S ok u l]u K oca M eh m ed P a şa tü rb e si. A dı geçen z a t K a n u n i S u l­


ta n S ü le y m a n , İk in ci S elim ve Ü çü n cü M u ra d d e v irle rin d e k ırk se ­
n e v e z irlik te b u lu n d u k ta n sonra, b ir g ü n d iv a n d a se rh a d li b ir deli
ta ra fın d a n b ıçak la şeh id e d ilm iştir. Ş eh id old u ğ u ta rih : «H ül‫؛‬m -i
H a k ile şeh id oldu M eh m ed P aşa» S en e 887 V ezir tü rb e le ri için d e
314 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

b u n d a n b ü y ü k tü rb e y o k tu r. Ş e y h B ab a Y usuf: B a y râ m iy e ta rik a -
tın d a n d ır ve «îdris K öşkü» ad lı m esired e g ö m ü lü d ü r. P e rte v P a şa
tü rb e si: K a n u n î S u lta n S ü le y m a n H a n v e z irle rin d e n d ir. S ü ley m an
H a n S ig etvaı. kalesi önünde v e fa t e ttiğ i gün, b in k işilik o rd u su ile
E rd e l d iy a rı k a le le rin d e n Göle k alesin i S ü le y m a n H a n ’ın v e fa t e tti­
ği s a a tte fe th e d e re k S o k u llu M eh m ed P a şa ’y a m ü jd e g ö n d erm iştir.
B ilâ h a re P e r te v P a ş a v e fa t edince, E y ü b S u lta n y a k ın ın d a k i tü rb e ­
sin d e to p ra ğ a v e rilm iştir. T ü rb e, K oca M im a r S in a n yapısı, n u rlu ,
sü slü b ir k u b b e d e n ib â re ttir.

SÜTLÜCE KASABASINDAKİ CAMİLER, MESCİDLER,


MEDRESELER, HAN, HAMAM, TEKKE, SARAY VE
TÜRBE GİBİ YÜKSEK BİNALARIN TARİH VE TAFSİLÂTI
S ü tlü c e k asabası, H a liç ’in E y ü b S u lta n ’a k a rşı o lan k u zey k e n a ­
rın d a d ır. G a la ta K ad ılığ ın a b ağ lı olup, m ü sta k il su b aşı ve h â k im i
v a rd ır. İk i yü z k a d a r bakım lı, c e n n e t b ah çesi gibi sa ra y la r ve d i­
ğ e r y ü k se k b in a la rla sü slü ş irin b ir k asab ad ır. A cem d ilin d e a d ın a
«K end-şir» d erler. A rap çad ak i ad ı ise «R abta-i leben»dir. R u m cad a
«G alata» d erler. H epsi de s ü t m an a sın a d ır. B u k asab a y a S ü tlü ce
d e n m e sin in sebebi, b itk i ve h a v a sın ın güzelliğ in d en ö tü rü sü tu n u n
h â lis o lm asıdır. B u ra d a n E y ü b S u lta n ’a k a y ık la rla geçilir. A ra sı sığ­
lık o ld u ğ u n d an , b ü y ü k g e m ile r geçem ez. B izans d ev rin d e b u y e rd e
z in c ird e n y a p ılm ış b ü y ü k b ir k ö p rü v a rm ış. H â lâ k a lın tıla rı v a rd ır.
B u ra d a n deniz y o lu ile A libeyköyüne, K â ğ ıth a n e k ö y ü n e ve k uzey
ta ra fın d a n da, dokuz m il k a d a r olan H aliç ile ik i ta ra fın çim enlik
sa fâ y e rle rin i se y re d e re k , K â ğ ıth a n e ’ye v a rılır. B u k asab a K â ğ ıth a ­
n e boğazı ağ zın d a k u ru ld u ğ u n d a n , evleri, deniz k ıy ısın d a n tâ Câfe-
râ b â d d a ğ ın a çık ılın cay a k a d a r b irb iri ü z e rin e y apılm ış, H a liç ’e ve
E y ü b ’e b a k an , b ağ lı-b ah çeli b ü y ü k k o n a k la rd ır.
Ç av u şb aşı C am ii: D ö rt köşe b ir cam id ir. B ir ta h ta k u b b esi ve
b ir d e m e v z u n ta ş m in â re si v a rd ır. D iğ e r cam ileri m escid d en ib a re t­
tir. D ö rt tek k esi, b ir cam iî, b ir h an ı, elli k a d a r d ü k k â n ı ve iskele
b a şın d a irf a n sa h ip le rin in d in len m e y e ri olan se y ir sofası v a rd ır.
V e z ir s a ra y la rın d a n K a ra ağ a ç Y alısı: D eniz k ıy ısın d a K araağ aç
k o ru su ile çev rilm iş b ir y a lıd ır. E v velce D e fte rd a rz â d e İb ra h im P a ­
ş a n ın y a lısı idi. B u b a h ç e n in su y u ve h a v a sı S u lta n D ö rd ü n cü M u-
r a d ’m h o şu n a g ittiğ in d e n , d a im a b u İrem b a ğ ın d a y e r, içerd i. B in ­
lerc e g ezin ti m e ra k lıla rın ın k a y ık la rla K â ğ ıth a n e ’ye k o ştu k la rın ı sey­
re d e re k eğ le n irle rd i. H â le n o İrem bağı D ö rd ü n c ü \S u lta n M eh m ed ’in
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 315

m ü lk ü olup, p â d işâ h la ra m a h su s b ir bahçe o lara k k u lla n ılm a k ta d ır.


B o stan cı u sta sı ve y a rd ım c ı b o sta n c ıla rı v a rd ır. E b u ssu u d B ah çe­
si: B u bah çe de K a ra a ğ a ç y a lıs ın a b itişik , çam fıstığ ı a ğ a ç la n ile
süslü, g ü llü -b ü lb ü llü b ir b a ğ d ır. E b u ssu u d E fendi, m e ş h u r tefsin in i
b u b ağ d a y a z m ıştır. B u n a b itişik o lan B ezirg ân b aşı B ağı, b irk a ç a v ­
lu ile süslenm iş b ir y a lıd ır. İb ra h im H an z â d e Y alısı: Ö nceleri b u bağ,
S o k u llu M eh m ed P a ş a ’n m im iş. B ah çed ek i çeşitli m e y v e le r v e ib ­
re tle se y red ilecek ç iç e k le r h e r b ağ d a b u lu n m a z . D erv iş Ş âm îzâd e
Y alısı: Y eni y a p ılm ıştır. F a k a t b a h ç esi y o k tu r. K em al E fen d i y alısı:
K ü ç ü k ve güzeldir.
T e k k e le rin e n eskisi C â fe râ b â d T ek k esi’d ir. Y a p tıra n , S ü le y m a n
H a n ’ın a d a m la rın d a n zevk sah ib i, C âfer a d ın d a b irid ir. B in a şe h rin
y ü k se k b ir y e rin e in şa edilm iş, çeşitli a ğ a ç la rla süslü, b irço k so fa­
la r, a v lu la r, m u tb a k la ı. ile d o n a tılm ıştır. S ü le y m a n H a n b u te k k e ­
n in d enize b a k a n b ir köşesinde k a lıp g ezin irk en , H in d p a d işa h ın d a n
B u k a le m u n n ak ışlı, te lâ tin d e risin d e n y a p ılm ış b ir y e m e k sofrası,
yüz a d e t H ıta y ta b a k la n , k â se le r ve b irço k k ıy m e tli h ed iy e g elin ­
ce, h e p sin i b ird e n b u te k k e y e v a k fe tm iştir. F a k a t so n ra la rı zo rb a­
la r z a m a n ın d a h â zin ey e a lın a ra k sadece so fra ve b ir a d e t şe fta li çe­
k ird e ğ in d e n y a p ılm ış b ir d e rv iş k eşk ü lü k a lm ış tır ki, g a y e t e n te re ­
sa n d ır. H in d ista n ’da y e tişe n ş e fta lin in ç e k ird eğ in in y a n s ın d a n k e ­
n a r l a n a ltın ve g ü m ü ş h a lk a la rla sü slü b ir k eşk ü l de h â lâ h âzin ed e
m a h fu z d u r ki, ik i okka su a lır. D oğrusu, b u k eşk ü l beş k işilik k âse­
d en d a h a b ü y ü k tü r. B u te k k e n in p a rla k d u v a rla rın d a k i güzel y a z ı­
lar, g ö rü lm ey e d e ğ e r n ak ış v e re s im le r k alem ile ta r if edilem ez. H a t­
tâ n a k k a ş A ğa R ıza d u v a ra k a ra k alem ile b ir v a h şî g ey ik resm in i
b ü y ü k b ir k a y a ü z e rin d e öyle ç iz m iştir ki, B eh zad ile M an i b ir çiz­
gisini ç e k m e k te n âcizd irler. A n la y a n la rın b eğ en d iğ i b ir b ü y ü k y e r ­
dir.
H a sa n â b a d T ekkesi: S u lta n D ö rd ü n cü M u ra d d e v rin d e U n k a-
p a n ı’n ın iç ta ra fın d a zengin ve eli açık olan P e rv iz A ğ a’n ın kölesi
H a şa n ta ra fın d a n y a p tırıld ığ ın d a n , İs ta n b u llu la r b u te k k e y e «niz-
n a m -e b ad tekkesi» d e rle r. «N iznam » kelim esi S la v d ilin d e «bilim»
d e m e k tir. H a y ır sah ib i h a y a tta o ld u ğ u n d an , h e r a y b a şın d a g ezin ti
se v en le ri d a v e t e d e re k şa rk ıc ı ve sazcıları d a ç a ğ ıra ra k z iy a fe tle r
çeker.
B a h ç e le rin en güzeli A b d ü sselâm T ek k esi B ahçesi: ik i ta r a fı ağ aç­
lı c e n n et b ah çesin e b e n z e r b ir b a h ç e d ir ki, in sa n için d e k ay b o lu r.
E sn a f b u ra d a g ezin tiy e ç ık a rla r. A li A ğa B ahçesi: E ski Y u su f B a h ­
çesi, G anizâde B ahçesi, b u b a h ç en in k u z e y ta r a fı O k m ey d am ’na, b a-
316 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

t ı ta r a fı d a E y ü b ’e b a k a r. D ö rt ta r a fı fıs tık ve se rv i a ğ a çla rı ile


sü slü d ü r.
S ü le y m a n H â n ’ın H a tta tı A h m e d K a ra h is a rî’n in T ü rb esi: Ç av u ş.
b aşı câm ii m esc id in in k a p ısın a k a rşıd ır. T ü rb e sin d e k u b b e y o k tu r.
D ö rt köşe, bey az m e rm e r s a n d u k a için d e y a tm a k ta d ır. M ezar
ta ş ın d a k i y a z ıla n b iz z a t k e n d ile ri y a z m ışla r. D o ğ ru su g ö rü lm ey e de­
ğ e r şek ild e k a z m ışla rd ır. O y a z ılar, h â lâ z iy a re t e d e n H a tta t ve y a ­
zıd an a n la y a n la n h a y re tte b ıra k ır.
Ş â irle r S u lta n ı H a b ib î’n in M e za n : K e n d isi A cem d ir. Y av u z S u l­
ta n S e lim ’in n e d im le rin d e n d ir. Ç ok te m iz şiirle ri v a rd ır. S ü tlü c e ’de
C â fe râ b â d tek k e sin d e g ö m ü lü d ü r. «C aferi m ez h e b in d e o ld u ğ u n d an ,
C a fe râ b â d te k k e sin e g ö m ü lm ey i v a siy e t e tti‫ »؛‬diye, k e n d isin e bâzı
is n a tla rd a b u lu n a n la r oldu.

KARA PÎRÎ PAŞA KASABASININ İMARET, BAĞ, BAHÇE


VE HÂNEDAN MESİRELERİ

B ay ezid H â n V eli ve B irin c i S elim d e v ri v e z irle rin d e n ve H az-


re t-i E b u B e k ir n e slin d e n v e z ir K a ra P ir i P aşa, b u y e rin su v e h a ­
v a sın ı b e ğ e n e re k b ir köşesine b ir b ah çe y a p tırm ış v e a d a m la rın a
b u ra d a b ir k a sab a k u ru lm a sın ı em re tm iş. P ır î P a ş a d en ilm esin e se­
b ep b u d u r. B in k a d a r b ağ lı v e b a h çeli e v le ri v a rd ır. G a la ta k a d ılı­
ğ ın a b ağ lı ise de su b aşısı a y rıd ır. F a k a t k a sa b a n ın câm ii «A ynî H â ­
tû n » ta ra fın d a n y a p tırılm ış tır. B u seyyide, v a rlık lı b ir k a d ın im iş,
în c e , n â rin v e güzel b ir m in a re si v a rd ır ki, h e n d e se ilm in e âşin â
o la n la r m im â risin e h a y ra n k a lırla r. B u câm ii K a p ıc ıla rb a şı A rsla n
A ğ a d e n ile n c e su r b ir k im se ta m ir e ttik te n sonra, k a p ısın ın ü stü n e
şu ta r ih i y a z m ıştır:

S e r b ev v â b -ı d e r-i p â d işe h -i âlem o kim ,


Ş ir-i d ild ir, e sed u lla h d e n ild i a n â ad.
Ç ün ta m a m oldu b u câm i dedi .H â tif tâ rih ,
C âm i-i H as olu b do ld u b u cây-ı ibâd. S ene: 1000.

T u rşu cu z â d e H ü se y in Ç elebi C âm ii; K ire m itç ile r için d ed ir. M i­


m a r S in a n y a p ısı olup, sü slü b ir câm id ir. H an , im a re t, m ed rese ve
d a rû lk u rra s ı y o k tu r. B u ra la rd a Y a h u d i, R u m ve E rm e n ile r o tu r u r ­
la r. isk e le b a şın d a ik i yü z k a d a r d ü k k â n ı v a rs a da, çoğu m e y h a n e
v e b o z a h ân e lerd ir. Ç ü n k ü lim a n ı güzel o ld u ğ u için, g e m ile r k ışı o ra ­
d a g e ç irirle r. G e m ic ile r ise m ey h â n e y e d ü şk ü n d ü rle r. İk i y ü z k a d a r
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 317

k ire m it ocağı v a rd ır. Ç ü n k ü b u ra la rd a A m a v u d d a lg ıç la r te m m u z


a y ın d a b ir çe şit s iy a h ç a m u r ç ık a rırla r ki, b u ç a m u rd a n b a şk a y e rd e
b u lu n m az. 0 ç a m u ru g e m ile rd e n a la ra k k a p la ra d o ld u ru rla r. K ırk
g ü n k a d a r h a v a la n d ık ta n sonra, işç ile r için e g irip a y a k la n ile yo­
ğ u ru rla r. B u ç a m u rd a n y a p ıla n k ire m it ve tu ğ la p iştiğ i v a k it, s iy a h
re n g i k ırm ız ıy a d ö n ü şü r. B ü tü n İsta n b u l z e n g in leri d a m la rın ı b u k i­
re m itle ö rttü k le ri için, u z a k ta n b a k ın c a İsta n b u l b a şta n b aşa k ıp k ır­
m ızı g ö rü n ü r. V elh âsıl P ir i P a ş a k a sa b a sın ın k ire m id i ve tu ğ la sı m eş­
h u rd u r. M esire v e b a h ç ele ri say ısızd ır. «A yazm iyun» a d ın d a b ir su
k a y n a ğ ı v a rd ır ki, te m m u z d a h u m m a y a y a k a la n a n b ir k im se üç k e ­
re su y u n d a n içip b ü tü n v ü c u d u n u y ık arsa , k u s a ra k k u rtu lu r. R u m ­
la r ın ile ri g e le n le rin in çoğu b u ra d a o tu rd u k la rın d a n , bu a y a zm a y ı
çok z iy a re t e d e rler. D ö rd ü n c ü S u lta n M ehm ed b u k asab a d ışın d a b ir
İrem bağı için d e b ir su b u lm u ş ve ü z e rin e b ir h a y a t çeşm esi y a p ­
tırm ış tır. B eyaz m e rm e r ü z e rin e T ek n ecizâd e M u sta fa Ç elebi t a r a ­
fın d a n y a z ılan a ltın ve la c iv e rt sü slü tâ r ih şöyledir:

B a h tiy â ta h s in id ü b H â tifı d id i tâ rih in i,


O ldu c â ri ad ile S u lta n M ehm ed Ç eşm esi. S e n e 1063.

HASKÖY KASABASINDAKİ CÂMİ, MESCİD, TEKKE,


HAN, HAMAM VE İMARETLER
B u k a sa b a h e r ne k a d a r H ask ö y n a m ı ile ta n ın ırs a da, em salsiz
ve güzel b ir şe h ird ir. Ç ü n k ü üç b in k a d a r b a h çeli v e çok k a tlı e v le ri
v a rd ır. B âzı b a ğ la rın d a lim on ve tu ru n ç y e tiş tirilir. H a v a sı güzel, n e ­
şeli b ir y e rd ir. D enize b a k a n k a t k a t e v le ri v a rd ır. B ilh assa K ü p e-
lio ğ u lla n , M ordakay, N esim ve K e m a l a d lı Y a h u d ile rin in e v le rin in
b a ğ v e b a h ç ele rin d e öyle lim on ve n a r la r y e tiş ir k i, b e n z eri h iç b ir
b ağ d a b u lu n m az. B u ra sı da G a la ta k a d ılığ ın a b ağ lıd ır. F a k a t a y rıc a
su b aşısı, y e n iç e ri çorbacısı ve k o llu ğ u v a rd ır. B ir câm ii, iskele m e s­
cidi, sa ra ç h a n e m escid i ad ı ile de ik i m escid i v a rd ır. H an , im a re t
v e m ed rese gibi şe y le ri y o k tu r. B ir h am am ı, b ir M ü slü m a n m a h a l­
lesi v a rd ır. G e ri k a la n on b ir m ah a lle Y a h u d i m a h a lle sid ir. D a h a
önce de b e lirtild iğ i gibi, İs ta n b u l’da ç ık a n y a n g ın d a , Ş u h u t k a p ısın ­
d a n içe ri d o ğ ru y a n a n Y a h u d i e v le rin in y e rin d e b ir câm i tem e li
b u lu n m u ştu . O ra y a V âlid e S u lta n câm ii y a p ılın c a , e v le ri y a n a n Y a-
h u d ile r de H ask ö y ’e y e rle şe re k y irm id e n fazla c e m â a t teşk il e ttile r.
N ü fu s o la ra k to p la m on yedi b in k a d a rd ırla r. B u k asab a y ı g ö re n le r
R u m e li’n d e S e lâ n ik ’e, A ra b is ta n ’da S afed şe h rin e b e n z e tir ki, Y a ­
h u d i ile d o lu d u r. Y edi kiliseleri, on iki sin ag o g ve hahamlar‫ ؛‬var-
318 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

d ır. B u n d a n b aşk a ik i m ah a lle R u m ve b u n la ra â it üç kilise v a r ­


d ır.
B ir m a h a lle de E rm e n i v a rd ır. D ü k k ân ı, a ltı y ü z ü geçer. B edes-
ta n ı y o k tu r; fa k a t d ü k k â n la rd a çok k ıy m e tli m a lla r b u lu n u r. E lli
d ü k k â n d e b b ağ b o y ah ân esi, y ü z m ey h â n e ve üç y ü z de evi v a rd ır.
F a k a t K ü p e li Y a h u d in in k o k u lu elm a s u y u ile T iry a n d a file adlı
R u m u n m isk e t şarab ı, e re n le r a ra sın d a p e k m e şh u rd u r. Ç ü n k ü b ağ ­
la rın d a k i m isk e t ü z ü m ü n ü n b ir eşi a n c ak A k d en iz boğazın d ak B oz­
c a a d a ’d a b u lu n u r. Y a h u d i ç o c u k la rın ın te rb iy e e ttik le ri şeftalil،^ pek
gü zel olur. B ü tü n Y a h u d i ta ife s in in m e z a rla rı b u H ask ö y d ağ ın d a
b ey az çak ıl ta şı gibi g ö rü n ü rle r. Ö le n le rin b aşk a b ir y e re g öm ülm e­
sin e im k â n y o k tu r. Ü sk ü d a r ve G a la ta ’d an b ile ö lü le rin i b u ra y a ge­
tirirle r. F a k a t b irk a ç se n ed e n b e ri h a h a m b a ş ıla n , b a şk a y e rle rd e de
h â k im izn i ile m e z a rlık y a p m a la rın a izin v e rm iştir. B u m ez a rlık
y a k ın ın d a în e A y azm a d e n ile n b ir ta tlı su k a y n a ğ ı v a rd ır ki, m ah -
m u m -i r ib ’a 'y a (53) tu tu la n la r, y ed i k e re içip y ık a n s a la r sıtm a d a n
k u r tu lu rla r. B u ra sı, R u m h a lk ın ın z iy â re t y e rid ir. H a k ir (E v liy â) b ir
c u m a rte si gecesi aşk âle m in d e •iken, b u y e rd e k i Y a h u d i m e z a rlı­
ğ ı için d e «Gel ta lih im gel!» diye b a ğ ırd ığ ım d a, d ev g ib i’ b ir gul-
y a b a n i g ö rü n d ü . K o rk u m d a n «Yâ H afi!» diye b a ğ ıra ra k b u a y a zm a ­
d a g izlendim . S o n ra k e n d im d e n geçm işim . O ra d a geçird iğ im m âce-
ray ı, ile rd e in şa lla h y e ri g elin ce an la tac a ğ ım . B öyle b ir olay hiç
k im se n in b a şın a g elm em iştir.
B u H ask ö y y a k ın ın d a d e n iz k e n a rın d a , p â d iş â h la ra m ah su s te r ­
san e b ah çesi v a rd ır. B izans d e v rin d e de b u ra s ı k ra lla ra a it im iş.
F a k a t F â tih , fe tih te n sonra, e v v e lâ ç a d ırım b u ra d a k u ru p gaza m a ­
lın ı M ü slü m an g a zilerin e b u ra d a ta k sim e ttiğ in d e n , fe rm â n iy le m â ­
m u r h âle g e tirilm iş ve çeşitli a v lu la r, h a m a m , köşkler, b irçok oda­
la r, so fa la r ile h a v u z ve ş a d ırv a n la r y a p ılm ıştır. S a n tra ç v â ri on iki
b in serv i ağacı d ik ilm iştir ki, k o k u su d im a ğ ı sa rh o ş eder. A ğ açların
b irb irin e g irm e sin d e n d o lay ı b u b ağ a g ü n eş te s ir etm ez. H ele güzel
sesli k u ş la n in sa n ın c a n ın a can k a ta r. B u b a ğ ın su lu şeftalisi ve k a y ı­
sısı p ek sev ilir. İb ra h im H â n d en iz k e n a rın d a b ir köşk y a p tırm ış tır
ki, H â v a rn a k k ö şk ü n e b en zer. B ah çe ö n ü n d e k i denizde b ir ç e şit de­
n iz h a y v a n ı ç ık a r ki, a y n a v c ıla n v a rd ır. A d ın a istirid y e d erler. S e­
d ef gibi k a b u k için d e can lı b ir m a h lû k tu r. İçki içen ler, z e y tin yağı
ile p işirip y a h u t lim o n ile çiğ çiğ y e rle r. G ü zel b ir y e m e k tir. A m a
içk i içm ey en b ir k im se beş on g ü n d e v a m lı istirid y e yese, h e r gece

(53) Bir gün tutup, iki gün bırakan, dördüncü gün yine tutan sıtmanın adı.
EVLİYA ÇEIJ3Bİ SEYAHATNÂMESİ 319

eh li ile v e y a eh li o lm ay an ile beş on k e re cim â e tm e k iste r. B u öyle


b ir m a h lû k tu r ki, te rs â n e bahçesi önünde çık ar. A m a çok sev ilir.
B ahçe ü sta d ın a , a v c ıları sen elik on b in akçe v e rirle r. B u b a ğ ın b ir
b aşb ak ıcısı ve üç yü z k a d a r da y a rd ım cısı v a rd ır. O ra d a a v c ılara
m ah su s k a y ık h a n e le r v a rd ır.
N e v a k it p a d işa h y e n i s a ra y a v e y a b a şk a b ir y e re g itm e k istese,
k a y ığ ın ın k ıçın d a b u lu n a n c e v â h ir k u b b e a ltın d a k i m ü c e v h e r t a h t
ü z e rin d e sâd e cu ra, z u rn a ve ç ifte n â ra faslı geçerek, H a lic in ik i t a ­
ra fın d a k i k a t k a t y a lıla rı, bağ, b ah çe ve te rs â n e le ri se y re d e re k , is­
te d ik le ri y e re g id erler. B u b ah çed e h as a h ır d a h i v a rd ır. O ra d a saf
k an k ü h e y la n a tla ra b in ere k , b a ğ ın k u z e y ta ra fın d a k i O k m e y d a m ’n a
çıkıp o fe ra h y e rd e c irid o y n a tırla r. H âsılı, d ö rt ta ra fı m esire y e ri
olan b ir bağ d ır. H a k ir o rad a fa k irâ n e b irç o k ib â d e t e ttim . B u ra d a
h iz m e t g ö ren b o sta n c ıla rın h ep si ta r ik a t e rb â b ı, iy i k im se le rd ir. E l­
b e tte b u h iz m e tle rin in k a rşılığ ın ı g ö rü rle r. Ç ü n k ü İs ta n b u l feth e -
d ildiği zam an, A k şem sed d in H a z re tle ri b u gönül açıcı y e rd e o tu ru p
e rb a in ç ık a rırla r ve h iz m e t e d e n le re h a y ır d u â la r e d erlerd i. O n u n
için, b u ra d a h iz m e t g ö ren le r m e s’u d b ir ö m ü r sü re rle r.

B u b ah ç ey e b izz a t F â tih h a z re tle ri k e n d i eliy le y ed i serv i d ik ­


m iş tir ki, h ep sin d e n u z u n boylu, h a v a d a r, yeşil se rv ile rd ir. B ir se r­
vi de A k şem sed d in H a z re tle rin in m ü b â re k e lle riy le d ik ilm iş tir ki,
b u d a çok u z u n d u r. O gü n e k a d a r se rv ile rin yeşil olm ası â d e t iken,
A k Ş em sed d in ’in d ik tiğ i se rv i a k o lm u ştu r. H â lâ şim di bile h e rk e s
ta ra fın d a n sey red ilir. Ç em şirlik h a v u z u n u n y a n ın d a idi.

KASIMPAŞA ŞEHRİNİN İMÂRETLERİ, HANEDAN BAĞ VE


BAHÇELERİ, TERSANELERİ VE ZİYARET YERLERİ
B u K asım p a şa eski z a m a n d a m â m u r b ir m a n a s tır olup, k â firle r
a ra sın d a «A yalonka» adı ile m e ş h u r im iş. F e tih te n sonra, M ü slü m an
m ezarlığ ı olm ası fe rm a n olunm uş. Ç ü n k ü H alife A b d ü lm ü ’m in M e­
lik z a m a n ın d a M eslem e ve E b â E y u b E n sâ rî v a sıta siy le , so n ra la rı
H a ru n ü rre ş id v e Y ıld ırım B ay ezid z a m a n ın d a İs ta n b u l’u n b ir k ısm ı
ve G a la ta ’n ın y a rısı feth e d ild iğ i zam an, y in e b u K a sım p a şa ’da t e r ­
sân e a rk a sı ta m a m e n m ez a rlık o lara k k u lla n ılm ıştır. S ah âb e-i k ira m
ve d eğ erli e v lâ tla rın ın b u ra d a gö m ü lü o ld u k la rı s â b ittir. H â lâ m e­
z a rlık ta k i m e z a r ta ş la rın d a kû fi y azı ile y azılm ış a lâ m e tle ri v a rd ır.
B u n u n için F â tih tâ m irin e h im m e t edip, b irk a ç göz tersâ n e , K a p ­
ta n P a şa d iv an h â n e si v e b ir câm i y a p tırm ıştır. S o n ra K â n û n î S u l­
ta n S ü le y m a n z a m a n ın d a İsta n b u l’u n n ü fu su k a la b a lık laşıp om uz
omuza sökmez olunca, vezirlerden Ayabolu fâtihi Kasımpaşa'ya. Sa­
kız fâtihi Piyâle Paşa’ya, Ahısha fâtihi Ferhad Paşa’ya, Alâüddevle
fâtihi Ayaş Paşâ’ya Pâdişâh fermânı çıkarak, Kasımpaşa şehrini,
imâr etmeye memur oldular. Binlerce devlet ileri gelenleri de yar­
dım ederek, Kasımpaşa şehrini hakkıyle mâmur eylediler.
Şeriat tarafından hâkimi, Galata kadılığıdır. Halk tarafından hâ­
kimi ise Kaptan Paşa, Tersâne kethûdâsı ve subaşısıdır. Hâlen on
bin seksen beş kadar etrâfı bahçeli evi vardır. Merhum Koca Piyâle
Paşa, yaptığı muharebenin hakkı olarak sahip olduğu on iki bin
esiri çalıştırarak Kasımpaşa’nın nihayetinde bir câmi, bir medrese
ve bir tekke yaptırmıştır. Fakat câmiin cemâati olmadığından, ce­
mâat toplamak için, eski tersâne boğazında denizi kesip tâ câmiye
kadar bir saatlik yere denizi götürmüştür. O zaman, Haliç’in iki ta­
rafı bağ ve bahçeli evlerle dolmuş ve câmiin etrâfı mamur olarak
cemâati çoğalmıştır. Fakat Piyâle Paşa’nın vefatından sonra Haliç
temizlenmediği için, yağmur sularının meydana getirdiği selle sürük­
lenen çerden çöpten şeylerle doldu. Kayıkların girip çıkması im­
kânsız hâle gelince, herkes evlerini ileri yaptığından şimdi Halic’in
o tarafı terkolunmuştur. Lâkin babamın anlattığına göre, Kasımpa­
şa’nın çarşısı içinde dört ağızlı denilen kuyulara kadar deniz gelir­
miş. Pâdişâhlar istese, yine denizin o tarafa akması kolaydır.
Tersâne-i Âmire’nin özellikleri: Tersâne, Kanuni Sultan Süley­
man Hân tarafından yaptırılmıştır. Baruthâne kulesi, yetmiş kaptan
mahzenleri, kürekhâne, yedi adet kurşunlu mahzen, yedi divânhâ-
ne, Sanbule zindanı, Cirid meydam köşkü, Şahkulu kapısı, Meyit
iskelesi kapısı, hep tersâneye bağlıdır. Kaptan Paşa’ya on iki bin
Arabistan askeri, yüz elli Enderun kaptanı, yüz elli Birûn kaptanı,
yetmiş alem ve tuğ sâhibi azeb ağalan, adalardan ve kırk sancak yer­
den diğer kürek çeken azebler gönderilmesi, Süleyman kanunu ge­
reğidir.
Her gece tersanenin bütün gözlerine birer bekçi ve sanbule zin­
danına üç yüz azeb neferi nöbetçi tâyin olunur. Otuz beş kaptan,
tersâne gözlerinde, otuz beş kaptan da askerlerle şehrin diğer yer­
lerinde devriye gezerler. Çünkü Kanûni Sultan Süleyman zamanın­
da, Galata kulesinde ve tersâne zindanlarında otuz bir bin kadar
muhtelif cinsten esir bulunur idi. Bunlara bekçilik böyle olur. Hele
sanbule zindanı öyle sağlam yapılmıştır ki, hiçbir şekilde oradan
kaçmak mümkün değildir. Oraya giren kuş bile uçmaya imkân bu­
lam a?. Zemin katma bile kat kat mermer döşendiği için, lâğım aç-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 321

m a k m ü m k ü n değildir. îş te K asım p aşa şe h ri böyle g ittik ç e gelişe­


rek , so n ra la rı D ö rd ü n cü M u ra d d e v rin d e y a p ıla n sa y ım a göre on b ir
b in h â n e y e u laşm ıştır.
S ü le y m a n H â n d e v rin d e cam ilerd e, m escidlerde, te rsa n e gözle­
rin d e , d ü k k â n la rd a ve e v le rin k a p ıla rı ö n ü n d e geceleri b ire r k a n d il
y a k ılm a sı d ah i k a n u n gereği idi. O n m ah a lle R u m ve b ir m ah a lle
E rm e n i v a rd ır. Y ah u d isi y o k tu r. D ü k k ân cı Y a h u d ile rin e v le ri bile
b aşk a y e rd e o ld u ğ u n d an , geceleri m a h a lle le rin e g id erler. E tra fın d a
k ire ç k alesi y o k tu r. F a k a t d a h a ziy âd e m u h a fa z a lıd ır. İsk eled en P i-
y â le P a şa m a h a lle sin e k a d a r sekiz b in adım . O k m e y d a n ı’n d a n G a ­
la ta h u d u d u n d a k i d ö rty o l ağ zın a k a d a r dokuz b in ad ım d ır.

K asım p aşa câm ileri: K oca K asım p aşa E ski C âm ii: D üz b ir a la n ­


da in şa edilm iş olup, d ö rt köşe b ir d u v a r ü z e rin d e ta h ta k u b b esi
olan eski b ir câm idir. İçin d e s ü tu n y o k tu r. D ış a v lu su ç ın a r v e d u t
a ğ açları ile sü slü d ü r. E sk id en im a re ti v a rm ış, fa k a t b u im a re t şim ­
di h a s ta h â n e y e çev rilm iş. U zun, te k şerefeli b ir m in a re si ve b ir de
kıble k ap ısı v a rd ır. C âm iin m im â n K oca M im a r S in a n ’d ır. A v lu su
içinde Ş e r’iye m ah k em esi v a rd ır. A v lu n u n , sağ ve solda olm ak üze­
re, iki k ap ısı v a rd ır. C âm i şe h rin k a la b a lık m u h itin d e old u ğ u için
cem âati ço k tu r.
K e th ü d a câm ii: D ö rt tep e k u rşu n k u b b eli, te k m in a re li b ir câ­
m id ir. F â tih M ehm ed H â n C âm ii: E ski d iv a n h a n e d e k ü ç ü k b ir câ­
m id ir. S ü le y m a n H â n C âm ii: B u ik i câm i g ö rev lile rin in g ö rev le ri
h â lâ p a d işa h ta ra fın d a n v e rilir ve k e n d ile ri S a lâ tin C âm ii k a b u l
edilir. Ş e y h E d h em E fen d i C âm ii: C e m â atin in h ep sin i d in d a r k im ­
seler teşk il eder. Y a h y a K e th ü d â C âm ii: M ev lev îh âııe y a k ın ın d a d ır.
D ö rt tep e k u rşu n k u bbeli, te k m in a re li b ir câm id ir. H acı H ü s re v
C âm ii: T a ta v la y o lu n d ak i b ir y o k u şta, k ire m it m in a re li b ir câm id ir.
A h m ed E fen d i C âm ii: O k m ey d an ı’n a y a k ın , te k m in a re li ve k u r ­
şu n lu b ir câm id ir. E m in E fe n d in in d â m â d ı ta ra fın d a n y a p tırılm ış ­
tır. E m ir S u lta n C âm ii: Y ü k sek b ir te p e n in ü zerin d e, d ö rt köşe, d ö rt
te p e k u rşu n la kaplı, te k m in â reli, z iy a re t ed ilen b ir u lu câm id ir.
K u lak sız C âm ii: T ek m in â re li ve k u rşu n k u b b e lid ir. S in a n P a ş a C â­
m ii: D ö rt te p e ve k u rşu n k u b b elid ir. A v lu su n a m e rd iv e n le rle in i­
lir. G a y e t a y d ın lık ve y ü k se k tir. P iy â le P a şa C âm ii: B ir deve a ğ ­
zında, kıble ta r a fı y ü k se k b ir s e t ü z e rin e o tu rtu lm u ş, sağ lam b ir
câm id ir. S u lta n S ü le y m a n H â n ’ın v e z irle rin d e n S akız fâ tih i K a p ta n
K oca P iy â le P a şa ta ra fın d a n y a p tırılm ıştır. O n ik i k a d a r y ü k sek
Evliya Çelebi LH . P : 21
322 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

k u b b e si v a rd ır. K ırm ız ı ve som aki b ü y ü k s ü tu n la r ü z e rin e o tu rtu l­


m u ştu r. M ih ra b ve m in b e ri sâde ve güzeldir. P e n c e re d e m irle ri tu n ç ­
ta n y a p ılm ıştır. R iv â y e te göre, P a şa fe th e ttiğ i v ilâ y e tle rin kilise çan ­
la rın ı g e tirip c â m iin p e n c e re le rin e p a rm a k lık y a p tırm ıştır. N ecef ve
ş â ir c a m la rla sü slü o ld u ğ u için, içi a y d ın lık tır. H âlis a ltın la , kıble
k a p ısın ın ü s t kısm ın a, K a ra h is â ri yazısı ile «S elâm ün aley k ü m ...»
a y e ti y a z ılm ıştır. D eniz so fa la rı b o y u n ca a rı p e te ğ i s ü tu n la r ü z e rin e
k u b b e le r o tu rtu lm u ş tu r. B u so fa la rın m ih ra b d u v a rın d a , b a ş ta n b a ­
şa b e y itle r, ş iirle r ve çeşitli sözler y azılıd ır. B ü y ü k dış a v lu su n d a
a ltı a d e t b ü y ü k ç ın a r v a rd ır ki, g ezg in ler gök lere u zan m ış d a lla rı
a ltın d a sev in ç d u y a rla r. B u a v lu n u n d ö rt k ap ısı ve b a tı ta ra fın d a ­
k i k a p ın ın sağ ve so lu n d a k ırk ta n e m ed rese o d a la rı v a rd ır. M e rh u m
P iy â le P a ş a b u câm ii y a p tırm a y a b aşlad ığ ı zam an k u zey ta ra fın d a
y e d i b ü y ü k k ü p a ltın b u lm u ş tu r ki, y e rle ri h â lâ b ellid ir. O k ü p le r
de İs ta n b u l’d a U z u n ç a rşı b a şın d a k i P iy â le P a şa seb ilh ân esi içinde
d u rm a k ta d ırla r. B u k ü p le r m e rm e rd e n y a p ılm ıştır, iş te b u câm i böy­
le b ir h e lâ l m al ile y a p ılm ış câm id ir. P a şa , câm i c iv a rın a b ir tek k e ,
k e n d ile rin e b ir tü rb e , b ir h a m a m ve çarşı y a p tırm ıştır. G azi b ir p a ­
şad ır.
Mescidler: P iy â le K e tk ü d a m escidi, Y a h y a K e th ü d a m escidi, Ş e h ­
re m in i H ü se y in Ç elebi m escidi, M em i K e th ü d a m escidi ve d iğ erle ­
rid ir.
İlim medreseleri: K asım p aşa m ed resesi, câm iin yol a şırısın d a d ö rt
m ed re sed ir. B u n d a n b a şk a y e d i a d e t çocuk m ek te b i v e üç a d e t da-
r u lk u r r â ’sı v a rd ır ki, G ü rc ü h a lk ın a ve d iğ e r y o lcu la ra m ah su stu r.
L â k in çeleb ileri bilg ili ve o lg u n d u r.

Y irm i b in k a d a r H a lv e ti, C elv etî, U şşâkî, M evlevi ve d iğ e r t a ­


r ik a tla ra a it te k k e le ri v a rd ır. B ilh assa E m ir S u lta n tek k esi yol ü ze­
rin d e b ü y ü k b ir te k k e d ir. Y ü zü n ü z e rin d e od a ve fa k iri v a rd ır. D e r­
v işle ri h e r gece « V ezk ü ru llâh e...» e m rin e u y a ra k te v h id ve z ik ir ile
m eşg û l o larak , c isim le rin d e n a y rılıp sa âd e te e re rle r. K a p ta n H alil
P a ş a b ü y ü k p a ra la r h a rc a y a ra k b u ra y a ta tlı b ir su g e tirm iş ve fâ-
k irle re im â re t y a p tır a r a k z en g in ve fa k ire n im e t d a ğ ıtm ıştır. K u ­
lak sız tek k esi: H a lv e ti ta r ik a tın a m a h su stu r. S in a n P a şa tek k esi:
Ü m m ü S in a n î ta r ik a tın a m a h su stu r. M u a b b ir İb ra h im E fen d i te k ­
kesi: P iy â le P a şa h a m a m ı y a k ın ın d a d ır ve fa k iri ço k tu r. H a z re ti
U şşâkî E fen d i tek k esi: H acı H a y d a r B o stân i y a k ın ın d a d ır. F a k irle ri
d in d a r k im se le r te şk il .eder. M ev lev îh ân e tek k esi: D ö rd ü n cü S u lta n
M u ra d d ev rin d e , A bdi dede h a z re tle ri b izz a t k e n d ile ri F e rh a d gibi
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 323

ç a lışa ra k d o stla rın ın y a rd ım ı ile y a p m ışla rd ır. B u lu n d u ğ u y e r y ü k -


sekçedir.

H a m a m ları: K asım p aşa h am am ı: Eski, lıav ası hoş ve güzel y a ­


pılm ış b ir h a m a m d ır. T a tlı b ir su y u v a rd ır. T e rsâ n e h am am ı: T er-
sân e d u v a rı a rk a sın d a k ü ç ü k b ir h a m a m d ır. F a k a t y e rin d e y ap ılm ış­
tır. H ek im b aşı h am am ı: H ik m ete u y g u n o la ra k y a p ılm ış tır ki, b e n ­
zeri y o k tu r. B inâsı k ü çü k , fa k a t s u y u çok ta tlıd ır. K u lak sız h a m a ­
m ı: E şy a la rı tem iz, d e lla k la rı h a re k e tli b ir h a m a m d ır. F a k a t K u la k ­
sız old u ğ u için, b u ra d a ç a lışa n la rın çoğu sa ğ ırd ır. P iy â le P a ş a h a ­
m am ı: G üzelliği ile m e şh u r b ir h am am d ır.
S a ra y la rı: P iy â le P a şa saray ı, K a ra H oca sa ra y ı, K u rd Ç elebi
saray ı, H ü se y in A ğa âlisi saray ı, S ıçan H alife saray ı, v esaired ir.

Çeşm e: H am am cı A h m ed çeşm esinin ta rih i:

F en d î-i D âî dedi itm â m ın ın tâ rih in i


H acı A h m ed çeşm esi c â ri ola d âim L âtif.
M esireleri: P a r k ve g ezin ti y e ri o lara k k u lla n ıla n te k k e le rd e n
T ire n d a z la r tek k esi: F a tih ta ra fın d a n y a p tırılm ıştır. A yaso fy a’d ak i
p u tla rı ç ık a rıp O k m ey d am ’n a d ik erek , h a fta d a ik i g ü n M ü slü m ân
g azileri ile gelip b u n la ra ok a ta rla rd ı. İşte o d e v ird e k i k e m a n k e ş
ve tire n d a z la rın so h b e tle rin e m ah su s b u te k k e y a p tırılm ış tır. S o n ­
ra k en d isi de y ay cı o lan S u lta n B ayezid-i V elî, K em an k eş H a tta t
Ş ey h H a z re tle rin in teşv ik i ile b u te k k e y i g e n işle tm iştir. S o n ra g ü n
geçtikçe te k k e y e r y e r y ık ılm ıştır. S u lta n D ö rd ü n cü M u ra d da okçu
b ir p â d işâ h o ld u ğ u n d an , m u sa h ib S ilâ h d a r M u sta fa P a ş a ’y ı o n a n -
m ın a m e m u r e tm iştir. O n arım ta rih i: « H im m et-âbad cedid o ldu bi-
n â y -ı tek y e kâh».
A yazm a m esiresi: Ş e h rin m erk e zin d e d ir. G erçi im a r gö rm em iş­
t ir am m a, b u lu n d u ğ u y e r a ğ a ç la rla k a p lıd ır. H a şa n K a rlığ ı m e sire ­
si: B u lu n d u ğ u y e r geniş b ir ova olup, ok a tm a k için y ap ılm ış p e y k e ­
le r v a rd ır. H e rk e s a h b a b iy le ad ı geçen b u y e rd e sözleşip b u lu şa ra k ,
y a b a n c ıla rd a n u z a k so h b e t e d e rler. T a tlı b ir a k a rs u y u v a rd ır. P o ta
y e ri m esiresi: B u ç a y ırlık ta beş, a ltı p o ta v a rd ır. H e r cu m a b in le r­
ce kem an k eş, « P ir V ak k as r u h u n a F â tih â » o k u y a ra k p o tay ı h e d e f
y a p a rla r. Üç y e rd e ca n a can k a ta n çeşm eler ve sayısız b ü y ü k ağ aç­
la r v a rd ır. D iv a rd a r çeşm esi m esiresi: B u d a O k m e y d a n ı’n m b ir kö­
şesinde h a y a t su y u n a b e n z e r b ir çeşm edir. D ö rt ta ra fın d a gölge sal­
m ış b ü y ü k ç ın a r a ğ açları v a rd ır. D o stla r g ölgelerinde o tu ra ra k soh­
b e te d a la rla r.
324 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

P iy â le P a şa te k k e si g ezin ti y e ri: Ç u k u r b ir y erd e, d ö rt ta r a fı k a ­


le gibi d u v a rla rla çev rilm iş b ir te k k e d ir. A ltlı ü stlü , ik işe r b in kişi
a la n so faları v a rd ır. B ü tü n s a n a tk â rla r o ra d a k i h a life n in y a n ın a gi­
d ip post ö p erler. M u tfa ğ ın d a sen ed e üç b in ta n e in e k k e silir ve h e r
gece fa k irle re bol bol y em ek d a ğ ıtılır. B irço k y ü k se k ç ın a r ağ açla­
rı v e b ir a k a rs u y u v a rd ır. S ö ğ ü tçü k ayazm ası: H a v a d a r b ir yerd e,
sö ğ ü t a ğ a çla rı ile ç e v rili b ir a y a zm a d ır. H acı A h m ed B o stân î gezin­
ti y eri: Ç eşitli lezzetli m e y v a la rı ile m e şh u rd u r. B oşnak bağı m esi­
resi: H e r ta ra fı m ey v e a ğ a çla rı ile d o lu d u r. A rap ve A cem ’de böyle
b ah çe g ö rü lm em iş dense y e rid ir. Ş ey h î U şşâkî ta rik a tın d a n h al sa ­
h ib i b ir şe y h olup, b izz a t k en d isi b a h ç ıv a n lık y a p a r. D ede B o stân î
m esiresi: M evlevi Ş ey h i A bdi d e d e n in m ey d a n a g e tird iğ i b ir m esi­
re d ir. K u rd Ç elebi bağı m esiresi: H e r ta r a fı a ğ a çla rla dolu b ir cen­
n e t b ah çesid ir. D ah a sayısız m e sire y e rle ri v a rd ır; fa k a t b ildiğim iz
a n c ak b u n la rd ır.
K asım p aşa d ü k k â n la rın ın v a s ıfla n : Üç y ü z a ltm ış k a d a r d ü k k â ­
n ı v a rd ır. F a k a t b e d e sta n ı y o k tu r. B ü tü n k ıy m e tli eşy ala rı b u d ü k ­
k â n la rd a b u lm a k m ü m k ü n d ü r. B ilh assa d erici esn afı k a la b a lık b ir
g ru p te şk il eder. B u e sn afın üç y ü z k a d a r b ü y ü k a te ly e le ri v a rd ır ve
h e r b irin d e y irm işe r, o tu z a r k u v v e tli p e h liv a n la r çalışır. S a rı sa h ­
tiy a n ı, k ırm ız ı köselesi ve tu tk a lı m e şh u rd u r. B u esnaf, k e n d ile ri­
n e sığ m a n b ir k a til Veya h ırsızı h â k im e te slim etm ez. F a k a t o su çlu
d a ölü n ceye k a d a r b u n la n n e lin d e n k u rtu la m a z . K en d isin e b ir iş
v e rile re k s a n a t ö ğ re tilir ve h â râ m ilik te n k u rta rılır. D ah a b irç o k sa­
n a t sa h ib i v a rd ır. Ş e h rin için d e n a k a n iki d e re n in e tra fı d ü k k â n ­
la rla d o lu d u r. B u d e re le rin ü z e rin d e üç ta n e b ire r gözlü k ö p rü v a r ­
d ır. K ö p rü le rin için d e n e n sağlam ı, K asım p a şa k ö p rü sü d ü r. A ğa köp­
rü s ü de g üzeldir. T e rsâ n e k ap ısı k ö p rü sü te k gözlüdür. H e rk e se açık ­
tır. B u k ö p rü le rd e n b aşk a, P iy â le P a şa d eresin e v a rın c a y a k a d a r on
b ir a h şap k ö p rü d a h a v a rd ır. C um a p a z a rı k ö p rü sü n d e n Ş e y h d e re ­
si ile t â H acı A h m ed b o sta n m a v a rın c a y a k a d a r, b u d ere ü z e rin d e
o n y ed i y e rd e alçacık, sadece y a y a la rın geçm esine elv erişli iskele
k ö p rü le ri v a rd ır. K ö p rü le rin h ep si p ra n g a ve z in c irle rle bağlıdır.
Ç a r ş ıla r ı: C um a p azarı, K asım p aşa çarşısı, P iy â le P a şa pazarı,
te rz ile r p a z arı, k u lak sız p a z arı, d e b b a ğ la r p a z a rı ve iskele pazarı.

Mahalleleri: T ü rb e d a r m ah allesi: B ü tü n c en âzeleri b u m ah alle


h a lk ı k a ld ırır. D in d a r k im se le rd ir. M ezarlık için d e k u ru lm u ş eski
b ir m ah a lle d ir. K a n lı k o zlar m ah allesi: M ezarlık için d e ve b a şta n
b a şa ceviz a ğ a ç la n ile sü slü d ü r. K a sım p a şa m ah allesi, K e to h o ry a m a-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 325

hailesi, P iy â le K e th ü d a m ah allesi, B-.iyükdere m ah allesi, K ü çü k d e-


re m ah allesi, C u m a p a z a rı m ah allesi, U şşâkî m ah allesi, T a ta v la m a ­
hallesi, T ep eb aşı m ah allesi, B adle m ah allesi, S a rı K e th ü d a m a h a l­
lesi, D ere m ah allesi, A y d ın Ç avuş m ah allesi, (K a ra S ü n b ü l A li E fen-
d i’n in efendisi k im y â sa h ib i A y d ın Ç a v u ştu r), Ç elebi Ç e tin K oz m a ­
hallesi, Y eld eğ irm en i m ah allesi, K ü ç ü k P iy â le P a ş a m ah allesi, E m ir
E fen d i m ah allesi, S in a n P a şa m ah allesi, K oca P iy â le P a ş a m a h a l­
lesi K u lak sız m ah allesi, H am d i E fen d i m ah allesi, H acı A h m ed m a ­
hallesi. B u n la rın d ışın d ak i m a h a lle le rin i b ilm iy o ru m .

H alkı: B u b ü y ü k şeh ird e üç sın ıf h a lk v a rd ır. B irin ci sın ıfı as­


k e rle r teşk il eder. B u n la r k a p ta n la r, A ra p la r, v a rd y a n la r v e gem ici
d a y ıla rd ır. H ep si C ezay irli elbisesi giy er, k ırm ız ı fes ü z e rin e k a ­
fesi k a v u k sa ra rla r. A rk a la rın d a bom os, tim u r k o p a ra n v e k a p u d a
çeşitli p ro n k o n e d o lam alar, b e lle rin d e ç a ta l b ıça k lar, a y a k la rın d a
to m a k la r v a rd ır. B a z ıla rı b a ld ırı çıp lak gem ici g azilerd ir. B u n la rın
hepsi seçm e a sk e rle rd ir. S ü le y m a n H a n k a n u n u gereği, sen elik m a a ş­
la rın ın to p la m ı üç b in y ed-i k ese m ald ır. T e rsa n e d iv a n ın d a k a p ta n
p aşa h u z u ru n d a h e r üç a y d a b ir m aaş a lırla r.
İk in ci sın ıf halk: Ç eşitli e sn a ftır. F a k a t ço ğ u n lu ğ u b a h ç ıv a n la r
te şk il eder. T üccar, m aran g o z ve deniz a d a m la rı k e y ifle rin e göre
çeşitli elbise g iy erler. Özel elb iseleri y o k tu r.
Ü çüncü sın ıf h alk : İlim ehli, a b a g iy en gönlü y a n ık d e rv işle rd ir.
A m a h e r b iri m â n a âlem in d e b ire r p a d işa h tırla r. B ağ b a ğ gezerek
v a k itle rin i ib âd e tle g e ç irirle r. K a d ın la rı son d erece edebli ve k a p a ­
lıd ırla r. H e r b iri san k i R ab iâ-i A d v iy y e ’d irle r. B u şe h rin güzelleri
hesapsızdır. Ç ü n k ü h a v a ve su y u çok güzeldir.

Y iyecek v e içecekleri: B a şta h as ve b ey az k u ra b iy e g ev reğ i ol­


m a k ü z e re bey az sim idi, yağlı çöreği, su lu ve lâ a l re n k li p a p a şef­
talisi, ş irin k a m e rî k ay ısı, C em şa h e n g ü rü , Ş am ü zü m ü , b o şn ak d e­
re gülü, k a y m a k lı y o ğ u rd u ve sem iz k o y u n e ti m e şh u rd u r. Ç ü n k ü ça­
y ırlık la rı ço k tu r.
D eğ erli s a n a tk â rla rı: T erzileri, C ezay ir biçim i e lb ise le r b iç e rle r
v e öyle iğne v u r u r la r ki, İsta n b u l’u n u s ta te rz ile ri o n la ra erişem ez­
ler. H a p ish ân e d e işlen en çeşit çeşit re n k li eld iv en ler, ç o ra p la r an cak
G ü rc ista n ve F re n g is ta n ’d a işlen ir. Y oksa b a şk a y e rle rd e böyîesini
y ap a m a z la r. D e b b a ğ ların ın s a rı s a h tiy a n ı ve k ırm ızı köselesi m eş­
h u rd u r. P iy â le P a şa çarşısın d a, K o n y a ve M an isa’da eşi az b u lu n a n
keçe k ü îâ h la r b u lm a k m ü m k ü n d ü r. T ersân e-i âm ired e, k â fir d iy ar-
326 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

la n n d a b ile b e n z e rle ri o lm ay an gem i y a p a n u sta m a ra n g o z la r v a r­


dır.
K a sım p a şa şe h rin in T e rsâ n e a rk a sın d a k i m e z a rlık ta b in le r-
için d e v e c iv a rın d a b u lu - ce sahâbe-i k ira m , ta b iîn , teb e-i tâ b iîn
n a n m ü b â re k m ez a rla r: g ö m ü lü d ü r. M ezar ta ş la rın a sayısız b e ­
y itle r y a z ılm ıştır. B u n la rd a n ;
B u n la r o n la rd ır ki gelip g ittile r,
G elü b en işb u cih a n d a n ittile r.

b ey ti, g üzel b ir y azı il.e y a z ılm ıştır. B u n a a it b ilg iy i y u k a rıd a v e rd i­


ğ im izd en te k r a rın a lü zu m görm edim .

M ey itzâd e m ezarı: B u z â tın b abası E ğ ri se fe rin e g id erk en , o za­


m a n an ası h â m ile im iş. B abası, «İlâhî, g azây a gid iy o ru m . B u e h li­
m in k a m ın d a b u lu n a n ev lâd ım ı san a e m â n e t ettim .» dey ip sefere
gider. B ir m ü d d e t sonra, A lla h ’ın e m ri ile h a n ım ı çocuğunu d o ğ u r­
m a d a n v e fa t eder. V e göm erler. H e r şeye k â d ir olan A llah ’ın e m ri
ile m e z a rd a çocuğu d o ğ u ru r. Çocuk, ölü a n a sın ın m em esin e y e tişe ­
re k em er. B abası se fe rd en se lâ m etle d önünce k a rısın ı sorar. Ö ldü­
ğ ü n ü sö y lerler. îm a n sah ib i gâzi: «Ben o n u n k am u n d ak in i A llah ’a
e m â n e t e ttim . T ez e h lim in m e z a rın ı b a n a gösteriniz» der. D e rh a l
m e z a ra g id erler. K u la k v e rd ik le rin d e , m e z a rın için d en b ir çocuk se­
si geld iğ in i d u y a rla r. O an d a m ez a rı a ç tık la rın d a g ö rü rle r k i can-
pârS si o lan çocuk, v ü c u d u sap asağ lam d u ra n a n a sın ın sağ m em e ­
sin i em iyor. B abası, A lla h ’a şü k re d e rek , c iğ erk û şesin i göğsüne b asıp
e v in e g e tir ir ve b ü y ü tü r. îşte b u çocuk, fâzıl' b ilg in le rd e n b ir kim se
o la ra k y e tişti ve A h m ed H â n d ev rin d e v e fa t e tti. Y ine a n a sın ın y a ­
n ın d a to p ra ğ a v e rd iler. Ü zerinde y ü k se k b ir tü rb e si v a rd ır. M ey y it-
zâde (ölü oğlu) diye h e rk e s ta ra fın d a n z iy a re t ed ilir.
B u h ik â y e im k ân sız gibi g ö rünm esin. A lla h ’ın k u d re tin in b ü y ü k ­
lü ğ ü d ü şü n ü lü rse , b u n u n çok b a sit b ir şe y old u ğ u a n laşılır. B u su l­
ta n ın y a k ın ın d a p e d e rim iz D erv iş M ehm ed Z illi, v alid esi ve d ed e­
m iz T im u rc u K a ra A hm ed, o n u n dedesi Y av u z Ö zbek ve validem iz,
v e lh a sıl say ısız a k ra b a m ız g ö m ü lü d ü r. M u h te re m o k u y u c u la rım ız ­
d a n b u n la rın v e v e fa tım ız d a n so n ra b u h â k irin r u h u için b ir F â tih a
te m e n n i ed erim . E sirg e m iy e c ek le rin d e n em inim .

Ş ey h A b d u llah m ezarı: B u zât, K a n u n î S u lta n S ü le y m a n H a n ’ın


d esterecib aşısıd ır. K ırk la r m ezarı: M ey y it k a p ısı y a k ın ın d a d ır. M uab-
b ir İb ra h im E fen d i: G azi P iy â le P a şa C am iin in m ih râ b ı ö n ü n d ek i
n u r d olu b ir k u b b e a ltın d a y a tm a k ta d ır. Ş e y h P ir H a z re t-i A li: İd-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 327

ris adı ile m e şh u rd u r. R u m e lin d e T ırh a la şe h rin d e fâ k ir b ir te rz in in


o ğ ludur. H acı B a y ra m -ı V elî ta rik a tın d a n d ır. A n k a ra lI H ü sâ m ed d in
H a z re tle rin d e n izin lid ir. Ş e ria tta n ta ş k o p ard ı, d iy e b o ğ a ra k şe h id
e ttile r. K e ra m e tle ri açık idi. M ü b a re k m e z a rla rı K a sım p a şa ’d a te r-
sân e a rk a sın d a, O k m ey d an ı y o lu ü z erin d e y ü k se k b ir y e rd e d ir. S a ­
yısız h a y ır e serleri v a rd ır. B u n la rd a n b iri de E b â E y y ü b -e l E n sâ rî
a rk a sın d a k i « îd ris K öşkü» d e n ile n te k k e ve n a m a z g â h d ır. K e n d isin ­
den so n ra M u ra d H a n o ra la rı y ık tırm ış tır. Ç eşm esi, çim en lik sofa­
sın d ak i n a m a z g â h ı ve se rv ile ri h â lâ d u rm a k ta d ır. Ş e y h O sm an y â n i
E m ir S u lta n : S iv aslıd ır. B a y ra m iy y e ta rik a tın d a n d ır. M ezarı, K asım ­
p a şa ’d a K u lak sız m ah a lle sin d e k i b ü y ü k te k k e d ir. A tv e li U şşâkîzâde:
M ezarı, K a sım p a şa ’d a p e d e rle ri y a n ın d a , â şık la rın k âb esi olan Uş-
şâk î tek k e sin d ed ir. M erh u m ; âbid, zâhid, ilm i ile am el eden, efen d i
b ir kim se idi. Ş e y h M ev lev i İsm ail D ede: A n k a ra lıd ır. K u le k a p ısı
m ev le v îh a n e sin in şey h i idi. 1040 ta rih in d e , H a z re ti İsm a il gibi A llah
y o lu n a k u rb a n oldu. Y erin e, Â d em şey h oldu. M e rh u m İsm ail dede,
gözleri k ö r o ld u k ta n so n ra, yedi sene m esn ev i-i şe rif o k u tm a k ta d e­
v a m ederdi. M esnevî-i ş e rif şe rh e tm iştir. O n b ir c ilt t u ta n b aşk a
d eğ erli eserleri de v a rd ır. M ânâ denizi, ş e ria ta bağlı, g ü n â h ta n sa­
k ın an , d erviş, edip, m ü te v a zi b ir kim se idi. M ezarı K u le k ap ısı m ev -
lev îh â n esin d e d ir.
Ş ey h H a z re t-i A bdi D ede: K asım p aşa m ev le v îh â n e isn in k u r u ­
cusu ve şey h i idi. D eli kılıklı, İlâhî aşk a dalm ış, h â l e h li b ir k im ­
se idi. B öyle o ld u ğ u h a ld e , m esnevî-i m ân e v iy e v e rd iğ i m â n a la r
â şık la rı k e n d in d e n g eçirird i. V aaz e ttiğ i s ıra d a te k k e y e b iri gelse,
d a h a önce hiç görm ediği adam a, «Safa geldin fala n efendi» d iy e is ­
m i ile h ita b e d e rd i. K e n d ile ri sem a b aşlay ın ca, b ü tü n d e rv işle ri şaş­
k ın lık ta n m e sto lu rla rd ı. M ü b â re k m ez a rı tek k e si y a n ın d a d ır. K e ra ­
m e tle rin d e n b iri şu d u r: S u lta n D ö rd ü n c ü M u ra d B u rs a ’d an İ s ta n ­
b u l’a d ö n e rk e n B o z b u ru n adlı y e rd e b a tm a k teh lik e si ile k a rş ı k a r ­
şıy a gelm işken, h ü n k â r b u A bdi dedeyi k a y ık b a şın d a g ö rü r. B ah çe
k ü reğ iy le denize «S akin ol m elik k u d d ü s h a k k ı için» d iy e re k v u r u n ­
ca, d en izin d a lg a la n sa k in le şe rek k u rtu lm u ş la rd ır. B u h ik â y e S u lta n
M u ra d H a n ’d a n n a k le d ilm iştir.
S e rv e rî Ç elebi E fe n d i m e z a n : G elibolu’lu H oca Ş a b a n ad lı b ir
tü c c a rın o ğ ludur. B ü tü n ilim le ri ta h s il e tm iş idi. H e r b iri c ih a n ı sü s­
le y e n y ü z elli cild e seri v a rd ır. M ezarı, K a sım p a şa ’da y a p tırd ığ ı m es­
cid in a v lu su n d a d ır. Ö lüm ta rih i: «G itti c ih a n d a n S erv eri» (S en e 965).
M ev lân â îm a m z â d e M ehm ed E fen d i: B ağ d âd îzâd e ile a y n ı g ü n d e v e ­
f a t e tm işle r ve cen azeleri O k m ey d an ı’n d a S in a n E fen d i ç a rd a ğ ın -
328 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

d a to p ra ğ a v e rilm işle rd ir. A m m a h e r b iri z a m a n ın ın yeg ân esi idi


diye, p e d e rim iz h ik â y e e tm iştir.

GALATA ŞEHRİNİN İLK KURUCUSU,


ŞEKİLLERİ VE İÇİNDEKİ İMARETLERİ
K o s ta p tin iy y e k a le sin in ilk y ap ıld ığ ı zam an , G a la ta ta ra fla rı ça­
y ırlık , h a v a d a r, m a h su ld a r, gönül açıcı k ö y lerle dolu idi. K ö y lü ler
k o y u n la n n ı, sığ ırla rın ı b u G a la ta to p ra ğ ın d a o tla ta ra k , sü tü n ü sa­
ğ ıp k ra la ta k d im e d erlerd i. B ol m ah sû l v e re n b u y e rd e k i b itk ile rin
b e re k e tle ri eseri o lara k s ü t son d erece lezzetli o ld u ğ u n d an , b u y e rin
a d ın a G a la ta dediler. Ç ü n k ü Y u n a n lisa n ın d a sü te G a la ta d erler. S on­
r a la rı ç o b a n la ra y u rd h a lin i ald ığ ın d an , K u rş u n lu m ah z e n y a k ın ın d a
k a le gibi sığ ın acak b ir y e r y a p tıla r. Z am an geçtikçe, G a la ta m a m u r
b ir ş e h ir h a lin e geldi. A sıl G a la ta İsta n b u l’u n k u zey in d e olup, o ra ­
d a b ir m il e n in d e b ir H aliç v a rd ır. B a tıd a h u d u d u K â ğ ıth a n e ’ye d a ­
y a n ır. H a liç ’in u z u n lu ğ u onsekiz m ild ir. İs ta n b u l’dan G a la ta ’y a k a ­
y ık v e m a v n a la rla geçilir. K â fir zam an ın d a, o rad a zin cird en y a p ıl­
m ış k ö p rü v arm ış.
İsk e n d e r’d en so n ra İsp a n y a ve C eneviz k ra lla rı K o sta n tin iy y e ’-
y e tec a v ü z edip, Isp a n y o lla r K o sta n tin iy y e ’yi, C eneviz k ra lı da G a-
la ta ’y ı istilâ e tti. C eneviz k ra lı d ö rt oğlu için d ö rt bölm eli, b irb iri­
n e b itiş ik b ü y ü k h is a rla r y a p tırd ı. A k d en iz a d a la rın d a n d ö rt y ü z b in
k a d a r H ıris tiy a n g e tire re k , isk ân edip şe h ri m a m û r e tti. S o n ra K a ­
ra d e n iz ’in ik i ta ra fın d a tâ A zak k alesin e k a d a r b in a ltm ış p a rç a k a ­
le y a p tırd ı. H a ttâ K ırım y a rım a d a sın d a k i K efe, Sodak, T atili, B a ­
lık lav a , în k e rm a n , M enkııb, S a rı K e rm a n ve K e rç k a le le ri ile k a rşı
ta ra fın d a k i A tm a n ve A zak k a le le rin i b u k ra l y a p tırd ı. B öylece K a ­
ra d e n iz ’in d ö rt ta ra fım z a p te tti. S o n ra b ü y ü k oğlu A rondo’y u G a­
la ta k alesin e k ra l tâ y in ederek, k en d isi S ak ız a d a sın ı h ü k ü m e t m e r­
kezi edindi. S o n ra G a la ta ’da k ra l olan A rondo R u m la rla a n laşarak ,
h e r g ü n K o n sta n tin iy y e k alesin i z a p te d e n îsp a n y o lla rla sav aştı. S a ­
v a ş m a k ta n ta k a tla rı tü k e n e n îsp a n y o lla r, b ir gece Y edi k ale d e n ge­
m ile rin e b in e re k k a ç tıla r. R u m la r ise y in e K o n sta n tin iy y e ’ye sah ip
o la ra k b oy b ey i şeklinde h ü k ü m e t sü rm e y e b a şla d ıla r. F a k a t C en e­
viz k ra lı A ro n d a istik lâ lin i ilâ n e tti ve d ö rt k a rd e şi ile b irlik te o rta k
h ü k ü m e t sü rm e y e başlad ılar. G a la ta ’y ı o d erece im a r e ttile r ki, o
im a rın e se rle rin i b in a la rd a g ö rm ek h â lâ m ü m k ü n d ü r.
S o n ra, H a z re t-‫ ؛‬P e y g a m b e rin « L e tü fteh a n n e ’l-K o sta n tin iy y e te
٠ v e le n i’m el e m irii e m iru h â , v e le n i’m el ceyşü zâlikel ceyş» h adis-i şe-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 329

rifin e u y u la ra k , E m e v ile rd e n M u a v iy e ’n in s a lta n a tı z a m a n ın d a ve


h ic re tin k ırk ü ç ü n c ü sen esin d e İs ta n b u l k u şa tıld ı, fa k a t sadece g a n i­
m e tle y e tin ile re k fe th e d ilm e d e n g e ri dönüldü. S o n ra h ic re tin elli
ü ç ü n c ü sen esin d e y in e E m e v ile rd e n A b d ü lm elik zam an ın d a, M eslem e
ve H a z re t-i E b â E y ü b ’el E n sâ rî ve Ö m er b in A bdülâziz H a z re tle ri
b ire r o rd u y a b a şk u m a n d a n tâ y in o lu n ara k , k a ra d a n ve d e n iz d e n ik i
y ü z b in a sk erle K a ra d e n iz b o ğ a z ın d a n K o sta n tin iy y e ta ra fın a geç­
tiler. A m an v e rilm e d e n G a la ta zap ted ild i. G a la ta ’n ın k u z e y ta r a fın ­
da, Ö m er b in A b d ü lâ z iz b ir k ale y a p tırd ı ve a d ın ı «K al’a-î k ah r»
koydu. B u n u n için b a z ıla rı G a la ta ’y a K a h ır şe h ri a n la m ın a gelen
«M edine-ül k ah r» d e d ile r. Ş im d i K u rş u n lu m a h z e n in b u lu n d u ğ u y e ­
ri de o n lar y a p tırm ışla rd ır. Ve so n ra da G a la ta içinde, o c iv a rd a b ir
cam i y a p tırd ıla r. B u cam ie h a le n «A rap Cam ii» d e rle r. İşte b u şe­
k ild e G a la ta ’yı ta m ir ve h u d u d k â ğ ıd la rım m ü h ü rle d ile r.

O s ıra d a Ö m e r ib n A bdülâziz H a z re tle ri h a lifeliğ e g e tirild iğ in ­


den, S ü le y m a n ib n A b d ü lm elik H a z re tle rin i y e rin e G a la ta ’d a k a y ­
m ak a m b ıra k ıp , M eslem e’yi de ona v e z ir tâ y in e tti. G a la ta ’d a m u ­
hafız o lara k seksen b in a sk e r b ıra k a ra k K o sta n tin iy y e ’yi h a ra c a b a ğ ­
lad ıla r. Ü ç sen elik h a ra c ı b ird e n alıp, d o n an m a ile h ilâ fe t m erk ezi
olan Ş a m ’a dö n d ü ler. H ü lâsa, G a la ta ’n ın da İs ta n b u l gibi M ü slü m an -
la r ta ra fın d a n on k e re k u şa tıld ığ ı y u k a rıd a k e n d i b a h sin d e a y rın tılı
o la ra k y a z ılm ıştır. F a k a t h ic re tin 857’nci sen esin d ek i on b irin c i k u ­
şa tm a d a A k şem sed d in H a z re tle ri, H a z re ti F â tih ’e «Nahnüllezî bieyav-
ııen Muhammed, alelcîhâdı ma hayyeynâ ebeden» b e y tin i o k u y a ra k
İs ta n b u l’u fe th e teşv ik e d e rlerd i. S o n u n d a, M eh m ed H a n b ü y ü k gay­
r e t sa rfe d e re k İs ta n b u l ve G a la ta ’yı fe tih ve m a m û r e tti. S o n ra la rı
B ayezid H a n d e v rin d e d e p re m d e n y ık ıla n G a la ta kalesi, 916 ta r ih in ­
de ta m ir e d ilm iştir. K a le n in ta m ir ta rih i, Y a ğ k a p a n ı k ap ısı ü s tü n ­
de d ö rt köşe, b ey az b ir m e rm e r ü z e rin e celi y azı ile y a z ılm ıştır.

G a la ta k a le sin in özellikleri: H a liç ’in k u zey in d e b ir m il k a d a r


u zak lık ta, deniz k ıy ısın d a, ak ça ta h ta s ı şek lin d e şe d d ad v a rî k a y a d a n
y a p ılm a sağlam b ir k a le d ir. D u v a rla rı İsta n b u l gibi üç k a t a n a k a ­
le için d e olup, üç k a t bölm e h is a r d u v a rı v a rd ır. B u n la rın h e r b iri
b ire r C eneviz şe h za d e sin in id are sin d e idi. D a h a b aşk a k a p ıla rı d a
v a rd ır: îlk i b a tı ta ra fın d a K asım p aşa te rsâ n e sin e b a k a n h is a r b içi­
m in d ek i M ey y it k ap ısı, İkincisi g ü n ey e b a k a n ve deniz k e n a rın d a k i
 zapkapısı, ü ç ü n c ü sü y in e gün ey e b ak a n deniz k ıy ısın d a Y ağ k ap a-
m k a p ısı olup, d ö rd ü n cü sü deniz k ıy ısın d a g ü n ey e b a k a r. B eşincisi
B a lık p a z a rı k apısı, altın cısı, g ü n ey e b a k a n K a ra k ö y k apısı, y edinci-
330 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESI

si doğu ta ra fın d a deniz k ıy ısın d ak i K u rş u n lu m ah z e n k ap ısı ki, K um ­


la r b u k a p ıy a «Aya Niko» k ap ısı d erler. Ç ü n k ü b u ra d a h a v a riy u n
ay azm ası v a rd ır. S ıtm a y a y a k a la n a n la r, b u ra d a y ık a n d ık la rı ta k d ir ­
de iy ileşirlerm iş. Sekizincisi, doğu ta r a fta denize b a k a n K ireç k a p ı­
sı ile den ize açılan D em irk ap ı, d o k u zu n cu su k a ra y a b a k a n T o p h a­
n e kap ısı, o n u n cu su k a ra ta ra fın d a n kuzeye b a k a n K ü çü k k u le k a ­
pısı, on b irin c isi kuzeye b a k a n B ü y ü k k u le kapısı. B u k a p ıla r k a le ­
n in e tra fın d a olup, T op h an e ve k u le k a p ıla rı k a ra y a b a k a r. G eriy e
k a la n sekiz k a p ı deniz kayışındadır.
K ale için d ek i bölm e k a p ıla rı şu n la rd ır: K ü ç ü k K a ra k ö y kapısı,
k ü ç ü k k ale k a p ısın ın iç y ü zü n d e M ihal kapısı, M ey d an cık kapısı,
K ilise kap ısı, îç A zab k ap ısı ve S âd ık k ap ısıd ır. B u k a p ıla rd a n ü çü
a n a cad d ey e b a k a r.

Galata kalesinin etrafı: Ç evresi on b in a ltm ış ad ım d ır. F a k a t


S u lta n D ö rd ü n cü M u ra d d ev rin d e, adı geçen p â d işâ h R e v a n sefe­
rin d e ik en , K a y m a k a m B a y ra m P a şa G a la ta ’y ı ta m ir 'e ttire re k d u ­
v a rla rın ı b ey az b a d a n a y a p tırd ı. B u ta m ir sıra sın d a d u v a r m im a r
a rş ın ı ile ölçülm üş, b ü tü n b u rç la rı ve d u v a rla rı h esap olu n u n ca, çev­
re si onsekiz b in m im a r a rşın ı g elm iştir. E tra fı iki y ü z beş, k u le on
üç b in b ed en d ir. D u v a rın ın y ü k sek liğ i k ırk , m ü lk i z ira ’dır. B azı k a ­
le le ri se k se n e r m ü lk i z ira ’dır. F a k a t F a tih ’in y a p tırıp ta m ir e tt ir ­
diği G a la ta k u lesi y ü z on sekiz z ira ’d ır ki, göklere b aşkaldırm ıştım
Z irv esi h â lis k u rşu n ile ö rtü lü d ü r. İsta n b u l kalesi h e r y e rd e n g ö rü n ­
m ez. F a k a t b u G a la ta kulesi, in sa n gibi g ö rü n ü şü a ç ık tır. K a p ıla rı
sağ lam v e d e m ird en d ir. B u rsa ’daki K eşiş d a ğ ı (U ludağ) ü z e rin d en
açık seçik g ö rü n ü y o r. D ü rb ü n ile bakılsa, B u rs a ’n m im a re tle ri de
g ö rü n ü rm ü ş d iy o rla r. B u k u le h e r y e rd e n g ö rü lü r. Ş ekli y u v a rla k tır,
îç i on k a tlı zin d an d ır.
Ş im d ile rd e O sm an lı D e v le ti’n in gem i â le tle ri deposu o la ra k k u l­
la n ılm a k ta d ır. G ü n ey e b â k a n D e m ir k a p ıy a ta ş m e rd iv e n le rle çık ı­
lır. H â k ir b u k u ley e b irk a ç k e re o rad a h a v a y a k â ğ ıt u ç u ra n , elin e ip
b a ğ la y ıp y ü k se le n cam b a z la rı se y re tm e k v esilesiy le ç ık tığ ım d an , İs­
ta n b u l’u güzelce se y re ttim . B u G a la ta k u le sin in k a ra ta ra fın d a k i
M ey y it k a p ısın d a n tâ T op h an e k a p ısın a k a d a r u z a n an geniş ve de­
r in b ir h e n d e k v a rd ır ki, b e n z erin i T u rla n e h rin in K a ra d e n iz ’e dö­
k ü ld ü ğ ü y e rd e k i A k k e rm a n k alesin d en b a şk a b ir y e rd e görm edim .
İçin d e g em icilerin gem i h a la tla rı v a rd ır. C a n k u rta ra n p a la m a rla rın ı
b ü k e rle r. G eniş ve d e rin b ir h e n d e k tir. K e n a r la n b a şta n b a şa m e z a r­
lık tır. K a le n in deniz ta r a f l a n çarşı ve p a z a r y e rle rid ir.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 331

G a la ta ’d ak i im a re t ve c a m ile r: E ski A ra p C am ii: H a z re ti Ö m e r


ib n A bdülâziz ta ra fın d a n y a p tırılm ış tır. B irço k k e re le r k ilisey e çev ­
rilm iştir. F a k a t so n u n d a y in e cam i oldu. îç in d e b irç o k s ü tu n la r v a r ­
d ır. M an ev î h a v a sı ü s tü n b ir c am id ir. B ir dış av lu su , b ir de y ü k se k
m in a re si v a rd ır. A zab kapısı d ışın d a M ehm ed P a şa C am ii. S u lta n
ca m ile ri d eğ erin d e a y d ın lık b ir cam id ir. P e n c e re le ri denize b a k a r.
K u b b e le ri te k k a tlı ve d ü zg ü n m in a re si sağ lam d ır. B u cam i d en iz
k ıy ısın d a ve y e ri d a r olduğu için, m in a re si sol ta r a fın a ve cam id en
a y rı o larak y ap ılm ıştır. T a şta n y ap ılm ış d ü zg ü n ve u z u n b ir m in a ­
re d ir. C am i iskele b aşı gibi k a la b a lık b ir y e rd e o ld u ğ u n d an ce m a a ti
ç o k tu r. C am iin m im arı, M im a r S in a n ’d ır. Y ağ k ap an ı C am ii: Y ağ k a-
p a n ı’n m d ışın d a y ü k se k b ir c am id ir. D ö rt köşe, ahşap, k u rşu n k u b ­
beli, alçak m in a reli, m e rd iv e n le çık ılır gönül fe th e d e n b ir cam id ir.
A ltın d a b a şta n b a şa z e y tin y ağ ı d ü k k â n la rı v a rd ır. K a ra M u sta fa P a ­
şa C am ii: K u rş u n lu m ah z e n y a k ın ın d a d ır. Y a p tıra n , B ağ d âd fa tih i
D ö rd ü n cü M u ra d H a n ’ın v e z irle rin d e n d ir. E sk id en kilise im iş. B ir
m in aresi, alçak, k u rşu n lu , c e m a a ti çok, y e n i b ir cam id ir. K a ra k ö y
C am ii: K a ra M u sta fa P a şa C am iin e y a k ın d ır. A lçak, fay d alı, k ü ç ü k
b ir cam id ir.
B iraz d a m escid leri v a rd ır. F a k a t b u şe h rin m ed re se v e d a rü l-
h ad isi de y o k tu r. A ra b cam iin d e, M ehm ed P a şa ve K a ra M u sta fa
P a şa c a m ile rin d e d a rû lk u r rş la r v a rd ır. Ç ocuk m ek teb i, y e tm iş sek ­
sen e y a k ın d ır. îm a r e ti y o k tu r.
Y irm i üç k a d a r seb ilh ân esi v a rd ır: B u n la r a ra sın d a A ra p cam ii-
n in iç ta ra fın d a , M ehm ed P a ş a h a m a m ı y a n ın d a M eh m ed P a ş a se­
bili, R u zn âm eci İb ra h im E fen d i sebili, K ü rk ç ü le r k a p ısı d ışın d a Y ay -
c ıla r çarşısın d a, S u lta n D ö rd ü n cü M u ra d H a n ’ın v eziri K oca K e n a n
P a ş a sebili, K a ra k ö y k ap ısı seb ili ve K a p ta n sebili m e ş h u rla rıd ır.
Ç eşm esi p ek azd ır. E n m e ş h u ru A zap k ap ısı d ışın d a k i M eh m ed P a şa
çeşm esidir.
G a la ta ’da o n sekiz M ü slü m an m ah allesi, y e tm iş R u m m ah allesi,
üç F re n k m ah allesi, b ir Y a h u d i m ah a lle si ve iki de E rm e n i m a h a l­
lesi v a rd ır. B a şh isa r’da asla k e fe re y o k tu r. İk in ci h isa rd a d a A ra p
cam iin e gelinceye k a d a r y in e y o k tu r. B u m a h a lle lile rin elinde, F a -
tih ’den k a lm a fe rm a n v a rd ır. D olayısiyle b u ra la ra k â fir sokm azlar.
Ç ü n k ü b u a ra lık b u ra d a o tu ra n la rın çoğu, S u lta n A h m e d z a m a n ın ­
da Isp a n y a ’d a n g elen c iğ e rle ri y an m ış M ü slü m a n la rd ır. B u ra la rın
m u h a fa z a sın a fazlasiy le d ik k a t ed ilir. Ç ü n k ü M u ra d H a n d e v rin d e
y a p ıla n n ü fu s sa y ım ın a göre, b u ra la rd a ik i y ü z b in k â fir v e a ltm ış
b in M ü slü m an o tu rm a k ta d ır. Y etm iş k a d a r kilisesi v a rd ır. B u n la r-
332 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

d a n b iri F ra n s a ’n ın E rg a n o n k ilisesidir. B ir sed ü z e rin d e olup, k a p ı­


sın a y ed i basam ak: m e rd iv e n le çıkılır. V en ed ik kilisesi on a y a k ın d ır.
B ir y a n g ın so n u n d a y a n a ra k y irm i sene k a d a r h a ra p k a ld ık ta n son­
ra , K a n d iy e s u lh u n d a K ö p rü lü A h m ed P a ş a ’n ın izni ile ta m ir edil-
'm iş tir . G ö k lere u z a n m ış d ö rt köşe b ir çan k u lesi v a rd ır. D u v a rla rı­
n ın iç v e dış y ü z le rin d e öyle re s im le r v a rd ır ki, g ö re n le r canlı zan ­
n ed er. R u m la rın da b irç o k m a n a s tır v e şifa e v le ri v a rd ır. E rm e n ile -
rin üç k ilisele ri v a r. Y a h u d ile rin ise ik i sin ag o g ları v a rd ır. Y ah u d i-
le r d iğ e r k â firle rd e n çok k o rk a r ve ç e k in irle r. K e fe re m a h a lle le rin ­
d en b e k ç ile r eksik olm az. Ç ü n k ü h â in le r d e fa larc a isy a n e ttik le ri
halde, iy ilik le m u a m e le edilm iş, a te şle ri sö n d ü rü lm ü ştü r.

Galata Şehri Hâkimleri: G a la ta , ş e ria t y ö n ü n d e n beş y ü z p ây eli


b ir k a d ılık tır. M ollası, A ra p cam ii y a k ın ın d a o tu ru r ve üç y ü z k a ­
d a r k a sab a v e köye h ü k m ü geçer. K ırk d ö rt y e rd e n a h iy e n â ib le ri
v a rd ır. H e r n a h iy e y ü z elli akçe p ây eli b ir k azad ır. S en elik y etm iş
kese v e rg i v e rir. B u şe h rin m ü şte m ilâ tın ın çoğu S u lta n A h m ed ca­
m im in v a k fıd ır. N a z ırı k ızla ra ğ a sıd ır. V a k ıfla rın iki yü z kese g eliri
olur. M ü tev ellisi h â k im d ir. Ü çü n cü h âk im i G a la ta v o y v o d asın d a o tu ­
ru r. D ö rd ü n c ü h â k im Y a ğ k a p a n ı g ü m rü k e m in id ir ki, senede b e lirli
b ir g elirle g ö tü rü o la ra k a lır. B eşinci h â k im i K a la fa tç ıb a şıd ır. A l­
tın c ı h â k im m u h te sib d ir. Y edinci h âk im , a y a k n â ib id ir. S ekizinci
h âk im , çö p lüksubaşıdır. D o k u zu n cu h â k im içki a m in id ir ki, sen e­
lik y e tm iş b in k u ru ş sa rfe d er. O n u n cu h â k im , y e n iç e ri ocağından,
e m rin d e b eş a ltı yü z n e fe ri olan b ir çorbacıdır. O n b irin c i h âk im , y e ­
n iç e ri ocağı m u m c u la rın d a n b ir ih tiy a r m u m cu olup, gediği ile nö­
b e t b ek ler. B u h âk im , m e y h a n e le ri k o n tro lla g ö rev lid ir. M ü n ase­
b etsizliğ e m ey d a n verm ez. O n ik in ci h âk im , K a ra k ö y k a p ısın d a gö­
re v li îs ta n b u l ağ asıd ır. G ö rev i odun to p la y a ra k p ad işah m u tfa ğ ın a
g ö n d e rm e k tir. B u y a z ılan h â k im le rin h ep si gece-gündüz d o laşarak ,
' y a k a la d ık la rı su ç lu la ra a m a n v e rm e y ip h a k la rın d a n g elirler.

Galata şehrinin dükkânları: Ü ç b in seksen â d e t d ü k k â n v a rd ır.


S ekiz çarşısı, y ağ p a z a rı v e a tta rla rı v a rd ır. O niki k u bbeli, k u rşu n
ö rtü lü b e d e sta n ı v a rd ır ki, için d e çok m al b u lu n u r. B e d e sta m n m
d e m ird e n b ir k ap ısı v a rd ır. D ü k k â n sa h ip le rin in çoğu R u m ve F re n k -
tir. F a k a t deniz k e n a rın d a O rta h is a r’d a k i ik iy ü z d ü k k â n d a h a râ b â t-
h a n e le r v e m e y h a n e le r b u lu n u r. H e rb irin d e b eşer, a ltış a r y ü z dinsiz
içk i içip h a n e n d e ve sazen d elerle b ir h a y h u y e d e rle r ki, d ille ta r if
e tm e k im k â n sız d ır. Ç ü n k ü m e y v a d a n y a p ıla n iç k ile rin en iyisi b u ­
ra la rd a b u lu n u r. Â dem canı, r u h gıdası, k u ş sü tü , b u n la rın hepsi
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 333

G a la ta ’da b u lu n a b ilir şey le rd en d ir. F a k a t m ü b te c el şe rb e ti s o fu la r


için çok lezzetlid ir.
Ş e h ir için d e k i h a n e d â n ve k e rv a n sa ra y la rı: G a la ta ’n ın b u lu n d u ­
ğu y e r, d en iz k ıy ısın d a n k u zey ta ra fın d a k i k u le k a p ısın a v a rın c a ­
y a k a d a r b ir s a a t y o kuş y u k a rı, çok k a tlı C eneviz y a p ısı b in a la rla
d o lu d u r. C ad d eleri s a tra n ç şek lin d e y ap ılm ış olup, u m u m î y o lla rın
ta m a m ı b in yü z a ltm ış so k ak k a b u l e d ilm iştir. F a k a t k a le d e n d ışa rı­
da deniz k ıy ısın d ak i b ü y ü k yol ile k ale için d ek i v o y v o d a yolu, A ra p
cam ii yolu, h a rb î yolu, k u le k a p ısı yolu, k a la b a lık y o lla rd ır. M olla-
h ân esi, S ey id A li Ç elebi ve R ü ste m P a şa K e rv a n sa ra y ı M im a r S in a n
y ap ısıd ır. B u şe h ird e b a ğ ve b ah çe y o k tu r. K a la fa tç ıla r o d aları: K ü r k ­
ç ü le r k a p ısı d ışın d a d ır. A ğ a la rı v e ç o rb a c ıla rı v a rd ır. P a d işa h ın T er-
sane-i â m ired e k i k a d ırg a la rın ı k a la fa t e d e rler. îk ib in a sk e rd e n o lu ­
şa n k ırk b ö lü k tü r. İsta n b u l ağası ocağı: K a ra k ö y k ap ısı d ışın d ad ır.
B ü tü n a c em iler b u ra d a n m iriy e o d u n ta şım a y a m e c b u rd u rla r. O da-
b a şıla rı b a şla rın a d e sta rî s a n k sa ra r, s ırtla rın a n ak sî dolam a giyer,
a y a k la rın a d a siy a h to m a k ve k ırm ız ı p ab u ç g iy erler. K u l k a y ık la ­
r ın a b in erek , t â K a ra d e h iz b oğazına k a d a r o d u n g em ilerin i to p la y ıp
b ü tü n g e m ile rd e n k u l akçesi a lırla r. K a y ık la rın d a beyaz gö m lek gi­
y e re k ay a k ü z e rin d e k ü re k çekerler.
G a la ta h a m a m la rı: M eh m ed P a ş a h am am ı: A zab k a p ısın ın iç ta ­
ra fın d a ta ş m erd iv en le çık ılan b ir h a m a m d ır. B inası, h a v a sı v e su ­
y u g a y e t g ü z e ld ir B okluca ham am ı: B u n d a n içerd e b ir h a m a m olup,
son d erece k ö tü d ü r. K a ra k ö y h a m a m ı: Y e ri g ü zel,, hoş ve eski b ir
h a m a m d ır. B u n la rd a n b a şk a üç y ü z k a d a r da h a n e d a n h a m a m la rı
v a rd ır.
G a la ta h a lk ın ın ta v ır ve h a re k e tle ri: G a la ta ’da y a şa y a n h a lk b ir­
k aç sın ıftır. B irin cisi gem iciler, İkincisi tü c c a rla r, ü ç ü n c ü sü s a n a t­
k â rla r, d ö rd ü n cü sü m a ra n g o z la r v e beşincisi de k a la fa tç ıla rd ır. H a l­
k ın ço ğ u n lu ğ u C ezay ir elbisesi g iy erler. B irço ğ u A ra b ista n lId ır. F a ­
k a t zengin k a p ta n la rı v a rd ır. M e y h an e c ile ri R u m ve E rm en i, s a tı­
c ıla rı da Y a h u d id ir. U lû fecileri ise Y a h u d i ço cu k larıd ır. M ey h an eci
v e u îû fe c ile rin işle ri re z a le ttir.
G a la ta ’n ın m e şh u r y iy ecek ve içecek leri: îlk o la ra k h as ve b e­
y az fra n c a la ekm eği, şe k erc ile r ç a rşısın d a k i şişe ler için d e b in b ir çe­
ş it re n k te m iskli, an b e rli, h ü n k â rla ra lâ y ık ş e k e rle rin b e n z eri h iç b ir
d iy a rd a y o k tu r. M eğ er Ş a m ’da o la... N ak ışlı v a ra k lı b a h a r h elv ası,
b a h a rlı sim idi; sa n ay i m a m û lle rin d e n p u su la sa atc ıla rı, cam , b illû r,
s a a t ve re m il s a ta n k e fe re a tt a r l a n v a rd ır. İç k ile ri a ra sın d a m ed h e-
334 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

d ile n çeşitli şa ra p la rın ı, h a ra b â tile r ara sın d a, m e şh u r olan taş m e r­


d iv e n m ey h a n e sin d e , K e fe li’de, M an y eli’de, M ih alak i’de, K a şk a v a l’-
aa, S ü n b ü llü ’de, K o sta n tin ’de ve S a ra n d a a d lı m ey h a n e le rd e b u l­
m a k m ü m k ü n d ü r. B u n la r lâ a l ren k li, k a tre si h a ra m tü rlü tü rlü m is­
k e t ş a ra p la rı, A nkona, Sakoza, M udanjm , E d re m it ve B ozcaada şa­
ra p la rıd ır. O k a la b a lık yo ld an geçerken, yol ü z erin d e başı, ayağı çıp­
la k y ü zlerce sa rh o şu n y a ttığ ın ı g ö rü rü z. P e rişa n h a lle rin i so rd u ğ u ­
m u z v a k it, Şu b e y itle rle cevap v e rirle r:
Ö yle se rm e stim k i id ra k etm ezem d ü n y a n ed ir,
B en k im im sâk i olan k im d ir, m ey-i sa h b â n ed ir?
B ü tü n g izlilik ler A llah ’a m â lû m d u r ki, b u h a k ire g e re k şarap ,
g e re k d iğ er içk ile rd e n h iç b irin i içm ek n a sip o lm am ıştır. F a k a t âlüf-
teliğ im iz sebebiyle b ü tü n esn afla so h b et edip h a lle rin e v â k ıf oluruz.
A m m a, m ü b eccel şe rb e ti d e n ile n «A tina balı» şe rb e tin i içm işim d ir. iş ­
te G a la ta ’m n e sn a fla rı b u n la rd a n ib a re ttir. Ş e h rin h a v a sın ın güzel­
liğ i sebebiyle, güzel e rk e k ve k a d ın la rı ço k tu r. H a lk ı a lu fte m eşreb
v e d erv iş m esle k tir. K ışın y a p ıla n oda so h b e tle ri hoş olur. S eferd en
d ö n en â y a n ve reisler, filik a ve firk a te le riy le B o ğ azh isard a eğlence­
le r te r tip e d e rler. G a la ta lim an ı g a y e t güzel ve sekiz rü z g â rd a n h iç­
b iri tu tm a d ığ ın d a n , k ışın b in p a rç a gem i, k ö şelerin d e d e m ir a tıp
y a ta rla r. K a le n in k u zey ta ra fın d a k i ta ş ra v a ro şu T o p h an e’d en say ı­
lır. Ç ü n k ü h â k im i b aşk ad ır. G a la ta ’d a z iy a re t y e ri y o k tu r.

TOPHANE ŞEHRİNDEKİ HAYIR YERLERİ, TOP


DÖKÜMHANESİ, BALYEMEZ TOPLARI, SULTAN ÇARŞILARI
T o p h ane, H ıris tiy a n la r z a m a n ın d a o rm a n lık b ir y e rd i ve içinde
îsk e n d e r-i R u m î’n in b ir m a n a stırı v a rd ı. Ş im d i o m a n a s tırın y e rin ­
de C ih a n g ir cam ii v a rd ır. H ıris tiy a n la r o m a n a s tırı senede b ir defa
«A ya A lek sandra» diye z iy a re t ed erlerd i. İsk e n d e r, H in d seferin d e
ald ığ ı b irç o k esiri İs ta n b u l’a g e tirere k , ellerin i, a y a k la rın ı h u rm a lif­
le ri ile b ağ lay ıp , T o p h a n e ’de b ü y ü k b ir m a ğ a ra y a h a b setm işti. Çoğu
g u ly ab a n î gibi k o rk u n ç beyaz devler, E lb u rz d a ğ ın ın sih irci o b u r­
l a n ve A b aza v ilâ y e tin d e k i S ad şa d a ğ ın ın sih irb az k a d m ia rı olup,
e lle rin e b a ğ la n a n tılsım lı ip le rin k u v v e tiy le h a re k e t ed em ezlerdi. B u
k ilisey i z iy a re t ed en ler, b u s ih irb a z la n d a se y re d e rle rd i. K ışın şid ­
d e tli g ü n lerin d e, s ih irb a z la r İsk e n d e r’in izni ile tılsım la y ap ılm ış b a ­
k ır g em ilere b in e re k yelkensiz, deniz ü z e rin d e göz k a m a ştırıc ı şim ­
şek gibi h a re k e t e d e re k M akedonya, y â n i İsta n b u l şe h rin i k o ru rla r­
dı. K ırk g ü n so n ra gelip g em ileri lim a n a b a ğ la y a ra k h ab se g ire rle r-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 335

di. İsk en d er, d e v le te ve g u ly a b a n île re d a ğ la n d e v irte re k İsta n b u l


boğazını a ç tırd ı. O sıra d a sih irb a z la r ve g u ly a b a n île r denizde b o ğ u l­
d u lar. B a k ır g em ileri lim an d a kaldı. H a ttâ Y ezid b in M u a v iy e ’n in
k u m an d a sın d a İsta n b u l k u şa tıld ığ ı zam an, M ü slü m an g a z ilerin b u
g e m ile rin p a rç a la n n ı b u la ra k y a ğ m a e ttik le ri r iv â y e t o lu n u r. İşte
böylece T o p h an e şe h rin ip ilk k u ru c u s u îs k e n d e rd ir’.

F e tih te n so n ra b u o rm a n lık için d e k ü ç ü k ve fay d a lı b ir T o p h an e


y a p tırm ıştır. O n d an so n ra B ayezid-i V elî b u T o p h a n e ’y i g e n işle te re k
o d alar y a p tırm ıştır.
T o p ç u ların b u lu n d u k la rı y e rin özellikleri: K oca S u lta n S ü le y m a n
H an . k ırk sekiz sene sü re n p ad işah lığ ı sıra sın d a b ü tü n d ü şm a n la rı­
n a g alip g e le rek p a d işa h ve k ra lla ra b o y u n e ğ d irm işti. F a k a t A l­
m a n K ra lı a m â n a g elm ey ip d a im a d ü şm a n lık ederdi. S ü le y m a n H a n
ise d ö rt sen e b a tıd a , d ö rt sene A cem ’de, d ö rt sene V e n ed ik ’te sa v aş­
m ış v e otuz a ltı sene de ta m a m e n N em se (A v u stu ry a ) im p a ra to ru
ile u ğ raşm ıştır. S o n u n d a o n la rın to p ra k la rın d a v e fa t e tm iştir. B u n ­
la rı m ağ lû p e tm e k iç in to p ve tü fe n g e m u h ta ç o ld u ğ u n d an , S ü ley ­
m an H a n to p ç u la ra e h e m m iy e t v e re re k O sm an lı ü lk esin d e n ve d iğ e r
ü lk ele rin d e n p a ra la r v e re re k to p ç u la r g e tird i ve a ta la n M ehm ed H a n
ile B ay ezid H a n ’ın y a p tırd ık la rı T o p h a n e ’y i y ık a ra k y e n i b ir T op­
h a n e y a p tırd ı ki, g ö ren b u b ü y ü k b in ay ı d e v le rin y a p tığ ın ı zan n ed er.
İn sa n ne o ld u ğ u n u bilm ez. D ü şm a n la rın elin e geçen k a le le ri k u r ta r ­
m a k için en m ü h im silâ h olan to p la rın h e r çeşidi işte b u eski to p h a ­
n ed e y a p ılır.

T op dök ü m h an esi: D eniz k ıy ısın d an y ü z ad ım içerd e y ü k se k b ir


d a ğ ın eteğinde, e tra fın d a k i d u v a rla r k ale gibi sağ lam olan b ir k e r­
v a n sa ra y d ır. K u şa tıld ığ ı ta k d ird e sav aşa d a y a n ık lı sağ lam b ir d u v a r­
dır. O n u n o rta sın d a , y in e d ö rt köşe k ırk a rşın b o y u n d a y ü k se k b ir
d u v a r v a rd ır. Ü zeri d ö rt tep e p a d a v ra ta h ta s ı ile ö rtü lü d ü r. K u b b e ­
n in ü zerin d e, d u m a n la rın çık tığ ı b ü y ü k b a c a la r v a rd ır. P a d a v ra d a n
y a p ıla n b u d am ü z e rin d e in sa n gezinecek y o lla r v a rd ır. D a m ın ü ze­
r i m erd iv e n d ir. B u d am ın tâ tep e sin d e ve d ö rt ta ra fın d a , y ü zlerce
b a l fıç ıla rı ile su h a z ırd ır. T unç e ritirk e n a te ş sıçrarsa, d am d a ge­
zen n ö b e tç ile r o su ile ate şi sö n d ü rü rle r.
Top k alıb ı d o la b la n : B u d ö k ü m h ân ed e to p k a lıp la n y a p ıla n y ü z ­
lerce dolab v a rd ır. K ırk a r, e llişe r okka gülle k a lın lığ ın d a k alıb y a p ­
m ak için, d e m ir m ille re k ırk a r, e llişe r b in y u m u rta ile k a n ş tırılm ış ,
m a c u n h â lin e g e tirilm iş ç a m u ru ip le rle s a ra ra k , to p k a lıb la n n m içi-
336 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

n e k o rla r. A şağısını y in e d e m ir sik k elerle z a p te d e rle r. K a lıb ın içine


tu n ç d ö k ü lü p top h a lin e gelince, y u m u rta ile k a rışm ış olan m ili çı­
k a ra r a k to p u a lırla r.
T u n ç fırın ı: B u fırın d a n d ö k ü m h ân ed e ik i ta n e d ir. D ö rt ta ra fı
a te ş ta şıd ır. Ç ü n k ü b a şk a ta ş ın b u N e m ru d ate şin e d a y a n m a gücü
y o k tu r. B u yeşil taş, a d a la rd a n çık ar. O cağın a ltı boş, ü z e ri ise k u b ­
b ed ir. B u k u b b e le rin için e k ırk ilâ e llişe r b in k a n ta r b a k ır ve m ay a
iç in e sk id en y a p ılm ış to p k ırık la rın ı y e rle ş tirirle r. K u b b e le rin d ışın ­
d a k i a ra lık ta da b in le rce k a n ta r k a la y y a p a rla r. K â tip le r, ne k a d a r
k a la y v e b a k ır elde ed ild iğ in i d e fte re k a y d e d e rle r. Ç ü n k ü b a k ıra gö­
re to p k a lıb la rı h a z ırla n ır.
T op k a lıb ı y e rle ri: B u tu n ç k u b b e le rin in ö n ü n d ek i ç u k u rla r içi­
ne, a ğ ız la n y u k a rı g elm ek ü zere, to p k a lıb la n n ı y e rle ş tirirle r. E ğ e r
d ö k ü lecek to p u n cinsi b aly em ez to p u ise h e r ocağa y irm i k a îıb k o r­
la r ki, b u y irm i to p ed er. E ğ e r kolo m b o rn e to p u ise y irm i b e şe r ka-
lıb , e ğ e r şâ h i to p u ise y ü z e r k alıb , için e ad am sığ a r şay k a to p la rı
ise b e şe r k alıb k o y a ra k a ğ ız ların ı K a ğ ıth â n e balçığı ile sıv a rla r.
T u n ç eriy in ce, k u b b e n in a ğ z ın d a n k a lıb la ra k a d a r b o sta n c ıla rın su
y o lla n n a b e n z e r y o lla r y a p a rla r. T u n ç k u b b e le rin d ö r t ta ra fın d a d ağ ­
la r gibi çam o d u n la n h a z ır d u ru r. B u o d u n la r b ir sene evvel kesi­
le re k b ire r k u laç u z u n lu ğ u n d a ve iki m ek iğ e b e n z er b ir şekilde k o ­
n u ld u k ta n so n ra k u ru tu lu r. S o n ra top dökecekleri g ü n d e k a lfa la r, u s­
ta la r, to p çu b aşı, v a rd iy a b aşı, elin d e k u m sa a ti o ld u ğ u h ald e m u ­
v a k k it, d ö k ü m h ân e im am ı, m ü ez z in le ri ve d u â c ıları to p lan ıp , d u â ile
«A llah A llah» d e d ik te n sonra, ik i fırın ı da a te şle rle r. M u v a k k it s a a t
tu ta r , ta m b ir g ü n ve b ir gece a te ş y a k a ra k ç a m ları tu n ç k u b b e n in
ik i ta ra fın d a k i d e lik le rd e n d e v a m lı a ta rla r. S o n ra d ö k ü m cü ler ve
a te şç ile r elb iselerin i ç ık a rıp b ir çeşit ö rtü lü k ü lâ h la r g iy e rle r ki, sa ­
dece gözleri g ö rü n ü r. D iğ e rle ri de k eçed en e lb ise le r g iy ere k h izm e t
ed e rler. Y irm i s a a t so n ra a te şin y a n ın a y a k la şm ak m ü m k ü n değil­
dir. S a d raz â m a , şey h ü lislâm a, k azask ere ve d a h a p e k çok d u ası k a ­
b u l ed ilen şey h ve v e z irle re h a b e r y e rilir. H epsi to p h ân e y e g elirler.
D ö k ü m cü u s ta la r ve b u lu n m a sı lâz ım gelen işç ile rd en k ırk kişi ile
v e z ir ve ş e y h le rd e n de k ırk kişi a lın a ra k g erisin i d ışa rıy a ç ık a rırla r.
Ç ü n k ü tu n ç d ery ası a k tığ ı z a m a n «nazarı» sevm ez. Ila z re ti P e y g a m ­
b e r efen d im iz de «Innel’a y n u H ak k an » b u y u rm u ş. V e z irle r ve şe y h ­
le r u z a k so falara o tu ra ra k « lâhavle v e lâ k u v v e te ...» v ird le rin e de­
v am e d e rler.
U s ta la r to p la n a ra k y ü zlerce k a n ta r a ğ ırlığ ın d ak i çu b u k k a la y ­
l a n ta h ta k ü re k le rle tu n ç d e ry a sın a a ta rla r. DÖ kücübaşı d a h a z ır
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 337

o la n la ra h ita b e n : «S ultanım ! D in-i m ü b în a şk ın a z e k â t ve sa d ak a ­


n ızd a n altın , k u ru ş n e o lu rsa olsun, şu tu n ç d e ry â sın a bırak ın !» der.
S ad râzam , h a z in e d a r ve d iğ e r v e z irle r b irk aç k e re a ltın ı dök ü cü b a-
şıy a te slim ed erler. O d a h e rk e sin gözü ö n ü n d e «B ism illâh» deyip,
tu n ç d e ry a sın a a ta r. Q an ince, u z u n çam gem i d ire k le rin i tu n ç d e r­
y a sın a so k a ra k k a la y ve a ltın k u ru şla rı k a rış tırırla r. D ire k le r k ırıl­
dıkça y en i d ire k le r g e tirirle r. B u iş, tu n ç d e n iz in in y ü z ü k a y m a k
tu tm a y a b a şla y ın ca y a k a d a r d ev am eder. U sta la r tu n ç d e n iz in in ol­
g u n laştığ ın ı a n la y a ra k ate şi a r tırırla r. V e d ö k ü m h ân ed e b ir d am la
su b u lu n m a m a sın ı te n b ih e d e rler. Ç ü n k ü tu n ç a k a rk e n b ir d am la su
k o k u su duysa, d e rh a l y o lla r p a rç a p a rç a o lu r ve b ü tü n o rad a h a z ır
b u lu n a n la rın h e lâ k o lm asın a sebep olur. S o n ra k alıp o c a k la rı k e n a ­
rın d a ve iki ta ra fta , k ırk elli k u rb a n lık k o y u n h a z ırla n ır. O ra d a b u ­
lu n a n la r a y a ğ a k a lk a rla r. D ö k ü m h ân e duâcısı h a z ır olur. M u v ak k it,
sa atiy le ocak b a şın a gelerek, tu n c u n ağ zın ın a ç ılm asın a y a rım s a a t
k a lın c a h a b e r v e rir. D u âcı d u â y a b aşlar. H a z ır o la n la r k alb d en
«âm în» d e rle r. H e rk e s ta m b ir te slim iy e tle a ğ la m ay a b aşlar. Ç ü n ­
k ü b u â n to p d ö k ü m ü n ü n en te h lik e li an ıd ır. N ice u s ta la r b u sa f­
h a d a c a n la rın ı k a y b e tm işlerd ir.

T unç d e n iz in in a te şin in kesilm esi v a k ti gelince, m u v a k k it h a ­


b e r v e rir. U s ta la r keçe elb iseleri ile k az an b a şın a g e le rek ç a p ala rı
ile «A llah A llah» d iy e re k k ap ağ ı a ç tık la rın d a , tu n ç a te ş gibi a k m a ­
y a b aşlar. Y üz ad ım ötede d u ra n la rın bile y ü z le rin e ve e lb iselerin e
san k i a le v le r y ap ışır. B azı v ezirler, ü z e rle rin e beyaz ç a rşa f alıp, k o r­
k u la rın d a n ezân-ı M u h am m ed iy e b a şla rla r. Y okuş aşağ ı ak a n tu n ç ,
top k a lıb ın a dolar. B aly em ez to p u n dolm ası y a rım s a a t k a d a r sü ­
re r. K a lıp dolunca, keçe ile sa rılm ış b ir çe şit re n k li ve y a ğ lı ç a m u r
ile y o lu k a p a tıla ra k , b ir d iğ e r to p y o lu n u a ç a rla r. B u h a ld e ik en
d u a y a d ev am ed ilir. B ü tü n to p la rın dolm ası ta m a m la n ın c a , d u a y a da
son v e rilir. O g ü n y e tm iş k işiye p âd işâh h il’a ti g iy d irilir. B irço k k im ­
seye te rfi ve ih sa n la r v e rilir. S o n ra to p çu b aşı ta ra fın d a n sa d râ z a m a
z iy a fet v e rilir. H epsi ü z e rle rin d e k i keçe k ül â h elb iseleri ç ık a rırla r.
T oplar, b ir h a fta k a lıp için d e b e k le tile re k so ğ u tu lu r. S o n ra ç ık a rır­
lar. B ü tü n s a n a tk â rla r ve k u y u m c u la r to p la rı cilâ la rla r. S o n ra m a ­
ran g o z u s ta la rı to p la n a n n e le ri gibi k u n d a k la y a ra k h a rb e h a z ır h âle
g e tirirle r. B u ra d a a y rıc a b ir de to p a rab ası y a p ıla n atö ly e v a rd ır. K a ­
ra d e n iz b o ğazındaki S a rıy e r k asab ası d a ğ la rın d a n g elen top k a lıb ı
ç a m u rla rın ı m a y a la n d ırm a k için de başka b ir y e r v a rd ır. A y n c a b ir
Evliya Çelebi I.II. F : 22
338 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

d e to p k a lıp la n y a p ıla n v e «top kalyesi» d en ilen y e rle r v a rd ır. V el­


h â sıl d ille ta r ifi im k â n sız u lu b ir y e rd ir.
İslâm askerlerinden topçu sınıfının kışlaları: F â tih , B ey azıd ve
S ü le y m a n H a n y a p ısıd ır. D ö k m ecilerin k a ld ık la rı y e re b itişik , deniz
k ıy ısın a y a k ın , k ale gibi b ir y e rd ir. B ir k a p ısı deniz k ıy ısın d a k ıb le ­
ye, d iğ eri k u zey e b a k a r. D enize b a k a n k a p ısı çok süslü, b ü y ü k b ir
k a p ıd ır. B ir ta ra fın d a b ir geyiği y a k a la m ış b ir a rsla n , d iğ e r ta r a ­
fın d a d a zin c ire v u ru lm u ş b ir a rsla n resm i v a rd ır ki, g ö rü lm ey e de­
ğer. G ö ren b azı re ssa m la r, «Şah k u lu » n u n elin d e n ç ık tığ ın ı sö y ler­
le r. B u n u n için d e o tu ra n a sk e rle r çok y iğ it ve y ü re k lid irle r. B u h a ­
k ir (E v liy â ), b u lu n d u ğ u m y irm i ik i g azâd a b u n la rd a n y ü re k li as­
k e r g ö rm edim . B u n la r h a rb in b ü tü n şid d e tin e d ay a n an , ödü k a v i b a ­
b a y iğ itle rd ir. Ü s ta d la rın ın k a p ısı ü z e rin d e k i k ö şk te İb ra h im H a n
o tu rd u ğ u için, b u köşk o z a m a n d a n b e ri p a d iş a h la ra tah sis ed ilm iş­
tir . B u ra d a B a ğ d a d se fe rin d e n e v v el yüz ta n e to p v ard ı. B u n la r h e r
b iri b ir ü lk e n in h a ra c ın a bedel, a ltın gibi p a rla y a n to p la rd ı. Y ine
b u ra d a k i a ltm ış to p u n için i esk iciler, ç a ly ır ve b e rd u ş la r e v o larak
k u lla n ırla rd ı. Ş im d ile rd e o toplgfrdan sadece a ltı ta n e k a lm ıştır.
D a h a b irç o k k ıy m e tli, ü s ta d to p la rı v a rd ır. N ak ışlı A li P a ş a to p u ,
g ö rü lm ey e d e ğ e r cilâlı b ir to p tu r. A y rıca S ü le y m a n H a n to p la n , F â ­
t ih to p la rı, B ey azid H a n to p la n , üç ağızlı top, k ırk k a rış k ü p eli top,
A li B âli, E se B âli, H â m z a B âli, çu i tu tm a z ı, k u n d a k tu tm a z , d ev bâli,
sek â bâli, k a ra bâli, e jd e r bâli, k ırk m il bâli, şak i bâli, p a la m a r k ı­
r a n v e deli to p a d la n n d a çeşitli to p la r v a rd ır ki, h e rb iri b ir k aley e
değer. B a y ra m g ü n le rin d e p â d işâ h geçerk en , d en iz y ü z ü n e se k tirm e
g ü lle le r a tılır. K ırk elli d efa d e v a m ed en g ü m b ü rtü le r, y e ri göğü t i t ­
r e t i r v e d ü ş m a n la n k o rk u y a d ü şü rü rd ü .
B u to p la r h ep ç ın a r, serv i, ıh la m u r v e sö ğ ü t a ğ a ç la rın ın gölge­
sin d e te r tip li o la ra k dizilm iş ve b u lu n d u k la rı y e r m esire h a lin i al­
m ıştır. O sm an lı P â d işâ h la rın ın b ir b ü y ü k h âzin esi de b u to p la rd ır
ki, b e n z e rle rin e h iç b ir p a d işa h sa h ip değildir. O sm a n o ğ u lla n ’n ın e lin ­
d e b u lu n a n y ed i b in k aled e p alan g a, m en d irek , k o v a y a ve k u le le r­
de on y ed i b in k ırk beş k a d a r to p v a rd ır. S adece D o n an m a-y ı H ü ­
m â y u n la rd a b in a d e t to p o ld u ğ u to p h â n e d e fte rin d e g ö rü lm ü ş ve
to p çu b a şı A li B âli k a rd e şim iz d e n işitilm iştir.
Tophâne şehri hâkimi: B u ra n ın h âk im i, G a la ta m o llasın ın ay ak
n â ib le rin d e n d ir. A sk e rî h â k im i, to p çu b a şıd ır. K ıy ı h âk im i, b ostancı-
b aşıd ır. A y rıc a su b aşısı ve m ü h te sib i v a rd ır. Ş e h ird e y e tm iş İslâm
m ah allesi, y irm i R û m m ah a lle si, yedi E rm e n i m ah a lle si, b irk a ç da
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 339

Y a h u d i e v le ri v a rd ır. K ıp tî ve F re n k y o k tu r. B u .m a h a lle le r b a şta n


b a şa b a ğ v e bah çeli olup, s a ra y v e y a lıla rla d o ludur. B u n la rın baş-
lıc a la n : T erek çi Y alısı, V alide k a rın d a şı Y alısı, S ad red d in z âd e Y a­
lısı, G ü ğ ü m b aşı Y alısı, M elek A hrned P a şa Y alısı, D e n iz u ğ ru su Y a ­
lısı v e E b u S a id Y alısı. B u n la rd a n b aşk a d a h a b irço k sa ra y la rı v a rs a
da a n la tılm a sı lü zu m su zd u r.
C am ileri: K ılıç A li P a şa C âm ii: S e lâ tin c â m ile rin d e n fa rk ı y o k ­
tu r. D üz ve geniş b ir a la n a in şa olunm uş, alçak ve şirin b ir cam id ir.
İs ta n b u l’d a b ir eşi d a h a y o k tu r. İn şa ta rz ı a y n e n B ü y ü k A y aso fy a’y a
b en zer. İk i y a n ve b ir k ıb le k ap ısı v a rd ır. K ap ısı ü z e rin d e k i ta rih i
şu d u r:
H â tif-i K u d sî g ö rü p u lv î dedi tâ rih in i,
E h l-i im â n a ib â d e tg â h olsun b u m ak a m . S ene 988.

S ü tu n la rı ü z e rin d e y a n sofası v a rd ır. B ü y ü k ku b b esi d ö rt a y a k


ü z e rin e b in a o lu n m u ştu r. M ih râ b v e m in b e ri son d erece sa n a tlıd ır.
İk i k a t k a n d il ta b a k a la rı v a rd ır. İç ve d ışın d ak i p en cered e çin i ü ze­
rin e «S ûre-i M ülk» y a z ılm ıştır. Y azı, K a ra h is a rî H ü se y in Ç e le b in in ­
d ir. Çok s a n a tk â rc a y a p ılm ış a v izeleri v a rd ır. M ih ra b ö n ü n d ek i b a h ­
çesinde ö ten çeşitli k u ş la rın g ö n ü l alıcı sesleri cem â a te taze h a y a t
v e rir. C âm iin sol ta ra fın d a h a y ır sah ib i K ılıç A li P a ş a b ir k u b b e
için d e k ılıcın ı a rşa asm ış, a y a ğ ın ı e b e d îlik to p ra ğ ın a basm ış o la ra k
y a ta r.
K ılıç A li P aşa, h e r c u m a câm iin y a n so fasın d a o tu ru p fa k irle re
b ir kese sa d ak a d a ğ ıtırm ış. B u c â m iin b a h ç esin in d ö rt k ap ısı v e b ir
şe re feli in ce b ir m in a re si v a rd ır. S ü le y m a n H a n ’ın K oca M im a r S i­
n a n A ğası, b u câm ide de e lin in u sta lığ ın ı g ö ste rm iştir.
K ü ç ü k Ç avuş C âm ii: B ir te p e ü z e rin e b in a o lu n m u ştu r. T o p h â-
ne a rk a sın d a k i b ir b a y ır b a şın d a d ır. E b ü lfa d l C âm ii: G üzel v e te k
m in a reli, k ü ç ü k b ir câm id ir. M eh m ed A ğa C âm ii F ın d ık lı’da, deniz
k e n a rın d a alçak b ir câm id ir. M u h id d in C âm ii: D eniz k ıy ısın d ak i «Ese
Ç elebi fırını» y a n ın d a , ü s t k a tta b ir câm id ir. A ltı, a n a cad d ey e b a ­
k a n d ü k k â n la rla sü slü d ü r. M olla Ç elebi C âm ii: F ın d ık lı’da, deniz
k ıy ısın d a, y ü k se k k u b b eli, geniş bah çeli ve te k m in a re li b ir câm id ir.

S u lta n C ih a n g ir C âm ii: S e lâ tin c â m ile rin d e n say ılır. S u lta n S ü ­


le y m a n H a n , tsk e n d e r-î R û m i’n in «A leksandra» ad lı k ilisesin in y e ­
rin e y a p tır a r a k sev âb ın ı C ih a n g ir’in ru h u n a b ağ ışlam ış ve d ü n y a ­
n ın se v âb ım a lm ıştır. B u câm i, y ü k se k b ir d a ğ ın tep esin e in şa o lu n ­
m u ş, d eğ erli b ir câm id ir. C âm ie M eh m ed A ğa C âm iin in d ib in d ek i
340 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

d ik s o k a k ta n yü z a y a k ta ş m e rd iv e n le ç ık ılır. B ir sa a tte z o rlu k la


v a rıla b ilir. B azı k a p ı ö n lerin d e d in len m e y e rle ri v a rd ır. N ice y iğ it­
ler, hiç d in le n m e d e n ç ık m ay a çalışm ışlarsa d a b a şa ra m a m ışla rd ır.
B u derece d ik b ir y o k u ştu r, iş te böyle b ir d ağ ın tep esin d e, d ö rt kö­
şe d u v a r ü zerin d e, k u b b esi k u rşu n la ö rtü lü b ir câm id ir. Ç ü n k ü o
y ü k se k te p e ü z e rin e a ğ ır b in a y a p m a k m ü m k ü n değildir•. B ir m in a ­
resi, tek k e si ve im a re ti v a rd ır. İk in d id e n so n ra b ü tü n cem âat, ah-
b a b la r, d o stla r to p la n a ra k denizde y ü z e n g em ileri b u ra d a n se y re ­
d e rle r. C idden h e r ta r a f ı g ö ren b ir câm id ir. K oca M im a r S in a n ’ın
u stalığ ı, d u v a rla rın d a açık seçik g ö rü lü r. T o p h ân ed e ve F ın d ık lı’da
b irço k m escid v a rd ır. F a k a t e n m e şh û ru M im a r S in a n y ap ısı olan
S ü h e y l B ey m escididir.
T ek k eleri: K ale k a p ısı d ışın d a ve y ü k se k b ir d ağ ın tep e sin d e
İsk e n d e r P a şa ta ra fın d a n y a p tırıla n , y ü z ad ed d e rv iş odası ve cih ân ı
se y re d e n b ir de a v lu su b u lu n a n H a z re t-i M ev lân a C elâleddin-i R ûm î
M ev lev ih ân esi v a rd ır. C ih a n g ir T ekkesi: F a k irle ri ç o k tu r. A b d ü lk a d ir
G e y lâ n î T ekkesi: P e k m â m u rd u r. T o m tom M ah allesi T ekkesi, K a ­
ra b a ş T ekkesi, Ç av u şb aşı T ekkesi, İsa Ç elebi T ekkesi, E b û S aid T ek ­
kesi, v e saired ir.
M esireleri: Ç izm eciler T ekkesi: D eniz k ıy ısın d a b ü y ü k b ir ge­
z in ti y e rid ir. D enize bakarı, b in a d am a la n b ir sofası v a rd ır. B in k i­
şilik so frası ve u sta aşçısı v a r. A yaş P a şa H a v u z u m esiresi, S am su n -
h â n e m esiresi: O sm anlı P â d işâ h la rın ın , y e n iç e ri o cağ ın d a olan ars-
la n gib i S a m su n k ö p ek leri b u ra d a b eslen ir. M üneccim K ap ısı m esi­
resi: S a m su n h â n e y a k ın ın d a d ır. B u ra d a A li K u şç u a d ın d a b ir gök
b ilg in i, y ıld ızla rı gözetlem ek için b ir k u y u k a z m ıştır ki, d erin liğ i 105
k u la ç tır. S o n ra u lem â, a ra la rın d a y a p tık la rı m ü z a k e re sonunda, «Bu
ra s a d ın y a p ıld ığ ı m e m le k e ti v e b â istilâ eder» diye p â d işâ h a b ild irip ,
A li K u şç u ’y u ra sa d d a n vazg eçird iler.
O s ıra d a S u lta n D ö rd ü n c ü M u rad , a d ı geçen k u y u y u d o ld u rm ak
m ak sad iy le, M ü ftü Y a h y a E fe n d i’ye n o k tasız h a rfle rle üç k elim elik
b ir te z k e re y a z a ra k «Şu rasa d ı y ık alım m ı?» diye so rm u şlar. Y ah y a
E fen d i, n o k tasız olan b u üç k elim ey i o k u y am az v e b u n u n b ir b ilm e ­
ce o ld u ğ u k a n â a tın a v a ra ra k , «Bre gelin k ard eşler! P â d işâ h ım ız b ir
b ilm ece g ö n d erm işler. C ev ab ım beklerler.» diye, b ü tü n m ü şk ü l çö­
ze n le ri to p la r. H ep si b ir a ra y a g e ld ik le ri h ald e, o üç kelim ey i o k u ­
y u p m â n â ç ık a rm a k ta acze d ü şerler. B u sıra d a o n la rın p e rişa n lık ­
la rım izle y en kapıcı, k a p ıd a n b a şın ı u z a ta ra k : «S ultanım ! Ş u üç ke­
lim ey e h e rb irin iz sev ersad u l, şev irsad ih , sirazd i d ey ip d u ru y o rsu n u z .
M ü b â re k izn in iz olursa, p â d işâ h ın şu m ü b â re k y azısın ı y ü zü m e sü ٠
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 341

r ü p b ir de ben görsem !» der. M üftü Y ah y a E fen d i: «Bre b e te rin b e­


te ri adam , biz çözem edik de sen m i halledeceksin?» deyince, M u îd
A h m e d E fen d i ve B âlizâde A h m ed E fen d i F a rsç a b ir b e y it sö yleyip
p â d işâ h ın ın y azısın ı k a p ıc ın ın elin e v e rirle r. N ü k te d a n k ap ıcı h e ­
m en «Şu rasad ı y ık alım m ı? b u y u rm u şla r. B ilm em bilm ece m idir?»
deyince, h em en Y ah y a E fendi: «Bre k ap ıcı!... A llah se n d en ra z ı ol­
sun, biz, b u ‘y °k la m a m ı’ kelim esi n o k tasız o ld u ğ u n d an , ‘y a k îa m ı,
b a k la m ı, ta k la m ı, sakal m ı’ d ey ip d u ru ru z . B re çabuk! H asek i ağ a­
yı çağırın! H a b e r götü rsü n » diye elin e k a le m i alıp: «P adişahım ! O
talih siz m ü n eccim Ali K u şç u ’n u n c a n k u şu u ç a ra k « cen n ette k a r a r
k ılm ıştır. B u d ü n y a d a k i y e ri olan ra sa d a d ın d a k i g ay y a k u y u s u n u
y ık ıp ağ zına k a d a r to p ra k la doldurasınız» diye fe tv â v erin ce, P a d i­
şa h K a p ta n R eceb P a ş a ’y a fe rm â n b u y u ra ra k , o k u y u y u to p ra k la
d o ld u rttu . H âlâ çim en lik m esire y e rid ir. S o n ra Y a h y a E fen d i, zo r­
lu ğ u çözen kapıcıyı, M ıırad H â n ’ın e m riy le m u ra d ın a e rd ire re k k ü ­
çük b ir k a d ılık olan K ü ta h y a k ad ılığ ın a ta y in e ttird i. P e lid c ik A y az­
m ası: M üneccim k u y u su y a k ın ın d a , âb-ı h a y â ta b e n z e r su y u olan
çim en lik b ir y e rd ir.

S eb iller: İk i yü z k a d a r sebil v a rd ır. M e şh u rları: K ılıç A li P a şa


a v lu su köşesindeki seb ilh ân e, S ilâ h d a r M u sta fa P a şa S ebili: E v v elk i
seb ilin k a rşısın d a yol k e n a rın d a d ır. T arih i:

İk i tâ r ih e y le y û b te r tib ile
K ıldı h e r b ir m ısra ’ı ç ev ri hesab
D ilk û şâ ay n -ı h a y â t-ı canfezâ
M en b a’ı k e v se r sebîl-i âb-ı n ab . S en e 1046.

F ın d ık lı’d a D ö rd ü n cü M u ra d s ilâ h d a r ve m u sa h ib i çeşm esi: T a­


rih i. «Oldu sâfî çeşm e-i p âk ıze-i ab-ı h ay at» . S iy a v u ş A li P a ş a Ç eş­
m esi: T a rih i, «Çeşm e-i p â k -ü m u saffâ, b îb ed e l âb-ı h ay at» . İsk ele
b a şın d a to p la r a ra sın d a k i S iy av u ş P a ş a Ç eşm esi’n in ta rih id ir: «Çâh-ı
zem zem m en b a sı âb-ı h a y â t-ı dilkûşâ», K a le k ap ısı m ev lev îh ân esi
av lu su n d ak i, G ü m rü k E m in i H a şa n Ç elebi Ç eşm esi’n in ta rih i:

E y n isâ rî te ş n e le r b u çeşm eye tâ r ih için


D id iler: ayn-ı H a şa n rû h -ı H ü se y in ’i k ıld ı şâd
K ü ç ü k k ale k ap ısı d ışın d a h e n d e k k e n a rın d a , y in e G ü m rü k E m i­
ni H aşan Ç elebi ta ra fın d a n y a p tırıla n çeşm enin ta rih id ir:

D idi tâ rih in i b u çeşm e-i h a y rın C ev rî


H a k k a b u l ide zehî ay n -ı lâ tif âb-ı sev âb
342 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

E sad E fen d i Çeşm esi: Ç eşm eciler tek k esi y a k ın ın d a d ır. T arih i:
îz a tem m e h â z elb in â k a a lû
T â rih i H âzâ « H ay ru ssa’di» S en e 1022.

Y in e Ç izm eciler T ekkesi ö n ü n d e. D e n iz u ğ ru su H ü se y in E fe n d i­


n in e v in in d u v a rın d a k i çeşm en in ta rih i:
T a m am oldu b in âsı ç ü n k ü tâ r ih
D idi H a tif «m isâl-i m â-i cennet». S en e 1066.
S u lta n A h m ed Ç eşm esi: T o p h â n e ’ded ir. T a rih i: «G uyyâ âb-ı h a ­
y â tı b u n d a k ıld ıla r sebil.»
Hamamları: A ltı ta n e d ir. A li P a şa H am am ı: T em iz, su y u saf, h a ­
d em eleri o lg u n ve itâ a tk â r, h e rk e se açık b ir h a m a m d ır. Ç ıfıtsokağı
H am am ı: O k a d a r a y d ın lık d eğ ild ir. K ale k a p ısı d ışın d ak i h am am ,
G a la ta s a ra y y a k ın ın d a k i h a m a m ... K ü ç ü k Ç avuşbaşı H a m a m ı: Top-
h â n e y a k ın ın d a d ır F m d ık lı’d ak i M olla H am am T n ın k a p ısı ü z e rin d e ­
k i ta r ih şu d u r:
G ö re n le r ol m ak a a m -ı d ilk û şâ n ın didi tâ rih in i,
L eb -i d e ry â d a se y ra n eyle h a m a m ın ı m ollanın.
B u h a m a m la rd a n b aşk a y ed iy ü z k a d a r da H â n e d a n h a m a m la rı
v a rd ır.
Esnaf ve sanatkâr dükkânları: T o p h ân e ve F ın d ık lı k asab a sın d a
sekiz y ü z d ü k k â n v a rd ır. B e d e sta n yok. F a k a t d ü k k â n la rın d a h e r
çeşit k ıy m e tli eşy a b u lu n u r. Z ira körfez şe h ird ir. Ç eşit çeşit m e y v a
s a ta n p a z arc ı d ü k k â n la rı m e şh u rd u r. Ç ü n k ü b u d ü k k â n la r b ü y ü k
a ğ a ç la rın gölgesinde k u ru lm u ş tu r. S a n a tk â rla rın n â z ik g ird e k ebabı,
lezzetli hoşafı, le v e n d le r için d a n bozası, has, bey az p a m u ğ a b e n z e r
sü n g e r gibi göz göz pişm iş so m u n u ki, S a b a n c a so m u n u n d a n ve
A m a sy a ’n ın lad ek i e k m e ğ in d en d a h a lez z e tlid ir. Ç ü n k ü b u f m m n
sa h ib i ts a Ç elebi’ye, gönül eh li d e rv işin b iri d u â y azılı b ir le v h a v e r­
m iş... O z a m a n d a n b e ri felek, îsa Ç elebi’n in a rz u su ü z e re dönm eye
b aşlam ış v e ekm eği m e ş h u r o lm u ş... A cem ş a h la n n a b u T o p h ân e
so m u n u n d a n g ö tü rü lm ü ş, A n ad o lu ’d a n İsfa h a n ’a üç a y d a gidebildiği
h a ld e b o zu lm am ıştır.
Halkı: H a lk ın ın çoğu tü c c a r, m an a v , gem ici ve to p ç u d u r ki, K a ­
ra d e n iz sa h ilin d e S inop, A m asra, E reğ li, B a rtın , B a fra , S a m su n gibi
ş e h irle rin h a lk ın d a n te şe k k ü l e tm işle rd ir. G ü rc ü ve A baza da çok­
tu r . T o p h â n e ’deki A b azalar, ço c u k la rın ın A baza te rb iy e si ile b ü y ü ­
m esi için, ço cu k ların ı d a h a ik iü ç y a şın d a ik en A b a z a d iy â rm a gön­
d e rirle r. O nbeş y a şın a gelince y in e g e tirip p â d işâ h m u sa h ib in e ve
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESÎ 343

b a şk a la rın a s a ta ra k ç ıra k e d e rle r ki, o çocuk b u v a sıta ile y ü k selir.


İşte b izim M elek A h m ed P a ş a efen d im iz ve S iy a v u ş P a ş a d a h i b u
T op h ân e A b a z a la rm d a n ik e n s a ra y a g irm işlerd ir. T o p h â n e n in ây â-
n ı azdır. Ş e h rin b ü y ü k lü ğ ü n e göre çeşm e sayısı da azdır. F a k a t h e r
evde b ir su k u y u su v a rd ır. Ç arşı ve p a z a rı d a h i azdır. E v le rin in
çoğu denizi görecek şekilde b irb irin e b itişik o la ra k y a p ılm ıştır. So­
k a k la rı İsta n b u l, E yüp, K asım p aşa gibi, b a şta n b a şa k a ld ırım lıd ır.
C ad d eleri g e n iştir. M escidleri b irb irin e y a k ın d ır. Ç ü n k ü h a lk ı ib a ­
d e te d ü şk ü n k im se le rd ir. E şrafı sü slü e lb ise le r giy er. T ü c c a r v e sa ­
n a tk â r la r ı k u d re tle rin e göre k a ra e lb ise le r g iy erler. K a d ın la n u z u n
ferace, b a şla rın a d ü lb en t, y ü z le rin e k ıl ö rtü , selâm iye, d ib â ta k k e
g iy ip son d erece edebli h a re k e t ed e rler. E rk e k ve k a d ın güzeli çok­
tu r. B u şeh ir, İsta n b u l’a b en zer. Ç ü n k ü İs ta n b u l’u n b ir m a h a lle si­
dir.
T o p h a n e ’deki b ü y ü kİsâ Ç elebi: F ı n n ı y a n ın d a , b ü y ü k b ir
ev liy â, ulem â, şe y h le rin ve k u b b e a ltın d a y a ta r. M e v lâ n â N ak ib
v e z irle rin n u rlu m e z a rla n :
Y a h y a E fendi: O da b u c iv a rd a d ır. K a p ­
ta n K ılıç ve U luç A li P aşa: M ezarı câ-
m iin in sol ta ra fın d a b ü y ü k b ir k u b b e için d ed ir. K a le n d e r M eh m ed
E fendi: V e fa t ta rih i:
B ir â fitâ b -ı k a d r-i k erem k â n s ırrı
S ald ı zem ine gör y in e ç a rh -ı site m g e r
T â rih i «Halilî» didi lü ft-ü H a k ile
C âvid-i c e n n e t ola n asib-i k a le n d e ri
M isk aali S olakzâde N ak k aş B ehzad: K u le k ap ısı m ev lev ih ân esi-
n in m ez a rlığ ın d a y a ta r. V e fa t ta rih i:
K a le m g â r-i ecel bozdu
Y azık b u nakş-ı B ihzâde
Ş ey h  d em E fendi: K u le k ap ısı m ev le v ih â n e si şey h i ik e n M ı­
s ır’a g itm iş ve o rad a v e fâ t e tm iştir. Y erin e, A raz M eh m ed E fen d i
şe y h o lm u ştu r. Â d em E fe n d in in v e fa tı v e A ra z M e h m e t E fe n d i’n in
şeyhliğe g e tirilişi için şu ta r ih y a z ılm ıştır:
B u y u rd u ey «Nisârî» böyle t a h r i r eyle tâ rih in ,
D eğ lid ir, d e v r-i  dem g eçti o d e v r-i M u h a m m e d ’dir.

BEŞİKTAŞ ŞEHRİNİN İMARETLERİ, HÂNEDÂNI


VE DİĞER MA’MUR YERLERİ
E ski zam an d a, b u şe h re ta ş b eşik a n la m ın a gelen «K ona P etro »
344 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

d e n ilirm iş. B u adı alm asın a, Y aşka a d ın d a b ir ra h ib in y a p tırd ığ ı b ü ­


y ü k b ir k ilisey e K u d ü s-ü şe rifte k i «B eytüllahim » d en ilen y e rd e n
g e tird iğ i H a z ret-i İsa ’y a a it b eşik sebep o lm u ştu r. İsa A leyhisselâm
çocukken, b u ta ş te k n e y â n i b eşik için d e y ık an m ıştır. B u sebeple k i­
lise «Beşiktaş» a d ı ile şö h re t b u lm u ştu r. P a p a z ölünce, H a rk ıl oğlu
İly a ad lı k ral, b u ta ş beşiği A yasofya k ilisesin in sağ ta ra fın d a k i t a ­
b a k a y a k o y m u ştu r ki, h â lâ z iy a re t edilir. B u n u n ü z e rin e M üslüm an-
l a r d a b u şe h re B eşik taş d em işlerd ir. G a y e t m a m u r ve güzel olan
şeh ir, g ittik ç e de gü zelleşm ek ted ir. Ç ü n k ü su y u ve h a v a sı çok güzel
olup, deniz k ıy ısın d a geniş, alçak b a y ırla r ü z e rin e k a t k a t, bağlı-bah-
çeli a ltı b in k a d a r y a lr ve e v le rd e n m ey d a n a g elm iştir. B u n la rd a n
K a p ta n C a fe r P a şa , K a p ta n K asım P a şa y a lıla rın d a ik işe ry ü z oda,
ü ç e r h a m a m ve b ire r câm i v a rd ır. B ab a S ü le y m a n Ağa, M in k ârîzâd e
A li E fen d i, A zm îzâde D e fte rd a r E m ir P aşa, F re n k M u stafa E fendi,
H a fız A h m e d P aşa, O sm an U sta, M ekî K ad ın , M ü tev elli M u stafa
E fen d i y a lıla rı da ü n lü y a lıla rd a n d ır.
Padişahların özel b a h çeleri: D olm abahçe: E sk id en küçük, se rv i­
li b ir b a ğ idi. Ş eh id S u lta n O sm an’ın e m ri ile d o n an m a gem ileri,
sa n d allar, filik a lar, firk a te le r, İsta n b u l’un y irm i b in k a d a r k ırm a, k a ­
y ık v e m a v n a la rı ta ş la rla d o ld u ru lu p ö n ü n d ek i denize d ö k ü lü rd ü . L i­
m a n gibi b ir boğaz ik en , d o ld u ru ld u k ta n so n ra a d ın a «D olm abah­
çe» d en ild i. D ö rt yü z arşın g en işliğ in d e b ir m ey d a n olup, ü z erin d e
O sm an H a n c irit o y n ard ı. S o n ra la rı içinde S elim H â n ’a a it b ir köşk
v e h a v u z d a n b aşk a b in a y o k tu . B u ra d a da u z u n b o y lu serv i ağ açları
v a rd ır. A y rıca b ir u s ta b a h ç ıv a n ı v e ik iy ü z n e fe r y iğ it b o sta n c ıla rı
v a rd ır. D en iz k ıyısı d e rin o ld u ğ u n d an , lodos rü z g â rın ın d a lg a la n sa­
h ili h a ra b e tm e sin d iy e m tş e a ğ a ç la rın d a n m u h a fa z a la r y a p ılm ıştır.

Beşiktaş bahçesi: B ay ezid H a n z a m a n ın d a P a şa y alısı idi. P â d i­


ş â h la ra g eçerek c e n n e t gibi b ir b a ğ oldu. K a t k a t b a h ç e le r ve şah n i-
şin le rle sü sle n m iştir. F a k a t çok geniş değildir. C iv an K ap u cu b aşı
B ahçesi: C e n n e t gibi b ir b ağ d ır.
Kazancıoğlu bahçesi: B u d a p â d işâ h la ra geçm iş v e M u ra d H ân ,
K a y a S u lta n ’a h ed iy e e tm iştir. G ö rü lm ey e d e ğ e r b ir y a lıd ır. B u ra ­
d a k i y ü k se k şa d ırv a n a b e n z e r b a şk a sa n a tlı b ir fıskiye g ö rü lm em iş­
tir! B u n la rd a n başka, şe h ir için d e K irem itç iz â d e , K ü ç ü k Ç avuş ve
b a ş k a la rın ın ev leri, e n te ra s a n ev le rd ir. S a h ip le ri ileri gelen k im se­
le rd ir. B u ş e h rin h a lk ı son d erece z e v k le rin e dü şk ü n in sa n la rd ır. B u ­
ra d a h a l sah ib i, ib a d e te d ü şk ü n k im se le r de v a rd ır. «Elkâsibü H a-
b îb u llah » (K azan an ı A llah sev er) sözüne u y a ra k , h a lk ın ın çoğu bağ-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 345

cılık la u ğ ra ş ırla r ve çeşitli e h li s ü n n e t elbisesi g iy erler. H a lk ın ın


b irço ğ u A n ad o lu t a r a f ‫؛‬n d an d ır. S o fra la rı zen g in d ir. H â k im le ri, ş e ria t
ta ra fın d a n G a la ta m o llasın ın v e k ilid ir. B u n la r; M u h tesib , subaşı, d e­
niz k ıy ısın d a B o stan cıb aşı ve B eşik taş bahçesi u sta sı ve d iğ e rle ri­
dir. G a y e t m a z b u t b ir şe h ird ir. K alesi yok ise de e m n iy e t için d ed ir.
B eşik taş’ta k i cam iler: K oca S in a n P a şa C âm ii: İsk e le n in y ü z
ad ım gerisinde, düz b ir ç a y ırlık ta y a p ılm ıştır. Y ü k sek k u b b eli, a y ­
d ın lık b ir cam id ir. İm a re t d u v a rla rı k ırm ızı v e b ey az ile y ap ılm ış,
M ü slü m a n la rın ib a d e t y e rid ir. A v lu n u n dışı ç ın a r a ğ a ç la n ile sü s­
lü d ü r. B ir köşesinde de şe r’iy y e m ah k e m esi v a rd ır. İn ce b ir m in a ­
resi v a r. M ih râ b ı ö n ü n d e d e m ir p e n c e re le r için d e şe h rin ile ri g e le n ­
le rin d e n b a z ıların ın m e z a rla rı v a rd ır. Ö te ta r a f ı tâ isk eley e k a d a r ge­
niş b ir d ü z lü k tü r. K arşı ta ra fı Ü sk ü d a r’dır.
A h m ed D e râ k î C am ii: D olm abahçe’y e y a k ın d ır. D ârü ssâ a d e ağ a­
sı A bbas A ğa C âm ii: Y eni yapı, d ö rt köşe, h a v a d a r b ir câm id ir. A y ­
rıc a birçok m escid leri de v a rd ır.
H a y re d d in P a şa M edresesi adı ile b ir m ed resesi, k ırk a d e t ebced
o k u y a n çocuk m ek teb i, b ir d a rü lk u rrâ s ı v a rd ır. D â rü lh a d isi y o k tu r,
îsk e le başında, gelip geçen m isa firle rin k a lm a sı için b ir k e rv a n s a ­
ra y v a rd ır. Ç ü n k ü b u iskele, R u m e li’n d e n A n ad o lu ’y a sev k ed ilen
a sk e rin Ü sk ü d a r’a geçtiği iskeledir. Ü ç h a m a m ı v a rd ır. B u n la rd a n
b aşk a y ü z doksan k a d a r d a 's a r a y h a m a m la rı v a rd ır. Ç eşm e v e se­
b ille rin in su la rı p ek ta tlıd ır. B u n la rd a n Y a h y a E fe n d i Ç eşm esi’n in
ta rih i: «K onup içen lere s ıh h a tle r olsun». S en e 945. Y etm iş k a d a r d ü k ­
k â n ı v a r. Ş e h re göre d ü k k â n ve çeşm eleri azd ır. L â k in h e r e v ve
b o sta n d a ta tlı su k u y u la rı v a rd ır. H a ttâ te m m u z d a G a la ta ’n m su y u
azalın ca, B e şik ta ş’ta n k a y ık la rla G a la ta ’y a su ta ş ırla r. B a h ç e le rin d e
sü ra h i do lm a k abağı, lah a n a , ekşi d u t ve y a lıla rın d a b a lık la rı çe­
şitli ve m eşh u rd u r.
M esireleri: Y a h y a E fendi m esiresi: O rm an lık ve geniş b ir çim en ­
lik tir ki, içine h iç b ir zam an güneş te s ir etm ez. Ç ın ar, söğüt, sakız,
serv i, R u m cevizi a ğ a çla rı ile sü slü b ir v â d id ir. A k a n p ın a rla rı d i­
b in d e h a y ır sa h ip le ri ta ra fın d a n çim en lik o tu rm a y e rle ri y a p tır ıl­
m ış tır ki, sa rı asm a, k a ra ta v u k , ish a k k u şu , ispinoz, filo rin a , b a ş­
ta n k a ra , k ö tü ad lı b ü lb ü l, iy i ad lı b ü lb ü l gibi k u ş la rın fery â d ı v e in ­
ley işleri g ezin tiy e ç ık a n la ra can k a ta r. İçin d e zevk sa h ip le rin in y e r
y e r so h b et e ttik le ri eski b ir g ezin ti y e rid ir.
T ek k eleri: M ev lev ih an e T ekkesi: D eniz k ıy ısın d a olup, m ev lev i-
h â n e si d enize b a k a n y ü k se k b ir m e v le v ih â n e d ir ki, İs ta n b u l’d a v e
346 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

b a şk a şeh irlei'd e b e n z eri y o k tu r. Ş im d ik i u s ta la r b u m e v le v ih â n e n in


la â l re n k li s a n a tk â râ n e k u b b e sin e b e n z e r k u b b e y ap a m a z la r. F u k a ­
ra o la n la rı b a tı ta ra fm d a d ır. S e m a ’h â n e n in m e y d a n ı b a şta n b a şa ce­
viz le v h a la rla sü slü ve üç ta ra fı b illû r ve necef ta ş la n ile n a k ışlı­
d ır. M ü b â re k şeyhi, H a şa n D ed e’dir. Z am an ım ızd a d uâsı k a b u l edi­
le n b ir z â t idi. M u k ab ele g ü n le ri k ü rsü d e m esn ev î-i şe rif o k u rk en ,
k e n d ile rin e b ir vecd gelir: «Bu gece d ersim izi H a z re t-i M ev lân â’d an
b ö y le ald ık . K a rd e şle re de öyle an latıy o ru z» d e r idi. V e fâ tın d a n son­
r a y e rin e n e y z en D erv iş Y u su f C elâli şe y h oldu. M esnevi o k u tu rk e n
b irk a ç k e re m e s t olup, k e n d isin i k ü rsü d e n aşağı, d in le y e n le r ü z e ri­
n e a ta ra k , d ö n e r ç a rh gibi d ö n e re k se m a ’e ttiğ i g ö rü lm ü ştü r. Ç aldığı
n ey , d o ğ ru su â şık la rı k e n d in d e n g eçirird i. B ir de Y a h y a E fen d i T ek ­
kesi v a rd ır.
B ü y ü k e v liy â m ez a rla rı: Ş e y h A h m ed D e v râ n â T ü rb esi: D olm a-
bah çe y a k ın ın d a h e rk e s ta ra fın d a n z iy a re t edilen, say g ı g ö sterilm e­
y e lâ y ık biı. y e rd ir. H a z re t-i Y a h y a E fen d i z iy a retg â h ı: D enize k a r­
şı ‫؛‬d ik sek b ir d a ğ ın tep esin d e, y ü k se k b ir k u b b e n in içinde y a tm a k ­
ta d ır. K e n d ile ri T ra b z o n lu olup, o rad a d ü n y a y a gelen S ü le y m a n H â n
G azin in s ü t k a rd e şle ri idi. S o n ra, S ü le y m a n H â n ’ın h alifeliğ i z am a­
n ın d a İs ta n b u l’a g elm iştir. V e fâ t ta rih i: «Leyle-i îyd-î adhâ» d ır. S e ­
n e 978. H a y a tla rın d a , g ö m ü lü b u lu n d u k la rı te p e ü z e rin d e h e r cum a
gecesi H ız ır P e y g a m b e r ile b u lu şu p ilm -i le d ü n n ü ö ğ ren irle rm iş. N u r­
lu m ez a rı h â lâ z iy a re t ed ilir. K a p ta n H a lil P aşa: O c iv a rd a b ir y ü k ­
sek k u b b e için d e y a ta r. H a y ırlı işle rin d e n o la ra k S akız k alesinde, İs­
ta n b u l Y en ik ö y ’ü n d e deniz k ıy ısın d a b ir e r câm ii v a rd ır. E lli b in k u ­
ru ş h a rc a y a ra k K a sım p a şa ’d a K u lak sız m ah a lle si y a k ın ın d a k i E m ir
E fen d i C âm iin e su g e tirtip b ü y ü k sevab k a z an m ıştır.

Kaptan Gazi Hayreddin Paşa Türbesi: S ü le y m a n H â n k a p ta n -


la rm d a n d ır. C ezayir, T u n u s, T ra b lu s fe tih le rin d e b u lu n m u ş tu r. A k ­
d en iz’in b irç o k a d a la rın ı d ah i fe th e tm iş tir. Ö lü m ü n e ta rih : «D aldı rih -
le t d e n izin e k ap tan .» S en e 970. D iğ e r ta rih : «M âte reisü lb ah r» . S ene
970. B u s a n a tlı k u b b e y i de S ü le y m a n H a n ’ın M im arb aşısı S in a n u s­
ta y a p m ıştır. Y a h y a E fen d i T ü rb esi: B u v elî T ra b zo n lu olup, S u lta n
S ü le y m a n H â n ile ço cu k lu ğ u n d a s ü t k a rd e şi o lm u ştu r. B eşik taş y a ­
k ın ın d a k i tü rb e s in i M im a r S in a n y a p m ıştır.
Ortaköy kasabasının imaretleri: E sk id en h ıris tiy a n y a ta ğ ı im iş.
B ilâ h a re K a n u n î S u lta n S ü le y m a n H â n d e v rin d e D e fte rd a r İb ra h im
P a ş a den iz k e n a rın d a b ir câm i y a p tırd ık ta n sonra, d iğ e r ile ri g elen ­
le r de y a lıla r y a p a ra k k a sab a y ı im a r e tm işle rd ir. D eniz k ıy ısın d a
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 347

b ir d e re n in ik i y a k a sın d a , iki b in üç y ü z k a d a r k a t k a t y alılı, bağlı-


bah çeli sa ra y la rd ır.
Deniz kıyısındaki yalılar: B a lta c ı M ehm ed P aşa, Ş ek erci Y a h u ­
di, îs h a k Y ah u d i, M im a r M u stafa, S afiy e S u lta n , E km ekçizâd e A h-
m ed P a şa , C ağaloğlu M a h m u d B ey, K a ra H a şa n oğlu, Ç elebi K e t-
h ü d â , N ak k aş P a ş a y a lıla rı b a şlıc ala rıd ır. B u n la rd a n b a şk a b irço k
Y a h u d i e v le ri de v a rd ır. Ik iy ü ze y a k ın olan d ü k k â n la rın ın b irço ğ u
m ey h â n e d ir. H ân , im a re t, m ed rese, b e d e sta n gibi şey leri y o k tu r. A m a
bağ ve b o s ta n la n ço k tu r. H âk im i, G a la ta M o llasın ın n â ib id ir. S u b a-
şısı ve y e n iç e ri y asak çısı v a rd ır. B o stan cıb aşı d a h i h ü k ü m v e rir. C e­
z a la n d ırm a k se rb e sttir.
C âm ileri: D e fte rd a r P a ş a C âm ii ile B a lta c ı M a h m u d A ğa M es­
cidi, b aşlıca ib â d e t y e rle rid ir. B ir h a m a m ı v a r. H a v a sı g a y e t g ü zel­
d ir. S e b ilh â n e si y o k tu r. F a k a t deniz k ıy ısın d a T ek eli M u sta fa P a şa
ta ra fın d a n y a p tırıla n h a y a t k a y n a ğ ı çeşm en in m im arı, M im a r S i­
n a n ’d ır. T arih i: «C anfezâ Ç eşm e-i sev ab oldu».

K u ru ç e şm e kasabasının im â re tle ri: K ıy ıla rın d a , â y a n ve eşrâ fm


y a lıla rı v a rd ır. İç ta r a f ta geniş b ir d e re içinde, b ir İslâm m ah allesi,
b ir câm i, b ir h a m a m v a rd ır. O n b ir k a d a r Y a h u d i evi ve üç m a h a l­
le R u m e v le ri v a rd ır. Y a h u d ile rin üç sinagogu, R u m la rın iki k ili­
seleri v a rd ır. İ k i yü z d ü k k â n ı olup, b o stan , h an , im â re t ve b a şk a
e se rle ri y o k tu r. B ağ ve bahçesi ço k tu r. B u k a sa b a n ın da G a la ta ’y a
b ağ lı n âib i, y e n iç e ri y asak çısı v e subaşısı v a rd ır. D oğu ta ra fın d a ,
d e n iz in k a rşı sa h ilin d e K u zg u n c u k k asab ası v a rd ır. Z iy a re t ve m esi­
re y e rle ri y o k tu r.
A rn a v u tk ö y k a s a b a s ı n ın i m â r e t le r i : D eniz k ıy ısın d ak i b in k a d a r
b ağ ve bah çeli m a m û r e v le rd e n o lu şm u ştu r. B u e v le rin h ep si de R u m
ve Y a h u d ile re a ittir. C âm i, m escid, m ed rese ve im â re ti y o k tu r. K ü ­
ç ü k b ir h a m a m ı v a rd ır. D ü k k â n la rı d a r y e rd e o ld u ğ u n d an , b a ğ v e
b ah çesi azdır. E k m e k ve p ek sim ed i b ey azd ır. Y a h u d ile ri zev k sa h i­
bi ve saz eh lid ir. R u m h ris tiy a n la rım n çoğu L a z ’d ır. M ü slü m a n ce­
m â a ti çok azdır. A k ın tıb u m u ’n d a n içeri d o ğ ru b ir kö rfez ve lim an
v a rd ır. K ışın b irç o k g e m ile r b u ra d a k ışlar. F a k a t A k m tıb u m u k a ­
y a lık o ld u ğ u n d an , b u ra sı p ek te h lik e lid ir. G em i g e ç irm e k te z o rlu k
çek ilir. B u ra y ı M u ra d H â n ’ın ru zn â m ec isi İb ra h im E fe n d i ta m ir e t­
tir e re k b ir çeşm e y a p tırd ı. H â k im i; G a la ta n âib i, su b aşı v e b o stan -
cıbaşıdır. B u ra d a n b ira z ile rid e H a şa n H alife B ağı v a rd ır ki, h â le n
p a d işa h b ah çesid ir. D ö rd ü n c ü M u ra d d e v rin d e a sk e r a y a k la n d ı ve
y e n iç e ri ağası H a şa n H a life y i p a rç a la d ıla r. B u n u n ü z e rin e b ah çe
348 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

h â zin ey e geçti. B u ra d a n b ira z ile rid e k i B eb ek B ahçesi p a d işa h la ra


m a h s u s tu r. B irin c i S e lim ’in b ir b ah çesi v a rsa d a o k a d a r b a k ım lı de­
ğ ild ir. F a k a t b ü y ü k se rv ile ri v a rd ır. B u ra sı da geçilince, D eli H ü se­
y in P a ş a B a ğ ı’na v a rılır. B u bağ, safi çam fıstığ ı a ğ a çla rı ile sü slü ­
d ü r. Ö n k a y a la r d e n ile n y e rd e k ırk elli e v ve S ıtk ı E fen d i C âm ii v a r ­
d ır. B u câm i y ü k se k te d ir. A ltın d a k i k a y a d a n ta tlı b ir su a k a r. B u ­
ra d a n ötesi R u m e lilıisa rı’dır.

B ü y ü k şe h ir ve eski K e fe re z a m a n ın d a te p e n in ü z erin d e b ir
k a le R u m e lih isa rı’n ın şe ­ eski kilise, için d e de b ir râ h ib v ard ı.
k illeri v e ta rz ı, im â re tle ri F a k a t b u ra h ib gizlice İslâm d in in i k a ­
v e h a y ırla rı: b u l ed erek , seçm e M ü slü m a n la r a ra sı­
na g irm iş v e d o ğ ru y o lu seçm işti. Üç yüz
k a d a r gizlice M ü slü m an olm uş gö n lü y a ra lı d e rv işi olan y iğ it b ir pa-
pas idi. E d irn e şe h rin d e F â tih ’in te k r a r ta h ta ç ık tığ ın ı işitince, d e r­
h a l b ir m e k tu p la : « İsta n b u l’u feth e d ec e k n i’m e le m ir sensin» diye
m ü jd e le y e re k , «B u rad a b ir kale ve A kdeniz b o ğ azın d a iki k ale y a ­
p ıp İs ta n b u l’a ik i ta r a f ta n z a h ire b ıra k ılm a d ığ ı ta k d ird e , k ıtlık ve
p a h a lılık olm ası m u h a k k a k tır. A zam etle E d irn e ’den k a la b a lık b ir
o rd u ile bizim ta r a fa te ş rif ediniz!» diye de h a b e r salm ıştır. R u m e ­
lih is a rı y e rin d e o tu ra n p ap as k ılık lı gizli M ü slü m a n ın m e k tu b u F â ­
t ih ’e u laşın ca, M eh m ed H â n ’ın r u h u fe ra h la y ıp içi zevklendi. B u n u n
ü z e rin e H a z re t-i F â tih iki y e rd e n g a y re t k u şa ğ ın ı k u şa n ıp K o stan -
t in ’in izn i ile a v a gelerek, K a ra d e n iz sa h ilin d e «Terkos kalesi» h a ­
lic in d e v e o rm a n lığ ın d a av lan ıp , T erkos kalesi k a p ta n ın d a n h e d i­
y e le r alm ış v e M eh m ed H â n d a h i ona b irço k h e d iy e le r v e rm iştir.
A sla a y k ırı h a re k e tte b u lu n m a y a ra k K o s ta n tin ’e de d o stlu k g ö ste r­
gesi o lara k çeşitli a v la r g ö n d erm iştir. A ncak, b u h is a r y e rin d e b ir
a v köşk ü y a p m a k için izin iste m iştir. B u sıra d a h is a r y e rin d e k i M üs­
lü m a n ra h ib le g ö rü şe re k a n la ştıla r. S o n u n d a k ö tü h u y lu k ra ld a n
e lç ile r gelip, k ralın : «B ir sığ ır d erisi k a d a r ç iftlik y a p a rsa , r ic a la rı­
n ı k a b u l ed erim . B ir sığ ır d e risin d e n faz lasın a izn im y o k tu r. S o n ra
su lh a a y k ırı iş olur.» d ed iğ in i F â tih ’e ile ttile r. F â tih , elçi ön ü n d e öküz
d erisi b ü y ü k lü ğ ü n d e b ir k u le y a p m a y a b aşlar.

E d irn e ’den b in le rc e işçi, d ağdelen u s ta la r g e tirtir. B u a ra d a giz­


li M ü slü m a n ’ın te k lifi ü zerin e, E d irn e ’n in K a ra d e n iz k ıy ısın d ak i
B u rg az isk elesin d en b ir gecede k ırk -elli to p u da b e ri ta r a fa g e ç ir­
te re k , d en iz k e n a rın a u y g u n y e rle re k o y u p ü z e rlerin i çalı ç ırp ı ile
ö rttü le r. S o n ra a sk e r ile, h â le n k a le n in b u lu n d u ğ u y e rd e b in a y a ­
p ım ın a son d erece g a y re t sarfed ild i. Y a p ıla n b in a y ı d a h i h e rg ü n ça-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

lıla rla ö rte re k g izlerlerd i. S o n ra S u lta n M ehm ed, p a p a sın d o ğ ru d ü ­


şüncesi ve ak ıllı te d b iri ile, k ra lın gön d erd iğ i öküz d e risin i g erg iy e
g e rip ince b ıçak ile d a ire şek lin d e d ilim d ilim ederek, y a lç ın k a y a ­
la r ü z e rin e o b ü y ü k lü k te b ir h is a r y a p tıla r. Y in e gizli M ü slü m an
p a p a s dedi ki: «P âdişâhım , m ü b â re k ad ın M eh m ed ’dir. K ita b ım ız ­
da «M uham m ed’in M eh m ed ’i b aşı sa rık lı olup, 857 (1453) ta rih in d e
K o sta n tin d ev leti o n u n elin e geçer» diye y azılıd ır. Ş im di b u k a le ­
n in şekli, se n in a d ın a b e n z e r şekilde y ap ılm alı. B en b u işe k ırk b ir
y ıld ır m e m u ru m ve m im a rlık ilm in d e ih tisa s sah ib iy im . A m a s ırrı­
m ı k im sey e açm adım .» d iy e re k p a ç a la rı sıv a r ve b ü tü n m im a rla rı
b aşın a to p la r. S o n ra b u R u m e lih isa rı’nı K û fi y a z ıy a göre M ehm ed
ism i şek lin d e y a p a r. B u d u ru m A n a d o lu h isa n b a ğ la rın d a n açık b ir
şekilde g ö rü n ü r. Şöyle ki:
T â d a ğ ın tep e sin d e olan yedi ta b a k a b ü y ü k k u b b e «Mim» şek­
lin d e d ir. B ekçi k ap ısı o lan k ü ç ü k h isa r «H» y e rin d e d ir. A şağıda d e­
niz k e n a rın d a b ü y ü k Ş işh ân e k u le ik in ci «Mim» y e rin d e d ir. D u r­
m u ş dede tek k e si ta ra fın d a k i d ö rt köşe k ü ç ü k h isa r «Dal» h a rfi y e ­
rin e geçer. îş te b u şekle göre R u m e lih isa rı M eh m ed ism i şek lin d e
v e ebced h e sab ı ile «M ehm ed» kelim esi doksan ik i o ld u ğ u n d an , h i­
sa rın da b ü tü n e tra fın d a d oksan ik i d irse k ve b u rç v a rd ır. «Hân>*
kelim esi ebced h e sa b ın a göre a ltı yü z elli b ir o ld u ğ u n d an , h isa rın
e tra fın d a d a a ltı yü z elli b ir b ed en dişi v a rd ır. İşte b u su re tle k ale
a ltı ay d a tam a m la n ın c a , e tra fın d a k i çalı ç ırp ıy ı ateşe v e rd iler. Y en i
kale, bey az b ir inci gibi m ey d a n a çıktı. B ü tü n a sk e r k a le y e g ire re k
top, tü fe n k , ceb h ân e ve d iğ e r lev a z ım a tı y e rle ştird ile r. G izli M üs­
lü m a n o lan p ap as d a elbisesini d e ğ iştire re k M u h am m ed sü n n e tin e
u y g u n b ir m ü ’m in oldu. V e R u m e lih isa rı b ekçiliğini ric a e ttiğ in d e n ,
b u g ö rev k e n d isin e ih sa n olundu.
K ra l b u d u ru m u öğrenince: «B arışa a y k ırı o lara k k ale y a p tıla r»
diye b ir elçi gönderdi. S u lta n M ehm ed de d ilim d ilim olm uş sığ ır
d e risin i k ra la g ö n d ererek , «işte izniniz ile y in e b ir sığ ır derisi b ü ­
y ü k lü ğ ü n d e b ir b in a y a p tık . F azlası v a r ise yıkalım » d iy e re k h a k î-
m ân e cevap v erd i. K â firle r te k r a r b a rış y a p m a k iste d ile rse de M eh ­
m ed H a n râ z ı olm adı. A k d en iz b o ğazında d a h i iki ta r a fa k a le le r y a ­
p a ra k K o sta n tin ’in ik i boğazını kesti. K ıtlık ve p a h a lılık olunca,
k ra lın b o ğ azın d an y em ek geçm ez olup b u su re tle İsta n b u l zabdolun-
m u ştu r. İşte R u m e lih isa rı bu şekilde sağlam b ir k ale olup, b a tı t a ­
ra fı göklere u z a n a n k a y a la rd ır. E tra fın d a h en d eğ i y o k tu r. B ü y ü k ­
lüğü: Ç evresi a ltı b in ad ım d ır. D u v a rın ın y ü k sek liğ i k ırk z ira ’d ır. Üç
kalesi, seksen M ekke z ira ’dır. H e rb iri sa m a n yolu gibi gök lere baş
350 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ'

k a ld ırm ış olup, e n tep e sin d ek i a le m in d ib in d e göz göz bekçi kule-


ciği v a rd ır. H e rb iri o n a r k a tlı o d alard ır.
P â d iş â h b ir ad a m a öfkelense, b u n u o «Mim» k alesin e h ab sed er-
ler. Üç k a p ısı v a rd ır. B iri k u zey e b a k a n dağ k apısı, d iğ eri aşağı şeh ­
re b a k a n k ü ç ü k h is a r kapısı, ü ç ü n c ü sü de d e m ir p e n c ere li sel k a p ı­
s ıd ır ve d â im a k a p a lıd ır. Y üz beş p â re to p u v a rd ır. A m m a d en iz k ı­
y ısın d a b oğaza b a k a n b ir tep e d e , içine in sa n bile sığ an b aly em ez
v e şa y k a to p la rı v a rd ır. K a le bekçisi ve üç y ü z k a d a r nefe ı. r, ge­
ce g ü n d ü z h a z ır b e k le rle r. K ale için d e k a y a la ra b itişik , k ırla n g ıç
y u v a sı gibi y ü z seksen k a d a r n e fe r o d a la rı v a rd ır. B ir m in a re li F â ­
tih câm ii, ik i m escidi, iki b u ğ d a y a n b a rı v a r. B aşka im â re ti y o k tu r.

D ış v aro şu : D eniz k ıy ısın d a d a r b ir y e r olup, bağsız ve bahçesiz


k a y a la r ü z e rin d e, k a t k a t b in a ltm ış k a d a r ev d e n ib a re ttir. Üç câ­
m ii, o n b ir m escidi, y ed i çocuk m escidi, b ir h am am ı, iki yü z d ü k k ân ı,
D u rm u ş D ede T ekkesi a d ın d a b ir tek k e si ve yedi k a d a r d a R um
ev i v a rd ır. Y a h u d i y o k tu r. M ey h ân e ve b o z ah ân e d a h i b u lu n m az.
H a lk ı g a y e t d in d a rd ır. Â y a n ve eşrâ fı y a lı sah ib i olup, k ış g ü n leri
İs ta n b u l’d a o tu ru rla r. H a lk ı b alık çı, k ale n e fe rle ri, k ay ık çı v e d iğ er
e sn a ftır. D a ğ la r ü z e rin d e b en zersiz k ira z b a ğ la rı v a rd ır ki, H isa rk i-
ra z ı adı ile R um , A ra b ve A cem ’de m e şh u rd u r. H a tta A cem d iy a ­
rın d a a d ın a G ü ln â r-ı R u m d e rle r. İk i k iraz, b ir dökm e riy a l a ğ ırlı­
ğ ın d a g elm iştir. G üzel H o ra ü z ü m ü olur.
B u ş e h rin ö n ü n d e n a k a n Ş e y ta n a k ın tısı çok şid d e tli ak ar. Göz
açıp k a p a y ın c a y a k a d a r, b ir g em iy i K a n d illi b u rn u n a k a d a r s ü rü k ­
ler.
Ş e y ta n a k ın tısı k e n a rın d a k i y a lıla r: D izd ar, H acı İsa, K a ra H a ­
şan, N a rh c ı H a şa n E fendi, K o sk a F ırın ı M eh m ed E fendi, T o p u k lu
M a h m u d A ğa ve H e z a rp â re A h m e d P a ş a y a lıla rı v a rd ır.
R u m e lih isa n n d a k i z iy â re tg â h la r: Ş e y h İsm a il m ezarı: B u z â t
k a tlo lu n a ra k m ü b a re k cesedleri A h ırk a p ı’d an d enize b ıra k ılm ış. O
v a k it, P â d işâ h H isa r’da K a n d illi b ah çesin d e im iş. B ir de g ö rü rle r ki,
m ü b a re k şe y h on m ü rid i ile K a n d illi bahçesi ö n ü n d e m ey d a n a çıkıp,
den izd e d e ry â gibi coşarak, sem a’ etm ey e b a şla r. P â d işâ h a h ita b e n :
« H ü n k ârım ! B izi h a k sız y e re k a tle ttile r. H alim izi a rz a geldik» d erler.
V e ta m b ir s a a t o ra d a sem a’ ed e rler. M â n e v iy a t sah ib i h ü n k â rı h ü n ­
g ü r h ü n g ü r a ğ la ta ra k a k ın tıy a k ap ılıp , tâ D u rm u ş dede te k k e sin in
ö n ü n e v a rırla r. S o n ra o ra d a to p ra ğ a v e rirle r. H a k ir, ü z e rin e on ge­
ce n u r y ağ d ığ ın ı g ören d e rv işle rle g ö rü ştü m . Ş e y h d o ğ duğu v a k it,
b a b a sı ism in e « K u rb an İsm ail» dem iş. A ra d a n y e tm iş sene geçtik-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 351

te n sonra, H a z re t-i Ş e y h A tm e y d a n ı’n d a Ç u k u rçeşm e b a şın d a on h a ­


lifesiy le b irlik te k u rb a n e d ilm iştir. K a n ın ın d ö k ü ld ü ğ ü y e rd e d o st­
la r ı b ir zâv iy e y a p m ışla rd ır. H â lâ D ik ilitaş d ibinde, P a rm a k lı m es­
cide y a k ın b ir z iy a re t m ah a llid ir. Ş e y h İsm a il’i sev m ey en ler, k a tli­
ne şöyle ta r ih y a z m ışla rd ır: « L ân etu llah i a le y h im ecm aîn».

Ş e y h H a şa n Z arifi: M ısır’d a İb ra h im G ü lşen î ile so h b e tte b u lu n -'


m uş, so n ra S ü le y m a n H â n ’ın izn i ile şe y h in in y e rin e L a n g a ’d a pos­
t a o tu rm u ş tu r. K en d isi S iro z lu d u r. M ezarı, D u rm u ş D ede tek k e sin -
d ed ir. V e fâ tın a ta rih : « Z arîfî’n in d irig a g itti rû h u » S en e 977. T es­
m iy e yo lu ile «Rûhî» k e lim e sin d en ebced h e sab ı ile elde ed ilen r a ­
k am y e k û n d a n çık a rılır.

İstin y e k a sab a sın ın im â re tle ri: B u ra d a fe tih te n önce k ilisele r v a r ­


m ış. H â lâ S e rv ib u rn u ta ra fla rın d a eski k ilise le rin te m e lle ri g ö rü lü r.
K ilise le rin h ep si îstin y e ad lı b ir râ h ib in id a re sin d e im iş. S o n ra la rı
C eneviz k eferesi G a la ta ’y ı istilâ e ttiğ i zam an , îs tin y e k ilisesin i b ı­
ra k a r a k G irid ad a sın a kaçm ış. O ra d a b ir kilise y a p tır a r a k o tu rm u ş ­
t u r ki, on a d a îstin y e kalesi d e rle r. îs tin y e ’n in b e ri ta ra fın d a , b in
p a rç a gem i a la n b ir lim a n v a rd ır. K a sa b a d a R u m ve M ü slü m a n la r
k a rışık o tu ru r. Ü ç câm ii, yedi m escidi, b ir h a m a m ı, y irm i a d e t d ü k ­
k â n ı v a rd ır. F a k a t h a n v e m ed rese gibi im â re ti y o k tu r. B ağ ve b a h ­
çesi ç o k tu r. H a lk ın ın fa k irle ri, bağcı ve b a lık av cısıd ır. K a sa b a k ö r­
fezde o ld u ğ u n d an , h a v a sı o k a d a r iy i değildir.
Y a lıla rı: M ü ftü Y a h y a E fendi, Y en içeri E fen d isi K oyunzâd e, H a ­
d ım A li A ğa, B oşnak İsm ail E fen d i gibi â y â n a a it b irta k ım y a lıla rı
v a rd ır. Z iy a re t y e rle rin i b ilm iy o ru m . îs tin y e lim an ı b u rn u n d a b ir
m isa firh â n e v a rd ır. L im a n ı rü z g â r tu tm az .

Y eniköy k a sab a sın ın im â re tle ri. B u ra sı S u lta n S ü le y m a n ’ın em ­


r i ile im â r edildiği için, Y eniköy d e rle r. Ü ç b in evi olan, b ağ lı ve
bahçeli, sü slü b ir şe h ird ir. G a la ta n â ib in e b a ğ lı olup subaşısı, y e n i­
ç e ri se rd a rı, çav u şb aşısı ve y a sak ç ıla rı v a rd ır. Z ira h a lk ın ın ta m a ­
m ı T ra b zo n lu o ld u k la rı için, in ad çı in sa n la rd ır. F a k a t son d erece zen ­
g in tü c c a rla rd ır. B ire r M ısır h âz in e sin e sa h ip kalyo, şa y k a v e K a ra ­
m ü rse l sa h ib i re isle ri v a rd ır. B u y ü zd en e v le ri b a k ım lıd ır. Üç m a ­
h a lle M ü slü m an ve y ed i m ah a lle h ris tiy a n ı v a rd ır. Y ah u d isi yo k ­
tu r. Z a te n Y a h u d i b u lsa la r, R u m la r ve L a z la r ö ld ü rü rle r. B u d a on­
la rı se v m e d ik le rin d e n ile ri gelir.
Üç câm ii v a rd ır. B u n la rd a n deniz k ıy ısın d a b u lu n a n K a p ta n H a ­
lil P a şa C âm ii çok şirin d ir. H acı Ö m er’in evi Önünde y e n iç e ri ocağı
352 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

av cıları, Istra n c a d a ğ la rın d a n a v la d ık la rı k a ra c a la n n e tin i p a d işa h


için p a s tırm a y a p a rla r. E v in ö n ü n d ek i safâlı ç im e n lik te k u ru tu rla r.
Ç ü n k ü b u ra la rın su ve h a v a sı güzeld ir. B ir h am am ı, b ir h an ı ve be­
k â r o d aları, iki yiiz k a d a r d ü k k â n la rı v a rd ır. A m a b u d ü k k â n la rın
y ü z k a d a rı, deniz k ıy ısın d a p ek sim etci fırın la rıd ır. Ç ü n k ü K a ra d e ­
n iz ’e aç ılan g e m ile rin k a p ta n la rı p ek sim ed i G a la ta ’d a n ve b u Y eni-
k ö y ’d en a lırla r. Ü züm şa ra b ı sa rh o şla r ta ra fın d a n çok sevilir. F a k a t
h a lk a ra s ın d a sevilm ez. M edrese ve b e d e stâ n gibi im â re tle ri y o k tu r.
A m a tü fe k a ta n a sk e rle ri ç o k tu r. Ç ü n k ü b ir ta r ih te b a y ra m g ünü,
K a z a k la r K a ra d e n iz b o ğ azın d an üç yü z şay k a ile gelerek, b u b eld e­
den b in e sir v e beş M ısır h â z in e si m al ve define ve b irço k k ıy m e tli
şe y le r alıp, h iç ç e k in m ed en m e m le k e tle rin e d önm üşler. O z a m a n d a n
b e ri, •bu şe h ird e y e n iç e ri o cağ ın d an b ir o rta k u llu k b e k le r ve h e r
gece b o stan cıb aşı da k a y ık la gelip ko n tro l eder.

Rumelihisarı’ndaki dün- H is a r’m k ıb le d u v a rı d ib in d e u lu b ir


yanın kutbu Hazret-i Dur- y e rd ir. B e k ta şî fa k irle rin d e n tü rb e d â r-
muş Dede’nin türbesi: l a n v a rd ır. Ç erağ, d a v u l ve k u d u m îa r-
la süslen m iş b ir y e rd ir. M ü b a re k D u r­
m u ş D ede, T u rla n e h rin in K a ra d e n iz 'e d ö k ü ld ü ğ ü y e rd e b u lu n a n
A k k e rm â n k alesin d e d o ğ m u ştu r. B u lû ğ a erince, g e m iciler dedeyi İs­
ta n b u l’a g e tirip b u h isa ra b ıra k m ışla r. B u ra d a y e tişm iştir. Z a m a n la
k e râ m e t sah ib i olup, bazı gem iye b in en le re : «Bu seferd e z a ra r çe­
kersin». «Bu se fe r se lâ m etle g idip zengin gelirsin!» diye çeşitli söz­
le r sö y ler ve d ed ik leri de çık arm ış. Y irm i y ıl k a d a r şey h lik y a p tık ­
ta n sonra, A h m e d H a n d e v rin d e ö b ü r d ü n y a y a göçm üş ve H is a r’-
d ak i tek k e sin d e to p ra ğ a v e rilm iştir ki, h â lâ h e rk e s ta ra fın d a n ziy a­
r e t ed ilir.

Tarabya k asab ası im â re tle ri: Ö nceleri b u k a sa b a n ın y e rin d e de­


n iz k ıy ısın d a k i b ir b a lık d a ly a n ın d a n b aşk a b ir şey y o k tu . İkinci
S elim den iz k ıy ısın d a g ezin irk en , b u b a lık d a ly a n ın a u ğ ra r ve çe­
şitli b a lık la r a v la ta ra k o rad a b u lu n a n se rv i a ğ a ç la rın ın a ltın d a p i­
şirip zev k v e sefa ile y e rle r. S o n ra o y e rd e T a ra b y a adı ile b ir k a sa ­
b a k u ru lm a sın ı ve k en d isi için de b ir m esire y e ri y a p ılm a sın ı S a d ­
râ z a m S o k u llu M eh m ed P a ş a ’y a e m re d er. B u n u n ü z e rin e k a sab a o
a sırd a k u ru lm u ş ve m a m û r h a l e . g e tirilm iştir. S o n ra M u rad H a n
z a m a n ın d a Y en ik ö y ’ü R us k eferesi b a stığ ın d a b u T a ra b y a k a sab a ­
sın ın h a lk ı y iğ it in sa n la r o ld u k la rın d a n K a z a k la rla cen k ed ip k â fi­
re b ir h a rd a l ta n e si b ile v e rm e m işle r ise de, y e rle ri ceh en n em ola­
sı k â firle r, şe h ri ateşe v e re re k h a râ b e tm işle rd ir. S o n ra y in e İm â-
EV LİY A ÇELEBİ SEYAHATNÂM ESİ 353

rin a b aşla n m ış olup, h a le n ç a lışılm a k tad ır. S ekiz y ü z k a d a r e v le ri


v a rd ır. B ir M ü slü m an m ah allesi, b ir câm ii, y ed i ta n e de H ristiy a n
m ah a lle si v a rd ır. F a k a t ad ı geçen b a lık d a ly a n ı ve m esire y eri, h â le n
G ü m rü k e m in i A li A ğ a ’n ın y a lısıd ır. B u n d a n b ü y ü k s a ra y y o k tu r.
K a sa b a n ın h a m a m ı ve b aşk a im â re ti y o k tu r. K ırk elli k a d a r k ü ç ü k
sokağı olup, b a ğ ve b ah çesi ço k tu r.

B ü y ü k d e re k asab ası im â re ti: B u k asab a d a İk in ci S elim ’in ge­


z in ti y e rid ir. O rm an lık b ir d e re için e k u ru lm u ş tu r. B u ra d a b irta k ım
ç ın ar, k av ak , serv i, salk ım sö ğ ü t ve d iğ e r a ğ a ç la r v a rd ır ki, h e rb iri
g ö k lere u zan m ış b ü y ü k a ğ a çla rd ır. T o p rağ ı güneş görm ez b ir o rm a n ­
lık tır. S ayısız ç a y ırlık la rı ve çeşitli su k a y n a k la rı ile sü slen m iş gö­
n ü l alıcı b ir m esire y e rid ir. E şi b u lu n m a z b ir m esire y e ri o lu şu n ­
d a n dolayı, y a k ım n d a B ü y ü k d e re k asab ası k u ru lm u ş tu r. B in k a d a r
ev v a rd ır. B ir M ü slü m an m ah a lle si ve y ed i m ah a lle de balık çı, ge­
m ici ve bağcı e v le ri v a rd ır. İskele b aşın d a K oca D e fte rd a r M eh m ed
P a şa câm ii v ar. B ir h am am ı, b irk a ç sokağı olup, b a ğ ve bah çesi
p ek ço k tu r.
S a n y e r k asab ası im a re tle ri: B u ra sı tâ İsk e n d e r Z u lk a rn e y n za­
m a n ın d a m â m û r b ir b ü y ü k şe h ir idi. İsk en d er, K a ra d e n iz ile A k ­
d en iz’i b irle ştirm e k için ik i d en izin a ra sın ı k a z d ırırk e n , b u y e rd e
a ltın m ad e n i b u lm u ş ve denizi b ira z ile rd e n k a z d ıra ra k , b u ra y a b ir
şe h ir k u rd u rm u ş tu r. İsm in i de F o n d ıra şe h ri k o y m u ştu r. Çok b a ­
k ım lı b ir şe h ir idi. S o n ra C eneviz k ra lı y a k ıp yıkm ış, te k r a r b u g ü n ­
k ü h â li ile o n a rılm ıştır. D eniz k ıy ısın d a b in k a d a r bağlı, bah çeli e v ­
le ri v a rd ır. İk i m ah a lle M üslüm an, y ed i m a h a lle de h ris tiy a n v a r ­
dır. B u ra d a da Y ah u d i yok. B ir câm ii, b ir m escidi, b ir h a m a m ı ve
k ü çü k so k a k la rı v a rd ır. H a lk ın b irço ğ u A n a d o lu ’d an gelm e ve b ağ ­
cıdır. R u m h r is tiy a n la n da balıkçı, m ey h â n e c i ve g em icilik y a p a r­
la r.
G en iş b ir d e re için d e Ç elebi S olak a d ın d a ta b ia t sa h ib i b irin in
b ir bahçesi v a rd ır ki, S u lta n D ö rd ü n cü M u ra d görünce, «Ben M ekke
ve M ed in e’n in h izm etçisi o ld u ğ u m halde, böyle b ir c e n n e t b ah çesi­
ne sa h ip değilim !» dem iş. S ah ib i de: « P âd işâh ım a h ib e olsun!» d e ­
m işler. P â d işâ h k a b u l e tm ey ip , solağa sayısız ih sa n d a b u lu n a ra k ,
«B ağın m a m û r olsun!» b u y u rm u şla r. B u g ü zellik te b ir c e n n e t b a ­
ğ ıdır. B u n u n d ışın d a y ed i b in b ağ ı d a h a v a rd ır. B ü tü n d a ğ la n b ağ ­
la r ile sü slen m iştir. L âal ren k li su lu k ira z la rı m e şh u rd u r. H isa rk i-
raz ı ad ı ile m e şh u r olan G ü ln a r b u S a rıy e r’de y e tiş ir ki, h e rb irin -
Evliya Çelebi I-II. F : 23
354 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

d e n y ü z e r d am la su çık ar. M ed h in e söz y etm ez. H e r sene İsta n b u l


h a lk ı b u şe h ird e so h b e t ed e rler.
Altın madeninin vasıflan: O sm an lı D e v le tin d e tâ S u lta n ... (54)
a s rın a k a d a r b u m a d e n işle n ir, sa f a ltın elde ed ilird i. S o n ra d e fte r­
d a r â y â r tu tu p , g e liri g id erin i k a rşıla m a d ığ ın d a n te rk e ttile r.

B o ğ a z h isa n k a le sin in y ap ılışı: M ad y an oğlu Y an k o zam an ın d a,


b o ğ azın ağ zın d a iki ta ra fın d a k i y ü k se k d a ğ la r ü z e rin d e, b ire r kale
v a r im iş. G ü n geçtikçe, R u m e li ta ra fın d a k i d ağ ü z e rin d e o lan Y oroz
k alesi h a ra b olm uş. M u ra d H a n z a m a n ın d a bo ğ azd an içeri A k k azak
k â firle ri g ire re k Y eniköy, T a ra b y a , B ü y ü k d e re v e S a rıy e r k a sab a ­
la r ın ı y a k ıp y ık tık la rı D ö rd ü n c ü M u ra d ta ra fın d a n d u y u lu n ca , b ü tü n
d îv a n b ü y ü k le ri ile g ö rü şe re k v e z ir K a p ta n R eceb P a ş a ’n ın ve K oz­
lu A li A ğ a’nın. te k lifle ri ile B oğazın ağzında iki ta r a fta , d enize k ilit
v u ra c a k k a le le r y a p ılm a sı u y g u n g ö rü ld ü . B u n u n ü z e rin e P a d işa h
fe rm â n ı çık a rak , k a le le rin y a p ım ın a başlan d ı. B ir sene için d e iki
sa ğ la m k a le de tam a m la n d ı. B u n d a n so n ra K a z a k la r içe riy e girm e
im k â n ın ı b u la m a d ıla r ve b ü tü n k a s a b a la r e m n iy e tte k a ld ıla r. B u k a ­
le le r K a ra d e n iz ’in d a r b ir y e rin d e olup, a r a l a n y a rım m ild ir. İk i t a ­
r a fın in s a n la n y ü k se k sesle b irb irin e b a ğ m rs a , ne sö y led ik leri işiti­
lir. B u bo ğazda K a ra d e n iz ’d en A k d en iz’e d o ğ ru a k ın tı v a rd ır. Şöyle
ki, o ra d a n geçen g em ilere ok y etişm ez. Ş im şek gibi geçerler.

Karadeniz’in Rumeli ta r a fı kalesinin şekilleri: D eniz k e n a rın d a


k a re şek lin d e sağ lam b ir b in a olup, k ıb le y e b a k a n b ir d e m ir k ap ısı
v a rd ır. Ç ev resi b in a d ım d ır. İçin d e y e tm iş a d e t n e fe r e v le ri ve S u l­
ta n D ö rd ü n c ü M u ra d H â n ’ın b ir câm ii ve ik i b u ğ d a y a n b a n ve cep-
h â n e liğ i v e y ü z a d e t k ü ç ü k b ü y ü k to p la n , d iz d â n ve ü çy ü z n e fe ri
v a rd ır.
H â k im i G a la ta n â ib id ir. K a le n in d ışın d a n e fe r e v le ri v a rd ır. H an,
h a m a m , çarşı, p a z a r v e b a şk a im â re ti y o k tu r. A m m a d a ğ la rın d a b a ğ ­
l a n ç o k tu r.
«Fânûs» Feneri: K a le n in dışında, y ü k se k b ir k ü le ü z e rin d e b ü ­
y ü k b ir fe n e rd ir. H e r gece y a n a r. K a ra d e n iz ’deki g e m ile r ona b a k a ­
r a k B oğaz’d a n içe ri g ire rle r. B u B oğaz ağ zın d an K a ra d e n iz ’in boy­
lam ı, k u z e y ta ra fın d a , sonu t â A zak k a le sin e v a rın c a y a k a d a r, b in
y e d i y ü z m ild ir. İsk e n d e r’in, K a ra d e n iz ’i A k d e n iz ’e a k ıtıp k e stiğ i bo­
ğ az b u ra s ıd ır ki, h â lâ k a y a la rd a y e rle ri a ç ık seçik g ö rü lü r. A lla h ’a

(54) Padişahın adı zikredilmemiş.


E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 355

h a m d o lsan , K a ra d e n iz ’in e tra fın d a b u lu n a n m e m le k e tle ri ve b ü y ü k


şe h irle ri y a z m a im k â n ım ız v a rd ır. Ü ç d efa K a ra d e n iz ’in d ö rt ta r a ­
fını, tâ A b aza v ilâ y e tle rin e v a rın c a y a k a d a r gezm işizdir. Ş im d iy e
k a d a r y azd ığ ım ız 22 ş e h ir ve k a sa b a n ın h ep si R u m e li ta ra fın d a olup,
İs ta n b u l’u n b ire r m ah a lle sid ir. Y e d ik u le ’d en b u ra y a gelin cey e k a d a r
ik i k o n a k lık m esâfe v a rd ır. K a sa b a la rın a ra s ın d a boş a ra z i y o k tu r.
B irb irin e b itiş ik tir. B u ra d a R u m e li k a sa b a la rı ta m a m la n d ı. B u ra d a n
k a y ığ a b in e re k B o ğ a z h isa rm d a n k a rş ıy a A n a d o lu ’n u n m u k ad d e s te ­
m iz to p ra ğ ın a basıp, y a z m a y a c ü re t ettik .

A n ad o lu K ilid ü lb a h ir kalesi: B u n u M u ra d H a n y a p tırm ış tır. D e­


niz k ıy ısın d a düz ve geniş b ir y e rd e , d ö rt köşe sağ lam b ir k a le d ir.
D u v a rla rın ın y ü k se k liğ i y irm i z ira ’d ır. K ıb ley e b a k a n b ir d e m ir k a ­
p ısı v a r. Ç e v re sin in u z u n lu ğ u sekiz yü z ad ım d ır. îç in d e sek sen k a ­
d a r n e fe r o d a la rı v a rd ır. D iz d â n , üç y ü z n e fe ri ve S u lta n M u ra d
H â n ’ın b ir câm ii ve ik i b u ğ d a y a n b a rı ve yü z a d e t to p la n v a r d ır
ki, h ep si k a rşı R u m e li kalesi ve K a ra d e n iz b o ğ azın a b a k a r. H e r b iri
o n a r m il m en zilli b aly em ez to p la rd ır.
K a v a k k asab ası: A dı geçen k a le n in g ü n e y in d e deniz k ıy ısın d a,
b ü y ü k b ir lim a n ın ağ z ın d a sekiz y ü z evli, b ağ v e b ah çeli, b a ş ta n b a ­
şa m ü slü m an e v le rid ir. B ir câm ii, y e d i m escidi, b ir h a m a m ı, iki y ü z
k a d a r d iik k â n la n ve b e k â r e v le ri, çocuk m e k te b i ve b i r çeşm esi
v a rd ır. S u la rı âb-ı h a y a t g ib id ir. H a lk ı h ep gem ici, bağcı ve tü c c a r­
d ır. T a m am ı A n a d o lu ’lu d u r. H â k im le ri, Ü sk ü d a r m o llasın ın n â ib i
v e K a le d iz d â rıd ır, b u n la r h ü k ü m e t eder. G ece v e g ü n d ü z b o stan cı-
b aşı k a y ık la rd a gezer. Y az v e k ış lim a n ın d a üç }diz gem i ek sik o l­
m az. D a ğ la n n m k e sta n e si ve a h la t a rm u d u m e şh u rd u r.
Y oroz k alesi: K a v a k k a sa b a sın ın k u zey in d e olup, E lin a ad lı k r a l
ta ra fın d a n k u ru lm u ş tu r. B u ra d a Y oroz a d lı b ir râ h ib in m a n a s tırı
v a r idi. Y oroz ism in i a lm a sın ın sebebi de b u d u r. Ş e d d a d ta rz ın d a
y ap ılm ış, siy a h re n k li eski b ir k a le d ir. îç in d e ik i y ü z k a d a r M ü slü ­
m a n ev i Ve Y ıld ırım H â n ’ın y a p tırd ığ ı b ir câm ii v a rd ır. Z ira E flâ k
ve B o ğ d an ’m b ir isy a n ı sıra sın d a , Y ıld ırım H a n b u ra d a n k a rş ıy a geç­
m iş v e İslâ m 'a yol olsun diye, b u sağ lam k a le y i fe th e d ip b ıra k m ış ­
tı. S o n ra F â tih ta m ir e d e re k için e a sk e r k o ydu. G erçi h â lâ k aleağ a-
sı ve m u h a fız la rı y o k tu r am m a, g ö k lere baş u z a tm ış y ü k se k b ir d ağ
ü z e rin e in şa edilm iş, d ö rt köşe sa ğ la m b ir k a le d ir. Ç ev resi iki b in
a d ım d ır. E trâ f ı k e sta n e o rm a n ı ile k a p lıd ır. H a lk ı o d u n taşıy ıc ılığ ı
y a p a r. î r i sığ ırla rı olup, lezzetli h â lis s ü tle ri ve y o ğ u rtla rı olur. K a ­
le n in doğu ta ra fın d a b îr o rm a n içinde, se h id le r ve k ırk la r m ezar-
356 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

l a n v a rd ır. K a le d ek i h a lk K a ra d e n iz ’de K a z a k g e m ile ri g örününce,


a te ş y a k a ra k e tr a f k ö y lere h a b e r v e rirle r. V azifeleri b u d u r. F a k a t
K a ra d e n iz ’de yol a la n g e m ile rin k a ra n lık gecede boğaz ağzı sa n a ­
r a k k a ra y a o tu rm a m a la rı için, geceleri a sla ateş y a k m a z la r. A n cak
R u m eli ta ra fın d a g ö k lere y ü k se lm iş y ü k se k b ir k a le n in tep e sin d e
b ü y ü k b ir fe n e r içinde. Y u n u s b a lığ ı y a ğ ı y a k a rla r. B ü tü n g e m ile r
o n a b ak ıp , k a ra n lık gecede b o ğ azd an içe ri g ire re k se lâ m ete çıkar,
k u rb a n k e s e r ve sa d a k a v e rirle r. B u Y oroz k a le sin d en aşağı K a v a k
k asab ası, beş b in ad ım g ü n ey d e o lan deniz kıyısı ile S e rv i b u rn u n a
g elin cey e k a d a r, sekiz b in a d ım d ır. O b u r u n ü z e rin d e S ü le y m a n
H a n ’ın b ir şeddi v a rd ır. S e rv ile rle süslü, c ih â n a d e ğ e r b ir çim en ­
lik tir. O ra d a n b ü tü n geziye ç ık a n la r Y û şa’ tep e sin e ç ık a ra k Y û şa’
p e y g a m b e rin m e z a rın ı z iy a re t e d e rle r. Y û şa ’ p e y g a m b e rin k a b rin e
a n cak , ik i s a a tte v a rılır. B u d erece y ü k se k b ir dağ d ır. Ü zerin d e Y û ­
şa ’ p e y g a m b e rin m ez a rı, te k k e si ve fık a ra sı v a rd ır. O y ü k sek d ağ ın
tâ tep e sin d e b ir su k u y u su v a rd ır ki, su y u p ek ta tlıd ır. D erin liğ i de
üç k u la ç tır.
B eykoz k a sa b a sın ın im a re tle ri: D eniz k ıy ısın d an b a ğ la r k e n a rın ı
ta k ip e d e re k S e rv ib u rn u n u n üç b in a d ım g ü n ey in d e, b ü y ü k b ir li­
m a n ın k e n a rın d a k u ru lm u ş tu r. S ekiz y ü z evli, bağlı, bahçeli, m â m û r
v e sü slü b ir k a sa b a d ır. C âm ii, m escidi, h a m a m ı, çocuk m ek te b i ve
k ü ç ü k b ir ç a rşısı v a rd ır. Ç arşı ve p a z a rı y ü k se k a ğ a çla rla sü slü d ü r.
B ü tü n h a lk ı b a h ç ıv a n lık , o d u n c u lu k ve b a lık ç ılık la u ğ raşır. G erçi
Ü s k ü d a r k a d ılığ ın a b a ğ lıd ır am m , O sm anlı p â d işâ h la rın ın m ü n eccim
b a ş ıla rın a ta h sis ed ilm iş y ü z elli akçe p â y e li k azad ır. S u lta n iy e b ağ ­
cısı, u s ta sı ve b o stan cıb aşı h â k im d ir. S u y u ve h a v a sı güzel, ş irin b ir
şe h ird ir.
K ılıç b alığ ı d a ly a n ı: îsk e le ö n ü n d e, b eş altı k a d a r gem i d ireğ in i
b irb irin e b a ğ la y a ra k denize d ik m işler. D ireğ in tâ tep esin d e, b ir a d am
bek çi o la ra k o tu ru r. K a ra d e n iz ’in d a lg a la rın d a n k u rtu la n kılıç b a ­
lığ ı b u lim a n a g irin ce, d ire ğ in tep e sin d ek i a d am elin d ek i taşı kılıç
b a lık la rın ın a rd ın d a n d en ize a ta r. T aş d en ize «cum» diye düşünce,
z av allı b a lık la r lim a n a d o ğ ru «selâm ettir» d iy e k açm ay a b a şla rla r.
D e rh a l d e n iz in e tra fın ı s a ra n a ğ la rın a ğ z ın d a n içeri g ire rle r. G özcü
ise d ire k b a şın d a n «Alâ!» d iy e b a ğ ırm a y a b aşlar. A v c ıla r ise balık
a ğ ın ın ağ zım k a p a tıp içe rid e k a la n k ılıç b a lık la rın ı m ız ra k ve to k ­
m a k la rla v u ru p a v la rla r. B u b a lık la r, ta ş ıd ık la rı k ılıca hiç d a v ­
ra n m a y a n te n b e l b a lık la rd ır. B ir k u laç k a d a r u z u n b u ru n kılıcı
ağ ın d e liğ in e g irin ce, k ım ıld a m a y a b ile v a k it b u lam az. F a k a t eti
sa rım sa k lı v e sirk e li ta r a to r (sos) ile p işirilin ce, g a y e t n efis b ir ve-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 357

m e k olur. B u d a ly a n ın balığı, b a lık e , n in i ta ra fın d a n y e tm iş y ü k a k ­


çeye s a tın alın ır.
T o k at bahçesi: B eykoz isk elesin d en b in ad ım k a d a r içe rid e d ir.
F â tih S u lta n M ehr.ıed H a n b u ra d a a v la n ırk e n , M ak b u l M a h m u d P a -
şa ’n ın A n ad o lu ’da «Tokat» k alesin i fe th e ttiğ i h a b e ri k e n d isin e u la ş­
tırılın c a , sev in cin d en : «Tiz şu ra d a b ir İrem b a ğ ın a b e n z e r b ir bah çe
y a p ın !... V e a d ın a T o k a t b ah çesi deyin! A v la n a n h a y v a n la rın m u ­
h afazası için e tra fın a T o k a t su ru n a b e n z e r b ir ç it çekin!» d iy e fer-
m ân eder. A lçak b ir köşk, b ü y ü k b ir h a v u z ve g ö rü lm ey e d e ğ e r b ir
şa d ırv a n y a p ılm ış tır ki, h â lâ bey az c a riy e g e rd a n ı gibi h a v a d a u ç a r
d u r u r ve tâ k u b b e sin in tep e sin d ek i a ltın ta s a su v u ru r. B ir b a h çe u s­
ta s ı ve yü z ta n e b o stan cı n e fe rle ri v a rd ır. B ir o rm a n lık için d e da-
ğım sı b ir v â d id ir. B ir h am am ı, birço k a v lu la rı v a rd ır. P â d iş â h la r
a v d a n d ö n ü şlerin d e, b ü tü n h a y v a n la rı b u «T okat»a çık ıp se y re d e r­
ler. S u lta n D ö rd ü n cü M u ra d E fen d im iz, b u güzel y e rd e n çok h o şla­
n ırla r ve ü z e rin d e g ezin ip çim e n lik te c irit o y n a rla rd ı. B u n d a n b ir
sa a t k a d a r içe rid e «A kbaba S u lta n m esiresi» v a rd ır ki, m e sire le r b a h ­
çesinde y azılıd ır. Â l-i b a h â d ır m esiresi, D eresek i m esiresi, A lem d a-
ğı m esiresi, K o y u n k o ru su m esiresi, Y ûşâ n eb i m esiresi en güzel m e­
sire le rd ir ki, y e ri gelince a n la tıla c a k tır.
S u lta n iy e bahçesi: B eykoz’u n g ü n e y ta ra fın d a ve deniz k e n a rın ­
dad ır. B ay ezid H a n V elî ta ra fın d a n y a p tırılm ış c e n n e t gibi b ir b a h ­
çedir. B u ra d a göklere u zan m ış s e rv ile r v a rd ır. Ü çüncü M u ra d za­
m a n ın d a Ö zd em irzâd e O sm an P a ş a G ence, Ş irv a n , Ş em aki, T eb riz
ta ra fla rın ı y a ğ m a e ttiğ i v a k it, o ra la rd a g ö rd ü ğ ü ib re tle sey re d e ğ e r
b ir kö şk ü n k u b b esin i, p en cere ve c a m ların ı, p en c ere k a p a k la rın ın
h ep sin i p â d işâ h a ta k d im e tm iştir. O da «kaybolm asın» d iy e b u S u l­
ta n iy e bahçesi için d e deniz k ıy ısın d a b ir köşk y a p tırm ış la rd ır ki,
h â lâ d u rm a k ta ve g ö ren le ri h a y re t için d e b ıra k m a k ta d ır. H ele iç in ­
deki n ak ış ve h a y v a n re sim le ri o k a d a r güzel ç iz ilm iştir ki, şim d i­
ye k a d a r d en iz k ıy ısın d a şid d e tli h a v a d a n bozulm ası g e re k tiğ i h a ld e
h iç b ir şey o lm a m ıştır. K u v v e tli s a n a tk â rla r e lin d e n çıkm ış n a k ış la r­
dır. B u n u n da b ir b a h çe u sta sı ve y e tm iş k a d a r da b a h ç ıv a n n e fe r­
le ri v a rd ır.
İn c irli k asabası: S u lta n iy e b a ğ ın ın g ü n e y in e b itişik üç yüz evli
b ir k a sab a d ır. E v le rin in h ep si de b ah çelid ir. B ir câm ii v e b ir m esci­
di v a rd ır. H am am ı, H e z a rp â re A h m e d P a ş a sa ra y m d a d ır. Ç arşı v e
p a z a rı y o k tu r.
Ç u b u k lu b ahçe: în c ir li’ye b itişik tir. B ayezid-i V elî, şehzâd esi S e­
lim H a n H a z re tle rin i T ra b zo n ’d an g e tird iğ i v a k it, kızıp b u ra d a k en -
358 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

d işin e sekiz ç u b u k v u r m u ş tu r ki, sekiz sene p a d işa h lık edeceğine)


iş a re ttir. S o n ra n a s ih a te b a şla y a ra k : «Oğlum ! E lem çekm e, zik rey le,
Z ira 920 ta rih in d e n so n ra, te ’d ib im le h ilâ fe t m ey d a n ı şen in d ir. A l
b u y e d iğ in k u r u çu b u ğ u , y e re dik. S ekiz sen e k a d a r m ey v e sin i yi-
yesin!» d iy e nice rü m u z v e ilh a m la r g izlem işlerd ir. O a n d a Ş eh zad e
S e lim H a n ç u b u ğ u y e re dikip: «Ya R abbi! b u k u r u ağaç m ey v e v e r ­
sin. V e m ey v e sin i d ü n y a y a m e ş h u r et!» d iy e d u â etm iş. P e d e ri B a-
y ezid -i V elî v e K a ra Ş em sed d in H a z re tle ri â m in d em işler. O a n d a
k ızılcık ç u b u ğ u y eşerip , d ٩ l v e y a p ra k v e rm iş ve h e r ta n e kızılcığı
ta rtıld ığ m d a b eş d irh e m gelm iş. B u k e ra m e t B ayezid-i V elî’n in m i,
Ş em sed d in ’in m i, yoksa Ş eh zâd e S elim ’in m i, b ilin m ez. îş te b u y ü z­
den, o y e re h â lâ Ç u b u k lu b a h ç e d e rle r. H a k ik a te n b u ra d a y e tişe n
k ızılcık h iç b ir y e rd e y etişm ez. H e rb iri b e şe r d irh e m gelir. L âal re n ­
g in d e olup, b ü y ü k lü ğ ü M ed in e h u rm a s ı k a d a rd ır. S o n ra S elim H a n
y ed iğ i sekiz değneğe k a rşılık sekiz sene p a d işa h lık y ap m ış, h a k ik a ­
te n 920 sen esin d e M ısır’ı fe th e d e re k h ilâ fe ti alm ış, Ç u b u k lu ’y u da
im â r e tm iştir.
Kanlıca kasabasının imaretleri: B u k a sab a y a k ın z a m a n d a im â r
e d ilm iştir. D eniz k ıy ısın d a b ağ lı ve b ah çeli, b in ik i y ü z evli, çok
g üzel b ir şe h ird ir.
Başlıca yalıları: İb ra h im Ç elebi Y alısı, E m ir P a ş a Y alısı S ü le y ­
m a n E fen d i Y alısı v e d iğ e rle rid ir. F a k a t tâ so n u n d a k i L a n g a zâ d e ’n in
y a lısı h e p sin d e n sü slü ve fe râ h tır. B u şe h ird e k efere y o k tu r. Y edi
m ah a lle si de M ü slü m an d ır.
Camileri: İsk e n d e r P a şa C âm ii: İsk ele b a şın d a d ır. K a p ısın ın ü ze­
rin d e k i ta rih i:
K a a le R ıd v a n ü l’alâ tâ r ih a h ü
K u ln â B ism illâ h ir-R a h m â n i’r R ah im
D ö rt köşe d u v a r ü z e rin d e, d ö rt köşe ta v a n lı, k u bbeli, k u rşu n ,
te k m in â re li b ir câm id ir. A v lu su n d a b ü y ü k a ğ a ç la r v a rd ır. M im a rı
m e ş h u r S in a n A ğ a’d ır. M edrese ve d â riilh a d is gibi şey leri y o k tu r.
K ü ç ü c ü k b ir h a m a m ı v a r. B u h a m a m ı b ir k u rn a s ın ın çev resin d ek i
m e rm e re çizilen fil resm in i g ö ren le rin dili tu tu lu r. B u k a sa b a n ın
s a f y o ğ u rd u çok ta tlıd ır.
Anadoluhisan kasabası: D eniz k ıy ısın d a G öksu’n u n d en ize d ö k ü l­
d ü ğ ü y e rd e b ir k a y a n ın tep e sin e Y ıld ırım B ay ezid ta ra fın d a n k u ru l­
m u ştu r. D a h a so n ra F â tih ta ra fın d a n ta m ir e ttirilip y e n ile n d iğ i için,
ç o k la n o n u n y a p tığ ın ı sö y lerler. Ş e d d a t ta rz ın d a y a p ılm ış y ü k se k ve
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 359

sağ lam b ir k aled ir. A m a k ü ç ü k tü r. Ç evresi b in ad ım d ır. B a tıy a b a ­


k a n b ir k ap ısı v a rd ır. İçin d e d iz d a r evi, n e fe r o d a la rı ve ik i y ü z ti-
m a r eh li n e fe ri v a rd ır. K ö y le rin in h ep si K ocaeli sa n ca ğ ın d an d ır.
C eb h ân esi ve deniz k ıy ısın d a R u m e lih is a n ’n a k a rşı ve E fen d i b u r ­
n u n a b a k a n to p la n v a rd ır. K ale ö n ü n d e F â tih S u lta n M ehm ed H â n ’ın
b ir câm iin d en b aşk a eseri y o k tu r.

D ış v aro şu : B in sek sen ev d ir. A m a b ü y ü k s a ra y la rı ve y a lıla rı


v a rd ır. D e fte rd a r H alıcızâd e sa ra y ı, M u sta fa P a ş a sa ra y ı, H o ca Ç e­
leb i saray ı, K a fta n c ı A li Ç elebi s a ra y ı v e E m ir P a ş a s a ra y ı b aşlıca
sa ra y la rın d a n d ır. Y a lıla n n m en güzeli B ah âi E fe n d i’n in İra n ç in i­
le ri ile sü slü b ü y ü k k ö şk ü d ü r. K a sa b a d a h iç b ir k e fe re y o k tu r. H a l­
k ın ın h epsi M ü slü m an d ır. K ale c â m iin d e n b a şk a b irk a ç m escidi, y e ­
di ta n e çocuk m ek teb i, b ir k ü ç ü k h a m a m ı ve y irm i a d e t d ü k k â n ı
v a rd ır. H a lk ın ın h ep si zev k sa h ib i ve can a y a k ın dost k im se le rd ir.
D a ğ la rın d a sayısız b a ğ la r v a rd ır.

G öksu m esiresi: Â b-ı h a y a ta b e n z e r b îr n e h ir d ir ki, Â lem dağ-


la n n d a n ç ık a r gelir. N e h rin ik i ta r a f ı y ü k se k a ğ a çla rla sü slü b a ğ la r­
dır. V e ek seri y e rle ri H alıcızâd e b a h ç ele ri ve u n d e ğ irm e n le rid ir. B u
n e h rin ü z e rin d e b ir ta h ta k ö p rü v a r. B ü tü n â şık la r k a y ık la r ile b u
n e h ird e n ile rid e fe ra h k ö y lere g id ere k a ğ a ç la r a ltın d a zevk v e so h ­
b e t e d e rler. G ö rü lm ey e d e ğ e r b ir m esired ir. B u ra d a n ç ık a n b ir to p ­
ra k ta n çan ak çöm lek u sta la rı, çeşitli ç a n a k ve çö m lek ler y a p a ra k
s a ta rla r. B u H is a r Ü sk ü d a r M ollasına b a ğ lıd ır. A y rıca subaşısı v a r ­
dır. B o stan cıb aşı d a m u h a fa z a sın a d ik k a t eder.
K a n d illi h âs bahçesi: G öksu’n u n g ü n e y in d e Ü çü n cü M u ra d ta ­
ra fın d a n y a p tırılm ış b ir îre m b a ğ ıd ır. M u ra d H â n h a v a sın ı b eğ e n ­
diğinden , çoğu zam an b u ra d a e ğ len ird i. A k ın tı b u rn u n d a b ir k a y a
ü z e rin e k u ru lm u ş b irç o k kö şk lerle sü slü b ir c e n n e t b a ğ ıd ır. A rk a sı
k a y a lık d a ğ la r o ld u ğ u n d an , b a ğ la n v a rd ır. B ir b ah çe u stası, yü z b a h ­
ç ıv a n n e fe ri v a rd ır. B u n u n g ü n e y in d e P a p a s k o ru su d en ilen y eri,
S u lta n D ö rd ü n c ü M ehm ed H ân , V ân î E fe n d i’ye h e d iy e e tm iştir.

K u le bahçesi: P a p a s k o ru su n a y a k ın d ır. B u b ah çed e B irin ci S e ­


lim . Ş eh zadesi S ü le y m a n H â n ’a k ız a ra k ö ld ü rü lm esi için b o stan cı-
b a şıy a teslim etm iş. B o stan cıb aşı d a «B aşüstüne» d e y ip alm ış. F a ­
k a t d e v le tin iy iliğ in i iste y e n b ir k im se o ld u ğ u n d an , d e v le t b a ğ ın ın
te k m ey v esi olan S ü le y m a n H â n ’ın y e rin e b a şk a b ir çocuğu ö ld ü re ­
re k göm m üş ve S ü le y m a n H â n ’ı üç sene m ü d d e tle k ıy a fe t d e ğ iştire ­
re k b u k u le n in b ah çesin d e, sa k la m ıştır. S o n ra S elim H ân , M ısır se-
360 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

fe rin d e n d ö n ü şü n d e y a v a ş y a v a ş â h ire t k o k u larım d u y m ay a b aşla­


y a ra k : «Ah bostancıbaşı! M azlum S ü le y m a n için b ü y ü k h a ta ettim !
îş te şim di ev lâtsız ölürsem , b u O sm anlı D ev leti kim e kalır?» d e y in ­
ce b o stan cıb aşı y e r öpüp, g id ere k k u le b ah çesin d en S ü le y m a n H â n ’ı
g e tir ir ve b a b a sın ın ta h tın a yüz s ü rd ü rü r. S u lta n S elim de S ü ley ­
m a n ’ı b a ğ rın a b asar. N ih a y e t S a lta n a t S ü le y m a n ’a geçince, b o stan -
cıb aşıy a M ısır’ı ih sa n eder.
S u lta n S ü le y m a n üç sene gizlendiği b ah çed e so n ra d a n b ü y ü k b ir
köşk y a p tırm ıştır. H e r k a tın d a fısk iy ele r ve b irç o k o d a la r v a rd ır.
H â lâ K u le bah çesi ad ı ile a n ılır. îç in d e S u lta n S ü le y m a n H â n ’ın‫؛‬
k e n d i e lle riy le d ik tiğ i b ir serv i v a rd ır ki, h â lâ A llah ’ın k u d re tin e de­
lil te şk il ed ecek k a d a r güzeldir. B u b a h ç en in h e r m eyvesi, b ilh assa
in ciri çok m e şh u rd u r.

Çengelköy kasaabsı: İsta n b u l feth e d ild iğ i za m a n b u ra la rd a K ra l


M ad y an o ğlu Y anko z a m a n ın d a n k a lm a b irta k ım ç e n g elle r b u lu n d u ­
ğ u n d an , a d ın a «Çengelköy» d e n ilm iştir. Ü sk ü d a r k a d ılığ ın a b ağ lı b ir
s u b a şılık tır. K ö y d en iz k ıy ısın d a olup, a rk a ta ra fı bağlı, b ahçeli,
ağ açlık y o lla rd ır ki, dil ile ta rifi im k ân sızd ır. H a lk ın ın çoğu R u m -
d u r. M ü slü m a n la r a z ın lık ta d ır. F a k a t sa ra y la rı, b ilh assa için d ek i h âs
b ah çesi çok m ü k elle ftir. T u m tu ra k lı, p a rla k b ir c e n n e t b ağ ıd ır. F a ­
k a t, A llah b ilir, b u b a h ç en in ta lih i M erih b u rc u n a te sa d ü f e tm iş­
tir. H a ttâ A n a d o lu ’da isy a n e d e re k B e rg a m a k alesin e k a p a n a n îly a s
P a ş a ’yı K ü ç ü k A h m e t P a şa y a k a la y a ra k P a d işa h h u z u ru n a g ö tü r­
d ü ğ ü n d e, y a n ın d a k ile rle b e ra b e r b u b ah çed e k a tled ild i. V e d a h a n i­
ce b öyle v a k ’a la r oldu. H a ttâ Ç engelköyü’n ü n h a lk ı d a h i savaş ve
c in a y e tle rd e n vazgeçm iş d eğ illerd ir. F a k a t köy m a m u r, süslü, şirin
ve sev im li b ir y e rd ir. T ek k a tlı ve çok k a tlı, k â rg ir y a p ılı üç b in k a ­
d a r e v le ri v a rd ır. D eniz k ıy ısın d a b ir de k ü ç ü k câm ii v a rd ır. Ç a r­
şısın d a n g eçilerek İsta v ro z b a h çesin e gidilir.

İstavroz kasabası: B u ra la rd a Ista v riz b alığ ı çok o ld u ğ u n d an , a d ı­


n a R u m c a d ak i îs ta v riz d e n g a la t o la ra k «İstavroz» d e m işle rd ir. B ir
riv a y e te göre de, Y ıld ırım B ayezid İsta n b u l’u fe tih için g eldiğinde
b u ra d a n İs ta n b u l’a geçerk en , b u ra d a b u lu n a n la r ile sav aşa n M üs­
lü m a n la rın «Biz b u n u isteriz» d e m e lerin d en g a la t o lara k Ista v riz
d en ilm iştir, d e rle rse de u zak b ir ih tim a ld ir. B u ra sı da Ü sk ü d a r m ol­
lasın a b a ğ lı b ir su b a şılık tır. B ağ ve b ah çesi çok b ir k asab a d ır. C âm ii
v a rd ır.
Kuzguncuk kasabası: B u ra d a F â tih a srın d a «K uzgun B aba» adm-،
d a b ir z â t o tu rd u ğ u için, k a sab a y a «K uzguncuk» d erler. Ü sk ü d a r ka-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESl 361

d ılığ ın a bağlı b ir su b a şılık tır. B u ra d a n N ak k aş P a şa b ah çesin i ge­


çip Ö küz lim a n ın d a n so n ra K a y a S u lta n sa ra y ı ve bağı ö n ü n d en

...
Ü sk ü d a r’a gid en b ir cadde v a rd ır.

ESKİ BİR YERLEŞME YERİ VE HER ZAMAN MÂMÛR


OLAN ÜSKÜDAR’IN CÂMİ, MEDRESE, HAN HAMAM VE
DİĞER GÖRÜLMEYE DEĞER ESERLERİ

STA N B U L, eski zam an d a E m e v ile r ve d iğ e r p a d iş a h la r ta ra fın -


d an y ed i defa k u şa tılm ıştı. B u k u ş a tm a la rın b a z ıla rın d a G a la ta ,
baz'ısm da İs ta n b u l’u n b ir k ısm ı feth e d iliy o r, b a z ıla n n d a ise h a-
ra ç a lın a ra k fe th e tm e d e n geri d ö n ü lü y o rd u . F a k a t H a z re ti P e y g a m -
b e rin h ic re tin in 245. senesinde, H e ra k l adil k ra l K o sta n tin iy e ’de ölüp
y e rin e oğlu E len i k ra l -olunca, A b b a sile rd en H a life H a ru n ü rre ş id ,
y ü z e'lli b in a sk e r ile Ü sk ü d a r’d an g eçerek İs ta n b u l'u k u ş a ttı. So-
n u n d a «F etihsiz dö n m ek ay ıp tır» diye bi.r sığ ır d erisi b ü y ü k lü ğ ü n d e
y e r alıp, S iliv rik a p ısı y a k ın ın d a K oca M u sta fa P a şa C âm ii y e rin d e
b ir k a le ile b ir M ü slü m an m ah a lle si y a p tı ve k ale İçine b in k a d a r
'm u h a fız k o y a ra k h e r sene k â fird e n elli b in a ltın h a ra ç a lm a k ü z e re
üç y ıllık p eşin h a ra ç alıp B a ğ d a d 'a döndü. S o n ra k â fir E len i isy a n
e d e re k M ü slü m a n la rın hep sin i şeh id e tti. B u s ıra d a S ey id B a tta l G a-
zi üç b in k a d a r b a h a d ırla riy le Ü sk ü d a r'd a p u su d a olup, k â fird e n ga-
n im e t ve h a ra ç ald.ığından ü z e rle rin e m u sa lla t olm azdı. L â k in G a-
zi B a tta l İsta n b u l'd a k i M ü slü m a n la rın böyle to p ta n şeh id ed ild ik le-
r in i d u y u n ca, İçine g a y re t a te şi d ü şü p h e m e n 0 a n d a K u zg u n ca,
‫ ؟‬en k ilise şe h irle rin i ve K a rta l, D a n c a k a sa b a la rım y a ğ m a e d e re k
ele g eçird iğ i üç b in k a d a r k im sey i k ılıç ta n g eçirir. A lm ış o ld u ğ u
g a n im e tle rle d o ğ dugu y e r olan M a la ty a şe h rin e gelir. O ra d a n B ağ-
d a d 'a ^ d e r k e n , H a ru ııü rre ş id ’e İsta n b u l'd a k i M ü slü m a n la rın p e ri-
şa n h â lin i b ir b ir a n la tır. H a life d e h şetli şekilde k ıza rak , ik i y ü z
b in a sk e r ile gelip, İs ta n b u l'u te k r a r k u şa tır, ü ç g ü n s a v a şıla ra k on
sekiz b in k â fir k ılıç ta n g eçirilir, y irm i b in k a d a r d a e s ir a lın ır. T ek -
f u r ad li k ra l d a b ag il o la ra k H a ru n ü rre ş id ’in h u z u ru n a g e tirile re k
lıa lifen in e m ri ile A y aso fy a ça n lığ m a asılır. S ay ışız g a n im e t a lm a -
ra k evvelce y a p ıla n k a le y e on b in m u h a fız b ıra k ılıp B a ğ d a d 'a geli-
n ir.
S e y id B a tta l G azi —ki m iib â re k isim le ri H ü se y in G azi o ğlu Ca-
fe r ’d ir— Ü sk ü d a r'd a d en iz k ıy ısın d a K ız k u le sin e k a rşı b ir tep e üze-
362 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

rin e ç a d ırla rın ı k u ru p o rad a m u h afız k a lır. Y edi sene m ü d d e tle sa­
v a şm a d a n o tu ru p , o ra la rd a b ağ v e b a h ç ele r y e tiş tirir. Ş im di o b ağ ­
la r a B a tta l b a ğ la rı, Âl-i B a h â d ır b a ğ la rı, G azi k ö y ü b a ğ la rı d e rle r.
Y an lış o la ra k K a d ık ö y ü b ağ ı d iy o rla r. İşte b u y ed i sene z a rfın d a
ilk o la ra k Ü sk ü d a r’ı ve K a d ık ö y ü ’n ü B a tta l G azi im â r e tm iştir.
S o n ra la rı B a tta l G azi Ş am se fe rin e m e m u r olunca, «K anator»
d e n ile n k ra l K a d ık ö y ü ’ne sağlam b ir k ale y a p tırm ış tır ki, h â lâ b u
h a k irin b a ğ ı için d e b u rç la rın ın te m e lle ri g ö rü n ü r. S o n ra Ü sk ü d a r’ın
k a ra ta r a fın a t â Ç am lıca’y a b a k a r b ir h e n d e k a ç tırır. T o p ra ğ ın ı iç
ta ra fın a sed y a p a ra k k a p ı y e rle ri b ıra k ır. Ç am lıca dağı ü z e rin e de
b ir k a ra k o l kulesi, T o y g a rte p e si’nde, Y assıtep e’de, P iy â le P a şa te p e ­
sin d e v e d a h a b a şk a on ik i y e rd e b ü y ü k k a ra k o lla r y a p a r. Ü sk ü d a r’­
ın d ö rt ta r a fın a k ırk b in k%dar m u h a fız ta y in eder. Ü sk ü d a r’ı b u
şek ild e m u h a fa z a a ltın a a ld ık ta n sonra, B a tta l G azi’n in k o rk u su n ­
d a n d en iz ü z e rin d e b ü y ü k b ir k u le y a p tıra ra k Ü sk ü d a r T e k fu ru n u n
k ızın ı v e d iğ e r k ıy m e tli ve lü z u m lu eşy asın ı için e k o y d u ru r. O k u ­
ley e de «P irgos T iskuris» d e rle r ki, T ü rk çesi K ızk u lesi d e m e k tir.
B u sıra d a B a tta l G azi Ş am fe th in i b itire re k Ü sk ü d a r’ın böyle
ta h k im ed ild iğ in i işitin ce, y a n ın a ald ığ ı y ed i y ü z se rd e n g e ç ti gazi
ile gelip Ü s k ü d a r’ı b a sar. O ra d a n k a y ık ile K ız k u le si’n e g eçerek k r a ­
lın k ızın ı, h âz in e sin i ve d iğ e r e şy a la rın ı a lıp Ü sk ü d a r’a gelir. V e o ra ­
d a Ü s k ü d a r b ah çesi y e rin d e ik i re k ’a t n a m a z k ılıp: «Îlâhî! B u y e ri,
M u h a m m e d ü m m e tin e n asib e t ki, m a m û r olsun!» diye d u â ve n iy az
eder. S o n ra Ü sk ü d a r’a d o k u n m ay a rak , g a n im e tle rin i alıp M ed ay in
şe h rin e d o ğ ru yola çık ar. S o n ra B a tta l G azi’n in a y a ğ ın ın b e re k e ti
o la ra k K a n a to r k ra lı Ü sk ü d a r’ı öyle im â r e tm iş tir ki, san k i b ir cen ­
n e t b a h çesin e b e n z em iştir. F e tih te n so n ra F â tih z a m a n ın d a da im â r
e d ilm iştir. F a k a t asıl i m â n K a n u n î S u lta n S ü le y m a n z a m a n ın a r a s t­
la r. B a tta l G azi’n in d u â sın m b e re k e ti ile g ü n ü m ü zd e de im â n de­
v a m e tm e k te d ir. Ş im di m e rh u m D ö rd ü n cü M u ra d H â n zam an ın ın
k a y ıtla n n a göre, Ü sk ü d ar, yedi d ağ ın d e re ve tep esi ü z e rin e k u ru l­
m u ş d o k u z b in k a d a r bağlı, b ah çeli, y a lılı e v le r ve d iğ e r im â re tle rle
sü slü b ü y ü k b ir şe h ird ir. A sıl ism i «E sk id ar» d ır ki, y a n lış o lara k Ü s­
k ü d a r adı ile m e şh u r o lm u ştu r. E sk id a r d en m esin e de B a tta l G azi’­
n in Ü s k ü d a r b ah çesi y a n ın d a , H a ru n ü rre ş id ’in ç a d m önünde, y a p ­
tır a r a k o tu rd u ğ u y e r sebep o lm u ştu r.
Ü s k ü d a r to p ra ğ ı m u k ad d e s to p ra k olup b ü tü n A nadolu, A rap
A cem , H in d v e S in d ü lk e le rin in geçid idir. B u y ü z d e n geniş b ir lim a ­
n a sa h ip b ü y ü k b ir şe h ird ir. İsta n b u l’d an altı m ild ir. K a ra d e n iz ’in
a k ın tıs ı şid d e tli o ld u ğ u n d an , k a y ık la r önce B e şik ta ş d e n ile n y e re va-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 363

n r ٠ o rad a n d a Ü sk ü d a r’a g eçerler. B u y ü z d e n m esafe dokuz m ile çı­


k a r. S a ra y b u rn u ’n d a n E y ü b ise on m ild ir ve d e n iz in de a k ın tıs ı y o k ­
tu r. F a k a t Ü sk ü d a r’a geçm ek çok zo rd u r. B ilh assa lodos h a v a d a n çe­
k in m e k g e re k ir. Ş e h ird e y e tm iş İslâ m m ah allesi, on b ir R u m v e E r ­
m en i, b ir de Y a h u d i m ah a lle si v a rd ır. F re n k y o k tu r. Ş e h rin e tr a fın ­
da kale d a h i y o k tu r. Ş e h ri Ş e y h ü lislâm ta ra fın d a n tâ y in ed ilen beş
y ü z akçe p â y e li b ir m olla id a re eder. M o llan ın e m rin d e y ü z a d a m ı
v a rd ır. B ü tü n e y â le ti k ö y lerd ir. B eş n â ib i v a rd ır. S e n e lik g e liri k ırk
b in k u ru ş tu r. İçin d e y e n iç e ri o cağ ın d an b ir oda olup, çarşı için d e
y e n iç e ri ile k o llu k b ek ler. S ip a h i K e th ü d â vekili, cebeci ve to p ç u
ocağı ih tiy a r la n v a rd ır. Â yân ve eşrâfı, u le m â ve sâ lih le ri, b ü y ü k
şe y h le ri p e k ç o k tu r. A m m a fe tv â sa h ib i olan Ş e y h ü lislâ m ’ı İs ta n b u l’­
d a d ır. Ü sk ü d a r’d a n a k ib ’ü l e şra f k a y m a k a m ı v a rd ır. S u b aşısı, a ltı y ü z
m ü te v e llisi v a rd ır ki, b ü y ü k v a k ıf la n id a re e d e rler. İçin d e, b ü y ü k
h a n e d â n la n n e n seçm esi S a lac a k ’ta A yşe S u lta n saray ı, A tik V alid e
S u lta n sa ra y ı, H an z â d e S u lta n sa ra y ı, D o ğ a n c ıla r y a k ın ın d a H acı
P a şa sa ra y ı, A rslan A ğ a sa ra y ı ve d a h a nice b ü y ü k ve m u n ta z a m
s a ra y la r v a rd ır ki y azılm ası u san ç v e rir.

MÜBÂREK CÂMİLERİ
Mihrimah S u lta n Camii: İsk ele b a şın d a d ır. B u câm ii S u lta n S ü ­
le y m a n 954 ta rih in d e y ap tıraıaK , se v âb m ı kızı S u lta n m e rh u m u n r u ­
h u n a h ed iy e e tm iştir.

Ş ek illeri: D eniz k ıy ısın d a olup, a v lu su n a iki ta r a fta n ta ş m e rd i­


v e n le çık ılır. O rta sın d a ç ın a rla rla sü slü y e rle r olup, d ışın d a y a n so­
f a la rı ü z e re d ire k le rle y ap ılm ış b ü y ü k b ir k u b b e si v a rd ır. T ek şere-
feli ik i de m in a re si v a rd ır.

O rta V alid e S u lta n C âm ii: A tp a z a n y a k ın ın d a tâ r ifi im k â n sız


b ü y ü k b ir h a y ırd ır. Ü çü n cü M u ra d ’m a n n e si y a p tırm ıştır. B ir b a y ır
ü z e rin d e sa n k i n u rd a n b ir k u b b ed ir. Ü ç ta r a fın d a c e m a a t v e k a n d il
ta b a k a la rı v a rd ır B u câm id e de çeşitli b illû r cam ve p e n c e re le r v a r ­
d ır. C âm iin y a n k u b b e le ri de v a rd ır. H ele b ü y ü k k u b b esi çok y ü k ­
se k tir. D ış a v lu su n d a ç ın a r v e ıh la m u r a ğ a ç la n v a rd ır. S a ğ v e so­
lu n d a b ire r şerefeli, ince, u z u n ik i m in a re si v a rd ır. B in a la n b a ş ta n ­
b aşa m av i k u rşu n ile k a p lı olup, M im a r S in a n ’ın y a p tığ ı sağ lam b i­
n a la rd a n d ır.

Kösem Valide Sultan Câmii: B u K ösem , S u lta n A h m ed H â n ’ın


h a n ım ı, O sm an H â n ’ın, Ü çü n cü M u ra d ile İb ra h im H â n ’ın an n ele-
364 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

rid ir. S u lta n A h m e d ’d en b e ri y ed i p a d işa h z a m a n ın d a söz sah ib i ol­


m u ş, b u câm ii h a y a tla rın d a b izz a t k e n d ile ri için y a p tırm ışla rd ır. B ir
b a y ır ü z e rin d e, h a v a d a r b ir y e rd e , b ü y ü k k u b b eli, dış sofalı, av lu lu ,
m in a re li, a y d ın lık b ir cam id ir. K ıb le k ap ısı ü z e rin d e k i ta rih i şu d u r:

T a m am o lu n ca dedi h im m e tiy le tâ rih in i H â tif


B u câm id e olan tâ a t ola m ak b û l-û sü b h a n

S u lta n A h m ed C âm ii: H ü n k â r bah çesi y a k ın ın d a T a z ıc ıla r için ­


d ed ir. B ir m in a re li, eski ta rz b ir câm idir.
S u lta n D ö rd ü n cü M u ra d C âm ii: H ü n k â r b ah çesi k e n a rın d a alçak
m in a re li b ir h ü n k â r câm iid ir. H e rk e s girem ez. B irin ci S elim Câm ii:
F e n e rb a h ç e sin d e b ir h âs câm id ir. H a lk için değildir. F a k a t güzel b ir
c âm id ir. S u lta n D ö rd ü n c ü M u ra d C âm ii: Ç am lıca b ah ç esin d e y ap ısı
sağlam , h u sû si b ir câm id ir. Ü sk ü d a rî M a h m u d E fen d i C âm ii: Ş e h ir
için d e d ir. A rsla n a ğ a C âm ii, Ş em si P a şa C âm ii, deniz k ıy ısın d a k ü ­
ç ü k b ir câm id ir. O k a d a r güzel y a p ılm ış tır ki, g e rid e n gören sü slü
b ir köşk sa n ır. M im a r S in a n ta ra fın d a n y a p ılm ıştır. M escid lerin d en
H acı P a ş a M escidi, e n seçm esidir.
M ed reseleri: M ih rim a h S u lta n M edresesi, O rta V alide S u lta n
M edresesi, Y eni V alide M edresesi ve Ş em si P a şa M ed resesid ir ki,
b u n la r h e p M im a r S in a n y a p ısıd ır. B ir de K elim e H a tu n M edresesi
v a rd ır.
D â rû lk u rrâ la n : V alide D â rû lk u rrâ sı, E sm îh a n D â rû lk u rrâ sı,
Ş em si P a ş a D â rû lk u rrâ s ı ve T ü rb esi, H acı P a ş a D â rû lk u rrâ s ı ve T ü r­
besi. B u n la r h e p M im a r S in a n eserid ir.

İm â re tle ri: tsk e le b aşın d a, M ih rim a h S u lta n îm â re ti, y ıl bo y u n ca


s a b a h v e akşam , gelene ve gidene, s a ra y la rd a k a la n la ra h e r g ü n iki
d e fa b ire r b a k ır sin i ile h e rk e se b ire r ta s b u ğ d a y çorbası, b ir e r ek­
m ek v e h e r gece b ire r m u m ve h e r a t b a şın a b ir yem sad ak ası v a r ­
d ır. Üç g ü n d e n fazla m isa fir o la n la ra verilm ez. V a k fed en in ş a rtı böy-
led ir. O rta V alide îm â re ti: B u da ev v elk i te r tip ü z e re olup, cum a
g eceleri zerdesi, p ila v ı v a rd ır. G enç, yaşlı, fak ir, genç fa rk ı gözetil­
m ed en h e rk e se v e rilir. C âm ide g ö rev y a p a n sekiz yü z a d am d a n z ık -
l a n n ı g elip b u ra d a n a lırla r. B ü y ü k b ir v a k ıftır. Y en i V alide İm a re ­
ti: B u d a önceki h a y ra tla r gibi olu p b e lk i d a h a fa z lad ır. S a lâ tîn b a h ­
çesi ö n ü n d e d ü şk ü n le re , fa k irle re ve d iğ e r m isa firle re n im e tle ri bol­
d u r. Ü sk ü d a r’d a im â re t y e ri on b ir y e rd e d ir. E ğ e r h e rb irin i a y rı a y ­
r ı y azsak u zar. O v a k it se y â h a tn â m e m iz b i r z iy â fe tn â m e olur.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 365

G önlü y a ra lı, şan lı d e rv işle rin te k k e le rin in v a s ıfla n : Ü sk ü d a r’d a


k ırk yed i k a d a r te k k e v a rd ır. H a z re ti M ah m u d E fen d i T ekkesi: H a l­
v e ti ta rik a tın ın yegâne tek k e sid ir. G ece ve g ü n d ü z üç y ü z k a d a r
fu k a râ sı A llah ’ı z ik r ile m eşg u lle rd ir. H e r b irin in b ir köşede h ü c ­
resi v a rd ır. C u m a n a m a z ın d a n so n ra öyle s u lta n î te v h id o lu r ki, d u ­
y a n â şık la r k e n d in d e n geçer. A b d ü lk a d ir C ey lân î T ekkesi: B u d a
d iğ e r te k k e gibidir. D u tcu zâd e T ekkesi: B u da H a lv e ti tek k e sid ir.
K a ra c a A h m ed S u lta n T ekkesi: M ezarlık için d ed ir. H a c ı B ek taş-ı
V elî tek k esi: K a y a S u lta n y alısı d ibinde, Ö küz lim an ın d a , k ü ç ü k b ir
d e rv işle r sığ ın ağ ıd ır. M isk in le r T ekkesi: Ş e h ir dışında, a n a cadde
ü z e rin d e b ir tek k e d ir. B ü tü n m isk in le r b u ra d a k a lırla r ve s a d a k a ­
la rla geçin irler. Ş e h ir için d e b ir m isk in in v a rlığ ı h a b e r olu rsa, d e r­
h a l a m a n v e rm e y ip te k k e le rin e g e tirirle r, iste rs e â y a n ve e ş ra fta n
olsun, hiç d in lem ezler. E lle rin d e k i P a d işa h e m rin e d a y a n a ra k zo rla
alıp te k k e y e g ö tü rü rle r. Ç ü n k ü cüzzam h a sta lığ ı b u laşıcı old u ğ u için,
şeh ird e d u rm a sı y a sa k tır. B u y ü z d e n h e r şe h rin d ışın d a a y rıc a m is-
k in h â n e le r v a rd ır ki, c ü z za m lıla r kim se ile g ö rü ştü rü lm ez, te c r it ed i­
lirle r. F a k a t A ra b ista n v e M ısır’d a cüzzam lı a d am g a y e t ço k tu r. «K a­
ba’ illetid ir» diye eli, a y ağ ı d ö k ü lm ü ş a d a m la r ile b ir y e rd e y iy ip ,
y a tıp k a lk a rla r. A lla h ’ın h ik m e ti, n esild en nesile geçip to ru n la rın ın
bile kaş ve k irp ik le ri d ö külür.
H a m a m ları: isk e le ç a rşısın d a S u lta n H a m a m ı v a rd ır. Ç arşı için ­
de Ç arşı H am am ı: Son d erece fe ra h , h a v a sı hoş, y ap ısı güzel b ir h a ­
m am d ır. S evim li, d ilb er, tem iz d e llâ k la rı ve m av i p e şte m a lla rı v a r ­
d ır. A tp a z a rı y a k ın ın d a O rta V alide H am am ı, gönül açıcı m ü b â re k
b ir h a m a m d ır. B ü tü n h a lv e tle ri tem izd ir. K ösem V alide H am am ı,
h ep sin d e n so n ra y a p ıld ığ ı için g ö rü lm ey e d e ğ e r y a p ılışta , güzel b ir
h am am , hoş g ö rü n ü şlü b in ad ır. Ü sk ü d a r’d a değil, İs ta n b u l’d a bile
b e n z eri y o k tu r. C inci H oca S a ra y ı y a k ın ın d a C inci H am am ı: Â l-ı h a ­
y a ta b e n z e r su y u olan lâ tif b ir h a m a m d ır... V e sa ire ... B u h a m a m ­
la rd a n b aşk a şeh ird e sekiz yü z k a d a r s a ra y h a m a m la rı v a rd ır ki,
b azısın a m a h a lle h a lk ı çoluk ço cu k larıy le g irip safâ ed erler.

K e rv a n sa ra y la rı: O n b ir k a d a r m isa firh a n e le ri v a rd ır. B irisi isk e­


le b a şın d a k i c â m iin ik i ta ra fın d a , deniz k ıy ısın d a y ü z ocaklı, y ü z e r
a t a lır ta v la sı olan k e rv a n s a ra y d ır ki, sağlam b ir k aley e b en zer. B aş­
ta n b a şa k u rşu n la k ap lı, gelip g eçen in serb estçe k alab ild iğ i b ir y e r ­
dir. M ih rim a h S u lta n ın h a y ra tıd ır. O rta V alide K e rv a n sa ra y ı: B u
k e rv a n s a ra y da câm ii ve im â re ti y a k ın ın d a d ır. Y ü z e r ocaklı, b in e r
b e y g ir a lır m isa firh â n e d ir. A y n c a develiği de v a rd ır. K ösem V ali-
366 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

de S u lta n M isafirh ân esi: A y a n ın ve b ü y ü k le rin h izm e tin e tah sis


ed ilm iş m â m û r b ir y ü k se k sa ra y d ır. H â lâ için d e k e th ü d a A rsla n A ğa
o tu rm a k ta idi. B ild iğ im iz h a n la r b u n la rd ır.

S a ra y la r: K oca M eh m ed P a ş a sa ra y ı: B u P a ş a S ü le y m a n H a n ın
v e z irid ir. S a ra y , M im a r S in a n y a p ısıd ır. D o ğ a n c ıla r S a ray ı, P iy â le
P a ş a Y alısı, M im a r S in a n y a p ısıd ır. .
K a ra v e deniz tü c c a rla rı v e c ih a n se y y a h la rı h a n la rı: H ep ı beş-
y ü z k a d a r h a n d ır. A m m a k u rşu n lu değil. H e r b iri k ırk a r, e llişe r ocaklı
h a n la rd ır. B azı sen e üç a y d a b ir, u lû fe için sip â h i tâ ife si gelip o tu ­
r u rla r. F a k a t h e p sin in k a p ıla rın d a z in c irle r ç e k ilm iştir. H e r b irisi­
n in h a n c ıla rı ٠ve k a p ıc ıla rı v a rd ır.
S e b ilh a n e le r: S u su z la r için a ltı ta n e sebil v a rd ır.
Ç eşm eler: Ü sk ü d a r çeşm esi: M ükellef, b ü y ü k b ir h a y ır eserid ir.
K a r a M u sta fa P a ş a çeşm esi: C u m a p a z a rı içinde, y e n iç e ri k u llu ğ u
y a n ın d a d ır. T a rih i:
« M ahallinde y a p ıld ı çeşm e-i âb-ı hayat-efzâ»
S u lta n çarşısı d ü k k â n la rın ın v a sıfla rı: H ep si ik i b in a ltm ış d ü k ­
k â n d ır. B e d e sta n ı y o k tu r. B u n u n la b e ra b e r, b ü tü n k ıy m e tli e şy a b u ­
lu n u r. Ç ü n k ü b u ra d a çeşitli s a n a tk â rla r v a rd ır. T e rtip li, h e r esnafa
a it çarşısı y o k tu r. B ü tü n s a n a tk â rla r k a rışık o lara k b ir a ra d a b u lu ­
n u r. H a tta d eb b ağ h ân esi b ile ik i y e rd e d ir.
D ö rt b in k a d a r ü z ü m b a ğ la rı, üç y ü z a d e t gül bahçesi v a rd ır ki,
h e rb irin d e b in le rc e re n k ve ç e şitte ç iç e k le r y e tişir. K o k u su n d a n in ­
sa n sarh o ş olur.
Ü sk ü d a r m e sire le rin in v a s ıfla n : Ş e h rin h e r y e ri m esire ve ge­
z in ti y e rid ir. P â d işâ h la ra m ah su s b a h ç e le r c e n n e t g ib id ir. B ire r ve­
sile ile gezilse, h e rb iri b ire r se y ir y e ri v e d ü n y a n ın y a rısı o la ra k gö­
rü lü r. B ü y ü k Ç am lıca M esiresi: G ö k lere b a şk a ld ırm ış y ü k se k b ir d a ­
ğ ın tâ te p e sin d e b ir te k k e idi. O ra d a P a d işa h ım ız k e n d ile ri için «Ci­
h a n bağı» ad ı ile y ü k se k b ir b a h çe y a p tırd ı ki, o rad ak i köşk için h a ­
k irin y azd ığ ı ta r ih şu d u r:
«D edim E v liy â b u k â h a ta rih ,
M ü b â re k ola k a s rın pâdişâhım .»
K ü ç ü k Ç am h ca M esiresi: B ü y ü k Ç am lıca’n ın b ira z aşağısında, çi­
m en lik , ç ın a r a ğ a ç la n ile süslü, a v y e ri o lan b ir v â d id ir. K alam ış-
b u m u M esiresi: K a d ık ö y b a ğ la rı ile F e n e rb a h ç e a ra sın d a b ir körfez
içinde, beyaz, k u m sal b ir d en izd ir. B ü tü n güzeller, sa d ık â şık la r ora-
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 367

d a deniz m ele k le ri gibi k a d ın ve e rk e k m e le k le r y ü z e rle r. K a d ık ö y


B a ğ la rı g ezin ti y e ri, H a y d a r P a şa B ağı, Â l-i b a h â d ır B a ğ la n , S ecah
B a ğ la rı h ep em salsizdir. P iy â le P a ş a H a v u z u , K a y a S u lta n b a h ç e ­
sin d e denize b a k a n b ir te p e ü z e rin d ed ir. U fak b ir köşkü, b ü y ü k b ir
h a v u z u v a r. İçin d e k ay ığ ı ve b ü y ü k b a lık la rı v a rd ır.
D o ğ an cılar m ey d an ı: P â d işâ h la r Ü sk ü d a r’a g e ç tik le ri v a k it, b ü ­
tü n d o ğ a n c ılar (av k u şu b esley en ler) b u ra y a göçerler. B ü y ü k b ir iş-
y e rid ir. K ız K ulesi: D eniz içinde, k a ra d a n b ir ok a tım ı u z a k lık ta ,
d ö rt köşe, sa n atlı, y ü k se k b ir k u led ir. Y üksekliği ta m seksen z ira ’-
dır. Ç evresi ik i yü z a d ım d ır. İk i ta r a fı g ö ren b ir d e m ir k a p ısı v a r ­
dır. Y edi k a t o d aları, y a ğ m u rd a n to p lan m ış âb-ı h a y a t g ib ; sa rn ıç
su y u v a rd ır. B ekçisi Ç elebi H oca ve yü z k a d a r n e fe ri ve d en iz k ı­
y ısın d a ... (K ita b ın ely azm ası n ü sh a sın d a b irk a ç s a tır b o ştu r.) y ed i
b a şlı e jd e r gibi k ırk a d e t b aly em ez to p la n , m azg al d e lik le ri v e m ü ­
k em m el ceb h ân e v a rd ır. S a lac a k D enizi M esiresi: B u n d a d ah i b ü tü n
g ü z e ller te m m u z a y ın d a denize g ire rle r.
Ş em si P a şa g e z in ti y e ri: B u ra y a da b ü tü n â şık la r ik in d id e n so n ra
g e le rek gelip geçen k a y ık la n s e y re d e r ve h a v a a lırla r. S a n K a d ı M e­
siresi: B ü y ü k b ir z iy a re t y e rid ir. K ay ış P ı n a n M esiresi: A ğ açlık iç in ­
de b ir ta tlı su d u r. A lem d ağ ı M esire ve a v y e ri: A caip a v âlem i olur.
M ahalle isim le ri ve h a lk ın y a p tığ ı işler: Ü sk ü d a r h a lk ı b irk a ç
sın ıftır. B ir b ö lü m ü a sk e r sın ıfın ın ile ri g e le n le rid ir ki, k ıy m e tli, çe­
şitli k u m a şla rd a n y a p ılm ış elbise g iy erler. B ir kısm ı u le m â ve sa-
lih le rd ir. B ir k ısm ı fa k irliğ e k a n a a t etm iş Ç isû d a r M eh m ed E fen d i
fa k irle rid ir ki, s a y ıla n p e k ço k tu r. B ir fırk a sı gem ici ve k a y ık ç ıla r­
d ır. B ir fırk a sı d a sa n a tk â rla rd ır. B u sın ıfın e lb ise le ri k u d re tle rin e
göre k ap am a, h a v m a d o lam a ve ferâced ir. B u h a lk ın çoğu A n ad o lu
ta ra fın d a n gelm e ve lis a n la n T ü rk ç ed ir. İç le rin d e gönül ehli, fasih,
âlim ve şâ ir o lan la rı v a rd ır. T eb riz şe h rin d e n g e le n le r a ra sın d a ise
— adı geçen şe h rin su ve h a v a sın ın g ü zelliğ in d en dolayı— Ü s k ü d a r’­
d a eşi b u lu n m a y a n b irço k g ü z e ller v a rd ır. Y iy ecek leri a ra sın d a has
ve beyaz pidesi v e k erd esi, ta n d ır kebabı, k ay m ağ ı, h o ra üzüm ü , k a ­
ra n filli ü zü m şe rb e ti m e şh u rd u r.

B Ü Y Ü K VELÎLERİN, ŞEREFLİ ŞEYHLERİN


VE MUHTEREM ÂLİMLERİN MEZARLARI
H a z ret-i Şûca١ B aba: B a tta l G azi’n in a rk a d a şla rın d a n k e râ m e t sa­
hibi, b ü y ü k b ir z â ttır. B ağ ç a p a la r ik en , y ıla n z e h irle y ip ö lm ü ştü r.
Mezarı Şûca’ b a ğ la n için d ed ir. A su m ân î D ede m ezarı: T a rik a t ehli,
368 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

m eczu b b ir k im se im iş. H e r z a m a n g ökyüzüne b a k ıp söylenir, çe şit­


li o la y la rın m ey d a n a geleceğini h a b e r v e rirm iş. S elim H an , İ ra n se­
fe rin e ç ık a rk en : «Y ürü Selim ! İsm a ilî g a v rin e var!» b u y u ru rla r. H a ­
k ik a te n S elim H a n , Ş a h İsm a il’i Ç ıld ır sa h ra sın d a b o z a ra k ask erin i
k ılıç ta n g e ç ird ik te n sonra, G a v rî ü z e rin e g id erek o n u n dahi g a v rin e
e rip M ısır’ı feth e d e r. A su m â n î D ede H a z re tle rin in in ci ta n e si söz­
le ri d o ğ ru çık ar. K e n d ile ri K a ra c a A h m ed S u lta n T ekkesi y a n ın d a
b ilin e n k a b rin d e y a ta r. K u tu b la r k u tb u , Ş ey h H a z re ti M a h m u d E fen ­
d i T ü rb esi: H e rk e s ta ra fın d a n z iy a re t ed ilir. M ezarı k e n d i tek k e sin -
d ed ir. V eysî ta ra fın d a n v e fâ tı için söylenen ta rih :

V eysî ki o lm u ştu r lu g az d a bî-edeb,


T ây în -i sâl-i fe v tin e t â r i h ti r gazel. S ene 1037.
A llah ’ın h ik m e ti, şa irle r S u lta n ı V eysî E fendi, M ah m u d E fe n ­
d iy e in a n a n la rd a n o ld u ğ u için, se n en in b a şın d a M a h m u d E fen d i ve-
f â t ed ip b irk a ç a y so n ra da V eysî E fen d i v e fâ t e ttiğ in d e n , M a h m u d
E fen d i için y azd ığ ı ta r ih k e n d isin e de ta r ih o lm u ştu r. M erh u m M ah ­
m u d E fen d i H a z re tle ri A n ad o lu ’d a S iv rih isa r k a sab a sın d a siv rilip
m ey d a n a gelm iş, u lem â ve m ü d e rris sın ıfı a ra sın a girm iş, so n ra la rı
k a d ılık m esleğ in e g irm iştir. B ir gece rü y a âlem in d e c eh en n em a te ş­
le rin i se y re tm iş, k o rk u için d e u y a n d ığ m d a b ü tü n m a lın ı d a ğ ıta ra k ٠

B u rs a ’d a Ü ftâd e E fe n d id e n feyz a lm ıştır. A dı geçen şe y h te n ta r ik a ­


tın b ü tü n s ırla rın ı ö ğ re n e re k şe y h lik seccadesine o tu rm a k la g ö rev ­
len d irilm iş, so n ra Ü sk ü d a r’d a b ir ev a la ra k y a şam a y a b aşlam ıştır.
S özün k ısası, yedi p a d işa h elin i ö p m ü şlerd ir. S u lta n A h m ed H an,
a tın ın y a n ın d a y a y a y ü rü m ü şle rd ir. Y üz y e tm iş b in m ü rid e izin v e r­
m iştir. O a srın k u tb u , h a k ik a t s ırla rın a ulaşm ış, m a rife t çeşm esinin
b aşı, m ü ca h e d e m ih ra b ın ın ışığı ve m ü şa h e d e e h lin in gören gözü
id iler. V a s ıfla n sa y ıla m a y a ca k k a d a r çok, y a p tık la rı h a y ır işle ri b in ­
d en fazlad ır. T a sa v v u fa a it y ü z cildlik e serleri, İlâhî b e y itle ri v a rd ır.
«Hûdai» m a h la sın ı k u lla n ırla r. A lla h ’a ham d o lsu n , b u h a k îre so h b e t­
le ri ile şe re fle n m e k n a sib o lm u ştu r. B eni h ırk a sın ın eteğ i ile ö rte ­
rek , «M ânevi ev lâd ım ız olsun» d em işlerd ir. S ay ısız v aaz ve n a s ih a t­
le rin d e b u lu n u p , m ü b a re k e lle rin i ö p erek m u ra d ım a erd iğ im için if­
tih a r ed erim . M ev lan â M ehm ed E m in: B e d re d d in z â d e ad ı ile ta n ın ­
m ıştır. Ş irv a n to p ra ğ ın d a , Ş em ah i k alesin d e d o ğ m u ştu r. Ü sk ü d a r’­
d a K a ra c a A h m e d S u lta n T ek k esi c iv a n n d a y a tm a k ta olup, m ez a r
ta ş ın d a Ş a h â b î E fen d i ta ra fın d a n y a z ıla n ölüm ta r ih i şu d u r: «Men-
zil-i fî h a y a tu llâ h » S en e 1036. M a a rif d en izin in tek i, m ân â m ah z e ­
n i b ir Ş irv a n lı idi. K o n ra p a lı H a y re d d in E fendi: H alim ve selim
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 369

b ir z â t idi. B u n la rın d ışın d a d a h a b in lercesi v a r, fa k a t b ild iğ im iz


b u n la rd ır.
K ad ık ö y im a re ti: İsta n b u l T e k fu ru K ra l K a ııa to r, S ey id B a tta l
G azi’n in k o rk u su n d a n , b u a d a y a k a le ve b ü y ü k k ilise le r y a p tırıp
b irç o k a d a m la rla ta k v iy e e tti. S o n ra F â tih H a z re tle ri k alesin i y ık ıp
şe h rin i d â rû ssa â d e a ğ a la rın a h âs y a p tı. H â lâ sekiz y ü z ev, b ir m a ­
h alle M üslüm an, yedi m ah alle de R u m v a rd ır. A ltı y ü z b a ğ v a rd ır.
D eniz k ıy ısın d a y e ld e ğ irm e n le ri v a rd ır. T erzi M u sta fa A ğa Y alısı
h e p sin d e n güzeldir. Ç arşısı için d e b ir m in a re li, d ö rt köşe, k ire m itli
b ir câm ii v a rd ır. C âm ii, d a rü ssa â d e a ğ a la rın d a n O sm an A ğ a ta r a fın ­
dan y a p tırılm ıştır. K ıble k apısı ü z e rin d ek i ta r ih i şu d u r:

N âm -ı p âk -ı b â n î-i h a y râ ta â sâ rı ta m a m ,
D e d ile r tâ rih in i bil câm i-i O sm andır.
B aşka câm ii y o k tu r. B ir h a m am ı, yü z d ü k k â n ı v a r. L im a n ın d a
g a y e t bol b a lık v a rd ır. A llah ’a h am d o lsu n , A nadolu ta ra fın d a K a ­
v a k b o ğ azın d an b u ra y a k a d a r dokuz a d e t k asab a fay d a lı ve özet ola­
ra k yazıldı.

İS T A N B U L ’UN DÖRT TARAFINDAKİ PADİŞAHLARA


AİT BAĞ VE BAHÇELER
E vvelâ, S a ra y b u rn u ’n d a H a z re t-i S ü le y m a n ’ın gözüne ilişen h âs
bahçe. B u b a h ç en in d ü n y a d a b ir b e n z eri d a h a y o k tu r. S ü le y m a n
k a n u n u gereği o la ra k sekiz b in b a h ç ıv a n ı v a r. B u n la r a y rı b ir o rd u ­
d u r. H aliç’in k arşısın d a T e rsâ n e B ahçesi, K a ra a ğ a ç B ahçesi: B u b a h ­
çeyi D ö rd ü n cü M eh m ed H â n y a p tırm ıştır. K â ğ ıth â n e ’de M îr-g ü n e
B ahçesi, D ö rd ü n c ü M u ra d y ap ısıd ır. H alk alı B ahçesi: S ü le y m a n H â n
M im ar S in a n ’a y a p tırm ıştır. S iy â v u ş P a şa B ahçesi, M im a r S in a n
y ap ısıd ır. F itn e k ö y B ahçesi, B ay ezid H â n y a p ısıd ır. D a v u t P a ş a B a h ­
çesi, S iliv ri B ahçesi, H a ra m id e re B ahçesi, İsk e n d e r Ç elebi B ahçesi,
S ü le y m a n H â n ta ra fın d a n M im a r S in a n ’a y a p tırılm ıştır. D olm ab ah -
çe, B ü y ü k d e re K o ru su ... A n ad o lu ta ra fın d a T o k at B ahçesi, S u lta ­
n iy e B ahçesi, Ç u b u k lu B ahçesi, K a n d illi B ahçesi, k u ru c u s u S ü le y ­
m an H ân, m im a rı M im a r S in a n ’dır. İsta v ro z B ahçesi, Ü sk ü d a r B a h ­
çesi, yapıcısı M im ar S in a n , Ç am lıca B ahçesi, D ö rd ü n cü M ehm ed t a ­
ra fın d a n y a p tırılm ış tır. F e n e r B ahçesi, M im a r S in a n yapısı, H a y ­
d a rp a şa B aheçsi, S ü le y m a n H â n ta ra fın d a n M im a r S in a n ’a y a p t ı r ı l ­
m ıştır. H epsi k ırk a y a k ın ise de. h a lk a ra sın d a m e ş h u r olan ve bil-
Evliva Çelebi I-H P : 24
370 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S Î

d ik lerim iz b u n la rd ır. H e r b irin d e yü zer, ik i y ü z e r b a h ç ıv a n v a rd ır.


İç le rin d e h ü n k â r a h ırla rı olup, h e r b irin d e b ire r ta v la k ü h e y lâ n b a ğ ­
lıd ır.

İSTANBUL İÇİNDE VE ETRAFINDA HERKESİN


ÇEKİNMEDEN GİDEBİLECEĞİ MESİRELER

Ö nce İs ta n b u l için d e k ile r: A tm ey d am , A ğ a ç a y ın , Y enibahçe, B a-


ru th â n e , V efa, B ayezid-i V elî, S ü ley m an iy e, F a tih , A tp a z a n , A ra ­
b a c ılar, S elim iye, K a d ırg a lim an ı, Ş ehzâde, Y edikule, V alide C âm ii,
A y aso fy a m e y d a n la rı ve L â n g a b u ca k , L â le z â r b a ğ la n ; E m inönü,
O d u n k ap ısı, A y azm ak ap ısı, B ü y ü k A y azm a İskelesi, E y ü b E n sâ ri
K ap ısı, K u m k ap ı, L â n g a k ap ısı m e y d a n la rı; L â n g a deniz h am am ı; Sa-
m a ty a ve D a v u d p a şa K a p ısı m e y d a n la n v a rd ır ki, b u n la rın hepsi
de İsta n b u l için d e d ir. İsta n b u l dışında, S iliv rik a p ı h a ric in d e k i «Sü­
ley m a n S ah rası» ç a y ırlık b ir y e rd e d ir. Â b-ı h a y a t gibi ak a n b ir çeş­
m esi ve b ir de y ü k se k köşkü v a rd ır. Y e n ik a p ı M ev lev ih ân e T ekkesi
m esiresi g ö rü lecek b ir y e rd ir. B a y ra m P a şa ve K asım A ğa b a ğ la n ;
T o p çu lar, O tak çılar, Y a v e d u d İskelesi, D e fte rd a r İskelesi m e y d a n ­
la r ı v a rd ır. E y ü b B ahçesi, İd ris K öşkü M eydanı, K â ğ ıth â n e y o lu n d a
C â rid M ey d an ı v a rd ır. A lib ey k ö y ü m esiresi, çim en lik , geniş b ir de­
re içinde, k ırk evli, b ir câm ili, y e tm iş sek sen k a d a r ç ın a r a ğ a ç la n
ile sü slü, g ü n g ö rm ez b ir g ezin ti y e rid ir. L â le z â r m esiresi: K â ğ ıth â ­
n e lâlesi ad ı ile m e şh u r olan çeşitli lâ le le r b u ra d a y e tişir. L âle v a k ti
b u m esire y i g ö ren in ak lı b a şın d a n gid er. îm r a h o r K a srı m esiresi:
K â ğ ıth â n e k asab ası k e n a rın d a , çim en lik b ir y erd e, ah şap v e süslü
b ir k ö şk tü r. O sm an lı P a d iş â h la n n m a tla rı b u ra d a ç a y ırla r. A h ır em i-
r i b u ra d a o tu ru r. Y e ry ü z ü n d e b e n z eri az b u lu n u r b ir g ezin ti y e ri­
d ir. S ay ısız b ü y ü k ç ın a rla r v a rd ır. B u ra d a y e tişe n ot, te rfii, yonca,
a y n k , k a ra k a rık , s a n k a r ık gibi o tla r h iç b ir y e rd e yetişm ez. M eğer
k i E rz u ru m ’da P a s in s a h ra la n n d a , M uş ovasında, S o ğ an lık v â d ile rin -
de, B ingöl o v a la rın d a , V a n ’da, S alm as ve T e rc a n sa h ra la rın d a , K ıp ­
çak ü lk esin d e y e tişe ... K ö tü rü m b ir h a y v a n o rad a qn g ü n otlasa, y a ğ ­
lı ve iri olur.

Kâğıthâne mesiresi: A ra p ve A cem , H ind, Y em en ve H abeş sey­


y a h la rı a ra sın d a b ile em sâlsiz b ir m e sire d ir. H a v a ve su y u n u n g ü ­
zelliği ta r ifle r in ü stü n d e d ir. K a ra d e n iz b oğazına y a k ın L e v e n d ç ift­
liğ i d e n ile n d e re le rd e n a k a n b ir ta tlı s u y u v a rd ır ki, b ü tü n ça m a şır
y ık a y a n la r göm lek ve sa rık la rın ı b u ra d a y ık a rla r. S a b u n sü rm e d e n
ik i y ık a m a d a tem iz le n ir. B azı H in d tü c c a rla rı m a lla rım b u K â ğ ıth â -
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 371

neye g e tirip b ir k e re su y a b a tırırla r. T em izlenm esi için, b u k âfid ir.


B u n e h rin ik i ta r a fı ç ın ar, k a v a k ve sa lk ım sö ğ ü tle rle sü slü d ü r. O tu;
yonca, te rfii, a y rık ve d a h a b u gibi şe y le rd en ib a re ttir. T a til g ü n ­
leri, k a y ık la ra b in m iş b in le rce genç ve ih tiy â r, sâ d ık âşık lar, b u
eğlence y e rin e gelip e ğ le n irle r. B a z ıla rı n e h re g irip y ü z e rler. îk i t a ­
ra fta k i a ğ a ç la rın k ö k leri su içinde b alık ağ ı gibi ö rü lm ü ştü r. B azıla­
rın ın a y a ğ ın a o k ö k ler tak ılıp , «H ay b en i d en izin „ahibi tu ttu !» d i­
ye fe ry a t e d e re k k o rk u su n d a n b o ğulur. Çok d ik k a t iste r. B in lerce
d ilb er, so yulm uş p e m b e b ad em gibi ü ry a n olan v ü c u d la rın ı m av i
ib rişim p e şta m a lla ra sa ra ra k , b a lık la r gibi su y a d a la rla r. Saz v e sö­
z ü n ü n h a d d i h esab ı y o k tu r. H ü se y in B a y k a ra so h b eti e d e rler. B u
eğlence y e rin d e bi;r oda acem i o ğlanı ile b ir acem i çorbacısı h ü k ü ­
m e t eder.
Baruthâne: B ayezid H â n y a p tırm ıştır. S o n ra S ü le y m a n H â n k â r-
g ir h a le g e tirm iş ve ü z e rin e k u rşu n k a p la m ıştır. F a k a t k u b b esi k âr-
g ir değ ildir. C ebhâne ocağında b a ru tç u b a şısı, k e th ü d a sı, ç a v u şla rı ve
ik i y ü z n e fe ri v a rd ır. B u işy e rin d e y ü z a d e t tu n ç h a v a n la r v a rd ır ki,
h e r b iri o n a r k a n ta r gelir. T ü rlü tü r lü ç a rk la rı olup, g ö rü lm ey e d e­
ğ e r şey lerd ir. N e h ir ü z e rin d e ç a rh la n v e d o lap la rı v a rd ır. N e h rin
b e n d le ri açılıp d o lap la r döndükçe, içe rd ek i ç a rk la r d a d ö n er. B u n la r,
k ırk e llişe r okkalı d e m ir d e ste le r döver. H a v a n la r için d ek i b a ru tu
döküp, b ü tü n işçiler a ğ a çla rla b a ru tu k a rış tırırla r. A lla h g ö ste rm e ­
sin, d e m ir b ir şey h a v a n a d o k u n u rsa ateş çıkıp b ü tü n işçileri E b âb il
k u şu gibi h a v a y a u ç u ru r. T eh lik eli b ir y e rd ir. S e y ri hoş d eğ ild ir.
B u ç a rk la rın v e d e ste c ile rin v u ru şu n d a n gök g ü rü ltü s ü ile şim şek
ç a k a r gibi b ir ses h â sıl o lu r ki, in sa n ın a k lı titre r . A klı olan y u k a rı­
d a n sey red ip , K â ğ ıth â n e tek k e sin d e can so h b eti eder. Ç ü n k ü b u te k ­
kede â şık la ra m ah su s sofalar, deh lizler, y e tm iş ocaklı m u tfa k ve k i­
ler, y irm i d ü k k ân , b ir fırın , b ir k a h v e h ân e , b ir câm i ve b ir de su
k u y u su v a rd ır. îk i yü z kişilik acem i o ğ lan la rı m a h z e n le rd e o tu ru rla r.
T e k k en in b in d en fazla sah an , ten c e re , kepçe, k az an gibi b a k ır k a p ­
l a n v a rd ır. îste y e n y â ra n , beş on gece m is a fir olup safa ed erler.

Kuyumcular mesiresi: B u K â ğ ıth â n e ç a y ırın d a k u y u m cu e sn a ­


fı, eski S ü le y m a n H â n k a n u n u g ereğ in ce k ırk senede b ir to p la n a ra k
so h b et ed e rler. O sm anlı D e v le ti d a h ilin d e k i b ü tü n k u y u m c u la r b u
m esire y e y a rd ım d a b u lu n u rla r. Ü çyüz kese k a d a r m a sra fı olur. On
iki b in k a d a r çeşitli m ezh eb in h a life ve p o stn işin le ri b ü y ü k b ir to p ­
lu lu k m ey d a n a g e tirirle r. B iz z at O sm anlı P â d işâ h ı d ah i g e le rek ça­
d ırın ı k u ru n ca , k u y u m c u b a şıy a on iki k eselik b ir h e d iy e v e rm e k S ü-
372 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ

leyman Hân kanunu gereğidir. Zira Süleyman Hân, şehzadeliği za­


manında Trabzon şehrinde Rum Kostantin yanında çalışarak kuyum­
culuk öğrenmiştir. Onun için, halifeliği sırasında Sakaçeşmesi ya­
kınındaki kuyumcu dükkânlarını yaptırmıştır. Kuyumcu halifelerin­
den on iki maharetli usta, önce Pâdişâhın, sonra şeyhülislâmın, son­
ra diğer büyük vezirlerin ellerini öperler. Sonra sırası ile kuyumcu-
başının, şeyhinin, nakibihin ve daha bazı pirlerin ellerini öperler.
Sonra kuyumcubaşı, cevahirle işlenmiş küçük bir okuma masası,
divit, eğer, kılıç ve hançer gibi hediyeleri padişaha sunar. Velhâsıl,
bu Kağıthane vadisinde beş altı bin çadır kurulur. Vâdi, bu yirmi
gün içinde insan denizi kesilir. Saraçlar esnafı dahi bunlar gibi yir­
mi senede bir gezinti yaparlar. Ama her sene, Şaban ayının başın­
dan sonuna kadar, İstanbullular mübârek Ramazanın yaklaşması se­
bebiyle o mübârek ayı karşılamak için, bu Kâğıthâne kazasına çadır­
lar kurarak tam bir ay «Şeb-bûk» adı ile zevk ve safa ederler.
Kağıthane’de ikiyüz kadar bağlı evler vardır. Bir de Dâye Ha-
tun’un mübârek câmii vardır. Lâtif bir hamamı ve yirmi kadar dük­
kânı vardır. Kefere zamanında, burada kağıt yapımına mahsûs kâr-
gir kubbeli «Kağıthane» varmış. Hâlâ su dolaplarının biri, Dâye Ha­
tun Camimin altında görünür. Harab ise de ufak bir tamir ile barut­
hane olması mümkündür. Bu yerde nelırin iki yakasında, tâ tahta
köprüye varıncaya kadar uzanan büyük çınarlar vardır ki, herbiri
göklere uzanmıştır.
Hindlileriıı Kalenderhâne tekkesi: Sultan İbrahim Han, İbrahim
Ethem gibi tac sahibi hükümdar olduğuna bakmayarak, çok zaman
fakirlerle beraber bu tekkede yemek yemiştir.
Emir Güne Bahçesi mesiresi: Dördüncü Murad Han Revan’ı fet­
hederek, o sırada Revan Hanı bulunan Emir Güne Yusuf Han’ı İs­
tanbul’a getirdi. Sonra, bu çimenlik yerde bir bahçe yaparak, Emir
Güne Han’a hediye etti. İbrahim Han tahta çıkınca, ileri görüşlü
bir insan olan Kara Mustafa Paşa, belki İran’a kaçar diye, Emir
Güne Ham katletti. Ondan sonra bu bahçe padişahlara tahsis edildi.
Bütün binaları İran tarzında yapılmış olup, dört duvarı billûrdan
bir de hamamı var. Bu hamam gül bahçesi içinde olup bülbüllerin,
yavrularına gıda verdikleri hamamın içinden görünür. Bu bağın dı­
şında binlerce yüksek ağaç vardır. Gölgelerinde bütün âşıklar cilve­
lenip tazelik bulurlar.
Cendereci Köyü mesiresi: Burayı köyün yerlilerinden Cendere-
cizâde yaptırdığından, bu isimle anılır. İkiyüz evli, bir camili, bir
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 373

h a m a m lı bir m esire y e rid ir. S u y u ve h a v a sı lâ tif ve sayısız gölgeli


ç ın a rla rı o lan b ir lâ le lik tir.
Ç aybaşı m esiresi: B u çay, K a ğ ıth â n e y e a k a n n e h rin b aşıd ır. Çok
ta tlı, ince b ir su d u r. B u ra d a sayısız ç im e n lik le r v a rd ır. G izlice so h ­
b e t e tm e k iste y e n n a m u s ehli k im seler, a tla r ve a ra b a la r ile gelip,
b u ra d a k i a ğ a çla rın gölgesinde y e r, içe rle r. A lib ey n e h ri de b ö y led ir.

S u k e m e rle ri m esiresi: S ü le y m a n H an , on b in kese sa rfe d ere k ,


b u ra d a n İsta n b u l’a b in gözlü k ö p rü le rle âb-ı h a y a ta b e n z e r su g e tir­
m iş tir ki, in sa n ın y ap ab ileceğ i iş değildir. B azı k e m e rie r b ir d a ğ d an
d iğ e r dağa a tla y a ra k ü ç e r k a t h a lin d e göklere y ü k se lm iş le rd ir ki,
g ö rü lm ey e değer.
S u lta n O sm an h a v u z u m esiresi: S u k e m e rle ri m esiresi y a k ın ın ­
da geniş b ir h a v u z d u r. B irçok d ağ ve b a ğ la rd a n b u ra y a to p la n a n su,
k e m e rle re d a ğ ıtılır. K e m e rle re b ek çilik ed en üç ta n e köy v a rd ır.
Y a ğ m u r selleri d a ğ la rd a n çalı ç ırp ıy ı b u h a v u z a sü rü k le y ip g e tird i­
ği v ak it, o k ö y ler h a lk ı h a v u z u te m iz le rle r. B u k e m e rle rin d ö rt t a ­
ra fın d a k i k o ru la r b a k ım lıd ır. B ü tü n â şık la r o ra d a zevk v e safâ e d e r­
ler. B ir acaib ve g a rib a ğ a ç lık tır ki, m e d h in d e dil âciz k alır.

Istra n c a d ağ ları m esiresi: B ir ucu A lm an d a ğ la rın d a son b u lan


o rm a n lık tır. B ir oda y en içeri a v c ıla rı v a rd ır. B îr de b e k ta ş ile r y e ri
v a rd ır ki, b ü tü n h izm e tç ile ri can la b a şla ç a lışırla r. B u n la r k a ra c a
ve ta h ıllı av lay ıp , p â d işâ h için p a s tırm a y a p a rla r. K a ra d e n iz B oğa-
zı’nı da k o ru rla r. İs ta n b u l’dan k a ç an köleleri y a k a la y ıp , sa h ib i ç ık a r­
sa m ü jd e sin i a la ra k v e rirle r. F a k a t b u m esire y e h e rk e s gidem ez. B a ­
zı a t y e tiştiric ile ri g id ip gezerler.

S elim H a n M an d ırası m esiresi: B irin ci S elim H a n M ısır’ı fe th e ­


dince, fil k a d a r sarı, k ırm ızı çeşit çe şit alaca sığ ırla r g e tirip b u d ağ a
k o y m u ştu r. H â lâ yeni sa ra y d a o d u n çeken a ra b a sığ ırla rı o tılard an -
d ır. B in lerce sığ ır y e tişm iştir. B u n la ra b ak a n işçilerin sayısı ik i y ü z ­
d en fazlad ır. H e r sığ ır sü rü sü n ü n b eşer o n a r sam su n cinsi kö p ek le­
r i v a rd ır ki, h e rb iri b ire r a rsla n a b e n z er k ö p e k le rd ir. H e r sığ ırın
b ir adı v ar. K ırk a r, e llişe r okka k a d a r s ü t v e rirle r. B u y e rd e de m i­
sa fire çok h ü rm e t edilir.
T erkos G ölü a v sah ası: Ş a h in p a îa y a n ile gölden ö rd ek a v la n ır.
K ite îi K öyü m esiresi, T ü rk e şe K ö y ü m esire si... K ısacası, b u İ s ta n ­
b u l’u n b a tısın d a y e tm iş p a rç a m â m u r, o rm a n lı av y eri, bağlı, b a h ­
çeli k ö y ler v a r ki, h e rb iri b ire r k asab a gibi cam ili, ç a rşılı m e sire ­
lerd ir.
374 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

Çekmece gölleri mesiresi: İs ta n b u l’da işi o lm ay an y â râ n la r, k a ­


y ık la r ile b u Ç ekm ece g ö llerin e gelip «Pisi» b a lığ ı a v la rla r. T aze t a ­
ze te re y a ğ ı ile k ız a rtıp y e rle r. H iç b ir y e rd e b u b a lığ ın b en zeri y o k ­
tu r. Y assı, y u v a rla k , beyaz, k ü çü k , b ire r ok k a a ğ ırlığ ın d a A lla h ’ın
b ir s o fra sıd ır ki, asla b a lık kok u su d u y u lm az. F a k a t, m ü b â re k h a y ­
v a n az olur. «M orina balığı» d a beş-on yılda, b ir v e y a iki ta n e b u - ٠

lu n u r. B u balık, T u n a n e h rin d e çok olur.


Okmeydam mesiresi: B u O k m e y d a n ı’nda, k â rg ir b ir sofa ü z e rin ­
de, D ö rd ü n c ü M u ra d ta ra fın d a n y a ğ m u r d u âsı için y a p tırılm ış m e r­
m e r b ir m in b e r v a rd ır. B ir o k ç u la r tek k e si b u lu n u p , b ü tü n s a n a t­
k â rla r o ra y a gezm eye g id erler. Y u k a rıd a ta rih i ve v a sıfla rı y azıl­
m ıştır.
B u ra d a K a ra d e n iz B oğazı’n a k a d a r olan sah a için d ek i y e tm iş
a d e t m esire a n la tılm ıştır. Ş im d i s ıra A n ad o lu ta ra fın a geldi:

Akbaba Sultan m esiresi: B eyaz k iraz ve k e sta n e m ev sim lerin d e,


b in le rce a ra b a la r ile safâ eh li d o stlar, çoluk ve ço cu k ların ı A k b ab a
k ö y ü n e g ö tü rü p ik i üç a y k a d a r o ra d a k e sta n e faslı y a p a rla r. İs ta n ­
b u l’d a n k a y ık ile b ir g ü n lü k m esafed ed ir. Y üz evli, b ir c e v a h ir m ih-
ra b lı câm ili, y irm i d ü k k â n iı, b ir h a m a m lı m a m û r b ir k ö ydür. A k b a ­
b a T ek k esi m â m û r b ir te k k e d ir. B azı y â râ n o rad a k a lırla r. A k b ab a
z iy a re t y e ri m e şh û rd u r.
 l-i Bahâdır mesiresi, N ih a y e t y u k a rıd a y a z ılan m esire ve pa-
Dereseki mesiresi, Alem d işah b ah çeleri, â y â n ve eşrâf, v e z ir ya-
dağı mesiresi: lıla rım n h a v a sı ve su y u , b in a la rın ın y a ­
pısı, g ö rü lm ey e d e ğ e r a v lu la rı ve b ir ­
çok v a s ıfla rın ı g ö rd ü ğ ü m ü z şekilde y az sa k u z u n b ir to m a r olur.
A m m a A lla h ’a h am d o lsu n , b u za y ıf k u lu n u n k ısa a k lın a n a z a ra n
imkân n isb etin d e, güzel b eld e (İsta n b u l) n in ib re tli eserlerin i, b u n ­
la rı y a p tıra n la rı, fâ tih le ri, b ü tü n m e şh u r im a re tle ri, d iğ e r h a y ır eser­
le rin i v e d a h a b irço k şey leri y azdık. A n cak şe h ri sü sley en b ü tü n d ü k ­
k â n la r v e s a n a t eh li a n la tılm a m ıştı. İn şa lla h b ildiğim iz k a d a r S u lta n
S ü le y m a n H â n k a n u n u n a göre b ira z da o n d an bahsedelim .
*
(KAZANAN ALLAH’IN SI VGİLİSİDİR) SÖZÜ
GEREĞİNCE, İSTANBUL İÇİNDE TÜCCAR, MARANG02,
BİLGİ SAHİBİ VE DAHA ÇEŞİT ÇEŞİT İŞLERLE
UĞRAŞAN KİMSELERİ BEYAN EDER

E N A B -I H ak, e v v e lâ y a ra tılm ış la rın e n şereflisi olan b ü tü n


in sa n la rın b ab ası Â dem S a fiy y u lla h ı y a ra ttı. K e n d in e y a k ın
olm asını lâ y ık g ö rü p c e n n etin e koydu. O k a ra n lık la rın v e n u ­
r u n yarad ıcısı, b ü tü n işle ri çekip çe v iren C enab-ı R a b b ü lfe lak h a z ­
re tle rin in ezelî irâ d e si b u im iş ki, son p e y g a m b e r o lara k ins ve cin n e
gön d erilen , h a re m e y n nebisi, v a rlık la rın if tih a r e ttiğ i, y a ra tılm ış la ­
r ın e n şereflisi — S a la v a t ve ta h iy y a t ü z e rin e olsun— E fen d im iz H a z ­
re tle rin i v e ry ü z ü n e g e tirip ü m m e tiy le d ü n y a y ı sü sley ip n u rla n d ırd ı.
B u h ik m e te d a y a n a ra k b u ğ d a y ta n e si b a h a n esiy le H a z re t-i  d em ’i
y e ry ü z ü n e gönderip, ölünceye k a d a r, ç iftçilik sa n a tın ı, C ib ril’i em în
v a sıta sı ile k en d isin e ö ğ retti. H a z ret-i  dem h a y a tı b o y u n ca
çiftçilik ile u ğ raştı. S o n ra C enab-ı H a k d iğ e r p e y g a m b e rle re d ah i
b ir iş fe rm â n eyledi.

BÜYÜK PEYGAMBERLERİN SANATLARI

H a z ret-i  dem S afî: Y azıldığı ü z e re çiftçi idi. H a z re t-i Ş it, h a l­


laç idi. H a z re t-i îd ris, yazıcı ve te rz i idi. H a z re t-i N uh, m aran g o z
idi. H a z re t-i H ud, tü c c a r idi. H a z re t-i S alih , deveci idi. H a z re t-i İb ­
ra h im : H a le b ’de sü tç ü idi. S o n ra A llah ’ın e m ri ile K âbe-i M ü k e rre -
m ey i y ap tı. H a z ret-i İsm ail, avcı idi. H a z ret-i İsh a k , çoban idi. H az-
re t-i Y akub, sa lih k im se idi. H a z re t-i Y usuf: S a b a h ve ak şam ı b il­
m e k için z in d a n d a s a a t y a p a rd ı. S o n ra M elik oldu. H a z re t-i ,E v u b ,
sa b ırlı idi. H a z re t-i Ş u ay b , ib âd e tle m eşg u l o lu rd u . H a z re t-i M usa
K elim : Ç oban idi. H a z re t-i H a ru n , v e z ir idi. H a z re t-i Z ü lk ü f, e k m ek ­
çi idi. H a z re t-i L û t, ta rih ç i idi. H a z re t-i U zeyr, bağcı idi. H a z re t-i
İsm ail, te rc ü m a n idi. H a z ret-i îly a s, d okum acı idi. H a z re t-i D âv û d ,
cenk â le ti için cebe y a p a rd ı. H a z re t-i S ü ley m an : H u rm a y a p ra ğ ın ­
d a n zenbil y a p a rd ı. H alife ve e m ir idi. H a z re t-i Z ek eriy a, z â h id idi.
H a z re t-i Y ah y a, m u a m m e d (v aftizci) idi. H a z re t-i E rm iy a , c e rra h
idi. H a z re t-i D an y al, rem ilc i idi. H a z re t-i L o k m an : H e k im idi. H az­
re t-i Y u nus, b alık çı idi. H a z re t-i İsa, se y y ah v e b e k â r idi. S o n ra p e y ­
g a m b e rle rin so n u n cu su M u h am m ed M u sta fa E fe n d im iz gelip, H ad i-
ce-i K ü b râ ’n ın m alıy la Ş am y a k ın ın d a B a sra şe h rin e ve d iğ e r b el­
d e le re g id ere k tic a re t y a p a rla rd ı ve A llah ’ın u ğ ru n d a sa v aşa n id i ki,
376 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

«Ve c âh id û fi seb ilillah ...» ây et-i k e rim esi g ereğ in ce g azâ ed erlerd i.
B izzat k e n d ile ri y irm i sekiz gazada b u lu n m u şla rd ır.
Y u k a rıd a y a z ılan b ü y ü k p e y g a m b e rle rin , (S a lâ v a t p e y g a m b e ri­
m izin ve d iğ e r n e b ile rin ü z e rin e olsun) h e rb ıri A lla h ’ın e m ri ile b i­
r e r s a n a t sahibi olm u şlard ı. H ep sin i H a z re t-i C ib ril ö ğ retm işti. İ n ­
s a n la rın h e p sin e m a rife tle r, b u m ü b a re k p e y g a m b e rle rd e n geçm iş­
tir. H e rb iri b ir m a rife t ve b ir s a n a tın p irid ir. H e r b iri m u ciz ele r göste­
r i r ve y ü z le rce s a n a t icad e d e rlerd i. R esû l-ü K ib riy a , C eza G ü n ü ’n ü n
şefaatçisi M u h a m m e d M u stafa E fendim iz, sa ad e tli z a m a n la rın d a , d ü n ­
y a y a k o rk u salıp; m u h ac ir, e n s â r ve e rb a b -ı sü ffa d a n m ey d a n a ge­
len nice seh âb ey e sa h ip olup; c iv ard ak i m em le k e tle ri d e h şet içinde
b ıra k a ra k , deniz gibi a sk e r ile çeşitli fe tih le rd e b u lu n u rd u . S o n ra
ü m m e t-i M u h a m m e d dönüp, ib a d e t ve ta a tla m eşg u l o lu r ve b ü y ü k
m ü câ h e d e olan nefis sa v aşm a g irişirle rd i.

*٠*

ALLAH’IN EMRİ VE CEBRAİL’İN VASITASI İLE


RESULÜ EKREM’İN FÜTÜVVETNÂMESİ VE
DÖRT SEÇME DOSTU İLE MEŞVERETİ

AFÂ eh li k a rd e ş le r şöyle b ilsin le r ki, H a z re t-i R esu l-ü E k re m


elli b ir y a şın d a iken, M ek k e’de Ü m m ü h â n î’n in evinde C enab-ı
H a k ta ra fın d a n d a v e t o lu n u p sa âd e tle K u d ü s’ü şerife a y a k b as­
tıla r. O a n d a H a z re t-i C ib ril’e fe rm â n olup, R e fre f adlı b ir c e n n e t
B u ra ğ ı g e tird i ve H a z re t-i R isâ le t ile H a z ret-i C ib ril el tu tu ş u p k a rd e ş
o ld u lar.
H a z re t-i C ibril: «Ya R esulallah! R ab b in sa n a selâm e tti. ‘B u ra k ’a
b in ip v e b u ip ek li c e n n e t p e şte m a lın ı k u şa n ıp u ta n c ın d a n ö rtü n sü n
v e b en im a rş ve k ü rsü m ü , le v h v e kalem im i, k a t k a t c e n n etim i ve
o nsekiz b in âlem im i sey r-ey ley ip , cem âl-i b â k em âlim i g ö rsü n ’ b u ­
y u rd u » diye, A llah ’ın selâm ve e m irle rin i b ir b ir P e y g a m b e rim iz e
açık lad ı. V e H a z re t-i R e sü lü n b e lin e p e şte m al gibi b ir c e n n e t ipeği
bağladı. O n u n için, sa n a t e rb a b ı b e lle rin e b ir p e şte m al k u şa n ırla r.
B u su re tle ö rtü n ü p h e r şeyde m ü k em m e l o lu rla r. O gece H a z re t-i
P e y g a m b e r onsekiz b in âlem i dolaşıp, «K aabe k a v sey n i ev ednâ»
m e rte b e sin e v ard ı. C enab-ı H a k k ın cem âlin i görüp, b in b ir k elim e
söyledi. H a z ret-i P e y g a m b e r C enab -ı H a k k ’a y a k ın olup, b a z ıları
y e tm iş b in k elim e k o n u ştu d e rle r. Y ine o gece e v in e d ö n ü p y a ta ğ ı-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 377

m sıcak b u ld u la r. R esu l-ü E k re m in b u m ûcizesi d u y u ld u k ta n son­


ra , H a z ret-i R isâ le t M ekke m ü n k irle ri ile geçinem edi. N ih a y e t, o
âle m le re ra h m e t o lara k g ö n d erilen H a z re t-i P e y g a m b e r, asıl y u r d u ­
n u te rk e d ip m u h a c irle rle b irlik te , C enab-ı R a b b ü lâ le m în in e m ri ile
M edine-i M ü n e v v ere ’ye göç eyledi. M ed in e’ye y e rle ştik le rin in ik in ci
y ılın d a oruç farz k ılın ıp , kıble K u d ü s’te n M ek k e’ye çev rild i. O sene
H a z re t-i E b u b e k ir, ta r ik a t eh li olm ak için, R e su l-ü E k re m d e n ci-
h â n ’ın F a h ri k a b u l ed ip k en d isin e b ia t edince, N a k şib en d î ta rik a tın ın
başı oldu. O ndan so n ra H a z ret-i Ö m er p e şte m a l b a ğ la y ıp b ia t ed e­
re k A zep sip a h ile rin in b aşı oldu. S o n ra H a z re t-i O sm an b ia t e d e re k
V ah id î ta rik a tı ö ncüsü oldu. S o n ra H a z ret-i A li b ia t ed ip H a lv e ti
ta r ik a tı im â m la n başı oldu. H a z re t-i P e y g a m b e r b u d ö rt sah âb ey e
b ia t v e rirk e n , el el ü stü n e koyup: «Înnellezîne y u k â y iû n e k e in n em â
y u b â y u n a lla h , y e d a llâ h u fev k a e y d ih im ...» â y e t-i k e rim esin i o k u ­
du. Ç ihar-ı y â r-ı g ü zin h a z re tle ri d a h i el ö p erlerd i. B u su re tle h e r-
b iri d ö rt v e z ir m a k a m ın d a seccade v e k u şa k sah ib i o ld u lar. B iat;
a h d ve y e m in d ir. A hd, y e m in ve k u şak (şeda) sahibi o lm ayan , t a ­
r ik a t sah ib i olam az.

E ğ e r so ra rla rsa «A hd k im d en kaldı?» diye, cevap o lara k «Üç


p e y g a m b e rd e n kaldı» denile. B irin cisi H a z re t-i  d em ’d ir ki A lla h ’ın
e m ri ile b u ğ d a y ta n e sin d e n y e m e m ey e a h d e tti. A h d in i tu tm a d ığ ı
için c e n n e tte n u z a k la ştırıld ı. İk in cisi H a z re t-i İb ra h im A ley h isselâm -
d ır ki, A lla h ’ın e m ri ile K a b e ’y i y a p m a y a ah d e d ip a h d in d e d u rd u ­
ğu için, H a lilu lla h oldu. Ü çü n cü sü H a z re t-i M u h am m ed A leyhisse-
lâ m d ır ki, ev v elâ Ç ih ar-ı y âr-ı g ü zîn ’e a h d u m isâk verd i. A m m a şed d
o n d u r. B irin ci şedd: H a z re t-i  dem S afî A ley h isselâm c e n n e tte n
ç ık tığ ı y e rd e C enab-ı H a k ’ta n ve m e le k le rd e n u ta n ıp a v re t y e rin i
in c ir y a p ra ğ ı ile ö rttü . İk in c i şedd: İb ra h im A ley h isselâm K â b ey i y a ­
p a rk e n şedd k u şan d ı. Ü çü n cü şedd: H a z re t-i N û h A ley h isselâm g e­
m i y a p a rk e n k u şa n d ı. D ö rd ü n cü şedd: M i’ra c gecesinde H a z re t-i P e y ­
g a m b e r k u şan d ı. B eşinci şedd: H a z re t-i E b u b e k ir k u şan d ı. A ltın cı
şedd: H azret-i Ö m er k u şan d ı. Y edinci şedd: H a z re t-i O sm an k u ş a n ­
dı. S ekizinci şedd: H a z re t-i A li k u şan d ı. D o k u zu n cu şedd: H a z ret-i
H am za k uşandı. O n u n c u şedd: H a z re t-i H a lid b in V elid k u şan d ı.
H a z re t-i P e y g a m b e rd e n b u n la r izin li olup, p o st sa h ib i ve b ir e r
p îr o ldular.

H a z re t-i A li d ah i H a z re t-i P e y g a m b e rin (S.A .) sa â d e tli h u z u r­


la rın d a S elm ân -ı F â ris î’ye; H a z re t-i Ö m er, Ü m ey y e-i Z a m irî’ye; m ü ­
e z zin le rin p îri p irim iz B ilâl-i H a b e şî nice k im se le re şedd k u şatıp ,
378 E ^ İY A Ç ELE B İ SEYAH ATN ÂM ESl

h ep si H a z re t-i A li’d en c ih a n fa h rin i k a b u l e ttile r. S elm ân -ı F â risî


H a z re tle ri, H a z ret-i P e y g a m b e r (S.A.) h u z u ru n d a y ed i kim sede şedd
k u ş a ta ra k o n ları d ah i öncü y a p tıla r.
E ğ e r so ra rla rsa «Şedd’in m ân â sı nedir?» diye, d en ile ki: «Şeytan,
n efis ile d â im â sav aş h a lin d e o ld u ğ u n d an , ş e y ta n ın vesvesesine k a r ­
şı k o y a ra k k ö tü lü k y a p m a m ak tır.» T a rik a t k a rd e şin in ne olduğu ve
ilk d efa k a rd e ş tu tm a n ın k im d e n k ald ığ ı so ru lu rsa , şöyle cevap v e ­
rile: E v v e lâ H a z ret-i  d em  ley h isselâm ile C eb râil  leyhisselâm
k a rd e ş o ld u lar, o n la rd a n kaldı. İkincisi, H a z ret-i İb ra h im ile C ib­
r il’d en kaldı. Ü çüncüsü, H a z re t-i M u h am m ed h ic re t sıra sın d a m a ­
ğ a ra d a H a z re t-i E b u b e k ir ile k a rd e ş oldu. O n la rd a n kaldı.
S o rsalar, « T arik at sa h ih le ri a ra sın d a k i c e m iy et g ü n leri helva,
cefne, te k k e ve şedd nedir?» diye, cev ap şu d u r: C eb râil  leyhisselâm
H a z ret-i  d em ’e c e n n e tte k i b ü y ü k m ele k le rd en h e d iy e g ö tü rd ü ki,
h elv a idi b u; am m a C e b râ il’in k en d i h e d iy e leri, y u f k a h ek m ek ve b u ğ ­
d a y idi. C e n n e tte n H a z re t-i  d e m ’e, a rk a d a ş olm ası için, tu tî ve
k u m ru k u şla rı g ö tü rd ü . H a z ret-i. H a v v a ’y a k ırlan g ıç, g ü v e rc in ve
ta v u s k u şla rı g ö tü rd ü .
K ırla n g ıç k u şla rı H a v v a ’n ın y a n ın d a n u ç a ra k d ü n y a y ı dolaşır,
H in d ista n ’a y a k ın «Serendip» a d asın a k a d a r gidip H a z ret-i  d e m ’i
b u lu r, o n u n sa k alın d an b irk a ç te l a la ra k H a z re t-i H a v v a ’ya, H az­
r e t-i H a v v a ’n ın k a k ü lle rin d e n b irk a ç te l a y ıra ra k H a z re t-i  d e m ’e
g ö tü rü rle rd i. îşte , Â d em ile H a v v a b u k ırla n g ıç la r v a sıta siy le b ir-
b irle riy le Z ilh iccen in o n u n cu g ü n ü A ra fa t d a ğ ın d a b u lu ştu k la rı için,
o d ağ a «A refe dağı» d erler. İşte tâ o z a m a n d a n b e ri k ırla n g ıç in sa n a
y a k ın olup, k açın m az d erler.
D ö rt se lâ m et k a p ısın ın ne olduğu so ru lu rsa , cevap o larak : «Şe­
ria t, ta r ik a t, h a k ik a t ve m a ’rif e t k a p ıla rıd ır» d en ir. B u n la rın a h k â m ­
la rın ın n e olduğu so ru su n a da: «Ş eriat, d ışta n ve içte n H a z re t-i P e y ­
g a m b e rin ş e ria tın a u y m a k tır. T a rik a t, d in ve im a n ı güzelce bilip
M ü slim o lm ak tır. H a k ik a t, b ü tü n d ü n y a ilg ile rin d e n u z a k la şm a k tır.
M â rife t, A lla h ’ı b ilm e k tir ki, «M en a refe n efseh û fek a d arefe R abbe-
hû» m â n â sı gereğince k en d i n efsin d ek i eksikliği id râ k e d e re k k e n ­
d in i âciz, Y a ra d a n ’ı k â d ir b ilm ek tir.» diye cevap v e rirle r.

ÎMÂM-I CAFER SÂDIK’IN BEYANLARINDAN


F a k irlik h ırk a sı n e d ir? H ırk a n ın im an ı, kıblesi, guslü, varlığı,
b ağ lan m ası, kilidi, içerisi, d ışarısı, b ekâsı, k e m â li n ed ir? d iy en lere
cevap: O h ırk a n ın îm a n ı ö rtü n m e k tir. K ıb lesi p ird ir. G uslü, d ü n y a
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 379

ile ilgiyi k esm ek tir. N am azı te m iz lik tir. F a rzı, k ö tü a rz u la rı te rk e t-


m ek tir. C ânibi, irâ d e ttir. K ilid i te k b ird ir. K e m â li h e r şeyd e d o ğ ru ­
lu k tu r. Y enleri, d e rv işlik tir. D ışarısı m ü şâ h a d e d ir. îç e risi n u rd u r. Be-
k âsı sırd ır.
H ırk a n ın ilk defa k im d e n k ald ığ ı so ru su n a cevap: H a z re t-i
 d em ’e C enab-ı H a k r u h v e rd ik te n sonra, C ib rîl-i E m in ile ta c ve
h ü lle g ö n d erip y a n ın a d a v e t e tti. H a z re t-i  dem , C enab-ı H a k k ın h u ­
z u ru n a h ırk a y a b ü rü n m ü ş o la ra k v ard ı. Y edi yü z y ıl —b ir riv a y e te
göre â h ire t g ü n ü ile yedi g ü n —1o rad a k alıp g eri d ö n erk en , in c ir y a p ­
ra ğ ı ü zerin e şedal bağladı. S o n ra Ş it N ebi bez d o k u y u p , h ırk a y a ­
p a ra k giydi, işte , h ırk a b u ra d a n kaldı. O n u n için, b ü tü n p e y g a m b e r­
le r ve v e lîle r h ırk a y a ve lo k m ay a m u h ta ç tır.
îm a m -ı C afer d iy o r ki: H ırk a n ın e te ğ i ş e ria ttır. T a rik a tı h a k i­
k a ttir. Y ak a sın d a y â S a b u r, y â K erim , y â R a h îm y a z ılm ıştır. E te ­
ğ inde y â V âhîd, yâ A had, y â F e rd , y â S am ed y azılıd ır. B ed en in d e
y â Vâsî, y â H alîm , y â K a rîb , y â M ü cîb ü ssâilîn y a z ılıd ır. H ırk a n ın
ken d isi â rifle r n işâ n ı v e s ır m ah zen id ir.
S o rsalar, «H ırka ne yer?» C evap: B a ğ rı y a n ık y er. Y âni, içi d a i­
m a a h ve in lem e ile y a n ık lık h â sıl eder. «Ne ö rtü n ü r? » so ru su n a ce­
vap: H a k te v e k k ü lü ö rtü n ü r. « H ırk an ın erk eğ i, dişisi nedir?» so ru ­
su n a cevap: E rk eğ i te m iz lik tir. D işisi p îr h u z u ru n a te m iz v a rm a k tır.
H ırk a n ın alâm eti, ta r ik a t sah ib i olan eh l-i s ü n n e tin giydiği h ırk a ­
la rd ır. « H ay rû ssiy ab kasîr» h a d isin e göre, y e n i k ısa o lm a lıd ır ki, m â ­
n ası «Elim i d ü n y a işle rin d e n çektim » d e m e k tir. E te ğ in i k ısa e tm e ­
n in m ân ası: «A yağım ı d ü n y a d a n ve h a ra m d a n çektim » d em ek tir.
P a rç a p a rç a y a m a lı h ırk a giym ek, y ü reğ i y a n ık lık ve « İh tişam d an
geçtim » m â n a sın a gelir. Y ü zb in lerce. E d h e m î h ırk a k esip keçe ab a
giym ek, «im an, İslâm , itik a d ve m ezh eb d e sağ lam ip e y apıştım » de­
m ek tir.
H ırk a , aslın d a H a z re t-i P e y g a m b e rd e n k a lm ıştır. M i’ra c gecesin ­
de H a z re t-i F a h ri k â in â t, a k in cid e n b ir oda gö rm ü ş ve C eb râil A ley-
hisselâm a: «Bu nedir?» diye sorm uş, o da cev ap v erm em iş. D erk en ,
A lla h ’ın izn i ile o köşk açılır. H a z re t-i P e y g a m b e r için d ek i h ırk a y ı
giy ip v âsıtasız A lla h ’ın n u rlu h u z u ru n a v a ra r a k b in b ir k elim e ko­
n u ştu . M i’ra c ’d a n so n ra P e y g a m b e r E fe n d im iz o h ırk a y ı b e ra b e rin ­
de g e tirip , A shab-ı K ira m ’m ö n ü n d e E b u b e k ir, Ö m e r ve O sm an (R.A.)
H a z re tle rin e b ire r b ire r g iy d ire re k b a k tı. S o n ra sıra sı ile H z. A li,
H aşan , H ü se y in ve Z e h ra ’y a d a h i g iy d ire re k : «H aza lib ası eh li b e y tî
ve âl-i abâ» b u y u rd u la r. D e rh a l C eb rail A leyhisselâm , A llah t a r a ­
fın d a n «innem a y ü rîd u lla h u liy e z h eb e a n k û m ...» â y e tin i g etird i. Son-
380 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

r a H a z ret-i P e y g a m b e r (S .A .): « Y â A li, sen b e n d e n n asıl c ih a n


fa h rin i k a b u l edip e m rim e b ia t e ttin se , b e n im h u z u ru m d a sen de sa ­
n a tâ b i o la n la ra b ia t v e rip p o st sa h ib i eyle!» diye izin verd i.
D e rh a l Hz. A li o n yedi r e k â t h â c e t n a m a z ı kılıp, H z. P e y g a m b e r
h u z u ru n d a o n yedi k işin in b e lin i k u şa tıp ta r ik a t ö ncüsü y a p tı. İşte
b u onyedi k işi a ra sın d a b u lu n a n S elm ân -ı F â ris î ve E n es b in .M âlik
h a z re tle ri d e o z a m a n la r R esûl-ü E k re m ’in d âim i m ü sa h ib i idi. H az-
re t-i R esûl, S e lm â n h a k k ın d a şöyle b u y u ru r: «M inna eh li b e y ti d e ­
re k e ilm ü le v v e lîn v e lâ h îrîn ve in n e l c e n n ete te n sâ k ı ilâ S e lm â n fi
k ü lli y e v m ve le y le te h am se m erât» . S e lm â n H a z re tle ri ih tiy a r b ir
y a ş ta M ed ây in şe h rin d e v e fa t e ttile r.
İkincisi: A m r b in Ü m e y y e ’n in b e lin i bağladı. B u, H a z re t-i P e y ­
g a m b e r in p e y k i idi. Ş a tır îa r ın p irid ir. M ezarı H u m u s’dad ır.

Ü çü n cüsü: B ilâl-i H a b e şî’n in belini bağladı. B ilâl, m ü ez z in le rin


p irid ir. M ezarı, Ş a m ’da K o y u n k a p ısın ın iç ta ra fın d a d ır. İn şa lla h H az­
r e t-i A li’n in P e y g a m b e rin h u z u ru n d a k e m e r k u ş a ttığ ı onyedi k a d a r
p irle r, a şağ ıd a s a n a tk â rla r sıra sın d a sa y ıla ca k tır.
Y em en ’de H a z re t-i Ü v ey s’e l-K a râ n î, d e v e c ile rin p iri o lm u ştu r.
A m m a n e Ü veys H a z re t-i R e sü l’ü, n e 'd e F a h r-i k â in a t o n u g örm üş­
tü r.
A m m a b u ta r ik a t ve ş e ria t e h lin in k a n u n , k a id e v e s o ru la n v a r­
d ır. O s o ru la rın c e v a p la rın ı b ilm ey en , y o lu n u , e rk â n ın ı tem iz le y e ­
m e m iştir. K a zan sa, k azan cı h a ra m d ır. Y e tiştiric i b ir p îre ih tiy a ç v a r ­
d ır. K en d i k e n d in e ta r ik sah ib i o lm ay a çalışan e n a y id ir. V elhâsıl b ü ­
tü n esn afın , şe ria t, ta rik a t, m â rife t v e h a k ik a t e h lin in yolu, e rk â n ı
v e b ilg ileri, H a z re t-i P e y g a m b e re k a d a r u z a n ır. O n d a n C‫؛‬b rîl-i E m i­
ne, o n d a n C enab-ı A lla h ’a u laşır. A m m a, R e su lü lla h ın e rk â n ı b u d u r
ki, b ir k im se ta r ik a tta â y â r sa h ib i olunca, b ü tü n p irle r b ir y e re ge­
lip, az v e y a çok ne ise, rız a lo k m ası p işirile re k irşa d edilecek ö ğ ren ­
ciyi m u h a b b e t m ey d a n ın d a, m ecliste b u lu n a n la rın h u z u ru n d a im ti­
h a n a ç e k erle r, y â n i y o lu n u , e rk â n ın ı so rm a y a b a şla rla r. B u so ru la ra
cev ap v e re re k k e n d i icâd ı o la ra k b ir şey y a p a rs a v e y a e v râ d ve ez-
k â rın d a , y a h u d hıfz ilm in d e îb n K e sir ve S e b ’a, aşere ve ta k rib k ı­
r a a tle rin i ta m a m la y ıp işlek h â fız olu rsa, v e lh a sıl t u ttu ğ u y o ld a ta m
bilg i sa h ib i o ld u ğ u ta s d ik o lu n u rsa , b ü tü n ih tiy a r la r p o st sa h ib i ol­
m asın ı k a b u l ed e rler. Y ok e ğ e r bilgisi ek sik ise, b ü tü n p ir le r h a k k ı
sö y ley ip e re n le rin b in b ir ç e şit h iz m e tin i ta m a m e d e r ve ö n lerin d e
e ğ ile re k m â rife t p o tasın d a «Kâl» olu p h â lis â y â r o lu n cay a k a d a r
y e rin d e b ıra k ırla r.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 381

T a leb e n in m u h a b b e t m e y d a n ın a g ö tü rü lü ş şekli: Evvelâ ol ta­


rikatın nakîbi talebenin sağ elini kendi sol eli ile tutar, hazır bulu­
nan âşıkların önünden geçirip seccadede oturan muhterem pirin önü­
ne götürerek, «Esselâmü aleyküm yâ ehli şerîa’» der. Pir de «Aley-
kûmüsselâm yâ ehli tarikat, mârifet ve hakikat» deyip dört kapı se­
lâmlarını yerine getirirler. Sonra talebe, «Bismillâhirrahmânirrahîm»
deyip sağ elini kemerin başı altına, göbeği yanındaki kemer bendi
üzerine koyar ve «Esselâmü aleyke yâ ârif-i bili ah» der. Geri geri
tâ kapıya kadar çekilerek dört kapı selâmını verip durur. Mecliste
hazır bulunan bütün pirler, «Aleykesselâm yâ talibel mârifet ve
aleykesselâm yâ ârif-i billâh ve kâmil âyâr» deyip talebenin sağ ta­
rafında nakîb, sol tarafında çavuş veya kapıcı olduğu halde ortaya
gelerek, marifet metaı arzolunur. Makbule geçerse, hazır olanlar hep
birlikte: «Bu zâtı posta lâyık gördük! Allah mübarek eyleye! Revadır,
revadır!» diye seslenirler. Peşinden Fâtiha okunur. Pirler hürmeten
«Allahü ekber, Allahü ekber» diyerek, dört halife aşkına «Esselâtü
vesselâm aleyke yâ Resûlâllah. Esselâtü vesselâm aleyke yâ seyyidel
evvelin ve selâmün alel seyyidel mürselin» ile zikrederler. Sonra dört
halifeyi, Kerbelâ şehidlerini ve on iki imamı anıp, yüz yetmiş tarika­
tın öncülerini nakîb tek tek sayarak, ruhlarını şâd ederler. Sonra,
talebeyi ustasına teslim ederler. Ustası da mânevi evlâdı olan bu
talebesini yine meydana getirip, belindeki kemeri onun beline, elin­
deki âsâyı dahi onun eline verip, sağ el sağ elle, iki başparmakları
dışarıda kalmak üzere biat ve ahd ederler. Sonra hazır olanlardan
biri, «Înneîlezine yübâyiüneke innemâ yubâyiünallah. ..» âyet-i ke­
rîmesini okuyup Fâtiha ile son verirler.
Daha sonra pir, öğrencisine, hazır bulunanlar önünde şu nasi­
hati verir: «Ey oğul! Evvelâ harama bakma, yalan söyleme, haram
yeme, haram giyme, haram içme, ekmeğe ve tuza ihanet etme, sa­
na hakkı geçen pirlere hakaret gözü ile bakma. Büyüklerin önünde
gitme. Sabırlı ٠ ‫؛‬٠‫ ؛‬Tahammüllü ol. Komadığın yere el uzatma. Emâ­
nete hiyânet etme. Fıkaralık ile kanaat eyle.» Daha bunun gibi bir­
çok tesirli sözler söyleyip, sonra bu sözlerin talebenin kulağına küpe
olması için, kulağını çekerek ensesine bir tokat vurur. «Ey oğul! Ga­
fil olma, gözünü aç! Gün akşamlıdır.» diyerek sözüne son verip «Fâ­
tiha» der.
Üstadın bu talebesinin beline bağladığı kuşaktan başka, bir ku­
şak daha vardır ki ipek, pamuk ve yün, her ne çeşit peştemal olursa
olsun, usta, talebesinin sağ kulağı altına yahut kılıç veya hâmâil
bağı yahut kavs şeklinde kuşatır. Bu şekillerin her birinin halk ara.
382 E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ

s m d a b ire r m â n a la rı v a rd ır. T â ki o k im seyi g ö ren ler, p irin y a n ın ­


da y e tişm iş o ld u ğ u n u a n la y a la r. T aleb e b u k e m e rle ri b elin e b a ğ la ­
d ık ta n so n ra, h a z ır o la n la r b ir ağ ızd an «Y ürü! A lla h y a rd ım c ın ola!
P o s tu n m ü b â re k olup k a z an c ın bol ve h elâl ola!» diye h a y ır d u a la r
e d e rler. H e m e n o iz’a n sa h ib i tale b e, besm ele ile m isa fir ve d iğ e r t a ­
r ik a t p irle rin in , şeyh, n ak îb , du acı ve d iğ er k e th ü d â la rm ve d iğ er
p irle rin e lle rin i öpüp, g e ri g e ri edeblice k a p ıy a k a d a r çıkar. S o n ra
v e d a F â tih a s ı v e rilir. T alebe, m u tfa ğ a g id ere k h a z ırla d ığ ı lol ،. ayı
p irle re su n a r.
İşte, h a k irin (E v liy â n ın ) ü s ta d la n m d a n g ö rd ü ğ ü m b ia t u sû lü
b ö y led ir. H a z rst-i P e y g a m b e rin fü tü v v e tn â m e si de böyledir. B u şe­
k ild e irş a d o lu n an , d ü n y a h a y ra tın d a se lâ m e t b u lu p ra h m e te u laşır.
S o n u h a y ır o la ra k iki c ih a n d a y ü z ü a k olur. V e Hz. P e y g a m b e rin
san cağ ı a ltın d a h a şro lu n u r. A llah ü m m e y e sse re l h a y r (A llahım , h a y ­
r ı k o lay e y le ) . A m a b ilm ek g e re k ir ki, ta r i k a t sa h ip le ri a ra sın d a b ir
h a life k a z a eseri o la ra k b ir h a ta işlese, o n u b ü tü n ih tiy a r la r pey-
m ân h â n e y e (an d evi) g ö tü rü p b o y n u n a ta ş a sa ra k h ab sed e rle r. E n
a ğ ır h a p is üç g ü n d ü r. F a z la o lu rsa çoluk çocuk sa h ib i o la n la r k a ­
z a n ç la rın d a n k a lırla r. F a k a t b u n la rın şe ria t, ta rik a t, h a k ik a t ve m â-
r if e t dışı söz sö y lem em eleri ş a rttır . Ş e y h v ey a n a k îb olsun, böyle
b ir h e rz e söyleyen y o lu n d a n d ü şer. T a rik a t sah ib i o la n la r o su ç lu ­
n u n h a ta s ın ı so ru p o k a d a r ü z e rin e d ü şm ezler. Ç ü n k ü iftir a olm ası
d a m ü m k ü n d ü r. Y ok e ğ e r h a ta s ı sa b it o lu rsa, b ü tü n ih tiy a r la r ö n ü n ­
de su ç u n a göre sek sen üç sopa v u ru rla r. A m m a sopayı v u ra n sec­
cad e sa h ib i sopayı k u la ğ ın d a n y u k a rı k ald ıram az. Ç ü n k ü b u ta k d ir ­
de şey h su ç lu y a d ü şm a n lık etm iş, o d a b u su re tle y o lu n d an çıkm ış
say ılır.
« B oynuna a stık la rı ta ş n e d ir ve h a n g i p e y g a m b e rd e n k alm ıştır?»
so ru su n a cevap: M usâ A ley h isselâm m ü b â re k v ü c u d u n u h a lk ta n sa k ­
la r, o n la ra gösterm ezdi. Ç ü n k ü A lla h ’ın cem âlin i görm e şerefin e n â il
o lm u ştu . B u n u n için M usa’n ın k a v m i d e rle rd i ki: «M usâ A leyhisse-
lâ m ın gövdesi ay ıp lı ve cüzzam lıdır». A llah ’ın h ik m e ti, b ir gün, Hz,
M usâ A ley h isselâm , m ü b â re k N il n e h rin e y ık a n m a k için g ird iğ i v a ­
k it, m ü b â re k h ırk a sın ı b ir ta ş ü z e rin e b ıra k ır. A lla h ’ın em ri ile taş
y e rin d e n k o p a ra k M ısır’a d o ğ ru y ü rü m e y e b aşlar. Hz. M usâ d a h i eli­
n e âsâsm ı alıp ta ş ın a rk a sın d a n koşar. B u h a li H z. M usâ’n m k av m i
görüp, « E stağ firu llah , M usâ A ley h isselâm h a k k ın d a k ö tü şe y le r d ü ­
şü n d ü k , A llah bey az elin i ve in ci gibi v ü c u d u n u m ey d a n a çık ard ı.
A lla h ’a h a m d o lsu n ki, m ü b â re k v ü c u d u n u gördük» d iy erek , o gün
b in in k â rc ı g elerek: «L âilâhe illâ lla h M usâ kelîm ullah» dediler. B u
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 383

d u ru m a Hz. M usâ fev k âlâd e sin irle n e re k , ta şa y e tişip âsâ ile oniki
y e rd e n v u rd u . T a şta oniki d elik açıldı. A lla h ’ın e m ri ile ta ş lisa n a
gelip: «Yâ M usâ! B en A llah ’ın e m ri ile y ü rü d ü m . S e n in v ü c u d u n u n
tem iz liğ in e şa h itlik te b u lundum » dedi. H a z re t-i M usâ A ley h isselâm
ta ş ta n b u sözleri işitin ce, özü r d ile y e re k şöyle dedi: «Yâ taş! B en
san a on ik i k e re v u ru p deldim . H ele b en i affey le d erv işe dervişân»
H â lâ d e rv işle r a ra sın d a «D ervişe dervişân» dem ek, Hz. M u sâ’d an
k alm ıştır. V e y in e ta ş dile gelip: «Yâ M usâ! Ö z ü rü n ü k a b u l eyledim .
L â k in b eni b ir d eliğ im d en b ir ip ile b oğazına as, tâ ki b ir g ü n g e lir
sa n a lâzım olurum » deyince, Hz. M usâ g ta şı alıp b o y n u n a astı. H âlâ
d e rv işle r a ra sın d a b o y u n la rın a a stık la rı ta ş a «Sekel» d erler. Y ine
b u yüzden, h â lâ şe ria tte n ta ş k o p a ra n la rın b o y u n la rın a sekel taşı
a sa rla r, y a h u t da c e za lan d ırırla r. İşte sekel ta ş ın ın d e rv iş le r y a n ın ­
d ak i m ân âsı b u d u r.
S o n ra Hz. M usâ o ta ş ile b irlik te T ih çölünde k ırk y ıl gezip, Hz.
M usâ’n ın b o y n u n d a ik en y in e dile gelip, «Yâ M usâ nebi! B en i y e re
koy ve ü zerim e oniki k e re v u r ki, C enab-ı H a k k ın g a rib y a ra tık la rı­
nı göresin» dedi. Hz. M usâ o ta ş a y e n id e n o niki sopa v u ru n c a , h e r
d e lik te n b ir ırm a k ak m a y a başladı. B u ırm a k la rın b irin d e n ask er, b i­
rin d e n kad ın , b irin d e n at, b irin d e n deve, b irin d e n sığır, b irin d e n
k o yun, b irin d e n keçi, hâsılı, h e r gözünden b ir cins m a h lû k su su z­
lu ğ u n u giderdi. S onra, M usâ’n ın ask erin e g ö k ten m eyva, te re , se-
zengü h elv ası v e selvi ad lı pişm iş k u şla r indi, b u n la rı y ed iler. Y ine
o taş, Hz. M usâ’n ın b o y n u n d a asılı kaldı.

Ş im di b iati, sekeli, şedd ve fü tü v v e ti öğrendik. F a k a t p ir y a n ın ­


da y e tişm e k te n m ak sa t; Islâm dinini, îm an ı, itik ad ı, tö v b e ve h a k k ı
b ilm ek tir.
T ö v b en in b a şın ın ne olduğu so ru su n a cevap: Ih lâ stır. Y âni k e n ­
d in i A llah ile c â n ın a â rî e tm e k tir ki, b ü tü n y a sak ve h a ra m la rd a n
kaçınıp, h e rk e se iy ilik e tm ek le b u güzel h u y e ld e ed ilir. E ğ e r «Ârî-
lik nedir?» d erlerse, cevap: T â a t, ib âd et, zü h al, ta k v a ve d o ğ ru lu k ­
tu r. H a şa n B asri: «Sana ‘K im in m ü rid isin ? ’ diye so ra rla rsa, ‘Yol m ü ­
rid iy im , yol d a M u h am m ed y o lu d u r’ diye cev ap ver» diyor. T a rik a ­
tın kaç şey ü z e rin e k u ru ld u ğ u so ru su n a cevap: A ltı. 1. Tövbe, 2. K â ­
m il b ir şeyhe teslim olm ak, 3. T em iz olm ak, 4. iç in i te m iz etm ek ,
5. K a n a a t etm ek , 6. K im se ile içli dışlı olm am ak.
« T arik at ilim le ri k açtır?» so ru su n a cevap: A ltıd ır. îlk i k azan ç­
t ır ki k a z a n a n A lla h ’ın sev g ilisid ir; so n ra cö m ertlik , cim riliğ i te rk ,
d o ğ ru lu k , düşünce ve tevekkül.
384 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

T a rik a tin e rk â n ı k a ç tır? C evap: A ltı. 1. îlim , 2. H ilm , 3. S ab ır,


4. R ıza, 5. îy i h u y , 6. îh lâ s ... T a rik a t k a ç tır? C evap: A ltıd ır. 1. H a y ır,
2. Z ik r, 3. G ü n a h ı te rk , 4. K o rk u , 5. T e rk , 6. Ş e v k ... B ir kim seye
p ir d e sele r de y u k a rıd a y a z ılan so ru la rı b ilem ey ip ta tb ik etm ese, y a ­
h u t b ilip de ta tb ik etm ese, on a p ir dem ek d o ğ ru d eğ ild ir. O ndan b ia t
caiz d eğ ild ir. Ç ü n k ü sözü işin e u y m ad ığ ı için y a lan cı d e m e k tir. A l­
la h ’ın lâ n e ti o n u n ü z e rin e olur. A llah k o ru su n .

P ir o d u r ki, h e r çeşit h a ra m ve y a sa k ta n e m in ve m asu m ola.


İşte o n u n im a n ı d o ğ ru d u r. İm a n ın kaç olduğu so ru su n a cevap: Y e­
d id ir. 1. M elek lerin îm an ı, 2. P e y g a m b e rle rin îm an ı, 3. M u h a k k ik le ­
r in îm an ı, 4. M ü’m in le rin îm a n ı, 5. M ü slü m an k a d ın la rın îm an ı, 6.
M ü n a fık la rın îm an ı, 7. îm a n -ı m ev k u f, y â n i k â firle rin îm a n ıd ır...
A lla h ’ın h id â y e ti n a sib olursa, son n efesin d e îm a n ile gid er. D iğ er
b ir cevap: îm a n n u rlu b ir ağaç g ib id ir ki k ö k ü K u r ’â n ’d ır, d e risi ha-
v âd ır, te n i şü k ü rd ü r, b u d a k la n ta k v a d ır, y a p ra k la n tö v b ed ir, y em i­
şi A lla h ’ın in â y e tid ir. İm a n ın m ân a sı y a k ın lık tır. İm a n ın aslı keli-
m e ٠ i te v h id d ir. İm a n ın b ü tü n ü , y o ld an d ik en i tem iz le m e k tir. Y âni
gece v e g ü n d ü z a y a ğ a s a n îa n şe y tâ n î şü p h e ile sa v aşm a k tır. V elhâsıl,
d e rv işlik fa k r m ak a m ıd ır. H e r şey d en önce lü zu m lu olan o fa k rın te ­
m izliğ id ir. T em izlik ise b ü tü n h a m d ü şü n c ele rd e n s ıy n lm a k d em ek ­
tir.

D eseler ki f a k n n m ak a m ı k a ç tır? C evap: S ek izd ir. 1. T övbe e t­


m ek. 2. S a b ır, 3. Ş ü k ü r, 4. R ıza, 5. İb ad e t, 6. K a d em sah ib i olm ak, 7.
Z ah id olm ak, 8. Â rif-i b illa h o lm a k tır. Ç ü n k ü Â d em A leyhisselâm
tö v b e e tm işti. Hz. İd ris A ley h isselâm ib â d e tle u ğ raşırd ı. H z. N u h
şü k re d e rd i. Hz. E y ü p sa b ırlı idi. İsa A ley h isselâm h â m u ş idi. H z. M u-
h a m m e d (S.A.) â rif-i b illa h idi.

İm am -ı C afer-i S â d ık d e r ki: F a k rin aslı iy i h u y d u r. S evgidir.


K ilid i, d o ğ ru lu k tu r. D ü rü s tlü k tü r. Y em işi, k işin in k en d i v ü c u d u n u n
b ilm esid ir. H âzinesi, A lla h ’ı b ilm e k tir. C evheri, m e sk e n e ttir. B u n ­
la rı b ile re k ta tb ik eden, H z. A li (R .A .)’n in «M en are fe n efseh û fe-
k a t a re fe R abbehû» sözüne m a z h a r o lu r. Y â n i k e n d isin i b ild iğ i için,
T a n rıs ın ı da b ile n nice c a n la r v a rd ır ki, say ısın ı A llah b ilir. A m a
k im i â m m en n â, k im i e v tâ d , kim i necebâ, k im i n a k ib le r, kim i buda-
d ala, k im i m elâm i, k im i rü ceb â, kim i a v â m sın ıfın d an , k im i şey h
sıfa tın d a , kim i d e h şe t için d e g ezerler. Ç eşitli esn af k o lla n v a rd ır. N i­
te k im h ad is-i k udsîde, «Evliyâî ta h te kubâbî lâ y a ’rü fü h ü m gayri»
b u y ru lm u ş tu r.
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N A M E S İ 385

D E R V İŞ L E R İN A H V Â L VE Ş E K İL L E R İN İN BEYAN I

B azı fu k a ra , S ü le y m a n ta rik a tın d a n d ırla r. Y a n la rın d a d a im a hi­


leyi taşı ile u s tu ra ta şırla r. M ânası, «Nefsi öldürdüm » d e m e k tir. O
u s tu ra ile k e n d in e d ö rt d a rb e v u ru r. O ta rik h alk ı için d ö rt, te r k tir .
D ö rt d a rb e v v e lâ b o ştad ır. M eselâ: S ak al, b ıy ık , kaş, k iıp ik tıra ş
e tm e n in m ân ası, d ü n y a sü sü n ü te r k ey led im d e m e k tir. K aş y o lu t-
m a n ın m ânası, T a n rı ile k u lla rı a ra sın d a p e rd e y o k tu r d e m e k tir. B ı­
y ık kesm ek, v a rlığ ın d a n geçip ç irk in g ö rü n m ey i k a b u l e ttim , d e­
m e k tir. K irp ik y o lm ak, b ü tü n h a ra m la rd a n el çek tim , d e m e k tir. V ü-
c u d d a b u lu n a n d a ğ la m a la rın m ân ası: M ü slü m a n h a c ıla r M ek k e’de
ih ra m a g irin ce b ir v âcib v ey a m ü sta h a b ı te rk e tm iş olsa, on a b ir k u r ­
b an farz o lm u ş tu r ki, su ç u a f o lu n a... D e rv işle r y o lu n d a d ah i ö y le­
dir.
B ir d e rv iş b ir suç işlese, A lla h ile can ın a, k en d i b ild iğ i su çu n u
itira f edip d ü n y a cezası için, A lla h k o rk u su n d a n , v ü c u d u n u a te ş­
lerle y a k ıb d ağ lar. B u n a göre d e rv işle rin v ü c u d la rm d a k i d a ğ la m a ­
la r A lla h ’ta n k o rk m a m â n a sm d a d ır ki, b u s u re tle A lla h ’ta n a f u m u p
tö v b e etm iş ve tem iz le n m iş olur. B a şın d a y ü z b ir d ağ y ak m ak , «Yüz-
b ir ta r ik a tın h ü k m ü n e ra z ı oldum , b ü tü n h a ra m la rd a n uzağım , H a k ­
k ın rız a sın a teslim oldum » d e m e k tir. A m m a b u teslim d ağ lam asın ı
y a p a n ın için d e A lla h sev g isin d en b aşk a b ir a rz u o lm am ası g erek ir.
K u la k la rın d a k i k ü p eler, « İsyandan k açıp h a k cev ab a p a rm a ğ ım ağ­
zım d a kaldı» d e m e k tir. B o ğazındaki h a lh a lla r, « Ş eriate b o y u n b ağ ­
la d ım . d e m e k tir. K o lla rın a b ilezik ta k m a k , « H a ra m d a n el çektim *
d e m e k tir. B aş açık, a y a k çıp lak gezm ek. «H üdâya âşık ım o n u a rı­
yorum » d e m e k tir.
F a k a t ta ç g iy m e n in k ırk so ru su v a rd ır ki, değm e c a n la r cev ap
v e rem ezler. B irincisi, ilk ta ç g iy en in sa n p e y g a m b e rd ir. Y ü zv irm i
d ö rt b in m ü rse l p e y g a m b e rle re n e b ilik ta c ı n a sib o lm u ştu r. Â h irza-
m a n P e y g a m b e ri M u h am m ed M u sta fa ’y a M iraç gecesind e b izz a t
C enab-ı H a k k ın k u d re t eliy le n e b ilik ta c ı n asib olup, b ü tü n p ey g am ­
b e rle re b a şta c ı oldu. O tacı, P e y g a m b e rin ehl-i b e y ti d a h i g iy m iş­
tir. O n d an b a şk asın a n asib o lm am ıştır. B u g ü n e k a d a r d ü n y a y ü z ü n ­
de g iy ilen çeşitli ta ç la r o ta c ın b e n z e rle rid ir ki, h e r k avm b ire r çe­
ş it ta ç giyer. D ervişçe, « teb e rd a r M üslim » d e m e k tir. Z e rd eşte ta ş ı­
m ak, «Âsâ sah ib i p irim » d e m e k tir, k e m e r k u şan d ım d e m e k tir. H es-
b â n taşım a k , « Ş eytanı kovarım » d e m e k tir. K e şk ü l taşım a k , « B ahı-i
u m m âm m » d e m e k tir. C üzbend taşım a k , «U m m ân-ı k irâm ım » de-
Evliya Celebi I-II. F : 25
,‫؛‬i١ î ٠ EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ

m ek tir. M ecm u a taşım a k , «Bilgi deniziyim » d e m e k tir. Z ilb em ta ş ı­


m ak, «M usalli ve v a k it sahibiyim » d e m e k tir. P â le h e n k taşım a k , «Bağ­
rım a ta ş b a sıp nefisle sa v a şta ta ş y ü rek liy im » d e m e k tir. T e n n ü re
giy m ek , « A v ret y e rim i ö rtm ü şü m , h a y â sahibiyim » d e m e k tir. P o st
taşım a k , «H ak y o lu n a k u rb a n ım , ta rik a tim d e seccade sahibiyim » de­
m e k tir. ih ra m taşım a k , «H er y e rd e s ır sa k la rım , m eclis b e n d e n em in ­
d ir. H ac ed ip ih râ m a girdim » d e m e k tir. S aç u z a tm a k «P eygam be­
r in sü n n e tin e uydum » d e m e k tir. B aşın d a tü l taşım a k , «Ş eytan ile
sa v a ş ta o n a galip geldim » d e m e k tir.
V elh âsıl, y ü re ğ i y a ra lı h a k ik î d e rv işle rin içte n ve d ışta n b in b ir
a lâ m e tle ri v a rd ır. B in b ir ç e şit s o ru la n v a rd ır. H a k k ıy le b u n la ra ce­
vap v e re b ile n can, ta s a v v u f ilm in e ve le d ü n n e k â d ir olup, h ü v e hü-
v e m a k a m ın d a olur. D e v rin f â d ılla n n d a n u m m a n d en izi say ılır. Y ok­
sa h a k ir E v liy â gibi cev ap v e re m e y e n le r, b u g ü n e k a d a r k â m il b ir
m ü rş id a r a r d u ru r, h a k k a ta lib olur. F a k a t z a m a n ın ın fâd ılı ta s a v ­
v u f e h lin d e n o lm a y a n la r, y in e ta r ik a t eh li m u v a h h id d e rv iştir. O n-
l a n n b u s o ru la ra v e rd ik le ri cev ap şu d u r: B ü tü n cihan, fa k ir ve d e r­
v işle rin , a b d a lla rın şe k ille ri v e m u v a h h id le rin ta rik i, â y in leri, önce
d ed em iz H a z re t-i  d em ’den kaldı. S o n ra Hz. î s â ’d a n kaldı. N itek im
« tn n e m eseli İsâ in d a llâ h i k em eseli  dem h a lk a h û m in tü râ b i süm -
m e k a le le h û k û n fe yekûn» â y e ti gereğince, ilk önce d ü n y a seyyahı,
y e ry ü z ü n d e H in d ü lk esin e y a k ın S e ren d ib için d e H a z re t-i  d em idi
ki, C enab-ı H a k ’ta n a y rılıp a ğ la y a ağ lay a se rse ri dolaşıp, m âşu k ası
v e d e r t o rta ğ ı olan H a z re t-i H a v v a ’y ı a ra d ı. Ü çü n cü d ü n y a seyyahı,
H z. M u h a m m e d (S .A .)’d ir ki, c ih a n ın bekçisi olup, b ü tü n g azâları
v e tü c c a rlığ ı ve b ü tü n se rg ü z e ştleri, b ü tü n siy e r k ita p la rın d a y a z ı­
lıd ır. iş te y u k a rıd a y a z ıla n c ih a n fa k irle ri h e p  dem S afî, İsâ N ebi
v e H a rz e t-i R isâ le tte n k a lm ıştır, d iy e cevap v e rile vesselâm . A m m a
y u k a rıd a y a z ıla n cih a n -ı fa k rın h e rb iri b ir p ey g a m b e r, e v liy â ve
a ta la rd a n k a lm ıştır. İn şa lla h h e rb iri ehl-i h u r u f üzere yazıla.
Y u k a rıd a y azıld ığ ı gibi d ö rt v u ru ş b a şta , k a şta , b ıy ık ta, sa k a l­
d a ve k irp ik te id i ki, b u ra d a a n la tılm a d ı. D ö rt v u ru ş d ah i fa k r
y o lu n d a d em işler: 1. H a k y o lu n a can te rk e tm e k tir, 2. D ü n y a y ı te r k
e y le m e k tir, 3. M ah n ı te r k e y le m e k tir y â n i d ü n y a ilişk ile rin d e n el
ç e k m e k tir, 4. R a h a tın ı te r k e tm e k tir.

BÜTÜN TARİKLERİN EBCEDİNİN BEYANI


B ü tü n ilim le rin aslı h a rfle rd ir. B u n d a C enab-ı H a k ezeli h ik m e ­
tin i a ç ık lam ıştır. H a k ik a tin e b a k ılırsa , in sa n ın aklı şa şırır. M eselâ,
E V L İY A Ç E L E B İ S E Y A H A T N Â M E S İ 387

C enab-ı A llah b ü tü n p e y g a m b e rle re k ita p ve sa h ife le r gönderm iş.


H ik m e ti b u ki, «C enab-ı H ak, y e ry ü z ü n d e y e tm iş ik i m ille t h a lk
b u y u rm u ş» d iy e çeşitli in sa n la r ta ra fın d a n söylenir. A m m a A llah
b ilir, y etm iş ik i değil, b in y e tm iş ik i k a v m ve m ille t ile y e ry ü z ü
sü slen m iştir. B u n la rın h e rb irin in b a şk a b aşk a h u sû si leh ç e le ri v a r ­
d ır. B u k a v im le rin b a z ıla rın ı se y ah a tim iz d e g ö rü p yü z k ırk y ed i d il
ü z e rin e k e lim e le rin i, elli b ir sen e sü re n gezim izde z a p te tm işiz d ir.
Ç oğu d ille rin h a rf say ısı y irm i d o k u zd u r. Y alnız fârisid e «ç, p, j, k»
gibi h a rf le r v a rd ır. F a k a t h e p sin in aslı, y in e h ece h a rfle rid ir. A m m a
Ç erkeş d ilin in b irç o k k e lim e le ri sa k sa ğ a n k u şu n u n sesine ben zey ip
söze ve y a z ıy a gelm ez. B oğ azd an v e iki çene a ra sın d a n ç ık a n n ice
h a rfle ri v a rd ır ki, y a z m a k im k â n sız d ır. B u çe şit h a rfle ri y in e a n c ak
Ç e rk e sle r a n la r ve te lâ ffu z ed eb ilirler.

T a rik a t ilminde hece harfleri ondur: 1. K e n d in i p ir e tm e k tir, 2.


H e r y e rd e m â rife t to h u m u e k m e k tir, 3. S u zevki ile b e sle n m ek tir, 4.
R iy a z e t h a re m in d e d ö k m ek tir, 5. E deb ten i ile y ü rü m e k tir, 6. H iz­
m e t işi ile işle m e k tir, 7. Ş evk y eli ile s a v u rm a k tır, 8. M u h a b b e t öl­
çeği ile ö lçm ek tir, 9. T a k v a d e ğ irm en in d e ö ğ ü tm e k tir, 10. S a b ır fır ı­
n ın d a p işirip h e lâ l lo k m a y e m e k tir. Y ân i b u n la rd a n m ak sa t, h a k yo­
lu n u b ilip m ü rşid -i k â m ile e rm e k tir. Z ira « fü tü v v e t silsilesi» b irb i­
rin d e n b ia t ile t â H a z re t-i R esule, o n d an H a z re t-i C eb râile, o n d an da
C enab-ı H a k k a v a rır.
B eyt:
C ân ın ı te r k itm e y e n c â n â n a olm az âşinâ
B ı vesile h e r k işi s u ltâ n a olm az âşin â
A n lam m ca, h e r işte, h e r ta r ik te k ıla v u z lâ z ım d ır ki, yol şaşırıl-
m asm . N itek im « M iftah-ül İkbâl» ad lı k ita p ta , C â b ir b in A b d u llah
ü l’E n sârî, H z. A li’d en şu b e y itle ri n a k le tm iştir.
A li R a d ıy a lla h u A n h ve K e rre m a lla h ü V ech e’n in b ey ti:

M erâ b il M u sta fâ lâ şek fî n efsi v u stâ h û m a


V eledi ve ceddi R e su lu lla h u m ü n fe rid
V e k a a le h ü m zev cetî zî sa d a k te h û
V e n n â su fî zu lem i m in e d d a lâ le ti vel e ş ra r
V e lm ü n k e r şü k re n lâ şe rik e le h ü lb irri
B i’l-a b d ü lm ü c e rre d i v e ’l-b âk i b ilâ em ed

B u b e y itle ri R e su lü E k rem , Hz. A li’d e n d in le y e re k «T asdik ed e­


rim y â Ali» dediler. V e Hz. A li’ye d u â e d e re k sa âd e tli b a şın a siy ah
38B EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ

b ir tac g iy d ird ile r. T a c ın ik i y a n ın d a , ik i ta y la sa n ı v a rd ı ki, b u n la ra


« tacü zülhübâıı» d e rle rd i. M i’ra c gecesinde H z. P e y g a m b e r, C en ab ٠ ı
H a k k ın y ed -i k u d re tiy le b u ta c ı g iy m işti. H â lâ M u h am m ed ü m m e ­
tin in ta c giym esi b u n d a n d ır. A m a tac g iy e re k h a lk ın p e şin d e n g it­
tiğ i k im sey e şu d ö rt so ru y u so rm a k lâzım d ır:
im a m ın k im d ir? C evap: T e n im in im a m ı m ih ra b tır. C a n ım ın im a ­
m ı K u r ’â n .ı K e rîm d ir. G ö n lü m ü n im a m ı H a z re t-i F a h r-i K â in a ttır,
K a lb im in im a m ı C e b ra il'd ir. A k lım ın im a m ı M ik âild ir. ٠
S o ru : K ıb le k a ç tır? C evap: B e ştir. T en k ıb lesi m ih ra b , a k ıl k ıb ­
lesi K âb e, c a n k ıb lesi b e y t-i m a m û r, fe h m (an lay ış) k ıb lesi k ü rsı,
gön ü l k ıb lesi b ü y ü k A rş’tır.

B eş h a rf olan d e rv iş k e lim e sin in h a rfle rin in m â n â v e rü m u z -


1a rın ın n e o ld u ğ u so ru su n a cevap: D e rv işin «Dal»’ı, d e r t e h lin in cis­
m in in zaif, in ce v e A llah k o rk u su n d a n b e n z in in s a n o lm asına işa ­
r e ttir . «Rı» h a rfi, r iy â y ı sev m em ey e iş a re ttir. «Vav» h a rfi, a k ra b a
v e d o s tla ra v ed a edip, H a k sözden b a şk asın a itim a d e tm em ey e işa ­
r e ttir . «Ya», b ü tü n h a lk ı y a m a n sa n m a k tır. «Şin», A llah aşk ı ile
d a im a n eşeli d e m e k tir.
S u fî k elim esi d ö rt h a rftir. B u n la r n e le re iş a re ttir? C evap: B u n u n
h e r h a rfin d e üç m â n a v a rd ır. İlk önce «Sad» d o ğ ru lu k , safa ve sa-
b ırd ır. «Vav», v ed d y â n i A lla h sevgisi ile V ed u d a d ın a m a z h a r o l­
m a k tır. V av, «V ahdehu»dur. V av, «V efa»dır. Y ân i y e m in in e ve b îa-
tm a v e sözüne v e fâ e tm e k tir. «F»’n in b ir m ân a sı fa rk d ır. B iri «Fakd»,
d iğ eri «F enâ»dır. F a k d , k e n d i v ü c û d u n u yok b ilip A llah ’da yok ol­
m a k d e m e k tir.

You might also like