You are on page 1of 1492

ADAM

Büyük
FRANSIZCA-7ÜRKÇE
SÖZLÜK
GRAND DICTIONNAIRE FRANÇAIS-TURC

TAHSİN SARAÇ
Büyük
FRANSIZCA-TÜRICE
SÖZLÜK
GRAND DICTIONNAIRE FRANÇAIS-TURC

TAHSİN SARAÇ
SUNUŞ

Tahsin Saraç'ın altı yıllık çalışmasının ürünü olan Büyük Fransızca-Türkçe


Sözlük ilk kez 1976'da Türk Dil Kurumu tarafından yayımlandığı zaman, büyük bir
boşluğu doldurmuştu. Bu önemli kaynak kitabın en büyük özelliği çağdaş
sözlükbilim ilkeleriyle ve bilimsel bir yöntemle hazırlanmış olmasıydı. Büyük
Fransızca-Türkçe Sözlük ADAM YAYINLARI için yayına hazırlanırken yazarı
tarafından yeniden gözden geçirilmiş, Fransızca ve Türkçenin son elli yıldaki evrimi
göz önünde tutularak dörtte bir oranında genişletilmiştir. Dört yıllık yeni bir
çalışma sonucunda ADAM Büyük FRANSIZCA-TÜRKÇE SÖZLÜK çağdaş
bilim ve teknolojinin ürünü tüm sözcükleri, bilim, sanat, felsefe, hukuk, teknik,
ticaret, ekonomi ve bankacılık terimlerini yeni ve eski karşılıklarıyla içeren seçkin
bir yapıt niteliği kazanmıştır. 100.000'in üzerinde Fransızca sözcük, kalıpsöz ve
deyimin karşılıklarım içeren bu temel yapıtın dil öğrenenler, her düzeydeki
öğrenim kurumları, öğretmenler, öğrenciler, araştırmacılar ve çevirmenler için
vazgeçilmez bir başvuru kaynağı olacağına inanıyoruz.

ADAM Yayınları
ÖNSÖZ

Birinci basımı Türk Dil Kurumu'nca yapılmış olan bu sözlük, 20.2.1984 tarihli
başvurumuzla, adı aynı ama artık yapı ve niteliği değişmiş olan Kurum'dan,
dışarıda bastırılmak üzere, geri alınmıştır.
Gerek anlam, gerek örneklendirme yönünden, Fransızca ve Türkçedeki belli
başlı bütün sözlüklerin taranmasıyla hazırlanan bu sözlükte, Fransızca sözcükler
Türkçe karşılıklarıyla verilmeye çalışılmış, tanımlamalar ve dolaylamalardan elden
geldiğince ve özellikle kaçınılmıştır. Böylece Türkçenin, gerek söz varlığı, gerek
anlatım özelliği bakımından, en ileri Batı dilleriyle boy ölçüşebilecek bir dil olduğu
bir kez daha kanıtlanmak istenmiştir.
Kapatılmadan önceki Türk Dil Kurumu'nun 1982 yılına dek çıkarmış olduğu
çeşitli terim sözlüklerinde önerilen ve bugün çoğu tutunmuş sözcüklerin büyük bir
bölümü bu sözlüğe alınmış, böylece bunlara daha bir işlerlik kazandırılmak amacı
güdülmüştür.
Gerekli görülen durumlarda, kimi sözcüklere tarafımızdan karşılıklar türetil-
miş, bunlar ve başkalarınca yapılmış bütün öteki öneriler, başlarına bir yıldızcık (*)
konularak belirtilmiş, yer yer de, yanlarında (°) işaretiyle belirlenen eski
karşılıkları verilmiştir.
Okunuşu kural dışı sözcüklerin nasıl okunacağı, hemen sözcüğün yanındaki
köşeli ayraç içinde sesbilim harfleriyle gösterilmiş, bu harflerin okunuşu ise bir
dizelge halinde Sözlük'ün başında sunulmuştur. Sözlüğün H harfi bölümünde, la
"honte, le "hangar örneği bütün H aspiré'ler, başlarına bir yıldızcık (*) konularak
belirtilmiştir.
Sözcüklerin anlamlarını daha iyi belirtebilmek için, kullanılışlarıyla ilgili
örnekler ayraç içinde verilmiş, birden çok anlamı olan sözcüklerin anlamları
numaralandırılmıştır. Sıfat ve eylemlerin, gerek adlar gerek eylemliklerle aldığı
çeşitli ilgeçler belirtilmiş, bunlarla ilgili örnekler yine ayraç içinde verilmiştir.
Yalnızca anlamı anlaşılır kılmak zorunluğu duyulan yerlerde ve bir de sözcüklerin
terimsel yada deyimsel bir nitelik taşıdığı durumlarda, örneklerin Türkçe karşılıkla-
rı verilmiş, bunun dışında Sözlük'ün oylumunu daha da artırmamak için, bundan
kaçınılmıştır.
Kimi sözcüklerin anlamlarıyla ilgili örnekler ayraç içinde italik harflerle
verilirken, sözcüğün çağrıştırdığı terim ve deyimler de kimi kez bu vesileyle
verilmiştir; bu nedenle, ayraç içindeki örneklerin okunması özellikle salık verilir.
Sözcüklerin çeşitli anlamları gösterildikten sonra, bir çengel (§) işaretiyle
kalıpsözler, deyimler ve atasözlerine geçilmiş, bunlar da kendi aralarında abecesel
sıraya göre düzenlenmiştir.
Sözlük, dört yıllık yeni bir çalışmayla yeniden gözden geçirilip genişletilirken,
1985 yılına dek, son teknolojik ve bilimsel gelişmelerle Fransızcaya girmiş hemen
hemen bütün önemli sözcük ve terimler içine alınmış, kapsamı da dörtte bir
oranında büyütülmüştür.
ADAM YAYINLARI'nca çıkarılan bu ikinci basımda, birinci basımdaki dizgi
yanlışları ve karışıklıklar giderilmiş, eksikler büyük ölçüde tamamlanmış, böylece
Sözlük, yepyeni kimliğiyle, tüm sorumluluğunu onurla taşıyacağımız bir niteliğe
kavuşmuştur.

TAHSİN SARAÇ
KISALTMALAR

ad. Ad (isim) huk. Hukuk terimi


adıl. Adıl (zamir) ibr. İbraniceden
anat. Anatomi terimi US- Ilgeç (edat)
ar. Arapçadan ing- İngilizceden
argo. Argo sözü isl. Islavcadan
ask. Askerlik terimi isp. İspanyolcadan
bağ. Bağlaç (rabıt) it. İtalyancadan
bel. Belirteç (zarf) kim. Kimya terimi
bitb. Bitkibilim (botanik) terimi lat.. Latinceden
biy. Biyoloji terimi mant. Mantık terimi
coğr. Coğrafya terimi mat. Matematik terimi
Çoğul mec. Mecaz olarak
Ç-
den. Denizcilik terimi müz. Müzik terimi
dilb. Dilbilim-Dilbilgisi terimi ruhb. Ruhbilim terimi
diş. Dişil (féminin) s. Sıfat
ed. Edebiyat terimi t. Türkçeden
ekon. Ekonomi terimi tar. Tarih terimi
er. Eril (masculin) tekti. Teknik terim
far. Farsçadan tkz. Teklifsiz konuşmada
fels. Felsefe terimi tic. Ticaret terimi
fiz. Fizik terimi toplb. Toplumbilim terimi
fizy. Fizyoloji terimi ünl. Ünlem (nida)
gçi- Geçişli eylem (Verbe transitif) vb. Ve benzerleri
gsz. Geçişsiz eylem (Verbe intransitif) yerb. Yerbilim (jeoloji) terimi
geom. Geometri terimi
gökb. Gökbilim terimi Fransızca kısaltmalar:
hayb. Hayvanbilim (zooloji) terimi qn. Quelqu'un (biri)
hek. Hekimlik terimi qch. Quelque chose (bir şey)
hlk. Halk ağzında f.qch. Faire quelque chose
hkr. Hakaret yollu söylenir (bir şey yapmak)
a
A, a er. 1. Fransız abecesinin ilk harfi olup son durumda olduğunu gösterir (La route
Türkçedeki a sesini verir (A majuscule: Büyük A; d'Ankara à Bursa: Ankara-Bursayolu. Du malin
a miniscule: Küçük a).% Depuis Ajusqu'à Z: A'dan au soir: Sabahtan akşama dek). 5. Birbirinin aynı
Z'ye dek; başından sonuna dek; baştan sona (II olan iki tanımlıksız ad arasına girdiğinde, duruma
connaît le règlement depuis À jusqu'à Z: göre, aralarında ya ardışıklık yada karşılaşma
Yönetmeliği baştan sona biliyor. Une société kurar (Pas à pas: Adım adım. Face à face: Yüz
pourrie depuis A jusqu'à Z.A'dan Z'ye çürümüş yüze. Dos à dos: Sırt sırta). 6. İki sayı sıfatı
bir toplum). Ne savoir ııi A ni B: Okuma yazma arasına girdiğinde, o iki nicelik arasında kalan bir
bilmemek, okuma yazması olmamak, elifi görse yaklaşıklık anlatır (Vingt à trente personnes:
mertek sanmak. Prouver par A+B: İki kere iki Yirmi otuz kişi, yirmi otuz kadar kişi). 7.
dört edercesine ortaya koymak, kesin olarak Birbirinin aynı olan ve nicelik anlatan iki sözcük
kanıtlamak (Il me prouva par A+B que j'avais arasına girdiğinde üleştirme belirteci yapar
tort: Haksız olduğumu kesin olarak ortaya (Marcher trois à trois: Üçer üçer yürümek). 8.
koy du).2. ilg. A ilgeci başlarında bulunduğu yada Başına geldiği adıl ile birlikte iyelik düşüncesini
aralarında yer aldığı sözcüklerin türüne, bunlar pekiştiren bir deyim oluşturur (Avoir une maison
arasındaki ilgiye ve eksiltili bir tümcede à soi: Kendinin bir evi olmak. Il a un style à lui:
bulunmasma göre birçok anlam değişiklikleri Kendine özgü bir biçemi var). 9. Bir ad ile bir
gösterir; örneğin, iki adı birbirine bağladığında eylemlik arasına geldiğinde, eylemlik adın
ikincisini birincisinin belirteni yapar (Machine à niteliğini yada hangi işe yaradığını gösteren bir
écrire: Yazı makinası. Machine à laver: Çamaşır deyim oluşturur (Maison à louer: Kiralık ev.
makinası. Des bas au métier: Makina çorabı). 3. Voiture à vendre: Satılık araba. Maître à danser:
Kimi eksiltili tümcelerde yöneltme anlatır (Mort Dans öğretmeni. Chemise à laver: Yıkanacak
aux traîtres: Hainlere ölüm, kahrolsun hainler. gömlek). 10. Bir sıfatla bir eylemlik arasına
Honneur aux braves: Yaşasın kahramanlar). 4. geldiğinde, eylemlik sıfatın hangi bakımdan
Birincisinin başında de bulunan iki adı olduğunu yada onun derecesini anlatır (Facile à
bağladığında, birincisinin başlangıç ikincisinin ise dire: Söylenmesi kolay. Difficile à résoudre:
A 16 A

Çözümlenmesi güç. Belle à adorer: Tapılacak sorti: Sizinle konuşmak için herkesin çıkmasını
kadar güzel, hayran olunacak kadar güzel). 11. bekledim. J'ai entendu dire à votre frère que vous
Bir sıfat yada adıl ile bir ad yada adıl arasına viendriez: Kardeşinizden geleceğinizi duydum.
girdiğinde, birincisi ikincisinin konusunu gösterir J'ai vufaire à ces hommes une action généreuse: Bu
(Nuisible à la santé: Sağlığa dokuncalı, sağlığa adamların mertçe bir davranışta bulunduklarım
zararlı. Semblable au loup: Kurda benzer). 12. gördüm). 24. Bir eylemle bir tümleç arasına
Başında bulunduğu eylemlikleri başka bir geldiğinde, bunlar arasındaki anlam ilgisine göre
eylemliğin yada eylemin nesnesi durumuna sokar ikincisi birincisinin belirteci durumunda olur
(Inviter à dîner: Yemeğe çağırmak. J'aime à lire (Vivre à peu de frais: Az masrafla geçinmek.
des poèmes: Şiir okumayı geverim). 13. Prendre quelqu'un à témoin: Birini tanık tutmak.
Aralarında neden ve sonuç ilişkisi bulunan iki Tenir à honneur: Şeref bilmek. Louer à l'année:
eylemle bir eylemliği bağladığında, ikincisi Yıllığına kiralamak). 25. Etre eyleminden sonra
birincisinin derecesini gösteren bir belirteç geldiğinde, "birinin malı yada sırası olmak"
niteliğine geçer (Souffrir à crier: Bağıracak kadar anlamını kazandırır (Ce livre est à ma sœur: Bu
acı çekmek). 14. Bir eylemliğin başına gelir, bu da kitap kızkardeşimindir. C'est à vous de parler:
bir eylemle nesne olursa "-cek bir şey" anlamını Konuşmak sırası sizde, söz sırası sizin). 26. Q ı i
verir (Il n'y a pas à manger: Yiyecek bir şey yok. adılının başına geldiğinde, kimi kez, yarışma
Donnez-moi à boire: Bana içecek bir şey verin). anlatan eksiltili deyimler meydana getirir (Ils
15. Bir eylemin yada eylem anlatan bir adın travaillaient à qui mieux mieux: Yarışırcasına
yöneltilmiş olduğu tümleci göstermek üzere bu çalışıyorlardı, kim daha çok iş çıkaracak dercesinè
tümlecin başına getirildiğinde, Türkçedeki -e çalışıyorlardı). 27. Bir sayının yada sayıdan önce
durumunu karşılar (Aller à l'école: Okula gitmek. gelen adılın başında bulunduğunda, bir eylemin o
La soumission aux lois: Yasalara uyma). 16. sayı miktarında olan kişilerce yapıldığını anlatan
Eylemden sonra gelen tümleç paha anlat an bir söz bir adıl deyimi oluşturur (Louer une maison à
ise, o eylemin ne pahasına yapıldığını bildirir trois: Üç kişi bir evi kiralamak. Etre à deux de jeu:
(Dîner à trente francs par tête: Adam başına otuz Oyunda iki kişi olmak. A moi seul: Tek başıma).
franga yemek yemek). 17. Aralarında sonuç ve 28. Birine nispet edilen soyut anlamlı bir anlatıma
neden ilişkisi bulunan bir eylemle bir tümleci getirildiğinde, ona görelik ilgisi katar (A ce que je
bağladığında, tümleç eylemin nedenini gösteren crois: Sandığıma göre. A son gré: Keyfine göre).
bir belirteç niteliğine geçer (On accourutàses cris: 29. Bir eylemliğin başına getirildiğinde, neden
Çığlığı üzerine herkes koştu). 18. Eylemin yada yada biçim anlatan bir bağ-eylem yada durum ve
adın anlattığı iş olduğu yerde kalıyorsa yada koşul anlatan bir deyim meydana getirir (A baiser
anlam kımıldanışı yoksa, bu işin meydana geldiği des mains les lèvres ne s'usent pas: El öpmekle
yeri gösteren sözcüğün başına getirilir ve dudak aşınmaz. A compter de ce jour: Bugünden
Türkçedeki -de durumunu karşılar (Nous başlayarak. A l'en croire: Söylediğine inanılacak
habitons au bord de la rivière: Çayın kıyısında olursa). 30. Bir adın başına getirilerek yapılan
oturuyoruz. Il vit à Ankara: Ankara'da yaşıyor). ünlemler yardım isteme, çağırma, kışkırtma,
19. Kimi kez, Türkçedeki -den durumunu verir kovma, yada içki içilirken iyi şeyler dileme gibi
(Saisir quelqu'un aux cheveux: Birini saçlarından anlamlarda kullanılır (A moi!: Yetişin! Au feu!:
yakalamak. Puiser de l'eau à une fontaine: Bir Yangın var! Au voleur!: Hırsız var! A l'assassin!:.
çeşmeden su almak). 20. Kimi kez "önünde" Adam öldürüyorlar! Aux armes!: Silah başına! Au
anlamıyla kullanılır (Il fut battu aux yeux de la secours!: İmdat! A table, messieurs!: Sofraya
foule: Kalabalığın önünde dövüldü, herkesin buyurun, baylar! A votre santé!: Sağlığınıza!). 31. ;
gözü önünde dayak yedi). 21. Kimi eylemlerin Zaman anlatan kimi sözcüklerin başına;
nesnesine à getirilir (Songer àsonfrère: Kardeşini getirilerek belirteç yapmaya yarar (A midir
düşünmek. Jouer aux cartes: Kâğıt oynamak). 22. Öğleyin, öğlen. A minuit: Geceyarısı. A la tombée-
Başında faire eylemi bulunan eylemliklerin ikinci de la nuit: Ortalık kararırken. A quand: Ne'"'
derecedeki nesneleri à ile yapılır (Il fait accepter zamana?). 32. tki ad arasına geldiğinde ikincisini
un cadeau àson maître: Öğretmenine bir armağan birincisinin tamlaması yapar ve Türkçedeki -II ;
kabul ettirdi). 23. Attendre, trouver, ouïr-dire, biçiminde sıfat anlamı kazandırır (Aigle à deux
entendre, dire, voir, faire eylemlikleriyle kurulan têtes: İki başlı kartal. Un homme à barbe longue?;
tümcelerde ikinci derecedeki nesneleràile yapılır Uzun sakallı bir adam). 33. Zaman anlatan kimi •
(J'ai attendu à vous parler que tout le monde fût sözcüklerin başına getirildiğinde, yine buluşma
abaca 17 abandonner

isteği belirten ve selâm yerine geçen deyimler (Quiconque s'abaissera sera élevé). 3. Alçalmak,
yapılmasını sağlar (A demain!: Yarma; yarın küçülmek, boyun eğmek (Les plus fiers sont
görüşürüz; yarına kadar allahaısmarladık. Au quelquefois forcés de s'abaisser). 4. S'abaisser
revoir: Şimdilik allahaısmarladık, hoşça kal). 34. devant qn: Biri karşısında eğilmek, -in
Ulus anlatan dişil sıfatların başına getirildiğinde, üstünlüğünü kabul etmek. 5. S'abaisser à qch: -e
o ufusa özgü olan tarzı anlatır (A la française: fit olmak, razı olmak; tenezzül etmek (S'abaisser
Fransız yollu, fransızlar/ gibi. A la turque: Türk à des compromissions). 6. S'abaisser à f. qch,
yollu, türkler gibi). 35. Kimi kez dükkân s'abaisser jusqu'à f. qch: -cek kadar düşmek;
levhalarına yazılan simgesel ünvanların başına -meye tenezzül etmek (S'abaisser àfaire une chose
gelir (A la boule d'or: Altın Top Mağazası). 36. dégradante. S'abaisser jusqu'à trahir ses plus
Adreslerde ve sunularda sözün başına getirilir (A proches amis).
Monsieur le Ministre du Travail: Sayın Çalışma abajoue 1. (Kimi hayvanlarda) Avurt kesesi. 2.
Bakanına. Au Ministère de l'Education mec. Sarkık yanak,
Nationale: Millî Eğitim Bakanlığına). 37. Etre abalourdir gçl. Şaşkına çevirmek,
eylemjne yüklem olan bir ad yada sayı sıfatından sersemleştirmek, alıklaştırmak, hantallaştırmak,
sonra geldiğinde, iki yanın aynı durumda alığa döndürmek,
bulunduğunu gösteren eksiltili bir anlatım verir abandon er. 1. Yüzüstü bırakma; ilgiyi, ilişiği,
(Nous'sommes dix à dix: Ona onuz, onar sayımız yardımı kesme (Abandon de famille). 2.
var). Bırakma, terketme, ayrılıp gitme (Abandon de
abaca et. Manila keneviri, navire, du domicile conjugal). 3. Bir şey
abacule er. Mozaik parçacığı, üzerindeki hakkından vazgeçme, bir şeyi
abaissable s. Alçaltılabilir, indirilebilir, başkasına bırakma (Abandon d'un fonds au profit
düşürülebilir (Taux, chiffre, température de la commune). 4. Vazgeçme (Abandon d'une
abaissable). accusation). 5. Kullanmaz olma, artık
abaissante s. Alçaltan, küçülten, küçük düşüren, kullanmama (Abandon d'un projet, d'un type
abaisse diş. Yufka, pasta vb. için açılmış hamur, ancien de machine). 6. Kendini birinin dileğine,
yufka. yargısına bırakma (L'abandon envers Dieu). 7.
abaisse-langue diş. hek. Dil baskısı, Yüzüstü bırakılmıştık, bakımsızlık (Lapièce avait
abaissement er. 1. Alçalma; alçaltma (Abaissement un air d'abandon). § A l'abandon: Yüzüstü
de la voix). 2. tnme; indirme (Abaissement d'un bırakılmış, bakımsız (Tu laisses aller tes affaires à
store, des paupières). 3. Düşme; düşürme; l'abandon; Julien était à l'abandon). Laisser qch à
düşürülme (Abaissement de la valeur d'une l'abandon: Bir şeyi bakımsız, yüzüstü, kendi
monnaie; abaissement du niveau d'un liquide; haline bırakmak,
abaissement de la température). 4. Gerileme, abandonnataire ad. Kendisine mal bağışı yapılan
güçten düşme, düşkünleşmeye başlama kimse; mal bırakılan kimse,
(Abaissement d'un empire). 5. Önemden, abandonné, e s. 1. Terkedilmiş, sokağa bırakılmış;
gözden, saygınlıktan düşme, düşürme. 6. yüzüstü bırakılmış (Enfants abandonnés, une
Alçalma, küçülme, onursuzluğa düşme femme abandonnée). 2. Sahipsiz (Biens
(L'abaissement où le sort les a jetés). 7. Nitelik abandonnés). 3. Terkedilmiş, boş, içinde artık
düşüklüğü. 8. Bile bile sıkıntılı ve düşük bir yaşam kimsenin oturmadığı (Maison abandonnée,
sürme (Abaissement glorieux de l'humilité village abandonné).
chrétienne). abandonnement er. 1. Hükmüne bırakma (Saint
abaisser yçl. 1. İndirmek, aşağı çekmek (Abaisser abandonnement à la Providence). 2. Yüzüstü
un abat-jour, un store, une voile). 2. Alçaltmak, bırakılmışlık, terkedilmişlik (Je me suis trouvé
küçük düşürmek (Abaisser quelqu'un qui se dans l'abandonnement). 3. Bırakma, ilişiğini
vante). 3. Açmak (Abaisser la pâte). 4. Budamak, kesme.
kısaltmak, uçlarını almak (Abaisser une branche abandonner gçl. 1. Bırakıp gitmek, koyup gitmek,
d'arbrej. 5. Düşürmek, kırmak (Abaisser la ayrılmak (Abandonner sa patrie, une école). 2.
température, un prix). 6. mec. Önemden, gözden Bırakmak, salıvermek, azat etmek (Abandonner
değerden düşürmek (Abaisser une puissance). § un oiseau). 3. Yüzüstü bırakmak, terketmek
S'abaisser: 1. Alçalmak, inmek (Le terrain (Abandonner une femme). 4. Yardımı, ilişiği
s'abaisse vers la rivière). 2. Gönül indirmek, kesmek (Abandonner ses enfants, sa famille). 5.
alçakgönüllü olmak, alçakgönüllülük göstermek Yüz çevirmek, yüzüne bakmamak, desteksiz
abaque 18 abattre

bırakmak (Ses alliés l'abandonnent). 6. (Abattage d'unbœufaumerlin). 3. Gemiyikâlafét


Vazgeçmek, yarıda bırakmak (Abandonner la için yatırma, karina etme (Abattage d'un nkvitéen
lutte, la partie). 7. Kullanmaz olmak, gereksiz carène). 4. mec. Azar, papara (Nous ağam lui
bulmak, sırt çevirmek (Abandonner une flanquer un abattage). § A l'abattage: 'fok
hypothèse, une machine). 8. Oluruna bırakmak. pahasına, çok ucuza (Vente à l'abattage.
9. Abandonner qch à qn: Birşeyi birine bırakmak, Travailler à l'abattage). Avoir de l'abqjtjtagK 1-
vermek, bağışlamak (Abandonner ses biens à un argo. İri yapılı olmak. 2. mec. Kendini iyi satmak,
proche parent). 10. Abandonner qch à qch: Bir satmasını bilmek. 3. Başarılı olmak, gözde çlmak
şeyi -e bırakmak, vermek; -ile baş başa bırakmak, (Actrice qui a de l'abattage).
eline bırakmak (Abandonner une ville au pillage. abattant er. Masa kanadı (L'abattant d'un
Abandonner un étudiant paresseux à son triste comptoir, d'un secrétaire).
sort). 11. Abandonner à qn le soin de f. qch: Bir şey abattement er. 1. Kesme, vurma, öldürme,
yapmayı birine bırakmak, onun eline vermek devirme. 2. Bitkinlik, dermansızlık, büyük
(C'était à lui qu'on avait abandonné le soin de yorgunluk, bıkkınlık. 3. Umutsuzluk; ruhsal
trouver une solution au problème). § çöküntü. 4. İndirme, düşürme (Abattement des
S'abandonner: 1. Kendinden geçmek; yılmak, salaires).
kendini kapıp koyvermek; serbest durmak. 2. abatteur er. Kesici (Abatteur d'arbre). § Abatteur
(Kadınlardan söz ederken) Kendini vermek, de besogne, de travail: Hamarat, kendisine iş
teslim etmek. 3. S'abandonner à qch: Kendini bir dayanmaz kişi.
şeye bırakmak, kaptırmak, kendini vermek, -e abattis er. 1. Kesilmiş ağaç, dal vb. yığını,. 2.
düşmek (S'abandonner au désespoir). Sakatat; kesilen piliç, tavuk ve kuşların baş,
abaque er. 1. Çörkü denen eski bir hesap aleti. 2. kanat, ayak gibi parçaları. 3. ask. Dallardan,
(Sütunlarda) Başlık tablası, kütüklerden siper. 4. mec. hlk. Kollar, ve
abasie diş. hek. Yürüyememe, yürüyememezlik. bacaklar. § Numéroter ses abattis: Birkavgayada
abasourdir gçl. 1. Sağıra çevirmek, gürültüden kazadan sonra bir yeri kırılmış mı kırılmamış mı
sersemleştirmek, başım kazan gibi yapmak. 2. diye kendini şöyle bir yoklamak,
Bunaltmak; şaşkına döndürmek, allak bullak abattoir er. 1. Kanara, mezbaha. 2. mec. Kıyım,
etmek (Cette nouvelle m'a abasourdi). "katliam. Toptan öldürme, kılıçtan geçirme
abasourdissante s. 1. Sağıra çeviren, (Envoyer des soldats à l'abattoir).
sersemleştiren (Un bruit abasourdissant). 2. abattre gçl. 1. Devirmek, yıkmak (Abattre des
Şaşkına çeviren, allak bullak eden (Une nouvelle quilles avec une boule). 2. Kesmek, kırmak,
abasourdissante). devirmek (Abattre un arbre). 3. Vurmak,
abasourdissement er. 1. Sersemleşme, başı kazan öldürmek (Abattre un animal). 4. Yenmçk; vurup
gibi olma, bunalma, şaşırma. 2. Sersemletme, yere devirmek (Abattre un adversaire). 5.
bunaltma, kulağını sağır etme. Yıkmak, yerle bir etmek (Abattre un mur, une
abat er. 1. Kesme, kesip devirme (Abat d'arbre). 2. maison, uneforteresse). 6. Düşürmek (Abattre un
Yıkma. 3. f. (Kesilen hayvanlarda baş, ciğer, avion). 7. Yatıştırmak, bastırmak, dindirmek (La
böbrek, paça gibi) Sakatat (Abats de poulet). pluie abat la poussière). 8. Yorgun, bitk^nkiljnak,
abâtardir gçl. 1. Soysuzlaştırmak, yozlaştırmak, zayıflatmak (Cette grossefièvre l'a abattu). 9. mec.
piçleştirmek. 2. mec. Küçültmek, bozmak (Il est Kırmak, bozmak (Abattre l'orgueil, le coulage).
des victoires qui exaltent, d'autres qui 10. (Bir işi) Hemencecik, çabucak yapmak
abâtardissent). § S'abâtardir: Yozlaşmak, (Abattre de la besogne, un travail).. I J . Yan
bozulmak, soysuzlaşmak (Race qui s'est yatırmak (Abattre un cheval pour le soigner). 12.
abâtardie). Onarmak için, kalafat için yatırmak (Abattrç un
abâtardissement er. Soysuzlaşma, soysuzlaştırma; navire en carène). § S'abattre 1. Düşmek,
yozlaşma, yozlaştırma; bozma, bozulma, kapaklanmak, 2. (Uçarken) Alçalmak ,(H
abat-faim er. Konukların açlığını bastırmak için s'abattit sur la poitrine). 3. Yatışmak, djpmejj^Le
çıkarılan ön yemek, vent s'est abattu). 4. Gücü kalmamak; yılmak;
abat-jour er. 1. Işık kesen, ışık siperi, abajur. 2. umutsuzluğa düşmek, yılgınlığa ka^Jntal^. 5.
Tepe penceresi. 3. Güneş siperi;tente (Elle fit un S'abattre sur qn, qch: Birinin, bir şejçjj^üşçfine
abat-jour de sa main). çullanmak, atılmak; üşüşmek (Aigle quffyggtfjur.
abattage, abatage er. 1. Ağaç kesimi (A battage d'un sa proie. On verra des nuées de concu^j/gtfçàjfes {
sapin à la scie). 2. Hayvan kesme, öldürme s'abattre sur le trésor public).
abattu 19 abîmer

abattu, e i. ve ad. 1. Devrilmiş, yıkılmış. 2. mec. Abeille mère: Art beyi, bey an. Abeille ouvrière:
Gücü kalmamış, kolu kanadı kırılmış, bitkin (Le Amele arı). § Actif comme une abeille: Arı gibi
convalescent est encore très abattu). 3. Üzgün, çalışkan.
umutsuz. § A bride abattue: Dolu dizgin (Aller, abeiller, ère s. 1. Arılara değgin (Industrie
courir à bride abattue). L'abattu veut toujours abeillère). 2. er. Kovan, kovan yeri, kovanlık,
lutter: Yenilen pehlivan güreşe doymaz, aberrant, e s. Kurala, usa uymayan, yanlış, aptalca,
abat-vent er. Çatı saçağı, baca şapkası, çit gibi, yeli sapkınca (Une idée, une conduite aberrante).
kesmeye yarayan her türlü siper, *yelkesen. aberration diş. 1. gökb. fiz. Sapınç. 2. mec.
abat-voix er. Kiliselerde kürstt kubbesi, Sapkınlık. Sapıtma, sapınç, yanılgı, aldanma
abbatial,cf. 1. Abc denilen papazsınıfına değgin. 2. (Dans un moment d'aberration, il lui reprocha sa
Abey denen tam örgütlü manastıra değgin. 3. gentillesse. Par quelle aberration a-t-il agi ainsi?).
diş. Abe rütbeli papazın yönettiği kilise, aberrer gsz. Aldanmak, yanılmak, sapınca
abbaye diş. Tam örgütlü büyük manastır, düşmek.
abbé er. 1. Tam örgütlü bir manastırın baş papazı. abêtir gf/. Alıklaştırmak, aptallaştırmak, kafasını
2. Kimi rahipler için kullanılan unvan, körletmek (Abêtir les écoliers). § S'abêtir:
abbesse diş. Tam örgütlü bir kadın manastırının Alıklaşmak, aptallaşmak, kafası körlenmek (Je
başrahibesi. m'abêtis dans ce milieu).
abc er. 1. Abece kitabı. 2. Bir bilimin, bir sanatın, abêtissant, e s. Ahklaştıran, kafa şişiren,
bir işin başlangıç bölümü, temeli, alfabesi, en aptallaştıran (Des travaux abêtissants. Spectacle,
başta bilinmesi gereken şeyleri; bir şeyin abecesi journal abêtissant).
(L'abc du métier). abêtissement er. 1. Alıklaştırma, sersemletme,
abcéder gsz. Çıbanlaşmak, çıbana çevrilmek, çıban kafasını körletme. 2. Alıklaşma, aptallaşma,
vermek, cerahat toplamak; abse yapmak kafası körelme.
(Tumeur qui abcède). abhorrer gçl. Tiksinmek, nefret etmek; görünce,
abcès er. 1. Çıban (Ouvrir, percer, vider un abcès). duyunca, düşününce tüyleri diken diken olmak
1.mec. Sürüp giden ağır bir sıkıntı. § Crever, vider (J'abhorre le despotisme de cet homme). §
l'abcès: Yaraya neşter vurmak, bir yarayı S'abhorrer: 1. Kendi kendinden tiksinmek. 2.
deşmek, sürüp giden bir derde son vermek. Birbirinden tiksinmek,
abdicataire s. ve ad. Feragat eden. abiétin, es. Çama değgin; çamgillere değgin.
abdication diş. 1. Erkten el çekme; iktidarı, tahtı abiétinées<%. ç. bitb. Çamgillerin bir alt familyası,
bırakma. 2. Bir haktan vaz geçme; feragat (Elle abîme er. 1. Uçurum, dipsiz derinlik. 2. Büyük
étonne l'Europe par l'abdication de sa couronne). aynm (Entre un croyant et un athée il y a un
abdiquer gsz. 1. Erkten el çekmek. Tahttan feragat abime). 3. Yıkım (C'est avec ces complaisances
etmek (La reine Christine fut obligée qu'une société va aux abîmes). 4. mec. İçinde yitip
d'abdiquer). 2. gçl. Bir şeyden el çekmek, gidilen şey, kuyu, derya (Un abîme de misère,
vazgeçmek, bir şeyi bırakmak (Abdiquer son d'ennuis). § Etre au bord de l'abîme: Uçurumun
autorité, la couronne). 3. Abdiquer devant qn, kıyısında olmak. Toucher le fond de l'abîme:
qch:Biri karşısında,bir şey karşısında pes etmek, Uçurumun, tehlikenin içine düşmek. Creuser un
dize gelmek, abîme entre: Arasında uçurum açmak (C'est un
abdomen er. Karın. abîme qui se creuse entre nous). L'abîme appelle
abdominal, e s. Karına değgin, karınsal (Muscles * l'abîme: Belâ belâ üstüne gelir, belâ belâyı çeker,
abdominaux). abîmé, e s. Yırtılmış, yıpranmış, eski püskü (Un
abducteurs, ve er. onat. Uzaklaştırıcı; uzaklaştırın habit abîmé).
kas (Muscleabducteur. Abducteurdugrosorteil). abîmer gçl. 1. Yere göçürmek, batırmak; yıkmak,
§ Tube abducteur: Kimyasal bir tepkimeden gömmek (De si grands maux sont capables
doğan gazlan toplayan tüp. d'abîmerl'Etat). 2. Bozmak, yıkıp kırmak, berbat
abécédaires, veer. l . j . Abeceye değgin, *abecesel. etmek, kullanılmaz hale getirmek (Abîmer un
2. er. Abece kitabı. livre, une montre, un vêtement, un meuble). 3.
abecquer gçl. (Kuşun) Gagasına yem vermek, Abîmer qn: Dayakla pestilini çıkarmak (Un
tomşurmak. boxeur qui abîme son adversaire). § S'abîmer: 1.
abée diş. Değirmeni işleten suyun döküldüğü Batmak, yok olmak, yıkılmak. 2. Bozulmak
delik, poyra, (Relevant sa belle robe du dimanche qui aurait pu
abeille diş. An (Abeille domestique: Kovan arısı. s'abîmer). 3. S'abîmer dans qch: Bir şeye dalmak,
abiotique 20 abonder

kendini bir şeye kaptırmak (Bienheureuxceluiqui Les aboiements de la critique).


s'abîme dans la contemplation de la beauté. abolir gçl. Kaldırmak, ortadan kaldırmak,
S'abîmer dans ses réflexions). yürürlükten kaldırmak (Abolir une mode, uneloi,
abiotique s. biy. Yaşamanın olanaksız olduğu; la peine de mort). § S'abolir: Ortadan,
canlıların yaşamasına elverişli olmayan, yürürlükten kalkmak, kaldırılmak,
yaşamdan yoksun (Milieu abiotique). abolissement er. (Eskimiştir) Ortadan kaldırma,
abject,e s. İğrenç, tiksinç, alçak, aşağılık (Un yürürlükten kaldırma (Abolissement du duel).
caractère, un procédé, un chantage abject. Il a été abolition diş. Ortadan kaldırma, yürürlükten
abject envers nous). kaldırma; yürürlükten kalkma, ortadan kalkma
abjection diş. İğrençlik, alçaklık, aşağılık (Vivre (Abolition des privilèges, de l'esclavage, de la
dans l'abjection). peine de mort, d'une loi).
abjuration diş. Bir kamş, bir din, bir inançtan abolitionnisme er. Köleliğin ortadan
dönme; bir dini, bir kanışı, bir inancı bırakma kaldırılmasından yana olma; köleliğin
(L'abjuration d'Henri IV). kaldırılması.
abjurer gçl. 1. Bir kanış, bir inanç, bir dinden abolitionniste ad. 1. Köleliğin kaldırılmasından
dönmek; bir din yada inancı bırakmak (Abjurer le yana olan kişi; köleliğe karşı olan. 2. s. Köleliğin
judaïsme). 2. Bir şeyi törenle yada açıkça kaldırılmasına değgin,
bırakmak; yadsımak (Abjurer ses erreurs, ses abominables. 1. İğrenç, ürkünç, tiksinç, (Un erime
soupçons; Abjurer Aristote, Descartes). abominable). 2. Çok kötü, berbat (Un temps
ablatif, ive s. dilb. 1. -den halinde olan. 2. er. -den abominable).
hali, 'çıkma durumu (Mettre un nom à l'ablatif). abominablement bel. Tiksindirecek bir biçimde,
ablation diş. (Bir uru yada vücudun bir üyesini) iğrenççe.
Kesip çıkarma, alma (Pratiquer l'ablation d'un abomination diş. 1. İğrençlik, tiksinçlik ürkünçlük.
rein). 2. Çok kötü, bayağı bir şey (Ce chantage est une
able er. İncibalığı, çamça, tatlı su kefali gibi pullan abomination. Cette ville profane est en
gümüş renginde olan küçfik tatlısu balıklarına abomination à notre prophète). § Avoir qch en
verilen genel ad. abomination: Bir şeyden tiksinmek, iğrenmek
ablette diş. İncibalığı. (J'ai le mensonge en abomination).
ablution diş. 1. Aptes alma, yıkanma; gusttl abominer gçl. İğrenmek, tiksinmek, ürkünç
(Ablution des musulmans). 2. ç. Hıristiyanlık'ta bulmak, kötü gözle bakmak (Le moine que le
kuddas ayininden sonra papazın parmaklarına prêtre abomine).
dökündüğü su ve şarap (Les ablutions de la abondamment bel. Bol bol, çok çok, bolca (Lapluie
messe). 3. Genel anlamda yıkanma, vücudunu tomba toute la nuit abondamment).
iyice bir yıkayıp temizleme (Il s'offrit une longue abondance diş. 1. Bolluk, artıklık, fazlalık
ablution). § Faire ses ablutions: Aptes almak, (L'abondance des légumes sur le marché). 2. Söz
abnégation diş. 1. Bir ülkü uğrunda gösterilen söyleme kolaylığı, dil uzluğu (Parler avec
büyük özveri. 2. Fedakârlık, özveri; vazgeçme, abondance). § Abondance numéraire: Para
"feragat (Abnégation de son intérêt, de soi-même). bolluğu, piyasada çok para bulunması durumu.
§ Faire un acte d'abnégation, faire preuve Année d'abondance: Bolluk yılı. Corne
d'abnégation: Özverili davranmak, fedakârlık d'abondance: Bereket boynuzu. En abondance:
göstermek. Bol bol (Vospleurs coulent en abondance). Vivre
aboi er. 1. Havlama (L'aboi de ce chien est fort dans l'abondance: Bolluk içinde yaşamak; bir eli
importun. Le soir était tout vibrant d'abois de yağda, bir eli balda olmak. Parler d'abondance:
chiens). 2. Köpeğin av önünde havlayışı, Hazırlanmadan, doğaçtan konuşmak.
çavkırma. 3. ç. Köpeklerle sarılmış avın durumu, Abondance de biens ne nuit pas: Fazla mal göz
köpeklerle sarılmışlık (Les pleurs de la biche aux çıkarmaz.
abois). | Etre aux abois: Çok güç bir durumda abondant, e s. 1. Bol, gür (Récolte abondante,
olmak, umutsuz bir durumda bulunmak; abondante nourriture, une abondante chevelure).
açmazda olmak (Un politicien aux abois). 2. Zengin (Style abondant). 3. Çok verimli, kolay
aboiement er. 1. Havlama, ürüme 2. Bağnşma, ve rahat yazan (Ecrivain abondant). § Etre
çığrışma (Les aboiements des crieurs de abondant en: -bakımından bol, zengin olmak (Ce
journaux). 3. mec. Rahat kaçıncı sözler, abuk pays est bien abondant en vin, en blé).
sabuk lâflar, havlama (Aboiements patriotiques. abonder gsz. 1. Bol olmak, çok bulunmak (Les
abonné 21 about

fautes abondent dans ce texte. C'est une maison où tutmak, almak (Aborder un virage. H aborde avec
l'argent abonde) 2. Abonder en qch: Bir şey prudence les carrefours dangereux). 3. Aborder
bakımından çok zengin olmak, bir şeyden qn.: Birinin yanına çıkmak, bir iş için gidip birini
kendisinde bol bol bulunmak (La France abonde görmek (Ilfut abordé par un inconnu). 4. Üzerine
en vigne. Cet homme abonde en paroles). § yürümek (Aborder l'ennemi). 5. Rampa etmek,
Abonder dans le sens de qn: Birinin kanısına çarpmak (Aborder un navire). 6. Ele almak,
katılmak, biriyle eş düşüncede, eş kanıda olmak girişmek, işlemek (Aborder un sujet, une
(J'abonde dans votre sens). question). 7. Aborder de qch: (Eskimiştir) Bir
abonné, e s. ve ad. 1. Abone, 'sürdürümcü. 2. şeye, birine yaklaşmak, katına varmak, erişmek
Sürdürüm. § Etre abonné à qch:l. Bir şeye abone (Ils ne peuvent aborder du trône de Dieu). §
olmak, bir şeyin abonesi olmuş bulunmak (Jesuis S'aborder: Yaklaşmak, yanaşmak, birbirine
abonné à cette revue depuis des années). 2. mec. yanaşmak (Tout le monde s'abordait,
tkz. Durmadan başına o iş gelmek, bir şeye artık s'interrogeait sans se connaître).
alışmak, o şeye habire uğramak (Il a subi de abordeur s. 1. Kıyıya varan. 2. Rampa eden
nouveaux échecs, il y est abonné. Il est abonné aux (Navire abordeur).
injures!). aborigène f. 1. Yerli (Plante, animal aborigène). 2.
abonner gçl. 1. Abone etmek, abone yazmak. 2. er.ç. Bir ülkenin, bir yerin ilk yerlileri (Les
Abonner qn à qch.: Birini birşeye abone etmek aborigènes de l'Amérique du Sud).
(Abonner un ami à une revue, à un journal). § abornement er. Sımr koyma, sınırla çevirme
S'abonner à qch: Bir şeye abone olmak, (Abornement d'un terrain).
sürdürümcü yazılmak (S'abonner à un journal, à aborner gçl. Sımr koymak, sınırla çevirmek
un théâtre). (Aborner un champ, un terrain).
abonnir (Eskimiştir.) gçl. İyileştirmek, daha bir abortif, ive s. 1. Çocuk düşürücü (Un remède
güzel yapmak (Abonnir le vin dans la cave). § abortif). 2. er. Çocuk düşürücü ilâç (Un abortif).
S'abonnir: İyileşmek, daha bir güzel ve hoş olmak abot er. Bukağı.
(Le vin s'abonnit en vieillissant). abouchement er. 1. Konuşmak üzre yan yana
abord er. 1. (Gemi için) Bir yere yanaşma (L'abord getirme, buluşturma (Tentatives d'abouchement
de cette côte est difficile). 2. (Birinin yanına, bir qui n'ont pas réussi). 2. Ağız ağıza, uç uca
yere)Çıkma,Varma,yaklaşma (Mon abord en ces getirme, birleştirme, ağızlama (Abouchement de
lieux). 3. ç. Çevre, dolay (Les abords de la vaisseaux, de conduits).
cathédrale sont bien laids), f D'abord: Önce, ilkin aboucher gçl. 1. Ağız ağıza getirmek, birleştirmek
(Demandons-lui d'abord son avis, nous (Aboucher deux tuyaux, deux tubes). 2.
déciderons ensuite). Tout d'abord; de prime Görüştürmek, karşılaştırmak üzere buluşturmak
abord, dès l'abord: Daha ilk anda, ilk bakışta, (Il m'a aussi abouché avec M. d'Espagne). 3.
hemen (Cet homme, au premier abord, un peu Aboucher qn avec qn: Birini bir başkasıyla
fermé. Elle avait deviné, de prime abord, qu'ils görüştürmek, buluşturmak, karşı karşıya
avaient en commun bien des rancunes. Dès getirmek (Je vous aboucherai avec le ministre). §
l'abord, il surprenait par l'expression farouche de S'aboucher: 1. Ağız ağıza gelmek, birleşmek
son visage). Dans l'abord: Önce, başlangıçta (Deux tuyaux qui s'abouchent). 2. S'aboucher
(Dansl'abord, il se met au large). Etred'un abord avec qn: Biriyle görüşmek, buluşmak (Je
facile, difficile: Varılması, yanına yaklaşılması voudrais m'aboucher avec vous en secret.
kolay, güç olmak. D'abord que: (Eskimiştir) S'aboucher avec de mauvais garçons).
-ince ; -ir -mez (Je n'en ai point douté d'abord que abouler gçl. 1. hlk. Getirmek. 2. argo. Vermek,
je l'ai vue: Onu görür görmez hiç kuşku sökülmek (Abouler le fric, abouler du pognon,
duymadım). son pèse: Paralan sökülmek). Abouler sa viande:
abordable s. Yanaşılabilir, yanaşılır, yanına argo. Azıcık yerinden kıpırdamak, kıçım biraz
vanlabilir (Une côte abordable, un homme yerinden oynatmak. § Abouler gsz. yada
abordable, un prix abordable). S'abouler: hlk. Gelmek, çıkagelmek, damlamak,
abordage er. 1. Borda bordaya saldırış, saldırma. 2. aboulie diş. İstenç yitimi, istencini yitirme, iradesini
İki geminin çarpışması, tokuşması. yitirme. İstençsizlik, iradesizlik,
aborder gsz. 1. Kıyıya varmak yanaşmak, karaya aboulique s. ve ad. İstencini yitirmiş, iradesini
çıkmak (Aborder dans une lie, au port). 2. gçl. kaybetmiş kişi. İstençsiz, iradesiz,
Aborder qch: Bir şeye ulaşmak, varmak; bir şeyi about er. 1. (Doğrama işlerinde) Geçme parça. 2.
22 abri
aboutement

Şırıngaya iğneyi takmak için araya konan maden Çığırtkan.


parçası. abracadabrant, e Şaşırtıcı, us almaz, usa sığmaz,
aboutement er. Uç uca getirme, bitiştirme; uç uca olağanüstü ama tutarsız. (Une histoire
gelme, bitişme; bitişiklik, abracadabrante).
abouter gçl. Uç uca getirmek, bitiştirmek, abraser gçl. Aşındırmak, kazımak, yıpratmak,
aboutir gsz. 1. En sonunda bitmek, sona ermek, abrasif, ive s. 1. Parlatıcı (Poudre abrasive). 2. er.
sonuçlanmak, olumlu bir sonuç vermek (Les Bazı şeyleri perdahlayarak parlatmak için
recherches, l'enquête ont abouti). 2. Sonu -e kullanılan kum, süngertaşı, zımpara gibi
varmak, ulaşmak, -e açılmak (Couloir qui aboutit maddeler; perdah maddesi, parlatma maddesi
dans une chambre). 3. Aboutir à qch: Sonu bir (L'émeri, les poudres à récurer sont des abrasifs).
şeye varmak, -e yol açmak, sonu -e varmak (Ces abrasion Aşındırma, kazıma; aşınma, kazınma;
mesures ne doivent pas aboutir à grand-chose. Del yıpratma, yıpranma (Surface d'abrasion des
questions qui n'aboutissent à rien. Tout aboutit au dents).
même abîme universel). 4. Aboutir dans, sur, en abrégé er. Özet; kısaltma, bir yapıtın kısaltılmış
qch: Sonu -e çıkmak, açılmak (Cette ruelle aboutit biçimi (L'abrégé d'une œuvre, d'un livre, d'une
dans une rue animée, sur un boulevard, en un conférence). § En abrégé: Özet olarak, kısaca;
endroit désert). 5. gsz. (Çıban vb. için) Baş kısaltılmış, özetlenmiş biçimde (Ecrire en abrégé.
vermek, uç vermek (Un abcès prêt à aboutir). Mot, paroles, phrase en abrégé).
aboutissant er. Sonunda varılan, elde edilen şey; abrègement er. Kısaltma, özetleme; kısaltılma,
sonuç, ürün (Tout ce que nous sommes est özetlenme (L'abrègement d'un texte).
l'aboutissant d'un travail séculaire). § Les tenants abréger gçl. 1. Kısaltmak (Abréger sa vie, ses jours).
et les aboutissants de qch: Bir şeyin girdisi çıktısı, 2. Özetlemek, kısaltmak (Abréger un texte, un
en ince ayrıntı ve ilintileri (Il connaît les tenants et discours, un livre). 3. gsz. Kısa olmak, kestirme
les aboutissants de ce scandale). Savoir, connaître olmak (Chemin qui abrège). 4. gsz. Kısa kesmek,
les tenants et les aboutissants de qch: Bir şeyin sözü uzatmamak (Abrégeons!).
girdisini çıktısını bilmek; bir şeyi en ince abreuvement, abreuvage er. Sulama, suvarma, su
ayrıntılarıyla bilmek, içirme (Abreuvage des bêtes, abreuvement des
aboutissement er. 1. Varılan son, sonuç; en chevaux).
sonunda varılan, ulaşılan şey, varılan nokta abreuver gçl. 1. Sulamak, suvarmak, su içirmek
(Aucune action humaine n'a de source unique, elle (Abreuver un troupeau). 2. Abreuver qn de qch:
est l'aboutissement de causes dissemblables et Birini bir şeye boğmak, birini bir şey içinde
multiples). 2. Bitme, sonuçlanma, bir sonuca bırakmak (Abreuver quelqu'un de caresses, de
varma, başarıyla taçlanma (L'aboutissement de compliments. Il l'a abreuvé d'injures). 3. Etre
ses efforts, d'une recherche, d'une enquête). abreuvé de qch: Bir şey içinde kalmak, bir şeye
abovo bel. Lat. Baştan, başlangıçtan beri, tâ boğulmak; bir şeyden gına getirmek, bıkmak (II
başından beri. est abreuvé de louanges). § S'abreuver: 1. Su
aboyant, e s. Havlayan. içmek. Bol bol içmek. 2. S'abreuver de qch: Bir
aboyer gsz. 1. Havlamak, ürümek (Le chien aboie). şey içinde kalmak, bir şeye boğulmak, bir şeyden
2. mec. Hafif bir uğultu çıkarmak (Les canons bıkmak, gına getirmek (S'abreuver de
continuaient à aboyer sourdement). 3. Aboyer compliments).
contre qn, après qn: mec. Birinin ardından atıp abreuvoir er. Yalak, suvat, hayvanlara su içirilen
tutmak, bağırmak, yaygarayı basmak (Créanciers yer (Mener les bêtes à l'abreuvoir).
qui aboient après un débiteur). 4. Aboyer aprèsqn, abréviatif, ive s. Kısaltmalı, kısaltmaya yarayan
contre qn, à qn: Birinin, bir şeyin ardından (Signes abréviatifs).
havlamak ; birine, bir şeye havlamak (Le chien de abréviation diş. 1. Kısaltma; kısalma. 2. Bir
garde aboie au voleur, après le voleur, contre le sözcüğün kısaltılmış biçimi (Liste des abréviations
voleur). § Aboyer à la lune: Boşuna yaygara employées dans un ouvrage).
koparmak; boşuna havlayıp durmak. Chien qui abri er. 1. Barınacak yer, bannak (Chercher un abri
aboie ne mord pas: Isıracak köpek dişini sous un arbre). 2. Baraka, kulübecik, bannak
göstermez. Les chiens aboient, la caravane passe: (Construire un abri pour garer sa voiture). 3. ask.
İt ürür, kervan yürür, Siper, sığınak (Certaines stations de métro ont
aboyeur, euse s. ve ad. 1. Havlayan, havlayıcı servi d'abris pendant la guerre. L'alerte invite les
(Chien aboyeur). 2. Kafa şişiren. 3. (Tiyatroda) civils à descendre à l'abri). 4. Koruma, yardım,
abribus 23 absence

kayırma, himaye (Il chercha auprès d'elle un abri abrupt, e s. 1. Sarp, dik, yalçın (Pente abrupte,
contre l'hostilité générale). § A l'abri: Güvenlikte, rocher abrupt, un chemin abrupt au flanc de la
güvenilir yerde. Se mettre à l'abri, être à l'abri: montagne). 2. er. Dik, dik yamaç. 3. mec. İdare
Güvenlikte olmak. A l'abri de qch: Bir şeyden etmesini hiç bilmeyen kişi, esnekliği olmayan,
korunmuş olmak, bir şeye karşı korunmuş olmak; dobra dobra hareket eden kişi; doğrucu Davut;
-den uzak olmak; -den "masun (Cette maison est à kazık gibi adam.
l'abri du vent: Bu ev yellere karşı korunmuştur, yel abruptement bel. I. Doğrudan doğruya, kem küm
almaz. Nous sommes à l'abri du danger: etmeden, tepeden inme, beklenmedik bir
Tehlikeden uzağız). Al'abride: mec. -esığınarak, biçimde (La question lui fut posée abruptement).
güvenerek (A l'abri de ce badinage, je dis des 2. Dikine, diklemesine (Les quartiers de roc qui
vérités: Bu şakaya sığınarak, dayanarak, dévalaient abruptement jusqu'au fond des
gerçekleri söylüyorum). douves).
abribus e r Kapalı otobüs durağı, abruti, e i ve ad. 1. Sersemleşmiş, alıklaşmış,
abricot er. 1. Kayısı (Compote d'abricots). 2. argo. aptallaşmış; sersemce, aptalca, alıkça (Un air
Şeftali, ferç, kadının edep yeri. 3. s. Kayısı rengi abruti). 2. ad. Aptal, alık, sersem. § Espèce
(Teint abricot, tissu abricot). § Avoir l'abricot en d'abruti!: argo.Sersem, sersem herif, şaban! Etre
folie: Kaşınmak, şeftalisi tutuşmak, cinsel istekle abruti de qch: Bir şeyden kafası sersem gibi
kıvranmak. olmak, kazan gibi olmak (Etre abruti de soleil, de
abricoté, e s. 1. Kayısıyı andıran. 2. Kayısılı bruit, de vin, de travail).
(Gâteau abricoté). abrutir gçl. 1. Alıklaştırmak, sersemleştirmek,
abricotier er. Kayısı ağacı. sersemletmek, şaşkına çevirmek, bir şey anlamaz
abrité, e s. Yel tutmaz, korunuk (Une terrasse duruma getirmek, kafasını kazana çevirmek
abritée). (L'alcool l'abrutissait et lui faisait perdre toute
abriter gçl. 1. Barındırmak, sipere almak (Abriter volonté. Une propagande qui abrutit les masses).
quelqu'un sous son parapluie). 2. Bir şeyi 2. Alçaltmak, küçültmek, düşürmek, yıkıma
korumak, bir şeye siper olmak. 3. Barındırmak; götürmek (La débauche avait abruti son esprit). 3.
içine almak, kapsamak (Cette maison abrite Abrutir qn de qch: Birini -ile bunaltmak (Abrutir
plusieur familles. Cet hôtel peut abriter deux cents un enfant de travail. Il l'a abruti d'un flot de
personnes). 4. Abriterqn, qch deqch,contre qch: paroles). § S'abrutir: 1. Alıklaşmak,
Birini, bir şeyi bir şeyden korumak, bir şeye karşı sersemlemek. 2. S'abrutir de qch: -den
korumak (La colline abrite les maisons des vents bunalmak, bir şey yüzünden hiçbir şey anlamaz
du nord. Le tricot de laine l'abritait bien contre le duruma gelmek (S'abrutir de travail, de
froid). § S'abriter: 1. Sığınmak (Je me suis abrité vacarmes).
sous le porche pendant l'averse). 2. S'abriter de abrutissant, e s. 1. Sersemletici, sersemleştirici,
qch, contre qch: Bir şeye karşı, bir şeyden kendini alıklaştırıcı, bunaltıcı (Un vacarme abrutissant,
korumak (Elle avait une main sur les yeux pour un travail abrutissant, la vie abrutissante de Paris).
s'abriter du soleil). 3. S'abriter derrière qch: mec. 2. Küçük düşürücü, aşağılık (Les plaisirs
Bir şeyin arkasına gizlenmek, bir şeyi kendine abrutissants de la table).
örtü yapmak, siper yapmak; bir şeyin gölgesine abrutissement er. Sersemletme, sersemleştirme;
sığınmak (S'abriter derrière la loi: Yasaların sersemleme,sersemleşme alıklaştırma,alıklaşma
gölgesine sığınmak, yasaları kendine örtü (L'abrutissement d'un peuplesoumis àla dictature).
yapmak, yasaların koruyuculuğuna sığınmak). abscisse diş. mat. Apsis, *yatay konaç.
abri vent er. Yel sığınağı, yel siperi, ekinleri yellere abscons, e s. Gizli anlamlı, anlamı saklı;
karşı koruyan hasır vb. gibi şeyler, anlaşılması güç (Ecrivain abscons).
abrogatif, ive s. Yürürlükten kaldıran, geçersiz absence diş. 1. Bulunmayış, olmayış, yokluk, bir
kılan (Loiabrogative). yerde olmayış, ortada görünmeyiş (J'ai bien
abrogation diş. Ortadan kaldırma, yürürlükten, regretté votre absence dans ta réunion) . 2. Yokluk,
geçerlikten kaldırma (Abrogation d'une loi, d'un eksiklik (Absence de goût, l'absence de rideau aux
décret, d'un règlement). fenêtres). 3. Ayrılık, uzaklaşma (Son absence de
abroger gçl. Geçerlikten, yürürlükten kaldırmak Paris se prolongera jusqu 'à la semaine prochaine.
(Abroger une ordonnance,une loi, un règlement. L'absence diminue les médiocres passions et
On abrogea les dispositions contraires à la loi augmente les grandes). 4. Yoksunluk ; -in olmayışı
nouvelle). (L'absence de père est néfaste à un enfant). 5.
absent 24 absorption

Dalgınlık, dalıp dalıp gitme, kendini unutma. 6. absolument ad. 1. Saltık olarak, kesin olarak; ille
Derse, okula gidilmeyen günler; devamsızlık de (Il refuse absolument votre offre. Il veut
(Les absences de cet élève sont très nombreuses). absolument vous voir). 2. Tamamıyla, tamamen,
§ En l'absence de qn: Biri olmadığında, biri orada büsbütün (C'est absolument faux Ceci s'oppose
yokken (Vous êtes plus expansifen l'absence de absolument à ce que vous avez dit précédemment).
vos parents. En l'absence du directeur, voyez son 3. bel. Nesnesiz (Verbe employé absolument).
adjoint). Avoir des absences: Zaman zaman dalıp absolution diş. 1. Sorumsuz, suçsuz görülme;
gitmek, kendini unutmak; unutkan olmak, suçsuzluk; aklanma (Prononcer l'absolution de
absent, e s. 1. Bir yerde bulunmayan; (Orada) l'accusé). 2. (Hıristiyanlık'ta). Suçunu,
olmayan, ortada görünmeyen; yok (Le directeur günahlannı bağışlama; aklama. § Donner
est absent aujourd'hui, revenez demain). 2. l'absolution à qn: Birinin günahlannı bağışlamak,
Dalgın, kendinde olmayan (Vous avez un air • silmek (Donner l'absolution à un pécheur).
absent). 3. Absent de qn, de qch: Birinden, bir absolutisme er. (Devlet yönetiminde) Saltçılık,
şeyden uzakta, ayrı (Absent de vous, je vous vois mutlakiyet.
quand même. Il est absent de chez lui depuis
absolutiste s. 1. Saltçıhğa değgin. 2. ad. Saltçılıktan
longtemps). 4. ad. Bir yerde bulunmayan kimse,
yana olan kişi, saltçılık yanlısı, mutlakiyetçi.
görünürde olmayan kişi (Dire du mal des absents.
absolutoire s. Bağışlayan, sorumsuz tutan, suçsuz
Fixer le nombre des absents. Défendre les absents).
gören, aklayan (Sentence absolutoire).
S. Etre absent de qch, dans un»endroit, quelque
absorbable s. Emilebilir, soğrulabilir, çekilebilir,
part: Bir şeyde, bir yerde bulunmamak; -de
absorbant, e s. 1. Emici, soğurucu (Tissu
olmamak (Il est absent de Paris. J'ai été absent de la
absorbant, papier absorbant). 2. Bir kişinin tüm
réunion. La précision est absente de ce texte: Bu
zamanını alan, soluk aldırmayan (Un travail
metinde açıklık yok).
absorbant). 3. er. Emici, soğurucu (Le buvard est
absentéisme er. Devamsizhk(Absentéisme scolaire).
un absorbant).
absentéiste s. ve ad. Devamsız,
absorbé, e s. Kafası hep meşgul, bunalmış, işi
absenter s' gsz. 1. Yerinden ayrılmak yerinde
başından aşkın (Un air absorbé). § Etre absorbé:
bulunmamak, bir yerden ayrılmak, uzaklaşmak
İşi başından aşkın olmak, iş içinde bunalmak,
(Demander la permission de s'absenter. Il s'est
absorber gçl. 1. İçmek, emmek, içine çekmek,
absenté quelques minutes). 2. S'absenter de qch:
soğurmak (L'éponge absorbe l'eau. Le buvard
Bir şeyden, bir yerden ayrılmak, uzaklaşmak,
absorbe l'encre). 2. Yemek, içmek, ağzına bir şey
orayagelmemek (S'absenter desondomicile, d'un
koymak (Iln'arienabsorbédepuishier. Ilabsorbe
poste).
presque deux litres de vin par jour). 3. Silip
abside diş. Kiliselerde sunağın arkasına düşen süpürmek, alıp götürmek (L'achat de
çokgen yada yarım daire biçimindeki bölüm, l'appartement a absorbé toutes mes économies; les
apsid. procès ont absorbé son patrimoine). 4. Kendi
absinthe diş. I. Pelin. 2. Apsent (içki). 3. mec. Acı, içine alıp eritmek (L'église a deux manières de
üzüntü. réagir en présence de l'hérésie: repousser,
absolu, e s. 1. Saltık, salt, mutlak (Un pouvoir absorber). S. Tüm zamanını almak (Ce travail
absolu, une autorité absolue). 2. Hiç bir koşula ve m'absorbe). § S'absorber: 1. Emilmek, içilmek,
kayda bağlı olmayan, tam, yüzde yüz (Une soğurulmak. 2. Erimek, yitip gitmek (Ce tapage
confiance absolue dans le bon sens). 3. Hiçbir s'absorbait dans le bruissement de la vapeur). 3.
ödün vermeyen, en ufak bir eleştiriye gelmeyen, S'absorber dans qch: Birşeye dalmak, kendini bir
kesin, değişmez (A votre âge on a des jugements şeye kaptırmak (S'absorber dans son travail, dans
absolus). 4. Eksiksiz, üstüne toz ses affaires, dans la lecture de son journal).
kondurulamayan (L'amour absolu n'existe pas absorbeur er. (Petrolcülükte) Gaz emici; emici
plus que le parfait gouvernement). S. er. fels. Sait, aygıt; emme aygıtı, soğurma aygıtı,
mutlak (Chercher l'absolu. L'absolu, s'il existe, absorption diş. 1. Emme, soğurma, içine çekme
n'est pas du ressort de nos connaissances. Etre à la (L'absorption de l'eau par le sable. Absorption
recherche de l'absolu). § Dans l'absolu: Koşullar, d'une crème par la peau). 2. İçme, içine çekme;
olanaklar hesaba katılmadan, koşullar göz yutma (Suicide par absorption d'un poison.
önünde bulundurulmadan, düşünülmeden (On A bsorption de gaz toxiques). 3. İçine alıp yitirme,
ne peut juger de cela dans l'absolu). içinde eritme (Absorption de l'individu dans le
absoluité diş. Saltıkhk, saltlık, mutlaklik. groupe). 4. Kendi iç evrenine dalmıştık, içe
absoudre 25 absurde

kapanma (L'absorption fixe du fou). catholiques un jour d'abstinence). 2. Kendini bir


absoudre gçl. I. (Tövbe edenin) Suçunu, günahını şeyden yoksun bırakma, bir şeyi yemekten,
bağışlamak; aklamak (Absoudre un pénitent). 2. yapmaktan vazgeçme (Abstinence des plaisirs.
Suçsuz görmek, birinin suçsuz olduğunu Abstinence de certains aliments). § Faire
açıklamak, sorumsuz tutmak (Absoudre un abstinence de qch : Bir şeye perhiz yapmak; bir
accusé). 3. Bağışlamak, suçunu bağışlamak, şeyi yememek (Il fait abstinence de viande).
"affetmek (Pendant que la bouche accuse, le cœur abstinent, e s. vead. Perhize uyan; kilisenin istediği
absout ). 4. Absoudre qn de f. qch: Birinin bir şey imsaki yapan.
yapmasını bağışlamak, abstraction diş. fels. 1. Soyutlama (L'homme est
absoute diş. 1. (Kiliselerde) Yarlıgama duası; capable d'abstraction et de généralisation). 2.
ölünün tabutu başında okunan dua. 2. Kutsal Gerçekte karşılığı olmayan soyut düşünce ve
perşembe günü yapılan genel bağışlanma töreni, kavram (La vie est pour lui une abstraction, il
abstème s. vead. Şarap tövbelisi; hiç şarap içmeyen raisonne sans tenir compte de la situation. Ce
kişi (Nous serions tous abstèmes). personnage de comédie est une pure abstraction).
abstenir (s')gsz. 1. Hiç bir şey yapmamak ; çekimser 3. ç. Kurulan düşler, "hayaller; zihin takıntısı,
kalmak (Il est vain d'agir ou de s'abstenir. dalgınlık (Il s'évade en des abstractions fausses).§
S'abstenir aux élections). 2. S'abstenir de qch: Bir Abstraction faite de: ... Bir yana bırakılırsa;
şeyi bilerek atlamak. Bir şeyden çekinmek, -hariç; -in dışında (Abstraction faite de deux
sakınmak, el çekmek, vazgeçmek, bir şeyi semaines où je ne serai pas à Paris, j'aurai tout le
bırakmak (La plupart des journaux s'abstiennent temps de faire ce que vous me demandez). Faire
de tout commentaire. S'abstenir de vin). 3. abstraction de qch: Bir şeyi hesaba katmamak,
S'abstenir de f. qch: Bir şey yapmaktan göz önünde bulundurmamak (Le principe
vazgeçmek; bir şeyi yapmamak (Ils se sont essentiel de la science c'est de faire abstraction du
abstenus de participer à la course. Il s'abstient de surnaturel). Par abstraction: bel. Dalgınlıkla.
manger et de boire depuis trois jours). 4. S'abstenir abstraire gsz. 1. Soyutlama yapmak, soyutlamaya
de qch: Kendini bir şeyden yoksun bırakmak, onu gitmek (Il faut abstraire pour généraliser). 2. gçl.
hiç kullanmamak (Abstenez-vous de café et de Soyutlaştırmak (Abstraire une idée, un art). 3.
tabac jusqu'à nouvel ordre). Abstraire qch de qch: Bir şeyden bir şeyi
abstention diş. 1. Çekimserlik, çekimser kalma yahtlamak, almak, çıkarıp almak (Il avait abstrait
(Abstention est parfois une attitude politique). 2. de la vie ce qui lui paraissait essentiel). §
Çekimserler, çekimser oy kullananlar (Le S'abstraire: 1. Kendini yahtlamak, dış çevre ve
nombre des abstentions, dans ce scrutin, atteint etkilerden kurtarmak, sıyırmak, soyutlamak (II
près du quart des électeurs). 3. Yansızlık, yan arrive à s'abstraire complètement au milieu de cette
tutmama, yansız kalma, karışmama, müdahele agitation). 2. S'abstraire de qch: Bir şeyin dışına
etmeme (L'abstention de l'Etat en tout ce qui n 'est çıkmak, kendini birşeyin etkisinden kurtarmak;
pas intérêt social immédiat). -den soyutlamak (Pour comprendre un fait
abstentionnisme er. Çekimserlik, oy vermeme, historique il faut s'abstraire de l'époque où l'on
oyunu kullanmama (Lutte de l'Etat contre vit).
l'abstentionnisme). abstrait, e s. 1. Soyut (Idée abstraite, peinture
abstentionniste s. ve ad. Çekimser, oyunu abstraite, art abstrait). 2. Güç anlaşılır (Auteur
kullanmayan,seçimde oy vermeyen (Les abstrait). 3. Dalgın (Un air abstrait). 4. er.
abstentionnistes sont plus nombreux aux élections Soyutluk, soyut planda düşünülen şey (Ne restez
partielles qu'aux élections générales). pas dans l'abstrait, donnez des exemples). 5. ad.
abstergent,e s. 1. Temizleyici, mikroplardan arıtıcı Soyut sanatçı, soyut ressam (Les abstraits et les
(Médicaments abstergents). 2. er. Temizleyici ilaç surréalistes).
(Les abstergents).
abstrus, e s. Güç anlaşılır, kavranması güç,
absterger gçl. Temizlemek, mikroplardan arıtmak
çapraşık (Idées abstruses, un philosophe abstrus).
(Absterger une plaie). absurde s. 1. Saçma, zırva, anlamsız (La vie est
abstersion diş. Temizleme, mikroplardan antma souvent absurde. Agir d'une façon absurde). 2.
(Abstersion d'une blessure, d'une plaie). Akıl almaz, usa sığmaz, ipe sapa gelmez (Un
abstinence diş. 1. Perhiz, °imsak, dinsel bir amaçla raisonnement absurde). 3. Konuşmasında,
bir şeyi yememe (Pourpréserver sa santé il se pliait düşüncelerinde bir tutarlık olmayan; saçma sapan
à une dure abstinence. Le vendredi est pour les konuşan (Vieillard absurde, unefemme absurde).
absurdement 26 accablant

4. fels. Saçma, usdışı. 5. er. fels. Saçma; poulet de cet acabit).


anlamsızlık (Raisonnementpar l'absurde). 6. er. acacia er. Akasya.
Saçmalık, anlamsızlık, gülünçlük (Sesparadoxes académicien, ne ad. I. Akademi üyesi (Nu comme
vont jusqu'à l'absurde).% Théâtre absurde: Usdışı le discours d'un académicien. Colette était
tiyatro. académicienne à l'Académie Royale de
absurdement bel. Saçmaca, saçmalıkla, akılsızcaf// Belgique). 2. Eski Yunan'da, Eflatun'un
s'est absurdement conduit). öğrencilerine verilen ad.
absurdité diş. 1. Saçmalık, akıl almazlik, usdışılık académie diş. 1. Akademi (Académie de Médecine,
(L'absurdité de ses propos, d'une conduite). 2. des Sciences). 2. Bir ustanın kendi yöntemine göre
Gülünçlük, usa sığmazlık (L'absurdité de la müzik, resim, dans gibi dersleri öğrettiği yüksek
mode). 3. Anlamsızlık (Absurdité de l'existence). okul, akademi (Académie d'équitation, de billard,
4. Saçma sapan şeyler (Dire des absurdités: Saçma de danse, de peinture). 3. Çıplak bir modele göre
sapan şeyler söylemek; abuk sabuk konuşmak). çalışılan resim (Les meilleurs morceaux
abus er. 1. Kötüye kullanma (Abus de confiance, d'académie que Rubens a peints). 4. tkz. Çıplak
abus de pouvoir, abus d'autorité). 2. Aşırı vücut görünüşü, çıplak vücut (Elle a une belle, une
kullanma, çok kullanma (Abus d'alcools). 3. ç. superbe académie).
Yolsuzluklar, çalıp çırpma, "suiistimal (S'élever académique s. 1. Akademiye değgin;akademililere
contre des abus. Les abus d'un régime). § yaraşan; akademililere özgü (Discours
Commettre un abus de confiance: Güveni kötüye académique). 2. Geleneksel kurallar dışına
kullanmak. Faire abus de qch: Bir şeyi aşırı çıkamayan, kurallara çok bağlı ama soğuk, tatsız
kullanmak, çok kullanmak, tuzsuz (Une peinture académique, une langue
abuser gçl. 1. Kandırmak, aldatmak, yanıltmak (II académique). § Une pose académique: Kurum,
cherche à abuser ses petits camarades. La çalım, kasılma. Un style académique:
ressemblance vous abuse). 2. Abuser de qch: Bir Tumturaklı, süslü püslü bir biçem.
şeyi kötüye kullanmak (Abuser de ses forces, de académiquement bel. Soğuk, kurumlu, çalımlı bir
son autorité, de son pouvoir). 3. Abuser de qn : a) biçimde.
-in ırzına geçmek, -i iğfal etmek (Abuser d'une académisme er. Geleneksel kurallara sıkı sıkıya
femme. Un sadique condamné pour avoir abusé bağlılık, katılık; akademililik (On a parfois accusé
d'une fillette), b) Birinin iyi niyetini kötüye Ingres d'académisme, sans comprendre son
kullanmak; birinin temizliğinden, saflığından originalité profonde).
yararlanmak (Il estparesseux et abuse de tous ceux acagnarder (s') gsz. Avare avare oturmak; bir
qui l'entourent en leur faisant faire son travail). § köşeye çekilip oturmak (Il finit par s'acagnarder
S'abuser: Yanılmak, aldanmak (C'est, si je ne sur une chaise).
m'abuse, la première fois. Il s'abuse étrangement acajou er. 1. Maun ağacı. 2. s. Maun renginde (Des
quand il pense être estimé). meubles acajou).
abusif, ive s. 1. Aşın, gereğinden çok (L'usage acalèphes er. ç. hayb. Denizısırganları,
abusif d'un médicament, d'une boisson). 2. Kötü, acanthacées diş. ç. bitb. Kengergiller, kenger
yanlış (Emploi abusif d'une expression, d'un familyası.
mot). 3. Yasasız, yasalara aykırı, usulsüz, yola acanthe diş. 1. Kenger; ayıyoncası. 2. (Mimarlıkta)
yönteme uymayan (Privilège abusif). 4. s. ve ad. Kenger yaprağı biçiminde oyma.
Kötüye kullanan; gücünü kötüye kullanan; acariâtre s. Hırçın, geçimsiz (Unefemme acariâtre.
"suiistimal yapan, Un caractère acariâtre).
abusivement bel. Yanlış olarak, yanlış (Mot acariâtreté diş. Hırçınlık, geçimsizlik,
employé abusivement). acariens, acarides er. ç. hayb. Uyuzböcekleri.
abysse er. coğr. Abis. Yer yada deniz altındaki acarpe s. Meyvesiz, meyve vermeyen (Plante
derin çukur, uçurum, doğal oyuk (Un abysse de acarpe).
5000 m). acaruscr. Peynirkurdu, seyrik.
abyssinie diş. Habeşistan. acatène, acathène .v. Zincirsiz (Une bicyclette
abyssinien, ne; abyssin,e i. ve ad. 1. Habeşistanlı, acathène).
Habeş. 2. Habeşlere değgin ; Habeşistan' a değgin. acaule s. Sapsız (Plante acaule).
acabit er. tkz. Yaradılış, huy, tip, nitelik (Nous ne accablant, e s. 1. Bunaltıcı (Une chaleur
voulons pas avoir affaire à des gens du même accablante). 2. Ezici, ağır (Un travail accablant).
acabit. Il y a trop de garçons de son acabit. Un 3. Bitiren, dayanç bırakmayan (Une peine, une
accablement 27 accentuation

douleur accablante). 4. Suçlayıcı (Un témoignage "gasıp.


accablant). 5. Can sıkıcı, bıktırıcı, rahatsız edici accastillage er. Geminin su üstünde kalan bölümü,
(Un enfant accablant). accéder gçl. Accéder à: 1. -e girmek (Le perron par
accablement er. 1. Bitkinlik, bitmişlik, çökmüşlük, où on accédait au corps principal de l'école). 2. -e
güçsüzlük (Son accablement devant la mort de sa varmak, erişmek, kavuşmak (Connaître, c'est
femme faisait peine à voir). 2. Bunalma, iş altında accéder à la vision). 3. -i kabul etmek, yerine
ezilme (Etre dans l'accablement du désespoir). 3. getirmek ; -e razı olmak (ila accédé âmes prières, à
Ezici, bunaltıcı bir şey; *ezinç (Un accablement mes désirs). 4. (Eski) Biriyle -de anlaşmak,
indicible pesait dans l'air). uzlaşmaya varmak (Accéder à un traité).
accabler gçl. 1. Belini bükmek, dayancım kırmak accélérateur, trice s. 1. Hızlandırıcı, hız artırıcı
(Ce deuil cruel l'accable). 2. Bunaltmak (La (Force accélératrice). 2. er. Gaz pedalı (Appuyer
chaleur accablait tous les touristes peu habitués à ce sur l'accélérateur). 3. Hızlandırıcı, devinim
climat). 3. Bitkin hale getirmek, ezmek, göz hızlandırma aygıtı,
açtırmamak (Il a accablé son adversaire. Tuseras accélération diş. 1. Hızlandırma, hızını artırma
accablé sous une telle charge). 4. Accabler qn de (L'accélération d'un mouvement, d'un véhicule).
qch: a) Birini bir şeyle bunaltmak, çok rahatsız 2. Hızlanma, hızı artma (L'accélération du
etmek (L'enfant accablait son père de questions). pouls, de la respiration).
b) Birini bir şey altında ezmek (Accabler un accéléré er. (Sinemacılıkta) Hızlandırılmış devinim
peuple d'impôts, accabler quelqu'un de travail), c) (Le film passe en accéléré).
Birini bir şeye boğmak, garketmek (Accabler accélérer gçl. 1. Hızlandırmak, hızını artırmak
quelqu'un d'injures, de reproches. Accabler (Accélérer le mouvement, le train, le moteur). 2.
quelqu'un de bienfaits, de cadeaux). 5. Etre mec. Çabuklaştırmak, hızlandırmak (Accélérer
accablé de qch: a) Bir şeyden bitmek, bitkin hale les travaux). 3. gsz. Gaza basmak, gaz pedalına
gelmek (Je suis accablé de fatigue), b) Bir şeyden basmak (Accélérez, changez de vitesse). §
göz açamamak, başını alamamak (Il est accablé de S'accélérer: Hız';nmak; çabuklaşmak (Les
visites), c) Bir şeyden bunalmak, bir şey altında battements du cœur s'accéléraient).
ezilmek (Il est accablé de dettes. Je suis accablé de accent er. 1. Vurgu, hece vurgusu (L'accent es t sur la
travail). dernière syllabe). 2. Ses tonu (L'accent de la
accalmie diş. 1. (Deniz yada yel için) Kısa bir süre colère: Seste öfke tonu). 3. Söyleyiş, ağız (Accent
için durma, yatışma, limanlama, dinme anglais, accent turc). 4. Sesli harflerin üzerine
(Attendons l'accalmie de la pluie, sous ce chêne; konan ve bunların söylenişini gösteren im, vurgu
L'accalmie de l'orage, delatempête). l.mec. Kısa imi (Accent aigu, accent grave, accent
bir süre için dinme, durma, yatışma, dinlenme (II circonflexe). 5. Yabancı yada taşralı söyleyişi;
y a une accalmie dans sa fièvre; je n'ai pas un söyleyiş bozukluğu, şive bozukluğu (Avoir un
instant d'accalmie dans ma journée). accent). 6. Söyleyiş biçimi, söyleyiş yolu; anlam,
accaparement er. 1. (Ticarette) İstifçilik (Pendant anlatım yolu (L'accent est l'âme du discours. Un
la Révolution on condamna les commerçants pour accent amer, un accent douloureux, un accent
accaparement). 2. Göz açtırmama, tüm vaktini plaintif). 7. ç. Sesler (Ces accents pleins d'amour,
alma (L'accaparement d'un médecin par sa de charme et de terreur. Les accents guerriers du
clientèle). clairon). § Donner de l'accent: Daha bir
accaparer gçl. 1. İstifçilik etmek; toplamak, istif yoğunluk, koyuluk vermek (Donner de l'accent à
etmek (Accaparer sur le marché tous les stocks une couleur). Mettre l'accent sur qch: Bir şey
d'étain pour maintenir les prix. Les trusts ont üzerinde durmak, ısrar etmek, bir şeye daha çok
accaparé la production). 2. Kendine ayırmak, önem vermek, bir şeyi vurgulamak (Je mettrai
yalnız kendi elinde bulundurmak, kendi tekeline l'accent sur les problèmes sociaux).
almak, "gaspetmek (Accaparer le pouvoir, les accentuable s. Belirtilebilir, vurgulanabilir,
honneurs; A table, il accapare la conversation). 3. accentuation diş. 1. Vurgulama (Les règles de
Accaparer qn: Birinin yakasını bırakmamak, l'accentuation d'une langue). 2. Yazıda vurgu
bütün zamanım almak (Ce travail m'accapare imlerinin konması yada konuşmada hece
depuis des semaines; La cliente accaparait le vurgularının belirtilmesi (Les fautes
vendeur depuis une demie heure. Toute la journée, d'accentuation). 3. Belirginlik, daha çok belirli
il était accaparé par des visites). olma (Un visage qui semble mou, malgré
l'accentuation de certains traits). 4. Yoğunlaşma,
accapareur, euse s. veod.İstifçi; tekelci ;°gaspeden,
accentué 28 accessoire

şiddetlenme (L'accentuation de la hausse des prix interdit. ) 2. Yol, giriş yolu (La police surveille tous
entraine des revendications de la part des salariés). les accès de la maison). 3. Birinin yanına çıkma
accentué,e s. Çok belirgin; vurgulanmış, serbestliği. 4. Nöbet (Accès de fièvre, accès de
accentuer gçl. 1. Vurgu imlerini koymak (Accentuer toux). 5. Kriz (Un accès de colère, de fureur, de
un texte). 2. Konuşurken hecelerin vurgularını folie). § Par accès: Kısa sürelerle, zaman zaman,
belirtmek, vurgulamak (Accentuer la voyelle düzensiz bir biçimde, ara ara (Etre joyeux par
finale en français). 3. Daha bir belirtmek, accès. Ses névralgies reviennent par accès. Il avait,
vurgulamak (Son geste accentuait la puissance de par accès, des velléités de résistance). Avoir accès
sa voix). 4. Yoğunlaştırmak, arttırmak, auprès de qn, près de qn : Birinin huzuruna
çoğaltmak (La barbe accentue la tristesse de sa çıkmak, yanına varmak (Avez-vous accès auprès
physionomie. Accentuer ses efforts, ses activités). du ministre?). Etre d'un accès facile, difficile:
acceptabilité diş. Kabul edilebilirlik, • Yaklaşılması, yanına varılması kolay olmak, güç
benimsenebilirlik. olmak (L'île est d'un accès difficile). Avoir accès à
acceptables. Kabul edilebilir, kabule değer (Une qch: Bir şeye, bir yere girmek, varmak. Donner
proposition acceptable). accès à qch: Bir şeyin yolunu açmak; -mek
acceptant, e s. ve ad. Kabul eden, kabullenen, razı olanağını vermek; sonu -e varmak, bir yere, bir
olan. şeye açılmak ( Cet examen donne accès à la carrière
acceptation diş. 1. Bir şeyi kabul etme, kabul d'ingénieur: Bu sınav mühendislik yolunu açıyor,
(L'acceptation d'un don, d'un cadeau. La guerre bu sınav mühendislikyapma olanağını veriyor. La
c'est l'acceptation pure et simple de la mort). 2. porte du jardin donne accès au grand boulevard:
Razı olma, boyun eğme (Acceptation du divorce). Bahçe kapısı ana caddeye açılıyor, çıkıyor).
accepter gçl. 1. Kabul etmek (Accepter un don, un accessibilité diş. 1. Varılabilirlik, varış kolaylığı,
cadeau, une proposition). 2. Accepter qn: Birini erişme olanağı, erişebilirlik (Accessibilité à un
y amna, huzuruna almak, kabul etmek. 3. Bir şeye lieu, à un poste, à une fonction). 2. Kabul
tahammül göstermek, dayanmak; bir şeyi edilebilirlik, kabul edilme, yanına varma olanağı.
hoşgörü ile karşılamak (Il n'accepte aucune accessible s. 1. İçine girilebilir (Cette région est
critique). 4. İnanmak (Il accepte aveuglement les difficilement accessible). 2. Varılır, yanaşılır,
prédictions des somnambules et du marc de café). erişilir, açık (Parc accessible à tous les visiteurs). 3.
5. Bir şeye razı olmak, boyun eğmek (Accepter Elde edilebilir, öğrenilebilir, ele geçirilebilir
son sort, la mort, un malheur). 6. Accepter qch de (Science accessible à tout le monde). 4. Accessible
qn: Birinden bir şey kabul etmek, almak à qch: a) Bir şeye açık, bir şeye karşı duyarlı (On
(Accepter un cadeau de son ami). 7. Accepter de f. est accessible aux flatteries), b) -den anlayan, -e
qch: -meyi kabul etmek (Tu as accepté de yabancı olmayan, -den yoksun olmayan (Tu es
collaborer avec nous. Il a accepté de m'aider). 8. accessible à la raison. Il est accessible à l'art).
Accepter qn pour... : Birini... olarak kabul etmek accession diş. 1. Çıkma, geçme (Accession au trône,
(Accepter quelqu'un pour époux). au pouvoir). 2. Kavuşma, elde etme (Accession
accepteur er. 1. (Bir poliçeyi) Kabul eden. 2. i. ve d'un État à l'indépendance). 3. Katılma
ad. Kendi içine alan, alabilen, kendine çeken (L'accession d'un Etat à un traité).
(Corps accepteur d'oxygène, d'hydrogène). accessit er. (Okullarda) İkinci dereceden ödül (Il
acception diş. 1. Yeğleme, yeğ tutma, tercih. 2. gagna un accessit d'histoire naturelle).
Ayrılık gözetme, ayrı seçi, ayrılık yaratma, ayrı accessoire s. 1. Katılmış, katkın (Retrancher d'un
gayrı deme. 3. Anlam (Prenez ce mot dans son développement les idées accessoires.) 2. İkinci
acception la plus large). § Dans toute l'acception derecede olan, ikinci planda gelen (Ces
du mot, du terme: Sözcüğün tam anlamıyla. Sans remarques ne présentent qu'un intérêt accessoire.
acception de: -ayrımı yapılmaksızın; ...ayrılığı Au prix de la chambre s'ajoutent quelques frais
gözetilmeksizin (Sans acception de fortune: accessoires). 3.er. Daha az önemli olan şey; ikinci
Zenginlik ayrımı gözetilmeksizin, bu zengin bu planda gelen şey; ayrıntı (Laissons de côté
yoksul demeden; zengin yoksul ayırmaksızın). l'accessoire pour en venir au principal). 4. er. ç.
Faire acception de: Arasında ayrım yapmak (Ne Takımlar, yedek parçalar (Les accessoires d'une
faire acception de personne: Hiç kimseyi ayrı automobile sont la manivelle, le cric etc. Acheter
tutmamak; hiç kimse arasında ayrılık un poêle à mazout avec ses accessoires). S.
gözetmemek). (Tiyatroda) Sahne donatımı, sahne takımları
accès er. 1. Girme, giriş (L'accès de ce parc est aksesuar (Accessoires de théâtre).
accessoirement 29 accoler

accessoirement bel. 1. Katma olarak; ikinci acclamation: Alkışlarla, alkışlar arasında (Elire,
derecede; sonra da (Ce livre s'adresse nommer qn par acclamation: Birini alkışlarla
principalement aux étudiants, accessoirement au seçmek, atamak).
grand public). 2. Belki, olur ki, ola ki acclamer gçl. 1. Alkışlarla, sevinç çığlıklarıyla
(Accessoirement, nous ferons appel à sa karşılamak, selâmlamak (La foule acclame le
collaboration pour cet ouvrage). 3. Bu arada, vainqueur). 2. Alkışlamak, alkışlarla seçmek. §
olanaktan yararlanarak, Se faire acclamer: Kendini alkışlatmak, alkış
accessoiriste ad. Donatımcı; tiyatro ve sinemada toplamak (Ils se sont fait acclamer en jetant
sahne donatımcısı; aksesuarcı, l'anathème sur les gouvernements).
accidenter. 1. Kaza ( Un accident d' avton, detravail, acclimatable s. İklime uyabilir (Une plante
de voiture. Le nombre des accidents de circulation acclimatable).
est en constante augmentation). 2. Aksama, acclimatation diş. İklime alışma; iklime alıştırma
aksaklık, çaparız (On ne compte plus les accidents (Jardin d'acclimatation. Acclimatation des
de sa carrière politique. L'opération chirurgicale a végétaux à un milieu).
entraîné plusieurs accidents secondaires). 3. acclimatement er. Yeni bir iklime, yeni bir ortama
Rastlantı (La poésie n'était pas mon métier, c'était alışma, uyarlanma (L'acclimatement de ces
un accident heureux)A. fels. tlinek. S. miiz. fauves a été particulièrement difficile).
Diyez, bemol ve bekarın ortak adı, değişiklik imi. acclimater gçl. 1. İklime, ortama alıştırmak,
6. coğr. Yer şekilleri, engebe (Accidents de uydurmak (Acclimater des oiseaux exotiques.
terrain). % Par accident: Rastlantı olarak, kazara, Acclimater des plantes tropicales en pays
rastlama yoluyla, tesadüfen (Si par accident vous tempérés). 2. Acclimater qn, qch: Birini, bir şeyi,
le rencontrez, vous lui ferez toutes mes amitiés). bir şeye, bir yere alıştırmak; uyarlamak (Il était
Avoir, subir un accident: Başına bir kaza gelmek, habitué à vivre sans la moindre contrainte, son
accidenté,e s. 1. Engebeli (Région accidentée). 2. éducation n 'était pas faite pour l'acclimater à la vie
Hareketli, türlü olaylarla dolu, serüvenlerle dolu monotone du bureau). 3. Acclimater qch: İçeri
geçmiş, inişli çıkışlı (Une vie accidentée). 3. sokmak, getirmek, ithal etmek (Acclimater chez
Değişken. 4. Kazaya uğramış, kaza geçirmiş (Une soi une idée, une habitude, un usage étranger). §
voiture accidentée). S. ad. Kaza geçirmiş kişi, S'acclimater: 1. İklime, ortama alışmak, uymak
"kazazede (Verser une rente à des accidentés du (Si le désir de m'acclimater m'était venu). 2.
travail). Yerleşmek, oturmak (Cet usage s'est très vite
accidentelle s. 1. Kaza ile, kaza sonucu olan (Mort acclimaté en France). 3. S'acclimater à qch: Bir
accidentelle). 2. Rastlantısal, rastlantıya bağlı şeye alışmak, uymak; uyarlanmak, kendini
(Une découverte accidentelle: Rastlantısal bir uyarlamak (Le petit paysan commençait à
bulgu). 3. fels. İlineklere değgin, s'acclimater à la vie du lycée).
accidentellement bel. 1. Kaza ile, kaza sonucu, accointance diş. 1. İlişik, ilişki. 2. Tanıdık, tanış;
kazara (Il est mort accidentellement l'année tanıdık kimseler, ahbaplar (J'ai des accointances
dernière). 2. Bir rastlantı sonucu, rastlantı olarak, dans les milieux politiques). § Avoir des
tesadüfen (En parcourant votre manuscrit, je accointances avec qn: Biriyle ilişkisi, ahpaplığı,
suis tombé accidentellement sur un détail que je dostluğu, tanışıklığı olmak (Il a des accointances
n'ai pas compris). avec les hommes au pouvoir).
accidenter gçl. 1. Engebeli kılmak (Accidenter un accolade diş. 1. Kucaklama, boynuna sanlma. 2.
terrain, une région). 2. Değişkenlik vermek, (Noktalama işaretlerinden) Kaş işareti. 3.
renklilik vermek, çeşitlilik vermek, Şövalyeliğe alınan birinin omuzuna kılıcın yanıyla
tekdüzelikten kurtarmak (Accidenter son style). üç kez vurma töreni. 4. Beğenme anlamında
3. Accidenter qn, qch: Birini, bir şeyi kazaya birinin omuzunu okşama (Le général lui épingla la
uğratmak, hasara uğratmak, zedelemek (En légion d'honneur et lui donna l'accolade). §
frôlant de trop près la balustrade du pont, il Donner l'accolade à qn: -in boynuna sanlmak, -i
accidenta l'aile de sa voiture). kucaklamak,
accipitre er. hayb. Yırtıcı kuş, alıcı kuş. accolage er. Hereğe bağlama, herekleme,
accise diş. İçkilerden alınan dolaylı vergi, accotement er. Birleştirme, bitiştirme; bitişme,
acclamateur er. Alkışçı, alkış tutucu, birleşme.
acclamation diş. Alkış, alkış haykırışları (Le bruit accoler gçl. 1. (Birinin) Boynuna sanlmak (Az
des acclamations arrive jusqu'à nous). § Par kullanılır). 2. Hereklemek (Accoler la vigne). 3.
accolure 30 accon

Bir kaş işaretiyle birleştirmek. 4. (İki şeyi) Bir "refakatçi (Le billet est valable pour dix enfants et
arada, yan yana göstermek, yan yana koymak un accompagnateur).
(Accoler deux noms sur une liste). 5. Accoler qch à accompagnement er. 1. Eşlik, eşlik etme, birlikte
qch: Bir şeyi -e bağlamak, eklemek; bir arada gitme, "refakat (La voiture présidentielle passa à
bulundurmak (Il a accolé la particule à son nom grande vitesse avec un accompagnement imposant
afin de s'anoblir. Sur la même affiche on avait de motocyclistes). 2. Gerekli öteberi, takım
accolé au nom de la vedette ceux d'artistes sans taklavat.
talent). 6. Etre accolé à qch: Bir şeye bağlı, ekli accompagner gçl. 1. Accompagner qn: Birine eşlik
olmak; bir şeyle beraber bulunmak. § S'accoler: etmek, yamnda gitmek,birinin yanında gitmek,
Birbirinin boynuna sarılmak, dolaşmak (Deux bulunmak, "refakat etmek (Pouvez-vous
papillons qui s'accolent). m'accompagner au cinéma). 2. -ile beraber olmak
accolure diş. 1. Herek bağı. 2. (Irmakta (Tous mes voeux vous accompagnent: Bütün
yüzdürülüp taşıtılan) Tomruk bağı. başarı dileklerim sizinle).3. Kollamak, yanında
accomodage er. (En çok yemekler için) Yapım, bulunmak. 4. Eşlik etmek (Accompagner un
hazırlama. pianiste, un chanteur). 5. Accompagner qn de qch:
accomodant, e s. Uyar, uysal, uygun, geçimli Birini bir şeye boğmak, maruz bırakmak
(Personne accomodante. Il s'est montré (Accompagner quelqu'un de ses moqueries, de ses
accomodant dans cette affaire). sarcasmes). 6. Accompagner qch de qch. Bir şeye
accomodation diş. 1 .Uygunluk, elverişlilik. 2. Uyar bir başka şey eklemek, arkasından katmak
hale getirme, uygun kılma. 3. Yapma, hazırlama (Accompagner un repas d'un vin. Il accompagna
(Accomodation d'une salade). 4. Düzeltme; sa réponse d'un sourire bienveillant). 7. Etre
düzelme. 5. biy. (Gözde) Uyum. accompagné de qch, par qch: Bir şeyin eşliğinde
accomodement er. 1. Düzenleme. 2. Uyuşma, olmak, ...ile beraber bulunmak, olmak (Que les
uzlaşma (Rechercher un accomodement entre noms de personnes soient accompagnés de leur
deux gouvernements). titre honorifique). S'accompagner de qch: ...ile
accomoder gçl. 1. (Yemek için) Yapmak, özel beraber bulunmak; beraber olmak, gelmek (Une
biçimde, usulünce hazırlamak (Accomoder une défaite s'accompagne toujours de quelque
salade; Accomoder du poisson avec une sauce). 2. humiliation. Sa phrase s'accompagna d'un geste
Accomoder à: -e elverişli olmak, -in işine gelmek de menace).
(Cela m'accomode: Bu benim işime gelir). 3. accompli, e s. 1. Olmuş bitmiş, tamamlanmış,
Accomoder qch avec qch: Bir şeyi -ile uzlaştırmak, geçmiş (Vingt années accomplies). 2. Eksiksiz,
bağdaştırmak (Accomoder la religion avec les yetkin, tam (C'est un diplomate accompli. Un
plaisirs). 4. Accomoder qch à qch: Bir şeyi -e modèle accompli de toutes les vertus). §. Un fait
uydurmak (Accomoder son discours aux accompli: Oldubitti. Laisser, mettre qn devant un
circonstances). S. Accomoder qn: (Eskimiştir) fait accompli: Birini bir oldubitti karşısında
Birini gülünç düşürmek, rezil etmek. § bırakmak. Rester, être mis devant un fait
Accomoder quelqu'un de toutes pièces: Birini accompli: Oldu bitti karşısında kalmak. Céder,
kötülemek, zemmetmek, aleyhinde söylemedik s'incliner devant un fait accompli: Bir oldubittiye
şey bırakmamak. § S'accomoder à qch: 1. boyun eğmek.
Uymak, bir şeye uymak, kendini bir şeye accomplir gçl. 1. Yapmak, gerçekleştirmek, yerine
uydurmak (S'accomoder à de nouvelles getirmek (Accomplir une tâche, un ordre, un
conditions d'existence. La science doit devoir, un service. Accomplir son service
s'accomoder à la nature). 2. S'accomoder de qch: militaire). 2. Yerine getirmek, istenilmiş olan
-ile yetinmek, -e en sonunda razı olmak; fit olmak şeyi yapmak (Accomplir un voeu, un souhait). §
(C'est un homme conciliant qui s'accomode de S'accomplir: Olmak, gerçekleşmek, yapılmak,
tout. Il a dû s'accomoder de cette chambre d'hôtel yerine gelmek (Son souhait s'est accompli).
incorfortable). 3. S'accomoder avec qn, qch: -ile accomplissement er. Sona erme, sona erdirme;
anlaşmak, uzlaşmak (S'accomoder avec ses tamamlama, tamamlanma; yapma, yapılma;
créanciers). gerçekleştirme, gerçekleşme; yerine getirme,
accompagnateur, trice ad. (Müzikte çalana yada yerine getirilme (L'accomplissement d'un projet,
okuyana) Eşlik eden, *eşlikçi (Cette pianiste est d'un souhait, d'un devoir, d'un service).
l'accompagnatrice d'un chanteur). 2. Bir accon, acon er. 1. Mavna. 2. Midye tarlalarında
topluluğa eşlik ve kılavuzluk eden, eşlikçi, kullanılan sandal.
accord 31 accoter

accord er. 1. Duygu ve düşünce uygunluğu, Accorder qch à qn, à qch: -e bir şey vermek
anlaşma, bağdaşma, uzlaşma (Le bon accord qui (A ccorder un crédit à un petit paysan. Accorder de
règne entre nous). 2. Uygunluk, birlik. 3. dilb. l'importance, de la valeur à un projet). 8. Accorder
Uyum (Accord du participe passé). 4. Antlaşma; qch avec qch: a) Bir şeyi -ile birleştirmek, bir şeyi
anlaşma (Les divers pays réunis à Genève -e katmak, eklemek (Il accorde sa raison
conclurent un accord sur l'arrêt des expériences particulière avec la raison universelle. Il avait su
atomiques, les syndicats et le directeur signèrent accorder admirablement une demie intelligence et
un accord de salaires). 5. (Çalgıda) Düzen, akort une demie ambition), h) Bir şeyi -ile uyum
(Ce piano ne tient 'pas l'accord). 6. (Müzikteki yaptırmak (Accorder le verbe avec le sujet). §
anlamıyla) Ezgi. 7. ç. Nişan töreni. § En accord: S'accorder: 1. Anlaşmak, uzlaşmak, uyuşmak,
Tam anlaşarak, uyum içinde, uzlaşma içinde uyum yapmak. 2. S'accorder avec qn: Biriyle
(Vivre en accord, en parfait accord). D'accord: anlaşmak. 3. S'accorder sur qch: Bir şey üzerinde
Olur, hayhay, tamam; anlaştık. Etre d'accord anlaşmak. 4. S'accorder pour f. qch, à f. qch: Bir
avec qn: Biriyle anlaşmak, uyuşmak, eş kamda şey yapmak için, bir şey yapmakta anlaşmak,
olmak. Etre d'accord sur qch: Bir şey üzerinde eş elbirliği etmek (S'accorder pour dire, pour
kanıda, aynı düşüncede olmak. Tomber décider). 5. S'accorder qch: a) Biribirine ...
d'accord: Uzlaşmak, anlaşmak. Tomber vermek (Ils ne s'accordent pas de répit:
d'accord avec qn sur qch: Biriyle bir konuda, bir Biribirlerine rahat vermiyorlar; rahat yüzü
şey üzerinde anlaşmaya varmak, uzlaşmak. D'un gösterdikleri yok), b) Kendisine ... vermek (II ne
commun accord: Oy birliğiyle herkesin s'accorde jamais de repos: Hiç dinlendiği yok,
katılmasıyla. Conclure un accord, arriver à un kendisine bir dakika dinlenme verdiği yok).
accord: Bir anlaşmaya, uzlaşmaya varmak (Après accordeur, euse ad. 1. Uzlaştıran, barıştıran,
plusieurs heures de discussions, nous sommes yatıştıran. 2. (Çalgılara) Düzen veren,
arrivés à un accord). Donner son accord: Kabul düzenleyici, akortçu.
etmek, olur demek, evet demek. Donner son accordoir er. (Çalgılar için) Düzen anahtarı,
accord à qch: Bir şeyi kabul etmek; bir şeye izin accore s. 1. Sarp, dik (Côte accore). 2. er. (Gemi
vermek. Mettre d'accord: Anlaştırmak,
kızağında) Destek, payanda,
uzlaştırmak, barıştırmak (Il les a mis d'accord en
accorer gçl. (Gemiler için) Kızağa almak, kızağa
les renvoyant tous les deux). Se mettre d'accord:
çekmek.
Anlaşmak, uzlaşmak; düşünce birliğine, eş
accort, e s. Cıvıl cıvıl, kımıl kımıl, canlı, sevimli,
kanıca varmak. Tenir l'accord: Düzen tutmak,
cana yakın (Une femme, une jeune fille accorte.
akort tutmak (Ce violon ne tient pas l'accord).
Dans cette auberge une accorte serveuse
Etre en accord avec qch: -ile uyuşmak, gitmek,
s'empressait auprès des clients).
uygun düşmek (L'architecture de la maison est en
accortement bel. Sevimlice; tatlı tatlı (Vous me
accord avec le paysage).
jouez, mon frère, assez accortement).
accordable s. 1. Uzlaştırılabilir; verilebilir; yapılır,
accortise diş. Sevimlilik, cana yakınlık,
kabul edilebilir. 2. (Çalgılar için) düzene gelir,
accostable s. l.Yanaşılabilir, yaklaşılabilir (Rivage
akort edilebilir, düzen tutar,
accostable, quai accostable). 2. mec. Yanına
accordage, accordement er. (Çalgılar için)
varılabilir, konuşulup dostluk kurulabilir
Düzenleme, akort etme. (Femme accostable).
accordailles diş. ç. (Evlenmede) Söz kesme, accostage er. (Gemiler için) Kıyıya yanaşma,
accordé, e ad. Yavuklu, sözlü, yanaşma (L'accostage du quai était rendu
accordéon er. Akordeon, körüklü çalgı, impossible par la houle. Un bonhomme dirigeant
accordéoniste^. Akordeon çalan, akordeoncu, l'accostage des rares Caïques).
accorder gçl. 1. Anlaştırmak, uzlaştırmak (Soyez accoster gçl. 1. Yanaşmak (Accoster le quai, le
joints, mes enfants, que l'amour vous accorde). rivage). 2. Accoster qn : Birinin yanına
2: Yatıştırmak (Accorder une querelle). 3. yanaşmak, sokulmak, yaklaşmak (Il accoste les
(Çalgıya) Düzen vermek, düzenlemek, akort jeunes filles dans la rue pour leur faire la cour. Un
etmek (Accorder un piano, un violon). 4. passant l'accosta pour lui demander l'heure).
(Tartışmada) Kabul etmek (Je vous accorde que accotement er. Şose ile hendek arası; yol yanı, yol
j'ai eu tort). S. Vermek (Accorder un crédit, un eteği (Stationner sur l'accotement).
délai, une faveur). 6. Atfetmek, vermek accoter gçl. 1. Accoter qch, quelque part: Bir şeyi,
(Accorder de l'importance, de la valeur). 7. bir şeyini bir yere dayamak (Accoter satêtesur
accotoir 32 accoutumer

son fauteuil, son coude au comptoir). 2. Accoter charrue). 4. Çiftleştirmek. 5. Accoupler qch et
qch contre qch: Bir şeyi -e dayamak, tutturmak qch; qch avec qch: -ile çiftleştirmek (Accoupler
(Accoter l'échelle contre le mur). une vache flamande et (à) un taureau anglais.
accotoir er. Dayanak, dayangaç. Accoupler un chien loup et (à) une chienne). §
accouardir gçl. Korkaklaştırmak. S'accoupler: 1. Birleşmek, çiftleşmek, cinsel
accouchée diş. Lohusa. birleşmek. 2. Birbirine bağlanmak, koşulmak,
accouchement er. 1. Doğurma, doğum yapma, accourcir gçl. 1. (Eskimiştir) Kısaltmak (Accourcir
doğum (Accouchement naturel, à terme, un ehemin, les herbes). 2. gsz.Kısalmak(Les jours
prématuré. Douleur de l'accouchement). 2. accourcissent).
Doğurtma, doğum (Ce médecin a fait des accourcissement er. 1. Kısaltma. 2. Kısalma,
centaines d'accouchements). accourir gsz. Koşmak, koşuşmak, üşüşmek (Ses
accoucherez. 1. Doğurmak, doğum yapmak (Elle amis accourent aussitôt pour le féliciter. Nous
a accouché dans une clinique parisienne. avons accouru l'aider, pour l'aider).
Accoucher avant terme). 2. gçl. Accoucher qn: accoutrement er. 1. Gülünç kılık, rüküşlük. 2.
Birini doğurtmak, birine doğum yaptırmak (Le (Eski) Giysi,
médecin accouche une femme). 3. Accoucher de accoutrer gçl. 1. Gülünç kılığa sokmak, gülünç
qn: ...doğurmak (Accoucher d'un garçon, şekilde giydirmek. 2. (Sırmacılıkta) Haddenin
d'une fille, de jumeaux). 4. Accoucher de qch: deliğini düzeltmek. § S'accoutrer: 1. Giyinmek
mec. Yazmak, yaratmak, meydana getirmek (Elle s'accoutre toujours d'une manière
(Accoucher d'un roman, d'un livre). 5. gsz. argo. étonnante). 2. Rüküşçe giyinip süslenmek. 3.
Dilinin altındaki baklayı çıkarmak (Tu inventes S'accoutrer de ' qch; être accoutré de qch: Bir şey
des prétextes, accouche donc enfin: Bahaneler giymiş olmak, giymek (Il est grotesquement
uydurup duruyorsun, çtkar dilinin altındaki şu accoutré d'un habit trop court).
baklayı). § Accoucher d'un bon mot: Cevher accoutumance diş. 1. Alışkanlık; alışma (Après
yumurtlamak. Accoucher d'une souris: Doğura quelques semaines dans ce climat humide et chaud,
doğura bir fare doğurmak, umulanı vermemek il se produit une certaine accoutumance). 2.
(La montagne a accouché d'une souris: Dağ fare Accoutumance à qch: -e alışkanlık, alışma (Ily a
doğurdu). certainement une accoutumance au malheur.
accoucheur er. Doğum hekimi, kadındoğumcu. Accoutumance à un poison).
accoucheuse diş. Ebe. accoutumé, e s. 1. Alışık, alışkın. 2. Alışılan,
accoudement er. 1. Dirseklerine dayanma.2. Dirsek alışılmış, her günkü (Faire sa promenade
dirseğe gelme, accoutumée. J'ai pris mon chemin accoutumé). §
accouder (s') gsz. 1. Dirseklerine dayanmak. 2. Etre accoutumé à qch; à f. qch: Bir şeye, bir şey
Dirsek dirseğe gelmek. § S'accouder à qch, sur yapmaya alışmak, alışık olmak.§ A l'accoutumée:
qch: Bir yere, bir şeye dayanmak (S'accouder à la Alışıldığı gibi, her zamanki gibi, olageldiği gibi (II
fenêtre, sur une table. Elle s'accoude au parapet est passé à 8 heures comme à l'accoutumée).
pour regarder). accoutumer gçl. 1. Alıştırmak. 2. Accoutumerqnà
accoudoir er. Dirsek dayanağı, dirsek yastığı, qch; à f. qch: Birini bir şeye, bir şey yapmaya
dirseklik, kol (Les accoudoirs d'un fauteuil). alıştırmak (On ne l'a pas accoutumé à la discipline,
accouer gçl. Birbirinin kuyruğuna bağlamak à travailler. A ccoutumer un cheval à galoper sur le
(Accouer les chevaux). bon pied; Accoutumer les enfants à l'obéissance).
accouple diş. (Avcılıkta köpekleri çifter çifter 3. Avoir accoutumé de f. qch, être accoutumé de f.
bağlamakta kullanılan) Bağ, çifte tasma, qch : Bir şey yapmaya alışmış olmak (J'avais
accouplement er. 1. Bir araya getirme (Un étrange accoutumé d'aller, de faire. Ces terrers avaient
accouplement de mots). 2. Çiftleştirme; çiftleşme accoutumé de produire beaucoup. Des docteurs
(Les bêtes fauves qui se cachent dans leurs qui n'avaient pas accoutumé de se trouver en si
accouplements). grand nombre).4. Etre accoutumé à qch; à f. qch:
accoupler gçl. 1. Birbirine bağlamak, koşmak, eş Bir şeye, bir şey yapmaya alışmak (J'étais
etmek, eşleştirmek (Accoupler deux roues par accoutumé à ne plus fumer). § S'accoutumer: 1.
une bielle. Accoupler des générateurs électriques). Alışmak. 2. S'accoutumer à qch; à f. qch: Bir şeye
2. Bir araya getirmek, toplamak (Accoupler deux alışmak; bir şey yapmaya alışmak (Je me suis
mots, des idées disparates). 3. Çifte koşmak, accoutuméàlasolitude;ons'accoutumeàsepasser
bağlamak, koşmak (Accoupler les bœufs à la de Paris).
accouvage 33 accroissement

accouvage er. (Makine ile) Kuluçkacılık;kuluçkaya Çarpmak, çarpıp takılmak (Sa voiture a accroché
yatırma. mon pare-chocs). 5. ask. Tutmak, ilerlemesine
accouver gçl. 1. Kuluçkaya yatırmak. 2. gsz. engel olmak, ilerletmemek (Accrocherl'ennemi).
Kuluçkaya yatmak. § S'accouver: Kuluçka 6. Ele geçirmek, kapmak, elde etmek (Accrocher
olmak, gurk olmak, une bonne place). 7. Çarpışma zorunda
accréditer gçl. 1. Doğrulamak; doğru, inanılır bırakmak, çarpışmak (Accrocher une troupe). 8.
olduğunu belirtmek (Accréditer une nouvelle, un Accrocher qch contre qch: Bir şeyi -e çarpmak
bruit qui court. Les journaux ont accrédité la (Accrocher sa voiture contre le mur). 9. Accrocher
nouvelle d'une révolte militaire). 2. Saygınlık yada qn: a) Birini yolundan alıkoymak (J'ai été
güvenilirlik vermek. 3. Doğurmak, yol açmak accroché au sortir du bureau par un importun qui
(Des bruits trop répandus que la haine accrédite). m'a retenu une heure), b) Birinin dikkatini kendi
4. Güven belgesi vermek (Accréditer un üzerine çekmek (Le titre du journal accrochait les
ambassadeur auprès d'un chef d'Etat, auprès d'un passants). 10. Accrocher qch à qch: Bir şeyi -e
gouvernement). 5. Accréditer qn: Birine hesap asmak (Accrocher ses vêtements au porte-
açmak, kredi açmak (Accréditer un commerçant). manteau. Accrocher une toile à un mur. Accrocher
6. Etre accrédité auprès de qn: Birinin yanında son chapeau à un clou). 11. gsz. Takılıp kalmak
kredisi olmak, kendisine hesap açılmış olmak (La conférence a accroché sur un point délicat). §
(Etre accrédité auprès d'un banquier). § S'accrocher: 1. Takılıp kalmak, asılmak. 2.
S'accréditer: 1. Doğrulanmak, gitgide doğruluk, S'accrocher à qn: Birine asılmak, bir kimseye
gerçeklik kazanmak; yayılmak (Le bruit de sa askıntı olmak, birine tebelleş olmak (S'accrocher
démission s'accréditepeu à peu dans les couloirs de à une femme. Sa maîtresse ne l'aime plus, mais lui
l'Assemblée Nationale). 2. Saygınlık yada güven s'accroche à elle). 3. S'accrocher à qch: Bir şeye
kazanmak; sayılır, güvenilir olmak (Ils'accrédite sarılmak, asılmak, tutunmak (S'accrocher à un
de jour en jour). rocher, àsonpassé, à ses illusions. Il s'accrochait à
accréditeur er. Akreditif açtıran, akreditif amiri, l'espoir de la voir arriver par le train suivant). 4.
accréditif er. (Bir bankanın başka bir bankaya, biri S'accrocher avec qn: Biriyle takışmak, dalaşmak
için verdiği) Ödeme buyruğu, akreditif, (Il s'est accroché avec un de ses collègues). § Se
accroc er. 1. Yırtık (Faire un accroc à son pantalon: l'accrocher: hlk. Hava almak, üstüne bir bardak
Pantolonunu bir yere takıp yırtmak). 2. mec. Leke su içmek, bir şeyden yoksun kalmak (Tu peux te
(Un accroc à la vertu, à la réputation, à l'honneur). l'accrocher: Hava alırsın, sen bunun üstüne bir
3. Güçlük, pürüz (Jusqu'icinous n'avons euaucun bardak su iç).
accroc sérieux). 4. Takıntı (Les choses se passent accrocheur, euse s. l.Direngen, direnen, yılmayan
sans le moindre accroc). § Faire un accroc à qch: (C'est un garçon accrocheur qu'un échec ne
Gölge düşürmek, zarar vermek, leke sürmek décourage jamais). 2. er. Yapışkan, yakasına
(Faire un accroc à la liberté, à l'honneur). sarıldı mı bir türlü bırakmayan (C est un bon
accrochage er. 1. Asılma, asma; takılma, takma vendeur, c'est un accrocheur). 3. Takan, iliştiren,
(L'accrochage des toiles dans un musée. çarpan kişi. 4. i ve ad. İlgi çeken, dikkati zorla
L'accrochage d'un rideau). 2. Çarpma; çarpışma çeken, çekici (Une publicité accrocheuse). S. tkz.
(Accrochage entre deux véhicules). 3. Yakalama, İstediğini ustalıkla eİde eden, ele geçiren kişi,
yakalanma; enseleme, enselenme. 4. Çarpışma, tuttuğunu koparan,
vuruşma (llya un accrochage entre les gendarmes accroire gçl. 1. Faire accroire qch, laisser accroire
et les contrebandiers). S. hlk. Beklenmedik qch: (Olmayan bir şeye) İnandırmak, kandırmak,
zorluk, çaparız. 6. hlk. Kavga, ağız dalaşması (ila yutturmak (Il veut nous faire accroire que...). 2.
eu un accrochage avec sa concierge). Faire accroire qch à qn: Bir şeyi birine yutturmak.
accroche-cœur er. Zülüf. 3. En faire accroire à qn: Birini kandırmak,
olmayan bir şeye inandırmaya çalışmak;
accrochement er. Accrochage ile eş anlamda olup
yutturmak (Le récit de tes exploits est faux; tu
daha az kullanılır,
cherches à m'en faire accroire). 4. S'en faire
accroche-plat er. (Duvara asmak için) Tabak askısı.
accroire: Fasulye gibi kendini nimetten saymak;
accrocher gçl. 1. (Kanca, çengel, çivi gibi bir şeye)
kendini pek beğenmek, kendim dev aynasında
Asmak, takmak, iliştirmek (Accrocher un
görmek (Il s'en fait accroire).
tableau, ses vêtements, son chapeau). 2. Takmak,
accroissement er. 1. Artma, çoğalma
kaçırmak, yırtmak (Accrocher un bas). 3.
(L'accroissement de la production industrielle.
Takılarak çekmek, takılarak tutmak. 4.
accroître 34 accuser

Accroissementdeladouleur). 2. Büyüme,gelişme basmak (Un vaisseau qui accule). 4. Acculer qn à


(Période d'accroissement). qch: Birini bir şeye zorlamak (Acculer un
accroître gçl. 1. Çoğaltmak, artırmak, yükseltmek commerçant à la faillite. Cette exigence nouvelle
(Accroître ses biens, sa production, son accula ses adversaires à un choix difficile). 5.
patrimoine. Le réarmement accroît les possibilités Acculer qn à qch, dans qch: Birini bir şeye atmak,
de guerre. Il s'agit d'accroître le bien-être de la içine düşürmek, itmek (La ruine de la famille l'a
population). 2. gsz. Artmak, çoğalmak, acculé au désespoir). 6. Etre acculé à qch: Bir şeye
yükselmek (Sa fortune accroît tous les jours). 3. zorlanmak, sürüklenmek (Etre acculé à la
Accroître à qn: -e düşmek (Lapart de leur cousin faillite: İflasa zorlanmak, sürüklenmek). §
est accrue aux autres héritiers). § S'accroître: S'acculer: Sırtını dayamak, sırtını bir yere
Durmadan çoğalmak, boyuna artmak (Sa vermek.
popularité s'accroît de jour en jour. Le danger • acculturation diş. 1. Kültürlüleşme; -in kültürünü
d'inflation s'est sérieusement accru. La tension özümleme (L'acculturation des Amérindiens). 2.
s'accroît entre les deux pays). (Yabancı bir ülkenin) Kültürünü benimseme,
accroupi, es. Çömelmiş; bağdaş kurmuş (Accroupi kültürüne uyma (L'acculturation d'un immigré).
à la turque). accumulateur er. 1. Akümülatör, 'biriktireç.
accroupir (s') gsz. Çömelmek (L'enfants'accroupit (Charger, décharger ses accumulateurs: Aküleri
pour ramasser ses billes). doldurmak, boşaltmak).2. Accumulateur,trice s.
accroupissement er. Çömelme. Biriktirici, yığıcı.
accru er. (Ağaçlarda) Kök sürgünü, fışkın, accumulation diş. Biriktirme, yığma; birikme,
accrue diş. (Sulann çekilmesiyle) Arazi yığılma (L'accumulation des stocks).
genişlemesi, toprak artması. 2. Orman accumuler gçl. 1. Biriktirmek, yığmak (Accumuler
genişlemesi, orman alanının çoğalması, de la terre pour faire les parterres d'un jardin). 2.
accu er. (Accumulateur'ün kısaltılmışı) Biriktireç, Toplamak (Accumuler des notes, des preuves en
akümülatör. vue d'écrire un ouvrage). § S'accumuler:
accueil er. Karşılayış, karşılama. § Faire accueil à Birikmek, yığılmak, üst üste gelmek (Les nuages
qn: Birini karşılamak. Faire bon accueil, mauvais s'accumulaient à l'horizon. Les mauvais présages
accueil à qn; à qcb: -i iyi karşılamak, kötü s'accumulaient).
karşılamak ( On nous a fait un très bon accueil. Le accusable 5. Suçlanabilir, suçlu görülebilir,
public a fait un accueil chaleureux à cette pièce). accusateur, trice s. vead. 1. Suçlayan, suçlayıcı, suç
Recevoir un bon accueil, un mauvais accueil, un yükleyen (Documents accusateurs. Un regard, un
accueil chaleureux, un accueil froid, un accueil doigt accusateur). 2. (Fransız Devrimi'nde)Savcı.
glacial: İyi, kötü, sıcak, soğuk, buz gibi accusatif, ive s. dilb. 1. -i halinde olan, yükleme
karşılanmak (Il reçut à son retour un accueil durumunda olan. 2. er. dilb. -i hali, yükleme
chaleureux). durumu.
accueillant, e s. İyi karşılayan, güler yüzlü, sevimli accusation diş. 1. Suçlama. 2. Kınama. 3. Kusur
(Un hôte accueillant. Une auberge, une maison yükleme, suç yükleme; itham; dâva (Le
accueillante). procureur renonce à l'accusation). 4. Yüze
accueillir gçl. 1. Karşılamak (Accuellir un ami vurma § Acte d'accusation: huk. İddianame (Le
chaleureusement, froidement. Accueillir une procureur donne lecture de l'acte d'accussation).
nouvelle, une demande avec un sourire ironique). Porter accusation contre qn: Birine bir suçlamada
2. Bir şeyi iyi karşılamak, benimsemek. 3. bulunmak (Qui a porté contre moi de telles
(Yanına) Kabul etmek (Il nous a accueillis chez accusations?).
lui). accusatoire s. huk. Suçlayıcı, itham edici;
accul er. 1. (Bir yere) Sıkıştırılma, kıstırılma. 2. suçlamaya değgin,
Çıkmaz, açmaz. Çıkmaz sokak, accusé, e ad. 1. Sanık (L'accusé s'en tire avec un an
acculement er. Sıkıştırma, kıstırma; sıkıştırılma, de prison). 2. s. Belirtilmiş, belirgin (Les traits
kıstırılma. accusés d'un visage). § Accusé de réception:
acculer gçl. 1. Kıstırmak, sıkıştırmak (Le cerf était makbuz, alındı.
acculé contre le chêne et faisait face aux chiens. accuser gçl. 1. Suçlu göstermek, suçlamak (Tout le
Acculer l'ennemi à la mer, au fleuve). 2. (Birini) monde accuse ce pauvre petit garçon). 2.
Mat etmek, pes dedirtmek, yanıt bulamayacak Göstermek, belirtmek, ortaya koymak (La
duruma düşürmek. 3. gsz. (Gemi için) Kıçı lumière accuse les reliefs. Les rides accusent son
acéphale 35 achat

âge). 3. (Kendinde olan bir durumu) Söylemek, (Acétification du vin).


dile getirmek (Accuser une douleur: Bir yerinin acétifiergçl. Sirkeleştirmek, sirkeye çevirmek,
ağrıdığını söylemek bir ağrısı olduğunu acétimètre, acétomètre er. Sirkeölçer.
belirtmek). 4. Kabul etmek,itiraf etmek,birşeyin acétique s. Sirkeye değgin; sirkeyi andıran (Acide
kendisinde bulunduğunu yadsımamak (Accuser acétique, odeur acétique).
une habitude, ses péchés). 5. Accuser qn de qch: acétone diş. kim. Aseton,
Birini -ile suçlamak (Accuser une personne d'un acétylène er. kim. Asetilen,
vol, d'un crime etc. Les habitants du village achalandage er. 1. (Ticarette) Alıcı çekme. 2.
accusèrent le malheureux du vol qui avait été (Ticarette) Gedikli alıcılar,
commis à la mairie). 6. Accuser qndef. qch: Birini achalandé, e s. 1. İşlek, göz alıcı (Un magasin
-mekle suçlamak (On l'accuse d'avoir renversé achalandé). 2. İçinde çok mal bulunan (Librairie
accidentellement un piéton). 7. Accuser qch de bien achalandée).
qch: Bir şeyin kusurunu, suçunu -e yüklemek; bir achalander gçl. 1. (Ticarette) Alıcı sağlamak,
şeyi -den bilmek (Accuser la malchance de ses müşteri toplamak. 2. Malla doldurmak,
insuccès aux examens: Sınavlardaki donatmak (Achalander un magasin).
başarısızlığını şansızlığına yüklemek, vermek). § acharné, e s. 1. Azgın, kızgın (Nos adversaires les
Accuser réception de qch: (Ticarette) Bir şeyi plus acharnés. Un ennemi acharné). 2. Zorlu,
aldığını bildirmek (J'accuse réception de votre çetin (Un joueur acharné, un match acharné). §
lettre du 14 courant). S'accuser: 1. Suçunu kabul Etre acharné à qch; à faire qch: a) Bir şeye, bir şey
etmek; kendini suçlamak. 2. Belirmek, ortaya yapmaya antlı olmak, kararlı olmak (Des ennemis
çıkmak (Son mauvais caractère s'accuse avec acharnés à se détruire), b) Bir şeye çok düşkün
l'âge). 3. S'accuser de qch: Bir şeyi kabullenmek, olmak (Il est acharné au travail comme au jeu).
kabul etmek, itiraf etmek, üstüne almak acharnement er. 1. Hırs, gözü dönmüşlük (Les
(S'accuser de ses péchés, de ses fautes: défenseurs de la ville combattaient avec
Günahlarını, suçlarını kabul etmek). 4. S'accuser acharnement). 2. (Bir şeye) Aşın düşkünlük
de f. qch, d'avoir fait qch: Bir şeyi yaptığını, (Acharnement au travail, au jeu). § Avec
yapmış olduğunu kabul etmek (Ils'accuse d'avoir acharnement: 1. Dört elle sarılarak, canla başla
commis un crime, de commettre une grave faute). (Il faut travailler avec acharnement). 2.
acéphale s. ve ad. Başsız, başı olmayan (Monstre Kudurmuşcasına, kıyasıya, gözü dönmüşçesine
acéphale). (Combattre avec acharnement).
acéracées diş. ç. bitb. Akçaağaçgiller. acharner gçl. 1. Çullandırmak, saldırtmak (Une
acérage er. Çelik ekleme, çelikleme. férocité naturelle acharnait les soldats sur les
acérain, e s. Çeliksi. vaincus). 2. (Tuzağa, oltaya) Yem takmak. 3.
acerbe s. 1. Kekre (Un goût acerbe). 2. Sert, Acharner qn contre qn, qch: Birini, birine, bir
dokunaklı (Langage acerbe, un ton acerbe. şeye karşı kışkırtmak (Acharner les fidèles contre
Paroles, critiques acerbes. Répondre d'une les infidèles). § S'acharner: 1. Kızmak,
manière acerbe). kudurmak, saldırmak. 2. S'acharneràqch, f. qch:
acerbitédiş. 1. Kekrelik. 2. Sertlik, dokunaklılık, Bir şeye, bir şey yapmaya dört elle sanlmak;
acéré, t s. 1. Çelikli. 2. Keskin, sivri (Lame acérée, bütün varlığıyla kapılmak, sarılmak (Ils'acharne
couteau acéré, dent acérée). 3. mec. Dokunaklı, à cejeu comme illefait pour n 'importe quel travail.
acı, çok sert (Des railleries acérées. Ecrire d'ung Il s'acharnait à réunir une documentation dont
plume acérée). l'ampleur aurait découragé les autres. S'acharner
acérer gçl. 1. Çelik eklemek, çeliklemek. 2. mec. au combat, à l'étude). 3. S'acharner contre qn, sur
Keskinleştirmek, sertleştirmek, dokunaklı qn: Birine, bir şeye yüklenmek, saldırmak,
kılmak (Acérer son style, ses railleries). üstüne çullanmak (Il s'acharne sur son ennemi
acérurediş. Demire eklenecek çelik parçası, dans l'espoir d'un succès rapide. Un vautour qui
acescence diş. Ekşimeye başlamışlık, ekşimişlik, s'acharne sur sa proie. S'acharner contre un
adversaire).
ekşimeye yüz tutmuşluk (Acescence des vins).
acescent, e s. Ekşimiş, ekşimeye başlamış, achat er. 1. Satın alma, alım, alış (L'achat d'une
ekşimeye yüz tutmuş (Bière acescente). voiture, d'une maison). 2. Satın alınan şey; aldık
acétate er. kim. Asetat, (Un cabas remplis des achats faits au marché. Je
acéteux, euse s. Sirke tadında, sirke gibi. vais vous montrer mon nouvel achat). § Le pouvoir
acétiflcation diş. Sirkeleşme; sirkeleştirme d'achat: Satın alma gücü. Le prix d'achat: Alış
ache 36 acidification

fiyatı. Achat au comptant: Peşin satın aima; produit qui n'a pu trouver acheteur). 2. Bir kurum
parasını tıkır tıkır sayarak alma. Achat à crédit: yada mağaza için toptan mal almakla
Veresiye satın alma. Faire des achats: Ahş veriş görevlendirilmiş kişi (Les acheteurs d'un grand
yapmak; bir şeyler satın almak. Faire l'achat de magasin).
qch: Bir şeyi satın almak; bir şeyden satın almak. achevé, e s. 1. Tamamlanmış, bitmiş, eksiksiz,
ache diş. Sukerevizi. yetkin (Un modèle achevé). 2. Tam, sözcüğün tam
acheminement er. 1. Yol alma, ilerleme anlamıyla (Un fou achevé: Tam deli, zırdeli).
(L'acheminement vers le bonheur). 2. Gidip achèvement er. Tamamlama, tamamlanma;
gelme, t aşınma (L'acheminement des trains vers la bitirme, bitme, bitirilme (L'achèvement de
capitale a subi d'importants retards aujourd'hui). l'immeuble demandera encore six mois. La station
acheminer gçl. 1. Yola salmak, göndermek, yola, sera fermée jusqu'à l'achèvement des travaux).
çıkarmak, kaldırmak (On a acheminé rapidement achever gçl. 1. Tamamlamak, bitirmek, sona
ces médicaments par avion. Acheminer un train erdirmek, sonunu getirmek (Il est mort sans
supplémentaire). 2. Acheminer qch vers qch: -e avoir achevé son roman. Il acheva son discours
doğru götürmek, salmak, yürütmek (Acheminer au milieu des applaudissements. Ilachève ses jours
des troupes vers les points menacés). 3. Acheminer dans une maison de retraite). 2. Tüketmek,
à qch: -e götürmek, yol açmak; sonu -e varmak bitirmek, yıkmak (Ce deuil l'a achevé, il ne s'en
(La réforme de 1860 acheminait au régime relèvera pas). 3. (Birini) Öldürmek, işini
parlementaire). § S'acheminer: 1. Yol almak, bitirmek, temizlemek (Ils achèveront le grand
dolaşmak (Nous nous acheminons par des sentiers blessé, s'il alourdit l'avance d'une armée). 4.
creux). 2. S'acheminer vers qch: -e doğru gitmek, Achever def. qch: Bir şeyi yapmayı bitirmek, sona
yönelmek; -in yolunu tutmak (Il aUuma une erdirmek; sonu -meye varmak (Ses réprimandes
cigarette et s'achemina vers le petit bois). 3. achevèrent d'indisposer contre itti ses élèves. II a
S'acheminer à qch: Aşama aşama -e doğru vite achevé de manger).
ilerlemek (L'homme s'achemine à de sublimes achillée diş. bitb. Civanperçemi, binyaprakotu,
destinées). arapsaçi.
achetable s. Satın alınabilir, satın alınır; çarşıda acholie diş. hek. Safra salgısı yokluğu yada azlığı,
bulunur. achoppement er. Engel (Il y a là un grand
acheter gçl. 1. Satın almak (lia acheté un bon stylo). achoppement pour l'esprit). § Pierre
2. Elde etmek, ele geçirmek (Vous achetez bien d'achoppement: 1. Engel, çaparız (La question
cher votre tranquillité. Acheter sa liberté par de des tarifs agricoles a été pendant longtemps la
lourds sacrifices). 3. Acheterqn: a)( Askerlik için) pierre d'achoppement des négociations). 2. mec.
Bedel tutmak, b) Para ile satın almak; para ile Kişiyi ayartan, doğru yoldan çıkaran neden; ayak
birini elde etmek (Il acheta quelques sürçmesi (La rencontre de cette femme a été une
fonctionnaires subalternes). 4. Acheter qch à qn: pierre d'achoppement pour lui).
a) Birine bir şey satın almak (Acheter des jouets à achopper gsz. 1. Sürçmek, ayağını çarpmak. 2. mec.
un enfant), b) Birinden bir şey satın almak Başarısızlığa uğramak, takılıp kalmak (Les
(Acheter une robe à un grand magasin) S. Acheter négociations achoppèrent sur undifférend mineur.
qch pour qn: Birine, biri için bir şey almak (J'ai Il achoppe toujours sur les problèmes de
acheté ce tissu pour ma fille). § Acheter au géométrie). § S'achopper à qch: -e çarpmak,
comptant: Peşin para ile satın almak. Acheter à çatmak (S'achopper à une situation sans issue).
crédit: Veresiye, taksitle satın almak. Acheter en achromatique s. fiz. Renksemez,
gros: Toptan satın almak. Acheter cher: Pahalı achromatisme er. Renksemezlik.
almak. Acheter à bon marché: Ucuz almak, ucuza achromatopsie diş. Renk körlüğü,
almak. Acheter de seconde main: Elden düşme aciculaire s. 1. İğne şeklinde billurlaşan (Le faciès
almak, ikinci elden almak. Acheter chat en poche: aciculaire de certains silicates). 2. bitb. Sivri uçlu,
Kapalı gözle satın almak. Se laisser acheter: iğne gibi (Feuilles aciculaires).
Kendini para için satmak. § S'acheter: Satın acides. 1. Ekşi (Fruit encore vert et acide). 2. mec.
alınmak, para ile sağlanmak (Ce ne sont pas des İğneli, batıcı, dokunaklı (Despropos acides, des
choses qui s'achètent). 2. S'acheter qch: réflexions acides). 3 .er. kim. Asit(Acideacétique,
Kendisine ...satın almak (Je me suis acheté une nucléique).
cravate). acidifiable s. Asitleşebilir; asitleştirilebilir.
acheteur,eusead. 1 .Satın alan kişi,alıcı,müşterifUn acidification diş. Asitleşme; asitleştirme.
cidifler 37 acquérir

acidifier gçl. Asitleştirmek. § S'acidifier: d'affaires véreux). § 1. S'acoquiner avec qn:


Asitleşmek (Matières qui s'acidifient). Biriyle çabuk sıkı fıkı olmak; aşna fişne olmak;
acidimètre en kim. Asitölçer. görüşmek, düşüp kalkmak, işbirliği yapmak (11
acidimétrie dis. Asitölçüm, asitölçme. s'est acoquiné avec un individu peu
acidité diş. 1. Ekşilik (Acidité du citron). 2. kim. recommandable. Vous vous acoquinez avec le
Àsitlik 3. mec. Sertlik, iğnelilik, batıcılık premier venu). 2. S'acoquiner à f. qch: Bir şey
(L'acidité d'un caractère, des propos). yapmaya çok alışmak, yapmadan edememek (On
acidulé,é s. Ekşimtırak, ekşimsi, mayhoş (Des s'acoquine à servir ces gredins-là).
bonbons acidulés). à-côté er. 1. İkinci derecede önem taşıyan sorun,
aciduler gçl. Azıcık ekşilik vermek, biraz ekşimsi önemsiz nokta, ufak ayrıntı (C'est un à-côté de la
kılmak, mayhoşlaştırmak, question, revenez à l'essentiel). 2. Birkaç kuruş;
acier er. 1. Çelik (Acier inoxydable). 2. mec. Bıçak, asıl kazanç dışında sağlanan ek gelir; ücret, maaş
kılıç gibi kesici silah. 3. Çelik renginde, çeliği dışındaki ek kazanç (Il faut prévoir les réparations
andıran (Gris acier). § Cœur d'acier: mec. Katı, et les petits à-côtés imprévus. Il gagne tant sans
taş gibi bir yürek; sert, sarsılmaz bir yürek. compter les à-côtés). § Se faire quelques à-côtés:
D'acier: Çelik gibi, sağlam, güçlü (Des muscles (Dışardan, başka işler yaparak) Bir kaç kuruş
d'acier: Çelik gibi sağlam kaslar). kazanmak, yolunu bulmak (Tu peux te faire
aciérage er., aciération diş. Çelikleştirme, çelik quelques à-côtés par de petits travaux dans les
haline getirme (Aciérage de l'aluminium). appartements de l'immeuble).
aciérer gçl. 1. Çelik haline sokmak, çelikleştirmek. à-coup er. Birdenbire durmaktan yada ansızın
2. Çelik eklemek, çeliklemek. devinime geçmekten ileri gelen dengesizlik
aciéreux, euse s. Çeliğe değgin; çelikli, sarsıntısı; sarsıntı (Il y a des à-coups dans le
aciérie Çelik fabrikası, moteur. L'économie du pays subit quelques
acmé diş. 1. Sayrılıkta belirtilerin en yoğun olduğu sérieux à-coups en ce moment). § Par à-coups:
dönem, sayrılığın en belirgin biçimde kendini Duraklaya duraklaya, kesintiye uğrayarak,
gösterdiği dönem. 2. mec. Doruk noktası; kesintilerle (Il travaillepar à-coups). Sans à-coup:
gelişmenin, ilerlemenin en son noktası, en yüce Sürekli, kesintiye uğramadan, duraklamadan
noktası, son dönemi, (La séance se déroule sans à-coups. La voiture a
acné diş. Ergenlik, ergen çağdaki kimselerin marché sans à-coup).
yüzünde çıkan sivilce (Acné juvénile, acné acousticien,ne ad.'Yankıdüzenci, akustik uzmanı,
rosacée). acoustiques. 1. İşitmeye yarayan (Nerf acoustique:
İşitme siniri. Cornet acoustique: Sağırların
acnéique s. Sivilceli (Peauacnéique).
kullandığı işitme borusu).2. diş. fiz. Yankıbilim.
acolytat er. Papaz adaylığı,
3. diş. Sesin dağılışı, sesin duyulma niteliği,
acolyte er. I. Papaz adayı. 2. tkz. Yamak, ayaktaş,
yankılanım, sesdağıhm. 4. Yankıdüzeni (La
hempa (Tous les membres de la bande sont sous les
bonne acoustique, la mauvaise acoustique d'une
verrous,le chef comme les acolytes). 3. Birinin
salle. La mauvaise acoustique d'une salle de
ardından ayrılmayan, peşini bırakmayan kişi,
cinéma nuit à la qualité d'un spectacle).
kuyruk.
acquéreur er. Edinici, sağlayıcı, alıcı, satın alıcı;
acompte er. 1. Borca saymak üzere ödenen para,
iktisap eden ( Ce tableau n'a pas trouvé acquéreur.
sayışmalık. 2. Pey (Verser un acompte lors de la
J'ai trouvé un acquéreur pour ma voiture. Aucun
commande d'une voiture. Commerçant qui exige
' acquéreur ne s'est présenté pour l'appartement).
le versement d'un acompte).
acquérir gçl. 1. Bir şeyin sahibi olmak, bir şeyi satın
acon, accon er. 1. Mavna. 2. Midye tarlalarında
almak (Acquérir une maison de campagne. Cette
kullanılan sandal,
voiture d'occasion a été acquise dans de bonnes
aconit er. bitb. Boğanotu.
conditions). 2. Edinmek, kazanmak, elde etmek
aconitine Boğanotu cevheri, akonitin,
(Acquérir un droit, de la célébrité, une gloire, une
a contrario bel. °Mefhumu muhalifinden,
habitude. J'ai acquis une solide expérience
acoquinement er. Sıkıfıkılık; aşnafişnelik.
dans ce domaine. Ce timbre acquiert de la valeur).
acoquiner gçl. tkz. 1. (Kötü anlamda) Kendine
3. Acquérir qch à qn: Birine bir şey sağlamak
çekmek, kendine bağlamak (Ces soumissions où
(Trois amants que ses charmes lui acquirent
les hommes les acoquinent). 2. Etre acoquiné avec
successivement. L'aisance que ses efforts lui ont
qn: Biriyle ahbaplık kurmak, biriyle içtiği su ayrı
acquise). 4. Etre acquis à qn, à qch: Birine
gitmemek (Il est acoquiné avec un homme
acquêt 38 acrimonie

bağlanmak, bir şey hesabına kazanılmak, bir şeye diye (On n'en fit qu'une commémoration fort
katılmak, onu benimsemek (Vous pouvez légère et par manière d'acquit). Par acquit de
compter sur moi, je vous suis tout acquis. Il est conscience: 1. tçi rahat etsin diye, kendine düşeni
maintenant acquis à notre projet). § S'acquérir: 1. yapmış olmak için, bulunç ezinci çekmemek için,
Kazanılmak, elde edilmek. 2. S'acquérir qch: "vicdanı rahat etsin diye (Je pensais qu'il n'était
Kendine bir şeyi sağlamak, elde etmek, pasà Paris; par acquit de conscience j'ai téléphoné
kazanmak, edinmek (Ils'est acquis l'estime de ses chez lui). 2. Usul gereği. Pour acquit: (Hesapların
chefs. S'acquérir de solides amitiés). altına yazılır). Ödenmiştir,
acquêt er. huk. Evlendikten sonra edinilip mal acquit-à-caution er. Transit belgesi, geçiş belgesi,
ortaklığına giren mal. acquitable s. 1. Ödenebilir. 2. Aklanabilir, "ibra
acquiescement er. 1. Uyma, boyun eğme, katlanma edilebilir.
(Acquiescement à la volonté de Dieu: Tanrının • acquittement er. 1. Ödeme (L'acquittement d'une
buyruğuna boyun eğme. Acquiescement aux dette). 2. Bir hesabı kapatma, bir hesabın, bir
volontés de quelqu'un: Birinin isteklerine tam bir faturamn altına ödenmiştir diye yazma
katlanış). 2. Kabul, kabul etme, kabullenme, (L'acquittement d'une facture). 3. Aklama,
rıza, onama, razı olma (Elleprit notre silencepour temize çıkarma, beraat ettirme, "ibra
un acquiescement). 3. huk. Dâvada iddiayı kabul (L'acquittement des accusés fut accuelli par le
etme. § Donner son acquiescement à qch: Bir şeyi public avec une joie manifeste).
kabul etmek, bir şeye rıza göstermek, "muvafakat acquitter gçl. 1. Ödemek (Acquitter un impôt, une
etmek (Le ministre refusa de donner son dette). 2. Temizlemek, bir şeyin hesabını
acquiescement à l'augmentation des salaires). temizlemek (Acquitter ses impôts, une note
acquiescer gsz. 1. Uymak, boyun eğmek, d'hôtel, la facture d'électricité). 3. Bir hesabın
katlanmak, razı olmak, karşıdaki ile eş kanıda altına ödenmiştir diye yazmak (N'oubliez pas
olmak. (Il acquiesce d'un signe de tête). 2. d'acquitter la facture). 4. Acquitter qn: a) Birini
Acquiescer à qch: Bir şeye uymak, bir şeyi kabul aklamak, beraat ettirmek, temize çıkarmak (Le
etmek, bir şeye razı olmak, muvafakat etmek jury acquitta l'accusé), b) Birini borçtan
(J'acquiesce aux conditions énoncées dans votre kurtarmak. § S'acquitter: 1. Borcunu ödemek;
lettre). yapılan bir iyiliğe karşı olan borcunu, görevini
acquis er. 1. Bilgi, görgü, edinilmiş denemeler, ödemek (L'ingratitude vient peut-être de
edinti, "müktesebat (Avoir de l'acquis). 2. l'impossibilité où l'on est de s'acquitter). 2.
Kazanılmış mal, mal mülk. S'acquitter de qch: Bir şeyi ödeyip kurtulmak;
acquis, e s. 1. Sonradan kazanılmış, çalışarak elde yapmak, yerine getirmek (S'acquitter d'une dette.
edilmiş, "müktesep (Les qualités tant acquises S'acquitter d'un devoir, d'un engagement, d'une
que naturelles: Doğal olduğu kadar sonradan promesse. Je me suis acquitté de ma .promesse
kazanılmış iyi nitelikler). § Un droit acquis: envers vous). 3. S'acquitter envers qn: Birine olan
Kazanılmış hak, "müktesep hak. 2. Acquis à qn: borcundan kurtulmak; birine karşı borçsuz
Birisi için tanınmış, kabul edilmiş (Ce droit lui est duruma gelmek (Il n'a jamais pu s'acquitter envers
acquis). 3. Etre acquis à qch: Bir şeyden yana ses créanciers).
olmak (Il est acquis maintenant à notre projet). 4. acre diş. Elli iki ar kadar olan eski bir yer ölçü
Gerçekleşmiş, olmuş, bitmiş, kesin (Nous birimi.
pouvons considérer comme acquis ce premier âcre i. 1. (Biber yada hardal gibi) Acı, yakıcı (Une
point). saveur âcre. Fruits verts qui ont une saveur âcre). 2.
acquisitif, ive s. Kazandırıcı, edindirici. mec. Sert, dokunaklı, batıcı, acı (L'âcre frisson de
acquisition diş. 1. Edinme, kazanma, elde etme, l'amour-propre blessé. Il lui répliqua d'un ton
edinim, "iktisap (Acquisition d'une connaissance âcre).
profonde, d'un titre). 2. Satın aima (Faire âcrement bel. I. Acı bir halde. 2. Sertçe,
l'acquisition d'un terrain). 3. Elde etme, âcreté diş. 1. Acılık, yakıcılık (L'âcreté d'un fruit).
kandırarak ele geçirme, satın alma (L'acquisition 2. Sertlik (L'âcreté de ses propos. L'ironie, chez
des membres chez les Batraciens). 4. Edinilmiş Lesage, n'a aucune âcreté).
şeyler, edinti, "müktesebat. acridiens er. ç. hayb. Çekirgeler,
acquisivité diş. Bir şey edinme içgüdüsü. acrimonie diş. 1. Tat sertliği. 2. mec. Sertlik,
acquit er. 1. Alındı, "makbuz. 2. Aklama, "ibra. § aksilik, terslik (Exprimer ses griefs avec
Par manière d'acquit: Baştan savma, lâf olsun acrimonie. Il lui a parlé sans acrimonie de son
acrimonieux 39 actif

absence). foncière: Tapu senedi, tapu. Acte illicite: Haksız


acrimonieux, euses. 1. Tadı sert. 2. mec. Sert, acı, fiil. Acte impudique: Adâba aykırı fiil. Acte sous
ters (Un ton acrimonieux, des propos seing privé: Adi senet. Demander acte:
acrimonieux). Tanıtlamak (Je vous demande acte que nous avons
acrobate ad. 1. Cam baz (Les acrobates exécutèrent attiré votre attention depuis longtemps sur les
une pyramide humaine). 2. mec. Bir işin ustası; dangers de décisions prises hâtivement).
ince dalavereler, oyunlar çeviren kişi; cambaz Demander acte de qch: -in tanıtlanmasını istemek.
(Les spéculateurs, acrobates de l'industrie et de la Donner acte: Bir şeyin var olduğunu, bir şeyin
finance.C'est un acrobate de la récitation).§ Faire varlığından haberli bulunulduğunu açıkça ve
l'acrobate: Cambazlık etmek, resmen belirtmek, kabul etmek; bildirmek, dile
acrobatie diş. 1. Cambazlık (Faire, effectuer des getirmek (Je vous donne acte que vos promesses
acrobaties: Cambazlık yapmak; gösteriler, ont été remplies). Donner acte de qch: -i yasaca
numaralar yapmak. L'aviateur effectuera tanıtlamak. Faire acte de: -göstermek, yapmak
quelques acrobaties aériennes). 2. mec. Büyük (Faire acte de courage: Cesaret göstermek. Faire
ustalık, hüner, virtüozluk (Ce n'est plus du piano, acte de bonne volonté: İyi niyet göstermek. Faire
c'est de l'acrobatie. Il rétablit son budget par acte de bravoure: Erkeklik yapmak, yiğitlik
quelques acrobaties dont il a le secret). göstermek, erkeklik etmek). Faire acte de
acrobatique 5. 1. Cambazlığa değgin, cambazlığa présence: Nezaket gereği şöyle bir görünmek, boy
özgü; cambazca (Exécuter un numéro göstermek, görünüp gitmek. Prendre acte: -diğini
acrobatique. Le gardien de but a fait un arrêt kabul etmek, saptamak, düşünmek, görmek (Je
acrobatique). 2. Çok ustalıklı, çok ustaca, prends acte que vous acceptez aujourd' hui
cambazca (Le redressement acrobatique d'une l'ensemble de nos propositions). Prendre acte de
situation financière catastrophique). qch: -i bir yana kaydetmek, not etmek,
acrobatisme er. Cambazlık; cambazlık sanatı, gözönünde tutmak (Je prends acte, pour l'autre
cambazlık mesleği, vie, de ma conduite en celle-ci). Traduire qch en
acrophobie diş. hek. ruhb. Yükseklik yılgısı. acte: -i eyleme dönüştürmek, eylem haline
Yüksek yerlerde durmaya karşı duyulan aşın getirmek, gerçekleştirmek, sözde bırakmamak
korku. (Traduire en acte les engagements pris à l'égard de
ses électeurs).
acrostiche er. Uçlama, akrostiş,
acteur, trice ad. 1. Tiyatro, sinema sanatçısı;
acte er. 1. îş, eylem (Les actes doivent suivre les
oyuncu. 2. mec. (Bir işte) Eli olan, parmağı olan
paroles. On juge les hommes sur leurs actes). 2.
(Les acteurs et les témoins de ce drame). 3. mec.
Yapılan işler, icraat (Les actes du gouvernement.
Oyuncu, numaracı,
Les actes d'un pouvoir). 3. Davranış, hareket (Un
actif, ive s. 1. Güç ve erk dolu, zinde (Elle est restée
acte de bravoure, de courage, de générosité. Un
active malgré son âge). 2. Çalışkan, hamarat,
acte de grandeur, un acte de faiblesse. C'est de
*işçimen (C'est un homme bien actif). 3. İşle
votre part un acte inamical. Ce mouvement de
geçen, çok hareketli (Une vie active)1.4. Etkili (Un
colère a été chez lui un acte instinctif). 4. Bağıt,
remède actif, un poison actif). S. Etkin "faal (Un
akit. 5. Belgit, senet (Signer un acte devant
volcan actif. Militant actif d'un parti politique.
notaire. Passer un acte de vente). 6. Belge, cüzdan
Participation active des diverses classes sociales à
(Acte de naissance, acte de mariage, acte de décès).
l'expansion économique. La méthode active dans
7. (Resmi) Karar. 8. (Tiyatroda) Perde (Pièce en ^
l'enseignement). 6. dilb. Etken (Un verbe actif:
un acte, pièce en trois actes). 9. Dönem; aşama,
Etken fiil). 7. Edimli, edimsel, "fiilî (Service actif :
"safha ( Cette conférence diplomatique ne fut que le
Edimli hizmet). 8 .er. Elde bulunan, var ve alacak
premier acte d'un conflit qui devait durer plus de
(L'actif d'une succession, de la communauté,
dix congrès des linguistes). 10. ç. Evrak § Acte
d'une société). § A son actif: Yaptıkları olumlu
d'accusation: huk. İddianame, suçlama yazısı.
şeyler arasında, başarıları arasında (ila mis à son
Acte administratif: "İdari tasarruf. Acte
actif la réalisation de plusieurs cités ouvrières:
authentique: Resmi senet. Acte d'aliénation:
Başarıları arasına bir çok işçi sitelerinin
Temlik işlemi, temlik muamelesi, temlikname.
kurulmasını da kattı). Avoir qch à son actif:
Acte de caution: Kefalet senedi. Acte de
Boynunda, sicilinde, üzerinde, defterinde,
commerce: Tecimsel işlem, "ticarî1 muamele. Acte
de l'état civil: Kimlik belgesi, nüfus cüzdanı. Acte yaptıkları arasında olmak (Cette bande
de procuration: Vekâletname. Acte de propriété compte à son actif plusieurs agressions: Bu çetenin
actinie 40 activité

üzerinde, günah defterinde birçok saldırılar var. olmak (Des équipes sont déjà en action pour
Cet homme a plusieurs vols à son actif: Bu adamın réparer les voies endommagées de la ligne de
boynunda birçok hırsızlık var; bu adam birçok chemin de fer). Mettre qch en action: -i
hırsızlıktan sorumludur). gerçekleştirmek, uygulamak; eyleme
actinie diş. hayb. Denizısırganı denilen hayvan, dönüştürmek (Mettre ses projets en action).
denizgülü. actionnable s.huk. Dâva edilebilir,
actinique s. 1. Kimi cisimler üzerinde kimyasal etki actionnaire ad. Hissedar, esham sahibi, pay
yapan, kimyasal etkili (Les rayons ultraviolets belgitleri olan kişi (L'assemblée des actionnaires.
sont actiniques). 2. Işığa bağlı, güneş ışığından L'actionnaire qui touche un coupon).
ileri gelen (Dermatite actinique). actionnement er. İşleme, çalışma; işletme,
actinisme er. Kimyasal etkililik; kimyasal çalıştırma (L'actionnement d'une machine).
etkilenim. ' actionner gçl. 1. İşletmek, çalıştırmak (Actionner la
actinomètre er. Işınölçer, manivelle pour faire partir un moteur. Un
actinométrie diş. Işınölçümü. moulin à eau fournit le courant qui actionne les
actinomycose diş. (İnsan ve hayvanlarda) Mantar meules). 2. huk. Dâva etmek, mahkemeye
hastalığı. vermek (Actionner un escroc). 3. hlk. Harekete
actinothérapie diş. hek. Işın tedavisi, geçirmek, ay ağa kaldırmak (Je vais actionner tout
action diş. 1. Davranış, tutum, hareket (Les motifs le ministère).
de son action restent obscurs). 2. Iş, eylem (Un activation diş. 1. (Bir cismi ışınıma tâbi tutarak)
homme d'action. Commettre une bonne action, Fiziksel ve kimyasal gücünü, özelliklerini artırma
une mauvaise action). 3. Etki (L'action du remède (Activation du charbon). 2. biy. (Döllenmede)
se fait sentir). 4. Çalışma, etkinlik (Un parti Dişi eşeylik gözesinin canlanma dönemi. 3.
détermine son programme d'action, sa ligne Etkinleştirme; etkinleşme. Hareketlendirme;
d'action). 5. Hareket, eylem (Passer à l'action: hareketlenme (Vactivation des mouvements
Harekete geçmek. Se jeter dans l'action: Eyleme sociaux).
atılmak). 6. Savaşım, mücadele (L'action active diş. 1. Silah altında bulunan bütün subay ve
politique: Siyasal mücadele. Engager l'action: erler. 2. Muvazzaf hizmet (Soldat de l'active. Les
Savaşıma, mücadeleye girişmek). 7. Canlılık officiers d'activé).
(Cela manque d'action). 8. (Şiirde) Konu. 9. activement bel. Canla başla; eylemli olarak;
(Tiyatroda) Olay; olayın akışı, olayın gelişmesi, etkenlikle, etken olarak (Collaborer activement à
*dolantı (Une pièce où il n'y a pas d'action). 10. la modernisation du pays. Rechercher activement
huk. Dâva; kovuşturma (Intenter une action: une personne disparue. Mener activement les
Dâva açmak). 11. ask. Çarpışma. 12. ç. Hisse préparatifs d'une action militaire).
senedi, pay belgiti, esham (Acheter, vendre des activer gçl. 1. Hızlandırmak, canlandırmak
actions). 13. mec. ç. Saygınlık, itibar (Ses actions (Activer les travaux, les préparatifs). 2. Activer
baissent, ses actions augmentent). § Action qch: Bir şeyi daha da şiddetlendirmek (Le vent
alimentaire: Nafaka dâvası. Action civile: Hukuk activait l'incendie). 3. Activer gsz. yada
dâvası, kişisel hak dâvası. Action de grâce: Gönül S'activer: Elini çabuk tutmak, acele etmek,
borcu, şükran. Action en annulation: İptal dâvası. çabuk çabuk birşeyler yapmak, çabuk olmak
Action en bornage: Sınır tesbiti dâvası. Action en (Des ouvriers s'activaient ça et là. Allons, activez
constatation: Tesbit dâvası. Action en divorce: un peu, le train n'attend pas).
Boşanma dâvası. Action en dommages et intérêts: activeur er. Etkinleştirici.
Zarar ziyan dâvası. Action en évacuation: Tahliye activisme er. Etkincilik. Şiddet hareketlerinden
dâvası, boşaltma dâvası. Action en nullité: Butlan yana olma; aşınlıkçılık.
dâvası. Action en partage: Taksim dâvası. Action activiste 5. ad. Etkinci. Aşırılıktan, şiddet
en possession: Zilyetlik dâvası. Action en hareketlerinden yana olan kişi ; aşırılıkçı (Attentat
séparation de corps: Ayrılık dâvası, ayrılma commis par des activistes).
dâvası. Action négatoire: Müdahalenin men'i activité diş. 1. Çalışma (Activité physique,
dâvası. Action principale: Aslî dâva. Action intellectuelle). 2. Etkinlik (Se disperser dans de
publique: Kamu dâvası, "amme dâvası. Champ nombreuses activités. Sa sphère d'activité est très
d'action: Çalışma alanı. Sousl'action de: Etkisiyle étendue). 3. Çalışma dalı, alanı (Industrie qui
(Le mur s'est détérioré sous l'action de l'humidité). étend ses activités à l'étranger). 4. Davranış,
Etre en action: Çalışmakta olmak, iş başında hareket, (Contrôler l'activité d'un subordonné,
actrice 41 addition

d'une personne). § Faire preuve d'activité: adagio bel. İt. müz. Adacio.
Etkinlik göstermek. Etre en activité: İş üstünde adamantin, e s. Elmas gibi (Sert ve parlak),
olmak; görevini yapmakta olmak; işinde hâlâ adamique s. Adem'e özgü, Adem gibi (Innocence
çalışır olmak (Un employé encore en activité). adamique).
Maintenir qn en activité: Birini görevinde tutmak, adamisme er. Adem baba gibi yaşamadan yana
işinde çalıştırmak^Maintenir un officier en activité olanlann öğretisi ; evlilik kurumuna düşman olma
au-delà de la limite d'âge). Cesser toute activité: akımı; evliliğe karşılık,
Çalışmayı bırakmak; emekliye ayrılmak (Il a adaptabilité diş. Uyarlanabilirlik; uyma yeteneği,
cessé toute activité). uyarlanma yeteneği,
actrice diş. (Tiyatro ve sinemada) Kadın oyuncu, adaptable s. Uyarlanabilir (Une pièce adaptable).
actuaire er. Malî sorunlarda istatistiklere adaptateur, trices. vead. 1. Uyarlayıcı, uyarlamacı
dayanarak oranlama hesaplar çıkaran uzman. (Les scénaristes se font souvent les adaptateurs des
İstatistik hesap uzmanı, romans célèbres). 2. er. * Uyarlaç, "adaptör (Le
actualisation diş. 1. Güncelleştirme, günün olayı transformateur électrique est un adaptateur
haline getirme. 2. fels. Olabilir durumundan d'impédance).
olmuş durumuna geçirme (L'actualisation des adaptatif, ive s. Uyarlama yada uyarlanmaya
souvenirs). değgin; uyarlamayla ilgili, uyarlanmayla ilgili
actualiser gçl. 1. Güncelleştirmek, günün konusu (Les mécanismes adaptatifs qui nous protègent
yapmak, günün koşullarına uydurmak contre les microbes).
(Actualiser un problème). 2. fels. Olabilir adaptation diş. 1. Uyarlama; uyarlanma
durumundan olmuş durumuna geçirmek, (L'adaptation d'un roman à la scène). 2. Duruma
actualité diş. 1. Güncellik, tazelik, günün koşul ve uyma, uyarlanma (Il faut faire un effort
havasına uygunluk (L'actualité des problèmes d'adaptation). 3. Uydurma, uygun kılma
économiques. L'actualité d'une œuvre d'art). 2. (L'adaptation d'un plan de fabrication aux
Günün olayları, günün konulan (S'intéresser à nécessités économiques). § Faire l'adaptation de
l'actualité politique, sportive, universitaire, qch à qch: -e uyarlamak, -e uyarlamasını yapmak
médicale). 3. ç. Dünya olaylan; günün konularına (Il fera l'adaptation d'un roman pour le cinéma).
değgin kısa film (Actualités télévisées. Les adapter gf/. Adapter qch à qch: 1. Bir şeyi -e takmak
actualités passent en général avant le grand film). § (Adapter un robinet au tuyau d'arrivée d'eau.
Coller à l'actualité: (Bir kadını) Gölge gibi Adapter un nouveau carburateur à un moteur
izlemek, ardını bırakmamak, d'automobile). 2. Bir şeyi -e uydurmak (Adapter
actuel, le s. 1. Güncel, şimdiki, günlük (La mode la musique aux paroles. Adapter sa conduite aux
actuelle impose des couleurs vives). 2. Günün circonstances, ses désirs à la réalité). 3. Bir şeyi
havasına uyan (Le sujet très actuel de son roman). -e uyarlamak (Adapter un roman au cinéma). §
3. fels. Edimsel, edimli, "fiilî, S'adapter à qch: 1. -e iyice oturmak, geçmek,
actuellement bel. 1. Şimdiki halde, şimdilik, bugün takılmak, yerleşmek (Le tuyau s'adapte bien au
için (Le temps est actuellement très froid). 2. fels. robinet). 2. -e uymak, alışmak, uyarlanmak,
Edimsel olarak, edimli olarak "fiilen, "intibak etmek (S'adapter à un climat, aux
acuité diş. 1.Sivrilik, yoğunluk, son noktasında oluş circonstances).
(L'acuité d'une douleur, l'acuité d'une crise adapteur er. *Uyarlaç, "adaptör (Adapteur de
politique). 2. İncelik (L'acuité d'un son). 3. phase)
Keskinlik (L'acuité du regard. Une bonne acuité ' addenda er. Bir yapıta katılan ek; yapıtın sonuna
visuelle). eklenen notlar,
acuminé, e s. bitb. Ucu sivri, additif, ive s. 1. Katılacak, eklenecek (Terme
acupuncteur, acuponcteur er. Akupunktur uzmanı, additif, segments additifs). 2. er. Katma, katılacak
akupunkturcu. şey, ek, "ilâve (Ona voté un additif au budget. Je
acuponcture, acupuncture diş. İğne batırma proposerai un simple additif à votre article). §
tedavisi, sayn organlara çeşitli iğneler batırma Additif alimentaire: (Dayanmayı ve pazar
yoluyla: tedavi, akupunktur (L'acuponcture çekiciliğini sağlamak üzere bir gıda maddesine
chinoise). konan) Katkı maddesi .
acutangles. Dar açılı (Triangle acutangle). additioa diş. 1. Katma, ekleme, "ilâve etme
adage er. (Atalar sözü niteliğinde) Eski söz; büyük (Addition de quelques lignes à un texte. Addition
sözü. d'un sirop à une eau minérale). 2. mat. Toplama
additionnel 42 adirer

(Faire une addition, vérifier une addition). 3. (Carte d'adhérent, les adhérents d'une doctrine).
(Lokanta, kahve, otel gibi yerlerde) Hesap adhérer gsz. 1. Yapışık olmak, yapışmak, iyi
(Demander l'addition au garçon. Payer, régler tutmak (La nouvelle suspension permet à cette
une addition au bureau de l'hôtel). voiture d'adhérer mieux dans les virages). 2.
additionnel, le s. Katılmış, eklenmiş, katma, ek Adhérer à qch: a) -e yapışmak (Le papier gomme
(Assemblée qui vote un article additionnel). adhérait à ses doigts. La viande, mise àfeu trop vif,
additionner gçl. 1. Toplamak (Additionner deux adhérait au fond de la poêle), h) -den yana olmak ;
nombres). 2. Additionner qch de qch: Bir şeyin -e katılmak, -i benimsemek (Adhérerà une idée, à
içine... katmak (Les anciens additionnaient une doctrine, à un idéal). 3. -e girmek, katılmak,
toujours d'eau le vin). 3. Additionner qch à qch: üye yazılmak (Adhérer à un parti, à une
Bir şeyi -e eklemek, katmak, ilâve etmek association). 4. mec. Tam uymak, uygun gelmek,
(Additionner des produits chimiques aux tam gelmek.
aliments). § S'additionner: Birbirine eklenmek, adhésif, ive s. 1. Yapışıcı (Ruban adhésif;
bir araya gelmek, birbirinin üstüne gelmek Pansement adhésif). 2. Katılma ile ilgili, girmeye
(Toutes ces complications s'additionnent pour değgin (Formules adhésives à un pacte). 3. er.
rendre la situation inextricable). Yapıştırıcı (Mettre un adhésif surla coupure d'un
adducteurs, veer. 1. anat. Yaklaştıncı; yaklaştırıcı doigt).
kas (Muscle adducteur. L'adducteur du gros adhésion diş. 1. Yapışıklık. 2. Katılma, girme
orteil). 2. er. (Kaynaktan depoya) Su yolu. (Adhésion à un parti, à un pacte). 3. Benimseme,
adduction diş. 1. (Kaslar için) Yaklaştırma işlevi. 2. onama, kabul, "tasvip (Ses idées ont recueilli une
(Bir yerden bir yere su yada başka sıvıları) large adhésion auprès de -l'opinion publique). §
Getirme, akıtma, °sevketme (Adduction d'eau, Donner son adhésion à qch: -i benimsemek, kabul
de gaz, de pétrole). etmek ( Donner son adhésion à un projet). Refuser
adénite diş. hek. Bez yangısı, bezeme, "adenit, son adhésion à qch: -e katılmayı reddetmek,
adénoïde s. hek. Bezimsi (Végétations adénoïdes: girmemek, benimsememek,
Boğaz etleri). ad hoc s. Lat. Uygun, gerekli, ilgili, özel (Cela est
adénome er. hek. Bez uru. contre le règlement, ilfaut un ordre ad hoc. Oncréa
adénopathie diş. hek. Adenopati. une commission ad hoc pour régler ce différend).
adent er. (Doğramacılıkta) Geçme ek. adiabatiques.//z. Isıiletmeyen, *ısıgeçirmez;ısısız.
adenter gçl. (Doğramacılıkta) Geçme ile eklemek, adiabatisme er.fiz. "Isıgeçirmezlik, ısıiletmezlik.
geçme ekler takıp eklemek, adiante er. bitb. Baldinkara.
adepte ad. 1. Bir inancı, bir mesleği, bir akımı tutan; adiaphane s. Işıkgeçirmez.
-den yana olan, yandaş (Les adeptes d'un parti, adieu Uni. 1. Elveda! Allahaısmarladık. Hoşça kal,
d'une religion, d'un courant littéraire). 2. (Gizli kal sağlıcakla, hadi eyvallah. 2. er. Ayrılık
tutulan bir meslekten) El almış; uygulamaya esenleşmesi, "veda. § Faire ses adieux à: -e veda
izinli, yaymaya izinli; "tilmiz, etmek (Faire ses adieux à la famille avant de
adéquat, e s. 1. Tam, eksiksiz, tam gereken, uygun partir). Dire adieu à qn: Birinden izin isteyip
(C'est l'expression adéquate, la réponse adéquate. gitmek, yanından ayrılmak, -e hoşça kal demek.
Nous avons trouvé l'endroit adéquat). 2. Adéquat Dire adieu à qch: -i artık bırakmak, -den
à qch: -e uygun (L'expression ne paraît pas vazgeçmek; -i arkada, geçmişte bırakmak (Dire
adéquate à la situation). adieu à la vie de bohème). Adieu paniers
adéquatement bel. Gerektiği gibi, uygun şekilde, vendanges sont faites: Atı alan üsküdan geçti; iş
tam yerinde, işten geçti, artık çok geç.
adéquation diş. Denklik, tam uygunluk, à-dieu-va ünl. Evvel Allah, tanrının izniyle!
adhérence diş. 1. Yapışıldık, yapışma, sıkı sıkıya N'olacaksa olsun, nerden inceyse ordan kopsun!
değme (Adhérence du timbre à l'enveloppe. adipeux, euse s. Hayvan yağı niteliğinde olan;
Adhérence des pneus au sol). 2. mec. Bağlılık içyağımsı, içi yağ doluymuş gibi, yağlı (Un visage
(Deux âmes déliées de toutes adhérences adipeux et plat. Tissu adipeux).
humaines). 3. hek. Yapışma, "iltisak (Adhérence adiposité diş. Yağlılık; yağ bağlama,
pleurale). adipsie diş. hek. *Susamazlık; susama duygusunun
adhérent,e s. 1. Yapışık (Matière adhérente à la azalması yada tümden yitimi,
peau). 2. ad. (Bir partiye, bir kuruma yada bir adirer gçl. huk. (Eskimiştir) Yitirmek (Un titre
öğretiye) Katılmış, girmiş kişi, üye, "mensup adiré).
adjacent 43 administration

adjacent, es. 1. Bitişik; komşu (Angles adjacents: meilleurs élèves). § Adjuger au plus offrant: En
Komşu açılar). 2. Adjacent à: -e bitişik, çok verenin üstünde bırakmak § S'adjuger qch:
adjectif, ive s. 1. Sıfat niteliğinde olan (Locution Bir şeyi kendine ayırmak, zaptetmek, bir şeye
adjective). 2. er. Sıfat, konmak (Comme toujours il s'est adjugé la
adjectivement bel. Sıfat yerine, sıfat olarak, sıfat meilleure part).
gibi. adjuration diş. 1. Ant verme. 2. Yalvarıp yakarma
adjectiver gçl. Sıfatlaştırmak, sıfat olarak (Il s'entêtait, malgré les adjurations de sa famille).
kullanmak. adjurer gçl. 1. Ant vermek, ant içmek (Je vous
adjoindregç/. 1. Katmak, yanına vermek, koşmak. adjure au nom de la patrie: Yurdun başı için. ,.)2.
2. Adjoindre qch à qch: Bir şeyi -e katmak, Adjurer qn de f.qch: Birinden -meşini dilemek,
eklemek, vermek (Les anciens adjoignaient rica etmek (On adjura le ministre de recevoir la
souvent un surnom à leur nom patronymique. délégation. Je t'adjure de ne pas exposer ta vie dans
Adjoindre un réservoir spécial à une voiture de une aventure aussi risquée).
course). 3. Adjoindre qn à qn: Birini birine adjuteur er. Yardımcı.
yardımcı vermek; yardım etsin diye göndermek adjuvant er. 1. Yardımcı, destekleyici ilaç. 2. mec.
(On lui a adjoint une secrétaire pour assurer le Canlandırıcı. 3. Katkı maddesi (Les adjuvants du
courrier. Il leur a adjoint un bataillon en garde béton).
soldé). § S'adjoindre qn: Birini kendine yardımcı ad libitum Lat. bel. İsteğe bağlı, keyfe kalmış,
almak (Je me suis adjoint un collaborateur pour admettre gçl. 1. Kabul etmek (J'admets vos excuses,
achever ce travail). vos raisons). 2. Sanmak, farzetmek, tut ki -mek
adjoint, es. ve ad. 1. Yardımcı (Directeur adjoint. (Admettons que vous ayez réussi à votre examen,
Les adjoints administratifs). 2. Adjoint à qn: tous les problèmes n'étaient pas pour cela résolus).
Birine yardımcı; birinin yardımcısı (Adjoints au 3. El vermek; -e gelmek; götürmek, kaldırmak
maire). (Ce poème admet plusieurs interprétations. Il
adjonction diş. Katma, ekleme; katılma, eklenme n'admet pas la discussion. Cette affaire n'admet
(L'architecte décida l'adjonction d'un garage à la aucun retard). 4. Kabul etmek, almak (Admettre
maison. Le parti a décidé l'adjonction de deux quelqu'un à sa table, à un examen, dans sa
nouveaux membres au comité directeur. Faire familiarité, dans une société). 5. Admettre qn à f.
quelques petites adjonctions à un texte). qch: Birinin -meşine izin vermek; -sini kabul
adjudant er. 1. Komutan yardımcısı subay yada etmek (Admettre quelqu'un à siéger). § En
erbaş. 2. Fransız ordusunda başçavuştan yüksek admettant que: Tut ki... dir; sayalım ki... dir (En
erbaş. 3. tkz. Höthötçü, mızmız ve buyurgan. admettant que cela soit vrai...).
adjudicataire ad. 1. Üstenci, "müteahhit. 2. (Bir adminicule er. 1. Yardımcı araç. 2. Yardımcı belge,
açık artırmada) Üstüne kalan kimse, üstlenen; yardıma tanıt,
ihaleyi kazanan; açık artırmada mal alan. administrateur, trice ad. Yönetici, yönetmen,
adjudicateur, trice ad. Artırma eksiltme memuru. "idareci (Les administrateurs de la Sécurité
Açık artırmayı yapan, Sociale, de la Comédie Française).
adjudication diş. 1. (Satışta) Artırma usulü; (Satın administratif,ive s. Yönetime değgin, yönetimle
almada) eksiltme usulü. 2. Artırma ya da eksiltme ilgili, yönetimsel, "idarî (Directeur adminisratif.
usulü ile birine bir şey verme; üsterme, °ihale. § La division administrative d'un pays). § Prendre
Adjudication à la surenchère, aux enchères: des mesures administratives: Yönetim önlemleri
Artırmalı üsterme. Açık artırma. Adjudicationau almak, "idarî tedbirler almak,
rabais: Eksiltmeli üsterme. Açık eksiltme. administration diş. 1. Yönetim, "idare
Adjudication de qch à qn: Bir şeyi birine üsterme, (L'administration d'un pays. L'administration
ihale etme (Adjudication des travaux de voirie à un des départements est confiée aux préfets). 2. hek.
entrepreneur). Mettre qch en adjudication: -i Verme, zerk etme; verilme, zerk edilme
üstermeye çıkarmak, üstermek, "ihaleye (L'administration de médicaments rte semble pas
koymak. indiquée dans le présent cas). 3. Aşketme, vurma ;
adjuger gçl. 1. Üstüne bırakmak, üstermek, ihale aşkedilme, vurulma (Administration d'une paire
etmek. Açık artırmayla vermek. 2. Adjuger qch à de gifles, d'une fessée à un enfant). §
qn: a) Bir şeyi birine üstermek, ihale etmek (On a Conseil d'administration: Yönetim kurulu.
adjugé les meubles au plus offrant), b) Bir şeyi Entrer dans l'administration: Yöneticiliğe
birine vermek (Adjuger une récompense aux girmek, yöneticilik yaşamına atılmak.
administrativement 44 adoptif

administrativement bel. Yönetime göre, yönetim edilebilir, -i elde edebilir, yapabilir (Tous les
yoluyla, yönetimce (Il est interné citoyens sont également admissibles à toutes
administrativement. Il est chargé dignités, places et emplois publics). 3. ad.
administrativement de veiller à la bonne exécution Kazanmış, başarı göstermiş, kazanan (Liste des
des travaux). admissibles).
administrée s. ve ad. Yönetilen, yurttaş (Chers admission diş. Kabul, kabul edilme, alınma (J'ai
administrés: Sayın yurttaşlar!. Le maire annonça à envoyé au président du club ma demande
ses administrés que les travaux pour l'adduction d'admission).
d'eau commencerait prochainement). admonestation diş. Azar; azarlama, paylama
administrer gçl. 1. Yönetmek (Administrer un (L'admonestation d'un policier à un prisonnier).
département, une grande entreprise, les biens d'un admonester gçl. Azarlamak, paylamak
mineur). 2. Yapmak, yerine getirmek (Le prêtre • (Admonester publiquement un élève pour ses
qui administrait le baptême à Clovis). 3. retards injustifiés. Le juge s'est contenté
Administrer qch à qn: a) hek. Vermek, zerk d'admonester le prévenu).
etmek (Administrer un remède à un malade), b) admonition diş. 1. Dikkat çekme, uyarma, "ihtar. 2.
Vurmak, yerleştirmek aşketmek (Administrer Azar, zılgıt.
une gifle, une fessée à un enfant). adolescence diş. Yeniyetmelik (L'âge
admirable s. Hayran olunacak, hayranlığa değer; d'adolescence).
çok güzel (Paysage admirable). adolescent, e ad. Yeniyetme (Film interdit aux
admirablement bel. Hayran olunacak şekilde; son adolescents).
derece, çok (Elle est admirablement belle). adonc, adoncques, adonques bel. 1. O sırada. 2.
admirateur,trice s. ve ad. Hayran (Il pose sur elle Öyle ise.
un regard admirateur. Elle décourageait les adonis er. 1. Fidan gibi delikanlı, tığ gibi delikanlı,
admirateurs qui s'empressaient autour d'elle. 2. Güzel bir tür gündüz kelebeği. 3. diş. Parlak
C'est une de vos admiratrices). kırmızı çiçekli bir bitki, kançiçeği.
admiratif,ive s. 1. Hayran kalmış, hayranlık içinde adoniser(s')gsz. Süslenmek, fiyakalı giyinmek (Un
(Les touristes s'arrêtaient, admiratifs). 2. homme qui se mire et qui s'adonise).
Hayranlık dolu (Un regard admiratif). adonner (s') gsz. 1. Kendini vermek, bağlamak. 2.
admiration diş. Hayranlık (Il poussa un long S'adonner à qch: Kendini -e vermek (S'adonnera
sifflement d'admiration). § Avoir, éprouver une l'étude, au travail, à la boisson).
(de 1') admiration pour qn, qch: Birine, bir şeye adoptable s. I. Evlât edinilebilir. 2. Kabul
karşı hayranlığı olmak, hayranlık duymak. Etre edilebilir.
en admiration: Hayranlık içinde olmak, hayran adoptant, e ad. Evlât edinen, evlâtlık alan.
kalmak (Il était en admiration devant ce tableau. adopté, e s. 1. Evlât edinilen; evlâtlık. 2. Kabul
Elle est en admiration devant son gosse). Exciter, edilen.
soulever l'admiration: Hayranlık uyandırmak. adopter gçl. 1. Adopter qn: Birini evlât edinmek,
Faire l'admiration de qn: -i hayran bırakmak (Son gömleğinden geçirmek (Ils ont adopté un enfant
courage fait l'admiration de tout le monde). de l'Assistance publique). 2. Adopter qch: Bir şeyi
admirativement bel. Hayranlıkla, hayran hayran, kabul etmek, benimsemek (Adopter une religion,
admirer gçl. 1. Hayran olmak, hayranlıkla une idée).i. Takınmak, almak (Pour me parler, il
seyretmek (J'admire votre courage. Admirer le adopte un ton qui ne lui est pas habituel. Adopter
portail d'une cathédrale). 2. Admirer que...: des mesures exceptionnelles pour faire face à une
-diğine şaşmak (J'admire que vous restiez crise économique). 4. Oyla kabul etmek,
impassible devant tant de sottises). 3. Admirer qn onaylamak (L'Assemblée a adopté le projet de loi.
de f. qch: Birinin -sine hayran olmak; -sini çok Adopter une motion à mains levées).
beğenmek (J'admire cet homme de pouvoir adoptif,ive s. 1. Evlâtlığa yada analığa, babalığa
travailler si sérieusement). kabul edilmiş, *edinik (Enfant adoptif, père
admissibilité diş. Kabul edilebilirlik, kabul adoptif, fils adoptif, fille adoptive). 2. mec. İkinci
(L'admissibilité aux emplois, à la fonction sırada gelen, asıl gibi, seçilerek benimsenmiş (La
publique. Liste d'admissibilité). France est sa patrie adoptive: Fransa onun için
admissibles. 1. Kabul edilebilir, akıl alır, usa yatkın ikinci bir yurttur). 3. (Birini) Evlâtlık edinen (Cet
(Une proposition admissible. Ce n'est pas enfant passe ses vacances dans sa famille
admissible). 2, Admissible à qch: -e kabul adoptive).
adoption 45 adresser

adoption diş. 1. Kabul etme, onaylama (L'adoption une cigarette).


d'un projet de loi, d'un programme). 2. Evlât adoucir gçl. 1. Tatlılaştırmak (Mettez un peu de
edinme. 3. Edinme, kendinin sayma (L'adoption crème fraîche pour adoucir la sauce. Un épais
d'un enfant. Un pays d'adoption). brouillard adoucissait le ton des verdures). 2.
adorable s. 1. Tapılacak, tapınılacak, tapılmaya Kısmak,azaltmak, alçaltmak (Une voix suraiguë
değer (Péché contre l'adorable bonté divine). 2. qu'elle cherchait vainement à adoucir. La cour
Çok güzel, çok sevimli, tapılası ( Un adorable petit d'appel adoucit la condamnation de l'accusé). 3.
chien). Perdahlamak, yumuşatmak, parlatmak ( Produits
adorablement bel. Tapınılacak gibi, çok güzel bir pour adoucir la peau). 4. mec. Yatıştırmak,
biçimde (Vous êtes adorablement bien mise). dindirmek, yumuşatmak, sertliğini gidermek
adorateur, trice ad. 1. Tapan, tapıcı (Les lncas (Cette lettre adoucira peut-être votre chagrin). §
étaient des adorateurs du Soleil). 2. mec. S'adoucir 1. Yumuşamak (Le temps s'est adouci).
Taparcasına seven, hayran, vurgun, tutkun 2, Hafiflemek, azalmak (La pente s'adoucit
(Volage adorateur de mille objets divers. La foule lorsqu'on arrive près du sommet du col). 3.
de ses adorateurs l'accueillit avec enthousiasme). Düzelmek; pürüzlerini, sertliğini yitirmek (Son
adoration diş. 1. Tapınma, tapma (L'adoration des caractère ne s'est pas adouci avec les années).
dieux) 2. mec. Büyük sevgi, tutkunluk, hayranlık adoucissage er. 1. Perdah; perdahlama, parlatma
(Son respect pour elle allait jusqu'à l'adoration). § (Adoucissage d'une glace, d'un marbre, d'une
Avoir une (de I') adoration pour qn, qch: -e karşı pierre taillée). 2. Rengini açma, parlatma
büyük bir hayranlığı, sevgisi saygısı olmak (Adoucissage d'un métal).
(L'enfant avait une grande adoration pour son adoucissant, e s. Yumuşatıcı, yatıştırıcı (Huile
père).Etre en adoration devant qn, qch:Birini, bir adoucissante. Paroles adoucissantes).
şeyi taparcasına sevmek (// est en adoration devant adoucissement er. 1. Tatlılaşma; tatlılaştırma. 2.
elle). tekn. Perdahlama, parlatma. 3. Yumuşama;
adorer gçl. 1. Tapmak, tapınmak (Adorer le soleil, yumuşatma (Adoucissement de la température, du
le feu, le Dieu des Chrétiens). 2. önünde eğilmek, caractère, de l'eau). 4. Hafifleme; hafifletme,
yükünmek (On l'adore comme un Dieu). 3. giderme (Apportez de l'adoucissement à mes
Taparcasına; tapınırcasına sevmek (C'estpeu de peines).
dire aimer Elvire, je l'adore). 4. hlk. Bayılmak, adoucisseur, euse ad. tekn. 1. Perdahçı. 2. Suyun
çok sevmek (Des fraises à la crème, j'adore ça. Il içindeki kireç vb. maddeleri giderme aleti,
adore la musique dejazz). § Adorer lesoleillevant: ad patres bel. Lat. Atalara doğru. § Envoyer ad
Günoğlu olmak. Kimin yıldızı parlarsa hemen patres: Öte dünyayı boylatmak, öldürmek, canım
ondan yana oluvermek. Adorer ce qu'on a brûlé: cehenneme yollamak,
İnanç ve kanılarından yüz seksen derece dönüş adragante diş. 1. Kitre elde edilen ağaç. 2. Kitre
yapmak. Eskiden sövdüğünü şimdi över olmak. (Kitre anlamında gomme adragante, yada,
Etre adoré de qn:.. .tarafından çok sevilmek (Ce gomme d'adragante da denir),
roi est adoré de son peuple. Ce père est adoré de ses adrénaline diş. Adrenalin.
enfants). adresse diş. 1. Uzluk, ustalık (Jeux d'adresse, tours
ados er. (Tanmda) Toprak yastık, d'adresse, l'adresse d'un jongleur, d'un joueur de
adossé,e s. 1. Sırt sırta getirilmiş. 2. Adosséàqch: -e basket). 2. Kurnazlık, keskin zekâlılık (Elle est
sırtını dayamış, dayanmış, sırt vermiş (Le Théâtre d'une adresse à désespérer un diplomate). 3.
était adossé à la citadelle. Une école adossée à la Adres, *buhınak (Il m'a donné son adresse). 4.
mosquée). Ortaklaşa dilekçe "mahzar. § A l'adresse de qn:-e
adossement er. Sırtım dayama, arkasım bir yere hitaben (Lire un communiqué à l'adresse des
verme, dayanma, auditeurs). Avoir de l'adresse à f. qch: Bir şey
adosser gçl. 1. Dayamak. 2. Adosser qch à qch, yapmakta usta olmak, becerikli olmak (Elle a une
contre gch: Bir şeyin arkasını -e verdirmek, adresse remarquable à berner tous ceux qui
dayatmak (Adosser une maison à un grand rocher, l'approchent).
contre un rocher. Adosser une armée à une colline, adresser gçl. Adresser qch à qn: 1. Birine bir şey
contre une colline). § S'adosser à qch: -e söylemek, dile getirmek, sunmak (Adresser des
dayanmak, sırtını dayamak, arkasını vermek (Le compliments à qn). 2. Yöneltmek (Adresser des
château s'adossait au flanc du coteau, dominant la reproches, des questions à un ami). 3. Göndermek
vallée. Le vieillard s'adossa au mur pour allumer (Adresser un colis à ses parents, un faire-part de
adroit 46 aérer

mariage à tous ses amis). 4. Baş vurdurmak (Son saison passe sans pluie). Advienne que pourra!:
médecin habituel adressa le malade à un Ne olursa olsun, sonu neye varırsa varsın!
spécialiste). § Adresser la parole à qn: Biriyle adventice s. 1. Dıştan gelen, "arızî (Elle avait
konuşmak (Personne ne lui adresse la parole). § encombré sa vie de maintes préoccupations
S'adresser à qn: 1. Hitap etmek, seslenmek; adventices). 2. fels. Doğuştan olmayan. 3. biy.
ilgilendirmek (C'est à vous que ce discours Ortama yabancı; yeni bir ortama yeni getirilip
s'adresse. Ce livre s'adresse au grand public). 2. sokulmuş.
Başvurmak, müracaat etmek (Je ne peux pas vous adventif,ive s. Aynı nitelikte organların
renseigner, adressez-vous à la concierge). bulunmadığı noktada biten, ek (Bourgeons
adroit,e s. 1. Usta, becerikli, eli uz (Un enfant très adventifs, racines adventives).
adroit de ses mains). 2. Ustaca, çok ince, esnek adverbe er. dilb. Belirteç, zarf (Adverbe de temps,
(Mener une politique adroite). 3. Adroit à, en qch: adverbe de manière).
-de usta, becerikli (Une femme adroite en couture, adverbial,e s. dilb. Belirteç niteliğinde, zarf
un homme adroit au billard). § Etre adroit à f.qch: niteliğinde (Emploi adverbial d'un adjectif).
-mekte çok usta olmak, eşi benzeri bulunmamak adverbialement bel. dilb. Belirteç olarak, zarf
(Il est adroit à ourdir des manigances). olarak (L'adjectif "haut" est employé
adroitement bel. Uzlukla, ustalıkla, ustaca, adverbialement dans la phrase "Ilparle haut").
adsorbant er. *Yüzergen. adversaire ad. 1. Hasım (Cet ami de la veille est
adsorber gçl. *Yüzermek. devenu un adversaire acharné). 2. Karşı
adsorption diş.kim. *Yüzerme. düşüncede olan, aykırı düşüncede olan, 'karşıtçı,
adulateur, trice s. ve ad. Dalkavuk, pohpohlayıcı, "muhalif (Les adversaires du matérialisme).
pohpohcu (Les louanges de ses adulateurs lui adversatif,ive s. dilb. Karşıtlık belirten, itiraz
avaient tourné la tète). anlamı taşıyan (Conjonctions adversatives).
adulation diş. Dalkavukluk, pohpohçuluk, adverses. 1. Birbirine hasım, muhasım (Les forces
pohpohlama (Il se comportait sans bassesse ni adverses sont restées sur leurs positions). 2. Karşı;
adulation à l'égard de ses chefs). karşı tarafa değgin (La partie adverse: Karşı taraf.
aduler gçl. Birine dalkavukluk etmek, birini L'avocat adverse: Karşı tarafın avukatı). 3. Ters,
pohpohlamak, övgüye boğmak (Vous adulez aykırı (Fortune adverse: Ters talih).
bassement le souverain pendant sa vie). adversité diş. 1. Ters talih, talih tersliği, kara baht,
adulte s. ve ad. Yetişkin, ergin ( Cours du soir pour alnın kara yazısı (Il s'était raidi contre l'adversité).
adultes). 2. mec. Kara gün, felâket (Il est possible d'être
adultérateur, trice ad. Başka şeyler katarak bir şeyi homme même dans l'adversité).
bozan kişi, karıştırmacı. aède er. (Eski yunanlılarda) Ozan (Homère a été le
adultération diş. Başka şeyler katarak bir şeyi plus grand et le dernier des aèdes).
bozma, karıştırma, soysuzlaştırma, aérage er. (Yeraltı geçeneklerinde) Temiz hava
adultère er. 1. Eşlerden birinin öbürünü başkasıyla dolaşması, havalanma; havalandırma (L'aérage
aldatması, eş aldatma, zina (La femme pourra ne se faisait pas au fond de cette voie).
demander le divorce pour cause d'adultère de son aérateur er. Havalandırıcı, esimlik; havalandırma
mari). 2 .s. vead. Eş aldatıcı,eş aldatmaya değgin, aygıtı.
"zinaya değgin; yasa dışı, yasak (Une femme aération diş. Havalandırma; havalanma (Conduit
adultère. Des désirs adultères). d'aération).
adultérer gçl. Bozmak, soysuzlaştırmak (Beau/éde aéré,es. 1. Havalandırılmış ( Une chambre aérée). 2.
ce visage que rien ne vient adultérer). Havadar (Un bureau bien aéré; On étouffe, la salle
adultérin,e s. Evlilik dışı doğmuş, zina ürünü à manger est heureusement très aérée). 3. Hava
(Enfant adultérin). geçirir, dokuması seyrek (Une étoffe aérée; Nylon
aduste s. Güneşten yanmış, aéré).
ad valorem bel. Lat. Değerine göre. aérer gçl. 1. Havalandırmak (Aérer une chemise.
advenir gsz. 1. (Ancak mastar halinde, bir de Aérer un lit en retournant un matelas). 2.
üçüncü şahısta kullanılır) Olmak, başa gelmek Yoğunluğunu, ağırlığını azaltmak, biraz
(On a vu ce qu'il est advenu du régime après sa hafifletmek (Vous auriez dû aérer un peu votre
mort). 2. Advenir de qch:-den doğmak, ortaya exposé). § S'aérer: Kafasını dinlendirmek, hava
çıkmak(Quepeut-il advenird'unpareil [>rojet?)§l\ almak (Il est allé s'aérer à la campagne pendant les
advient que... : -dığı olur (Il advient que toute une vacances de Pâques).
aérien 47 affainéantir

aérien,ne s. 1. Havadan yapılmış (Les anges aérotechnique diş. 1. Hava yolculuğu tekniği. 2. s.
prennent un corps aérien). 2. Hava gibi, hafif (Une Hava yolculuğu tekniğine değgin,
musique d'une grâce aérienne). 3. Havada aérothérapie diş. hek. Hava tedavisi, hava ile
yaşayan (Le peuple aérien: Kuşlar). 4. Havada, tedavi.
açıkta kalan; hava ile beslenen (Racines affabilité diş. Gönül okşayıcıhk, naziklik, incelik,
aériennes). S. Havacılığa değgin, havacılıkla ilgili tatlı dillilik (Recevoir des invités avec affabilité.
(Lignes aériennes, forces aériennes. Base Témoigner de l'affabilité à l'égard de ses amis).
aérienne, attaque aérienne). 6. Hava yoluyla affable s. Gönül okşayıcı, nazik, tath dilli
yapılan, havada olan (Transport aérien. Circuit (Répondre d'un ton affable. Se montrer affable
aérien). 7. Hava ile ilgili, göklere değgin (Violer avec des visiteurs). § Etre affable avec qn: -e karşı
l'espace aérien d'un pays). kibar davranmak (Le ministre a été affable avec
aérifêres. Hava veren, hava geçiren (Tubeaérifère, nous).
conduits aérifêres). affablement bel. Gönül okşayarak, nazikçe, tath
aérification diş. Gazlaşma; gazlaştırma, dille.
aérifïergç/. Gazlaştırmak, affabulation diş. 1. (Bir öyküden çıkarılan) Öğüt
aériforme s. Hava gibi, havamsı. payı, "kıssadan hisse. 2. Bir öykü, roman yada
aérobies, ve er. Havalı yerde üreyen (Le bacille du oyundaki olguların düzeni. 3. ruhb. Uydurmaca;
charbon est un aérobie). uydurmacılık,
aérodrome er. Havaalanı, uçakalam. affabuler gçl. 1. Kurmak, düzenlemek (Affabuler
aérodynamique diş. 1. Hava hız ve basıncının une intrigue). 2. gsz. Uydurmak, uydurmacılık
etkilerini inceleyen bilim; hava etkilçri bilimi, yapmak, kendi kendine masallar uydurmak,
aerodinamik. 2. s. Bu bilime değgin, aerodinamik affadir gçl. 1. Tatsızlaştırmak, tadını bozmak,
(Laboratoire, soufflerie aérodynamique). 3. yavanlaştırmak (Affadir un mets, un style, une
Aerodinamik kurallarına uygun (Profil couleur). 2. Bunaltmak, içini bulandırmak (Un
aérodynamique). 4. Hava direncine en az été orageux sévit, affadissant toutes les volontés).
uğrayacak biçimde yapılmış, havayener (Frein 3. mec. Bıktırmak. § S'affadir: Tatsızlaşmak,
aérodynamique). tadını yitirmek, bozulmak (Une sauce qui s'est
aérographe er. Boya tabancası. affadie. Ces critiques se sont affadies avec le
aérolit(h)e er. Havataşı. temps).
aéromètre er. fiz. Havaölçer. affadissement er. 1. Tatsızlaşma, tatsızlaştırma
aéromoteur er. Hava ile işleyen motor, (L'affadissement d'une sauce). 2. Bıkkınlık
havamotoru. verme, tadını kaçırma; yavanlık, tatsız tuzsuzluk
aéronaute er. Balon güdümcüsü, balon pilotu, (L'affadissement de la tragédie classique).
aéronautique s. 1. Balonculuk yada uçakçılığa affaiblir gçl. 1. Güçsüzleştirmek, zayıflatmak,
değgin, havacılıkla ilgili (Constructions anklaştırmak, < zayıf düşürmek (Affaiblir
aéronautiques, une usine aéronautique). 2. diş. quelqu'un. La fièvre a affaibli le malade). 2.
Havacılık (Ecole Nationale Supérieure de Azaltmak, zayıflatmak (Les crises continuelles
l'Aéronautique). affaiblissent l'autorité de l'Etat). 3. Hafifletmek,
aéronef er. Havagemisi. sertliğini biraz gidermek (Il a dû affaiblir certains
aérophagie diş. hek. Hava yutma, "havayutum. traits). § S'affaiblir: Zayıflamak, güçsüz düşmek,
aéroplane er. Uçak. yoğunluğu azalmak (Un parti qui s'affaiblit de jour
aéroport er. Havalimanı. Bir kentin hava ulaşımııfı en jour. L'intérêt que je lui porte s'est affaibli).
sağlayan kuruluşların topu. affaiblissante s. Arıklaştırıcı, zayıflatıcı (Régime
aéroporté,e s. Hava taşıtlarıyla taşınan, havadan affaiblissant).
taşınan (Troupes, divisions aéroportées). affaiblissement er. Arıklaşma, arıklaştırma;
aéroportergf/. Havadan taşımak. Uçak, helikopter zayıflama, zayıflatma; yumuşatma, yumuşama;
vb. ile nakletmek, zayıflık, güçsüzlük (Affaiblissement des forces, de
aérostat er. Balon, la santé. L'affaiblissement de l'autorité
aérostation diş. Balonculuk. gouvernementale).
aérostatique s. 1. Balonla, balonculukla ilgili. 2. diş. affainéantir gçl. Tembelleştirmek, avareleştirmek.
Durgun hava ve gazlarla ilgili denge kuramı, § S'affainéantir: Tembelleşmek, avareleşmek
"aerostatik. (Les grandes passions sont cause que l'on
aérostierer. Balon tayfası, baloncu. s'affainéantit).
affaire 48 affecter

affaire 1. İş (J'ai à régler une affaire urgente). 2. affaissement er. 1. Çökme (Affaissement de terrain,
Şey (C'est l'affaire de quelques heures). 3. Dâva d'une voie ferrée). 2. Manevî bakımdan çökme,
(L'affaire viendra devant le tribunal à la prochaine azalma (On s'inquiéta de cet affaissement
session. L'affaire Dreyfus). 4. (Silahla) progressif de son intelligence).
Çarpışma, savaş (L'affaire d'Algérie). 5. Sorun, affaisser gçl. Göçürtmek, çökertmek, çöktürmek
"mesele (C'est affaire de goût). 6. Düello (Nous (Les fortes pluies de ces jours ont affaissé la route).
vidons sur le pré l'affaire sans témoins). 7. Sıkıntı, S S'affaisser: 1. Çökmek, bel vermek (Le sol s'est
başa açılan iş, baş belâsı (C'est toute une affaire). affaissé. Le plancher s'est légèrement affaissé). 2.
8. Girişim, ticaret, teşebbüs (Lancer, gérer une Çökmek, yığılıp kalmak (Ilperdit connaissance et
affaire). 9. Eşya (Cet enfant perd toujours ses s'affaissa sur le trottoir). 3 .mec. Zayıflamak, zayıf
affaires). 10. Ticaret, alışveriş, iş (Un homme düşmek, gücünü yitirmek (Mon âme s'affaisse de
d'affaires). 11. Maddi durum (Mettre de l'ordre jour en jour).
dans ses affaires. Etre bien, mal dans ses affaires). affaler gçl. den. İndirmek, aşağıya almak, çekerek
12. İşler, genel durum (Où en sont les affaires?). § suya indirmek (Affaler un cordage, un chalut). §
Avoir affaire à qn: Biriyle işi olmak; görüşecek, S'affaler: 1. Yığılmak, gömülmek, çökmek,
konuşacak bir şeyi olmak. Birine işi düşmek (II kendisini atıvermek (S'affaler sur le divan, dans
aura affaire à moi). Avoir affaire avec qn: Biriyle un fauteuil). 2. (Gemi için) Kıyıya çok yaklaşmak ;
anlaşmazlığı olmak. Avoir son affaire: 1. hlk. suya gömülmek, batmak,
Hesabı görülmek, ölmek (Il a son affaire). 2. affamé,e s. 1. Acıkmış, aç (Des gens affamés). 2.
Sonuçlanmak, işi görülmek. Avoir affaire de qch: mec. Gözü aç, açgözlü. 3. Affamé de qch, de f.qch:
-e ihtiyacı olmak; -e gereksinimi olmak, -e acıkmış, susamış; -meye susamış, acıkmış
gereksinim duymak (Avoir affaire d'argent. (Affamé de gloire, d'un grand idéal, d'entendre
Qu'ai-je affaire de toute ces querelles?). Etre au- parler de l'art). 4. ad. Aç insan, aç (Des troupeaux
dessous de ses affaires: İşin altından kalkamamak. d'affamés). § Ventre affamé n'a pas d'oreilles: Aç
Etre au-dessus de ses affaires: İşlerim iyi ayı oynamaz; aç köpek fınn deler,
yürütmek, işi yolunda olmak. Faire l'affaire: İş affamer gçl. Aç bırakmak (Affamer un population,
görmek, işe yaramak (Un morceau de ficelle fera une ville).
l'affaire, le paquet n'est pas gros). Faire affaire affameur er. İstifçi, kıtlık yaratıcı; aç bırakıcı, rızk
avec qn: Biriyle ticaret, alış veriş yapmak. Faire kesici.
qch son affaire: Bir şeyi üstüne almak (Je fais mon affectation diş. 1. (Bir şeyi bir işe) Ayırma; tahsis
affaire régler cette histoire). Faire son affaire à qn: etme (Décréter l'affectation d'un immeuble à un
Birinin hakkından gelmek, hesabını görmek. service public). 2. (Bir birliğe) Atama, verme
Faire l'affaire de qn: -in hesabına, işine gelmek (Affectation d'un officiera une garnison). 3. mec.
(Cela fait mon affaire). Se tirer d'affaire: İşin Askerî birlik (Rejoindre son affectation). 4.
içinden çıkmak, sıyrılmak. Avoir ses affaires: Gösteriş, yapmacık (Affectation de vertu, de piété.
argo. (Kadın) Aybaşı olmak, Affectation dans le geste, dans le parler, dans les
affairé,e s. İşi başından aşkın; işi çok olan yada öyle manières. Parler avec affectation).
görünen (Un homme affairé). § Etre affairé i f. affecté,e s. 1. Yapmacık, yapmacıklı (Un homme
qch: -mekle uğraşmak (Jesuis affairé à achever un affecté. Une prononciation affectée. Il montre une
second volume). douceur affectée). 2. Etkilenmiş, üzülmüş (J'ai été
affairement er. İş çokluğu, işi başından aşkınhk (Je très affecté par la nouvelle de ce décès). 3. Etre
ne puis appeler travail cet affairement). affecté,e de qch, de f.qch: -den üzüntü duymak;
affairer (s') gsz. 1. Uğraşmak, ilgilenmek (Les -mekten üzüntü duymak (Il a été affecté de la
infirmières s'affairaient auprès du blessé). 2. maladie de son enfant, Je suis fort affecté d'avoir
S'affairer autour de: Etrafında dört dönmek; -ile perdu son amitié).
çok ilgilenmek (Le portier s'affairait autour des affecter gçl. 1. Kendini.. .imiş gibi göstermek, -lik
clients qui descendaient de voiture). 3. S'affairer à taslamak (Affecter la joie, la gravité. Il affectait
f. qch: -mekle uğraşmak, -meye çalışmak, pour elle une tendresse qu'il n'éprouvait pas). 2.
koşuşturmak (Elle s'affaire à préparer son dîner). Özenmek (Affecter un accent, un langage). 3. Bir
affairisme er. Çıkarcılık. Her şeyden çıkar sağlama şeye düşkün olmak. 4. ... biçimine girmek (La
eğilimi. Dümencilik, roche affecte uneforme curieuse). 5. Dokunmak,
affairiste ad. Çıkarcı, dümenci. Her şeyden çıkar duygulandırmak, üzmek (Sa misère m'affecte
sağlamaya bakan kişi. trop). 6. Etkilemek (Sa conduite m'a bien affecté).
affectif 49 affilier

7. Affecter de f. qch: ...imiş gibi yapmak, ...gibi pouvoir, son autorité. Cela n'a fait que l'affermir
davranmak (Affeder d'être ému, de ne pas dans sa position).
entendre). 8. Affecter qn à qch: Birini -e atamak, affermissement er. Sağlamlaştırma, pekiştirme,
tayin etmek (On l'a affecté à la direction de güçlendirme, kuvvetlendirme (L'affermissement
l'entreprise). 9. Affecter qch à qch: Bir şeyi -e des caractères. L'affermissement de l'Etat).
ayırmak, "tahsis etmek (Le budget a affecté de affété,e s. Özentili, yapmacık (Un langage affété).
grands crédits à l'éducation nationale). § afféterie diş. Özenti, yapmacık,
S'affecter: 1. Üzülmek. 2. S'affecter de qch: -den affichage er. İlân yapıştırma (Tableau d'affichage,
üzüntü duymak; -e üzülmek, panneau d'affichage. Affichage interdit).
affectif, ives. 1. Duygulandın», dokunaklı. 2. ruhb. affiche diş. Ası, ilân edilen şey, duvar ilânı (Affiche
Duygusal (La vie affective. Uneréactionpurement judiciaire, légale, publicitaire. Mettre une pièce à
affective). 3. Duygulu, içli. l'affiche. Un spectacle qui reste à l'affiche§ Tenir
affection diş. 1. Sevgi, "şefkat (L'affection d'une l'affiche: (Tiyatroda oyun için) Uzun süre
mère pour ses enfants. Perdre, gagner l'affection oynamak. Quitter l'affiche: Artık oynamamak.
de quelqu'un). 2. ruhb. Duygulanma; afficher gç/. 1. Duvarda ilân etmek, asıp ilân etmek
duygulanım. 3. hek. Hastalık, saynlık (Affection (Afficher une vente aux enchères, une pièce de
aiguë, chronique). 4. Etkileme, théâtre, les résultats d'un examen). 2. -lik satmak,
affectionné,e s. ve ad. 1. Sevilen, sevgili, gönülden .. .göstermek, etmek (Afficher un savoir que l'on
bağlanılan (Votre affectionné. Votre fille n'a pas. Afficher des prétentions exagérées). 3.
affectionnée). 2. Gönülden bağlı, vefalı, Dile düşürmek (Afficher unefemme, un amant). §
affectionner gçl. Sevmek (Affectionner son enfant, S'afficher: Görünmek; gözleri kendi üzerine
les livres). S S'affectionner à qn, à qch: 1. Birine, çekmek, adını çıkarmak, kendini dile düşürmek
bir şeye bağlanmak (Nous nous affectionnons aux (S'afficher dans des endroits à la mode. S'afficher
gens qui nous consolent). 2. S'affectionner pour avec une femme).
qn: -e gönül vermek, tutulmak, vurulmak, affichette Küçük duvar ilânı, ilâncık (Poser une
affectivité diş. Duygulanma yetisi; duygululuk. 2. affichette. Une parti politique qui fait poser des
Duygusal yaşamdaki olayların bütünü, affichettes sur les murs).
affectueusement bel. Sevgiyle, sevecenlikle; afficheur er. Duvara afiş, ilân yapıştıran kişi.
"şefkatle (Embrasser, regarder affectueusement). affichiste er. Afiş sanatçısı, afişçi,
affectueux,euse s. Sevgi dolu, sevgi taşan; "şefkatli affldavit er. "Yeminli beyan, 'antlı bildirim.
(Un sourire affectueux. Un enfant affectueux affldé,e s. 1. Güvenilir,inanılır.2.ad. Gizligörevli,
envers ses parents). çaşıt,"hafiye.3. ad. tkz. Hempa,
affenage er. Yem verme, yemleme (Affenage du affilage er. Bileme.
bétail). affilé,e s. Bilenmiş, keskin (Un couteau bien affilé).
afféner gçl. Yem vermek, yemlemek (Afféner un § D'affilée: Durmadan, sürekli olarak (11 a
cheval). travaillé dix heures d'affilée. Parler trois heures
afférent,e 1. Bağlı, ilgili (Le Conseil des ministres a d'affilée).
discuté du problème des importations et des affiler gçl. Bilemek (Affiler un couteau avant de
questions afférentes). 2. Afférent à qch: -e değgin, trancher la viande). § Avoir la langue bien affilée:
-ile ilgili (Renseignements afférents à une affaire). Çok geveze olmak, zevzek olmak. Dili uzun
3. huk. Afférent,e à: -e düşen (La part afférente à olmak.
cet héritier), § Part afférente; Portion afférente: affiliation diş. 1. Alınma, kabul edilme (Le club
huk. Yaygın pay, "hissei şayia. Vaisseaux local a demandé son affiliation à la fédération). 2.
afférents: anat. Toplardamarlar, Girme, katılma, "intisap (Affiliation à un club, à
affermage er. Kiralama, tutma, un parti politique. Son affiliation au club lut
affermer gçl. (Çiftlik yada tarla için) Kiralamak. permettra de bénéficier des installations sportives).
Kiraya vermek yada kira ile tutm&kfAffermerun affilié,e s. vead. 1. (Derneklerde) Üyeliğe alınmış;
terrain). "mensup, üye (Les affiliés d'une association, d'un
affermir gçl. 1. Sağlamlaştırmak, berkitmek (Un club, d'un parti). 2. Affilié,e à: -e bağlı (Un
accord qui affermit la paix). 2. Sertleştirmek, syndicat affilié à une confédération générale).
pekiştirmek (Un traitement qui affarmit les chairs, affilier gçl. 1. Almak, kabul etmek. 2. Affilier qnà
les tissus). 3. Güvenli, sağlam kılmak; qch: -e sokmak, üye yapmak (Un ami l'affilia à la
güçlendirmek, kuvvetlendirmek (Affermir son franc-maçonnerie). § S'affilier à qch: -e üye
affiloir 50 affoler

olmak, girmek (S'affilier à un parti politique, àun düzlem üzerine getirmek, düzlemlemek
syndicat). (Affleurer les battants d'une armoire). 2. Affleurer
affiloir er. El bileğisi, masat, qch, yada à qch: Bir şeyle eş düzeyde olmak, bir
affinage er. (Madenler için) Temizleme, arıtma şeyin düzeyine yükselmek (L'eau affleure les
(Affinage des métaux, du verre). berges. Le rocher affleure à peine à la surface du
affinement er. İnceltme, incelme; geliştirme, sol).
gelişme (L'affinement du goût). afflictif,ive s. Bedene uygulanan (Les peines
affiner gç/. 1. Geliştirmek, inceltmek (Affiner son afflictives).
goût, son esprit). 2. Temizlemek, arıtmak affliction diş. Büyük acı, derin üzüntü,
(Affiner du cuivre, du verre, du sucre). affligeant,e s. Acıklı, üzücü, üzüntü verici (Une
affinerie diş. (Madenler için) Arıtma yeri, situation affligeante).
arıtımevi. affliger gçl. 1. Ağrı vermek, acı çektirmek (Elle
affineur,euse ad. Maden arıtıcı, affligeait son corps par des austérités continuelles).
affinité diş. 1. Evlenme dolayısıyla iki yanın üyeleri 2. Acı vermek, üzmek, dertlere salmak (Sa mort a
arasında meydana gelen yakınlık, hısımlık. 2. affligé tous ceux qui le connaissaient). 3. Yıkıp
Yakınlık, benzerlik, ilişki (Il existe une certaine geçirmek, kasıp kavurmak (Les maux qui
affinité entre les tendances actuelles de la peinture affligent la terre). § S'affliger: 1. Üzülmek,
et celles de la musique). 3. kim. Kaynaşma dertlenmek. 2. S'affliger de qch, de f. qch: Bir
anıklığı, ilgi. şeye, bir şey yaptığına üzülmek (Je m'afflige des
affiquets er. ç. İncik boncuk, ufak tefek kadın injustices sur terre, de ne pouvoir vous aider).
süsleri. affluence diş. 1. Akın, üşüşme (L'affluence des
affirmatif,ives. 1. Doğrulayıcı, destekleyici (Parler clients était telle que les employés étaient débordés.
d'un ton affirmatif). 2. Kesin, kararlı (Il a été très Eviter de prendre l'autobus aux heures
affirmatif, elle ne viendra pas). 3. mant. ve dilb. d'affluence). 2. Bolluk. 3. Kalabalık
Olumlu (Forme affirmative. Une réponse (L'exposition a attiré une grande affluence).
affirmative). affluent,e s. ve er. Başka bir akarsuya dökülen su,
affirmation diş. 1. Doğrulama, kesinleme, "teyit kol (Une rivière affluente. Les affluents de la
(Affirmation de créance). 2. mant. ve dilb. Seine).
Olumluluk, olumlama. 3. Sav, "iddia (En dépit de affluer gsz. 1. Akmak, bol bol gelmek, dökülmek,
vos affirmations, je n'en crois rien). hücum etmek (Dans ses moments de colère, le
affirmative diş. Kabul etme, evet deme (Dans sang lui afflue au visage). 2. Akın etmek, üşüşmek
l'affirmative, vous passerez par le bureau pour (La foule afflue dans le métro. Les gens affluaient
signer le contrat). de toutes parts).
affirmativement bel. Doğrulayıcı olarak; olumlu afflux er. 1. (Suyuklar, vücuttaki sıvılar için) Akın,
olarak (Répondre affirmativement à une hücum (L'afflux du sang). 2. Üşüşme, akın
demande). (L'afflux des capitaux est considérable. Un afflux
affirmer gçl. 1. Bir şeyin doğru olduğunu söylemek, de clients remplit en quelques instants la boutique).
bir şeyi doğrulamak (Le besoin d'affirmer leur affolant,e s. 1. Şaşırtıcı, çıldırtıcı (La femme qui
amitié par mille témoignages). 2. Savlamak, ileri cache et montre l'affolant mystère de la vie). 2. Us
sürmek, "iddiaetmek (J'affirme que les choses se almaz, korkunç, kaygı verici (La vie augmente
sont passées ainsi). 3. Kesin olarak söylemek, tous les jours, c'est affolant).
kesinlemek. 4. Affirmer f.qch: -diğini ileri affolé, e s. ve ad. 1. (Üzüntüden, korkudan,
sürmek, savlamak, "iddia etmek ;-diğine ant içmek şaşkınlıktan) Çılgına dönmüş (Une femme
(J'affirme l'avoir vu). § S'affirmer: Ortaya affolée). 2. Sapıtmış, yanlış işleyen, sersem sepet
çıkmak, doğrulanmak, kendini göstermek, belli çalışan (Boussole affolée).
olmak (Son talent s'affirme). affolement er. (Üzüntüden, korkudan,
affixal,e s. dilb. Eklere değgin, *eksel. şaşkınlıktan) Çılgına dönme, şaşkınlık
affixe er. dilb. 1. Ek (Affixe de formation: Yapım (L'affolement du joueur qui perd chaque partie.
eki). 2. mat. diş. Takı. L'affolement qu'il manifeste est hors de
affleurement er. 1. Düzlemleme, eş düzeye proportion avec l'événement).
getirme. 2. Toprak yüzeyine çıkma (Affleurement affoler gçl. 1. Aklını almak, deli etmek, çıldırtmak.
d'un filon). 2. Şaşkına çevirmek. § S'affoler: 1. Çıldırmak,
affleurer gçl. 1. İki şeyin yüzünü yan yana aynı şaşkına dönmek (La mère s'affola en voyant que
affouage 51 affût

son fils ne jouait plus près d'elle). 2. S'affoler de un avion, un car).


qch, de f. qch: -den, -mekten şaşkına dönmek, affréteur er. Kiralayıcı, tutan,
nerdeyse aklını kaçırmak. Etre affolé de qn: affreusement bel. 1. Son derece, korkunç bir şekilde
Birine vurulmak, tutulmak (Elle est affolée de ce (Cette réponse le fit affreusement pâlir). 2. Berbat,
Léandre). iğrenç bir şekilde, fena halde (ila été affreusement
affouage er. Baltalık hakkı, torturé).
affouager gçl. 1. Ormanda baltalığa ağaç ayırmak. affreux,euse s. 1. Korkunç (Un affreux
2. Baltalık hakkı olanların listesini yapmak, bonhomme). 2. Berbat, iğrenç (Voyage affreux,
affouillement er. Su yada yel aşıntısı, repas affreux). 3. Çok çirkin, çok kötü, iğrenç (Un
affouiller gçl. (Su yada yel) Aşındırmak, visage affreux).
affouragement er. (Hayvanlara) Ot dağıtma, yem affriander gçl. 1. Yemek seçmeye alıştırmak. 2.
verme, yemleme, Tamahlandırmak, iştahını kabartmak. 3. mec.
affourager gçl. Yemlemek, yem vermek, Kendine çekmek (Une ville qui affriande les
affourcher gsz. (Gemi için) Çatal meydana étrangers).
getirecek biçimde çift demir atmak, affriolant,e s. 1. İstek kamçılayan, iç gıcıklayan (Il
affranchi, e s. 1. Azatlı, azat edilmiş (Un esclave trouvait cette femme très affriolante). 2. Ağız
affranchi, serf affranchi). 2. Gelenek ve sulandıran, istenir, çekici (Ce voyage n'a rien
söylentilere pek kulak asmayan, şuna buna pek d'affriolant. Un programme qui n'est pas
aldırmayan (Le plus ferme et le plus affranchi des affriolant).
esprits). 3. Affranchi,e de qch: -den kurtulmuş (Il affrioler gçl. Kendine çekmek, kapana çekmek
est affranchi des obligations pénibles d'un horaire (Elle tentait de l'affrioler par quelques agaceries).
de travail très strict). 4. ad. Yasa, kural affront er. 1. Alçaltma, hakaret (Il a subi un grand
dinlemeyen, yasadışı bir yaşam süren kişi. Pek affront). 2. Onur yarası, leke, yüz karası (Laver
töre kaygısı olmayan kişi (Iljouait aux affranchi). un affront dans le sang). § Faire un affront à qn:
affranchir gçl. 1. Azat etmek, özgür kılmak Birine bir hakarette bulunmak,
(Af franchir un esclave). 2. Vergisini kaldırmak. 3. affrontement er. 1. Karşısında kalma, uğrama,
Önceden ödemek. 4. Kurtarmak, özgürlüğüne maruz kalma (L'affrontement d'un péril, d'un
kavuşturmak (Affranchir un pays). 5. Affranchir malheur). 2. Karşılaşma, çarpışma, çatışma
qn, qch de qch: Birini, birşeyi -den kurtarmak (Il (L'affrontement de deux adversaires, des
faut affranchir le pays de la domination étrangère). puissances). 3. Uç uca, ağız ağıza getirme.
6. Affranchir qn: hlk. Gizli tutulan bir şey (L'affrontement les lèvres d'une plaie).
konusunda aydınlatmak, gözünü açmak (II ne affronter gçl. 1. Meydan okumak, hiçe saymak,
parait pas connaître leurs machinations, karşısına çıkmak, karşısında kalmak, korkusuzca
affranchissons-le). 7. (Posta) Pulunu karşılamak (Affronter la mort, un adversaire. Il a
yapıştırmak, pullamak (Affranchir une lettre, un affronté de grands dangers. Le navire affronte la
paquet). 8. Yasa ve töre dışı yaşama yoluna tempête). 2. Uç uca, yüz yüze yada kenar kenara
sokmak. § S'affranchir: 1. Kurtulmak, azat getirmek (Affronter les lèvres d'une plaie, deux
olmak. 2. S'affranchir de qch: -den kurtulmak; pièces de bois). § S'affronter: Çarpışmak,
elinden kurtulmak (Il s'est enfin affranchi de cette çatışmak (Deux puissances qui s'affrontent).
timidité dont il était prisonnier. On ne peut pas affublement er. Gülünç giyim, tuhaf kılık.
s'affranchir ainsi des lois de son pays). , affubler gçl. 1. Gülünç bir biçimde giydirmek,
affranchissement er. 1. Azatetme, azatolma; özgür gülünç kılığa sokmak (Affubler un enfant). 2.
kılma, özgür kılınma; kurtarma, kurtulma Affubler qn de qch: Birine ...giydirmek (On
(Affranchissement d'un esclave, d'un pays). 2. m'avait affublé d'un chapeau haut de forme. Ces
Pullama (Tarifd'affranchissement pour la France, singes que l'on affuble d'une robe). § S'affubler: 1.
pour l'étranger). 3. Açılma, özgürleşme, Gülünç bir şekilde giyinmek. 2. S'affubler de qch:
tutsaklıktan kurtulma (L'affranchissement de la .. .giyinmek (Il ne savaitpas s'habiller et s'affublait
femme au XX ème siecle). toujours de vêtements trop voyants).
affres diş. ç. 1. Boğucu sıkıntı ; işkence (Les affres de affusion diş. Sulama, su serpme,
la mort). 2. Tinsel acı, boğuntu (Les affres de affût er. 1. Top kundağı. 2. Tuzak, avcının av
l'incertitude, du doute). beklediği yer, öneze, gömültü (Il choisit un bon
affrètement er. (Taşıt için) Kiralama, affût pour tirer le lièvre). § Etre à l'affût de qch: Bir
affréter gçl. Kiralamak, tutmak (Affréter un navire, şeyi beklemek, kollamak, elde etmek için fırsatını
affûtage 52 agent

kollamak, ardından koşmak (Il est toujours à agamidés er. ç. hayb. Borazankuşugiller;
l'affût d'idées nouvelles.Ce journaliste est toujours agamigiller.
à l'affût d'une nouvelle sensationelle). § Se mettre agape diş. Dostlar sofrası, şölen,
à l'affût: Tuzağa yatmak, siperlenmek (Mettez- agaric er. bitb. Çayırmantarı.
vous à l'affût derrière cette porte). agassin er. (Bağ kütüğünde) Kısır tomurcuk,
affûtage er. 1. Bileme. 2. Bir işçiye gerekli âletlerin agate diş. Akik.
topu, takımlar, agave er. Nergisgillerden bir Amerika bitkisi.
affûter gçl. 1. Bilemek (Affûter un couteau). 2. age er. (Sabanda) Ok; saban oku.
fdmanlamak, koşuya hazırlamak (Affûter un âge er. 1. Ömür. 2. Yaş (Quel âge avez-vous?). 3.
cheval). Çağ (L'âge du bronze. Les premiers âges de
affûteur er. Bileyici, , l'humanité). 4. Kuşak, nesil. 5. Devir, zaman,
aflttteuse diş. Bileyi makinesi, dönem. 6. Yaşlılık (Courbé par l'âge. L'âge a
affutiaux er. ç. X. Kıvır zıvır, süs eşyası. 2. hlk. marqué les traits deson visage). 7. ç. Yıllar. S L'âge
Âletler, takım taklavat, critique: Kadınların aybaşı olmaktan kesildikleri
afghan,es. 1. Afganistan'adeğgin.2.a<i. Afganlı. 3. yaş. L'&ge d'homme: Erişkinlik yaşı. L'âge d'or:
er. Afgan dili, afganca. Altın çağ (Un empire qui a connu son âge d'or).
afin de, afin que dilb. tçin, diye (Afin de travailler, D'âge en âge: Yüzyıllardan beri, çağlar boyu,
afin que vous puissiez travailler). yüzyıldan yüzyıla. Etre sur l'âge: Kafa kâğıdı
a fortiori Lat. bel. Haydi haydi; bundan dolayı (Je biraz eskimek; yaşı ilerlemiş olmak. Les quatre
ne suis pas capable de savoir si je serai prêt à la fin âges: Eskilerin l'âge d'or, d'argent, d'airain, de fer
de la semaine; a fortiori, je ne puis vous donner une diye saydıkları dünyanın dört çağı ki birincisi
réponse positive pour les vacances prochaines). bolluk ve mutluluk, ikincisi bunun daha az bir
africain,e s. ve ad. Afrikalı; Afrika'ya ve derecesi, üçüncüsü haksızlık ve savaş başlangıa,
afrikalılara değgin, sonuncusu ise dünyadan bet bereketin kalkması
africanisation diş. Afrikalılaştırma; afrikalıiaşma. dönemini dile getirir. Age scolaire: Okul çağı. Age
africaniser gçl. Afrikalılaştırmak. § S'africaniser: de raison: Us çağı. Age mental: Zekâ yaşı. Age
Afrikalılaşmak. légal: Doğum yaşı. Age tendre: Çocukluk ve
africaniste ad. Afrika dilleri ve uygarlığı uzmanı, ergenlik.
*Afrikabiiimci. figé,es. 1. Yaşlı (Une femme assez âgée). 2. Agé de:
aga,agha er. T. Ağa. .. .yaşında (Un enfant âgé de douze ans).
agaçant,e s. 1. Kamaştırıcı. 2. Tırmalayıcı. 3. mec. agence diş. Acente, ajans (Une agence de voyages.
Sıkıa, sinirlendirici, Agence de publicité). 2. Şube, bölüm (L'agence
agace, agasse diş. Saksağan, d'une banque).
agacement er. 1. (Diş için) Kamaşma, kamaştırma. agencement er. 1. Kurma (Agencement d'une
2. (Kulak) Tırmalama, tırmalanma. 3. phrase). 2. Düzenleme, yerleştirme; düzen
Sinirlendirme, sinirlenme; rahatsız etme, (L'agencement très moderne de leur salle de
rahatsız olma. bains).
agacer gçl. 1. Kamaştırmak (Le citron agace les agencer gçl. 1. Kurmak (Agencer l'intrigue d'une
dents). 2. (Kulağı) Tırmalamak (Un bruit qui pièce de théâtre. Agencer une phrase). 2.
agace l'oreille). 3. Sıkmak, sinirlendirmek, Düzenlemek, yerleştirmek (Agencer les divers
rahatsız etmek (C'est un type qui agace tout le éléments d'une bibliothèque démontable). §
monde). 4.mec. Kendineçekmek, tavlamak (Elle S'agencer: Düzenlenmek, kurulmak,
tente del'agacer par des mines et des attitudes qui le agenda er. Andıç, "ajanda.
font sourire).i S'agacer: 1. Sinirlenmek, kızmak. agenouillement er. Dizçökme (L'agenouillement
2. S'agacer de f.qch: -diğine kızmak (//s'agace de des fidèles à la mosquée).
te voir tourner autour de lui). agenouiller (s') gsz. 1. Diz çökmek (S'agenouiller
agacerie diş. Cilve, kırıtma (Elle attirait mon pour nettoyer le parquet). 2. Dize gelmek (Il est
attention par quelques agaceries). habitué à s'agenouiller devant n'importe quel
agaillardir gçl. Neşelendirmek, pouvoir).
agames. bitb. (Mantarlar gibi) Gizli döllenimli. agenouilloir er. Üzerine diz çökülen küçük iskemle.
agami er. hayb. Borazankuşu. Güney Afrika'da agent er. l.fels. kim. Etken. 2. Görevli. 3. Acente.
yaşayan, kara kızıl tüylü, tavuk büyüklüğünde az 4. Casus, çaşıt, ajan (Traiter ses adversaires
uçabilen bir kuş, °agami. politiques d'agents de l'ennemi). S Agent
agglomérat 53 agnelet

comptable: Sayman, saymanlık görevlisi. Agent en ami). 4. fels. Etken olmak. 5. Dava açmak
de change: Borsada hükümet görevlisi. Agent de (Agir par voie de requête). 6. Agir sur: Üzerine
police: yada yalnızca Agent: Polis, polis memuru. etki yapmak (Sa volonté n'avait pas cessé d'agir
Agent municipial: Belediye çavuşu. Agent secret: sur son destin). § Il s'agit de: 1 söz konusudur.
Gizli görevli; gizli polis, Söz konusu olan... dır (Il s'agit d'une intervention
agglomérat er. yerb. Yığışım, armée). 2. İş... dedir; amaç ...dır; önemli
agglomération diş. 1. Toplanıp yığılma; toplayıp olan.. .dır; konu.. .dır (Ils'agit avant tout de sauver
yığma (Une agglomération de pierre et de terre au le pays).
bas de la colline effondrée). 2. İnsan kalabalığı, agissant,es. 1. Eli işte, iş gören, çalışan. 2. Etkili. 3.
ahali (Agglomération urbaine). 3. Kasaba yada Etkin.
köy; yerleşme yeri (Le train traverse plusieurs agissements er. ç. (Yermeli anlamda) Etkinlik,
petites agglomérations avant d'atteindre Dijon). "faaliyet; davranış, tutum, hareket (La police
aggloméré er. Toz halindeki yakıtlardan yapılan décou vrit trop tard les agissements de la bande. Les
topak, yakıt topağı, journaux ont relaté abondamment les agissements
agglomérer gçl. 1. Yığmak, toplayıp yığmak (Le de l'escroc).
vent a aggloméré la neige contre le mur). 2. Bir agitateur, trice ad. 1. Kışkırtıcı (Les agitateurs du
araya getirmek, karıştırmak, karmak soulèvement, de l'émeute). 2 . f i z . Karmaç,
(Agglomérer du sable et du ciment). agitation diş. 1. Çalkantı, çırpıntı, kıpırdanma
agglutinant,e s. 1. Yapıştırıcı, topaklayım. 2. dilb. (L'agitation de la mer, des feuilles). 2. Karışıldık
Bitişken, bitişimli. 3. er. Tutturucu, yapıştırıcı (Des agitations dans un pays). 3. Bozukluk
(Un agglutinant). § Langues agglutinantes: dilb. (L'agitation de son esprit se manifeste par le
Bitişimli diller, mouvementfébrile deses mains). 4. Sıkıntı. 5. hek.
agglutination diş. 1. Bitişme, bitiştirme. 2. Yeniden Çarpıntı (L'agitation du malade ne se calme pas).
toplaşma. 3. dilb. Bitişkenlik, agité,es. 1. Çırpıntılı, çalkantılı (Une mer agitée). 2.
agglutiné,e s. Bitişmiş, yeniden yapışmış, Sıkıntılı, huzursuz. (Un sommeil agité). 3. Sinirli,
agglutiner gçl. Bitiştirmek, yapıştırmak (Xa chaleur yerinde duramayan (Un enfant agité). 4. Ateşli;
avait agglutiné les bonbons dans le sachet). § kızgın (Les esprits étaient agités).
S'agglutiner: Yapışmak (Les mouches viennent agiter gçl. 1. Sallamak (Le chien agite sa queue; la
s'agglutiner contre la paroi du bocal de confitures). brise agite les feuilles). 2. Çalkalamak (Agiter un
aggravant,e s. Tehlikeyi artıran, kötüleştiren; flacon avant de verser le liquide). 3. Zihin
ağırlaştırıcı (Circonstances aggravantes). karıştırmak, şaşırtmak. 4. Kışkırtmak,
aggravation diş. 1. Ağırlaşma, artma, şiddetlenme ayaklandırmak (Agiter la foule). 5. Açmak,
(L'aggravation des impôts, d'une maladie). 2. kurcalamak, görüşmek, tartışmak (Agiter une
Ağırlaştırma, şiddetlendirme, artırma question, un problème). 6. Coşturmak, heyecana
(Aggravation d'une peine). getirmek (Tous ces discours finissaient toujours
aggraver gçl. Artırmak, ağırlaştırmak (Le tribunal par agiter profondément les ouvriers). § S'agiter:
a aggravé la peine qui avait été infligée à l'accusé. 1. Sallanmak (Les feuilles s'agitent). 2.
Votre geste a aggravé sa colère). § S'aggraver: Çalkalanmak, dalgalanmak, çırpıntılı olmak (La
Ağırlaşmak, kötüleşmek (L'état du malade mer s'agite). 3. Kıpırdanmak, ayaklanmak (Le
s'aggrave). peuple s'agite). 4. Coşmak, heyecanlanmak. 5.
agile s. Çevik, atik, ayağı na çabuk (fin/an/ agile). 2. Rahatsız, huzursuz olmak, kızıp sinirlenmek. 6.
Tez kavrayan, cin gibi (Un esprit agile). Kıpırdayıp durmak (Cesse de t'agiter sur la
agilement bel. Çeviklikle, atikçe, chaise). 7. Dört dönmek, durmadan gidip gelmek
agilité diş. 1. Çeviklik, atiklik, ayağına çabukluk. 2. (Le restaurant était plein, les garçons s'agitaient).
agnathe s.ve ad. 1. Çenesiz. 2. er.ç.hayb.
Tez kavrayış, cin gibilik, kafa esnekliği,
Çenesizler.
agio er. Acyo.
agiotage er. Borsa oyunu, agneau er. 1. Kuzu. 2. Yumuşak huylu kimse, kuzu
agioter gçl. Borsa oyunu oynamak, gibi adam. 3. Kxaueti(Mangerdel'agneaurôti). §
agioteur,euse ad. Borsa oyuncusu, L'agneau sans tache: İsa Peygamber,
agir gsz. 1. Bir şey yapmak, bir iş görmek (Il n'a agnelage er. Kuzulama, kuzu doğurma (Agnelage
même plus la force d'agir). 2. Harekete geçmek, de printemps, d'automne).
çalışmak (Ne restez pas inerte, agissez). 3. agnelergsz. Kuzulamak,
Davranmak, hareket etmek (Agir bien, mal. Agir agnelet er. Küçük kuzu, süt kuzusu, kuzucuk.
agneline 54 agricole

agneline diş. Kuzu yünü, kuzulardan ilk kırkılan agréé er. (Ticaret mahkemelerinde) Davavekili.
parlak ve kıvırcık yün. agréer gçl. 1. Kabul etmek (Agréer une demande.
agnosie diş. 1. ruhb. Tanıyamazlık, tanısızlık. 2. Agréer quelqu'un pour gendre). 2. Agréer à: -in
fels. Bilisizlik, hoşuna gitmek (Cet homme m'agrée infiniment.
agnosticisme er. fels. Bilinemezcilik, Cet employé n 'agréepas à ses chefs).
agnostiques, fels. 1. Bilinemezciliğe değgin. 2. ad. agrégat er. yerb. ve toplb. Katışmaç,
Bilinemezci. agrégatif,ive s. 1. Bitiştirici, birleştirici. 2. ad.
agonie 1. Can çekişme (Son agonie fut longue). Doçentliğe hazırlanan kişi.
2. mec. Yavaş yavaş çökme, yıkılma (L'agonie agrégation^. 1. Doçentlik sınavı (L'agrégationest
d'un empire, d'un régime). § Etre à l'agonie: le concours de recrutement le plus élevé dans
Ölmek üzere olmak, can çekişmek, l'enseignement). 2. Alınma, kabul edilme
agonir gçl. Bunaltmak. § Agonir qn d'injures: . (Agrégation à unefamille noble, à une compagnie,
Birine sövüp saymak, à une société). 3. fiz. Topaklanma,
agonisant,e s. 1. Can çekişen. 2. Çökmekte, agrégé,es. ve ad. Doçent (Un agrégé. Unprofesseur
batmakta olan. 3. ad. Can çekişen kişi. agrégé).
agoniser gsz. 1. Can çekişmek ( Un blessé agonisait agréger gçl. 1. fiz. Topaklamak (La glaise a agrégé
sur le bas-côté de la route). 2. Çökmekte, les graviers en une masse compacte). 2. Agréger qn
batmakta, sönmekte olmak (Le régime agonisait à: Birini -e kabul etmek, almak, getirmek
dans l'indifférence générale). (Agréger quelques éléments jeunes à la direction
agora diş. Yun. (Eski yunan kentlerinde) Halk d'un parti). § S'agréger qn: Birini bünyesine
alam, pazar yeri, çarşı, almak (La troupe théâtrale s'est agrégé quelques
agoraphobie diş. ruhb. *Alan yılgısı; alan, park, nouveaux acteurs).
sokak gibi açık yerlerden duyulan ürkeklik agrément er. 1. Hoşluk, tatlılık; hoş şey, tatlı şey
hastalığı. (Trouver de l'agrément dans un séjour à la mer. Un
agouti er. hayb. Amerika'da yaşayan, tavşan livre plein d'agrément). 2. İzin, rıza, onam (Je
büyüklüğünde kemirici bir hayvan, aguti. voulais avoir l'agrément du ministre, soumettre la
agrafage er. Kopçalama. chose à son agrément). 3. Tat (L'agrément de la
agrafe diş. 1. Kopça. 2. Kenet. 3. (Mimarlıkta) vie). 4. ç. Süs, bezek,
Kemerlerde kilit taşı. 4. Süs iğnesi, agrémenter gçl. 1. Süslemek, bezemek. 2.
agrafer gçl. l.Kopçalamak (Agrafer une robe, une Agrémenter qch de qch: Bir şeyi -ile süslemek
ceinture). 2. Agrafer qn: tkz. Birini çene çalmak (Agrémenter un habit de broderies. Il a agrémenté
için tutmak (J'ai été agrafé dans la rue par un ami d'anecdotes son exposé).
qui m'a raconté ses mésaventures). agrès er. ç. 1. Gemi donanımı, °arma. 2.
agrainer gçl. Yem serpmek, (Cimnastikte) Alet, araç gereç (Exercices aux
agraire s. Toprağa, tarlaya, tanma değgin agrès).
(Réforme agraire. Loi agraire). agresseur s. ve ad. Saldırgan, saldıran, çatan,
agrandir gçl. 1. Büyültmek (Agrandir une sataşan (Il n'a pas pu donner le signalement de ses
propriété, une photographie). 2. Genişletmek (Il agresseurs. Le pays agresseur a été condamné).
agrandit le cercle de ses connaissances). 3. Büyük agressif, ive s. Çatıcı, sa t aşıcı, sataşkan, saldırgan
göstermek (Agrandir la scène d'un théâtre par des (Tenir un discours agressif. Avoir une attitude
décors en perspective). A.mec. Büyüklük vermek, agressive).
yükseltmek. agression diş. Saldırı, saldırganlık, çatma, sataşma,
agrandissement er. Büyültme, büyültülme; sataşkanlık (L'agression hitlérienne contre la
genişletme, genişletilme; büyük gösterme, Pologne. Un passant victime d'une agression).
agrandisseur er. (Fotoğrafçılıkta) Büyültme aygıtı. agressivement bel. Saldırganlıkla, saldırganca,
'Büyültür. sataşarak, saldırarak,
agrarien, agrairien, ne J. 1. Toprak yasasına agressivité diş. Saldırganlık, sataşkanlık
değgin. 2. Toprak reformu yanlısı, (Agressivité constitutionnelle ou accidentelle chez
agréable s. 1. Hoş, hoşa giden (Une agréable l'adulte).
promenade; une région agréable). 2. Sevimli (Un agreste s. 1. Kıra, köye değgin. Köysü, kır, kırsal
garçon agréable). 3. er. Hoş, iyi (Joindre l'utile à (Paysage agreste. Mener une vie agreste). 2.
l'agréable). Kabaca, köylümsü (Des manières agrestes).
agréablement bel. Hoş bir şekilde, hoşça. agricole s. 1. Tanma, çitftçiliğe değgin (Travaux
agriculteur 55 aïe

agricoles. Enseignement agricole). 2. Tarımcı (La canımı acıtıyorsunuz! Ah! ne croyez pas cela:
Turquie est un pays agricole). Buna inanmayın ha! Poussez des ah: Ah vah
agriculteur er. Çiftçi, tarımcı, etmek. Ah, ah! vous arrivez enfin! Eh! nihayet
agriculture diş. Çiftçilik, tarımcılık, geldiniz/).§ Ah bah!: 1. Ya! 2. Adam seri de!
agriffer (s') gsz. Cırnaklarıyla takılmak, ahan er. 1. Kendini zorlama. Uflayıp puflama. §
pençeleriyle tutunmak, D'ahan: Güçlükle,
agripaume diş. bitb. Aslankuyruğu, ahaner gsz. 1. (Çalışırken odun yaranlar gibi) Hık
agripper gçl. Kapma kfLe voleur agrippa le sac de la diye ses çıkarmak, hıklamak. 2. Çok yorulmak,
passante et s'enfuit).% S'agrippera: -e yapışmak, canı çıkmak.
tutunmak, sarılmak (L'enfant ne savait pas nager aheurtement er. 1. Bir engele çatma. 2. Direnme,
et s'agrippait au cou de son père). ayak direme. 3. Kuvvetli bağlılık,
agrochimie diş. Tarımsal kimya, aheurter (s') gsz. 1. Bir engele çatmak. 2.
agrologie diş. Tarımbilgisi; toprak bilgisi, Direnmek, ayak diremek,
agronome s. ve ad. "Tarımbilimci (L'institut ahuri,es. ve ad. Şaşkın, sersem, hayretten ağzı açık
national agronomique forme des ingénieurs kalmış (Rester ahuri devant un spectacle. Range-
agronomes). toi donc, ahuri.').
agronomie "Tarimbilim. ahurir gçl. Sersemleştirmek, şaşkına çevirmek,
agronomique s. Tarımbilime değgin, hayretten dondurmak (Une réponse qui m'a
"tarımbilimsel. ahuri).
agrostide diş. bitb. Çayırgüzeli, ahurissant,e s. Şaşırtıcı, şaşkına çeviren; hayrette
agro-pastoral,e s. Tarımcı-hayvancı (Société agro- bırakan (Une nouvelle ahurissante).
pastorale). ahurissement er. Şaşkınlık, sersemlik, hayretten
agrumes er.ç. Turunçgiller, "narenciye. donakalma.
agrumiculturedij.Narenciyecilik,narenciye tarımı, aï er. hayb. Brezilya ormanlarında yaşayan,
agroupement er. 1. Öbekleme. 2. Öbeklenme. memelilerin eksikdişli takımından ağır yürüyüşlü
agrouper gçl. Öbeklemek. § S'agrouper: bir hayvan.
Öbeklenmek. aide diş. 1. Yardım, destek (Je lui offre mon aide
aguerrir gçl. 1. Savaşa alıştırmak. 2. Zorluklara pour le sortir d'affaire. Accorder, recevoir une
alıştırmak, pişirmek (Ces âpres discussions l'ont aide. Prêtez-lui votre aide). 2. ad. Yardımcı (aide
aguerri). § S'aguerrir: 1. Savaşa alışmak; de laboratoire, de bureau). 3. diş. ç. (Eskiden)
güçlüklere alışmak, pişmek. 2. S'aguerrir à qch: Dolaylı vergi. § Aide de camp: Yaver, emir
-e alışmak; -de pişmek (S'aguerrir à la douleur, subayı. A l'aide de: Yardımıyla, -ile (Pénétrer
au froid). danslegrenieràl'aided'uneéchelle). Al'aide:uni.
aguets er. ç. Pusu. §Etre, rester, se tenir aux aguets: İmdat! Yetişin! Appeler qn à l'aide: -i yardımına
Pusuda beklemek; kulağı kirişte olmak (Le çağırmak. Venir en aide à qn: -in yardımına
chasseur resta aux aguets derrière la haie. Elle était koşmak.
aux aguets, attentive au moindre bruit). Mettre qn aide-mémoire erBir bilimin enönemliparçalannı,
aux aguets: Gözcü koymak, ilkelerini kısaca anlatan yapıt, özet, akıl defteri,
agueusie diş. Tad duygusundan yoksunluk; ağzının akıl kitabı.
tadını bilmeme, aider gçl. 1. Yardım etmek (Aider les pauvres). 2.
aguichant,e s. İşveli, cilveli, oynak, iç gıcıklayıcı Aider qn à f. qch: Birinin -meşine yardım etmek
(Une femme aguichante). * (Aider un ami à surmonter les difficultés
aguicher gçl. Tavlamak, kendine çekmek, avlamak financières. Je l'ai aidée à porter ses valises à la
(Elle cherche à aguicher ses collègues de bureau gare). 3. Aider à qch: -i kolaylaştırmak (La
par des toilettes provocantes). présence de ces personnalités dans le comité de
aguicheur, euse s. ve ad. İşveli, cilveli, oynak, patronage aidera à la réussite de notre projet. Ces
fingirdek, civelek (Unepetite aguicheuse). notes aident à la compréhension du texte). §
ah Uni. (Uzunca söylenir). Yerine göre sevinç, S'aider de qch: Kullanmak, yararlanmak (S'aider
hayranlık, acıma, acı, sabırsızlık gibi duygular d'un dictionnaire pour traduire un texte. Il s'aide
anlatır (Ah! Quel plaisir!: Oh ne hoş! Ah! Que je uniquement de ses mains pour grimper à la corde).
vous plains!: Ah! size ne kadar da acıyorum! Ah! aïe! Uni. Ay! Uf! (Türkçedeki "ay!" gibi acı
que vous êtes lent!: Aman! ne kadar yavaş duyulduğunu belirtir) (Aïe! Fais donc attention, tu
davranıyorsunuz! Ah! vous me faites mal!: Uf! m'as marché sur le pied).
aïeul 56 aiguiserie

aïeul,e ad. 1. Büyükbaba, dede. Büyükanne, nine aiguayer gçl. 1. Suda çalkalamak. 2. (Hayvanı)
(Une aïeule entourée de ses petits-enfants). 2. Bir Suya sokmak,
şeyin kurucusu,pir.(Busözcüğün çoğulu iki türlü aigue-marine diş. Maviye çalan bir cins zümrüt,
olur). Les aïeuls: Büyükbabalar, dedeler. Les aiguière diş. İbrik.
aïeux: Eski dedeler, atalar (Ses aïeuls habitaient aiguillage er. 1. (Demiryollarında) Makas
un petit village du Centre. Nos aïeux ont fait la manevrası (Cabine d'aiguillage. Erreur
révolution de 1789). d'aiguillage). 2. mec. Yönlendirme, yön verme
aigle er. 1. Kartal. 2. mec. Çok akıllı adam, büyük (Mauvais aiguillage d'un enfant).
adam. 3. diş. Dişi kartal. § Papier d'un grand aiguille diş. 1. Dikiş iğnesi, iğne (Enfiler une
aigle: Büyük forma kâğıt. Avoir des yeux d'aigle, aiguille. Tirer l'aiguille après l'avoir poussée avec
un regard d'aigle: Keskin bakışlı, şahin bakışlı un dé). 2. Tığ, şiş, saat akrebi, pusula iğnesi,
olmak. » yıldırımsavar çubuğu, terazi dili, sivri kaya, sivri
aiglon,ne ad. 1. Kartal yavrusu. 2. er. İkinci kule, dikili taş, çam yaprağı gibi ince uzun şeylere
Napolyon. ve zargana gibi ince uzun balıklara da denir. 3.
aigre s. 1. Ekşi (Vin, fruit aigre). 2. Sert (Un vent (Demiryollarında) Makas. § De fil en aiguille:
aigre. On entendait la voix aigre du concierge). 3. Sözden söze geçerek; şu bu derken (De fil en
Acı, yılan dilli, içe dokunan (Les aigres aiguille, il en est venu à parler de sa situation).
remontrances d'une femme. Il est toujours aigre Discuter sur la pointe d'une aiguille, sur les pointes
dans ses critiques). 4. Çiğ (Couleurs aigres). S. d'aiguilles: Gereksiz ayrıntılar üzerinde durmak.
Ters, hırçın. 6. Kötü, kem (Paroles aigres). 7, er. Chercher une aiguille dans une botte de foin: Kara
Ekşilik. 8. er. (Hava için) Sertlik. § Tourner à gecede kara keçiyi bulmaya çalışmak; bulunması
l'aigre: Sertleşmek, kötüye dönmek (Leur olanaksız bir şeyi bulmaya çalışmak,
discussion amicale tourna à l'aigre quand il fut aiguillée diş. (İplik, tire vb. için) Sap.
question d'argent). aiguiller gçl. 1. (Bir katara) Makas açmak. 2.
aigre-doux,ce s. 1. Mayhoş (De petites cerises Yöneltmek, yön vermek, yönlendirmek (II
aigres-douces. Des fruits aigres-doux). 2. mec. aiguilla la conversation sur un prochain voyage.
Sert (Des paroles aigres-douces). Les élèves seront aiguillés vers un enseignement
aigrefin er. Kurnaz, hinoğluhin, düzenbaz, long).
aigrelet,te s. Ekşimsi, ekşimtrak (Un vin aigrelet, aiguilleter gçl. 1. (Bir şeyin) Kordonlarım
une voix aigrelette). bağlamak. 2. den. Halatla bağlamak,
aigrement bel. Terslikle, sertçe (Répondre aiguillette diş. 1. Bir ucu maden kordon. 2.
aigrement). Emirsubayı kordonu. 3. Halat. 4. İnce uzun
aigremoine diş. bitb. Kasikotu. kesilmiş et dilimi,
aigrette diş. 1. Kuş tepeliği (L'aigrette du paon). 2. aiguilleur er. (Demiryolunda) Makasçı. $
Sorguç, tuğ (Casque à aigrette). 3. bitb. Aiguilleur du ciel: Hava trafik kontrolü görevlisi
Şeytanarabası. 4. hayb. Tepelibahkçil. (La grève des aiguilleurs du ciel perturba le trafic
aigreur diş. 1. Ekşilik. 2. mec. Acılık, sertlik, aérien).
aigri,e s. Küskün ve alıngan; kırgın; hırçın, aiguillier er. İğnelik, iğne kutusu,
aigrir gçl. 1. Ekşitmek (Le temps orageux a aigri le aiguillon er. 1. Üvendire. 2. Arı iğnesi, 3. Ağaç
lait). 2. mec. Acısını çoğaltmak. 3. mec. dikeni. 4. mec. İtici güç, neden, dürtü (L'argent
Sertleştirmek, hırçınlaştırmak (Ses déceptions est le seul aiguillon de son activité).
sentimentales ont aigri son caractère). 4. gsz. aiguillonner gçl. 1. Üvendire ile dürtmek
Ekşimek (Le lait aigrit, levinaigrit). § S'aigrir: 1. (Aiguillonner un bœuf). 2. mec. Dürtmek,
Ekşimek. (Le vin s'aigrit). 2. Hırçınlaşmak (Il kamçılamak (Le désirphysique, cette belle fatalité
s'aigrit. Son caractère s'aigrit en vieillissant). qui aiguillonne le monde).
aigrissement er. Ekşime. aiguisage, aiguisement er. Bileme (L'aiguisage
aigu,ëj. 1. Sivri (Un couteau aigu). 2. Keskin (Avoir d'un rasoir).
des dents aiguës). 3. mec. Dokunaklı, acı, iğneli aiguiser gçl. 1. Bilemek, sivriltmek (Aiguiser
(Paroles aiguës). 4. mec. Derin, çok şiddetli un couteau, un outil). 2. Keskinleştirmek,
(Douleurs aiguës). S. er. (Müzikte) Tiz, ince ses şiddetlendirmek (Aiguiser un sentiment, un
(Passer du grave à l'aigu). § Accent aigu: é harfi désir). § Aiguiser l'appétit: İştah kabartmak, iştah
üzerindeki vurgu işareti. Angle aigu: mat.Daı açı. açmak, istek kamçılamak, isteklendirmek.
aiguail er. Yapraklar üstündeki çiy, "şebnem. aiguiserie diş. Bileyici dükkânı, bileyici tezgâhı.
aiguiseur 57 air

aiguiseur, euse ad. Bileyici, très abattu, et par ailleurs irrité de cette pitié qui
aiguisoir er. Bileyi. l'entourait).
ail er. Sarmisak. ailloli er. Zeytinyağlı sarmisak ezmesi, sarımsaklı
allante er. bitb. Aylandız, mayonez.
aile diş. 1. (Kuşlarda, böceklerde, yel aimable s. 1. Sevimli. 2. Kibar, nazik, ince
değirmeninde, pervanede, uçakta, orduda, (Adresser des paroles aimables à un visiteur). 3.
burunda) Kanat (L'aile d'un oiseau, d'un insecte, Hoş, sevilmeye değer. § Etre aimable avec qn: -e
d'un moulin à vent, d'une armée, du nez). 2. karşı kibar davranmak (Il est aimable avec tout le
(Binalarda) Kol (L'aile d'une maison, d'un monde). Faire l'aimable: Hoş görünmek istemek,
château. 3. Hamle, atılım (Les ailes de göze girmeye çalışmak,
l'imagination, de la foi, de la gloire). 4. mec. aimablement bel. 1. Sevimli bir tarzda, tatlılıkla. 2.
Kanat, koruma (Se réfugier sous l'aile de Kibarca (Recevoir quelqu'un aimablement.
quelqu'un: Birinin kanadı altına sağınmak. Refuser aimablement une invitation).
Tendre l'aile sur qn: Birinin üstüne kanat germek, aimant,e s. Sevgi dolu, seven (Il a une nature
onu korumak. Prendre qn sous son aile: Birini aimante).
korumak, kanadı altına almak). $ A tire d'aile: aimant er. Mıknatıs.
Olabildiğince çabuk, yıldırım hızıyla (La perdrix aimantation diş. Mıknatıslama; mıknatıslanma,
s'éloigna à tire d'aile). D'un coup d'aile: aimanter gçl. Mıknatıslamak (Aimanter un barreau
Durmadan, bir uçuşta, bir yere konmadan, ara de fer).
vermeden (L'avion relie d'un coup d'aile Paris à aimer gçl. 1. Sevmek (Aimer sa mère, sapatrie). 2.
Montréal). Battre de l'aile: Güç durumda olmak; Hoşlanmak, beğenmek (Aimer un animal, unart,
çırpınıp durmak (L'entreprise commerciale bat de une région). 3. Aimer f. qch, à f. qch: Bir şey
l'aile). Avoir du plomb dans l'aile: Ağır yara yapmayı sevmek (Aimer aller au cinéma. Aimer à
almak. Çökmek üzere olmak. Kolu kanadı regarder un paysage). § Aimer mieux: Yeğlemek,
kırılmak. Onulmaz bir derde tutulmak. Donner "tercih etmek (J'aime mieux travailler ici). Aimer
des ailes à qn: Derhal harekete geçirmek, ses aises: Rahatına düşkün olmak. § S'aimer: 1.
tutuşturmak (La peur lui donna des ailes et il Kendini pek sevmek, beğenmek (Je ne m'aime
s'enfuit sans demander son reste).Rogner les ailes à pas dans cette robe). 2. Birbirini sevmek;
qn: Birinin gelirini azaltmak; gücünü, etkisini sevişmek,
kırıp azaltmak; kuşa döndürmek. Voler de ses aine diş. Kasık.
propres ailes: Kimsenin yardımına gereksinme aîné,es. ve ad. Yaşça büyük ; ağabey ; abla (Fils aîné,
duymamak, kendi işini kendi başarmak, fille aînée. Il est mon aîné. Elle est mon aînée.
ailé, e s. 1. Kanatlı (Des fourmis ailées). 2. (İyi Ecoutez vos aînés. Il est mon aîné de cinq ans: O
anlamda) Tüy gibi; hafif (Des rêves ailés). benden beş yaş büyüktür).
aileron er. 1. Kanat ucu (Les ailerons d'un poulet). aînesse diş. Yaşça büyüklük; ağabeylik; ablalık
2. (Uçaklarda) Manevra kanadı (Les ailerons (Droit d'aînesse: Ailenin en büyük çocuğuna
d'un avion). 3. (Bazı balıklarda) Yüzgeç (Les tanınan hak. "Ekber evlât hakkı).
ailerons d'un requin). ainsi bel. 1. Böyle, şöyle, öyle (Tu ne devrais pas agir
ailette diş. Küçük kanat, kanatçık (Bombe à ainsi). 2. Böylece, böylelikle, öylece (Il a ainsi
ailettes). changé son sort). 3. Demek oluyor ki, öyleyse, şu
ailier er. ( Ayaktopunda) Açık, sağ ve sol açıklarda halde. § Ainsi que: -dığı gibi, nasıl... ise öyle
oynayan oyuncu (Ailier droit, ailier gauche). « (Ainsi que le soleil dissipe les nauges: Güneşin
aillade diş. Sarımsaklı tarator; sarımsaklı sirkeli bulutları dağıttığı gibi; güneş bulutları nasıl
salça. dağıtırsa öyle). Ainsi soit-il: Amin; Tann kabul
aliler gçl. Sarmısaklamak. etsin. Pour ainsi dire: Sanki, âdeta, tıpkı (Il est
ailleurs bel. Başka yere, başka yerde (Nous irons pour ainsi dire l'âme de ce mouvement).
ailleurs). § D'ailleurs: 1. Başka yerden (Ces tissus air (I) er. 1. Hava (L'air de la mer, l'air de la
ne sont pas fabriqués ici, ils viennent d'ailleurs). 2. montagne. L'air vicié de la chambre). 2. Hava,
Zaten. 3. Ayrıca, bundan başka, bir de, hem, iklim (Le médecin lui a commandé de changer
üstelik (C'était d'ailleurs une forte tête). 4. Başka d'air). 3. kim. Hava (Air comprimé, air liquide.
nedenden. 5. -mekle beraber. Par ailleurs: 1. Pesanteur de l'air). 4. Yel, rüzgâr (Ilyade l'air, il
Başka yerden, öte yandan. 2. Başka yoldan. 3. fait de l'air: Yel esiyor, hava rüzgârlı). 5. Gök;
Başka nedenden, ayrıca, üstelik (Je l'ai trouvai gökler (La conquête del'air. S'éleverdansl'air). 6.
air 58 aissette

(Resimde) Derinlik (Ilfaudrailmettre un peu d'air air (III) er. müz. Ezgi; hava; türkü (Ilsifflait un air
dans ce tableau). 7. Ortalık (Il y a de la bagarre populaire). § En avoir l'air et la chanson:
dans l'air). 8. Havacılık; hava (Ecole de l'air. Göründüğü gibi olmak, içi dışı bir olmak,
Ministère de l'air. Armée de l'air). 9. Havayolu, airain er. \.T\ıx\<;(Coeurd'airain,l'âged'airain).2.
havayolları (Transportspar air). § Le grand air, le mec. Top. 3. mec. Çan. § Avoir une âme, un coeur
plein air: Açık hava. Les habitants de l'air: d'airain: Taş yürekli olmak. ...d'airain: Çelik
Kuşlar. Une tête en l'air: Aklı bir karış havada, gibi, bükülmez, sarsılmaz, aşılmaz, zorlanmaz
başında kavak yelleri esen; zirzop. En l'air: (Avoir une foi d'airain).
Havadan, boş, ciddiyetten uzak (Des paroles en airbus |«A.r.v| er. Havaotobüsü.
l'air). En plein air: Açık havada. Donner de l'air: aire diş. 1. Harman; harman yeri. 2. Alan (Etendre
Havalandırmak. Envoyer qch en l'air, flanquer son aire d'influence; aire d'activité). 3. mal. Yüzey
qch en l'air: -i atmak, atıp kurtulmak, başından * ölçümü, *yüzölçü. 4. Taban. 5. (Yırtıcı kuşlar
savmak. Etre libre comme l'air: Tam özgür için) Yuva (Aire d'aigle, de vautour). 6. den. Yel
olmak, hiçbir takanağı bulunmamak. Jouer de la doğrultusu,
fille de l'air: Tüymek, kaçmak. Mettre qch en airée diş. Harman dolusu,
l'air: -i aran taran etmek, darmadağın etmek, alt airelle diş. bitb. Yabanmersini.
üst etmek. (Il a mis toute la pièce en l'air). Prendre airer gsz. (Yırtıcı kuşlar için) Yuva kurmak,
l'air: 1. Hava almak, çıkıpşöylebir dolaşmak (J'ai ais [c] er. Tahta.
besoin de prendre l'air). 2. Havalanmak (L'avion a aisance diş. 1. Serbestlik, kolaylık, rahatlık
pris l'air). Prendre l'air du bureau: Havayı şöyle (Aisance de parler). 2. Geçim kolaylığı, bolluk,
bir koklamak, ortalığı kolaçan etmek, ne var ne refah, gönenç, zenginlik (Son aisance ne date que
yok diye bilgi edinmek. S'envoyer qn en l'air: 1. de la dernière guerre). § Cabinet d'aisances, lieu
-ile cinsel ilişkide bulunmak. 2. -den büyük bir d'aisances: Ayakyolu, yüznumara.
cinsel tat almak. Vivre de l'air du temps: Umarsız aise diş. 1. Halinden memnunluk, keyif, rahat. 2.
olmak, çaresizlik içinde olmak, olanaksızlıklar Yaşama kolaylıkları, rahat (Aimer ses aises:
içinde bulunmak, Rahatına düşkün olmak). § Avoir ses aises:
air (II) er. 1. Görünüş (Il a un drôle d'air). 2. Hâl, Konfor içinde olmak, rahat etmek. Etre à l'aise:
durum, hava (Vous avez un air terrible Hali vakti yerinde olmak (Un commerçant à
aujourd'hui). 3. Tarz, yol (Je n 'aime pas son air de l'aise). Etre à l'aise, se mettre à l'aise: Rahat
parler). § Bel air, bon air, grand air: 1. Yüksek etmek, teklifsiz davranmak; keyfi, rahatı yerinde
tabakadan bir kimse hâli. 2, (Eşyada) Güzel olmak (Il a eu une jeunesse difficile, mais il est
görünüş. Faux air: Yapmacık, gösteriş. Sans en maintenant à son aise. Mettez-vous àl'aise, à votre
avoir l'air: Hiç de öyle görünmeden, çaktırmadan aise!). Etre mal à son aise. Rahatı, keyfi yerinde
(Sans en avoir l'air, il fait beaucoup de travail). olmamak. N'en prendre qu'à son aise: Kolayına
Avoirl'air: -gibi görünmek, -e benzemek (IlaTair geldiği gibi yapmak. En prendre à son aise: Cam
intelligent). Avoir l'air de: -e benzemek, -i istediği gibi yapmak, tatlı canını pek üzmemek (II
andırmak (Tuas l'air d'un paysan. Cette maison a en prend vraiment à son aise avec les engagements
l'air d'un château). Avoir l'air de f. qch: -miş gibi qu'il a souscrits). En parler à son aise: Kafasına
görünmek, -miş izlenimi bırakmak (Ce problème estiği gibi konuşmak. Prendre ses aises: Rahata
a l'air d'être très facile). Avoir l'air en dessous: kavuşmak, rahat etmek,
Sinsi tavırlı olmak, saman altından su yürütmek. aise s. Memnun, hoşnut. § Etre bien aise de f. qch:
Avoir mauvais air: Kötü bir adam gibi görünmek. -mekten memnunluk duymak, -diğine sevinmek
En jouer un air: Kaçmak, tüymek. Foutre qch en (Je suis bien aise de vous voir en bonne santé).
l'air: -i başından savmak, atmak, defetmek. aisé,e s. 1. Kolay (Un livre aisé à comprendre). 2.
L'avoir en l'air: argo. Kamışı kalkmak. N'avoir Rahat, sıkıntısız, güçlük çekmeden (Ilparle d'un
l'air de rien: Pek bir şeye benzememek, değersiz ton aisé). 3. Geçimi iyi, hali vakti yerinde (Une
gibi görünmek, görünüşü kötü olmak. N'avoir famille aisée). 4. Kendisiyle kolay geçinilir,
l'air d'y toucher: -in yanından bile geçmemiş geçimli (Un caractère aisé).
olmak (La philosophie, il n'a pas l'air d'y aisément bel. Kolayca, sıkıntısızca, rahat rahat,
toucher). Prendre de grands airs avec qn: -e pek aisseau er. Paçavra.
yukardan bakmak, -i pek önemsememek.
aisselle diş. 1. Koltukaltı. 2. Yaprakla sapın bitiştiği
S'envoyer en l'air avec qn: argo. -ile yatmak,
yer, yaprakla sapın birleşim noktasındaki dar açı.
cinsel ilişkide bulunmak.
aissette diş. Fıçıcı keseri.
ajointer 59 alarmer

ajointer gçl. Uç uca getirmek, bitiştirmek. coiffure avant d'entrer dans le salon). 2.
ajonc er. bitb. Dikenli katırtırnağı. Ayarlamak. 3. Kurmak. 4. Düzenlemek (Ajuster
ajour er. 1. (Mimarlıkta) Kafes oyma. 2. (Örgüde) des manuscrits de manière à obtenir un texte). 5.
Ajur, delikli örgü. Gözenek, Nişan almak (Le chasseur ajuste les grives). 6.
ajouré. 1. Kafes oymalı. 2. Ajurlu, gözenekli, Ajuster qch. à qch: Bir şeyi -e uydurmak, uyar
ajourer gçl. Kafes açmak, ajur açmak, gözenek hâle getirmek (Le tailleur ajuste un veston à la
yapmak (Ajourer un napperon). carrure de son client. Le caoutchouc est mal ajusté
ajournement er. Bir başka güne bırakma, geri au robinet).
bırakma, başka tarihe atma, erteleme "tehir, ajusteur er. Düzleyici, tesviyeci,
°tâlik (L'ajournement d'un voyage. ajutage er. Musluk, boru lülesi (Ajutage d'un tuyau
L'ajournement d'un procès). d'arrosage).
ajourner gçl. 1. Bir başka güne bırakmak, geri akène, achaine diş. bitb. Kapçık meyve, kapçık
bırakmak (On a ajourné la décision touchant yemiş.
l'augmentation des salaires. La session de akkadien, nés. 1. Akadlara değgin; Akadlı (L'art
l'Assemblée Nationale a été ajournée d'une akkadien). 2. er. Akad dili, akadça.
semaine). 2. (Mahkemece) Ertelemek, "tehir, alabandine diş. Koyu kırmızı renkte Süleyman taşı.
"tâlik etmek. Başka bir döneme bırakmak alacrité diş. Keyiflilik, neşelilik.
(Ajourner un procès. Ajourner un candidat, un alaire 5. Kanada değgin, *kanatsal (Plumes
conscrit). 3. Ajourner qch à...: Bir şeyi -e alaires).
bırakmak, ertelemek (Ajournerun rendezvousau alaise, alèse diş. 1. Hastalann, çocukların altına
vendredi suivant, aumois prochain. Laréalisation yayılan katlanmış çarşaf. 2. Bir tahtayı
de ces grands travaux a été ajournée à l'automne genişletmek için eklenen parça,
prochain). alambic er. îmbik. § Passer qch par l'alambic; tirer
ajout er. Eklenti, ekleme (Faire quelques ajouts à un qch à l'alambic: İmbikten geçirmek,
texte. Edifice gâté par des ajouts). alambiquage er. Aşırı incelik.
ajouter^/. 1. Katmak, eklemek,ulamak (Ajouter alambiqué,e s. mec. Aşırı derecede ince, karışık,
du sel, du sucre).!. Ajouter qch à qch: Bir şeye bir anlaşılması çok güç (Phrases, idées
şey katmak, eklemek (Ajouter un chapitre au texte alambiquées).
original. Ajouter un nombre à un autre. Ajouter alambiquer gçl. 1. İmbikten geçirmek. İmbikten
quelques oignons à la soupe). 3. gsz. Ajouter à çekmek, damıtmak. 2. Pek inceltmek, süze süze
qch: -i artırmak, daha da çoğaltmak, inceltmek.
şiddetlendirmek (Le mauvais temps ajoute encore alanguir gçl. 1. Bitkin bir hale sokmak,
aux difficultés de la circulation). § Sans rien bitkinleştirmek, soldurup sarartmak (Cette
ajouter ni retrancher: Hiçbir şeyi ekleyip chaleur nous alanguit). 2. mec. Ağırlaştırmak,
çıkarmadan, olduğu gibi. Ajouter créance à qch: hantallaştırmak (Des descriptions qui
Bir şeye inanmak. Ajouter foi à qch: Bir şeye alanguissent le récit). § S'alanguir: Uyuşmak,
inanmak, iman etmek (Elle n'ajoute aucune foi à dermanı kalmamak, bitkinleşmek, saranp
ces abominations. J'aujoutefoiàces nouvelles qui solmak (Elle s'alanguit peu à peu).
viennent du front). Y ajouter du sien: Kendinden alanguissement er. Bitkinlik, dermansızlık,
bir şeyler katmak, eklemek, uydurmak, biraz alarmant,e s. Kaygı verici, telâşa düşürücü, ürkü
abartmak (C'est ce qu'il raconte, mais ily ajoute du salan (Une nouvelle alarmante).
sien). § S'ajouter: 1. Eklenmek, katılmak. 2. "alarme diş. 1. Silah başı işareti, alarm (Sonner
S'ajouter à qch: -e eklenmek, üstüne binmek (Cet l'alarme). 2. Tehlike işareti (La sirène donne
ennui s'ajoute à tous ceux que nous avons eus ces l'alarme. Tirer la poignée du signal d'alarme pour
derniers temps). faire arrêter le train). 3. mec. Bozgun havası. 4.
ajustage er. 1. (Maden paralara) Ayar verme, Korku ve telâş (L'épidémie de typhoïde jeta
ayarlama. 2. (Makine parçalarını) Takıp l'alarnïe dans la petite cité). § Donner l'alarme,
alıştırma. sonner l'alarme: Tehlike işareti vermek. Jeter
l'alarme dans: -e ürkü salmak. Tenir qn en
ajustement er. 1. Ayarlama. Takıp uydurma. 2.
alarme: Birini korku ve kaygı içinde bırakmak
Düzeltme (Le projet de loiasubiquelques derniers
(L'absence de nouvelle m'a tenu en alarme
ajustements).
jusqu'au soir).
ajuster gçl. 1. Düzeltmek (Elle ajusta un peu sa alarmer gçl. 1. Tehlike işareti vermek. 2. Telâşa
alarmiste 60 alerte

düşürmek, kaygılandırmak, ürküntüye salmak 3. İspirto (Alcool à brûler. Réchaud à alcool).


(La rupture des négocations alarma l'opinion alcoolat er. Kokulu alkol,
publique). 3. Etre alarmé de qch: -den alcoolature diş. Bitki özlü alkol,
kuşkulanmak, kaygıya düşmek (Le peuple était alcoolé er. Alkollü ilaç.
justement alarmé d'une fuite possible du Roi). § alcoolémie diş. hek. Kandaki alkol oram.
S'alarmer: I. Kaygılanmak, telâşa düşmek, akooliflcation diş. Alkolleşme
ürküntüye kapılmak. 2. S'alarmer de qch, de f. alcooliques. 1. Alkollü (Les boissons alcooliques).
qch: -den kaygıya düşmek, meraklanmak (Je me 2. ad. İçki hastası, "alkolik (Il est alcoolique. Un
suis alarmé de son retard). vrai alcoolique).
alarmiste er. I. Bozguncu, ortalığı ürküntüye alcoolisables. Alkolleştirilebilir.
salacak söylentiler yayan kişi, "telâşe memuru. 2. alcoolisation diş. 1. Alkolleştirme; alkolleşme. 2.
s. Bozguncu, kaygı verici (Un communiqué Alkol katma, alkol verme,
alarmiste). alcoolisé,e s. Alkol katılmış (Bière fortement
albanais,e s. ve ad. 1. Arnavut. 2. er. Arnavutça, alcoolisée).
Arnavut dili. alcooliser gçl. 1. Alkolleştirmek, alkol haline
albâtre er. yerb. Kaymak taşı "albatr. § D'albâtre: getirmek. 2. Alkol katmak, alkollemek
mec. Dunı, ak, kaymak gibi (Peau, cou (Alcooliser un vin, une boisson). § S'alcooliser:
d'albâtre). İçki içmek, kafayı çekmek,
albatros er. Güney okyanusta yaşayan iri bir kuş, alcoolisme er. İçkiye düşkünlük, içkicilik, alkolizm
albatros, (ila sombré rapidement dans l'alcoolisme).
albinisme er. Akşınlık, akooltest, alcootest er. Alkol testi,
albinos [albinos] s. ve ad. Akşın, "albinos. alcoomètre er. kim. Alkolölçer.
albuginé,e 1. s. Akımsı, akçıl, beyazuntrak. 2. diş. alcoométrie diş. kim. Alkolölçümü.
Taşağı saran lifli zar. alcôve diş. 1. Yataklık, yüklük, "musandra. (Bir
album er. Albüm, odada) Yatak konan yer. 2. mec. Kan koca hali;
albumen er. Yumurta akı. yatak; sevişme yeri (Des histoires d'alcôve. Les
albumine <4$. Albümin. secrets de l'alcôve).
albuminé,e s. Albüminli, albümin taşıyan. alcyon er. 1. Bahri, yuvasını dalgalar üstüne kuran
albumineiK, euse s. Yumurta akına benzeyen; bir masal kuşu. 2. hayb. Selenterelerden bir tür.
albümin içeren, aldéhyde er. kim. Aldehit,
albuminoïde s. 1. Albüminimsi. 2. er. Albüminli aldéhydlques. Aldehide değgin,
madde. aie [f/] diş. İngiliz birası.
albuminurie diş. hek. Albümin işeme hastalığı; aléa er. Talih, baht, rastlantı, iyi yada kötü olasılık.
sidikte albümin bulunması, (Il faut compter avec les aléas de l'examen).
alcade er. 1. İspanya'da yargıç, sorgu yargıcı. 2. aléatoires. 1. Şüpheli, belli olmaz, rastlantıya bağlı,
Belediye başkam, rastlantısal (Son succès est bien aléatoire). 2. er.
alcali er. Alkali, "kalevi, Rastlantı, sonu belli olmayan şey (Dans toute
alcalimitre er. Alkaliölçer. aventure de ce genre, on se lance dans l'aléatoire).
alcalimétrie diş. kim. Alkali ölçümü, alêne diş. (Delgi anlamında) Biz, biz.
alcalin,e s. kim. 1. Alkalik. 2. er. Alkali, alentour bel. 1. Çevrede, dolaylarda, etrafta,
alcalinité diş. Alkalilik. ortalıkta (Roder alentour. La plaine déserte
alcaliser gçl. Alkalileştirmek. s'étendait alentour) 2. er. ç. Etraf, yan yöre, kıyı
alcaloïde er. Alkoloit. köşe (Les alentours d'une ville. A vant d'aborder la
alcée diş. bitb. Gülhatmi. question, je voudrais en explorer les alentours). §
alcénidés er. ç. hayb. Yahçapkımgiller. Aux alentours de: Civarında, yöresinde,
alchimie diş. 1. Simya, alşimi. 2. (Sanatta) Büyü, yakınlarında (Sauf incident, nous serons ce soir
"sihir. § L'alchimie du verbe: Söz büyücülüğü, aux alentours d'Avignon).
sözün büyülülüğü. alérion er. 1, Motorsuz uçak. 2. Küçük kartal,
alchimiques. Simyasal. alerte s. 1. Çevik, çabuk (D'un bond alerte, il
alchimiste er. Simyacı (Les alchimistes du moyen esquiva le coup). 2. Sağlam, çelik gibi (Mesjambes
âge). restent alertes; je n'ai aucun rhumatisme). 3. Gözü
alcool er. 1, Alkol (Alcool d'un vin. Alcool à 95 açık, uyanık, diri, zinde (Le vieillard était encore
degrés). 2. İçki (Prendre de l'alcool: İçki içmek). alerte). 4. diş. Dikkat işareti, uyan, uyarma
alerter 61 alignement

işareti, tehlike belirtisi (A la première alerte, nous algérien,ennes. vead. 1.Cezayirli.2.er. Cezayirce,
appellerons le docteur. Il s'inquiète à la moindre Cezayir dili.
alerte). 5. diş. Alarm (La sonnerie d'alerte. Ce algide s. (Hastalık için) Üşütücü.
jour-là il y eut trois alertes aériennes). 6. Uni. algidité diş. (Hastalık) Aşın üşüme,
Dikkat, sakın, aman ha ! (Alerte! ce projet attente à algorithme er. 1. Algoritma, *uziş.
nos libertés). § Donner l'alerte à qn: Uyarmak, alguazil er. Ar. (İspanya'da) Polis memuru,
dikkatini çekmek (Le trouble qu'il montra nous algue diş. bitb. Suyosunu.
donna l'alerte) Mettre qch en état d'alerte: -i alarm alibi er. 1. Suçun işlendiği anda birinin başka bir
durumuna geçirmek (Mettre les troupes en état yerde bulunduğunu kanıtlaması (Invoquer un
d'alerte). alibi. Fournir un alibi très acceptable). 2. mec.
alerter gçl. 1. Uyarmak (Son travail est mauvais, il Oyalama, şaşırtma, kandırma (Ses contacts avec
faut alerter le père sur les conséquences de cette ce parti ne sont qu'un alibi).
insuffisance). 2. Haber vermek (Il y a une fuite alibiles. Besleyici, besinli,
d'eau, alerte les voisins). 3. Tehlike işareti aliboroner. 1. mec. Eşek, çüşçüş. 2. mec. Mankafa,
vermek, alarm vermek, bilgisiz, kara cahil. § Maître Aliboron: Bilgiçlik
alésage er. (Boru biçimindeki şeylerde) İç perdah, taslayan budala, eşek hazretleri,
aléser gçl. (Boru biçimindeki şeylerin) İçini alidade diş. Ar. Alidat.
perdahlamak (Aléser le tube d'un canon). aliénabilité diş. huk. (Başkasına) Geçirilebilen
alésoir er. Perdah çubuğu, perdah burgusu, miktar, verilebilirlik, devredilebilirlik, "temlik
bıcırgan. edilebilirlik (Aliénabilité d'un droit).
alevin er. (Balıklandırmak için havuzlara atılan) aliénable s. huk. (Başkasına) Verilebilen,
Balık yavrusu, devredilebilen, geçirilebilen, "temlik edilebilir
alevinage er. Havuzda balık yetiştirme, bir havuzu (La libérté n'estpas aliénable).
balıklama, balıklandırma, aliénataire ad. huk. Kendisine ferağ yapılan kimse,
aleviner gçl. (Bir havuzu) Balıklamak, balık aiiénateur, trice ad. huk. Ferağ eden.
yavrusu atmak, balıklandırmak, aliénation^. 1 .huk. (Başkasına) Verme,geçirme,
alevinier er. yada alevinière diş. Balık yavruları devretme; temlik (Aliénation d'un territoire). 2.
yetiştirilen göl yada havuz; balık tarlası, mec. Bozma, bozulma, bulandırma, bulanma
alexandrin,e s. 1. tar. İskenderiye okulundan olan (Aliénation d'esprit). 3. Akıl bozukluğu, delilik,
(La période alexandrine de la littérature grecque: bunama (L'aliénation entraîne une mesure
Yunan yazınının iskenderiye dönemi). 2 .s. veer. d'internement ou de protection). 4.
On iki hecelik Fransız dizesi, aleksandren (Vers Yabancılaşma,
alexandrin). 3. Titiz, kılı kırk yaran (Discussions aliéné,e s. ad. Akıl hastası, deli (Asile d'aliénés:
alexandrines: Kılı kırk yaran tartışmalar). Tımarhane).
alexiediş. hek. Okumayitimi. aliéner gçl. 1. huk. Temlik etmek. Vermek,
alezan,es. (At donlarından) 1. Al (Chevalalezan). devretmek (Aliéner un bien. Ils ont aliéné leur
2. ad. Al at (Un alezan). petite maison de campagne contre une rente
alfa er. bitb. Halfa. §N'avoirphısd'alfasurleshauts viagère). 2. Kendi aleyhine çevirmek, kendinden
plateaux: (argo) Dazlak olmak, saçları uzaklaştırmak, soğutmak (Les augmentations
dökülmek, başında saç kalmamak, d'impôts lui ont aliéné les esprits les plus
alfange diş. Pala. . favorables). 3. Kendi isteğiyle bırakmak (Le
alfénide er. Çatal bıçak takımı yapılan alaşım, peuple a parfois aliéné ses libertés entre les mains
alfenit. d'un dictateur). 4. Karıştırmak, bulandırmak
algarade diş. Zılgıt, tersleme, haşlama, papara, (Aliéner les esprits). S. Yabancılaştırmak,
dalaşma, g Avoir une algarade avec qn: Biriyle aliénisme er. Akıl hekimliği, ruh hekimliği, ruh
münakaşa etmek, dalaşmak, doktorluğu,
algèbre mat. 1. Cebir. 2. mec. Akıl ermez şey. § aliéniste er. Ruh doktoru,
C'est de l'algèbre: Akıl sır ermez, anlaşılır şey alifère s. (Böcekler için) Kanatlı,
değil bu. aliforme s. Kanat biçiminde,
algébrique s. mat. Cebirsel, cebire değgin alignement er. i . Dizme, dizilme, sıralama,
(Résoudre un problème algébrique). sıralanma (Se mettre à l'alignement, sortir de
algébriquement bel. Cebirsel olarak, l'alignement: Hizaya girmek, hizadan çıkmak. A
algébriste ad. Cebirci. droite! Alignement!: Sağa bak! Hiza!
aligner 62 alléger

L'alignement des maisons, des allées). 2. Çırpıya yatırma; yatağa düşme, yatakta yatma,
getirme. § Alignement monétaire: Para kurunu aliter gçl. Yatırmak, yatağa düşürmek (Aliter un
ayarlama. malade. Une grippe m'a alité une bonne semaine).
aligner gçl. 1. Dizmek, sıralamak (Aligner les élèves § S'aliter: Yatağa düşmek, hasta olup yatmak (ila
les uns derrière les autres). 2. Art arda dizmek, dû s'aliter hier).
liste halinde sıralamak (Aligner des noms, des alizarine diş. Alizarin.
chiffres. Il aligne des phrases bien faites, mais vides alizé,e s. ve er. coğr. Alize, alize yeli (Vent alizé.
de pensée). 3. Aligner qch sur qch: Bir şeyi -e L'alizé austral soufflait avec la plus exquise
uydurmak, uyarlamak, -e göre ayarlamak (Le douceur).
ministre des Finances décide d'aligner la monnaie alkékenge er. bitb. Güvey feneri,
sur le cours réel actuel). 4. Yapmacığa kaçmak. 5. allaitement er. Emzirme.
Çırpıya getirmek. § Les aligner: tkz. Paraları allaiter gçl. Emzirmek (Allaiterunenfantausein, au
sökülmek (Affaire conclue, tu peux les aligner). biberon).
S'aligner: 1. Hizaya girmek, dizilmek. 2. allant,e ç. 1. Giden. 2.Gezmesini seven ('l u es plus
S'aligner avec qn: tkz. a) -ile dövüşmek, allante que moi). 3. er. Atılganlık, girginlik
vuruşmak, b) -e karşı cephe almak, -in karşısına (Soldat plein d'initative et d'allant). 4. er. ç.
geçmek. Gidenler (Allants et venants: Gidip gelenler, gelip
alimente/-. 1. Besin. 2. ç. Nafaka. § Fournir, donner geçenler). § Avoir de l'allant: Girişken olmak;
un aliment à qch: Bir şeye yol açmak, neden girgin olmak; atılgan olmak (Il a de l'allant et il est
olmak, mahal vermek (Voilà qui donnera encore capable d'entraîner les autres).
un aliment à sa mauvaise humeur). alléchant,es. Çekici, ilgi çekici, iştah kabartıcı (Une
alimentaires. Besine değgin, besinsel (Son régime odeur alléchante, une proposition alléchante. Un
alimentaire est trop sévère). § Dette alimentaire: repas alléchant).
Nafaka borcu. Plante alimentaire: Besin bitkisi, allécher gçl. İlgisini çekmek, kendine çekmek,
yenen bitki. Pension alimentaire: Geçimlik, iştahım kabartmak. Yemlemek (Allécher les
"nafaka (Une pension alimentaire a été versée à la lecteurs).
femme et aux enfants). Pâtes alimentaires: allée diş. 1. (Eski) Koridor, üstü kapalı geçit. 2. İki
(Makarna, şehriye gibi) Unlu besinler, yanı ağaçlı yol, "hıyaban (Les allées du parc sont
alimentation diş. Besi, besleyiş, bakım, besleme, pleines d'enfants. Une grande allée de tilleul mène
beslenme (Les bases de l'alimentation humaine jusqu'à la villa). § Les allées et venues: Gidip
ont été profondément modifiées. L'alimentation gelme; koşuşturma; dolaşma (J'aiperdu toute la
des machines se fait régulièrement). matinée en allées et venues pour obtenir mon
alimenter gçl. 1. Beslemek, besin vermek passeport).
(Alimenter une personne, un animal, un malade). allégation diş. İleri sürülen şey, sav, "iddia (Les
2. Doyurmak, beslemek, gereksinimini sağlamak allégations du prévenu sont vérifiées. Il répondit
(Alimenter les marchés en viande congelée). 3. habilement aux allégations de son adversaire).
Konu vermek, konu olmak (Ce scandale financier allège diş. 1. Mavna. 2. Pencere altı duvarı, pencere
alimentait la conversation. Les démêlés conjugaux eteği.
de vedettes alimentent les colonnes de certains allégeance 1. Dinginlik, hafiflik, yatışma, kuş tüyü
journaux). § S'alimenter: 1. Beslenmek. 2. gibi hafif olma (Elle goûte ce soir la même
S'alimenter de qch: -ile de beslenmek ,-yemek(7/ allégeance qu'à ses réveils d'alors). 2. (Ortaçağda)
ne s'alimente que de fruits). Bağlılık. Bir devlete, bir hükümdara bağlılık
alinéa er. 1. Satırbaşı. 2. İki satırbaşı arasındaki (Sermeni d'allégeance: Bağldık andı). 3.
ibare. 3. huk. Bent. Uyrukluk, "tabiiyet (Double allégeance: Çifte
aliquantes. diş. (Birbütünü)Tam bölmeyen (sayı), uyrukluk).
*Tümbölmez. allégement er. 1. Yeğniltme, hafifletme (Demander
aliquote s. 1. (Bir bütünü) Tam bölen. 2. diş. (Bir l'allégement des programmes scolaires). 2. mec.
bütünü) Tam bölen sayı. "Tümbölen. Yeğnilik, hafiflik, yatışma, avunma,
alise, alize diş. bitb. Alıç. alléger gçl. Yükünü azaltmak; yeğniltmek,
alisier, alizier er. bitb. Ahçağacı hafifletmek; dindirmek (Alléger un fardeau.
alismacées diş. ç. bitb. Kazayağıgiller. Alléger les charges publiques. Alléger les
alisme er. bitb. Kazayağı. contribuables, les taxes. Ces mots de consolation
alitement er. 1. Hasta yatma süresi. 2. Hastayı ne sauraient alléger sa peine).
allégorie 63 aller

allégorie ed. * Yerine, "istiare (L'allégorie de la karşılamak. Aller à la rencontre de: -i karşılamaya
justice est représentée par une femme tenant en ses gitmek, karşılamak. Aller à l'aventure: Maceraya
mains une balance). atılmak, serüvene gitmek. Aller à l'encontre de:
allégoriques. *Yerinel, "istiareli (Lesfables sont des -in tersi olmak, ile bağdaşmamak, -in zıddı olmak.
récits allégoriques). Aller à tâtons: El yordamıyla yürümek. Aller au
allégoriquement bel. Yerinel olarak, "istiare cœur: Kalbine hitap etmek, yüreğine yerleşmek,
yoluyla. duygulandırmak. Aller au fait: Doğrudan
allégoriser gçl. Orunlamah (temsili) bir anlam doğruya konuya girmek, işin özüne girmek. Aller
vermek, *yerinelleştirmek. au plus pressé: Çok önemli bir şeyle uğraşmakta
allègre s. Canlı, neşeli, şakrak (Marcher d'un pas olmak. Aller aux renseignements: 1. Bilgi
allègre. On vous entend chanter, vous êtes bien toplamak. 2. tkz. Bir kadının orasını burasını
allègre aujourd'hui). ellemek. Aller comme sur des roulettes: Yolunda,
allègrement bet. Neşe ile, sevine sevine, sevinçle, tıkırında gitmek. Aller comme un gant: Çok
allégresse diş. Neşe, sevinç, şakraklık, yakışmak, uygun düşmek. Aller de l'avant:
allegretto bel. ve er. müz. Allegretto, Önden gitmek, öncülük etmek. Aller de mal en
allegro bel. ve er. müz. Alegro. pis: Gittikçe kötüleşmek, beter olmak. Aller de
alléguer gçl. 1. İleri sürmek (Alléguer des excuses, pair avec: -ile eş değerde olmak, denk olmak, at
des prétextes.). 2. Tanık, neden, dayanak olarak başı gitmek, birbirine koşut gitmek. Aller le droit
göstermek (Alléguer un texte de loi, un auteur). ehemin: Doğru yolu tutmak. Aller le nez au vent:
alléluia er. 1. "Tanrıya övgü" anlamına İbranice bir Başıboş, aylak aylak dolaşmak. Aller planter ses
deyim olup sevinildiği zaman söylenir, aleluya. 2. choux: Köye çekilip yaşamak; köşeciğine
Paskalya sırasında çiçek veren bir kuzukulağı çekilmek. Aller jusqu'au bout: Sonuna dek
türü. § Entonner l'alléluia: Çok övmek, göklere gitmek, nerden incelmişse ordan kopsun demek.
çıkarmak. Aller à bien: Başarmak, başarıya ulaşmak. Ne pas
allemand,e ve ad. 1. Alman. 2. er. Almanca, aller sans...: -sız olmamak (Le malheur ne va pas
allemande diş. 1. Bir çeşit oynak dans. 2. Bir çeşit sans quelque consolation. Une nombreuse famille
salça. ne va pas sans ennuis de toute sorte). Aller grand
aller gsz. 1. Gitmek (Il va à son travail; à la maison). train: 1. Hızını aksatmadan gitmek. 2. Çok
2. Varmak (Ce chemin va à Paris; la route va masraf etmek, bir eli yağda bir eli balda olmak,
jusqu'à Bursa. Le sentier va à la rivière). 3. rahat yaşamak. Aller à la selle: Yüz numaraya
Yürümek, gitmek (Aller à pied. Ce cheval va très gitmek. Y aller: Davranmak, yapmak, hareket
vite). 4. Erişmek (Cette montagne va jusqu'aux etmek (Y aller doucement). Y aller de qch: Bir
nues). 5. Durumda olmak (Comment allezvous? şeye -ile katılmak (J'y vais de vingt francs: Ben bu
Nasılsınız? Comment çava? Nasılsınız, işler nasıl. işe yirmi frankla katılıyorum). Il y va de: ... söz
Aller bien, mal, mieux: Sağlığı iyi, kötü, daha iyi konusudur (Il y va de mon honneur, de ma vie:
olmak). 6. İşlemek, çalışmak, gitmek (Les Şerefim söz konusudur, söz konusu olan
affaires vont bien. Cette horloge va mal; le poste de hayatımdır). Aller son ehemin, son petit
radio va bien). 7. Aller à:-e yakışmak, uygun bonhomme de ehemin: Kendi işinde olmak, şunun
gelmek (Cette robe lui va bien. La clé va à la şurasında yaşayıp gitmek. Aller à tout vent:
serrure). 8. Aller f. qch: (Yakın gelecek zamanı Çabuk etkilenmek, herkesin etkisinde
gösterir) (Je vais travailler: Çalışacağım). 9. kalıvermek, her önüne çıkana kapılıvermek. Il va
Olmak (Les plaisirs ne vont pas sans tristesse) .10. sans dire que: Tabii, çok doğal ki, hiç kuşku yok
Aller sur: -e yaklaşmak, merdiven dayamak (liva ki. Il va de soi: Tabii, hiç kuşku yok ki. Allez:
sur ses quarante ans). 11. Dayanmak (Cet habit Haydi. Allons: Haydi. Allons done: Haydi canım!
n'ira pas jusqu'à l'hiver prochain). 12. Aller Haydi canım sen de! § Laisser aller: gçl.
contre: -e karşı olmak, muhalif olmak, -e karşı Bırakmak, salıvermek, engel olmamak (Je le
cephe almak (Il va contre son oncle). § Aller à la laisse aller où il veut. Il laisse aller tout). Se laisser
guerre, à la pêche, à la chasse,à la baignade: aller: Kendini koyvermek, salıvermek. Se laisser
Savaşa, balığa, ava, yüzmeye gitmek. Aller aux aller à qch: Kendini -e kaptırmak (On se laisse
urnes: Oy vermek, sandık başına gitmek. Aller aller aux appas d'une passion). S'en aller: 1.
aux voix: Oya baş vurmak. Aller en avant: Ayrılıp gitmek, başını alıp gitmek, çekip gitmek.
İlerlemek. Aller à la dérive: Çıkmaza doğru 2. Ortadan kalkmak, geçmek, yitip gitmek (Les
gitmek. Aller au devant de: -i karşılamaya gitmek, taches d'encre s'en vont avec ce produit). 3. Yok
aller 64 allume-gaz

olması ya da ölmesi yakın olmak, gidici olmak (Ce allocataire ad. Ödenek alan, yardım gören; para
malade s'en va). yardımı alan.
aller er. 1. Gidiş (J'ai fait l'aller à pied, mais suis allocation diş. 1. Ödenek (Toucher les allocations
revenu par l'autobus). 2. Gidiş bileti (Un aller familiales. Une allocation de devises). 2. Para
pour Paris). § Aller et retour: 1. Gidiş dönüş. 2. yardımı (Verser une allocation aux gens âgés).
Gidiş dönüş bileti (J'ai pris un aller et retour pour allocution diş. Kısa söylev, demeç (Prononcer une
Versailles). 3. tkz. Sille; iki tokat (Il lui a flanqué allocution à lafin de la cérémonie. On annonce une
un de ces allers et retours). allocution télévisée du Premier Ministre).
allergène s. ve er Alerji yapan, allodial,e s. Tımara ait olan, tımar sahibine ait
allergie diş. *İtinç, alerji, tepki, ters tepki (Allergie (Biens allodiaux).
respiratoire, cutanée). § Avoir de l'allergie i qch: allogène s. Yerli olmayan, yerlilerden ayrı bir
-e karşı alerjisi olmak, itinç duymak, kökenden olup ülkeye sonradan gelip yerleşen
allergiques. 1. Alerjisi olan, alerjili. 2. Allergique à (Eléments allogènes).
qch: -karşı alerjisi olan; -i hiç sevmeyen, -den allonge diş. 1. (Bir çok şeyler için) Uzatma eki,
tiksinen (Etre allergique à certaines poussières. Il parçası. 2. Et çengeli. 3. (Boksörün) Kol
est allergique au téléphone, à la vie moderne). uzunluğu.
allergologie diş. hek. Alerjibilim, "itinçbilim. allongées. 1. Uzatılmış, uzamış, sarkmış. 2. mec.
allergologiste, allergologue ad. hek. Alerji uzmanı, Asık, asılmış (Mine allongée, figure allongée).
alerjibilimci, 'itinçbilimci. allongement er. 1. Uzatma; uzama (L'allongement
alleu er. (Batı derebeyliğinde) Tımar, de la tige d'une plante). 2. Uzunluk, uzun biçim
alliacé,e s. Sarımsağa değgin (Goût alliacé: (L'allongement de l'aile d'un avion). 3. (Süre için)
Sarmısak tadı). Uzama, uzatılma,
alliage er. 1 .kim. Alaşım (Les alliages légers entrent allonger gçl. 1. Uzatmak (Allonger une robe pour se
dans la fabrication des avions). 2. mec. Katışım, conformer à la mode. Ce détour allonge notre
katışık (Un créole sans le moindre alliage de sang itinéraire. Il ne faut pas allonger votre texte). 2.
coloré). Germek, uzatmak (Allonger les bras, les jambes,
alliaire diş. bitb. Sarmisakotu. le cou). 3. Allonger qch à qn: a) Birine... vermek,
alliance diş. 1. Evlenme. 2. Hısımlık. Dünürlük, (Allonger une somme. Allonger un pourboire au
kayınlık. 3. Nişan yüzüğü. 4. (Devletlerarasında) garçon), b) hlk. Birine... atmak, vurmak
Bağlaşma, "ittifak (Conclure un traité d'alliance). (Allonger un coup de pied à quelqu'un. Il lui a
5. Birleşme (L'alliance des deux familles assurera allongé un coup de poing sur la figure). 4.
la fortune des conjoints). Uzatmak, asmak (Allonger le visage, le nez). S.
r allié,e s. ve ad. 1. Hısım. 2. Bağlaşık, "müttefik (La Sıklaştırmak, çabuklaştırmak (Allonger le pas).
victoire des Puissances alliées sur l'Allemagne en 6. gsz. Uzamak (Les jours allongent). §
1945. Les alliés du Marché commun). S'allonger: 1. Asılmak; uzamak (A cette nouvelle,
allier gçl. 1. kim. Alaşımlamak, karıştırmak (Allier son visage s'est allongé. La route s'allonge toute
le fer et le cuivre. Allier l'or avec l'argent). 1. droite devant nous). 2. Serilmek, uzanmak,
Bağdaştırmak, birleştirmek, katmak. 3. Allier yayılmak (S'allonger sur le lit).
qch à qch, avec qch: Birşey -ile birleştirmek (Il sait allotropie diş. Alotropi,
allier la fermeté avec une bienveillance souriante. allotropiques. Alotropik.
Elle allie la beauté à de grandes qualités de cœur). | allouer gçl. 1. Buyrultu çıkarmak. 2. (Ödenek)
S'allier: 1. Birleşmek, bağlaşmak. 2. S'allier à Ayırmak, vermek (Des crédits importants ont été
qch: -e katılmak, katışmak (Ils'est allié à une riche alloués pour la mise en valeur des régions
famille). 3. S'allier avec: -ile bağlaşmak, déshéritées). 3. Allouer qch i qn: Birine... vermek
bağlaşma kurmak, "ittifak yapmak (La France (On lui a alloué une indemnité pour frais de
s'est alliée avec l'Angleterre). déplacement).
allier, hallier er. Kuş ağı. allumage er. Yakma; yanma (L'allumage d'une
alligator er. Amerika timsahı, aligator. pipe, d'un feu). § Avoir du retard fc l'allumage:
allitération diş. ed. Ses yinelemesi; bir uyum etkisi Anlayışı ağır olmak, geç anlamak, jetonu geç
sağlamak için aynı sesleri, aynı harfleri yada aynı düşmek.
heceleri yineleme, allume-feu er. Çıra gibi ateş tutuşturmaya yarayan
allo ünl. (Telefonda) Alo! şey, tuturuk,
allobrage er. mec. Kaba adam, hırbo. allume-gaz er. Ocak çakmağı, havagazı çakmağı.
allumelle 65 alpin

allumelle diş. Ağaç dallarının kömürleştirildiği (Un succès de bon aloi). De mauvais aloi:
ocak, ağaç kömürü ocağı, Niteliksiz, değersiz, entipüften
allumer gçl. 1. Yakmak (Allumer une cigarette, une alopécie diş. hek. Saç dökülmesi; saç ve kılların yer
pipe, du feu). 2. mec. Tutuşturmak (Allumer une yer yada tümden dökülmesi,
guerre). § Allumer la bile de qn: Öfkelendirmek. alors bel. 1 . 0 zaman, o sırada ( La France était alors
Allumer le sang de qn: Kanına dokunmak. en guerre contre l'Allemagne). 2.0 halde, öyle ise
Allumer le brandon de la discorde: Yangına (Alors, n'en parlons plus). § Alors que: 1. -diği
körükle gitmek. S S'allumer: 1. Yanmak, sırada,... iken (Il continuait à travailler alors que
tutuşmak (Du bois humide qui s'allume mal. La tout le monde dormait: Herkes uyurken o
guerre s'allume en Afrique). 2. Parlamak, ışıl ışıl çalışmasına devam ediyordu). 2. -diği halde ; -sine
olmak, kor gibi olmak (Son regard s'allume). karşın (Vous avez fait cela, alors que je vous l'avais
allumette diş. 1. Kibrit (Une boîte d'allumettes. défendu: Size yasak ettiğim halde bunu yaptınız).
Craquer une allumette contre le frottoir). 2. İnce alose diş. hayb. Tirsibalığı.
uzun kuru pasta (Allumette au fromage). § alouate er. hayb. Uluyan maymun,
Pommes allumettes: Çöp gibi ince kızarmış alouette diş. Çayırkuşu, tarlakuşu, toygar. §
patates. Attendre que les allouettes tombent toutes rôties
allumettier,ire ad. Kibritçi. dans la bouche: Hazıra konmak istemek. Armut
allumeur,euse ad. 1. Fener yada kandil yakıcısı, piş ağzıma düş demek (Il attend que les allouettes
fenerci, kandilci (Un allumeur de réverbères). 2. lui tombent toutes rôties dans la bouche).
diş. Oynak kadın, fingirdek kadın, alourdir gçl. Ağırlaştırmak (Ces nouvelles dépenses
allumeur er. Yakıcı, tutuşturucu, 'yakmaç, improductives alourdissent la charge de l'Etat).
allure diş. 1. Yürüyüş, gidiş (L'allure d'un homme, alourdissement er. Ağırlaştırma; ağırlaşma
d'une voiture,d'un cheval). 2. Davranış, tutum (Alourdissement des impôts).
(L'allure digne d'un professeur. Cet individu aune aloyage er. Belirli bir ayara çıkarma,
allure louche). 3. İşleyiş. § Avoir de l'allure: Bir aloyau er. Sığır filetosu.
inceliği, güzelliği olmak; yakışıklı olmak (ila de
aloyer gçl. (Altın ve gümüş için) Belirli bir ayara
l'allure sous l'uniforme).
çıkarmak.
alluré,e s. Şık, albenili, göz alıcı (Une robe très
alpaga er. 1. hayb. Alpaka. 2. Alpaka kumaş,
allurée).
alpage er. 1. Dağ otlağı. 2. Sürünün yaylada
allusif,ive s. Anıştırmak, "imâli (Ses reproches geçirdiği mevsim, yazlıkta geçen dönem,
étaient très allusives). alpaguer gçl. argo. Yakalamak, enselemek; ele
allusion diş. Anıştırma, "imâ, "telmih. § Faire geçirmek.
allusion à qch: -i anıştırmak, anıştırmada alpe diş. 1. Yüce dağ, ulu dağ. 2. (Alp dağlarında)
bulunmak, telmih etmek (A quoi faites-vous Otlak (Les troupeaux sont dans l'alpe).
allusion?). alpenstock er. Al. Dağcı sopası, dağcı değneği;
alluvial,e; alluvien,ne s. yerb. Lığlı, alüvyonlu eskiden dağcıların kullandığı demir sopa.
(Plaine alluviale). alpestre s. Alp dağlarındaki gibi, Alp dağlannı
alluvion diş. yerb. Lığ, alüvyon, andıran, Alplere değgin (Un paysage alpestre).
alluvionnaire s. Lığa değgin, alüvyona değgin alpha er. Yunan abecesinin ilk harfi, alfa.
(Pépites alluvionnaires). alphabet er. * Abece, "alfabe,
alluvionnement er. Lığlanma, alüvyonlanma alphabétique s. 'Abecesel, abeceye değgin,
(Zones d'aluvionnement). "alfabeye değgin (Par ordre alphabétique: abece
alluvionner gçl. Lığ bırakmak, alüvyon bırakmak, sırasına göre, abecesel sırayla).
alüvyonlulaştırmak (Le fleuve alluvionne la alphabétiquement bel. Abece sırasınca.
plaine). alphabétisation diş. Okutma, okuma yazma
almanach er. Yıllık, almanak. § Faiseur öğretme (Alphabétisation des masses).
d'almanach: Gelecekten haber veren, falcı. Un alphabétiser gçl. Okuma yazma öğretmek,
almanach de l'an passé: Bu, bildirin hikâyesi. okutmak (Alphabétiser les classes les plus pauvres
Önemi kalmamış artık; modası geçmiş, d'un pays).
aimée diş. Mısır çengisi, alpin,e s. 1. Alplerde yada yüce dağlarda yetişen
aloès er. bitb. Sarısabır. (Végétation alpine). 2. Dağcılığa değgin (Club
aloi er. 1. (Altın, gümüş için) Ayar. 2. mec. Nitelik. alpin: Dağctlık kulübü). § Chasseur alpin:
I De bon aloi: İyi, makbul, namusluca, hakkıyla (Fransa ve İtalya'da) Dağcı asker.
alpinisme 66 amaigrir

alpinisme er. Dağcılık. § Faire de l'alpinisme: Dağ (Les périodes d'activité intense alternent avec de
sporu yapmak, dağcılık yapmak, longs moments d'inaction). 3. gçl. Almaştırmak
alpiniste ad. Dağcı, (Alterner les cultures pour éviter l'épuisement des
alpiste er. bitb. Kuşyemi. sols).
altérabilité diş. Bozulabilirlik. altesse diş. Altes. Prens ve prenseslere verilen
altérables. Bozulabilir, bozulur, ünvan ve bu ünvanı taşıyan kişi.
altéragène s. Bozan, bozulmaya yol açan. altier,ère s. 1. Kibirli, kendini beğenmiş. 2. mec.
altérantes. Susatıcı, susatan, Yüce, başı göklerde (Des monts altiers: Yüce
altération diş. 1. Bozma; bozulma (Altération de la dağlar).
santé. L'altération des traits du visage). 2. altièrement bel. Kibirle, kendini beğenmişlikle,
Karışma; karıştırma (Altération des liquides). 3. altimètre er. Yükseltiölçer, yükseklikölçer.
Değişme; değiştirme; "tahrif (L'altération de la " altimétrie diş. Yükseltiölçüm; yükseklikölçüm.
vérité). 4. (Bir heyecan dolayısıyla) Yüzün altiport er. (Dağlarda) Küçük havaalanı (Les
değişmesi, beniz atması, altiports des grandes stations de sports d'hivers).
altercation diş. Atışma, ağız dalaşı (Les conférences attise diş. hayb. Toprakpiresi.
diplomatiques n'avaient conduit qu'à des altiste ad. müz. Altocu, alto çalan kişi.
altercations violentes). altitude diş. coğr. Yükselti. Deniz seviyesinden
altérer gçl. 1. Susatmak (Cette longue marche sous le yükseklik, "irtifa. (Un village situé à une altitude de
soleil nous a altérés). 2. Bozmak (Les émotions 2000 mètres). § Mal d'altitude: Dağ tutması;
violentes altèrent la santé. Le soleil altère les uçak tutması; yüksek yerlerde duyulan bulantı.
couleurs). 3. Değiştirmek, saptırmak (Il a alto er. müz. Alto.
l'habitude d'altérer la vérité). 4. Hile katmak, hile altruisme er. Özgecilik. Başkalarını düşünürlük,
karıştırmak (Altérer un liquide, une altruistes, ve ad. Özgeci; başkalarını düşünür,
marchandise). 5. mec. Soğutmak, soğukluk alumine diş. kim. Alümin.
katmak (Altérer l'amitié). 6. Etre altéré de qch, de aluminium er. Alüminyum,
f. qch: Bir şeye, bir şey yapmaya susamış olmak alun er. kim. Şap.
(Les soldats étaient altérés de sang). alunage er. Şaplama, şaplı suya batırma,
altérité diş. fels. Bir başkası olma, "başkasılık. aluner gçl. Şaplamak, şaplı suya batırmak,
alternance diş. Art arda dönüp gelme, almaşma, aluneux, euse s. Şaplı,
almaşıklık, "münavebe (Alternance de cultures. alunière diş. 1. Şap fabrikası. 2. Şap ocağı,
Alternance des pluies et des éclaircies continuera). alunir gsz. Aya inmek, *aylamak.
alternant,e s. Art arda dönüp gelen, almaşan, alunissage er. Aya inme, *aylam, aylama,
"münavebeli (Cultures alternantes). alvéole er. 1. anat. Petek gözü, petek (Alvéoles
alternateur er. fiz. Alternatör. pulmonaires: Akciğer petekleri). 2. anat. Yuva
alternatif, ive s. Art arda dönüp gelen, almaşık, (Alvéole dentaire: Diş yuvası).
"münavebeli (Le mouvement alternatif de alvéolé,e s. Petek gözlü, petekli.
pendule). § Courant alternatif: Alternatif akım. amabilité diş. 1. Sevimlilik. 2. Gönül okşayıcılık,
alternative diş. 1. Art arda gelme, almaşma, incelik, nezaket, tatlılık (Veuillez avoir
"münavebe (On passe par des alternatives de froid l'amabilité de le prévenir de ma part). § Faire des
et de chaud). 2. 'Seçenek, alternatif (Je me amabilités à qn: Birine dalkavukluk etmek,
trouvais dans la fâcheuse alternative de refuser ou yalvarıp ricada bulunmak, yaltaklanmak,
d'accepter). 3. fels. Seçenek, amadou er. Kav.
alternativement bel. Art arda dönüp gelerek, sıra amadouement er. Pohpohlama, pohpohlayıp
ile, almaşarak, "münavebeyle (La vice-présidence kandırma, tavlama,
revient alternativement aux divers groupes de amadouer gçl. Pohpohlamak, pohpohlayıp
l'Assemblée). kandırmak, tavlamak (Il cherchait à amadouer la
alterne s. 1. bitb. Almaşık (Disposition alterne des concierge par des amabilités de toutes sortes).
feuilles, des branches). 2. mat. Ters (Angles amadouvier er. bitb. Kavmantan.
alternes). § Angles alternes externes: Dışters amaigrir gçl. 1. Alıklaştırmak, zayıflatmak (Le
açılar. Angles alternes internes: İçters açılar, long voyage m'a amaigri).2. İnceltmek (Amaigrir
alterner gsz. 1. Art arda dönüp gelmek, nöbet une poutre). § S'amaigrir: Zayıflamak,
değiştirmek, almaşmak. 2. Alterner avec qch: arıklaşmak, incelmek (Il s'amaigrit de jour en
-ile nöbetleşe gelmek; sıra ile olmak, almaşmak jour).
amaigrissant 67 ambitieusement

amaigrissante s. Zayıflatıcı (Suivre un régime Yemeyip biriktirmek (Amasser de l'argent, des


amaigrissant). richesses. Amasser sou à sou de l'argent pour
amaigrissement er. Zayıflama, zayıflatma; acheter une maison). § S'amasser: Toplanmak,
arıklaşma, arıklaştırma (En se pesant, il constata yığılmak, birikmek (Les preuves s'amassent
un amaigrissement inquiétant). contre lui. La foule s'amasse autour de lui).
amalgamation diş. 1. Karışım. 2. Karışım yapma, amasseur, euse ad. (Parasını) Yemeyip biriktiren
amalgame er. 1. kim. Malgama, karışım, alaşım, kişi, kirli çıkın,
cıva alaşımı. 2. mec. Acaip bir karma (Un amateurs, ve ad. 1. "Özengen, özenci, amatör (Un
extraordinaire amalgame des gens venus de tous les sport d'amateurs. Une équipe amateur). 2.
horizons). Hevesli, meraklı; seven (Un amateur qui
amalgamer gçl. Karışım yapmak; birleştirmek; barbouille les toiles le dimanche. Les amateurs
karmak, karıştırmak (Mirabeau amalgamait dans d'art).
sa parole sa passion personnelle et la passion de amateurisme er. 1. "Özengenlik, amatörlük. 2.
tous). § S'amalgamer: Birbirine karışmak, Heveslilik, meraklılık.
birleşmek. amatir gçl. Donuklaştırmak,
aman er. Aman. § Demander l'aman: Aman amaurose diş. hek. Bakarkörlük.
dilemek, amazone diş. 1. Amazon. 2. Uzun ve bol etek. §
amandaie diş. Bademlik. Monter en amazone: (Ata) iki ayağını aynı yana
amande diş. 1. Badem. 2. Çekirdek içi, iç (Amande çevirerek binmek, yan binmek,
de l'abricot). ambages diş. ç. Kaçamaklı söz. Dolambaçlı söz. §
amandé,e s. 1. Bademli 2. er. Badem sübyesi. Sans ambages: Kaçamaksız, kem küm etmeden
amandier er. bitb. Bademağacı. (Parler sans ambages).
amandine dy. Badem peltesi, ambassade diş. 1. Büyükelçilik (Ambassade de
amanite diş. bitb. Bir tür mantar, Turquie à Paris). 2. Elçilik görevi, elçilik. 3.
amant,e ad. 1. Sevgili; seven, sevilen (Un amant Elçilik binası. 4. mec. Aracı, elçi. 5. Temsilcilik,
fait sa cour où s'attache son cœur). 2. Dost, oynaş aracılık,elçilik (Ils sont allés en ambassade chez le
(Elle a pris un amant). 3. (Eskiden) "Âşık, directeur).
tutkun. 4. mec. °Âşık, vurgun, tutkun (Amant de ambassadeur er. 1. Büyükelçi. 2. Arabulucu, aracı,
la liberté). elçi. 3. Temsilci,
amarantacées diş. ç. bitb. Horozibiğigiller. ambassadrice diş. 1. Büyükelçi karısı. 2. Kadın
amarante diş. 1. bitb. Horozibiği. 2. .y. Mor kırmızı. büyükelçi. 3. Bir görev yüklenmiş kadın, temsilci,
amarescent,e s. Acımtrak. elçi (Les ambassadrices de la mode française).
amarinergç/. 1. Denize yada denizciliğe alıştırmak. ambiance diş. 1. Çevre, "muhit. 2. mec. Hava,
2. (Ele geçirilen bir gemi için) Gemiciler koymak. ortam (La réunion s'est passée dans une ambiance
amarrage er. Palamara bağlama, palamarlama. charmante).
amarre diş. Palamar (Larguer les amarres). ambiant,es. Çevreleyen, etraftaki, çevredeki (Ilest
amarrer gçl. 1. Palamarla bağlamak, difficile de résister à l'influence ambiante, La
palamarlamak (Amarrer un navire à quai). 2. température ambiante est très douce).
Bağlamak (Amarrer solidement une malle sur la ambidextre s. Sol elini de sağ eli gibi kullanabilen.
galerie de la voiture). *iki sağlı, "iki eli uz.
amaryllidacées, amaryllidées diş. ç. bitb. ambigu er. 1. Çeşitli soğuk yemekler sofrası. 2.
Nergiszambağıgiller, güzelhatunçiçeğigiller. Değişik yapıdaki şeylerin karışımı. § Ambigu
amaryllis^. Nergiszambağı,güzelhatunçiçeği. comique: Çeşitli türlerden oluşmuş sahne oyunu,
amas er. 1. Küme, yığın, birikinti (Un amas de ambigu,ë s. Bir kaç anlama çekilebilen, anlamı
ruines. Ilya sur le bureau un amas de paperasses). belirsiz, anlaşılmaz, kapalı (Il m'a répondu en
2. Bir sürü, birçok (Débiter un amas de sottises). 3. termes ambigus).
mec. Kumkuma. 4. gökb. Yıldız kümesi, ambiguïté diş. Anlaşılmazlık, birkaç anlama
amassement er. Toplama, biriktirme, yığma; çekilebilirlik, anlam belirsizliği (Parlez sans
toplanma, birikme, yığılma, ambiguïté. L'ambiguïté de sa réponse nous a
amasser gçl. 1. Toplamak, biriktirmek, yığın laissés perplexes).
yapmak (Amasser des papiers). 2. Üst üste ambisexué,e;ambisexuel, les. ruhb. tkicinsli.
yığmak (Amasser des livres). 3. Biriktirmek, bir ambisexualité diş. ruhb. İkicinslilik.
kenara koymak (Amasser des provisions). 4. ambitieusement bel. Gözü yükseklerde olarak;
ambitieux 68 aménageur

tutkuluca, özenişle, doymazlıkla, Cadavre ambulant: Canlı cenaze,


ambitieux, euse s. ve ad. 1. Gözü yükseklerde (Une ambulatoire s. 1. Belli bir yeri olmayan, yer
femme ambitieuse. Cet ambitieux a tout sacrifié değiştiren, gezgin. 2. Kesin, belli bir kuralı
pour de vains honneurs). 2. (Bir şeyde) Gözü olmayan, oynak. 3. mec. Değişen, değişken,
olan, tutkulu, "ihtiraslı, gözü doymaz. 3. mec. âme diş. 1. Tin, "ruh (Croire en l'immortalité de
Özenişli, gösterişli, iddialı (Il faut renoncer à cet l'âme). 2. Nüfus, kişi (Un village de trois cents
ambitieux projet). âmes). 3. Can (Rendre son âme). 4. Gönül (Avoir
ambition diş. 1. özeniş; tutku, "ihtiras (Un homme une âme généreuse. Chacun peut à son choix
sans ambition. Il manque d'ambition). 2.-de gözü disposer de son âme). S. Temel direk (Etre l'âme
olma,tek istek(Toute son ambition est de gagner d'un parti). 6. Duygu, duyarlık (Un homme sans
les élections). 3. Büyük heves, tutku (L'ambition âme). 7. (Keman ve benzerlerinde) Köprü direği.
littéraire. Les magnifiques ambitions font faire les 8. Boşluk, iç (L'âme d'uncanon, d'un soufflet). 9.
grandes choses). S N'avoir d'autre ambition que Orta, orta bölüm (L'âme d'un rail, d'un
de f.qch: -mekten başka bir şeyde gözü olmamak conducteur électrique). § Ame qui vive: İn cin, hiç
(Il n'a d'autre ambition que de réaliser ses projets). kimse (Je n'ai pas rencontré âme qui vive). Avec
ambitionner gçl. 1. -de gözü olmak; -i çok istemek âme: İçten, duyarak (Chanter avec âme). Corpset
(Ambitionner les honneurs. Il ambitionne une âme: Büsbütün, canla başla, tüm varlığıyla (ilse
nomination au Conseil d'Etat). 2. Ambitionner de livra à cette tâche corps et âme). Etat d'âme: Ruh
f.qch: -meyi çok istemek (La duchesse à qui on hali. En son âme et conscience: Ruhuyla,
ambitionnait de plaire). vicdamyla. Etre l'âme damnée de qn: Biri için
ambivalence diş. ruhb. 1. Karşıt anlamlı iki uğursuz olmak; kara kedi olmak. La mort dans
bileşenden oluşmuştuk, karşıtlar birliği l'âme: İstemeyerek, içi sızlayarak (II a obéi la
(L'ambivalance affective. Le sentiment du chez soi mort dans l'âme). Avoir l'âme sur les lèvres:
garde une ambivalence profonde). 2. İki yüzle, iki Ölmek üzere olmak. Avoir l'âme chevillée au
görünüm altında ortaya çıkma, görünme corps: Kedi canlı olmak; ölmek bilmemek. Errer
(L'ambivalence de l'histoire). comme une âme en peine: Büyük acılar, sıkıntılar
ambivalente s. 1. Karşıt anlamlı iki bileşenden kaygılar içinde olmak. Rendre l'âme: Ölmek,
oluşmuş. 2. Çift yüzlü, çift görünümlü, iki yanlı, ruhunu teslim etmek,
amble er. Rahvan, rahvan gitme (L'amble est améliorable s. Düzeltilebilir, ıslah edilebilir,
considéré chez le cheval comme une allure améliorante s. Toprağın gücünü, verimini artıran
défectueuse. Sa mule prenait un petit amble (Plantes améliorantes).
sautillant). § Aller l'amble: Rahvan gitmek, amélioration diş. 1. Düzeltme, iyileştirme, ıslah
amblergrc. Rahvan gitmek (Cheval qui amble). etme (L'amélioration d'une situation). 2.
ambleur, euse s. Rahvan, rahvan giden (Cheval Düzeltme, iyileşme (Amélioration de son état de
ambleur, jument ambleuse). santé, de son sort, des rapports entre deux pays, du
ambre er. Amber. 8 Ambre gris: Akamber. Ambre temps).
jaune: Kehribar, améliorer^/. Düzeltmek, iyileştirmek, ıslah etmek
ambré,e s. 1. Akamber kokulu (Eau de Cologne (Améliorer un texte, le rendement d'une terre, son
ambrée. Savon ambré). 2. Kehribar renginde (La état). § S'améliorer: Düzelmek, iyileşmek (Le
transparence ambrée du vin. Visage, teint ambré). climat s'est amélioré ces derniers jours. Son
ambrer gçl. Amber kokusu vermek, caractère ne s'améliore guère).
ambroisie <2$. 1. (Söylencede) Olimpos tanrılarının amen er. Amin. § Dire amen à qch: -e amin demek,
yemeği, ambrozia. 2. mec. Çok lezzetli yemek, eyvallah demek (Il ne sait que dire amen à tout ce
ambulance^. 1. Gezgincilik. 2. Gezgin hastane qui est proposé).
yada iğreti hastane. 3. Hasta arabası (Appelez aménagement er. 1. Düzenleme, yoluna koyma
l'ambulance). (J'ai été voir les nouveaux aménagements du
ambulancier,1ère is. 1. (Eski) Gezgin hastane musée. Aménagement d'une usine, d'un
görevlisi. 2. Hasta arabası sürücüsü, territoire). 2. (Ormanda) Kesim düzeni,
ambulant,e s. 1. Gezgin, gezginci, "seyyar aménager gçl. 1. Düzeltmek, düzen vermek,
(Marchant ambulant; hôpital ambulant; düzenlemek, düzene koymak (Aménager un
comédiens, musiciens ambulants; vente appartement, une chambre). 2. (Ormanda) Kesim
ambulante). 2. er. Posta vagonlarında çalışan düzenlemek,
mektup, paket v.b. ayıran P.T.T. memuru. § aménageur, euse ati. Düzenleyici, düzenlemeci.

I
amendable 69 ameublement

amendable s. İyileştirilebilir, verimli kılınabilir göstermek (Chaque jour qui s'écoule amenuise
(Terre amendable). les chances de réussite). 2. İnceltmek (Amenuiser
amende diş. 1. Para cezası (Payer une amende. Il a une planche). § S'amenuiser: Azalmak; düşmek
été condamné à 300 francs d'amende). 2. Ceza. § (L'espoir de le retrouver vivant s'amenuise peu à
Amende honorable: Herkes önünde suçunu itiraf peu. La valeur des immeubles s'amenuise).
etme, suçlu olduğunu açıkça kabul etme. Etre mis amer,ère s. 1. Acı (Prunes amères. J'ai la bouche
à l'amende: Cezaya çarptırılmak. Faire amende arrière). 2 .mec. Acı (Paroles amères. Laréalitéest
honorable: Suçlu olduğunu kabul etmek, özür arrière). 3. er. Acı madde. 4. er. (Kimi
dilemek (Elle s'abaissa jusqu'à lui faire, en ma hayvanlarda) Öd kesesi. 5. er. den. Kıyıda sabit
présence, amende honorable). işaret noktası. § L'onde amère: mec. Deniz,
amendement er. 1. (Toprak için) Verimini artırma, amèrement bel. Acı acı; acı bir biçimde (Pleurer
iyileştirme. 2. Düzeltme, ıslah etme. 3. Eksik ve amèrement sur sa jeunesse perdue. Il se plaint
yanlışlarını giderme, düzeltme. 4. Değişiklik amèrement de votre silence).
yapma. 5. Değişiklik önerisi, américain,e 1. s. Amerikalı, amerikan (Les
amender gçl. 1. Verimini artırmak, iyileştirmek touristes américains sont venus enfouie). 2. ad.
(Amender un territoire). 2. Düzeltmek, ıslah Amerikalı (Les Américains du Sud, du Nord). 3.
etmek (La prison ne l'a guère amendé). 3. Eksik ve er. Amerikanca (L'américain se distingue de
yanlışlarını gidermek, düzeltmek (Amender un l'anglais par son système phonétique). § Avoir
texte, une traduction). 4. Değişiklik yapmak, l'œil américain: Gözü açık olmak, fırsatçı olmak,
düzeltmek (Amender une loi, un projet). § américanisation diş. Amerikanlaştırma;
S'amender: Durumu iyileşmek, düzelmek, yola amerikanlaşma.
gelmek (Cet élève dissipé et paresseux s'est américaniser gçl. Amerikalılaştırmak,
sérieusement amendé). amerikanlaştırmak (L'influence économique des
amène s. Tatlı, sevimli, cana yakın (Des propos Etats-Unis américanise les grandes villes
amènes). européennes). § S'américaniser:
amener gçl. 1. Götürmek (Je vous amènerai ce soir Amerikanlaşmak (Un monde qui s'américanise
au cinéma). 2. Taşımak, nakletmek (Le taxi vous de jour en jour).
amènera directement à la gare. Le train amène le américanisme er. 1. Amerikan tutumu,
charbon à Paris). 3. Getirmek (Amène le journal amerikanlık. 2. Amerikan hayranlığı (Le monde
que j'ai laissé dans le bureau). 4. İndirmek marche vers une sorte d'américanisme). 3.
(Amener lepavillon. Amener une embarcation à la Amerikan deyimi, konuşma biçimi,
mer). 5. Doğurmak, yaratmak, neden olmak (La américaniste s. ve ad. 1. Amerikancı. 2.
vitesse des voitures et la maladresse des Amerikanbilimci.
conducteurs amènent de nombreux accidents). 6. amérindien,ne s. Amerika yerlilerine değgin,
Amener qn àf. qch: Birini -meye itmek, götürmek kızılderililere değgin (Langues amérindiennes).
(Les circonstances nouvelles ont amené le amerlo[t), amertoque ad. argo Amerikalı,
gouvernement à prendre d'autres mesures). 7. amerrir gsz. (Deniz uçakları için) Denize inmek
Amener qn à qch: Birini bir şeye götürmek, (Les hydravions pouvaient amerrir sur l'étang de
vardırmak, eriştirmek (Amener un homme à un Berre).
but). 8. Amener qch sur qch: Bir şeyi... üzerine amerrissage er. Denize inme (L'avion fut contraint
çevirmek, getirmek (Amener la conversation sur à un amerrissage forcé).
l'économie, sur la politique). 9. Etre amené à qch: amertume diş. 1. Acılık (Mettez davantage de sucre
Bir şeye varmak, erişmek (La technique a été pour atténuer l'amertume du café). 2. Acı, üzüntü
amenée à un haut degré de perfectionnement). § (Cette séparation lui causa une grande amertume).
S'amener: hlk. Gelmek (Il s'est amené très tard à la améthyste diş. yerb. Ametist. Mor renkli değerli bir
réunion). taş (Et, montrant l'anneau d'évêque: c'est une
aménité diş. Tatlılık, sevimlilik, cana yakınlık (Il améthyste de Hongrie).
traitait ses subordonnés sans aménité). amétrope s. Görme bozukluğu olan.
aménorrhée diş. (Kadınlarda) Âdetten kesilme, amétropie diş. Görme bozukluğu,
âdet görmeme, ameublement er. Döşeme takımı, döşeme, mobilya
amenuisement er. Azalma, küçülme (Un divan et des coussins qui traînaient à terre
(Amenuisement du rendement). composaient tout l'ameublement de cette
amenuiser gçl. 1. Azaltmak, düşürmek, küçük chambre).
ameublir 70 amodier

ameublir gçl. 1. (Toprağı) Kabartıp yumuşatmak. couteau, une planche). 2. İnce göstermek (Cette
2. huk. (Taşınmaz malları) Taşınır sayıp karı koca robe l'amincit). § S'amincir: İncelmek,
ortaklığına almak, amincissement er. İnceltme; incelme,
ameublissement er. 1. (Toprağı) Kabartıp amiral er. 1. Amiral. 2. s. Amirale değgin (Vaisseau
yumuşatma. 2. (Taşınmaz malları) Taşınır sayıp amiral. La frégate amirale).
karı koca ortaklığına alma. amirauté diş. 1. Amirallik. 2. Donanma yüksek
ameuter gçl. 1. (Avcılıkta köpekleri) Toplayıp yönetimi. 3. Deniz mahkemesi,
düzenlemek. 2. mec. Kışkırtmak, ayaklandırmak amitié diş. 1. Dostluk ; ahbaplık (Ils ont lié entre eux
(On ameute la foule). 3. Ayağa kaldırmak (II une solide amitié). 2. Sevgi. 3. İlgi. 4. ç. Gönül
ameutait tout le voisinage par ses querelles okşama, sevgi gösterisi (Il nous a fait mille
continuelles). 4. Ameuter qn contre qch: Birini -e amitiés). 5. Selam, dostluklar (Faites-lui toutes
karşı ayaklandırmak, kışkırtmak (On ameutait le ' mes amitiés: Ona selamlarımı söyle, dostluklarımı
peuple contre les accapareurs). § S'ameuter: 1. ilet). § Faire à qn l'amitié de f. qch: Birine -mek
Ayaklanmak, başkaldırmak. 2. § S'ameuter dostluğunu göstermek (J'espère que vous nous
contre qch: -e karşı ayaklanmak, ferez l'amitié de venir. Faites-nous l'amitié de venir
ami,e ad. 1. Dost, ahbap (Il vient en ami, non en dîner à la maison). Prendre qn en amitié: Birini
adversaire). 2. diş. Sevilen kadın, sevgili (Il a une kendisine dost edinmek, dost seçmek, dostu
petite amie). 3. s. ve ad. Dost, seven, bağlı (Les olarak görmek (Le directeur de l'école l'a pris en
peuples amis. Il a été aidé par une main amie. Il est amitié et s'efforce de l'encourager). Se lier d'amitié
agréable dese trouver au milieu des visages amis. Il avec qn: -ile dostluk kurmak, dost olmak,
est ami de la précision). 4. s. Uygun, elverişli (Un amitose diş. biy. Amitoz, kromozom oluşması
vent ami). § Ami de la faveur, ami de la fortune: tyi gerçekleşmeden çekirdeğin ve stoplazmanın
gün dostu. Etre ami avec: -ile dost olmak, arası ikiye bölünmesi; doğrudan doğruya bölünme,
çok iyi olmak. Etre ami de qch: Bir şeyi çok ammoniac, aque 1. diş. Amonyak. 2.s. Amonyaklı;
sevmek: -e düşkün olmak ( C'est un ami sincère de amonyaka değgin (Sel ammoniac, gomme
la justice). ammoniaque).
amiable s. 1. (Eskiden) Hoşa giden, hoş. 2. Barış ammoniacale s. Amonyak gibi, amonyakı
yoluyla, uzlaşmayla yapılan, uzlaşmalı (Un andıran; amonyaklı; amonyaka değgin (Odeur
partage amiable). § A l'amiable: Gönül ammoniacale. Sels ammoniacaux).
hoşluğuyla, karşılıklı anlaşarak, uzlaşarak, ammonium er. kim. Amonyum,
"dostane (Un arrangement à l'amiable serait amnésie diş. Bellek yitimi,
préférable). amnésique s. ve ad. Belleğini yitirmiş, bellek
amiablement bel. Gönül hoşluğuyla, uzlaşarak, yitimine uğramış (Il est devenu amnésique à la
anlaşarak. suite d'un accident. Un amnésique).
amiante er. Amyant, taşpamuğu, yanmaz taş. amnistiable s. Genel aftan yararlanabilir,
amibe diş. hayb. Amip. affedilebilir (Crime amnistiable).
amibien, ne 1. s. Amipli (Dysenterie amibienne). 2. amnistie huk. 1. (Belli bir suç türü için yapılan)
er. ç. Amipler, Genel af, genel bağışlama. 2. Af, bağışlama,
amical,e s. 1. Dostça (Je lui fis quelques reproches amnistier gçl. 1. (Belli bir suç türünde) Genel af
amicaux. Relations amicales), 2. Dostluğa çıkarmak, genel bağışlama yapmak (Amnistier les
değgin, dostlukla ilgili, faits de collaboration avec l'ennemi). 2.
amicalement bel. Dostça (lia répondu amicalement Bağışlamak, affetmek,
à mes demandes). amocher gçl. hlk. 1. Bozmak, berbat etmek (Un
amidon er. Nişasta, kola (Empeser à l'amidon. coup de poing lui avait amoché la figure). 2.
L'amidon est utilisé pour empeser le linge). Yaralamak (Il s'est fait bien amocher dans un
amidonnage er. Kolalama (L'amidonnage des accident). 3. Çirkinleştirmek. § S'amocher:
chemises). Çirkinleşmek (Elle s'est bien amochée).
amidonner gçl. Kolalamak (La blanchisseuse amodiataire ad. (Bir araziyi) Kiralayan, kira ile
amidonne les cols de chemise). tutan, kiracı,
amidonnerie diş. Nişasta fabrikası, amodiateur, trice ad. (Bir araziyi) Kiraya veren,
amidonnier, ère s. ve ad: 1. Nişastaya değgin. 2. amodiation diş. 1. Kiraya verme. 2. Kiralama,
Nişastacı. kiraya tutma,
amincir gçl. 1. İnceltmek (Amincir la lame d'un amodier gçl. Kiraya vermek; kiraya tutmak,
amoindrir 71 amour

kiralamak (Amodier une terre, une mine). alıştırmak (Amorcer une pompe, un siphon). 5.
amoindrir gf/. 1. Azaltmak (Amoindrir la force, la mec. Girişmek, başlamak (Amorcer une
valeur, l'importance. Cette maladie a amoindri sa conversation, une négociation). 6. mec. Kendine
résistance physique). 2. Küçültmek (Cela va çekmek, tavlamak (Unefemme qui sait les moyens
amoindrir le volume de ses activités). d'amorcer les gens). § S'amorcer: Başlamak (Une
amoindrissement er. 1. Azalma, düşme très dure montée s'amorce à la sortie du village).
(Amoindrissement des facultés). 2. Küçülme amorceur,euse s. Tavlayıcı.
(Amoindrissement de territoire). amorçoir er. 1. Burgu. 2. (Balıkçılıkta) Yemleme
amok er. Amok, öldürme delisi, takımı.
amollir gçl. 1. Yumuşatmak, gevşetmek (La amoroso bel. müz. İçli bir biçimde; içli içli.
chaleur amollit l'asphalte. L'émotion amollit les amorphes. 1. Biçimi olmayan, biçimsiz (Les roches
jambes). 2. mec. Zayıflatmak, güçsüzleştirmek volcaniques dites vitreuses sont amorphes). 2 .s. ve
(Amollir les gens par la volupté). § S'amollir: ad. Gevşek, istemsiz, kişiliksiz, silik (Les
Yumuşamak, gevşemek; zayıflamak (Sa volonté amorphes ne sont pas une voix, mais un écho. C'est
s'était amollie avec l'âge). un garçon bien gentil, mais qui reste amorphe en
amollissante s. Gevşetici, yumuşatıcı (Un climat classe).
amollissant). amortir gçl. 1. Etkisini, gücünü, hızını kesmek (Les
amollissement er. 1. Yumuşama, gevşeme. 2. tampons destinés à amortir un choc. Il est tombé
Yumuşatma, gevşetme, sur un massif qui a amorti sa chute). 2. Azaltmak,
amomeer. Kakule. zayıflatmak, yatıştırmak (Le tapis amortit le bruit
amonceler gçl. Yığmak, biriktirmek (Amonceler les des pas. La sympathie de ses amis amortit un peu la
bottes de paille dans la grange. Amonceler des douleur que lui causa cette mauvaise nouvelle). 3.
documents). § S'amonceler: Yığılmak, birikmek fiz. mat. Sönümlemek (Amortir une oscillation).
(Les nuages s'amoncelaient. Les preuves 4. Ödemek (Amortir une dette). S. Verdiği parayı
s'amoncellent). çıkarmak (Vous amortirez rapidement l'achat
amoncellement er. 1. Yığılma, birikme. 2. Üst üste d'une machine à laver en diminuant vos frais de
yığma, biriktirme, blanchissage).
amont er. (Bir akarsuyun) Geldiği yön; yukarısı (En amortissable s. Sönümlenebilir; amorti edilebilir;
allant vers l'amont. La pays d'amont). § En amont: çıkarılabilir (Emprunt amortissable).
Yukarılarda (Allez péchez plus en amont, vous amortissement er. 1. Sönümleme (Amortissement
trouverez des truites). En amont de: Yukansinda d'unedette, d'une voiture). 2. Azaltma, yatıştırma
(Paris est en amont des Andelys sur la Seine). (L'amortissement d'un choc). 3. (Bir yapıda)
amoral,e s. Töredışı, 'ahlakdışı (Les lois de la Tepe sivrisi, alem (Le pinacle sert
nature sont amorales). d'amortissement à un contrefort). 5. Ödenme,
amoralisme er. fels. Töredışılık; töredışıcılık; sona erme (Amortissement d'une dette).
°ahlakdışılık; töretanımazlık, amortisseur er. Makinelerde sarsıntı, gürültü gibi
amorçage er. 1. Yapma, düzenleme, fitilini takma şeyleri azaltmaya yarayan aygıt; 'yumuşatmalık,
(Amorçage d'une cartouche, d'un obus). 2. amour er. 1. Sevi, °aşk, "sevda (Elle lui inspire un
(Tulumbayı işletmek için içine) Su döküp amour violent. Il lui fit sa déclaration d'amour.
alıştırma (L'amorçage d'une pompe). L'amour platonique s'interdit la possession de
amorce diş. 1. (Olta ya da kapan için) Yem (Le l'être aimé). 2. Sevgi (L'amour de la paix, de la
pêcheur mit un ver comme amorce). 2. mec. Yem ' liberté, de la musique). 3. Büyük sevgi, yüce sevgi
(C'est de l'amorce). 3. mec. Çekicilik (Les (L'amour de Dieu). 4. ç. Sevi ilişkisi, gönül işleri,
trompeuses amorces). 4. Başlangıç, ilk adım "aşk maceraları (Se souvenir de ses amours de
(Cette rencontre pourrait être l'amorce d'une jeunesse). S. Sevilen kişi, sevgili (Mon amour,
négociation véritable). 5. Ağızotu, kapsül fitili. 6. notre séparation m'est cruelle). 6. Söylencede
(Yapıcılıkta) Ekleme dişi. seviyi simgeleyen tanrı resmi (De petits amours
amorcer gçl. 1. (Oltaya, kapana) Yem takmak joufflus ornaient le plafond de la salle). § Un
(Amorcer un hameçon). 2. (Balıkları çekmek için amour de: Çok güzel bir... (C'est un amour
suya) Yem dökmek (Le pêcheur amorce la veille d'enfant. Un amour de chapeau). Pour l'amour
dans le trou de la rivière près d'un saule). 3. Fitilini de: Aşkına; başı için (Pour l'amour de Dieu. Ne
takmak (Amorcer une cartouche, un obus). 4. faites pas cela, pour l'amour de vos enfants). Faire
(Tulumbayı işletmek için içine) Su döküp l'amour: Cinsel ilişkide bulunmak, aşk yapmak.
amouracher 72 amputation

Filer le parfait amour: Gül gibi geçinmek, amphithéâtre er. Anfiteatr, basamaklı tiyatro,
kavgasız dövüşsüz bir arada yaşamak, amphitryon er. (Yemeğe çağrılana göre) Ev sahibi,
amouracher (s'): tkz. Gönlünü kaptırmak, amphore diş. Anfor, iki kulplu, dibi sivri, dar
tutulmak, vurulmak. § S'amouracher de qn: boyunlu, karnı geniş testi,
Birine gönlünü kaptırmak, tutulmak (Il s'est ample s. 1. Geniş, bol (Une jupe ample). 2. Gür
amouraché d'une actrice, de sa secrétaire). (Une voix ample). 3. mec. Uzun, çok uzatılmış
amourette diş. I. Geigeç sevi, geçici aşk ( Une jeune (Un discours ample).
fille qui n'ait pas eu déjà une amourette amplement bel. 1. Bol bol (C'est amplement
quelconque, en tout bien tout honneur). 2. diş. ç. suffisant). 2. Rahat rahat (Il gagne amplement sa
Kimi yemeklere süs için katılan koyun yada dana vie). 3. Uzun uzun, uzun uzadıya (Je vous écrirai
omuriliği. 3. hlk. Inciçiçeği. § Bois d'amourette: amplement la prochaine fois).
Amberağacı tahtası, ampleur 1. Genişlik, bolluk. 2. (Seste) Gürlük.
amoureusement bel. Sevi ile, aşk ile, severek, 3. Uzunluk. 4. mec. Yoğunluk, şiddet (La
tutkuyla (Il regarde amoureusement sa fiancée). manifestation a pris de l'ampleur. L'ampleur d'un
amoureux,euse s. 1. Sevili, tutkun, vurgun, désastre).
"sevdalı, "âşık (Il est follement amoureux d'une ampliatif, ive s. Genişletici, tamamlayıcı, geliştirici
jeune fille). 2. Seviye özgü, seviye değgin (La vie (Mémoire ampliative. Acte ampliatif).
amoureuse de X.) 3. Amoureux de: -e tutkun, ampliation diş. Genişletme, tamamlama,
düşkün, çok seven (Il est amoureux de la gloire). § geliştirme.
Pinceau amoureux: Yumuşak boya fırçası. Terre amplifiant,e s. Büyük gösteren, büyülten
amoureuse: Sürülüp gübrelenmiş toprak. (Induction amplifiante).
Tomber amoureux de qn: Birine tutulmak, amplificateur, trice ad. 1. Bir şeyi büyülten, abartan
vurulmak, âşık olmak (Il est tombé amoureux kişi. 2. er. *Yükselteç, amplifikatör, sesi
d'une ballerine). büyülten, gürleştiren aygıt. 3. mec. Yansıtıcı (Le
amour-propre er. Özsaygı, "izzetinefis (Une regret est un amplificateur du désir).
blessure d'amour-propre. Il n'aucun amour- amplification diş. 1, Genişletme, büyültme (On a
propre et se moque de l'opinion d'autrui). noté cette année-là une amplification des
amovibilité diş. Yerinden oynatılabilme; işinden, mouvements revendicatifs). 2. mec. Abartma,
görevinden çıkarılabilme. şişirme. 3. fiz. Büyük gösterme, büyültme,
amovible s. 1. Yerinden oynatılabilir, yerinden yükseltme.
çıkarılabilir (La doublure amovible d'un amplifier gçl. 1. Büyültmek, genişletmek,
imperméable. La jante amovible d'une roue). 2. oylumunu artırmak (Il faut amplifier les échanges
Görevinden alınabilir, işinden çıkarılabilir (Les commerciaux entre nos deux pays). 2. mec.
titulaires de leur emploi ne sont pas amovibles). Abartmak, şişirmek (Les journaux ont amplifié le
ampéiidacées diş. ç. bitb. Asmagiller, scandale). 3. fiz. Büyük göstermek, büyültmek;
ampéliographie diş. Bağcılık bilgisi, yükseltmek. § S'amplifier: Büyümek,
ampire er. fiz. Amper, genişlemek (Les oscillations s'amplifièrent).
ampère-heure er. fiz. Amper-saat. amplitude diş. I. Büyük genişlik, büyük ayrım,
ampèremètre er. fiz. Ampermetre, enginlik (L'amplitude des températures peut être
amphibies, ve ad. 1. hayb. bitb. İki yaşayışlı. Hem considérable dans le désert). 2. mat. fiz. Genişlik
karada hem suda yaşayabilen (La grenouille est derecesi, genlik,
amphibie). 2. mec. Karalı-denizli, hem karada ampoule diş. 1. (Deride) İçi su dolu kabartı,
hem denizde yapılan, kullanılan (Opération kabarcık (Se faire des ampoules aux mains en
militaire amphibie. Une voiture amphibie). bêchant son jardin). 2. anat. Kabarcık. 3. İlaç
amphibiens er. ç. Kurbağagiller. koymaya özgü karnı şiş ufak şişe. 4. Ampul
amphibole diş. yerb. 1. Amfibol. 2. s. Belirsiz, (Changer une ampoule qui n'allume pas). S. hlk.
niteliği iyici belirmemiş (Stade amphibole d'une Gözyaşı (Mes ampoules vont déborder).
fièvre). ampoulé,es. Şişirme, tumturaklı (Tenir un discours
amphibologie diş. mant. İkizanlam, ikizlik. ampoulé).
amphibologiques. İkizanlamlı, ikizli, a m p u t a t i o n h e k . l.Orgamkesipçikarma.alma,
amphigouri er. Saçma sapan söz, söylev yada yazı. "budamlama (Subir l'amputation d'un bras). 2.
amphigourique s. Saçma sapan, anlaşılmaz, Çıkarma, çıkarıp atma, bir parçasını çıkarıp
karanlık. atma, budama (L'amputation d'un texte trop
amputer 73 anallergique

long). ans). Etre âgé de...ans:... yaşında olmak (Elleest


amputer gçl. 1. hek. (Bir organı) Kesip almak, âgée de cinquante ans). Se moquer de qch comme
"budamlamak (On lui a amputé le bras gauche). 2. de l'an quarante: Aldırmamak, vız gelip tırıs
mec. Şurasını burasını alıp kısaltmak, budamak gitmek (Je m'en moque comme de l'an quarante).
(Amputer un texte, un budget). 3. Amputer qch de Bon an mal an: Üst üste, genel olarak, ortalama
qch: Bir şeyden -i çıkarmak, atmak (Il faudra olarak (Bon an mal an, le bénéfice est satisfaisant).
amputer de quelques lignes la fin du troisième ana er. Bir yazarın düşüncelerinden, güzel
chapitre). § Etre amputé de: 1. -si çıkarılmak (La sözlerinden seçmeler; bir yazarın yaşamına
pièce a été amputée de plusieurs scènes). 2. -den değgin küçük öyküler kitapçığı. Güzel sözler
yoksun kalmak, yoksun bırakılmak (Il est amputé dergisi.
du plaisir de crier). anacarde er. Amerikanelması yada maun elması
amulette diş. Muska, nazarlık, kötülükleri denilen meyve,
uzaklaştırmak için taşınan şey (II porte en anacardier er. Amerikanelması ağacı,
breloque une amulette arabe). anachorète er. I. Yalnızlığa çekilmiş din adamı,
amunitionner gçl. (Bir şeyin) Savaş gereçlerini keşiş, karabaş. 2. mec. Dünyadan el etek çekmiş,
sağlamak, *gereçlendirmek. yalnızlığa çekilmiş kişi, "çekilgin (Mener une vie
amusant,e s. 1. Eğlenceli, hoş (Je vais vous montrer d'anachorète).
un jeu amusant). 2. Eğlendirici (C'est un convive anachorétique i. Keşişliğe değgin, yalnız yaşama
amusant qui a toujours des anecdotes à raconter). değgin (Une vie anachorétique).
3. er. İşin eğlenceli yanı (L'amusant de l'histoire, anachronique s. 1. Tarihe aykırı. 2. Çağa uymaz,
de l'affaire...). çağdışı, "çağaşımsal (Ses opinions sont
amuse-gueule er. Çerez; içkinin yanında yenen anachroniques).
kuruyemiş, kuru pasta gibi şeyler, anachronisme er. 1. Tarihe aykırılık, tarih
amusement er. Eğlenme, eğlence (Les cartes sont bakımından terslik (Par un anachronisme
pour lui un amusement). volontaire, Scarron fit porter des hallebardes aux
amuser gçl. 1. Eğlendirmek (Amuser les enfants). 2. Troyerts de l'Antiquité). 2. Çağa uymazlık,
Oyalamak, atlatmak, aldatmak (N'essayezpas de "çağaşım; çağdışıhk (Exclure le cinéma du
nous amuser, il nous faut une réponse nette. Il domaine de l'art est un anachronisme).
amuse l'auditoire pour gagner du temps). 3. anacoluthe diş. Bir tümcenin başı ile sonu arasında
Avutmak. § S'amuser: 1. Eğlenmek (Nous nous kuruluş ayrılığı bulunması, "kovuşturmazhk.
sommes beaucoup amusés à ce spectacle). 2. anaconda er. hayb. Amerika boa yılanı,
Oyalanmak (Ne vous amusez pas en chemin, anacréontique s. Yunan ozanı Anakreon'un
revenez au plus vite). 3. S'amuser avec: -ile tarzında hafif ve ince (şiir),
oynamak, eğlenmek (Le chat s'amuse avec la anaérobie s. ve er. 1. Havasız yerde yetişip
souris). 4. S'amuser & qch, à f.qch: -ile eğlenmek, yaşayabilen (Micro-organismes anaérobies) 2.
-erek eğlenmek (Les enfants s'amusent à lancer la (Uzayda) Havasız yerde çalışabilen (Fusée
balle contre le mur). 5. S'amuser de qn: Biriyle anaérobie).
eğlenmek, alay etmek (Il s'amuse de nous). anaérobiose diş. Havasız yaşayabilme; havasız
amusette diş. Küçük eğlence, oyuncak (Ce n'est yaşam.
qu 'une amusette). anagogie diş. (Kutsal betikleri) Gizemcilik
amuseur,euse ad. Eğlendirici, oyalayıcı (On peut bakımından yorumlama,
dire qu'il est auteur de comédie, c'est tout au plus anagramme diş. ed. 1. Evirmece. 2. Çevrik sözcük
un amuseur). (Marie-Aimer)
amygdale^. Bademcik (Etre opéré des amygdales. anal,e s. anat. Anüse değgin, makata değgin,
Faire enlever les amygdales à son fils). analecta, analectes er. ç. Seçme yazılar, seçmeler,
amygdalite diş. hek. Bademcik yangısı, *seçki.
amylacé,e s. Nışastamsı, nişastah. analepsie diş. hek. Hastalık sonrası güçlenme,
an er. 1. Yıl (Le travail durera trois ans). 2. Yaş (J'ai yeniden eski gücünü bulma,
30 ans). 3. ç. Yaşlılık, ihtiyarlık (Subir l'injure des analeptiques. Güçlendirici,
ans: İhtiyarlığın kahrına uğramak). 4. Ömür analgésie diş. hek. Acı yitimi,
(Mourir dans la fleur de ses ans: Ömrünün analgésique s. 1. Acı yitirici, ağrıkesici. 2. Acı
baharında ölmek). § Le jour de l'an: Yılbaşı. duymaz. 3. ad. Acı yitirici madde; ağrıkesici.
Avoir... ans: ...yaşında olmak (Mon père a 60 anallergique s. Alerji yapmayan (Crème de beauté
analogie 74 ancestral

anallergique). anaphrodisiaques). 2. er. Cinsel isteksizliğe yol


analogie diş. 1. Andırış, andırışma, andırma, açan madde, ilâç (Les anaphrodisiaques).
benzeşim, benzerlik (Les deux organisations anaphrodisie diş. Cinsel isteksizlik, cinsel isteğin
présentent une analogie de structure. Il n'y a azalması yada yok olması,
aucune analogie entre ces deux situations). 2. anaphylactique s. Alerjiye değgin (Un état
Örnekseme (La plupart des mots nouveaux anaphylactique).
s'introduisent à l'aide de l'analogie). § Par anaphylaxierfi;. (Organizmada kimi maddeler için)
analogie: huk. Örnekleme yoluyla, kıyas yoluyla, Aşırı duyarlık, alerji,
kıyasen < Cette disposition s'applique par analogie anarchie diş. 1. Başsızlık, "baştanımazlık, "anarşi
à ce délit). (Après la fin des hostilités, le pays connut une
analogique s. Örneksemeli (Dictionnaire période d'anarchie). 2. Kargaşa, kargaşalık,
analogique). * düzensizlik (Du fait de la faiblesse du pouvoir
analogiquement bel. Örnekseme yoluyla, central, les régions les plus éloignées sombrèrent
analogisme er. mant. Örneksemeye dayanan dans l'anarchie).
uslamlama. anarchique s. Başsız, düzensiz, kargaşalı (L'état
analogues. 1. Andıran, andırır, benzer, benzeşen anarchique d'un pays. Vivre d'une manière
(La vraie musique suggère des idées analogues anarchique).
dans des cerveaux différents). 2. Analogue à: -e anarchisme er. 1. Baştanımazlık. 2. Kargaşacılık.
benzer, -i andırır (Une mélancolie analogue au anarchiste ad. 1. Baştanımaz; baştanımazlık
remords). 3. er. Karşılık (Ce terme n'a point yanlısı. 2. Kargaşacı,
d'analogue en français). anasarque diş. (Damarlardan dokulara) Susızımı.
analphabète s. ve ad. Okuma yazması olmayan, anastomose diş. anat. (Damarlarda) Ağızlaşma,
"okumaz-yazmaz, *abecesiz. anastomoser (s') gsz. (Damarlarda) Ağızlaşmak;
analphabétisme er. "Okumaz-yazmazlık, ağızlanmak.
•abecesizlik. anathématiser gçl. 1. Aforoz etmek,
analysable s. Çözümlenebilir, toplumdışılamak. 2. mec. İler tutar yerini
analyse diş. 1. Çözümleme (L'analyse d'un bırakmamak,
composé cihimique). 2. inceleme (Analyse des anathème er. 1. Aforoz (Prononcer un anathème,
pensées, des sentiments, d'un texte). 3. Muayene, frapper d'un anathème). 2. Saldın, büyük eleştiri
tahlil (Analyse du sang, des urines). 4. (Jeter l'anathème contre les doctrines nouvelles. Il
Ruhçözümüyle tedavi (Etre en cours d'analyse). § brandit sans cesse l'anathème contre ses
En dernière analyse: Aslında, özünde; son adversaires politiques). 3. Aforoz edilmiş kişi,
çözümde (En dernière analyse, son attitude reste la toplumdışılanmış.
même, malgré des modifications de détail). anatidés er. ç. hayb. Ördekgiller.
analyser gçl. 1. Çözümlemek (Il analyse tout ce qu'il anatocisme er. Faize faiz yürütme, 'bileşik ürem.
éprouve). 2. İncelemek (Analyser un roman, anatomie diş. 1. "Örgenbilim, 'anatomi. 2. (Bitki
l'eau d'une source). 3. Muayene etmek, tahlil yada bir hayvanın örgenlerini) Açımlama. 3. Bir
etmek (Analyser le sang d'un malade). vücut üyesinin mumdan yada alçıdan yapılmış
analyste er. Ruhçözümü yapan kişi; çözümlemeci, örneği, yapma örnek (Les anatomies en cire
çözümcü (En exact analyste, j'avais cru bien colorée). 4. mec. (Bir konuyu) Açımlama;
connaître le fond de mon cœur). derinliğine inceleme. 5. Vücudun dış görünümü,
analytiques. 1. Çözümsel; çözümcü, çözümleyici vücut yapısı (Avoir une belle anatomie).
(Un esprit analytique s'oppose à un esprit de anatomique s. Örgenbilime değgin,
synthèse). 2. Çözümlü, "örgenbilimsel; örgen yapısı bakımından
analytiquemenet bel. Çözümleme yoluyla, (Description anatomique du corps humain. Etude
anamnèse diş. Bir hastanın geçmişi üzerine anatomique de l'oursin).
anlattıkları; hastalık öyküsü, anatomisergçl. Açımlamak, derinliğine incelemek,
ananas er. bitb. Ananas. anatomiste ad. 1. Örgenbilimci. 2. mec. Dikkatli
anaphore diş. Bir etki sağlamak için, bir sözcüğün, inceleyici, derin incelemeci,
tümcenin çeşitli öğeleri başında yinelenmesi-, anavenin er. Yılan ağısına karşı aşı.
"önyineiem. ancestral,e s. Atalara değgin, atalardan kalma
anaphrodisiaque s. 1. Cinsel isteksizliğe değgin; (Dans son pays, les familles ont gardé les moeurs
cinsel isteksizlik yaratan (Substances ancestrales).
ancêtre 75 anecdote

ancêtre er. 1. Ata, dede (Nos deux familles sont andantino bel. müz. Andantino,
apparentées, nous avons un ancêtre commun). 2. andouille diş. 1. Bir çeşit domuz sucuğu. 2. hlk.
Baba, ata, ilk öncü (On considère Lautréamont Budala, dangalak (Espèce d'andouille! fais donc
comme un ancêtre dusurréalisme). 3 .er. ç. Atalar, attention).
dedeler. andouiller er. (Geyik vb. için) Boynuz dalı.
anche diş. (Nefesli çalgılarda) Dil (L'anche d'une andrinople diş. Bir çeşit kırmızı pamuklu bez.
clarinette). androcéphale s. İnsan başlı ( Un taureau
anchois er. Hamsi, hamsi balığı, androcéphale).
anciennes. 1. Eski, eskiden kalma (Livre ancien, androgynes. ve ad. Hem erkeklik hem dişilik organı
famille ancienne. Acheter un meuble ancien chez olan, *erdişi,°hünsa (Hommeandrogyne, femme
un antiquaire). 2. Önceki, eski (L'ancien androgyne).
ministre). 3. Kıdemli (Il est plus ancien que moi androgynie diş. Hem erkeklik hem dişilik organı
dans le métier). 4. ç.ad. Yaşlılar, kıdemliler, olma, *erdişlik, "hünsalık.
ihtiyarlar (Les anciens du village, du régiment. Le andro'ıde er. İnsan biçiminde otomat,
conseil des anciens). 5. ad. ç. İlkçağ insanları; andropause diş. (Erkeklerde) Yaşdönümü.
(özellikle) Yunanlılar, Romalılar (Les anciens andropogon er. İdrisotu.
ont peu connu cette inquiétude secrète). androphobe s. ve ad. 1. İnsandan kaçan. 2.
anciennement bel. Eskiden, vaktiyle, Erkekten kaçan (kadın),
ancienneté diş. 1. Eskilik (L'ancienneté de ces androphobie diş. 1. İnsandan kaçma, insan yılgısı.
structures est attestée par de nombreux 2. Erkekten kaçma,
documents). 2. Kıdem (J'ai vingt ans d'ancienneté âne er. 1. Eşek, 2. mec. Eşek, budala, bilisiz (C'est
dans le métier). § Indemnité d'ancienneté: Kıdem un âne, il ne connaît rien). § Têtu comme un âne:
tazminatı. § De toute ancienneté: Çok eski Keçi gibi inatçı. Le coup de pied de l'âne: Aman
zamanlardan beri; oldum olası, eskiden beri. diyene çekilen kılıç; güçsüze indirilen alçakça
ancillaire s. Hizmetçi kadınlara değgin, darbe. Le pont aux ânes: 1. Pisagor teoremi, eşek
beslemelerle ilgili (Amours ancillaires). davası. 2. Herkesin bildiği basit ve önemsiz şey,
ancolie diş. bitb. Hasekiküpesi. bayağılık. Brider un âne par la queue: Bir işe
ancrage er. 1. Demir atma yeri. 2. Demir atma, tersinden başlamak. Faire l'âne pour avoir du son:
demir atma biçimi, demirleme. 3. mec. İyice İşi aptallığa vurmak, köprüyü geçinceye kadar
yerleşme, demir atma (L'ancrage d'un parti dans ayıya dayı demek. Ressemler à l'âne de Buridan,
la vie politique d'un pays). être comme l'âne de Buridan: Tereddütler içinde
ancre diş. 1. (Gemilerde) Demir, çapa. 2. kalmak, iki cami arasında kalmış beynamaz
(Yapıcılıkta) Bağlama kılıcı. § Ancre de salut: durumunda olmak. C'est l'âne du moulin: Vur
Çıkar yol, kurtuluş yolu. Etre à l'ancre: abalıya. Donne du foin à un âne, il te donnera des
Demirlemiş durumda olmak (Le bateau est à crottes: Besle kargayı oysun gözünü,
l'ancre). Chasser sur son ancre: (Gemi) Demir anéantir gç/. 1. Yok etmek, ortadan kaldırmak (Le
taramak. Jeter l'ancre: Demir atmak (Le bateau a temps anéantit l'amour. Anéantir une armée, la
jeté l'ancre dans la rade). Lever l'ancre: Demir marine d'un pays). 2. mec. Yıkmak, bitirmek,
almak. Mouiller l'ancre: Demir atmak, iflahım kesmek ( Cette longue marche au soleil m'a
ancrer gsz. 1. (Gemi) Demirlemek, demir atmak anéanti). § S'anéantir: Yok olmak, ortadan
(Lebateau a ancré près de la jetée). 2.gçl. Demir kalkmak, bitmek, silinmek (Beaucoup de vies qui
attırmak, demirletmek (Le capitaine a ordonné stagnent avant de s'anéantir dans l'oubli).
d'ancrer le navire dans la rade). 3. (Yapıcılıkta) anéantissement er. 1. Yok olma, yok etme; ortadan
Demirle bağlamak (Ancrer un câble). 4. İyice kalkma, ortadan kaldırma; silinme, silme
yerleştirmek (Je lui ai ancré dans la tête qu'il était (Anéantissement des espoirs. Ce régime vise à
grand temps d'agir. Ancrer une idée dans l'esprit). l'anéantissement de la dignité humaine). 2. mec.
5. mec. Yerini, durumunu sağlamlaştırmak, Yıkılış, bitkinlik, siliniş ( Cet état d'anéantissement
andain er. 1. Bir tırpan atışında yere düşen ot subit qui s'observe au cours de certaines
miktarı, bir tırpanlık ot. 2. Biçilen otlardan catastrophes).
meydana gelen yol. anecdote diş. 1. Küçük tarih olgusu; küçük öykü,
andalous,e s. 1. Endülüs'e değgin (Musique nükteli fıkra, *gülüt (Raconter une anecdote). 2.
andalouse). 2. ad. Endülüslü, mec. Ayrıntı, önemsiz şey (Ce peintre ne s'élève
andante bel. müz. Andante. pas au-dessus de l'anecdote).
anecdotier 76 anglophobie

anecdotier,ère ad. Fıkra toplayan yada anlatan qu'on parle de lui). Rire aux anges: Nedensiz
kimse, fıkracı, gülümsemek, kendi kendine gülmek. Un ange
anecdotique s. Fıkra türünden olan, fıkra gibi (Ce passe: (Konuşulurken birden herkesin sustuğu an
détail a un intérêt anecdotique; il plaira, mais il söylenir) Kız çocuk doğdu; saat başı.
n'explique rien). angélique s. 1. Meleklere yaraşır, melekçe (Une
anémie diş. 1. Kansızlık. 2. mec. Düşme, azalma patience angélique. Une voix angélique). 2. diş.
(Anémie de la production). bitb. Melekotu.
anémique s. Kansız (Un enfant anémique). angéliquement bel. Melekçe, melekler gibi.
anémographe er. Yelin çeşitli durumlarım yazan angélisme er. Meleklik.
aygıt, yelyazar. angélus er. 1. Anjelüs sözcüğüyle başlayan bir
anémomètre er. Yelin hızını ölçmeye yarayan aygıt, akşam duası, akşam yakarışı. 2. Akşam duası
•yelölçer. - saatim haber veren çan (On entendit sormer
anémone diş. Manisalâlesi, dağlâlesi. l'angélus). 3. İkindi, ikindi vakti,
anémoscope er. Yelin yönünü gösteren aygıt, anginediş. hek. Boğak,°anjin. {Angine de poitrine:
yelkovar. Göğüs boğağı, göğüs anjini,
ânerie 1. Koyu bilgisizlik, karacahillik;eşeklik, angineux, euse s. 1. Boğakla ilgili, boğak kaynaklı
aptallık (Il a fait une ânerie en remettant à plus tard olan. 2. ad. Göğüs anjini olan hasta,
sa décision). 2. Aptalca söz, saçma (Dire une angioraphie diş. onat. Röntgenle damarların
ânerie). resmini çekme; damar filmi,
anéroïde er. Kadranlı barometre, kadranh angiologie diş. hek. Damarbilim.
basınçölçer, anglais,e s. ve ad. 1. İngiliz; ingilizlere değgin;
anéroïde diş. fiz. Aneroid. İngiltere'ye değgin (La monarchie anglaise. Un
ânesse diş. Dişi eşek, kancık eşek § Lait d'ânesse: anglais). 2. er. İngilizce. 3. diş. Soldan sağa doğru
Eşek sütü. eğik yazılan el yazısı. 4. diş. ç. Uzun saç lüleleri. §
anesthésie diş. Duyum yitimi, duyumsuzlaştırma; La semaine anglaise: İki gün (cumartesi, pazar)
uyuşturma, anestezi, tatil yapılan hafta. Avoir ses anglais: argo. Aybaşı
anesthésier gçl. 1. Duyumsuz kılmak, olmak. Filer à l'anglaise: Sıvışmak, kimseye
duyumsuzlaştırmak; uyuşturmak, -e anestezi sezdirmeden gidivermek.
yapmak (Anesthésier un malade vivant angle er. mat. 1. Açı (Angle aigu: Daraçı. Angle
l'opération). 2. mec. Bir şey anlamaz duruma droit: Dik açı. Angle obtus: Geniş açı. Angle
getirmek, uyuşturmak, uyutmak (On cherche à extérieur: Dış açı. Angle intérieur: İç açı. Angle
anesthésier l'opinion publique en détournant son plat: Düz açı. Angles adjacents: Komşu açılar.
attention par quelque fait divers). Angles alternes extérieurs: Dışters açılar. Angles
anesthésique s. ve ad. Duyum yitirici, alternes intérieurs: İçters açılar). 2. Köşe (L'angle
duyumsuzlaştıncı, uyuşturucu; anestezi maddesi delamaison, delà table, delarue). § L'angle mort:
(Substances anesthésiques. Un anesthésique). ask. Düşman ateşinin dövemediği yer, ateş
anet, aneth [anet] er. Dereotu, tutmaz yer, ölü bölge. Sous l'angle de: -açısından,
anévrisme er. hek. Anevrisma, bir atardamardaki -bakımından. Arrondir, adoucir les angles:
gevşeme şişkinliği, Sivrilikleri gidermek, sivrilikleri ortadan
anfractueux, euse s. Girintili çıkıntılı; dolambaçlı, kaldırmak.
anfractuosité diş. Dolambaç, dolaşıldık; girinti anglican,e s. ve ad. Anglikan (Eglise anglicane. Un
çıkıntı (L'anfractuosité d'un rocher. Le long de la anglican).
côte, il y a de nombreuses anfractuosités). anglicanisme er. Anglikanhk.
ange er. 1. Melek, 'gökçe (L'ange gardien: angliciser gçl. İngilizleştirmek.
Koruyucu melek). 2. er. hayb. Köpekbalığına anglicisme er. İngilizce deyim,
benzer bir balık, camgöz. 3. mec. Her türlü anglomane s. ve ad. İngiliz özentilisi; ingiliz
kötülükten uzak kişi, pırıl pırıl, tertemiz insan, hayranı.
melek gibi insan. § Avoir une patience d'ange: anglomanie diş. İngiliz özentisi; ingiliz hayranlığı,
Eyüp sabn olmak; çok sabırlı olmak. Etre le bon anglophiles, ve ad. İngiliz dostu, ingiliz sever,
ange, le mauvais ange de qn: Birini iyi yola, kötü angktphilie diş. İngiliz dostluğu, ingiliz severlik.
yola götüren kişi olmak. Chanter comme un ange: anglophobes, ve od. İngiliz düşmanı, ingiliz sevmez,
Çok iyi ezgi söylemek. Etre aux anges: Çok anglophobie diş. İngiliz düşmanlığı, ingiliz
sevinmek, etekleri zil çalmak (Il est aux anges dès sevmezlik.
anglophone 77 anneau

anglophone s. ve ad. İngilizce konuşan (Pays animalier er. 1. Hayvan resimleri yapan ressam,
anglophones). yontucu. 2. (Laboratuvarlarda) Hayvan bakıcısı,
anglo-saxon, ne s. ve ad. Anglosakson; animaliser gçl. 1. Hayvanlaştırmak. 2. biy.
anglosaksonlara değgin (La notion anglo- (Besinleri) Canhnın öz yapısına yarayacak
saxonne de l'Etat. Les Anglo-saxons). duruma sokmak, diriksetmek (La digestion
angoissant, e s. İç sıkıcı, kaygı verici, korku verici animalise les aliments).
(La situation devient de plus en plus angoissante). animalité diş. 1. Hayvana özgü niteliklerin bütünü,
angoisse diş. 1. Yürek darlığı, iç sıkıntısı, korku, hayvanlık (L'alcoolisme le fait tomber par degrés
kaygı (L'angoisse la saisit à la gorge. Cette jusqu'à l'animalité la plus farouche). 2. İnsanın
angoisse de la mort tortura son enfance). 2. fels. hayvan yanı (L'ascendant croissant de notre
İçdaralması; Kierkegard ve varoluşçuluktan beri humanité sur notre animalité). 3. Hayvanlar,
öz üzerine düşüncelerden doğan fizik ötesi animateur,trice s. 1. Diriltici, canlandırıcı. 2. ad.
tedirginlik. § Poire d'angoisse: Pek buruk bir Bir ortakhğı kendi çabasıyla yeniden canlandıran
armut türü. Avaler des poires d'angoisse: mec. kişi. 3. ad. Sunucu, "takdimci, program sunucusu.
Ağular yutmak, büyük kahırlara uğramak, 4. ad. (Sinemada) Çizgi filmler yapımcısı,
angoisser gçl. 1. Yürek darlığına uğratmak. 2. animation^. 1. Canlanma CL 'animation des rues le
Korkutmak, kaygılandırmak, yüreğini oynatmak samedisoir). 2.Canhhk(L'animationdu visage de
(L'avenir m'angoisse). celui qui parle). 3. Çizgi film yapımı; çizgi film
angon er. Eski bir çeşit mızrak, (Cinéma d'animation).
angora s. ve ad. Ankara (keçisi, kedisi). § Laine anlmé,es. 1. Canlı, coşkulu, ateşli (Laconversation
angora yada Angora:Tiftik (Pull-over en angora). fut animée. 2. İşlek, hareketli (Les rues animées).
anguiforme s. Yılan biçiminde, yılan gibi, yılansı. § Dessins animés: Çizgi film,
anguille diş. hayb. Yılanbalığı. ^Anguille de mer: animer gçl. 1. Canlandırmak, hareketlendirmek,
Magri denilen büyük yılanbalığı. Glisser comme dirilik vermek (Animer la conversation. Le vin
une anguille: Yılan gibi kaymak, cıva gibi bir türlü anime ses joues). 2. Yüreklendirmek, "teşvik
yakalanamamak.Ilya anguille sous roche: Bu işin etmek (Il animait le coureur de la voix et du geste).
içinde bir iş var; bunda bir bit yeniği var. 3. Animer qn contre: Birini -e karşı kışkırtmak (Il
anguillère <% Yılanbalığı havuzu, cherche à animer la foule contre l'agent). §
anguillule diş. hayb. Sirkekurdu. S'animer: 1. Canlanmak; hareketlenmek (La rue
angulaire s. Açılı, köşeli. | Pierre angulaire: 1. s'anime le soir). 2. Dirilmek, canlanmak (Dans
(Yapılarda) Köşe taşı. 2. mec. Bir şeyin temeli, son rêve, la statue s'animait). 3. Coşku verici
direği (Il est la pierre angulaire de notre société). olmak, ateşlenmek, kızışmak (La conversation
anguleux, euses. 1. Köşeli,çıkıntılı (Visage, menton s'animait).
anguleux). 2. mec. Sert ve katı (Un esprit rétif et animisme er. fels. Canlıcılık,
anguleux). animiste s. ve ad. fels. 1. Canlıcı. 2. Canlıcılığa
anhélation diş. hek. Soluma; güçlükle soluma; kısa değgin.
kısa soluma, animosité <% Hınç, öfke, diş bileme (Jen'aiaucune
anhéler gsz. Güçlükle solumak, animosité à votre égard. Agir sans animosité).
anhydres, kim. Susuz. aniser. bitb. 1. Anason. 2. Anason şekeri,
anicroche diş. Küçük engel, pürüz (Tout s'est bien anisette diş. Anasonlu içki, rakı.
passé à part quelques anicroches). ankylose diş. hek. 1. Eklem kaynaşması. 2. Bir
ânier, ère ad. Eşekçi, örgenin uyuşması, tutulması.
aniline diş. kim. Anilin. ankyiosé,e s. (Eklem) Kaynaşmış. Uyuşmuş,
animadversion<% 1. Hınç, kin, garaz. 2. (Eskiden) donmuş (J'ai les oreilles ankylosées).
Kınama. ankylosergç/. 1. (Eklemi) Kaynaştırmak, çalışmaz
animal, aux er. 1. Hayvan. 2. mec. Hayvan, kaba duruma getirmek (Une arthrite lui a ankylosé le
adam (Rien à faire avec cet animal-là). 3. s. genou). 2. Uyuşturmak (Le froid lui a ankylosé le
Hayvana değgin, hayvansal (Matière animale, visage) § S'ankyloser: Uyuşmak (Vpus allez vous
beurre animal). 4. s. biy. Diriksel (Chaleur ankyloser à rester toujours assis):
animale: Diriksel ısı). annal,e s. Bir yıl süren, yıllık,
anlmacule er. (Ancak mikroskopla görülebilen) annales diş. ç. Bir yıllık olaylar dergisi, yıllık,
Hayvancık. annaliste er. Yıllık yazan, "yıllıkçı,
animalerie diş. Deney hayvanları yetiştirilen yer. anneau er. 1. Halka (Une chaîne est faite
année 78 anodin

d'anneaux). 2. Yüzük (L'anneau de mariage est mauvaise nouvelle). 3. Bildirmek, ilân etmek (Les
plus souvent appelé alliance). journaux ont annoncé son mariage). 4. Başlangıcı
année diş. 1. Yıl. 2. Yaş (Il est dans sa vingtième olmak, habercisi olmak (Ce léger tremblement de
année). § Année bissextile: Artık yıl. Année mains annonçait chez lui une violente colère. Cette
civile: Takvim yılı. Année lunaire: Ay yılı. Année belle journée annonce le printemps). 5. Annoncer
sidérale: Yıldız yılı. Année- lumière y ada Année de qch à qn: Bir şeyi birine haber vermek, bildirmek
lumière: Işık yılı (Işığın bir yıl içinde aldığı yol: (Il a annoncé à sa famille sa décision de quitter le
Aşağı yukarı 9 461 000 000 000 km). Année de pays). § S'annoncer: 1. ... görünmek, olarak
l'Hégire: Hicrî Yıl. Année scolaire: Ders yılı. görünmek (Le printemps s'annonce bien, la
Bonne année: Yeni yılınız kutlu olsun; iyi végétation est en avance). 2. Kendini göstermek,
yıllar. belli olmak (La décadence s'annonce partout).
annelé,e s. Halka halka, boğum boğum, halkalı annonceur er. 1. İlâncı. 2. Konuşucu, spiker. 3.
1
(Vers annelés. Colonne annelée). (Eskiden, tiyatroda) Çığırtkan,
anneler gçl. Kıvırcık yapmak, lüle lüle yapmak annonciateur, trice s. Haberci, müjdeci, haber
(Anneler les cheveux). verici (Les canards sauvages, annonciateurs de
annelure diş. Kıvırcıklık, lüle lülelik. l'hiver).
annexe 1. s. Eklenmiş, ulanmış, ek (Les pièces annonciation diş. Hıristiyan inancına göre,
annexes du rapport sont jointes au dossier). 2. diş. Cebrail'in, Meryem Ana'ya gebe kalacağını
Ek bölüm, eklenti (Etre logé à l'annexe de l'hôtel). önceden haber vermesi; bu olayı anmak için
§ Budget annexe: Katma bütçe. § Ecole annexe: kilisede yapılan tören,
Bir öğretmen okuluna bağlı uygulama okulu, annotateur, trice ad. "Haşiyeci, *çıkmacı.
annexer gçl. 1. Katmak, ulamak; ilhak etmek. 2. annotation diş. "Çıkma, "haşiye. Notlar,
Annexer qch à qch: Bir şeyi -e katmak, ulamak, açıklamalar koyma,
eklemek (Il a annexé une ferme voisine à sa annoter gçl. Çıkmalar yapmak; "haşiyelemek.
propriété. Annexer un pays à son territoire). § Notlar, açıklamalar koymak (Annoter un texte).
S'annexer qch: Bir şeyi kendine almak (Il s'est annuaire er. 1. Yıllık dergi, yıllık, rehber
annexé le meilleur morceau). (L'annuaire téléphonique. L'annuaire de
annexion diş. Katma, ulama, °ilhak (L'annexion de l'Education Nationale). 2. Yıllık tarife,
l'Autriche par l'Allemagne en 1938). annualité diş. Yıllık olma, yıldan yıla olma,
annexionnisme er. Küçük devletleri büyüklere *yıldanyılalık (Le principe de l'annualité du
katma siyasası, °ilhakçılık, *ulamacılık. budget, de l'impôt).
annexionniste s."İlhakçı, "ulamacı. annuel,le s. 1. Bir yıl süren, bir yıllık (Plantes
annihilation diş. Yok etme, ortadan kaldırma, hiçe annuelles). 2. Yılda bir olan, yıllık (La fête
indirme (L'annihilation de ses efforts). annuelle d'une école).
annihiler gçl. 1. Yok etmek, ortadan kaldırmak annuellement bet. Her yıl, yıldan yıla, yılda bir.
(Cette crise économique annihila les résultats annuité diş. Yıllık ödenti.
acquis sur le plan industriel). 2. Annihiler qn: annulable s. Yürürlükten kaldırılabilir, geçersiz
Birini felce uğratmak, bir şey yapamaz duruma kıhnabilir, bozulabilir (Contrat annulable).
getirmek (L'émotion l'annihile).. annulaires. 1. Halkamsı (Eclipseannulaire). 2. er.
anniversaires. 1. Yıldönümü, yıldönümüne değgin Yüzük parmağı,
(Le jour anniversaire d'un mariage. La cérémonie annulation diş. Yürürlükten kaldırma, bozma,
anniversaire d'un armistice). 2.er. a) Yıldönümü geçersiz kılma, "iptal (L'annulation d'une
(Le cinquième anniversaire de leur mariage), b) commande, d'un contrat).
Doğum yıldönümü (C'est l'anniversaire de mon annuler gçl. Yürürlükten kaldırmak, bozmak,
fils. Manger le gâteau d'anniversaire). geçersiz kılmak (Annuler un contrat, une
annonce diş. 1. Haber (L'annonce de mon départ l'a commande, un engagement).
surpris). 2. İlân, bildiri (Faire insérer une annonce anoblir gçl. 1. Birine soyluluk vermek (Le roi
dans un journal). 3. Muştu, başlangıç, haberci, anoblissait souvent ses ministres). 2. mec.
müjdeci (Cette douce matinée est déjà l'annonce Yüceltmek, soylulaştırmak.
des vacances). anoblissement er. 1. Soyluluk verme. 2. Yüceltme,
annoncer gçl. 1. Haber vermek (On annonce la soylulaştırma.
sortie d'une nouvelle voiture). 2. Bildirmek, anode diş. fiz. Anot, artıuç.
vermek (Annoncer une bonne nouvelle, une anodin,es. 1. Ağrı kesici (Des remèdes anodins). 2.
79 antérieur

Dokuncasız, zararsız, tehlikesiz (Une blessure anser gçl. Kulp takmak,


tout à fait anodine). 3. Dokunmayan, yumuşak anser er. Yabankazı, yabanıl kaz.
(Une critique anodine). 4. Önemsiz, anlamsız, ansette diş. 1. Küçük kulp. 2. (Bir ipin ucunda)
suya sabuna dokunmayan, ne kokar ne bulaşır İlmik.
(Un personnage bien anodin). anspect er. Ağır kaldıraç.
anodonte v 1. Dişsiz. 2. er. hayb. Gölmidyesi. antagonique s. Uyuşmaz, karşıt (Les forces
anomal, es. dilb. Aykırı. antagoniques).
anomalie diş. 1. Sapaklık; uymazlık (Le juge releva antagonisme er. 1. Uyuşmazlık, ayrılık, karşıtlık,
les anomalies que présentait la déposition de çatışma, "mücadele (Antagonisme de classe. Un
l'accusé). 2. Düzgüsüzlük, anormallik (Son visage violent antagonisme dressait les anciens amis l'un
présente de curieuses anomalies). 3. dilb. contre l'autre). 2. Karşıtlık, "tezat,
Aykırılık, antagonistes, ve ad. 1. "Hasım, vuruşan (Sur le ring,
ânon er. Sıpa. les antagonistes paraissaient épuisés. La police
ânonnement er. Tutuk tutuk okuma, kekeleme, sépara les antagonistes). 2. Çelişik, karşıt, çatışan,
ânonner gsz. 1. Tutuk tutuk okumak, kekelemek. antalgiques. Ağrı kesen (Remèdeantalgique).
2. gçl. -i tutuk tutuk, kekeleyerek okumak yada antan er. Geçen yıl, bıldır. § D'antan s. Eski,
söylemek (L'élève ânonnaitsa leçon). eskinin; geçmişin, geçmiş zamanın, geçmişteki
anonymat er. İmza koymama, ad bildirmeme, (Les souvenirs d'antan. Les vieilles rues de Paris
adsızlık (L'anonymat est de règle dans ce journal). d'antan).
§ Garder l'anonymat: Adını gizli tutmak (Le antarctique s. ve ad. Antarktik, Antarktika;
dénonciateur a préféré garder l'anonymat). Antarktika ile ilgili (Expédition antarctique. Le
anonyme s. ve ad. 1. Adsız yada adı bilinmeyen continent antarctique yada l'Antarctique).
(Ecrivain anonyme). 2. Yapanı bilinmeyen, antécédemment bel. Önce.
yazarı belli olmayan (Poèmes anonymes. Lettres antécédentes. 1. Önceki. 2.er.fels. *Öncel.3.er. ç.
anonymes). § Société anonyme: Anonim ortaklık, Geçmişteki durum, geçmiş, "evveliyat (Les
anophèle er. hayb. Sıtma sineği, antécédents d'une affaire. Les antécédents de
anorak er. Anorak, başlıklı kısa ceket, l'accusé étaient mauvais). 4. er. dilb. Bir ilgi
anordir gsz. (Yel için) Kuzeye dönmek, adılının ait olduğu öge, "öncel (L'antécédentd'un
kuzeylemek. relatif).
anorexie diş. hek. İştahsızlık, iştah kesilmesi, antéchrist er. 1. Deccal. 2. mec. Dinsiz, imansız,
anorganiques. hek. Organik olmayan, inorganik, antédiluvien,ne s. 1. Tufandan önceki. 2. mec. Nuh
anormal,e s. 1. Sapak, düzgüsüz, düzensiz, örnek nebiden kalma, çok eski, çağ dışı (Une voiture
dışı (L'évolution de la maladie est anormale. Il fait antédiluvienne. Ce sont là des idées
une chaleur anormale). 2. er. Sapaklık (Horreur antédiluviennes, il faut être de son temps).
de l'anormal). 3. Dengesiz kişi (C'est un antenne diş. 1. den. Artene. 2. fiz. Anten
anormal). (L'antenne de la radio, de la télévision). 3. biy.
anormelement bel. Sapakça, sapak olarak, Duyarga. § Avoir des antennes: Önsezisi olmak,
düzgüsüzce, düzgüsüz olarak, sezgileri olmak, üstün bir duyarlığı olmak. Avoir
anormalité diş. Sapaklık, aykırılık, düzgüsüzlük, des antennes dans un lieu: Bir yerde haber
"anormallik, kaynakları olmak, bir yerden bilgiler alma
anosmie diş. hek. Koku yitimi, olanağına sahip olmak. Etre à l'antenne: Yayını
anoures. 1. Kuyruksuz. 2. er. ç. hayb. Kurbağalar, almaya yada vermeye hazır durumda olmak.
anovulatoire s. (Memelilerde) Yumurtlama anténuptial,e s. Evlenmeden önce, evlenmeden
görülmeyen (Cycle anovulatoire). önceki, evlilik öncesi,
anoxémie diş. hek. Kanda oksijen azalması, antéphélique s. Çil giderici,
oksijensizlik, antéposer gçl. dilb. Öne koymak (Antéposer
anse diş. 1. Kulp (L'anse d'une tasse, d'une cruche, l'épithète).
d'un panier). 2. Kangal. 3. coğr. Küçük koy, antérieur,e s. 1. Ön (La partie antérieure du pont du
çekmece (Se baigner dans une anse, à l'abri de la navire. Les pattes antérieures du chien). 2.
foule). 4. (Mimarlıkta) Basık kemereğrisi. § Faire Önceki, önce olan (Evénements antérieurs). 3.
danser l'anse du panier: Paranın üstünden biraz Antérieur,e à qch: -den önce (C'est un événement
çalmak, kırpmak; çöplenmek (La domestique déjà antérieur à notre mariage). 4. er. Geçmiş,
faisait danser l'anse du panier). önce,"evveliyat (Les antérieurs d'un événement,
antérieurement 80 anticolonialiste

d'une maladie). 5. er. Öndeki üyeler (Les antibrouillard s. 1. Sise karşı (Phares
antérieurs du cheval). antibrouillards). 2. er. Sis lambası (Des
antérieurement bel. Önce, daha önce, önceleri, antibrouillards).
antériorité diş. Öncelik, eskilik (L'antériorité de ses antibruits. (Değişmez) 1. Gürültüye karşı, gürültü
travaux relativement aux vôtres est incontestable). önlemeye yönelik (Murs antibruit). 2. Gürültüye
anthelminthique s. Solucan düşürücü, karşı savaşan (Ligue antibruit).
anthémis [âtemisjer. bitb. Papatya, anticancéreux, euse s. Kansere karşı savaşan,
anthère diş. bitb. 1. Başçık. 2. Erkek organın başı. § kanserle savaş (Centres anticancéreux).
Anthère extrorse: Dışyönlü başçık. Anthère anticapitaliste s. Anamalcılığa karşı, kapitalizme
introrse: tçyönlü başçık, karşı (Un régime anticapitaliste).
anthérozoïde er. Erkek eşeylik hücresi, antichambre Giriş odası, bekleme odası, sofa. §
anthèse diş. Çiçeğin açılması, Courir les antichambres: Kapı kapı dolaşmak; iş
anthologie diş. *Seçgi, seçme yazılar, seçmeler bulmak için başvurmadık yer bırakmamak (11 fut
(Anthologie de la poésie, de la prose française). obligé de courir les antichambres pendant deux
anthozoaires er. ç. hayb. Mercanlar, mois pour obtenir la gérance d'un bureau de
anthracite er. Antrasit, tabac). Faire antichambre: Birinin yanına
anthracose diş. Kömür nezlesi, alınmayı beklemek, sıra beklemek (Les clients
anthrax er. hek. Kızılyara, şirpençe, font antichambre dans la salle d'attente pour voir le
anthropoïde s. 1. İnsan biçiminde. 2. er. ç. hayb. médecin).
İnsanımsılar, insansılar, antichar s. Tanklara karşı, zırhlı araçlara karşı
anthropologie diş. İnsanbilim, "antropoloji, (Mines antichars, canons antichars).
antropoiogique s. İnsanbilimsel. antichrèse diş. Borca karşılık bir mülkün gelirini
anthropologiste, anthropologue ad. "İnsanbilimci, bırakma.
antropolog. antichrétien,ne s. Hıristiyanlığa aykırı,
anthropométrie diş. Kafatası, kulak, kol, parmak anticipation diş. 1. (Bir işi) Öne alma, önceleme. 2.
gibi vücut üyelerini ölçerek kişinin karakterini (Bir şeye) El atma. 3. (Bir takım olayları,
anlama, "kişiölçümü, "antropometri. türetimleri) Önceden düşünüp bildirme (Les
anthropométriques. Kişiölçümsel. anticipations de Jules Verne). § Littérature
anthropomorphes. İnsan biçiminde, d'anticipation: Düş gücünü geleceğin olası
anthropomorphisme er. fels. İnsanbiçimcilik, gerçeklerinden alan yazın, bilim-kurgu. Par
"antropomorfizm. anticipation: Önceleyerek, öne alarak, "peşin
anthropophages, ve ad. Yamyam, insanyiyen. olarak (Régler une dette par anticipation).
antropophagie diş. Yamyamlık, anticipé,e s. 1. Önceden yapılan, peşin
anthropophile s. İnsandan hoşlanan, insanlı (Remboursement anticipé. Avec mes
ortamda yaşayan (Le rat est un animal remerciements anticipés).!. Öne alınan, erken
anthropophile). (Election anticipée: Erken seçim).
antiaérien,ne s. Uçaksavar (Canons, projectiles anticiper gçl. 1. Öne almak, öncelemek (Anticiper
antiaériens). un paiement. Anticiper les élections). 2. Önceden
antialcoolique s. İçkiciliğe karşı. savaşan, içki sezmek (Le cœur anticipe les maux qui le
karşıtçısı (Ligue antialcoolique). menacent). 3. gsz. Acele etmek vaktinden önce
antiallergiques. Alerjiye karşı, davranmak (N'anticipe pas; cela arrivera bien
antiamarile s. Sarıhummaya karşı (Vaccination assez tôt). 4. Anticiper sur qch: a) Bir şeye el
antiamarile). atmak, el uzatmak (Anticiper sur les revenus de
anti-américanisme er. Amerikan karşıtlığı, quelqu'un), b) Bir şeyi olmadan önce sezip
amerikalılara karşı olma. kavramak -i kestirmek (Anticiper sur l'avenir).
anti-américaniste s. ve ad. Amerikalılara karşı olan; anticléricales, ve ad. Kilise karşıtçısı, kiliseye karşı
amerikan karşıtçısı, olan.
antiatomique s. Atom bombasına karşı (Abri anticléricalisme er. Kilise karşıtçılığı,
antiatomique). anticoagulant, e s. hek. 1. Pıhtılaşmayı önler, kan
antibiotique s. ve ad. Antibiyotik (Propriété sulandırıcı. 2. er. Pıhtılaşmayı önleyici madde
antibiotique de la pénicilline. Les antibiotiques). (L'héparine est un anticoagulant).
antibrouillage er. *Parazitönler, radyo parazitlerini anticolonialisme er. Sömürgecilik karşıtçılığı,
önleyici aygıt. anticolonialistes, ve ad. Sömürgecilik karşıtçısı.
anticommunisme 81 antiphilosophique

anticommunisme er. Komünizm karşıtçılığı, antigouvernementales. Hükümete karşı olan.


anticommunistes, ve ad. Komünizm karşıtçısı, antigrève s. Greve karşı, grev önleyici (Lois
anticonceptionnelles. Gebelik önleyici, antigrèves).
anticonformisme er. Uygunculuk karşıtçılığı, antihygiénique s. Sağlığa dokunur,
anticonformiste s. ve ad. Uygunculuk karşıtçısı anti-inflationniste s. Enflasyona karşı, para
(Attitude anticonformiste). şişkinliğini önleyici (Une politique anti-
anticonstitutionnalité diş. Anayasaya aykırılık inflationniste).
(Anticonstitutionnalité d'une loi, d'un acte antilithique s. ve er. hek. (Böbrek safra gibi
gouvernemental). organlarda) Taş oluşumunu önleyen, "taşönler
anticonstitutionnelle s. Anayasaya aykırı (Mesure (Médicament antilithique, un antilithique).
anticonstitutionnelle). antilogiques. Mantığa aykırı,
anticonstitutionnellement Anayasa aykırı olarak, antilogisme er. fels. Terstasım.
anticorps er. hek. Antikor, antilope <% hayb. Antilop, karaca,
anticyclone er. Antisiklon, yüksek basınç merkezi, antimatière diş. fiz. 'Karşıt özdek, karşıt madde,
antidate diş. Doğrusundan önce imiş gibi gösterilen antimilitarisme er. Askerlik sevmezlik, militarizm
tarih. karşıtçılığı.
antidater gçl. Eski tarih atmak (Antidater une lettre, antimilitariste s. ve er. Askerlik sevmez,
un contrat). militarizme karşı,
antidémocratique s. Demokrasiye aykırı (Loi antimissile s. Füzesavar (Fusée antimissile. Missile
antidémocratique). antimissile).
antidépresseurs, ve. er. Rahatlatıcı,dinginleştirici, antimite s. ve er. Güve öldürücü; güve ilâcı
"müsekkin (Médicament antidépresseur. Prendre (Produits antimites. Un antimite).
un antidépresseur). antimoine er. kim. Antimon,
antidérapante s. Kaymayı önler, kaymaya karşı antimonarchique s. Monarşi karşıtçılığına değgin,
(Pneus antidérapants). antimonarchisme er. Monarşi karşıtçılığı, tek erklik
antidiphtérique s. hlk. Kuşpalazma karşı (Sérum karşıtçılığı.
antidiphtérique). antimonarchiste s. ve ad. Hükümdarlık karşıtçısı,
antidiurétique s. ve er. hek. İdrar azaltıcı (Une monarşi yönetimine karşı olan, 'tekerklik
substance antidiurétique. Prendre un karşıtçısı.
antidiurétique). antimonié,e s. Antimonlu (Hydrogène antimonié).
antidote er. 1. Ağıbozan, panzehir. 2. Antidote à, antinational,e s. Ulusçuluğa, ulusal çıkara aykırı,
contre qch: Bir şeye karşı ilaç, kurtuluş yolu (Le antinazi,e s. ve ad. Nazilik karşıtçısı; naziliğe karşı,
cinéma est pour lui un antidote à la fatigue. antineutron er. fiz. Manyetik momenti
D'excellents antidotes contre la mélancolie). nötronunkine karşıt olan parçacık, karşıtnötron.
antiémétique s. hek. Kusmayı durdurucu, antinomie diş. fels. Çatışkı,
antiengins. Füzesavar (Fuséeantiengin). antipape er. Kilisece tanınmamış papa .
antienne diş. 1. Kilisede okunan bir ilâhi. 2. antiparasites. Parazit önleyici,
Nakarat, dilin pelesengi (Je connais ton antienne: antiparlementaire s. 1. Parlamento kurallarına
Tu vas me dire encore que je ne prends pas assez aykırı. 2. Parlamento karşıtçısı,
d'exercice). f Chanter toujours la même antienne: antiparlementarisme er. Parlamento karşıtçılığı,
Hep aynı nakaratı okumak, antiparticule diş. fiz. Kimyasal öge atomlarının
antiesclavagisme er. Köleliğe karşı olma, kölelik özelliklerine karşıt özellikler taşıyan parçacık.
karşıtçılığı, Karşıt tanecik,
antiesclavagistes, ve ad. Kölelik karşıtçısı, antipathie diş. 1. Karşıt duygu, sevemezlik,
antifachisme er. Faşistliğe karşı olma, faşistlik ısmamazlık (J'éprouve une profonde antipathie
karşıtçılığı. pour ce sotprétentieux). 2. Sevişmezlik, soğukluk
antifasciste s. ve ad. Faşistlik karşıtçısı. (Ily a entre les deux peuples une vieille antipathie).
(Mouvement antifasciste). antipathique s. Sevimsiz, soğuk (Un visage
antifébriles, hek. Ateş düşürücü, antipathique).
antiferment er. Mayabozan, antipatriotiques. Yurtseverliğe aykırı,
antigel er. Donmayı önleyici madde, *donmaönler antipersonnel s. ask. (Değişmez) İnsanlara karşı
"antifriz (Antigelpour radiateurs d'automobiles). (Mines antipersonnel).
antigène er. Antigen. antiphilosophique s. Felsefe düşüncelerine aykırı;
antiphrase 82 antonymie

felsefeye karşı, antirépublicain^ s. Cumhuriyete aykırı;


antiphrase diş. Karşıtlama; ters deyi, "tesmiye Cumhuriyet karşıtçısı,
binnakiz. antirévolutionnaires, vead. Devrime, devrimciliğe
antipode er. coğr. Taban karşısı. § Aux antipodes: aykırı. Devrime karşı; devrim karşıtçısı,
Çok uzaklara ; çok uzaklarda (Faire un voyage aux antirouilles. 1. Pas önleyici. 2. Pas temizleyici (Pâte
antipodes). Etre à l'antipode de, aux antipodes de: antirouille).
-den çok uzakta olmak; -iri karşıtı olmak (Vous anti-scientifique s. Bilimselliğe aykırı,
êtes à l'antipode de ma pensée). antiségrégationnistes, vead. Irkayıncılığınakarşı;
antipoétiques. Şiire aykırı, ayıncılık karşıtçısı,
antipoliomyélitique s. hek. Çocuk felcine karşı antisémites, ve ad. Yahudi düşmanı (Propagande
(Vaccin antipoliomyélitique). antisémite).
antipollution s. (Değişmez) Çevre kirliliğine karşı, antisémitisme er. Yahudi düşmanlığı,
hava kirliliğine karşı (Ligue antipollution). antisepsie diş. Antisepsi.
antiprotectionniste s. Himayeciliğe karşı, antiseptique s. Mikrop öldürücü, antiseptik
korumacılık karşıtçısı, (Remède anticeptique, pansement antiseptique).
antiproton er. fiz. Kütlesi protonun kütlesi ile, antisociale s. 1. Toplum düzenine aykırı,
manyetik elektrik yükü ise elektronun yükü ile toplumsallığa aykırı. 2. Emekçilere karşı,
eşit olan parçacık, çalışanların çıkarlarına aykırı (Mesures
antiputrides. 1. Çürümeyi, kokuşmayı önleyici. 2. antisociales).
er. Çürümeönler, kokuşmaönler (Le phénol est antispasmodique s. 1. Kasınma savan, kasınma
un antiputride). gideren (Remède antispasmodique). 2. er.
antipyrétique s. ve ad. Ateşdüşürücü. Kasınma savan ilaç.
antipyrine diş. Antipirin. antisportif, ive s. 1. Spora karşı, spora düşman.
antiquaille Antika, öteberi (Unsalon encombré Sporculuğa aykırı (Comportement antisportif).
d'antiquailles). antisyphilitiques. Frengiye karşı,
antiquaire er. Antikacı. antitétaniques. Tetanosakarşı gelen, tetanosakarşı
antique s. 1. 'Eskil; İlkçağ işi, ilk çağlardan kalma koruyan,
(Civilisation antique. L'Anatolie antique. Des antithermiques, hek. Isı düşüren,
vases et des statuettes antiques ont été retrouvés au antithèse diş. 1. ed. Birbirinin karşıtı olan
cours des fouilles). 2. Eski, eski zaman işi, modası düşünceleri bağdaştırarak bir arada kullanma
geçmiş (Une voiture antique). 3. er. Eski yapıtlar, sanatı, *karşıtlama (L'antithèse est un procédé de
eski sanat yapıtları (Imiter l'antique). 4. diş. Eski style). 2. fels. Karşısav. 3. Bir şeyin tam karşıtı (II
yapıt, antika (Collection d'antiques). est vraiment l'antithèse de son frère).
antiquement bel. Eski tarzda, antithétique s. Karşıtlıklarla dolu, karşısav olma
antiquité diş. 1. Eskilik (L'antiquité d'un niteliğinde, *karşıtlamalı (Style volontiers
monument). 2. Eski zamanlar (Cela remonte à la antithétique. Propositions antithétiques).
plus haute antiquité). 3. İlkçağ (L'antiquité antitoxine diş. Ağıkıran, zehir kıran,
grecque et romaine). 4. İlkçağ insanları (Les antitoxique s. Ağıya karşı, zehire karşı, panzehir
écrivains du XVII. siècle s'inspirent de l'antiquité). etkisinde.
5. diş. ç. İlkçağ yapıtları, ilkçağdan kalma yapıtlar antitrust s. (Değişmez) Tröstlere karşı (Loi
(Les départements des antiquités orientales, antitrust).
égyptiennes, grecques et romaines au Musée du antituberculeux, euse s. Vereme karşı (Vaccin
Louvre). antituberculeux).
antirabique s. hek. Kuduza karşı (Vaccination antitussif, ive s. 1. Öksürüğe karşı. 2. er. Öksürük
antirabique). ilâcı (La codéine est un antitussif).
antiracisme er. Irkçılığa karşı olma, ırkçılık antivariolique s. hek. Çiçek hastalığına karşı
karşıtçılığı. (Vaccin antivariolique).
antiracistes, vead. Irkçılık karşıtçısı, ırkçılığa karşı, antivol er. Bir şeyin çalınmasını önleyici düzen, kilit
antiradiation s. (Değişmez) Işınıma karşı koruyan, (Il plaça l'antivol sur la roue avant).
radyoaktiviteye karşı koruyan, antonomase diş. Özel bir adla bir cinsi yada özel bir
antiréglementaires. Yönetmeliğe aykırı, adı dolayısıyla anlatma, *dolaylı adlama.
antireligieux, euse s. Dine aykırı, dine karşıt (La antonyme er. Karşıtanlamlı.
polémique antireligieuse de Voltaire). antonymie diş. Karşıtanlamlılık.
antre 83 apéritif

antre er. 1. Küçük mağara, in (L'antre d'une bête). bien de tous). § Avoir l'apanage de qch: Bir şeyin
2. mec. Korkulu yer (Je n'ai jamais été invité à son tekelini elinde bulundurmak, bir şeyi kendi
cabinet de travail, son antre qu'il interdit à tous). § tekeline almak (Ne croyez pas avoir l'apanage de
L'antredu lion: Girilmesi kolay ama çıkılması güç la sagesse).
tehlikeli yer. aparté er. 1. (Tiyatroda) Kendi kendine konuşma
anurie diş. hek. Sidik kesilmesi, (Les apartés doivent être courts et rares). 2.
anus [anys ] er. Anüs. (Kalabalık bir toplantıda) Köşeye çekilip
anxiété diş. 1. Kaygı, korku (Il attendait dans une konuşma, gizli ve kısa konuşma (Ils ne cessèrent de
anxiété visible une réponse à son envoi). 2. hek. faire des apartés pendant toute la conférence). § En
Yürek darlığı, sıkıntı, aparté:Gizlice,giz olarak (Il me raconta en aparté
anxieusement bel. Kaygı ile, tasa ederek, sa dernière aventure).
tasalanarak (Rester anxieusement à l'écoute des apathie 1. Duygusuzluk, gevşeklik, uyuşukluk,
dernières nouvelles de la catastrophe). iç sönüklüğü (L'apathie du gouvernement devant
anxieux,euse s. Kaygılı, sıkıntılı, tasalı (Regards les menées subversives). 2.fels. Stoa felsefesince,
anxieux). Etre anxieux de qch: Bir şey için kaygı kişinin varacağı en yüce durum,
duymak, tasalanmak (Je suis anxieux de l'avenir). 'duyumsamazlık,
anxiogène s. Sıkıntı veren, bunalıma düşüren (Un apathique s. 1. Duygusuz, gevşek, uyuşuk, içi
climat anxiogène). sönük; duyumsamaz (Un homme apathique). 2.
aoriste er. dilb. Geniş zaman, fels. Duyumsamaz.
aorte diş. anat. Ana atardamar, *taçdamar (L'aorte apathiquement bel. Duygusuzca, gevşekçe,
thoracique et l'aorte abdominale). uyuşukça. Duyumsamazca.
aortique s. Ana atardamara değgin (La crosse apatrides, ve ad. Hiç bir devletin uyruğu olmayan,
aortique). yurtsuz, "vatansız, "haymatlos (L'office de
aortite diş. hek. Ana atardamar yangısı, taçdamar protection des réfugiés et apatrides).
yangısı. apatridie diş. Uyrukluktan yoksunluk; yurtsuzluk,
août er. 1. Ağustos. 2. Orak, hasat. "vatansızlık,
aoûtage er. 1, Ağustosta görülen tarım işleri. 2. apepsie diş. Sindirim bozukluğu, sindirmezlik.
Orak (işleri). aperceptibles. Kavranır, kavranabilir,
aoûte,e s. Ağustos sıcağı görmüş, olgunlaşmış aperception diş. 1. Kavrama, kavrayış. 2. fels.
(Fruits aoûtés). Tamalgı.
aoûtement er. Yaz sonuna doğru genç dal aperceptivité diş. Kavrama yetisi, kavrayışlıhk.
dokularında odunlaşma. apercevables. Görülebilen, seçilebilen,
aoûtien,ne ad. 1, Ağustosta tatile giden. 2. apercevoir gçl. 1. (Uzak, karanlık yada küçük
Ağustosta Pariste yada büyük bir kentte kalan şeyleri) Görmek, seçmek (Apercevoirun microbe
kişi. par le microscope. On apercevait au loin l'incendie
aoûteron er. Orakçı. d'un village). 2. Sezmek, görmek, kavramak
apache er. 1. Külhanbeyi, efe. Kent haydutu (Dans (Pascal voit la faiblesse des hommes, mais derrière
une rue sombre de la banlieue, il fut attaqué et elle, il aperçoit leur incurable blessure). § Laisser
dévalisé par deux apaches armés). 2. s. aperçevoir qch yada Faire apercevoir qch:
Külhanbeyce, efece (Un air apache). Göstermek, belli etmek (Il n'a pas laissé
apaisant,e s. Yatıştırıcı, erinç verici (La beauté apercevoir sa méfiance). § S'apercevoir: 1. a)
apaisante de sa voix. Prononcer des paroles Görülmek, seçilmek (Un détail qui s'aperçoit à
apaisantes). peine), b) Birbirini görmek, birbirini fark etmek
apaisement er. 1. Yatıştırma. 2. Yatışma (De loin, ils se sont aperçus). 2. S'apercevoir de
(L'apaisement de mes souffrances et de ma qch: -in farkına varmak, -i anlamak, -i
jalousie). ayrımsamak (Je me suis aperçu de leur intrigue. Il
apaiser gçl. Yatıştırmak, dindirmek, bastırmak s'est aperçu que ses amis le trompaient).
(Apaiser sa faim, une souffrance). § S'apaiser: aperçu er. Toplu bir bakış; toplu bir düşünü; genel
Yatışmak, dinmek (La tempête s'apaise. Sa colère bir özet (ila donné un aperçu de la situation. Un
s'est apaisée). aperçu sur l'art d'un pays).
apanage er. 1. Eskiden kralların prenslere verdiği apéritif,ive s. 1. İştah açıcı (Une boisson apéritive.
bir çeşit has. 2. mec. Birine özgü olan şey, vergi L'air de cette caverne était apéritif). 2. er. İştah
(L'art ne doit pas être l'apanage d'une élite, il est le açıcı içki, yemekten önce içilen hafif içki, apéritif
aperture 84 apocalypse

(Prendre un apéritif. Offrir un apéritif à son ami). apitoyer gçl. 1. Acındırmak, merhamete getirmek
aperture diş. dilb. Açıklık derecesi, (Ces remarques de désespoir auraient apitoyé le
apétales, bitb. Taçyapraksız (Lafleur du chanvre est cœur le plus insensible). 2. Apitoyer qn sur qch:
apétale). Birini bir şeye acındırmak, merhamete getirmek
à-peu-près, à peu près. er. 1. Yaklaştırmaca bilgi, (J'ai essayé de l'apitoyer sur le sort des
yaklaşıklık, aşağı yukarılık (Toute la vie est faite malheureux). § S'apitoyer sur qch: Bir şeye
d'à peu près. Les calculs astronomiques roulent acımak, yüreği yanmak (S'apitoyer sur un drame
sur des à peu-près.) 2. bel. Aşağı yukarı (Le village familial, sur les orphelins).
comptait à peu près mille habitants). apivore s. ve ad. Arıyiyen, arı ile beslenen, ancıl.
apeuré,e s. Korku içinde, korkmuş, ürkmüş (Un aplanir gçl. 1. Düzleştirmek (Aplanir une surface,
regard apeuré. Un animal apeuré). un terrain, un chemin). 2. mec. Ortadan
apeurer gçl. Korkutmak, ürkütmek, yüreğine kaldırmak (Aplanir une difficulté, un obstacle). §
korku salmak, S'aplanir: Düzelmek, kolaylaşmak, yoluna
apex [tıp ek s] er. 1. En yüksek nokta, uç, doruk. 2. girmek (Tout s'est aplani après une longue et
gökb. "Günerek, uzayda güneş dizgesinin franche discussion).
yıldızlara doğru yaptığı devinmenin hedefi, aplanissement er. 1. Düzleştirme; düzleşme. 2.
aphasie diş. hek. 1. Konuşmayitimi, konuşma Ortadan kaldırma; ortadan kaldırılma, ortadan
yitirimi. 2. dilb. Sözyitimi. kalkma.
aphasique s. Konuşma yeteneğini yitirmiş (La aplasie diş. hek. Gelişme durması; gelişme
rééducation des malades aphasiques). yetersizliği.
aphélie er. gökb. Günöte. aplati,e s. Yassı, yassılmış (Un nez aplati. La Terre
aphérèse dij. dilb. Sözcüğün başından ses düşmesi, est aplatie aux pôles).
önses düşmesi, aplatir gçl. 1. Yassıltmak, yassılaştırmak,
aphone s. hek. Ses yitimine uğramış kişi, sesi yitik düzleştirmek (Aplatir un pli, une barre de fer.) 2.
(L'orateur, enrhumé, était à moitié aphone. II est Ezmek, çarpıp ezmek (Aplatir une voiture). 3.
devenu aphone à la suite d'une opération du hlk. Yenmek, tuz buz etmek, ezip geçmek
pharynx). (Aplatir un ennemi). § S'aplatir: 1. Yere yatmak,
aphonie diş. hek. Sesyitimi; sesyitirimi. gizlenmek (Il s'est aplati derrière la haie pour
aphorisme er. 1. Özlü söz, özdeyiş (Les aphorismes guetter les passants). 2. S'aplatir contre qch: Bir
d'Hippocrate. "L'oisiveté est la mère de tous les şeye çarpmak (S'aplatir contre un mur). 3.
vices" est un aphorisme). 2. mec. Tartışma götürür S'aplatir devant qn: Biri karşısında, bir şey
söz. karşısında küçülmek, alçalmak, boyun eğmek,
aphrodisiaque s. ve ad. Şehvet verici, şehvet dalkavukluk etmek (S'aplatir devant ses
uyandırıcı, *isteklendirici, kuvvet macunu supérieurs, devant un pouvoir).
(Prendre un aphrodisiaque. Une substance aplatissement er. 1. Yassılaşma, yassılaştırma
aphrodisiaque). (Aplatissement de la Terre aux deux pôles.) 2.
aphte er. hek. Pamukçuk (hastalığı), Yenme, ezme (L'aplatissement des armées
aphteux,euse s. hek. Pamukçuk hastalığına ennemies).
tutulmuş; pamukçuk hastalığına değgin (Un aplomb er. 1. Diklik, dikeylik, dikinelik (Le mur a
enfant aphteux). § La fièvre aphteuse: Şap perdu son aplomb). 2. Duruş dengesi, uygun
hastalığı, duruş (Aplombs du cheval). 3. Denge (Le vertige
aphylle s. Yapraksız (bitty). lui a fait perdre son aplomb et il est tombé). 4.
api er. Bir tür küçük elma, kirazelması (Pomme Güven, kendine güven (Il a un aplomb
d'api;pommeapie de denir), imperturbable). 5. hlk. Küstahlık, kendini
à-pic er. Diklik, sarplık (L'à-pic d'une falaise). bilmezlik (Il a de l'aplomb!). § D'aplomb: 1.
apical,e s. 1. Doruksal; en yüksek. 2. dilb. Dikey olarak, dikine (Lesoleil tombe d'aplomb).
Dilucundan çıkan. 3. diş. Dilucu ünsüzü, 2. Sağlamca, dengeli olarak (L'armoire est posée
apicoles. Arıcılığa değgin (Matérielapicole). d'aplomb). Etre d'aplomb: Sağlığı, keyfi yerinde
apiculteur er. Arıcı, olmak (Je ne suis pas d'aplomb aujourd'hui).
apiculture diş. Arıcılık, apocalypse diş. 1. Yeni Ahit'in (İncil'in) son kitabı.
apidés er. hayb. Arıgiller, arılar familyası, 2. Kıyamet; dünyanın sonu; çok büyük yıkım
apiquer gçl. (Gemi serenlerini) Karga etmek, (Après le tremblement de terre, le pays offre une
apitoiement er. Acıma, "merhamet. vision d'apocalypse).
apocalyptique 85 apôtre

apocalyptique s. 1. Anlaşılmaz, kapalı, karanlık Beyin kanamasına anık (Une face apoplectique).
(Un style apocalyptique). 2. Korkunç; kıyamet apoplexie hek. 1. Kanama. 2. Beyin kanaması,
kopmuş gibi; dünyanın sonunun geldiğini ansıtan beyin inmesi,
(Un paysage apocalyptique. La vision de cette ville apostasie diş. 1. Dinden (özellikle Hıristiyan
détruite était apocalyptique). dininden) dönme. 2. mec. Dönme, cayma,
apocope diş. dilb. Sonses düşmesi (On dit Télé pour bırakıp gitme, döneklik (Tout abandon des idées
télévision par apocope). de sa jeunesse lui paraissait une apostasie).
apocryphe s. 1. Gerçekliği su götürür; uydurma, apostasier gsz. (Bir dinden, bir inançtan, bir
düzmece (Certains dialogues de Platon sont partiden) Dönmek, caymak,
apocryphes). 2. Kilisenin kabul etmediği, apostat,e s. ve er. (Bir dinden, bir inançtan; bir
Kilisenin tanımadığı (Evangiles apocryphes). partiden) Dönmüş; dönek; "ihtida etmiş,
apode s. ve er. Ayaksız. "mühtedi (Moine apostat. Un apostat).
apodictique s. 1. Açık, söz götürmez. 2. mant. apostème er. Çıban.
Zorunlu (önerme), aposter gçl. (Kötü bir işi için adam) Tutmak (Des
apogée er. 1. gökb. Yeröte. 2. mec. En yüksek témoins qu'on a apostés pour charger un
aşama, doruk. § A l'apogée de: En yüksek innocent).
noktasında, doruğunda (Il est maintenant à a posteriori bel. Lat. mant. 1. Sonsal, sonsal olarak,
l'apogée des honneurs. L'Empire Ottoman, à son "aposteriori. 2. Deneylerin verilerine dayanan,
apogée,dominait tous les Balkans). Atteindre son apostille^. "Haşiye; dipnot,
apogée: Doruk noktasına varmak (Sa réputation apostiller gçl. Haşiyelemek; dipnot düşmek
atteint son apogée). (Apostiller une pétition).
apolitique s. Siyaset dışı kalan; siyasetle apostolat er. Havarilik.
ilgilenmeyen, uğraşmayan (Ce syndicat se déclare apostoliques. 1. Havarice; havariliğe değgin (Une
apolitique). vertu apostolique. Une mission apostolique). 2.
apolitisme er. Siyaset dışı kalma; siyasete Papalıktan gelen; Papalığa bağlı (Lettre
bulaşmama (Il est partisan de l'apolitisme apostolique. Nonce apostolique: Papalık
syndical). büyükelçisi).
apollon er. 1. hayb. Apollon kelebeği. 2. mec. Çok apostoliquement bel. Havarice; havarileri andırır
güzel ve yakışıklı erkek, biçimde.
apologétique s. 1. Savuncah, savunucu. 2. Övücü, apostrophe diş. 1. Birine beklenmedik anda söz
övgülü 3. diş. Dini savunan kitap, yöneltme, *yönenme, laf atma (Il fut interrompu
apologie diş. 1. Savunca, savunma (L'apologie de dans son discours par une apostrophe ironique). 2.
Socrate). 2. Övgü, övme (L'apologie d'une Çıkışma, sert çıkış yapma, azarlama, paylama (II
conduite, d'un acte). § Faire l'apologie de: 1. Bir lança une apostrophe vengeresse au chauffeur de
şeyin savunmasını yapmak, bir şeyi savunmak (Le la voiture qui venait de l'éclabousser). 3. Yazıda iki
journal fut condamné pour avoirfait l'apologie du sözcük arasında konulan ve ilk sözcüğün
crime). 2. Bir şeyi, birini övmek; birşeyin sonundaki seslinin düştüğünü belirten işaret;
övgüsünü yapmak (Faire l'apologie d'un ministre, apostrof: (').
d'un ouvrage). apostropher gçl. Azarlamak, haşlamak, paylamak
apologiste ad. 1. Savunucu (L'Eglise n'eut pas (L'agent de police l'a vivement apostrophé). §
besoin d'apologiste). 2. Hıristiyanlık inananı S'apostropher: Birbirine çıkışmak, birbirini
savunan kişi. § Se faire l'apologiste de qch: Bir azarlamak (Les chauffeurs s'apostrophent et
şeyin savunuculuğunu, avukathğını yapmak (Il s'injurient).
s'est fait l'apologiste des réformes). apothème er. mat. îç yarıçap,
apologue er. Öğüt verici öykü, ders alınacak masal apothéose diş. 1. Tanrılaştırma, ululaştırma
(Les apologues d'Esope). (L'apothéosed'un empereur). 2. Kutsama, büyük
aponevrosediş. anat. Kas zarı. saygı gösterme (La réception à l'Académie fut
apophonie diş. dilb. Ünlü almaşması. pour lui une apothéose). 3. Yengi, utku, büyük
apophtegme er. Ulu söz. Büyük söz (Alaylı başarı, "zafer,
anlamda kullanıldığı da olur), apothicaire er. (Eskiden) Eczacı. § Compte
apophyse <% anat. Kemik çıkıntısı, d'apothicaire: Uzun ve karmaşık hesap,
apoplectique s. 1. Beyin kanamasıyla ilgili, beyin apôtre er. I. Havari (Jésus-Christ et ses apôtres).§Se
kanamasına değgin (Attaque apoplectique). 2. faire l'apôtre de qch: Bir şeyin öncülüğünü,
apozème 86 apparition

savunuculuğunu yapmak (Se faire l'apôtre d'une apparemment bel. 1. Görünüşte, görünüşe göre,
doctrine, d'une opinion). Faire le bon apôtre: dıştan bakıldığında (Des raisins mûrs
Doğruluk taslamak; kuzu postuna bürünmek, apparemment). 2. Besbelli, kuşkusuz,
apozème er. Bitkilerin kaynatılmasından elde apparence diş. 1. Görünüş (Malgré l'apparence, sa
edilen ilaç. situation était inquiétante).2. Görünüm "manzara
apparaître gsz. 1. Görünmek, görünüvermek, (Ona repeint la maison pour lui donner une belle
belirmek (Soudain, les montagnes apparurent à apparence). § En apparence: Görünüşte,
l'horizon). 2. mec. Ortaya çıkmak (Tôt ou tard, la görünürde. Sauver les apparences: Görünüşü
vérité apparaît). 3. Apparaître comme: Gibi kurtarmak, "zevahiri kurtarmak. Sacrifier les
görünmek (Un bon portrait m'apparaît toujours apparences: Dedikodulara, söylentilere
comme une biographie dramatisée). § Il apparaît aldırmamak. Se fier aux apparences, se laisser
que:.... Öyle görünüyor ki..., öyle geliyor ki... (II aller aux apparences: Görünüşe kapılmak,
m'apparaît que vous allez perdre). görünüşe aldanmak,
apparat er. 1. Şatafat (Discours d'apparat. Venir en apparences. 1. Görünür, gözle görülen (Un danger
grand apparat). 2. Özel sözlük, küçük sözlük, apparent). 2. Görünüşte; görünüşte kalan,
sözcük dağarcığı (L'apparat de Cicéron). § gerçeğe uymayan (Sous cet éclat apparent, il n'y a
Apparat critique: Eski bir yapıtın yeni basımında rien de solide). 3. Belli, açıkça ortada (Sans raison
yapılan çıkmalar, eklenen notlar, apparente. D'une manière apparente).
apparaux er. ç. 1. Avadanlık. 2. Cimnastik aletleri apparenté,e s. 1. Akraba olmuş (Ils sont
takımı. apparentés). 2. Apparenté à qn: a) Birine akraba
appareil er. 1. Hazırlıklar (L'appareil d'une fête). 2. olmuş (Il est apparenté à notre famille). b )mec. -e
Aygıt (Appareil digestif). 3. Örgüt, çark benzeyen, -i andıran (Un style apparenté à
(Appareilpolicier d'un gouvernement. L'appareil Voltaire).
d'un parti). 4. (Yapıcılıkta) Taşların örülüşü. 5. apparentement er. Akraba olma, yakınlık,
Makina, araç (Appareilphotographique. Appareil hısımlık.
automatique). 6. Telefon (Allô, qui est à apparentergç/. 1. Birini evlendirerek akraba, hısım
l'appareil?). 7. Uçak (L'appareil décolle). 8. kılmak (Tâchez de bien apparenter votre fille). 2.
(Yara tımarı için) Sargı takımı, sargı (A voirie bras Apparenter qn à qn: Birini bir kimseye, bir yere
dans un appareil). akraba yapmak (Son père aurait voulu
appareillage er. 1, den. Yola çıkma hazırlığı l'apparenter à une bonne famille). § S'apparenter
(Manœuvres d'appareillage). 2. "Tesisatın à: 1. Akraba olmak, akrabalık bağı kurmak
bütünü, "tesisat, *döşem (Appareillage (S'apparenter à ta bourgeoisie). 2. Benzemek,
électrique). andırmak (Le goût de l'orange s'apparente à celui
appareillement er. 1. Takım düzme. 2. de la mandarine.
(Çalıştırılacak hayvanları) Birbirine koşma, çifte appariement er. 1. Eş yapma, eşleme; çift yapma,
koşma (Appareillement des boeufspour le labour). çiftleme (Appariement des gants, des bas). 2. Yan
appareiller gçl. 1. (Benzer iki şeyi) Birbirine eş yana getirme, birbirine karşılık tutma (Ce qui fait
yapmak, birbirine koşmak, eşlemek (Appareiller un chef-d'œuvre, c'est un appariement heureux
des candélabres). 2. Çiftleştirmek. 3. (Yapıcılıkta entre le sujet et l'auteur).
taşları) Yontup hazırlamak (Appareiller des apparier gçl. 1. Eş yapmak, birbirine koşmak
pierres). 4. Yola çıkacak duruma getirmek, yola (Apparier des chevaux, des gants). 2. (Özellikle
çıkma hazırlıklarını yapmak (Appareiller un kuşları) Çiftleştirmek (Apparier des pigeons, des
navire). 5. gsz. (Gemi) Gidiş hazırlığı görmek; tourterelles). § S'apparier: (Kuşlar) Çiftleşmek,
limandan ayrılmak; demir almak (Le paquebot appariteur er. (Belediye, üniversite, okul gibi
appareille pour Istanbul). § S'appareiller avec: yerlerde) Odacı (Les appariteurs de la Sorbonne).
•ile eş olmak; kendine eş yapmak (Quand la apparition diş. 1. Görünme, görünüverme, ortaya
tourterelle a perdu sa compagne, elle ne çıkma (Apparition d'une comète, d'un
s'appareille plus avec une autre). phénomène, des hommes sur la terre). 2. Görüntü,
appareilleur er. 1. Yontulacak taşların ölçüsünü hayalet (Chaque samedi, le château était le lieu
belirten usta, taşçı ustası. 2. (Dokumacılıkta) d'apparitions mystérieuses). 3. Gözüne görünme
Yün, ipek karışımını düzenleyen usta § (Apparition de la Vierge à Sainte Catherine). § Ne
Appareilleur à gaz: Havagazı borular.ni döşeyen, faire qu'une apparition: Şöyle bir görünüp
onları onaran işçi, havagazcı. gidivermek, gözden yitivermek.
apparoir 87 appendicite

apparoir gsz. (Yalnız mastarı, bir de şimdiki Toplanma borusu. 6. Başvurma (Appel au
zamanın tekil üçüncü şahsı "il appert" kullanılır) peuple). 7. Kışkırtma, itme, tahrik etme (Appel
Ortaya çıkmak, belirmek, anlaşılmak (Il appert au soulèvement). 8. (Spor) (Gerinme koşusundan
de l'enquête que l'équipe a bien travaillé). sonra) Tam sıçrama (Jambe d'appel). § Sans
appartement er. Daire, apartman dairesi (Ily a trois appel: Kesin (Juger sans appel). Appel à la prière:
appartements par étage dans cet immeuble. Ezan (Le muezzin est monté chanter l'appel à la
Appartement meublé). prière). Appel d'air: (Soba, ocak gibi şeylerde)
appartenance diş. 1. Eklenti, ilinti (Les Hava çekeceği. Cour d'appel: İstinaf mahkemesi.
appartenances d'un château). 2. İlgi, bağ, Faire l'appel: Yoklama yapmak. Faire appel à: -e
değginlik, ait olma, "aidiyet; "mensubiyet başvurmak, seslenmek (Faire appel à la
(L'appartenance à une religion, à une race, à une conscience, à la sagesse de qn). Se pourvoir en
famille). appel: Daha üst bir mahkemeye başvurmak,
appartenir gsz. 1. Ait olmak. 2. Appartenir à: a) -in appelant,e s. ve ad. 1. İstinaf dâvası açan. 2. er.
malı olmak ; -e ait olmak (Cette maison appartient Çığırtkan (kuş),
à mon oncle), b) -ile ilgili olmak, -in alanına appelé er. Kur'a eri. Askerlik görevini yapmaya
girmek (Cela n 'appartientpas à mon sujet. Ce livre çağrılan genç (Les appelés de 1948).
appartient au genre des essais philosophiques), c) appeler gçl. 1. Çağırmak, adını ünlemek (Appeler
-e vergi olmak, özgü olmak (La gaîté appartient à un chien, un domestique). 2. Çağırmak, yanına
l'enfance). 3. Appartenir à qn de f.qch: -mek getirtmek (Appeler un médecin). 3. Çekmek,
birine düşmek (Il appartient aux familles d'élever getirmek, doğurmak (Le mensonge appelle le
leurs enfants). § S'appartenir: Kendi başına mensonge). 4. Yoklama yapmak (Appeler les
buyruk olmak; karışanı görüşeni olmamak, élèves d'une classe). 5. Askere çağırmak, silâh
appas er. ç. (Kadında) Alım, cinsel çekim, göz altına almak (Appeler les réserves). 6. Daha
alıcılık (Elle a des appas qui ne laissent pas yüksek bir yargı yerine baş vurmak. 7.
insensible). Gerektirmek, zorunlu kılmak, istemek (Cegrave
appât er. 1. Olta yada tuzak yemi (Mettre de l'appât sujet appelle toute votre attention). 8. Adım
à un piège, à l'hameçon). 2. mec. Çekicilik, koymak, adını vermek (Ils appeleront leur
aldatıcılık (L'appât du gain. Prendre la multitude prochaine fille Hélène). 9. Appeler qnàqch: Birini
par l'appât de la liberté). bir şeye atamak (Appeler un fonctionnaire à un
appâter gçl. 1. Yemlemek, yemle çekmek (Appâter grand poste). 10. Appeler qn à qch; à f. qch: Birini
des poissons, des oiseaux, un gibier). 2. Besiye bir şeye, bir şeyi yapmaya çağırmak (Appeler son
yatırıp semizletmek (Appâter des volailles, des ami à son aide, à secourir les blessés). § Appeler qn
oies et dindes). 3. mec. Yemlemek, kandırmak, en justice: Birini mahkemeye vermek. En
aldatmak (Appâter quelqu'un par de belles appeler: Bir kararı daha yüksek bir yargı yerinin
promesses, avec de l'argent). önüne götürmek. En appeler à: -e bırakmak,
appauvrir gçl. 1. Yoksullaştırmak (Les dépenses havale etmek (J'en appelle à votre sagacité). En
superflues ont appauvri le pays). 2. appeler de qch: Kabul etmemek, reddetmek (J'en
Verimsizleştirmek, kısırlaştırmak (Appauvrir appelle de votre décision). § S'appeler:
une terre. Une vie misérable a appauvri sa pensée). Adı...olmak (Je m'appelle Paul. Comment
appauvrissement er. 1. Yoksullaşma, s'appelle cet arbre?).
yoksullaştırma; yoksul düşme, yoksul düşürme. appellatif,ive 1. s. dilb. Cins (Arbre est un nom
2. Kısırlaşma, verimsizleşme, güçsüzleşme. ' appellatif). 2. er. Cins adı (Un appellatif).
appeau er. 1. (Avcılıkta) Çığırtkan (kuş). 2. appellation diş. 1. Ad verme, adlandırma. 2. Ad. §
(Çığırtkan kuş yerine kullanılan) Çığırtkan Appellation d'origine: (Bir tecim ürününün)
düdüğü. § Servir d'appeau à qn: Birinin enayisi Menşe adı, çıkış yeri adı.
durumuna düşmek; aldanmak. Se laisser prendre appendice er. 1. Ek, ulama, sona eklenen bölüm
a l'appeau: Oyuna gelmek, kanmak, aldanmak, (Grouper dans l'appendice d'un ouvrage les
appel er. 1. Çağırma, çağırım (Crions plus fort, ils détails statistiques). 2. Ek bölüm; eklenti (On
n'ont pas entendu notre appel). 2. Çağrı, "davet distinguait une sorte d'appendice à la ferme, un
(Recevoir un appel, répondre à un appel). 3. petithangar). 3.anat. Uzantı;körbarsakkuyruğu,
(Bulunmayanları anlamak için yapılan) Yoklama 'kuyrucuk (Appendice nasal. Le médecin lui a
(Etre présent, répondre à l'appel; être absent, enlevé l'appendice).
manquer à l'appel). 4. (Askere) Çağrılma. 5. ask. appendicite^, hek. "Apandisit, *kuynıcukyangısı
appendre 88 appontage

(Etre opéré de l'appendicite). yapıştırma.


appendre gçl. Asmak, takmak, applicateur er. 1. Uygulayıcı (Applicateurs des
appentis er. 1. Sundurma. 2. Sırtını büyük bir yapıya lois). 2. s. ve er. Yapıştırmaya, takmaya,
vermiş küçük yapı. kaplamaya yarayan şey (Tampon applicateur,
appesantir gçl. 1. Ağırlaştırmak, hantallaştırmak pinceau applicateur. Un applicateur).
(La fatigue avait appesanti ses pas.) 2. Appesantir application diş. 1. Uygulama, uygulanma
qch sur: a) ...üzerinde toplamak, (Application d'une loi, d'une nouvelle méthode).
yoğunlaştırmak, artırmak (Appesantir son 2. (Teknikte) Yapıştırma, takma, kaplama
autorité sur son entourage), b) Kuvvetle -e (Application d'un enduit sur un mur. Application
dayamak, vurmak (Appesantir sa main sur la de feuilles de métal). 3. Özen, dikkat (Application
table). § S'appesantir: 1. Ağırlaşmak (Sa tête à l'étude, au travail). § Mettre en application:
s'appesantissait sous l'effet du vin). 2. » Uygulamaya koymak, uygulamak (Mettre ses
S'appesantir sur qch: a) Bütün ağırlığıyla üzerine idées en application).
çökmek (La domination coloniale s'est appesantie applique diş. 1. Bir şeye süs olarak takılan parça,
pendant des siècles sur l'Amérique du Sud), b) "takıt. 2. Duvar lâmbası, duvar şamdanı,
Üzerinde durmak, direnmek (Il s'appesantit appliquées. 1. Uygulanmış, atılmış, yapılmış (Un
toujours sur les détails). emplâtre appliqué sur une tumeur. Un coup bien
appesantlssement er. 1. Ağırlık, hantallık. 2. appliqué). 2. Uygulamalı (Méthodeappliquée). 3.
Ağırlaşma, ağırlaştırma; hantallaşma, Dikkatli, özenli, ciddi; çalışkan (Un élève
hantallaştırma. appliqué).
appétence diş. İçgüdü ile olan istek, iç istek, özlem, appliquer gçl. 1. Uygulamak (Appliquer une
iç çekme (Appétence de nouveauté). méthode, une loi). 2. Dayamak (Appliquer une
appétissant,e s. İştah açıcı, ağız sulandırıcı, istek échelle contre la muraille). 3. Vurmak, indirmek,
uyandırıcı (Un mets appétissant, une femme yapıştırmak, aşketmek (Appliquer un soufflet). 4.
appétissante). Basmak, koymak, yapıştırmak (Appliquer un
appétit er. 1. İstek, heves (Appétits naturels, sceau, appliquer un emplâtre). S. Kullanmak
appétits sexuels). 2. İştah (Manger avec appétit, (Appliquer un remède). 6. Appliquer qch à: Bir
sans appétit). § Avoir de l'appétit: İştahı olmak. şeyi -e uygulamak (Appliquer une découverte aux
Donner de l'appétit: İştah açmak, machines). $ S'appliquer: 1. Dikkatle, özenle
iştahlandırmak. Couper, enlever l'appétit: çalışmak (Cet écolier s'applique). 2. S'appliquera
İştahım kesmek. Mettre en appétit: qch: a) -e uymak, uygun gelmek (Ce jugement
İştahlandırmak, iştahını kabartmak. Rester sur s'applique bien à son cas), b) -e kendini vermek
son appétit: Doymamak, aç kalmak,* doyum (S'appliquer avec zèle à l'étude, au travail). 3.
bulmamak. Bon appétit: Afiyet olsun, yarasın. S'appliquer sur: -e uygun gelmek, tam oturmak
L'appétit vient en mangeant: Buldukça daha (Une lame qui s'applique exactement sur une
çoğunu ister kişioğlu; kişioğlu doymak bilmez, autre). 4. S'appliquer à f. qch: -meye çalışmak
applaudir gçl. 1. Alkışlamak (Applaudir un acteur, (S'appliquer à cultiver son esprit, à appendre une
un orateur). 2. Applaudir à qch: -e bütün gücüyle langue étrangère).
katılmak, benimsemek, kalıbını basmak appoint er. 1. Bir para tutarının ancak bozuk
(J'applaudis de tout cœur à cette initiative parayla, ufaklıkla ödenebilen kısmı, küsur. 2. Bir
heureuse). 3. gsz. Alkış tutmak, alkışlamak, hesabı kapatan para, üste kalan küsur (Le
şakşaklamak (Des gens payés pour applaudir). $ receveur de l'autobus demande à chacun de faire
S'applaudir de qch: Bir şeyden hoşnut olmak, bir l'appoint). 3. Ek, yan, tamamlayıcı; yan gelir (Un
şeye çok sevinmek, kıvanmak, kıvanç duymak, salaire d'appoint. L'élevage constitue l'appoint le
applaudissement er. A\ki§(Lethéâtrecroulasousles plus rémunérateur en Normandie). 4. Yardım,
applaudissements). katkı (Apporter son appoint. Ce fut un appoint
applaudisseur er. 1. Alkışçı. 2. mec. Şakşakçı, décisif).
dalkavuk, appointage er. 1. Uç uca dikme. 2. Sivriltme,
applicabilité diş. Uygulanabilirlik, appointements er. ç. Aylık, "maaş (Toucher,
applicable s. 1. Uygulanabilir, uygulamaya recevoir, donner des appointements).
konabilir. 2. Applicable à: -e uygulanabilir (Cette appointer gçl. 1. Aylık vermek (Appointer un
loi n'estpast applicable aux étrangers). employé). 2. Sivriltmek (Appointer un bâton).
applicage er. (Bir süs eşyasını bir duvara) Takma, appontage er. (Uçaklar için) Uçak gemisindeki
appoııtement 89 apprentissage

alana inme. le mobilier à telprix). 2. Tahmin etmek, kestirmek


appontement er. Yük iskelesi, (Il apprécie les dimensions avec exactitude). 3.
apponteur er. Uçak gemisindeki alana inişleri Sevmek, beğenmek (Apprécier le goût d'un vin).
gösteren görevli, 4. Beğenmek, takdir etmek (Apprécier un
apport er. 1. (Evlenirken karı ile kocadan homme. Je n'apprécie pas beaucoup son procédé).
herbirinin getirdiği) Mal payı. 2. (Bir tecimsel § S'apprécier: Değerlenmek, değer kazanmak
ortaklıkta ortaklardan her birinin ortaya (Le dollar s'apprécie vis-à-vis des autres
koyduğu) Anamal payı, "sermaye hissesi (Apport monnaies).
en numéraire, en nature. La société a demandé à appréhender gçl. 1. Tutmak, yakalamak (Les
ses actionnaires de nouveaux apports liquides). 3. agents de police ont appréhendé l'escroc). 2.
Getirme, verme, katma (L'apport constant d'eau Korkmak, kaygıyla karşılamak (Appréhender les
douce dilue le sel). 4. mec. Katkı, yardım froids, les examens). 3. Şöyle böyle anlamak, az
(L'apport de la Turquie à la civilisation). çok kavramak. 4. Appréhender def. qch: -mekten
apporter gçl. 1. Getirmek (Apportez-moi un verre korkmak, çekinmek (Ilappréhendait de laisser les
d'eau). 2. Vermek (Cet enfant nous apporte enfants seuls à la maison).
beaucoup de satisfaction). 3. İleri sürmek apprehensif,ive s. 1. Sıkılgan, çekingen, korkak,
(Apporter des raisons, des arguments). 4. kaygılı. 2. Appréhensif de qch: -den çekinen,
Çıkarmak (Apporter des obstacles). S. korkan, kaygılanan (Il étatit appréhensif d'un
Göstermek (Il apporte du soin à exécuter son péril).
travail). 6. Sağlamak, doğurmak (Cette appréhension diş. 1. Korku, çekinme, kaygı (Ila de
découverte apportera beaucoup de changements l'appréhension. Il éprouve une certaine
dans nos habitudes). 7. Yatırmak, koymak appréhension avant les examens). 2. Anlayış,
(Apporter de l'argent dans une affaire). 8. kavrayış (Un homme sans appréhension). 3.ruhb.
Apporter qch à qn: Birine bir şey getirmek, Tasalanma.
vermek, sağlamak, apprendre gçl. 1. Öğrenmek (Apprendre une
apposer gçl. 1. Koymak, atmak, basmak (Apposer langue, un métier, une science). 2. Öğretmek. 3.
sa signature, son cachet). 2. Yapıştırmak Haber almak (Apprendre un événement, un
(Apposer une affiche, un timbre). § Apposer les secret). 4. Haber vermek, bildirmek (Je viens vous
scellés (Le scellé): Bir şeyi kapamak, apprendre qu'il est arrivé). 5. Apprendre qchà
kullanılmasını engellemek için mühürlemek qn: a) Birine bir şey öğretmek (J'apprends le
(Apposer les scellés surlaported'unmagasin, d'un français à mon fils), b) Birine bir şeyi bildirmek,
appartement). haber vermek (Il est venu m'apprendre le divorce
apposition^. 1. Koyma, basma, yapıştırma, atma. de ses parents). 6. Apprendre à qn àf. qch: Birine
2. dilb. Belirten durumunda olmak üzere bir ada -meyi öğretmek (Il apprend à sa femme à nager).
başka bir adın koşulması yada koşulan bir ad, 7. Apprendre qch de qn: Birinden bir şey
'koşuntu; san (Voltaire, écrivain français). öğrenmek (J'ai appris le français de mon père). 8.
appréciable s. 1. Değeri saptanabilen, Apprendre de qn à f. qch: Birinden -meyi
kestirilebilen. 2. Değerli, övgüye değer. 3. öğrenmek (J'ai appris de mon frère à écrire). 9.
Oldukça önemli, üzerinde durmaya değer (Il a mec. Apprendre à qn à f. qch: Birine -menin ne
obtenu des résultats appréciables. Des olduğunu göstermek (Je vous apprendrai à me
changements appréciables). répondre ainsi: Bana böyle karşılık vermenin ne
appréciateur, trice ad. Değerlendirici, yargıcı,
' olduğunu gösteririm size). § Apprendre à sa mère
hakem (Je devins un juste appréciateur de leur
à faire des enfants: Tereciye tere satmak.
mérite).
Apprendre à vivre: Dünyanın kaç bucak
appréciatif, ive s. Kestirmeye dayalı, "tahminî (Etat olduğunu göstermek; iyi bir ders vermek (Je lui
appréciatif d'une marchandise). apprendrai à vivre. Celavousapprendraàvivre). §
appréciation diş. 1. Değerlendirme, saptama S'apprendre: Öğrenilmek, bellenmek, bellekte
(Appréciation du prix d'une marchandise). 2. tutulmak (Ces vers s'apprennent facilement).
Tahmin etme, kestirme (Appréciation fausse apprenti,e ad. 1. Çırak (L'apprentie d'une
d'une distance). 3. Değerlendirme, "takdir (Je couturière). 2. Acemi (Un apprenti maçon. Une
laisse cette décision à votre appréciation). 4. apprentie couturière).
Beğenme, değer verme, "takdir, apprentissage er. 1. Çıraklık. 2. Acemilik; acemilik
apprécier gçl. 1. Değer biçmek (L'expert a apprécié dönemi. § Etre, entrer en apprentissage: Çırak
apprêt 90 approfondir

girmek. Faire l'apprentissage de qch: Bir şeyin bir kanıya katılma (Manifester son approbation).
çıraklığım yapmak, daha öğrenme döneminde 3. Beğenme, "takdir (5a conduite mérite
olmak, daha yeni öğrenmek (Les jeunes nations l'approbation, est digne d'approbation). 4. Izin
qui font l'apprentissage de l'indépendance). En verme, "icazet. § Soumettre qch à l'approbation
être à son apprentissage, faire son apprentissage: de qn: Bir şeyi birinin onamına sunmak
Henüz çırak olmak, bir şeyin daha başlangıcında, (Soumettre un projet à l'approbation des
öğrenme döneminde olmak. Mettre qn en supérieurs). Obtenir l'approbation de qn: Birinin
apprentissage: Birini çırak vermek, çıraklığa onamını almak.
koymak (Mettre un garçon, une fille en approbativité diş. Onamacılık, tasvipcilik.
apprentissage chez un charcutier). approchable s. Yaklaşılabilir, yanına varılabilir (Il
apprêt er. 1. Hazırlık, hazırlanma, hazırlama (Les est de mauvaise humeur, il n'est pas approchable
apprêts d'une fête, d'un voyage). 2. Perdah » aujourd'hui).
(Apprêts des tissus, des cuirs). 3. (Yemeklerde) approchant, e s. 1. Yakın, okşar, andırır (Ce n'en'
Çeşni maddeleri, çeşnilik. 4. Özenti, yapmacık est qu'une image plus ou moins approchante. Il n'a
(Parler sans apprêt). pas cela, mais quelque chose d'approchant). 2.
apprêtage er. 1. Hazırlama. 2. (Kumaşlarda, Yaklaşık (Un calcul approchant). 3. Sularında,
meşinlerde) Perdahlama, parlatma, civarında (Il est parti approchant midi). 4. bel.
apprêté,e s. Özentili, yapmacık (Un style apprêté). Hemen hemen, yaklaşık olarak (Il est midi ou
apprêter g;/. 1. Hazırlamak (Apprêter les bagages, approchant).
ses armes, le repas). 2. Perdahlamak, parlaklık approche diş. 1. Yaklaşma (L'approche de la nuit,
vermek (Apprêter des étoffes, des cuirs, des peaux, de l'hiver). 2. Yanaşma (La berge rocheuse
dupapier). 3. Hazırlamak, giydirip kuşandırmak, empêche l'approche des navires). 3. İşleme, ele
tuvaletini yaptırmak (Apprêter la mariée) § alma biçimi ; yaklaşım (L'approche mathématique
S'apprêter: 1. Hazırlanmak (Elle s'apprête pour le de travaux linguistiques). 4. diş. ç. Yöre, yakınlar
bal). 2. S'apprêter à qch; à f. qch: -e hazırlanmak; (Les approches d'une ville, d'un port). § A
-meye hazırlanmak (Il s'apprête au départ. Je l'approche de: Yaklaşmasıyla (A l'approche du
m'apprêtais justement à vous rendre visite, à aller danger tout le monde s'enfuit). Aux approches de:
au théâtre). Yöresinde, yakınlarında, dolaylarında (Aux
apprêteur er. 1. Perdahçı. 2. Cam resimcisi. 3. Ham approches de la mer l'air devient plus vif. Il est aux
madde hazırlayan işçi. approches de la trentaine).
apprêteuse diş. 1. Şapka süsleyicisi. 2. tç çamaşırı approché,e s. Kestirmece, "tahmini (Résultat
parçalarını hazırlayan kadın işçi. approché).
apprivoisement er. 1. Yabanıl bir hayvanı insanlara < approcher gçl. 1. Yaklaştırmak (Approcher deux
alıştırma (La domestication est distincte de objets). 2. Approcher qch de qch: Bir şeyi -e
l'apprivoisement qui la précède). 2. Ürkürük bir yaklaştırmak (Approcher un fauteuil de la table,
kimseyi topluluğa alıştırma, öğürleştirme une échelle du mur). 3. Approcher qn: Birinin
(L'apprivoisement d'un enfant farouche). yamna yaklaşmak, yamna sokulmak (Il a pu
apprivoiser gçl. 1. Yabanıl bir hayvanı insanlara approcher le président et lui serrer la main). 4. gsz.
alıştırmak (Apprivoiser un oiseau de proie, un Yaklaşmak (L'hiver approche). S. Approcher de
faucon pour la chasse). 2. Ürkürük bir kimseyi qch: -e yaklaşmak (Approcher du but, du résultat,
topluluğa alıştırmak, öğürleştirmek (Apprivoiser de la vérité, de la perfection. Il approche de la
un enfant timide). § S'apprivoiser: 1. Topluluğa cinquantaine). § S'approcher: 1. Yaklaşmak (Il
alışmak, öğürleşmek (Ce rustre a fini par s'approche doucement à pas de loup). 2.
s'apprivoiser). 2. S'apprivoiser avec qch, à qch: -e S'approcher de qn, de qch: -e yaklaşmak, -e
alışmak, -ile yakınlık kurmak (J'aipris le temps de yanaşmak, -in yanma varmak (Le navire
m'apprivoiser à cette idée). s'approche de la terre. La fillette s'approche de
approbateur, trice s. ve ad. Onaycı, onaylayın, lui).
"tasvip edici (Un geste, un sourire approbateur. approfondir gç/. 1- (Gerçek ve mecaz anlamlarıyla)
Un approbateur sincère). Derinleştirmek (Approfondir sa connaissance,
approbatif,ives. Onayan, onamah, tasvipeden (Un une question, un puits, un trou, une cavité). 2.
signe de tête approbatif). Yoğunlaştırmak, artırmak (Approfondir une
approbation diş. ı . Onama, onay, "tasvip; "tasdik haine, un désaccord, une amitié). §
(Approbation de la loipar les députés). 2. Bir oya, S'approfondir: Derinleşmek, yoğunlaşmak.
approfondissement 91 appuyer

approfondissement er. 1. Derinleştirme; yaklaştırmaca, aşağı yukarı (Calcul, nombre


derinleşme (L'approfondissement d'un chenal, approximatif. S'exprimer en termes
d'un problème). 2. Yoğunlaşma, yoğunlaştırma approximatifs).
(L'approfondissement d'un sentiment). approximation diş. Yaklaşıklık, 'yaklaştın,
appropriation diş. 1. Uyum, uygunluk (Ce qui fait *kestirim, "tahmin (Cela ne peut pas aller au-delà
un chef-d'œuvre, c'est l'appropriation heureuse d'une approximation). § Par approximation:
entre le sujet et l'auteur). 2. Uydurma, Yaklaşık olarak, kestirimle (Parvenir au résultat
uygunlaştırma, uygun düşürme (L'appropriation par approximations).
du style au sujet). 3. Yarar duruma getirme. 4. (Bir approximativement bel. Yaklaşık olarak, aşağı
şeye) Sahip çıkma; kendine mal etme yukarı.
(Appropriation par occupation, par violence, par appui er. 1. Dayanak, destek (L'appui d'une
ruse). fenêtre. Mur d'appui. L'alpiniste perdit son appui
approprié,e s. Uygun, elverişli (Que chaque chose et tomba. Le point d'appui d'un levier). 2. mec.
soit à sa place appropriée). Dayanacak kişi, arka (Il n'a aucun appui). § A
approprier gçl. 1. Uygunlaştırmak. 2. Yoluna l'appui de: -desteklemek için (A l'appui de ses
koymak, düzen vermek. 3. Temizlemek. 4. dires...). Prendre appui sur: -den destek almak, -e
Approprier qch à qch: Bir şeyi -e uydurmak dayanmak (Il prend appui sur rocher)-. Chercher,
(Approprier un style au sujet, les médicaments à demander l'appui de qn: Birinin desteğini
l'état général du malade). § S'approprier qch: Bir aramak. S'assurer, gagner, trouver, avoir un
şeye sahip çıkmak, bir şeyi kendine mal etmek appui: Kendisine bir arka bulmak, bir koruyucu
(S'approprier le bien d'autrui. Il s'est approprié la sağlamak. Accorder, prêter, offrir son appui à qn:
découverte d'un autre). Birine destek olmak, arka olmak,
approuvable s. Onanıhr, onanabilir, beğenilebilir, appui-bras er. (Bir arabada, taşıtta) Kol dayayacak
tasvip edilebilir (Sa conduite n'est pas yer, kolçak,
approuvable). appuirmain er. Ressam değneği,
approuver gçl. 1. Onamak, onaylamak, "tasdik appui-tête er. Baş dayayacak yer (Appui-tête d'un
etmek (Le Sénat a approuvé le projet de loi). 2. fauteuil).
Kabul etmek, izin vermek, tasvip etmek appuyer gçl. 1. Dayamak (Elle a appuyé sa tête
(J'approuve par avance tout ce qu'il fera). 3. contre moi). 2. Desteklemek (Appuyer un mur
Beğenmek (Approuver un acte, un ouvrage). 4. par des contreforts. 3. mec. Desteklemek, tutmak
Beğendiğini göstermek. 5. Approuver qn de f. (Appuyer un candidat, une proposition de loi). 4.
qch: Birinin -sine hak vermek; birini -mekten Appuyer qch sur qch: Bir şeyi -e dayamak
dolayı kutlamak (Je vous approuve d'avoir refusé (Appuyer ses coudes sur la table). S. Appuyer qch
de céder aux menaces). contre qch: Bir şeyi -e dayamak, -e karşı dayamak
approvisionnement er. 1. (Bir yere) Azık sağlama, (Appuyer tine échelle contre le mur). 6. Appuyer
gereç sağlama, "ikmal (L'approvisionnement qch sur qch, de qch: Bir şeyi -e dayandırmak, ile
d'une armée en munitions. L'approvisionnement pekiştirmek(Appuyer ses dires sur des raisons. Il
d'une ville en charbon). 2. Azık ; gereç (Les dépôts appuya sa déclaration de preuves évidentes). 1.
regorgent d'approvisionnements). Appuyer par: ask. -ile desteklemek (Appuyer une
approvisionner gçl. 1. Azık sağlamak, gereç attaque par un tir d'artillerie). 8. gsz. Dayanmak
sağlamak; "ikmal etmek (Approvisionner une (La voûte appuie sur les pieds-droits). 9. Appuyer
ville, un marché, une armée). 2. Approvisionner » sur: -i zorlamak (Le cheval appuie sur les mors)..
qn, qch de qch: Birini, bir şeyi -ile donatmak 10. Appuyer sur: a) Üzerine basmak, vurgulamak
(Approvisionner un magasin de toutes les (Appuyer sur un mot en parlant), b) Üzerinde
marchandises nécessaires). § S'approvisionner: 1, durmak, "ısrar etmek (Il appuie trop sur cette
Yiyecek içeceğini almak, gereksinimlerini question). 13. Yönelmek; -den yana gitmek
sağlamak (La ménagère vient s'approvisionner au (Appuyez sur la droite, appuyez à gauche). §
marché). 2. S'approvisionner de qch: S'appuyer: 1. Birbirini desteklemek, birbirine
-gereksinimini sağlamak, -"ikmali yapmak yardım etmek. 2. S'appuyer sur: -e dayanmak (Le
(S'approvisionner de bois, de vins). blessé s'appuie sur ses béquilles; Il s'appuie sur son
approvisionneur, euse s. ve ad. Azık, gereç oncle). 3. S'appuyer qch: hlk. Yüklenmek,
sağlayıcı. altında kalmak (S'appuyer une corvée). 4.
approximatif,ive s. Yaklaşık, *kestirimsel, S'appuyer de f. qch: -meyi istemeye istemeye
apraxie 92 apurement

yapmak (Je me suis appuyé de venir jusqu'ici). 5. après-dîner er. (Eski) Öğle yemeği sonrası, öğle
S'appuyer qch: tkz. Atıştırmak, tıkınmak yemeğinden sonraki zaman (Il passe tous les
(S'appuyer des aliments, des boissons). après-dîners en famille).
apraxie diş. hek. İşlev bozukluğu (Apraxie après-guerre er. Savaş sonrası (L'avant-guerre et
oculaire). l'après-guerre. Des après-guerres).
âpre s. 1. Buruk (Un goût âpre). 2. Sert (Un froid après-midier. yadadiş. öğle sonrası, öğleden sonra
âpre, un vent âpre). 3. Çetin (Une lutte âpre, une (Il passe ses après-midi à la campagne. Une belle
vie âpre). 4. Doymak bilmeyen, doymaz. 5. Apre après-midi de printemps. Je le verrai cet après-
à qch: -e doymayan; -e doymak bilmeyen; gözü midi).
doymayan (Il est âpre au gain). après-ski er. Kış sporlarında, kayak yapılmıyorken
âprement bel. 1. Sertçe, sertlikle. 2. Doymak giyilen yumuşak, sıcak ayakkabı (Il a mis ses
bilmeden, aç gözlülükle, après-ski).
après ilg. 1. -den sonra (Le printemps vient après après-vente er. Büyük mağazalarda satış sonrası
l'hiver. Jepeux le recevoir après cinq heures. Unan bakım (Service d'après-vente).
après la mort de son père). 2. Arkasından, âpreté diş. 1. Sertlik, ürkünçlük (L'âpreté d'un
ardından (Il marche après son père. Les chiens paysage. L'âpreté de l'hiver, du vent, d'un
aboient après les passants).3. Après f.qch:-dikten caractère, d'une boisson). 2. Çetinlik (L'âpreté
sonra (Après boire, après manger). 4. d'une lutte). 3. (Eski) Doymazlık,
Après+infinitif passé: -dikten sonra (Je sortirai a priori 1. bel. Lat. önsel olarak (Condamner,
après avoir fini mon travail: işimi bitirdikten sonra prouver a priori). 2.s. Önsel (Argument a priori,
çıkacağım. Après être sorti du théâtre il est allé voir une idée a priori 3. er. Önsel düşünce, 'önsellik
son ami: Tiyatrodan çıktıktan sonra dostunu (Ce sont des a priori. Cette théorie repose sur un
görmeye gitti). 5. Après que: (Çekimli eylem) simple a priori). 4. Deney öncesi verilere
-dikten sonra (Je suis arrivé à la gare après que le dayanan.
train était parti: Tren gittikten sonra istasyona apriorique s. Deney öncesi verilere dayanan,
vardım). 6. bel. Daha sonra, sonradan, sonra (Les önselce.
événements qui suivirent après). 7. bel. Arkada, apriorisme er. 1. 'Önselcilik (Il se méfiait d'un
arkadan (Dans le cortège, les femmes marchaient apriorisme étroit). 2. Gerçeğe dayanmadan
après). § D'après: 1. -e göre (D'après lui, vous yargıda bulunma,
allez finir par échouer: Ona göre, sonunda aprioriste s. önselci; önselce (Raisonnement
başarısızlığa uğrayacaksınız). 2. -e bakarak; -i aprioriste, attitude aprioriste).
örnek tutarak (Ilpeind d'après nature. Un dessin à-propos er. 1. Bir şeyin yerinde ve zamanında
d'après Raphaël). 3. -den sonraki, ertesi (Lemois oluşu, *yerindelik (Répondre avec à-propos). 2.
d'après). Après cela: Bundan sonra, sonra, ondan Konusunu ortalıktaki olaydan alan tiyatro yapıtı
sonra. Et après?: Peki ya sonra? Après quoi: yada koşuk.
Sonra, ondan sonra. Après coup: İş olup bittikten aptes. 1. Anık, elverişli, yetenekli. 2. Apte à qch, à
sonra, iş işten geçtikten sonra. Après tout: f.qch: -e yetenekli, -meyi yapabilir, becerebilir
Nihayet, ne de olsa (Après tout, il n'est pas un (Cet enfant n'est pas apte à un travail en équipe. Il
ange. Après tout, vous avez raison). Etpuisaprès! n'est pas apte à exprimer ses sentiments).
N'oldu yani (Tu as déchiré ma lettre, et puis aptère s. I. Kanatsız (Insecte aptère). 2. Dikinsiz,
après!). Demander après qn: hlk. Birini sorup sütunsuz (Temple aptère).
aramak. Etre après qn: Biriyle uğraşmak, aptéryx er. hayb. Kivi, Yeni-Zelanda'da yaşayan
arkasını bırakmamak, birini tedirgin etmek, bir kuş.
hırpalamak (La police est toujours après lui). Jeter aptitude diş. 1. Anıklık, elverişlilik, yeteneklilik,
le manche après la cognée: Bıkmak, gına "istidat. 2. huk. Yetenek, "kabiliyet § Certificat
getirmek, tiksinip herşeyi bırakmak. Après la d'aptitude: Yeterlik belgesi. Avoir une aptitude à
pluie le beau temps: Her yokuşun bir inişi vardır. qch, à f. qch; pour qch, pour f. qch: -e yeteneği
C'est de la moutarde après dîner: İş işten geçti. Atı olmak, -meye anıklığı olmak (Le génie n'est
alan Üsküdar'ı geçti. Arap öldükten sonra pilâvı qu'une plus grande aptitude à la patience. Il a une
dök kulağına. Après moi, le déluge: Benden sonra grande aptitude à s'adapter. Cet homme a une
Tufan; benden sonra çaylar kurusun, grande aptitude pour les sciences).
après-demain bel. ve er. Öbür gün (Il viendra après- apurement er. (Hesaplan) Aklama, temize
demain). çıkarma; "tasfiye.
apurer 93 arborer

apurer gçl. Aklamak, doğru olduğunu saptamak, araignée diş. 1. hayb. Örümcek (L'araignée file,
temize çıkarmak; "tasfiye etmek (Apurer les tisse, ourdit sa toile). 2. Kuyu çengeli. 3. Ağ. §
comptes). Toile d'araignée: Örümcek ağı. Avoir une
apyre s. Ateşe dayanıklı, yanmaz, araignée dans le plafond: Kafadan çatlak olmak,
apyrétique i. hek. Ateşsiz. biraz kaçık olmak,
apyrexie diş. hek. Ateşsizlik. araire er. Kara saban,
aquafortiste er. Kezzapla çalışan oymacı, araliacées diş. ç. bitb. Sarmaşıkgiller,
aquanaute er. Sualtı araştırma uzmanı (La descente aramon er. Bir tür asma çubuğu,
d'aquanaute à une profondeur de cent mètres). arasement er. (Duvarcılıkta) Teraziye getirme,
aquarelle Suluboya resim (Faire de l'aquarelle). terazileme.
aquarelliste ad. Suluboya ressamı, araser gçl. 1. (Duvarcılıkta) Teraziye getirmek,
aquarium er. Akvaryum, "balıklık. terazilemek. 2. yerb. Bir engebeyi aşındırmak,
aquatique s. hayb. ve bitb. Suda yada su yöresinde düzleştirmek.
yaşayan (Plantes aquatiques, oiseaux aratoire i. Tarıma değgin, tarımsal (Instruments
aquatiques). aratoires, travaux aratoires).
aqueduc er. Sukemeri. arbalète diş. (Eski silahlardan) Kundaklı yay; tatar
aqueux,euse s. 1. Su niteliğinde olan (La partie oku, oluklu ok.
aqueuse du sang). 2. Sulu. arbalétrier er. 1. Kundaklı yayla silahlanmış asker.
aquicole s. Su ürünleri yetiştiriciliğine değgin 2. hayb. Karasaksağan. 3. (Yapıcılıkta) Makas
(Industrie aquicole). kirişi.
aquiculture diş. (Havuzlarda yada göletlerde) Su arbi er. tkz. Kuzey Afrika yerlisi, kuzey afrikalı.
ürünleri yetiştiriciliği, arbitrage er. 1. (Bir anlaşmazlığın çözülmesi için)
aquifère s. Suyu olan, sulu (Le sondage atteignit la Yargıcıya başvurma (Soumettre un différend à
couche aquifère) l'arbitrage). 2. (Borsada) Fiyat ayrımlarından
aquifollacées diş. ç. bitb. Çobanpüskülügiller. yararlanarak girişilen alım satım. 3. Hakemlik
aquilin,e s. Kartalsı, kartalı andıran (Un nez (Une erreur d'arbitrage).
aquilin). arbitraire s. 1. Keyfe bağlı, caninin istediği gibi,
aquilon er. 1. Poyraz, kuzey yeli. 2. Kuzey (Du Sud hiçbir nedene dayanmayan, "keyfî (Une décision
à l'aquilon). arbitraire. Les arrestations arbitraires se
ara er. Uzun kuyruklu, parlak tüylü Amerika multiplient). 2. er. Keyfe bağlı yönetim, yasası
papağanı. kuralı olmayan yönetim; keyfîlik, zorbalık (La
arabe 5. ve ad. 1. Arap (Les pays arabes, un arabe, presse subit le règne de l'arbitraire).
une arabe). 2. er. Arapça (Il a appris l'arabe en arbitrairement bel. Keyfe bağlı olarak, "keyfi
Egypte). 3. Araplara değgin, araplara özgü (La olarak, canınm istediği gibi.
religion arabe, un style arabe). arbitral,e s. Yargıcılığa değgin, "hakemliğe değgin,
arabesque 1. s. Arap tarzında (olan bezekler). 2. "yargıcıl (Sentence arbitrale, tribunal arbitral).
diş. Girişik bezeme, arabesk, arapsallık arbitralement bel. Yargıcı yoluyla, yargıcılık
(Mimarlıkta). 3. Kıvrım, girinti çıkıntı (La rivière yoluyla, hakemlik yoluyla,
dessinait de curieuses arabesques). arbitre er. 1. Yargıcı, "hakem. 2. Salt buyurucu, tek
arabique s. Arabistan'a değgin; Arabistan'dan seçici, tek buyurucu, 'buyurman, astığı astık
gelen. kestiği kestik, zorba. 3. Uzlaştırıcı, arabulucu. 4.
arabisant,e ad. Arap dili ve yazım bilgini. Le libre arbitre: 'Elindelik, "cüzi irade (Il n'a
arabisation diş. Araplaştırma. plus son libre arbitre et agit sous la contrainte.)
arabiser gçl. Araplaştırmak. arbitrer gçl. 1. Yargıya bağlamak, çözüp sonuç
arable s. Ekilebilir, sürülebilir, işlenmeye elverişli üzerinde bir yargı yürütmek (Arbitrer un conflit,
(Terres arables). un litige). 2. Yargıcılık etmek, hakemlik etmek
arachide diş. Yerfıstığı. (Arbitrer un match de boxe). 3. (Borsada) Fiyat
arachnéen,ennes. 1. Örümceğe değgin. 2. İncecik, farklarından yararlanarak alım satım yapmak
tüy gibi. (Arbitrer des valeurs, des marchandises).
arachnides er. ç. hayb. Örümcekler, örümcekgiller. arborer gçl. 1. (Ağaç gibi) Dikmek. 2. Çekmek,
arachnoïde anat. (Beyinzarlarında)Örümceksi dikmek (Arborer un drapeau). 3. Herkese
katman. göstererek taşımak, kasıla kasıla giymek
arack, araç er. Rakı, pirinç yada şekerkamışı rakısı. (Arborer un insigne, un chapeau). 4. Atmak,
arborescence 94 archiépiscopal

çekmek (Arborer une manchette, un titre). S. Çok arcasse diş. (Gemi iskeletinde) Kıç kafes,
belirgin biçimde yapmak (Arborer un sourire). § arcature diş. Sıra kemerler,
Arborer l'étendard de la révolte: İsyan bayrağını arc-boutant er. 1. Destek, payanda, destek kemer
çekmek. (Les arcs-boutants d'une cathédrale gothique). 2.
arborescence diş. Ağaç biçimi, ağaç görünüşü, den. (Gemide) Sandal askısı,
arborescent,e s. Ağaç biçiminde, ağaç görünüşlü arc-bouter gçl. Destek kemerle berkitmek (Arc-
(Le bananier est une herbe arborescente). bouter un mur, une voûte). § S'arc-bouter sur,
arboricole s. 1. Ağaçlarda yaşayan (Oiseaux contre, à qch: -e dayanmak; -den destek almak
arboricoles). 2. Ağaç yetiştiriciliğine değgin (La (S'arc-bouter sur une perche. Ils'arc-boute au sol
technique arboricole). pour soulever la roue de la voiture. Il s'arc-boutait
arboriculteur,trice ad. Ağaç yetiştiricisi, contre le mur pour retenir l'armoire qui penchait).
arboriculture diş. Ağaç yitiştiriciliği, ağaççılık, arceau er. 1. (Bir kubbede, bir kapı yada
arborisation diş. (Mineral cisimlerde görülen) pencerede) Kemer. 2. Küçük kemer, kemercik
Ağaç resmi; ağaçlanma (Les arborisations de (Arceau d'un tunnel, d'un berceau).
l'agate, de l'onyx). arc-en-ciel er. Alkım, gök kuşağı, ebemkuşağı (Les
arborisé s. Ağaç görünümlü, ağaçlanmış (Agate arcs-en-ciel sont visibles souvent après une
arborisée). averse).
arbouse ^/.j. Kocayemiş. archaïque s. * Eskil (Mot, style, tournure
arbousier er. Kocayemiş ağacı, archaïque).
arbre er. 1. Ağaç (Arbre feuillu, branchu, noueux, archaïsme er. *Eskillik (Ecrivain qui aime
creux), l.mek. Eksen mil (Arbre de transmission. l'archaïsme).
Réunir deux arbres mécaniques).3. den. Direk. § archal (Fil d'archal) er. Pirinç tel.
(Söylencede) Arbre d'Apollon: Defne. Arbre de archange er. (Cebrail, Mikâil, İsrafil gibi)
Cybèle: Çam. Arbre de Minerve, de Pallas: Zeytin Başmelek (Les archanges Gabriel, Michel, et
ağacı. Arbre de Noël: Noel Ağacı. (Simyada) Raphaël).
Arbre de Diane: Gümüş. Arbre de Jupiter: Kalay. arche diş. 1. Köprü kemeri, kemer (Les arches d'un
Arbre des philosophes: Cıva. Arbre de vie: Hayat pont, d'un viaduc). 2. Gemi, Nuh'un gemisi
ağası. Arbre généalogique: "Şecere, soy kütüğü. (L'arche de Noé). 3. (Şaka) Türlü türlü insanların
Couper l'arbre pour avoir le fruit: Eti için bülbülü oturduğu yer. § L'arche d'alliance, l'arche sainte:
öldürmek. Entre l'arbre et l'écorce il ne faut pas Yahudilerin yasa levhalarını sakladıkları sandık,
mettre le doigt: Etle tırnak arasına girilmez. Dfaut archéologie diş. "Kazıbilim, "arkeoloji.
courber l'arbre quand il est jeune: Ağaç yaş iken archéologique s. Kazıbilime değgin, *kazıbilimsel
eğilir. (Recherches archéologiques, fouilles
arbrisseau er. Ağaççık, archéologiques).
arbuste er. Çalı. archéologue ad. "Arkeolog, *kazıbilimci.
arbustif,ive s. Çalıya değgin, archer er. 1. Okçu (Les archers anglais de la guerre
arc er. 1. (Ok atmaya yarayan) Yay (Bander, tendre de Cent ans.). 2. Eskiden bir tür polis, kollukçu.
l'arc. Tirer des flèches avec un arc). 2. archère, archière diş. Mazgal,
(Geometride) Yay (Cosinus, sinus d'un arc). 3. archerie diş. 1. Okçuluk, ok atma sanatı. 2. Ok
(Yapıcılıkta) Kemer (Le cintre d'un arc. Arc en takımı, okçunun kullandığı gereçlerin tümü.
ogive). 4. Kıvrıntı, kemer (Arc des sourcils, des archet er. 1. (Keman ve benzerlerinde) Yay. 2.
lèvres). § Arc de triomphe: Zafer tâkı. Avoir (Teknikte) Torna yada delgi yayı. 3. (Elektrikli
plusieurs cordes à son arc: 1. Elinde birçok kozu, taşıtlarda) Hava yayı.
olanağı bulunmak. 2. Elinden nice nice işler archétype er. İlk örnek, ana örnek,
gelmek; on parmağında on hüner olmak, archevêché er. Başpiskoposluk,
arcade diş. 1. Kemer (Arcade sourcilière). 2. Sıra archevêque er. Başpiskopos,
kemerler (Les arcades d'un aqueduc, d'une archicomble s. Dopdolu; hıncahınç,
galerie). § Arcade de Fallope: Omuz kemeri. archidiacre er. Başdiyakos.
Arcade palmaire: Kalça kemeri, archiduc er. Arşidük,
arcane er. 1. Simyacıların gizemli eylemleri. 2. (Bir archiduché er. Arşidüklük.
iş yada bir meslekte) Giz, gizli tutulan şey, archiduchesse diş. 1. Arşidük karısı, arşidüşes. 2.
herkesin bilmediği yan, püf noktası (Les arcanes Avusturya prensesi. >
de la politique, de la science). archiépiscopale s. Başpiskoposluğa değgin.
archiépiscopat 95 argent

archiépiscopat er. Başpiskoposluk, Büyük istek (Il ne montre aucune ardeur au


archifou, archifolles. Zırdeli, travail).
archimandrite er. Rum manastır başrahibi. ardillon er. Toka dili.
archipel er. Takımadalar, ardoise diş. 1. yerb. Kayağantaş, "arduvaz
archiphonème er. dilb. Üstsesbirim. (Gisements d'ardoise). 2. Taş tahta (Aujourd'hui,
arhiprêtre er. Başpapaz, les écoliers n'écrivent plus sur des ardoises). 3.
architecte er. "Mimar, "örekmen. Veresiye hesabı, borç (Il est très endetté, il a des
architectonique s. 1. Örekmenliğe değgin, ardoises partout).
mimarlığa değgin, öreksel, "mimarî (Règles ardoisé,e s. Arduvaz renginde, koyu gri-mavi,
architectoniques). 2. diş. Yapıcılık tekniği, kurşun gibi (Un ciel ardoisé).
mimarlık sanatı, örekmenlik (Les procédés de ardoisier,ère s. Arduvazlı, arduvazla ilgili (Schiste
l'architectonique). ardoisier, industrie ardoisière).
architectural,e s. Örekmenliğe (mimarlığa) değgin, ardoisier er. Arduvazci, arduvaz ocağı işleten (Les
*öreksel, "mimarî (Formes architecturales). ardoisiers de Bretagne).
architecture^. 'Örekmenlik, mimarlık, ardoisière diş. Kayağantaş (arduvaz) ocağı,
architecturer gçl. Kurmak, yapısını kurmak ardu,e s 1. Sarp (Chemin ardu). 2. Çetin, güç (Un
(Architecturer bien un roman). travail ardu).
architrave diş. (Sütun başlığı üstünde) Baştaban, are er. (Yüzölçümü birimi) Ar, yüz metrekare,
archivage er. Arşivleme, belgeliğe koyma, aréflexie diş. hek. Tepkeyitimi, refleks yitimi,
archiver^/. Sınıflandırmak, arşivlemek, belgeliğe aréique s. Sürekli su örtüsü olmayan (LeSa/ıara as/
koymak, une région aréique).
archives diş. ç. 'Belgelik, "arşiv, areligieux,euse s. Dinsiz.
archiviste er. "Arşivci, belgelik memuru, arénacé,es. Kumlu, kumsu (Roche arénacée).
archivistique s. 1. Belgelemeye değgin, arène diş. 1. (Anfïteatr, sirk gibi yerlerde) Kum
arşivlemeye değgin (Pièce archivistique). 2. diş. alanı, oyun sılam, "arena (Le taureau entre dans
Arşivbilim, "belgebilim (Varchivistique des l'arène). 2. Anflteatr (Les arènes d'Arles, de
manuscrits). Vérone). 3. Kum çölü. 4. mec. Tartışma alam,
archonte er. (Eski Yunanistan'da) Yargıç kral (Les alan, arena (Arène politique). § Descendre dans
neufs archontes d'Athènes). | Archonteéponyme: l'arène: Kavgaya, mücadeleye atılmak, düelloyu
(Eski Yunan'da) Yıla adını veren yüksek yargıç, kabul etmek,
arçon er. 1. Eyer çatısı. 2. Atımcı ("hallaç) yayı. § arénicole s. Kumda yetişen, kumda yaşayan,
Vider les arçons: Attan düşmek. Etre ferme dans, kumcul.
sur ses arçons: mec. Düşüncelerinde sağlam aréole diş. 1. Ayla, "hale. 2. anat. Memenin
olmak, gürültüye pabuç bırakmamak, etrafındaki mor halka. 3. Yaranın etrafındaki
arctiques. Kuzey (Pôle arctique, cercle arctique). yuvarlak kırmızılık,
ardemment bel. Şiddetle, çok, yaman, "hararetle aréomètre er. Yoğunlukölçer,
(Vouloir, désirer ardemment). aréopage er. Bilginler yada yargıçlar kurulu; en
ardent,e s. 1. Yanmakta olan, tutuşan (Charbons, yetkili bilgin, yargıç ve edebiyatçı kurulu,
tisons ardents). 2. Yakıcı, kızgın (Un soleil arête diş. 1. (Balıkta ve bitki başaklarında) Kılçık
ardent). 3. Şiddetli, zorlu (Un désir, un combat (Les poissons de rivière ont beaucoup d'arête. Une
ardent). 4. mec. Yaman (Il est ardent au combat). arête lui est restée dans la gorge). 2. Sivri köşe
5. Kula (renk). 6. Ateşli, ateş gibi (Unepersonne (Arête d'une voûte. Une pierre à vive arête). 3. Dağ
ardente, une nature ardente). 7. Güçlü, diri, canlı sırtı ; doruk çizgisi "hattı-bâlâ (Arête d'une chaîne
(Une imagination ardente). 8. Yangın çıkaran, de montagnes). 4. mat. Ayırt (Les arêtes d'un
yakan (Flèches ardentes. Miroir ardent). § cube).
Chambre ardente: Eskiden ateşte yakılma cezası arêtier er. Çatı mahyası.
veren yargı yeri. Chapelle ardente: Mumlarla argent er. 1. Gümüş (Polir, brunir l'argent). 2.
aydınlatılarak kutsallık verilmiş cenaze odası. Gümüş renginde, gümüşten (Les reflets d'argent
Etre sur des charbons ardents: Diken üstünde de l'étang sous la lune. Vaisselle d'argent). 3. Para
oturmak; sabırsızlıktan patlamak, (Je n'ai pas d'argent sur moi). § Les puissances
ardeur diş. 1. Yüksek ısı, yakıcılık, kızgınlık d'argent: Para babaları. Vif-argent: Civa. Avoir
(Ardeurdusoleil). 2. Erk, canlılık, dirilik (Ardeur de l'argent: Parası olmak. Placer, faire travailler
juvénile). 3. mec. Yamanlık, ateşlilik, "şiddet. 4. son argent: Parasını çalıştırmak. Déposer, verser,
argentan 96 aristocrate

mettre son argent en banque: Parasını bankaya argon er. kim. Argon.
yatırmak. Emprunter de l'argent à qn: Birinden argonaute er. 1. hayb. Argonot. 2. mec. Serüvenci
ödünç almak. Prêter de l'argent à qn: Birine gemici. 3. Küçük yelkenli,
ödünç para vermek. Gagner de l'argent: Para argot er. Argo (Parler argot).
kazanmak. Recevoir, toucher de l'argent: Para argotique s. Argoya değgin (Termes argotiques).
almak. Se vendre pour de l'argent: Kendini para argotiste ad. dilb. Argo uzmanı, argocu.
için satmak. Amasser, entasser de l'argent: Para argousin er. 1. (Eskiden) Kürek hükümlüleri
biriktirmek. Jeter l'argent par les fenêtres: Har gardiyanı. 2. hlk. Polis, aynasız, kaldırım kargası,
vurup harman savurmak. Etre à court d'argent, argue diş. Tel haddesi.
sans argent: Parasız olmak. En avoir pour son arguer gçl. 1. Sonuç olarak çıkarmak (Vous ne
argent, en vouloir pour son argent: Ne verdiyse pouvez rien arguer de ce fait). 2. Arguer qch. de
onu istemek, yaptığının karşılığını aynen* qch: a) -ile suçlamak ; -diğini ileri sürmek (Arguer
istemek. Payer en argent frais: Tıkır tıkır para une pièce de faux), b) Bir şeyi ileri sürmek, neden
saymak. Payer en argent comptant: Peşin para ile olarak göstermek (Arguer de son ancienneté pour
ödemek. Prendre qch pour argent comptant: Bir obtenir un avancement). 3. gsz. Bahane etmek,
şeye saf saf, körü körüne inanmak. Faire argent ileri sürmek (Il argue qu'il a de lourdes charges
de tout: Para için her şeyi yapmak, para için familiales pour demander une augmentation).
babasını bile satmak. L'argent ne fait pas le argument er. 1. Uslamlama 2. Kanıt, "delil
bonheur: Para insanı mutlu kılmaya yetmez. Plaie (Appuyer une affirmation sur des arguments). 3.
d'argent n'est pas mortelle: Giden para olsun, (Bir yapıttan, bir parçadan çıkarılan) Öz, özet
canıma gelmesin de malıma gelsin. Le temps c'est (Argument d'un roman, d'une pièce de théâtre). §
de l'argent: Vakit nakittir. Tirer argument de qch: Bahane etmek, neden
argentan er. Bakır, çinko ve nikel alaşımı. Çinko göstermek, ileri sürmek (Tirer argument de sa
yerine kalay girerse argenton denir, mauvaise santé pour prendre sa retraite).
argenté,e s. 1. Gümüş kaplamalı, gümüş kaplanmış argumentaire s. "Kanıtsal, kanıta değgin, delile
(Métal argenté). 2. Gümüş renginde ve ilişkin.
parlaklığında (Cheveux argentés). 3. "Berrak, argumentateur, trice ad. Kanıt getirici, kanıtlayıcı.
pırıl pırıl (Cette voix argentée de la jeunesse. Son argumentation diş. Kanıtlama, kanıt getirme
argenté d'une clochette). 4. Paralı, parası pulu (Présenter une solide argumentation).
olan. § N'être pas argenté: Parası pulu olmamak, argumenter gsz. 1. Kanıt göstererek tartışmak (Il
argenter gçl. 1. Gümüş kaplamak (Argenter des argumente sans cesse avec des contradicteurs). 2.
couverts. Argenter une glace). 2. Gümüş Argumenter de qch: -i kamt diye almak,
parlaklığı vermek, gümüş gibi parlatmak (La lune kanıtlamak (Argumenter de l'effet à la cause. Il ne
argente les bouleaux). faut pas argumenter de la possibilité à la réalité).
argenterie diş. Gümüş (sofra) takımı, argus er. 1. Açıkgöz adam. 2. 'Giziletimci, "hafiye
argenteur er. Gümüş kaplamacısı, gümüş "jurnalci. 3. Hint sülünü,
kaplaması yapan işçi. § Argenteur sur verre: argutie diş. Pek incesine giden yersiz uslamlama;
Aynacı, ayna dökmecisi. gereksiz incelikler, ayrıntılar, us oyunları (Les
argentier er. 1. Gümüş takımları dolabı. 2. tkz. avocats multiplièrent les arguties juridiques pour
Maliye bakam, retarder l'ouverture du procès).
argentifère s. Gümüşlü; içinde gümüş bulunan argyronète diş. Suörümceği.
(Minéral argentifère). aria er. 1. hlk. Sıkıntı, can sıkıcı şey (Ce voyage ne
argentin,e s. 1. "Berrak, pırıl pırıl (Une voix nous aura procuré que des arias). 2. diş. müz.
argentine. Le son argentin d'une clochette). 2. s. ve Arya (Une aria de Bach).
ad. Arjantinli; Arjantin'e özgü. arianisme er. fels. Ariusçuluk.
argenture diş. 1. Gümüş kaplama (L'argenture de arides. 1. Kurak, çorak (Terre aride, climat aride).
ces couverts est partie). 2. (Kaplamada) Gümüş 2. mec. Kuru, kısır, duyarhksız (Un cœur aride).
yaprak. aridité diş. 1. Kuraklık, çoraklık (Aridité du sol). 2.
argile diş. Kil. § Colosse aux pieds d'argile: mec. mec. Kuruluk, kısırlık, duyarsızlık (Aridité du
Görünüşte güçlü, gerçekte çürük; dışı güzel içi cœur).
kof (Kişi yada nesne), ariette diş. müz. Arietta (Ariette de Haydn).
argileux,euses. Kilden, killi, kilsi (Terreargileuse). arioso er. müz. Aryozo; aryayı andıran bir hava.
argilière diş. Kil ocağı. aristocrate s. ve ad. Soylu kişi, soylulardan;
aristocratie 97 armoiries

"aristokrat, *aksoylu. des armes: Eskrim talimi yapmak. Prendre les


aristocratie diş. 1. Soylular sınıfı, *aksoylular 2. armes: Silaha sarılmak. Tourner les armes contre
Soylular erki, soylular yönetimi, "aristokrasi, qn: Birinin önce dostu iken sonra silahını ona
aristocratique s. Aksoyluluğa değgin, aksoylulara çevirmek, aleyhine dönmek. Rendre les armes:
özgü, "aristokratik (Gouvernement Teslim olmak, yenilgiyi kabul etmek. Mettre bas
aristocratique. Il a des manières aristocratiques). les armes, déposer les armes: Silah bırakmak;
aristocratiquement bel. Aristokratça, aksoyluca. teslim olmak. Faire tomber les armes des mains de
aristotélicien, ne s. Aristoteles felsefesine, qn: Birinin elinden silah almak, yatıştırmak,
düşüncesine, çağına değgin; Aristotelesçi. armé,es. 1. Silahlı (Forces armées. Conflit armé). 2.
arithméticien, ne ad. Aritmetikçi. Demir iskeletli (Bétonarmé). 3. mec. Donanmış,
arithmétique diş. *Sayıbilim, "aritmetik, silahlı, iyice hazırlanmış (Il est bien armé dans la
arlequin er. 1. İtalyan komedisinde renk renk lutte pour la vie). 4. Armé de: -ile donanmış, -e
parçalardan yapılmış giysi giyen güldürücü bir tip, sahip (Epi armé de piquants). § Etre armé
soytarı. 2. Belirli bir inanç yada ilkesi olmayan jusqu'aux dents, de pied en cap: Tepeden tırnağa
kişi, renksiz adam, ne kokar ne bulaşır. 3. hlk. silahlı olmak,
Satılığa çıkarılan türlü yemek artıkları. § Habit armée diş. 1. Ordu (Armée nationale, armée
d'arlequin: Yamalı bohça (gibi bir şey), régulière. Armée de terre, armée de mer, armée de
arlequinade diş. 1. Kaba güldürülere dayalı bir l'air). 2. mec. Ordu, sürü (Une armée de
oyun. 2. Soytarılık. 3. Beğenisizlik, paskallık, sauterelles, de livres). § Former, recruter une
armagnac er. Armanyak likörü, armée: Ordu kurmak, toplamak,
armateur er. Gemi işleticisi, armatör, armeline diş. Kakım derisi,
armature diş. 1. (Teknikte) Demir iskelet. 2. armement er. 1. *Savutlanma, "silahlanma;
(Yapıcılıkta) Kalıp (Armature du béton). 3. mec. silahlandırma (Course aux armements:
Bir işin temel çatısı, ana dayanağı (L'armature Silahlanma yarışı). 2. ask. Donatım (Armement
d'un parti politique). A.fiz. Armatür. 5. müz. (Bir d'unsoldat). 3. Gemi donatımı. 4. Armatörlük. 5.
notanın) Anahtar işaretleri, Silah (Armements nucléaires, armements
arme diş. 1. Savut, yarağ, "silah. 2. ask. Sınıf stratégiques).
(L'arme de l'infanterie, de l'artillerie). 3. ç. arménie diş. Ermenistan.
Askerlik. 4. ç. Arma (Les armes de la ville de arménien,nés. vead. 1. Ermeni (Unarménien, une
Paris). S. mec. Silah, her türlü savunma ve arménienne. Musique arménienne). 2. s.
saldırma aracı (Les armes des animaux). § Armes Ermenilere değgin. Ermeniceyle ilgili. 3. er.
à feu: Ateşli silahlar. Armes tranchantes: Kesici Ermenice.
silahlar. Armes légères, lourdes: Hafif, ağır armer gçl. 1. *Savutlandırmak, silahlandırmak
silahlar. Arme à deux tranchants: İki yana da işler (Armer une personne, une ville, un pays.). 2.
bir silah, hem yararı hem zararı olabilecek bir şey; Armer qn de qch: Birini -ile donatmak (Armer un
iki ağzı keskin kılıç. Suspension des armes: Silah gouvernement de pouvoirs exceptionnels). 3.
bırakımı, ateş kes. Aux armes!: Silah başına! Fait Armer qn contre: Birini -e karşı silahlandırmak;
d'armes: Savaşta yararlık. Maître d'armes: aleyhine kışkırtmak. 4. (Gemiyi) Donatmak. 5.
Eskrim öğretmeni. Par les armes: Silahla, silah Demir çubuklarla pekiştirmek, dayancını
zoruyla (Régler un différend par les armes. arttırmak (Armer les murs d'une galerie. Armer
Prendre le pouvoir par les armes). Braquer, ' une poutre de bandes de fer). § S'armer: 1.
pointer, diriger une arme contre qn: Bir silahı Savutlanmak, silahlanmak. 2. S'armer de qch:
birine doğru çevirmek, yöneltmek. Porter les -ile silahlanmak, donanmak (Ils'arma d'un bâton
armes, être sous les armes: Silah altında olmak. pour faire face à son adversaire. S'armer de
Appeler qn sous les armes: Silah altına almak, courage, de patience). 3. S'armer contre qch: -e
askere almak. Porter l'arme: Silah takmak karşı tedbirli olmak, tedbirini almak (S'armer
(Portez arme: Silah omuza, silah tak). Reposer contre le danger, le froid, le mal).
l'arme: Silah indirmek (Reposez arme: Silah armistice er. Silah bırakışma, * bırakışma
yerine) Passer qn par les armes: Kurşuna dizmek. "mütareke (Conclure, signer un armistice).
Passer l'arme à gauche: Ölmek, öteki dünyayı armoire diş. 1. Gömme dolap. 2. (İçine eşya
boylamak. Faire ses premières armes: 1. Savaşa konulan) Dolap (Armoire à glace. Armoire à
ilk kez girmek. 2. Bir işte ilk adımı atmak (Il a fait linge. Armoire à pharmacie).
ses premières armes dans un petit journal). Faires armoiries diş. ç. Arma.
armoise 98 arrangement

armoise diş. bitb. Miskotu, yaban karanfili, arraché er. (Halterde) Ağırlığı bir anda başının
armoriai,e 1. s. Armaya değgin. 2. er. Armalar üstüne çıkarma çalışması, koparma. § A
dergisi. l'arraché: Söke söke, zorla, bileğinin gücüyle
armorier gçl. Arma çizmek; bir yere arma takmak, (Obtenir son droit à l'arraché).
armure diş. 1. Zırh takımı, zırh (Armure de tête, de arrache-clou er. Çivi sökeceği,
cou, des épaules, armure de cheval). 2. Ağaçları arrachement er. Sökme, çıkarma, yolma,
korumak için çevrelerine çekilen kafes, ağaç kökünden çıkarma (Arrachement d'un arbre, des
kafesi. 3. (Kumaşta) Dokunuş, betteraves).
armurerie diş. 1. 'Savutçuluk, silahçılık. 2. Silah arrache-pied (d') bel. Durup dinlenmeden, başmı
fabrikası. 3. Silah alım satımı, savut tecimi, işten kaldırmadan (Travailler d'arrache-pied).
armurier er. Savutcu, silahçı, arracher gçl. 1. Sökmek, yolmak, çıkarmak
arnaque, er. hlk. Dalavere, yalan dolan, (Arracher un arbre, les mauvaises herbes, les
dümencilik, üçkâğıtçılık (Faire de l'arnaque). cheveux, les poils). 2. Çekmek (Arracher une
arnica, antique diş. bitb. Öküzgözü. dent). 3. Söküp atmak, indirmek (Arracher un
aroïdés, aroïdacées diş. ç. bitb. Yılanyastığıgiller. masque). 4. Arracher qch, qn, de qch: -den
aromate er. Hoş kokulu, ıtırlı bitki maddesi ; aroma. koparmak; -den kurtarmak, koparıp almak
aromatique s. Hoş kokulu, ıtırlı, aromah (Plantes (Arracher d'une terre les broussailles. Arracher un
aromatiques. Saveur aromatique). enfant des bras de la mort). 5. Arracher qn à qch:
aromatiser gçl. 1. Güzel bir koku salmak. 2. Birini bir şeyden kurtarmak (Arracher un homme
à une mauvaise situation, à la misère). 6. Arracher
Aromatiser de qch: -ile kokulandırmak
qch à qn: a) Birinin -sini çıkarmak (Arracher les
(Aromatiser les chocolats de cannelle).
yeux à quelqu'un), b) -den bir şey koparmak,
arôme, arôme er. Güzel koku, ıtır, koku (La
almak (Arracher de l'argent à un avare. Il est
boutique exhalait un délicieux arôme de café).
impossible de lui arracher un mot), c) -sini
aronde diş. (Eskiden) Kırlangıç. § A queue
indirmek, söküp atmak (Arracher le masque, le
d'aronde: Kırlangıç kuyruğu biçiminde,
voile à un hypocrite). 7. Arracherqndeqch: Birini
arpège er. müz. Arpej, -den kovmak, çıkarıp atmak (Arracher quelqu'un
arpéger gçl. Arpej yapmak (Accord arpégé). de sa maison, de sa place). § S'arracher les
arpent er. Dönüm (Un champs de vingt arpents). cheveux: Saçlarım yolmak, çok pişman olmak,
arpentage er. Toprak ölçme, alan ölçme dövünmek.
(Instruments d'arpentage).
arracheur, euse ad. 1. Sökücü, yolucu, çıkarıcı
arpenter gçl. 1. (Yeri, toprağı) Ölçmek. 2. mec. Bir
(Arracheur de betterave). 2. diş. (Tarımda) Kök
gidip bir gelmek, arşınlamak (Il a arpenté le
sökme aracı, çıkarma makinası (Une arracheuse
trottoir en attendant son ami. Arpenter sa
de pommes de terre). § Mentir comme un
chambre).
arracheur de dent: Utanmadan yalan söylemek;
arpenteur er. Yer ölçücüsü, *yerölçümcü. tek ayak üstünde kırk yalan söylemek,
arpenteuse diş. hayb. Gece kelebeği, arrachis er. 1. Ağaç sökme. 2. Sökülmüş fide.
arpète, arpette diş. hlk. Terzi çırağı, arrachoir er. Ot yolma aygıtı; kök sökme aracı,
arpion er. hlk. Ayak. arraisonnement er. (Gemide) Genel denetleme,
arqué,e s. Yay biçiminde (Sourcils arqués. Nez arraisonner gçl. (Bir gemiyi durdurup) Genel
arqué). denetimden geçirmek (Arraisonner un navire).
arquebuse diş. (Eski) Arkebüz diye anılan tüfek, arrangeable s. Düzelebilir, düzeltilebilir, yoluna
arquebusier er. 1. Arkebüzlü asker. 2. Arkebüzcü. konabilir ( Ce conflit n'est pas arrangeable).
arquer gçl. 1. Yay gibi eğmek, bükmek, arrangeant, e s. Uysal, uzlaşmaya hazır,
eğmeçlemek (Arquer une pièce de fer. Mettez les arrangement er. 1. Düzeltme, onarma
mains aux hanches et arquez les reins). 2. gsz. (Arrangement d'un mobilier, d'une maison). 2.
Eğmeçlenmek, bel vermek (Cette poutre Yerleştirme (Arrangement des fiches dans un
commence à arquer.) 3. gsz. hlk. Yürümek (Il ne classeur). 3. Hazırlanma, hazırlık (Les
peut plus arquer). arrangements du départ). 4. Düzenleme,
arrachage er. 1. Yolma, sökme, koparma uydurma (Arrangement d'une partition pour le
(Arrachage des mauvaises herbes, des pommes de piano). 5. Çözme, yoluna koyma (Arrangement
terres). 2. tkz. Sökme, çekip çıkarma (Arrachage d'un différend). 6. Uzlaşma, uzlaştırma (Un
d'une dent). mauvais arrangement vaut mieux qu'un bon
arranger 99 arrière

procès). contumace: Gıyap kararı. Mandat d'arrêt:


arranger gçl. 1. Dizmek, düzeltmek, yerleştirmek Tutuklama kâğıdı. Maison d'ârret: Tutuklular
(Arranger des papiers, des livres). 2. evi, 'tutukevi. Sans arrêt: Durmaksızın
Düzenlemek, yoluna koymak (Arrangersa vie). (Travailler sans arrêt). Rester, tomber en arrêt
3. Çözmek, çözümlemek (Arranger un différend, devant qch: Bir şey karşısında birden zınk diye
une affaire, un conflit). 4. Onarmak (Arranger durmak (Il restait en arrêt devanı le paysage. Le
une maison, une voiture.). 5. Hazırlamak chien est tombé en arrêt devant la haie).
(Arranger la table pour déjeuner. Arranger un arrêté er. Karar (Arrêté ministériel, arrêté
voyage, une entrevue). 6. Hoşnut kılmak, "tatmin municipal).
etmek (On ne peut pas arranger tout le monde). 7. arrêté,e s. Kesin, sarsılmaz, değişmez (C'est une
İyice haşlamak, ağzının payını vermek (Arranger chose arrêtée. La volonté bien arrêtée de refuser).
un insolent de la belle manière). 8. Düzenlemek, arrêter gçl. 1. Durdurmak (Arrêter un passant, un
uyarlamak (Arranger unepartitionpour le piano). autobus, un projet). 2. Önüne geçmek, engel
9. Arranger qn: -in işine gelmek (Cela m'arrange olmak (Rien ne l'arrête quand il a décidé). 3. (Bir
que vous veniez un peu tard). § S'arranger 1. yere) Tutturmak. 4. Tutmak (Arrêter un
Yerleşmek, düzene girmek (Mes idées s'arrangent logement). 5. Yolunukesmek. 6, Sözünü kesmek.
dans ma tête). 2. Kendine bir çeki düzen vermek T.Toplamak(Arrêter ses soupçons sur quelqu'un.
(Elle est allée s'arranger). 3. Düzelmek, Arrêter ses yeux sur un paysage, son attention sur
düzenlemek (Ce mécanisme peut s'arranger). 4. un point). 8. Tutuklamak (La police a arrêté le
Çözümlenmek, çözüm yoluna girmek (Ce conflit voleur). 9. (Dikişin ucunu) Pekiştirmek; düğüm
ne peut pas facilement s'arranger). 5. Anlaşmak, atmak. 10. Saptamak, kararlaştırmak (Arrêter le
uzlaşmak (S'arranger à l'amiable). 6. lieu d'un rendez-vous). 11. Ödemek (Arrêter un
Hazırlanmak, işlerini ona göre düzenlemek compte à la date du 20 juillet). 12. Arrêter gsz.
(Arrangez-vous pour passer une semaine chez Durmak (Dites au chauffeur d'arrêter). 13. gsz.
nous). 7. S'arranger deqch: -iyoluna koymak; -in Sesini kesmek, konuşmamak (Voulez-vous
içinden çıkmayı becermek, üstesinden gelmek arrêter). 14. gsz. (Av köpeği) Ferma etmek. 15.
(Ne vous inquiétez pas, je m'en arrangerai). Arrêter de f. qch: -memek; artık -meyi bırakmak
§ Arrangez-vous: Ne haliniz varsa görün. (Il ne sait pas arrêter de parler. Il a arrêté de lire).
arrangeur er. 1. Düzeltici, biçim verici, uzlaştırıcı. 16. Arrêter de f. qch: -meye karar vermek (Ils ont
2. muz. Düzenlemeci, düzenleme yapan. arrêté de construire un barrage). § S'arrêter: 1.
arrenter gçl. Kiralamak (Arrenter une terre, un Durmak, kalmak (S'arrêterenchemin, enunlieu.
domaine). La montre s'arrête souvent). 2. S'arrêter à qch:
arrérager gsz. Borcunu geciktirmek; kalıntıya Takılıp kalmak, karar kılmak; aldırmak, önem
bırakmak. vermek, dikkat etmek (Il s'est arrêté finalement à
arrérages er. ç. Zamanında toplanmamış gelir; notre projet: Sonunda bizim tasarımızda karar
alacak kalıntısı. kıldı. Il ne faut pas s'arrêter aux apparences, à des
arrestation diş. 1. Tutuklama, "tevkif (Arrestation détails: Görünüşe aldırmamak, ayrıntılara önem
préventive, provisoire, arbitraire). 2. Tutukluluk, vermemeli). 3. S'arrêter def. qch:-memek; -meyi
"mevkufiyet. § Ordre d'arrestation: Tutuklama bırakmak (Il s'arrête de travailler: Çalışmıyor,
emri. çalışmayı bırakıyor). § S'arrêter en beau ehemin:
, Tam bitireceği sırada bir işten vazgeçmek.
arrêt er. 1. Durma (Arrêt du train, du cœur, d'un
moteur). 2. Durdurma (Arrêt des hostilités, arrêt S'arrêter net: Zınk diye durmak,
dutravail). 3. Durak (Arrêt d'autobus. Descendre arrêtoir er. Kitleyen parça, dişli mandalı, emniyet,
à l'arrêt) 4. (Yüksek yargı kurumlan için) Yargı, arrhes diş. ç. Pey, pey akçası, kaparo. § Donner,
karar (Arrêt de la Cour de cassation, arrêt du verser des arrhes: Pey vermek. Demander, exiger
Conseil d'Etat). 5. f. Hafif göz hapsi; hafif hapis; des arrhes: Pey istemek,
oda hapsi, "nezaret (Etre, mettre aux arrêts). 6. arriération diş. ruhb. Gerilik (Arriération mentale:
Kilitleyen parça, emniyet, dişli mandalı (Arrêt Zekâ geriliği).
d'un fusil, arrêt d'une serrure). § Arrêt de arrière bel. 1. Arkadan (Avoir le vent arrière). 2. er.
cassation: Yargıtayın bozma kararı. Arrêt de non- Kıç, arka (L'arrière d'un navire, d'un car). 3 .er. ç.
lieu: Muhakemenin men'i kararı. Arrêt Geri, art (Protéger ses arrières contre une
supplément, arrêt de plus ample information: incursion ennemie). 4. İç bölge, savaş alanından
Soruşturmanın genişletilmesi kararı. Arrêt par uzak bölge (Le ravitaillement venait difficilement
arriéré 100 arrogant

de l'arrière). S. s. Art, arka (Les roues arrière arrimage er. 1. (Gemide yükü) İstif etme, istifleme
d'une voiture. Les feux arrière ne fonctionnent (Arrimage des caisses) 2. (Uzay araçları için)
pas). 6. ünl. Savulun, geri çekilin! (Arrière! Kenetlenme (L'arrimage des deux engins
N'embarrassez pas le passage: Savulun, geri spatiaux).
çekilin, yolu tıkamayın). § En arrière: 1. Geri, animer gçl. (Bir yükü) İstif etmek, istiflemek,
geriye doğru (Aller, marcher en arrière. Se arrimeur er. Yük istifçisi, yükçü (Il s'est fait
balancer d'avant en arrière). 2. Geride, arkada arrimeur de navires).
(Rester en arrière). 3. Gecikmiş, geride, arkada arrivage er. 1. Geminin gelip yanaşması. 2. Tecim
kalmış (Etre en arrière pour ses études). En arrière mallarının gelmesi, geliş, gelme (Arrivage de
de: 1. Sonunda, kuyruğunda (Rester en arrière de légumes aux halles). 3. Gelen mallar,
la colonne). 2. mec. Arkasında, çok gerisinde (Il arrivante ad. Gelen, gelen kişi (Les arrivants et les
esttrèsenarrièredesescamarades). Faire machine partants).
arrière: Sözünden caymak. Faire marche en arrivé,e s. ve ad. Gelen (Le premier arrivé. Les
arrière, faire machine en arrière: 1. Gerisin geri derniers arrivés n'ont pas pu entrer au stade).
yürümek, arkaya yürümek. 2. mec. Caymak, yüz arrivée diş. 1. Gelme, geliş (L'arrivée du courrier,
seksen derece geri dönmek, du train). 2. Varma, varış (L'arrivée des coureurs
arriéré,e s. 1. Gecikmiş, takılmış, ödenmemiş au sommet). 3. Geliş yada varış yeri.
(Réclamer une dette arriérée). 2. Geri (Un homme arriverez. 1. Varmak, gelmek (Le train est arrivé.
aux idées arriérées). 3. Geri kalmış, gelişmemiş Nous arriverons à Istanbul à minuit). 2. Arriver
(Un pays arriéré). 4. Geri zekâlı (Un enfant de: -den gelmek (Il arrive de Paris). 3. Yetişmek
arriéré). S. er. Alacak kalıntısı (L'arriéré d'une erişmek, varmak (Cet enfant grandit beaucoup, il
pension). m'arrive déjà à l'épaule). 4. Yanına varmak,
arrière-ban er. Eskiden silah altına son olarak görebilmek (Je n'ai pas pu arriver jusqu'au
çağrılan yaşlı savaşçılar (Tous les arrière-bans du secrétaire du ministre). S. Arriver à qch: -e
royaume). erişmek, varmak, ermek (Arriver à son but, à ses
arrière-bouche diş. Ağız ardı, yutak, fins, à un certain âge). 6. Arriver à f. qch: -meyi
arrière-boutique diş. Ardiye, başarmak; -mekte başarı sağlamak (Vous
arrière-bras er. Üstkol. n'arriverez pas à obtenir un bon résultat). 7.
arrière-cour diş. Arka avlu. Başarmak, başarılı olmak (Il voulait arriver à tout
arrière-dent diş. Akıl dişi. prix). S. Arriver à qn: -in başına gelmek (Celapeut
arrière-garde diş. ask. Artçı, arriver à tout le monde). 9. Arriver à qn de f. qch:
arrière-gofit er. 1. Bir şey yenildikten yada -diği olmak (Il lui arrive d'aller à la chasse: Ava
içildikten sonra ağızda kalan değişik tat. 2. mec. gittiği olur). 10. Il arrive que...: -diği olabilir;
Son izlenim (Sa visite m'a laissé un arrière-goût de belki... (Il arrive que nous sortions après dîner; Il
déception). arrive qu'il prenne ses repas au restaurant). 11. En
arrière-grand-mère diş. Büyük nine. arriver à qch: -e varmak, o noktaya gelmek (J'en
arrière-grand-père er. Büyük dede. suis arrivé à ce stade). 12. En arriver à f.qch: -cek
arrière-main diş. 1. Elin tersi. 2. er. Atın sağrısı, duruma gelmek, -diği olmak (J'en arrive à me
arrière-neveu er. 1. Yeğen oğlu. 2. ç. Gelecek demander s'il est vraiment sincère dans ses idées). §
kuşaklar, Il arrive ce qu'il doit arriver: Olacak olan olur,
arrière-nièce diş. Yeğen kızı. olan olur, akacak kan damarda durmaz,
arrière-pays, er.coğr. Artülke. arrivisme er. İkbal avcılığı, amaca varmak için her
arrière-pensée Artdüşünce. aracı geçerli sayma,
arrière-petit flls er. Torun oğlu. arriviste ad. İkbal avcısı. Amacına varmak için her
arrière-petite fille: Torun kızı. yolu doğru sayan kişi.
arrière-petit enfants er. ç. Torunlar, arroche diş. hlk. bitb. Karapazı.
arrière-plan er. 1. Art düzlem. 2. mec. Arka, geri, arrogamment bel. Küçümseyerek, yüksekten
ikinci plan, arka plan (Il reste toujours à l'arrière- bakarak, küstahça (Répondre arrogamment).
plan). arrogance diş. Büyüklenme, küçümseme, kurum,
arrière-saison diş. 1. Güz sonu, kasım, son güz. 2. kurumluluk, kibir, gurur; küstahlık (Fairepreuve
mec. Son dönem, yaşamın son yılları, d'arrogance dans son comportement).
arrière-train er. 1, (Kişi yada hayvanlarda) Arka, arrogant,e 1. s. Küçümseyici, tepeden bakan,
kıç. 2. (Taşıtlarda) Arka bölüm, son kısım. küstahça (Paroles, manières arrogantes.). 2. ad.
arroger 101 articuler

Büyüklük taslayan, şişinen, kendini bir şey sanan, arsenic er. kim. Arsenik, zırnık, sıçanotu
küstah (C'est un vrai arrogant. Une arrogante). arsenical,e s. Arsenikli (Eaux arsenicales, sels
arroger (s') Bir şeyi haksız olarak benimsemek, arsenicaux).
kabullenmek, kendine mal etmek (S'arroger un arsouilles. ve ad. Hayta, ipsiz, haydut, eşkiya (Un
titre, un droit). arsouille, un air arsouille).
arrondi, es. 1. Yuvarlak, toparlak (Visagearrondi). art er. 1. Sanat (Art populaire, art militaire, une
2. dilb. Yuvarlaşmış. 3 er. Yuvarlaklık, œuvre d'art, un amateur d'art, histoire de l'art). 2.
toparlaktık (Le moelleux arrondi des épaules). Zanaat (5e perfectionner dans un art). 3. Ustalık
arrondir gçl. 1. Yuvarlaklaştırmak, (Il fait tout avec art). 4. Yol, yöntem (Vous avez
toparlaklaştırmak (L'embonpoint arrondit son trouvé l'art de conquérir les cœurs). § Les arts
visage). 2. Kemer yapmak, kamburlaştırmak.3. d'agrément: (Resim, müzik gibi) Hoş sanatlar.
Çoğaltmak, genişletmek, büyültmek (Arrondir Les arts libéraux (Şiir, matematik gibi) Kafa işi
son capital, sa fortune, son champ). 4. Yuvarlak sanatlar. Les beaux arts: Güzel sanatlar. Avoir
yapmak (Arrondir une somme). S. Akıcılık l'art de f. qch: -mekte usta olmak; -meyi çok iyi
vermek (Arrondir ses phrases). § Arrondir les bilmek (Il a l'art de tromper, de plaire).
angles: mec. Sivrilikleri gidermek, tartışma artère diş. 1. anat. Atardamar. 2. Anayol (Les
konusu olabilecek şeyleri çıkarmak, artères d'une ville).
arrondissement er. 1. Yuvarlaklaştırma, artérielles. Atardamara değgin (Tension artérielle,
yuvarlaklaşma; toparlaklaştırma, toparlaklaşma. sang artériel).
2. Yönetim bölgesi, ilçe (Paris est divise en vingt artériole diş. Küçük atardamar,
arrondissements). 3. dilb. Yuvarlaşma. artériosclérose diş. hek. Damar sertliği,
arrosables. Sulanabilir, sulamaya elverişli, artésien,ne s. ve ad. Artois halkından olan,
arrosage er. Sulama, sulanılma (L'arrosage d'un Artuvalı, Artuva'ya değgin. § Puits artésien:
jardin, d'un champ). 2. (Asker argosunda) Artezyen kuyusu,
Bombalama (Arrosage des lignes ennemises). 3. arthrite diş. hek. Eklem yangısı,
Rüşvet verme, yemleme (Arrosage d'un agent arthritiques, ve ad. 1. Eklemlere değgin. 2. Eklem
public pour son service). 4. Geniş kapsamlı yayın,
yangısına tutulmuş kişi (Un, une arthritique).
büyük çapta yayın (Arrosage publicitaire par les
arthropodes er. ç. Eklembacaklılar,
mass-média).
artichaut er. 1. Enginar. 2. Dikenli demir engel. S
arrosement er. Sulama; sulanılma,
Avoir un cœur d'artichaut: Uçan olmak, ayran
arroser gçi. 1. Sulamak (Arroser les fleurs, une voie
gönüllü olmak,
publique). 2. Islatmak (La pluie arrose légèrement
article er. 1. Madde (Les articles du Code pénal,
la foule bruyante). 3. İçinden geçmek (Les villes
article23 delà loi). 2. Yazı, makale (Faireparaître
que ce fleuve arrose). 4. İçki içerek kutlamak,
un article dans un journal, dans une revue). 3.
ıslatmak (Arroser un succès, une décoration). 5.
Eşya, mal (Article de toilette, de voyage). 4. anat.
Arroser qn: İşini yaptırmak için para vermek;
Boğum. S. dilb. Tammhk. 6. Konu (Il est
rüşvet vermek, el oynatmak (Arroser un
intransigeant sur l'article de l'honnêteté. C'est un
fonctionnaire.) 6. Arroser qch de qch: a) -ile
article à part: Bu ayrı bir konu). § A l'article de la
sulamak (Arroser la terre de sang), h) -i katmak
mort: Yaşamın son döneminde, ölmeden önce,
(Arroser d'essence les chiffons pour les brûler), c)
ölmek üzereyken. Faire l'article: Malını satmak
yanına bir de... katmak (Arroser son repas d'un
için aşın övmek, göklere çıkarmak (Vendeur qui
bon vin). § Se faire arroser: İyice ıslanmak,
"fait l'article).
yağmurdan sırılsıklam olmak,
articulaire s. Ekleme değgin, eklemlere değgin
arroseur er. Sulama işçisi,
(Affection articulaire, rhumatisme articulaire).
arroseuse diş. Sulama makinası, 'sulamaç.
articulateur er. dilb. Eklemleyici.
arrosoir er. Sulama kabı, süzgeçli kova, süzgeç,
articulation diş. 1. anat. Eklem, oynak. 2.
arsenal er. 1. Askeri fabrika. 2. Askeri donatım
Boğumlanma 3. 'Söylem "telâffuz (Il a une très
ambarı. 3. Askeri "tersane, süel 'gemilik
bonne articulation). 4. dilb. Eklemleme;
(L'arsenal de la marine). 4. mec. Saldın yada
eklemlenme; eklemlilik.
savunma araçlan (/. 'arsenal nucléaire d'un pays).
articulé,e s. 1. Eklemli, boğumlu. 2. Tane tane
5. Büyük sayı ve türde silah (La police a saisi chez
söylenmiş.
lui tout un arsenal). 6. Bir sürü araç gereç, takım
taklavat (L'arsenal d'un photographe). articuler gçl. 1. Eklemlemek 2. Söylemek (Il n'a pas
pu articuler un seul mot). 3. gsz. Boğumlamak,
articulet 102 ascétique

heceleri belirterek söylemek (Il articule avec arum er. bitb. Yılanyastığı.
netteté. Articuler bien, mal). § S'articuler: 1. aryen,ne s. ve ad. Ari, arîlere değgin (Les aryens.
Birbirine bağlı olmak; ilintili, ilişkili olmak (Les Les langues aryennes).
chapitres de ce livre s'articulent bien). 2. aryténoïde er. Gırtlak kıkırdağı,
S'articuler à qch: -e bağlı olmak; -i tutmak arythmie diş. Ritm bozukluğu,
(Toutes les parties de son exposé s'articulent les as [as] er. 1. Eski romalılarda tartı, ölçü ve para
unes aux autres). 3. S'articuler avec: -ile uyuşmak; birimi. 2. (İskambil kâğıtlarında) Birli, bey (As de
-e uygun olmak (Vos décisions doivent s'articuler cœur, de carreau, dépiqué, de trèfle). 3. (Zarda ve
avec les nôtres). 4. S'articuler sur: -ile dominoda) Yek, bir (Amener deux as au trictrac).
eklemlenmek (Le tibia s'articule sur le fémur). 4. mec. Birinci, yıldız (Un as de l'aviation. C'est
articulet er. Makalecik, önemsiz yazı, çırpıştırılmış l'as de la classe). § Etrefichucomme l'as de pique:
1
yazı. hlk. Çok kötü giyinmek; kılık kıyafet köpeklere
artifice er. 1. Oyun, düzen, hile (Un artifice de ziyafet olmak. Etre plein aux as: hlk. Paralı
calcul. Cacher la vérité par des artifices). 2. olmak, cebi para dolu olmak. Passer à l'as: hlk.
Yapmacık (User d'artifice). § Feu d'artifice: Sırra kadem basmak (Il n'a rien vu,c'est passé à
Şenlik fişeği (On donna un superbe feu d'artifice l'as).
sur le lac). asbeste er. yerb. Asbest,
artificiel,le s. 1.Yapma, yapay (Un lac artificiel. Des ascaride er. hayb. Bağırsaksolucanı.
fleurs artificielles). 2. Yapmacık, yapmacıklı (Un ascendance 1. Ağma, çıkma, yükselme. 2. Soy,
style artificiel. L'enthousiasme était artificiel et bir kuşak öncekiler (Ascendance paternelle,
comme commandé). maternelle).
artificiellement bel. Yapma olarak, yapay olarak ascendant,e s. 1. Ağan, yükselerek giden
yapmacıktan, yapmacık bir biçimde, (Mouvement ascendant d'un astre). 2. mec.
artificier er. 1. Şenlik fişekçisi. 2. Fişekçi, İlerleyen, yükselen. 3. er. gökb. 'Çevren üstü,
artificieusement bel. Düzenle, aldatarak, dolapla, "ufuk üstü. 4. er. ç. Soy, ana baba kuşağı. 5. er.
artificieux, euse s. Aldatıcı, dolapçı, düzenci mec. Etki, sözügeçerlik, "nüfuz. § Ascendants et
(Paroles artificieuses. Des hommes artificieux et descendants: huk. Usul ve füruğ. Avoir de
intéressés). l'ascendant sur qn: Biri üzerinde etkisi olmak,
artillerie diş. ask. Topçuluk; topçu sınıfı; topçu birine sözü geçmek. Exercer de l'ascendant sur
kuvveti; toplar. § Artillerie de campagne: Sahra qn: Birine sözünü geçirmek, dinletmek. Subir
topçusu. Artillerie de montagne: Dağ topçusu. l'ascendant de qn: Birinin etkisinde kalmak,
Artillerie lourde, légère: Ağır, hafif topçu, ascenseur er. 'Ağıncak, "asansör (Prendre
artilleur er. Topçu (asker), l'ascenseur, appeler l'ascenseur).
artimon er. (Gemide) Kıç direği, ascension diş. 1. Yükselme, çıkma, çıkış, ilerleyiş
artiodactyles er. ç. hayb. Çiftparmaklılar. (L'ascension de Napoléon). 2. Havaya yükselme,
artisan,e ati. 1. Zanaatçı. 2. Sorumlu, neden, etken. ağma (L'ascension d'une étoile, d'un ballon dans
§ Etre l'artisan de qch: Bir şeyin sorumlusu, l'air). 3. Tırmanma (Des alpinistes ont fait la
nedeni, etkeni olmak (Vous êtes l'artisan de notre première ascension de ce pic). 4. "Uriiç, Isa
malheur, de ma ruine). peygamberin göğe çıkması. Bu olayın
artisanale s. Zanaatçılara, zanaatçılığa değgin, yıldönümünde yapılan yortu. 5. Uruç yortusu.
zanaatsal. § Ascension droite: gökb. Bahar açısı,
artisanat er. Zanaatçılar sınıfı, °esnaf (Aider ascensionnelles. Yükselici, yukarı çıkıcı, tırmanıcı
l'artisanat): (Vitesse ascensionnelle d'un avion. Mouvement
artison er. Güve, tahta kurdu gibi kemirici böcek. ascensionnel).
artisonné,e s. Güve yemiş, kurt kemirmiş. ascensionner gsz. Tırmanmak, çıkmak,
artistes, ve ad. 1. Sanatçı (L'artiste et son œuvre. Un ascensionniste er. (Dağcılıkta) Tırmanıcı, kayalara
peuple artiste). 2. Sanatlı, sanatlıca (Un style tırmanan, çıkan,
artiste). § Artiste capillaire: Berber. Artiste ascèse diş. Çile, dünya zevklerinden el etek çekme,
culinaire: Aşçı, aşçıbaşı, yoksunluk (Mener une vie d'ascèse).
artistique s. 1. Sanata değgin, sanatsal (Activités ascète ad. 1. Çileye çekilen, kendini din uğrunda
artistiques, valeurs artistiques). 2. Sanatlı, çileye veren, çileci. 2. mec. Dünya nimetlerinden
sanatlıca (Une décoration artistique). el etek çekmiş (kişi),
artistiquement bel. Sanatlıca. ascétique s. Çileye, çileciye, çileciliğe değgin (Vie
ascétisme 103 assagir

ascétique). par aspersion).


ascétisme er. Çilecilik. aspersoir er. Kiliselerde halkın üzerine okunmuş su
asepsie diş. Asepsi, mikropsuzlaştırma, serpmeye yarayan aygıt, *serpecek.
mikropsuzlaşma. asphaltage er. Asfaltlama, ziftleme,
aseptique s. 1. Asepsiye değgin. 2. Mikropsuz, asphalte er. Asfalt, zift.
mikroptan arıtılmış (Un pansement aseptique). asphalter gçl. Asfaltlamak, ziftlemek (Asphalter un
aseptisation diş. Mikropsuz duruma getirme, trottoir, une rue).
mikropsuzlaştırma, temizleme, asphodèle er. bitb. Çirişotu.
aseptiser gçl. Mikroptan arındırmak temizlemek, asphyxiant,e s. Soluk tıkayıcı, boğucu (Fumée
mikropsuzlaştırmak (Aseptiser une plaie). asphyxiante, gaz asphyxiant).
asexualité diş. bitb. Eşeysizlik, cinsliksizlik, asphyxie diş. Soluk tıkanımı, boğulma,
"cinsiyetsizlik. asphyxier gçl. Soluğunu tıkamak, boğmak
asexué,e s. 1. Cinsliksiz, eşeysiz, "cinsiyetsiz. 2. (Asphyxier par le gaz). § S'asphyxier: Boğulmak,
mec. Cinsel gücü olmayan, "iktidarsız, zehirlenerek ölmek (//s'est asphyxié avec le gaz).
asiate ad. Asyalı, Asya halkı, Etre asphyxié de qch: -karşısında şaşkınlığa
asiatique s. ve ad. Asyalı; Asya'ya ve asyalılara düşmek, donup kalmak,
değgin, aspic er. 1. hlk. Engerek yılanı. 2. hlk. Büyük
asie diş. Asya. lavanta çiçeği (Huile d'aspic). 3. Dondurma, et
asile er. 1. Sığınak ; sığınma (Poursuivi par la police, yada balık peltesi (Aspic de volaille, de foie gras).
il a trouvé asile chez un ami. La France donne asile § Une langue d'aspic: Yılan dilli, herkesi
aux réfugiés politiques). 2. Konut, barınak; yurt çekiştiren (kimse),
(Chercher, trouver un asile). § Asile de vieillard: aspidistra er. bitb. Aspidistra,
Düşkünler yurdu. § Asile d'aliénés: Tımarhane. aspirant,e s. 1. İstekli; aday (Un aspirant ministre).
Le dernier asile: "Mezar, *gömüt, sin. Asile des 2. (Teknikte) Emme (Pompe aspirante: Emme
morts: Mezarlık, gömütlük, sinlik. Droit d'asile: tulumba). 3. er. Subay adayı. 4. İstekli kimse,
Sığınma hakkı. "talip.
asinien,ne s. hayb. Eşeğe değgin, eşekle ilgili, aspirateur, trices. 1. İçe çekici, soruyucu (La force
eşeksi. aspiratrice des végétaux). 2. er. Soruyucu aygıt,
asociales. Topluma uyamayan ( Un enfant asocial). *emeç, elektrik süpürgesi (Passer les tapis à
aspect er. 1. Görünme (L'aspect du sang n 'est doux l'aspirateur).
qu'au regard des méchants). 2. Görünüm, aspiratif, ive s. Soluk katılarak çıkarılan, soluklu
görünüş,"manzara (Il a un aspect misérable). 3. (ses).
Bakış. 4. dilb. Görünüş. § Au premier aspect: İlk aspiration diş. 1. Emme, içine çekme, soruma
bakışta. A l'aspect de: Bakılırsa, bakınca, (Nettoyage par aspiration). 2. dilb. (Bir sesi)
görünce (A l'aspect du sang il est malade). Sous Soluklu çıkarma (L'aspiratation n'existe
l'aspect de: Bakımından açısından (Etudier un pratiquement pas en français). 3. mec. Soluk, esin
problème sous tous ses aspects). Donner l'aspect (Aspiration divine). 4. mec. Büyük istek, özlem,
de: -görünümünü vermek (La pluie donne à cette dilek (L'aspiration à la liberté. Aspirations d'un
ville un aspect triste). Prendre l'aspect de: peuple).
-görünümünü almak (Vos projets prennent un aspiratoire s. Solunumla ilgili (Voies aspiratoires).
aspect réaliste). Présenter l'aspect de: aspiré,e s. Soluklu, okunan (H aspiré).
-görünümünde olmakfLa région présente l'aspect aspirer gçl. 1. Çekmek, içine çekmek, sorumak
d'un cimetière). (Aspirer un peu d'air. Aspirer une boisson avec
asperge diş. bitb. 1. Kuşkonmaz. 2. mec. Uzun ve une paille). 2. dilb. (Bir sesi) Soluklu olarak
sıska; sırık gibi kimse, çıkarmak. 3. Aspirer à qch, à f. qch: -e can atmak ;
asperger 1. Serpmek. 2. Asperger de qch: -ile -i yürekten dilemek, çok istemek; -meye can
ıslatmak; -içinde bırakmak (Asperger d'eau le atmak, -meyi çok istemek (Aspirer à un titre, à un
trottoir. La voiture nous a aspergés de boue). poste, à la liberté. Il aspire à quitter la carrière
aspérité diş. 1. Girinti çıkıntı, pürüzlülük (Les politique et à rentrer dans sa solitude).
aspérités du sol). 2. Sertlik, güçlük, çetinlik aspirine diş. Aspirin.
(Aspérité du caractère). assagir gçl. 1. Uslandırmak, yola getirmek (Le
aspersion diş. 1. Serpme, saçma (Aspersion d'eau, malheur assagit les hommes). 2. Yatıştırmak,
de liquide). 2. Serpilen sıvı; sıvı serpme (Baptême ılımlılaştırmak (Le temps assagit les passions). §
assagissement 104 asservir

S'assagir: 1. Uslanmak, yola gelmek (Cet enfant (Teknikte parçalar için) Takılıp ekleşme, takma,
s'est assagi beaucoup). 2. Yatışmak, oturmak, ekleme, toparlama (Assemblage d'une
ılımlılaşmak (Le style de ce peintre s'est assagi). automobile, des pièces, d'une machine). 3.
assagissement er. 1. Uslandırma, uslanma; yola (Basımcılık) Harman, harmanlama (Assemblage
getirme, yola gelme. 2. Yatıştırma, yatışma; des feuillets d'un livre).
ılımhlaştırma, ılımhlaşma. assemblée diş. 1. Toplantı (L'assemblée était
assaillant,eç. ve ad. Saldırıcı, saldırgan (Une armée bruyante et excitée.La société a tenu son assemblée
assaillante. Il s'est bien défendu contre ses annuelle). 2. Kurul (L'assemblée générale des
assaillants). Nations-Unies). 3. Meclis (Assembléenationale).
assaillir gçl. 1. Baskın yapmak (Assaillir une § La Grande Assemblée Nationale: Büyük Millet
forteresse, une troupe). 2. Saldırmak (Les Meclisi. Assemblée constituante: Kurucu meclis.
journalistes ont assailli le ministre). 3. Assaillir qn Assemblée consultative: Danışma meclisi,
de qch: Birini ...yağmuruna tutmak; -ile assembler gçl. 1. Toplamak, bir araya getirmek (Un
hırpalamak, tedirgin etmek (Les enfants ont même malheur nous assemble ici. Je ne peux plus
assailli leur père de questions).
assembler deux idées). 2. (Teknikte) Takıp
assainir gçl. 1. Temizlemek, esenlik vermek
ekleştirmek, takmak (Assembler les pièces d'un
(Assainir une région marécageuse, une plaie). 2.
meuble, d'une voiture). 3. Harman yapmak,
mec. Düzeltmek, sağlamlaştırmak, istikrara
harmanlamak (Assembler les feuilles d'un livre,
kavuşturmak (Assainir un marché, unemonnaie).
les papiers). § S'assembler: Toplanmak, bir araya
assainissement er. 1. Temizleme, esenlik verme 2.
gelmek (La foule s'assemble devant le palais). §
Düzeltme, sağlamlaştırma, istikrara kavuşturma, Qui se ressemble s'assemble: Tencere yuvarlanır
assaisonnement er. 1. Çeşnileme, çeşnilenme. 2.
kapağını bulur,
Baharat, sirke, yağ, hardal vb. (Cette salade
assembleur,euse s. ve ad. 1. Toplayıcı. 2.
manque d'assaisonnements).
assaisonner gçl. 1. Çeşni vermek, çeşni katmak; (Basımcılıkta) Harmancı,
baharatlamak (Assaisonner une salade, un assener gçl. 1. Vurmak, indirmek, aşketmek
ragoût). 2. Assaisonner qch de qch: -ile süslemek (Assener un coup, une gifle à quelqu'un). 2. mec.
çeşnilendirmek (Il assaisonnait la con versation de Oturtmak, tam gediğine koymak (Assener une
mots plaisants). 3. Assaisonner qn: Haşlamak, réplique).
dövmek (Je l'ai assaisonné à coups de bottine). assentiment er. Onam, onama, "rıza. § Donner son
assassin er. 1. Kıyıcı, cana kıyan, "cani, öldüren, assentiment à qch: Bir şeye rıza göstermek; -i
°kaatil (Un assassin professionnel). 2. s. benimsemek, kabul etmek (Donner son
Öldürücü, iç ezici (Des regards assassins). § assentimentà unprojet). Obtenir l'assentiment de
Mouche assassine: Peçe. A L'assassin!: Yetişin, qn: Birinin rızasını almak. Refuser son
adam öldürüyorlar! assentiment à qch: Bir şeye rıza göstermemek,
assassinat er. Kıyım, *kıya, öldürüm, "cinayet. asseoir gçl. 1. Oturtmak, dayandırmak (Asseoir une
Öldürülme (Assassinat du Président Kennedy). maison sur de solides fondations. Il a assis sa
assassiner gçl. 1. öldürmek, tasarlayıp öldürmek réputation sur une découverte importante). 2.
2.mec. hlk. (Çok yermek anlamında) Canını Kurmak (Asseoir un cabinet). 3. Oturtmak (Ona
çıkarmak, canına okumak (Jesuis raisonnable, je assis le malade dans un fauteuil). 4. (Bir şeyin)
ne veux pas vous assassiner). Matrahını, tabanını belirlemek (Asseoir un
assaut er. Baskın, saldırı, saldırma. § Donner, livrer impôt). 5. Yerleştirmek, temelleştirmek (Asseoir
l'assaut à qch: -e baskın yapmak, baskın vermek son autorité). § Faire asseoir qn: Birini oturtmak,
(Donner l'assaut à uneforteresse). Paire assaut de: yerleştirmek (Faire asseoir les invités dans le
-yarışına girmek (Faire assaut de générosité. Ils salon). § S'asseoir: Oturmak (S'asseoir sur une
font assaut d'esprit, d'élégance, de zèle). chaise, à une table).
assèchement er. Kurutma; kurutulma assermenté,e s. Ant içmiş, anth, "yeminli (Expert,
(Assèchement d'un marécage). témoin assermenté).
assécher gçl. Kurutmak (Assécher un terrain, un assermenter gçl. Ant içirmek, yemin ettirmek,
lac). § S'assécher: Kurumak, suyu çekilmek assertion diş. Sav, "iddia (Cette assertion est sans
(Cette rivière s'assèche pendant l'été). fondement).
assemblage er. 1. Bir araya gelme, toplanma, assertoriques. fels. Yalın (Jugement assertorique).
birikme (Assemblage de choses assorties). 2. asservir gç/. 1. Köle gibi kullanmak, köleleştirmek,
asservissant 105 assimiler

kul etmek (Asservir un pays, un peuple, un manger une assiette de potage). Piqueur d'assiette,
homme). 2. Denetim altına almak, sıkıya almak pique-assiette: Çanak yalayıcı. L'assiette au
(Asservir les forces de la nature. Asservir ses beurre: mec. Yağlı kuyruk, iyi bir iş (Il a trouvé
passions). § S'asservir à qch: Bir şeye bağımlı une bonne assiette au beurre). Etre dans son
olmak, kul köle olmak, boyunduruğu altına assiette: Keyfi, rahatı yerinde olmak,
girmek (Il s'asservit aux gens qui l'entourent). assiettée diş. Tabak dolusu (Prenez encore une
asservissant,e s. Köleleştirici, sıklya alıcı,bağlayıcı; assiettée de ragoût).
göz açtırmayan, soluk aldırmayan (Un travail assignant er. Havale eden.
asservissant). assignataire ad. Havale alan.
asservissement er. Kulluk, kölelik, assignation diş. 1. (Bir yere vermek üzere) Ayırma,
assesseur er. 1. Yargıç yada savcı yardımcısı. 2. "tahsis etme. 2. (Yargı yerine) Çağırma,
Yardımcı. "celbetme, "celp. 3. huk. Celp kâğıdı, celpname.
assez bel. 1. Yeter, yeterince, oldukça, hayli (Je l'ai 4. Havale,
assez vu). 2. Assez... pour: -cek kadar (Il est assez assigné,e ad. (Kendine) Havale edilen,
intelligent pour comprendre .vos allusions). § assigner gçl. 1. Ayırmak (Assigner une part dans un
Assez, c'est assez, c'en est assez, en voilà assez: legs). 2. Assigner qch à: a) -e ayırmak, vermek,
Yeter, yeter artık. Avoir assez de qch, en avoir tahsis etmek (Assigner de nouveaux crédits à
assez de qch: -den bıkmak (J'en ai assez de ces l'enseignement), b) Belirtmek, saptamak,
bêtises). göstermek (Assigner un terme à une durée, des
assidu,e s. 1. Devamlı, hep devam eden (Un élève limites à une activité). 3. Assigner qn à qch: Birini
assidu). 2. Hep hazır bulunan (Un médecin assidu -e vermek, atamak (Assigner quelqu'un à un
auprès d'un malade. Un amoureux assidu auprès poste, à un emploi). 4. (Yargı yerine) Çağırmak,
de sa belle). 3. Titiz, özenli, düzenli (Un travail "celbe tmek. § Assigner qn à résidence: Evinde göz
assidu). 4. Assidu à qch: -e karşı çok titiz; -e çok altına almak, belli bir yerde oturmaya zorunlu
bağlı (Un homme assidu àsa tâche). 5. Assiduàf. kılmak. Etre assigné à résidence : Evinde gözaltına
qch: -meye çok bağlı, -mekte çok titiz (Il est très alınmak.
assidu à remplir ses obligations). assimilable s. 1. Sindirebilir, özümlenebilir,
assiduité diş. 1. Devamlılık, devam etme (Certificat sindirilmesi kolay (Nourriture assimilable). 2.
d'assiduité. Assiduité d'un élève, d'un Anlaşılabilir, kavranabilir (Ces connaissances ne
fonctionnaire). 2. Titizlik, özen (Assiduité à sont pas assimilables par un enfant). 3. Kolay
l'étude) 3. ç. Sık sık gidiş; sık buluşma, özümlenebilir, benliği yitirtilebilir (Une race
assidûment bel. 1. Sürekli olarak, vaktini şaşmadan assimilable. Les juifs sont extraordinairement
(Fréquenter assidûment un lieu, unepersonne). 2. assimilables). 4. Assimilable à: -e benzer (Son
Özenle, titizlikle, kendini vererek (Remplir emploi est assimilable à celui d'un ouvrier).
assidûment sa tâche, son devoir). 3. Sık sık. assimilation diş. 1. Benzer kılma, benzetme
assiégeante s. ve ad. Kuşatan, kuşatıcı (Troupes (Assimilation de la vie humaine à un songe). 2. Bir
assiégeantes. Repousser les assiégeants). tutma, benzetme. 3. Sindirme, kavrama, anlama
assiégé,es. vead. Kuşatılmış, kuşatma altında (Une (Le manque de méthode rendait l'assimilation très
ville assiégée. Les assiégés demandent grâce). lente). 4. Sindirme, eritme, kendi içinde eritme,
assiéger gçl. 1. Kuşatmak, sarmak (Assiéger une özümleme (Politique d'assimilation). S. biy.
ville, une forteresse, une armée)> 2. Üşüşmek, Özümleme. 6. dilb. Benzeşme, benzeşim. §
doldurmak (Les voyageurs assiègent les guichets « Assimilation labiale: dilb. Küçük ünlü uyumu,
de la gare. La foule assiège la porte de l'hôpital assimiler gçl. 1. Sindirmek, kavramak, kendine mal
pour avoir des nouvelles). 3. Assiéger qn de qch: etmek (Assimiler ce qu'on apprend). 2.
-ile bıktırmak, tedirgin etmek (Ses admirateurs Sindirmek, kendi içinde eritmek, özümlemek
l'assiègent de coups de téléphone). (Assimiler des étrangers, des immigrants). 3.
assiette diş. 1. Oturuş, duruş, denge (Le cavalier Assimiler qch à: -e benzetmek, ile bir tutmak (On
perdit son assiette et tomba). 2. Konum, yer ne peut pas assimiler le manœuvre à l'ouvrier
(L'assiette de la colonne est mal assurée). 3. Tabak qualifié. Assimiler la réalité àl'apparence) A.'biy.
(Assiette creuse, à soupe, à dessert. Assiette de Özümlemek. § S'assimiler: 1. Özümlenmek,
porcelaine. Assiette plate). 4. Vergi yada gelir sindirilmek (Les nourritures qui s'assimilent
tabanı, "matrah (Assiette d'un impôt). § Une facilement). 2. Erimek, öz benliğini yitirmek,
assiette de: Bir tabak, bir tabak dolusu (Servir, özümlenmek (Aux Etats-Unis, de nombreux
assis 106 assomption

immigrants se sont assimilés). 3. S'assimiler à associer gçl. 1. Birleştirmek, bağdaştırmak


qn:Kendini -e benzetmek; -ile bir tutmak (Il (Associer des mots, noms. Ils ont associé leurs
s'assimile aux grands penseurs). 4. S'assimiler à destinées). 2. Bir araya getirmek, birleştirmek
qch: -e uymak, -gibi olmak (Les nouveaux (Associer des peuples ).3. Associer qn à qch: Birini
immigrants se sont assimilés à l'ensemble de la -e ortak etmek (Associer ses collaborateurs au
population). bénéfice de l'entreprise). 4. Associer qch à qch: Bir
assis,e s. 1. Oturmuş, oturtulmuş; konmuş, şeyi -ile birleştirmek (Il associe la persévérance à
kondurulmuş; yerleşmiş, yerleştirilmiş. 2. mec. une grande intelligence). § S'associer à qch: -e
Oturmuş, yerleşmiş (Un calme assis. Un caractère katılmak (S'associer aux idées de son ami.
assis). S'associer à un crime, au chagrin d'un
assise diş. 1. (Duvarcılıkta) Taş dizisi. 2. (Örgüde, malheureux). 2. S'associer à qch: -e girmek (La
dokuda) Sıra. 3. Temel, dayanak (Le régime' Turquie s'est associée au Marché Commun
repose-t-il sur des assises solides? Egaliser les Européen). 3. S'associer à qn, avec qn: Biri ile
assises d'un mur). § Les assises yada Cour ortak olmak (Il s'est associé à un homme d'affaires
d'assises: 1. Ağır ceza 'yargıevi ("mahkemesi) (Il véreux, dont il est la dupe. Je me suis associé avec
a été envoyé aux assises). 2. ç. Kurultay, kongre, mon oncle). 4. S'associer avec qch: -ile
toplantı (Le parti radical a tenu ses assises bağdaşmak, uyuşmak, iyi gitmek (Ce rouge
annuelles). s'associe bien avec le jaune dans ce tableau).
assistanat er. Asistanlık, yardımcılık, assoiffé,e s. ve ad. 1. (Gerçek ve mecaz anlamıyla)
assistance diş. 1. Hazır bulunma, devam (Son Susamış (Ma fille-était assoiffée. Il a bu comme un
assistance au cours est très régulière). 2. (Bir iş assoiffé). 2. Assoiffé de qch: -e susamış (Il est
yapılırken orada) Bulunanlar, seyirciler, assoiffé d'argent, de pouvoir, de culture, de
dinleyiciler (Sa conférence a charmé l'assistance). vengeance).
3. Yardım (Le malade monta les marches avec assoiffergç/. Susatmak (Cette longue marche sous le
l'assistance de l'infirmière). 4. Sigorta (Assistance soleil m'a assoiffé).
sociale, assistance médicale). § Donner, prêterson assolement er. Almaşık ekim.
assistance à qn: -e yardımda bulunmak; assoler (Bir toprağı bölerek) Almaşık ekmek,
yardımını esirgememek. Demander assistance, assombrir gçl. 1. Karartmak, "loşlaştırmak (Les
l'assistance de qn: Yardım istemek; -in yardımını nuages assombrissent le ciel). 2. İçini karartmak,
dilemek. zehir etmek (La mort de son fils a assombri ses
assistantes, ve ad. 1. Yardımcı, "asistan (Assistant dernières années). § S'assombrir: 1. Kararmak,
d'un chirurgien). 2. er. ç. Hazır bulunanlar, karanlık olmak, loşlaşmak, ışığı gitmek (Le ciel
dinleyiciler, seyirciler, s'assombrit. Un visage qui s'assombrit). 2.
assisté,e s. ve ad. Yardım gören, yardım alan. Tehlikeli bir durum almak, kötüye gitmek,
assister gçl. 1. Yardım etmek, yardımda bulunmak bozulmak (La situation internationale
(Assister quelqu'undans son travail) 2. Assistera s'assombrit).
qch: -de hazır bulunmak ; -e gitmek (Assister à une assombrissement er. Kararma, karartma. 2.
conférence, à un match). 3. Assister à qch: Tanık Kötüleşme, bozulma,
olmak, görmek (Assister à une rixe, à des incidents assommant,e s. Can sıkıcı, karın ağrısı (Un
regrettables). 4. Etre assisté de qn: Birinden conférencier assommant, un travail assommant).
yardım görmek, assommer gçl. 1. (Ağır bir şeyle) Başa vurarak
associatif,ive s. Çağrışımla ilgili, 'çağrışımsal, öldürmek, tepelemek (Assommer un bœuf, un
association diş. 1. Dernek (Association des porc). 2. Döğmek, gebertmek (Tais-toi, ou je
Etudiants). 2. Ortaklaşma, bir araya gelme. t'assomme: Sus, yoksa gebertirim seni). 3. mec.
(Association de quelques amis).3. Ortaklık Bunaltmak, canını sıkmak, kafasını ütülemek
(Fonder une association commerciale). 4. fels. (Vous m'assommez avec vos plaintes). 4.
Çağrışım (Association des idées). S.gökb. Oymak Assommer qn de qch: -ile bunaltmak, illallah
(Association stellaire: Yıldızlar oymağı). § dedirtmek (Il m'assomme de questions bêtes).
Association reconnue d'utilité publique: Kamu assommeur er. Başına vurarak öldüren kasap (Un
yararına çalışan dernek, assommeur de bœufs, de porcs).
associé,e s. ve ad. 1. Ortak (Il est mon associé). 2. assommoir er. 1. Hayvanları öldürmek için
Meslektaş, aynı derneğin üyesi (Nos associés ont kullanılan çekiç. 2. Meyhane,
approuvé nos projets). assomption diş. Meryem ananın göklere
assonance 107 assujettir

kaldırılması olayı, bu olayın kutlandığı gün (15 dictature).


Ağustos), assouplir gçl. 1. Esneklik vermek, esnekleştirmek
assonance diş. ed. Yarım uyak. bükülgenlik vermek, yumuşatmak (Assouplir
assonant,e .9. Yarım uyaklı. une étoffe, les cuirs, le corps). 2. Yumuşatmak,
assorti,e s. 1. Uyan, yaraşan, uygun düşen (Lemari hafifletmek (Assouplir les lois, les règles, les
et la femme ne sont pas bien assortis). 2. Assorti,e à mesures trop strictes). 3. Çevikleştirmek,
qch: -e uygun, ile uygun giden (Il fut frappé d'un kıvraklaştırmak. 4. Uysallaştırmak (Assouplir le
châtiment assorti à sa faute. Votre cravate est caractère d'un enfant violent). § S'assouplir: 1.
assortie à votre costume). 3. Mal dolu, çeşnisi bol Esnekleşmek, bükülgenlik kazanmak. 2.
(Un magasin bien assorti, une vitrine assortie). 4. Yumuşamak, uysallaşmak,
Assorti de qch: -ile dolu, içinde... bulunan (Ce assouplissement er. 1. Esnekleşme, esnekleştirme;
contrat est assorti de clauses très dures). yumuşama, yumuşatma (Les exercises
assortiment er. 1. Uygun düşme, uygunluk d'assouplissement détendent les muscles). 2.
(Assortiment de couleurs). 2. Birbirini Yumuşatma, yumuşama; hafifletme, hafifleme
tamamlayan şeylerin topu, takım (Assortiment de (L'assouplissement d'un règlement, d'une loi).
vaisselle, de linge de table). 3. Aynı cinsten assourdir gçl. 1. Sağır etmek, sağıra çevirmek (Ne
şeylerin bir arada bulundurulan türlüsü; çeşit criez pas si fort, vous m'assourdissez). 2.
(Assortiment de dentelles, de soieries). Sağırlaştırmak ; duyulmaz hale getirmek (Un tapis
assortir gçl. I. Uygun düşürmek (Assortir les assourdit les pas). 3. Donuklaştırmak (Assourdir
couleurs, les nuances). 2. Bir araya getirmek, une couleur). § S'assourdir: Duyulmaz olmak,
toplamak (Il sait assortir les gens peu liés entre duyulmaz hale gelmek (Le bruit des pas
eux). 3. Uygunluk gözetmek, dengi dengine s'assourdissait).
düşürmek (Quand on prie des gens à un repas, il assourdissantes. Kulakları sağır edici, sağırlaştırıcı
faut avoir soin de les assortir). 4. Mal vermek, (Un bruit assourdissant).
donatmak (Le grossiste assortit le détaillant. assourdissement er. Sağırlaştırma, sağırlaşma;
Assortir un épicier, un magasin). 5. Assortir qch à sağıra dönme, sağıra döndürme
qch: Bir şeyi -e uydurmak (Assortir sa chemise à sa (L'assourdissement du canon. Mon
veste). 6. Assortir qch de qch: -ile donatmak, assourdissement dura longtemps après le voyage
doldurmak (Assortir une boutique d'articles en avion).
variés). § S'assortir: I. Uygun düşmek, uyuşmak assouvir gçl. 1. (Açlığını yada susuzluğunu)
(Ces couleurs nés 'assortissent pas). 2. S'assortir à Gidermek (Assouvir sa faim, sa soif). 2. mec.
qch: -e uymak, gitmek (Un manteau qui s'assortit Doyurmak, *doyumsatmak, "tatmin etmek
à la robe). 3. S'assortir de qch: a) Kapsamak, (Assouvir une passion, une haine, une colère, un
içinde taşımak (Le texte s'assortit de belles sentiment). § S'assouvir: 1. Doymak (Son
enluminures), b) Sağlamak, almak (Ce libraire ambition ne s'assouvit jamais). 2. S'assouvir de
s'assortit de tous les livres qui paraissent). qch: -e doymak (S'assouvir de plaisirs, de
assoupi,e s. Yatışmış, uyuşmuş, küllenmiş (Des vengeances).
passions assoupies). assouvissement er. 1. Giderme .yatıştırma, yatışma ;
assoupir gçl. 1. Uyutmak, pinekletmek, doyurma, doyma, "tatmin (L'assouvissement de
uyuklatmak (La chaleur m'assoupit). 2. mec. la faim, d'une passion, des désirs). 2. Doyum,
Yatıştırmak dindirmek (Assoupir une querelle, tatmin (Il éprouve un grand assouvissement).
un conflit, une douleur). § S'assoupir 1. 'assuétude diş. Alışma; alışkanlık (Assuétude
Uyuklamak, pineklemek, kestirmek (Après le climatologique: iklime alışma).
repas, il s'assoupit toujours dans son fauteuil). 2. assujetties. 1. Boyun eğmiş, itaat altına alınmış. 2.
Yatışmak, dinmek (Sa douleur s'est assoupie). ad. Vergi mükellefi, vergi yükümlüsü. 3.
assoupissantes. Yatıştırıcı, kendinden geçirici (Un Yerleştirilmiş, oturtulmuş (Une fois le joug bien
charme assoupissant). assujetti, on ne le secouraplus).
assoupissement er. 1. Uyuklama, kestirme, assujettir gçl. 1. Kendine uyruk etmek,
şekerleme (Il a cédé à l'assoupissement). 2. mec. "uyruklaştırmak, tabi kılmak, egemenliği altına
Yatışma, dinme (L'assoupissement d'une almak (Assujettir un peuple, une nation). 2.
douleur). 3. Aldırmazlık, uyuşukluk, Pekiştirmek, berkitmek (Assujettir une couleur,
vurdumduymazlık (Le peuple sortit de son les planches d'une caisse). 3. mec. Kul etmek, köle
assoupissement pour se révolter contre la etmek (Il veut nous assujettir). 4. Assujettir qn à
assujettissement 108 astral

qch: Birini -e bağlamak, bağlı tutmak, "tabi altına almak (Assurer ses récoltes contre la grêle.
kılmak (Assujettirquelqu'un à l'impôt, à des règles Assurer sa maison contre l'incendie). § Assurer le
très strictes). § S'assujettir à qch: Bir şeye bağh pavillon: (Gemide) Bir el top atarak bayrak
olmak, bağımlı olmak, boyun eğmek, uymak çekmek. § S'assurer: 1. İnanmak, güvenmek
(S'assujettir à une règle, aux exigences de la mode). (Assurez-vous que je ne vous oublie pas). 2.
assujettissement er. 1. Kendine uyruk etme, bağımlı S'assurer qch: Kendine sağlamak (S'assurer un
kılma. 2. Uyruk edilme, uyrukluk, bağımlılık. 3. avantage, la protection de ses amis, les vivres pour
mec. Yük, yüküm, yükümlülük, katlanış (La un mois). 3. S'assurer de qch: Tutmak, ayırtmak,
grandeur a des assujettissements). elde etmek (S'assurer d'une place, d'une somme
assumer gçl. 1. Üstüne almak, üzerine almak, d'argent)^ 4. S'assurer de qch: -e kesin olarak
üstlenmek, boynuna almak (Assumer une inanmak, -den emin olmak (Je me suis assuré de
responsabilité, une tâche, un devoir, un emploi). l'exactitude de cette nouvelle). 5. S'assurer dans,
2. Göze almak (Assumer le risque d'une tentative). en, sur qch: -e güvenmek, bel bağlamak (On ne
assurable s. Sigorta edilebilir, sigortalanabilir. peut pas s'assurer sur ce cœur inconstant). 6.
assurance diş. 1. Güven (Parter avec assurance. S'assurer contre qch: Kendinibirşeye karşı güven
Perdre son assurance). 2. İnanca, güvence, altına almak, sigortalamak (S'assurer contre
"teminat (Donner des assurances de son l'incendie). 7. S'assurer de qn: Birini gözetimi,
dévouement. Sur cette assurance, je peux rentrer denetimi altına almak, kollamak (Allez vous
chez moi). 3. Sağlam kanı, inan (J'ai l'assurance assurer de lui).
que cettte place me sera donnée). 4. Sigorta assureur er. Sigortacı.
(Contrat d'assurance. Assurance contre les assyrien, ne s. vead. 1. Asurlu; Asur ve asurlulara
accidents, l'incendie, le vol. Assurance sur la vie, değgin. 2. er. Asur dili, Asurca,
assurance-vie. Assurance-automobile. Les assyriologie diş. Asurbilim.
assurances sociales. Assurance-invalidité. assyriologue ad. Asurbilimci.
Assurance-vieillesse. Assurance-maladie. astasie diş. hek. Ayakta duramazlık, durma ve
Compagnie d'assurance. Agent d'assurance). § yürüme güçsüzlüğü,
Contracter, réaliser une assurance: Bir sigorta astatique s. Sürekli olarak değişmez dengede olan,
yaptırmak. Toucher une indemnité d'assurance: değişmez dengeli,
Sigorta tazminatı almak. astérie diş. hayb. Denizyıldızı,
assurées. 1. Güvenli, güvenilir (Un air assuré). 2. astérisque er. (Basımcılıkta) Yıldız işareti,
Kesin (Départ assuré à neuf heures). 3. Sağlam, astéroïde er. Göktaşı; küçük gezegen,
sağlama bağlanmış (Avoir sa retraite assurée: asthénie diş. Güçten düşme, genel güçsüzlük,
Emekliliği sağlam, sağlama bağlanmış olmak). 4. asthénique s. ve ad. Güçten düşmüş, güçsüz,
s. vead. Sigortalı (t/ne votareassurée. Lesassurés asthénosphère diş. yerb. Dayanıksız katman, zayıf
sociaux). katman.
assurément bel. Kuşkusuz, elbette (Il viendra asthmatiques, vead. hek. Astmalı, astmayadeğin;
assurément). tıknefes.
assurer gçl. 1. Sağlamlaştırmak, güven altına almak asthme er. hek. Astma, astım, tıknefeslik,
(Assurer ses frontières, sa fortune, son pouvoir). asticot er. 1. (Olta yemi olarak kullanılan) Et kurdu.
2. İnan vermek, güven vermek (Il faut assurer le 2. tkz. Adam, herif (Quel drôle d'asticot).
roi qui vous craint). 3. Sağlamak (Assurer le asticoter gçl. tkz. Kızdırmak, canını sıkmak,
bonheur de sa famille). 4. (Bir şey için birine) tedirgin etmek,
İnanca vermek, güvence vermek, "teminat astigmates, hek. Astigmatizmah, astigmalı.
vermek (Il m'a assuré qu'il avait dit la vérité). 5. astigmatisme er. hek. Astigmatizm, astigmatizma.
Pekiştirmek, berkitmek (Assurer une poutre, un astiquage er. Parlatma, cilâlama, ovarak
volet). 6. Sigorta etmek, sigortalamak (Assurersa pırıldatma.
voiture). 7. Sağlamak (C'est lui qui assure tout). 8. astiquer gçl. 1. İstika ile parlatmak, cilâiamak
Assurer qch à qn: Birine bir şey sağlamak, vermek (Astiquer les meubles, le plancher). 2. Ovarak
(Assurer un avantage, un crédit, une rente à son parlatmak (Astiquer les cuivres).
ami. Assurer des munitions à l'armée). 9. Assurer astragale er. 1. (Mimarlıkta) Sütun başlığı. 2. anat.
qn de qch: Birine -konusunda güven vermek (Sa Aşık kemiği. 3. Geven, kitre ağacı,
conduite passée nous assure de l'avenir). 10. astrakan er. Astragan.
Assurer qch contre: -karşı sigortalamak, güven astral,es. Gökcisimlerine değgin, yıldızlara değgin,
astre 109 atlantique

*yıldızsal. astucieux qui répond toujours aux questions


astre er. 1. Gökcismi. 2. (Genel anlamda) Yıldız difficiles). 3. İncelik dolu, ustaca yapılmış (Un
(Les astres brillent, pâlissent, scintillent. Le projet astucieux).
mouvement des astres). 3. mec. Çok ünlü kişi, asymétrie diş. Bakışımsızlık, "simetrisizlik,
yıldız.§ L'astre du jour: Güneş. L'astre de la nuit: asymétrique s. Bakışımsız, "simetrisiz (Visage
Ay. Etre né sous un astre favorable: Kadir gecesi asymétrique).
doğmak, şanslı doğmak. Beau comme un astre: asymptote s. ve diş. mat. Kavuşmaz (Courbe
Ay parçası, çok güzel, asymptote. L'asymptote s'approche de la courbe
astreindre gçl. 1. Katlandırmak, katlanmaya sans jamais la rencontrer).
zorlamak. 2. Astreindre qn à qch: Birini -e asymptotique s. mat. Kavuşmaz (Ligne
zorlamak; -e "tabi tutmak (Astreindrequelqu'un à asymptotique).
une discipline, à des travaux pénibles. Le médecin ataman er. tar. Ataman, hetman.
m'astreint à un régime sans sel). 3. Astreindre qn à ataraxiediş, fels. Sarsılmazlık.
f. qch: -meye zorlamak (Tu ne peux pas atavisme er. fels. Atacılık, soyaçekim.
m'astreindre à travailler sous ces conditions). § atavique s. Atacılığa değgin, soyaçekimle ilgili
S'astreindre à qch, à f.qch: -e, -meye zorunlu (Caractères ataviques).
olmak, katlanmak (Ils'est astreint à examiner tout ataxie diş. hek. Sarsakhk; devim yitimi,
le dossier minutieusement). ataxique s. 1. Sarsaklığa değgin. 2. ad. Sarsak,
astreinte diş. 1. Yükümlülüğünü yerine atèle er. hayb. Örümcekmaymunu.
getirmemekten dolayı her gün ödemek zorunda atelier er. 1. İşlik, atölye (Atelier d'un menuisier.
bulunulan para cezası. Gecikme cezası. Ouvrir un atelier de couture). 2. Atölye, çalışma
"İtaatsizlik cezası. 2. Zorunluluk, katlanma, yeri (Atelier d'un peintre). 3. Bölüm (L'atelier de
astringence diş. Buruşturuculuk, pekiştiricilik. montage dans une usine).
astringent,e s. ve ad. hek. Buruşturucu, pekiştirici; atermoiement er. 1. Erteleme, geri bırakma. 2.
peklik verici (Un remède astringent. Un astringent Savsaklama, oyalama (Politique
pour les soins de la peau). d'atermoiement). 3. Duraksama, düşünüp
astrolabe er. gökb. Usturlap, taşınma, "tereddüt (Après mille atermoiements,
astrolâtrie diş. Yıldızlara tapma, "yıldızataparhk. elle a enfin consenti à la séparation).
astrologie diş. "Müneccimlik, yıldız falcılığı. atermoyer gçl. 1. Ertelemek, geriye atmak
astrologique s. Müneccimliğe değgin, yıldız (Atermoyer une lettre de change). 2. gsz.
falcılığına değgin (Prédictions astrologiques). Savsaklamak. 3. gsz. Duraksamak, tereddüt
astrologue er. "Müneccim etmek (Il n'y a plus à atermoyer, il faut agir).
astrométrie diş. "Gökölçümü. athée s. ve ad. Tanrıtanımaz (C'est un athée. Un
astronaute ad. Uzayadamı, "uzaycı. monde athée).
astronauticien,ne ad. "Uzaybilimci, uzaybilim athéisme er. Tanrıtanımazlık,
uzmanı. athénée er. 1. (İsviçre ve Belçika'da) Bilginlerin,
astronautique s. Uzaybilimsel, uzay gemiciliğine sanatçıların halka yapıtlarından örnekler
değgin, okudukları, genel dersler verdikleri yer;
astronef er. Uzay gemisi, konferanslar binası. 2. (Belçika'da) Orta ile
astronome er. "Gökbilimci, yüksek arası öğretim kurumu,
astronomie diş. "Gökbilim, athermane s. Isı iletmez, sıcaklık geçirmez (Paroi
astronomiques. 1. Gökbilimsel. 2. mec. Pek büyük, athermane).
us almaz, çok yüksek (Chiffre, nombre athlète er. Atlet.
astronomique. Un prix astronomique). athlétique s. I. Atletlerle, atletizmle ilgili (Les jeux
astrophysfcien, ne ad. "Gökfizikçi. athlétiques). 2. Atletlere özgü, güçlü, kasları
astrophysique diş. l.°Gökfiziği 2. s. Gökfiziksel, gelişmiş (Un corps athlétique).
gökfiziğine değgin, athlétisme er. Atletizm (Championnat d'athlétisme).
astuce diş. 1. Kurnazlık, düzen, dolap. 2. İncelik, athrepsie diş. (Küçük çocuklarda) Besisizlik
giz, girdi çıktı (Je connais toutes les astuces du sayrılığı.
métier). 3. tkz. Şaka (Il fait des astuces). atlante er. "Yontusütun, "heykelsütun, yontu
astucieusement M . Kurnazlıkla, zekice, ustaca, direk; insan biçiminde sütun,
astucieux, euse s. 1. Kurnaz, düzenci, dolapçı atlantique s. ve ad. Atlas okyanusu; Atlas
(L'astucieux Mazarin). 2. Zeki, cin gibi (Un élève okyanusuna değgin (La côte atlantique de la
atlantisme 11 ı attacher

France. Pacte atlantique). atrabilaire s. Çabuk kızan, hemen öfkelenen,


atlantisme er. Atlantik paktı yanlılığı, ayranı kabarık (Caractère atrabilaire).
atlantiste ad. Atlantik paktı yanlısı, fitre er. Ocak ateşliği, ocak (Mettre des bûches dans
atlas er. 1. anat. Atlaskemiği. 2. Harita yada resim l'âtre).
atlası. atroces. 1. Canavar, acımasız (Un homme atroce).
atmosphère diş. 1. Hava (La Lune n'a pas 2. Canavarca, tüyler ürpertici (Un crime atroce.
d'atmosphère). 2. fiz. Havaküre. 3. mec. Hava, Une vengeance atroce). 3. Dayanılmaz, çekilmez
bırakılan genel izlenim (Chaque être a une (Une peur atroce, une douleur atroce). 4. Çok
atmosphère personnelle). 4. Hava basıncı. 5 .mec. kötü, berbat, iğrenç (Un temps atroce).
Çevre, çevre koşullan, ortam, hava (Je dois atrocement bel. Canavarca, hiç acımadan, tüyler
changer d'atmosphère. Atmosphère de travail). » ürpertici bir biçimde,
atmosphérique s. Hava yada havaküreye değgin atrocité diş. Canavarlık, acımasızlık; tüyler
(La pression atmosphérique. Phénomènes, ürperticilik; dayanılmazlık; berbatlık, kötülük,
conditions, variations Atmosphériques). atrophie diş.biy. Körelme, güçten düşme,
atoll er. coğr. Mercanada, halkaada, °atol. güçsüzlük, zayıflık (Atrophie musculaire,
atome er. fiz. Atom. atrophie intellectuelle).
atomicité diş. (Bir moleküldeki) Atom sayısı, atrophier gçl. Köreltmek, güçsüzleştirmek,
atomique s. Atoma değgin (La bombe atomique. cılızlaştırmak, zayıflatmak (Les sophismes d'une
Energie atomique. L'époque atomique, la guerre philosophie niaise ont atrophié en lui le sens
atomique). moral). § S'atrophier: Körelmek, cılızlaşmak,
atomisation diş. mec. Bölme, parçalama zayıflamak (Les mucsles d'un paralysé
(Atomisation des forces politiques). s'atrophient. Son sens moral s'est atrophié).
atomiser gçl. 1. Atomlaştırmak, çok küçük atropine diş. Atropin.
parçacıklara indirgemek. 2. Atom silâhlanyla attabler gçl. Sofraya oturtmak (Attablez les enfants
yıkmak; atom bombası yağdırmak (Les ensemble). § S'attabler: 1. Sofraya oturmak (Il
Américains ont atomisé Hiroshima). s'attable dès qu'il rentre à midi). 2. Masaya
atomiseur er. Tıkacına basıldığında içindeki sıvıyı oturmak (Ils'attable à la terrasse d'un café).
püskürten şişe; püskürtmeli şişe, °atomizör attachante s. Çekici, ilgi çekici, sürükleyici, merak
(Atomiseur à parfum, à laque, à lotion). uyandırıcı, meraklı (Un roman attachant. Une
atomisme er. fels. Atomculuk (L'atomisme est un lecture attachante. Il a une personnalité
matérialisme mécaniste). attachante).
atomiste ad. fels. 1. Atomcu, atomculuk yanlısı. 2. attache diş. 1. Bağ, ilgi (Il conserve des attaches avec
s. ve. ad. Atom ile uğraşan; atom bilgini (Des son pays natal). 2. Bilek (Il a des attaches fines). 3.
savants atomistes. Un atomiste). *îlgeç, "tutturgaç (Feuillets réunis au moyen
atonal,es. müz. Atonal, tona bağlı olmayan, tonsuz d'une attache). § Port d'attache: (Bir geminin)
(Musique atonale). Kayıt limanı, bağlama limanı.
atonalité diş. Atonalité, tona bağlı olmama, attaché,e s. 1. Zincire vurulmuş, bağlı (Un
tonsuzluk. prisonnier attaché). 2. Attaché à: -e bağlı (Le
atone s. 1. Durgun, anlamsız, boş (Un regard bonheur n 'est pas attaché à l'argent. Elle lui est très
atone). 2. Tembel, iyi çalışmayan (Un intestin attachée). 3. er. "Ataşe, bir elçiliğe bağlı uzman
atone). 3. dilb. Vurgusuz (Syllabe atone). yada görevli (Attaché militaire, attaché culturel).
atonie diş. 1. Tembellik, çalışmazhk (Atonie attachement er. 1. Bağlılık (Attachement à une
intestinale). 2. Güçsüzlük, erksizlik, "iktidarsızlık religion). 2. Gönül ilişkisi, duygusal bağhhk
(Atonie sexuelle, atonie intellectuelle). (Attachement à une femme). 3. (Yapıcılıkta)
atonique s. Güçsüzlükten ileri gelen, Gündelik iş hesabı (Les attachements servent de
atour er. ç. Süs, süs eşyası (Une femme parée des pièces justificatives à l'entrepreneur pour le
plus beaux atours). règlement de ses mémoires).
atout er. 1. (İskambil oyunlarında) Koz (Jouer attacher gçl. 1. Bağlamak, tutturmak (Attacher
atout. L'atout est le carreau. Jouer le sans-atout). deux tissus par des épingles. Attacher les mains
2. mec. Koz, üstünlük (Son atout principal c'est d'un prisonnier). 2. Bağlamak,sarmak (Attacher
son énergie). § Jouer son dernier atout: Son un fagot, un paquet). 3. Düğmelemek (Attacher
kozunu oynamak, un mantaeu, une robe). 4. Takmak, bağlamak
atoxiques. hek. Zehirli olmayan, zehirsiz. (Attacher un tablier, un collier). S. Bağlamak,
attaquable 111 atteler

düğümlemek (Attacher sa ceinture, ses lacets de attardé,e. s. 1. Geç kalmış, geç vakte kalmış,
chaussure, ses chaussures). 6. gsz. (Yemeklerde) gecikmiş (Quelques passants atterdés). 2. Artık
Dibi y anmak, dibi tutmak (Le ragoût a attaché).l. çok gerilerde kalmış, zamanı geçmiş. 3. Gelişmesi
Attacher qch à qch: -e bağlamak (Attacher un gecikmiş, geri zekâlı (Un enfant attardé). 4. ad.
cheval à l'arbre, un condamné au poteau). 8. Geri zekâlı (Un attardé).
Attacher qch à: -e vermek (Attacher un sens à un attarder gçl. Geciktirmek, geri bırakmak,
geste, à une parole). § Attacher du prix, de alıkoymak (L'orage nous a attardés). §
l'importance, de l'intérêt à qch: -e önem vermek. S'attarder: 1. Oyalanmak, kalmak (Il s'est attardé
Attacher de la valeur à: -e değer vermek. § en chemin, chez un ami). 2. Gecikmek, geri
S'attacher 1. Bağlanmak. 2. S'attacher qn: Birini kalmak (Il s'est attardé derrière le groupe). 3.
kendine bağlamak (Ceprofesseur a su s'attacher S'attarder à qch: -e takılmak, takılıp kalmak (Il
ses élèves). 3. S'attacher à qch, à qn: Bir şeye, s'est attardé à des détails). 4. S'attarder à f. qch:
birine bağlanmak, sarılmak, kendini vermek, -mekle oyalanmak, vakit geçirmek (Ons'attardait
yapışmak (S'attacher à un pays, à une personne, à à boire, à discuter, à fumer dans les cafés).
une doctrine, à un poste). 4. S'attacher à f. qch: atteindre: gçl. 1. Dokunmak, değmek, yetişmek
-meye çok özen göstermek, dikkat etmek, (Monter sur la chaise pour atteindre le plafond). 2.
kendini vermek (Cet homme s'est attaché à rendre Varmak, erişmek (Atteindre son but, son
sa famille heureuse). objectif). 3. Vurmak, isabet etmek (Le coup de feu
attaquable s. 1. Saldırılabilir, saldırıya elverişli l'a atteint au bras gauche). 4. Düzeyine erişmek,
(Une forteresse attaquable). 2. huk. Geçersiz eşit olmak (C'est en travaillant qu'on peut
sayılabilir, itiraz edilebilir (Ce testament est atteindre les hommes célèbres). S. Yetişmek,
attaquable). yakalamak. 6. Yükselmek, varmak (Ladouleura
attaquant,e ad. 1. Saldıran, saldırı yapan (Les atteint sa limite). 7. İncitmek, yaralamak,
attaquants furent repoussés). 2. (Spor takımında) dokunmak (Il est indifférent, rien ne l'atteint). 8.
Hücumda oynayan oyuncu, hücum oyuncusu. Atteindre à qch: Büyük bir çaba sonucu bir şeye
attaque diş. 1. Saldırış, saldırı (Passer à l'attaque. erişmek, varmak (Dans ce domaine, il atteindra,
Donner le signal de l'attaque. Attaque à main tôt ou tard, à la perfection). 9. Etre atteint de qch:
armée). 2. Ateş, sayrılık nöbeti, nöbet. 3. -e yakalanmak, tutulmak, uğramak (Il est atteint
Bunalım, "kriz (Une attaque d'épilepsie, de tuberculose).
d'apoplexie). 4. Eleştiri, saldırı, taş, taşlama (Les atteintes. 1. (Bir sayrılığa) Yakalanmış, tutulmuş.
attaques de l'opposition contre le gouvernement. 2. tkz. Kaçık, deli, keçileri kaçırmış,
Rester impassible devant les attaques). S. müz. atteinte diş. 1. Çarpma, vurma. 2. Dokunca,
Çalma (L'attaque d'une valse).6. (Takım dokunurluk, "zarar (Atteinte à la réputation) 3.
sporlarında) Hücum, atak. § Etred'attaque: Turp Sayrılığa yakalanma, tutulma, "musabiyet. § Hors
gibi olmak, pek dinç olmak, sapasağlam olmak. d'atteinte: Erişilmez, yetişilmez (Sa réputation est
attaquer gçl. 1. Saldırmak, (Attaquer une forteresse, hors d'atteinte) Hors de l'atteinte de: -in
un pays, l'ennemi, une personne). 2. Eleştirmek, yetişemiyeceği, varamıy acağı yerde (Il est hors de
sataşmak, saldırmak, taşlamak (Dans un article, il l'atteinte des balles. Le tableau est hors de l'atteinte
attaquait vivement le ministre). 3. Ele almak, des enfants). Porter atteinte à qch: -e dokunmak;
girişmek, sarılmak (Attaquer un travail). 4. -e zarar getirmek; -e "halel getirmek (Cela peut
Kemirmek, yemek, içine işlemek (La rouille a « porter atteinte à votre indépendance).
attaqué le balcon de fer. Les mites attaquent les attelage er. 1. Bağlama, koşma (L'attelage des
lainages). 5. Mahkemeye vermek, aleyhinde dâva bœufs. L'attelage des wagons). 2. Koşulmuş
açmak. 6. Yemeye başlamak, yumulmak hayvanlar (L'attelage suait, soufflait et marchait
(Attaquer la volaille). 7. müz. Çalmaya başlamak, avec lenteur).
çalmak (Au loin, les deux violons, le violoncelle et atteler gçl. 1. Hayvan koşmak (Atteler une voiture).
l'alto attaquaient un air de menuet). 8. İtiraz etmek 2. Atteler qch à qch: -e hayvan koşmak; -e
(Attaquer un testament). §S'attaqueràqch: 1. Bir bağlamak (Atteler des bœufs à une charrette.
şeye hevesle girişmek (S'attaquer à un travail). 2. Atteler la locomotive au train, une remorque au
-e karşı savaş açmak, saldırmak (S'attaquer aux tracteur). 3. Atteler qn à qch: Birini -e vermek; -e
préjugés, à une politique). 3. S'attaquer à qn: -e koşmak; -ile görevlendirmek (Atteler quelqu'un à
saldırmak; ile mücadele etmek (S'attaquer à un un travail, à une tâche). 4. gsz. Arabaya hayvan
ministre). koşmak, hayvanları bağlamak (Dites au cocher
attelle 112 attention

d'atteler). § S'atteler à qch: -e canla başla duygulanma.


girişmek; başlamak (S'atteler à un travail. Je me attendu,es. 1. Beklenen (L'arrivée d'une personne
suis attelé à l'article que je vous ai promis). attendue). 2. er. ç. Gerekçe (Les attendus d'un
attelle 1. Hamut. 2. Süyek, °cebire. jugement). 3. ilg. Dolayısıyla, yüzünden, ötürü
attenant,e s. 1. Bitişik (La maison attenante doit (Attendu la situation internationale, le cabinet se
être reconstruite). 2. Attenant à: -e bitişik (Le réunira d'urgence). § Attendu que...: -diği için;
cimetière attenant à l'église. La maison attenante à -diğinden dolayı (On ne peut pas se fier à ces
la ferme). résultats, attendu que les calculs sont
attendant (en) bel. O zamana kadar, arada; bu approximatifs).
arada (Ses idées sont peut-être justes, en attentat er. 1. Suikast (Attentat au plastic). 2. huk.
attendant, il aurait mieux fait de se tenir tranquille)* Cürüm, suç (Attentat à la pudeur, auxmœurs). 3.
§ En attendant que: -inceye kadar (Je resterai ici en mec. Hakaret, suç (Un attentat contre le bon goût).
attendant que la pluie cesse). § Attentat à la pudeur: Genel âdaba karşı cürüm.
attendre gçl. 1. Beklemek (Attendre le train, un Attentat aux mœeurs: Edep duygularını incitme,
enfant, un téléphone, un visiteur). 2. Kollamak, genel adaba karşı cürüm. Attentat à la vie, à la
gözetlemek (Attendre le moment, l'occasion, liberté: Cana, özgürlüğe kast. Préparer, dresser
l'heure de faire quelque chose). 3. Hazır olmak (Le un attentat contre qn: Birine karşı bir suikast
dîner vous attend, la voiture vous attend). 4. hazırlamak (Préparer un attentat contre un
Sonu... olmak (La misère attend le dissipateur: souverain). Déjouer un attentat: Bir suikastı, bir
Savurganın sonu yoksulluktur). S. Attendre qch komployu boşa çıkarmak, bozmak.
de qn: Birinden birşey beklemek (On ne peut
attendre aucune faveur de lui). 6. Attendre après attentatoire s. 1. Zararlı, dokuncalı, dokunan. 2.
qn, après qch: a) -i sabırsızlıkla beklemek, dört Attentatoire à: -e zararlı (Une mesure attentatoire
gözle beklemek (J'attends après mon oncle. Il à la liberté. Une décision attentatoire à la justice).
attend après un taxi), b) -i gereksinmek, -e attente diş. 1. Bekleme (Salle d'attente, salon
gereksinimi olmak, ihtiyacı olmak (Je n'attends d'attente). 2. Bekleme, bekleme zamanı
pas après votre aide). 7. Attendre de f. qch: -meyi (L'attente a été insupportable, très longue). 3.
beklemek (Attendez d'être informé avant de vous Umulan şey, beklenilen şey, dilek, istek, beklenti
prononcer). 8. gsz. Beklemek (Il a attendu (Il n'a pas répondu à l'attente de ses professeurs:
longtemps). § Faire attendre qn: Birini öğretmenlerinin umduğu gibi çıkmadı). § Etre
bekletmek, geç gelmek. Se faire attendre: Geç dans l'attente de qch: -i beklemekte olmak,
gelmek, bekletmek. Attendre qn comme le beklemek. Dans l'attente de qch: -i bekleyerek,
Messie: Birini Hızır gibi beklemek, dört gözle beklerken (Nous vivons dans l'attente de beaux
beklemek.Attendre que les grives tombent toutes jours à venir. Tous étaient inquiets dans l'attente
rôties dans la bouche: Armut piş ağzıma düş diye des dernières nouvelles).
beklemek (Tu attends que les grives te tombent attenter gsz. 1. Suikastte bulunmak 2. Attenter sur
toutes rôties dans la bouche). Tout vient à point à qn, contre qn: Birine karşı suikastte bulunmak
qui sait attendre: Sabreden derviş muradına (De quel droit sur vous-même osez-vous.attenter?
ermiş. § S'attendre à qch: 1. Ummak, beklemek Attenter contre un roi). 3. Attenter à qch: -e
(Je ne m'attendais pas à ce résultat). 2. S'attendre à kastetmek (Attenter à la vie, à la liberté d'un
f. qch: a) -meyi ummak, beklemek (On s'attend à peuple, à la sûreté de l'Etat). § Attenter à ses jours:
trouver un dieu, on touche un homme). b) -mekten "İntihar etmek, "özöldürüme kalkışmak (Ilessaya
korkmak, çekinmek (Ils'attendàperdresaplace). d'attenter à ses jours dans la cellule).
attendrir gçl. 1. Duygulandırmak, yumuşatmak, attentif,İve s. 1. Dikkatli (Un élève attentif). 2.
içini sızlatmak (Les larmes du candidat n'ont pas Saygılı, özen gösterilen (Une amitié attentive). 3.
attendri le professeur). 2. Gevrekleştirmek Attentif à qch; à f. qch: e- dikkat eden, özen
(Attendrir une viande, un bifteck). § S'attendrir: gösteren ; -meye dikkat eden ( Un homme attentifà
1. Duygulanmak, içi sızlamak 2. S'attendrir sur ses devoirs. Il est attentif à ne vexer personne).
qn, sur qch: Birine, bir şeye acımak (Ne vous attention 1. Dikkat (Ecouter avec attention). 2.
attendrissez pas sur mon sort). Yakınlık, ilgi, sevgi, özen (Un témoignage
attendrissantes. Duygulandırın, yüreksızlatıcı, iç d'attention. Elle avait pour les pauvres des
ezici, acıklı. attentions délicates). § Attirer, éveiller l'attention
attendrissement er. Acıma, yüreği sızlama, de qn sur qch: Birinin dikkatini -in üzerine
attentionné 113 attirer

çekmek (Je veux attirer votre attention sur ce attester gçl. 1: Gerçekliğine tanıklık etmek
point). Détourner l'attention de qn: Birinin (J'atteste la réalité de ce fait). 2. Gerçeklemek,
dikkatini çevirmek, dağıtmak. Donner, prêter doğrulamak, °teyid etmek (Son regard atteste son
attention à qch: -e karşı ilgi göstermek. Faire innocence). 3. Tanık göstermek (J'atteste les dieux
attention à qch, à f. qch: -e dikkat etmek; -meye que je dis la vérité). 4. Kanıtlamak, ispat etmek
çok dikkat etmek (Faites attention à la question (Les documents atttestent la vérité de son
que je vais vous poser. J'ai fait attention à ne pas le témoignage). S. Attester qch à qn: Birine bir şeyi
réveiller en rentrant). Ne donner (prêter) aucune ispat etmek, kanıtlamak,
attention à qch: -e hiç aldırmamak, hiç bir ilgi atticisme er. Dil inceliği, anlatı güzelliği, süzme
göstermemek. Attention à: -e dikkat (Attention à güzellik.
la voiture!). attiédir gçl. 1. Ilıklaştırmak, ılıtmak. 2. mec.
attentionné,e s. Çok dikkat, ilgi, özen gösteren Sıcaklığını azaltmak, ılıştırmak, gevşetmek
( Etre très attentionné pour ses parents, auprès de sa (L'amitié que la présence attiédit, que l'absence
fiancée). efface).
attentisme er. Beklegör politikası, "beklegörcülük. attiédissement er. Sıcaklığının azalması, soğuma
attentiste s. ve. ad. Beklegör politikası yanlısı, (L'attiédissement d'un sentiment, du zèle, d'une
*Beklegörcü. tendresse).
attentivement bel. Dikkatle, ilgiyle. attifement er. Giyim, takıp takıştırma, süslenme,
atténuant,e s. Hafifletici, azaltıcı, düşürücü iki dirhem bir çekirdek olma.
(Circonstances atténuantes: Hafifletici nedenler). attifer gçl. Giydirmek, üstüne bir şeyler uydurmak
atténuation diş. 1. Azalma, düşme (Atténuation des (Elle attife ses enfants d'une manière drôle). §
forces, d'une souffrance). 2. Hafifletme S'attifTer yada Etre attifé: Giyinmek, takıp
(Atténuation d'une peine). takıştırmak, süslenmek (Elle passe des heures à
atténuer gçl. 1. Güçten düşürmek, gücünü s'attifer. Il est attifé drôlement).
azaltmak, zayıflatmak 2. Yatıştırmak, dindirmek attiger gsz. hlk. Abartmak,
(Prendre un cachet pour atténuer un mal de tête). 3. attique s. 1. Attika'ya değgin. 2. er. (Mimarlıkta)
Yumuşatmak (Atténuer les termes d'une lettre, la Dam korkuluğu yada çatı katı.
violence de ses propos). attirables. Çekilebilir.
atterrage er. den. 1. Karaya yakınlık, karaya yakın attirail er. 1. Takım (Attirail de toilette). 2. Eşya
olma. 2. Kıyıdan önce görünen yüksek kara (Attirail de voyage). 3. Gereçler (Attirail de
parçası. guerre, attirail du campeur). 4. Değersiz eşya,
atterrant,e s- Çok şaşırtıcı, üzücü (Une nouvelle kıvır zıvır (Il a fourré tout son attirail dans une
atterrante). malle).
atterrer gçl. 1. (Eski) Yere vurmak, yere sermek. 2. attirance diş. Çekicilik, başdöndüriicülük
mec. Yıkmak, yıldırımla vurulmuşa çevirmek, (L'attirance du gouffre). § Eprouver, avoir une
şaşkına döndürmek (L'annonce de son suicide certaine attirance pour qch, envers qch: -e karşı
nous a atterrés). ilgi duymak; ilgisi, eğilimi olmak (Il a une certaine
atterrir gsz. 1. Karaya inmek, alana inmek, attirance pour les films policiers).
konmak, iniş yapmak (L'avion atterrit sur la piste. attirante^. Çekici (Une figure attirante).
La fusée atterrit sur la planète).!, mec. tkz. attirer gçl. 1. Kendine çekmek (L'aimant attire le
Varmak, gelmek, düşmek (Après, cinq heures de fer). 2. Çekmek, °cezbetmek ( Ce spectacle attire la
marche, nous avons atterri dans une petite foule. Le miel attire les mouches). 3. Attirer qch à
auberge). qn, surqn: Birinin başına.. .açmak, getirmek (Ses
atterrissage er. Karaya inme, konma, iniş. procédés lui attireront des ennuis. Une mauvaise
(Atterrissage forcé: Zorunlu iniş. Atterrissage conduite a attiré sur lui toute la haine du peuple). 4.
sans visibilité: Kör iniş, pisti görmeden iniş. Train Attirer qch à qn: Birine bir şey sağlamak (Sa
d'atterrissage: (Uçağın) İniş takımı). bienveillance lui attirait toutes les sympathies. Sa
atterrissement er. Suyun bıraktığı kum, toprak réputation lui attirait des disciples). 5. Attirer qch
kümesi, su bırakıntısı. sur: -in üzerinde toplamak, -e çekmek (Je
attestation diş. 1. Tanıklık. 2. Tanıtma belgesi, voudrais attirer votre attention sur ce point). §
belge (L'employeur fournit une attestation à un S'attirer qch: 1. Başına... açmak; başına...
employé qui quitte l'entreprise). § Attestation de getirmek (Il s'est attiré des ennuis à cause de son
bonne conduite: İyi hâl kâğıdı. ami). 2. Sağlamak, elde etmek, kazanmak (Il
attisement 114 attrister

s'attire des compliments mérités). 3. S'attirer qn: dolandırmak, tavlamak (Il excelle à attraper les
Birini kazanmak, kendi yanına çekmek (Il est très gens par des flatteries). 7. Azarlamak (Ses parents
attentif à s'attirer les intellectuels). l'ont bien attrapé). 8. Kapmak, kavramak,
attisement er. Tutuşturma, körükleme anlamak (Je n'ai pu attraper que quelques mots de
(Vattisement des haines, des passions). leur conversation). 9. Yakalanmak, tutulmak,
attiser gçl. 1. Yeniden tutuşturmak, canlandırmak, kapmak (A ttraper une maladie, le rhume,la grippe
parlatmak (Attiser lefeu). 2. Körüklemek (Attiser 10. (Ceza vb. için) Yemek, çarpılmak (Attraper
les passions, une querelle, une haine, une colère). une contravention pour infraction au code de la
attitré,e s. 1. Unvanlı, ayrıcalı (Le notariat est une route). § S'attraper: Yakalanmak, tutulmak. Se
charge attitrée). 2. Yetkili, yetkisi kabul edilmiş faire attraper: 1. Enselenmek, yakalanmak (Il
(Le représentant attitré d'une agence de presse). 3. s'est fait attraper par la police). 2. Haşlanmak,
Para ile tutulmuş (Un témoin attitré). azarlanmak (Un enfant qui se fait attraper souvent
attitrergf/. Bir görev ünvanı vermek, par ses parents). Se laisser attraper à qch: -e
attitude diş. 1. Duruş (Attitude naturelle, kapılmak, aldanmak (Il s'est laissé attraper aux
gracieuse). 2. Davranış, tutum (Avoir une attitude belles promesses).
ferme. Prendre une attitude d'hostilité). Il a attrapeur, euse ad. mec. Avcı, tavcı. § Attrapeur de
modifié son attitude à l'égard de ce problème). 3. femmes: Kadın avcısı,
Durum takınma, tavır alma (Quelle est son attrayant, e s. Çekici, gönül çekici (Un paysage
attitude devant ce problème). attrayant).
attouchement er. 1. Elle dokunma, elleyiş. 2. attribuable s. 1. Verilebilen, inal edilebilen,
Değme, değdirme, yüklenilebilen. 2. Attribuable à: -e yüklenebilen,
attractif,ives. 1. Kendine çekici, çekimleyici (Force mal edilebilen, "atfedilebilen (Cet accident ne lui
attractive de l'aimant). 2. mec. Çekici, ilginç (Une est pas attribuable).
vertu attractive). attribuer gçl. 1. Attribuer qch à qch: a) -e vermek,
attraction diş. 1. Çekim, çekme gücü (L'attraction ayırmak (Attribuer une part à un héritier). b) -den
de la terre. Attraction magnétique, électrique). 2. bilmek, -e vermek, "atfetmek (On attribue ce
Çekicilik, çekme, ilgi, sevgi (Sa personnalité phénomène à la pluie). 2. Attribuer qch à qn: a) -e
exerce une grande attraction sur la foule). 3. maletmek (Attribuer une invention à un savant).
Eğlence (Un centre d'attraction). 4. ç. Varyete b) -in üstüne yıkmak (Attribuer un accident, une
numaralan, eğlendiri; gösteri (Les attractions faute, une responsabilité à un pauvre homme). §
d'une boîte de nuit). S'attribuer qch: Bir şeyi kendine mal etmek;
attrait er. 1. Çekicilik (L'attrait de l'aventure, delà kendi elinde tutmak (Ils'attribue tout le succès de
nouveauté). 2. Eğilim, gönül akması, ilgi, sevgi (Il l'entreprise. Tu t'attribues le monopole du
éprouvait un attrait romantique pour le malheur). patriotisme).
3. ç. Güzellik, alımlılık (Les attraits d'unefemme). attribut er. 1. Özel nitelik, vergi, ayrıcalık, özgü
attrapade diş. hlk. 1. Azarlama, paylama; azar. 2. olan şey (La parole est un attribut de l'homme. Le
Kapışma, kavga (Ils ont eu une sérieuse droit de grâce est un attribut du chef de l'Etat). 2.
attrapade). fels. Öznitelik; san. 3. dilb. mant. Yüklem. 4.
attrape diş. 1. Tuzak. 2. mec. Tuzak, dolap.3. Simge (Le sceptre est l'attribut de la royauté).
Şakadan aldatış, aldatmaca. 4. den. Çıma. 5. attributif, ive s. 1. dilb. Yüklemli. 2. Hak yada yetki
(Dökmecilikte) Maşa. verici (Acte attributif de compétence).
attrape-mouche er. bitb. Sinekkapan, attribution diş. 1. Verme (L'attribution d'un prix).
attrape-nigaud er. Enayi tuzağı, enayi kandırmaca 2. Ayırma, verme, "tahsis etme (L'attribution de
(Ces belles paroles ne sont que des attrape-nigauds véhicules neufs à un service. L'attribution d'un
pour duper l'acheteur). rôle à un acteur). 3. Mal etme. 4. Üzerine atma,
attraper gç/. 1. Tutmak, yakalamak (Attraper des üzerine yıkma. 5. Yorma, "hamletme ; "atfetme 6.
papillons avec un filet). 2. Yakalamak; enselemek ç. Görev, yetki (Définir les attributions d'un
ele geçirmek (La police a attrapé le voleur). 3. fonctionnaire). § Empiéter sur les attributions de
Tutmak, kavramak (Attraper une balle). 4. qn: Birinin görevine karışmak, el uzatmak,
Yetişmek yakalamak (Attraper l'autobus, le attristant,e Üzücü, iç karartıcı (Des nouvelles
train). 5. Öykünmek, "taklit etmek (Il a bien attristantes).
attrapé le style de La Bruyère. Il attrape l'accent attrister gçl. Üzmek, neşesini kaçırmak, içini
français). 6. Aldatmak, kandırmak, karartmak (La mort de son père m'a attristé
attrition 115 auditeur

beaucoup). § S'attrister: 1. Üzülmek, neşesi ses amis ne l'aime). § D'aucuns: Çokları; kimileri
kaçmak, içi kararmak. 2. S'attrister de qch, de (D'aucuns pourront critiquer cette attitude).
f.qch: -e üzülmek; -diğine üzülmek (Je m'attriste aucunement bel. Hiç, hiç de, hiçbir zaman (Je ne
de cette longue séparation. Ma mère s'attriste de crains aucunement la mort).
voir qu'il ne vient pas très souvent cette année). audace diş. 1. Gözüpeklik, yüreklilik, korkmazlık,
attrition diş. hek. 1. Aşınma (Attrition de l'émail yılmazlık, cesaret (Critiquer avec audace les abus
dentaire). 2. mec. Dinsel bir suç işlemiş olmaktan du pouvoir ). 2. Aşırı adım, aşırılık (Les audaces
duyulan iç acısı, tedirginlik. 3. (Bir işletmede) de la mode). 3. "Küstahlık, utanmazlık, kendini
Personel sayısının azalması, personel kaybı bilmezlik (Il a l'audace de me contredire).
(Attrition due à une mauvaise rémunération). audacieusement bel. Korkmadan, çekinmeden,
attroupement er. 1. Bir gösteri için sokakta gözünü kırpmadan, cesaretle,
toplanma, bir araya gelme (L'attroupement des audacieux,euse s. ve ad. Gözüpek, yürekli, yılmaz,
badauds). 2. Sokakta toplanan kalabalık (La korkmaz, cesur (Un homme, un geste audacieux.
police a dispersé les attroupements). L'avenir appartient aux audacieux).
attrouper gçl. Toplamak .başına toplamak, bir au-deça bel. Beride; -in berisinde,
araya getirmek (Il a attroupé les oisifs). § au-dedans bel. tçerde.
S'attrouper: Toplanmak, bir araya gelmek (Les au-dehors bel. Dışarda.
manifestants commencèrent à s'attrouper). au-delà bel. 1. Ötede; -in ötesinde. 2. er. Öbür
au: à le. dünya, öteki dünya, "ahiret (Il s'est lié à l'au-delà).
aubade diş. 1. Sabahleyin verilen kapı önü konseri; § A l'au-delà, dans l'au-delà: Öbür dünyada,
biri için kapı önünde yada pencere altında şarkılar "ahirette.
söyleme (Donner une aubade à une jeune fille). 2. au-dessous bel. Altta; -in altında,
alay, tkz. Sunturlu hakaret, haşlama, au-dessus bel. Üstte; -in üstünde,
aubaine diş. Beklenmedik kazanç; büyük şans, au-devant bel. Önde; -in önünde,
fırsat (Quelle bonne aubaine!: Neşans!) § Profiter audibilité diş. Dinlenilebilirlik, işitilebilirlik
de l'aubaine: Fırsattan yararlanmak, (Audibilité radiophonique).
aube diş. 1. Tan, gün ağarması, tansökümü (L'aube audibles. İşitilebilir, dinlenebilir, kulağın alabildiği
se lève,apparaît).2. Başlangıç, ilk belirti (L'aube (Les sons audibles. Ces bandes ne sont pas
de la vie). 3. Papazların dinsel tören sırasında audibles).
giydikleri beyaz entari. 4. Çark kanadı, çark audience diş. 1. İlgi, dikkat (Son livre a trouvé
(Navireàaubes. Les aubes d'un roue de moulin). § l'audience de nombreux lecteurs. Ce projet a
A l'aube: Tan sökerken, gün ağarırken, erkenden rencontré l'audience du ministre 2. (Yargı
(Se lever à l'aube, se coucher à l'aube). Etre à yerinde) Oturum, "celse (Audience publique:
l'aube de qch: -in başlangıcında olmak, eşiğinde Herkese açık oturum. Audience à huis clos: Kapalı
olmak (Nous sommes à l'aube d'un monde oturum. Ouvrir l'audience: Oturumu açmak.
nouveau). Suspendre audience: Oturuma ara vermek. Lever
aubépine diş. bitb. Akdiken, audience: Oturumu kapamak. Reprendre
aubères. (At donu) Demirkır (Une jument aubère). l'audience: Oturuma yeniden başlamak). 3.
auberge diş. 1. Han. 2. Küçük kır lokantası. 3. 'Görüşüm, görüşme, buluşma. § Demander une
Küçük otel. § Prendre qch pour une auberge: Bir audience: Görüşme istemek, görüşüm isteğinde
yere canının istediği zaman girip çıkmak, bulunmak. Donner audience à qn: -ile görüşmek
babasının evi sanmak, bir yeri dingonun ahırı (Le ministre ne peut pas vous recevoir car il donne
sanmak (Tu prends ma maison pour une auberge, audience à un visiteur de marque). Obtenir une
quoi?: Evimi han mı sanıyorsun, ne?). audience: Görüşüm elde etmek. Recevoir qn en
aubergine diş. 1. Patlıcan. 2. s. Patlıcan rengi, koyu audience: Birini "huzuruna kabul etmek (Le chef
mor (Des costumes aubergine). 3. tkz. Paris'te du cabinet a reçu la délégation syndicale en
polis yardımcısı kadın memur, audience).
aubergiste ad. Hancı, kır lokantacısı; otelci, audienciers. vead. Mübaşir,
aubette diş. Kapalı otobüs durağı, kapalı durak, audio-visuel,le s. Gör-işit, görsel-işitsel
aubier er. bitb. (Ağaçlarda) Kabuk altı katmanı, (Enseignement audio-visuel. Méthode audio-
yalancı odun. visuelle).
aucun,e s. 1. Hiçbir (Aucun homme, aucune auditeur,trice ad. 1. Dinleyici (Les auditeurs d'un
femme). 2. adıl. Hiçbiri, hiçbir kimse (Aucun de musicien). 2. (Danıştay ve Sayıştay gibi yüksek
auditif 116 aune

kurullarda) İşe yeni başlayıp kendini yetiştirmeye gökgürültüsü gibi göksel olaylardan, kuşların
çalışan görevli, stajyer, ötüş ve uçuşlarından belirli sezi ve yargılara varan
auditif,ive s. İşitmeyle ilgili, işitmeye değgin, din adamı, "kâhin, önbilici, bilici. 2. Kehanet,
"işitsel (Il a une mémoire auditive. Appareil önbilicilik, bilicilik. 3. (Günümüzde) mec. Kâhin,
auditif. Sensation auditive). bilici; falcı (Il faudra consulter peut-être les
audition X.biy. İşitme (Troubled'audition. lia augures pour résoudre ce problème!). 4. mec. Fal;
des troubles d'audition). 2. Dinleme, dinleyiş; kehanet, "önbili. S. ç. Kafaca ileri gelenler. § Etre
duyulma, dinlenilme (Ici, l'audition de bon augure pour qch: -için iyi bir belirti olmak,
radiophonique est difficile. L'audition des "hayra alamet olmak (Il a buté contre le premier
témoins). 3. Tanıtılmak istenen bir müzik obstacle; cela n'est pas de bon augure pour la
sanatçısını dinletmek için yapılançağırılı toplantı, suite). Etre de mauvais augure pour qch: -için kötü
müzik şöleni; 'dinleti, bir belirti olmak, uğursuzluk belirtisi olmak,
auditionner gçl. 1. (Müzikte) Bir yargıya varmak "hayra alamet olmamak. Oiseau de bon augure:
için dinlemek (Auditionner un disque, un Uğurlu kişi; ayağı, ağzı uğurlu. Oiseau de mauvais
candidat). 2.gsz. Biranlaşmayapmakyadabirroi augure: Uğursuz kişi; ayağı, ağzı uğursuz,
almak için, okuyacağı yada çalacağı parçayı augurer gçl. 1. (İyiye yada kötüye) Yormak 2.
sunmak (Elle a auditionné pour avoir un rôle dans Augurer de qch: -önceden sezmek, kestirmek (Je
une revue). n'augure pas bien de l'avenir. Ce travail laisse bien
auditoire er. 1. Dinleyiciler (Il s'est adressé à augurer de la suite). 3. Augurer qch de qch: -den...
l'auditoire). 2. mec. Okurlar (Je souhaite que ce sonucunu çıkarmak, sonucuna varmak (Il
livre trouve l'auditoire qu'il mérite). augurait un malheur de cette obscurité muette). 4.
auditorat er. (Danıştay ve Sayıştayda) Stajyerlik, Augurer de qch que: -diği kanısına varmak (Tu
*yetişmenlik. augures de mon opposition que je serai toujours
auditorium er. Dinleme salonu, contre toi, n'est-ce pas?).
auge diş. 1. Yem teknesi; yalak (Les auges d'une auguste s. 1. Yüce, ulu. 2. er. Yüzünü gözünü çok
porcherie). 2. Çamur teknesi. 3. Gerdel, koyu ve renkli boyamış sirk soytarısı.
auget er. Küçük tekne; küçük gerdel, augustin,e ad. Aziz Augustinus tarikatından olan
augmentable s. Artırılabilir; çoğaltılabilir; kişi.
yükseltilebilir, aujourd'hui 1. bel. Bugün (Je pars aujourd'hui) 2.
augmentatif,ive s. dilb. 1. Büyültmeli. 2. ad. er. Bugün, şimdi, şu an (Le vivace et le bel
Büyültme eki. aujourd'hui).
augmentation diş. 1. Artma; çoğalma, çoğaltma; aulique s. Saraya değgin. § Conseil aulique: Eski
genişleme, genişletme; yükselme, yükseltme Cermen İmparatorluğu'nda Yüksek Yargıevi.
(Augmentation de quantité, d'intensité, de prix). aumône diş. 1. Sadaka (Il vit d'aumône). 2. mec.
2. Aylık artırımı, ücret artışı (Je vais demander Bağış, lütuf (Accorde-moi l'aumône d'un regard).
une augmentation à mon patron). § Demander l'aumône: Sadaka istemek. Faire
augmenter gçl. 1. Artırmak (Augmenter son l'aumône à qn: -e sadaka vermek (Il fait souvent
revenu). 2. Çoğaltmak (Augmenter ses frais, sa l'aumône aux mendiants).
dépense). 3. Genişletmek (Augmenter ses terres). aumônier er. Papaz, din adamı (L'aumônier de la
4. Yükseltmek (Augmenter les prix, les salaires). prison, d'un régiment, d'une école). § Grand
5. Augmenter qn: Birinin aylığını, ücretini aumônier de.France: Fransa Krallık sarayında en
arttırmak (Je vais l'augmenter le mois prochain). yüksek din adamı.
6. Augmenter gsz. a) Artmak, çoğalmak (La aunaie,aulnaie diş. Kızılağaç koruluğu,
population du pays augmente), b) Yükselmek aune,aulne er. bitb. Kızılağaç,
(Les prix augmentent) c) Fiyatı artmak, aune diş. 1. Eski bir uzunluk ölçüsü birimi (120
pahalanmak (Le fromage a augmenté cette cm.). 2. Bir karış. §Faireunemined'uneaune: Bir
semaine). 7. Augmenter de qch: -sini genişletmek, kanş surat asmak. Mesurer qch à sa vieille aune:
artırmak (Augmenter de volume: Oylumunu Bir şeyi kendi eskimiş yargılarına göre
artırmak). § S'augmenter: Artmak, çoğalmak, değerlendirmek, hâlâ konulduğu yerde otlamak.
genişlemek, yükselmek. Mesurer qn à son aune: Birini kendi gibi sanmak;
augurai,e s. Falcılara değgin; falcılıkla ilgili (Art birini kendi ölçülerine göre değerlendirmek (II
augurai). mesure les autres à son aune). Tirer une langue
augure er. 1. (Eski Roma'da) Yıldırım, şimşek, d'une aune: Dilini bir karış uzatmak, çıkarmak.
auparavant 117 austral

auparavant bel. 1. Önce, daha önce (La réunion davranışlarına bakarak yapılan falcılık, kuş falı.
aura lieu le mois prochain, mais tu peux venir 2. Koşul. § Sous de bons, de favorables auspices:
auparavant). 2. Önceden, önce (Un mois İyi, elverişli koşullarda. Sous de mauvais, de
auparavant). 3. Eskiden, önceleri, vaktiyle fâcheux, de tristes auspices: Kötü, elverişsiz
(Auparavant, les gens n 'agissaient pas de la sorte). koşullarda. Sous les auspices de qn: -in desteğiyle,
auprès bel 1. Yakın, yakında, yörede (Les lieux kayırmasıyla, korumasıyla; koruyuculuğunda,
situés auprès). 2. Auprès de: Yanına, yakınına; "himayesinde,
yakında, yakınında; yanından, yakınından (II aussi bel. 1. De, da (Dahi) (Toi aussi: Sen de). 2.
s'est assis auprès de moi. La réalité est dure auprès (Bir sıfattan önce geldiğinde) Bu denli, böylesine
du songe). (Comment un homme aussi sage a-t-il fait une
auquel: A lequel, pareille faute: Bu denli aklı başında bir adam nasıl
aura diş. hek. Esinti; öncü belirti, oldu da böyle bir yanlışlık yaptı). 3. (Tümcenin
auréole diş. 1. Hıristiyan ermişlerinin resimlerinde, başına geldiğinde) -den dolayı, bu yüzden,
başları çevresinde gösterilen ayla, "hâle 2. Ayla, bundan ötürü, onun için (Ces étoffes sont belles;
hâle (L'auréole de la Lune, du Soleil). 3. Taç, aussi coûtent-elles cher: Bu kumaşlar güzel, onun
utku, saygınlık (Parer, entourer quelqu'un d'une için pahalı. L'égoïste n'aime que lui; aussi tout le
auréole). monde l'abandonne: Bencil yalnız kendini
auréoler gçl. 1. Yöresini çevirmek, ayla ile düşünür, onun için herkes ondan yüz çevirir). 4.
süslemek (Il a laissé un grand nom que la légende Aussi... que: Ne denli., olursa olsun (Aussiriche
auréole). 2. Auréolerdeqch: -ileçevirmek. 3. Etre qu'il paraisse: Ne denli varsıl gönünürse
auréolé de qch: -ileçevrilmek (Ce poète est auréolé görünsün). S. (Karşılaştırmalarda) Aussi... que:
de légende. Il est auréolé d'un grand prestige). § "Kadar, denli (Il est aussi vertueux que toi: Senin
S'auréoler de qch: -ile çevrili olmak, çevrilmek kadar erdemlidir). § Aussi bien: Zaten, aslında
(S'auréoler de gloire). esasen (Vous êtes aussi bien le véritable roi). Aussi
auriculaire s. 1. Kulağa değgin, işitmeyle ilgili, bien que: -olduğu gibi... olduğu kadar, gibi (Lui
(Pavillon auriculaire). 2. er. Serçe parmak. 3. aussi bien que sa femme préfèrent la mer à la
anat. (Kalpte) Kulakçığa değgin. § Témoin montagne: Karısı kadar kendisi de denizi dağa yeğ
auriculaire: İşitme tanığı, tutarlar. Karısı da kendisi de denizi dağa
auricule diş. 1. Kulak memesi. 2. Kulak kepçesi. 3. yeğlerler). Aussi bien.... que: -i olduğu kadar -i de
(Yürekte) Kulakçık (Auricule droite, auricule (Il aime aussi bien le théâtre que le cinéma: Tiyatro
gauche). kadar sinemayı da sever).
aurifère s. İçinde altın bulunan, altınlı (Sable aussitôt bel. 1. Hemen, derhal (J'irai aussitôt). 2.
aurifère, terrain aurifère). (Bir edili ortaçtan önce geldiğinde) ...ir ...mez
aurification diş. Altın dolgu; altın dolgusu (Aussitôt arrivé, il se coucha: Gelir gelmez yattı). §
yapma (Aurification d'une dent). Aussitôt que: -diği anda (Je l'ai reconnu aussitôt
aurifier gçl. Altın dolgusu yapmak (Aurifier une que je l'ai vu: Kendisini görür görmez, gördüğüm
dent). anda, tanıdım). Aussitôt dit, aussitôt fait: Der
aurore diş. 1. Tan, tansökümü; gün ağarması (Se demez yapar; söylenir söylenmez yapılır,
lever à l'aurore, avant l'aurore). 2. Tan kızıllığı. 3. austères. 1. Kekre. 2. Sıkı, çetin (Mener une vie
Doğu. 4. s. Altın sarısı. 5. mec. Başlangıç, eşik austère). 3. Sert (Il a un caractère austère, un air
(L'aurore d'une réforme). § Aurore polaire: austère). 4. Soğuk, süssüz (Un homme austère,
Kutup kızıllığı. Aurore boréale: Kuzey kızıllığı. une robe austère). 5. (Güzel sanatlarda) Ağırbaşlı
Aurore australe: Güzey kızıllığı. Etre à l'aurore bir sadelikte (Un monument austère).
de qch: -in başlangıcında olmak, eşiğinde olmak austèrement bel. 1. Sertlikle, sıkıca. 2. Sadelikle,
(Etre à l'aurore d'une réforme, d'une révolution). ağırbaşlılıkla,
auscultation diş. hek. Kulağını dayayıp dinleme; austérité diş. 1. Sertlik, çetinlik, sıkılık (L'austérité
dinleme. d'une vie, d'une morale, des mœurs). 2. Ağırbaşlı
auscultatoire s. Kulakla dinlemeye değgin (Signes sadelik (L'austérité de la façade d'un temple). 3.
auscultatoires). (Ekonomide) Kemer sıkma, sıkı önlemler alma
ausculter gçl. hek. Kulağını dayayıp dinlemek; (Programme d'austérité. Austérité monétaire: Sıkı
dinlemek (Ausculter un malade, le cœur, les para politikası).
poumons). austral,e s. Güney, güneye değgin (Hémisphère
auspice er. 1. (Eski romalılarda) Kuşların australe).
australie 118 autocinétique

australie Avustralya. sunulan taş masa, °sunak. 2. ( Kiliselerde) °Sah. 3.


australienne s. ve ad. Avustralyalı; Avustralya'ya mec. Din, Kilise (Le trône et l'autel). § Aller à
değgin. l'autel: Evlenmek, nikâh memurunun karşısına
autan er. Fransa'da, güney yada güney-doğu yeli; çıkmak.Dresser,élever des autels à qn: Birini çok
soğuk ve şiddetli yel. yüceltmek, tanrılaştırmak,
autant bel. 1. Gibi, olduğu kadar (Il lit la Bible auteur er. 1. Yaratan, yaratıcı, var eden; yapan
autant que le Coran: Kur'anı olduğu gibi İncil'i de (Dieu, l'auteur de l'univers. L'auteur d'un projet).
okur). 2. Kadar, -diği kadar (Je travaille autant 2. Yol açan, neden olan, işleyen, "fail (L'auteur
que je peux: Elimden geldiği kadar çalışıyorum. Il d'un crime, d'un malheur). 3. Yazar, yazan;
mange autant que son père: Babası kadar yiyor). 3. yapan (L'auteur d'un livre, d'une œuvre). 4.
Autant de.... que: Kadar (J'ai autant de fortune Söyleyen, çıkaran (L'auteur d'une nouvelle).5.
que lui: Onun kadar servetim var. Il a autant * Kaynak (Citez vos auteurs). 6. ç. Atalar (Les
d'amis que d'ennemis: Dostu kadar düşmanı var. auteurs d'une race). § Auteur moral: huk. Suça
Ne kadar dostu varsa o kadar da düşmanı var). 4. azmettiren, mânevi fail.
Autant... autant: Ne kadar... ise, o kadar... authenticité diş. 1. Gerçeklik, doğruluk (Vérifier
(Autant il travaille, autant il gagne: Ne kadar l'authenticité d'un tableau, d'une signature, d'un
çalışıyorsa o kadar kazanıyor. Autant il a de testament). 2. İçtenlik, doğallık, bozulmamışlık
vivacité, autant vous avez de nonchalance: O ne (L'authenticité d'un écrivain). 3. Gerçeğe
kadar canlı ise siz de o kadar uyuşuksunuz). § uygunluk (L'authenticité d'un événement
Autant que possible: Elverdiğince, mümkün historique). 4. Resmilik (L'authenticité d'un
mertebe, elden geldiği kadar. En faire autant: acte).
Aynı şeyi yapmak, öyle yapmak (J'irai au cinéma, authentification diş. Gerçekliğini belirtme, gerçek
voulez-vous en faire autant?: Ben sinemaya olduğunu gösterme. "Resmilik verme, "resmiyet
gideceğim, siz de gelir misiniz?). Pour autant: kazandırma; onay, "tasdik,
Bununla birlikte, yine de (J'ai beaucoup authentifier gç/. 1. Resmîleştirmek. 2. Gerçekliğini
travaillé,je n'ai pas réussi pour autant). Pour göstermek, gerçek olduğunu belirtmek. 3.
autant que: -kadanyle (Pour autant que je sache, "Resmiyet kazandırmak; onaylamak, "tasdik
les papiers ne sont pas encore préparés). Autant etmek (Un sceau authentifie cette pièce).
vaut: Tıpkı, sanki, âdeta ( C'est un homme mort ou authentiques. 1. Resmi (Acte authentique: Resmi
autant vaut). Autant de têtes, autant d'avis: Her senet). 2. Aslına uygun (Copie authentique). 3.
kafadan bir ses (çıkıyor). D'autant: Oranında, Gerçek, sahte olmayan (Un Picasso anthentiquc.
kadar (Cela augmente d'autant son profit: Kârı Une histoire authentique). 4. İçten, doğal,
oranında (kadar) artıyor). D'autant plus que: 1. bozulmamış (Les ''sentiments authentiques de
-dikçe, -diği oranda (Je le poursuivrai d'autant l'homme).
plus qu'il m'évite: O benden kaçtıkça ben onu anthentiquement bel. Gerçek olarak, doğru olarak,
kovalayacağım). 2. Çünkü; -diği için (Je le autisme er. ruhb. İçeyöneliklik.
punirai, d'autant plus qu'il n'a pas demandé autistique, autiste s. ruhb. İçcyönelik.
pardon: Onu cezalandıracağım, çünkü özür auto diş. 1. Otomobil, araba. 2. er. (İspanya'da)
dilemedi. Özür dilemediği için onu Dinsel konulu oyun (Les autos de Lope de Vega).
cezalandıracağım). D'autant que: -diğine göre; auto-accusation diş. Kendi kendini suçlama,
-diği için, çünkü (Il faut agir avec prudence, autobiographie diş. "Özyaşamöyküsü.
d'autant que le succès n'est pas certain: Başarı autobiographique s. Özyaşamöyküsel (Œuvre,
kesin olmadığına göre (olmadığı için) sakınımlı
autobiographique).
davranmak gerek). Autant dire que: Sanki,
autobus er. Otobüs,
dersiniz ki, âdeta (Autant dire qu'il est perdu).
autocanon er. Motorlu top.
autarcie diş. Kendi kaynaklarıyla geçinme, kendi autocar er. Kentler arası çalışan otobüs, otokar,
yağıyla kavrulma, * kendine yeterlik (Politique autocastration diş. Kendi kendini iğdiş etme.
d'autarcie). § Vivre en autarcie: Kendi yağıyla autocensure diş. Kendi kendini sansür etme, kendi
kavrulmak. kendini sıkıdenetimleme, *özsıkıdenetim.
autarcique s. Kendi yağıyla kavrulan, kendine autochenille diş. Tırtıllı otomobil,
yeten (Politique autarcique). autochtones, ve ad. Yerli (Peuple, race autochtone.
autel er. 1. Tapınaklarda, üzerinde kurban kesilen, Les autochtones d'un pays).
günlük gibi şeyler yakılan, Tanrı adına öteberi autocinétique s. Kendi kendine hareket edebilen
auto-citerne 119 autorégulation

(Organisme autocinétique). (Réflexe automatique, mouvement automatique).


auto-citerne diş. Motorlu sarnıç, automatiquement bel. Kendiliğinden, birden,
autoclave 1. s. Kendi kendine kapanır (Marmite, otomatik olarak,
appareil autoclave). 2. er. Otoklav (Désinfecter, automatisation diş. 'Özdevimlileştirme,
stériliser des vêtements à l'autoclave). "otomatikleştirme,
autocrate er. Salt hükümdar, saltıkçı. automatiser gçl. 'Özdevimlileştirmek.
autocratie diş. Saltıkçılık, "mutlakiyet. "otomatikleştirmek,
autocratiques. Saltcı; saltcıhğadeğgin, automatisme er. Özdevim, 'özdevinim,
autocritique A f Özeleştiri (Faire son autocritique). "otomatizm,
autocuiseur er. Düdüklü tencere, automédon er. (Şaka) Arabacı, binici,
autodafé er. 1. Ateşte yakma cezası. 2. Ateşe automnal,e s. Güze değgin, sonbahara değgin
verme, ateşte yakma (Je vais faire un autodafé de (Brumes automnales, plantes automnales).
livres: Kitaplarımı yakacağım). automneer. Güz, sonbahar. § Etre à l'automne de sa
autodéfense diş. 'Özsavunma. vie: Ömrünün sonbaharında olmak,
autodestruction diş. 'Özyıkım. automobile diş. 1. Otomobil, araba; motorlu taşıt.
autodétermination diş. Kendi yazgısını kendisi 2. s. Kendiliğinden işler, kendi kendine çalışır
çizme (Un peuple qui aspire à (Voiture automobile, canot automobile).
l'autodétermination). automobilisable s. Üzerinde otomobil işleyebilir,
autodidactes, ve ad. "Özöğrenimli, kendi kendini araba kullanmaya elverişli (Une route
yetiştirmiş (Un écrivain autodidacte. Un, une automobilisable).
autodidacte). automobilisme er. 1. Otomobilcilik. 2. Otomobil
autodrome er. Otomobil deneme ve yarış yeri; sporu.
'otoalanı. automobiliste ad. 1. Otomobilci. 2. Otomobil
auto-école diş. Şoförlük okulu, sporcusu.
autofinancement er. 1. Kendi kendine ödeme. 2. automoteur,trice s. 1. Özdevimli. 2. er. Motorlu
Kendi parasıyle yatırım yapma, mavna.
autogènes. Kendinden olma. automotrice diş. Ray üzerinde işleyen motorlu
autogestion diş. Kendi kendini yönetme, küçük taşıt, otoray,
'özyönetim. automutilation diş. Kendi kendini yaralama, kendi
autogestionnaire s. 'Özyönetimsel, özyönetimci, kendini sakatlama (Automutilation pathologique
özyönetimli (Socialisme autogestionnaire). chez les obsédés).
autographes, ve ad. 1. Yazarın kendi eliyle yazılmış autonomes. Özerk, "muhtar,
olan, "özyazılı (Lettre, dédicace autographe). 2. autonomie diş. 1. Özerklik, "muhtariyet (Rédamer
er. Özyazı (Une collection d'autographes). l'autonomie. Autonomie politique; autonomie
autographie diş. Özel bir mürekkeple yazılmış yada financière, autonomie administrative). 2. (Uçak,
çizilmiş bir şeyi taşa yada başka bir maddeye gemi vb. için) Yakıt ikmali yapmadan
basılmak üzere geçirme. Baskı yoluyla çoğaltma, alınabilecek yol.
autographier gçl. Bir özel yazı yada resmi basılmak autonomiste ad. Özerklikçi, "muhtariyetçi.
üzere taşa geçirmek, autoplastie diş. hek. (Vücutta) Üye düzeltimi,
autoguidage er. Kendinden kumanda, autopsie diş. hek. Ölüyü açıp, ölüm nedenini
"özkumanda. saptamak için, üyelerinin durumunu yoklama,
autoguidé,e s. Kendinden kumandalı, gözüyle görme, "otopsi, 'gözlegörü (Faire
'özkumandalı (Engin, projectile autoguidé). l'autopsie d'un cadavre. Faire une autopsie).
automate er. 1. Otomat, 'yanarsöner. 2. mec. autopsier gçl. 'Gözlegörü yapmak; otopsi yapmak;
Düşüncesiz, iradesiz adam. 3. Robot (Il agit (ölüyü) açmak (Autopsier un cadavre).
comme un automate). otorail: er. Otoray.
automaticité diş. *Özdevimlilik, 'özdevinimlilik, autoréglage er. fiz. Kendiliğinden ayarlama,
"otomatiktik, otomatik ayar.
automation diş. Özdevinim. autorégulateur, trices. Kendi kendine düzenlenen,
automatique s. 1. Otomatik, 'özdevimli, kendinden düzenleyici, ayarlayıcı (Mécanismes
'özdevinimli, kendiliğinden işler (Appareil autorégulateurs).
automatique, téléphone automatique). 2. autorégulation diş. Kendi kendine düzenleme,
Kendiliğinden, birden olan, birden yapılan özdenetleme.
autorisation 120 autruche

autorisation diş. 1. İzin, izin verme (L'autorisation stop, pratiquer l'autostop: Otostop yapmak.
d'exploiter une mine). 2. Yetki ; yetkililik (Elle a auto-stoppeur,euse ad. Otostopçu,
l'autorisation de signer mes lettres). 3. İzin belgesi autostrade diş. Devlet yolu, geniş otomobil yolu.
(Montrer une autorisation). § Demander, obtenir autosuggestion diş. Kendi kendine telkin,
une autorisation: İzin istemek, almak, autosuggestionner (s') Kendi kendine telkinde
autorisé,e s. 1. Yetkili (Les milieux autorisés bulunmak.
démentent la nouvelle). 2. Nitelikli, kendini kabul autour bel. 1. Yanda, çevrede, yörede (Servir de la
ettirmiş (Une personne autorisée, un critique viande avec des légumes autour: Yanında sebze ile
autorisé). 3. Autorisé à f.qch: -meye yetkili, izinli et vermek. Il rôde autour, depuis plusieurs
(Il est autorisé à agir comme il veut). semaines: Birkaç haftadan beri bu çevrede, bu
autoriser gçl. 1. İzin vermek (Autoriser les sorties, yörelerde dolaşıp duruyor). 2. Autour de: -in
une réunion). 2. Autoriser qn à f. qch: Birinin ' yöresinde, çevresinde ; etrafında (La Terre tourne
-sine izin vermek; birine -mek yetkisi vermek autour du Soleil. Autour de la ville, les nouveaux
(J'ai autorisé mon frère à parler à mon nom. Le quartiers s'étendent sans cesse). 3. Aşağı yukarı (Il
gouvernement autorise cette société à exploiter le a autour d'un million: Aşağı yukan bir milyonu
pétrole). § S'autoriser de qch: -e dayanmak (Je var. J'ai autour de quarante ans). § Faire cercle
m'autorise de notre amitié pour vous demander un autour de: -in çevresini almak, sarmak (Tous les
tel service). enfants du village faisaient cercle autour de nous).
autoritaire s. 1. Sert, dediği dedik (Un régime Tourner autour de qn: -in çevresinde dört
autoritaire, une politique autoritaire). 2. Sözünü dönmek. Tourner autour du pot: Sözü dolandırıp
dinleten, dediğini yaptıran, yetkeli (Un homme, durmak, sorunu açıkça ortaya koymamak,
un caractère autoritaire). 3. Sert, ciddi (Un air autour er. hayb. Çakırdoğan,
autoritaire, parler sur un ton autoritaire). autre s. 1. Öteki, öbür, diğer (Tous les autres
autoritarisme er. 1. Sözdinletirlik, * sözyürütürlük, voyageurs ont péri). 2. Başka (Je ne vois pas une
yetkelilik. 2. (Yönetimde) *Yetkecilik, yetkeye autre solution pour le problème). § L'autre jour:
dayanma. Geçen gün. C'est autre chose: O başka şey, orası
autorité diş. 1. Güç, yetki (L'autorité du chef de başka. L'autre monde: Öbür dünya, öteki dünya.
l'Etat. L'autorité d'un supérieur sur ses Une autre fois: Başka zaman, sonra (Venez une
subordonnés). 2. Yetke, "velayet (Autorité d'un autre fois). Autre chose est de.... autre chose (est)
père. L'autorité du tuteur sur le mineur). 3. de...: mek başka (şey).. .-mek başka (şey). (Autre
Buyruk (Soumettre les peuples à son autorité. Etre chose est de faire des projets, et autre chose de les
sous l'autorité de quelqu'un). 4. Etki,"nüfuz (Il a exécuter: Tasarılar hazırlamak başka şey, onları
de l'autorité sur tous ses amis). 5. Hükümet (Les uygulayabilmek başka). Autre part: Başka yer,
représentants de l'autorité: Hükümet temsilcileri). başka yerde (Si vous ne trouvez pas votre livre ici,
6. ç. Yetkili kişiler, yetkililer, "erkân (Les cherchez autre part. Ne criez pas ici, allez autre
autorités civiles, militaires: Mülkî, askeri erkân). part). D'autre part: Öte yandan, ayrıca, üstelik
7. Üstünlük (Autorité de la loi). 8. Bir alanda en (Le voyage sera fatigant, d'autre part nous
yetkili kişi (C'est une autorité en matière de arriverons très tôt le matin). De temps à autre:
grammaire). 9. Merci, makam (S'adresser aux Zaman zaman, ara sıra. D'un bout à l'autre:
autorités compétentes). § D'autorité: Kimseye Baştan başa, bir uçtan bir uca. 3. adıl. Öbür, öteki
danışmadan, kimseye sorup etmeden (D'autorité, başkası (L'un riait, l'autre pleurait: Biri gülüyor,
il a pris un livre sur les rayons de la bibliothèque öbürü (öteki) ağlıyordu). L'un l'autre, l'une
publique). De son autorité privée: Kendi başına, l'autre: Birbirini. Les uns (unes) les autres:
kimseye danışmadan (Je ne peux rien décider en Birbirlerini (Aimez-vous les uns les autres:
cette matière de ma propre autorité). Faire Birbirinizi, birbirlerinizi seviniz).
autorité: Kendini kabul ettirmek (Un savant qui autrefois bel. Vaktiyle, eskiden, bir zamanlar,
fait autorité, un ouvrage qui fait autorité). autrement bel. 1. Başka türlü (Vous devriez agir
autoroute diş. Devlet yolu; geniş otomobil yolu, autrement), 2, Yoksa, "aksi takdirde (Travaillez,
otoyol. autrement vous subirez des malheurs).
autriche diş. Avusturya.
autoroutier, ère s. Otoyola değgin (Système
autoroutier). autrichienne s. ve ad. 1. Avusturyalı. 2.
auto-stop er. Otostop, yoldan geçen arabalara Avusturya'ya değgin, avusturyalılara değgin,
parasız binerek yolculuk yapma. § Faire de l'auto- autruche diş. 1. Devekuşu. 2. Devekuşu derisi
autrui 121 avancée

Chaussures en autruche). § Avoir un estomac avaler). 6. Kanmak, yutmak (Il a avalé tes
d'autruche: Torba gibi midesi olmak, taş yese mensonges). § Avaler de travers: (Lokma)
eritmek. Pratiquer la politique de l'autruche: Boğazına kaçmak. Avaler des couleuvres:
Devekuşu politikası izlemek; devekuşu gibi Hakarete uğramak; büyük hakaret görmek.
başını kuma sokup kimse görmüyor sanmak, Avaler qn tout cru: Birini çiğ çiğ yemek, -e çok
autrui bel. Başkası, el (Parler au nom d'autrui. Agir kızmak (Il m'avalerait tout cru). Avaler qn des
pour le compte d'autrui. Il faut traiter autrui yeux: Gözleriyle yiyecekmiş gibi bakmak. Avaler
comme on voudrait être traité soi-même). sa langue: Ağzını kapayıp susmak. Avaler la
auvent er. 1. Kapı sundurması. 2. Rüzgârlık, pillule: Zokayı yutmak; istemediği bir şeye
aux: à les. sonunda razı olup kalmak. Avaler un crapaud:
auxiliaire s. ve ad. Yardımcı (Le personnel Güç bir işin altından kalkmak. Avaler la mer et les
auxiliaire. Tu es pour lui un auxiliaire précieux). § poissons: Gözü doymak bilmemek. Faire avaler
Verbe auxiliaire: Yardımcı fiil. qch à qn: mec. Birine bir şeyi yutturmak ( On peut
avachi,e s. 1. Biçimi bozulmuş, yıpranmış, sölpük lui faire avaler tout).
(Chaussures avachies). 2. hlk. Bitkin, ölgün, içi avaleur,euse ad. tkz. Bir şeyi yeme yada içmeyi çok
çürümüş (Un être avachi). seven kimse; obur; pisboğaz,
avachir gçl. 1. Bozmak, biçimsizleştirmek, avaliser gçl. 1. Desteklemek, benimsemek, rıza
pörsütmek (Il avait avachi ses poches à force de les göstermek (Avaliser un projet). 2. Ödeme
remplir de tout). 2. Bitkinleştirmek, güvencesi vermek (Avaliser un effet de
ölgünleştirmek, bitirmek (La paresse avachit commerce).
l'homme). § S'avachir: 1. Bozulmak, biçimi avaliseur, avaliste s. ve ad. Ödeme kefili,
bozulmak, pörsümek (Son manteau commence à à-valoir er. "Mahsup, kısmî ödeme (C'est un a-
s'avachir. Ton corps s'avachit). 2. Bitkinleşmek, valoir sur votre créance).
ölgünleşmek, gücünü yitirmek. 3. Kendini avaloire diş. 1. Paldım. 2. er. hlk. Ağız, boğaz,
bırakmak, kendini salıvermek (Ne vous avance diş. 1. Bina çıkıntısı. 2. İlerleme (L'avance
avachissez pas, réagissez un peu). de l'armée continue. Accroître, ralentir son
avachissement er. 1. Biçimi bozulma. 2. Bitkinlik, avance). 3. İlerilik, ilerde olma (Il perd son
ölgünlük, sölpüktük, avance). 4. Erken gelme, önce gelme (Le train a
aval er. 1. Ödeme kefilliği, °aval. 2. Güvence, dix minutes d'avance). 5. Alacağına sayılmak
onam, "rıza. § Donneur d'aval: Aval veren, üzere önceden verilen para, 'öndelik, avans. § A
ödeme güvencesi veren. Donner son aval à qch: -e l'avance: Önceden, vaktinden önce, saptanan
onamını bildirmek; -i desteklemek (Le Parlement zamandan önce (Il a préparé tout à l'avance).
a donné son aval au renversement des alliances). D'avance, par avance: Önceden, "peşin olarak
aval er. 1. Bir akarsuyun gittiği yan, akış yönü. 2. (Payer d'avance). Etre en avance: Önce, erken
bel. Akıntı aşağı. § En aval de: Aşağısında (En gelmek. Etre en avance sur qch: -den ileri olmak
aval du pont, de la ville). (Ses idées sont en avance sur son temps). Faire une
avalage er. 1. (Irmakta gemi) Akıntı aşağı gitme. 2. avance àqn: Birine öndelik vermek (Lepatron lui
(Şarap fıçıları) Mahzene indirilme, a fait une avance de500livres). Faire des avances à
avalanche diş. Çığ (Avalanche de neige). § Une qn: Birine pas vermek, yaklaşmak (Il me fait des
avalanche de: Bir sürü... Bir yığın... (Une avances). Obtenir, prendre une avance de qn:
avalanche d'injures, de lettres, de discours). Birinden bir öndelik almak (Il va prendre une
avalancheux,euse s. 1. Çığlı, çığ inebilir (Couloir - avance de ses employeurs). Prendre de l'avance
avalancheux). 2. Çığ koparabilir, çığa yol açabilir sur qch: -in ilerisine geçmek; -den ilerde olmak (Il
(Amas avalancheux). a pris de l'avance sur ses camarades).
avalé,e s. 1. (Eski) Sarkık, düşük (Chien à oreilles avancé,e 1. İleri, ilerlemiş (A une heure avancée de
avalées). 2. İnce ve sıkık (Lèvres avalées). la nuit). 2. Gelişmiş, ileri gitmiş (Un enfant avancé
avaler gçl. 1. Yutmak, yemek içmek (Avaler une pour son âge). 3. Gelişmiş, ileri, ilerlemiş (Un
gorgée d'eau. Avaler les morceaux sans mâcher). pays avancé, une civilisation avancée). 4.
2. mec. Saklamak, gizlemek (Avaler sa rage). 3. İlerlemiş, sonuna yaklaşmış, bitmek üzere (Un
mec. Yutmak, anlaşılmaz biçimde söylemek ouvrage bien avancé). 5. Bozulmaya yüz tutmuş
(Avaler ses mots). 4. Yer gibi okuyup bitirmek (Viande avancée. Ce poisson est un peu avancé).
(Avaler un livre, un roman). 5. mec. Yutmak, avancée diş. Çıkıntı (L'avancée d'un balcon sur la
sineye çekmek (C'est une histoire difficile à rue. L'avancée d'un toit).
avancement 122 avant-bec

avancement er.l. İlerleme (L'avancement des avant dans la forêt). Enavant: İleri (Aller en avant,
travaux). 2. Gelişme (L'avancement des se pencher en avant. Enavant! Enavant, marche).
sciences). 3. "Terfi, yükseltme, yükselme.§ Mettre qch en avant: Bir şeyi ileri sürmek (II met
Avancement d'hoirie: huk. Miras payına sayılmak en avant des idées bien drôles). Mettre qn en avant:
üzere avans. Avoir, obtenir de l'avancement: Birini ileri sürüp kendisi onun arkasına
Yükselmek, "terfi etmek, gizlenmek; birinin gölgesine sığınmak (II met
avancer gçl. 1. Uzatmak (Avancer ses lèvres pour toujours ses parents en avant). § En avant de: -in
boire. Avancer une chaise à un ami). 2. İleri önünde (L'éclaireur marche en avant de la
sürmek, ortaya atmak (Avancer une thèse, une troupe). D'avant: Geçen (Le jour d'avant). §
proposition). 3. Sürmek, ileri sürmek (Avancer Avant er. 1. Ön, baş taraf (L'avant d'une voiture.
un pion sur le jeu, sur l'échiquier). 4. İleri çekmek Vous serez mieux à l'avant). 1. ask. İleri hat.
(Avancer sa voiture). S. İleri almak (Avancer sa Cephe. Aller de l'avant: Önden yürümek. § Avant
montre, une pendule). 6. Önceye almak, ileri s. Ön (Hiç değişmez) (Les roues avant d'une
almak (Avancer la date de son retour, l'heure d'un voiture: Bir arabanın ön tekerlekleri).
repas). 7. İlerletmek (Avancer son travail, ses avantage er. 1. Elverişlilik. 2. Kolaylık (On lui a
affaires). 8. Zaman kazandırmak (Cela offert de grands avantages). 3. Üstünlük
l'avancera). 9. Avancer qch à qn: Birine bir şeyi (L'ennemi a l'avantage du nombre). 4. Yarar, kâr
öndelik olarak vermek (Avancer l'argent du mois (liva tirer de grands avantages de cette entreprise).
à un employé). 10. Ödünç vermek (Avancer de 5. Başarı, utku, "zafer (Remporter un avantage). §
l'argent à quelqu'un, des fonds à une entreprise). A l'avantage de: Lehine; lehinde. Accorder,
11. Avancer gsz. a) İlerlemek (A vancerlentement, offrir, procurer un avantage à qn: Birine yarar,
rapidement. La nuit avance), b) İleri gitmek (Ma kâr sağlamak. Avoir avantage à f. qch: -mekte
montre avance), c) İleri sarkmak,ileri çıkmakfMa yararı olmak; -mek kendisi için daha hayırlı
lèvre inférieure avance un peu. Le balcon avance olmak (Vous avez avantage à vous taire: Susmakta
d'unmetresurlemur).d)Ge\işmek,i\eT\tmek(Le yararınız var, susmak sizin için daha hayırlı,
travail avance. Mon ouvrage avance), e) sussanızdahaiyiedersiniz). Avoir un avantage sur
Yükselmek, terfi etmek (Avancer en grade). 12. qn, sur qch: -den üstün olmak; -e karşı bir
Avancer de: -kadar ileri gitmek (Ma montre üstünlüğü olmak. Avoir l'avantage de f. qch: -mek
avance de cinq minutes). § Avancer en âge: üstünlüğüne, elverişli durumuna sahip olmak.
Yaşlanmak, yaşça ilerlemek, yaşı ilerlemek. Ne Remporter, gagner un avantage: Başarı
pas avancer d'une semelle: Mek parmak kazanmak, utku elde etmek Tirer avantage de
ilerlememek. § S'avancer: 1. İlerlemek (Il s'est qch: -den yararlanmak, kâr sağlamak. Tourner
avancé vers moi). 2. İlerlemek, akıp gitmek (La qch à son avantage: Bir şeyi kendi lehine çevirmek
nuit s'avance). 3. İleri gitmek (Nous nous sommes (Il tourne ses défauts même à son avantage).
trop avancés pour reculer: Geri dönemeyecek avantager gçl. 1. Kayırmak, ayrı tutmak, eli açık
kadar ileri gittik; çok ileri gittik, artık geri davranmak (La nature l'a avantagé, lui a donné
dönemeyiz). des qualités exceptionnelles). 2. Daha iyi
göstermek, güzelliğini arttırmak (Cette robe
avanie diş. Açık alay, onur kırma, hakaret. §Faire
l'avantage beaucoup). § S'avantager: 1. Birbirine
des avanies à qn, infliger une avanie à qn: Birine
karşılıklı yarar sağlamak. 2. Kendine yarar
hakaretlerde bulunmak, hakaret etmek. Subir
sağlamak. 3. S'avantager de qch:-den kendisine
une avanie: Açık hakarete uğramak.
yarar sağlamak (Les médecins s'avantageaient des
avant ilg. 1. -den önce (Avant le lever du soleil. Il est
malheurs qui lui arrivaient).
venu avant moi). 2. Avant def. qch: -medenönce
avantageusement bel. Elverişli olarak, "lehte, iyi bir
(Il faut réfléchir avant de parler: Konuşmadan
biçimde (Je lui ai parlé de vous avantageusement).
önce düşünmek gerek). Avant que: -sinden önce;
avantageux,euse s. 1. Elverişli (Prix avantageux.
-meden (Ne parlez pas avant qu'il ait fini, qu'il
Situation avantageuse). 2. Lehine, lehinde,
n'ait fini: O bitirmeden siz konuşmayın). § Avant
yararına, yakışan, yaraşan (Il en avait fait un
peu, peu avant: Az önce. Avant tout: Her şeyden
portrait fort avantageux). 3. Kurumlu, kendini
önce (Avant tout, il faut respecter les gens). §
beğenmiş, kasıntılı (Un air, un ton avantageux.
Avant bel. 1. Önce (Réfléchissez avant, vous
Une pose avantageuse). § Faire l'avantageux:
parlerez après). 2. İleri (N'allons pas plus avant:
Kasilmak(llfaitravantageuxdevantl'assistance).
Daha ileri gitmeyelim). 3. Derinliklere, içerilere
avant-bec er. (Köprü ayaklarında) Ön mahmuz.
(Creuser bien avant dans la terre. S'enfoncer trop
avant-bras 123 avenir

avant-bras er. anat. Önkol. avarier gçl. 1. Zarara, hasara uğratmak. 2.


avant-corps er. (Yapıda) Ön bölüm, Bozmak. § S'avarier: Bozulmak, kokuşmak (Ces
avant-cour diş. Ön avlu. denrées se sont avariées à l'entrepôt).
avant-coureur s. ve ad. 1. Önden giden, öncü. 2. avatar er. 1. Değişiklik, büyük değişiklik (Leprojet
mec. Belirtici, haberci (Un malheur nous est de constitution est passé par bien des avatarsavant
toujours l'avant- coureur d'un autre). de venir en discussion), l.tkz. Serüven, acı olay (Il
avant-dernier,ère s. ve ad. Sondan bir önceki a subi bien des avatars dans sa vie). § Subir,
(L'avant-dernière syllabe d'un mot). connaître, éprouver des avatars: Başından çok
avant-garde diş. 1. Öncü (Littérature, théâtre şeyler geçmek, çok acı olaylar görmüş olmak,
d'avant-garde). 2. ask. Öncü, öncü birliği à vau-l'eau bel. Akıntı aşağı, akış aşağı. §S'enaIlerà
(L'avant-garde est tombée dans une embuscade). § vau-l'eau:Boşa gitmek (Tous nos efforts s'en sont
Etre,se mettre à l'avant-garde de. qch: -in allés à vau-l'eau).
öncülüğünü yapmak; -in başını çekmek (Cepays avé, avé maria er. 1. Selâm (Cebrail'in ^Meryem'e
s'est toujours mis à l'avant-garde du monde dans la selâmı). 2. Tespihin, bu selâmı söylemeyi
guerre de la liberté). gerektiren tanesi (Dire cinq Pater et cinq Avé). 3.
avant-gardisme er. Öncülük, Meryem Ana'ya yapılan yakarı,
avant-gardiste s. ve ad. Öncü, öncülük yanlısı, avec ilg. 1. İle, ile birlikte (Il est sorti avec sa mère.
avant-goût er. Hoş bir şeyi umma tadı. Önsezi Tu dois agir avec prudence). 2. Gibi (Je pense avec
(L'avant-goût de la mort). Platon que....: Ben de Eflatun gibi düşünüyorum
avant-guerre er. Savaş öncesi, ki...). 3. Karşı (5e battre avec plusieurs ennemis).
avant-hier bel. Önceki gün (Son père est parti avant- 4. Yüzünden (A vec tous ces touristes, le village est
hier). bien agité. Il se ruine avec ses folles dépenses). S.
avant-main 1. Elin ön bölümü, *önel. 2. Atın ön Karşın, "rağmen (Avec tant de qualités, il n'a pas
(baş, boyun, göğüs ve ön ayaklar) kısmı, réussi). § D'avec: -den; ile (Il s'est divorcé d'avec
avant-port er. Dış liman, sa femme. Il faut distinguer l'ami d'avec le
avant-poste er. ask. İleri karakol, flatteur). 6. bel. İle, ile birlikte (Il a pris mon
avant-première diş. Bir oyunun ilk temsilinden manteau et il est parti avec. Tu viens avec?:
yada bir sanat sergisinin ilk açılışından önce Benimle geliyor musun?).
eleştirmenler ve meraklılar için verilen özel temsil avelanède diş. Meşe palamudunun yüksüğü,
yada gezdirme, aveline diş. Fındığın iri bir türü.
avant-projet er. Öntasarı, avelinier er. Bir tür fındık ağacı,
avant-propos er. Kısa önsöz, aven er. Düden; obruk.
avant-scène diş. 1. (Tiyatroda) Sahne önü. 2. Sahne avenant er. Ek sözleşme, "zeyilname (Avenant
önü locası, d'une police d'assurance).
avant-toit er. Dam saçağı, avenant,e s. Sevimli, güzel, hoş, ince, alımlı (Une
avant-train er. (Arabada) Ön kısım, maison avenante, une femme avenante). § A
avant-veille diş. Arifeden bir önceki gün. l'avenant bel. Gibi, ona göre (Jolis yeux, teint à
avare s. 1. Cimri, eli sıkı, pinti (Son père était très l'avenant: Güzelgözler, ona göre de bir ten rengi).
avare). 2. Verimsiz, verimi pek kıt (Terre avare). A l'avenant de: -in gibi; -e göre, -e uygun (Le
3. Avare de qch: -de kıskanç; -i esirgeyen, boşuna dessert fut à l'avenant du repas).
harcamayan (II est avare de compliments. Un avènement er. 1. (Eski, dinsel anlamda) Geliş
général avare de la vie de ses hommes). 4. ad. • (L'avènement du Messie). 2. (Yüksek bir oruna,
Cimri, pinti (Un vieil avare). § Etre avare de tahta) Çıkış, çıkma, °cülûs (L'avènement d'un
paroles: Pek konuşmamak, roi).
avarement bel. Cimrice, pintice, avenir er. 1. Gelecek, gelecek zaman, "istikbal
avarice diş. Cimrilik, eli sıkılık, pintilik, (Penser à l'avenir. Dans un proche avenir, ilyaura
avarie diş. Avarya, bir geminin yada taşıdığı yükün de grands changements). 2. Gelecek kuşaklar
gördüğü zarar (La cargaison a subi des avaries. (L'avenir ne pensera pas comme vous). 3.
Payer les avaries). Gelecek, ilerdeki yaşam, "istikbal (Sepréparer un
avarié,e 1. Zarar görmüş, bozulmuş, zarara bel avenir. Tu dois assurer l'avenir de tes enfants).
uğramış (Avion avarié, navire avarié). 2. § A l'avenir: Gelecek günlerde, gelecekte, ilerde,
Bozulmuş, kokmuş (Viande avariée, fruits bundan böyle, bundan sonra (A l'avenir, nous
avariés). 3. (Eski) Frengili. devons être plus prudents). D'avenir: Geleceği
avent 124 aveuglant

parlak (Un ingénieur d'avenir). Avoir de l'avenir: s'avère qu'on ne pourra pas combler le déficit
Geleceği parlak olmak, budgétaire).
avent er. 1. Noel yortusundan önce gelen dört hafta, avers er. Yüz tarafı, yüz (L'avers d'une médaille,
küçük perhiz. 2. Bu süre içinde verilen vaızlar. d'une monnaie. Cette médaille porte une effigie sur
aventure diş. 1. Serüven, "macera (Les aventures l'avers).
d'un héros. Un film d'aventures). 2. Fal. § Diseur, averse diş. Sağnak. § Une averse de: Bir sürü... (Une
diseuse de bonne aventure: Falcı. A l'aventure: averse de reproches). De la dernière averse: tkz.
Rasgele, gelişigüzel belli bir amacı olmadan Daha dün, daha dünkü (Les stars nées de la
(Marcher à l'aventure dans la campagne). dernière averse). Essuyer, recevoir une averse:
D'aventure: Rasgele, "tesadüfen (Si d'aventure Sağnağa tutulmak,
vous le voyez, vous lui ferez toutes mes amitiés). aversion </(£. İğrenme, tiksinti. §Avoir de l'aversion
Dire la bonne aventure à qn: -in falına bakmak. pour qch, contre qch: -e karşı tiksinti duymak, -i
aventuré,e s. Düşüncesizce, tehlikeli, önü arkası hiç sevmemek (J'ai de l'aversion contre les
düşünülmemiş (Affirmations aventurées) discussions byzantines. Il a de l'aversion pour le
aventurer gçl. Tehlikeye atmak, düşüncesizce travail). Avoir qn en aversion; prendre qn en
tehlikeye sokmak (Aventurer sa réputation dans aversion: Birine kin bağlamak, birine karşı hıncı
une affaire douteuse; aventurer une grosse somme olmak (Je l'ai pris en aversion). Causer, inspirer
dans une entreprise). § S'aventurer: 1. de l'aversion à qn: -e tiksinti vermek (Sa laideur
Düşüncesizce kendini tehlikeye atmak, düşünüp inspire de l'aversion à tout le monde).
taşınmadan girişivermek (S'aventurer la nuit, sur averties. 1. Bilgili, görgülü (Un homme averti, un
une route peu sûre, dans les bois). 2. public averti). 2. Avertie de qch: -den haberli;
S'aventurer à f. qch: -meye girişivermek, -den haberi olan (Un homme d'Etat averti des
atıhvermek (Il s'est aventuré à fonder une problèmes internationaux. Il n'est pas averti des
imprimerie). mouvements littéraires).
aventureux,euses. 1. Atılgan, gözü pek (Un homme avertir gçl. 1. Dikkatini çekmek, "ikaz etmek
aventureux). 2. Serüven dolu, tehlikelerle dolu, uyarmak, uyarıda bulunmak, haber vermek
"maceralı (Mener une vie aventureuse). 3. Talihe (Avertir un élève. Je vous avertis que vous vous
bırakılmış, sonu talihe kalmış, tehlikeli (Unprojet engagez dans une mauvaise voie). 2. Avertir qn de
aventureux, une entreprise aventureuse). qch: Birini -den haberli kılmak; birine -i haber
aventurier, ère s. ve ad. 1. Serüvenci, maceracı, vermek (Il m'a averti du danger, de l'arrivée de
serüvensever, serüven ardında koşan (Un mon père). 3. Avertir qn de f. qch: Birini -mek
aventurier). 2. Dalavereci (C'est une dangereuse konusunda uyarmak, dikkatini çekmek
aventurière). (Avertissez votre ami d'éviter la route de la forêt).
aventurine diş. Yıldıztaşı. avertissement er. 1. Dikkat çekme, uyarma
aventurisme er. Serüvencilik, maceracılık, (Négliger les avertissements d'un ami). 2.
avenu,es. Olmuş "vuku bulmuş (Choses avenues). § Kitapların başında "Okuyucuların Dikkatine"
Nul et non avenu: Olmamış, hiç vuku bulmamış. başlığı altında verilen bilgi. 3. "İhtar, "ikaz, uyarı
Considérer qch comme nul et non avenu: Bir şeyi (Donner un avertissement à un élève).
hiç olmamış gibi saymak (Considérer une avertisseur ,euse ad. 1. Haberci. 2. s. Uyarıcı, dikkat
déclaration, une démission comme nulle et non çekici (Une petite toux avertisseuse). 3. er.
avenue). Klakson (Avertisseur d'automobile. A Ankara,
l'usage des avertisseurs est interdit). § Avertisseur
avenue diş. 1. Ağaçlı yol, "hıyaban 2. mec. Bir yere
d'incendie: Yangın alarm zili, yangın alarm çanı.
ulaştıran yol, giden yol (Les avenues du pouvoir).
aveu er. 1. Onam, erem, "rıza (Je ne veux rien faire
avérée s. Kesin,açık, belli f C'est un fait avéré) .§ Il est
sans votre aveu). 2. İtiraf; ikrar (L'aveu d'un
avéré que....: Şurası açıkça ortada ki; şurası belli
amour, d'unefaute). § Homme sans aveu: Serseri.
ki...
De l'aveu de: -in tanıklığı üzerine; -in verdiği
avérer gçl. Ortaya çıkarmak, doğruluğunu ortaya
ifadeye göre (De l'aveu de tous les témoins, le
çıkarmak (Avérer un fait). § S'avérer...: 1. -diği
conducteur est responsable de l'accident). Faire
ortaya çıkmak (Lanouvelles'estavérée fausse. Ce
l'aveu de qch: -i itiraf etmek (lia fait l'aveu de sa
raisonnement s'avère juste). 2. -olarak ortaya
faute, de son amour). Passer aux aveux: Bir
çıkmak; -diğini göstermek (Notre ami s'est avéré
cinayeti itiraf etmek,
un financier expérimenté). § Il s'avère que..., il
aveuglante s. 1. Göz kamaştırıcı (Une lumière
s'est avéré que...: -diği belli oldu, ortaya çıktı (Il
aveugle 125 avis

aveuglante. Un soleil aveuglant). 2. Açık, ortada avicole s. Kuşçuluğa değgin; tavukçuluğa değgin,
(Une vérité aveuglante). aviculteur, trice ad. Kuş yada kümes hayvanları
aveugles, vead. l.Kör (Une personne aveugle, llest yetiştiricisi, kuşçu, tavukçu,
aveugle de naissance. Trou aveugle. Intestin aviculture diş. Kuşçuluk; tavukçuluk,
aveugle). 2. mec. Gerçeği görmez, gözü bağlı (La avides. 1. Doymak bilmeyen, obur (Les estomacs
passion te rend aveugle). 3. Sonsuz, körükörüne, dévots furent toujours avides). 2. Açgözlü (Il ne
tartışma götürmez (J'ai une confiance aveugle faut pas êtresiavide. Un héritier avide). 3. Avidede
dans sa parole). 4. ad. Kör (Un aveugle. L'aphabet qch: a) -e susamış (Vous êtes avide de sang, de
des aveugles). § En aveugle: Düşünüp vengeance). h) -e göz koymuş ; -de gözü olan (Tu es
taşınmadan, gözü kapalı olarak, körü körüne avide d'argent, de richesse. Il est avide du bien
(Parler en aveugle, juger en aveugle). Au royaume d'autrui). 4. Avide def. qch: -meye meraklı; -meyi
des aveugles, les borgnes sont rdis: Körler çok isteyen; -mekte sabırsızlanan (Il est avide de
memleketinde tek gözlüler kral olur; koyunun connaître le monde. Je suis avide d'apprendre la
bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi nouvelle).
derler. avidement bel. Doymak bilmeden, doymazlıkla,
aveuglement er. 1. Körlük, kör olma. 2. açgözlülükle (Manger, lire avidement).
Düşüncesizlik, körlük (L'aveuglement et la misère avidité diş. 1. Doymazlık, oburluk. 2. mec.
de l'humanité). Susamışlık, kanmazlık. 3. Açgözlülük.
aveuglément bel. Körü körüne, gözü kapalı olarak avifaune<% Kuşlar, kanatlılar, uçarlar (L'avifaune
(Exécuter aveuglément un ordre. Obéir d'un marais).
aveuglément à ses supérieurs. Suivre quelqu'un avilir gçl. 1. Küçültmek, alçaltmak, küçük
aveuglément). düşürmek (La servitude avilit l'homme. Ils ont
aveugle-nés. vead. Doğuştan kör. voulu m'avilir). 2. Değerini düşürmek,
aveugler gçl. 1. Kör etmek (On l'a aveuglé en lui değersizlendirmek (L'inflation avilit la monnaie).
crevant les yeux). 2. Gözlerini kamaştırmak, § S'avilir: 1. Küçülmek, alçalmak, onurunu
gözünü almak (Ces phares m'aveuglent). 3. yitirmek (Ils'avilit dans la débauche). 2.Düşmek,
Sağgörüsünü, "basiretini bağlamak (La passion azalmak (Le pouvoir d'achat s'avilit).
vous a aveuglé). 4. Kapamak, tıkamak, avilissante s. Küçültücü, alçaltıca (Une attitude
körletmek (Aveugler unefenêtre, une voie d'eau). avilissante).
§ S'aveugler: 1. Sağgörüsü bağlanmak, basireti avilissement er. 1. Küçülme, alçalma (Tomber dans
bağlanmak. 2. S'aveugler sur: -in üzerinde l'avilissement). 2. Değerden düşme
yanılmak (Vous vous aveuglez sur lui). (L'avilissement d'une monnaie).
aveuglette (à I') bel. 1. Gözü kapalı olarak, rastgele aviné,e s. 1. Çok içmiş, esrik, "sarhoş. 2. Şarap
(Marcher, se décider, répondre à l'aveuglette. Les kokan (Une haleine avinée).
paysans votent à l'aveuglette). 2. Görmeden, el aviner gçl. Şaraplamak, şarapla ıslatmak (Aviner
yordamıyla (Chercher quelqu'un à l'aveuglette). les tonneaux). § S'aviner: Esrimek, sarhoş olmak,
aveulir gç/. İrade diye bir şey bırakmamak, güç diye avion er. 1. Uçak (Avion monomoteur, bimoteur,
bir şey bırakmamak, güçten düşürmek (Une vie quadrimoteur. Avion à hélice. Avion à réaction.
monotone l'avait aveuli). § S'aveulir: Gücü, Avion de chasse, de bombardement, de
iradesi kalmamak, güçten düşmek, reconnaissance).- 2. Uçma, uçuş (Aimer l'avion).
aveulissement er. 1. Güçsüzleştirme, güçsüzleşme; avionique diş. Uçak elektroniği,
iradesizleştirme, iradesizleşme. 2. Güçsüzlük, avionnette diş. Küçük uçak.
iradesizlik, avionneur er. Uçak yapımcısı,
aviaire s. Kuşlara değgin, kuşlarla ilgili, aviron er. (Sandalda) Kürek. 2. Kürekçilik, kürek
aviateur, trice s. 1. Uçağa değgin, havacılığa değgin çekme; kürek yarışı (Faire de l'aviron).
(Brevet de pilote aviateur). 2. ad. "Uçman, avis er. 1. Görüş, düşünüş, düşünce (Dire, donner,
"tayyareci, havacı, exprimer son avis: Kendi düşüncesini, görüşünü
aviationtftj. 1. Havacılık (Aviation civile, privée). 2. söylemek). 2. Oy (Tous les membres ont émis leur
Uçakçılık; uçak (Compagnie d'aviation, base avis). 3. Öğüt, yol gösterme (Ecouter, suivre les
d'aviation). 3. ask. Uçak birliği (Aviation de avis de son père). 4. İlân (Avis de décès). S.
chasse, de bombardement, de reconnaissance). 4. "İhbarname, çağrı (L'avis d'une lettre
Uçaklar (L'aviation ennemie a attaqué nos bases). recommandée, de réception). § Jusqu'à nouvel
S. Hava Kuvvetleri (Commandant de l'aviation). avis: Yeni bir emre, "iş'ara kadar. Sauf avis
avisé 126 avoisinant

contraire: Aksi bir durum olmazsa, "aksine iş'ar avukatlığını yapmak (Tu t'es fait l'avocat d'une
olmadıkça. Etre du même avis avec qn: Biriyle bonne cause).
aynı görüşte olmak. Etre d'avis de f. qch: -meyi avocatier er. Amerikan armudu ağacı, avokado
düşünmek (Je suis d'avis de quitter cette ville sans ağacı.
tarder). Faire changer d'avis à qn: Birinin avocette diş. hayb. Okyanus kıyılarında yaşayan
kanısını, düşüncesini değiştirmek. § Prendre uzun bacaklı bir kuş, kılıçgagah.
l'avis de qn: Birinin düşüncesini, görüşünü avoine diş. Yulaf (Donner de l'avoine aux
almak. chevaux).
avisé,e s. Uyanık, becerikli, aklı başında (Un avoir gçl. 1. -i var olmak (J'ai une maison: Bir evim
homme avisé). § Etre mal avisé de f. qch: -mekte var). 2. -i görmek; -li günler görmek (Avoir du
ihtiyatsızlık, düşüncesizlik etmek (Tuas été mal soleil, de la pluie, du beau temps). 3. -si olmak
avisé de ne pas m'écouter). (Avoir de la chance. Avoir les yeux noirs). 4. Elde
aviser gçl. 1. Gözüne ilişmek, görüvermek (J'entre etmek, ele geçirmek (Ilest très difficile d'avoir un
dans une boutique d'antiquaire, je regarde, et logement). 5. Satın almak (J'aieuce costume pour
j'avise une statuette ravissante). 2. Aviser qn de presque rien). 6. Almak (Avoir un prix, un
qch: Birini -den haberdar etmek (Aviser les diplôme). 7. Telefon konuşması yapmak (J'ai eu
automobilistes des encombrements sur les routes. Ankara: Ankara ile telefon konuşması yaptım). 8.
Aviser son ami du danger qui l'attend). 3. Etre Avoir qn: -ile yatmak, cinsel ilişkide bulunmak
avisé de qch: -den haberi olmak (Je n'ai pas été (J'ai eu cette femme). 9. Avoir qn: -i yenmek,
avisé de la réception). 4. Aviser à qch: -i düşünmek anasını bellemek (Nous les aurons. Je l'ai eu). 10.
(Je dois aviser à ce que je dois faire). § S'aviser de Sahibi olmak (Avoir une femme et des enfants).
qch: 1. Bir şeyin farkına varmak (Je me suis avisé 11. Avoir à f. qch: -mesi gerekmek; -mek
de sa présence quand il m'a demandé une zorunluğunda olmak (J'ai à terminer ce travail ce
cigarette). 2. S'aviser que..: -diğmi farketmek, soir). 12. N'avoir qu'à f. qch: -ceği şey -mek
anlamak (Je me suis avisé enfin que j'avais laissé olmak; -se ya (Iln'a qu'à démissionner: Yapacağı
tomber mon portefeuille). 3. S'aviser de f. qch: şey istifa etmektir; istifa etse ya.Tun'asqu'àpartir:
-meyi düşünmek, aklından geçirmek (Nul ne Yapacağın tek şey gitmektir; gitsene). § En avoir à
s'avisait de critiquer ce changement. Ne t'avise pas qn, contre qn, après qn: Birine kızmak (A qui en
de refuser une proposition si avantageuse). avez vous?: Kime kızıyorsunuz? Je ne sais contre
aviso er. den. Avizo, küçük savaş gemisi, qui ilen a, je ne sais après qui il en a: Kime kızdığını
avitaillement er. İkmal yapma, ikmal, bilmiyorum). En avoir pour (Zaman için): -lik işi
avitailler gçl. -in ikmalini yapmak, -e yakıt ikmali kalmak; -sonra tamam (J'en ai pour cinq minutes:
yapmak (Avitailler un avion, un navire). Beş dakikalık işim var; beş dakika sonra tamam).
avitaminose diş. hek. Vitaminsizlik, vitamin Se faire avoir: Aldatılmak, (Il s'est fait avoir). Y
eksikliği, avoir: 1. Var olmak (Il y a un enfant dans le jardin).
avivage er. Parlatma, perdahlama, 2. (Zaman konusunda) Il ya...: -önce (Il y a deux
avivement er. Azdırma; yarayı işletme, jours nous étions à Istanbul: İki gün önce
aviver gçl. 1. Körüklemek, canlandırmak, İstanbul'daydık). 3. Il y a., .et...: -var, -cık var (Ily
tutuşturmak (L'Arabe avivait les braises en a femme etfemme: Kadın var, kadıncık var). 4. Ily
soufflant). 2. Körüklemek, kızıştırmak (Aviver a que: Ne var ki ; şu var ki (Il y a que tout le monde
une discussion, une querelle). 3. Azdırmak, yarayı proteste). § Il n'y a qu'à f. qch: -mekten başka
işletmek (Aviver une plaie). 4. Parlatmak, yapacak şeyyok;-mektenbaşka çare yok (Il n'y a
perdahlamak (Aviver les couleurs, une poutre). S. qu'à quitter ce quartier). Il n'y en a que pour qn:
Uyandırmak, yeniden canlandırmak (Aviver un -den başka kimse yok sanki (Personne n'a le droit
souvenir, une ancienne douleur). de dire un mot; il n'y en a que pour lui: Kimsenin
avocasserie diş. tkz. 1. Avukat taslaklığı. 2. Avukat tek söz etmeye hakkı yok; ondan başka kimse yok
sanki).
çekişmesi, kayıkçı kavgası.
avocassier,ères. vead. 1. Avukatlıkla ilgili (La gent avoir er. 1. Mal, varlık, zenginlik, varı yoğu (II
avocassière). 2. er. Kötü avukat, avukat taslağı, dilapide son avoir. C'est tout mon avoir). 2.
avocat er. 1. Avukat, "savunman. 2. Amerikan (Tecimde) Alacak (Le doit et l'avoir: Verecek ve
armudu, avokado. § Avocat du diable: Şeytanın alacak).
avukatı; ters düşünceyi savunan kişi. Se faire avoisinant,e s. Yakın, komşu (Les manifestants
l'avocat de: -in savunuculuğunu yapmak, envahissent les rues avoisinantes).
avoisiııer 127 azyme

avoisiner gçl. 1. Komşu olmak, yakın olmak, -e göre yönlendirmek (Axer sa vie sur le travail).
yakınında bulunmak (Le village qui avoisine la axial,e s. Eksene değgin,
forêt). 2. mec. -e yakın bir şey olmak; arada pek axillaire s. Koltuk altına değgin (Veine axillaire).
ayrım bulunmamak (La prétention avoisine la axiologie diş. fels. Değer öğretisi,
bêtise). axiologlques. Değersel, değerlere değgin,
avortement er. 1. Çocuk düşürme (L'avortementest axiomatiques./e/s. 1. Belitscl. 2.diş. Belitseldizge,
puni par la loi;une femme condamnée pour axiome er. mat.fels. Belit, aksiyom,
avortement). 2. (Tarımda) Gelişmeme, axis er. anat. Eksenkemik.
kavruklaşma (Vavortement des fruits). 3. mec. axongediş. Domuz yağı.
Başarısızlık (L'avortement de ses projets le ayant cause er. huk. Kendine bir hak geçirilmiş
plongea dans un terrible désespoir). kimse.
avorter gsz. 1. Çocuk düşürmek. (Un remède qui ayant droit er. huk. Hak sahibi (Les ayants droit d
fait avorter). 2. bitb. Gelişimsizliğe uğramak. 3. une prestation).
mec. Başarısızlığa uğramak, boşa çıkmak (Tout le azalée diş. bitb. Açalya.
mouvement a avorté). azédarac er. bitb. Tespihağacı.
avorteur,euse ad. Yasa dışı kürtaj yapan, kürtajcı, azerole diş. Alıç.
avorton er. 1. hek. Düşük. 2. Kavruk, iyi azerolier er. Alıçağacı.
gelişememiş. 3. Eciş bücüş, cüce. azimut [azimyt] er. gökb. Güney açısı. § Tous
avouables. İtiraf edilebilir, azimuts: Çok yönlü (Défense tous azimuts). Dans
avoué er. 1. (Fransa'da) Yargı yerlerinde tarafları tous les azimuts: tkz. Her yönde; her yönden; her
temsil etmekle görevli bakanlık memuru (Avoué yandan. Perdre l'azimut tkz. Kafayı üşütmek,
plaidant, avoué colicitant). 2. Dâva vekili, oynatmak; pusulayı şaşırmak.
avouer gçl. 1. İtiraf etmek (Avouer une faute, un azimutal,e s. gökb. 1. Açıklıklara değgin,
crime, un méfait). 2. Avouer qch à qn: Birine bir açıklıkları gösteren (Cercles azimutaux, compas
şeyi itiraf etmek, açıklamak (Avouer son amour à azimutal). 2. er. Bir tür pusula.
une jeune fille). 3. Kabul etmek, gerçek olduğunu azimute,es. tkz. Kafadan çatlak, kaçık,
dile getirmek (II faut avouer qu'ils ont plus de azote er. kim. Azot.
possibilités que nous). 4. A vouer qn pour...: Birini azoté,e s. İçinde azot bulunan, azotlu (Aliments
.. .olarak kabul etmek(/4 vouer un enfant pour fils. azotés. Engrais azotés).
Avouer une femme pour sœur). 5. Doğru bulmak, azoteux,euse s. kim. Azotlu (Acide azoteux; Oxyde
uygun bulmak (La morale peut avouer ce azoteux).
principe). § S'avouer...: -diğini kabul etmek aztèques, vead. Meksika'nın eski yerli halkı, Aztek
(S'avouer coupable: Suçlu olduğunu kabul (Les aztèques. Art aztèque).
etmek). azur er. 1. Mavi; mavilik (L'azur du ciel). 2. Gök
avril er. Nisan.§ Poisson d'avril: Nisan balığı,nisan ( L'avion disparut dans l'azur). 3. Bir tür mavi cam
bir, bir nisan şakası, ve bunun boyacılıkta kullanılan tozu. § Pierre
avulsion diş. Sökme, çekme, çıkarma (L'avulsion d'azuryerb. Lacivert taşı.
d'une dent). azurageer. Çivitleme, çivide sokma, çivitle boyama
avunculaire s. Amca, hala, dayı yada teyzeye (Azurage du linge).
değgin. azuré,e s. Gök renginde, gök mavisi (Une teinte
axe er. 1.Eksen (L'axe d'un cylindre, d'une sphère). azurée. Ses yeux, sous l'ombre azurée des cils).
2. Orta (On avait disposé des canons dans Taxe azurergç/. 1. Gök rengine boyamak. 2. Çivitlemek
de la rue). 3. Merkez, temel direk (L'axe d'une (Azurer les linges).
politique). 4. Dingil, azymes, vead. Mayasız (Pain azyme). §Lafêtedes
axer gçl. 1. Yönlendirmek, bir eksene göre yön azmyes: Yahudiler in mayasız bayramı; mayasız
vermek. 2. Axer qch sur: Bir şeyi -e dayandırmak, yortusu.
b
b er. Fransız abecesinin ikinci harfi. § Ne savoir ni a tkz. Dudak (S'essuyer les babines, se lécher les
ni b.: Okuma yazma bilmemek; kara bilisiz babines). § S'en lécher les babines: Yalanmak,
olmak, elifi görse mertek sanmak (Il ne sait ni ani yutkunmak, ağzının suyu akmak,
b). babiole diş. 1. Çocuk oyuncağı. 2. mec. Kıvır zıvır;
baba s. hlk. 1. Şaşkın, şaşınp kalmış, şaşkınlıktan önemsiz, değersiz ya da saçma şey (Je n'ai pas le
dona kalmış (Rester comme baba). 2.er. Bir tür temps de m'occuper de ces babioles).
hamur tatlısı (Des babas aurhum). § En être baba, babiroussa er. Malezya domuzu,
en rester baba: Hayretten donakalmak, bâbord er. Geminin iskele denilen sol yanı (Laisser
şaşkınlıktan ağzı dört kanş açılmak, une île à bâbord).
babeurre er. Yayık ayranı, babouche diş. 1. Şıpıtık, terlik. 2. Pabuç, ayakkabı
babil er. 1. Gevezelik (Le babil enfantin). 2. (Le Turc partit en traînant majestueusement ses
Gevezelik (Les jeunes filles acquièrent vite un petit babouches).
babil agréable). 3. Cıvıltı, cıvıldaşma (Le babil des babouin er. 1. Şebek. 2. tkz. Arsız çocuk. 3.
oiseaux). 4. Şırıltı (Le babil d'une source). Dudakta sivilce,
babillage er. Gevezelik etme, gevezelik, çene çalma babouine diş. tkz. Arsız kız, şıllık,
(Tu m'étourdis de ton babillage incessant). bac er. 1. Araba vapuru (Unbac,unde ces immenses
babillard, e s, ve ad. Geyeze, çenesi düşük, radeaux où l'on embarque les voitures). 2. Büyük
habillarde diş, tkz. Mektup, pusula (Je vais lui gerdel. 3. Su haznesi, tekne (Laverson linge dans
envoyer une babillarde pour l'avertir de mon un bac en ciment). 4. Bakalorya, olgunluk
arrivée). sınavının kısaltılmış biçimi (Passer son bac:
babiller gsz. 1. Gevezelik etmek, çene çalmak Olgunluk sınavını vermek). % Bac de bois: Sal.
(Assises autour d'une tasse de thé, ces dames baccalauréat er. Olgunluk sınavı, "bakalorya. §
babillent des heures entières). 2. Cıvıldaşmak (Les Passer, avoir son baccalauréat: Olgunluk sınavım
oiseaux babillent sur les branches. Les petites kazanmak, olgunluğunu vermek,
enfants babillent). baccara er. Bakara.
babine diş. 1. (Hayvanlarda) Sarkık dudak. 2. mec. baccarat er. Bakarat billuru, bakarada yapılan
bacchanal 129 bafouiller

kristal (Des verres en baccarat). badaud, e s. ve ad. 1. Alık, alık alık gezen (Le
bacchanal [bakanal] er. Curcuna, Parisien est badaud). 2. ç. İşsiz güçsüz kişiler,
bacchanale diş. 1. Gürültülü dans. 2. Curcunalı aylaklar (Les badauds font cercle autour de
eğlenti. 3. ç. Eskiden, şarap tanrısı Baküs l'étalage du camelot).
onuruna yapılan şenlik, badauderie diş. Alıklık; aylaklık,
bacchante [bakât] diş. 1, Bakhos rahibesi. 2. mec. badelaire er. Eğri kılıç.
(Esriklik yada kösnüden) Azgın kadın, azmış, baderne diş. 1. Baderna, halat sargısı. 2. mec. tkz.
içkici ve düşkün kadın, "Amelimanda, moruk,
bâche diş. 1. Yük örtüsü (Mettre une bâche sur une badiane diş. Çin anasonu.
voiture). 2. (Çiçekçilikte) Bahçıvan camlığı, badigeon er. Badana şerbeti, badana (La vieille
camlık. 3. Türlü işlerde kullanılan sandık yada façade n'attend plus, pour rajeunir, qu'un coup de
hazne. 4. tkz. Yatak çarşafı, örtü. 5. Bir tür badigeon).
sürtme balık ağı. badigeonnage er. 1. Badanalama (Le badigeonnage
bachelier, ère ad. Olgunluk sınavını vermiş lise d'un mur). 2. hek. Yıkama (Badigeonnage de la
mezunu; *olgunluklu. gorge).
bâcher gçl. Örtü geçirmek, örtmek (Bâcher un badigeonner gçl. 1. Badanalamak, badana etmek
camion, une voiture, les valises). (Badigeonner un mur, un plafond). 2. Yıkamak
bachique s. Şarap tanrısı Baküs'e değgin. § Chanson (Badigeonner le fond de la gorge avec un
bachique: tçki sofrası türküsü, meyhane havası, désinfectant). 3. Badigeonner qch de qch: Bir
bachot er. 1. Peleme denilen ırmak kayığı. 2. şeye... sürmek (lia badigeonné son bras d'iode).
(Öğrenci argosunda) Olgunluk sınavı, bakalorya. badigeonneur er. 1. Badanacı. 2. Kötü ressam,
§ Boîte à bachot: Bakaloryaya hazırlayan dersane. badigoinces diş.ç.tkz. Dudaklar,
bachotage er. tkz. Sınava girmek için çarçabuk ve badin, e s. Şakacı (Il a une humeur badine. Tu es
şöyle böyle hazırlanma, toujours espiègle et badin).
bachoter gsz. Yalnızca not almak için sınava şöyle badin er. (Uçaklarda) Hızölçer,
böyle hazırlanıp girmek, badinage er. 1. Şaka, şakacılık (Ilparle toujours sur
bacillaire s. 1. (Mineralbilimde) Biçme biçiminde. un ton de badinage). 2. (Sözde, anlatıda)
2. hek. Basilli (Dysenterie bacillaire). 3. diş. Bir Şakraklık, matraktık,
tür küçük deniz yosunu. 4. ad. Veremli, badine diş. 1. İnce ve esnek değnek, şıvgın. 2.
bacille [basil] er. hek. Basil, Baston.
bacilliforme s. Basil biçiminde, badiner gsz. 1. Şaka etmek, şaka yapmak; hoş
bacillose diş. Verem (Bacillose pulmonaire, şakalar yapmak, matrak geçmek (Je neprends pas
bacillose rénale). tes paroles au sérieux, tu badines toujours). 2.
background [bakgnawndjer. *Art yetişim, Badiner avec qn, qch: -ile şaka yapmak (On ne
bâclage er. 1. Tırkazlama, sürgüleme. 2. peut pas badiner avec l'amour; il ne faut jamais
Çırpıştırma, baştan savarak yapma (Bâclage d'un badiner avec cet homme).
travail). badinerie diş. 1. Şaka, şakacılık. 2. Çocukça
bâcle diş. Kapı sürgüsü, tırkaz, davranış.
bâcler gçl. 1. Tırkazlamak, sürgülemek (Bâcler une baffe diş. Sille, tokat. § Administrer à qn une paire
porte, unefenêtre). 2. Çırpıştırmak, baştan savma de baffes: Birine bir tokat aşketmek, sille atmak,
yapmak, şişirmek (Bâcler un travail, une bafouer gçl. 1. Alaya almak, maskaraya çevirmek,
composition). • kepazeye çevirmek (On le bafoue devant tout le
bactériacées diş. ç. bot. Bakterigiller, monde). 2. Aldırmamak, hiçe saymak (Il bafoue
bactéridie diş. Şarbon bakterisi, bakteridi, les conventions du monde). 3. Hakaret etmek
bactérie hek. Bakteri, (L'accusé arrogant a bafoué publiquement le
bactérien, ne s. Bakterilere değgin, tribunal).
bactériologie diş. Bakterioloji, "bakteribilim. bafouillage er. Kem küm; kem küm etme; ağız
bactériologique s. Bakteribilimsel, bakteribilimle kalabalığı (Sa conférence n'était qu'un véritable
ilgili (Analyse bactériologique). § Guerre bafouillage).
bactériologique: Mikrop savaşı, bafouille^, argo. Mektup,nâme.
bactériologiste ad. Bakteribilimci. bafouiller gsz. tkz. 1. Kem küm etmek; ağız
bacul er. Paldım, kalabalığı etmek; birbirini tutmaz sözler
badaboum iinl. Paldır küldür. söylemek (L'orateur a commencé à bafouiller). 2.
bafouilleur 130 baignade

gçl. Anlaşılmaz biçimde söylemek, mırıldanmak (Baguage des pigeons voyageurs).


(Bafouiller une réponse, une excuse). bague diş. 1. Yüzük (Bague de fiançailles). 2.
bafouilleur, euses. vead. tkz. Kem küm eden. Abuk (Yapıcılıkta) Sütun bileziği. 3. Halka (Meure une
sabuk adam (C'est un bafouilleur, incapable de bague à la patte d'un oiseau pour l'identifier).
dire clairement ce qu'il pense). baguenaude diş. 1. Saçma şeylerle oyalanma, vakit
bâfrer gsz. hlk. I. Yemek yemek, bir şeyler öldürme. 2. Aylak aylak dolaşma, amaçsız gezip
atıştırmak (On va bâfrer). 2. gçl. -i atıştırmak, durma. 3. bitb. Sinameki (meyve). § Etre en
gövdeye indirmek, oburca yemek (Le nez dans baguenaude: Aylak aylak dolaşmak,
sonassiette, sans dire un mot, il bâfre son ragoût de baguenauder, se baguenauder gsz. 1. Dolaşmak,
mouton). aylak aylak gezinmek (Il se baguenaude du matin
bfifreur, euse, ad. hlk. Obur, pisboğaz, au soir). 2. Saçma şeylerle eğlenmek, vakit
bagage er. 1. *Taşıncak, yolcu yada sefer eşyası;- öldürmek.
ağırlık (Le bagage du soldat. Faire enregistrer ses baguenauderie diş. Saçmalık, saçma lakırdı,
bagages). 2. Bavul, çanta vb. (Je n'ai qu'un petit baguenaudierer. 1. Saçma şeylerle vakit öldüren. 2.
bagage à main. Elle ne peut pas voyager sans trois Yalancı sinameki (bitki),
ou quatre bagages). 3. Bilgi dağarcığı, dağarcık bagué, e s. Yüzük geçirilmiş, yüzüklü (Un doigt
(Son bagage intellectuel est très mince. Il a un bagué de diamants).
important bagage scientifique). § Partir avec baguer gçl. 1. Halka takmak (Baguer un pigeon
armes et bagages: Her şeyini alıp gitmek; voyageur). 2. Teyellemek 3. Baguer qch de:
ardından bir şey bırakmadan gitmek. Plier -etrafına halka biçiminde... geçirmek ( Baguer les
bagage: Pılı pırtıyı toplayıp gitmek; sıvışmak; cigares d'or; un cigare bagué d'or).
çekip gitmek (La pluie menace, il faut plier baguette diş. 1. Değnek, çubuk. 2. (Mimarlıkta)
bagage). Kaval çubuk, silme çubuk. 3. (Marangozlukta)
bagagerie diş. Bavulculuk, bavul yapımcılığı. Şişe çubuk 4. (Çoraplarda) Yan fitili. 5. Harbi
bagagiste er. Bagaj memuru. (Baguette de fusil). 6. Fırça gibi sert saç. 7. Uzun
bagarre diş. 1. Kavga, dalaş (Chercher la bagarre. Il francala. § Baguette magique: Sihirli değnek.
va y avoir de la bagarre). 2. Savaş, D'un coup de baguette: El çabukluğuyla. Mener
bagarrer gsz. yada se bagarrer 1. Kavga etmek, qch à la baguette: Bir şeyi sopa ile yürütmek,
dövüşmek 2. Savaşmak, mücadele etmek (Il aime zorbalıkla yürütmek (Il menait tout à la baguette).
bagarrer pour ses idées). 3. Se bagarrer avec qn: Marcher à la baguette: Tıkır tıkır işlemek,
-ile dövüşmek, kavga etmek (Mon fils s'est yolunda gitmek (Dans ce service, tout marche à la
bagarré avec ses camarades). baguette).
bagarreur, euse s. vead. Kavgacı, baguier er. Yüzük kutusu, mücevher kutusu,
bagasse diş. 1. Şeker kamışı cibresi. 2. (Sövgü) bah! Uni. 1. Yok canım (Balı! ce n 'est pas vrai!) 2.
Orospu. Adam sen de, aldırma (Bah! ce n 'est pas la peine de
bagatelle diş. 1. Kıvır zıvır, değersiz şey (J'ai chercher plus longtemps). 3. Pöh, boş ver (Bah!
rapporté d'Italie quelques bagatelles qui me J'en ai vu bien d'autres).
rappelleront mon séjour. Dépenser son argent en bahut er. 1. Kapağı tümseksandık. 2. Geniş ve alçak
bagatelles). 2. Ucuz, yok pahasına şey (J'ai acheté boylu köylü dolabı (Bahut breton). 3.
ce manteau pour une bagatelle). 3. Saçma, (Yapımcılıkta) Yuvarlak duvar semeri. 4.
anlamsız şey, bir hiç (Ils se sont brouillés pour une (Öğrenci argosunda) Lise, okul (Aller au bahut;
bagatelle. Il s'amuse à des bagatelles). 4. Sevişme, sortir du bahut).
cinsel ilişki (Je ne suis pas porté sur la bagatelle). bai, es. Doru (Une jument baie, un cheval bai).
bagnard er. Zindan hükümlüsü, zindanda yatan, baie diş. 1. Koy, körfez (Une petite baie. La baie
bagne er. 1. Zindan, ceza yeri. 2. İğrenç bir iş ; iğrenç d'Hudson). 2. Kapı yada pencere boşluğu; açma,
bir yer (C'est un bagne). § Etre au bagne: açık (Baie de porte, baie de fenêtre; une baie
Zindanda olmak. Mériter le bagne: Boynu vitrée). 3. bitb. Olgunlaşınca kendiliğinden
vurulacak kişi olmak, açılmayan meyve tanesi (Baie du raisin, baie de la
bagnole diş. tkz. Araba, eski otomobil, taka. groseille).
bagou, bagout er. Ağız kalabalığı, çene. § Avoir du baignade diş. 1. Yıkanma, çimme (A l'heure de la
bagou: Ağzı kalabalık olmak, ağzı laf yapmak, baignade. C'est le moment de la baignade). 2.
çenesi kuvvetli olmak, Yıkanma yeri, çimme yeri, çimek (La
baguage er. (Kuşlara) Halka takma, halkalama municipalité a aménagé une baignade en amont du
baigner 131 baiser

village). Susturmak, ağzını tıkamak, özgürlüğünü


baigner gçl. 1. Yıkamak, çimdirmek, suya sokmak kısıtlamak (Bâillonner la presse, l'opinion
(Baigner un enfant, un chien. Baigner ses pieds publique, l'opposition).
dans l'eau). 2. İçinden geçmek, "katetmek (La bain er. 1. Banyo ( Un bain de soleil, unbaindeboue,
Seine baigne Paris). 3. (Deniz ve akarsular için) un bain de mer). 2. Sı vı, banyo suyu (Préparer un
Kuşatmak, yalamak (La Manche baigne les bain pour développer des photographies). 3.
rivages de la Normandie) 4. Islatmak, sırılsıklam Yunak, yıkanma teknesi, küvet (Remplir, vider le
etmek (Les larmes baignaient ses joues). S. bain). 4. ç. Hamam, kaplıca (Les bains de
Baigner qch de qch: Bir şeyi.... içinde bırakmak, Brousse). § Envoyer au bain: Başından savmak,
-e boğmak (Baigner de sang, de larmes). 6. gsz. atlatmak, Etre dans le bain: Bir işin içinde olmak
-içinde olmak; -içinde yüzmek (Des morceaux de (Nous sommes tous dans le bain, il vaut mieux
viandes baignent dans la sauce. Des cornichons nous entendre). Mettre qn dans le bain: Birini işin
baignent dans du vinaigre). 7. -içinde kalmak; -e içine sokmak, adını bulaştırmak (L'accusé a mis
bürünmek (Tout le paysage baignait dans la dans le bain plusieurs de ses complices). Prendre
brume. Depuis son succès, il baigne dans la joie). § un bain: Banyo yapmak. Prendre un bain de
Baigner dans son sang: Kanlar içinde kalmak, çok lézard: Tembel tembel güneşlenmek,
kan yitirmek (Le cadavre, criblé de balles, bain-marie er. Benmari.
baignait dans son sang). § Se baigner: Yıkanmak, baïonnette diş. 1. Süngü (Baïonnette au canon:
suya girmek, çimmek (Se baigner dans la mer, Süngü tak! Charger baïonnette au canon: Süngü
en rivière, dans une piscine). Se baigner dans le takmak). 2. Piyade eri (Cent mille baïonnettes).
sang: Elini kana bulamak, kan dökmek, bir baïram, beîram er. Bayram,
kıyıma girişmek, baisemain er. El öpme. § Faire le baisemain: El
baigneur, euse ad. 1. Yıkanan, çimen (Laplageétait öpmek, saygılarını sunmak,
couverte de baigneurs). 2. Natır, tellâk, yıkayıcı, baise diş. tkz. Cinsel ilişki, sevişme,
baignoire diş. 1. Banyo teknesi. 2. (Tiyatroda) baisement er. (Kutsal bir şeyi) Öpme (Le boisement
Yerkatı locası, de la croix).
bail er. 1. Kira sözleşmesi (Le fermier avait un bail baiser gçl. 1. Öpmek (Baiser la main de sa mère). 2.
de neuf ans renouvelable). 2. Kira (Payer son Baiser qn sur: Birim -den öpmek (Baiser un
bail). Bail à cheptel: Hayvan kirası. Bail à ferme: enfant sur la joue, une femme sur les lèvres, un
Ürün kirası, hasılat kirası. § C'est un bail: Ömür héros sur le front). 3. Baiser qn: Biriyle cinsel
boyu sürecek bir iş bu. Il y a un bail: Eskiden ; epey ilişkide bulunmak, birini becermek, sikmek
oluyor ki. Donner en bail: Kiraya vermek, (Baiser une femme). 4. Baiser qch à qch: (Okul
baille diş. den. 1. Gerdel. 2. argo. Su, deniz. 3. argosu) -den bir şey anlamak (On n'y baise rien:
Denizcilik okulu, tnsanbundan hiç bir şey anlayamıyor). § Se baiser:
bâillement er. 1. Esneme. 2. Aralık, açıklık (Le 1. Öpüşmek. 2. Bitişik olmak. § Se faire baiser: 1.
bâillement de la chemise, du faux-col). Enselenmek, yakalanmak (Il était en train de
bâiller gçl. 1. (Eski) Vermek, eline vermek. 2. gsz. copier son devoir et il s'est fait baiser). 2. argo.
Esnemek (Bâiller de sommeil, de fatigue. Mets ta Çuvallamak; dibini dövdürmek (Vas te faire
main devant ta bouche quand tu bâilles). 3. Aralık baiser). Etre baisé: argo. Çuvallamak, zokayı
olmak, aralık durmak, açık durmak (Une porte yemek (Il a été baisé).
qui bâille. Sa chemise n'était pas boutonnée et a baiser er. Öpüş, öpücük, öpme. § Appliquer un

bâillait sur sa poitrine). § La bâiller belle à qn, la baiser sur: -e bir öpücük kondurmak (Appliquer
bâiller bonne à qn: Yutturmak, aldatmak (Vous un baiser sur les lèvres d'une femme). Demander
me la bâillez belle: Bana yutturuyorsunuz). un baiser à qn: -den bir öpücük istemek (Chaque
bailleur, eresse ad. Kiraya veren, kiralayan. § fois qu 'il la rencontrait, il lui demandait unbaisef).
Bailleur de fonds: Anamal veren, sermaye sahibi, Dérober un baiser à qn: -den bir öpücük
bâillon er. Ağız tıkacı (Le veilleur de nuit ligoté, koparmak, zorla öpmek (Il lui a enfin dérobé un
réussit àécarter le bâillon etàappelerausecours). § baiser). Dévorer qn de baisers: Birini öpücüklere
Mettre des bâillons à qn: -i susturmak, ağzını boğmak, bol bol öpmek (Je l'ai dévoré de
tıkamak, özgürlüğünü kısıtlamak, baisers). Donner le baiser de paix à qn: -ile
bâillonnement er. Ağzını tıkama, susturma (Le barışmak, öpüşüp barışmak (Tu lui donneras un
bâillonnement de la presse, de l'opposition). baiserdepaix, et tout sera fini). Prendre un baiser:
bâillonner gçl. 1. Ağzına tıkaç sokmak. 2. mec. Bir öpücük almak. Recevoir un baiser: Öpülmek.
baiseur 132 balancer

baiseur, euse ad. tkz. İyi cinsel ilişkide bulunan, işi baladin, e ad. Meydan soytarısı,
gücü aşk yapmak olan, sikici, balafre diş. Jilet, ustura, bıçak yarası (En se rasant,
baisoter gçl. tkz. Öpüp durmak, il se fit une petite balafre sur la joue. Avoir une
baisse diş. 1. Alçalma, inme (La baisse des eaux). 2. balafre au front).
Düşme (La baisse des prix). 3. (Borsada) Hava balafré, e s. Bıçak yarası izi taşıyan (Un visage
oyunu. § Etre en baisse: Düşmekte olmak, düşük balafré).
olmak ( Les cours sont en baisse. Ses actions sont en balafrer gçl. Bıçakla, usturayla kesmek, yaralamak
baisse: Kredisi düşüyor, saygınlığı azalıyor). (Leprince lui balafra le visage).
Jouer à la baisse: Borsada fiyatlar düşecek umudu balai er. 1. Süpürge ( Passer le balai sous les meubles).
ile hava oyunu oynamak, 2. (Doğan, şahin gibi kuşlarda) Kuyruk. 3. Bir
baisser gçl. 1. İndirmek, alçaltmak (Baisser le store, yerden en son kalkan taşıt, son otobüs, son metro.
la vitre du compartiment). 2. Azaltmak, kısmak, § Balai mécanique: Mekanik süpürge, gırgır.
hafifletmek, düşürmek (Baisser la flamme, la Manche à balai: 1. Süpürge sapı. 2. mec. Sıska,
voix, lesprix). 3.gsz. Alçalmak, inmek (La mer a canlı cenaze. Donner un coup de balai: Şöyle bir
baissé). 4. gsz. Batmak üzere olmak (Le soleil süpürmek; bir süpürge geçmek (Donner un coup
baisse, il faut rentrer). S. gsz. Düşmek (Le de balai dans la salle à manger). Donner un coup de
baromètre baisse; les prix baissent). 6. gsz. balai à qn: -e yol vermek, -i sepetlemek (Donner
Bozulmak,gücünü yitirmek, çökmekfSa santé a un coup de balai à un vilain garçon). Rôtir le balai:
bien baissé. Son intelligence a beaucoup baissé. Il Derbederce yaşamak,
avait bien baissé pendant les dernières années de sa balais s. ve ad. Pembe (Rubis balais).
vie). § Baisser les yeux: Gözlerini indirmek, balalaïka diş. Balalayka, gövdesi üç köşe rus
utancından yere bakmak. Baisser la tête: Kafasını mandolini.
öne eğmek. Baisser le pavillon: Yelkenleri suya balance diş. 1. "Terazi, "tartaç (Une balance juste,
indirmek. Baisser l'oreille: Utanmak, kızarmak § sensible). 2. (Genel olarak) Tartı aygıtı. 3. Denge,
Se baisser: Eğilmek (Se baisser pour lacer ses bilanço (La balance des payements: Ödemeler
chaussures). Il n'y a qu'à se baisser pour en dengesi). 4. İstakoz avında kullanılan ağ. 5. Terazi
prendre: İstemediğin kadar var, dolu, tümen burcu. 6. Mizan (Faire la balance des affaires
tümen; elini sallasan ellisi, başını sallasan başı d'une année). § Mettre dans la balance: Ölçüp
tellisi. biçmek; işin bütün yanlarını düşünmek, hesaba
bajoue diş. 1. (Hayvanlarda) Yanak (Bajoue du katmak. Mettre en balance (deux choses):
porc, du veau). 2. (İnsanlarda) Sarkık yanak (Il Ölçüştürmek, karşılaştırmak. Etre en balance:
commence à grossir et il a déjà des bajoues). Kararsızlık içinde olmak. Tenir, maintenir la
bakchich er. (Doğuda) Bahşiş; rüşvet, balance égale entre...: -e karşı eşit davranmak;
bakélite diş. Bakalit. -1er arasında ayrım yapmamak (Il tient la balance
bal er. 1. Balo (Donner un bal. Une robe de bal). 2. égale entre les deux groupes qui s'affrontent).
Balo verilen yer (Aller au bal). § Bal masqué: Faire pencher la balance en faveur de qn: -i
Maskeli balo. Bal costumé: Kostümlü balo. Bal kayırmak; -in yanını tutmak (lia fait pencher la
blanc: Genç kızların birbirleriyle dansettikleri balance en faveur de ses amis). Peser dans la
balo. Bal musette: Halk balosu, balance: Ağır basmak, büyük bir önemi olmak,
balade diş. hlk. Gezinti, dolaşma. § Aller en balade: ağırlığı olmak (Cet argument n'a pas pesé dans la
Gezintiye, dolaşmaya çıkmak. Faire une balade: balance). Jeter qch dans la balance: -i işin içine
Şöyle bir dolaşmak, katmak, koymak (Il a jeté toute son autorité dans
balader gçl. Gezdirmek, dolaştırmak (Je vais la balance).
balader les enfants dans le parc). § Se balader: 1. balancé,e s. tkz. Eli yüzü düzgün, eli ayağı düzgün
Gezinmek, dolaşmak (lise balade dans les rues). (Une-femme bien balancée).
2. Geziye çıkmak (Il est allé se balader sur la Côte balancelle diş. Tek direkli bir tür tekne,
d'Azur). balancement er. 1. Sallanma, sallantı, salınım (Le
baladeur, euse s. ve ad. Dolaşmayı, sokaklarda balancement des branches de l'arbre. Le
sürtmeyi seven (Avoir l'humeur baladeuse). balancement du corps, de la tête, d'un navire). 2.
baladeuse diş. 1. Satıcı arabası. 2. (Özdevimli bir Duraksama, "tereddüt. 3. mec. Dengelilik,
arabaya bağlanan) Yedek araba. 3. Uzun bir tele dengeli durum (Le balancement d'une période).
bağlı, istenilen yere taşınıp konabilen elektrik balancer gçl. 1. Sallamak, oynatmak (Balancer les
lambası, seyyar lamba. bras, les hanches en marchant. Le vent balance les
balancier 133 balisticien

feuilles. Balancer un bébé pour l'endormir). 2. d'un enfant qui joue), l.mec. Başarısız ilk girişim,
Atmak, fırlatmak (Balancer un objet par la emekleme (La linguistique scientifique en est
fenêtre). 3. Kovmak, sepetlemek, başından encore à ses premiers balbutiements). 3.
atmak (Balancer un employé, une femme). 4. Kekeleme, kem küm etme, anlaşılmaz şeyler
Tartmak, iyice düzenlemek, dengelemek söyleme (Le balbutiement d'un bègue, d'une
(Balancer ses mots, ses phrases, un conte, une personne émue, d'un ivrogne).
composition). 5. (Alacakla vereceği) balbutier gsz. 1. Dili dolaşmak, kem küm etmek
Karşılaştırmak. 6. (Eksiği) Karşılamak. 7. (Sous l'émotion, il se mit à balbutier, puis à
Denkleştirmek, dengelemek (Balancer un pleurer). 2. gçl. Mırıldanmak, anlaşılmaz biçimde
budget, les payements). 8. Balancer gsz. söylemek (Balbutier une prière, des excuses. Le
Sallanmak (Le lustre balançait dangereusement). bébé balbutie déjà quelques mots).
9. gsz. Duraksamak, kararsızlık içinde kalmak balbuzard er. hayb. Balık kartalı,
(Mon cœur balance). 10. gsz. Askıda kalmak, balcon er. 1. Balkon, tahtaboş. 2. argo. İri göğüsler,
sallantıda kalmak. 11. gsz. Kuşku ve kararsızlık karpuz gibi memeler,
içinde kalmak. 12. Balancer à f. qch: -mekte baldaquin er. Taht, sunak, karyola gibi şeylerde
duraksamak, tereddüt etmek (Il balance depuis tavan durumunda olmak üzere yapılan süslü
longtemps à prendre cette décision). § Se balancer: bölüm, tavanlık (Un lit à baldaquin: Tavanlıklı
1. Salıncakta sallanmak (Les enfants se karyola).
balançaient dans le jardin). 2. Sallanmak (Se baleine diş. 1. Balina (La pêche à la baleine). 2.
balancer sur ses jambes, sur sa chaise). 3. Birbirine Yakalara takılan balina. § Baleine à bec: Gagalı
denk gelmek (Les forces en présence se balancent) balina. Baleine à bosse: Kambur balina. Baleine
4. S'en balancer, se balancer de qch: hlk. blanche: Beyaz balina. Baleine noire: Buzul
Umursamamak, aldırmamak, vız gelmek (Je balinası. Rire comme une baleine: hlk. Kah kah
m'en balance. Les femmes s'en balancent). kah gülmek; kahkahalar savurarak gülmek,
balancier er. 1. Bir makinanın devinimini dengeli otuziki dişiyle gülmek,
tutmaya yarayan sarkaç, yay, çark, saat maşası baleiné,e s. Balinalı, balina takılmış (Col baleiné).
gibi devingen düzengeç; "rakkas, 'dengelik (Le baleineau er. Balina yavrusu,
balancier d'une horloge). 2. İp cambazlarının baleinier er. Balina (avlama) gemisi,
kullandığı denge sırığı, terazi. 3. Sikke basma baleinier,ière s. Balinaya değgin (L'industrie
makinası. 4. Terazici. baleinière).
balançoire diş. 1. Salıncak. 2. Tahterevalli, baleinoptère er. Fin balinası,
çıngıldak. 3. mec. tkz. Saçma, boş lakırdı, maval balès, balèze s. ve ad. Kocaman, iriyarı adam (Un
(Raconter des balançoires). balèze quipouvait lancer lepoids à quinze mètres).
balandre diş. Irmak kayığı, peleme, balèvre diş. 1. Alt dudak. 2. ç. Dudaklar, kocaman
balayage er. Süpürme (Le balayage d'une chambre, dudaklar. 3. mim. Çapak, tırnak; bir duvarda bir
des voies publiques). taşm öbür taş üzerine taşan parçası,
balayer gçl. 1. Süpürmek (Balayer les ordures, la balisage er. 1. İşaret şamandrası yada kayığı dikme;
poussière, la neige). 2. Alıp götürmek, önüne işaret ışığı koyma (Le balisage d'une route, d'un
katıp sürüklemek (Le vent balaie les nuages). 3. aérodrome). 2. İşaret şamandralan yada
Kovmak, dışarı atmak, temizlemek (Balayer les kayıkları.
ennemis). 4. Temizlemek, ortadan kaldırmak, balise diş. 1. İşaret şamandrası, işaret kayığı. 2.
kökünü kazımak (Balayer les résistances, les ' İşaret ışığı (Disposer des balises le long d'une
obstacles, les préjugés, les soucis). piste). 3. Tespihagacı meyvesi,
balayette diş. Küçük süpürge, baliser gçl. İşaret şamandrası, işaret kayığı, işaret
balayeur er. Çöpçü, süpürücü, temizlik işçisi, ışığı koymak (Baliser un port, une route, un
balayeuse diş. 1. Süpürücü kadın, kadın çöpçü. 2. aérodrome). § Etre balisé de qch: mec. -ile
Yol süpürme arabası, *süpürgeç. 3. Etek süslenmek, donanmak (Quelques champs célestes
dantelası, etek farbelası. balisés d'étoiles).
balayures diş. ç. Süprüntü. baliseur er. 1. İşaret dikicisi. 2. İşaret şamandrası
balbutie (balbysi] diş. 1. Dil dolaşması, dili dolaşma. yerleştiren gemi.
2. Mırıltı. balisier er. bitb. Tespihağacı.
balbutiement er. 1. Mırıldanma, kendi kendine baliste diş. 1. Mancınık. 2. er.hayb. Çotira balığı,
anlaşılmaz bir şeyler söyleme (Le balbutiement balisticien er. Balistik uzmanı.
balistique 134 balnéaire

balistiques. 1. Balistik (Machine balistique, engin birbirinin üstüne atmak. 3. Angaryayı birbirine
balistique). 2. diş. ask. 'Atışbilim. yüklemeye çalışmak. A vous la balle: Bu söz
balivage er. Orman kesiminde, yetişmek üzere sizedir. Bu iş yada söz size düşer. Ça fait ma balle:
bırakılacak ağaçların belirtilmesi, tkz. İşime gelir,
baliveau er. Orman kesiminde, yetişmeye bırakılan ballerine diş. 1. Balerin, bale yapan kadın. 2. Bale
ağaç. ayakkabısını andıran kadın pabucu,
baliverne diş. Saçma, boş lâf (Il s'amuse à des ballet er. 1. Bale (L'opéra donne un spectacle de
balivernes au lieu de travailler). § Dire des ballet). 2. Yoğun etkinlik (Ballet diplomatique).
balivernes: Saçma sapan konuşmak, ballon er. 1. Top (Ballon de basket-ball, de
baliverner gsz. Saçmalamak, saçma sapan sözler football). 2. Balon (Marchandde ballons. Ballon
söylemek. qui s'envole). 3. Yuvarlak bardak. 4. Yuvarlak
balkanique s. Balkanlara değgin, Balkanlılara ' tepe (Le ballon d'Alsace). 5. argo. Kıç, arka.
değgin; balkan (Langues balkaniques). Göbek. § Ballon d'essai: 1. Yelin yönünü
balkanisation diş. Bölme, parçalama, birbirine saptamak için kullanılan balon. 2. Nabız
düşürme (La balkanisation du continent noir). yoklaması (L'opposition prétendait voir dans la
ballade diş. 1. Küçük bir koşuk biçimi, balad. brochure un ballon d'essai). Avoir le ballon: argo.
(Ballade des pendus: de Villon). 2. Bir çeşit Gebe olmak, karnı şiş olmak. Descendre au
koşuklu masal. 3. Bir tür şarkı; bu şarkının ballon: argo. Kodesi boylamak. Etre dans le
eşliğinde oynanan oyun. ballon: argo. Kodeste olmak. Faire ballon: argo.
ballant,e s. Sallanan, sallayarak, sallanır (Il s'est Hava almak, eli boş dönmek. Jouer au ballon:
assis surla rambarde du pont, les jambes ballantes, Top oynamak. Se remplir le ballon: Kanuni
à regarder les pêcheurs). § Bras ballants: Elini doyurmak, bir şeyler atıştırmak,
kolunu sallayarak (Venir brds ballants. Regarder ballonné,e s. Kabarık, şişik, şişkin (Jupe
bras ballants). ballonnée). § Avoir le ventre ballonné: (Gazdan)
ballant er. Sallantı, sarsıntı (Une voiture chargée en Karnı şişmek, karnında şişlik olmak,
hauteur a du ballant). balonnement er. (Gazdan) Karın şişmesi, şişlik,
ballast er. 1. "Balast, 'kırma taş (Placer du ballast şişkinlik.
sur une voie de chemin de fer). 2. Denizaltının ballonner gçl. 1. Şişirmek, kabartmak (Le vent
dalış sırasında su doldurulan deposu. 3. ballonne leurs manteaux). 2. Şişlik yapmak,
(Elektrik) Devrede akımı düzenleyen direnç, karnını şişirmek (Les fourrages verts ballonnent
balast. les bestiaux).
ballastage er. 1. Kırma taş döşeme. 2. Safra ballonnet er. Baloncuk, küçük balon,
deposunu doldurarak yada boşaltarak gemiyi ballon-sonde er. Deneme balonu,
dengeleme. ballot er. 1. Küçük balya, küçük denk. 2. hlk.
ballaster gçl. 1. Kırma taş döşemek. 2. Safra Abullabut. 3. argo. Aptal, enayi. 4. s. hlk.
deposunu doldurarak yada boşaltarak gemiyi Aptalca, aptalca yapılmış (Ça, c'est ballot).
dengelemek, ballottage er. Adaylardan hiç birinin gerekli
ballastüre diş. Kırma taş ocağı, çoğunluğu sağlayamaması dolayısıyla seçimin
balle diş. 1. Mermi, kurşun (Balle de revolver, de sonuçsuz kalması, "balotaj (Plusieurs
fusil. Balle dum dum). 2. Top (Balle de tennis, de personnalités se trouvent en ballottage dans leur
ping-pong, de golf). 3. hlk. Para, lira (J'aipayé300 circonscription).
balles pour ce manteau). 4. hlk. Yüz, surat (Avoir ballottement er. Çalkalanma, sallanma, sarsılma
une grosse balle, une bonne balle). S. Balya, denk (Le ballottement du train).
(Faire une balle de coton; défaire une balle de ballotter gçl. 1. Sallamak, sarsmak (La voiture nous
café). § Enfant de la balle: Babasının mesleğini ballotte durement). 2. gsz. Sallanmak, oynayıp
tutan kişi. Une balle perdue: Serseri kurşun. durmak (La valise n'est pas pleine et l'on entend
Envoyer un coup de balle à qn: -e bir kurşun une bouteille qui ballotte). § Etre ballotté entre:
sıkmak. Couper une balle: Topu kesmek. Jouer à -arasmda bocalamak; bir -i, bir -i düşünmek (Je
la balle: Top oynamak. Prendre, saisir la balle au suis ballotté entre Tappréhension et la joie quand
bond: Fırsatı hemen yakalamak. Renyover la je pense à notre rencontre. Il est constamment
balle: Cevabı yapıştırmak. Tomber, être criblé de ballotté entre son père et sa mère).
balles: Kurşunla delik deşik olmak. Se renyover la balnéaire s. Deniz banyosu ile ilgili (Station
balle: 1. Ağız tartışması yapmak. 2. Sorumluluğu balnéaire: Denizli kent; kumsallı yer).
mlnéation 135 banche

balnéation diş. Kaplıca tedavisi, Mettre qn au ban: Birini sürgüne yollamak yada
balnéothérapie diş. Kaplıca tedavisi, gözaltına almak. Mettre qn au ban de: Birini -in
balourd, es. ve ad. Hödük; aptal, gözünden düşürmek (On cherche à me mettre au
balourdise diş. 1. Hödüklük, kabalık, aptallık (Ilest ban de la société. Ce scandale l'a mis au ban de
d'une balourdise étonnante). 2. Pot, gaf, çam l'opinion publique). Ouvrir, fermer le ban: ask.
devirme (Faire des balourdises). Bir töreni boru ve trampetler çalarak açmak,
balsamier er. Belsem ağacı, kapamak. Rompre son ban: Sürgünden kaçmak,
balsamifère s. Belsemli; kokulu reçine çıkaran, banal,e s. 1. Herkesin kullandığı, önemsiz,
balsamine diş. bitb. Kınaçiçeği. ortamalı, beylik (Proposbanals: Beyliksözler). 2.
balsamiques, ve ad. 1. Belsemimsi (Drogue, pillule Bayağı, düşük (Une vie banale, une plaisanterie
balsamique). 2. Belsemim (Un balsamique). banale). 3. Derebeyine ait (Fours, moulins
balte s. ve ad. Baltıklı; Baltık denizine değgin (Les banaux).
pays baltes. Un balte). banal er. Bayağılık; beylik şeyler (J'ai horreur du
balthazar, balthasar er. Onalti normal şişelik büyük banal).
şampanya şişesi. banalement bel. Bayağıca,
aluchon, balluchon er. 1. Çöp sandığı. 2. hlk. Pılı banalisation diş. Bayağılaştırma, orta malı kılma,
pırtı, çıkın, bohça. § Faire son balluchon: banaliser gçl. Bayağılaştırmak, kötü göstermek
Bohçasını derleyip gitmek, çıkıp gitmek, (Cette coiffure le banalise). § Se banaliser:
alustrade diş. Parmaklıklı korkuluk, tırabzan Bayağılaşmak; ortamalı olmak,
(Balustrade d'un balcon, d'une terrasse, d'un banalité diş. 1. (Eskiden) Derebeyinin olan fırın,
escalier, d'un pont). değirmen gibi bir şeyin herkesçe belirli bir ücret
alustre er. Tırabzan parmaklığı, ödenerek kullanılması zorunluğu, derebey hakkı.
alzan s. Sekili, sekisi olan (Une jument balzan). 2. Bayağılık (La banalité de la vie est à faire vomir
alzane dış. Seki (Un cheval bai avec des balzanes). de tristesse). 3. önemsiz, değersiz şeyler, bayağı
ambin, e ad. tkz. Küçük çocuk, yumurcak, sözler (Il ne débite que des banalités).
yavrucak. banane diş. 1. Muz. 2. ask. argo. Nişan, madalya. §
amboche diş. 1. Büyük boy kukla, iri kukla. 2. hlk. Glisser sur une peau de banane: Ufak bir kaza
Bücür, bastıbacak. 3. tkz. Eğlenti, yiyip içme, geçirmek,
°âlem. § Faire bamboche: Felekten bir gün bananeraie diş. Muz bahçesi,
çalmak; âlem yapmak, bananier er. 1. Muz ağacı. 2. Muz taşımaya özgü
bambocher gsz. tkz. Felekten bir gün çalmak, âlem gemi, muz gemisi. t
yapmak. banc er. 1. Sıra,"peyke (Banc d'école, de jardin). 2.
bambocheur, euse ad. Eğlence düşkünü, Sandalye (Banc des accusés). 3. Ayrıjan yer,
bambou er. Bambu, hint kamışı (Une case de bölüm (Banc des ministres à!Assemblée; banc des
bambou). $ Avoir le coup de bambou: 1. hlk. avocats). 4. Tezgâh (Banc de menuisier, banc de
Çıldırmak, keçileri kaçırmak. 2. Yorgunluktan tourneur). S. coğ. Yığın, katman (Banc de sable,
bitkin düşmek. § Attraper un coup de bambou: de vase, debrume, déglacé). 6 .yerb. Taş katmam.
tkz. Güneş çarpmasına uğramak, 7. Sürü, balık sürüsü, corum (Bancdepoissons, de
bamboula diş. 1. Zenci dansı. 2. er. Zenci davulu. $ morues, de harengs). § Banc d'essai: Deneme
Faire la bamboula: hlk. Âlem yapmak, yiyip içip yeri, deneme tezgâhı (On va mettre le moteur au
eğlenmek. banc d'essai. La locomotive est passée sur le banc
ban er. 1. Kamuya resmi bildiri. 2. (Bağ bozumu, 'd'essai). Etre sur les bancs: Öğrenci olmak,
orak, harman gibi) Tarım işleri için gün gösteren öğrenim yapmakta olmak,
bildiri. 3. Evlenme ilânı, kâğıt (Les bans sont bancable, banquable s. Bankaca kabul edilebilir,
affichés). 4. Silahlı kuvvet toplama. 5. Sürgün bankaca geçerli,
yada gözaltı. 6. Tempolu alkış (Un ban pour le bancaires. Banka işleriyle ilgili, bankaya değgin
vainqueur!). 7. Eskiden Hırvat sancak beylerine (Opérations bancaires, chèque bancaire).
verilen ünvan, ban. § Convoquer, appeler le ban et bancal,e s. 1. Çarpık bacakh, eğri bacaklı (Des
l'arrière-ban: Herkesi çağırmak, kimi varsa enfants bancals). 2. Ayakları eğri (Une table
çağırmak, her tabakadan adam toplamak. Etre au bancale. Meubles bancals). 3. mec. Sakat, çürük,
ban: Sürgün yada gözaltında olmak. Etre en çarpık (Idées bancales; un projet bancal).
rupture de ban avec qn, qch: -ile bütün bağlarınf banche diş. (Beton, kerpiç dökmek için) Kalıp
koparmak (Il est en rupture de ban avec sa famille). (Couler du béton dans des banches).
bancher 136 bannière

bancher gçl. (Beton, kerpiç) Kalıba dökmek (Bander un arc; bander ses muscles). 4. gsz. argo.
(Bancher du béton). Kamışı kalkmak, çadır kurmak,
banco 5. 1. (Bankalarda) Değişmez değerli (Florin banderille diş. Boğa güreşinde, boğanın ensesine
banco). 2. er. (Oyunda) Banko. § Faire banco: saplanan kurdeleli şiş.
Banko yapmak; ortadaki bütün paraları almak, banderillero er. Boğanın ensesine şiş saplayan
bancroche s. ve ad. Eğri bacakh (Cette vieille est güreşçi.
toute bancroche). banderole (Gemi direğine çekilen yada mızrak
bandage er. 1. Sargı sarma (Le bandage de la tête ucuna takılan) Şerit flama, elif. 2. Tüfek kayışı. 3.
d'un blessé). 2. Sargı (Le bandage a été mal fait, il Bandrol.
ne tiendra pas. Enrouler un bandage: Sargı bandière diş. Gemi direğinin tepesine çekilen
sarmak. Défaire un bandage: Sargıyı açmak). 3. bayrak.
(Lastikli tekerleklerde) Dış lastik; tekerlek* bandit er. 1. Haydut, eşkiya (Les bandits armés et
jantlanndaki madenî yada lastik kuşak (Bandage masqués ont attaqué les voyageurs sur la route). 2.
métallique d'une charrette. Bandage mec. Kötü adam, vicdansız, soyguncu (Ce
pneumatique). 4. (Silahlarda) Yay kurma, 5. commerçant est un bandit).
Kasık bağı. 6. Germe (Le bandage d'un arc, d'un banditisme er. Haydutluk, eşkiyalık (On assiste
ressort). depuis quelque temps à une recrudescence du
bandant, e s. tkz. Kamış kaldıran, cinsel istek veren, banditisme. Un acte de banditisme).
bande diş. 1. Sargı (Mettre une bande autour d'une bandoulière diş. Omuzdan geçme, silah yada çanta
plaie). 2. Şerit (Bande d'un magnétophone). 3. kayışı. § En bandoulière: Omuzdan geçirerek,
Belirtme çizgisi, kenar şeridi (Bandes d'une çaprazlamasına (Mettre un fusil en bandoulière.
chaussée. Bande d'un bandeau). 4. Kuşak Porter un appareil photographique en
(Manteau rallongé d'une bande de fourrure). S. bandoulière).
(Gemi için) Yana yatma. 6. Bilardo masasının banjo er. Bir tür kitara.
kenarı (Toucher la bande). 7. Film, film şeridi bank-note diş. İngiliz banknotu; kâğıt para,
(Passer une bande comique. La bande a sauté). 8. banknot.
Çete (Une bande de voleurs, bandes armées, banlieue diş. *Yörekent, "banliyö (Train de
bandes rebelles). 9. Takım, klik, grup (Je ne suis banlieue. Une maison en banlieue).
pas de leur bande. Une bande d'écoliers). 10. banlieusard, e s. vead. tkz. Yörekentli; yörekentte
Derinti, "güruh (Une bande de buveurs). 11. Sürü oturan kişi (Chaque matin, des banlieusards
(Une bande de loups). § Donner de la bande: viennent travailler à Paris).
(Gemi) Bir yanına yatmak (Bateau qui donne de la banne diş. 1. Kömür arabası. 2. Büyük kamış sepet.
bande). Faire bande à part: Arkadaşlarından 3. Tente, gölgelik,
ayrılmak, sürüden aynlmak. Mettre à la bande: banner gçl. Tente ile örtmek,
(Gemiyi) Bir yana yatırmak, banneret er. (Derebeylik günlerinde)
bandé,e s. 1. Bağlı, bezle bağlanmış (Les yeux Gerektiğinde, bayrak açıp asker toplayan tımar
bandés). 2. Sargılı, sarılı (Main bandée). sahibi.
bandeau er. 1. Alın bağı, çatkı, kaşbastı (Retenirses banneton er. 1. Kulpsuz kamış sepet. 2. Tahta livar,
cheveux avec un bandeau). 2. Göz bağı. 3. mec. bannette diş. Sepetçik.
Göz perdesi (Arracher le bandeau de qn: -in banni,e s. ve ad. 1. Sürgün, yurdundan sürülmüş
gözündeki perdeyi kaldırmak. Avoir un bandeau (Rappeler les bannis). 2. Uzaklaştırılmış,
sur les yeux: Gözü bağlı olmak, yanını yöresini kovulmuş, atılmış,
görmemek, körelmek). 4. Yapıların yüzlerini bannière diş. 1. Derebeylik bayrağı. 2. Dernek,
yada bir kemeri saran genişçe, düz ve az taşkın birlik gibi kurumların özel bayrağı (La fanfare
silme; sarak. 5. ç. Ortadan ayrılarak yanlara suivait derrière la bannièreportée fièrement parles
yatırılmış saç. § Bandeau royal: Krallık çatkısı, fils du pharmacien). 3. Bir geminin uyrukluğunu
krallık tacı. gösteren bayrak; bandıra. 4. hlk. Gömlek (Se
bandelette diş. 1. Şerit. 2. (Mimarlıkta) Şerit silme. balader en bannière: Gömlekle dolaşmak). S.
3. Sargı (L'archéologue défit avec précaution les Birçoklarının katıhp savundukları düşünü,
bandelettes de la momie). bayrak (La jeunesse marche sous la bannière de cet
bander gçl. 1. (Sargı ile) Sarmak (Bander un bras écrivain). § Combattre, marcher, se ranger sous la
blessé). 2. Bağlamak (Ils ont bandé les yeux du bannière deqn: -in bayrağı altında toplanmak; -ile
condamné avant de le fusiller). 3. Germek birlik olmak; -ile birlikte savaşmak. Arborer,
bannir 137 baratiner

déployer la bannière de qch: -bayrağını açmak "bankiz.


(Arborer la bannière de la liberté, de la révolte, de banquiste er. (Sirklerde) Çığırtkan,
l'émancipation: Özgürlük, ayaklanma, kurtuluş baobab er. bitb. Baobap ağacı,
bayrağım açmak, çekmek). C'est la croix et la baptême \hatan\ er. Vaftiz (Nom de baptême).
bannière: Çok güç bir şey; deveye hendek §Recevoir le baptême: Vaftiz olmak. Recevoir le
atlatmak gibi bir şey (Pour le faire sortir le soir, baptême de qch: -i ilk kez yapmak. Recevoir le
c'est la croix et la bannière). baptême du feu: Savaşa ilk kez girmek. Recevoir le
bannir gçl. 1. Sürgüne göndermek, sürmek (Le baptême de l'air: İlk kez uçağa binmek,
gouvernement a banni du territoire national les baptiser [batize] gçl. 1. Vaftiz etmek (Le prêtre
personnes jugées dangereuses). 2. Bannir qn de baptise le nouveau-né). 2. Baptiser qn...: Birine
qch: Birini -den kovmak, sürmek (Je l'ai banni de ...adını koymak (On a baptisé la fille Hélène). 3.
ma maison). 3. Atmak, ortadan kaldırmak, Su katmak (Baptiser du vin, du lait: Şaraba, süte su
bırakmak (Bannir un usage, une coutume. J'ai katmak).
banni l'usage du tabac). 4. Bannir qch de qch: Bir baptismal,e [batismal] s. Vaftize değgin (L'eau
şeyi -den atmak, çıkarmak (lia enfin banni cette baptismale).
idée fixe de son esprit. Il faut bannir ce mot du baptistaire | hat isten | s. Vaftiz kaydı ile ilgili
vocabulaire). (Registre baptistaire. Extrait baptistaire).
bannissement er. 1. Sürgün etme, sürme, sürgün. 2. baptistère | hatistek ] er. Vaftiz yapılan yer.
Sürgün cezası (Le bannissement entraîne la baquet er. Gerdel.
dégradation civique). bar er. 1. hayb. Levrek balığı. 2. Bar (Prendre une
banque diş. 1. Banka (Chèque de banque, banque consommation au bar. Installer un petit bar dans
privée, banque d'Etat. Banque des yeux, banque un coin de son salon). 3. Hava basıncı birimi, bar.
du sang, banque des os. Employé de banque. baragouin er. 1. İpe sapa gelmez laf. 2. Anlaşılmaz,
Mettre, déposer de l'argent à la banque: Bankaya çetrefil, kaba bir dil (Il m'a répondu dans un
para yatırmak). 2. Bankacılık. 3. Kumarda yada baragouin auquel je n'ai rien compris).
talih oyunlarında ortaya konan para, banko. baragouinage er. Anlaşılmaz bir biçimde konuşma,
§Faire sauter la banque: Banko yapmak, ortaya baragouiner gsz. 1. Çetrefil, anlaşılmaz bir biçimde
konmuş olan bütün paraları kazanmak. Tenir la konuşmak (Ces étrangers baragouinent entre
banque: Banko olmak, kasayı tutmak, eux). 2. gçl. Başını gözünü yararak konuşmak
banquergsz. hlk. Ödemek, paraları sökülmek, (Baragouiner le français. Baragouiner quelques
banqueroute diş. 1. Uydurma batkı, hileli iflas (La mots anglais).
banqueroute de ce petit établissement bancaire a baragouineur,euse ad. Dili çetrefil kişi, kötü,bozuk
etraîné la ruine de nombreux clients). 2.
konuşan kişi.
Sözünden dönme, yükümlülüğünü yerine
baraka diş. Şans (J'avais la baraka).
getirmeme (La banquéroute d'Etat). § Faire
baraque diş. 1. Baraka, salaş. 2. Derme çatma ev,
banqueroute: Kendini batmış gibi göstermek;
fakirhane (On gèle dans cette baraque).
uydurma batkı yoluna sapmak, "hileli iflasa
baraqués. Bünyesi kuvvetli, gücü kuvveti yerinde,
gitmek.
iri yarı (Il est bien baraqué).
banqueroutier,ère s. Uydurma batkın, düzmece baraquement er. Büyük baraka: barakalar
batkın, "hileli müflis, (Construire des baraquements pour le logement
banquet er. Büyük yemek, şölen (Ce soir nous des ouvriers).
sommes invités à un banquet). § Donner un baraquer gçl. 1. Barakalarda barındırmak,
banquet en l'honneur de qn: Birinin onuruna bir barakalara yerleştirmek. 2. gsz. Ihmak, diz üstü
yemek vermek, bir şölen düzenlemek, çökmek (Le chameau baraque).
banqueter gsz. 1. Güzel bir yemek yemek. İyice baraterie^. Baratarya.
yiyip içmek (Ib ont banqueté toute la nuit). 2. Bir baratin er. 1. hlk. Zevzeklik. 2. Dil dökme. § Faire
şölene katılmak; bir yemekte bulunmak, du baratin à qn: -e saçma sapan şeyler anlatmak;
banquette diş. 1. Arkalıksız kanape. 2. Tramvay, türlü diller dökmek,
tren gibi taşıtlarda oturulacak sıra. 3. Pencere baratiner gsz. hlk. 1. Zevzeklik etmek, boş laf
sekisi. etmek, saçma sapan şeyler anlatmak (Tu
banquier er. 1. Bankacı. 2. Kumarda kasayı tutan baratines toujours). 2. gçl. Lafa tutmak,
kişi; bankocu. gargaraya boğmak, lafla tavlamak (Baratiner un
banquise diş. Deniz buzulu, deniz suyu buzu, client, une femme. Baratiner le professeur pour
baratineur 138 barbouiller

éviter d'être puni). barber gçl. hlk. Canını sıkmak, bezdirmek,


baratineur,euse s. ve ad. Zevzek, çenesi düşük, usandırmak (Tu me barbes). § Ça barbe de qch:
tavcı (Un baratineur qui noie les problèmes sous -mek can sıkıyor (Ça me barbe de sortir ce soir: Bu
des flots de paroles). akşam çıkmak canımı sıkıyor). § Se barber hlk.
barattage er. Yayık çalkalama, Sıkıntıdan patlamak (Ils'est barbé toute la nuit).
baratte <% Yayık. barbet s. ve ad. 1. Uzun ve kıvırcık tüylü bir tür
baratter gçl. Yayıkta çalkalamak yada dövmek, köpek (Chien barbet, un barbet). 2. (Alp
barbacane diş. 1. Ok mazgalı. 2. Set duvarlarındaki dağlarında) Kaçakçı,
su deliği, çörten. barbette diş. 1. Rahibe göğüslüğü. 2. Barbata,
barbant,e s. hlk. Can sıkıcı, çok sıkıntılı (Nous barbiche diş. Yalnız çenede bırakılmış olan sakal;
avons passé une soirée barbante). keçi sakalı gibi sakal.
barbaque diş. 1. tkz. Kötü et, kayış gibi et. 2. hlk. " barbier er. Berber.
Et. barbifiant,e s. tkz. Can sıkıcı (Je le trouve le plus
barbares. 1. Yaban, 'yabanıl, "vahşi, uygarlıktan barbifiant des raseurs).
uzak (Unpeuple barbare. Une coutume barbare). barbifier gçl. tkz. 1. Sakalını traş etmek. 2. mec.
2. 'Yatsın, kullanış ve kurala aykırı (Des mots Kafasını ütülemek. 3. Canını sıkmak, bıktırmak.
barbares). 3. Eğitilmemiş, kulağı tırmalayan § Se barbifier: Sıkıntıdan patlamak,
(Une musique barbare). 4. ad. Yabancı, barbillon er. 1. Küçük tekirbalığı. 2. Ok temreni,
Romalılar, Yunanlılar dışındaki halklar (Rome barbiturique s. ve er. Sinir yatıştırıcı ve uyku verici
devenue la proie des barbares. Les invasions des ilâç.
barbares). barbon er. tkz. Moruk, pinpon,
barbarement bel. Yabanca, kabaca, yabanılca barbotage er. 1. (Perdeayaklılar, kuşlar
(Agir barbarement). temizlenmek için) Suda çırpınma (Le barbotage
barbaresquead 1. Berberi. 2. s. Berberîlere değgin des canards). 2. kim. Bir gazın bir sıvı içine
(Les pirates barbaresques). geçmesi. 3. (Hayvanlara yedirilen) Un yada
barbarie diş. Yabanlık, yatçıllık, kabalık, kepek çorbası, bulamaç. 4. tkz. Apartma, aşırma,
'uygarsızlık, uygarlıktan uzaklık (Le crime est un araklama, çalma (ila été victime d'un barbotage de
acte de barbarie. Tirer un peuple de la barbarie). livres).
barbarisme er. Bir sözcüğü yanlış ve kurala aykırı barboter gsz. 1. Gagası, kanadı yada ayaklarıyla
olarak kullanma, 'yadsınlık. suyu çalkalamak; suda çırpınmak (Les canards
barbe diş. 1. Sakal (Il a la barbe dure. Savon à barbotent dans la mare). 2. Çamurda bata çıka
barbe). 2. Küf. 3. Döküm çapağı. 4. (Kuş yürümek, çamura bulanmak (Le jardin est
tüylerinde) Tel. 5. (Çıkıntı, uzantı anlamında) inondé, on y barbote partout). 3. (Bir gaz sudan
Dil, diş, kılçık, püskül. 6. ç. (Giysilerde) Dantel, geçerken) Fokurdamak. 4. tkz. Söyleyeceği şeyi
püskül. 7. mec. hlk. Can sıkıcı şey (Ah la barbe!: şaşırmak; zihni karışıp kekelemek. S. gçl. argo.
Ammadacansıkıcıhalyeterartık, illallah). 8.s. ve Çalmak, aşırmak, apartmak, araklamak (On luia
ad. Berberi atı (Un cheval barbe. Les barbes sont barboté son portefeuille dans le métro).
très rapides). § A la barbe de: -in gözü önünde, barboteur, euse ad. 1. Ne söyleyeceğini şaşıran,
yüzüne karşı (Ils réussissent à passer quelques kekeleyip duran kişi. 2. er. Evcil ördek. 3. diş.
paquets de cigarettes à la barbe des douaniers). Maden filizi yıkama makinesi. 4. diş. Bebeklere
Une vieille barbe: Moruk, içi geçmiş. Laisser takılan önlük,
pousser la barbe: Sakal bırakmak. Rire dans sa barbotière diş. Ördeklerin yıkandığı su birikintisi,
barbe: Bıyık altından gülmek. Faire la barbe à gölek.
qn: -e üstün gelmek; -in pabucunu dama atmak. barbotine diş. Çömlekçi çamuru,
(Tu lui as fait la barbe). barbouillage er. 1. Kötü resim (Ce n'est pas de la
barbeau er. hayb. Bıyıklı balık, peinture, c'est du barbouillage). 2. Kaba boya. 3.
barbecue er. Izgara mangalı, ızgara et yapmakta Kargacık burgacık yazı (Il m'est impossible de
kullanılan odun kömürü mangalı, déchiffrer ce barbouillage).
barbe-de-capucin diş. Kıvırcık hindiba, barbouille diş. tkz. Boyacılık, badanacılık,
barbelé,e s. 1. Dişli, dikenli, iğneli (Fil de fer barbouiller gçl. 1. Boya vurmak, boyamak
barbelé: Dikenli tel). 2. er. ask. Dikenli teller (Un (Barbouiller un mur). 2. Çiziktirmek, karalamak
camp de prisonniers entouré de barbelés. Il est resté (Barbouiller une toile, un conte). 3. Gevelemek
cinq ans en captivité derrière les barbelés). (Barbouiller un discours). 4. Bulamak,
barbouilleur 139 barrage

bulaştırmak. 5. Barbouiller qch de: -e bulamak; barillet er. 1. Küçük varil. 2. Silindir kutu. 3.
-içinde bırakmak (L'enfant a barbouillé son visage Tabanca topu.
de chocolat, de confiture). 6. Bulandırmak barillier er. Varilci, fıçıcı.
(Barbouiller le cœur, l'estomac). § Avoir bariolage er. Alacalık; alaca bulaca renkler (Le
l'estomac barbouillé: Midesi bulanmak. Avoir le bariolage des acteurs travestis en sauvages).
cœur barbouillé: İçi bulanmak, fenalaşmak, bariolé,e s. Alacalı, alaca bulaca.
barbouilleur er. 1. Boyacı. 2. mec. Kötü ressam. 3. barioler gçl. Alacalı bulacalı yapmak, renk renk
mec. Kötü yazar. 4. mec. Geveleyici, kemkümcü, boyamak (Les enfants s'amusent à barioler leurs
ne dediği anlaşılmayan kişi. cahiers de dessins).
arbouze diş. 1. Sakal. 2. Gizli ajan, çaşıt, bariolure diş. Alacalık, alaca bulacalık.
barbu,e s. ve ad. 1. Sakallı (L'enfant n'aimait pas barlong,ue s. Bir yanı öbüründen uzun.
embrasser les joues barbues de son grand-père). 2. barman er. "Barmen, bar tezgâhtarı, *sunman.
ad. Sakallı adam. 3. Bizdeki "Mehmetçik" gibi baromètre er. Basınçölçer, "barometre,
Fransız erlerine verilen genel ad. barométrique s. Basınçölçerle ilgili (Pression
barbue diş. hayb. Çivisiz kalkanbalığı. barométrique; variations barométriques).
barcarolle diş. Gemici türküsü, barkarol, baron er. 1. Baron. 2. argo. Kodaman, ağababa
barcasse diş. Dibi düz mavna, (Les barons de la presse, de l'industrie). 3. Koyun
bard er. Yük teskeresi; el teskeresi, yada kuzunun belden aşağısı, iki budu (Baron
barda er. 1. Er eşyası. 2. hlk. Yol eşyası, kalabalık d'agneau).
eşya (Il va falloir charger tout ce barda sur le toit de baronne diş. Baron karısı,
la voiture). baronnie diş. Baronluk.
bardane diş. Dulavratotu, pıtrak, baroque s. ve ad. 1. Tuhaf, acaip; düzensiz, çarpuk
barde er. 1. Kelt ozanı. 2. Ozan. 3. diş. At zırhı. 4. çurpuk (Il a eu l'idée baroque de me téléphoner à
diş. Domuz yağı dilimi. § A toute barde: Son une heure du matin). 2. (Sanatta) Barok
süratle, bütün hızıyla (Aller à toute barde). biçeminde (Eglise baroque. Style baroque en
bardeau er. Tahta kiremit (Un toit de bardeaux). peinture, en musique. 3. er. Barok,
barder gçl. 1. Zırh geçirmek, zırhlamak (Barder un baroud er. hlk. Savaş (Aller au baroud). § Baroud
cheval). 2. Kızartmak için domuz yağına bulamak d'honneur: Yenileceğini bile bile, onurunu
(Barder une volaille). 3. El teskeresi ile taşımak. kurtarmak için yapılan mücadele; iş olsun diye
4. gsz. Kavga çıkmak, hır gür olmak, işin boku girişilen savaş (Il savait que son adversaire aux
çıkmak (Ça va barder. Ça a bardé. S'il se met en éléctions l'emporterait, mais il livra cependant un
colère, ça va barder). § Etre bardé de qch: 1. -ile baroud d'honneur).
kaplı olmak (La porte était bardée de vieilles baroudeur er. Savaşsever; kavgadan hoşlanan,
serrures rouillées). 2. -ile dolu olmak; dolup barouf [barufj er. hlk. Şamata, gürültü patırtı (Ils
taşmak (Sa poitrine est bardée de décorations). ont fait un de ces baroufs, ils ont dansé jusqu'au
Etre bardé contre qch: -e karşı iyice donanmış matin). § Faire du barouf: Şamata etmek, bağırıp
olmak, tedbirli olmak, direnebilecek durumda çağırarak protesto etmek,
olmak (Je suis bardé contre les maladies, les barque diş. Kayık, sandal (Faire une promenade en
trahisons). barque). § Mener, conduire la barque: -in sözü
!>ardeur er. Teskereci. geçmek; dümen -in elinde olmak (C'est moi qui
bardot, bardeau er. 1. Katır, 2. Yük hayvanı, mène la barque: Benim sözüm geçer burada).
barème er. 1. Fiyat ve tarifeleri gösterir çizelge (Le •Mener bien sa barque: İşini yürütmesini bilmek,
barème des tarifs des chemins de fer). 2. Barem, işini iyi yürütmek, dümenine bakmak,
ölçü (Le barème des salaires. Le barème de notes). barquette diş. 1. Küçük kayık. 2. Bir tür pasta, turta
barg tdiş. 1. Dibi düz tekne. 2 . D e n i z ç u l l u ğ u . (Barquette aux fraises).
barguignage er. Kararsızlık, barrage er. 1. Engelleme, kesme, tıkama
barguigner gsz. Kararsızlık içinde olmak, (L'artillerie effectue un tir de barrage pour
duraksamak, "tereddüt göstermek (Il a tout empêcher l'ennemi d'avancer). 2. Çit, engel (La
acheté sans barguigner). voiture a franchi le barrage de police). 3. Su bendi,
baricaut er. Küçük fıçı. büğet, bağlağı, "baraj (Construire un barrage sur
baril er. 1. Varil ( Un barilde vin). 2 .mec. Fıçı (Baril un fleuve). § Faire barrage à qch: -i engellemek
de poudre: Barut fıçısı). (Faire barrage à l'expansion économique d'un
barillage er. Varile doldurma, fıçılama. pays concurrent).
barre 140 bas

barre diş. 1. Çubuk (Barre de fer). 2. Sopa. 3. insurgés se sont barricadés dans les locaux de la
Tırkaz. 4. Kum yada kaya seti. 5. (Teknik faculté). 2. Çekilmek, kapanmak (Il s'est
aygıtlarda) Kol. 6. Dümen yekesi. 7. (Yazıda) barricadé dans sa chambre).
Bacak. 8. Çizgi (Tirer deux barres sur un chique). barrièrediş. 1. (Bir yerden geçmeyi engellemek için
9. (Yargı salonlarında) Bölme parmaklığı. 10. kullanılan) Engel parmaklığı (La barrière d'un
Atın kesici dişleri ile öğütücü dişleri arasındaki jardin, d'un champ). 2. Geçit vermeyen doğal
aralık, gem yeri. 11. Cimnastikçubuğu (Exercices engel, pekent (Les montagnes forment une
à la barre; barre fixe). 12. Tutsak almaca oyunu barrière infranchissable). 3. Büyük engel, duvar
(Jouer aux barres). 13. (Atlama sporunda) Çıta (La différence de fortune constitue entre eux une
(Franchir la barre. Faire tomber la barre). § Avoir, barrière insurmontable). § Mettre une barrière à
prendre barre sur qn: -üzerinde üstünlük qch: -e engel olmak (J'ai mis une barrière à ses
sağlamak; -e karşı daha üstün durumda olmak projets).
(Par son intelligence, ilabarre sur ses camarades). barrique diş. Çok büyük fıçı (Mettre du vin en
Donner un coup de barre: Birdenbire yön barrique). § Etre gros comme une barrique: Fıçı
değiştirmek (L'entreprise sombrait dans le gibi, duba gibi olmak; çok şişman olmak. Etre
désordre; il donna un coup de barre pour redresser plein comme une barrique: Tıka basa yemek,
la situation compromise). Paraître à la barre: karnı davul gibi şişmek,
Yargıç karşısına çıkmak. Tenir la barre: Dümeni barrir gsz. (Fil ve gergedan) Bağırmak,
elinde tutmak; işi yönetmek, barrissement, barrit er. (Fil yada gergedan)
barreau er. 1. Küçük çubuk. 2. Parmaklık (Les Bağırma (L'éléphant pousse un long
barreaux d'une fenêtre, d'une prison). 3. (Yargı barrissement).
salonunda) Avukatlara aynlan yer. 4. Avukatlık bartavelle diş. Kınalı keklik,
'savunmanlık; savunmanlar sınıfı; "baro (Entrer barycentre er. mat. Ağırlık merkezi, * ağırlık özeği.
au barreau, s'inscrire au barreau). barymétrie<% Ağırlıkölçüm.
barrement er. Bir çeki çizme, çeki karalama, baryte diş. Baryum oksiti, barit.
barrer gçl. 1. Tırkazlamak, sürgülemek (Barrer une barytine diş. kim. Baritin.
porte). 2. Kesmek, tıkamak, kapamak (Barrer baryton er. müz. 1. Bariton; basodan az ince ses
une route, une rue). 3. Çizmek, üstünü çizmek, (Une voix de baryton). 2. Basso ile alto arasında
karalamak (Barrer un chèque, un mot). 4. Barrer ses veren pistonlu bir tür ağız çaigısı. 3. Bariton
qn: -in yolunu tıkamak, yükselmesine, başarısına sesli sanatçı (Un baryton de l'opéra).
engel olmak (Le chef de service cherche toujours à baryum er. Baryum,
barrer cet employé). S. Yönetmek, dümeni elinde barzoï er. Uzun tüylü Rus tazısı,
tutmak (C'est un petit garçon qui barre bas,se s. 1. Alçak (Un mur bas). 2. Aşağı (Leplus
l'embarcation). 6. gsz. Dümende olmak, dümeni bas degré). 3. Bayağı, "âdi, aşağılık (Un sentiment
yönetmek. § Barrer la route à qn: -in yolunu bas). 4. Alt (Les branches basses d'un arbre). 5.
kesmek (Trois bandits lui ont barré la route). § Se Basık (Un plafond bas). 6. Alçalmış, inmiş (Le
barrer: tkz. Kaçmak, tüymek (Il m'a dit que sa fleuve est bas). 7. Sığ (La mer est basse en cet
femme s'était barrée). endroit) ,8.Zamanlabozulmuş, bozuk, düşük (Le
barrette diş. 1. Küçük takke, üç yada dört köşeli bas latin). 9. İngin (Les nuages sont bas). 10.
papaz takkesi. 2. Bir tür süs iğnesi (Une barrette de Kalın, baso (Une voix basse). 11. Hafif, alçak (Il
diamants). 3. Toka, saç tokası. § Recevoir la s'est exprimé sur un ton très bas). 12. Aşağı (La
barrette: Kardinal seçilmek, basse Seine, les basses Alpes). § Chambre basse:
barreur er. (Küçük teknelerde) Dümenci, İngiltere'de Avam Kamarası. Le bas peuple:
barricade diş. 1. Barikat (Dresser, élever des Ayak takımı. A prix bas: Ucuza, düşük fiatla
barricades). 2. ç. Devrim, iç savaş (La monarchie (Acheter, vendre à prix bas). A voix basse: Alçak
de Juillet était née sur les barricades). § Etre de sesle (Parler à voix basse). Au bas mot: En
l'autre côté de la barricade: Karşı yandan olmak, azından, en düşük bir değerlendirmeyle (Cela
hasım olmak, vaut un million, au bas mot). Avoir la vue basse:
barricader gçl. 1. Kapamak, tıkamak (Barricader Uzağı iyi görememek, miyop olmak. Avoir
une route avec des arbres abattus). 2. l'oreille basse: Süngüsü düşük olmak, süklüm
Tırkazlamak, sıkıca "kapamak (Barricader une püklüm olmak. Faire main basse sur qch: Bir şeye
porte, une fenêtre). § Se barricader: 1. Barikat el koymak, zorla almak. Faire des messes basses:
kurup arkasına sığınmak, siperlenmek (Les Fiskos etmek; pis pis konuşmak. Marcher la tête
bas 141 baser

basse: Başı önde yürümek, kafasını eğip kadın yazar.


yürümek. Partir,s'en aller l'oreille basse: Tös tös bas-côté er. 1. Bir yolun yayalara ayrılan yan
çekip gitmek, utanacak duruma düşüp gitmek, bölümü, alçak kaldırım (Pour éviter tout accident,
bas bel. 1. Aşağıdan, alçaktan (Les hirondelles il estrecommandé de marcher sur les bas-côtés de
volent bas). 2. Aşağı, aşağıda, aşağıya (Ils'incline la route. Il est interdit aux véhicules de stationner
très bas pour saluer. J'habite trois étages plus bas. sur les bas-côtés). 2. (Mimarlıkta) Yapının yan
Regardez plus bas). 3. Kalın sesle (Il chante trop şahını, yan şahın (Les vitraux éclairent faiblement
bas). 4. Alçak sesle (Généralement vous parlez les bas-côtés de l'église).
bas)*k A bas: Kahrolsun (A bas la dictature). D'en basculant,e s. Sallanan, inip kalkan (Un pont
bas: Aşağıdan (Le bruit vient d'en bas). De haut en basculant. Une benne basculante).
bas: Yukardan aşağı. De bas en haut: Aşağıdan bascule diş. 1. Dayanma noktası ortada olan
yukarı. Du haut en bas de: -in hepsi; tepeden kaldıraç, çöğünçek. 2. Tahterevalli, çıngıldak. 3.
tırnağa (Du haut en bas de la société, ce fut une Baskül. § Jeu de bascule: Tahterevalli oyunu.
réprobation unanime). En bas: Aşağıda (Illoge en Politique de bascule: Denge politikası; birbirine
bas). En bas de: Aşağısında (En bas de la côte). § zıt iki yanı da hoşnut etme politikası. A bascule:
Etre bas: Durumu kötü olmak (Ce malade est bien Önden arkaya sallanabilen; sallanan, sallanmalı,
bas. Son moral est très bas). Jeter bas qch: -i sallangaçlı (Fauteuilà bascule. L'enfant avait reçu
devirmek (La Révolution a jeté bas la monarchie). comme jouet un cheval à bascule).
Mettre qn plus bas que terre: Birini yerin dibine basculer gsz. 1. Biryanı inerken öbür yanı kalkmak,
batırmak. Mettre bas: (Hayvanlar için) çöğünmek, sallanmak. 2. Dengesini yitirip
Doğurmak, kuzlamak (La vache a mis bas cette düşmek (L'ouvrier a basculé dans le vide). 3.
nuit). Mettre bas qch: -i bırakmak (Il met bas son Devrilmek (Le wagon a basculé dans le fossé). 4.
fagot). Mettre bas les armes: Silah bırakmak, gçl. Basculer qch: -i devirmek (Basculer un
teslim olmak. Mettre qch à bas: Yıkmak (Mettre charriot). 5. Basculer qn: -i fırlatmak (Basculer un
une maison à bas). Tomber bas: 1. Aşağı düşmek, ivrogne par la fenêtre).
değeri azalmak, düşmek (Le thermomètre est basculeur er. (Teknikte) Bir kabı yada bir taşıtı
tombé très bas. Les cours tombent très bas). 2. devirip boşaltmaya yarayan aygıt, *devirgi.
Küçülmek, alçalmak (Comment peut-on tomber base diş. 1. Temel (La base de la mosquée repose sur
si bas pour un morceau de pain?). Traiter qn de le rocher). 2. Temel ilke, ilke (Ce raisonnement est
haut en bas: Birini küçümsemek, tepeden fondé sur des bases solides). 3. Ana koşul, koşul
bakmak. (Etablir les bases d'un accord). 4. ask. Üs (Base
bas er. 1. Alt bölüm, aşağı kısım (Le bas d'un navale; base aérienne. Rejoindre sa base, rentrer à
village, d'une montagne). 2. er. Çorap, kadın sa base: Üssüne dönmek). S. geom. Taban (La
çorabı (Bas de laine, de soie, de fil, de nylon. base d'une pyramide, d'un triangle, d'un cube). 6.
Tricoter des bas: Çorap dokumak). 3. er. Pest. kim. Baz. 7. Altlık (Les bases d'une colonne). § A
Tok sesli, kalın sesli (sanatçı). § Au bas de: -in base de: Esas maddesi... olan (Unpoison à base
altına; -in altında, aşağısında (Il apposa sa d'arsenic: Esas maddesi arsenik olan bir ağı). Sur
signature au bas de la page). Des hauts et des bas: la base de: -den yola çıkarak; temeli üzerinden
İniş çıkışlar; iyi ve kötü durumlar (Il a connu dans (Surla base de vos propositions, une discussion est
sa jeunesse des hauts et des bas). § Bas de laine: possible). Etre à la base de qch: -in kaynağı,
mec. Küçük artırım; artırılan birkaç kuruş; kirli nedeni olmak. Jeter les bases de qch: -in temelini
çıkın. " atmak; temelini kurmak (Jeter les bases d'une
basai,e s. 1. Bazlarla ilgili, bazal (Métabolisme science, d'une organisation). Pécher par la base:
basai). 2. Başlıca, esas, başta gelen, Temelinden sakat olmak (Ce projet pèche par la
basalte er. Bazalt. base). Saper les bases de: -in temelini
basaltique s. Bazalttan oluşmuş, bazalth (Roches dinamitlemek; -i temelden yıkmak (Saper les
basaltiques). bases d'une organisation). Servir de base à qch: -in
basane diş. Meşin (Livre relié en basane). temeli olmak (Cette idée peut servir de base à notre
basané,e s. Yağız,koyu esmer, güneşte iyice yanmış entreprise).
(Peau basanée. Le teint basané d'un vieux marin). baser gçl. 1. Dayandırmak. 2. Baser qch sur qch: Bir
basaner gçl. Esmerleştirmek, kavurmak, yakmak, şeyi -e dayandırmak (ila basé son système sur des
yağızlaştırmak. calculs faux). 3. Etre basé sur qch: -e dayanmak
bas-bleu er. Yazarlık taslayan kadın; niteliksiz ( Cette prétention n'est basée sur rien). 4. Etre basé
bas-fond 142 bat

quelque part: Bir yerde üslenmek (Avions basés bassette diş. Bir tür iskambil oyunu,
sur un porte-avions). § Se baser sur qch: -e bassin er. 1. Leğen (Bassin de métal. Bassin à laver
dayanmak ("Sur quoi se basent-ils pour agir ainsi?). les mains). 2 Kefe (Bassins d'une balance). 3.
bas-fond er. 1. Çukur, ingin yer (Un bas-fond Havuz (Bassin pour la natation). 4. coğr. Havza
marécageux). 2. Sığ, sığ yer (Le navire s'est échoué (Bassin minier; Bassin parisien). S. anat. Kalça
sur un bas-fond près de l'île). 3. ç. Aşağı tabaka, (Os du bassin. Le bassin est plus large chez la
ayak takımı (Les bas-fonds de la société). femme que chez l'homme). 6. (Denizcilikte)
basicité diş. kitn. Bazlılık, bazlık niteliği (Degré de Gemilerin demirleme yeri; havuz (Le paquebot
basicité). est entré dans le bassin).
basilic er. 1. bitb. Fesleğen. 2. hayb. Bir tür bassinant,es. hlk. Kafa ütüleyen, can sıkan,
Amerika kertenkelesi. 3. Bakışıyla insanı bassine diş. Leğen, lenger (Laver la vaisselle dans
öldürdüğü anlatılan bir masal ejderi. § Yeux de une bassine).
basilic: 1. Öfkeli gözler, kötü kötü bakan gözler. bassiner gçl. 1. Tandırla ısıtmak (Bassiner un lit). 2.
2. Kolun önyüzündeki en kalın toplardamar, Hafifçe ıslatmak, tav vermek (Ma mère me
basilique diş. 1. Büyük kilise, bazilika, Ortaçağ bassinait le visage) .3. hlk. Canını sıkmak, kafasını
sonlarındaki Hıristiyan kilisesi, şişirmek (Tu me bassines avec ton amour. Il nous
basin er. Pazen. bassine à nous raconter toujours ses exploits
basique s. kim. 1. Bazal, bazik. 2. Temel (Le personnels).
français basique). bassinet er. 1. Küçük leğen. 2. (Eski silahlarda)
basket-ball er. Sepettopu, basketbol (Jouer au Falya. 3. anat. (Böbrekte) Havuzcuk. 4. mec.
basket-ball). Çıkın, para çıkını. § Cracher au bassinet:
basketteur, euse ad. Sepettopu oyuncusu, İstemeye istemeye para vermek,
"basketbolcu, basketçi. bassinoire diş. 1. Yatak tandırı. 2. hlk. Can sıkıcı
basoche diş. hlk. Hukukçular takımı, adam, kannağrısı (Quelle bassinoire!: Amma da
basque diş. (Giysilerde) Etek (Les basques de sa can sıkıcı adam ha!).
jaquette flottaient derrière lui). § Etre toujours bassiste er. müz. Kontrbas çalan, kontrbasçı,
pendu aux basques de qn: -in eteğine yapışmak; basson er. müz. Flüt türünden üfleme çalgıların en
-in ardından bir saniye ayrılmamak (Ne sois donc kalın seslisi, fagot,
pas toujours pendu à mes basques). baste, bast ! ünl. Adam sen de; aldırma, kulak asma,
basques, vead. 1. Bask. 2. er. Bask dili. § Tambour boş ver.
de basque: Tef. Parler le français comme un baste er. 1. Sinek birlisi. 2. Küfe.
basque espagnol: Fransızcayı çok kötü bastille diş. 1. (Ortaçağda) Hisar. 2. (Büyük B ile)
konuşmak, Paris'in 1789'da. halk tarafından yıkılan ünlü
bas-relief er. Alçak kabartma, zindanı ( Prise de la Bastille). 3 .mec. Buyurganhk,
basquet er. Kafesli yemiş sandığı, diktatörlük, keyfî yönetim (Les nouvelles bastilles
basse diş. müz. 1. Bas, basso (Une basse de seront détruites comme l'a été la Bastille elle-
l'opéra). 2. (Denizde) Sığhk. même).
basse-contre diş. müz. 1. En kahn bas sesi. 2. En bastingage er. (Gemilerde) Küpeşte (Appuyée sur
kalın sesli yaylı çalgı; en kalın sesli üfleme çalgı, le bastingage, elle agitait un mouchoir).
basse-cour diş. 1. Kümes (Animaux de basse-cour). bastion er. 1. (Kalelerde) Burç. 2. mec. Kale
2. Kümes hayvanları (Toute la basse-cour vient (L'Espagne est le bastion du catholicisme).
picorer). bastonnade diş. Dayak, sopa (Recevoir une
basse-courier, ère ad. Kümes bakıcısı, bastonnade. Donner une bastonnade. La peine de
basse-fosse diş. Yeraltı zindanı, la bastonnade).
bassement bel. Bayağıca, alçakça, aşağılık bir bastos[bastos]er. argo. Kurşun, mermi,
biçimde. bastringue er. hlk. 1. Kıvır zıvır, değersiz eşya
bassesse diş. Bayağılık, aşağıhk, alçaklık. § Faire (Enlève tout ce bastringue qui encombre le couloir
des bassesses à qn: -e dalkavukluk etmek, et empêche de passer). 2. Rahatsız edici gürültü;
yaltaklanmak, yaltaklık etmek, bağırtı çağırtı (Toute la nuit, il entendit de sa
basset er. Kısa eğri bacaklı bir köpek. § Cor de fenêtre un bastringue infernal). 3. Kır meyhanesi;
basset: Bir tür eğmeçli klarinet. halk eğlencesi; halk dansevi.
basse-taille diş. müz. Bariton ile bas arası ses ve bas-ventre er. Göbek altı.
böyle sesi olan sanatçı. bat er. (Kimi top oyunlarında kullanılan) Çomak.
bât 143 bâtisseur

bât er. Semer. § Savoir, sentir où le bât le blesse: bateler gsz. Meydan oyunculuğu yapmak,
Derdin nerde olduğunu bilmek; zayıf noktasını hokkabazlık yapmak, soytarılık yapmak,
bilmek (C'est là où le bât le blesse: Derdi burada batelet er. Küçük gemi.
işte; zayıf noktası burası). bateleur, euse ad. Cambaz, hokkabaz, soytarı;
bataclan er. tkz. 1. Kıvır zıvır, değersiz eşya (Range meydan oyuncusu,
un peu tout ce bataclan qui embarrasse la pièce). 2. batelier,ère ad. Kayıkçı, gemici,
Gerisi; geri kalan şeyler (Et tout le bataclan). batellerie.<% 1. Kayıkçılık, mavnacılık. 2. Bir
bataille diş. 1. ask. Savaş, savaşma, "muharebe, ırmak üzerinde işleyen teknelerin topu.
(Bataille terrestre, navale, aérienne). 2. Kavga, bâter gçl. Semer vurmak, semerlemek (Bâter un
mücadele, savaşım (La vie est une bataille sans mulet).
trêve). 3. Şiddetli tartışma; tartışma (La bat-flanc er. 1. Ahırlarda hayvanları birbirinden
publication de ce roman a donné lieu à une bataille ayıran bölme yada sınk, araltı, böğürdöven. 2.
d'idées). 4. Bir tür iskambil oyunu (Jouer à la (Koğuşlarda) Tahta bölme,
bataille). § Bataille rangée: Meydan savaşı. bath s. hlk. Çok güzel, kıyak (Tu as un bath
Champ de bataille: Savaş alanı, "muharebe costume. Elle est bath. C'est bath d'avoir un long
meydanı. Gagner, perdre une bataille: Bir savaşı congé).
kazanmak, yitirmek. Remporter, gagner une bâti er. 1. Bir marangoz işinin çatılmış durumu,
bataille sur qn: -e karşı bir savaş kazanmak, çatma. 2. Bir makinanın üzerinde kurulmuş
batailler gsz. 1. Savaşmak; çok çaba göstermek (II bulunduğu çatı, destek. 3. Giysilerin teyelle
m'a fallu batailler pour gagner ma vie). 2. Kavga tutturulmuş durumu, çatma. 4. Teyel dikişi,
etmek (Des enfants bataillaient à la sortie de la bâti,es. 1. Üstüne bina yapılmış (Propriété bâtie). 2.
classe). 3. Batailler pour: -için didinmek, Yapılmış, oluşmuş. § Bien bâti: Yakışıklı, ağzı
savaşmak (Il bataille pour ses idées. J'ai bataillé yüzü düzgün. Mal bâti: Çirkin, eciş bücüş,
pour leur faire entendre raison). 4. Tartışmak, batifolage er. Çocukça şakalar yapma; şakalaşıp
çekişmek. eğlenme; dalga, gırgır,
batailleur,euse s. ve ad. Kavgacı, çekişici (Il a un batifoler gsz. Çocukça şakalar, saçmalıklar
caractère batailleur. Un batailleur). yapmak; şakalaşıp eğlenmek, gırgır yapmak,
bataillon er. ask. Tabur. § Un bataillon de: Bir sürü dalga geçmek (Vous avez assez batifolé comme ça;
(Il a un bataillon d'enfants). passons à des choses sérieuses).
bâtard,e s. ve ad. 1. Piç (Un enfant bâtard. Un batifoleur,euse ad. Şakayı, eğlenmeyi, dalga
bâtard). 2. Soysuzlaşmış, bozulmuş (Une race geçmeyi seven, dalgacı, matrak,
bâtarde). 3. (Hayvanlarda) Kırma (Un chien batik er. Batik.
bâtard de caniche et de barbet). 4. (Mimarlıkta) bâtiment er. 1. Yapı, "bina (Les bâtiments publics;
Melez. 5. Belirli olmayan, açık olmayan (Une les bâtiments d'une faculté, d'une ferme). 2. Yapı
solution bâtarde). 6. Kısa francala (Un pain işleri, yapı sanayi. 3. Gemi, büyük tonajlı gemi. §
bâtard; un bâtard). Etre du bâtiment: O topluluktan olmak, o
bâtardise diş. 1. Piçlik. 2. Soysuzluk. 3. Melezlik, meslekten olmak; usta olmak, o işten çakmak,
batavia diş. Bir tür marul, bâtir gçl. 1. Yapmak, kurmak (Bâtir une maison. Se
bâté,e s. Semerli. § Ane bâté: Kara bilisiz; "kara faire bâtir une villa). 2. Sağlamak, yapmak (Bâtir
cahil; aptal. une fortune immense par des moyens
bateau er. 1. Gemi (Bateau à vapeur, bateau à malhonnêtes). 3. Teyelleyip çatmak (Bâtir une
voiles. Bateau de pêche, bateau de commerce, robe). 4. Bâtir qch sur qch: Bir şeyi -e
bateau de sauvetage). 2. Dil pelesengi, durmadan dayandırmak; -in üzerine kurmak (Bâtir sa
söylenip durulan şey (C'est un de ses bateaux fortune sur la misère d'autrui. Bâtir sa réputation
préférés: La corruption de la jeunesse actuelle). § sur de solides travaux). § Bâtir des châteaux en
Etre du dernier bateau: Modanın en son Espagne: Olmayacak düşler kurmak; İspanya'da
yeniliklerinden, modada olan şeylerden haberli şatolar kurmak. Etre bien bâti: Güzel vücutlu
olmak. Monter un bateau à qn: -e maval olmak, eli yüzü düzgün olmak. Etre mal bâti:
yutturmak. Mener qn en bateau: Birini atlatmak, Vücudu çarpuk çurpuk olmak, çirkin olmak,
oyalamak. bâtisse diş. 1. Bir yapımn kaba işleri. 2. Çirkin yapı,
batelage er. 1. Gemicilik, kayıkçılık, mavnacılık. 2. özel bir niteliği olmayan yapı (Détruire les vieilles
Kayıkçı ücreti. 3. (Cambazlık, soytarılık gibi) bâtisses d'un quartier insalubre).
Meydan oyunculuğu. bâtisseur,euse ad. 1. Kurucu, yaratıcı, mimar 2.
batiste 144 battre

mec. hkr. Kılkuyruk, batte de l'or, de l'argent).


batiste diş. Patiska. battement er. 1. Çırpma (Battements de mains). 2.
bâton er. 1. Değnek, baston (Bâton d'aveugle) 2. Çarpma (Battement d'une porte). 3. Atma,
Çubuk, sopa (Il se tailla un bâton pour la longue vurma, atış, vuruş (Battemen du cœur, du pouls,
promenade qu'il allait faire). 3. (Yazıda) Düz des artères). 4. (Kapı yada pencere kanatlarında)
çizgi, bacak. § Bâton de vieillesse: mec. Yaşlılıkta Bini. 5. mec. Ara, aralık, mühlet (Nous avons un
el ulağı, dayanacak kimse (Cet enfant sera un jour battement de vingt minutes pour changer de train).
votre bâton de vieillesse). Avoir son bâton de § Avoirs des battements du cœur: Kalbi çarpmak.
maréchal: Mesleğinin en yüksek noktasına batterie diş. 1. Batarya (Faire changer la batterie de
erişmek. Battre l'eau avec un bâton: Havanda su sa voiture). 2. ask. Batarya (Batterie de canons;
dövmek, boşuna çaba göstermek. Donner des batterie côtière). 3. (Orkestrada) Vuruşlu çalgılar
coups de bâton à qn: Birini sopayla dövmek. Faire takımı. 4. Takım, eşya takımı (Batterie de
des bâtons: Yazı temrinleri yapmak. Mener une cuisine). 5. mec. Başarı sağlayıcı ön hazırlık,
vie de bâton de chaise: Düzensiz bir yaşam başarı araçları. § Mettre en batterie: Ateş yapacak
sürmek, hızlı yaşamak. Mettre des bâtons dans les duruma getirmek (Mettre une arme en batterie).
roues: Güçlük çıkarmak, olmayacak engeller batteur er. 1. Dövücü (Batteur en grange: Harman
çıkarmak, tekere çomak sokmak (Il met toujours dövücü. Batteur d'or: Varakçı, altın dövücü). 2.
des bâtons dans les roues quand on tente une müz. Baterici. 3.çalkama aygıtı, çırpma aygıtı,
nouvelle entreprise). Parler à bâtons rompus: çırpıcı (Batteur à œufs). § Batteur de pavé: mec.
Dereden tepeden konuşmak. Recevoir des coups Kaldırım mühendisi.
de bâton: Değnek yemek, sopa yemek, batteuse diş. Harman makinesi, harman dövme
bâtonnat er. Baro başkanlığı, makinesi.
bâtonner gçl. Değnekle dövmek, sopa çekmek, battitures diş. ç. Demir dövülürken sıçrayan
bâtonnet er. 1. Küçük değnek, çomak. 2. Çelik kırıntılar.
çomak oyunu, battoir er. 1. Çamaşır tokacı. 2. Sopa, çomak. 3.
bâtonnier er. Baro başkanı, hlk. Kocaman el, yaba gibi el.
batraciens er. ç. hayb. Kurbağagiller. battre gçl. 1. Dövmek, vurmak (Battre un enfant
battage er. 1. Harman dövümü, harman yapma (Le pour le punir). 2. Yenmek, altetmek (Battre
battage du blé). 2. Harman zamanı. 3. hlk. Aşırı l'ennemi. Il a battu son adversaire aux élections).
dil dökme, propaganda, ağız kalabalığı yapma. § 3. Çırpmak, çalkalamak (Battre l'œuf, le beurre).
Faire du battage autour de qch: -in üzerinde çok 4. Kırmak (Battre un record). S. Tokaçlamak
gürültü yapmak, büyük propaganda yapmak (On (Battre le linge, un habit, un tapis). 6. Çakmak
a fait beaucoup de battage autour de ce livre, de ce (Battre le briquet). 7. Dövmek, dövüp ince
nouveau produit). yapraklar durumuna getirmek yada bir biçim
battant er. 1. Çan tokmağı. 2. (Kapı yada vermek (Le forgeron bat le fer. Battre l'or,
pencerede) Kanat (Uneporte à deux battants). 3. l'argent, le cuivre). 8. Karmak, karıştırmak
Taneleri, değirmenin boğaz denilen deliğine (Battre les cartes). 9. Kolaçan etmek, araştırmak,
süren aygıt, takıldan (Le battant d'un moulin). 4. araştırarak dolaşmak (Le chien bat les taillis.
(Bayrakta) Havada dalgalanan bölüm, uzun Battre les forêts, les buissons). 10. Vurmak,
parça (Le battant d'un pavillon). 5. Akla gelmedik çalmak (L'horloge battait dix heures). 11. Ateşe
durumlar için bir yana konmuş olan para. 6. tutmak, dövmek (L'artillerie commence à battre
Savaşımcı,mücadeleci (L'escrimeur est un battant les positions ennemies). 12. Çalmak (Battre le
toujours prêt à l'attaque). tambour, la grosse caisse). 13. Davul yada
battant,es. 1. Tam, tıpı tıpına (Aune heure battante; trampet çalarak ilân etmek (Battre la breloque, la
j'ai un rendez-vous à trois heures battantes). 2. chamade, la retraite). 14. Çırpmak (Battre des
Zorlu (Pluie battante). § Porte battante: mains. Battre des ailes, de l'aile). 15. Çarpmak,
Kendiliğinden kapanan kapı. Cœur battant: dövmek (Lapluie bai les vitres. Les vagues battent
Yüreği çarparak, içi titreyerek (Nous le saluons la digue). § Battre à coups de pieds, à coups de
chapeau bas et ccœur battant). Tambour battant: poings: Tekmeyle, yumrukla dövmek. Battre qn
1. Davulla zurnayla. 2. Kesinlikle, kararlı olarak, comme un plâtre: Birini çamur gibi çiğnemek,
sertlikle. Tout battant neuf: Yepyeni, gıcır gıcır, dayaktan pestilini çıkarmak. Battre qn à plate
batte diş. 1. Tokmak, tokaç, döveç, çomak, bişek couture: Dayaktan canını çıkarmak, ezmek,
(yayık kolu), tahta kılıç, şakşak. 2. Dövme (La cansız yere sermek. Battre ses flancs, sa poitrine:
battre 145 baver

Dövünmek, bağrım, göğsünü dövmek, baudrier er. Kılıç kemerinin omuz kayışı (Ceindre
yumruklamak. Battre qch en brèche: -e un baudrier).
saldırmak, şiddetle eleştirmek (Battre le trône, le baudroie diş. hayb. Fener balığı,
gouvernement en brèche). Battre pavillon: baudruche diş. 1. Balon yapmaya yarayan ince
-bandırası taşımak (Un navire de guerre battant kauçuk tabakası; öküzlerin, koyunların kalın
pavillon turc). Battre son plein: Doruk noktasına bağırsaklarından yapılan zar (Un ballon en
erişmek, bütün şiddetiyle hüküm sürmek (La baudruche). 2. Aptal ve kendini beğenmiş adam,
misère bat son plein. L'hiver bat son plein). Battre kararsız kimse (C'est une baudruche que quelques
la campagne: Saçmalamak, zırvalamak. Battre flatteries mettent en confiance). 3. Dayanıksız,
froid à qn: -e karşı soğuk davranmak (Depuis une sağlam olmayan şey. § Crever une baudruche:
semaine, il nous bat froid). Battre monnaie: 1. Balonu patlatmak, söndürmek, boşluğunu ortaya
Para basmak. 2. mec. Para kırmak. Battre le pavé: koymak.
Kaldırım mühendisliği yapmak; sokakları bauge diş. 1. Yaban domuzu ini. 2. mec. Kirli, pis
arşınlamak. Battre le chien devant le lion: "Kızım yer. 3. Kirli ve yoksul konut, çingene çergisi. 4.
sana söylüyorum gelinim sen anla. " demek. Il faut Saman ve çamur karışımı harç; kerpiç harcı,
battre le fer pendant qu'il est chaud: Demir baume er. 1. Kokulu reçine, belsem, pelesenk. 2.
tavında dövülür. Il a battu les buissons, un autre a Kokulu bitkiler (Des roches tapissées de baumes
pris les oiseaux: Davulu o çaldı, parsayı başkası sauvages). 3, mec. Merhem (Mettre, verser du
topladı. baume sur une plaie, une blessure). § Mettre du
battre gsz. 1. Çarpmak (Son cœur bat). 2. Çalmak, baume au cœur, dans le cœur de qn: -in yüreğine su
çalınmak (Le tambour bat). 3. Atmak (Sonpouls serpmek; avutmak (Après tant de malheurs,
bat vite). 4. Çalmak, vurmak (Le balancier de quelques marques de sympathie pourraient lui
pendule bat régulièrement). § Battre en retraite: mettre du baume dans le cœur).
Geri çekilmek (L'armée battait en retraite). Battre baumier er. Belsem veren ağaçların genel adı;
contre qch: -e çarpmak; -i dövmek (Lapluie bat belsemli ağaç, belsem ağacı,
contre les vitres. Les vagues battent contre le quai). bavard,e s. ve ad. 1. Geveze. 2. Boşboğaz. §Etre
§ Se battre: 1. Dövüşmek, kavga etmek (Ils se bavard comme une pie: Çenesi çok düşük olmak,
battirent à coups depoings. Se battre en duel). 2. Se çok geveze olmak,
battre avec qn: -ile dövüşmek (Cet enfant se bat bavardage er. 1. Gevezelik (Un enfant puni pour
souvent avec les galopins du quartier). 3. Se battre bavardage). 2. Boşboğazlık (Notre projet fut
contre: -e karşı savaşmak, vuruşmak (Se battre découvert à cause de vos bavardages). 3.
contre plusieurs agresseurs, contre les préjugés). Dedikodu (N'attachez pas d'importance à ces
Se battre pour: -için savaşmak ; -uğruna savaşmak bavardages calomnieux).
(Il se bat toujours pour son idéal). § Se battre les bavarder gsz. 1. Gevezelik etmek. 2. Boşboğazlık
flancs: Boşuna çırpınıp durmak; önemsiz bir etmek (Quelqu'un aura bavardé). 3. Çene çalmak
sonuç elde etmek için kendini paralamak. S'en (Perdre son temps à bavarder). 4. Bavarder avec
battre l'œil: hlk. Aldırmamak, umurunda qn: -ile çene çalmak (Elle bavarde avec ses
olmamak, vız gelip tırıs gitmek (Je m'en bats voisines).
l'œil). bavaroises, vead. Bavyeralı; Bavyera'ya değgin,
battu,e s. 1. Dayak yemiş, dövülmüş (Il a l'air d'un bavasser gsz. hlk. Gevezelik etmek, çene çalmak
chien battu). 2. Yenilmiş, yenik düşmüş, yenik (As-tu finidebavasser au téléphone avec tasœur?).
(Une armée battue). 3. Sıkıştırılmış, basılmış, bave diş. l.Salya (Essuyerlabaved'unbébé. Unfilet
basılıp, sertleştirilmiş (Tennis en terre battue). 4. de bave coulait de la gueule du chien). 2.
İşlek (Chemin battu, sentier battu). 5. Dövme (Fer (Sümüklüböcek türünden hayvanların çıkardığı)
battu). § Avoir les yeux battus: Gözlerinin Sümük. 3. mec. Kötü söz (La bave des
etrafında mor halkalar olmak; yorgun gözleri calomniateurs). 4. mec. Zehir, ağı.
olmak. Suivre les chemins battus: Alışılmış, baver gsz. 1. Salyası akmak (Un bébé qui bave). 2.
bilinen yollardan gitmek; söylenmiş şeyleri Akmak, sızmak (L'encre a bavé et fait une tache).
söylemek; "harcı alem işler yapmak. 3. Baver de qch: -den şaşıp kalmak, ağzı bir karış
battue diş. Sürek avı (Organiser une battue). açık kalmak (Baver d'admiration). 4. Baver de:
bau er. (Geminin) Güverte kirişi. -kusmak, saçmak (Baver des calomnies). S. Baver
baudet er. 1. Eşek. 2. Damızlık eşek. 3. Hızarcı sur: -e dil uzatmak, kara çalmak (Baver sur la
iskelesi. réputation d'un auteur). § En baver: Acı çekmek;
bavette 146 beau

çok ağır bir bedel ödemek (Tu en baveras). En béatifier gçl. Kilisece kutsal kişi ilân etmek,
faire baver à qn: -e acı çektirmek; yapmadığını béatifique s. Mutlu kılıcı, mutlandırıcı.
bırakmamak (Il leur en fera baver). béatitude diş. 1. Ahiret mutluluğu. 2. Büyük
bavette diş. 1. Bebek göğüslüğü. 2. Önlüğün, mutluluk, sonsuz mutluluk,
iştulumunun üst kısmı. 3. Dana filetosunun alt beatnik [bitnik] ad. Bitnik, hipi (On reproche aux
kısmı. § N'être encore qu'à la bavette: Henüz beatniks d'être sales).
çocuk olmak; daha ağzı süt kokmak. Taliler une beau, belle s. (Beau sıfatı, bir sesli yada söylenmez
bavette: Çene çalmak, hoşbeş etmek, bir hile başlayan sözcüklerin önünde bel olur). 1.
baveux, euse s. 1. Salyalı, salyası akan (La gueule Güzel (Un beau paysage, une belle maison). 2.
baveuse d'un chien). 2. Mürekkep dağıtmış, Yakışıklı, güzel (Un bel homme, une belle
mürekkebi dağılmış (Lettres baveuses). 3. tçi pek femme). 3. Takdire değer, hayran olunacak (II a
pişmemiş (Omelette baveuse). remporté un beau succès. Un beau talent; un beau
bavocher gsz. (Basımcılıkta) Dağılmak, yayılmak; génie). 4. Yüksek (Il a une belle intelligence). 5.
çapak yapmak; iyi basılmamış olmak (L'encre a Parlak (Prononcer un beau discours). 6. Büyük,
bavoché. Les caractères bavochent. Une épreuve önemli (Il a une belle fortune). 7. Kocaman, iri.
bavochée). esaslı (Une belle tranche de viande. Il en reste un
bavochure diş. Baskı lekesi, çapak, çizgi taşırtısı beau morceau). 8. Pis, berbat, rezil (Une belle
(Les bavochures d'une épreuve). bronchite, une belle brûlure). 9. Şiddetli (Une
bavoir er. Bebek göğüslüğü, belle gifle. Un beau vacarme). 10. Hoş, tatlı (Un
bavolet er. 1. Köylü kadın başlığı. 2. Arkadan beau voyage. C'est la belle vie!). 11. Gülünç,
sarkan şapka kurdelesi, aptalca (En voilà une belle demande!). 12. Boş,
bavure diş. (Basımcılıkta) 1. Döküm çapağı. 1. aldatıcı (Toutceci, ce sont de belles paroles). § Le
Baskı lekesi. 3. mec. Kusur, bel âge: Gençlik çağı. Le beau sexe: °Cinsi latif,
bayadère diş. 1. Çengi; Hint rakkasesi. 2. s. Renk kadınlar. Au beau milieu de: -in tam ortasında ( La
renk çizgili (Tissu bayadère). voiture s'est arrêtée au beau milieu de la route).
bayard, bayart er. Yük teskeresi, Beau, belle comme un astre, comme le jour: Ay
bayer gsz. Ağzı açık bakıp durmak. § Bayer aux parçası gibi güzel. Bel et bien: Adam akıllı, bal
corneilles: Alık alık havaya bakmak (Ecoutez gibi, gerçekten (Il est bel et bien malade). De plus
donc, au lieu de bayer aux corneilles). belle: Pekâlâ, yine de (Il s'était retiré mais il est
bazar er. 1. (Doğu ülkelerinde) Kapalı çarşı. Her rentré de plus belle). Pour les beaux yeux de: -in
şey satılan dükkân, mağaza, pazar. 2. hlk. hatırı için (Je le ferai pour vos beaux yeux). Tout
Düzensiz ev, dağınık yer, çıfıt çarşısı. 3. Pılı pırtı, beau: Dur bakalım, dur hele, yavaş ! Un beau jour:
dağınık eşya (Range ton bazar). § Emporter son Günün birinde, bir gün, günlerden bir gün. Il y a
bazar: Pılı pırtısını toplayıp gitmek; çekip beau temps, il y a belle lurette: Çok önce, epey
gitmek. zaman önce, bir hayli oluyor ki. Il fait beau: Hava
bazarder gçl. hlk. Satmak, okutmak (llabazardésa güzel. Il ferait beau voir que: -mek garip olur,
vieille voiture, je vais bazarder mes livres). tuhaf olur (Il ferait beau voir qu'ils agissent sans
bazooka [bazuka] er. Bazuka, roketatar, notre avis). C'est beau de f. qch.: mek hoştur,
b.c.g. er. Verem aşısı, güzeldir (C'est beau de gagner sa vie sans trop se
beagle [bigl (a)J er. İng. Tazı, İngiliz tazısı, fatiguer). Avoir beau f. qch.: Boşuna -mek (Tuas
béant,e s. 1. Çok açık, bir karış açık, fırın gibi açık, beau crier,, personne ne t'entend: Sen boşuna
kuyu gibi açık (Une blessure béante. Les yeux bağırıyorsun, kimse seni duymuyor; sen istediğin
béants). 2. Béant de qch: -den hayret»; düşmüş, kadar bağır, kimsenin seni duyduğu yok). En faire
şaşırıp kalmış (Nous étions béants d'étonnementet de belles, en dire de belles: Saçma sapan şeyler
de curiosité). yapmak, saçma sapan şeyler söylemek. En faire
béat,es. vead. 1. Çok mutlu, sonsuz hoşnut (Un air voir de belles à qn: -in başına işler açmak. Etre
béat, un sourire béat). 2. Saf, safça, aptallığa yakın dans de beaux draps: Güç durumda olmak, kötü
bir saflıkta (Il a une admiration béate pour moi). bir duruma düşmek. La bailler belle: Alay etmek,
3. ad. Sofu taslağı, softa bozuntusu, eğlenmek (Vous me la baillez belle avec vos
béatement bel. Büyük bir mutlulukla, saflıkla vantardises ridicules). L'échapper belle: Ucuz
(Sourire béatement). atlatmak, paçasını ucuz kurtarmak (Vous l'avez
béatification diş. Kilisece kutsal kişi ilân etme; échappé belle). Mettre qn dans de beaux draps:
ölmüş bir kimsenin kilisece kutsal sayılması. Birini güç duruma düşürmek, birinin başına işler
beau 147 becquée

açmak. Se faire beau: Takıp takıştırmak, fiyakalı Le bec de gaz: Sokak lâmbası, sokak feneri. En bec
giyinmek. Voir qch en beau: -i iyi yanından ele d'aigle: Kartal gagası gibi eğri (Un nez en bec
almak, iyi yanından görmek (Il voit tout en beau). d'aigle). Avoir bec et ongles: Dişli tırnaklı olmak,
A beau mentir qui vient de loin: Gurbette kendini savunmasını bilmek. Avoir bon bec:
öğünmek hamamda türkü söylemeye benzer, Çenesi kuvvetli olmak. Avoir le bec bien affilé:
beau er. Güzellik (Etudedubeau. Lebeau, lebienet Çenesi düşük olmak, çok geveze olmak. Clouer le
le vrai). § Au plus beau de: -in en güzel yerinde, en bec à qn: -in ağzını kapatmak; susturmak, ağzının
ilginç noktasında (Il s'est arrêté au plus beau du payını vermek (Je vais lui clouer le bec). Donner
récit). Faire le beau: Kasılmak, kurulmak, un coup de bec àqn: Birini gagalamak, eleştirmek ;
şişinmek (Il se rengorge et fait le beau quand il saldırmak. Etre le bec dans l'eau: Kararsızlık
reçoit des compliments). içinde olmak; bekleyiş içinde olmak. Tomber sur
belle diş. 1. Güzel kadın, güzel (Il court les belles. Il un bec de gaz: Beklenmedik bir engelle
fait la cour à une belle). 2. Sevgili (Je vais écrire à karşılaşmak; şapa oturmak,
ma belle. Viens ici, ma belle). bécane diş. hlk. 1. Manevra lokomotifi, eski
beaucoup bel. 1. Çok (Il travaille beaucoup). 2. Çok lokomotif. 2. Buhar makinesi. 3. Bisiklet,
şey (Il a beaucoup à raconter: Anlatılacak çok şeyi bécard er. Turna balığı,
var). 3. Çok mal, çok varlık (Ceux qui ont bécarre er. müz. Bekar.
beaucoup). 4. Beaucoup de: (Adların önünde) bécasse diş. hayb. 1. Çulluk. 2. tkz. Aptal kadın. §
Çok (J'ai beaucoup de livres). 5. adıl. Birçokları, Bécasse de mer: Çulluk balığı,
çok kims e( Beaucoup pensent que vous avez tort). bécasseau er. 1. Çulluk palazı. 2. Bir tür küçük
§ De beaucoup: Büyük bir farkla, kat kat (Elle çulluk.
le dépasse de beaucoup). bécassine diş. Su çulluğu. § Bécassine des marais:
beau-fils er. 1. Üvey oğul. 2. Damat, Bataklık çulluğu,
beau-frère er. 1. Kayınbirader, kayın. 2. Enişte. 3. bec-d'âne, bédane er. İskarpela, zivaqa kalemi,
Bacanak, bec-de-cane er 1. Maymuncuk. 2. Bir kapı
beaujolais er. Bojole şarabı, kilidinde, tokmağın çevrilmesiyle açılan ikinci
beau-père er. l.Kaynata,kayınpeder.2.Üvey baba. dil. 3. Gaga biçiminde kapı tokmağı,
beaupré er. (Gemilerde) Cıvadra, bec-de-corbeau, bec-de-corbin er. Kargaburnu,
beauté diş. 1. Güzellik (La beauté d'un poème, d'un kargaburun.
tableau, d'un paysage. Concours de beauté; bec-de-lièvre er. Tavşandudağı; doğuştan yank
institut de beauté). 2. Güzel kadın; güzel (J'ai vu dudak,
passer une jeune beauté). § Grain de beauté: Ben, becfıgue er. Incirkuşu.
yüzdeki güzellik beni. En beauté bel. Çok iyi bir bec-fin er. Serçe türünden kuşlar; serçegiller.
biçimde, çok parlak bir biçimde (Mourir, partir, bêchage er. (Tarlayı, bahçeyi) Belleme,
gagner en beauté). Avoir la beauté du diable: béchamel </<^.Beşamel,birtür kremalı salça (Oeufs à
Çabuk geçen bir güzelliği, parlaklığı olmak. Etre la béchamel).
en beauté: Güzelliği üstünde olmak; daha bir bêche diş. (Tarım aleti anlamıyla) Bel (D'un seul
güzel görünmek (Elle esten beauté aujourd'hui). § coup de bêche, il détache la motte de terre).
Se faire une beauté: Düzgünler sürmek, sürüp bêcher gçl. 1. Bellemek (Bêcher un jardin, un
sürüştürmek; şıklaşmak, champ). 2. Bêcher qn: tkz. Birini eleştirmek,
beaux-artser. ç. Güzel sanatlar (L'Ecoledes Beaux- çekiştirmek (Aussitôt que son voisin se soit
Arts). éloigné, il se mit à le bêcher auprès de nous).
beaux-parents er. ç. Kaynana ve kaynata, bêcheur, euse s. ve ad. 1. tkz. Başkalarını hep
bébé er. 1. Bebek (Attendre un bébé). 2. Bebeklik, eleştiren, çekiştiren (C'est un jaloux et un aigri,
çocukluk (//fait le bébé). 3.s. Bebek huylu, çocuk bêcheur et médisant). 2. hlk. Kendini beğenmiş;
gibi (Tu es resté bébé). 4. Oyuncak bebek (Un burnu büyük (Une bêcheuse qui ne vous regarde
bébé en celluloïd). même pas). 3. Tarla belleyici.
becer. 1. Gaga (Le bec d'un oiseau). 2. Uç (Lebec béchique s. Öksürük kesen (Un sirop béchique).
d'une plume. Il a nettoyé le bec de sa plume). 3. bêchoir er. (Tarım âleti) Çapa.
(Mimarlıkta) Mahmuz. 4. (Üflemeli çalgılarda) bécot er. tkz. Öpücük.
Ağızlık. 5. tkz. Ağız (Il avait sa pipe au bec). 6. bécoter gçl. tkz. Öpmek. § Se bécoter: Öpüşmek,
coğr. Dil, burun. § Une prise de bec: Ağız dalaşı, becquée,béquée diş. 1. Bir gagalık yem. 2.
tart ışma ( Elle a eu uneprise de bec avec sa voisine). Lokmacık (Donner la becquée à un petit enfant).
becquetance 148 bell-mère

becquetance,bectance diş. hlk. Yiyecek, besin, béguine diş. 1. Rahibe. 2. Sofuluğu yapmacık
becqueter gçl. 1. Gagalamak (Des moineaux kadın.
becquetant les cerises mûres). 2. hlk. Yemek (Il n'y behaviorisme er. ruhb. Davranışçılık,
a rien à becqueter ici). behavioriste s. ve ad. Davranışçı,
bécu,e s. Uzun yada kalın gagalı, belge s. Saz rengi, yapağı rengi, "bej.
bedaine diş. tkz. Kocaman karın, göbek, beigne diş. hlk. Şamar, tokat (Recevoir une beigne.
bedeau er. Papaz sınıfından olmayan kilise Donner une beigne à qn: Birine bir şamar
hizmetlisi, kayyum. indirmek)
bedon er. tkz. 1. Kocaman karın, göbek. 2. beignet er. Yağda kızartılmış börek (Beignets aux
Göbekli, şişko. § Avoir, prendre du bedon: pommes; beignets d'écrevisse. Beignets soufflets:
Göbeği olmak, göbek bağlamak, Puf böreği).
bedonnant,e s. tkz. Göbekli (Un gros monsieur Beïram, baïram er. Bayram,
bedonnant). béjaune er. 1. Kuş yavrusu. 2. mec. Toy ve bilgisiz
bedonner gsz. Göbeklenmek, göbek bağlamak, delikanlı, acemi çaylak, sarı gagalı sığırcık
bédouin,e ad. Bedevi. yavrusu.
bées, ve diş. 1. Açık, bir karış açık (Bouche bée). 2. bélandre diş. Altı düz ırmak kayığı,
Poyra. §Etre bouche bée devant qn: Birine sonsuz bêlant,e s. 1. Meleyen (Un troupeau bêlant). 2.
hayranlık içinde olmak. Rester bouche bée: Meler gibi ses çıkaran, melemeye benzeyen (Un
Hayretten ağzı bir karış açık kalmak, orateur bêlant. Un discours bêlant). 3 .mec. Bönce
béer gsz. 1. Ağzı açık durmak (La valise béait à ses sızlanan.
pieds). 2. Béer de qch: -den ağzı bir karış açılmak bêlement er. 1. Meleme. 2. mec. Ağlayıp sızlama,
(Béer d'admiration, d'étonnement). bitmez tükenmez yakınma,
beffroi er. 1. Ortaçağ savaşlarında, kentleri bêler gsz. I. Melemek. 2. mec. Aptalca sızlanmak,
kuşatmak için kullanılan tekerlekli kule. 2. yakınmak,
(Eskiden) Gözetleme kulesi. 3. Gözetleme kulesi belette diş. hayb. Gelincik,
çanı. 4. Ağaç yada demir çatı. belges, ve ad. Belçikalı; Belçika'ya özgü.
bégaiement er. Kekemelik, bdgique diş. Belçika.
bégayant,e s. 1. Kekeleyen (Orateur bégayant). 2. bélier er. 1. Koç. 2. (Eski savaşlarda surlan
mec. İkircimli, ikircikli, "tereddütlü (Une volonté dövmeye yarayan) Koçbaşı. 3. Zırhlı gemi. S
vacillante et bégayante). Bélier hydraulique: Basma tulumba,
bégayer gsz. 1. Kekelemek. 2. (Çocuk) Çat pat bélière diş. 1. Kösemen çam. 2. Askı halkası,
konuşmak. 3. gçl. mec. Gevelemek (Il nous a bélinogramme er. Telgraf usuluyle nakledilen
bégayé de plates excuses: Bize bir takım boş resim.
özürler geveledi). bélinographe er. Telgraf usuluyle resim nakleden
bégayeur,euse s. ve ad. Kekeme, aygıt.
bégonia er. bitb. Begonya.§ Charrier(cherrer)dans bélitre er. Ciğeri beş para etmez; enayi dümbeleği.
les bégonias: hlk. Abartmak, belladone diş. bitb. Güzelavratotu.
bègues, ve ad. Kekeme, bellâtre er. Kendini güzel sanan erkek, mahallenin
béguètement er. (Keçi için) Meleme, yakışığı; soğuk nevale,
bégueter gsz. (Keçi) Melemek, belle s. ve ad. 1. Güzel, yakışıklı (kadın). 2. Güzel;
bégueule diş. Horozdan kaçan kadın; iffetlilikte sevgili (Tu es ma belle).
aşırıya kaçan, eteğini göstermez kadın (C'est une belle-dame diş. Güzelavratonunun ve karapazının
bégueule qu'un rien effarouche). halk arasındaki adı.
bégueulerie diş. Aşırı iffetlilik; iffetli davranmada belle-de-jour diş. bitb. Gündüzsefası,
aşırılık, horozdan kaçma, belle-de-nuit diş. bitb. Gecesefası,
béguin er. 1. Çenenin altından bağlı kadın yada belle-doche diş. hlk. Kaynana; üvey ana.
çocuk takkesi. 2. mec. tkz. "Aşk, sevgi, belle-fiile diş. 1. Gelin. 2. Üvey kız.
vurgunluk. 3. hlk. Sevgili, dost. § Avoir un (le) belles-lettres diş. ç. Dilbilgisi, yazın ve söz sanatını
béguin pour qn: Birine vurulmak, tutulmak (Elle kapsayan genel ad, güzel yazılar,
a le béguin pour toi). § Faire un béguin: Bir kadın bellement bel. 1. Güzel ve ince bir biçimde;
tavlamak. incelikle, nazikçe. 2. Yavaşça, ılımlıca,
béguinage er. Rahibeler yurdu; rahibeler belle-mère diş. 1. Kaynana, kayınvalide. 2. Üvey
topluluğu. ana.
bell-sœur 149 bénit

belle-sœur diş. 1. Görümce. 2. Baldız. 3. Yenge. 4. Geliri yüksek olan papazlık orunu. 6. huk.
Elti. Yararlanma (Bénéfice des circonstances
bellicisme er. 'Savaşseverlik; kaba kuvvetten, atténuantes). § Bénéfice d'inventaire: 1. huk.
savaştan yana olma. Mirasçının defter tutma hakkı. 2. mec. İşi iyice
belliciste s ve ad. *Savaşsever; kaba kuvvetten ve araştırdıktan sonra kabul etme koşulu (Accepter
savaştan yana olan (Des opinions bellicistes. Un une succession sous bénéfice d'inventaire). Au
gouvernement belliciste. Les bellicistes bénéfice de: -in yaranna (Tout a tourné au
cherchaient à soulever l'opinion). bénéfice de sa famille).Tirer bénéfice de qch:
belligérance diş. 1. Savaş hali (La belligérance fut -den yararlanmak; -den kâr sağlamak,
reconnue au gouvernement des rebelles). 2. bénéficiaires, ve ad. 1. Yararlanan, kâr sağlayan,
"Muhariplik, kân olan; "lehtar (Il a été le principal bénéficiaire
belligérants s. ve ad. Savaşan; savaşçı; "muharip du testament). 2. Kârla ilgili (La marge
(Les puissances belligérantes. Les belligérants bénéficiaire d'un commerçant). 3. Kârlı
repoussèrent les offres de paix). (L'entreprise s'est révélée bénéficiaire).
belliqueux, euse s. 1. Savaşı seven, savaşçı, savaşçıl bénéficier er. Kiliseden geliri olan papaz,
(Un peuple belliqueux, une nation belliqueuse). 2. bénéficier gsz. 1. Kâr etmek. 2. Bénéficier de qch: a)
Kavgacı (Un enfant belliqueux; une humeur -den yararlanmak (Il a bénéficié de l'indulgence
belliqueuse). du jury). b)-e sahip olmak (Bénéficier de grands
bellot, tes. tkz. Minik, cici, nonoş, avantages. Il bénéficie d'un traitement élevé).
belluaire er. 1. (Eskiden) Vahşi hayvanlarla bénéfiques. Yararlı (Le voyage lui a été bénéfique).
dövüşen gladyatör. 2. (Bugün) Vahşi hayvan benêt s. ve ad. Bön, enayi, alık. § Faire le benêt:
eğiticisi. Bönlük, enayilik etmek,
belote Bir tür iskambil oyunu (Faire une belote). bénévolat er. Hayır.
belvédère er. 1. Cihannüma, görülük; dam köşkü. bénévole s. 1. İyi niyetli, bir karşılık ve çıkar
2. Yöreye egemen yer; yörede her yanı beklemeyen (Une aide, un service bénévole). 2.
görebilecek nokta, Gönüllü (Infirmière bénévole).
bémol er. müz. Bemol. bénévolement bel. 1. İyi niyetle; hayır için. 2.
bémoliser gçl. müz. Bemol koymak, bemollemek. Gönüllü olarak, hiçbir çıkar ve karşılık
ben bel. (Kırsal kesimde bien yerine kullanılır). îyi, beklemeden (Il travaille bénévolement).
peki. § Eh ben: Eh, peki. bengali er. 1. Bir tür serçe. 2. Bengaldili, Bengalce.
bénarde diş. İçten ve dıştan açılan kapı kilidi, bénignement bel. İyi yüreklilikle, tatlılıkla, iyilikle;
bene [bene] bel. lat. tkz. İyi. § Nota bene: İyi dikkat zararsızca
ediniz; dikkat. bénignité diş. 1. İyi yüreklilik, tatlılık, yumuşak
bénédicité er. Katoliklerin yemekten önce huyluluk(Le président du tribunal l'interroge
okudukları duanın adı. avec bénignité). 2. Dokuncasızlık, zararsızlık,
bénédictin, e ad. 1. Aziz Benoît tarikatindenolan. 2. "selimlik (La bénignité d'une maladie).
diş. Benediktin likörü. § Un travail de bénédictin: bénin, bénigne s. 1. İyi yürekli, yumuşak huylu,
Çok sabır ve dikkat isteyen bir iş. yumuşak (Une humeur bénigne, un critique
bénédiction diş. 1. Hayır dua (Elle recueille les bénin). 2İ Dokuncasız, zararsız, "selim (Un
bénédictions du pauvre). 2. Hayırla anma. 3. remède bénin; une tumeur bénigne).
Tanrının lütfü. 4. Büyük bir şans, beklenmedik béni-oui-ouier. ç. Evetefendimci; her şeye eyvallah
bir mutlu şey. 5. Kilisede yapılan kutsama duası. diyen, her şeye kavuk sallayan (Une assemblée de
6. Duayla kutsayıp hizmete sokma (Bénédiction béni-oui-oui).
d'une église, d'une cloche, d'un navire). § bénir gçl. 1. Dua etmek, hayır dua etmek (Le prêtre
Bénédiction nuptiale: Nikâh duası. Donner sa bénit la foule des fidèles). 2. Rahmet okumak. 3.
bénédiction à qn: Birinin kanılarına bütün Şükretmek, çok sevinmek (Je bénis le concours de
yüreğiyle katılmak; birini "tasvipetmek, tutum ve circonstances qui nous a réunis). 3. Şükranla
düşüncelerini benimsemek, beğenmek, anmak (Je bénis le médecin qui m'a sauvé). 4.
bénef er. hlk. Çıkar; yarar; kâr. Hamdetmek (Bénir Dieu). S. Kutsamak, kutlu
bénéfice er. 1. Yarar (Quel bénéfice avez-vous à kılmak (Bénir un mariage. L'évêque bénit les
mentir?). 2. Kâr (Cette année il a réalisé de beaux bateaux qui partent pour la grande pêche).
bénéfices). 3. Yardım (Ilcomptesurlebénéficedes bénit,e s. Dinsel törenle duası yapılıp kutsal
événements). 4. Üstünlük (Bénéfice d'âge). S. kılınmış, okunmuş; kutsanmış (Eau bénite, pain
benitier 150 bergerette

bénit). § C'est pain bénit: 1. Oh oldu; tam hak bercail er. 1. Ağıl. 2. mec. Hak yolu. 3. mec. Baba
etmişti bunu. 2. İyi bir fırsat bu, Tanrının bir ocağı, baba evi, yuva (Revenir, rentrer au bercail.
lütfü... Retour au bercail).
bénitier er. 1. (Kiliselerde) Okunmuş su kabı. 2. berçant,e s. 1. Sallanan, sallantılı, salıncaklı (Une
İstiridye kabuğu. § Grenouille de bénitier: hlk. chaise berçante). 2. diş. Sallanan sandalye,
Softa. Se démener, s'agiter comme un diable dans sallantılı koltuk, salıncaklı koltuk,
un bénitier: tkz. Çok rahatsız bir durumda olmak ; berceau er. 1. Beşik (Du berceau à la tombe:
kötü bir durumdan kurtulmak için çırpınıp Beşikten mezara kadar). 2. mec. Çocukluk çağı,
durmak. Saca basmış çingene gibi çırpınmak, bebeklik çağı. 3. Doğum yeri (La Corse, ce
benjamin,e ad. 1. En çok sevilen evlât. 2. Bir berceau de Bonaparte). 4. mec. Kaynak, bir şeyin
ailenin, bir topluluğun en küçük kişisi (La ilk ortaya çıktığı yer (L'Asie centrale est le berceau
benjamine de la famille). de la civilisation). 5. (Taşçılıkta) Beşik kalem. 6.
benjoin er. Aselbent. (Yapıcılıkta) Beşik tonoz. 7. (Bahçelerde) Beşik
benne, banne diş. 1. Hamal küfesi. 2. Bağ biçiminde çardak. 8. (Makinelerde) Yatak, yastık
bozumunda kullanılan üzüm sepeti. 3. Kömür (Berceau de moteur). § Au berceau, dès le
ocaklarında, kömür taşımaya özgü küçük vagon; berceau: Küçük yaştan, küçüklükten beri.
bu kömürü yukarı çıkarmakta kullanılan metal bercelonnette, barcelonnette diş. Asma beşik,
kafes. 4. Yük kamyonlarının inip kalkan kasası, bercement er. 1. Beşik sallama; sallama (Le
benoît,e s. 1. İyi yürekli, iyiliksever. 2. mec. bercement des flots). 2. mec. Oyalama, sallama,
Görünüşte iyi yürekli, içi düşman dışı dost (C'est bercer gçl. 1. Beşikte yada kucakta sallamak
un benoît personnage qui racontait sur vous, dès (Bercer un enfant dans ses bras). 2. Sallamak,
que vous étiez parti, des histoires abominables). 3. üğrülemek (Dans le port, les vagues berçaient les
Kutsanmış, kutlu. 4. Sofu. barques). 3. mec. Yatıştırmak, unutturmak
benoîte bitb. Mübarekotu. (Bercer une peine, une douleur). 4. Bercer qn de
benoîtement bel. 1. Yapma bir iyi yüreklilikle; qch: Birini -ile oyalamak (On l'a bercé de vaines
iyiliksever görünerekten. 2. Yalancı sofulukla, promesses). § Bercé de qch: -ile dolu (Il a eu une
benzine diş. Benzin (Nettoyer une tache avec de la enfance bercée de légendes pittoresques). § Se
benzine). bercer de qch: -ile oyalanmak; kendini -e
benzoateer. kim. Aselbent asidi tuzu. kaptırmak (Ilse berce d'illusions. Tu te berces des
benzoïque (acide) er. kim. Aselbent asidi, °asit promesses qu'on t'a faites).
benzoik. berceur, euse .s. Uyku getirici, ninni gibi, tatlı (Un
benzol er. Benzol. rythme berceur).
béotien, ne s. ve ad. Kalın kafalı, kaba ruhlu, berceuse diş. 1. Ninni. 2. Salıncaklı koltuk. 3. Beşik
hantal. sallayan kadın,
béotisme er. Kalın kafalılık, kaba ruhluluk, béret er. Bere (Béret de marin).
hantallık. bergamote diş. 1. Beyarmudu. 2. Bergamot
béquillard,e s. ve ad. Koltuk değnekli; koltuk (Essence de bergamote. Bonbon à la bergamote).
değneğiyle yürüyen, bergamotier er. Bergamot ağacı; beyarmudu ağacı.
béquille 1. Koltuk değneği (Se déplacer avec des berge diş. 1. Kıyı, kenar, yamaç (Berge d'un grand
béquilles, s'appuyer sur une béquille). 2. Destek fleuve. Berge d'un canal. Berge d'un chemin,
(Mettre une béquille sous une voiture). 3. berge d'un fossé). 2. Bir tür dar ve uzun sandal. 3.
(Kapılarda) Topuz. 4. (Karaya oturmuş gemilere argo. Yaş, yıl (Des types de cinquante berges: Elli
vurulan) Payanda, yaşında adamlar).
béquiller gsz. 1. Koltuk değneğiyle gezmek. 2. gçl. berger, ère ad. 1. Çoban (Le berger conduit le
Payanda vurmak (Béquiller un navire). troupeau vers le pâturage. La bergère marche une
béquillon er. (Yürürken dayanmak için kullanılan) baguette à la main. Cabane de berger; chien de
Değnek. berger). 2. mec. Önder, baş (Ces gens vous
ber, bers er. 1. (Eskiden) Beşik. 2. (Şimdi) Gemi trompent, ne les suivez pas, ce sont de mauvais
kızağı. 3. Araba korkuluğu, bergers). 3. Çoban köpeği (Un berger allemand).
berbères, vead. Berberi. § L'étoile du berger: Çoban yıldızı, Venüs
berbéridacées, berbéridées diş. ç. bitb. gezegeni.
Kadıntuzluğugiller. bergerette diş. 1. Çoban kızı. 2. Çobanaldatan
herhéris er. bitb. Amberbaris, kadıntuzluğu. kuşu. 3. Bir tür çoban türküsü.
bergerie 151 besoin

bergerie diş. 1. Ağıl (Les moutons sont dans la düşmek, beş paraya muhtaç kalmak,
bergerie). 2. ç. Çoban sevilerini konu edinen şiir, besaiguë, bisaiguë diş. 1. Camcı çekici. 2. İki ağızlı
öykü, oyun (Les bergeries de Racan). § Enfermer keser.
le loup dans la bergerie: Kediye ciğer teslim besant er. (Haçlı seferleri sırasında Avrupa'ya
etmek. sokulan) Bizans sikkesi,
bergeronnette diş. hayb. Çobanaldatan (kuşu), bésef, bézef bel. hlk. Çok (Je n'en ai pas bésef).
berginisation diş. Huy kömüründen petrol elde beset, bessas er. (Tavla oyununda, zar oyunlarında)
etme yöntemi, Hep yek.
béribéri er. Beriberi. B vitamini eksikliğinden ileri besicles ç. alay. Gözlük,
gelen sayrılık. bésigue er. Bezik oyunu, bezik,
berle dış. bitb. Sukerevizi. besogne diş. İş, çalışma, görev (Il est accablé par sa
berline diş. 1. Bir tür lando arabası. 2. (Maden besogne quotidienne). § Aller vite en besogne: Eli
ocaklarında) Küçük yük arabası, çabuk olmak; kısa sürede iyi iş çıkarmak. Avoir
berlingot er. 1. Bir tür kupa arabası. 2. tkz. Kötü fait de la belle besogne: tkz. İyi halt etmek (Vous
araba. 3. Akide şekeri, avez fait de la belle besogne!: İyi halt ettiniz!).
berlinoises, ve ad. Berlinli. Abattre de la besogne: Çok iş görmek, az zamanda
berlue diş. Göz kamaşması. § Avoir la berlue: çok iş yapmak, kendisine iş dayanmamak. Mettre
Yanılmak, gerçeği görememek (Si je n'ai pas la la main à la besogne: Elini işe atmak, bizzat
berlue, c'est bien votre père qui vient). çalışmak. Tailler de la besogne à qn: 1. -e iş
berme diş. (Hendek, kanal gibi yerlerde) Kenar göstermek. 2, -in başına işler açmak (Tu lui as
yolu; daracık yol. taillé de la besogne).
bermuda er. Bermuda (Ilportait un bermuda). besogner gsz. Çalışmak, iş görmek,
bernache, barnache, bernacle</tj. hayb. Denizkazı, besogneux,euse s. ve ad. Geçim sıkıntısı çeken;
akbaş. ihtiyaç içinde olan (Des parents besogneux. Un
bernardin, e ad. Saint Bernard tarikatından rahip besogneux, une besogneuse).
yada rahibe, besoin er. 1. Gerekseme, gereksinim, gereksinme,
bernard-l'hermlte, bernard-i'ermite er. hlk. "ihtiyaç (Besoin d'argent, besoin d'affection,
Pavurya, yengeç, besoin de parler). 2. Yoksulluk (il est dans le
berne diş. 1. Birini dört köşesinden çekilip gerilmiş besoin, il faut lui venir en aide). 3. ç. Geçim;
bir kilim üzerinde hoplatma biçiminde yapılan yaşamak için gerekli olan şeyler. § Au besoin:
muziplik; altıokka (Onluiafaitsubirlaberne). Gerektiğinde, "icabında (On peut, au besoin, se
2. Alay, şaka, eğlenme. § En berne: Yarıya dispenser de le prévenir). Pour les besoins de la
indirilmiş, yarıya çekilmiş (Drapeau en berne, cause: Durum gereği (Il a improvisé une
pavillon en berne). Mettre en berne: Yarıya explication de son retard, faite pour les besoins de
indirmek, yarıya çekmek (Ona mis les drapeaux la cause, et à laquelle personne n'a cru). Avoir
en berne et on a décrété un deuil national). besoin de qch: -e ihtiyacı olmak, -i "gereksinmek
berner gçl. 1. Berner qn: Birini işletmek, alaya (J'ai besoin d'unstylopour écrire). Avoir besoin de
almak (A vec cette comédie du sport, on berne toute f. qch: -meye ihtiyacı olmak; -mesi gerekmek;
la jeunesse du monde). 2. Aldatmak, atlatmak -mek zorunluğunda olmak (Tu as besoin de
(Elle bernait cet homme crédule en inventant gagner ta vie. Il a besoin de se reposer. Nous
chaque jour de nouvelles raisons pour s'absenter). n'avons pas besoin de l'attendre, il nous
3. (Bir kilim yada örtü üzerinde) Hoplatmak; altı rejoindra). Avoir bien besoin de f. qch: -mesi pek
okka etmek. mi gerekmek; -mesi pek de gerekmemek (Vous
bernicle diş. hlk. Denizkazı, akbaş, aviez bien besoin de le lui dire: Bunu ona
bernique Uni. hlk. Ne gezer! Nerde! Boşuna! Ham söylemeniz pek mi gerekliydi; bunu ona
hayal! (Il faut de l'argent pour être heureux; sans söylememeliydiniz). Faire ses besoins: Dışarı
argent, bernique!). çıkmak, aptes bozmak. Faire ses petits besoins:
bersaglier er. İtalyan hafif piyade eri. İşemek, çişini yapmak, küçük aptestini yapmak.
berthe diş. 1. Kadınların dekolte üstüne giydikleri Satisfaire un besoin pressé: İşemek. Sentir,
éprouver le besoin de: -gereksinimi duymak.
pelerin. 2. Süt güğümü,
Subvenir, pourvoir aux besoins de qn: -in geçimini
béryl er. Zümrüt kökenli türlü taşların genel adı
sağlamak; ihtiyaçlarını karşılamak (Il subvient
(Béryl vert, béryl bleu).
aux besoins de ses parents. Il pourvoit aux besoins
besace diş. Heybe. § Etre réduit à la besace: Yoksul
besson 152 beuglante

d'une nombreuse famille). S'il en est besoin, si Aptallık etmek, kafasızlık etmek, işi aptallığa
besoin est: Gerekirse. II n'est pas besoin de, point vurmak. Grosse bête, grande bête: (Sevgi anlatır)
n'est besoin de f. qch: -mek gerekmez; -meye hiç Koca kafa! Hay koca aptal! 3. s. Aptal, kaz kafalı
gerek yok (Il n'est pas besoin de chercher (Tu es vraiment bête!). Etre bête comme ses pieds,
longtemps pour trouver ce que tu demandes). comme une cruche: Çok aptal olmak. Etre bête à
Qu'est-il besoin de f. qch: -meye ne gerek var manger du foin: Eşek kafalı olmak; önüne samanı
(Qu'est-il besoin d'aller chercher l'enfer dans koy yesin. Etre bête de f.qch: -mekle aptallık
l'autre vie?). etmek (Je suis bête d'avoir agi de la sorte). C'est
besson,ne 5. vead. (Eskimiştir) İkiz. bête comme chou: Çok kolay; basit bir şey bu.
bestiaire er. 1. Yırtıcı hayvanlarla güreşen C'est bête: Saçma; tuhaf (C'est bête, je ne m'en
gladyatör. 2. (Ortaçağda) Hayvan öyküleri kitabı souviens pas).
(Bestiaire illustré). bétel er. Hindistanda yetişen bir tür tırmanıcı biber
bestial,e s. Hayvanca, hayvanlara özgü (Colère, ağacı, tembul,
violence bestiale. Amour bestial). bêtement bel. Aptalca, enayice (Il a été tué bêtement
bestialement bel. Hayvanca, dans un accident de voiture).
bestialiser gçl. Hayvanlaştırmak. bêtifiant,e s. Aptallaştıran, alıklaştıran (Journal
bestialité diş. 1. Hayvanlık, hayvanca kabalık. 2. bêtifiant; film bêtifiant).
Hayvanlarla cinsel ilişkide bulunma, hayvan bêtifier gçl. 1. Aptallaştırmak, alıklaştırmak,
düzücülük. sersemleştirmek. 2. gsz. Saf. saf konuşmak; işi
bestiaux er. ç. 1. Çiftlik hayvanları, sürü hayvanları saflığa, çocukluğa vurarak konuşmak (Père qui
(Les bestiaux de la ferme). 2. er. Hayvan (Qu'est- bêtifie avec son jeune enfant). § Se bêtifier:
ce que c'est que ce bestiau?). Sersemlemek, alıklaşmak (On se bêtifie à rester
bestiole diş. Hayvancık, küçük böcek, böcecik. longtemps sur la plage).
béta, bêtasse s. ve ad. hlk. Aptal; kaz kafalı, kaz bêtise diş. 1. Budalalık, aptallık (Faire preuve de
(C'est un gros béta. Voilà une fille bêtasse). bêtise: Aptallık etmek. Il est d'une rare bêtise). 2.
béta er. Beta; Yunan abecesinin ikinci harfi. § Budalaca söz yada iş (Il ne cesse pas de dire des
Rayons béta: fiz. Beta ışınları, bêtises). 3. Çılgınlık, delice bir davranış (Il faut
bétail er. Sürü hayvanları, hayvan. § Le gros bétail: l'empêcher de faire des bêtises). 4. Önemsiz şey,
Mal, yılkı; büyük baş hayvanlar. Le petit bétail: bir hiç ((Il passe son temps à des bêtises. Se
Davar, küçük baş hayvanlar. Traiter qn comme brouiller pour une bêtise).
du bétail: Birine karşı hayvan gibi davranmak, bétoire diş. 1. Yağmur çukuru. 2. Kimi akarsuların
hayvan gibi işlem yapmak, içinde yitip gittiği derin çukur; düden,
bétaillère diş. Hayvan vagonu; hayvan taşımak için béton er. 1. Beton (Un mur de béton, un pont en
kafes, hayvan kafesi (Transporter des vaches en béton). 2. mec. (Sporda) Aşın savunma, çok
bétaillère). güçlü savunma (Faire le béton: Aşırı savunma
bête diş. 1. İnsan dışındaki bütün hayvanlara verilen yapmak, çok güçlü bir savunma yapmak).
ortak ad, "behime (Bêtes et gens). § Bête à bon bétonnage er. Betonlama; beton atma, beton
dieu: Hanım böceği. Bête de somme: Yük dökme.
hayvanı. Bête de trait: Koşum hayvanı. Bête à bétonner gçl. 1. Betondan yapmak (Bétonner un
cornes: Boynuzlu hayvan. Bête fauve: Yırtıcı immeuble). 2. (Futbolda) Aşın savunma yapmak,
hayvan (Le lion et le tigre sont des bêtes fauves). çok güçlü bir savunma yapmak,
Bêtes puantes: Tilki, sansar, porsuk gibi pis bétonnière diş. Beton karmaya yarayan makine;
kokulu hayvanlar. La bête noire: En çok tiksinilen beton karmacı,
kimse (C'est ma bête noire). Chercher la petite bette, blette diş. Pazı.
bête: Öküz altında buzağı aramak; ille bir kusur betterave diş. Pancar (Betterave sucrière; salade de
bulmaya çalışmak (Son seul souci est de chercher betteraves).
la petite bête dans le travail des autres). Etre betteravier, ère s. 1. Pancara değgin (Culture
malade comme une bête: Çok rahatsız olmak ; ağır betteravière). 2. er. Pancar üreticisi,
hasta olmak. Regarder qn comme une bête bétyle er. Eskilerin Tann evi gözüyle bakıp bir put
curieuse: Deve nalbant dükkânına bakar gibi gibi taptıklan kutsal taş.
bakmak; hayret ve merakla bakmak. Morte la beuglant er. hlk. Çalgılı gazinonun bayağısı, baloz,
bête, mort le venin: Yılan gitti, tehlike bitti. 2. beuglante diş. Avaz avaz çığnlan türkü; gürültülü
Kafasız, hayvan gibi adam. S Faire la bête: protesto (Pousser une beuglante).
beuglement 153 biche

beuglement er. 1. Böğürme (Le beuglement du yanlamasına, verev gitmek. 2. Dolambaçlı


taureau). 2. Büyük gürültü, bağırtı (Beuglement yollara baş vurmak (Avec moi, il est inutile de
d'un chanteur; beuglement d'une fanfare). biaiser, allez droit au fait).
beugler gsz. 1. Böğürmek. 2. mec. Bangır bangır bibelot er. 1. Biblo. 2. Değersiz ve önemsiz şey,
bağırmak. 3. gçl. Boğazını yırtarcasına okumak zımbırtı.
(Beugler une chanson). biberon er. Emzik, biberon (Nourrir un enfant au
beurre er. 1. Tereyağı (Mettre du beurre sur une biberon).
tartine). 2. Koyu bitkisel yağ (Beurre de cacao; biberon,ne s. İçki düşkünü,
bourre de noix de coco). § Assiette au beurre: biberonner gsz. tkz. Aşırı ve sık sık içmek,
Yağlı kuyruk. Beurre salé: Tuzlu yağ. Beurre bibi er. tkz. 1. Küçük kadın şapkası. 2. adi. hlk.
fondu: Erimiş yağ. Beurre noir: Yanmış yağ. Ben, bendeniz (C'est à bibi: Bu benimdir,
Beurre rance: Acımış yağ. Petit-beurre: Bisküvi. bendenizindir. C'est bibi qui a fait ça: Bunu yapan
Au beurre noir: Morarmış (Ckilau beurre noir). bendeniz).
Comme dans du beurre: hlk. Çok kolayca, bibine diş. hlk. Kötü içki, berbat içki.
kolaylıkla (La viande est tendre, le couteau y bible diş. 1. Tevrat ve İncil'in bir aradaki nüshası,
entre comme dans du beurre). C'est du beurre: Kutsal kitap. 2. Her an başvurulan temel kitap
Çok kolay; çok kolay bir iş bu. Compter pour (Ce dictionnaire était pour lui une véritable bible).
du beurre: Hesaba katılmamak, sayılmamak. § Papier bible: Çok ince baskı kâğıdı,
Faire son beurre: Varsıllaşmak, zengin olmak, bibliographe er. Kitap bilgini; 'kaynakçacı,
dünyalığını doğrultmak. Mettre du beurre dans bibliographie diş. "Bibliyografya, 'kaynakça,
les éplnards: Durumu düzeltmek, durumu bibliographique s. Kaynakçaya değgin (La notice
kurtarmak (Ça met du beurre dans les épinards). bibliographique).
beurré er. Ağızda eriyen bir tür armut, bibliomancie diş. Kitap falı.
beurrée diş. Tereyağı sürülmüş ekmek dilimi, bibliomane er. Kitap meraklısı, *okursu.#
beurrer gçl. Tereyağı sürmek (Beurrer du pain, les bibliomanie diş. Kitap merakı, kitap düşkünlüğü,
tartines). 'okursuluk.
beurrerie diş. 1. Yağhane. 2. Yağ sanayii, bibliophile ad. Kitapsever,
beurrier,ère s. 1. Tereyağına değgin (Industrie bibliophilie diş. Kitapseverlik,
beurrière). 2. er. Yağ tecimiyle uğraşan, yağ bibliothécaire ad. Kütüphaneci; kitaplık memuru,
satıcısı. 3. er. Yağ kabı. 4. diş. Yayık, bibliothéconomie diş. 'Kitaplıkbilim,
beuverie diş. fçki âlemi (Le repas dégénéra en kütüphanecilik,
beuverie). bibliothèque diş. Kitaplık, kütüphane
bévue diş. 1. Yanılgı, yanlışlık, "hata (Commettre (Bibliothèque nationale, municipale,
une bévue. Les bévues des hommes politiques). 2. universitaire. Une bibliothèque de prêt). § Un rat
Saçmalık, aptallık, düşüncesizlik (Quelle bévue de bibliothèque: Kitaplık faresi; bütün zamanını
de les inviter ici). kitaplıklarda geçiren kimse. Une bibliothèque
bey er. T. Bey (Le bey de Tunis). ambulante: Ayaklı kütüphane; her şeyi bilen
beylical,e s. Beye değgin; beyliğe değgin (Le kimse.
gouvernement beylical). bibliques. Kutsal kitaba değgin (Etudes bibliques).
beylicat er. Beylik, bey ülkesi, bicaméralisme, bicamérisme er. Çift meclisli
yönetim, çift meclislilik (Bicaméralisme
bézoard er. Bazı hayvanların midesinden çıkan ve
britannique).
panzehirtaşı demlen taş.
bicarrées, mat. Dördüncü kuvvetten,
biais er. 1. Eğildik, eğik yön, eğik çizgi (Le biais
bicentenaire s. 1. İkiyüz yıllık (Une tradition
d'un mur, d'une voûte). 2. mec. Dolaylı yol,
bicentenaire). 2. er. İkiyüzüncü yıldönümü (Le
dolambaçlı çare (Il cherche un biais pour éviter
bicentenaire de l'indépendance américaine).
cette démarche). § De biais, en biais: bicéphale s. İki başlı, çiftbaşh (L'aigle bicéphale).
Yanlamasına, verevliğine, yan (Regarder de biceps s. ve ad. anat. Bir ucu çatal (kas); kas
biais. Traverser la (Accorder une augmentation (Gonfler les biceps pour montrer sa force) § Avoir
de salaire par le biais d'une indemnité spéciale). des biceps: Pazusu kuvvetli olmak,
biais,es. 1. Yanlamasına, verev (Unpont biais). 2. biche diş. 1. Dişi geyik, maral. 2. mec. Kibarlığa
Dolambaçlı (Une réponse biaise). özenen kadın; nazeninliğe özenen kenarın
biaiser gsz. 1. Yanlamasına, verev olmak; dilberi. § Ventre de biche: Açık kula rengi.
bicher 154 bien

bicher gsz. hlk. 1. Yolunda gitmek, iyi gitmek (Ça bidonville er. Gecekondu mahallesi; gecekondu
biche: İşler yolunda gidiyor). 2. tkz. Eğlenmek, semti.
keyif çatmak (Il biche). bidule er. hlk. Alet, şu şey (Passe-moi ton bidule,
bichette diş. Yavru maral; sevgili, cici (Viens, ma que je répare mon vélo).
bichette). bief er. 1. Değirmen arkı. 2. (Gemi işleyen
bichon,ne ad. 1. Uzun dalgalı ve yumuşak tüylü bir kanallarda) İki kapak arası.
cins fino köpeği. 2. İpek şapkaları temizlemek için bieüe diş. Devim ileten kol, "hareket kolu (Bielles
kullanılan bir tür küçük yastık, d'un moteur).
bichonner gçl. 1. (Saçlan) Kıvırmak. 2. Süslemek bien er 1. İyilik, hayır (Penser au bien général). 2. İyi
(Bichonner un enfant) § Se bichonner: Süslenmek (Distinguer le bien du mal). 3. Mal, anamal (Il a
(Elle passe des heures devant la glace à se dépensé tout son bien. H considère comme son bien
bichonner). tout ce qu 'il trouve). 4. Mülk (Les biens vacants ont
bicolore s. tki renkli (Une écharpe, un drapeau été nationalisés). § Pour le bien de: -in yararına; -in
bicolore). iyiliği için (C'est pour le bien de votrefrère queje lui
biconcave s. tki yüzü içbükey, iki yüzü obruk dis cela). Dire du bien de qn; parler en bien de qn:
(Lentille biconcave). Birinin lehinde konuşmak. Mener qch à bien: -i
biconvexe s. İki yüzü dışbükey, iki yüzü tümsek başarmak, iyi bir sonuca vardırmak. Changer qch
(Lentille biconvexe). en bien: Düzeltmek, "ıslah etmek. Avoir du bien:
bicoque diş. 1. (Eskiden) Zayıf kale. 2. Ev Malı mülkü, serveti olmak. Vouloir du bien à qn:
bozuntusu, kulübe (Il loge dans une bicoque Birinin iyiliğini istemek (Je lui veux du bien).
sordide. Habiter une vieille bicoque). 3. Küçük Fairedu bien à qn: -e iyi gelmek (Le grand air vous
kent. fera du bien). Prendre qch en bien: -i iyiye almak,
bicorne s. ve ad. 1. Çift uçlu (L'utérus bicorne d'un kötüye almamak (Il faut prendre en bien les
mammifère). 2. tki uçlu köşeli şapka (Un bicorne remarques qui vous sont faites). Etre du dernier
d'académicien). bien avec qn: -ile arası çok iyi olmak; -in yakını
biculturalismeer. İki kültürlülük (Lebiculturalisme olmak, aralarından su sızmamak. Périr corps et
du Canada). biens: İçindeki yolcu ve eşya ile birlikte batmak
biculturel,le s. İki kültürlü (Pays biculturel). (Le navire a péri corps et biens). En tout bien tout
bicycle er. Ön tekerleği döndürülen eski biçim honneur: İyi niyetle, hiç bir şey beklemeden (II
bisiklet. l'entoure d'attentions en tout bien tout honneur).
bicyclette diş. Bisiklet; *çifteker. Grand bien vous fasse: Al da hayrını gör; sana
bidasse er. hlk. Asker. mübarek olsun. Bien mal acquis ne profite jamais:
bide er. hlk. 1. Karın, göbek (Avoir un gros bide). 2. Haram maldan hayır gelmez. Le mieux est
Fiyasko, başarısızlık. 3. Yalan, palavra (Ce n'est l'ennemi du bien: En iyi, iyinin düşmanıdır; bir
pas du bide, c'est vrai). § Faire un bide: şeyin en iyisini yapayım diye beklersen hiç bir şey
(Tiyatroda) Tam bir başarısızlığa uğramak, yapamazsın.
bident er. İki çatallı yaba. bien s. 1. İyi, güzel, yakışıklı (Elle a dû être bien dans
bidet er. 1. At (Enfourcher son bidet). 2. Taharet sa jeunesse). 2. Yetkili, güvenilir, ciddî (C'est un
çanağı, bide. homme bien à qui on peut confier ce travail). 3.
bidoche diş. hlk. Et (On nous a servi à midi une Rahat, hoş (On est bien à l'ombre de ces arbres). §
infâme bidoche). Etre bien avec qn: -ile arası iyi olmak (Il est bien
bidon er. 1. Aşağı yukarı beş litrelik kova, çotra avec son directeur).
(Bidon de lait). 2. Teneke, bidon (Bidon bien bel. 1. İyi, gereği gibi (Il a bien agi). 2. İyi
d'essence). 3. Matara (Bidon de campeur, bidon koşullarla (lia bien vendu sa voiture). 3. Pek, pek
de soldat). 4. hlk. Mide, karın, işkembe (Se çok (Je suis bien content de vous voir en bonne
remplir le bidon: İşkembesini şişirmek, bir şeyler santé). 4. Aşağı yukarı, hemen hemen (Ilya bien
yemek). 5. hlk. Yalan, uydurma, palavra (C'est du dix ans). § Bien de, bien des: Birçok, pek çok (Il
bidon. Ce n'est pas du bidon, c'est l'exacte vérité). nous donne bien du souci; tu as bien de la chance; il
6. s. Uyduruk, uydurma, düzmece (Un attentat m'afaitbiendumal. Je l'aipris bien desfois. Ellea
bidon). bien des ennuis en ce moment). Eh bien: Eh peki,
bidonnant,es. hlk. Çok tuhaf, acaip, gülünç, pekâlâ. C'est bien fait, c'est bien fait pour: Oh
bidonner (se) gsz. hlk. 1. Gülmekten katılmak 2. oldu, iyi oldu; -e oh oldu, iyi oldu (Vous avez été
Gırgır geçmek, matrak geçmek. victime de votre propre piège, c'est bien fait. Tu
bien-aimé 155 bifteck

n 'as pas tenu compte de mes conseils et il t'est arrivé bien-jugé er. Yasa ve usule uygunluk,
ce malheur, c'est bien fait pour toi). Aussi bien: biennal,es. 1. İki yıllık (Unplan biennal). 2. diş. İki
Hem, zaten (Je ne pourrai pas venir demain; aussi yılda bir yapılan yarışma, sergi şölen, "ikiyıldabir
bien tu n'as plus besoin de mon aide, puisque tout (La biennale de Venise).
est fini). Bien plus: Dahası, üstelik (Il est bienséance diş. 1. Yakışık, yol yöntem, edeplilik,
intelligent, bien plus il est travailleur). Aller bien: "hayâ duygusu (Sa toilette brave les bienséances).
1. Sağlığı yerinde olmak (Je vais bien ces jours-ci). 2. Muaşeret kuralları, görgü kuralları (Elle avait
2. (İşler için) Yolunda gitmek, iyi gitmek (Ça va appris la bienséance chez un comte).
bien. Les affaires vont bien). Vouloir bien: Kabul bienséant,e s. Yerinde, uygun, yakışık,
etmek, pekâlâ demek (Je veux bien qu'il aille, bientôt bel. Az sonra, birazdan, yakında (Nous
mais plus tard). Si bien que: l.Öyle ki, o kadar ki. reviendrons bientôt. Vous serez bientôt payé). §A
2. Bu yüzden, bundan dolayı (Il a bu toute la nuit, bientôt: Haydi, hoşça kalın; şimdilik Allaha
si bien qu'il était malade le lendemain). Bien que: ısmarladık,
-sine karşın, -sine rağmen; -diği halde (Il n'aide bienveillamment bel. İyi yüreklilikle,
personne, bien qu'il soit très riche). Aussi bien bienveillance diş. 1. İyi dileklilik, "hayırhahlık, iyi
que...: -gibi, -diği gibi. Hem..., hem de... (Il a yüreklilik (Il témoigne de la bienveillance à l'égard
chassé sa femme aussi bien que ses enfants: de ses élèves). 2. "Teveccüh (Il cherche à gagner la
Karısını olduğu gibi çocuklarını da kovdu. Hem bienveillance de ses supérieurs). § Montrer de la
karısını hem de çocuklarını kovdu). bienveillance à qn: Birine karşı "teveccüh
bien-aimé,es. 1. En çok sevilen, gözbebeği (Un fils göstermek. Se concilier la bienveillance de qn:
bien-aimé)2. ad. Sevgili (Il cherche sa bien-aimée. Birinin "teveccühünü kazanmak,
Son bien-aimé l'a quittée). bienveillant,e s. İyilikister, iyi dilekli, "hayırhah
bien-dire er. Güzel söz, güzel konuşma, iyi ve rahat (Un homme bienveillant. Il s'est montré fort
konuşma. bienveillant à mon égard).
bien-être er. 1. Rahat, rahatlık (Il cherce avant tout bienvenir (Eskimiştir) Se faire bienvenir de qn:
son bien-être). 2. "Huzur, erinç (Ressentir un bien- Biri tarafından hoş karşılanmak, iyi ağırlanmak
être général). 3. Gönenç, refah (Le bien-être (Yalnız bu deyimde kullanılır),
social). bienvenu,es. 1. Hoş karşılanan (L'homme bon est
bienfaisance diş. 1. Yardımseverlik, iyilikseverlik, bienvenu partout). 2. Tam zamanında yapılan,
hayırseverlik. 2. Hayır, hayır işleri olan, isabetli (Remarque bienvenue). 3. ad. Hoş
(Etablissements de bienfaisance). geldi safa geldi, baş üstünde yeri var (Votre offre
bienfaisant,e s. 1. Yardımsever, hayırsever. 2. est la bienvenue: Önerinizin başım üstünde yeri
Sağlığa iyi gelen, onduran (L'action bienfaisante var). § Soyez le bienvenu, la bienvenue: Hoş
d'un climat, d'une cure). geldiniz.
bienfait er. 1. İyilik, lütuf (// a comblé de bienfaits bienvenue diş. Geliş, varış (Célébrer la bienvenue
tous ses amis). 2. Yarar (Les bienfaits de la d'un homme d'Etat). § Discours de bienvenue:
civilisation). Karşılama söylevi. Souhaiter la bienvenue à qn:
bienfaiteur, trice s. ve ad. İyilikçi; babalık yada Birine hoşgeldiniz demek; hoşgeldiniz dileğinde
analık eden, "velinimet (La bienfaitrice d'un bulunmak (Au moment où vous mettez le pied
orphelin. Membre bienfaiteur d'une association. dans notre pays, je vous souhaite la bienvenue).
Bienfaiteur du peuple). bière diş. 1. Bira (Bière blonde, bière brune). 2.
bien-fondé er. 1. Doğruluk, haklılık, yerindelik Tabut (Descendre la bière au fond de la fosse.
(Personne ne conteste le bien-fondé des Porter la bière en terre). § Ce n'est pas de la petite
revendications des ouvriers). 2. Gerçeğe bière: tkz. Az şey değil; laf değil. C'est de la petite
uygunluk, gerçeklik (Nous examinerons le bien- bière: Önemsiz şey, pek güç bir şey değil,
fondé de votre réclamation). biffage er. Çizme, karalama (Biffage d'un mot).
ien-fonds er. Mülk, taşınmaz mallar, biffe diş. hlk. Piyade sınıfı, piyadeler,
"gayrimenkul. biffer gçl. Üstünü çizmek, karalamak (Biffer une
ienheureux,euse s. l.Çok mutlu (Bienheureux phrase, un mot).
qui peut vivre en paix: Dağdağasız yaşayabilene bifide s. İkiye yarılmış (Pétale bifide, sabot bifide).
ne mutlu). 2. ad. Kilisece Ermiş ilân edilmiş bifocal,e s. İki odaklı, çift odaklı (Lunettes
kişi (Dormir comme un bienheureux: Rahat bifocales.
rahat uyumak). bifteck er. Biftek.
bifurcation 156 bilingue

bifurcation diş. 1. fkiye ayrılma, çatallanma, sapak bigoudi er. Bigudi; *sarmaç, 'kıvırtmaç (Mettre des
(Bifurcation d'un chemin defer, bifurcation d'une bigoudis. Une femme en bigoudis).
route). 2. mec. Yön değiştirme (La bifurcation bigre Uni. Vay camna! Vay anasını be! (Bigre! Il fait
dans les études). froid ce matin).
bifurquer gsz. 1. İki kola ayrılmak (La voie de bigrement bel. tkz. Çok, pek (Il fait bigrement
chemin de fer bifurque à cet endroit). 2. Yön chaud! Il a bigrement changé ces dernières
değiştirmek, sapmak, yönelmek (Le train a années).
bifurqué sur une voie de garage. Ses affaires bihebdomadaire s. Haftada iki kez olan yada
allaient mal, il bifurqua vers la politique). yayımlanan (Revue bihebdomadaire).
bigame s. ve ad. İki evli, ikieşli (Il est bigame. Une bihoreau er. hayb. Gece balıkçılı,
bigame). byou er. 1. Mücevher, cevahir (Mettre ses bijoux).
bigamie diş. İki evlilik, ikieşlilik. 2. Güzel çocuk, cici çocuk. 3. Cici şey, çok güzel
bigarade Bir tür turunç, şey.
bigaradier er. Bir tür turunç ağacı, bijouterie diş. 1. Mücevhercilik. 2. Cevahirci
bigarré,e s. 1. Alaca, alacalı (Une chemise dükkâm. 3. Mücevherat, takı.
bigarrée). 2. Karışık, ayrı ayrı türden (Unelangue bijoutier,ère ad, Cevahirci, mücevheratçı.
bigarrée; une société bigarrée). 3. Bigarré de qch: bikini er. Bikini, bikini mayo (Elleportait un bikini
-ile alacalanıp bulacalanmış; -ile dolu (Une valise bleu).
bigarrée d'étiquettes). bilaner. Bilanço, *dengelem. § Faire le bilan de: -in
bigarreau er. bitb. Alacakiraz. bilançosunu yapmak (Après avoirfait le bilan de la
bigarreautier er. bitb. Alacakiraz ağacı, situation, nous avons décidé de continuer), f
bigarrer gçl. 1. Alacalamak, alaca bulaca yapmak. Déposer son bilan: 1. tic. Battığım ilân etmek. 2.
2. Bigarrer de qch: -ile alacalamak (Les pampres mec. Yenildiğini kabul etmek.
bigarraient d'ombre et de clair sa charmante bilatéral,e s. İki yanlı, iki taraflı (Paralysie
figure). 3. Değişiklik vermek, renklendirmek bilatérale. Un accord bilatéral).
(Toutes les nuances qui bigarrent la vie commune). bilboquet er. 1. Birbirine uzunca bir kordonla bağlı
bigarrure diş. 1. Alacalık (La bigarrure d'une bir yuvarlakla bir çomaktan ibaret oyuncak. 2.
étoffe). 2. Değişik oluş, çeşitlilik, renklilik (Les Hacıyatmaz. 3. (Kart, davetiye gibi) Küçük baskı
bigarrures du style témoignent de sa fantaisie işleri.
débridée). bile diş. 1. Öd, safra. 2. mec. Öfke. § Décharger,
bigle s. (Eski) Şaşı. épancher sa bile: Öfkesini boşaltmak. Décharger
bigler gçl. 1. Şöyle bir bakmak (Bigle un peu cette sa bile sur qn: -den öfkesini almak (Il a déchargé sa
voiture). 2. gsz. Şaşı bakmak. 3. Bigler sur qch: -e bile sur sa femme). Echauffer la bile de qn: -in
göz koymak, göz dikmek (Il bigle toujours sur les kafasını kızdırmak; öfkelendirmek (Toutes ces
femmes). fadaises échauffent ma bile). Se faire de la bile:
bigleux, euse s. ve ad. hlk. Şaşı. Meraklanmak, kaygılanmak, üzülmek (Jemefais
bigophone er. 1, Mukavva düdük, mukavva flüt. 2. de la bile pour l'avertir de mes enfants).
tkz. Telefon (Je te donnerai un coup de biler (se) hlk. Meraklanmak, kaygılanmak,
bigophone: Sana bir telefon ederim). üzülmek (Ne te bile pas pour moi, je me
bigorne diş. İki ucu sivri örs; bakırcı örsü, kuyumcu débrouillerai).
örsü, bileux, euse s. Çabuk kaygılanan, çabuk üzülen (Il
bigorneau er. 1. Küçük örs. 2.Birtürmidye. 3 .argo. n'est pas bûeux).
Deniz topçu eri. biliaire s. Öde değgin, safraya değgin (Sécrétion
bigorner gçl. 1. Örs üstünde döverek biliaire). § Calculs biliaires: Safra taşı. Vésicule
yuvarlaklaştırmak. 2. hlk. Bükmek, kıvırmak. 3. biliaire: Safrakesesi,
Çarpmak, hasara uğratmak (Bigorner sa voiture bilieux, euse s ve ad. 1. Safrası olan (Ilale teint jaune,
contre un arbre. L'autocar a bigorné deux voitures presque verdâtre des bilieux). 2. Ödümsü, öd
en stationnement). § Se bigorner: Kavga etmek, renginde, safra renginde. 3. mec. Hırçın, çabuk
dövüşmek. kızan, geçimsiz (Un tempérament bilieux).
bigot,es. ve ad. Kaba sofu, yobaz (Un homme bigot; bilingue s. ve ad. 1. İki dil üzere olan (Un
une bigote). dictionnaire bilingue. Une édition bilingue). 2. İki
bigoterie diş. Kaba sofuluk, yobazlık (Sa bigoterie dil konuşan, iki dilli (Une région bilingue. Les
va jusqu'à la superstition). bilingues).
bilinguisme 157 biosphère

bilinguisme er. İki dil konuşma, iki dillilik (Le 2. Biblolar (Boutique de bimbeloterie).
bilinguisme esi reconnu dans de nombreux Etats bimbelotier, ère ad. Biblocu.
de l'Inde). bimensuel, les. Ayda iki kez yayımlanan yada olan
bili er. (İngiliz parlamentosunda) Yasa tasarısı yada (Publication bimensuelle).
yasa. bimestriel, le s. İki ayda bir yayımlanan yada olan
billard er. 1. Bilardo (Faire une partie de billard). 2. (Revue bimestrielle).
tkz. Ameliyat masası (Passer, monter sur le bimétalliques. İki madenden oluşmuş,
billard: Ameliyat olmak). 3. tkz. Yağ gibi, bimétallisme er. İki temel madene, altın ile gümüş
dümdüz (Cette route est un vrai billard). § C'est du madenlerine dayanan sikke sistemi. Çift maden
billard hlk. Çok kolay, tereyağından kıl çekmek standardı (ilkesi),
gibi bir şey. bimoteurs. 1. Çift motörlü (Avion bimoteur). 2. er.
bille diş. 1. Bilya (Les enfants jouent aux billes). 2. Çift motorlu uçak (Un bimoteur de transport).
tkz. Kafa, yüz (Il a une bonne bille). 3. Tomruk binage er. Tarlayı ikinci kez çapalama, ikileme,
(Bille de bois). § BiUe de billard: Dazlak kafa. binaire s. İki sayısına dayanan, ikili birime
billebaude diş. Karışıklık. § A la billebaude: dayanan, ikili (Nombre binaire. Une analyse par
Karmakarışık, düzensiz, découpage binaire; rythme binaire).
billet er. 1. Tezkere, pusula (Ecrire, envoyer un binard, binart er. Kesme taş taşımaya özgü iki
billet. 2. Bilet (Prendre un billet d'avion. Un billet tekerlekli araba.
de loterie. Entrer avec billet, sans billet. Le binational,e s. Çift "tabiiyetti, çift uyruklu,
contrôle des billets. Billet de théâtre, de concert. biner gçl. 1. İkinci kez çapalamak, ikilemek (Biner
Billet d'aller; billet d'aller et retour). 3. Kâğıt para un champ). 2. gsz. Bir günde iki ayin yapmak,
(Mettre, ranger ses billets dans son portefeuille). 4. binette diş. 1. Çapa. 2. tkz. Surat (Une drôle de
Bono, senet (Protester un billet: Bir senedi binette). § S'en faire une binette: tkz. Surat asmak
protesto etmek. Billet à ordre: Emre muharrer (Eh bien, tu t'en fais une binette! Qu'est-ce qui
senet. Billet à ordre en blanc: Açık bono. Billet au t'est arrivé?).
porteur: Hamiline ödenen senet. Rembourser un biniou er. Gayda, bröton gaydası.
billet: Bir senedi ödemek). $ Billet de banque: binoclard,es. tkz. Gözlüklü (Etudiant binoclard).
Banknot. Billet doux: Aşk mektubu, nâme binocle er. Kelebek gözlük, burun üstüne
(Ecrire un billet doux à sa bien-aimée). tutturulan sapsız gözlük,
billette diş. 1. Soba odunu (Un fagot debillettes). 2. binoculaire s. vead. 1. İki gözle yapılan (La vision
Merdane. binoculaire dorme la sensation du relief.) 2. İki
billetterie diş. 1. Bilet satışı, biletçilik. 2. Bilet satış gözlü, iki göz için (Microscope, télescope
yeri. binoculaire). 3. diş. Orduda gözetleme işlerinde
billevesée diş. Saçma şey, ipe sapa gelmez söz kullanılan dürbün, gözetleme dürbünü,
(N'écoutezpas ces billevesées). binôme er. mat. İki terimli,
billion er. 1. (Eskimiştir) Milyar 2. Trilyon, biobibliographie diş. (Bir yazarın) Yaşamöyküsü ve
billon er. 1. (Eskiden) İçinde biraz gümüş bulunan yapıtları.
bakır para, mangır. 2. (Şimdi) Pirinçten basılmış biochimie diş. Biyokimya, dirilkimya.
ufak para, ufaklık. 3. Tarlada sabanın meydana biochimiste ad. Biyokimyacı, dirilkimyacı.
getirdiği yastık, biographe er. Yaşamöyküsü yazarı,
billot er. 1. Kütük. 2. Örs kütüğü. 3. Üzerinde et vb. biographie diş. 'Yaşamöyküsü (Ecrire sa
doğranan, türlü işler yapılan kalın tahta. 4. biographie).
Hayvanların koşmalarına yada bir yere biographique s. 'Yaşamöyküsel (Notice
girmelerine engel olmak için boyunlarına biographique).
bağlanan sırık, çangal. 5. Cellât kütüğü, § Périr biologie diş. Biyoloji, *dirimbilim.
sur le billot: Kellesi kesilmek, cellat elinde can biologiques. Biyolojiye değgin, 'dirimbilimsel.
vermek. J'en mettrais ma tête sur le billot: biologiste er. Biyoloji bilgini, *dirimbilimci.
Kellemi keserim! biométrie diş. Dirimölçüm.
bimane s. ve ad. İki elli (Animal bimane. Un bionique diş. 1. Dirimkurgu. 2. s. Dirimkurgusal.
bimane). biophysique diş. Biyofizik,
bimbelot er. 1. Çocuk oyuncağı. 2. Değersiz ufak biopsie diş. hek. Mikroskopta incelemek üzere bir
tefek biblolar, dokudan parça alma, biyopsi,
bimbeloterie diş. 1. Biblo yapımcılığı, bibloculuk. biosphère diş. Biyosfer, *dirimyuvan.
biotope 158 bissexte

biotope er. (Belirli bir hayvan ve bitki topluluğuna biscornu,es. 1. Çift boynuzlu. 2. Biçimsiz, çirkin. 3.
yaşama koşulları sağlayan) Biyolojik ortam, Tuhaf, acaip (Idées biscornues).
dirimsel ortam, yaşama ortamı, biscotiner. Peksimet.
biparti, bipartite s. 1. İki partili, çift partili (Un biscotte diş. Fırında kurutulmuş ekmek dilimi;
gouvernement bipartite). 2. İki yanlı, çift taraflı şekersiz bisküvi; peksimet,
(Un accord bipartite). biscuit er. 1. Peksimet (Ration de biscuit). 2.
bipartisme er. İki partili yönetim; çift partililik. Bisküvi. 3. Mermeri andıran sırsız beyaz porselen
bipartition diş. İkiye bölünme (Bipartition (Un bibelot en biscuit de Sèvres. Une statuette en
cellulaire). biscuit).
bipède s. ve ad. 1. İki ayak üstünde yürüyen, iki biscuitergçl. (Porselen için) Fırınlamak,
ayaklı (Les oiseaux sont bipèdes. L'hommeestun biscuiterie diş. 1. Peksimet yada bisküvi fabrikası.
bipède). 2. er. (Atlarda) Ayak çifti (Le bipède 2. Bisküvicilik.
antérieur). bise diş. 1. Genellikle kuzey yada kuzey-doğudan
bipédie diş. İki ayaklılık; iki ayak üstünde yürüme, esen dondurucu yel; karayel (Il avait les doigts
bipennes. 1. İki kanatlı, çift kanatlı. 2. diş. İki ağızlı engourdis par la bise).2. hlk. Öpücük. § faire une
balta, eski Roma teberi, bise à qn: -e bir öpücük vermek (Fais une bise à
biphasé,es. İki fazlı, iki evreli. papa).
bipolaire s. İki kutuplu, iki *uçlaklı (Aimant biseau er. 1. Eğik olarak kesilmiş kenar, pah, şataf
bipolaire). (Le biseau d'une vitre). 2. Oyma kalemi. § En
bipolarisation diş. İki uçta toplama, iki kutupta biseau: Eğik olarak, yanlamasına (Une glace
toplanma. taillée en Biseau. Un sifflet en biseau).
bipolarité diş. İki kutupluluk, iki uçluluk. biseautage er. Pahlama,şataflama (Biseautaged'un
bique diş. tkz. 1. Keçi. § Vieille bique: Cadı, cadı verre de montre).
karı, cadaloz, biseauter gçl. 1. Pahlamak, şataflamak (Biseauter
biquet er. tkz. Oğlak, un diamant, une glace). 2. (Oyunda) Kâğıtlara
biquette diş. Genç keçi, çepiç, işaret koymak (Biseauter les cartes).
biquotidienne s. Günde iki kez. biser gçl. 1. Yeniden boyamak (Biser une étoffe). 2.
birbe er. hlk. Tirit, moruk (Un vieux birbe). hlk. Öpmek. 3. gsz. (Arpa, buğday vb. için)
biréacteur er. İki reaktörlü uçak. Bozulup kararmak,
biréfringence diş. fiz. Çifte kırılma, çifte kırılış, bisexualité^. İki eşeylilik, iki cinsiilik; erdişilik.
biréfringent,e s. fiz. Çifte kırılıştı, bisexuel,le s. İki eşeyli, iki cinsli; erdişi.
birème diş. (Eskiden) İkişer sıra kürekli kayık, bismuth er. kim. Bizmut,
gemi. bison,ne ad. Hörgüçlü yaban öküzü, bizon,
biribi er. 1. Eski bir kumar oyunu. 2. argo. Afrika bisou er. tkz. Öpücük (Fais un gros bisou à papa).
inzibat kıtası (Aller à biribi). bisquain, bisquin er. Koyun postu,
biroute diş. argo. Kamış, babafingo, yarak, bisque diş. (Her türlü etten yapılmış) Ezme çorbası
bis,es. Boz, boz renkli, esmer (ila un teintbis. La (Bisque de homard, bisque d'écrevisses).
toile bise. Le pain bis). bisquer gsz. hlk. Kızmak, çatlamak, kudurmak. §
bis bel. 1. Bir daha, yinelenen (Il habite au 20 bis de Faire bisquer qn: Birini çatlatmak, kudurtmak
la Rue des Ecoles). 2. ünl. Bir daha, bir daha; (Laisse-le tranquille, ne le fais pas bisquer).
yeniden (Lepubliccriait. bis, bis). 3. er. Yineleme Bisque, bisque, rage!: Çatla da patla!
(Un bis). bissac er. Heybe (Un paysan portant le bissac sur
bisaïeul er. Dedenin yada ninenin babası (Des l'épaule).
bisaïeuls). bisse diş. Karayılan.
bisaïeule diş. Dedenin yada ninenin anası, bissecteur, trice s. ve ad. 1. İki eşit parçaya bölen
bisaille diş. 1. Esmer un. 2. (Bezelye ile burçak (Droite bissectrice). 2 .diş. Açıortayı, açıortay (La
karışığı) Tavuk yemi. bissectrice coupe un angle en deux parties égales).
bisannuelle s. 1. İki yılda bir olan yada yayımlanan bissection diş. İki eşit parçaya bölme,
(Cérémonie bisannuelle). 2. İki yıl süren, iki yıl bisser gçl. 1. Yinelemek, yeniden yapmak (Bisser
yaşayan (Plantes bisannuelles). un couplet). 2. Yineletmek, yeniden yaptırmak
bisbille diş. tkz. Bir hiç yüzünden çıkan kavga, (Bisser un acteur, un soliste, un musicien).
bozuşma. § Etre en bisbille avec qn: -ile arası açık bissexte er. Artık yıllarda şubat ayına eklenen yirmi
olmak, bozuşmak. dokuzuncu gün, artık gün.
bissextile 159 blairer

bissextile s. Artık (Année bissextile: Artık yıl). bizarrerie diş. 1. Tuhaflık, acaiplik (La bizarrerie
bissexué,e; bissexuel,le s. bitb. İki eşeyli, "erdişi d'une idée, d'une situation). 2. Özençlilik,
(Plantes bissexuelles). kaprislilik, bir anı bir anına uymazlık (Sa
bissot er. Çift demirli saban, bizarrerie n'était pas affectée).
bistorte diş. bitb. Kurtpençesi. bizut, bizuth er. argo. (Yüksek öğretim
bistouille diş. hlk. Kötü içki; içine alkol katılmış okullarında) Birinci sınıf öğrencisi; acemi çaylak,
kahve. biablabla er. tkz. 1. Çene çalma, gevezelik, çançan.
bistouri er. Neşter, bisturi, 2. Boş laf (Tout ça n'est que du biablabla, venons
bistournage er. 1. İğdiş etme. 2. Burma, au fait: Bütün bunlar boş lâf, sadede gelelim). §
bistourner gçl. 1. Burmak. 2. İğdiş etmek, Faire du biablabla: Çene çalmak,
bistre s. 1. Barut rengi, koyu esmer 2. er. Koyu blackboulage er. 1. Aleyhte oy verme; başarısızlığa
esmerlik, barut rengi, uğratma. 2. Sınıfta döndürme, sınıfta bırakma,
bistré,es. Koyu esmer, yanmış, tunç rengi (Avoir le blackbouler gçl. 1. Aleyhteoy vermek, başarısızlığa
teint bistré). uğratmak, seçtirmemek (Blackbouler un
bistrer gçl. Barut rengi vermek, koyu esmer candidat aux élections). 2. Sınıfta bırakmak,
yapmak. sınavda döndürmek (Blackbouler un élève). § Se
bistrot er. hlk. 1. İçkili kahve; basit lokanta (On va faire blackbouler: Başarısızlığa uğramak,
prendre un verre au bistrot d'en face. Il mange à seçilememek, yenilmek,
midi dans un petit bistrot). 2. (Eskiden) İçkili black-out [Blakawt] er. Ing. Karartma (Fermer
kahve yada küçük bir lokanta işleten adam (Le volets et rideaux pour le black-out). § Faire le
bistrot avait sorti dehors quelques tables). black-out sur qch: -in konusunda susmak, hiç söz
bisulce, bisulque s. Çatal tırnaklı (hayvan). etmemek (Faire le black-out surun événement,
bitonal,e s. İki tonlu (Voix bitonale). sur une information).
bitord er. İnce ip, ispaolo. black-rot [blakRit] er. Ing. Bir bağ hastalığı,
bitoser. argo. Şapka. blafard,e s. Soluk, uçuk, akçıl (Un teint blafard.
bitte diş. 1. (Palamar bağlanılan) Baba; iskele Une lueur blafarde).
babası. 2. tkz. Kamış, babafingo, yarak, blague diş. 1. Tütün tabakası. 2. tkz. Yalan, kıtır. 3.
bitter | biter] er. Bir tür acı likör, tkz. Şaka, matrak (Raconter des blagues). 4. Gaf,
bitumageer. Bitümleme, asfaltlama, hata (J'ai fais une blague. Il a fait des blagues dans
bitume er. 1. Bitüm, asfalt (Des ouvriers défoncent sa jeunesse et il en subit maintenant les
le bitume pour réparer une canalisation) 2. hlk. conséquences). § Sans blague!: Yapma! Şakayı
Kaldırım (Arpenter le bitume. Des peintres bırak! Matrak geçme! Şaka bir yana. Faire une
exposent sur le bitume). blague à qn: Birine bir şaka yapmak, bir muziplik
bitumer gçl. Asfaltlamak (Bitumer un trottoir, une yapmak (Nous allons lui faire une blague).
chaussée). Prendre qch à la blague: -i şakaya almak, ciddiye
bitumeux,euse; bitumineux,euse s. Bitümlü; almamak (Ilprend tout à la blague).
bitümsü. Asfaltlı. Asfaltsı. blaguer gsz. tkz. 1. Dalga geçmek, matrak geçmek
biture diş. hlk. Sarhoşluk, esriklik. Prendre une (Il blague encore, ne l'écoute pas. Vous blaguez!)
biture: Kafayı iyice çekmek, sarhoş olmak. § A 2. gçl. Blaguer qn: -ile matrak geçmek; alay
toute biture: tkz. Var hızıyla, dolu dizgin, son etmek; işletmek (Il avait une manière de blaguer
süratle. , les gens sans les fâcher. Il blague sa femme sur son
bivalves, vead. l.İkiçenctli (Coquillage bivalve). 2. nouveau chapeau). 3. Yalan söylemek, kıtır
diş. ç. hayb. Yassısolungaçlılar (Les bivalves). atmak (Vous blaguez! Est-ce possible?).
biveau er. Kolları açılır kapanır gönye, blagueur,euse s. vead. tkz. 1. Kıtırcı. 2. Matrakçı,
bivouac er. 1. Açık ordugâh. 2. Kamp yeri, kamp, dalgacı, şakacı, alaycı (C'est un blagueur dont il
*dinlenek (Feux de bivouac. Coucher au faut se méfier. Un sourire blagueur).
bivouac). blairer, hlk. 1. Burun.2. Surat,
bivouaquer gsz. 1. Açık ordugâh kurmak. 2. Kamp blaireau er. 1. hayb. Porsuk. 2. (Porsuk kılından)
kurmak, dinlenek kurmak, Boya fırçası. 3. Traş fırçası,
bizarre s. 1. Tuhaf, acaip, garip (Idée bizarre. blairer gçl. hlk. Sevmek, beğenmek. § Ne pas
Vêtement bizarre). 2. Özençli, kaprisli, bir anı bir pouvoir blairer qn: -den tiksinmek; hiç
anma uymayan (Un être bizarre). sevmemek; -e bir dakika tahammül edememek
bizarrement bel. Tuhaf bir biçimde. (Je ne peux pas blairer ce type: Bu adama bir
blâmable 160 blanchissant

dakika tahammülüm yok; bu adamdan hostilité à mon égard). Se mettre en blanc: Ak


tiksiniyorum). giysiler giyinmek, aklara bürünmek. Saigner à
blâmable s. Kınanılacak, ayıplanacak (Un acte blanc: Kanını emmek, iliğini boşaltmak (Les
blâmable). impôts saignent à blanc le contribuable). Tirer à
blâme er. 1. Kınama, ayıplama (Ce silence unanime blanc: 1. Talim fişeğiyle atış yapmak. 2. Karavana
constitue pour lui un blâme sévère). 2. Uyarma atmak. Regarder qn dans le blanc des yeux: -in
cezası, "ihtar (Donner un blâme à un gözünün içine dik dik bakmak. Rougir jusqu'au
fonctionnaire. Recevoir un blâme). § Encourir, blanc des yeux: Kulağına kadar kızarmak. Dire
s'attirer le blâme de qn: Biri tarafından tantôt blanc tantôt noir: Bir dediği bir dediğini
ayıplanmak, kınanmak, eleştirilmek; birinden tutmamak, ak dediğine biraz sonra kara demek.
sözişitmek. Jeter le blâme sur qn: Birini kınamak, Ecrire qch noir sur blanc: Bir şeyi yazıya dökmek,
blâmer gçl. 1. Kınamak, ayıplamak (Blâmer les sonradan yapılacak itirazları önlemek için yazılı
agissements coupables d'un caissier.) 2. Uyarma olarak bildirmek,
cezası vermek, ihtar vermek (Le conseil de blanc-bec er. Toy delikanlı,
discipline a blâmé l'élève qui avait copié). 3. blanc-étoc, blanc-estoc er. (Ormancılıkta) Bir
Blâmer qn de qch, pour qch, de f.qch: Birini -den ormanı toptan kesim; yerle bir kesim,
dolayı ayıplamak; -diğinden dolayı kınamak (On blanchaille diş. Genellikle yem olarak kullanılan
le blâme de (pour) son attitude. Tout le monde l'a küçük beyaz balıklar,
blâmé d'avoir agi de la sorte). blanchâtres. Beyazımtrak, akımsı.
blanc, blanche s. 1. Ak, beyaz (Fleur blanche, vin blanche diş. 1. müz. İkilik, beyaz (nota). 2. Beyaz
blanc). 2. Temiz (Linge blanc; draps blancs). 3. bilardo topıî. 3. Beyaz kadın,
Boş, yazılmamış (Page blanche). 4. Açık tenli, blancheter. 1. Bir tür beyaz yünlü. 2. Süzgeç bezi. 3.
beyaz (Race blanche). S. Suçsuz (Les jugements de (Basımcılıkta) Makine gömleği,
cour vous rendront blanc ou noir). § Bulletin de blancheur diş. Aklık, beyazlık (La blancheur du
vote blanc: Boş oy pusulası. Arme blanche: Kesici teint. Linge d'une blancheur éclatante).
yada batıcı silah. Drapeau blanc: Teslim bayrağı. blanchiment er. Ağartma, kastarlama (Le
Nuit blanche: Uykusuz gece (Passer une nuit blanchiment d'un mur. Blanchiment des tissus
blanche). Carte blanche: mec. Açık bono, tam écrus).
serbestlik. Voix blanche: Kişiliksiz bir ses. blanchir gçl. 1. Ağartmak, beyazlatmak (Une
Examen blanc: Deneme sınavı, sayılmayan sınav. crème qui blanchit le teint). 2. Yıkamak,
Vers blancs: Özgür koşuk, "serbest nazım. temizlemek (Donner son linge à blanchir). 3.
Donner carte blanche & qn: Birine açık bono Bey azlara bürümek, ak bir tabakayla örtmek (La
vermek, istediği gibi davranmak yetkisi vermek. neige blanchit les montagnes). 4. Haşlamak,
Sortir de qch avec les mains blanches: Bir şeyden kaynar sudan geçirmek (Blanchir des légumes,
lekelenmeden, alnının akıyla çıkmak, des choux). 5. mec. Temize çıkarmak, aklamak
blanc er. 1. Ak renk, ak, beyaz, aklık, beyazlık (Un (Ces témoignages le blanchissent à mes yeux. Il est
blanc net, laiteux, éclatant). 2. Ak giysi, beyazlar sorti blanchi du procès). 6. gsz. Saçı sakalı
(Porter du blanc, être vêtu de blanc). 3. Beyaz bez. ağarmak (Tuas enfin blanchi). 7. Blanchir de qch:
4. Bir yazıda açık bırakılan yer. 5. Beyaz et, göğüs -den rengi kireç gibi olmak (Blanchir de rage, de
eti (Blanc de poulet. Blanc de perdrix). 6. Ak (Le peur). 8. gsz. Aklaşmak beyazlaşmak (Ses
blanc des yeux). 7. Beyaz ırktan erkek (Moins le cheveux blanchissent). § Blanchir sous le harnais:
blanc est intelligent, plus le noir lui paraît bête. La Bir işte, bir meslekte uzun yıllar çalışmak, saçını
traite des blanches: Beyaz kadın ticareti). 8. İç sakalını bir işte ağartmak. Bu sakalı değirmende
çamaşırı, çamaşır (Magasin de blancs). 9. Beyaz ağartmamak. Etre blanchi de qch: -den
şarap (Je préfère le blanc). § Blanc d'Espagne: aklanmak, temize çıkmak. Sortir blanchi de qch:
Tebeşir tozu. Blanc de bakine: İspermeçet. Blanc -den aklanmış olarak çıkmak, beraat etmek. § Se
de céruse, blanc de plomb: Üstübeç. Mets au blanchir: 1. Düzgün ya da pudra sürünmek. 2.
blanc: Unla terbiye edilmiş yemekler. Tir à blanc: mec. Temize çıkmak, aklanmak,
Kuru sıkı (atma). A blanc: Beyaz oluncaya kadar, blanchissage er. 1. Çamaşır yıkama, yıkatma.
akkor haline gelinceye kadar ( C h a u f f e r un métal à (Envoyer du linge au blanchissage). 2. (Yünü)
blanc). De but en blanc: Damdan düşercesine; Kastarlama. 3. (Şekeri) Arıtma; ham şekeri
doğrudan doğruya, hazırlıksız (Je lui ai demandé beyaz şeker durumuna getirme,
de but en blanc quelles étaient les raisons de son blanchissantes. Ağaran (L'aubeblanchissante).
blanchissement 161 bléser

blanchissement er. Ağarma, aklaşma (Le contre Dieu. Le blasphème des grands esprits est
blanchissement des cheveux). plus agréable à Dieu que la prière intéressée de
blanchisserie diş. 1. Ağartma yeri, kastarlama yeri. l'homme vulgaire). 2. Sövgü, hakaret, küfür,
2. Çamaşırcı dükkânı; giysi temizleme evi, blasphémer gsz. 1. Küfür işlemek, küfürde
temizleyici dükkânı, bulunmak (Taisez-vous, vous blasphémez). 2.
blanchisseur,eusead. Temizleyici; çamaşırcı, Blasphémer qn, qch; contre qn, qch: -e
blanc-manger er. 1. Süt, badem, şeker ve kokulu küfretmek, -e küfretmek, sövmek, hakaret
maddelerle yapılan bir tür muhallebi. 2. etmek (Blasphémer contre le Ciel. Une pareille
Dondurulmuş beyaz et, °jöle. conduite blasphème la morale. Il blasphème la
blanc-seing[blâsc] er. Açık imza, açık mühür; boş science, le nom de Dieu).
bir kâğıdın altına atılan imza yada basılan mühür blatérer gsz. 1. (Koç) Melemek. 2. (Deve)
(Il a abusé des blancs-seings qu'on lui a donnés Bozlamak,
pour vendre les titres de propriétés). § Donner un blatier er. Buğday satıcısı,
blanc-seing à qn: -e açık bono vermek, tam yetki biatte diş. Hamamböceği.
vermek (Je lui donne un blanc-seing). blé er. Buğday (Blé dur; blé tendre. Bléenherbe, blé
blancs-manteaux er. ç. Hıristiyanlarda, birtarikatin vert, blé mûr). § Blé de Turquie: Mısır. Grenier à
üyelerine verilen ad; *ak cübbeliler. blé: Buğday ambarı. Crier famine sur un tas de
blanquette diş. 1. Küçük ve beyaz bir yaz armudu. 2. blé: Varlıklı olduğu halde yoksulluktan yanıp
Bir tür beyaz şarap. 3. Yahni, salçalı bir et yemeği yakılmak. Etre fauché comme les blés: tkz. Beş
(Blanquette de veau, blanquette d'agneau). parası olmamak, meteliksiz olmak. Manger son
blasé,e s. 1. Bıkmış, bıkkın (Un esprit blasé que rien blé en herbe: Gelirini önceden harcamak; varını
ne passionne). 2. Blasé sur qch, de qch: -den yoğunu harcayıp bitirmek. Semer du blé: Buğday
bıkmış (Je suis blasé sur tout. Je suis blasé de ce ekmek,
genre de lecture). 3 .ad. Her şeyden bıkmış kimse, blèches. argo. Kötü; çirkin,
bıkkın. § Faire le blasé: Hiçbir şeyde hevesi bled |Med\ er. 1. (Kuzey Afrika'da) İç ülke; deniz
olmamak, her şeye karşı bıkkın davranmak, kıyısından uzak yerler. 2. Köy, doğulan yer (Cet
blaser gçl. 1. Bıktırmak, bıkkınlık vermek, tad été, je vais dans mon bled). 3. hlk. Bakımsız,
almaz duruma getirmek (Cette vie luxueuse l'a verimsiz yer, Allahın kırı (Quel bled, on s'y ennuie
blasé). 2. Duygusunu köreltmek (Le spectacle à mort).
quotidien de la misère^ avait fini par le blaser). 3. blêmes. 1. Pek solgun, pek sönük ( Une lueur blême,
Blaser qn sur qch, de qch: Birini -den bıktırmak un teint blême). 2. Blême de qch: -den kül rengi
(Les difficultés m'ont blasé sur le voyage, du kesilmiş, benzi atmış (Il était blême de colère, de
voyage). 4. Blaser qn de f.qch: Birini -mekten rage).
bıktırmak (La monotonie de la vie l'avait blasé de blêmir gsz. 1. Solgunlaşmak, sararıp solmak (Son
travailler). §Se blaser: 1. Bıkmak. 2. Se blaser de visage blêmit de plus en plus). 2. Blêmir de qch:
qch: -den bıkmak (Faites attention qu 'il ne se blase -den kül gibi kesilmek; -den sapsarı kesilmek,
pas des plats épicés que vous lui servez). kireç gibi olmak, benzi atmak (Blêmir de peur, de
blason er. 1. Arma. 2. Armalar bilimi. § Redorer son colère).
blason: Durumunu yeniden düzeltmek; yeniden blêmissant,es. Solgunlaşan, solan, sararıp solan,
zengin olmak. Ternir son blason: Adım batırmak; blêmissement er. Sararıp solma, solgunlaşma,
ailesinin şerefini batırmak, solgunluk.
blasonner gçl. 1. Arma resmetmek. 2. Armaları blende diş. Doğal çinko sülfürü (Cristaux de
yorumlamak, blende).
blasphémateur,trice s. ve ad. 1. Kâfir (Les blennie diş. hayb. Horozbina (balığı),
blasphémateurs se moquent des commandements blennorragie diş. hek. Belsoğukluğu.
de Dieu). 2. Dine aykırı olan, küfür sayılan blennorragique s. 1. Belsoğukluğuna değgin
kâfirce. (Ecoulementblennorragique). 2. ad. Belsoğuklu;
blasphématoire s. Dine ve kutsallığa karşı olan, belsoğukluğuna yakalanmış,
küfürlü (Des propos blasphématoires. Une blépharite diş. hek. Göz kapakları yangısı, göz
attaque blasphématoire contre la religion et ses kapağı iltihabı,
prêtres). blèses. ve ad. Peltek.
blasphème er. 1. (Dinsel anlamda) Küfür (La perte Mèsement er. Peltek peltek konuşma,
de son enfant la porte à proférer des blasphèmes bléser gsz. Peltek peltek konuşmak.
blésité 162 blocage

blésité diş. Pelteklik. passer qch au bleu: İç etmek, yemek, hileli yolla
blessant,es. 1. Yaralayıcı, dokunan, üzücü, yüreğe ortadan kaldırmak (Le caissier afait passer au bleu
işleyen (Des paroles blessantes; procédés plusieurs millions).
blessants). 2. K ı n a , saldırgan, küstah (Son bleuâtres. Mavimtırak, mavimsi,
orgueil le rend blessant). bleuet, bluet er. Mavi kantaron, peygamberçiçeği.
blessé,es. vead. 1. Yaralı (J'ai été blessé au bras. Un bleuir gçl. 1. Mavi bir renk vermek (La lune, dans
blessé grave, un blessé léger. Des blessés de cette nuit très daire, bleuissait les marais). 3.
guerre). 2. Kırgın, gücenik. 3. Blessé de qch: -den Mosmor etmek (Le froid lui bleuit le visage). 3.
alınmış; -e kırılmış, gücenmiş (Ilparaissait un peu gsz. Mavileşmek, morarmak (Le paysage
blessé de mes paroles). bleuissait sous la lune. La côte bleuissait au loin).
blesser gçl. 1. Yaralamak (La balle a blessé le bleuissage er. Mavileşme; morarma,
poumon droit. Il a blessé son ancien ami avec un bleuté,e s. Maviye çalan, hafif mavimsi (Blanc
revolver). 2. Yara açmak, vurmak (Ces bleuté, reflet bleuté).
chaussures me blessent les pieds). 3. Kırmak, blindage er. 1. Koruma siperi çekme (Blindage d'un
incitmek, "rencide etmek (Blesser l'amour- tunnel, blindage d'une galerie de mine). 2.
propre, l'orgueil). 4. Bozmak, tırmalamak (Ces Zırhlama, zırh geçirme (Blindage d'un char, d'un
couleurs criardes blessent la vue. Cette musique de navire). 3. Çelik zırh.
sauvage blesse nos oreilles). S. Zarar vermek, blindé,es. 1. Zırhlı (Un train blindé. Armée blindée,
bozmak, ziyan vermek (Cet accord blesse nos régiment blindé). 2. mec. tkz. İyice pişmiş, çok
intérêts). § Se blesser. 1. Yaralanmak. 2. deneyim geçirmiş, bağışıklık kazanmış (Il en a vu
İncinmek, alınmak (Il se blesse pour peu de d'autres, il est blindé maintenant). 3. hlk. Sarhoş.
chose). 4. er. Zırhlı araç (Les blindés ont percé le front).
blessure diş. (Gerçek ve mecaz anlamıyla) Yara blinder gçl. 1. Zırhlamak, zırh kaplamak (Blinder
(Recevoir une blessure. Panser une blessure. Une un train, un char, une porte, un coffre). 2. Koruma
blessure d'amour-propre). § Rouvrir, raviver une siperi çekmek (Blinder un tunnel). 3. mec. tkz.
blessure oubliée: Küllenmiş bir yarayı deşmek, İyice pişirmek, duygularını köreltmek, hiçbir
blet,te s. Aşırı olmuş, çok olgunlaşmış, geçmiş şeye aldırmaz duruma getirmek (L'adversité l'a
(Poires blettes). blindé. Les malheurs l'ont blindé contre
blettir gsz. (Yemişler için) Aşırı olgunlaşmak, l'injustice). § Se blinder contre qch: -e karşı
geçmek. bağışıklığı olmak; -e pek aldırmamak (Se blinder
blettissement er. blettissure diş. (Yemişler için) contre la critique).
Aşırı olgunlaşma, geçme, blizzard er. Tipi; kar fırtınası,
bleu,es. 1. Mavi, gök (Un ciel bleu, une fleur bleue). bloc er. 1. Büyük parça, kitle, blok (Un bloc de
2. er. Mavi renk (Bleu de Prusse, bleu de cobalt). marbre, de granit). 2. Yığın (Un bloc de papiers).
3. er. tkz. Morluk, morartı (Elle avait des bleus 3. Bütün (Ces divers éléments constituent un bloc).
partout). 4. er. tkz. Bir okula yeni gelmiş öğrenci; 4. Kodes; nezaret, nezarethane (Passer la nuit au
acemi er (Les bleus et les anciens. Brimer les bloc). 5. Bloknot, not defteri. 6. Blok (Le bloc
bleus). S. er. Mavi iş tulumu (Un bleu de occidental, le bloc soviétique). 7. Kamp, yaka (La
mécanicien. Enfiler ses bleus). § Sang bleu: Soylu. France est divisée en deux blocs à ce sujet). § A bloc:
Bas bleu: Niteliksiz kadın yazar. Cordon bleu: 1. Tamamiyle, sonuna kadar, tam (Serrer les
Çokiyiyemekyapanaşçı. Conte bleu: Peri masalı. robinets à bloc. Hisser un drapeau à bloc). 2. Çok,
Maladie bleue: Mavi hastalık (Enfant bleu: Mavi elinden gelebildiğince, bütün gücüyle (Travailler
hastalıklı çocuk). Colère bleue: Yaman öfke. à bloc). En bloc: 1. Hep birlikte (Se soulever en
Avoir du sang bleu: Soylu bir aileden gelmek; bloc). 2. Toptan (Acheter en bloc le stock de
soylu olmak. Etre bleu de qch: -den mosmor marchandises). 3. Ayrıntılara girmeden, toptan
kesilmek (Ses lèvres sont bleues de froid). En être düşünüldüğünde (Prise en bloc, cette
bleu: Şaşıp kalmak (Son imprudence dépasse les argumentation me paraît sans défaut). Faire bloc:
bornes, j'en suis tout bleu). N'y voir que du bleu: Kaya gibi birleşmek, tek vücut olmak (Faisons
Hiçbir şey anlamamak; bir türlü akıl bloc contre Termemi).
erdirememek. Prendre qn pour un bleu: Birini blocage er. 1. Dondurma, belirli bir noktada tutma
acemi yerine koymak. Passer au bleu: tkz. hlk. (Blocage des prix, des salaires). 2. Tıkama,
Sırra kadem basmak, ortadan kâyboluvermek, iç tıkanma, yerinden oynatılmaz duruma getirme
edilmek (Unmilliond'argentpassaaubleu). Faire yada gelme (Blocage d'une bille de billard, blocage
blockhaus 163 bobo

des freins). 3. (Basımcılıkta) Eksik bir harfin ( Blouser une bille). 2. mec. tkz. Aldatmak, kafese
yerine geçici olarak başka bir harfi tepesi aşağı koymak (Il voulait me blouser en me cachant la
koyma (Blocage de lettres). 4. (Yapıcılıkta) réalité). 3. gsz. Şişkinlik yapmak, kabarmak. § Se
Taşdolgu; moloz döşek. 5. *Bekletim, bekletime blouser: Aldanmak, yanılmak, kanmak,
alma, kullanılmasını engelleme, bloke etme blouson er. Kumaş yada meşinden kısa ceket
(Blocage des crédits, d'un compte en banque). (Blouson d'un motocycliste). § Blousons-noirs:
blockhaus er. Al. Blokhavs, beton tabya, korugan. Meşin ceketliler; gürültücü patırtıcı gençler,
bloc-notes er. Ing. Bloknot; not defteri, blue-jean[bludzin]er. Blucin; dar keten pantalon,
bloc-système er. İng. Demiryollarında çarpışmayı, blues [bluz] er. müz. 1. Amerika zencilerinin
çatışmayı önleyen otomatik işletme sistemi, ezgileri, bluz. 2. Ağır caz müziği,
blocus er. "Abluka (Lever le blocus du port. bluet er. Mavi kantaron, peygamberçiçeği.
Maintenir le blocus économique d'un pays. Faire bluette diş. 1. Küçük kıvılcım, ufak parıltı (Des
le blocus d'une maison occupée par des bandits). bijoux lançaient defolles bluettes). 2. mec. İddiasız
blond,es. 1. Kumral, sarışın (Les cheveux blond des küçük yapıt.
Nordiques. Une fille blonde). 2. ad. Kumral, bluff |bloef] er. Kuru sıkı, blöf, ürkütmece,
sarışın (Un blond, une blonde). 3. er. Kumral *ürkütüm (Son bluff n'a pas réussi). § Faire un
renk, sarışın renk (Blond cendré, doré. Des bluff: Blöf yapmak, ürkütüme başvurmak,
cheveux d'un blond filasse). 4. diş. İpek mekik bluffer \bltx>fe\ gsz. 1. Kuru sıkı atmak, blöf
dantelası. yapmak, ürkütüm yapmak. 2. gçl. Korkutup
blondasse s. Soluk kumral (Des cheveux kaçırmak, ürkütmek, aldatmak (Il a cherché à
blondasses). bluffer ses adversaires au jeu en tenant toutes leurs
blondeur diş. Kumrallık, sarışınlık. relances).
blondin,e s. ve ad. Kumral saçlı, sarışın saçlı, bluffeur,euses. vead. Blöfçü, "ürkütümcü, yüksek
blondinette ad. Sarışın çocuk, perdeden atan, kuru sıkı atan (Un bluffeur. une
blondir gsz. Kumrallaşmak, sarışınlaşmak, bluff euse. Il est un peu bluffeur quand il se dit très
sararmak (Ses cheveux ont blondi). fort au tennis).
blondissantes. Kumrallaşan, sanşınlaşan, sararan. blutage er. Eleme, unu kepeğinden ayırma (Blutage
bloquer gçl. 1. Abluka etmek (Bloquer une ville). 2. à la main, à la machine).
Engellemek, durdurmak (Un accident nous a bluter gçl. Elemek, elekten geçirmek, unu
bloqués une heure sur la route). 3. Tıkamak, kepeğinden ayırmak (Bluter la farine).
engellemek (Ne bloquez pas le passage). 4. bluterie diş. Eleme yeri, elek yeri.
Sıkıştırmak (Bloquer quelqu'un contre le mur). 5. blutoir er. Elek (Blutoir mécanique).
Devinemez, kıpırdayamaz duruma getirmek, bir boa er. hayb. 1. Boğa (yılanı). 2. Boyun kürkü. boa.
köşeye sıkıştırmak (Bloquer les billes de billard). bobard er. tkz. Uydurma, yalan, kıtır (Raconter des
6. (Basımcılıkta) Eksik bir harfin yerine geçici bobards. Les bobards de la presse).
olarak başka bir harfi, tepesi aşağı, koymak bobèche diş. 1. Mum çanağı, mum dipliği, şamdan
(Bloquer une lettre). 7. (Yapıcılıkta) Harç ve pulu. 2. hlk. Kafa, baş (Se monter la bobèche).
molozla doldurmak. 8. Birleştirmek, bir araya bobinage er. Makaraya sarma, makaralama.
getirmek (Bloquer deux paragraphes. Bloquer les masuralama.
jours de congé). 9. Sonuna kadar basmak, sonuna bobine diş. 1. Masura, makara (Bobine de fil.
kadar sıkmak (Bloquer les freins, un écrou). 10. Bobine de film; bobine de pellicules
Kullanılmasını engellemek, bekletmek, tutmak, photographiques). 2. fiz. Bobin (Bobine de
"bekletimlemek, 'bekletime almak, bloke etmek dérivation, de self-induction). 3. hlk. Surat, yüz,
(Bloquer les crédits. Bloquer un compte en kafa (Faire une drôle de bobine).
banque). bobiner gçl. Masuralamak, makaralamak,
lottir(se) 1. Büzülmek (Se blottir dans un lit, sous makaraya sarmak,
les couvertures). 2. Çekilmek, büzüşüp kalmak bobinette diş. Ağaç kapı sürgüsü, tırkaz.
(Se blottir dans un coin). bobineur,euse ad. Masuracı, masuralama işçisi,
louse diş. 1. (Bilardolarda) Bilye deliği. 2. İş bobineuse diş. İplik çıkrığı,
gömleği (Mettre une blouse pour éviter de se salir. bobinoir er. İplik sarma makinası.
Blouse du chirurgien). 3. Bluz, kadın gömleği bobo er. 1. (Çocuk dilinde) Acı, ağrı, uf. 2. hlk.
(Une blouse de soie). Önemsiz bir yara, çıban (Soigner un bobo). §
louser gçl. 1. (Bilardoda bilyeyi) Deliğe sokmak Avoir bobo: Acımak, bir yeri acımak, uf olmak.
bobonne 164 boisé

Faire bobo: Acıtmak, acı vermek, uf yapmak, buvard boit l'encre). 3. mec. Katlanmak yutmak,
bobonne diş. hlk. 1. Eşe söylenen sevgi terimi, sineye çekmek (Boire un affront). 4. gsz. İçki
nonoş. 2. tkz. Karı, geçkin kadın, içmek, kafayı çekmek (Un homme qui boit
bobsleigh |AaA.v/£g] er. İng. (Arka arkaya birkaç toujours). 5. gsz. Süt emmek, meme emmek
kişinin oturabileceği) Uzun kızak; özel kayma (L'enfant boit). 6. gsz. Su yutmak. § Se boire:
yerlerinde kullanılan direksiyonlu kızak, İçilmek (Ce vin se boit au dessert). § Boire à la
bocage er. Koru, koruluk, gölgeli ağaçlık. santé, en l'honneur de qn: -in sağlığına, şerefine
bocager,ère s. 1. Korularda yetişen, koruda içmek. Boire les paroles de qn: Birini, ağzının içine
yaşayan (Oiseaux bocagers). 2. Korulu, ağaçlıklı girecekmiş gibi dinlemek. Boire un bouillon: Bir
(Rives bocagères). bahtsızlığa uğramak. Boire la sueur de qn: Birinin
bocal er. Kavanoz emeğini sömürmek. Boire le calice jusqu'à la lie:
bocard er. Maden filizi dibeği; öğütme makinesi, Felâketin her türlüsü başına gelmek; kahrın
bocarder gçl. (Maden filizlerini) Dibekte dövmek; daniskasını görmek. Boire le coup de l'étrier:
öğütmek. Ayrılık kadehini içmek. Ce n'est pas la mer à
boche s. ve ad. (Küçümseme yollu) Alman (Les boire: Yapılmayacak iş değil bu; pek güç bir şey
avions Boches ont bombardé la gare. Je n'aime değil. C'est la mer à boire: Çok güç bir şey bu;
pas les boches). üstesinden gelinmesi güç. On ne saurait faire
bock er. 1. Çeyrek litrelik bira bardağı; bardak boire un âne qui n'a pas soif: Kimse zorlanamaz:
dolusu bira (Boire un bock). 2. "İhtikan aleti, zorla güzellik olmaz. Le vin est tiré, il faut le boire:
boëtediş. Balık yemi. Ok yaydan çıktı artık; atılan adım geri alınamaz.
bœuf er. 1. Öküz, sığır (Bœuf de labour, bœuf de Qui a bu boira: Alışmış kudurmuştan beterdir:
trait, bœuf de boucherie). 2. Sığır eti (Manger du can çıkmayınca huy çıkmaz. Il ne faut pas dire:
bœuf). 3. mec. Öküz gibi adam, iri yarı ama kafası Fontaine je ne boirai pas de ton eau: Büyük lokma
işlemeyen kimse. 4. hlk. Çok büyük, çok parlak, ye, büyük söz söyleme; sen sen ol büyük söz
"muazzam (Il obtient un succès bœuf avec ses söyleme. Il y a à boire et à manger: Hem iyi hem
chansons. Elle lui a fait un effet bœuf). § Fort kötü yanlar var.
comme un bœuf: Katır gibi kuvvetli. Avoir un boire er. İçecek şey (Le boire et le manger: Yeme
bœuf sur la langue: Sus payı aldıktan sonra, bir içme). § En perdre le boire et le manger: hlk.
çıkar sağladıktan sonra, önüne bir kemik Dünyayı görecek hali olmamak, başını kaşıyacak
atıldıktan sonra susmak, sesini kesmek. Mettre la vakti olmamak,
charrue avant les bœufs: İşe tersinden başlamak, boiser. 1. Ağaç, "ahşap (Un pont en bois). 2. Tahta
sonundan başlamak. Travailler comme un bœuf: (Une jambe de bois). 3. Odun (Scier du bois.
Aralıksız ve hiç yorulmadan çalışmak. Bœuf Couper, fendre du bois). 4. Koru, koruluk, orman
saignant, mouton bêlant: Sığır etini az pişmiş, (Aller au bois, se promener dans les bois). 5.
koyun etini nerdeyse çiğ yemeli, Mobilya. 6. Geyik gibi orman hayvanlarının
b.o.f. s. ve ad. 1. Sütçü, kaymakçı, peynirci. 2. boynuzu (Les bois d'un cerf). 7. ç. Flüt gibi
Karaborsacı, vurguncu. 3. Yeni zengin, madenden yada ağaçtan nefesli çalgılar. § Un
sonradan görme, türedi (Il est un peu B. O.F.) homme des bois: Orman ayısı, kaba adam, hödük.
bot uni. Pöh, püh (Bof! c'est du théâtre filmé!). Avoir la gueule de bois: (İçkiden sonra) Ağzı çiriş
bog er. Bir tür iskambil oyunu, gibi olmak, ağzı yapış yapış olmak. Etre du bois
bogue diş. 1. Kestanenin dikenli kabuğu, topur. 2. dont on fait la flûte: Kimin arabasına binerse onun
türküsünü söylemek. Faire flèche de tout bois:
Çamur küreği,
Her çareye baş vurmak N'être pas de bois:
bohème diş. 1. Derbederlik (Mener une vie de
Duyarlı, duygulu, coşkulu olmak. Toucher du
bohème. Il a passé plusieurs années dans la
bois: Şeytan kulağına kurşun demek. Trouver
bohème). 2. ad. Derbeder (C'est un bohème, une
visage de bois: Kapıyı duvar bulmak. On verra de
bohème). 3. s. Derbeder (Un caractère bohème,
quel bois je me chauffe: Benim kim olduğumu
elle est très bohème). 4. diş. Derbederler takımı
görürsünüz! La faim fit sortir le loup du bois: Aç
(La bohème de Montparnasse).
köpek fırın deler (yıkar),
bohémien,ne s. ve ad. 1. Bohemyalı.2. Çingene
boisage er. 1. Ağaçlarla pekiştirme, kaballama (Le
(Etre habillé comme une bohémienne).
boisage d'une galerie, d'un puits de mine). 2.
boire gçl. 1. İçmek (Boire de l'eau, duvin. Boireun
Kaballama kerestesi,
coup, un verre). 2. Emmek, içine çekmek (La
boisé,e s. Ağaçlandırılmaş, ağaçlı (Une région
terre boitl'eaud'arrosage. L'éponge boit l'eau. Le
boisement 165 bombardier

boisée; un pays boisé). kapaklığı. 4. Cerrah kutusu,


boisement er. Ağaçlandırma, boitillement er. Hafifçe aksama, hafif topallama,
boiser gçl. 1. Tahta kaplamak (Il fit boiser toute sa boitiller gsz. Hafifçe topallamak, hafif aksamak,
maison). 2. Ağaçlarla pekiştirmek, kaballamak boitte,boëte diş. Balık yemi.
(Boiser une galerie de mine). 3. Ağaçlandırmak boitter gçl. (Balıkları) Yemlemek,
(Boiser une région, une colline). böler. 1. Kâse (Bol de porcelaine). 2. Bir tas dolusu,
boiserie diş. 1. Duvar doğraması, tahta kaplama 2. bir tas (Prendre unbol de lait, boire un bol de café).
ç. Evin doğrama işleri, evin doğramaları 3.hlk. Şans, talih (Avoir du bol: Şansı olmak). 4.
(Boiseries en chêne, boiseries peintes). İri hap. § Bol alimentaire: Yutulmak üzere ağızda
boisseau er. 1. Eski bir ölçek, teneke (Un boisseau hazırlanan yemek lokması. Bol d'Arménie:
d'orge). 2. Künk. § Mettre la lumière sous le Kilermeni denilen kil. Ne pas se casser le bol:
boisseau: Güneşi balçıkla sıvamak, gerçeği Aldırmamak (Ne te casse pas le bol: Aldırma,
saklamak. Mettre qch sous le boisseau: Gizli üzme tatlı canını). Prendre un bol d'air: Şöyle bir
tutmak, saklamak (Mettre une découverte sous le hava almak, çıkıp dolaşmak,
boisseau). bolchevik, bolcheviste s. ve ad. 1. Bolşevik. 2. hkr.
boisselier er. Ölçekçi. Komünist,
boissellerie diş. Ölçekçilik. bolchevique s. Bolşevikliğe değgin,
boisson diş. 1. İçilecek şey, içecek. "Meşrubat bolcheviser gçl. 1. Bolşevikleştirmek. 2.
(Boisson froide, chaude). 2. İçki (Boissons Komünistleştirmek; ruslaştırmak.
alcoolisées). § S'adonner à la boisson: Kendini boichevisation diş. Bolşevikleştirme; ruslaştırma.
içkiye vermek; çok içmek. Etre pris de boisson: bolchevisme er. Bolşeviklik, komünistlik,
İçkili olmak, sarhoş olmak, bolée diş. Kâse dolusu (Une bolée de cidre).
boîte diş. 1. Kutu (Une boîte en carton. Boîte de boléro er. 1. İspanyol dansı. 2. İspanyol dans havası.
conserve). 2. Enfiye kutusu. 3. Kutu yada kutuya 3. İspanyol tarzında küçük bir kadın ceketi yada
benzer şeyler (Boîte à ouvrage, boite à coudre, şapkası.
boîte à bijoux, boîte à ordures). 4. Bir kutu dolusu, bolet er. Bir tür yenilebilen mantar,
bir kutu (Une boîte d'allumettes, de sardines). 5. bolide er. 1. Göktaşı. 2. mec. Çok hızlı giden taşıt,
hlk. Ev (Quitter sa boîte, changer de boîte). 6. araba (Un bolide de course). § Comme un bolide
argo. Lise. 7. argo. Cezaevi, dam, kodes. § Boîte Çabucak, birdenbire, hızla, göktaşı gibi (Arriver,
de nuit: Gece kulübü. Boîte crânienne: Kafatası. passer, filer, tomber comme un bolide).
Boîte de roues: Tekerlek poyrası. Boîte aux bolivien, nés. vead. Bolivyalı; Bolivya'ya değgin,
lettres:Mektup kutusu.Boîte noire: (Havacılıkta) bombage er. Kabarıklık, şişkinlik,
Kara kutu. Etre élevé dans une boîte à coton: Pek bombagiste er. Camlara kabarıklık veren işçi; tel
nazh büyümek. Fermer sa boîte: hlk. Susmak, sepetçi.
ağzını kapamak, dilini kesmek. Mettre qn en bombance diş. tkz. Yiyecek ve içeceği bol yemek. §
boîte: tkz. Birini tiye almak, işletmek; biriyle Faire bombance: Bol bol yiyip içmek; eğlenmek,
matrak geçmek, alay etmek. Servir de boîte aux âlem yapmak,
lettres: Aracılık yapmak, haber götürüp bombarde diş. Eskiden taş gülle atan mancınık ve
getirmek, daha sonra top.
boitement er. Topallama. bombardement er. 1. Topa tutma, top ateşi. 2.
boiter gsz. 1. Topallamak, aksamak (Il boite Bombalama (Bombardement d'une ville).
légèrement de la jambe gauche). 2. mec. Sakat bombarder gçl. 1. Topa tutmak. 2. Bombalamak
olmak, aksamak (C'est un raisonnement qui (Bombarder une ville, un port, les positions
boite). ennemies). 3. Bombarder qn de qch: Birini...
bmteriediş. Topallık, topallama; aksama;aksaklık. yağmuruna tutmak ( Lafoule nous a bombardés
boiteux,euse s. ve ad. 1. Topal, aksak (Un boiteux. de confettis. Les spectateurs bombardent les
Une fille boiteuse). 2. Sallanan, tam oturmayan acteurs de tomates et d'oeufs pourris). 4.
(Une chaise boiteuse, un fauteuil boiteux). 3. Bombarder qn de qch: Birini -den bunaltmak
Sağlam temele dayanmayan (Une paix boiteuse, (Bombarder quelqu'un de demandes, de lettres).
une union boiteuse). 4. Eksik, kusurlu (Unprojet 5. -olarak atamak, birdenbire ...yapmak (On l'a
boiteux) 5. Yetersiz, inandırıcılıktan uzak (Une bombardé général. Le gouvernement l'a
excuse boiteuse). bombardé ambassadeur).
boîtier er. 1. Kutucu. 2. Bölmeli çekmece. 3. Saat bombardier er. 1. Bomba atıcı, bombacı. 2.
bombardon 166 bond

Bombardman uçağı (Bombardier quadrimoteur). qui bon pleurer?). Bonne fête!: Bayramınız kutlu
3. s. Bombardman edebilen (Chasseur olsun. Bonne année! : Yeni yılınız kutlu olsun. Bon
bombardier: Av bombardman uçağı). voyage!: İyi yolculuklar. Allons, bon! ah, bon?:
bombardon er. Bandoda en kalın sesli boru, Demek öyle ha!, öyle mi!? Bu da nesi! A bon
bombardon. marché: Ucuz, ucuza (Acheter à bon marché). A
bombe diş. 1. (Eskiden) Humbara. 2. Bomba bon compte: Ucuz atlatarak, pek zarar görmeden
(Bombe explosive, bombe incendiaire, bombe au (5e tirer d'une affaire à bon compte). A bon droit:
plastic, bombe àretardement, bombe atomique). § Haklı olarak. A bon entendeur salut: Anlayana
Bombe glacée: Kalıp dondurması. Arriver, sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az. A bon
tomber comme une bombe: Ansızın çıkagelmek. escient: İyice düşünüp taşındıktan soma, bilinçli
Eclater comme une bombe: Bomba gibi patlamak olarak. A bon vin point d'enseigne: İyi mal kendini
(La nouvelle éclate comme une bombe). Faire gösterir. 11. bel. İyi, güzel. D fait bon: Hava iyi,
l'effet d'une bombe: Bomba etkisi yapmak, güzel, hoş (Ilfait bon au bord de la mer). Il fait bon
şaşkınlık uyandırmak (Le résultat des élections a f. qch: -mek hoştur (Ilfait bon vivre dans ce pays).
fait l'effet d'une bombe). Faire la bombe: tkz. Sentir bon: Hoş kokmak, güzel kokmak (Ces
Âlem yapmak, felekten bir gün çalmak, fleurs sentent bon). Tenir bon: Dayanmak,
bombé,es. Kabarık, tümsekli (Verres bombés, yeux direnmek (Tu as tenu bon devant les attaques).
bombés, route bombée). Pour de bon, pour tout de bon, tout de bon: Ciddi
bombement er. Kabarıklık, tümsektik, olarak, gerçekten, şakasız (Il est parti pour de
bomber gçl. 1. Kabarıklaştırmak, şişirmek, bon. Je vous parle pour de bon). 12. er. İyilik, iyi
şişkinleştirmek, tümseltmek (Le vent bombe la (Discerner le bon d'avec le mauvais. Préférer le
voile. Bomber un verre. Bomber la poitrine). 2. bon au beau). 13. İyi yan (Il y a du bon et du
gsz. Tümselmek, kabarmak, kamburlaşmak, mauvais dans cette affaire). 14. Can noktası, can
pırtlamak (Une boiserie qui bombe. Le mur a alıcı nokta (Le bon de l'histoire c'est que...: İşin
légèrement bombé). § Bomber le torse: mec. can alıcı noktası şu ki). 15. Bono (Bon du trésor).
Şişinmek. 16. Belge, karne, vesika (Bon d'essence, bon de
bombonne, bonbonne diş. Bir tür damacana pain). 17. İyi insan. § Y a bon: hlk. İşler yolunda,
(Bonbonne d'huile. Une bonbonne en verre). her şey tıkırında. Prendre qch à la bonne: Bir şeyi
bombyx er. İpekböceği. iyi yanından almak. Avoir qn à la bonne: Birini
sevmek, birine karşı sempatisi olmak (Je ne crains
bon, ne s. 1. İyi (Un bon élève, un bon vin). 2.
rien, le patron m'a à la bonne). En voilà une
Adamakıllı, esaslı (Une bonne gifle, un bon
bonne!: Al işte! Gördün mü şimdi! Oldu mu ya!
coup). 3. Nükteli, ince, güldürücü (Raconter de
En raconter une bien bonne: Nükteli bir şeyler
bonnes histoires). 4. Elverişli, iyi, lehte (Les
anlatmak, özgün bir fıkra anlatmak,
nouvelles sont bonnes). 5. Kocaman, dolu dolu (Il
bonacerfij. 1. (Denizde) Sütlimanlık, durgunluk. 2.
en reste encore un bon verre). 6. Tam, bol bol (J'y
mec. Dırıltısızlık, süt limanlık, kavgasız
suis resté une bonne heure). 7. Epey, epeyce, hayli
gürültüsüzlük.
uzun (Le village est à une bonne distance de la
bonapartisme er. Bonapartçılık, Napolyon
ville). 8. İyi yürekli, saf (Les bonnes gens). 9.
Kesin (Finissons-en une bonne fois). 10. Hoş (Une Bonapart yanlılığı,
bonne odeur). § Bonnes œuvres: Hayır, hayırlı iş. bonapartistes, ve ad. Bonapartçı.
Bon vivant: Kalender, keyif ehli, gününü gün bonasses. Pek saf, bön, allahlık(//a unair bonasse).
eden, iyi yaşayan. Etre bon en qch: -de iyi olmak, bonassement bel. Pek saf, bönce,
güçlü olmak (Il est bon en philosophie). Bon pour bonasserie diş. Aşırı saflık, bönlük,
qch: -e iyi gelen (Un remède bon pour le cœur. bon-bec er. Çenesi kuvvetli, çeneli,
L'alcool n'est pas bonpourla santé). Bonàf.qch: bonbon er. Şekerleme, bonbon şekeri (Sucer des
1. -mesi iyi, -meşinde yarar olan (C'est bon à bonbons).
savoir. Toute vérité n'est pas bonne à dire). 2. bonbonne, bombonne diş. Bir tür damacana,
-meye yarar; -mesi yerinde olan; -cek (La soupe bonbonnière diş. 1. Şekerleme kutusu. 2. mec.
est bonne à jeter. Cesvetements usés sont bons à Güzel döşeli küçük ev, kuş kafesi gibi ev.
jeter). N'être pas bon à qch: -e yaramamak (lin 'est bon-chrétien er. Bir tür iri armut,
bon à rien. Il n'est pas bon à grand chose). A quoi bond er. 1. Sıçrayış (Les bonds des acrobates). 2.
bon?:Neye yarar?M quoi bon ces efforts?). Aquoi Atlayış (Le bond d'un cheval au-dessus de
bon f.qch: -mek neye yarar; -mekten ne çıkar (A l'obstacle). 3. Yükselme, birden fırlama, sıçrama
bonde 167 bonnet

(La Bourse a fait un bond à l'annonce de ces s. Saf, bön (Il agit avec un air bonhomme). § Le
mesures). 4. Takla (La voiture fit un bond dans le bonhomme de neige: Kardan adam. Nom d'un
fossé). § D'un bond: Bir sıçrayışta, doğrudan petit bonhomme!: (Küfür) Ulan kerata, hergele.
doğruya, birdenbire (D'un bond, il a franchi Aller son petit bonhomme de chemin: Kendi
l'obstacle). Du premier bond: İşe girişir girişmez, yolunda gitmek; etliye sütlüye karışmadan kendi
hemen. Faire faux bond à qn: Birini atlatmak, işiyle uğraşmak. Entrer dans la peau du
verdiği sözü tutmamak, randevuya gelmemek bonhomme: (Tiyatroda, bir oyuncu için)
(L'entrepreneur nous a fait faux bond à cause des Oynadığı kişiyle özdeşleşmek, oynadığı kişinin
grèves). Prendre la balle au bond: Fırsatı ruh haline girmek,
kaçırmamak; fırsatı ganimet bilmek, hazır oğul boni er. 1. Masraf artığı, ödeme artığı. 2. Kâr,
babası olmak, kazanç.
bonde 1. Havuz, tekne, fıçı gibi şeylerin deliği. 2. boniche diş. Hizmetçi; genç hizmetçi kız.
Tıkaç (Lâcher, lever la bonde) § Jusqu'à la bonde: boniface s. ve ad. hlk. Bön, budala,
Ağzına kadar (Remplir un tonneau jusqu'à la bonification diş. 1. İyileştirme, temiz ve verimli
bonde). Lâcher la bonde à qch: -i serbest kılma (Bonification de la terre). 2. Düşürüm,
bırakmak. Lâcher la bonde à ses larmes: Dilediği indirim (Il m'a fait une bonification de mille
gibi, iki gözü iki çeşme ağlamak. Lâcher la bonde à francs).
sa colère: Kendini öfkeye kaptırmak. Lâcher la bonifier gçl. 1. İyileştirmek, düzeltmek. 2. Kâr
bonde à ses plaintes: İçini iyice dökmek, olarak vermek, kazanç vermek. § Se bonifier:
bondé,e s. Ağzına kadar dolu, tıklım tıklım (Les İyileşmek, düzelmek (Le vin se bonifie en
trains sont bondés. Sa valise était bondée). § Etre vieillissant. Ton caractère s'est bonifié ces derniers
bondée de qch: -ile tıklım tıklım dolu olmak, dolup ans).
taşmak. boniment er. 1. Saçma sapan söz, yalan, saçma
bonder gçl. Ağzına kadar doldurmak; tıka basa, (Raconter, dire des boniments). 2. Tezgâhtar ağzı,
tıklım tıklım doldurmak, yaygara, ağız, yutturmaca söz (Les badauds se
bondieuserie diş. 1. Yobazhk, softalık. 2. Pek bir laissent prendre aux boniments du camelot).
değer taşımayan dinsel eşyalar (Vendre des bonimenter gsz. Çığırtkanlık etmek, yaygara
bondieuseries). yapmak.
bondir gsz. 1. Sıçramak, zıplamak, hoplamak. 2. bonimenteur er. Çığırtkan, yaygaracı,
Bondir de qch: -den yerinde duramamak; -den bonite diş. Akdenizde yaşayan bir tür ton bahğı,
sıçramak (Bondir de joie, d'impatience). § Faire palamut.
bondir le cœur: Yüreğini kaldırmak, yürek bonjour er. 1. Günaydın (Je lui dis toujours
bulandırmak, mide bulandırmak, tiksindirmek, bonjour). 2. Selâm. § Donner le bonjour à qn:
bondissant,e s. Sıçrayan, hoplayan, zıplayan, Birine selâm vermek. Dire boiyours à qn: Birine
yerinde duramayan (Despoulins bondissants). selâm söylemek, selâm yollamak (Dis bonjours à
bondissement er. Sıçrama, zıplama, hoplama (Les ton frère). Bonjour lunettes, adieu fillettes:
bondissements du chamois, du cabri). Kırkından sonra saz çalınmaz. Simple comme un
bondon er. 1. Fıçı tıpası. 2. Bir tür peynir, bonjour: Çok kolay,
bondrée diş. Alıcıkuş, uzun kuyruklu doğan, şahin, bon marchés. (Değişmez) Ucuz.
bonheur er. 1. Mutluluk (Le bonheur familial). 2. bonne diş. Hizmetçi kadın, hizmetçi. § Bonne à tout
Şans, talih (J'ai eu le bonheur de le trouver chez faire: Her işe bakan hizmetçi,
lui). 3. Başarı. 4. Sevinç, zevk (Nous avons eu le bonne-dame Karapazı.
bonheur de le voir assister à notre réunion). § Au bonne-maman diş. (Çocuk dilinde) Haminne, cici
petit bonheur: Rasgele (Tu réponds à mes anne.
questions au petit bonheur). Par bonheur: bonnement bel. 1. Temiz yürekle. 2. Saf saf,
Bereket versin ki (Parbonheur, son père ne nous a saflıkla, safça, dolambaçsız olarak (Avouer tout
pas vus). Porter bonheur à qn: -e uğur getirmek bonnement une faute).
(Cette amulette lui porte bonheur). bonnet er. 1. Külah, takke, hotoz, kalpak, bere gibi
bonhomie diş. 1. Yürek temizliği. 2. Saflık, sipersiz başlık (Bonnet de police bonnet de nuit,
bonhomme er. 1. Saf adam. 2. hlk. Koca, herif (II bonnet de femme, bonnet de pâtissier). 2. Geviş
est au café ton bonhomme). 3. Yaşlı, ihtiyar (A getiren hayvanlarda ikinci mide, börkenek. §
quatre-vingts ans, le bonhomme était toujours Gros bonnet: Yetkili kişi, ileri gelen, kodaman
d'attaque). 4. Çocukların çizdikleri insan resmi. 5. (C'est un des gros bonnets de la chambre de
bonneteau 168 border

commerce). Avoir la tête près du bonnet: Çabuk borate er. kim. Borat, bor asidi tuzu.
kızmak, hemen ayranı kabarmak. Etre deux têtes borax er. kim. Boraks, tenkâr.
dans un bonnet: Kafadar olmak, aynı kafada borborygme er. Guruldama, gurultu (Les
olmak. Etre triste comme un bonnet de nuit: lç borborygmes d'une tuyauterie).
karartıcı olmak, çok can sıkıcı olmak. Jeter son bord er. 1. Kenar (Chapeau à large bord, à bord
bonnet par-dessus les moulins: Elâlemin ne relevé). 2. Kenar, sınır (Le bord d'un bois, d'une
diyeceğine hiç aldırmamak; ar namus şişesini taşa route). 3. Kenar süsü, kenar şeridi (Le bord d'un
çalmak. Opiner du bonnet: Ahfeşin keçisi gibi hep vêtement). 4. Ağız (Les bords d'une plaie). 5. Kıyı,
başını sallamak; hep tamam, eyvallah demek. sahil (Le bord de la mer, d'un fleuve, d'une
Prendre qch sous son bonnet: Bir şeyi kendi rivière). 6. Gemi bordası. § Bord à bord: 1. Yan
başına, kendi dilediği gibi yapmak. Kendi yana, kenarları karşı karşıya duran, çaprazlama
kendine gelin güveyi olmak. C'est bonnet blanc et kavuşmayan ( Un manteau bord à bord). 2. Ağzına
blanc bonnet: Ayvaz kasap hep bir hesap. Quel kadar dolu. Jusqu'au bord: Ağzına kadar, silme
bonnet de nuit!: Ne can sıkıcı adam! (Remplir un verre jusqu'au bord). Au bord de:
bonneteau er. Üç kâğıt oyunu; bul karayı al parayı, Kıyısında (Au bord de la mer, de la rivière). Les
bonneterie diş. 1. Tuhafiyecilik. 2. Tuhafiye sombres bords: (Söylencede) Ruhlar diyarı. A
dükkânı. bord: Gemide (Lecapitaineestmaîtreàbordaprès
bonneteur er. 1. Üç kâğıtçı. 2. (Oyunda) Hileci, Dieu). Abord de: -de (A bordd'avion: Uçakta). A
bonnetier,ère ad. Fanila, çorap, gömlek gibi eşyalar pleins bords: Bol bol. Etre au bord de qch: -e pek
satan kimse, tuhafiyeci, yakın olmak; -in eşiğinde olmak; üzere olmak
bonnette diş. 1., Çocuk takkesi. 2. ask. Siper üstü (Etre au bord de la tombe: Ölmek üzere olmak,
çıkıntısı. 3. den. Yardımcı yelken. 4. (Fotoğraf ölümün eşiğinde olmak. Etre au bord des larmes:
makinasında) Yardımcı mercek, Nerdeyse ağlamak, ağladı ağlayacak olmak). Etre
bonniche diş. Hizmetçi, hizmetçi genç kız. du bord de qn: -ile aynı düşüncede, kanıda,
bon-papa er. (Çocuk dilinde) Büyükbaba, dede. yakada olmak (Nous sommes du même bord. Je
bon sens er. Sağduyu, suis du bord de ton frère). ,
bonsoir er. Tünaydın, iyi akşamlar, bordage er. 1. Kenar geçirme, kenar çekme (Le
bonté diş. 1. İyilik, iyi nitelikli oluş (La bonté d'un bordage d'un vêtement). 2. (Gemilerde) Borda
vin, d'une terre). 2. İyilik, iyi yüreklilik (Tu es kaplaması.
d'une grande bonté) 3. ç. Hayır, hayır işleri. § bordé er. 1. Kenar şeridi (Garnir des rideaux d'un
Avoir la bonté de f. qch : -mek inceliğini gösterme k bordé). 2. Borda kaplamalarının bütünü,
(Il a eu la bonté de m'écrire sans retard). Bonté bordeaux er. 1. Bordeaux şarabı. 2. Bordo rengi,
divine!: Hay allah! Aman Allahim! menekşeye çalan koyu kırmızı,
bon vivant s. ve er. Keyif ehli, gününü gün eden (Il bordée diş. 1. (Bir geminin) Borda tayfası. 2. Borda
est bon vivant. Des bons vivants). topları. 3. Borda ateşi. 4. Bir geminin yön
bonze er. 1. Buda papazı. 2. Kodaman, ilerigelen değiştirmeksizin aldığı yol ve bunun için geçen
(Les bonzes d'un parti). 3. hlk. İhtiyar moruk. 4. süre. § Une bordée d'iıyures: Bir sürü küfür, ağız
argo. Herif, adam. dolusu küfür. Tirer, courir une bordée: (Tayfa
bookmaker er. İng. (At yarışlarında) Bahis argosunda) Karaya kaçamak yapmak;
yazmanı. meyhanelere, eğlence yerlerine girip âlem
boom er. 1. Birden gelişme, çabuk yükselme, yapmak.
beklenmedik başarı (Le boom économique d'un bordel er. 1. tkz. Genelev. 2. mec. Karışıklık; çok
pays). 2. (Okul argosunda) Eğlence partisi, karışık yer, karmakarışık (Quel bordel!).
çılgınca eğlenme, bordelais,e s. ve ad. Bordeaux halkından olan,
boomerang er. Bumerang, fırlatıldığı zaman Bordeaux'lu (Bordolu).
yeniden fırlatana dönüp gelen, ağaçtan yapılma, bordéleux,euse; bordélique s. Dağınık, karma
eğik biçimli av ve oyun âleti. § Faire boomerang: karışık.
(Kötü bir davranış için) Geri tepmek. Revenir border gçl. 1. (Bir şeye şerit, zırh gibi bir) Kenar
comme un boomerang: Dönüp o işi yapmak çekmek. 2. Border qch de qch: Kenarına...
isteyenin başına patlamak, çekmek; kenarını... ile çevirmek donatmak
boqueteau er. Küçük koru. (Border un mouchoir de dentelles; border une
bora diş. Boran, kuzey-doğudan esen şiddetli ve route d'arbres). 3. (Bir şeyin) Kenarına kadar
dondurucu yel. uzanmak. 4. Kenarında bulunmak, kenarı
bordereau 169 bossu

boyunca uzanmak (Les maisons bordent la route. borne-fontaine diş. Sınır taşı biçiminde küçük
Un sentier borde la rivière). 5. (Gemi için) Bir çeşme.
yerin kıyısı boyunca gitmek. § Border l'avion: borner gçl. 1. Sınır çekmek, sınırlamak, sımr olmak
Uçağı binilecek yere çekmek. Border un (Chemin qui borne une vigne). 2. mec. Kısmak,
bâtiment: Bir gemiye borda kaplaması geçirmek. azaltmak (Borner ses désirs, ses ambitions). 3.
Border un lit: Yorganın kenarlarını şiltenin altına Borner qch à qch: Bir şeyi -e indirgemek; -ile
çevirmek. Etre mal bordé: Keyfi yerinde sınırlandırmak (Bornons des bagages au strict
olmamak, nécessaire. La police a borné son enquête aux
bordereau er. Bordro, familiers de la victime). § Se borner à qch, à f. qch:
borderie diş. Küçük çiftlik. -ile yetinmek, -mekle yetinmek (Il faut savoir se
bordier,ères. vead. (Çiftliklerde)Ortakçı, borner au strict nécessaire. Je me bornerai à tracer
bordigue, bourdigue<% Dalyan, les lignes directrices du projet).
bordure diş. 1. Kenar süsü (Manteau à bordure de bornoyergsz. 1. Tek gözle nişan alır gibi bakmak. 2.
fourrure). 2. Kenar taşları, kenarlık (Bordure de gçl. Doğru yapmak için şâhisler koymak
chaussée, bordure de pavés). 3. Sırnr, kenar (Les (Bornoyer un mur, une allée).
bordures d'un bois). § En bordure de: Kenarında, borraginées, borraginacées diş. ç. Sığırdiligiller.
kıyısında, sınırında(Des villas en bordure de mer. bort er. 1. Kaba yünlü. 2. Kaba elmas,
Des champs en bordure de la rivière. Un maison en bortsch er. Borç çorbası.
bordure de la forêt). boscot,te s. ve ad. hlk. Ufak tefek, cılız, kambur
bore er. kim. Bor. (kimse).
borée er. Poyraz. bosniaque,bosnien,nes. vead. Boşnak,Bosnalı,
boréal,e s. Kuzey, kuzeye değgin (Hémisphère bosquet er. Koruluk, ağaçlık,
boréal. Pôle boréal. Régions boréales). bosse diş. 1. Kambur (Il a une grosse bosse). 2.
borgnes, vead. 1. Tek gözlü, sokur. 2. Adı kötüye Hörgüç (La bosse du dromadaire; les bosses du
çıkmış (Une rue borgne, un hôtel borgne). 3. chameau). 3. Kabartı,şiş,tümsek (Unterrainqui
Hiçbir yeri görmeyen, hiçbir görünümü présente des creux et des bosses). 4. Şişkinlik (Je
olamayan (Une fenêtre borgne). 4. Uçsuz, ucu me suis fait une bosse au front). S. Kabartma süs.
olmayan ( Un sein borgne: Ucu olmayan meme). 6. Resme çalışırken kullanılan dökme yada
5. Kör (Un trou borgne). § Changer un cheval kabartma model. 7. Anıklık, zekâ, kafa (Il a la
borgne contre un aveugle: Kırı verip doru almak; bosse du commerce. A voir la bosse de la musique,
iyibirşey verip karşılığında kötü bir şey almak. des mathématiques). 8. den. Kalın ip. § Ne rêver
Au royaume des aveugles les borgnes sont rois: que plaies et bosses: Çok kavgacı olmak; akh fikri
Körler ülkesinde tek gözlüler baş olur; hır gür çıkarmakta olmak. Rouler sa bosse: tkz.
koyunun bulunmadığı yerdekeçiye Abdurrahman Durmadan gezmek, habire dolaşıp durmak. S'en
çelebi derler. payer une bosse: tkz. Katıla katıla gülmek,
borin,e s. vead. Kömür işçisi, bosselage er. (Gümüş, altın sofra takımlarında)
borique 5. Borakstan çıkarılan, boraksa değgin Kabartma işi.
(Acide borique). bosseler gçl. 1. Kabartma işlemek (Bosseler une
borique,e s. Asit borikli (Eau boriquée). cafetière d'argent). 2. Yamru yumru etmek,
bornage er. Sınır çekme, sınırlandırma (Pierre de bossellement er. Kabartma işleme,
bomage:Sınır taşı). bosselure 1. Kabartma işi (Les bosselures d'une
borne diş. 1. Sınırtaşı, sınır işareti (Placer les bornes marmite en cuivre). 2. Yamru yumruluk,
d'un champ). 2. Koruma taşı (Borne de bosser gçl. 1. Bir ucu sabit iplerle bağlamak. 2. -e
proctection des murs, des fenêtres). 3. Elektrik çalışmak (Il bosse son examen au lieu d'aller
akımını sağlayan bağ. 4. ç. Sınır (Les bornes d'un s'amuser). 3. gsz. hlk. Çalışmak, ineklemek, çok
Etat). g Borne kilométrique: Kilometre taşı. Sans çalışmak (Où est-ce que tu bosses maintenant? Il
borne: Sınırsız, alabildiğine (Unejoie sans borne). bosse jour et nuit).
Dépasser les bornes: Aşırılığa kaçmak, haddini bosseur er. hlk. Çok çalışan (kimse),
aşmak. Rester planté comme une borne: Yerinde bossoir er. 1. Gemi çapasını astıkları metafora,
çakılıp kalmak, donup kalmak, gariva. 2. Sandal metaforası. § Bossoir
borné,e s. Sınırlı, dar, dar kafalı, dar görüşlü, d'embarcation: (Gemide) Sandal askısı,
gelişmemiş (Un homme borné. Un esprit borné, bossu,e s. ve ad. Kambur. § Rire comme un bossu:
une vue bornée). Kahkahalarla gülmek.
bossuer 170 bouchée

bossuer gçl. Yamru yumru etmek, yamultmak < Une boucaner gçl. 1. İse tutmak, islemek (Boucaner de
balle a bossué son casque). la viande, du poisson) 2. Kurutmak,
boston er. 1. Bir tür iskambil oyunu. 2. Bir tür dans. sertleştirmek, deri gibi yapmak (Les années
bostonner gsz. Boston denilen oyunu oynamak avaient boucané sa figure). 3. gsz. Yaban öküzü
yada bu addaki dansı yapmak, avına çıkmak,
bot,e s. Sakat (Main bote, hanche bote, pied bot). boucanier er. 1. (Eskiden Amerika'da) Yaban
botanique diş. 1. Botanik, *bitkibilim. 2. s. öküzü avcısı. 2. Korsan,
*Bitkibilimsel, botaniğe değgin, bouchage er. Tıpalama, tıpa takma (Le bouchage
botaniste od. "Bitkibilimci. botanikçi, des bouteilles).
botte diş. 1. Demet (Botte depaille, d'épis, de fleurs, boucharde diş. 1. Dişli taşçı çekici. 2. Dişli beton
de poireaux). 2. Kılıç yada meç vuruşu. 3. mec. merdanesi.
Şaşırtıcı soru yada çıkışma. 4. Çizme ( Unepaire de bouche diş. 1. Ağız (Ouvrir, fermer la bouche). 2.
bottes. Mettre ses bottes). S. argo. (Politeknik Bakılacak kimse, boğaz (J'ai cinq bouches à
okulunda) Okulu en iyi dereceyle bitiren nourrir). 3. coğr. Ağız ( La bouche d'un fleuve). 4.
öğrenciler (Sortir dans la botte: En iyi dereceyle Giriş yeri, giriş, ağız (Bouche du métro, d'un
bitirenler arasında olmak). § A propos de bottes: four). § Bouche à feu: Top. Bouche à incendie:
Ciddi bir neden olmaksızın, bir hiç yüzünden (Se Yangın musluğu. Avoir l'eau à la bouche: Ağzının
quereller à propos de bottes). Avoir du foin dans suyu akmak, imrenmek. Avoir l'injure à la
ses bottes: Çok parası olmak. En avoir plein les bouche: Ağzı küfürlü olmak, küfürbaz olmak.
bottes: Bıkmak, gına getirmek, illallah demek. Avoir qch toujours à la bouche: Ağzında hep o şey
Faire dans les bottes de qn: tkz. -i abartmak, -de olmak, bir şeyden durmadan söz etmek. Avoir la
ölçüye aşmak. Graisser ses bottes: Gitmeye bouche pleine de qch: Hep -den söz etmek. Etre
hazırlanmak. Lécher les bottes de qn: Birine çok dans toutes les bouches: Herkesin ağzında olmak,
adice dalkavukluk etmek, kıçını yalamak. Porter dile düşmek. Enlever le pain de la bouche à qn:
une botte à qn: -e saldırmak (Porter une botte à un Birinin lokmasını ağzından almak (Tu lui enlèves
contradicteur, à un adversaire). le pain de la bouche). Faire la petite bouche:
bottelage er. Demetleme, demet yapma, Dudak bükmek, beğenmez görünmek, nazlı
botteler gçl. Demetlemek, demet demet yapmak davranmak, ağız yapmak. Faire venir l'eau à la
(Botteler des radis, des poireaux, de la paille). bouche: Ağzının suyunu akıtmak, imrendirmek.
botteleur,euse ad. Demet bağlayıcı, demetçi. Garder qch pour la bonne bouche: Bir şeyi en sona
botteleuse diş. Demet makinası. saklamak. Ouvrir la bouche: Ağzını açmak,
botter gçl. 1. Çizme giydirmek (Botter un enfant, konuşmak. Rester bouche bée: Hayretten donup
une femme). 2. Tekmelemek, ayağıyla vurmak kalmak, ağzı bir karış açık kalmak. Rester bouche
(L'ailier droit botta le ballon). 3. tkz. İşine close: Ağzını açmamak, hiç konuşmamak.
gelmek, hesabına uygun düşmek (Ça me botte). § S'embrasser à bouche que veux-tu: Durmadan
Botter les fesses, le derrière à qn: -in kıçına bir öpüşmek. Aller, passer de bouche en bouche:
tekme vurmak (Je vais lui botter les fesses). § Se Ağızdan ağıza dolaşmak. § De bouche à l'oreille:
botter: Çizmelerini giymek, Gizlice, kimsenin haberi olmadan. La bouche en
bottier er. Çizmeci. cœur: Gülünç bir kibarlıkla. La bouche en cul de
poule: tkz. Yapmacıklı bir tavır, kasıntı. A close
bottillon er. 1. Demetcik. 2. Kürklü ve konçlu kadın
bouche n'entre point mouche: Kapalı ağza sinek
ayakkabısı,
kaçmaz; bülbülün çektiği dili belâsı,
bottine diş. Potin.
bouché,e s. 1. Kapalı, tıkalı (Un ehemin bouché. J'ai
boubouler gsz. (Baykuş için) Ötmek,
le nez bouché). 2. mec. Kalın kafalı, dar görüşlü
bouc er. 1. Teke. 2. Çene sakalı (Porter le bouc). §
(Un esprit bouché). 3. Kapalı şişelerde satılan
Puer comme un bouc: Teke gibi kokmak, pis pis
(Vin bouché). Etre bouché à l'émeri: Kalın kafalı
kokmak. Le bouc émissaire: Bütün suçlar
olmak, budala olmak,
kendisine yükletilen kimse, abalı, ensesi kalın,
bouche-à-bouche er. Ağzından yapay solunum,
günah keçisi,
"sun'i teneffüs (Pratiquer, faire le bouche-à-
boucan er. 1. Amerika yerlilerinin et isledikleri yer.
bouche à un noyé).
2. Amerika yerlilerinin yaptıkları islenmiş et. 3.
bouchée, diş. 1. Lokma (Une bouchée de pain). 2.
tkz. Şamata § Faire du boucan: Şamata
Küçük börek. § Pour une bouchée de pain: Çok
koparmak, şamata etmek,
ucuza, hemen hemen yok pahasına (Acheter
boucanage er. (Et ve balık için) İsleme.
boucher 171 boudinage

quelque chose pour une bouchée de pain). Manger cheveux). 5. Kıvnm, kıvrıntı, menderes (Les
une bouchée: Çabucak bir şeyler atıştın vermek, boucles d'un fleuve, d'une route). § Se serrer la
bir lokma yemek yemek. Ne faire qu'une bouchée boucle: hlk. Kemerleri sıkmak; kemerini biraz
de qn, de qch: -i çabucak yenmek, kolayca sıkmak.
haklamak, üstesinden gelmek (Il n'a fait qu'une boucler gçl. 1. Tokasını bağlamak, tokalamak,
bouchée de son adversaire). bağlamak (Boucler sa ceinture. Boucler une
boucher gçl. 1. Kapamak, tıkamak (Boucher un valise, une malle). 2. hlk. Kapamak (Boucler son
trou, un passage). 2. Ağzını kapamak, tıpalamak magasin). 3. tkz. Kapatmak, bağlamak (Boucler
(Boucher une bouteille). 3. Köreltmek, kapamak son budget, ses comptes). 4. Lüle lüle yapmak,
(Boucher une porte, une fenêtre). § En boucher un kıvırmak (Bouclerses cheveux). 5. (Bir hayvanın
coin à qn: hlk. Birini şaşırtmak, hayrette burnuna) Halka geçirmek. 6. ask. Kıskıvrak
bırakmak (Tu lui en as bouché un coin). § Se sarmak, dört yandan çevirmek (Boucler un
boucher: 1. Tıkanmak (L'évier s'est bouché). 2. Se village). 1. tkz. Dama tıkmak, kodese atmak,
boucher quelque part: Bir yerini kapamak, hücreye sokmak (Boucler un prisonnier). 8. gsz.
tıkamak, bağlamak (Se boucher les yeux, les Lüle lüle olmak, kıvrılmak (Ses cheveux
oreilles, le nez). bouclent naturellement). 9. gsz. (Duvar) Bel
boucher er. 1. Kasap, etçi (Aller chez le boucher). 2. vermek. § La boucler: Susmak, çenesini kapamak
mec. Kan dökmekten hoşlanan, gözü kanlı, kanlı. (Boucle-la). Boucler son budget: Bütçesini
3. mec. Beceriksiz cerrah, denkleştirmek; iki yakasını bir araya getirmek,
bouchère diş. 1. Kasap karısı. 2. Kadın kasap, bouclette diş. Küçük toka, küçük halka,
boucherie diş. 1. Kasap dükkânı. 2. Kasaplık bouclier er. 1. Kalkan (Un bouclier de cuir, de
(Animaux de boucherie). 3. Öldürme, ölüm; bronze). 2. mec. Savunma silâhı, kalkan. § Levée
kıyım (Envoyer des soldats à la boucherie). 4. de boucliers: Silâhlı ayaklanma, kazan kaldırma.
Öldürme yeri, savaş, Faire un bouclier de son corps à qn: Gövdesini,
bouche-trou er. Sırf bir boşluğu doldurmak için göğsünü birine siper etmek. Se faire un bouclier de
kullanılan kişi yada nesne, gedik kapayan (Cet qch: Bir şeyi kendisine kalkan yapmak, silâh
acteur n'est qu'un bouche-trou). olarak kullanmak (Il se fait un bouclier de sa
bouchoir er. Fırın kapağı. pudeur).
bouchon er. 1. Tıkaç, tapa. 2. Şişe kapağı. 3. Kuru ot bouddha er. Buda.
yumağı. 4. Küçük meyhane. 5. Bahk ağma takılan bouddhique s. Buda'ya ve Budizm'e değgin (Art
mantar. 6. Üzerine para konulan bir mantan bilye bouddhique).
ile devirerek oynanılan bir oyun. 7. Katman, bouddhisme er. Budizm; Buda dini.
tabaka (Un bouchon de nuage, de brume). 8. bouddhiste ad. Budist; Buda dininden olan.
Tıkanma, geçici olarak kapanma (Bouchon de bouder gsz. 1. Somurtmak, surat asmak (Ne boude
circulation). § C'est plus fort que de jouer au pas à table). 2. gçl. Bouder qn, qch: -e surat asmak
bouchon: Bu biraz güç bir şey, bu biraz sıkar, aşık (Il me boude depuis une semaine). 3. tkz. Artık
oynamaya benzemez bu. istemez olmak, artık canı istememek (Je boude les
bouchonnement, bouchannage er. Tımar etme, distractions). § Bouder contre son ventre: Kızıp
gebreleme (Le bouchonnement d'un cheval). yemek yememek,
bouchonner gçl. 1. Silmek, kurulamak (Ilsortitson bouderie diş. Somurtma, surat asma, somurtkanlık
mouchoir et se bouchonna le visage et la nuque). 2. (La bouderie d'un enfant gâté).
Tımar etmek, gebrelemek (Bouchonner un boudeur,euse s. ve ad. 1. Somurtkan, asık suratlı.
cheval). 3. mec. Duygulanm okşamak, (Un enfant boudeur). 2. er. İki kişilik sırt sırta
pohpohlamak (Une femme qui bouchonne son koltuk.
amant). boudin er. 1. Bir tür domuz sucuğu (Boudingrillé).
bouchonnier er. Tapacı, mantar tapa yapan yada 2. (Mimarlıkta) Yanm silindir biçiminde silme,
satan kimse. kavalsilme. 3. Lâğım fitili. 4. Demiryolu araba
bouchot er. Midye vb. tarlası (Moules de bouchot). tekerleklerinde çemberin çepeçevre taşkın olan iç
bouchoteur er. Midye yetiştirici, kenan. § Ressort à boudin: Sarmal yay. S'en aller
bouchure diş. Küçük çalı çiti. en eau de boudin: İyi bir sonuç vermemek, boşa
boucle diş. 1. Bir yere takılacak kolu olan halka, çıkmak, güme gitmek (Je crois que cette affaire va
mapa. 2. Kemer vb. tokası (Fermer la ceinture par s'en aller en eau de boudin).
une boucle). 3. Küpe. 4. Saç lülesi, lüle CBoucle de boudinage er. (İpek, yün vb.) Bükme.
boudiné 172 bougre

boudiné,es. 1. Sıkışıp kalmış, düdük gibi sıkışmış (Il bouffeur de pain).


était boudiné dans sa veste étroite). 2. Sucuk gibi bouffi,e s. 1. Şişkin, şiş (Un visage bouffi, des yeux
(Des doigts boudinés). bouffis). 2. Şişirme, şişirmeli abartılı (Un style
boudiner gçl. (İpek, yün vb.) Bükmek. § Se bouffi). § Etre bouffi de: -den yanından
boudiner dans qch: (Dar bir giysi içinde) Düdük geçilmemek, şişinmek (Il est bouffi d'orgueil, de
gibisıkışmak,sıkışıpkalmak (Se boudiner dans vanité).
un corset). bouffir gçl. 1. Şişirmek (La maladie avait bouffi ses
boudoir er. (Kadın) Süslenme odası, gelin odası, yeux). 2 .gsz. Şişmek (Son corps bouffit de jour en
boue diş. 1. Çamur, balçık (Patauger dans la boue). jour).
2. mec. Çamur, çirkef. 3. Tortu, çökelti (La boue bouffissure diş. 1. Şişlik, şişmişlik, şişkinlik (La
d'un encrier). § Ame de boue: Düşük, alçak bir bouffissure d'un visage, des yeux). 2. Şişirmecilik
insan. Prendre des bains de boue: Çamur (La bouffissure d'un style). 3. mec. Kibir, kurum,
banyosu yapmak. Tirer qn de la boue: Birini kasıntı.
çamurdan (düşmüş olduğu güç ve utanılacak bouffon er. 1. Soytarı. 2. Maskara, herkesi
durumdan) kurtarmak, çekip çıkarmak. Traîner eğlendiren kimse. § Etre le bouffon de qn: Birinin
qn dans la boue, couvrir qn de boue: Birini rezil alay konusu olmak, hep eğlenilen, alay edilen
etmek, yerin dibine batırmak, cılkını çıkarmak, kimse olmak,
bouée diş. Şamandıra. § Bouée de corps mort: bouffon,ne s. Güldürücü, eğlenceli, gülünçlü,
Palamar şamandırası. Bouée de sauvetage: Can gülünç (Une histoire bouffonne).
kurtaran simidi (Il se cramponnait à cette idée bouffonner gsz. Soytarılık etmek; maskaralık
comme un naufragé à une bouée de sauvetage). etmek.
boueur er.Çöpçü, sokak süpürücüsü, temizlik işçisi. bouffonnerie diş. Soytarılık, maskaralık,
boueux,euse s. 1. Çamurlu (Une rue boueuse, bouge er. 1. Pis, bakımsız konut (Habiter un bouge).
chemin boueux, eau boueuse). 2. Çamur gibi (Un 2. Adı kötüye çıkmış ev, otel, meyhane, bar;
café boueux). 3. er. hlk. Çöpçü, batakhane (Les bouges des grands ports). 3.
bouffant,e s. Kabarık, şişkin (Un pantalon (Fıçıda) Karın. 4. (Eskiden) Giysi sandığı,
bouffant; manche bouffante). bougeoir er. El şamdanı.
bouffarde diş. hlk. Kocaman tütün çubuğu, bougeotte diş. tkz. Hiç yerinde duramama, hep
bouffes. 1. Güldürücü, gülünçlü (Opérabouffe). 2. dolaşma hastalığı (Il a la bougeotte: Hiç yerinde
er. Güldürücü şarkıcı. 3. diş. Yeme, atıştırma, duramaz).
tıkınma (Ne vivre que pour la bouffe). 4. Yemek, bouger gsz. 1. Kımıldamak, kıpırdamak (Il n'a
yiyecek (Préparer la bouffe). même pas bougé de sa place). 2. Harekete geçmek
bouffée diş. 1. (Hava, duman, koku vb. için) Dalga (Si les syndicats bougent, le gouvernement risque
(Une bouffée d'air, de froid, deparfum). 2. Soluk, d'être en difficulté). 3. gçl. tkz. Yerinden
"nefes (Tirer une bouffée de sa pipe). 3. mec. oynatmak, yerini değiştirmek (Ne bouges pas les
Dalga gibi gelip geçen şey, geçici durum (Des valises). § Sans bouger le petit doigt: Parmağını
bouffées d'orgueil). § Par bouffées: Dalga dalga, bile oynatmadan. § Se bouger: Yerinden
aralıklı olarak, kesik kesik, kıpırdamak; hareket etmek,
bouffer gsz. 1. Kabarmak, kabarık durmak (Un bougie diş. 1. Mum (Allumer une bougie). 2.
pantalon qui bouffe). 2. hlk. Atıştırmak, birşeyler (Cerrahlıkta) Bükülgen sonda. 3. Porselen
tıkınmak, yemek (On bouffe bien chez nous. Il süzgeç. 4. Patlamalı motorlarda elektrikli
bouffe à la cantine). 3. gçl. Yemek, tüketmek (Je tutuşturma aygıtı, "buji (Il faut changer ces
n'ai rien à bouffer. Cette voiture bouffe de l'huile). bougies usées). S. hlk. Yüz, surat (Faire une drôle
4. Bouffer qn: Birini çiğ çiğ yemek, birine çok de bougie: Yüzü bir tuhaf olmak, surat asmak). §
kızmak (Je vais le bouffer). S. Bouffer de: -in can Bougie internationale: Işık yeğinliği birimi, mum
düşmanı olmak (Bouffer du curé). § Bouffer des ışığı, mum.
briques: Yiyecek bir şeyi olmamak; çömleğinde bougna, bougnat er. Kömür satıcısı, kömürcü,
taş pişmek. Bouffer du kilomètre: Arabayla çok bougon,ne s. vead. Homurdanıp duran (Un enfant
yol yapmak. Se bouffer le nez: hlk. Kavga etmek, bougon. Un bougon).
tartışmak, dalaşmak (Ils étaient prêts à se bouffer bougonnement er. Homurdanma,
le nez). bougonner gsz. Homurdanmak,
bouffette diş. Fiyong, kelebek, püskül, bougran er. Yün kırpıntısı, bukran,
bouffeur, euse ad. hlk. Yiyen, atıştıran (C'est un bougre,esse ad. hlk. 1. Herif; karı (C'est un bon
bougrement 173 boulet

bougre). 2. Bougre de: -oğlu (Bougre d'idiot: Boire un bouillon: 1. Yüzerken su yutmak. 2.
Aptal oğlu aptal). 3. Bougre! uni. Öf be! Aman Zarara uğramak, para yitirmek (Ce commerçant
allah! (Bougre! c'est haut!: Öf be, amma da a bu un bouillon).
yüksek!). bouillon-blanc er. bitb. Aslankuyruğu,
bougrement bel. hlk. Çok, pek (C'est bougrement bouillonnant,es. 1. Kaynayan (Eau bouillonnante).
difficile). 2. Kaynaşan, ateşli (Des idées bouillonnantes).
boui-boui er. Niteliksiz tiyatro, bayağı tiyatro, bouillonnement er. 1. Kaynama (Bouillonnement
boulf er. hlk. Kunduracı, eskici, yemenici, d'une source). 2. mec. Kaynaşma
bouillabaisse dis. Balık çorbası; bir tür safranlı balık (Bouillonnement des désirs, des idées, des
yemeği. passions).
bouillant,e s. 1. Kaynar (L'eau bouillante). 2. Çok bouillonner gsz. 1. (Sıvı için) Köpürmek,
sıcak (Prendre son café bouillant). 3. Ateşli, kanı köpüklenmek, fokurdamak (Le ruisseau
kaynayan (Jeunesse bouillante). 4. Bouillant de bouillonne entre les rochers). 2. (Yayınlar için)
qch: -den yerinde duramayan, içi kaynayan, Satılmadan kalmak (Le journal qui bouillonne).
kendini tutamayan (Etre bouillant de colère, 3. gçl. (Bir kumaşa) Kabarık kıvrımlar yapmak,
d'impatience). dalgalandırmak. 4. Bouillonner de qch: -den
bouille diş. 1. Üzüm küfesi. 2. tkz. Surat, yüz; kafa kudurmak, köpürmek (Bouillonner de colère,
(Il a une bonne bouille). d'impatience).
bouilleur er. 1. Rakı çeken, yapan. 2. Buhar bouillote diş. 1. İçine sıcak su konularak yatak
makinasının su kazanı, ısıtmaya yarayan kap, yatak tandın. 2. Küçük
bouilli er. Et haşlaması. güğüm. 3. Bir tür iskambil oyunu,
bouilli,e s. Haşlanmış, kaynatılmış (Pommes de bouillotter gsz. Yavaş yavaş kaynamak,
terre bouillies; lait bouilli). boulange diş. Ekmekçilik, fırıncılık,
bouillie diş. 1. Bulamaç, lapa. 2. Kâğıt hamuru. 3. boulanger,ère ad. Ekmekçi, fmncı.
Güç anlaşılır şey. § C'est de la bouillie pour les boulanger gç/. Yoğurmak, işlemek (Boulanger de la
chats: Boşuna çaba; boşuna kürek sallamaktır bu. farine).
Etre en bouillie: Ezilmek, tanınmaz hâle gelmek, boulangerie diş. 1. Ekmekçilik, fırıncılık. 2. Fırın.
pestili çıkmak (Après l'accident, la voiture était en 3. Ekmekçi dükkânı,
bouillie). Mettre qn, qch en bouillie: -i ezmek, bouldozeur er. Yoldüzer, yoldüzler. "Buldozer,
pestilini çıkarmak, tanınmaz hâle getirmek, boule diş. 1. Yuvarlak, top, bilye (Rondcomme une
bouillir gsz. 1. Kaynamak (La marmite bout. L'eau boule. Boule de billard, boule de neige). 2. mec.
bout à 100 degrés). 2. Bouillir de qch: -den yerinde tkz. Baş, kafa. § En boule: Top biçiminde, yumak
duramamak, tepesi atmak, kendini tutamamak gibi (Le chat dort en boule). Avoir une bonne
(Il bout d'impatience, de colère). 3. gçl. tkz. boule: Sevimli olmak; eli yüzü düzgün olmak.
Kaynatmak (Bouillir le lait, bouillir le linge). § Avoir les nerfs en boule: Sinirlenmek, öfkesi
Avoir de quoi faire bouillir la marmite: Yiyecek kabarmak. Etre, se mettre en boule: Kızmak,
bir şeyi olmak, tencere kaynatacak durumu öfkelenmek. Faire boule de neige: Çığ gibi
olmak. Avoir le sang qui bout dans les veines: büyümek (Sa fortune fait boule de neige). Perdre
Delikanlı olmak; damarlarında kanı kaynamak. la boule: Aklını oynatmak, akimi kaçırmak,
Faire bouillir: 1. Kaynatmak (Faire bouillir du bouleau, er. Kayın ağacı,
lait, le linge). 2. Haşlamak (Faire bouillir de la boule-de-neige diş. bitb. Kartopu (çiçeği),
viande). Faire bouillir qn: Birini kızdırmak, bouledogue er. Buldok (köpeği),
tepesini attırmak (Ta paresse me fait bouillir). bouler gsz. 1. Yuvarlanmak. 2. (Harcı, kireci)
bouilloire diş. Su kaynatılan ibrik; çaydanlık, Karmak. § Envoyer bouler qn: Birini başından
bouillon er. 1. Hava kabarcığı, gaz kabarcığı, köpük savmak (Il nous a envoyés bouler).
(Le ruisseau sort de la source à gros bouillons). 2. boulet er. 1. Top güllesi, gülle. 2. (Eskiden)
(Yemek pişirmede) Taşım. 3. Haşlama suyu, su Pıranga. 3. (Atlarda) Bukağılık. 4. Katlanmak
(Bouillon de légumes, depoulet) A. Ucuz lokanta. zorunda kalman şey, baş belâsı (Ces dettes sont un
5. (Kumaşta) Kabarık, kıvrım, dalga. 6. Bir boulet que je traîne avec moi depuis des années). §
yarada gereksiz büyümüş et. 7. Satılmadan kalan Pour un boulet de canon: Asla, hiçbir zaman,
yayın (Bouillon de revues). § Bouillon d'onze dünya yıkılsa (Il ne changerait pas d'avis pour un
heures: İçine zehir katılmış içki yada yiyecek. boulet de canon). Arriver comme un boulet de
Bouillir à gros bouillons: Fokur fokur kaynamak. canon: Hışım gibi gelmek, fırtına gibi gelmek.
boulette 174 bourde

Tirer à boulets rouges sur qn: Birine şiddetle Gürültü, pat, güm (Ça a fait un grand boum en
saldırmak; yazı yada sözle şiddetle eleştirmek (II tombant). § Etre en plein boum: Harıl harıl
tirait à boulets rouges sur ses adversaires). çalışmak.
boulette diş. 1. Küçük gülle, top. 2. Köfte. 3. mec. boumer gsz. hlk. Yolunda gitmek, iyi gitmek (Ça
tkz. Akılsızlık, düşüncesizlik, gaf. § Faire une boume: İşler tıkırında; işler yolunda gidiyor).
boulette: tkz. Bir düşüncesizlik etmek, gaf bouquet er. 1. Demet (Un bouquet de roses, de
yapmak. persil). 2. Güzel şarap kokusu; koku, "rayiha. 3.
boulevard er. 1. (Eskiden) Kale meydanı. 2. Salkım, saçak, kangal (Le bouquet d'un feu
Bulvar, anayol. 3. Bulvar piyesi (C'est du bon d'artifice). 4. Sonuç, yargı. 5. Sevgi koşuğu. 6.
boulevard). § Les grands boulevards: Pariste Bayram armağanı. §Bouquet delà mariéeer. bitb.
Madeleine ile Bastille arasındaki bulvarlar, Menekşe gülü. Bouquet d'arbres: Küçük koru,
boulevarder gsz. Bulvarlarda, caddelerde ağaçlık. C'est le bouquet: İşte bu tüy dikti; işte bu
dolaşmak. hepsinden beter,
boulevardier,ère s. ve ad. 1. er. Bulvarlarda, bouquet er. 1. Bir tür iri karides. 2. Erkek tavşan,
kahvelerde dolaşıp duran kimse. 2. s. Bulvar bouqueté,e s. Hoş kokulu, "rayihalı (Un vin
tiyatrosu türüne değgin (Une comédie bouqueté).
boulevardière). bouquetier er. Çiçek vazosu, çiçeklik,
bouleversant,e s. Allak bullak edici, coşturucu, alt bouquetière diş. Çiçekçi kız, çiçekçi kadın,
üst edici (Un roman bouleversant). bouquetin er. Dağ keçisi.
bouleversement er. 1. Alt üst oluş; allak bullak oluş bouquiner. 1. Kocamış teke, "ihtiyar teke. 2. Erkek
(Bouleversement des valeurs, des sentiments). 2. tavşan.
Kargaşa, bunalım (Bouleversement économique, bouquin er. 1. Eski kitap. 2. hlk. Kitap, betik,
politique). bouquiner gsz. 1. Eski kitap okumak. 2. Kitaplara
bouleverser gçl. Allak bullak etmek, altüst etmek bakmak. 3. gsz. gçl. Okumak (ila passé toute sa
(Cet événement a bouleversé ma vie). journée à bouquiner. Il aime bouquiner les romans
boulier er. 1. Çörkü. 2. Iğrıp denilen balık ağı. policiers).
boulimie diş. 1. Oburluk hastalığı. 2. tkz. Açlık, bouquinerie diş. 1. Sahhaflık. 2. Eski kitap merakı.
büyük açlık. bouquineur,euse ad. 1. Eski kitap meraklısı. 2.
boulimiques. 1. Oburluk hastalığına değgin. 2. ad. Kitapları karıştırmayı seven. 3. Okumayı seven,
Oburluk hastası, çok okuyan.
boulin er. 1. Güvercinlikte göz. 2. (Yapıcılıkta) bouquiniste ad. Eski kitap alıp satan, "sahhaf, eski
Kiriş yuvası yada iskele kirişi, kitapçı.
bouline diş. den. Borina. bouracan er. Aba, kaba yünlü.
bouliner gçl. 1. (Bir yelkeni) Borina ile germek. 2. bourbe diş. Çamur, balçık (Bourbe d'un marais).
gsz. Borinaları gererek gitmek, borina gitmek. 3. bourbeux, euse s. Çamurlu, balçıklı, batak ( Chemin
tkz. Ayaklarını yere vurarak yürümek, bourbeux, eau bourbeuse).
boulingrin er. Çimenlik. bourbier er. 1. Balçık çukuru. 2. mec. Berbat iş,
bouioir er. Kireç, harç karıştırmaya özgü aygıt, batak (Il faisait de vains efforts pour se tirer de ce
boulon er. Cıvata, somunlu vida. bourbier). 3. mec. Çirkef.
boulonner gçl. 1. Cıvata ile, somunlu vida ile bourbillon er. 1. Çamur yığını. 2. hek. Çıban özü.
tutturmak (Boulonner une poutre). 2. argo. bourbonien,ne s. Burbon ailesine değgin.
Çalışmak (Tu boulonnes dur). Burbonlara özgü. § Nez bourbonien: Uzun gaga,
boulot er. tkz. İş (Il cherche du boulot. Je vais au burun.
boulot). bourdaine diş. Kara akçaağaç.
boulot,tes. vead. 1. Kısave şişman; topuz gibi (Une bourdalou er. 1. Şapka kurdelesi. 2. Kasket meşini.
femme boulotte. Un pain boulot. Une petite 3. Lâzımlık, oturak,
boulotte). 2. er. Besin, yiyecek, bourde diş. tkz. 1. Yalan, martaval, kurt masalı (Tu
boulotter gsz. 1. Kendi yağıyla kavrularak me racontes des bourdes!). 2. Düşüncesizlik,
yaşamak. 2. Yavaş yavaş durumu iyileşmek. 3. aptallık, yanılgı, yanlış. § Faire, commettre une
tkz. Yemek. 4. gçl. tkz. Yemek (Il n'y a rien à bourde: Yanılgıya düşmek, hatâ etmek, yanhş
boulotter). yapmak, düşüncesizlik etmek (J'ai commis une
boum iinl. 3. Bum! Güm! Pat! Düşen bir nesnenin bourde en refusant leur proposition. Cet élève a
çıkardığı ses (Boum! Tout est tombé). 2. er. fait de grosses bourdes dans sa dictée).
bourdon 175 bourrelet

bourdon er. 1. Hacı değneği. 2. Yaban arısı (Bruitde fırtınada çabalamak. 2. tkz. Serserice gezip
bourdon). 3. Büyük çan (Bourdon de Notre- tozmak, sürtmek. 3. Yolculuk etmek, dolaşmak
Dame). 4. Orgta bas sesi veren boru. 5. Basım (Il a bien bourlingué dans les mers).
dizisinde atlama. § Faux bourdon: Erkek arı; eski bourlingueur,euses. vead. Durmadan gezip tozan;
batı müziğinde bir beste biçimi. Avoir le bourdon: orda burda sürtüp duran,
Canı sıkılmak, içi sıkılmak, bourrache bitb. Hodan,
bourdonnant,e s. Vızıldayan, uğuldayan (Une bourrade diş. 1. Avda, köpeğin ava vurup tüy
mouche bourdonnante). koparması. 2. (Dipçik ya da dirsekle) Vurma,
dürtme (Une bourrade amicale. Je lui ai donné une
bourdonnement er. 1. Vızıldama, vızıltı
bourrade).
(Bourdonnement des abeilles). 2. Mırıldanma,
bourrage er. 1. Tıka basa doldurma. 2. Bir şeyi
uğultu. 3. Homurtu, uğultu (Bourdonnement
doldurmak için kullanılan şey. § Bourrage de
d'un moteur d'avion). 4. Uğultu, uğuldama
crâne: Yoğun propaganda, beyin yıkama,
(Bourdonnement d'oreilles).
bourrasque diş. 1. Bora, fırtına (Une bourrasque de
bourdonner gsz. 1. Vızıldamak (Une abeille
pluie). 2. mec. Geçici öfke; birden bire parlama.
bourdonne). 2. Mırıldanmak, mırıltı halinde
§Entrer comme une bourrasque: Fırtına gibi
gelmek (Une musique lointaine bourdonnait à ses
girmek.
oreilles). 3. Uğuldamak (Avoir les oreilles qui
bourratif,ive s. tkz. Kann doyurucu, mide şişirici,
bourdonnent: Kulakları uğuldamak).
açlık bastırıcı (Ces biscuits sont trop bourratifs).
bourdonneur,euse s. Vızıldayan (Des essaims
bourre diş. 1. Tabaklamadan önce bir hayvan
bourdonneurs).
derisinden koparılan tüy. 2. Semer, kanape gibi
bourg er. Kasaba,
şeylere doldurulan kıl, yün kırpıntısı gibi şeyler,
bourgade diş. Küçük kasaba,
paçak. 3. (Ağızdan dplma silahlara tıkılan) Sıkı.
bourgeoises, ve ad. 1 .ad. 'Kentsoylu, *kentligil,
4. Yün yada ipek hurdası. 5. Tomurcuklann
"burjuva. 2. hlk. Karı, eş (Ma bourgeoise). 2. s.
üstünde ince tüy. 6. mec. Önemsiz şey, değersiz
Kentsoylulara, kentligillere değgin (Classe
şey. 7. hlk. Dişi ördek. 8. Bir tür iskambil oyunu.
bourgeoise. Quartier bourgeois). 4. Bayağı. 5.
9. er. argo. Polis, aynasız. § De première bourre:
Tutucu, "muhafazakâr. 6. İyi ve sade (Une cuisine
hlk. Eşsiz, çok güzel, nefis. A la bourre: hlk. Geç;
bourgeoise). § Epater le bourgeois: Çok yırtıkça
geç kalarak; gecikerek.
davranmak; herkesi şaşırtıcı davranışlarda
bourré,e s. 1. Tıka basa dolu (Une valise bourrée.
bulunmak.
Un wagon bourré). 2. Balık istifi gibi; üst üste
bourgeoisement bel. Sade bir biçimde, burjuvaca, yığılmış, sıkışmış (Les gens étaient bourrés dans le
efendi efendi (Vivre bourgeoisement). train). 3. hlk. Sarhoş,
bourgeoisie diş. 1. 'Kensoylular, *kentligiller, bourreau er. 1. Cellat. 2. Acımasız, taş yürekli;
"burjuvazi. 2. "Kentsoyluluk, *kentligillik, işkenceci.§Bourreau des cœurs; Donjuan, gönül
"burjuvalık. hırsızı, kadınlann gönlünü çabucak fetheden
bourgeon er. I. Tomurcuk (Les bourgeons éclatent kimse. Bourreau d'argent: Müsrif, çok para
au printemps). 2. Asma filizi. 3. Ergenlik, yüz harcayan. Bourreau de travail: Çabuk ve çok iş
sivilcesi (Il a des bourgeons dégoûtants sur le yapan; çok iyi çalışan, kendisine iş dayanmayan
visage). (kimse).
bourgeonnement er. 1. Tomurcuklanma. 2. hlk. bourrée diş. 1. Çalı bağı, çalı demeti. 2. Bir tür dans.
(Yara için) Azma, etrafında et parçaları oluşması bourrèlement er. Ezinç, "azap (Bourrèlement de la
(Bourgeonnement d'une plaie). conscience).
bourgeonner gsz. 1. Tomurcuklanmak (Les bourreler gçl. Azap vermek, kıvrandırmak. § Etre
pommiers ont bourgeonné). 2. Sivilce çıkmak, bourrelé de qch: -denkıvranmak,çok acı çekmek
sivilcelenmek (Ton visage bourgeonne). (Il était bourrelé de remords).
bourgeron er. Kısa iş gömleği, bourrelet er. 1. Başta yük taşımak için kullanılan
bourgmestre er. (Belçika, Almanya, Hollanda ve ortası delik yuvarlak yastık, simit yastık. 2. Kapı
İsviçre gibi Orta Avrupa ülkelerinde) Belediye ve pencere aralıklarım tıkamak için kullanılan
başkanı, ince uzun yastık, tıkama yastığı. 3. Düşerken
bourgogne er. Burgonya şarabı, çocuklann başlarını korumuş olmak için
bourguignonne s. ve ad. 1. Burgonyalı. 2. er. başhklann etrafına konulan yuvarlak yastık,
Şaraplı sığır yahnisi, koruma yastığı. 4. (Top ağzı kenannda)
bourlinguer gsz. 1. (Gemi) Güçlükle yol almak, Kabartma halka. 5. Ağaç yada madeni süs. 6.
bourrelier 176 boussillage

(Vücutta) Et yada yağ birikintisi, kıvrım harcamadan, kesenin ağzmı açmadan, bedava.
(Bourrelet de chair, de graisse. Il a des bourrelets Avoir la bourse bien garnie: Cüzdanı kabarık
de chair sous le menton). olmak, çok parası olmak. Délier les cordons de la
bourrelier er. Saraç; hayvan koşumu yapıp satan bourse: Kesenin ağzını açmak. Tenir les cordons
kimse; koşumcu, de la bourse: Kesenin ağzını elinde tutmak,
bourrellerie^. Saraçlık; koşumculuk. masrafları gören kişi olmak. Jouer à la bourse:
bourrer gçl. 1. Sıkı tıkmak, doldurmak (Bourrer un Borsa oyunu oynamak. Ouvrir sa bourse à qn:
fusil). 2. Paçak, kıtık doldurmak (Bourrer un Birine kesesinin ağzını açmak, birine maddî
coussin). 3. Tıka basa doldurmak (Bourrer une yardımda bulunmak,
valise). 4. Tıka basa yedirmek, tıkış tıkış boursicotage er. 1. Küçük borsa oyunlarına girme.
yedirmek. 5. Bourrer qch de qch: -ile doldurmak 2. Beş on kuruş artırma,
(Bourrer le poêle de bûches. Bourrer une boîte de boursicoter gsz. 1. Küçük borsa oyunlarına
papiers). 6. Bourrer qn de qch: Birinin karnını -ile girişmek. 2. Beş on kuruş artırmak,
doldurmak, doyurmak (Elle nous bourre de boursicotier, ère; boursicoteur, euse.v. ve ad. Küçük
pommes de terre). 7. gsz. (Köpek için) Kaçan borsa oyunlarına girişen (kimse),
avdan tüy koparmak. 8. gsz. argo. Kapah gişe boursier, ère s. ve ad. 1. Burslu, öğrenmelik alan
oynamak, salonu tam doldurmak (Ce soir on a öğrenci (Une boursière; un élève boursier). 2. er.
bourré). § Bourrer qn de coups: Birini dayaktan Borsacı. 3. Borsa ile ilgili (Le marché boursier;
gebertmek, eşek sudan gelinceye kadar dövmek. opérations boursières).
Bourrer le crâne à qn: Birinin aklını çelmek, boursouflage, boursouflement er. Şişme, şişirme;
beynini yıkamak, yalan propagandayla kabarma, kabartma,
yanıltmak (La presse officielle bourre le crâne boursouflé, e s. 1. Şiş, şişmiş (Un visage boursouflé).
au public). § Se bourrer: 1. Tıka basa yemek, 2. Şişirilmiş, tantanalı, boş ve parlak lâflarla dolu
işkembesini doldurmak. 2. Se bourrer de qch: -ile (Un discours boursouflé. Un style boursouflé).
karnını doyurmak (Se bourrer de pain). boursoufler gçl. 1. Şişirmek, şişkinleştirmek. 2.
bourriche diş. Av yada balık sepeti; çavalye. Hindi gibi kabartmak (L'orgueil boursoufle les
bourrichon er. tkz. Baş, kafa, kelle. § Se monter le sots). § Se boursoufler: Yer yer kabarmak (La
bourrichon: Düşler kurmak; olmayacak şeyler peinture s'est boursouflée).
tasarlamak, boursouflure diş. 1. Şişkinlik, kabarıklık
bourricot, bourriquot er. Küçük eşek, sıpa. (Boursouflure d'un enduit sur un mur.
bourrin er. hlk. At; beygir, Boursouflure du visage, des paupières). 2.
bourrique diş. 1. Kancık eşek. 2. mec. tkz. fnatçı ve Tantana, boş ve parlak sözlerden oluşmuştuk
aptal kimse, eşeğin teki. 3. argo. Polis, aynasız. § (Boursouflure du style).
Têtu comme une bourrique: Keçi gibi inatçı. Faire bousculade diş. İtişip kakışma, sıkışma. Sıkışıklık,
tourner qn en bourrique: Birini bunaltmak, acele (La bousculade du métro. Dans la
serseme çevirmek (On l'a fait tourner en bousculade du départ, nous avons oublié la valise.
bourrique). La bousculade des derniers préparatifs).
bourriquet er. 1. Sıpa yada küçük boy eşek. 2. Kuyu bousculer gçl. 1. Karıştırmak, altüst etmek (On a
çıkrığı. bousculé tousses livres). 2. İtip kakmak (La foule
bourru,e s. 1. Pürtüklü, pürüzlü (Fil bourru). 2. nous bousculait). 3. Dürtmek, paylamak,
mec. Asık suratlı, acılı (Un homme bourru, un air çıkışmak (Il est paresseux, il faut le bousculer un
bourru). § Vin bourru: Henüz mayalanmamış peu pour le faire travailler). 4. Acele ettirmek. § Se
şarap, üzüm şırası, bousculer: 1. İtişip kakışmak (Les enfants se
bourse diş. 1. Kese, para kesesi (Une bourse de bousculent pour sortir de l'école). 2. Aceleetmek,
peau. Bourse à fumoir). 2. 'Öğrenmelik, °burs evmek, biraz çabuk olmak (Bouscule-toi,
(Bourse d'études. Concours de bourses). 3. autrement nous allons manquer le train).
Tavşan avında kullanılan bir tür ağ; yakalamak bouse diş. Sığır gübresi, mayıs; tezek (Bouse de
için tavşanın yuvası ağzına konan torba ağ. 4. vache).
(Balık avında) Torba biçiminde ağ. 5. Borsa bouser gsz. 1. (Sığır için) Mayıs salmak, pislemek.
(Bourse de commerce. La bourse a monté, la 2. gçl. (Harman yerini) Mayıslı çamurla sıvamak,
bourse a baissé). 6. ç. Taşak torbası. §Pourtoutes bouseux er. tkz. Köylü, hödük,
les bourses: Her keseye elverişli; herkesin bousier er. Gübre böceği,
kesesine göre. Sans bourse délier: Beş para bousillage er. 1. Kerpiç. 2. tkz. Kötü yapılmış iş,
boussiller 177 boutique

şişirme iş. 3. tkz. Şişirme, baştan savma yapma, Bir ayağı çukurda olmak, ölmek üzere olmak.
berbat etme, bozma. Avoir du mal à joindre les deux bouts: f ki yakasını
bousiller gsz. 1. Kerpiçle yapı yapmak, kerpiç bir araya getirememek. Brûler la chandelle par les
işlemek. 2. gçl. tkz. Berbat etmek, çok kötü deux bouts: Çok müsrif olmak, har vurup harman
yapmak, içine etmek (Bousiller un travail). 3. savurmak. Tenir le bon bout: Sağlam yere ayak
Bozmak, kullanılmaz hale getirmek (Bousiller un basmak, durumu sağlam, iyi olmak. Faire un bout
moteur, une montre, une machine). 4. Bousiller de conduite à qn: Birini uğurlamak,geçirmek için
qn: tkz. Birini öldürmek, gebertmek, canını bir süre ona yolda eşlik etmek. Mener qn par le
cehenneme yollamak (Un tracteur l'a bousillé sur bout du nez: Birini istediği yöne çevirmek, istediği
la route). gibi idare etmek (Sa femme le mène par le bout du
bousilleur,eusearf. 1. Kerpiççi. 2. tkz. Kötü işçi; her nez). Aller jusqu'au bout: Sonuna kadar gitmek,
şeyi bozan, berbat eden kimse. sonuna kadar dayanmak. Montrer le bout de
bousin er. hlk. 1. Adı kötüye çıkmış yer, kötü yer. 2. l'oreille: Niyetini, düşüncesini, ortaya koymak,
Büyük gürültü, gürültü patırtı. belli etmek (ila montré le bout de l'oreille par cette
bousingot er. Meşin gemici şapkası. réflexion). Jusqu'au bout des ongles: Sapma
boussole diş. 1. Pusula (Avancer à l'aide de la kadar, çok, tam anlamıyle (Il a de l'esprit jusqu'au
boussole). 2. Kılavuz (Vos conseils seront ma bout des ongles). Avoir qch sur le bout de la
boussole). § Perdre la boussole: Pusulayı langue, sur le bout des lèvres: Dilinin ucunda
şaşırmak; afallamak, ne yapacağını bilememek. olmak (Je l'ai sur le bout de la langue, mais je ne
boustifaUle diş. hlk. 1. Şölen. 2. Besin, yiyecek, peux pas le dire). Savoir qch sur le bout du doigt:
yiyinti. Su gibi bilmek, çok iyi bilmek (Cet élève sait sa
bout er. 1. U% (Le bout du nez, de la langue, de la leçon sur le bout du doigt).
table, d'une ficelle). 2. Son (Le bout de l'année, de boutade diş. 1. Şaka, takılma (Il ne faut pas prendre
la semaine). 3. Uç süsü. 4. Un bout de: Biraz, bir au sérieux ces boutades). 2. Naz, kapris, *özenç (Il
parça, azıcık, ufacık ( Un bout de pain. Un bout de agit par boutade. Les boutades d'un enfant
papier, un bout de fil. Je vais lui écrire un bout de malade).
lettre).S. ç. (Sinemacılıkta) Günlük çekimler. § A bout-dehors er. den. Ek yelken çekmek için gemi
tout bout de champ: Her an, dem dakka, dakka serenine eklenen parça,
başı. Au bout du monde: Çok uzaklarda, boute-en-train er. Yanındakileri eğlendiren,
dünyanın öbür ucunda. Au bout du compte: güldüren, herkese neşe saçan kimse ; neşe kaynağı
Hasılı. Bout à bout: Uç uca. Un bout d'homme: (Il est le bout -en- train de la classe).
Ufacık tefecik bir adam. Un bout de femme: Mini bouteille diş. 1. Şişe (Une bouteille de vin). 2. ç.
minnacık bir kadın. Un bon bout de temps: Hayli (Gemide) Yüznumara, aptesane. § Aimer la
zaman, epey uzun süre (Il est resté un bon bout de bouteille: İçkiye düşkün olmak. Prendre de la
temps chez moi). De bout en bout: Baştan başa. bouteille: mec. tkz. Yaşlanmak. C'est la bouteille
D'un bout à l'autre: Baştan başa, başından à l'encre: Karışık, anlaşılmaz bir sorun bu.
sonuna dek. Etre à bout: 1. Sıfırı tüketmek, hiçbir bouteillon er. Karavana.
olanağı kalmamak. 2. Sabrı tükenmek, artık bouter gçl. Atmak, kovmak (Bouter l'ennemi hors
dayanamamak. Etre à bout de qch: -si kalmamak; du pays)
-si tükenmek (Je suis à bout de patience: Sabrım bouterolle diş. 1. (Kılıçta) Kın pabucu. 2. Anahtar
kalmadı. Il est à bout de forces: Gücü tükendi, deliği yarığı.
gücü kalmadı). Pousser qn à bout: Birini bouteroue diş. Yapı ve kapı köşelerini
kızdırmak, sabrını taşırmak. Venir à bout de qch: tekerleklerden korumak için konulan taş,
-in üstesinden gelmek, yüzüp yüzüp kuyruğuna koruma taşı.
gelmek, sonuna gelmek, bitirmek (Venir à bout boute-selle diş. ask. Boru yada trampetle verilen
d'un travail, d'un projet). Venir à bout de qn, de "eyer vur" komutu,
qch: -in hakkından gelmek, birini yenmek, alt boutique diş. 1. Dükkân (Boutique de charcuterie.
etmek (Venir à bout d'une difficulté, d'un Boutique d'un artisan). 2. Dükkân eşyası. 3. İşlik,
adversaire). Au bout de: Sonunda, -in bitiminde, atölye. 4. Avadanlık5. tkz. İş. 6. mec. tkz. Berbat
sonra (Au bout de trois ans). Arriver, venir, être ev yada çalışma yeri. 7. Diri balık sandığı. §
au bout de qch: -in sonuna gelmek, sonuna Fermer boutique: Dükkân kapamak. Ouvrir
varmak, sonunda olmak (Arriver, venir au bout de boutique: Dükkân açmak, lenir boutique:
sacarrière, desavie). Etre au bout de son rouleau: Dükkân işletmek, dükkâncılık etmek.
boutiquier 178 braconnage

boutiquier,ère ad. Dükkâncı, bouvilloner. İğdiş edilmiş tosun,


boutisse diş. (Duvarcılıkta) Bağlama taşı, kısa bouvreuil er. Şakrak kuşu.
bağtaşı. bovarisme er. (Flaubert'in romanı Madame
boutoir er. 1. Nalbantların, sepicilerin kullandıkları Bovary'den) Doyumsuzluk, düşler içinde yüzen
iki ucu saplı keski, bıçkı, suntraç. 2. Yaban kadın doyumsuzluğu.
domuzu burnu, kalak. § Coup de boutoir: Sert ve bovidés er. ç. Boynuzlugiller,
acı söz, tersleme, bovin,e s. 1. Öküze, sığıra değgin (Races bovines.
bouton er. 1. Konca, gonca (Bouton de rose. Un Un regard bovin). 2. er. ç. Sığırgiller, sığır
bouton qui éclot). 2. Sivilce (Bouton de petite familyası (Les bovins).
vérole. Il a des boutons). 3. Düğme (Unboutonde bow-window [bowindo] er. İng. Cumba,
chemise). 4. (Kimi aletlerde) Düğme, kumanda box er. Ahır yada garaj bölmesi,
düğmesi (Tourner le boutton de la radio. Un box-calf [bakskalfl er. Kromla sepilenmiş dana
boutton électrique). derisi.
bouton-d'argent er. Düğünçiçeği, boxe diş. Boks, yumrukoyunu (Gagner un match de
bouton-d'or er. Sarı düğünçiçeği, boxe aux points, par knock-out. Pratiquer la
boutonnage er. Düğmeleme; düğmelenme boxe).
(Boutonnage de gauche à droite). boxer gsz. 1. Boks yapmak. 2. gçl. Yumruklamak
boutonner gsz. 1. Sivilce çıkartmak, sivilce (Il se précipita sur son adversaire et le boxa au
dökmek. 2. gçl. İliklemek, düğmelemek visage).
(Boutonner sa veste, son pantalon). 3. Meçin boxeur er. Boksör, yumrukoyuncusu.
ucundaki düğme ile dokunmak (ila boutonné son boy er. İng. 1. (Sömürgelerde) Yerli uşak. 2.
adversaire). 4. gsz. Düğmelenmek (Ce corsage Yamak, çocuk uşak. 3. Müzikhollerde dansçı
boutonne par derrière). § Se boutonner: delikanlı.
İliklenmek, düğmelenmek (Cette blouse se boyard er. tar. 1. Boyar, eski Rus soylusu. 2. mec.
boutonne par devant). tkz. Zengin, hali vakti yerinde adam.
boutonnerie diş. 1. Düğmecilik. 2. Düğme boyau er. 1. Barsak. 2. Hortum. 3. Tekerlek iç
fabrikası. lastiği, yarış bisikleti iç lastiği. 4. mec. Dar ve uzun
boutonneux,euse s. Sivilceli (Un visage yol. 5. (İstihkâmlarda) Sıçan yolu § Corde à
boutonneux). boyau: Çalgı teli. Se tordre les boyau: hlk.
boutonnier,ère ad. Düğmeci, Gülmekten katılmak, kasıklarını tuta tuta
boutonnière diş. 1. İlik, düğme iliği.2. Kesi, çizik; gülmek.
ince ve uzun yara ( On lui fit une petite boutonnière boyauderiediş. 1. Barsak işlenilen yer, sucuk yapım
et on lui glissa dans\ la vessie une sonde spéciale. yeri. 2. Barsak işlemesi, sucuk yapma.
Faire une boutonnière avec un poignard). 3. Ceket boyaudier,ère ad. Barsak işçisi,
yakasındaki ilik (Avoir une fleur, une décoration, boyauter (se) hlk. Çok gülmek, gülmekten kasıkları
l'insigne d'un parti à la boutonnière). çatlamak.
bouton-pression er. Çıtçıt (Corsage fermé par des boycott er. Boykot (Les syndicats ont déclenché le
boutons-pression ). boycott des produits italiens).
bouts-riméser. ç. l.Birkoşukdüzmeküzereverilen boycottage er. Boykot.
uyaklar. 2. (Tekil olarak) Önceden verilen boycotter gçl. Boykot etmek (Boycotter les
uyaklara göre düzülen koşuk, marchandises étrangères. Boycotter un
bouturage er. Çelik dikerek ağaç yetiştirme, commerçant, un cours).
çelikleme. boycotteur,euse ad. Boykotçu.
bouture diş. Dikilmek üzere kesilmiş dal, sürgün boy-scout [bsjskutjer. İng. 1. İzci. 2. mec. tkz. Saf
gibi ağaç parçası, çelik (Faire des boutures). ülkücü (Une mentalité de boy-scout).
bouturer gsz. 1. (Ağaç için) Kökten sürmek. 2. gçl. brabançonne diş. Belçika ulusal marşı,
Çelikleme yoluyla (ağaç) yetiştirmek, brabanter. Pulluk,
bouveau, bouvelet er. Tosun, bracelet er. Bilezik (Bracelet en or).
bouverie diş. Sığır ahırı, öküz damı. bracelet-montre er. Bilezik üzerine oturtulmuş
bouvet er. (Doğramacılıkta) Kenar küşteresi. kadın kolsaati.
bouvier,ère ad. 1. Sığırtmaç. 2. mec. Kaba adam, brachial,es. Kola değgin (Artère brachiale).
hödük. brachycéphales. vead. Kısakafalı, brakisefal,
bouvière diş. hayb. Acıbalık. braconnage er. Kaçak a \ ( L e braconnage a dépeuplé
braconner 179 branlant

la rivière). militaires).
braconnerez. Kaçak avlanmak, kaçak avyapmak. branchage er. 1. Ağacın bütün dalları, dallar. 2. Dal
braconnier er. Kaçak avcı. yığını.
bractée diş. Kimi çiçeklerin yanında bulunan özel branche diş. 1. Dal (Les branches d'un arbre.
yaprak. Couper, casser, secouer une branche). 2. Kol, dal
bradage er. 1. Ucuz fiyatla elden çıkarma, okutma, (Branches d'une famille. Ce chandelier a trois
satıp kurtulma. 2. Bit pazarında satma, branches. Les branches de la science). 3. hlk.
brader gçl. 1. Ucuz fiyatla elden çıkarmak, Cancağız (Viens ma vieille branche). § Avoir de la
okutmak, satıp kurtulmak (Il a bradé sa voiture). branche: Soylu olmak, soyu sopu belli olmak;
2. -i bit pazarında satmak, alımlı, seçkin davranıştı olmak. Etre comme
braderie di';. Bitpazarı. l'oiseau sur la branche: Sallantıda olmak, bir yer
bradycardie diş.hek. Kalp atışının yavaşlaması, yada mevkideki durumu geçici olmak. Scier la
nabız düşüklüğü, branche sur laquelle on est assis: Bindiği dalı
braguette diş. Pantolon yırtmacı, kesmek (Tu scies la branche sur laquelle tu es
brahmane er. Brehmen, brahman assis).
brahmanique s. Brahma dinine değgin; brehmen branchement er. 1. Kanal yada hat kolu. 2. Hat
(La société brahmanique). bağlama (Le branchement du téléphone a été fait).
brahmanisme er. Brehmenlik, Brahma dini. brancher gsz. 1. Ağaç dalına tünemek, konmak (La
brai er. Katran tortusu. perdrix branche). 2. gçl. Takmak, bağlamak. 3.
braie diş. 1. Çocuk bezi, kundak. 2. ç. Eski Galyalı Brancher qch sur qch: Bir şeyi -e takmak,
poturu; potur, bağlamak (Brancher un appareil de radio sur la
braillard,e; braiiieur,euse s. ve ad. Zırlak, zırlayıp prise électrique. Brancher un réseau électrique sur
duran. un autre). Etre branché: tkz. Anlamak,
braille er. Körler abecesi (Apprendre le braille). kavramak, çakmak (Je ne suis pas branché, répète
braillement er. Zırlama, bağırma, encore une fois).
brailler gsz. 1. Zırlamak. 2. (Tavus) Bağırmak. 3. branchette diş. Küçük dal.
mec. (Çocuk) Zır zır ağlamak, zırıldamak. 4. gçl. branchial,e s. Solungaca değgin (Respiration
Bağıra bağıra söylemek (Brailler un slogan, une branchiale; fentes branchiales).
chanson). branchie diş. Solungaç (Les branchies des poissons,
braiment er. Anırma (Braiment d'un âne). des mollusques).
braire gsz. 1. Anırmak (L'âne qui brait au bout du branchiopodes er. ç. hayb. Kolsu-ayakhlar.
champ). 2, hlk. Zırlamak, branchu,es. Dallı; dallı budaklı,
braise diş. 1. Kor, köz (Remplir de braise un brandade diş. Morina balığı ezmesi,
brasero. Faire griller de la viande sur la braise). 2. brande diş. Bir tür funda; fundalık,
Söndürülmüş kor, kömür (Les boulangers retirent brandebourg er. 1. Kimi giysilerde iliklerin etrafına
la braise du four). § Des yeux de braise: Ateş gibi süs olarak dikilen şerit. 2. Bahçe çardağı,
gözler. Etre sur la braise: Sabırsızlık ve kaygı brandevin er. (Eski) Şaraptan çekilen rakı; şarap
içinde beklemek; diken üstünde olmak, ruhu.
braiser gçl. Hafif ateşle pişirmek (Viande braisée; brandiller gsz. 1. Sallanmak. 2. gçl. sallamak,
légumes braisés). brandir gçl. 1. Çekmek, sallamak (Brandir son
braisière diş. 1. Kor söndürülen kap. 2. Kapaklı épée; brandir une lance. Il brandit son bâton et se
saplı tencere, précipita sur moi). 2. Bir şeyi tehdit aracı olarak
bramement er. 1. Geyik bağırması. 2. mec. kullanmak; -ile tehdit etmek (Il brandit sa
Bağırma, uluma, démission devant les critiques). § Brandir
bramer gsz. 1. (Geyik için) Bağırmak. 2. mec. l'étendard de la révolte: tsyan bayrağını çekmek,
Bağırıp çağırmak, ah vah etmek (Ah! Je brame brandon er. 1. Saman sapından meşale. 2.
après cette santé, après cet équilibre heureux). Yangından sıçrayan yanar parça. 3. Ürüne el
bran er. 1. Kepekkabasi. 2. hlk. Pislik, dışkı. § Bran konduğunu belirtmek için tarlada bir sırığın
de scie: Bıçkı talaşı. Brand'agace: Erik yada kiraz ucuna bağlanarak dikilen sap bağı. § Brandon de
zamkı. discorde: Nifak kaynağı; nifak kıvılcımı, nifak
brancard er. 1. Teskere, sedye (Transporter un tohumu.
malade sur un brancard). 2. Araba kolu. brandy er. Ing. (ingiltere'de) Rakı; kanyak,
brancardier er. Teskereci, sedyeci (Brancardiers branlant,e s. Sallanan (Une bicoque branlante). §
branle 180 bras

Château branlant: Yeni yürümeye çalışan ve sık levier). 2. Kol emeği (Vivre de ses bras). 3. İşçi, el
sık düşen çocuk, işçisi (L'industrie a besoin des bras). 4. Güç. 5.
branle er. 1. Salınma, sallanma. 2. tik hız, ilk Yüreklilik. 6. den. Serenlere yön vermeye
hareket, ilk adım. 3. den.Branda. 4. Halka dansı. § yarayan donanım, brasya. § A bras le corps:
Donner le branle à qch: -e ilk hızı vermek, ilk Belinden yakalayarak; kollarını beline
hareketi yaptırmak, ilk adımı attırmak (Donner le dolayarak; yarı belden. A bras raccourcis:
branle à une entreprise, à une affaire, à une Büyük bir şiddetle, hışımla (Il s'est jeté sur son
révolution). Mettre qch en branle: Harekete adversaire à bras raccourcis). A tour de bras: 1.
geçirmek, seferber etmek (İla mis en branle tous Bütün gücüyle, var kuvvetiyle (Lancer une pierre
les services. Vous devez mettre en branle toutes vos àtourdebras). 2. Bol, çok çok, habire (Envoyer
forces). Se mettre en branle: Harekete, eyleme des lettres à lourde bras). A bras: Elle; elle çalışan
geçmek, kolları sıvayıp işe girişmek, (Nous avons transporté toute la marchandise à
branle-bas er. 1. (Gemide) Hazırlık (Branle-bas de bras. Moulin à bras, voiture à bras, presse à bras).
combat. Branle-bas du matin, du soir). 2. mec. A pleins bras: Çok; kucak dolusu (Il travaille à
Kargaşalık; telâş (Le branle-bas du départ en pleins bras. Apporter des fleurs à pleins bras).
vacances). § Mettre qch en branle-bas: Velveleye Porter qch sur ses bras, dans ses bras: Bir şeyi
vermek, telâşa sokmak (Il a mis toute la maison en kucağında taşımak. Serrer qn dans ses bras: Birini
branle-bas). kucaklamak, birine sarılmak. Bras dessus bras
branlement er. Sallama, sallanma, sallanış dessous: Kol kola (Ils se promenaient bras dessus
(Branlement de tête). bras dessous). Offrir, donner le bras à qn: -in
branler gçl. 1. Sallamak (Branler la tête). 2. gsz. koluna girmek (Je lui ai donné le bras) Etre au bras
Sallanmak (Une dent qui branle, une chaise qui de qn: -in kolunda olmak, koluna girmiş olmak
branle. L'escalier branle). § Branler dans le (Elle était au bras de son mari). Couper bras et
manche, au manche: Sağlam olmamak, sallantıda jambe à qn: -in kolunu kanadını kırmak,
olmak, düşme tehlikesiyle karşı karşıya kıpırdayamaz, iş yapamaz duruma getirmek (Tu
bulunmak (L'affaire branle dans le manche). S'en lui as coupé bras et jambes). Avoir le bras long:
branler: Aldırmamak, vız gelip tırıs gitmek (Je Etkili kişi olmak; nüfuzlu kimse olmak, büyük
m'en branle). nüfuzu olmak. Demeurer, rester les bras croisés:
braquage er. 1. Çevirme, yön verme. 2. argo. Eli kolu bağlı kalmak, hiçbir iş yapmamak.
Tendre, ouvrir les bras à qn: 1. Birini bağışlamak,
Silahla saldırma, silahlı saldın,
ona bağnm açmak. 2. Birine yardım elini
braque er. 1. Bir tür av köpeği. 2. s. mec. tkz.
uzatmak, yardım etmek. Tendre les bras vers qn:
Şaşkın, sersem, deli, kaçık (Il est un peu braque).
Birinden yardım istemek, birine el açmak. Se
braquemart er. (Eski) tki ağızlı kısa kılıç,
réfugier, se jeter dans les bras de qn: Birine
braquer gçl. 1. Çevirmek, yöneltmek (Il a braqué
sığınmak. Recevoir qn à bras ouverts: Birini
son pistolet en direction de son adversaire). 2.
sevinç ve coşkuyla karşılamak. S'endormir dans
Hafif yana yatırmak ; y an yan götürmek ( Braquer
les bras du Seigneur: Ölmek, ruhunu Tann'ya
les roues d'une voiture). 3. argo. Silahla
teslim etmek. Avoir un bras de fer: Büyük bir
saldırmak, silahla soymak (Braquer une banque).
gücü, çelik gibi iradesi olmak. Etre le bras droit de
4. Braquer qch sur qn, sur qch: Bir şeyi -in
qn: Birinin sağ kolu olmak, en yakım olmak.
üzerinde toplamak; -e çevirmek, yöneltmek (ila
Refuser son bras à qch: -e yardım etmemek, -den
braqué ses regards sur nous). 5. Braquer qch
yardımını esirgemek (Il a refusé son bras à notre
vers: -e doğru çevirmek, yöneltmek (Braquer les
entreprise). En avoir les bras rompus:
canons vers la colline). 6. Braquer qn contre:
Yorgunluktan bitmek. Tomber dans les bras de
Birini -in aleyhine çevirmek (lia braqué toute sa
qn: -in eline düşmek (Il est tombé dans les bras des
famille contre moi. Je vais braquer tout le groupe
escrocs). Avoir qn sur les bras: 1. -e bakmak
contre ce projet). 6. gsz. Hafifçe yanlamak (La
zorunluluğunda olmak; -in geçimini sağlamak
voiture braqua vers la droite). § Se braquer: 1.
(J'ai sur les bras une famille nombreuse). 2.
Şahlanmak, ayağa kalkmak, itiraz etmek (Il s'est
-başına belâ etmek, başına belâ almak (J'ai sur les
braqué). 2. Se braquer contre qch: -e karşı cephe
bras une sale affaire. Il a sur les bras un visiteur
almak; -e muhalefet etmek, karşı olmak (Tout le
depuis trois heures). Les bras m'en tombent:
monde s'est braqué contre cette entreprise).
Hayretten dona kaldım; şaştım kaldım. Etre en
bras er. 1. (Değişik anlamlanyla) Kol (Bras droit,
bras de chemise: Üzerinde yalnız bir gömlek
bras gauche. Les bras d'un fauteuil. Le bras d'un
brasage 181 bredouillant

bulunmak (Il m'a accueilli en bras de chemise: pehlivanlık etmek,


Beni üstünde bir gömlekle karşıladı). Etre dans les bravade diş. 1. Farfaralık, yalancı pehlivanlık,
bras de Morphée: Uyumak. cesaret gösterisi (Son geste n'est qu'une pure
brasage er. Lehimleme, bravade). 2. Meydan okuma (Il agit ainsi par
brasergç/. Lehimlemek, bravade contre le despotisme).
brasero er. İsp. Mangal, maltız, brave s. ve ad. 1. Yiğit, yürekli (Un combattant
brasier er. 1. Kor. 2. Ateş ocağı, kor yığını brave, un femme brave). 2. İyi, namuslu ( Un brave
(L'incendie a transformé l'usine en un brasier). § homme). § Faire le brave: Yiğitlik taslamak,
Etre un brasier: Ateşler içinde yanmak, ateşi çok erkeklik satmak, yalancı pehlivanlık etmek,
yüksek olmak (Mon corps était un brasier hier bravement bel. 1. Yiğitçe, erkekçe. 2. Namusluca;
soir). namuslu namuslu,
brasiller gsz. 1. Yakamozlanmak; ışıldamak (La braver gçl. 1. Meydan okumak (Il nous brave). 2.
merbrasille. La bougie brasillait). 2. Kor rengini Korkmamak, aldırmamak, hiçe saymak (Braver
almak. lamort, le danger). 3.Saymamak.uymamak, hiçe
bras-le-corp (à) bel. Belinden, kollarını beline saymak (Braver les règles, les lois).
dolayarak (Il a saisi son adversaire à bras-le- bravissimo Uni. İt. Yaşa, çok yaşa; bravo,
corps). bravo ünl. it. 1. Bravo; yaşa. 2. er. Bravo, aferin,
brasque diş. Dökmecilikte kalıp çamuru, yaşa, alkış (On entendait les rires et les bravos de la
brassage er. 1. Brasya etme, yelkenin yönünü foule). 3. er. İt. Kiralık katil; kirayla tutulmuş
değiştirmek için serenin brasyalarını kullanma. 2. kıyıcı.
Bira yapma. 3. Karışım, karışma, birbiriyle bravoure Yiğitlik, yüreklilik.
karışma (Brassage des races, des peuples). brayer er. 1. Kasık bağı. 2. Sancak kayışı. 3. Çan
brassard er. Kolçak; kol şeridi (Brassard tokmağı kayışı,
d'infirmier, de deuil). break (AkcAtI er. İng. Brik arabası,
brasse diş. Kulaç. § Nager la brasse: Kulaç atarak breakfast [bKEkfast\er. İng. Kahvaltı,
yüzmek, kulaç atmak, brebis diş. 1. Dişi koyun, marya. 2. (Kiliseye bağlı)
brassée diş. 1. Kucak dolusu ( Une brassée de fleurs). Hıristiyan, mümin. § Brebis galeuse: Uyuz keçi;
2. Bir kulaç atışta alman mesafe, görüşülmesi, arkadaş edinilmesi kötü ve tehlikeli
brasser gçl. 1. Karıştırmak, elle yoğurmak. olan kimse; başkasını kötü yola götüren kimse.
(Brasser la salade. Le boulanger brasse la pâte Brebis qui bêle perd sa goulée: Çok konuşan çok
dans le pétrin). 2. Karmak (Brasser les cartes). 3. zarar eder; geveze, iş yapacak vakit bulamaz.
Bulandırmak, karıştırmak (Brasser l'eau). 4. Qui se fait brebis, le loup le mange: Sen köprü
Kıpırdatmak, kımıldatmak, birbirine karıştırmak olursan herkes üstünden geçer; fazla yumuşak
(Le vent brasse les feuilles mortes). S. den. Brasya olursan herkes sana çullanır. A brebis tondue Dieu
etmek, yelkenin yönünü değiştirmek için serenin mesure le vent: Garip kuşun yuvasını Allah yapar,
brasyalarını kullanmak. 6. Birçok şeyi bir anda brèche diş. 1. Gedik (Ouvrir une brèche). 2. (Kesici
yapmak, elinde toplamak (Brasser des affaires). § aletlerde) Çentik (Brèches sur une lame). 3. mec.
Brasser de l'argent: Elinde çok para olmak, Eksiklik, gedik. 4. yerb. Köşeli yığışım. 5.
brasserie diş. 1. Bira fabrikası. 2. Birahane, Boşluk, ağaçsız alan (Brèche dans une forêt). 6.
brasseur,euse ad. 1. Bira fabrikacısı. 2. Kulaç Zarar, 'dokunca (Cela a fait une brèche sérieuse
yüzücüsü, kulaçla yüzen. § Brasseur d'affaires: à ma fortune). § Battre en brèche qn, qch: 1 .Topa
Bir çok işe birden girişmiş olan kimse, tutmak. 2. Şiddetle saldırmak, şiddetle
brassière diş. 1. Vücudu, özellikle çocukların eleştirmek (Il battait en brèche le gouvernement).
vücudunu dik tutmak için kullanılan sıkı yelek, Etre toujours sur la brèche: Habire uğraşıp
sıkma. 2. Tramvay, otobüs gibi taşıtlarda, ayakta durmak; aralıksız çalışıp uğraşmak. Mourir sur la
kalanların tutundukları asma kayış. 3. ç. Sırtta brèche: Çarpışarak ölmek,
taşınılan şeylerin kollara geçirilen kayışları, kol brèche-dents, ve ad. Ön dişleri eksik olan.
kayışı, bréchet er. (Kuşlarda) Göğüs kemiği,
brassin er. Bira fıçısı. bredouillage, bredouillement er. Geveleme,
brasure^. 1. Lehim. 2. Lehimleme. 3. Lehimyeri. anlaşılmayacak kadar çabuk ve karışık konuşma;
bravache s. ve ad. Kabadayı taslağı, yalancı sözleri ağzında yuvarlama,
pehlivan (Un air bravache. Un bravache). § Faire bredouillant,e s.Geveleyen, kekeleyen (Une voix
le bravache: Kabadayılık satmak, yalancı bredouillante).
bredouille 182 bride

bredouille diş. 1. (Tavla oyununda) Mars. 2. mec. bağlı kalmış (Bretons bretonnants).
Başarısızlık. 3. s. Başarısız, bir şey elde bretterfiy.1. Uzun ince kılıç. 2. Dişeği, dişingi, dişli
edememiş. § Revenir bredouille: Eli boş dönmek. yontma âleti,
bredouiller gsz. 1. Anlatılamayacak kadar çabuk ve bretter, bretteler gçl. 1. Dişli bir aletle yontmak,
karışık söylemek. 2. gçl. Geveleyerek, ağzında dişeği ile yontmak, dişemek (Bretter un mur).
yuvarlayarak söylemek, gevelemek (Bredouiller 2. (Resimde) Taramak, taraklamak. 3.
une excuse, un compliment). (Heykelcilikte) Kaba yontmak, dişingilemek.
bredouilleur, euse s. ve ad. Çabuk ve anlaşılmaz bretteur er. (Eski) Kılıçla çarpışma meraklısı,
biçimde konuşup ne dediği anlaşılmayan, sözü bretzel er. Bir Alman çöreği,
ağzında yuvarlayan (kimse). breuil er. Çitle çevrilmiş koruluk,
bref,ève s. 1. Kısa, az süren (Un discours bref, une breuvage er. 1. İçki; içilecek şey. 2. Sulu ilaç.
lettre brève). 2. Sert, kesin (Il a répondu sur un ton brève diş. dilb. Kısa hece; kısa ünlü.
bref). 3. bel. Kısacası, uzun sözün kısası (Bref, ila brevet er. 1. Berat, ünvan (Brevet de noblesse.
refusé notre proposition). § En bref: Kısacası, Brevet d'invention). 2. Uzluk belgesi
uzun sözün kısası; sözü uzatmayalım (En bref, il "şehadetname (Brevet de capacité, brevet de
n'est pas d'accord avec nous). perfectionnement). 3. İlkokul diploması (Il n'a
bréhaigne s. (Eski) Kısır (Une jument bréhaigne). même pas son brevet). 4. mec. 'Güvence, garanti,
brelan er. 1. Bir tür iskambil oyunu. 2. Bir elde aynı "teminat (Brevet de tranquillité).
türden üç kâğıt (Il avait un brelan de rois: Elinde breveter gçl. Berat yada uzluk belgesi vermek,
üç papaz vardı). 3. Kumarhane, bréviaire er. 1. "Dua kitabı, 'yakarı betiği. 2. mec.
breloque diş. 1. Az değerli süs parçası, incik Hiç elden düşürülmeyen kitap,
boncuk. 2. Bilezik yada saat zincirine takılan süs. brévité diş. Kısalık,
3. ask. Sıraları dağıtma yada karavana borusu. § briard er. Fransız çoban köpeği,
Battre la breloque: 1. Saçmalamak, saçma sapan bribe diş. 1. Az bir şey, bir parçacık, azıcık (Une
şeyler söylemek. 2. İyi çalışmamak, bozuk gitmek bribe de tabac). 2. ç. Artık, kırıntı, kalıntı (Les
(Une montre qui bat la breloque. Mon cœur bat la dernières bribes d'une fortune. Il a tiré de nous
breloque). quelques bribes de phrases). 3. Yemek artığı,
brème diş. 1. hayb. Çapakbalığı. 2. argo. Oyun bric-à-brac er. 1. Eski eşya, elden düşme eşya
kâğıdı. (Marchand de bric-à-brac). 2. Elden düşme eşya
bren,bran er. (Galya dilinde) Başkan, pazarı.
brésil er. 1. Kırmızı boya odunu. 2. Brezilya, bric et de broc (de) bel. Şundan bundan, dereden
brésilien,ne s. ve ad. 1. Brezilyalı. 2. Brezilya'ya tepeden, rasgele ( Une chambre meublée de bric et
değgin. de broc).
brésiller gçl. 1. Ufalamak. 2. Kırmızı boya brick er. den. İng. Brik.
odunuyla, brezilya ile boyamak. 3. gsz. bricolage er. 1. Ne iş olursa yapma; ufak tefek işler
Ufalanmak, kuruyup toz toz dökülmek. § Se yapma. 2. Ufak tefek iş. 3. Üstün körü onarım,
brésiller: Ufalanmak, un ufak olmak, bricole diş. 1. Ortaçağda kullanılan bir mancınık. 2.
bretailler gsz. 1. İkide bir kılıca davranmak. 2. (Koşum takımında) Göğüslük. 3. (Yükçülerin
Eskrim salonlarına devam etmek, kullandığı) Omuz kayışı.4. İki çengelliolta iğnesi.
bretailleur er. Her an kılıç çekmeye hazır, ikide bir S, mec. Düzen,hile.6. Önemsiz şey, önemsiz iş (Je
kılıcına davranan, eli kılıçta, ne peux pas luifaire un gros cadeau, je vais lui offrir
bretauder gçl. 1. (Bir hayvanın tüyünü) Bozuk une petite bricole. Il s'occupe toujours à des
düzen kırkmak. 2. (Hayvanın) Kulaklarını, bricoles).
kuyruğunu kesmek. 3. İğdiş etmek, bricoler gsz. tkz. 1. Her türlü ufak tefek işler
bretelle diş. 1. Tüfek kayışı (Bretelle d'un fusil. yapmak; her telden çalmak. 2. gçl. Şöyle böyle
Porter l'arme à la bretelle). 2. (Yük taşımakta onarmak (Bricoler une montre, un appareil de
kullanılan) Kayış. 3. ç. Pantolon askısı. 4. radio, un moteur).
Bağlantı yolu (La bretelle d'une autoroute). § bricoleur, euse ad. Elinden her türlü ufak tefek iş
Mettre l'arme à la bretelle: Silah asmak; tüfek gelen, her telden çalan (kimse),
omuza asmak, bride diş. 1. (Koşum takımında) Başlık. 2. Dizgin
breton,ne s. ve ad. 1. Brötanyalı, bröton 2. er. (Les brides d'un cheval). 3. Çene ağcığı (Les
Brötonca, bröton dili. brides d'un bonnet). 4. Düğme iliğinde pekiştirme
bretonnant,e s. (Brötonlar için) Eski geleneğe dikişi. S. Dantelada, motifleri birbirine bağlayan
bridé 183 briller

örgü parçası. 6. *Kayışlık, kemerlik, brit. § A briffer, brifter, briffetcrg.vz. vegçl. 1. Açgözlülükle
bride abattue, à toute bride: Dolu dizgin, son yemek. 2. argo. Yemek, atıştırmak,
süratle, büyük bir hızla (Courir à bride abattue. Le brigade 1 .ask. Tugay (Généra! de brigade. Une
cheval court à toute bride). La bride sur le cou: brigade aérienne). 2. Müfreze (Brigade de
"Serbestçe, serbest, karışanı edeni olmadan gendarmerie). 3. İşçi kolu (Brigade de balayeurs,
(Elever les enfants ta bride sur le cou). Avoir la de cantonniers).
bride sur le cou: Serbest, özgür olmak; karışanı brigadier er. 1. Süvari, topçu yada jandarma
edeni bulunmamak. Lâcher la bride: Dizgini onbaşısı. 2. Bir jandarma yada polis müfrezesi
koyuvermek, serbest bırakmak (Lâcher la bride à başı. 3. Tayfabaşı. 4. tkz. Tuğgeneral § Brigadier-
son cheval, à ses passions). (Lâcher la bride à qn: chef: (Süvari, topçu, jandarma) Kıtaçavuşu.
mec. Birinin dizginlerini salıvermek; birini brigand er. 1. Eşkiya, hay dut, soyguncu ( Une bande
davranışlarında serbest bırakmak (Il ne faut pas de brigands). 2. mec. Afacan, çok yaramaz, ele
lâcher la bride à la populace). Mettre, laisser la avuca sığmaz çocuk (Ah, petit brigand!).
bride sur le cou: Serbest bırakmak, özgür brigandage er. 1. Eşkiyalık, haydutluk. 2.
bırakmak. Tenir en bride qn, qch: -in dizginlerini Soygunculuk, vurgunculuk; namussuzluk,
sıkı tutmak; gemlemek, gem vurmak (Tenir en brigander gsz. Eşkiyalık etmek, soygunculuk
bride un cheval; tenir en bride ses instincts; tenir yapmak,
en bride un enfant). Tenir la bride haute: Ağırbaşlı brigantin er. den. Çektiri.
görünmek, kuyruğu dik tutmak. Tenir la bride brigantine diş. den. Randa yelkeni,
haute (courte) à un cheval: Bir atın dizginlerini brightique [brajtik] s. ve ad. 1. Süreğen böbrek
kasmak, çekmek. Tenir la bride haute (courte) à yangısına değgin. 2. Süreğen böbrek hastası,
qn: Birinin davranış özgürlüğünü kısmak, birini brightisme [brajtism] er. (Eski) Süreğen böbrek
sıkıya almak (Il tient la bride haute à ses enfants) yangısı, "kronik nefrit.
Tourner la bride: Geri dönmek, yüz seksen brigue diş. Bir takım entrika, düzen, dolap (Tout se
derece çark etmek; düşüncesini, kanısını fait par brigue ici. C'est par la brigue qu 'il a obtenu
değiştirmek, ce succès).
bridé,e s. Çekik (Les yeux bridés). briguer gsz. 1. Dolapçevirmek, entrika yapmak. 2.
brider gçl. 1. (Hayvana) Başlık takmak, gem gçl. Bir şeye göz dikmek, bir şeyi entrika ile ele
takmak, gem vurmak (Brider un cheval, un âne). geçirmeye çalışmak (Briguer un poste, un
2. Sıkıca bağlamak, kıskıvrak bağlamak (Brider emploi). 3.CanMmak(Ilbrigue l'honneur de vous
une volaille). 3. Dar gelmek, sıkmak (Ce veston connaître. Tu brigues la faveur d'être reçu par lui).
me bride). 4. den. Halatları birbirine bağlamak. 5. brillamment bel. Parlak bir biçimde (Il a passé
mec. Sıkıya almak, eli altında tutmak, brillamment son examen).
kıpırdatmamak (Brider un enfant). 6. brillant,es. 1. Parıltılı (Des yeux brillants). 2. Parlak
Engellemek; kısıtlamak, tutmak, frenlemek (Un esprit brillant; un élève brillant; une couleur
(Brider ses passions, brider un jeune homme, brillante; un discours brillant).
brider son imagination). brillant er. 1. Parıltı, pırıltı (Le brillant de l'acier). 2.
bridgeer.İng. 1. Bir iskambil oyunu, briç (Jouerau Pırlanta (Elle portait au doigt un magnifique
bridge). 2. (Dişçilikte) Köprü, brillant).
bridger gsz. Briç oynamak (Nous bridgeons jusqu'à brillanté,e s. 1. Parlatılmış. 2. er. Parlak renkli bir
minuit). tür basma.
bridgeur,euse ad. Briççi, briç oyuncusu (Il est un brillanter gçl. 1. Değerli bir taşı traş etmek 2. Parıltı
excellent bridgeur). vermek. 3. Parlatmak, parlaklık vermek
bridoner. Hafif gem. (Brillanter une surface métallique). 4.
brie er. 1. Bir tür peynir. 2. mec. tkz. İri burun, Tumturaklı, debdebeli kılmak, parlak sözlere
briefing er. Ing. 1. Brifing, "özetlem. 2. Belirli boğmak (Brillanter son style).
konuların görüşülüp açıklandığı özel toplantı, brillantine diş. Briyantin.
brièvement bel. Kısaca, özetle, özet olarak, birkaç briliantiner gçl. Briyantin sürmek (Cheveux
sözle (Raconter brièvement un événement). brillantinés. Se briliantiner les cheveux).
brièveté diş. 1. Kısalık; kısa süre, süre kısalığı (La briller gsz. 1. Parlamak (Le soleil brille. Tes
brièveté d'un discours. La brièveté d'un séjour). 2. chaussures brillent). 2. Pırıldamak, ışıldamak,
Kısalık, küçüklük (La brièveté de sa taille ne le parlamak (Sesyeux brillent. Un visage qui brille).
gêne point). 3. mec. Parlamak, yükselmek, büyük başarı
brimade 184 brisement

göstermek (Briller à un examen. Il a brillé dans la brique 1. Tuğla (Fourà briques. Murdebrique).
vie par son talent). 4. Belli olmak, göze çarpmak 2. Kiremit rengi (Un teint brique). 3. Kalıp, tuğla
(ila brillé par son absence). 5. Briller de qch: -den biçiminde parça (Une brique de savon). 4. argo.
parlamak, pırıl pırıl olmak (Ses yeux brillaient de Kağıt para destesi. § Bouffer des briques: hlk.
joie). § Faire briller qn: Birini tanıtmak, ünlü Evinde yiyecek bir şeyi olmamak; tencerede taş
kılmak üne ve başarıya kavuşturmak. Faire kaynamak (Ils bouffent des briques).
briller qch: Bir şeyi ortaya dökmek, göz önüne briquer gçl. İyice ovup temizlemek (Les marins
sermek (Il a fait briller ses avantages). Ne pas briquent le pont chaque matin. Briquer un meuble,
briller par: -de pek parlak olmamak; pek de... un parquet).
olmamak (Il ne brille pas par le courage: Pek de briquet er. 1. Çakmak (Briquet à gaz, à essence.
cesur değil). Tout ce qui brille n'est pas or: Pierre à briquet; mèche d'un briquet). 2. Kısa ve
Görünüşe aldanmamalı. Her sakallıyı baban eğri kılıç. 3. Küçük boy av köpeği,
sanma. briquetage er. 1. Tuğla duvar. 2. Tuğla taklidi sıva.
brimade diş. 1. (Askerlikte ve okullarda) Eskilerin, 3. Tuğla yapımı.
acemi yenilere alay olsun diye yaptırdıkları üzücü briqueter gçl. 1. Tuğla döşemek. 2. Tuğla taklidi
iş, angarya (Faire subir des brimade aux nouveaux sıvamak (Briqueter une façade).
élèves). 2. Gereksiz ve üzücü şey (L'interdiction briqueterie diş. Tuğla harmanı; tuğla fabrikası,
d'entrer par la porte principale est une brimade. briquetier er. Tuğlacı,
Les brimades qu'invente la jalousie). briquette diş. Kömür tozu topağı; briket,
brimbalement er. tkz. Sallantı, sallanma; sarsıntı, bris [bKİ] er. 1. Kırma, zorlayıp kırma (Bris de
sarsılma. clôture, bris de glace). 2. Parçalanıp batmış gemi
brimbaler, bringuebaler, brinquebaler gçl. 1. parçaları, gemi enkazı (Droit de bris).
Sallamak, sarsmak. 2. gsz. Sallanmak, sarsılmak, brisant er. Kör kaya; dalgaların çarpıp kırıldığı
sarsılıp durmak (Une vieille voiture qui brimbale). kaya.
brimborion er. Değersiz ufak şey. brisant,e s. (Teknik) Çabuk yanan, birdenbire ateş
brimer gçl. 1. (Askerlikte ve okullarda) Yeni alan (Explosif brisant).
acemilere üzücü iş yaptırmak. 2. Alaya almak, brisants er. ç. Dalgaların kör kayalara çarpmasıyla
tefe koymak (L'administration semble se plaire à oluşan köpük,
brimer le public). 3. Hor kullanmak, briscard, brisquard er. Uzatmalı asker,
brin er. 1. Filiz, sap (Un brin de paille, de muguet, brise diş. 1. Hafif ve serin yel, esinti (Il souffle une
d'herbe). 2. Bir ipi oluşturan katlardan her biri, petite brise matinale).2. Meltem § Brise de terre:
ip, tel (Les brins d'une corde. Brin d'une antenne). Kara meltemi. Brise de mer: İmbat, deniz
§ Un brin de: Azıcık, bir tutam (Un brin de sel, un meltemi. Brise de montagne: Dağ meltemi. Brise
brin de vent, un brin de pain). Un brin: bel. Biraz de vallée: Koyak meltemi,
(Vous êtes un brin fatigué). Un beau brin de fille: brise-bise er. 1. Pencere aralıklarına yele karşı
Filiz gibi, dal gibi bir kız. çekilen şerit. 2. Pencerelerin alt bölümüne
brinde <%Kadehkaldırma. I§ Etre dans les brindes: konulan perde,
Sarhoş olmak, brisées diş. ç. (Avcılık ve ormancılıkta) İşaret
brindezingue s. hlk. Sarhoş, dalları. § Aller, marcher sur les brisées de
brindille diş. Çalı çırpı, küçük ve ince dal parçası quelqu'un: Biriyle eşitlik gütmek; biriyle
(Nous avons fait un feu de brindilles). rekabette olmak; birinin yerini almaya çalışmak.
bringue diş. 1. tkz. Boyu bosu ve yürüyüşü biçimsiz Suivre les brisées de qn: mec. -i kendine örnek
hantal kadın; kadana gibi karı (Une grande almak, -in izinden gitmek,
bringue). 2. tkz. Âlem yapma, yiyip içip eğlenme, brise-fer er. Her şeyi kırıp döken aşırı yaramaz
felekten bir gün çalma (Faire la bringue). çocuk.
brio er. İt. Canlılık, ateşlilik; ustalık (L'équipe a brise-glace er. 1. (Köprü ayaklarında yada
joué avec brio. L'élève a répondu avec brio à toutes gemilerin burnunda) Buz kırma mahmuzu. 2. Buz
les questions). kırma gemisi, buzkıran,
brioche diş. 1. Yağlı, yumurtalı bir tür çörek. 2. brise-jet er. Suyun hızını kırmak, sıçramasını
mec. tkz. Düşüncesizlik, beceriksizlik, gaf, engellemek için musluklara takılan boru.
sakarlık (J'ai fait une brioche). 3. hlk. Göbek. § brise-lames er. Dalgakıran,
Avoir de la brioche: Göbek bağlamak, göbeği brisement er. Kırma, kırılma. § Brisement de cœur:
olmak.' Büyük acı.
brise-mottes 185 brochure

brise-mottes er. Kesek tokmağı, püskü şeyler alıp satan kimse,


briser gçl. 1. Kırmak, paramparça etmek (Briser brocard er. İğneli alay, ince alay (Il est toujours
une vitre). 2. Engellemek, söndürmek, exposé aux brocards de ses amis).
"mahvetmek (Briser la carrière de son adversaire). brocard, broquard er. Bir yaşında erkek karaca,
3. Bozmak (Détails qui brisent l'unité d'un brocarder gçl. İnce ince alay etmek, iğnelemek
tableau). 4. Kırmak (Il a brisé mon courage. Briser (Ses collègues le brocardent toujours).
le cœur). 5. Bastırmak, kırmak, hakkından brocardeur,euse ad. Alaycı, iğneleyici; ince ince
gelmek (Briser les menées factieuses. Briser la hep alay eden.
résistance de l'ennemi). 6. Bitirmek, son vermek, brocart er. Nakış dokulu kumaş, diba, brokar,
spna erdirmek (La dernière discussion a brisé brocatelle diş. 1. Diba taklidi kumaş, brokar
notre amitié). 7. Yormak, bitirmek, mahvetmek, taklidi. 2. Alacalı mermer, somaki,
canına okumak (Tant d'émotions ont brisé ma brochage er. 1. (Kitabın) Yapraklarını dikme. 2.
mère. Ce voyage m'a brisé). 8. Kesmek, yarıda Kumaştaki bir deliği tığla örme.
koymak (Briser un entretien). 9. Başarısızlığa broche diş. 1. Şiş, kebap şişi (Mettre un poulet à la
uğratmak, engellemek, bozmak (Briser une broche. Faire cuire un mouton à la broche). 2.
grève). 10. gsz. Kırılmak, çarpıp kırılmak (Les Örgü şişi, tığ. 3. (Dişi anahtara geçen) Kilit
vagues brisent) .11. Briser avec qn: -ile bozuşmak ; mili. 4. Makara mili. 5. Masura. 6. Balık gibi,
-ile alışverişi, görüşmeyi kesmek (J'ai brisé avec mum gibi şeylerin kurusun diye asıldıkları
lui). § Briser ses fers: Zincirlerini kırmak, değnek. 7. Delgi ile açılan bir deliği kapamak
özgürlüğüne kavuşmak. Brisons là: Yeter artık, için içine tıkılan tahta çivi. 8. Süs iğnesi, broş
bu işi burada keselim, tartışmayalım. § Se briser: (Elle avait mis une broche de diamant). 9.
1. Kırılmak (La vitre s'est brisée. Ces verres se Düşük değerli tahvil. 10. Karacanın ilk çıkan
brisent très vite). 2. Se briser sur qch: -e çarpıp boynuzu. 11. ç. Yaban domuzunun saldırma
kırılmak, başarısızlığa uğramak (L'assaut vint se dişleri.
briser sur les lignes ennemies). broché er. 1. Nakışlı dokuma. 2. Kâğıt kapaklı
brise-soleil er. Güneşlik, *güneşkıran, güneş siperi, kitap.
brise-tout er. 1. Sakar, beceriksiz kimse. 2. s. brocher gçl. 1. Nakışlı dokumak (Brocher une
Beceriksiz, sakar (Elle est brise-tout). étoffe). 2. Yapraklarını yada formalarını dikmek
briseur,euse ad. Kırıcı. § Briseur de grève: Grev (Brocher un livre). 3. (Nal) Mıhlamak, çivilerini
kırıcısı; greve katılmayıp bir çıkar karşılığı grevi çakmak. 4. mec. tkz. Çabucak ve özensiz
engellemeye çalışan kimse, yapıvermek, çırpıştırmak, çiziktirmek (Brocher
brise-vent er. Yel siperi, une comédie, un article). § Brochant sur le tout:
brisis Ibkizil er. (Mimarlıkta) Çatı kırması, Hepsinden beteri, en kötüsü, üstelik (Il a eu les
briska er. Rus. Briçka; eskiden kullanılan bir tür pires ennuis; une panne de voiture, un enfant qui
yolculuk arabası, se fait une entorse et, brochant sur le tout, son
brisoir er. 1. Kırma aleti. 2. Filariz. portefeuille volé).
brisque diş. 1. Bir kâğıt oyunu. 2. ask. Şerit, kol brochet er. hayb. Turnabalığı.
şeridi. brocheton er. Küçük turnabalığı.
brisure 1. Kırık (yer). 2. Kırık (parça). 3. Bir brochette diş. 1. Küçük şiş (Faire cuire des
şeyin menteşe ile katlandığı yer, eklem yeri. poissons sur des brochettes). 2. Şişte pişirilmiş et
britannique s. 1. İngiltere'ye, ingilizlere: değgin vb. (Une brochette de rognons, de foie). 3. Süs
(L'Empire britannique. L'influence britannique iğnesi (Elle portait une brochette de décoration).
dans le monde). 2. ad. İngiliz (Les Britanniques. § Brochette de: Bir sürü, bir takım...: (Ily avait
Un Britannique). une belle brochette de notabilités ventrues et
brize diş. İnciçiçeği. épanouies au premier rang de l'assistance).
broc er. İbrik, güğüm. Elever qn à la brochette: Birini büyük bir özenle
brocantage er. Eskicilik, eski şeyler alış verişi, yetiştirmek, el üstünde büyütmek,
brocante diş. 1. Eskicilik, eski şeyler alıp satma. brocheur,euse ad. 1. (Kitap) Dikici. 2.
2. Değersiz iş; eski püskü eşya. (Kumaşlara) Nakış yapıcı. 3. er. Nakış
brocanter gsz. 1. Eskicilik yapmak; antikamsı makinası. 4. diş. (Basımcılıkta) İplik dikiş
yada eski şeyler alıp satmak. 2. gçl. (Bir malı) yapma makinası.
Eski olarak satmak, brochoir er. Nalbant çekici,
brocanteur,euse ad. Eskici; antikamsı yada eski brochure diş. 1. "Risale, broşür (Une brochure de
brocoli 186 brou

propagande). 2. (Kumaşta) Kabartma nakış, bronzage er. Tunç rengi verme, koyu esmer
brocoli er. İt. 1. İtalyan karnabaharı. 2. Lahana yapma, esmerleştirme (Crème permettant un
sürgünü. bronzage rapide). 2. Güneşte yanarak koyu
brodequin er. 1. Bağlı potin, bağcıklı potin esmerleşme, tunç rengi alma (Le bronzage de la
(Brodequins militaires; brodequins de peau).
chasseur). 2. Ortaçağda işkence için kullanılan bronze er. 1. Tunç. (L'âge du bronze). 2. Tunç
bir ayaklık (Le supplice des brodequins). 3. Eski yontu (Deux bronzes étaient disposés devant la
Yunan ve Latin sahnesinde komedi fenêtre). § De bronze: Katı, sert, taş gibi (Un
oynayanların giydiği ayakkabı. § Chausser le cœur de bronze).
brodequin: Sahneye çıkmak, bronzé,e s. Tunç renkli, güneşte yanıp koyu
broder gçl. 1. Nakış işlemek, nakışlamak (Broder esmerleşmiş (Vous êtes tout bronzé).
un mouchoir, une chemise). 2. mec. Süslemek, bronzer gçl. 1. Tunç rengi vermek, koyu
şişirmek (Tu brodes un peu les événements). esmerleştirmek (Bronzer une statue. Le soleil a
broderie diş. 1. İşleme, gergef işi, nakış (Elle sait bronzé son visage). 2. gsz. Tunç rengi almak;
faire de la broderie. Les broderies d'une yanıp esmerleşmek (Il a bien bronzé à la
dentelle). 2. (Bir anlatımda) Süsleme, abartma, montagne). § Se bronzer: 1. Tunç rengi almak,
katma ayrıntı. 3. (Şarkıda) Katma nağme, yanıp esmerleşmek (Elle s'est bien bronzée sous
brodeur,euse ad. 1. İşlemeci, nakışçı (Une le soleil méditerranéen). 2. Sertleşmek,
brodeuse à la main). 2. diş. İşleme makinası, katılaşmak, duygusuzlaşmak, taş gibi olmak
nakış makinası. (Mon cœur s'est bronzé).
broie diş. Keten ve kenevir saplarını dövme aleti, bronzerie diş. Tunççuluk.
filâriz. bronzeur,bronzier er. Tunççu.
broiement er. Ezme, öğütme, dövme, toz etme. broquard er. Bir yaşında erkek karaca,
brome er. kim. Brom. broquette diş. Geniş başlı çivi, nalın çivisi, keçe
broméliacés diş. ç. bitb. Ananasgiller. çivisi.
bromure er. kim. Bromür. brossage er. Fırçalama.
bronche diş. anat. Bronş, soluk borusu. brosse diş. 1. Fırça (Brosse à dents, à habits, à
bronchectasie diş. hek. Bronşların genişlemesi, chaussures, à cheveux). 2. ç. Orman kenannda
bronşektazi. fundahk. § Tapis brosse: Paspas. Cheveux en
branchement er. Sendeleme, sürçme, brosse: Alabros kesilmiş saç, çok kısa kesilmiş
broncher gsz. 1. Sendelemek, sürçmek. 2. saç. Donner un coup de brosse à qch: -i şöyle bir
(Hayvan) Tökezlenmek, tırnak kakmak (Le fırçalamak (Je vais donner un coup de brosse à
cheval a bronché). 3. Kımıldamak, kıpırdamak mes cheveux, à mon pantalon). Manier la brosse
(Personne n'ose broncher en classe). 4. mec. à reluire: tkz. Birini pohpohlamak, birine yağ
Bocalamak 5. Yanlış adım atmak. 6. çekmek, yağcılık etmek, birini aşın övmek.
Duraklamak, duraksamak (Il a récité sa leçon Peindre à la brosse: Fırça ile badana yapmak.
sans broncher une fois). 7. Sesini çıkarmak, Porter la brosse: Saçlannı çok kısa kestirmiş
itiraz etmek (Le premier qui bronche sera exclu olmak, alabros traşlı olmak,
de la salle). 8. Broncher sur qch, contre qch: -de brossée diş. 1. Fırça vuruşu. 2. mec. tkz. Patak;
bocalamak, sendelemek, -i pek iyi yenilgi.
becerememek (Un élève qui bronche sur le brosser gçl. 1. Fırçalamak (Brosser ses cheveux,
subjonctif). § Sans broncher: Hiç sesini ses vêtements, ses chaussures). 2. Çabucak
çıkarmadan, gık bile demeden (Il a obéi sans resmetmek, genel çizgilerle belirtmek (Brosser
broncher). un tableau. Il brosse un tableau noir de la
branchial,e s. Bronşlara değgin (Asthme situation). 3. Kaşağılamak, gebrelemek (Brosser
bronchial). un cheval). § Se brosser qch: 1. -sini fırçalamak
bronchiole diş anat. Bronşçuk, soluk borucuğu. (Se brosser les dents). 2. tkz. Hava almak, eline
bronchique s. Bronşlara, soluk borularına değgin, birşey geçmemek (Tu peux toujours te brosser) §
bronchite diş. hek. Bronş yangısı, bronşit, Se brosser le ventre: tkz. Yemek yiyememek, aç
bronchitique s. ve ad. 1. Bronşite değgin. 2. kalmak, sona kalıp dona kalmak,
Bronşitli. brosserie diş. 1. Fırçacılık. 2. Fırça fabrikası,
bronchorrhée [bn^kme] diş. Bronş akıntısı, brossier er. Fırçacı.
bronkore. brou er. Ceviz, badem gibi yemişlerin yeşil
brouet 187 broyage

kabuğu, gövek, tetir. § Brou de noix: Ceviz est brouillé avec la grammaire, avec l'anglais). §Se
göveğinden çıkarılan bir içki; ceviz göveğinden brouiller: 1. Bozuşmak, araları açılmak (Nous
çıkarılan kestane rengi bir boya. nous sommes brouillés). 2. Bozulmak, kapanmak
brouet er. 1. Sulu yavan yemek; yağsız çorba 2. (Sa vue se brouille). Le temps se brouille). 3.
Eskiden lohusalara ve yeni evlenmiş kızlara Birbirine karışmak (Tout ce qu' on me dit se
içirilen sütlü, yumurtalı et suyu. brouille dans ma tête). 4. Se brouiller avec:-ile
brouette diş. El arabası (Brouette de jardinier). § arası açılmak, bozuşmak (Il s'est brouillé avec ses
Marcher comme une brouette: tkz. Çok ağır amis, avec le régime).
yürümek, kağnı arabası gibi gitmek, brouillerie diş. Küçük dargınlık, küskünlük (Une
brouettée diş. El arabası dolusu (line brouettée de brouillerie passagère).
terre, de sable). brouillon,ne s. vead. Karıştırıcı; karışık, karmaşık
brouetter gçl. El arabasıyla taşımak (Brouetter du (Elle est d'un caractère brouillon. Une activité
gravier, du .sable). brouillonne).
brouhaha er. tkz. Hayhuy, gürültü, patırtı (Le brouillon er. Karalama, müsvedde (Un cahier de
brouhaha des conversations cessa. Un brouhaha brouillon. Il a mis au net le brouillon de sa
de séance parlementaire). conférence). § Faire du brouillon: Müsvedde
brouillage er. Parazit; parazit yaptırma, karıştırma yapmak.
(Brouillage des émissions par l'ennemi). brouilloımer gçl. (Bir yazının) Müsveddesini
brouillamini er. 1. Kilermeni. 2. Atlar için yapmak, karalamak,
kilermeni lapası. 3. mec. Düzensizlik, brouir gçl. Yakmak, kavurmak, kurutmak (Un
karmakarışıktık, soleil ardent qui a broui les jeunes plantes).
brouillard er. 1. Sis (Il fait du brouillard. Un brouissure diş. (Bitkiler için) Güneşten yanma;
brouillard épais couvre les montagnes). 2. El kavrulma.
defteri, gündelik defter. § Papier brouillard: broussaille diş. Çalı, çalılık, çapra (Le gibier s'est
Sünger kâğıdı. Etre dans le brouillard: 1. Durumu caché dans la broussaille). § Cheveux en
iyice kavrayamamak, bir şeyi açık seçik olarak broussaille: Sık ve birbirine kanşmış saçlar; keçe
görememek. 2, Hafif sarhoş olmak, çakırkeyf gibi saç, çalı gibi saç (Il a les cheveux en
olmak. broussaille).
brouillase diş. Çok hafif yağmur; çisenti, broussailleux, euse s. 1. Çalılı, çalılarla kaplı (Un
brouillasser gsz. Çok hafif çiselemek (Il commence jardin broussailleux) 2. Gür ve birbirine karışmış
à brouillasser. Il brouillasse un peu). (Sourcils broussailleux, cheveux broussailleux;
brouille diş. Dargınlık, küskünlük (Notre brouille barbe broussailleuse).
dure encore). § Etre en brouille avec qn: Biriyle brousse diş. 1. Çalılık. 2. tkz. Tanrının kırı, kuş
arası açık olmak (Je suis en brouille avec mes uçmaz kervan geçmez yer. 3. Keçi yada koyun
frères). Mettre la brouille entre: -aralarına küslük sütünden yapılan bir tür beyaz peynir,
sokmak, dargınlık sokmak (Il a mis la brouille broussin er. Ağaç uru.
entre les frères). brout [buu] er. (Baharda genç ağaçlarda) Sürgün,
brouiller gçl. 1. Karıştırmak, birbirine katmak, broutard er. Sütten kesilip çayıra salınan dana.
karmakarışık duruma getirmek (İla brouillé mes broutement er. 1. Otlama. 2. (Makina, aygıt için)
dossiers). 2. Karmak, karıştırmak (Brouiller les Arada bir aksama, durma,
cartes). 3. Bozmak,parazityaptırmak,anlaşılmaz brouter gçl. 1. (Otlayan hayvanlar için yerden,
duruma getirmek (Brouiller une émission de daldan) Koparıp yemek (La chèvre broute
radio). 4. Puslandırmak, donuklaştırmak (La l'herbe, lespetites branches). 2. gsz. Otlamak (Le
buée brouille les verres de mes lunettes). 5. Ara troupeau broutait dans la prairie). 3. (Makina,
bozmak, ara açmak (Cet incident a brouillé les aygıt) Arada bir aksamak, çalışmamak, tıkanıklık
deux amis). 6. Karıştırmak, bulandırmak (Le yapmak (L'embrayage de la voiture broutait).
désespoir lui a brouillé la cervelle. Tes explications broutille diş. 1. İnce, ufak dal. 2. Önemsiz şey (J'ai
brouillent mes idées). 7. Brouiller qn avec: Birinin relevé dans les livres quelques fautes d'impression,
-ile arasını bozmak (Ne me brouillez pas avec ces mais ce sont des broutilles. Nous avons acheté
hommes, avec le gouvernement). 8. Etre brouillé quelques broutilles chez un marchand
avec qn: Biriyle bozuşmak, arası açık olmak (Je d'occasions).
suis brouillé avec lui). 9. Etre brouillé avec qch: browning er. Brovnik tabancası,
-ile başı hoş olmamak; -i pek sevmemek (Mon fils broyage er. Ezme, dövme, öğütme (Broyage des
broyer 188 brûler

pierres, broyage du lin). qu'il a démissionné).


broyer gçl. 1. Ezmek, dövmek, öğütmek (Broyer le bruitage er. (Sinemacılıkta) Ses etkileri, "efekt,
chanvre, le lin. Broyer le blé entre les meules). 2. bruiter gçl. Ses etkileri vermek,
Ezmek (L'engrenage lui a broyé trois doigts). 3. bruiteur er. Ses etkicisi, "efekt uzmanı,
Çok kuvvetle sıkmak, nerdeyse kırmak brûlage er. Yakma (Brûlage des terres, des
(Attention, tu me broies la main). 4. Mahvetmek cheveux).
ezmek, silip geçmek (Broyer une troupe). S. Etre brûlant,e s. 1. Çok sıcak, yakıcı, yakar (Un thé
broyé de qch: -den bitmek, mahvolmak, pestili brûlant. Un soleil brûlant). 2. mec. Çok tehlikeli,
çıkmak (Il est broyé de fatigue). § Broyer du noir: çok ince, çok nazik (Une question brûlante.
Kara kara düşünmek; kara düşüncelere dalmak, S'engager dans un terrain brûlant). 3. mec. Ateşler
broyeur,euse s. ve ad. 1. Ezici; ezme, dövme işçisi içinde, çok sıcak (Il a le front brûlant, les mains
(Broyeur de Un). 2. Ezen, ezme işini yapan (Pièces brûlantes, il doit avoir de la fièvre). 4. mec. Canlı,
broyeuses). 3. er. Ezme, dövme makinası ateşli (Il écrit des pages brûlantes sur son amour.
(Broyeur à cylindres, à marteaux). Une brûlante espérance).
brrr Uni. (Üşüme yada korku duygusunu anlatmak brûlé er. Yanık (Une odeur de brûlé). § Ça sent le
için) Uyyyyy! (Brrr! Le thermomètre est tombé à brûlé: 1. Yanık kokuyor. 2. mec. Tehlike var; iş
-10 degrés ce matin. Brrr! la voiture nous a frôlés, tehlikeli bir biçim alıyor,
j'ai eu peur). brûlé,e s. 1. Yanık, yanmış (Pain brûlé). 2. mec.
bru diş. Gelin (Ma bru et mon gendre). Coşkulu, deli dolu, serüven ve tehlike ardında
bruant er. Sarıasma kuşu, yelve, koşan (Une tête brûlée, un cerveau brûlé). 3.
brucelles diş. ç. Cımbız, yaylı küçük pens (Brucelles Deşifre olmuş, belli olmuş, maskesi düşmüş
d'horloger). (Votre réseau d'espionnage est brûlé). 4.
bruche diş. Bakla kurdu, Saygınlığını yitirmiş, yüzü kalmamış (Il est brûlé
brugnon er. Durakı denilen bir tür şeftali, chez tous ses amis).
bruine diş. İnce yağmur, çise, çisenti (Une bruine brftle-bout er. El şamdanı,
légère tombe sur la ville). brftle-gueule er. hlk. Kısa pipo.
bruiner gsz. Çiselemek (lia bruiné toute la nuit). brûle-parfum er. Buhurdan,
bruineux, euse s. Çiseleyen, çiseli, hafif yağmurlu brûle-pourpoint (à) bel. 1. Pek yakından (Tirer à
(Un temp bruineux). brûle-pourpoint). 2. Birdenbire, hemen, derhal;
bruire gsz. Hışırdamak, şırıldamak, uğuldamak hazırlıksız (Poser une question à brûle-
(Les feuilles des hêtres bruissent. L'eau quibruitet pourpoint. Interroger un élève à brûle-pourpoint).
ruisselle. Le vent bruissait dans les feuilles). 3. Ah al moru mor.
bruissant,e s. Hışırtılı, uğultulu, brûler gçl. 1. Yakmak (Brûler un cadavre. Brûlerdu
bruissement er. Hışırtı, uğultu (Le bruissement de charbon, de l'électricité. Brûler un repas, un rôti).
l'eau entre les rochers. Bruissement du vent). 2. Kavurmak (Brûler le café vert). 3. Yakmak,
bruit er. 1. Gürültü (Un bruit infernal. La lutte sarartmak, esmerleştirmek (Brûler une chemise,
contre le bruit. Marcher sans bruit). 2. Söylenti, un pantalon. Le soleil brûle la peau). 4.
haber, şayia (Un faux bruit. On a démenti le bruit Damıtmak, imbikten çekmek (Brûlerdu vin). S.
de la maladie du président. On répand de faux Aşıp geçmek (Brûler un obstacle, une limite
bruits sur sa réputation. Le bruit court qu'il va fixée). 6. Aldırmayıp geçmek (La voiture a brûlé le
démissionner). 3. mec. Yankı (Le bruit de votre feurouge. La train a brûlé le signal). 7.Brûlerqn:
succès est arrivé jusqu'à nous). 4. Patırtı, İçini kor gibi yakmak, tutuşturmak (La soif de
ayaklanma. 5. ç. (Sinemacılıkta) Ses etkileri. § Au l'aventure brûlait le jeune homme). 8.
bruit de: -haberi üzerine (Au bruit de la chute de la gsz. Yanmak (Le bois brûle dans la cheminée. Le
ville, les soldats ontfait fête). D'après les bruits qui tapis brûle. La bougie brûle. La soupe a brûlé). 9.
courent: Dolaşan söylentilere göre. Faire du Acımak, yanmak (La gorge me brûle). 10. Çok
bruit: Gürültü yapmak. Faire courir un bruit: Bir yaklaşmak, artık nerdeyse bulmak (Tu y es
söylenti çıkarmak. Il n'est bruit que de...: presque, tubrûles). 11. Brûler de qch:-den yanıp
Herkesin ağzında...; herkes -den söz ediyor tutuşmak, yerinde duramamak (Brûler d'amour,
(Dans la région il n'est bruit que de l'installation brûler d'impatience). 12. Brûler de f.qch: -meye
prochaine d'une grande usine d'automobiles. Ces can atmak (Il brûle de parler). 13. Brûler pour qn:
jours-ci, il n'est bruit que de cela). Le bruit court Birine vurulmak, biri için yanıp tutuşmak (On dit
que...: -diği söylentisi dolaşıyor (Le bruit court qu'il a longtemps brûlé pour la princesse). § Brûler
brûlerie 189 brut

ses vaisseaux: Bütün gemilerini yakmak; geriye brumeux; un ciel brumeux). 2. mec. Kararsız,
dönüş olanaklarını ortadan kaldırmak. Brûier la kapalı, tutarsız, açık ve aydınlık olmayan (Un
délicatesse à qn: Birini birdenbire bırakıp gitmek, esprit brumeux. Une philosophie brumeuse).
sipsivri ortada bırakmak. Brûler le pavé: Çok hızlı brun,e s. ve ad. 1. Esmer (Une peau brune, un teint
gitmek, arkasından kurşun yetişmemek. Brûler brun. Une femme brune). 2. Kestane rengi (Des
les étapes: Dur durak bilmemek, bütün cheveux bruns). 3. Esmer, siyah (Bière brune,
merhaleleri aşıp geçmek, hiçbir yerde durmadan tabac brun). 4. er. Kahverengi, kahverengi boya
geçip gitmek. Brûler de l'encens sur l'autel de qn: (Un brun roux; terrain d'un brun foncé. Un tube
Birini aşırı derece övmek, göklere çıkarmak. de brun Van Dyck). § A la brune, sur la brune:
Brûler la cervelle à qn: -in bey nine kurşun sıkmak. Akşama doğru, sular kararırken,
Brûler les planches: (Bir tiyatro oyuncusu için) brunante diş. Havanın kararması, akşam. § A la
Canla başla oynamak; duyarak, coşkuyla brunante: Hava kararırken,
oynamak. Brûler sa dernière cartouche: Son brunâtre s. Esmerimsi, kahverengimsi (Une terre
kozunu oynamak, son çareye başvurmak. Brûler brunâtre).
la chandelle par les deux bouts: Har vurup harman brunet,te s. ve ad. Esmerce, esmerimsi, az esmer
savurmak. Etre brûlé: Belli olmak, bilinmek, (Une jolie brunette).
tanınmak, maskesi düşmek (Un agent qui est bruni er. (Altın yada gümüş takımı parçalarında)
brûlé). § Se brûler: 1. Kendini yakmak (Il s'est Cilâ, saykal.
brûlé avec sa femme et ses enfants). 2. Bir yerini brunir gçl. 1. Esmerleştirmek, rengini
yakmak (Je me suis brûlé en allumant ma cigarette. koyulaştırmak, yakmak (Le soleil brunit la peau.
Il s'est brûlé la main). § Se brûler la Brunir une boiserie). 2. (Altın yada gümüş gibi
cervelle: Kafasına bir kurşun sıkıp kendini madenleri) Parlatmak, saykallamak. 3. gsz.
öldürmek. Yanmak, esmerleşmek, kararmak (Brunir à la
brûlerie diş. 1. Rakı damıtma yeri. 2. Kahve mer. Mon fils était blond, mais il a bruni par la
kavurulan yer. suite).
brûle-tout er. El şamdanı, brunissage er. (Madeni) Parlatma, saykallama,
brûleur er. 1. Rakı imbiği. 2. (Küçük gaz, ispirto brunissement er. (Renk) Koyulaşma,
vb. ) ocağı. 3. Yakıt ve hava karışımım sağlayan ve koyulaştırma; esmerleşme, esmerleştirme,
düzenleyen aygıt, brülör (Bruleur à mazout). 4. brunisseur, euse ad. Saykala, maden cilâcısı,
Kahve kavurucu, kahve kavurma işçisi, brunissoir er. Maskala.
brûlis [bıtyli] er. 1. Yanmış orman yeri, göynük. 2. brunissure diş. 1. Saykalcılık. 2. Saykal. 3. Kumaş
Otu yakılmış tarla, perdahı. 4. Bağ hastalığı. 5. Patates hastalığı,
brûloir er. Kahve tavası. brusque s. 1. Ansızın yapılan, ansızın (Un retour
brûlot er. 1. Ateş gemisi, burlota. 2. Çok baharlı et. brusque. L'arrêt brusque d'une voiture). 2. Sert,
3. Ara bozucu kimse, k aba (Un homme brusque, un caractère brusque).
brûlure diş. 1. Yanık (Il a une brûlure de cigarette à brusquement bel. 1. Ansızın, birdenbire (Le train
sa veste). 2. Yanma (J'ai des brûlures d'estomac. s'est arrêté brusquement devant le tunnel). 2.
Une brûlure lui tordait la poitrine). 3. (Bitkilerde) Sertlikle, kabaca (Il agit très brusquement).
Yanıklık, kavrukluk, brusquer gçl. 1. Birine karşı sert ve kaba
brumaire er. Fransız Büyük Devrim takviminin 22 davranmak (Vous avez tort de brusquer cet
yada 23 ekimden 20 yada 21 kasıma dek süren enfant). 2. İvdirmek, çabuklaştırmak,
ikinci ayı (Le coup d'Etat du 18 Brumaire). aceleleştirmek (Il a brusqué sa démission pour
brumasse diş. Pus, hafif sis. nous empêcher d'intervenir. Son intervention a
brumasser gsz. (Hava) Hafif sisli olmak, puslu brusqué le dénouement de la crise).
olmak (Il brumasse: Hava puslu, hafif sisli). brusquerie diş. Sertlik, kabalık; sert söz ve davranış
brume diş. 1. (Daha çok sularda) Sis; pus (Une (Il traite tout le monde avec brusquerie).
brume légère flotte sur la rivière. Des nappes de brut,e s. 1. İşlenmemiş, ham (Pétrole brut, laine
brumes). 2. Karanlık, kesinsizlik, kararsızlık brute).2. Eğitimsiz,gelişmemiş (Uneâme brute).
(Vous êtes perdus dans les brumes). 3. İlkel, kaba (Une vie brute. La force brute. Il use
brumer gsz. (Hava) Sisli olmak, sis yapmak; puslu de la force brute). 4. Kesintisiz, kesinti
olmak, pus yapmak (Il brume ce matin: Bu sabah yapılmadan (Un traitement brut, un bénéfice
hava sisli). brut). S. bel. Darasıyla, darası çıkarılmadan, brüt
brumeux, euse s. 1. Puslu, hafif sisli (Le temps est olarak (Ce colis pèse brut dix kilos).
brutal 190 . building

brutal,e s. 1. Hayvan gibi, kaba (La force brutale. bûcher). 3. Yığın (Les manifestants firent un
Un gardien brutal). 2. Kaba, hoyrat, yontulmamış bûcher de toutes les brochures de propagande du
(Il est brutal avec tout le monde). 3. ad. Hoyrat, régime déchu).
hödük, yontulmamış, bûcher gçl. 1. Kabasını almak, yontmak, taslamak
brutalement bel. Sertçe, kabaca, hoyratça (Il vous (Bûcher une pierre). 2.tkz. Çok çalışmak,
parle brutalement, mais c'est pour votre bien). ineklemek (H a bûché tout son programme de
brutaliser gçl. (Birine karşı) Kaba ve sert physique). 3. gsz. tkz. Çalışmak, ineklemek (Il
davranmak (Brutaliser une femme, un enfant). bûche ferme).
brutalité diş. 1. Hoyratlık, kabalık, sertlik, bûcheron er. Oduncu (Le bûcheron coupe du bois).
yontulmamışlık (Vous êtes d'une brutalité bûchette diş. Odun yongası (Nous avons fait
révoltante. Condamner les brutalités de la police). prendre le feu avec des bûchettes).
2. Anilik, birdenbirelik; beklenmezlik (La bûcheur, euse ad. tkz. Çok çalışan, inekleyen, inek
brutalité d'un choc). (C'est un bûcheur toujours premier de sa classe).
brute diş. 1. Hayvan (La création est une ascension bucolique s. 1. Çobanlığa yada çoban türkülerine
perpétuelle, de la brute vers l'homme). 2. mec. değgin, "çobanıl. 2. diş. Çoban türküsü, kır şiiri.
Hayvan gibi adam, ayı, hödük (Il frappe comme 3. (Alaylı) Ivır zıvır şeyler,
une brute. C'est une brute qui n'arrive à rien bucrane er. (Mimarlık bezeklerinden) Öküz başı.
comprendre). 3. diş. (Sinemacılıkta) budget er. Bütçe, *geçinge (Budget de l'Etat.
Büyükışıldak. Budget familial. Dresser, préparer le budget. Les
bruyamment bel. 1. Gürültüyle (Il s'est mouché chapitres du budget. Boucler son budget. Budget
bruyamment). 2. Gürültü patırtıyla, bağırıp annexe. Equilibre du budget).
çağırarak (Protester bruyamment). budgétaires. Bütçeye değgin (L'annéebudgétaire.
bruyant,e s. 1. Gürültülü (Une rue bruyante). 2. Dépenses budgétaires. Le déficit budgétaire).
Gürültücü (Un enfant bruyant). budgétisation diş. Bütçelendirme, bütçeye koyma
bruyère diş. 1. Süpürgeotu, süpürge çalısı, funda. 2. (Budgétisation des prestations sociales).
Çalılık, fundalık. § Coq de bruyère: Çalı horozu, budgétiser gçl. Bütçelendirmek, bütçeye
bryologie diş. *Yosunbilim; bitkibilimin yosunlarla koymak.
uğraşan dalı. budgétivore s. ve ad. (Alaylı) Devlet bütçesinden
bryone diş. bitb. Şeytan şalgamı, geçinenler; devlet kapısı kulları,
bryozoaires er. ç. Yosunsu hayvancıklar; yosun buée diş. Buğu (Des vitres couvertes de buée).
hayvanları. buffet er. 1. Büfe, sofra takımlarının konulduğu
buanderie diş. Çamaşırlık (Le linge sèche dans la dolap (Ranger les couteaux et les fourchettes dans
buanderie). le buffet). 2. Büfe, istasyonlardaki lokanta (Nous
buandier, ère ad. Çamaşırcı; çamaşır yıkama işçisi. avons mangé au buffet). 3. Büfe, şölenlerde
bubale er. Afrika karacası. yemeklerin dizildiği masa, sofra (Après les
bube diş. Deri kabarcığı. discours officiels on passe au buffet. Un buffet bien
bubon er. hek. Hıyarcık. garni). 4. hlk. Karın, mide. 5. Doğrama kısmı
buboniques. Hıyarcıktı (Pestebubonique). (Buffet d'orgue). § Danser devant le buffet: hlk.
bucaille diş. Karabuğday. Yiyecek bir şeyi olmamak. Ne rien avoir dans le
buccal, e s. Ağıza değgin (Par voie buccale. Cavité buffet: hlk. Aç karnına olmak; ağzına tek lokma
buccale). koymamış olmak.
buccin er. (Eski romahlarda) Bir asker borusu, buffetier,ère ad. Büfeci.
bucéphale er. (Büyük İskender'in atının adından) buffle er. 1. Manda, camus, susığırı. 2. Manda derisi
Savaş yada alay atı. 2. (Alay) Kurada beygir, (Valise en buffle).
bfiche diş. 1. Ocak odunu (Le crépitement des buffleterie diş. 1. (Askerin) Kayış takımı. 2.
bûches dans Vôtre). 2. mec. Odun gibi adam, meşe (Derileri) Güderileme.
odunu, kereste (II reste là comme une bûche. Une buffletin er. 1. Malak, manda yavrusu. 2. Manda
vraie bûche!) § Bfiche de Noël: Noel yortusu için derisinden yapılmış uzun ceket,
hazırlanan büyük pasta. Prendre, ramasser une buggy er. İki tekerlekli hafif araba, °bugi.
bfiche: tkz. Düşmek, bugle er. Perdeli boru, büğlü,
bûcher er. 1. Odunluk. 2. Odun yığını, 'yakmalık; buglossediş. bitb. Sığırdili,
ölüleri yada hükümlüleri yaktıkları odun yığını bugrane diş. bitb. Kayışkıran,
(Jeanne au bûcher. Hérétique condamné au building er. İng. Kocaman yapı; çok katlı büyük
buire 191 burnous

yapı. ile çevrilmiş tek katlı ev; turistler için tek katlı
buire diş. Geniş karınlı, saplı içki ibriği, küçük ev, kulübe,
buis er. Şimşir. bunker er. Bunker, sığınak, korunak; top yuvası,
buissière, buissaire diş. Şimşirlik. buphage er. hayb. Kurt-kıyan
buisson er. 1. Çalı. 2. Baltalık. 3. Budanarak biçim buraliste ad. 1. (Satış, para alıp verme işleri yapan
verilmiş meyve ağacı. § Buisson ardent: Tanrının kurumların) Şube memuru. 2. Tütüncü, sigara
Musa peygambere göründüğü söylenen biçim ki, satıcısı,
alev alev yanan bir çalılık olarak anlatılır. Battre burat er. Bir tür hafif yünlü,
lès buissons: mec. Araştırmak, çalı dibi taşlamak. buratin er. buratine diş. Yünlü ipek karışığı bir tür
Faire buisson creux, trouver buisson creux: mec. kumaş.
Aradığım bulamamak, umduğu boşa çıkmak, bure diş. 1. Aba. 2. Aba giysi. 3. er. Maden
buissonneux, euse Çalılık, çalılarla kaplı (Un ocaklarında bir geçenekten bir aşağıdaki
terrain buissonneux). geçeneğe kazılan kuyu.
buissonnier,ère s. Çalılıklarda yaşayan (Merle bureau er. 1. Çalışma masası (Un bureau d'acajou,
buissonnier). § Faire l'école buissonnière: un bureau de chêne). 2. Çalışma odası (Je passe
Okuldan kaçmak, dersleri asıp orda burda tout mon temps dans mon bureau). 3. Daire, iş yeri
dolaşmak (Aujourd'hui je ferai l'école (Aller au bureau. Ouverture, fermeture des
buissonnière). bureaux). 4. Şube, bölüm (Deuxièmebureau. Les
bulbaires, anal. Soğan denilen oluşuma değgin, bureau d'une agence, d'une société). 5. Başkanlık
bulbe diş. 1. (Soğan veren bitkilerde) Soğan Kurulu (Le bureau de l'Assamblée Nationale
(Plantes à bulbes. Bulbe de la jacinthe). 2. anat. comporte un président, des vices-présidents et des
Soğan. 3. Şişkinlik (Bulbe dentaire). secrétaires).
bulbeux,euse s. 1. Soğanlı (Plantes bulbeuses). 2. bureaucrate er. 1. Kırtasiyeci, *yazçizci. 2.
Şişkin; soğan biçiminde (Clocher bulbeux). 3. 'Genörgütçü, bürokrat,
(Mimarlıkta) Karınlı, bureaucratie diş. 1. Kırtasiyecilik; * yazçizcilik. 2.
bulbille diş. bitb. Bitki soğancığı, soğancık (Les Genörgüt, bürokrasi,
bulbilles de l'ail). bureaucratique s. 1. Kırtasiyeciliğe değgin,
bulgare s. ve ad. 1. Bulgar; Bulgaristan'a ve yazçizcilikle ilgili. 2. *Genörgütsel.
bulgarlara değgin (L'industrie bulgare. Un, une bureaucratisation diş. Kırtasiyecilik işleri,
bulgare). 2. er. Bulgarca (Il connaît le bulgare). § kırtasiyeye boğma (La lutte contre la
Fromage bulgare: Beyaz beynir, Edirne peyniri, bureaucratisation).
bulgarie diş. Bulgaristan, bureaucratiser gçl. Kırtasiyeciliğe boğmak (Les
bulldozer er. Yoldüzer, yoldüzler. bureaucrates ont réussi à bureaucratiser le
b u l l e I . Kabarcık (Bulled'air, bulled'eau, bulle monde).
de savon). 2. (Deride) tçi su dolu kabartı, fiske, burette diş. 1. (Sofra için) Sirke yada zeytinyağı
kabarcık. 3. Süs olarak çakılan çivi, kabara. 4. şişesi. 2. Kilise ayinlerinde su ve şarap konulan
Bağıtlara takılan mühür. 5. Böyle bir mühürü vazo. 3. kim. Büret.
olan bağıt. 6. er. Saman kâğıdı. 7. s. Sarı, saman burgau er. Sedef midyesi; midye sedefi,
rengi (Papier bulle). § Papier bulle: Sarımtırak burgrave er. 1. (Eski) Kale komutanı; bir kentin
kaba kâğıt, saman kâğıdı. Coincer la bulle: ask. kontu. 2. mec. Yaşlı ve gerikafah kimse,
argo. Dinlenmek, burin er. Kazı kalemi, arda, çapla, tığkalem, çelik
bulle,e s. Kabarcıklı. kalem.
bulletin er. 1. Pusula (Bulletin de vote). 2. Resmi buriné,es. Çizik çizik, kırış kırış (Un visage buriné).
rapor (Bulletin de santé.Bulletins destatistique).3. buriner gçl. 1. Çapla ile işlemek, kazmak, oymak
Dergi. 4. Öğrenci karnesi, karne (Mon fils a eu un (Buriner une planche, un métal). 2. gsz. hlk.
bon bulletin) 5. Makbuz, alındı (Bulletin de Aralıksız çalışıp durmak,
bagages, bulletin de consigne). 6. Bülten (Bulletin burlesque s. 1. Gülünç, maskaraca (Un
d'information: Haber bülteni). accoutrement burlesque. Unfilm burlesque). 2 .er.
bulleux,euse s. Kabarcıklı, fiskeli (Dermatose ed. a) Kaba güldürü, maskaraca yazılar b)
huileuse). (Sinemacılıkta) Savruklama.
bull-terrier er. Sıçan avlayan bir tür İngiliz köpeği, burnous er. Ar. 1. Bornuz, maşlak. 2. Kolsuz ve
bulteau er. Topağaç. başlıklı çocuk mantosu ( Un enfant enveloppé dans
bungalow er. İng. Bungalo; Hindistan'da veranda un burnous blanc et rose). § Faire suer le burnous:
büron 192 buvée

Acımadan, canını çıkararak çalıştırmak; buteur er. Golcü, gol atan oyuncu (Notre équipe
sömürmek. manque de buteurs).
büron er. 1. Küçük çoban kulübesi. 2. Küçük peynir butin er. 1. Ganimet (Butin de guerre). 2. Şurdan
yapımevi, burdan toplanan şey, *devşiri (Le butin de
bus er. Otobüs. l'abeille). 3. Ele geçirilen mal, vurgun (Le butin
busard er. Tepeli doğan, tepeli şahin, d'un voleur). 4. Çalışıp araştırılmakla edinilen
buse fbysk] er. Korse balinası, şey, yararlanma (Il y a un riche butin à faire dans
buse diş. hayb. 1. Doğan, şahin (Busepattue: Paçalı ces vieux manuscrits). 5. hlk. Birikmiş varlık, mal
doğan). 2. mec. tkz. Kaz kafalı, kuş beyinli (Une (Ily a du butin dans cette maison).
buse qui rit toujours sottement). 3. Boru (Busede butiner gsz. 1. Çiçek özü toplamak (Les abeilles
carburateur). butinent). 2. Ganimet olarak almak, ganimet
business | biznes \ er. İng. 1. (Eski) İş. 2. Karışık iş toplamak. 3. gçl. Toplamak, elde etmek (Butiner
(Qu'est-ce que c'est que ce business). 3. Şey quelques renseignements).
(Passe-moi ce business-là). butineur,euse s. Ganimet alan; kendine yararlı
businessman er. İş adamı, şeyler toplayan (L'abeille butineuse, un insecte
busqué, es. Kemerli (Un nez busqué). butineur).
busquer gçl. 1. (Korseye) Balina geçirmek. 2. butoir er. (Teknikte) 1. Durdurucu engel (Butoir
Eğmeçlemek, eğriltmek, d'une porte; butoir de chemin de fer). 2. Deri
buste er. 1. İnsan vücudunun üst kısmı, gövde üstü kazımaya yarayan bıçak,
(Il redressa le buste pour passer devant les huissiers butor er. 1. Balaban kuşu, balaban. 2. mec. Kaba
du ministre). 2. Büst, gövde üstü yontusu (Un adam, hıyarağa, aptal ve edepsiz adam (Un butor
buste d'Atatürk). fier de sa force physique. Dans l'autobus, unbutor
but er. 1. Amaç, erek (Vous êtes enfin arrivé à votre la repoussa pour avoir une place assise).
but). 2. Hedef (Viser le but. Tiraubut. Manquer le buttage er. (Ağaç ve bitkilerin) Dibine toprak
but). 3. Gol (Notre équipe a marqué trois buts). 4. sürme (Le buttage de la vigne, des pommes de
(Futbolda) Kale (Filet de but. Poteau de but). § terre).
Dans le but de: Amacıyla, için (Il est parti dans le butte diş. 1. Küçük tepe, tepecik (La butte
but de se reposer). Gardien de but: Kaleci. De but Montmartre). 2. ask. Önüne nişan hedefleri
en blanc: Damdan düşercesine, damdan düşer konulan tepe. § Butte témoin: coğr. Tanıktepe.
gibi. Avoir pour but de f.qch: Amacı -mek olmak Etre en butte à qch: -e maruz bulunmak, -ile karşı
(lia pour but de s'installer à Istanbul). Atteindre karşıya olmak (Nous sommes en butte à une
son (un) but: Amacına erişmek. Dépasser son but, calomnie. Il fut en butte aux attaques des
aller au-delà de son but: Amacının dışına çıkmak, journaux).
butane er. kim. Bütan, butter gçl. 1. (Ağaç ve bitkilerin) Dibine toprak
buté,e s. İnatçı, dik kafalı (Un enfant buté). sürmek (Butter des céleris, des pommes de terre).
butée diş. (Köprülerin iki ucunda) Dayanma 2. argo. Öldürmek, canını cehenneme yollamak,
duvarı; köprü ayağı, *karşılamahk. buttoir er. 1. Ağaç ve bitki diplerine toprak sürmeye
buter gsz. Buter contre qch: 1. -e varıp dayanmak yarayan alet. 2. Ağaç oyacak alet.
(La roue de la voiture a buté contre le trottoir). 2. -e butyreux,euse s. Yağ niteliğinde (Une sorte de
çarpmak (Ma tête buta contre te pare-brise). 3. -e crème épaisse et presque butyreuse).
dayanmak (La poutre bute contre le mur). 4. -e butyrique s. Acımış yağlarda oluşan (Acide
çarpmak; -ile karşılaşmak (Buter contre un butyrique; fermentation butyrique).
problème complexe). S. Ayağı takılmak (Buter butyromètre er. Sütteki yağı ölçmeye yarayan alet.
contre une pierre). 6. Gol atmak, gol yapmak (ila yağölçer.
enfin buté). 7. gçl. Payandalamak, desteklemek buvable s. İçilebilir, içilir (Vin buvable, eau
(Buter un mur au moyen d'un arc-boutant). 8. gçl. buvable). 2. İçilen, ağızdan alınan (Ampoules
Buter qn: Birini inada bindirtmek, inada buvables).
sürüklemek; uzlaşmazlığa itmek (Votre buvard er. 1. Sünger kâğıdı, kurutma kâğıdı (Papier
arrogance a buté le directeur, et maintenant, on ne buvard da denir). 2. Kurutma kâğıtlı el altlığı (Sur
pourra plus le convaincre). § Se buter: 1. son bureau il y avait un grand buvard couvert de
Çarpmak. 2. mec. İnat etmek, ayak diremek. 3. Se taches).
buter à qn: -ile karşılaşmak; -e rastlamak (Je me buvée diş. Hayvanlara verilen sulu un ve kepek
suis buté à des gens de connaissance). bulamacı.
buverie 193 byzantinologie

buverie, beuverie diş. İçkili eğlenti, içki âlemi. koyma ameliyatı.


buvetier,ère ad. Büfeci. byzance diş. Bizans.
buvette diş. 1. (İstasyon, tiyatro gibi yerlerde) byzantin,es. vead. 1.Bizanslı, Bizans'aözgü(L'art
Küçük büfe (A la buvette de la gare, il se fit servir byzantin). 2. mec. Gereksiz ve boş ayrıntılara
un sandwich et un jus de fruit). 2. (İçmelerde) dayanan, ince ve karanlık oyunlar içeren
İçme yeri. (Querelles byzantines). § Discussion byzantine:
buveur,euse ad. 1. İçen, içici (Un buveur d'eau, de Bitip tükenmek bilmez tartışma; çok ince
café). 2, İçki düşkünü, içkici, ayyaş (Son mari était ayrıntılar üzerinde boşuna ve uzun uzun tartışma.
un grand buveur).
buvoter gsz. tkz. Yudum yudum içip durmak, byzantinisme er. 1. Gereksiz tartışmacılık, boş
buxacées diş. ç. bitb. Şimşirgiller, tartışma. 2. Bizans entrikacılığı, Bizans
bye-bye [bajbaj] ünl. İng. Allahaısmarladık, hoşça oyunculuğu.
kal, haydi eyvallah, byzantiniste, byzantinologue ad. Bizans tarih ve
by-pass er.İng. hek.*K.öprüleme','baypas, tıkanmış uygarlığı uzmanı, "bizansbilimci.
bir damarı alıp yerine vücuttan yeni bir damar byzantinologie diş. Bizansbilim.
c
C er. Fransız abecesinin üçüncü harfi olup adı "S" organise encore des cabales). § Faire monter une
dir. A, O, U, gibi ünlülerin yada herhangi bir cabale contre qn: Birine karşı bir komplo kurmak
ünsüzün önünde ve sözcüklerin sonunda "K" bir oyun düzenlemek.
okunur (Cacao, cumuler, corbeau, crime, échec). cabaler gsz. (Eski) Komplo düzenlemek, entrika
E, İ, Y gibi ünlülerin önünde bulunduğu yada bir çevirmek.
cédille aldığı zaman "S" okunur (Cécile, cela, cabaleur,euse ad. Komplocu, entrikacı,
citron, cygne, ça) örneklerinde olduğu gibi. cabaliste er. Kabala ile uğraşan; cinci,
ça adıl. tkz. 1. Bu, bunu (Ça vous gêne? Je n'aime cabalistique s. 1. Kabalaya değgin, cincilikle ilgili
pas ça) . § Il ne manquait plus queça:Bir bu eksikti. (Science, interprétation cabalistique; termes
Ça dépend: Belli olmaz. A part ça: Bundan başka, cabalistiques). 2. Gizemli, anlaşılmaz (Signes
bunun dışında, bu hariç. Ça va bien, mal: İşler iyi, cabalistiques).
kötü. C'est comme ça: Bu böyle işte. C'est ça!: caban er. Denizcilerin giydikleri büyük yün ceket,
Tamam, doğru, öyle. Comme ça: Demek, demek "avniye.
ki (Comme ça, vous ne restez pas). Ça, par cabane diş. Kulübe, kulübecik (Cabane de berger,
exemple! Pes doğrusu, bu kadarı da fazla! Ah, ça!: cabane à lapins). § Mettre en cabane: hlk. Kodese
Acaip ! Baksana! (Ah ça, pour qui me prends-tu?). atmak, dama tıkmak, tutuklamak,
Ah, ça alors! Eeee, ne oluyor yani; bu kadarı da cabaner gçl. Ters çevirmek, takoza yatırmak
fazla, pes doğrusu! Aşkolsun! Comme ci, comme (Cabaner un navire sur cale).
ça: Şöyle böyle. 2. bel. Buraya, burada (Viens ça, cabanon er. 1. Kulübecik (Un petit cabanon de
que je te voie). § Ça et là: Şurda burda, şuraya bois). 2. (Tutukevi yada akıl hastanesinde)
buraya (Ça et là on voyait des boites de conserves). Hücre, tecrit hücresi (On lui passa la camisole de
cabale diş. 1. Yahudilerde, Tevratın yorumlanıp force et on le mit au cabanon).
hep mecaz anlamına alınması geleneği, kabala. 2. cabaret er. 1. Meyhane. 2. İçkili lokanta, gece
Cinlerle ilişki kurma bilimi, kabala, cincilik. 3. kulübü (Passer la soirée au cabaret). 3. İçki
Aynı düşüncede olan insanlar topluluğu, klik, takımı. 4. İçki takımı tepsisi yada masası. §
*bölek. 4. Entrika, komplo, düzen, dalavere (11 Cabaret borgne: Batakhane. Pilier de cabaret:
cabaretier 195 cabrer

Ayyaş, sarhoş, gece gündüz içen; meyhane kuşu. haber, telyazı,


cabaretier,ère ad. Meyhaneci, cabochard,es. vead. Dikbaşlı, inatçı (Vous êtes très
cabas er. 1. Zembil, sepet fFaire son marché avec un cabochard. Quelle cabocharde!).
cabas). 2. Sepet, küfe (Cabas à olives. Cabas de caboche diş. tkz. 1. Kafa (Grosse caboche). 2.
figues). Kabara. § Avoir une rude caboche: İnatçı olmak,
cabestan er. 1. Bocurgat (Virer le cabestan. Halerun cabochon er. 1. Façetasız değerli taş; damla taş
navire au cabestan). 2. (Sinemacılıkta) Döndürme (Cabochon de rubis). 2. Süs kabarası (Cabochon
çubuğu. de cuivre).
cabiai\kabje) er. Sudomuzu, Güney Amerika'da cabosse diş. 1. Ezik, bere. 2. Kambur, tümsek,
yaşayan büyük kemirgen, kabartı. 3. Kakaonun meyvesi, Hintbademi.
cabillaud er. Taze morina; morina balığının bir adı. cabosser gçl. Şişirmek, kabartmak, yamru yumru
cabine 1. (Gemide) Kamara (Cabine de luxe). 2. etmek (Cabosser un chapeau, une valise. Un choc
(Hamamlarda) Kabine (Cabine de bain. Louer qui a cabossé les carrosseries des deux voitures).
une cabine à la piscine). 3. Küçük oda, odacık, cabot er. tkz. 1. Köpek (A la niche, sale cabot). 2.
kulübe, (Cabine téléphonique, cabine tkz. Onbaşı. 3. Gezgin oyuncu, değersiz oyuncu,
d'ascenceur). 4. (Sinemacılıkta) Gösterimodacığı. cambaz (Un vieux cabot). 4. s. ve ad. Numaracı,
cabinet er. 1. Küçük oda, hücre (Enfermer un enfant üçkâğıtçı (Il est un peu cabot).
dans un cabinet noir. Cabinet de débarras). 2. Yazı cabotage er. Kabotaj; bir ülkenin iskele yada
odası, çalışma odası (Le cabinet du directeur). 3. limanları arasında gemi işletme işi.
Kabine, Bakanlar Kurulu, hükümet (Former un caboter gsz. Kabotaj yapmak; gemi işletmek
cabinet). 4. Özel kalem (Cabinet du ministre. Chef (Caboter de port en port).
de cabinet: Özel kalem müdürü). 5. Koleksiyon, caboteur er. 1. Kabotaj yapan, gemi işleten denizci.
derme (Cabinet d'histoire naturelle). 6. Küçük 2. s. Kabotaj yapan ; iskeleden iskeleye, limandan
büfe. 7. ç. Ayakyolu, yüznumara (Aller aux limana çalışan (Navire caboteur).
cabinets). § Cabinet noir: 1. Şüpheli mektupları cabotin,e ad. 1. Gezgin oyuncu. 2. hkr. Değersiz
okuyup denetleme kurulu. 2. (Sinemacılıkta) oyuncu ( Un petit cabotin de province qui se croit à
Karanlık oda. Homme de cabinet: Bir köşeye la Comédie Française). 3. tkz. Soytarı, cambaz
çekilip kendini okumaya veren kimse, (Les cabotins de la politique). 4. s. Numaracı,
câble er. 1. Halat (Câble de levage, câble de üçkâğıtçı, gösterişçi, kendini bir şey sanan (Il est
traction). 2. Kablo (Câble électrique, câble trop cabotin pour inspirer confiance. Cet enfant est
téléphonique). 3. Telgraf (Envoyer un câble). 4. un peu cabotin).
den. Yüz yirmi kulaç uzunluğunda bir ölçü, cabotinage er. 1. Gezgin oyunculuk. 2. mec. tkz.
palamar. § Câble à retard: Geciktirme kablosu. Soytarılık, cambazlık. 3. Yapmacık, yapmacıklı
Câble de caméra: Alıcı kablosu. Câble de liaison: davranış; gösteriş,
tniş kablosu: Câble en ruban: Yassı kablo. Câble cabotiner gsz. 1. Gezgin oyunculuk etmek. 2.
hertzien: Telsiz bağlantısı, Cambazlık, üçkâğıtçılık etmek. 3. Yapmacıklı
câblé,e s. 1. Üzerine kablo geçirilmiş (Fil câblé). 2. davranışlarda bulunmak; kendini büyük satmak;
(Yapıcılıkta) Halat örgüsünde (Moulure câblée). gösteriş yapmak,
3. den. Halatlı, kablolu (Ancre câblée). 4. er. caboulot er. 1. Ahır bölmesi. 2. Adı kötüye çıkmış
Tablo kordonu. 5. er. Dikiş ipliği (Du câblé six kahve yada meyhane, gece kulübü,
fils). cabrage er. Şahlandırma; şahlanma,
câbleau er. İnce halat, urgan, cabré,es. 1. Şahlanan, şaha kalkan (Cheval cabré).
cableman er. İng. Kablocu, 2. mec. Şahlanmış, ayaklanmış, başkaldırmış
câbler gsz. 1. İpleri büküp halat yapmak. 2. gçl. (Une attitude cabrée).
Kablolu telgrafla bildirmek, tellemek, telle cabrer 1. gçl. Şaha kaldırmak (Cavalier qui cabre
bildirmek (Je vais vous câbler des instructions). soudain sa monture). 2. (Havalandırmak üzere
câbleriediş. 1. Kabloculuk. 2. Kablo fabrikası, uçağın) Ön kısmını kaldırmak (Cabrer un avion).
câbleur er. Kablocu, elektrik kablolarını döşeyen 3. Cabrer qn: -i ayaklandırmak, uzlaşmaz bir
teknisyen. tavra itmek (Votre intervention a cabré le
câblier er. 1. Kablocu. 2. s. Kablo döşeyen (Navire directeur). § Se cabrer: 1. Şaha kalkmak (Un
câblier). cheval qui se cabre). 2. mec. Şahlanmak
câbliste er. Kablocu. (L'orgueil musulman se cabra). 3. Se cabrer
câblogramme er. Kablolu telgrafla gönderilen devant qch, contre qch: -e karşı isyan etmek, baş
cabri 196 cachette

kaldırmak, illallah demek (Il risque de se cabrer cache-flammes er. Alev örten huni, alevörter.
devant vos exigences continuelles). cachemire er. Keşmir kumaşı, keşmir yünlüsü,
cabri er. Oğlak (Léger comme un cabri. Sauter cache-misère er. hlk. Yırtık çamaşırları gizlemek
comme un cabri). üzere giyilen güzel görünümlü giysi ; geniş üstlük.
cabriole diş. 1. Atın dört ayakla sıçrayıp çifte cache-nez er. Boyun atkısı (Un cache-nez de laine
atması. 2. Takla (Des enfants font des cabrioles entourait son cou).
dans les prés). § Faire la cabriole: Döneklik cache-pot er. Saksı kabı.
etmek ; olaylara göre yön ve düşünce değiştirmek. cache-pouissière er. Hafif üstlük,
cabrioler gsz. 1. Takla atmak. 2. (At) Sıçrayıp çifte cacher gçl. 1. Saklamak, gizlemek (Cacher un objet
atmak. volé). 2. Belli etmemek, göstermemek (Cacher
cabriolet er. 1. Körüklü ve hafif bir tür gezinti son émotion, son inquiétude, sa douleur). 3.
arabası. 2. Karoserinin üst kısmı aldırılabilen Görülmesini engellemek (Cet arbre cache la
gezinti otomobili. 3. Eski moda bir kadın şapkası. lune). 4. Cacher qch à qn: Bir şeyi birinden
4. Bir tür ip kelepçesi. saklamak (Il ne faut pas lui cacher la vérité. Ils ont
cabus,s. Top başlı (Cfıoucabus: Bir tür top lahana). caché longtemps la terrible nouvelle à leur père). §
caca er. (Çocuk dilinde) Kaka, pislik. § Faire caca, Cacher son jeu, cacher ses cartes: Düşüncesini,
faire son caca: Dışarı çıkmak, büyük abdestini amacını, niyetini gizlemek (Il sait cacher son jeu).
yapmak. Faire caca dans sa culotte: Donuna § Se cacher: 1. Saklanmak, gizlenmek (Il est
yapmak. § Caca d'oie: Yeşilimtrak sarı, kazboku recherché par la police, ilsecache). 2.Se cacher de
rengi (Despeintures caca d'oie). qn: Yaptıklarım, düşündüklerini birinden
cacaber gsz. (Keklik için) Ötmek, saklamak ( L'enfant avaitfumé en se cachant de ses
cacahouette, cacahuète diş. Yerfıstığı, parents). 3. Se cacher de qch: a) Bir şeyi gizli
cacao er. Kakao (Prendre une tasse de cacao). tutmak, saklamak (Il se cachait de l'amour qu'il
cacaoté,e s. Kakaolu (Petit déjeuner cacaoté. Une avait pour moi), b) Kabul etmemek,
farine cacaotée). benimsememek (Il ne s'en cache pas).
cacaotier, cacaoyer er. Kakao ağacı, cache-sexe er. Kısa don; *ayıp-örter.
cacaoyère, cacaotière diş. Kakao bahçesi, kakao cachet er. 1. Mühür, damga (Le cachet de la poste.
fidanlığı, kakaoluk. Cachet monté en bague). 2. Damgalı kâğıt (Briser
cacaoui er. (Kanada'da) Bir tür küçük yaban un cachet). 3. (İçinde ilaç bulunan) Güllaç, kaşe
ördeği. (Un cachet d'aspirine). 4. Özellik, özgünlük (II a
cacarder gsz. (Kaz için) Bağırmak (Les oies donné un cachet très personnel à son style. Ce
cacardaient au bord du lac). village a du cachet). 5. Damga, marka (Le cachet
cacatoès er. Hindistan ve Malezya'da yetişen bir d'un fabricant). 6. (Sahne ve sinema
tür papağan, kakatu. sanatçılarına verilen) Ücret, "ödemelik (Les
cacatois er. l.-den. Babafingo üstü sereni. 2. cachets énormes des vedettes de cinéma). § Lettre
Babafingo üstü yelkeni, de cachet: (Eskiden) Hükümdar buyrultusu.
cachalot er. hayb. İspermeçet balinası, Courir le cachet: Evlerde ders vermek.
cache diş. 1. (Saklanmaya, bir şey saklamaya yarar) Travailler, payer au cachet: Parça başı, yaptığı iş
Gizli yer, delik, in (Il est enfin sorti de sa cache). 2. sayısına göre çalışmak, ödemek (Il travaille au
er. Fotoğrafçılıkta, resmin yalnız bir kısmını cachet. Payer un traducteur au cachet).
çıkartmaya yarar delikli siyah kâğıt, peçe, *örtü. cachetage er. Mühürleme, mühürlenme;
caché,es. 1. Saklı, gizli (Trésorcaché). 2. Gizli, dile damgalama, damgalanma,
getirilmemiş, dışa vurulmamış (Des sentiments cacheter gçl. 1. Ağzını kapayıp mumlamak
cachés). (Cacheter un colis, une bouteille). 2. Kapayıp
cache-cache er. Saklambaç oyunu (Faire une partie zamklamak, yapıştırmak (Cacheter une lettre, une
de cache-cache). § Jouer à cache-cache: 1. enveloppe). 3. Mühürlemek, damga vurmak. §
Saklambaç oynamak. 2. tkz. Kovalamaca Cire à cacheter: Mühür mumu, damga mumu.
oynamak, birbirini arayıp bir türlü bulamamak cachette diş. Gizleyecek yer; gizlenecek yer,gizli yer
(Ils jouent à cache-cache depuis un mois). (Il met ses économies dans une cachette. Les
cache-col er. Atkı (Un cache-col en laine). contrebandiers avaient pris pour cachette un creux
cachétique s. ve ad. hek. Kaşetik, aşın zayıflamış, de rocher). § En cachette: Gizlice, belli etmeden
bir deri bir kemik kalmış (Etat cachétique. Un (Rire en cachette. Lire un livre en cachette). En
cachétique). cachette de qn: -den gizli olarak, -in haberi
cachexie 197 cadet

olmadan (Il ne veut pas agir en cachette de ses İçilmiş şişe, boş şişe § Cadavre ambulant: Canlı
parents). cenaze. Etre, rester comme un cadavre: Ölü gibi
cachexie diş. hek. Kaşeksi, aşın zayıflama, bir deri durmak; hiç kıpırdayamadan öyle kalakalmak,
bir kemik kalma, caddie er. (Golf ve hokey oyunlarında)Oyuncunun
cachot er. 1. Zindan, hücre (Mettre, jeter, enfermer sopalarını taşımakla görevli çocuk,
qn dans un cachot, au cachot). 2. Hücre cezası caddy er. (Büyük mağazalarda, havaalanlarında,
(Trois jours de cachot). 3. Cezaevi, kodes, dam (Il garlarda) Eşya, bavul vb. taşınan sepetli el
est aux cachots depuis des années). arabası.
cachotterie diş. Gereksiz gizleyiş, gizleme merakı cade er. Ardıç, ardıç ağacı (Huile de code).
(Cessez vos cachotteries, je suis au courant de cadeau er. Armağan (Cadeau de fête, cadeau de
tout). nouvel an). § Offrir, foire un cadeau à qn: Birine
cachottier, ères. vead. Gizlenmeyecek şeyleri gizli bir armağan vermek (Il a fait un bon cadeau à sa
tutan; önemsiz şeyleri gizli tutmak meraklısı (Elle femme). Faire cadeau de qch à qn: Birine birşey
est très cachottière). armağan etmek (Je lui ai fait cadeau d'un
cachou er. 1. Kâdıhindî denilen ve ilaç olarak bracelet). Ne pas faire de cadeau à qn: -e karşı sert
kullanılan madde. 2. s. Kızıl kahverengi (Un davranmak, kötü davranmak. Recevoir qch en
costume cachou). cadeau: Bir şeyi armağan olarak almak (Ils ont
cacique er. 1. (Orta Amerika yerlilerinde) Başkan, reçu un service de porcelaine en cadeau de
şef. 2. (Fransada) Yüksek Öğretmen Okulu mariage).
sınavını birincilikle kazanan. 3. Kendisine önemli cadenas er. 1. (Eskiden) Kralların gümüş
görev (siyasal, yönetimsel) verilen kişi. takımlarını sakladıkları çekmece. 2. Asma kilit
cacochyme s. ve ad. 1. Sıska, cılız. 2. * Sayrıl, (Fermer une porte au cadenas).
'marazı, huysuz (Un vieillard cacochyme). cadenasser gçl. Asma kilit takmak, kilitle kitlemek,
cacographe ad. Yazım yanlışları yapan; kötü ve kilitlemek (Cadenasser une porte, uneboutique).
yanlış yazan; yazısı ve biçemi (üslubu) kötü cadence diş. 1. (Sesle yada devinimle) Tonlama
(kişi). ritmi, düzenlilik, "ahenk, "ittırat (La cadence des
cacographie diş. Yanlış yazım, yazım yanlışlığı; vers. Les danseurs suivent la cadence de
kötü biçem (üslup), l'orchestre). 2. Düzenli aralık (Ce médecin reçoit
cacolet er. Semerin iki yanına asılan arkalıklı ses clients à la cadence moyenne de trois par heure.
iskemle. Les commandes arrivent chez les fabricants à une
cacologie diş. Dil yanlışı; deyimleri yanlış kullanma cadence accélérée). 3. müz. Melodi ve armonide
yada tümceyi bozuk kurma. "Şiveye aykırılık, bir dinlenme noktasına varış. 4. müz. İcrada,
cacopohonie diş. dilb. Ses kakışımı, *kakışma. düşüş noktasına, parçanın ana tonalitesine
cactacées, cactées diş. bitb. ç. Atlasçiçeğigiller, varırken çalınan yada söylenen süslü, gösterişli
kaktüsgiller. geçiş. 5. Hız, çalışma yada üretme hızı (Forcer la
cactus er. Atlasçiçeği, kaktüs, cadence. Une cadence infernale).
c.-à.-d. "Yani" anlamına gelen "c'est-à-dire" cadencé,e s. Uyumlu, "ıttıratlı, "ahenkli (Les
deyiminin kısaltması, phrases cadencées). § Marcher au pas cadencé:
cadastrage s. Kadastroya değgin, 'yeryazımsal Uygun adım yürümek,
(Plan cadastral). cadencer gsz. 1. müz. Kadans yapmak; melodi ve
cadastre er. Kadastro, *yeryazım (Employé du armonide bir dinlenme noktasına varmış olmak;
cadastre). süslü, gösterişli bir geçiş yapmak. 2. gçl.
cadastrer gçl. -in kadastrosunu yapmak, -i Düzenlemek, "ahenk ve "ittırat vermek
*yeryazımlamak. (Cadencer ses pas. Cadencer ses vers, ses phrases).
cadavéreux, euse s. Kadavrayı andıran, cadenètte diş. 1. Saç örgüsü. 2. Zülüf,
kadavramsı, ölü gibi (Un teint cadavéreux). cadet,te s. ve ad. 1. Son doğan yada ikinci doğan
cadavérique s. Kadavraya değin (Rigidité evlat, küçük evlat (Le cadet doit obéir à l'aîné). 2.
cadavérique; pâleur cadavérique). (Yaşça) En küçük (Il est le cadet de toute la
cadavre er. 1. Ceset, ölük, ölü vücut (La lividité du famille). 3. (Hısımlık dışında da olsa) Küçük,
cadavre. Embaumer, enterrer un cadavre). 2. yaşça küçük (Il est mon cadet de deux ans). 4. s.
Kadavra (Dépôt des cadavres à la morgue). 3. Küçük, yaşça küçük (Frère cadet, sœur cadette). 5.
Cinayet, kıya (Il y a un cadavre entre eux: (Sporculukta) 15-17 yaş arasındaki genç oyuncu.
Aralarında ortak işledikleri bir kıya var). 4. hlk. 6. (Eskiden) Askerliği öğrenmek için orduya er
cadi 198 cafouiller

olarak giren soylu çocukları; harbokulu öğrencisi caecal,e [sekal] s. Körbarsağa değgin (Appendice
(Compagnie de cadets). § C'est le cadet de mes cœcal).
soucis: Umurumda değil. Tasamın on beşiydi. caecum \sek>m\er. Körbarsak.
Düşünmem bile. Vız gelir, cafard,e s. ve ad. 1. Yalancı sofu, softa (C'est un
cadi er. Kadı. cafard. Un air cafard). 2. (Okul argosunda) Söz
cadis er. Şayak, taşıyıcı, çaşıt, hafiye, giziletimci. 3. er. Hamam
cadmie diş. Çinko oksidi. böceği. 4. Can sıkıntısı, üzüntü, "efkâr (Cela me
cadmium er. kim. Kadmiyum. § Jaune de cadmium: donne le cafard). § Avoir le cafard: Canı sıkılmak,
Kadmiyum sarısı, kara kara düşünmek, "efkârlı olmak (J'ai le cafard
cadrage er. (Sinemacılıkta) Çerçeveleme, görüntü aujourd'hui).
çerçevelemesi, cafardage er. Giziletimcilik, hafiyelik, jurnalcilik,
cadran er. 1. Kadran, saat tablası (Cadran d'une cafarder gsz. 1. Sofuluk taslamak. 2. (Okul
horloge, d'une boussole). 2. Büyük saat (Cadran argosunda) Çaşıtlamak, söz taşımak, hafiyelik
d'une gare, cadran d'une église). § Cadran solaire: etmek, *giziletimlemek.
Güneş saati. Faire le tour du cadran: 1. Çıktığı cafardeux,euse s. Canı sıkkın, bezgin, "efkârlı (Je
noktaya dönmek; dönüp dolaşıp yine aynı yere suis un peu cafardeux ce matin).
gelmek. 2. mec. On iki saat üstüste uyumak, cafardise diş. Yalancı sofuluk, softalık,
cadrât er. (Basımcılıkta) Katrat. café er. 1. Kahve (Prendre un café). 2. Kahve,
cadratiner. Küçük katrat. kahvehane (Aller au café. Garçon de café). 3. s.
cadre er. 1. Çerçeve (J'ai mis sa photographie dans Kahverengi. § Café vert: Çiğ kahve. Café en
un beau cadre). 2. Kadro (Son nom ne figure pas poudre: Çekilmiş kahve. Moulin à café: Kahve
sur les cadres. Il est rayé des cadres). 3. ask. Subay değirmeni. Tasse à café: Kahve fincanı. Cuiller à
ve assubay kadrosu (Les cadres d'un régiment, café: Kahve kaşığı. Une tasse de café: Bir fincan
d'un bataillon. Cadre de réserve). 4. (Gemilerde) kahve. Café au lait: Sütlü kahve. Café noir: (İçine
Asma yatak. 5. Taşınmalarda kullanılan ve süt vb. karıştırılmamış) Kahve. Cafécrème: Sütlü
genellikle bir evin eşyasını alacak kadar büyük kahve, kremalı kahve. Le marc de café: Kahve
sandık (Cadre de déménagement). 6. telvesi. Grillerducafé,br&lerducafé,torréfierdu
(Sinemacılıkta) Çerçeveleme, görüntü café: Kahve kavurmak. Faire le café,faire du café:
çerçevelemesi. 7. Kadrolu memur (C'est un Kahve yapmak. Moudre le café: Kahve çekmek.
cadre. Elle est cadre. Il est passé cadre). § Dans le Lire dans le marc de café: Kahve falına bakmak.
cadre de: Dahilinde, çerçevesinde (Un accord C'est un peu fort de café: tkz. İnanılır şey değil,
conclu dans le cadre d'un plan. J'essaierai de le akıl alır şey değil,
réaliser dans le cadre de mes fonctions). café-concert er. Çalgılı kahve,
cadrer gsz. 1. Uymak, uygun düşmek (Les caféier er. Kahve ağacı.
dépositions des témoins ne cadrent pas ensemble). caféière diş. Kahve ağacı bahçesi, kahve fidanlığı,
2. Kılıçla öldürmeden önce boğayı kıpırdamaz kahvelik.
duruma getirmek (Taureau cadré). 3. Cadrer caféine diş. Kafein (La médecine utilise la caféine
avec: -ile bağdaşmak, uyuşmak (Ses actes ne comme antinévralgique).
cadrent pas avec ses idées). cafetan, caftan er. Kaftan,
cadreur er. (Sinemacılıkta) Alıcı yönetmeni, cafétéria, cafétéria diş. Kafeterya,
caduc, uque s. 1. Eski, yıpranmış, dayanıksız (Un café-théâtre er. Kahve-tiyatrosu; kahvelerde
bâtiment caduc). 2. (Bitki yaprakları için) Her yıl oynanan küçük tiyatro oyunu,
birlikte düşüp yeni süremde yenilenen; dökülen, cafetier,ère ad. Kahveci.
düşen (Les feuilles caduques). 3. "Battal, geçerliği cafetière diş. 1. Cezve, kahve cezvesi (Une cafetière
kalmamış; hükümsüz, geçersiz (Cette théorie d'argent). 2.hlk. Baş, kafa (ila reçu un coup surla
scientifique est aujourd'hui caduque. Un acte cafetière).
juridique caduc). § Mal caduc: Sara hastalığı, cafouillage er. tkz. Karışıklık, bozukluk, bocalama
tutarak. (Il y a eu un peu de cafouillage dans l'exécution du
caducité diş. 1. Eskilik, yıpranmıştık, dayanıksızlık. plan).
2. Hükümsüzlük, geçersizlik (La caducité d'une cafouiller gsz. 1. Kafası karışmak,
institution, d'un acte juridique). 3. İleri yaşlılık, yanılmak,aldanmak (Comment arrive-t-il à ce
düşkünlük (La caducité commence à l'âge de résultat? Il a dû cafouiller dans ses calculs). 2. Ağır
soixante-dix ans). aksak gitmek, iyi çalışmamak, bozuk gitmek,
cafouillis 199 cailloutage

bozulmak (Dans les côtes le moteur cafouille. La l'autobus, d'une voiture). 2. mec. Çaparız,
discussion a cafouillé). sarsıntı, iniş çıkış (Les cahots d'une vie
cafouillis er. Dağınıklık, karmaşıklık, düzensizlik, aventureuse. Les cahots de la carrière politique).
cage diş. 1. Kafes (Certains oiseaux ne peuvent pas cabotantes. Sarsan, sarsıntılı (Route cahotante).
vivre en cage. Cage à lapin). 2. Yırtıcı hayvan cahotement er. Sarsma, sarsılma; sarsıntı,
kafesi (Le dompteur entre dans la cage aux lions). cahoter gçl. 1. Sarsmak, zıplatmak (Les ornières
3. mec. tkz. Kodes, tutukevi (Mettre un voleur en cahotaient les grosses roues). 2. gsz. Sarsılmak,
cage. Il est en cage depuis trois mois). 4. Boşluk sarsıntı yapmak, zıplamak (Une voiture qui
(Cage d'ascenseur, cage d'escalier). 5. tkz. cahote).
(Sporda) Kale (Envoyer le ballon dans la cage). 6. cahoteux, euse s. 1. Sarsıntılı. 2. Sarsıcı, sarsıntı
(Yapılarda) Dört duvar arası, kalın duvarlar (La verici (Un ehemin cahoteux).
cage d'une maison. Cage d'une mine). § Cage cahute diş. Kulübe (Ilsefitunecahuteavecdelaterre
thoracique: Göğüs kafesi, glaise et des troncs d'arbres).
cageot er. Kümes hayvanı yada meyve, sebze taşıma caïd er. 1. Kuzey Afrika'da yerli yönetici. 2. tkz.
kafesi (Cageot de fruits, cageot de laitues). Şef, başkan (Tu veux faire le caïd, mais tu n'en es
cagibi er. tkz. Kulübecik. pas de taille).
cagna diş. (Asker argosunda) Barınak, ev, caillasse diş. 1. Taş ocaklarında bulunan çakıllı
kulübecik. marn katmanı. 2. tkz. Çakıl, taş toprak (Marcher
cagnard,es. ve ad. tkz. Tembel, aylak, avare, dans la caillasse).
cagnarder gsz. Tembellik, miskinlik etmek; avare caille diş. Bıldırcın. § Gras, rond comme une caille:
dolaşmak. Semirik,tombiş. Chaud comme une caille: Çokiyi
cagnardise diş. Tembellik, miskinlik, avarelik, giyinmiş; yünlüler, pamuklular içinde. L'avoir à
cagne, khâgne diş. tkz. 1. Yüksek Öğretmen Okulu la caille: hlk. Umut kınklığına uğramak; bir
hazırlık sınıfı. 2. (Kötü kimse anlamıyla) İt (C'est terslikle karşılaşmak, işi ters gitmek,
une cagne: İtin biri). caillé er. 1. Kazein. 2. Yoğurt,
cagneux, euses. ve ad. 1. Yüksek Öğretmen Okulu caiilebotis er. Gemilerde ambar ağızlarım örtmek
hazırlık sınıfı öğrencisi. 2. Dizleri bitişik, ayakları için kullanılan yada üzerinde yürümek için yere
birbirinden uzak duran çarpık bacaklı; it bacaklı, kapatılan tahta ızgara,
paytak, maymak (Un paysan cagneux). 3. caillebotte diş. Bir tür yoğurt,
(Hayvanlarda) İt elli; çarpık bacaklı (Un cheval caillebotter gçl. Pıhtılaştırmak, koyulaştırmak,
cagneux). caille-lait er. Yoğurtotu.
cagnotte diş. 1. Kumarcıların, bir derneğin caiilement er. Pıhtılaştırma, pıhtılaşma;
üyelerinin içine para attıkları kutu, kumbara. 2. koyulaştırma, koyulaşma,
Kumbara parası, biriktirilen birkaç kuruş. cailler gçl. 1. Koyulaştırmak, pıhtılaştırmak (La
cagot,e s. ve ad. 1. (Eskiden) Cüzamlı. 2. Yalancı présure caille le lait). 2. gsz. Koyulaşmak,
sofu, yobaz (C'est un vrai cagot. Il baissa les pıhtılaşmak (On laisse cailler le lait pour faire le
paupières d'un air cagot). fromage). 3. hlk. Üşümek, donmak ( On caille sur
cagoterie diş. Yalancı sofuluk, yobazlık, cette plage). 4. hlk. (Hava için) Soğuk olmak,
cagoule diş. 1. Kukuletalı papaz cübbesi. 2. Yüzü soğuk yapmak (Ça caille aujourd'hui). § Se
örten, göz yerleri açık kukuleta (Bandits cailler: Pıhtılaşmak, koyulaşmak (Le sang se
masqués portent des cagoules). caille).
cahier er. 1. Defter (Cahier blanc: Çizgisiz defter. cailletage er. Gevezelik; dedikodu.
Cahier rayé d'écolier: Okul defteri. Cahier de cailleter gsz. Gevezelik etmek.
brouillon: Müsvedde defteri). 2. (Eskiden) caillette diş. 1. Dedikoducu, geveze kadın. 2.
Mahzar, muhtıra, andın, birçok kimse tarafından (Geviş getiren hayvanlarda) Şirden,
imzalanmış dilekçe. 3. (Basımcılıkta) Forma. § caillot er. Pıhtı (Caillot de sang).
Cahier des charges: *Koşulluk, "şartname; caillou er. 1. Çakıl (Trébucher sur les cailloux du
ortaklık sözleşmesi, ehemin). 2. mec. Engel. 3. hlk. Kıymetli taş;
cahin-caha bel. tkz. İyi kötü, şöyle böyle, iç "mücevherat. 4. Kafa, kafatası (Il n'a plus un
güveyisinden hallıca, orsa boca, bata çıka (La vie cheveu sur le caillou). § Avoir un cœur de caillou,
continue cahin-caha. L'affaire marche cahin- avoir le cœur dur comme un caillou: Taş yürekli
caha). olmak; katı yürekli, duygusuz olmak,
cahot er. 1. Araba zıplaması, sarsıntı (Les cahots de cailloutage er. Çakıl döşeme, çakıllama (Le
caillouter 200 calciner

cailloutagepréserve les routes). cajoleuse).


caillouter gçl. Çakıl döşemek, çakıllamak cajute diş. den. Kamara.
(Caillouter une route, une voie ferrée). cake er. İng. Kek, kek pastası (Une tranche de cake).
caillouteux,euse s. Çakıllı (Un sentier caillouteux, cake-walk er. Bir amerikan dansı ve bu dansın
route caillouteuse). müziği.
cailloutis er. 1. Çakıl yığını; çakıllar (Recouvrir une cal er. 1. Nasır, kökü pek olmayan nasır (Il a la
route de cailloutis). 2. Çakıldan yapılmış şey, çakıl paume des mains pleine de cals). 2. (Kırık
işi. kemikte) Kaynak yeri.
caïman er. Bir tür timsah, calage er. Bir şeyin duruşunu yastıklarla, yan
caïque er. Kayık. desteklerle düzenleme; takozlama. § Calage
cairote s. ve ad. 1. Kahire'ye değgin (La presse d'une hélice: (Havacılık) Pervane kanadı ile
cairote). 2. Kahireli (Les cairotes). dönme yüzeyi arasındaki açı.
caisse diş. 1. Sandık (Expédier des caisses. Une calaison diş. den. Bir geminin su içinde tuttuğu yer;
caisse d'oranges, de raisins). 2. Kasa (Il a une bir geminin ağırlığı ölçüsünde suya batması,
grande somme dans sa caisse). 3. Gişe, kasa, calambac, calambuc er. Yalancı ödağacı,
vezne (Payer à la caisse. Aller, passer à la caisse). calambar, calambour er. Ödağacı,
4. Kutu (Une caisse à outils). S. Arabanın kasası, calame er. Kalem kamışı,
karoser. 6. Tahta saksı (Caisse à fleurs). 7. hlk. calamine diş. Tutya taşı, doğal çinko silikatı,
Göğüs, göğüs kafesi. 8. Sandık (Caissede retraite: calamistrer gçl. Kıvırmak, dalgalandırmak
Emekli sandığı. Caisse d'épargne: Tasarruf (Calamistrer les cheveux).
sandığı. Caisse des assurances sociales: Sosyal calamité 1. Büyük yıkım, kıran, kırlağan,°belâ,
sigortalar sandığı). 9. Davul (Les caisses d'une büyük "felâket, âfet, musibet (Notre génération a
batterie de jazz). § Livre de caisse: Kasa defteri. connu les calamités de la guerre. Sa mort est une
Grosse caisse: Büyük davul; kös. Battre la caisse: calamité pour le pays). 2 .bitb. Bayağı günlük,
1. Davul çalmak, 2. mec. Çok gürültü patırtı calamiteux, euse s. Uğursuz, musibetli, belâ dolu,
yapmak; reklam yapmak. Partir de la caisse, s'en belâlı (Une époque calamiteuse. L'homme est la
aller de la caisse: Veremli olmak, ince hastalığa plus calamiteuse des créatures).
yakalanmış olmak (Il s'en va de la caisse. La petite calancher gsz. hlk. (Eski) Ölmek, cızlamı çekmek,
s'en ira de la caisse). Tenir la caisse: Kasa tutmak, calandrage er. (Kâğıt yada kumaşı) Cila
kasa hesabını yapmak, silindirinden geçirme, parlatma,
caisserie diş. Sandık fabrikası, calandre diş. 1. (Kâğıt yada kumaş için) Cila
caissette diş. Küçük sandık, silindiri. 2. Otomobil radyatörü önündeki kafes.
caissier,ère ad. Kasa memuru, veznedar (Caissier 3. Bir tür toygar, boğmaklı kuş. 4. Ekinbiti. 5.
d'une banque. Caissier d'un cinéma). Hurmakurdu.
caisson er. 1. (Orduda) Gereç arabası (Caisson calandrer gçl. (Kâğıt yada kumaşı) Cila
d'artillerie, de munition). 2. Araba sandığı. 3. silindirinden geçirmek,
(Mimarhkta) Tavan teknesi (Plafond à caissons). calanque diş. Küçük koy (Nous nous sommes
4. Su içindeki temeller için indirilen sandık. 5. baignés dans une calanque).
Küçük sandık (Un caisson de bouteilles). 6. hlk. calao er. hayb. Kalao; sıcak ormanlarda yaşayan
Kafa. § Se faire sauter le caisson: Beynine bir uzun ve kıvrık gagalı bir kuş.
kurşun sıkmak, kafasına kurşun sıkarak intihar calcaire s. 1. Kireçli (Terrain calcaire, roche
etmek. calcaire). 2. er. Kireç taşı (Les calcaires sont en
cajoler gçl. 1. tkz. Pehpehlemek, tavlamak, général des pierres tendres).
piyazlamak, yaltaklanmak (Cajoler les mères calcanéum er. anat. Topukkemiği.
pour obtenir les filles). 2. Okşamak, sevmek calcédoine diş. Bir tür akik, Kadıköy taşı.
(Cajoler un enfant). calcicole s. bitb. Kireçli toprakta biten (Plante
cajolerie diş. Pehpehleme, pohpoh, piyaz, calcicole).
yaltaklanma. § Faire des cajoleries à qn: Birini calcification diş. biy. Kireçleşme.
pohpohlamak, piyazlamak, birine yaltaklanmak, calcifié,e s. Kireçleşmiş.
yağ çekmek. calcination diş. Kireçleştirme, kireç haline getirme.
cajoleur,euse s. ve ad. Pehpehçi, pohpohçu, calciner gçl. 1. Kireçleştirmek, kireç haline
piyazcı, yaltakçı, yağcı (Ne vous fiez pas à ce getirmek (Calciner les pierres). 2. Çok yüksek bir
cajoleur. Des paroles cajoleuses, une voix ısıya tutmak, çok yüksek derecede ısıtmak
calcique 201 caler

(Calciner un métal, du bois). 3. Yakmak, pulsuz olmak, yoksulluk içinde olmak. Supplice
kavurmak (Un ciel d'airain calciniait les sables. Le de la cale: (Eskiden) Suçluyu gemiden denize
rôti est calciné). sarkıtıp çıkarmak biçiminde uygulanan bir ceza.
calcique s. Kalsiyuma yada kirece değgin (Sels calé,e s. 1. Yastıkla, takozla tutturulmuş. 2. tkz.
calciques. Lait calcique). Çok bilgili, çok şey bilen (Un élève bien calé). 3.
calcite diş. Kireç karbonatı, tkz. Kuvvetli (Il est très calé en chimie). 4. Güç,
calcithérapie diş. hek. Kalsiyum tuzlarıyla tedavi, anlaşılması güç, karışık (Un travail calé, un
kalsiyum tedavisi, problème calé).
calcium er. kim. Kalsiyum. calebasse diş. bitb. Asmakabağı.
calcul er. 1. Hesap (Calcul différentiel, calcul calebassier er. Asmakabağı bitkisi,
intégral, calcul logarithmique, calcul des calèche diş. Üstü açık, dört tekerlekli gezinti
probabilités, calcul mental). 2. Hesap, tahmin arabası.
(D'après mes calculs, il arrivera demain). 3. mec. caleçon er. Don, iç donu (Caleçon de toile, caleçon
Hesap, oyun, plan (La malchance a fait échouer de flanelle). § Jeter le caleçon à qn: Birine meydan
son calcul). 4. hek. Taş (Calcul biliaire: Safra taşı. okumak.
Calcul rénal: Böbrek taşı). § Agir par calcul: Bir caleçonnade diş. tkz. Uçkur edebiyatı; belden aşağı
çıkar için, bir hesap için hareket etmek; hep bir sözlere dayalı oyun.
artniyet ve çıkar gütmek. Il y entre du calcul: İşin caléfaction diş. Isıtma,
içine bir çıkar giriyor; bir çıkar, bir hesap, bir oyun caléidoscope, kaléidoscope er. Kaleydoskop,
söz konusu. Faire des calculs: Hesap yapmak, calembour er. ed. Cinas, * ündeş (Faire un
hesap etmek, calembour, dire des calembours).
calculabilité diş. Hesaplanabilirlik. calembredaine diş. Boş laf, ipe sapa gelmez söz
calculables. Hesaplanabilir, (Dire, débiter des calembredaines).
calculateur,trice s. ve ad. 1. Hesaplı iş gören, calendes diş ç. Eski Romalılarda ayın ilk günü. §
hesapçı, hesaplı (Une âme calculatrice. Un bon Aux calendes grecques: Çıkmaz ayın son
calculateur). 2. Hesabı kuvvetli, hesap uzmanı. çarşambası.
3. er. Hesap makinası (Calculateur calendrier er. 1. Takvim, *günbilgisi (Calendrier
électromagnétique, électronique) Julien, vieux calendrier: Rumi takvim. Calendrier
calculatrice diş. Dört işlemi de yapabilen hesap grégorien. Nouveau calendrier: E frenci takvim).
makinası. 2. Program, zaman çizelgesi (Etablir un calendrier
calculer gçl. 1. Hesaplamak (Calculer une dépense, de voyage, de travail). § Ce n'est pas un saint de
un bénéfice. Calculer la surface d'un terrain). 2. votre calendrier: mec. Bu adam size dost değil,
Tahmin etmek, tahmin yürütmek, hesaplamak cale-pied er (Bisiklet pedalında) Ayak çengeli,
(Calculer ses chances. On peut calculer la valeur calepin er. Not defteri, akıl defteri. § Mettre qch
d'un homme d'après le nombre de ses ennemis). 3. dans son calepin: Birşeyi unutmamak, not etmek,
mec. Düzenlemek, ayarlamak, ölçüp biçmek akıl defterine yazmak (Mettez cela dans votre
(Calculer le moindre de ses gestes. Calculer les calepin).
avantages et les inconvénients d'une affaire). § caler gçl. 1. Takozlamak, takoz koymak (Caler la
Machine à calculer: Hesap makinası. Calculer de roue d'une automobile). 2. Düzeltmek,
tête: Kafadan, zihinden hesaplamak, düzenlemek, iyi bir duruma getirmek (Caler le
calculeux, euse s. hek. Taşı olan, taşlara değgin pied d'une chaise). 3. İndirmek, mayna etmek
(Concrétion calculeuse). (Caler un mât, une vergue). 4. Dayamak (Caler
caldarium er. (Roma hamamlarında) Halvet,sıcak une pile de linge contre un mur). S. Birdenbire
bölüm. durdurmak, durduruvermek (Le candidat a été
caldeira diş. coğr. Kaldera; çok geniş yanardağ refusé au permis de conduire pour avoir calé son
ağzı, patlama kazanı, moteur). 6. gsz. (Gemi için) Suyun içinde yer
cale diş. 1. Bir şeyi istenilen duruşta tutmak yada tutmak, suya girmek (Ce navire cale six mètres). 7.
devrilmesini önlemek için altına konulan parça, (Motor için) Duruvermek; teklemek (Le moteur
y astık, takoz (Mettre une cale à un meuble boiteux. cale). İ.mec. tkz. Yelkenleri indirmek, pesetmek
Mettre une cale derrière les roues d'un véhicule). 2. (Il ne faut pas caler devant les menaces. Il cale
den. Sintine, gemi ambarı. 3. Kalafat yeri. 4. devant l'adversaire). § Se caler: Oturmak,
İskele (Cale de chargement, cale de kurulmak, yerleşmek (Il s'est calé dans un fauteuil
déchargement). § Etre à fond de cale: Parasız pour boire son apéritif). § Se caler les joues: Esaslı
caleter 202 calorifuge

bir yemek yemek; karnını iyice doyurmak, calligraphie diş. Güzel yazı, biçimli yazı, "hüsnühat.
caleter, calter gsz. hlk. Çekip gitmek, calligraphier gçl. Güzel bir yazıyla yazmak, güzel
calfat er. Kalafatçı, yazıyla süslemek (Calligraphier une lettre, un titre,
calfatage er. Kalafat, kalafatlama, une page).
calfater gçl. Kalafat etmek, kalafatlamak, calligraphique s. Güzel yazıya değgin,"hüsnühat ile
calfeutrage, calfeutrement er. (Kapı yada ilgili.
pencerenin) Aralıklarını tıkama, callipyge s. Güzel kalçalı (La Vénus callipyge).
calfeutrer gçl. (Kapı yada pencerelerin) callosité diş. 1. Nasırlaşma. 2. Küçük nasır, kabartı
Aralıklarını tıkamak (Calfeutrer une fenêtre, une (Une main pleine de callosités).
porte avec du papier). § Se calfeutrer: (Bir yere) calmant,e s. 1. Yatıştırıcı, dindirici (Un remède
Çekilmek, kapanmak (Il est calfeutré chez lui, calmant. Une voix calmante). 2. er. Sinirleri
dans sa chambre). yatıştırıcı ilaç, "müsekkin (Je prends toujours des
calibrage er. Çap ölçme, çap verme, çaplama, calmants).
calibre er. 1. (Toparlak yada boru biçimindeki calmar er. hayb. Loligo, mürekkep balığı, kalamar,
şeylerde) Çap (Le calibre d'un fusil. Un pistolet de calme s. 1. Dingin, sessiz (Un ciel calme; la mer est
7.65 de calibre). 2. tekn. Silme kalıbı. 3. mec. tkz. calme). 2. Kolay kolay sinirlenmeyen, sessiz,
Nitelik, çap (Vous êtes du même calibre). § De ce "sakin (Un homme calme). 3. er. Dinginlik,
calibre: tkz. Bu çapta, böylesine, bu büyüklükte sessizlik, y atışıklık, "sükûnet (J'aime le calme de la
( On ne voit pas souvent une bêtise de ce calibre). nuit). 4. Soğukkanlılık, serinkanlılık (Perdre son
calibrer gçl. 1. Bir şeyin çapını ölçmek (Calibrer une calme. Conserver, garder son calme).
machine, un tour). 2. Bir şeye gereken çapı calmement bel. Dinginlikle; serinkanlılıkla, sakin
vermek, çaplamak. 3. Çapma, büyüklüğüne göre sakin, "sükûnetle,
ayırmak, sıralamak (Calibrer les fruits). calmer gçl. Dindirmek, yatıştırmak, gidermek
calice er. 1, (Eskiden) Bardak, °kadeh, °piyale. 2. (Calmer une douleur. Calmer une querelle, calmer
Kiliselerde kutsal çanak. 3. bitb. Çenek. § Boire le ses nerfs, calmer les inquiétudes, calmer les
calice jusqu'à la lie: Kahrın daniskasını görmek; manifestants). § Se calmer: Dinmek, yatışmak
acının her türlüsünü çekmek, felâketin her (La mer s'est calmée. La fièvre s'est calmée).
türlüsüne uğramak, calmir gsz. den. Yatışmak, dinmek (La mercalmit.
calicot er. 1. Hasa, hasse denilen bez. 2. hlk. La tempête calmit).
Manifaturacı çırağı, calomel er. Kalomel; hekimlikte kullanılan, ava
califat er. Halifelik, hilâfet, bileşimlerinden zehirli bir madde,
calife er. Halife. calomniateur, trice s. ve ad. Suç bulaştırın,
califourchon (à) bel. Ata biner gibi (Monter à karaçalın, karan, "müfteri, iftiracı (Jemépriseles
califourchon sur une branche. S'asseoir à calomniateurs. Des propos calomniateurs).
califourchon sur une chaise). calomnie diş. Suç bulaştırma, kara çalma, karacılık,
câlin,e s. 1. Okşanmayı, sevilmeyi isteyen (Un "iftira (Comme mes adversaires ne trouvent rien de
enfant, un chat câlin). 2. Yalpak, sevimli, tath, répréhensible dans ma vie, ils recourent à de basses
okşayıcı (Une voix câline, un regard câlin). calomnies). § Etre en butte à la calomnie: İftiraya
câliner gçl. Okşayıp sevmek (Câliner un enfant, un uğramak. Se laver d'une calomnie: Bir iftiradan
chat). § Se câliner: 1. Okşanıp sevilmek. 2. aklanmak.
Tembel yaşamak, calomnier gçl. Suçlamak, iftira etmek, karaçalmak,
câlinerie diş. Okşayıp sevme, sevilme; okşayıcılık, itham etmek,
sevimlilik, yalpaklık (Ils échangeaient des calomnieusement bel. Karaçalarak, iftira ederek,
câlineries. Nous étions très sensibles à la câlinerie haksız yere suçlayarak,
de ses mots). calomnieux,euse s. Karaçalın, suç bulaştırın,
calinotade diş. Bönlük; bönce, aptalca söylenmiş suçlayıcı (Des paroles calomnieuses).
sözler (Remplir son récit de calinotades) caloricité diş. Kalorililik.
calleux, euse s. Nasırlı (Des mains calleuses). calorie diş. Kalori, "ısın.
caU-girl [kjlgœnl] diş. îng. Telekız, telefonla calorifère s. 1. Isı taşıyan, ısı yayan (Tuyau
çalışan hayat kadım, calorifère). 2. er. Kalorifer, *ısıtaç.
calligramme er. Dizeleri herhangi bir şekil calorifique s. Isı veren, *ısıl, kalori yaratan.
oluşturacak biçimde yazılmış şür. (Rayons calorifiques).
calligraphe ad. Yazısı güzel, "hattat. calorifuge s. ve ad. Isı tutucu, ısı kaçırmaz (Paroi à
calorimètre 203 cambrure

revêtement calorifuge). dans. 2. Bu dansın müziği,


calorimètre er. Isıölçer, ışınölçer, camaïeu er. 1. Tek renkli resim (Peindre en
calorimétrie diş. Isıölçümü, ısınölçüm. camaïeu. Un camaïeu). 2. mec. Değişikliği
calorique er. Isı (Le corps dégage beaucoup de olmayan ^apıt.
calorique). camail er. 1. Zırhlı başlık. 2. Kukuletalı papaz
calot er. 1. Tahta yastık, kama, takoz. 2. tkz. Polis pelerini.
başlığı. 3. hlk. Göz. § Rouler des calots: Gözlerini camarade ad. 1. Arkadaş; dost (Un vieux camarade.
belertmek. Camarade d'enfance). 2. (Komünistler için)
calotin er. 1. Kilise adamı, papaz. 2. Kilise yanlısı Yoldaş. § Faire camarade: Düşmana teslim
(kimse). olmak; teslim olmak için ellerini yukarı
calotte diş. Kilise adamlarının kullandığı takke. 2. kaldırmak.
hlk. tkz. Kilise adamları, papaz takımı (Influence camaraderie diş. 1. Arkadaşlık (La camaraderie
de la calotte sur les élections). 3. Küçük kubbe, mène à l'amitié). 2. Arkadaşlık dayanışması,
kümbet. 4. tkz. Kâse. 5. Başa indirilen hafif tokat, yardımlaşma (Par camaraderie, il s'est laissé punir
şaplak (Je lui ai flanqué une calotte). § Calotte des plutôt que de dénoncer le coupable).
deux: Gökkubbe. Calotte du crâne: Kafanın camard,e s. 1. Basık, muşuk, yamsık (Un nez
tepesi. Calotte glaciaire: coğr. tçbuzul, hiç camard). 2. Basık burunlu, yamsık burunlu (Il est
erimeyen buzul; buzul takkesi, camard). 3. ad. Basık burunlu (Un camard, une
calotter gçl. 1. El ayasıyla başa vurmak, bir şaplak camarde). 4. diş. Ölüm (La camarde).
indirmek (Calotter un enfant). 2. hlk. Çalmak, camarilla diş. (Yurt yönetiminde) Perde
aşırmak, araklamak (On lui a calotté la montre). arkasındakiler, gizli eller,
calquage er. 1. Saman kâğıdıyla kopya etme, cambiale s. Kambiyoya değgin (Droit cambial:
geçirme; bir modeli başka bir yüzeye geçirme, Kambiyo hukuku).
•çıkarma. 2. Öykünme, cambistes, vead. Kambiyocu,
calque er. 1. Saman kâğıdına alınmış hafif çizgili cambium er. bitb. Büyütkendoku; doğurgandoku.
resim kopyası, geçirme, bir modeli başka bir Cambodge er. Kamboçya.
yüzeye geçirme, 'çıkarma. 2. mec. Öyküntü, cambodgien,ne 1. Kamboçya ve kamboçyalılara
"taklit, tıpkısı (Elle est le calque de sa mère. Les değgin (La civilisation cambodgienne). 2. ad.
tragédies classiques ne sont pas de simples calques Kamboçyalı,
des tragédies antiques). § Papier-calque: Saman cambouis [kâbwi] er. Kararmış makine yağı (Une
kâğıdı; aydınger, tache de cambouis).
calquer gçl. 1. Saman kâğıdıyla kopye etmek, başka cambrage er. Kemerleme, eğmeçleme (Cambrage
bir yüzeye geçirmek, çıkarma yapmak (Calquer des pantalons).
unschéma). 1 .mec. Öykünmek, taklit etmek (Ce cambrai er. İnce keten bezi.
peintre calque Modigliani). 3. Calquer qch sur cambrement er. Kemerleme, eğmeçleme, eğiklik
qch: Bir şeyi -e göre yapmak, düzenlemek, verme.
uydurmak; tıpkısını yapmak; -den kopye etmek cambrer gçl. 1. Hafifçe eğmek, kemerlemek,
(Ils ont calqué leur organisation sur leur eğmeçlemek (Cambrer une poutre, cambrer la
concurrent. Tu calques ta conduite sur la sienne). semelle d'un soulier). 2. Arkaya doğru bükmek
calumet er. (Kuzey Amerika yerlilerinin (Cambrer la taille, les reins). § Se cambrer:
kullandığı) Uzun tütün çubuğu, uzun pipo. Vücudunu aşın dikleştirip arkaya doğru bükmek,
calvados [kalvados] er. Elma rakısı, aşırı kasılmak (Elle se cambra devant la glace pour
calvaire er. 1. İsa'nın çarmıha gerildiği tepe. 2. Haç juger de sa nouvelle robe).
dikilmiş tepe, haçlı tepe. 3. Bir yere dikilmiş olan cambriolage er. Ev soyma, soygun,
haç. 4. İsa'nın çarmıha gerilişini temsil eden resim cambrioler gçl. 1. (Ev vb.) Soymak (Cambrioler un
(Peindre un calvaire). S. mec. Büyük iç acısı, magasin, une maison). 2. Cambrioler qn: Birinin
"cehennem azâbı (Ma vie n'est plus qu'un evini soymak (Nous avons été cambriolés l'an
calvaire). dernier).
calville <% Bir elma türü (Calville blanche, rouge). cambrioleur, euse ad. Ev soyucu.
calvinisme er. Calvin mezhebi, Kalvencilik, cambrousard er. tkz. Köylü,
calviniste er. Calvin mezhebinden olan, Kalvenci, cambrouse diş. tkz. Köy, Allahın kırı, kuş uçmaz
calvitie diş. Saç dökülmesi, dazlaklık, kervan geçmez yer.
calypso er. 1. Amiller den yayılmış iki zamanlı bir cambrure diş. Eğrilik, kamburluk, kemerlilik
cambuse 204 campagne

(Cambrure du pied). un sentiment. Camoufler une défaite. Camoufler


cambuse diş. 1. Gemi kileri, kumanya ambarı. 2. une automitrailleuse avec des branchages).
Kantin. 3. mec. hlk. Bakımsız oda, kötü konut, camouflet er. 1. Birinin yüzüne üflenen duman. 2.
cambusier er. Gemide kilerci, kumanyacı, mec. tkz. Açık hakaret, sille (Le résultat des
came diş. 1. Bir dişlinin devinimini değiştirerek élections a été pour lui un cruel camouflet). 3. ask.
iletmeye yarayan diş yada çıkıntı. 2. argo. Düşman elindeki bir sıçanyolunu barınılmaz hale
Kokain. sokmak için yakılan ocak. § Essuyer un camouflet:
camée er. İşlemeli akik, oyma akik, işlemeli süs Açık hakarete uğramak. Donner, infliger un
taşı (Camée monté en bague). camouflet à qn: Birine açık hakarette bulunmak,
caméléon er. 1. Bukalemun. 2. mec. Bukalemun camp er. 1. Ordugâh (Camp retranché, camp
gibi adam, sık sık yön değiştiren kimse; gelgeç, fortifié). 2. Ordugâhtaki asker. 3. Kamp,
maymun iştahlı ( On ne peut pas compter sur toi, tu *dinlenek (Faire un camp au bord de la mer. Feu
es un vrai caméléon). de camp. La vie du camp). 4. Kamp, "toplanak
caméléonesque s. Bukalemun gibi. (Camp de prisonniers. Camp de concentration). 5.
camélia er. Kamelya. Taraf, parti, cephe, *yaka (Entrer dans le camp
cameline, caméline diş. Ketencik denilen bitki, adverse). 6. Kır evi (Passer la fin de la semaine au
camelle diş. (Bir tuzlada) Tuz yığını, camp). 7. Kulübe (Camp de chasse). § Aide de
camelot er. 1. Çerçi. 2. Gazete satıcısı, gazete camp: Emir subayı, yaver. Camp d'instruction:
çığırtkanı. 3. İlân dağıtıcısı. 4. İşportacı (J'ai Talimgâh. Camp retranché: Tahkimli ordugâh.
acheté trois cra vates à un camelot au coin de la rue). Camp volant: 1. Akıncı kolu 2. Göçebe konak
camelote diş. 1. İşporta malı, düşük mal (C'est de la yeri. Vivre en camp volant: mec. Bir yerde geçici
camelote. Acheter, vendre de la camelote). 2. olarak bulunmak; göçebe gibi yaşamak. Ficher le
İşçiliği kötü iş, kavaf işi, tapon mal. 3. hlk. Mal camp, foutre la camp: tkz. Çekip gitmek,
(C'est de la bonne camelote). 4. Kokain, defolmak, arabasını çekip gitmek (Fichelecamp:
camembert er. Bir peynir türü, kamamber peyniri. Defol, çek arabanı).
camer(se) gsz. argo. Esrar çekmek, uyuşturucu campagnard,e s. ve ad. 1. Köylü, kır adamı, kırlı
kullanmak. (Un campagnard, une campagnarde). 2.
caméra diş. "Kamera, sinema filmi çevirmekte Köylülere özgü, köylüleri andırır (Un accent
kullanılan aygıt, *alıcı. campagnard. Les mœurs campagnardes). 3.
cameraman er. Kameraman, alıcı yönetmeni, Kırda, taşrada yaşayan, sade bir yaşam süren (Un
camérier er. Papanın oda uşağı, écrivain campagnard).
camériste diş. Oda hizmetçisi (kadın), campagne diş. 1. Kır, köy (Vivre à la campagne.
camerlingue er. (Papalık orunu açık kaldığında) Médecin de campagne, curé de campagne), l.ask.
Papa vekili; Papaya vekillik eden kardinal, Savaş, seter (Les campagnes d'Egypte, d'Italie, de
camion er. 1. Yük arabası (Camion à chevaux). 2. Vienne). 3. (Kimi işler için) Çalışma dönemi,
Kamyon. 3. Boya yada badana kovası. 4. Küçük kampanya (Campagne agricole, campagne
topluiğne (Camion de dentellière). commerciale). 4. Kampanya, 'savaşım (La
camionnage er. 1. Kamyonla taşıma. 2. Kamyon campagne électorale. Campagne de presse.
ücreti (Payer le camionnage). Campagne de propagande). 5. ask. Sahra (Batterie
camionner gçl. Kamyonla taşımak, de campagne. Tenue de campagne). § La rase
camionnette diş. Kamyonet, küçük kamyon, campagne: Tanrının kırı, yedi yabanın düzü, düz
camionneur er. 1. Kamyoncu 2. Kamyon sürücüsü, ova. Aller à la campagne: Kırlara çıkmak, kıra
camisole diş. Kadın gömleği; gömleğin üstüne gitmek. Aller en campagne: Savaşa gitmek, sefere
giyilen işlik. § Camisole de force: Deli gömleği. çıkmak. Faire campagne: Savaşmak, savaş
Mériter la camisole de force: Deli olmak, yapmak. Entrer en campagne: Savaşa girmek.
tımarhanelik olmak, Etre en campagne: 1. Kolları sıvamak, çalışmak
camomille diş. 1. Papatya. 2. Papatya çayı. (Tous ses amis étaient en campagne pour lui
camouflage er. Alalama, peçeleme, örtme, procurer les fonds nécessaires). 2. Savaşta,
saklama, gizleme (Le camouflage des cuirassés manevrada, talimde olmak (Les troupes sont en
derrière un écran de fumée. Le camouflage en campagne). Faire ses premières campagnes: 1. İlk
littérature). kez savaşa girmek. 2. mec. Bir şeye ilk kez
başlamak, yeni başlamak. Battre la campagne:
camoufler gçl. Alalamak, peçelemek, örtmek,
Sayıklamak, saçmalamak. Tenir la campagne:
saklamak, gizlemek (Il camoufle son intention,
campagnol 205 canard

Savaş alanında düşmana dayanmak. Ouvrir une canadas).


campagne pour qch, contre qch: Bir şey için, bir canada er. Kanada (S'installer au Canada).
şeye karşı bir savaşım (kampanya) açmak (Il faut canadien, ne s. 1. Kanada'ya değgin (Le blé
ouvrir une campagne contre la vie chère. Nous canadien). 2. s. ve ad. Kanadah (Un canadien
avons ouvert une campagne pour restaurer la d'origine française).
vieille mosquée). canadienne diş. 1. Kürekli uzun sandal, kayık. 2.
campagnol er. hayb. Yersıçanı. § Campagnol de Kanadyen, koyun postundan astarlı uzun ceket,
champs: Tarla sıçanı, canaille diş. 1. Ayaktakımı (Ils fréquentaient
campane diş. 1. Kampana, çan. 2. (Mimarlıkta) toujours la canaille) 2. alay. Züğürt takımı,
Başlık çanağı, meteliksizler, cebidelikler. 3. Rezil kimse, it
campanile er. Pencereli çan kulesi, herif, alçak adam. 4. s. Basit, rezil, aşağılık (Il a
campanulacées diş. ç. bitb. Çançiçeğigiller, des manières canailles).
boruçiçeğigiller. canaillerie diş. Aşağılık, rezillik, alçaklık,
campanule <% bitb. Çançiçeği, boruçiçeği. canal er. 1. Kanal ; ark, suyolu (Le canal de Panama,
campanule, es. Çan biçiminde, de Suez). 2. Akarsu yatağı, kolu (La rivière se
campé,e s. Cuk oturmuş, iyi kurulmuş, esaslı, divise en trois canaux). 3. mec. Yol, araç. 4. Oluk;
sağlam (Un récit bien campé). boru (Canal d'adduction d'eau). § Canal vocal:
campêche er. bitb. Bakam denilen ağaç, bakam, dilb. Ses yolu. Canalalimentaire: Sindirim kanalı.
campement er. 1. Konaklama (Campement de Canal déférent: Sperma kanalı. Canal excréteur:
tziganes, de nomades). 2. Konak yeri, konaklama Boşaltım kanalı. Par le canal de: Yoluyla,
yeri (Armée au campement). 3. Konaklamış aracıyla (Transmettre une note aux intéressés par
takım. 4. Konaklama eşyası, kamp gereçleri (Ils le canal du chef de service).
sont partis en laissant une partie du canalicule er. anat. Kanalcık, °olukcuk, küçük
campement). S. Geçici yerleşme (Je suis en kanal (Canalicules biliaires).
campement). canalisable s. 1. Kanal içine alınabilir (Rivière
camper gsz. 1. Ordugâh kurmak. 2. Konaklamak. canalisable). 2. mec. Yönlendirilebilir, belli bir
3. Kamp kurmak, kampta oturmak (Nous avons yola sokulabilir,
campé au bord de la mer. Il a campé pendant la canalisation diş. 1. Kanal içine alma (La
moitié de ses vacances). 4. Geçici olarak oturmak canalisation d'un fleuve). 2. Boru hat çekme ; boru
(Je campe à l'hôtel). 5. gçl. tkz. Oturtmak, hat (Canalisation de pétrôle, de gaz, d'électricité).
yerleştirmek, giymek, takmak (Il avait campé son 3. Lâğım döşemi, kanalizasyon,
chapeausursatêteetregardaitlafoule). 6.gçl. tkz. canaliser gçl. 1. Kanal açmak. 2. Kanal içine almak
Çizivermek, yapivermek (Camper un portrait, un (Canaliser une rivière). 3. mec. Oraya buraya
dessin. Cet écrivain excelle à camper des dağılmasına engel olmak, belli bir yöne
caractères). 7. Camper qn: tkz. Birini ansızın sürüklemek (Canaliser la foule). 4. mec. Yola,
bırakıp gidivermek; birini ekmek, satmak. § Se düzene koymak, yönlendirmek (Canaliser une
camper: Kurulup oturmak (Se camper dans un affaire, un travail).
fauteuil). canapé er. 1. Kanepe (S'asseoir sur un canapé). 2.
campeur, euse ad. Kampçı; kamp yapan kimse, Üstüne peynir, et, yumurta gibi şeyler konulan
camphre er. Kâfur. kızarmış ekmek dilimi (Canapé de bécasses.
camphré, e s. Kâfurlu (Huile camphrée). Œufs sur canapé).
camphrier er. Kâfurağacı. canard er. 1. Ördek (Canard domestique, canard
camping er. Kamp kurma; kamp; kamp yapma sauvage). 2. Yalan haber, kıtır (Tu crois tous les
(Matériel de camping, terrain de camping). canards qu'on te raconte). 3. alay. Gazete (J'ai lu
campos [kâpol er.tkz. Yorgunluk almak için ça dans mon canard. Acheter son canard au
yapılan kısa dinlenme, mola. § Donner campos: kiosque du métro). 4. müz. Falso. 5. Kahveye,
Mola vermek, ara vermek; izin vermek, içkiye batırılmış şeker (Prendre un canard). 6.
campus [kâpys] er. Kampüs ; genellikle kent dışında hlk. At. § Marcher comme un canard: Badi badi
kurulmuş üniversite sitesi, *yerleşke. yürümek; paytak paytak yürümek. Etre mouillé,
camus, es. 1. Kısa ve yassı, pat (Un nez camus). 2. trempé comme un canard: Sini sıklam ıslanmak.
ad. Kısa ve yassı burunlu, yamsık, muşuk. 3. mec. Ne pas casser trois pattes à un canard: Pek
tkz. Şaşkın. becerikli olmamak (Il n'apas cassé trois pattes à un
canada diş. Bir elma türü, elma (Trois kilos de canard). Lancer des canards: Ortaya yalan
canardeau 206 caniculaire

haberler atmak, asılsız söylentiler çıkarmak. Sokak feneri,


Prendre les enfants du Bon Dieu pour des canards candeur diş. Yürek temizliği, saflık (Tout le monde
sauvages: Herkesi enayi yerine koymak, se moquait de sa candeur).
canardeau er. Ördek palazı, ördek yavrusu, candi s. Billurlaşmış şeker. § Sucre candi: Nöbet
canarder gçl. tkz. 1. Pusuya düşürerek üzerine şekeri. Fruit candi: Üzerine şeker kaplanmış
çeşitli mermiler yağdırmak, çeşitli şeyler atmak; meyve, meyve şekeri,
topa tutmak (Les batteries côtières canardaient les candidat,e ad. 1. Sınava giren kimse, aday (Poser
assaillants. Grimpé dans l'arbre, il canarde les une question difficile à une candidate). 2. Aday,
passants avec des pommes). 2. gsz. (Gemi için) istekli (Il y a plusieurs candidats pour ce poste). §
Baş vurmak, başı suya gömülmek (Bateau qui Etre, se porter candidat à qch: Bir şeye aday
canarde). 3. müz. Falso yapmak (Ce clairon olmak, -e adaylığım koymak (Il est candidat à ce
canarde). poste. Se porter candidat aux élections).
canardière diş. 1. Ördek havuzu, ördek gölü. 2. candidature diş. Adaylık. § Déposer, poser sa
Yaban ördeklerini ağla avlamak için gölde candidature à qch: Bir şeye adaylığını koymak (Je
hazırlanmış yer. 3. Yaban ördeği avında déposerai ma candidature à la préfecture. Il a posé
kullanılan uzun namlulu tüfek, ördek tüfeği, sa candidature au fauteuil vacant à l'Académie.
canari er. Kanarya (Chant du canari). § Jaune Poser sa candidature à un poste, aux élections).
canari: Kanarya sarısı (Une robe jaune canari). Retirer sa candidature: Adaylığını geri almak,
canasson er. hlk. At, beygir, candide s. ve ad. 1. Temiz yürekli, içi temiz (Un
cancan er. 1. Bir dans adı, kankan dansı. 2. homme candide). 2. Saf, biraz bön (Il a toujours
Çekiştirme, dedikodu. § Faire des cancans, dire un air candide).
des cancans: Dedikodu yapmak. Faire courir des candidement bel. Temiz yüreklilikle; saf saf,
cancans sur qn: Biri hakkında dedikodu saflıkla.
çıkarmak. candir (se) gsz. 1. (Şeker) Billurlaşmak. 2. Şeker
cancaner gsz. 1. Kankan dansı yapmak. 2. (Ördek bağlamak, şekerlenmek,
için) Bağırmak, vaklamak. 3. tkz. Onu bunu cane diş. Dişi ördek. § Faire la cane: Güçlük ve
çekiştirmek, dedikodu yapmak, tehlikeyi görüp hemen geri çark etmek, dönmek,
cancanier,ère s. ve ad. Dedikoducu, çekiştirici korkup çekilmek,
(Une femme cancanière). canepetière diş. hayb. Küçük toykuşu.
cancer er. 1. Kanser, kanser hastalığı (Il est atteint caner gsz. 1. Badi badi yürümek, paytak paytak
du cancer). 2. gökb. Yengeç burcu. 3. mec. İç yürümek. 2. tkz. Yılmak, korkup geri çekilmek;
ezici büyük acı. yüz seksen derece dönmek, geri çark etmek,
cancéreux, euse s. 1. Kanser niteliğinde olan caner, canner gsz. argo. 1. Kaçmak, tüymek. 2.
(Tumeur cancéreuse). 2. ad. Kanserli (Un mec. Ölmek, zıbarmak, cızlamı çekmek (Canner
cancéreux, une cancéreuse). dans son plumard: Yatağında ölmek).
cancérigènes. Kanseryapan. caneton er. Ördek palazı, ördek yavrusu,
cancérisation diş. Kanserleşme, kansere dönüşme canette diş. 1. Küçük dişi ördek. 2. Kış yaban
(Cancérisation d'une tumeur). ördeği. 3. Bira şişesi; bir şişe bira (Garçon,
cancériser (se) Kanserleşmek, kansere dönüşmek, apportez-moi une autre canette. Une canette de
canccrogcne s. Kanseryapan. bière). 4. Mekik masurası (Canette de machine à
cancérologie diş. Kanserbilim. coudre).
cancérologique s. Kanserbilimsel, kanserbilime canevas er. 1. Kanaviçe (Faire du canevas:
değgin. Kanaviçe işlemek). 2. Taslak (Le canevas d'une
cancérologue ad. Kanserbilimci, kanserbilim œuvre littéraire, d'un roman).
uzmanı. cange diş. Nil nehri üzerinde yolcu taşımaya
cancérophobie diş. Kanser yılgısı, yarayan yelkenli,
cancre er. 1. hlk. Yengeç. 2. mec. hlk. Tembel cangue diş. 1. Çin'de, hükümlülerin başına ve
teneke, çok tembel öğrenci (Il est le cancre de la bileklerine geçirilen delikli tabla. 2. Bu şekilde
classe). 3. Pinti, yapılan işkence (La cangue a été abolie).
cancrelat er. Hamamböceği, caniche er. Tüylü fino köpeği. § Suivre qn comme
cancroïde er. Deri kanseri, un caniche: Birini köpek gibi izlemek, bir saniye
candélabre er. 1. Büyük şamdan (Le salon est ardından ayrılmamak,
éclairé par des candélabres d'argent). 2. (Eski) caniculaire s. Kızıl ısı günlerine değgin, yakıcı.
canicule 207 canonisation

kavurucu (Chaleurs caniculaires. Cette année konserve yapmak (Canner des légumes, des fruits,
nous avons eu trois jours caniculaires). de la viande).
canicule diş. 22 Temmuzdan 23 Ağustosa dek olan cannetille diş. Sırma, süslemelerde kullanılan
sıcak günler; kızıl ısı, °eyyam-ı bahur, "bâhur; altın, gümüş tel.
büyük sıcaklar (Nous voilà en pleine canicule. Les canneur, euse ad. (İskemlelere) Hasır geçiren işçi,
marchands de glace adorent la canicule). iskemle hasırcısı,
canidés er. ç. hayb. Köpekgiller. cannibale s. ve ad. 1. Yamyam. 2. mec. Kana
canif er. Çakı. § Donner un coup de canif dans le susamış (kimse); acıma nedir bilmeyen adam.
contrat: mec. tkz. (Evlilikte, bir erkek için) Ufak cannibalesque s. Yamyamca (Cruauté
kaçamaklar yapmak, arasıra karısına boynuz cannibalesque).
takmak. Donner des coups de canif à qch: Bir cannibalisme er. 1. Yamyamlık. 2. Kana susamıştık,
şeyde ufak tefek ihmaller, aksaklıklar göstermek acımasızlık.
(Il donne des coups de canif à ses engagements). canoë er. 1. Kimi ilkel toplulukların kullandığı
canin, e s. 1. Köpeğe değgin (La race canine). 2. Iç oyma kayık. 2. Kayık sporu (Il fait du canoë).
kemiren, yaman (Une faim canine). canoéisme er. Kayık sporculuğu,
canine diş. Köpekdişi. canoéiste ad. Kayık sporcusu,
canitie [kanisi] diş. Saçların ağarması, ak saçhlık canon er. 1. ask. Top (Canon antiaérien, antichar,
(Une canitie précoce). canon de marine. Tir au canon. Portée d'un
caniveau er. 1. Taş oluk, çörten. 2. Bir yolun kıyısı canon). 2. Namlu (Canon d'un fusil, canon d'un
boyunca içine kablo yada boru yerleştirilen revolver). 3. (Atta) Bacak kemiği. 4. hlk. Şişe, bir
kanalcık, bardak şarap (Boire un canon: Bir bardak şarap
canna er. bitb. Tesbihağacı. içmek, bir şişe şarap içmek). 5. Delik (Le canon
cannabinacées diş. ç. bitb. Kenevirgiller. d'une clé). 6. Kükürt çubuğu. 7. (Donda) Paça
cannabique s. Hint kenevirine değgin, esrarla ilgili dantelası. 8. (Hıristiyan din adamları
(Ivresse cannabique). kurullarında verilen) Karar (Canon d'un concile
cannabis [kanabis] er. Hint keneviri, esrar, œcuménique). 9 Dinsel kural. 10. Kutsal
cannabisme er. Esrar içme; esrar tutkunluğu; esrar kitapların hepsi (Canon de l'Ancien Testament,
zehirlenmesi, du Nouveau Testament). 11. Kudas ayininde
cannage er. (Bir iskemleye) Hasır geçirme; okunan dualar (Canon de la messe). 12. müz.
hasırlama, Kanon; ses girişleri dizinin türlü katlarında
cannaie diş. Kamışlık; şeker kamışlığı, yineleme yoluyla birbirini izleyen çoksesli müzik
canne diş. 1. Kamış (Canne à sucre: Şeker kamışı). parçası (Canon à deux voix). 13. Örnek. § Canon
2. Baston, değnek (Il se promène la canne à la sans recul: Geri tepmesiz top. §Droit canon:
main. Canne d'alpiniste). 3. Eski bir uzunluk Kilise hukuku (Docteur en droit canon). Baïonette
ölçüsü birimi. 4. Süt taşımaya yarayan bakır au canon: 1. Süngü tak! 2. Süngü takmış olarak.
bakraç. § Canne à épée: Şişli baston. Canne à Chair à canon: tkz. Topun ağzında asker;
pêche: Olta kamışı. Les cannes blanches: Körler, ölecekleri yüzde yüz kesin askerler,
beyaz bastonlular (Une quête organisée au profit canon, canyon er. coğr. Kapız, çok dik yamaçlı
des cannes blanches). Avoir l'air d'avoir avalé sa boğaz biçiminde vadi, "kanyon,
canne: tkz. Baston yutmuş gibi durmak (Tuas l'air canonial,e s. 1. Kurala uygun (Heures canoniales).
d'avoir avalé ta canne). 2. Piskoposluk kuruluna değgin (Office
canné,e s. Hasır, sazdan örülmüş (Chaise cannée). canonial).
cannelé,es. Oluklu, yivli (Colonnecannelée). canonicat er. 1. Piskoposluk kurulu üyeliği. 2. mec.
canneler gçl. Oluk açmak, yiv açmak; oluklamak, tkz. Hiçbir işi olmayan memurluk, arpalık,
yivlemek; çentiklemek. canonicité diş. Kilise yasalarına uygunluk,
cannelier er. Tarçınağacı. canonique s. Kilise yasalarına uygun (Peine
cannelle diş. Tarçın, canonique. Livres canoniques). § Age
cannelle, cannette diş. Fıçı musluğu, canonique: Kırk yaş; papazların kadın
cannelure diş. 1. Yiv, yiv oluğu (Cannelure d'une hizmetçileri için kilisenin istediği en aşağı yaş
colonne, d'un vase). 2. Kimi bitkilerin sapındaki olan kırk yaş. Le droit canonique: Kilise hukuku.
oyuk çizgi; çentik (Cannelures du céléri). Etre d'un âge canonique: Yaşını başını almış
canner gçl. 1. (İskemleye) Hasır geçirmek; olmak.
hasırlamak. 2. hlk. Konserve kutusuna koymak, canonisation diş. 1. Ermişler arasına katma,
canoniser 208 cap

ermişliğini resmen ilan etme (La canonisation est söz söylemek; kulise seslenmek,
prononcée par le pape). 2. mec. Aşırı övme, cantonal, e s. Kantonlara değgin (Les lois
göklere çıkarma, cantonales. Une autorité cantonale).
canoniser gçl. 1. Ermişler arasına katmak. 2. mec. cantonnement er. l.Kışlalama, konaklama, askerin
tkz. Aşırı övmek, göklere çıkarmak, çatı altı yerlere konaklaması (Le cantonnement de
canoniste er. Kilise hukuku uzmanı, kilise la compagnie sefera dans une école). 2. Kışlalama,
hukukçusu, konaklama yeri. (Choix d'un cantonnement). 3.
canonnade diş. Top ateşi, topa tutma, Sınırlama; bölümlere, bölgelere ayırma,
canonner gçl. Topa tutmak (Canonner les positions cantonner gçl. 1. Askeri çatı altı yerlere
ennemies). konaklatmak, kışlaya yerleştirmek (Le
canonnier er. Topçu eri. commandant cantonna ses troupes dans les locaux
canonnière diş. 1. Mazgal. 2. Patlangaç. 3. d'une école). 2. Ayrı ayrı yerleştirmek; bölmek.
Topçeker (gemi), tfücumbot. 3. Cantonner qn: Birini belirli bir iş sınırı içinde
canot er. Filika, sandal (Canot de pêche. Canot de tutmak (On l'a cantonné dans ses premières
sauvetage). attributions, sans lui donner d'autres
canotage er. 1. Sandalcılık, kayıkçılık. 2. Kürek responsabilités). 4. Cantonner qch de qch: Bir
sporu. şeyin köşelerini -ile süslemek (Cantonner une
canoter gsz. 1. Sandal kullanmak, kürek çekmek; colonne de pilastres. Cantonner une croix
sandal gezisi yapmak. 2. Kürek sporu yapmak, d'étoiles). 5. gsz. (Asker) Konaklara yerleşmek,
canotier,ère ad. 1. Sandalcı. 2. Kürekçi, kürek konaklamak (Le régiment a cantonné dans un
sporcusu. 3. er. Sert, tepesi düz ve basık hasır village). § Se cantonner 1. (Bir yere, bir şeyin
şapka (Un canotier). üzerine) Kapanmak; bir köşeye çekilmek (Se
cantabile er. İt. müz. Ağır yürütülen ezgi. cantonner dans ses recherches, dans son travail. Je
cantal er. Bir tür peynir, me suis cantonné chez moi). 2. Se cantonner dans
cantaloup er. Bir tür kavun, qch: -in sınırı dışına çıkmamak, -ile yetinmek (Cet
cantate diş. müz. 1. (Eskiden) Söylenmek için historien se cantonne dans le Moyen-Age. Nous
yazılmış parça. 2. (Bugün) Bir olayı konu olarak nous cantonnerons dans un prudent silence).
alan ama sahnede oynanmak için hazırlanmamış cantonnier er. Yol bakıcısı.
bir yada birkaç solo şarkıcı ve orkestra, kimi kez cantonnière diş. Bir kapı yada pencerenin
de koro için yazılmış yapıt, kantat, etrafındaki süs şeridi,
cantatrice diş. Kadın ses sanatçısı, şarkıcı, canulant, e s. hlk. Can sıkıcı (Un voisin canulant;
°kantatris. un règlement canulant).
cantharide diş. Kuduzböceği. canular er. argo. 1. Matrak, alay, dalga geçme.
cantilène diş. 1. Ağır ve dokunaklı ezgi. 2. Lirik (Monter un canular). 2. Yalan haber, balon (Ne
metin. 3. Tekdüze basit türkü, crois pas à ces canulars).
cantine diş. 1. Kantin (Cantine d'une école, d'une canule diş. İhtikan aleti gibi aletlerin ucuna takılan
caserne). 2. ask. Manevra sandığı. 3. Büyük zıvana, ince borucuk.
sandık, yolculuk sandığı (Le capitaine a expédié canuler gçl. hlk. 1. Can sıkmak, rahatsız etmek (Tu
sa cantine par bateau). commences à nous canuler avec ton histoire). 2.
cantiner gsz. argo. (Cezaevinde) Kantinden Matrak geçmek, dalga geçmek, tiye almak,
yemek, kantinden alışveriş yapmak. caouaer. Ar. hlk. Kahve,
cantinier,ère ad. Kantinci (La cantinière de caouane diş. Büyük deniz kaplumbağası,
l'usine). caoutchouc er. Kauçuk.
cantique er. Ezgi, ilâhi (Chanter des cantiques). caoutchouter gçl. Kauçuklamak, kauçuk katarak
canton er. 1. Kanton; İsviçre Federasyonu'nu sugeçirmez kılmak (Caoutchouter un tissu).
oluşturan eyaletlerin herbiri. 2. Fransa'da ilçe ile caoutchouteux, euse s. Kauçuk gibi (Des
bucak arası bir yönetim bölgesi. 3. Bölge (Un champignons caoutchouteux).
canton fertile. Canton de bois). cap er. 1. Baş. 2. (Gemide) Burun. 3. coğr. Burun
cantonade diş. 1. (Eskiden) Sahnenin iki yanında, (Le cap de Bonne Espérance). 4. Yön (Changer de
saygın kişilere ayrılan yer. 2. Kulis. § Parler à la cap). § Cap à cap: Baş başa. De pied en cap:
cantonade: 1. Ortaya konuşmak (Le patron du Tepeden tırnağa; baştan aşağı. Doubler un cap: 1.
café cria, à la cantonade, on demande Thibault au Kıyı sıra giderken bir burunu dolaşmak. 2. mec.
téléphone). 2. Sahnenin dışında var sayılan birine Dönemeci almak, tehlikeyi atlatmak; köşeyi
capable 209 capitan

dönmek (Le malade a doublé le cap. Le la cristallerie'en capilotade).


gouvernement a failli être ren versé, mais il a doublé capiston er. argo. Yüzbaşı; kaptan,
le cap). Mettre le cap sur qch: -e doğru yönelmek. capitaine er. 1. Yüzbaşı. 2. Kaptan. 3. Büyük asker.
(Nous avons mis le cap sur Istanbul). 4. Takım kaptanı (Capitaine d'une équipe de
capable s. 1. Yetenekli, "kabiliyetli (Un enfant football). S. Baş, başkan (Capitaine d'une
capable). 2, Nitelikli,becerikli,elinden çok iyi iş entreprise commerciale). 6. Elebaşı. § Capitaine
gelir ( Un ouvrier capable). 3.Capabledeqch;def. de corvette: den. Binbaşı. Capitaine de frégate:
qch: -e yetenekli, -meyi becerebilir, yapabilir (II den. Yarbay. Capitaine de vaisseau: den. Albay,
est capable de tout. Vous n'êtes pas capable de capital, e s. Baş, başlıca, belli başlı, temel, büyük,
réussir). önemli (İla commis une faute capitale en refusant
capacité diş. 1. Bir şeyin, içine alabildiği miktar; une telle situation. Tuasjouéun rôle capital dans la
kapsama gücü, sığa (La capacité d'un récipient). réalisation du projet. Cela est d'une importance
2. Yetenek, güç (Il a une grande capacité capitale. Ce roman est son œuvre capitale). § La
intellectuelle. La capacité professionelle). 3. peine capitale: Ölüm cezası. Lettre capitale:
Olanak, yetki. 4. Yetenekli, becerikli kişi. S. Büyük harf. Sentence capitale: Ölüm cezası
(Yasaca tanınan) Hak. 6. huk. Yeterlik, ehliyet yargısı. Péchés capitaux: Büyüklenme, öfke,
(Capacité de discernement: Temyiz kudreti. çekemezlik, cimrilik, tembellik, sefahat ve
Capacité de disposition: Tasarrufa ehliyet. tamahkârlık gibi dince başlıca günahlar; büyük
Capacité délictuelle: Haksız fiile ehliyet. Capacité kusurlar, temel günahlar,
d'ester en justice: Davaya ehliyet). § Mesures de capital er. 1. İşin başı, işin en önemli noktası (Se
capacité: Hacım ölçüleri. Avoir capacité pour f. conduire bien, voilà le capital). 2. Anamal, ana
qch: -meye yasaca hakkı olmak (Il a capacité pour para, "sermaye (Le capital d'une société, d'une
contracter, pour tester). Avoir la capacité de f. banque). 3. Zenginlik, servet (Il a un grand
qch: -mek gücünde, yeteneğinde olmak, capital). § Petit capital: argo. Kızlık, bekâret.
caparaçon er. Koşum; eyer takımı, Entamer le petit capital de qn: -in kızlığını
caparaçonner gçl. Koşumlarını takmak, -e eyer bozmak. Manger son capital: Sermayeyi kediye
takımını vurmak (Caparaçonner un cheval). yüklemek.
cape diş. 1. (Eskiden) Kolsuz üstlük, kolsuz palto, capitale diş. 1. Başkent (Ankara est la capitale de
°kap. 2. Yuvarlak şapka. 3. Puronun dış yaprağı. Turquie). 2. Büyük ve önemli kent, merkez (Une
4. den. Mayistra yelkeni. § Roman de cape et capitale politique, économique, artistique,
d'épée: Silahşorluk romanı, vur kır romanı. scientifique). 3. Küçük harf yüksekliğinde büyük
N'avoir que la cape et l'épée: Hiç bir varlığı, hiç bir harf.
malı olmamak; dikili ağacı olmamak. Rire sous capitalisable s. Anamala çevrilebilir,
cape: Bıyık altından gülmek, sermayeleştirilebilir (Intérêts capitalisables).
capelan er. Mezgit balığının bir türü. capitalisation diş. Anamallaştırma, anamala
capeline diş. 1. Omuzluklu başlık; çok geniş kenarlı çevirme, sermayeleştirme (Capitalisation d'une
kadın şapkası. 2. Omuzluklu tolga. 3. hek. Baş rente).
sargısı. capitaliser gçl. 1. Anamala çevirmek,
capharnaüm er. Eşyaları karmakarışık yer, çıfıt sermayeleştirmek (Capitaliser des intérêts). 2.
çarşısı. Biriktirmek (Il a capitalisé une somme
capillaire s. 1. Saça değgin (Lotion capillaire). 2. considérable. Dans vos années d'études vous
Kıl gibi ince, kılcal (Les vaisseaux capillaires: capitalisez des connaissances dont vous
Kılcal damarlar). 3. er. bitb. Baldırıkara. recueillerez plus tard les fruits). 3. gsz. Para
capillarité diş. fiz. Kılcallık (L'huile d'une lampe biriktirmek (Il ne dépense rien, il ne fait que
monte le long de la mèche par capillarité). capitaliser).
capilliculture diş. Saç bakımı, capitalisme er. Anamalcılık, "sermaye düzeni,
capilotade diş. Bir tür tas kebabı. § Avoir qch en "kapitalizm.
capilotade: -si ağrımak (J'ai le dos en capilotade. Il capitaliste s. 1. Anamalcılığa değgin, anamalcı,
avait les pieds, la tête en capilotade). Etre en "sermayeci, "kapitalist ( Le régime capitaliste. Une
capilotade: Parça parça olmak, tuz buz olmak économie capitaliste). 2. ad. Anamalcı,
(Les gâteaux était en capilotade au fond du sermayedar, sermayeci. 3. Zengin, parababası
panier). Mettre qch en capilotade: Bir şeyi parça (Un gros capitaliste).
parça etmek, tuz buz etmek (Le choc a mis toute capitan er. (Eski güldürü oyunlarında) Kahraman
capitane 210 câprier

taslağı, yalancı pehlivan, yalancı aslan, olmayan bir tütün, asker sigarası (Il fume du
capitane diş. (Eskiden) Amiral gemisi, caporal ordinaire). § Caporal-chef: Kıta çavuşu.
capitation diş. (Derebeylik düzeninde) Adam Caporal d'ordinaire: Mutfak onbaşısı. Petit
başına vergi, salma. caporal: Birinci Napolyon, Napolyon Bonapart.
capite,e s. Top başlı (Fleur capitée). caporalisme er. Askeri yönetim; baskılı yönetim;
capiteux, euse s. Başa vuran, baş döndüren (Un baskıcılık.
parfüm capiteux; un vin capiteux; une sexualité capot s. 1. (Kâğıt oyununda) Hiçbir sayı almayan,
capiteuse). kaput giden (Elles sont capots). 2. Şaşakalmış,
capitole er. Eski Roma'nın kalesi. § Monter au utanç duymuş, utanan, sıkılan (Il est fort capot de
capitole: Büyük bir utku, büyük bir başarı tous les bruits faits autour de son nom). 3. er.
kazanmak. Karşıdakine hiç sayı yaptırmayan el, kaput. 4. er.
capiton er. 1. Kaba ipek. 2. Bir kumaşın içine Kaput, arabanın motor kapağı (J'ai soulevé le
geçirilen dikilmiş pamuk vb. parça; köpü, capot pour vérifier le niveau de l'huile). 5. er.
kapiton. Kukuletalı üstlük. 6. er. (Gemilerde) Eşya
capitonnage er. Köpüleme. örtüsü, eşya kılıfı. § Faire capot: Kaput yapmak,
capitonné, e s. 1. Köpülenmiş, kapitone. 2. argo. bütün kâğıtları alarak oyunu kazanmak,
Eti budu yerinde (Une gonzesse bien capitonnée: karşıdakine hiç sayı vermemek,
Eti budu yerinde bir kız). capotage er. 1. (Arabalarda) Körük düzeni,
capitonner gçl. 1. (Şilte, minder gibi şeylerin kaporta düzeni. 2. Arabamn takla atıp ters
dolgusunu) Yer yer dikiş yada çivi ile bastırmak, dönmesi.
köpülemek (Capitonner un fauteuil). 2. capote diş. 1. Kaput. 2. Kadın şapkası. 3.
(Giysilerin içine) Pamuk, yün gibi şeylerden (Arabada) Körük. § Capote anglaise: tkz. Kaput,
dikilmiş bir tabaka koymak, "prezervatif.
capltulaire s. 1. Papazlar yada rahiplerden oluşmuş capoter gsz. 1. (Taşıtlar için) Devrilmek, devrilip
(Assemblée capitulaire: Papazlar kurulu). 2. er. ç. altı üstüne gelmek, alabora olmak (La voiture a
Eski kralların yarlığlanm toplayan dergi. capoté dans un fossé. L'avion a capoté à
capitulard,e s. vead. hkr. 1. Uzlaşıcı,teslimiyetçi; l'atterrissage). 2. gçl. (Arabaya) Körük geçirmek,
yelkenleri hemen indiren (kimse). 2. Kaypak, kaporta takmak,
dönek. câpre diş. Gebreotunun meyvası, kapari.
capitulation diş. 1. Teslim şartlaşması (Signer, capricant,e s. Düzensiz, oynak, çabuk değişen
négocier une capitulation. Une capitulation (Pouls capricant, allure capricante).
honorable, déshonorante. Une capitulation sans capriccio er. müz. Beklenmedik etkiler taşıyan
conditions). 2. Teslim; teslim olma (La "kaprisli" beste, kapriçiyo.
capitulation du roi entraîna la chute de l'empire). caprice er. 1. Kapris, geçici heves, düşüncesizce
3. Kapitülasyon, uzlaşma. 4. mec. Zorunlu heves, *kapılgı, maymun iştahlılık, "özenç (Elle
özveri. S. Müslüman ülkelerde Hıristiyanların agit toujours par caprice. Céder aux caprices d'une
haklarını saptayan sözleşme, yabana ayrıcalığı. § femme). 2. Kararsızlık, yelteklik, oynaklık,
Capitulation de conscience: Vicdanını susturma, değişkenlik (Les caprices de la mode. Les caprices
capitule diş. 1. Ayinden sonra kısa dua. 2. bitb. de la chance, du sort, de la fortune). 3.Gelip geçici
Kömeç. sevi (Combien de temps va durer ton nouveau
capituler gsz. 1. Teslim olmak (Ils ont capitulé sans caprice?). 4. Fantezi, "düşlem,
conditions). 2. mec. Uzlaşmak, boyun eğmek capricieusement bel. Özençle, "özençlice,
(Les syndicats proclamaient leur volonté d'amener kararsızca, yeltekçe, "kaprisle (Agir
la direction à capituler). 3. Capituler devant qn, capricieusement).
qch: -e pes demek; -in karşısında alttan almak (Il capricieux, euse s.l. "Ozençli, maymun iştahlı,
ne faut pas capituler devant un adversaire aussi •kapılgın, kararsız, yeltek, "kaprisli (Un enfant
malhonnête). capricieux; femme capricieuse; un caractère
capon,ne s. ve ad. hlk. Tabansız, korkak, ödlek, capricieux). 2. Oynak, değişken (Mode
caponner gsz. hlk. Tabansızlık etmek, korkmak, capricieuse. Les souffles capricieux du vent).
ödleklik etmek, capricorne er. 1. hayb. Boynuzlu teke denilen
caponnière diş. (İstihkâmlarda) Üstü açık böcek. 2. gökb. Oğlak burcu. § Tropique du
sıçanyolu. Capricorne: Güney tropika.
caporal er. 1. Onbaşı. 2. (Fransa'da) Pek iyi câprier er. Gebreotu.
caprification 211 caquer

caprification diş. (încir ağaçlarına) Erkek incir captivant, un film captivant, des regards
asma, iğlekleme. captivants).
caprifoliacées diş. ç. bitb. Hanımeligiller, captiver gçl. 1. Kendine çekmek, bağlamak
caprin, es. Keçiye değgin (La race caprine). (Captiver l'attention. Le conférencier a su captiver
capsulage er. (Şişelere) Kapçık geçirme, l'auditoire). 2. Büyülemek, kendine kul köle
etmek (La jolie femme l'avait captivé). § Se
kapçıklama (Capsulage des bouteilles).
captiver à qch: Kendini bir şeye kaptırmak (5e?
capsulaires. Kapçık biçiminde (Fruit capsulaire).
captiver à une lecture, à un sport).
capsule diş. 1. bitb. hek. Kapçık, "kapsül (Capsule
captivité diş. 1. Tutsaklık, kölelik, özgürlüksüzlük,
articulaire, capsules surrénales. Capsule de tulipe,
"esirlik, "esaret (C'est son camarade de captivité).
capsule de pavot). 2. (Labora tu varlarda) Çanak,
2. mec. Boyun eğme. § Vivre, être en captivité:
kapsül. 3. (Fişeklerde) Kapsül (Capsule d'une
Tutsak yaşamak, tutsaklıkta olmak.
cartouche). 4. (Şişelerde) Ağız kapçığı, kapçık
capture diş. 1. El koyma; yakalama, ele geçirme
(Enlever la capsule d'une bouteille d'eau minérale,
(La capture d'un navire, la capture d'un criminel,
de bière).
la capture des papillons). 2. Yakalanan, ele
capsuler gçl. Kapçık takmak, kapçıklamak geçirilen şey, av (Il avait péché un gros poisson, il
(Capsuler une bouteille). s'est fait photographier auprès de sa capture).
capsulerie diş. Kapçık yapımevi, capturer gçl. Yakalamak, ele geçirmek; avlamak
captage er. 1. Alma, yakalama, kapma (Captage (Capturer un voleur. Capturer un lapin, un
d'un message,captage d'une émission de radio). navire).
2. Boru yada kemerlerle bir yere getirme (Le capuce er. Tepesi sivri başlık,
captage des eaux d'un fleuve). capuche diş. Bir tür başhk (Pour protéger leurs
captateur, trice ad. Bir bağışı, bir kalıtı dolap cheveux de la pluie, les femmes mettent parfois
çevirerek kendi üstüne çeviren; dolandırıcı une capuche en matière plastique).
(Captateur de testament, captateur de succession ). capuchon er. 1. Kukuleta, başlık; yağmurluk
captation diş. Bir bağışı, bir kalıtı elde etmek için başlığı (Imperméable à capuchon. Capuchon de
çevrilen dolap; dolandırıcılık. moine). 2. Başlıklı pelerin, başlıklı palto (Il
captatoire s. Dolanlı,- hileli, aldatmacalı s'enveloppa tout entier dans son grand capuchon).
(Manœuvres captatoires). 3. Baca şapkası. 4. Kalem kapağı, kalem başlığı
capter gçl. 1. Düzenle, dolapla, ustalıkla elde (Visser le capuchon. J'ai perdu le capuchon de
etmek, kapmak (Les candidats font de belles mon stylo) 5. Tıkaç, tapa (Capuchon du tube de
promesses pour capter la faveur des électeurs). 2. dentifrice).
Elde etmek, çekmek, sağlamak (Capter capuchonner gçl. 1. Başlık, kukuleta takmak. 2.
l'attention). 3. Akarsuyu borularla, kemerlerle Şapka, külah geçirmek (Capuchonner une
bir yere getirmek (Capter une source, une rivière). cheminée).
4. Almak, yakalamak, kapmak (Capter une capucin er. 1. Ermiş Françesko'nun dilenci
émission radiophonique. Capter un message, tarikatından olan papaz. 2. (Avcı dilinde)
capter un sans-fil, un courant électrique). Tavşan. 3. Amerika'da yaşayan uzun sakallı bir
captieusement bel. Aldatarak, dolandırarak, maymun.
tongaya bastırarak, capucinade diş. tkz. 1. (Eski) Yobaz va'zı. 2. Bayağı
captieux, euse s. Aldatıcı, sahte (Un argument ahlâk dersi; bayağı ve tatsız fıkra (Il n'a plus en
captieux. Un discours captieux. Un philosophe bouche que des capucinades).
captieux). capucine diş. 1. Ermiş Françesko'nun dilenci
captif,ives. vead. 1. Tutsak, "esir (Unpeuple captif, tarikatından rahibe. 2. bitb. Latinçiçeği (Une
une ville captive. Le triomphateur traînait à la touffe de capucines égaie le vieux mur). 3.
suite de son char les captifs enchaînés). 2. mec. Kul Latinçiçeği renginde (Elle portait une robe
köle, tutkun. § Ballon captif: Yere bağlı balon. capucine). 4. (Silâhta) Namlu bileziği,
Eau captive: Geçirgen olmayan iki katman capulet er. Kadın kukuletası,
arasındaki yeraltı suyu. Etre captif de qch: -in caque diş. Ringa fıçısı (Une caque de harengs). §
tutsağı olmak ; -e çok düşkün olmak (Il est captif de Etre serré, se serrer comme des harengs en caque:
ses passions. Etre captif des préjugés). Balık istifi gibi sıkışık olmak, sıkışmak. La caque
captivant,e s. Büyüleyici, çok çekici; ilginç, sent toujours le hareng: Şeker, cinsine çeker,
kendine bağlayıcı, kul köle edici (Un livre caquer gçl. (Ringaları) Fıçıya istif etmek,
caquet 212 caractéristique

istiflemek. Caractères cunéiformes: Çivi yazısı. Caractères


caquet er. 1. Yumurtlayan tavuğun bağırması, latins, grecs, arabes, romains, gothiques. Ecrire en
gıdaklama, gıtgıdak. 2. tkz. Gevezelik, çenesi gros caractères, en petits caractères). 2. Basım
düşüklük, boşboğazlık (Je ne pouvais plus harfi, dökme harf (Caractères de 6 points.
supporter le caquet de la visiteuse. Dans Caractères de 12 points. Caractères romains,
l'assemblée un jeune homme se faisait remarquer italiques. Caractères gras, maigres). 3. Karakter,
par son caquet). 3. Çekiştirme, dedikodu (Ne ıra, özyapı (Avoir un bon caractère, un mauvais
parlez pas trop devant elle, méfiez-vous de son caractère). 4. Yüreklilik, cesaret, "irade,
caquet). § Rabattre le caquet à qn: Birinin lâfını dayanıklılık (Il manque de caractère. Ce
ağzına tıkamak; fiyakasını bozmak, burnunu romancier a du caractère plutôt que du génie). S.
kırmak. İz. 6. Unvan; görev (Un caractère officiel). 7.
caquetage er. 1. Gıdaklama, gıtgıdak. 2. mec. Nitelik, "mahiyet (Le caractère politique d'une
Çançan, gevezelik, boşboğazlık, entreprise). 8. Kişilik, kişi (Je n'ai d'amour que
caquetant,e s. l.G\dak\ayan (Poulecaquetante). 2. pour les caractères idéalistes). § Avoir bon
Çene çalan, gevezelik edip duran (Jeunes filles caractère: İyimser olmak; işi hep iyiden almak.
caquetantes). Avoir mauvais caractère, un mauvais caractère:
caquètement er. Gıdaklama, Geçimsiz, huysuz, saldırgan olmak. Avoir un
caqueter gsz. 1. (Tavuk) Gıdaklamak (Les poules caractère de chien, de cochon: Berbat bir huyu
ne cessent pas de caqueter). 2. mec. Çan çan olmak, rezilin teki olmak. Graver, inscrire qch en
etmek, çene çalmak, gevezelik etmek (Ellepasse caractères d'or: Bir şeyi altın harflerle yazmak.
toute sa journée à caqueter avec sa voisine). Graver, imprimer, marquer qch en caractères
caqueteur, euse s. ve ad. Çançancı, geveze, çenesi ineffaçables: mec. Bir şeyi silinmez harflerle
düşük. yazmak, ölümsüz kılmak, unutulmaz kılmak.
car bağ. 1. Çünkü, "zira (Il réussira, car il a bien Prendre, revêtir un caractère...: ... bir nitelik
travaillé). 2. er. "Çünkü, zira (Les si et les car). kazanmak; mahiyet almak (L'affaire a revêtu
car er. (Autocar'ın kısaltması) Kentler arası (pris) un caractère politique: İş siyasal bir nitelik
çalışan otobüs; otobüs (Prendre le car. Un car de kazandı, siyasal bir mahiyet aldı). Présenter un
trente places). caractère...: ... nitelik göstermek, mahiyet
carabe er. hayb. Ağılıböcek. arzetmek (Sa maladie présente un caractère bien
carabin er. 1. (Eskiden) Hafif süvari askeri. 2. tkz. grave). Chassez le caractère, il revient au galop:
Tıbbiyeli, tıp öğrencisi, Can çıkmayınca huy çıkmaz,
carabine diş. 1. Filinta, karabina. 2. argo. Yarak, caractériel, les. 1. Karaktere, huya, ıraya, kişiliğe
kamış, babafingo, değgin (Troubles caractériels: Kişilik
carabiné, e s. tkz. Zorlu, şiddetli (Un orage bozuklukları). 2. er. Kişilik bozukluğu olan kimse
carabiné. Une grippe carabinée). (Les centres psychopédagogiques s'efforcent de
carabinier er. 1. (İtalya'da) Jandarma. 2. guérir les caractériels).
(İspanya'da) Gümrük kolcusu. § Arriver comme caractérisation diş. Iralama, ıralanma.
les carabiniers: tkz. Çok geç gelmek; iş işten Belirginleştirme, belirginleşme; tanımlama,
geçtikten sonra gelmek, tanımlanma; belirtme, belirme (La
caracal er. hayb. Karakulak, Afrika ve Güney caractérisation d'un délit).
caractérisée s. Belirgin, pek belli, açık (Une
Asya'da yaşayan bir vaşak türü.
caraco er. Bir tür kadın ceketi, rougeole caractérisée).
caracole diş. (Binicilikte) Çark. § Escalier en caractériser gçl. Iralamak, belirtmek,
caracole: Minare merdiveni, belirginleştirmek, -in belirgin niteliği olmak,
caracoler gsz. 1. (Binicilikte) Çark yapmak. 2. (At belirlemek (Les symptômes qui caractérisent une
için) Oynamak, kasılmak, çalım yapmak (Le maladie. Pour caractériser le paysage, je dirai
cheval du colonel se mit à caracoler devant la qu'il est désertique. C'est la générosité qui
troupe). 3. Atını oynatmak (Il caracole un caractérise mon père). 2. Özgünleştirmek;
moment dans la clairière avant de lancer son ayırtkanlaştırmak, ayırtkanlık vermek. § Se
cheval au galop). 4. Fırlamak, sıçramak, bir oraya caractériser par: -ile belirginleşmek; -ile
bir buraya gidip durmak (Des oiseaux caracolent ötekilerden ayrılmak; özelliği... olmak (Le latin
dans le ciel). se caractérise notamment par l'absence d'articles).
caractère er. 1. Harf ; yazı ( Caractères hiéroglyphes. caractéristiques. 1. Iralayıcı, özyapısal; ayırdedici,
caractérologie 213 carburant

aytrtkan; belirtici (Les traits caractéristiques d'un Tabaka, örtü (Une carapace de glace s'est formée
style. Les symptômes caractéristiques d'une sur l'étang). 4. yerb. Kabuk (Carapace de latérite).
maladie) 2. diş. Özellik, belirtici nitelik, özyapı; carapater(se) hlk. Kaçmak, tüymek; çekip gitmek,
ayırtkanlık (Les caractéristiques d'une machine. carassin er. Küçük bir tür sazan balığı,
La verve est la caractéristique du tempérament carat er. 1. (Altın için) Ayar (Or à 24 carats). 2.
méridional). (Elmas için) Kırat (Un diamant de 12 carats). 3.
caractérologie 'Irabilim, karakterbilim. Küçük elmas taşlan. § Sot » 24 carats: tkz. Su
caractérologique s. "Irabilimsel, karakterbilimsel. katılmamış aptal, enayi dümbeleği,
caracul er. 1. Karakul(koyunu). 2. Karakul kuzusu caravane diş. 1. Kervan (Une caravane de
postundan yapı lan kürk (Un manteau de caracul). chameaux). 2. Grup, kafile, ekip (Une caravane
carafediş. 1. Sürahi (Unecarafedecristal). 2. Sürahi de nomades. Une caravane d'alpinistes qui va à la
dolusu; bir sürahi... (Une carafe de vin, unecarafe conquête des Himalaya). 3. Kamp römorku,
d'eau). 3. mec. hlk. Baş, kafa. § Rester en carafe: karavan (Séjour en caravane au bord de la mer). §
tkz. 1. Bir yana atılmak, bir köşede unutulup Les chiens aboient, la caravane passe: İt ürür
kalmak. 2. Öylece kala kalmak, hiçbir şey kervan yürür,
yapmadan bekleyip durmak, zınk diye durmak caravanier er. 1. Kervancı. 2. s. Kervana değgin
(L'orateur qui avait égaré une partie de ses notes, (Chemin caravanier). 3. s. ve er. Karavanı olan,
est resté un moment en carafe. Sans le souffleur, les karavanla tatil yapan, karavancı (Les caravaniers
acteurs seraient restés plusieurs fois en carafe). se rendent aux stations balnéaires).
Tomber en carafe: İstop etmek, bozulmak (Sa caravaning, caravanning er. tng. Karavanla gezi:
voiture est tombée en carafe). karavanda kalma, kamp römorkunda yatıp
carafon er. 1. Küçük sürahi (Un carafon de vin). 2. kalkarak gezi yapma. (Bunun yerine caravanage
hlk. Baş, kafa. sözcüğünün kullanılması salık verilir),
caraïbes, ve ad. Karaip adalarına değgin; karaipli caravansérail er. 1. Kervansaray. 2. Değişik
(Région caraïbe; Les caraïbes). kaynaklı kimselerin bulundukları, yaşadıkları
carambolage er. 1. (Bilardoda) Karambol. 2. mec. yer (Cette ville cosmopolite est un caravansérail,
Devrilme, çarpma, yuvarlanma (Carambolage une tour de Babel).
d'automobiles sur une route encombrée). 3. argo. caravelle diş. 1. (Eskiden) Küçük yada orta tonajlı
Cinsel ilişki. yelkenli bir tür savaş gemisi, karavela (Les
caramboler gsz. 1. (Bilardoda) Karambol yapmak. caravelles de Cristophe Colomb). 2. Bir tepkili
2. Cinsel münasebette bulunmak. 3. gçl. uçak, karavel.
Çarpmak (La voilure a dérapé et en a carambolé carbonado er. yerb. Karbonado, karaelmas,
trois autres). § Se caramboler: Çarpışmak, carbonatationdiş. Karbonatlama; karbonatlanma,
birbiriyle tokuşmak (A cause du verglas, les carbonate er. kim. Karbonat (Carbonate de
voitures se sont carambolées au carrefour). sodium, de calcium).
carambouillage er. Veresiye mal ahpsatarak paraya carbonatergçl. Karbonatlamak,
çevirme yoluyla yapılan dalavere, batakçılık, carbone er. kim. 1. Karbon (Oxyde de carbone.
carambouille diş. Batakçılık, Sulfure de carbone. Hydrates de carbone). §
carambouilleur er. Batakçı; veresiye mal alıp Papier carbone: Karbon kâğıdı, kopya kâğıdı,
satarak paraya çeviren dolapçı, dalavereci, carboné,e s. Karbonlu.
caramel er. 1. Karamela (Crème au caramel). 2. carbonifères. Kömürlü, içinde kömür bulunan (Un
Karamela, akide şekeri (Caramels durs. terrain carbonifère).
Caramels mous). 3. s. Açık pas rengi (Soie carbonique s. kim. Karbonik (Gaz carbonique,
caramel. Une robe avec des boutons caramel). acide carbonique).
caraméliser gçl. 1. (Şekeri) Ağdalaştırmak (Le carbonisation diş. Karbonlaşma, kömürleşme
pâtissier caramélise son sucre). 2. Karamelaya (Carbonisation du bois, des os).
bulamak, üstüne bir karamela tabakası geçirmek. carboniser gçl. 1. Karbonlaştırmak,
3. İçine karamela katmak. 4. gsz. Ağdalanmak, kömürleştirmek (L'incendie a carbonisé la forêt).
ağdalaşmak (Le sucre commence à caraméliser). § 2. Çok pişirmek, yakmak (Le rôti est carbonisé).
Se caraméliser: Ağdalanmak, ağdalaşmak. carbonnade, carbonade Külbastı (Manger une
carapace diş. 1. Bağa (Carapace des tortues, carbonnade).
carapace des crustacés). 2. Koruyucu parça, zırh carburant,e s. Hidrojenli karbonu olan (Mélange
(La carapace d'acier d'un char d'assaut. 3. carburant).
carburant 214 carence

carburant er. Yakıt (L'essence est un carburant). carde use).


carburateur er. Karbüratör. cardia er. Mide ağzı.
carburation diş. 1. Bir cismin karbonla birleşmesi cardialgie diş. hek. 1. Yürek sancısı, kalp ağrısı. 2.
( Carburation du fer). 2. Benzin buharı ile havanın Mide ağzı yangısı,
karışması ( La carburation se fait mal). cardiaques. 1. Yüreğe değgin, kalple ilgili (Nerfs
carbure er. kim. Karbonla bir başka cismin cardiaques. Le muscle cardiaque. Une crise
bileşimi, karbür, cardiaque). 2. s. ve ad. Kalp hastası (Je suis
carburé,e s. kim. Karbonlu (Hydrogène, mélange cardiaque. Un cardiaque, une cardiaque).
carburé). cardinale s. Başlıca, temel (Des idées cardinales,
carburéacteurer. Jet yakıtı, nous en rencontrons trois ou quatre fois dans notre
carburer gsz. 1. Karbonla birleştirme işlemini vie). § Nombre cardinal: Asal sayı. Points
yapmak, benzini hava ile karıştırmak (Cemoteur cardinaux: An yönler ( Doğu, batı, kuzey,güney ).
carbure mal). 2. hlk. Çalışmak; işler yolunda cardinal er. 1. Kardinal. 2. Kuzey Amerika'da
gitmek (Ça carbure). yaşayan kırmızı tüylü bir kuş, kardinal kuşu.
carcaillergsz. (Bıldırcın için) Ötmek, cardinalat er. Kardinallik,
carcajou er. Amerika porsuğu, cardinalice s. Kardinallere değgin, kardinallere
carcan er. 1. (Eskiden) Suçluları halka göstermek özgü (Dignité cardinalice, siège cardinalice).
için boyunlarına geçirilen demir halka, lâle. 2. cardioïde s. Yürek biçiminde, kalp şeklinde,
Boynuna lâle vurulma cezası (Etre condamné au cardiologie diş. hek. Yürekbilim, kalp ve
carcan). 3. mec. Halka, zincir, özgürlüğü hastalıklanyla uğraşan bilim, kardiyoloji,
kısıtlayıcı şey (Le carcan de la discipline). 4. hlk. cardiologue er. Kalp hastalıkları uzmanı,
Kurada at, kötü beygir. 5. argo. Kadana gibi kan. cardiopathie diş. Kalp hastalığı; kalbin
carcasse diş. 1. Hayvan iskeleti (Carcasse de hastalanması,
chameau, decheval). 2. tkz. tnsangövdesi,beden cardiotoniques, vead. Kalbi kuvvetlendiren, kalbi
(Il soigne bien sa carcasse). 3. Yapı kafesi (La takviye edici,
carcasse métallique de la Tour Eiffel). 4. Gemi cardio-vasculaire s. Kalp ve damarlara değgin
çatısı (La carcasse d'un navire en construction). ( Troubles cardio-vasculaires ).
carcéral,es. Hapisaneye değgin, cezaevleriyle ilgili cardon er. Yabanenginarı.
(Le monde carcéral). cardonnette diş. Bir yabanenginarı türü.
carcinogène, carcinogénétique s. Kanser yapan, carême er. 1. (Hıristiyanlık'ta) Kırk altı gün süren
kansere yol açan. büyük perhiz. Karem (Le Ramadan musulman
carcinologie diş. 1. Kanserbilim, kanser correspond ait Carême). 2. Oruç, perhiz (Faire
incelemeleri. 2. hayb. (Yengeç, İstakoz, karides Carême: Oruç tutmak, perhiz yapmak. Rompre le
vb.JKabuklularbilim, kabuklular incelemeleri, Carême: Orucu, perhizi bozmak). 3. mec.
carcinome er. Kanser. Yoksulluk, sıkıntı (Pendant la guerre, nous avons
cardage er. (Yün, kumaş vb.) Tarama (Cardage de connu un long Carême). § Arriver, tomber comme
la laine. Cardage à la machine). mars en Carême: 1. Tam zamanında gelmek, hiç
cardamine diş. bitb. Yabanteresi. şaşmadan gelmek (Voilà ta feuille d'impôts, elle
cardamome diş. Kakule. tombe comme mars en Carême). 2. Hızır gibi
cardan er. Her yöne doğru dönebilmeyi sağlayan yetişmek (Tu arrives comme mars en Carême, j'ai
bir makina eklemi, kardan, besoin de ton aide).
carde diş. 1. Yabanenginarının yenilen yaprak carême-prenant er. 1. Büyük perhizin
damarı. 2. Çobandeğneği denilen bitkinin dikenli başlamasından önceki ilk üç gün. 2. Maske. 3.
başı. 3. (Kumaş, yün vb. için). Tarama fırçası, mec. Gülünç biçimde giyinmiş kimse, karnaval
tarama makinası, yapağı tarağı, soytarısı gibi giyinmiş adam.
carder gçl. (Kumaş, yün vb. ) Taramak (Carder de la carénage er. 1. Kalafat, gemiyi genel bir onarma ve
laine, du coton) § Carder le poil à qn: mec. tkz. gözden geçirme. 2. Kalafat yeri. 3. (Gemileri)
Birini dövmek, yara bere içinde bırakmak, Karina etme, karinaya basma,
yüzünü gözünü tırmalamak, carence diş. 1. Bir borçlu yada ölen bir kimsenin
cardère diş. bitb. Çobandeğneği, borçlarını karşılayacak malının bulunmaması,
carderie diş. Yün vb. tarama yeri; hallaç dükkânı, mal yokluğu, mal eksikliği (Procès-verbal de
cardeur, euse ad. 1. (Yün, kumaş, pamuk vb.) carence). 2. Görevini yerine getirememe,
Tarayıcı; "hallaç. 2. diş. Tarak makinası (Une yetersizlik, güçsüzlük (La carence du
carène 215 carillonneur

gouvernement, la carence du pouvoir). 3. caribou er. hayb. Kanada rengeyiği.


Eksiklik, yetersizlik, bulunmayış, olmayış (Un caricaturale s. 1. Karikatüre değgin, karikatür
régime alimentaire caractérisé par sa carence en durumuna getirilmiş (Un portrait caricatural; des
vitamines. On appelle "boulie" une carence traits caricaturaux). 2. Karikatürsü, bozulmuş,
maladive de la volonté). 4. Başarısızlık, çarpıtılmış (Une interprétation caricaturale des
carène diş. 1. Karina. Bir geminin teknesinin su événements).
içinde olan bölümü. 2. Kalafat yeri. § Mettre, caricature diş. 1. Karikatür, çizgi (Une caricature
abattre un navire en carène: Bir gemiyi kalafata très ressemblante). 2. Eleştirel bir betimleme,
almak; onarmak için teknesini yan yatırmak, güldürücü ve alaylı bir dille anlatma (Il fait dans
caréner gçl. 1. (Gemiyi) Kalafatlatmak. 2. Bir ses romans la caricature de son époque). 3.
taşıtın teknesine, hava direncini en azına Müsvedde, bozuntu (La superstition n'est que la
indirecek bir biçim vermek (Caréner une caricature du vraisentiment religieux). 4. Çirkin ve
automobile, une locomotive). çok gülünç giyinmiş kimse (Elle est une vraie
caressant,es. 1. Sevilip okşanmaktan hoşlanan (Un caricature).
chat caressant. Un enfant caressant). 2. Okşayıcı, caricaturer, caricaturiser gçl. 1. (Bir şeyin)
tatlı (Une voix caressante). 3. mec. Dalkavukça, Karikatürünü yapmak (Caricaturer un ministre,
yaltakça. un professeur). 2, İğnelemek, alaylı bir dille
caresse diş. 1. Okşama, sevgi (Les caresses d'une anlatmak, gülünçleştirmek (Caricatuter une
mère. On a toujours besoin de caresse et d'amour). société, un milieu). 3. Bozmak, çarpıtmak (Vous
2. Hafifçe dokunma, hafifçe değme, okşama (La caricaturez la réalité).
caresse du vent, des flots). 3. Güleryüz (Une caricaturiste er. Karikatürcü, çizer,
caresse préalable assaisonne les trahisons). § Faire carie diş. Diş çürüğü, ağaç ve kemik çürümesi;
des caresses à qn: Birini okşamak ; birine güleryüz yenirce (Carie dentaire. Carie des arbres, du blé).
göstermek. carié,e s. Çürük, çürümüş (Une dent cariée). §
caresser gçl. 1. Okşamak, sevmek (Caresser une Plomber une dent cariée: Çürük bir dişi
femme, un enfant, un chat). 2. Hafifçe doldurmak.
dokunmak, hafifçe değmek (Les flots doux nous carier gçl. Çürütmek, yenirceye uğratmak (Une
caressaient). 3. Beslemek (Caresser un idéal, un dent cariée peut carier les dents voisines). § Se
espoir, une idée, un rêve). 4. Dalkavukluk etmek, carier: Çürümek (Mes dents se carient).
güleryüzle davranmak (Ilcaresse tout le monde). § cariera,euse s. Diş çürüğüne değgin (Processus
Caresser qn de l'œil, du regard: Birini bakışlarıyla carieux).
okşamak; birine sevgi ve hayranlıkla bakmak. carillon er. 1. Değişik perdeli çan dizgesi; çeşitli
Caresser la bouteille: tkz. tçkiye düşkün olmak. perdeli çan dizgesiyle çalınan hava (Le carillon
Caresser de vaines espérances: Boş umutlar d'une église, d'un beffroi. Les joyeux carillons
beslemek. Caresserlescôtesàqn: Birini dövmek; retentissent dans la campagne.). 2. Saat çalgısı
dayak atmak (Caresser les côtes à un enfant gâté). (Carillon d'une horloge). 3. Ölçülü ve hızlı çalınan
caret er. 1. Bir tür elemge. 2. Sıcak deniz bir tür çan havası. 4. Bir tür armonika. 5. mec.
kaplumbağası, Bağırıp çağırma.
carex er. bitb. Nemsesaparnası. carillonné,e s. Çanlar çalınarak ilân edilen,
cargaison diş. 1. Gemideki yük, gemi yükü (Une görkemli, büyük (Une fête carillonnée).
cargaison de vin, de pétrole, de charbon). 2. mec. carillonnement er. (Çan vb.) Çalma
tkz. Bir sürü, bir yığın.. (Il a toute une cargaison (Carillonnement des cloches).
d'anecdotes, d'histoires drôles). carillonner gsz. 1. Çalmak (Les cloches
cargo er. 1. Yük gemisi, şilep (Cargo charbonnier, carillonnent). 2. Zili üst üste ve kuvvetli çalmak
cargo pétrolier, cargo minéralier, cargo (J'ai carillonné presque dix minutes, personne n'a
bananier). 2. Uçak, gemi, otobüs vb. bir taşıtla ouvert la porte). 3. Bağırıp çağırmak; ortalığı
taşman eşya, yük, °kargo. birbirine katmak. 4. gçl. Çan çalarak ilân etmek
cargue diş. den. İstinga ipi. (Carillonner une fête). 5. Çalmak, vurmak (La
carguergç/. den. İstinga etmek (Carguerles voiles). vieille horloge carillonnefidèlement les heures). 6.
cariant,e s. Çürük yapan, çürüğe yol açan (Acide Büyük bir yaygarayla herkese duyurmak
cariant). (Bu anlamda cariogène de denir), (Carillonner une nouvelle. Je te confierai un secret
cariatide diş. °Heykel-sütun, 'yontudikin; başında mais ne le carillonne pas).
korniş taşıyan kadın yontusu. carillonnera- er. Çanci.
carlin 216 carpe

carlin er. 1. Eski bir İtalyan parası (Carlin d'or, mon carnet). 2. Bilet karnesi (Un carnet de tickets
carlin d'argent). 2. Düz tüylü, kara ve basık d'autobus. Chaquecarnet contient trente billets).
burunlu bir fino köpeği. § Carnet de notes: Not defteri (Le professeur
carline<% Kurak yerlerde biten bir tür devedikeni. marque un zéro sur le carnet de notes). Carnet de
carlingue diş. 1. Gemilerde karinayı tutan direk; iç chèque: Çek karnesi, çek defteri. Carnet de
omurga. 2. Bir uçakta yolcuların oturduğu commandes: Sipariş listesi. Carnet de
bölüm. 3. argo. Gestapo, polis, correspondance: Öğrenci karnesi.
carmagnole diş. 1. Fransız Devrimi sıralarında carnier er. Küçük av çantası.
giyilen bir tür ceket. 2. Fransız Devrimi Carnivore s. ve ad. hayb. Etçil, etobur (Animaux
sıralarında, devrimcilerin yaptığı bir tür dans ve carnivores. Plantes carnivores; insect
bu dansın havası, carnivores).
carme er. Mont-Carmel tarikatından rahip, carolingien,ne s. ve ad. Karolenjli; adını
carmélite diş. Mont-Carmel tarikatından rahibe, Charlemagne'dan alan Karolenj hanedanına
carmin er. 1. Lâl rengi. 2. s. Lâl renginde (Unerobe değgin (Les carolingiens. Dynastie
carmin). carolingienne).
carminatif, ive ,v. Barsak gazlarını giderici (Un carolus er. Eski bir sikke,
clystère carminatif). caroncule diş. anat. Etçik; etli küçük organ,
carminé, e s. Lâl renginde (Une rose carminée; Un carotide diş. "Şahdamar, "taçdamar, karotid.
vernis à ongle carminé). carottage er. 1. Kazıklama, aldatma, dolandırma.
carminer gçl. Lâl renginde boyamak, lâl rengi 2. Havuç sökme, havuçları topraktan çıkarma,
vermek. carotte diş. 1. Havuç (Une botte de carottes). 2.
carnage er. İnsan kırımı, kan dökme, kan Tütün çiğneyenler için hazırlanmış tütün yaprağı
dökülmesi, kana boyama (Les soldats ivres de tomarcığı (Carotte de tabac). 3. Havuç rengi
carnage égorgeaient les femmes et les enfants dans (Avoir les cheveux carotte. Rouge carotte). 4.
les rues de la ville). 2. Yırtıcı hayvanlara ve av Sigara satış dükkânları levhası (Aussitôt qu'il a
köpeklerine yedirilen et. 3. mec. Kırım, kıya, aperçu une carotte, il est allé s'acheter un paquet de
"cinayet (Les prisonniers ont été sauvagement cigarettes). § Poil-de-carotte: .Î. ve ad. Kiremit
assassinés, et le responsable de ce carnage est saçlı; saçları havuç renginde kimse (Ton fils est
toujours en liberté). poil-de-carotte). Jouer la carotte: (Kumarda) Pek
carnassier, ère s. vead. hayb. 1. Etobur (Le lion est cimrice ve korkarak oynamak. Tirer une carotte à
un carnassier. Les animaux carnassiers. La belette qn: tkz. Birini dolandırmak, parasını vurmak,
est carnassière). 2. mec. tkz. Çok et yiyen kişi (Tu kazıklamak. Les carottes sont cuites: tkz. Olan
es très carnassier). oldu, iş işten geçti artık, yapacak bir şey kalmadı,
carnassière diş. Av çantası, carotter gçl. 1. Carotter qn: Birini kazıklamak,
carnation diş. 1. Bir kişinin teninin rengi, vücut aldatmak (ila profité de ton inexpérience pour te
rengi (Sa carnation de tubéreuse). 2. Bir çıplak carotter sur la marchandise). 2. Koparmak, almak
resmi vücut rengine uygun biçimde boyama (Les (Carotter une permission). 3. Carotter qch à qn:
carnations de ce tableau sont très réussies). Birinden bir şey sızdırmak, koparmak (Il carotte
carnaval er. 1. Karnaval (Les carnavals de Nice, de des cigares aux Américains). 4. gsz. (Kumarda)
Rio). 2. Karnavalı simgeleştiren manken (Sa Pek cimrice ve korkarak oynamak; küçük küçük
Majesté Carnaval. Les carnavals). 3. Çingene gibi oynamak. 5. Carotter sur qch: -den çalmak; -in
süslü püslü giyinmiş kişi (Il est un vrai carnaval üzerinden bir şeyler tırtıklamak (Il carotte sur le
aujourd'hui). budget de la nourriture).
carnavalesque s. Karnavala değgin; tam carotteur, euse; carottier, ère s. ve ad. tkz. 1.
karnavallık, acaip (Tenue carnavalesque). Kumarda pek cimrice ve korkarak oynayan. 2.
carnc diş. 1. hlk. Çarık gibi sert et, kötü et. 2. hlk. Kazıkçı;dolandırıcı;arakçı (Méfiez-vous, c'est
Kemikleri çıkmış at, kötü beygir, un carotteur).
carné,es. 1. Etrenginde (Une fleur carnée). 2. Etli, carotteuse diş. Havuç sökme aygıtı,
ete dayanan (Je fais un régime camé. Alimentation c a r o u b e ^ Keçiboynuzu,
carnée). caroubier er. Keçiboynuzu ağacı,
carneau,carnau er. (Fırınlarda) Tepe deliği carpatique, karpatique s. Karpatlara değgin,
(Carneau d'un four). Karpat dağlarıyla ilgili,
carnet er. 1. Cep defteri (Je vais noter ce nom sur carpe diş. Sazan balığı (Carpe de rivière, d'étang). §
carpe 217 carrer

Saut de carpe: Takla, zıplama. Faire des sauts de cassé un carreau et s'est infiltré dans la maison). 4.
carpe: Zıplamak, takla atmak (Il fait des sauts de Kare, küçük kare ( Un tissu à carreaux. Un papier à
carpe dans son lit). Etre, rester muet comme une carreaux). 5. Terzi ütüsü. 6. (İskambil
carpe: Ağız dil vermemek, tek sözcük oyunlarında) Karo (L'as de carreau). 7.
söylememek, ağzını açmamak (Je suis resté muet Dikdörtgen biçiminde büyük eğe. 8. hlk. İçyağı
comme une carpe devant l'examinateur. Un sıracası. 9. ç. Yıldırım. 10. argo. Göz (Avoir
paysan muet, comme une carpe). Bâiller comme carreau à la manque: Bir gözü kör olmak). §
une carpe: tkz. Ağzını bir karış açarak ve büyük Carreau de mine: Maden ocağından çıkarılan
bir ses çıkarak esnemek; çenesi çıkacakmış gibi cevherin yığıldığı yer. Rester, demeurer sur le
esnemek. Faire des yeux de carpe: Göz süzmek, carreau: 1. Vurulup olduğu yere yığılmak. 2.
carpe er. Bilek iskeleti, Ortada kalmak, açıkta kalmak, elimine edilmek,
carpeau er. Küçük sazan, safdışı bırakılmak (Pour cet emploi, on a retenu
carpelle diş. bitb. Meyveyaprak, yemiş yaprağı, seulement les noms de deux candidats, les autres
carpette diş. 1. Küçük halı, seccade. 2. mec. tkz. sont restés sur le carreau). Jeter, coucher qn sur le
Yaltak, dalkavuk, el ayak öpen (C'est une vraie carreau: Birini yere yıkmak. Regarder aux
carpette). § S'aplatir comme une carpette devant carreaux: Pencereden bakmak. Se garder à
qn: Birine köpek gibi yaltaklanmak, birine çok carreau, se tenir à carreau: Tetik durmak.
dalkavukluk etmek; birinin kıçını yalamak, Ayağını denk almak. Laisser qn sur le carreau:
carpettier er. Seccade dokuyucusu, Birini vurup olduğu yere yığmak,
carpiculture diş. Sazan balığı yetiştirme, sazan carrée diş. hlk. Oda; başını sokacak bir yer.
yetiştiriciliği, carrefour er. 1. Kavşak, yol kavşağı, dört yol ağzı
carpillon er. Sazan balığı yavrusu, (Au carrefour, vous tournez à gauche). 2.
carquois er. Sadak, °tirkeş. § Vider, épuiser son Buluşma, birleşme yeri (Un carrefour
carquois: Ağzına ne gelirse söylemek, d'influences. Cette revue est un carrefour d'idées).
söylemediğini bırakmamak, § Langage de carrefour: Sokak ağzı.
carrare er. Pek tutulan bir tür ak mermer, carrelage er. 1. Kaplamalik döşeme (Le carrelage
carre 1. (Yassı bir şeyde) Kalınlık. 2. (Şapkada) de la salle de bains, de la cuisine). 2. Mozaik,
Üst kısım. 3. (Bir giysinin) Omuz arası. 4. (Kılıç döşeme (Poser un carrelage).
namlusunda) Yüz. 5. (Ayakkabıda) Dört köşe carreler gçl. 1. Kaplamalık döşemek, mozaik
burun. döşemek (Carreler une salle, unepièce, unsalon).
carré,e s. 1. Dördül, kare biçiminde (Figure carrée, 2. Bir kâğıt yada bez üstüne kareler çizmek,
fenêtre carrée, tapis carré). 2. Açık, kesin; dobra karelemek (Carreler un tissu, carreler un dessin
dobra konuşan, açık sözlü( Une réponse carrée. Un pour le reproduire).
homme très carré). 3. Dört köşeli (Une écriture carrelet er. 1. Çuvaldız. 2. Dikdörtgen biçiminde
carrée). 4. Geniş (Epaules carrées). § Racine cetvel tahtası. 3. Pisibalığı. 4. Küçük balıkları
carrée: Kare kök. Etre carré en qch: Bir şeyde çok avlamakta kullanılan dört köşeli av kepçesi,
dürüst, açık sözlü olmak (Il est très carré en çolum (Carrelet pour pêcher les ables).
affaires). carreleur er. Taş döşeyici; mozaik döşeyici,
carré er. 1. Dördül, "kare (Tracer un carré. Les mozaikçi.
carrés d'un damier). 2. (Merdivende) Sahanlık. 3. carrément bel. 1. Kare biçiminde, dördül olarak
(Bahçıvanlıkta) Evlek (Un carré de poireaux, de (Pièce coupée carrément). 2. Açıkça, dobra
choux). 4. (Gemilerde) Oturma ve yemek salonu dobra, kemküm etmeden (Répondrecarrément).
(Carré des officiers; carré des mécaniciens). S. 3. Kesin olarak (Il a refusé carrément notre
ask. Kare düzeni (Former le carré. Carré proposition). 4. Hiç kuşkusuz; "muhakkak (En
d'infanterie). 6. (Pokerde) Bir araya gelmiş prenant cette route vous gagnez carrément une
benzer dört kâğıt, kare (Carré d'as). 7. heure sur l'autre itinénaire). 5. En aşağı, en
(Sayılarda) Kare (Le carré de trois est neuf). § azından (Il est venu carrément une heure en
Mettre, porter un nombre au carré: Bir sayının retard).
karesini almak (Mettez le cinq au carré). carrer gçl. 1. Dördüllemek, dördül (kare) biçimi
carreau er. 1. Küçük dördül. 2. (Taş, çimento yada vermek (Carrer une pierre, un bloc de marbre). 2.
tuğladan) Döşemelik levha, döşeme taşı, mat. (Bir sayının) Dördülünü almak, karesini
dördültaş,°karo(Les carreaux qui recouvrent un almak. 3. argo. Saklamak, gizlemek. § Carrer le
plancher, une rue). 3. Pencere camı (Le voleur a pognon: Para biriktirmek. § Se carrer: 1.
carrick 218 carterie

Gömülmek, oturmak, rahatça yerleşmek (Se venu en votre absence et il a laissé sa carte). 3.
carrer dans un fauteuil). 2. Kurulmak, kurum iskambil kâğıdı (Un jeu de cartes. Jeu de 52 cartes).
satmak. 3. Kendini kaptırmak (Ilse carre dans ses 4. (Lokanta) Yemeklistesi (Le garçon a apporté la
espérances). carte). 5. Harita (Carte de géographie. Carte
carrick er. İng. Üst üste birkaç yakası olan bir tür muette). 6. Kartpostal, posta kartı (Hier, j'ai reçu
redingot. une carte d'Istanbul). § Jouer aux cartes, faire une
carrier er. Taş ocağı işleten; taş ocağı sahibi, partie de cartes: İskambil oynamak, kâğıt
carrière diş. 1. Taş ocağı (Une carrière de marbre). oynamak. Battre les cartes, mêler les cartes:
2. (At yada arabalar için) Koşu yeri, arena. 3. Kâğıtları karmak, taramak. Brouiller les cartes:
mec. Yaşam, ömür (Il a enfin fini une carrière İşi karıştırmak. Construire des châteaux de cartes:
insupportable). 4. Meslek (Il a une carrière Düşler kurmak, olmayacak tasarılar kurmak.
brillante. Choix d'une carrière. La carrière des S'écrouler comme un château de cartes: İskambil
lettres: Yazarlık mesleği. La carrière des armes: şatolar gibi birdenbire yıkılıvermek; hemencecik
Askerlik mesleği) . S. (Büyük harfle yazıldığında) çöküvermek. Donner carte blanche à qn: Birine
Diplomatlık, "hariciyecilik (Il est entré dans la tam yetki vermek, istediği gibi davranmak izni
Carrière). § Donner carrière à qch: Bir şeyi serbest vermek. Jouer cartes sur table: Açık oynamak;
bırakmak; bir şeyin ortaya çıkmasına, gelişip açık iş görmek; gizlisi kapalısı olmamak. Jouer
yayılmasına olanak vermek (Donner carrière à sa dernière carte: Son kozunu oynamak.
son talent, à son ambition). Connaître le dessous des cartes de qn: Birinin
carriérisme er. hkr. Kişisel başarı ardında koşma, içinden geçeni bilmek, art düşüncesini bilmek.
kariyerizm. Perdre la carte: Pusulayı şaşırmak. Tirer les
carriériste ad. hkr. (Politika, sendika vb. cartes, faire les cartes: İskambil falına bakmak.
çalışmalarında) Her şeyi basamak yapıp aslında Manger à la carte: Yemek listesinden istediğini
yalnız kişisel çıkar ve başarısını düşünen kişi, seçerek yemek. Jouer la carte de qch: -in savını
kariyerist. desteklemek; -den yana olmak (Le ministre des
carriole diş. 1. Üstü kapalı, iki tekerlekli hafif finances joue la carte de l'expansion). Avoir toutes
araba. 2. hkr. Kötü araba, les cartes dans son jeu: Bütün şanslar, olanaklar
carrossable s. (Yol için) Düzgün, iyi, taşıtların kendinden yana olmak. Carte maîtresse: Kuvvetli
geçmesine elverişli (Une route carrossable). koz, başarıyı sağlayacak şey (L'avocat gardait
carrossage er. Karoser takma, pour la fin sa carte maîtresse). La carte forcée:
carrosse er. Gösterişli araba, saltanat arabası. § Kurtulmak olanağı bulunmayan zorunluk, ister
Etre la cinquième roue du carrosse: Arabamn istemez kabul edilecek şey (Alors, c'est la carte
beşinci tekerleği olmak, hiçbir işe yaramamak, forcée: Vous nous refusez vos conditions sans que
hiçbir rolü olmamak. Rouler carrose: Varlıklı nous puissions refuser). Carte grise: Otomobil
olmak, zengin olmak, ruhsatı.En carte: Fişlenmiş,sicilli (Femme, fille en
carrosser gçl. 1. Arabada taşımak. 2. (Arabaya) carte: Sicilli fahişe). Le dessous des cartes: İşin
Karoser takmak, içyüzü.
carrosserie diş. 1. Arabacılık, araba yapımı. 2. cartel er. 1. Düelloya çağrı (Envoyer un cartel à qn:
Karoser. Birini düelloya çağırmak). 2. Siyasal güçler yada
carrossier er. 1. Arabacı, araba yapıcısı. 2. kişiler arasında geçici anlaşma (Le cartel d'action
Karoserci. laïque. Le cartel des gauches). 3. tic. Kartel (Cartel
carrousel er. 1. Gösterili süvari geçiti. 2. Gösterili de production, cartel de vente). 4. Duvar saati
süvari geçitlerinin yapıldığı alan. 3. mec. Geçit çerçevesi; çerçeveli duvar saati (Le cartel est
törenlerindeki araçların bütünü, gösteri yapan arrêté, il faut le remonter).
araçlar alayı (Un carrousel d'avion, de motos). carte-lettre diş. Kapalı posta kartı, mektup kartı,
carrure diş. 1. Sırt genişliği, omuz genişliği. 2. cartellisation diş. Kartelleşme, kartelleştirme.
Genişlik, geniş ve sağlam yapılılık (La carrure des carter gçl. -i bir karton üzerine tutturmak (Carter
mâchoires. Une poitrine d'une belle carrure). des boutons).
cartable er. 1. Resim cüzdanı. 2. Öğrenci çantası carter | kart EK | er. Bisiklet zinciri, otomobil
(Cartable à poignée: Saplı çanta. Cartable à parçalan gibi şeyleri örtmeye yarayan parça,
bretelle: Askılı çanta). 3. Sünger kâğıdı, karter (Carter du différentiel, carter du
carte diş. 1. Kart (Carte d'identité; carte d'étudiant, changement de vitesse).
carte d'électeur). 2. Kartvizit (Un monsieur est carteriediş. İskambil kâğıtçılığı.
cartésianisme 219 casaquin

cartésianisme er. fels. Dekartçılık. caryophylées diş. ç. bitb. Karanfiller,


cartésien, ne s. ve ad. Dekartçı (Les grands caryopse er. bitb. Buğdaysı yemiş,
cartésiens. Esprit cartésien). cas er. 1. Olgu, olay "vakıa (Il neige en juillet, c'est un
carthaginoise s- ve ad. Kartaca'ya, kartacalilara cas exceptionnel). 2. Hal, durum (Je me trouve
değgin; kartacaiı. dans un cas difficile. Cas général, cas particulier).
carthame er. Yalancı safran, 3. İhtimal, olasılık (Avez-vous envisagé le cas d'un
cartier er. İskambil kâğıdı yapıcısı, retard à la livrasion?). 4. hek. Sayrılık, hastalık
cartilage er. Kıkırdak (Le cartilage du nez, de (Un cas urgent, un cas grave). S.dilb. Ad durumu,
l'oreille). durum. 6. İlginç kişi (Sa conduite est
cartilagineux, euse s. Kıkırdaklı, kıkırdaksı, extraordinaire, c'est vraiment un cas).!, huk.
kıkırdak niteliğinde (Tissu cartilagineux). Eylem, "fiil, suç (Cas prévu parla loi. Cas
cartographe er. Haritacı, pendable: Asılmayı gerektiren suç). § Au cas
cartographie Haritacılık, que...: -ise; -olursa (Au cas qu'il vienne: Gelirse).
cartographiques. Haritacılığa değgin, Au cas où: -diğinde; -diği takdirde (Au cas où
cartomancie diş. İskambil falı. § Pratiquer la j'aurais un empêchement, je vous passerais ui
cartomancie: İskambil falına bakmak, coup de téléphone). Dans le cas où: -diği takdirde
cartomancien, ne ad. İskambil falcısı, (Dans le cas où il refuserait, nous chercherons une
carton er. 1. Mukavva. 2. Mukavva kutu, karton autre solution). En pareil cas: Böyle bir durumda.
kutu (Un carton à chapeau, carton à chaussures). En ce cas: Şu halde, öyleyse. Le cas échéant:
3. Dolap, dosya dolabı (Son dossier dort dans les Gerektiğinde, "icabında. En cas de besoin:
cartons du Ministère). 4. Resim cüzdanı, resim Gerektiğinde, gereksinme duyulduğunda, hîni
dosyası (Carton à dessin). S. (Basımcılıkta) hacette. En tout cas: Her ne olursa olsun, her
Kitaba katılmış yaprak. 6. Resim taslağı (Les halde. En cas de: -halinde, olduğunda (En cas
cartons de Rafaël). 7. Küçük harita. 8. Çanta d'accident, prévenez la police. En cas de pluie, on
(Carton d'écolier). § Faire un carton sur qn: n'ira pas au théâtre). En aucun cas: Hiçbir halde,
Birine ateş etmek (Il a fait un carton sur son hiçbir durumda. Cas de conscience: Tereddüt,
adversaire qui passait). üzerinde karar verilmesi çok güç bir nokta (Dois-
cartonnage er. 1. Mukavvacilik. 2. Kap geçirme (Le je accepter ou refuser ce poste? C'est cas de
cartonnage d'un livre). 3. Karton kutu (Il a mis conscience). Cas fortuit: huk. Beklenmedik
l'appareil dans un cartonnage solide). durum. C'est le cas de f.qch: -menin tam sırası;
cartonner gçl. 1. Mukavva geçirmek, kap geçirmek -mek çok yerinde olur (C'est le cas de le dire).
(Cartonner un livre). 2. gsz. İskambil oynamak, Faire grand cas de qn: Birine karşı çok saygı
kâğıt oynamak, göstermek; değer vermek, saymak. Faire cas de
cartonnerie diş. 1. Mukavvacilik. 2. Mukavva qch: -e önem vermek (Nous faisons cas de la
fabrikası. vertu). Ne faire aucun cas de qch: Bir şeye hiç
cartonneux,euse s. 1. Mukavva gibi, mukavvayı önem vermemek, aldırmamak. Cas désespéré:
andıran. 2. Sertleşmiş, kurumuş, kayış gibi. Umutsuz bir durum; adam olacağında,
cartonnier er. 1. Mukavvacı. 2. Dosya dolabı, düzeleceğinde, kurtulacağında hiç umut olmayan
carton-pâte er. Kaba mukavva, kimse (C'est un cas désespéré).
carton-pierre er. Kartonpiyer, casanier, ère s. ve. ad. Evde oturmasını seven;
cartothèque diş. 1. Coğrafya haritaları evcimen; hep evde geçen (Une femme casanière.
koleksiyonu. 2. Haritalık, haritaların konduğu Une casanière. Une vie casanière).
yer. casaque diş. 1. Geniş kollu üstlük (Casaque
cartouche 1. Kimi yazıların etrafına yapılan süs. mousquetaire). 2. Binicilerin giydiği parlak
2. Erlere verilen izin kâğıdı. 3. Fişek (Cartouche renkli ipek ceket (Casaque de jockey). 3. (Eski)
de chasse, cartouche à balle). 4. Birkaç paketi Kısa kadın ceketi, bluz. § Tourner casaque:
içine alan kutu (Une cartouche de cigarettes). § Düşünce yada yön değiştirmek (Un politicien qui
Tirer à cartouche sur qn: Birinin aleyhinde verip tourne souvent casaque).
veriştirmek, aleyhinde atıp tutmak, casaquin er. 1. Bir tür kadın mintanı. 2. hlk. İnsan
cartoucherie diş. Fişek fabrikası, vücudu. § Tomber sur le casaquin à qn: Birinin
cartouchière diş. Fişeklik, üstüne çullanmak, -i adamakıllı dövmek. Ne rien
cartulaire er. Manastırların gelir ve vakıf sicili, avoir dans le casaquin: Aç acına olmak,
carvi er. bitb. Karamankimyonu. kursağında birşey bulunmamak.
cascade 220 cassation

cascade diş. Çağlayan (Cascade naturelle, cascade Etre à la caserne: Asker almak, silah altında
artificielle). § Une cascade de: Bir sürü (Il m'a olmak.
embêté par une cascade deparoles. Une cascade de casernement er. 1. Kışlaya yerleşme, kışlaya
chiffres). En cascade: Zincirleme, art arda, üst yerleştirme (Casernement des troupes). 2. Kışla
üste (Il a des malheurs en cascade). Par cascades: binası (Les soldats rentrent au casernement).
1. Birçok yerden, birçok ağızdan dolaşarak (Cette caserner gçl. 1. Kışlaya yerleştirmek (Casernerdes
nouvelle m'est venue par cascades). 2. Kopuk troupes). 2. gsz. Kışlada oturmak,
kopuk, arada bağ olmadan (Ce discours va par cash er. iııg. tkz. Peşin para. § Payer cash: Tıkır tıkır
cascades). para sayıp ödeınek.
cascader gsz. 1. Çağlayan gibi akmak (Un torrent casier er. 1. Evrak dolabı, evrak rafı, evrak gözü. 2.
qui cascade). 2. hlk. (Eski) Düzensiz bir yaşam İstakoz gibi kabukluları avlamak için kullanılan
sürmek. sepet, çöten. § Casier judiciaire: Adlî sicil,
cascadeur, euse s. vead. 1. Uygunsuz vcdüzeıısizbir casimir e. Kazmir, ince, hafif bir tür yünlü kumaş,
yaşam süren (Un air cascadeur. Une cascadeuse). casino er. Gazino,
2. Takla atma gösterileri yapan cambaz. 3. Bir casoarer. Avustralya devekuşu,
filmin tehlikeli sahnelerini asıl oyuncu yerine casque er. 1. Zırhlı başlık (Casque de dragon, de
çeviren cambaz. cuirassier. Un casque de soldat). 2. Koruyucu
cascatelle diş. Küçük çağlayan, başlık (Casque de pompier, casque de
case diş. l^AfrikaveAmerika'da)Kulübe (Une case motocycliste). 3. (Telefoncuların kullandığı)
de nègre). 2. (Bir sandık yada dolapta) Göz (Un Almaçlı başlık (Ecouter au casque. Casque
tiroir à plusieurs cases). 3. (Satranç ve damada) téléphonique). 4. Saç kurutma makinası (Elle est
Hane (Les 64 cases de l'échiquier). 4. (Tavlada) restée une demie heure sous le casque). 5.
Kapı (Lescases triangulaires du jeude trictrac). S. (Kuşların başındaki) Tepelik. § Casques bleus:
(Bir sicil defterinde) Hane. 6. (Petekte) Göz, Birleşmiş milletler barış gücü askerleri,
hücre (Les cases d'une ruche d'abeilles). § Avoir casqué, e s. Zırhlı yada almaçlı başlık giymiş (Des
une case en moins, avoir une case de vide: hlk. Bir gendarmes casqués assurent le service d'ordre).
tahtası eksik olmak, kafadan biraz çatlak olmak. casquer gsz. 1. Kazıklanmak; para ödemek; bir
Manquer à qn une case: -in bir tahtası eksik olmak hesabı ödemek (Encore une feuille d'impôt? On
(Il lui manque une case). n'a jamais fini de casquer). 2. gçl. Ödemek, tıkır
caséation, caséification diş. Peynir haline getirme, tıkır saymak (J'ai casqué cent livres ce matin). 3.
peynirleştirme; peynirleşme, peynir haline gçl. -e başlık (kask) giydirmek (Casquer les
gelme. policiers).
caséeux, euse s. Peynire değgin, peynirli (La partie casquette diş. Kasket (Casquette d'officier,
caséeuse du lait). casquette de jockey).
caséine diş. Kazein. casquetterie diş. Kasketçilik, kasket yapımı ve
casemate diş. Kazamat, mermilere karşı korunmalı tecimi.
top yuvası. casquettier er. Kasketçi; kasket yapıp satan kimse,
casemater gçl. Kazamatlarla donatmak (Casemater cassables. Kırılır, kırılabilir, kırılgan,
une frontière). cassage er. Kırma, kırıp koparma (Cassage des
caser gçl. 1. Yerleştirmek, yerli yerine koymak minerais).
(Caser des papiers, caser du linge). 2. cassant,e s. 1. Kolay kırılır (Un métal cassant. Des
Yerleştirmek kapılandırmak (Caser sa fille: branches d'arbre cassantes). 2 .mec. Ters,nobran,
Ktztni evlendirmek. Caser ses enfants: kırıcı, sert (Un ton cassant, une voix cassante, des
Çocuklarını işe yerleştirmek). 3. Barındırmak paroles cassantes). 3 .mec. hlk. Yorucu (Untravail
(Caser un ami). 4. gsz. (Tavlada) Kapı almak. 5. cassant).
argo. Cinsel ilişkide bulunmak. §Secaser:l. Bir cassation diş. 1. (Bir yargıyı) Bozma (Cassation
yere, bir işe yerleşmek. 2. Evlenmek, bir yuva d'un jugement; cassation d'un acte, d'un
sahibi olmak (Il cherche à se caser). testament). 2. (Küçük subaylar için) Rütbesini
caseret er. caserette diş. Peynir kalıbı, alma, erliğe indirme (Cassation d'un caporal). 3.
caserne diş. 1. Kışla (Caserne d'infanterie, de müz. Bir süit türü, kasasyon (Les cassations de
cavalerie). 2. Kışladaki asker (Toute la caserne Mozart). § Pourvoi en cassation, demande en
sera consignée). 3. mec. Büyük ve düzensiz ev, cassaton: Yargıtaya başvurma, "temyiz etme.
kışla gibi ev. § Plaisanterie de caserne: Kaba şaka. Cour de cassation: Yargıtay.
cassave 221 casser

cassave diş. Manyoka unu. bozmak (Casser un jugement, un arrêt, un


casse diş. 1. Kırma, kırılma (Ily a eu de la casse dans mariage). 5. Ekmeğinden etmek, işinden atmak
le déménagement des bibelots). 2. Kırılmış eşya, (Casser un fonctionnaire). 6. Rütbelerini
kırıklar (On reste stupéfait devant toute cette sökmek, rütbesini almak (Casser un officier). 7.
casse). 3. Vurma kırma, vur kır (Un caractère Ara vermek, bırakmak (Casser le travail). 8.
enflammé qui aime les cris, la casse). 4. (Dizgi Kırmak, engellemek, başarısızlığa uğratmak
harfleri için) Kasa. 5. (Döküm yerlerinde) Erimiş (Casser une grève). 9. gsz. Kırılmak (Le verre a
maden kurnası. 6. Sabuncu kepçesi. 7. Camcı cassé en tombant). 10. gsz. Dağılmak,
kaşığı (Casse de verrier). 8. bitb. Hıyarşembe. 9. parçalanmak (Cette pâte casse sous les doigts). §
er. argo. Dolandırıcılık. § Mettre qch à la casse: Casser la croûte: Bir şeyler atıştırmak ayaküstü
Hurdaya çıkarmak (Mettre une voiture à la casse). birşeyler yemek. Casser la gueule à qn: Birinin
Vendre qch à la casse: Hurda fiyatına satmak (ila ağzım burnunu dağıtmak, yüzünü çarşamba
vendu sa voiture à la casse). Faire un casse: argo. çarığına çevirmek, iyice dövmek. Casser sa pipe:
Bir dolandırıcılık yapmak, para çırpmak. Passez- tkz. Cartayı çekmek, ölmek. Casser la tête à qn:
moi la casse, je vous passerez le séné: Birbirimize Birinin kafasını şişirmek, canını sıkmak (Il nous
karşı hoşgörülü olalım, sen benim kusurumu casse la tête avec son discours). Casser les pieds à
görme ben de seninkini görmem, qn: Birinin canını sıkmak, kafasım şişirmek.
cassé,e s. 1. Kırık, kırılmış (Des objets cassés). 2. Casser les reins à qn: -i mahvetmek, hayatını
Beli bükülmüş (Un vieillard cassé). 3. Kısık, söndürmek. Casser le morceau: Ağzından baklayı
kısılmış (Une voix cassée). çıkarmak, ifşa etmek, olanı biteni bülbül gibi
casse-cou er. hlk. 1. Düşülebilecek, söylemek. Casser le moral à qn: -in moralini
yuvarlanılabilecek yer. 2. Gözünü daldan bozmak ; cesaretini kırmak. Casser du sucre sur le
budaktan sakınmaz kimse. § Criercasse-couàqn: dos de qn: Birinin aleyhinde verip veriştirmek,
Birini bir tehlikeden haberli kılmak, -i uyarmak, aleyhinde söylemediğini bırakmamak. Casser
casse-croûte er. Hafif yemek, ayakta çabucak bras et jambes à qn: Kolunu kanadını kırmak (La
atıştırılan yemek, nouvelle m'a cassé bras et jambes). Casser les
casse-cul s. vead. tkz. Can sıkıcı, kafa şişiren (Ilest vitres: Rezalet çıkarmak. En casser pour deux
casse-cul avec ses histoires!). ronds: tkz. Dobra dobra konuşmak, merhaba kör
casse-graine er. tkz. Bir lokma ekmek, ayakta kadı demek, doğrucu Davutluk etmek. Casser
atıştırılan bir iki lokma, son œuf: argo. Çocuk düşürmek. Casser le bail:
casse-gueule er. tkz. 1. Tehlikeli iş, tehlikeli atılım. argo. Boşanmak, ayrılmak. Ne pas casser trois
2. Kavga, savaş (Aller au casse-gueule). 3. s. tkz. pattes à un canard: tkz. Pek öyle ahım şahım bir
Tehlikeli (Un exercice casse-gueule. C'est casse- şey yapmamak, yaptığı şey pek de önemli
gueule). olmamak. Ne rien casser: hlk. Pek önemi
cassement er. 1. Kırma. 2. Büyük yorgunluk. 3. olmamak (Ça ne casse rien). Atout casser: l.Çok
argo. Dolandırıcılık. § Cassement de tête: Kafa hızlı, çok süratli (Il conduit sa voiture à tout
şişirme, kafa şişmesi; can sıkıcı şey (Ce travail est casser). 2. Olsa olsa, en çok, "azami (Ça
un cassement de tête). demandera trois jours à tout casser). 3.
casse-noisettes er. Fındıkkıran, fındık kırma âleti. § Alabildiğine (Une colère à tout casser, une fête à
Faire casse-noisettes: argo. Cilveleşmek,yavrum tout casser). 4. Olağanüstü, eşsiz (Un repas à tout
yavrum sevişmek, casser, un film à tout casser). § Se casser: 1. argo.
casse-noix er. Cevizkıran, ceviz kırma âleti, Çekip gitmek, tüymek, kaçmak (Ils'est cassé). 2.
casse-pattes er. Kötü rakı. Kırılmak (Les œufs se sont cassés). 3. Se casser
casse-pieds er. tkz. 1. Yapışkan,can sıkan,illet eden qch: -sini kırmak, -si kırılmak (Il s'est cassé la
adam. 2. s. Can sıkıcı, illet edici (Elles sont casse- jambe). § Se casser le nez: Başaramamak,
pieds). başarısızlığa uğramak (Il a voulu faire comme
casse-pipes er. argo. Savaş (A İler au casse-pipes). moi, mais il s'est cassé le nez). Se casser le pif: tkz.
casse-pierres er. Taş kırma makinası, taş kırma Burnu kırılmak, onuru yaralanmak. Se casser les
balyozu. yeux: Gözleri bozulmak. (Tu vas te casser les yeux
casser gçl. 1. Kırmak (Casser une vitre, des œufs, un à lire). Se casser la voix: Sesi kısılmak. Se casser la
verre, une porte). 2. Koparmak (Le cheval a cassé figure: Düşmek; kaza geçirmek; intihar etmek. Se
son licol). 3. Bozmak (Casser une montre, une casser la tête: 1. Kafasını yormak, kafa patlatmak.
machine, une bicyclette). 4. Hükümsüz kılmak, (Ils 'est cassé la tête sur ce sujet). 2. Canını sıkmak,
casserole 222 catapulte

üzülmek. (Ne te casse pas le tête: Üzme tatlı canını, castration diş. 1. İğdiş etme,burma, hadımlaştırma
aldırma). 3. Se casser la tête à f.qch: -mek için çok (Castration d'un chat). 2. ruhb. Hadımlık
çabalamak, kıçını yırtmak (Bu anlamda "Se karmaşası.
casser lecul"dedenir).N'ya pas à se casser la tête : castrer gçl. İğdiş etmek, burmak, hadımlaştırmak
Üzülmeye değmez. Qui casse les verres les paie: İti (Castrer un animal).
öldürene sürütürler; bir suç işleyen cezasını da casuel, le 1. s. Umulmadık, beklenmedik,
çeker. rastlantıya bağlı (Des choses casuelles). 2. er.
casserole diş. 1. Tencere (Le riz a attaché au fond de Olağandışı gelir, beklenmedik kazanç,
la casserole). 2. tkz. Bozuk piyano, kötü piyano. casuiste er. Vicdan durumlarını inceleyen
3. argo. Projektör. 4. argo. Muhbir; fesat, tanrıbilim kolu uzmanı, "kazüvist.
casserolée diş. Bir tencere dolusu (Une casserolée de casuistique diş. 1. Vicdan durumlarını inceleyen
riz). tanrıbilim kolu. 2. hkr. Pek ince eleyip sık
casse-tête er. 1. Topuz. 2. Yorucu ve içinden dokuma.
çıkılmaz iş (La déclaration de ses revenus était casus belli er. Lat. Savaş nedeni olabilecek durum,
pour lui un vrai casse-tête). 3. Gürültü (Le casse- savaş nedeni,
tête d'une fête foraine). catachrèse diş. ed. İğretileme, "istiare.
cassette diş. 1. Çekmece, mücevher kutusu. 2. cataclysmal,e; cataclysmique s. Tufan gibi,
(Hükümdarlar için) Has hazine (La cassette d'un kıyameti andıran, felâketli,
prince). 3. Kaset (Enregistrement sur cassette. cataclysme er. 1. Tufan. 2. Kıyamet. 3. mec. Büyük
Magnétophone à cassettes). felâket (La rupture de ce barrage entraînerait un
casseur, euse ad. 1. Kıran, kırıcı (Casseur de terrible cataglysme dans la vallée).
pierres). 2. Yaygaracı, yalancı pehlivan. 3. argo. catacombe diş. Yeraltı gömütlüğü (Les catacombes
Hırsız, arakçı. 4. s. Her şeyi kıran, sakar (Cette de Rome).
domestique est casseuse). § Casseur d'assiettes: catafalque er. Katafalk (Dresser un catafalque).
Şamatacı. Jouer les casseurs: Yalancı pehlivanlık cataire diş. bitb. Kedinanesi.
etmek, yaygaracılık etmek, catalepsie diş. Katalepsi, dış dünyayı duyma ve
cassier er. bitb. Hıyarşembe ağacı, istediği devinimi yapma gücünün yitimi, irade
cassis er. 1. Yolun bir yakasından öbür yakasına yitimi.
geçen hark, kasis; çukurluk, çukur. 2. Bir tür cataleptique s. 1. Katalepsiye değgin. 2. ad.
frenk üzümü fidanı. 3. Frenk üzümü likörü (Un Katalepsiye tutulmuş (Un, une cataleptique).
verre de cassis). 4.argo. Baş, tepe. § Tomber sur le catalogage er. Kataloglama, katalog haline
cassis: Tepesi üstü düşmek, getirme,
cassolette diş. Buhurdan, catalogue er. Katalog.
cassonade diş. Ham şeker, cataloguer gçl. 1. (Bir şeyin) Katalogunu yapmak
cassoulet er. Etli kuru fasulye, (Cataloguer les livres d'une bibliothèque) .2. mec.
cassure diş. 1. Kırılmış yer, kırık (Cassure dans les tkz. Birini, belli bir kategoriye, belli bir yere
couches géologiques). 2. Kopma, kırgınlık, oturtmak; birini... olarak bellemek, mimlemek
bozuşma (Cassure dans une amitié, dans une vie). (Il m'a catalogué comme un paresseux. Tu l'as
castagnettes diş. ç. Çalpara, kastanyet, catalogué, pour toi il n'est qu'un vaniteux).
castanéacées diş. ç. bitb. Palamutgiller. catalpa er. Karameşe, kurtyemez.
caste diş. toplb. 1. Kast (Les parias sont hors castes). catalyse diş. kim. Kataliz, kimi kimyasal cisimlerin
2. Sınıf, tabaka (Une petite ville où des kendileri hiçbir değişikliğe uğramadan başka
fonctionnaires à la retraite forment une véritable cisimlere yaptıkları etki; 'tezleştirme,
caste). tezlendirme, tepkime hızını artırma,
castel er. Küçük şato. catalyser gçl. kim. "Tezgenlemek, katalize etmek,
castor er. hayb. 1. Kunduz. 2. Kunduz kürkü (Un catalyseur er. kim. Katalizör, 'tezgen.
manteau de castor). 3. mec. Ortaklaşa konut catalytique s. kim. Katalize değgin "tezgensel;
yaptıran kişiler. 4. argo. Tüysüz oğlan, parlak tezgenli (Action catalitique).
oğlan, ibne. cataphote er. Dışardan gelen bir ışığın etkisiyle
castrat er. Sesi kalınlaşmasın diye çocukluğunda geceleyin ışıklı görünen reflektör, katafot,
iğdiş edilmiş şarkıcı. cataplasme er. hek. Lapa.
castrateur,trice s. ruhb. Hadımlaştıncı, hadımlık catapultage er. Fırlatma, atma.
karmaşası yaratıcı. catapulte diş. 1. Mancınık. 2. Fırlatma rampası;
catapulter 223 caudataire

füze rampası, mant. Koşulsuz, "şartsız,


catapulter gçl. 1. Mancınıkla atmak. 2. mec. tkz. catégoriquement bel. Kesin olarak (Il refuse
Fırlatmak, savurmak, atmak (Le choc a catapulté catégoriquement).
le cycliste à plusieurs mètres). 3. mec. -i aniden catégorisation diş. Ulamlama, kategorileme,
sürmek, ışınlamak,uzaklaştırmak (Catapulter un kategorilere ayırma,
fonctionnaire dans une ville éloignée). catgut er. hek. Katgüt, ameliyatlarda kullanılan
cataracte diş. 1. Büyük çağlayan, çavlan (La ince barsaktan yapılmış dikiş teli.
cataracte du Niagara). 2, Sağnak, sel (Des catharsis diş. X .fels. Arınma. 2. ruhb. Boşalım,
cataractes de pluie). 3. hek. (Gözde) Perde, aksu, c a t h é d r a l e ^ . Katedral. § Verre cathédrale: Yüzü
akbasma, "katarakt (Il a subi une opération de la dalgalı, yarı saydam bir tür cam.
cataracte). cathéter er. hek. Sonda, kateter.
catarrhe er. İngin, "nezle (Catarrhe du nez). cathétérisme er. hek. Sonda takma, kateter yapma
catarrhal,e s. İngine değgin, nezneyle ilgili (Fièvre, (Cathétérisme cardiaque).
toux catarrhale). cathétomètre er. Düzeç ayrımı ölçeri,
catarrheux, euse s. İnginli, nezleli (Un vieillard cathode diş. fiz. Katot, *eksinç.
catarrheux). catholicisme er. Katoliklik, katolik mezhebi,
catastrophe diş. 1. Bir şiir yada tiyatro oyununun catholicité diş. 1. Katolik felsefesi. 2. Katolik
bitimi, son (La catastrophe de cettepièce est un peu topluluktan, katolik dünyası (Le discours du pape
sanglante). 2. Yıkım, felâket (Subir une s'adresse à la catholicité).
catasptrophe). 3. Çok kötü şey, berbat şey, catholique s. 1. Katolikliğe değgin (Eglise
felâket (Son dernier roman est une catastrophe). catholique, la foi catholique). 2. tkz. Kurala
catastrophé,e s. tkz. Bitmiş, yıkılmış, mahfolmuş uygun ; dû rüst (Il n'a pas l'air bien catholique avec
(Il en était tout catastrophé). son regard). 3. ad. Katolik (Les catholiques
catastropher gçl. tkz. Yıkmak, mahfetmek. reconnaissent l'infaillibilité du pape). § Sa Majesté
catastrophique s. 1. Korkunç, felâketli (Un Catholique: İspanya kralı,
événement catastrophique). 2. tkz. Felâket cati er. Çirişli kumaş perdahı,
yaratabilecek, sonu felâketli, korkunç, akıl catilinaire diş. Çok sert yergi, sert eleştiri,
almaz (Le gouvernement a pris des mesures catillac, catillard er. Bir kış armudu.
catastrophiques). 3. Çok kötü, berbat (Ta catimini(en) bel. tkz. Gizlice (Il s'est approché en
dernière pièce est catastrophique). catimini. Tu fais tout en catimini).
catatonie diş. ruhb. Donukluk, catin diş. Orospu, kaltak.
catatoniques. vead. ruhb. Donuk, catirgçl. Çirişlemek,perdahlamak (Catirdudrap).
catch er. Ing. Kaç, kaç güreşi, catissage er. Çirişleme, perdahlama,
catcher gsz. Kaç yapmak, catisseur, euse ad. Kumaş perdahçısı,
catcheur, euse ad. Kaç güreşçisi, catogan er. Fiyonklu küçük saç örgüsü,
catéchèse diş. (Hıristiyanlıkta) Sorulu yanıtlı din caucase er. Kafkasya; Kafkas Dağlan,
dersi. caucasien,ne s. ve ad. 1. Kafkas, kafkasyalı. 2.
catéchisation diş. 1. Hıristiyanlığın temel bilgilerini Kafkasya'ya ve kafkaslara değgin,
öğretme. 2. İnandırmaya çalışma, cauchemar er. 1. Karabasan, kâbus. 2. mec. tkz.
catéchiser gçl. 1. Hıristiyanlığın temel bilgilerim Cansıkıcı adam, baş belâsı. 3. Korkunç şey,
öğretmek (Catéchiser un enfant, un infidèle). 2. insanın uykusunu kaçıran sıkıcı şey (Ecrire des
mec. İnandırmaya çalışmak (Il a voulu me lettres, voilà mon cauchemar). § Faire un (des)
catéchiser, mais en vain). cauchemar: Kâbus görmek, kâbuslar basmak
catéchisme er. 1. Din dersi (Aller au catéchisme). 2. (Toute la nuit j'ai fait des cauchemars).
Din kitabı (Je vais acheter un catéchisme). cauchemarder gsz. Kâbus görmek,
catéchiste ad. Din öğretmeni, cauchemardesque, cauchemaresque yada
catéchumène [katekymEn] ad. Hıristiyan dinine cauchemardeux,euses. Kâbus dolu, kâbuslu,çok
girmeye hazırlanan kimse, sıkıcı (Une aventure cauchemardesque).
catégorie diş. Kategori, ulam, takım (Ranger des caudal,e s. Kuyruğa değgin (Appendice caudal.
livres en plusieurs catégories). Nageoire caudale).
atégoriel,le s. dilb. Ulamsal. caudataire er. 1. Büyük rahiplerin ayin giysisi
atégorique s. 1. Kesin, açık (Une réponse kuyruğunu taşıyan. 2. mec. Dalkavuk, etek öpen,
catégorique. Prendre une position catégorique). 2. çizme yalayan.
cauri 224 caution

cauri, cauris er. Küçük denizkabuğu. causer gçl. 1. Neden olmak, yol açmak (Causerun
causal,e s. Neden bildiren, nedensel (Cette malheur, des dégâts, un dommage. Ses mots
proposition relative a un sens causal). injurieux ont causé la bagarre). 2. Causer qch à qn:
causalisme er. fels. Nedenselcilik. Birinin -sine yol açmak, neden olmak (Ta lettre a
causalité diş. fels. Nedensellik, "illiyet (Principe de causé bien des ennuis à mon père. Cela lui causera
causalité, loi de causalité). § Lien de causalité: une grande perte). 3. gsz. Konuşmak, yarenlik
Nedensellik bağı, "illiyet rabıtası, etmek, çene çalmak. 4. Causer avec qn: Biriyle
causant,e s. Konuşkan, konuşmayı seven (Vous konuşmak, görüşmek (J'ai l'intention de causer un
n'êtes pas très causant). moment avec lui pour connaître son avis sur la
causatif,ive s. dilb. Neden bildiren, "sebep question). S. Causer à qn: Biriyle konuşmak (Jene
gösteren. lui ai jamais causé). 6. Causer de qch: Bir şeyden
cause diş. 1. Neden, "sebep (La cause d'un accident, söz etmek, bir şey üzerine konuşmak (Causer de
d'un succès, d'un échec, d'une guerre). 2. Hak politique, de littérature, de peinture. On causait
(Défendre sa cause. Une cause perdue). 3. Dâva des derniers événements). 7. Causer sur qn: Birini
(Confier une cause à un avocat, gagner une cause). çekiştirmek, hakkında dedikodu yapmak (Toutle
4. Durum (Il faut s'intéresser à la cause de cet quartier cause sur elle). § Causer de la pluie et du
enfant). 5. Müşteri (Un avocat sans causes). § beau temps: Dereden tepeden söz etmek. Causer
Cause finale: Ereksel neden. A cause de: chiffon: Şurdan burdan konuşmak, lâf etmek.
Yüzünden, nedeniyle (J'ai été puni à cause de toi. Trouver à qui causer: Tam da adamına çatmak,
Il ne sort pas à cause du froid). Pour cause de: karşısında yaman bir kişi bulmak (Si tu te mêles de
Yüzünden, nedeniyle, dolayı (Il a été renvoyé de mes affaires, tu trouveras à qui causer).
son poste pour cause d'incapacité. Le magasin est causerie diş. 1. tkz. Konuşma, yarenlik. 2. ed.
fermé pour cause d'inventaire). Etre cause de qch : Söyleşi (Une causerie littéraire, scientifique).
-in nedeni olmak; -den sorumlu olmak (Tu seras causette diş. tkz. Ayakta çene çalma, iki lâkırdı
cause de mon bonheur. Il est cause de notre perte). etme. § Faire la causette: Biraz çeııe çalmak, iki
Avoir pour cause qch: Nedeni... olmak (Sa joie lâkırdı etmek,
avait pour cause une bonne nouvelle qu'il venait causeur, euse s. vead. 1. Konuşkan (Cet enfant n'est
d'apprendre). Et pour cause!: Haklı olarak, pas causeur). 2. İyi konuşan kimse (Il est un
elbette, haksız da değil (Il n'a pas demandé son brillant causeur).
reste, et pour cause!). Etre en cause: Sözkonusu causeuse diş. İki kişilik kanepe, konuşma koltuğu,
olmak; ortada... olmak; işin içine... girmek. causticité diş. 1. Yakıcılık, dağlayıcılık (Causticité
(Maintenant mon honneur est en cause). Mettre d'un acide). 2. mec. İğneli alaycılık, ısırıcılık
qch en cause: Söz konusu etmek; ortaya... (Causticité d'un article, causticité d'une
koymak; işin içine katmak, tartışma konusu épigramme, d'une satire).
yapmak (Il met en cause tous les problèmes caustique s. ve er. 1. Yakıcı, dağlayıcı (Substance
épineux). Etre hors de cause: Söz konusu caustique, soude caustique, potasse caustique. Les
olmamak (Votre cas est hors de cause). Mettre qch caustiques sont employés en thérapeutique). 2.
hors de cause: Tartışma dışı bırakmak, söz konusu Alaylı, iğneli (il a l'esprit caustique. Un article
etmemek. En tout état de cause: Her ne olursa caustique).
olsurf, "her halü kârda (En tout état de cause, je cautèle diş. Dalkavukça kurnazlık,
saurai à qui m'adresser). En désespoir de cause: cauteleux, euse s. Dalkavukça kurnaz (Il a des
Başka çare kalmayınca, başka bir yol manières cauteleuses).
olmadığından. En connaissance de cause: cautère er. hek. Dağlama maddesi, dağlayıcı;
Durumu iyi bilerek, her şeyi bilerek, işin iç yakma aleti, koter. §C'est un cautère sur une
yüzünü bilerek (Il agit en toute connaissance de jambe de bois: Ok meydanında buhurdan yakmak
cause). La bonne cause: Haklı dâva (Il travaille gibi bir şey bu. Müslüman mahallesinde
pour la bonne cause). Pour les besoins de la cause: salyangoz satmaya benzer bu. Hiçbir etkisi ve
Durum gereği, işin gereği olarak. Prendre fait et önemi olmadı,
cause pour qn: Birinden yana olmak, birinin cautérisation diş. Dağlama, yakma (Cautérisation
yanını tutmak (Il a pris fait et cause pour nous). d'une plaie).
Faire cause commune avec qn: Biriyle işbirliği cautériser gçl. Dağlamak, yakmak (Cautériser une
yapmak (On ne peut pas faire cause commune avec plaie, une blessure). '
des gens pareils). caution diş. 1. Mnancalık, *güvencelik, "teminat
cautionnement 225 caverne

akçesi (Verser une caution, déposer une caution: 5. Büyük forma kâğıt. 6. Bir yol yada bir kanal
Teminat yatırmak. Exiger une caution: Teminat boyunca uzanan toprak yığını. 7. Yanda yöredeki
istemek). 2. Destek, koruma, himaye (Un tabyaları göz altında bulunduran istihkâm. §Beau
candidat qui seprésente devant les électeurs avec la cavalier: Boylu boslu ve çevik delikanh, cilasun.
caution d'un chef de parti). 3. Kefil; kefalet. 4. Faire cavalier seul: Tek başına iş görmek, kendi
inanca, güvence, "teminat. § Caution solidaire: başına hareket etmek (Il a l'habitude de faire
Müteselsil kefil; müteselsil kefalet. Sous caution: cavalier seul).
Kefaletle, kefalet altında. Sujet à caution: cavalier, ères. 1. Süvarilere özgü, süvarilere değgin
Güvenilmez, inanılmaz, su götürür, şüpheli (Une (Tournure cavalière). 2. Biraz sert, kaba saba (Un
nouvelle sujette à caution. Il a un caractère sujet à geste cavalier, une réponse cavalière). 3.
caution). Mettre en liberté sous caution: Kefaletle Münasebetsizce, edepsizce (Une plaisanterie
salıvermek. §Se porter caution pour qn: Birine cavalière). 4. ad. Kavalye (La cavalière d'un
kefil olmak (Ils'est porté caution pour son cousin). danseur. Elle a trouvé un gentil cavalier). 5.
cautionnement er. 1. Kefillik. 2. İnancalık, Atlılara ayrılmış, atlılara özgü (Piste, allée
güvencelik, teminat akçesi (Il a versé un cavalière). § Plan cavalier: Yüksekten ve geriden
cautionnement pour obtenir sa mise en liberté bakılarak yapılan plan. Perspective cavalière:
provisoire). 3. Kabul etme, benimseme (Le Yüksekten ve arkadan bakılarak çizilen
cautionnement de cette politique par le Parlement kabataslak görünüm,
est un fait accompli). cavalièrement bel. Sertçe, küstahça (Il répond trop
cautionner gçl. 1. Kefil olmak (Cautionner un ami). cavalièrement).
2. Benimsemek, desteklemek (Il ne veut pas cavatine diş. müz. Arık ve gösterişsiz bir arya türü;
cautionner la politique du gouvernement). tek sesli parça,
cavalcade diş. 1. At gezintisi, grupla at gezintisi. 2. cave diş. 1. Mahzen (Cave à provisions, à bois, à
Atlı grubu. 3. Atlı, arabalı geçit. 4. Koşuşma, charbon). 2. tçki mahzeni (Il a du vin en cave.
atlama, zıplama, koşu (Une cavalcade de rats au Cave pleine de tonneaux). 3. Mahzendeki içkiler
grenier). S. Kalabalık, sürü, güruh (La cavalcade (Je connais la richesse de ta cave). 4. İçki dolabı.
des élèves dans les couloirs. Une cavalcade 5. Kumarcıların önlerine koydukları para,kav.
d'enfants qui dégringolent l'escalier). 6. Yeraltı eğlence kulübü (Les caves de
cavalcader gsz. 1. Grupla at gezintisi yapmàk. 2. Saint-Germain-des-Près). 7. argo. Hacıağa,
Koşuşmak, grup halinde koşuşup oynamak (Les enayi, kaz, parasım kadınlara yediren görgüsüz
enfants cavalcadent dans le jardin). zengin. 8.i.Çökük,çukur (Œil cave).% Veine cave:
cavale diş. 1. (Şiir dilinde) Kısrak (Une cavale Ana toplardamar (Veine cave supérieure).
indomptable et rebelle). 2. Kaçış, kaçma, firar,
caveau er. 1. Küçük mahzen. 2. Sanatçılar kahvesi,
tüyme. § Etre en cavale: argo. Kaçmak, firar
taşlamalı şarkıların söylendiği kabare (Les
etmek, firarda olmak,
caveaux de Montmartre). 3. Yer altı gömütlüğü,
cavaler gsz. hlk. 1. Koşmak, koşup durmak (J'ai
gömütlük, "mezarlık (ila été enterré dans le caveau
cavalé toute la journée). 2. gçl. Can sıkmak,
de famille).
bıktırıp usandırmak (Tu me cavales). § Se cavaler:
caver gçl. 1. (Bir şeyi) Altından oymak. 2.
argo. Kaçmak, tüymek, firar etmek (Il a laissé la
(Kumarda) Ortaya koymak (Il a cavé mille
porte ouverte, tous les lapins se sont cavalés).
francs). 3. gsz. Oyunda ortaya para koymak. 4.
cavalerie diş. 1. Süvarilik, süvari sınıfı (Une brigade
Oymak, çukurlaştırmak (La rivière a cavé sous la
de cavalerie). 2. Bir yerdeki atların tümü (La
pile du pont). § Caver au plus fort: 1. Önünde en
cavalerie d' un cirque). § La grosse cavalerie: Kaba
çok para olan oyuncu kadar ortaya para koymak.
şey, zevksiz şey, rastgele şey (Dans le rayon voisin
2. mec. Herşeyi aşırıya vardırmak. Caver au plus
de la cristallerie, on trouve la grosse cavallerie de la
bas: İşleri berbat etmek. § Se caver: 1.
vaisselle defaïence).
Çukurlaşmak (Ses yeux se cavent). 2. Se caver de
cavaleur s. ve ad. Çapkın, hovarda (Il est un peu
qch: -kadar para ortaya koymak (Il s'est cavé de
cavaleur).
mille francs).
cavalier er. 1. Atlı, binici (Cavalier de cirque. caverne diş. 1. Mağara (L'âge des cavernes.
Cavalier participant à un concours hippique). 2. L'homme des cavernes). 2. Haydut sığınağı,
Süvari, süvari eri (Les cavaliers passent). 3. Bir mağara (Caverne de brigands). 3. (Hastalık
kadına eşlik eden erkek, kavalye (Elle n'a pas de dolayısıyla organlarda meydana gelen) Oyuk
cavalier pour danser). 4. (Satranç oyununda) At. (Cavernes pulmonaires).
caverneux 226 céder

caverneux,euse s. 1. Mağarah, mağara dolu (Une qn de f. qch: -mek -e düşer (C'est à votre mère de
région caverneuse). 2. Oyuk oyuk, içinde birçok décider: Karar vermek annenize düşer; karar
oyuk bulunan (Un tissu caverneux). 3. Boğuk, vermek annenizindir). C'est que...: -diğinden
kısık, kuyu dibinden gelir gibi (Une voix dolayı, -diği için, -den ötürü (S'il a échoué, c'est
caverneuse). qu'il n'a jamais travaillé: Başaramadıysa, hiç
cavernicole s. ve ad. er. Mağaralarda yaşayan çalışmadığındandır, hiç çalışmadığı içindir). C'est
(Poissons cavernicoles). à f. qch: -cek bir şey bu(C'est à pleurer.'Ağlanacak
cavet er. (Mimarlıkta) Çukur silme, yarım silme, bir şey bu). C'est... qui: -en... dir (C'est mon fils
yarım oluk. qui a gagné: Kazanan benim oğlumdur). C'est...
caviar er. Havyar. § Passer au caviar: Mürekkeple que: -diği... dir (C'est une bonne maison que je
karalamak, sansür edip çıkarmak, cherche: Aradığım iyi bir evdir). Si ce n'est...: 1.
caviardage er. Karalama, sansür edip çıkarma, .. .değilse bile (Il est l'un de mes meilleurs amis, si
caviarder gçl. Karalamak, sansür edip çıkarmak ce n'est le meilleur: En iyisi değilse bile en iyi
(Cavidarder un texte). dostlarımdan biridir o). 2. Hariç, -den başka (Je
cavité diş. Oyuk, çukur, boşluk (Cavité des yeux, vous défends de ne rien emporter, si ce n'est des
cavité du nez. Cavités naturelles du sol. L'eau a livres: Kitaplar hariç (kitaplar dışında) hiçbir şey
creusé une cavité dans la roche). götürmenize izin vermiyorum). C'est pourquoi:
ce, cet, cette, ces s. 1. Bu (Ce livre, ce garçon. Cet Bunun için, bundan dolayı (J'ai beaucoup d'amis
arbre, cet enfant. Cette fille, cette maison. Ces dans cette ville, c'est pourquoi je veux m'y
livers, ces arbres, ces filles). 2. Bu işaret installer pour de bon).
sıfatlarından sonra gelen sözcüğün sonuna -ci céans bel. Burası, burada (Sortez de céam: Çıkın
eklenince ŞU, -là eklenince de O işaret sıfatları buradan).
yapılır (Ce garçon-ci: Şu çocuk; Cet arbre-ci: Şu ceci adıl. Bu, bunu ( Ceci ne m'a pas plu: Bu hoşuma
ağaç; Cette fille-ci: Şu kız; Ces livres-ci: Şu gitmedi. Je préfère ceci: Bunu yeğlerim).
kitaplar;Cesenfants -ci: Şu çocuklar;Ces filles -ci: cécité diş. 1. Körlük (Elle est atteinte de cécité. Il est
. Şu kızlar. Ce livre-là: O kitap; Cet arbre-là: O menacé de cécité complète s'il ne se fait pas
ağaç; Cette fille-là: O kız; Ces livres-là: O kitaplar; opérer de la cataracte). 2. mec. Görmezlik,
Ces arbres-là: O ağaçlar; Ces filles-là: O kızlar). kavrayamazlık (Je reste stupéfait devant une telle
ce adıl. Konuşulan şeyi, şeyleri, kişi yada kişileri cécité).
anlatmaya yarar (C'est juste: Bu doğrudur; C'est cédant,e ad. Bir hakkı başkasına bırakan; (Bir şeyi
votre ami: O sizin dostunuzdur; Ce sont mes başkasına) bırakıcı.
enfants: Bunlar benim çocuklarımdır). § Ce céder gçl. 1. Bırakmak, terketmek (Céder un
disant: Bunu söyleyince, bunu söyledikten sonra, terrain, un village). 2. Céder qch à qn: Bir şeyi
böyle söyleyerek. Ce faisant: Bunu yapınca, birine bırakmak (Il a cédé sa place à une vieille
böyle yaparak, bunu yaptıktan sonra. Pour ce femme). 3. Aktarmak, devretmek, (Céder un
faire: Bunu yapmak için. Sur ce: Bunun üzerine, magasin, un fonds, une créance). 4. Satmak (Va
bunun üstüne. Ce q u i . . . : -en şey, -yen şey (Il ne demander à la voisine si elle pourrait me céder une
comprend pas ce qui me blesse: Beni yaralayan douzaine d'œufs). S. gsz. Boyun eğmek (Hafini
(üzen) şeyi anlamıyor). Ce que...: -diği şey (Je par céder). 6. gsz. Direnci kırılmak (Nos troupes
veux apprendre ce que vous allez faire: ont cédé sous les assauts d'un ennemi très supérieur
Yapacağınız şeyi öğrenmek istiyorum). Ce en nombre). 7. gsz. Pes demek, sinmek, aşağıdan
que...!: Ne kadar da (Ce qu'il fait froid!: Hava ne almak (7/ ne fautpas céder devant ces menaces). 8.
kadar da soğuk! Ce que vous êtes chic gsz. Céder à qch: Bir şeye boyun eğmek, uymak
aujourd'hui!: Bugün ne kadar da şıksmız!). Ce (Il faut céder à la coutume). § Céder du terrain:
qui: Bu ise, buda (Je ne peux pas aider mes frères, Toprak bırakmak, geri çekilmek, gerilemek
ce qui me tue: Kardeşlerime yardım edemiyorum, (Notre division a dû céder du terrain). Céder le pas
bu ise (bu da) beni öldürüyor). Ce que c'est que...: à qn: Birine pabuç bırakmak, üstünlüğünü kabul
-in ne olduğu (Une connaît pas ce que c'est qu'une etmek (Je ne lui céderai pas le pas). Céder le pas à
mort: Bir ölümün ne demek olduğunu, ne qch: Bir şeyi ön plana almak; bir şeyden sonra
olduğunu bilmiyor). Ce que c'est de f. qch: gelmek (Les intérêts particuliers doivent céder le
-menin ne demek olduğu (Tu apprendras ce que pas à l'intérêt général). Le céder à qn en qch: Bir
c'est de déranger les gens: Başkalarını rahatsız şeyde -den aşağı kalmak (Il ne le cède à personne
etmenin ne demek olduğunu öğrenirsin). C'est à en perspicacité. Son dernier roman ne le cède en
cédille 227 cellulaire

rien aux précédents). célébration diş. 1. Ululama, kutlama (La


cédille [sedijl diş. Ç harfinin altındaki çengel, célébration d'une fête, d'un mariage, d'un
cédraie diş. Sedir ormanı, dağselvisi ormanı, anniversaire). 2. Ayin yapma, ayin. 3. Akdetme,
sedirlik, dağselviliği. kıyma (Célébration du mariage: Nikâh kıyma).
cédrat er. Ağaçkavunu (Confiture de cédrat). célèbre s. Ünlü, tanınmış, anlı sanlı (Un écrivain
cèdre er. Dağselvisi, Lübnan selvisi, sedir (Bois de célèbre). § Se rendre célèbre: Üne kavuşmak,
cèdres). ünlü kişi olmak, tanınmak (Ils'est rendu célèbre en
cédule diş. 1. (Eskimiştir) Borç senedi 2. Vergi très peu de temps).
alınması gereken gelir listesi, célébrer gçl. 1. Ululamak, kutlamak, anmak
ceindre gçl. 1. Ceindre qch de qch: Bir şeyi -ile (Célébrer une victoire, une fête, un anniversaire).
kuşatmak .sarmak, çevirmek (Ceindre une ville de 2. Açıkça övmek, yüceltmek (Je célébrais ses
murailles). 2. Kuşanmak, takmak; sarmak mérites et la noblesse de son cœur. On célèbre cet
(Ceindre ses reins). § Ceindre le diadème, la artiste partout). 3. (Bir şeyin) Ayinini yapmak,
couronne: Taç giymek, kral olmak. Ceindre la törenini yapmak (Célébrer la messe). §Célébrerle
tiare: Papalık tacı giymek, papa olmak. Ceindre mariage: Nikâh kıymak (Le maire a célébré le
l'épée: Kılıç kuşanmak, savaşa hazırlanmak, mariage).
ceinture diş. 1. Kemer, kayış, kuşak (Attacher sa célébrité diş. 1. Ün, ünlülük, tanınmışlık (La
ceinture, serrer sa ceinture). 2. Bel (L'eau lui célébrité d'une œuvre, d'une personne, d'un lieu).
arrivait à la ceinture. Un homme nu jusqu'à la 2. Ünlü kişi (Toutes les célébrités de la médecine
ceinture). 3. Çember (Ceinture d'une colonne; assistaient au congrès). § Parvenir à la célébrité:
ceinture d'un obus). 4. Sur. 5. Kentin yöresini Üne kavuşmak,
dolaşan demiryolu ( Chemin de fer de ceinture. La celer gçl. 1. Saklamak, gizli tutmak (Qui ne sait
grande Ceinture, la petite Ceinture). § Ceinture de celer, ne sait aimer). 2. Meydana çıkarmamak,
sécurité: Emniyet kemeri. Ceinture de haber vermemek. 3. Celer qch à qn: Bir şeyi
sauvetage: Can kurtaran yeleği. Ceinture de birinden saklamak (Je lui ai celé la date de mon
chasteté: Namus kemeri; eskiden şövalyelerin, départ).
savaşa giderken eşlerine giydirdikleri kilitli zırh céleri er. bitb. Kereviz,
külot, bekâret kemeri. Se mettre la ceinture, se célérifère er. İlkel bisiklet,
serrer la ceinture: tkz. Hava almak, yoksun célérité <% Çabukluk, ivedilik (Il agit toujours avec
kalmak. Desserrer sa ceinture: (Çok yendiği une étonnante célérité).
zaman) Kemerim gevşetmek. Bonne renommée céleste i. 1. Göğe değgin, göksel (Une douceur
vaut mieux que ceinture dorée: İyi ün zenginlikten céleste). 2. Tanrısal (Bonté céleste, courroux
yeğdir. céleste). 3. Olağanüstü (Une beauté céleste). §
ceinturer gçl. 1. Kuşakla sarmak. 2. Belinden Corps célestes: Gökcisimleri. Sphère céleste: Gök
yakalamak, kavramak (Ceinturerson adversaire, küresi, *gökyuvarı. La voûte céleste: Gökkubbe.
un joueur). 3. Ceinturer qch de qch: -ile sarmak, Couleur bleu céleste: Gök mavisi. La demeure
kuşatmak (Ceinturer une ville de murailles). §Etre céleste: Cennet, uçmak. L'armée céleste:
ceinturé de qch: 1. -kuşanmak, takmak, sarmak Melekler. Le Père céleste: Tann. Esprits célestes:
(Les magistrats étaient ceinturés d'un ruban bleu Cennetteki ruhlar. Le Céleste Empire: Çin.
sur leur robe). 2. -ile çevrelenmiş olmak (La ville célibat er. Bekârlık (Vivre dans le célibat: Bekâr
est ceinturée d'un boulevard extérieur). yaşamak).
ceinturon er. (Kılıç, kasatura asılan) Bel kayışı, célibataire s. ve ad. Bekâr (C'est un célibataire
kemer, palaska, endurci. Elle est célibataire).
cela adıl. 1. Bu (Cela n'a aucune importance). 2. celle adıl.—» celui
Bunu (Je n'aime pas cela. N'oubliez pas cela). § cellérier, ère ad. (Bir manastırda) Kilerci,
Cela ne fait rien: Zararı yok. Il ne manque plus que cellier er. Şarabevi, şaraphane, kiler,
cela: Bir bu eksikti. Comment cela?: Bu nasıl cellophane diş. Selofan
olur? Böyle bir şey nasıl olabilir? cellulaires. 1. Hücreli (Tissu cellulaire). 2. Hücreye
céladon er. 1. Su yeşili, söğüt yeşili (Des étoffes değgin; hücresel (Théorie cellulaire, division
céladon). 2. Asma abajur. 3. alay. İçli âşık, cellulaire, membrane cellulaire). 3. Cezaevine
platonik âşık. değgin, cezaevi hücresine değgin (Système
célébrant er. I. Ayin yöneten rahip 2. s. Ayin cellulaire. Voiture cellulaire: Cezaevi arabası.
yöneten (Prêtre célébrant). Prison cellulaire: Hücre hapsi).
cellule 228 cens

cellule diş. 1. Hücre (Le corps humain est formé de tutmak.


milliards de cellules). 2. Hücre, çok küçük oda cénacle er. 1. İsa ile havarilerinin son kez
(Cellule de moine, cellule d'ermite, cellule de toplandıktan yemek odası. 2. mec. Aynı
prisonnier). 3. Hücre hapsi (Il a eu dix jours de düşüncede olan kimselerin toplantısı, küçük
cellule). 4. Çekirdek, küçük birim, nüve (La topluluklar toplantısı (Le jeune poète était tout fier
famille est la cellule de la société. Les cellules d'un de se sentir admis dans le cénacle de la poésie
parti politique). 5. Gizli örgüt hücresi (Cellule d'avant-garde).
locale). 6. Gözcük, delikçik (Les cellules d'une cendrediş. 1. Kül (Cendre de bois, decigarette. Faire
éponge). cuire des châtaignes sous la cendre). 2. (Bir
celluloïd er. Selüloit. ölünün) Kemik kalıntıları; kemik külleri (On a
cellulose diş. Selüloz. recueilli ses cendres dans une urne). 3. Kül rengi
cellulosiques. Sellülozlu (Membranecellulosique). (La cendre du crépuscule). § La cendre bleue:
celtique, celte s. ve ad. 1. Keklere değgin (L'art Bakır karbonatı. Couver sous la cendre: Alttan
celte; un poète celte). 2. er. Keltdili; Keltçe; Kelt. alta kaynamak, yavaş yavaş oluşmak, gelişmek
celui, celle adıl. (ç.ceux, celles) Konu olan kişi yada (La révolte, qui couvait depuis quelque temps sous
nesnenin yerine geçer (Celui qui parle: Konuşan, la cendre a abouti à une émeute sanglante).
konuşan kimse. Celle qui pleure: Ağlayan, Réduire qch en cendres, mettre en cendres: Yakıp
ağlayan kadın. Ceux qui ont vécu avant nous: kül etmek, kül haline getirmek (Les Romains ont
Bizden önce yaşamış olanlar. Pensez à celles qui réduit Carthage en cendres). Renaître de ses
ont perdu leurs fils pour la patrie: Yurt için cendres: Dirilmek, canlanmak, yeniden dirim
çocuklarını yitirenleri (yitiren kadınları ) düşünün. kazanmak. Paix à ses cendres: Nur içinde yatsın,
C'est mon livre, et c'est celui de mon frère: Bu cendré, e s. Kül renginde, kül rengine boyanmış
benim kitabım, bu da kardeşiminki. Notre maison (Des cheveux cendrés).
est plus jolie que celle de mon oncle: Bizim evimiz cendrée diş. 1. İnce av saçması. 2. Bir spor pisti,
amcamınkinden güzel. Tes cheveux sont aussi cendrer gçl. 1. Kül rengine boyamak. 2. Külle
longs que ceux de mon cousin: Saçların sıvamak (Cendrer une piste).
yeğeniminkiler kadar uzun. Tes mains sont sales, cendreux, euse s. 1. Küllü. 2. Külü andıran (Un
celles de ton frère sont toujours propres: Senin visage cendreux).
ellerin kirli, kardeşininkiler herzaman temiz). § cendrier er. 1. Kül tablası (Un cendrier de cristal). 2.
Celui-ci, celui-là: Bu, bunu; şu, şunu (Voilà Küllük, külün yığıldığı yer ( Un cendrier de foyer.
plusieurs fruits, prenez celui-ci: İşte birçok meyve, Vider le cendrier).
şunu alın. Celui-là me dégoûte: Bu beni cendrillon diş. 1. Ateş başından ayrılmayan kadın,
tiksindiriyor. Regardez les maisons, celle-ci külkedisi (Ma sœur était une vraie cendrillon). 2.
appartient à mon oncle: Evlere bakın, şu, amcama mec. Pasaklı hizmetçi,
ait. Voici des chemises, prenez celle-là: İşte cène diş. 1. İsa peygamberin havarilerle birlikte
gömlekler, şunu alın). Ceux-ci, ceux-là; celles-ci, yediği son yemek. 2. Bu son yemeği anmak için
celles -là: Bunlar, bunları; şunlar, şunları (Voici kralların ve din büyüklerinin sofrada hizmet
des stylos, ceux-ci sont plus jolis, mais je prends ederek yoksulları ağırlaması biçiminde yapılan
quand même ceux-là: İşte dolmakalemler, bunlar tören. Protestanların kudas âyini,
daha güzel ama ben yine de şunları alıyorum. cénobite er. 1. Manastırdan çıkmayan keşiş. 2.
Voici des fleurs, celles-ci sentent bon, mais je Dünyadan el etek çekmiş kimse. 3.
préfère celles-là: İşte çiçekler, bunlar güzel Hıristiyanlık'ın ilk dönemlerinde, bir arada
kokuyor, ama ben şunları yeğliyorum). yaşayan rahipler,
cément er. kim. Kimi cisimlere yeni özellikler cénobitique s. Manastır yaşamını andıran,
vermek için onları, içinde ısıttıkları toz, seman. 2. dünyadan el ayak çekmiş (Mener une vie
anat. Diş köklerini kaplayan madde, diş kökü cénobitique).
kabuğu, seman, cénobitisme er. Dünyadan el etek çekme,
cémentation diş. (Bir maddenin bileşimini cénotaphe er. Ölmüş bir kimseyi anma amacıyla
değiştirmek için) Bir maddeyi semanla birlikte onun adına yapılmış boşgömüt.
yüksek ısıya gösterme, tutma (Cémentation cens [sâs] er. 1. Eski Roma'da beş yılda bir yapılan
superficielle, cémentation électrolytique). nüfus sayımı. 2. Toprak sahiplerinin derebeyine
cémenter gçl. (Bir maddenin bileşimini değiştirmek ödemek zorunluğunda olduğu vergi. 3. Kimi
için) Semanla birlikte yüksek ısıya göstermek, siyasal düzenlerde seçmek yada seçilmek hakkını
censé 229 central

kazanmak için ödenmesi gereken belirli vergi (Le dokumak, bir gidip bir gelmek. Faire les quatre
cens électoral. Elever le cens, abaisser le cens). cent coups: Serüven dolu düzensiz bir yaşam sür-
censé,es. -gibisayılan; -diye kabul edilen (Vousêtes mek, nerde akşam orda sabah yaşamak, "avarelik
censé connaître tout cela: Bütün bunları biliyor etmek. En un mot comme en cent: Uzun sözün
sayılıyorsunuz. Nul n'est censé ignorer la loi: kısası; kısacası (En un mot comme en cent, je
Kimse yasayı bilmiyor kabul edilmez). refuse). Il y a cent sept ans: Çok ama çok önce. Je
censément bel. hlk. 1. Güya, sözde, sözüm ona (II vous le donne en cent: Bilin bakayım, bilirseniz
n'y a censément pas de différence de qualité entre bravo derim size (Devinez qui j'ai rencontré, je
ces deux étoffes). 2. Âdeta, sanki (Tues censément vous le donne en cent).
le maître). centaine diş. 1. Yüz kadar (Une centaine de
censeur er. 1. Eski Roma'da nüfus, mülk ve töre personnes). 2. mat. Yüzlük, yüzler (La colonne
işlerine bakan görevli. 2. Eleştirmeci, yargılayıcı des centaines). 3. Püskül yada çile bağı. § En
(Un censeur sévère, un censeur injuste). 3. centaines: Yüzer yüzer. Par centaines, à la
Öğretim denetçisi (Madame le censeur. Censeur centaine: Yüzlerce (Les commandes arrivent
dans un lycée). 4. "Sansürcü, 'sıkıdenetimci (Les chaque jour par centaines). Perdre la centaine:
censeurs ont refusé le visa à ce film). mec. İpin ucunu kaçırmak,
censorat er. Sansürcülük, sıkıdenetimcilik. centaure er. Masallarda yan insan yan at biçiminde
censorial,e s. Sansüre değgin, *sıkıdenetimsel. anlatılan yaratık, "santor (Centaure à corps de
censurable s. Kınanması gereken, kınanacak (Une taureau).
conduite censurable). centaurée diş. bitb. Kantaron,
censure diş. 1. Eski Roma'da nüfus, mülk ve töre centenaires, vead. 1. Yüzyıllık, yüzyıl yaşamış, yüz
işlerine bakma görevi. 2. Eleştirme, eleştiri, yaşında (Un arbre centenaire, un centenaire, une
kınama (Il s'est exposé à la censure de son centenaire). 2. er. Yüzüncü yıldönümü (On a
entourage). 3. Sansür kurulu, sıkıdenetim kurulu célébré le centenaire de la fondation de l'usine).
(La censure ouvra les lettres. Le film est à la centenier er. (Eskiden) Yüzbaşı.
censure). 4. "Sansür, 'sıkıdenetim (La censure centennal,e s. Yüzyılda bir olan, yüzüncüyü
d'une œuvre, d'un film). § Motion de censure: (Exposition centennale: Yüzürıcüyd sergisi).
Meclis araştırması (Déposer une motion de centésimal,e s. 1. Yüze bölünmüş, yüzdelik
censure). (Fraction centésimale). 2. Yüze bölünmüşten
censurer gçl. 1. Kınamak, eleştirmek (Il est prêt à parça.
censurer toute innovation. Censurer les actions centiare er. (Yüzölçümü birimi) Bir ann yüzde biri,
d'autrui). 2. Kusurlarını yüzüne söylemek, bir metre kare, santiar,
hırpalamak (Censurer un avocat, un député). 3. centième s. 1. Yüzüncü (La centième année, la
Sansür etmek, 'sıkıdenetimlemek (Censurer un centièmepartie). 2. er. Yüzde bi r ( t/n centième). 3.
film, un ouvrage, une pièce de théâtre). diş. Yüzüncü oynanış (La centième d'une
cent s. 1. Yüz, yüz tane (Bu sayı sıfatı kendisini opérette, d'une comédie).
çarpan bir sayıdan sonra geldiği zaman çoğul centigrade s. 1. Yüz dereceye ayrılmış. 2. er.
olarak kullandır: Trois cents hommes. Ancak, Derecenin yüzde biri. § Thermomètre centigrade:
kendinden sonra başka bir sayı gelir yada yüzüncü Santigrat sıcakölçer.
anlamına kullanırsa çoğul olmaz: Trois cent huit centigramme er. Santigram, gramın yüzde biri.
hommes; Page cinq cent). 2.er. Y üz(Le produit de centilitre er. Santilitre, litrenin yüzde biri.
cent multiplié par neuf). 3. er. Yüznumara, centime er. Frangın yüzde biri, santim,
ayakyolu (Le cent). 4. (Kimi para birimlerinde) centimètre er. l.Santimetre,metreninyüzdebiri.
Yüzde bir, santim. § Cent pour cent: Yüzde yüz, 2. Mezura, metre şeridi (Centimètre de couturière,
katıksız, eksiksiz (Il est français cent pour cent). centimètre de tailleur).
...Pour cent: Yüzde...: (Trois pour cent: Yüzde centon er. Her dizesi başka bir koşuktan alınmış
üç. Dixpourcent: Yüzdeon). Cent fois: Yüz kez, koşuk, derleme koşuk,
bin kez (ila centfois raison. C'est cent fois mieux. centrage er. Merkezleme, 'özekleme, merkezini
C'est cent fois pire). Avoir des mille et des cents: saptama, özeğini bulma (Centrage d'un projectile,
Cebi binliklerle dolu olmak, çok zengin olmak. d'un avion).
Etre aux cent coups: Kaygılı olmak, kaygılar central,e s. 1. Merkezde olan, merkez; 'özekte
içinde olmak. Ne halt edeceğim bilememek, olan, 'özeksel; orta, ortadaki (Un point central.
şaşkına dönmek. Faire les cent pas: Mekik L'Asie centrale. Administration centrale. Le
centrale 230 cercle

pouvoir central). 2. Temel, esas (La question centripètes. Merkezcil (Force centripète).
financière est centrale). 3. ad. tkz. Sanat okulu centrisme er. Ortacılık, merkezcilik, merkezci
öğrencisi. 4. er. Santral, "özek (Le central parti yandaşlığı,
téléfonique, le central télégraphique). centriste s. ve ad. Merkezci, "özekci, ortacı (Une
centrale diş. Santral, fabrika (La centrale électrique; politique centriste. Les centristes).
la centrale thermique, centrale atomique). centuple s. 1. Yüz kat (Mille est un nombre centuple
centralisateur,trice s. *Özekçi, merkezci; bir de dix). 2. er. Yüz katı (lia gagné le centuple de sa
"özekte (merkezde) toplayıcı (Un régime mise. Tu seras récompensé au centuple).
centralisateur). centupler gçl. Yüz kat çoğaltmak, yüz katına
centralisation diş. l."Özeklendirme, bir "özekte çıkarmak, çok arttırmak (Centupler sa fortune,
toplama, merkezleştirme, bir merkezde toplama centupler ses efforts).
(La centralisation des renseignements). 2. centurie diş. (Eski Roma'da) Yüz kişilik takım,
"Özekçilik, "merkeziyetçilik (La centralisation centurion er. Yüz kişilik takımın başı.
politique, économique, administrative). cep [ît/>] er. 1. (Eskiden) Pranga (Etre aux ceps:
centraliser gçl. "Özeklendirmek bir "özeğe Prangalı olmak, zincire vurulmak). 2. Bağ
toplamak, bir merkeze bağlamak (Centraliser les kütüğü, omça, tevek (Le vigneron parcourt les
pouvoirs. Centraliser des renseignements). rangées de ceps).
centralisme er. Merkeziyetçilik, "özekçilik cépage er. Bağ çubuğu,
(Centralisme bureaucratique). cèpe, ceps er. bitb. Taşmantarı.
centraliste er. Merkeziyetçi, "özekçi. cependant bel. 1. Bu sırada, o sırada. 2. bağ.
centre er. 1. "Özek, merkez (Le centre de la Terre. Bununla beraber, oysa, böyle olmakla birlikte
Le centre d'une ville, le centre d'un cercle. Centre (La situation est délicate, elle n'est pas cependant
de haute pression). 2. Orta, iç bölge (Le centre désespérée). 3. Cependant que: a) -iken, -diği
d'unpays). 3. Kent, merkez (Lecentreindustriel). sırada (Il dormait cependant que la maison avait
4. Büro, daire, bölüm (Centre de mobilisation). S. pris feu), b) Oysaki, -diği halde, -sine karşın (Il
Kaynak, yuva (Là était le centre du mal). 6. spor. réussit cependant qu'il ne soit pas d'une
Santrfor.7. (Parlamento) Merkez (Le parti du intelligence brillante).
centre. Un parti du centre gauche, du centre droit). céphalalgie, céphalée diş. Başağrısı.
§ Au centre de: Ortasında, merkezinde (Ankara céphalique s. Başa değgin, başla ilgili (Arthère
est au centre de Turquie. Au centre de la ville, il y a céphalique. Douleur céphalique).
un grand monument). Centre de gravité, centre céphalopodes er. ç. hayb. Kafadanbacaklilar.
d'attraction: Ağırlık merkezi. Centre d'intérêt: cérame er. 1. Pişmiş topraktan yapılmış eski Yunan
İlgi merkezi. Centres nerveux: Sinir merkezleri. vazosu. 2. s. Pişmiş topraktan. § Grès cérame:
Centres vitaux: Hayat merkezleri "yaşam Çömlekçi toprağı,
özekleri. En plein centre de: Tam ortasında, céramiques. 1. Kilişine değgin, seramikle ilgili (Les
göbeğinde (En plein centre de la ville). Etre au arts céramiques; Les produits céramiques). 2. diş.
centre de: -in en önemli noktası olmak, en can alıcı Kilişi, seramik sanatı, seramikçilik. 3. Seramik
noktası olmak; temeli olmak (La question (Les murs sont revêtus de carreaux de céramique).
financière a été au centre du débat). Etre le centre céramistes, vead. Seramikçi, "kilişci.
de qch: Bir şeyin elebaşısı olmak, beyni olmak, en céramographie diş. Seramikbilim; seramik tarihi
önemli öğesi olmak. Faire un centre: (Spor) Topu üzerine kitap,
ortalamak. Se croire le centre du monde: Kendini céraste er. hayb. Mısır engereği,
dünyanın merkezi sanmak, herşeyi kendine cérat er. Balmumlu merhem (Soigner une gerçure
yontmak. avec du cérat).
centrer gçl. 1. Bir şeyi tam ortaya, merkeze almak cerbère er. 1. Söylencede, cehennemin kapışım
(Centrer une image). 2. Merkezini, özeğini bekleyen üç başlı köpek. 2. Kaba ve sert kapıcı
saptamak (Centrer une roue). 3. mec. Bir şeyi yada gardiyan,
kendisine merkez olarak almak, bir şey üzerine cerceau er. 1. Çember (Un enfant qui joue au
dayanmak (La pièce centrait sur le personnage de cerceau dans les allées du parc). 2. Yırtıcı kuşlarda
Minos. Un roman centré sur la vie des paysans). 4. kanadın uç tüyleri, telek,
(Spor) Topu ortalamak (L'ailier a centré près des cerclage er. Çemberleme, çember geçirme (Le
buts). cerclage d'un tonneau).
centrifuges. Merkezkaç (Forcecentrifuge). cercle er. 1. Daire (Le fond de la tasse à café avait
cercler 231 certain

imprimé un cercle sur la nappe. Le cercle polaire). cerf er. 1. Geyik (La chasse au cerf). 2. mec. tkz.
2. Çember (Un cercle de roue, un cercle de Ayağmaçabuk kimse. 3. Gevşek karakterli. § Se
tonneau). 3. Dernek, kulüp (Un cercle littéraire, déguiser en cerf: argo. Tabanları yağlayıp
politique. Fonder un cercle). 4. Dernek yeri, kaçmak, tüymek,
toplanma yeri (Dîner au cercle). 5. mec. Alan, cerfeuil er. bitb. Frenkmaydanozu.
sınır (Ces ouvrages augmenteront le cercle de vos cerf-volant er. 1. Uçurtma (Lancer un cerf-volant.
connaissances). 6. Çevre (Les cercles Les enfants jouent avec des cerfs-volants). 2. hayb.
diplomatiques. Le cercle de la famille). § Cercle Geyikböceği.
vicieux: Kısır döngü. Tomber dans un cercle cerisaie diş. Kirazlık, kiraz bahçesi; vişne bahçesi,
vicieux: Kısır döngü içine düşmek. Former un cerise diş. 1. Kiraz (Les cerises n'ont pas encore
cercle autour de qn: Birinin etrafında halka mûri). 2. argo. Kötü şans, kem talih. 3. s. Kiraz
olmak. renginde (Des rubans cerise). § Devenir rouge
cercler gçl. Çember geçirmek, çemberlemek comme une cerise: (Utançtan yada heyecandan)
(Cercler une roue, un tonneau). § Etre cerclé de: Kıpkırmızı kesilmek,
-ile çerçevelenmek, çevrilmek (Des lunettes cerisette diş. 1. Vişne yada kiraz kurusu. 2. Vişne
cerclées d'or. Des yeux cerclés de bistre). likörü, kiraz likörü,
cercopithèque er. hayb. Uzunkuyruktu maymun, cerisier er. Kiraz ağacı.
cercueil er. Tabut. § Descendre au cercueil: Ölmek. cerne er. 1. (Eskiden) Halka, çember. 2. Enine
Etre dans le cercueil: Ölü olmak. Du berceau au kesilen bir ağacın kesitinde görülen ve her biri
cercueil: Beşikten mezara kadar, ağacın bir yaşmı gösteren halkalar. 3. Bir yaranın
céréale diş. Tahıl (La culture des céréales). yada gözün etrafındaki mor halka (Les cernes de
céréalier,ère 5. Tahıla değgin (La production son visage rappellent les nuits sans sommeil qu'il
céréalière). vient de passer). 4. (Resimde, resmi yapılan
cérébelleux,euse s. anat. Beyinciğe değgin şeylerin) Çevre çizgisi,
(Atrophie cérébelleuse). cerné,e s. Etrafı mor halkalı (Il a les yeux cernés).
cérébral,e s. Beyine değgin, beyinsel (Hémorragie cerneau er. 1. Taze ceviz içi. 2. Ceviz çağlası,
cérébrale). cerner gçl. i . Fırdolayı bıçakla çizmek (Cerner un
cérébralité diş. Entellektüellik; kafalılık, aydınlık arbre). 2. Dört bir yandan çevirmek (L'horizon
(La froide cérébralité d'une romancière). qui cerne une plaine). 3. İçini çıkarmak (Cerner les
cérébro-spinal,e s. Beyinle omuriliğe değgin noix). 4. Kuşatmak, sarmak (Les policiers ont
(Méningite cérébro-spinale). cerné la maison. Les troupes ont cerné la ville). 5.
cérémonial,e s. 1. Dinsel törenlere değgin; törensel Sıkıştırmak, çember içine almak, kıstırmak (Nos
(Loicérémoniale). 2. er. (Çoğulu yoktur) Tören troupes ont cerné un détachement ennemi). 6.
yollan, tören kurallan (Cérémonial Daraltmak, sınırlandırmak(Orner une question,
diplomatique. Cérémonial de cour). 3. un problème). 7. (Resimde) Çizgi çevirmek
(Eskimiştir) Nezaket kuralları, "muaşeret (Cerner une figure d'un trait bleu). § Etre cerné de
kuralları (Il est très attaché au cérémonial). qch: -ile çevrili olmak (La lune était cernée d'un
cérémonie diş. 1. Âyin. 2. Tören (La cérémonie halo).
d'inauguration d'une faculté. Les cérémonies d'un certain,e s. 1. Doğruluğu kesin olan, pekin, sağlam,
anniversaire national). 3. Saygı, nezaket; "muhakkak (Son départ est certain. Une preuve
"resmiyet (Ilnous a reçus avec cérémonie). § Sans certaine). 2. Kuşkusu olmayan, kesin olarak
cérémonie: Sadelikle, gösterişe kaçmadan, bilen, emin (Je suis certain qu'il viendra). 3.
resmiyete dökmeden (Venez dînerà la maison Sağlam, kesin, su götürmez (Un profit certain). 4.
sans cérémonie). Belli, belirli, "muayyen (Se réunir à certaines
cérémonie),le s. Törensel; törenlere, şenliklere, heures). 5. -in biri (Un certain écrivain: Yazarın
bayramlara değgin (Pratiques cérémonielles. biri). 6. Az çok, oldukça (Vin d'une certaine
Cycle cérémomel). renommée: Oldukça tanınnuş bir şarap). 7. ç.
cérémonieusement bel. Törenle; büyük bir Kimi, "bazı (Certains gens, certaines villes). 8. er.
nezaketle. Belli olan şey, belirli (Je préfère le certain à
cérémonieux,euse s. 1. Yapmacıklı, biçimci, pek l'incertain). 9. adıl. Kimileri (Certains disent,
ciddi, resmî (Un air cérémonieux, un ton certains prétendent. Aux yeux de certains, il n'a
cérémonieux). 2. Aşırı nazik, protokola düşkün; aucune qualité). § Etre certain de qch, de f. qch
törensel (Un accueil cérémonieux). -den emin olmak; -mekten emin olmak (Je suis
certainement 232 cesser

certain du résultat, de mes calculs. Il est certain de dérangé: Kafadan kontak olmak, deli olmak,
réussir). Etre certain du lendemain, de son lende- kaçık olmak. Se creuser le cerveau sur qch: Birşey
main: Yarınından emin olmak, yarınına güvenle üzerinde beyin çatlatmak, kafa yormak. Se
bakmak. Jusqu'à un certain point: Bir dereceye fatiguer le cerveau: Kafasını yormak (Ne te fatigue
kadar. pas le cerveau, on trouvera une autre solution).
certainement bel. Kuşkusuz, elbette (On peut cervelas er. Kaim ve kısa bir tür sucuk,
trouver certainement une solution au problème). cervelet er. anat. Beyincik.
certes bel. Kuşkusuz, elbette, hiç kuşku yok ki. cervelle diş. 1. Beyin (Cervelle d'agneau. Cervelle
certificat er. 1. Belge (Certificat de travail). 2. au beurre). 2. mec. Kişi, kimse (C'est une cervelle
Diploma (Certificat d'études primaires. Certificat folle, une cervelle légère, évaporée). § Homme
de licence). 3. Kâğıt (Certificat de vaccination). 4. sans cervelle, tête sans cervelle: Kafasız kimse,
Rapor (Certificat médical). 5. mec. İnanca, aklı kıt. Brûler la cervelle à qn: Birini öldürmek.
güvence, "teminat. § Certificat de bonne vie et Se brûler la cervelle, se faire sauter la cervelle:
mœurs: İyi hal kâğıdı. Certificat d'aptitude: Kafasına bir kurşun sıkıp intihar etmek. Se
Yeterlik belgesi. Certificat de mariage: Evlenme creuser la cervelle: Kafa patlatmak, kafa yormak,
cüzdanı. Certificat de naissance: Doğum belgesi. çok çaba göstermek. Rompre la cervelle: Kafa
Certificat d'indigence: Yoksulluk belgesi, şişirmek.
"fakirlik ilmühaberi. Certificat d'origine: "Menşe cervical,e s. Boyuna değgin; "boyunsal (Nerfs
şehadetnamesi. cervicaux. Douleur cervicale).
certifıcatif.ives. Doğrulayıcı, cervicalgie diş. hek. Boyun ağrısı, ense ağrısı,
certification diş. Yazılı doğrulama, "tasdik etme, cervidés er. ç. hayb. Geyikgiller,
"tasdik (Certification de signatures). ces s. —* ce
certifier gçl. Doğrulamak, gerçeklemek, doğru ve césar er. 1. Roma imparatorlarının ünvanı. 2. Kral,
gerçek olduğunu belirtmek, onaylamak, tasdik imparator, hükümdar, kayzer ;buyurgan, diktatör
etmek (Certifier une signature. Certifier (L'anarchie engendre desCésars). § Il faut rendre à
l'exactitude d'une information). § Certifier une César ce qu'on doit à César: Sezar'ın hakkını
caution: Kefile kefil olmak. Certifié conforme à Sezar'a vermeli.
l'original: Aslına uygun olduğu onaylanır, césarien,ne s. 1. Sezar'a değgin, hükümdarlara
certitude diş. 1. Doğruluk, gerçeklik (La certitude değgin. 2. Diktatörce (Unrégimecésarien). 3.er.
d'un événement historique est souvent difficile à Krallık yanlısı, hükümdar yanlısı.
contrôler. Certitude d'un fait). 2. Kesin bilme, césarienne diş. hek. Sezaryen ameliyatı. § Faire une
inan (J'ai la certitude qu'il viendra). 3. İnanç césarienne: argo. Birinin cüzdanını vurmak,
(Certitude en matière religieuse). § Avoir la parasını çalmak,
certitude de qch: -e güvenmek; -den emin olmak césarisme er. Halkın oyuna dayanan yada
(Il faut avoir la certitude du lendemain). Avoir la dayanmaya çalışan buy urgan yönetim (Le
certitude de f. qch: -diğine kesin olarak inanmak; césarisme des Bonaparte).
-diğinden emin olmak (J'ai la certitude d'avoir cessant,e s. Durdurulmuş, arası kesilmiş. § Toutes
entendu marcher dans le couloir). choses cessantes, toutes affaires cessantes: Her
céruléen,ne s. Maviye çalan, mavimtrak (Un soir şeyi bir yana bırakarak, her işi bırakarak (Vous
céruléen). devez vous occuper de ce problème toutes affaires
cérumen er. Kulak kiri (Cure-oreille pour ôter le cessantes).
cérumen). cessation diş. 1. Durdurma, bırakma (Cessation des
cérumineux,euse s. 1. (Kulak) Kirli. 2. Kulak hostilités. Cessation du travail). 2. Durma, dinme,
kirine değgin, yatışma (Cessation d'une douleur).
céruse diş. Üstübeç. cesse diş. Durma, durak (Il n'a ni repos ni cesse:
cerveau er. 1. Beyin (Le cerveau humain est très Onda uyku durak yok). § Sans cesse: Durmadan,
développé). 2. Kafa, zekâ (Un cerveau borné. Un aralıksız, habire (Il travaille sans cesse. La pluie
cerveau puissant). 3. Çok zeki insan, çok kafalı tombe sans cesse). N'avoir point de cesse que:
kimse (C'est un grand cerveau). 4. mec. Merkez, -ceye dek dur durak bilmemek; -ceye dek didinip
beyin (Le cerveau de cette entreprise, c'est le durmak (Il n'aura pas de cesse qu'il n'obtienne ce
bureau d'études). § Cerveau électronique: qu'il veut. Il n'a pas eu de cesse avant d'avoir
Elektronik beyin. Transport au cerveau: Beyine obtenu le renseignement qu'il cherchait),
kan akını, beyin kanaması. Avoir le cerveau fêlé, cesser gsz. 1. Durmak, dinmek, kesilmek (La neige
cessez-le-feu 233 chaîne

acessé. Lafièvreacessé. La lutte ne cesserapas). 2. chacune: Bu boyunbağlarının herbirinin fiyatı on


gçl. Durdurmak, kesmek, artık yapmamak (Ils iki frank). § Chacun pour soi et Dieu pour tous:
ont cessé le combat. Nous avons cessé la Her koyun kendi bacağından asılır. Herkes
fabrication de ce modèle. Cesser un travail). 3. kendini düşünür, Tanrı herkesi. Chacun se plaint
Cesser de f. qch: -meyi bırakmak (Cesser de que son grenier n'est pas plein: Gözü birşey
parler, de fumer: Konuşmayı, sigara içmeyi doyurmaz illâ ki toprak,
bırakmak, konuşmamak, sigara içmemek). 4. Ne chafouin,e s. ve ad. Kurnaz görünüşlü, sinsi (Un
pas cesser de f. qch: -meyi sürdürmek, -meye visage chafouin. C'est un ¥rai chafouin).
devam etmek (Je n'ai pas cessé de lutter). chagriner. 1. Üzüntü, acı (Cette nouvelle m'a plon-
cessez-le-feu er. Ateşkes (Ona proclamé le cessez- gé dans un grand chagrin). 2. Kumlu sahtiyan,
le-feu). deri (Un livre relié en plein chagrin). § Avoir du
cessibilité diş. Bırakılabilirlik, aktarilabilirlik, chagrin: Üzüntüsü olmak, bir derdi olmak. Faire
çevrilebilirlik; temlik edilebilirlik (La cessibilité du chagrin à qn: Birini üzmek (Je ne voudrais pas
d'un droit, d'un bien, d'une action). lui faire du chagrin, mais je n'avais pas d'autre
cessible s. Başkasına bırakılabilir, aktarılabilir, moyen). Diminuer comme une peau de chagrin:
çevrilebilir; temlik edilebilir (Ces actions ne sont Yavaş yavaş küçülmek, silinip yitmek,
pas cessibles avant trois ans). chagrin,es. Üzüntülü, üzgün (ila l'air chagrin. Elle
cession diş. Başkasına bırakma, aktarma est chagrine).
"devretme; "temlik (Cession d'un droit, cession chagrinant,e s. Üzücü, üzüntü verici, acı (Une
d'un bien). nouvelle chagrinante).
cessionnaire ad. Kendisine bir şey bırakılan kimse, chagriner gçl. 1. Üzmek, üzüntü vermek (Cette sé-
kendisine bir hak devredilen kimse (Cessionnaire paration m'a infiniment chagriné). 2. Chagriner
d'une créance). qn de f.qch: -mekle üzmek (Cela me chagrine de
c'est-à-dire bağ. Şu demeye gelir ki, şu demek ki, savoir qu'il se trouve dans une impasse). 3. (Deri-
demem şu ki, "yani (Il aime ses livres, c'est-à-dire yi) Kumlu sahtiyan yapmak.
ses amis). § C'est-à-dire que: Demek ki, şu halde, chah,schah er. Şah (Schah d'Iran).
yani (Il n'y a pas de vin, c'est-à-dire que nous allons chahuter. 1. Gürültü, birine karşı yapılan gürültülü
souffrir). gösteri (Cette punition injuste déclencha un chahut
ceste er. Zırhlı eldiven. monstre). 2. Pek tuhaf bir dans. § Faire du chahut:
césure diş. ed. (Koşuk dizesi içinde) Durak (La Gürültü yapmak, gürültülü gösteri yapmak, bağı-
césure classique coupe le vers en hémistiches et en rıp çağırmak,
marque la cadence). chahuter gsz. 1. Gürültü yapmak, bağırıp çağır-
cet,cette s.—> ce mak, gürültülü gösteriler yapmak (Cet élève passe
cétacé,e s. 1. Balinagillerden olan (Animaux son temps à dormir ou à chahuter) 2. gçl. Alaya,
cétacés). 2. er. Balinagiller, balinalar (Ördre des matrağa almak, üstüne bağırıp çağırmak (Chahu-
cétacés). 3. Balina; balina türünden bir memeli ter un professeur, un orateur, un conférencier). 3.
(Harponner un cétacé). Hırpalamak, örselemek, itip kakmak (Ne chahu-
cétoine diş. hayb. Ziyba böceği. § Cétoine dorée: tez pas trop cette valise).
Altın böceği, chahuteur,euse s. ve ad. Gürültücü patırtıcı (Un
ceux adıl. -» celui, élève chahuteur).
chabichou er. Keçi peyniri, chai er. Şarap dolu mahzen, içki deposu,
chabler gçl. Silkelemek, ağacın yemişlerini sırıkla chaîne diş. 1. Zincir (On rivait les forçats à des
vurarak indirmek (Chabler les noix). chaînes. Une chaîne d'or, d'argent. Chaîne de
chablis \jabli] er. 1. Yellerden, fırtınadan devrilmiş montre. Le lion a cassé sa chaîne). 2. Köstek. 3.
ağaç. 2. Beyaz sek Chablis şarabı, (İki duvar arasında) Demir bağlama. 4. Duvarda
chabot er. Tatlı su kefalı. kesme taşlarla yapılan bağlama, kenet, kilit (Des
chabraque, schabraque diş. 1. Eyer örtüsü, çaprak. murs de briques avec chaînes de pierre dans le style
2. Çirkin ve şaşkın kadın, kız. Louis XIII). 5. Kürek cezası, 6. Kürek
chacal er. 1. Çakal (Troupeau de chacals). 2. hkr. hükümlüleri, forsalar. 7. coğr. Sıra, zincir
Düşük karakterli, çakal gibi adam. (Chaîne de montagnes. Chaîne d'étangs, de
chacun,e adi. 1. Herkes (Chacun pense à soi: Herkes rochers). 8. (Dokumacılıkta) Arış, çözgü (La
kendini düşünür). 2. Her biri (Chacun de vous: chaîne et la trame. Fil de chaîne). 9. kim. Zincir.
Her biriniz. Ces cravates coûtent douze francs 10. Hat, kanal (Chaîne de télévision. Les premiers
chaîner 234 chaleur

téléviseurs ne pouvaient pas capter plusieurs kırmak, cinsel duygularını öldürmek. La chair de
chaînes). 11. Alavere ile çalışan kimseler takımı, sa chair: Canının içi, en çok sevdiği kimse (C'est la
alavere zinciri. 12. mec. Zincir, bağ (Secouer ses chair de ma chair). N'être ni chair ni poisson:
chaînes). 13. mec. Duygusal bağ, sevgi (Une Rengi, karakteri belli olmamak; yönsüz kararsız
ancienne et forte liaison, une de ces chaînes qu'on olmak.
croit rompues et qui tiennent toujours). 14. mec. chaire diş. 1. Kürsü, vaiz yada ders kürsüsü (Le
Zincir, zincirleme art arda geliş (La chaîne des professeur monte en chaire). 2. (Fakültelerde)
événements, des causes).§ Chaîne de fabrication: Kürsü (Créer une nouvelle chaire. Ilyaplusieurs
İmalat zinciri. Travail à la chaîne: 1. Alavere candidats à la chaire de droit). 3. mec. Vaiz. 4.
çalışma, zincirleme çalışma. 2. mec. Monoton iş; Öğretmenlik. § La chaire de Saint-Pierre:
sıkıcı çalışma. Briser ses chaînes, rompre ses Papalık, papalık orunu,
chaînes: Zincirlerini kırmak, özgürlüğüne chaise diş. 1. Sandalye (Chaise de bois. Chaise
kavuşmak. Faire la chaîne: (Bir şeyi yüklemek, métallique. S'asseoir sur une chaise). 2.
boşaltmak yada aktarmak için) Yan yana yada art (Teknikte) Eksen dayanağı (Chaise d'un
arda dizilerek çalışmak, alavere çalışmak (Pour moulin). § Chaise à porteurs: Tahtiravan. Chaise
lutter contre l'incendie, les sauveteurs faisaient la de poste: Posta arabası, tatar arabası. Chaise
chaîne, se passant des seaux d'eau. On a fait la longue: Şezlong, uzun koltuk. Chaise percée:
chaîne et le camion de briques a été vite déchargé). Lâzımlık iskemlesi. Se trouver, être assis entre
chaîner gçl. 1. (Bir yeri) Yer ölçümü zinciriyle deux chaises: Ortada kalakalmak; güvensiz bir
ölçmek. 2. (Yapıcılıkta duvarı) Bağlamak, durumda, tehlikeli bir durumda olmak. Mener
kilitlemek, kenetlemek, une vie de bâton de chaise: Düzensiz, derbeder bir
chaînette diş. 1. Küçük zincir, ince zincir (Chaînette yaşam sürmek, nerde akşam orda sabah yaşamak,
demors, chaînette de bracelet). 2. (Mimarlıkta) İki chaisière diş. Kilise yada parklarda sandalye
ucu gerilmeden ayrı yerlere bağlanmış bir zincirin kiralayan kadın, sandalyeci kadın (La chaisière
resmettiği yay biçimi, zincir eğrisi. § Point de délivre un ticket à chaque client).
chaînette: Zincir dikiş, zincir biçiminde dikiş chaland er. Düz mavna, duba.
(Broderie au point de chaînette). chaland,e ad. (Eskimiştir) A h a , müşteri,
chaînier er. Zincirci, büyük zincir yapımcısı işçi. chalcographie fkalkogRafı] diş. 1. Maden üzerine
chaîniste er. Altın, gümüş gibi madenlerden süs yapılan oyma; bakır kazı işi. 2. Bakır oymaların
zinciri yapan kuyumcu kalfası, sergilendiği yer (La chalcographie du Louvre).
chaînon er. 1. Zincir halkası. 2. mec. Bağ, aradaki chaldée diş. Kaide.
ilinti. 3. Küçük sıradağ, chaldéen,nes. vead. Keldani; Kaide ve keldanilere
chair diş. 1. Et (La chair et les os). 2. Ten (Chair değgin.
blanche, chairferme). 3. (Yemişlerde) Et (Chair châle er. Şal (Une femme enveloppée d'un châle de
de la pêche, de la cerise). 4. (Resim ve yontularda) soie).
Çıplak bölümler, çıplar yerler (Les chairs sont mal chalet er. 1. Ahşap dağ evi (Nous nous sommes
rendues dans ce tableau). 5. Vücut, beden (La abrités de l'orage dans un chalet abondonné). 2.
résurrection de la chair). 6. Tensel istek, cinsel Köy evi tipinde köşk, deniz kıyısında yapılmış
istek (L'aiguillon de la chair, les ascètes mortifient villa (J'ai loué un chalet pour les vacances). §
leur chair). § En chair et en os: Bizzat kendisini, Chalet de nécessité: Genel aptesane.
şahsen (Je l'ai vu en chair et en os). Couleur chair: chaleur diş. 1. Isı, "hararet (Lm chaleur de l'eau
Ten renginde (Des bas couleur chair). Chair à bouillante). 2. Sıcak hava; sıcaklar (Durant les
canon: Kurbanlık koyun, topun ağzındakiler, grandes chaleurs). 3. (Sayrılıkta) Ateş (Une
düşman ateşine ilk ağızda sürülen erler. Chair de chaleur de tête, une chaleur d'entrailles). 4. mec.
poule: Pütür pütür deri. Avoir la chair de poule: 1. Coşkunluk, ateşlilik (Défendre une thèse avec
(Soğuktan) Derisi pütür pütür olmak. 2. chaleur). 5. Sıcaklık, içtenlik (La chaleur
(Korkudan) Tüyleri diken diken olmak. Donner d'amitié). § Chaleur animale: biy. Diriksel ısı.
la chair de poule: Ürpertmek, tüylerini diken Chaleur de fusion: fiz. kim. Erime ısısı, ergime
diken etmek. Etre en chair, être bien en chair: ısısı. Chaleur de neutralisation: kim. Yansızlaşma
Dolgunca olmak, eti budu yerinde olmak, gürbüz ısısı. Chaleur de vaporisation: fiz. kim.
olmak, kanlı canlı olmak. Hacher menu comme Buğulaşma ısısı. Chaleur interne: coğr. İçısı.
chair à pâté: Ufak ufak doğramak, kıyım kıyım Chaleur latente: fiz. Gizli ısı. Chaleur solaire:
kıymak. Mortifier sa chair: "Beden isteklerini coğr. Güneş ısısı. Chaleur spécifique: fiz. Özısı.
chaleureusement 235 chambre

Etre en chaleur, entrer en chaleur: Kızana chamanisme er. Şamanlık, Şaman dini.
gelmek, kızışmak ( Une femelle en chaleur. Chatte chamarrer gçl. 1. Süslemek, alacalı hulacah
qui entre en chaleur). yapmak (Chamarrer ses vêtements). 2.
chaleureusement bel. 1. Coşkunca; "hararetle (Il Chamarrer qn: mec. tkz. Birini esaslı boyamak,
m'a remercié chaleureusement). 2. Büyük bir rezilini çıkarmak. 3. Chamarrer qch de qch: Bir
sevgiyle, sıcak bir ilgiyle (II nous a accuellis şeyi -ile süslemek, doldurmak (Il chamarre ses
chaleureusement). discours de grec et de latin). 4. Etre chamarré de
chaleureux,euse s. 1. Coşkun, ateşli, sıcak qch: -ile süslenmek; -lere boğulmak (Un officier
(Applaudissements chaleureux, paroles chamarré de décorations).
chaleureuses). 2. Sıcak, ısıtan (Le vieillardjouit de chamarrure diş. Süs püs, alacalı bulacalı süs (Un
la saison chaleureuse). vêtement couvert de chamarrures).
chaliter. Kerevet. chambard er. 1. Karışıklık, allak bullakhk,
challenge er. Sporda rekor kıranlar arasında elden altüstlük (La manifestation commence à mal
ele geçen kupa ve bu kupayı kazanmak için tourner, il y aura du chambard). 2. Gürültü
yapılan yarışma, "çalenç (Challenge d'escrime). patırtı. § Faire du chambard: Gürültü patırtı
challenger, challangeur er. 1. Şampiyonluk çıkarmak.
ünvanını birinden almaya çalışan sporcu. 2. mec. chambardement er. tkz. Büyük karışıklık, allak
Siyasal rakip (Mitterand, l'ancien challenger du bullakhk, ortalığın karışması. § Le
général de Gaulle). chambardement général: Savaş; ayaklanma,
chaloir gsz. (Yalnız tekil üçüncü kişiler için chambarder gçl. tkz. 1. Altüst etmek, karıştırmak,
kullanılır ve şu biçimlerde geçer): Il m'en chaut: allak bullak etmek (ila tout chambardé dans la
Bu benim için önemlidir, beni ilgilendirir. II ne maison). 2. mec. Yıkmak, kökünden değiştirmek
m'en chaut: Vız gelir, beni ilgilendirmez. Peu (Il faut chambarder tout).
m'en chaut, peu me chaut: Vız gelir, umurumda chambellan er. Mabeynci.
değil, beni ilgilendirmez (Peu me chaut ce que je chamboulement er. Dağınıklık, karışıklık ; dağıtma,
suis ou ce que je ne suis pas moi-même). altüst etme, darmadağın etme.
chaloupe diş. Şalupa, kayık, sandal (Chaloupe à chambouler gçl. tkz. Darmadağın etmek, altüst
rames, chaloupe à moteur). etmek, dağıtmak (Tu as tout chamboulé dans la
chalouper gsz. Omuzlarını iki yana sallayarak pièce pour retrouver un simple papier).
yürümek, oynamak, chambranle er. (Kapılarda, pencerelerde) Söve
chalumeau er. 1. Saman çöpü, kamış çubuğu (Boire pervazı.
de l'orangeade avec un chalumeau). 2. Kaval (Le c h a m b r e I . Oda, yatak odası (Unappartementà
berger joue un vieil air sur un chalumeau de sa trois chambres). 2. Koğuş. 3. Serbest meslek
fabrication). 3. tekn. Üfleç. adamları birliği, oda (Chambre de commerce:
chalut, er. (Balıkçılıkta) Sürtme ağı (Jeterle chalut, Ticaret odası. Chambre d'agriculture: Tarım
tirer le chalut). Odası. Chambre d'industrie: Sanayi Odası). 4.
chalutage er. Sürtme ağıyla avlanma, (Yargıevi örgütlerinde) Daire (Première chambre
chalutier er. 1. Sürtme ağı ile avlanan balıkçı. 2. d'un tribunal, deuxième chambre d'un tribunal).
Sürtme ağı çeken tekne; sürtme ağlarıyla 5. (Gemilerde) Kamara. 6. Millet Meclisi (La
donanmış balıkçı gemisi, Chambre est en vacances). 7. (İngiltere'de)
chamade diş. Kuşatılmışların borazan ve trampetle Meclis, Kamara (La Chambre basse, La Chambre
çaldıkları teslim işareti. § Battre la chamade: des communes: Avam Kamarası. La Chambre
Korku ve telaş içinde olmak (Son cœur battait la haute, La Chambre des pairs, La Chambre des
chamade). lords: Lordlar Kamarası). 8. Boşluk, hazne
chamaillerez. Çekişmek, dalaşmak, kavga etmek. (Chambre d'un mortier, d'une mine). § Chambre
§ Se chamailler: tkz. Bağrışarak tartışmak, basse: (İngiltere'de) Avam Kamarası. Chambre
birbirine girmek (S'accusant mutuellement de des communes: Avam Kamarası. Chambre haute:
tricher, les enfants se chamaillent dans la rue). Lordlar kamarası. Chambre civile de la Cour de
chamaillerie, chamaille diş. Birbirine girme, Cassation: Yargıtay hukuk dairesi. Chambre
bağrışıp çağrışma, tartışma, kavga etme (Vous me criminelle de la Cour de Cassation: Yargıtay ceza
cassez la tête avec vos chamailleries). dairesi. Chambers civiles réunies: Yargitayhukuk
chamailleur,euse s. ve ad. Gürültücü patırtıcı, genel kurulu. Chambres criminelles réunies:
velveleci (Des enfants chamailleurs). Yargıtay ceza genel kurulu. fRobe de chambre:
chambré 236 champignon

Sabahlık, ropdöşanbr. Pot de chambre: Lâzımlık. (Sinemacılık) Alan. § Champ de tir: Atış alanı.
Musique de chambre: Oda müziği. Valet de Champ d'aviation: Uçak alanı. Champ de
chaıftbre: Oda hizmetçisi. Femme de chambre: manœuvre: Manevra alanı. Champ d'exercises:
(Otellerde) Oda hizmetçisi kadın. Chambre de Talim sahası. Champ de courses: Koşu meydanı.
sûreté:Tutukevi,dam. Chambre noire: Karanlık Champ d'honneur: Savaş alanı, er meydanı.
oda. Chambre à air: (Otomobil vb.) İç lastik. Profondeur de champ: (Sinemacılık) Alan
Chambres antérieure et postérieure de l'œil: derinliği. A tout bout de champ: İkide bir, dem
Gözün ön ve art odaları. Stratège en chambre: dakka, yerli yersiz, olur olmaz. Sur-le-champ:
Her şey üzerinde felsefe yürüten yetkisiz ve Derhal, hemen, hemencecik. Battre aux champs,
sorumsuz kimse. Faire chambre à part: Odalarını sonner aux champs: Borular, trampetler çalarak
ayırmak, ayrı odalarda yatmak. Garder la selâmlamak. Donner la clef des champs à qn:
chambre: Sayrılık dolayısıyla sokağa çıkamamak. Birini azat etmek, serbest bırakmak. Laisser le
Mettre, tenir qn en chambre: Birini eve kapamak, champ libre: 1. Ortalığı boş bırakmak. 2. Geri
sokak yüzü göstermemek. Se confiner dans sa çekilmek, kendini geri çekmek. Laisser le champ
chambre: Evine kapanmak. Travailler en libre à qn: Birine istediği gibi davranmak olanağı
chambre: Dükkân açmadan evde çalışmak, vermek, birini alabildiğine özgür bırakmak.
chambré,e s. 1. (Kimi aygıtlar için) Hazneli. Prendre du champ: Hız almak için gerilemek, geri
chambrée diş. 1. Koğuş halkı, koğuştakiler. 2. Bir geri gitmek. Mourir, tomber au champ
koğuş dolusu ( Une chambrée de soldats). 3. Koğuş d'honneur: Savaş alanında, er meydanında
(Camarades de chambrée. Balayer la chambrée. ölmek. Prendre la def des champs: Kaçmak,
Les chambrées d'une caserne). tüymek, sırra kadem basmak. Se battre en champ
chambrer gçl. 1. Oda ısısında tutmak (On chambre clos: Düello etmek.
les vins rouges). 2. mec. Bir odaya kapatmak, Champagne diş. Şampanya bölgesi (Fransa'da).
sokağa çıkmasına engel olmak (Chambrer Champagne er. Şampanya (lia fait sauter le bouchon
quelqu'un). d'une bouteille de Champagne).
chambrette diş. Küçük oda, odacık. champagnisation diş. Şampanyalaştırma,
chambrière diş. 1. (Eskiden) Oda hizmetçisi. 2. şampanya haline getirme; şampanya yapma,
Uzun saplı kırbaç. 3. Koşulmamış iki tekerlekli champagniser gçl. Şampanyalaştırmak, şampanya
arabayı düz tutmak için altında bulunan açılır haline getirmek (Champagniser un vin).
kapanır destek, champart er. 1. Eskiden tımar sahiplerinin aldıkları
chameau er. 1. hayb. Deve (Chameau à une bosse, ekin vergisi. 2. Buğday, arpa ve çavdarın karışık
chameau à deux bosses). 2. mec. tkz. Kötü kimse, ekilmesi.
sevimsiz adam. 3. Gemileri deniz içinde askıya champenoises, ve ad. Şampanya bölgesine değgin,
almak için kullanılan duba. 4. s. tkz. Huysuz, Şampanyalı.
edepsiz (Quel vieux chameau que cette femme-là! champêtre s. Kıra değgin, tarlaya ilişkin (La vie
Il devient de plus en plus chameau). champêtre: Kır yaşamı. Travaux champêtres:
chamelier er. Deveci, Tarla işleri) § Garde champêtre: Kır bekçisi,
chamelle diş. Dişi deve, maya, arvana. champi; champis,se s. ve ad. Piç; tarlalarda
chamelon er. Deve yavrusu, potuk, bulunmuş (François le Champi).
chamérops [kamerops] er. Bodur hurma ağacı, champignon er. 1. Mantar (Certains champignons
chamois er. 1. Dağkeçisi (Agilité du chamois). 2. sont comestibles, d'autres sont toxiques.
Güderi (Gant de chamois). 3. s. Açık san, saman Champignons vénéneux). 2. Ucu topuzlu askı. 3.
rengi, güderi rengi (Une robe chamois). Yanmakta olan fitilin ucunda meydana gelen baş.
chamoisage er. (Derileri) Güderi yapma, 4. Yaralarda meydana gelen gevrek doku. 5. tkz.
güderileme. Gaz pedalı. § Champignon atomique: Atom
chamoiser gçl. (Derileri) Güderi yapmak, bombasının patlamasıyla oluşan bulut kümesi.
güderilemek. Ville champignon: Gece kondu kent, mantar gibi
chamoiserie diş. 1. Güdericilik. 2. Güderi atölyesi, biten kent, birdenbire türeyen kent. Appuyer
champ er. 1. Tarla (Labourer un champ. Les sur le champignon: Gaza basmak, arabayı hızlı
champs de blé). 2. ç. Kir (La vie des champs. sürmek. Pousser comme un champignon: ...Çok
Fleurs des champs). 3. Alan, "meydan (Champ çabuk gelişmek, büyümek. Mantar gibi bitmek
d'action, champ d'activité. Champ de bataille). 4. (Dans le désert une ville a poussé comme un
Zemin (Le champ d'une médaille). 5. champignon. L'air de la campagne réussit à cet
champignonnière 237 chanfreiner

enfant, il pousse comme un champignon). chancellerie diş. 1. Mühürdarlık. 2. Şansölyelik. 3.


champignonnière diş. Mantar yetiştirilen yer, Adalet bakanlığı. 4. Kançılarlık, kançılarya,
mantarlık, chanceux, euse s. 1. Şanslı, talihli, bahtı açık (Elle
champignonniste er. Mantar yetiştiricisi, est chanceuse). 2. Rastlantıya bağlı, şansa kalmış
champion,ne ad. 1. (Eskiden) Bir dâva uğrunda ( Une affaire chanceuse).
dövüşen kimse. 2. Spor yarışçısı (Les grands chanci er. Küf.
champions de ski). 3. Yarış, birincisi, söke, chanci,e 5. Küflü, küflenmiş.
şampiyon (Champion du monde de lutte, de chancir,se chancir gsz. Küflenmek, bozulmak, küf
boxe). 4. mec. Sözcü, savunucu (Elle s'est faite la tutmak (Les confitures ont chanci. Ces confitures
championne du vote des femmes. Il s'est fait le se chancissent).
champion de l'indépendance de son pays. Les chancissure diş. Küf.
champions du libéralisme ont marqué leur chancre er. 1. Yenirce, kahra, çıban, karakabar
opposition aux projets gouvernementaux). S.s. ve (Chancre syphilitique. Un horrible chancre lui
ad. tkz. Eşsiz, üstüne yok (Pour mentir, il est dévorait le visage). 2. mec. Yıkıp çürüterek
champion. Un gâteau comme ça, c'est yayılan hastalık (Le chancre du défaitisme). 3.
champion!). Ağaç kabuklanndaki kocaman ur (Chancre des
championnat er. 1. Şampiyonluk yarışması (Les arbres). 4. mec. Çürüten, bozan şey.
championnats de Turquie de natation). 2. chancreux,euse s. 1. Yenirce niteliğinde olan. 2. s.
Şampiyonluk (Il a remporté le championnat du ve ad. Yenirceli.
monde). chandail er. Kazak, hırka (Un chandail à col roulé,
champlever [ fâlve] gçl. Oymak, yuva açmak chandail de sport).
(Champlever une plaque d'argent, champlever Chandeleur diş. Meryem Ana'nın aklanması
une figure). yortusu (2 Şubat),
chançard,e s. ve ad. tkz. Talihli, şanslı (Je ne suis chandelier er. Şamdan (Un chandelier à trois
pas très chançard). branches). § Etre sur le chandelier: Yüksek bir
chance diş. 1. Talih, şans (La chance lui a souri. La ' orunda bulunmak.
chance a tourné. C'est une chance que vous ayez chandelier,ère ad. 1. Şamdancı; mumcu. 2. er. mec.
retrouvé votre portefeuille). 2. Olasılık, ihtimal Kocanın kıskançlığı üstüne çekilen kimse,
(J'ai bien calculé mes chances de succès). 3. chandelle diş. 1. Mum (Autrefois, on s'éclairait à la
Rastlantı (J'ai téléphoné chez lui, par chance, il chandelle). 2. Oluklardan sarkan buz çubuğu. 3.
n'était pas encore parti). § La mauvaise chance: hlk. Burundan akan sümük. § Chandelle romaine:
Kara baht, talihsizlik. Bonne chance!: Bahtın açık Şenlik fişeği, havai fişek. En chandelle: Dikine,
olsun, iyi şanslar. Avoir de la chance: Talihli dik olarak (L'avion monte en chandelle).
olmak. Porter chance à qn: Birine uğur getirmek, Economie de bouts de chandelles: Önemsiz
uğurlu gelmek (Tu nous as porté chance). şeylerde yapılan iktisat. Brûler la chandelle par les
chancelant,e s. 1. Sallanan (Marcher d'un pas deux bouts: Parasım yada sağlığını delice
chancelant). 2. mec. Sallantıda; kararsız, zayıf harcamak. Devoir une chandelle à qn: Birine karşı
(Une autorité chancelante. Il a une foi minnet borcu olmak, birine karşı minnet altında
chancelante). olmak (Tu lui dois unefière chandelle). En voir
chanceler gsz. 1. (Ayaklan yada temeli üstünde) trente-six chandelles: Gözünde şimşekler
Sallanmak (Il chancelle comme un homme ivre. çakmak, kafasına yediği darbeden iflahı şaşmak.
Le boxeur chancela un instant, puis alla au tapis). Faire voir à qn trente-six chandelles: Birinin
2. mec. Kararsız olmak, tereddütte olmak (Sa suratına, kafasına kuvvetli bir darbe indirmek,
résolution chancelle). gözünde şimşekler çaktırmak. Faire des
chancelier er. 1. Mühürdar. 2. Kançılar (Chancelier économies de bouts de chandelle: Önemsiz
d'un consulat, d'une ambassade). 3. (Fransa şeylerde anlamsız tutumluluk göstermek. Le jeu
Krallığı döneminde) Adalet bakanı. 4. (Almanya n'en vaut pas la chandelle: Zahmetine değmez;
ve Avusturya'da) Başbakan, şansölye. § kıldığı namaz ürküttüğü kurbağaya değmez,
Chancelier de l'Echiquier: (İngiltere'de) Maliye chandellerie diş. "Mumhane, mum yapımevi,
bakanı. chanfrein er. 1. (Hayvanlarda ve özellikle atta)
chancelière diş. 1. Şansölye kansı. 2. Kürklü ayak Kulaklarla burun delikleri arası. 2. (Atlar için)
tandın (L'ample chancelière où plongeaient les Baş zırhı. 3. (Mimarlıkta) Pah, şataf,
pieds). chanfreiner gçl. (Mimarlıkta) Şataflamak, şataflı
change 238 chant

yapmak, pah açmak, köşesini çatmak, başka yerlere gitmek. Changer les idées à qn:
change er. 1. Değişme; değiştirme; değişiklik (Le Birini dinlendirmek, sıkıntısını gidermek (Un
change des saisons. Aimer le change). 2. Değiş petit voyage lui changera les idées). Changer qch
tokuş. 3. Kambiyo (Opération de change. Bureau en bien, en mieux: Bir şeyi düzeltmek, daha iyi
de change). 4. Kambiyo ücreti. 5. Sarraflık; duruma getirmek. Changer qch en mal, en pire:
borsacılık. 6. Sarraf dükkânı; borsa. 7. Bir şeyi berbat etmek, daha kötü duruma
Kovalanan bir hayvanın, köpekleri bir başka avın getirmek. Changer de couleur, de visage: Yüzü
ardına takmak için yaptığı oyun. § Donner le renkten renge girmek, kızarıp bozarmak.
change à qn: Birini kandırmak, aldatmak, birine Changer de batterie: Başka bir çareye
oyun etmek. Gagner, perdre au change: Bir değiş başvurmak, kurduğu planı değiştirmek. Changer
tokuşta, para değiştirmede kazanmak, yitirmek. de cap: Rota değiştirmek. Changer de note:
Prendre le change: 1. Bir avın ardına takılmak Sesinin tonunu değiştirmek, makam değiştirmek.
(Les chiens prennent le change). 2. Aldanmak, Changer son fusil d'épaule: Karar ve taktik
aldatılmak, oyuna gelmek, değiştirmek, başka çareye başvurmak (Quand
changeable s. Değiştirilebilir, değiştirilir (Des j'ai vu que je n'arrivais à rien de cette façon, j'ai
choses de convention fort lentement changeables ). décidé de changer mon fusil d'épaule). Les temps
changeant,e s. 1. Değişken, her an değişebilen, sont bien changés: Zaman çok değijti, durum ve
(Humeur changeante. Au printemps le temps est koşullar değişti. § Se changer: Çamaşır
très souvent changeant. La fortune est değiştirmek, giyim değiştirmek, üstünü
changeante). 2. Görünüm ve rengi ışık durumuna değiştirmek (Tu es bien mouillé, change-toi).
göre değişen, yanardöner (Etoffe changeante, changeur er. Sarraf.
couleur changeante). 3. Kararsız, bukalemun (Tu chanoine er. Piskoposluk kurulu üyesi. § Etre gras
es très changeant dans tes idées). comme un chanoine: mec. tkz. Besili domuz gibi
changement er. 1. Değiştirme (Changement olmak ; yüzünden kan damlamak, semirik olmak.
d'adresse, changement de pays, de résidence). 2. chanoinesse diş. 1. (Eskiden) Geliri olan rahibe. 2.
Değişme, değişim, aynı durumda kalmama* (Şimdi) Anasonlu çörek,
(Toutes les créatures sont sujettes au changement). chanson diş. I. Türkü, şarkı (Chanson populaire,
3. Değişiklik (Changement de cabinet, chanson moderne. La chanson du grillon, du
changement de régime, changement de vent). 2. mec. Boş lakırdı, masal, nakarat (C'est
programme). § Changement d'air: Hava toujours la même chanson: Hep aynı nakarat). 3.
değişimi, "tebdil hava. mec. tkz. Sıkıntı, belâ (Voilà une autre chanson:
changer gçl. 1. Değiştirmek (Changer sa voiture, Al sana bir sıkıntı daha). § Chanson de geste:
changer les rideaux de sa chambre). 2. Changer Yiğitlik destanı. Chanson à boire: Meyhane
qn: Birinin çamaşırını, altını değiştirmek türküsü.
(Changer un malade, un enfant). 3. Başka biçime chansonner gçl. (Birini) Türkü ile alaya almak,
sokmak, değiştirmek (Je vais changer ma voix birinin üstüne türkü çıkarmak, birine türkü
pour n'être pas reconnu). 4. Changer qch pour yakmak (Chansonner le gouvernement,
qch, contre qch: Bir şeyi -ile değiştirmek; bir para chansonner un ministère).
verip başka bir para almak (Il ne changera pas sa chansonnette diş. Türkücük, kısa türkü (La jeune
place pour la tienne. Nous avons changé des fille cousait en chantant sa chansonnette).
dollars contre des francs). S. Changer de qch: -sini chansonnier er. 1. (Eskiden) Türkü kitabı, türkü
değiştirmek (Changer d'idées, changer de cöngü, halk ozanlarının lirik parçalarını içinde
chemise, de cravate). 6. Changer qch en qch: Bir toplayan kitap. 2. (Eski) Özellikle taşlamalı
şeyi... haline getirmek, -e çevirmek, türküler yazan, besteleyen kimse. 3. (Şimdi)
dönüştürmek (Changer un métal en or. Changer Günlük konular üzerine taşlamalar y azan ve bunu
un doute en certitude). 7. Changer de qch avec qn: kabarelerde yer yer şarkı biçiminde okuyan
Bir şeyini biriyle trampa etmek, değiştirmek (line sanatçı (Théâtre de chansonniers. Ces deux
voudrait pas changer deplace avec toi). 8. Changer chansonniers interprètent un sketch rempli
qn: Bambaşka yapmak, görünüşünü değiştirmek d'allusions politiques).
(Cette nouvelle coiffure vous change beaucoup). chant er. 1. müz. Ezgi (Professeur de chant). 2.
9. gsz. Değişmek (Tout change dans la nature. Le Beste. 3. Türkü, şarkı (Chantspopulaires, chants
temps va changer. Tu as beaucoup changé ces patriotiques). 4.ed. Destan bölümü; bestelenmek
derniers ans). § Changer d'air: Hava değiştirmek, üzere yazılmış lirik şiir (Les chants de Pindare;
chantage 239 chapardage

chant nuptial). S. Dört köşeli bir şeyin chanterelle: Bam teline basmak; birini bir şeye
uzunluğuna olan dar yüzü (Le chant d'une inandırmak için zayıf noktası üzerinde durmak,
brique). § De chant, sur chant: Dar yüzü üzerine, chanteur,euse s. 1. Ötücü (Oiseaux chanteurs). 2.
kılıcına (Mettre de chant une brique, poser sur ad. Şarkıcı (Chanteur populaire. Chanteuse
chant une pierre). Chant grégorien: Ortaçağ kilise d'opéra). § Maître chanteur: Şantajcı,
bestesi. chantier er. 1. "Koruncak, "depo; "arakoruncak,
chantage er. Şantaj (La police a arrêté deux escrocs "antrepo (Chantier de bois, chantier de charbon).
qui se livraient à un chantage sur un homme 2. Marangoz yada taşçı işliği (Poser une pierre sur
politique), g Faire du chantage: Şantaj yapmak, le chantier pour l'équarrir). 3. Gemilik, "tersane.
chantant,e s. 1. Şarkı söyleyen. 2. Akılda 4. Gemi kızağı (Un navire sur le chantier). 5.
tutulabilen, bestesi kolayca belienebiien (Un air (Şarap mahzenlerinde) Fıçı kereveti (Mettre du
très chantant). 3. Ahenkli, uyumlu (Une voix vin sur le chantier). 6. İşlik, şantiye (Chantier de
chantante, un accent chantant). 4. Şarkılı, içinde construction. Le chantier est interdit au public par
şarkı söylenen (Café chantant). une palissade). 7. mec. tkz. Karmakanşık yer,
chanteau er. (Ekmekten yada kumaştan kesilmiş) dağınıklık içinde olan yer (Range un peu ta
Büyük parça, chambre, c'est un vrai chantier).% Etre en chantier:
chantefable diş. Ortaçağda, bir bölümü düzyazı bir Hazırlanmak, yapılmakta olmak, tezgâha
bölümü uyaklı öykü; içinde yer yer türküler, konmak (Cet auteur a plusieurs livres en chantier.
şiirler bulunan öykü, şarkılı masal, şarkılı destan. La pièce est déjà en chantier). Mettre qch en
chantepleure diş. 1. Borusu uzun ve delikli şarap chantier: Yapmak, hazırlamak, tezgâhlamak,
hunisi. 2. Fıçı musluğu. 3. Bir tür sulamaç. 4. Su düzenlemek (Mettre un travail en chantier. Ilamis
akacak duvar yarığı, akılga. en chantier une enquête sur les loisirs).
chanter gsz. 1. Şarkı söylemek, türkü söylemek, chantonnement er. Şarkı mırıldanma,
yırlamak (Les ouvriers travaillent en chantant). 2. chantonner gsz. 1. Şarkı mınldanmak (Il joue seul
Ötmek (Le coq chante. Les oiseaux chantent). 3. en chantonnant). 2. gçl. -i mırıldanarak söylemek,
Ses çıkarmak (La bouilloire chante). 4. Hoş bir ses mırıldanmak (Chantonner une chanson, une
çıkarmak, şarkı söylercesine ses çıkarmak (Il romance).
chante en parlant). S. mec. hkr. Söylenmek, chantourner gçl. (Bir ağacın, taşın yada maden
dırlanmak (Tu n'as pas cessé de chanter!). 6. gçl. parçasının) İçini oyup dışını yontarak işlemek,
Okumak, söylemek (Chanter une chanson, un chantre er. 1. Yırlayıcı, kilise yıriayıcısı (Le chantre
air). 7. gçl. Şarkılarla kutlamak (Chantons l'An entonna le Magnificat). 2. mec. Ozan, epik yada
neuf). 8. gçl. Dile getirmek (Ce poète a chanté lirik ozan (Le chantre d'Achille: Homeros. Le
toujours l'amour). 9. gçl. Övmek (Chanter un chantre des Géorgiques: Virgilius. Le chantre de
héros). 10. gçl. Gevelemek (Qu'est-ce que tu nous Thrace: Orpheus). 3. mec. Savunucu, dile
chantes là?). 11. Chanter à qn: -in işine gelmek, -e getiren, sözcü (Walter Scott, le chantre des races
bir şey demek (Ça ne me chante pas), f C'est opprimées). f Les chantres des bois: Kuşlar. Voix
comme si on chantait: Boşuna, yaran yok (On a de chantre: Gür ve tok ses. Etre gras comme un
beau le mettre en garde, c'est comme si on chantre: Besili domuz gibi olmak, semirik olmak.
chantait). Si ça vous chante: İşinize gelirse. chanvre er. Kenevir (Graines de chanvre. Fibre de
Comme ça vous chante: Canınız nasıl chanvre). § Cravate de chanvre: mec. İp, idam
isterse.Chanter pouilles à qn: Birine küfürü ipi. Corder du chanvre: Kenevir büküp sicim
basmak, birini iyice kalaylamak, ağzının payım yapmak, ip yapmak.
vermek. Chanter les louanges de qn: Birine chanvrier,ère s. 1. Kenevire değgin (Industrie
övgüler düzmek, birini göklere çıkarmak. chanvrière). 2. ad. Kenevir işçisi,
Chanter victoire: Ortalığı velveleye vermek, chaos [kao] er. 1. Kaos. 2. mec. Karışıklık,
başarısından dolayı çok öğünmek, yengisini her karmakanşıklık, düzensizlik kargaşa (Les
tarafa duyurmak (Ne chantez pas victoire trop tôt, bombardements avaient plongé la ville dans le
votre adversaire n'a pas encore dit son dernier chaos. Mes affaires sont dans un chaos
mot). Faire chanter qn: Birine şantaj yapmak, épouvantable).
chanterelle diş. 1. Çalgılarda en ince sesi çıkaran tel chaotique s. Karmakanşık, dağınık (Un style
(Chanterelle de violon). 2. (Avcılıkta) Çığırtkan chaotique. Le spectacle chaotique d'une ville
düdük, başka kuşları avlamak için kafeste taşınan bombardée).
ötücü kuş. 3. Bir tür mantar. § Appuyer sur la
chapardage er. Aşırma, araklama, çalma (Il vit de
chaparder 240 chapitre

petits chapardages). son chapelet, réciter son chapelet). 3. Kangal


chaparder gçl. Aşırmak, çalmak, araklamak (Chapelet d'oignons, chapelet de saucisses). 4.
(Chaparder des poules). Dizi, sıra, takım (Chapelet de lacs, chapelet
chapardeur, euse s. vead. Arakçı, aşıncı, ufak tefek d'tles). S. (Bir yerde bezek olarak kullanılan)
şeyler çalan hırsız (Une petite fille chapardeuse. Tespih çubuk. 6. Bostan dolabı, su dolabı. 7. Un
C'est un vrai chapardeur). chapelet de: Bir sürü... (Un chapelet d'injures.
chape diş. 1. Papazların âyin cüppesi 2. Kardinal L'avion lâcha un chapelet de bombes). Arbre à
giysisi. 3. (Kimi eşyada) Kab, zarf, kılıf. 4. chapelet: Tespihağacı. Défiler un chapelet
(Yapıcılıkta) Çimento sıvası, döşenek. 5. d'injures: Bir sürü küfür sıralamak. Défiler,
(Teknikte) Makara çengeli, dévider son chapelet: İçini boşaltmak, içinde ne
chapeau er. X. Şapka (Chapeau d'homme, chapeau varsa söylemek. Egrener, égrainer son chapelet:
de femme. Chapeau de paille, chapeau de feutre, Teşbih çekmek,
chapeau à bords roulés, chapeau à plume, chapeau chapelier,ère ad. 1. Şapkacı. 2. s. Şapkaya değgin
de plage, chapeau de soleil). 2. (Mantar, baca gibi (Industrie chapelière).
türlü şeylerde) Başlık, şapka (Chapeau d'une chapelle diş. 1. Küçük kilise. 2. (Bir büyük kilisede)
cheminée). 3. (Yazılarda) Başlık, küçük bir giriş Mihraplı bölüm. 3. Kilisede âyin takımları. 4.
(Le reportage était précédé d'un chapeau du Kilisede görevli şarkıcı ve çalgıcılar. 5. mec.
rédacteur en chef). 4. Gemi süvarilerine verilen Koyun gibi hep bir arada bulunmak isteyen kişiler
ikramiye, kapa. § Chapeau! tkz. Bravo, aferin! topluluğu, "klik, *bölek (Un esprit de clan et de
Chapeau bas: Büyük bir saygıyla (Parler chapeau petite chapelle). 6. Fırın kubbesi; biçimi kilise
bas, saluer chapeau bas). Chapeau chinois: müz. kubbesini andıran şey (Mettre en chapelle des
Felek. Coup de chapeau: Selâm. Sur les chapeaux pièces de poterie: Seramikleri, çömlekleri
de roue: tkz. Son hızla, büyük bir süratle (Prendre fırınlamak, fırına vermek). § Chapelle ardente:
un virage sur les chapeaux de roue). Donner un Kilisede törenden önce cenazenin konduğu,
coup de chapeau à qn: Birine selâm vermek. duvarları karalarla kaplı, içi mumlarla
Enlever, ôter son chapeau: Şapkasını çıkarmak. aydınlatılmış oda, bölüm,
En baver des ronds de chapeau: tkz. Kaçık olmak, chapellerie diş. 1. Şapkacılık. 2. Şapka mağazası,
kafadan çatlak olmak. Enfoncer son chapeau: şapkacı dükkânı,
mec. Pehlivanlanmak, yüreklilik taslamak. chapelure diş. Ufalanmış ekmek kabuğu,
Mettre son chapeau: Şapkasını giymek. Mettre chaperon er. 1. Eskiden kullanılan bir tür başhk,
son chapeau de travers: Şapkasını yan eğmek, hotoz. 2. Avcı kuşların başına geçirilen başhk. 3.
meydan okur gibi bir tavır takınmak. Porter la Duvarların beşik örtüsü biçiminde yapılan üstü,
main au chapeau: Hafifçe selâmlamak. Porter le semer. 4. mec. Sokağa çıkarken genç bir kadının
chapeau: tkz. Ceremeyi çekmek, nara yanmak yanına aldığı yaşh başh kadın (Elle lui servait de
(C'est lui quiporte toujours le chapeau). Tirer son chaperon).
chapeau à qn: Birine bravo demek, karşısında chaperonner gçl. 1. (Avcı kuşa) Başhk giydirmek
şapka çıkarmak (On peut tirer son chapeau à (Chaperonner un faucon). 2. (Duvarın üstüne)
l'inventeur de ce médicament). Travailler du Semer yapmak (Chaperonner un mur, une
chapeau: tkz. Kafadan çatlak olmak, kaçık muraille). 3. (Bir genç kadına) Yolda arkadaşlık
olmak, aklı tam olmamak, edip onu korumak (Sa tante la chaperonnait ce
chapeauter gçl. 1. Şapka giydirmek. 2. mec. -i soir-là).
kaplamak, sarmak, üstünü örtmek. 3. -in üstünde chapiteau er. 1. Sütun başlığı (Chapiteaux romans,
bir denetim sağlamak, kontrol kurmak; -in byzantins, gothiques). 2. Büfe kornişi. 3. İmbik
başında olmak (Chapeauter un groupement kapağı (Chapiteau d'un alambic). 4. Sirk çadırı
politique). (Le cirque a dressé son chapiteau sur la place de la
chepefaün er. 1. Hükümdar papazı. 2. Küçük bir ville). S. Sirk (Il a fait le saut de la mort sous le
kilisenin papazı, chapiteau: Sirkte öldü).
chapeler gçl. (Eskiden) Bir şeyin yüzünü kazımak, chapitre er. 1. (Kitap metninde) Bölüm (Ce roman
yontmak. Bugün yalnız Chapeler du pain: comprend dix chapitres). 2. (Bütçede) "Fasıl,
Ekmeğin kabuğunu almak, rendelemek bölüm (Le chapitre des frais divers d'un budget).
deyiminde kullanılır, 3. Rahip meclisi (Assembler, réunir le chapitre). 4.
chapelet er. 1. Tespih (Chapelets des musulmans, Rahip meclisi toplantı salonu (Les bancs du
des bouddhistes). 2. Tespihle okunan dua (Dire chapitre. Le chapitre de Notre-Dame). 5. Meclis
chapitrer 241 charge

(Présider au chapitre). 6. mec. Konu (Je suis hastalığı, karakabarcık (Charbon contagieux du
sensible sur ce chapitre). § Au chapitre de, sur le mouton). § Charbon ardent: Kor. Charbon de
chapitre de: Konusunda, alanında (Il est très terre: Taşkömürü. Charbon de bois:
sévère sur le chapitre de la discipline. Je ne suis pas Odunkömürü. Etre sur des charbons ardents:
très difficile au chapitre de la nourriture). Avoir Kaygılar içinde olmak, sabırsızlanmak,
voix au chapitre: Söz sahibi olmak, söyleyecek huzursuzluktan yerinde duramamak. Marcher
sözü olmak. sur des charbons ardents: Diken üstünde
chapitrer gçl. 1. (Bir rahibi) Mecliste azarlamak, oturmak; tehlikeli ve nazik bir durumda
suçlamak (Chapitrer un religieux). 2. Azarlamak, bulunmak.
paylamak (Chapitrer un mauvais élève). 3. charbonnage er. Madenkömürü işletmesi (La
Bölümlere, "fasıllara ayırmak (La commission Direction des Charbonnages de Turquie).
parlementaire a chapitré le budget). charbonner gçl. 1. Yakıp kömür gibi yapmak. 2.
chaplinesque s. Şarlo (Charlie Chaplin) gibi; Kömür sürerek karartmak (Charbonner un mur).
Şarlo'ya özgü. 3. gsz. Kömürleşmek, yanıp kömür haline gelmek
chapon er. 1. Besi için iğdiş edilmiş horoz. 2. Tirit. 3. (Rôti qui charbonne). 4. gsz. Duman yapmak,
Sarmısak sürülmüş ekmek, duman çıkarmak (Le poêle à mazout charbonne
chaponner gçl. Besi için iğdiş etmek (Chaponner un quand le tirage est insuffisant). S. gsz. Kömür
jeune coq). ikmali yapmak (Le navire charbonne).
chapska, schapska er. Eskiden kullanılan bir asker charbonnerie diş. 1. Kömür deposu. 2. Fransa'da,
başlığı; şapka, Restorasyon döneminde kurulmuş gizli bir
chaptalisation diş. (Şıraya) Mayalanmadan önce siyasal dernek,
şeker katma, şekerleme, charbonneux,euse s. 1. Kömürü andıran, kömür
chaptaliser gçl. ((Şıraya) Mayalanmadan önce gibi kara (Un visage charbonneux). 2. Şarbon
şeker katmak, şekerlemek, hastalığına değgin, karakabarcıkla ilgili (Tumeur
chaque i. 1. Her (Chaque pays, chaque femme). 2. charbonneuse. Fièvre charbonneuse).
Herbiri, tanesi (Ces cravates coûtent cent francs charbonnier,ère ad. 1. Kömürcü (Noir comme un
chaque). § Chaque chose à sa place: Her şey charbonnier). 2. s. Kömüre değgin;
yerinde olmalı. A chaque insant: Her an. A chaque kömürcülükle ilgili (La production charbonnière
jour suffit sa peine: Her günün kaygısı kendine a augmenté. Industrie charbonnière). 3. er.
yeter; gelecek için önceden üzülmeğe değmez, Kömür şilebi. § Charbonnier est maître dans sa
char er. 1. (Eskiden) Savaş yada yanş arabası maison, chez lui: Herkes kendi evinin efendisidir;
(Course de chars). 2, (Bugün) Araba (Le char à her horoz kendi çöplüğünde öter.
bœufs: Öküz arabası). 3. Tank (Régiment de chabonnière diş. 1. Odunkömürü ocağı. 2.
charş). § Char de combat, char d'assaut: Zırhlı Baştankara denilen bir iskete kuşu türü.
savaş arabası, zırhlı otomobil. Char funèbre: charcuter gçl. 1. Doğramak, kesmek (Charcuter de
Cenaze arabası. Char à banc: İnsan taşımakta la viande). 2. mec. tkz. Kasap gibi kesmek,
kullanılan, içine oturulacak yerler yapılmış beceriksizce ameliyat yapmak (Le mauvais
araba. Faire du char à qn: argo. (Bir kıza) Kur chirurgien l'a charcuté).
yapmak. Sans char: tkz. Şaka değil, ciddi olarak, charcuterie diş. 1. Domuz kasaplığı. 2. Domuz
char, charre er. argo. Blöf (Tout ça, c'est du char). kasabı dükkânı. 3. Domuz etinden yiyecekler (II
charabia er. Saçma, zırva, anlaşılmaz sözler (C'est se nourrit de charcuterie). 4. Konserveler ile sosis,
du charabia). sucuk, salam gibi şeyler satan dükkân, şarküteri,
charade diş. 1. Hece bilmecesi; bilmece (Jouer aux charcutier,ère ad. 1. Domuz kasabı. 2. Şarküteri
charades). 2. Anlaşılmaz söz. § Jouer aux sahibi. 3. Beceriksiz cerrah, kasap gibi cerrah,
charades: (Bir oyun) Mimiklerle bir sözcüğü chardon er. bitb. 1. Bileşikgillerin dikenli türii,
tanımlayıp karşısındakine buldurmaya çalışmak, diken, devedikeni (Les ânes aiment manger des
charadriidés [luuıadRÜdeJ er. ç.Yağmurkuşugiller, chardons. Nettoyer un champ de ses chardons). 2.
yağmurculgiller. (Duvarlardan, parmaklıklardan geçilmesini
charançon er. Bitki biti (Charançon du blé, duriz). önlemek için konulan) Dikenli tel, dikenli engel,
charançonné,e s. Bit yemiş, bit yeniği olan (Blé chardonneret er. hayb. Saka kuşu.
charançonné). charge diş. 1. Yük (Porter une charge à bras, sur les
charbon er. 1. Kömür (Mine de charbon). 2. Kömür épaules. Charge d'un wagon, d'une charrette). 2.
parçası (Il a eu un charbon dans l'œil). 3. Şarbon Yüküm, yükümlülük (Il a de grosses charges
chargé 242 chargette

familiales. Toute la charge en tombe sur moi). 3. jours-ci). 3. Dolu (Un fusil chargé). 4. Çok süslü,
Görev (Votre charge ne demande aucun travail. ağır (Un style chargé). § Lettre chargée: Değerli
On lui a confié la charge d'organiser la publicité). mektup. Chargé d'affaires: (Diplomat) İşgüder,
4. Resmi görev, memurluk (Charge d'officier maslahatgüzar. Chargé de cours: Öğretim
ministériel, charge de notaire. Il a occupé de hautes görevlisi. Avoir l'estomac chargé: Midesi çok
charges). 5. Vergi (Charge foncière, charges dolu olmak, midesinde bir ağırhk olmak. Avoir la
sociales). 6. Suç kamta, suç belgesi (C'est une langue chargée: Dili pas tutmak, dili bembeyaz
charge contre l'accusé). 7. (Silah) Doldurma (La olmak. Etre chargé de qch, de f. qch: -ile dolu
charge d'un fusil, d'un canon). 8. Silaha olmak; -ile görevli olmak; -mekten sorumlu
doldurulan barut ve mermi (Charge d'explosifs). olmak (Unemainchargéedebagues. Je suis chargé
9. (Düşmana) Saldırış, saldırı (Charge de de contrôler toute la correspondance. Il est chargé
cavalerie. Charge à la baïonnette). 10. ask. Saldın d'une haute fonction). Etre chargé d'ans: Yaşlı
borusu, "hücum borusu (Sonner la charge, battre olmak. Etre chargé d'honneurs: Çokünlü olmak.
la charge: Saldırı borusu çalmak, "hücum borusu chargement er. 1. Yükleme (Chargement d'une
çalmak). 11. Bir aygıta elektrik verme ve verilen voiture, d'un wagon, d'un mulet. Appareil de
elektrik miktan (La charge d'une batterie chargement). 2. Yük. 3. (Silah) Doldurma
d'accumulateurs. Courant de charge). 12. Her (Chargement d'un fusil). 4. Değer yükletilmiş
hangi bir şeyi sertleştirmek için içine katılan mektuplar, değerli evrak (Bureau des
madde. 13. Karikatüre kaçan resim (Portrait en chargements).
charge). 14. mec. Kaba güldürü (Jouer un rôle en charger gçl. 1. Yüklemek (Charger un animal, une
charge. Cette farce est une charge burlesque). 15. voiture, un navire). 2. Yerleştirmek (Charger une
Şaka, aldatmaca, gülünç abartma. § Femme de valise dans le coffre de la voiture). 3. (Bir taşıta)
charge: Çamaşırcı yada bulaşıkçı kadın; Almak, bindirmek (Le taxi qui charge un client.
temizleyici. Bête déchargé: Yük hayvanı. Témoin Le cocher a chargé un client). 4. Doldurmak
à charge: Aleyhte tanık. A charge de:-koşuluyla, (Charger un fusil, un canon). 5. Saldırmak,
"şartıyla (Tu peux utiliser ma voiture à charge pour üstüne çullanmak (Charger l'ennemi. Le sanglier
toi de la maintenir en bon état). A charge de charge les chiens). 6. Suçlamak, aleyhinde
revanche: Geri vermek koşuluyla, karşılığını konuşmak, karalamak (L'accusé a chargé son
yapmak koşuluyla, sırası geldiğinde aynım complice). 7. Şişirmek, abartmak (Un poète qui
yapmak üzere (Pourriez-vous me prêter un peu charge ses descriptions). S. Üstüne ağır gelmek,
d'argent, à ma charge). Avoir charge de f.qch: ağır basmak, yüklenmek (La voûte charge trop ce
Görevi -mek olmak (Il a charge de faire ceci). pilier). 9. gsz. Saldırmak, çullanmak (Le lion a
Donner à qn charge de f.qch: Birine -mek gôrevini chargé) .10. Charger qch de qch: a) -ile doldurmak
vermek (On lui a donné charge de faire toute (Charger une table de mets. Chargerunouvragede
l'organisation). Etre à charge à qn: 1. Birini citations. Charger un poêle de combustibles), b)
masrafa sokmak (Il tenait à travailler pour ne pas -in altında ezmek (Charger un peuple de taxes,
être à charge à ses hôtes). 2. Birine yük olmak (Je d'impôts), c) Bir şeye... yüklemek (Charger un
ne veux pas être à charge à mes parents). 3. Birine navire de charbons). 11. Charger qndeqch: Birini
ağır gelmek, güç gelmek (Il est si affaibli que le bir şeyle görevlendirmek (Charger un avocat de la
moindre travail lui est à charge). Etre à la charge de défense). 12. Charger qn de f.qch: Birini -mekle
qn: 1. -in üstüne kalmak, bakımı -e ait olmak görevlendirmek (On m'a chargé de surveiller les
(Devenu impotent, il était à la charge de son enfants). § Se charger: 1. Yüklenmek. 2. (Silâh)
neveu). 2. -e ait olmak (Les frais de voyages sont à Doldurulmak. 3. Birbirine saldırmak. 4. (Bir işi)
la charge de notre gouvernement). Prendre qch en Üstüne almak. 5. Se charger de: -i üstüne almak,
charge: 1. Bir şeyi üzerine almak, bir şeyin -ile uğraşmak, -in yapımım, bakımım,
sorumluluğunu yüklenmek (Le chef est celui qui sorumluluğunu üstlenmek (Je me charge de la
prend tout en charge). 2. Birinin bakımını üstüne cuisine. Il s'est chargé des enfants pendant notre
almak (Ils ont pris en charge un orphelin). absence). 6. Se charger de f. qch: -meyi üstüne
Revenir, retourner à la charge: Yaptığı atılımda almak, -mekle görevlenmek (Jeme chargedefaire
direnmek, isteklerini yinelemek. Sonner la la cuisine. Qui veut se charger de faire cette
charge: Hücum borusu çalmak, démarche?).
chargé,e s. ve ad. 1. s. Yüklü (Un wagon bien
chargette diş. (Fişek doldurmak için) Barut ve
chargé). 2. tşi çok, meşgul (Je suis très chargé ces
saçma ölçüsü; 'doldurumluk.
chargeur 243 charmer

chargeur,euse s. ve ad. 1. Yükleyici (Chargeur de l'écouter). Charité bien ordonnée commence par
bois, de charbon). 2. diş. Yükleme aracı, soi-même: Önce can sonra canan,
doldurma makinası. charivari er. 1. Hay huy. 2. Büyük gürültü; gürültü
chargeur er. 1. (Silâhta) Şarjör, carcur (Il a vidé patırtı.
plusieurs chargeurs en tirant. Chargeur de charlatan er. 1. (Eskiden) Pazarlarda,
mitraillette). 2. Elektrik doldurucu (aygıt). 3. meydanlarda kocakarı ilâcı satan kimse. 2.
(Makinalı tüfek top vb.) Doldurucu, mermi Üfürükçü (ila été victime de plusieurs charlatans
sürücü er (Les chargeurs et les pourvoyeurs d'un qui n'ont fait qu'aggraver son mal). 3. Pazarlarda
canon). binbir dil dökerek öteberi satan kimse, meydan
chariot er. 1. Dört tekerlekli yük arabası (Chariot de çığırtkanı. 4. Yaygaracı, şarlatan (Un charlatan
foin, chariot de fourrage, chariot de ferme). 2. politique). 5. s. Şarlatan, yaygaracı (Il a l'air un
(Yeni yürümeye başlayan çocuklar için) Tay tay peu charlatan).
arabası (Chariot d'enfant). 3. Kimi makinalarda charlatanerie diş. Şarlatanlık, yaygaracılık,
ve el tezgâhlannda işlenen şeyi sağa sola götürüp charlatanesque s. 1. Şarlatanca. 2. Üfürükçülere
getiren kayar bölüm? kayarga (Chariot de métier à özgü (Un remède charlatanesque: Üfürükçü ilâcı,
tisser. Chariot de machine à écrire). 4. Evin içinde kocakarı ilâcı).
her yana hareket ettirilebilen tekerlekli yemek ya charlatanisme er. 1. Şarlatanlık. 2. Üfürükçülük
da içki masası (Chariot à liqueurs, chariot à (Ne soyez pas dupe de tout ce charlatanisme, allez
desserts). 5. Tekerlekli küçük yük arabası (Dans voir un médecin).
les gares, on porte les bagages sur les chariots). § Le charlemagne er. (İskambilde) Kupa papazı. § Faire
chariot de David: hlk. Büyükayı burcu, charlemagne: (Kumarda) Kazanınca oyundan
charismatique [kaxismatik] s. Büyüleyici, çekilivermek.
etkileyici, arkasından sürükleyici (Un leader charlotte diş. 1. Fırında kızartılmış ekmekle
charismatique). çevrilmiş elma ezmesi. 2. Fırfırlı kadın şapkası,
charisme [kaxism(a)] er. Büyüleyicilik, charmant,e s. 1. Çok güzel (Une robe charmante.
etkileyicilik, sürükleyicilik, "büyüleyim. Une soirée charmante). 2. Hoş, gönül çekici,
charitables. 1. Acıması olan, acımalı, "merhametli "cazibeli (Une femme charmante. Un récit
(Une âme charitable. Vous n'êtes pas très charmant). §Le prince charmant: 1.
charitable). 2. İyiliksever. 3. Gönül alıcı (Un (Masallardaki) Peri padişahının oğlu. 2. Yakışıklı
sourire charitable, un geste charitable). delikanlı.
charitablement bel. 1. İyilik olsun diye, iyilik işlemiş charme er. 1. Büyü (Le charme est rompu: Büyü
olmak için (Je vous avertis charitablement que je bozuldu). 2. Sevimlilik, çekicilik, "cazibe (On ne
vais porter plainte. On lui a charitablement offert peut pas rester insensible au charme d'un tel
de l'aider). 2. Gönül alıcı bir biçimde (// nous a paysage. Cette femme a un grand charme). 3. ç.
accuellis charitablement). Güzellik (Les charmes d'une femme). 4. bitb.
charité diş. 1. İyilikseverlik, yardımseverlik, Gürgen ağacı. 8 Avoir du charme: Çekiciliği,
"merhamet (Sa charité a fait de lui l'ami de (pus les sevimliliği olmak; çekici, "cazibeli, sevimli
humbles). 2. Erdem, iyiyüreklilik, iyilik (Vous olmak; şeytan tüyü olmak. Exercer un charme,
excusez sa négligence avec beaucoup de charité). jeter un charme: Bir büyü yapmak. Faire du
3. Sadaka (Le mendiant demande la charité. Il vit charme à qn: Birinin hoşuna gitmeye çalışmak,
des charités de ses voisins). 4. Tanrı sevgisi (La birine işmar edip göz süzmek, kırıtmak (Elle lui
charité servait Dieu au travers de l'individu). S faisait du charme, mais il ne la regardait même
Œuvres de charité: İyilik, hayır. Dames de charité: pas). Mettre, tenir qn sous le charme: Birine büyü
Hayır işlerinde, yardım derneklerinde çalışan yapmak, birini büyülemek, büyüsü altına almak.
kadınlar. Sœurs, frères de la Charité: Ermiş Rompre un charme: Bir büyüyü bozmak. § Se
Vincent de Paul tarikatından olan rahibeler, porter comme un charme: tkz. Sağlığı çok iyi
rahipler. La Charité: (Paris ve Lyon'da) olmak, turp gibi olmak, demir gibi olmak,
"Hastane, saynlarevi. Vente de charité: Yardım charmer gçl. 1. Büyülemek, 'afsunlamak
dernekleri adına yapılan satış. Etre à la charité: (Charmer un serpent). 2. mec. Büyülemek,
Büyük bir yoksulluk içinde olmak, nerdeyse hayran etmek, hayran bırakmak (Le paysage
dilenmek. Faire la charité: Hayır yapmak, sadaka nous a charmés. Sa voix m'a charmé). 3.
vermek. Faireiqn la charité def.qch: Birine-mek Yumuşatmak, yatıştırmak, hafifletmek
iyiliğini göstermek (Faites-lui la charité de (Charmer une douleur, une peine). 4. Çok
charmeur 244 charrier

sevindirmek, hoşnut etmek (Votre invitation m'a charpenter gçl. 1. Yontmak, doğramak
charmé). 5. Etre charmé de qch; de f. qch: -e (Charpenter une poutre). 2. mec. Düzenlemek,
sevinmek; -diğine çok sevinmek, -den memnun kurmak, hazırlamak, planlamak (Il a bien
olmak (J'ai été charmé de votre gentille visite. J'ai charpenté son discours. Vous avez solidement
été charmé de faire votre connaissance). charpenté votre roman).
charmeur,euse ad. 1. Büyücü, afsuncu (Charmeur charpenterie diş. 1. Dülgerlik, doğramacılık. 2.
de serpents). 2. mec. Büyüleyici, baştan çıkarıcı Dülger işliği,
(C'est un grand charmeur). 3. s. Büyüleyici, charpentier er. 1. Dülger, doğramacı. 2. Dülger
esritici, çok hoş (Elle souriait d'un air charmeur. işleri üstencisi.
Une voix aux inflections charmeuses). charpie diş. (Eskiden yaralan tımaretmekte pamuk
charmille dis. 1- Gürgen fidanlığı. 2. Gürgenli çit ve gazlı bez yerine kullanılan) Tiftik yada kumaş
(Planter une charmille). 3. İki yanı gürgen dikili şeridi (Faire de la charpie pour les soldats). §
yol. 4. Yeşillikler, yemyeşil alan (Allons sous la Viande en charpie: Çok pişerek dağılmış, lime
charmille où l'églantier fleurit). limeolmuş et. Mettre qch en charpie: Bir şeyi lime
charnel,le s. 1. Tensel, tene değgin; tenin lime etmek, ufak ufak doğramak. Mettre qn en
isteklerine değgin, *kösnül, şehvanî (Plaisirs charpie: Birini kıyım kıyım doğramak, öldürüp
charnels). 2. Tensel, cinsel (Amour charnel, vücudunu parça parça etmek,
union charnelle, acte charnel). 3. Kösnül, charrée diş. Çamaşır külü, giysi yumakta
"şehvetli, kösnüye düşkün (Un homme charnel). kullanılan kül.
charnier er. 1. Et dolabı. 2. Ölü kemikleri mahzeni, charretée diş. 1. Bir araba dolusu (Une charretée de
kemiklik. 3. Ölülerin dolduruldukları çukur (Les bois, de paille). 2. tkz. Bir sürü, bir yığın (II a reçu
charniers des camps de concentration). une charretée de lettres à la suite de son article).
charnière diş. 1. Menteşe (Charnière de portes et de charretier,ère s. vead. 1. Arabacı. 2. Kaba adam. 3.
fenêtres. Charnière de valise, de coffre). 2. mec. s. Arabalara özgü (Chemin charretier, porte
Birleşme noktası, birleşme çizgisi, kavşak, ara, charretière). § Jurer comme un charretier: Pis
geçit (Nous sommes à la charnière de deux ağızlı olmak, pis pis sövmek, arabacılar gibi
époques). küfretmek.
charnu, e s. 1. Etten; etten yapılmış (Les parties charreton, charretin er. 1. Korkuluğu bulunmayan
charnues du corps). 2. Etli (Lèvres charnues). 3. küçük araba. 2. El arabası,
Etli, yenecek bölümü bol (Fruits charnus). 4. charrette diş. İki tekerlekli, yaysız yük arabası,
Kalın, dolgun (Feuilles charnues). yalkı (Atteler une charrette. Mener, conduire une
charognard er. 1. Akbaba. 2. tkz. Başkalarının charrette). § Charrette à bras: İki yada üç kişinin
düşkünlüğünü sömürücü, leş kargası, ölü soyan, çektiği oklu küçük araba. Charrette anglaise: İki
kefen soyguncusu, tekerlekli gezinti arabası. Etre la cinquième roue
charogne diş. 1. Çürümüş hayvan leşi, leş (Les de la charrette: Önemli bir kimse olmamak, sözü
oiseaux de proie s'abattaient sur la charogne edilmeye değmemek, kahve dövenin hınk
puante). 2. tkz. Pis herif, it (Cette charogne nous deyicisi olmak,
jouera un sale tour). charriage er. 1. Araba ile taşıma (Le charriage des
charpantage er. (Ev, gemi için) Çatı çatma, betteraves). 2. coğr. Aşma; geniş ölçülü
iskeletini kurma, kıvrımlarda, çok kıvrılmış katmanların bir yana
charpente diş. 1. Yapı kafesi, çatma (La charpente doğru iyice yatarak ileri doğru uzanması ve
d'untoit, d'unemaison, d'unnavire, d'unpont). 2. böylece başka yerleri aşarak başka katmanların
Çatı, iskelet (La charpente du corps humain, la üzerine yatması olayı,
charpente d'une feuille). 3. Vücut, yapı (Il a une charrier er. Kül bezi.
charpente puissante). 4. Plan, * tasar , taslak (La charrier gçl. I. Araba ile taşımak (J'ai besoin d'une
charpente d'un roman, d'un livre). § Avoir une brouette pour charrier ces sacs de ciment). 2.
solide charpente: Sağlam bir yapısı olmak, güçlü Taşımak (Tu ne peux pas charrier tout ce matériel
kuvvetli olmak, sur ton dos). 3. Sürüklemek, sürükleyip getirmek
charpenté, e s. 1. İri yapılı, iri yarı, sağlam yapılı (La rivière charrie du sable, du limon, des
(Un garçon bien charpenté). 2. Kuruluşu sağlam, glaçons). 4. Önüne katıp sürüklemek, toplamak
yapısı iyi düzenlenmiş (Un roman ^solidement (Le ciel charriait des nuages). 5. mec. hlk. Alay
charpanté. Cette pièce de théâtre n'est pas bien etmek, işletmek, matrak geçmek (Tout le monde
charpentée). le charrie). 6. Obartmak, abartmak, ileri gitmek
charroi 245 chasser

(Il aurait pu me prévenir avant de partir, il av. Chasse gardée: 1. Özel avlak, özel av yeri. 2.
charrie!). mec. Özgür davranamama, önceden verilen
charroi er. 1. Araba ile taşıma işi. 2. ask. Taşıma kurallara göre davranma (C'est chasse gardée,
kolu. ici). 3. mec. Sahipli, dokunulamaz (Ah non, pas
charron er. Araba ustası, arabacı (Les outils du cette fille, elle est chasse gardée). Aller à la chasse,
charron). partir en chasse: Ava gitmek. Donner la chasse à:
charronnage er. Araba yapımı, -i kovalamak (Donner la chasse à un avion, à un
charroyer gçl. Araba ile taşımak, assassin). Faire la chasse à qn: Ardından koşmak,
charrue diş. Saban (Retourner la terre avec une fellik fellik aramak (Faire la chasse au mari: Koca
charrue. Les bœufs tirent la charrue). § Cheval de ardından koşmak, evlenmeye çalışmak, kendine
charrue: mec. Güçlü kuvvetli ama kafasız adam. koca bulmaya çalışmak). Prendre en chasse:
Mettre la charrue devant (avant) les bœufs: İşe Kovalamak, ardına düşmek (Prendre un
tersinden başlamak, eşeğe ters binmek. Tirer la bombardier en chasse). Revenir bredouille de la
charrue: Çok güçlük çekmek, boyunduruk onun chasse: Avdan eli boş dönmek, hiçbir şey
boynunda olmak (C'est lui qui tire la charrue: avlayamamak. Se mettre en chasse: Kollan
Bütün güçlüğü o çekiyor, boyunduruk onun sıvamak, işe canla başla koyulmak (Nous nous
boynunda). sommes mis en chassepour lui trouver un travail).
charte diş. 1. (Eskiden) Ayrıcalık belgesi. 2. Bir châsse diş. 1. İçinde bir ermişin terekesi saklanılan
devletin anayasası. 3. Yasa, temel kural (Charte sandık. 2. Bir şeyin içine yerleştirildiği yer, yuva,
des Nations- Unies). § La Grande Charte çerçeve (La châsse d'un verre de lunette. Châsse
d'Angleterre: (Tarihte) Magna Karta, d'une lancette). 3. Araba yapımında kullanılan bir
charter [tfantœr yada fax ten] er. İng. Çartır, tür çekiç. 4. argo. Göz (Elle a de belles châsses).
dolmuş uçağı (Compagnie de charters). chassé er. Bir tür dans.
charte-partie diş. den. Navlun sözleşmesi, chasse-clou er. Çivileri iyice gömmeye yarayan bir
chartil er. 1. Sap arabası. 2. Arabalık, aygıt, çekiç.
chartre diş. (Eskiden) Hapis, chassé-croisé er. 1. Bir dans adımı. 2. Bir anda ve
chartreuse diş. 1. Manastır (La Chartreuse de karşılıklı olarak yer değiştirme; sürekli yer ve
Parme). 2. Yalnızlık köşesi, "inziva köşesi. 3. durum değiştirme,
mec. Yalnız ve küçük kır evi. 4. Şartröz likörü chasselas \jasla] er. Yemeklik beyaz üzüm.
(Chartreuse jaune, verte). chasse-marée er. 1. Üç direkli bir tür yelkenli. 2.
chartreux,euse ad. 1. Ermiş Bruno tarikatından Avlanan balıkları hızla pazarlara yetiştiren bir tür
olan kimse. 2. Tüyleri külrengi kedi. araba, balık arabası,
chartrier er. 1. Manastırlarda eski belgeleri chasse-mouches er. Sinekleri kovmak için
korumakla görevli kimse. 2, Eski belgeler dergisi. kullanılan bir tür küçük yelpaze yada kıldan
3. Eski belgelerin bulunduğu yer. küçük süpürge, 'sinekkovar, 'sineksavar.
chas \fa] er. İğne deliği. chasse-neige er. 1. Karları açmak için lokomotif
chasse diş. 1, Av, avlanma (Chien de chasse, fusil de yada kamyonların önüne konan aygıt, *kartarağı
chasse, équipement pour la chasse. La chasse au 2. Kar açma arabası, *karkürer.
canard sauvage). 2. Avlak, av alanı (Je vais inviter chasse-pierres er. Yoldaki taş ve benzerlerini
mes amis sur ma chasse). 3. Avlanılan hayvan, av kenara atmak için lokomotiflerin önüne takılan
(Lesoirvenu, on partage la chasse). 4. Av tayfası, aygıt, 'taştarağı.
avlananlar, avcılar (La chasse a passé par là. La chassepot er. Eski bir tür tüfek,
chasse s'éloigne). 5. Av 'süremi, avlanma chasser gçl. 1. Avlamak (Chasser un lièvre, un
"mevsimi (La chasse est ouverte). 6. Avcı uçak lion,un cerf.Le loup chasse les moutons). 2.
takımı. 7. Avcı uçakları (Posséder une chasse Kovmak, atmak, püskürtmek (Chasser
moderne. La chasse fasciste tomba des nuages l'ennemi). 3. Kovmak, başından defetmek
supérieurs). § La chasse d'eau: (Bir şeyi (Chasser un indésirable). 4. Kovmak, dışarı
temizlemek için) Hızla su akıtma; atmak, işinden çıkarmak ( Chasser un employé, un
yüznumaralarda su akıtmak için kullanılan aygıt domestique). S. Dağıtmak; başından atmak (Cette
(Tirer la chasse d'eau). Avion de chasse: Avcı bonne nouvelle a chassé tous mes soucis. Chasser
uçağı. Chasse à courre: Sürek avı. Chasse à le chagrin, l'ennui). 6. Önüne katıp sürüklemek,
l'homme: İnsan avı. Chasse noble, chasse royale: kovalamak, dağıtmak (Le vent chasse les nuages).
Silâh kullanılmadan, yalnız köpeklerle yapılan 7. Çakmak (Chasser un clou à coups de marteau).
chasseresse 246 châtain

8. İtmek, önünde yuvarlanıp götürmek (Chasser içinde bir kötülük taşımadan (Ils s'embrassaient
les cercles de tonneaux). 9. Sürmek, önüne katıp chastement).
götürmek (La bergère chasse devant elle son chasteté Namusluluk, iffet, dürüstlük, temizlik.
troupeau de moutons). 10. Atmak, dağıtmak §Ceinture de chasteté: Namus kemeri; bekâret
(Chasser le mauvais air). 11. Chasser qn de qch: kemeri.
Birini bir yerden çıkarmak, kovmak, dışarı atmak chasuble diş. (Papazların) Âyin kaftanı (Chasuble
(Chasser un employé de son poste. Il veut me brodée, chasuble de soie).
chasser de chez moi). 12. Chasser qch de qch: Bir chat, chatte ad. 1. Kedi (Chat noir, gris, blanc. Chat
şeyi -den atmak, kovmak, çıkarmak (Chasser une angora, chat siamois, chat persan). 2. s. Yaltak;
idée de son esprit. J'ai chassé tous les mauvais okşanmaktan, sevilmekten hoşlanan (Elle est
souvenirs de ma tête). 13. gsz. Avlanmak, chatte). § Chat à neuf queues: Dokuz kayışlı
avlanılmak (Les fauves chassent souvent la nuit). kamçı. Ecriture de chat: Kargacık burgacık yazı.
14. gsz. Esmek (Le vent chasse du nord). 15. gsz. Saut de chat: Bir tür dans. Langue de chat: Bir
den. Taramak, denizin dibine değmek (Les ancres çeşit bisküvi, kedi dili. Œil de chat: Akik, agat.
chassent. Un navire qui chasse sur son ancre). 16. Toilette de chat: Birkaç dakikada yapıhveren
gsz. Yan yatmak, kaymak, atmak (Dans le virage, tuvalet, elini yüzünü şöyle bir düzeltme. Acheter
les roues arrière ont chassé). § Chasser sur les chat en poche: Bir şeyi görmeden satın almak.
terres d'autrul: Başkasının hakkına el uzatmak. Avoir un chat dans la gorge: Sesi kısılmak. Avoir
Chasser sur ses ancres: den. Demirini taramak. d'autres chats à fouetter: Yapacak çok daha
Chasser de race: Atalanna benzemek, soya önemli işleri olmak. Appeler un chat un chat:
çekmek. Bon chien chasse de race: Küçük kalkar Domuza domuz demek, dobra dobra konuşmak.
büyüğe bakar; şeker cinsine çeker; kenarına bak Donner sa langue aux chats: Bir çözüm yolu
bezini al, anasına bak, kızını al. Un clou chasse bulunamayacağını görmek, işin içinden
l'autre: Çivi çiviyi söker. Chassez le naturel, il çıkamayacağını anlamak, çaresizliğini anlayarak
revient au galop: Can çıkmayınca huy çıkmaz. § Se susup oturmak. Jouer à chat: Kovalamaca
chasser: 1. Avlanılmak. 2. Birbirini kovup atmak. oynamak. Jouer avec qn comme un chat avec une
3. Birbirini arayıp durmak, kovalamaca souris: Kedi fareyle oynar gibi biriyle oynamak.
oynamak. Ecrire comme un chat: Kargaak burgacık
chasseresse diş. (Şiir dilinde) Avcı kadın, yazmak. Etre, vivre comme chien et chat: Aralan
chasseur, euse ad. 1. Avcı (Un bon chasseur. Les kedi köpek gibi olmak, kedi köpek gibi kavga edip
chasseurs battent la plaine. Chasseur de lion). 2. durmak. Etre chatte, une chatte: (Kadın için) Çok
ask. Avcı birliği. 3. ask. Ava eri. 4. A v a uçağı cilveli olmak. Réveiller le chat qui dort: Uyuyan
(Chasseur à réaction). 5. Takip gemisi (Chasseur yılanı uyandırmak, çıfıtı üstüne sıçratmak. 11 n'y a
de sous-marins). 6. Küçük balina gemisi.7.Gazino pas de quoi fouetter un chat: Önemsiz şey,
ve otel gibi yerlerde üniformalı uşak, yamak. § değmez, pek önemli bir şey değil bu. La nuit tous
Chasseur-bombardier: Ava bombardıman les chats sont gris: Gece bütün ayıplan gizler;
uçağı. Chasseur d'images: Güzel görünümler karanlıkta ak da bir kara da. Quand le chat n'est
ardında koşan sinemaa yada fotoğrafçı. pas là, les souris dansent: Kedinin bulunmadığı
Chasseur-aboyeur, chasseur annonceur: yerde fareler horon teper. Chat échaudé craint
Çığırtkan, l'eau froide: Sütten ağzı yananlar yoğurdu
chassie diş. Çapak, göz çapağı, üfleyerek yer. D n'y a pas un chat: Kimseler yok,
chassieux,euse s. Çapaklı (Des yeux chassieux). in cin yok, cinler top oynuyor. A bon chat, bon rat:
châssis er. 1. Çerçeve (Le châssis de la fenêtre ne Saldırgan da savunan da birbirinden yaman. Mon
s'ouvre pas. Châssis d'un tableau). 2. Pencere petit chat, ma chatte: Canikom, cicim, sevgilim
(Châssis d'aérage, châssis fixe). 3. (Arabalarda, (Ne t'inquiètepas mon petit chat. Viens ma chatte).
otomobillerde, fotoğrafçılıkta) Şasi. 4. Camlı châtaigne diş. 1. Kestane (Châtaignes bouillies,
tavan. | Un beau châssis: mec. hlk. Güzel bir châtaignes rôties). 2. At ayaklannda çıkan
kadın vücudu, boynuzumsuçıkıntı, kestanecik. 3. hlk. Yumruk,
châssis-presse er. (Fotoğrafçılıkta) Basma şasisi, surata yenen yada indirilen yumruk,
chastes. 1. Namuslu; iffetli (Une femme chaste). 2. châtaigneraie diş. Kestanelik, kestane bahçesi,
Temiz, lekesiz, dürüst (Un cœur chaste, un châtaignier er. Kestane ağaa.
tempérament chaste, un amour chaste). châtain, e s. 1. Kestane renginde (ila des cheveux
chastement bel. Namusluca, "iffetlice, dürüstçe, châtains; Elle estplutôt châtaine que blonde. Ne te
château 247 chaud

fie pas aux femmes blondes ni aux châtaines). 2. des chatouilles à qn: -in orasını burasını ellemek,
Kestane rengi (Châtain clair, châtain foncé. Ses chatouillement er. 1. Gıdıklama (Je redoute le
cheveux sont d'un châtain clair). chatouillement). 2. Gıdıklanma (Il éprouvait un
château er. 1. Şato (Unchâteauféodal). 2. Saray (Le petit chatouillement).
château de Versailles). 3. Büyük köşk (Acheter un chatouiller gçl. 1. Gıdıklamak (Chatouiller un
petit château). 4. (Eski gemilerde) Köşk, loca (Les enfant). 2. mec. Hoşuna gitmek, gururunu
officiers étaient sur le château de poupe avec les okşamak. § Chatouiller les côtes à qn: Dövmek,
passagers). § Château d'eau: Büyük su deposu, dayak atmak. Chatouiller qn à l'endroit sensible:
sarnıç. Château de cartes: Dayanıksız şey, üflesen Birini okkalamak, hoşuna gidecek şeyler
düşecek şey. Château fort: Hisar. Bâtir, faire des söylemek. Chatouiller l'amour-propre de qn:
châteaux en Espagne: Boş düşler kurmak, Gururunu okşamak,
olmayacak dualara amin demek; yedi kubbeli chatouilleux,euse s. 1. Çok çabuk gıdıklanan (Un
hamamlar kurmak, İspanya'da şatolar kurmak. enfant chatouilleux. Elle est très chatouilleuse). 2.
Mener une vie de château: Beyler gibi yaşamak, mec. Alıngan, çabuk gücenen (Un caractère
chateaubriand, châteaubriant er. Bir tür sığır chatouilleux). § Etre chatouilleux de: -den
filetosu ızgarası, şatobriyan. gıdıklanmak (Il est chatouilleux de la plante des
châtelain er. 1. Soyluluk hiyerarşisinde barondan pieds). Etre chatouilleux sur qch: -konusunda çok
sonra gelen derebeyi. 2. Şato sahibi; şato yada alıngan olmak, hassas olmak (Il est très
büyük köşkte oturan kimse, şatolu. chatouilleux sur le point d'honneur).
châtelaine diş. 1. Şato yada köşk sahibi kadın. 2. chatoyant,e s. 1. Pırıldayan, pırıltılı, "hareli (Une
Mücevher zinciri. 3. Anahtar zinciri, étoffe chatoyante. L'éclat chatoyant d'un
chfitelet er. Küçük şato; şatocuk. diamant). 2. Renk ve imge bakımından çok
châtellenie diş. 1. Şatosu olan derebeyi erki, şato zengin, parlak (Un style chatoyant).
sahipliği (Droit de châtellenie). 2. Şato sahibi bir chatoyer gsz. Pırıldamak, harelenmek (Une étoffe
derebeyinin ülkesi, qui chatoie).
chat-huant er. Kukumav, baykuş, châtrer gçl. 1. İğdiş etmek, burmak (Châtrer un
châtier gçl. 1. Cezalandırmak, ceza vermek cheval, un taureau). 2. mec. Kimi bölümlerini
(Châtierun coupable, unassassin, unerévolte). 2. kesip çıkarmak, kırpmak, kırpıp kuşa benzetmek
mec. Düzeltmek, özenle işlemek (Châtier son (Châtrer un livre, un ouvrage). 3. (Bir bitkinin)
style, ses écrits). 3. İşkence etmek, yoksun Filizlerini koparmak (Châtrer un fraisier, un
bırakmak, eziyet etmek (Châtier son corps, sa melon).
chair). 4. Düzeltmek, gidermek (Le rire châtie chatte diş. 1. Dişi kedi. 2. tkz. Amcık.
certains défauts. Châtier une faute). 5. Châtier qn chattée diş. Bir kedinin bir defada doğurduğu
de qch: Birini -ile cezalandırmak; -cezasına yavrular.
çarptırmak (Ona châtié les auteurs du complot de chattemite diş. Yere bakan yürek yakan; sevimli
longues années d'emprisonnement). § Qui aime görünen sinsi kimse. $ Faire la chattemite: Yere
bien châtie bien: Tabak sevdiği deriyi taştan taşa bakıp yürek yakmak,
vurur; seven çektirir, chatterie diş. 1. Kedice tavırlar. 2. Yaltaklanma,
chatière diş. 1. (Kapıların alt bölümünde) Kedi dalkavukluk (Je ne peux pas résister à une telle
deliği. 2. Kedi tuzağı. 3. (Tavan arasında) Hava chatterie). 3. Şeker, pasta gibi ağız tadıyla yenen
deliği. güzel şeyler (Il aime les chatteries). § Faire des
châtiment er. Ceza (Crime et châtiment. Un chatteries à qn: Birine yaltaklanmak; hoşa
châtiment sévère). § Recevoir, subir un gidecek güzel ve tatlı sözler söylemek,
châtiment: Bir ceza almak, ceza görmek, chatterton er. Yalıtkan ve yapışkan şerit, "izole
chatoiement er. Yanardöner parıltı, ışıldama (Le band (Recouvrir un fil électrique de chatterton).
chatoiement des toilettes féminines). chat-tigre er. Yaban kedisi,
chaton er. 1. Kedi yavrusu. 2. Yüzük kaşı chaud,e s. 1. Sıcak (Eau chaude, temps chaud. Un
(Enchâsser un brillant dans un chaton). 3. Yüzük plat chaud, soupe chaude). 2. Sıcak tutan
taşı (Des bagues aux chatons finement travaillés). (Vêtement chaud, lainage chaud). 3. Ateşli,
4. bitb. Tırtılsı başak. S. Pamuk gibi görünen ufak hararetli, heyecanlı (Une chaude dispute). 4.
toz yumacığı. Yeni, taze (Une nouvelle toute chaude). S. Sert,
chatonnergsz. (Kedi için) Yavrulamak, doğurmak, çetin, kanlı (La bataille fut chaude). 6. Tatlı,
chatouille diş. tkz. Gıdıklama, mıncıklama. §Faire sürükleyici (Une voix chaude). 7. Ağır (Un
chaud 248 chauffeur

parfum chaud). § Tout chaud tout bouillant: chauffage er. 1. Isıtma (Le chauffage au charbon, le
Sıcağı sıcağına. Avoir la tête chaude: Çabuk chauffage au mazout, le chauffage électrique.
kızmak. Avoir le sang chaud: Sıcakkanlı olmak; Chaque journée de chauffage représente une
kösnülü olmak. Avoir, tenir les pieds chauds: grande dépense pour l'immeuble). 2. Isınma (Le
Ayaklarını sıcak tutmak. Avoir chaud: 1. chauffage d'un métal le rend plus malléable). 3.
Sıcaklamak, sıcaktan bunalmak. 2. Korkudan Isıtma aracı, ısıtma aygıtı, "kalorifer, *ısıtaç (Le
ecel terleri dökmek (J'ai eu chaud). Battre le fer chauffage est en panne). § Le chauffage central:
pendant qu'il est chaud: Demiri tavında iken Özekten ısıtma, merkezden ısıtma, kaloriferle
dövmek. Coûter chaud à qn: tkz. Birine pahalıya ısıtma. Le chauffage urbain: Konutlar arası
mal olmak, pek tuzluya çıkmak. Etre chaud pour (kaloriferle) ısıtma,
qch: Bir şeye istekli olmak, gönüllü olmak (Iln'est chauffagiste er. Kaloriferci; kalorifer ustası,
pas chaud pour cette affaire). Faire des gorges •ısıtaçcı.
chaudes de qch: Bir şeye katıla katıla gülmek, chauffard er. Kötü şoför, şoför bozuntusu (Il s'est
kahkahayı basmak. Jouer à la main chaude: Cılız fait écraser par un chauffard).
oyunu oynamak. Manger chaud, boire chaud: Bir chauffe diş. 1. Isınma (Contrôle de chauffe. Surface
şeyi sıcak olarak yemek, içmek. Ne faire ni chaud de chauffe). 2. (Gemilerde ve dökümevlerinde)
ni froid a qn: Birini hiç ilgilendirmemek, Ocak, kazan dairesi. 3. Damıtma. 4. Isıtma
ırgalamamak (Cela ne lui fait ni chaud ni froid). (Donner une chauffe).
Pleurer à chaudes larmes: İki gözü iki çeşme chauffe-assiettes er. Tabak ısıtma aygıtı,
ağlamak. Tenir chaud: Sıcak tutmak (Ce manteau chauffe-bain er. Banyo kazanı, şofben,
tient chaud). chauffe-eau er. Su ısıtma aygıtı, *suısıtır.
chaud er. Sıcaklık, sıcak (Je crains le chaud autant chauffe-plat er. Yemekleri sıcak tutmaya yarar
que le froid). § A chaud: Isıtarak, ateşte eriterek, aygıt, *sıcaktutar.
kızdırarak (Etirer un métal à chaud). Crever de chauffer gçl. 1. Isıtmak, kızdırmak (Chauffer un
chaud: Sıcaktan patlamak. Garder, tenir qch au métal, chauffer du fer, de l'eau). 2. Yakmak,
chaud: Bir şeyi sıcakta tutmak (Garder un plat au çalıştırmak (Chauffer une chaudière, une
chaud). Opérer à chaud: Sıcağı sıcağına ameliyat locomotive). 3. mec. tkz. Tahrik etmek, gayrete
etmek, kriz halindeyken ameliyat etmek (Opérer getirmek, çalışmasını hızlandırmak, sınava
une appendicite à chaud). Prendre un chaud et un hazırlamak (Chauffer un candidat). 4. hlk.
froid: Üşütmek. Souffler le chaud et le froid: Her Aşırmak, araklamak, iç etmek (On m'a chauffé
istediğini yaptırmak, sözü yasa olmak, mon stylo). S. tkz. Birini suçüstü yakalamak (On
chaude diş. 1. Isınacak ateş (Faire une chaude: l'a chauffé en train de tricher). 6. gsz. Isınmak,
Isınacak ateş yakmak). 2. Kızgınlık tavı. kızmak ( Le bain chauffe, lefer chauffe. La bassine
chaudeau er. (Yumurta vb. üzerine dökülen) d'eau chauffe sur le feu). § Chauffer les oreilles à
Şekerli süt. qn: Birinin tepesini attırmak, birini kızdırmak (Il
chaudement bel. 1. Sıcak tutacak biçimde (Il est commence à me chauffer les oreilles). Ça va
vêtu chaudement). 2. Sıcak olarak. 3. Heyecanla, chauffer: mec. tkz. Kıyamet kopacak! Rezalet
ateşli bir biçimde, "hararetle, canlı (Applaudir, çıkacak! (Le directeur l'a fait appeler dans son
féliciter chaudement). bureau; ca va chauffer!). § Se chauffer: Isınmak
chaud-froid er. Mayonezli yada pelteli kuş yada av (Il se chauffe près de la cheminée. Les lézards se
eti (Des chauds-froids de poulet). chauffent au soleil). § Montrer à qn de quel bois on
chaudière Kazan (Chaudière d'une locomotive. se chauffe: Birine dünyanın kaç bucak olduğunu
Chaudière d'un chauffage central). göstermek, birine kim olduğunu göstermek (Je
chaudron er. 1. Küçük kazan. 2. Üstten kulplu vais lui montrer de quel bois je me chauffe).
tencere (Un chaudron de soupe). 3. tkz. Kötü chaufferette diş. 1. Ayak tandırı. 2. Sofra ocağı,
müzik âleti (Ce piano est un chaudron). 4. Ağzı chaufferie diş. 1. Demirci ocağı. 2. (Gemide yada
geniş uzun çizme dizliği (Des bottes boueuses dont fabrikada) Ocak yeri, kazanların bulunduğu
le chaudron lui montait à mi-cuisses). bölüm, kazan dairesi,
chaudronnerie diş. 1. Kazancılık, bakırcılık. 2. chauffeur er. 1. (Eskiden) Soyduklarını
Kazancı dükkânı, konuşturmak için ayaklarının altını yakan
chaudronnier,ère ad. 1. Kazancı, bakırcı. 2. s. soyguncu, eşkiya. 2. Ateşçi (Chauffeur de
Kazancılığa, bakırcılığa değgin (Industrie locomotive). 3. Otomobil sürücüsü, şoför
chaudronnière). (Chauffeur de taxi, de camion). § Chauffeur de
chauffeuse 249 chaussure

dimanche: Acemi şoför, chausser gçl. 1. (Ayakkabı y ada çorap için) Giymek
chauffeuse diş. (Mangal yada ocak başında (Chausser ses pantoufles, ses bas, ses souliers). 2.
otururken kullanılan) Alçak iskemle, basık Ayakkabı giydirmek, ayağına ayakkabı
iskemle. giydirmek (Il faut chausser cet enfant). 3.
chauffoir er. Isınmak için toplanılan oda, ısınma Ayakkabısını yapmak, ayakkabı gereksinimini
odası. gidermek, sağlamak (Ce cordonnier chausse toute
chaufour er. Kireç ocağı. notre famille). 4, -numara ayakkabı giymek (Je
chaufournier er. Kireç ocağı işçisi. chausse du 42: Kırkiki numara giyiyorum). S.
chaulage er. Kireç suyundan geçirme, kireç suyu Ayakkabı yapmak (Ce cordonnier chausse bien).
verme (Chaulage des terres). 6. Ayağa iyi gelmek (Ce soulier chausse bien). 7.
chauler gçl. 1. Kireç suyundan geçirmek, kireç suyu Dibini toprakla beslemek (Chausser une plante).
püskürtmek (Chauler des raisins, les arbres). 2. 8. Lastik takmak (lia bien chaussé sa voiture. Une
Kireç suyu vermek (Chauler des terres). 3. Kireçle voiture bien chaussée). § Chausser le brodequin:
badanalamak (Chauler un mur). Komedi oynamak, oyun oynamak. S' enfuir un
chauleuse diş. Kireçleme makinesi, kireç pied chaussé et l'autre nu: Pabucunu almadan
püskürtme aygıtı, kaçmak, hemen tüymek. Les cordonniers sont les
chaumage er. 1. Anız sökme. 2. Anız sökme süremi. plus mal chaussés: Terzi kendi söküğünü
chaume er. 1. (Tahıllarda) Sap (Couper le chaume, dikemez. § Se chausser: Ayakkabılarını giymek
enterrer le chaume). 2. Anız (Brûler le chaume). (Je me chausse toujours avec un chausse-pied).
3. Anızlık, amzh tarla (Les perdrix volaient dans chausse-trappedi$.l. (Tilkive benzerihayvanlariçin
les chaumes). 4. (Köylerde evlerin damına kurulan) Tuzak (Prendre des bêtes sauvages dans
döşenen) Saman sapı (Un toit de chaume). S. des chausse-trapes). 2. (Eskiden insan ve
Saplardan yapılan dam, çatı (Les maisons des hayvanlar için kullanılan) Ayak oltası, ayı
paysans coiffées d'un chaume). 6. mec. Köylü kapanı. 3. mec. Hile, düzen, tuzak (Il évitait
kulübesi. habilement les chausse-trappes de sonadversaire).
chaumer gçl. vegsz. Anız sökmek, ekin biçildikten chausettte diş. 1. Kısa konçlu çorap. 2. ( E r k e k ve
sonra tarladaki sapları sökmek, yakmak, çocuklar için) Ç o r a p (Chaussettes de laine, de fil,
chaumière diş. Saman sapıyla örtülü kulübe, de nylon. Tricoter des chausettes. Repriser des
kulübecik, köylü kulübesi (Chaumière du chaussettes), i Chausette russe: D o l a k ; dolak
bûcheron, du paysan). § Une chaumière et un biçiminde çorap. Chaussettes à clou: hlk.
cœur: İki gönül bir olunca samanlık seyran olur. Kabaralı ayakkabı. Jus de chaussette: Çok kötü
chaumine diş. Kulübecik, küçük köylü kulübesi, kahve, çapanoğlunun apdes suyu.
chaussant,e s. (Ayakkabı için) Ayağa iyi gelen, chausseur er. Ayakkabıcı; kunduracı; kundura
ayağı iyi kavrayan (Ces mocassins sont très satıcısı.
chaussants). chausson er. 1. Patik (Tricoter des chaussons pour
chausse diş. 1. Üniversite öğretim üyelerinin un bébé). 2. Hafif ayakkabı, keçe ayakkabı
omuzlarına taktıkları kumaş parçası, omuzluk. 2. (Chausson d'escrimeur, chausson de danse). 3.
Kumaş süzgeç. 3. Uzun çorap, tozluk. 4. ç. T e k m e dövüşü biçiminde yapılan bir tür oyun,
Eskiden kullanılan bir tür potur. § Aux chausses t e k m e oyunu (Pratiquer le chausson). 4. Bir tür
de: -in ardından, arkasından (La meute des pasta (Chausson aux pommes, chausson aux
envieux ne cessera d'aboyer à tes chausses: prunes). S. Kısa konçlu lastik çizme, şoson,
Çekemiyenler sürüsü senin arkandan havlayıp chaussonnier er. Terlikçi; patıkçi.
duracaklardır hep).Courir, hurler après les chaussure diş. 1. (Çizme, potin, iskarpin terlik gibi
chausses de qn: Birinin ardını, yakasını her tür) Ayakkabı (Chaussure de cuir, de daim.
bırakmamak, biriyle uğraşıp durmak. Tirer ses Chaussure de sport, deski, de basket, de tennis). 2.
chausses: Tüymek, kaçmak, Ayakkabı sanayii, ayakkabı ticareti (Lesouvriers
chaussée diş. 1. Su seti (Chaussée de retenue; de la chaussure. Travailler dans la chaussure). §
chaussée d'étang) 2. (Çukur yada bataklık Une chaussure à tous pieds: Herkesin
yerlerde yapılan) Dolma yol (Chaussée dans urı benimseyebileceği basit bir düşünce. Enlever ses
marais, dans un lieu bas). 3. İki yaya kaldırımı chaussures: Ayakkabılarını çıkarmak. Mettre ses
arasında kalan taşıt yolu, şose (Les voitures chaussures: Ayakkabılarını giymek. Ressemeler
roulent sur la chaussée asphaltée). des chaussures: Ayakkabılara pençe yapmak.
chausse-pied er. Çekecek, kerata. Trouver chaussure à son pied: T a m aradığını
chauve 250 chemin

bulmak, kendi dengini bulmak. Cordonnier pas (Le subalterne doit obéir à ses chefs). S. Elebaşı,
plus h a u t que la chaussure: Çizmeden yukarı ileri gelen (Les chefs de la révolte sont arrêtés). 6.
çıkma. T e m e l m a d d e . 7. Kurucu (Leschefsd'unparti). 8.
chauve s. 1. Dazlak (Une tête chauve, un crâne Yüksek rütbeli subay (Les grands chefs de
chauve). 2. Dazlak kafalı (Ilestdevenuchauve). 3. l'armée). 9. Önemli kişi, as (C'est un chef). 10 .tkz.
Çıplak, üzerinde hiç ağaç ve bitki olmayan, kel Reis, aga (Oui, chef). § Chef d'état-miqor:
(Des collines chauves). 4. ad. Kel, dazlak kafalı. § Kurmay başkanı (Chef d'état major d'une
Etre chauve comme u n «raf, comme une bille, division). Chef-cuisinier, chef de cuisine:
comme un genou: Damdazlak olmak, kafasında Aşçıbaşı. Chef de cabinet: Özel kalem müdürü
tek tüy bulunmamak. L'occasion est chauve: (Chef de cabinet d'un ministre). Chef de bande:
Fırsat kolay kolay yakalanamaz, ha deyince fırsat Çete reisi, çete başı. Chef de famille: Aile reisi.
ele geçmez, Chef de file: 1. ask. Sıra başı, kolbaşı. 2. Bir
chauve-souris diş. Yarasa. topluluğu ardından sürükleyen kimse, önder (Ce
chauvin, e s. ve ad. Aşırı milliyetçi, "şoven (Un député est le chef de file de l'opposition). En chef:
journal chauvin. Mener une politique chauvine. Il Baş (Ingénieur en chef. Rédacteur en chef.
est un grand chauvin). Commandant en chef). Au premier chef: Son
chauvinisme er. Aşırı milliyetçilik, "şovenlik (Son derece, çok (Cela m'intéresse au premier chef). De
chauvinisme retire beaucoup de valeur à ses ce chef: Bundan dolayı, bu nedenle. De son chef,
jugements). de son p r o p r e chef: Kendi kendine, kendi başına
chauviniste s. vead. A ş ı n milliyetçi, şoven, (Il l'a fait de son chef. Ils ont décidé de leur propre
chauvir gsz. (Eşek, katır, at gibi hayvanlar için) chef de renoncer à cet avantage).
Kulaklarını dikmek (Il chauvit, il chauvit des chef-d'œuvre \jEdœvn(e)] er. 1. (Eskiden)
oreilles). Z a n a a t k â r l a n n usta ünvanını almak için sınav
chaux diş. Kireç, g Chaux éteinte: Sönmüş kireç. kuruluna çıkardıklan özenli iş. 2. Soy yapıt,
Chaux vive: Sönmemiş kireç. Lait de chaux, blanc başyapıt, "şaheser (Ce roman est un chef-d'œuvre
de chaux: Kireç şerbeti. Bâtir à chaux et à sable, à de notre littérature).
chaux et à ciment: Çok sağlam yapmak, demir gibi chef-lieu \jeflj01 er. İl, ilçe yada bucak merkezi,
sağlam yapmak. Etre bâti à chaux et à sable, à yönetim merkezi,
chaux et à ciment: Çok sağlam bir bünyesi olmak cheftaine diş. İzci, yavrukurt, oymak başı (gençkız
demir gibi güçlü kuvvetli olmak (Il est bâti à chaux yada kadın),
et à sable). cheik er. Ar. (Araplarda) Şeyh,kabile reisi, uruk
chavirement er. 1. den. Alabora olma, batma. 2. başkanı.
mec. Karmakanşıklık, allak bullakhk. chéiroptères, chiroptères er. ç. hayb. Yarasalar,
chavirer gsz. 1. Alabora olmak, batmak (Nous chelem, schelem er. (Briç oyununda) Şilem
avons failli chavirer. Le bateau a chaviré dans la (Réussir le petit chelem, le grand chelem: Küçük
tempête). 2. Devrilmek (Lapile de livres a chaviré şilem, büyük şilem yapmak). § Faire qn chelem:
sur le sol). 3. D ö n m e k , kararmak (Ses yeux ont Birini şilem yapmak,
chaviré et il a perdu connaissance). 4. gçl. chélicère diş. hayb. Zehir çengeli,
Devirmek (Le chien a chaviré le seau). S. gçl. Y a n chélidoine diş. bitb. Kırlangıçotu.
yatırmak (Chavirer un navire pour le réparer). 6. chéloniens er. ç. hayb. Kaplumbağalar,
gçl. mec. Allak bullak etmek, çok şaşırtmak ehemin er. 1. Yol (Chemin montant, ehemin
(Cette nouvelle m'a chaviré). 7. Etre chaviré de descendant. Chemin sinueux, chemin tortueux,
qch: Bir şeye çok şaşmak, apışıp kalmak (J'ensuis chemin en zigzags). 2. Mesafe, uzaklık, erim (La
chaviré). ligne droite est le plus court chemin d'un point à un
chèche er. Ar. Kefye, araplann püsküllü erkek autre). 3. T u t u m , yol yöntem (Il n'arrivera pas à
başörtüsü. ses fins par ce chemin). § Chemin vicinal, rural:
chéchia diş. Ar. Zuhaf fesi, Cezayirli ve Senegalli Köy yolu. Chemin de montagne: Dağ yolu.
erlerin fesi. Chemin forestier: Orman yolu. G r a n d chemin:
cheddite diş. Patlayıcı bir madde, Anayol. Voleur de grand chemin: Yol
chef er. 1. (Eskiden) Baş, kafa. 2. Baş, başkan (Le soyguncusu, büyük soyguncu. Vieux comme les
chef de l'Etat: Devlet Başkam. Les chefs chemins: Çok eski, çok yaşlı. Chemin d'escalier:
syndicalistes s'adressent à leurs organisations). 3. Yol halısı, merdiven halısı. Le ehemin de saint
Şef (Chefde gare, chef d'orchestre). 4. Üst, büyük Jacques: 1. Haçyolu.2. mec. Samanyolu. Chemin
ehemin de fer 251 chemisette

de table: Masa örtüsü üzerine serilen işleme. (Les chemins de fer turcs. Employés des chemins
Chemin de ronde: (Kalelerde) Seğirdim yolu. de fer). 5. Kumar, bir bakara türü (Jouer au
Chemin de fer: Demiryolu. Le ehemin des chemin de fer dans un casino).
écoliers: En uzun yol. Lechemin de Damas: Doğru chemineau er. 1. İş arayan işçi, aylak işçi, boşta
yol. Hak yolu. Chemin du paradis: Güç yol, dar kalan işçi. 2. Serseri, dilenci, sokak serserisi,
yol. Chemin couvert: ask. Kurşun tutmaz yol. cheminée diş. 1. Ocak (Allumer du feu dans la
Chemin battu: 1. İşlek yol. 2. mec. Çok çiğnenmiş cheminée, brûler du bois dans la cheminée. La
sakız, herkesin bildiği şey. En ehemin: Yolda. cheminée tire bien). 2. Baca (Cheminée d'usine,
Chemin faisant: Yolda giderken. A mi-ehemin: cheminée de locomotive, cheminée de navire). 3.
Yan yolda (Ils sont restés à mi-chemin). Lamba şişesi. 4. Ağız (Cheminée d'un volcan). S.
Construire un chemin: Yol yapmak. Percer, (Silâhlarda) Kapsül memesi. 6. Delik (Cheminée
ouvrir un chemin: Yol açmak. Perdre son chemin: d'aération). 7. (Dağcılıkta) Dik dar yol. §
Yolunu yitirmek. Se tromper de chemin: Yolu Cheminée des fées: Peri bacası. Sous la cheminée,
şaşırmak. Etre toujours sur les chemins: sous le manteau de la cheminée: Gizlice, el
Durmadan dolaşmak, dere tepe dolaşıp durmak, altından.
hep yollarda olmak. Montrer le ehemin à qn: 1. cheminement er. 1. İlerleme, yol alma, gelişme
Birine yol göstermek. 2. örnek olmak, önderlik (Cheminement des eaux. Cheminement de la
etmek. Trouver son ehemin de Damas: Sonunda pensée, d'une idée). 2. ask. Adım adım ilerleme,
hak yolunu bulmak, doğru yola girmek, "hidayete düşman mevzilerine adım adım yaklaşma (Le
ermek. Faire son ehemin: İşini yoluna koymak. Se cheminement des sapeurs s'effectuaient sous le feu
mettre en ehemin: Yola çıkmak. Poursuivre son de l'ennemi).
ehemin, passer son ehemin: Yoluna devam cheminer gsz. 1. İlerlemek, yol almak (Après avoir
etmek. Faire du ehemin, abattre du ehemin: Yol longtemps cheminé, nous sommes arrivés à une
almak, ilerlemek. Rester en ehemin: Yolda auberge). 2. Gelişmek, oluşmak (Cette idée a
kalmak. Aller son petit bonhomme de ehemin: cheminé dans les esprits). 3. ask. Düşman
Kendi yolunda gitmek, kimsenin etlisine mevzilerine adım adım yaklaşmak. § Cheminer
sütlüsüne karışmamak. Ne pas y aller par quatre droit: Hiç yanılgıya düşmemek, hep doğnı yolda
chemins: Açıkça, dobra dobra hareket etmek, olmak.
dolambaçlı yollara sapmamak. Trouver qn sur cheminot er. tkz. Demiryolu görevlisi,
son ehemin: Birini karşısında hasım olarak ehemisage er. (Bir motora) Gömlek geçirme,
bulmak, engelleyici olarak bulmak. Se mettre sur chemise diş. 1. Gömlek (Chemise d'homme.
le chemin de qn: Birinin karşısına hasım olarak Chemise blanche, chemise à carreaux, chemise de
çıkmak, karşısına dikilmek, birini engellemeye sport, chemise empesée). 2. Zarf. 3. Kılıf. 4.
çalışmak. S'arrêter en ehemin: Başlanılmış bir işi Mermi kovanı. § Chemise de mailles: Zırhlı
yan yolda bırakmak. Faire voir du ehemin à qn: gömlek. Chemises brunes: Naziler. Chemises
Birine çok çektirmek, birini büyük sıkıntılara noires: Kara gömlekliler, faşistler. Changer de
sokmak. Ne pas s'arrêter en si beau ehemin: qch comme de chemise: Don değiştirir gibi...
Başarısıyla yetinmemek, başarılarım ard arda değiştirmek (Il change d'idée comme de chemise).
sürdürmek. Rester dans le droit ehemin: Dürüst Etre en bras de chemise: Ceketsiz olmak, yalnız
kalmak, doğruluktan hiçayrılmamak. Etreenbon gömlekle olmak. Etre comme cul et chemise: hlk.
ehemin: İyi gitmek, başarı yolunda olmak. Ne pas Birbirinden hiç ayrılmamak, birbirinin kıçından
en prendre le ehemin: Bir türlü adam olmamak, hiç ayrılmamak. Laisser dans qch jusqu'à sa
dikiş tutturamamak. Prendre le ehemin de qch: -in dernière chemise: Bir işte herşeyini yitirmek, son
yolunu tutmak (Prendre le ehemin de la ville, du meteliğine kadar her şeyini vermek, iflas
village, d'Istanbul). Qui trop se hâte reste en etmek. Se soucier de qch comme de sa première
chemin: Acele işe şeytan karışır. Tout ehemin chemise: Bir şeye hiç aldırmamak, umurunda bile
mène à Rome: Aynı kapıya çıkar, her yol Roma'ya olmamak, vız gelip tırıs gitmek,
gider. chemiser gçl. (Motor vb. için) Gömlek geçirmek,
ehemin de fer er. 1. Demiryolu (Systèmes de sécurité chemiserie diş. 1. Gömlek yapımevi. 2. Gömlekçi
du ehemin de fer). 2. Tren, demiryolu (Faire un dükkânı.
voyage en ehemin de fer). 3. (Çocuklar için chemisette diş. 1. Kadın gömleği. 2. (Gömlek
oyuncak) Küçük tren (Chemin de fer électrique). üstüne takılan) önlük. 3. Kısa kollu erkek
4. Demiryolları işletmesi, demiryolları yönetimi gömleği.
chemisier 252 chercher

chemisier er. 1. Gömlekçi. 2. Ö n ü işlemeli, yakalı satan, çok para alan (Ces magasins sont chers. Ce
kadın gömleği, marchandestcher. Ce médecin estcher.) 4. Cher à:
chênaie diş. Meşelik. a) -için değerli, önemli (Ses enfants lui sont chers).
chenal er. 1. G e m i geçidi, küçük kanal (Les bateaux b)-ce sevilen (Un thème cher aux romantiques). S.
entrent dans la rade par un chenal). 2. Değirmen Sevimli (Un visage si cher). 6. ad. Sevgili, aziz (Ma
arkı, ark. § Chenal pro-glaciaire: Buzul vadisi; chère, mon cher).% Coûter cher:Pahalı olmak f Ces
buzul sulannın oyduğu vadi. fruits coûtent très cher). Coûter cher à qn: Birine
chenapan er. H a y d u t , pis herif (Sortez d'ici, pahalıya mal olmak (Cette négligence lui coûtera
chenapans!). cher). Etre cher à qn: Biri için değerli, önemli
chêne er. Meşe. § Etre fort comme un chêne: Kaya olmak; biri tarafından sevilmek (Cette méthode
gibi sağlam olmak, leur est bien chère). Faire payer cher qch à qn: Bir
chêneau er. Meşe fidanı. şeyi birine pahalıya ödetmek, yanma komamak
chéneau er. (Damlarda) Küçük oluk, küçük kanal, (Je ferai payer cher cette trahison à ce lâche). Ne
d a m deresi (Chéneau en zinc). pas valoir cher: Pek değerli olmamak; nitelikli,
chêne-liège er. Mantar meşesi, erdemli olmamak (Un homme qui ne vaut pas
chenet er. Ocak ızgarası, cher). Payer qch cher: Bir şeyi pahalı ödemek (Un
chènevière diş. Kenevir tarlası, peuple qui a payé cher son indépendance). Vendre
chènevis fjenvi] er. Kenevir tohumu, cher sa vie: Postunu kolay kolay vermemek,
chènevotte diş. Kenevir teli. kendini sonuna dek savunduktan sonra ölmek.
chenil er. 1. Köpek damı, köpek kulübesi. 2. Pis ve chercher gçl. 1. A r a m a k (Chercher un objet perdu.
düzensiz yer, çingene çergesi. Chercher un emploi, un appartement). 2.
chenille diş. 1. Tırtıl (La chenille est nuisible aux Aramak, araştırmak, bulmaya çahşmak
arbres). 2. Tüylü kaytan. 3. Tırtıl, palet (Véhicule (Chercher une solution, un moyen). 3. İstemek
à chenilles). (Chercher la paix, la solitude, chercher du
chenille,e s. Tırtıllı, paletli (Véhicule chenillé). secours). 4. Kavuşmaya çahşmak (Chercher
chenillère diş. Tırtıl yuvası, Dieu). 5. Gelip almak, gidip getirmek (Venez me
chenu,e s. Ağarmış, pamuk gibi ağarmış (Tête chercher ce soir. Allez chercher un médecin). 6.
chenue). § Arbre chenu: Yaşlılıktan tepesinde dal hlk. Kışkırtmak (Je ne suis pas méchant, mais situ
ve yaprak kalmamış ağaç. Cime chenue: Karlı me cherches, gare à toi). 7. hlk. Çıkmak, mal
tepe. Vin chenu: hlk. İyi cins şarap, olmak ( Ça va chercher dans les mille francs: Aşağı
cheptel er. 1. Sığır ve davarın bakımı için biriyle yukarı bin franga çıkar, bin franga mal olur). 8.
yapılan sözleşme, 2. Sözleşmeyle bir başkasına Chercher à f. qch: -meye çalışmak (Il cherche à
aktarılan sürü. § Cheptel mort: Kiraya verilen obtenir des renseignements sur la situation). §
tarımla ilgili demirbaş eşya ve binalar. Cheptel vif: Chercher midi à quatorze heures: İşi boşuna
Çiftlik işletmesinin hayvan varlığı. Bail à cheptel: güçleştirmek; burnunun dibindeki şeyi uzaklarda
Hayvan icarı, aramak. Chercher des histoires à qn: hlk. Birine
chèque er. Çek. § Chèque bancaire: Banka çeki. güçlük çıkarmak, başına iş açmak. Chercher ses
Carnet de chèque: Çek defteri. Chèque en blanc: mots: Kesik kesik konuşmak, ıkınıp sıkınarak
Açık çek. Chèque barré: Çizgili çek. Chèque au konuşmak. Chercher une aiguille dans une botte
porteur: Hamiline muharrer, taşıyana ödenecek de foin: Denizde inci bulmaya çalışmak, kara
çek. Chèque à ordre: N a m a muharrer, ada yazılı gecede kara keçiyi bulmaya çalışmak, bulunması
çek. Chèque de communication: Takas ve mahsup olanaksız bir şeyi arayıp bulmaya çalışmak.
çeki. Chèque sur...: -de ödenecek çek (Chèque Chercher femme: Kendine bir eş aramak,
sur Ankara). Chèque sans provision: Karşılıksız evlenmek istemek. Chercher aventure: Serüven
çek. Chèque de voyage: Seyahat çeki, gezi çeki. ardında koşmak. Chercher à qui s'en prendre:
Chèque postal: Posta çeki. Donner un chèque en Çatacak birini aramak. Cherher chicane: Belâ
blanc à qn: Birine açık çek yazmak; istediği gibi aramak, hır çıkarmaya çalışmak. Chercher
hareket etmek izni vermek, tam serbestlik dispute à qn: Biriyle çıngar çıkarmaya çalışmak.
vermek. Faire un chèque: Bir çek yazmak, Chercher noise à qn: Birine çatmak için bahane
chéquier er. Çek karnesi. aramak. Chercher une querelle d'Allemand:
cher,ères. 1 . S e v g i l i , ° a z \ z ( M o n c h e r a m i . Machère Ortada fol yok yumurta yokken birine çatmaya
tante). 2. Pahalı (La lutte contre la vie chère. Une çalışmak. Chercher la petite bête: Öküzün altında
voiture chère. C'est cher). 3. Pahalıcı, çok pahalı buzağı aramak. Chercher des poux dans la tête de
chercheur 253 chevalier

qn: Biriyle ille hır çıkarmak istemek, (Jimnastik) A t l a m a beygiri. Cheval-vapeur (yada
chercheur,euse ad. 1. Arayan, arayıcı (Chercheur yalmzca)Cheval: Beygir gücü(Une automobile de
de trésor; les chercheurs d'or). 2. Araştırmacı (Il 45 chevaux). Un grand cheval: mec. Kadana gibi
est grand chercheur). 3. s. Araştırıcı (Un esprit biri, aygır gibi biri, iri yarı insan (Sa femme était un
chercheur, un regard chercheur). § Tête grand cheval à la voix rude). Un vrai cheval: mec.
chercheuse: (Füzelerde) Hedef arayıcı başlık Katır gibi güçlü ve çalışkan kimse (C'est un vrai
(Misile muni d'une tête chercheues). cheval à l'ouvrage). Un vieux cheval de retour:
chère diş. 1. (Eskimiştir) Çehre, yüz. 2. Besin, Sabıkalı. Cheval de bataille: D ö n ü p dolaşıp
yemek (Chère délectable, chère exquise). § La başvurulan belge, temcit pilavı gibi ikide bir öne
bonne chère: Güzel ve nitelikli yemek. Faire sürülen sav. Fièvre de cheval: Yüksek ateş.
bonne chère à qn: Birini iyi karşılamak, güler Remède de cheval: Çok etkili ilâç. A cheval: Atlı ;
yüzle buyur etmek. Faire bonne chère: Güzel atla (Un homme à cheval. Je ferai ce voyage à
güzel yemekler yemek (Chez lui, on a l'habitude cheval). A cheval sur: Bir parçası bir yakada ö b ü r
de faire bonne chère). parçası ö t e yakada, bir ayağı bir yerde biri öteki
chèrement bel. 1. Sevecenlikle, şefkatle (Aimer, yerde, ata biner gibi (La ville est à cheval sur le
embrasser chèrement). 2. Pahalı olarak, pahalıya fleuve. Il s'asseoit à cheval sur un tronc d'arbre).
(Acheter, vendre chèrement. Payer chèrement un Etre à cheval sur qch: Bir şey üzerinde çok titiz
succès). olmak (Je suis à cheval sur les principes. Le
chéri,e s. 1. Sevgili (Votre femme chérie. Mes directeur est à cheval sur le règlement). Cela ne se
enfants chéris). 2. En çok sevilen (L'enfant chéri trouve pas dans le pas d'un cheval: H e deyince
de la famille). 3. ad. En çok sevilen kimse ( C'est le hemen bulunmaz; bulunması güç bir şey bu.
chéri de ses parents). A.ad. Sevgili (Mon chéri, ma Changer son cheval borgne pour un aveugle: Kırı
chérie. Ne t'inquiète pas ma chérie). verip doru almak. Dimyata pirince gideyim
chérif er. Ar. Arap prensi, şerif, derken evdeki bulgurdan olmak. Descendre de
chérir gçl. 1. Çok sevmek, yürekten sevmek, cheval: Attan inmek. Faire une chute de cheval:
candan sevmek (Chérir sa femme, ses enfants, ses A t t a n düşmek. Monter sur ses grands chevaux:
amis). 2. Candan bağlı olmak (Il chérit la liberté Küplere binmek, çok kızmak. Monter un cheval,
plus que la vie). monter sur un cheval: A t a binmek,
cherry er. İng. Kiraz likörü, chevalement er. (Bir duvara vurulan) Payanda
cherté Pahalılık (Cherté de la vie. Nous sommes takımı, payanda; payandalama (Chevalement
entrés dans une période de cherté). d'un puits de mine).
chérubin er. 1. Tevrat'a göre bir melâike sınıfı, chevalergç/. Payanda vurmak (Chevalerunmur). §
kerubi (Il est beau comme un chérubin; Melek gibi Chevaler des cuirs: İşlenecek derileri tezgâha
güzel). 2. Kimi resimlerde iki kanat arasında almak.
gösterilen çocuk. 3. Sevimli çocuk. § Avoir une chevaleresque s. 1. Şövalyece, yiğitçe (Un geste
face de chérubin: Çok sevimli bir yüzü olmak, chevaleresque). 2. Yiğitliğe değgin (Littérature
melek yüzlü olmak, chevaleresque).
chervis \J£KVİ\ er. Yabanhavucu. chevalerie diş. Şövalyelik. § Ordre de chevalerie: 1.
chétif.ives. 1. Cılız ( Un enfant chétif). 2. Az verimli, Ortaçağda kâfirlerle savaşmak üzere kurulan
önemsiz, söz etmeye değmez (Une récolte savaşçı dindarlar tarikatı. 2. Derebeyler sınıfı,
chétive). 3. Silik (Une viechétive). chevalet er. 1. (Eskiden) Bir tür işkence sehpası. 2.
chétivement bel. Cılızca; silikçe, K e m a n köprüsü (Chevaletd'un violon). 3. Resim
chétivité diş. Cılızlık; siliklik, sehpası (Chevalet de peintre). 4. Tezgâh (Chevalet
cheval er. 1. At, beygir. 2. mec. Binicilik (Aimer le de scieur de bois. Chevalet de charpentier, de
cheval. Faire du cheval. Costume de cheval). § menuisier). 5. Seyyar köprü dayanağı. § Tableau
Cheval pur sang: Saf kan at. Cheval demi -sang: de chevalet: Küçük tablo,
Yarım kan at. Cheval de Troie: Truva atı; chevalier er. 1. (Eski R o m a ' d a ) İkinci sınıf yurttaş.
bulunduğu yere içerden ihanet eden kimse. 2. (Ortaçağda) Şövalye. 3. Barondan aşağı bir
Cheval de course: Yarış atı. Cheval de trait: A r a b a soyluluk unvanı. 4. Nişanı, madalyası olan kimse
beygiri. Cheval de somme: Yük beygiri. Cheval de (Chevalier de la Légion d'honneur). 5. Çulluk
labour: Çift beygiri. Cheval de cérémonie: Tören türünden bir kuş (Chevaliers à pieds rouges). §
atı. Cheval reproducteur: Damızlık at. Cheval Chevalier d'industrie: Dolandırıcı. Chevalier
marin: hayb. Denizatı. Cheval d'arçon: errant: Haksızlıklarla savaşmak üzere ülke ülke
chevalière 254 chèvre-pied

dolaşan kimse. Chevalier servant: Kadınların bir par les cheveux). Avoir mal aux cheveux: Çok
dediğini iki yapmayan erkek. Le chevalier de la içmiş olmaktan dolayı başı ağnmak. Couper les
Triste Figure: Donkişot. Se faire le chevalier de cheveux en quatre: Kılı kırk yarmak. Faire dresser
qn: Birinin savunuculuğunu yapmak, les cheveux sur la tête: İnsanın tüylerim
chevalière diş. Şövalye yüzüğü, ürpertmek. Ne tenir qu'à un cheveu: Olmasına
chevalin,e s. 1. A t a değgin (Race chevaline. ramak kalmak, olmasına kıl payı kalmak. Ne pas
Boucherie chevaline). 2. Atı andıran, at gibi (Un toucher à un cheveu de qn: Birinin kılına
visage chevalin). d o k u n m a m a k . Saisir l'occasion par les cheveux:
cheval-vapeur er. (Makinelerde) Beygir gücü. Fırsatı yakalamak, fırsatı kaçırmamak. Se faire
chevauchante s. Birbirinin üstüne binen (Dents des cheveux blancs: Çok üzülmek, kaygılanmak.
chevauchantes, tuiles chevauchantes). Se prendre aux cheveux: Saç saça baş başa
chevauchée diş. 1. A t gezintisi. 2. At gezintisine gelmek. S'arracher les cheveux: Çok kızmak,
çıkmış topluluk, saçlarım yolmak. Toucher un cheveu de la tête de
chevauchement er. Birbirinin üstüne binme, üst qn: Birine azıcık dokunmak, kılına dokunmak (Si
üste yığılma (Chevauchement des lettres. Le tu touches un cheveu de sa tête, tu auras affaire à
chevauchement d'une dent sur une autre). moi). Venir comme un cheveu sur la soupe:
chevaucher gsz. 1. Atla gitmek. 2. A t a biner gibi Yersiz, zamansız gelmek; gelişi uygun
yapmak (Cet enfant chevauche sur un bâton). 3. düşmemek.
Birbirinin üstüne binmek, binişmek (Ces tuiles ne cheville diş. 1. Takoz, kama, kavila. 2. (Telli
chevauchent pas bien. Ses deux dents çalgılarda) Kulak. 3. (Ayakta) Bilek, bilek
chevauchent). 4. (Basımcılıkta) Satırların sırası çıkıntısı, topuk (Se fouler la cheville. Robe qui
eğri olmak, birbirinin üstüne binmek (Les lignes arrive à la cheville). 4. ed. Şişirme, "haşiv. §
chevauchent; les lettres chevauchent). 5. gçl. Cheville ouvrière: 1. Arabayı oka bağlayan
Binmek, üstünde durmak (Les sorcières cıvata. 2. mec. Elebaşı; -in temel direği (Etre la
chevauchent des manches à balai. Une paire de cheville ouvrière d'un complot, d'une affaire,
lunettes chevauche le nez). d'une association). Etre en cheville avec qn: tkz.
chevau-léger er. (Eskiden) Hafif süvari, Biriyle çıkar yada iş ortaklığı olmak, biriyle hep
chevêche diş. Bir tür gece kuşu. aynı kaba işemek. Ne pas aller à la cheville de qn,
chevelu,e s. 1. Saçlı (Une tête chevelue). 2. venir à la cheville de qn: Birinin tırnağı etmemek,
Püsküllü, saçaklı (L'épi chevelu du maïs. Une birinin ayağının tozu bile olmamak, birinin eline
racine chevelue). 3. Uzun saçlı, su dökememek (Je ne connais pas defemme qui lui
chevelure diş. 1. Saç. 2. (Yıldızlarda) Kuyruk (La vienne à la cheville. Il ne va pas à ta cheville).
chevelure d'une comète). cheviller gçl. 1. Takozlamak, takozlarla bağlamak
chevet er. 1. Başucu (Lampe de chevet. Il a installé (Cheviller une porte, une table). 2 .ed. Haşivlerle
son lit, le chevet contre le mur). 2. (Kiliselerde) doldurmak, şişirmek. § Avoir l'âme chevillée au
Mihrap bölümü ( U n cimetière entoure le chevet de corps: Kedi canlı olmak, cam kolay kolay
cette église). 3. (Madencilik) Filiz yatağı. § Livre çıkmamak. Avoir l'espoir chevillé à l'âme: Kolay
de chevet: Başucu kitabı, en çok sevilen kitap. Au kolay u m u t ve cesaretim yitirmemek,
chevet de: Baş ucunda (Il a passé deux nuits au cheviotte diş. İskoç yapağısı,
chevet de son oncle malade). chèvre diş. 1. Keçi (Lait de chèvre, fromage de
chevêtre er. 1. Bir döşemenin kirişlerini birbirine chèvre. Chèvre d'Angora). 2. Yük kaldırma
bağlamak için aralarına konulan küçük kiriş düzeni, dikme, makas. 3. Sehpa, sıpa, çatkı. 4. er.
p a r ç a l a n , kiriş çeliği. 2. Sargı. 3. Yular, (Eksiltili olarak "fromage de chèvre" yetine) Keçi
cheveu er. 1. Saç teli (Il a trouvé un cheveu dans le peyniri (Un chèvre, manger du chèvre), f Faire
potage). 2. ç. Saç (Des cheveux longs, courts, devenir chèvre: Şaşkına çevirmek. Ménager la
frisés, souples, ondulés, bouclés, crépus, laineux. chèvre et le chou: İki yanı da idare etmek, iki
Des cheveux noirs, blancs, bruns, blonds, roux, hasım yanla da iyi geçinmek,
châtains, gris). § Faux cheveux: T a k m a saç. A un chevreau er. 1. Oğlak (Il bondit comme un
cheveu près: Nerdeyse, az kalsın. En cheveux: chevreau). 2. Oğlak derisi (Des gants en chevreau,
Başı örtüsüz olarak, başı açık (Sortir en cheveux. chaussures de chevreau).
Faire une visite en cheveux). Tiré par les cheveux: chèvrefeuille er. bitb. Hanımeli,
Z o r l a m a , zoraki, mantığa pek uygun düşmeyen chèvre-pied s. ve ad. Keçi ayakh (Satyre chèvre-
(Un raisonnement tiré par les cheveux. C'est tiré pied. Des chèvre-pieds).
chevreter 255 chicaneur

chevreter gsz. (Keçi için) Yavrulamak, doğurmak, hazırlamak (Chiader son bac: Lise bitirme
chevrette diş. 1. Küçük keçi. 2. Dişi karaca. 3. sınavına hazırlanmak, sınav için harıl harıl
Sacayak. 4. Gayda. 5. Karides, teke. 6. Oğlak çalışmak).
derisinden kürk (Manteau de chevrette). chialer gsz. hlk. Ağlamak, zırlamak,
chevreuil er. hayb. Karaca. chialeur, e uses. vead. Gözü sulu; ikide bir ağlayan.
chevrier,ire ad. 1. Keçi çobanı. 2. er. Bir fasulye chiant,e s. tkz. Cansıkan, kafa ütüleyen, rahatsız
türü. eden ( C o m m e il est chiant!).
chevrillard er. Karaca yavrusu, chiard er. hlk. Çocuk, kopil, velet,
chevron er. 1. Çatı merteği, baba. 2. ask. Kol şeridi, chiasse diş. Sinek yada böcek pisliği (Chiasse de
chevronné,e s. 1. Kıdem şeridi taşıyan (Vieux héros mouche), g Avoir la chiasse: argo. K o r k m a k , ödü
tout chevronné). 2. Bir meslekte iyice pişmiş, bokuna k a n ş m a k .
deneyimli, tecrübeli (Un professeur chevronné. chibouque,chibouk er. yada diş. Çubuk, tütün
Les parlementaires chevronnés prévoyaient la çubuğu.
crise). chic er. tkz. 1. Şıklık, güzellik (Tout le chic de ce
chevronner gçl. ask. Koluna şerit takmak, bouquet est dans l'harmonie des couleurs). 2.
chevrotant,e s. Meler gibi, titrek (Une voix (Okul argosunda) Alkış, gösteri. 3. Ustalık (Hale
chevrotante). chic pour faire cela). 4. ünl. Oh! Ne iyi! N e güzel!
chevrotement er. Keçi gibi meleme, titreme (Sa voix Ne şans! (Chic! On va faire un bon voyage! Chic
avait un chevrotement de vieillesse). alors!). S .s. Şık (Elle est très chic avec ce chapeau).
chevroter gsz. 1. (Keçi için) Melemek. 2. (Şarkı 6. Güzel, kıyak (Une chic voiture). 7. Sevimli, hoş
söylerken yada konuşurken) Sesi titremek, sesini (Voilà une parole chic). 8. Kibar, nazik (Il est
titretmek (Chanteur qui chevrote. Un vieillard qui toujours chic à mon égard. Un chic copain). §
chevrote). 3. gçl. Titrek ve yavaş bir sesle Avoir le chic de qch, de f.qch; Avoir le chic pour
söylemek (Chevroter une prière, une chanson). qch, pour f. qch: Bir şeyin, bir şey y apmanın ustası
chevrotln er. 1. Karaca yavrusu. 2. Sepilenmiş oğlak olmak (llale chic des réparations invisibles. Tu as
derisi (Gants de chevrotin). 3. Keçi peyniri, le chic de t'absenter quand on a besoin de toi. Il a le
chevrotine diş. İri saçma, iri av saçması (Fusil chargé chic pour bavarder). Avoir du chic: Fiyakalı
à chevrotines pour la chasse au sanglier). olmak, yakışıldı olmak, esash olmak (Son
chewing-gum [jwingom] er. tng. Sakız, çiklet, chapeau a du chic). Faire qch de chic: Hazırlıksız
•çiğnek (Mastiquer du chewing-gum: Çiklet yapmak, pek inceleyip araştırmadan yapmak (II
çiğnemek). fait ses traductions de chic). Travailler, peindre de
chez 1. (Birinin) Evinde, evine (Je vais chez moi: chic: (Ressam için) Modelsiz çalışmak,
Evime gidiyorum. Allons chez Paul. Rentrons düşevinden resimler yapmak,
chez nous: Evlerimize dönelim). 2. -in ülkesine, chicane diş. 1. Hileli dâva. 2. D â v a , uyuşmazlık,
ülkesinde; -lere, -lerde (Chez les Esquimaux, la anlaşmazlık, mızıkçılık. 3. hkr. Adliyeci takımı.
pêche est une activité vitale. Porter la guerre chez 4. Bir artdüşünce ile çıkarılan kavga, hır. 5.
l'ennemi. Chez les Perses, on rendait un culte au Tabyalardaki zikzaklı yol. § Chercher chicane:
feu. Chez les bêtes, l'instinct est très fort). 3. -in Belâ aramak, kavga çıkarmaya çalışmak,
zamanında, -in döneminde (Chez les anciens chicaner gsz. 1. Dâvaya tezvir karıştırmak,
Grecs, chez les Sumériens). 4. -in yapıtlarında (Ce mızıkçılık e t m e k . 2. gçl. Kavga e t m e k , hır
motde "gloire" revient souvent chez Corneille). S. çıkarmak (Si l'auteur m'émeut, je ne le chicane
mec. -in kişiliğinde, anlayışında, huyunda (C'est pas). 3. Çekiştirmek, takılmak (Si vous la
une mauvaise habitude chez lui: Bu onda kötü bir chicanez sans cesse, il ne s'occupera plus de vous).
alışkanlıktır). 6. er. Ev, konut (J'ai un chez-moi. 4. Kafasını meşgul etmek, canını sıkmak f Cela me
Chacun veut un chez-soi). § Etre partout chez soi, chicane). S. Chicaner sur qch: Bir şey üzerinde
se sentir chez soi: Kendini evindeymiş gibi tartışmak, çekişmek, kavga etmek (Ils chicanent
hissetmek (Ici, je suis chez moi, je me sens chez sur tout). 6. Chicaner qch à qn: Birinin birşeyine
mot). Faire comme chez soi: Evindeymiş gibi itiraz e t m e k , bir şeyi birine vermek istememek
hareket etmek (Faites comme chez vous). (On lui chicane ses frais de déplacement).
chez-moi, chez-soi er. Ev, yuva, başım sokacak chicanerie diş. Mızıkçılık, kavgacılık, çekişme,
kendine ait bir yer (Chacun veut un chez-soi). kavga.
chiader gsz. 1. argo. Çok çalışmak, h a n i , hani chicaneur,euse s. ve ad. Kavgacı, hırcı; yoktan
çalışmak, ineklemek. 2. gçl. Çalışmak, kavga çıkaran (Humeur chicaneuse, esprit
chicanier
256 chier

chicaneur, c'est un grand chicaneur). çekerek oturmak. Faire le chien, couchant:


chicanier,ère s. ve ad. Kavgacı, hırcı; yoktan yere Dalkavukluk etmek, köpek gibi yaltaklanmak.
kavga çıkaran (Une personne chicanière. Les Faire le jeune chien, être bête comme un jeune
chicaniers trouveront toujours à redire). chien: Şaşkınlık etmek, şaşkın olmak. Garder à
chicard,e s. hlk. Şık, kıyak, esaslı, qn un chien de sa chienne: Birinden alacak öcü
chiche s. 1. (Eskiden) Cimri, pinti (Il est très chiche. olmak (Je lui garde un chien de sa chienne).
Un paysan chiche). 2. Pek küçük, pek önemsiz Mourir comme un chien: Kimsesiz, sahipsiz
(Une récompense très chiche). 3. ünl. Hodri olarak ölmek. Ne pas attacher ses chiens avec des
meydan, yap yapabilirsen! (Tu n'oserais jamais, saucisses: Masraf etmekte pek sıkı olmak. N'être
chiche!). § Pois chiche: Haşlanmış nohut. § Etre pas bon à jeter aux chiens: Köpeğe atsan yemez
chiche de qch: Bir şeyde pek cimri olmak, pek durumunda olmak. Ne pas valoir les quatre fers
cömert olmamak (Il est chiche de compliments). d ' u n chien: Ciğeri beş para etmemek. Ne pas
Etre chiche de f.qch: -cek güçte, durumda olmak donner sa part aux chiens: Hakkından
(Tu n'es pas chiche de faire ce travail). vazgeçmemek, hakkını almakta direnmek.
chiche-kebab er. T. Şişkebap. Recevoir qn comme un chien dans un jeu de
chichement bel. Pintice, cimrice (Ils vivent très quilles: Birini çok kötü karşılamak. Rompre les
chichement). chiens: Tehlikeli olmaya başlayan, çığnndan
chichi er. 1. T a k m a saç. 2. (Kadın giysilerinde) çıkmaya başlayan bir konuşmayı, bir tartışmayı
Küçük kırma. 3. hlk. Patırtı. 4. Aşırı tören, kural kesivermek. Se regarder en chiens de faïence:
düşkünlüğü; törencilik (Pas tant de chichi!). S. ç. Birbirine yiyecekmiş gibi bakmak. Traiter qn
Naz, cilve. § Faire des chichis: Naz yapmak, cilve comme chien: Birine köpek muamelesi yapmak,
yapmak, numara yapmak, çok kötü davranmak. Tuer qn comme un chien:
chichiteux,euse s. Nazcı, cilveci, numaracı (Une Birini hiç acımadan, köpek öldürür gibi
femme chichiteuse). öldürmek. Qui veut .loyer son chien l'accuse de la
chicorée diş. 1. Hindiba. 2. Hindiba kökü tozu. rage: Kedi yavrusunu yerken fareye benzetir.
chicot er. 1. Kesilmiş ağacın topraktan yukarıda Chien hargneux a toujours l'oreille blessée: Azgın
kalan bölümü, çotuk. 2. Kırılmış bir dişin kökü. köpeğin kulağı yırtık olur. Chien qui aboie ne
chien,ne ad. 1. Köpek (Chien de race. Chien de mord pas: Isıran köpek dişini göstermez, ısıracak
chasse, chien de berger, chien policier, chien köpek havlamaz. Bon chien chasse de race:
d'appartement). 2. (Ateşli silâhlarda) Horoz. 3. s. Soydur, çeker. Küçük kalkar büyüğe bakar. Les
Hırçın, sert; kötü (Il n'est pas trop chien). § Chien chiens aboient, la caravane passe: İt ürür kervan
de mer: Camgöz balığı, -de chien: Pis..., rezil..., yürür. Nom d ' u n chien!: Hay Allah kahretsin!
kötü (Une vie de chien, un temps de chien, un Allah belâsını versin!
caractère de chien). Coupdechien: Denizin birden chiendent er. 1. A y n k o t u . 2. mec. tkz. Güçlük,
kabarması; beklenmedik ayaklanma (Le insana kök söktüren şey (Voilà, un chiendent).
gouvernement craint un coup de chien). Chiens de chienlit diş. tkz. 1. Karnaval maskesi. 2. mec.
Chasse: Avköpekleri takımyıldızı. Le grand Maskaralık, gülünç giyim. 3. Karışıklık, kargaşa
Chien: Büyükköpek takımyıldızı. Le Petit Chien: (La réforme, oui; la chienlit, non!)
Küçükköpek takımyıldızı. Entre chien et loup: chien-loup er. Kurt köpeği,
Sular kararırken, akşamın alaca karanlığında. chiennergsz. (Köpek için) Eniklemek, doğurmak,
Arriver, venir comme un chien dans un j e u de chier gsz. argo. Pisliğini yapmak, dışarı çıkmak,
quilles: Olmadık anda, münasebetsiz bir sırada sıçmak. § Chier dans la colle: Çok abartmak.
çıkıp gelmek. Avoir, éprouver u n mal de chien: Envoyer chier qn: Birini başından savmak,
Büyük güçlük çekmek, güçlüklerle karşılaşmak kovmak. Faire chier qn: tkz. Birini rahatsız
(J'ai eu un mal de chien à déchiffrer son écriture). etmek, canım sıkmak. N'avoir pas chié la honte:
Avoir du chien: Cinsel çekiciliği olmak (Elle n'est A r namus tertemiz olmak, utanmak diye bir şey
pas belle, mais elle a du chien). Etre, vivre, bilmemek. S'imaginer avoir chié la colonne:
s'entendre comme chien et chat: Kedi köpek gibi Kendini bir bok sanmak, kendini bulunmaz hint
olmak, yaşamak. Etre coiffé à la chienne: kumaşı sanmak. Chie-tout-debout: Canlı cenaze,
Perçemini alnına düşürmek, alnında kısa ve sıska dayı. Gueule à chier dessus: Suratına bak
kıvrık saçı olmak. Etre comme un chien à süngüye davran. Ça va chier: İşin boku çıkacak. Y
l'attache: Özgür olmamak, boynu zincirli olmak. a pas à chier: Bu böyle artık, lâmı cimi yok. Se
Etre couché en chien de fusil: Dizlerini karnına faire chier: Sıkıntıdan patlamak (On se fait chier
chierie 257 chinois

ici). chiffrée, un portefeuille chiffré).


chierie diş. argo. Çok can sıkıcı şey,boktan iş (Quelle chiffreur er. Şifreci, şifre m e m u r u , *gizyazıcı.
chierie!). chignole diş. 1. Delgi aygıtı. 2. tkz. Kötü araba, taka
chiffe diş. 1. Kötü kumaş. 2. mec. Gevşek adam. (Sa chignole est en panne).
chiffon er. 1. Kumaş parçası, çaputf Essuyer la table chignon er. 1. Ense. 2. Saç topuzu. §Se crêper le
avec un chiffon). 2. Buruşuk, pis kâğıt parçası (Le chignon: Saç saça baş başa gelmek,
professeur a refusé d'accepter de pareils chiffons). chilien,nés. vead. 1. Şilili. 2. Şili ve Şilililere değgin,
3. tkz. Kadın giyim kuşamı. § Un chiffon de chimère diş. 1. (Söylencede) Başı ve göğsü aslan,
papier: 1. Önemsiz, buruşuk kâğıt parçası. 2. karnı keçi, kuyruğu ejderha olan ve ağzından
Geçerliği olmayan anlaşma, geçersiz sözleşme. alevler püsküren masal hayvanı. 2. K u r u n t u ,
Parler chiffons, s'occupper de chiffons: H e p giyim düşlem, gerçekleşmeyecek düş (Chimère,
kuşamdan söz etmek, dernière ressource des malheureux). 3. hayb.
chiffonnage er. Buruşturma. Denizkedisi. 4. Bir tür kelebek. § Se forger des
chiffonné,e s. 1- Buruşmuş (Etoffe chiffonnée). 2. chimères, se créer des chimères: Boş düşler
mec. Buruşuk, kırış kırış (Unefigure chiffonnée). k u r m a k , olmayacak özlemler ardında koşmak,
chiffonnement er. 1. Buruşturma. 2. Buruşma. 3. chimérique s. 1. Kuruntucu, düşcü (Un homme
Kırgınlık, hoşnutsuzluk (Accepter sans chimérique). 2. Boş düşler ve kuruntulara
chiffonnement). dayanan (Idées chimériques).
chiffonner gçl. 1. Buruşturmak (Chiffonner un chimie diş. Kimya (Chimie générale, minérale,
vêtement). 2. mec. Can sıkmak, üzmek (Cela me organique, physique, appliquée, médicale).
chiffonne). 3. gsz. Ufak tefek dikişler yapmak; chimique s. Kimyaya değgin, kimyasal (Industrie
ufak tefek bez parçalarını toplayıp yanyana chimique, formule chimique).
getirmek, onlardan bir şeyler yapmak (Elleaimeà chimiquement bel. Kimyasal olarak, kimyaca,
chiffonner). kimya yoluyla,
chiffonnier,ère ad. Paçavracı, çaputçu (Il est vêtu chimiste ad. Kimyacı, kimyager (Chimiste de
comme un chiffonnier). § Se battre comme des laboratoire, ingénieur chimiste).
chiffonniers: Çingeneler gibi kavga etmek, chimpanzé er. hayb. Şempanze (Il grimpe comme
chiffonnier er. Çamaşır dolabı, şifoniyer, un chimpanzé).
chiffrable s. Rakamlandırılabilir, rakama chinage er. (Dokumacılıkta) İplikleri türlü
vurulabilir, rakamla ifade edilebilir, renklerde boyama,
chiffrage er. 1. Rakamla hesap etme, rakama chinchilla er. P e r u ' d a yaşayan kemirici hayvan; bu
dökme. 2. Numaralama. 3. "Şifreleme, hayvanın çok değerli olan kürkü; çinçilya.
'gizyazılama. chine diş. 1. Çin. 2. er. Lüks kâğıt. 3. er. yada diş.
chiffre er. 1. Rakam (Ecrire un nombre en chiffres). Çin porseleni (Du vieux chine, de la vieille chine:
2. Şifre, *gizyazı (Service du chiffre. Chiffre d'une Eski Çin porseleni). 4. diş. Eskicilik, bohçacılık;
serrure, d'un coffre-fort). 3. Şifre dairesi (Il est kapı kapı dolaşıp satış yapma. § A la chine: Kapı
affecté au chiffre). 4. Tutar (Le chiffre des kapı dolaşarak (Vente à la chine).
dépenses. Chiffre net, chiffré brut). 5. Marka chiné,e s. Alacalı, renk renk boyanmış (Une laine
(Faire graver son chiffre). § Chiffre d'affaires: chinée).
Ciro (Taxe sur le chiffre d'affaires). En chiffres chiner gçl. 1. ( D o k u m a d a arış ipliklerini) Türlü
ronds: Yuvarlak hesap, yuvarlak hesapla. Avoir renklerle boyamak (Chiner une étoffe, une laine).
le secret, la clef du chiffre: Şifrenin gizini, 2. tkz. Alay etmek, tiye almak, matrak geçmek,
anahtarını bilmek. Changer de chiffre: Şifre sarakaya almak (Nous l'avons chiné toute la
değiştirmek. Ecrire en chiffres: Şifre olarak journée au sujet de son nouveau costume).
yazmak, şifreyle bildirmek, chineur,euse ad. 1. İplik boyacısı. 2. Eskici. 3.
chiffrement er. Şifrelendirme; şifreyle bildirme, Alaycı, matrakçı,
chiffrer gsz. 1. Rakamla hesaplamak. 2. gçl. chinois, es. vead. 1. Çinli (Les Chinois ont les yeux
Numaralamak (Chiffrer les pages d'un livre). 3. bridés). 2. Çin'e değgin, Çinlilere özgü (TradiV/o/w
Tutannı hesaplamak (Chiffrer ses dépenses, ses chinoises, la république chinoise). 3. er. Çince,
revenus). 4. Şifreli olarak bildirmek, göndermek; Çin dili (Il écrit le chinois). 4. Reçel yapılan bir tür
gizyazıya dökmek (Chiffrer un télégramme, une küçük portakal. 5. Koni biçiminde bir tür küçük
correspondance, un message). S. Markasını süzgeç. § C'est du chinois: Anlaşılmaz şey;
işlemek, markasını kazıtmak (Une chemise anlaşılır şey değil.
chinoiser 258 chœur

chinoiser gsz. Tartışmak, dalaşmak (On va pas chiromancien,ne ad. El falcısı.


chinoiser pour ça). chiroptères, chéiroptères er. f. hayb. Yarasalar.
chinoiserie diş. 1. Çin işi biblo. 2. mec. Tuhaf ve chirurgical, e s. Cerrahlığa değin, cerrahi
karışık iş (Tu me fais perdre mon temps avec tes (Opération chirurgicale).
chinoiseries). chirurgie diş. Cerrahlık (Chirurgie générale,
chiot er. Köpek yavrusu. plastique, esthétique. Chirurgie du cœur).
chiottesdiş. ç. hlk. Yüznumara, aptesane, tuvalet, chirurgien er. Cerrah,
chiourme er. Forsalar takımı, chiure diş. Sinek pisliği.
chiper gçl. tkz. 1. Aşırmak, araklamak, çalmak (On chlamyde diş. Omuzdan tutturulmuş, kısa ve önü
lui a chipé son stylo). 2. K a p m a k , yakalanmak açık manto. Yunan mantosu,
(Chiper une maladie). chlore er. kim. Klor.
chipeur,euse s. ve ad. Arakçı, hırsız, chloré, e s . Klorlu.
chipie diş. 1. Cadı, cadaloz (C'est une vieille chlorelle diş. bitb. (Tatlı sularda) Yeşil yosun (La
chipie). 2. s. Cadaloz, cadı (On la trouve un peu chlorelle pourrait servir d'aliment humain).
chipie). chloroforme er. Kloroform,
chipolata diş. Kısa ve yassı küçük sosis, chloroformer gçl. 1. Kloroform ile uyutmak. 2.
chipotage er. 1. İpe un serme. 2. Uzun uzun mec. Uyutmak, afyonlamak (Chloroformer les
pazarlık etme. esprits, l'opinion publique).
chipoter gsz. 1. İsteksiz yemek yemek, lokmalar chloroformisation diş. Kloroformla uyutma,
ağzında şişmek. 2. Yavaş iş görmek, ağır chlorophylle diş. Klorofil,
çalışmak. 3. İpe un sermek, türlü bahaneler chlorose diş. hek. Kloroz,
bulmak. 4. Uzun uzun pazarlık etmek. § Se chlorotique s. ve ad. Kloroza değin, klorozlu.
chipoter: Didişmek, birbirinin başının etini chlorure diş. kim. Klorür.
yemek (Ces deux sœurs se chipotent sans cesse). chloruré, e s. Klorürlü.
chipoteur,euse s. ve ad. Mızmız, chlorurer gçl. Klorürlemek.
chips er. ç. Kızarmış patates dilmesi, cips (Un choc er. 1, Çarpma (Un choc violent. Le choc du
sachet de chips). marteau sur l'enclume). 2. D ö v m e , vurma (Le
chique diş. 1. Çiğneme tütünü, ağız tütünü choc des gouttes de pluie contre la vitre). 3.
(Mâcher, mastiquer sa chique). 2. tkz. Y a n a k Çarpışma (Choc de navire, choc de voiture). 4.
şişkinliği. 3. Bir tür A m e r i k a piresi. § Avaler sa mec. Çarpışma, vuruşma (Choc de deux armées
chique: Ö l m e k , cartayı çekmek. Couper la chique ennemies. Choc des intérêts, choc des idées). 5.
à q n : Sesini soluğunu kesmek, birden tek söz (Maddi ve manevî) Büyük sarsıntı, şok (La mort
söyleyemeyecek d u r u m a getirmek (En lui de son père lui a causé un choc). § Donner, faire u n
rappelant ses promesses, je lui ai coupé la chique). choc à q n : Birini çok sarsmak, şaşırtmak; şok
chiqué er. tkz. 1. N u m a r a , yapmacık (Ilaprisunair etkisi yapmak (Cela lui a donné un choc. Quand
indifférent, mais c'est du chiqué). 2. Danışıklı j'ai appris qu'il était parti, cela m'a fait un choc).
dövüş, şike. § Au chiqué: N u m a r a d a n (Ilfait ça au chochotte s. ve ad. Z ü p p e ; züppece (Une garden-
chiqué). Faire d u chiqué: N u m a r a yapmak (On est party un peu chochotte).
en famille, on ne va pas faire du chiqué). chocolat er. 1. Çikolata (Chocolat au lait, aux
chiquement bel. tkz. 1. Çok şık bir şekilde (Il est noisettes). 2. Çikolatalı içecek (Une tasse de
chiquement fringué). 2. Çok kıyak bir şekilde, chocolat). 3. Çikolata renginde (Un teint
efendice, dostça (Il m'a très chiquement accueilli). chocolat, des visages chocolat), f Rester chocolat,
c h i q u e n a u d e ^ . Fiske. § Donner une chiquenaude: être chocolat: D ü ş kırıklığına uğramak,
Bir fiske vurmak, bozulmak, bozum olmak,
chiquer gsz. (Tütün) Çiğnemek (Chiquer du tabac). chocolaté, e s . Çikolatalı,
chiquet er. Küçük parça, kırıntı. § Chiquet à chocolaterie diş. Çikolata fabrikası,
chiquet: A z a r azar. chocolatier, ère ad. 1. Çikolatacı. 2. diş. Çikolata
chiqueur er. T ü t ü n çiğneme tiryakisi, pişirilen k a p , çikolata cezvesi. 3. s. Çikolataya
chiragre diş. 1. El nikrisi. 2. s. ve ad. Elleri nikrisli. değgin (Industrie chocolatière).
chirographaire s. Rehinsiz, güvencesiz (Créance chocottes diş. ç. hlk. Korku. § Avoir les chocottes:
chirographaire). Korkmak.
chiromancie diş. El falı. § P r a t i q u e r la chiromancie: chœur er. 1. K o r o (Un chœur d'enfants. Soprano
El falına bakmak. dans un chœur). 2. Şarkıcı kolu. 3. (Tapınaklarda)
choir 259 choral

Koro yeri. 4. Koronun okuduğu yada söylediği chômable).


parça (Les chœurs de Sophocle). 5. Takım, grup chômage er. 1. Tatil etme, çalışmama (Le chômage
(Le chœur des anges, des saints). 6. Topluluk (Le des dimanches, des jours de fête). 2. İşsizlik,
chœur des mécontents). § Enfant de chœur: 1. çalışmama (Chômage d'une usine. La crise
Kilise ayinlerinde koroda yer alan çocuk. 2. mec. économique a entraîné un grand chômage dans le
Saf oğlan, aklı birşey kesmeyen çocuk. En chœur: pays). § Allocation de chômage: İşsizlik tazminatı.
Topluca, hep birden, koro halinde (Chanter en Chômage saisonnier: Mevsimlik işsizlik.
chœur. S'ennuyer, s'écrier en chœur). Chômage structurel: Yapısal işsizlik. Chômage
choir gsz. Düşmek (Si l'averse choit soudain). § latent: Gizli işsizlik. Chômage partiel: Kısmî
Laisser choir qn: Birini yüzüstü bırakmak (Après işsizlik. Chômage frictionnel: Geçici işsizlik; iki
de belles promesses, tu nous as laissés choir. Il a sözleşme arasındaki işsizlik. Etre en chômage:
laissé choir ses amis). Se laisser choir: Kendini İşsiz olmak (Mon père est en chômage depuis des
bırakmak, yığılmak (Il s'est laissé choir dans son mois). Etre au chômage: Yalnız işsizlik aylığıyla
fauteuil). geçinmek.
choisi, ts. 1. Seçme (Morceauxchoisis). 2. Seçkin, chômé,e s. Tatil yapılan, çalışılmayan (Jour chômé
kibar (Il parle un langage choisi. S'exprimer en et payé).
termes choisis). chômer gsz. 1. İşsiz kalmak, çalışmamak (Depuis
choisir gçl. 1. Seçmek (Choisir un mari, une femme, deux mois qu'il chômait, il avait épuisé ses maigres
une carrière. Les électeurs ont choisi leurs économies). 2. İş olmadığı için çalışmamak,
représentants). 2. Yeğlemek, tercih etmek (De üretim yapmamak (L'industrie textile chôme). 3.
ces deux solutions, je choisis la plus simple). 3. Dükkânı kapamak, tatil yapmak (Chômer entre
Karar vermek, yargıya varmak (C'est à vous de deux jours fériés). 4. gçl. -de çalışmamak, tatil
choisir si vous viendrez ou non. Choisis où tu veux yapmak (Chômer une fête, un jour). § Laisser
aller en vacances). 4. Choisir de f. qch: -meye chômer qch: Çalıştırmamak, olduğu gibi
karar vermek (Après avoir réfléchi, j'ai choisi de bırakmak (Il laisse chômer son capital).
refuser sa proposition). chômeur,euse ad. İşsiz.
choix er. 1. Seçme (Choix de poèmes, de textes). 2. chope diş. 1. Büyük bira bardağı. 2. Bir bardak bira
Yeğleme, tercih (J'aifait mon choix. Son choix est (Il boit sa chope).
fait). 3. Seçim (Le choix d'un métier). § Au choix: choper gçl. 1. Çalmak, araklamak (Il a chopé un
Seçerek, keyfe bağlı, canının istediği gibi stylo). 2. Yakalamak, enselemek (Ona chopé le
(Acheter qch au choix. Vous avez droit à un dessert voleur). 3. - e y a k a l a n m a k , tutulmak (Tuaschopé
au choix). Au choix de: -in canının istediği gibi (Tu une bonne grippe).
peux décider à ton choix. Cette voiture peut être chopine diş. 1. Yarım litrelik eski bir ölçü. 2. hlk.
livrée en différentes teintes, au choix du client). De Bir bardak şarap,
choix: Seçme, seçkin. Sans choix: Ayırmaksızın, ehoppergsz. 1. Ayağı çarpmak .2. mec. Yanlışadım
ayrım gütmeden. Fixer, arrêter, porter son choix atmak.
sur qch: -de karar kılmak (La cliente a fini de fixer choquant,e s. D o k u n u c u , k a b a , güce giden, hoş
son choix sur une robe de soie). N'avoir pas le karşılanmayan (Desparoles choquantes).
choix: Tutacak başka bir yol olmamak, elinde choquer gçl. 1. Çarpmak. 2. Aykırı düşmek (Cela
başka çaresi bulunmamak. choque la raison, le bon sens). 3. Kızdırmak,
choUmie diş. hek. 1. Safranın kana karışması. 2. gücendirmek, yaralamak (Ce film risque de
Kandaki safra oram. choquer les consciences délicates). 4. Sarsmak,
choléra er. 1. Kolera (Choléra asiatique). 2. mec. şaşırtmak (Cet événement m'a choqué). 5.
hlk. Çok kötü insan (C'est un vrai choléra, cette Rahatsız etmek, tırmalamak (Cette musique
bonne femme). choque l'oreille). 6. Tokuşturmak (Choquer les
cholériforme s. Kolera görünümünde (Diarrhée verres). § Se choquer: 1. Çarpışmak (Deux armées
cholériforme). qui se choquent. Les bateaux se sont choqués). 2.
cholérine diş. Hafif kolera, Se choquer de qch: -den alınmak ; -e gücenmek (Il
cholérique s. Koleraya değgin (Vibrion s'est choqué de mes paroles).
cholérique). choral, e s. 1. Koroya değgin (Chants chorals). 2.
cholestérine, diş. cholestérol er. Kolesterin, er. Dinsel ezgi yada kaynağı dinsel ezgiler olan
kolesterol. orkestra parçası, koral (Le choral de Luther est le
chômable s. Tatil yapılabilir; çalışılmayabilir (Fête premier hymne des protestants).
chorale 260 chrétienté

chorale diş. Koro şarkılar söyleyen müzik (Chosification de l'homme).


topluluğu, koral, chosifier gçl. Şeyleştirmek; nesneleştirmek, eşya
chorée diş. Kora sayrılığı. durumuna getirmek (La machine chosifie
chorégraphe ad. Koreograf, tiyatro için dans ve l'homme).
bale düzenleyen sanatçı, 'dansdüzencisi. chou er. 1. Lahana, kelem (Chou farci: Lahana
chorégraphie diş. Koreografi; dans ve bale figür ve dolması. Feuilles de chou; chou de Bruxelles). 2.
adımlarım kâğıt üzerinde saptama, baleler Fiyong. § Chou à la crème: Bir tür pasta. Chou
yaratma sanatı, dansdüzeni. frisé: Kıvırcık lahana. Chou pomme: Top lahana,
chorégraphiques. Koreografiye değgin, başlahana. Chou vert: Karalâhana. Mon petit
choréiques. 1. Korasayrılığınadeğin. 2. ad. Korali, chou: hlk. Şekerim, nonoşum, canikom, cicim.
kora sayrılığına tutulmuş, Feuille de chou: mec. Önemsiz yazı; değersiz
choriste ad. Korocu; bir koroda yer alan sanatçı, gazete; °varakpare. Aller planter ses choux:
chorographie diş. Bir yerin, bir ülkenin yapılan Kendi köşesine çekilmek, köy yaşamına dönmek.
nitelendirilmesi, ülke betimlemesi, Etre bête comme chou: Pek aptal olmak; saf,
choroïde diş. (Gözde) Damartabaka. çocuksu olmak. Etre dans les choux: 1. Sıkıntıda
choroîdien.ne s. Damartabakasına değgin, olmak, güç durumda olmak. 2. Bir sınıfın en
chorus [koRys] er. Koro halinde söyleme, çalma. § tembelleri arasında olmak. 3. Bayılmak, kendini
Faire chorus: 1. Koro halinde söylemek. 2. Hep kaybetmek. Etre chou: Sevimli, şık olmak (C'est
bir ağızdan söylemek, bir şeyi topluca hay kırmak. chou, ce petit appartement. Elle est trop chou dans
Faire chorus avec qn: Biriyle ağız birliği etmek, sa petite robe). Faire chou blanc: Boşa pala
chose diş. 1. Şey, nesne (C'est une chose sallamak, başarı gösterememek. Rentrer dans le
extraordinaire). 2. Olaylar, olup bitenler (Savez- chou à qn: Birine saldırmak (Comme l'autre
vous la chose). 3. İşler, olaylar (Les choses vont l'avait insulté, il lui est rentré dans le chou). Faire
mal. Il faut avoir le courage de regarder les choses ses choux gras de qch: Bir şeyden esash
en face). 4. Sorun, söz konusu olan şey (Je vais yararlanmak, kesesini iyice doldurmak,
vous expliquer la chose). § Autre chose: Ba^ka şey chouan er. Fransa'da, Birinci Cumhuriyet
(C'est autre chose). Autre chose de f. qch... autre döneminde ayaklanan kralcılara verilen ad.
chose de f. qch: -mek başka şey, ...-mek başka choucas er. Alakarga.
(Autre chose de critiquer, autre chose de faire: chouchou, chouchoute ad. Çocuk, en çok sevilen
Eleştirmek başka şey, yapmak başka). Grand- öğrenci (Ce professeur n'a pas de chouchou. Elle
chose: Pek bir şey (Je n'y ai pas compris grand- est la chouchoute de la maîtresse).
chose). Peu de chose: Pek az bir şey, önemsiz, şey chouchouter gçl. Çok sevmek, şımartmak,
(C'estpeu de chose: Önemiyok, önemsizşey). La choucroute diş. 1. Lahana turşusu. 2. Lahana
chose jugée: huk. Kesin hüküm, °kaziyyei turşusundan yapılan bir yemek,
muhkeme. La chose publique: Devlet işleri, chouette diş. 1. Gecekuşu. 2. mec. Acuze, cadı. 3. s.
hükümetin işi. Leçon de choses: Hayatbilgisi hlk. Güzel, hoş (C'est chouette. Une chouette
dersi. Quelque chose: Bir şey (Voulez-vous femme, un chouette chapeau).
prendre quelque chose?). C'est dans l'ordre des chou-fleur er. bitb. Karnabahar,
choses: Bu işler hep böyle. Dans cet état de choses: chou-rave er. bitb. Alabaş,
Bu durumda. En tout état de choses: Ne olursa chou-rouge er. Kırmızı lahana,
olsun; her hal ve kârda. C'est une chose de f.qch: choyer gçl. 1. Çok sevmek, üstüne titremek, özenle
-mek önemlidir. C'est déjà quelque chose: Bu da bakmak (Choyer ses enfants, une femme). 2.
bir şey, az değil. Avoir ses choses: tkz. Aybaşı Beslemek, taşımak, kafasında olmak (Choyer un
olmak. Etre la chose de qn: Birinin malı gibi préjugé, une idée).
olmak, tutsağı olmak. Laisser aller les choses: İşi chrême [&ı-cfnJer.(Hıristiyanlar'da)Kimi âyinlerde
oluruna bırakmak, olayları kendi akışına kullanılan kutsal yağ.
bırakmak. Parler de choses et d'autres: Şurdan chrestomathie[ A» ı:st3mati\diş. Klasik yazarlardan
burdan konuşmak, dereden tepeden söz etmek. seçmeler; klasik yazarlar seçkisi,
Se croire quelque chose: Kendini bir şey sanmak. chrétien,ne s. ve ad. Hıristiyan (Le monde chrétien,
Se sentir tout chose: İçinde anlaşılmaz bir sıkıntı la religion chrétienne. Les premiers chrétiens).
duymak, bunalmak, chrétiennement bel. Hnistiyanca (Vivre, mourir
chosification diş. Şeyleştirme, şey haline getirme; chrétiennement).
nesneleştirme, eşya durumuna getirme chrétienté diş. Hıristiyanlık âlemi, Hıristiyanlık.
chrisme 261 chute

chrisme/foîism/ er. İsa peygamberi gösteren marka. chronophotographie diş. Devinimlerin


christ [knist] er. 1. H a ç üzerinde İsa resmi yada fotoğraflarla saptamp çözümlenmesi,
heykeli (Un christ d'ivoire). 2. Mesih, İsa. § Jésus chrysalide diş. biy. Krizalit. § Sortir de sa
Christ: İsa. chrysalide: mec. Kabuğunu kırmak; gözü
christianisation diş. Hıristiyanlaştırma. açılmak.
christianiser gçl. Hıristiyanlaştırmak, chrysanthème er. bitb. Kasımpatı.
christianisme er. Hıristiyan dini, Hıristiyanlık, chrysocale er. T o m b a k ,
chromage er. Krom kaplama, chrysolithe diş. Zebercet,
chromaticité diş. Renkserlik. chrysoprase diş. Yaldızlı yeşil akik.
chromatique s. 1. Renklere değgin. 2. müz. chuchotement er. Fısıltı, fısıldama (J'ai entendu un
Kromatik (Demi-ton chromatique). 3. (Sinema) léger chuchotement. Le chuchotement duvent, des
Renkser, renközü olan. feuilles).
chrome er. kim. 1. Krom. 2. Madensel parça chuchoter gsz. 1. Fısıldamak, fısıltıyla konuşmak
(Nettoyer les chromes de sa voiture). (Le professeur a puni les élèves qui chuchotaient).
chromer gçl. 1. Krom kaplamak (Acier chromé). 2. gçl. Fısıltı halinde söylemek. 3. Chuchoter qch à
2. (Deri vb.) Şapla tabaklamak, sepilemek l'oreille de qn: Birinin kulağına bir şey fısıldamak
(Chromer des cuirs). (Ilmechuchote à l'oreille les noms des nouveaux
chromolithographie diş. chromo er. Renkli arrivants).
taşbasması. chuchoterie diş. tkz. Fısıldama, fiskos,
chromosome er. Kromozom, *soyaktaran, chuchoteur, euse s. vead. Fısıldayıcı; fiskoscu.
chromosomique s. Kromozomlara değgin, chuchotis er. Hafif fısıltı, hafif çağıltı (Le chuchotis
*soyaktaransal. de la rivière).
chromosphère diş. gökb. *Renkyuvarı, "renkküre. chuintantes. Hışırtılı, fisırtıh, tısıltıh.
chromotypographie, chromotypie diş. Renkli chuintement er. Hışırtı, fısırtı, tısıltı (Le
tipografi, düzbaskı makinesiyle renkli baskı, chuintement de la vapeur. Un chuintement
chronicité diş. Süreğenlik, "müzminlik (Chronicité ininterrompu rappelait la fuite du robinet d'évier).
d'une maladie). chuinter gsz. 1. (Gecekuşu için) Ö t m e k . 2. Hışırtı
chronique s. 1. Süreğen, "müzmin (Rhumatisme çıkarmak, fışırdamak (Le jet de vapeur chuinte).
chronique). 2. Sürüp giden, müzmin (Chômage 3. Kimi sesleri tıslayarak söylemek, tıslamak,
chronique. Il a des difficultés financières chulo er. Boğa güreşlerinde boğayı kızdıran
chroniques). oyuncu.
chronique diş. 1. Günü gününe yazılmış tarihsel chut IJİV*] ünl. Susss! Hışt! (Il a fait chut! en mettant
olaylar defteri. 2. (Gazetede) Günlük sorunlarla un doigt sur la bouche).
ilgili yazı; fıkra (Chronique sportive, chronique chute diş. 1. Düşme, düşüş (Une chute de cheval, de
théâtrale). 3. Dolaşan söylentiler, dedikodu (Une bicyclette. La chute d'un ministre). 2.
chronique scandaleuse. La chronique locale Yuvarlanma, düşme, yıkılma (La chute d'un
prétend qu'elle n'a pas été une épouse parfaitement rocher, d'une masse de neige, d'un pan de mur). 3.
vertueuse). K a p a n m a , inme (La chute du rideau au théâtre). 4.
chroniquement bel. Süreğen olarak; sürgit, Yağma, yere düşme ( L a chute de pluie, de neige).
chroniqueur er. 1. Tarihsel olaylar yazan, 5. Batma (La chute du jour). 6. D ö k ü l m e (La
"vakanüvis. 2. Fıkra yazan, köşe yazarı chute des feuilles, des cheveux, des poils). 7.
(Chroniqueur dramatique, parlementaire. Il est Gözden düşme, başansızhk, yenilgi (La chute
chroniqueur dans un journal). d'un auteur, la chute de Napoléon). 8. D ü ş m e ,
chronologie diş. Kronoloji, 'zamandizin. teslim olma (La chute d'une ville, d'une
chronologique s. Kronolojiye değgin; tarih sırasına forteresse). 9. Yıkılma, devrilme (La chute
göre, *zamandizinsel (Table chronologique. d'un empire, d'un régime). 10. Değerini yitirme,
Respecter l'ordre chronologique). düşme, değerden düşme (La chute d'une
chronologiquement bel. Kronolojiye göre, tarih monnaie). 11. Azalma, düşme (La chute de
sırasına göre, zamandizinsel olarak, tension, de pression, de température). 12. G ü n a h ,
chronomètre er. Kronometre, *süreölçer. suç (La chute d'Adam. Cette malheureuse fille a
chronométrer gçl. Kronometre ile ölçmek, supporté toute sa vie les conséquences de sa chute).
chronométrie diş. fiz. Z a m a n ölçümü bilimi; fiziğin 13. (Nazımda ve müzikte) Son hece, son ses (La
zaman ölçme ile ilgili bölümü, *süreölçüm. chute d'une phrase musicale). 14. Kumaş kırpığı,
chuter 262 ciel

kesimden artan kumaş parçalan (Ramasser, jeter traversée).


les chutes). 15. Çağlayan, çavlan (Les chutes du cicatriciel, le s. Yara izine değgin (Tissus
Niagara, la chute d'un barrage). § La chute d ' e a u : cicatriciels).
Çağlayan. L a chute des reins: Bel altı. Faire une cicatrisant, e s . Yara kapatıcı, yara besleyici,
chute: Düşmek, cicatrisation diş. 1. Kapanma, iyileşme
chuter gsz. hlk. 1. D ü ş m e k . 2. (Tiyatro oyunu için) (Cicatrisation d'une plaie, d'uneblessure). 2. mec.
Başarısızlığa uğramak, afişten kaldırılmak. 3. gçl. Yatışma, geçme, kapanma (Cicatrisation d'une
Islıklamak, yuhalamak (Chuter un acteur). blessure morale, d'une histoire d'amour).
chyle er. fizy. Kilüs. cicatriser gçl. 1. İyi etmek, kapatmak, iyileştirmek
chyme er. fizy. Kimüs. ( Cicatriser une plaie, une blessure, une brûlure). 2.
ci bel. 1. (Hesaplarda) E d e r , etti (3 livres à 6 francs, mec. Kapatmak, geçirmek, yatıştırmak, onarmak
ci 18 francs: Altışar franktan üç kitap eder 18 (Cicatriser une douleur, une blessure d'amour-
frank). 2. Ce, cette, cet, ces: İşaret sıfatlarından propre). I Se cicatriser: Kapanmak, sağalmak,
birini almış adlardan sonra yada Celui, celle, ceux, iyileşmek (Laplaie s'est cicatrisée).
celles işaret adıllarından sonra geldiğinde bu, şu cicérone er. İt. (Eskimiştir, alay yollu söylenir)
anlamını katarak yakınlık anlatır (Cethomme-ci: Turist kılavuzu, turistleri gezdiren kimse. § Etre le
Bu adam, şu adam; Cette maison-ci: Bu ev, şu ev; cicérone de qn: Birine kılavuzluk etmek, birini
Ces filles-ci: Bu kızlar, şu kızlar; Celui-ci: Bu, şu gezdirmek. Faire le cicérone: Kılavuzluk etmek,
(kimse); Celles-ci: Bunlar, şunlar). § Ci-devant: cicénmien, ne s. Çiçero gibi, Çiçero'yu andıran
Bugüne dek. Ci-joint: Ekli olarak, ekte bulunan (Eloquence cicéronienne).
(Je vous envoie ci-joint les documents). Ci-après: cicindèle diş. Ateşböceği.
1. Bundan sonra, bu bölümden sonra. 2. ö t e d e . ciconiidés er. ç. hayb. Uzunbacaklılar.
Ci-inclus: Bunun arasına konmuş olarak, ekli cidre er. Elma şarabı, sidr.
olarak (Vous trouverez ci-inclus une copie). Ces ciderie diş. E l m a şarabı fabrikası,
jours-ci: B u g ü n l e r d e . Ci-dessus: Üstte, yukarda. ci-dessous, ci-dessus - » c i .
Ci-dessous: Altta, aşağıda. Ci-contre: Karşıda. ciel er. 1. G ö k , gökyüzü (La voûte du ciel. Les
Par-ci p a r l a : Şurda burda, şurdan burdan, şuraya oiseaux volent dans le ciel). 2. Hava (Un ciel
buraya. De-ci de-là: Şurda b u r d a , şuraya buraya, calme, serein, brumeux, brouillé, nuageux,
şurdan burdan. 3. Ci et ça: adıl. Şu bu, şunu bunu ouvert, couvert, orageux). 3. Uçmak, cennet (Tu
(Demander ci et ça). Comme ci comme ça: Şöyle mérites le ciel. Il aspire à la béatitude du ciel). 4.
böyle (Comment allez-vouz? — Comme ci Tanrı (La justice du ciel. C'est un présent du ciel.
comme ça). Le ciel m'est témoin). S. Resimlerde, bir tabloda
ciao! ünl. tkz. Haydi eyvallah! Çav! Bay-bay! gökyüzünü gösteren bölüm (Les ciels de Van
cibiche diş. tkz. Sigara. Gogh). 6. Tavan (Ciel de carrière: Taşocağı
cible diş. 1. Nişan tahtası, hedef (Tirerà la cible. lia tavam). 7. Üst, tavanlık (Cield'un lit). § L'eau du
placé toutes les balles au centre de la cible). 2. ciel: Yağmur. L e f e u d u c i e l : Yıldırım. Sousleciel:
H e d e f . § Etre la cible de: -in hedefi olmak, -in Bu dünyada (Rien de nouveau sous le ciel). Sous le
konusu olmak (A vec son nez long, il est la cible de ciel de: -de (Sous le ciel d'Ankara: Ankara'da). A
tous les regards, de toutes les railleries). Servir de ciel ouvert: 1. Açık havada (Une piscine à ciel
cible à qn, à qch: Birine, bir, şeye hedef olmak (11 ouvert). 2. Üstü açık. Sous d ' a u t r e s ciels: Başka
rompait pour éviter de servir de cible aux guetteurs yerde, başka ülkelerde. E n t r e ciel et terre:
ennemis. Tu sers de cible aux railleries de tes H a v a d a , boşlukta (L'alpiniste resta suspendu
camarades). entre ciel et terre). Elever qn j u s q u ' a u ciel: Birini
ciboire er. (Kiliselerde) Kudas kitabı, göklere çıkarmak, çok övmek. Etre au septième
ciboule diş. Taze sarımsak, ciel: Çok mutlu olmak, hayran kalmak. Remuer
ciboulette diş. Bir tür sarmısak. ciel et terre: Elinden geleni yapmak, dağı taşı
ciboulot er. hlk. Baş, kafa (Ne te fatigue pas le birbirine katmak. Tomber du ciel: 1. Hızır gibi
ciboulot, tu ne peux comprendre. Depuis yetişmek, tam zamanında gelmek. 2. Şaşırmak,
longtemps, cette idée me trotte dans le ciboulot). afallamak. C'est le ciel qui t'envoie: Seni Allah
cicatrice diş. 1, Yara izi (Une cicatrice de coupure, gönderdi. Grâce au ciel, béni soit le ciel, le ciel soit
de brûlure, à la face). 2. İz, kalıntı (Les cicatrices loué, plût au ciel: Tanrıya şükür. Au nom du ciel:
de la guerre. Elle garde au cœur de profondes T a n n aşkına, Allah aşkına (Au nom du ciel, ne
cicatrices de la crise sentimentale qu'elle a vous exposez pas inutilement).
cierge 263 cingler

cierge er. (Tapınaklarda yakılan) M u m , kalın m u m cimenterie diş. 1. Çimento sanayii. 2. Çimento
(Brûler un cierge à un saint). § Etre droit comme fabrikası.
un cierge: Sert, katı olmak, meşe gibi hiç cimentier er. Çimentocu; çimento işçisi,
bükülmemek, cimeterre er. Pala, yatağan,
cieux er. ç. Gökler; Tanrılar katı (Celui qui règne cimetière er. Sinlik, "gömütlük, "mezarlık,
dans les cieux). (Cimetière souterrain, cimetière marin, cimetière
cigale diş. 1. Ağustos böceği. 2. den. Çapa halkası, militaire. Porter un mort au cimetière. Cimetière
cigare er. Puro, yaprak cıgarası (Fumer un cigare). de voitures).
cigarette diş. Sigara, cıgara (Fumer une cigarette. cimier er. Tolga tepeliği.
Allumer, éteindre sa cigarette. Rouler une cinabre er. 1. Zincifre. 2. Ateş kırmızısı,
cigarette. Cigarette filtrée, cigarette sans filtre). ciné er. hlk. Sinema (Aller au ciné).
cigarillo er. Küçük ve ince puro. cinéaste ad. 1. Sinemacı. 2. Sinema sanatçısı,
ci-gît: (Gömüt taşlarında yazar) "Burada ciné-club er. Sinema derneği,
gömülüdür, burada yatar", cinéma er. 1. Sinema (Aller au cinéma. Film de
cigogne diş. hayb. Leylek (Les cigognes sont des cinéma). 2. Sinemacılık, sinema sanatı (Le
oiseaux migrateurs). cinéma est appelé le septième art). 3. mec. tkz. Us
cigogneauer. Leylek yavrusu, almaz şey, gerçek dışı gülünç şey, ciddilikten uzak
ciguë Isigy] diş. bitb. X. Baldıran. 2. Baldıran ağısı şey (C'est du cinéma).
(Socratefut condamné à boire la ciguë). 3. mec. cinémascope er. Sinemaskop,
Ağu, zehir. cinémathèque diş. Filmlik, sinematek,
cil er. Kirpik (Il a de longs cils). § Faux dis: T a k m a cinématique diş. 1. Mekaniğin devinimle ilgili
kirpik. Cils vibratiles: biy. Titrek tüyler. Battre bölümü, devinim bilimi, "devinimbilim 2. s.
des cils: Kirpiklerini kırpıştırmak, Devinime değgin,
ciliaires. Kirpiğe değgin. cinématographe er. 1. Sinema makinası. 2.
cilice er. 1. Keçi kılından sof. 2. Çile doldurmak için Sinemacı. 3. Sinemacılık, sinema,
giyilen yada sarılman at kılından gömlek yada cinématographie diş. Sinemacılık, sinema sanatı,
kuşak (Porter le cilice, prendre le cilice). cinématographier gçl. (Eskimiştir) Filme almak,
cilié, e s. 1. Kirpikli. 2. Tüylü (Feuille ciliée, graine filmini çekmek, -i çevirmek,
ciliée). cinématographiques. Sinemaya değgin; sinematik
cillement er. Göz kırpıştırma ; göz kırpışması (Il a un (Industrie cinématographique, langage
continuel cillement d'yeux). cinématographique).
ciller gsz. 1. Gözünü kırpmak, göz kırpıştırmak (On cinematologie diş. Sinemabilim.
ne peut pas soutenir l'éclat de ce phare sans ciller). cinémomètre er. Hız göstergesi,
2. gçl. Kırpmak, kırpıştırmak (Ciller les yeux). § cinéphiles, vead. Sinemasever,
Ne pas oser ciller devant qn: Birinden çok cinéraire s. Ölü külüne değğin. § Vase cinéraire,
korkmak, önünde ağzım açamamak, kaşını urne cinéraire: Ölü külü vazosu, kutusu,
oynatamamak (Personne n'ose ciller devant le cinérama er. Yanyana konmuş üç perdeyle üç
nouveau directeur). projektöre dayanan sinema yöntemi, sinerama,
cime diş. 1. D o r u k , tepe (Grimper jusqu'à la cime ciné-roman er. Bir filmden alınan resimli yada
d'un arbre. Les cimes neigeuses d'une chaîne de fotoğraflı halk romanı,
montagnes). 2. mec. E n yüce nokta, doruk (La cinétiques, fiz. Kinetik (Energiecinétique).
cime de la gloire, la cime des honneurs). § Etre à la cinglant, e s. 1. Kamçı gibi çarpan. Bıçak gibi (Un
cime de: Bir şeyin doruğunda olmak, en yüksek vent cinglant, une bise cinglante). 2. Sert,
noktasma varmış bulunmak, yaralayıcı, kırıcı (Paroles cinglantes, une leçon
ciment er. 1. Çimento (Un sac de ciment). 2. mec. cinglante).
Aradaki bağ (Le ciment qui le liait à son cinglé, e s. hlk. Kaçık, bir tahtası noksan (Il est un
compagnon se solidifiait. Le ciment d'une amitié). peu cinglé).
cimentation diş. Çimentolama. cingler gçl. 1. V u r m a k , çırpıştırmak (Le charretier
cimenter gçl. 1. Çimento ile tutturmak, birbirine cingla son cheval d'un coup de fouet). 2. D ö v m e k ,
bağlamak (Cimenter des pierres, cimenter un kuvvetle vurmak, çarpmak (La pluie cinglait les
bassin). 1. mec. Sağlamlaştırmak, pekiştirmek vitres). 3. Yaralamak, kırmak (Il cingla son
(Cimenter une amitié. L'amour de la liberté adversaire d'une réplique impitoyable). 4. gsz.
cimentait l'union des citoyens). Yönelmek, -e doğru yol almak (Le yacht cingle
cinna nıome 264 circonspection

vers le port. Le navire cingle vers le cap). cipolin er. A k damarlı yeşil mermer.
cinnamome er. Bir tür tarçın ağacı, cippe er. (Türlü amaçlarla dikilen) Sütun, *dikin;
cinoche er. hlk. Sinema (Aller au cinoche). gömütlerin başına dikilen sütun,
cinoques. vead. hlk. Kaçık, deli, kafadan çatlak, cirage er. 1. Cilalama, parlatma (Cirage des
cinq s. vead. l . s . Beş (J'ai cinq pommes. Les cinq parquets). 2. (Ayakkabı) Boyama (Brosse à
doigts de la main. Attendez cinq minutes). 2. cirage). 3. Ayakkabı boyası. § Etre dans le cirage:
Beşinci (Page cinq, tome cinq, Charles cinq). 3. argo. 1. Gözleri kararmak, hiç bir şeyi göremez
ad. Beşli (Le cinq de pique). 4. Saat beş (Le train olmak. 2. Hiçbir şey anlamamak. Etre en plein
part à cinq). 5. er. Beş rakamı (Il fait ses cinq cirage: argo. Küfelik olmak, zil zurna sarhoş
comme des S). 6. er. Beş, beş sayısı (Compter de olmak. Noir comme du cirage: Kapkara, kömür
cinq en cinq). 7. er. Ayın beşinde, ayın beşi (Je gibi.
pars le cinq. Le cinq Avril). § En cinq sec: Çok circaète er. Yılankartalı, bir tür yırtıcı kuş.
hızlı, çabucak. C'était moins cinq: R a m a k circoncire gçl. Sünnet etmek (Circoncire un
kalmıştı, kıl payı kalmıştı (Felâketin olması için). enfant).
Le cinq-à-sept: Beş çayı çağrısı, beş çayı circoncis, e s. Sünnetli (Un enfant circoncis, il est
toplantısı. circoncis).
cinquantaine diş. Elli kadar, elli dolaylarında (Une circonciseur er. Sünnetçi.
cinquantaine de lettres). § Approcher de la circoncision diş. Sünnet, sünnet işlemi (La
cinquantaine: Ellisine yaklaşmak. Avoir la circoncision est un rite des religions juive et
cinquantaine: Elli yaşlarında olmak, islamique). § Pratiquer la circoncision sur qn:
cinquante?. vead. l . s . Elli (Cinquantemaisons). 2. Birini sünnet etmek,
Ellinci (Numéro cinquante, page cinquante). 3. er. c i r c o n f é r e n c e ^ , geom. 1. Çember (La longueur de
Elli rakamı, elli sayısı, elli (Cinq fois dix font la circonférence est égale au produit du diamètre
cinquante). par pi). 2. Bir şeyi saran çember, çevre (La
cinquantenaire s. 1. Elli yaşlarında (Cet homme est circonférence d'une ville).
cinquantenaire). 2. er. Ellinci yıldönümü circonflexes. Eğri büğrü çarpık,(-)biçiminde (Des
(Célébrer le cinquantenaire de la République). sourcils circonflexes). ŞAccent circonflexe: Mât,
cinquantièmes. 1. Ellinci (Articlecinquantième). 2. forêt, sözcüklerinde görüldüğü gibi (-)
Ellide bir, ellide birlik (La cinquantièmepartie des biçimindeki aksan,
revenus). 3. ad. Ellinci (Il est le cinquantième, elle circonlocution diş. Dolaşık yoldan söylenen söz,
est la cinquantième de sa classe). 4. er. Ellide bir dolaşık anlatım, 'dolamlama (Parler par
(Le cinquantième d'une quantité). circonlocutions).
cinquième s. 1. Beşinci (Le cinquième étage, la circonscriptibles. mat. Çember içine alınabilir,
cinquième année). 2. Beşte bir (La cinquième circonscription diş. 1. Çevre, bölge, bölge sınırı
partie d'un héritage). 3. er. Beşte bir, beşte biri (Il (Circonscription administrative, militaire). 2,
donne le cinquième de son salaire au loyer). 4. ad geom. Bir şekli uçları değecek biçimde bir
(Il est le cinquième, elle est la cinquème de sa çemberle çevirme; çemberleme, çember içine
classe). 5. diş. Orta ikinci sınıf (Mon fils est en alma. § Circonscription électorale: Seçim
cinquième). bölgesi.
cintrage er. Kemerleştirme; kemer biçimine circonscrire gçl. 1. Sınır içine almak, sınırlamak
getirme. ( Circonscrire un espace. Circonscrire une
cintre er. l.(Bir kubbede, bir kemerde) İç eğmeç. 2. propriété par des murs). 2. geom. Bir şekli çember ı
K u b b e yada kemer kalıbı. 3. (Tiyatroda) Üst içine almak, uçları değecek biçimde bir çemberle
bölüm. 4. Giysi askısı. § Le plein cintre: Yarım çevirmek. 3. Sınırlamak, sınır içine almak
daire biçiminde kemer, (Circonscrire un sujet, un débat). 4. Yayılmasına
cintrer gçl. 1. K e m e r biçiminde yapmak, engel olmak, belli bir alan içinde tutmak
kemerleştirmek (Cintrer une porte, une fenêtre, (Circonscrire une épidémie, un incendie).
une galerie). 2. K a b a r t m a k , kabarıklık vermek, circonspect,e s. *Sakınımh, "ihtiyatlı, dikkatli,
eğmek (Cintrer des plaques de métal. Cintrer une ölçülü (Un diplomate circonspect, une démarche
barre, un tuyau). 3. T a m beline oturtmak (Cintrer circonspecte. Il tient toujours un langage
une redingote, une veste). circonspect).
cipaye er. (Eskiden) Bir A v r u p a ordusu circonspection diş. *Sakınımlılık, "ihtiyat,
hizmetindeki Hindistan askeri, sihapi. ölçülülük, dikkat, dilini tutma, uluorta
circonstance 265 cirer

konuşmama, yanı yöreyi kollama (Agir, parler dönen (Un voyage circulaire). 3. diş. Genelge
avec circonspection). (Une circulaire ministérielle, une circulaire
circonstance diş. 1. Ayrıntı (Une circonstance administrative. Envoyer une circulaire).
m'échappe dans son rapport). 2. Koşul, °şart cirailairement bel. Ç e m b e r biçiminde, halka
(L'exprérience a eu lieu dans des circonstances biçiminde, çemberlerçizerek (Un aigle qui planait
défavorables). 3. D u r u m (Il faut profiter de la dans le ciel circulairement).
circonstance). § Etant donné les circonstances: circulante s. Dolaşımda olan; dolaşan (Capitaux
D u r u m gereği,durum ve koşullar yüzünden. De circulants. Anticoagulant circulant).
circonstance: Uygun, yerinde, yerinde ve circulariser gçl. Değirmileştirmek,
zamanında (En cette période de départ en circulation diş. 1. Dolaşım (La circulation du sang.
vacances, les conseils de prudence sont de Petite circulation, grande circulation. La
circonstance). Ce n'est pas de circonstance: Sırası circulation de la sève dans les plantes). 2. Yayılma
değil, uygun kaçmaz. Un ouvrage de circonstance, (Circulation des idées). 3. Dolaşma, gidiş geliş,
un discours de circonstance: Belli bir olay trafik (La circulation est difficile dans les grandes
dolayısıyla yazılmış yapıt, söylenmiş söylev. Dans villes. Accident de la circulation). 4. Sürüm, devir,
les circonstances présentes, actuelles: Bu elden ele dolaşma (La circulation de l'argent, des
durumda, şu koşullar içinde, capitaux). 5. Dolaşım (La libre circulation de la
circonstanciées. A y n n t ü ı , bütün ayrıntılarıyla ( Un main-d'œuvre). § Mettre qch en circulation:
rapport circonstancié. Il nous faut un compte Piyasaya sürmek, çıkarmak, yaymak (Mettre un
rendu circonstancié de la réunion). livre en circulation. Mettre en circulation de
circonstanciel,le s. D u r u m ve koşullara bağlı, fausses nouvelles).
durum ve koşulları belirten. § Complément circulatoire s. K a n dolaşımına değgin (Troubles
circonstanciel: Dolaylı tümleç, circulatoires).
circonstancier gçl. (Az kullanılır) Ayrıntılarıyla circuler gsz. 1. Gidip gelmek, dolaşmak, dolanmak
anlatmak (Les voitures circulent lentement dans cette rue.
circonvallation diş. Kuşatma siperi, Les passants circulent). 2. Dolaşmak, dolaşım
circonvenir gçl. 1. Aldatmaya, kandırmaya yapmak (Le sang circule dans le corps. L'eau
çalışmak (Circonvenir ses juges. Il s'efforça circule dans des canalisations métalliques). 3.
vainement de circonvenir le témoin). 2. tkz. Piyasada dolaşmak, elden ele geçmek (L'argent
Uyutmak, sıkmak kafasını ütülemek circule, les capitaux circulent). 4. Yayılmak,
(Circonvenir son auditoire). dolaşmak, ağızdan ağıza dolaşmak (Des rumeurs
circonvoisin.e s. Yakın komşu, yambaşında (Villes, circulent déjà dans la ville). § Faire circuler un
circonvoisines. Lieux circonvoisins). bruit, une rumeur: Bir söylenti çıkarmak,
circonvolution diş. 1. Bir merkez nokta etrafındaki yaymak. Circulez!: Dağılın, durmayın, ilerleyin!
halkalar, çemberler (Décrire des circumnavigation diş. Bir kıtanın etrafını gemi ile
circonvolutions). 2. Kıvrım, kıvrıntı dolaşma.
(Circonvolutions cérébrales, circonvolutions circumpolaire s. Bir kutup etrafında yapılan, olan
intestinales). (Une expédition circumpolaire: Kutup
circuit er. 1. Çevre uzunluğu (Le circuit d'une ville. yolculuğu).
L'exposition a cinq kilomètres de circuit). 2. Yol, cire diş. 1. Balmumu (Alvéole en cire d'une ruche).
uzun ve karışık yol (J'ai fait un long circuit pour 2. Bitkisel mum (Palmier à cire). 3. M u m . 4.
aller chez lui). 3. Dolanma, gezme (Faire le circuit M ü h ü r mumu (Cire à cacheter). S. Kulak kiri
des châteaux, des villes d'art). 4. mec. Dolambaç. (Bouchon de cire). 6. Göz çapağı. 7. hayb.
5. Hareket, elden ele dolaşma, devir yapma (Le Kuşlarda gaga altı zarı, derisi. § Cire molle: M u m
circuit des capitaux). 6. (Elektrikte) Devre gibi yumuşak karakter, çok gevşek adam. Cire
(Couper le circuit. Rétablir, fermer le circuit). vierge: Eritilmemiş balmumu. Etre jaune comme
Circuit imprimé: (Elektronik) Baskı devresi. cire: Balmumu gibi olmak, çok açık sarı tenli
Circuit intégré: Entegre devre. En circuit fermé: olmak.
D ö n ü p dolaşıp hep aynı noktaya gelerek. Etre ciré,e s. 1. Balmumlu, balmumu sürülmüş. 2.
hors circuit: mec. Devre dışı olmak, bir işe Boyanmış, parlatılmış (Chaussures cirées). 3.
karışmamış olmak, Cilalanmış, cilalı (Parquet ciré). 4. er. Sugeçirmez
circulaires. 1. Değirmi, yuvarlak (Figurecirculaire, giysi (Un ciré de marin). § Toile cirée: Muşamba,
surface circulaire). 2. Sonunda çıkış noktasına cirer gçl. 1. Balmumu sürmek. 2. Boyamak,
cireur 266 citoyen

parlatmak (Cirer des chaussures). 3. Cilâlamak ciste er. bitb. 1. Lâdin. 2. diş. (Eski yunanlılarda)
(Cirer un parquet). § Cirer les bottes à qn: tkz. Tören sepeti,
Birine dalkavukluk etmek, birinin kıçını cistre er. XVI. yüzyılda kullanılmış, telleri
yalamak. çekilerek çalınan bir çalgı, çitera, kitara.
cireur,euse 1. ad. Cilacı, parlatıcı, silip parlatan cistude diş. Bir tür su kaplumbağası,
kimse (Une cireuse de parquet). 2. er. Boyacı (Le citadelle diş. 1. Kale, hisar (Une citadelle
cireur de bottes). 3. diş. D ö ş e m e cilalama aygıtı, imprenable. La citadelle d'Ankara. Les créneaux
cireux,euse s. 1. Balmumu gibi (Un malade au teint d'une citadelle). 2. mec. Merkez, kale (Un parti
cireux. Un visage cireux).2. Balmumu kıvamında, politique qui est la citadelle du libéralisme. Rome,
m u m yumuşaklığında (Matière cireuse). citadelle du catholicisme).
cirier,ère ad. 1. M u m yapıp satan kimse, mumcu. 2. citadin,e s. ve ad. Kentli, şehirli; kente değgin (La
Balmumu yapan amele arı. 3. er. M u m ağacı, vie citadine. Habitudes citadines. L'exode des
ciron er. 1. ( U n , peynir gibi şeylerde olan) Kurt. 2. citadins vers la campagne).
mec. Cılız adam, güçsüz adam. citateur,trice v. vead. Alıntılayan, bir alıntı yapan,
cirque er. 1. Sirk, cambazhane (Je vais amener mes citation diş. 1. 'Alıntı, metin aktarımı (Une thèse
enfants au cirque). 2. Karmakarışık yer; dağınık, bourrée de citations. Une citation textuelle se met
düzensiz yer, panayır gibi yer (C'est un cirque, entre guillemets). 2. 'Geldiri, °celp, "celpname
ici). 3. Karışıklık, düzensizlik (Quel cirque dans la (Citation devant les tribunaux civils. Un huissier
famille, les veilles de départ envacances!). 4. argo. lui a remis une citation par-devant le juge de paix).
Millet Meclisi, kamutay. S. coğr. Buzyalağı. 3. ask. Birinin yararlığını günlük emirde övme,
cirrhose diş. hek. Siroz, adını günlük emirde anma (Citation à l'ordre du
cirro-cumulus er. coğr. Yumakbulut. régiment, citation à l'ordre de l'armée).
cirro-stratus er. coğr. Buz bulutu, külbulut. cité diş. 1. (Eskiden) Kendi yasalarıyla yönetilen,
cirrus er. coğr. Saçakbulut, tüybulut. özerk bir yada birkaç kentten oluşmuş ülke (Les
cirure diş. Balmumu cilâsı, rivalités des cités grecques. Les dieux de la cité). 2.
cisaille diş. 1. Maden kesmeye, ağaç dallarını Kent, şehir (La cité de Londres. Chaque matin la
kırpmaya yarayan büyük makas, demirci makası, cité reprend son animation). 3. Bir kentin eski
budama makası (Cisaille de ferblantier, de tôlier, mahallesi, hisar mahallesi (Notre-Dame de Paris
de jardinier). 2. Maden kırpıntısı (Cisaille d'argent). est dans l'île de Cité). 4. Semt, mahalle, site (Cités
cisaillement er. 1. Kesme, doğrama, kırpma, ouvrières, cités universitaires). § Droit de cité: 1.
b u d a m a . 2. (Yol, sokak vb. için) Kesişme, Yer alma, bulunma, yaşama hakkı (Ce mot n'a
cisailler gçl. 1. Kesmek, doğramak (Cisailler des fils pas droit de cité en bon français. Tout a droit de
de fer barbelés). 2. Kırpmak, budamak (Cisailler cité en poésie. Cet usage, venu d'Amérique, a fini
les branches). 3. Cisailler qn: tkz. Birinin yüzünü par acquérir le droit de cité en France). 2.
gözünü çizmek, yaralamak, Yurttaşlık hakları,
ciseau er. 1. Y o n t m a kalemi (Tailler au ciseau. citer gçl. 1. Söylemek, saymak (Citez-moi les
Ciseau de sculpteur, de maçon, de menuisier). 2. romans de Gide). 2. Belirtmek (L'auteur a cité ses
Kazı kalemi, işleme kalemi (Ciseau d'orfèvre). 3. sources en notes). 3. Vermek, ileri sürmek (Je
ç. Makas (Ciseaux de couturier, de tailleur, de peux vous citer une foule d'exemples). 4. A n m a k ,
brodeuse. Ciseaux à ongles). § Sauter en ciseaux: alıntılamak, aktarmak, adını anmak (Citer les
Makaslama atlamak, paroles d'un philosophe, citer les vers d'un poète).
ciseler gçl. 1. O y m a k , işlemek, kalem işlemek 5. Ö r n e k olarak göstermek (Citer quelqu 'un pour
(Ciselerunbijou,unmétal,un objet précieux). sa bravoure. Citer un beau trait de caractère). 6.
2. mec. Titizlikle, inceden inceye işlemek (Ciseler Birini mahkemeye celbetmek (Citer un témoin).
son style, ses phrases, un sonnet). 7. ask. Birinin yararlığını günlük emrinde övmek
çiselet er. Kuyumcu kalemi, (Citer un officier à l'ordre de l'armée).
ciseleur er. 1. Çalmacı, m a d e n oymacısı, m a d e n citerne diş. Sarnıç (Eau de citerne. A cause de la
işlemecisi. 2. Bir şeyi titizlikle yapan, ince ince sécheresse, la citerne est presque vide). § Bateau-
işleyen (Ciseleur de vers: Dizelerini kuyumcu gibi citerne: Sarnıç gemi. Wagon-citerne: Sarnıç
işleyen ozan). vagon,
ciselure diş. 1. M a d e n oymacılığı, çalmacıhk. 2. cithare diş. Kitara.
O y m a m a d e n işi, çalmacı işi, ince iş. cithariste ad. Kitaraci.
cisoires diş. ç. Ayaklı demirci makası. citoyen,ne ad. 1. (Eskiden) Sitede Qturan,
citoyenneté 267 claie

yurttaşlık hakkı olan kimse (On reconnaissait le civil: Nüfus m e m u r u . Autorités civiles: Mülki
citoyen à ce qu'il avait part au culte de la cité). 2 makamlar, mülki erkân. Liste civile: Devlet
Yurttaş, vatandaş (Accomplir son devoir de başkanı ödeneği. Dans le civil: Sivil yaşamda (Le
citoyen. Les citoyens turcs). 3. (Büyük Fransız capitaine était architecte dans le civil). En civil:
Devrimi sırasında) Bay, bayan (La citoyenne Sivil olarak, sivil giyimle (S'habiller en civil, se
Liliane, le citoyen Paul). 4. tkz. A d a m , herif (Je mettre en civil: Sivil giyinmek). Se porter partie
me méfie de lui, c'est un drôle de citoyen). S. s. civile: Z a r a r ziyan davası açmak; kişisel hak
Demokrat (Un roi citoyen). § Citoyen du monde: davası açmak,
Dünya vatandaşı, civilement bel. I . H u k u k bakımından, "hukuken
citoyenneté diş. Yurttaşlık, vatandaşlık (ila fait des (Juger civilement. Il est civilement responsable). 2.
démarches pour obtenir la citoyenneté turque). Dinsel törensiz, "medeni h u k u k a göre, yurttaşlar
citrin,e s. Limon sarısı, limon renginde, yasasına göre (Se marier civilement). 3. Kibarca,
citrique s. Limondan çıkarılmış, limondan elde nazikçe (Il agit toujours civilement).
edilmiş (Acide citrique). civilisable s. Uygarlaştınlabilir (Des peuplades
citron er. 1. Limon (Une tranche de citron. Thé au civilisables).
citron, jus de citron). 2. hlk. Kafa, baş (lia reçu un civilisateur, trice s. vead. Uygarlaştıncı.
coup sur le citron). 3. s. Limon sarısı (Une robe civilisation diş. 1. Uygarlık (Civilisation turque,
citron). § Etre j a u n e comme un citron: Limon gibi civilisation occidentale). 2. Uygarlaştırma;
sarı benizli olmak. Presser qn comme un citron: uygarlaşma (La civilisation progressive des
Birini sömürmek, alabildiğine yararlanmak, peuplades d'Océanie).
sömürüp posasını bırakmak. Se presser le citron: civilisé, e s. Uygarlaşmış, uygar (Les nations
Kafa çatlatmak, kafa yormak, çok uğraşmak, civilisées, un pays civilisé, un homme civilisé).
citronnade diş. Limonata, civiliser gçl. 1. Uygarlaştırmak (Civiliser un pays,
citronné,e s. Limon kokan, içine limon konmuş, un peuple). 2. Nazikleştirmek, kibarlaştırmak
limonlu (Tisane citronnée). (La fréquentation de la bonne société Ta un peu
citronnelle diş. 1. Limon gibi kokan bitki. 2. Limon civilisé). § Se civiliser: 1. Uygarlaşmak. 2.
kabuğu likörü, Nazikleşmek, kibarlaşmak,
citronner gçl. Limon sıkmak, limon suyu katmak, civiliste ad. Medeni hukuk uzmanı, yurttaşlık
citronnier er. Limon ağacı, h u k u k u uzmanı,
citrouille diş. 1. Balkabağı; iri yuvarlak kabak civilité diş. 1. İncelik, naziklik, kibarlık (Je le
(Soupe à la citrouille). 2. hlk. Kafa, baş, kelle, préviens par civilité). 2. ç. Kibar ve nazik sözler,
cive, civette diş. Bir tür sarmisak; taze sarmisak. "iltifat, saygı (Présenter ses civilités. Agréez mes
civelle diş. Küçük yılanbalığı civilités).
civet er. Yahni (Civet de chevreuil. Lapin en civet). civiques. 1. Medeni (Couragecivique). 2. Yurttaşa
civette diş. 1. Misk kedisi. 2. Misk kedisi kokusu, değgin, yurttaşlıkla ilgili (Il a perdu ses droits
misk. 3. Misk kedisi derisinden yapılan kürk. civiques. Instruction civique).
civière diş. 1. Teskere (Charger des pierres sur une civisme er. 1. Yurtseverlik. 2. İyi yurttaşlık,
civière). 2. Sedye (Emporter les blessés sur des clabaud er. Sarkık kulaklı bir tür av köpeği,
civières). clabaudage er. 1. Yerli yersiz havlama. 2.
civil, e s. 1. Yurttaşlar arası, iç (Guerre civile: İç Dedikodu. 3. Pis pis bağırma,
savaş). 2. "Medeni, yurttaşlıkla ilgili (Droits clabauder gsz. 1. Yerli yersiz havlamak. 2. Pis pis
civils: °Medeni haklar. Privation des droits civils. bağırmak. 3. Yersiz itirazlarda bulunmak. 4.
Le droit civil: °Medeni hukuk, yurttaşlar yasası). Dedikodu yapmak, yermek, arkasından
3. Sivil, başıbozuk (La vie civile). 4. Medeni, konuşmak. 5. Clabauder sur qn, contre qn: Biri
dinsel törensiz (Le mariage civil, enterrement hakkında dedikodu yapmak, birinin arkasından
civil). S. mec. Nazik, terbiyeli (Il n'a pas été civil à konuşmak, birini çekiştirmek,
mon égard). 6. er. Sivil, başıbozuk (Les militaires clabaudeur, euse ad. Yaygaracı; pis pis bağırıp
et les civils). 7. er. huk. H u k u k mahkemesi çağıran.
(Poursuivre quelqu'un au civil). 8. s. H u k u k a clabauderie diş. 1. Yaygara, bağırıp çağırma. 2.
değgin, hukukla ilgili (Procédure civile: Hukuk Dedikodu, çekiştirme,
yargılama usulü. Tribunal civil: Hukuk clac ünl. Tık! Şırak! Şak diye! (Clac! La porte se
mahkemesi).§ Annie civile:Takvim y ılı.Etat civil: referma brusquement).
1. Medeni hal. 2. Nüfus idaresi. Officier d ' é t a t claie diş. 1. İnce dallardan kafes. 2. T o p r a k , kum
clair 268 clandestinement

eleği (Passer de la terre sur une claie, cribler du kafesli (Une clôture disposée à claire-voie. Voleta
sable sur une claie). 3. Çit. § T r a i n e r q n sur la claie: claire-voie).
1. (Eskiden, intihar edenlerin yada kimi clairière diş. Bir koru yada ormanda ağaçsız yer,
hükümlülerin) Cesedini halka göstermek için bir ağaçsız alan, düzlük,
toprak kalburuna koyup bir beygire sürükletmek. clair-obscur er. 1. (Resimde) Işık-gölge, açık-koyu
2. (Birini) Aşağılatmak. dağılımı (Rembrandt a tiré du clair-obscur
clair, e s. 1. Parlak (Une flamme claire. Le clair d'admirables effets). 2. Alacakaranlık (Dans le
soleil). 2. Aydınlık, ışıklı (Cette chambre est bien clair-obscur du soir qui tombe). 3 .mec. Kapalılık,
claire). 3. Açık, koyu olmayan (Elle a un teint anlaşılmazlık, kesinlikten uzaklık,
clair). 4. Saydam (Du verre clair). 5. Seyrek clairon er. 1. Boru, borazan (Sonner, jouer du
dokunmuş, hava geçiren (Une robe claire, un clairon: Boru çalmak, borazan çalmak). 2.
tricot clair). 6. Açık, sulu, yoğun olmayan (Une Borazancı, borazan çalan er (Les clairons du
sauce claire). 7. D u r u , açık (De l'eau claire. Un ciel régiment).
clair). 8. Seyrek (Un bois clair). 9. Net, seçik (Une claironnant, e s. Çınlayan, sert ve tiz (Une voix
voix claire, un son clair. Il a la parole claire). 10. claironnante).
Belli, ortada, meydanda (Une attitude claire). 11. claironner gsz. 1. Boru çalmak. 2. Boru gibi ötmek.
Kolay anlaşılır, açık (lia fait un exposé bien clair). 3. gçl. Yaymak, duyurmak (Il a claironné son
12. bel. Açık, açıkça, açık olarak (Parler clair. Il succès. Ne lui confiez jamais un secret, il irait le
fait clair: Hava iyice ağardı, ortalık aydınlık). 13. claironner partout).
er. Aydınlık, ışık. 14. er. (Bir tabloda) Işıklı clairsemé, es. 1. Seyrek (Des arbres clairsemés. Une
yerler. 15. er. (Bir kumaşta) Ufacık delikler, tête aux cheveux clairsemés). 2. Dağınık, şuraya
seyrek dokunmuş yerlerdeki aralıklar (Les clairs buraya serpiştirilmiş; tek tük (Des remarques
d'une étoffe, d'une robe). § C'est clair comme le clairsemées dans un livre. Des applaudissements
jour: G ü n gibi ortada. Le clair de lune: Ay ışığı, ay clairsemés).
aydınlığı. Au clair de lune: Ay ışığında, ay clairvoyance diş. Öngörü, ileriyi görme, keskin
aydınlığında. Le plus clair de: E n önemli, en görüşlülük, "basiret (Sa clairvoyance lui a permis
büyük bölümü (Le plus clair d'un discours. Il d'éviter bien de dangers).
passe le plus clair de son temps à bavarder). En clairvoyant,e s. Öngörülü, ileriyi gören, keskin
clair: Açıkça, açıkçası (En clair, cela ne görüşlü, "basiretli (Un homme clairvoyant, un
m'intéresse pas). C'est de l'eau claire: Basit şeyler esprit clairvoyant).
bunlar, bayağılıklar, herkesin söyleyebileceği clamecer, clamser gsz. hlk. Ölmek, öbür dünyayı
şeyler. Son affaire est claire: O n u n hesabı boylamak.
görülecek, o n u n işi bitti demektir, cezasını clamer gçl. Haykırmak, bağırmak, haykırarak
çekecek. Mettre qch au dair: Bir şeyi temize söylemek, bağırarak bildirmek (Clamer son
çekmek. Mettre sabre au clair: Kılıç çekmek. innocence, son indignation, sa douleur).
Tirer qch au clair: Bir şeyi gün ışığına çıkarmak, clameur diş. Uğultu, bağırtı çağırtı (L'orateur tenait
aydınlığa kavuşturmak. Voir clair dans qch: Bir
tête aux clameurs hostiles de la foule).
şeyin iç yüzünü anlamak, bilmek (Il a beau ruser,
clampin,es. Tembel, miskin, uyuşuk,
je vois clair dans son jeu). clan er. toplb.l. Oymak, sop, "kabile, "klan ( Chef de
claire diş. 1. İstiridye havuzu (Huîtres, fines de clan. Mariage entre membres de clans différents).
claire). 2. Havuzda yetiştirilmiş istiridye (Manger 2. Küçük topluluk, küçük grup (Former un clan.
des claires). Clan de scouts). 3. Saf, yaka, cephe, kamp
clairement bel. 1. Açık seçik, iyice ( O n distinguait (Plusieurs députés sont passés dans le clan de
clairement les virages de la route). 2. Açıkça, l'opposition).
anlaşılacak biçimde (Parler, expliquer clandéer. argo. Gizli fuhuş yuvası; randevuevi.
clairement). 3. Besbelli, "ayan beyan. clandestin, e 1. s. Gizli, yeraltı ; gizli ve yasadışı, gizli
clairet, te s. ve ad. 1. Rengi açık kırmızı, hafif şarap ve töredışı (Un journal clandestin; une réunion
(Du vin clairet; du clairet). 2. A z koyu, sulu, pek clandestine, un rendez-vous clandestin). 2. Kaçak
yoğun olmayan (Une soupe clairette). (Commerce clandestin, passager clandestin).
clairette diş. Köpüklü beyaz şarap. clandestinement bel. Gizlice, el altından, perde
claire-voie diş. 1. Kafes parmaklık (Regarder par arkasından (Se marier clandestinement. Le
une claire-voie). 2. Kafes bölme. 3. Izgara prisonnier correspondait clandestinement avec
döşeme. 4. Tepe ışıklığı. § A claire-voie: Aralıklı, des complices).
clandestinité 269 classe

clandestinité diş. Gizlilik; yasadışılık; töredışılık 8. gçl. H a r vurup harman savurmak, harcamak
(Vivre dans la clandestinité). (Claquer un héritage, claquer un billet de mille
clanique s. Klana değgin, kabileye değgin (Le nom francs). 9. gçl. Yorgunluktan bitirmek, çatlatmak
clanique). (Claquer un cheval). § Claquer des dents: Dişleri
clapet er. 1. (Tulumba, körük gibi şeylerde) Supap, birbirini dövmek, dişleri takırdamak. Claquer de
*kapaç. 2. mec. hlk. Ağız, çene (Ferme ton clapet: peur: Korkudan ödü patlamak. Claquer du bec:
Kapa çeneni, kapa ağzını, sus). Acıkmak. Claquer dans la main: Elinde kalmak,
clapier er. 1. Tavşan kafesi, tavşanlık. 2. mec. tkz. başarısızlığa uğramak (L'affaire lui a claqué dans
Küçük, daracık ve pis konut. 3. Kaya yığını, la main). Claquer de froid: Soğuktan titremek.
kayaların yuvarlanıp üst üste yığılması, Claquer la porte au nez de qn: Kapıyı suratına
clapirgsz. (Tavşan için) Bağırmak. çarpıp çıkmak. Faire claquer son fouet: mec. tkz.
clapir(se) gsz. (Tavşan) Bir deliğe saklanmak, K u r u m satmak, böbürlenmek. § Se claquer: Çok
sinmek, pusmak, yorulmak, cam çıkmak (Il se claque pour préparer
clapotage, clapotement er. Çalkantı, çalkalanan bir son examen).
sıvının çıkardığı ses ( Les clapotements du lac berce claquet er. Değirmen çakıldağı. § Sa langue va
notre rêverie). comme un claquet: Çenesi d u r m a d a n işliyor,
clapoter gsz. Çalkalanmak, çalkantı içinde olmak; çenesi hiç durmuyor; durmadan konuşuyor,
şıpırdamak. claqueter gsz. 1. (Tavuk için) Gıdaklamak. 2.
clapotis er. Çalkalanan sıvının çıkardığı ses, şıpırtı (Leylek için) Gagasım takırdatmak,
(Le clapotis des vagues, de la marée). claquette diş. 1. Belli günlerde kiliselerde çan
clappement er. Şapırdatma (Clappement de la yerine çalınan ve kaynana zırıltısı denilen
langue). oyuncağa benzer alet, cırcır. 2. (Sinemacılıkta)
clapper gsz. Şapırdatmak. § Clapper de la langue: Şakşak.
Dilini şapırdatmak, clarification diş 1. Durulaştırma, antma
claquant, e s. hlk. Yorucu, öldürücü, bitirici (Un (Clarification d'un liquide par filtration). 2.
travail claquant). Aydınlatma, açıklığa kavuşturma (La
claque diş. 1. Şamar, tokat (Donner une claque: Bir clarification d'un problème, des idées).
tokat aşketmek. Recevoir une claque: Bir tokat clarifier gçl. 1. Durulaştırmak. 2. Arıtmak
yemek). 2. Alkışçı; para ile tutulmuş alkışçılar. 3. (Clarifier du sucre. Clarifier un liquide par
(Ayakkabıda) Saya. § Une tête à claques: filtration). 3. Aydınlatmak, açıklığa kavuşturmak
M a h k e m e duvarı gibi yüz; surata bak süngüye (Clarifier la situation, une question, une idée
davran. En avoir sa claque: Bıkmak, gına confuse). § Se clarifier: Aydınlanmak, açıklığa
getirmek, illallah demek. Prendre ses cliques et kavuşmak (La situation s'est enfin clarifiée).
ses claques: Piliyi pırtıyı toplayıp gitmek, clarine diş. Çıngırak, hayvan çanı.
claque s. ve er. 1. (Eski) Yaylı silindir şapka (Un clarinette diş. Klarnet (Il sait jouer de la clarinette).
chapeau claque, un claque). 2. er. hlk. clarinettiste ad. Klarnetçi.
Randevuevi; genelev, clarté diş. 1. Işık, aydınlık (Clarté de l'aurore, faible
claquement er. 1. Şaklama (Le claquement d'un clarté. Répandre de la clarté). 2. Duruluk,
fouet). 2. Çarpıp şak diye ses çıkarma (Le berraklık (Clarté de l'eau). 3. Parlaklık,
claquement d'une porte). 3. Takırdama. 4. El pınlpırılhk (La clarté du teint). 4. mec. Açıklık,
çırpma. aydınlık, anlaşılırlık (La clarté d'un style, d'une
claquemurer gçl. Eve kapatmak, odaya kapatmak. langue. S'exprimer avec clarté). 5. ç. (Eskimiştir)
§ Se claquemurer: Evine kapanmak, hiç dışarı Bilgi (Je consens qu'une femme ait des clartés de
çıkmamak. tout).
claquer gsz. 1. Şaklamak (Le fouet claque, Le classable s. Sınıflandırılabilir, tasnif edilebilir
drapeau claque au vent). 2. gsz. (Dişler için) (Objets classables).
Takırdamak. 3. gsz. hlk. Ölmek, zıbarmak, classe diş. 1. Sınıf, toplumsal sınıf (Classe
kıkırdamak (Il a failli claquer). 4. gsz. Bozulmak, dirigeante, la classe ouvrière, la classe bourgeoise,
kırılmak, kopmak (La résistance électrique a la classe laborieuse, la classe moyenne. La lutte des
claqué. La ficelle va claquer). 5. gçl. Şaklatmak, classes. Une société sans classes). 2. Kat, tabaka,
çarparak vurmak, atmak (Le vent a claqué la kategori (Ce livre s'adresse à toutes les classes de
porte. Claquer un pupitre). 6. gçl. Tokatlamak, lecteurs). 3. Bölüm (Ranger par classes). 4.
dövmek (Claquer un enfant). 7. gçl. Alkışlamak. Mevki, sınıf (Hôtel de première classe. Wagon de
classement 270 clavelée

deuxième classe). 5. Okul, sınıf (Camarade de Virgile sont des écrivains classiques). 3. Örnek
classe. Une classe turbulente). 6. Öğre'nim, ders olacak nitelikte, kendini kabul ettirmiş,
yılı (La rentrée des classes). 7. D e r s (Une classe *kökleşik (Son livre est devenu classique. Cette
d'histoire, de géographie. Livres de classe). 8. théorie scientifique est maintenant classique). 4.
Dersane, okul (Aller en classe, être en classe). 9. Alışılmış, geleneksel, bilinen (Il m'a exposé les
Öğrenciler (A cette réponse, toute la classe a éclaté arguments classiques. Un costume de coupe
de rire). 10. ask. Kura (La classe 1972 vient d'être classique). S. Olagelen, yapılagelen; basmakalıp
appelée sous les drapeaux). 11. ask. Terhis, (C'est un coup classique). 6. er. Klasik yazar (Les
tezkere (Vive la classe!). § Avoir de la classe: grands classiques). 7. er. Klasik yapıt (Collection
Nitelikli olmak, flstiin değerli olmak (Il a de la des classiques français). 8. er. Klasik müzik
classe). Changer de classe: Sınıf geçmek. Etre de (Aimer le classique). § Langues classiques:
la classe: O yü terhis edilecek kura içinde olmak, Latince ve eski Yunanca, klasik diller,
terhis edilecekler arasında olmak. Faire la classe: classiquement bel. Klasik biçimde, klasik olarak,
Ders yapmak (Le professeur de français fait une élastique s. yerb. Eski kayalann aşınmasından
classe très méthodique). Faire ses classes: Temel er oluşan (Roches clastiques).
eğitimi yapmak, temel er eğitimi görmek. claudlcant, e s. Aksayan, topallayan (Une
Redoubler la classe: Sınıfta kalmak. Sauter une démarche claudicante).
classe, changer de classe: Sınıf geçmek, sınıfım claudication diş. Topallık, topallama, aksama
geçmek. (Après l'accident, il lui en est resté une légère
classement er. 1. Sınıflama, sıralama (Classement claudication).
alphabétique). 2. Bölüm bölüm yerleştirme, belli claudiquer gsz. Topallamak, aksamak,
bir sıraya göre düzenleme ( Classement de papiers clause diş. huk. H ü k ü m , kayıt, şart, madde
dans un classeur, classement des livres dans une (Clauses d'un contrat, d'une loi, d'un traité). §
bibliothèque). § Classement sans suite: huk. Clause belge: Suikast hükmü. Clause
Takipsizlik kararı, compromissoire: Tahkim şartı. Clause d'attentat:
classer gçl. 1. Sınıflamak, sıralamak (Classer par Suikast hükmü. Clause de réméré: Vefa şartı.
série). 2. Bölümlere ayırmak, belli bir sıraya göre Clause de réserve: İhtiraz kaydı. Clause
düzenlemek (Classer les fiches, les papiers). 3. d'exigibilité: Muacceliyet şartı. Clause pénale:
İşlemlerini bitirip yerine koymak (Classer un Cezai şart. Clause résolutoire: tnflsah şartı.
dossier). 4. mec. ö r t b a s e t m e k , rafa kaldırmak, Clause suspensive: Talik şartı. Clause de la nation
uyutmak (Classer une affaire). S. Classer qn: Biri la plus favorisée: En fazla kayınlan ulus şartı; en
hakkında kesin yargıya varmak, birinin fazla müsaadeye mazhar millet şartı. Clause de
numarasını vermek (Je l'ai tout de suite classé: déchéance: D ü ş m e şartı,
Onun hemen numarasını verdim). 6. Classer claustral, e s. Manastıra değgin, manastın andıran
parmi: Arasına sokmak (Classerlelapinparmiles (Mener une vie claustrale. Un silence claustral).
rongeurs). § Se classer parmi: Arasında yer claustration diş. Bir yere kapanıp kalma, içeri
almak, düzeyinde olmak, arasına girmek (Il se k a p a n m a (Après une longue claustration, il est
classe parmi les meilleurs). enfin sorti).
classeur er. Klasör, sıralaç, claustrergç/. İçeri kapamak (Ilestrestéclaustréchez
classicisme er. Klasiklik, klasik olma niteliği, lui). § Se claustrer: 1. İçeri kapanmak, hiç dışan
classiflcateur, trice s. ve ad. Sınıflandın», sınıflara çıkmamak. 2. G ö m ü l m e k , kapanmak, içine
a y ı n a (Il a un esprit classiflcateur. Une manie girmek (Le jeune homme se claustra en un
classiflcatrice). farouche mutisme).
classification diş. Sınıflama, sınıflandırma, bölüm claustrophobe ad. Kapalı yerlerde kalmaktan
bölüm düzenleme, türlerine göre ayırma (Une korkan (kimse),
classification scientifique des animaux. claustrophobie diş. Kapalı yer yılgısı,
Classification des documents). clavaire diş. Yenilebilen bir tür mantar,
classifler gçl. Sınıflamak, sınıflandırmak, türlerine claveau er. 1. (Mimarlıkta) Kemer taşı. 2. (Koyun
göre ayırmak, ve keçilerde) Çiçek sayrılığı sivilcelerinden akan
classique s. 1. Dil ve yazında, Fransa'da X V I I . kan, çalık,
yüzyılda egemen düşünce ve geleneğe bağlı clavecin er. müz. Klavsen,
(Racine est un grand écrivain classique). 2. Eski claveciniste ad. Klavsen çalan, klavsenci.
Y u n a n ve R o m a çağına ait (Gicéron, Horace, clavelée diş. Koyunlarda görülen çiçek sayrılığı.
davette 271 digner

davette diş. Kama çivi. clémente, un hiver clément, un ciel clément).


davicule diş. Köprücük kemiği, clenche diş. (Kapılarda) Z e m b e r e k mandalı,
davier er. 1. Klavye (Les claviers d'une orgue. Le clepsydre diş. Su saati.
clavier d'une machine à écrire). 2. mec. G a m , cleptomane, kleptomane s. ve ad. Hırsızlık sayrısı,
yelpaze (Le clavier des sentiments). 3. mec. çalma hastası,
Duyma ve kavrama yeteneği (Cet écrivain a un deptomanie, kleptomanie diş. Hırsızlık sayrılığı,
vaste clavier). çalma hastalığı,
clayère diş. İstiridye havuzu, dere er. 1. Papaz adayı, papaz çömezi. 2. Bilgin
dayette diş. 1. Kafesli meyve yada sebze kasası. 2. (Il n'est pas besoin d'être clerc pour savoir. La
Buzdolabı rafı. trahison des clercs). 3. Noter yada avukat
claymore diş. İng. Iskoçyalı savaşçıların yardımcısı. § Pas de clerc: Yanlışlık, yanlış
kullandıkları büyük ve geniş ağızlı kılıç, adım, beceriksizce bir girişim. Etre d e r e en qch:
clayon er. 1. Peynirin suyunu çıkarmaya yarayan Bir şeyde yetkili olmak, çok bilgili olmak (Il est
ince dallardan yapılmış küçük kafes. 2. Ağıl çiti. grand clerc en la matière). Faire un pas de clerc:
clayonnage er. 1. (Su basmasına yada toprak Yanlış adım atmak,
kaymasına karşı yapılan) Çit. 2. Çit çekme, çit clergé er. 1. Papaz sınıfı, rahipler sınıfı, din
yapma. adamları sınıfı. 2. Bir kentin kiliselerinde
clayonner gçl. (Suyu yada toprağı tutmak için) Çit hizmet gören din adamlarının tümü.
çekmek (Clayonner un fossé). dérical, e s. 1. Papazlara değgin, kiliseye değgin
d é , def diş. 1. A n a h t a r (La clef d'une porte, d'une (La presse cléricale. Fonctions cléricales). 2. ad.
valise). 2 .müz. Anahtar (Laclefdesol, clef defa). Kilise egemenliği yanlısı, kilise yanlısı (Les
3. Açkı, açacak, anahtar (Clefs servant à ouvrir les cléricaux ont voté contre le projet de loi).
boîtes de conserves. Clef anglaise). 4. Kilit nokta cléricalisme er. Kilise egemenliği yanlılığı,
(Les Thermopyles étaient la clé de la Grèce). S. kiliseden yana olma.
Çözüm, açıklama (La clef du mystère). 6. Yol, clérlcature diş. 1. Papazlık, din adamlığı. 2.
çare (La clef de la réussite, c'est la ténacité). 7. s. Avukat yada noter yardımcılığı,
Temel, başlıca (Lagloire est une des notions clefs elic ünl. Tık! (Clic! La photo est prise).
de théâtre cornélien). 8. s. Kilit, çok önemli (Une cUchage er. Klişe yapımı, klişesini alma (Clichage
position clé. Un poste clé). § La clef des champs: d'une gravure).
Özgürlük, serbestlik. La clef de voûte: 1. cliché er. 1. Klişe. 2. mec. tkz. Beylik söz, basma
(Kemerlerde) Kilit taşı. 2. mec. Dayanak, temel; kalıp söz (Un discours plein de clichés).
temel taşı (Il est la clef de voûte de l'entreprise). clicher gçl. Klişesini almak (Cllcher une page).
Etre sous def: Hapiste olmak. Mettre qn sous clef: dlcherie diş. Klişe işliği,
Birini hapse atmak, içeri tıkmak. Mettre la clef clicheur s. ve er. Klişeci,
sous la porte: 1. Gizlice çekip gitmek, savuşmak. client, e ad. 1. (Eski R o m a ' d a ) Büyüklerin
2. (Bir yeri, bir kurumu) Kapatmak. Prendre la koruduğu kimse, korunuk. 2. Ahcı, satın alıcı,
d e f des champs: Tabanları yağlamak, kaçıp "müşteri (Les clients d'une boutique). 3.
gitmek. Présenter, remettre les clefs d'une ville à (Avukata) İş veren, "müvekkil. 4. Sayrı,
qn: Kentin anahtarlarını teslim etmek, teslim muayane olmaya gelen kimse (Les clients d'un
olmak. médecin). S. tkz. Herif, kimse (Mon voisin, c'est
clearing er. İng. "Kliring; takas (Accords de un drôle de client).
clearing). clientèle diş. 1. Alıcılar, müşteri topluluğu (La
debs [kîeps] er. Ar. hlk. Köpek, kelp. publicité attire la clientèle). 2. Yandaşlar, yandaş
clématite diş. bitb. Filbahar, topluluğu, bir kişi yada düşünceyi tutanlar (Il a
clémence diş. 1. İyi yüreklilik, tatlılık, gönül perdu sa clientèle électorale). 3. (Avukata) İş
yüceliği, bağışlayıcılık (Des paroles de clémence verenler, müvekkiller. 4. Bir hekime muayene
qui laissent présager une large amnistie). 2. olmaya gelenler, sayrılar. 5. Alıcılık, müşterilik
Yumuşaklık, ılıklık (La clémence du temps, la (Il voudrait obtenir la clientèle de cette riche
clémence de la température). famille).
clément, e s. 1. Gönlü yüce, bağışlayıcı (Le clignement er. 1. Kırpma (Le clignement d'œil). 2.
souverain s'est montré clément en graciant le chef Arasıra çakma, parlama (Le clignement de
du complot. Le juge a été clément à mon égard). quelques éclairs lointains).
2. Yumuşak, ılık, tatlı (Une température digner gçl. 1. Y a n k a p a m a k , kısmak (Les myopes
clignotant 272 cloche

clignent les yeux). 2. Kırpıştırmak, sık sık Clinique ophtalmologique). 2. s. Kliniğe değgin
kırpmak (Le soleil ardent le forçait à cligner ses (Examen clinique. Signe clinique).
paupières). 3. gsz. Kırpışmak (Les yeux qui clinomètre er. 'Eğimölçer, eğim ölçme aygıtı
clignent sans cesse). § Cligner des yeux: (Clinomètre d'un navire, d'un avion).
Gözlerini kırpıştırmak, sık sık açıp kapamak. clinquant, e s. 1. Yalancı bir ışıltısı yada parlaklığı
Cligner de l'œil: G ö z kırpmak, gözü ile işaret olan (Des bijoux clinquants). 2. er. Kumaşların
etmek. üstüne süs olarak konan parlak madenden pul.
clignotant, e s. 1. Kırpışık (Des yeux clignotants). 3. er. mec. Yaldız, yalancı parlaklık.
2. Kıpraşan, titreşen (Une lumière clignotante). d i p er. Mandalla tutturulan mücevher, mandallı
3. er. (Taşıtlarda) İşaret lâmbası, sinyal lâmbası. iğne (Les femmes avaient des clips).
4. er. Tehlike işareti. clipper er. tng. 1. Yelken gemisi. 2. Taşıma uçağı,
clignotement er. 1. Kırpıştırma (Il a un tic, un clique diş. 1. "Hizip, *bölek (II ya plusieurs
perpétuel clignotement de paupières). 2. cliques dans ce parti). 2. ask. Borazan ve
Kırpışma, kıpraşma (Le clignotement des trampet takımı. § Prendre ses cliques et ses
lumières, d'une lampe). claques: Pılı pırtısını toplayıp gitmek,
c l i g n o t e r e z . 1. Kıpraşmak (Les étoiles clignotent. cliquet er. Dişli (çark) mandalı, çakıldak,
Ses yeux clignotaient sans cesse). 2. Aralıklı cliqueter gsz. Tık etmek, tıklamak, tıkırdamak,
yanıp sönmek (L'ampoule électrique clignote). cliquetis er. Tıkırtı (Cliquetis des verres
climat er. 1. İklim (Climat tropical, désertique, entrechoqués, d'une machine à écrire).
continental, méditerranéen. Climat doux, cliquette diş. Çalpara.
agréable, salubre, sain, malsain rude, sévère, clissage er. Hasır geçirme,
modéré. Climat de montagne. Climat humide, clisse diş. 1. Peynir süzgeci. 2. Şişe hasın,
pluvieux, chaud, froid). 2. Ülke (Il a visité elisser gçl. Hasır geçirmek (Clisser une bouteille).
presque tous les climats) 3. H a v a , ortam (Un clitoridien, ne s. Bızıra değgin, klitorisle ilgili,
climat d'amitié règne parmi nous. Ils vivent clitoris er. Bızır, klitoris.
toujours dans un climat d'hostilité). clivage er. 1. (Taşı) İliği doğrultusunda yaprak
climatère er. hek. (Kadınlarda) Yaş d ö n ü m ü , yaprak ayırma. 2. Taş çatlağı. 3. mec. Bölünme,
menopoz; (erkeklerde) cinsel gücün ayrılma, farklılaşma (Le clivage des opinions.
zayıflaması, andropoz, Un nouveau clivage social prenait vie).
climatérique s. 1. (İnsan ö m r ü n ü n kimi dönemleri cliver gçl. (Taşı) İliği doğrultusunda yaprak
için) Tehlikeli, nazik (Période climatérique). 2. yaprak ayırmak,
(Eski) İklime değgin (Les conditions cloaque er. 1. Çirkef kuyusu. 2. Çirkef suyu. 3.
climatériques d'un pays). 3. Y a ş d ö n ü m ü n e mec. Ç i r k e f . 4 . (Kuşlar, sürüngenler vb.) Ortak
değgin, yaşdönümsel. 4. diş. Altmışüçüncü yaş. barsak, idrar ve cinsel organ deliği,
climatique s. İklime değgin, iklimsel (Conditions dochard, e ad. Sokak serserisi, dilenci (Des
climatiques d'un pays. Variations climatiques). clochards qui dorment dans la rue).
climatisation diş. İklimlendirme, havadüzenleme clochardisation diş. Sokak serserisi durumuna
(La climatisation d'une salle, d'un cinéma). getirme, gelme; serserileştirme, serserileşme,
climatiser gçl. İklimlendirmek, havadüzenlemek cioche diş. 1. Çan (Les cloches de l'église sonnent).
(Climatiser une salle). 2. Yemiş tavası. 3. (Çan biçiminde) Cam kapak
climatiseur er. Havadiizenleyici. (Cloche à melon. Mettre le fromage sous cloche).
climatologie diş. İklimbilim. 4. (Deride) Kabarcık. 5. Dalgıç haznesi. 6.
climatologique s. İklimbilimsel; iklimle ilgili Çançiçeği 7. hlk. (Eski) Baş, kafa. 8. Çan
(Carte climatologique). biçiminde kadın şapkası. 9. hlk. Beceriksiz
climatologiste, climatologue ad. İklimbilimci, adam, aptalın teki (Quelle cloche!). 10. tkz.
clin d'oeil er. G ö z kırpma (Faire des clins d'œil Serseri takımı. 11. s. Beceriksiz, sakar (Tu es un
provocants. Dès qu'il l'aperçut dans la foule, il peu cloche). § Déménager à la cloche de bois:
lui fit un clin d'œil). § En un clin d'œil: Kaşla göz Sessizce, gizlice taşınmak, eşyasını alıp gitmek.
arasında, göz açıp kapayıncaya kadar (Il a Etre de la cloche: Yersiz yurtsuz olmak,
disparu en un clin d'œil). sokaklarda yatmak. Faire la cloche: argo.
clinicat er. hek. Klinikçilik, klinik başkanlığı, Serserilik etmek. Sonner les cloches à qn: Birini
clinicien s. ve ad. Klinik hekimi, esaslı haşlamak, paylamak. Se taper la cloche:
clinique diş. 1. Klinik (Clinique d'accouchement. Esaslı bir yemek yemek, karnını iyice
cloche-pied 273 clou

doldurmak. yürümek.
cloche-pied (à) bel. Tek ayakla, tek ayak üstünde, clopinettes diş. ç. tkz. H a v a , hiçbir şey (Ils ont eu
sekerek (Aller, sauter à cloche-pied). des clopinettes: Hava aldılar; ellerine hiçbir şey
clocher gsz. 1. Aksamak, topallamak (Il cloche du geçmedi).
pied gauche). 2. mec. Aksamak, ters gitmek, iyi cloporte er. hayb. Tespihböceği. § Vivre comme
gitmemek (Il y a quelque chose qui cloche). un cloporte: Evinden hiç çıkmadan, sokak nedir
clocher er. 1. Çan kulesi. 2. Doğulan yer, doğum bilmeden yaşamak,
yeri. § Querelles, compétitions, rivalités de cloque 1. (Yapraklarda) Kabarcık. 2. (Deride)
clocher: Yerel, anlamsız tartışma; önemsiz Kabarcık. 3. argo. Yel, osuruk. § Etre en cloque:
konular üzerinde çekişme, didişme. Esprit de argo. G e b e olmak; karnı burnunda olmak,
clocher: Dar anlayış, hemşerilik anlayışı, dar bir cloquer gsz. 1. Kabarcıklanmak, kabarcık d ö k m e k ,
çevre ve insan topluluğuna bağlanış. N'avoir kabarmak (Peinture qui cloque). !. gçl.
jamais quitté son clocher: Köyünden, doğduğu Kabartmak (Cloquer une étoffe). 3. gsz. argo.
yerden hiç dışarı çıkmamış olmak. N'avoir vu Yellenmek, osurmak,
que son clocher: Dünyadan haberi olmamak. clore gçl. 1. Kapamak, sıkıca kapamak (Clore la
Revoir, retrouver son clocher: Doğduğu yere porte, clore les persiennes d'une fenêtre). 2.
dönmek. Fırdolayı çevirmek, dört yanını çitle çevirmek
clocheton er. 1. Küçük çan kulesi. 2. D a m kulesi, (Cloreunterrain, unpré). 3 . B i t i r m e k , k a p a t m a k ,
clochette diş. 1. Küçük çan, zil. 2. Çıngırak sona erdirmek (Clore un débat). 4. Sarmak,
(Clochette suspendue au cou d'une chèvre). 3. çevirmek, çevrelemek (Ligne de fortification qui
Çan biçiminde çiçekler (Clochette des bois, clôt une ville). § Clore la bouche à qn, clore le bec à
clochettes du muguet). qn: Birinin ağzını kapatmak, birini susturmak.
cloison diş. 1. Bölme, ince duvar (Cloison de Clore les yeux, clore la paupière: 1. U y u m a k . 2.
planches, cloison de briques). 2. anat. Çeper Ölmek, yaşama gözlerini kapamak,
(Cloison des fosses nasales). 3. mec. Duvar, clos, e s i . Kapalı (Volets clos, porte close). 2.
engel, ayırım (Il faut faire tomber les cloisons Bitmiş, sona ermiş (La séance est close). § Huis
entre les êtres). § Cloison de bois: Tahta perde. clos: Gizli oturum. Maison close: Genelev. Les
Cloison étanche: Gemi bölmesi, yeux clos: 1. Hiç b a k m a d a n , gözü kapalı. 2. Körü
cloisonnage er. 1. Bölmelere ayırma, bölmeleme. körüne. A la nuit close: Gecenin geç saatlerinde.
2. Bölmeler, bölme düzeni, En vase clos: Kapalı yerde, dışarıyla hiç temas
cloisonné, e s. Bölmelere ayrılmış, bölmelenmiş. ettirmeden (Elever un enfant en vase clos). Avoir
cloisonnement er. Bölünme, ayrılma la bouche close: Ağzı sıkı olmak, ser verip sır
(Cloisonnement des partis politiques). vermemek. Trouver porte close: Kapıyı duvar
cloisonner gçl. Bölmelerle ayırmak, bölmelemek. bulmak. Gittiği evde kapıyı kapalı bulmak,
cloître er. 1. (Manastırda) Avlu çevresi dehlizleri, kimseyi bulamamak,
kapanak. 2. Manastır (Entrer dans un cloître). 3. clos er. E k e n e k ; ekili ve etrafı çitle çevrili arazi,
Manastır yaşamı, doserie diş. 1. Küçük çiftlik. 2. Etrafı çevrili bağ,
cloîtrer gçl. 1. Manastıra kapatmak (Certains bahçe.
nobles cloîtraient leurs filles dès l'enfance).!, clôture diş. 1. Çit, tarla yada bahçe duvarı (Clôture
mec. Bir yere kapamak, içeri kapamak. § Se de haies vives). 2. Bölme, tahta perde. 3.
cloîtrer: 1. Manastıra kapanmak, manastır Manastıra kapanma. 4. Bir köşeye çekilme. 5.
yaşamına girmek. 2. İçeri kapanıp kimse ile Bitirme, sona erdirme, kapatma (Clôture d'un
görüşmemek, bir kıyıya çekilmek. Se cloîtrer compte, d'une séance, d'un inventaire).
dans qch: Bir şeye kapanmak, gömülmek (5e clôturer gçl. 1. Duvarla, çitle çevirmek (Clôturer un
cloîtrer dans ses idées, dans ses occupations). terrain). 2. K a p a t m a k , sona erdirmek, bitirmek,
clope er. hlk. İzmarit (Ramasser des clopes). § Des bittiğim ilân etmek (Clôturer une séance, un
dopes!: Hiçbir şey, hava (Il gagne des clopes: débat, une discussion).
Pek bir şey kazanmıyor). clou er. 1. Çivi (Enforcer, fixer un clou avec un
clopin-clopant bel. 1. Topallayarak, aksayarak, marteau. Planter des clous. Arracher un clou). 2.
(Aller, marcher clopin-clopant). 2. mec. Şöyle Yaya geçidi, yayalara ayrılmış çivili geçit
böyle, iç güveyisinden hallıca (Les affaires vont (Traversez dans lesclous. Prenez les clous). 3. (Bir
clopin-clopant). eğlencede yada bir öyküde) E n güzel, en can alıcı
clopiner gsz. Topallayarak, aksayarak güçlükle nokta. 4. hlk. Borçlanma sandığı. 5. hlk. Polis
clouage 274 cobalt

karakolu. 6. Eski püskü araba, eski bisiklet. § clysopompe er. Tulumbah tenkiye borusu.
Clou de girofle: 1. Karanfil tanesi. 2. Kan çıbanı. clystère er. Tenkiye, yıkama.
3. argo. Çürük diş. Etre maigre comme un clou: coaccusé, e ad. Sanık ortağı, sanıkla birlikte
Çöp gibi olmak, çok cılız olmak. Ne valoir un clou: suçlanan kişi.
Beş para etmemek. Ramasser ses clous: argo. coacqéreur er. (Bir şeyi edinmede, satın almada)
Arabasını çekip gitmek, pılı pırtısını toplayıp Ortak.
gitmek. River son clou à qn : Birini susturmak, ma t coacquisition diş. Edinme ortaklığı, ortaklaşa
etmek; ağzını kapatmak. Suspendre un objet au edinme.
clou: Bir şeyi kenara atmak, artık kullanmamak. coadjuteur er. Piskopos yardımcısı,
Un clou chasse l'autre: Çivi çiviyi söker; yeni coadjutrice diş. Başrahibe yardımcısı,
dertler eskilerini unutturur. Des clous!: hlk. coagulabilité diş. Pıhtılaşabilirlik.
İstediğin kadar bekle, boşuna! Hava alırsın, coagulables. Pıhtılaşabilir.
yapacak bir şey yok! coagulant, e s. 1. Pıhtılaştıran. 2. er. Pıhtılaştırıcı
clouage er. Çivileme, mıhlama, madde (Laprésure est un coagulant du lait).
clouer gçl. 1. Çivilemek, çivi ile tutturmak coagulateur, trice s. Pıhtılaştırıcı (Effet
mıhlamak (Clouer une caisse, un tapis). 2. coagulateur).
Kıpırdayamaz duruma getirmek, olduğu yere coagulation diş. Pıhtılaşma (Coagulation du sang,
çivilemek (Une grippe l'a cloué au lit). § Clouer le du lait).
bec à qn: Birini susturmak, ağzını kapatmak (Un coaguler gçl. 1. Pıhtılaştırmak, dondurmak (La
bon pourboire lui a cloué le bec. J'ai une riposte présure coagule le lait). 2. gsz. Pıhtılaşmak,
toute prête pour leur clouer le bec). En rester cloué donmak (Le sang coagule à l'air). § Se coaguler:
de qch: -den donup kalmak, şaşıp kalmak (J'en Donmak (Les sentiments qui se coagulent).
suis resté cloué de stupeur. Il en est resté cloué coagulum er. Pıhtı.
d'admiration). coalescence diş. dilb. 1. Derilme. Yan yana olan
cloutage er. Kabaralama, kabara çakma, kimi ünlülerin kaynaşarak tek ünlüye yada ikili
cloutard er. tkz. Saint-Cloud Yüksek Öğretmen ünlüye dönüşmesi. 2. biy. Temas halindeki iki
Okulu öğrencisi, doku yüzeyinin kaynaşması,
clouté, e s. Çivili (Des chaussures cloutées). § coalisé, es. ve ad. Güç birliği etmiş, güç birlikçi (Les
Passage clouté: Yaya geçidi; çivilerle belirlenmiş puissances coalisées).
yaya geçidi. coaliser gçl. Birleştirmek, bir araya getirmek (ila
clouter gçl. Kabaralamak, kabara çakmak, coalisé tous les mécontents contre nous). $ Se
kabarayla süslemek, coaliser: 1. Birleşmek, güç birliği etmek (Lespays
clouterie diş. Çivicilik, balkaniques se sont coalisés contre l'Empire
cloutier er. Çivici. Ottoman). 2. Bir arada bulunmak (Le talent et la
cloutière diş. Çivi kutusu. passion se coalisent chez lui).
clovisse diş. hayb. Tarak türünden, yenilebilen bir coalition diş. 1. (Ülkeler yada partiler arasında)
deniz yumuşakçası, Ortaklık, ortakyönetim, güç birliği, "koalisyon
clown [klun] er. İng. 1. (İngiliz güldürülerinde) (Coalition des partis). 2. mec. Ortaklık, birlik
Soytarı. 2. Cambazhane palyaçosu. § Faire le (Coalition d'intérêts).
clown: Soytarılık etmek, şaklabanlık etmek, coaltar er. Maden kömürü katranı,
clownerie <% Şaklabanlık, soytarılık, palyaçoluk. § coaptation diş. hek. Yara kenarlarını birleştirme;
Faire des clowneries: Binbir şaklabanlık yapmak, kırık kemikleri birleştirme,
soytarılıklar yapmak, coarctation diş. Aort daralması,
cloyère diş. (Başka yerlere gönderilmek üzere) coassement er. (Kurbağa için) Bağırma, ötme;
Balık ve özellikle istiridye sepeti, vaklama, vıraklama.
club er. Kulüp (Le Touring-Club. Un club sportif. coasser gsz. 1. (Kurbağa) Bağırmak, ötmek,
Club automobile). vaklamak, vıraklamak. 2. mec. Bağırıp durmak,
clubiste ad. Kulüp üyesi; Fransız Devrimi coassocié, e ad. Ortak.
günlerinde siyasal bir grup üyesi, coauteur er. 1. Ortak yazar. Bir betiği bir başkasıyla
clupéidés er. ç. hayb. Hamsigiller, ortak yazan kişi. 2. Ortak suçlu, suça katılan kişi;
cluse diş. coğr. Kıvrımlı yerlerde kemeri enine suçortağı.
kesen ve geçen dar koyak. Dar boğaz, kısık, coaxial, es. Ortak eksenli (Hélices coaxiales).
clysoir er. Tenkiye borusu. cobalt er. kim. Kobalt.
cobaye 275 cocotte

cobaye er. hayb. Kobay, Hint domuzu. § Servir de küçük domuz. Cochon d ' I n d e : Hint d o m u z u ,
cobaye: mec. tkz. D e n e m e tahtası olmak, kobay. Cochon de m e r : Domuzbahğı. Gros, gras,
cobelligérant, e s. Belli bir düşmana karşı ortaklaşa sale comme un cochon: D o m u z gibi şişman, semiz,
savaşan (Nations cobelligérantes). pis. Avoir une tête de cochon: Çok geçimsiz, inatçı
cobra er. hayb. Kobra yılanı; gözlüklüyılan. olmak. Etre copainscommecochons: Aralarından
coca diş. bitb. Koka. su sızmamak, çok sıkı fıkı olmak (Ils sont copains
coca-cola er. Koka kola. comme cochons). Ne pas garder les cochons avec
cocagne diş. Bolluk. § M â t de cocagne: q n : -ile birlikte peynir ekmek yemişliği o l m a m a k ,
Bayramlarda, eğlence günlerinde, tepesine bir içli dışlı o l m a l a n için hiçbir neden bulunmamak
ödül asılan yüksek ve kaygan direk. Pays de (Je n'ai pas gardé les cochons avec toi!: Seninle
cocagne: Düşler ülkesi, her isteğin gerçekleşeceği peynir ekmek yemedik, bu ne lâubalilik!). J o u e r
düşsel ülke; cennet gibi yer, bolluk bereket u n tour de cochon à q n : Birine kötü bir oyun
ülkesi. Vie de cocagne: Acı ve kaygılardan uzak oynamak, başına çorap örmek. C'est donner des
mutlu bir yaşam, confitures à un cochon: Eşek hoşaftan ne anlar,
cocaïne diş. Kokain, cochonner gçl. 1. Yapıp berbat etmek ; p i s , k a b a b i r
cocaünisation diş. Kokainle uyuşturma, biçimde yapmak, baştan savma yapmak
cocaïnomane ad. Kokain tiryakisi, (Cochonner un travail). 2. gsz. (Domuz)
cocaînomanie diş. Kokain tiryakiliği, Doğurmak.
cocarde diş. 1. Fiyonk, fiyonga. 2. A s k e r cochonnerie diş. 1. Pislik, kirlilik (Il est d'une
şapkalarına takılan ve rengi ulusa göre değişen cochonnerie inimaginable). 2. Değersiz, kıvır
belirti, kokart. 3. mec. tkz. Baş, kafa. § Taper s u r zıvır şey (Il vend des cochonneries). 3. Kaba,
la cocarde: Başına vurmak (Le vin m'a tapé sur la müstehçen, açık saçık hikâyeler (Dire, raconter
cocarde). des cochonneries).
cocardier, ères. 1. Askerliğe, üniformaya düşkün. cochonnet er. 1. D o m u z y a v r u s u . 2 . 0 n i k i yüzlü zar.
2. mec. Aşırı ulusalcı (Une chanson cocardière). 3. Yuvarlaklarla oynanan bir oyunda gol
cocasses. Tuhaf, gülünç ( Une histoire cocasse. Une yuvarlağı.
femme cocasse). cocker [koter] er. Uzun tüylü, küçük boy bir av
cocasserie diş. Tuhaflık, gülünçlük, köpeği.
coccinelle Hammböceği, gelinböceği. cocktail[koktEİ]er. tng. 1. Kokteyl, içkili toplantı (II
coccyx[kıksis]er. anat. Pöç kemiği, kuyruk kemiği, nous invite à un cocktail). 2. Çeşitli içkilerin
coche diş. I . Dişi domuz. 2. diş. Çetele çentiği, karıştırılmasıyla hazırlanan içki (Préparer un
çentik. 3. er. (Eski) Atla çekilen ırmak kayığı. 4. cocktail au gin, au cognac, au whisky). 3. mec.
er. (Eskiden) Yolcu arabası, koçu. § M a n q u e r le Karışım (Un cocktail de bons mots, dechansonset
coche: Fırsatı kaçırmak, treni kaçırmak. Faire la de danses).
mouche du coche: Kahve dövenin hınk deyicisi coco er. 1. Hindistancevizi (Lait de coco, huile de
olmak; bir işte hiçbir ö n e m ve y a r a n olmadığı coco). (Noix de coco da denir). 2. Meyankökü
halde, iş yapıyor görünerek didinip durmak, şerbeti (Marchand de coco). 3. (Çocuk dilinde)
cochenille hayb. Kırmız böceği, Yumurta. 4. ad. hlk. hkr. Komünist. 5. D o s t ,
cocher er. Arabacı. civan (Viens, mon coco). 6. diş. tkz. Kokain. § Un
cocher gçl. Çentikle imlemek, çentiklemek, drôle de coco: Tuhaf adam. Avoir le coco fêlé:
kertmek; önüne bir çarpı işareti koymak argo.Kafadan çatlak olmak. Dévisser le coco: tkz.
(Cocher le nom d'un candidat sur la liste). Boğmak, gırtlaklamak. N'avoir rien dans le coco:
cocher gçl. (Kuşlar için) Dişiyi döllemek, hlk. Aç acına olmak, kursağında birşey
tohumlamak; dişiye binmek, aşmak, bulunmamak. S'envoyer qch dans le coco: Bir
cochère s § Porte cochère: A r a b a kapısı, şeyler yemek, atıştırmak, tıkınmak,
cochêt er. G e n ç horoz, piliç, yarga. coconer. Koza (Dévider un cocon). § S'enfermer, se
cochevls er. Tepeli çayırkuşu, tarlakuşu. retirer dans son cocon: Kendi kabuğuna
cochléaria [kokleanja] er. bitb. Kaşıkotu. çekilmek.
cochon er. 1. Domuz. (Ilélève des cochons). 2. mec. cocontractant,e ad. Sözleşme ortağı, ortak
Pis herif. 3. Utanmaz adam. 4. D o m u z eti (II sözleşen, âkit.
mange du cochon). S.s. vead. Pis, rezil, açık saçık cocorico er. Horoz ötmesi, kukuriku.
(Il raconte des histoires cochonnes. Quel cocotier er. Hindistancevizi ağacı,
cochon!). § Cochon de lait: Süt domuzu, çok cocotte diş. 1. (Çocuk dilinde) Tavuk. 2. Saplı yada
coction 276 cœur

kulplu tencere. 3. Arpacık. 4. Tavuk yada kuşu codirecteur, trice ad. Yönetme ortağı, ortak
andıracak biçimde bükülmüş kâğıt. 5. Fingirdek, yönetici,
hafifmeşrep kadın, yosma (C'est une ancienne coefficient er. mat. Katsayı,
cocotte qui joue maintenant les dames cœlentérés er. ç. hayb. Selentereler,
respectables). 6. (Sevgi terimi) Cici, sevgili, coéquation diş. Verginin yükümlülere eşit oranda
caniko, nonoş (Ne t'en fais pas, ma cocotte). § yüklenmesi.
Cocotte minute: Düdüklü tencere, coéquipier, ère ad. Takım arkadaşı (Le capitaine
coction diş. 1. Pişme, pişim. 2. hek. Sindirim, avertit ses coéquipiers).
cocu, e s. ve ad. Boynuzlu; karısı tarafından coercibilité diş. Sıkıştırılabilirlik,
aldatılan erkek; kocası tarafından aldatılan yoğunlaştırılabilirlik.
kadın. § Faire qn cocu: -i boynuzlatmak, -e coercibles. Sıkıştırılabilir, yoğunlaştırılabilir (Gaz
boynuz taktırmak; karısını yada kocasını coercible).
aldatmak (Elle le fait cocu). Veine de cocu: hlk. coercitif, ive s. Zorlayıcı, "zecrî (Prendre des
İbne şansı, çok iyi şans. mesures coercitives).
cocuage er. hlk. Boynuzluluk, kocası yada karısı coercition diş. huk. Zorlama, zorlayıcı önlem (On
tarafından aldatılma, ne peut obtenir sa participation que par
cocufier gçl. hlk. Boynuzlatmak, boynuz coercition).
taktırmak, aldatmak (Elle cocufie son mari, il cœur er. 1. Yürek, kalp (Maladie de cœur,
cocufie sa femme). mouvements du cœur. Mon cœur bat). 2. Göğüs,
coda diş. Bir müzik parçasının sonu (Coda d'une bağır (Je l'ai pressé sur (contre) mon cœur). 3.
fugue). Mide (J'ai encore tout mon déjeuner sur le
codage er. Şifreleme, şifre ile bildirme, cœur). 4. Yürek biçiminde eşya (Elle portait un
code er. 1. Yasalar dergisi, yasalar (Le code cœur suspendu à un collier). 5. (İskambilde)
de Justinien). 2. Yasa (Le code pénal, le code civil, Kupa (As de cœur, valet de cœur, le huit de
le code de commerce). 3. Kural (Le code de la cœur). 6. mec. Kalb, merkez, "özek (Ankara est
politesse). 4. (Trafikte) Taşıtın ışıklarının le cœur de la Turquie). 7. (Bitki anatomisinde)
yakılması, ışık yakma. 5. Kod, şifre (Lesservices Öz, göbek (Le cœur d'un fruit, de la pastèque).
de contre-espionnage ont découvert le code secret 8. Can alıcı nokta, öz (Le cœur d'une question,
de l'adversaire). 6. dilb. Düzgü. § Code civil: d'un débat). 9. Gönül, yürek, iç (Cela me fend le
Yurttaşlık yasası, Medenî kanun. Code de la cœur). 10. Yüreklilik, gözüpeklik, cesaret (Il
route: Trafik yasası. Code de procédure civile: n'aura pas le cœur de nous le dire ouvertement).
H u k u k muhakemeleri usulü yasası. Code des 11. İstek, gönlünün dilediği şey (J'ai enfin
obligations: Borçlar yasası. Code pénal: Ceza trouvé un travail selon mon cœur). § Avoir mal
yasası. Code rural: Köy kanunu. Se mettre en au cœur: Midesi, içi bulanmak, Avoir des
code: (Trafikte) Arabanın ışığını yakmak, ışık hauts-le-cœur: Midesi, içi bulanmak. Avoir le
yakmak. cœur sur le bord des lèvres: Kusacak gibi olmak,
codébiteur, trice ad. Borç ortağı, ortak borçlu, içi ağzına gelmek, nerdeyse kusmak. Avoir le
codéine diş. Kodein. cœur barbouillé: Midesi bozulmak, içi
codemandeur,eresses. vead. O r t a k d â v a c ı . bulanmak. Lever, soulever le cœur: Tiksinti
coder gçl. Kodlamak, şifrelemek, şifre ile bildirmek vermek, mide bulandırmak. Rester sur le cœur:
(Coder un message). Sindirememek, kendine yedirememek,
codétenteur, trice ad. Ortak elmen, ortak "zilyet, yüreğine oturmak. Agiter, faire battre le cœur:
codétenu, e ad. Tutukluluk arkadaşı, tutukevi Yüreğini oynatmak, "heyecanlandırmak. §
arkadaşı, Serrer, presser qn sur son cœur: Birini bağrına
codex er. Kodeks, basmak. Serrer le cœur à qn: -in canını sıkmak.
codicille er. Vasiyet eki. Briser,fendre, déchirer le cœur à qn: Yüreğini,
codiflcateur, trice s. ve ad. Derleyici; düzene içini parçalamak, çok acı vermek. Avoir le cœur
koyucu, sıraya koyucu, gros, le cœur lourd: Çok üzüntülü olmak, acılı
codification diş. Derleme, düzene koyma, sıralama olmak, yüreği kabarmak. Prendre qch à cœur:
(Codification des lois). Benimsemek, önemsemek, severek yapmak.
codifier gçl. Derlemek; düzene koymak, sıraya N'avoir pas le cœur à f. qch: -cek hali olmamak;
koymak (Codifier les lois, codifier les principes -mek içinden gelmemek. N'avoir de cœur à rien:
d'un art). Canı hiçbir şey istememek. Avoir le cœur sur la
coexistence 277 cohéreur

main: İçi dışı bir olmak. Aller droit au cœur, galerilerinde) "Tahkimat, göçük önlemeye
toucher au cœur: İçine dokunmak, yüreğine yarayan doğramalar,
dokunmak, duygulandırmak. Avoir du cœur: 1. coffre er. 1. Sandık ( Coffre à linge, à outils, à jouets).
Yürekli, gözü pek olmak. 2. Onurlu, gururlu 2. Çekmece, küçük kasa (Avoir un coffre à la
olmak. Donner son cœur à qn: -e gönül vermek, banque. Percer un coffre). 3. Palamar
gönül kaptırmak. Percer le cœur: 1. Öldürmek. şamandırası. 4. (Arabalarda) Arka bagaj. 5. den.
2. İçine işlemek, yüreğini parçalamak. Tenir au (Geminin) Gövde bölümü (Coffre d'un navire). §
cœur, à cœur: Biri tarafından çok önemsenmek, Les coffres de l'Etat: Devlet hazinesi. Avoir du
benimsenmek (Ce projet lui tenait à cœur. Cela coffre: 1. Sağlam vücutlu ve iri yarı olmak. 2.
me tient au cœur). En avoir le cœur net: En ufak Soluklu olmak, ciğerleri sağlam olmak,
bir kuşkusu kalmamak, tam bir kanıya varmak. coffre-fort er. Para kasası, çelik kasa.
Avoir à cœur de f. qch: -meyi kendine görev coffrergf/. tkz. 1. Hapsetmek, deliğe tıkmak, dama
bilmek. Etre sans cœur, manquer de cœur: Taş atmak (On l'a coffré pour mendicité). 2. Tahta
yürekli olmak, acımasız olmak, içinde sevgi diye kalıp içine almak (Coffrer une dalle de béton).
bir şey olmamak. Conquérir, gagner le cœur de coffret er. Çekmece,
qn: -in gönlünü fethetmek, sevgisini kazanmak. coffretier er. Sandıkçı.
Ne pas porter qn dans son cœur: -e kanı cogestion diş. Ortak yönetim, ortaklaşa yönetme,
kaynamamak; -i gözü pek tutmamak. Ouvrir, cogitation diş. (Alaylı) İnce düşünce, derin düşünce
épancher, dévoiler son cœur à qn: -e derdini (Quel est le fruit de tes cogitations ?).
açmak, içini dökmek. Vider son cœur à qn: -e cogiter gsz. (Alaylı) İnce ince düşünmek, pek derin
içini dökmek. Peser sur le cœur: Üzmek, acı düşünmek.
vermek, yüreğine oturmak. Avoir un cœur cogito er. "Düşünüyorum öyleyse varım"
d'artichaut: Ayran gönüllü, şıpsevdi, maymun Descartes'ın dizgesini üzerine kurduğu
iştahlı olmak. Avoir un cœur d'or: Pırıl pırıl bir uslamlama,
yüreği olmak. De bon cœur, de tout cœur, de cognac er. Konyak,
grand cœur, de gaité de cœur: İsteyerek, seve cognassier er. Ayva ağacı,
seve, tüm yüreğiyle, canla başla. Etre de tout cognât er. Arada kan bağı olan, kandaş,
cœur avec qn: Bütün gönlüyle birinin yanında cogitation diş. Kan hısımlığı, kandaşlık,
olmak, acı ve sevincini paylaşmak. A cœur joie: cogne er. hlk. Polis.
Doyasıya, istediği kadar. Au cœur de:
cognée diş. Odun baltası, balta. § Jeter le manche
Ortasında, tam içinde (Au cœur de l'hiver, au
après la cognée: Her şeyden sıtkı sıyrılmak,
cœur du pays). Affaire de cœur: Gönül işi, sevi.
bıkmak, usanç getirmek,
A cœur ouvert: İçtenlikle, açık yüreklilikle. A
cognement er. 1. Vurma, vuruş. 2. (Motörde)
contre cœur: İstemeyerek. Par cœur: Ezbere,
Vuruntu.
ezberden (Connaître, savoir, réciter par cœur).
cogner gçl. 1. Çakmak (Cogner un clou). 2. Vurmak
Connaître qn par cœur: -in ciğerini bilmek, ne
(Cogner du poing sur latable). 3. Dövmek (Arrête,
mal olduğunu çok iyi bilmek. Dîner par cœur:
ou je te cogne). 4. gsz. Çarpmak. 5. gsz. (Motor)
Bir yemeği yiyememek, yemeden kendini yedim
Vuruntu yapmak. § SeCognerà, contre: -eçarpmak,
saymak. Apprendre qch par cœur: Ezberlemek.
vurmak (Se cogner au mur, contre le buffet).
Selon son cœur: Gönlüne göre, isteğine uygun.
cognitif, ive s. 1. Tanımaya değgin (Faculté
Si le cœur lui (vous) en dit: (Canı, canınız)'
cognitive). 2. Tanımaya, bilmeye yetenekli,
İsterse. Loin des yeux, loin du cœur: Gözden
cognition diş. Tanıyabilme yetisi, tanıma,
ırak olan gönülden de ırak olur. Le cœur ne peut
cohabitation diş. Birlikte oturma,
vouloir ce que l'œil ne peut voir: Göz
cohabiter gsz. 1. Birlikte, bir arada oturmak (La
görmeyince gönül katlanır,
crise du logement nous oblige à cohabiter). 2. Karı
coexistence diş. Birlikte var olma, bir arada yaşama
koca hayatı yaşamak,
(Coexistence pacifique). cohérence diş. Tutarlık, bağlantı, uyarlık
coexister gsz. Birlikte var olmak, bir arada (Cohérence d'un raisonnement. Il n'y a pas de
yaşamak, yan yana yaşamak (Plusieurs tendances cohérence entre ses idées).
coexistent au sein de ce parti). cohérent, e s. Tutarlı, birbirini tutan, bağıntılı,
coffrage er. 1. Beton kalıbı (Enlever le coffrage). 2. birbirine uygun (Idées cohérentes. Une équipe
Beton kalıbına dökme, beton kalıplama bien cohérente).
(Procéder au coffrage). 3. (Siperlerde, maden cohéreur er. (Eski telsizlerde) Alıcı.
cohéritier 278 coïncident

cohéritier, ère ad. Kalıt ortağı, ortak mirasçı, coiffeuse diş. Kadınların tuvalet masası,
cohésion diş. 1. Molekül yapışıklığı. 2. mec. coiffure diş. 1. Başlık, başa giyilen şey (Mettre,
Bağlantı, tutkunluk ( Lacohésion d'un groupe. La porter une coiffure. Coiffures militaire, antique).
cohésion des parties d'un empire). 2. Saç tuvaleti (Une coiffure négligée, coiffure du
cohorte diş. 1. Eski romahlarda piyade bölüğü. 2. soir). 3. Berberlik (La coiffure est un métier
mec. Asker birliği. 3. Topluluk (Une joyeuse fatigant).
cohorte). coin er. 1. Köşe (Les coins d'une chambre, d'une
cohue diş. 1. Kalabalık, büyük kalabalık (Une table). 2. Bucak, köşe (Les quatre coins du
cohue de soldats). 2. itişip kakışma, monde). 3. Köşebent (Coins de métal, de cuir
karmakarışıklık, hay huy (L'enfant a perdu ses garnissant les angles d'un livre). 4. Köşe, baş (Le
parents dans la cohue de la foire). coin de la rue, du feu, de la cheminée). 5. Takoz,
coi, coites. Durgun, dingin, rahat. § En rester coi: kıskı. 6. Köşe, kenar, ıssız yer (Il vit dans un petit
Şaşırıp kalmak, şaşkınlıktan ağzı beş karış açık coin). 7. (Kuyumculukta) Ayar damgası, damga.
kalmak. Se tenir coi: Rahat durmak, sesini 8. Uç (Le coin des yeux). 9. Parçacık ( U n coin de
çıkarmadan durmak, terre). 10.Yer,yan(Touslescoinsd'uneville). 11.
coiffe diş. 1. Kadın başlığı, hotoz. 2. Şapka örtüsü. Kenar, kıyı, yan (Jette ça dans un coin) .12. (Dergi
3. (Kimi çocuklarda yeni doğarken) Başı ve gazetelerde bir yazarın sürekli yazdığı) Köşe
kaplamış bulunan zar. 4. (Kesim hayvanlarında) (Coin du médecin). 13. (Ayaktopu)Köşe, korner
Barsaklan örten yağlı zar, gömlek, (Drapeau de coin. Coup de pied de coin). §
coiffé, es. 1. Başı örtülü, başında şapka vb. bulunan Causerie au coin du feu: Ocak başı söyleşisi. Jeu
(Un homme coiffé). 2. Başı, saçı yapılmış (Une des quatre coins: Köşe kapmaca oyunu. En coin:
femme bien coiffée). 3. Etre coiffé de qch: Gizlice, çaktırmadan (Rire, regarder en coin). Au
Başına... giymiş olmak (Il était coiffé d'un béret coin de : Köşesinde, karşısında, başında (Au coin
noir). 4. Etre coiffé de qn, de qch: tkz. -etutulmak, de la rue, du feu). Aux quatre coins du monde:
delicesine vurulmak, gönlünü kaptırmış olmak. Dünyanın dört bucağında. Aller au petit coin:
Le premier chien coiffé: tkz. Kim olursa, herkes, Yüznumaraya gitmek. Connaître qch dans tous
önüne gelen (Elle couche avec le premier chien les coins: -i bütün ayrıntılarıyla bilmek. En
coiffé). § Etre né coiffé: Şanslı olmak, anasından boucher un coin à qn: -i çok şaşırtmak, hayretten
kadir gecesi doğmak, hayrete düşürmek. Etre marqué au coin de qch:
coiffer gçl. 1.. (Birinin) Başına bir şey giydirmek -in damgasını taşımak; niteliğinde olmak (Une
(Coiffer un bébé). 2. Coiffer q n de qch: Başına... œuvre marquée au coin du génie. Réflexions
giydirmek (Elle avait coiffé son enfant d'un joli marquées au coin du bon sens). Regarder du coin
bonnet). 3. (Birinin) Başım yapmak saç tuvaletim de l'œil: G ö z ucuyla bakmak,
yapmak. 4. Başını ö r t m e k , başım sarmak, coinçage er. 1. Enseleme, yakalama. 2. Sıkıştırma,
b a ş ı n d a . . .olmak (Un chapeau neuf le coiffait). 5. coincement er. Sıkışma (Le coincement d'un axe
Başa oturmak (Ce béret coiffe bien). 6. Ö r t m e k , arrête tout le mécanisme).
kaplamak (Les neiges coiffaient déjà les coincer gçl. 1. Kamalarla sıkıştırmak ( On a coincé le
montagnes). 7. Giymek, başına koymak (Elle mât en terre avec des pierres). 2. Kıstırmak,
coiffait souvent un chapeau bleu). 8. Başında sıkıştırmak (La valise est coincée entre une malle et
bulunmak, yönetmek (Coiffer un organisme. Il le poteau). 3. tkz. Enselemek, yakalamak (On a
coiffe un service commercial). 9. -in üstünde coincé le voleur). § Se faire coincer: Yakalanmak,
olmak (Le bureau central coiffe les comités enselenmek,
locaux). 10. (Yarışlarda) Bir baş ilerde bitirmek, coïncidence diş. 1. İki şeklin birbirine tastamam
bir baş geçmek. §Se coiffer: 1. Başını yapmak, saç gelmesi ; üst üste çakışma (Coïncidence de figures
tuvaletim yapmak, saçlarım taramak (Ellepasse homologues). 2. İki olayın aynı zamana
des heures devant la glace pour se coiffer). 2. Se rastlaması; düşümdeşlik, rastlaşma ( Coïncidence
coiffer de: tkz. -e tutulmak, delicesine vurgun de deux fêtes). 3. Rastlantı (Par une heureuse
olmak, gönlünü kaptırmak. § Se coiffer Sainte coïncidence, il est arrivé au moment où j'avais
Catherine: (Kızlar için) Evde kalmak, besoin du lui). 4. Olayların yardımı (Quelle
evlenememek. coïncidence!).
coiffeur, euse ad. Berber (Coiffeur pour hommes. coïncident, e s. Düşümdeş, rastlaşan, çakışan, üst
Coiffeur pour dames). § Des minutes de coiffeur: üste gelen (Surfaces coïncidentes. Faits
U z u n uzun, uzun süre, saatlerce. coïncidents).
coïncider 279 collation

coïncider gsz. 1. (İki şekil) Birbirine tastamam colimaçon er. hayb. Salyangoz. § En colimaçon:
gelmek (Les figures qui coïncident). 2. (İki olay) Sarmal, "helezoni (Escalier en colimaçon).
Aynı zamana rastlamak; düşümdeş olmak, colin er. Bir tür mezgit balığı,
rastlaşmak (Les deux fêtes coïncident). 3. colin-maillard er. Körebe oyunu (Jouer à colin-
Coïncider avec: a) -ile aynı olmak; -e uygun maillard, au colin-maillard).
olmak; -i tutmak (Votre désir coïncide avecle sien. colique diş. 1. Karın ağrısı. 2. Sürgün, "ishal 3.
Son témoignage ne coïncide pas avec le nôtre), b) tkz. Can sıkıcı şey; can sıkıcı kişi (Quelle
-ile aynı zamana gelmek (La fête de la Libération colique!). § Avoir la colique: mec tkz. i . İshal
coïncide avec le jour de l'an). olmak. 2. Korkmak, ödü bokuna karışmak, üç
coin-coin er. Vak vak (Le coin-coin d'un canard). buçuk atmak. Causer la colique à qn: -in başına
coing er. Ayva. § Etre jaune comme un coing: Ayva iş açmak, belâ sarmak. Donner la colique à qn:
gibi sararmak; sapsarı bir benzi olmak, -in canını sıkmak,
cointéressé, e ad. Kazanç ortağı, çıkar ortağı, colis er. Sandık, balya, denk, paket gibi tecim
coït er. Çiftleşme, erkeğin dişiyle cinsel birleşmesi, parçası, koli (Je lui ai envoyé un colis). § Colis
sikişme. postal: Posta paketi,
coite, couette diş. Kuştüyü yatak. colistier er. Aynı listede yer alan kişi; liste ortağı.
coîter gsz. Çiftleşmek, cinsel birleşmek, aşk colitigant,e ad. Çok konulu bir davanın ortak
yapmak, sikişmek. davacısı.
coke er. Kok, kok kömürü, collaborateur, trice ad. 1. Çalışma arkadaşı, iş
cokéfication diş. Kok kömürü haline getirme, kok arkadaşı, yapıt ortağı (Le professeur a remercié
yapma; koklaştırma, koklaşma, ses collaborateurs de leur aide). 2. İşbirlikçi;
cokéfler gçl. Kok kömürü haline getirmek, kok düşmanla işbirliği yapan hain; gâvurcu.
yapmak, koklaştırmak, collaboration diş. 1. Ortak çalışma, yardım, katkı,
cokerie diş. Kok kömürü fabrikası, işbirliği. 2. mec. Düşmanla işbirliği yapma,
col er. 1. Boyun, geçit, argıt, "derbent (Ce col fait işbirlikçilik.§ Apporter sa collaboration à qch: -e
communiquer les deux vallées). 2. Yaka (Col de yardımda, katkıda bulunmak. Faire une
chemise, de veste, de chandail, de pardessus). 3. collaboration avec qn: -ile işbirliği yapmak,
Boğaz (Col d'une bouteille, d'unvase). § Faux col: collaborationniste s. vead. İşbirliği yapma yanlısı,
1. Takma yaka, yakalık. 2. mec. Köpük (Un demi collaborer gsz. 1. İşbirliği yapmak, ortak
sans faux col: Köpüksüz bir bardak bira). çalışmak. 2. Collaborer à qch: -e yardımda,
colback er. Kalpak, katkıda bulunmak (Collaborer à un journal, à
colchique er. bitb. Çiğdem, une revue, à une œuvre, à un film). 3. Collaborer
cold-cream [koldkRİm] er. Deri kremi, cilt kremi, avec: -ile işbirliği yapmak, ortaklaşa çalışmak,
coléoptère er. hayb. Kınkanatlı, collage er. 1. Yapıştırma (Collage d'une affiche,
colère diş. Öfke, kızgınlık. § Etre en colère: Öfkeli, d'un papier). 2. Arkasına kola, zamk, tutkal vb.
kızgın olmak. Etre rouge de colère: Öfkesinden sürme (Collage du papier, des étoffes). 3. (İçki
pancar kesilmek. Etre blême de colère: Öfkeden için) Durulaştırma (Collage des vins). 4. mec.
sapsarı kesilmek. Etre, entrer dans une colère tkz. Nikâhsız yaşama, metres yaşamı sürme. 5.
noire: Çok kızmak. Mettre qn en colère: Yapıştırma resim,
Kızdırmak, öfkelendirmek. S'abandonner à sa collant, es. 1. Yapışan (Papier collant). 2.
colère: Öfkeye kapılmak. Rentrer, retenir sa Vücuda yapışmış gibi duran, iyi oturan (Une
colère: Öfkesini tutmak. Passer sa colère sur qn: robe collante). 3. mec. tkz. Yapışkan, can sıkıcı,
Öfkesini -in üzerinde boşaltmak, öfkesini -den insanın yakasını bırakmayan (Il est très collant).
almak. Se mettre en colère contre qn: -e collatéral, e s. 1. Yan, yanda olan (Artère
öfkelenmek, -e kızmak. Piquer une colère: hlk. collatérale; nef collatérale). 2. Yakın, yan
Kızmak, tepesi atmak. Faire une colère: (Parents collatéraux), f Ligne collatérale: Eğik
(Çocuklar için) Kızıp huysuzluk etmek, çizgi. Points collatéraux: coğr. Kuzeydoğu,
coléreux, euse s. Öfkeci, işkilli, çabuk öfkelenen, güneybatı gibi ara yönler,
colérique s. Öfkeci, çok çabuk öfkelenen, collateur er. Vakıf sahibi, vakıf kurucusu,
colibacille er. hek. Kolibasil, bağırsak bakterisi, collation diş. 1. Verme; verme yetkisi (Collation
colibri er. hayb. Sinekkuşu. d'un titre à un ami). 2. Karşılaştırma (Collation
colifichet er. 1. İncik boncuk, değeri az süs eşyası. des textes, des manuscrits). 3. Hafif yemek
2. Kuş peksimeti. (Collation de quatre heures. Prendre, servir une
collationner 280 collet

collation). terres).
collationner gçl. 1. Karşılaştırmak (Collationner collectivisme er. Ortaklaşacılık, kolektivizm,
des textes, des documents). 2. Collationner qch collectiviste s. ve ad. Ortaklaşacı, kolektivist.
avec: -ile karşılaştırmak (Collationner un écrit collectivité diş. 1. Ortaklaşma. 2. Ortaklaşa iyelik.
avec l'original). 3. gsz. a) (Katoliklerde) Perhiz 3. Topluluk (Collectivité professionnelle).
günlerinde perhiz yemeği yemek, b) Hafif bir collège er. 1. Kurul (Collège des cardinaux). 2.
yemek yemek, Orta öğretim okulu, kolej (Aller au collège). §
colle diş. 1. Çiriş, zamk, kola, tutkal gibi Collège électoral: Bir seçim bölgesindeki
yapıştırıcı madde (Pinceau à colle, tube de seçmenler topluluğu,
colle). 2. tkz. Güç soru, kazık soru (Le collégial, e s. 1. Piskoposluk kuruluna değgin. 2.
professeur lui a posé une colle). 3. hlk. Can sıkıcı Ortaklaşa yürütülen, ortak (Pouvoir collégial.
şey, zırıltı (Résumer tout un grand roman, quelle Présidence collégiale).
colle!). 4. argo. Okulda bırakma cezası, izinsiz collégien, ne ad. 1. Kolej öğrencisi, kolejli. 2. hkr.
bırakma. 5. tkz. Kene gibi yapışkan adam, baş Ağzı süt kokan; saf, daha çocuk (C'est un
belâsı. § Colle forte, colle de poisson: Tutkal. collégien).
Vivre à la colle: argo. Nihâhsız yaşamak, collègue ad. 1. Meslektaş, görevdeş (C'est mon
collecte diş. Para yardımı toplama (On a organisé collègue, ma collègue). 2. tkz. Arkadaş, ahbap
des collectes au profit des sinistrés). § Faire une (Comment ça va, collègue?).
collecte pour, au profit de: -için, -in yararına coller gçl. 1. Çiriş, zamk, kola vb. sürmek (Coller
para toplamak, une toile). 2. Yapıştırmak (Coller une affiche au
collecter gçl. Toplamak (Collecter des fonds pour mur, coller un timbre sur une lettre). 3. Coller
la construction d'une mosquée. Collecter des qch à, contre: Bir şeyi -e dayamak (Coller son
signatures pour une amnistie générale). oreille à la porte, son nez contre la, vitre, une
collecteur er. 1. (Eskiden) Vergici. 2. Para chaise contre le mur). 4. (Okul argosu) İzinsiz
yardımı toplayan. 3. (Elektrik dinamosunda) bırakmak, okulda kalma cezası vermek (Coller
Toplaç. 4. s. ve er. Toplayıcı (Un collecteur, un élève). 5. tkz. Sınıfta bırakmak, sınavda
égoût collecteur). çaktırmak (Coller un candidat). 6. Çok güç bir
collectif, ive s. 1. Toplu, topluca (Démission soru sormak (Le professeur l'a collé). 7.
collective). 2. Ortaklaşa, ortak (Œuvre Susturmak, gık diyemez duruma sokmak (Il m'a
collective. Billet collectif). 3. Imeceli, toplu, hep collé d'un seul mot). 8. Koymak, bırakmak,
birlikte (Travail collectif, visite collective). 4. er. atmak (Colle ta valise dans un coin. On l'a collé
dilb. Topluluk adı. S. er. ç. Yığın, kalabalık, en prison). 9. Coller qch: Birine ...aşketmek,
halk. vurmak (Coller une gifle à un malfaiteur). 10.
collection diş. 1. Topluluk (Une collection Coller qch à qn: tkz. Sokuşturmak, zorla kabul
d'individus). 2. D e r m e , koleksiyon (Collection ettirmek. 11. gsz. Yapışmak (Ce timbre ne colle
de timbres, de tableaux, de papillons). 3. Dizi pas.) 12. gsz. tkz. İyi gitmek, işler yolunda
(Ouvrage publié dans telle collection). 4. olmak (Ça colle: Tamam, işler yolunda, durum
(Terzilikte) Yeni modeller (Collection de kıyak). 13. Coller à: -e yapışmak (La boue colle
printemps, d'été, d'hiver. Présenter sa aux semelles). 14. Coller à: -i iyice sarmak,
collection). § Une collection de: tkz. Bir sürü oturmak, yapışmak (Une chemise qui colle au
(Au cocktail, j'ai vu toute une collection corps). 15. Coller à qch: -e uymak, uygun
d'imbéciles). Faire collection de: -koleksiyonu düşmek (Votre description ne colle pas à la
yapmak, toplamak, biriktirmek, réalité.Ce mot colle bien à ses,idées). § Coller qn
collectionner gçl. 1. D e r m e yapmak, koleksiyon au mur: mec. Birini kurşuna dizmek. § Etre
yapmak, toplamak (Collectionner des timbres, collé: 1. Çakmak, sınıfta kalmak. 2. İzinsiz
des insectes). 2. mec. tkz. ...üstüne... yapmak, kalmak, tatil günü okuldan çıkamamak. Etre
almak; -si çok olmak, bini aşmak (Il collectionne collé pour, en: -den bütünlemeye kalmak (Il est
des gaffes, des échecs, des prix). collé pour trois matières, en chimie). § Se coller:
collectionneur, euse ad. Dermeci, koleksiyoncu, Nikâhsız yaşamak, evlilik dışı birlikte yaşamak,
collectivement bel. Topluca, hep birlikte, collerette diş. Geniş ve işlemeli yakalık,
ortaklaşa. collet er. 1. Giysi yakası, yaka (Un collet de
collectiviser gçl. Birleştirmek, topluluğun malı dentelle). 2. Pelerin. 3. A ğ , tuzak (Tendre un
yapmak, ortaklaşalaştırmak (Collectiviser des collet à lapin. Poser des collets). 4. Bir şeyin
colleter 281 colonialiste

gövdesi ile kökü arası. 5. (Kasaplık un colloque à Paris). 2. (Alaylı) Meyhane


hayvanlarda) Gerdan (Collet de veau, de tartışması, konuşma,
mouton). § Collet monté: s. ve ad. Kasıntılı, colloquer gçl. 1. (Alacaklıları) Yasal önceliklerine
ukalâ, gösterişçi, bilgiçlik taslayan, burnu göre sıraya koyup alacaklarını ödemek
havada. Petit collet: Papaz. Mettre la main au (Colloquer des créanciers). 2. tkz. Birini hayli
collet de qn: -i enselemek, tutuklamak, kötü bir yere koymak. 3. Colloquer à qn: Kendi
ensesinden yakalamak. Saisir, prendre qn au başından savmak için -e havale etmek,
collet: Birini yakalamak, enselemek. Se prendre collusion diş. (Birine karşı) Gizli anlaşma (Le
au collet: Boğaz boğaza gelmek, kavga e t m e k , gouvernement a été renversé par la collusion des
yaka paça olmak, partis de droite).
colleter gçl. 1. Yakasından, ensesinden collusoire s. Gizli anlaşmalı, gizli bir anlaşma ile
yakalamak; saldırıp yakasına yapışmak (Colleter yapılan (Une fraude collusoire).
son adversaire). 2. gsz. (Av için) A ğ germek, collutoire er. Ağız ilâcı,
tuzak kurmak. § Se colleter: 1. Kavga e t m e k , collyre er. Göz damlası.
boğaz boğaza gelmek. 2. Se colleter avec: a) -ile colmatage er. 1. D o l d u r m a , doldurup yükseltme.
kavga etmek (Il s'est colleté avec son frère), b) 2. K a p a m a , tıkama,
-ile mücadele etmek; -e karşı savaşmak (Se colmater gçl. 1. (Alçak ve batak yerleri)
colleter avec les difficultés). Doldurmak, doldurup yükseltmek (Colmater un
colleteur er. (Avcılıkta) Tuzak kuran, tuzakçı. sol infertile). 2. K a p a m a k , tıkamak (Colmater
colleur, euse ad. 1. Yapıştırıcı; tutkal vb. sürücü une fuite, une voie d'eau, une canalisation). 3,
(Un colleur d'affiches). 2. (Okul argosu) ask. Cephede açılan bir gediği kapamak
Ayırtman, "mümeyyiz. 3. diş. tekn. Kumaşlara (Colmater une brèche).
tutkal vb. sürme makinesi, colocataire ad. Kira ortağı, ortaklaşa kiracı,
colley er. iskoç çoban köpeği, colocation diş. Ortak kiracılık (Etre en
collier er. 1. Gerdanlık, kolye (Collier de perles, colocation).
d'or). 2. Tasma (Collier de chien). 3. H a m u t . 4. colombe diş. 1. Güvercin. 2. mec. Saf, temiz genç
Boru yada direkleri pekleştirmek için kız.
etraflarına geçirilen metal halka, çember. § colombier er. 1. Güvercinlik. 2 . 0 , 9 0 x 0 , 6 3 boyun-
Cheval franc du collier: İyi çeken at. Collier de
da kâğıt; büyük forma kâğıt
misère: Güç, yorucu ve küçültücü iş. Collier de
colombin, es. 1. Güvercin boynu renginde (Soie
barbe: Çember sakal. Coup de collier: Büyük colombine). 2. Güvercine değgin. 3. diş. Kuş
çaba. Etre franc du collier: Açık yürekli ve
gübresi. 4. er. ç. hayb. Güvercinler,
dürüst olmak. Prendre, reprendre le collier:
colombophile s. ve ad. Güvercinsever; posta
Yorucu ve ağır bir işte çalışmak, tutsak gibi
güvercini yetiştiren,
çalışmak.
colombophilie diş. Güvercinseverlik; posta güver-
colliger gçl. Derlemek, toplamak; bir kitapta cini yetiştiriciliği,
toplamak. colon er. 1. Bir derebeyinin arazisinde hür çiftçi.
colline diş. Küçük dağ, tepe (Monter sur une 2. Yarıcı, ortakçı. 3. Sömürgelerde yaşayan
colline). Avrupalı; sömürgeli. 4. (Asker argosu) Albay;
collision diş. 1. Çarpışma (Collision de voitures, de paşa, reis. 5. (Okul tatil kampında) Öğrenci,
trains). 2. Çatışma, vuruşma (Collision côlon er. Kalınbağırsağın körbağırsak ile
d'intérêts. Collision entre la police et les gödenbağırsağı arasındaki parçası,
manifestants). § Entrer en collision: Çarpışmak. colonage er. Yarıcılık, ortakçılık,
Entrer en collision avec: -ile çarpışmak (La colonel er. Albay,
voiture est entrée en collision avec un train). colonelle diş. Albay karısı,
collocation diş. 1. Sıraya koyma; alacaklıları colonial, e s. 1. Sömürgelere değgin; sömürgeler-
sıraya koyma. 2. dilb. Eşdizimlilik. den gelen (Questions coloniales, climat colonial.
collodion er. Kolodyum. Produits coloniaux). 2. er. Sömürge piyade
colloïdal, e s. Koloidal, askeri. 3. ad. Sömürgede yaşayan, sömürgeli. 4.
colloïde er. Koloit. diş. Sömürge piyade birliği (Il a longtemps servi
colloque er. 1. Genellikle bilimsel, düşünsel dans la coloniale).
konular üzerinde yapılan tartışma, konuşma, colonialisme er. Sömürgecilik,
' k o n u ş u , kolokyum (Les cardiologues ont tenu colonialiste s. ve ad. Sömürgeci.
colonie 282 combat

colonie diş. 1. Sömürge (Les anciennes colonies rent). 2. Se colorer de: -rengini almak (Le ciel se
deviennent maintenant indépendantes). 2. Göç- colore de rose).
m e n topluluğu (Envoyer une colonie outre-mer). coloriage er. Boyama, renklendirme, renkli yap-
3. Bir ülkede bulunan küçük yabancı topluluğu ma.
(La colonie turque à Paris). 4. Küçük hayvan colorier gçl. Renkli yapmak, renk renk boyamak
topluluğu, sürü (Colonie d'abeilles, colonie de (Colorier une carte, colorier aux crayons de
castors). couleur).
colonisateur, trice s. ve ad. 1. Sömürgeleştirici ; colorimètre er. *Renkolçer.
sömürge kurucu (Ce général est un grand coloni- colorimétrie diş. Renkölçümü.
sateur). 2. Sömürge sahibi (Une nation coloni- coloris er. 1. (Resimde) Renk uyumu. 2. Renk
satrice). (Le coloris des joues. Le coloris d'une pomme,
colonisation diş. 1. Sömürgeleştirme (La colonisa- d'une pêche). 3. mec. Renklilik, canlılık, parlak-
tion de l'Afrique par l'Europe). 2. Yerleşip (bir lık (Le coloris d'un style).
yeri) işleme, coloriste ad. (Resimde) Işığı, gölgeyi ve biçimleri
coloniser gçl. 1. Sömürgeleştirmek (Coloniser un renk yoluyla veren ressam, renkçi,
pays). 2. Yerleşip (Bir yeri) işlemek. 3. mec. colossal, e s. 1. Kocaman, koskocaman, dev gibi
İşgal e t m e k , istilâ e t m e k , sarmak (Les microbes (Un policier colossal, une statue colossale). 2.
ont colonisé la plaie). Çok büyük, çok geniş (Il a une fortune colossale.
colonnade diş. Sıra sütunlar, ' d i k i n sırası, sıra sıra Notre pays a fait un effort colossal pour se
dikinler (La colonnade d'un ancien temple). redresser). 3. er. Büyüklük (La manie du colos-
colonne diş. 1. "Dikin, sütun, direk (Edifice à sal).
colonnes, colonnes d'une galerie). 2. Dikili taş, colossalement bel. Pek çok (Il est colossalement
birinin anısına dikilen taş. 3. (Sayfalarda) Sütun
riche).
(Un article sur trois colonnes). 4. mec. Dayanak
colosse er. 1. Dev. 2. Dev gibi büyük yontu, dev
(Les colonnes de l'Etat). 5. Sorguç, dikine
heykel (Le colosse de Rhodes). 3. Dev gibi
yükselen şerit (Une colonne de fumée). 6. mat.
büyük (Cet homme est un colosse).
H a n e (La colonne des unités, la colonne des
colostrum er. Bir hayvanın ilk doğurduğu zamanki
dizaines). 7. Sıra, dizi, arda ard dizilmiş insan
sütü, ağız sütü.
yada eşya (Une colonne de réfugiés, une colonne
colportage er. 1. İşportacılık, ayak satıcılığı. 2.
de camions). § La colonne vertébrale: Belkemi-
H a b e r taşıyıcılık, dedikodu yayma,
ği, omurga. La colonne montante: (Bir yapıdaki)
colporter gçl. 1. İşportada satmak, gezerek
Su, havagazı, elektrik vb. boruları. La cinquème
satmak (Colporter des livres, des cravates). 2.
colonne: Beşinci kol, düşman casusluk örgütü,
Yaymak (Colporter des nouvelles, des rumeurs).
colonnette diş. Küçük sütun, *dikincik.
colporteur, euse ad. 1. İşportacı, ayak satıcısı. 2.
colophane diş. Reçine.
D e d i k o d u yayıcı, söylenti y ayıcı, haber taşıyıcı,
coloquinte diş. 1. Acı hıyar, acur. 2. hlk. Baş, kafa
coltinage er. Başında yada omuzunda taşıma,
(Il a reçu un coup sur la coloquinte).
coltiner gçl. (Başmda yada omuzunda) Taşımak (II
colorant, e s. 1. R e n k veren, boyayıcı, renklendi-
coltinait un paquet bien lourd). § Se coltiner qch:
rici (Matières colorantes). 2. er. Boya, renklen-
tkz. Bir şeyi yapmak, gerçekleştirmek (Il s'est
dirici (Colorants animaux, végétaux, artificiels).
coltiné tout seul ce travail).
coloration diş. 1. Boyama, renk verme, renklen-
coltineur er. Yükünü başmda yada omuzunda
dirme (Coloration de la peau, d'un tissu). 2.
mec. Yaldızlama, allayıp pullama, taşıyan hamal,
coloré, e s. 1. Renkli (Verres colorés). 2. mec. columbarium er. Ölü küllerinin saklandığı mahzen,
Canlı, renkli (Une conversation colorée, un style col-vert er. hayb. Yabanördeği, yeşilbaş,
coloré). colza er. bitb. Kolza.
colorer gçl. 1. Boyamak, renk vermek (Colorer un coma er. hek. Koma. § Entrer dans le coma:
tissu). 2. mec. Süslemek, yaldızlamak, telleyip Komaya girmek (Le malade est entré dans le
pullamak (Colorer un mensonge). 3. Colorer en: coma). Etre dans le coma: K o m a d a olmak,
-e boyamak (Colorer en bleu, en vert). 4. comateux, euse s. Koma halinde olan (Un malade
Colorer qch de: -ile allayıp pullamak, süslemek comateux).
(Colorer son style de citations). § Se colorer: 1. combat er. 1. Kavga, dövüş (Combat de coqs). 2.
R e n k l e n m e k , alacalanmak (Les raisins se colo- Savaş, çarpışma (Combat naval, combat de rues,
combatif 283 combustion

combat aérien). 3. *Savaşım, mücadele (Ils vont gömleği, kombinezon,


engager le combat contre la vie chère. La vie est un combinard, es. ve ad. tkz. Dümenci, numaracı (ilse
combat perpétuel). 4. mec. Ortadaki sorun; sorun débrouille toujours, car il est un vrai combinard).
(Le combat de la vie et de la mort). § Engager le combinat er. Kombina.
combat contre qch: -e karşı savaş açmak, combine diş. hlk. Yol, çare, d ü m e n , numara (Il
mücadele etmek. Livrer combat: Kavga vermek; connaît la combine pour entrer sans payer, pour ne
mücadeleye, savaşa girmek. Se lancer, se jeter pas payer d'impôt).
dans le combat: Kavgaya, mücadeleye atılmak, combiner gçl. 1. Düzenlemek, ayarlamak
combatif,ive s. 1. Kavgacı, savaşımcı, mücadeleci (Combiner des signes, des sons, des couleurs). 2.
(Un caractère combatif). 2. Savaşçı, vuruşkan Düzenlemek, tasarlamak (Combiner un voyage.
( Ces troupes sont plus combatives). Il combine tout au mieux de ses intérêts. Combiner
combativité diş. Kavgacılık, mücadelecilik, le plan d'une sortie). 3. Combiner qch avec qcn:
*savaşımcılık; savaşma gücü; vuruşkanlık, -ile bileştirmek,
combattant, e ad. 1. Savaşan, çarpışan, vuruşan, comble er. 1. (Tepeleme dolu bir kabın) Kenar üstü.
"mücahit, "muharip (Les anciens combattants. 2. ç. Çatı, çatı katı (Loger sous les combles). 3.
Une armée de trois cent mille combattants). 2. mec. Son derece, doruk (C'est le comble de la
Kavga eden, dövüşen (Séparer les combattants). gentillesse). 4. s. Ağzına k a d a r dolu (La salle est
3. er. ç. hayb. Uzun bacaklılardan "savaşçı" comble). 5. s. Son sınırına varmış. § De fond en
denilen bir kuş türü. 4. s. Savaşçı, vuruşkan (Ces comble: T e p e d e n tırnağa, baştan aşağı (Détruire
dernières troupes sont bien combattantes). de fond en comble). Pour comble de:
combattre gçl. 1. Savaşmak, vuruşmak, karşı -yetmiyormuş gibi bir de; üstelik d e (Il a fait
koymak (Combattre l'ennemi, un adversaire. faillite, pour comble de malheur, il a perdu son
Combattre une maladie, ses mauvaises habitudes). fils). Etre au comble de: -in doruğuna varmak
2. gsz. Savaşmak ( Ces troupes vont combattre). 3. (Nous étions au comble de la joie). Faire salle
Combattre contre qch: -e karşı savaşmak, comble: Kapalı gişe oynamak (Sa pièce fait salle
mücadele etmek (Combattre contre son ennemi, comble). Mettre un comble à qch: -i doruk
contre la faim, contre l'ignorance). 4. Combattre noktasına vardırmak (Cette nouvelle a mis un
pour qch: -için savaşmak, uğruna mücadele comble à son abattement). C'est le comble, c'est un
etmek ( Combattre pour la liberté, pour la justice). comble: İşte bu tüy dikti; bir bu eksikti o da oldu.
combe diş. Küçük vadi, koyak, dere. La mesure est comble: Artık sabrım taştı, bundan
combien bel. ve bağ. 1. Ne kadar, ne denli, ne kadar ötesine artık dayanamam,
da (Combien vous avez changé! Vous ne pouvez comblement er. D o l d u r m a , tıkama (Le comblement
pas imaginer combien je suis heureux de le d'un puits, d'un lac).
revoir!). 2. Ne, ne kadar (Combien pèse ce combler gçl. 1. Tepeleme doldurmak. 2.
paquet?). 3. s. Kaç kişi, ne kadar (Combien êtes- Doldurmak (Combler un trou, une fosse, une
vous ici?) 4. adıl. Kaç kişi (Combien sont venus?). ornière). 3. mec. Doldurmak, kapatmak
S. er. Kaçıncı (Le combien es-tu en classe?). 6. (Combler une lacune. Combler un déficit). 4 .mec.
Combien de: Ne kadar, kaç tane (Combien de Bütünüyle karşılamak, yerine getirmek
livres avez-vous ?) § Le combien est-ce, le combien (Combler un besoin. Combler les désirs de ses
sommes-nous: Bugün ayın kaçı? Tous les parents). S. Combler qn: Birini tatmin e t m e k , çok
combien?: Ne kadar zamanda bir (Tous les hoşnut kılmak. 6. Combler qn de qch: Birini -e
combien passe l'autobus?). Ô combien: Pek çok, boğmak (// comble sa femme de cadeaux. Celante
hem ne kadar (Je l'admire, ô combien!). comble de bonheur). § Combler la mesure:
combientième s. ve er. Kaçıncı (C'est le Ölçüyü aşmak. Sabrı taşırmak,tüy dikmek (Ses
combientième?). bêtises ont comblé la mesure).
combinaison diş. 1. Bağdaşım, uyuşum comburant, es. kim. 1. Birleştiği cismi yakan. 2. ad.
(Combinaison de couleurs, desons). 2.mant. mat. Birleştiği cismi yakan madde (L'oxygène est un
kim. Birleşme, bileşme, bileşim; birleşim (La comburant).
combinaison de l'hydrogène). 3. Çare, yol, çözüm combustibilité diş. Yanabilirlik.
(Il faut trouver une combinaison pour en sortir. combustible s. 1. Yanabilir, yanar (Les corps
Une combinaison politique, économique). 4. Bir combustibles). 2. er. Yakıt (Les combustibles
kasayı açma şifresi 5. (Erkek) İş tulumu solides, liquides).
(Combinaison de mécanicien). 6. (Kadın) İç combustion diş. Y a n m a (Un poêle à combustion
comédie 284 commander

lente. Combustion de l'air dans les poumons). terrestres: Kara kuvvetleri komutanı.
comédie diş. 1. Komedi, ' g ü l d ü r ü (Les comédies de Commandant des forces aériennes: Hava
Molière). 2. (Eski)Tiyatro (Alleràlacomédie. La kuvvetleri komutanı. Commandant des forces
Comédie Française). 3. mec. Komedya (C'est une navales: Deniz kuvvetleri komutanı.
pure comédie). 4. tkz. Soytarılık (Allons, pas de Commandants des trois armes: Kuvvet
comédie). 5. Rezalet, kavga, çıngar (Ilafaittoute komutanları. Commandant de recrutement:
une comédie, parce que son repas n'étaitpas servià Askerlik şubesi başkanı,
temps). § Personnage de comédie: mec. Soytarı, commande diş. 1. Ismarlama, sipariş (Il n'a pas
ciddiye alınmayan, üstüne gülünen kimse. encore reçu votre commande). 2. Komut aygıtı,
Donner la comédie: Dikkat çekmek için gülünç kumanda aleti (A vion à double commande). § De
davranışlarda bulunmak. Jouer la comédie: commande: Yapmacık, ısmarlama, zorlama (Rire
Numara yapmak, komedi oynamak, yapmacıklı de commande. Pleurs de commande). Sur
davranışlar göstermek, commande: Buyruk üzerine, ısmarlama, verilen
comédien, ne ad. 1. (Eski) Tiyatro oyuncusu. 2. talimata göre (Un journaliste qui écrit sur
mec. s. ve ad. Oyuncu, numaracı (Il est très commande). Faire passer une commande à qn: -e
comédien). 3. Komedi oyuncusu, güldüren bir siparişte bulunmak. Livrer une commande:
oyuncu. § Secret de comédien: Herkesin bildiği Siparişi teslim etmek. Prendre les commandes: 1.
giz. Komut aygıtının başına geçmek, makinayı
comestibilité diş. Yenebilirlik, yenirlik, çalıştırmaya başlamak. 2. mec. Bir işin
yenilebilirlik. yönetimini, yürütülmesini eline almak. Passer les
comestible s. 1. Yenebilir, yenir, yenilebilir commandes à qn: Bir işin yürütülmesini -e
(Champignons comestibles). 2. er. ç. Besin bırakmak. Se mettre aux commandes: Komut
(Boutique de comestibles). aygıtının başına geçmek (Le pilote se met aux
cométaire s. Kuyruklu yıldızlara değgin (Système commandes).
cométaire). commandement er. 1. Komutanlık
comète diş. Kuyruklu yıldız. § Tirer des plans sur la (Commandement en chef). 2. Komut. 3. Buyruk.
comète: Boş düşler kurmak, olmayacak dualara § Les dix commandements: O n kutsal buyruk,
amin demek, "evamiri aşere.
comices er. ç. 1. (Eski romalılarda) Halk meclisi. 2. commander gçl. 1. Buyurmak, emretmek (Je
er. Topluluk; dernek (Comice électoral. Comice n'aime pas qu'on me commande). 2. Komutanlık
agricole). etmek, başında bulunmak (Commander une
troupe, un régiment). 3. Yönetmek (Commander
comique s. 1. Güldürüye değgin (Poète comique:
une manœuvre, une attaque). 4. Gerektirmek,
Güldürü yàzan ozan). 2. Komik, gülünç,
gülünçlü (Une aventure comique). 3. er. Güldürü zorunlu kılmak (Nous faisons ce que les
oyuncusu, hep güldürü türünde roller oynayan circonstances commandent). 5. Esinlemek,
uyandırmak (Son succès commande
oyuncu (C'est un bon comique). 4. er. Güldürü
türü. 5. er. Güldürü yazan. 6. İşin gülünç yanı (Le l'admiration). 6. Egemen durumda olmak, ateşi
altında tutacak yerde olmak (Une position
comique c'est qu'il prétend avoir raison).
comiquement bel. Gülünç bir biçimde, d'artillerie qui commande toute la plaine). 7. tekn.
Çalıştırmak (La pédale qui commande les freins).
comité er. Kurul (Nommer, élire, désigner un
8. Ismarlamak, sipariş vermek (Commander un
comité. Comité consultatif, comité exécutif). §
costume, un repas, des meubles). 9. Commander
Comité de lecture: Yazı kurulu, Comité secret:
Kapalı oturum. Petit comité: Eş dost toplantısı qch à qn: a) Birine bir şey buyurmak (Je vous
commande le silence), b) Birine bir şey
(Dîner en petit comité).
ısmarlamak (Jeluiaicommandéuncostume). 10.
comma er. 1. müz. Durgu, durak. 2.
Commander à qn de f. qch: Birinden -sini istemek,
(Noktalamada) İki nokta,
buyurmak (Je te commande de quitter la ville). 11.
commandant, e ad. 1. Komutan (Commandant en
gsz. Buyurmak, kumanda etmek, sözünü
chef. Commandant d'une compagnie). 2. Binbaşı.
dinletmek (C'est moi qui commande ici). 12.
3. (Gemide) Süvari. 4. s. tkz. Buyurmasını pek
Commander à qch: a) -e komutanlık etmek,
seven (Elle est un peu commandante). §
kumanda etmek (Commander à une armée), b)
Commandant en chef: Başkomutan.
Egemen olmak, gemlemek, tutmak (Commander
Commandant en chef des forces armées: Silâhlı
à sa colère, à ses passions, à ses sentiments).
kuvvetler başkomutanı. Commandant des forces
commanderie 285 comment

commanderie diş. (Eskiden) Kimi süel derneklere s'arranger). Comme vous y allez!: Pek
verilen arpalık, abartıyorsunuz, biraz atıyorsunuz! Dieu sait
commandeur er. Şövalyelikte bir aşama comme: Allah bilir nasıl ! Orasını ne sen sor ne ben
(Commandeur de la Légion d'honneur). § söyley eyim. Il faut voircomme:Çok güzel, esaslı,
Commandeur des croyants: (İslâmlıkta) °Emir-ül hem nasıl (Il lui a répondu, il faut voir comme!).
müminin, commémoratif, ive s. Anmaya değgin, anmak için
commanditaire er. Komandit ortağı, yapılmış (Organiser une cérémonie
commandite diş. 1. Komandit (ortaklığı). 2. commémorative. Monument commémoratif).
Komandit ortaklarından her birinin yaptığı commémoration diş. 1. A n m a , anma töreni
yatırım. (Commémoration des morts). 2. Anı, andaç
commanditer gçl. *Akçalamak, finanse etmek (Garder un objet en commémoration d'un
(Commanditer une entreprise). événement).
commando er. Komando, akıncı, *vurkaçcı. commémorer gçl. A n m a k , anma töreni yapıp
comme bel. ve bağ. 1. Gibi (Il n'agit pas comme il kutlamak (Commémorer une victoire, une
parle. Elle est maigre comme un clou. Tu entres naissance, une mort).
dans une maison comme on entre dans un moulin. commençant, e s. ve ad. Yeni başlamış, acemi (Tu
Ilfait froid comme en hiver). 2. -diği gibi ( Comme dois encourager ce commençant).
on dit; comme vous le prétendez, comme il vous commencement er. 1. Baş, başlangıç (Le
plaira). 3. Gibi bir şey; bir çeşit... (C'est quelque commencement de l'année, du printemps). 2.
chose comme un ballon). 4. Aşağı yukarı (Cela fait Başlama, doğma (Commencement des hostilités).
quelque chose comme cinquante francs). 5. 3. İlk dönem, ilk günler (Les commencements
Olarak (Comme directeur, il est très gentil. Je l'ai d'un Etat. Mes commencements ont été pénibles).
choisie comme secrétaire). 6. Ne kadar, ne kadar § Dès le commencement, depuis le
da! (Comme vous êtes heureux! Comme il a commencement: Baştan beri, başlangıçtan beri.
changé! Comme la vie est belle!).7. Nasıl, nasıl da Du commencement à la fin: Baştan sona, başından
(Regardez, comme il me traite!). 8. -diği için; sonuna dek.
-diğinden dolayı (Comme il neige, nous ne commencer gçl. 1. Başlamak (Commencer un
sortirons pas ce soir). 9. -diği sırada; -iken (Je l'ai travail, une affaire, une discussion, ses études). 2.
rencontré juste comme j'entrais chez moi. Comme Başlatmak, açmak (Commencer les hostilités, le
le soir tombait, nous sommes arrivés à l'auberge). combat). 3. Başında bulunmak (C'est cette maison
§ Tout comme: Tıpkı (Il sera avocat tout comme qui commence la rue. Ce mot commence la
son père). C'est tout comme: Aynı şey; aynı phrase). 4. Commencer à f. qch, de f. qch: -meye
kapıya çıkar. Comme tout: Çok, pek (Il est gentil başlamak (Il commence à parler, de dormir). S.
comme tout). Comme il faut: 1. Gerektiği gibi, Commencer par: -ile başlamak (Il a commencé par
nasıl gerekiyorsa öyle (H fait son travail comme il l'explication du texte, par expliquer les mots
faut). 2. Yakışık alacak biçimde, iyi (Tenez-vous inconnus). 6. gsz. Başlamak (Le printemps
comme ilfautà table). 3. Eksiksiz, seçkin, nitelikli commence le 21 mars). § Commencer par le
(Un homme comme il faut). Comme ça, comme commencement: Baştan başlamak,
cela: 1. Bu biçimde, böyle (Ne tiens pas le plat commendataire ç. ve ad. (Eski) Arpalığı olan (Abbé
comme ça, il va te glisser des mains. Par un temps commendataire).
comme ça, on a envie de se promener). 2. Böylece, commende diş. Papalıkça bir manastıra verilmiş
öyleyse (Tout est prêt, comme ça, nous pourrons arpalık.
partir de bonne heure). 3. D e m e k (Comme ça, il commensal, e ad. Sofra arkadaşı; can yoldaşı,
paraît que tu nous quittes). Comme qui dirait: -gibi commensurables. Aynı ölçü ile ölçülebilen (Lignes,
bir şey (J'ai aperçu comme qui dirait un éclair).
volumes commensurables).
Comme si: Sanki, -miş gibi (Ça se casse comme
comment bel. 1. Nasıl (Comment faire? Comment
si c'était du verre). Comme si de rien n'était: peut-il parler ainsi?). 2. Niçin, neden (Comment
Hiçbir şey olmamış gibi. Comme ci comme ça:
s'est-il adressé à moi?) 3. er. Yol, nite, neden (Je
Şöyle böyle. Comme quoi: 1. -diğini belirten veux chercher le pourquoi et le comment. Je ne
(Faites-lui un certificat comme quoi son état de
m'intéresse pas au comment, je ne vois que le
santé nécessite du repos). 2. D e m e k , o n u n için, résultat). § N'importe comment: Şu yada bu yolla,
bundan şu sonuç çıkmaktadır ki (Il est heureux
her hangi bir biçimde. Et comment! tkz. H e m de
maintenant, comme quoi, tout vient de nasıl! Elbette! (Tu as mangé. -Etcomment!).
commentaire 286 commissariat

commentaire er. X. (Eleştirmeli açıklama, bakımından,


açımlama (Commentaire littéraire). 2. Yorum, commercialisation diş. Tecimselleştirme,
yorumlama. 3. Söylenti, dedikodu (Sa conduite ticarileştirme. Piyasaya sürme, piyasaya sürülme.
donne lieu à bien des commentaires). § Cela se Piyasalama, piyasalanma. Pazarlama,
passe de commentaire: Gün gibi ortada; açık, pazarlanma.
belli. Sans commentaire: Varın siz düşünün, commercialiser gçl. Tecimselleştirmek,
gerisini siz hesap edin; gülü tarife ne hacet, ne ticarileştirmek. Piyasaya sürmek; piyasalamak;
çiçektir biliriz, pazarlamak (Commercialiser un produit, un
commentateur, trice ad. Yorumcu (Les brevet d'invention).
commentateurs politiques analysent le problème commère diş. 1. (Bir çocuğun vaftiz babasına göre)
sous un angle différent. Les commentateurs du Vaftiz anası. 2. (Bir kadına karşı kullanılan sevgi
Coran). terimi) Teyzeciğim, halacığım. 3. Dedikoducu
Commenter gf/. 1. Eleştirmek, açıklama yapmak, kadın, çenesi düşük kadın (Les commères du
açımlamak (Commenter un texte, un poème). 2. quartier).
Yorumlamak (Commenter la Bible. Commenter commérer gsz. Çene çalmak, dedikodu yapmak,
les nouvelles). commettant er. Vekil tayin eden.
commérage er. Dedikodu, söylenti (Il ne faut pas commettre gçl. 1. Yapmak, işlemek (Commettre
croire à ces commérages). une faute, un crime, une erreur, une trahison, une
lâcheté). 2. A t a m a k (Commettre un huissier, un
commerçant, e ad. 1. Tecimen, "tüccar, "tacir (Les
rapporteur). 3. Tehlikeye sokmak (Commettresa
commerçants ouvraient leurs boutiques). 2. s.
réputation, son avenir). 4. Commettre qn à qch,
Alışveriş yapılan, ticaretin çok yapıldığı (Nous
pour qch: Birini -ile görevlendirmek (Commettre
habitons un quartier commerçant). 3. Müşteri
quelqu'un à un emploi, pour un travail). S.
çekici; tüccarca, tecimen kafasına uygun (Il m'a
Commettre qch à qn: Bir şeyi -in eline bırakmak,
fait une remise; c'est commerçant). 4. Ticaretle
"tevdi etmek (C'est à lui qu'on a commis tous les
uğraşan, tüccar (Nations commerçantes).
enfants). 6 . g s z . H a l a t b ü k m e k . §Secommettre: 1.
commerce er. 1. Tecim, ticaret, alışveriş, alım satım işlenmek, yapılmak (Bien des crimes se
(Commerce intérieur, extérieur, international. commettent pendant la guerre). 2. Düşüp
Maison de commerce. Chambre de commerce. kalkmak, görüşmek (Il se commet toujours avec
Bourse de commerce. Tribunal de commerce). 2. des malfaiteurs). 3. Şerefini tehlikeye düşürmek,
Tüccar topluluğu, tecimenler, ticaret dünyası. 3. comminatoire s. Göz korkutucu, gözdağı verici,
Piyasa (Cela ne se trouve pas dans le commerce). 4. tehdit edici (Ilparlait sur un ton comminatoire).
Ticaret hayatı, tecimsel yaşam (Toute sa famille commis er. İşçi, küçük m e m u r (Commis de ferme,
est dans le commerce). 5. G ö r ü ş m e , düşüp kalkma commis de bureau). § Commis voyageur: (Eski)
(On gagne toujours au commerce des savants. Il Gezgin satıcı. Juge commis: Naib yargıç,
fuit le commerce des hommes). 6. D ü k k â n , commisération diş. Acıma, "merhamet. §
mağaza (Ouvrir un commerce, tenir un Eprouver, avoir de la commisération pour qn: -e
commerce). 7. Davranış (Il est d'un commerce karşı merhamet duymak; acımak. Témoigner de
agréable). § Etre, entrer dans le commerce: la commisération à qn: -e acımak, -e karşı
Ticaretle uğraşmak, ticaret hayatına atılmak. merhametli davranmak,
Faire commerce de qch: -in ticaretini yapmak (Il commissaire er. 1. Özel ve geçici işler görevlisi. 2.
fait commerce de tissus. Il fait commerce de sa Üye, komisyon üyesi (Commissaire d'une
réputation). N'avoir pas de commerce avec qn: -ile commission parlementaire). § Commissaire aux
bir alıp vereceği bulunmamak, hiçbir ilgisi comptes: Denetleyici, denetmen. Commissaire
olmamak. du gouvernement: 1. H ü k ü m e t komiseri. 2.
commercer gsz. 1. Tecim yapmak, alım satım (Damştayda) Kanun sözcüsü. Commissaire de la
yapmak, ticaret yapmak (Il commerce dans les marine: (Deniz kuvvetlerinde) Gereç memuru.
colonies). 2. Commercer avec: -ile alışveriş Commissaire de la police: Polis komiseri. Haut-
y a p m a k , ticaret yapmak (La Turquie commerce commissaire: Kimi hükümetlerde, birtakım
avec tous les pays d'Europe). bölgelere egemen olan milletvekillerine verilen
commercial, e s. Tecime değgin, tecimsel, "ticari ad. Yüksek komiser. Juge commissaire: Naib
(Société commerciale. Relations commerciales). yargıç.
commercialement bel. Tecimsel olarak, tecim commissariat er. 1. Geçici ve özel görev. 2.
commissaire-priseur 287 commune

Komiserlik. 3. Polis karakolu (L'agent m'invita commotionner gçl. Sarsmak (Ce dernier accident
au commissariat). m'a bien commotionné).
commissaire-priseur er. Genel satışlarda değer commuables. Değiştirilebilir, hafifletilebilir (Peine
tahmincisi, "muhammin; açık artırmalı satışlarda commuable).
tellâl. commuer gçl. 1. Değiştirmek, hafifletmek
commission diş. 1. Özel ve geçici görev (Donner une (Commuer une peine). 2. Commuer qch en:
commision. On l'a chargé d'une commission). 2. Hafifletip -e çevirmek, dönüştürmek (Commuer
Yarkurul, encümen, komisyon (Commission du la sentence de mort en travaux forcés).
budget. Commission d'examen). 3. Simsarlık, commun, es. 1. O r t a k (Tout est commun entre eux.
komisyon, komisyonculuk (Maison de Nous avons des intérêts communs avec lui. Suivre
commission). 4. Simsariye, komisyon (Il touche un but commun). 2. Kamuya ait, herkesin olan
dix pour cent de commission). S. Mesaj, iletilecek (Terres communes. Un puits commun). 3.
şey, haber, * ileti (/'a/ une commission pour vous). Ortaklaşa (Travail commun, œuvre commune. La
§ Faire la commission: Komisyonculuk etmek. vie commune). 4. Alışılagelen, her günkü (La
Faire une commission à qn: -e bir mesaj, bir haber langue commune) 5. Basit, düşük, bayağı (Ilades
iletmek. Faire les commissions: Alışveriş manières communes). 6. er. Çoğu, çoğunluğu (Le
yapmak, ısmarlanan şeyleri almak. Former une commun des hommes, des mortels). 7.
commission: Yarkurul kurmak. Renvoyer qch en Ayaktakımı. 8. ç. Ayakyolu 9. ç. (Büyük
commission, à la commission: Bir şeyi komisyona konaklarda) Eklenti yapılar. § En commun:
havale etmek, O r t a k , birlikte, ortaklaşa (Vivre en commun,
commissionnaire er. 1. Simsar, komisyoncu travailler en commun). Hors du commun: Çok
(Commissionnaire exportateur, importateur). 2. üstün, olağanüstü (Œuvre hors du commun). Lieu
Tellâl. 3. Emanetçi. 4. Alışverişleri yapan kimse, commun: Herkesin bildiği şey, "harcıâlem şey (Il
komi (Commissionnaire d'un restaurant, d'un débite toujours des lieux communs). Maison
hôtel). commune: Belediye. Nom commun: dilb. Cins
commissionner gçl. 1. Yetkili, görevli kılmak (C'est adı. Cause commune: İşbirliği. Faire cause
son gouvernement qui l'a commissionné). 2. commune avec qn: -ile işbirliği yapmak,
Birine bir alım satım işi havale etmek, communal, e s. 1. Bucağa değgin, bucağa ait;
commlssoires. Anlaşmanın bozulmasını gerektiren belediyeye değgin (Ecole communale). 2. er. ç.
(Une clause commissoire). Bir bucağa ait arazi ve varhklar.
commissure diş. anat. Birleşme yeri (Commissures communaliser gçl. Bucağa, topluluğa mal etmek
des lèvres). (Communaliser un terrain).
commodat er. huk. Ödünç verme, "ariyet, communard, es. ve ad. Fransa'da, 1871 olaylarında
commodes. 1. Kullanışlı, elverişli (Lieu, commode Paris Komünü yanlısı,
pour la conversation). 2. Hoş, rahat (Habit communautaires. Topluluklara değgin, toplumlara
commode). 3. Kolay, basit (Ce que vous me değgin (Vie communautaire).
demandez là n'est pas commode). 4. Uysal (Ilaun communauté diş 1. Ortaklık, birleşiktik (La
caractère commode). § Commode à, pour: -e communauté de deux intérêts). 2. Topluluk,
elverişli (Un texte commode à traduire. Un outil "camia (Nous appartenons à la même
commode pour les travaux délicats). Avoir communauté). 3. Tarikat (Les règles d'une
l'humeur commode: Uysal yaratılıştı olmak. Etre communauté. Vie de communauté). 4. Mal birliği
commode à vivre: Geçimli olmak, uysal yaratılışlı (Communauté entre époux). 5. Birlik, aynı oluş
olmak. Etre peu commode à vivre: Geçimsiz (Communauté de vues, d'idées). 6. Manastır
olmak, huyu sert olmak, (Visiter la communauté). § Posséder qch en
commode diş. Konsol. communauté avec qn: Bir şey e biriyle ortak olarak
commodément bel. Kolaylıkla, rahat rahat, uygun sahip olmak,
biçimde. commune diş. 1. (Eski) Bağımsızlığını
commodité diş. 1. Kullanışlılık, uygunluk, derebeyinden para ile satın almış, kentsoyluların
elverişlilik. 2. Rahatlık, hoşluk. 3. Konfor, yönettiği kent ; özgür kent. 2. Bucak; (Avrupa'nın
kolaylık. 4. ç. Ayakyolu, yüznumara (Aller aux kimi ülkelerinde) Belediye örgütü olan en küçük
commodités). yönetim birimi. 3. Belediye (Siège de la
commodore er. Komodor, commune). 4.1871 Paris devrim hükümeti. § La
commotion diş. 1. Sarsıntı. 2. Ruhsal sarsıntı, şok. Chambre des communes: (İngiltere'de) Avam
communément 288 compagnon

Kamarası. idées, ses intentions, ses sentiments, sesprojets). 4.


communément bel. Genel olarak; ortak olarak; Yaymak, başkalarına geçirmek (Communiquer
süregeldiği gibi. une maladie). 5. Communiquer qch à qn: Bir şeyi
communiant, e ad. Kudas âyininde şaraplı ekmek birine iletmek, bildirmek, vermek. 6.
yiyen kimse; kudas törenini yaptıran, Communiquer qch à qch: Bir şeyi -e geçirmek,
communicable s. 1. Geçirilebilir, iletilebilir, bir iletmek, ulaştırmak. 7. gsz. Bağıntılı olmak,
başkasına verilebilir (Dossier communicable). 2. birbirine ulaşmak (Ces deux pièces
İletilebilir, anlatılabilir (Une impression communiquent entre elles). 8. Communiquer avec
difficilement communicable). 3. Birbirine ulaşır, qch: -ile bağıntılı olmak; -e açılmak (Le salon
communicant, e s. Bileşik, birbiriyle bağlantılı communique avec la cuisine). 9. Communiquer
(Vases communicants. Routes communicantes, avec qn: "Temasta bulunmak, ilişkisi olmak,
salles communicantes). görüşüp konuşmak (Communiquer avec un ami,
communicateur, trice s. İletici, iletken (Fil avec un savant). § Interdiction de communiquer:
communicateur). huk. İhtilattan men, görüşme yasağı,
communicatif, ive s. 1. Bulaşıcı, sıçrayıcı, ondan communisant, e .y. ve ad. Komünizme eğimli,
ona geçici (Le rire est communicatif). 2. komünizme karşı biraz sempati duyan,
Düşüncelerini, duygularını başkalarına iletmeyi communisme er. Komünizm, komünistlik,
seven, açık yürekli, "üleşimcilik.
communication diş. 1. (Bir yerden bir yere) Geçme, communistes, ve ad. Komünist, "üleşimci.
geçirme; iletme, iletilme. 2. İletişim (Le rêve commuta tenr er. fiz. Değiştirgeç ,komütatör, anahtar,
ouvre à l'homme une communication avec le commutatif, ive s. mant. Yer değiştirebilir,
monde des esprits). 3. Bilimsel bildiri, "tebliğ commutation diş. 1. Yer değiştirme, bir şeyin yerine
(Faire une communication). 4. H a b e r , mesaj, başkasını koyma. 2. (Cezayı) Hafifletme. 3.
"ileti (J'ai une communication à vous faire). 5. (Televizyon) Kenetleme,
Ulaştırma, ulaşım (Ministère des comourant, e ad. Birlikte ölen(ler).
communications, voies de communication). 6. compacité diş. 1. Tıkızlık, sıkılık, yoğunluk
Bağlantı, "irtibat (Couper les communications (Compacité de l'argile). 2. Sıkışıklık (Compacité
entre deux villes). 7. Telefon konuşması (Je n'ai d'une foule).
pas eu la communication). 8. V e r m e , verilme; compact, e s. 1. Tıkız, sıkı, yoğun (Poudre
"tevdi (Communication dudossierauministère). § compacte). 2. Sıkışık (Foule compacte).
Moyens de communication de masse: Kitle iletişim compagne diş. 1. Arkadaş, dost (Compagne
araçları. d'école, de travail. Rejoindre ses compagnes). 2.
communier gçl. 1. Kudas âyininden geçirmek (Le Kadın arkadaş. 3. Karı, eş.
prêtre communia tous les enfants). 2. gsz. Kudas compagnie diş. 1. Arkadaş topluluğu, arkadaşlar
âyininde şaraplı ekmek yemek, kudas âyini (Bonsoir, salut la compagnie!). 2. Arkadaş, eşlik
geçirmek. 3. mec. Communier avec: -ile düşünce eden ( Pour compagnie, le berger n'a que son chien
ve duygu ortaklığı kurmak, et ses moutons). 3. Ortaklık, "şirket, kumpanya
communion diş. 1. Kudas âyininden geçme, Kudas (Compagnie commerciale. Compagnie des
âyininde şarapla ekmek yeme. 2. Kudas âyininde chemins de fer. Compagnie d'assurances). 4.
okunan ilâhi. 3. İnan birliği. 4. Tarikat (Les Tiyatro kumpanyası. 5. ask. Bölük. 6. Sürü (Une
diverses communions chrétiennes). 5. Topluluk, compagnie de perdreaux). § Compagnie de
"camia ( O n l'a exclu de la communion). § Etre en discipline: Cezalı askerlerin gönderildiği Afrika
communion avec: -ile uyuşmak (Etre en alayı. De compagnie: Birlikte (Voyager de
communion avec la nature). Etre en communion compagnie). En compagnie de: -ile; -ile birlikte (11
d'idées, de sentiment avec qn: -ile düşünce, duygu dine en compagnie d'un député). Fausser
birliği içinde olmak, compagnie à qn: -i yüzüstü bırakmak, bırakıp
communiqué er. Bildiri (Lire, publier un gitmek. Tenir compagnie à qn: -e eşlik etmek,
communiqué. Un communiqué officiel, arkadaşlık etmek,
gouvernemental). compagnon er. 1. Arkadaş (Compagnon de table,
communiquer gçl. 1. İletmek, ulaştırmak (Le soleil d'armes, de voyage). 2. O r t a k . 3. (Eskiden)
communique sa chaleur à la terre). 2. V e r m e k , Lonca arkadaşı. 4. İşçi, kalfa. 5. (Erkek)Eş (Une
iletmek (Voudriez-vous me communiquer ce vieille femme sans compagnon. Il faut un
dossier). 3. Açığa vurmak (Communiquer ses compagnon à cet oiseau). $ Bon compagnon: Şen
compagnonnage 289 compendieux

adam, meclis adamı, mukayese edilmek (Il se compare à de grands


compagnonnage er. 1. (Eskiden) Çıraklık, kalfalık. savants. Ses poèmes ne peuvent se comparer à ceux
2. İşçi derneği, de Hugo).
comparables. 1. Karşılaştırılabilir, ölçüştürülebilir comparoir gsz. (Eski) M a h k e m e karşısına çıkmak,
(Ce ne sont pas des choses comparables). 2. Eş, comparse ad. 1. (Tiyatroda) Konuşmayan oyuncu.
benzer, yakın (Nous sommes arrivés à des résultats 2. Bir işte adı okunmayan kimse, önemsiz kişi.
comparables). 3. Comparable à: -e benzer (Une compartiment er. 1. Çekmece gözü, göz (Coffre à
vertu comparable à celle des saints). compartiments). 2. H a n e (Compartiments d'un
comparaison diş. Karşılaştırma, ölçüştürme, damier, d'un échiquier). 3. Kompartıman, bölme
"mukayese (La comparaison des avantages et des (Les compartiments d'un wagon).
inconvénients). § En' comparaison, par compartimentage er. Bölmelere ayırma,
comparaison: Karşılaştırıldığında, kıyasla. En bölümleme.
comparaison de, par comparaison à: -e kıyasla, compartimenter gçl. 1. Bölmelere ayırmak,
-ile karşılaştırıldığında (Les légumes sont moins bölümlemek, gözlere ayırmak (Compartimenter
chers en comparaison du mois dernier. Pour lui. une armoire). 2. Bölüm bölüm sıralamak,
c'est la misère, par comparaison à sa richesse ayırmak (Compartimenter les questions).
passée). Etablir une comparaison entre: -arasında comparution diş. Mahkemeye çıkma, yargıç
bir mukayese kurmak. Faire une, des karşısına çıkma,
comparaisons avec: -ile karşılaştırmak, mukayese compas er. 1. Pergel. 2. Gemi pusulası. § Avoir le
etmek. Mettre qch en comparaison avec: Bir şeyi compas dans l'œil: Şöyle bir bakar bakmaz bir
-ile karşılaştırmak, mukayese etmek. şeyin ne olduğunu hemen kestirmek, çok iyi
Comparaison n'est pas raison: Her sakallıyı tahmin etmek,
baban sanma, compassé, es. Ölçülü, düzgün, düzenli (Un homme
comparaître gsz. Varıp görünmek, karşısına compassé. Un style compassé).
çıkmak (Comparaître en justice, devant le compassement er. 1. Düzen verme. 2. Aşırı, sıkıcı
tribunal, devant le président). düzenlilik.
comparantes, vead. Mahkeme önüne çıkan, sanık compasser gçl. 1. Pergelle ölçmek (Compasser des
(Parties comparantes. Déclaration du distances sur la carte). 2. İyice ölçüp biçmek,
comparant). düzenlemek (Compasser son attitude, sa
comparateur, trice s. Karşılaştırıcı, mukayeseci démarche).
(Esprit comparateur). compassion diş. Acıma, "merhamet. § Avoir de la
comparatif, ive s. 1, Karşılaştırmalı, "mukayeseli compassion pour qn: Birine acımak, merhamet
(Tableau comparatif, étude comparative). 2. er. duymak.
dilb. Üstünlük derecesi (Meilleur est le comparatif compatibilité diş. Uyuşma, bağdaşma, uyuşurluk,
de bon). bağdaşırlık (Compatibilité de caractère).
comparativement bel. 1. Karşılaştırma yoluyla compatible s. Uyuşan, bağdaşan (Ces deux
"kıyasla, nisbeten (Ce n'est bon que interprétations ne sont pas compatibles). § Etre
comparativement). 2. Comparativement à: -ile compatible avec: -ile bağdaşmak, uyuşmak (Un tel
karşılaştırıldığında; -e kıyasla (Il fait beau, geste n'est pas compatible avec votre sens
comparativement à la semaine dernière). d'honneur).
comparatiste ad. Karşılaştırmalı yazın yada bilim compatir gsz. 1. Uyuşmak, birbirini tutmak (Vos
profesörü. désirs ne compatissent point). 2. Compatir avec:
comparé, e s. Karşılaştırmalı, mukayeseli -ile uyuşmak, bağdaşmak (Ton caractère né peut
(Littérature comparée). compatir avec le sien). 3. Compatir à: -e acımak;
comparer gçl. 1. Karşılaştırmak, ölçüştürmek, acısına katılmak, duygusunu paylaşmak (Il
mukayese etmek (Comparer deux poètes, deux compatit à notre douleur).
romans). 2. Comparer qch à, avec: -ile compatissant, e s. Acıyan, m e r h a m e t duyan (Un
karşılaştırmak (Comparer un écrivain avec un regard compatissant, une personne
autre, à un autre). 3. Bir tutmak, benzetmek compatissante, des paroles compatissantes).
(Comparer la vie à une aventure). § Se comparer: compatriote ad. Hemşeri, memleketli, "yerdeş (Il
1. Karşılaştırılmak, mukayese edilmek (Ces deux aide toujours ses compatriotes).
théories ne sauraient se comparer). 2. Se comparer compendieusement bel. Kısaca, özet olarak,
à, avec: Kendini -e benzetmek; benzetilmek; -ile compendieux, euse s. Kısa, özetlenmiş.
compendium 290 complémentaire

compendium er. Özet, kısaltma, rekabet gücü olan (Prix compétitifs).


compensable s. 1. Telafi edilebilir, giderilebilir (Un compétition diş. Yarışma, rekabet (Compétition
tort difficilement compensable). 2. Takas sportive. Compétition entre les partis politiques).
edilebilir (Les dettes et les créances Etre, entrer en compétition avec: -ile yarışmada
compensables). olmak, rekabete girişmek,
compensateur, trice s. Denkleştiriri, ödünleyici, compétitivité diş. Rekabet gücü, yarışım gücü (La
"telâfi edici (Indemnité compensatrice). compétitivité des prix, des entreprises).
compensation diş. 1. Denkleştirme, denklik compilateur, trice ad. Birçok yapıtlardan parçalar
(Compensation entre les gains et les pertes). 2. alarak yeni bir yapıt meydana getiren kimse,
Ödünleme, giderme, °telâfi(Compensation d'un *derleştirici, "intihalci.
complexe). 3. Karşılık, giderim, tazminat compilation diş. *Derleştirme, "intihal (Son livre
(Compensation morale). 4. Takas (Compensation n'est qu'une ignoble compilation).
des dettes et des créances). § Compensation des compiler gçl. *DerIeştirmek, "intihal yapmak,
dépenses: huk. Yargı giderlerinin (Mahkeme ordan burdan toplayıp bir araya getirmek (Il ne
masraflarının) iki tarafa yüklenmesi. En fait que compiler des notes et des documents).
compensation: Buna karşılık (La région n'est pas complainte diş. 1. Yakınma, sızlanma. 2. Yanık
très fertile, en compensation, le paysage est halk türküsü, ezgi, ağıt.
magnifique. complaire gsz. Complaire à qn: -e yaranmak (Il ne
compensatoires. Ödünleyici, ödünleyen. cherche qu'à complaire à ses supérieurs). § Se
compenser gçl. 1. Ödünlemek, telâfi etmek, complaire: 1. Hoşlanmak (Il se complaît dans son
gidermek (La beauté du paysage compense le ignorance, dans ses illusions). 2. Se complaire à f.
manque de confort de l'hôtel). 2. Denkleştirmek, qch: -mekten hoşlanmak, tadalmak (Il se
dengelemek, gidermek (Compenser un malheur complaît à changer la réalité).
par un grand succès). 3. Takas etmek ( Compenser complaisamment bel. Hoş hoş, sevgiyle, hatır
sa dette avec sa créance). § Compenser les sayarak; kibarca,
dépenses: Yargı giderlerini iki tarafa yüklemek. § complaisance diş. 1. Dostluk, hatır sayarlık (Jepeux
Se compenser: Birbirine denk olmak, denk attendre cela de votre complaisance). 2. Gönül
düşmek (Leurs caractères se compensent). alma, yaltaklanma (Les complaisances d'un
compérage er. 1. Vaftiz babalığı dolayısıyla mari). 3. Hoşnutluk, gönül hoşluğu, sevgi (Ilparle
hısımlık. 2. Dalavere ortaklığı, suç ortaklığı de ses amis avec complaisance). 4. İncelik,
(Compérage d'un spectateur avec un charlatan). kibarlık (Auriez-vous la complaisance de me
compère er. 1. Bir çocuğun vaftiz anasına göre vaftiz rendre un petit service). § De complaisance: Hatır
babası, vaftiz dünürü. 2. mec. Dalavere ortağı (Le için, kibarlıktan (Rire, sourire de complaisance).
prestidigitateur a toujours des compères dans la Lettre de complaisance: Hatır senedi. Par
salle). 3. tkz. (Eski) Arkadaş, kardeş (Un bon complaisance: Dostluk için, dostluk olsun diye (Je
compère. Compère le renard). l'ai accompagné par complaisance).
compère-loriot er. hlk. Arpacık (Çıban), complaisant, e s. 1. Saygılı, kibar. 2. Hatır gönül
compétence diş. 1. Yetki (Les avocats contestent la sayan. 3. Gönül alıcı, hoşnut bırakan. § Mari
compétence du tribunal. Il peut décider à ce sujet complaisant: Mezhebi geniş koca. Etre, se
avec compétence). 2. Anıklık, "istidat. 3. tkz. montrer complaisant pour qn, envers qn: -e karşı
Yetkili kişi; sözü geçen kimse (Consulter les saygılı, kibar, hoş davranmak,
compétences). § Avoir de la compétence: Yetkisi complément er. 1. Tamamlayıcı şey, ek (Le dessert
olmak. Entrer dans les compétences de qn: -in est le complément du repas. Ajouter un
yetki alam içine girmek, yetkisi dahilinde olmak complément à un ouvrage). 2. Geri kalan şey,
( Cela n'entre pas dans ses compétences). Etre de la artan, gerisi (Vous pouvez payer la moitié
compétence de qn: -in yetkisi dahilinde olmak comptant, et le complément en douze
(Cela n'est pas de ma compétence). mensualités), i.dilb. Tümleç (Complément direct
compétent, e s. 1. Yetkili (Le tribunal s'est déclaré déterminé: Nesne. Complément direct
compétent. Un mécanicien bien compétent). 2. indéterminé: Düz tümleç. Complément indirect:
Compétent en qch: -de çok yetkili, bilgili, güçlü Dolaylı tümleç).
(Je suis compétent en chimie, pas en musique). complémentaire s. 1. Tamamlayıcı, tümleyici, ek
compétiteur, trice ad. Yarışmacı, "rakip, (Renseignement complémentaire. Clause, article
compétitif, ive s. Yanşabilen, rekabet edebilen, complémentaire). 2. Fazladan, ek (Cours
complémentarité 291 componction

complémentaire). faites pas tant de complications pour reconnaître


complémentarité diş. Tamamlayıcılık, les faits).
bütünleyicilik, tümleyicilik. complices, ve ad. 1. Suç ortağı (Il est complice d'un
complet, ète s. 1. T ü m , tam, eksiksiz (Œuvres vol. C'est son complice). 2. mec. Yardımcı, iş
complètes. Service de table complet. Un échec kolaylaştırıcı (La nuit, le silence semblaient
complet). 2. Dolu, boş yeri kalmamış (Le train, complices).
l'autobus est complet), i . Eşsiz( Un artiste complet, complicité diş. Suç ortaklığı (Il est accusé de
un homme complet). 4. er. Tümlük, t a m a m h k , complicité. Agir en complicité avec quelqu'un).
eksiksizlik. 5. er. Takım elbise (Il s'est fait faire un compiles diş. ç. (Hıristiyanlıkta) A k ş a m duasının
complet). § Au complet, au grand complet: H e p sonu.
birlikte, hiç eksiksiz, hiç kimse geride compliment er. 1. Birinin gönlünü okşamak için
kalmamacasına (La famille est allée au grand söylenen söz, okşantı, "okşam, iltifat (Il est
complet en vacances. Le parti, au complet, a sensible aux compliments). 2. Bir büyüğe
approuvé son chef). söylenen törensel söz, ululama söylevi (Débiter
complètement bel. Tamamıyla, bütünüyle, un compliment). 3. Çocukların törenlerde
büsbütün, eksiksiz (Ilestcomplètement fouj'ailu okuduğu söylev, çocuk söylevi. 4. ç. Saygı, selâm,
son roman complètement). saygılar (Faites bien mes compliments à votre
complètement er. Tümleme, tamamlama (Test de oncle). § Faire des compliments à qn: -e iltifatta
complètement). bulunmak.
compléter gçl. 1. Tümlemek, tamamlamak, complimenter gçl. 1. Gönül okşayacak sözler
eksikliğini gidermek (Compléter une collection, söylemek, gönül okşamak, iltifat etmek
une garde-robe). 2. Bitirmek, tamamlamak (Complimenter une femme). 2. Kutlamak, tebrik
(Compléter une œuvre, un stage). § Se compléter: etmek (Complimenter un élève pour son succès,
Tamamlanmak, eksiği kalmamak (Sa collection un ami sur son mariage).
s'est complétée). complimenteur, euse s. ve ad. Aşırı gönül okşayıcı,
complétif, ive s. Tümleyici, tamamlayıcı, çok övücü, okşantıcı, "mültefit (Un discours
complexes. 1. Karmaşık (Un problème complexe). complimenteur. C'est un grand complimenteur).
2. er. Bütünlük, kompleks, bir sanayii oluşturan compliqué, e s. Karmaşık; anlaşılması, içinden
parçaların bütünü ( Un complexe sidérurgique). 3. çıkılması güç (Un problème compliqué, un
er. ruhb. Kişinin tutum, davranış ve duygusal mécanisme compliqué).
yaşamına yön veren bilinçdışı eğilimlerin t ü m ü , compliquer gçl. Karmaşık haie sokmak,
kompleks (Complexe d'Œdipe: Kız çocuğun karmaştırmak; anlaşılmaz, içinden çıkılmaz
babaya, erkek çocuğun da anaya duyduğu aşın d ı u u m a getirmek (Compliquer une affaire, une
sevgi. Complexe d'infériorité: Aşağılık duygusu. question).
Complexe de supériorité: Büyüklük duygusu). § complot er. D ü z e n , tuzak, komplo, 'gizdüzen. §
Avoir des complexes: Kompleksli olmak, Faire, f o r m e r , t r a m e r , ourdir un complot: Bir
birtakım kompleksleri olmak, komplo kurmak, düzenlemek,
complexé, t s. tkz. Kompleksli (Il est trop complexé comploter gçl. 1. Hazırlamak, kurmak,
pour agir librement). düzenlemek (Comploter une révolution). 2. hlk.
complexion diş. 1. Yapılış, vücut yapısı (Il a une Gizlice hazırlamak, yapmak (Qu'est-ce que tu
complexion robuste, faible, rigoureuse). 2. (Eski) complotes dans ton coin?). 3. Comploter de f. qch:
Ten, beniz (Elle est d'une complexion blanche). 3. -meyi düşünmek, tasarlamak (Comploter de tuer
Mizaç, huy (Une complexion triste, joyeuse). un ministre, de renverser le gouvernement. Nous
complexité diş. Karmaşıklık, anlaşılmazlık (Ce avons comploté de vous offrir ce voyage). 4. gsz.
problème est d'une immense complexité). Komplo k u r m a k , suikast yapmak (Il a passé la
complication diş. 1. Karmaşıklık, anlaşılmazlık (La grande partie de sa vie à comploter). S. Comploter
complicationd'unmécanisme, d'une machine). 2. contre q n : -e karşı komplo kurmak,
Karmakarışık olma, karmaşma (Complication de comploteur er. Komplocu, suikastçı; *gizdüzenci
la situation). 3. Karışık iş, sıkıntı, belâ (Il fuit (Le chef des comploteurs a été arrêté).
toujours les complications). 4. hek. Bir sayrılık componction diş. 1. İç ezikliği, acı, pişmanlık (Il
sırasında ortaya çıkan yeni bir sayrılık, "ihtilât éprouvait une vive componction de ses fautes). 2.
(Une pneumonie est parfois la complication d'une alay. Ağırbaşlılık, "ciddiyet (Il donnait avec
grippe). 5. ç. Engel, güçlük, işleri karıştırma (Ne componction de sages conseils).
comportement 292 comprendre

comportement er. Davranış, tutum (Son d'une sauce). 2. Bileştirme, yapma, yapılış,
comportement avec ses amis est un peu étrange). "terkip (La composition d'un remède, d'un plat).
comporter gçl. 1. Kapsamak, içermek (Toute règle 3. (Basımcılıkta) Dizgi. 4. Yapı, oluşum biçimi,
comporte des exceptions). 2. Sahip olmak, "ihtiva "terkip (La composition du parlement). 5.
etmek (La maison comporte deux pièces et une Kompozisyon, yazma ödevi (Il est très fort en
cuisine). 3. Kaldırmak, dayanmak, tahammül composition française). 6. Kaleme alma, yazma
etmek (Le sujet ne comportait pas tant (La composition d'un livre, d'un poème). 7.
d'ornements). § Se comporter: 1 . D a v r a n m a k , Kuruluş (La composition d'un tableau). 8. müz.
hareket etmek (lise comporte bien avec ses amis). Beste (Une courte composition pour piano). 9.
2. Gitmek, işlemek, çalışmak (Cette voiture se Uyuşma, uzlaşma. 10. dilb. Bileştirme. § Amener
comporte bien sur la route). qn à composition: Birini yola getirmek. Entrer en
composant, e s. ve ad. 1. Bileştiren, oluşturan (Les composition avec: -ile uyuşmak, uzlaşmaya
éléments composants). 2. er. Bir bileşimde yer girmek. Etre de bonne composition: Yola gelmek ;
alan madde, bileşim maddesi (Les composants de savlarından, isteklerinden biraz vazgeçmek,
l'eau sont l'oxygène et l'hydrogène) 3. diş. fiz. composter. Çürümüş şeyler gübresi,
dilb. Bileşen, compostage er. Zımbayla delme, zımbalama,
composé, e s. 1. Birçok parçalardan oluşmuş composter gçl. 1. Çürümüş şeylerden oluşmuş
(Feuille composée). 2. Bileşik (Intérêts composés. gübreyle gübrelemek (Composter une terre, un
Mot composé, temps composé). 3. er. Bileşik (Les champ). 2. Zımbayla delmek, zımbalamak
composés et les dérivés). 4. er. Bütün (Lepeuple (Composter les billets).
turc est un composé). 5. diş. ç. bitb. Bileşikgiller, composteur er. Zımba.
composer gçl. 1. Bileştirmek, çeşitli maddeleri compote diş. 1. Bir tür yahni. 2. Komposto, hoşaf
kanştırarak yapmak (Composer un remède, un (Compote de pommes, de prunes). § En compote:
breuvage). 2. Yazmak, meydana getirmek Yara bere içinde (Il avait la tête en compote).
( Composer un livre, des vers, un poème). 3. müz. Mettre qn en compote: -in hışırını çıkarmak,
Beste yapmak, bestelemek (Composer une compotier er. Komposto tabağı, meyve tabağı,
sonate. C'est un grand musicien, mais il ne compréhensibilité diş. Anlaşılırlık.
compose pas). 4. (Basımcılıkta) Dizmek (Il a compréhensibles. 1. Anlaşılır, anlaşılabilir ( Paroles
composé trois lignes). 5. Oluşturmak, "teşkil compréhensibles). 2. Usa yatkın, normal (Une
etmek, meydana getirmek (Composer une attitude compréhensible. C'est très
équipe. La viande compose l'essentiel de la compréhensible).
nourriture). 6. Düzeltmek, çekidüzen vermek, compréhensif, ive s. 1. Kavrayıcı. 2. Anlayışlı,
düzenlemek (Composer son visage, son attitude, başkasına karşı anlayış gösteren (Un homme
ses paroles). 7. gsz. Kompozisyon yazmak (Les compréhensif).
élèves sont en train de composer). 8. Composer compréhension diş. fels. 1. Kapsama, i ç e r m e , '
avec: -ile uyuşmak, anlaşmak (Composer avec kavrama, *içlem, kapsam, içerik (La
l'ennemi, avec ses créanciers). 9. Etre composé de: compréhension de ce terme est très étendu). 2.
-den oluşmuş, meydana gelmiş olmak (Son livre Anlama, anlaşılma (La ponctuation est inutile à la
est composé de trois parties). § Se composer: 1. compréhension du texte). 3. Anlayış (Il n'a pas de
Birleşmek, karışıp oluşmak (Les choses de la vie se compréhension à l'égard des autres). 4. Anlama
composent et se décomposent sans cesse). 2. Se gücü, kavrayış (La compréhension de cet enfant
composer de: -den oluşmak, meydana gelmek (La est très rapide).
ferme se compose de trois bâtiments et de vingt comprendre gçl. 1. -de olmak, içine almak,
champs). kavramak, kapsamak (Cette ville comprend dix
composite s.. 1. (Mimarlıkta) Değişik üslupları bir quartiers). 2. Anlamak, kavramak (Comprendre
arada taşıyan, karma (Ordre composite: Karma un problème, une théorie). 3. Düşünmek,
düzen. Chapiteau composite). 2. Çok değişik tasarlamak, görmek (Comment comprenez-vous
öğelerden oluşmuş, çok karışık (Une foule le rôle d'un critique?). 4. Comprendre qn: -in
composite. Des mobiliers composites). durumunu, halini anlamak (Je ne lui donne pas
compositeur, trice ad. 1. müz. "Kompozitör, raison, mais je le comprends).S. Comprendre qch
"besteci, "bardar. 2. (Basımcılıkta) Dizgici, dans qch: Bir şeyi -e dahil etmek, içine katmak
"mürettip. (Ona compris dans le total les diverses taxes). 6.
composition diş. 1. Bileşim (Composition de l'eau, Comprendre qch à qch: -den... anlamak (Tu n'y
comprenette 293 comptant

comprends rien. Je ne comprends pas grand chose son autorité). 2. Saygınlığını kırmak, itibarını
à ce que tu dis). 7. Etre compris dans qch: -e dahil düşürmek, lekelemek (Il ne sort pas avec elle de
olmak, -in içinde bulunmak (Dans ce tableau de la crainte de la compromettre). 3. gsz. Uzlaşmak, bir
population, les étrangers ne sont pas compris). Y uzlaşmaya varmak. 4. gsz. Yargıcıya, hakeme baş
compris: Dahil (Il a tout brûle, y compris ses vurmayı kabul etmek (Compromettre sur un
livres). Non compris: Hariç (Service non droit). § Se compromettre: Kendini, şerefini
compris). § Comprendre à demi-mot-: Leb tehlikeye sokmak,
demeden leblebiyi anlamak. Ne rien comprendre, compromis er. 1. Uzlaşma, anlaşma (Faire un
ne comprendre rien à rien: Hiç mi hiç anlamamak, compromis, signer un compromis. Parvenir à un
anladıysa arap olmak. § Se comprendre: Birbirini compromis). 2. Yargıcıya başvurma sözleşmesi.
anlamak, anlaşmak (Ils ne se comprennent 3. Orta yol, ikisi arası bir şey (Son attitude est un
jamais). compromis entre l'indifférence et le mépris).
comprenette diş. Anlayış, anlama gücü, kavrama compromission diş. Gizli anlaşma, el altından
yetisi (Ils ont la comprenette un peu dure). uzlaşma (Sa compromission avec les rebelles l'a
compresse diş. Kompres, sargı bezi (Compresse amené à s'enfuir).
stérilisée, compresse de gaze). compromissoire s. huk. Tahkimnameye değgin,
compresseur er. Kompresör, sıkma aleti, sıkmaç, hakeme başvurma anlaşmasına değgin (Clause
compressibilité diş. 1. Sıkıştırılabilirlik (La compromissoire: Tahkimşartı, hakeme başvurma
compressibilité des liquides). 2. Kısılabilirlik, koşulu).
azatılabilirlik, kısma (Compressibilité des comptabilisation diş. D e f t e r e geçirme, hesaba
dépenses, des frais). işleme, muhasebeleştirme.
compressible s. 1. Sıkıştırılabilir (L'air est comptabiliser gçl. D e f t e r e geçirmek, hesaba
compressible). 2. Azaltılabilir, kısılabilir (Des işlemek, muhasebeleştirmek.
dépenses compressibles). comptabilité diş. 1. D e f t e r tutma usulü,
compressif, ive s. Sıkıştırıcı, bastırıcı (Bandage 'sayışmanlık, "muhasebe (Comptabilité bien
compressif). tenue, mal tenue. Comptabilité d'une entreprise).
compression diş. 1. Sıkıştırma (Corps meurtri par 2. Saymanlık (Chef de la comptabilité). 3.
compression). 2. Basınç (Compression del'air). 3. Saymanlık dairesi (L'accès de la comptabilité est
mec. Baskı (Les compressions d'alentour). 4. interdit). § Comptabilité en partie simple: "Basit
Kısma, azaltma (Compression des dépenses, du muhasebe usulü, ' t e k yönlü sayışmanlık.
personnel). Comptabilité en partie double: ' Ç i f t yönlü
comprimé, e s. 1. Sıkıştırılmış, basmçla oylumu sayışmanlık, "muzaaf muhasebe usulü.
küçültülmüş (Air comprimé). 2. İki yanı basık Comptabilité publique: Devlet muhasebesi.
(Un front comprimé). 3. mec. Bastırılmış, içe Livres de comptabilité: Sayışmanlık defterleri.
atılmış, açığa vurulmamış (Sentiments Tenir, gérer une comptabilité: D e f t e r i m ,
comprimés, un désir comprimé). 4. er. 'Sıkıt, hap, "muhasebesini tutmak, yönetmek,
"komprime (Il a pris un comprimé d'aspirine. comptable s. 1. Sayman (Agent comptable). 2.
Engrais en comprimés pour les plantes Hesapla, sayışmanlıkla ilgili; sayışmanlığa değgin
d'appartement). (Règles comptables, machine comptable, rapport
comprimer gçl. 1. Sıkmak, bastırmak (Comprimer comptable). 3. mec. Sorumlu (On est comptable
une artère pour éviter l'hémorragie). 2. envers sa patrie). 4. ad. Sayman, "muhasebeci (Ce
Sıkıştırmak (Comprimer un objet entre deux comptable tient bien les livres). § Etre comptable
choses. Comprimer de la paille en ballots). 3. de qch: -den sorumlu olmak (Tu es comptable de
Kısıtlamak, kısmak, azaltmak (Comprimer les tes actions). N'être comptable à personne de ses
dépenses). 4. T u t m a k , önlemek (Comprimer ses actions: Davranışlarından kimseye hesap vermek
larmes, sa colère, ses sentiments). zorunluğunda olmamak. Rendre qn comptable
compris, e 5. 1. (Bir şeyin) İçinde bulunan. 2. de qch: Birini -den sorumlu t u t m a k ( O n ne doit
Anlaşılmış (C'est compris). pas rendre les gens comptables des choses qui
compromettant, e s. Tehlikeli, başa iş açıcı les dépassent).
(Relations compromettantes, opinions comptage er. Sayma, sayımını yapma (Le comptage
compromettantes). des articles stockés). § Comptage à rebours:
compromettre gçl. 1. Tehlikeye atmak, tehlikeye Geriye doğru sayma,
düşürmek (Il compromet sa santé, sa réputation, comptants. 1. Peşin (Argentcomptant). 2. er. Peşin
compte 294 compter

para. 3. bel. Peşin olarak, peşin para sayarak compte de sa distraction). N'avoir de comptes à
(Payer, régler comptant. Acheter, vendre rendre à personne: Kimseye verecek hesabı
comptant). § Au comptant: Peşin parayla, peşin olmamak, kimseye karşı sorumlu olmamak.
olarak (Acheter, vendre au comptant). Prendre Prendre qch à son compte: -in masrafını kendi
pour argent comptant: Cepte keklik saymak ; oldu üzerine almak (J'ai pris à mon compte tous les frais
gözüyle b a k m a k ; güvenmek, bel bağlamak (Je de réparation). Régler son compte à qn: -in
prends ses paroles pour argent comptant). hesabını görüvermek, defterini dürmek, işini
compte er. 1. Hesap (Le compte des dépenses. Un bitirmek, öldürmek. Rendre compte de qch à qn:
compte rond. Bordereau des comptes). 2. mec. Birine bir şey konusunda açıklamalarda
Çıkar, kâr (Tu y trouves ton compte). 3. Toplam, bulunmak, izahat vermek. Rendre compte de qch:
sonuç (J'ai recommencé cinq fois, et n'arrive -den sorumlu olmak; -in hesabını vermek.
jamais au même compte). 4. Sayma, sayım (Elle S'établir, s'installer, travailler à son compte:
fait le compte des personnes à inviter). 5. Pay, hisse İşlerinin başına geçmek, işlerini kendi yürütmek,
(Il n'a pas encore touché son compte). § Compte kendi hesabına çalışmak. Se rendre compte de
courant: Cari hesap. Compte rendu: Özet, rapor, qch: -in farkına varmak, kavramak, anlamak.
' y a z a n a k . La Cour des comptes: Sayıştay. A bon S'en tirer à bon compte: Ucuz atlatmak, paçayı
compte: Ucuza ( On se divertit ici à bon compte). A ucuz kurtarmak. Tenir compte de: -i hesaba
ce compte; A ce compte-là: Bu hesapla, böyle katmak, göz önünde bulundurmak. Trouver son
düşünüldüğünde. A compte de: -in hesabına, compte à qch: Çıkarını -de bulmak; -i kendisi için
masrafları -den olmak üzere (Publier un livre à yararlı bulmak, hesabına uygun görmek. Son
compte d'auteur). Au compte de, pour le compte compte est bon: Onun artık defteri dürülmüştür,
de, sur le compte de: Konusunda, hakkında (Iln'y hakettiğini bulacaktır, hesabı görülecektir!
a rien à dire pour son compte). Au bout du compte, compte-gouttes er. Damlalık. § Au compte-gouttes:
en fin de compte, tout compte fiait: "Hasılı, mec. Azar azar, damladamla, sakınarak, cimrice,
sonunda, yine de (Il a hésité beaucoup, au bout du compter gçl. 1. Saymak, hesap etmek (Compter les
compte, il a décidé de partir. Au début, je refusais, élèves de la classe, les maisons d'un quartier). 2.
en fin de compte, j'ai accepté. Il est orgueilleux, İnceden inceye hesap etmek (Il compte l'argent
tout compte fait, il n'est pas mauvais homme). De qu'il dépense). 3. Hesaba katmak, işin içine dahil
compte à demi: Y a n y a n y a paylaşarak. Arrêter, etmek, saymak (N'oubliez pas de me compter). 4.
clore un compte: Bir hesabı kapatmak. Avoir un Yapmış olmak ; -si olmak (Il compte déjà cinq ans
compte en banque: Bankada hesabı olmak. Avoir de services). 5. Sürüp gelmek, -den beri var olmak
son compte: 1. Ağzının payını almak. 2. Hesabı (Cette civilisation compte trois mille ans). 6.
görülmek, öldürülmek. 3. Sarhoş olmak, içip Ödemek, vermek (Ala caisse on lui a compté trois
iyice yükünü almak. Demander compte à qn de mille livres). 7. Compter qch à qn: Birine
qch: Birinden bir şey konusunda açıklama -konusunda açıklamalarda bulunmak, izahat
istemek, izahat almak. Donner son compte à qn: vermek. 8. (Yaş için) Basmak. 9. Sahipolmak, -si
Birine yol vermek, hesabım görüp işine son var olmak (Il compte plusieurs amis parmi les
vermek (Donner son compte à un employé, à un artistes). 10. Compter qn, qch parmi, au nombre
ouvrier). Entrer en ligne de compte: İşin içine de: -den saymak, arasına koymak (Je te compte
girmek, hesaba katılmak, göz önünde parmi mes adversaires. Il nous compte au nombre
bulundurulmak (Vos idées personelles n'entrent de ses amis). 11. Compter f. qch: -meyi düşünmek,
pas en ligne de compte). Etre loin de (du) compte: tasarlamak, ummak (Je compte partir ce soir). 12.
Çok yanılmak, hesabı çok yanlış olmak. Etre en gsz. Saymak (Mon fils sait compter jusqu'à vingt).
compte avec qn: -ile aralannda hesabı olmak, 13. gsz. Önemli olmak, önem taşımak (Ce qui
birisiyle alacağı vereceği bulunmak. Faire ouvrir compte, c'est de gagner. La culture ne compte
un compte en banque: Bankada hesap açtırmak. point à ses yeux). 14. gsz. Çok hesaplı para
Liquider, régler un compte: Bir hesabı tasfiye harcamak (Avec un petit budget, il faut toujours
etmek, ödeyip kapatmak. Faire le compte de qn: compter). 15. Compter avec: -i göz önünde
-in hesabına gelmek, yararına olmak (Cette erreur bulundurmak, dikkatli olmak, hesaba katmak (II
va faire le compte de ses adversaires). Laisser qn, a de l'influence, il faut compter avec lui. Compter
qch pour compte: İhmal etmek, bir yana avec l'opinion publique). 16. Compter sur: -e
bırakmak. Mettre qch sur le compte de: Bir şeyi -e güvenmek, bel bağlamak (Personne ne compte
atfetmek; -e vermek (On met cette faute sur le sur lui. Tu comptes beaucoup sur la chance). 17.
compteur 295 concentrique

Compter pour: -etmek, yerine geçmek, sayılmak, conard. Quelle connarde!)


değerinde olmak ( Un fruit comme celui-là compte conasse, connasse diş. tkz. Aptal kız, aptal kadın,
pour deux. Tous ces efforts ne comptent pour concassage er. Kırma, ufalama (Concassage de la
rien). A compter de: -den itibaren, -den pierre).
başlayarak (A compter d'aujourd'hui). A pas concasser gçl. Kırmak, ufalamak (Concasser de la
comptés: Ağır adımlarla, yavaş yavaş, salına pierre, du sucre).
salına. Sans compter: Bol bol, hiç düşünmeden concasseur er. Kırma makinesi; taşkıran.
(Donner, dépenser sans compter). Sans compter: concaves. İçbükey, obruk (Miroirconcave).
-hariç, saymadan (Cela pèse dix kilos, sans concavité diş. İçbükeylik, obrukluk.
compter l'emballage). Compter ses pas: Ağır ağır concéder gç/. 1. V e r m e k , "bahşetmek (Concéder un
yürümek. Compter les jours, les heures: privilège, un droit). 2. Kendi isteğiyle bırakmak,
(Sabırsızlık yada sıkıntıdan) Günleri, dakikaları vazgeçmek. 3. Concéder qch à qn: Bir şeyi -e
saymak; günler, saatler bir türlü geçmek vermek, bırakmak (On lui a concédé
bilmemek. Ne compter plus qch: -in artık haddi l'exploitation du terrain). 4. Kabul etmek (Je
hesabı olmamak (On ne compte plus tes gaffes). concède qu'il a raison). 5. (Sporda gol vb. ) Y e m e k
Ses jours sont comptés: Günleri sayılı, bir ayağı (Concéder deux buts: İki gol yemek).
çukurda, bugün yarın nerdeyse ölecek, concentration diş. I . Bir noktada, bir özekte
compteur er. 1. Sayan, sayıcı. 2. Sayaç (Compteur à toplanma, özeklenme (La concentration des
gaz, compteur d'électricité). rayons au foyer d'une lentille. La concentration de
comptine diş. Çocuk oyun şarkısı, oyun la population dans les grandes villes). 2.
tekerlemesi. Deriştirme, bir yönetim altında toplama (La
comptoir er. 1. Tezgâh (S'installer devant le concentration des entreprises). 3. ask. Yığınak
comptoir, au comptoir). 2. mec. D ü k k â n , yapma, bir yere toplama (La concentration des
mağaza. 3. Yabancı tecim acentesi, troupes). 4. Koyulaşma, koyulaştırma;
compulsation diş. inceleme, araştırma, karıştırma, yoğunlaşma, yoğunlaştırma (Degré de
başvurma (La compulsation d'un registre). concentration d'un ' liquide). 5. Dikkatini,
compulser gçl. 1. Resmi bir bildiri almak. 2. düşüncesini hep bir nokta üzerinde toplama,
İncelemek, karıştırmak, aramak, başvurmak yoğunlaşma (Ce travail exige une grande
(Compulser un livre, un texte, des notes). concentration). § Camp de concentration:
compulsif, ive s. 1. Zorlayıcı. 2. ruhb. Konpülsif, Toplama kampı, "temerküz kampı,
yapılmadan durulamayan, 'zorlayıcı (Conduite concentrationnaire s. Toplama kamplarına değgin
compulsive). (La vie concentrationnaire.)
compulsions^. 1 . Z o r l a m a . 2 . r u h b . Konpülsiyon, concentré, es. 1. Yoğunlaştırılmış, koyulaştırılmış
kendini tutamazhk, bir hareketi yapmadan (Lait concentré). 2. mec. İçe dönük, düşünce ve
edemezlik, *zorlanım. duygularını pek dışa vurmayan. 3. er. "Özüt,
comput er. Takvim düzenleme; takvimlerde "ekstre, "hülâsa (Du concentré de tomate).
değişen bayramların tarihlerini saptama, concentrer l . B i r noktada, birözekte toplamak.
computation diş. Tarih saptama, bir olayın hangi 2. Yığınak yapmak (Concentrer des troupes). 3.
tarihe rastlayacağını saptama, Koyulaştırmak, yoğunlaştırmak (Concentrer une
comtal, e s. Konta değgin, kontluğa değgin, solution). 4. Toplamak; bir elde, bir yönetim
comte er. Kont. altında toplamak (Il concentre tous les pouvoirs
comté er. Kontluk. dans sa personne). S. mec. içine atmak,
comté, conté er. Gravyere yakın bir tür fransız gemlemek, tutmak (Concentrer ses sentiments, sa
peyniri. colère). 6. Concentrer qch sur: -in üzerinde
comtesse diş. Kont karısı, kontes, toplamak (Concentrer tous ses efforts sur un
con, connes. vead. argo. 1. Aptal, enayi (Leroides travail, son attention sur un point). § Se
cons. Quel con! Elle est vraiment con). 2. s. concentrer: 1. Toplanmak (La foule se
Aptalca, saçma, beş para etmez (Une histoire concentre). 2, Özeklenmek, kendini tüm
conne). 3. er. Kadının edep yeri, amcık. § Ala con: varlığıyla vermek. 3. Se concentrer sur: Bütün
Saçma, yersiz, aptalca (Une guerre faite à la con). dikkatini -in üzerine toplamak (Se concentrer sur
Faire le con: Aptallık etmek, sersemce un problème).
davranmak. concentrique s. 1. Özekleri bir olan, ' ö z e k d e ş
con(n)ard,es. vead. tkz. A p t a l , e n a y i (llestunpeu (Cercles, sphères concentriques). 2. Bir özekten
concept 296 conciliateur

yönetilen (Un mouvement concentrique). privilège. Concession d'eau, d'électricité). 2.


concept er. Kavram. (Hükümetçe birine) Verilmiş arazi. 3. Ö d ü n ,
concepteur,trice ad. Reklam danışmam; reklam "taviz. 4. Ayrıcalık, "imtiyaz (Concession de
için özgün buluşlar yapan (kişi), mines). § Faire une concession à qn: Birine ödün
conceptible s. Anlaşılabilir, kavranabilir, vermek. Se faire des concessions mutuelles:
conceptif, ive s. Anlayabilir, kavrayabilir, Birbirine karşılıklı ödün vermek,
conception diş. 1. G e b e kalma (Eviter la conception. concessionnaire ad. 1. Bir imtiyaz alan, imtiyaz
La conception d'un enfant: Bir çocuğa gebe sahibi. 2. "Mümessil, temsilci (Concessionnaire
kalma). 2. Anlayış, düşünce, görüş (Nos d'une marque d'automobile).
conceptions politiques sont différentes). 3. concetti er. ç. Parlak ama yalın düşünceler, yaldızlı
Kavrama yetisi, anlama gücü, kavrayış (Avoir la düşünceler,
conception facile, lente, vive). 4. Z e k â eseri, concevable s. Anlaşılabilir, kavranabilir,
buluş. 5. Kuram, öğreti. 6. Kavram. § Conception concevoir gçl. 1. -e gebe kalmak (Concevoir un
de monde: Dünya görüşü. Conception immaculée, enfant). 2. A n l a m a k , kavramak (Je ne conçois pas
immaculée conception: 1. Meryem A n a ' n ı n cinsel ce que tu dis). 3. Tasarlamak (Concevoir un projet,
ilişkide bulunmadan gebe kalması; bu olayın un plan). 4. Sanmak, tahmin etmek (Je conçois
yortusu. 2. Meryem A n a . Se faire une conception qu'il ne serait pas venu). 5. Duymak ( Concevoir de
de qch: Bir şey hakkında bir kanıya varmak, la sympathie pour un parent). 6. Düzenlemek,
conceptualisation diş. Kavramlaştırma; çatısını kurmak (Cet ouvrage est bien conçu). 7.
kavramlaştırılma. gsz. G e b e kalmak, çocuk doğurmak ( Cette femme
conceptualiser gçl. Kavramlaştırmak ne peut plus concevoir).
(Conceptualiser une théorie). conchoïdal, e s. 1. Kavkı biçiminde. 2. Kavkılara
conceptualisme er. fels. Kavramcılık. Tümelleri değgin.
usun ürünü sayan öğreti, conchyliculture diş. Midye, istiridye gibi kavkılılar
conceptualisme er. fels. Kavramcılık, yetiştirme; midye-istiridye yetiştiriciliği,
conceptuel, le s. Kavramsal, kavramla ilgili (Des conchylien, ne s. yerb. Kavkılı, içinde kavkılar
catégories conceptuelles). bulunan (Terrain, calcaire conchylien).
concernant ilg. -e değgin; -ile ilgili (Décision conchyliologie diş. Böcek kabuklarını, kavkıları
concernant les produits du sol. Loi concernant la inceleyen bilim, 'kavkıbilim.
presse). concierge ad. 1. Kapıcı (La loge du concierge). 2.
concerner gçl. İlgilendirmek, d o k u n m a k , değgin tkz. Geveze, çenesi düşük (C'est une vraie
olmak, ilgili olmak (Ces mesures ne concernent concierge).
que les étudiants. C'est une affaire qui te concerne). conciergerie diş. 1. Kapıcılık. 2. Kapıcı odası. 3.
§ En ce qui concerne...: -konusunda; -e gelince Fransız Devrimi'nde Paris Adalet Sarayı'nda
(En ce qui concerne la propreté, c'est un très bon tutukevi.
restaurant). concile er. 1. Din bilginleri toplantısı, konsil
concerter. 1 .müz. Konser (Donner un concert, aller (Concile de Nicée: İznik'le toplanan ilk hıristiyan
auconcert. Salle de concert). 2. Uyuşma, anlaşma konsili). 2. Din bilginleri toplantısında alınan
(Le concert des grandes puissances). 3. Birlik, karar. 3. (Genel anlamda) Kurul,
beraberlik, ağız birliği (Concert de louanges, conciliable s. 1. Bağdaşır, uyuşabilir, uzlaşabilir
d'approbations). § De concert: Birlikte, el (Ces idées sont conciliables). 2. Conciliable avec:
birliğiyle (Travailler de concert). -ile bağdaşabilir, uyuşabilir,
concertant, e s. Konserde çalan yada okuyan, conciliabule er. 1. (Eski) Kötü niyetli kişilerin
concertation diş. G ö r ü ş ü p konuşma, istişare yaptığı gizli toplantı (Tenir un conciliabule). 2.
(Concertation politique entre deux Etats). Fısıltı halinde konuşma,
concerter gçl. 1. Başbaşa verip düşünmek, conciliaire s. 1. D i n bilginleri toplantısına değgin
tasarlamak (Concerter un plan, un projet). 2. (Décisions conciliaires). 2. Din bilginleri
Konserde çalmak yada o k u m a k . § Se concerter: toplantısına kablan (Lespères conciliaires).
Birbirine akıl danışmak; birbirinin düşüncesini conciliant, e s. 1. Uzlaşıcı, uysal (Je suis d'un
sormak. caractère conciliant). 2. Uzlaştırıcı, ara bulucu,
concertiste ad. Konserde çalıcı yada okuyucu. yatıştırıcı (Desparoles conciliantes).
concerto er. müz. Konçerto. conciliateur, trices. vead. Arabulucu, uzlaştırıcı (Il
concession diş. 1. Verme (Concession d'un va jouer le rôle de conciliateur).
conciliation 297 concours

conciliation diş. X. Uzlaşma. 2. Uzlaştırma, ara concomitance diş. Birliktelik, birlikte varlık,
bulma (Comité de conciliation. Nous avons fait *eşanlılık.
une démarche de conciliation entre les concomitant,e s. *Eşanlı, aynı anda olan, birlikte
adversaires). olan (Symptômes concomitants d'une maladie).
conciliatoire s. Uzlaştırıcı, arabulucu (Procédure concordance diş. Uygunluk, uygun düşme, uyarlık
conciliatoire). (Concordance des témoignages, de deux dates, des
concilier gçl. 1. Uyuşturmak, uzlaştırmak, situations). § Entrer en concordance avec: -ile
bağdaştırmak (Il est impossible de concilier tant de uyuşmak; -e uygun düşmek, uymak (Ses actes ne
désirs). 2. Concilier qch avec: -ile bağdaştırmak, sont pas en concordance avec ses paroles). Mettre
uzlaştırmak (Concilier ses dépenses avec son qch en concordance avec: -ile uyuşturmak; -e
budget). 3. Concilier qch à qn: Birine -i uygun düşürmek, uydurmak,
kazandırmak, sağlamak (Son programme concordant, e s . Uygun, uygun düşen, uyarlı,
électoral lui a concilié le soutien des ouvriers). §Se concordat er. Konkordato,
concilier qn: 1. Birini kazanmak, dostluğunu elde concordataire s. K o n k o r d a t o yapmış; alacaklılarla
etmek. 2. Se concilier qch: K a z a n m a k , e l d e e t m e k uyuşmuş (Failli concordataire).
(Ils'est concilié notre amitié). concorde diş. 1. İyi geçinme, dirlik düzenlik (Nous
concis, e s. Kısa, özlü, "veciz (Pensée concise, style vivons dans la concorde). 2. Duygu birliği,
concis). anlaşma, uyuşma (Un climat de concorde règne
concision diş. Anlatışta kısalık, özlülük, "icaz (La dans leur famille).
concision du style). concorder gsz. X. Birbirine uymak, birbirini tutmak
concitoyen, ne ad. Hemşeri, memleketli, (Les renseignements ne concordent pas). 2.
conclave er. Papayı seçen kardinaller meclisi; bu Uyuşmak, birbirine uymak (Nos caractères
meclisin toplandığı yer. concordent bien). 3. Aynı amaca yönelmek, aynı
concluant, es. İnandırıcı, kesin bir kanıya vardırıcı amacı gütmek (Tous nos efforts concordent). 4.
(Argument concluant). Concorder avec: -ile uyuşmak; -e uygun olmak
conclure gçl. 1. Bitirmek, tamamlamak (Conclure (Tes actes doivent concorder avec tes idées). 5.
une affaire). 2. İmzalamak, yapmak, "akdetmek Concorder sur: -üzerinde anlaşmak, "mutabık
(Conclure un pacte, un accord, la paix). 3. gsz. kalmak (Tout le monde concorde sur ce point).
Sonuca bağlamak (Ce romancier ne sait pas concourant, e s . 1. Aynı ereğe yönelen, erekteş. 2.
conclure). 4. Conclure par: -ile bitirmek (Il a A y m yöne doğru giden, yöndeş (Droites
conclu son discours par un appel à la fra ternité). concourantes).
S. Conclure qch de qch: -den... sonucunu concourir gsz. 1. Aynı yöne doğru gitmek (Deux
çıkarmak ( De cette tentative, je conclus pas mal de lignes qui concourent vers le même point). 2.
choses. J'en conclus qu'il est malade). 6. Conclure Yarışmak, yarışmaya katılmak, "rekabet etmek
à qch: -kamsına varmak (Les enquêteurs ont (Tous concouraient pour obtenir le prix). 3.
conclu à l'assassinat). 7. Conclure à qch, à f. qch: Concourir à qch: -e yardım etmek, katkıda
-e karar vermek; -meye karar vermek (Les juges bulunmak yardımcı olmak (Tu as concouru
conclurent à l'acquittement. Ils conclurent à faire beaucoup à son succès). 4. Concourir à f. qch:
baptiser l'ingénu). -mekte elbirliği e t m e k , yardımcı olmak (Toute la
conclusion diş. 1. İmzalama, yapma, "akdetme famille concourait à faire de lui un artiste).
(Conclusion d'un traité, d'un mariage). 2. Son concours er. 1. Bir araya gelme, toplanma (Grand
(Les événements approchent de la conclusion). 3. concours de badauds, de curieux, de chômeurs). 2.
Alınacak ders, "kıssadan hisse (Conclusion d'une Rastlaşma, çakışma (Un heureux concours de
fable). 4. Sonuç (Tirer une conclusion). 5. V a n l a n circonstances). 3. Yardım, katkı, destek (Le
sonuç, yargı (Ta conclusion est fausse). 6. ç. concours du gouvernement est nécessaire pour
(Dâvada) Tarafların savları (Conclusions écrites, résoudre le problème). 4. Yarışma, yarış,
conclusions verbales). 7. bel. Kısacası, uzun sözün "müsabaka (Concours de beauté, concours
kısası (Conclusion, nous avons perdu la cause). § hippiques). 5. Yarışma sınavı, sınav (Concours
En conclusion: Sonuç şu ki, kısacası, uzun sözün d'entrée. Ouvrir un concours). 6. huk.
kısası, öyleyse, şu halde (Nos initiatives n'ont pas Birleştirme, "içtima (Concours d'infractions,
donné de résultats, en conclusion, nous n'avons concours de droits). § Hors-concours: Eşsiz, eşi
plus rien à faire). benzeri bulunmayan (Un fromage hors-concours.
concombre er. Hıyar, salatalık. Un chasseur hors-concours). Mettre qn hors-
concret 298 condenseur

concours: Birini yarışma dışı bırakmak, condamnation diş. 1. H ü k ü m giydirme, mahkûm


yarışmadan çıkarmak, etme (Condamnationd'unaccusépar les juges). 2.
concret, êtes. 1. Koyu, yoğun (Boueconcrète, huile H ü k ü m giyme, mahkûmiyet, ceza (Subir une
concrète). 2. Somut, elle tutulur gözle görülür ( Un condamnation. Condamnation à mort). 3. mec.
exemple concret, un avantage concret). 3. er. Kınama, beğenmeme (La condamnation des
Somutluk, goûts, des opinions). 4. Yenilgi, "iflas (Une telle
concrètement bel. Somut olarak, décision est la condamnation du régime).
concréter gçl. Koyulaştırmak, yoğunlaştırmak, condamnatoire s. M a h k û m edici (Une sentence
katılaştırmak, condamnatoire).
concrétion diş. 1. Düzensiz toparlak biçimdeki condamné,e s. ve ad. 1. H ü k ü m giymiş, hükümlü,
taşlar, kireçtaşı yumruları, çakmaktaşı yumrusu. m a h k û m (Les condamnés se sont enfuis). 2. Sonu
2. hek. Taş (Concrétions arthritiques, calcuires). umutsuz, iyileşme şansı olmayan, ölüme mahkûm
3. Koyulaşma, yoğunlaşma. (Un malade condamné). 3. Kullanılmayan,
concrétiser gçl. Somutlaştırmak, elle tutulur gözle kapatılmış (Uneporte condamnée).
görülür hale getirmek, condamner gçl. 1. H ü k ü m giydirmek, "mahkûm
concubin, e ad. Nikâhsız (karı yada koca), etmek (Condamner un voleur, un coupable). 2.
concubinage er. Nikâhsız yaşama, nikâhsız k a n Çürüklüğünü göstermek, iflas ettirmek
kocalık. (Condamner une théorie, une opinion). 3. Umut
concupiscence diş. 1. Dünya istekleri. 2. T e n kalmadığım bildirmek, ölecek gözüyle bakmak
istekleri, kösnül istek, (Condamner un malade). 4. Kınamak,
concupiscent, e s. 1. Dünya isteklerine değgin. 2. beğenmemek, kabul etmemek (L 'Académie
Tensel istek uyandıran, istekiendirici, kösnül condamne ce mot. Condamner un acte). 5.
duyguları kamçılayan (Un regard concupiscent). Yasaklamak (La loi condamne la bigamie). 6.
3. er. Cinsel ilişki düşkünü, sikici, Kapamak, kullanışını yasaklamak (Condamner
concurremment bel. 1. Yarışarak. 2. Aynı anda (II une porte, une voie). 7. Condamner qn à qch: -e
s'occupe concurremment de deux problèmes). 3. m a h k û m etmek (On l'a comdamné à quatre ans de
Concurremment avec: -ile birlikte, elbirliğiyle (Il prison. Condamner à la prison, à la déportation,
a agi concurremment avec nous). aux travaux forcés, au feu, à mort). 8. Condamner
concurrence diş. Yarış, yarışma, "rekabet à: -zorunda bırakmak (Ma situation financière me
(Concurrence entre deux adversaires). § Prix condamne à l'économie). 9. Condamner qn à
défiant toute concurrence: Çok düşük bir fiyat. f.qch: -mek cezası vermek ; -meye mahkûm etmek
Jusqu'à concurrence de: -miktara kadar (Il nous (Pour avoir manqué de parole, il a été condamné à
ouvrira un crédit jusqu'à concurrence de cent mille offrir l'apéritif à tous les amis) .10. Condamner qn
livres). Entrer en concurrence avec qn: -ile de f.qch: Birini -sinden dolayı kınamak,
yarışmaya girişmek. Etre, se trouver en ayıplamak, eleştirmek (On ne doit pas le
concurrence avec qn: -ile yarışma halinde condamner d'avoir agi ainsi). § Condamner sa
bulunmak. Faire concurrence à: -ile yarışmak, porte: Evine hiç kimseyi kabul etmemek,
rekabet etmek, condensateur er. Kondansatör, içine elektrik erkesi
concurrencer gçl. -ile yarışmak, "rekabet etmek (Ce yığılan aygıt, 'yoğunlaç, 'yoğunlaştıncı.
nouveau produit peut concurrencer les condensation diş. 1. Koyulaşma, yoğunlaşma;
précédents). yoğunlaştırma, koyulaştırma (Condensation de
concurrent, e s. ve ad. 1. Yarışçı, yarışan, "rekabet l'air par pression). 2. Buğunun su haline geçmesi,
eden. 2. Yarışmacı, "rakip (Vaincre, éliminer un condensé, e s. l.Koyulaştınlmış,yoğunlaştırılmış
concurrent). ^Lait condensé). 2. er. Özet (Cepetit article est le
concurrentielles. R e k a b e t e dayalı (Marchés, prix condensé de tout le livre).
concurrentiels). condenser gçl. 1. Yoğunlaştırmak, koyulaştırmak
concussion diş. Zimmetine para geçirme, rüşvet (Condenser un gaz par pression). 2. Özetlemek,
alma, aşırtı, "ihtilâs ( Ce fonctionnaire est accusé de özet haline getirmek (Condenser un livre, un
concussion). récit). 3. Sıvı haline getirmek (Le froid de la vitre
concussionnaire s. ve ad. Zimmetine para geçiren, condense la vapeur d'eau). § Se condenser: Sıvı
, aşırtıcı, muhtelis. haline gelmek,
condamnable s. Kınanılacak, ayıp (Une attitude condenseur er. 1. (Buhar, gaz için) Yoğunlaştırma
condamnable). aygıtı, yoğuşturucu. 2. Işın yoğunlaştırma
condescendance 299 conduire

merkezi. uygun olmak,


condescendance diş. 1. Alçak gönüllülük conditionné, e s. 1. Şarta bağlı (Expérience
gösterme, gönül indirme. 2. Yukardan b a k m a , conditionnée). 2. ruhb. Koşullandırılmış,
küçümseme (Il le triatail avec une condescendance şartlandırılmış (Réflexe conditionné. Une société
blessante). conditionnée). 3. Kullanım için uygun d u r u m a
condescendant, e s. 1. Alçak gönüllük gösteren, getirilmiş (Produits conditionnés.Textile
gönül indiren. 2. Yukardan bakan, küçümseyici conditionné).
(Un sourire condescendant). conditionnel, le s. 1. Birtakım koşullara bağlı
condescendre gsz. 1. Alçak gönüllük göstermek, (Contrat conditionnel, clause conditionnelle). 2.
gönül indirmek; yukardan bakmak, biraz er. dilb. Şart kipi, koşul birleşik zamanı,
küçümsemek, l.mec. alay. Condescendre à qch; & conditionnement er. Bir şeyin nemini alma, kolay
f.qch: Lütfedip kabul etmek (Il ne condescendait taşınır yada hoş görünür duruma getirme gibi
pas à répondre. Il a bien voulu condescendre à nos işlem; gereğince hazırlama, düzenleme
désirs). (Conditionnement des textiles, du blé, de l'air).
condiment er. 1. Yemeğe çeşni veren şey, çeşnilik, conditionner gçl. 1. Satışa, piyasaya sürmeye hazır
"baharat. 2. mec. Dürtü, tahrik eden (şey). duruma getirmek (Conditionner une
condisciple er. Okul arkadaşı, öğrenim arkadaşı (Ils marchandise, un produit). 2. (İpek, yün, buğday,
étaient condisciples à l'université). hava gibi şeyler için) Nemini almak. 3.
condition diş. 1. Durum, hal (Il faut savoir se Gerektirmek, zorunlu kılmak (Ton retour
contenter de sa condition. Les conditions conditionne son départ). 4. Koşullandırmak,
économiques d'un pays). 2. Koşul, "şart (Les şartlandırmak (Conditionner les gens, l'opinion
conditions de vie. La première condition du publique).
progrès, c'est la liberté). 3. Toplumsal durum, condoléances diş. ç. Başsağlığı, "taziye. §
"mevki (On doit vivre selon sa condition. Une Présenter, exprimer, offrir, faire ses
personne de condition élevée). 4. Zorunlu .gerekli condoléances à q n : Birine başsağlığı dilemek,
şey (L'eau est une condition de la vie). 5. (Eski) başsağlığı dileklerini sunmak,
Toplumsal sınıf, tabaka (Au moyen âge, il y avait condom er. Kaput, prezervatif,
trois conditions: Les nobles, les serfs et les vilains). condominium er. Ortaklaşa egemenlik,
6. Tümdurum, "kondisyon, "form (Les lutteurs condor er. G ü n e y Amerika akbabası,
sont en bonne condition). 7. H ü k ü m , m a d d e (Les condottiere er. İt. 1. Eski İtalya'da milis k o m u t a m .
conditions d'un traité de paix, d'un armistice, d'un 2. Paralı asker,
contrat). 8. Fiyat, tarife (Ce fournisseur fait des conductance diş. İletkenlik,
conditions avantageuses aux collectivités). § Une conducteur, trice s. 1. İletici, iletken (Les corps
personne de condition: 1. (Eskiden) Soylu. 2. conducteurs). 2. ad. Ç o b a n , bakıcı (Conducteur
(Bugün) Toplumda yüksek bir mevkii olan kişi. A d'un troupeau, conducteur de bestiaux). 3.
condition de f. qch: -mek şartıyla (Tu réussiras à Sürücü, şoför, makinist ( Conducteur de caravane,
condition de travailler). A condition que: Şu şartla de voiture, de locomotive). 4. Gözetici, yönetici,
ki, yeter ki (Nous terminerons ce travail en peu de ustabaşı (Conducteur de travaux). 5.
temps à condition que vous veniez de bonne (Basımcılıkta) Baskı ustası,
heure). Dans ces conditions: Bu durumda, bu conductibilité diş. İletkenlik, iletme yetisi,
koşullar içinde. Sans condition: Kayıtsız şartsız conductibles. İletken.
(Se rendre sans condition). Sous condition: 1. conduire gçl. 1. Yanına alıp götürmek (Conduire
Şartlı olarak, ihtiyat kaydıyla (Je vous promets son enfant à l'école, conduire le médecin chez un
sous condition). 2. Geri verebilmek koşuluyla, malade). 2. Uğurlamak (Conduire ses invités
muhayyer olarak (Acheter, vendre un article soub jusqu'à la porte). 3. Sürmek, sokmak (Conduire
condition). Etre de (en) condition chez qn: les soldats à l'attaque, au combat). 4. Y ö n e t m e k ,
(Eskiden) Birinin yanında hizmetçilik, uşaklık gütmek, yürütmek (Conduire une affaire, un
yapmak. Mettre en condition: 1. Çalıştırıp pays). 5. (Taşıt) Sürmek, kullanmak (Conduire
yarışmaya hazır duruma getirmek (Mettre un unevoiture, uncamion). 6. Kılavuzluk etmek, yol
cheval en condition). 2. Şartlandırmak, istediği göstermek (Conduire un aveugle dans la rue). 7.
yöne çevirmek (Mettre l'opinion publique en İletmek, geçirmek (Les corps qui conduisent la
condition). Remplir les conditions exigées: chaleur, l'électricité). 8. Conduire à: Sonu -e
İstenilen nitelikleri taşımak, aranılan koşullara varmak (Cette route conduit à la forêt). 9.
conduit 300 confiance

Conduire qn à qch: Birini -e götürmek, confédération helvétique). 2. Birlik,


ulaştırmak, erdirmek ( Elle a conduit son mari à la konfederasyon (Confédération des syndicats).
ruine, à la gloire). 10. Conduire qn à f. qch: Birini confédéré, e s. Birleşik, konfederasyon halinde
-meye götürmek (Cela m'a conduit à birleşmiş (Les Etats confédérés).
démissionner). 11. gsz. A r a b a kullanmak (Je ne confédérer gçl. Konfederasyon haline getirmek,
sais pas conduire. Il apprendra à conduire). § birleştirmek,
Permis de conduire: A r a b a kullanma ehliyeti, conférence diş. 1. Konuşma, konferans (Faire,
ehliyet. Bien conduire sa barque: İşini donner une conférence). 2. Toplantı (Tenir une
yürütmesini bilmek. Conduire la barque: İşinin conférence. Il est maintenant en conférence. J'ai
başında bulunmak. Conduire une femme à une conférence avec un député. La conférence du
l'autel: Bir kadınla evlenmek. § Se conduire: 1. désarmement. Une conférence au sommet.
Yönetilmek. 2. D a v r a n m a k , hareket etmek (Se Conférence de presse). 3. Karşılaştırma
conduire bien, mal). (Conférence de textes) § Maître de conférence:
conduit er. Akacak yer, boru, su yolu, oluk, ark, Doçent.
°kanal. conférencier,ère ad. Konuşmacı, konferansçı,
conduite diş. 1. G ö t ü r m e , yollama, sürme (La conférer gçl. 1. Karşılaştırmak, ölçüştürmek
conduite d'un convoi, d'un navire, d'un troupeau, (Conférer deux textes). 2. Conférer qch avec: -ile
d'une caravane). 2. G ü t m e , güdüm, yürütme (La karşılaştırmak. 3. Vermek (Conférer un titre, un
conduite d'un travail, d'une affaire). 3. Yol grade, une médaille). 4. Conférer qch à qn: Birine
gösterme, kılavuzluk (Il est chargé de la conduite bir şey vermek (On lui a conféré la grande
de sa sœur aveugle). 4. Uğurlama (Il a fait la médaille). 5. Conférer avec qn: Biriyle görüşmek,
conduite à ses amis). 5. (Taşıtlarda) Direksiyon, konuşup akıl danışmak (Ce directeur confère
*yönelteç (Ma voiture a la conduite à droite). 6. souvent avec ses collaborateurs sur la marche des
Trafik, gidiş geliş (Conduite en ville, sur route). 7. affaires). 6. Conférer avec qn de qch: Biriyle
A r a b a kullanma, sürme. 8. Davranış, tutum -konusunda görüşmek (Il conférait de son affaire
(Avoir une bonne, mauvaise conduite). 9. Hal ve avec son avocat).
gidiş (Cet élève a zéro de conduite). 10. Boru, conferve diş. Ketencik denilen bir suyosunu.
kanal (Conduite d'eau, de gaz, d'électricité). 11. confesse diş. Suçunu itiraf, günah çıkarma (Aller à
(Tiyatroda) Sahne yürütmeni, kondüvit. 12. confesse, venir de confesse).
(Tiyatro) Sahne kitabı. § Sous la conduite de qn: 1. confesser gçl. 1. İtiraf etmek (Confesser la vérité,
-in yönetiminde, kılavuzluğuyla. 2. -in etkisiyle, son erreur, ses torts). 2. Konuşturmak, ağzından
kışkırtmasıyla. Faire la conduite à qn: -i söz almak (Personne n'arrive à le confesser). 3.
uğurlamak. Faire une conduite de Grenoble à qn: G ü n a h çıkarttırmak (Ce prêtre ne confesse pas.
Birini evden k o v m a k , kötü davranmak. Racheter Confesser un pénitent). 4. Confesser qch à qn: Bir
sa conduite passée: Kendini toparlamak, kötü şeyi birine açmak, söylemek, itiraf etmek
d u r u m ve davramşianm bırakmak, (Confesser un secret à son ami). § Se confesser: 1.
condyle er. (Kemiklerde) E k l e m yumrusu, G ü n a h çıkarmak, suçunu itiraf etmek. 2. Se
cône er. 1. Kozalak. 2. Kozalak biçiminde deniz confesser à qn: -e günah çıkarttırmak, bütün
hayvanlan kabuğu, deniz kozalağı. 3. mat. Koni. suçlanm itiraf etmek (Se confesser à un prêtre). 3.
confection diş. 1. Y a p m a , hazırlama (La confection Se confesser de qch: -i söyleyip içini temizlemek,
d'un gâteau, du thé). 2. Y a p m a , bitirme, kurtulmak.
tamamlama (La confection d'une machine, d'une confesseur er. 1. G ü n a h çıkaran papaz. 2. (Eski
route). 3. Hazır giysi yapımı; hazır giyim; hazır R o m a çağında) Dinini açıkça söylemekten
giysicilik (Un vêtement de confection. Maison de çekinmeyen Hıristiyan,
confection. Il travaille dans la confection). confession diş. 1. İtiraf (Les confessions de
confectionner gçl. Y a p m a k , hazırlamak, meydana Rousseau). 2. G ü n a h çıkarma, suçlarını itiraf. 3.
getirmek. Din kabülü. 4. Mezhep (Une tolérance mutuelle
confectionneur, euse ad. Giyim kuşam üstencisi; règne entre les confessions).
hazır giysi yapımcı ve satıcısı, hazır giyimci. confessionnal er. Kilisede günah çıkartma yeri.
confédéral, e s. 1. Birlik halinde,topluca (Un confessionnelle s. İnan üzerine olan,inancadeğgin,
meeting confédéral). 2. Konfederasyon halinde, dinle ilgili (Ecole confessionnelle).
birleşik, konfederasyona değgin, confetti er. it. Konfeti, *saçı.
confédération diş. 1. Devletler birliği (La confiance diş. İnan, güven. § Personne de confiance:
confiant 301 confit

Güvenilir kişi. Vote de confiance: Güven oyu olmak, pek benzemek (Un air de satisfaction qui
(Demander, obtenir le vote de confiance). De confine à l'insolence). §Se confiner: 1. Çekilmek,
confiance: Gözü kapalı olarak, büyük bir güvenle kapanmak (Se confiner chez soi, dans sa
(Acheter qch de confiance). En confiance, en toute chambre). 2. - sınırları içinde kalmak, dışına
confiance: Tam bir güvenle. Avoir confiance en, çıkamamak (Se confiner dans un rôle).
dans: -e güvenmek, bel bağlamak (J'aiconfiance confins er. ç. Sınır. § Aux confins de: -sınırında (Il
en lui, dans ce remède). Avoir confiance en soi: habite aux confins de la Turquie et de la Grèce).
Kendine güveni olmak. Faire confiance à: -e Aux confins de la Terre: Dünyanın ucunda, çok
güvenmek, güvenle bakmak (Il peut faire uzaklarda.
confiance à l'avenir). Gagner la confiance de qn: confire gçl. 1. Batırıp ıslatmak, bandırmak,
-in güvenini kazanmak. Inspirer confiance: banmak. 2. (Meyvenin) Şekerlemesini;
Güven vermek, güven uyandırmak. Manquer de (Sebzenin) turşusunu; (Etin) kavurmasını
confiance en soi: Kendine güveni olmamak. yapmak.
Perdre confiance: Cesaretini, kendine güvenini confirmatif,ive.s. Doğrulayıcı, onayıcı, tasdik edici,
yitirmek. Trahir, tromper la confiance de qn: -in gerçekleyici (Arrêt confirmatif).
güvenini sarsmak, güvenini boşa çıkarmak. Voter confirmation diş. 1. Doğrulama, gerçekleme,
la confiance: Güven oyu vermek, onaylama, "tasdik (Confirmation d'une nouvelle,
confiant,e s. Güvenen, inanan (Je suis confiant en d'une promesse. Confirmation d'un acte par une
ses paroles). autorité officielle). 2. Vaftizi pekiştirme duası
confidence diş. Gizini açma, "sırrını söyleme, (L'évêque peut seul donner la confirmation). 3.
açılma. § En confidence: Gizlice, gizli tutarak, "Teminat, güvence. § Donner à qn confirmation
mahrem olarak. Etre dans la confidence de: -den de qch: Birine -e konusunda güvence vermek,
haberli olmak, -in içyüzünü bilmek. Faire une confırmatoire s. 1. Doğrulayıcı. 2. Resmi nitelik
confidence à qn: -e gizli bir şeyini söylemek, gizini kazandırıcı.
açmak. confirmer gçl. 1. Doğrulamak, gerçeklemek,
confident,e ad. Gizdeş, "sırdaş. onaylamak, "teyid e t m e k , "tasdik etmek
confidentielle s. Gizli, gizli tutulan, "mahrem (Un (Confirmer un fait, une nouvelle. Son témoignage
entretien confidentiel, une lettre confidentielle). confirme le mien). 2. Desteklemek, güç vermek
confidentiellement bel. Gizlice, "mahrem olarak, (Il m'a confirmé dans mon entreprise, dans ma
aradaki yakınlık dolayısıyla (J'ai appris résolution). 3. Haklı çıkarmak, doğru olduğunu
confidentiellement qu'il allait changer de ortaya koymak (Les résultats ont confirmé mes
magasin). soupçons). 4. Resmi nitelik vermek. 5.
confier gçl. Confier qch à qn: 1. Bir şeyi birine Sağlamlaştırmak, daha da güçlendirmek
emanet etmek, bırakmak (Nous avons confié la (Confirmer une institution). 6. Vaftizi pekiştirme
petite fille à nos amis). 2. A ç m a k , söylemek (Je lui duası yapmakf L'évêque va confirmer les enfants).
ai confié tout mon secret). 3. İçine bırakmak İ Se confirmer: D o ğ r u olduğu ortaya çıkmak,
(Confier des semences à la terre). § Se confier à qn: doğruluğu belli olmak, doğrulanmak (Les
1. Birine gizlerim, içini açmak (Se confier à un rumeurs se sont confirmées).
ami). 2. Birine güvenmek, bel bağlamak, confiscable s. 'Zoralimlanabilir, müsadere
configuration diş. Görünüş, dış görünüş, biçim, edilebilir.
arazi yapısı, confiscation^. 'Zoralım,müsadere(Confiscation
configurer gçl. Biçim vermek, des marchandises non déclarées à la douane).
confiné, e s. Kapalı; içeri k a p a m p kalmış (Il vit confiserie diş. 1. Şekercilik. 2. Şekerci dükkânı. 3.
confiné chez lui. Air confiné: Kapalı hava, pis Şekerleme (Déguster des confiseries).
hava). confiseur,euse ad. Şekerci,
confinement er. 1. Belli bir sınır içinde bırakma, confisquer gçl. 1. Müsadere e t m e k . El koymak. 2.
sınır içine alma. 2. Hapis. 3. T e k başma hapis, bir Confisquer qch à qn: Birinin -sini bir süre için alıp
yere kapanıp kalma, tutmak, vermemek (Le professeur a confisqué à
confiner gçl. 1. Hapsetmek, kapatmak (Je ne veux l'élève sa balle).
pas le confiner dans ce bureau). 2. Confiner à qch, confit, es. 1. Şekerleme yapılmış (Fruits confits). 2.
avec qch: -ile sınırdaş olmak; -e çok yakın olmak (Bir şeyin) Turşusu (Cornichons confits). 3. mec.
(La Turquie confine à l'Iran, avec la Bulgarie). 3. Gömülmüş, kendini çok vermiş (Il est confit dans
Confiner à qch : mec. -i çok andırmak, -e pek yakın la piété). 4. er. Yağda saklanmış e t , kavurma.
confiteor 302 confus

conflteor er. Bu sözcük ile başlayan bir katolik conformément bel. 1. Uygun olarak. 2.
günah çıkarma duası (Dire des confiteor, faire des Conformément à: -e uygun olarak, -üzre (Il a agi
confiteor). conformément à vos ordres).
confiture diş. Reçel (Confiture d'oranges, de conformer gçl. Conformer qch à qch: 1. Bir şeyi -e
pêches). benzetmek, benzer kılmak (Il cherche à
confiturerte diş. 1. Reçelcilik. 2. Reçel yapımevi, conformer sa conduite à la tienne). 2. -e uydurmak
confiturier,ère s. 1. Reçele değgin (Industrie (Il doit conformer ses actes à ses paroles), g Se
confiturière). 2. ad. Reçelci. conformer à qch: 1. -e uygun düşmek, benzemek,
conflagration diş. 1. Tutuşma, ateş alma, ateşler uymak (Ce qu'il dit se conforme à,la réalité). 2. -e
içinde kalma. 2. mec. Kaynaşma, karışıklık, uymak, kendini uyarlamak (Se conformer au
conflit er. 1. Çatışma, çarpışma (Un conflit armé. règlement, aux circonstances).
Conflit d'intérêts, conflit d'opinions). 2. conformisme er. "Uygunculuk, "uydumculuk.
Anlaşmazlık (Iln'yapasmalde conflits entre eux). conformistes, ve ad. 1.(İngiltere'de)Anglikan.2.
§ Etre en conflit avec qn: -ile anlaşmazlık içinde "Uyguncu, "uydumcu.
olmak. Entrer en conflit avec: -ile anlaşmazlığa conformité diş. 1. Uygunluk. 2. Benzerlik. 3.
düşmek, aralarında anlaşmazlık çıkmak, Girme, kabullenme, benimseme (Conformité à
confluent er. Su kavuşağı, koyar (Confluent de deux une religion). § Etre en conformité avec: -e uygun
fleuves). olmak ( Tes actes ne sont pas en conformité avec tes
confluer gsz. 1. (Akarsular için) Birbirine principes).
kavuşmak. 2. Confluer avec: -ile kavuşmak, confort er. 1. Rahatlık, rahat, gönenç (Il aime son
birleşmek (Le Tigre conflue avec l'Euphrate). 3. confort). 2. Konfor, rahat kolaylığı (Un
mec. Bir yerde toplanmak, bir araya gelmek (Des appartement qui a le confort).
soldats confluent au pied des murailles). confortables. 1. R a h a t (Une chaise confortable). 2.
confondre gçl. 1. Karıştırmak, karmakarışık etmek, Konforlu (Une maison confortable). 3. Tath,
allak bullak etmek (Cela confond l'imagination). kaygıdan üzüntüden uzak, gönençü (Mener une
2. Bozmak, karıştırmak (Nous avons confondu les vie confortable). 4. er. Kapitone koltuk. 5. er. ç.
plans de l'ennemi). 3. Susturmak, bozmak, Konçlu terlik,
bozum etmek (Confondre un menteur). 4. confortablement bel. Kolaylıkla, rahatça, gönenç
Şaşırtmak, hayrete düşürmek (Tes paroles l'ont içinde (Vivre confortablement).
confondu). S. Birbirine karıştırmak (Je confonds confraternel, le s. Meslektaşlara değgin (Amitié
des dates. Vous confondez l'âne et le mulet). 6. confraternelle).
Confondre qn, qch avec: -ile karıştırmak, ayırt confraternité diş. Meslektaşlık sevgisi,
e d e m e m e k (Il a confondu son chapeau avec le meslektaşlık,
mien). 7. Utandırmak, "mahçup etmek, confrère er. Meslektaş.
minnettar bırakmak (Vous m'avez vraiment confrérie diş. Hayır derneği, yardımsevenler
confondu). 8. Etre confondu de: -e şaşırmak, -den derneği; dernek,
hayrete düşmek (Je suis confondu de le voir parler confrontation diş. 1. Karşılaştırma (Confrontation
ainsi). § Se confondre: Karışmak. § Se confondre de deux textes). 2. Yüzleştirme (Confrontation des
en excuses, en remerciements: Bin bir özür témoins, des accusés).
dilemek; nasıl teşekkür edeceğini bilememek, confronter gçl. 1. Karşılaştırmak (Confronter les
conformateur er. 1. (Şapka için) Baş ölçeği. 2. textes différents). 2. Yüzleştirmek ( Confronter les
(Ayakkabılar için) Genişletme kalıbı, témoins): 3. Confronter qn avec: -ile yüzleştirmek
conformation diş. Yapılış, yapı (Conformation (Confronter les témoins avec le prévenu). 4.
anatomique). g Vice de conformation: Yapılış Confronter qch avec, à: -ile karşılaştırmak (J'ai
kusuru, yapım bozukluğu, confronté tes déclarations avec tes écrits).
conforme s. Conforme à qch: 1. -e uygun (Cette confucianisme er. Konfüçyüs dini.
maison n'est pas conforme à nos besoins. Tu confucianistes. ve ad. Konfüçyüs dininden olan.
mènes une vie conforme à tes désirs, à tes moyens). confus, e s. 1. Karışık, karmakarışık (Une affaire
2. -e benzer; -i andıran (Ton écriture est conforme confuse, une situation confuse). 2. Bulanık,
à la mienne), g Conforme à l'original: Aslına dağınık (Un esprit confus). 3. Anlaşılmaz, (Un
uygun; aslı gibidir, style confus, des idées confuses). 4. Belirsiz, pek
conformé, e s. Yapılı, yapıhşlı, "cüsseli (Un enfant seçilemeyen (Un murmure confus, cri confus,
bien conformé). bruit confus). 5. Utanmış (J'ai été très confus). 6.
confusément 303 congruent

Etre confus de qch, de f. qch: -den utanmak, Soğutucu donanımlı balıkçı gemisi,
-mekten utanmak, "mahçup olmak (lia été confus congélation diş. 1. D o n m a (Point de congélation de
de son erreur, d'être pris sur le fait). l'eau, d'un liquide). 2. D o n d u r m a , donmuş hale
confusément bel. Belli belirsiz; anlaşılmayacak getirme (Congélation de la viande).
biçimde; karmakarışık bir biçimde; bulanık congeler gçl. 1. D o n d u r m a k (Congeler la viande, de
olarak. l'alcool). 2. Çok üşütmek, soğuktan dondurmak
confusion diş. 1. Karışıklık, anlaşılmazlık (Unventglacialcongelaitlesmains). § Se congeler:
(Confusion des idées). 2. Birbiriyle karşıtırma, Donmak.
yanılma (Confusion de dates, de noms, de congénère s. ve ad. Türdeş, soydaş, "hemcins,
personnes). 3. mec. Utanma, "mahçubiyet. 4. congénital, e s . 1. Doğuştan, soydan gelen, anadan
Bunama (Confusion mentale). S. Karışıklık, doğma (Maladie congénitale, caractère
bunalım (Confusion politique). 6. Fitne, congénital). 2. mec. tkz. Oldum olası (C'est un
bozgunculuk (Mettre la confusion dans les rangs crétin congénital).
d'une armée). 7. huk. Alacaklı ve borçlu congénitalement bel. Doğuştan, anadan d o ğ m a ,
sıfatlarının birleşmesi. § Confusion de droits: oldum olası.
Çeşitli haklann bir kişide toplanması. Confusion congestif, ive s. Kanamalı, kanama ile ilgili (Etat
de parts, de paternité: İlk kocanın ölümünden congestif d'un organe).
dokuz ay önce yada ikinci evlenmenin altıncı congestion diş. 1. Kan akını. 2. Kanama
ayından sonra doğan bir çocuğun babasının (Congestion cérébrale).
bilinmemesi hali. En confusion: Karışık halde, congestionner gçl. 1. Kan akınına uğratmak,
karışık bir kalabalık halinde. Jeter la confusion kıpkırmızı yapmak (Le soleil me congestionnait la
dans les esprits: Zihinleri bulandırmak, face). 2.mec. Tıkamak, kapamak (Congestionner
congé er. l . İ z i n (Congé de maladie. Congé annuel). une rue, une route).
2. Tatil, 'dinlence (Congé payé). 3. İşten conglomérat er. yerb. Yığışım,
çıkarma, yol verme (Le patron lui donnera son conglomération diş. Yığma, kümeleme,
congé). 4. Okul tatili. 5. "Ruhsat tezkeresi. 6. conglomérer gçl. Yığmak, kümelemek,
(Sözleşmeyi) Bozma bildirimi, °feshi ihbar conglutiner gçl. I . Yapışkanlık vermek. 2.
(Donner congé à un locataire). § Demander congé: Yapıştırmak,
İzin istemek, selâm verip çekip gitmek. Donner congo er. Kongo.
congé à qn: 1. İşinden çıkarmak. 2. (Kiracıyı) congolais, e s. ve ad. Kongolu. Kongo ve
Evden çıkarmak. Etre en congé: Tatilde olmak; kongolulara değgin,
izne çıkmış olmak. Prendre son congé: İş ya da congratulation diş. Kutlama, "tebrik,
askerlik yaşamından çekilmek, ayrılmak, istifa congratuler gçl. Kutlamak, tebrik etmek § Se
etmek. Prendre congé de qn: -den ayrılmak, congratuler: Birbirini kutlamak,
allahaısmarladık diyerek çekip gitmek. Prendre congre er. Deniz yılanbalığı, magri, migra,
un congé: İşinden ayrılma, işini bırakma izni congréganiste s. ve ad. 1. Tarikatçı papaz. 2. s.
almak. Recevoir un congé: Ev sahibinden evi Tarikat topluluğuna değgin,
boşaltmasına değgin bir yazı, haber almak, congrégation diş. 1. Tarikat mensupları, tarikat
congéable s. 1. İzin alabilen. 2. Sılada bulunan, kardeşi papazlar. 2. Topluluk. § Congrégation des
izinli. 3. Kiracısı her vakit çıkarılabilen (mülk). fidèles: Katolik topluluğu,
congédiable s. (İşinden) Çıkarılabilir, yol congrès er. 1. Kurultay, kongre (Congrès de
verilebilir. sociologie. Assembler, ouvrir un congrès). 2.
congédiement er. 1. Kovma, yol verme. 2. İzin alma, Eskiden Fransada cumhurbaşkanı seçmek yada
izin verme, izinlilik. anayasayı değiştirmek için toplanan parlamento.
congédier gçl. 1. Kovmak, okuldan atmak 3. (Amerika Birleşik Devletlerinde) Senato ve
(Congédier un élève pour son indiscipline). 2. Temsilciler Meclisi,
İşinden çıkarmak, yol vermek, atmak congressiste ad. 1. Kongre üyesi. 2. Kongreye
(Congédier un ouvrier, un employé). 3. Başından katılan (kişi),
savmak (Je l'ai congédié d'une tape amicale sur congru, es. T a m , tıpatıp, uygun. § Portion congrue:
l'épaule). D a r a d a r geçimlik. Réduire q n à la portion
congeiable s. Donabilir (Liquide congelable). congrue: Birini güç belâ geçinebilecek d u r u m a
congélateur er. (Buzdolabında) Buzluk. 2. Yüksek düşürmek.
soğutuculu buzdolabı. § Chalutier congélateur: congruent, e s. Uygun, yerine tıpatıp gelen.
congruité 304 connaissance

congruité diş. Uygunluk, tıpatıplık. conjungo er. tkz. Evlenme.


congrfiment bel. Uygunca, yerinde olarak, conjurateur, trice ad. 1. Büyücü, büyü yapan. 2.
conicité diş. Konilik, koni biçimi, Suikastçı, komplocu, fesat düzenleyici.
conifères er. ç. bitb. Kozalaklılar, conjuration <% 1. Büyü (Faire une conjuration). 2.
conique s. Konik, koni biçiminde, Suikast, komplo, Devlete karşı düzenlenen fesat
conirostres. vead. Koni gagalı (kuş), (La conjuration de Catilina est restée célèbre dans
conjectural, e s. G ö r ü n ü ş e yada sanıya dayanan, l'histoire de Rome). 3. ç. Yalvarma, yalvarıp
"tahmini. yakarma.
conjecture diş. Sam, "tahmin (Conjecture sur conjuré,e ad. Fesat arkadaşı, suikaste katılan kişi,
l'avenir). komplocu (La police a arrêté les principaux
conjecturer gçl. Kestirmek, tahmin etmek conjurés).
(Conjecturer l'évolution politique d'un pays). § conjurer gçl. 1. Afsunla, duayla yada ustalıkla
Conjecturer s u r qch: -üzerinde tahmin yürütmek. savmak; önlemek (Conjurer les démons.
conjoindre gçl. 1. Bitiştirmek, birleştirmek. 2. Conjurer un accident, une crise, un malheur). 2.
Evlendirmek, Kesin karar vermek, aklına koymak (Conjurer la
conjoint,e s. 1. Birbirine bağlı (Problèmes perte d'un tyran). 3. C o n j u r e r q n de f. qch: Birine
conjoints). 2. İlişik, bitişik (Remarques, notes -mesi için yalvarıp yakarmak, istirham etmek,
conjointes). 3. ad. K a n , koca, eş. çok rica etmek (Il m'a conjuré de ne pas m'exposer
conjointement bel. Birlikte (Il agira conjointement inutilement à ce danger. Je vousi conjure de me
avec nous). croire. Je vous en conjure). 4. Conjurer contre: -e
conjonctif,ive s. 1. Bağ, bağlayıcı, bitiştirici (Tissu karşı komplo k u r m a k , suikast düzenlemek
conjonctif. Fibres, cellules conjonctives). 2. er. (Conjurer contre un roi, contre l'Etat). § Se
anat. Katılgan doku. § Particule, locution conjurer: Birleşmek, elbirliği etmek (Les
conjonctive: dilb. Bağ, bağlaç, républicains se conjuraient contre César).
conjonction diş. 1. Birleşme, birleştirme; bağlaşma connaissable s. Tanınabilir, anlaşılabilir.
(Cette œuvre est née de la conjonction de la science connaissance diş. 1. Anlama, ayırdetme yetisi (Sa
etdel'art). l.dilb. B a ğ , b a ğ l a ç . 3 . g ö k b . Kavuşma connaissance est restée bornée). 2. Bilme (Sa
konumu; Güneşle herhangi bir gezegenin, connaissance de français lui a été très utile à Paris).
Güneşle Ayın Yere göre aynı hizada ve aynı 3. Bilgi (Il a des connaissances superficielles à ce
yanda bulunduğu konum, sujet. Approfondir, enrichir ses connaissances). 4.
conjonctive diş. (Gözde) Katılgan zar. Tanıdık, bildik, tanış (Ce n'est ni un ami, ni un
conjonctivite diş. (Gözde) Katılgan zar yangısı, göz proche parent, c'est simplement une
ingini. connaissance). 5. Tanışma (Dans ce cocktail, il a
conjoncture diş. 1. Rastlantı uygunluğu, rastlaşma. fait de nouvelles connaissances). 6. ç.
2. Fırsat, elverişli durum (Profiter de la (Veterinerlikte) Bir hayvanın nişanlan. 7.
conjoncture). 3. T o p l u d u r u m (Conjoncture Tanıma, anlama (La connaissance du cœur
économique, politique). humain). 8. hlk. Oynaş, aftos, sevgili (Il est allé au
conjoncturelle s. Topluduruma değgin; toplumsal bal avec sa connaissance). 9. huk. Bakma,
durumla ilgili, üzerinde yargı yürütme yetkisi (Connaissance
conjugabie s. Çekimli, çekilebilir (Un verbe d'une cause par un tribunal). § A ma connaissance:
conjugable). Bildiğim kadarıyla. De connaissance: Tanıdık,
conjugaison diş. 1. Birleşme, birleştirme (La bildik, yabancı olmayan (Un pays de
conjugaison des efforts). 2. dilb. Çekim; fiil connaissance, un visage de connaissance). En
çekimi, eylem çekimi, connaissance de cause: Bilerek, bile bile, bilinçli
c o n j u g a l e s. Karı kocaya değgin, eşlere değgin, olarak. Avoir toute sa connaissance: Belleği, ussal
evliliğe değgin (L'amour conjugal, la vie yetenekleri, bütün yetileri henüz yerinde olmak.
conjugale, la fidélité conjugale). Donner connaissance de qch à qn: Birine
conjugué, e s. 1. Birleşik, birleştirilmiş, ortak -hakkında bilgi vermek. Faire la connaissance de
(Efforts conjugués). 2. Çekimli, çekilmiş (Verbe qn: -ile tanışmak (J'ai été très heureux d'avoir fait
conjugué). 3. diş. ç. Yeşil renkte tatlısu yosunu, sa connaissance). Faire connaissance avec qn: -ile
conjuguer gçl. 1. Bitiştirmek, birleştirmek (Ils ont tanışmak. Faire étalage de toutes ses
conjugué leurs efforts et leurs influences). 2. connaissances: Bütün bilgilerini ortaya dökmek,
Ç e k m e k , çekimini yapmak (Conjuguer un verbe). bilgi gösterisi yapmak. Prendre connaissance de
connaissement 305 consacré

qch: -i okuyup öğrenmek. Tomber, rester sans Sivrilmek. 2. Adını, ününü yaymak, kendini
connaissance: Düşüp bayılmak, kendini yitirmek. tanıtmak. Connais-toi toi-même: Sen seni bil.
Prendre, reprendre connaissance: Kendine connecter gçl. (Boru, kablo gibi şeyleri)
gelmek, ayılmak, Birleştirmek, birbirine bağlamak,
connaissement er. Konşimento, connectif, ive s. Birleştirici, birbirine bağlayıcı,
connaisseur, euse s. vead. tyi tanıyan, bilen; uzman, connerie diş. argo. Aptallık, enayilik,
erbap (Il est connaisseur en vins. C'est un grand connetable er. (Eskiden Fransa'da) Başkomutan,
connaisseur). connexe s. Bağlı, birleşmiş, birbirine benzer
connaître gçl. 1. Tanımak (Je connais ce vieillard qui (Causes connexes. Affaires, sciences, idées
sort du café. Je te connais de nom, de vue, de connexes).
réputation). 2. Bilmek (Connaître un texte, une connexion diş. 1. Bağlantı, birlik, benzerlik,
idée. Connaître le français, une langue étrangère). yakınlık (La connexion des deux crimes a entraîné
3. Tatmak, ne olduğunu iyi bilmek, görmek, la fusion des procès). 2. (Elektrik) Devreye
uğramak, başına gelmek (Connaître la misère, la bağlama (Connexion d'un poste de radio).
faim). 4. Ulaşmak, kazanmak, erişmek (Mon connexité diş. Bağlantı, ilgililik, benzeşiklik.
recueil de poèmes a connu un grand succès). 5. connivence diş. 1. Suç ortaklığı; suça katılma. 2.
(Kutsal Betikteki anlamıyla) Bilmek, cinsel Gizli anlaşma. § Agir de connivence avec qn: -ile
ilişkide bulunmak. 6. Connaître de: huk. -e birlikte hareket etmek. Etre de connivence avec
bakmak; üzerinde yargı yürütmek, bakmaya qn: -ile birlik olmak, gizli anlaşma içinde olmak,
yetkili olmak (Le tribunal de commerce ne connaît connotation dilb. Yananlam.
pas des causes civiles). 7. Connaître qch à: Bir şeyi connoter gçl. dilb. Yananlam olarak ... demek
-den tanımak, hakkında -e göre yargı yürütmek olmak.
(C'est au fruit que l'on connaît l'arbre. C'est à connu, e s. 1. Bilinen, iyi bilinen (Un sujet très
l'œuvre que l'on connaît l'artisan). § Ni vu ni connu). 2. Ünlü, tanınmış (Un poète très connu).
connu: Kimse görüp bilmeden, kimsenin haberi 3. er. Bilinen şey, "malûm (Le connu et l'inconnu)
olmadan. Connaître la musique: Olaydan haberli conoïde s. Konimsi, koniyi andıran.
olmak, olup biteni bilmek. Connaître le dessous conque diş. l.hayb. M ü h r e boncuğu. 2. anat. Kulak
des cartes: İşin iç yüzünü bilmek. En connaître un
çukuru.
bout: tkz. İşin iç yüzünü bilmek, dalgayı bilmek.
conquérante s. ve ad. İl açan, "fatih (Mehmet le
Etre connu pour: -siyle tanınmak (La France est Conquérant. Un air conquérant).
connue pour ses vins). Etre connu comme le loup conquérir gçl. 1. İl açmak, "fethetmek (Conquérir
blanc: Herkesçe bilinmek; kendisini tanımayan,
un pays, une ville). 2. mec. Kazanmak,
bilmeyen kimse bulunmamak. Faire connaître
fethetmek, kendine bağlamak (Conquérir les
qch à qn: Birine birşeyi bildirmek. Ne connaître cœurs, l'estime des grands, une femme). § Se
que qch: 1. -deyip de başka şey d e m e m e k , -den
conquérir: Savaşımla elde edilmek, çabayla
başkası yok demek ( U n bon café après le repas, je kazanılmak (La culture ne s'hérite pas, elle se
ne connais que ça). 2. -den başka şey bilmemek
conquiert).
(Un militaire qui ne connaît que la consigne. Il ne
conquête diş. 1. İl açımı, fetih (La conquête d'un
connaît que son devoir). Ne pas connaître de
pays). 2. mec. Kazanma, elde e t m e , kendine
bornes: Sınır tanımamak, sınırsız olmak (Sa
çekme (La conquête des cœurs, des gens). 3. tkz.
générosité ne connaît pas de bornes). Ne connaître
Tavlanan kadın (Tu as vu ma dernière conquête).
qn ni d'Eve ni d'Adam: Birini hiçbir suretle
4. tkz. Kadın tavlama (Aujourd'hui j'ai fait une
tanınmamak, hiç mi hiç bilmemek. Ne connaître
conquête). § Faire la conquête de: 1. -i fethetmek.
ni Dieu ni diable: 1. Din iman diye bir şey
2. -i kazanmak, elde etmek, kendine çekmek.
tanımamak. 2. Hiçbir şeye değer vermemek. § Se
conquis,e s. 1. Fethedilmiş (Un pays conquis). 2.
connaître: 1. Kendini bilmek, haddini bilmek (II
Tavlanmış (Une femme conquise). § Agir comme
ne se connaît jamais). 2. Tanışmak, birbirlerini
en pays conquis: Babasının çiftliğindeymiş gibi
tanımak (Nous nous sommes connus à istanbul). §
hareket etmek,
S'y connaître en qch: Usta olmak, iyi anlamak,
conquistador er. Isp. Amerikayı fethetmeye giden
yapmasını, kullanmasını iyi bilmek (Le vieux
İspanyol serüvencisi,
singe qui s'y connaît en grimaces). Se connaître à
consacrée s. 1. Dince kutsal bilinen, kutsal (Terre
qch: -den çok iyi anlamak. Ne se connaître plus:
consacrée. Hostie consacrée). 2. Kutsal bir varlığa
Öfkeden gözü dönmek. Se faire connaître: 1.
adanmış. 3. Benimsenmiş, kabul edilmiş (Ce mot
consacrer 306 conseil

n'est pas encore consacré par l'Académie). 4. employé consciencieux).


Consacré à: -e ayrılmış, verilmiş, "tahsis edilmiş, conscient, e î. 1. Bilinçli, ne yaptığını bilen (Un
consacrer gçl. 1. Tanrıya vakfetmek, adamak homme conscient). 2. Bilen, haberi olan. § Etre
(Consacrer une église. Consacrer un temple à conscient de qch: 1. -in bilincinde olmak, -i bilmek
Jupiter). 2. Kutsamak, "takdis etmek (Consacrer (Il est conscient de son mérite, de ses
un prêtre. Consacrer l'hostie, le vin). 3. responsabilités). 2. -den haberli olmak, bilmek
Benimsemek, onaylamak, kabul etmek (J'étais conscient de la situation).
(Consacrer un usage, un terme). 4. Consacrer qch conscription diş. Askerlik yoklaması, askere
à: -e adamak, vakfetmek (Consacrer un enfant à yazma.
Dieu). S. Consacrer qch à qch: -e vermek, conscrit er. 1. Askerliği çıkmış delikanlı. 2. Askere
hasretmek, uğrunda harcamak ( Consacrer sa vieà yeni alınan er, acemi er (Les conscrits de la classe
la science). § Se consacrer à: kendini -e vermek, 1955). 3. mec. Toy delikanlı, acemi çaylak (Il agit
vakfetmek (Se consacrer à l'étude, à une tâche, à comme un conscrit). § Pères conscrits: (Eski
ses enfants). R o m a ' d a ) Senato üyeleri,
consanguin,e s. ve ad. Babadan hısım, baba consécration diş. 1. Tanrıya vakfetme, adama
yanından akraba; bababir (Frère consanguin, (Consécration d'un temple). 2. Kutsama, takdis
sœur consanguine. Les consanguins). etme. 3.Kabul etme,benimseme (Les nouveaux
consanguinité diş. Babadan hısımlık, baba mots doivent recevoir la consécration de l'usage.
yanından akrabalık, kan bağı. Cet événement fut la consécration de sa théorie).
consciemment bel. Bilinçli olarak, bilerek, bile bile. consécutif,ive s. 1. A r d arda, aralıksız, ardışık (Tu
conscience diş. 1. Bilinç, "şuur (Etat de conscience. dois prendre ces médicaments pendant cinq jours
Conscience du moi. Conscience de classe. Une consécutifs). 2. Sonuç bildiren (Proposition
conscience intime de notre existence, voilà le subordonnée consécutive). 3. Consécutif à: -den
plaisir). 2. Bulunç, "vicdan (La voix de la doğan, ileri gelen (Dégâts consécutifs à l'incendie.
conscience). § Examen de conscience: Vicdan Infirmité consécutive à un accident).
muhasebesi. Homme de conscience: Vicdanlı, consécution diş. Art arda geliş, birbiri üstüne geliş,
namuslu adam. Liberté de conscience: Vicdan zincirleme (Consécution de sons, d'images).
f- f özgürlüğü, inan özgürlüğü. En conscience: consécutivement bel. 1. A r t arda, bir biri arkasına,
Doğrusu, açıkçası, namuslu konuşmak gerekirse üst üste. 2. Consécutivement à: -in sonucu,
(En conscience, je me sens un peu responsable de -nedeniyle (Consécutivement à la hausse des prix
ce mauvais résultat). En mon âme et conscience: du papier, certaines revues diminuent leurs
Vicdanım hakkı için. La main sur la conscience: tirages).
Elini vicdanına koyarak. Par acquis de conseil er. 1. Öğüt, "nasihat (Je suivrai votre conseil.
conscience: Vicdan rahatı için, içi rahat etsin diye. C'est un conseil d'ami). 2. (Eski) Danışman,
Avoir la conscience tranquille: Vicdanı rahat kendisine akıl danışılan kimse (Cet homme si
olmak. Avoir la conscience large: V u r d u m sage, le conseil de toute une ville). 3. Meclis (Les
duymaz olmak, bir şeyi kendine dert edinmemek. membres duconseil. Le conseil délibère). 4. Kurul
Avoir conscience de qch: -in bilincinde olmak, (Conseil de discipline. Conseil de sécurité). §
bilmek (Il a conscience de son talent, desaforce). Conseil général du département: İl genel meclisi,
Avoir quelque chose sur la conscience: Pişmanlık il genel kurulu. Conseil municipal: Belediye
duyulan bir şey yapmış olmak, yürek yarası encümeni. Conseil d'administration: Yönetim
olmak. Avoir la conscience en paix, en repos: İçi, kurulu. Conseil des Prud'hommes: İş mahkemesi.
vicdanı rahat olmak. Avoir bonne conscience, Conseil de l'Europe: Avrupa Konseyi. Conseil
mauvaise conscience: Vicdanı rahat olmak, d'Etat: Danıştay. Conseil des Ministres: Bakanlar
vicdanı rahat olmamak. Dire tout ce qu'on a sur la Kurulu. Avocat-conseil: Danışılan avukat,
conscience: İçinde ne varsa olduğu gibi söylemek. danışma avukatı. Conseil Supérieur de
Prendre conscience de qch: -i öğrenmek, l'Education Nationale: Talim ve Terbiye Kurulu.
anlamak, farkına varmak (Il n'a pas tardé à Demander conseil à qn: -den öğüt almak, -e
prendre conscience de la situation). danışmak. Donner conseil à qn: -e öğüt vermek.
consciencieusement bel. 1. Bilinçle, özenle, ciddi Donner à qn le conseil de f. qch: Birine -meşini
olarak (Travailler consciencieusement). öğütlemek (Je lui ai donné le conseil de patienter).
consciencieux, euse s. 1. Vicdanlı (Un homme Suivre les conseils de qn: -in öğütlerini dinlemek,
consciencieux). 2. Özenli, ciddi, dikkatli (Un tutmak. Tenir conseil: Toplanmak (Les jurés
conseiller 307 conserver

tenaient conseil dans le cabinet du juge). La nuit conséquence, une affaire de conséquence). En
porte conseil: Sabah ola hayrola, sabahın şerri conséquence: 1. Uygun şekilde, nasıl gerekiyorsa
akşamın hayrından iyidir, öyle (Agir en conséquence), 2. Sonuç olarak,
conseiller gçl. 1, Kılavuzluk etmek, yol göstermek dolayısıyla, öyleyse, şu halde (Nous devons partir
CConseiller un élève dans ses études). 2. Conseiller avantlejour, en conséquence, le lever sera à quatre
qch à qn: Birine -i öğütlemek, salık vermek, heures). En conséquence de: -e uygun olarak,
"tavsiye etmek (Le médecin lui a conseillé le bord göre, gereğince (J'agirai en conséquence de vos
de la mer). 3. Conseiller à qn de f. qch: Birine ordres). Sans conséquence: Önemsiz, üzerinde
-meşini salık vermek, öğütlemek, tavsiye etmek durulmaya değmez. Avoir pour conséquence...:
(Je vous conseille d'être un peu prudent). ' Sonucu...olmak (Sa politique a eu pour
conseiller,ère ad. 1. Öğütçü, öğütleyici, öğüt veren. conséquence une grande crise économique). Ne
2. Danışman, "müşavir (Il est conseiller pas tirer à conséquence: Önemsiz olmak;
juridique). 3. (Sayıştay, Danıştay, belediye tehlikesi, sakıncası bulunmamak. Subir les
meclisi gibi yerlerde) Üye. 4. diş. Danışman yada conséquences de: -in sonucuna katlanmak,
üye karısı. § Conseiller général: İl genel meclis cezasını çekmek (Il subit les conséquences de sa
üyesi. Conseiller juridique: Hukuk danışmanı. faute). Tirer à conséquence: Önemli olmak,
Conseiller légiste: Hukuk danışmanı. Conseiller sakıncalar doğurmak (Cela ne tirera pas à
d'Ambassade: Büyükelçilik müsteşarı. Conseiller conséquence).
de Légation: Elçilik müsteşarı. Conseiller d'Etat: conséquent, es. 1. Aklı başında, özü sözü belli (Un
Danıştay üyesi. Conseiller à la Cour des Comptes: homme conséquent). 2. Tutarlı (Un esprit
Sayıştay üyesi. Conseiller municipal: Belediye conséquent). 3. Conséquent à: -e uygun (J'aipris
meclisi üyesi. § Conseiller des grâces: mec. Ayna. une décision conséquente à mes principes). 4. er.
conseilleur, euse ad. Öğütçü, herkese bol bol öğüt mant. Ardıl. § Par conséquent: Öyleyse, o halde,
veren. § Les conseilleurs ne sont pas les payeurs: buna göre (Il pleut, par conséquent, le projet de
El adama akıl verir ekmek vermez, promenade est abandonné).
consensuelle s. İki yanın onaşmasıyla (rızasıyla) conservateur, trices. vead. 1. Koruyucu. 2. Tutucu,
yapılan, *anlaşımsal (Un accord consensuel, un "muhafazakâr (Un parti conservateur. Les
contrat consensuel). conservateurs ont voté pour la loi). 3. M ü d ü r ,
consensus er. Karşılıklı rıza, iki yanlı onaşma, yönetici, muhafız (Conservateur d'un musée,
anlaşma, 'anlaşım. d'une bibliothèque). 4. Tapu sicil muhafızı,
consentant, es. Onaşan, rıza gösteren, kabul eden. conservation diş. 1. K o r u m a , saklama, muhafaza
consentement er. Onaşma, "rıza; onama, e t m e (Laconservationdessouvenirs). 2. K o r u m a ,
"muvafakat (Donner, accorder, refuser son muhafaza etme (Conservation de là viande par le
consentement). § Avec le consentement de: -in froid, par le fumage). 3. Bekçilik, gözeticilik. 4.
rızasıyla, muvafakatıyla. Par consentement B a k m a , yönetme, koruma (Il est chargé de la
mutuel: İki tarafın rızasıyla. Sans le consentement conservation de ce musée).
de: -in muvafakati olmadan (Il s'est marié sans le conservatisme er. Tutuculuk, "muhafazakârlık,
consentement de ses parents). Obtenir le conservatoire s. 1. Koruyucu, "ihtiyatî (Mesures,
consentement de: -in onamını, muvafakatini saisie, actes conservatoires). 2. er. Konservatuvar.
almak. conserve diş. 1. Konserve (Des conserves de
consentir gsz. 1. Consentir à qch, à f. qch: -e razı poisson, de viande, de légumes. Boîte à conserve.
olmak, -meye rıza göstermek, muvafakat e t m e k , Manger des conserves. Préparer, faire des
-meyi onamak, kabul etmek (Je consens à votre conserves). 2. ç. Renkli gözlük. § Dt conserve:
départ. Les parents ont consenti au mariage. Il ne Birlikte (Aller de conserve, agir de conserve). En
consent pas à recevoir la moitié du revenu). 2. gçl. conserve: Konserve, konserve olarak (Des
Consentir qchàqn: Birine... vermek (llaconsenti légumes en conserve). Faire des conserves de qch:
un délai de payement à son ancien client). (Alay) -in turşusunu k u r m a k (Et ces timbres,tu vas
conséquemment bel. 1. Ardını bırakmadan, sürekli en faire des conserves). Mettre en conserve: 1.
olarak, adım adım izleyerek. 2. Conséquemment Konservesini yapmak (Nous avons mis des
i : -e uygun olarak, gereğince, göre. haricots en conserve). 2. U z u n süre boşuna
conséquence diş. 1. Sonuç (Je prévoyais les saklamak, bekletmek. Naviguer de conserve: den.
conséquences de ces événements). 2. mant. Vargı. H e p aynı yoldan gitmek, aynı yolu izlemek,
§ De conséquence: Önemli (Un homme de conserver gçl. 1. Korumak, saklamak, muhafaza
conserverie 308 consister

e t m e k , sürdürmek (Conserver un souvenir. biçmek, tartmak, düşünmek (J'ai considéré le


Conserver sa beauté, ses cheveux). 2. pour et le contre). 3. İncelemek (Considérer un
Yitirmemek, kaybetmemek (Conserver son problème sous tous ses aspects). 4. Dikkat etmek,
calme, son sang-froid). 3. K o r u m a k , bozulup düşünmek, göz ö n ü n d e bulundurmak (Unpoint à
çürümekten kurtarmak (Conserver des produits considérer. Tu dois considérer mes intérêts aussi).
alimentaires, des fruits). 3. Elinde t u t m a k , elden 5. D e ğ e r vermek, saymak, saygı göstermek (On
kaçırmamak, kaptırmamak (Conserver sa place). considère beaucoup ce vieillard). 6. Considérer
§ Se conserver: 1. Sağlam kalmak, yıkıntıya comme: -gibi düşünmek, olarak saymak (Je vous
uğramamak (Ces monuments anciens se sont bien considère comme mon frère).
conservés). 2. Sürüp gitmek, iyi bir d u r u m d a consignataire er. 1. 'Güvenilir el, 'inanılır kişi,
olmak. 3. K o r u n m a k , saklanmak, muhafaza °yed-i emin. 2. Bir m a h teslim alan tüccar yada
edilmek (Ces légumes ne se conservent pas komisyoncu. 3. Emanetçi (Consignataire de la
facilement). 4. Sağlığına ö n e m vermek, kendine cargaison: Yük emanetçisi).
bakmak. 5. Kendine saklamak, ayırmak (Se consignation diş. İnam, "emanet, "vedia. 2.
conserver des ressources). § Bien conservé: Yaşlı ' İ n a n c a akçesi, "teminat parası. 3. Bir tüccar
olduğu halde genç görünen, pek yıpranmamış yada komisyoncuya gönderilen mal.
(Une femme bien conservée). consigne diş. 1. ' Y ö n e r g e , "talimat (Cet officier ne
conserverie diş. 1. Konservecilik. 2. Konserve connaît que la consigne). 2. Ismarlama, "tembih.
fabrikası. 3. İzinsiz bırakma cezası (Le professeur a donné
considérable s. 1. Saygın, saygıdeğer, hatırı sayılır trois heures de consigne aux élèves). 4. Emanet
(Un homme considérable). 2. Pek büyük, pek çok yeri (Je vais mettre ma valise à la consigne.
(Des dépenses considérables). 3. Kalabalık (Une Consigne d'un aérodrome). 5. Emanet ücreti ( U n
armée considérable). 4. Önemli (Travail franc de consigne). § Manger la consigne: tkz.
considérable). Parolayı u n u t m a k ; bir siparişi unutmak,
considérablement bel. Pek çok, büyük ölçüde (Les consigner gçl. 1. İnam bırakmak, emanet bırakmak
dépenses ont considérablement dépassé les (Consigner sa valise, ses bagages). 2. Yazmak,
prévisions). kaydetmek, belirtmek, not etmek (Il a consigné
considérant er. Gerekçe (Les considérants d'une dans son rapport toutes les circonstances de
résolution). l'incident). 3. Talimat vermek, tembih etmek,
considération diş. 1. Dikkatli inceleme. 2. mec. ç. ısmarlamak. 4. İzinsiz bırakmak (Consigner un
Düşünce, "mülâhaza (Diverses considérations élève, un soldat). S. Girip çıkılmasını yasaklamak
m'ont porté à cette démarche. Considérations sur (Lapolice a consigné la salle). 6. (Bir tüccar yada
la politique). 3. Saygı, sevgi (llala considération bir komisyoncuya mal) G ö n d e r m e k . § Consigner
de ses chefs). 4. Saygınlık. § Prise en sa porte à qn: -in evine gelip gitmesine izin
considération: G ö z ö n ü n d e bulundurma. En vermemek, evine kabul etmemek. Consigner un
considération de: 1. -e nazaran, -in yanında, -e navire: Bir gemiyi kiralayanın uyruğuna
göre (Ce n'est là qu'un simple témoignage de bırakmak.
reconaissance, en considération des services que consistance diş. 1. Koyuluk, kıvam (Consistance
vous nous avez rendus). 2. -yüzünden, ötürü (On d'une sauce, d'une boue). 2. Dayanıklılık
lui manifestait beaucoup de déférence, en (Consistance d'un corps). 3. Güvenirlik,
considération de son grand âge). Sans doğruluk (La nouvelle prend de la consistance
considération de: -e bakılmadan, aldırmadan, göz d'heure en heure). 4. mec. Kararlılık, "istikrar
ö n ü n d e bulundurmadan (Le projet est établi sans (Caractère, amour, esprit sans consistance).
considération de prix ni de durée). Jouir de la consistant, e s. 1. Sağlam, dayanıklı. 2. mec.
considération générale: Herkesten saygı görmek, Güvenilir, inamlabilir (Un argument consistant,
herkesin saygısını kazanmış olmak. Mériter une rumeur consistante). 3. Koyu, yoğun (Un plat
considération: Dikkate değmek, üzerinde consistant, peinture consistante, sauce
durulmaya değmek (Vos projets méritent consistante). 4. mec. Direşken, "sebatlı,
considération). Prendre qch en considération: -i consister gsz. 1. Consister en qch, dans qch: a) Bağlı
göz ö n ü n d e bulundurmak, dikkate almak (Il faut bulunmak, dayanmak (Le bonheur consiste dans
prendre en considération sa situation critique). la vertu). b)-den ibaret olmak (Notre appartement
considérer gçl. 1. Dikkatle bakmak (Considérer un consiste en trois pièces. Sa fortune consiste en deux
tableau, un monument, un paysage). 2. Ölçüp millions). 2. Consister à f. qch: -mekten ibaret
consistoire 309 conspirateur

olmak ( L e bonheur consiste à aimer). nombreux dans le café). 3. diş. Bar kadını,
consistoire er. 1. Kilisenin genel işlerini görüşmek consommation diş. 1. Tüketim, yoğaltım, "istihlâk
üzere papa başkanlığında toplanılan kardinaller (Coopérative de consommation. Consommation
meclisi. 2. H a h a m yada protestan papazları de blé, d'huile; d'essence). 2. İçit, içilen şey (Ce
kurulu. client a pris trois consommations). 3. Bitim, son
consœur diş. (Şaka yollu) Kadın meslekdaş. (Jusqu'à la consommation des choses, jusqu'à la
consolable s. Avundurulabilir, teselli edilebilir consommation des siècles). § Société de
(C'est un chagrin consolable). consommation: Tüketim toplumu,
consolant, e s. Avunduran, avundurucu, teselli consommé,e s. 1. Tüketilmiş, yoğaltılmış. 2.
edici (Des paroles consolantes, une nouvelle Yetkin, eksiksiz ( U n diplomate consommé, un art
consolante). consommé). 3. Eli uz, usta. 4. er. E t suyu (Un
consolateur, trice s. ve ad. Avundurucu, teselli consommé de poulet).
verici (Lemaladeabesoind'unconsolateur. Ilm'a consommer gçl. 1. T ü k e t m e k , yoğaltmak, "istihlâk
adressé quelques paroles consolatrices). § La etmek (Consommer du pain, du poisson, de la
consolatrice des affligés: Meryem A n a . Le viande). 2. Kullanmak, harcamak (Cette voiture
Consolateur: Kutsal ruh, °Ruhulkudüs. consomme trop d'essence. Une industrie qui
consolation diş. 1. Avunma, avundurma, avuntu, consomme du charbon). 3. Bitirmek,
"teselli, *avunç (Paroles de consolation. Il trouve tamamlamak, başarıya ulaştırmak (Consommer
sa consolation dans le sport). 2. Avunduran kişi une œuvre, consommer un attentat). 4. gsz.
(Son fils était sa seule consolation dans la solitude). (Kahvede, gazinoda) Bir şey yemek, içmek (Ils
Prix de consolation: A v u n ç ö d ü l ü , "teselli consommaient à la terrasse). § Se consommer: 1.
mükâfatı. Tüketilmek, yoğaltılmak. 2. Çok pişmek,
console diş. 1. Konsol. 2. (Bilgi-işlem) Merkez veri consomptibles. huk. A n c a k bir defa kullanılabilen;
kayıt aygıtı. kullanıldığında bozulan yada tükenen (Biens,
consoler gçl. 1. Avundurmak, teselli etmek produits consomptibles).
(Personne n'arrive à le consoler). 2. Yatıştırmak consomption diş. 1. Vücuttan düşme, erime. 2. hlk.
(Consoler la douleur d'un malade, l'affliction d'un İnce hastalık, verem,
ami). 3. Consoler qn de qch: Birinin -sini consonance diş. 1. Ses düzeni, seslerin kulağa hoş
yatıştırmak, teselli etmek, unutturmak (Cette gelme düzeni. 2. * Ündeşlik, sözcük ve tümcelerin
bonne nouvelle me console de mes derniers échecs. sonunda aynı ses öbeklerinin bulunması. 3. mec.
Personne ne pourra le consoler de sa peine). § Se Uyum, hoş uyum, hoş düzen,
consoler: 1. Avunmak, teselli bulmak (Il s'est consonant, e s. 1. müz. H o ş bir uyum meydana
enfin consolé). 2. Birbirini avutmak, teselli etmek getiren, hoş uyumlu (sesler). 2. dilb. Sonlarında
(Elles se sont consolées). 3. Se consoler de qch: -ile aynı ses öbeği bulunan (Sözcük yada tümceler),
avunmak; -de teselli bulmak, *ündeş, 'selensiz.
consolidant, e s . Sağlamlaştıncı. consonantique s. dilb. Ünsüz,
consolidation diş. 1. Sağlamlaşma; sağlamlaştırma consonne diş. dilb. Ünsüz (Consonne double: Çift
(Consolidation d'un mur, d'un pont, d'une ünsüz. Consonne douce: Yumuşak ünsüz.
monnaie). 2. Uzun vadeye çevirme, konsolide Consonne forte: Sert ünsüz. Consonne géminée:
etme (Consolidation d'une dette). 3. Birleştirme Çift ünsüz).
(Consolidation de rentes). consort s. 1. Kendi kral olmadığı halde bir
consolidé, e s. 1. Temelli yada uzun vadeliye kraliçenin kocası olan (Prince consort). 2. ad.
çevrilmiş. 2. Dondurulmuş, "konsolide (Dettes O r t a k ahnyazıh, ahnyazısı aynı olan, *yazgıdaş.
consolidées). 3. er. ç. İngiliz devlet borcu eshamı, 3. er. ç. Ortaklar; hempa (Un tel et ses consorts:
consolider gçl. 1. Sağlamlaştırmak, berkitmek Falan ve hempaları). 4. ç. huk. D â v a d a ortak
(Consolider un édifice, un mur, une alliance, un çıkan olan dâvacılar.
traité, sa position). 2. D o n d u r m a k , consortial,e s. Konsorsiyoma değgin (Crédit
consommables. Tüketilebilir, yoğaltılabilir. consortial).
consommateur, trice s. vead. 1. Tüketici, yoğaltıcı, consortium [kisoRsjom] er. Başortaklık,
"müstehlik (Le prix des articles augmente en konsorsiyum, yardım yürütüm birliği,
passant du producteur au consommateur). 2. Bir consoude diş. bitb. Karakafes,
kahve yada lokantada bir şey içen kişi, müşteri conspirateur, trice s. ve ad. 1. H ü k ü m e t e karşı
( Quand il fait très chaud, les consommateurs sont fesat çevirici; suikastçı (La police a arrêté les
conspiration 310 constitution

conspirateurs. Une menée conspiratrice). 2. mec. geçirmek (Le médecin légiste a constaté le décès).
Entrikacı, dolapçı, 4. (Muhasebe) Tahakkuk ettirmek (Constater
conspiration diş. 1. H ü k ü m e t e karşı gizli fesat, une dette).
komplo (Préparer, ourdir, tramer, fomenter une constellation diş. gökb. 1. Takımyıldız, takım. 2.
conspiration). 2. Ortaklaşa entrika, toplu dolap. mec. Ünlü kişiler topluluğu. § Constellation
3. Uygunluk, elbirliği. zodiacale: Burçlar takımyıldızı,
conspirer gçl. 1. Gizlice ve elbirliğiyle hazırlamak constellé, es. 1. Yıldızlı (Splendeur constellée d'une
(Conspirer la ruine de l'Etat, la mort d'un roi). 2. plaine). 2. Constellé de qch: -ile beneklenmiş;
gsz. Conspirer contre: -e karşı suikast -serpmeli (Un tablier constellé de taches d'encre.
hazırlamak, fesat çevirmek, gizli bir fesada Robe constellée de pierreries).
katılmak (Conspirer contre le régime). 3. consteller gçl. Yer yer süslemek; yıldızlarla, parlak
Conspirer à qch: -e yardım etmek, elbirliğiyle taşlarla süslemek,
çalışmak (Tout conspire à la réussite de ce projet). consternant, e s. Üzücü, iç ezici (Une nouvelle
4. Conspirer à f. qch: -meye yardım e t m e k ; consternante).
-mekte elbirliği e t m e k , elbirliğiyle çalışmak (Tout consternation diş. Büyük üzüntü, iç acısı (On lisait
conspirait à faire de lui un grand artiste). la consternation sur tous les visages).
conspuer gçl. Yuhalamak, rezil etmek, kepazesini consterné, es. Üzgün, üzülmüş. § Etre consterné de
çıkarmak (Conspuer un orateur). qch, de f. qch: Bir şeye, bir şeyin yapılmasına
constable er. (İngiltere'de) Polis memuru, üzülmek.
constamment bel. 1. Sürekli olarak, aralıksız, ara consterner gçl. Üzmek, büyük acılara düşürmek,
vermeden. 2. Sık sık, çoğu kez, çoğun (Elle est yüreğini yakmak (La mauvaise nouvelle nous a
constamment malade). tous consternés).
constance diş. 1. İçgücü, "metanet, cesaret (II constipation diş. Peklik, kabızlık, "inkıbaz,
endure son mal avec constance). 2. "Sebat, constipé,e s. vead. Kabız.
direşme (Travailler avec constance. La constance constiper gçl. Peklik vermek, kabızetmek (Certains
en amour). 3. tkz. Sabır, çıdam (Il a de la aliments constipent). § Avoir l'air constipé:
constance à t'attendre si longtemps). 4. Süreklilik, Sıkınülı, kaygılı, rahatsız bir hali olmak,
aralıksızlık (Devant la constance de ses échecs, ila c o n s t i t u a n t s s. 1. Kuran, kurucu, meydana getiren
fini par se décourager). (Les éléments constituants d'un corps.
constant, e s . 1. Metin, cesur, yürekli (Il se montra L'Assemblée Constituante: Kurucu Meclis). 2. er.
constant dans son malheur). 2. Sebatlı, direşken Kurucu Meclis üyesi. 3. diş. Fransada 1789
(Etre constant dans la poursuite d'un but). 3. Anayasa Meclisi. 4. ad. Bu meclisin üyesi,
Sürekli, aralıksız (Il a de constantes difficultés constituer gçl. 1. Meydana getirmek, oluşturmak,
d'argent. Souci constant, préoccupation "teşkil etmek (Les personnes qui constituent une
constante). 4. G ü n gibi ortada, kuşku götürmez famille). 2. Kurmak (Constituer une société). 3.
(C'est un fait constant). 5. Değişmez (Quantité Yasal olarak a t a m a k , yapmak, kılmak (Il l'a
constante). constitué son héritier). 4. (Eski) Koymak,
constante diş. 1. mat. fiz. Değişmez değer, sabit görevlendirmek (Constituer quelqu'un à la garde
değer, *durgan. 2. mec. Değişmez genel eğilim des enfants). S. Constituer qch a qn: Vermek,
(Constante d'une politique). ayırmak, "tahsis etmek (Constituer une rente, une
constater, huk. Tesbit, tutanak, durum saptaması, pension, une dot à quelqu'un). § Se constituer
zabıt (L'huissier a dressé un constat. L'accidenté a prisonnier: Adalete teslim olmak. ıSe constituer
fait établir un constat). partie civile: Dâvaya müdahil olarak katılmak,
constatation diş. 1. G ö r m e , saptama (La constitutif,ive s. Oluşturan, meydana getiren (Les
constatation de sa mauvaise volonté m'a éléments constitutifs de l'eau).
chagriné). 2. Gözlem (Dites-moi vos constitution diş. 1. Oluş, yapılış, bileşim
constatations). 3. Görülen, saptanan, ortaya (Constitution d'un corps, d'une substance). 2.
çıkan şey (Les constatations d'une enquête). 4. Kurma, kurulma,kuruluş (La constitution d'une
(Muhasebe) Tahakkuk (Constatation des société). 3. A t a m a , vekil etme (Constitution d'un
revenus). avoué). 4. Yapı, vücut yapısı (Il a une forte
constater gçl. 1. G ö r m e k , saptamak (Constater la constitution). S. Ayırma, verme, "tahsis etme
réalité, une erreur). 2. Meydana çıkarmak, ortaya (Constitution d'une rente, d'une dot). 6.
koymak. 3. Bir yazıyla doğrulamak, belgeye "" Meşrutiyet. 7. Anayasa.
constitutionnaliser 311 contact

constitutionnaliser gçl. Anayasal bir nitelik (Régime consulaire). 2. Konsolosluğa değgin


vermek, "anayasallaştırmak. (Agent consulaire. Remplir des fonctions
constitutionnalité diş. Anayasaya uygunluk, consulaires). 3. Ticaret tüzesine değgin (Juge
"anayasallık (Contrôle de la constitutionnalité des consulaire; palais consulaire. Les tribunaux
lois). consulaires: Ticaret mahkemeleri).
constitutionnel, le s. 1. Vücut yapısına değgin consulat er. 1. Konsüllük. 2. Konsolosluk. §
(Faiblesse constitutionnelle). 2. Meşrutî Consulat général: Başkonsolosluk,
(Monarchie constitutionnelle). 3. Anayasaya consultables. Başvurulabilir, danışılabilir.
uygun (Cette loi n'est pas constitutionnelle). 4. consultant, e s. ve ad. Danışman, kendisine
Anayasaya değgin, anayasal (Droit danışılan (Avocat consultant, médecin consultant.
constitutionnel. Loi constitutionnelle). Un consultant).
constitutionneliement bel. Anayasaya uygun consultatif, ives. Danışılmak üzere yapılan, "istişarî
biçimde. (Le Conseil Supérieur de l'Education Nationale
constricteurs, anat. Sarıp sıkıcı, sıkıştırıcı, büzücü est un organisme consultatif. Ce comité a un rôle
(Muscles constricteurs du pharynx). purement consultatif). § Comité consultatif:
constriction diş. Sıkıştırma, sarıp sıkma; sıkışma, Danışma kurulu. Avoir voix consultative: Oy
kasılma, büzülme (Constriction des vaisseaux kullanmadan tartışmalara katılma hakkı olmak,
sanguins). consultation diş. 1. Danışma, danışım, görüşüm (II
constrictor er. Boa yılanı, était en consultation avec d'autres médecins). 2.
constringent, es. (Sararak)Sıkan,sıkıcı,sıkıştırıcı, Başvurma, yoklama, soruşturma yapma
constructeur,trice s. ve ad. 1. Yapıcı, yapımcı (Consultation de l'opinion, consultation
(Constructeur de moteurs, de navires, populaire). 3. İnceleme, göz atma, başvurma
d'automobiles). 2. Bina yapıcısı, kurucu, mimar. (Consultation d'un ouvrage, d'un document). 4.
3. s. Yapıcı, yaratıcı (Une imagination hek. Muayene (Aller à la consultation. Cabinet de
constructrice, une société constructrice). § consultation).
Constructeur de jeu: (Futbol, basketbol vb.) consulter gçl. 1. Danışmak, akıl almak (Consulter
Oyun kurucusu. un avocat, un médecin, un ami, un parent). 2.
constructif,ive s. Yapıcı, olumlu (Un esprit Bakmak, göz atmak, incelemek (Consulter un
constructif, une critique constructive). dictionnaire, un ouvrage). 3. Yoklamak, yoklayip
construction diş. 1. Yapılış, yapım (Construction anlamak (Consulter l'opinion). 4. Dinlemek,
d'une maison, d'un navire, d'un moteur). 2. Yapı, izlemek; -e göre hareket etmek (Consulter sa
bina (Plan d'une construction). 3. Kuruluş, yapı conscience. Il ne consulte que son devoir). 5. hek.
(Construction d'un roman, d'un poème). 4. Danışım, görüşüm yapmak; "konsültasyon
Yapıcılık. 5. dilb. 'Sözdizimi, kuruluş, yapmak,
construire gçl. 1. Kurmak, dikmek, yapmak, "inşa consulteur er. Danışılan kimse,
etmek (Construire une maison, un mur, un consumer gçl. 1. Bitirmek, yok etmek, öldürmek
édifice). 2. Yapmak, "imal etmek (Construire une (Le chagrin le consume). 2 .mec. Eritip bitirmek.
automobile, un navire, une machine). 3. Çizmek, 3. Bitirmek, tüketmek, harcamak (Il consume sa
yapmak (Construire un triangle). 4. Kurmak vie dans l'étude). 4. Yakıp kül etmek (Le feu a
(Construire une théorie, un système, une phrase). consumé toute une forêt). 5. Consumer qch en: -de
5. Hazırlamak, düzenlemek, çatışım kurmak tüketmek, yolunda harcamak (Le vieillard
(Construire un poème, un roman). consumait ses dernières années en des efforts
consubstantialité diş. Aynı tözden olma, d'esprit). § Se consumer: 1. Kendini tüketmek,
*eştözlülük. bitirmek, °helâk etmek. 2. Se consumer de qch:
consubstantiel, le s. 1. (Hıristiyanlıktaki üçlülük -den bitmek, ölür gibi olmak (Il se cortsume de
doğmasının kişileri için) Aynı tözden, 2. fels. douleur).
(Genel olarak) Aynı tözden, *eştözlü. contact er. 1. Değme, dokunma, "temas (Certaines
consul er. 1. (Eski Romada) Her yıl seçilen iki maladies se communiquent par le contact). 2.
devlet başkanından her biri, konsül. 2.1799'dan İlişki, ilişik, alış veriş, alıp verecek (Les contacts
1804'e değin Fransada üç devlet başkanından her humains. Je n'ai aucun contact avec eux). 3.
biri, konsül. 3. Konsolos. § Consul général: Kontak (Clé de contact. Contact électrique.
Başkonsolos. Consul honoraire: Fahri konsolos, Mettre, couper le contact). § Au contact de qn: -in
consulaire s. 1. Konsüle, konsüllüğe değgin etkisiyle; -ile görüşe görüşe (Il s'est civilisé au
contacter 312 contention

contact de cette personne). Au contact de qch: pek aldırmayan (Les contempteurs de la morale).
-temasında, -ile temas edince (Au contact de l'air, c o n t e n a n c e ^ . 1. Sığa (Contenance d'une bouteille,
la peinture a séché). Entrer, se mettre en contact d'un tonneau). 2. Yüzölçümü, alan (Cette
avec qn: -ile ilişki kurmak. Avoir contact avec qn: propriété a une contenance de cinquante hectares).
-ile aralannda ilişki olmak, -ile ilişkisi bulunmak. 3. Tavır, davranış (Il a toujours une contenance
Entrer en contact avec l'ennemi: ask. Düşmanla aimable). § Faire bonne contenance: İyi
savaşa tutuşmak, dayanmak, diretmek (Faire bonne contenance
contacter gçl. Görüşmek, ilişki kurmak, "temas devant l'ennemi). Perdre contenance: Sarsılmak,
etmek, "temasa geçmek ( Contacter une personne, soğukkanlılığını yitirmek, direnme gücünü
un organisme). yitirmek.
contadin, es. vead. Kırda yaşayan, contenant er. Kap, zarf (Le contenant et le contenu).
contage er. (Sayrılıklarda) Bulaşma maddesi, contenir gçl. 1. Kapsamak, içermek, içine almak
contagieux, euse s. 1. Bulaşıcı (Maladie (Cette phrase contient une allusion à nos projets).
contagieuse). 2. mec. Çabuk bulaşan, başkasına 2. -si olmak; içinde... olmak. (Ce livre contient
çabuk geçen (Le rire est contagieux). plusieurs erreurs, ce dictionnaire contient trois
contagion diş. 1. Bulaşma, geçme (Contagion d'une mille pages. Ma valise contient des vêtements de
maladie). 2. Salgın (Lesravages d'unecontttgion). voyage). 3. İçine almak, sığdırmak (Cette voiture
3. mec. Başkasına geçme, bulaşma, yayılma peut contenir sept personnes. La salle peut contenir
(Contagion du rire, du bâillement). mille spectateurs). 4. Tutmak, durdurmak
contagionnergç/. Sayrılık bulaştırmak (Unpestiféré ( Contenir l'ennemi, les manifestants, la foule). 5.
peut contagionner toute une ville). Egemen olmak, tutmak, içine atmak, bastırmak
contagiosité diş. Bulaşıcılık. (Contenir sa colère, ses larmes, son émotion). § Se
contamination diş. 1. (Sayrılık) Bulaşma, geçme. 2. contenir: Kendini tutmak, duygularına engel
Pislenme, kirlenme, pislik, olmak.
contaminer gçl. 1. (Sayrılık) Bulaştırmak. 2. content, es. 1. Hoşnut, memnun (Il a l'air content.
Pisletmek, kirletmek, bozmak (Les vices de son Je suis très content). 2. Content de qch, de f. qch:
entourage l'a contaminé aussi). -den, -mekten memnun olmak (Elle est contente
conte er. 1. Öykü, "hikâye (Les contes de des résultats, de sa décision. Je suis content de
Maupassantsont très célèbres). 2. Masal (Contede quitter cette ville). § Content de soi: Kendini
fées). beğenmiş. Avoir son content: Doymak, kanmak.
contemplateur, trice ad. Hayranlıkla seyreden, Avoir son content de qch: -e kanmak, doymak;
bakan, seyre dalan, -den istediği kadanna erişmek (ila son content de
contemplatif, ive s. Kendi iç dünyasına dalmayı réputation).
seven, kendi düş ve düşüncelerine dalmış, dalgın contentement er. 1. Memnunluk, hoşnutluk. 2.
(Un enfant contemplatif, un regard contemplatif). Sevinç, haz. 3. Doyum, doyurma, "tatmin (Le
contemplation diş. Seyretme, seyre dalma, seyir, contentement des sens, de ses désirs). §
düş ve düşüncelere dalma (Il est resté en Contentement de soi: Kendini beğenmişlik,
contemplation devant la vitrine. La contemplation contenter gçl. 1. Memnun etmek, hoşnut bırakmak
du ciel, de la forêt, de la mer). § Se plonger dans la (Contenter ses parents, ses amis). 2. Doyurmak,
contemplation: Düş ve düşüncelere dalmak, seyre gidermek, tatmin etmek (Contenter sa curiosité,
dalmak. un besoin, un caprice, un désir). § Se contenter de
contemplativement bel. Dalgın dalgın, düşler qch: 1. -ile yetinmek (lise contente d'un repas par
içinde, düşüncelere dalarak, jour). 2. Se contenter de f. qch: -mekle yetinmek,
contempler gçl. Seyretmek, seyre dalmak, hayran -mekle kalmak (Il se contente d'apprendre une
hayran bakmak (Contempler un spectacle, un seule langue étrangère).
monument, un paysage). § Se contempler: contentieux, euse s. 1. Dâvâlı, kavgalı, tartışmalı
Kendini hayranlıkla seyretmek (Narcisse se (Une affaire contentieuse). 2. er. Uyuşmazlık (Un
contemplait dans l'eau). contentieux administratif, commercial). 3. er. İş
contemporain, e s. 1. Çağdaş (Littérature kovuşturma acentası. 4. er. (Bir dairede) Hukuk
contemporaine, art contemporain). 2. ad. Yaşıt (Il işleri şubesi ( Chef du contentieux).
est mon contemporain). contentif, ive s. İçinde tutan (Appareil contentif).
contemporanéité diş. 1. Çağdaşlık. 2. Yaşıtlık contention diş. 1. Tartışma. 2. Uzun çalışma, büyük
contempteur, trice ad. Küçümseyici, hor görücü, emek (Contention d'esprit). 3. İçinde, yerinde
contenu 313 continuel

tutma (Un appareil pour la contention des contigus). 2. mec. Yakın, benzer, andırır (Des
fractures de la cuisse). idées contiguës). 3. Contigu à: -e bitişik (La salle à
contenu, e s. 1. içindeki. 2. İçte tutulmuş, manger est contiguë au salon).
zaptedilmiş, dışa vurulmamış (Colère contenue, contiguïté diş. 1. Bitişiklik. 2. mec. Yakınlık,
émotion contenue). benzerlik.
contenu er. 1. Kapsam, içerik, "muhteva (Le continence diş. (Cinsel eğilimlerde) Kendini tutma,
contenud'unlivre, d'un testament, d'un terme). 2. continent, e s. 1. (Cinsel isteklerde) Kendini tutan,
İçinde bulunan şey (Le contenu d'un camion, d'un "ne/sine egemen. 2. Sürekli (Fièvre continente,
récipient). cause continente).
conter gçl. 1. Anlatmak, dile getirmek (Conter un continent er. 1. coğr. Anakara, "kıta. 2. (Britanya
événement en détail). 2. Bir bir söylemek, sayıp adalarına göre) Avrupa. § L'ancien contient:
dökmek (Allons, conte-moi tes malheurs). § Asya, Avrupa, Afrika. Le nouveau continent:
Conter fleurette à une femme: Bir kadına diller Amerika kıtası.
dökmek, güzel ve tatlı sözler söylemek. En Continental, e s. Anakaraya değgin, "anakarasal,
conter, en conter de belles: Maval okumak; gülünç kıta ile ilgili, kıtasal,
şeyler, olmayacak şeyler anlatmak. En conter à contingence diş. 1. Olağanlık, olasılık. 2. fels.
qn: Birini aldatmaya, kafese koymaya çalışmak. Olumsallık. 3. ç. Olağan işler (Les contingences
S'en laisser conter: Aldanmak, kül yutmak, de la vie quotidienne).
contestables. Tartışma götürür, "itirazedilebilir (II contingent, e s. 1. Olağan, önemsiz (Les faits
a des idées contestables. Cette théorie est contingents delà vie). 2. fels. Olumsal (Evénement
contestable). contingent, chose contingente).
contestation diş. 1. Tartışma, "itiraz, karşıcılık contingent er. 1. Bir alma yada verme işinde
(Cela peut donner lieu à des contestaions). 2. saptanan pay, "saptanca. 2. Kendisine düşen şey,
Anlaşmazlık (Une constestation était née entre les katkı (Apporter son contingent à une œuvre
voisins sur les limites d'un morceau de terre). § nationale). 3. ask. "Kura; bir yd içinde askere
Etre, entrer en contestation avec qn: Biri ile alınan erlerin topu (Appel d'un contingent,
aralarında anlaşmazlık olmak, biriyle fournir un contingent).
anlaşmazlığa düşmek, contingentement er. l.Payayırma.paylaraayırma,
conteste Uyuşmazlık. § Sans conteste: İtirazsız, "saptancalama (Contingentement des
hiç kuşku y ok ki (Il est, sans conteste, le plus grand importations). 2. Kota (Marchandises soumises
artiste du pays) . au contingentement. Liste de contingentement).
contester gçl. 1. İtiraz etmek, kabul etmemek contingenter gçl. 1. Paylara ayırmak
(Contester la compétence d'un tribunal, la légalité "saptancalamak (Contingenter un produit
d'une décision). 2. Tartışmak; yadsımak commercial). 2. Kotaya tabi tutmak
(Contester un fait, la justesse d'une nouvelle). 3. (Contingenter les exportations).
Contester qch à qn: Birinin -sine itiraz etmek, continu, e s. Sürekli, kesiksiz, aralıksız
kabul etmemek (On lui conteste ce droit). 4. gsz. ( Mouvement continu, courant continu, souffrance
Aksilik etmek, uyuşmaz davranmak, boşuna continue). § A jet continu: tkz. Durmadan,
tartışma çıkarmak, aralıksız olarak, habire (// dit des mensonges à jet
conteur, euse ad. 1. Öykücü, "hikâyeci. 2. mec. continu).
Maval okuyan, saçma sapan şeyler anlatan. 3. continuateur, trice ad. Sürdürücü, sürüp götürücü,
Konuşan, bir şeyler anlatan (Un cercle d'auditeurs "devam ettirici (Les continuateurs des réformes
attentifs s'était formé autour du conteur). s'inspiraient des mêmes principes que les
contexte er. 1. (Bir metinde) Sözün gelişi, sözün önü promoteurs).
arkası, "bağlam (Eclaircir un passage par le continuation diş. 1. Sürüp gitme, uzayıp gitme,
contexte. Un mot rie prend son sens que dans le sürerlik, "devam (La continuation d'une amitié,
contexte). 2. Toplu koşullar, genel durum (Le d'un régime. Les syndicats ont décidé la
contexte social, politique, économique). 3. huk. continuation de la grève). 2. Uzantı, ek. § En
Bir belgenin metni, continuation: huk. Görülmekte olan (Affaire en
contexture diş. 1. (Eski) Kuruluş, yapı, düzenleniş continuation: Görülmekte olan dâva).
(Contexture d'un ouvrage). 2. Bağlama, bağlanış, continuel, le s. Sürekli, ardı arkası kesilmeyen (Il
bağlantı. fait des efforts continuels). § Etre en continuel
contigu,ë s. 1. Bitişik (Murs contigus, jardins devenir: Sürekli oluşum halinde olmak.
continuellement 314 contraindre

continuellement bel. Sürekli olarak, durmadan, büzmek (Le froid contracte le corps. Contracter les
aralık vermeden, ardı arkası kesilmeksizin. muscles). 3. Edinmek (Contracter une habitude,
continuer gçl. 1. Sürüp götürmek, sürdürmek, une manie, un vice). 4. Tutulmak yakalanmak,
°devam ettirmek (Continuer une tradition). 2. uğramak (Contracter une maladie, un rhume). §
Sürdürmek, *devam etmek (Continuer ses Contracter par-devant notaire: Noter önünde
études). 3. Uzatmak, °devamettirmek (Continuer üstlenmek, "taahhüt etmek. Contracter des
une ligne, une route, une droite). 4. Continuer qn obligations envers qn: Birine karşı minnet
dans qch: Birini -de tutmak, görevine devam yüklenmek, minnet altına girmek. § Se
ettirmek (On le continue encore dans son poste, contracter: 1. Kasılmak, büzülmek. 2.
dans son commandement). 5 .gsz. Sürüp gitmek, Sözleşmeye bağlanılmak. 3. Edinilmek,
sürmek, devam etmek (La guerre continue). 6. contractif, ive s. Kasıcı, büzücü,
gsz. Uzayıp gitmek (Ces montagnes continuent contractiles. Kasılabilir, kasılır, büzülebilir.
jusqu'à la mer). 7. Continuer à f. qch. de f. qch: contraction diş. 1. Kasılma, büzülme (Contraction
-meye devam etmek (Il continue à travailler, de des muscles, du cœur). 2. dilb. Kaynaşma,
parler). § Se continuer: Uzayıp gitmek, devam *derilme, iki hecenin bir hece haline gelmesi,
etmek (La propriété se continue par une vaste contractuel, le s. Sözleşmeli, sözleşmeye dayalı,
forêt). "akdî.
continuité diş. Süreklilik, sürerlik, devamlılık contracture Kasılma (Contracture hystérique).
(Assurer la continuité d'une entreprise, d'une contracturer gçl. Kasmak,
tradition). § Solution de continuité: Arası kesilme, contradicteur er. İtirazcı, karşı çıkıcı.
ara kesikliği, contradiction diş. 1. İtiraz, karşı çıkma. 2. Çelişme,
continûment bel. Sürekli olarak, durmamacasına, çelişki (Les contradictions internes d'un système).
ara vermeden, 3. Uyuşmazlık, uymazlık, tutmazlık (Je vois une
contondant, e s. Bereleyici, dövücü (Arme grande contradiction entre tes principes et tes actes.
contondante). On relève des contradictions dans la déclaration
contorsion diş. 1. (Organları) Burkma (Les des témoins). § Esprit de contradiction: 1. İtiraz
contorsions d'un acrobate). 2. (Organlar) huyu, itiraz merakı. 2. İtiraz meraklısı. Etre en
Burkulma. 3. Yüz buruşturma (Les contorsions contradiction avec: -ile çelişmek, birbirini
d'un employé obséquieux). tutmamak (Ses actes sont en contradiction avec ses
contour er. 1. Çevre, dolay, sınır (Contour d'une paroles).
table, d'un tapis, d'une forêt. Tracer les contours contradictoire s. 1. Çelişmeli, çelişik, birbirini
d'une figure). 2. (Resimde) Çevre çizgisi, tutmaz (Idées contradictoires, paroles,
contourner gçl. 1. (Bir şeyin) Çevresini çizmek. 2. contradictoires). 2. Tartışmalı (Réunionpolitique
Çevresini dolaşmak (Le fleuve qui contourne une contradictoire). 3 .er. ç. Çelişmeli sesler. 4. s. huk.
colline). 3. Çevirmek, sarmak (Contourner Vicahi. § Jugement contradictoire: Yüzleştirerek
l'ennemi). 4. -in kaçamak yolunu bulmak yapılan yargılama; "vicahî yargılama,
(Contourner une loi, une difficulté). contradictoirement bel. huk. Vicahen (Qu'il soit
contraceptif, ive 5.1. Doğum önleyici, gebeliği jugé contradictoirement).
önleyici (Produits contraceptifs, méthodes contraignable s. Zorlanabilir,
contraceptives). 2. er. Gebelik önleyici ilâç contraignant, e s. Zorlayın, sıkıştırıcı (Nécessité
(Prendre un contraceptif). contraignante).
contraception diş. Doğumu önleme, gebeliği contraindre gç/. 1. Engellemek, bastırmak, tutmak
önleme (Méthodes de contraception). (Contraindre ses passions, ses tendances). 2.
contractant, e s. ve ad. Sözleşme yapan, sözleşen; Zorlamak (Décide librement, je ne veux pas te
antlaşma yapan, antlaşan, °âkid (Les parties contraindre). 3. Contraindre qn à qch: Birini -e
contractantes d'un traité). zorlamak (La maladie le contraint au repos.
contracté, e s. 1. Kasılmış, büzülmüş (Muscles Personne ne t'a contraint à cette démarche). 4.
contractés, traits contractés). 2. Kaynaşıp Contraindre à f. qch, de f. qch: -meye zorlamak,
kısalmış, derilmiş, kaynaşmış (Article contracté). -mek zorunda bırakmak (Les circonstances l'ont
contracter gçl. 1. (Sözleşme, antlaşma) Yapmak, contraint de faire cela. C'est lui qui m'a contraint à
"akdetmek (Contracter un mariage, une alliance). agir ainsi). 5. Etre contraint de f. qch: -meye
2. Sözleşmeyle üstüne almak (Contracter une zorlanmak, -mek zorunda kalmak. § Se
dette, un engagement, une assurance). 3. Kasmak, contraindre: 1. Zorlanmak, kendini zorlamak 2.
contraint 315 contre-accusation

Se contrainder à f. qch: Kendini -meye zorlamak, -in tersine, -e karşıt olarak, -e aykırı olarak (En
-mek zorunda kalmak (ilse contraint à se lever très contraste avec l'agitation de la ville, la campagne
tôt). nous offre le calme). 2. -ile çelişik (Ses actes sont en
contraint, es. 1. Zorla, zoraki, zorlama (Unsourire contraste avec ses idées).
contraint). 2. Rahatsız, sıkıntılı (L'enfant contraster gçl. 1. Karşıtlıklar kullanarak daha bir
coupable avait l'air contraint). § Contraint et kabartılı, ilginç kılmak (Il sait contraster son
forcé: Zor altmda, zorla (J'ai signé ce papier sujet). 2. gsz. Birbirine karşıt olmak, karşıtlaşmak
contraint et forcé). (Ces deux couleurs contrastent violemment). 3.
contraintediş. 1. Zorlama, baskı, °zecir (Vivre dans Contraster avec: -ile aralarında karşıtlık olmak,
une contrainte perpétuelle. Agir par la contrainte. çelişmek, -in tam tersi olmak (Sa prudence
Contrainte administrative). 2. Tutukluluk. 3. contraste avec ton courage. Votre gentillese
Rahatsızlık, sıkılma, çekingenlik (Il pleura sans contraste avec la brutalité du voisin).
aucune contrainte, nihonte. Sur son visage on lisait contrat er. Sözleşme, kontrat (Contrat de mariage,
un air de contrainte). 4. mec. Güçlük, engel, ayak de travail). § Réaliser, remplir son contrat:
bağı. § Contrainte par corps: Borç için tutuklama. Verdiği sözü yerine getirmek; kendisinden
Sous la contrainte: Baskı altmda, zorla (Il n'a cédé bekleneni vermek,
que sous la contrainte). contravention diş. Yasaya aykırı davranış, yasaya
contraires. 1. Karşıt, zıt (Des opinions contraires). aykırı davranma, ufak suç; bu türlü suçlar için
2. Ters, aksi, aykırı (Unmouvementcontraire, les verilen para cezası,
vents contraires). 3. Contraire à: -e zararh, contre e. i/g. 1. -e doğru (Pousser la chaise contre le
yaramaz (Un aliment contraire à la santé. Le vin lui mur. Serrer son enfant contre sa poitrine. Lancer
est contraire). 4. Contraire à: -e aykırı (Cette une pierre contre la vitre). 2. -e karşı, -in üzerine
décision est contraire au règlement. Cela est (Marcher contre l'ennemi). 3. Yanında, çok
contraire à la raison, àlamorale). S.er. (Bir şeyin) yakınında (Sa maison est contre la mienne). 4.
Tersi, karşıtı (Il fait le contraire de ce qu'il dit. Le İçin, -e karşı (Remède contre la grippe, sirop
blanc est le contraire du noir). § Au contraire, bien contre la toux). S. Karşı (Se battre contre les
au contraire, tout au contraire: Tersine, tam préjugés. La lutte contre la tuberculose). 6.
tersine (Il ne paraissait pas triste, au contraire, il Karşılığında (Il m'offre une grande somme contre
riait aux éclats). Au contraire de: -in tersine (Il l'abandon de tous mes droits). 7. Aykırı olarak, -in
écoutait la conférence avec attention, au contraire tersine (Il agit quelquefois contre son habitude). 8.
de son voisin qui bâillait sans cesse). Karşın, "rağmen (Contre toute apparence, c'est lui
contrairement bel. Tersine. § Contrairement à: -in qui a raison). 9. bel. Karşı (Prenez la rampe,
tersine, -aykırı olarak (Ilpleut contrairement aux appuyez-vous contre). 10. er. Aleyhte olan şey,
prévision de la météorologie. Tu agis aleyh (Le pour et le contre. Il y a le pour et le
contrairement à tes décisions). contre). § Contre vents et marées: Tüm engellere
contralto er. müz. Kontralto, karşın. Contre remboursement: Ödemeli olarak
contrariant, e s. 1. İtirazcı, aksi, ters (Un homme (Envoyer un colis contre remboursement). Envers
contrariant; il a une humeur contrariante). 2. Can et contre tout (tous): Her şey ve herkese karşın.
sıkıcı (Unepluie contrariante). Par contre: Buna karşılık, oysa (Il est intelligent,
contrarier gçl. 1. Bozmak (J'ai contrarié tous ses par contre, sa femme est très bête). Avoir qch
projets). 2. Engellemek (Contrarier les contre: -e bir itirazı, diyeceği olmak (Avez-vous
mouvements de l'ennemi. La tempête contrarie la quelque chose contre cela, je n'ai rien contre lui).
marche du navire). 3. Kızdırmak, canını sıkmak Avoir qn contre soi: Birini aleyhine çevirmek (ila
(Il cherche à me contrarier. Cette histoire le tout le monde contre lui). Etre contre: -e karşı
contrarie un peu). 4. Birbirinin karşıtı olarak olmak, muhalif olmak (Je suis contre ses idées,
kullanmak, karşıtlandırmak (Contrarier les contre lui). Faire contre mauvaise fortune bon
couleurs). cœur: "Mihneti kendine zevk etmek, acıyı bal
contrariété diş. 1. Karşıtlık (Contrariété des eylemek. Peser le pour et le contre: İşin lehte ve
couleurs). 2. Kızgınlık, hoşnutsuzluk (Ilcachaitsa aleyhte olan yanlannı ölçüp biçmek, iyice
contrariété sous un air indifférent). 3. Engel, düşünmek. Se dresser contre: -in karşısına
terslik, aksilik, dikilmek, -e karşı çıkmak. Voter contre: -in
contraste er. Karşıtlık, aykırılık (Contraste d'idée, aleyhinde oy vermek,
desentiments, de couleurs). §Encontrasteavec:l. contre-accusation diş. Karşı suçlama.
contre-allée 316 contrefoutre

contre-allée diş. Yan yol, ara sokak (Il a garé sa bildiri.


voiture dans la contre-allée). contredire gçl. 1. Tersini söylemek, tersini
contre-amiral er. Tuğamiral, göstermek (Les événements ont contredit nos
contre-appel er. ask. İkinci yoklama, prévisions). 2. Karşı olmak, karşı durmak
contre-assurance diş. Bir sigortanın rizikosunu (Contredire une déclaration). § Se contredire:
paylaşan ikinci sigorta, tekrarlı sigorta, Sözleri birbirini tutmamak, çelişme halinde
contre-attaque diş. Karşı saldırı. § Passer a la olmak, çelişkiler içinde olmak (ilse contredit sans
contre-attaque: Karşı saldırıya geçmek, cesse dans ses explications).
contre-avis er. İlkine aykırı oy, birincisine aykırı contredit er. (Hasmın sözlerine) Karşılık. § Sans
kanı; karşı düşünce, contredit: Kuşkusuz, itiraz götürmez ki, hiç kuşku
contrebalancer gçl. Denk gelmek, karşılamak (Les yok (Il est, sans contredit, le meilleur).
avantages contrebalancent les inconvénients). § contrée diş. Ülke;'Bölge, çevre, yöre.
S'en contrebalancer: Vız gelmek, umurunda bile contre-écrou er. Cıvata üstüne cıvata, katma cıvata.
olmamak (Ton amour, je m'en contrebalance). contre-enquête diş. Karşı soruşturma, ikinci
contrebande diş. 1. Kaçakçılık. 2. Kaçak eşya soruşturma,
(Navire chargé de contrebande. Vendre, acheter contre-épaulette diş. Saçaksız apolet,
de la contrebande). § De contrebande: Kaçak contre-épreuve diş. Bir oylamada "kabul
(Marchandise de contrebande). En contrebande: etmeyenler"in saptanması,
Kaçak olarak (lia passé du tabac en contrebande). contre-espionnage er. 1. Karşı casusluk (Faire du
Faire la contrebande de: -kaçakçılığı yapmak (Il contre-espionnage). 2. Karşı casusluk örgütü,
fait la contrebande des armes, du tabac, du thé). contre-expertise diş. Bilirkişi keşfini denetleyen
contrebandier, ère s. ve ad. Kaçakçı, keşif, karşı keşif, ikinci keşif. Bilirkişi raporu
contrebas bel. Aşağıda, aşağıya doğru. En üzerine verilen rapor, ikinci rapor,
contrebas: Aşağıda, altta kalan (Une route en contrefaçon diş. 1. (Bir şeyin) Taklidini yapma,
contrebas). benzerini yapma, düzmecesini yapma (La
contrebasse diş. müz. 1. Kontrbas. 2. Kontrbas contrefaçon d'un produit, d'une monnaie). 2. Bir
çalan, kontrbasçı, şeyin düzmesi, "sahte, "kalp, "taklit,
contrebassiste ad. Kontrbas çalan, kontrbasçı, contrefacteur er. Sahte şeyler yapan, düzmeci.
contrebatterie diş. 1. Karşı batarya. 2. mec. Düzene contrefaction diş. Düzmecilik, sahtecilik,
karşı düzen. contrefaire gçl. 1. Düzmesini, sahtesini yapmak
contrebattregç/. (Topla) Karşılık ateşiaçmak, karşı (Contrefaire une monnaie, un produit). 2. Taklit
ateşle dövmek, etmek (Contrefaire une signature). 3. Yalancıktan
contrebuter gçl. Payanda vurmak, öyleşmiş gibi yapmak; -liğe vurmak (Contrefaire
contrecarrer gçl. Karşı durmak, karşı koymak, la maladie, la folie). 4. Değiştirmek, başka bir
engel olmak (Contrecarrer un projet, un plan, une biçim vermek (Contrefaire sa voix, son écriture).
action). S. Yansılamak, gülünçleştirerek taklit etmek (Un
contrechamp er. (Sinemacılıkta) Karşı açı. élève qui contrefait son professeur). 6.
contrecœur (à) bel. İstemeyerek, istemeye istemeye Öykünmek, taklit etmek (Il contrefait ses
(J'ai fait cela à contrecœur; il a accepté votre camarades). § Se contrefaire: 1. Düzme olarak
proposition à contrecœur). yapılmak, taklidi çıkmak. 2. Kendini olduğundan
contrecoup er. 1. Geri tepiş, geri tepme (Le başka türlü göstermek,
contrecoup d'une balle). 2. Sonuç (Les dures contrefait, es. 1. Düzme, düzmece, sahte, taklit. 2.
années d'occupation ont été le contrecoup de la Biçimi bozuk, eciş bücüş,
défaite militaire). 3. Tepki, etki, yankı (Toute contre-fenêtre diş. İki kat kanatlı pencerede ikinci
révolution politique a son contrecoup dans l'art). § kanat.
Par contrecoup: Dolayısıyla, contrefıcher (se) gsz. hlk. Vız gelip tırıs gitmek,
contre-courant er. Ters akıntı, anafor. § A contre- umurunda bile olmamak (Je m'en contrefiche).
courant: Akıntıya karşı (Naviguer, nager à contre- contrefil er. Akıntının ters yönü. § A contrefit:
courant).% A contre-courant de: -in tersine, -e Akıntıya karşı, tersine, ters yöne.
aykırı olarak (Il poursuit ses recherches à contre- contrefort er. 1. (Yapılarda) Pekitme ayağı,
courant de l'opinion commune). "payanda. 2. (Ayakkabıda) Topuk köselesi, 3.
contredanse diş. Kadrilin eski adı ve bunun havası, Dağ kolu (Les contreforts des Alpes).
contre-déclaration diş. İlkine aykın bildiri, karşı contrefoutre (se) gsz. hlk. Vız gelip tins gitmek,
contre-haut 317 contre-saison

umurunda bile olmamak (Je m'en contrefous). § En contrepartie: Buna karşılık (On vous laisse
contre-haut (en) M . Yukarıya, yukarıda (Regarder toute initiative, mais en contrepartie, vous êtes
en contre-haut. Un jardin avec une terrasse en responsable du résultat).
contre-haut). En contre-haut de: -in yukansinda, contre-pas er. ask. (Ayak değiştirirken atılan)
üst tarafında ( Château en contre-haut de la route). Yarım adım.
contre-indication diş. Hekimlikçe gereken tedbirin contre-passation diş. (Muhasebede) Kayıt
uygulanmasını engelleyen durum, engelli durum yanlışlarım düzeltme,
(Les contre-indications d'un traitement, d'un contre-passer gçl. Kayıt yanlışlarını düzeltmek,
médicament). contre-pied er. 1. (Av köpekleri için) İzin tersine
contre-indiqué, e s. Sayrıdaki engelleyici durum gitme. 2. (Bir şeyin) Tersi, zıddı (Sa théorie est le
dolayısıyla verilemeyen, sakıncalı, contre-pied de la vôtre). § A contre-pied: Tersine.
uygulanmayan (Remède, traitement contre- Prendre le contre-pied de: -in tersini savunmak,
indiqué). söylemek, yapmak (Prendre le contre-pied d'une
contre-indiquer gçl. Salık vermemek, tehlikeli idée, d'une attitude).
bulmak (Contre-indiquer un remède, un contre-placage er. Kontrplak yapma,
traitement). contre-plaqué er. Kontrplak,
contre-jour er. Önden ışık (Il est gêné par le contre- contreplaquer gçl. Kontrplak yapmak,
jour). 2. (Sinemacılıkta) Geriden ışık. 3. Ters contre-plongée diş. (Sinemacılıkta) Alttan görüş,
ışıklı yer (Placer un tableau dans le contre-jour). § contrepoids er 1. Denkleştirme ağırlığı, karşı
A contre-jour: Arkasını ışığa vererek, ışığı arkaya ağırlık. 2. mec. Karşılık, karşı güç 3. Cambaz
alarak. terazisi, § Faire contrepoids: Denge sağlamak,
contre-lettre diş. Bir sözleşmeyi geçersiz kılan ikinci dengelemek (Ilportait une valise de chaque main
bir gizli sözleşme, pour faire contrepoids).
contremaître er. 1. Ustabaşı, işçi başı. 2. (Eskiden) contre-poil er. Tüylerin yattığı yönün tersi, hav
İkinci lostromo, tersi. § Acontre-poil: Tersine, ters yöne (Caresser
contremander gçl. Geri almak, yapılmamasını un chat à contre-poil).
istemek (Contremander un ordre). contrepoint er. müz. 1. Kontrpuan; çeşitli ezgileri
contre-manifestant,e ad. Karşı gösterici, karşı birbirine uydurma sanatı. 2. Bu yolla düzenlenen
gösteri yapan, beste.
contre-manifestation diş. Karşı gösteri, contre-pointer gçl. Kumaşın birkaç katım üst üste
contre-manifester gsz. Karşı gösteri yapmak, dikmek.
contremarche diş. 1. İlkine ters yürüyüş. 2. contrepoison er. 1. Panzehir (Administrer un
(Merdivende) Basamak aynası, contrepoison). 2. mec. Çare, karşı tedbir, önlem
contremarque diş. 1. İkinci damga. 2. (Tiyatroda, (Chercher un contrepoison à une doctrine
tekrar dönmek üzere çıkanlara verilen) Dönüş subversive).
bileti. contre-police diş. Polis örgütlerim denetleyen gizli
contre-mesure diş. Karşı önlem (Prendre des örgüt.
contre-mesures) A contre-mesure: 1. müz. Ölçüye contre-porte diş. İç kapı.
uymadan (Jouer à contre-mesure). 2. Yersiz, contre-projet, contreprojet er. Karşı tasarı (Ils ont
olmayacak zamanda, proposé un contreprojet).
contre-mine^, l.ask. Karşı lâğım. 2. mec. Düzene contre-propagande diş. Karşı propaganda,
karşı düzen. contreproposition diş. Karşı önerme, karşı öneri,
contre-miner gçl. 1. ask. Karşı lâğım yapmak contrepublicité diş. 1. Karşı yayın (Corriger la
(Contre-miner les abords d'une ligne fortifée). 2. publicité à la télévision par une contrepublicité). 2.
mec. Karşı düzen yapmak, Karşı reklam, aleyhte reklam (Cette affiche leur
contre-mur er. Pekiştirme duvarı, küçük payanda, fait de la contrepublicité).
contre-ordre er. (Birincisine aykırı) İkinci buyruk, contrer gsz. 1. (İskambilde) Kontr çekmek. 2. gçl.
contrepartie diş. 1. Denetleme defteri. 2. müz. hlk. Karşı koymak, karşı çıkmak,
Karşılık parçası. 3. Karşılık (Obtenir la contre-rail er. Koşma ray.
contrepartie financière de la perte du temps subie. contre-révolution diş. Karşı devrim,
C'est un métier pénible, mais il a pour contrepartie contre-révolutionnaires, ve ad. Karşı devrimci,
la longueur des vacances). 4. (Bir şeyin) Tersi, contre-saison diş. Mevsim dışı çiçek. § A contre-
karşıtı (Il soutient la contrepartie de mon opinion). saison: Mevsim dışında, mevsimsiz.
contre-sceau 318 contusionner

contre-sceau er. Büyük mührün yanına basılan air contrit. Un cœur contrit).
küçük mühür, contrition diş. 1. Pişmanlık, tövbekârlık. 2. Vicdan
contreseing er. Yan imza. tik imzanın geçerliğini azabı, * bulunç ezinci.
doğrulayan ikinci imza. contrôlable s. 1. Denetlenebilir. 2. Gemlenebilir,
contresens er. 1. Ters yön, ters yan (Le contresens önlenebilir.
d'une étoffe). 2. Yanlış yorum. 3. Karşıt anlam, contrôle er. 1. Denet, denetleme ( Contrôle des prix,
ters anlam (Il y a un contrensens dans cette contrôle des billets, contrôle administratif). 2.
traduction). § A contresens: Tersine (Interpréter à Denetleme dairesi. 3. (Altın ve gümüş eşyaya
contresens). vurulan) Denet damgası. 4. ask. Yoklama. 5.
contresignataire s. ve ad. Yan imzayı atan. Egemen olma, tutma (Malgré le verglas, il a gardé
contresigner gçl. Yana imza atmak, le contrôle de sa voiture). § Le contrôle de soi-
contretemps er. Beklenmedik terslik, engel, aksilik même: Kendini tutma, kendine egemen olma,
(Un fâcheux contretemps nous a retardés). § A "nefse hakimiyet (La colère lui a fait perdre le
contretemps: Zamansız, mevsimsiz, yersiz, contrôle de lui-même).
olmayacak bir zamanda (Arriver à contretemps). contrôler gçl. 1. Denetlemek (Contrôler les
A temps et à contretemps: Yerliyersiz,olurolmaz. comptes, des billets de théâtre). 2. Egemenolmak,
contre-terrorisme er. Terörizme karşı mücadele, tutmak (Contrôler ses nerfs). 3. (Altın ya da
contre-terroriste s. ve ad. Terörizme karşı; gümüş eşyaya) Damga vurmak. 4. mec. "Sansür
terörizme karşı mücadele eden. etmek, *sıkıdenetimlemek. 5. Denetimi,
contre-torpilleur er. Torpido avcısı,°muhrip. egemenliği altında bulundurmak (Notre armée
contre-valeur diş. Değer karşılığı, contrôle toute la région).
contrevallation diş. ask. Kuşatma hendeği, contrôleur, euse ad. 1. Denetçi (Contrôleur des
contrevenant, es. vead. (Yasa ve kurallara) Aykırı finances, des contributions, des chemins de fer,
davranan, aykırı hareket eden (Les contrevenants d'autobus). 2. Denetleme aygıtı (Contrôleur de
seront punis de prison). vitesse, démarche). 3. "Sansürcü, *sıkıdenetimci.
contrevenir gsz. 1. Aykırı hareket etmek. 2. contrordre er. Bir buyruğun geri alınması, ilkini
Contrevenir à qch: -e aykırı davranmak, aykırı geçersiz kılan ikinci bir buyruk, karşı buyruk (Je
hareket etmek (Contrevenir à une loi, à un viendrai demain, sauf contrordre).
règlement). controuvé, es. Uydurma,yakıştırma (Unenouvelle
contre-visite diş. Bir yoklamanın sonuçlarını controuvée).
denetleyen yoklama, controversable s. Tartışılabilir, tartışma götürür
contre-voie (à) bel. Ters yoldan (Descendre à (Son opinion est controversable).
contre-voie). controverse diş. Tartışma, bilimsel ve özellikle
contribuable s. ve ad. Vergi yükümlüsü, vergi dinsel tartışma; ihtilâf (Le sens de cette phrase a
"mükellefi. suscité de nombreuses controverses entre les
contribuer gsz. 1. Contribuer à qch: -e yardım commentateurs).
etmek, katkıda bulunmak (Tous les habitants delà controversé, es. "thtilâflı, tartışmalı (Un bien
ville peuvent contribuer à son développement). 2. controversé. Une théorie controversée).
Contribuer à f. qch: -meye yardım etmek, -mekte controverser gçl. 1. Tartışma konusu yapmak. 2.
katkısı olmak, Tartışmak (Controverser une doctrine, un
contributif, ive s. Vergiyle ilgili, salmaya değgin, dogme).
contribution diş. 1. Vergi, "resim (Percevoir une controversiste ad. Tartışmacı,
contribution. Payer des contributions. contumace diş. 1. Mahkemeye çıkmaktan kaçınma,
Contribution directe, contribution indirecte). 2. "gıyap. 2. s. ve ad. Mahkemeye çıkmaktan
Yardım, katkı (Sa contribution à la science est très kaçınan, "gıyaplı. § Par contumace: "Gıyaben.
grande). § Apporter sa contribution à qch: -e Condamner par contumace: Gıyaben mahkûm
katkıda bulunmak. Mettre à contribution qn: -den etmek. Procéder par contumace: Gıyabi
yararlanmak, hizmetinden yararlanmak (On ne yargılamak. Purger sa contumace: Mahkemeye
tardera pas à vous mettre à contribution). çıkıp gıyabi hükmü kaldırtmak,
contristant, e s. Üzücü, can sıkıcı, contus, es. Bereli, ezik.
contrister gçl. Üzmek, canını sıkmak, contusion diş. Bere, ezik.
contrit, e s. 1. Pişman, "tövbekâr, günahlarından contusionner gçl. Berelemek, ezmek, ezik yapmak
pişmanlık duymuş. 2. Üzgün, perişan (Il avait un (Un accident qui contusionne la jambe).
conurbation 319 convergence

conurbation diş. Kent birleşmesi. Ayn kentlerin kuralları, edep gerekleri (Observer, respecter les
genişleyerek birbirleriyle birleşmeleri ve bir tek convenances. Braver, blesser les convenances). §
büyükkent içinde kaynaşmaları, A la convenance de: -in beğenisine uygun, zevkine
convaincant, e s. İnandırıcı, kandırıcı, "ikna edici göre (J'ai trouvé une villa à ma convenance).
( Ces arguments ne sont pas convaincants). convenant, e s. Uygun, elverişli, yaraşık,
convaincre gçl. 1. İnandırmak, kandırmak, "ikna convenir gsz. 1. Convenir à: -e uygun olmak,
etmek (Votre raisonnement ne m'a pas elverişli olmak (Cette date ne lui convient pas.
convaincu). 2. Convaincre qn de qch: Birini -e Ce prix convient à toutes les bourses). 2. İşine
inandırmak, aklını yatırmak (Il cherchait à nous gelmek, hesabına gelmek (Cela ne leur convient
convaincre des avantages de sa méthode). 3. pas). 3. Convenir de qch: -kabul etmek,
Convaincre qn de f. qch: Birini -meye inandırmak üzerinde anlaşmak, saptamak, kararlaştırmak
(Il m'a convaincu de démissionner). § Se (Convenir d'un prix, d'un rendez-vous. Il a
convaincre de qch: -e iyice inanmak, güven convenu de son tort). 4. Convenir de f. qch:
getirmek. -meyi kararlaştırmak, -mekte anlaşmak,
convaincu, e s. 1. Kanmış, inanmış, kesin kanıya uyuşmak (Ils ont convenu de partir ensemble). §
varmış (En êtes-vous convaincu?). 2. Güvenli (Il Il convient de f. qch: -mek uygun olur, yerinde
parlait sur un ton convaincu). 3. Etre convaincu de olur, gerekir (Il convient d'être prudent pour
qch: -si ortaya çıkmak, belli olmak (L'accuséa été éviter de graves inconvénients). Comme
convaincu de participation au meurtre. Il a été convenu: Önceden kararlaştırıldığı gibi (Je te
convaincu de mensonge: Yalanı ortaya çıktı). 4. rejoindrai demain, comme convenu).
Etre convaincu de qch, de f. qch: -e inanmış, convention diş. 1. Uzlaşım. 2. Sözleşme (Une
-meye inanmış olmak (Il est convaincu de son convention a été signée entre les représentants du
innocence. Tu es convaincu de ne pas te tromper). patronat et ceux des syndicats). 3. Antlaşma,
convalescence diş. "Nekahet. § Etre en anlaşma (Convention militaire, commerciale,
convalescence: Nekâhet döneminde olmak. internationale). 4. ç. Sözleşme yada anlaşma
Entrer en convalescence: Nekâhet dönemine maddeleri, hükümleri (Ceci n'est pas dans les
girmek. conventions). 5. Konvansiyon, Fransada 1792-
convalescent, es. vead. Nekâhet halinde olan (Elle 1795 yıllarında Kurucu Meclis. 6. Amerikada,
est encore convalescente. Un convalescent). siyasal partilerin, başkan adayım seçmek üzere
convenable s. 1. Uygun, elverişli (J'ai choisi le topladıktan kurultay (La convention
moment convenable). 2. Yerinde, normal, démocrate). § Convention collective de travail:
gereken, yakışık alan (Une réponse convenable). Toplu iş sözleşmesi. De convention:
3. Yeterli, yetişen, "kâfi (Un salaire à peine Kendiliğinden kararlaşmış, kabul edilmiş,
convenable). 4. Dürüst, temiz, doğru dürüst (Une benimsenmiş (Un langage de convention. Sur
tenue conveanable, des manières convenables). 5. cette carte, les forêts sont, de convention,
Eksiksiz, kusursuz, doğru dürüst (Un homme représentées en vert).
convenable). 6. Convenable à qch, pour qch: -e conventionnalisme er. fels. Uzlaşımcılık.
uygun, elverişli (Un roman convenable à des conventionnel, le s. 1. Uzlaşımsal (Langage
adolescents. Un endroit convenable pour la conventionnel, clause conventionnelle). 2.
pêche). Saymaca, itibarî (Valeur conventionnelle d'une
convenablement bel. 1. Uygun bir biçimde, yerinde monnaie). 3. Klasik (Armes conventionnelles).
olarak, yaraşık aldığı biçimde, gerektiği gibi (II 4. er. tar. Konvansiyon üyesi,
agit convenablement). 2. Yetecek biçimde, usa conventuel, le s. Manastıra değgin (Vie
uygun gelen bir şekilde, normal (Il est payé conventuelle).
convenablement). 3. Doğru dürüst, temiz bir convenu, e s. 1. Üzerinde anlaşmaya vanlmış,
biçimde (Il est pauvre, mais il est toujours vêtu kararlıştırılmış, benimsenmiş (Mot convenu,
convenablement). prix convenu). 2. er. Yapmacık, alışılmış,
convenance diş. 1. Yakınlık, tutarlık, uyuşum, bayağı, bayağılık (Cet auteur ne supporte pas le
uyuşma (Convenance de caractère, d'humeur, de convenu).
goût). 2. Uygunluk, yerindelik, yakışırlık (Un convergence diş. 1. Birlikte aynı yöne yönelme,
style remarquable par la convenance des termes). yöneşme (La convergence de deux lignes). 2.
3. Beğeni, "zevk (On n'a pas consulté nos Birlik, ortaklık (Convergence de vue,
convenances), 4. ç. "Muaşeret adabı, görgü convergences des intérêts). 3. fiz. Yakınsama. 4.
convergent 320 convoquer

mec. Amaç birliği, quelqu'un au socialisme, au libéralisme). 2.


convergent, es. 1. Birlikte aynı yöne yönelen, Convertir qch en qch: Bir şeyi -e çevirmek,
yöneşen (Lignes convergentes). 2. Ortak, haline getirmek (Convertir un métal en or, les
benzer (Opinions convergentes, efforts abeillent convertissent le pollen en miel). § Se
convergents, résultats convergents). 3. fiz. convertir: 1. Kanış, inanç, parti yada din
Yakınsak (Lentille convergente). değiştirmek. 2. Se convertir à qch: -e katılmak,
converger gsz. 1. Benzeşmek, birbirine -i benimsemek (Il s'est converti à votre opinion).
yaklaşmak (Vos théories convergent). 2. 3. Se convertir en qch: -e çevrilmek; -haline
Converger vers: -e doğru yönelmek (Nos gelmek (L'eau se convertit en vapeur).
pensées convergent vers la même conclusion). 3. convertissable s. I. Değiştirilebilir, çevrilebilir. 2.
Converger sur: -in üzerinde toplanmak, -e Dinini değiştirebilir,
çevrilmek (Les regards convergèrent sur lui). convertisseur er. 1. Din değiştirici. 2. tekn.
convers, e s. Manastır hizmeti gören (Frère Değiştirgeç, °muhavvile.
convers, sœur converse). convexe s. Dışbükey, tümsek (Lentille convexe,
conversation diş. 1. Konuşma (Conversation entre miroir convexe).
deux personnes. Conversation familière. convexité diş. Dışbükeylik.
Conversation courante: Günlük konuşma). 2. conviction diş. Kanış, kanı, inanç (Il agit selon ses
Görüşme (Conversation secrète, diplomatique). convictions personnelles. J'ai la conviction qu'il
3. Konuşma, konuşma biçimi (Sa conversation faut passer à l'attaque).
était plate et fade). § Avoir de la conversation: convié, e ad. Yemeğe yada toplantıya çağrılmış,
Lafı bol olmak, ağzı söz yapmak. Détourner la çağrılı, "davetli,
conversation: Sözü çevirmek, konuyu convier gçl. 1. Çağırmak, "davet etmek. 2.
değiştirmek. Engager la conversation avec qn: Convier qn à qch: Birini -e çağırmak (Convier
Biriyle konuşmaya, çene çalmaya başlamak, un ami à une réception, à un repas, à une
converse s. ve diş. mant. Evrişik, réunion). 3. Convier qn à f. qch: Birini -meye
converser gsz. 1. Konuşmak, görüşmek (Ils çağırmak, davet etmek,
conversaient familièrement). 2. Converser avec: convive ad. Bir yemek yada toplantıya çağrılmış
-ile konuşmak, çene çalmak, görüşmek (II kişi, çağrılı, davetli,
aimait converser avec les vieillards). convocation diş. Çağırma, gelmeye davet etme,
conversion diş. 1. Biçim yada durum değiştirme, toplantıya çağırma, "celp (Adresser une
dönüşme (La conversion des métaux en or). 2. convocation aux parties pour comparaître devant
Yön değiştirme, girme, katılma, benimseme une juridiction. Convocation à un examen.
(Conversion à une doctrine, au libéralisme). 3. Convocation de l'Assemblée Nationale).
Çevirme, dönüştürme (Conversion d'une convoi er. 1. Cenaze alayı. 2. Savaş gemilerinin
somme d'argent liquide en valeurs). 4. (Bir koruduğu yük gemi kafilesi, korunuk kafile. 3.
bağıtı) Başka bir bağıtla değiştirme (Conversion Erzak, cephane, ve taşıt kafilesi, "konvoy
d'un titre à court terme en titre à long terme). S. (Dresser une embuscade sur te passage d'un
Din değiştirme (Depuis sa conversion au convoi). 4. Kafile (Convoi de nomades traversant
catholicisme, il mène une vie plus rangée). 6. le désert). S. Demiryolu katarı,
mant. Evirme, convoiter gçl. Eline geçirmek için can atmak, göz
converti, e ad. 1. Dinini değiştirmiş, dönme. 2. dikmek (Convoiter un poste, te bien d'autrui, un
Kanış yada parti değiştiren kimse. § Prêcher un héritage, une femme).
converti: Zaten inanmış bir kimseyi convoiteur, euse bel. Göz diken, gözü olan (C'est un
inandırmaya çalışmak, convoiteur du bien d'autrui).
convertibilité diş. Değiştirilebilirlik, başka bir convoitise diş. 1. Aşın istek (L'enfant regarde les
şeye çevirilebilirlik (Convertibilité des jouets avec convoitise). 2. Açgözlülük,
monnaies). doyumsuzluk, doymamıştık (Convoitise de la
convertible s. 1. Değiştirilebilir; -e çevrilebilir chair, des richesses).
(Monnaie convertible. L'eau est convertible en convoler gsz. Yeniden evlenmek. § Convoler en
vapeur). 2. mant. Evrilir, evrilebilir. secondes noces, en troisièmes noces: İkinci,
convertir gçl. 1. Convertir qn à qch: Birini -e üçüncü kez evlenmek,
inandırmak, -yoluna sokmak (Convertir un convolvulacées diş. ç. bitb. Çitsarmaşığıgiller.
chrétien à l'islam, un sceptique à la foi. Convertir convoquer gç/. 1. Toplantıya çağırmak (Convoquer
convoyage 321- copieur

le parlement, les membres d'une commission). 2. coordination diş. 1. Düzenlettirme, düzenleme


Convoquer qn: Birini karşısına çağırmak, (Coordination des opérations d'une troupe). 2.
gelmesini buyurmak (Le directeur a convoqué 'Eşgüdüm, "ortakgüdüm.
dans son bureau cet employé indélicat). 3. coordonné, e s. 1. Düzenleri birbirine uygun olan,
Convoquer qn à: Birini -e çağırmak (Convoquer düzenleşik. 2. Eşgüdülmüş, ortakgüdülmüş.
les candidats à un examen). coordonnées diş. ç. mat. 1. Koordinat. 2. mec. tkz.
convoyage er. Korumak üzere eşlik etme, Adres, uğrak, gidilecek yerler (Donnez-moi vos
koruyuculuk etme. coordonnées).
convoyer gçl. Korumak üzere eşlik etmek, coordonner gçl. 1. Düzenlemek, düzenleştirmek
koruyuculuk etmek (Les avions et les blindés (Ce comité coordonne les initiatives privées). 2.
convoyaient un transport de munitions). 'Eşgütmek, "ortakgütmek (Coordonner
convoyeur er. 1. (Gemi kafilelerinde) Koruyucu différentes activités). 3. Coordonner qch à, avec:
gemi, refakat gemisi. 2. (Gemi kafilelerinde) -ile ortak yürütmek, -e göre düzenlemek,
Memur. 3. Otomatik taşıma düzeni, uydurmak (Coordonner une chose à une autre,
convulsé, e s. Çırpınarak kasılmış (Un visage avec une autre).
convulsé). copain, copine ad. hlk. Arkadaş, ahbap, dost.
convulsif, ive s. Çırpınmak, "ihtilâçlı (Sanglot copal er. Vernik yapımında kullanılan bir tür
convulsif, toux convulsive). reçine.
convulsion diş. 1. Çırpınma, "ihtilâç (Il se tordait copartage er. Birçok kişi arasmda bölüştürme;
dans les convulsions). 2. mec. Sarsıntı kargaşalık (Copartage d'une succession, d'un héritage).
(Les convulsions d'une révolution). copartageant, e s. ve ad. Bir şeyi ortak bölüşen; bir
convulsionnaire ad. 1. Çırpınmalar içinde olan kalıtı bölüşen ortaklar (Les copartageants d'une
kimse. 2. ç. XIII. yüzyılda türeyen çok bağnaz bir succession; les héritiers copartageants).
rahip tarikatı üyelerine verilen ad, bağnaz copartager gçl. Birçok kişi arasmda bölüşmek
jansenist. (Copartager un héritage, une succession).
convulsionner gçl. Çırpındırmak, çırpınmaya coparticipant, e s. ve ad. Ortak; bir eş yada atılıma
uğratmak (La crise d'épilepsie lui convulsionnait katılan, "iştirakçi,
tout le corps). copeau er. Yonga,
convulsivement bel. Çırpınmak bir biçimde, "ihtilâç copeck er. Rus. Rus parası, kapik,
içinde (Rire, tousser, pleurer convulsivement). copermuter gçl. Değiştokuş yapmak, mübadele
coobligé, e ad. Ortak borçlu, etmek.
cooccurence diş. dilb. Birliktelik, copiage er. Sınavda kopya çekme; kopya yapma,
coolielkulijer. İng. Sömürgelerde Hintli yada Çinli copie diş. 1. Suret, kopya (Copie d'un diplôme). 2.
işçi. (Basım işlerinde) Müsvedde (Donner de la copie à
coopérateur, trice s. ve ad. İş ortağı, l'imprimeur). 3. Taklit, sahte (Copie d'un
coopératif, ive s. 1. İş ortaklığına dayanan (Système tableau). 4. (Öğrencilerin) Ödev kâğıdı (Le
coopératif). 2. İşbirliği yapmasını seven (Un professeur a ramassé les copies). 5. (Birinin)
enfant très coopératif). Tıpkısı, hınk deyip burnundan düşmüş (C'est la
coopération diş. 1. Elbirliği, ortaklaşa çalışma (Ce copie de son père). 6. tic. Makbuz sureti, alındı,
projet est le fruit de la coopération de plusieurs fatura yada mektup sureti (Délivrer une copie). §
bureaux d'études). 2. İşbirliği. 3. Katkı, yardım Copie légalisée: Tasdikli suret. Copie certifiée
(Apporter sa coopération à une entreprise). conforme: Tasdikli suret, aslına uygunluğu
coopérative diş. Kooperatif (Coopérative d'achat, onaylanmış suret,
de vente. Coopératives agricoles, coopérative de copier gç/. 1. Suret çıkarmak, kopyasını çıkarmak.
consommation). 2. Yeniden yazmak (Tu vas copier ta leçon cinq
coopérer gsz. 1. Coopérer avec qn: -ile elbirliği fois). 3. Taklidini yapmak, sahtesini yapmak
etmek, işbirliği yapmak, ortak çalışmak. 2. (Copier une œuvre d'art). 4. Copier sur: -den
Coopérer à qch: -e katkıda bulunmak, katılmak kopya çekmek ( Cet élève a copié sur son voisin ). 5.
(Coopérer à une entreprise). Copier qch sur: Bir şeyi -den kopya çekmek (Il a
cooptation diş. (Kurullar için) Kendi üyelerini copié son devoir sur un manuel). 6. Copier qn: -in
kendi seçme, seçip alma (Admettre un membre davranışlarını taklit etmek, -e öykünmek (Copier
par cooptation). un maître. Il copie les aristocrates qu'il fréquente).
coopter gçl. (Kurullar için) Üyelerini seçip almak. copieur, euse ad. Kopyacı, kopya çeken (Punir un
copieusement 322 coquille

copieur). Böcek kozası. 5. Kurdela düğümü. 6. (Gemi yada


copieusement bel. Bol bol, çokça (Manger, boire, uçakta) Tekne, gövde ( Coque de navire, d'avion ).
donner copieusement). § Œuf à la coque: Rafadan yumurta,
copieux, euse s. Bol, çok (Un repas copieux). coquebin er. Toy delikanlı; saf, günahsız delikanlı,
copine diş. hlk. Kız arkadaş, kadın arkadaş, yakın coquecigrue diş. hlk. 1. Masallarda geçen bir
dost. hayvan adı. 2. Saçma sapan söz, abuk sabuk
copinergsz. hlk. 1. Arkadaşlık etmek. 2. Copiner lâkırdı,
avec: -ile arkadaşlık etmek, düşüp kalkmak (Je ne coquelicot er. bitb. Gelincik,
veux pas que tu copines avec ce garçon-là). coqueluche diş. 1. Boğmaca (Un enfant atteint de
copiste ad. 1. (Basımcılık çıkmadan önce) Kitap coqueluche). 2.Eski birtürkadınbaşhğı. §Etrela
istinsah eden kimse, müstensih (Faute de copiste). coqueluche de: -in gözdesi olmak (İl est la
2. Ünlü tabloları kopya edip satan ressam, coqueluche des femmes).
copossesseur er. Mal ortağı; zilyetlikte ortak, ortak coquelucheux, euse s. vead. 1. Boğmacaya değgin.
zilyet. 2. Boğmacalı, boğmacaya yakalanmış,
copossession diş. Mal ortakhğı; ortak zilyetlik, coquemar er. Kulplu su kaynatacağı,
copra, coprah er. Büyük hindistancevizi içi. coqueret er. bitb. Güveyfeneri denilen bitki,
coproduction diş. (Sinemacılıkta) Ortakyapım coquerico er. Kukuriku, horoz ötüşü, horoz sesi.
(Une coproduction franco-italienne). coquerie diş. 1. Gemi mutfağı. 2. Gemici aşevi,
copropriétaire ad. Mülk ortağı, °hissedar. coquet,tes. vead. 1. Şık,cici,sevimli(Unlogement
copropriété diş. Ortak mülk; mülk ortaklığı, coquet, un mobilier coquet, une coiffure
hissedarlık. coquette). 2. Güzel görünmeye özenen, kendini
copte s. ve ad. 1. Kıpti, kıptilere değgin; Mısır ve beğendirmeye çalışan (Femme coquette. Il
Habeş hıristiyanlarına değgin. 2. er. Kıpti dili. cherche à se montrer coquet auprès des femmes ). 3.
copulatif, ive s. dilb. 1. Bağlaç görevinde olan. 2. mec. Epey, hayli büyük (Une somme coquette, un
diş. Bağlaç. 3. mant. Koşaçlı. chiffre coquet). § Jouer les grandes coquettes:
copulation diş. Çiftleşme, Cilve yapmak, hoşa gitmek için numaralar
copule diş. dilb. Koşaç, olumlu koşaç, bildirme yapmak (Elle joue les grandes coquettes).
koşacı. coqueter gsz. Kendini beğendirmeye, gönül
copyright [kjpiııajt] er. tng. Bir yapıtı basma, kapmaya çalışmak; cilveler, işveler yapmak,
yayımlama ve satma hakkı; "telif hakkı, *yapım coquetier er. 1. Tavuk ve yumurta tüccarı. 2.
iyeliği. Rafadan yumurta fincanı,
coq er. 1. Horoz (Crête, oreillons, barbillons du coq. coquettement bel. 1. Şıkça, sevimlice, hoşça (Elle
Combat de coq). 2. Sülün, balıkçıl gibi kuşların est coquettement vêtue). 2. Cilveyle, işveyle;
erkeği (Coq faisan). 3. Kimi saatlerde sarkacı kendini beğendirmeye çalışarak,
tutan parça. 4. (Gemilerde) Aşçı. § Coq de coquetterie diş. 1. Süs merakı. 2. Beğenilme
bruyère: Dağ horozu, yaban horozu. Coq de merakı. 3. Şıkhk, sevimlilik, hoşluk (La
roche: Kaya horozu. Lecoqd'Inde: Hindi. Le coq coquetterie d'une robe, d'une toilette). 4. Cilve,
du village: Kızların en çok beğendiği delikanh. işve, gönül avcılığı (Elle fait des coquetteries). §
Poids coq: Horoz siklet, tüy siklet. Au chant du Avoir une coquetterie dans l'oeil: Şehlâ olmak,
coq: Horozlar öterken, tan sökerken, gün gözü çok hafif şaşı olmak. Etre en coquetterie avec
ağarırken. Avoir des jambes de coq: Bacakları çöp une femme: Bir kadınla sevişmekte, oynaşmakta
gibi ince olmak. Etre rouge comme un coq: olmak; kırıştırmak,
Öfkeden kıpkırmızı kesilmek, pancar gibi olmak. coquillage er. 1. (Midye, istiridye gibi) Kabuklu
Etre comme un coq en pâte: Nazlı büyütülmüş hayvan (Coquillages comestibles). 2. Kavkı; bu
olmak, muhallebi çocuğu olmak. hayvanların kabuğu (Un collier de coquillages).
coq-à-1'âne er. Saçma sapan sözler, abuk sabuk coquille diş. 1. Kavkı, böcek kabuğu (Coquille d'un
lakırdılar. escargot). 2. Kebap ızgarası. 3. (Yumurta, ceviz
coquart er. hlk. Yenen bir darbeden sonra gözdeki gibi şeylerde) Kabuk (L'œuf n'estpas écrasé, mais
şişkinlik ve morartı, la coquille est brûlée). 4. (Kılıcın kabzasındaki)
coque diş. 1. Yumurta kabuğu (Poussin qui brise sa Siper. S. Dizgi yanlışı; daktilo yanlışı (Epreuve
coque). 2. (Kimi meyvelerde) Kabuk (Coque de pleine de coquilles. Corriger une coquille). §
noix, de noisette, d'amande). 3. (Kimi deniz Coquille de noix: Küçük sandal, kayık. Rentrer, se
hayvanlarında) Kabuk (Coque d'huître). 4. retirer dans sa coquille: Kabuğuna çekilmek,
coquiller 323 corderie

susmak. Sortir de sa coquille: Kabuğundan çekilme (On l'a condamné à la corde). § Cordes
çıkmak, yanıyla yöresiyle görüşmeye başlamak, vocales: Ses telleri. Homme de sac et de corde:
coquiller, ère s. Kavkılı, içinde deniz kabukları İpten kazıktan kurtulmuş biri, anasının ipliğini
bulunan. satmış bir adam. Usé jusqu'à la corde: 1. Çok
coquin, e s. ve ad. 1. Alçak, namussuz (C'est un yıpranmış, tarazlanmış, lime lime (Un pantalon
infâme coquin). 2. (Şaka yollu) Kerata, yaramaz usé jusqu'à la corde). 2. Kabak tadı veren,
(Petit coquin: Seni yaramaz seni). § Coquin de çiğnenmiş sakız durumuna gelmiş, çok bilinen
sort: Kahpe felek, kör olası talih, (Plaisanterie usée jusqu'à la corde). Avoir plus
coquinerie diş. 1. Alçaklık, namussuzluk. 2. (Şaka d'une corde à son arc: Elinde çeşitli olanaklar
yollu) Keratalık, yaramazlık, bulunmak; elinden her türlü iş gelmek.
cor er. 1. müz. Korno (Cor à piston). 2. Kornocu, Condamner à la corde: İdama mahkûm etmek.
korno çalan. 3. Av borusu (Il aime le son du cor). Etre dans les cordes de qn: -in yetkisi dahilinde
4. Nasır (Cor au pied. Cor entre les doigts de pied). olmak (Ce n'est pas dans mes cordes). Etre,
5. Boynuz budağı ( Un cerfde sept cors). § A cor et à marcher, danser sur la corde raide: Çok güç, çok
cri: Gürültü patırtı ile, bağırıp çağırarak nazik bir durumda bulunmak. Grimper à la corde:
(Demander, réclamer qch à cor et à cri: Bağırıp İpe tırmanmak, halata tırmanmak. Parler de
çağırarak istemek, ısrarla istemek). corde dans la maison d'un pendu: Kötü bir
corail er. Mercan. anıştırmada bulunmak, acı bir yaraya dokunmak.
corailleur er. Mercan avcısı; mercan işleyicisi. Sauter à la corde: İpatlamak. Se mettre la corde au
coralliaires er. ç. hayb. Mercanlar, cou: 1. hlk. Evlenmek. 2. Güç, bağımlı bir
corallien, ne s. Mercanlardan oluşmuş, duruma düşmek. Tenir la corde, prendre un
corallin, es. Mercan renginde, mercanı andıran, virage à la corde: Bir dönemeci çok içten almak.
coran er. Ar. Kur'an. Tirer sur la corde: Birinin sabrını, iyi niyetini
coranique s. Kur'ana değgin (Ecole coranique). kötüye kullanmak. Toucher la corde sensible de
corbeau er. 1. Karga. 2. mec. (Eski) Papaz, keşiş. 3. qn: -in bam teline dokunmak.
Şüpheli adam. 4. (Eskiden) Düşman gemilerine cordé, e s. Yürek biçiminde, iskambildeki kupa
rampa etmek için kullanılan kanca. 5. biçiminde.
(Yapıcılıkta) Taş destek, bindirmelik. § Noir cordeau er. 1. Düz bir çizgi elde etmek için iki nokta
comme un corbeau: Kapkara, "simsiyah, arasına gerilen ip, çırpı ipi (Tracer une rue au
corbeille diş. 1. Sepet (Corbeille d'osier, de jonc. cordeau. Aligner un cordeau à un mur). 2. Lâğım
Corbeille à ouvrage, à pain, à papier). 2. fitili. § Au cordeau: Çok düzenli olarak, yerli
Bahçelerde yuvarlak yada yumurtamsı çiçek yerinde (Il arrange au cordeau chaque mot).
tarhı. 3. (Yapıcılıkta) Sütun çanaklığı. 4. Borsada Tiré,e au cordeau: Dümdüz dizilmiş.
muamelecilerin, etrafında toplandıkları cordelergf/. (İp) Bükmek. § Cordeler ses cheveux:
parmaklık; borsa işinde satın alma yeri. 5. Saçlarını ince ince örmek.
(Tiyatrolarda) Orkestra üstü balkon: § Corbeille cordelette diş. Sicim.
de mariage: Nişan sepeti, cordelier er. 1. Ermiş Françesko tarikatından rahip.
corbillard er. Cenaze arabası, 2. tar. Fransız devriminde Cordelier'ler kulübü
corbillon er. Küçük sepet, sepetçik. üyesi.
corbin er. (Eskiden) Karga, cordelière diş. 1. Ermiş Françesko tarikatından
corbleu ünl. Vay canına! Hay anasını! papazların bellerine sardıkları çok düğümlü ip,
cordage er. 1. Halat (Cordage de chanvre, d'acier. kuşak. 2. Bele sarılan yada boyun bağı yerine
Attacher, tirer avec un cordage). 2. İple odun kullanılan kordon. 3. (Mimarlıkta) Halat
ölçme. 3. Rakete kiriş geçirme, biçiminde bezek. 4. Aziz Françesko tarikatından
corde diş. 1. İp (Attacher un ballot avec une corde. rahibe.
Corde de puits, corde d'une balançoire. Echelle de cordelle diş. Yedek halatı.
corde. Une corde à linge). 2. Kumaş ipliği (Saveste corder gçl. 1. İp yapmak üzere bükmek (Corder du
montrait la corde. Un vêtement usé jusqu'à la chanvre, du crin). 2. İp geçirmek, içinin iplerini
corde). 3. Çalgı teli, kiriş (Les cordes d'un violon. örmek (Corder une raquette). 3. İple bağlayıp
Instrument à cordes). 4. mec. Telli çalgı, telli saz tartmak, ölçmek (Corder du bois). 4. İple
(Les cordes d'un orchestre). 5. (Odun için) Bir bağlamak, etrafını iple sarmak (Corder une
ölçü, çeki. 6. Yay kirişi. 7. geom. Kiri ş(Cordequi malle).
sous-tend un arc). 8. mec. İdam, ipe çekme, ipe corderie İplikçilik, halatçıhk.
cordial 324 cornichon

cordial, es. 1. Kalbi kuvvetlendiren, kalbi daha iyi cornac er. 1. Fil bakıcısı, fil seyisi. 2. mec. Kılavuz.
çalıştıran (Remède cordial, potion cordiale). 2. § Servir de cornac à qn: -e kılavuzluk etmek, yol
mec. İçten gelen, yürekten gelen, "samimi, içten göstermek.
(Un accueil cordial, sentiments cordiaux, un cornage er. (At, katır ve eşekte) Hastalıklı soluma,
homme cordial). 3. er. Kalbi kuvvetlendiren ilâç hırıltılı soluma,
(Prendre un cordial. Le médecin a administré un cornaline diş. Kırmızı akik.
cordial au malade). cornard, e s. 1. Soluğan. 2. Boynuzlu. 3. er. mec.
cordialement bel. 1. Yürekten gelen bir sevgi ile, Boynuzlu (koca),
içten, içtenlikle, "samimiyetle, candan (Il nous a corne diş. 1. Boynuz (Bête à cornes). 2. (Kimi
parlé cordialement). 2. Tüm gücüyle, bütün hayvanlarda) Mahmuz. 3. Boynuz boru, nefir. 4.
hücreleriyle (Je le déteste cordialement). Taşıt borusu, korna (Corne d'automobile). S.
cordialité diş. İçtenlik, candanlık, yürekten sevgi, Köşe (Cornes d'un cerf-volant). 6. (Kimi
cordier er. 1. İpçi, halatçı. 2. (Yaylı sazlarda) Sap. şeylerde) Uç. § Corne d'abondance: Bolluk
cordiforme s. Yürek biçiminde (Feuille boynuzu. Corne à chaussures: Çekecek, kerata. A
cordiforme). la corne de: -in köşesinde, ucunda (Ilm'attendra à
cordillère diş. Sıradağ (Cordillère des Andes). la corne du bois, à la corne d'un champ). Faire une
cordon er. 1. Halatı oluşturan kollardan her biri. 2. corne à qch: -köşesini bükmek, kıvırmak (Faire
Sicim, ip (Lier, attacher, nouer avec un cordon). 3. une corne à une feuille de papier, à une carte de
Kurdela (Cordon d'un chapeau, grand cordon de visite). Porter, avoir des cornes: Boynuzlu olmak,
la Légion d'honneur) A. Kordon, çit (Cordon de karısı tarafından aldatılmak. Prendre le taureau
troupes, cordon de policiers). 5. Kenar çimeni. 6. par les cornes: Boğayı boynuzundan yakalamak,
Ağaç dizisi. 7. Göbek bağı (Couper le cordon). § cepheden saldırmak, üstüne üstüne yürümek,
Cordon-bleu: Usta aşçı, aşçıbaşı (Ta femme est un corné, es. Boynuz gibi sert, boynuzsu,
véritable cordon-bleu). Cordon littoral: coğr. Kıyı cornée, diş. anat. (Gözde) Saydamtabaka.
şeridi. Tenir les cordons de la bourse: Kesenin corneille diş. Kuzgun. § Bayer aux corneilles: Alık
ağzını elinde tutmak, masrafları kendisi yapmak, alık bakmak,
cordonner gçl. İp gibi bükmek (Cordonner de la cornélien, ne s. Corneille'e özgü, Corneille'e
soie, des cheveux). değgin (Tragédie cornélienne).
cordonnerie diş. 1. Kunduracılık. 2. Kunduracı cornemuse diş. Gayda (Il sait jouer de la
dükkânı. cornemuse).
cordonnet er. 1. İnce kaytan. 2. Kılaptan. 3. (Sikke cornemuseur er. Gaydacı.
kenarındaki) Tırtıl, corner gsz. 1. Korna çalmak (L'automobiliste
cordonnier, ère ad. 1. Kunduracı, kundura yapıp corne). 2. Uğuldamak (Les oreilles me cornent).
satan kimse. 2. Ayakkabı onarıcısı (Le 3. gçl. Köşesini kıvırmak, bükmek (Corner une
cordonnier ressemelle les souliers). § Cordonnier, carte de visite, une feuille de papier). 4. hlk.
pas plus haut que la chaussure: Çizmeden yukarı Herkese söylemek, âleme ilân etmek (Corner une
çıkmamalı. Les cordonniers sont toujours les plus nouvelle, un bruit).
mal chaussés: Terzi kendi söküğünü dikemez; corner [fc>*if«] er. (Futbolda) Köşe atışı, korner
marangozun kapısı sırımla bağlı, (Tirer un corner).
coréen, ne s. ve ad. 1. Kore'ye değgin, koreli. 2. er. cornet er. 1. Küçük boru (Cornet de vacher. Jouer
Korece, Kore dili. du cornet). 2. İşitme kulaklığı (Cornet
coréférence diş. dilb. Eşgönderge. acoustique). 3. Kâğıt külâh (Cornet de papier. Un
coreligionnaire ad. Dindaş, cornet de dragées). 4. (Zar atarken kullanılan)
coriaces. 1. Çok sert, tahta gibi, meşin gibi (Viande Meşin hokka (Cornet à dés). S. argo. Mide. § Se
coriace). 2. mec. İnatçı, direngen (Un adversaire mettre qch dans le cornet: Bir şeyler atıştırmak,
coriace. Il est coriace en affaires. Un caractère midesine bir şeyler indirmek,
coriace). cornette diş. 1. Kimi rahibelerin giydiği önü köşeli,
coriandre diş. bitb. Kişniş, yanları kanat biçiminde başlık. 2. (Eskiden)
coricide er. Nasır ilacı, Sancak. 3. er. (Eskiden) Sancaktar,
corindon er. Korindon, corniaud er. 1. Bir tür kırma köpek. 2. s. Aptal
corme diş. bitb. Üvez. (Comme il est corniaud!).
cormier er. bitb. Üvezağacı. corniche diş. 1. Korniş. 2. argo. Hazırlık sınıfı,
cormoran er. hayb. Karabatak. cornichon er. 1. Turşuluk hıyar. 2. mec. hlk.
cornier 325 correction

Budala, enayi, hıyar, memurları. Le corps électoral: Seçmenler. Corps


cornier, ère s. Köşede olan. de la magistrature: Hukukçular. Séparation de
cornière diş. 1. (Damlarda) Köşe deresi. 2. Köşe corps: Ayrılık, ayrı yaşama. Contrainte par corps:
bağı. Borç için hapis, "hapsen tazyik. Corps du délit:
cornouille diş. bitb. Kızılcık. Suç teşkil eden eşya, suç tanıtı. Corps et biens:
cornouiller er. bitb. Kızılcıkağacı. Can ve mal. Esprit de corps: Dayanışma. A mi-
cornu, e s. 1. Boynuzlu (Une bête cornue). 2. mec. corps: Yarı bele kadar. Corps et âme: Canla başla,
hlk. Boynuzlu, karısı tarafından aldatılan (koca), bütün varlığıyla. Corps à corps: 1. bel. Göğüs
cornue kim. Karni. göğüse, boğaz boğaza (Lutter, combattre corps à
corollaire diş. mant. mat. Gerekli sonuç; doğal corps). 2. bel. Önden, cepheden (Affronter la
sonuç; gerekçe, réalité corps à corps). 3. er. Göğüs göğüse savaş,
corolle diş. bitb. Taç. gırtlak gırtlağa kavga (Se jeter dans le corps à
coroner. Maden işçileri mahallesi, corps). A corps perdu: Bütün gücüyle, gözünü
coronaire s. Öz, taç, ana (Artères coronaires, karartarak (Se jeter à corps perdu dans une
veines coronaires). entreprise). Donner corps à qch: -i doğrulamak,
coronal, e s . 1. Başın ön tarafına değgin, alına gerçekliğini ortaya koymak (Plusieurs détails ont
değgin (Os coronal). 2. gökb. Güneş tacına donné corps à cette rumeur). Faire corps avec: -ile
değgin (Les gaz coronaux). birleşmek, bir bütün meydana getirmek (Ce
coronarite diş. hek. Damar yangısı, rocherfait corps avec la falaise). Passersurlecorps
coronelle diş. Bir tür karayılan, de qn: Çiğneyip geçmek, ezmek, ayaklar altına
coronographe er. gökb. Güneşin taç katmam almak, büyük yenilgiye uğratmak. Prendre corps:
resmini alan özel bir gözlem aracı, "taççeker. Biçimlenmek, somutlaşmak, iyice belli olmak,
corporal er. Kilisede üstüne şarap kupası konulan ortaya çıkmak (Un projet qui prend corps.
kutsal örtü. L'accusation prend corps peu à peu). Prendre,
corporatif, ive s. Loncalara değgin, esnaf saisir à bras le corps: 1. Belinden kıskıvrak
derneklerine değgin; meslek birliklerine dayalı yakalamak. 2. Üstüne üstüne gitmek,
(Mouvement, système corporatif). corps-mort er. den. Şamandıra,
Corporation diş. 1. Lonca; birlik (Corporation corpulence 1. İrilik, iriyarılık. 2. Şişmanlamaya
professionnelle, corporation d'artisans; eğimlilik.
Corporation des notaires). 2. Sendika corpulent, e s. İri, iriyarı (Une personne
(Corporation ouvrière). corpulente).
corporel, le s. 1. Gövdeli; bir cismi, vücudu, corpus[koRpys] er. Derleme, dergi; bütünce,
gövdesi olan (Nature corporelle). 2. Bedene, corpuscule er. Cisimcik, pek küçük cisim,
gövdeye, cisme değgin (Douleurs corporelles, correct, e s. 1. Doğru, yanlış olmayan (Unephrase
châtiment corporel, exercice corporel). correcte). 2. İyi, dürüst (On a fait tout pour assurer
corps er. 1. Vücut, gövde (Le corps humain. La le déroulement correct des opérations électorales).
gymnastique développe le corps. Les parties du 3. Dürüst, namuslu (Un homme correct. Tu dois
corps). 2. Beden (Le corps d'une robe, d'une être correct avec tes amis). 4. Kuralınca, kurallara
chandail). 3. Esas bölüm, iskelet (Le corps d'un uygun (Une tenue correcte). 5. İnce, kibar, nazik
bâtiment). 4. Ceset (Après la catastrophe, les (Il est correct en affaires).
corps gisaient ça et là). S.tkz. Adam, herif (C'était correctement bel. 1. Doğru (Parler, écrire
un drôle de corps). 6. ask. Müfreze, birlik, kol correctement). 2. Kuralınca, doğru dürüst,
(Rejoindre son corps). 7. mec. Kalınlık, usulüne uygun (S'habiller correctement). 3.
dayanıklılık, sağlamlık (Cepapier a du corps). 8. Dürüstçe, namusluca (Agir correctement).
Topluluk, "kitle (Corps électoral, corps de correcteur, trice 1. ad. Düzeltici, 'düzeltmen,
commerce, corps de ballet). 9. Lonca, birlik "musahhih. 2. s. Ayarlayıcı, düzeltici (Verres
(Corps de métier). 10. Cisim (Le carbon est un correcteurs, roue correctrice).
corps simple, l'eauuncorps composé). 11. (Gemi) correctif, ive s. 1. Düzeltici, biçime sokucu,
Boş tekne. § Corps céleste: Gök cismi, yıldız. (Gymnastique corrective). 2. Etki düzenleyici,
Corps d'armée: Kolordu. Corps de garde: yumuşatıcı (Une substance corrective). 3. er.
Karakol. Corps diplomatique: Kordiplomatik, Sözün sertliğini yumuşatmak için kullanılan
elçiler topluluğu. Corps enseignant: Öğretim deyim, yumuşatıcı söz.
kurulu. Les grands corps de l'Etat: Yüksek devlet c o r r e c t i o n ^ . 1. Düzeltme (Correction d'une faute,
correctionnaliser 326 corrompre

dune erreur). 2. Bakma, inceleme (La correction me donner sa nouvelle adresse).


de l'écrit n'est pas terminée. La correction des correspondre gsz. 1. Yazışmak, mektuplaşmak
copies est une lourde tâche). 3. Yapılan düzeltme, (Nous avons cessé de correspondre). 2.
düzeltilmiş yanlış (Le texte est surchargé de Aralarında ulaşma bulunmak, birinden öbürüne
corrections). 4. Dürüstlük,doğruluk. 5. Kibarlık, geçilmek (Toutes les pièces de cet appartement
incelik, "nezaket. 6. Eksiksizlik. kusursuzluk, correspondent). 3. Correspondre avec qn: -ile
doğruluk (Correction d'une traduction). 7. yazışmak, mektuplaşmak. 4. Correspondre à qch:
Kurala, usule uygunluk. 8. Dayak (Si tu n'es pas -e uygun olmak, uygun düşmek (Il a trouvé un
sage, tu vas recevoir une correction). § Maison de emploi qui correspond à ses capacités). 5.
correction: Çocuk ıslahevi. Correspondre à: -i karşılamak, -e tekabül etmek,
correctionnaliser gçl. Bir dâvayı ağır ceza denk olmak (Le grade de lieutenant de vaisseau
mahkemesinden ceza mahkemesi dâvasına dans l'armée de mer correspond à celui de
çevirmek. capitaine dans l'armée de terre).
correctionnel, le s. 1. Suçla ilgili. 2. diş. hlk. Ceza corrida diş. Boğa güreşi,
mahkemesi. § Peine correctionnelle: Uslandırma corridor er. Geçenek, aralık, "koridor,
cezası, "tedibi ceza. Tribunal correctionnel: Ceza corrigé er. Öğrencilere örnek diye geri verilen
mahkemesi. düzeltilmiş öğrenci ödevi,
corrélatif, ive s. 1. Aralarında bağlantı bulunan, corriger gçl. 1. Düzeltmek; düzeltme yapmak
bağlılaşık, bağlantılı (Père et fils sont des termes (Corriger une erreur, un vice. Corriger un devoir,
corrélatifs). 2. er. Bağlılaşık (sözcük). une épreuve d'imprimerie). 2. Corriger qn de qch:
corrélation diş. 1. Karşılıklı bağıntı, bağlılaşım. 2. Birinin -sini gidermek (Corriger son ami d'une
Bağ, ilgi, ilişki, bağıntı (Il n 'y a aucune corrélation manie, de son impatience). 3. Yumuşatmak,
entre ces deux choses). § Etre en corrélation avec: azaltmak ( Corriger l'effet d'une parole trop dure).
-ile bağıntılı olmak, ilişkili olmak (Le niveau de vie 4. Dayak atmak, dövmek, cezalandırmak
moyen des citoyens est en corrélation avec la <Corriger un enfant). § Se corriger: 1. Kusurlarını
prospérité économique de leur pays). düzeltmek, yola gelmek. 2. Se corriger de qch :
correspondance diş. 1. Birbirini tutma, uygunluk -sini düzeltmek, -den kurtulmak (Il s'est corrigé de
(Correspondance d'idées, de sentiments entre sa paresse).
deux personnes). 2. Uyum, r nge, tutarlık corrigible s. 1. Düzeltilebilir. 2. Yola gelebilir,
(Correspondance entre les parties d'un édifice, "ıslah olabilir (Il est corrigible).
entre les lignes d'un tableau). 3. Yazışma, corroborant, e; corroboratif,ive s. 1.
mektuplaşma (Les règles de la correspondance Güçlendirici, kuvvetlendirici. 2. er. Kuvvet ilacı,
commerciale). 4. Mektuplar (La correspondance corroboration diş. 1. Kuvvetlendirme,
de Stendhal; il relit sa correspondance). 5. Ulaşım, sağlamlaştırma. 2. Destekleme,
yol (Il n'y a pas de correspondance ferroviaire corroborer gçl. 1. Kuvvetlendirmek,
entre ces deux villes). 6. Aktarma (Un autocar sağlamlaştırmak. 2. Doğrulamak, desteklemek
assurera la correspondance à la gare). 7. Aktarma (Le récit du témoin corrobore les déclarations de la
treni, aktarma taşıtı (La correspondance passe à victime. Corroborer une idée, une thèse).
dix heures. Les voyageurs attendaient la corrodant, e s . 1. Aşındırıcı (Une substance
correspondance). § Avoir, entretenir corrodante). 2. er. Aşındırıcı madde (Les acides
correspondance avec qn: -ile yazışmak. Etre en sont des corrodants).
correspondance avec qn: -ile yazışmakta olmak, corroder gçl. Aşındırmak, kimyasal bir etki ile
aralarında sürekli yazışma olmak. Faire sa eritmek, yemek (Les acides corrodent les
correspondance: Mektuplarını yazmak. métaux). 2. mec. Kemirmek, yıpratmak, "tahrip
correspondancier, ère ad. Yazışma memuru. etmek (L'inquiétude corrode l'âme).
correspondant, es. 1. Uygun düşen, birbirine uyan corroi er. Sepileme,
(Les éléments correspondants de deux systèmes). corroieriediş. 1. Sepicilik. 2. Sepiyeri.
2. geom. Yöndeş (Angles correspondants). 3. ad. corrompre gçl. 1. Bozmak, kokuşturmak (Ces
Veli (Correspondant d'un élève. Le dimanche, je marécages corrompent l'air. La chaleur corrompt
me rendais chez mon correspondant). 4. Muhabir les aliments). 2. mec. Bozmak, arılığından
(Correspondant d'un journal, correspondant uzaklaştırmak (Corrompre les goûts, les mœurs,
diplomatique, permanent). 5. Kendisiyle les traditions). 3. Ahlâkını bozmak, yoldan
yazışılan kimse (Mon correspondant a oublié de çıkarmak (Socrate fut accusé de corrompre les
corrompu 327 cosmonaute

jeunes gens). 4. Para verip baştan çıkarmak, satın corseter gçl. 1. Korse giydirmek (Corseter une
almak (Corrompre un témoin. Le prisonnier a pu fillette).2. mec.-e. katı bir çerçeve çizmekf Corseter
s'échapper en corrompant son gardien). § Se un sonnet).
corrompre: 1.Bozulmak (Duboisquisecorrompt corsetier,ère ad. Korseci.
à l'humidité). 2. Bozulmak, kokuşmak, çürümek, corso er. Bayramlarda arabaların geçit töreni (Un
saflığını yitirmek (Son cœur s'est corrompu). corso fleuri).
corrompu, e s. 1. Bozulmuş, bayağılaşmışf Ungoût cortège er. 1. Alay (Le cortège funèbre se rend au
corrompu). 2. Kokuşmuş, "tefessüh etmiş, çok cimetière. Le cortège des manifestants s'engagea
bozulmuş (Une société corrompue). sur le boulevard). 2. Maiyet, maiyet alayı
corrosif, ives. 1. "Tahrişedici, yıpratıcı, bozucu (Un (Cortège entrourant un haut personnage). § Un
acide corrosif). 2 .mec. Çok sert, ısırıcı, kırıcı (Un cortège de.. : Bir sürü. ..(La guerre amène avec elle
pamphlétaire corrosif). tout un cortège de misères).
corrosion diş. Aşındırma, kemirme, yıpratma, cortès [koRt£s\ diş. ç. (İspanya ve Portekiz'de)
bozma, "tahriş etme (Corrosionpar acide). Millet meclisi,
corroyage er. 1. Sepileme. 2. Sepicilik. 3. Kaynakla cortex er. hek. Beyinzarı, korteks.
yapıştırma. cortical,es. 1. Kabuğa değgin (Couchescorticales).
corroyer gçl. 1. Sepilemek (Corroyer le cuir, les 2. anat. Beyinzarına değgin (Cellules corticales).
peaux). 2. Kaynakla yapıştırmak, kaynak cortisone hek. Kortizon,
yapmak. 3. (Ağaç) Yontmak, corton er. Pek tanınmış bir Burgonya şarabı.
corroyeurer. Sepici. coruscant,e s. Parlak, ışıl ışıl.
corrupteur,trice s. ve ad. 1. Bozucu. 2. Baştan corvéables, vead. Angarya yüklenebilir, angaryaya
çıkarıcı, ayartıcı. 3. huk. Rüşvet veren, "raşi. gelir, tepe tepe kullanılmaya elverişli,
corruptible s. 1. Bozulabilir (Matières corvée diş. 1. Angarya. 2. Cansıkıcı iş, tatsız iş.
corruptibles). 2. Baştan çıkabilir, ayartılabilir, ( Quelle corvée de faire toutes ces visites!).
rüşvet alabilir (Un fonctionnaire corruptible). corvette diş. Korvet § Capitaine de corvette: Deniz
corruption diş. 1. Bozulma, çürüme (Corruption binbaşısı.
des aliments, des fruits). 2. Bozulmuştuk, corvidés er. ç. hayb. Kargalar; kargagiller,
kokuşmuşluk (Corruption de la société, de la corymbe er. bitb. Demet, "huzme,
morale, des mœurs). 3. Baştan çıkarma, baştan coryphée er. 1. (Tiyatroda) Koro başı. 2. Bale başı,
çıkarılma. 4. Ahlak bozukluğu. 5. huk. Rüşvet, balede baş oyuncu. 3. Parti önderi, tarikat başı. 4.
para yedirme, para yeme. Bir sanatta yada bir toplulukta sivrilmiş kimse,
corsage er. 1. (Eski) Vücudun üst kısmı. 2. Kadın yıldız.
giysilerinde mintan kısmı; bluz gibi göğsü kuşatan coryza er. Burun nezlesi, burun ingini,
kadın giysisi, cosaque er. 1. Kazak, Rus süvarisi (Une troupe de
corsaire er. 1. (Eskiden) Korsan gemisi. 2. Korsan cosaques). 2. mec. Kaba ve sert adam. 3. diş. Bir
kaptanı. 3. Korsan. 4. mec. Kıyımcı, acımasız, tür dans.
"gaddar. cosinus er. mat. Kosinüs.
corses, ve ad. Korsikaya değgin, korsikalı.. 2. diş. cosmétique s. ve er. 1. Kozmetik. 2. diş.
Korsika. 3. er. Korsika dili. Korsikada konuşulan Kozmetikçilik.
İtalyan ağzı. cosmétiquer gçl. Kozmetik sürmek,
corsé, es. 1. Keskin, etkili (Unesauce très corsée). cosmique s. 1. Acuna değgin, evrenle ilgili. 2. gökb.
2. mec. Edepsizce (Une intrigue corsée, une Kozmik.
histoire corsée). § Vin corsé: Keskin kokulu şarap. cosmogonie diş. Acundoğum, evrendoğum,
corselet er. 1. Hafif zırh, zıhlı yelek. 2. Kimi "kozmogoni, evrenin yaratılışını inceleyen bilim.
böceklerin göğüs kısmı, § Cosmogonie stellaire: gökb. Yıldızdoğum
corser gçl. 1. Koyulaştırmak, kuvvetlendirmek, bilimi.
sertleştirmek (Corser du vin). 2. Pekiştirmek, ilgi cosmogonique s. Acundoğuma değgin,
çekici kılmak için abartmak (Corser un récit, evrendoğuma değgin, 'evrendoğumsal.
l'intrigue d'un drame). § Se corser: Karışık bir cosmographe er. Kozmografyacı.
durum almak; gittikçe daha bir ilginçlik ve önem cosmographie diş. Kozmografya.
kazanmak (L'affaire se corse, voici que la police cosmographique s. Kozmografyaya değgin,
s'en mêle. L'histoire se corse). cosmologie diş. gökb. Acunbilim.
corset er. Korse. cosmonaute ad. Uzay adamı, uzay yolcusu.
cosmonautique 328 côté

cosmonautique diş. Evren gemiciliği, uzay d'un cheval: Bir yarış atının kazanma şansı
gemiciliği. Uzay gemileri ve araçlarıyla yapılan üzerine yapılan tahmin. Avoir la cote: Saygınlığı
uzay gezileri; bu gezileri hazırlama, düzenleme olmak, sevilip sayılmak, tutulmak, beğenilmek
tekniği. (Cet ingénieur a une grande cote auprès de la
cosmopolites, ve ad. Kozmopolit, *evrendeş. direction. Un acteur qui a la cote).
cosmopolitisme er. Kosmopolitlik, *evrendeşçilik. côt ediş. 1. Kaburgakemiği (M on père a eu trois côtes
cosmorama er. Dünyanın en ünlü yerlerini gösteren cassées dans l'accident de voiture). 2. Dilim
tablo koleksiyonu, kabarıklığı (Côte de melon). 3. Kabarık çizgi
cosmos er. gökb. Acun; düzenli bir bütün olarak (Velours à côtes, bas à côtes). 4. Pirzola (Côte de
düşünülen evren. veau, côte de mouton). 5. Bayır, yamaç (Une côte
cossard,e s. ve ad. hlk. Tembel, miskin, plantée de vignes). 6. Yokuş (Monter la côte). 7.
cosse diş. 1. Baklagillerin tanelerini çeviren kabuk, Deniz kıyısı, kıyı (Les côtes de Turquie. Une côte
badıç (Cosse de pois, de haricots, de fèves). 2. sablonneuse). § Côte à côte: Yan yana (Marcher
Geminin tekne kısmı. 3. hlk. Tembellik. § côte à côte). Aller à la côte: Karaya oturmak (Un
Parchemin en cosse: Tüyü yolunmuş koyun derisi. navire qui va à la côte). Avoir les côtes en long:
cosser gçl. Tos vurmak. Tembel olmak. Caresser les côtes à qn: Birini
cossu, e I. Kabuğu, badıcı çok olan (Fèves cossues). dövmek, kemiklerini kırmak. Etre à la côte: İşleri
2. mec. Hali vakti yerinde, tuzu kuru (Un homme kötü gitmek, parasız pulsuz olmak. Se tenir les
cossu). 3. Bolluk taşan (Une maison cossue). côtes: tkz. Katıla katıla gülmek,
costal, e s. Kaburgakemiğine değgin, böğüre côté er. 1. Yan, böğür (ila reçu un coup dans le côté.
değgin (Région costale). Se coucher sur le côté). 2. Yer, yan, yön, "taraf (Le
costarder. hlk. Erkek giysisi, côté ensoleillé du jardin. Monter dans une voiture
costaud, costeau s. ve er. hlk. 1. Topuz gibi (Un par le côté gauche). 3. Kenar (Le triangle est une
homme costaud, un costeau). 2. Sağlam (Ce figure à trois côtés). 4. Yüz (Le beau côté d'une
fauteuil n'est pas costaud). voiture). 5. Taraf, yan, kenar (Les deux côtés
costume er. 1. Giyim, kılık, "kıyafet (Il étudie d'une route). 6. Yan, nitelik, özellik (Malgré tous
l'histoire du costume). 2. Giysi, "elbise (Costume tes défauts, tu as un côté sympathique. Les bons et
de chasse, de cérémonie. Il s'est fait faire un les mauvais côtés d'un artiste). 7. Bakım, açı, yön,
costume). § En costume d'Adam: tkz. Çırılçıplak, "husus ( Par certains côtés, ta proposition me paraît
Adembaba gibi. intéressante). § Un à-côté: Ek görev, yan iş, ikinci
costumé,e s. Giyimli, giyinik. § Bal costumé: bir iş. A côté: 1. Yanda, yakında (Tu vois ce
Kostümlü balo, giysili balo. restaurant, l'hôtel est à côté). 2. Yamna, yakınma
costumer gçl. Giydirmek; özel bir giysi giydirmek, (Les avions ont attaqué le bateau, mais les bombes
kostüm giydirmek ( Costumer un enfant en page). sont tombées à côté). 3. Yandaki (Passons dans la
costumier,ère ad. Elbiseci, *giysici. pièceàcôté). 4. Ek olarak (Il est secrétaire dans un
cotation diş. Değerini saptama; değerlendirme, not bureau, mais il a un petit travail à côté). 5.
verme (La cotation des actions en Bourse; la Yakında, şuracıkta (Il demeure à côté). Acôtéde:
cotation des copies a été sévère dans ce jury). 1. -in yanında, yakınında (Le salon est à côté de ta
cote diş. 1. Masraf, payı, vergi payı. 2. (Evrak gibi salle à manger. Il marche à côté de sa sœur). 2. -in
şeylerde) Sıra numarası yada markası. 3. Fiyat yanında, -e bakarak, -ile karşılaştırıldığında, -e
listesi (Je vais consulter la cote des voitures kıyasla (Tes défauts ne sont pas graves à côtés des
d'occasion). 4. Kot, deniz yüksekliği (Lesommet miens). 3. -in dışında, -den uzaklaşarak (Vous
de là colline est à la cote 1579). 5. mec. Saygınlık, répondez à côté de la question). De côté: 1. Eğik
sevilip sayılma, beğenilme, ün (La cote de cet olarak, yanlamasına (Tournez un peu de côté). 2.
écrivain commence à baisser). § Cote d'amour: Yan yan, yampiri (Le crabe marche de côté). 3.
Bir sınav yada yarışmada adaya iltimasla verilen Yanı üstü, böğrü üstü (Ilesttombédecôté). 4. Şaşı
iyi not, geçerli puan. Cote d'alerte: 1. Bir akarsu gibi, şaşı (Regarder de côté). Du côté de: İ. -den
yada barajda, suyun çıkabileceği son seviye, sel yana, -i yönünden, yönüne; tarafından, tarafına
yada taşkının başlayacağı düzey (Le fleuve a (Il s'est mis du côté des pauvres. Le vent souffle du
atteint la cote d'alerte). 2. mec. Tehlikeli nokta, côté de la mer. J'habite du côté de la ferme. Nous
kritik nokta. Cote mal taillée: Karşılıklı ödünler nous dirigeons du côté du parc). 2. -bakımından
vererek dikenli bir işi kapatma, tartışmalı bir (Ducôtédelafortune, il est trop gâté). De tout côté,
hesabı kesmek için yapılan kötü uzlaşma. Cote de tous côtés: Her yanda, her yandan; her yerde,
coteau 329 cotylédon

her yerden, her yana (J'ai couru de tous côtés). De ardından koşmak, kadınlara düşkün olmak,
côté et d'autre: Şurda burda. De ce côté: Bu cotir gçl. (Meyveleri) Ezmek, vurmak, berelemek
bakımdan, bu konuda (De ce côté, il n'y a rien à (Fruits cotis par la grêle).
craindre). De mon côté: Bana gelince, ben ise, ben cotisation diş. 1. Para toplama (Souscrire à une
de (De mon côté, je chercherai à vous aider). Etre cotisation). 2. Masraf payı, herkesin payına
aux côtés de qn: -den yana olmak. Etre du côté de düşen ödenti; ayhk ödenti, "aidat (Payer sa
qn: -den yana olmak, -in yanını tutmak (Il est de cotisation syndicale. Payer, verser, envoyer sa
notre côté). Etre né du côté gauche: Piç olmak, cotisation).
babası belli olmamak. Laisser qn, qch de côté: -i cotiser gsz. Ortaklaşa bir masrafta kendi payına
bir yana bırakmak, ihmal etmek (ila laissé de côté düşen parayı ödemek (Il n'a pas cotisé pour le
tout son travail pour s'occuper de moi). Mettreqch cadeau). § Se cotiser: Bir masrafı aralannda
de côté: Biriktirmek, bir kenara koymak (Il a bölüştürmek, aralarında para toplamak (Se
dépensé tout l'argent qu'il avait mis de côté cotiser pour offrir un cadeau).
jusqu'ici). Mettre qn de son côté: -i kendinden coton er. 1. Pamuk (Un tissu de coton, chemise de
yana çekmek, kendine yandaş kılmak (ila réussi à coton). 2. Pamuk iplik. 3. Pamuklu (bez). 4. .v.
mettre de son côté tous ses anciens adversaires). Güç, çetin (C'es/ coton! C'est coton, ce problème).
Passer à côté de qch: mec. -e yan çizmek; -i § Avoir du coton dans les oreilles: Kulakları
görmezlikten gelmek (Passer à côté d'une uğuldamak, pek iyi işitmemek. Avoir les jambes
difficulté). Prendre qch par le bon côté, du bon en coton: 1. Çok zayıf olmak, canlı cenaze olmak.
côté: -i iyi yandan almak, iyimser olarak 2. Dizlerinde derman kalmamak, kendini
düşünmek. Se mettre du côté de qn: -in yanını dermansız hissetmek. Elever qn dans du coton:
tutmak, -den yana olmak (Il se met toujours du Pek nazlı büyütmek, muhallebi çocuğu gibi
côté des puissants). Se ranger aux côtés de qn: -in yetiştirmek (Elever un enfant dans du coton).
yanında yer almak; -in safına geçmek (Il s'est Filer un mauvais coton: Sağlığı bozuk olmak;
rangé aux côtés des populistes). ölümü yakın olmak, durumu tehlikeli olmak,
coteau er. 1. Küçük tepe, tepecik (Au pied du cotonnade diş. Pamuklular, pamuklu(bez).
coteau). 2. Bayır, yamaç. 3. Bağlık yer, bağlar, cotonne.e s. Pamuk tüylü. § Cheveux cotonnés: Kısa
côtelé,e s. Dilimli, kabarık çizgili (Etoffe côtelée, ve kıvırcık saç, zenci saçı.
velours côtelé). cotonner (se) gsz. Havlı olmak, hav çıkarmak
côtelette diş. 1. Pirzola (Côtelette d'agneau, de (Lainage qui se cotonne).
porc). 2. tkz. Kaburgakemiği. 3. ç. Favori, uzun cotonnerie diş. 1. Pamuk tarlası. 2. Pamuk işleme
favori, yan sakalı. § Pisser sa côtelette: argo. yeri.
Doğurmak. cotonneux,euse s. 1. Havı olan, havlı, ince tüylü
coter gçl. 1. Numaralamak, bir numara vermek (Des feuilles cotonneuses, un fruit cotonneux). 2.
(Coter un dossier). 2. Değerini, fiyatını, "rayicini Pamuk gibi, pamuk yığınına benzeyen (Des
belirtmek (Coter une rente, une valeur en Bourse, nuages cotonneux).
un devoir d'élève). 3. Değer vermek, saymak, cotonnier er. Pamuk fidanı,
beğenmek. 4. Rakımım belirtmek (Coter une cotonnier,ère s. 1.Pamuğa değgin, pamukla ilgili
carte géographique). S. Etre côté: Beğenilmek, (Syndicat cotonnier. Industrie cotonnière). 2.
takdir edilmek, tutulmak (Un vin bien coté. Un Pamuk işçisi,
conférencier coté). coton-poudre er. Pamuk barutu,
coterie diş. Yakın arkadaşlar, yâran; °klik, 'bölek côtoyer gçl. 1. Boyunca gitmek, kıyısını izlemek
(Une coterie littéraire, politique). (Côtoyer la rivière). 2. -ile yan yana gitmek
cothurne er. Eski Yunanlılarda trajedi oynarken (Côtoyer une armée). 3. -e yaklaşmak, çok yakın
giyilen yüksek ve kalın tabanh ayakkabı. § olmak (Cela côtoie le ridicule).
Chausser le cothurne: mec. Trajedi oynamak. cotrc er. Kotra.
côtier,ère s. 1. Kıyıya değgin (Navigation côtière). cotret er. Çırpı demeti. § Etre sec comme un cotret:
2. Kıyıları bilen. 3. er. Kıyılarda işleyen gemi, kıyı Kara kuru bir şey olmak, çırpı gibi cılız olmak,
gemisi. 4. Yokuşlarda arabaya yardımcı olarak cottage er. tng. Küçük kır evi.
koşulan at, cılgar. cotte diş. 1. Köylü etekliği. 2. İş giysisi, tulum
cotignac er. Ayva reçeli; portakal reçeli, (Ouvrier en cotte bleue).
cotillon er. 1. (Eski) Jüpon, iç eteklik. 2. Bir tür cotyle diş. anat. Kemik hokkası, kemik yuvası,
dans. § Aimer, courir le cotillon: Kadınların cotylédon er. bitb. Çenek.
coursier 330 coussinet

cou, col er. Boyun. § Jusqu'au cou: Gırtlağına une personne dans un testament, sur une liste). 7.
kadar (Il est endetté jusqu'au cou). Laisser la bride gsz. Y atmak (Coucher à plat ventre, sur le dos, sur
sur le cou à: -i serbest bırakmak, yularını lecôté). 8 .gsz. Kalmak, yatmak, geceyi geçirmek
koyvermek, istediği gibi hareket etmesine izin (Coucher à l'hôtel, sous les ponts). §Coucherqn,
vermek (Laisser la bride sur le cou à un cheval, à qch en joue: -e nişan almak ; tüfeğin namlusunu -e
un enfant). Mettre à qn la corde au cou: -in doğrultmak. Coucher à la belle étoile: Dışarda,
boynuna ip dolamak; idam etmek. Passer ses bras açık havada, yıldız palasta yatmak. Coucher avec
autour du cou de qn: Kollarını -in boynuna qn: -ile yatmak, cinsel ilişkide bulunmak.
dolamak. Prendre ses jambes à son cou: Var Coucher à l'hôtel du cul tourné: argo. Birbirine
gücüyle kaçmak. Topukları belini dövmek. sırtlarını çevirip yatmak; karısıyla yada kocasıyla
Sauter, se jeter, se pendre au cou de qn: -in küsüşüp yatmak. Un nom à coucher dehors:
boynuna sarılmak, kucaklamak. Se casser, se Bellenmesi, söylenmesi güç bir ad. § Se coucher:
rompre le cou: 1. Düşerek ölmek. 2. mec. 1. Yatağa girmek, yatmak (C'est l'heure de se
Tepetaklak gitmek, büyük zararlara uğramak. coucher). 2. Uzanmak (Se coucher sur les herbes,
Tordrelecouà: 1. -i boğarak öldürmek (Tordre le sur le tapis). 3. Batmak (Le soleil s'est couché, la
cou à un poulet). 2. mec. Boğmak, ortadan lune se couche). § Se coucher comme les poules:
kaldırmak, yok etmek (Tordre le cou aux libertés, Tavuklar gibi erken yatmak, gün battı gâvur yattı.
à l'opposition). Comme on fait son lit on se couche: Ne ekersen onu
couac er. müz. Falso. biçersin.
couard,e s. vead. Korkak,ödlek, tabansız, coucher er. 1. Yatağa girme, yatma (Ici le coucher
couardise diş. Korkaklık, ödleklik, tabansızlık, est à dix heures. C'est V heure ducoucher). 2. Yatak
couchage er. 1. Yatırma, yatma (Le couchage des ücreti (Il n'a pas payé son coucher). 3. Batma,
troupes). 2. Yatma takımı, uyuma gereçleri (Sac batış (Le coucher du soleil, delalune). § Avoirun
de couchage, matériel de couchage). coucher: argo. Geceyi metresinin yanında
couchant,e s. ve er. 1. Yatan. 2. Batan, batmak geçirmek.
üzere olan ("Le soleil couchant) .3.Batı,günbatısı coucherie diş. Yatma, cinsel ilişkide bulunma (Des
(Une maison exposée au couchant). 4. er. mec. coucheries sans amour).
Yaşlılık, düşkünlük. § Faire le chien couchant: couchette diş. 1. Küçük yatak (Une couchette
Yaltaklanmak, köpeklik etmek, d'enfant). 2. (Gemi ya da trende) Yatak, kuşet
couche diş. 1. Yatak (S'allonger sur sa couche). 2. (Compartiment à couchettes).
Kundak bezi (Le bébé salit sa couche). 3.ç. Çocuk coucheur, euse ad. Mauvais coucheur: Geçimsiz
doğurma, doğum; loğusalık (Couches pénibles. kimse (C'est un mauvais coucheur, il a des procès
Elle a eu plusieurs visites pendant ses couches). 4. avec tous ses voisins).
Kat, katman, "tabaka (Couche de calcaire. couci-couça bel. tkz. Şöyle böyle, iç güveyisinden
Couches de l'atmosphère). 5. Tabaka, sınıf hallice (Comment allez -vous?—Couci-couça).
(Couches sociales). 6. (Bahçıvanlıkta) Yastık coucou er. 1. Guguk kuşu. 2. Guguklu saat. 3.
(Champignons de couche). § Femme en couches: (Eskiden) İki tekerlekli yolcu arabası. 4. Eski
Loğusa kadın, loğusa. Avoir une couche, en tenir model uçak (Les coucous de la guerre 1914). S.
une couche: hlk. Biraz budalaca olmak, pek bön ünl. Hu! Kuku!
olmak, safça olmak. Déshonorer la couche coude er. 1. Dirsek (S'appuyer sur le coude). 2.
conjugale: Eşine ihanet etmek, harama uçkur Dönemeç, kıvrıntı (Coude d'un fleuve. La rivière
çözmek. Faire fausse couche: Çocuk düşürmek. fait un coude en contournant la colline). § L'huile
Partager la couche de qn: -ile bir yatağı de coude: Enerji, çaba (Mettre de l'huile de coude
paylaşmak, -ile yatmak, pourparveniràunrésultat). Coudeàcoude: 1 .bel.
coucher gçl. 1. Yatağa yatırmak (Coucher un Dirsek dirseğe, omuz omuza, yan yana
malade, un enfant). 2. Dayamak, yaslamak (Le (Travailler, lutter coude à coude). 2. er.
violoniste a couché sa joue sur son violon). 3. Yana Dayanışma, yardım (Un coude à coude fraternel).
yatırmak (La tempête a couché le bateau). 4. Yere Donner un coup de coude à qn, pousser qn du
yatırmak, yere sermek (Il faut coucher les coude: -e dirsek vurmak; -i dirseğiyle dürtmek.
bouteilles pour mieux conserver le vin. L'orage a Jouer des coudes: Kendine yol açmak, bir
couché les blés). 5. Rapora geçirmek, resmi bir kalabalıkta onu bunu itip kendine yol açmak.
belgede belirtmek (Couchez par écrit toutes ces Lever le coude: Çok içmek, durmadan içmek. Ne
remarques). 6. Yazmak, kaydetmek (Coucher pas se moucher du coude: Burnundan kıl
coursier 331 coussinet

aldırmamak, çok iddialı olmak. Se fourrer le doigt 2. gsz. Enayilik etmek, aptallık etmek,
dans l'œil jusqu'au coude: Korkunç yanılmak, saçmalamak,
çok yanılmak. Se serrer les coudes: Safları couinement er. 1. Gıcırdamak (Le couinement d'un
sıklaştırmak, dayanışmaya girmek, birbirine tiroir, d'une porte). 2. Zırlama, dırlama,
yardımcı olmak, mızmızlanma (Le couinement d'un enfant).
coudée diş. Dirsekten orta parmağın ucuna değin couiner gsz. 1. tkz. Hırlamak (Le chien a couiné
eski bir ölçü, arış. § Avoir ses coudées franches: quand je lui ai marché sur la patte). 2. hlk.
İstediği gibi davranmakta serbest olmak, karışanı Gıcırdamak (Laporte couine). 3. hlk. Zırlamak,
edeni olmamak. Dépasser qn de cent coudées: dırlamak (Il n'a pas cessé de couiner).
-den kat kat üstün olmak, coulage er. 1. Akma, su sızdırma (Coulage d'une
cou-de-pied er. Ayağın üst ve tümsek yeri, ağım. lessive). 2. Döküm, dökme işi (Coulage d'une
couder gçl. Dirsek gibi bükmek (Couder une barre statue, de pièces céramiques). 3. Savurganlık;
de fer). savurma, çarçur etme (La maîtresse de maison se
coudoiement er. Sık sık görme, yakından görüşme, plaint du coulage).
coudoyer gçl. 1. Dirsek vurmak. 2. Dirsek dirseğe coulant,e s. 1. Akan, akıcı, çabuk sızan. 2. Hafif,
gelmek. 3. Değerek geçmek, sürtünerek geçmek içimi hoş (Vin coulant). 3. Akıcı, rahat (Un style
(Coudoyer les inconnus dans la foule). 4. Sık sık coulant). 4. Yumuşak, hoşgörülü (Leprofesseur
görmek, yakından görüşme olanağı olmak (Au se montre coulant). 5. Kaygan, çabuk çözülen (Un
ministère, il coudoie toutes sortes d'hommes nœud coulant). 6. er. Sürme halka (Le coulant
politiques). 5. -e çok yakın olmak (La bêtise d'une ceinture). 7. bitb. Sürgün (Le coulant des
coudoie la méchanceté). fraisiers). 8. er. argo. Süt. 9. diş. argo.
coudraie diş. Fındıklık. Belsoğukluğu. 10. İşlek yazı, resim,
coudre gçl. Dikmek (Coudre une robe, un vêtement. coule diş. 1. Kukuletalı rahip giysisi. 2. Çarçur
Coudre un bouton à un vêtement, une marque sur etme, savurganlık. § Etre à la coule: Gözü açık
du linge. Coudre à la main, à la machine. Coudre olmak, her şeyin püf noktasını bilmek; işini
une plaie). § Machine à coudre: Dikiş makinası. bilmek, çıkar sağlamanın yolunu bilmek,
coudrier er. Fındık ağacı (Plantation de coudriers). coulé er. 1. müz. Notalar arasındaki bağ çizgisi. 2.
couenne diş. 1. Kazınmış domuz derisi. 2. Derideki (Dansta) Kaydırma adım. 3. (Bilardoda) Vuruş,
leke, benek. 3. argo. Deri. § Se faire racler la coulée diş. 1. Eğik ve bitişik yazı. 2. Kalıba dökme,
couenne: Traş olmak, sakalı kazıtmak. Se gratter döküm ( La coulée d'un métal) ,3.Akma;akanşey
la couenne: hlk. Traş olmak, sakal traşı olmak. (Une coulée de lave).
couenneux,euse s. 1. Domuz derisine benzeyen. 2. couler gsz. 1. Fışkırmak, çıkmak (L'eau qui coule
hek. Zarh (Angine couenneuse). d'unesource. Lesangquicouled'uneblessure). 2.
couette diş. 1. Boru süzgeci. 2. Gemi tezgâhı. 3. Akmak (Le fleuve coule lentement). 3. Batmak
Küçük kuyruk. 4. Tüy yatak (Coucher sur une (Le bateau a coulé). 4. Dolaşım yapmak,
couette). 5. (Trende) Kuşet, dolaşmak ( Le sang coule dans les veines). 5. Kay ıp
couffe diş. 1. Küfe. 2. Küfe dolusu (Une couffe de gitmek, akmak, olduğu yerde durmamak
raisins). (L'argent lui coule des doigts). 6. Geçmek, geçip
couffin er. Küfe. gitmek (Le temps coule). 7. Sızdırmak, akıtmak,
coufiques. Kûfi (Ecriture coufique). akmak (Mon stylo coule. Ce tonneau coule de
couguar, cougouar er. Amerika'da yaşayan, Yeni toute part. Il a le nez qui coule). 8. gçl. Akıtmak,
Dünya aslanı denilen bir tür yırtıcı hayvan, puma. boşaltmak (Couler un liquide). 9. gçl. Dökmek,
couic ünl. Gık! ( On leur passait la corde au cou, et kalıba dökmek (Couler du bronze, du béton, une
couic! C'étaitfinipour eux). § N'y comprendre que statue). 10. gçl. Dökmek, -haline getirmek (Ildoit
couic, n'y voir que couic, n'y connaître que couic: couler ses idées dans des mots). 11. gçl. Yavaşça
Hiçbir şey anlamamak, hiçbir şey görmemek, sokmak, sokuvermek (J'ai coulé ma clef dans la
hiçbir şey bilmemek, serrure). 12. gçl. Geçirmek, sürmek (Couler une
couilles diş. ç. argo. Testis, taşak. § A voir des touilles vie heureuse, une existence paisible). 13. gçl.
au cul: argo. Cesur olmak, taşaklı olmak, gözünü Batırmak, sulara gömmek ( Couler un navire). 14.
budaktan sakınmamak, gçl. Bitirmek, tüketmek, batırmak (Couler une
couillon s. ve er. hlk. Aptal, enayi dümbeleği, fortune, un commerce). 15. gçl. Couler qn: Birini
couillonnadediş. argo. Aptallık, enayilik, başarısızlığa uğratmak, gözden düşürmek,
couillonnergç/. 1. Aldatmak, enayi yerine koymak. batırmak. § Couler de source: Doğal olarak
coursier 332 coussinet

gelişmek, ortaya çıkmak; kendiliğinden akıp couleurs: (Hastalıktan) Benzi sararmak.


gitmek (Un roman qui coule de source. Cette idée- Reprendre des couleurs: Rengi yerine gelmek,
mère, une fois arrêtée, le reste coule de source). yeniden sağlığına kavuşmak. Des goûts et des
Faire couler de l'encre, beaucoup d'encre: couleurs il ne faut pas disputer: Renkler ve
Hakkında çok şey yazılıp çizilmek. Faire couler de zevkler tartışılamaz,
la salive: Hakkında söylenmedik şey kalmamak. couleuvre Karayılan.
Faire couler le sang: Bir savaşın, bir kıyımın coulis, ses. 1. Aralıkla ilgili; bir dar aralıktan gelen
sorumlusu olmak; kan dökülmesine yol açmak. (Vent coulis: Bir aralıktan gelen yel, hava akımı).
Laisser couler ses larmes: Ağlamak, gözyaşı 2. er. Et ve sebze özütü (Un coulis de tomates,
dökmek. Le sang a coulé: Kan aktı, yaralananlar d'écrevisse).
oldu.§ Se couler: Sokulmak, sessizce içine girmek coulisse dij. 1. (Doğramacılıkta) Sürme oluğu, yiv.
(Se couler dans la foule, danssonlit). § Se la couler (Fenêtre, porte à coulisse). 2. (Tiyatroda) Kulis. 3.
douce: Mutlu bir yaşam sürmek, güzel güzel mec. Bir şeyin gizli yanı, kulis (Les coulisses de la
yaşayıp gitmek, politique). 4. (Kumaşın bir yerinde) Uçkurluk. S.
couleur diş. 1. Renk (Couleur foncée, daire, vive, Borsa dışı iş yapan sarraf takımı. $ Faire des yeux
tendre, chaude, pâle). 2. Boya (Couleurs en coulisse: Şöyle bir kaçamak bakmak, göz
végétales, couleurs animales. Couleurs en tube. ucuyla şöyle bir bakmak. Rester, se tenir dans la
Boîte de couleurs. Broyer, préparer les couleurs). coulisse: Arka planda kalmak, kendisi ortada
3. mec. Renk, yön, düşünce (Il a changé très görünmemek,
souvent de couleur dans sa vie politique). 4. coulissé, es. Oluklu, yivli.
Canlılık, parlaklık (Couleur d'un style). 5. coulisseau er. 1. Küçük yiv. 2. Yiv içinde kayan
(iskambilde) Koz (Je joue la couleur et non le parça.
sans-atout). 6. ç. Bayrak, sancak (Hisser, baisser coulisser gçl. 1. Yiv açmak (Coulisser un tiroir, un
les couleurs). 7.ç. Yüz rengi, beniz (La maladie lui rideau). 2. gsz. Yiv üzerinde kaymak (Porte qui
a fait perdre ses couleurs). 8. Renkli çamaşır coulisse).
(Laver le blanc et la couleur). 9. s. (Değişmez) coulissier er. Borsa dışı işi gören sarraf,
-renginde (Une étoffe couleur cerise; un ruban couloir er. 1. Dar ve uzun geçit, "kulvar (Couloir
couleur chair; un tricot couleur paille). § Couleur d'un wagon. La salle à manger donne sur le
locale: Yerel renk, bölgesel özellik. Haut en couloir). 2, Dargeçit, boğaz (Fleuve encaissé dans
couleur: Koyu esmer, yüzü güneşten yanmış (Les un profond couloir. Les alpinistes suivent un
paysans hauts en couleur). Marchand de couleurs: couloir rocheux).
ispirto, sabun, arıtıcı gibi temizlik gereçleri satan coulpe diş. Günah, suç. § Battre sa coulpe: Suçunu
dükkâncı. Race de couleur: Beyaz ırk dışındaki
kabullenmek, pişman olmak,
ırklar, özellikle siyah ırk ( Une femme de couleur).
coulure diş. 1. Çiçekken meyvenin düşmesi. 2.
De couleur, en couleur: Renkli (Crayon de
Maden çapağı, döküm çapağı,
couleur. Des photos en couleurs). Sous couleur de:
coup er. 1. Vurma, vuruş, "darbe (Coup de marteau,
-bahanesiyle, görünüşü altında, -iyor diye (Il
coup de fouet). 2. Darbe izi, vurma yarası (Son
attaque sous couleur de se défendre). Annoncer la
visage est tout noir de coups). 3. (Silah için)
couleur: 1. (iskambilde) Koz söylemek, kozunun
Patlama, boşalma, atış (Coup de canon, coup de
ne olduğunu bildirmek. 2. mec. tkz.
fusil, coup de revolver). 4. (içki için) Bir defada
Düşündüğünü açıkça ortaya koymak, söylemek.
içilen içki, bir kadeh içki (Prendre un coup). 5.
Changer de couleur: Benzi atmak, sapsan
"Defa, kez (Ce coup-c', il faut faire attention. Un
kesilmek. En dire de toutes les couleurs à qn: -e
autre coup, tu me préviendras avant de
ağzına geleni söylemek, söylemediğini
commencer). 6. (Alet için) Kullanma, işletme,
bırakmamak. En voir de toutes les couleurs:
vurma (Donner un coup de brosse à ses vêtements.
Başına gelmedik belâ kalmamak; başına gelen
Il m'annonce sa visite par un coup de téléphone.
pişmiş tavuğun başına gelmemek, çok çekmek.
Donner un coup de ciseaux dans le tissu. Donner
En faire voir de toutes les couleurs à qn: -e çok
un coup de rabot pour égaliser une planche). 7.
çektirmek. Faire perdre ses couleurs à qn: -in
(Hayvanlarda, belli bir organıyla) Şöyle bir
benzini sarartmak. Ne pas voir la couleur de qch:
vurma (Un coup de bec, un coup dégriffé, un coup
tkz. -in yüzünü bile görmemek; almamak, eline
de corne, un coup de sabot, un coup de queue). 8.
geçmemek (Il devait me payer mille francs, mais je
Heyecan, helecan (Cette mauvaise nouvelle lui a
n'en ai encore jamais vu la couleur). Perdre ses
donné un coup). § Coup double: (Avda) Bir atışta
coursier 333 coussinet

iki av birden vurma. Coup sale: Büyük bir zarar, çok öfkelenmek. Avoir un bon coup de fourchette:
büyük bir darbe (Sa mort est un coup sale pour la Tıka basa yemek. Avoir un coup dans le nez:
famille). Coup de chance, coup de veine: Şans, Çakırkeyif olmak. Avoir le coup de pompe: tkz.
talih, baht. Coup d'air: Soğuk algınlığı. Coup de Mahvolmak. Boire un coup: Bir kadeh atmak.
bambou: Cinlenme, huylanma, kızma. Coup de Compter les coups: Bir çatışmanın dışında kalarak
chapeau: Şapka çıkararak verilen selâm. Coup de gelişmeleri izlemek. Donner le coup de grâce à qn:
ciel: Tanrının lütfü. Coupdechien: Hırgür, kavga. -e son darbeyi indirmek. Donner un coup de fil à
Coup de grâce: Öldürücü darbe, son darbe. Coup qn: -e telefon etmek. Donner un coup de sabre à
de fortune: Talihin tecellisi. Coup de main: qn: argo. -ile cinsel ilişkide bulunmak. Donner le
Yardım. Coup de maître: Usta işi. Coup de sang: coup de pouce: tkz. Terazinin kefesine vurup ağır
Kan boğması, beyin kanaması. Coup de soleil: getirmek. En mettre un coup: Büyük bir çaba
Güneş çarpması. Coup de mer: Deniz tutması. göstermek. Etre dans le coup: İşin içinde olmak,
Coup de filet: Tarama, polisin yaptığı tarama. olaya karışmış olmak. Etre aux cent coups: Çok
Coup et blessures: huk. Müessir fiil. Coup de kaygılı olmak; kaygılar, korkular içinde olmak.
foudre: Yıldırım aşkı. Coup d'essai: İlk deneme, En mettre un coup, en ficher un coup: Yeğin
sınama. Coup d'Etat: Hükümet darbesi. Coup de çalışmak. En prendre un coup: 1. Hasara
tête: Delice bir davranış, çılgınca bir hareket. uğramak, zarar görmek. 2. Kolu kanadı kırılmak.
Coup de théâtre: Beklenmedik bir değişme, Faire le coup de deux: argo. İki karısı olmak, hem
beklenmedik bir olay. Coupd'œil: 1. Şöyle bir göz karısı hem metresi bulunmak. Faire coup double:
atıverme, bakıverme. 2. Görünüm, "manzara. 1. argo. İki kez üst üste cinsel ilişkide bulunmak.
Coup dur: Güç iş. Coup de pouce: Şöyle ufak bir 2, (Avda) Bir vuruşta iki av öldürmek. 3. argo.
yardım. Coup d'éclat: Büyük yankılar uyandıran İkiz doğurmak. Faire un coup de guiseau: argo.
yürekli bir hareket. Coup de Jarnac: Haince, Cinsel ilişkide bulunmak. Faire d'une pierre deux
alçakça bir iş. Coup du père François: Hainlik. coups: Bir taşta iki kuş vurmak. Faire les quatre
Coup de pied de l'âne: Alçakça, haince bir cents coups: Bohem hayatı yaşamak, derbeder
davranış. Coup de pied au derrière, au cul: yaşamak, nerde akşam orda sabah yaşamak.
Tekme, kıça tekme. Coup de poing: Yumruk. Manquer, rater son coup: Başaramamak,
Coup d'épée dans l'eau: Boş çaba. Coup de fil: düşündüğünü gerçekleştirememek. Monter le
Telefon, telefon konuşması. Coup franc: coupa qn: -i aldatmak, oyuna getirmek. Marquer
(Futbolda) Serbest vuruş, frikik. Coup sur coup: le coup: İşi açığa dökmek, açıkça belirtmek.
Üst üste, art arda. Le mauvais coup: Hainlik, Offrir, payer un coup à qn: -e bir kadeh içki
kötülük (Il médite encore un mauvais coup). A ısmarlamak. Porter un coup à: -e darbe indirmek,
coup sûr: Kuşkusuz, muhakkak ki. Après coup: İş halel getirmek, gölge düşürmek. Risquer, tenter
işten geçtikten sonra. A coup de: l.-ile (Battre à le coup: Şansım denemek. Tenir le coup:
coup de fouet, tuer à coup de couteau, frapper à Dayanmak, direnmek, dayanıklılık göstermek.
coup de pied). 2.-yardımıyla (Traduire un texte à Valoir le coup: Değmek, zahmetine değmek (Ça
coup de dictionnaire). A chaque coup, à tous les ne vaut pas le coup).
coups: Her defasında. Ce coup-ci: Bu defa, bu
coupables, vead. 1. Suçlu (Il se sent coupable. C'est
kez. Encore un coup: Bir defa daha. Du coup:
lui le coupable). 2. Ayıp, utanılacak (Commettre
Sonunda, o zaman ( On lui a demandé des preuves,
une action coupable). 3. Coupable de: -den
du coup, il a été bien embarrassé). Du même coup:
sorumlu (Il est coupable de cet échec).
Bu arada, fırsat doğmuşken (J'irai en voiture, du
coupage er. 1. Kesme. 2. İçki karması.
même coup, je pourrai vous emmener). Pour le
coupant, e s. 1. Kesen, kesici, keskin (Une lame
coup, pour un coup: Bu kez, nasılsa bir kerecik
coupante). 2. Sert, kesin (Paroles coupantes, une
(Pour un coup, vous êtes à l'heure). Sous le coup
voix coupante). 3. er. Keskinlik. 4. er. Keskin
de: Etkisiyle, etkisi altında (Je suis encore sous le
taraf, ağız.
coup de cette émotion). Sur le coup: Şıppadak,
coup-de-poing er. 1. Muşta. 2. Bir çeşit delgi.
derhal ( Il est mort sur le coup). Sur le coup de midi,
coupe diş. 1. Ayaklı bardak, bardak, kupa (Une
au coup de midi: Öğleye doğru, öğle sıralarında.
coupe de cristal). 2. Bardak dolusu, bardak (ila bu
Sans coup férir: Silah patlamadan, kan
deux coupes de vin). 3. Ayaklı tabak (Coupe à
dökülmeden, kimsenin burnu kanamadan. Tout
fruits. Une coupe de crème, une coupe de
d'un coup, tout à coup: Birdenbire, ansızın.
compote). 4. (Sporda) Kupa (Remettre une coupe
Attraper le coup de sang: Kanı beynine sıçramak,
à une équipe gagnante). 5. Kupa maçı (Coupe de
coursier 334 coussinet

Turquie de football). 6. Ağaç kesme, kesim condamné). 5. Kesmek, geçmesine engel olmak
(Coupe dans une forêt, coupe de bois). 7. (Couper l'eau, le gaz, l'électricité). 6. Yarıda
Kesilecek orman alanı. 8. Biçme, ekin biçimi (La kesmek (Couper une conversation, l'émission,
deuxième coupe n 'a pas donné defoin cette année). une communication téléphonique). 7. Uçurmak,
9. (Terzilikte) Biçki, kesim ( Un complet d'une très atmak, kullanılmaz duruma getirmek (Couper les
bonnecoupe. Apprendre lacoupe. Suivre les cours ponts, les voies ferrées). 8. Kesmek, artık
de coupe). 10. Saç kesme, traş (Une coupe de vermemek (Couper les crédits à un commerçant).
cheveux). 11. (Dizelerde, tümcede) Durak, 9. Bıçak gibi kesmek (Le froid coupe le visage).
durgu (Trouver les coupes dans un vers). 12. hek. 10. Kesmek, bölmek, parçalara ayırmak (Couper
Kesi (Examiner une coupe de tissu. Une coupe du pain, du fromage, delà viande, un gâteau). 11.
histologique au microscope). 13. Kulaç atma, (İçkiyi) Sulandırmak, su katmak, yoğunluğunu
kulaçlama, yüzme. 14. Çeşme yalağı. 15. azaltmak (Couper son vin, couper du lait). 12.
(İskambilde) Kâğıt kesme (Après la coupe, on Kesmek, geri göndermek (Couper une balle de
distribue les cartes). 16. Kesit (Coupe d'une tennis). 13. (İskambilde) Kozla almak, kesmek
maison, d'un navire). 17. Sulta, boyunduruk, (Couper une carte, je coupe le carreau). 14.
egemenlik. § Coupe sombre: Büyük kısıntı (Faire Kesmek, bastırmak (Couper l'appétit, couper la
des coupes sombres dans le budget, dans le faim). 15. Sayfalarını açmak (Couper un livre).
personnel). Coupe réglée: (Ormanda) Düzenli 16. Couper qch en: -e bölmek, ayırmak ( Couper la
kesim, belirli aralıklarla kesim. Boire la coupe viande en petites tranches. Couper un gâteau en
jusqu'à la lie: Kahrın daniskasını görmek, acının quatre morceaux). 17. Couper à qch: -eyan
son kertesini tatmak. Etre, se trouver sous la çizmek; den kaçmak, kurtulmak (Couper à une
coupe de: -in sultası, boyunduruğu, egemenliği corvée). 18. Kesmek, keskin olmak (Ce couteau
altında bulunmak. Mettre qch en coupe réglée: 1. ne coupe pas bien). 19. Kestirmeden gitmek
-de belirli aralıklarla kesim yapmak (Mettre une (Couper par un sentier). 20. Couper qn de qch:
forêt en coupe réglée). 2. mec. Sağmal inek gibi Birini -den yalıtmak; -ile olan tüm bağlarını
kullanmak, habire angarya yükleyip durmak. kesmek (On nous avait coupés de nos familles.
Prendre qn sous sa coupe: -i sultası altına almak. Couper une armée de ses bases). § A couper au
Tomber sous la coupe de: -in sultası, couteau: Yoğun, kalın (Un brouillard à couper au
boyunduruğu, egemenliği altınagirmek.Ilya loin couteau). Couper les vivres à qn: -e artık
de la coupe aux lèvres: Elle ağız arasında kırk yıllık bakmamak; -in artık geçimini sağlamamak.
yol var; her umulan kolay kolay sağlanamaz, Couper les bras à qn; couper bras et jambes à qn:
coupé er. 1. Kupa arabası, payton. 2. (Vagonlarda) -in kolunu kanadını kırmak. Couper les cartes:
Tek kanepeli bölme 3. Bir dans adımı, (İskambilde) Kâğıtları kesmek. Couper les
coupe-choux er. 1. Manastır uşağı. 2. Kısa kılıç, cheveux en quatre: Kılı kırk yarmak, büyük
coupe-cigare er. Puro makası, puro keseceği, titizlik göstermek. Couper ses effets à qn: -in
coupe-circuit er. Elektrik sigortası, fiyakasını bozmak, cakasını bozmak. Couper la
coupe-coupe er. Tahra, parole à qn: -in sözünü kesmek. Couper le sifflet à
coupée diş. (Gemilerde) İskele kapısı, qn: Birinin konuşmasını birdenbire kesmek.
coupe-file er. Polis kordonundan geçme kâğıdı, izin Couper le souffle à qn: -i şaşkına çevirmek, ne
belgesi, geçiş kâğıdı (Coupe-file d'un journaliste). yapacağım bilemez duruma getirmek. Couper
coupe-gorge er. Tehlikeli yer; batakhane, l'appétit à qch: -in iştahını kesmek. Couper le
coupe-jarret er. Haydut, eşkıya, chemin à qn: -in yolunu kesmek, önüne geçmek.
coupe-légumes: Sebze doğrama bıçağı, Couper court: Kısa kesmek. Couper courtàqch: -i
coupellation diş. (Altın yada gümüşü ayırmak için) fazla uzatmamak, -e son vermek. Donner sa têteà
Kal işi. couper: (And içerken) Kellesini kestirmek. Y
coupelle diş. (Altın ya da gümüş için) Kal potası, couper de qch: -den kurtulmak, paçasını sıyırmak
coupe-papier er. Kâğıt keskisi, kitap açacağı, (Iln'y coupera pas d'une punition). §Secouper: 1.
couper gçl. 1. Kesmek (Couper quelque chose avec Kesişmek, birbirini kesmek (Les deux routes se
un couteau, une hache, des ciseaux). 2. Biçmek coupent avant le pont). 2. Bir dediği bir dediğini
(Couper une robe, une étoffe). 3. Biçmek, tutmamak, kendi kendini yalanlamak (Tu te
kesmek, kesip koparmak (Couper de l'herbe, du coupes toujours). 3. Bir yerini kesmek (Il s'est
foin, du bois, les blés). 4. Uçurmak, kesmek, coupé en se rasant. Se couper à la main, audoigt). §
koparmak (Couper la tête, le cou, la gorge d'un Se couper en quatre pour qn: -için saçını süpürge
coursier 335 coussinet

etmek; uğruna kendini helâk etmek, her türlü Cassation: Yargıtay, "Temyiz mahkemesi. Cour
fedakârlığa katlanmak; -için canını vermek, de Cassation militaire: Askeri Yargıtay. Cour de
couperet er. Satır. Justice Internationale: Uluslararası Adalet
couperose diş. 1. Halkın türlü sülfatlara verdiği ad. Divanı. Cour des Comptes: Sayıştay,
2. hek. Kırmızı ergenlik. § Couperose blanche: °Divarumuhasebat. Cour des prises maritimes:
Çinkosülfatı, çinko tuzu. Couperose bleue: Bakır Deniz müsadere mahkemesi. Cour martiale:
sülfatı, göz taşı. Couperose verte: Demir sülfatı, Sıkıyönetim mahkemesi, °Divanı harp. Haute-
zaç. Cour:Yüce Divan, "Divanıâli. Cour de sûreté de
couperosé, e s. Kırmızı ergenliği olan, kırmızı l'Etat: Devlet güvenlik mahkemesi). 3. Saray,
benekli, kızarık (Un teint couperosé, un visage hükümdar sarayı (Aller à la cour. La noblesse de
couperosé). cour). 4. Saray erkânı, Hükümdarın maiyeti
coupeur, euse ad. (Giysi için) Biçici (Une habile (Toute la cour assistait à la cérémonie). 5. Une
coupeuse). § Coupeur de bourses: Yankesici. Un cour de: Bir sürü... (Une cour d'admirateurs,
coupeur de cheveux en quatre: Kılı kırk yarıcı, çok d'adorateurs). § Etre bien en cour: Gözde olmak,
titiz (Kimse), hükümdarın sevgisini kazanmış olmak, Faire la
coupe-vent er. Havanın direncini kesmek için cour à qn: -in gözüne girmeye çalışmak, -e
taşıtların ön tarafına konulan ortası keskin köşeli yaltaklanmak. Faire la cour à une femme: Bir
siper; *yelkıran. kadına kur yapmak. § Si tu veux la fille, fais la cour
couplage er. (Teknikte) Birleştirme, takma, à la mère: Kaleyi içten fethetmek gerek; kızla
takıştırma, kurma, evlenmek istiyorsan önce anasının gönlünü yap.
couple diş. 1. tkizli bağ, ikizli tasma. 2. er. Çift, iki courage er. 1. Yüreklilik, gözü peklik, "cesaret (Se
(Une couple d'œufs). 3. er. (Biri erkek biri dişi) battre avec courage). 2. Çaba, gayret. 3. mec. Katı
Çift (Un couple de pigeons, de renards. Les yüreklilik (Je n'ai pas le courage de lui refuser cette
couples valsaient. Un couple bien assorti). 4. er. aide). § Avoir le courage de f. qch: I . -mek
(Mekanikte) Karşılıklı çift kuvvet. 5. er. cesaretine sahip olmak, -meye cesareti olmak. 2.
(Gemilerde) Kaburga, -mek katı yürekliliğini göstermek, -cek kadar katı
coupler gçl. 1. ikizli tasmayla bağlamak, ikişer yürekli olmak. Donner du courage à qn: -e cesaret
ikişer bağlamak (Coupler les chiens). 2. Birbirine vermek; -i yüreklendirmek; -in moralini
bağlamak ( Coupler deux bateaux, deuxpéniches). yükseltmek. Faire preuve de courage, montrer du
couplet er. 1. ed. Bir şarkıyı meydana getiren ve bir courage: Cesaret göstermek. Perdre son courage:
nakaratla sona eren bölümlerden her biri, °kıta Cesaretini yitirmek. Rassembler tout son
(Une chanson de trois couplets). 2. Reze ile bağlı courage: Bütün cesaretini toplamak,
iki demir kol. 3. tkz. Nakarat, her zaman söylenip courageusement bel. 1. Yiğitçe, cesaretle. 2.
durulan şey (Il nous a encore casé son couplet sur Yılmadan, çalışıp çaba göstererek,
les jeunes d'aujourd'hui). courageux, euse s. 1. Yiğit, yürekli, cesur (Un
coupoirer. Keski. homme courageux). 2. Cesurca, korkusuz (Une
coupole diş. 1. Kubbe tavanı. 2. Kubbe. § Entrer, réponse courageuse pour l'étude).
être reçu sous la Coupole: Fransız Akademisi'ne courailler gsz. tkz. 1. Sürtüştürüp durmak,
üye seçilmek, girmek, sürtmek, sağa sola koşup durmak. 2. Daldan dala
coupon er. Kupon. konmak, gönül eğlendirmek, çapkınlık etmek,
coupure diş. 1. Kesik, bıçak yarası (Coupure au couramment bel. 1. Rahatça, kolayca, hiç
doigt, au visage). 2. Kesilme, kopma, kopukluk takılmadan (Parler couramment une langue
(Il sentit la coupure entre son passé et l'avenir). 3. étrangère). 2. Sık sık, genel olarak, her an (C'est
Makaslama, bir metinden çıkarılıp atılan parça. une question qu'on me pose couramment. Cela se
4. * Kesik, gazete yada dergilerden kesilip fait couramment).
saklanan parça (Coupures de journaux). 5. Kâğıt courant, es. 1. Koşan (Chien courant). 2. Günlük,
para (Une coupure de mille francs). 6. Kesilme, gündelik, her zamanki (Affaires courantes.
geçici bir süre için kesilme (Il y aura une coupure Langage courant). 3. İçinde bulunulan (Le mois
de gaz de quatre heures à cinq heures). § Faire la courant, l'année courante). § Compte courant:
coupure: tkz. Lâfı çevirmek, Cari hesap. Ecriture courante: İşlek yazı. Main
cour diş. 1. Avlu (Les enfants jouent dans la cour). 2. courante: 1. Gündelik defter. 2. (Merdivenlerde)
Mahkeme (Cour d'appel: İstinaf mahkemesi. Parmaklık küpeştesi. Monnaie courante: Geçer
Cour d'assises: Ağır ceza mahkemesi. Cour de akçe. Prix courant: Piyasa rayici, rayiç fiyat.
coursier 336 coussinet

courant er. 1. Akıntı (Courants marins: Deniz altına almak. § Se courber: 1. Eğilmek, bükülmek
akıntıları). 2. Akım, cereyan (Courantélectrique, (Se courber pour saluer. Il s'est courbé en deux). 2.
courant alternatif, courant continu). 3. mec. mec. Baş eğmek, tâbi olmak,
Akım, hareket (Les courants de l'opinion. Un courbette diş. 1. ( At için) Hafifçe şahlanma. 2. mec.
courant littéraire). 4. Elektrik akımı, cereyan ç. Yerlere kadar eğilme. § Faire des courbettes
(Couper, rétablir le courant). 5. Yer değiştirme, devant qn, à qn: Birinin karşısında yerlere kadar
göç (Courant de populations). § Courant d'air: eğilmek; birine çok dalkavukluk etmek,
Hava akımı, cereyan. Au courant de la plume: yaltaklanmak,
Kaleminin ucuna geldiği gibi, rahatça (Il écrit au courbure diş. Eğrilik (Courbure d'une ligne). §
courant de la plume). Dans le courant de: -içinde, Double courbure: S biçiminde kıvrım,
süresinde, süresi içinde (Dans le courant de cette coureur er. 1. Koşucu. 2. Yarış atı. 3. Ulak. 4.
semaine, de ce mois, de cette année). Etre au Serseri. 5. Çapkın, sefih, hovarda (C'est un vieux
courant de qch: -den haberi olmak (Il n'est pas au coureur). 6. ç. hayb. Koşucu kuşlar. § Coureur de:
courant de ce qui se passe). Mettre, tenir qn au 1.Müdavim (Un coureur de cafés, decinémas). 2.
courant de qch: Birini -den haberli kılmak. Bir -ardından koşan (Coureur de filles).
şeyi -e bildirmek (Il m'a mis au courant de toutes coureuses, ve diş. 1. diş. Düşük kadın, hafifmeşrep
les discussions). Remonter le courant: Bir kadın. 2. s. Oynak, fingirdek, çapkın (Elle est un
hareketin, bir akımın tersine hareket etmek; peu coureuse).
tepki göstermek. Suivre le courant: Herkes gibi courge diş. 1. Balkabağı; kabak. 2. hlk. Enayi,
hareket etmek, herkesin gittiği yoldan gitmek, aptal, "kabak gibi adam.
işin kolayına kaçmak, courgette diş. Dolmalık kabak (Courgettes farcies:
courante diş. 1. Eski bir dans. 2. İşlek yazı. 3. tkz. Kabak dolması).
Sürgün, ishal, courir gsz. 1. Koşmak (Les enfants courent dans la
courbatu, e s. Çok yorgun, bitkin (Je me sens rue). 2. Yarışa katılmak, yarışmak (Ce cheval est
courbatu). trop vieux pour courir). 3. Koşuşturmak,
courbature diş. (Organlarda duyulan) Tutulma; araştırmak, koşuşturup durmak (J'ai couru
kırıklık (Ressentir une courbature dans le dos, partout pour trouver un médicament). 4. Hızlı
dans tout le corps). akıp gitmek (L'eau court dans ce canal). 5.
courbaturé, e s. Bir yerleri tutulmuş, üstünde bir Sürmek, geçerli olmak, "devam etmek (Le délai
kırıklığı olan (Je suis revenu tout courbaturé de court jusqu'à la fin du mois). 6. Uzayıp gitmek,
cette promenade en montagne). boyunca gitmek (Le sentier court sur la falaise). 7.
courbaturer gçl. Kırıklık vermek, tutulmaya Dolaşmak, yayılmak (Ne vous fiez pas aux
uğratmak (Le froid m'a courbaturé les épaules). rumeurs qui courent. D'après les bruits qui
courbe diş. geom. 1. Eğri, "kavis (L'axe d'une courent, il ne tardera pas à démissionner). 8. Hızlı
courbe. La route fait une courbe). 2. Grafik, eğri geçip gitmek, su gibi geçmek (Les années
(Courbe de la production, dessalaires, desprix). § courent). 9. Courir après: -in ardından koşmak
Courbe de niveau: coğr. Eşyükselti eğrisi, (Courir après la fortune, après le succès, après les
yükseldik eğrisi; "tesviye münhanisi. 3. s. Eğri. femmes). 10. Couriràqch: -e doğru koşmak, hızla
(Une ligne courbe. Une arbre aux branches yol almak (Il court à sa perte, à sa ruine). 11.
courbes). Courir sur: (Yaş için) -e yaklaşmak (Il court sur
courbé, e s. Beli bükülmüş, kamburlaşmış (Un ses soixante ans). 12. gçl. Ardından koşup
vieillard courbé). yakalamaya çalışmak (Les petits enfants me
courbementer. Eğrilme,eğriltme;eğilme,eğiltme; courent dans la rue). 13. gçl. Kovalamak (Courir
bükme, bükülme, le cerf, le sanglier). 14. gçl. -yarışına katılmak,
courber gçl. 1. Eğriltmek (Courber une baguette). 2. -için koşmak (Courir le grand prix. Courir le cent
Eğmek (Courber le dos, la tête). 3. Bükmek mètres). 15. gçl. Maruz kalmak, karşı karşıya
(Courber au feu une barre defer). 4 .gsz. Eğilmek, bulunmak (Tu cours un grand danger). 16. gçl.
beli bükülmek (Courber sous le poids). § Courber Ardından koşmak, aramak (Courir les
la tête, le front: Baş eğmek, boyun eğmek, tâbi aventures). Yİ. gçl. Dolaşmak (Courir la ville, les
olmak. Courber la tête devant qn: -karşısında bois, les rues, le monde). 18. gçl. Sık sık gitmek
boyun eğmek, dize gelmek (Il ne courbera pas la (Courir les cinémas, les cafés). 19. gçl. Courir qn:
tête devant la force). Courber qn sous sa loi, sous hlk. Canını sıkmak (Tu me cours avec tes bêtises).
sa volonté: Birini kendi egemenliği, buyruğu § Courir d'aventure en aventure: Serüvenden
coursier 337 coussinet

serüvene koşmak. Courir à toutes jambes: Var ont été couronnés d'un grand succès). § Se
gücüyle koşmak. Courir ventre à terre: (At için) couronner: 1. Taçlanmak, üstünde bir taç gibi
Karnı yere değercesine koşmak, dolu dizgin durmak. 2. (At için) Dizinden yaralanmak,
koşmak. Courir deux lièvres à la fois: tki karpuzu courre gçl. Koşturmak, ardından kovalamak,
bir koltuğa sağdırmaya çalışmak, iki işi bir arada ardına düşmek (M. le duc préfère courre la bête
yürütmek. Courir sur le système à qn, sur le noire). § Chasse à courre: Sürek avı.
haricot à qn: -in damarına basmak, canını sıkmak, courrier er. 1. Özel ulak, "kurye. 2. Mektup, telgraf
tepesini attırmak. Faire courir qch: 1. Koşturmak gibi posta ile gelen evrak, posta (Le facteur a
(Faire courir un cheval). 2. Çıkarmak, distribué le courrier. Le courrier est arrivé. Lire
dolaştırmak, yaymak (Faire courir un bruit, des son courrier. Je passe prendre mon courrier.
rumeurs, une fausse nouvelle). Envoyer son courrier). 3. Posta; ulaşım (Courrier
courlis, courlieu er. hayb. Kervançulluğu. maritime, courrier aérien).
couronne diş. 1. Baş çelengi (Couronne de fleurs courroie diş. Kayış; kolan.
d'oranger). 2. Taç (Couronne royale, couronne courroucer gçl. Öfkelendirmek, kızdırmak. § Se
impériale). 3. Taht (La Couronne d'Angleterre). courroucer contre: -e öfkelenmek (Son cœur se
4. (Kimi rahiplerde) Tepe traşı. 5. (Atta) Tırnak courrouce contre l'injustice).
üstü. 6. Demir çember. 7. Diş kapçığı, diş tacı. 8. courroux er. Öfke, "gazap,
Tekmerkezli iki çember arasındaki yüzey. 9. cours er. 1. Akıntı, akış (Le cours d'un fleuve). 2.
Yarım çember biçiminde istihkâm. 10. Çeşitli Dönme, devinme, hareket (Cours du Soleil, de la
ülkelerde para birimi, kuron. 11.Kağıt forması Lune). 3. Gelişme, seyir (Le cours des
(0,46x0,36). 12. mec. Hükümdarlık (Donner la événements, de la vie). 4. Geçerlik (Cettemonnaie
couronne à quelqu'un). 13. Şeref. 14. Ödül. 15. n'a plus cours). 5. Fiyat (Les cours sent en baisse,
Ayça,°hâle (Couronne d'une aurore boréale). 16. en hausse). 6. Rayiç (Cours de change: Kambiyo
gökb. Taç (Couronne Australe: Güneytacı. rayici. Cours de bourse: Borsa rayici. Cours du
Couronne Boréale: Kuzey tact. Couronne solaire: marché: Piyasa rayici). 7. Ders, kurs (Donner,
Güneştacı). § Couronne d'épines: İşkence, acı, faire un cours. Suivre un cours à la faculté. Cours
ızdırap. Donner, décerner une couronne à qn: -e dusoir. Cours par correspondance). 8. Ders notu,
bir ödül vermek, nişan vermek. Déposer une ders notu kitabı (Cours polycopié). § Le cours
couronne à qch: -e bir çelenk koymak, d'eau: Akarsu. Au cours de: -sırasında, boyunca
couronné, e s . 1. Ödül almış, ödüllendirilmiş (Il est resté honnête au cours de sa carrière, de toute
(Ouvrage couronné). 2. Dizinde yuvarlak bir yara sa vie). Avoir cours: Geçerli olmak, yürürlükte
bulunan (Cheval couronné). § Tête couronnée: olmak, kullanılmak (Ces usages n'ont plus cours).
Hükümdar, taçlı, taç sahibi, Donner libre cours à: -tutamamak, dökmek,
couronnement er. 1. Taç giyme, taç giydirme boşaltmak (Donner libre cours à ses larmes, à sa
(Couronnement d'un roi). 2. En yüksek nokta, colère). Faire cours: Ders vermek. Suivre son
son (Ce succès fut le couronnement de sa carrière). cours: Normal olarak gelişmek, "normal seyrini
3. Ödüllendirme; ödüllendirilme. 4. Tepelik; bir takip etmek (La maladie suit son cours). Voyage
yapının, bir mobilyanın üst kısmı (Couronnement au long cours: Uzak ülkelere gezi, uzun yolculuk.
d'un édifice, d'un meuble). course diş. 1. Koşma, yarış, koşu (Course de cent
couronner gçl. 1. Çelenk yada taç giydirmek mètres, course de vitesse, course de chevaux.
(Couronnerunroi, unprince). 2.Couronnerqnde Course d'obstacles). 2. Yarış, yarışma, müsabaka
qch: Birine -den çelenk takmak (Couronner une (Course de bicyclettes, d'automobiles). 3.
jeune fille de fleurs). 3. Ödüllendirmek, ödül Yürüyüş, gezi (Faire une longue course en
vermek (Couronner un livre, un ouvrage). 4. montagne). 4. At yarışı alam, koşu meydanı,
Taçlandırmak, taç gibi durmak (La blancheur de hipodrom (Aller aux courses). 5. "Müşterek bahis
ses cheveux couronnait son front jeune). 5. (Jouer aux courses). 6. Korsanlık, deniz akıncıhğı
Kaplamak, örtmek, sarmak (Une magnifique (Guerre de course). 7. Alış veriş (On a fait des
verdure couronnait les sommets). 6. Dizinden courses dans les magasins). 8. Seyir, dolaşma,
yaralamak (Couronner un cheval). 7. (Alayh) devinme (La course des nuages dans le ciel). §
Tamam etmek, eksiğini bırakmamak, üstüne tüy Course de taureaux: Boğa güreşi. Course au
dikmek (Et pour couronner le tout, il arrive en clocher: Engelli at yarışı. Au pas de course: Koşar
retard). 8. Etre couronné de qch: -ile taçlanmak, adımlarla. Etre à bout de course: Bitmek,
-ile sonuçlanmak, -ile ödüllendirilmek (Ses efforts tükenmek, takati kalmamak. Etre dans la course:
coursier 338 coussinet

Olup bitenlerden haberli olmak, işin iç yüzünü yaptırmak (L'éclairage de la pièce a été court-
bilmek, ne yapması gerektiğini bilmek. Faire des circuité). 2. tkz. Kestirmeden gitmek,
courses: Alışveriş yapmak. Faire la course: formaliteleri bir yana bırakmak (Une démarche
Korsanlık yapmak, talan etmek, yağma yapmak, qui court-circuite la voie hiérarchique. Un
coursier er. 1. Savaş atı. 2. At. 3. Değirmen arkı. grossiste qui court-circuite les détaillants).
coursier, ère ad. 1. İş kovuşturan, kovuşturucu. 2. courtepointe diş. Pike, karyola örtüsü,
(Lokanta yada otel ve kahvelerde) Ayak işleri courtier, ère ad. Simsar, tellâl. § Courtier de
yapan yamak, galanterie: Muhabbet tellâlı, pezevenk,
courson, courçon er. Kısa budanmış ağaç dalı. courtilière diş. hayb. Kök kurdu,
court, e s. 1. Kısa (Robe courte, nez court). 2. Kısa courtine diş. 1. Yatak perdesi. 2. (İstihkâmda)
süren, kısa (La vie est courte. Un court entretien). Perde hattı.
3. Çabuk, süratli, kestirme (Le plus court courtisan er. 1. (Sarayda) Nedim, muhasip. 2. mec.
expédient). 4. tkz. Az, yetmez (Mille francs, c'est Dalkavuk, yaltakçı,
un peu court). 5. bel. Kısa; kısa olarak (Il m'a courtisane diş. Kibar fahişe,
coupé les cheveux court). § A court terme: Kısa courtisanerie diş. Dalkavukluk, yaltaklık,
vadeli. A courtes vues: Dar görüşlü (Un homme à courtiser gçl. 1. Dalkavukluk etmek (Courtiser les
courtes vues). Aller au plus court, prendre le plus grands, les riches). 2. Kur yapmak, gönlünü
court: Kestirmeden gitmek. Avoir la vue courte: çelmeye çalışmak (Courtiser une femme). §
Miyop olmak, uzağı iyi görememek. Avoir la Courtiser les Muses: Şiir yazmak,
mémoire courte: Çok unutkan olmak. Avoir court-jointé, e s. 1. Bilekleri kısa (Cheval court-
l'haleine, la respiration, le souffle court: Çabuk jointé). 2. Bacakları kısa (Faucon court-jointé).
tıkanmak, hemensoluğukesilmek. Couper court: courtois, e s. 1. Saraya değgin, saraya bağlı (Poésie
Sözü uzatmamak, kısa kesmek. Couper court à courtoise, littérature courtoise). 2. Çelebi, efendi,
qch: -e son vermek (Ilacoupé court à cette intrigue nazik, ince, kibar (Un homme courtois, un refus
sans issue. Un communiqué officiel a coupé court à courtois).
tous les commentaires). Demeurer, rester court: courtoisement bel. Çelebice, efendice, kibarca,
Ne söyleyeceğini bilememek, apışıp kalmak (Il est nezaketle.
resté court devant les objections). Etre à court de courtoisie<% Çelebilik, kibarlık, incelik, naziklik,
qch: -si olmamak, -den yoksun olmak, -sıkıntısı court-vêtu, e s. Kısa giysili, kısa giyinmiş (Des
çekmek, bulamamak (Il est à court d'argent. Etreà femmes court-vêtues).
court d'arguments, d'idées). Etre court de: -si kısa couru, e s. 1. Çok aranılan, ardından koşulan,
olmak (Etre court de jambes, de nez, de cou, de beğenilen (C'est un spectacle très couru). 2. tkz.
bras). Faire la courte échelle à qn: Birine omuz Kesin, kuşku götürmez, sağlam, tamam (II
vermek, destek olmak, yardım etmek. Prendre réussira, c'est couru).
qn de court: Birini hazırlıksız yakalamak, couscous er. Kuskus.
kıstırmak. Tourner court: Birdenbire yön cousette diş. Terzi çırağı genç kız, terzi kız.
değiştirmek, couseur, euse ad. 1. Dikişçi, dikiş diken (Kimse). 2.
court [ku«] er. İng. Tenis alanı, tenis kortu, diş. Cilt atölyelerinde formaları diken işçi kız.
courtage er. 1. Tellâllık, simsarlık. 2. Simsarlık cousin er. Bir sivrisinek türü, tatarcık,
ücreti. cousin, el. ad. Amca, dayı, hala ya da teyze çocuğu,
courtaud, es. ve ad. 1. Kuyruğu ve kulakları kesik yeğen (Bunlara cousins germains, bunların
(Un chien courtaud, un courtaud). 2. Kısa ve çocuklarına da cousins issus de germains denir). 2.
tıknaz, topuz gibi (Un paysan courtaud). mec. Dost, ahbap, arkadaş. § Le roi n'est pas son
courtauder gçl. Kulağını, kuyruğunu kesmek cousin: Kendini beğenmişin biri, kendini
(Courtauder un cheval, un chien). sadrazamın sol taşağı sanıyor,
court-bouillon er. İçinde bir yemek pişirilen et yada cousinage er. Kardeş çocukları olma hısımlığı, dayı-
sebze suyu. yeğenlik.
court-circuit er. 1. Kontak, elektrik kontağı, kısa cousiner gçl. 1. Birini "yeğenim" diye çağırmak,
devre (L'incendie a été causé par un court-circuit). yeğenim demek. 2. gsz. Senli benli davranmak (II
2. tkz. Doğrudan ilişki, aracısız iş, kestirme yol cousine avec tout le monde).
(La vente directe du producteur au consommateur coussin er. 1. Yastık, köşe yastığı. 2. Minder, küçük
est un court-circuit dans le système commercial). minder. 3. tekn. Yastık,
court-circuiter gçl. 1. Kontak yaptırmak, kısa devre coussinet er. 1. Küçük yastık. 2. tekn. Yastık.
coursier 339 coussinet

cousu, e s. Dikilmiş. § Cousu de fil blanc: Gün gibi ce que ça coûtera: hlk. Fiyatın önemi yok, fiyatı
ortada, belli, gözden kaçmayan (Malice, intrigue pek önemli değil. Coûte que coûte: Ne pahasına
cousue de fil blanc). Cousu main: Elde dikilmiş, olursa olsun, neye mal olursa olsun (Je dois, coûte
elde yapılmış (Des gants cousus main). Etre tout que coûte, quitter cette région).
cousu d'or: Para babası olmak, çok zengin olmak. coûteusement bel. Pahalı, pahalıya mal olarak, çoğa
Garder bouche cousue: Ağzını açmamak, tek mal olarak (Une maison coûteusement
kelime söylememek, aménagée).
coûter. 1. Maliyet (Coût d'une marchandise, d'un coûteux, euse s. 1. Pahalı, çoğa mal olan (Un
service). 2. Paha, bedel (Le coût d'une outillage coûteux, des vacances coûteuses). 2.
imprudence). 3. Pahalılık (Le coût de la vie mec. Tehlikeli, pahalıya alınan, sonu kötü (Cette
augmente. Indices du coût de la vie). démarche lui a été très coûteuse).
coûtants. Prix coûtant: Maliyet fiyatı. § Revendre à coutil er. Çadır bezi.
prix coûtant: Maliyet fiyatına satmak, kârsız coutreer. Saban demiri.
satmak. coutume diş. 1. °Âdet, gelenek (Les coutumes d'un
couteau er. 1. Bıçak (Couteau de table, couteau de peuple, d'une société). 2. Alışkı, alışkanlık (La
poche. Couteau à pain, à beurre, à dessert, à coutume est une seconde nature). § Us et
légumes). 2. hayb. Kamışböceği, denizçakısı. § coutumes: °Örf ve âdetler, gelenek ve görenekler.
Visage en lame de couteau: Çok zayıf yüz, kâğıt Mœurs et coutumes: Örf ve âdetler, gelenek ve
gibi surat. A couper au couteau: Kalın, çok yoğun görenekler. De coutume: Genel olarak, her
( Brouillard à couper au couteau ). Avoir le couteau zamanki, her zaman olduğu gibi (Il a mangé plus
sur la gorge: Tehdit altında hareket etmek, bir que de coutume. Il est moins aimable que de
şeyi zor altında yapmak, gözü korkmak. Etre à coutume). Avoir coutume de: -mek alışkanlığı
couteau tiré avec qn: Biriyle kanlı bıçaklı olmak, olmak (lin'apas coutume de manquer son rendez-
araları çok bozuk olmak. Enfoncer, plonger, vous). Une fois n'est pas coutume: Bir sürçen atın
planter le couteau dans: -e bıçak saplamak. Jouer başı kesilmez, bir kereyle insan gâvur olmaz.
du couteau: Eli bıçaklı olmak; bıçakla kavga coutumier,ère s. ve er. 1. Yapılagelen, alışılmış,
etmek. Mettre le couteau sur la gorge à qn: Birine olagelen, her zamanki (Les travaux coutumiers).
bir şeyi tehditle, zorla yaptırmak, gözünü 2. er. Bir ülkenin gelenek ve göreneklerini
korkutmak. Retourner, remuer le couteau dans la anlatan kitap. § Droit coutumier: Gelenek ve
plaie: Bir yarayı depreştirmek (Tu as remué le görenek hukuku.
couteau dans sa plaie). couture diş. 1. Dikiş (Couture d'un vêtement, d'une
couteau-scie er. Tırtıklı bıçak, chaussure. Couture à la main, à la machine). 2.
coutelas er. 1. Saldırma. 2. Büyük mutfak bıçağı, Dikilen şey, diki %(Elle est penchée sur sa couture).
coutelier er. Bıçakçı. 3. Dikişçilik, terzilik (Travailler dans la couture).
coutelier,ère s. Bıçakla ilgili, bıçağa değgin 4. Yara izi (Il a le visage marqué de plusieurs
(Industrie coutelière). coutures). § Sur toutes les coutures: Her
coutellerie diş. 1. Bıçakçılık. 2. Bıçak yapımevi, bakımdan, her açıdan, her yönden (Examiner un
coûter gçl. 1. Mal olmak (Cettefermeavaitcoutécent problème sur toutes les coutures). Battre qn à plate
mille francs). 2. Fiyatında olmak, etmek couture: Birini tamamıyla yenmek, yere sermek;
(Combien coûte cela?). 3. Coûter q c h à q n : Birine pestilini çıkarmak. Faire de la couture: Terzilik
-e mal olmak (Ce costume lui a coûté mille livres. yapmak, dikiş dikmek.
Cet ouvrage m'a coûté de longues années). 4. gsz. couturé, e s. Yara izleri dolu (Un visage tout
Ağır gelmek, güç gelmek, dokunmak, gücüne couturé).
gitmek (Le médecin lui a prescrit de garder la couturier er. Kadın terzisi (erkek).
chambre; cela lui coûte. Cet aveu me coûte couturière diş. 1. Dikiş diken kadın. 2. Kadın terzisi
beaucoup). § Coûter cher: Pahalı olmak. Coûter (kadın). 3. Bir piyesin son provası (Etre invité
chaud: Çok tuzlu olmak, çok pahalı olmak. à la couturière d'une pièce de théâtre).
Coûter peu: Ucuz olmak. Coûter les yeux de la couvain er. 1. Arı, karınca gibi toplu yaşayan
tête: Ateş pahasına olmak. Coûter la vie à qn: -in böceklerin yumurtaları. 2. Kovanda, yumurta ve
hayatına mal olmak. Il en coûte de f. qch: -mek kurtçukların bulunduğu bölüm,
gücüne gitmek, ağırına gitmek (Il lui en coûte de couvaison diş. Kuluçka süresi; kuluçkalık,
nous l'avouer. Il m'en coûte de ne pas pouvoir vous couvée diş. 1. Kuluçka yatağı; kuluçka yatağındaki
aider). Ne rien coûter: Bedava olmak. Ça coûtera yumurtalar. 2. Bir kuluçkalık civciv. 3. mec. tkz.
coursier 340 coussinet

Çoluk çocuk, ev halkı, voyage, couverture de lit. Couverture de laine, de


couvent er. 1. Manastır (Couvent de carmélites, de coton). 2. mec. Perde (Elle fait toutes ces bêtises
dominicains). 2. Manastır mensupları (Tout le sous couverture de dévouement). 3. (Borsada)
couvent s'assembla). 3. Rahibelerin yönettiği Kefillik, kefalet. 4. Kâğıt paraya karşılık
yatılı kız okulu, gösterilen altın, güvence akçesi (Billets de banque
couver gçl. 1. Kuluçkaya yatmak (L'oiseau couve émis sans couverture métallique). 5. Kap
ses œufs. Appareil pour couver artificiellement les (Couverture d'un livre, d'uncahier). 6.ask. Örtü,
oeufs). 2. mec. Hazırlamak, kurmak, düşünmek örtme (Troupes decouverture: Örtme birlikleri). §
(Couver des projets de vacances). 3. El bebek gül Tirer la couverture à soi: Nalıncı keseri gibi hep
bebek büyütmek, çok bakım göstermek (Un kendine yontmak,
enfant couvé par sa mère). 4. İçin için taşımak couveuse diş. 1. Kuluçka tavuk, gurk tavuk. 2.
(Couver une maladie). 5. gsz. Saklı bulunmak, Kuluçka makinesi. 3. (Erken doğan çocuklar için)
belli olmadan var olmak (Le feu couve sous la Kuvöz, "banncak (Mettre un prématuré en
cendre). 6. gsz. Gizlice hazırlanmak, couveuse).
düzenlenmek (Ce complot couvait depuis des couvi s. Cılk (Des œufs couvis).
mois).!, gsz. Kuluçka olmak, gurklamak (Une couvoir er. 1. Kuluçka folluğu. 2. Kuluçka yeri.
poule qui couve depuis une semaine). § Couver couvre-chef er. hlk. Külah, takke, başlık,
qch des yeux: Gözünü ayırmadan, özlemle couvre-feu er. 1. Eve çekilip ateş ve ışık söndürme
bakmak (L'enfant couvait des yeux la poupée de işareti ve bu işaretin verildiği saat; 'karartma. 2.
l'étalage). Sokağa çıkma yasağı (Décréter le couvre-feu).
couvercle er. Kapak (Couvercle d'un poêle, d'une couvre-joint er. 1. (Duvarcılıkta) Derz. 2.
boite). (Marangozlukta) Bini.
couvert er. 1. Sofra takımı. 2. Çatal bıçak takımı couvre-lit er. Yatak örtüsü,
(Un couvert d'argent). 3. Konut, barınak couvre-livre er. Kitap kabı.
(S'assurer le couvert). 4. Dallar ve yaprakların couvre-nuque er. Şapka enseliği.
oluşturduğu kubbe (Dormir sous le couvert d'un couvre-pieds er. 1. Ayak örtüsü. 2. Süs için
hêtre). 5. (Paket zarfında) Adres. § Le vivre et le kullanılan yatak örtüsü,
couvert: Yiyecek ve bannak (Vous trouverez couvre-plat er. Tabak kapağı,
toujours chez moi, en cas de besoin, le vivre et le couvreur er. Kiremit aktarıcısı, dam ustası,
couvert). A couvert de: -den uzak, korunuk, -den couvrir gçl. 1. Örtmek, kaplamak (Les feuilles
"masun (A couvert delapluie, de l'ennemi). Sous le couvrent le sol, la neige couvre les sommets). 2.
couvert de: Örtüsü altmda, maskesi altında (Sous İçinde taşımak, içinde saklamak (Cela couvre un
le couvert du commerce, il fait le trafic d'opium). mystère, une énigme). 3. Bastırmak (L'orchestre
Donner le couvert à qn: Birine bannacak yer couvre la voix des chanteurs). 4. Saklamak,
sağlamak, vermek. Etre à couvert: Tuzu kuru gizlemek (Couvrir son jeu, un vice, un défaut, un
olmak, yaşamı güvence altında olmak. Mettre, attentat). 5. ask. -in güvenliğini sağlamak,
dresser le couvert: Sofra kurmak, sofrayı güvence altına almak, örtülemek (Couvrir ses
hazırlamak. arrières. Une forte armée couvre les frontières). 6.
couvert,e s. 1. Örtülü, kapalı (Des mots couverts). Korumak, kanadı altına almak (Ce chef couvre
2. Kapalı, bulutlu (Un ciel couvert). 3. Üstü toujours ces subordonnés). 7. Haklı bulmak,
kapalı, çatılı. 4. Kısık (Une voix couverte). 5. sorumlu tutmak (Il couvre encore sa complice). 8.
Giyinmiş, giyinik (Il est chaudement couvert, bien Almak, katetmek (Les coureurs ont couvert les
couvert). 6. Şapkası başında (Restez couvert). 7. cinq premiers kilomètres en quarante minutes). 9.
Yatacak, yiyecek yeri olan, aç değil açıkta değil Karşılamak, kapamak, çıkarmak (Couvrir ses
(De toute façon, vous êtes couvert). § A mots frais). 10. Giydirmek (Couvrir un enfant). 11.
couverts: Kapalı bir biçimde, üstü kapalı olarak (Erkek hayvan dişiye) Aşmak (Faire couvrir une
(Il me l'a dit à mots couverts). Etre couvert de: 1. jument). 12. Kap geçirmek (Couvrir un livre). 13.
-giyinmiş, örtmüş, takmış olmak (Un paysan Damım, çatışım yapmak (Couvrir une maison en
couvert de haillons, d'un vieux chapeau). 2. -ile ardoise, en tuile). 14. Kapağını örtmek (Couvrir
dolu, -e bulanmış olmak (Un arbre couvert de une casserole). 15. Pey sürmek (Couvrir une
fruits. Un visage couvert de sang). enchère). 16. Couvrir qch de: -ile örtmek,
couverte diş. Sır, mine. kaplamak; -e bürümek, giydirmek; -içinde
couverture diş. 1. Örtü, yorgan (Couverture de bırakmak, -e boğmak (Couvrir untoit de paille, de
covariance 341 crampe

tuiles. Couvrir une femme de soies. Couvrir un çok çaba göstermek. Cracher de l'argent: tkz.
passant de boue, couvrir une tombe de fleurs. Paraları sökülmek, ödemek. Tout craché: -in
Couvrir un homme d'or, d'argent, de caresses, tıpkısı, hınk demiş -in burnundan düşmüş (Cet
d'éloges). § Couvrir sa marche: 1. İzini düşmana enfant est son père tout craché).
belli etmemek. 2. mec. Karda yürüyüp izini belli cracheur.euses. ve ad. Çok tüküren, tükürgen.
etmemek. § Se couvrir: 1. Giyinmek (Il fait froid, crachoir er. Tükürük hokkası. § Tenir le crachoir:
il faut se couvrir bien). 2. Başına bir şey giymek, mec. tkz. Durmadan konuşmak, çenesi hiç
şapka giymek (Couvrez-vous, je vous prie). 3. durmamak. Tenir le crachoir à qn: Tek kelime
Kapanmak, bulutlanmak ( Le ciel se couvre). 4. Se söylemeye olanak bulamadan karşısındakini
couvrir de: -ile dolmak, kaplanmak; -içinde öylece dinlemek,
kalmak, boğulmak, °gark olmak (Les prés se crachotement er. Sık sık tükürüp durma,
couvrent de fleurs. La place se couvre de curieux. crachoter gsz. Tükürüp durmak, tükürü
Se couvrir de gloire, d'éloges). S. Se couvrir de tükürüvermek.
qch: -e sığınmak; sağlamak, bulmak (Se couvrir craie diş. 1. Tebeşir (Ecrire avec une craie). 2.
de l'autorité d'un grand personnage. Se couvrir Yumuşak ve bey az kireç kay a (La craie abonde en
d'un prétexte). Normandie).
covariance diş. dilb. Eşdeğişirlik. crailler gsz. (Kuzgun için) Ötmek,
covariation diş. Birlikte değişim, birlikte değişme, craindre gçl. 1. Korkmak, çekinmek (Craindre la
covenant er. İng. Antlaşma, mort, le danger, le serpent, la maladie, les
cover-girl [kovœugœnl] diş. İng. Dergi kapaklarına critiques). 2. Kaygılanmak, kaygıya düşmek (J'ai
resmi konan genç kız yada kadın; kapak kızı. craint un moment pour ta vie). 3. -e karşı çok
cow-boy [kawboj, kobojjer. İng. Kovboy (Un film de duyarlı olmak (Ces arbres craignent le froid,
cow-boys). l'humidité). 4. Çekinmek, say mak, korku dolu bir
coxal,es. Kalçaya değgin (Os coxal). saygı duymak (Je crains Dieu). S. Craindre de f.
coxalgie diş. Kalça ağrısı. qch: -mekten çekinmek, korkmak (Il craint de
coxalgiques. 1. Kalça ağrısına değgin. 2. ad. Kalçası mourir). § Ne craindre ni Dieu ni diable: Ne
ağrıyan. Allahtan korkmak ne kuldan utanmak,
crabe er. 1. Çağanoz, yengeç. 2. hlk. Gülünç ve crainte diş. 1. Korku, kaygı. 2. Saygı, çekinme. §
huysuz adam. Crainte de, dans la crainte de: -korkusuyla, -den
crabier er. Alacabalıkçü. çekindiğinden (Les persécutés redoutaient de voir
crac Uni. 1. Şırrak; kınlan kuru bir şeyin çıkardığı leurs amis, crainte de les compromettre, dans la
ses. 2. Birdenbire; ansızın, şıppadak (Crac! Le crainte de les compromettre). De crainte de, de
voilà parti: Şıppadak gidiverdi). crainte que: -korkusuyla, kaygısıyla, diye (Il
crachat er. 1. Tükürük, balgam (Rejeter un, des marche lentement, decraintedetomber. Decrainte
crachats). 2. tkz. Bir şövalye nişanı. § Se noyer d'une erreur, il est prudent de refaire le calcul.
dans un (rachat: Çayda boğulmak, en ufak bir Fuyez, de crainte qu'on ne vous voie).
engel karşısında duraklamak, craintif, ive s. Ürkek, çekingen, korkak (Un
crachement er. 1. Tükürme, balgam atma. 2. caractère craintif, des yeux craintifs, un enfant
Parazit, parazit yapma, craintif).
cracher gçl. 1. Tükürmek (Cracher du sang). 2. craintivement bel. Çekine çekine, ürkerek,
Sıçratıp atmak (ila craché l'eau qu'il avait dans la korkarak, korka korka (Agir, parler, répondre
bouche). 3. Püskürtmek, saçmak (Volcan qui craintivement).
crache de la lave. Un dragon qui crache du feu). 4. cramer gçl. 1. Hafifçe yakmak, sarartmak (Cramer
gsz. Tükürmek, balgam atmak (Défense de un rôti. Cramer du linge en le repassant). 2. hlk.
cracher. Cracher par terre). S. Parazit yapmak (La Yanmak, tutuşmak (Tout notre mobilier a cramé
radio crache, le haut-parleur crache). 6. dans l'incendie).
Mürekkep kaçırmak (Mon stylo crache, cette cramoisi,e s. 1. Koyu kırmızı. 2. mec. Kıpkırmızı,
plume crache). 7. Cracher sur qch: Hiç pancar gibi (Il est devenu cramoisi).
beğenmemek, içine tükürmek. 8. Cracher sur qn: crampe diş. 1. Kasınç, "kramp (Il a eu une crampe
-in yüzüne tükürmek, hakaret etmek. § Cracher dans la jambe. Crampe d'estomac). 2. Can sıkıcı,
ses poumons: Çok öksürmek, öksürürken karın ağnsı (kişi yada şey) (Quelle crampe, ce
ciğerleri sökülmek. Cracher blanc: Susamak, dili vieux bavard! Toutes ces formalités, c'est une vraie
damağı kurumak. Cracher le feu: Ateş kesilmek, crampe).
crampon 342 craqueter

crampon er. 1. Kanca, çengel. 2. Kenet. 3. (Kimi borularında) Süzgeç. 3. Mil yuvası,
bitkilerin saplarında) Ek kök. 4. mec. s. ve ad. crapouillot er. Küçük siper topu.
Kene gibi yapışkan adam (C'est un vrai crampon. crapoussin.ead. l.hlk. Bücür. 2. tkz. Bızdık,küçük
Il est crampon). § Chaussures à crampons: Çivili yumurcak.
ayakkabı, kramponlu ayakkabı, crapule diş. 1. Rezilce zevk ve eğlenceye
cramponner gçl. 1. Tutturmak, yerine oturtmak düşkünlük, "sefahat. 2. hlk. Alçak, rezil, sefih (Ne
(Cramponner les pierres d'un mur). 2. mec. hlk. vous fiez pas à cet homme, c'est une vraie crapule).
Birine kancayı takmak, balta olmak, tebelleş 3. s. Rezil, namussuz, sefih, alçak, kepaze (II a un
olmak (Cette femme nous cramponne). 3. air crapule).
Kenetlemek, tutturmak. § Se cramponner à qch: crapulerie diş. Alçaklık, namussuzluk (Commettre
1. -e tutunmak (Se cramponner au bras, aucoude une crapulerie).
quelqu'un). 2. -e sımsıkı sarılmak (Se cramponner crapuleusement bel. Alçakça, namussuzca,
àuneidée, àunespoir, àlavie). 3. Se cramponner à "sefihçe.
qn: Birine yapışmak balta olmak, tebelleş olmak, crapuleux, euse s. 1. Zevk ve eğlenceye çok düşkün,
cramponne! er. 1. Küçük çengel, küçük kenet. 2. sefahati seven, sefih. 2. Sefahata değgin. 3.
Kilit dili yuvası, Alçaklık, rezillik, kepazelik dolu (Mener une vie
cramser gsz. argo. Ölmek, zıbarmak, cartayı crapuleuse).
çekmek. craque diş. hlk. Ufak yalan, kıtır (Il racontait
cran er. l.Kenik(llaserrésaceintured'uncran). 2. toujours des craques).
mec. Kerte, derece (Avancer, monter, descendre craquelé,e s. Sırı çatlak, yüzü çatlak gibi görünen
d'uncran). 3.hlk. Cesaret,yüreklilik,gözüpeklik (Email craquelé).
(Personne n'a le cran de lui dire non). 4. Dalgalı ve craqueler gçl. 1. Çatlak ve çizik sır çekmek
kabartılmış saç tuvaleti (Le coiffeur lui a fait un (Craqueler de la porcelaine, une poterie). 2.
cran). § Etre à cran: Öfkesi burnunda olmak, Hafifçe çatlak çatlak yapmak ( La cuisson à feu vif
crâne er. 1. Kafatası (Sebriser, se fendre le crâne). 2. a craquelé le gâteau). § Se craqueler: Çatlamak,
Kafa, baş (A voir mal au crâne. Ilfaut se mettre tous çatlak çatlak olmak (L'émail commence à se
ces chiffres dans le crâne). 3 .s. vead. Cesur,gözü craqueler. La terre se craquelle sous l'effet de la
pek (Une réponse crâne, un air crâne). 4. s. sécheresse).
Kendine güvenli, aldırmayan, gururlu ve kararlı craquelin er. 1. Gevrek peksimet, gevrek bisküvi. 2.
(Depuis qu'il peut s'alimenter normalement, ilse tkz. Çiroz, cılız adam.
sent plus crâne). § Avoir le crâne dur: Kalın kafalı craquelure diş. Sır yada boya çatlağı, yüzey çatlağı
olmak. (Les craquelures de la porcelaine).
crânement bel. Aldırmadan, tınmadan (Il chantait craquement er. Çatırtı (L'arbres'abatavecun grand
crânement sous la pluie glaciale). craquement. Le craquement des feuilles sèches
crâner gsz. Yiğitlik taslamak; böbürlenmek, sous les pieds).
crânerie diş. Yiğitlik taslama, böbürlenme, craquer gsz. 1. Cırtlamak, pırtlamak, sökülmek
crâneur,euse s. ve ad. Yiğitlik taslayan, (Les coutures ont craqué sous l'effort). 2.
böbürlenen, erkeklik satan (Elle est un peu Kıtırdamak (Un gâteau qui craque sous la dent). 3.
crâneuse). § Faire le crâneur: Yiğitlik taslamak, Gıcırdamak (Leparquet craque). 4. Çatırdamak
erkeklik satmak, (Une branche qui craque. La glace craque sous le
crânien,ne s. Kafatasına değgin (Os crâniens, nerfs poids du promeneur). 5. Çökmek, yıkılmak,
crâniens). başarısızlığa uğramak (Une entreprise
crapaud er. 1. Karakurbağası. 2. Alçak ve yayvan commerciale qui a craqué). 6. Sallantıda olmak,
koltuk. 3. (Atlarda) Bıcılgan hastalığı. 4. çatırdamak, batmak üzere olmak (Le ministère
Kuyruklu küçük piyano. 5. tkz. Yumurcak, craque. Unprojetquicraque). 7. (Turna kuşu için)
yaramaz çocuk. § Crapaud valant: Çobanaldatan Bağırmak, ötmek. 8. gçl. Patlatmak, pırtlatmak,
kuşu, kuyruksallayan. Avaler un crapaud: Çok sökmek (Craquer un bas, son pantalon). 9. gçl.
zahmetli bir iş yapmak. La bave du crapaud Çakmak (Craquer une allumette). § Faire craquer
n'atteint pas la blanche colombe: İt ağzıyla derya ses doigts: Parmaklarını çıtırdatmak,
bulanmaz. craquètement er. 1. Çıtırdama. 2. Takırdama,
crapaudière diş. 1. Karakurbağası bol olan yer. 2. takırdatma. 3. Cırlama,
mec. Nemli ve pis yer. craqueter gsz. 1. Çıtırdamak (Le sel craquette dans
crapaudine diş. 1. Karakurbağası otu. 2. (Su le feu). 2. Gagasını takırdatarak ötmek (La
crase 343 créature

cigogne, la grue craquette). 3. Cırlamak (Lacigale 4. Karakalem resim, kurşunkalem resim (Les
craquette). crayons de cet artiste sont très recherchés). 5.
crase diş. 1. dilb. Hece birleşmesi, kaynaşma. 2. Resim tarzı (Ilale crayon ferme, facile).
hek. Kan oluşumu; pıhtılaşma özellikleri, crayonnage er. 1. Kurşunkalemle yazma,
crassane diş. Bir tür armut, çiziktirme. 2. Karakalem resim,
crasse diş. 1. Kir (Ses mains, ses pieds sont couverts crayonner gçl. 1. Kurşunkalemle yazmak, çizmek
de crasse. Enlever, ôter la crasse). 2. Maden (Crayonner des notes, un croquis, un portrait). 2.
posası, dışık, "cüruf. 3. mec. Soysuzluk. 4. mec. Taslak çizmek (Le tableau dont je vous crayonne
Pintilik. 5. hlk. Kötülük. 6. (Havacılıkta) Koyu un trait). 3. Bir yazı çiziktirmek, çırpıştırmak,
sis. § Faire une crasse à qn: -e bir oyun oynamak, créance diş. 1. İnan, inanç. 2. Güven. 3. huk.
kazık atmak, başına bir çorap örmek, Alacak (Créance chirographaire: Adi alacak.
crasseux, euse s. Kirli, pasaklı; kir pas içinde Créance grevée: Rehinli alacak. Créance
(Cheveux, mains, pieds crasseux. Une chemise privilégiée: imtiyazlı alacak. Créance véreuse:
crasseuse). Şüpheli alacak). § Lettre de créance: Güven
crassier er. Maden posası yığını, dışık yığını, cüruf mektubu, "itimatname (Présenter sa lettre de
yığını. créance). Ajouter créance à qch: -e inanmak, iman
cratère er. 1. Eski zamanlarda iki kulplu şarap etmek. Donner créance à qch: 1. -i inanılacak bir
testisi. 2. Yanardağ ağzı, krater, biçime sokmak, gerçeğe yakın kılmak. 2. -e
craterelle diş. Huni biçiminde yenir bir tür mantar, inanmak, iman etmek. Perdre toute créance:
cravache diş. Kırbaç, kamçı. A la cravache: Kamçı İnanı, güveni kalmamak,
zoruyla, zorla, sopayla (Mener, conduire, créancier,ère 1. ad. Alacaklı (Ilest poursuivi par ses
quelqu'un à la cravache). créanciers). 2. s. Alacaklı (Les nations créancières
cravacher gçl. 1. Kırbaçlamak, kamçılamak de dettes de guerre).
(Cravacher un cheval). 2. gsz. Elini çabuk créateur, trices. vead. 1. Yaratıcı (Lecréateurd'un
tutmak, çaba göstermek (Il a fallu cravacher pour genre littéraire, d'une nouvelle méthode. Un esprit
avoir tout fini en temps voulu). créateur, une imagination créatrice). 2. Kurucu
cravate diş. 1. Boyunbağı, kıravat (Cravate unie, à (Créateurd'unempire, d'unmagasin). 3. Türetiri,
rayure, bariolée. Nœud de cravate, épingle de bulan, bulgulayan, "mucit (Créateur d'un
cravate. Nouer sa cravate, mettre une cravate). 2. produit). 4. Yaradan, Tanrı (Adorer le Créateur.
(Sancakta) Kurdela bağı (Cravate d'un drapeau). Le Créateur et ses créatures). 5. Oynayan
3. den. Kalın halat. § Cravate de chanvre: (Créateur d'un rôle).
Darağacı ipi. C'est de la cravate: Hava cıva, créatif, ive s. Yaratıcı, yaratıcılığı olan (Génie
palavra hep bunlar. S'en jeter un derrière la créatif. Une personne créative).
cravate: hlk. Bir kadeh yuvarlamak, bir tek création diş. 1. Yaratılma (La création de l'homme,
atmak. du monde, de l'univers). 2. Dünyanın yaratılışı.
cravater gçl. 1. -e kravat bağlamak (Cravater un Yaratılış (Récit de la création selon la Bible). 3.
enfant). 2. hlk. Saldırıp boğazına sarılmak Evren; dünya (Les merveilles de la création.
(Cravater un mec). 3. tkz. Aldatmak, işletmek, Toutes les plantes de la création). 4. Yaratıklar. 5.
enayi yerine koymak (Il nous a cravatés). § Se faire Yaratma ( Création d'un ouvrage, d'unroman). 6.
cravater: tkz. Enselenmek, tutuklanmak, kodesi Oynama (Création d'un rôle). 7. Kurma,
boylamak, meydana getirme (Création d'un empire, d'une
crave er. Dağkargası. société, d'une coopérative). 8. Bulma, bulgulama,
crawl er. İng. Dizleri bükmeksizin bacakları hızla türetiş, icat, keşif (Création d'une nouvelle
hareket ettirerek yüzme, kravl (Nager le crawl). méthode, d'un produit). 9. Açma, bulma,
crawler gsz. Kravl yüzmek, yaratma (Création de nouveaux emplois). 10.
crawleur er. Kravl yüzücüsü, Bulunan, yaratılan şey (Les créations d'un grand
crayeux,euse s. 1. Tebeşirli, tebeşirden, kireçli couturier. Ce palais est une des plus belles créations
(Terrain crayeux). 2. Tebeşir renginde (Blanc de cet architecte). 11. huk. Düzenleme,
crayeux, un teint crayeux). düzenlenme, "tanzim (Création d'un chèque).
crayon er. 1. yerb. Bir tür marn, pekmez toprağı. 2. créativité diş. Yaratıcılık, yaratma gücü (La
Kurşunkalem, kalem (Ecrire, dessiner au crayon. créativité des masses, d'un artiste).
Tailler son crayon. Crayon de couleur). 3. Kalem, créature diş. 1. Yaratık, "mahlûk (L'hommage des
tüp (Crayon de rouge à lèvres, crayon à sourcils). créatures à leur Créateur). 2. İnsan, adam. 3.
crécelle 344 crêpage

Kadın, karı (Une bonne créature. Quelle sotte créer gçl. 1. Yaratmak (Dieu a créé le ciel et la terre).
créature!). 4. Korunuk, gözde, "sadık bende (La 2. Yaratmak, ortaya koymak, meydana getirmek
révolution a balayé toutes les créatures du (Créer une œuvre). 3. Bulmak, türetmek (Créer
souverain. C'est une créature du ministre, du une nouvelle méthode, une science). 4. Oynamak
dictateur). (Créer un rôle). 5. Sahneye koymak, yorumlamak
crécelle diş. 1. Kaynana zırıltısı. 2. mec. Geveze, (Créer une pièce de théâtre). 6. Kurmak, "tesis
cırcır. etmek (Créer une institution, une entreprise, un
crécerelle diş. Kerkenez yada muymul denilen kuş. Etat, une ville). 7. Doğurmak, yaratmak, -e yol
crèche diş. 1. Hayvan yemliği (Les crèches d'une açmak (La fonction crée l'organe). § Se créer: 1.
bergerie). 2. İsa peygamberin, doğduğu zaman Kendiliğinden var olmak, yoktan var olmak
içine konulduğu yemlik; bu durumu temsil eden (Dans la nature rien ne se perd, rien ne se crée). 2.
sahne. 3. Beşik. 4. hlk. Oda, ev. 5. Yuva, çocuk Se créer qch: a) Kendi kendine... yaratmak,
yuvası, "kreş. kuruntulamak (Se créer des soucis, des illusions,
créchergsz. hlk. Oturmak,"ikametetmek,kalmak, des besoins), b) Sağlamak (Se créer une clientèle).
crédence diş. 1. (Kiliselerde) Ayin gereçleri masası. crémaillère diş. 1. Ocak çengeli. 2. tekn. Dişli
2. (Evlerde) Sofra takımı dolabı, bindirmelik. § Pendre la crémaillère: Yeni bir eve
crédible s. İnanılabiür, inandırıcı (Rendre crédible taşınma onuruna şölen vermek,
une information). crémation diş. Ölü yakma,
crédibilité <% İnandırıcılık (La crédibilité est l'une crématoire s. 1. Ölü yakmaya değgin (Four
des qualités nécessaires au roman). crématoire). 2. diş. Ölü yakma fırını,
crédirentier, ère s. vead. Geliri olan kimse, gelirci, crème diş. 1. Kaymak (Séparer la crème du lait). 2.
"akar sahibi. Krema (Fraises à la crème). 3. Tuvalet kremi
crédit er. 1. "Kredi, *verenek (Crédit bancaire, (Crème à raser, crème de beauté). 4. Cilâ (Crème
agricole, commercial, industriel. Crédit à long pour chaussure). S. mec. Bir şeyin en iyisi (Cet
terme, crédit à court terme. Crédit en blanc, à homme-là, c'est la crème des maris). 6. Krem
découvert: Açık kredi). 2. "Avans, "öndelik renginde (Des gants crème). 7. er. Sütlü kahve,
(Crédit sur garantie: "Teminat karşılığı avans). 3. kremalı kahve (Un crème, café crème).
"Tahsisat, ödenek (Crédits supplémentaires: Ek crémergsz. 1. Kaymak bağlamak (Le lait crème). 2.
ödenekler). 4. Taksit (Vendre à crédit, vente à gçl. Krem rengi vermek. 3. gçl. Yakmak, kül
crédit). 5. Saygınlık, "itibar (Il n'a plus aucun etmek.
crédit au ministère). 6. Ödeme vadesi (La maison crémerie <% Sütçü dükkânı.
peutvousconsentirunlongcrédit). 7. Para hesabı, crémeux,euse s. 1. Kaymaklı, yağlı (Laitcrémeux).
hesap; alacak (Porter une somme au crédit de 2. Koyu, kaymak kıvam ve görünümünde,
quelqu'un). § Crédit foncier: Mülk karşılığında crémier,ère ad. Sütçü, kaymakçı, peynirci,
uzun vadeli ödünç para veren kurum. Crédit crémone diş. Bir tür ispanyolet, kanat sürgüsü,
municipal: (Eski) Emniyet sandığı. Lettre de créneau er. Mazgal (Les créneaux d'un château
crédit: İtibar mektubu, akreditif. Avoir du crédit, fort). § Faire un créneau: Yol kıyısında arabasını
être en crédit: Saygınlığı olmak, itibarı olmak; daha önce park yapmış iki araba araşma park
itibarda olmak. Acquérir du crédit: Saygınlık, etmek.
itibar kazanmak. Faire crédit à: -e güvenmek, créneler gçl. 1. Mazgal mazgal, diş diş yapmak
"emniyet etmek, (Créneler une muraille). 2. Tırtık tırtık yapmak,
créditer gçl. 1. Bir borcu alacaklının hesabına kenarlarını tırtıklı yapmak (Créneler une
geçirmek. 2. (Biri için) Kredi açmak yada monnaie).
açtırmak. crénelure diş. Kertik, çentik,
créditeur, trice ad. 1. Kredi açan; alacaklı. 2. s. crénergçl. Kertmek, çentmek.
Alacaklı (Compte créditeur). crénothérapie diş. hek. Kaynak sularıyla tedavi,
crédo er. Amentü, amentü duası (Le crédo d'une créoles, vead. 1. Sömürgelerde doğmuş Avrupalı.
religion. Dire, chanter le crédo). 2. İnanç, ilke (Il 2. er. Zencilerin kullandığı bozuk Fransızca (Le
m'a expliqué son crédo politique). créole d'Haïti).
crédule s. Çabuk kanan, kanağan, "sâf (Tu es trop créosote diş. kim. Kreozot,
crédule. Un enfant crédule). crêpage er. 1. (Bir kumaşı) Bürümcük gibi yapma,
crédulement bel. Sâf sâf, sâfça. krep haline getirme. 2. Saç kıvırtma, saç kıvırma.
crédulité diş. Çabuk kamcıhk, "saflık. § Crêpage de chignon: Saç saça baş başa gelme.
crêpe 345 creux

crêpe diş. 1. Krep, saçta yapılan bir tür çok ince crêté,es. İbikli, tepelikli.
gözleme (Crêpe à la confiture). 2. er. Krep, crête-de-coq diş. Horozibiği denilen süs çiçeği.
bürümcük (Crêpe de soie, crêpe de Chine). 3. Yas crétin,e ad. 1. hek. Kreten, alık. 2. mec. Aptal,
tülü (Porter un crêpe). şaşkın, sersem,
crêpelé,es. Kıvırcık,dalgalı (Descheveuxcrêpelés). crétinerie diş. Aptallık, şaşkınlık, sersemlik.
crêpelure diş. Kıvırcıklık, dalgahhk. crétinisant,es. Sersemleştirici, aptala çeviren (Une
crêper gçl. 1. (Bir kumaşı) Krep, bürümcük haline lecture crétinisante).
getirmek (Crêper un tissu). 2. Kıvırmak, dalgalı crétinisation diş. Sersemletme, aptallaştırma,
yapmak, kıvırcıklaştırmak (Crêper les cheveux). § crétiniser gçl. Sersemleştirmek, aptala çevirmek,
Se crêper: Kıvırcık kıvırcık olmak, dalgalı olmak crétinisme er. 1. Kreten hastalığı, kalkan alıklığı. 2.
(Ses cheveux se crêpent). Se crêper le chignon: mec. Aptallık, şaşkınlık, sersemlik.
mec. tkz. Saç saça baş başa gelmek, crétois,e s. ve ad. 1. Girit'e değgin, giritli (Art
crépi er. Çarpma sıva, kaba sıva (Faire un crépi). crétois. Une crétoise). 2, er. Girit dili.
crépine diş. 1. Tel saçak. 2. Boru süzgeci, crétonne diş. Kreton, kalın pamuk bez.
crépinette diş. 1. Yassı sucuk. 2. bitb. Bir tür creusage, creusement er. Kazıp açma, oyma, kazma
karabuğday, (Le creusage d'un canal).
crépins er. Kunduracı avadanlığı, creuser gçl. 1. Oymak (Lamer creuse les rochers). 2.
crépir gçl. Sıvamak, kaba sıvasını yapmak, çarpı Kazmak (Creuser le sol avec une pioche). 3.
vurmak (Crépir un mur). Çökertmek, çukurlaştırmak (La fatigue creuse les
crépissage er. Sıvama, kaba sıvasını yapma, çarpı joues). 4. mec. Eşelemek, dibini karıştırmak,
vurma. üzerinde çok düşünmek (Creuser une idée, un
crépitation diş. Çıtırtı, çıtırdama (Crépitation du problème, une question). 5. Acıktırmak, açlık
feu). duygusu uyandırmak (Le grand air creuse). 6.
crépitement er. Çıtırtı, çıtırdama ( Le crépitement du Kazıp açmak (Creuser un tunnel, un canal, un
feu). puits). 7. gsz. Kazmak (Creuser dans la terre. Il
crépiter gsz. Çıtırdamak (Le feu crépite). faut creuser plus profond). § Creuser l'estomac:
crépon er. Bükme, kalın krep, krepon. Midesini kazındırmak, açlık duygusu vermek.
crépu, e s. 1. Kıvırcık (Des cheveux crépus). 2. Creuser sa tombe: Kendi mezannı kendi eliyle
Kenan dalgalı (Feuilles crépues). kazmak, kendi ölümünü hazırlamak. Creuser son
crépusculaire s. 1. Tana değgin, tansal; sillon: Kendi açtığı yoldan gitmek, yapıtlarında
alacakaranlığa değgin (Lueur, lumière hep kendi yöntemini izlemek. Creuser un abîme
crépusculaire). 2. Alacakaranlıkta ortaya çıkan entre deux personnes: İki kişinin arasını açmak,
(Animaux, papillons crépusculaires). aralanna uçurum sokmak. § Se creuser 1.
crépuscule er. 1. Tan (Le crépuscule du matin. Çukurlaşmak, çökmek (La terre se creuse sous
C'était l'heure où le jour chasse le crépuscule). 2. l'effet de l'érosion. Ses joues se creusent). 2.
Alacakaranlık (Au crépuscule, le vent s'était Açılmak (Un grand abîme se creuse entre eux). 3.
apaisé). 3. mec. Düşkünlük, inginlik, çöküş (Le Kafasını yormak, çok düşünmek (Je me suis
crépuscule de la vie). longtemps creusé pour trouver une solution). § Se
crescendo [kxejendo] bel. İt. 1. müz. Kreşendo. 2. creuser la tête sur qch: -üzerinde kafa patlatmak.
Gittikçe artarak (Son mal va crescendo). creuset er. 1. Pota, içinde maden yada kimyasal
cresson er. Tere, tereotu. § Avoir du cresson sur la maddeler eritmeye yarayan kap (Mélanger des
fontaine: argo. Saçları dökülmemiş olmak, corps dans un creuset). 2. Değişik şeylerin
cressonnière diş. Terelik, tereotu yetişen sulak yer. birbirine kanştığı yer, kavşak (Le bassin
crésus er. Karun gibi zengin adam (C'était un méditerranéen a été le creuset de brillantes
Crésus). § Etre riche comme Crésus: Karun gibi civilisations). 3. mec. Deneme, sınama (Une âme
zengin olmak, q'ii s'épure au creuset de la souffrance).
crétacé, es. Tebeşirli, tebeşir cinsinden, creux,euse s. 1. Oyuk, oyulmuş, çukur (Surface
crête diş. 1. İbik (Crête de coq). 2. Doruk (Crête creuse, assiette creuse). 2. Çukura kaçmış,
d'unsommet). 3. (Dam ve duvar için) Tepelik, sırt çukurlaşmış, çökmüş (Des yeux creux, joues
(Crêted'untoit, d'un mur). 4. Çıkıntı. 5. İstihkâm creuses, visage creux). 3. İçi çürük, oyulmuş (Une
sırtı. 6. coğr. Su bölümü çizgisi. § Lever la crête: dent creuse). 4. Gevşek, seyrek dokunmuş (Un
Horozlanmak. Rabaisser la crête à qn: -in tissu creux). 5. Boş, kof, anlamdan yoksun (Des
burnunu kırmak, gagasına okumak. mots creux). 6. Boş, serbest tHeures creuses. Aux
crevaison 346 crier

heures creuses, il s'adonnait à d'autres travaux). 7. joie, desurprise, de triomphe, cris des oiseaux). 2.
er. Oyuk, çukur, kovuk (Un animal caché dans le Ses (Cri de la conscience, du cœur). 3. Gıcırtı (Le
creux d'un arbre). 8. İç (Le creux de la main). 9. cri de la lime). §Pousser un cri: Bir çığlık atmak. A
Ölü saat, durgunluk (Ily a un creux dans la vente cor et à cri, à grands cris: Gürültü patırtı ile,
de cet article). 10. Derinlik, çukurluk (Mer d'un büyük gürültülerle. Le dernier cri: En son buluş,
mètre de creux). § Avoir l'estomac creux: Karnı en son model, son moda ( Cet appareil est le dernier
acıkmak, midesi kazınmak. Avoir le nez creux: cri de la technique. Son chapeau du dernier cri. La
Burnu çabuk koku almak, ilerisini sezinlemek, mode dernier cri, lederniercridelamode. Unstylo
kestirmek. Avoir un nez creux: Kalın ve tok bir dernier cri).
sesi olmak. Etre dans le creux de la vague: criailement er. Bağrışıp çağrışma; sövüşüp atışma,
Başarısının daha ilk basamağında olmak, dalaşma.
crevaison diş. 1. Patlama (Crevaison d'un pneu). 2. criailler gsz. 1. (Kaz, sülün, tavus için) Bağırmak,
tkz. Ölme, geberme, zıbarma. 3. Yorgunluktan ötmek. 2. tkz. Zırlayıp durmak,
ölme, bitme; büyük yorgunluk, criaillerie diş. tkz. Bağırıp çağırma, yaygara,
crevant,e s. hlk. 1. Çok yorucu, öldürücü, bitirici criailleur, euse s. vead. tkz. Yaygaracı,
(Un travail crevant). 2. Çok komik, gülünç, çok criant,e s. 1. Bağıran. 2. mec. Apaçık, burdayım
güldürücü (Il est crevant avec ce chapeau-là. Une diye bağıran (C'est une injustice criante).
farce crevante). criard,e s. ve ad. 1. Gürültü patırtıcı, bağırıp
crevard, es. vead. hlk. Canlı cenaze, sıska dayı. çağırıcı. 2. Yaygaracı (Un enfant criard). 3.
crevasse diş. 1. Çatlak, yarık (Crevasse d'un mur, Cırtlak (Une voix criarde). 4. Çiğ, bağırgan (Des
danslesol). 2 .diş. ç. Cilt çatlağı, çatlak 64 voir des couleurs criardes). § Dettes criardes: Ödenmesi
crevasses aux mains). için sıkıştırılan ufak tefek borçlar, çingene borcu,
crevasser gçl. Çatlatmak, çatlak çatlak yapmak (Le criblage er. 1. Kalburlama, kalburdan geçirme (Le
froid crevasse le sol, les mains). § Se crevasser: criblage du grain). 2. (Maden filizini) Ayıklama,
Çatlamak (Le mur se crevasse, la terre se crevasse temizleme; elekten, süzgeçten geçirme,
sous l'effet de la sécheresse). crible er. Kalbur, gözer. § Passer qch au crible: -i
crb/ediş. hlk. Ölüm,geberme. § Attraper la crève: kalburdan geçirmek, süzgeçten geçirmek, çok
Sayrılanmak; büyük bir soğuk algınlığına dikkatle incelemek (Passer une idée, une opinion
yakalanmak, au crible. Toutes les déclarations du témoin ont été
crevé,e s. 1. Patlamış (Un pneu crevé). 2. hlk. passées au crible.
Ölmüş, zıbarmış, gebermiş (Chien crevé). 3. cribler gçl. 1. Kalburdan geçirmek, kalburlamak
Yorgunluktan bitmiş (Je suis crevé). 4. Crevé de (Cribler du charbon, du sable, des fruits, du
qch: -den bitmiş, ölmüş (Il est crevé de faim, de minéral). 2. Cribler qch de qch: Bir şeyi, -ile
fatigue). S. er. Kol yırtmacı. 6. er. Ölü gibi adam. kalbura çevirmek, delik deşik etmek (Cribler une
crève-cœur er. İç acısı, yürek yarası, büyük acı cible de flèches, cribler un corps de blessures). 3.
(C'est un crève-cœur de le voir si malheureux). Etre criblé de qch: -içinde kalmak, -den kalbura
crever gsz. 1. Patlamak, açılmak (Abcès qui crève, dönmek (Sa chemise était criblée de taches). § Etre
sac qui crève. Un pneu qui crève). 2. Çatlamak, criblé de dettes: Borca boğulmak, uçan kuşa
ölmek, gebermek (Lepauvre cheval a crevé). 3. borçlu olmak,
Crever de: -den çatlamak; -den patlamak; -den cribleurer. 1. Kalburlayıct. 2. tekn. Kalbur, eleme
ölmek (Crever de jalousie, d'ennui, d'orgueil. makinası, büyük elek.
Crever de santé, d'embonpoint. Crever de faim, cribleux,euse s. Kalbur gibi delikli, göz göz.
derire). 4. gçl. Patlatmak (Crever un ballon, un criblurediş. Yem kırıntısı, kalbur kalıntısı (Donner
tambour). S. gçl. Çatlatmak, öldürmek (Crever des criblures aux volailles).
un cheval). 6. gçl. mec. Çok yormak, cric er. 1. Kriko, 'kaldırıcı (Cric d'automobile. Cric
yorgunluktan bitirmek (Ce travail me crève). § hydrolique. Cric à manivelle). 2. ünl. Cırt diye,
Crever les yeux à qn: -in gözünü oymak, cart (Cric, il a déchiré sa chemise).
çıkarmak. Crever les yeux: Gün gibi ortada cricket er. Ing. Kriket,
olmak. Crever le cœur: Kalbini kırmak, üzmek. cri-cri er. Cırcırböceği.
La crever: Çok acıkmak, açlıktan bitmek. Se criée diş. 1. Mezat (Acheter, vendre à la criée: Bir
crever au travail: İşten, çalışmaktan canı çıkmak. şeyi mezattan satın almak, mezatta satmak). 2.
crevette diş. Karides. Yargıç kararıyla satış,
cri er. 1. Çığlık, haykırış, bağırma, bağırtı (Cri de crier gsz. 1. Bağırmak (L'enfant crie de peur. Le
crieur 347 crisser

malade crie de douleur, un vendeur qui crie dans complot criminel). 3. ad. Kıyacı, "cani, "katil (On
la rue). 2. Bağırmak, ötmek (Les oiseaux qui a arrêté un des criminels qui ont tué le banquier).
crient dans le bois). 3. Gıcırdamak (Le tiroir crie. §D est criminel de f.qch: -mek cinayettir (Il est
L'essieu de la roue crie, les gonds de la porte criminel de laisser cette mosquée tomber en ruine).
crient). Crier après qn: -e kızmak, bağırmak, criminellement bel. 1. Kiyarcasma. 2. Ağır ceza
söylenmek (Une mère qui crie après ses enfants). mahkemesi karşısında,
4. Crier contre: -i protesto etmek (Crier contre les criminologie^. "Kriminoloji, "suçbilim.
oppressions, les tortures). S. Crier à qch: Ortada criminologiste ad. "Kriminolojist, *suçbilimci.
bir -olduğunu bağırıp çağırarak söylemek (Crier crin er. 1. Yele kılı, kuyruk kılı (Rembourrer un
à l'injustice, à la trahison, au scandale). 6. Crier à fauteuil avec du erin). 2. Yele (Pendus aux crins de
qch: -var diye bağırmak; -için imdat istemek nos chevaux). § Crin végétal: Kimi bitkilerin sert
(Crier au voleur, au feu, au secours). 7. gçl. lifi. A tous crins, à tout crin: Ateşli, coşkulu (Un
Bağırarak söylemek, ilân etmek (Crier la vérité, révolutionnaire à tous crins, un pacifiste à tout
crier son innocence). 8. gçl. Bağırarak satmak crin). Etre comme un crin: Diken gibi olmak,
(Crier des journaux, des légumes au marché). 9. huysuzun teki olmak,
gçl. (Artırmalı bir satışta) Artırmaları kalabalığa crincrin er. Kötü keman, gıygıy.
tekrar etmek, haraç mezat satmak (Crier des crinière 1. Yele (La crinière du lion, ducheval).
meubles, crier une vente). 10. gçl. -den yakınmak, 2. Tulga yelesi. 3. Uzun ve gür saç.
sızlanmak (Crier famine, crier misère). 11. Crier crinoline diş. 1. Kıl kumaş. 2. Kıl kumaş eteklik. 3.
qch à qn: -e birşeyi bağıra bağıra söylemek (Crier Balenalarla kabartılmış geniş eteklik, sepet
des injures à un insolent). 12. Crier à qn de f.qch: eteklik,
Birine bağırarak -meşini söylemek, ihtar etmek crique diş. Küçük koy.
(Je lui ai crié de se taire). § Crier à tue-tête: Avazı criquet er. 1. Çekirge. 2. Kötü beygir. 3. Sıska
çıktığı kadar bağırmak. Crier qch sur les toits: -i adam. 4. hlk. Bayağı şarap, şıra şarabı,
herkese ilân etmek, sağır sultana bile duyurmak. crise diş. 1. Bunalım, bunluk, "buhran, "kriz (Crise
Crier comme un sourd: Bas bas bağırmak. Crier économique, politique, morale, ministérielle). 2.
comme un diable, comme un fou, comme un Nöbet, buhran, kriz (Crise cardiaque, crise
damné: Saca basmış çingene gibi bağırmak. Crier d'asthme, crise d'épilepsie,crise de nerfs, crise
au miracle: Hayran kalmak, mucize sanmak. d'appendicite). § Traverser une crise cardiaque,
Crier vengeance: Öç alınmasını istemek. politique..: Bir kalp krizi, siyasal bunalım
crieur,euse ad. 1. Bağırıcı. 2. Ayak satıcısı, sokak geçirmek. Faire prendre à qn une crise de nerfs:
satıcısı. § Crieur public: °Münadi, tellâl. Birini çok kızdırmak, cinlerini tepesine
crime er. 1. "Cinayet, kıya (Elle a été victime d'un sıçratmak. Piquer une crise décolère, de rage: Çok
crime). 2. Cinayet dâvası; ağır suç, cürüm (Les kızmak, kudurup köpürmek.
crimes sont jugés par la cour d'assises). 3. Suç crispant, e 5. Sinirlendirici, sabır taşıncı.
(Crime contre la sûreté de l'Etat. Tout son crime crispation diş. 1. Büzülme (Crispation d'un
c 'est d'avoir dit tout haut ce que chacun pensait). § morceau de cuir sous l'effet de la chaleur). 2.
Crime flagrant: Meşhutsuç. Crime contre la chose Kasılma (Crispation des muscles). 3. Sabırsızlık
publique: Devlete karşı cürüm. Crime contre la belirtisi, kızma belirtisi. § Donner des crispations
santé publique: Kamunun sağlığına karşı cürüm. à qn: Birinin sabnnı taşırmaya başlamak,
criminaliser gçl. (Bir hukuk yada ceza dâvasını) crisper gçl. 1. Büzmek, kınştırmak (Le froid crispe
Ağır ceza dâvasına çevirmek (Criminaliser une la peau). 2. Kasmak, gerginleştirmek (Une
affaire). douleur qui crispe le visage). 3. Kızdırmaya
criminaliste er. Kıyaları inceleyen, kıyalar üzerine başlamak, sabnnı taşırmak (Il commençait à me
yazı yazan, kıya bilgini, *kıyabilimci; cezacı. crisper). § Se crisper: 1. Büzüşmek. 2. Gerilmek,
criminalité diş. Suçluluk; suç oranı (Régression de la kasılmak (Son visage se crispe).
criminalité). crispin er. 1. (Güldürüde) Uşak rolü (Jouer les
criminel,le s. 1. Suçla ilgili, cezaya değgin, "cezai crispins). 2. Kukuletalı kısa manto. 3. (Meç
(Acte criminel: Suç. Procès criminel: Ceza dâvası. taliminde) Meşin kolluk,
Code d'instruction criminelle: Ceza criss er. Eğri hançer, Malezya hançeri,
muhakemeleri usulu yasası. Législation crisser gsz. Gıcırdamak (Gravier qui crisse sous les
criminelle: Ceza yasaları). 2. Kıya ile ilgili, pas. La neige crisse, le frein crisse). § Crisser des
*kıyacıl, "cinai (Une criminelle entreprise. Un dents: Dişlerini gıcırdatmak.
cristal 348 crochu

cristal er. 1. Kristal, billur (Cristal de Bohême. Des yapan kimse, eleştirmen (C'est un célèbre critique
verres en cristal). 2. mec. Buz. 3. Duruluk, littéraire). § D'un œil critique: Eleştirici bir gözle.
temizlik, pırıl pırıllık. 4. ç. hlk. Billur halinde Faire la critique de qch: l.-in eleştirisini yapmak,
sodyum karbonat. § Une voix de cristal: Billur gibi -i eleştirmek (Faire la critique d'un livre, d'un
bir ses. Un cœur de cristal: Tertemiz, pırıl pırıl bir roman, d'un film). 2.-İ kınamak, beğenmemek.
kalp. 3.-İ iyice incelemek, gerçek olup olmadığını
c r i s t a l l e r i e ^ . 1. Billurculuk, kristalcilik. 2. Kristal araştırmak (L'avocat a fait une critique serrée des
fabrikası. 3. Kristal eşyalar, déclarations de l'adversaire. Le bon historien fait
cristallin, e s. 1. Billur, billursu, billur gibi. 2. er. la critique des sources d'information).
(Gözde) Billur cisim, critiquer gçl. 1. Eleştirmek (Critiquer une œuvre
cristallisable s. Billurlaşabilir, kristal haline d'art). 2. Kusur aramak, kusur bulmak, yermek,
gelebilir. ağdıklamak (Il critique tout le monde).
cristallisation diş. 1. Billurlaşma, kristalleşme critiqueur er. Her şeye bir kusur bulan; kusur
(Cristallisation du travail humain). 2. aramasını, kusur bulmasını seven; yerici.
Billurlaştırma, kristalleştirme. 3. mec. Açıklığa croassement er. Karga sesi; gaklama.
berraklığa kavuşma, açık seçikleşme croasser gsz. (Karga, kuzgun için) Ötmek,
(Cristallisation des souvenirs, des idées). gaklamak, gak demek,
cristallisé, es. 1. Billurlaşmış, kristalleşmiş (Travail croate s. ve ad. 1. Hırvat. 2. Hırvatça,
humain cristallisé). 2. Çok küçük parçalar croc er. 1. (Bir şey asmak için) Çengel (Croc de
halinde, toz (Sucre cristallisé). boucherie). 2. (Deniz teknelerinde kullanılan)
cristalliser gçl. 1. Billurlaştırmak, kristalleştirmek Kanca. 3. ç. Kazma gibi diş, sivri dişler (Les crocs
(Cristalliser un sel par dissolution). 2. mec. d'un chien. Montrer ses crocs). § En croc: Sarkık,
Güçlendirmek, kaynaştırmak (Les excès des çengel biçiminde (Une moustache en croc). Avoir
troupes d'occupation avaient cristallisé la les crocs: tkz. Çok acıkmak, karnı zil çalmak,
résistance). 3. mec. Saptamak, belirginleştirmek, croc-en-jambe er. Çelme. § Faire un croc-en-jambe
açıklığa kavuşturmak (La nécessité a cristallisé un à qn: -e çelme takmak (Tune penses qu'à lui faire
projet qui restait fluide). 4. Bir araya toplamak, un croc-en-jambe).
birbiriyle bağdaştırmak (Cristalliser les énergies, croche diş. müz. 1. Siyahın yarı değerinde, çengel
les ambitions). S. gsz. Billurlaşmak (Cette biçiminde nota işareti. 2. diş. ç. Demirci kıskacı,
substance cristallise lentement). § Se cristalliser: 1. croche-pied er. Çelme takma, çelme atma, çelme,
Billurlaşmak, kristalleşmek. 2. Açıldığa crocher gçl. 1. Kıskaçla yakalamak, tutmak. 2.
kavuşmak, belirginleşmek, Sımsıkı yakalamak; sımsıkı, kıskaç gibi tutmak,
cristallographie diş. Billurlar bilimi, "kristalbilim. crochet er. 1. Küçük çengel, küçük kanca. 2. Kopça.
cristalloïde s. 1. Billursu. 2. er. kim. Billursu. 3. Maymuncuk (Ouvrir une porte à l'aide d'un
critère, critérium er. 1. Ölçüt, "kriter. 2.Ölçü (Le crochet). 4. Tığ (Elle ne cessait de faire des
style n'est pas le seul critère pour juger de la valeur couvertures de laine au crochet). 5. Tığ işi örgü. 6.
d'une œuvre). 3. (Spor) Eleme yarışı (Critérium Zülüf. 7. (Noktalamada) Köşeli ayraç. 8.
cycliste). (Boksta) Bükük kolla indirilen darbe, kroşe.
criticailler gsz. tkz. Hiçbir dayanağı olmadan, (Crochet du droit, crochet du gauche). 9. Uzun ve
hiçbir nedene dayanmadan eleştirmek, sivri diş (Crochet à venin des reptiles). § Clou à
criticisme er. fels. Eleştiricilik, crochet: Başı köşe biçiminde çivi. Etre, vivre aux
critiquable s. 1. Eleştirilebilir. 2. Kusurlu crochets de qn: -in sırtından geçinmek (Il vit aux
bulunabilir. crochets de ses parents). Faire un crochet: Yolunu
critiques. 1. Tehlikeli, "kritik, *sonul (Lapériode değiştirmek, bir yöne doğru şöyle bir sapmak (Je
critique d'une maladie. Un jour critique. L'âge ferai un crochet pour passer vous voir en revenant
critique. Il est dans une situation critique). 2. de vacances). Faire du crochet: Tığ işi örgü örmek.
"Eleştirel, eleştirmeli (L'étude critique d'une crocheter gçl. 1. Maymuncukla açmak (Crocheter
œuvre. Une méthode critique). 3. diş. Eleştiri, une porte, une serrure). 2. Tığla örmek,
"tenkit (La critique est un genre littéraire. Une crocheteur er. 1. Maymuncukla kilit açan hırsız. 2.
critique objective, subjective, partiale). 4. diş. Hamal, yükçü. 3. mec. Kaba adam.
Bütün eleştirmenler (La critique a bien accueilli crochu,e s. Eğri, ucu eğri, çengel gibi (Un nez
son livre. Ce film connaît un grand succès, la crochu, un bec crochu, des ongles crochus). §
critique est unanime dans l'éloge). S. er. Eleştiri Atomes crochus: mec. Sevgi, sempati (Il n'y a pas
crocodile 349 croissant

d'atomes crochus entre ces deux garçons). Avoir Rime croisée: Çapraz uyak. Race croisée: Başka
les mains crochues: Hırsız olmak, eli uzun olmak. kanlarla karışmış ırk, melez ırk. Veste croisée:
Avoir les doigts crochus: Cimri olmak; aç gözlü Kuruvaze ceket,
olmak. croisée 1. Pencere (Regarderpar la croisée). 2.
crocodile er. hayb. 1. Timsah (Crocodile du Nil). 2. İki şeyin birbirinin üzerinden geçtiği yer, kesişme
Timsah derisi (Un sac en crocodile). 3. (Demir yeri, kavşak, makas yeri (La croisée des chemins).
yollarında) İşaret aygıtı. § Larmes de crocodile: croisement er. 1. Çaprazlaşma, çaprazlaştırma, üst
Yalancı göz yaşları (Verser des larmes de üste atma (Croisement des jambes). 2. Karşılaşma
crocodile). (Le croisement des deux voitures sur une route). 3.
crocodiliens er. ç. hayb. Timsahlar, timsahgiller. Kesişme yeri, kavşak (Croisement des chemins.
crocus er. Safran türü. S'arrêter au croisement). 4. Irk karışması;
croire gçl. 1. İnanmak (Croire une nouvelle, une melezleşme, melezleştirme (Améliorer une race
histoire, un conte). 2. İnanmak, güvenmek, bel de bovins par des croisements).
bağlamak (Vous pouvez croire cet homme). 3. croiser gçl. 1. Çapraz tutmak, çaprazlamak, üst üste
Sanmak (On croirait qu'il dort). 4. Croire qn, atmak (Croiser les jambes, croiser les bras). 2.
qch...: Birini, bir şevi... sanmak (On l'a cru mort. Kenarları altlı üstlü gelecek biçimde
Nous croyons les autres plus heureux qu'ils ne düğmelemek, bağlamak (Croiser un habit, une
sont). 5. Croire f. qch: -diğini sanmak (Il croyait écharpe). 3. -i kesmek, -ile kesişmek (La voie
être le seul héritier. Tu crois avoir trouvé la ferrée croise la route). 4. Karşılaşmak, yanından
solution). S. "Tasavvur etmek, düşünmek (Vous geçmek (Je l'ai croisé dans la rue. Un train qui en
ne pouvez pas croire à quel point j'ai été touché de croise un autre). S. Birleştirip karıştırmak
ce geste). 7. Croire à qch, en qch: -e inanmak (Croiser deux races de chevaux. Croiser une race
(Croire en une chose, croire aux promesses d'un avec une autre). 6. Çaprazlamasına koymak
ami. Je ne crois plus à rien). 8. Croire à qch: (Croiser sa fourchette et son couteau sur son
-sanmak; -olasılığınainanmak (Lemédecincrutà assiette à la fin du repas). 7. gsz. (Gemi) Aynı
une pneumonie. Personne ne croyait à la guerre). sularda dolaşıp kol gezmek (La flotte croise dans
9. Croire en qn: Birine inanmak, güvenmek, bel la Méditerranée). 8. (Giysinin) İki kanadı çapraz
bağlamak (Je crois en mes amis. Il faut croire en gelmek, üst üste binmek (Veste qui croise bien). §
soi). 10. Croire à, en: (Dinsel anlamda) İnanmak, Croiser les bras: Kollarını kavuşturmak. Croiser
iman etmek (Croire en Dieu, croire à l'Evangile, les jambes: Ayak ayak üstüne atmak. Croiser la
au Messie).% A l'en croire, à vous en croire: Onun, baïonnette: Süngüye davranmak. Croiser les
sizin dediğinize bakılacak olursa (A l'en croire, épées: Kılıç kılıca gelmek. Rester les bras croisés:
tout est perdu). Croire qn sur parole: Birinin Eli böğründe kalmak. § Se croiser: 1. Kesişmek
sözüne inanmak, sözü -için senet olmak (Je te (Deux chemins qui se croisent). 2. (Ortaçağda)
crois sur parole). Croire au père Noël: tkz. Pek saf Haçlılara, haçlı seferlerine katılmak. § Se croiser
olmak, hayale kapılmak, olmayacak duaya âmin les bras: mec. Kollarını kavuşturup beklemek,
demek. En croire à qn: -e kulak vermek, sözünü hiçbir şey yapmamak,
dinlemek (Si vous m'en croyez, prenez un autre croisette diş. Küçük haç.
trajet). Faire croire qch à qn: Bir şeyi birine croiseur er. Kruvazör.
yutturmak, inandırmak. Ne pas en croire ses yeux, croisière diş. 1. Geminin kol gezmesi. 2. Kol gemisi.
ses oreilles: Gözlerine, kulaklarına inanamamak 3. Gemiyle yapılan turistik gezi (Partir en
(Je n'en croyais pas mes yeux). Se croire...: croisière. Organiser une croisière en Turquie).
Kendini... sanmak (Il se croit très fort, tu te crois croisillon er. 1. Haç kolu. 2. (Marangozlukta)
un génie). Se croire quelqu'un: Kendini adam Kayıt, çapraz, gergi, çapraz bağlama. 3. Kesişme
sanmak, kendini bir şey sanmak. yeri.
croisade diş. 1. Haçlı seferi. 2. mec. 'Savaşım, croissance diş. 1. Büyüme, yetişme (La croissance
mücadele (Croisade contre l'alcoolisme. Lancer d'un enfant, des plantes). 2. Büyüme, gelişme,
une croisade contre la vie chère). serpilme; artma (La croissance d'une ville). §
croisé er. 1. Haçlı seferine katılan, haçh. 2. Damalı Taux de croissance économique: Ekonomik
kumaş. kalkınma hızı.
croisé,e 1. Çapraz. 2. Croisé de qch: -ile karışmış croissant er. 1. Ayça, "hilâl. 2. Ayça biçiminde
(Une famille non croisée de sang étranger). § Feu çörek, ayçöreği (J'ai pris deux croissants et un café
croisé: ask. Çapraz ateş. Mots croisés: Bulmaca. au petit déjeuner). 3. Türk bayrağı. 4. mec.
croissant 350 crotte

Türkiye. 5. mec. İslâm dünyası. § Le croissant croquer gsz. 1. Yenirken kıtır kıtır ses çıkarmak,
rouge: Kızılay, kıtırdamak (Des frites qui croquent, fruit vert qui
croissante s. Artan, gittikçe artan (Le nombre croque). 2. gçl. Kıtır kıtır yemek (Croquer des
croissant des naissances). bonbons, des biscuits. Croquer une pomme, des
croisure diş. 1. (Kimi kumaşlarda) Çapraz dokuma. noisettes). 3. Harcamak, sarfetmek; har vurup
2. ed. Çapraz uyaklılık. harman savurmak (Croquer de l'argent. Il a déjà
croît er. Yeni doğan kuzularla bir sürünün croqué plus d'un million dans cette affaire.
büyümesi. Croquer un héritage). 4. Çırpıştırıvermek, birkaç
croître gsz. 1. Büyümek, gelişmek (Un enfant qui çizgide resmini yapıvermek (Croquer un portrait,
croît réguilèrement. Une ville qui croît). 2. un paysage). § Joli à croquer: Çok güzel (Elle est
Bitmek, yetişmek (La vigne et l'olivier croissent jolie à croquer). Croquer le marmot: Çok
sur les côtes d'Egée). 3. Croîtreen qch: -ce artmak, beklemek, beklemekten canı çıkmak. Croquer
-bakımından çoğalmak (Croître en nombre, en une note: müz. Bir nota atlamak. En croquer: tkz.
volume, en étendue). § Ne faire que croître et İhbar etmek. En croquer à la préfecture: argo. 1.
embellir: Habire artmak, maşallah durmadan Polise haber vermek. 2. Röntgencilik yapmak;
fazlalaşmak (Sa sottise ne fait que croître et anahtar deliğinden gözetlemek. Etre à croquer:
embellir). Mauvaise herbe croît toujours: Acı Çok güzel olmak, kıtır kıtır yenecek kadar güzel
patlıcanı kırağı çalmaz, olmak (Elle est à croquer).
croix diş. 1. Çarmıh (Mettre, attacher, clouer qn sur croquet er. 1. Pek katı bir tür peksimet. 2. Tahta
la croix, en croix: Çarmıha germek). 2. Haç (Croix yuvarlakları tokmakla sürerek oynanılan bir
gammée, ansée, pattée). 3. mec. Hıristiyanlık, İngiliz oyunu, kroke.
hıristiyan dünyası (La lutte de la croix et du croquette diş. I. Kızartma köfte (Croquette de
croissant). 4. Sıkıntı, acı, cefa, çile (Chacun a sa pommes de terre). 2. Bir tür çikolata.
croix, chacun porte sa croix). 5. Nişan (Il n'a pas croqueur,euse ad. Kıtır kıtır yiyen, açgözlülükle
encore la croix et serait jaloux de l'obtenir. La croix yiyen. § Croqueur de poules: Tilki. Une croqueuse
de la Légion d'honneur). § Croix de Saint- de diamants: Çok para yiyen, harcatan metres,
Jacques: bitb. Bir tür nergis zambağı. Croix de croquignole diş. 1. Kurabiye. 2. Buruna vurulan
Jérusalem: Bir süs çiçeği. Croix du Sud: gökb. fiske.
Güneyhaçı denilen takımyıldız. Croix Rouge: croquis er. 1. Taslak, kroki. 2. Özet (Faire un rapide
Kızılhaç. Signe de croix: İstavroz çıkarma (Elle a croquis de la situation).
fait un signe de croix). Faire une croix sur qch: -in crosne fknon]er. Ballıbabagillerden, kök yumruları
üzerine çizgi çekmek, -den hepten vazgeçmek. sebze gibi kullanılan, Japonyadan çıkma bir bitki.
Jouer à croix ou pile: Yazı tura oy namak, yazı tura cross-country, cross er. İng. Engelli kırkoşusu.
atmak. Mettre les bras en croix: Kollarını crosse diş. 1. Piskopos âsası (La mitre et la crosse
kavuşturmak, sont les symboles du pouvoir épiscopal). 2. Ucu
cromlech (knomlck] er. Büyük bir taşın çevresinde kıvrık, oyun çomağı, çevgen. 3. Çomakla
dizilmiş daha küçük taşlardan oluşan eski bir tür oynanan oyun, çevgen oyunu. 4. Kıvrım. 5.
anıt, "kromlek. Dipçik (Appuyer la crosse du fusil contre l'épaule
crôneer. Maçuna. pour tirer. Assommer quelqu'unàcoup de crosse).
croquant er. 1. tor. IV. Henri ve XIII. Louis § Chercher des crosses à qn: hlk. Birine çatmak
zamanında ayaklanmış köylü. 2. tkz. Köylü, için bahane aramak. Mettre, lever la crosse en
hödük, hırbo. l'air: Teslim olmak,
croquant,e -f Kıtır kıtır eden (Cornichons crossé s. Âsa taşıyabilen, âsalı (Abbécrossé).
croquants). crossergç/. i . Çevgenle sürmek (Crosser une balle,
croque au sel (à la) bel. Sade tuzla (Cuire à la croque une pierre). 2. hlk. Birine karşı çok sert
au sel). davranmak, horlamak,
croquembouche diş. Gevrek pasta, gevrek çörek, crotale er. 1. (Eskiden) Çalpara. 2. Çıngıraklı yılan,
croque-mitaine er. Umacı, croton er. Haşişetülmülûk denilen ve hekimlikte
croque-mort er. hlk. Cenaze taşıyıcı, ölü gömücü. § kullanılan bir bitki,
Avoir une figure de croque-mort: Uğursuz bir crotte diş. 1. Hayvan pisliği, dışkı, fışkı (Crotte de
suratı olmak, lapin, de chèvre, de brebis. Crotte de cheval). 2.
croquenot er. hlk. Ayakkabı, pabuç, Yol ve sokaklardaki çamur. 3. Çikolatalı şeker
croque-note er. Kötü çalgıcı, gıygıycı. (Crotte de chocolat). 4. Değersiz şey, beş para
crotter 351 cru

etmez şey. § C'est de la crotte: tkz. Bir boka croustade diş. 1. Kızartılmış, kıtır kıtır ekmek
yaramaz, beş para etmez. Ne pas se prendre pour kabuğu. 2. Sıcak, kıtır kıtır börek,
une crotte: tkz. Kendini bir bok sanmak, croustillant,e s. 1. Gevrek, kıtır kıtır (Une gallette
crotter gçl. 1. Çamurlamak (Crotter un parquet avec croustillante). 2. mec. Açık saçık (Une histoire
des chaussures sales). 2. gsz. (Hayvan için) croustillante).
Terslemek, pislemek. § Se crotter: Kir pas içinde croustille diş. 1. Ekmek kabuğu parçası. 2. İncecik
kalmak, çamurlanmak. doğranarak kızartılmış patates,
crottin er. 1. Dışkı, fışkı. 2. Topak keçi peyniri, croustiller gsz. 1. Çiğnenirken kıtır kıtır etmek (Des
croulant,e s. 1. Çökme tehlikesi olan, yıkılmak biscuits qui croustillent). 2. Kıtır kıtır bir şeyler
üzere olan (Des murs croulants, une maison yemek.
croulante, une autorité croulante). 2. er. tkz. croûte diş. 1. Ekmek kabuğu (Manger la croûte el
İhtiyar, moruk (Il n'aime pas sortir avec les laisserlamie). 2. Kabuk (La croûte d'une plaie. La
croulants). croûte terrestre). 3. Bulamaç ( Croûte au fromage,
croulement er. Çökme, yıkılma (Le croulement aux champignons). 4. tkz. Kötü resim ( Ce peintre
d'une maison, d'une civilisation, d'une ne fait que des croûtes). S. İşlenmemiş deri, ham
espérance). deri (Un sac en croûte). 6. mec. tkz. Dar kafalı,
crouler gsz. 1. Çökmek (Un mur qui croule, une burnunun ötesini göremeyen adam. § A la
société qui croule). 2. Yıkılmak (Une maison qui croûte!: tkz. Haydi yemeğe, haydi bir şeyler
croule). 3. (Çulluk için) Bağırmak, ötmek. § Faire atıştıralım. Casser la croûte: tkz. Bir şeyler
crouler: Yıkmak, çökertmek (Le tremblement de atıştırmak, yemek yemek. Gagner sa croûte: tkz.
terre a fait crouler les immeubles. Faire crouler un Ekmeğini kazanmak, geçimini sağlamak,
projet). Se laisser crouler: Olduğu yere croûter gsz. hlk. Yemek yemek,
yıkılıvermek (A cette terrible nouvelle, il se laissa croûteux, euse s. Kabuk bağlamış (Dermatose
crouler sur une chaise). croûteuse).
croup [knupl er. Kuşpalazı (Cet enfant est mort du croûton er. 1. Francalamn ucu (Il adore manger le
croup). croûton). 2. Kızartılmış ekmek parçası (Omelette
croupade diş. Atın arka ayaklarını karnına çekerek aux croûtons). 3. mec. tkz. Moruk, bunak, aptal,
atlaması. kafasız adam (Un vieux croûton).
croupe diş. 1. Sağrı (La croupe du cheval). 2. tkz. croutonner (se) tkz. Canı sıkılmak, sıkıntıdan
Kocaman kalçalar. 3. Dağın şişkin yamacı, karnı patlamak, efkârlanmak.
(L'ennemi avait établi un poste d'observation sur croyable s. İnanılabilir, inanılır (Ce n'est pas
une croupe dominant la vallée). § En croupe: croyable).
Terkide. Monter en croupe: Terkiye binmek. croyance diş. 1. İnanış, inanma (La croyance à la
Prendre qn en croupe: Birini terkisine almak, grandeur de l'homme. La croyance dans
croupetons (à) bel. Çömelmiş olarak, çömelerek (Il l'absurdité de l'existence). 2. Sanı, "zan (La
se tint à croupetons pour souffler sur la flamme). croyance qu'on pourra revenir vivant du combat).
croupi, es. Durgun ve kokmuş (Eau croupie). 3. İnanılan şey, inanç, "akîde (Il faut respecter
croupier er. (Kumarhanede) Oyun görevlisi, toutes les croyances). 4. İnan, iman (La croyance
"krupiye. en Dieu).
croupière Kuskun. § Tailler des croupières à qn: croyant,e ad. İnanan, inanı olan, "mümin (Les
Birinin başına iş açmak, vrais croyants n'agissent pas ainsi). | Le
croupion er. tkz. 1. Kuyruk sokumu. 2. (Kuşlarda) commandeur des croyants: "Emirül-mümin.
Kuyruk çıkıntısı, Halife.
croupionner gsz. tkz. Yürürken kıçını oynatmak, cru er. 1. Artma, artış. 2. Üzüm ürünü, o yılki ürün.
orak biçmek, 3. Bağ, üzüm bağları (Visiter un cru célèbre. Les
croupir gsz. 1. Kokuşmuş bir yaşam sürmek, grands crus de France). 4. Bölge, yöre (Je me suis,
yaşayıp gitmek (Il croupit dans son ignorance, adressé à un paysan du cru). § De son cru, de son
dans sa paresse). 2. (Durgun su) Bozulmak, propre cru: Kendi kafasından, kendinin
kokuşmak (L'eau qui croupit au fond d'une uydurduğu ( Cette pièce est de mon cru. Il racontait
mare). des nouvelles de son cru).
croupissant,e s. Kokuşmuş, durgun, ölü gibi (Eau cru,e s. 1. Pişmemiş, çiğ (Aliments crus, manger de
croupissante, une vie croupissante). la viande crue). 2. mec. Gerçekçi, açık, dobra
croupon er. Sığır köselesi. (Une réponse crue, des mots crus, faire une
cruauté 352 cubique

description crue). 3. mec. Çiğ, çok kuvvetli (Crudité d'une lumière).


(Lumière crue, couleur crue). 4. mec. Açık saçık crue diş. 1. (Sular için) Kabarma, yükselme (L
(Des propos crus). 5. Ham, işlenmemiş (Soie fonte des neiges provoque des crues subites. Le
crue, chanvre cru). § A cru: 1. Çıplak toprağa crues périodiques du Nil). 2. (Bitkiler için)
dayandırarak, temele oturtmadan (Une Büyüme (La crue d'une plante). § Etre en crue:
construction à cru). 2. Çıplak, yularsız eyersiz (Sular için) Kabarmak, yükselmek (La rivière es
olarak (Monter un cheval à cru). Parier cru: Açık en crue).
açık, dobra dobra konuşmak. Vouloir manger qn cruel,le s. 1. Acımasız, "merhametsiz, "zalim (Un
tout cru: Birine çok kızmak; çiğ çiğ yemek homme cruel. Un policier cruel qui torturait des
istemek. prisonniers). 2. Kıyıcı, yırtıcı, kan dökücü (Le
cruauté diş. 1. Yırtıcılık, kan dökücülük (La tigre est cruel). 3. Çok sert (Un père cruel). 4.
cruauté des bêtes féroces). 2. Acımasızlık, aman Korkunç, dayanılmaz (Une peine cruelle, une
vermezlik (La cruauté du destin, de la mort). 3. perte cruelle).
Sertlik, haşinlik (Traiter quelqu'un avec cruauté. cruellement bel. 1. Acımasızca,.merhametsizce,
La cruauté d'un geste). 4. Zulüm, kıyım (C'est une zalimce (Traiter une femme cruellement). 2. Çok,
injustice et une cruauté. Ils supportèrent les korkunç şekilde (Souffrir cruellement. La main
cruautés du tyran). d'œuvre faisait cruellement défaut). 3. Çok sert bir
cruche diş. 1. Testi (Cruche à eau). 2. Testi dolusu şekilde (Il a été cruellement puni de sa
(Une cruche de vin). 3. s. ve ad. mec. hlk. Aptal, désobéissance).
enayi, bön, sersem (Cette cruche-là n'a pas crûment bel. Nobranca (Parler crûment).
compris les signes qu'on lui faisait. Il a un air crural, es. anat. Oyluğa değgin (Artère crurale).
cruche). § Tant va la cruche à l'eau qu'à la fin elle crustacés er. ç. hayb. (Yengeç, İstakoz, karides
ses casse: Su testisi su yolunda kırılır. Bir sıçrarsın gibi) Kabuklular,
çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda cryothérapie diş. hek. Soğukla tedavi,
yakalanırsın çekirge, crypte diş. (Eskiden kiliselerde ölüleri gömdükleri)
cruchon er. Küçük testi. Mahzen, yeraltı,
crucial, es. 1. Haç biçiminde, artı işareti gibi (Faire cryptogames diş. ç. bitb. Çiçeksiz bitkiler,
une incision cruciale). 2. Çok önemli, temel, esas cryptogénétique s. Kökeni belirsiz, nedeni
(Le point crucial est d'obtenir son accord. Une bilinmeyen (Maladie cryptogénétique).
question cruciale, un problème crucial). 3. Tam, cryptogramme er. Gizli yazı, şifreli yazı, *gizyazı,
kesin (C'est le moment crucial du choix). şifre (Déchiffrer un cryptogramme).
crucifié,e s. 1. Çarmıha gerilmiş. 2. mec. Çile cryptographie diş. Şifreyle yazma, şifreleme,
çekmiş, çileli, acılarla dolu (Une attitude *gizy azı lama.
crucifiée). § Le Crucifié: tsa. cryptographique s. Şifreli, *gizyazılı (Message
crucifiement er. 1. Çarmıha germe, çarmıha cryptographique).
gerilme. 2. mec. Çile, çile doldurma. 3. İsa'yı crypton, krypton er. kim. Kripton,
çarmıha gerilmiş olarak gösteren resim, csardas diş. 1. Macarların ulusal dansı, çardaş. 2.
crucifier gçl. 1. Çarmıha germek. 2. Çile çektirmek, Çardaş havası,
çok acı çektirmek, çileye sokmak, cubage er. 1. Bir şeyin hacmini küp olarak ölçme,
crucifix er. İsa'yı çarmıhta gösteren haç, İsa'h haç küpe vurma. 2. Bir şeyin küp olarak ölçülmüş
(Se mettre en prière devant le crucifix. Présenter le hacmi (Le cubage d'air de cette pièce est
crucifix à un mourant). insuffisant).
crucifixion diş. 1. İsa'nın çarmıha gerilmesi. 2. cubain,e s. vead. Küba'ya değgin; kübah.
İsa'yı çarmıha gerilmiş olarak gösteren resim cube er. Küp.
yada heykel, cuber gçl. 1. Küp olarak hesaplamak (Cuber des
cruciformes. Haç biçiminde (Plan cruciforme d'une bois de construction). 2. (Bir sayının) Küpünü
église). almak (Cuber un nombre). 3 .gsz. Hacmi... kadar
cruciverbiste ad. Bulmaca meraklısı, olmak (Citerne qui cube 2000 litres). 4. gsz. tkz.
crudité diş. 1. Çiğlik (La crudité des légumes, des Çok yükselmek, kat kat artmak (Avec cette
viandes). 2. mec. Açık saçık ve kaba söz (Dire des nouvelle installation, les dépenses vont cuber).
crudités). 3. Açık saçıldık, açıklık (La crudité du cubilot er. (Dökmecilikte) İkinci ergitme firını.
langage). 4. ç. Çiğ yenen sebze, meyve gibi şeyler cubique s. 1. Kübik, küp biçiminde (Une maison
(Assiette de crudités). 5. Çiğlik, kuvvetlilik cubique). 2. Küpe değgin, küp (Racine cubique
cubisme 353 cuisiner

d'un nombre). duyarlığını yitirmiş (Il est cuirassé contre les


cubisme er. Kübizm. critiques). 3. er. Zırhlı gemi, zırhlı,
cubiste s. ve ad. Kübist, kübizm yanlısı; kübizm cuirassement er. 1. Zırh geçirme, zırhlama. 2.
akımına uygun (Peinture cubiste. Un cubiste). Geçirilen zırh.
cubital,e s. Dirseğe değgin (Os cubital). cuirasser gçl. 1. Zırh geçirmek, zırhlamak. 2. mec.
cubitus er. anat. Dirsekkemigi. Güçlendirmek, dayanıklı kılmak. 3. Cuirasser qn
cucul s. tkz. Gülünç, tuhaf (Un film cucul). contre: Birini -e karşı zırhlandırmak;
cuculledij. Papaz takkesi, aldırmayacak, karşı koyabilecek duruma
cucurbitacées diş. ç. bitb. Kabakgiller, getirmek (Une longue expérience m'a cuirassé
cucurbite diş. tmbik kazanı, contre de telles expériences). § Se cuirasser contre
cueillaison diş. 1. Meyve devşirme, meyve toplama. qch: -e karşı zırhlanmak, karşı koyabilecek
2. Meyve devşirme zamanı, durumda olmak, aldırmamak, göğüsleyebilmek,
cueillette diş. (Ürün) Toplama, devşirme, °hasat dayanabilmek (Se cuirasser contre les injures, les
(La cueillette des cerises, des pommes, des olives). affronts, la douleur).
cueilleur, euse ad. Devşirici, toplayıcı (Des cuirassier er. 1. Zırhlı süvari. 2. Zırhlı süvari alayı,
cueilleurs de fruits). cuire gçl. 1. Pişirmek (Cuire de la viande, des
cueillir gçl. 1. Devşirmek, toplamak (Cueillir des légumes. Cuire un rôti au four, àlacasserole. Cuire
fruits, desfleurs). 2. Cueillir qn: Karşılamak, gelip au four, augril,àlabroche, aubain-marie. Cuire à
almak (J'irai vous cueillir à la sortie de votre feu doux, à petit feu, à grand feu). 2. Pişirmek,
bureau. Il est venu nous cueillir à la gare). 3. mec. fırına verip sertleştirmek (Cuire des briques, de la
Alıvermek, koparmak (Cueillir un baiser). 4. porcelaine, des poteries). 3. Pişirme işini yapmak,
Cueillir qn: tkz. Yakalamak, enselemek (Les pişirmek ( Ce four cuit bien la pâtisserie, il cuit mal
policiers ont cueilli le voleur, le malfaiteur). § les légumes). 4. gsz. Pişmek (La soupe cuit
Cueillir des lauriers: Başarı kazanmak, ün doucement. Aliment qui cuit bien). 5. Yanmak,
kazanmak. sızlamak (Les yeux me cuisent, les mains lui
cueilloir er. 1. Meyve devşirme sepeti. 2. Yemiş cuisaient). § Cuire dans son jus, cuire: Sıcaktan
devşirme aleti, lâle. patlamak, pişmek (On cuit dans cette chambre.
cuiller, cuillère diş. 1. Kaşık (Cuiller à café, à Ou vrez les fenêtres, on cuit dans son jus). En cuire
soupe). 2. Kepçe (Cuiller à ragoût. Tourner une à qn: -in başını belâya sokmak, -i nara yakmak
sauce avec une cuiller). 3. argo. El. § En deux anasından doğduğuna pişman etmek (Il leur en
coups de cuillers à pot: Çabucak, çarçabuk. Etre à cuira). Etre dur à cuire: Demir leblebi olmak,
ramasser à la petite cuiller: Çok acınacak çetin ceviz olmak. Etre cuit: tkz. Keremin arpa
durumda olmak. Ne pas y aller avec le dos de la tarlası gibi yanmak; yanmak, mahvolmak (Tu es
cuiller: Ölçüsüz, temkinsiz davranmak, cuit). Les carottes sont cuites: tkz. Her şey bitti,
sakınımsız hareket etmek. Serrer la cuiller à qn: hiçbir umut yok artık,
tkz. -in elini sıkmak, cuisant, e s. 1. Çok acıyan, sızlayan, yanan (Une
cuillerée diş. Kaşık dolusu, kaşık (Prendre une blessure cuisante). 2. Yürekler acısı, çok acı (Une
cuillerée de sirop). défaite cuisante, un cuisant échec). 3. Kolay pişen,
cuilleron er. Kaşığın içi. pişeğen, pişek, pişkin,
cuir er. 1. (Kalın derili hayvanlarda) Deri (Le cuir cuisine diş. 1. Mutfak (Une cuisine claire, moderne.
du rhinocéros). 2. Deri, meşin, sahtiyan (Cuir Le réfrigérateur est dans la cuisine). 2. Aşçılık,
lisse, cuir souple. Cuir de bœuf, de chèvre, de aşçılık sanatı (La cuisine est le plus ancien des
mouton. Cuir brut, cuir corroyé, cuir suédé, cuir arts). 3. Yemekler (Manger de la bonne cuisine.
artificiel). § Cuir chevelu: Başın saçlı kısmı. Faire La cuisine de restaurant lui avait fatigué
des cuirs: mec. Dil yanlışları yapmak, l'estomac). 4. mec. Düzen, dolap, entrika (La
cuirasse 1. Zırh, cebe (Le cavalier qui porte une cuisine électorale, la cuisine parlementaire. Il a
cuirasse). 2. Kalın kabuk, bağa. 3. mec. Zırh, manigancé toute sa petite cuisine pour faire
örtü, perde (Il s'isolait dans une cuirasse attribuer quelques bonnes places à ses amis). §
d'indifférence). § Le défaut de la cuirasse: Zayıf Batterie de cuisine: Mutfak eşyası, mutfak takımı.
yan, zayıf taraf (Chercher, trouver le défaut de la Faire la cuisine: Yemek pişirmek,
cuirasse). cuisinerez. 1. Yemek pişirmek (Je cuisine bien). 2.
cuirassé,e s. 1. Zırhlı (Navire cuirassé). 2. mec. gçl. Hazırlamak, düzenlemek (Cuisiner de bons
Dayanıklı, göğüs gerecek durumda; -e karşı petits plats). 3. Cuisiner qn: mec. Sorguya
cuisinier 354 cul-de-sac

çekmek, ağzını aramak, ağzından laf almak. Quel cul!). § Bas du cul, bout de cul: Bücür. Cul
(Cuisiner un suspect au cours d'une enquête). par dessus la tête: Tepe taklak (Tomber, renverser
cuisinier,ère ad. 1. Aşçı (Tablier de cuisinière. Un cul par dessus la tête). Cul de plomb: Enseci
mauvais cuisinier). 2. er. Yemek kitabı, meırur, göbekli memur. Cul terreux: Köylü,
cuisinière diş. 1. Aşçı kadın. 2. Yemek sobası, hödük, kıçı boklu. Gros cul: Asker cıgarası. Un
yemek fırını, °kuzina. 3. Izgara, lèche-cul: Yalak, dalkavuk, yağcı. Avoir le feu au
cuissage er. Derebeyin, evlenen her yeni gelinle ilk cul: Kıçı tutuşmak, kıçına ateş düşmek. Avoir qch
geceyi geçirmesi (Droit de cuissage). au cul, dans le cul: -den tiksinmek, iğrenmek,
cuissard er. 1. Kalça zırhı. 2. Çorabın, budu örten nefret etmek. Avoir du poil au cul: Yiğit olmak,
kısmı. mert olmak, taşağı altı okka olmak. Avoir des
cuisse<% Oyluk, but. § Se croire sorti de la cuisse de couilles au cul: Çok taşaklı olmak, sapına kadar
Jupiter: tkz. Burnu kaf dağında olmak, kendini erkek olmak. Donner un coup de pied au cul:
sadrazamın sol taşağı sanmak, Kıçına bir tekme atmak. En avoir plein le cul:
cuisseau er. Dana budu. Bıkmak, gına getirmek. Etre comme cul et
cuisse-madame diş. Bir tür armut, chemise: Aralarından su sızmamak, yedikleri
cuisson diş. 1. Pişirme, pişirim (La cuisson du pain içtikleri bir olmak. Faire cul sec: Fondip yapmak,
par le boulanger). 2. Pişme, pişim (Cette viande bir dikişte kadehi bitirmek. Lécher le cul à qn: -in
demande une cuisson prolongée). 3. Pişirme, kıçını yalamak, -e çok dalkavukluk etmek. Péter
fırına verip sertleştirme (Cuisson des briques, des plus haut que le cul: Başından büyük işlere
poteries, de la porcelaine). 4. mec. Sızı, yanma, girişmek. Se décarcasser, se démancher, se
cuissot er. Av hayvanı budu (Cuissot de chevreuil, dévisser le trou du cul: Kıçını yırtmak, çok çaba
de sanglier). göstermek. Se taper le cul par terre: Gülmekten
cuistancediş. hlk. Mutfak, katılmak. Taper le cul par terre, faire un tape-cul:
cuistre er. 1. (Eskiden) Çeşnicibaşı. 2. tkz. Bilgiç, Kıç üstü düşmek. Tirer au cul: Kaytarmak, işten
ukalâ. 3. Sonradan görme, türedi. 4. s. Ukalâ, kaçmak. Tomber sur le cul, en rester sur le cul:
kendini beğenmiş (Il est un peu cuistre). Şaşırıp kalmak, şaşkınlıktan ağzı bir kanş
cuistrerie diş. 1. Bilgiçlik, ukalâlık, kendini açılmak.
beğenmişlik. 2. Sonradan görmelik, türedilik. culasse diş. 1. (Toplarda) Kama. 2. (Tüfekte) Sürgü
cuit, e s. Pişmiş (Aliment cuit, légumes cuits. Terre kolu. 3. Motor kapağı. § Bloc de culasse: Kama
cuite). § Etre cuit: hlk. Yanmak, Keremin arpa payı.
tarlası gibi yanmak, şapa oturmak. C'est du tout cul-blanc er. Yağmurkuşu; kuyruksallayan.
cuit: Bu iş tamam, yüzde yüz olmuş bil, bu cepte culbutage er. Takla atma.
keklik. culbute diş. 1. Takla. 2. Düşme, yuvarlanma,
cuite diş. 1. Fırınlama, pişirme, pişirim (La cuite de devrilme. 3. mec. Yıkım, yıkılma, batma, iflâs. §
la porcelaine). 2. tkz. Kafayı çekme, sarhoşluk. § Faire une culbute, des culbutes: Takla atmak.
Avoir sa cuite: tkz. Kafayı bulmak, sarhoş olmak, Faire la culbute: 1. Batmak, iflas etmek (Ce
cuiter (se) gsz. tkz. Kafayı bulmak, sarhoş olmak, banquier a fait la culbute). 2. Bir malı maliyet
cuivre er. 1. Bakır (Mine de cuivre, casseroles en fiyatının, alış fiyatının iki katına satmak,
cuivre). 2. ç. Bakır eşya, bakır kap kaçak (Faire culbuter gsz. 1. Takla atmak, devrilmek, devrilip
briller les cuivres). 3. Bakırdan resim kalıbı ve düşmek (Sa voiture a culbuté. Le pêcheur a culbuté
böyle bir kalıpla basılmış resim. 4. Nefesli bakır dans l'étang). 2. gçl. Devirmek (Les manifestants
çalgı (On entend trop les cuivres dans cet ontculbuté les tables et leschaises du restaurant).
orchestre). § Cuivre jaune: Tunç. 3. Yenmek, bozguna uğratmak (Culbuter une
cuivré, es. 1. Bakır kırmızısı, bakırrenginde (Ilala armée, des troupes). 4. Devirmek, düşürmek
peau cuivrée, un teint cuivré). (Culbuter un ministre, un cabinet).
cuivrer gçl. 1. Bakır kaplamak. 2. Bakır rengi cul-de-basse-fosse er. Zindan,
vermek, yakmak (Le soleil les cuivre). cul-de-jatte er. 1. Kötürüm. 2. Kesik bacaklı,
cuivreux, euse s. 1. İçinde bakır bulunan, bakirli cul-de-lampe er. 1, Kemer yada kubbe sarkıtması.
(Un alliage cuivreux). 2. Bakırdan. 3. Bakırımsı, 2. (Kitaplarda) Süs resmi,
bakırı andıran, cul-de-poule (en) Yumuk, büzük, tavuk götü gibi
cul er. hlk. 1. Kaba, kıç, göt (Tomber sur le cul). 2. (Avoir la bouche en cul-de-poule).
Dip (Le cul d'une bouteille, d'une lampe, d'un cul-de-sac er. 1. Çıkmaz sokak, çıkmaz (S'engager
pot). 3. s. ve ad. Enayi, aptal (Il est un peu cul. dans des culs-de-sac). 2. mec. Çıkmaz, açmaz
culée 355 cumuler

(Cette entreprise est un cul-de-sac). Ayin yapma. Liberté de culte: İbadet özgürlüğü).
culée diş. Kemer ayağı (La culée d'un arcboutant, 4. Saygı, derin say gı ; büyük se vgi. § A voir un culte
d'une voûte). pour: -i taparcasına sevmek, saymak (Il avait un
culergsz. 1. Geri geri gitmek ( Nager ùculerj. 2. den. culte pour sa mère). Avoir le culte de qch: -i çok
Siya etmek, sevmek, canından çok sevmek (A voir le culte de la
culex er. Tatarcık, patrie, de la justice, du passé, de la tradition).
culière diş. Paldım. Rendre, vouer un culte à: -e karşı derin bir saygı
culinaire s. Aşçılığa yada mutfağa değgin (Art duymak (Il vouait un véritable culte à son père).
culinaire). Avoir le culte de l'argent: Paraya tapmak, çok
culminant, e s. En yüksek (Le point culminant para gözlü olmak,
d'une montagne, d'une crise). § Point culminant: cultisme er. Üslupta aşırı özen.
gökb. Bir yıldızın, bir yerin meridyen cultivables. Ekime, işlenmeye elverişli; işlenebilir,
düzleminden geçerken ulaştığı en yüksek nokta, ekilebilir; *ekenek (Terres cultivables).
yücelim noktası, cultivateur, trice s. ve ad. 1. Çiftçi, tarımcı. 2. er.
culmination diş. gökb. Yücelim. Küçük saban,
culminer gsz. gökb. Yücelim noktasına ulaşmak; cultivé, es. 1. İşlenmiş (Terrecultivée). 2. Kültürlü,
doruk noktasına varmak, *ekinli (Un homme très cultivé).
culot er. 1. Dip, alt (Culot d'une lampe, culot de cultiver gçl. 1. İşlemek (Cultiver un champ, un
bougie). 2. (Mimarlıkta) Bezek göbeği. 3. jardin). 2. Yetiştirmek (Cultiver la vigne, des
(Pipoda) Zift, tütün zifti. 4. Maden diplik. 5. céréales, des plantes). 3. mec. İş edinmek,
Yumurta kabuğunu en son kırıp çıkan civciv. 6. uğraşmak, merak sarmak, kendim vermek
tkz. En küçük evlât, tekne kazıntısı. 7. Sınıf (Cultiver la musique, la littérature). 4. Geliştirmek
sonuncusu; bir sınavı sonuncu olarak kazanan (Cultiver un goût, un don). 5. Arayıp sormak
aday. 8. Pişkinlik, yırtıklık, yüzsüzlük, küstahlık. (Cultiver ses amis). § Se cultiver: Kendim
§ Avoir du culot: Pişkin olmak, yüzsüz olmak, yetiştirmek, geliştirmek, kültürünü artırmak,
doğrusu pek cesur olmak. Avoir le culot de f. qch: cultuel, le s. Dinle ilgili, ibadetle ilgili (Associations
-mek cesaretini, yüzsüzlüğünü göstermek (Il a eu cultuelles, édifice cultuel).
le culot de partir sans faire son travail). cultural, e s. Toprağın işlenmesine değgin
culotte diş. 1. Kısa pantolon, külot. 2. Pantolon (Procédés culturaux, façons culturales).
(Acheter à un enfant des culottes longues). 3. culture diş. 1. Tarım (Pays de petite, de grande
Kadın donu. 4. Sığır budu. 5. Çatal boru. 6. tkz. culture. Culture familiale. Culture intensive,
Kumarda yutulma. § Culotte de peau: Eski asker; culture extensive. Culture fruitière, culture sèche).
dar kafalı asker. Faire dans sa culotte: Korkudan 2. Yetiştirme (La culture des bananes, des
donuna yapmak. Trembler dans sa culotte: Çok abeilles). 3. ç. Ekin tarlaları, ekilmiş arazi (La
korkmak, ödü bokuna karışmak. Porter la route traverse de riches cultures. La ferme est
culotte: Dediği dedik olmak, buyurmak, sözü située au milieu des cultures). 4. Kültür, *ekin,
geçmek (Dans ce ménage, c'est la femme qui *ekinç (Unefemme de haute culture. lia une solide
porte la culotte). culture. La culture orientale, occidentale). § La
culotté, e s. tkz. 1. Yüzsüz, pişkin, küstah. 2. culture physique: Beden eğitimi,
Kararmış (Cuir culotté). 3. Zift bağlamış (Pipe culturel, le s. Kültürel, kültürle ilgili, "ekinsel,
culottée). *ekinçsel (Relations culturelles entre deux pays).
culotter gçl. 1. Pantolon giydirmek (Culotter un cumin er. Kimyon.
enfant). 2. Kullana kullana.karartmak. 3. İçini zift cumul er. 1. Birkaç şeyi bir elde toplama (Cumul
bağlatmak, karartıp tıkamak (Culotter une pipe). de fonctions, de charges). 2. huk. Birleştirme,
§ Se culotter: Pantolonunu giymek, birleştirilme, içtima ( Cumul des peines: Cezaların
culottier, bre ad. Pantoloncu, birleştirilmesi).
culpabilité diş. 1. Suçluluk (Sentiment de cumulard er. hkr. Birkaç işi, birkaç görevi elinde
culpabilité. Etablir la culpabilité d'un accusé). 2. toplayan kişi.
huk. "Cezai ehliyet, yeterlik, cumulatif, ive s. Birkaç şeyin bir araya gelmesinden
culte er. 1. Tapma, tapmma, tapınış, "tapınç (Le oluşan; bir araya gelen, birbirine eklenen
culte du feu, des morts). 2. Din; mezhep (Liberté (Facteurs cumulatifs).
des cultes. Le culte musulman, catholique, cumuler gçl. Elinde toplamak, üzerinde toplamak,
protestant). 3. Âyin, ibadet (Exercice de culte: yüklenmek (Cumuler des fonctions, trois
cumulus 356 curriculum vitae

traitements, deux emplois). Sonner la curée: 1. Post kapmaya çağırmak;


cumulus er. coğr. Kümebulut, *yığınbulut. yağma Hasanın böreği demek. 2. Son saati
cunéiforme s. Köşemsi, köşe biçiminde. § Ecriture yaklaşmak. Se ruer à la curée: Yağmaya, post
cunéiforme: Çivi yazısı. Caractères cunéiformes: kapmaya koşmak,
Çivi harfleri, cure-ongles er. Tırnak temizleyeceği,
cunette diş. Küçük kanal, ark. cure-oreille er. Kulak çöpü, kulak temizleyeceği,
cupide s. Açgözlü, doymak bilmez, "tamahkâr (Un cure-pipe er. Pipo temizleyeceği,
avocat cupide). curer gçl. Temizlemek, ayıklamak (Curer un fossé,
cupidement bel. Açgözlülükle, tamahkârca, un canal, un étang, un puits, une citerne). § Se
doymak bilmeden, curer qch: -sini çöple temizlemek (Se curer les
cupidité diş. Açgözlülük, doymak bilmezlik, dents, les ongles, les oreilles).
"tamahkârlık, curetage er. Kürtaj (Faire un curetage: Kürtaj
cupressinées diş. ç. Servigiller, yapmak).
cuprifères. İçinde bakır bulunan, bakırh (Terrain, cureter gçl. 1. Kürtaj yapmak. 2. Kazıyıp arıtmak,
minéral cuprifère). curette diş. Kürtaj aleti, *arıtaç.
cuprique s. kim. Bakıra değgin, cureur er. Kuyu yada lâğım temizleyicisi,
cupule diş. bitb. Kadehçik, curial, e s. Papaza değgin, papazlıkla ilgili (La
cupulifêres diş. ç. bitb. Palamutlar, maison curiale).
curabilité diş. İyileşebilirlik, sağalabilirlik, curie diş. 1. (Eski romalılarda) Aşiret, boy. 2.
onulabilirlik. Roma senatosu, 3. (Papalıkta) Hükümet
curables, iyileşebilir, sağalabilir, onulur (Maladie örgütleri.
curable, malade curable). curithérapie diş. Radyoaktiviteyle tedavi,
curaçao [kyıtaso] er. Portakal yada turunç curieusement bel. 1. Merakla (Il nous a interrogés
likörü. curieusement). 2. Tuhaf bir biçimde, tuhaf tuhaf
curage er. Temizleme, kazıyıp temizleme, (Il marche curieusement, comme un
ayıklama (Le curage du bassin a été bienfait). somnambule).
curare er. Amerika yerlilerinin oklarına sürdüğü curieux, euse s. 1. "Meraklı, "mütecessis, gizliyi
şiddetli zehir, kuvvetli ağu, ok ağısı, °kürar. saklıyı öğrenmek isteyen (Vous êtes très curieux).
curatelle diş. Kayyumluk, kayyımlık (Avoir la 2. Tuhaf, acayip (C'est une femme curieuse). 3.
curatelle d'une succession). § Placer, mettre qn Curieux de qch, de f. qch: -e merakh, -meye
sous la curatelle de: Birini -in vesayeti altına meraklı (Il est curieux d'astronomie. Je suis
vermek (Placer un mineur sous la curatelle de son curieux d'apprendre le résultat des examens). 4. er.
oncle). Bir işin tuhaf tarafı. 5. er. Meraklı (Ecarter,
curateur, trice ad. Kayyum, kayyım. éloigner les curieux). 6. er. argo. Sorgu yargıcı. §
curatif, ive s. Sağaltıcı, iyileştirici, ondurucu Le curieux de l'affaire, le curieux de la chose: İşin
(Traitement curatif, remède curatif). tuhaf tarafı, işin garibi şu ki. Regarder qn comme
curcuma er. bitb. Zerdeçal. une bête curieuse: -e aval aval bakmak, gözünü
cure diş. 1. Tedavi (Je vois deux cures possibles, elles ayırmadan bakmak (Ne me regarde pas comme
ont la même valeur médicale). 2. Kür, rejim (Faire une bête curieuse).
une cure de lait, de fruits, de repos). 3. Kaplıca curiosité diş. 1. "Tecessüs, "merak (Il a été puni de
tedavisi (Faire une cure à Yalova). 4. Papazlık, sa curiosité. La curiosité est un vilain défaut). 2.
papazlık görevi (Demander, obtenir une cure). 5. Merak (Contenter, satisfaire, rassasier sa
Küçük kilise (Une cure de village). 6. Papaz evi, curiosité: Merakını doyurmak, gidermek.
papaz konutu (Cure située à côté du village). § Eveiller la curiosité de qn: -in merakını
N'avoir cure de qch: -e aldırmamak, kulak uyandırmak). 3. Tuhaflık, acaiplik (Cet outil
asmamak (Je n'en ai cure. Il n'en avait cure de ces attire l'attention par la curiosité de sa forme). 4.
dangers-là). İlgi çeken şeyler, antika eşya, görülmedik şeyler
curé er. Katolik papazı (Il veut se faire curé). § (Magasin de curiosités).
Bouffer du curé: Kilise düşmanı olmak, papaz curiste ad. Kaplıca kürü yapan, kaplıca tedavisi
düşmanı olmak, gören.
cure-dent er. Diş çöpü, kürdan, curriculum vitae [kyRİkyhmvite] er. Lat. (Bir
curée diş. Avın, tazılara verilen bağırsakları, tazı kişinin) Yaşamöyküsü, "hal tercümesi (Etablir
hakkı; tazı payı (Donner la curée aux chiens). son curriculum vitae).
cursif 357 cynique

cursif, ive s. 1. İşlek (Ecriture cursive). 2. diş. Phénomènes cycliques).


İşlek yazı. cyclisme er. Bisikletçilik, bisiklet yarışçılığı,
curure diş. Bir hendek yada havuzdan çıkarılan cycliste s. ve ad. Bisikletçi; bisikletli (Courses
çamur. cyclistes. Il a été renversé par un cycliste).
curviligne s. Eğrili (Polygone curviligne, angle cycloïdal,es. Çevrimsi; "dairevi,
curviligne). cyoloïde diş. Çevrim; "daire,
curvimètre er. Eğri çizgiler ölçeri, cyclomoteur er. Motorlu bisiklet,
cuscute diş. bitb. Bağboğan, küsküt. cyclomotoriste ad. Motorlu bisikletçi,
cuspide diş. bitb. Sivri ve uzun uç (Valvule à trois cyclone er. Kiklon, hızla ve döne döne ilerleyen
cuspides). kasırga.
custode diş. 1. Kiliselerde mihrap perdesi. 2. cyclonique s. Kiklonla birlikte gelen (Pluies
Kiliselerde kutsal ekmek camlığı. 3. er. (Kimi cycloniques).
manastırlarda) Başrahip. cyciope er. 1. Alnının ortasında tek gözü olan dev;
cutané, e s. hek. Deriye değgin, cilde değgin tek gözlü ejder. 2. hayb. Cüce karıncayiyen,
(Tissu cutané. Maladies cutanées). siklop. § Travail de cyciope: Büyük iş, dev gibi
cuticule diş. 1. İnce deri parçası. 2. bitb. Kütikül. yapıt.
cuvage er. cuvaison diş. Üzümü mayalandırma, cyclopéen, ne s. 1. Devlere özgü, devlerle ilgili
cuve diş. 1. Üzüm mayalandırma fıçısı. 2. (Çeşitli (Légendes cyclopéennes). 2. Dev gibi,
işler için) Kap, tekne (Cuve de teinturier, de koskocaman (Constructions cyclopéennes, un
blanchisseur). travail cyclopéen).
cuveau er. İçinde üzüm mayalandırılan küçük cycioptères er. ç. hayb. Yuvarlak-yüzgeçligiller.
tekne, fıçıcık. cyclospondyies er. ç. hayb. Halkah-omurlular.
cuvée diş. Bir fıçıda bir seferde mayalandırılan cyclostomes er. ç. hayb. Yuvarlak yüzgeçligiller.
şarap miktarı (Vin de la première cuvée, vin de la cygne er. 1. Kuğu, kuğu kuşu. 2. Kuğu tüyü
seconde cuvée). (Manteau garni de cygne). § Le chant du cygne:
cuvelage, cuvellement er. Kuyuların içini Bir sanatçının verdiği son büyük yapıt. Le cygne
kaplama. de Mantoue: Virgile. Le cygne de Cambrai:
cuveler gçl. İçini örmek, kaplamak (Cuveler un Fenelon. Le cou de cygne: Uzun ve kıvrık
puits artésien, un puits de mine). boyun, kuğu boynu. Le col de cygne: Kıvrık
cuver gsz. Fıçıda mayalanmak. § Cuver son vin: boru yada tüp. Le bec de cygne: Kuğu gagasını
İçtikten sonra sızmak, andıran musluk,
cuvette diş. 1. Leğen. 2. Oluk hazinesi. 3. cylindrage er. 1. Silindir biçimi verme,
(Basınçölçerde) Civa haznesi. 4. Huni *yuvgulaştırma, büküp silindir gibi yapma. 2.
biçiminde çökük arazi. 5. Yunak, küvet, Silindir altına, merdane altına sokup sıkma. 3.
cuvier er. Çamaşır leğeni, Üstünden silindir geçirme, merdaneleme,
cyanose diş. hek. Deri morarması, loğlama.
cyanure er. Siyanür (Tous les cyanures sont cylindre er. Yuvak, yuvgu, silindir,
toxiques). cylindrée diş. (Patlarlı motorlarda) Silindir sığası,
cybernétique diş. Güdümbilim. cylindrer gçl. 1. Silindir biçimi vermek,
cyclable î. Bisikletlere ayrılmış (Piste cyclable yuvgulaştırmak, boru gibi bükmek (Cylindrer
d'une route). du papier). 2. Yuvgulamak, silindirden
cyclamen er. bitb. 1. Tavşankulağı, geçirmek, merdaneden geçirmek (Cylindrer du
buhurumeryem, siklamen. 2. Siklamen linge). 3. Üstünden silindir geçirip bastırmak,
renginde, açık mor (Robe cyclamen). merdanelemek, loğlamak (Cylindrer une route).
cycle er. 1. Çevrim, "devir (Cycle lunaire. Le cycle cylindrique s. Silindir biçiminde, yuvgumsu (Un
des saisons). 2. Dönem, "devre (Premier cycle rouleau cylindrique).
de l'enseignement secondaire. Les trois grands cymbale diş. (Bandoda) Zil, sembal.
cycles du moyen âge). 3. Bisiklet türünden binit. cymbalier er. Zilci, sembal çalan,
§ Cycle épique: Aynı konu üzerinde yazılmış cyme diş. bitb. Talkım.
destanlarm topu, "destan çevresi, cynégétique s. 1. Ava değgin 2. diş. Av sanatı,
cyclecar er. Küçük otomobil, üç yada dört cynips er. hayb. Mazıböceği.
tekerlekli motosiklet, cynique s. 1. Kinizme, "kelbiye felsefesine değgin,
cyclique s. Çevrimsel, "devri (Année cyclique. köpeksi (L'école cynique). 2. ad. Edep
cyniquement 358 czarine

kurallarını hiçe sayan, utanmaz, edepsiz, cyprinidés er. ç. Sazangiller,


hayasız, kcpeksi. 3. Köpeksiliği tutan filozof, cyprinodontidés er. ç. Dişli sazangiller,
cyniquement bel. Hayasızca, utanmadan, cypriote s. ve ad. Kıbrıslı,
cynisme er. Kinizm felsefesi, "kelbiye, cyrillique s. Kiril abecesine değgin (Le russe, le
*köpeksilik. 2. Edep kurallarını hiçe sayma, bulgare, le serbe, l'ukranien s'écrivent en
utanmazlık, edepsizlik, hayasızlık, caractères cyrilliques).
cystique s. Mesaneye değgin (Calculs cystiques).
cynocéphale er. Köpek başlı bir tür maymun,
cystite diş. Sidik torbası yangısı; "mesane iltihabı,
cynophile s. ve ad. Köpeksever.
cytise er. bitb. Sarısalkım,
cypéracées diş. ç. bitb. Papirüsgiller.
cytologie diş. Hücrebilim, *gözebilim, sitoloji.
cyphose diş. Sırt kamburluğu, arka kamburluğu,
cytoplasme er. hek. Sitoplazma.
cyprès er. Servi. cytoplasmique s. hek. Sitoplazmaya değgin,
cyprière diş. Servilik, servi bahçesi, czar er. Çar.
cyprin er. Sazan balıklarının bilimsel adı. czarine diş. Çariçe.
d
d er. 1. Fransız abecesinin dördüncü harfi (Le D es! düşürülmeyen şey, hep çiğnenen sakız (ila encore
une occlusive dentale sonore). 2. Système D: débité sa théorie sur l'organisation des loisirs: c'est
Gemisini yürütmesini bilme, işini yürütmesini son dada). 3. (Edebiyat ve sanatta) Dada akımı,
becerme (Il connaît le système D). 3. Romen dadacılık (Le surréalisme est issu de Dada). 4. s.
rakamlarında 500.4. müz. Re Notasının eski adı. Dadacılığa değgin (Le mouvement dada).
da ünl. Oui-da!: Evet öyle, elbette! § Nenni-da!: dadais er. Bön, avanak, enayi (C'est un grand
Hayır, değil, yağma yok! dadais).
dab, dabe er. argo. Baba, peder. § Grand-dab: dadaïsme er. Dadacılık, dada akımı.
Büyükbaba, dede. Beau-dab: Kayın peder. Les dague diş. 1. Bir tür kısa kılıç. 2. Yaban domuzunun
dabes: Ana-baba, ebeveyn, keskin dişi. 3. Yavru geyik boynuzu,
d'abord bel. Önce, herşeyden önce, ilkin, daguerréotype er. Fotoğrafın, fotoğraf makinesinin
dactyle er. ed. Eski Yunan koşuk tartısında, bir eski adı.
uzun ve iki kısa heceden oluşan ölçü birimi, daguet er. Boynuzları yeni çıkmaya başlamış geyik
dactyle, es. Parmak biçiminde, yavrusu.
dactylo,dactylographe s. ve ad. Daktilo (Dactylo dahlia er. bitb. Yıldızçiçeği, dalya,
qui tape une lettre à la machine. Etes-vous daigner gçl. 1. -mek lütfunda bulunmak (Il daignera
dactylo?). peut-être se souvenir de moi. Daignez agréer mes
dactylographie diş. Daktilo ile, yazı makinesiyle hommages). 2. -meye tenezzül etmek (Il n'a
yazma (Elle suit des cours de dactylographie. Elle même pas daigné répondre).
apprend la dactylo). daime/-, hayb. 1. Alageyik, sığın (Cridu daim). 2.
dactylographier gçl. Daktilo ile, yazı makinesiyle Geyik derisi, süed deri (Chaussures de daim, veste
yazmak (Dactylographier une lettre). de daim).
dactylologie diş. (Dilsizler) Parmak işaretiyle daine diş. hayb. Dişi alageyik, maral,
konuşma. dais er. Gölgelik, °sayvan.
dactyloscopie diş. Parmak izi araştırması, dal er. hlk. (Yalnız şu deyimde kullanılır:) Que dal:
dada er. I. (Çocuk dilinde) At, dehdeh. 2. Ağızdan Hiçbir şey (Je n'y vois que dal: Hiçbir şey
dallage 360 damoiseau

görmüyorum. N'entraver que dal: Hiçbir şey hatun. 4. (Kayıklarda kürek bağlanan) Iskarmoz.
anlamamak). 5. Toprak tokmağı. 6. (İskambilde) Kız (La dame
dallage er. 1. Kapaklık döşeme (Dallage de de pique). 7. (Satrançta) Ferz. 8. (Tavla
marbre). 2. Kapaklık döşemesi, döşeme (Le vase oyununda) Pul. 9. (Dama oyununda) Dama deniş
s'est cassé en tombant sur le dallage). taşı. § Jeu de dames: Dama oyunu, dama. Aller à
dalle diş. I . Döşeme taşı, kapak taşı, kapaklık dame: 1. Damaya çıkmak, dama demek. 2. hlk.
(Dalles de granit gris). 2. argo. Boğaz. 3. argo. düşmek.
Que dalle, que dal: Hiçbir şey. § Avoir la dalle en dame iinl. 1. Yok canım! Deme (Il n'est pas content?
pente: argo. İçmeyi sevmek, içkiye düşkün -Dame! après tout ce que vous lui aviez dit!). 2.
olmak. N'entraver que dalle: argo. Hiçbir şey Öyle ya, elbette, öyle! (Ils sont partis? -Dame
anlamamak, anladıysa arap olmak. Se rincer la oui!).
dalle: hlk. İçmek, boğazı yağlamak, dame-d'onze-heures diş. Tükrükotu .
daller gçl. Kapak taşı döşemek, kapaklık döşemek, dame-jeanne diş. Damacana,
-in döşemesini yapmak (Daller une salle, une damer gçl. 1. (Dama oyununda) Dama demek,
cuisine). dama yapmak, bir taşı damaya çıkarmak (Damer
dalleur er. Döşeme işçisi, kapaklık döşeyen işçi. un pion). 2. Toprağı bastırmak, toprağı tokmakla
dalmate s. ve ad. Dalmaçyalı; Dalmaçya ve bastırıp sıkıştırmak (Je damais la terre des deux
dalmaçyalılara değgin, pieds). 3. gsz. Damaya çıkmak, dama demek
dalmatie diş. Dalmaçya. (Pion qui dame). § Damer le pion à qn: Birinin
dalmatique diş. 1. Eski Roma imparatorlarının pabucunu dama atmak, birini bastırmak,
beyaz gömleği. 2. Kimi papazların giydiği âyin altetmek; birine üstün gelmek, taş çıkartmak,
giysisi. damereter. Kadın gibi süslenip kadın gibi davranan
dalot, daleau er. 1. (Yollarda) Yer altı oluğu, erkek, kadınsı,
"mazgal. 2. (Deniz teknelerinde) Güverte damier er. 1. Dama tahtası. 2. Damalı bezek (Tissu
sularının denize akmasını sağlayan delik, lomboz en damier).
deliği. damnable s. 1. Cehennemlik. 2. İnsanı
daltonien, ne s. ve ad. Renk körü. cehennemlik eden (Opinion damnable). 3.
daltonisme er. Renk körlüğü, Kargışlı, kargınmış, lanetlenmiş. 4. Ayıp, iyi
dam er. 1. (Eski) Zarar. 2. (Dinsel anlamda) karşılanmayan (Coutumes damnables).
Tanrı'yı hiçbir zaman görememe (Peine du dam). damnation diş. 1. Cehennem azabı. 2.
§ Au dam de, au grand dam de: -in zararına, Cehennemlik olma. 3. "Lânet olsun. Allah
damage er. Toprağı bastırma, belâsını versin, canı cehenneme" gibi öfke yada
daman er. hayb. Yabanfaresi. kayaporsuğu. umutsuzlukla savrulan bir sövgü.
damas er. 1. Damasko. 2. Taban kılıç. 3. Mürdüm damné, e [dane]s. ve ad. 1. Cehennemde yanan (Le
eriği. supplice des damnés). 2. Şeytan gibi adam, iblis. 3.
damasquinage er. 1. Telkâri kakma. 2. Telkâri Körolası, kahrolası, pis. lânet (Cette damnée
kakmacılık. fièvre m'a tenu au lit). § C'est ton âme damnée:
damasquiner gçl. Telkâri yapmak, gümüş yada altın Bütün şeytanlıklar onun başının altından çıkıyor,
tel takarak bir demiri süslemek (Damasquiner le sana bütün bu kötülükleri yaptıran o. Crier
manche d'un couteau). comme un damné: Ciyak ciyak bağırmak, saca
damasquineur er. Telkâri kakmacı, basmış çingeneler gibi bağırmak. Etre l'âme
damasquinerie diş. Telkâri kakmacılık, damnée de qn: Birine körü körüne bağlı o'mak,
damassé, e s. 1. Damasko çiçekli, damasko gibi biriyle cehenneme bile olsa gitmek. Souffrir
dokunmuş (Une nappe damassée). 2. er. comme un damné: Cehennem azabı çekmek,
Damasko (kumaş). 3. Taban çelik tarzında su damner[dane]gçl. l.Cehennemazabınauğratmak.
verilmiş (çelik), 2. Cehennemlik etmek, büyük günaha sokmak. §
damasser gçl. 1. Damasko tarzında çiçekli, resimli Faire damner qn: Birini çok üzmek, çok
dokumak. 2. Çeliğe taban tarzında su vermek, kızdırmak. § Se damner: 1. Cehennemlik olmak.
damassure diş. Damasko gibi kumaşlardaki süsler; 2. Se damner pour qn: -in aşkından yanıp
bu süslerin işlenmesi, tutuşmak.
dame diş. 1. Hanım, kadm, bayan (Coiffeur pour damoiseau er. 1. (Eskiden) Genç soylu, soylu
dames). 2. Evli kadın (Est-ce une dame ou une delikanlı, genç "asilzade. 2. (Şimdi). Toy çapkın,
jeune fille?). 3. (Eskiden) Soylu bir kimsenin eşi, çapkın taslağı delikanlı.
danıoiselle 361 dartre

danıoiselle diş. (Ortaçağda) Soylu gençkız; genç classique, danse folklorique). 2. Oyun havası (Les
soylu hanım, danses norvégiennes de Grieg). § Danse de Saint-
danaîde diş. Parlak renkli bir Afrika gündüz Guy: Kore hastalığı, oynama hastalığı. Donner
kelebeği. une danse à qn: -e iyi bir dayak atmak, ağzının
dancing er. Dans salonu (Aller au dancing). payını iyice vermek. Entrer en danse: mec. tkz. 1.
dandin er. tkz. Ağzı açık, alık, sarsak, Harekete geçmek. 2. İşin içine girmek, oyuna
dandinement er. 1. Salına salına yürüme. 2. Badi girmek, bir harekete katılmak. Mener la danse:
badi yürüme, Gizli ve toplu bir hareketi yönetmek,
dandiner gsz. 1. Salına salına yürümek. 2. gçl. danser gsz. 1. Oynamak, dans etmek (Jenesaispas
Hafifçe ve acemice sallamak (Les filles danser). 2. Hoplamak, sıçramak, zıplamak
dandinaient leurs tailles serrées). § Se dandiner: (Danser de joie). 3. gçl. -i oynamak, -dansı
Sarsak sarsak sallanmak, tuhaf bir biçimde iki yapmak (Danser une valse, une java). § Faire
yanına sallanmak (Un élève qui récite sa leçon en se danser l'anse du panier: Yaptığı alışverişlerden
dandinant). biraz para kırpmak, başkası hesabına aldığı bir
dandy er. Ing. Şıklık, düşkünü, moda düşkünü, şeyin fiyatını fazla gösterip para çalmak. Faire
züppe. danser les écus: Parayı çar çur etmek. Faire danser
dandysme er. Aşırı şıklık, moda düşkünlüğü; qn: Birini çok hırpalamak. Ne pas savoir sur quel
züppelik. pied danser: Ne yapacağını, ne halt edeceğini
danger er. Tehlike (Un remède sans danger. Danger bilememek. Quand le chat n'est pas là, les souris
de mort). § Courir un danger: Bir tehlike ile karşı dansent: Kedinin olmadığı yerde sıçanlar hora
karşıya bulunmak (Tu cours un grand danger). teper.
Etre en danger: Tehlikede olmak (La patrie est en danseur, euse ad. 1. Oynayan, dans eden. 2. Dans
danger). Mettre qch en danger: -i tehlikeye meraklısı. 3. Dans sanatçısı, oyuncu, çengi
sokmak, tehlikeye atmak (Mettre sa vie, sa (Danseuse de ballet.Danseuse orientale). § Danseur
réputation en danger). Il y a du danger à f qch: de corde danseuse de corde: İp cambazı,
-mekte tehlike var (Il y a du danger à passer par dastesque v. Dante'ye özgü. Dante tarzında ağır ve
là). Il n'y a pas de danger: tkz. Olacak şey değil, ulu (Poésie dantesque. Vision dantesque).
olamaz (//n'y a pas de danger qu 'il en fasse autant: danube er. Tuna, Tuna nehri,
Böyle davranmasına, bunu yapmasına olanak danubien,ne s. 1. Tunali. 2. Tuna'ya değgin,
yok. Tu crois qu'il nous aiderait? -Il n'y pas de daphné er. Yaban defnesi,
danger). daphnie diş. Supiresi.
dangereusement bel. Tehlikeli şekilde (Il est darbouka, derbouka diş. Ar. Darbuka,
dangereusement blessé, malade). dard er. 1. Kargı, mızrak. 2. Sivri dil (Dard d'un
dangereux, euse s. 1. Tehlikeli (Maladie scorpion, d'un serpent). 3. (Böceklerde) İğne
dangereuse, chemin dangereux, aventure (Dard d'une abeille). 4. mec. İğneli söz, iğne. 5.
dangereuse). 2. Zararlı, zarar verebilir (Un fou hlk. Gümüşlübalık.
dangereux, une doctrine dangereuse). § Il est darder gçl. 1. Mızrakla vurmak, mızraklamak. 2.
dangereux de f. qch: -mek tehlikelidir (Il est Kuvvetle atmak, salmak, fırlatmak (Le soleil
dangereux de se pencher au dehors). dardait ses rayons). 3. Darder qch contre: Bir şeyi
danois, e s. ve ad. 1, Danimarkalı; Danimarka ve -e yöneltmek, atmak, fırlatmak (11 darda ses
danimarkalılara değgin. 2. er. Danimarka dili. 3. flèches contre eux). 4. Dikletmek, kirpi dikenleri
Danimarka asıllı bir cins köpek, gibi yapmak (Un cactus qui darde ses épines). §
dans ilg. 1. İçinde, -de (Il est dans la chambre). 2. Darder ses regards sur: Bakışlarını -in üzerine
Sonra (Il reviendra dans trois jours). 3. -e, içine dikmek (Il dardait sur nous ses regards
(Tomber dans la misère). 4. (Miktarlar için) menaçants).
Yaklaşık olarak, aşağı yukarı ; dolaylarında (Cela dare-dare bel. tkz. Çabucak, °alel acele,
coûte dans les deux cents francs). palaspandıras (Il est parti dare-dare pour tâcher de
dansant, e s. 1. Danslı (Thé dansant, soirée les rattraper).
dansante). 2. Dans eden; oynayan, oynaşan (Un dariole diş. Bir tür pasta,
choeur dansant). 3. İnsanda oynama, dans etme darne diş. Balık dilimi (Une darne de colin).
isteği uyandıran (Une musique dansante). darse, darce diş. İç liman,
danse diş. 1. Dans, oyun (Faire une danse. Pas de dartois er. Bir tür yufkah pasta,
danse, figure de danse. Musique de danse. Danse dartre diş. Birçok deri hastalıklarının ortak adı,
dartreux 362 de

tuzlubalgam. dateur). 2. er. (Saatlerde) Tarih belirten düzen,


dartreux, euse s. Tuzlubalgam türünden olan, deri datif,ve s. huk. 1. Aile meclisi kararıyla
hastalıkları içinde kalmış, tuzlubalgamlı görevlendirilmiş (Tuteur datif). 2. er. dilb.
(Affection dartreuse. Un enfant dartreux). Yönelme durumu,
darwinien, nes. Darvinciliğe değgin dation diş. huk. 1. Yargıç kararıyla görevlendirme,
darwinisme er. Darvincilik, atama (Dation de tuteur, de curateur). 2. Ödeme,
darwinistes. vead. Darvinci, Darvincilik yanlısı, °eda.
dasyure er. hayb. Okyanuslarda yaşayan tüylü datte diş. Hurma,
kuyruklu bir memeli, keseli sansar, dattier er. Hurma ağacı,
dasyuridés er. p. hayb. Keseli sansargiller, datura er. bitb. Tatula.
datable s. Belirli bir tarih konulabilen, daube diş. Bir tür et kızarması, kavurma (Servir une
tarihlendirilebilen (Document facilement daube).
datable). dauber gçl. 1. Birinin arkasından verip veriştirmek,
datage er. Tarih atma, tarih koyma (Datage d'un birini çekiştirmek (Il a commencé à dauber les
document). voisins). 2. gçl. Kavurma yapmak; -in
dataire er. Papalık evrak memuru, kavurmasını yapmak (Dauber une viande). 3. gsz.
datation diş. Tarih atma, tarih koyma (Datation et Douber sur qn: Birini çekiştirmek, arkasından,
signature d'un acte de vente). verip veriştirmek (Il daube sur tout le monde).
datcha diş. (Ruslarda) Kır evi; sanatçılar için daubeur, euse s. ve ad. 1. Çekiştirici, onun bunun
dinlenme ve çalışma evi, datça. aleyhinde konuşup duran (kimse). 2. Demirci
date diş. 1. Tarih, gün (Date de naissance. A quelle çırağı. 3. Alaycı,
date? La date de l'ouverture de la chasse est daubière diş. Kavurma tenceresi; kor kabı.
variable). 2. Tarihsel önemi olan büyük olay (La daumont (à la) bel. Dört at koşularak,
Révolution est une date capitale de l'histoire dauphin er. 1. Yunus balığı, yunus (Les dauphins
française). § De longue date, de vieille date: vivent en troupe). 2. (Eskiden Fransa krallığında)
Çoktan beri, uzun süreden beri (Une amitié de Kralın büyük oğlu, veliaht. 3. (Alaylı) 'Ardıl,
vieille date. Nous nous connaissons de longue önemli bir kişinin, kendisinden sonra işlerin
date). De fraîche date: Henüz yeni, pek kısa yönetimini eline bıraktığı kimse, "halef (Le
süreden beri (Une connaissance de fraîche date). directeur général, à l'approche de la retraite, avait
En date de, à la date de: -tarihinde. Etre le confié des responsabilités croissantes à son
premier, le dernier en date: Kıdem bakımından en dauphin).
önde, en sonda gelmek. Faire date: dauphine diş. (Eski Fransa Krallığında) Kralın
Unutulmayacak bir olay olmak, çağ açmak (Son büyük gelini, veliaht karısı,
film a fait date dans l'histoire du cinéma). Prendre dauphinelle diş. Düğünçiçeğigiller türünden bir süs
date: Bir görüşme yada bir işin yapılacağı tarihi çiçeği.
önceden saptamak; biriyle yapılacak görüşmenin daurade, dorade diş. Dülgerbalığı; Fransa
tarihini saptamak, kıyılarında halkın çeşitli balıklara verdiği ad.
dater gçl. 1. Tarih atmak, tarih koymak (Dater une davantage bel. Daha fazla, daha çok (Vous
lettre, un contrat, un testament). 2. Tarihini travaillez sans doute, mais je travaille davantage.
saptamak, belirtmek, bulmak (Dater un Je l'aime comme un frère, sinon davantage).
événement, une oeuvre). 3. gsz. Önemli bir tarih Davantage que: -den daha fazla (Ce paquet pèse
olarak kalmak, çok önemli olmak (Cet événement davantage que les autres). Davantage de qch:
date dans ma vie). 4. Modası geçmiş olmak Daha fazla...: (Je vois ces jours-ci davantage de
eskiden kalma olmak (Un costume qui date). S. voitures dans les rues).
Dater de: -den kalmak, -günlü olmak, -zamanına davier er. 1. Dişçi kerpeteni. 2. Kıskaç,
ait olmak (Cette maison date de mon grand-père; de ilg. 1. -den (Aller d'Ankara à Istanbul. Il vient de
sa voiture date de 1965). § A dater de: -den itibaren l'école). 2. (Özel adların başına geldiğinde,
(Adaterdecejour, les salaires seront relevés. Votre soyluluk bildiren) -gil, -oğlu, -°zade (De Gaulle,
traitement vous sera versé à dater d'aujourd'hui). Pierre de Ronsard, d'Aubigné). 3. -ile (Saluer de la
Daté,e de: -tarihli (J'ai reçu votre lettre datée du 15 main). 4. -leyin (Partir de nuit. Ne rien faire de la
avril). journée). S. -ce, tarafından (Il est aimé de sa
daterie diş. Papalık evrak müdürlüğü. femme, tu es connu de tous). 6. -den, yüzünden
dateur,euse s. 1. Önemli bir tarihi belirten (Timbre (Mourir de faim, crier de souffrance). 7. -den
dé 363 débarras

itibaren, -den başlayarak (Du 5 mars au 24 juin. Söylemek, dile getirmek (Déballer ses sentiments,
Du marin au soir). 8. -egöre (De l'avis de tous). 9. ses secrets; déballer la vérité).
-lik, kadar (Avancer de trois pas. Retarder de déballeur,euse ad. I. Denk açıcı <Les déballeurs ont
quarante minutes). 10. -den, arasında (Ilestdemes oublié de vider une des caisses). 2. er. İşportacı,
amis). 11. -üzerine, -e dair, -hakkında (De la gezgin satıcı,
mode, de l'inégalité). 12. -yerinde, yerine (Si déballonner (se) tkz. Balonu sönmek, pısmak.
j'étais de Paul, je n'agirais pas ainsi). 13. (Belirtili débandade diş. Bozgun, kaçışma, dağılma (La
ad takımlarında)-in (Le livre de Jean, la maisonde retraite devint une débandade. Ce fut une
Paul). 14. (Belirtisiz ad takımlarında belirtilenin débandade folle avec des cris et des rires). § A la
başına gelerek nitelik gösterir ) (Une chemise de débandade: Darmadağınık, karmakarışık bir
soie, une table de fer, laville de Paris). 15.De...en: biçimde (Tout va à la débandade).
-den-e (Debrancheenbranche, de place en place). débander gçl. 1. Sargısını çözmek, açmak
16. -li (Il est de Marseille. D'où êtes-vous?). (Débander une blessure, uneplaie. Onluidébande
dé er. 1. Yüksük. 2. Çok küçük içki kadehi, yüksük les yeux). 2. Gevşetmek (Débander un arc). 3.
kadarküçük kadeh (Heriki anlam içindéàcoudre Bozguna uğratmak, darmadağın etmek
da kullanılır). (Débander une armée). § Se débander: 1.
dé er. 1. Zar, oyun zarı (Agiter et jeter les dés. Le Gevşemek (Son arc s'est débandé). 2. Bozguna
trictrac se jouent avec les dés). 2. Küçük küp uğramak, dağılmak (L'armée se débanda devant
(Couper des carottes en dés). § Coup de dés: l'ennemi).
Tamamiyle raslantıya, şansa bırakılmış iş; şans, débaptiser gçl. Adını değiştirmek (Débaptiser une
rastlantı, "talih (Ila mis sa vie entière sur un coup rue, une école).
de dés). Les dés sont jetés: Zarlar atılmıştır artık, débarbouillage er. Elini yüzünü yıkama,
dönüş yok. débarbouiller gçl. -in elini yüzünü yıkamak
dead-heat [dE(e)dit] er. İng. Yarışı başabaş eşit (Débarbouiller un enfant). § Se débarbouiller: 1.
bitirme.§ Faire deat-heat:Yanşatları için) Yarışı Elini yüzünü yıkamak. 2. tkz. İşin içinden
başbaşa bitirmek, eşit gelmek, çıkmak, paçasını kurtarmak (Laisse-le se
déambulation diş. Dolaşma, gezinme, yürüme, débarbouiller tout seul).
déambulatoires. Gezintiyle ilgili, gezintiye değgin, débarcade diş. argo. Hapisten kaçma, firar,
déambuler gsz. Gezinmek, dolaşmak (Les touristes débarcadère er. 1. (Denizde, ırmakta) İskele. 2.
déambulent à travers la ville). (Demiryolunda) Rıhtım, peron,
débâcle diş. 1. Buzların çözülmesi (La débâcle débarder gçl. 1. Rıhtıma çıkartmak, boşaltmak. 2.
polaire donne naissance à de formidables Odunu ormandan, taşı ocaktan taşımak,
icebergs). 2. mec. Çözülme, çökme, yıkım, iflâs, débardeur er. İskele hamalı, yükçü.
bozgun (La retraite de Russie amena la débâcle du débarqué,e s. ve ad. Gemiden çıkmış yada taşıttan
premier Empire. La débâcle d'une entreprise, inmiş kimse. § Un nouveau débarqué: Memlekete
d'une fortune. La percée ennemie provoqua la yeni gelmiş acemi bir kimse,
débâcle de l'armée). débarquement er. 1. ask. Çıkarma, çıkma
débâcler gçl. 1. Açmak (Débâcler un port). 2. gsz. (Débarquement de Normandie; débarquement
Buzları çözülmek (La rivière débâcle). des troupes). 2. Boşaltma, indirme; boşalma,
débagouler gsz. 1. Kusmak. 2. gçl. mec. hlk. inme (Formalités de débarquement. On l'a arrêté à
Söylemek, savurmak (Débagouler les mêmes son débarquement). § Le débarquement des
inepties. Débagouler des injures). Anglais: argo. "İhtilâm, arabayı devirme,
débâillonner gçl. 1. (Birinin ağzındaki) Tıkacı débarquer gçl. 1. İndirmek, boşaltmak (Débarquer
çıkarmak. 2. mec. -e konuşma özgürlüğü vermek les passagers, les marchandises). 2. Çıkarmak,
(Quand vont-ils débâillonner le pays?). karaya çıkarmak (Débarquer un corps
déballage er. 1. (Denk yada sandık) Açma, expéditionnaire sur les côtes ennemies). 3. mec.
boşaltma (Déballage des verres). 2. İşporta malı. Atmak, uzaklaştırmak, başından savmak
3. İşportacı sergisi, işportacı tablası. 4. tkz. (Débarquer un ministre incapable, débarquer un
Açılma, içindekini boşaltma, baklayı ağzından collègue gênant). 4. gsz. Çıkmak, inmek, ayak
kaçırma. basmak (Débarquer à Istanbul. Débarquer chez
déballer gçl. 1. (Denk, sandık, bavul) Açmak, un ami). § Les Anglais ont débarqué: Şeytan
boşaltmak (Le camelot ouvrit sa valise et aldattı, ihtilâm olduk, arabayı devirdik,
commença à déballer sa marchandise). 2. tkz. débarras er. 1. Başından savma, kurtulma. 2.
débarrasser 364 débiter

Gereksiz eşyaların konduğu yer, sandık odası, débaucher gçl. 1. Sefahete sürüklemek. 2. Baştan
débarrasser gçl. 1. Karışıklıktan, dağınıklıktan çıkarmak, ayartmak (Débaucher les jeunes filles,
kurtarmak; derleyip toplamak, düzene koymak les jeunes gens). 3. İşini bıraktırmak. 4. İşinden
(Ona débarrassé le grenier pour y aménager une çıkarmak, atmak, yol vermek (Débaucher les
salle de jeu). 2. Débarrasser qn de qch: a) Birinin ouvriers).
-sini almak (Débarrasser un visiteur de son débecter, débéqueter gçl. hlk. İğrendirmek,
manteau). b(Alaylı)Birinin-siniçalmak,aşırmak tiksindirmek (Ton comportement nous débecte).
(Les voleurs l'ont débarassé de son argent). 3. débet er. 1. Borç kalıntısı. 2. (Kamu
Birini -den kurtarmak (Débarrasser quelqu'un muhasebesinde) Açık, zimmet (Arrêt de débet.
d'une corvée, d'une mauvaise habitude). § Se Mise en débet d'un comptable).
débarrasser de: -den kurtulmak, yakasını débile s. 1. Güçsüz, dermansız, takatsiz (Un
sıyırmak (Se débarrasser d'une affaire ennuyeuse, vieillard débile). 2. Cılız, zayıf (Un enfant débile,
de l'ennemi). une intelligence débile). 3. ad. Geri zekâlı (C'est
débarrer gçl. Açmak, sürgüsünü yada kol demirini un débile; un débile mental).
kaldırmak (Débarrer une porte). débilement bel. Güçsüz güçsüz,
débat er. 1. Tartışma, "münakaşa (Débat vif, débat débilitant,e s. Güçsüzleştiren, zayıflatan, güçten
orageux. Conférence suivie d'un débat). 2. takattan düşüren; moral bozucu (Oisiveté
Görüşme, müzakere (Débatsparlementaires). 3. débilitante, le climat tropical est débilitant).
huk. ç. Duruşma. § Entrer en débat sur qch: débilitation diş. Güçten düşürme, güçsüzleştirme,
-üzerinde tartışmaya girişmek. Entrer dans le vif zayıflatma.
du débat, dans le cœur du débat: Tartışmanın en débilité diş. Güçsüzlük, zayıflık, cılızlık, güçten
önemli, en can alıcı noktasına girmek, düşme, zekâ geriliği,
debater [de(i)batœR] er. İng. Usta tartışmacı, iyi débiliter gçl. 1. Güçsüzleştirmek, güçsüz
müzakereci (Bunun yerine fransızca karşılığı olan düşürmek, zayıflatmak, cılızlaştırmak. 2. mec.
"débatteur" yeğlenir). Moral bozmak. § Se débiliter: Güçsüz düşmek,
débâter gçl. (Hayvanın) Semerini çıkarmak cılızlaşmak; morali bozulmak,
(Débâter un âne). débine diş. hlk. Sefalet, yoksulluk (Etre, tomber
débâtir gçl. 1. Yıkmak. 2. Sökmek (Débâtir une dans la débine).
jupe). débiner gçl. tkz. Çekiştirmek, aleyhinde
débatteur er. Usta tartışmacı, iyi müzakereci, konuşmak. § Débiner le truc: argo. Bir gizi
débattre gçl. Tartışmak, görüşmek, "müzakere açıklamak. § Se débiner: tkz. Tüymek, kaçmak,
etmek (Débattre un prix, une question). § Se kirişi kırmak (Il s'est débiné avant l'arrivée de la
débattre: 1. Çırpınmak (Le pêcheur, tombé dans police).
la rivière, se débattait parmi les herbes). 2. Se débit er. 1. Satış, sürüm (Cette boutique a beaucoup
débattre avec: -ile uğraşmak (Se débattre avec ses de débit). 2. Satış yeri (Débit de tabac, débit de
soucis quotidiens). Se débattre contre: -e karşı boissons). 3. Tomruklan gereğince biçip kereste
savaşmak, mücadeleetmek (Se débattre contre les yapma (Débit d'un chêne en planches). 4. Su, gaz,
difficultés : de la vie. On se débat en vain contre les elektrik gibi şeylerin belli bir zamandaki
bassesses et les trahisons). miktan, verdi, "debi (Le débit d'un fleuve
débauchage er. İşten çıkarma, yol verme (Les s'exprime en mètres cubes à la seconde). 5.
difficultés financières et la mévente ont entraîné le Konuşma tarzı, konuşma (Un conférencier qui a
débauchage d'une centaine d'ouvriers). un débit rapide, lent, monotone). 6. (Hesap
débauche diş. 1. Sefihlik, sefahet (Vivre dans la defterinde) Borç sayfası, borç. § Mettre qch au
débauche. Mener une vie de débauche). 2. débit de qn: Bir şeyi birinin borcuna yazmak,
Ahlâksızlık, fuhuş (Excitation des mineurs à la ceremesini ona çektirmek (Je vais mettre tous ces
débauche. Entraîner une femme à la débauche). 3. frais à son débit).
Aşırılık, abartma (L'auteur se livre à des débitable s. Kereste haline getirilebilir, parçalara
débauches d'imagination. Une débauche de aynlabilir.
couleur, de poésie). 4. Une débauche de: Bir débitage er. Kereste haline getirme,
sürü... (Un catalogue qui présente une débauche débitant,e ad. Satıcı, "bayi (Débitant de tabac, de
de modèles). boissons).
débauché,e s. vead. Sefih (Une femme débauchée. débiter gçl. 1. Satmak, sürmek (Débiter des
Un débauché). marchandises. Un buffet de gare qui débite des
débiteur 365 déborder

rafraîchissements). 2. (Tomrukları) Kereste kırıklığı, acı, sıkıntı (Eprouver des déboires. Il a


yapmak. 3. Parçalamak, kesip bölmek (Débiter connu bien des déboires dans sa carrière
un boeuf, un mouton). 4. Üretmek, pivasaya politique).
çıkarmak (Cette usine débite deux cents voitures déboisement er. Orman kırımı; ormansızlaştırma,
par jour). 5. (Belli bir süre içinde şu kadar su, gaz, ormansızlaşma (Lutter contre le déboisement).
elektrik gibi şeyler) Vermek ( Cette fontaine débite déboiser gçl. Ormansızlaştırmak, ağaçlarını kesip
mille litres à l'heure). 6. mec. Söylemek, anlatmak yok etmek (Déboiser une colline).
(Débiter des bêtises, des fadaises, des mensonges). déboîtement er. Kemiğin yerinden oynaması, çıkı k.
7. Débiter qn de qch:Birini -kadar borçlıkılmak, déboîter gçl. 1. (Bir şeyi) Yuvasından çıkarmak
borçlandırmak ( Débiter un client de mille francs). (Déboîter une porte, des tuyaux). 2. Eklem
débiteur,euse ad. 1. Söyleyen, anlatan, nakleden yerinden çıkarmak (Déboîter un os; chute qui
(Débiteur des sottises). 2. Perakendeci. 3. déboîte l'épaule). § Se déboîter qch: -si çıkmak (Il
Doğrama işçisi, doğramacı, s'est déboîté le coude, l'épaule).
débiteur, trice ad. I. Borçlu, verecekli (Débiteur débonder gçl. 1. Tıkacını çıkarmak (Débonder une
d'une somme avancée). 2. mec. Minnettar, borçlu barrique, un réservoir). 2. gsz. Taşmak,
(Je serai toujours votre débiteur pour le service patlamak, fışkırmak, içindekileri ortaya dökmek.
que vous m'avez rendu). § Se débonder: İçini boşaltmak, içindekileri
déblai er. 1. Toprak kazma, toprak kaldırma söyleyip rahatlamak,
(Travaux: de déblai). 2. ç. Kazılan toprak débonnaires. 1. Çok iyi yürekli, kalender, babacan
(Enlever les déblais). (Un homme débonnaire). 2. Yumuşak huylu (Un
déblaiement er. Toprağını kazıp kaldırma, açma. mari débonnaire).
déblatérer gçl. 1. Dırlanıp durmak, söyleyip débonnairement bel. Kalenderce, babacanca,
durmak (Déblatérer des sottises). 2. gsz. débonnaireté diş. Kalenderlik, babacanlık,
Déblatérer contre: -e karşı olmadık sözler yumuşakbaşlıhk.
söylemek, -i çekiştirip durmak (Déblatérer contre débord er. 1. Taşma, su düzeyinin aşın yükselmesi;
un voisin, contre un mauvais café). t aşkın, su basması. 2. Zıh biçiminde astar taşması.
déblayage er. Fazla şeyleri kaldırma, temizleme, débordant,ei. Taşan, taşkın, bol, aşırı (Uneactivité
"tasfiye etme (Déblayage d'une affaire, d'un débordante). § Etre débordand de qch:-taşmak,
terrain). -saçmak (Il est débordant de santé, de joie).
déblayer gçl. Açmak, düzeltmek, hale yola koymak débordé,e s. 1. Taşmış, suları kabarmış (Un fleuve
(Déblayer une route, une entrée. On va déblayer débordé). 2. Geride kalmış, aşılmış (Etre débordé
le grenier pour y aménager une pièce). § Déblayer par les événements. Ligne débordée par
le terrain: mec. Güçlükleri, engelleri ortadan l'ennemi). 3. Débordé de: -başından aşkın
kaldırmak, zemini hazırlamak, olmak, -den bunalmak (Etre débordé de travail; il
déblocage er. 1. Serbest bırakma (Le déblocage des est débordé de visiteurs). 4. Sefih. 5. Açılmış; üstü
crédits, des salaires). 2. hlk. Saçmalama, açılmış (Lit débordé; un malade débordé).
zırvalama. 3. mec. Çözümleme, engelleri débordement er. 1. Taşma (Débordement d'un
kaldırma, düzeltme (Déblocage d'une situation torrent, d'un fleuve). 2. Bolluk, tümen tümen
politique). (Débordement d'injures, de paroles). 3.
débloquer gçl. 1. Ablukadan kurtarmak Taşkınlık, fazlalık (Débordement de joie,
(Débloquer une ville, un port). 2. (Basımcılıkta) d'enthousiasme). 4. Sefihlik. 5. Salgın, akın.
Geçici olarak tepesi aşağı konulmuş harflerin déborder gsz. I. Taşmak (La rivière déborde à
yerine gerekenleri koymak. 3. Kullanma yada l'époque des crues). 2. Kabarmak, dolup dolup
harcama yasağını kaldırmak (Débloquer un açılmak istemek (Le silence est pénible lorsque le
compte en banque). 4. Yeniden piyasaya sürmek, coeur déborde). 3. Déborder de qch: -taşmak
satışa çıkarmak (Débloquer des marchandises, (Déborder de vie, de tendresse, d'amour). 4. gçl.
des denrées). 5. mec. Çözümlemek, önündeki Dışına çıkmak (Déborder le cadre de la question).
engelleri kaldırmak (Débloquer les problèmes 5. Aşmak( Déborder le front ennemi, l'aile droite).
agricoles). 6. gsz. hlk. Saçmalamak, zırvalamak, 6. Avara etmek, kıyıdan uzaklaştırmak
saçma sapan şeyler söylemek, (Déborder une embarcation). 7. Kenarını
déboire er. 1. (İçkiden sonra) Ağızda kalan kötü tat ; kesmek, pervazını kaldırmak. § Faire déborder
ağızdaki yapış yapışlık, ağzı çiriş gibi olma (II en qn: Birini zıvanadan çıkarmak, sabrını taşırmak.
avait encore le déboire à la bouche). 2. ç. D ü ş C'est la goutte d'eau qui fait déborder le vase:
débosseler 366 debout

Bardağı taşıran son damla, directeur général).


débosseler gçl. Kabartılarını gidermek (Débosseler débouqementer. den. 1. Bir kanaldan, bir boğazdan
une pièce d'argenterie). çıkma. 2. Kanalın, çıkış yeri, bir boğazın çıkış
débotté, débotter er. Çizmelerin çıkarılma anı, bir yeri.
yere varma anı. § Au débotté: Ayağının tozuyla; débouquer gsz. den. Bir kanaldan, bir boğazdan
varır varmaz, henüz gelmişken, geçmek; bir kanalın ağzından çıkmak,
débotter gçl. (Birinin) Çizmelerini çıkarmak (Le débourbage er. Taşını, toprağını, çamurunu
nain le débotte). § Se débotter: Çizmelerini temizleme (Débourbage d'un minerai).
çıkarmak, débourber gçl. 1. Çamurunu temizlemek
débouchage er. Tıpasını çıkarma, (Débourber un étang, un canal). 2. Çamurdan
débouché: er. 1. Yol sonu, bitim noktası, 'çıkak, çıkarmak (Débourber un tombereau). 3. mec.
başka bir yere açılma noktası (Débouché d'une (Eski) Sıkıntıdan, çok kötü bir durumdan
vallée, d'une rue). 2. Tecim mallarının sürüldüğü kurtarmak. 4. Çamursu tadını, çamursu
yer, "mahreç, "çıkak, pazar (Sa production ne kokusunu gidermek (Débourber un poisson).
trouvepas de débouchés). 3. İş alanı ( Cette carrière débourbeur er. Madenlerin taşını toprağım
offre beaucoup de débouchés). ayıklayan makine.
débouchement er. Açma, tıkanıklığını giderme débourgeoisé,e s. Burjuva alışkanlıklarını yitirmiş,
(Débouchement d'un passage, d'un conduit). burjuvalıktan çıkmış,
déboucher gçl. 1. Tıpasını çıkarmak (Déboucher débourgeoiser gçl. -i Burjuvalıktan çıkarmak, -e
une bouteille). 2. Açmak, tıkanıklığını gidermek burjuva alışkanlıklarını yitirtmek,
(Déboucher un tuyau, un lavabo, une pipe). 3. débourrage er. 1. Kıllarını alma, tüylerini çıkarma
gsz. Déboucher de qch dans qch: -den -e açılmak (Débourrage des peaux). 2. (Tarağın) Dişlerini
(Déboucher d'une vallée étroite dans la plaine; temizleme (Débourrage d'une carde). 3. Yün
déboucher d'une petite rue dans une artère). 4. döküntüsü, yün kıtığı. 4. (Hayvanı) Terbiye
Déboucher sur, dans: -e dökülmek, açılmak (Les etme, eğitme (Débourrage d'un poulain).
égouts débouchent dans le collecteur. Une rue qui débourrer gçl. 1. Tüylerini temizleyip çıkarmak
débouche sur la place). S. Déboucher sur qch: (Débourrer le cuir). 2. (Bir şeyin) Kıtığını,
Sonu -e varmak (Une philosophie qui débouche (silâhın) sıkısını çıkarmak. 3. (Taraklı aletlerin)
sur une résignation stoïque). Dişlerini temizlemek. 4. İçindeki tütünü
débouchoir er. Tıpa açacak, tıpa burgusu; boru boşaltmak (Débourrer une pipe). S. (Binicilikte
açacak. § Débouchoir à ventouse: Lavabo bir hayvanı) Terbiye etmek, eğitmek (Débourrer
pompası, tuvalet pompası, un cheval). S. gsz. (Ağaçlar) Tomurcukları
déboucler gçl. 1. (Bir şeyin) Tokasını, kopçasını patlamak (La vigne débourre).
açmak. 2. Kıvrımlarını bozmak (Déboucler les débours er. 1. Öndelik, avans (İla couvert une partie
cheveux). de ses débours). 2. Masraf, ufak tefek harcamalar
déboulé er. 1. (Dansta) Parmak uçları üzerinde (J'ai tenu un compte de mes frais de
dönme. 2. (Sporda) Bütün hızıyla koşma. § Au correspondance pour rentrer dans mes débours).
déboulé: Tam ininden dışarı çıkarken; fırlayıp déboursement er. Ödeme, ödenme (Le
geçerken (Tirer un lapin au déboulé). déboursement d'une somme).
débouler gsz. 1. (Tavşan için) Avcının önünden débourser gçl. Kesesinden para çıkarıp vermek,
ansızın geçivermek, kalkmak. 2. Yuvarlanmak, ödemek (Il a obtenu tout ça sans rien débourser,
tekerlenmek. 3. gçl. Paldır küldür inmek, sans débourser un sou).
yuvarlanırcasına inmek (Débouler l'escalier). déboussoler gçl. tkz. Şaşırtmak, afallatmak,
déboulonnage, déboulonnement er. 1. Devrilme, feleğini şaşırtmak (Son échec l'a déboussolé).
tepe taklak gitme (Le déboulonnement d'un debout bel. 1. Dik, dikine (Mettre un meuble
ministre, d'un régime). 2. Devirme, al aşağı etme, debout, mettre du bois debout). 2. Ayaküstü,
tepe taklak götürme. 3. Sökme; cıvatalarını ayağa, ayakta (Se tenir, rester debout. Se mettre
sökme, cıvataları sökülme (Déboulonnage d'un debout). 3. Ayağa kalkmış, uyanmış, yataktan
appareil). çıkmış (Je suis debout à six heures du matin). 4.
déboulonner gçl. 1. Cıvatalarını sökmek, yerinden Ayağa kalkmış, iyileşmiş (Il est déjà debout). S.
sökmek, oynatmak (Déboulonner une pièce Uni. Ayağa kalk! Kalk! § Vent debout den. Ters
mécanique). 2. Devirmek, al aşağı etmek, tepe rüzgâr, baştan esen rüzgâr. Etre encore, toujours
taklak götürmek (Déboulonner un cabinet, un debout: Hâlâ sağlam durmak (Cette muraille est
débouté 367 débucher

toujours debout. Le pont construit par les Romains débridée).


est encore debout). Mettre qch debout: -i derleyip débridement er. I. Açma, yarma (Débridement
toparlamak, gerçekleştirmek (Mettre une affaire d'une plaie). 2. Boşanma, ortaya dökülme (Le
debout). Ne pas tenir debout: Usa yatkın débridement des intincts de violence). 3. Serbest
olmamak, mantığa uymamak (Cet argument ne bırakma, baskı altına almama (Le débridement
tient pas debout. Sa théorie ne tient pas debout). des instincts).
Rester debout: Ayakta kalmak, sağlam kalmak débrider gçl. I. (Hayvanın) Yularını çıkarmak
(Après le bombardement, il ne restait que quelques (Débrider un cheval). 2. Açmak, yarmak
maisons debout). Tenir debout: Tutarlı olmak, (Débrider une plaie, un abcès). 3. Serbest
gerçeğe yakın olmak, usa yatkın olmak (Une bırakmak, frenlememek (Débriderses instincts).
intrigue qui tient debout). § Sans débrider: Ara vermeden ; kesintisiz,
débouté, déboutement er. Dâvanın reddi, aralıksız (Il a dormi dix heures sans débrider).
déboutergç/. huk. 1. Reddetmek. 2. Débouter qn de débris er. I. Kırıntı, döküntü (Les débris d'un vase
qch: Birinin -sini reddetmek (Débouter un brisé, d'un vaisseau submergé). 2. Artık (Les
plaideur de son appel. Le tribunal l'a débouté de sa débrisd 'unplat, d'unmets). 3. Kalıntı (Lesdébris
demande). d'un empire, d'une armée). § Un vieux débris:
déboutonner gçl. (Bir şeyin) Düğmelerini açmak, Yaşlı, moruk,
düğmelerini çözmek ( Déboutonner un pardessus, débrochage er. (Bir kitabın) Cildini sökme,
sa veste, son pantalon). § Se déboutonner: 1. débrocher gçl. I. Şişten çekmek, şişten çıkarmak
Giysilerinin düğmelerini çözmek. 2. Düğmeleri (Débrocher une volaille, une viande). 2. Cildini
açılmak. 3. mec. tkz. Düşündüklerini sökmek (Débrocher un livre).
çekinmeden rahat rahat söylemek; saf saf débrouillage er. I. Açıkgözlük, işini bilirlik,
konuşmak, itiraf etmek. Rire à ventre beceriklilik. 2. Çözme, açma.
déboutonné: Kah kah gülmek, göbeğini hoplata débrouillard, e s. ve ad. tkz. Açıkgöz, işini bilir,
hoplata gülmek, becerikli (Un homme débrouillard, c'est un
débraillé,e s. X. Hırpani, çapaçul (Une tenue débrouillard).
débraillée). 2. Dikkatsiz, serbest, açık saçık (Des débrouillardise diş. Açıkgözlük, işini bilirlik,
manières débraillées, une conversation beceriklilik.
débraillée). 3. er. Hırpanilik, çapaçulluk (Le débrouillement er. Çözme, açma (Débrouillement
débraillé de sa tenue me dégoûtait). des fils d'un écheveau).
débrailler (se) gsz. X. Göğsünü bağrını açmak. 2. débrouiller gçl. 1. Çözmek, açmak (Débrouiller les
Açık saçıklaşmak (La conversation se débraille). fils d'un écheveau). 2. Açıklamak, aydınlığa
débranchement er. 1. (Vagonları) Katardan kavuşturmak (Débrouiller les événements
ayırma. 2. (Elektrikli araçları) Prizden çıkarma, compliqués). 3. Débrouiller qn: -in gözünü
devreden çıkarma (Débranchement d'une açmak; -i dümen çevirmeye alıştırmak. § Se
machine à laver). débrouiller: İşin içinden çıkmak, çulunu sudan
débrancher gçl. I. Katardan ayırmak, kesip kurtarmak, paçasını kurtarmak (Il sait se
ayırmak (Débrancher un wagon). 2. Prizden débrouiller).
çıkarmak, akımdan ayırmak, "cereyandan débroussaillement er. (Bir yerin) Çalı çırpısını
çıkarmak (Débrancher un fer à repasser). ayıklama; çitten ağaçtan arındırma, açma
débrayage er. I. Debriyaj; kavrama (Dans une (Débroussaillement d'un terrain).
automobile le débrayage se fait au moyen d'une débroussailler gçl. 1. (Bir yerin) Çalı çırpısını
pédale). 2. İşbırakımı, işi bırakma, grev ayıklamak (Débroussailler un ehemin de fer). 2.
(Plusieurs débrayages avaient eu lieu récemment mec. Çözmek, aydınlığa kavuşturmak
dans les entreprises nationalisées). (Débroussailler une question difficile).
débrayer gçl. 1. (Makineyi, motoru) Avaraya débucher gsz. 1. (Av hayvanı) Ormandan çıkmak
almak, kavramak, debriyaj yapmak. 2. tkz. gsz. (Le cerf a débuché). 2. gçl. (Av hayvanım)
İşi paydos etmek; işbırakımına, greve gitmek (Le Ormandan dışarı uğratmak (Pour débucher les
personnel avait décidé de débrayer pendant une lièvres, on battait du tambour). 3. Débucher qn:
demi-journée pour protester contre le licenciement Birini yerinden etmek, atmak,
de deux ouvriers). débucher, débuché er. 1. (Av hayvanının)
débridé,e s. mec. Dizginsiz, sınırsız, alabildiğine Ormandan çıkış ânı. 2. Bu çıkışı haber veren boru
serbest (Imagination débridée, sensualité sesi (Sonner le débuché).
débudgétisation 368 décamètre

débudgétisation diş. Bütçeden çıkarma, bütçe dışı peuple décadent, un art décadent. Une civilisation
bırakma (Débudgétisation de certains décadente). 2. (Yazında) Simgecilik akımının
in vestissements). öncüsü, karamsar (Poètes décadents, l'école
débudgétiser gçl. Bütçeden çıkarmak, bütçe dışı décadente). 3. er. ç. Simgecilik okulunu
bırakmak (Débudgétiser un investissement). hazırlayan karamsar yazar ve sanatçılar,
débusquer gçl. 1. (Av hayvanı) Ormandan dışarı décadi er. Fransız devrim takviminde on günlük
uğratmak (Débusquer un lièvre). 2. gsz. haftanın son günü.
Ormandan dışan çıkmak (Le sanglier a décaèdre 1. er. On yüzeyli cisim. 2. s. On yüzeyli,on
débusqué). 3. gçl. mec. Bir yerden atmak, yüzlü.
sığındığı yerden çıkarmak, kovmak, décaféinergçl. Kafeinini almak, kafeinsizleştirmek
débuter 1. Başlangıç (Ilestalité depuis le début desa (Décaféiner le café).
maladie. Le début d'un discours, d'un entretien, décagonal, e s. Ongen biçiminde (Un prisme
d'un livre, d'un événement). 2. Başlama, ilk décagonal).
adımları atma, başlangıç dönemi (Le début d'une décagone er. Ongen,
carrière. Il a fait ses débuts au Théâtre National). 3. décagramme er. Dekagram, on gram.
(Kimi oyunlarda) İlk el. § Au début: Başlangıçta, décaissement er. Sandıktan yada kasadan çıkarma,
ilkin (Il s'est mis à sourire, au début, je n'ai pas décaisser gçl. 1. Sandıktan yada kasadan çıkarmak
compris pourquoi). Au début de: -in (Décaisser des marchandises). 2. Kasadan
başlangıcında (Il sera ici au début du mois çekmek (Décaisser une somme d'argent).
prochain). Du début à la fin: Baştan sona. décalage er. 1. Dengeleme, dengeye getirme
débutant, e s. ve ad. 1. (Bir işe, bir mesleğe) Yeni (Décalage d'un meuble, d'une horloge). 2. Zaman
başlayan, yeni giren, "müptedi. 2. diş. Yüksek yada mesafe bakımından fark (Un décalage de dix
sosyeteye ilk kez giren genç kız (Bal des minutes, un décalage de cent mètres). 3. Uymama,
débutantes). tutmama, fark (Un décalage entre le motet le sens,
débuter gsz. 1. (Kimi oyunlarda) İlk oynamak, ilk entre le signe et l'idée).
oynayan kendisi olmak. 2. Débuter par: -ile décalcifiant, e s. Kireç azaltıcı, kireç miktarını
başlamak (Son discours débute par une citation). düşürücü (Régime décalcifiant).
3. Débuter dans: -e yeni girmiş olmak, yeni décalcification diş. Kireçsizlendirme, kireç
başlamak (Débuter dans la vie. Débuter dans la miktarını düşürme,
haute société). 4. Bir mesleğe ilk başlamak (Cet décalcifier gçl. Kirecini azaltmak, kireç miktarını
acteur a débuté dans un film policier). 5. gçl. düşürmek (Le citron décalcifie l'organisme).
Débuter qch par: Bir şeyi -ile başlatmak, açmak décalcomanie diş. 1. Cam yada porselen üzerine
(Débuter la séance par un discours). çıkartma ile resim geçirme. 2. Çıkartma resim,
deçà ilg. Deçà et delà: Oraya buraya; şurda burda décaler gçl. 1. İleri yada geri almak (Décaler une
(Aller, courir deçà et delà, deçadelà). En deçà de: maison, un meuble). 2. Dengelemek, denge
-in berisinde (En deçà de la rivière). En deçà, par durumuna getirmek (Décaler une horloge). 3.
deçà: Beride, Décaler de: -kadar ileri yada geri almak (Décaler
décacheter gçl. X. Mühürünü sökmek, mühürünü un repas d'une demi-heure). 4. Payandalarını
bozmak. 2. Açmak (Décacheter une lettre). almak.
décadaire s. On günde bir olan. décalitre er. Dekalitre, on litre,
décade diş. 1. Onluk. 2. (Fransız Devrimi décaiogue er. On Emir, "Evamir-i aşere; Sina
takviminde hafta yerine kabul edilen) On günlük dağında Tanrı'nın Musa peygambere verdiği
zaman. 3. On bölümlük bir yapıtın her bir bölümü söylenilen on kutsal buyruk,
(Les décades de Tite-Live). 4. On yıllık zaman (Je décalotter gçl. (Bir şeyin) Üstünü açmak, tepeliğini
parle de la dernière décade du XVIII. siècle). kaldırmak.
décadence diş. 1. Çökme, çöküş (Les raisons décalquage er. (Bir şeklin) Kopyasını çıkarıp başka
économiques de la décadence d'un empire). 2. bir yere geçirme, çıkartma yapma,
Gerileme, düşkünleşme başlangıcı. 3. Roma décalque er. Taklit, kopya.
İmparatorluğunun son dönemi, çökme yılları décalquer gçl. Kopyasını çıkarıp başka bir yere
(Les poètes de la décadence). § Etre, tomber en geçirmek, çıkartma yapmak (Décalquer un
décadence: Gerilemek, çökmekte olmak, dessin, un tableau).
décadent, e s. 1. Gerilemekte, çökmekte olan, décalvant, e .v. Kelleştirici.
gerileyici (Période décadente d'un pays. Un décamètre er. Onmetre, "dekametre.
décamper 369 décemment

décamper gsz. 1. Ordugâh kaldırmak (L'armée çıkarmak (Décapsuler une bouteille). 2.


décampa pendant la nuit). 2. mec. hlk. Pabuçsuz Kapsülünü almak (Décapsuler un rein).
kaçmak, çabucak kaçıp gitmek, tüymek (Quand décapuchonner gçl. Başlığını çıkarmak
les policiers sont venus, le voleur avait déjà (Décapuchonner un stylo).
décampé). 3. Décamper de: -den defolmak, décarburant, e s. Kömürsüzleştirici, kömürünü
savuşmak (Décampez d'ici!). azaltıcı.
décanal, es. Dekanlığa değgin (Arrêtédécanal). décarburation diş. Kömürsüzleştirme, kömürünü
décanat er. 1. Dekanlık. 2. Başrahiplik. 3. azaltma.
Başrahiplik süresi, décarburer gçl. Kömürünü almak,
décaniller gsz. tkz. Kaçmak, firar etmek, tüymek, kömürsüzleştirmek, kömür oranını düşürmek
décantage, er. décantation diş. 1. Süzme. 2. (Décarburer la fonte).
Anlaştırma, durulaştırma. décarcasser (se) gsz. tkz. Çok çabalamak,
décanter gçl. 1. Süzmek, içindeki çökelti didinmek, kıçını yırtmak,
maddelerinden arıtmak (Décanter un liquide). 2. décarreler gçl. Döşemelerini, döşeme taşlarını
mec. Durulaştırmak, iyice aydınlığa sökmek (Décarreler une cour, une salle).
kavuşturmak, oturtmak (Décanter ses idées). §Se décartellisation diş. Kartelleri kaldırma (Politique
décanter: Durulaşmak, iyice belirmek, oturmak de décartellisation).
(Peu à peu ses réflexions se décantaient). décasyllabe, décasyllabique s. 1. On hcccli (Vers
décanteur er. décanteuse diş. Sıvıian süzüp arıtma décasyllabe). 2. er.On heceli dize (Poème écrit en
makinesi (Décanteur industriel. Déshydrater des décasyllabes).
boues à l'aide de décanteuses). décathlon er. Dekatlon, on aşamalı yarış,
décapage, décapement er. Kirini pasını temizleme, décati, e s. Çökmüş, yaşlanmış, tazelik ve
décapant er. Antıcı, temizleyici; kir pas temizleyici güzelliğini yitirmiş,
madde. décatir gçl. Parlaklığını gidermek (Décatir une
décaper gçl. 1. Kirini pasını temizlemek (Décaper étoffe). § Se décatir: Yaşlanmak çökmek, güzellik
des parquets sales). 2. Pasını, almak, parlatmak ve tazeliğini yitirmek,
(Décaper du cuivre). 3. Décaper qch de: Bir şeyi décatissage er. (Bir kumaşın) Parlaklığını giderme,
-den kurtarmak, arıtmak (Décaperlalittératurede decauville er. Dar hatlı demiryolu, dekovil,
ses rouilles, de ses croûtes). 4. gsz. (Gemi) Bir décavé, e s. ve ad. 1. Kumarda yutulmuş (Un joueur
burunu aşıp engine açılmak, burunu dönmek, décavé, un décavé). 2. mec. Mahvolmuş (Il est
décapeur er. Maden arıtma işçisi, complètement décavé).
décapitaliser gçl. Başkentlikten çıkarmak décaver gçl. (Kumarda karşısındakinin) Bütün
(Décapitaliser une ville). paralarını kazanmak, yutmak (Décaver son
décapitaliser gçl. Yatırılan sermayenin tümünü adversaire en deux coups). § Se décaver:
yada bir bölümünü geri çekmek (Décapitaliser Yutulmak, bütün parasını kumarda yitirmek;
une entreprise). meteliksiz kalmak,
décapitation diş. Boynunu vurma, kellesini uçurma décédé, e s. ve ad. Ölmüş, ölen; vefat etmiş
(Il a été condamné à la décapitation). °müteveffa.
décapiter gçl. 1. Boynunu vurmak, kellesini décéder gsz. Ölmek, "vefat etmek (Il est décédé
uçurmak. 2. Üst dallarını kırmak, koparmak (La depuis vingt ans).
tempête a décapité plusieurs arbres). 3. décelables. Ortaya çıkarılabilir,
Önderlerini, elebaşlarım yakalamak, ortadan décèlement er. Ortaya çıkarma, meydana koyma,
kaldırmak (Décapiter un complot, un parti, une déceler gçl. 1. Ortaya çıkarmak, meydana koymak
bande). (Déceler un secret, une intrigue). 2. Göstermek,
décapodes er. ç. hayb. Onayaklılar. -in belirtisi olmak (Cette végétation décèle la
décapotable s. Üstü açılabilir (Voiture présence de carbonate de chaux dans le sol).
décapotable). décélération diş. Yavaşlatma, hızını kesme, hızını
décapoter gçl. Kaportasını açmak (Décapoter sa azaltma.
voiture). décembre er. Aralık ayı, Aralık (Je partirai en
décapsulage er. Tıpasını çıkarma (Décapsulage décembre).
d'une bouteille). décemment bel. 1. Kibarca, edeplice (Se tenir, agir,
décapsulation diş. hek. Kapsülünü aima, s'exprimer décemment). 2. Doğrusu, hakçası
décapsuler gçl. 1. Açmak; tıpasını, kapsülünü (Décemment, il ne pouvait pas refuser cette offre).
décemvir 370 déchargeoir

3. Doğru dürüst, yolunca yordamınca (Etre vêtu cause de décès). Acte de décès: Ölüm kâğıdı, ölüm
décemment, réciter décemment un poème). ilmühaberi.
décemvir er. (Eski Roma'da) Onlar Meclisi üyesi, décevant, es. 1. Düş kırıklığına uğratıcı, düş kırıcı
décemviral, e s. Onlar Meclisine değgin, (Un voyage décevant, un résultat décevant). 2.
décemvirat er. (Eski Roma'da) Onlar Meclisi, Aldatıcı, yanıltıcı (Une apparence décevante).
décence^. 1. Utanma duygusu, *edep,°haya (Elle décevoir gçl. 1. Sarsmak, bozmak (Il a déçu mes
parle de tout, sans jamais blesser la décence). 2. espérances, ma confiance). 2. Düş kırıklığına
İncelik, kibarlık (Vous pourriez avoir la décence uğratmak (Tu m'as déçu).
de vous taire après ce que vous avez fait). 3. Yol déchaîné,e s. 1. Kudurgan, çok şiddetli, zincirden
yöntem, yol yordam (Etre vêtu avec décence). boşanmış gibi (Les vents déchaînés, les flots
décennal, es. 1. On yıl süren, on yıllık (Un plan déchaînés). 2. Çok kızmış, kudurmuş (Cet enfant
décennal). 2. On yılda bir olan, on yıldalık (Prix est déchaîné). f
décennal). déchaînement er. 1. Boşaltma, sel gibi ortalığı
décennie diş. On yıllık süre, on yıl. kaplama (La guerre provoque des déchaînements
décent, e s. 1. Yoluna yordamına uygun, yol de haine). 2. Kudurganlık, zincirden boşanma (Le
yönteme uygun, yolunca, yollu yöntemli (Une déchaînement des flots, des vents). 3. Büyük öfke,
tenue décente). 2. Doğru dürüst (Elle joue du kızgınlık, kudurup köpürme,
piano d'une manière décente). 3. Kibar, nazik, déchaîner gçl. 1. Zincirden boşandırmak, serbest
ince (Une société décente). 4. Uygun, "münasip bırakmak, alabildiğine ortaya salmak (Déchaîner
On cherche à tenir l'examen à un niveau décent. Il les tempêtes, les passions, la colère). 2. mec.
serait plus décent de ne rien répondre). Kışkırtmak, uyandırmak, alevlendirmek
décentralisateur, trice s. ve ad. Yerinde yönetici, (Déchaîner la haine. Déchaîner l'opinion
•yadözekçi "ademi merkeziyetçi (Politique publique contre quelqu'un). § Se déchaîner: 1.
décentralisatrice. Les décentralisateurs). Zincirden boşanmak, şiddetle başlamak (La
décentralisation diş. Yerinden yönetme, "ademi tempête s'est déchaînée). 2. Kızıp köpürmek (Il
merkeziyetçilik, *yadözekçilik (Décentralisation s'est déchaîné contre les politiciens).
politique, administrative). déchanter gsz. tkz. Alt perdeden almak, aşağıdan
décentraliser gçl. Yetkisini genişletmek, daha almak, yelkenleri suya indirmek (Ils commencent
özerk kılmak, *yadözekleştirmek. à déchanter).
décentrement er. fiz. (Merceklerde) "Merkez déchaperonner gçl. (Avcı kuşların) Başlığını
kayması, "merkezini kaydırma, özek kayması, çıkarmak (Déchaperonner un faucon).
özeğini kaydırma, décharge diş. 1. Yük indirme, yük boşaltma. 2.
décentrer gçl. Merkezini, özeğini kaydırmak. § Se Döküntü yeri (L'entrepreneur a évacué le tas de
décentrer: Merkezi, özeği kaymak, gravats à la décharge). 3. Yayhm ateş (Une
déception diş. Düş kırıldığı (Eprouver, causer une première décharge abattit quelques assaillants). 4.
déception). (Evlerde) Gereksiz eşya yeri. 5. (Mimarlıkta)
décercler gçl. Çemberim çıkarmak (Décercler un Kurtbacağı denilen ve eğretiye almakta
tonneau, une cuve). kullanılan sehpa. 6. Makbuz, alındı (Je vous laisse
décérébré,e i. mec. Beyinsiz, kafası çalışmayan ce colis, mais vous voudrez bien me signer une
(Des élites décérébrées). décharge). 7. mec. Hınç alma, kurtlarım dökme.
décérébrer gçl. Beynini çıkarmak (Décérébrer un 8. Boşalım, içini dökme. 9. Aklama, ibra. §
chien, une poule). Décharge électrique: Elektrik boşalması. Donner
décerner gçl. 1. Çıkarmak, kesmek (Décerner un décharge à qn: Birini aklamak, temize çıkarmak,
mandat d'arrêt: Bir tutuklama müzekkeresi "ibra ètmek. Payer à la décharge de qn: Birinin
kesmek). 2. Décerner qch à qn: Birine .. .vermek zimmetine ödemek. Témoin à décharge: Lehte
(Décerner un prix, une médaille, une récompense tanık.
à quelqu'un). déchargement er. 1. Boşaltma (Le déchargement
décervelage er. 1. Beynini patlatma. 2. d'un camion, des briques, d'une cargaison, d'un
Beyinsizleştirme, aptallaştırma, wagon). 2. (Silâh) Boşaltma, içindeki mermiyi
décerveler gçl. 1. Beynini patlatmak. 2. mec. çıkarma (Déchargement d'une arme à feu).
Beyinsizleştirmek, aptallaştırmak, déchargeoir er. f. Bir yerde toplanan fazla suyun
décès er. Ölüm, "vefat (Tout décès doit être constaté aktığı yer yada oluk. 2. Dokuma tezgâhında
par le médecin de l'état civil. Magasin fermé pour kumaşın sarıldığı silindir, sarmı, selmin. 3. Buhar
décharger 371 déchiqueter

makinalarında buhar boşaltma borusu, 2. Etleri çekilmek, kökleri açığa çıkmak (Dents
décharger^/. 1. Yükünü boşaltmak (Déchargerun qui se déchaussent).
bateau, un mulet). 2. (Silâh) Boşaltmak (De déchausseuse diş. Asmaların dibini açmaya yarayan
retour au cantonnement, les soldats avaient küçük saban,
déchargé leurs armes). 3. Ateş etmek, déchaussoir er. Ağaçların dibini açmaya yarayan
kurşunlarını ateş edip boşaltmak (Le bandit a âlet.
déchargé son revolver sur ses poursuivants). 4. déchard, es. hlk. Parasız, sefil, züğürt.
Vergisini hafifletmek; vergiden bağışık tutmak dèche diş. hlk. Parasızlık, züğürtlük; sefalet (Etre
(Décharger un contribuable). 5. Boşaltmak, dans la dèche).
indirmek (Décharger des marchandises, du déchéance diş. 1. Güçten düşme, düşkünlük,
charbon). 6. Rahatlandırmak, rahatlatmak güçsüzlük (Déchéance intellectuelle. L'alcool l'a
(Décharger sa conscience). 7. Elektrik yükünü mené à une déchéance totale), 2. İktidardan
tüketmek. 8. Lehine tanıklık etmek (Décharger düşme, düşürülme (Proclamer la déchéance d'un
un accusé). 9. Décharger qn de qch: Birini -den souverain). 3. Gözden düşme. 4. (huk). Çıkarma,
kurtarmak, bağışık tutmak (Déchargerunporteur çıkarılma; kaldırma, kaldırılma; "iskat
d'un fardeau. Décharger un employé de certains (Déchéance de la nationalité: Vatandaşlıktan
travaux). 10. gsz. Solmak, renk atmak (Un tissu çıkarma, vatandaşlıktan çıkarılma. Déchéance de
qui décharge au lavage). § Décharger son coeur: la puissance paternelle: Velayetin kaldırılması).
İçini boşaltmak, derdini söylemek, içini dökmek. déchet er. 1. Fire (Il faut tenir compte du
Décharger sa bile, sa rate: Safrasını dökmek, pourcentage du déchet). 2. Artık, kalıntı (Le
kızmak, huysuzlanmak. Décharger sa colère sur boucher a ajouté des déchets pour le chien de la
qn: Öfkesini -den almak; öfkesini-e boşaltmak, § maison. Déchet de fonte, déchet d'étoffe). 3. mec.
Se décharger de qch: -den kendini kurtarmak, Değerden düşme, gözden düşme. 4. mec. İnsan
-den çekilmek (Se décharger d'un travail, de müsveddesi, düşük adam ( C'est un pauvre déchet,
certains travaux). c'est un déchet de l'humanité).
déchargeur er. Boşaltma işçisi; iskele hamalı, décheveler gçl. Birinin saçım bozmak,
yükçü. déchiffonner gçl. Buruşukluğunu gidermek,
décharné, e s. 1. Etsiz, etleri dökülmüş (Squelette kırışıklığını gidermek (Déchiffônner un tissu).
décharné). 2. Pek zayıf, kuru (Visage décharné, déchiffrable s. Sökülebilir, çözülebilir,
doigts décharnés). açıklanabilir,
décharner gçl. 1. Etini çıkarmak (Déchanter un déchiffrage, déchiffrement er. Sökme, çözme,
cadavre). 2. Çok zayıflatmak (Cette maladie l'a anlama, açıklama, okuma (Les lettres effacées
bien décharné). rendaient difficile le déchiffrement. Le
déchaumage er. Anız bozma, déchiffrement des inscriptions antiques).
déchaumer gçl. Anız bozmak (Déchaumer un déchiffrer gçl. 1. Şifresini çözmek (Déchiffrer un
champ). message, une dépêche diplomatique). 2. Okumak,
déchaumeuse diş. Nadas sabanı ; anız bozma sabam, sökmek, çözmek (Une écriture difficile à
déchaussage er. Dibini açma, köklerini açıkta déchiffrer. Champollion a déchiffré les
bırakma (Déchaussage des plantes). hiéroglyphes). 3. (Bir notayı) Bir bakışta okuyup
déchaussé, t s. 1. Ayakkabısız, ayakkabısı çalmak (Déchiffrer un morceau). 4. Açığa
çı karılmış ( Pieds déchaussés ). 2. Etleri dökülmüş, çıkarmak, meydana çıkarmak (Déchiffrer une
kökü açıkta kalmış (Dents déchaussées). 3. intrigue). 5. Açıklamak, "ifşa etmek (Déchiffrer
Temelleri çürümüş (Mur déchaussé). un secret). 6. Anlamak, çakmak, kavramak (J'ai
déchaussement er. 1. Etleri çekilme, kökü açıkta déchiffré ses intentions). 7. Déchiffrer qn: -in
kalma (Déchaussement d'une dent). 2. Temel kimliğini ortaya çıkarmak,
etrafındaki toprağı çekilme ( Déchaussement d'un déchiffreur, euse ad. Şifre çözücüsü, şifre açıcı, şifre
mur). memuru.
déchausser gçl. 1. Birinin ayakkabısını çıkarmak déchiquetage er. Parça parça etme, parça parça
(Déchausser un enfant). 2. Dibini açmak, olma; doğrama, doğranma; kıyma, kıyılma,
köklerini dışarı çıkarmak (Déchausser un arbre, déchiqueté, e s. 1. Kenarı tırtıklı (Feuille
une plante). 3. Temelinin etrafındaki toprağı déchiquetée). 2. Parçalanmış, param parça (Une
açmak (Déchausser un mur). § Se déchausser: 1. chemise déchiquetée).
Ayakkabılarını çıkarmak (Je vais me déchausser). déchiqueter gçl. 1. Parçalamak, doğramak, parça
déchiqueture 372 décimal

parça etmek (Le tigre a déchiqueté sa proie. hıristiyanhktan çevirmek (Déchristianiser un


Déchiqueter de la viande). 2. Kenarını tırtıklı pays).
kesmek, tırtıklı yapmak (Déchiqueter une déchu,e s. 1. Düşmüş, düşük. 3. Tanrının sevgisini
photographie). yitirmiş, günahkâr. 3. er. Düşkün (Tendre la main
déchiqueture diş. Kırpıntı, kesilmiş parça aux déchus) § Etre déchu de qch: -den düşmek,
(Déchiquetures d'étoffe). yoksun kalmak (Un prince déchu de son trône. Il
déchirant, e s. 1. Yürek parçalayıcı, iç ezici (Un eri est déchu de ses privilèges).
déchirant). décidé, e s. X. Kararlı, kesin kararlı (Un homme
déchiré, e 1. Yırtık, yırtılmış (Une chemise décidé. Il a un air décidé). 2. Kararlaştırılmış
déchirée). 2. Yüreği parçalanan, çok acı çeken, (C'est une chose décidée) 3. Açık, belli, kuşku
acılı (Il est bien déchiré). 3. Parçalanmış, götürmez (Il a un goût décidé pour les ouvrages
bölünmüş (Un pays déchiré). anciens).
déchirement er. 1. Yırtma; yırtılma, kopma (Le décidément bel. 1. Hiç kuşku yok, "muhakkak
déchirement d'une étoffe; le déchirement d'un (Décidément, cet homme est fou). 2,
muscle,d'unefibre). 2. Büyük acı (Le déchirement Kararlaştırılmış bir biçimde, belli bir biçimde,
d'une séparation). 3. Bölünme, çekilme, décider gçl. 1. Çözümlemek, karara bağlamak
parçalanma (L'Europe est en proie à de grands (Décider une question, un point de droit). 2.
déchirements). 4. Çatışma, çekişme, kavga (Des Saptamak, kararlaştırmak (Les médecins ont
déchirements politiques). § Déchirement de coeur: décidé l'amputation d'un bras). 3. Karar vermek
tç acısı, yürek yarası, büyük acı. Déchirement (Le président décide que la séance reprendra le
d'entrailles: Şiddetli karın ağrısı, lendemain). 4. Sonucuna vardırmak, yol açmak,
déchirer gçl. 1. Yırtmak (Déchirer une robe, ses sonucunu doğurmak (L'intervention de ce député
habits, une lettre). 2. Berelemek, sıyırmak (Les a décidé la chute du ministre). 5. Décider qn à
épines lui ont déchiré le bras). 3. Kıvrandırmak f.qch: Birini -meye karar verdirme!^ ikna etmek
(Le remords la déchire). 4. Çok üzmek, yüreğini (Il m'a décidé à partir). 6. Décider qn à qch: Birini
parçalamak (Un spectacle qui déchire). 5. -e karar verdirmek (Je l'ai enfin décidé à ce
Parçalamak, bölmek (La guerre civile a déchiré le voyage). 7. Décider de qch: -hakkında karar
pays). 6. Déchirer qn: mec. Birini ağır suçlamak, vermek, -i kararlaştırmak ( Le chefde l'Etat décide
lekelemeye çalışmak (La presse déchire ce de la paix ou de la guerre). 8. Décider de qch: -in
ministre). 7. Delmek, yarmak, bozmak (Un cria "kaderini tayin etmek, yazgısını belirlemek (Cette
déchiré le silence. Un éclair a déchiré la nuit). 8. dernière tentative décidera de notre destinée; c'est
Tırmalamak, rahatsız etmek (Un bruit qui déchire ce but qui décidera du jeu). 9. Décider de f.qch:
l'oreille). § Déchirer l'âme à qn: Birinin yüreğini -meye karar vermek (J'ai décidé de
parçalamak. Déchirer la toile: (argo) Yellenmek. démissionner) .10. Etre décidé à qch, à f. qch: -de,
Déchirer qn à belles dents: Birinin şiddetle -mekte kararlı olmak (Je suis décidé à tout, j'y suis
aleyhinde bulunmak. § Se déchirer: 1. Yırtılmak décidé. Il sont décidés à quitter cette région). § Se
(Sa robe s'est déchirée). 2. Birbirini yemek, décider: 1. Çözümlenmek, sonuca bağlanmak
birbiriyle didişmek (Des amants qui se déchirent). (La question s'est décidée après une longue
déchirure diş. 1. Yırtık (Il a fait une déchirure à son discussion). 2. Seçimini yapmak, kararını vermek
pantalon). 2. Yarık, çatlak (Les déchirures de (Il est temps de te décider: de quel côté veux-tu
l'écorce terrestre). aller?). 3. Se décider pour qch: -i seçmek; -de
déchloruré,e s. Tuzsuz (Régime alimentaire karar kılmak (Elle s'est décidée pour une robe de
déchloruré). taffetas). 4. Se décider à f. qch: -meye karar
déchoir gsz. 1. Düşmek, azalmak (Sa popularité vermek (Il s'est décidé à partir). 5. Se décider à
commence à déchoir, sa fortune a beacoup déchu). qch: -e karar vermek (Se décider à une opération).
2. Déchoir de qch: -den düşmek (Déchoir de sa décideur s. ve er. Karar veren, karar verme
grandeur, desonposte, desonrang, de sa dignité). yetkisinde olan (Organisme décideur; les
§ Déchoir aux yeux de qn: Birinin gözünden décideurs).
düşmek (Il déchoit à mes yeux, aux yeux de ses décigrade er. Desigrat.
amis). décigramme er. "Desigram, gramın onda biri.
déchristianisation diş. Hıristiyanlıktan kurtarma, décilitre er. Desilitre, litrenin onda biri.
hıristiyanhktan çevirme, décimal, es. mat. 1. Ondalık (Nombredécimal). 2.
déchristianiser gçl. Hıristiyanhktan kurtarmak, Onluk (Système décimal).
décimaliser 373 déclenche

décimaliser gçl. Ondalık sistemi uygulamak, tutmak.


ondalık sisteme uydurmak, déclaratif, ive s. huk, "İzhari, bildirici, "mübeyyin
décimation diş. (Eskiden) Ad çekmeyle yenik bir (Acte, titre déclaratif). § Jugement déclaratif
kent nüfusunun onda birini öldürme (Ville d'absence: Gaiplik kararı,
' condamnée à la décimation). déclaration diş. 1. Beyanat, açıklama (Le ministre
décime er. Frangın onda biri, on santim, des finances a fait une déclaration à la presse).!.
décimer gçl. 1, (Eskiden) Yenik bir kent nüfusu Aşk ilânı ( Elle a compris qu'il voulait lui faire une
arasında, ad çekmeyle her on kişiden birini déclaration). 3. İfade (Je réitérai ma déclaration
öldürmek. 2. Çok kişi öldürmek, kırıp geçirmek devant le commissaire. Les déclarations d'un
(La guerre a décimé la jeune génération). témoin). 4. Beyan, bildirim (Faire sa déclaration
décimètre er. Desimetre, on santimetre, d'impôt, déclaration de revenus). 5. Açma, ilân
décintrage, décintrement er. (Mimarlıkta kemerin) etme (Déclaration de guerre). 6. Beyanname,
Kalıbını sökme, bildiri (Déclaration en (de) douane. Il a envoyé au
décintrer gçl. (Mimarlıkta kemerin) Kalıbını contrôleur sa déclaration de revenus. Déclaration
sökmek (Décintrer une arcade). des droits de l'homme: İnsan hakları bildirisi).
décisif,ive s. i . Kesin, kesin bir sonuca götüren (Un déclaratoire s. huk. Bildirici, "izhari.
jugement décisif. Ce combat sera décisif). 2. Kesin déclaré, e s. Açık, ayan beyan, saklısı gizlisi
kararlı. olmayan (Il est notre ennemi déclaré).
décision diş. 1. Karar (La décision appartient à mon déclarer gçl. 1. Bildirmek, "beyan etmek (Il a
père. Je n'aipaspouvoir de décision). 2. Metanet, déclaré que c'était faux. Déclarer ses revenus.
cesaret, kararlılık (Il a montré beaucoup de Déclarer ses marchandises à la douane). 2.
décision dans cette affaire). § Décision Açıklamak, ilân etmek Déclarer ses sentiments,
administrative: İdare kararı. Décision arbitrale: son amour). 3. Açmak, ilân etmek (Déclarer la
Hakem kararı. Décision de déclaration d'urgence: guerre à un pays). 4. Déclarer qn...: Birini...
İvedilik kararı. Décision définitive: Kesin karar, olarak ilân etmek, gibi göstermek (On le déclare
"nihai karar. Décision de l'assemblée générale: coupable). 5. Beyanname ile bildirmek (Déclarer
Genel kurul kararı. Décision de quitus: "Beraat-i une naissance à la mairie). 6. Déclarer qch à qn:
zimmet mazbatası. Décision d'office: Re'sen Bir şeyi -e bildirmek, açıklamak (Déclarer ses
karar. Décision exécutoire Yürütme karan. intentions, ses soucis à un ami). § Déclarer la
Décision judiciaire: Adli karar. Décision guerre à: 1. -e savaş ilân etmek (Déclarer la guerre
juridictionnelle: Yasama karan. Décision par à une nation). 2. mec. -e karşı savaş açmak,
chambres réunies: İçtihat birleştirme karan, mücadele etmek ( Déclarer la guerre a la misère, au
tevhid-i içtihad kararı. Décision unanime: chômage). § Se déclarer: 1. Duygularını,
Oybirliğiyle verilen karar. Prendre une décision: düşüncelerini açığa vurmak. 2. Aşkını ilân etmek.
Karar almak. Prendre la décision de f. qch: -mek 3. Belli olmak, ortaya çıkmak (L'incendie s'est
kararı almak. Soumettre qch à la décision de qn: déclaré vers minuit. La grippe s'est déclarée). 4. Se
Bir şeyi -in kararına sunmak, déclarer pour qch, contre qch: Bir şeyin lehinde,
décisionnelle s. Karara değgin, kararla ilgili aleyhinde olmak (Il s'est déclaré pour cette
(Processus décisionnel). méthode moderne, contre le changement du
décisivement bel. Kesin olarak, kesinlikle, programme). 5. Se déclarer...: -olduğunu ileri
décisoire s. Kesin (Serment décisoire: Kesin ant, sürmek, söylemek (Il se déclare lésé dans cette
"kati karar). affaire).
déclamateur er. 1. (Eski Romada) Hatip 2. hkr. déclassé, e s. ve ad. Mevkiinden, derecesinden
Nutukçu. düşmüş; düşkün (C'est un déclassé. Un
déclamation diş. 1. Uzokuyuş, yüksek sesle ve fontionnaire déclassé. Un hôtel déclassé).
uygun eda ile okuma (Déclamation d'un poème). déclassement er. Mevkiinden, derecesinden
2. mec. Tumturaklı sözler, düşme, düşürme,
déclamatoire s. Tumturaklı (Ton déclamatoire, déclasser gçl. 1. Mevkiini, derecesini düşürmek
style déclamatoire). (Déclasser un hôtel vétusté). 2. Düşürmek,
déclamer gçl. 1. Yüksek sesle okumak, uzokumak alçaltmak (De telles occupations vous déclassent).
(Déclamer un poème, un discours, des vers). 2. 3. Karıştırmak, sırasını bozmak, dağıtmak
gsz. Tumturaklı konuşmak. 3. Déclamer contre (Déclasser des livres dans une bibliothèque).
qn: -e verip veriştirmek, -in aleyhinde atıp déclenche diş. (Makinelerde) Avara manivelası.
déclenchement 374 décoller

déclenchement er. 1. (Makineyi) Avaraya aima. 2. çakıldağı çıkma,


Çalışma, harekete geçme (Le déclenchement décliqueter gçl. (Makinada bir dişlinin) Çakıldağını
automatique d'un signal d'alarme). 3. Başlama, kaldırmak, çakıldağını çıkarmak. § Se
patlak verme (Le déclenchement d'une décliqueter: Çakıldağı çıkmak,
révolution, d'une crise économique). déclive s. 1. Şev, inişli, eğik (Terres déclives. La
déclencher gçl. 1. (Makineyi) Avaraya almak. 2. partie déclive d'un toit). 2. diş. Eğiklik, "meyil. §
Yaratmak, uyandırmak (Toute punition En déclive: Eğik olarak, "meyilli,
déclenchait en lui une crise dangereuse). 3. déclivité Şevlik, eğiklik, "meyillilik (La déclivité
Başlatmak (Les syndicats s'apprêtaient à d'un terrain).
déclencher une grève). 4. Patlak verdirmek, déclore gçl. (Eski) Çitini, duvarını kaldırmak
harekete geçirmek, başlatmak (Déclencher une (Déclore un champ).
révolution, une offensive, une attaque). § Se déclouer gçl. Sökmek, çivilerini sökmek (Déclouer
déclencher: Başlamak, patlak vermek (La guerre une caisse).
s'est déclenchée). décochement er. Atma, fırlatma, savurma,
déclencheur er. Deklanşör. décocher gçl. 1. Atmak, fırlatmak (Décocher une
déclic er. 1. Tetik (Faire jouer un déclic). 2. Tetik ve flèche). 2. mec. Atmak, savurmak (Décocher une
tetik gibi şeylerin düşmesinin çıkardığı ses, tık parole, décocher des traits satiriques, décocher un
(Le déclic d'un appareil photographique). regard).
déclin er. 1. Sona erme, batma (Le déclin du jour). décoction diş. 1. Kaynatma. 2. İçinde bir bitki yada
2. Azalma, düşme (Le déclin de sa popularité ilâç kaynatılmış sıvı.
commence). 3. Gerileme (Le déclin d'une décodage er. Şifresini çözme,
civilisation, d'un empire). § Etre sur son déclin: décoder gçl. Şifresini çözmek,
Ünü, gücü azalmak (Un écrivain sur son déclin). décodeur er. Şifre çözücü,
Etre en déclin: Gerilemekte olmak (La décoffrage er. Kalıptan çıkarma (Décoffrage du
civilisation occidentale est en déclin). Etre à son ciment, du béton).
déclin: Batmakta olmak, batmak üzre olmak (Le décoffrer gçl. Kalıptan çıkarmak, kalıbını sökmek
soleil est à son déclin). (Décoffrer un ciment, un béton).
déclinable s. dilb. Çekimli, çekilebilir, décoiffement, décoiffage er. 1. Saçlarını dağıtma,
déclinaison diş. 1. gökb. Yükselim (La déclinaison bozma. 2. (Başındaki) Örtüyü çıkarma,
d'un astre). 2. fiz. Sapma. 3. dilb. Çekim, ad décoiffer gçl. 1. Başını bozmak, saçlarını dağıtmak
çekimi (Les cinq déclinaisons latines). (Le vent l'a décoiffé). 2. Başlığını, kapsülünü
déclinant, e e. Gerileyici, çökmekte olan; çıkarmak (Décoiffer une fusée, un obus). § Se
düşmekte, azalmakta olan (Une force déclinante, décoiffer: Şapkasını çıkarmak, başındaki örtüyü
une gloire déclinante, une civilisation déclinante). çıkarmak.
déclination diş. déclinement er. 1. Gerileme, décolérer gsz. Öfkesi geçmek, kızgınlığı geçmek,
azalma, düşme, inme. 2. Batma, çökme. 3. Red, yatışmak.
reddetme (Déclination de la compétence d'un décollage er. 1. Havalanma, uçuşa kalkma (Le
juge. Déclination d'une invitation). décollage d'un avion). 2. (Ekonomide) Kalkınma
déclinatoire .v. huk. 1. Yetki itirazı ile ilgili (A/oyem atılımı (Le pays vient d'amorcer son décollage
déclinatoires). 2. er. Yetkisizlik itirazı (Elever un économique).
déclinatoire). 3. Arazi ölçüsü pusulası, décollation diş. Kafa kesme, kelle uçurma; boynu
décliner gçl. 1. Reddetmek, kabul etmemek vurulma.
(Décliner la compétence d'un juge. Décliner une décollement er. hek. (Yapışmış bir şey) Ayrılma,
invitation, un prix, toute responsabilité). 2.
atma (Le décollement de la rétine).
Bildirmek, söylemek (Décliner les noms, les
décoller gçl. 1. (Yapışmış bir şeyi) Sökmek
qualités, ses titres). 3. dilb. Çekmek, çekimini
(Décoller un timbre, une affiche). 2. Kafasını,
yapmak. 4. gsz. Batmak üzere olmak, batmak (Le
kesmek, kellesini uçurmak. 3. hlk. mec. Yakasını
jour décline). S. Azalmak, eksilmek (Sa force
bırakmak, ayrümak, rahat bırakmak (Il ne m'a
décline chaque jour). 6. Kötüleşmek, berbata
pas décollé une minute). 4. gsz. hlk. Çekip gitmek,
gitmek (Ma santé décline au lieu de se rétablir). 7.
defolmak (Il ne décolle pas d'ici). 5. (Uçak)
(Pusula iğnesi) Sapmak. 8. gökb. (Yddız) Gök
Havalanmak, yerden kalkmak (L'avion a
ekvatorundan uzaklaşmak, eğilmek,
décollé). 6. Décoller de: -den ayrılıp uzaklaşmak,
décliquetage er. (Bir dişlinin) Çakıldağım çıkarma;
-in ilerisine geçmek, -üe arayı açmak (Le cycliste a
décolletage 375 déconcerter

décollé du peloton). 7. tkz. Çok zayıflamak, iğne décomposer gçl. 1. kim. Ayrıştırmak (Décomposer
ipliğe dönmek (Comme il a décollé depuis sa de l'eau par électrolyse. Le prisme décompose la
maladie.'). 8. (Ekonomi) Kalkınma atılımına lumière solaire en ses couleurs fondamentales). 2.
girmek (L'économie du pays décolle). § Se Décomposer qch en: Bir şeyi -e bölmek, ayırmak
décoller: (Yapışmış bir şey) Sökülmek, kalkmak, (Décomposer une phrase en propositions, un
ayrılmak (L'affiche s'est décollée.La rétine s'est nombre en facteurs premiers). 3. Bozmak,
décollée). çürütmek, kokutmak (La chaleur décompose les
décolletage er. 1. (Bitkilerin) Tepesini, üst kısmını matières animales). 4. Bozmak, kötüleştirmek
budama. 2. (Teknik) Yuva açma, yatak açma. 3. (La souffrance décompose ses traits). § Se
Kollarını ve yakasını açma (Décolletage d'une décomposer: 1. Kokuşmak, bozulmak, çürümek
robe). (La viande s'est décomposée). 2. Bozulmak,
décolleté, e s. 1. Kolları ve yakası açık (Robe kötülemek (Son visage se décompose).
décolletée). 2. Açık kollu ve yakalı giymiş (Une décomposition diş. 1. kim. Ayrışma, ayrışım,
femme décolletée). 3. er. Entari yakası. 4. er. ayrıştırma (Décomposition d'une matière
Entarinin açık yerlerinden görünen ten (Elle a un chimique, de la lumière par le prisme). 2. Dağılma,
beau décolleté). bozulma, kokuşma (Décomposition d'un
décolleter gçl. 1. Açık kollu ve yakalı giydirmek, cadavre). 3. Kokuşma, gerileme, batmaya yüz
dekolte giydirmek. 2. Bir entariyi açık yakalı tutma, soysuzlaşma (Décomposition d'une
biçmek, yakasını geniş açmak. 3. (Bir bitkinin) société).
Tepesini budamak (Décolleter des betteraves). 4. décompresser gçl. Basıncını azaltmak; basıncını
(Teknik) Yuva açmak, yatak açmak, gidermek.
décolonisation diş. Sömürgelikten kurtulma, décompression diş. Basınçtan kurtarma; basınçtan
bağımsızlaşma, kurtulma.
décoloniser gçl. Sömürgecilikten çıkarmak, décomprimer gçl. Basınçtan kurtarmak yada
bağımsızlaştırmak (Décoloniser un pays). basıncını azaltmak (Décomprimer de l'air).
décolorant, e s. ve er. Renk soldurucu (L'eau de décompte er. 1. Hesapözeti, hesap ayrıntıları. 2. Bir
javel est un décolorant). hesaptan düşürülmesi gereken miktar. 3. mec.
décoloration diş. Renk atma, renk attırma; solma, Düş kırıklığı (Eprouver du décompte). 4. mec.
soldurma; renk yitimi, renksizlenme Sayma, hesaplama (La poésie populaire n'est pas
(Décoloration des cheveux, d'un tissu). astreinte à la rime ni au décompte syllabique).
décoloré,e s. 1. Rengi atmış, soluk (Etoffe décompter gçl. 1. Hesaptan indirmek, hesaptan
décolorée). 2. Boyama ile sarışın yada ak yapılmış düşmek (Décompter les frais de voyage). 2. gsz.
(Des cheveux décolorés). 3. mec. Yavan, renksiz, (Çalar saat) Tam saatinde çalmamak, yanlış
ruhsuz (Un style décoloré). çalmak (Pendule qui décompte).
décolorer gçl. 1. Rengini almak, renksizleştirmek. déconcentration^. 1. kim. Yoğunluğunu azaltma.
2. Rengini soldurmak (Le soleil a décoloré les 2. (Yönetim) Yerel özerklik; karar yetkisinin,
rideaux). 3. mec. Yavanlaştırmak, tatsız tuzsuz merkeze bağlı olarak, yerel yönetimlere
bir hale getirmek. § Se décolorer: 1. Rengini bırakılması.
atmak, solmak. 2. mec. Yavanlaşmak. 3. déconcentrer gçl. 1. kim. Yoğunluğunu azaltmak
Saçlarını sarıya boyatmak (Elle s'est décolorée). (Déconcentrer un liquide). 2. (Yönetim) Karar
décombres er. ç. Yıkıntı, ören, moloz (Les morts yetkisini yerel yönetimlere bırakmak
restés sous les décombres). (Déconcentrer l'autorité ministérielle). 3. (Nüfus)
décommander gçl. 1. (Bir siparişi) Geri almak Yoğunluğunu azaltmak (Déconcentrer une zone
(Décommander un pantalon). 2. Ertelemek yada urbaine). 4. (Dikkatini) Dağıtmak,
iptal etmek (Décommander un repas, une toplayamamak (Déconcentrer son attention). §
invitation). § Se décommander: Randevusunu Se déconcentrer: Dikkati dağılmak, kendini bir
iptal etmek. konu üzerinde toplayamamak.
décompléter gçl. Eksik bırakmak, tümlüğünü déconcertant,e s. Şaşırtıcı, hesaplan alt üst edici
bozmak (La perte de ce timbre a décomplété sa (Une nouvelle déconcertante, une attitude
collection). déconcertante).
décomplexer gçl. 1. Aşağılık duygusundan déconcerter gçl. 1. Şaşırtmak (Se réponse nous a
kurtarmak. 2. mec. Sıkıntısını gidermek, déconcertés). 2. Hesaplarını alt üst etmek. 3.
sıkıntıdan kurtarmak. Birliği, uyumu bozmak. 4. Keyfini kaçırmak (Un
déconfit 376 décorner

mot badin déconcertait cet homme timide). pislikten arınma,


déconfit, e s. Bozum olmuş, bozulup şaşırmış, décontaminer gçl. Bulaşıcılığım gidermek;
soğukkanlılığını yitirmiş (Il est resté tout déconfit, pislikten arındırmak,
il a une mine déconfite aujourd'hui). décontenancer gçl. Sarsmak, direncini yitirmek,
déconfiture diş. 1. Bozulma, güçsüzlük, bozgun, "metanetini yitirmek, soğukkanlılığını yitirmek
yenilgi (La déconfiture d'un parti politique). 2. (Il a décontenancé ses adversaires). § Se
İşlerin bozulması, batkın, iflâs, °aciz (Déconfiture décontenancer: Soğukkanlılığını, metanetini
d'un banquier). § Mettre qn en déconfiture: Birini yitirmek, bozulmak, sarsılmak (Il se
batırmak, iflas ettirmek. Etre, tomber en décontenance facilement).
déconfiture: İşleri çok bozulmak, batmak, iflas décontracté,e s. 1. Gevşemiş, gerginliği geçmiş
durumunda olmak, (Muscles décontractés). 2. Rahat, rahatlamış
décongélation diş. Don çözülmesi, donmuşluğun (Restez décontracté). 3. mec. tkz. Rahat, keyfi
geçmesi, çözülme (Décongélation de la viande). yerinde, kaygısız (II esi toujours décontracté).
décongeler gçl. (Donmuş bir şeyi) Dondan décontracter gçl. Gevşetmek (Décontracter ses
kurtarmak, buzlarını çözmek, donunu gidermek muscles). § Se décontracter: Gevşemek,
(Décongeler de la viande). rahatlamak, gerginliği geçmek, kendini rahat
décongestif,ive s. ve er. Kan boğmasını giderici bırakmak (Décontractez-vous pour bien exécuter
(ilâç). ce mouvement).
décongestion diş. hek. Kan boğmasının geçmesi, décontraction diş. 1. Gevşetme. 2. Gevşeme,
giderilmesi. rahatlama. 3. mec. tkz. Kaygısızlık,
décongestionner gçl. Kan boğmasından kurtarmak vurdumduymazlık.
(Décongestionner les poumons). 2. mec. Açmak, déconvenue diş. Düş kırıklığı, umduğunu
tıkanıklığını gidermek (Décongestionner une bulamama (Ilaéprouvé une grande déconvenue).
rue). décor er. 1. Bezek (Un décor somptueux). 2. Çevre,
déconnecter gçl. 1. (Elektrik devresinde) görünüm, "manzara (Un décor de verdure, de
Bağlantıyı kesmek. 2. Déconnecter qch de qch: montagnes). 3. (Tiyatroda) Dekor (L'éclat des
Bir şeyi -den ayırmak, ayrı tutmak, koparmak décors étouffe le drame). § Tomber, entrer dans le
(Déconnecter une société du monde). décor: (Taşıt) Yoldan çıkmak, kaza sonucu
déconner gsz. tkz. Saçmalamak, saçma sapan şeyler devrilmek, uçurumu boylamak,
söylemek. décorateur, trice ad. Bezekçi, dekorcu,
déconnexion diş. 1. Bağlantısını kesme, bağlantısı décoratif,ive s. 1. Süslemeye yarayan, süsleyici
kesilme. 2. Ayırma, ayrılma; koparma, kopma, (Peinture décorative. Les arts décoratifs). 2.
déconseiller gçl. 1. Salık vermemek, caymasını Bezeğe, bezemeye değgin. 3. Gösterişli, güzel
öğütlemek. 2. Déconseiller qch à qn: Bir şeyi görünüşlü (Un objet décoratif).
birine salık vermemek (Je le lui déconseille). 3. décoration diş. 1. Bezekleme, donatma
Déconseiller à qn de f. qch: Birine -meyi salık (L'ensemblier a effectué la décoration de son
vermemek (Je te déconseille de sortir par temps appartement). 2. Süsleme eşyası (La décoration
froid). d'une église). 3. Dekorculuk. 4. (Tiyatroda)
Sahne donatımı, sahne bezeği. 5. Nişan, madalya
déconsidération diş. Gözden düşme, saygınlığını
(Sa poitrine était couverte de décorations.
yitirme, önemsememe. § Jeter la déconsidération
Recevoir une décoration).
sur qn: Birini gözden düşürmek,
décorder gçl. İplerini çözmek (Décorder une
déconsidérer gçl. Değerden düşürmek, gözden
malle).
düşürmek, saygınlığım yitirtmek (Ce scandale l'a
déconsidéré). §Sedéconsidérer: Gözden düşmek, décorer gçl. 1. Süslemek, bezemek, donatmak
saygınlığım yitirmek (Il se déconsidère par sa (Décorer un appartement, un salon). 2.
mauvaise humeur). Etre déconsidéré: Gözden Güzelleştirmek. 3. Décorer qn de qch: Birine
düşmüş olmak (Il est déconsidéré auprès de ses -nişanı vermek (Décorer un professeur de la
amis). Légion d'honneur. Décorer un soldat d'une
déconsigner gçl. 1. Emanetten çıkarmak, almak médaille).
(Déconsigner une valise). 2. Depozitosunu geri décorner gçl. 1. Boynuzunu sökmek, kesmek
almak (Déconsigner une bouteille). (Décorner un boeuf). 2. Kıvrımını açmak
décontamination diş. Bulaşıcılığım giderme, (Décorner la page d'un livre). § Il fait un vent à
bulaşıcılığı giderilme. Pislikten arındırma, décorner les bœufs: Çok kuvvetli bir yel esiyor.
décorticage 377 décousure

décorticage er. Kabuğunu çıkarma (Décorticage du découplé). 2. Rahat, davranışlarında serbest (Des
riz, des amandes). enfants découplés).
décortication diş. 1. Kabuğunu yontma, sökme découpler gçl. 1. (İkişer ikişer bağlanmış av
(Décortication d'un arbre à la raclette). 2. Bir köpeklerini avın ardına salmak üzere) Çözmek
organı, kendisini saran zardan, kabuktan ayırma (Le veneur découple les chiens). 2. mec.
(Décortication du cœur, du rein). Kovalatmak, izletmek, iz sürdürmek,
découpoir er. Kesme makinası, keski,
décortiqué,e s. Korteksi alınmış, ameliyatla beyin
découpure diş. 1. Kırpma, oyma. 2. Kırpıntı. 3.
zarı çıkarılmış (Chien, chat décortiqué).
Girinti çıkıntı (Les découpures d'une côte
décortiquer gçl. 1. Kabuğunu çıkarmak rocheuse). 4. Parça, kırpılmış parça,
(Décortiquer un arbre, un fruit, des graines). 2. décourageant, e s. Cesaret kırıcı; yılgınlık verici,
Didik didik etmek, çok derin incelemek bezdirici,göz korkutucu (Un résultat
(Décortiquer un texte, une phrase). décourageant, nouvelle décourageante; un enfant
décorum er. 1. Yol yöntem, kurallar, protokol décourageant par son inertie).
(Respecter le décorum. Ici, pour le décorum, ilfaut découragement er. Cesareti kınlma, gözü korkma;
se séparer des femmes). 2. Etiket, saraylıların yılgınlık, bezginlik (Il s'est laissé aller au
yaşama yöntemi, découragement).
décote diş. 1. Vergi bağışıklığı 2. Bir paranın düşük décourager gçl. 1. Cesaretini kırmak, gözünü
kurla değerlendirilmesi, korkutmak; yılgınlık ve bezginlik vermek (Cette
découcher gsz. Evinden başka bir yerde gecelemek, nouvelle nous a découragés. Un professeur qui
dışarda gecelemek, dışarda kalmak (Je décourage les élèves). 2. mec. Kesmek,
découchais pour la première fois). durdurmak, azaltmak (Froid et hautain, il
découdre gçl. 1. Sökmek (Découdre un bouton, une décourageait la familiarité). 3. Décourager qn de
doublure). 2. Karnını deşmek, yırtmak (Cerf qui qch: Birini -den yıldırmak, bezdirmek
(Décourager un jeune homme d'une entreprise
découd un chien). § En découdre: gsz. Boğaz
hasardeuse). 4. Décourager qn de f. qch: Birini
boğaza gelmek (Ils étaient prêts à en découdre).
-mekten bezdirmek, yıldırmak; -mek isteği
découler gsz. 1. Azar azar akıp durmak, sızmak. 2. bırakmamak (Il m'a découragé de travailler). § Se
Découler de qch: -den doğmak, çıkmak, ileri décourager: 1. Cesareti kırılmak, gözü korkmak;
gelmek (Toutes ces erreurs découlent d'une faute bezginlik yada yılgınlığa düşmek. 2, Se
de traduction). décourager de qch: -den bezmek, yılmak. 3. Se
découpage er. 1. Kesme, parçalama (Découpage décourager de f. qch: -mekten yılgınlığa düşmek,
d'un gâteau, d'un poulet). 2. Bölgelere ayırma ( Le bezmek.
découpage électoral consiste à établir des
découronnement er. Tacını alma, tahttan indirme,
circonscriptions électorales). 3. Kenarları kesilip
hükümdarlıktan düşürme,
çıkarılacak renkli resim (Acheter des découpages
découronner gçl. 1. Tacını almak, hükümdarlıktan
à un enfant). 4. (Sinemacılıkta) Çevirim
düşürmek (La Révolution a découronné le roi). 2.
senaryosu; kesim, Bir şeyin tepesindekini almak, tepesini koparmak
découpé, e s. 1. Kesilip ayrılmış (Un article (La tempête découronne les arbres). 3. mec.
découpé). 2. bitb. Tırtıklı, kenarları kirpikli Aşağılamak, ayaklar altına almak (Découronner
(Feuille découpée). les gloires).
découper gçl. 1. Parçalara ayırmak (Découper un
décours er. 1. gökb. Ayın küçülme dönemi. 2.
gigot, un poulet). 2. Çevresi boyunca kesmek, Hastalığın savuşma evresi, hastalığın geçmeye
kırpmak (Découper un métal suivant un profil başlaması.
donné). 3. Kesip ayırmak (Découper un article décousu,e s. 1. Dikişi sökülmüş, sökük (Chemise
dans un journal). 4. Karaltısını düşürmek, décousue, ourlet décousu). 2. Bağlantısız,
siluetini yansıtmak (A l'horizon, les montagnes birbirini tutmaz, ipe sapa gelmez (Une
découpent leur crêtes fines). § Sedécouper: Karaltı conversation décousue, des idées décousues). 3.
halinde belirmek (Les montagnes se découpent er. Bağlantısızlık, tutmazhk, bağıntısızlık (Le
sur le ciel clair). décousu et l'absurdité de la réaction).
découpeur, euse ad. 1. Oymacı. 2. diş. Kesme décousure diş. 1. Dikiş söküğü, sökük. 2. Av
makinası, keski (Découpeuse à bois). köpeğinde diş (domuz dişi) yada boynuz (geyik
découplé, e s. 1. Boylu boslu (Jeune homme bien boynuzu) yarası.
découvert 378 décri

découverte s. 1. Açık, örtüsüz (Il a la tête duygularını söylemek. 7. Sedécouvriràqn:Birine


découverte. Un visage découvert, des épaules açılmak, derdini söylemek (Il s'est découvert à ses
découvertes). 2. Üstü açık (Une allée découverte). amis).
3. Çıplak, ağaçsız, kıraç (Un terrain découvert, un décrassage, décrassement er. Temizleme, kirini
pays découvert). 4. er. Açık alan, açık yer pasını alma.
(Atteindre un découvert). 5. Banka avansı (Le décrasser gçl. 1. Temizlemek, kirini pasını almak
découvert d'un compte). § A découvert: 1. Açıkta (Décrasser une casserole, décrasser du linge). 2.
(Se trouver à découvert dans la campagne). 2. Yoksulluktan kurtarmak. 3. Görgüsüzlüğünü,
Açıkça, dobra dobra, saklısı gizlisi olmadan (Agir bilgisizliğini gidermek, yontmak. § Se décrasser:
à découvert). 3. Açık, açıktan (Crédit à découvert; Yontulmak; kabalıktan, hödüklükten kurtulmak
vente à découvert). Etre à découvert: Alacakları (Il commence à se décrasser un peu). § Sedécrasser
için elinde inanca bulunmamak. Vendre à le visage: Elini yüzünü yıkamak,
découvert: Borsada hava oyunu oynamak; décrassoir er. İnce tarak.
açıktan satmak; bedeli ödenmeden satmak, décravater gçl. (Birinin) Boyun bağını çıkarmak,
découverte diş. 1. Bulma, bulunma; ortaya kravatını çıkarmak. § Se décravater: (Kendi)
çıkarma, ortaya çıkarılma; bulgu, "keşif (La Boyun bağını çıkarmak,
découverte de l'Amérique. Découverte d'un décréditer gçl. Gözden düşürmek, saygınlığını
trésor). 2. Buluş, icat (Les dernières découvertes yitirtmek, lekelemek, saygıdan düşürmek (Tous
delà technique). § Aller,partir à la découverte de:-i mes adversaires cherchent à me décréditer auprès
bulmaya gitmek, -bulma ardından koşmak (Il est de mes amis).
allé à la découverte de nouveaux thèmes décrêpage er. Kıvırcıklığmı giderme, düzleştirme
d'inspiration). (Décrêpage des cheveux).
découvreur er. Bulucu, bulan, "kâşif, décrêper gçl. Kıvırcıklığmı gidermek, düzleştirmek
découvrir gçl. 1. Örtüsünü, kapağını kaldırmak (La (Décrêper les cheveux).
cuisinière découvre la casserole). 2. Tepeliğini, décrépir gçl. Sıvasını düşürmek (Décrépir un mur).
çatısını uçurmak (La tornade a découvert décrépissage er. Sıvasını düşürme (Décrépissage
plusieurs hangars). 3. Açık bırakmak, göstermek d'un mur).
(Une robe qui découvre largement les épaules). 4. décrépit,es. Çökmüş, bitmiş tükenmiş, tiridi çıkmış
Ortaya koymak, belli etmek, açıklamak (Un vieillard décrépit, une vieille décrépite).
(Découvrir ses intentions, ses motifs, ses décrépitation diş. Ateşte çıtırdama, çıtırtı,
sentiments). 5. Bulmak, bulgulamak, keşfetmek décrépiter gsz. Çıtırdamak,
(Découvrir un vaccin, un nouveau continent). 6. décrépitude diş. 1. (Eski) Çok yaşlanmıştık,
Bulmak (Découvrir un trésor). 7. Görmeye çökmüşlük, tirit gibi olma. 2. (Şimdi) Çökme,
başlamak, seçmek, gözü ulaşmak (Du haut de la çöküş (Décrépitude des institutions religieuses).
montagne, on découvrait la mer). 8. Bulmak, decrescendo bel. miiz. Sesi gittikçe kısarak,
keşfetmek, öğrenmek, ortaya çıkarmak décret er. 1. Kararname. 2. mec. Karar, buyruk
(Découvrir un secret, un mystère, un complot, la (Les décrets du sort, du destin. Les décrets de la
cause d'une maladie). 9. Découvrir qch à qn: Bir mode). § Décret-loi: Kanun hükmünde
şeyi birine açmak (Découvrir ses projets, ses plans kararname,
à un ami). 10. (Satrançta) Etrafını açık bırakmak, décrétale diş. (Eskiden) Papalık fetvası,
savunmasız bırakmak (Découvrir imprudemment décréter gçl. 1. Kararname ile buyurmak, ilân
son roi). 11. Boşaltmak, açık bırakmak (Un etmek (Le gouvernement a décrété l'état de siège).
général qui découvre une partie du front). § Se 2. (Biri yada bir şey için) Kararname çıkarmak
découvrir: 1. Üstünü açmak, üstü açılmak (Le (Décréter une nomination). 3. Décréter qch, de f.
malade s'est découvert en dormant). 2. Şapkasını qch: Bir şeye, bir şey yapmaya karar vermek (11 a
çıkarmak (Il se découvrit pour saluer son décrété que rien ne l'arrêterait dans son effort; il a
directeur. Se découvrir en entrant dans une église). décrété de partir).
3. Açılmak, aydınlık olmak, kapalılığı geçmek décret-loi er. Kanun hükmünde kararname,
(Le ciel s'est découvert). 4. Görünür olmak, décreusage er. Ham ipliği yıkama, temizleme,
seçilmek (Les montagnes se découvraient à décreuser: Ham ipliği yıkamak, temizlemek,
l'horizon). 5. Açık vermek, tehlikeye karşı açık décri er. 1. (Para ve eşya için) Değerden düşme,
olmak (Un boxeur qui se découvre. Cette armée se değer yitimi. 2. mec. Gözden düşme; ününü,
découvre trop). 6. Açılmak, düşünce ve saygınlığını yitirme.
décrier 379 décupler

décrier gçl. 1. Saldırmak, eleştirmek, kınamak (On décrotteur er. 1. Kundura boyacısı. 2. Kökleri,
décrie sa conduite). 2. Kötülemek, yermek, yumruları temizleme makinası.
aşağılamak (Décrier un livre, un auteur). décrotteuse, décrottoire diş. Çamur fırçası,
décrire gçl. 1. Betimlemek "tasvir etmek (Décrire décrottoir er. Ev kapılarının yanında, ayakkabı
un paysage, un animal, une plante, une ville). 2. çamurlarının silinmesi için konulan demir ızgara,
Çizmek, izlemek (L'oiseau décrit des cercles dans çamurluk.
le ciel. La route décrit une courbe). décrue diş. 1. Sulann çekilmesi, inmesi. 2. İnen,
décrochage er. 1. İndirme; indirilme. 2. ask. çekilen su miktarı (La décrue des eaux atteint un
Düşmanla teması kesme, geri çekilme. 3. mètre). 3. Düşme, azalma, inme.
Çalışmayı bırakma. 4. (Radyo) Bağlantı décruer gçl. (Ham ipeği yada ipliği) Yıkamak,
kopukluğu. 5. (Uzay aracı) Yörüngeden çıkma, décruser gçl. (Ham ipeği yada ipliği) Yıkamak,
décrocher gçl. 1. (Asılı duran bir şeyi) İndirmek décryptage er. Şifre anahtarını bilmeden şifreli bir
(Décrocher un tableau). 2. (Kancadan, metni çözme,
çengelden) Çıkarmak, kurtarmak. 3. (Birini) Al décrypter gçl. Şifre anahtarını bilmeden şifre ile
aşağı etmek. 4. Kaldırmak, eline almak yazılmış bir şeyi çözmek (Décrypter un texte, un
(Décrocher le récepteur téléphonique). 5. tkz. message).
Kapmak, elde etmek; koparmak (Décrocher une déçu,e s. 1. Atlatılmış gerçekleşememiş (Espoirs
bonne situation). 6. gsz. ask. Geri çekilmek, déçus). 2. Düş kırıklığına uğramış (Un homme
düşmanla teması kesmek. 7. tkz. Çalışmayı, işi déçu, une femme déçue).
bırakmak. 8. Telefonu açmak. 9. Décrocher qch décubitus [dekybitys] er. (Vücut için) Yatış. §
de qch: a) Bir değeri öbüründen ayırmak Décubitus dorsal: Sırt üstü yatış. Décubitus
(Décrocher le dollar de l'or), b) -i yörüngeden latéral: Yana yatış. Décubitus ventral: Yüzü
ayırmak (L'astronaute qui décroche son vaisseau koyun yatış.
de l'orbite terrestre. 10. gsz. Décrocher de: a)-den de cujus [dekyzys] er. Kalıt bırakan, miras bırakan,
ayrılmak (Décrocher d'un parti politique). b)-den "muris (La volonté du de cujus).
kopmak, -ile aradaki mesafeyi çok açmak déculasser gçl. Kamasını çıkarmak, sürgü kolunu
(Athlète qui décroche du peloton).§ Décrocher la çıkarmak (Déculasser un canon, un fusil).
timbale: Birçok kimsenin göz diktiği bir şeyi elde déculottage er. Pantolonunu çıkarma,
etmek ; açıkgözlük edip parsayı toplamak. Bâiller déculottée diş. Küçültücü yenilgi, aşağılanma, rezil
à se décrocher la mâchoire: Çenesi sökülürcesine olma.
esnemek, ağzını alabildiğine açıp esnemek,
déculotter gçl. Pantolonunu çıkarmak (Déculotter
décrochez-moi-ça er. hlk. 1. Kullanılmış giysi. 2.
un enfant). § Se déculotter: 1. Kendi pantolonunu
Eskici dükkânı, çıkarmak. 2. mec. tkz. Bayağılaşmak,
décroiser gçl. Ayırmak, çaprazmı çözmek, aşağılaşmak,
çaprazını bozmak ( Décroiser les bras, les jambes. déculpabilisation diş. 1. Suçluluk duygusundan
Décroiser les fils d'un métier). kurtarma, suçluluk duygusundan kurtulma. 2.
décroissance diş. Azalma, eksilme, düşme Suç saymama, suç sayılmama,
(Décroissance de la natalité, de la production). déculpabiliser gçl. 1. -i suçluluk duygusundan
décroissantes. Azalan, eksilen, düşen, kurtarmak. 2. -i suç saymamak (Cette loi
décroissement er. Kısalma; küçülme déculpabilise plusieurs situations considérées
(Décroissement des jours; décroissement de la jusqu'ici comme criminelles).
Lune). déculturation diş. Kültürsüzleşme.
décroît er. Ayın küçülme dönemi (La Lune est dans décuple s. 1. On kat büyük, on kat çok (Certaines
son décroît, sur son décroit). productions ont eu un rendement décuple de celui
décroître gsz. Azalmak, eksilmek, düşmek, qui était prévu). 2.er. On kat büyüğü, on kat çoğu,
küçülmek (Ses forces décroissent chaque jour. Le on katı (Il a gagné le décuple de ce qu'il avait
niveau de la rivière décroît). dépensé. Tu seras remboursé au décuple).
décrottage er. Çamurunu silme, kirini pasını décuplement er. On katına çıkarma; on kat artma,
temizleme. décupler gçl. 1. On kat artırmak, on katına
décrotter gçl. 1. Çamurunu silmek, temizlemek çıkarmak (Décupler une somme, sa fortune). 2.
(Décrotter des chaussures). 2. mec. hlk. Birini mec. Çok artırmak, pek çoğaltmak (La colère
görgüsüzlükten kurtarmak, yontmak, adam décuplait ses forces). 3. gsz. On kat artmak, çok
etmek (C'est elle qui l'a décrotté un peu). yükselmek (Nos dépenses ont décuplé en quelques
décurie 380 dédoré

années). dedans de lui-même, il réprouve cet acte). Entrer,


décurie diş. (Eski Romalılarda) On kişilik bir asker rentrer dedans: hlk. Çarpmak (Une voiture
yada yurttaş takımı, manga, venant de la droite m'est rentré dedans. line voyait
décurion er. (Eski Romalılarda) Manga başı, pas le mur, il est entré dedans). Mettre, foutre
onbaşı. 2. (Bizanslılarda) Belediye üyesi. dedans: tkz. Hapse atmak, kodese tıkmak.
décussé,e s. bitb. Haç şeklinde dizilmiş (Feuilles Mettre, foutre qn dedans: tkz. Birini aldatmak,
décussées). kafese koymak (Attention, il va vous foutre
dédaignable s. Önemsenmeyebilir, göz önüne dedans). Rentrer dedans à qn: hlk. Üstüne
alınmayabilir, küçümsenebilir (Cet avantage n'est çullanmak, dövmek (Je vais lui rentrer dedans).
pas dédaignable). dédicace diş. 1. Vakfetme. 2. Vakıf yazıtı. 3. İthaf,
dédaigner gç/. 1. Hor görmek, küçümsemek (line *sunu.
faut dédaigner personne). 2. Aldırmamak, dédicacer gçl. 1. İthaf etmek, adına sunmak. 2.
önemsememek (Il dédaigne les injures, les Dédicacer qch à qn: Bir şeyi birine bir ithaf yazısı
menaces). 3. Dédaigner de f.qch: -meyi gereksiz ile sunmak (Dédicacer un livre à un ami).
görmek, -meye tenezzül etmemek (Il dédaigne de dédicataire ad. Kendisine bir ithaf yazılan kişi.
répondre). dédicatoire i. İthafa değin, ithaflı (Epitre
dédaigneusement bel. Hor görerek, dédicatoire).
önemsemeyerek (Regarder dédaigneusement. Il dédier gçl. Dédier qch à: 1. Bir şeyi -e vakfetmek
nous traite dédaigneusement). (Dédier un autel à la Vierge. Hercule dédia un
dédaigneux,euse s. 1. Küçümseyici, horlayıcı, temple à Jupiter). 2. Bir şeyi birine ithaf etmek (ila
önemsemeyen (Un regard dédaigneux, une dédié son premier roman à sa mère). 3. Ayırmak,
femme dédaigneuse). 2. Dédaigneux de qch, de yöneltmek (Dédier ses efforts à l'intérêt public).
f.qch: -i küçümseyen, -meyi önemsemeyen, dédire gçl. 1. Sözlerinin, davranışlarının tersini
-meye tenezzül etmeyen (Elle est dédaigneuse de yapmak (Dédire un supérieur). 2. Dédire qn de
plaire. Une âme dédaigneuse des dangers et des qch: Birinin -sini reddetmek (Je n'ai pas osé l'en
accidents). § Faire le dédaigneux: Aldırmamak, dédire). § Se dédire: 1. Caymak; adımını, sözünü
önemsemez davranmak, burun kıvırmak, geri almak (Il s'est engagé un peu légèrement, et il
dédain er. Hor görme, küçümseme, hor görürlülük n'ose plus se dédire). 2. Bir önce söylediğinin
(Répondre avec dédain). § Avoir du dédain pour tersini yapmak; kendi kendisiyle çelişkiye
qch, de qch: -i küçümsemek, hor görmek (llavait düşmek. 3. Se dédire de qch: -den caymak,
du dédain pour ce genre de tractations. Il avait un dönmek (Se dédire d'une promesse, d'un
grand dédain de la mort). engagement). § Cochon qui s'en dédit: (Ant)
dédale er. 1. Labirent (Flâner dans le dédale des Cayan köpek olsun, sözünden dönen alçaktır,
ruelles du vieux quartier). 2. Karmaşa, dédit er. 1. Sözünden cayma, dönme. 2. Cayma
karmaşıklık, anlaşılmazlık (Le dédale des lois. On "tazminatı, cayma giderimi (Contrat comportant
le suit difficilement dans le dédale de ses un dédit).
explications). dédommagement er. 1. Zarar ve ziyan bedeli, zarar
dédaléen, ne s. 1. Labirenti andıran, karmakarışık ziyan karşıhğı (Demander, obtenir une somme
(Réseau dédaléen de rues). 2. İçinden çıkılmaz, d'argent à titre de dédommagement). 2. mec.
anlaşılmaz, karmakarışık, Avuntu, ödünleme, "teselli, "telâfi (Ce sera un
dedans bel. 1. İçerde (Je vous attendrai dehors ou dédommagement pour vos peines, à vos
dedans?). 2. İçinde, içine (Un trésor est caché souffrances).
dedans. Le chèque est dans l'enveloppe? Oui, il est dédommager gçl. 1. Zararını karşılamak ödemek.
dedans). 3. er. İç, içeri (Le dedans d'une maison). 2. Dédommager qn de qch: Birinin -sini tazmin
§ Là-dedans: İçerde; içinde, burada (Il est caché etmek, telâfi etmek (Dédommager quelqu'un
là-dedans. Il y a du vrai là-dedans). Au-dedans: d'uneperte, d'un manque. Nous l'avons largement
İçinde, içerde (Il y a 20 places au-dedans). Au- dédommagé de l'accroc fait à son vêtement. Le
dedans de: -in içinde (Au- dedans de lui-même, il succès le dédommage de ses efforts). § Se
regrette ses paroles). De dedans: İçerden (De dédommager de qch: -i telâfi etmek, gidermek,
dedans, on ne peut rien voir). En dedans: İçerde, ödünlemek (Il s'est dédommagé de ses pertes).
içinde (Le coffre de la voiture est grand, la roue de dédorage er. Yaldızını çıkarma,
secours est en dedans). En dedans de: -in içinde, dédoré,e s. Yaldızını, görkemini yitirmiş; çökmüş,
içine (Plier le doigt en dedans de la main. En yıkılmış (Aristocratie dédorée).
dédorer 381 défaite

dédorer gçl. Yaldızını çıkarmak, parlaklığını défaillance diş. 1. Ortadan çekilme, yok olma. 2.
gidermek. § Se dédorer: Yaldızı çıkmak, Bayılma, baygınlık (Sa défaillance s'explique par
parlaklığı gitmek, son jeûne prolongé). 3. Güçten düşme, güçsüzlük,
dédouanement er. Gümrükten çekme, çıkarma, bitkinlik (Après une brève défaillance, il s'est vite
dédouaner gçl. 1. Gümrükten çıkarmak, ressaisi). 4. Zayıflık (Défaillance de mémoire, de
gümrükten çekmek (Dédouaner une caractère, d'attention). § Sans défaillance:
marchandise, une voiture). 2. Dédouaner qn: Eksiksiz, kusursuz (Accomplir un devoir sans
Birini eski saygınlığına kavuşturmak, aklamak. § défaillance). Avoir une défaillance, tomber en
Se dédouaner: Eski saygınlığına kavuşmak, défaillance: Baygınlık geçirmek, düşüp bayılmak,
aklanmak, yeniden gözde biri olmak (Il cherche à défaillante s. 1. Yok olan, tükenen, kalmayan
se dédouaner par sa gentillesse). (Race défaillante). 2. Gücü azalan, gücü tükenen,
dédoublage er. Bir benzerini çıkarma. § Dédoublage zayıf, zayıflamış (Une mémoire défaillante). 3.
de l'alcool: (Su katarak) Alkolderecesini indirme, Kendinde olmayan, baygın (Un malade
dédoublement er. 1. İkiye bölme, iki bölüme ayırma défaillant). 4. Hazır bulunmayan, gelmeyen (Un
(Dédoublement d'un train). 2. Bir şeyi iki témoin défaillant, un candidat défaillant).
bakımdan ele alma. défaillir gsz. 1. Yok olmak, tükenmek, kalmamak.
dédoubler gçl. 1. İkiye bölmek, iki bölüme ayırmak 2. Güçten düşmek, gücü tükenmek. 3. Azalmak,
(Dédoubler une classe, un train). 2. Astarını eksilmek, zayıflamak (Sa mémoire, ses forces
çıkarmak (Dédoubler un manteau). § Se commencent à défaillir). 4. Bayılmak, baygınlık
dédoubler: 1. İkiye bölünmek. 2. ruhb. Ruhsal geçirmek (Il était sur le point de défaillir quand il
kişiliğindeki bütünlüğü, birliği yitirmek. 3. arriva au terme de sa longue marche). 5. (Bir
Kendini ikiye ayırmak, iki yerde bir anda yerde) Hazır bulunmamak, gitmemek. § Défaillir
bulunmak (Je ne peux pas me /dédoubler). de: -den bayılmak (Défaillir de faim, de peur, de
dédramatisation diş. Dramatik olmaktan çıkarma; joie).
pek abartmama (Dédramatisation d'un jeu, delà défaire gçl. 1. Bozmak (Défaire sa coiffure). 2.
mort). Sökmek (Défaire un mur pierre par pierre). 3.
dédramatiser gçl. Dramatik olmaktan çıkarmak; Açmak, çözmek (Défaire un paquet, un nœud,
pek abartmamak (Dédramatiser une pièce de une cravate). 4. Kaldırmak, toplamak (Défaire la
théâtre. Dédramatiser la mort). table, son lit). 5. Bozmak, geçersiz saymak
déductibilité diş. İneli ri leb i I irli k. düşürülebilirlik (Défaire un contrat, un mariage). 6. Bozmak,
(Déductibilité d'un impôt). bozguna uğratmak (Défaire l'ennemi, une
déductible s. İndirilebilir; düşürülebilir (Frais armée). 7. Défaire qn de qch: Birini -den
déductibles de l'assiette de l'impôt). kurtarmak (Défaites-moi de cet importun.
déductif,ive i. mant. fels. Tümdengelime değgin, Défaire un pays d'un tyran). § Se défaire: 1.
tümdengelimli (Méthode déductive, Bozulmak (Sa coiffure s'est défaite). 2. Çözülmek,
raisonnement déductif). açılmak, sökülmek (Un nœud qui se défait, une
déduction diş. 1. (Bir hesaptan) İndirme, çıkarma, couture qui se défait). 3. Se défaire de qn: Birinden
düşme (Faire déduction des arrhes versées). 2. (Bir kurtulmak, başından savıp kurtulmak (Se défaire
şeyden) Çıkarılan sonuç, varılan sonuç (Il me d'un gêneur, d'un importun).4. Se défaire de qch:
semble que vos déductions sont un peu -den kurtulmak (Se défaire d'un vice, d'un défaut,
hasardeuses). 3. mant. fels. Tümdengelim, d'une mauvaise habitude). S. Se défaire de qch:
déduire gçl. 1. (Bir hesaptan) İndirmek, düşmek, -den satıp kurtulmak, -i elden çıkarmak (Se
çıkarmak (Déduire d'un compte les sommes déjà défaire d'un cheval).
versées). 2. Belli bir sıraya göre ve ayrıntılarıyla défait,es. 1. Bozulmuş, çözülmüş (Un nœud défait,
anlatmak (Il ne faut pas moins d'adresse à déduire une coiffure défaite). 2. Solgun, yorgun,
un grandsujetqu'à en déduire un petit). 3. Déduire zayıflamış, çökmüş (Un visage défait, une mine
qch de qch: a) -den... sonucunu çıkarmak (On défaite). 3. Bozguna uğramış (Une armée défaite).
peut déduire de ses paroles qu'il se ralliera à notre défaite diş. 1. Bozgun, yenilgi (La défaite d'une
avis), b) -dençıkarmak, düşmek, indirmek (Nous armée. Une défaite électorale). 2. Kaçamak yolu,
devons déduire de ce bénéfice les frais de route). uydurma bahane (Il cherche des défaites). § Subir,
déesse diş. Tannça. essuyer une défaite: Bozguna uğramak. Mettre
de facto bel. "Fiilen, *edimsel olarak qn, qch en défaite: Bozguna uğratmak, yenmek
( Gouvernement reconnu de facto). (Mettre une armée en défaite).
défaitisme 382 défendre

défaitisme er. 1. Başarıdan umutsuzluk, promenade), b) -e hasım, muhalif, karşı, düşman


karamsarlık (Elle était prête à sombrer dans un (Il s'est montré défavorable au projet.
amer défaitisme). 2. Bozgunculuk, Examinateur défavorable à un candidat).
défaitiste s. ve ad. Bozguncu (Une propagande défavorablement bel. Elverişsizce, uygunsuzca,
défaitiste. On traitait de défaitistes ceux qui aykırı olarak,
exprimaient leurs inquiétudes). défavoriser gçl. Aleyhinde olmak, engellemek
défalcation diş. (Bir toplamdan) Çıkarma, indirme, (Cette loi nous défavorise).
düşme (Après défalcation faite des frais, il vous défécation diş. 1. kim. Arıtma, durultma
reste mille francs). (Défécation d'un liquide). 2. Dışkısını salma,
défalquer gçl. 1. Çıkarmak, indirmek, düşmek. 2. dışkıyı dışarı atma; dışarı çıkma, büyük abdestini
Défalquer qch de qch: Bir şeyi -den düşmek, yapma.
çıkarmak, indirmek (Défalquer les frais généraux défectibilité diş. Eksiklilik, kusurluluk,
de la recette brute pour obtenir le bénéfice net). défectibles. Eksikliği, kusuru olan; eksikli, kusurlu
défatiguer gçl. Yorgunluğunu gidermek, (Tout homme est défectible).
dinlendirmek (Une doucke peut te défatiguer). § défectif,ive s. dilb. Bütün zamanları olmayan,
Se défatiguer: Yorgunluğu geçmek, dinlenmek, bütün halleri olmayan, *eksiltili (Verbes
défaufller gçl. Teyelini sökmek, défectifs).
défausser gçl. Doğrultmak, düzeltmek (Défausser défection diş. 1. (Bir partiyi yada düşünceyi)
une clef). § Se défausser: 1. (İskambilde) Boş ve Bırakma, ayrılma, kopma (La perte de la bataille
gereksiz kâğıtları atmak, elini düzeltmek (Ils'est est due à la défection de l'aile droite. Une défection
défaussé à trèfle). 2. Se défausser de: -oynayıp massive d'un parti). 2. Gelmeme, hazır
kurtulmak, elinden çıkarmak (Se défausser de l'as bulunmama (Les défections ont été si nombreuses
de coeur). que la réunion n'a pu avoir lieu).
défaut er. 1. Yokluk, eksiklik, olmayış (Le défaut de défectueusement bel. Eksik yada kusurlu olarak,
main-d'oeuvre. Le défaut d'organisation a yarım yamalak,
entraîné d'importants gaspillages. Le défaut de défectueux,euse s. 1. Eksik, yetersiz, yanlış
vitamines). 2. Yanlış, kusur, hata (Défaut de (Raisonnement défectueux). 2. Kusurlu, hatalı
tissage, défaut de prononciation, défauts d'une (Machine défectueuse, outil défectueux).
étoffe). 3. Hazır bulunmama, gitmeme. § A défectuosité^. Eksiklik,eksiklilik,kusurluluk,
défaut: Olmayınca, olmazsa, olmadığında, hiç défendable s. Savunulabilir (Cette ville n'est pas
olmazsa (Je cherche un appartement, ou, à défaut, défendable sans artillerie. Une thèse défendable).
un studio). A défaut de: Olmadığı için, défendeur,eresse ad. huk. Dâva edilen, dâva
bulunmadığından, olmadığından (A défaut de olunan; dâvâlı,
madère, on pourra mettre dans la sauce un bon vin défendre gçl. 1. Korumak (Défendre les faibles). 2.
blanc. A défaut d'argent, il ne peut pas sortir). Par Savunmak (Défendre une ville. L'avocat a bien
défaut: Yoklayın, "gıyaben. Jugement par défaut: défendu son client). 3. Yasaklamak (La loi défend
Gıyap kararı. Condamner, juger par défaut: le meurtre). 4. Défendreqn, qch de: Birini, bir şeyi
Gıyaben yargılamak, mahkûm etmek. Etre, se -den korumak (Défendre son ami du danger, d'un
mettre en défaut: Hatalı olmak, hatalı bir hareket mal). 5. Défendre qn, qch contre: -e karşı
yapmak, kurallara uygun davranmamak. Faire korumak (Il défend votre réputation contre les
défaut à: Eksik olmak, -si olmamak (Le temps lui médisants). Défendre qch à qn: Bir şeyi -e
fait défaut pour raconter la chose en détail). Mettre yasaklamak (Défendre le tabac, l'alcool à un
en défaut: Aldatmak, yanıltmak (Mettre les chiens malade). 7. Défendre à qn de f. qch: Birine -meyi
en défaut). yasaklamak (Le médecin lui a défendu de fumer).
défaveur diş. 1. Gözden düşme, saygınlığını yitirme § A son corps défendant: 1. İstemeyerek (Il a
(Etre en défaveur auprès de quelqu'un). 2. accepté à son corps défendant). 2. Kendini
Düşmanlık, husumet (S'attirer la défaveur du saldırıya karşı koruyarak, "nefis müdafaası
public). halinde. Il est défendu de f. qch, c'est défendu de f.
défavorable s. 1. Elverişsiz, uygun olmayan qch: -mek yasaktır (Il est défendu de fumer). § Se
(Circonstances, conditions défavorables). 2. défendre: 1. Kendini savunmak (Se défendre pied
Aykırı, ters, zıt (Avis défavorable, opinion àpied, commeunlion). 2. Se défendre en qch:-de
défavorable). 3. Défavorable à: a) -e elverişsiz, başarı göstermek, işin içinden çıkmak (Il se
uygun olmayan (Le temps est défavorable à la défend bien en peinture). 3. Se défendre de, contre:
défenestration 383 défiance

-e karşı kendini savunmak. 4. Se défendre de, déférence^. Saygı (Il nous traite avec déférence). §
contre: -den kendini korumak (Se défendre du Par déférence pour qn: -e olan saygıdan, -e karşı
froid, contre la pluie). 5. Se défendre de f.qch: duyulan saygıdan ötürü (Je l'ai fait par déférence
-digini yadsımak, kabul etmemek, inkâretmek (Il pour vous).
se défend d'avoir vendu tous ses livres). 6. Ne déférent,es. 1. Saygılı. 2. Taşıyıcı, boşaltıcı (Cana!
pouvoir se défendre de f.qch: -mekten kendini déférent). § Etre, se montrer déférent enversqn: -e
alamamak (Il n'a pas pu se défendre de sourire). karşı saygılı olmak, saygılı davranmak,
défenestration diş. 1. (Kişileri) Pencereden atma. déférer gçl. 1. Déférer qch à qn: Birine bir şey
2. (Adli tıp) Yüksek bir pencereden kazayla yada vermek (Déférer une décoration à un général). 2.
itilerek düşme, Déférer qn à qch: -e vermek, sevketmek (Déférer
défens,défends er. Ormandan odun kesme yasağı, un coupable à la justice. Déférer une affaire au
défense diş. 1. Koruma, savunma (La défense d'une tribunal). 3. gsz. Déférer à qch: -e katılmak,
ville, d'unpays. Ministère de la Défense Nationale. uymak (Déférer à la décision de son ami, au
Défense Nationale. Défense passive). 2. jugement d'un auteur, au désir de sa famille).
Dayanma, direnme, karşı koyma. 3. Yasaklama, déferlage er. Açma (Déferlage d'une voile, d'un
yasak (Défenses bizarres d'une société). 4. pavillon).
(Mahkemede) Savunan taraf. 5. (Fil, yaban déferlant,e s. Kudurgan, zincirden boşanmış gibi
domuzu, mors gibi hayvanlarda) Keskin diş, (Vagues déferlantes. Les armées déferlantes de
savunma dişi (Les défenses du sanglier). 5. Deniz l'envahisseur).
teknelerinin bordalarına sarkıtılan yastık, déferlement er. 1. Çarpma, dövme, çarpıp kırılma
usturmaça. § Défense de f.qch: -mek yasaktır (Le déferlement des vagues sur les rochers). 2. Sel
(Défense de fumer, d'entrer, d'afficher). Défense gibi boşanma, sel gibi gelme (Le déferlement des
légitime: Yasalı savunma, "meşru müdafaa. Droit barbares en Gaule).
de la défense: Savunma hakkı. Assurer la défense déferler gçl. 1. (Yelkenleri) Açmak (Déferler une
de qn: (Mahkemede) Birinin savunmasını voile, un pavillon). 2. gsz. Sel gibi akın etmek,
yapmak, üzerine almak (Un avocat assurera la dalga dalga yayılmak ( La foule déferle sur la place.
défense de l'accusé). Avoir de la défense: argo. İşin La haine déferle). 3. gsz. Çarpıp çatlamak (Les
içinden sıyrılmasını bilmek, pek becerikli olmak. vagues déferlent sur les rochers).
Faire défense à qn de f. qch: Birine -meyi déferrage, déferrement er. 1. Nal sökme. 2.
yasaklamak. Prendre la défense de: -i savunmak, Prangasını çıkarma, zincirlerini çıkarma,
korumak (Prendre la défense du faible, des déferrer gçl. 1. Nallarını sökmek (Déferrer un
opprimés). cheval). 2. Pırangasını, zincirlerini çıkarmak
défenseur er. 1. Savunucu, "müdafi (Les défenseurs (Déferrer un prisonnier). 3. Demir kaplamalarını
ont repoussé les assaillants. Les défenseurs d'une sökmek (Déferrer une caisse, une porte).
ville). 2. Tutan, destekleyen, savunan, savunucu défervescence<% 1. (Sayrılıkta) Ateşin düşmesi. 2.
(Défenseur d'une idée, d'une thèse). 3. Koruyucu kim. Kaynaşma yokluğu, kaynaşmanın azalması,
(Défenseur des faibles, des opprimés). 4. Sanık défeuillaison diş. Yaprak dökümü,
avukatı, savunma avukatı. §Se faire le défenseur défeuiller gçl. Yapraklarını yolmak (Défeuiller un
de: -in savunuculuğunu, koruyuculuğunu yapmak arbre). § Se défeuiller: Yaprak dökmek (Arbres
(Se faire le défenseur d'une théorie, des pauvres). qui se défeuillent).
défensif,ives. Korunma yada savunma için yapılan; défi er. 1. Meydan okuma. 2. Vuruşmaya çağırma.
savunma, "tedafüi (Un pacte défensif une alliance 3. Défi à qch: -e meydan okuma, -i hiçe sayma
(Défi au danger, à la mort. Je considère cet acte
défensive. Armes défensives).
comme un défi à mon autorité). § Lancer un défi à,
défensi vediş. Korunma durumu, savunma durumu.
contre: -e meydan okumak (Un lutteur forain qui
§ Etre, se tenir sur la défensive: H e r türlü saldırıya
lance des défis à tous les assistants). Mettre qn au
hemen karşılık verecek durumda olmak, saldırıya
défi de f.qch: Biriyle -miyeceğine bahse girmek
karşı koymaya hazır beklemek,
(Je le mets au défi de faire ce travail en deux
défensivement bel. Savunma amacıyla, kendini
heures).
savunmak için.
défiance diş. Güvensizlik, inanmama (Accueillir
déféquer gçl. 1. Arıtmak, durultmak, süzmek une nouvelle avec défiance. Eveiller, inspirer la
(Déféquer une liqueur par précipitation). 2. gsz. défiance). § Mettre qn en défiance:
Dışarı çıkmak, büyük abdestini yapmak, sıçmak. Kuşkulandırmak, pirelendirmek.
défiant 384 defleurir

défiant,es. Güvensiz, kuşkucu, çabuk pirelenen (Il Chef). § Défiler dur à la parade: argo. Ölmek,
a un air défiant). cartayı çekmek. § Se défiler: l.Düşmanateşinden
défibrage er. Liflerini çıkarma, korunuk bir yere saklanmak 2. mec. tkz. Tehlikeli
défibrer gçl. Liflerini çıkarmak (Défibrer la canne à bir anda kaçmak, tüymek, kirişi kırmak (Je
sucre). comptais sur eux, mais ils se sont tous défilés. Il
déficeler gçl. İplerini çözmek (Déficeler un paquet). s'est défilé avant la fin de la cérémonie).
déficience diş. 1. Bedensel yada zihinsel yetersizlik. défilocher gçl. Tiftiklemek, ditmek,
2. Zayıflık (Déficience musculaire. Déficience de défini,e s. 1. Tanımlanmış. 2. Belli, belirli (Un
mémoire, d'attention). événement qui s'est produit à une époque bien
déficient,e s. 1. Yetersiz (Une argumentation définie. Il a une tâche bien définie à remplir) .3. er.
déficiente). 2. Zihince ve bedence geri, zayıf Belirgin, belirginlik (La définition doit
(Rééduquer les enfants déficients). s'appliquer à tout le défini). § Article défini: dilb.
déficit er. 1. Eksiklik (Déficit physiologique). 2. Belirli tammhk. Passé défini: dilb. Belirli geçmiş
Açık (Il a un déficit de plusieurs millions). §Déficit zaman.
budgétaire: Bütçe açığı. Combler un déficit: Bir définir gçl. 1. Tanımlamak, "tarif etmek (Définir un
açığı kapatmak. Etre en déficit: Açığı olmak, açık mot). 2. Belirtmek, ortaya koymak (Définir les
olmak (L'Etat, le budget est en déficit). causes d'un phénomène). 3. Saptamak, "tesbit
déficitaire s. 1. Açık, açığı olan (Un budget etmek (Définir une politique). 4. Définir qn: -in
déficitaire). 2. Yetersiz, eksik (Une récolte karakterini çözümlemek, kişiliğinin özelliklerini
déficitaire. Année déficitaire en blé, en raisin). belirtmek.
défier gçl. 1. Vuruşmaya çağırmak. 2. Meydan définissable s. Tanımlanabilir, anlatılabilir, dile
okumak (Défier la mort, le danger). 3. Vız gelmek getirilebilir,
(Sa réputation défie la calomnie). 4. Défier qn à définissantes dilb. Tanımlayan,
qch: Birine -de meydan okumak (Défier définitif,ive s. 1. Kesin (Les résultats définitifs d'un
quelqu'un aux échecs, à la course). 5. Défier qn de concours. Une réponse définitive. Leur séparation
f.qch: Birinin -meyeceğine bahse girmek (Je te est définitive). 2. Son, kesin (Une victoire
défie de distinguer la copie de l'original). § Se définitive. Edition définitive d'une œuvre). § En
défier de: 1. -e güvenmemek, inanmamak, bel définitive: Kısacası, uzun sözün kısası (En
bağlamamak (Les femmes se défient des hommes définitive, qu'est-ce que vous voulez dire?).
en général. Se défier des rumeurs non confirmées). définition diş. 1. Tanımlama, tanım, "tarif
2. -den kuşkulanmak (Je me défie de moi-même). (Définition d'un mot, d'un concept). 2.
défiguration diş. Biçimsizleştirme, biçimini bozma, Betimleme, "tasvir. 3. (Sinema, televizyon)
défigurer gçl. 1. Bozmak, biçimsizleştirmek, Seçiklik; ekran tarama çizgi sayısı.
çirkinleştirmek ( Des larmes défigurent son visage. définitionnel,le s. Tanıma değgin, tanımsal,
L'automne a défiguré notre jardin. La variole l'a définitivement bel. 1. Kesin olarak, kesinlikle (Ilesi
défigurée). 2. mec. Bozmak, saptırmak, parti définitivement). 2. Kısacası, uzun sözün
değiştirmek (Défigurer une pensée, la vérité). kısası (Définitivement, que voulez-vous en
défilage er 1. İplikleri alma, kaldırma. 2. (Kâğıt faire?).
yapımında paçavraları) Tiftikleme. déflagrant, e s. Tutuşup patlayıcı (Matières
défilé er. 1. Dargeçit, boğaz, argıt ( Défilé entre deux déflagrantes).
montagnes). 2. Geçit töreni (Assister au défilé du déflagration diş. Tutuşup patlama; tutuşma,
29 Octobre. Le défilé des troupes victorieuses). 3. patlama (La déflagration d'un explosif. La
Moda gösteri geçidi, giyim gösterisi. 4. Topluluk, déflagration a fait sauter une fenêtre).
grup (Un défilé de manifestants, de visiteurs, de déflagrer gsz. Tutuşup patlamak,
témoins). déflation diş. "Deflasyon, piyasada bulunan para
défilement er. ask. Havale siperi, miktarının azaltılması, para şişkinliğinin
défiler gçl. 1. (İpliğe geçirilmiş bir şeyi) İplikten giderilmesi, 'inginlik,
boşaltmak (Défiler un collier). 2. Çekmek, tane déflationnistes. Para şişkinliğini gidermeye değgin,
tane çekmek (Défiler son chapelet). 3. ask. para şişkinliğini giderici,
Havale siperi yapmak. 4. gsz. Sıra ile geçmek, ard défléchir gçl. 1.-in yönünü değiştirmek, saptırmak.
arda geçmek (Défiler deux par deux). 5. Geçip 2. gsz. Yön değiştirmek, sapmak,
gitmek (Les jours défilent avec monotonie). 6. défleurir gçl. 1. Çiçeklerini düşürmek. 2.
Geçit yapmak (Défiler musique en tête devant le Meyvaların üzerindeki buğuyu, ince tüyleri
déflexion 385 dégagé

bozmak (Défleurir des pèches en les manipulant). ödemek (Il m'a défrayé). § Défrayer la
3. mec. Körpeliğini gidermek. 4. gsz. Çiçeklerini conversation: 1. Bir konuşmayı canlandırmak,
dökmek, solmak, renklendirmek. 2. Bir konuşmanın konusu
déflexion diş. Sapma, yön değiştirme; saptırma, yön olmak.
değiştirme. défrichage, défrichement er. Toprağı açma, tarla
défloraison, défleuraison diş. Çiçek dökümü, haline getirme (Défrichement des forêts, des
çiçeklerini dökme, marécages, des landes).
défloration diş. Kızlığını bozma, "bikrini izale etme. défricher 1. gçl. Bir toprağı açmak, tarıma elverişli
déflorer gçl. 1. Kızlığını bozmak, "bikrini izale hale getirmek (Défricher une forêt, unelande). 2.
etmek (Déflorer une jeune fille). 2. İffetsizliğe mec. Açmak, aydınlatmak (Défricher un sujet).
sürüklemek. 3. mec. Bayağılaştırmak (Déflorer défricheur er. i. Tarla açıcı. 2. (Bir soruyu)
un sujet). Aydınlatıcı.
défoliation diş. Yaprak dökümü, défriper gçl. Buruşukluğunu, kırışıklığını gidermek
défolier gçl. Yaprakları döktürmek, (Défriper un vêtement en le mettant sur un cintre).
y apraksızlaştırmak. défrisement er. 1. Kıvcırcıklığını giderme,
défonçage, défoncement er. 1. Dibini delme, dibi düzleştirme (Défrisement des cheveux). 2.
delinme. 2. Kirizma, Kızdırma, canını sıkma,
défonce diş. Derin sarhoşluk; dalıp gitme; défriser gçl. 1. Kıvrıklarını açmak, kıvırcıklığmı
uyuşturucu alıp kendinden geçme, gidermek, düzeltmek (Le temps humide défrise
défoncé, e 1. Delinmiş, deiık (Unsommier défoncé). les cheveux. Le coiffeur lui a défrisé les cheveux).
2. Çukurlarla dolu (Une route défoncée). 2. mec. hlk. Hoşuna gitmemek, kızdırmak,
défoncer gçl. 1. Dibini delmek (Défoncer un umudunu kırmak (Il y a quelque chose qui te
tonneau, une caisse). 2. Kırmak. Vurarak kırmak défrise?).
(Défoncer une porte). 3. Kirizma yapmak, derin défroissable s. Kırışıklığı, buruşukluğu çabuk
sürmek (Défoncer un champ, un terrain). 4. geçen.
Yıkmak, bozmak, çukur çukur yapmak défroisser gçl. Buruşukluğunu, kırışıklığını
(Défoncer une route). gidermek, düzeltmek,
défonceuse diş. Kirizma sabanı, pulluk, défroncer gçl. Kırışıklığını, buruşukluğunu
déforestation diş. Ormansızlaştırma, orman kırımı, gidermek (Défroncer une étoffe). § Défroncer le
déformateur, trice s. Bozucu, saptırıcı, özünü sourcil: Kaşlarının çatıklığı geçmek, öfkesi
değiştirici (Une interprétation déformatrice). geçmek.
déformation diş. 1. Biçimini değiştirme, défroque diş. 1. Din adamının "terekesi, bırakıt (La
biçimsizleştirme, bozma (Déformation des corps défroque d'un moine). 2. Eski giysi, pılı pırtı
soumis à des forces). 2. Biçimi bozulma, (S'habiller avec les défroques d'un vieil oncle).
biçimsizleşme 3. Saptırma, özünü değiştirme, défroqué, es. vead. Papazlığı bırakmış, eski papaz,
bozma (La déformation de la pensée d'un auteur). papaz eskisi (Un défroqué).
déformer gçl. 1. Biçimini bozmak, défroquer gçl. 1. Birini papaz kılığından, dolaysiyle
biçimsizleştirmek (Miroir qui déforme les images. papazlıktan çıkarmak. 2. gsz. Papaz kılığını
Déformer ses chaussures). 2. Bozmak, özünü çıkarıp atmak, papazlığı bırakmak. § Se
değiştirmek, saptırmak (Déformer une idée). § Se défroquer: Papaz kılığını çıkarıp atmak, papazlığı
déformer: Bozulmak, biçimini yitirmek, bırakmak (Luther se défroqua).
biçimsizleşmek, défruiter gçl. Meyve tad ve kokusunu almak
défoulement er. Boşalma, içindekileri dışa vurma, (Défruiter de l'huile d'olive). § Se défruiter:
rahatlama. Meyvesizleşmek, meyvelerini yitirmek,
défouler (se) gsz. Boşalmak, içindekileri dışa défunt, e s. ve ad. 1. Ölen, ölü, "merhum;
vurmak, rahatlamak, "müteveffa (Sa défunte mère. Défunt son frère.
défournage, défournement er. Fırından çıkarma, Les enfants de la défunte. Prière pour les défunts).
défourner gçl. Fırından çıkarmak (Défourner du 2. s. mec. Ölmüş, ortadan kalkmış, tükenmiş
pain, des poteries). geçmişe karışmış (Royauté défunte. Leurs amours
défraîchir gçl. Soldurmak, tazeliğini gidermek (Le défunts).
soleil défraîchit les étoffes claires). § Se défraîchir: dégagé, e s. 1. Açık (Un ciel dégagé, front dégagé,
Solmak, tazeliğini yitirmek, nuque dégagée). 2. Serbest, geniş(Vue dégagée). 3.
défrayer gçl. Birinin masraflarını üzerine almak, Rahat, sıkıntısız, serbest, özgür (Un air dégagé,
dégagement 386 dégermer

un ton dégagé). spectacle, la salle se dégarnit rapidement). Ses


dégagement er. 1. Rehinden kurtarma tempes se dégarnissent: Saçları dökülüyor,
(Dégagement d'effets déposés au mont-de-piété). dégât er. Hasar, zarar (La grêle a fait de grands
2. Çıkarma, kurtarma (Dégagement des blessés dégâts dans les vignobles. Constater, estimer les
ensevelis sous les décombres; dégagement d'une dégâts). § Limiter les dégâts: Beterinden
pièce coincée). 3. Geçenek, aralık, koridor (Cet sakınmak (Il s'agit de limiter les dégâts, de sauver
appartement a de larges dégagements). 4. Boş ce qui peut être sauvé).
alan, serbest alan (Il y a un grand dégagement dégauchir gçl. Kabasını almak, düzeltmek
devant notre maison). 5. Açma, engelleri (Dégauchir la surface d'une pierre, dégauchir une
kaldırma (Le dégagement d'une rue, de la voie planche au rabot).
publique). 6. Çıkma, "intişar etme (Dégagement dégauchissage, dégauchissement er. Kabasını alma,
de gaz, de vapeur, de chaleur). 7. Serbestliğe düzeltme.
kavuşma, kurtulma, serbest olma. dégauchisseuse diş. Bir tür mekanik rende,
dégager gçl. 1. Rehinden kurtarmak. 2. Çıkarmak; yüzeyleri düzeltmeye yarayan alet.
kurtarmak (Les sauveteurs ont dégagé deux dégazage er. Gazsızlaştırma; gazını alma.
blessés des décombres. Lancer une attaque pour dégazer gçl. Gazını almak, gazsızlaştırmak
dégager une unité encerclée). 3. Geri almak (Dégazer un liquide).
(Dégager sa parole, sa responsabilité). 4. dégazonnage, dégazonnement er. Çimsizleştirme,
Engelleri kaldırmak, açmak (Dégager une rue, çimini alma.
une route). S. Açık bırakmak, dışarda bırakmak dégazonner gçl. Çimsizleştirmek, çimlerini almak,
(Encolure qui dégage la tête). 6. Açmak, dégel, er. 1. Buzların çözülmesi, kar erimesi, don
serbestlendirmek (Dégager la table, une somme çözülmesi (C'est le dégel. Dégel d'un fleuve). 2.
d'argent). 7. Çıkarmak, yaymak (Les plantes mec. Çözülme, erime (Je me rappelle ce dégel de
dégagent du gaz carbonique. La rose dégage une tout mon être sous ton regard).
belle odeur). 8. Dégager qn de qch: Birini -den dégeler gçl. 1. Donmuşluğunu gidermek, buzunu
kurtarmak (Dégager son ami d'une dette, d'un çözmek. 2. tkz. Isıtmak (Je n'arrive pas à me
engagement, d'une obligation, d'une charge). 9. dégeler les pieds). 3. Dégeler qn: Birinin
Dégager qch de qch: Bir şeyi -den çıkarmak (On soğukluğunu, tutukluğunu, çekingenliğini
peut en dégager plusieurs conclusions). 10. Ortaya gidermek, neşesini yerine getirmek (Jel'aiunpeu
koymak, bulmak (Dégager l'idée maîtresse d'une dégelé). 4. Açmak, kullanılmasına izin vermek
théorie). § Se dégager: 1. Açılmak (Le ciel se (Dégeler des crédits, un compte). 5.gsz. Buzları,
dégage). 2. Ortaya çıkmak, belli olmak (La vérité donu çözülmek (Le lac commence à dégeler). 6.11
se dégage peu à peu). 3. Se dégager de qch: a) -den dégèle: Buzlar çözülüyor, karlar eriyor. § Se
kurtulmak (Se dégager de ses liens, d'un dégeler: Tutukluğu, çekingenliği geçmek; eski
engagement), b) -den çıkmak, yayılmak, durumunu, neşesini bulmak, açılmak (Un invité
yükselmek (Odeur qui se dégage d'un corps. Une qui commence à se dégeler).
rumeur légère se dégage de la foule). c) -den sonuç dégénératif,ive s. Soysuzlaşmaya değgin;
olarak çıkmak (La morale qui se dégage de cette yozlaştırıcı, yozlaşıcı.
histoire). dégénération diş. Soysuzlaşma; yozlaşma;
dégaine diş. Gülünç tavır, gülünç davranış, bozulma.
gülünçlük. dégénérées, ve ad. 1. Soysuzlaşmış, yozlaşmış. 2.
dégainer gçl. 1. Kınından çıkarmak (Dégainer une Çığırından çıkmış,
épée). 2. gsz. Kılıcını çekmek, kılıç çekmek. dégénérer gsz. 1. Soysuzlaşmak, yozlaşmak,
déganter gçl. Eldivenini çıkarmak (Déganter la bozulmak (Son fils a dégénéré. Tout dégénère
main droite). § Se déganter: Eldivenlerini entre les mains de l'homme. Une race qui
çıkarmak. dégénère). 2. Çığırından çıkmak. 3. Dégénérer en
dégarnir gçl. 1. Boşaltmak, içinde birşey qch: -e dönüşmek (Dispute qui dégénère en rixe.
bırakmamak, içinde ne varsa almak (Dégarnir Son rhume dégénère en bronchite).
une boîte de bonbons, une vitrine, un compte en dégénérescence diş. Soysuzlaşmışlık, yozlaşmışlık,
banque). 2. ask. (Bir yerden) Asker çekmek bozulmuşluk (Dégénérescence de la moralité
(Dégarnir un front). 3. Budamak (Dégarnir un publique. Dégénérescence d'un tissu).
arbre). 4. den. (Bir geminin) Donatımını dégermer gçl. Çimini almak (Dégermer des pommes
kaldırmak. § Se dégarnir: Boşalmak (Après le de terres, dégermer de l'orge).
dégingandé 387 dégoût

dégingandé,e .«. tkz. Sarsak (Il est vraiment dégorgement er. 1. Akma, boşalma (Dégorgement
dégingandé). de la bile). 2. Boşalma, dökülme (Dégorgement
dégingander gçl. 1, Sarsaklaştırmak. 2. d'un canal, d'un égout, d'une gouttière). 3.
Çırpıştırmak, üstün körü yapıvermek. 3. gsz. Yıkama, temizleme (Dégorgement des laines, des
Sarsak bir hal takınmak, cuirs).
dégivrage er. Buzunu çözme, dégorgeoir er. I. Fazla gelen suyun akıtıldığı yer,
dégivrer gçl. Buzunu çözmek, buzunu temizlemek döküldüğü yer (Dégorgeoir d'un étang). 2. Bir
(Dégivrer un réfrigérateur. Dégivrer une glace kanalı tıkayan maddeleri çıkarmaya yarayan
d'automobile). aygıt. 3. Oltayı balığın boğazından çıkarmaya
déglaçage, déglacement er. Buzlarını kırma, yarayan alet. 4. (Topçulukta) Falya iğnesi,
buzlarını alma, buzsuzlaştırma. dégorger gçl. 1. Sızdırmak (Egout qui dégorge de
déglacer 1. Buzlarını kırmak, buzsuzlaştırmak, l'eau sale). 2. Açmak, tıkanıklığını gidermek
buzlarını almak (Déglacer une route). 2. (Dégorger un évier, un égout). 3. Yıkamak
Parlaklığını almak, donuklaştırmak (Déglacer du temizlemek, yabancı maddelerden arıtmak
papier). (Dégorger du cuir, de la laine). 4. Kanını,
déglinguer gçl. tkz. Bozmak, berbat etmek pisliklerini temizlemek için suya bastırmak
(Déglinguer une chaise, une bicyclette). (Dégorger de la viande, des abats). S. gsz.
dégluer gçl. -in yapışkanlığını gidermek. § Se Dökülmek, boşalmak (Un égout qui dégorge dans
dégluer de qch: -den kurtulmak, yakasını la mer). 6. mec. Boşalmak (Sa fureur dégorgea en
sıyırmak, paçasını kurtarmak (Se dégluer d'un un torrent d'injures). 7. gsz. Kusmak. 8. gsz.
embarras). Yıkandığında, kiri dökülmek, rengini salmak
déglutir gçl. Yutmak (Déglutir un aliment, une (Cuir qui dégorge). § Se dégorger: Akmak,
bouchée). dökülmek, boşalmak (Rivière qui se dégorge dans
déglutition diş. Yutma (La salive aide à la la mer).
déglutition). dégoter, dégotter gçl. tkz. 1. (Birini) İşinden
dégobiller gçl. gsz. tkz. Kusmak (Il ne cesse pas de kovmak, atmak, kapı dışarı etmek. 2. Bulmak,
dégobiller. Il a dégobilté son repas). sağlamak (Où as-tu dégoté ce bouquin?).
dégoiser gçl. tkz. 1. Söylemek (Dégoiser dégoudronner gçl. Katranını almak,
d'interminables discours). 2. gsz. tkz. Konuşmak katransızlaştırmak; ziftini almak,
(Il dégoise encore!). ziftsizleştirmek.
dégommage er. 1. Zamkını çıkarma, dégoulinade diş. Sızıntı (Uya des dégoulinades sur
zamksızlaştırma. 2. tkz. işinden çıkarma, dışarı les murs).
atma. dégoulinement er. Sızma, sızıntı yapma (Le lent
dégommer gçl. 1. Zamkını çıkarmak, dégoulinement des dalots).
zamksızlaştırmak (Dégommer une enveloppe). 2. dégouliner gsz. hlk. Sızmak, damla damla akmak
tkz. İşinden çıkarmak, dışarı atmak (Dégommer (L'huile qui dégouline d'un bidon mal bouché).
un administrateur). dégourdi,e s. ve ad. Uyanık, açıkgöz, becerikli,
dégonflage er. hlk. Cesaretsizlik, korkaklık, son anasının gözü (Il est très dégourdi. C'est un
anda korkup çekilme, pısma (Son dégonflage a dégourdi).
fait échouer l'entreprise). dégourdir gçl. 1. Uyuşukluğunu gidermek,
dégonfle diş. Kaçma, yan çizme, uyuşmuşluğunu gidermek (La chaleur du f'eunous
dégonflé,e s. 1. Havası boşalmış, sönmüş (Pneu a dégourdi les doigts). 2. Ilıtmak, ılıştırmak
dégonflé). 2. s. ve ad. Korkak, ödlek, son anda (Dégourdir un liquide, dégourdir de l'eau). 3.
korkup çekilen, pısmış, balonu sönmüş, foslaşmış (Birinin) Gözünü açmak (Nous l'avons un peu
(Il ne voulait pas passer pour un dégonflé. Il est dégourdi).. § Se dégourdir: 1. Gözü açılmak,
dégonflé). enayiliği geçmek. 2. Uyuşmuşluğu geçmek,
dégonflement er. Hava kaçırma, sönme, inme dégourdissement er. Uyuşukluğunu giderme,
(Dégonflement des pneus). dinçleştirme.
dégonfler gçl. 1. Şişkinliğini indirmek, havasını dégoût er. 1. Bıkkınlık (Le dégoût de la vie). 2.
boşaltmak, pörsütmek, söndürmek (Dégonfler İğrenme, tiksinti (Une sauce qui cause du dégoût
un ballon, unpneu). 2. mec. Sıkıntısını gidermek. pour certains. Son dégoût pour la viande est
§ Se dégonfler: 1. Direnmekten vazgeçmek, surmontable). § Avoir, éprouver, ressentir du
foslamak, yelkenleri suya indirmek. 2. Korkmak. dégoût pour: -e karşı tiksinti duymak, -den
dégoûtamment 388 dégringolade

tiksinmek (On ne ressent que du dégoût pour un débauche dégrade l'homme). 4. Kemirmek,
être si vil). Manger jusqu'au dégoût: Tıksırıncaya oymak, içten çürütmek (Les eaux dégradent ces
kadar yemek, rochers). S. Yoğunluğunu düşürmek, azaltmak,
dégoûtamment bel. İğrenç bir biçimde (Il mange gitgide açmak (Dégrader une lumière, une
dégoûtamment). énergie, une couleur). § Se dégrader: 1.
dégoûtant,e s. 1. Berbat, tatsız tuzsuz (Un plat Küçülmek, alçalmak (Il se dégrade en acceptant ce
dégoûtant). 2. İğrenç, iğrendirici (Un homme compromis). 2. Yoğunluğunu, değerini yitirmek
dégoûtant). 3. Can sıkıcı, usandırıcı (Un travail (L'énergie se dégrade selon le principe de Carnot).
dégoûtant). 4. Kaba, açık saçık, "müstehcen (Il 3. (Renk, ışık) Gitgide açılmak (Les tons se
raconte des histoires dégoûtantes). dégradent doucement).
dégoûtation diş. 1. İğrenme, tiksinme. 2. İğrençlik, dégrafer gçl. Kopçalarını çözmek (Dégrafer son
pislik, tiksinilecek şey. manteau). § Se dégrafer: Kopçaları çözülmek,
dégoûté,e v. ve ad. 1. Güçbeğenir, titiz, açılmak (Une robe qui se dégrafe).
"müşkülpesent. 2. Dégoûté de: -den bıkmış, dégraissage er. Temizleme, yağ lekelerini çıkarma
usanmış (Il est dégoûté de vivre, de la vie). § Faire (Dégraissage de la laine, d'un vêtement).
le dégoûté: Titizlik etmek, hiçbir şeyi kolay kolay dégraissants s. ve er. Yağ lekelerini çıkaran, leke
beğenmemek, temizleyici.
dégoûter gçl. 1. Bıktırmak, usandırmak, bıkkınlık dégraisser gçl. 1. Fazla yağlarını almak (Dégraisser
vermek (Ce travail me dégoûte). 2. İğrendirmek, un boeuf, un porc. Dégraisser un bouillon, une
tiksindirmek (Cet insecte le dégoûte). 3. Dégoûter sauce). 2. Temizlemek, lekelerini çıkarmak
qn de qch: Birini -den tiksindirmek, usandırmak (Dégraisser un costume. Donner un manteau à
(Ce livre m'a dégoûté de la société. Cet homme dégraisser). 3. Kabasını almak, düzeltmek,
nous dégoûte de l'humanité). 4. Dégoûter qn de inceltmek (Dégraisser une pièce de bois).
f.qch: Birini -mekten usandırmak, tiksindirmek dégraisseur, euse ad. Temizleyici, lekeci, kuru
(C'est un travail qui vous dégoûte de travailler). § temizleyici.
Se dégoûter de qch, de qn: 1. -den bıkmak, degré er. 1. Basamak (Je gravis, d'un pas lourd, les
usanmak, tiksinmek (Il prétend qu'il ne se degrés de mon escalier. Monter, gravir les degrés
dégoûtera jamais de ces gâteaux. Tout le monde se du trône, du pouvoir). 2. Düzey, seviye (Ces deux
dégoûte de lui). 2. Se dégoûter de f.qch: -mekten exercices sont du même degré de facilité). 3.
bıkıp usanmak, gına getirmek. Aşama, "kademe (Les degrés de l'échelle sociale).
dégouttant,e s. Suları damlayan, suları akan (Un 4. Diploma, öğrenim belgesi (Avoir, prendre tous
imperméable dégouttant de pluie). ses degrés). 5. Derece (Parvenir au plus haut degré
dégoutterez. Damlamak, damla damla akmak (La de la gloire. Equation du premier degré, du second
pluie dégoutte le long du mur. La sueur lui degré. Angle de 60 degrés. Degré d'un baromètre.
dégouttait du front). Le thermomètre marque trente degrés à l'ombre.
dégradants s. Alçaltıcı, aşağılatıcı, küçültücü, Degré de concentration d'un alcool. Vin de 12
dégradateur er. Fotoğrafların çevresindeki gölgeyi degrés). § Au plus haut degré: Son derece (Il est
gitgide azaltmak için kullanılan ortası açık levha, avare au plus haut degré). Jusqu'à un certain
yayma çerçevesi, degré: Belli bir dereceye kadar (Je suis gentil
dégradation diş. 1. Rütbelerini sökme (La jusqu'à un certain degré). Par degrés: Derece
dégradation d'un officier). 2. Zarar verme, bozma derece, adım adım, aşama aşama, "tedricen
(La dégradation d'un monument par l'humidité). (S'avancer par degrés vers un but).
3. Alçaltma, küçültme, aşağılama (Dégradation dégressif,ive s. Kerte kerte azalan, gittikçe azalan,
de l'homme par la débauche) 4. Küçülme, gittikçe düşen (Impôt dégressif, tarif dégressif).
alçalma, bayağılaşma (Tomber dans la dégressivité diş. Derece derece azalma, kademe
dégradation). 5. (Renk, ışık) Git gide kademe düşme (La dégressivité d'un impôt).
yoğunluğunu yitirme, zayıflama, açılma dégrèvement er. Vergi indirimi (Obtenir un
(Dégradation d'une couleur, d'une lumière). dégrèvement).
dégrader gçl. 1. Rütbesini sökmek (Dégrader un dégrever gçl. Vergisini indirmek, vergi indirimi
officier). 2. Zarar vermek, bozmak, "harap etmek yapmak (Dégrever un contribuable. Dégrever un
(Des vandales ont dégradé ces sculptures produit, une industrie).
anciennes. La pluie a dégradé le mur). 3. dégringolade diş. 1. Yuvarlanma, yuvarlanıp
Alçaltmak, aşağılatmak, küçültmek (La düşme (Il s'est relevé de cette dégringolade avec
dégringoler 389 dehors

une foulure). 2. Batma, başarısızlığa uğrama (La dégueulasse).


dégringolade d'une entreprise). 3. Düşme, inme dégueuler gsz. tkz. Kusmak, tavus kuyruğu
(La dégringolade des cours en Bourse, çıkarmak.
dégringolade des actions à la Bourse). 4. mec. İşin déguisement er. 1. İğreti kılık (Un déguisement de
kötüden kötüye gitmesi, berbata gitme, beterin carnaval). 2. Kılık değiştirme, kılık değişme. 3.
beteri olma. mec. Gerçeği peçeleme. § Sans déguisement:
dégringoler gsz. 1. Yuvarlanmak, teker meker Açık açık, dobra dobra, açıkça (Parler, agir sans
yuvarlanmak, tepetaklak düşmek. 2. Batmak, déguisement).
iflas etmek (Une maison commerciale qui déguiser gçl. 1. Tanınmayacak bir kılığa sokmak. 2.
dégringole) 3. Dikine inmek ( Un joli bois de pins Déguiser qn en: Birini -kılığına sokmak (Déguiser
dégringole devant moi jusqu'au bas de la côte). 4. un homme en femme). 3. Değiştirmek, başka
Dégringoler de qch: -den düşmek, yuvarlanmak biçime sokmak (Déguiser son visage, sa voix, son
(Dégringoler du pouvoir. Dégringoler d'un toit). écriture). 4. Saklamak, peçelemek, aldatıcı bir
5. gçl. Yuvarlanırcasına inmek (Dégringoler une görünüm vermek (Déguiser la vérité). 5.
pente, les escaliers). 6. Dégringoler qn: argo. Saklamak, gizlemek (Déguiser ses sentiments, sa
Birini yenmek, paçasını aşağı almak, al aşağı pensée). § Se déguiser: 1. Kılık değiştirmek, iğreti
etmek. bir kılığa girmek. 2. Se déguiser en: -kılığına
dégrisement er. Esrikliği, "sarhoşluğu geçme; girmek (Se déguiser en clochard, en janissaire).
ayılma, kendine gelme. dégurgitergç/. 1. Olduğu gibi geri çıkarmak, kusup
dégriser gçl. 1. Sarhoşluğunu geçirmek, çıkarmak. 2. mec. Aynen satmak (W dégurgite tout
sarhoşluktan ayıltmak (L'airfrais m'a dégrisé). 2. ce qu'il a appris).
mec. Ayıltmak, uyandırmak, aklını başına dégustateur er. İçkilerin çeşnisine bakan kimse,
getirmek (La réalité l'a dégrisé). § Se dégriser: 1. çeşnici.
Sarhoşluğu geçmek. 2. Uyanmak, ayılmak, aklı dégustation diş. Tadına bakma, tatma
başına gelmek. 3. Se dégriser de qch: -den (Dégustation de vins, de coquillages, d'huîtres).
ayılmak, aklı başına gelmek (Il s'est dégrisé de ses déguster gçl. 1. Tadına bakmak, tatmak. (Déguster
illusions). les vins). 2. Tadını çıkara çıkara yemek, içmek
dégrosser gçl. Tel, sırma haline getirmek için (Déguster un bon vin, un bon repas). 3. hlk.
haddeden geçirmek (Dégrosser un lingot d'or, Çekmek, acı çekmek (Qu'est-ce qu'ila dégusté!).
d'argent). § Déguster des coups: Çok acılar çekmek,
dégrossir gçl. 1. Kabasını almak, düzeltmek déhaler gçl. 1. (Bir gemiyi) Liman dışına çekmek
(Dégrossir une poutre, une pièce de bois, un bloc (Déhaler un navire). 2. gsz. Liman dışına çekilip
de marbre). 2. Taslağını yapmak, taslağını götürülmek (Un navire qui déhale).
çıkarmak (Dégrossir un travail, un ouvrage). 3. déhaler gçl. Yanıklığını, esmerliğini gidermek
Dégrossir qn: Birini yontmak, eğitmek, adam (Pommade qui déhâle le teint).
etmek (Dégrossir un paysan, un élève). § Se déhanché, e s. 1. Paytak paytak yürüyen 2. Kalçası
dégrossir: Yontulmak, adam olmak, yol yöntem çıkmış, kalçası çıkık. 3. mec. Biçimsiz.
öğrenmek. déhanchement er. 1. Kalça çıkığı. 2. Kalçasını
dégrossissage, dégrossissement er. Kabasını alma, çıkarma. 3. Belini kıra kıra yürüme,
düzeltme. déhancher (se) gsz. 1. Paytak paytak yürümek. 2.
dégrouiller(se) gsz. tkz. Acele etmek, elini Belini kıra kıra yürümek. 3. mec. Kendini çok
çabuk tutmak. zahmet çekiyor gibi göstermek,
déguenillé,e s. 1. Yırtık pırtık giyinmiş (Un jeune déharnachement er. 1. Koşumunu çıkarma. 2.
homme déguenillé). 2. ad. Hırpani (Une troupe de Çulunu soyma,
déguenillés). déharnacher gçl. 1. (Hayvanın) Koşumunu
déguerpir gçl. 1. Bırakmak, vazgeçmek (Déguerpir çıkarmak. 2. mec. Çulunu soymak, sırtındaki
un héritage, un droit). 2. gsz. Bırakıp gitmek, acayip kılığı çıkartmak,
çekip gitmek, tüymek, sıvışmak (L'ennemi a débiscence diş. bitb. Çatlama, açılma,
déguerpi). déhiscent,es. bitb. Çatlamış, açılmış (Lecolchique,
déguerpissement er. 1. Bırakma, vazgeçme. 2. l'iris, le pavot, le tabac ont des fruits déhiscents).
Çekip gitme, tüyme. dehors bel. 1. Dışarıda, dışarıya (Jette-le dehors. Je
dégueulasse s. tkz. 1. Pis, kötü, berbat (Une vous attendrai dehors. Il est allé dehors). 2.er. Dış,
chambre dégueulasse). 2. ad. Pis herif (C'est un dışarı (Le dehors d'une maison). 3. er. ç. Dış
déicide 390 délai

görünüş, görünüş (Il a les dehors d'un héros de anlamda) Yemek (Un bon déjeuner, arrosé de vins
l'Antiquité). § Au dehors: Dışardan, dıştan fins). 4. Kahvaltı tepsisi. § Le petit déjeuner:
bakılınca (Au dehors, il est aimable, mais au fond Kahvaltı. Déjeuner de soleil: 1. Güneşte çabucak
c'est un homme dur). Au dehors de: -in dışına (lia solan kumaş. 2. Pek süreksiz şey, saman alevi gibi
placé tout son argent au dehors de son pays). De şey.
dehors, par dehors: Dışardan (J'entends sa voix, il déjeunerez. 1. Kahvaltı etmek (Il est parti travailler
appelle de dehors). En dehors: 1. Dışarıya, sans déjeuner). 2. Öğle yemeği yemek; yemek
dışarıya doğru (Ne vous penchez pas endehors). 2. yemek (Inviter un ami à déjeuner).
Bunun dışında, bundan başka, bundan fazla déjouer gçl. Bozmak, başarısız bırakmak (Déjouer
olarak (Vous avez tout dit, il n'y a rien en dehors) un complot, une intrigue. J'ai déjoué son jeu.
En dehors de: -in dışında (Cela s'est passé en Déjouer les plans de l'ennemi).
dehors de moi. C'est en dehors de la question). déjucher gsz. 1. Tünekten inmek. 2. gçl. Tünekten
Aller dehors: Dışarı çıkmak, sokağa çıkmak. indirmek (Déjucher une poule).
Mettre, jeter qn dehors: Birini kapı dışarı etmek. déjuger(se) Yargısını, kararını değiştirmek (Après
Rester, coucher dehors: Açık havada yatmak, une affirmation aussi solennelle, il peut
geceyi yıldız palasta geçirmek. Sauver les dehors: difficilement se déjuger).
Görünüşü, "zevahiri kurtarmak, de jure bel. Hukuken (Reconnaître de jure un
déicides, vead. 1. Tanrıyı öldüren, Tanrıya kıyan, gouvernement).
Tanrı katili (Un peuple déicide). 2. er. Tanrı delà ilg. 1. Ötesinde, -den öteye (Porter delà les
katilliği. 3. er. mec. Dinsel inançları ortadan mers ses hautes destinées). 2.Par delà: Ötesinde,
kaldırma (Une révolution qui procède au ötesine (Par delà les mers, par delà les temps). 3.
déicide). bel. Ötede (Contournez le champ et attendez-moi
déictiques. veer. dilb. Gösterici, par delà). 4. Au-delà: Ötede, biraz uzakta (Vous
déification diş. Tanrılaştırma (La déification des voyez la poste, la boulangerie est un peu au-delà).
empereurs romains). 5. Au-delà de: -in ötesinde (S'en aller au-delà des
déifier gçl. 1. Tanrılaştırmak (Les Romains mers. Sa maison est au-delà de la nôtre). 6.
déifièrent la plupart de leurs empereurs). 2. Çok L'au-delà er. Öteki dünya. § Promettre par delà
yüeeltmek, ululaştırmak, tapmak, son pouvoir: Gücünün ötesinde şeyler vadetmek.
déisme er. fels. Tanrıyı yalnızca bir ilk neden olarak Se mettre un peu en delà: Biraz öteye geçmek,
ileri süren ve ona başkaca hiçbir nitelik ve güç délabialisation diş. dilb. Düzleşme; düzleştirme
tanımayan ussal din öğretisi, yaradancılık, délabialiser gçl. Düzleştirmek. § Se délabialiser:
"ilâhiye. Düzleşmek.
déiste s. ve ad. fels. Yaradancı, deist. délabré, e s. 1. Yıkık dökük, harap, viran (Un
déité diş. (Söylencede) Tanrı, tanrıça (Les déités édifice délabré). 2. Yırtık pırtık (Vêtement
grecques). délabré). 3. Bozuk, kötü (Une santé délabrée).
déj»bel. i.Şimdiden,dahaşimdiden(7/esrdé/àcim/ délabrement er. 1. Yıkık döküklük, haraplık
heures. Ils ont déjà fini leur travail). 2. Daha önce, (Délabrement d'un édifice). 2. Eski püskülük,
çoktan ( Quand il arriva, son ami était déjà parti). yıpranmıştık. 3. Bozukluk, bozulma, kötüleşme
3. Henüz (Je l'ai déjà rencontré ce matin) A. Ne (Le délabrement de sa santé, de ses affaires).
çabuk! (La cloche a sonné. Déjà! Il est dix heures. délabrer gçl. 1. Harabetmek, viran etmek, yıkıp
Déjà!). dökmek (Le temps a délabré cet édifice). 2.
déjanter gçl. Janttan, ispitten çıkarmak (Déjanter Bozmak (Délabrer sa santé par des excès). § Se
un pneu). § Se déjanter: Janttan çıkmak (Son pneu délabrer: 1 Harap olmak, viran olmak, yıkılıp
s'est déjanté). dökülmek (La maison se délabre). 2. Bozulmak
déjection diş. biy. 1. Dışkıları boşaltma, boşaltım. (Sa santé se délabre).
2. ç. Dışkı. 3. (Yanardağ için) Püskürtü, atık. délahyrinthergçl. Çözmek, aydınlığa kavuşturmak
déjeter gçl. Eğmek,eğriltmek, bükmek (Le vent a (Les personnages qui nous délabyrinthent nos
déjeté tous les arbres). § Se déjeter: Eğrilmek, sentiments).
bükülmek (Sa colonne vertébrale s'est déjetée, sa délacer gçl. Bağını çözmek, bağcıklarını çözmek
taille s'est déjetée). (Délacer ses chaussures, délacer un corset).
déjettement er. Eğrilme, bükülme, délai er. Süre, "mühlet (Votre réponse doit nous
déjeuner er. 1. Kahvaltı (Prendre du thé, du café au parvenir dans le délai de dix jours). § Délai congé,
lait pour le déjeuner). 2. Öğle yemeği. 3. (Genel délai depréavis: huk. Feshi haber verme süresi.
délainage 391 déléguer

Délai de grâce: Son mühlet. Délai de prescription: de la farine) 2. mec. Şişirme, sulandırma, gereksiz
Zaman aşımı süresi. Délai d'épreuve: Deneme uzatma (Un 'y a que du délayage dans ce devoir de
süresi. Délai d'opposition: İtiraz süresi. littérature). § Faire du délayage: Şişirmek, şişirme
Prorogation du délai: Sürenin uzatılması. Sans yapmak, boş sözlerle uzatmak,
délai: Geciktirmeksizin, hemen, çabucak, délayer gçl. 1. Suyla, bir sıvıyla karıştırmak
ivedilikle (Il faut partir sans délai). A bref délai: (Délayer de la chaux, du plâtre, du mortier.
Yakında, kısa süre içinde (Nous prendrons une Délayer de la farine dans l'eau, délayer du chocolat
décision à bref délai). en poudre dans du lait). 2. Şişirmek, uzatmak,
délainage er. (Derilerden) Yün sökme, yünlerini sulandırmak (Délayer une pensée, une idée, un
koparma. discours).
délainer gçl. (Derilerin) Yünlerini sökmek, deleatur er. "Şilinsin " anlamına Lâtince bir söz olup
yünlerini koparmak, prova düzeltmelerinde kaldırılacak yazılara
délaissées, vead. Kendi başına bırakılmış, yüzüstü konulan işaretin adıdır,
bırakılmış, kimsesiz (Un enfant délaissé, femme déléaturer gçl. Kaldırmak, çıkarmak, atmak
délaissée). (Déléaturer une préface).
délaissement er. 1. Yüzüstü bırakma, yüzüstü délébile s. Silinebilir, çıkarılabilir (Encre délébile).
bırakılma (Il est mort dans un délaissement délectables. 1. Tadı güzel, lezzetli (Mets délectable.
complet). 2. Yardımsızlık, kimsesizlik (//.vep/om; Un vin délectable). 2. Çok hoş, nefis (La fraîcheur
de ce délaissement insupportable). 3. Vaz geçme, du soir était délectable).
bırakma (Délaissement d'un héritage). délectation diş. Tat çıkarma, büyük zevk (Boire
délaisser gçl. 1. Yüzüstü bırakmak, terketmek avec délectation. Jouir avec délectation d'un
(Délaisser une femme). 2. Bırakmak (Délaisser un spectacle).
travail ennuyeux, délaisser les sciences pour les délecter gçl. Büyük bir zevk vermek, sevindirmek,
lettres). 3. huk. -den vazgeçmek (Délaisser un büyülemek (Il délectait l'assistance de ses histoires
héritage, un droit). humoristiques). § Se délecter: 1. Büyük bir zevk
délaitage, délaitement er. (Yağın) Ayranını almak, bayılmak. 2. Se délecter à qch, de qch: -den
çıkarma, ayranını alma. büyük birzevk almak, -e bayılmak (Se délecter à la
délaiter gçl. (Yağın) Ayranını çıkarmak, ayranını contemplation d'un coucher de soleil. Use délectait
almak. du silence qui régnait partout). 3. Se délecter à
délaiteuse diş. Ayıan çıkarma makinesi, f.qch: -mekten büyük bir zevk almak, -meye
délardement er. 1. (Domuz etinin) Dış yağını bayılmak (Il se délecte à raconter ses souvenirs).
çıkarma. 2. (Bir şeyin) Keskin köşelerini yontma. délégant,e ad. huk.l. Yetki veren (kimse). 2. huk.
délarder gçl. 1. (Domuz etinin) Dış yağını almak. 2. Havale eden.
(Bir şeyin) Keskin köşelerini yontmak, délégataire ad. huk. 1. Yetkili kılınan (kimse). 2.
délassant, e s. Yorgunluk alıcı, dinlendirici (Un huk. Havale edilen, "muhal-ün-leh.
exercice délassant, une promenade délassante, une délégation diş. 1. Yetkili kılma, yetkilendirme;
lecture délassante). vekil tayin etme, vekâlet (Personne qui agit par
délassement er. 1. Yorgunluk giderme, dinlenme délégation, en vertu d'une délégation). 2. Yetkili
(J'ai besoin de délassement). 2. Dinlendirici şey kılınmışlık, yetkililik, "vekillik. 3. Yetkililer
(La musique, la lecture sont des délassements). kurulu, elçi kurulu, "heyet, "delegasyon (Envoyer
délasser gçl. Yorgunluk almak, dinlendirmek (La une délégation. Président d'une délégation). §Par
musique délasse l'esprit). § Se délasser: délégation: "Vekâleten, yerine (En l'absence du
Dinlenmek. patron, c'est un secrétaire qui signe le courrier par
délateur, trie e ad. Hafiye, jurnalci, *giziletimci. délégation).
délation diş. Hafiyelik, jurnalcilik, *giziletim, délégué,e ad. (Bir iş görmek için) Yetki ile
"giziletimcilik. gönderilmiş kimse, delege, "murahhas, temsilci
délavage er. Islatma, suya batırma, sudan geçirip (Nommer, désigner un délégué. Délégué à un
rengini açma. congrès international. Délégué syndical; les
délaver gçl. 1. Sudan geçirip rengini açmak; rengini délégués du peuple à une assemblée).
attırmak (Délaver un tissu. Les pluies avaient déléguer gçl. 1. Delege olarak göndermek. 2.
délavé l'écriteau). 2. Su altında bırakmak, (Kendi adına iş görmek üzere birini) Yetkili
ıslatmak (L'inondation a délavé les terres). kılmak, yetkilendirmek, "vekil tayin etmek. 3.
délayage, délayement er. 1. Sulandırma (Délayage Déléguer qch à qn: Bir şeyi birine aktarmak,
délester 392 délier

devretmek (Déléguersonpouvoir, sonautorité, sa délicat). 6. İnce duygulu, yüksek nitelikli (Un


compétence à son frère). lecteur délicat). 7. Titiz, güçbeğenir,
délester gçl. 1. Safrasını boşaltmak (Délester un "müşkülpesent (Il ne faut pas être délicat). 8.
véhicule, un ballon, un bateau). 2. tkz. Yükünü Dürüst (Il est peu délicat en affaire. Un ami délicat
hafifletmek. 3. Délester qn de qch: tkz. Birinin etréservé). 9.ad. Titiz,güçbeğenir, müşkülpesent
-sini çalmak, araklamak, aşırmak (Délester un (Les délicats sont malheureux, rien ne les satisfait).
vieillard de son portefeuille). § Se délester de qch: Faire le délicat: Titizlik göstermek, zorluk
(Bir yükten) Kurtulmak; bırakmak, atmak (Il çıkarmak, yokuşa sürmek,
s'est délesté de ses paquets en arrivant). délicatement bel. 1. İnce ince, incelikle (Objet
délétère s. 1. Sağlığa zararlı (Les gaz délétères). 2. délicatement ciselé). 2. Hafifçe (Saisir
Bozguncu, zararlı (Unepropagande délétère). délicatement un papillon). 3. Kibarca, incelikle (//
délibérante s. Tartışan, görüşen, "müzakere a délicatement refusé notre proposition).
halinde olan (Assemblée délibérante). délicatesse diş. 1. İncelik, güzellik, zariflik
délibératif,ive s. Tartışıcı (söylev). § Avoir voix (Délicatesse des traits d'un visage). 2. İncelik,
délibérative: Oy verme halkı olmak (Avoir voix kibarlık (Délicatesse du langage, du style.
délibérative à une assemblée). Répondre avec délicatesse). 3. Naziklik,
délibération diş. 1. Konuşma, görüşme, tartışma tehlikelilik (Cette affaire est d'une délicatesse qui
(Délibération d'un jury, d'une assemblée). 2. commande la plus grande prudence. La situation
Karar (Les délibérations prises par l'assemblée). conserve toute sa délicatesse). 4. Dayanıksızlık
3. Düşünüp taşınma (Décision prise après mûre (La délicatesse d'un teint, desapeau). 5. Tatlılık,
délibération. On choisit la personne qu'on aime hoşluk, lezzetlilik (Ladélicatessed'unmets, d'une
après mille délibérations). § Mettre qch en boisson). 6. İncelik, gelişmişlik (Délicatesse de
délibération: Bir şeyi tartışmaya sunmak, goût, de jugement). 7. Titizlik, güçbeğenirlik.
görüşmek. Prendre une délibération: Bir karar délice er. 1. Büyük zevk, çok tatlı şey, büyük
almak. mutluluk (Quel délice de vivre ici!. Ce rôti est un
délibéré,e s. 1. Kesin kararını vermiş; kesin olarak délice). 2. diş. ç. Tat, zevk (Les délices de l'amour,
kararlaştırılmış (Il entra dans la chambre d'un air de la campagne. Il regardait avec délices les étoiles.
délibéré) 2. er. (Mahkemede) Gizli oturum, karar Jouir de toutes les délices de la vie).
öncesinde yargıçlar arasıdaki görüşme (Mettre délicieusement bel. Büyük zevkle (Elle joue
une affaire en délibéré). § De propos délibéré: délicieusement du piano).
Kasten, bile bile, délicieux, euse s. 1. Çok hoş, nefis, tadına doyum
délibérément bel. 1. Kasten, bile bile, bilinçli olarak olmaz (Des fruits délicieux, un gâteau délicieux,
(C'est délibérément que nous acceptons cette un parfum délicieux). 2. Çok güzel, zarif (Une
responsabilité). 2. Kesin kararını vermiş olarak, robe délicieuse, une toilette délicieuse, une femme
tereddütsüz (Répondre délibérément à une délicieuse).
remontrance). délictueux, euse s. Suç sayılan, suç niteliğinde (Un
délibérer gsz. 1. Konuşmak, görüşmek, tartışmak, fait délictueux).
"müzakere etmek (Le jury délibère depuis une délié, e s. 1. Bağlı olmayan, çözülmüş, çözük
heure sur la culpabilité de l'accusé). 2. Düşünüp (Cordons déliés). 2. Çok becerikli, işlek, usta,
taşınmak (J'ai longuement délibéré avant mahir (Cepianiste a les doigts déliés). 3. İnce (Un
d'accepter). 3. Délibérer de qch: -i kararlaştırmak, esprit délié). 4. er. Harflerin ince kısmı (Unepage
görüşüp tartıştıktan sonra karara bağlamak (Les caligraphiée avec des pleins et des déliés). § Avoir
chefs de famille délibéraient entre eux des affaires un bon délié, avoir la langue déliée: Rahat ve çok
publiques). 4. Délibérer de f.qch: -meyi konuşmak, çenesi kuvvetli olmak,
kararlaştırmak (Le gouvernement délibérait de déliement ar. Çözme, çözülme,
fuir). délier gçl. 1. Çözmek (Délier un fagot, une gerbe.
délicat,e s. 1. İnce, "nazik, tehlikeli (Un problème Délier une corde, desrubans. Délier les mains d'un
délicat, une question délicate, une situation prisonnier). 2. Délier qn de qch: Birinin -sini
délicate). 2. Hoş, güzel, tatlı (Parfum délicat, bağışlamak (Délier un fidèle d'un péché). 3. Délier
couleur délicate, nourriture délicate). 3. İnce, qn de qch: Birini -den kurtarmak, bağışık tutmak
hafif, zarif (Dentelle délicate, le toucher délicat (Je te délie de ta promesse. On l'a délié de son
d'un pianiste). 4. Dayanıksız, nazik (Peau serment). § Délier la langue de qn: Birinin dilini
délicate, fleur délicate). S. Zayıf, nahif (Enfant çözmek, birini konuşturmak. N'être pas digne de
délimitation 393 délivrer

délier le cordon des souliers de qn: Birinin délit er. 1. Suç, "cürüm (Délit connexe: Bağıntılı,
0
ayağının tozu olamamak, -in eline su bile murtabit suç. Délit consommé: Tam suç. Délit
d ö k e m e m e k . Sans bourse délier: Tek kuruş continu: Sürekli, °mütemadi suç. Délit continué:
ödemeden, metelik harcamadan, Zincirleme, °müteselsil suç. Délit contre la
délimitation diş. Sınır koyma, sınırlama; sınırım personnalité de l'Etat: Devletin kişiliğine karşı suç.
belirtme (La délimitation d'une frontière, d'un Délit contre les bonnes moeurs: Cinsel ilişki
champ). suçları. Délit de droit commun: Adi suç. Délit de
délimiter gçl. 1. Sınır koymak, sınırlarını belirtmek fausse monnaie: Kalpazanhksuçu. Délit électoral:
(Délimiter l'emplacement d'un champ, délimiter Seçim suçu. Délit pénal: Cünha, ağır cezalı
la frontière entre deux pays). 2. Sınırlamak (Le olmayan suç. Délit de presse: Basın suçu. Délit
conférencier a commencé par délimiter son sujet). politique: Siyasal suç). 2. Bir taşın taş ocağındaki
3. Belirtmek, sınırlarını çizmek (Délimiter les yatağına dik gelen yanı. § Le corps du délit: Suç
attributions d'un envoyé). 4. Çevirmek, âleti. Le flagrant délit: Suçüstü. Etre pris en
sınırlamak (Clôtures qui délimitent une flagrant délit: Suçüstü yakalanmak. Prendre qn
propriété). en flagrant délit: Birini suçüstü yakalamak (Nous
délinéament er. Bir şeklin kenar çizgisi, çevre l'avons pris en flagrant délit. Je vous prends en
çizgisi. flagrant délit de mensonge).
délinéergf/. (Bir şeyin) Kenar çizgisini çizivermek, délitage, délitement er. 1. İpek böceğinin kerevetini
çevresini çizgiyle belirtivermek. değiştirme. 2. Bir taşı katmanlaşma yönünce
délinquance diş. Suç işleme, suçlu olma, suçluluk yarma.
(Délinquance juvénile. Rapport entre la déliter gçl. 1. (Taşları, taş ocağındaki) Yatak
délinquance et l'alcoolisme). duruşuna dik bir duruşta kullanmak. 2. (Bir taşı)
délinquant, es. vend. Suçlu ( Les jeunes délinquants. Katmanlaşma yönünce yarmak. 3. Kerevetini
Les délinquants s'exposent à des poursuites değiştirmek (Déliteries vers à soie). § Se déliter: 1.
pénales. L'enfance délinquante). Nemlenip ufalanmak (La chaux se délite). 2. mec.
déliquescence diş. 1. Nem kapıp sulanarak Dağılmak (Le cénacle de ses fidèles s'est délité).
bozulma. 2. mec. tkz. Bozulma, yozlaşma, délitescence hek. 1. İnme, sönme (Délitescence
kokuşma (Régime en déliquescence, société en d'une tumeur, d'une éruption). 2. Nemlenip
déliquescence). 3. Bunama, çökme. § Tomber en ufalanma, dağılma (Délitescence de la chaux).
déliquescence: Gerilemek, bozulmak, délitescent, e s. Nemlenip ufalanan, dağılan.
yozlaşmak, kokuşmak, délivrance diş. 1. Kurtarma, kurtulma, kurtuluş;
déliquescentes. 1. Nem kapıp bozulan. 2. mec. tkz. özgürlüğüne kavuşturma (Délivrance d'un
Bozulmuş yozlaşmış, kokuşmuş (Une société prisonnier, d'un pays). 2. Rahatlama, rahat bir
déliquescente, un régime déliquescent). 3. soluk alma, rahatlık (Tu ne peux pas imaginer cette
Bunamış, çökmüş (Un vieillard déliquescent). délivrance après un aveu, après un pardon. Enfin,
délirant, es. 1, Sayıklayan (Un malade délirant). 2. ce travail est achevé: quelle délivrance!). 3. Doğum
Sayıklatan, sayıklatıcı (Fièvre délirante). 3. yapma, doğurma (Quand approcha le temps de sa
Sınırsız, ölçüsüz (Cet écrivain a une imagination délivrance, elle partit pour Paris avec son mari). 4.
délirante). 4. Delice, çılgın ( Une joie délirante). S. Verme, teslim (Délivrance d'un diplôme, d'un
Esritici, baş döndürücü. 6. Saçma, gerçekle ilgisiz certificat. Délivrance de la chose vendue à
(Exiger cela, c'est délirant). l'acheteur).
délire er. 1. Sayıklama (Les délires d'un malade). 2. délivrer gçl. 1, Kurtarmak, özgürlüğüne
Coşkunluk, taşkınlık, kendinden geçme (Les kavuşturmak (Délivrer un pays, les prisonniers.
prisonniers, dans un vrai délire, portaient en Délivrer un captif en payant rançon). 2. Délivrer
triomphe leurs libérateurs). § Etre, entrer en qn de: Birini -den kurtarmak (Délivrer quelqu'un
délire: Coşmak, kendinden geçmek. C'est du d'un importun, d'un rival, d'une maladie, d'un
délire: Saçma, péril, d'une obligation). 3. Délivrer qch à qn:
délirer gsz. 1. Sayıklamak (Le malade délire). 2. Birine bir şey vermek, teslim etmek (Délivrer un
Saçmalamak, saçma sapan konuşmak (Tu passeport à un commerçant. Délivrer un diplôme,
délires). 3. Délirer de: -den coşmak, uçmak, un certificat à un étudiant). § Se délivrer: 1.
kendinden geçmek (Il délire de joie). Kurtulmak, özgürlüğüne kavuşmak. 2.
délirium tremens [delirjsm titanes] er. Lat. Verilmek, teslim edilmek (Les passeports se
(Alkoliklerde görülen) Titremeli sayıklama. délivrent ici). 3. Se délivrer de: -den kurtulmak (Se
déloger 394 demande

délivrer de ses liens, d'un danger, d'un gêneur). démagnétisation diş. Mıknatıslılığını giderme,
déloger gsz. 1. Çekipgitmek, ayrılmak, çıkmak, yer mıknatıssızlaştırma.
değiştirmek (Le propriétaire veut occuper à démagnétiser gçl. Mıknatıslılığını gidermek,
nouveau son appartement, il va nous falloir mıknatıssızlaştırmak.
déloger). 2. Déloger de: -den ayrılmak, çekip démagogie diş. Halk avcılığı, laf ebeliği, demagoji.
gitmek, kaçmak, tüymek (Déloger d'un § Faire de la démagogie: Demagoji, halk avcılığı
appartement, de chez soi. Délogez de là!). 3. gçl. yapmak ( Les candidats aux élections font souvent
tkz. Atmak, çıkarmak (Lepropriétaire veut nous de la démagogie). Verser qch dans la démagogie:
déloger). 4. Déloger qn de: Birini -den atmak, Demagojiye dökmek, lafa boğmak (Il verse tout
çıkarmak, kapı dışarı etmek (Déloger l'ennemi de dans la démagogie).
ses positions. Déloger un lièvre de son terrier). § démagogique s. Halk avcılığı niteliğinde,
Déloger sans tambour ni trompette: Gizlice demagojiye değgin, laf ebeliği yapan ( Un discours
tüymek, kimseye haber vermeden çekip gitmek, démagogique, programme électoral
taşınmak. démagogique).
déloyal, es. 1. Doğruluğa aykırı, yolsuz, dalavereli, démagogue ad. 1. Halk avcısı, laf ebesi, demagog
hileli (Manœuvre déloyale,concurrence déloyale). (Le démagogue est le pire ennemi de la
2. Hain, kötü niyetli (Etre déloyal envers un parti, démocratie). 2. s. Demagoji yapan, laf ebesi, halk
une cause. Un adversaire déloyal). avcısı, demagog (Un politicien démagogue, un
déloyalement bel. Haince, kötü niyetle, dalavereyle orateur démagogue).
(Agir déloyalement). démaigrir gçl. İnceltmek, kalınlığını azaltmak
déloyauté diş. 1. Doğurluğa aykırılık, yolsuzluk, (Démaigrir une poutre).
dalaverecilik. 2. Hainlik, kötü niyetlilik. démaigrissement er. İnceltme, kalınlığını giderme,
delphinaptère blanc er. hayb. Akbalina. démaillage er. (Örülmüş bir şeyi) Sökme,
delphinaptéridés er. ç. hayb. Küçükyüzgeçli démailler gçl. (Örülmüş bir şeyi) Sökmek. § Se
yunusbalığıgiller. démailler: Sökülmek, kaçmak (Son bas s'est
delphinidés er. ç. hayb. Dişli balinalar, démaillé).
delta er. 1. Eski Yunan abecesinin A biçimindeki démailloter gçl. Kundağını açmak, kundaktan
dördüncü harfi, delta. 2. coğr. Çatalağız, "delta çıkarmak (Démailloter un bébé).
(Le delta du Nil, delta du Rhône). demain bel. 1. Yarın (Je me couche de bonne heure,
deltaïque s. Deltaya değgin, delta ile ilgili, demain je dois me lever tôt. Mon père reviendra
çatalağızlı (Plaine deltaïque. Riz deltaïque,culture demain). 2. er. Yarın, gelecek, "istikbal (Le
deltaïque). monde de demain. Une Turquie qui regarde déjà
deltoïde er. 1. Omuz kası. 2. s. Omuz kasına değgin. vers les demains lumineux).§ Après-demain:
deltoïdien,ne s. Omuz kasıyla ilgili (Artère Öbür gün, öbürsügün. A demain!: Yarına, yarın
deltoïdienne). görüşürüz (Au revoir, à demain!). Ce n'est pas
déluge er. 1. Tufan (L'arche de Noé échappa au demain la veille: Bu iş hemen olacak değil, bugün
déluge). 2. Zorlu yağmur, sağnak (Au bout de six yarın olacak bir şey değil bu; ha deyince hemen
jours de déluge, la pluie diminue d'intensité). 3. olacak değil. Demain il fera jour: Acelesi yok,
Büyük su taşkını. 4. mec. Bol miktarda, tufan gibi sabah ola hayrola. De quoi demain sera-t-il fait?:
(Déluge de maux, de malheurs). 5. mec. Sel, sel Gün doğmadan neler doğar. Il ne faut pas
gibi, bir sürü (Un déluge de paroles, de remettre à demain ce qu'on peut faire le jour
compliments; un déluge de larmes, de sang). § même: Bugünün işini yarına bırakma,
Après moi le déluge: Benden sonra tufan, benden démanchement er. Sapını çıkarma; sapı çıkma,
sonra çaylar kurusun. Remonter au déluge, être démancher gçl. 1. Sapını çıkarmak (Démancher une
d'avant le déluge: Nuh nebiden kalma . hache, un outil). 2. Ayırmak, parçalamak
déluré, es. 1. Uyanık, açıkgöz, becerikli (Un-enfant (Démancher une chaise). § Se démancher: 1. Çok
déluré). 2. mec. tkz. Yüzsüz, yırtık (C'est une fille zahmetlere girmek, canı çıkmak. 2. Se démancher
délurée). pour: -için kendini helak etmek, canı çıkmak (ilse
délurer gçl. 1. Uyandırmak, gözünü açmak, démanche pour nous faire plaisir).
saflıktan kurtarmak. 2. mec. tkz. demande diş. 1. İstek, "arzu (Notre première
Yüzsüzleştirmek, arsızlaştırmak. demande, c'est la paix) 2. İsteme (Demande
délustrer gçl. Cilasını bozmak, parlaklığını d'emploi). 4. Dilekçe (Rédiger, adresser une
gidermek. demande. Dossier de demandes). S. Sipariş,
demandé 395 démarche

ısmarlama (Livrer sur demande). 6. (Ekonomide) qu'à vous être utile). Ne pas demander mieux:
İstem, "talep (L'offre et la demande: Sunu ve Canına minnet olmak, istediği zaten o olmak
istem, °arz ve talep). 7. Soru (Leçon par demandes (Vous voulez partir? -Je ne demande pas mieux).
et réponses). 8. huk. Dâva (Demande accessoire: Ne pas demander mieux que de f.qch: -mek camna
°Fer'i dâva, yan dâva. Demande connexe: minnet olmak, istediği de zaten -mek olmak (Je ne
0
Murtabit, bağıntılı dâva. Demande de débat oral: demande pas mieux que d'aller le voir. Il ne
°Murafaa talebi,duruşma istemi. Demande en demandait pas mieux que de démissionner). Je ne
dommages-intérêts: "Tazminat talebi, tazminat te demande pas l'heure qu'il est: tkz. Sana ne, sen
dâvası, zarar ödenmesini isteme. Demande en ne karışıyorsun, sen kendi işine bak. § Se
révision: Temyiz talebi. Demande principale: Aslî demander: 1. Kendi kendine sormak (Je me
dâva. Demande reconventionnelle: °Mütekabil demande ce qu'il va faire). 2. Şaşmak, bir türlü
dâva. Karşıt dâva, karşılıklı dâva). § Demande en anlayamamak (On se demande pourquoi il a agi
mariage: Kız isteme. A la demande de qn, sur la ainsi).
demande de qn: -in isteği üzerine. A la demande demandeur,eresse ed. Davacı, dava eden.
générale: Genel istek üzerine, °umumi arzu démangeaison diş. 1. Kaşınma, kaşıntı (L'eczéma
üzerine. Belle demande!: tkz. Amma da soru ha! cause des démangeaisons). 2. Büyük istek, aşırı
Bu da sorulacak şey mi! Sormaya ne gerek ! Tabü! heves (Démangeaison de parler). § Avoir une
(Cet habit me va bien?— Belle demande!) Faire la démangeaison de f.qch: -meyi çok istemek (J'ai
demande en mariage: Kız istemek. Former une des démangeaisons de décrocher le téléphone pour
demande: Bir dava açmak (Former une demande lui dire la vérité).
en divorce, former une demande en dommages- démanger gsz. Kaşınmak, kaşındırmak (La tête me
intérêts). démange. Sa cicatrice le démange. Ça lui
demandé,e s. Çok aranan, çok istenen (Articles démange dans le dos. La peau lui démange). § La
demandés. Chemises demandées). main me démange: Şöyle bir yumruk atmak
demander gç/. 1. İstemek (Demander une aide, une istiyorum. La langue lui démangeait: Konuşmak
autorisation). 2. Dilemek, istemek (Demander istiyordu, konuşmaya can atıyordu, konuşmadan
une faveur avec humilité). 3. Sormak (Demander edemeyecekti,
la date d'une réunion). 4. Gerektirmek, istemek démantèlement er. 1. Surlarını yıkma. 2. Yıkıp
(Le voyage demande trois heures) 5. Dava açmak, dağıtma, parçalama,
"talep etmek (Demander des dommages-intérêts). démanteler gçl. 1. Surlarını yıkmak (Démanteler un
6. Demander qch à qn: a) Birinden bir şey istemek fort). 2. Dağıtmak, yıkmak, parçalamak
(Demander à son ami un livre), b) Birine bir şey (Démanteler une monarchie, une organisation. La
sormak (Je lui demande la raison de son absence). police a démantelé un gang redoutable).
7. Demander à qn de f.qch: Birinden -meşini démantibuler gçl. 1. Çenesini çıkarmak, çenesini
istemek (Je lui demande de venir à temps). 8. kırmak. 2. mec. Kırmak, bozmak, işe yaramaz
Demander à f.qch: -mek istemek, -mek arzusunu duruma getirmek (Démantibuler un meuble).
göstermek (// demandait à être introduit auprès du démaquillante 1. s. Makyaj silmeye, çıkarmaya
président. Ces animaux demandent à vivre au yarayan (Crème démaquillante, lait
grand air). 9. Demander après qn: Birini arayıp démaquillant). 2. er. Makyaj temizleme sütü.
sormak (Personne n'a demandé après moi démaquiller gçl. Makyajını silmek, makyajını
pendant mon absence). § Demander l'aumône: çıkarmak (Démaquiller un acteur, ses yeux).
Sadaka istemek, dilenmek. Demander la démarcatif,ive s. Sınırlayıcı,
permission, l'autorisation de f.qch: -mek izni démarcation diş. 1. Sınır çekme; sınır (Je ne
istemek. Demander pardon à qn: Birinden özür reconnais pas de démarcation absolue entre la terre
dilemek. Demander la tête de qn: Birinin kellesini et l'océan). 2. İki şeyi bir birinden ayıran kesin
istemek, öldürülmesini istemek. Demander la çizgi, ayrım (La démarcation des partis
note, l'addition: (Otelde, lokantada, kahvede) politiques). § Ligne de démarcation: Sınır çizgisi,
Hesabı istemek. Demander qn en mariage: démarchage er. (Alıcının ayağına) Mal ve hizmet
Evlenme teklifinde bulunmak. Demander à qn götürme, kapı kapı dolaşıp alıcı arama,
plus qu'il n'en peut faire: Birinden yapamayacağı démarche diş. 1. Yürüyüş, gidiş (Une démarche
bir şey istemek, gücü dışında şeyler istemek. Ne légère, assurée, digne). 2. Yol yöntem, tutum (Par
demander qu'à f.qch: -mekten başka bir şey des démarches différentes, ils arrivent à des
istememek, istediği -mek olmak (Je ne demande conclusions analogues). 3. Gelişme biçimi, "seyir
démarcheur 396 dément

(La démarche de la pensée, du raisonnement). 4. démêlage, démêlement er. Dağınıklığını giderme;


Başvurma, "müracaat. § Faire une démarche, des tarama; çözme (Le démêlage des cheveux. Le
démarches: Baş vurmak, "müracaat etmek (Il a démêlement d'une énigme policière).
fait des démarches pour se procurer un permis). démêlé er. 1. Dalaş, kavga (Ils ont eu un démêlé à
démarcheur, euse ad. Satış sağlama görevlisi; kapı propos d'héritage). 2. Güçlük, sıkıntı (Il a eu des
kapı dolaşıp alıcı arayan, démêlés avec la justice).
démarier gçl. 1. (Karı kocayı birbirinden) démêler gçl. 1. (Dolaşmış, karışmış bir şeyi)
Ayırmak, boşanma kararı vermek (Le juge les a Açmak, çözmek (Un pêcheur qui démêle sa ligne.
démariés). 2. (Bitkileri söküp) Seyrekleştirmek Démêler un écheveau de laine). 2. Ayirdetmek,
(Démarier les betteraves). seçmek (Il n'est pas facile de démêler ce qui est
démarquage, démarcage er. Bir yapıtı şöyle böyle superflu et ce qui est nécessaire). 3. Anlamak,
değiştirerek kopya etme, kopya (Ce livre n'est kavramak, meydana çıkarmak (Je commence d
qu'un démarquageservile). démêler ses intentions). 4. Tartışarak aydınlığa
démarquer gçl. 1. İşaretini, markasını kaldırmak, kavuşturmak (Démêler une affaire). § Se démêler
bozmak (Démarquer du linge, de l'argenterie). 2. de qch: -den kurtulmak, -içinden sıyrılmak (Se
(Bir yapıtı) Şöyle böyle değiştirerek kopya etmek démêler d'une difficulté, d'un embarras, d'une
(Démarquer un roman étranger, démarquer un intrigue).
auteur). 3. (Spor) Markajdan kurtarmak, démêloir er. Kaba tarak.
démarqueur er. Kopyacı, aktarmacı, apartıcı, démêlure diş. Tarak döküntüsü, tarakta kalan saç.
"intihalci. démembrement er. Parçalama, bölme;
démarrage er. 1. Palamarını çözme (Démarrage parçalanma, bölünme (Démembrement d'une
d'un navire). 2. Çalışma, kalkma, hareket etme, propriété; démembrement d'un empire).
işlemeye başlama (Le démarrage d'une voiture). démembrer gçl. 1. Parça parça ayırmak, üyelerini
3. Başlangıç, başlama (Démarrage d'un travail). ayırmak (Démembrer un animal, un cerf). 2.
démarrer gçl. 1. Palamarını çözmek (Démarrer un Parçalamak, bölmek (Démembrer un pays, un
navire, une embarcation). 2. İşletmek, empire, un domaine, une propriété).
çalıştırmak, hareket ettirmek (Démarrer sa déménagement er. Taşınma (Faire son
voiture) .3. Başlamakf Démarrer un travail) 4.gsz. déménagement. Camion de déménagement).
Yola çıkmak, limandan ayrılmak (Le bateau a déménager gçl. 1. (Bir yerden bir yere) Taşımak,
démarré). 5. Hareket etmek, çalışmak, kalkmak göçürmek, nakletmek (Déménager ses meubles,
(La voiture démarre brusquement). 6. Hale yola ses livres, ses valises, sa maison). 2. (Bir yerin
girmek, başarılı olmak (Son affaire commence à eşyasını) Boşaltmak (Déménager une pièce, une
démarrer). 7. Démarrer de qch: -den dönmek, maison). 3. gsz. Taşınmak, göç etmek (Nous
caymak, vazgeçmek (Il ne veut pas démarrer de déménageons à la fin du mois). 4. gsz. tkz.
son projet). Saçmalamak, saçma sapan konuşmak (Un
démarreur er. Motoru çalıştırmaya yarayan aygıt, vieillard qui commence à déménager). S.
démascler gçl. (Mantar meşesinden) İlk mantarı Déménager à la cloche de bois: Kimseye haber
almak. vermeden, gizlice eşyasını alıp kaçmak, gizlice
démasquer gçl. 1. (Gerçek ve mecaz anlamıyla göçmek. § Faire déménager qn: Birini kaldığı
birinin) Maskesini düşürmek, kaldırmak; gerçek yerden çıkarmak, kapı dışarı etmek,
kimliğini ortaya koymak (Démasquer un bandit, déménageur er. Ev taşıma işlerini yapan kimse, göç
démasquer un traître). 2. Ortaya çıkarmak taşıyıcı.
(Démasquer les intentions, les plans de démence diş. 1. Bunama (Démence précoce: Erken
quelqu'un). § Démasquer ses batteries: Gizli bunama. Démence sénile: Yaşhlık bunaması). 2.
niyetlerini açığa vurmak, Çılgınlık, delilik ( C'est de la démence d'agir ainsi).
démastiquer gçl. (Camın) Macununu çıkarmak, 3. Saçmalık, tuhaflık, anlamsızlık.
démâter gçl. 1. (Geminin) Direklerini kırmak, démener(se) gsz. 1.Çırpınmak, çırpınıp durmak
kaldırmak (Démâter un navire à coups de canon). (Un écureuil qui se démène dans sa cage). 2. Çok
2. gsz. Direkleri kırılmak (Le navire risquait de çaba göstermek, çırpınıp didinmek (Il s'est
démâter). démené pour faire adopter son projet).
d'emblée bel. Birdenbire, hemen, dément,e î. ve ad. 1. Bunamış, bunak. 2. Çılgın,
déméchage er. hek. Fitilini çıkarma (Déméchage deli. 3. Saçma, tuhaf, anlamsız (Cette idée me
d'une plaie). paraît démente).
démenti 397 demi

démenti er. 1. Yalanlama, "tekzip (Le bruit avait (J'accepterai tout ce que vous voudrez sauf de me
couru que le prix de l'essence allait augmenter; le démettre de ce qui est ma fonction d'homme).
gouvernement a fait publier un démenti). 2. démeublé, e s. Mobilyasız. § Bouche démeublée:
Bağdaşmayan şey, yalanlayıcı şey (Se présence est Dişsiz ağız.
un démenti de la nouvelle de sa maladie). § démeubler gçl. Mobilyasını kaldırmak,
Donner, opposer un démenti à qch: Bir şeyi demeurant (au) bel. Zaten, hem sonra, öyle de olsa
yalanlamak (Donner un démenti formel à une (Je ne pense pas que la séance soit longue; au
accusation, à une nouvelle). demeurant, rien ne vous empêche de partir).
démentiel, le s. 1. Delice, saçma, ipe sapa gelmez demeure diş. 1. Konut, barınak, ev (Etablir sa
(C'est un projet démentiel). 2. Bunamayla ilgili, demeure en province). 2. (Eski) Gecikme
bunakça, bunamaya değgin (Ambition (Voyons donc ce que c'est, sans plus longue
démentielle). demeure). 3. huk. Direnim, "temerrüt (Demeure
démentir gçl. 1. Yalanlamak, "tekzip etmek du créancier, demeure du débiteur). § Demeure
(Démentir une nouvelle, une rumeur, une céleste: Uçmak, "cennet Demeure sombre Tamu
accusation). 2. Tersini söylemek, yalancı duruma "cehennem. La dernière demeure: Sin, *gömüt,
düşürmek (Démentir un témoin. Ne me démentis "mezar, "ebedi istirahatgâh. La mise en demeure:
pas en disant que tu n'étais pas là). 3. -in tam tersi, Uyarı, ihtar, protesto, ültimatom (C'est une
zıddı olmak, -ile bağdaşmamak (Ses beaux yeux véritable mise en demeure). A demeure: Sürekli
ne démentent pas sa beauté inégalable). § Se olarak, sabit olarak (S'installer à demeure à la
démentir: 1. Kendi kendini yalanlamak. 2. campagne). En demeure: Direngen, "mütemerrit
Bitmek (Son amitié pour moi ne s'est jamais (Un débiteur en demeure) Etre en demeure:
démentie. Un effort qui ne s'est pas démenti Direngen olmak, mütemerrit olmak. Mettre qn
pendant des années). en demeure de f.qch: Birini -meye zorlamak, -mek
démerder(se) gsz. tkz. Paçasını kurtarmak, işin zorunluğunda bırakmak (Je l'ai mis en demeure
içinden çıkmak, çulunu sudan kurtarmak, başının d'exécuter ses engagements).
çaresine bakmak. demeurerez. 1. Oturmak (Je demeure à Ankara).
démérite er. Ayıp, kusur, suç (Où est son démérite 2. Kalmak (Je suis demeuré là jusqu'à minuit. Ils
dans cette affaire?). sont demeurés à l'état sauvage. Je suis demeuré
démériter gsz. 1. Kusur işlemek, kusuru olmak, perplexe). 3. Durmak (La question demeure
kusurda bulunmak (Il n'a jamais démérité. En obscure). 4. Demeurer à qn de: Birine -den
quoi a-t-il démérité?). 2. Démériter de qn, auprès kalmak (Cette villa lui est demeurée de ses
de qn, aux yeux de qn: Birinin yanında değerini parents). § Demeurer en place, en repos: Y e r i n d e
yitirmek, birinin gözünden düşmek, durmak, rahat durmak. Demeurer étranger à qch:
démesure diş. Ölçüsüzlük, aşırılık, Bir şeye yabancı kalmak. Demeurer court: Şaşırıp
démesuré, e s. 1. Kocaman, sonsuz, sınırsız (Un kalmak, söyleyecek söz bulamamak (Il est
empire démesuré). 2. Ölçüsüz, aşırı (Orgueil demeuré court devant les objections). En
démesuré. Il a des prétentions démesurées). demeurer d'accord avec qn: Biriyle mutabık
démesurément bel. Ölçüsüzce, aşırıca, çok fazla kalmak, uyuşmak. En demeurer là: O kadarla
(Des bougies démesurément longues. Il exagère kalmak, olduğu gibi kalmak, daha fazla bir
démesurément mes bonnes qualités). ilerleme gösterememek (Les choses en demeurent
démettre gçl. i. Yerinden çıkarmak (Il m'a démis le là). Ne pas demeurer en reste, en arrière: Geri
poignet. Démettre un os, un membre). 2. (Bir kalmamak, -den geri kalmamak,
dâvayı) Reddetmek. 3. Démettre qn de qch: demi,e ad. 1. Buçuk, yarım (Deux demis valent un
Birinin -sini reddetmek (Démettre quelqu'un de entier. Ne pouvant en avoir une, j'en ai pris une
son appel). 4. Démettre qn de qch: Birini -den demie. Pendule qui sonne les demies). 2. er. Bir
çıkarmak, atmak, kovmak (Démettrequelq'un de bardak bira (Prendre un demi). 3 .s. Yarım,buçuk
son emploi, de ses fonctions). § Se démettre: 1. ( Une douzaine et demie. Un centimètre et demi. Il
İstifa etmek, görevini bırakmak. 2. Se démettre est sept heures et demie). § A demi: bel. Yarım,
qch: -si çıkmak (Il s'est démis le poignet). 3. Se yarıya kadar, yarısına kadar (A deminu. Enfant à
démettre de qch: -den istifa etmek, ayrılmak (Il demi mort. Ouvrir un tiroir à demi). Faire qch à
s'est démis de ses fonctions. Se démettre d'une demi: Bir şeyi yarım yapmak, eksik yapmak
charge, d'un emploi). 4.Se démettre de qch: -den (Ceux qui font les révolutions à demi ne font que
vazgeçmek, -i bırakmak, -e sırt çevirmek creuser leurs tombeaux).
demi-bas 398 démissionner

demi-bas er. Yarım boğazlı kadın çorabı, dizin comprendre à demi-mot: Leb demeden leblebiyi
altına kadar çıkan kadın çorabı, anlamak.
demi-botte diş. Yarım boğazk çizme, kısa konçlu déminage er. (Bir alandaki) Mayınlan temizleme,
çizme. déminer gçl. (Bir alandaki) Mayınlan temizlemek,
demi-cercle er. 1. Yarım çember. 2. Grafometre, taramak (Déminer un port).
iletki, açıölçer, déminéralisation diş. Vücuttaki madensel tuzlan
demi-circulaire s. Yanm çember biçiminde, azaltma; vücuttaki madensel tuzların azalması,
demi-deuil er. Yas süresinin son yarısında giyilen déminéraliser gçl. (Vücuttaki) Madensel tuzlan
akh karalı yada koyu renk giysi, azaltmak, yitirmek. § Se déminéraliser: Madensel
demi-dieu er. 1. Yan tann, Eski Yunanlılann bir tuzlannı yitirmek (Son organisme se
tann Ue bir insanın melezi saydıkları kişi. 2. déminéralise).
Büyük kahraman, demi-pause diş. müz. Yarım durak,
demi-douzaine diş. Yanm düzine, demi-pension diş. 1. Yan pansiyon, yan "barıncak,
demi-droite diş. mat. Yanm doğru, bir öğün yemek yiyerek kalma, bannma (Prendre
démieller gçl. Balını almak, babm süzmek la demi-pension dans un hôtel). 2. Yan pansiyon
(Démieller la cire). ücreti. 3. (Okullarda) Yalnız öğle yemeği verme
demi-finale diş. Yan final (Notre équipe a remporté düzeni.
la demi-finale). demi-pensionnaire ad. Yemekli yatısız (Etudiant
demi-fond er. Orta mesafe (Course de demi-fond). demi-pensionnaire).
demi-frère er, Ana yada baba ayn kardeş, demi-portion diş. Yanm porsiyon,
demi-gros er. Yan toptancılık (Maison qui fait le demi-quart er. Yarım çeyrek, çeyreğin yansı,
demi-gros). demi-reliure diş. Yalnız arkası meşinli kitap kabı.
demi-grossiste ad. Yarı toptancı, démis,e s. Yerinden çıkmış, yerinden oynamış
demi-guêtre diş. Kısa tozluk, (Remettre en place un poignet démis).
demi-heure diş. Yarım saat (J'ai attendu une demi- demi-saison diş. İlkbahar yada sonbahar. §
heure. L'autobus passe toutes les demi-heures). Vêtement de demi-saison: İlkbahar yada
demi-jour er. Gün ağarması, tan sökmesini andıran sonbaharda giyilen giysi,
cılız aydınlık, alacakaranlık, demi-sang er. Yarım kan, yalnız anası yada babası
demi-journée diş. Yarım gün. saf kan olan at.
démilitarisation diş. Askersizleştirme, askerden demi-savant er. Yarı bilgin.
arıtma, askerden arıtılma (Démilitarisation d'un demi-sels. 1. Az tuzlu (Fromage demi-sel). 2. ad. Az
pays). tuzlu peynir. 3. argo. Kendi işinin yanı sıra
démilitariser gçl. Askersizleştirmek, askerden pezevenklik de yapan kişi.
arıtmak (Démilitariser un pays, une région). demi-sœur diş. Ana yada baba ayn kızkardeş.
demi-litre er. Yarım litre, demi-solde diş. 1. Yarım aylık (Officier en demi
demi-louis er. On franklık eski bir altın sikke, -solde: Yarım aylıklı subay). 2. er. Yarım aylıkla
demi-lune diş. 1. (İstihkâmcılıkta) Ay tabya. 2. görevden çekilmiş subay,
Yarım teker şeklinde meydanlık yada mobilya. 3. demi-soupir er. müz. Yarım solukluk durak; yarım
s. Yarım çember biçiminde (Table demi- lune, solukluk durağı gösteren işaret,
commode demi-lune). démission diş. 1. İstifa, "çekilmelik. 2. mec.
demi-mal er. tkz. Küçük zarar, hafif kaza. Çekilme, el ayak çekme. § Accepter la démission
demi-mesure diş. 1. Yarım ölçü (Demi-mesure de de qn: Birinin istifasını kabul etmek. Donner sa
graines). 2. Yarım tedbir, yarım önlem (C'est tout démission: İstifasını vermek. Donner sa
ou rien, j'ai horreur des demi-mesures). démission de qch: -den elini ayağını çekmek (A
demi-mondaine diş. Kibar fahişe, votre âge, on ne donne pas ainsi sa démission de
demi-monde er. Kibar fahişeler çevresi. toute activité dans la vie).
demi-mort,e s. Yarı ölü (Elle est demi-morte de démissionnaire s. ve ad. İstifa eden, "müstafi,
froid). görevinden çekilen (Ministre démissionnaire).
demi-mot er. Örtmece söz, yumuşatıcı söz (Après démissionner gsz. 1. İstifa etmek (Le ministre a
avoir cherché des demi-mots pour mitiger démissionné pour raison de santé). 2.
l'annonce fatale...) § A demi-mot: Gerisini Démissionner de qch: -den istifa etmek (Un
söylemeye gerek kalmadan, leb demeden officier qui démissionne de l'armée). 3. mec.
(Comprendre une lettre à demi-mot). Entrendre, Vazgeçmek, bırakmak, elini eteğini çekmek (Sije
demi-tarif 399 démonstratif

ne réussis pas celte [ois, je démissionne). 4. gçl. démolir gçl. 1. Yıkmak (Démolir un mur, une
Démissionner qn: a) Birini istifa ettirmek, istifaya maison). 2. mec. Yıkmak, geçersiz kılmak
zorlamak, b) Kovmak, kapı dışarı etmek, (Démolir une doctrine, un système, une théorie).
demi-tarif s. ve er. Yarı tarife, yüzde elli indirimli 3. Kırmak (Démolir l'autorité, le crédit,
(Billet à demi-tarif, abonnement à demi-tarif). l'influence de quelqu'un). 4. Bozmak, harap
demi-tasse diş. Kahve fincanı, etmek (Démolir une voiture, un appareil de radio,
demi-teinte diş. Koyu ile açık arası (renk), ara renk. un jouet). 5. Démolir qn: tkz. Dayaktan pestilini
demi-ton er. müz. Yarım ton. çıkarmak, ağzını burnunu dağıtmak. 6. mec. tkz.
demi-tour er. ask. 1. Geriye çark {Il salua, exécuta Mahvetmek, bitirmek (La chaleur et le travail
un demi-tour rapide). 2.mec. Cayma, geri dönme. combinés l'ont démoli). 7. Démolir qn: mec. Birini
§ Faire demi-tour: Sözünden caymak, geriye çark yıkmak, adını iki paralık etmek (Chercher à
yapmak. démolir un écrivain).
démiurge er. Platon felsefesinde evreni düzenleyen démolissage er. 1. Yıkma. 2. mec. Yıkma, ününü
tanrı, *epitken, *demiurgos. silmeye çalışma (Démolissage d'un romancier).
demi-vierge diş. Her haltı yiyen ama bakire kalan démolisseur, euse ad. Yıkıcı; yapı yıkıcısı,
genç kız, anasının kızı. démolition diş. 1. Yapı yıkma. 2. ç. Yıkıntı, yıkıntı
démobilisable s. Terhis edilebilir, malzemesi.
démobilisation diş. Terhis, "salıverme démon er. 1. (Eski Yunanlılarda) Bir kimsenin, bir
(Démobilisation générale). kentin, bir ülkenin alın yazısını çizen iyi yada kötü
démobiliser gçl. Terhis etmek, salıvermek, tanrı. 2. (Eski Yunanlılarda) Her insanın içindeki
démocrates, vead. Demokrat, demokrasi yanlısı, tanrısal vicdan sesi. 3. (Şimdi) İblis, şeytan (Le
démocrate-chrétien, ne s. ve ad. Hıristiyan démon tenta Eve sous la forme du serpent). 4. mec.
demokrat. Kötü ruhlu kişi, iblis, şeytan (Cette femme est un
démocratie diş. Demokrasi f La démocratie repose vrai démon). 5. Yaramaz, yumurcak, cin (Cet
sur le respect de la liberté et de l'égalité des enfant est un petit démon). § Avoir de l'esprit
citoyens). comme un démon: Cin gibi olmak. Etre habité,
démocratique s. Demokratça, demokrasiye uygun possédé du démon: Perilenmek, cin tutmak,
(Régime démocratique, république cinlenmek. Faire le démon: Gürültü patırtı
démocratique). etmek.
démocratiquement bel. Demokratça, démonétisation diş. 1. (Bir parayı) Geçerlikten
démocratisation diş. Demokratlaştırma; kaldırma, geçersiz kılma. 2. mec. Değerden
demokratlaşma düşme, değerini düşürme,
démocratiser gçl. 1. Demokratlaştırmak. 2. Halka démonétiser gçl. 1. (Bir parayı) Geçerlikten,
yaymak, halka mal etmek, "tedavülden kaldırmak (Démonétiser les pièces
démodé,es. Modası geçmiş; geçerliğini yitirmiş (Un d'or). 2. mec. Değerini düşürmek, gözden
chapeau démodé; idées démodées, théorie düşürmek (Démonétiser quelqu'un, une théorie).
démodée). démoniaque s. 1. Şeytanlara, cinlere, perilere
démoder gçl. Modasını geçirmek, modadan değgin (Superstitions démoniaques). 2. Şeytanca,
çıkarmak. § Se démoder: Modası geçmek (Ce iblisçe (Un machiavélisme démoniaque). 3. s. ve
genre de costume se démode très lentement). ad. Cinli perili; perilenmiş, cinlenmiş (La
démographe er. Nüfusbilim uzmanı, "nüfusbilimci. guérison d'un démoniaque).
démographie diş. 'Nüfusbilim. démonisme er. Cinlere, perilere inanma,
démographique s. 1. "Nüfusbilimsel. 2. Nüfusla démonologie ^ . C i n l e r l e , perilerle uğraşma bilimi,
ilgili (Croissance démographique: Nüfus artışı). "cinbilim.
demoisselle diş. 1. (Eskiden) Soylu kız yada soylu démonstrateur, trice ad. 1. Uygulamacı öğretmen;
biriyle evlenmiş kadın. 2. (Daha sonraları) uygulamacı. 2. Bir şeyi reklam için yapan. 3. s.
Kentsoylu kadın. 3. (Şimdi) Bekâr kadın (Rester Gösterişçi (Consommateur démonstrateur).
demoiselle). 4. Yetişkin kız. 5. Yusufçuk, démonstratif,ive s. 1. Ortaya koyan, tanıtlayan,
kızböceği. 6. Kaldırım tokmağı, kaldırımcı "isbatlayıcı (Argument démonstratif, raison
tomruğu. § Demoiselle d'honneur: 1. Kraliçe yada démonstrative). 2. Gösterişçi, dışadönük (Un
imparatoriçe nedimesi. 2. Kilise ve belediyede enfant démonstratif, une personne
geline eşlik eden kız, sağdıç kız. Demoiselle de démontsrative). 3. (Söz sanatında) Sivriltici,
Numidie: Telli turna. göklere çıkaran yada yerin dibine batıran 4. dilb.
démonstration 400 dénationalisation

İşaret eden, işaret (Adjectifs démonstratifs, (Démoralisation d'une armée).


pronoms démonstratifs). 5. er. İşaret sıfatı, işaret démoraliser gçl. 1. Ahlâkını bozmak (Démoraliser
zamiri (On va étudier les démonstratifs.) un peuple, une société). 2. İçgüçünü yok etmek,
démonstration diş. 1. Gösterme, tanıtlama, "isbat içgücünü bozmak, moralini bozmak, cesaretini
(Démonstration mathématique. Les faits sont la kırmak (Propagande défaitiste qui démoralise
meilleure démonstration de ce que j'avance). 2. l'armée. Ces paroles m'ont complètement
Uygulamalı ders, örnek ders (Démonstration démoralisé). § Se démoraliser: İçgücünü
d'un professeur). 3. Gösteri (Démonstration de yitirmek, morali bozulmak, cesareti kırılmak,
joie, d'amitié). 4. ask. Şaşırtma gösterisi démordre gçl. 1. (Isırdığı şeyden) Dişleri çıkmak. 2.
(Démonstration terrestre, aérienne, navale). § Démordre de qch: (Genellikle olumsuz olarak
Faire une démonsration de: -gösterisi yapmak kullanılır) -den vaz geçmek, caymak (Ne pas
(Faire une démonstration de force, d'amitié). démordre d'une opinion, d'une décision). §Nepas
démonstrativement bel. İnandırıcı ve açık bir en démordre: Nuh deyip peygamber dememek,
şekilde (Prouver démonstrativement). démotorisation diş. Özel araba sahibi olmak
démontable s. Sökülebilir, sökülüp takılabilir istememe.
(Jouet démontable, un meuble démontable). démoucheter gçl. (Meçin ucundaki) Düğmeyi
démontage er. 1. Sökme (Démontage d'une tente). çıkarmak.
2. Söküp takma (Démontage d'une porte, d'un démoulage er. Kalıptan çıkarma (Démoulage d'un
pneu). gâteau, d'une statue).
démonter gçl. 1. Yere düşürmek, yere yıkmak (Le démouler gçl. Kalıptan çıkarmak (Démouler un
cheval démonta son cavalier). 2. Parça parça gâteau, une statue).
sökmek, sökmek (Démonter un jouet, un démoustication diş. Sineksizleştirme, sineklerden
appareil. Démonter une tente, une armoire). 3. arıtma (Démoustication du littoral).
Söküp takmak (Démonter une porte, un pneu).4. démoustiquergç/. Sineklerden arıtmak, sineklerini
Démonter qn: Birini çok güç duruma sokmak, yok etmek (Démoustiquer un lieu, les plages).
şaşırtmak, eşekten düşmüşe döndürmek (Cette démunir gçl. 1. Elindekini almak, soymak. 2.
objection démonta complètement l'orateur). § Se Démunir qn de qch: Birini -den etmek, yoksun
démonter: 1. Sökülmek, 2. mec. Sarsılmak, çok bırakmak; birinin -sini almak, soymak (Il m a
şaşırmak, eşekten düşmüşe dönmek, démuni de mon argent. Cette période de disette
démontrable s. Gösterilebilir, tanıtlanabilir, nous avait démunis de nos petites réserves). § Se
°isbatlanabilir (Un théorème facilement démunir de qch: -den olmak, yoksun kalmak (Se
démontrable). démunir de sa fortune). Etre démuni d'argent,
démontrer gçl. 1. Göstermek, tanıtlamak, être démuni: Parasız kalmak, para sıkıntısı içinde
"isbatlamak (Démontrer un théorème, une olmak.
proposition). 2. mec. Ortaya koymak, göstermek démuseler gçl. 1. Tasmasını, burunsalığını
( Ces faits démontrent la nécessité d'une réforme). çıkarmak (Démuseler un chien). 2. mec.
3. Démontrer qch à qn: Birine bir şeyi isbatlamak Salıvermek, serbest bırakmak,
(Je lui ai démontré son injustice). § Démontrer par démystification diş. Aldanmadan kurtarma,
A plus B: tkz. Kesin olarak isbat etmek, iki kere iki gözünü açma.
dört edercesine tanıtlamak. démystifier gçl. Aldanmadan, yanılgıdan
démoralisant, es. 1. Ahlâk bozucu (L'abondance de kurtarmak, gözünü açmak,
l'or, l'augmentation de la puissance entraînent démythification diş. Mitos'luğunu yıkma,
leurs conséquences ordinaires, démoralisantes). efsanesini yıkma, efsane olmaktan çıkarma,
2. Göz yıldırıcı, cesaret kırıcı, moral bozucu, démythifier gçl. Mitini yıkmak, efsanesini yıkmak,
*içgücünü yıkıcı (Un échec démoralisant). efsane olmaktan çıkarmak (Démythifier une
démoralisateur, trice s. ve ad. 1. Ahlâk notion).
bozukluğuna yol açıcı, ahlâk bozucu. 2. İçgücü dénatalité diş. Doğum azalması, doğum sayısında
çökertici, "moral bozucu, göz yıldırıcı, bozguncu düşme.
(Unepropagande démoralisatrice). dénationalisation diş. 1. Ulusallaştırmaktan
démoralisation diş. 1, Ahlâk bozukluğu, çıkarma, yeniden özel girişime bırakma
ahlaksızlaşma (La démoralisation d'une société). (Dénationalisation d'une industrie). 2.
2. İçgücü bozulma, moral bozukluğu, içgücü Yurttaşlıktan çıkarma. 3. Ulusal niteliğini
yitimi, cesareti kırılma, gözü yılma bozma.
dénationaliser 401 déniveler

dénationaliser^/. 1. Ulusallaştırmaktan çıkarmak, ayrılmak, yuvayı terketmek (Les hirondelles ont


yeniden özel girişime bırakmak. 2. Yurttaşlıktan déniché dès les premiers froids), b) Dénicher de:
çıkarmak. 3. Ulusal niteliğini bozmak. § Se -den kaçmak, tüymek (Vous dénicherez à l'instant
dénationaliser: Yurttaşlıktan çıkmak, uyruğunu de la ville).
yitirmek. dénicheur, euse ad. 1. Kuşları yuvalarından çıkarıp
dénatter gçl. Örgüsünü çözmek (Dénatter ses alan (kimse). 2. (Değerli ve az bulunur eşyaları)
cheveux). Arayıp bulan kimse (Dénicheur d'antiquités, de
dénaturaliser gçl. Yurttaşlıktan çıkarmak, bibelots, de livres rares).
dénaturation diş. Bir şeyin niteliğini, özünü, dénicotinisation diş. Nikotinsizleştirme, nikotinini
doğasını, yapısını değiştirme, bozma. alma; nikotinini azaltma,
dénaturé,e s. 1. Niteliği, özü, doğası, yapısı dénicotiniser gçl. Nikotinsizleştirıııek; nikotinini
değiştirilmiş, bozulmuş (Alcool, sel, sucre azaltmak (Dénicotiniser le tabac).
dénaturé). 2. Kötü, hayırsız (Fils dénaturé, père dénicotiniseur er. Tütündeki nikotinin bir kısmını
dénaturé). 3. Kötülükçü, kötülük işleyen (Des tutan filtre.
mains dénaturées). 4. Sapık, doğa kurallarına denier er. 1. Eski bir Roma parası, dinar. 2. Eski bir
aykırı (Goût dénaturé). Fransız parası, mangır (N'avoir pas un denier:
dénaturer gçl. 1. Biçimini, özünü, doğasını Meteliği olmamak). 3. Faiz (Argent placé au
değiştirmek, 2. Kullanılışını değiştirmek, insan denier). 4. (İpek ticaretinde) Beş santigramlık
tüketimine elverişsiz duruma getirmek için ağırlık. § Denier à Dieu: Pey akçesi. Denier de
birtakım başka maddeler karıştırmak (Dénaturer Saint Pierre: Papalığa yapılan para yardımı. Le
de l'alcool, du sel, du sucre). 3. Değiştirmek, denier de la veuve: Bir fıkaranın verdiği sadaka.
olduğundan başka göstermek (Dénaturer la Les trentes deniers de Judas: İsa'yı Romalılara
vérité, les faits). 4. Değiştirmek, bozmak, teslim ettiği için Yahuda'nın aldığı otuz dinar;
saptırmak (Dénaturer la pensée, les paroles, les ihanet bedeli. Les deniers publics: Devlet
écrits de quelqu'un). gelirleri. De ses deniers: Kendi parasıyla (Je l'ai
dénazifier gçl. Nazilikten kurtarmak, nazi payé de mes deniers).
etkisinden kurtarmak (On essaie de dénazifier dénier gçl. 1. Yadsımak, yokumsamak, "inkâr
l'Allemagne). etmek (Il dénie sa faute, sa responsabilité. Il dénie
dénébuler gçl. Yapay yollarla bulut yada sislerini avoir joué le moindre rôle dans cette affaire). 2.
dağıtmak (Dénébuler un aéroport). Dénier qch à qn: Birinin -sini hiç kabul etmemek;
dénébulisation diş. Yapay yolla bulutları dağıtma, birine -i vermemek, tanımamak (Je lui dénie le
sisleri dağıtma, droit de me juger).
dénégation diş. Yadsıma, yokumsama, "inkâr dénigrant, e s. Yerici, çekiştirici, aleyhte (Des
(Malgré ses dénégations tout le monde était paroles dénigrantes).
convaincu de sa culpabilité). dénigrement er. 1. Yerme, çekiştirme, aleyhte
dénégatoires /iwA:. İnkâr edici, yadsıyan, bulunma (La malveillance et le dénigrement sont
déneigement er. Karsızlaştırma, karlarını les deux caractères de l'esprit français). 2. Yerici
temizleme (Déneigement d'une route). söz, aleyhte söz (De tels dénigrements, au lieu de
déneiger gçl. Karsızlaştırmak, karlarını temizlemek m'accabler, m'exaltent). § Par dénigrement:
(Déneiger une piste, une route). Yergi olarak, yermek için (Ce mot ne s'emploie
déni er. İnkâr, yadsıma. § Déni de justice: 1. plus aujourd'hui que par dénigrement).
Yargıcın dâvaya bakmaktan kaçınması. 2. dénigrer gçl. Yermek, çekiştirmek, karalamaya
Adaletsizlik. çalışmak, aleyhinde bulunmak (Dénigrer un
déniaiser gçl. 1. Saflığını gidermek, gözünü açmak écrivain, ses oeuvres, un concurrent, son
( Ce voyage l'a déniaisé un peu). 2. Yüzünü gözünü adversaire).
açmak, yırtıklaştırmak (Déniaiserune jeune fille). dénigreur,euse s. ve ad. Yerici, çekiştirici,
dénicher gçl. 1. Yuvasından çıkarmak, yuvasından karaçalıcı (Esprit dénigreur).
indirmek (Dénicher un oiseau). 2. Saklandığı dénitrification diş. Nitratsızlaştırma.
yerden çıkarmak, yerini izini bulmak (On finira dénitrifier gçl. Nitratsızlaştırmak.
par dénicher le voleur). 3. Araya araya bulmak dénivelée diş. İki yer arasındaki düzey farkı,
(Dénicher un appartement, une situation). 4. yükselti farkı,
Bulup ortaya çıkarmak (Dénicher un manuscrit déniveler gçl. Düzlüğünü gidermek, düzlüğünü
dans une bibliothèque). 5. gsz. a) Yuvasından bozmak (Déniveler un terrain, un jardin).
dénivellation 402 dent

dénivellation diş, dénivellement er. Düzlüğünü deviner le dénouement de cette tragédie).


bozma, düzlüğünü giderme (Dénivellation d'une dénouer gçl. 1. Çözmek, düğümünü çözmek
route). 2. Girinti çıkıntı, iniş yokuş (Dénouer une corde, un ruban. Dénouer la ficelle
(Dénivellations d'une région montagneuse). d'un paquet). 2. Çözmek, aydınlığa kavuşturmak
dénombrable s. Sayılabilir, sayımı yapılabilir, (Dénouer une intrigue, une situation, une
dénombrement er. Sayma, sayım (Dénombrement difficulté). 3. Çözüme bağlamak, bitirmek, sona
d'une population, dénombrement des voitures erdirmek (Dénouer une pièce). § Dénouer la
disponibles). langue de qn: -in dilini çözmek, konuşturmak,
dénombrer gçl. 1. Saymak, sayımını yapmak dénoyauter gçl. Çekirdeğini çıkarmak (Dénoyauter
(Dénombrer les habitants d'une ville, la des prunes, des cerises).
population d'un pays, les bêtes d'un troupeau). 2. dénoyer gçl. (Su basmış bir yerin) Suyunu
Sayıp dökmek, bir bir saymak (Il m'a dénombré boşaltmak (Dénoyer une mine, une galerie).
ses succès). denrée diş. 1. Yiyecek, besin, beslenme maddesi
dénominateur er. mat. Payda (Numérateur et (Cette épicerie vend des denrées de consommation
dénominateur. Réduire des fractions au même courante. Conservation des denrées périssables).
dénominateur). § Dénominateur commun: 1. 2. Aşlık, zahire,
Ortak payda. 2. mec. Asgari müşterek denses. 1. Yoğun, "kesif (Un brouillard dense). 2.
(S'entendre sur des dénominateurs communs). Ağır ( Certains bois sont si denses qu 'ils ne flottent
dénominatif,ive s. Adlandırıcı, ad verici (Terme pas sur l'eau. L'air est moins dense que l'eau). 3.
dénominatif). Özlü, gereksizliklerden arınmış, az sözle çok şey
dénomination diş. Adlandırma, ad verme; ad (On anlatan (Un siyle dense).
aurait pu choisir une meilleure dénomination pour densification diş. (Nüfus) Yoğunlaşma, sıklaşma,
ce produit industriel). densifier gçl. (Nüfusu) Yoğunlaştırmak,
dénommer gçl. Ad vermek, adlandırmak (Savez- sıklaştırmak,
vous comment on dénomme cette plante?). densimètre er. Yoğunlukölçer,
dénoncer gçl. 1. Geçersizliğini, bozulduğunu ilân densimétrie diş. Yoğunlukölçüm.
etmek (Dénoncer un traité, un contrat). 2. Ele densimétrique s. Yoğunlukölçüme değgin,
vermek, ihbar etmek (Un élève qui refuse de yoğunlukölçümsel.
dénoncer son camarade. Ses paroles imprudentes densité diş. 1. Yoğunluk (Densité du brouillard, de
l'ont dénoncé). 3. Açıklamak, herkese la fumée, de la population). 2. Özlülük (Densité
duyurmak, "ifşa etmek (Dénoncer un abus, un d'un style). 3. fiz. Özgül ağırlık ( La densité du fer
scandale). 4. Göstermek, belirtmek (Toutchezlui est de 7,8).
dénonçait un grand caractère). 5. Resmi olarak dent diş. 1. Diş (Les dents du haut: Üst dişler: Les
bildirmek, ilân etmek. 6. Dénoncer qn à: Birini -e dents du bas: Alt dişler. Dents de lait: Süt dişleri.
ihbar etmek (Le malfaiteur • a dénoncé ses Dents de sagesse: Akıl dişleri. 20 yaş dişleri. Dem
complices à la police).!. Kınamak (Dénoncer un gâtée: Çürük diş. Brosse à dents. Diş fırçası). 2. İri
crime, unattentat). § Se dénoncer à la police: Gidip kereste çivisi. 3. Tepe, doruk (La dent du Midi). 4.
polise teslim olmak, Diş (Les dents d'une herse, d'un rateau, d'une
dénonciateur, trice ad. 1. Muhbir (J'ai été arrêté sur fourche). § Coup de dent: 1. Isırma. 2. Sert
le rapport d'un dénonciateur). 2. Açıklayan, eleştiri, dokunacak söz. taş. Mal de dent: Diş
ortaya koyan, ifşa eden (Le dénonciateur des ağrısı. Du bout des dents: İstemiycrek, "kerhen
injustices). 3. s. Ele verici (Lettre dénonciatrice). (Rire, accentuer du bout des dents, manger du bout
dénonciation diş. 1. -in geçersizliğini, bozulduğunu des dents). En dents de scie: Testere gibi, testere
ilân etme (Dénonciationd'uncontrat, d'untraité). dişleri gibi (Montagnes en dents de scie).
2. İhbar (Il est en prison sur la dénonciation d'un Jusqu'aux dents: Tepeden tırnağa (Il était armé
lâche). jusqu'aux dents). Œil pour œil, dent pour dent:
dénotation diş. 1. Belirti, işaret; belirtme, G ö z e göz, dişe diş. Quand les poules auront les
gösterme. 2. dilb. Düzanlam. dents: Balık kavağa çıkınca, çıkmaz ayın son
dénoter gçl. Göstermek, belirtmek, -in belirtisi çarşambası. Avoir, garder une dent contre qn:
olmak (Ce geste dénote une grande générosité). Birine diş bilemek, birine karşı hıncı olmak. Avoir
dénouement er. 1. Çözme, çözülme, çözüm (Le la dent: hlk. Acıkmak. Avoir les dents longues: 1.
dénouement heureux d'une affaire). 2. Son, sonuç Çok acıkmak. 2. Çok hırslı olmak, paraya, üne
( Le dénouement d'une aventure; personne ne peut çok düşkün olmak. Claquer des dents: Dişleri
dentaire 403 déontologie

takırdamak, dişleri birbirini dövmek (Claquerdes kenarındaki ince ince dişler. 3. Testere dişi gibi
dents de froid, de fièvre, de peur). Déchirer qn à tepecik (Les dentelures d'une montagne). 4.
belles dents: Birini adamakıllı eleştirmek, birine (Mimarlıkta) Dantela biçiminde bezek, dişleme,
çok fena yüklenmek. Donner un coupdedentàqn: dentergç/. Diş koymak, diş takmak,
Birini çok sert eleştirmek. Etre sur les dents: 1. denticule er. 1. Küçük diş. 2. (Mimarlıkta) Sıra
Çok sıkışık durumda olmak, kıçından solumak. 2. dişçik bezeği
Çok yorgun olmak, bitkin olmak, yorgun argın dentier er. Takma diş (Öter son dentier).
olmak. Faire ses dents, percer ses dents: (Çocuk dentifrice er. 1. Diş macunu (Tube de dentifrice). 2.
için) Diş çıkarmak. Grincer des dents: Dişlerini s. Diş temizleyici (Pâte, savon, poudre, eau
gıcırdatmak. Manger, croquer à belles dents: dentifrice).
Büyük bir iştahla yemek. Montrer les dents: dentine diş. Diş minesi.
Dişlerini göstermek, tehdit etmek, gözdağı dentiste ad. Diş hekimi, dişçi (Aller chez le dentiste.
vermek. Ne pas desserrer les dents: Ağzını Cabinet de dentiste, fauteuil de dentiste).
açmamak, tek kelime söylememek. N'avoir rien à dentisterie diş. Dişçilik, diş hekimliği,
se mettre sous la dent: Yiyecek hiçbir şeyi dentition diş. 1. Diş çıkarma, diş çıkarması (La
bulunmamak. Prendre le mors aux dents: Gemi première dentition de l'enfant dure jusqu 'à huit ans
azıya almak. Parler entre ses dents: Ne dediği environ). 2. Dişler, bütün dişler (Il a une belle
anlaşılmamak, birşeyler mırıldanmak. Se casser dentition).
les dents sur qch: -in hakkından gelememek,» denture diş. 1. (Hayvan yada insanın) Bütün dişleri.
altından kalkamamak (Se casser les dents sur une 2. (Tekerleğin) Bütün dişleri, dişlileri,
difficulté). Se faire arracher une dent: Dişini dénucléarisation^. Nükleer silahsızların yapım ve
çektirmek. Se laver les dents: Dişlerini yıkamak. biriktirimini yasaklama; nükleer silahsızlardan
Se nettoyer, se curer les dents: Dişlerini kürdanla arındırma, nükleer silahsızlandırma,
karıştırmak, temizlemek. Serrer les dents: dénucléariser gçl. Nükleer silahların yapım ve
Dişlerini sıkmak, biriktirimini yasaklamak, nükleer silahlardan
dentaire diş. Dişotu; diş ağrılarına karşı kullanılan arındırmak, nükleer silahsızlandırmak
bir bitki. (Dénucléariser les grandes puissances,
dentaires. 1. Dişe değgin, dişle ilgili (Soin dentaire, dénucléariser une zone).
prothèse dentaire, chirurgie dentaire). 2. dénudé,e s. 1. Çıplak (Bras dénudé). 2. Üzerinde
Dişçilikte ilgili (Ecole dentaire). hiçbir şey olmayan, çıplak, kıraç, bitkisiz (Sol
dental,e s. i.dilb. Dişsel (Consonnesdentales). 2. dénudé. Crâne dénudé). 3. Dénudé de qch: -den
diş. Dişsel ses. arınmış (Un style dénudé de tout artifice).
dent-de-lion diş. Karahindiba, dénuder gçl. 1. Açık bırakmak, açıkta bırakmak
denté, e s. Diş diş olan, dişli (Roue dentée, feuille (Une robe qui dénude les bras, le dos). 2. Çıplak
dentée). bırakmak, giysisiz bırakmak (Si mon vêtement
dentée diş. Dişleme, şöyle bir diş atma. dénude autrui, j'irai nu). § Se dénuder:
dentelaire diş. Kökü diş ağrılarına karşı kullanılan Soyunmak, çıplaklaşmak (Les gens se dénudent
mavi çiçekli bir bitki, sur les plages).
dentelé,e s. 1. Kenarı diş diş kesilmiş, kenan dişli, dénué, e l . Yoksul (Unefemme dénuée). 2.Dénuéde
dantel kesmeli, dantel kesimli (Feuille dentelée, qch: -den yoksun (Il est dénué de tout,
pièces dentelées). 2. Girintili çıkıntılı (Côte d'imagination, d'esprit. Des rumeurs dénuées de
dentelée). tout fondement).
denteler gçl. Kenarını diş diş kesmek, diş diş dénuement, denûment er. Yoksunluk, yoksulluk,
yapmak. yokluk (Vivre, être dans un grand dénuement. Un
dentelle diş. Tentene, dantel, dantela (Corsage de dénuement moral).
dentelle). dénuer gçl. Yoksun etmek, yokluk içinde
dentellerie diş. Dantelacılık. bırakmak. § Se dénuer de qch: Kendini -den
dentellier,ère s. ve ad. Dantelacı, dantela işleyen yoksun bırakmak (Il s'est dénué de tout pour élever
kadın 2. diş. Dantela makinası. 3. s. Dantelaya ses enfants).
değgin (Industrie dentellière, commerce dénutritions. Beslenme bozukluğu, besi eksikliği,
dentellier). déodorant er. Koku giderici, pis kokuları giderici,
dentelure diş. 1. Diş diş kesme, kenarını diş diş °deodoran.
yapma, dantel kesme, tırtıl. 2. bitb. Yaprakların déontologie diş. Meslek ahlâkı (Déontologie
déontologique 404 dépasser

médicale). aperçu). Point de départ: Çıkış noktası, hareket


déontologique s. Meslek ahlâkına değgin (Code noktası. Etre sur le départ: Yola çıkmak üzere
déontologique des médecins). olmak. Faire le départ: Ayırdetmek, ayrımını
dépaillage er. Otunu, samanını çıkarma; otu, yapmak (11faut faire le départ entre le superflu et le
samanı dökülme, nécessaire. Faire le départ du bien et du mal).
dépailler gçl. Otunu, samanını çıkarmak (Dépailler départager gçl. 1. (Bir oylamada) Oy eşitliğini
une chaise). § Se dépailler: Otu, samanı çıkmak, gidermek (La voix du président a départagé les
dökülmek (Cette chaise se dépaille. Unfauteuil qui jurés. Départager les votes). 2. Yargıcılık,
se dépaille). "hakemlik etmek (Venez nous départager). 3.
dépannage er. 1. Bozulmuş bir şeyi onarma; Birbirinden ayırmak, ayırdetmek (Départagerles
düzeltip işletme, çalışır duruma getirme bons et les méchants).
(Dépannage d'une voiture). 2. Sıkıntıdan département er. 1. Bölüm (Département français de
kurtarma, güç bir durumdan kurtarma, l'institut). 2. Eyalet, il (Département de la Seine.
dépanner gçl. 1. Düzeltip işletmek, çalışır duruma Chef-lieu du département). 3. Bakanhk
getirmek, ârızasını gidermek (Dépanner une (Département des Affaires étrangères,
voiture, un appareil, une machine). 2. Sıkıntıdan Département de l'Intérieur). 4. ç. Taşra. §
kurtarmak (Il m'a dépanné en me prêtant l'argent Département d'Etat: Amerika Birleşik
dont j'avais besoin). Devletleri'nde, Dışişleri Bakanlığı,
dépanneur er. Makine onarıcısı, onarı mcı, "tamirci. départemental, e s. Eyaletle ilgili; ile, illere değgin
dépanneuse diş. Yolda arıza yapmış arabaları (Routes départementales).
onarmak için arkasına takıp getiren araba; départir gçl. Départir qch à qn: Bir şeyi birine
onarım arabası, vermek; dağıtmak, bölüştürmek (Départir une
dépaquetage er. Açma, paketini, kutusunu açma, tâche, unefaveur à quelqu'un. On lui a départi une
çözme. fonction importante. Départir une somme aux
dépaqueter gçl. (Paket halindeki eşyayı) Açmak; pauvres). § Se départir de qch: -den vazgeçmek,
paketini, kutusunu çözmek, caymak, "rücu etmek, -i bırakmak (Se départir
déparaffinage er. Ham petrolden parafin çıkarma, d'un projet, de son calme).
déparasiter gçl. Asalaklardan (parazitlerden) dépassé, es. 1. Modası geçmiş, geçerliği kalmamış
arındırmak, temizlemek (Déparasiter un local, un (Une théorie dépassée). 2. Aşılmış, geride kalmış
objet, un individu). (Un poète dépassé). 3. Dizginler elinden çıkmış,
dépareillé, e s. Takımı bozulmuş, takımı eksilmiş duruma artık egemen olamayan (Nous sommes
(Des serviettes dépareillées. Un volume dépareillé complètement dépassés).
des oeuvres d'un auteur). dépassement er. 1. Aşma, ötesine geçme (Un idéal
dépareiller gçl. (Bir şeyin) Takımım bozmak qui nous porte à un dépassement continuel de
(Dépareiller une collection, un ensemble, des nous-mêmes. Le dépassement des automobiles est
serviettes, un service de table). interdit dans cette agglomération). 2. Artma,
déparer gçl. 1. Güzelliğine gölge düşürmek, fazlalık (Dépassement de crédit).
çirkinleştirmek, güzelliğini bozmak (Cette dépasser gçl. 1. Önüne geçmek, geride bırakmak
construction dépare le quartier). 2. mec. Bozmak, (Dépasser une voiture, un coureur). 2. Aşmak,
zevkini kaçırmak ( Cette pièce ne déparerait pas sa fazla olmak (Un entretien qui dépasse vingt
collection). minutes). 3. Aşmak, -in de ötesine geçmek (Le
déparier gçl. 1. Çifti bozmak, tek bırakmak résultat a dépassé toutes les prévisions). 4. Aşmak,
(Déparier des gants, des bas, des souliers). 2. -in dışında olmak (Cela dépasse monpouvoir, mes
Birbirinden ayırmak (Déparier deux amants). forces, ma compétence). 5. -in sınırını aşmak (Tu
départ er. 1. Yola çıkma, yollanma, hareket, gidiş dépasse ton droit). 6. Dépasser qn de: Birini -kadar
(Fixer le jour, l'heure du départ. Départ en aşmak; birinden -kadar ileri geçmek (Je l'ai
voyage). 2. Kalkış, hareket (Départ d'un avion, dépassé de cinq mètres). 7. Dépasser qn: Şaşkınlık
du bateau, du train). 3. Yarışa başlama (Starter qui vermek, aklını durdurmak (Cela me dépasse). 8.
donne le départ. Signal du départ). 4. Bir işten Dépasser qn en qch: -de birinden çok üstün olmak,
ayrılma, istifa (Exiger le départ d'un -e taş çıkartmak (Il te dépasse en cruauté). 9. gsz.
fonctionnaire, d'un employé). S. Ayrım, "fark Dépasser de qch: -in dışına taşmak, -den uzun
(Départ entre le bien et le mal). § Au départ: olmak (Sa jupe dépasse de son manteau). §
Başlangıçta, önce (Au départ, je ne m'en suis pas Dépasser les bornes: Sınırı aşmak, haddini aşmak,
dépassionner 405 dépens

çizmeden yukarı çıkmak. Dépasser les bornes, les dépeigner gçl. (Birinin) Saçlarını bozmak,saçlarını
limites de: -in sınırını aşmak, ileri gitmek (Tu dağıtmak.
dépasses les bornes de la bienséance). § Se dépeindre gçl. 1. Sözle anlatmak; betimlemek, göz
dépasser: 1. Birbirini geçmek (Les coureurs önünde canlandırmak (Dépeindre la situation. Ce
cherchent à se dépasser). 2. Kendi kendini aşmak romancier dépeint bien ses personnages).
(Ses efforts pour se dépasser sont louables). dépenaillé, e, s. 1. Yırtık pırtık, lime lime (Un livre
dépassionner gçl. Yatıştırmak, ılımlı bir havaya dépenaillé, une veste dépenaillée). 2. Yırtık pırtık
sokmak ( Les efforts du premier ministre turc pour giyinmiş, hırpani (Il était tout dépenaillé; un
dépassionner le problème de Chypre. mendiant dépenaillé).
Dépassionner un débat). dépendance diş. 1. İlişki, bağlantı (Il y a une
dépatouiller (se) tkz. 1. Bataktan kurtulmak, dépendance évidente entre la végétation et le
çamurdan çıkmak. 2. mec. Paçasını kurtarmak, climat). 2. ç. Eklentiler, ek yapı (Les dépendances
işin içinden çıkmak, d'un hôtel, d'une ferme). 3. Bağımlılık, buyruk
dépatrier gçl. Vatansız bir insan durumuna altı, "emir kulluğu (Cette dépendance commançait
düşürmek, vatansızlaştırmak. à lui peser. Un emploi où Ton est sous la
dépavage er. Kaldırım sökme (Dépavage d'une dépendance complète d'un patron). § Etre dans la
rue). dépendance, sous la dépendance de: -in buyruğu
dépaver gçl. Kaldırımlarını sökmek (Dépaver une altında olmak, -e bağımlı olmak. Mettre, tenir qn
rue). dans la dépendance: Birini buyruk altında
dépaysé,e s. Tedirgin, rahatsız, şaşkınlık içinde (Je tutmak, bağımlı kılmak, buyruk altına almak,
me sens dépaysé dans cette ville). dépendant, es. 1. İlişkili, bağlı, bağıntılı (Ces deux
dépaysement er. Tedirginlik, rahatsızlık, şaşkınlık choses sont dépendantes l'une de l'autre). 2.
(Dépaysement d'un élève qui change d'école). Bağımlı, bağlı (Une position dépendante. Il est
dépayser gçl. 1. (Eski) Ülkesini, çevresini dépendant). 3. Etre dépendant de qn: -in buyruğu
değiştirmek, bir başka ülkeye kaldırmak, altında olmak, -e bağımlı olmak,
çevresinden uzaklaştırmak, yerinden yurdundan dépendeur, euse ad. Asılı olan bir şeyi indiren
etmek. 2. Tedirgin etmek, rahatsız etmek, (kimse). §Dépendeurd'andouilles:/i/&. İri yarı ve
şaşkınlık içine düşürmek (Son nouvel emploi Ta gülünç adam; izbandut gibi adam.
dépaysé.). dépendre gsz. 1. Dépendre de: -e bağlı olmak
dépeçage, dépècement er. Bölme, parçalama, (L'issue de la bataille dépend de cette manoeuvre.
parçalara ayırma (Dépeçage d'un mouton, Le succès dépendra de votre ténacité. Cela dépend
dépècement d'un empire). des circonstances). 2. Ait olmak, bağlı olmak (Ce
dépecer gçl. Bölmek, parçalara ayırmak (Dépecer lac dépend de notre ferme. Territoires qui
un boeuf, un territoire, un pays). dépendent de la France). 3. -in buyruğu altında
dépêche diş. 1. Resmi yazı, mesaj (Dépêche olmak, -e bağımlı olmak (Tous ces paysans
chiffrée, diplomatique. Recevoir, envoyer une dépendent de leur seigneur. Pays qui dépend
dépêche). 2. Telgraf (Il a reçu une dépêche lui économiquement d'un autre). 4. gçl. (Asılı olan
annonçant la mort de sa mère). bir şeyi yada birini) İndirmek, askıdan almak
dépêcher gçl. 1, Çabuk yapmak, çabuk bitirmek, (Dépendre une personne). § Ça dépend: Belki;
çırpıştırmak (Dépêcher un travail). 2. İşini görüp bakalım, belli olmaz (Est ce que tu viendras?- Ça
savmak (Ce messager attend, il faut le dépêcher). dépend). Il dépend de qn de f. qch: -mek -e bağlıdır
3. Öldürmek, canını cehenneme yollamak (Il dépend de vous d'accepter ou de refuser). Ne
(Dépêcher son adversaire). 4. Dépêcher qn auprès dépendre que de soi-même: Başına buyruk olmak,
de qn: Birini -e göndermek; koşturmak, salmak kendi kendinin efendisi olmak, Allahtan başka
(Dépêcher un messager auprès d'un général. Il m'a kimseye minneti olmamak (Je ne dépends que de
dépêché auprès de vous pour avoir votre réponse). moi-même).
§ A dépêche compagnon: Tez elden ve üstün körü. dépens er. ç. Mahkeme harcı, mahkeme masrafları
§ Se dépêcher: 1. Acele etmek, elini çabuk tutmak (Il a été condamné aux dépens. Payer les dépens). §
(Dépêche-toi, le train part). 2. Se dépêcher de Aux dépens de: 1. -i n hesabına, -in sırtından (Vivre
f.qch: -mekte acele etmek (Il s'est dépêché de aux dépens d'autrui. Un parasite qui vit aux dépens
finir). de ses hôtes). 2. -in zararına (lia accepté ce travail
dépeigné, e s. Saçları taranmamış, saçları darma supplémentaire aux dépens de ses loisirs. Tout
dağınık. bonheur au dépens d'autrui me paraît haïssable).
dépense 406 dépit

dépense diş. 1. Gider, masraf (Dépense du ménage, kurtulmak, yakasını sıyırmak (5e dépêtrer d'une
dépense imprévue. Les menues dépenses. Un père difficulté, d'un gêneur).
qui règle les dépenses de son fils). 2. Kiler, azık dépeuplé, e s. Issız, bomboş, in cin yok (Un village
ambarı (Ces pommes étaient au fond d'une dépeuplé).
dépense). 3. Harcama, sarfiyat (Dépense dépeuplement er. 1. Boşalma, ahalisiz kalma,
d'électricité. Dépense d'énergie, de forces, de ıssızlaşma ( Dépeuplement d'une ville, d'unpays).
temps). § Dépenses publiques: Devlet giderleri; 2. İçinde hayvan kalmama (Dépeuplement d'une
kamu harcamaları. Avoir l'initiative de la forêt, d'un étang).
dépense: Kesenin ağzını elinde tutmak, dépeupler gçl. 1. Ahalisiz bırakmak, halkını
masrafları Kendisi yapmak. Couvrir une dépense: dağıtmak, ıssızlaştırmak, bomboş kılmak (La
Bir masrafı karşılamak. Equilibrer dépenses et famine a dépeuplé le pays.). 2. Hayvanlarından,
revenus: Gelirlerle giderlerini denkleştirmek, balıklarından, kuşlarından yoksun bırakmak
denk düşürmek. Ne pas regarder à la dépense: Pek (Dépeupler une forêt, un étang). § Se dépeupler:
cömert olmak, eli açık olmak. Pousser qn à la Issızlaşmak, boşalmak, oturanlanndan yoksun
dépense: Birini masrafa sokmak, israfa kalmak (Un pays qui se dépeuple).
sürüklemek. Regarder à la dépense: Pek tutumlu déphosphoration diş. Fosforsuzlaştırma, fosforunu
olmak, eli sıkı olmak, alma.
dépenser gçl. 1. Harcamak, sarfetmek (ila dépensé déphosphorer gçl. Fosforsuzlaştırmak, fosforunu
tout son argent). 2. Vermek, kullanmak, almak.
harcamak (Dépenser ses forces, son courage pour dépiauter gçl. tkz. Derisini yüzmek, derisini almak
mener à bien une entreprise. Il a dépensé ses jeunes (Dépiauter un lapin, un renard).
années à apprendre ce métier). § Dépenser sans dépiécer gçl. (Eskimiştir) Parçalamak, parçalara
compter: Hesapsız para harcamak, har vurup ayırmak.
harman savurmak. Ne pas dépenser un sou: dépigeonnage er. Güvercinlerden arıtma,
Metelik harcamamak, güvercinlerden kurtarma, güvercinsizleştirme
dépensier, ère s. ve ad. 1. Tutumsuz, savurgan, (Dépigeonnage de Paris).
"müsrif (S'il était moins dépensier, il serait très dépilageer. (Sepilenecekderinin) Kıllarını,yününü
riche aujourd'hui). 2. Vekilharç (Dépensier d'un düşürme (Dépilage d'une peau).
couvent). dépilatif,ive s. Kıl düşürücü, tüy dökücü,
déperdition diş. 1. Yok olma, yitime uğrama, yitme dépilation diş. Kıl düşürme; kılları dökülme,
(Une opération chimique qui se fait sans dépilatoires, ve er. Kıl düşürücü (ilâç),
déperdition de substance). 2. Azalma, eksilme, dépiler gçl. 1. Kıllarını, saçını, yününü düşürmek
yok olma (La mauvaise isolation entraîne une (Dépiler les peaux.C'estla fièvre tyhoïde,qui l'a
grande déperdition de chaleur. Déperdition de dépilé ainsi). 2. (Maden ocağında işlenmiş bir
force, de lumière). galerinin) Direklerini sökmek,
dépérirez. 1. Zayıflamak, erimek, saranp solmak dépiquage, dépicage er. (Ekini) Harmanda yada
(Cet enfant dépérit faute de soins. Plante qui harman makinesinde dövme,
dépérit faute de soleil). 2. Bozulmak (Santé qui dépiquer gçl. 1. Dikişlerini yada işlemelerini
dépérit). 3. Yıkıma, iflâsa doğru gitmek, çökmek sökmek (Dépiquer une robe). 2. Harmanda yada
(Affaire qui dépérit; une culture qui dépérit). harman makinesinde dövmek (Dépiquer le blé, le
dépérissement er. 1. Zayıflama, erime, saranp riz).
solma. 2. Bozulma. 3. Çökme, iflasa doğru gitme. dépistage er. 1. Tarama, arama, araştırma
dépersonnalisation diş. Kişiliksiz hale getirme, (Dépistage de la tuberculose). 2. İz sürme, izini
kişiliksizleştirme. bulma (Dépistage d'un malfaiteur).
dépersonnaliser gçl. Kişiliksiz hale getirmek. dépister gçl. 1. ( Avın) İzini sürmek, izinden bulmak
Kişiliksizleştirmek. § Se dépersonnaliser: (Dépister un sanglier). 2. mec. İzini sürerek,
Kişiliksizleşmek, kişiliğini yitirmek, yakalamak (Dépister un criminel). 3. Taramak,
dépêtrer gçl. 1. (Bir hayvanın) Ayak bağını, tarayıp saptamak, aramak (Dépister une
kösteğini, bukağısını çıkarmak. 2.Dépêtrer qn, maladie). 4. İz şaşırtmak, yanıltmak (Dépister la
qch de: Birini, bir şeyi -den kurtarmak (Je ferai police. Une ruse destinée à dépister les soupçons).
mon possible pour le dépêtrer de cet engagement si dépiter. Gücenme, küskünlük, kızma, canı sıkılma
dangereux. On a eu du mal à dépêtrer la pauvre (Il a éprouvé un certain dépit de voir qu'on lui
bête de ce filet). § Se dépêtrer de qch: -den préférait un candidat plus jeune). § En dépit de: -e
dépité 407 déplombage

karşın, "rağmen (En dépit de sa jeunesse, il a un olmak (Il s'est déplu dans cette ville. Je me déplais à
jugement très sûr. Tu as agi en dépit de mes la campagne).
conseils). En dépit du bon sens: Çok kötü (Cette déplaisant,e s. 1. Sevimsiz, hoşa gitmeyen, iğrenç
affaire est dirigée en dépit du bon sens). Avoir du (Un homme déplaisant). 2. Can sıkıcı, rahatsız
dépit, éprouver du dépit: Kızmak, acı d u y m a k . edici (Bruit déplaisant).
Causer du dépit à qn: -i kızdırmak, -in içini déplaisir er. Hoşnutsuzluk, sıkılma, canı istememe
burkmak (La réussite de son rival lui cause du CC'est avec déplaisir que je fais ce travail).
dépit). Concevoir du dépit de qch: -e kızmak, -den déplanification diş. Planlamacılık yada
acı duymak. güdümcülüğün kaldırılması,
dépité, e.f. 1. Kızmış, kızgın, 2. Dépité de:-e kızmış, déplantage er. (Bir bitkiyi) Yerinden sökme,
-den alınmış (Il est revenu très dépité de n'avoir déplanter gçl. 1. (Bir bitkiyi, bir ağacı) Yerinden
rien obtenu. Elle était dépitée du mépris témoigné à sökmek, köklemek. 2. Başka yere dikmek üzere
son égard). yerinden sökmek, köklemek (Déplanter un
dépiter gçl. Gücendirmek, kızdırmak, canını piquet. Déplanter de jeunes plants pour les
sıkmak (Cet échec l'a bien dépité). § Se dépiter: repiquer). 3. Ağaçsızlandırmak, ağaçlarını
Gücenmek, kızmak, canı sıkılmak (Je me dépitai sökmek (Déplanter une colline). 4. mec. Yerinden
de telle sorte contre l'ingratitude du siècle). uzaklaştır ıak.
déplacé, es. 1. Yerinden oynamış, yeri değiştirilmiş déplantoir er. Fidan, bitki kökleyecek kürek,
(Meuble déplacé, livre déplacé). 2. mec. Yersiz, kökleme .<üreği.
uygunsuz, sırasız (Intervention déplacée, paroles déplâtrage er. Alçısını sökme, alçılarını çıkarma,
déplacées, question déplacée). déplâtrer gçl. 1. Alçılarını sökmek, çıkarmak
déplacement er. 1. Yer değiştirme (Déplacement (Déplâtrer un mur). 2. Alçıdan çıkarmak
d'air). 2. Yerinden oynatma; görevini değiştirme (Déplâtrer une jambe, un bras).
(Déplacement d'un fonctionnaire). 3. (Geminin) déplétion diş. 1. Azalma, birşeyin miktarının
Su içinde kalan hacmi, tonilatosu. 4. Yolculuk, azalması (Déplétion des stocks). 2. hek. Bir
yola çıkma, dolaşma (Etre en déplacement. Les organda birikmiş sıvı yada kan miktarının
frais de déplacement). S. Kayma, kaydırma azalması, buna bağlı bitkinlik, halsizlik,
(Déplacement sémentique: Anlam kayması). dépliage, dépliement er. Katlanmış bir şeyi açma.
déplacer gçl. 1. Yerini değiştirmek (Déplacer un dépliant, e s. 1. Katlanabilen, kırma, açılıp
fauteuil). 2. Yerinden oynatmak, görevini katlanabilen (Fauteuil dépliant formant canapé).
değiştirmek (Déplacer un fonctionnaire). 3. mec. 2. er. Katlanmış harita, broşür, prospektüs gibi
Değiştirmek, başka yöne kaydırmak (Déplacer şeyler; *katlanık.
une question, un problème). 4. (Gemi) -kadar déplier gçl. 1. (Katlanmış bir şeyi) Açmak (Déplier
tonilatoluk olmak (Navire qui déplace 500 une serviette, déplier une carte routière). 2. Açıp
tonneaux). § Se déplacer: 1. Yer değiştirmek sergilemek (Déplier sa marchandise). § Se
(Défense de se déplacer pendant le cours). 2. déplier: Açılmak (Parachute qui se déplie pendant
Devinmek, hareket etmek (Les poissons se le saut).
déplacent à l'aide de nageoires). 3. Yolculuk déplissage er. Kırmaları açma, kıvrımları açma,
etmek (Il se déplace toujours en avion). 4. Se düzleme.
déplacer de qch à: -den-e gitmek (L'airse déplace déplisser gçl. Kırmaları açmak, kıvrımları açmak,
des régions de haute pression aux régions de basse düzlcmck ( Déplisser une étoffe, un vêtement). §Se
pression). déplisser: Düzleşmek, kıvrımları açılmak,
déplaire gçl. 1. Déplaire à: -in hoşuna gitmemek, -e kıvrımları geçmek (Cette jupe se déplisse
hoş gelmemek (Cet aliment lui déplaît. Votre facilement).
conduite déplait à ma famille). 2. Gücendirmek, déploiement er. 1. Açma, açılma (Déploiement des
kızdırmak (Il a tout fait pour nous déplaire). § Il voiles). 2. Yayma, yayılma (Déploiement d'une
déplaît à qn de f.qch: -mek birinin hoşuna armée). 3. Gösterme, gösteri (Déploiement de
gitmiyor (Il lui déplait d'agir ainsi. Il me déplaît forces militaires. Un grand déploiement
d'entendre des choses pareilles). Ne vous en d'amabilité). 4. (Askeri birlik, silâh vb.)
déplaise: Gücünüze gitmesin, hatırınız kalmasın. Yerleştirme, yerleştirilme (Déploiement de
N'en déplaise à: -e karşın, rağmen (N'en déplaise à troupes militaires. Déploiement des missiles
ces messieurs, je ne partage pas ces idées). § Se nucléaires en Europe).
déplaire: Hoşlanmamak, sıkılmak, rahatsız déplombage er. 1. Üstündeki kurşun mühürü
déplomber 408 déposer

sökme (Déplombage d'un compteur électrique). dépollution diş. Kirliliğini azaltma yada giderme,
2. Dolgusunu çıkarma (Déplombage d'une dent). temizleştirme.
déplomber gçl. 1. Üstündeki kurşun mühürü déponent, e s. Biçim bakımından geçişsiz olduğu
sökmek (Déplomber un colis). 2. Dolgusunu halde anlamca geçişli olan (fiil),
çıkarmak (Déplomber une dent). dépopulation diş. 1. Şenliksiz, ahalisiz bırakma,
déplorable s. 1. Acınacak, acıklı (Il est dans une ıssızlaştırma. 2. Şenliksiz kalma, oturanları
situation déplorable). 2. Kötü, iğrenç, kınanacak azalma, boşalma, ıssızlaşma (Dépopulation d'une
(Un goût déplorable, une conduite déplorable). région, d'un pays).
déplorablement bel. Acınacak şekilde, çok kötü déport er. 1. huk. Yargıcın kendini reddetmesi. 2.
şekilde. Depor, borsada esham için verilen kira.
déplorer gçl. 1. Acımak, yanmak (Déplorer laperte déportation diş. 1. (Siyasal nedenlerle) Sürgün,
d'un ami. Déplorer les victimes d'un accident). 2. sürgüne gönderme (Crime politique puni de
Üzülmek (]'ai déploré votre absence). 2. Déplorer déportation). 2. Bir yabancı ülkede toplama
de f. qch: -diğine üzülmek (Je déplore d'avoir à kampına gönderme (Les Nazis organisèrent la
vous gâter les illusions où vous vous complaisiez). déportation des Juifs, des résistants, en
déployer gçl. 1. Açmak, yaymak (Déployer une Allemagne).
carte, une étoffe. L'oiseau déploie ses ailes.). 2. déporté, e s. ve ad. 1. Sürgün edilmiş, sürgün. 2.
Açıp yaymak, sergilemek, bir tabla üzerine Toplama kampına alınmış, gönderilmiş (La
yaymak (Déployer des marchandises, des bijoux). plupart des déportés furent exterminés par les
3. ask. Savaş düzenine sokmak (Déployer une Nazis).
armée, des troupes). 4. Göstermek, harcamak déportement er. 1. Uygunsuz gidiş, uygunsuz
( Déployer un grand effort. Déployer toute sa force yaşayış, "sefahet (Lesfemmes que leurs passions et
pour obtenir un bon résultat). S. (Askeri birlik, leurs déportements ont rendues illustres). 2.
silâh vb.) Yerleştirmek (Déployer des missiles (Taşıtlar için) Yoldan çıkma, yoldan sapma
nucléaires dans une région). § Rire à gorge (Déportement d'un véhiculé).
déployée: Kahkahalarla gülmek § Se déployer: 1. déporter gçl. 1. (Siyasal nedenlerle) Sürgün etmek,
Açılmak (Drapeau qui se déploie au vent). 2. ask. sürgün cezasına çarptırmak (Déporter un
Savaş düzenine girmek (Des troupes qui se écrivain, un député). 2. Toplama kampına
déploient). göndermek (Les Nazis ont déporté les juifs en
déplumé, e s. 1. Tüyleri dökülmüş, yolunmuş. 2. Allemagne). 3. (Taşıtları) İzlediği yoldan
hlk. Saçları dökülmüş, dazlak (Un homme çıkarmak, saptırmak (Un fort vent latéral a
déplumé). déporté l'avion. Le choc a déporté la voiture dans
déplumer gçl. Tüylerini yolmak (Déplumer un le virage). 4. gsz. (Taşıtlar için) Yolundan
oiseau, une poule). § Se déplumer: 1. Tüylerini çıkmak, yoldan çıkmak (Sous l'effet du vent
dökmek, tüyleri dökülmek (Les oiseaux qui se violent, sa voiture a déporté).
déplument). 2. hlk. Saçlan dökülmek (Tu déposant, es. 1. Yargıç katında tanıklık eden, ifade
commences à te déplumer). veren. 2. Para yatıran, °mudi.
dépoétiser gçl. Şiirli yanını bozmak, şiirsizleştirmek dépose diş. Kaldırma, yerinden çıkarma, sökme
(Une technicité qui dépoétise le sujet). (Dépose d'un châssis, dépose d'une serrure).
dépolir gçl. Cilâsını gidermek, donuklaştırmak déposer gçl. 1. Yere bırakmak, koymak (Déposer
(Dépolir l'or, l'argent) § Se dépolir: Cilâsı un fardeau. Déposer une fleur sur une tombe). 2.
dökülmek (Cette glace commence à se dépolir). Vazgeçmek, bırakmak, el çekmek (Déposer la
dépolissage er. Cilâsını giderme, cilâsı gitme; couronne, le pouvoir). 3. Vermek, koymak,
donuklaştırma, donuklaşma, bırakmak, teslim etmek (Déposerses bagages à la
dépolisseur, euse ad. Camları buzlu cam haline consigne. Déposer des marchandises à l'entrepôt,
sokan işçi. en consignation). 4. Yatırmak, koymak (Déposer
dépolitisation diş. Siyasa dışı bırakma, siyasadan de l'argent à la banque). S. Atmak, koymak
uzak tutma (Dépolitisation des syndicats). (Déposer sa signature. Déposer une marque). 6.
dépolitiser gçl. Siyasa dışı bırakmak, siyasadan Hal etmek, tahttan indirmek (Déposer un roi)."7.
uzak tutmak, siyasa karıştırmamak (Dépolitiser (Dilekçe, önerge vb.)Vermek,sunmak (Déposer
les syndicats, une institution, un sujet, un débat). ùne motion, un projet de loi au bureau de
dépolluer gçl. Kirliliğini azaltmak yada gidermek l'Assemblée). 8. Yerinden çıkarmak, kaldırmak
(Dépolluer une région industrielle). (Déposer un tableau). 9. gsz. Çökelti bırakmak.
dépositaire 409 dépouiller

rüsup bırakmak (Ce vin dépose beaucoup). 10. dépotoir er. 1. Lağım sularından gübre çıkarılan
gsz. Tanıklık etmek, ifade vermek. § Déposer les fabrika. 2. Çöplük (Un terrain que l'on utilise
armes: Silahları bırakmak, savaşı kesmek. comme dépotoir). 3. mec. tkz. Hurdalık, döküntü
Déposer son bilan: İflas etmek, batmak, batkıya eşya yeri (Cette pièce sert de dépotoir).
düşmek. § Se déposer: Çökmek, konmak (Les dépouille diş. 1. (Yılan gömleği gibi) Hayvan
poussières se déposent sur les meubles). soyuntusu. 2. Post, pösteki (Dépouille d'un lion).
dépositaire ad. 1. İnal, "mutemet, kendisine 3. Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, bırakıt,
inanılıp bir şey bırakılan kimse (Dépositaire d'un "tereke (Dépouille d'un curé). 4. ç. Ganimet. 5.
trésor, d'une lettre). 2. (Bir firma için) Temsilci, Dépouille, dépouille mortelle: mec. Ölen bir
satıcı (Il est le seul dépositaire des voitures kimsenin cesedi (Saluer la dépouille mortelle d'un
Renault). 3. (Bir şeyi) Elinde tutan, elinde grand homme). § S'arracher les dépouilles de qn:
bulunduran kimse (Le Président de la République (Ölen birinin) Bırakıtını, kalıtını, malını
est le dépositaire de l'autorité de l'Etat). § mülkünü kapışmak,
Dépositaire de l'autorité publique: Kamu dépouillé, e s. 1. Yaprakları dökülmüş, çıplak
görevlisi, memur. Faire de qn le dépositaire de (Arbre dépouillé). 2. Sade, süssüz, ağırbaşlı (Un
qch: Bir şeyi güvenip birine söylemek, vermek ( 11 style dépouillé). 3. Dépouillé de: -den yoksun,
a fait de moi le dépositaire de tous ses secrets). -den arıtılmış (Un homme dépouillé de mérites; un
déposition diş. 1. Tahttan indirme, hal etme style dépouillé de tout artifice).
(Déposition d'un roi, d'un sultan). 2. İfade dépouillement er. 1. Malından mülkünden etme,
(Déposition d'un témoin. Faire, signer sa malından mülkünden olma; yoksunluk (Vivre
déposition. Condamner quelqu'un sur la dans le dépouillement). 2. Titizlikle inceleme
déposition d'un témoin). 3. Tanıklık. § Déposition (Dépouillement d'une correspondance, d'un
de croix: İsa peygamberin çarmıhtan indirilmesi. rapport. Dépouillement des auteurs classiques). 3.
déposséder gçl. Déposséder qn de qhc: Birini -den Sayma, "tasnif etme (Dépouillement des votes.
yoksun bırakmak, bir şeyi birinin elinden almak Procéder au dépouillement du scrutin). 4.
( Déposséder un gros propriétaire de ses domaines. Süssüzlük, sadelik (Dépouillement d'un style).
On l'a dépossédé de ses biens. Il a été dépossédé de dépouiller gçl. 1. Yüzmek, derisini yüzmek
sa place.). (Dépouiller un lièvre). 2. Kabuğunu soymak
dépossession diş. Elinden alma, elinden alınma (Dépouiller un arbre). 3. Vazgeçmek, bırakmak,
(Depossession d'un privilège). sıyrılmak (Dépouiller tout amour propre,
dépôter. 1. Koyma, bırakma (Dépôt d'une gerbe sur dépouiller son orgueil). 4. Çıkarmak (Dépouiller
une tombe). 2. İnam, "emanet (Confier un dépôt à ses vêtements). 5. İncelemek (Dépouiller un
un ami). 3. Verme, bırakma (Dépôtd'un manteau document, un livre, un auteur). 6. Saymak, "tasnif
au vestiaire, dépôt d'un testament chez un notaire). etmek (Dépouiller les votes, un scrutin). 7.
4. Depozito, "önödence. 5. Garaj (L'autobus Soymak (Les voleurs l'ont dépouillé). 8. Malını
vient de quitter le dépôt). 6. Ambar, depo, mülkünü elinden almak, soyup soğana çevirmek
'koruncak (Dépôt de marchandises, d'ordures). (Jacques ne voudrait pas dépouiller les enfants de
7. Nezaret, nezarethane, gözaltı, gözaltı evi sa soeur). 9. Dépouiller qn de qch: a) Birinin -sini
(Conduire un prévenu au dépôt). 8. ask. Depo çıkarmak ( Dépouiller un enfant de son manteau).
kıtası. 9. Çökelti, rüsup (Dépôt de tartre sur les b) Birinin -sini çalmak, soymak, elinden almak
parois de la bouillote). 10. hlk. İrintoplağı.ll. Sel (Les voleurs l'ont dépouillé de son portefeuille.
bırakıntısı. 12. Mevduat, 'yatırga (Dépôts à Des escrocs l'ont dépouillé de ses économies), c)
préavis: İhbarlı mevduat, haberliyattrga. Dépôts à Birini -den etmek, yoksun bırakmak (Dépouiller
terme: Vadeli mevduat, süreli yatırga. Dépôts à quelqu'un de son emploi, de ses droits). 10.
vue: Vadesiz mevduat, süresiz yatırga. Dépots Dépouiller qch de qch: a) Bir şeyin -sini soymak,
d'épargne: Tasarruf mevduatı, artırım yatırgası). kesip atmak (Dépouiller un poisson de ses écailles,
§ Dépôt de mendicité: Yoksulları çalıştırma un arbre de ses branches). b) Bir şeyi -den arıtmak,
yurdu. Mandat de dépôt: Tutuklama buyruğu. kurtarmak (Dépouiller un style de tout artifice). §
Se dépouiller: 1. Üstündekileri çıkarmak;
dépotage, dépotement er. Saksısını, kabını
soyunmak, çıplaklaşmak. 2. Varını yoğunu elden
değiştirme.
çıkarmak 3. Se dépouiller de qch: a) -i çıkarmak
dépoter gçl. 1. Toprağa dikmek üzere saksısından
(5e dépouiller de ses vêtements), b) -den
çıkarmak (Dépoter un géranium). 2. Kabını
soyunmak, -i dökmek (Un arbre qui se dépouille
değiştirmek (Dépoter un liquide).
dépourvoir 410 dépuration

de ses feuilles), c) -i elinden çıkarmak, -den çalıp çırpma,


vazgeçmek (Se dépouiller de ses biens). déprendre gçl. Ayırmak, sökmek, koparmak. S Se
dépourvoir gçl. Yoksun bırakmak. § Dépourvoir déprendre de: -den kopmak, kurtulmak,
qn, qch de: -den yoksun bırakmak (Dépourvoir ayrılmak, yakasını kurtarmak (Se déprendre d'un
une citadelle de munitions). gêneur. Il s'est enfin dépris de ses mauvaises
dépourvu, e s. Dépourvu de qch: -den yoksun (Livre habitudes).
dépourvu d'intérêt, fleur dépourvue de corolle; dépressif, ive s. 1. Çökertici, basıcı, bastırıcı. 2.
homme dépourvu de ressources, d'argent, de mec. Güçten düşürücü,
qualités). § Au dépourvu: Ansızın, hazırlıksız, dépression diş. 1. coğr. Çöküntü alan; göçüntü. 2.
haber vermeden. Prendre qn au dépourvu: Birini Basınç azalması, alçak basınç (Dépression
hazırlıksız, ansızın yakalamak (Votre question me atmosphérique).i. Durgunluk, bunalım
prend au dépourvu. Ce commerçant a renouvelé (Dépression économique). 4. mec. Güçten
son stock pour ne pas être pris au dépourvu). düşme, çökme, çöküntü (Dépression mentale,
dépoussiérage er. Toz alma, tozunu alma. physique). 5. Kriz, sinir buhranı, bunalım (Elle a
dépoussiérer gçl. Tozunu almak (Dépoussiérer un ses moments de dépression).
tapis, un appartement). déprimant,e s. Çöktürücü, güçten düşürücü (Un
dépravation diş. 1. Bozulma, bozukluk climat déprimant).
(Dépravation de goût, des moeurs). 2. Sapıklık déprimer gçl. 1. Çöktürmek, içe göçertmek (Un
(Dépravation sexuelle). 3. Ahlâk bozukluğu front déprimé). 2. Çökertmek, güçten düşürmek
(C'est de la dépravation!). (Cette longue maladie l'a déprimé). 3. Bunaltmak,
dépravé, e s. 1. Bozuk, bozulmuş (Coût dépravé, içgücünü yıkmak (Cet échec l'a déprimé).
mœurs dépravées). 2. s. vead. Ahlâkı bozulmuş, dépriser gçl. Hakettiğinden az değer vermek,
baştan çıkmış; sapık (Personne dépravée, un değerini azımsamak, fazla önem vermemek
dépravé). (Dépriser un auteur, une oeuvre. Ce poète déprise
dépraver gçl. 1. Bozmak, saptırmak (Dépraver le les mots).
goût, le jugement). 2. Ahlâkını bozmak, baştan deprofundis[(deprotôdisdis]er. Lal. Busözcüklerle
çıkarmak (Dépraver un enfant, un adolescent. Les başlayan ve ölüler için okunan bir Hıristiyan duası
mauvaises fréquentations l'ont dépravé). C Chanter un De profundis).
déprécation diş. Bir belâyı savmak, bir günahı déproiétariser gçl. Proleter niteliğini yitirtmek,
bağışlatmak için yapılan dua. emekçi niteliğini kaldırmak (Déproiétariser un
déprédateur, trice s. ve ad. Değer düşürücü, milieu, un groupe social).
değerini kırıcı, dépuceler gçl. tkz. Kızlığını bozmak (Dépuceler une
dépréciation diş. 1. Değerini düşürme, değerini jeune fille).
kırma (Dépréciation des marchandises, de la depuis ilg. 1. -den (Il me fit signe depuis la grille.
monnaie, de l'or). 2. Değer düşüklüğü, değerden Depuis ma chambre, je peux tout entendre. On
düşme (L'inflation entraîne la dépréciation de la nous transmet depuis Londres la nouvelle d'une
monnaie). catastrophe aérienne). 2. -den beri (Ilpleut depuis
déprécier gçl. 1. Değerini düşürmek, değerini le 12 février. Je l'attends depuis trois heures.
azaltmak (Déprécier une marchandise. La perte Depuis quand êtes-vous là? Depuis mardi il est
de ce volume déprécie la collection), 2. mec. malade). 3. Depuis... jusqu'à: -den -e kadar
Küçümsemek, azımsamak, olduğundan daha az (Nous avons eu du soleil depuis Ankara jusqu'à
değerli görmek (Je ne voudrais pas déprécier les Istanbul. Depuis le premier jusqu'au dernier, tous
services qu'il m'a rendus. Déprécier une oeuvre, étaient d'accord. Depuis le début jusqu'à la fin). 4.
un auteur). -den başlamak üzere, itibaren (On vend ici des
déprédateur, trice s. ve ad. 1. Yağmacı, çapulcu. 2. articles depuis cent francs). 5. bel. O zamandan
İhtilas yapan, devlet malını çalan, "muhtelis, beri, o gün bu gündür (Il est parti après la guerre, et
beylik malı çalıp çırpan (Un ministre déprédateur. nous ne l'avons pas revu depuis. Je l'ai vu lundi
Engager des poursuites contre les déprédateurs). mais pas depuis). 6. Depuis que...: -diğinden beri
déprédation diş. 1. Yağma, çapulculuk (Les soldats (Tout a changé depuis que vous êtes parti. Depuis
des troupes d'occupation ont commis des que je le connais, je n'ai cessé de l'estimer).
déprédations). 2. Yıkıp dökme, zarar, "tahribat dépuratif, ive s. vead. Kan temizleyici (Prendre un
(Les déprédations causées par les émeutiers, par dépuratif. La bourrache est dépurative).
les touristes). 3. "İhtilas, para yeme, para aşırma, dépuration diş. Temizleme, arıtma.
dépurer 411 derechef

dépurer gçl. Temizlemek, arıtmak (Dépurer le d'esprit). 3. Düzenini bozma, tedirgin etme,
sang. Dépurer un métal). rahatsızlık verme. §. Etre en dérangement:
députation diş. 1. Elçi olarak, temsilci olarak Bozulmak, arızalı olmak,
gönderme. 2. Heyet, kurul (Une députation de dix déranger gçl. 1. Karıştırmak, bozmak, düzenini
personnes). 3. Temsilcilik; milletvekilliği bozmak (Déranger les fiches, les papiers.
(Candidat à la députation). Déranger les livres d'une bibliothèque). 2.
député er. 1. Saylav, milletvekili, "mebus (Les Bozmak, çalışmaz hale getirmek (Déranger un
députés de la majorité, de l'opposition. Un député appareil distributeur. Le transport a dérangé la
qui dépose un projet de loi). 2. Elçi, delege, heyet bascule). 3. Bozmak, değiştirmek, kötüleştirmek
üyesi, kurul üyesi. 3. Temsilci (Les députés du (L'orage a dérangé le temps. Le temps est
clergé, de la noblesse aux Etats généraux). dérangé). 4. Bozmak, karıştırmak, alt üst etmek
députer gçl. 1. Saylav olarak, milletvekili olarak (Cet incident dérange tous nos projets). 5.
göndermek. 2. Temsilci olarak göndermek, özel Rahatsız etmek (Excusez-moi de vous déranger.
bir görevle göndermek (On a décidé de députer Ne le dérangez pas, il sommeille). 5. Bozmak (Ce
trois parlementaires auprès du commandement repas lui a dérangé l'estomac). 7. Baştan
eruiemi pour entamer des négociations de paix. çıkarmak, ayartmak (Cette jeune fille qui vous
Députer des représentants à une assemblée). dérange). 8. Etre dérangé: tkz. Barsaklari
déraciné, e s. 1. Köküyle birlikte sökülmüş, bozulmak, ishal olmak. § Se déranger: 1. Yerini,
köklenmiş (Arbre déraciné). 2. ad. Doğduğu işini, uğraşısını değiştirmek (Je ne me suis pas
çevreden kopmuş, elgin, köksüz, gurbetçi, dérangé pour de l'argent). 2. Rahatsız olmak (Ne
déracinement er. 1. Köküyle sökme, kökleme; vous dérangez pas pour moi).
köküyle sökülme, köklenme (Le déracinement dérapage er. (Taşıtlar için) Kayma, tekerleği
des arbers). 2. mec. Söküp atma, yoketme, yerden kesilme (La voiture a fait un dérapage sur
ortadan kaldırma ( Déracinement des préjugés). 3. la route mouillée).
Çevresinden kopma, elginlik, gurbetçilik déraper gsz. 1. (Gemi için) Demir taramak. 2.
(Déracinement des hommes). (Taşıt için) Kaymak, tekerleği yerden kesilmek
déraciner gçl. 1. Kökünden sökmek, köklemek (Ma voiture a dérapé dans le virage. Ces pneus
(L'orage a déraciné les arbres). 2 .mec. Kökünden empêchent de déraper). 3. Kaymak (Ses semelles
temizlemek, kökünü kazımak, ortadan ont dérapé sur le bitume). 4. mec. (Ekonomi)
kaldırmak, yoketmek (Déraciner les abus, les Denetimden çıkmak; yapılan tahminlerden
préjugés). 3. Déraciner qn: Birini doğduğu uzaklaşmak.
çevreden koparmak, yerinden yurdundan etmek, déraser gçl. 1. Alçaltmak, üstünü almak (Déraser
gurbetçi yapmak, un mur).
dérager gsz. Öfkesi geçmek, yatışmak, dératé, e s. ve ad. Dalağı alınmış. § Petite dératée:
déraidir gçl. Yumuşatmak, sertliğini gidermek, Fenlenmiş (küçük kız). C'est un dératé: Deli
déraillement er. 1. Raydan çıkma (Déraillement fişeğin biri. Courir comme un dératé: Kıçına neft
d'un train). 2. mec. Yoldan çıkma, doğru yoldan sürülmüş gibi kaçmak,
sapma. dérater gçl. Dalağını almak, dalağını çıkarmak,
dérailler gsz. 1. Raydan çıkmak (Les wagons ont dératisation diş. (Bir evin, geminin) Sıçanlarını yok
déraillé et se sont renversés). 2. mec. Yoldan etme, sıçansızlaştırma.
çıkmak, doğru yoldan sapmak, dératiser gçl. Sıçanlardan arıtmak, sıçanlarını yok
déraison diş. Akılsızlık, aptallık, saçmalık, etmek, sıçansızlaştırmak (Dératiser une maison,
déraisonnable s. Akılsızca, aptalca, saçma (Une un bateau).
décision déraisonnable, une conduite dérayer gsz. (İki tarla arasında sımr olarak)
déraisonnable). Hendek açmak,
déraisonnablement bel. Akılsızca, aptalca (Se dérayure diş. (İki tarla arasındaki) Hendek,
conduire déraisonnablement). derby er. İng. 1. Her yıl İngiltere'de yapılan büyük
déraisonner gsz. Saçmalamak, sapıtmak, ipe sapa at yanşı; at koşusu. 2. İki komşu kent arasındaki
gelmez şeyler söylemek (Tu déraisonnes encore). futbol karşılaşması,
dérangement er. 1. Karıştırma, bozma (Un courant déréaliser gçl. -in gerçeklik niteliğini yitirtmek, -i
d'air qui cause du dérangement dans les papiers). gerçeklikten uzaklaştırmak (Un jeu qui déréalise
2. Karışma, bozulma, bozukluk (Une ligne la vie).
téléphonique en dérangement. Dérangement derechef bel. Yeniden, yeni baştan, bir daha, bir kez
déréglé 412 dernier

daha (Il attire derechef mon attention sur ce sujet). hek. Vücudun bir yerindeki kan birikmesini yakı,
déréglé, e s. 1. Bozuk, bozulmuş, çalışma düzeni şişe gibi bir araçla başka bir yere çekme. 3. dilb.
aksayan (Une machine déréglée, mécanisme Türetme; türem e (Former unmotpar dérivation).
déréglé. Appétit déréglé, estomac déréglé). 2. 4. mat. Bir fonksiyonun türevini alma. 5.
Düzensiz, dağınık, dengesiz (Une vie déréglée). 3. (Elektrikte) Kol. 6. Sapma, yolundan çıkma
Ahlâkça gevşek (Moeurs déréglées). 4. Aşırı, (Dérivation d'un avion sous la poussée du vent).
ölçüsüz, sınırsız (Ambition déréglée, imagination dérive diş. 1. Sapma (Angle de dérive, navire en
déréglée). dérive). 2. Uçak dümeni. § A la dérive: Akıntıya
dérèglement er. 1. Bozulma, iyi çalışmama kapılarak, rüzgârın önünde yaprak gibi, olaylar
(Dérèglement d'une machine, d'un mécanisme. nereye sürüklerse oraya, başıboş, kendini
Dérèglement de l'estomac, du pouls). 2. mec. koyvererek (Vivre à la dérive. Plusieurs caisses
Ahlâk gevşekliği (Vivre dans le dérèglement). 3. sont parties à la dérive. Entreprise qui va à la
Düzensizlik, dağınıklık, dengesizlik, dérive. Il se sentait aller à la dérive).
dérégler gçl. 1. Bozmak, çalışmasını aksatmak, dérivé, e s. 1. Türemiş, çıkmış, yapılmış (Mot
düzenini bozmak (Dérégler une machine, une dérivé). 2. Dérivé de: -den türemiş, çıkmış,
montre, unmécanisme. L'orage a déréglé le temps. yapılmış (Mots, corps, produits dérivés d'un
Dérégler l'estomac, l'appétit). 2. mec. Çığırından autre). 3. er. dilb. Türev. 4. er. mat. Türev. 5. er.
çıkarmak, yolunu sapıttırmak, bozmak (Dérégler Bir şeyden elde edilmiş, türetilmiş madde (Les
les moeurs, la conduite). dérivés de la houille).
dérelier gçl. Cildini çıkarmak (Dérelier un livre). dériver gçl. 1. Yatağını değiştirmek (Dériver un
déréliction diş. Terkedilmişlik duygusu, yalnız cours d'eau). 2. dilb. Türetmek, türetme yoluyla
kalmışlık. elde etmek (Dériver un mot). 3. Türevini almak
déridage er. Bir yüzün kırışıklıklarını giderme; yüz (Dériver une fonction). 4. gsz. Sapmak, rotadan
germe, yüz gerdirme, ayrılmak (Navire qui dérive. Avion qui dérive). S.
dérider gçl. 1. Kırışıklıklarını, buruşuklarını gsz. mec. Kendini kapıp koyvermek (Je suis
gidermek, germek (Dérider un visage).2. mec. détaché, je dérive, quelle force m'entraîne?) 6.
Yüzünü güldürmek, neşelendirmek (Cette Dériver de qch: -den türemek, -den gelmek (Ce
anecdote réussit à le dérider. Rien ne me déride ces mot dérive du latin, du grec, de l'arabe). 7. Dériver
jours-ci). § Se dérider: Gülümsemek, yüzü de: -den çıkmak, doğmak (Rien d'excellent ne peut
gülmek, neşelenmek, dériver de l'expérience d'autrui. Le théâtre profane
dérision diş. Alay, acı alay (Il l'appelait par dérision dérive du théâtre religieux).
"mon cher maître". Rire, geste de dérision). §C'est dermatite, dermite diş. hek. Cilt yangısı, deri
une dérision: Gülünç bir şey bu ! C'est une dérision yangısı.
de f.qch: -mek gülünç olur, -mek alay etmek dermatologie diş. hek. Cilt hekimliği,
demektir (C'est une dérision de prétendre qu'il a dermatologiste, dermatologue ad. Cilt hastalıkarı
fait son travail). Tourner qch en dérision: -i alaya hekimi, cildiyeci,
almak (Il est malséant de tourner en dérision des dermatose diş. Cilt hastalığı,
choses respectables). derme er. anat. Altderi.
dérisoire i. 1. Alaylı, "istihzah (Un regard dermeste er. Güvelerin de içinde bulunduğu böcek
dérisoire). 2. Gülünç, saçma (Il n'a pu opposer türü.
que des arguments dérisoires). 3. Çok ucuz, çok dermique s. anat. Altderiye değgin (Tissu
düşük, sudan ucuz, gülünç (Un prix dérisoire. dermique).
Acheter, vendre à un prix dérisoire). dernier,ère s. ve ad. 1. Son, sonuncu (Lire un livre
dérisoirement bel. Gülünç derecede, gülünç jusqu'à la dernière page. Dépenser jusqu'à son
biçimde, çok (Des crédits dérisoirement dernier sou. Faire un dernier effort). 2. En üst (Au
insuffisants). dernier degré. Le dernier point). 3. En kötü, en
dérivatif, ive s. 1. hek. Kan çekici. 2. dilb. Türetici düşük, en bayağı (Marchandise de dernière
(Suffixe dérivatif). 3. er. Düşünceyi başka qualité). 4. Geçen (L'an dernier, la semaine
alanlara çekici şey, oyalayıcı şey (Le travail est un dernière). 5. ad. Sonuncu (Il est le dernier de la
dérivatif à ma douleur). classe. Une guerre est toujours la dernière des
dérivation diş. 1. Yatağını değiştirme (Barragepour guerres.'). § En dernière analyse: Son çözümde.
la dérivation des eaux. Creuser un canal de Pour la dernière fois: Son olarak, son defa olarak.
dérivation pour approfondir le lit d'un fleuve). 2. En dernier: Sonuncu olarak hepsinden sonra
dernièrement 413 dérouter

(Nous nous occuperons de lui en dernier. Il vient en dérogatoire s. huk. Kaldırıcı, ilga edici (Force
dernier). Avoir le dernier mot: Son söz kendisinin dérogatoire. Acte dérogatoire, clause
olmak. Etre à sa dernière heure: Son dakikalarını dérogatoire).
yaşamak, ölmek üzere olmak, déroger gsz. Déroger à qch: 1. Aykırı davranmak,
dernièrement bel. Bu yakında, son günlerde, karşı gelmek (Déroger à la loi, à une règle, à une
geçende (Il est venu me voir tout dernièrement). convention). 2. -e yakışmayan bir biçimde
dernier-né, dernière-née ad. En küçük evlât (Les davranmak (Déroger à son rang, à sa naissance, à
derniers- nés sont plus choyés que leurs frères et ses convictions). 3. Küçülmek, alçalmak (Il
soeurs). croirait déroger en faisant ce métier).
dérobade diş. 1. (At için) Huysuzluk, yolundan déroidir gçl. Yumuşatmak,
sapma, harınlık. 2. mec. Kaçma, atlatmaya dérougir gçl. Kırmızılığını gidermek,
çalışma, kaytarma, kaçamak (Votre geste n'est dérouillée diş. hlk. Dayak, kötek; dayak atma,
qu'une dérobade). dayak yeme (Prendre, recevoir une dérouillée).
dérobé, e s. 1. Çalınmış, araklanmış, aşırılmış dérouiller gçl. 1. Pasını çıkarmak (Dérouiller un
(Receler des objets dérobés). 2. Gizli (Escalier canon de fusil). 2. mec. Canlandırmak,
dérobé, porte dérobée). § A la dérobée: Gizlice, uyuşukluğunu gidermek (Dérouiller sa
kaçamaktan (Je le regardais à la dérobée). mémoire). 3. Dérouiller qn: hlk. Dayak atmak,
dérober gçl. 1. Gizlice almak, aşırmak, araklamak kötek çekmek. 4. gsz. hlk. Dayak yemek, kötek
(Dérober une montre, un vêtement) 2. Dérober yemek. § Se dérouiller les jambes: Ayaklarının
qch à qn: Birinin -sini aşırmak, çalmak (Un uyuşukluğunu gidermek (Il s'est dérouillé les
pickpocket lui avait adroitement dérobé son jambes en marchant).
portefeuille). 3. Dérober qch à qn ...: Bir şeyi déroulement er. 1. Dürülü bir şeyi açma, yayma
birinden kapmak; elinden, ağzından almak (II (Déroulement d'un câble, d'une pelote de ficelle).
aurait bien voulu me dérober mon secret. Tu veux 2. Cereyan etme, oluşma, gelişme, gelişim (Le
lui dérober le fruit de ses efforts). 4. Dérober qn, déroulement des événements; le déroulement de
qch à: Birini, bir şeyi -den kurtarmak; saklamak, l'action dans une pièce de théâtre).
gizlemek (Dérober un coupable aux poursuites dérouler gçl. 1. Dürülü bir şeyi açmak, yaymak
judiciaires. Un rideau qui dérobe aux regards le (Dérouler une pièce d'étoffe, une bobine de fil,
fond de la pièce. Tu lui as dérobé la réalité). S. dérouler un store). 2 .mec. Gösterme 1 ;, gözönüne
Kaçırmak, geri çekmek(Ellevoulutm'embrasser, sermek (Le film déroule son intrigue). 3. Gözden
mais je dérobai mon front). § Se dérober: 1. (At geçirmek, birbiri ardınca düşünmek (Déroulerles
için), Huysuzluk etmek, binicisini dinlememek, événements de la journée. Je déroule toutes nos
harınlamak. 2. Se dérober à: -den saklanmak, paroles, nos regards, nos silences). § Se dérouler:
gizlenmek, kaçmak (5e dérober à la police, se 1. Cereyan etmek, oluşmak, gelişmek (Tous les
dérober aux regards). 3. Se dérober à qch: -den événements se sont déroulés devant nos yeux). 2.
kaçmak, kaytarmak, kaçınmak (Se dérober au Birbiri ardınca yeniden canlanmak (Lessouvenirs
travail, à un devoir, à une obligation). 4. Se se déroulent dans sa tête). 3. (Dürülü, çöreklenmiş
dérober sous: -altından kaymak, çökmek (Elle bir şey) Açılmak (Le boa se déroule et siffle).
croyait sentir les tapis, le parquet se dérober sous déroutant, es. 1. İzini şaşırtan, yol şaşırtıcı. 2. mec.
ses genoux. J'avais l'impression que le sol se Şaşırtıcı, afallatıcı (Une question déroutante, des
dérobait sous mes pas). contradictions déroutantes).
dérochage er. (Bir madeni) Temizleme, pasını déroute diş. 1. Bozgun (Une retraite qui tourne en
alma. déroute). 2. mec. Perişanlık, yıkım (Le résultat des
dérochement er. Kaya sökme, élections fait apparaître la déroute d'un grand
dérocher gçl. 1. (Bir madeni) Temizlemek, kirini, parti). § Mettre en déroute: Bozguna uğratmak
pasını almak (Dérocher un métal au moyen de (Mettre l'ennemi en déroute).
borax, d'acide suifurique). 2. Kayalarını sökmek déroutement er. İzleyeceği yolu değiştirme
(Dérocher un terrain, le lit d'une rivière). 3. gsz. (Déroutement d'un avion par suite d'une avarie).
Kayadan kayıp düşmek, dérouter gçl. 1. İzini kaybettirmek, yolunu
dérogation diş. 1. Aykırılık (Dérogation à un traité, şaşırtmak (Une petite maison assez éloignée pour
aux lois). 2. huk. Kaldırma, ilga (Dérogation dérouter les importuns). 2. mec. Şaşırtmak,
tacite: "Ztmnî ilga, altık kaldırma, kapalı kafasını karıştırmak (Dérouter un candidat par
kaldırma). des questions inattendues. Cette réponse m'a peu
derrière 414 désaffection

dérouté). 3. Önce düşünülmüş olan yolunu, Désabuser qn de qch: Birini -den çevirmek,
yönünü değiştirmek (Dérouter un train, un avion, -konusunda uyarmak, gözünü açmak (Il faut que
un bateau). le monde vous désabuse du monde). 3. gsz.
derrière İlg. 1. Arkasına, arkasında, arkasından Yanıldığını görmek, uyanmak, gözü açılmak,
(Avoir les mains derrière le dos; se cacher derrière désaccord er. 1. (Seslerde) Uyumsuzluk
un arbre. Tout le monde marchait derrière lui). 2. düzensizlik, akortsuzluk. 2. Geçimsizlik,
bel. Arkadan, arkada (Robe qui se boutonne anlaşmazlık (Désaccord entre mari et femme.
derrière. Allez devant, j'irai derrière). 3. er. Arka, Désaccord entre les partis). 3. Zıtlık, birbirini
arka taraf (Le derrière d'une maison. Porte de tutmazlık, aykırılık (Désaccord entre une théorie
derrière. Roue de derrière). 4. er. Geri, kıç et les faits). § Etre en désaccord avec qn sur qch:
(S'asseoir, tomber sur le derrière). 5. er. ç. Artçı Biriyle bir konu üzerinde anlaşmazlık halinde
birlikler (Les derrières d'une armée). 6. er. ç. olmak, uyuşamamak (Je suis en désaccord avec
Arka, geri (Assurer ses derrières, protéger ses eux sur la définition des réformes).
derrières). § De derrière, par derrière...: -in désaccordé, e s. 1. Uyumu, düzeni bozulmuş;
arkasından (Ilsortit de derrière la haie. Passez par karmakarışık duruma gelmiş (Tout est
derrière cette maison). Par derrière: Arkadan (11. désaccordé). 2. Akortsuz, akordu bozuk (Piano
m'a poignardé par derrière. Il nous regardait par désaccordé).
derrière, llditdu mal de ses amis par derrière. Ilest désaccorder gç/. 1. Aralarını bozmak (Les questions
resté derrière). Etre derrière qn: mec. Kollamak, d'intérêt matériel ont désaccordé ces deux
göz kulak olmak (Il faut être toujours derrière lui). familles). 2. Akordunu bozmak (L'humidité
Laisser qn loin derrière soi: Birini çok gerilerde désaccorde les pianos). 3. Uyumu, ahengi
bırakmak, çok geçmek (J'ai laissé tous mes bozmak.
anciens camarades loin derrière moi). Avoir... désaccoutumance diş. Bir alışkanlığı yitirme, bir
derrière soi:... arkasında olmak, kendisini alışkanlıktan kurtulma,
desteklemek (Il a tous ses partisans derrière lui). désaccoutumer gçl. Désaccoutumer qn de f.qch:
déruraiisation diş. Kırsal kesimde nüfus azalması, Birini -mek alışkanlığından kurtarmak (Il faut le
derviche er. Derviş. désaccoutumer de mentir). § Se désaccoutumer de
dès ilg. 1. -den beri (Il pleut dès le 20 mars. Dès le f.qch: -mek alışkanlığından kurtulmak, -meyi
début, il s'est montré hostile au projet). 2. -den bırakmak (Je me suis désaccoutumé de fumer).
itibaren, -den başlayarak (Dès le deuxième désacralisation diş. (Bir şeyi) Artık kutsal olarak
échelon, le salaire est suffisant. Dès Adana, le görmeme; artık kutsal olarak görülmeme,
temps est devenu très beau). § Dès que: -diği andan désacraliser gçl. Kutsallığını gidermek, artık kutsal
itibaren, -er -mez (Dès qu'il sera arrivé, vous olarak görmemek,
m'avertirez: O gelir gelmez, bana haber désadaptation diş. Uyamama, uyumsuzluk,
verirsiniz). § Dès lors: 1. Hemen, derhal (Dès lors, uyabilme yeteneğim yitirme. •
il décida de partir) .2.0 zamandan beri, o gün bu désadapté, es. Uyumsuz, çevresine uyamayan (Un
gündür (Il avait été vexé, dès lors, ilse tint sur la garçon désadapté).
réserve). 3. mec. Öyleyse, şu halde (lia fourni un désadapter gçl. Uyumunu yitirtmek. § Se
alibi, dès lors, on peut reconnaître son innocence). désadapter de qch: -e uyamamak (Se désadapter
Dès lors que: -diği andan itibaren, -diğine göre, d'un milieu).
madem ki... (Dès lors qu'il avoue sa faute, ellelui désaéré, e s. Havası alınmış, havasızlaştırılmış
sera pardonnée). (Béton désaéré).
désabonnement er. Aboneliğini kesme; désaérergçl. -in havasını almak, -i havasızlaştırmak
abonelikten çıkma, (Désaérer du béton).
désabonner gçl. Abonelikten çıkarmak (Veuillez désaffectation diş. Kullanmama, yapılış amacına
me désabonner). § Se désabonner de qch: -in göre kullanmama (Désaffectation d'un
aboneliğinden çıkmak (Je me suis désabonné de immeuble).
cette revue). désaffecter gçl. (Kamu hizmetinde bulunan binalar
désabusé e, e s. Uyanık, gözü açılmış, için) Kullanmamak, yapılış amacına göre
désabusement er. Uyanma, gözü açılma, kullanmamak (Désaffecter une école, une
désabuser gçl. 1. Kötü ve yanlış yoldan çevirmek caserne).
uyandırmak, gözünü açmak (Il gardait encore désaffection diş. Sevgisizlik, soğukluk (La
quelques illusions, je l'ai vite désabusé). 2. désaffection du peuple pour le régime).
désaffectionner 415 désarmer

désaffectionner(se)#sz. 1. Sevmemek, soğumak. 2. désappointé). ~


Se désaffectionner de: -den soğumak, gönlü désappointement er. Düş kırıklığı, umudu boşa
geçmek (Se désaffectionner d'une affaire, d'une çıkma (Eprouver du désappointement, cacher son
personne). désappointement).
désagréable .v. 1. Hoş olmayan, tatsız (Une désappointer gçl. Düş kırıklığına uğratmak,
occupation désagréable).2. Kaba, sert (Il a été très umudunu boşa çıkarmak (11 nous a désappointés).
désagréable avec moi). désapprendre gçl. 1. Unutmak (J'ai désappris tout
désagréablement bel 1, Hoşa gitmeyecek biçimde, ce que je savais). 2. Désapprendre de f.qch: -meyi
tatsızca. 2. Kabaca (Il m'a répondu unutmak (Il avait désappris d'exiger).
désagréablement). désapprobateur, trice s. Kınayıcı, beğenmeyen,
désagrégation diş. 1. Parçalanma, dağılma, "tasvip etmeyen (Un geste désapprobateur).
ufalanma (Désagrégation des rochers). 2. mec. désapprobation diş. Beğenmeme, kınama, tasvip
Bölünme, parçalanma, birliğin bozulması etmeme (Murmure de désapprobation. Je restais
(Désagrégation d'un pays). 3. mec. Çökme silencieux pour lui marquer ma désapprobation).
(Désagrégation mentale, physique). désapprouver gçl. Beğenmemek, kınamak, "tasvip
désagréger gçl. 1. Dağıtmak, parçalamak (L'eau etmemek (Je désapprouve votre conduite.
désagrège les murs). 2. Aradaki birliği, bağı Désapprouver un projet, une démarche, une
bozmak (Désagréger les lois et les coutumes). § Se entreprise).
désagréger: Dağılmak, çökmek (Tout son système désapprovisionner gçl. 1. Azıksız, gereçsiz
de défense se désagrège). bırakmak, ikmalini yapmamak, malsız bırakmak
désagrément er. Üzgünlük, üzüntü, sıkıntı, can (Désapprovisionner les marchés). 2. Boşaltmak
sıkıntısı (Ces derniers temps il a eu bien des (Désapprovisionner une arme à feu. Après la
désagréments. Je m'excuse de vous avoir causé du chasse, il désapprovisionna son arme afin d'éviter
désagrément). tout accident).
désaimanter gçl. Mıknatıslığını gidermek désarçonner gçl. 1. Eyerden indirmek, eyerden
(Désaimanter une barre de fer). düşürmek, attan düşürmek (Désarçonner un
désaliénation diş. Yabancılaşmadan kurtulma, chevalier). 2. Şaşırtmak, ne söyleyeceğini bilemez
özgürleşme. duruma düşürmek (Notre objection l'a
désaliéner gçl. Yabancılaşmadan kurtarmak, désarçonné).
özgürleştirmek, désargenté, e s. tkz. Parasız, meteliksiz, cebi delik
désaltérantes. Susuzluk gidcrici, hararet söndüren (Il est un peu désargenté ces jours-ci).
(Le thé est très désaltérant). désargenter gçl. 1. İçindeki gümüşü yada üstündeki
désaltérer gçl. 1. Susuzluğunu gidermek, hararetini gümüş kaplamayı çıkarmak. 2. tkz. Parasız,
söndürmek (Le café froid désaltère. Un verre meteliksiz bırakmak (Ces dépenses m'ont
d'eau suffit à me désaltérer). 2. Sulamak désargenté). § Se désargenter: Gümüş kaplaması
(Désaltérer une terre aride). 3. mec. Yatıştırmak, çıkmak (Les couverts se désargentent à la longue).
gidermek (Rien ne peut désaltérer notre soif de désarmant, e s. İnsanın elini kolunu bağlayan, içe
bonheur). § Se désaltérer: 1. Susuzluğunu dokunan (Il est d'une naïveté désarmante).
gidermek, su içmek (Les moutons se désaltéraient désarmement er. 1. Silahsızlanma (Conférence du
dans la rivière). 2. mec. İstekleri doymak, "tatmin désarmement. Désarmement progressif des
olmak, yatışmak, grandes puissances). 2. Silahsızlandırma, silahtan
désamorçage er. (Ateşli silahlarda) Kapsül arıtma (Désarmement d'une garnison qui
çıkarma; çalışması durma, capitule. Désarmement d'une forteresse). 3. den.
désamorcer gçl. 1. (Ateşli silahlarda) Kapsülü (Geminin) Donanımını çıkarma (Désarmement
çıkarmak (Désamorcer un pistolet). 2. d'un navire).
Durdurmak, çalışmasını durdurmak § désarmer gçl. 1. Silahsızlandırmak (Désarmer un
Désamorcer une pompe: Bir tulumbanın içindeki pays). 2. (Ateşli silahlarda) Boşaltmak yada tetiği
suyu akıtmak, emniyete almak, ateş edemez duruma getirmek
désapparier gçl. (Déparier'nin anlamdaşı) Çifti (Désarmer un fusil, un pistolet). 3. Donanımını
bozmak, tek bırakmak, birbirinden ayırmak çıkarıp kızağa çekmek (Désarmer un navire). 4.
(Désapparier deux amants, deux animaux). mec. Yatıştırmak, ortadan kaldırmak (Désarmer
désappointé, e s. Umudu boşa çıkmış, umduğunu la colère, la haine). 5. Yumuşatmak, yatıştırmak,
bulamamış, düş kırıklığına uğramış ( llaun air tout elini kolunu bağlamak (Sa candeur, son rire me
désarroi 416 descendre

désarment). 6. gsz. Savaştan vaz geçmek, (Désatomiser une zone).


silahsızlanmak. 7.gsz. Bitmek,dinmek,yatışmak désavantage er. 1. Elverişsizlik, kötü yan, engel
(Il avait éveillé dans celte femme une haine qui ne (Toute position sociale a ses désavantages). 2.
désarmait jamais). § Se désarmer: 1. Zırhını Aleyh, zarar, dokunca (Ces améliorations
çıkarmak (L'écuyer aidait le seigneur à se tournaient à mon désavantage).
désarmer). 2. Silahsızlanmak, désavantager gçl. Aleyhine olmak, zarara
désarroi er. 1. Karışıklık, düzensizlik (J'ai constaté uğratmak, engellemek (La position
un grand désarroi dans les chemins et les postes). 2. désavantageait nos troupes. Désavantager un
Şaşkınlık (Le désarroi était grand chez l'ennemi). héritier au profit d'un autre).
§ Etre en désarroi: Karışıklık, düzensizlik içinde désavantageusement bel. Elverişsizce, zararına
olmak; karmakarışık olmak. Etre en grand olarak.
désarroi, en plein désarroi: T a m bir şaşkınlık désavantageux, euse s. 1. Elverişsiz, aleyhte (Une
içinde olmak, şaşırıp kalmak, position désanvantageuse. Clause de contrat
désarticulation diş. 1. (Vücut üyelerinde) Çıkık. 2. désavantageuse). 2. Désavantageux à, pour: -in
(Bir vücut üyesini) Ekleminden çıkarma yada aleyhine, zararına, -için elverişsiz (Toute
kesme (Désarticulation d'un membre, d'un os, de association inégale est désavantageuse au parti
la cuisse). faible).
désarticuler gf/. 1. (Bir vücut üyesini) Ekleminden désaveu er. 1. İkrardan dönme, yadsıma, inkâr
çıkarmak. 2. Kesip almak (Désarticuler la cuisse). (Désaveu d'une opinion, d'une doctrine). 2.
3. Her yana eğip bükmek (Clown qui désarticule Reddetme, kabul etmeme, red (Désaveu de
ses bras, ses jambes). § Se désarticuler: 1. paternité: Bir çocuğun babası olduğunu kabil
Yerinden, ekleminden çıkmak (L'os de l'épaule etmeme).
s'est désarticulé). 2. Elini, kolunu, ayaklarını eğip désavouer gçl. 1. Yadsımak, inkâr etmek
bükmek (Un clown qui se désarticule). (Désavouer ses paroles, un ouvrage). 2. Kabul
désassemblage er. Sökme, takılı parçaları etmemek, benimsememek (Désavouer la
birbirinden ayırma, dağıtma; sökülme, ayrılma, paternité d'un enfant). 3. Kınamak, eleştirmek,
dağılma. beğenmemek (Je désavoue sa conduite).
désassemblergç/. (Doğramacılıkta) Takılı parçaları désaxé, es. vead. Dengesiz, us dengesi bozuk (Ilest
birbirinden ayırmak, sökmek, dağıtmak un peu désaxé, c'est un désaxé).
(Désassembler les montants d'un meuble). désaxer gçl. 1. Ekseninden çıkarmak,
désassocier gçl. 1. Ortaklığını bozmak, 2. Ayırmak, uzaklaştırmak (Désaxer un cylindre). 2. mec.
dağıtmak. Dengesini bozmak; biraz kaçık yapmak (La
désassortir gçl. 1. Çeşidini bozmak, takımından maladie l'a un peu désaxé).
ayırmak, takımını bozmak (Service désassorti). 2. descellement er. Bozma, sökme, yerinden çıkarma
(Mallarının) Çeşidini azaltmak ; çeşitsiz bırakmak (Descellement d'un cachet, d'une pierre).
(Désassortir un marchand, un magasin). desceller gçl. 1. Mühürünü bozmak, çıkarmak;
désastre er. 1. Yıkım, felâket (La défaite fut un bozmak (Desceller un contrat). 2. Sökmek,
désastre. Désastre qui frappe un pays, une yerinden çıkarmak (Desceller une grille).
famille). 2. Batkı, iflas, tam başarısızlık (Désastre descendance diş. 1. Soy, sop (Ils sont de la même
économique. Courir au désastre. La descendance). 2. Çocuklar, torunlar, döl döş (Il a
représentation de la pièce fut un désastre). une nombreuse descendance).
désastreusement bel. Yıkım halinde, felâket descendant, es. 1. İnen, inici; aşağı doğru gelen,
halinde. inen; azalan, düşen (Gamme descendante. Ligne
désastreux, euse s. 1. Yıkıcı, yıkımlı felâketli (Une descendante. Progression descendante). 2. ad. -in
période désastreuse, ô nuit désastreuse!). 2. Kötü, soyundan gelen kimse, çocuklar, torunlar, döl
çok üzücü (Un résultat désastreux). döş (Il a légué une immense fortune à ses
désatellisation diş. Uydu olmaktan kurtarma; uydu descendants).
olmaktan kurtulma (Désatéllisation d'un pays). descenderie diş. (Maden ocağında) Meyilli dehliz,
désatelliser gçl. -i uyduluktan kurtarmak descendre gsz. 1. İnmek (Je \ais descendre à la
(Désatelliser un pays). prochaine station. Il est descendu à la cave pour
désatomisation diş. Nükleer silahlardan arındırma, chercher du charbon). 2. Descendre de qch: -den
atomsuzlaştırma. inmek (Descendre de la montagne, du train). 3.
désatomiser gçl. Nükleer silahlardan arındırmak Descendre de: -den gelmek, -ir, soyundan gelmek
descente 417 désempoissonner

(Il descend d'une famille très riche). 4. İnmek, anlatılabilen.


kalmak (Descendre à l'hôtel, dans une auberge, descriptif, ive s. 1. Betimli, betimlemeli, tasviri
chez un ami). 5. İnmek, -c kadar uzanmak, (Poésie descriptive. Style descriptif). 2.
çıkmak(Descendre en ville;descendre dans la rue). Betimlemeye dayanan (Linguistique descriptive,
6. Düşmek (Le baromètre descend, le anatomie descriptive).
thermomètre est descendu au-dessous du zéro). 7. description diş. Betimleme, "tasvir (Description
-e girmek, kadar inmek (Descendre dans le détail. orale, écrite. Description d'une personne, d'un
Apprends à te connaître en descendant en toi- événement, d'une maison). § Faire la description
même). 8. İstilâ etmek, akın yapmak, inmek (Les de, donner une description de: -i b e t i m l e m e k ,
lombards descendirent en Italie). 9. Baskın "tasvir etmek, anlatmak,
yapmak (La police est descendue dans cet hôtel). descriptivisme er. dilb. Betimleyicilik.
10. İşi -e kadar götürmek (Dans ses accès de déséchouer gçl. (Karaya oturmuş gemiyi)
colère, il descend jusqu'à la pire grossièreté). 11. Yüzdürmek, kurtarmak,
Akmak (Les cours d'eau descendent vers la mer). déségrégation diş. Irk ayrımının kaldırılması, ırk
12. Çökmek ((Les impuretés du liquide ayrımının son bulması,
descendent au fond du vase). 13. İnmek, olmak désembourber gçl. 1. Çamurdan çıkarmak
(La nuit descend). 14. Batmak (Le jour descend. (Désembourber une charrette). 2. mec.
Un astre qui descend sur l'horizon). 15. İnmek, Yoksulluk, bilgisizlik gibi durumlardan
seviyesi düşmek (Le fleuve commence à kurtarmak, elinden tutmak (Il m'a
descendre). 16. Geri çekilmek (Lamarée descend, désembourbé).
la mer descend). 17. Descendreàqch, jusqu'àqch: désembourgeoiser gçl. Kentsoylu, kentligil,
-e kadar alçalmak (Je ne l'aurai pas cru capable de burjuva niteliğinden kurtarmak. § Se
descendre à une telle bassesse). 18. gçl. -i inmek, désembourgeoiser: Kentsoyluluğunu yitirmek,
-den aşağı inmek (Descendre un escalier, une rue, kentligil niteliğinden kurtulmak (Tu commences
une montagne). 19. -i indirmek (Descendre un à te désembourgeoiser).
fardeau, une grosse pierre). 20. Descendre qch de désembouteiller gçl. Açmak, tıkanıklığını yada
qch: Bir şeyi -den indirmek (Descendre des arızasını gidermek (Désembouteiller une route,
meubles d'un camion. Descendre une valise du une ligne téléphonique).
train). 21. İndirmek, bırakmak (Je vous désemparé, e s. Şaşırmış eli böğründe kalmış; ne
descendrai en ville à votre porte). 22. Descendre yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez duruma
qn: tkz. Öldürmek, zıbartmak (Les policiers ont düşmüş (Elle est toute désemparée depuis que son
descendu le gangster). 23. Düşürmek (Descendre mari est parti) § Navire désemparé: Bir bozukluk
un avion). § Descendre au tombeau; Ölmek, dolaysiyle manevra yapamayan gemi.
mezara girmek. Descendre de haut: Mevkiinden désemparer gçl. 1. Manevra yapamaz, çalışamaz
düşmek, gözden düşmek . Descendre qn en duruma düşürmek (Désemparer un navire
flamme: mec. tkz. Birine şiddetle saldırmak. ennemi). 2. Bırakıp gitmek, "terketmek
Descendre la garde: ask. Nöbetten çıkmak. (Désemparer un endroit). § Sans désemparer:
descente diş. 1. İnme (Descente dans un puits, dans Durmadan, durmaksızın, ara vermeden
une mine. Descente en skis, en parachute). 2. (Travailler sans désemparer. On a poursuivi les
İndirme, indirilme (La descente des bagages a recherches toute la nuit sans désemparer).
demandé une demi-heure). 3. Karaya asker désempeser gçl. Kolasını çıkarmak,
çıkarma, karaya çıkma (Descentesur une côte). 4. désempêtrer gçl. Sıkıntıdan, güç bir durumdan
İniş (L'avion commence sa descente pour se kurtarmak.
poser). 5. İnişli yol, iniş (Freiner dans les désemplir gçl. 1. Bir kısmını boşaltmak. 2. gsz.
descentes). 6. Oluk (La descente reçoit l'eau du (Hep olumsuz olarak "ne pas désemplir"
chéneau). 7. Baskın, arama tarama için baskın biçiminde kullanılır) Hep dolu olmak, bir an boş
(Faire une descente dans les boîtes de nuit) § kalmamak (Sa boutique ne désemplit pas). § Se
Descente de justice: A r a m a tarama. Descente de désemplir: Boşalmak (Le salon se désemplissait
police: Polis baskını. Descente de lit: Yatak önü peu à peu).
halısı. désempoisonnergçl. Zehirlenmişlikten kurtarmak,
descripteur er. Betimleyici, "tasvirci (Cet écrivain a zehirlenmiş birini iyileştirmek,
de grandes qualités de descripteur). désempoissonner gçl. Balıksızlaştırmak, balıklarım
descriptible s.Betimlenebilen; tasvire gelen, yok etmek (Désempoissonner un étang).
désemprisonner 418 déséquilibre

désemprisonner gçl. Hapisten çıkarmak, désengorger gçl. Tıkanıklığını gidermek, açmak


désencadrer gçl. Çerçeveden çıkarmak, çerçevesini (Désengorger un tuyau).
çıkarmak (Désencadrer un tableau). désenivrer gçl. 1. Sarhoşluğunu, esrikliğini
désenchaîner gçl. Zincirini çıkarmak, gidermek; ayıltmak (L'air frais nous a
zincirlerinden kurtarmak, désenivrés). 2. gsz. Ayılmak, esrikliği geçmek (Il
désenchantement er. 1. Büyüsünü bozma ; büyünün ne désenivre pas).
bozulması. 2. Düş kırıklığı (J'ai connu bien des désenlacer gçl. Bağlarını çözüp çıkarmak,
désenchantements dans ma carrière). bağlarından kurtarmak,
désenchanter gçl. 1. Büyüsünü bozmak; désenlaidir gçl. 1. Çirkinliğini gidermek. 2. gsz.
çekiciliğini, tadını azaltmak (De telles choses Çirkinliği kalmamak,
désenchantent la vie). 2. Düş kırıklığına uğratmak désennuyer gçl. Sıkıntısını gidermek, eğlendirmek,
(Cet homme m'a désenchanté). § Etre désenchanté oyalamak (Le cinéma me désennuie). § Se
de: -den düş kırıklığına uğramak (Elle est désennuyer: Sıkıntısı geçmek, oyalanmak,
désenchantée de tout). eğlenmek (Il changeait assez souvent de place
désenchanteur, eresse s. ve ad. 1. Büyü bozan. 2. pour se désennuyer).
Düş kırıklığına uğratıcı. désenrayer gçl. Takıntıdan kurtarmak;
désencombrement er. 2. Açma, tıkanıklık yada tutukluğunu gidermek (Désenrayer une roue, une
ârızasını giderme. 2. Temizleme, ayıklama, arme).
désencombrer gçl. 1. Açmak, ayıklamak, désenrhumer gçl. Nezlesini iyi etmek, nezlesini
temizlemek; tıkanıklığını gidermek, arızasını geçirmek.
gidermek (Désencombrer un central désenrouer gçl. Ses kısıklığım gidermek,
téléphonique). 2. Désencombrer qch de qch: Bir désensablement er. Kumdan çıkarma; kumunu
şeyi -den temizlemek, kurtarmak (Désencombrer temizleme.
la voie publique des immondices). désensabler gçl. 1. Kumdan çıkarmak, kumdan
désencrasser gçl. Temizleyip kirini pasını almak, kurtarmak (Désensabler une barque). 2. İçindeki
désencroûtergf/. 1. (Bir kabın) Kireç çöküntülerini kumu çıkarmak, temizlemek,
temizlemek (Désencroûter une chaudière). 2. désensibilisateur er. Uyuşturucu, duyarlık giderici
mec. (Birini) Boş inançlarından kurtarmak (Nous (madde).
l'avons pas mal désencroûté). désensibilisation diş. Uyuşturma, duyarlığını
désénerver gçl. Yatıştırmak, sinirliliğini gidermek, giderme, duyarsızlaştırma (Désensibilisation
désenfiler gçl. İpliğini çekip çıkarmak, iplikten d'une dent).
çıkarmak (Désenfiler un collier, un chapelet). désensibiliser gçl. Uyuşturmak, duyarlığını
désenflammer gçl. 1. Alevini söndürmek, gidermek, duyarsızlaştırmak (Désensibiliser un
alevsizleştirmek, söndürmek. 2. (Bir yanığın) organe à opérer).
Acısını almak, désensorceler gçl. Büyülenmişliğini gidermek,
désenflement er. Şişin inmesi, şişkinliği geçme, büyülenmiş durumdan kurtarmak,
sönme. désensorcellement er. Büyülenmişlikten kurtarma,
désenfler gçl. 1. Şişini indirmek, söndürmek. 2. gsz. désen tort iller gf/. (Düğümlenmiş yada dolaşmış bir
Şişi inmek, sönmek (Une tumeur qui désenfle). şeyi) Çözmek, açmak,
désenflure diş. Şişin inmesi, şişkinliği geçme, désentraver gçl. Bukağısını, kösteğini çıkarmak,
désenfourner gçl. Fırından çıkarmak, désenvaser gçl. 1. Dibindeki çamuru çıkarıp
désenfumer gçl. Dumandan kurtarmak, temizlemek (Désenvaserun bassin). 2. Çamurdan
(Désenfumer un appartement). çıkarmak.
désengagement er. Yükümsüzlük; yükümlülükten désenvelopper gçl. Zarfından çıkarmak,
kurtarma; yükümlülük taşımama, bağımlılıktan kâğıdından çıkarmak,
uzak olma, bağlantısızlık (Politique de désenvenimer gçl. 1. Zehirini, ağısını gidermek,
désengagement). zehirsizleştirmek. 2. mec. Sertliğini azaltmak,
désengager gçl. 1. Yükümlülükten kurtarmak; désépaissir gçl. Kalınlığını gidermek, inceltmek,
bağlantısızlaştırmak. 2. Désengager qn de: Birini hafifletmek, kısaltmak (Désépaissir les cheveux).
-den kurtarmak, -yükümlülüğünden kurtarmak déséquilibrante s. Dengeyi bozan,
(Je vous désengage de cette obligation). § Se dengesizleştiren.
désengager de: -yükümlülüğünden kurtulmak (Se déséquilibre er. 1. Dengesizlik, oransızlık
désengager d'une obligation). (Déséquilibre de forces. Il y a déséquilibre entre
déséquilibré 419 déshabituer

l'offre et la demande). 2. mec. Dengesizlik, düşmek (Il ne faut pas désespérer, tout
düzensizlik, sapıklık, kaçıklık, s'arrangera). 2. Désespérer de qch: -den umudunu
déséquilibrées, vead. Sapık, kaçık, dengesiz (C'est kesmek (Je ne désespère pas de lui. Il désespérait
un déséquilibré. Une femme déséquilibrée). de ma guérison). 3. Désespérer de f.qch: -mekten
déséquilibrer gçl. 1. Dengesini bozmak, umudunu kesmek (Il ne désespère pas de réussir
dengesizleştirmek2. Sapıttırmak, kaçıklaştırmak un jour. Je commençais à désespérer de te revoir).
(Ce malheur l'a déséquilibré). 4. gçl. Umutsuzluğa düşürmek (Elle est d'une
déséquiper gçl. 1. (Gemi için) Armasını çıkarmak, adresse à désespérer un diplomate). 5. Acılara
silahlarını sökmek (Déséquiper un navire). 2. salmak, çok üzmek (5a paresse désespère ses
Donatımını, silahlarını almak (Déséquiper un parents. La mort de sa mère l'a désespéré). § Se
soldat). désespérer: Umutsuzluğa düşmek, kendini
désert er. 1. Çöl (Désert de Gobi. Désert de sable, umutsuzluğun kucağına bırakmak,
désert de pierres). 2. Issız yer, kuş uçmaz kervan désespoir er. 1. Umutsuzluk, karamsarlık (La vérité
geçmez yer. i Prêcher dans le désert: Çölde va'z sur la vie, c'est le désespoir. Dans un moment de
etmek, söyleyip söyleyip kimseye dinletememek. désespoir, il avait voulu se suicider). 2. Büyük acı,
désert, e s. Issız (Village désert, rue déserte). büyük üzüntü (S'abandonner au désespoir. Se
déserter gçl. 1. Bırakıp gitmek, terketmek, kaçmak plonger, se jeter, sombrer dans le désespoir:
( Les jeunes désertent ces villages). 2. Ayrılmak (Il Acılara gömülmek, acılara düşmek. 3. İnsanı çok
a déserté le parti dont il était membre depuis kızdıran şey, ifrit edici (Cet enfant est le
longtemps). 3. Yadsımak, ihanet etmek, sırt désespoir). | Le désespoir des peintres: 1.
çevirmek (Déserter une cause). 4. gzs. Kaçmak, Taşkıran otu. 2. mec. Öykünülemez, benzeri
firar etmek (Une bonne partie de l'armée a yapılamaz şey (Teint qui est le désespoir des
déserté). § Déserter à l'ennemi: Düşmana peintres). En désespoir de cause: Başka çare
kaçmak. kalmayınca (En désespoir de cause, il en est venu à
déserteur er. 1. Kaçak, firari, asker kaçağı. 2. mec. consulter les rebouteux). Etre au désespoir de
Dönek, dönme, f.qch: -diğine çok üzülmek (Jesuis au désespoir de
désertification, désertisation diş. 1. Çölleşme. 2. ne pas pouvoir vous satisfaire). Faire, être le
Issızlaşma, oturanı kalmama (Désertification désespoir de qn: -i çok üzmek, -için üzüntü
d'un village). kaynağı olmak (Il fait le désespoir de ses parents.
désertion diş. 1. Asker kaçaklığı, firarlık, kaçaklık. Cet enfant est mon désespoir). Tomber dans le
2. Döneklik, dönmelik; bir inancı, bir örgütü désespoir: Umutsuzluğa düşmek,
bırakma. § Désertion à l'ennemi: Kaçıp désétatisergç/. Devlet payını azaltmak (Désétatiser
düşman safına geçme, une industrie).
désertique s. Çöle değgin; çölü andıran, çölümsü désexualiser gçl. Cinsel nitelikten uzaklaştırmak
(Climat désertique). (Désexualiser un sentiment).
désescalade diş. İnme, düşme, iniş, düşüş déshabillage er. Soyundurma, soyunma
(Désescaladepolitique, sociale, militaire). (Déshabillage des mannequins).
désespérance diş. Umutsuzluk. déshabillé er. Ev kılığı, sabahlık. § En déshabillé:
désespérant,e s. 1. Umut kırıcı, umutsuzluğa mec. Süssüz, sade.
düşürücü (Cet enfant est désespérant, nous n'en déshabiller gçl. 1. Giysilerini çıkarmak, soymak
ferons jamais rien). 2. Kötü, berbat (Il fait un (Déshabiller un enfant). 2. mec. Bütün
temps désespérant). çıplaklığıyla ortaya koymak, göstermek (La
désespéré,e s. ve ad. 1. Umudu kırılmış, fonction du poète c'est de déshabiller l'homme). §
umutsuzluğa düşmüş, umutsuz (C'est un vrai Déshabiller qn du regard: Birini gözüyle soymak.
désespéré. Il n'est jamais désespéré). 2. Üzgün, § Se déshabiller: Soyunmak; giysilerini çıkarmak
çok üzülmüş (Je suis désespéré de vous avoir fait (Se déshabiller pour se coucher. Se déshabiller au
attendre). 3. Acı ve umutsuzluk ifade eden (Un vestiaire).
regard désespéré). 4. Umutsuzca, aşırı Une déshabituer gçl. Déshabituer q n de qch: Birini
tentative désespérée). S. Umut kalmamış, bitmiş, -alışkanlığından vazgeçirmek, birinin -alışkısını
umutsuz (Le malade est désespéré. La situation est kırmak (Il m'a déshabitué de l'alcool). § Se
désespérée). déshabituer de qch, de f.qch: -alışkanlığından,
désespérément bel. Umutsuzca, -mek alışkanlığından vazgeçmek; -mek huyunu
désespérerez. 1. Umudunuyitirmek, umutsuzluğa bırakmak (Se déshabituer de l'alcool, de fumer).
désherbage 420 désincarner

désherbage er. Otunu yolma, otsuzlaştırma. susuzlaştırma. 2. Suyunu yitirme, susuzlaşma.


désherbant,e s. Otsuzlaştıran, otlan yok eden (Un déshydratée 1. Suyu çıkarılmış, suyunun bir
produit désherbant). kısmını yitirmiş (Légumes déshydratés, peau
désherber gçl. Otunu yolmak, otsuzlaştırmak déshydratée, organisme déshydraté). 2. tkz.
(Désherber les allées d'un parc). Susamış, susuzluktan dili damağı kurumuş (Je
déshérence diş. Kahtçısız kalma, °mirasçısız kalma, suis complètement déshydraté).
kalıtçısızhk, °mahlûliyet. § Tomber en déshydrater gçl. Suyunu almak, suyunu gidermek,
déshérence: (Miras, kalıt için) Devlete, hazineye susuzlaştırmak (Déshydrater des légumes pour les
kalmak (Tous ses biens sont tombés en conserver). § Se déshydrater: (Organizma için)
déshérence). Suyunu yitirmek, gerekli olan suyun bir kısmını
déshéritée s. ve ad. 1. Kalıttan, mirastan yoksun yitirmek (Il s'est déshydraté pendant sa dernière
bırakılmış. 2. Hiçbir yeteneği olmayan, maladie).
yeteneksiz (Les plus déshérités plaisent déshydrogénation diş. kim. Hidrojenini alma,
quelquefois, les plus séduisants échouent). 3. hidrojensizleştirme.
Yoksul, "sefil, "nasipsiz (La région la plus déshydrogéner gçl. Hidrojenini almak,
déshéritée d'un pays). hidrojensizleştirmek.
déshéritergç/. 1. Kalıtından çıkarmak, mirasından déshypothéquer gçl. Rehinden kurtarmak,
yoksun bırakmak (Il menaçait son fils de le desiderata er. f. 1. İstekler, dilekler (Il a écrit à un
déshériter). 2. Yetkesiz, "nasipsiz yaratmak (La député pour lui faire part de ses desiderata).
nature l'a déshérité). désidératif, ive s. 1. Dileğe, isteğe değgin; dilek
déshonnête s. 1. Edepsiz, namussuz. 2. Ayıp, yüz bildiren, istek bildiren. 2. dilb. Dilek-koşul.
kızartıcı (Paroles, gestes déshonnêtes). désignatif, ive s. Belirtici.
déshonnêtement bel. Edepsizce, yakışık almayacak désignation diş. 1. Belirtme (Désignation des
bir biçimde. marchandises sur leur étiquette). 2. Adlandırma,
déshonnêteté, diş. 1. Edepsizlik. 2. Yüz kızartıcılık, ad (Ce mot n'est pas une désignation courante de la
yakışık almazlık. chose). 3. Seçme, seçilme; atama, atanma
déshonneur er. 1. Şerefsizlik, namussuzluk 2. (Depuis sa désignation comme directeur, il se
Utanılacak şey, ayıp (Il n'y a pas de déshonneur à donne de grands airs. Désignation d'un délégué,
avouer sa pauvreté). d'un successeur).
déshonorante s- Şeref kırıcı, utanılacak, yüz désigner gçl. 1. Belirtmek, göstermek (Désigner un
kızartıcı (Une conduite déshonorante). point sur la carte). 2. Adlandırmak (Désigner
déshonorer gçl. 1. Şerefine gölge düşürmek, quelqu'un par son nom, par un diminutif). 3.
şerefini lekelemek (Cette action peut vous Désigner qch à qn: Birine -i göstermek
déshonorer. Il a déshonoré sa famille). 2. (L'examinateur désigna au candidat le passage
Kirletmek, bozmak, ırzına geçmek (Déshonorer qu'il devait traduire). 4. Seçmek, atamak, "tayin
une fille, une femme). 3. Bozmak, berbat etmek etmek (Le personnel est invité à désigner ses
(Déshonorer un édifice par des restaurations représentants). 5. Görevlendirmek (On l'a
maladroites). 4. Déshonorer qch de: Bir şeyi -ile désigné pour diriger cette mission). § Etre désigné
kirletmek (Tu déshonores cette maison de ton pour: -için biçilmiş kaftan olmak (Il est désigné
ignoble présence). § Se déshonorer: Alçalmak, pour remplir ce rôle).
küçülmek, şerefsizleşmek. Etre, se sentir, se désillusion diş. Düş kınklığı (Il a éprouvé très
croire déshonoré de f. qch: -mekle küçülmek, souvent des désillusions).
küçüleceğini sanmak (Il se croit déshonoré désillusionnement er. Düş kırıklığına uğratma; düş
d'effectuer un travail manuel). kınklığına uğrama,
déshumanisante s. İnsansal niteliğinden désillusionner gçl. Düş kırıldığına uğratmak (ila été
uzaklaştıran; insanlıktan uzak kılan, bien désillusionné sur la vie. Tu m'as
déshumanisation diş. İnsansal niteliğinden désillusionné).
uzaklaştırma, insanlıktan uzak kılma; désincarnée s - 1- Vücuttan, etten kemikten
insanlıksızlaştırma. kurtulmuş, sıynlmış. 2. (Alaylı) Maddi şeylere
déshumaniser gçl. İnsansal niteliğinden önem vermeyen,
uzaklaştırmak, insanlıktan uzak kılmak; désincarner gçl. Etten kemikten kurtulmuş olarak
insanhksızlaştırmak (Déshumaniser le monde). görmek (Désincarner un personnage). § Se
déshydratation diş. 1. Suyunu giderme, désincarner: 1. Etten kemikten kurtulmak.
désincorporer 421 désireux

bedeninden sıyrılmak. 2. mec. Gerçekten complètement désintéressé de son fils.)


uzaklaşmak, désintérêt er. İlgisizlik.
désincorporer gçl. Takımından ayırmak, désintoxication diş. 1. Zehirlenmeden kurtarma. 2.
désincrustant, e s i . Kireç çökmesini önleyen Zehirli maddeleri dışarı atma; zehirden arıtma,
(Substances désincrustantes). 2. er. (Kazanlarda) zehirden arınma (Cure de désintoxication).
Kireç çökmesini önleyen madde, désintoxiquer gçl. 1. Zehirlenmeden kurtarmak. 2.
désincruster gçl. Kireç çöküntülerini temizlemek Zehirli maddeleri dışarı atmak, zehirden
(Désincruster un chaudron). arındırmak (Désintoxiquer un alcoolique).
désinence diş. 1. dilb. Çekim eki. 2. bitb. Bitim, uç. désinvestir gçl. 1. ask. -den kuşatmayı kaldırmak
désinentiel, le s. Çekim eklerine değgin; çekim (Désinvestir une place). 2. -de yatırımları
ekleri olan (Le latin est une langue désinentielle). azaltmak yada kaldırmak (Désinvestir un secteur
désinfectant,e s. 1. Mikropsuzlaştırıcı, mikrop improductif).
öldürücü (Produit désinfectant, substance désinvolte s. 1. Davranışlarında aşırı özgür; çok
désinfectante). 2. er. Mikropsuzlaştırıcı madde; serbest. 2. Patavatsız, saygısız, "laubali (Il est un
temizleyici madde, peu trop désinvolte avec ses supérieurs).
désinfecter gçl. Mikropsuzlaştırmak, temizlemek désinvolture diş. 1. Davranışlarında aşırı özgürlük,
(Désinfecter une plaie, une blessure. Désinfecter çok serbestlik. 2. Patavatsızlık, saygısızlık,
une chambre, les instruments de chirurgie). "laubalilik (Agir, répondre avec désinvolture).
désinfecteur s. ve er. Temizleyici,
désir er. 1. İstek, °arzu (Il éprouvait ungranddésir
mikropsuzlaştırıcı (aygıt),
de silence. Le désir de réussir, de savoir, de
désinfection diş. Mikropsuzlaştırma, temizleme
commander). 2. İstenilen şey (Tous vos désirs
(Désinfection d'une plaie, des vêtements, d'une
vous seront accordés. Tous mes désirs ont été
salle d'hôpital).
réalisés). 3. Cinsel istek (L'amour n'est pas
désintégration diş. 1. Bütünlüğünü bozma,
seulement le désir). § Brûler du désir de f.qch:
değiştirme; bütünlüğü bozulma, değişme. 2.
-mek isteğiyle yamp tutuşmak (Il brûle du désir de
Parçalama, parçalanma (Désintégration de la
réussir).
matière), i.yerb. Kayaların parçalanması. 4. mec.
Parçalanma bölünme, darmadağın olma désirabilité diş. İstenilirlik, arzu edilebilirlik,
(Désintégration d'un pays). désirable s. 1. İstenmeye değer, arzu edilebilen,
désintégrer gçl. 1. Bütünlüğü bozmak, dağıtmak, istenen (Il présente toutes les qualités désirables
parçalamak (Les savants ont réussi à désintégrer pour faire un bon secrétaire. Il a étudié le problème
l'atome). 2. mec. Bölmek, parçalamak, avec toute l'attention désirable). 2. İstek
darmadağın etmek (Les rivalités personnelles ont uyandıran, cinsel istek esinleyen (Une femme
fini par désintégrer l'équipe. Désintégrer un pays). désirable).
§ Se désintégrer: Parçalanmak, bölünmek, désirer gçl. 1. İstemek, arzu etmek, gönlü çekmek
dağılmak. (Désirez-vous un peu de salade? Il désire un
désintéressé,e s. 1. Yarar gözetmeyen, çıkar appartement confortable): 2. Cinsel istek
gütmeyen (C'est un homme parfaitement duymak, "arzulamak (Désirer une femme). 3.
désintéressé). 2. Para karşılığı olmayan, bedava, Désirer qch à qn: Bir şeyi birisi için dilemek (C'est
iyilik için yapılan (Donner un conseil le bien que je lui désire). 4.Désirer f.qch: -meyi
désintéressé. Recherches désintéressées de science istemek (Je désire m'expliquer sur ce point. Il ne
pure). 3. Nesnel, yansız, yan tutmadan yapılan désire pas me rencontrer). § Laisser à désirer:
(Le scepticisme suppose un examen profond et Eksik olmak, daha istenildiği gibi olmamak,
désintéressé) eksikleri kusurları bulunmak (Ce travail laisse à
désintéressement er. 1. Çıkar gütmeme, yarar désirer. Sa conduite laisse à désirer). § Se faire
gözetmeme (Agir avec désintéressement). 2. désirer: Kendini aratmak, yokluğunu duyurmak
(Birinin) Alacak ilişiğini kesme (Vous vous êtes fait désirer).
(Désintéressement des créanciers). désireux, euse s. 1. İsteyen, arayan, arzulu (Il est
désintéresser gçl. (Birinin) Borcunu ödemek, désireux de gloire). 2. Désireux de qch, de f.qch: -i
alacak ilişiğini kesmek (Désintéresser ses isteyen; -meyi isteyen, -mek ardında koşan (Ilest
créanciers). § Se désintéresser de: -den soğumak, désireux de richesses et d'honneurs. Il se montre
-ile hiç ilgilenmemek, ilişkisini kesmek (Se désireux d'acquérir certaines qualités qui sont à
déstintéresser de son travail, d'une affaire. Il s'est l'opposé de sa nature).
désistement 422 désorganisation

désistement er. 1. Vazgeçme, "feragat. 2. Bir üzülmüş, -mek-ten üzgün (Je suis désolé d'avoir
seçimde adaylığım geri alma (Le désistement du tardé à vous répondre).
candidat démocrate). désoler gçl. 1. Yıkmak, taş taş üstünde bırakmamak
désister (se) gsz. 1. Vazgeçmek, "feragat etmek. 2. (Désoler un pays. Les pillards désolant la
Se désister de qch: -den vazgeçmek, -den feragat campagne). 2. Üzmek, üzüntü vermek (Ses
etmek (Se désister d'une action). 3. Se désister en paroles m'ont désolé). 3. Etre désolé de qch, de
faveur de qn: Birinin lehine adaylıktan f.qch: -e üzülmek, -diğine üzülmek (Le monde est
vazgeçmek (Il s'est désisté en faveur du candidat désolé de la mort de ce grand homme. Je suis désolé
républicain pour faire échec à leur adversaire de vous refuser). § Se désoler: 1. Üzülmek, üzüntü
commun). duymak (Nete désole pas, rien n'est perdu). 2. Se
désobéir gsz. 1. Dinlememek, karşı gelmek, désoler de qch, de f.qch: -e üzülmek, -diğine
takmamak, itaatsizlik etmek (Ces enfants ont üzülmek (Je me désole de ne pouvoir t'aider).
désobéi). 2. Désobéir à qn, à qch: -i dinlememek, désolidariser gçl. Désolidariser qch de qch: Bir şeyin
takmamak; -e karşı gelmek, itaatsizlik etmek -ile bağıntısını kesmek, ilişkisini koparmak (En
(Désobéir à la loi, à un ordre, à ses parents). débrayant, on désolidarise le moteur de la
transmission). § Se désolidariser de, d'avec: -den
désobéissance diş Dinlememe, karşı gelme,
saymama, takmama, sözdinlemezlik "itaatsizlik, ayrılmak, -den kopmak, -ile aralanndaki bağı
désobéissant, e s. "İtaatsiz,karşı gelen,sözdinlemez, koparmak (Je me désolidarise de lui sur ce point.
dinlemeyen, saymayan (Un enfant désobéissant). Se désolidariser de ses amis, d'avec ses collègues).
désobiigeance diş. Kincilik, sevimsizlik, désopilant, e s. Güldürücü, güldüren (Une histoire
désobligeante s. Kinci, sevimsiz, kaba (Une désopilante. Cet acteur est désopilant).
réponse désobligeante. Tu as été désobligeant désopiler gçl. 1. hek. Tıkanıklığını gidermek,
envers moi). açmak. 2. Güldürmek, şenlendirmek,
keyiflendirmek. § Désopiler la rate: Gülmekten
désobliger gçl. Kırmak, üzmek, gönlünü kırmak, kmp geçirmek. § Se désopiler: Gülmekten
hoşnutsuzluk yaratmak (Il m'a désobligé en
katılmak, keyiflenmek,
refusant).
désorbitation diş. Yörüngesinden çıkarma;
désobstruction diş Açma, tıkanıklığını giderme,
yörüngesinden çıkma,
désobstruer gçl Açmak, tıkanıklığım gidermek
désorbité, e s. 1. Yörüngesinden çıkmış. 2. mec.
(Désobstruer un canal, un passage, une conduite.
Yaşamı kaymış, şaşkın, ne yapacağını bilmez
Désobstruer l'intestin en purgeant).
duruma düşmüş. 3. (Göz) Yuvasından çıkmış,
désoccupé,e s. İşsiz, aylak, désorbiter gçl. 1. -i yörüngesinden çıkarmak. 2.
désodorisante s. 1. Koku giderici (Un produit mec. Yaşamını kaydırmak, şaşkınlaştırmak, ne
désodorisant). 2. er. Koku giderici madde yapacağını bilmez duruma düşürmek. § Se
(Utilliser un désodorisant pour détruire toute désorbiter: 1. Yörüngesinden çıkmak (Un astre
odeur de transpiration). qui se désorbité). 2. (Göz) Yuvasından çıkmak,
désodoriser gçl. Kokusunu gidermek, désordonné, es. 1. Düzensiz (Un élève désordonné,
désoeuvré, e s. ve ad. İşsiz, işsiz güçsüz, aylak (Une une vie désordonnée).2. Aşırı, taşkın (Dépenses
foule de désoeuvrés. Un enfant désoeuvré).
désordonnées). 3. ad. Düzensiz kişi (C'est un
désoeuvrement er_ İşsizlik, işsiz güçsüzlük, aylaklık désordonné).
(Il a fait cela par désoeuvrement. Son désordonner gçl. 1. Düzenini bozmak, karma
désoeuvrement renforçait sa tristesse). kanşık duruma getirmek. 2. Kargaşalık salmak,
désolant, e s. Üzücü, üzüntü verici (Une nouvelle désordre er. İ. Düzensizlik, dağınıklık, karışıklık
désolante. Il fait un temps désolant). (Désordre des idées). 2. Düzensiz yaşam (Il vit
désolation diş. 1. Yıkım (Ilpleurait la désolation de dans le désordre). 3. Kargaşa, ayaklanma (De
son pays). 2. Büyük üzüntü, perişanlık (Cette graves désordres ont éclaté). § Etre en désordre:
nouvelle a plongé toute la famille dans la Karmakarışık durumda olmak, düzensizlik içinde
désolation). 3. Kıraçhk, yabanlık (La désolation olmak. Mettre qch en désordre: Darmadağımk
du paysage). yapmak, karma karışık duruma sokmak,
désolé, es. 1. Üzüntü verici, ıssız ve üzüntülü (Un désorganisateur, trice s. ve ad. Çığırdan çıkanca;
endroit désolé). 2. Üzülmüş, üzüntülü (Une bozucu; çürütücü (Principe désorganisateur).
femme désolée). 3. Désolé de f.qch: -diğine désorganisation diş. Bozma; çığırından çıkarma;
désorganiser 423 dessein

karma karışık duruma getirme (Désorganisation dessablement er. Kumunu alma; kumunu
d'une administration, d'une armée. Nation en temizleme; kumsuzlaştırma.
complète désorganisation). dessabler gçl. Kumunu kaldırmak,
désorganiser gçl. Bozmak, çürütmek; düzenini kumsuzlaştırmak, kumunu temizlemek,
bozmak, dağıtmak, çığırından çıkarmak, karma dessaisir gçl. (Birinin bir hakkını, bir yetkisini) Geri
karışık duruma getirmek (Le cancer désorganise almak ((Dessaisir un tribunal d'une affaire). § Se
les tissus qu'il envahit. Désorganiser les plans de dessaisir de qch: -i geri vermek, bırakmak, -den
quelqu'un. Désorganiser une armeé, un régime, vazgeçmek (5e dessaisir d'un gage, d'un
un parti). § Se désorganiser: Bozulmak çürümek, document, d'un titre).
dağılmak, karma karışık duruma gelmek, dessaisissement er. (Bir yetkiyi, bir hakkı) Geri
désorientation diş. 1. Yolunu, yönünü şaşırtma; alma ; geri verme. § Jugement de dessaisissement:
yolunu, yönünü şaşırma, Görevsizlik kararı, yetkisizlik kararı,
désorienté, es. 1. Yolunu yönünü şaşırmış. 2. mec. dessalé, e s. 1. Tuzu alınmış, tuzsuzlaştırılmış,
Şaşırıp kalmış, afallamış, tuzsuz (Des harengs dessalés). 2. hlk. Düzenci,
désorienter gçl. 1. Yolunu, yönünü şaşırtmak kurnaz. 3. hlk. Pişkin, kaşarlanmış, alnının
(Désorienter une personne, un animal). 2. mec. damarı çatlamış (Un mec dessalé).
Şaşırtmak, afallatmak (Ces méthodes nouvelles dessalement, dessalage er. Tuzunu alma, tuzunu
désorientent les vieillards). çıkarma, tuzsuzlaştırma; tuzu alınma, tuzu
désormais bel. Bundan böyle, bundan sonra, artık çıkarılma, tuzsuzlaştırılma.
(Désormais, je ne fumerai plus). dessaler gçl. 1. Tuzunu almak, tuzunu çıkarmak,
désossé, e s. 1. Kemikleri çıkarılmış, ayıklanmış tuzsuzlaştırmak (Dessaler de la morue en la faisant
(Dinde désossée et farcie). 2. mec. Katılığı tremper. Dessaler l'eau de mer). 2. hlk. Yüzünü
giderilmiş, yumuşak (Une religion désossée). gözünü açmak, acemilikten kurtarmak (Dessaler
désossement er. Kemiklerini, kılçıklarını çıkarma; une femme, un enfant).
kemiksiz, kılçıksız duruma gelme, dessangler gçl. Kolanını çözmek (Desanglen un
désosser gçl. 1, Kemiklerini, kılçıklarını çıkarmak cheval, un âne). § Se dessangler: Kolanından
(Désosser un poisson, une épaule de mouton). 2. kurtulmak, kolanını atmak (Le cheval s'est
mec. Didik dikik etmek, çok derin incelemek dessanglé).
(Désosser un texte, une phrase). § Se désosser: desséchant, es. 1. Kurutucu (Un vent desséchant). 2.
(Kemiği) Ekleminden çıkarmak (Un acrobate qui Kupkuru, duyarsız bir duruma getiren (Etudes
se désosse). desséchantes, une doctrine desséchante).
désoxydant, e s. veer. Pas çıkarıcı, dessèchement er. 1. Kurutma, kuruma
désoxyder gçl. Pasını çıkarmak (Désoxyder un (Dessèchement de la peau). 2. Kuruluk. 3.
métal). Zayıflama, iğne ipliğe dönme. 4. Duyarlığını
désoxygénation diş. Oksijensizleştirme, yitirme, içi çöle dönme, duyarsızlaşma (Un
oksijensizleşme. dessèchement affreux du coeur a entraîné
désoxygéner gçl. Oksijensizleştirmek; oksijenini l'oblitération de la conscience).
azaltmak; oksijensiz bırakmak, dessécher gçl. 1. Kurutmak, kavurmak (Chaleur,
despote er. 1. Zorba hükümdar, "müstebit. 2. mec. vent qui dessèche la végétation). 2. Zayıflatmak,
Zorba, dediği dedik (Cet enfant est un despote). 3. iğne ipliğe döndürmek. 3. mec. İçini kurutmak,
s. Zorba, her istediğini yaptıran, dediği dedik duygusuz kılmak, duyarsızlaştırmak. § Se
olan, kazak (Un mari despote). dessécher: 1. Kurumak (La peau se dessèche au
despotique s. Zorba; zorbaca, despotça (Un soleil. Sa bouche se dessèche d'émotion). 2.
souverain despotique; un caractère despotique). Zayıflamak (Elle s'est desséchée de chagrin). 3.
despotiquement bel. Zorbaca, despotça, Duyarlığını yitirmek, duygusuzlaşmak (Il avait
müstebitçe (Agir, gouverner despotiquement). peur de se dessécher à force de science).
despotisme er. Zorbalık, despotluk; istibdat, dessein er. Tasarı, niyet (lia des desseins secrets). §
desquamation diş. hek. (Deri) Pul pul dökülme A dessein: Kasten, mahsus, bile bile (Je l'ai fait à
(Desquamation due à la rougeole). dessein). A dessein de: -mek niyetiyle, için (Il l'a
esquamer gçl. hek. Pul pul dökmek. § Se fait à dessein de vous plaire). Dans le dessein de:
desquamer: Pul pul dökülmek (La peau se -mek niyetiyle (lia agi dans le dessein d'humilier
desquame après la rougeole). tout le monde). Avoir des desseins sur: -de gözü
esquels, desquelles —> lequel olmak (lia des desseins sur votre poste). Avoir le
desseller 424 dessous

dessein de f.qch: -mek niyetinde olmak. Former le dessinateur, trice ad. 1. Resimci, resimleyici
dessein de f. qch: -meyi düşünmek, tasarlamak; (Dessinateur de mode, de livres). 2. Desen
-meye niyet etmek, ressamı, "çizimci (Cepeintreestplutôtdessinateur
desseller gçl. Eyerini çıkarmak, eyerini kaldırmak que coloriste). 3. Desenci, çizimci, desen çizen
(Desseler un cheval). (Dessinateur industriel).
desserrage er. Gevşetme (Desserrage d'une vis). dessiner gçl. 1. -in resmini çizmek (Dessiner un
desserrement er. Gevşeme. paysage, un chat, un oiseau). 2. Belirtmek
desserrer gçl. Gevşetmek (Desserrer une vis, un (Vêtements qui dessinent les formes du corps). 3.
écrou). § Desserrer les dents: Ağzını açmak, mec. Çizmek (Dessiner un caractère). 4. -halinde
k o n u ş m a k . Ne pas desserrer les dents: Hiç belirmek, şeklinde görünmek (La route dessine
konuşmamak, ağzından tek söz çıkmamak, ağzını une courbe). S. gsz. Resim yapmak (Dessiner au
açmamak. § Se desserrer: Gevşemek ((L'écrou crayon, au pinceau. Il dessine de mémoire et non
s'est desserré). d'après le modèle). § Se dessiner: 1. Belirmek,
dessert er. 1. Yemek sonunda yenilen meyva, tatlı oluşmak (Projets qui commencent à se dessiner.
gibi şeyler, soğukluk (Servir le dessert). 2. mec. Unsouriresedessinasur ses lèvres). 2. Görünmek,
Yemeğin sonu, son, bitim (Il sont arrivés au ortaya çıkmak (Dans leur attitude se dessinait une
dessert). tendance à la réconciliation).
desserte diş. 1. Sofra artıkları. 2. Bulaşık masası. 3. dessoler gçl. 1. Tırnağını kesmek (Dessoler un
Papaz vekilliği, papazlık etme. 4. (Yol, ulaşım cheval, un mulet). 2. Ekim düzenini değiştirmek,
aracı) Uğrama, bağlantı sağlama, ekim almaşığı yapmak (Dessoler un champ).
dessertir gçl. (Mücevher taşını) Kaşından, dessouder gçl. Lehimini eritmek, lehimini
yuvasından çıkarmak <Dessertir un brillant de son çıkarmak.
chaton). dessoûler gçl. 1. Ayıltmak, sarhoşluğunu gidermek
desservant er. Bölge papazı, (On l'a dessoûlé en lui jetant de l'eau à la figure. La
desservir gçl. 1. (Sofrayı) Kaldırmak, toplamak peur l'a dessoûlé). 2. gsz. Ayılmak, sarhoşluğu
(Desservir la table. Vous pouvez desservir). 2. geçmek (Il ne dessoûle pas).
mec. Zarar vermek, aleyhine olmak (Ma dessous bel ve ilg. 1. Alta, altta, altına, altında,
franchise m'a toujours desservi). 3. -de papazlık altından (La clôture était très haute, j'ai réussi à
etmek, papazlık hizmetlerini görmek (C'est le passer dessous. Il dormait sur la table, il est tombé
vicaire qui dessert les hameaux les plus éloignés). dessous. Regardez cette pierre, il y a sûrement une
4. Uğramak, geçmek, ulaşımını sağlamak (Le vipère dessous). § Au-dessous: Aşağıda (Il n'y a
ehemin de fer ne dessert pas encore ce village. Cet personne au-dessous). Au-dessous de: -in
ombinus dessert toutes les gares de la ligne). aşağısında, altında (Le village est au-dessous de la
dessiccatif, ive s. ve er. Kurutucu, kavurucu montagne. La température tombe au-dessous de
(L'acide sulfurique est un dessiccatif). zéro. Le film est interdit aux enfants au-dessous de
dessiccation diş. 1. Kurutma, suyunu alma seize ans). Ci-dessous: Aşağıda, biraz aşağıda
(Dessiccation des fruits, du lait. Dessiccation des (Vouz trouverez ci-dessous les indications
solides par étuvage). 2. Su yitirimi, kuruma (La nécessaires). De dessous: Altta, alttaki, altından
dessiccation des terres argileuses). (L'appartement de dessous est libre. J'ai sorti
dessiller gçl. Açmak (Dessiller ses yeux, ses beacoup de poussière de dessous l'armoire). En
paupières). § Dessiller les yeux de qn, à qn: Birinin dessous: Altta, altında (Soulevez ce livre, le billet
gözünü açmak, uyandırmak (Je lui ai dessillé les est en dessous). Agir en dessous: Kalleşçe,
yeux). § Se dessiller: Açılmak (Alors mes yeux se arkadan hareket etmek; yüze gülüp arkadan
dessillèrent; je sentis mon malheur). vurmak. Regarder en dessous: Belli etmeden,
dessin er. 1. Resim (Leçon de dessin, professeur de gizlice bakmak, Rire en dessous: Belli etmeden
dessin. Les dessins de Picasso). 2. Resim sanatı gülmek, kıs kıs gülmek. Là-dessous: Bunun
(Le dessin n'est pas la forme, il est la manière de altında (ila offert de m'aider, il y a quelque chose
voir la forme). 3. Tasarı, taslak, plan (Le dessin là-dessous. Le chat s'est caché là-dessous). Par-
d'un ouvrage). 4. Örnek, süs, "desen (Tissu à dessous: Altında, altından (Passerpar-dessous la
dessins). 5. Çerçeve (Le dessin d'une fenêtre). § clôture. Il le prit par-dessous les bras et le souleva
Les arts du dessin: Mimarlık, heykelcilik, resim ve de terre). 2. er. Alt (Le dessous du pied, de la main,
oyma sanatlan.Dessin animé: (Sinema) Canlı d'une assiette). 3. er. Gizli yan, iç yüzü (Les
resim, çizgi film. dessous de la politique). 4. er. ç. Kadın çamaşırı
dessous-de-bras 425 destiner

(Elle porte des dessous en dentelle). § Bras dessus, main, d'une table, d'un tissu). 3. Örtü (Dessus-de-
bras dessous: Kol kola. Sens dessus dessous: Alt lit: Yatak örtüsü). 4. Üstünlük (Ils ont eu le dessus
üst. Avoir le dessous: Alt olmak, yenilmek. dans le combat). 5. er. müz. İnce, tiz ses, § Avoir le
Connaître le dessous des cartes: İşin iç yüzünü dessus: Yenmek, kazanmak, üstün gelmek.
bilmek. Etre dans le troisième dessous, être dans le Prendre le dessus: Üstünlüğü ele geçirmek.
trente sixième dessous: Çok kötü bir d u r u m d a Reprendre le dessus: (Bir sayrılık yada acı söz
olmak. Etre au-dessous de tout: Hiçbir değeri konusu olduğunda) Yenmek, atlatmak, kendini
olmamak, ciğeri beş para etmemek, elinden hiç toparlamak, iyileşmek. Le dessus du panier:
bir iş gelmemek. Mettre qch sens dessus dessous: Mahn en iyisi, kaymağı. Il n'y a rien au-dessus:
Bir şeyi alt üst etmek, altını üstüne getirmek. Üstüne yok, bundan iyisi olamaz. Etre au- dessus
Prendre le dessous: Alttan almak, des affaires: İşi iş olmak,-işleri tıkırında olmak.
dessous-de-bras er. Koltukluk, subra, déstalinisation diş. Stalin'e özgü zorbaca
dessous-de-plat er. Tencere altlığı, ""altlık, yöntemleri bırakma; "kişilere tapma"ya son
dessous-de-table er. Satıcıya ödenen narh fazlası; verme.
bir çıkar sağlamak amacıyla fazladan ödenen destin er. 1. Alın yazısını düzenleyen kuvvet, "kader
para; "rüşvet, avanta, (Les hommes ont inventé le destin afin de lui
dessuintage er. Yapağının yağını alma. attribuer le désordre de l'univers). 2. Yazgı, alın
dessuinter gçl. (Yapağının) Yağını almak, kirini yazısı.*mukadderat (Personnene peut échapper à
pasını temizlemek (Dessuinter de la laine avant de son destin. Il a eu un destin tragique). 3. (Büyük
la filer). harfle yazılınca) Kader tanrısı. 4. Gelecek, kader
dessus bel. ve ilg. 1. Üste, üstte, üstüne, üstünde, (Le destin d'un ouvrage littéraire). S. mec. Yaşam,
üstünden (ila marché dessus sans le voir. Prenez ömür (Finir son destin: Ömrünü tamamlamak.
l'enveloppe, l'adresse est marquée dessus. Cesiège Nous tissons notre destin, nous le tirons de nous
est solide, tu peux t'asseoir dessus. Il lui est tombé comme l'araignée sa toile).
dessus). § Avoir le nez dessus: Tam yakınında destinataire ad. Alacak olan, gönderilen, kendisine
olmak, burnunun dibinde olmak (Ne cherche pas bir şey gönderilen (Destinataire d'un colis, d'une
tonstylo, tuaslenez dessus). Mettre le nez dessus: lettre).
1. (Bir şeyi) Çok yakma, burnunun dibine destinateur er. dilb. Gönderen.
koymak. 2. Rastlantıyla bulmak. Mettre la main destination diş. 1. Yapılış amacı, kullanılış amacı
dessus: Yakalamak, ele geçirmek, enselemek. (La destination des pyramides d'Egypte est encore
Mettre le doigt dessus: T a m üstüne basmak, incertaine. Le Lycée, transformé en hôpital
bulmak. Au-dessus: Üstünde, üstüne (Ma valise pendant la guerre, a été rendu ensuite à sa
est solide, mettez la vôtre au-dessus). Au-dessus destination première). 2. Yön (On emmena les
de: Üstünde, -den üstün, -den yukarı, -den çok prisonniers vers une destination inconnue). 3.
(Poser une lampe au-dessus du bureau. Le colonel Ayırma, kullanma (Destination d'une somme
est au-dessus du capitaine. Les enfants au-dessus d'argent). 4. Gönderilecek yer; gidilecek,
de sept ans payent place entière). Ci-dessus: varılacak yer (Remettre une lettre à sa destination:
Yukarda (Vous avez lu ci-dessus les raisons de Bir mektubu gönderildiği yere teslim etmek.
mon refus). De dessus: Üstte, üstünde, üstünden Arriver, parvenir à destination). § A destination
(Enlève tes papiers de dessus la table. Il ne lève pas de: -e doğru, yönüne doğru, -e gidecek (Prendre
les yeux de dessus son livre). En dessus: Üstte, üst un billet d'avion à destination d'Istanbul. Un train
tarafta (Ce tissu est écossais en dessus et uni en à destination d'Ankara).
dessous. Dans cette bibliothèque les auteurs grecs destinée diş. 1. Alın yazısı, yazgı, "mukadderat (Il a
sont en dessus, les auteurs latins en dessous). Là- eu une heureuse destinée. La destinée humaine). 2.
dessus: 1. Üstüne (Prenez cette feuille et écrivez Kader, alnına yazılanlar (Changersa destinée). 3.
là-dessus). 3. Bunun üzerine (Là-dessus, il m'a Yaşam, ömür. 4. Gelecek, kader (La destinée
quitté brusquement). Par-dessus: Üstüne, d'une oeuvre d'art). § Finir sa destinée: Ömrünü
üstünden (Il fait froid, mettez un chandail par- tamamlamak, ölmek. Se faire sa destinée à soi-
dessus votre chemise. Sauter par-dessus. Il lisait le même: Kaderini kendi eliyle yazmak. Tenir entre
journal par-dessus mes épaules). Par-dessus tout: ses mains la destinée de qn: Birinin kaderi -in
Özellikle. Avoir par-dessus la tête de qch: -den elinde olmak (Il tient ma destinée entre ses mains).
bıkmak, gına getirmek (J'en ai par-dessus la tête, Unir sa destinée à qn: -ile evlenmek.
de toutes ces comédies). 2. er. Üst (Le dessus de la destiner gçl. 1. Destiner qn à qch: Birini -e
destituer 426 détacher

yöneltmek, -e göre yetiştirip hazırlamak (Coutume désuète, expression désuète).


( Destiner son fils au commerce. Destiner désuétude diş. Kullanılamıyacak duruma gelme,
quelqu'un à un emploi). 2. Destiner qch à qn, à çok eskimişlik, geçerliği kalmama, yürürlükten
qch: Birşeyi -e ayırmak, tahsis etmek (Il destine ce düşme. § Tomber en désuétude: Yürürlükten
terrain à la culture du blé. A qui destinez-vous ces düşmek, geçerliği kalmamak (Une loi qui tombe
cadeaux? Tu lui destines ma maison le jour où je en désuétude. Ce mot est tombé en désuétude).
prendrai ma retraite). § Se destiner à qch: 1. désulfurer gçl. Kükürtten arıtmak, içindeki
Kendine uğraş olarak seçmek,kendini -e vermek kükürdü almak, kükürtsüzleştirmek (Désulfurer
(Se destiner à l'enseignement, à la diplomatie). 2. la fonte, les produits pétroliers).
Se destiner à f. qch: -meye göre kendini désuni, es. 1. Bölünmüş, bir anlaşmazlık yüzünden
hazırlamak, -meyi gerçekleştirmeyi düşünmek birliği bozulmuş (Famille désunie, un couple
(Se destiner à poursuivre l'oeuvre de son père). désuni). 2. Uyumsuz f C'est un beau cheval dont le
Etre destiné à qn, à qch: 1. -e evlenmek üzere pas est presque toujours désuni).
vadedilmek (La jeune fille lui était destinée). 2. -e désunion diş. 1. Bölme, ayırma, birliğini bozma;
yönelik olmak, -i ilgilendirmek (C'est à vous que bölünme, birliği bozulma (Désunion d'une
cette remarque était destinée). 3. -için famille, d'un couple, d'un parti). 2. Uyumsuzluk,
hazırlanmak, -i beklemek (Le triste sort qui m'est uyuşmazlık.
destiné). désunir gçl. Bölmek, ayırmak, birliğini bozmak
destituer gçl. 1. Görevden almak, işten çıkarmak, (Désunir une famille, un ménage).
'azletmek (Destituer un fonctionnaire, un détachage er. 1. Çözme, ayırma. 2. Leke çıkarma,
souverain). 2. Destituer qn de qch: Birini -den temizleme,
çıkarmak, almak, azletmek (Destituer un officier détachant er. Leke ilâcı.
de son commandement, un magistrat de ses détaché, e s. 1. Çözülmüş, ayrılmış (Un ruban
fonctions). détaché, un lien détaché). 2. Kopuk, ilgisiz (11
destitution diş. Görevden alma, işten çıkarma, parlait sur un ton détaché. Il répondit d'un air
*azil. détaché). 3. Ayrı duran, yalnız. § Fonctionnaire
déstocker gçl. gsz. Stokları piyasaya sürmek, détaché: Geçici olarak başka göreve atanmış
destrier er. Savaş atı. memur.
destroyer er. Destroyer, torpido muhribi, détachement er. 1. Kopma, unutma, vazgeçme,
destructeur, trice s. ve ad. Yıkıcı (Les destructeurs uzaklaşma ( Le détachement de soi, du monde, des
de villes. Une guerre destructrice, idées plaisirs). 2. İlgisizlik (Parler, répondre avec
destructrices). détachement). 3. ask. Müfreze. 4. huk. (Memur
destructibles. Yıkılabilir, "tahribedilebilir (Matière için) Geçici görev; görev değişikliği (Etre en
destructible). détachement). 5. Başka göreve atama, atanma
destructif, ive s. Yıkıcı, yıkıma yol açan, "tahripkâr (Mise en détachement d'un fonctionnaire).
(Pouvoir destructif d'un explosif). détacher gçl. 1. Lekesini çıkarmak, leke çıkarmak
destruction diş. 1. Yıkım, yıkma, tahrip (Détacher un pantalon; une cravate. Détacher au
(Destruction d'un pays par des bombardements. savon, à la benzine) 2. Çözmek, ipini, bağını
Cette ville a subi de terribles destructions). 2. çözmek (Détacher son manteau, sa ceinture, ses
Öldürme, kıyım, yok etme (Destruction d'une lacets de chaussures. Détacher un bouquet de
armée. Destruction des juifs par les nazis). 3. Yok fleurs. Détacher un chien, une barque). 3.
etme, ortadan kaldırma (Destruction de papiers Détacher qch de: Bir şeyi -den çözmek, ayırmak,
compromettants). koparmak (Détacher un wagon d'un convoi. Les
destructivité diş. Yıkıcılık, affiches que le vent détache d'un mur). 4. Vurmak,
déstructuration diş. Yapısını bozma, yapısal atmak, indirmek (Détacher un coup de poing, un
özelliğini ortadan kaldırma, coup de pied). 5. İyice belirtmek, belirlemek (Un
déstructurer gçl. Yapısını bozmak, yapısal éclairage qui détache nettement les silhouettes. Il
özelliğini ortadan kaldırmak, parle en détachant ses mots). 6. Détacher qn: Birini
désubjectiviser gçl. Öznellikten kurtarmak, görevlendirmek (Une société qui détache un
nesnelleştirmek (L'éducation tend à représentant auprès d'un organisme). 7. Détacher
désubjectiviser l'enfant). qn de: Birini -den koparmak, uzaklaştırmak (Son
désuet, ète ^.Kullanılamayacak duruma gelmiş, çok égo'isme détache de lui tous ses amis). 8.
eskimiş, geçerliği kalmamış, yürürlükten düşmüş Birleştirmemek, ayrı ayrı yazmak, söylemek
détacheur 427 détente

(Détacher ses lettres en écrivant. Détacher alınmış bir verginin geri verilmesi,
nettement les syllabes. Détacher les notes). 9. détaxer gçl. Vergisini indirmek yada kaldırmak
Détacher qn à qn: Birini -e g ö n d e r m e k (Je lui ai (Détaxer un produit, une denrée).
détaché mon frère). 10. Détacher qch de: Bir şeyi détecter gçl. Bulup ortaya çıkarmak (Un appareil à
-den çevirmek, ayırmak (Il avait peine à détacher détecter les mines. Détecter un poste émetteur
ses yeux de ce tableau). 11. Geçici göreve atmak; clandestin).
geçici olarak bir başka göreve atamak (Détacher détecteur er. 1. (Radyoda) Bulucu (alet) (Un
un fonctionnaire). § Ne pouvoir détacher ses yeux, détecteur de mines). 2. Bulup ortaya çıkaran
ses regards, ses pensées, son attention de: (kimse) (Certains médecins sont des détecteurs, ils
Gözlerini, bakışlarını, kafasını, dikkatini -den ne songent qu'au diagnostic).
ayıramamak. § Se détacher: 1. Bağım çözmek, détection diş. Bulup ortaya çıkarma (Détection d'un
bağım koparmak (Le chien s'est détaché). 2. poste émetteur clandestin, détection des gaz
Belirmek ( Une belle figure se détache sur un fond toxiques,des nappes de pétrole).
gris). 3. Se détacher de: a) -den kopmak, ayrılmak détective er. İng. 1. İngiliz polisi. 2. Polis hafiyesi,
(Les fruits qui se détachent d'un arbre), b) -den "dedektif, 3. El fotoğraf makinası.
soğumak, kopmak, artık sevmez olmak (Ils se déteindre gçl. 1. Rengim soldurmak (Le soleil
détachent l'un de l'autre), c) -den uzaklaşmak, déteint les tissus). 2. gsz. Solmak, renk atmak,
arayı açmak, ayrılmak (Un coureur qui se détache boyası çıkmak (Cette étoffe déteint facilement). 3.
du peloton), d) -den kopmak, vazgeçmek, -e karşı Déteindre sur a) Rengini -e geçirmek,
artık ilgi duymamak (Il s'est détaché du monde, bulaştırmak (Cette gravure a déteint sur la page
des plaisirs). suivante). b). -i etkilemek (Les époques déteignent
détacheur er. Lekeci, temizleyici, sur les hommes qui les traversent).
détail er. 1. Perakende satış (Prix de détail. dételage er. (Bir hayvanın) Koşumunu çözme,
Commerce de détail, magasin de détail). 2. koşumlarını çıkarma,
Ayrıntılı hesap, ayrıntılı hesap pusulası (Voulez- dételer gçl. 1. Koşumunu çözmek, koşumdan
vous le compte global ou le détail des dépenses). 3. çıkarmak (Le cocher dételle son cheval. Dételer
Ayrıntı (Il connaît tous les détails. Un petit détail une voiture, une charrue). 2. gsz. (Çalışmayı, işi)
peut avoir de grandes conséquences). 4. Önemsiz Bırakmak,durmak (Il a travaillé toute la journée
şey (C'est un détail). S. ask. Levazım; ordonat sans dételer).
(Officier de détail). § En détail: Ayrıntılarıyla, détendeur er. Basınç azaltıcı (alet),
ayrıntılı olarak (Ilm'a raconté l'histoire en détail). détendre gçl. 1. Gevşetmek (Détendre un arc, un
Entrer dans le détail: Ayrıntılara i n m e k . Faire le ressort, une corde). 2. Gevşetmek, sinirlerini
détail, faire de la vente au détail: Perakendecilik dinlendirmek (Quelques jours au bord de la mer
yapmak, perakende satış yapmak, m'ont détendu). 3. Yatıştırmak, gerginliğim
détaillant, e ad. Perakendeci, gidermek (Une plaisanterie qui détend
détailler gçl. 1. Perakende satmak (Lemarchandne l'atmosphère). 4. Basıncını azaltmak (Détendre
détaille pas les verres de ce service). 2. un gaz). § Se détendre: Gevşemek, yatışmak,
Ayrıntılarıyla anlatmak, belirtmek (Il nous a gerginliği kalmamak (Les rapports se sont
détaillé son plan). détendus entre les adversaires. Je me suis bien
détaler gsz. Kaçıvermek, tabanları yağlamak, détendu à la campagne).
tüymek (Les voleurs ont détalé dès qu'ils ont détendu, e s. 1. Gevşetilmiş, gevşemiş (Ressort
entendu un petit bruit). détendu). 2. Yatışmış, dinginleşmiş, gevşemiş
détartrage er. Tortu, çökelti ve kireç gibi şeylerden (Muscle détendu, esprit détendu, une atmosphère
arıtma, temizleme (Détartrage des radiateurs, des détendue).
dents).
détenir gçl. 1. Elde bulundurmak, elde tutmak
détartrer gçl. Tortu, çökelti ve kireç gibi şeylerden (Détenir le pouvoir, le record du monde). 2.
arıtmak, temizlemek (Détartrer une chaudière, le Alıkoymak, haksız yere tutmak (Détenir un gage,
radiateur d'un moteur. Se faire détartrer les dents un délinquant).
par le dentiste). détente diş. 1. (Silahta) Tetik (Appuyer sur la
détaxation diş. 1. Vergi indirimi 2. Haksız olarak détente. La détente d'un fusil, d'un pistolet). 2.
alınmış bir verginin geri verilmesi; vergi iadesi (Gazlarda) Genleşme (La détente d'un gaz
(Demander une détaxation). produit un refroidissement du gaz). 3. Gevşeme,
détaxe diş. 1. Vergi indirimi. 2. Haksız olarak yumuşama (On observe une certaine détente dans
détenteur 428 détonner

leurs relations). 4. Dinginlik, yatışma, gevşeme Doğurmak, neden olmak, yol açmak, sağlamak
(Détente après une crise). S. Dinlenme (Ces (Les progrès de l'industrie déterminent quelque
enfants ont besoin d'une détente. Permission de adoucissement dans les moeurs). 6. Déterminer qn
détente). § Etre dur à la détente:Eli sıkı olmak, à f.qch: Birini -meye karar verdirmek,
cimri olmak, azmettirmek (Cet événement m'a déterminé à
détenteur, trice ad. *Elmen, "zilyet, agir ainsi). 7. Déterminer qn à qch: Birini -e karar
détention diş. 1 Elde bulundurma, elmenlik, verdirmek (Nous l'avons enfin déterminé à ce
"vaziülyetlik. - 2. Tutukluluk yada hapis; voyage). § Se déterminer: 1. Karar vermek (Il est
tutuklama, tutuklanma; "tevkif (Arrestation el temps de se déterminer). 2. Se déterminer à qch, à
détention d'un criminel). f.qch: -e karar vermek, -meye karar vermek (A
détenu, e s. ve ad. Mevkuf, mahpus, kalebent. § quoi vous déterminez- vous? Il s'est déterminé à
Détenu condamné: Mahpus, yargı giymiş hapisli. partir).
Détenu préventif: Mevkuf, tutuklu déterminisme er. fels. Gerekircilik, "icabiye,
détergent, es. 1. Temizleyici (Remèdedétergent). 2. "muayyeniyetçilik.
er. Temizleme ilâcı, temizleyici 'kirsöken (Un déterministes, ve ad. fels. Gerekirci,
détergent). déterrage er. X. Sabanın demirini topraktan
déterger gçl. 1. Temizlemek (Déterger une plaie, un çıkarma. 2. (Hayvanları) İninden çıkarma,
ulcère). 2. Bir temizleyiciyle yıkayıp temizlemek, déterré, e ad. Gömütten çıkarılmış ölü. § Avoir l'air
détérioration diş. Bozma, bozulma; yıpratma, de déterré, avoir une mine de déterré: Ölü suratlı
yıpranma (Détérioration de la situation olmak, ölü gibi solgun olmak,
internationale. Détérioration d'une machine, d'un déterrement er. Topraktan yada gömütten çıkarma
appareil, des marchandises). (Déterrement d'un mort).
détériorer gçl. 1. Bozmak (Détériorer une machine, déterrer gçl. 1. Topraktan yada gömütten çıkarmak
un appareil. La jalousie a détérioré leurs (Déterrer un arbre, un mort). 2. mec. Bulup ortaya
relations). 2. Yıpratmak, "harabetmek (Il a çıkarmak (J'ai déterré dans les archives de
détérioré sa santé par des excès. L'humidité l'ambassade une lettre).
détériore les murs). § Se détériorer: Bozulmak, déterreur er. 1. Topraktan yada gömütten çıkaran
yıpranmak, harabolmak. (Un déterreur de cadavres). 2. mec. Bulup ortaya
déterminabie s. Belirlenebilir, belirtilebilir, çıkaran (Un déterreur de manuscrits).
déterminant, e s. 1. Belirten, gösteren; yargıya détersion diş. hek. İlâçla temizleme,
vardıran, sağlayan, neden olan (Motif détestables. 1. Tiksinti verici, tiksindirici, tiksinç,
déterminant, cause déterminante). 2. er. dilb. iğrenç (Une potion détestable). 2. Çok kötü,
Tamamlayan. 3. mat. Belirten, "determinant, berbat (Il fait un temps détestable. Tu as un
déterminatif, ive s. 1. Belitme, belirtici (Adjectifs caractère détestable).
déterminatifs). 2. er. dilb. Tamlayan, détestablement bel. İğrenç bir biçimde, çok kötü (Il
détermination diş. 1. Belirtme, gösterme joue détestablement).
(Détermination de la longitude d'un lieu). 2. détestation diş. Tiksinme, iğrenme, tiksinti,
Saptama, belirleme (Détermination d'un détester gçl. 1. Tiksinmek, iğrenmek (Je déteste le
phénomène, d'un acte). 3. Karar (J'ai pris mille mensonge, la'calomnie). 2. Détester f.qch, de
déterminations à ce sujet). 4. Azim, kararlılık. f.qch: -mekten tiksinmek, iğrenmek (Je déteste
(Agir avec détermination). attendre. Il déteste de fumer),
déterminé, e s. 1. Belirli (Il se promenait sans but déliter gçl. Gererek yaymak,
déterminé. Il faut une quantité déterminée de force détonant, e s . 1. Patlayıcı, bösücü (Mélange
pour soulever un poids déterminé). 2. Kararlı, détonant). 2. er. Patlayıcı madde,
azimli (C'est un homme déterminé). 3. er. dilb. détonateur er. (Patlayıcı maddeyi) Patlatıcı,
Tamlanan (Le déterminé et le déterminant). ateşleyici; ateşleme fitili,
déterminer gçl. 1. Belirtmek, göstermek, ortaya détonation diş. Patlama, bösme (Détonation d'une
çıkarmak, meydana koymak (Déterminer le sens bombe, d'un obus).
d'un mot, les détails d'une entreprise). 2. détoner gsz. Patlamak, bösmek.
Saptamak (Nous avons déterminé la conduite à détonner gsz. 1. müz. Falso yapmak, perdeyi
tenir. Déterminer une date). 3. Hesaplamak, şaşırmak. 2. mec. Uyuşmamak, aykırı düşmek
tahmin etmek (Cette distance est difficile à (Ce fauteuil classique détonne dans un salon
déterminer). 4. dilb. Belirtmek, tamamlamak. 5. moderne).
détordre 429 détrousser

détordre gçl. Bükülmüş birşeyi açmak (Détordredu eleştirme (Détraction İt une personne, d'une
linge). § Se détordre: Açılmak (Câble qui se doctrine).
détord). détraqué, e s. ve ad. 1. Bozuk, bozulmuş (Une
détorsion diş. (Bükülmüş bir şeyi) Açma, açılma, pendule détraquée. Une santé détraquée). 2.
détortiller gçl. Birbirine karışmış bir şeyi çözmek, Dengesiz, kafadan çatlak, kaçık (C'est un
açmak ( Détortiller une ficelle, des fils emmêlés). détraqué).
détour er. 1. Büküntü, kıvrım, kıvnntı (La rivière détraquement er. 1. Bozulma, bozukluk
fait un petit détour. Le chemin fait plusieurs (Détraquement d'un mécanisme). 2. mec.
détours avant d'arriver au village). 2. mec. Karmakarışıktık, düzensizlik (Détraquement
Dolambaç, bin dereden su getirme (Le femmes d'une société).
usent de longs détours pour arriver à leur but). détraquerai. 1. Bozmak, sakatlamak (Détraquer
Sans détour: Dolambaçsız, açık açık, kem küm un moteur, une montre. Détraquer sa santé). 2.
etmeden (Parler sans détour). mec. Sapıttırmak, kafasını bozmak. § Se
détourné, es. 1. Sapa, tenha (Un sentier détourné). détraquer: Bozulmak, bozmak (Le temps se
2. Dolambaçlı (Prendre des moyens détournés détraque). Se détraquer l'estomac, les nerfs:
pour arriver à ses fins) 4. Dolaylı, doğrudan Midesi, sinirleri bozulmak,
doğruya olmayan (Reproche détourné, allusion détrempe diş. 1. Çeliğin suyunu alma. 2. Tutkallı
détournée). boya (Peindre en détrempe, à la détrempe). 3.
détournement er. 1. Yönünü değiştirme Tutkalboya (resmi),
(Détournement d'un cours d'eau), 2. Para çalma, détremper gçl. 1. (Çeliğin) Suyunu almak. 2.
aşırtı, 'ihtilas, zimmete geçirme (Le Sulandırmak, bir sıvı karıştırıp ıslatmak
détournement constitue un abus de confiance). 3. (Détremper de la chaux, du mortier. Détremper
Ayartma, kaçırma (Détournement de mineur). 4. des couleurs). 3. Islatmak (Lapluie a détrempé le
Kaçırma (Détournement d'un avion). § sol). 4. mec. Yumuşatmak (Une quiétude
Détournement de pouvoir: Yetki aşımı, confortable l'a bien détrempé).
détourner gçl. 1. Yolunu, yönünü değiştirmek détresse diş. 1. Sıkıntı, üzüntü (Sa détresse se lisait
(Détourner un cours d'eau). 2. Çalmak, aşırmak sur sa figure). 2. Yıkım, felâket (Etre dans la
(Détourner des fonds, des valeurs). 3. Başka yana détresse). 3. Tehlike (Signal de détresse).
çevirmek (Détourner les yeux, la tête, le détriment er. Z a r a r , ' d o k u n c a . § Au détriment de:
regard). 4. Kaçırmak (Détourner un avion). S. -in zararına, aleyhine (Une telle conduite sera à
Détourner qn de qch, de qn, de f. qch: Birini -den, votre détriment. On ne peut pas abaisser les prix au
-mekten çevirmek, uzaklaştırmak, caydırmak, détriment de la qualité).
vazgeçirmek (Je l'ai enfin détourné de son projet. détritique s. Döküntülerden oluşmuş (Roches
Cela ne me détourne pas de poursuivre mes détritiques).
recherches. Il a essayé de détourner de moi mes détritus er. 1. yerb. Döküntü, çer çöp çökeleği. 2.
amis). 6. Détourner qch sur: Bir şeyi -in üzerine mec. Döküntü, kırıntı, çer çöp (Un courant d'air
çevirmek (Détourner les soupçons sur une autre traversa la salle et éparpilla les détritus).
personne). § Se détourner de: 1. -den ayrılmak, détroit er. Boğaz (Détroit du Boshpore, détroit des
sapmak (La rivière se détourne de son cours). 2. Dardanelles).
-den caymak, vazgeçmek (Se détourner d'un détromper gçl. 1. Yanılgıdan kurtarmak (Il a cru
projet, d'un plan). que le compliment s'adressait à lui; personne n'a
détoxication diş. Zehirden arıtma, zehirleri dışarı osé le détromper). 2. Détromper qn de qch: Birini
atma, zehirsizleşme. -yanılgısından kurtarmak (Vous avez une opinion
détoxiquer gçl. Zehirden arıtmak; zehirsiz hale dont je veux vous détromper). § Se détromper:
getirmek, zehirsizleştirmek. inanmamak, aldanmamak (Si vous pensez que je
détracter gçl. Çekiştirmek, kötülemek, aleyhinde vais m'incliner, détrompez-vous).
atıp tutmak (Détracter les mérites d'un grand détrôner gçl. 1. Tahttan indirmek, düşürmek,
artiste). devirmek (Détrôner un roi, un tyran). 2. mec.
détracteur, trices. vead. Çekiştirici, kovcu, aleyhte Gölgelemek, gözden düşürmek, silmek,
bulunan, karşı olan (Il a triomphé de tous ses saygınlığını yitirtmek (Sa théorie a détrôné toutes
détracteurs. Les partisans et les détracteurs d'un les autres. Les plastiques ont détrôné le caoutchouc
projet de loi). dans bien des emplois).
détraction diş. Çekiştirme, aleyhinde olma, détrousser gçl. Yolunu kesip soymak (Détrousser
détrousseur 430 devant

un voyageur, un prdtneneur, un passant). hemencecik. Entre les deux: İkisi arası, ne o ne bu.
détrousseur er. Soyguncu, yol kesici, haydut, Ne faire ni un ni deux: Hemen karar vermek, hiç
détruire gçl. 1. Yıkmak, "harabetmek (Détruire une tereddüt etmemek. Jamais deux sans trois:
ville par les bombardements. Détruire un pont, un Üçlemeden olmaz, Tanrı üçüncüsünden saklasın.
mur, un édifice). 2. Yok etmek, ortadan deuxième s. 1. İkinci (Le deuxième étage. La
kaldırmak (Détruire une armée. Détruire une deuxième classe). 2. ad. İkinci (Je suis arrivé le
lettre, un argument). 3. Çürütmek, geçersiz deuxième. Elle est née la deuxième).
kılmak (Détruire une théorie. Cela détruit votre deuxièmement bel. İkinci olarak, ikincisi,
thèse). 4. Bastırmak (Détruire une rébellion). 5. deux-pièces er. Etek ceketten oluşan kadın giysisi,
Kırmak, boşa çıkarmak (J'ai détruit son orgueil, döpiyes.
ses prétentions). §Se détruire: 1. İntihar etmek. 2. deux-points er. (Noktalamada) İki nokta,
Birbirini çürütmek, geçersiz kılmak. 3. Birbirini dévaler gçl. 1. -i inmek (La voiture dévale lapente. Je
öldürmek, yok etmek, dévalais l'escalier trois à trois). 2. İndirmek
dette diş. Borç, verecek (Dette alimentaire: Nafaka (Dévaler un sac à terre). 3. gsz. Dévaler de: -den
borcu. Dette alternative: Seçimlik borç, birdençok inmek (Les laves dévalaient de la montagne).
şeylere düşen borç. Dette caduque: Zaman dévaliser gçl. Soymak; eşyasını, parasını çalmak
aşımına uğramış borç. Dette d'argent: Para borcu. (Dévaliser une maison. Les voleurs l'ont
Dette de jeu, dette d'honneur:Kumar borcu. Dette dévalisé). § Se faire dévaliser: Parasını, eşyasını
flottante: Dalgalı borç. Dette produisant intérêt: çaldırmak; soyulmak,
Faizli borç. Dette solidaire: Müteselsil borç. Dette dévalorisation diş. Değerini yitirme, değerinden
de reconnaissance: Minnet borcu. Dette exigible: düşme; değerini azaltma (La perte d'une pièce
Muaccel borç. Dette simulée: Muvazaalı borç. entraîne la dévalorisation d'une collection).
Dette véreuse: Tahsili şüpheli borç. Dette dévaloriser gçl. Değerini azaltmak, değerini
privilégiée: Öncelikli borç, rüçhanlı borç. § düşürmek (Dévaloriser une marchandise, une
Contracter des dettes, faire des dettes: monnaie). § Se dévaloriser: Değeri azalmak,
Borçlanmak, borca girmek. Etre accablé de değerden düşmek, değersizleşmek (Monnaie,
dettes, être perdu de dettes: Borca boğulmak, marchandise qui se dévalorise. L'argent se
borç içinde yüzmek. Etre criblé de dettes: Uçan dévalorise en période d'inflation).
kuşa borçlu olmak. Etre en dette avec qn: Birine dévaluation diş. *Değer-düşürümü; *değer-
borcu olmak. Payer sa dette à la nature: Ölmek. düşümü, devalüasyon (Dévaluation du dollar, du
Payer sa dette à la société: İdam edilmek, asılmak. franc, de la livre turque).
Payer sa dette à son pays: Askerliğini yapmak. dévaluer gçl. (Paranın) Değerini düşürmek (Le
Payer, rembourser une dette: Bir borcu ödemek, gouvernement a décidé de dévaluer la livre).
deuil er. 1. Yas kılığı, yas belirtisi (Vêtement de devancement er. 1. İleri olma; ileri alınma. 2. ask.
deuil). 2. Cenaze alayı (Mener, conduire lé deuil). Kendi kurasından önce gönüllü olarak askere
3. Üzüntü, acı, °keder (Sa mort fut un deuil pour le gitme.
pays). 4. Ölüm, yitik, kayıp (Nous avons eu devancer gçl. 1. Geçmek, arkada bırakmak
plusieurs deuils dans notre famille cette année). 5. (Devancer ses rivaux. Cet élève a devancé tous les
Yas. § Etre en deuil: Yaslı olmak. Faire son deuil1 concurrents). 2. -den önce gelmek (Ilm'a devancé
de qch: -in yokluğuna katlanmak, -den au rendez-vous). 3. -den erken kalkmak
vazgeçmek (Ilfitsondeuildesesprojets). Porterie (Devancer le jour, l'aurore). 4. -den önce
deuil: Yas tutmak. Porter le deuil de qch: -in davranmak, ön almak (J'allais dire lamêmechose,
üstüne bir bardak su içmek, -si yitip gitmek (Il mais tu m'as devancé). § Devancer l'appel: ask.
porte le deuil de ses illusions). Kendi kurasından önce gönüllü olarak askere
deux s. veer. l.s. İki (Il à mangé deux pommes. Mes gitmek.
deux yeux). 2. Birkaç, bir iki (Sa maison est à deux
devancier, ère ad. Öncel, °selef (Galilée fut le
pasd'ici. Vous y serez en deux secondes). 3. İkinci
devancier de Newton. Il a marché sur les traces de
(Tome deux). 4. Farklı, ayrı (L'amour et l'amitié,
ses devanciers).
cela fait deux). S.er. İki C Un et un font deux; deux et
devant ilg. 1. Önüne, önünde // regardait devant lui.
deux font quatre). 6. er. Ayın ikinci günü (Il vient
Les enfants jouent devant la maison). 2. Karşısına,
ici tous les deux du mois. Nous sommes le deux
karşısında (lia comparu devant le tribunal. Tous
aujourd'hui). 7. İki rakamı (Le deux romain, le
les hommes sont égaux devant la loi). 3. Önce (La
deux arabe). § En moins de deux: Çabucak,
poule ne doit point chanter devant le coq). 4. -in
devanture 431 devers

yanında, -ile karşılaştırıldığında (Que suis-je Açındırmak (Développer une fonction.


devant lui?). § De devant: Önünden (Ôtez vous de Développer une expression algébrique). 4.
devant mes yeux. Retire-toi de devant la maison). (Fotoğrafçılıkta) Banyo etmek, yıkamak
Par-devant: Önünde, karşısında, huzurunda (İla (Développer un film, une pellicule, une
fail son testament par-devant notaire). Aller droit photographie). 5. Geliştirmek (Développer le
devant soi: Burnunun doğrultusunda gitmek, corps par des exercices physiques. Développer son
engellerden korkmadan ilerlemek. S'en aller les industrie). 6. Açmak, alabildiğine yaymak
pieds devant: Ölmek. 5. bel. Öne, önde, önden (Armée qui développe ses ailes). 7. İşlemek,
( Passez devant. Il marche devant. Vêtement qui se geliştirmek (Développer une composition). 8.
ferme devant). Par-devant: a) Önde (Il est par- Açıklamak, ayrıntılı olarak anlatmak (Il m'a
devant). b) Önden, ön tarafından (Sa voiture est développé sa pensée. Développer un plan, un
endommagée par-devant). 6. bel. Eskiden (Il argument, un projet). 9. Büyütmek, geliştirmek,
continue à vivre comme devant). Ci-devant: a) ilerletmek (Développer son affaire, son
Yukardaki, yukarda geçen, b) (Fransız Devrimi commerce). § Se développer: 1. Açılmak,
sırasında) Eski soylu. Etre Gros-Jean comme yayılmak (Armée qui se développe en ordre de
devant: Durumu eskiden ne ise yine öyle olmak, bataille). 2. Alabildiğine genişlemek (Les
boşuna pala sallamış olmak. 7. er. Ön, ön taraf méandres du fleuve se développent dans la plaine).
(Le devant d'une maison, d'unbateau. Lespoches 3, Gelişmek, serpilmek, büyümek (Plante qui se
de devant. Les roues de devant). Au-devant de: -i développe, une fille qui se développe). 4.
karşılamaya, karşısına (Nous irons au-devant de Gelişmek, ilerlemek (Le pays se développe de jour
lui). Aller au-devant du danger: Tehlikenin en jour. Une industrie qui se développe).
üstüne yürümek. Aller au-devant des désirs, des devenir gsz. 1. Olmak (Devenir riche, vieux, sage.
souhaits de qn: Birinin isteklerini, dileklerini Devenir professeur, général, avocat, ministre). 2.
daha o söylemeden karşılamak, yerine getirmek. Duruma gelmek, olmak (Qu'est devenue cette
Prendre les devants, le devant: Ön almak, daha personne?). 3. fels. Değişmek, gelişmek, evrim
önce davranmak (Il croyait qu'on lui ferait des yapmak (Nous sommes, parce que nous
reproches, il a pris les devants). devenons).
devanture diş. Camekân, vitrin (Il regardait les devenir er. Oluş; oluşum, evrim (La conscience est
devantures des magasins). un perpétuel devenir. Philosophie du devenir).
dévastateur, trices. vead. Yıkıcı, yakıp yıkıcı, kırıp déverbal er. dilb. Eylemden türeme ad.
geçirici (Un torrent dévastateur). déverbatif er. dilb. Eylemden türeme biçimi,
dévastation diş. Yıkım, yakıp yıkma, kırıp geçirme dévergondage er. 1. Sefihlik (Il vivait dans un
(Les dévastations de la guerre). dévergondage éhonté). 2. mec. Sapıklık, sapınç,
dévaster gçl. Yıkmak, yakıp yıkmak, kırıp dévergondé, e s. ve ad. Sefih; alın damarı çatlamış
geçirmek (La guerre a dévasté le pays. L'épidémie (Mener une vie dévergondée. C'est une
a dévasté tout le troupeau). dévergondée).
déveinard er. Bahtı kapalı, talihsiz, şanssız, dévergonder (se) İşi sefihliğe vurmak, sefih bir
déveine diş. Bahtsızlık, talihsizlik, şanssızlık, yaşam sürmek,
développement er. X. Açma (Développement d'un dévernir gçl. Cilasını kaldırmak, parlaklığını
paquet, d'un colis, d'une pièce d'étoffe). 2. gidermek, cilasızlaştırmak (Dévernir une table).
Büyüme, serpilme, gelişme (Développement d'un déverrouillage er. 1. Sürgüsünü çekme, sürgüsünü
enfant, d'un organe). 3. îlerleme, gelişme, gelişim açma (Déverrouillage d'une porte). 2.
(Développement économique, industriel. (Silahlarda) Kamasını, kol sürgüsünü çıkarma
Développement d'une religion, d'un parti). 4. (Déverrouillage d'une arme à feu).
İşleme, açıklama, geliştirme (Développement déverrouiller gf/. 1. Sürgüsünü çekmek, sürgüsünü
d'un sujet. Il est entré dans des développements açmak (Déverrouiller une porte). 2. Kamasını, el
inutiles). S. mat. Açındırma. 6. (Fotoğrafçılıkta sürgüsünü çıkarmak (Déverrouiller un canon, une
filmi) Banyo etme, yıkama. 7. Geliştirme, arme à feu).
geliştirilme (Développement d'un nouvel engin deverse. 1. (Eski) -e doğru, yönünde. § Par-devers:
spatial). Katında, önünde, "huzurunda, huzuruna (Se
évelopper gçl. X. Kabını, zarfını açmak pourvoir par-devers le juge: Yargıç karşısına
(Développer un colis). 2. Açmak, yaymak çıkmak). Par-devers soi: Kendine, kendinde (J'ai
(Développer un coupon de tissu). 3. mat. gardé par-devers moi les copies de toutes mes
dévers 432 dévitaminer

lettres. Il garde tous les documents par-devers lui). sapmak, ayrılmak (Dévier de son chemin, de ses
dévers er. 1. Eğim; meyil (Le dévers d'une pièce de principes). 3. gçl. Saptırmak, yolundan ayırmak,
bois). 2. (Virajlarda) Yolun yan yükseltisi (Les başka yöne çevirmek (On a dévié la route pour
dévers d'une route). effectuer des travaux. Le prisme dévie les rayons
déversement er. 1. Dökme, akıtma, boşaltma (Le lumineux).
déversement des eaux d'un lac). 2. Yana yatış, devin, devineresse ad. Kâhin, 'bilici (Consulter un
eğrilme (Le déversement des couches devin). § Je ne suis pas devin: Kâhin değilim ya, ne
géologiques). olacağını bilemem,
déverser gçl. 1. Akıtmak, dökmek, boşaltmak (Le devinable s. Önceden kestirilebilir, tahmin
lac déverse ses eaux dans la vallée). 2. Atmak, edilebilir.
boşaltmak (L'avion a déversé des tonnes de deviner gçl. 1. Bulmak, keşfetmek, önceden tahmin
bombes sur la ville). 3. İndirmek, boşaltmak (Les etmek, kestirmek (Devmer un secret, la pensée de
trains déversaient des flots de voyageurs). 4. son interlocuteur. Deviner l'avenir en consultant le
Déverser qch sur, dans: Bir şeyi -e dökmek, -in marc du café). 2. Anlamak, sezmek (Je devine où
üstüne boşaltmak (Il déverse son enthousiasme il veut en venir: Ne demek istediğini seziyorum,
dans ses lettres. J'ai déversé ma colère sur lui). § Se anlıyorum). 3. Çözmek, çözümlemek (Oeudipe
déverser: Akmak, boşalmak (lise déverse dans le devina l'énigme du Sphinx).
bassin). devinette 1. Bilmece (Résoudre une devinette).
déversoir er. Savak (Déversoir d'un barrage, d'un 2. Bulmaca (Poser, proposer une devinette).
étang). dévirer gçl. den. Ters yöne çevirmek (Dévirer le
dévêtir gçl. Giysisini çıkarmak, soymak, cabestan).
soyundurmak (Dévêtir un enfant pour le coucher). dévirginiser gçl. Kızlığını bozmak,
§ Se dévêtir: X. Soyunmak, giysilerini çıkarmak déviriliser gçl. Erkeksi özelliğini gidermek,
(On se dévêtit quand ilfait très chaud). 2. Se dévêtir kadınsılaştırmak.
de qch: -i dökmek, -den soyunmak (Les arbres se devis er. 1. (Eskiden) Söyleşi, »sohbet. 2. (Yapı
sont dévêtus de leurs feuilles). için) Keşif defteri; ayrıntılı gider listesi
déviance diş. X. Sapma, normal yoldan ayrılma. 2. (Demander, établir un devis).
ruhb. Sapıklık; sapmışlık, sapma, dévisager gçl. 1. Yüzünü tırmalamak. 2. Yüzüne
déviant, e s. ve ad. 1. Sapmış, normale aykırı dikkatle ve uzun uzun bakmak (Il dévisagea le
düşmüş. 2. ruhb. Sapık, visiteur avant de l'inviter à s'asseoir).
déviateur,trice s. vead. Saptırıcı, devise diş. 1. Bir isteği özlü bir biçimde dile getiren
déviation diş. 1. Sapma, yönünü değiştirme, söz yada yazı, 'istence (Plutôt souffrir que
yolundan ayrılma (Déviation d'un avion, d'un mourir, c'est la devise des hommes). 2. Yabancı
bateau, d'un rayon de lumière). 2. Eğrilme, para, döviz (Cours officiel des devises).
anormal biçimde yerini değiştirme (Déviation deviser gsz. 1. Söyleşmek, yarenlik etmek (Nous
d'un organe, de l'utérus, de la colonne vertébrale). devisions gaiement). 2. Deviser de qch: -den söz
3. mec. Sapınç, sapma (Il est accusé de déviation etmek (Deviser du passé).
doctrinale). dévissage er. 1. Vidalarını sökme. 2. (Dağcılık)
déviationnisme er. Sapmacılık. Kayıp düşme,
déviationnistes, vead. Sapmaci (Lesdéviationnistes dévisser gçl. 1. Vidalarını çıkarmak (Dévisser un
de droite et de gauche). écrou, une serrure). 2. Sökmek, açmak (Dévisser
dévidage er. Yumaklama, ipliği yumak yada çile le bouchon d'un tube). 3. gsz. Ayağı kayıp
yapma. düşmek. § Se dévisser la tête, le cou: Geriye
dévider gçl. 1. İpliğini yumak yada çile yapmak, bakmak için kafasını, boynunu alabildiğine
elemek (Dévider du fil, une pelote de laine). 2. çevirmek.
Çekmek, parmaklarının arasından tane tane de visu bel. Lat. Gördükten sonra, görerek (5e
geçirmek (Déviderson rosaire: Tespih çekmek). § rendre compte de visu. Ils s'assurent de visu que la
Dévider son chapelet, son écheveau: İçinde n e justice est observée).
varsa söylemek, yüreğim serinletmek. Dévider le dévitalisation diş. Cansızlaştırma, sinirini alma
jars: argo. Kaba konuşmak, argo konuşmak, (Dévitalisation d'une dent à couronner).
dévidoir er. İplik çıkrığı, elemge, dévitaliser gçl. Cansızlaştırmak, sinirini almak
dévier gsz. 1. Sapmak, yolundan ayrılmak (La balle (Dévitaliser une dent).
adévié. La doctrine a dévié). 2.Dévierdeqch:-den dévitaminer gçl. Vitaminsizleştirmek.
dévitrification 433 dévotion

dévitrification diş. Donuklaştırma, circuit).


dévitrifier gçl. (Camı) Donuklaştırmak, buzlu dévolu,es. 1. Hak olarak payına düşen. 2. Dévolu à:
yapmak. -e düşen, -in payına düşen (C'est une lourde
dévoiement er. (Boru, künk gibi şeylerde) Eğiklik, charge qui lui est dévolue. Succession dévolue à
akıntı. l'Etat, faute d'héritiers). § Jeter son dévolu sur: -e
dévoilement er. Örtüsünü kaldırma, ortaya göz koymak; üzerinde hakkı olduğunu savlamak
çıkarma; örtüsü kalkma, ortaya çıkma (Elle avait jeté son dévolu sur lui. Jeter son dévolu
(Dévoilement des mystères). sur un territoire).
dévoiler gçl. 1. Çarşaftan çıkarmak, peçesini dévolutif,ive s. huk. Geçirtici, aktarıcı, "intikal
açmak, üstündeki örtüyü kaldırmak (Dévoiler ettiren.
une femme, une statue). 2. Açıklamak, ortaya dévolution^. 1. Bir kalıtın, bir hakkın başka birine
koymak, ortaya çıkarmak (Il a enfin dévoilé ses geçmesi, "intikal. 2. Bir tahtın, hükümdarın ikinci
intentions. Dévoiler un secret, un complot, un karısından olan oğluna değil de ilk karısından
scandale). 3. Dévoiler qch à qn: Bir şeyi birine olan kızına geçmesi,
açıklamak (Je lui ai dévoilé tous mes secrets). §Se devon er. (Balık yada böcek şeklinde) Yapay balık
dévoiler: 1. Örtüsünü, çarşafını çıkarmak (Une yemi, kaşık, sinek,
femme musulmane qui se dévoile). 2. Ortaya dévorant,e s. 1. Parçalayıp yiyen, yiyip bitiren
çıkmak, belli olmak (Le mystère se dévoile peu à (Bêtes dévorantes). 2. Doymakbilmez (Une faim
peu). 3. Se dévoiler à qn: Birine açılmak, dévorante. Une curiosité dévorante). 3. İç
devoir gçl. 1. Borcu olmak, borçlu olmak (Devoir kemiren, yürek yakıcı (Une passion dévorante,
dix francs: On frank borcu olmak). 2. Devoir qch une douleur dévorante).
à: Bir şeyi -e borçlu olmak (Je ne dois rien à dévorateur, trice s. Yiyip bitirci, iç kemiren
personne. On doit à Pasteur le vaccin contre la (Passion dévoratrice).
rage). 3. Devoir f. qch: -mesi gerekmek, -mek dévorer gçl. 1. Yırtıp parçalayarak yemek (Le lion a
zorunda olmak (Je dois travailler: Çalışmam dévoré sa proie). 2. Oburcasına yemek, gövdeye
gerek, çalışmalıyım, çalışmak zorundayım). 4. indirmek (lia dévoré un gigot de mouton). 3. Yok
Devoir à qn de f.qch: -meşini -e borçlu olmak (Je etmek, tüketmek, bitirmek (Le feu a dévoré des
lui dois d'être en vie). S. Se devoir de f. qch: -meyi hectares de forêt. Les flammes ont dévoré la
kendisi için görev bilmek (Je me dois de le maison). 4. mec. Yemek, yutmak (Une entreprise
prévenir). 6. Se devoir à: Kendini -e vermek, qui dévore de grands capitaux. Il a dévoré toute sa
kendini -e adamak, feda etmek (Se devoir à sa fortune au jeu). 5. Bir çırpıda okuyup bitirmek
patrie, à ses enfants). 7. Etre dû à qch: -den ileri (Dévorer un livre, un roman, un journal). 6.
gelmek, nedeni ...olmak (Sa réussite est due au Yutmak, sindirmek, sineye çekmek (Dévorer un
hasard. Son malheur est dû à un complexe affront). 7. İçini kemirmek, yiyip bitirmek,
d'infériorité). § Comme il se doit: Gerektiği gibi; rahatsız etmek (Un remords le dévore, le mal me
önceden düşünülmüş olduğu gibi. dévorait). 8. Tutmak, engellemek, içine atmak
devoir er. 1. Ödev (Le professeur corrige les devoirs. (Dévorer se larmes). 9. argo. Okşamak. § Dévorer
Devoir du soir. Devoirs de vacances). 2. Görev des yeux: Yiyecekmiş gibi bakmak (Il dévorait des
(Le sentiment du devoir. Agir par devoir. Les yeux les belles femmes). Dévorer la chatte: argo.
devoirs du citoyen. Faire son devoir de citoyen). 3. Kadının orasını burasını okşamak, yalamak,
ç. Saygı (Je vais lui présenter mes devoirs). § dévoreur, euse ad. Yiyip bitiren, çok tüketen (Cette
Accomplir, faire, remplir son devoir: Görevini chaudière est une dévoreuse de charbon). § Un
yapmak, yerine getirmek. Manquer à son devoir: dévoreur de livres: Kitap okumaya doymayan
Görevini yapmamak, savsaklamak. Rendre à qn kimse.
les derniers devoirs: Birine karşı son görevini
dévot,e s. ve ad. 1. Sofu (Il est devenu dévot en
yerine getirmek, cenaze töreninde bulunmak. Se
vieillissant). 2. Sofuca (Mener une vie dévote).
faire un devoir de f.qch: -meyi kendine görev
dévotement bel. Sofuca.
bilmek. Se mettre en devoir de f.qch: -meye
dévotion diş. 1. Sofuluk (La fausse dévotion). 2.
hazırlanmak (Les femmes se mirent en devoir de
Tapınma, ibadet (Faire ses dévotions). 3.
» garder le foyer). Il est de mon devoir de f. qch:
Yürekten bağlılık. 4. Hayranlık (J'ai une véritable
-mek görevimdir,
dévotion pour ce poète). § Etre à la dévotion de qn:
dévoltage er. Voltajını düşürme; voltajı düşme,
Birine yürekten bağlı olmak, -in kulu kölesi
dévolter gçl. Voltajını düşürmek (Dévolter un
olmak.
dévoue 434 diaboliquement

dévoué,e s. 1. Candan; yürekten bağlı, "sadık (Une şeytan! Hay Allah! (Diable, la prudence.'). §
femme dévouée). 2. Dévoué à: -e bağlı, sadık Diable incarné: Şeytanın tâ kendisi. Un bon
(Secrétaire dévoué à son patron, domestique diable: İyi a d a m . Un grand diable: Kocaman,
dévoué à une maison). 3. Özverili, "fedakâr, azman, sırık gibi adam. Un pauvre diable:
dévouement er. 1. Özveri, esirgemezlik, "fedakârlık Zavallının biri. Un diable de: Tuhaf, acaip (Un
(Le dévouement des soldats a sauvé la patrie. diable d'homme. Un diable d'affaire). La beauté
Grâce au dévouement des employés, le service a pu du diable: Aldatıcı güzellik. Au diable: 1.
être assuré normalement). 2. Bağlılık, "sadakat (Il Cehenneme! Cehennem olsun! Allah kahretsin!
porte à son père un indéfectible dévouement). 3. 2. Çok uzakta, cehennemin dibinde (Habiter au
Kendini verme, kendini adama (Dévouement diable). Au diable vauvert: Çok uzakta, dünyanın
d'un savant à son oeuvre). bir ucunda (Demeurer au diable vauvert). A la
dévouer gçl. Dévouer qch à: 1. -e v a k f e t m e k diable: Baştan savma (Travail fait à la diable). Du
(Dévouer sa vie à la science). 2. Adamak, vermek, diable: Çok, alabildiğine (Ilfait un froid du diable,
sunmak (On dévouait aux dieux infernaux ilfait un vent du diable). Endiablé: Çok, aşırı (Ilest
quiconque passerait le Rubicon). 3. Uğruna paresseux en diable). C'est là le diable: İşin güç
vermek, feda etmek. § Se dévouer: 1. Kendini bir yanı burası. Ce n'est pas le diable: Kolay, pek güç
şeyin uğruna vermek, kendini feda etmek. 2. Se bir şey değil. C'est le diable à confesser: Deveye
dévouer â: a) Kendini -in uğruna vermek, feda hendek atlatmak gibi bir şey bu. C'est le diable et
etmek, kendini -e adamak (Se dévouer à la son train: Karmakarışık bir iş bu, iş arap saçına
science, à la patrie), b) -e bağlanmak (Se dévouer döndü. Avoir le diable au corps: 1. Kabına
corps et âme à une cause. Se dévouer à un maître). sığmamak, tutkuların tutsağı olmak. 2. Her türlü
dévoyé,e s. Baştan çıkmış, doğru yoldan ayrılmış, kötülüğü yapabilecek yaratılışta olmak. Faire le
yoldan sapmış (Un jeune homme dévoyé). diable à quatre: 1. Çok gürültü yapmak, kafa
dévoyer gçl. Baştan çıkarmak, doğru yoldan şişirmek. 2. Düzensiz, karmakarışık bir yaşam
ayırmak (Dévoyer une femme). § Se dévoyer: sürmek. Envoyer qn, qch au diable: Başından
Baştan çıkmak, doğru yoldan ayrılmak, savmak, d e f e t m e k . Loger le diable dans sa bourse:
dextérité diş. 1. El uzluğu, beceriklilik. 2. mec. Meteliği olmamak, meteliğe kurşun atmak. Ne
Uzluk, ustalık (Manierlepinceauavecdextérité. II connaître, ne craindre ni Dieu ni diable: Ne
avait une grande dextérité à traiter les affaires Allahtan korkmak ne kuldan utanmak. Signer un
délicates). pacte avec le diable: Şeytanla anlaşması olmak, işi
dextralité diş. Sağlakhk, sağ eliyle yazma ve iş gücü kötülük olmak. Se faire l'avocat du diable:
yapma, Şeytanın avukatı olmak. İler tutar yanı olmayan
dextre diş. Sağ el. şeyleri s a v u n m a k . Tirer le diable par la queue:
dextrement bel. Ustalıkla, Geçim sıkıntısı çekmek. Le diable m'emporte,
dextrine diş. Nişasta zamkı, si...: -isem şeytan çarpsın, arap olayım (Le diable
dextrorsum s. ve bel. Lat. Soldan sağa doğru (Fil m'emporte si j'y comprends un mot).
enroulé dextrorsum). diablement bel. Çok, son derece (Ce travail est
dextrose er. Glikoz. diablement difficile).
dey er. (Eskiden) Cezayir hükümet başkanı, dayı. d i a b l e r i e 1 . Büyü. 2. Yaramazlık, şeytanlık (La
dia (!) ünl. Atlan sola doğru yürütmek için diablerie de cet enfant est lassante). 3. Dümen,
arabacıların kullandığı bir bağınş, deh. § entrika, dolap (Il y a quelque diablerie là-
N'entendre ni à hue ni à dia: Laf dinlememek, ne dessous).
desen kâr etmemek. L'un tire à hue et l'autre à diablesse diş. 1. Dişi şey tan. 2. Şey tan karı, cadaloz.
dia: Her biri bir yana çekiyor, herkes bildiğini diablotin er. 1. Küçük şeytan, şeytan yavrusu (Le
okuyor, diable entouré de diablotins). 2. mec. Yaramaz,
diabète er. Şeker hastalığı, şeytan gibi çocuk, şeytanın art ayağı (Qu'est-ce
diabétique s. 1. Şeker hastalığına değgin (Coma que ces diablotins ont encore manigancé?).
diabétique). 2. ad. Şeker hastası, diabolique s. 1. Şeytandan gelen. 2. Çok kötü,
diabétologue ad. Şeker hastalığı uzmanı, iblisçe (Une intrigue diabolique. Une ruse
diable er. 1. Şeytan. 2. Ağır eşya taşımaya yarayan, diabolique). 3. Şeytanca, şeytansı (Un sourire
iki küçük tekerlekli alçak el arabası. 3. Ateş diabolique, une figure diabolique).
borusu. 4. Kestane yada patates pişirmeye diaboliquement bel. Şeytanca (Tu as agi
yarayan bir çeşit çömlek, güveç. S. ünl. Hay kör diaboliquement).
diabolo 435 diapason

diabolo er. 1. Döndürülüp havaya fırlatılan makara düşünür.


oyuncağı. 2. Limonata ve bir şurup karışımı içki dialectique s. 1. Eytişimsel, diyalektik (Méthode
(Diabolo menthe). dialectique. Matérialisme dialectique: Eytişimsel
diachromie diş. (Fotoğrafçılıkta) Çift renkli işlem, özdekçilik). 2. diş. Eytişim, diyalektik,
diachronie diş. dilb. Artsürem, artsüremlilik, dialectologie "Lehçebilim.
artzamanlılık. dialeetologue ad. "Lehçebilimci.
diachylon, diachylum er. Bir tür yakı. dialogue er. İkili konuşma, karşılıklı konuşma,
diaclase diş. coğr. Çatlak, büyük yer kırığı, diyalog, 'söyleşme,
diacode er. Ak haşhaş şurubu. dialoguer gsz. 1. Konuşmak, söyleşmek. 2.
diaconal,e s. Diyakosa değgin, papaz çömeziyle Dialoguer avec qn: -ile konuşmak, söyleşmek (II
ilgili. dialoguait avec son voisin de table). 3. gçl.
diaconat er. Diyakosluk, papaz çömezliği, Söyleşme şekline sokmak (Dialoguer un roman
diaconesse diş. 1. (Eskiden) Papazın kimi pour le porter à l'écran).
görevlerini üzerine alan dul yada kız. 2. dialoguiste ad. Bir filmin diyaloglarını yazan kimse,
(Protestanlarda) Hayırsever sofu kadın, söyleşme yazarı,
diacoustique diş. fiz. Ses yankıları bilgisi, dialypétale s. bitb. 1. Ayrı taçyapraklı. 2. diş. ç.
*yankıbilim. Ayrıtaçy apraklılar.
diacre er. Diyakos, papaz çömezi, dialyse diş. kim. Diyaliz, bir takım cisimlerin
diacritique s. Ayırıcı, belirtici (Signes diacritiques). gözenekli zarlardan geçebilmesi temeline
diadème er. 1. Hükümdar tacı. 2. Hükümdarlık. 3. dayanan bir çözümleme yolu.
Kadın tacı (Un diadème de fleurs). diamant er. 1. Elmas (Bijou de diamant. Diamant
diadoque er. tar. 1. İskender'in ölümü üzerine taillé). 2. Camcı elması, ucunda elmas parçası
devleti aralarında paylaşan generallerden her bulunan ve cam kesmeye yarayan alet (Diamant
biri. 2. Yunan veliahdı, de vitrier, de miroitier). 3. mec. Parıltı (Le gel cède
diagnose diş. hek. Tanılama, "teşhis usulü, à regret ses derniers diamants).
diagnostic er. hk. Tanı, "teşhis (Erreur de diamantaire s. 1. Elmasımsı, elmas gibi parlak
diagnostic). § Poser un diagnostic: Tanı koymak, (Pierre diamantaire). 2. er. Elmasçı, cevahirci.
tanılamak. diamanté,e s. 1. Elmaslı. 2. Parıltılı,
diagnostique s. Tanıya değgin, tanılamaya yardım diamanter gçl. Elmas gibi parlatmak;
eden, tanısal (Signes diagnostiques du cancer). elmaslaştırmak.
diagnostiquer gçl. hek. 1. Tanımlamak, tanı diamantifère s. İçinde elmas bulunan, elmaslı
koymak, "teşhis etmek (Diagnostiquer une (Terrain diamantifère, sable diamantifère).
maladie). 2. mec. Tahmin etmek, belirtilere göre diamantin,es. Elmasımsı, elması andıran,
bir sonuca varmak (Les experts hésitent à diamétrale s. geom. Çapla ilgili, çapa değgin
diagnostiquer une crise économique). (Ligne diamétrale).
diagnostiqueur er. Koyduğu tanıda pek yanılmay an diamétralement bel. Taban tabana, bütünüyle (Des
doktor. idées diamétralement opposées).
diagonale s. Köşegen biçiminde, yanlamasına, diamètre er. Çap (Le diamètre est le double du
verev. rayon. Le diamètre d'un arbre, d'une courbe).
diagonale diş. Köşegen (Les diagonales d'un carré, diane diş. ask. Kalk borusu (La diane chantait dans
d'un rectangle). § En diagonale: Yanlamasına, les cours des casernes).
verevlemesine (Traverser une rue en diagonale). diantre ünl. 1. Hay Allah, vay canına! (Diantre, que
Lire en diagonale: mec. hlk. Üstünkörü okumak, c'est cher!). 2. s. Görülmemiş, tuhaf (C'est un
diagonalement bel. Köşegen gibi, yanlamasına, diantre d'homme).
diagonalisation diş. Köşegenleştirme. diantrement bel. Çok, son derece (llestdiantrement
diagonaliser gçl. Köşegenleştirmek. intelligent).
diagramme er. 1. Diyagram, herhan'gi bir olayın diapason er. 1. Bir kimsenin yada bir çalgının
değişimini gösteren grafik, "çizgi. 2. Bir çiçeğin verebildiği perde perde seslerin topu, ses
bütün ayrıntılarım gösteren taslak, merdiveni. 2. fiz. Diyapazon, titreştirilince ana
dialectal,e s. Lehçeye değgin (Forme dialectale. seslerden birini vermek üzere yapılan iki kollu
Variantes dialectales d'un mot). küçük bir çelikalet. 3. mec. Düzey, "seviye. § Etre
dialecte er. Lehçe. au diapason de: -in düzeyinde olmak. Se mettre au
dialecticien,ne ad. 1. Eytişimci. 2. Yöntemli diapason de: -e ayak uydurmak, -e uymak, -in
diaphane 436 diète

düzeyine inmek, bölümlü (Classification dichotomique de


diaphane s. 1. Yan saydam (Une porcelaine Lamarck).
diaphane). 2. Duru, pırıl pırıl, "berrak (Eau dichroïsme er. fiz. Renk değişirliği.
diaphane, des mains diaphanes). dicline s bitb. Erkeklik ve dişilik organları ayn
diaphanéité diş. 1. Yan saydamlık. 2. Duruluk, pırıl çiçeklerde bulunan, *ikiyataklı.
pırıllık, "berraklık, dicotylédone s. bitb. 1. İki çenekli, çift çenekli. 2.
diaphorèse diş. Terleme, çok terleme, diş. Çift çenekli bitki,
diaphorétique s. 1. Terletici, ter söktürücü dictante er. 1. bitb. Geyikotu. 2. mec. Merhem,
(Médicament diaphorétique). 2. er. Terletici ilâç. dictateur er. 1. Olağanüstü yetkili başkan, diktatör
diaphragmatique s. Diyaframa değgin, (César, dictateur à vie. Hitler fut un dictateur
diaphragme er. 1. anat. Diyafram kası. 2. Burun tristement célèbre). 2. Zorba, "buyurgan. § Faire
boşluğunu ikiye ayıran çeper, burun direği. 3. le dictateur: Diktatörlük yapmak, dediği dedik
bitb. fiz. Diyafram. 4. (Televizyon, sinema) Işık olmak, buyurganlık etmek,
düzengeci. dictatoriale s. 1. Diktatörlüğe değin (Régime
diapositive diş. (Gösterimde kullanılan) Saydam dictatorial). 2. Zorbaca, buyurganca (Parler sur
resim, diyapozitif (Passer des diapositives en un ton dictatorial).
couleur. Classeur pour diapositives). dictature Diktatörlük, 'buyurganlık.
diapré,e s. 1. Alacalı (Etoffe diaprée, papillon dictée diş. 1. Zorlama (Parler, agir sous la dictée des
diapré). 2. diş. Bir tür erik. circonstances). 2. Söyleyip yazdırma, yazdın. 3.
diaprer gçl. 1. Alacalamak, alacalı bulacalı Yazdırılan parça; "imlâ, *yazım (Il a trois fautes
yapmak. 2. Süslemek, renklendirmek (Les fleurs dans sa dictée. Corriger la dictée).
diaprent les prés au printemps). Se diaprer de: -ile dicter gçl. 1. Dicter qch à qn: Birine bir şeyi söyleyip
süslenmek, renklenmek, yazdırmak (Dicter une lettre à son secrétaire). 2.
diaprure diş. Alacahlık, süslülük (La diaprure des Dicter qch à qn: Birşeyi birine zorla
prés au printemps). benimsetmek, zorla kabul ettirmek (Je lui ai dicté
diarrhée diş. Sürgün, ishal. § Avoir la diarrhée: mes conditions).
İshal olmak. diction diş. 1. Sözcükleri seçip sıralama. 2. Okuma
diarrhéique s. 1. Sürgüne değgin, ishalle ilgili. 2. ad. yada söyleyiş biçimi, *söylem (Cet acteur a une
İshalli, ishali olan. bonne diction).
diascope er. Saydam resim göstericisi, dictionnaire er. 1. Sözlük (Chercher un mot dans le
diaspora diş. Belli bir soydan kişilerin zorla başka dictionnaire). 2. Söz dağarcığı (Le dictionnaire
yerlere dağıtılması, "tehcir; başka yerlere d'une personne. lia un riche dictionnaire). 3. mec.
dağılma, göç (Diaspora tchèque, diaspora juive). Her şeyi bilen kimse, ayaklı kütüphane (C'est un
diastase diş. Diyastaz; nişastayı dekstrin ve maltoz vrai dictionnaire, c'est un dictionnaire vivant).
haline getiren, tükürükte ve pankreasın dicton er. Özdeyiş; atalar sözü değerinde halk sözü.
salgısında bulunan bir maya. didactiques. 1. Öğretici, öğretimle ilgili (Ouvrages
diastole diş. biy. (Yürekte, damarlarda) Gevşeme, didactiques). 2. Bilimsel, teknik (Un terme
diathermane s. Isıgeçirici (Le mica est didactique. Il a une façon didactique de
s'exprimer). 3. diş. Öğretme sanatı,
diathermane).
didactyles. hayb. Çift parmaklı,
diathemanéité diş. Isıgeçirirlik.
didelphes er. ç. hayb. Karmtorbalilar.
diathèse (frj. Sayrılığa anıklık, "hastalığa istidat,
dièdre s. ve er. geom. İki yüzeyli, iki düzlemli
diatomées diş. ç. bitb. Diyatomeler,
(şekil).
diatomique s. İki atomlu (Molécule diatomique).
diatribe diş. 1. Çok sert eleştiri, tartaklama, diélectriques, ve er. Elektrik geçirmez (madde),
saldırma (Il s'est lancé dans une longue diatribe diérèse diş. dilb. Birikili ünlüyü parçalarına ayırma,
contre cet auteur). 2. Yergi, taşlama, "hicviye, ikilenme,
dichotome s. Çift çatallı, "ikikollu (Tige dièse diş. müz. Diyez,
dichotome). diesel er. Dizel motoru.
dichotomie l.mant. Kavramların kapsamlarını diésergçl. müz. Diyezkoymak (llfautdiéserlesfa).
ikiye böle böle yapılan bir çözümleme yöntemi. 2. diète diş. 1. Diyet meclisi (Luther comparut devant
bitb. Çift çatallanma. 3. (Aya) Dördün, "terbi. 4. la diète de Worms). 2. Perhiz (Diète lactée, diète
argo. hek. Ücret paylaşması, végétale). § Faire diète: 1. Perhiz yapmak. 2. Aç
dichotomique s. Her defasında ikiye bölünen, ikiz karnına durmak, hiçbirşeyyememek. Mettre qnà
diététicien 437 différer

la diète: Perhize tabi tutmak, perhize sokmak (Le honnête homme).


médecin l'a mis à la diète). différé,e s. Sonradan yapılan, sonradan verilen
diététicienne ad. Perhiz uzmanı, diyet uzmanı, (Crédit différé. Emission différée de télévision).
diyetçi. différemment bel. Başka türlü, "farklı (Je ne suis pas
diététique s. 1. Perhize değgin (Régime diététique). de votre avis, je pense différemment).
2. diş. Perhiz bilgisi, différence diş. 1. Ayrım, fark (Différence d'âge, de
dieu er. 1. (Büyük harfle) Tanrı, Allah (Dieu est caractère, de classe, de poids, de longueur. Ily a
grand). 2. (Küçük harfle) İlah,tanrı (Les dieux de une grande différence de prix entre ces deux
l'antiquité). 3. En kutsal şey, en değerli şey, tanrı articles). 2. Artıktık, arta kalan, gerisi (Voilàdéjà
(L'argent est son dieu). § Le fils de Dieu: İsa. La mille francs, vous payerez la différence).
mère de Dieu: Meryem. Le royaume de Dieu: Différence en moins: Eksik, noksan. Différence en
Cennet. Homme de Dieu: Din adamı, papaz. Le plus: Artık, fazla. §A la différence de: -in tersine
Bon Dieu: Allah baba. Les dieux de la terre: ( Elle est intelligente à la différence de sa mère). A la
Krallar, hükümdarlar. A la grâce de Dieu: différence que...: Şu ayrımla ki... Faire la
Tanrının yardımıyla. Grâce à Dieu: Tanrı aşkına, différence, faire une différence: Anlamak,
Allah rızası için. Dieu vous aide!: Tann sezmek, kavramak (On peut lui servir du veau
yardımcınız olsun. Dieu vous bénisse!: Tanrı sizi pourduporc, il ne fait pas la différence). Faire des
korusun. Dieu vous entende!: Tanrı ne muradınız différences: Ayrım yapmak, fark gözetmek (Ilfait
varsa versin. Que Dieu m'en garde! Allah des différences entre ses enfants).
saklasın. Dieu me damne: Gözüm kör olsun, différenciation diş. 1. Değişme, "farklılaşma. 2.
Allah belâmı versin. Dieu merci: Tanrıya şükür. Ayırt etme. 3. dilb. Ayrımlaşma,
Plût à Dieu: İnşallah, Allah kısmet ederse. Dieu différencier gçl. 1, Ayırdetmek (Les détails qui
soit loué: Tanrıya şükür. A Dieu ne plaise!: Allah permettent de différencier deux espèces botaniques
göstermesin. Mon Dieu! Bon Dieu! Grand Dieu!: voisines). 2. Différencier qch de qch: Bir şeyi -den
Tanrım! Aman Yarabbi! Tanrım sen bilirsin! ayırdetmek. § Se différencier: 1. Değişmek, farklı
Nom de Dieu! Bon Dieu! Dieu de Bon Dieu! Hay olmak (Les cellules se différencient). Se
Allah kahretsin. A- Dieu-vat: Tanrıya emanet ol, différencier de: a) -den ayrı olmak, farklı olmak
hoşça kal, yolun açık olsun. Croire en Dieu: (Fontenelle se différencie profondément des
Tanrıya inanmak. Donner à qn le bon dieu sans écrivains frivoles), b) -den ayırdedilmek (Les
confession: Pek masum görünüşlü olmak, yere joueurs ont revêtu un maillot rouge pour se
bakan yürek yakan olmak. N'avoir d'autre dieu différencier de leurs adversaires).
que: ... Tek taptığı şey... olmak, -den başka différend er. Anlaşmazlık, uyuşmazlık, "ihtilaf
tanrısı olmamak (Iln'a d'autre dieu que l'argent). (Régler un différend). § Avoir un différend avec
Etre beau comme un dieu: Çok güzel olmak. Faire qn: Biriyle aralarında bir anlaşmazlık olmak. Etre
de qch son dieu: -e Allah gibi tapmak, çok önem en différend avec qn: Biriyle arası bozuk olmak,
vermek. Jurer sur ses grands dieux: Yemin billah biriyle anlaşmazlığı olmak. Partager le différend:
etmek. Recommander son âme à Dieu: Ölmek Ara bulmak,
üzere olmak. Ce que femme veut, Dieu le veut: différent, e s. 1. Değişik, ayrı, "farklı (Des idées
Kadının dediği olur. L'homme propose Dieu différentes, caractères différents). 2. Ayrı
dispose: İstemesi senden vermesi Allahtan. A yaradılışta, ayrı nitelikte (Si nous n'étions pas
brebis tondue Dieu mesure le vent: Garip kuşun tellement différents, nous ne nous entendrions pas
yuvasını Allah yapar. si bien). 3. ç. Birçok, ayrı ayrı, türlü türlü,
diffamant,e s. Lekeleyici, karalayıcı, küçük (Différentes personnes me l'ont dit).
düşürücü (Paroles diffamantes). différentiel, le s. 1. mat. Ayrımsal, diferansiyel,
diffamateur, trice s. vead. Kara çalıcı, iftiracı, "tefazulî (Le calcul différentiel). 2. mek. Bir çarka
diffamation diş. Kara çalma, iftira, lekeleme, iki devinimin toplamını yada ayrımını veren
hakaret (La diffamation est punie par la loi. Il ne mekanizma, diferansiyel (Mouvement
faut prêter aucune attention à ces diffamations). différentiel). 3. (Motorlu araçlarda) Diferansiyel,
diffamatoire s. Kara çalma amacını güden; dönemeçlerde otomobilin iki arka tekerleğinin
küçültmeye, lekelemeye çalışan (Allégations aynı hızla dönmesini sağlayan dişli aygıt,
diffamatoires, pamphlets diffamatoires). différer gçl. 1. Ertelemek, başka zaman bırakmak,
diffamergf/. Kara çalmak, iftira etmek, lekelemek, geciktirmek (En raison du mauvais temps, il a
çamur sıçratmak (Diffamer injustement un différé son voyage. Différer un paiement, une
difficile 438 digital

affaire, unexamen). 2. Différer def. qch, à f.qch: difforme).


-meyi geciktirmek. 3. gsz. Değişik olmak, ayrı difformité Biçimsizlik (Difformitéd'un visage).
olmak, "farklı olmak (La notion d'honneur diffère diffraction diş. fiz. Kırınım, kırınma, "tekâsür.
suivant les pays. Ces deux frères diffèrent par leurs diffus, es. 1. Yaygın (Douleurdiffuse) 2. Dağınık,
caractères). 4. Ayrı düşüncede olmak, başka kopuk kopuk (Idées diffuses) 3. fiz. Yayınık
düşünmek (Lui et moi, nous différons totalement (Lumière diffuse).
sur cette question). S. Différer de qch: -den farklı diffusément bel. 1. Dağınık bir biçimde, kopuk
olmak, -den ayrı olmak (Son opinion diffère kopuk (Parler, écrire diffusément). 2. Kapalı bir
profondément de la mienne). biçimde, pek açık seçik olarak değil (Entrevoir
difficile s. 1. Güç (Travail difficile, entreprise diffusément une solution).
difficile, question difficile). 2. Karışık, çözülmesi diffuser gçl. 1. Yaymak (Diffuser une nouvelle, des
güç, sıkıntılı (Un problème difficile). 3. idées. La lampe diffuse une lumière pâle). 2.
Anlaşılması güç, kapalı (Un auteur difficile, un Yayımlamak (La radio a diffusé son discours. Les
style difficile). 4. Çetin, tehlikeli (Un chemin haut-parleurs diffusaient sans cesse des appels au
difficile, un virage difficile). 5. Kötü, berbat (La calme). 3. Dağıtmak, dağıtımını yapmak (Editeur
situation est difficile. Une position difficile). 6. qui diffuse des livres). fiz. Yayındırmak.
Güç beğenir, "müşkülpesent (Une femme diffuseur er. 1. Pancarın şekerli özsuyunu çıkaran
difficile; il est difficile sur les repas). 7. Geçimsiz, aygıt. 2. Bir motorun karbüratöründe akaryakıtın
hırçın (Un enfant difficile, un caractère difficile). püskürtüldüğü kısım. 3. Elektrik dalgalarını ses
8. Difficile à f.qch: -mesi güç (Un problème dalgaları haline sokan aygıt. 4. Işığı yayındıran
difficile à résoudre). 9. er. İşin güç yanı, güçlük yarısaydam aygıt, »yayındırıcı. 5. Dağıtımcı,
(Le difficile, c'est de prendre au sérieux une telle dağıtıcı (Cet éditeur est le diffuseur de nos livres).
chose). § Faire le difficile, faire la difficile: Güçlük diffusion diş. 1. Yayılma, dağılma (Diffusion des
çıkarmak, güç beğenirlik etmek, gaz). 2. fiz. Yayınma, yayındırma, 3. Yayım,
müşkülpesentlik etmek (Elle fait toujours la yayımlama (Diffusion d'un programme par la
difficile. Il ne doit pas faire le difficile). Il est radio. Diffusion d'une information). 4. Dağıtım
difficile de f.qch -mek güçtür (Il est difficile de (Diffusion des ouvrages en librairie).
réussir). digérer gçl. 1. Sindirmek, "hazmetmek ( On digérait
en bavardant. Digérer un repas). 2. mec. İyice
difficilement bel. Güçlükle (Je gagne difficilement
sindirmek, kendine mal etmek (Digérer une
ma vie).
pensée, un livre). 3. Katlanmak, dayanmak,
difficulté diş. 1. Güçlük (Difficulté d'un travail,
sineye çekmek f Digérer un affront. Je ne peux pas
d'une entreprise, d'un métier). 2. Sıkıntı
digérer son arrongance). 4. gsz. Hafif ateşte
(Difficultés matérielles, financières). 3.
pişmek. § Se digérer: 1. Sindirilmek. 2. İyice
Anlaşılması güç nokta, yapılması güç şey (Les
kavranmak. 3. Katlanılmak, dayanılmak,
difficultés d'un auteur, d'un compositeur). § Avoir
digest er. 1. Kitap yada makale özeti. 2. Belirli
de la difficulté à f.qch: -mekte güçlük çekmek (J'ai
sürelerle çıkan ve kitap yada makale özetlerini
de la difficulté à comprendre le problème). Etre en
kapsayan dergi,
difficulté: Güç durumda olmak, başı dertte
digeste er. (Eski Romada) Yasalar dergisi,
olmak, sıkıntıda olmak. Faire des difficultés:
digeste s. Sindirilmesi kolay, kolay sindirilir (Un
Güçlük çıkarmak, işi yokuşa sürmek (Il n'a pas
fait de difficultés pour venir). Mettre qn en plat digeste).
difficulté: Birini güç duruma düşürmek, sıkıntıya digesteur er. Basınçlı tencere,
sokmak. Soulever des difficultés à qn: Birine digestibilité diş. Sindirimlilik, koya sindirilirlik.
güçlük çıkarmak (Tu lui soulèves toujours des digestible s. Sindirimli, sindirimi kolay, kolay
difficultés). sindirilir (Un aliment digestible).
difficulteux, euse s. 1. Güçlük çıkaran (Un homme digestif, ive s. 1. Sindirime yardım eden. 2.
difficulteux, un esprit difficulteux). 2. Güçlüklerle Sindirime değgin, sindirimle ilgili, *sindirimsel
dolu (Un problème difficulteux). (Trouble digestif). 3. er. Sindirim kolaylaştıran
diffiuence diş. Dağılma, yayılma, kollara ayrılma içki, likör ( Prendre un digestif) § Appareil digestif:
(Diffluence d'un fleuve). Sindirim aygıtı,
diffluent, e s. Dağılan, yayılan, dökülen (Tissus digestion diş. Sindirim, "hazım (Ilprend despillules
diffluents). pour faciliter la digestion).
difforme s. Biçimsiz (Un visage difforme, un corps digital, e s. Parmağa değgin (Empreinte digitale:
digitale 439 diligence

Parmak izi. L'examen des empreintes digitales savurmak, israf etmek (Dilapider un héritage, une
permet de découvrir les malfaiteurs). fortune). 2. Aşırmak, çalmak, ihtilas etmek
digitale diş. bitb. Yüksükotu. (Dilapider les fonds de la société).
digitaline diş. Kalp sayrılıklarında kullanılan bir dilatabilité diş. fiz. Genişleyebilirlik;
ilaç, dijitalin, yüksükotu özü (La digitaline est un genleşebilirlik, genleşirlik (Dilatabilité des gaz).
poison violent). dilatables, fiz. Genişleme özelliği olan,genleşebilir
digité,e s. Parmak biçiminde, parmak gibi(Feuilles (Les corps dilatables sous l'effet de la chaleur).
digitées). dilatateur, trice s. 1. fiz. Genleştirici. 2. er. hek.
digitiforme s Parmak şeklinde, Genişletici (cerrah aleti),
digitigrade s. hayb. 1. Parmaklarına basarak dilatation diş. 1. fiz. Genleşme, genleştirme
yürüyen (Carnassiers digitigrades). 2. ç. ad. Kedi (Dilatation des gaz, d'un solide). 2. Genişleme,
köpek gibi parmakları üstüne basarak yürüyen hacmini büyütme, şişme (Dilatation d'un ballon,
hayvanlar. d'un pneu qu'on gonfle). 3. mec. Ferahlık, iç
dignes. 1. Değer, değimli, yaraşır, yaraşık, lâyık. 2. açılması.
Digne de: -e ıdeğcr, -e yaraşır, -e lâyık (Un film dilater gçl. l.fiz. Genleştirmek (Dilater un métal,
digne d'éloges. Un tel geste ne serait pas digne de un gaz, un liquide). 2. Genişletmek, büyütmek
vous). 3. Saygın, saygıdeğer, onurlu, namuslu (Il (Dilater un tuyau, la pupille de l'oeil). 3.
est resté très digne dans son malheur. Une femme Ferahlandırmak, sevince boğmak (Cette bonne
digne). 3. Ciddi, ağırbaşlı; vakur (Il a un air très nouvelle lui dilata le coeur. Une plaisantrie qui
digne). dilate la rate). § Se dilater: 1. Genleşmek (Les rails
dignement/;?/. 1. Gereğince, gerektiği gibi,yakışan se dilatent au soleil). 2. Ferahlamak, oh demek
biçimde (Il a été dignement récompensé). 2. (Son coeur se dilata de joie). § Se dilater les
Ağırbaşlılıkla, saygıdeğer bir biçimde (Il agit poumons: Derin derin soluk almak, ciğerlerini
toujours dignement). hava ile doldurmak. Se dilater la rate: Bol bol
dignitaire er. Yüksek orunlu kimse, ulu kişi. gülmek.
dignité diş. 1. Onur, "haysiyet (Respecter la dignité dilatoire s. huk. 1. Dâvayı uzatıcı, savsaklayın;
humaine). 2. Saygınlık, saygıdeğerlik, "vekar ertelemeyi gerektiren (Les nuınoeuvres dilatoires
(Perdre sa dignité). 3. Kendine saygı, özsaygı (II de l'opposition ont fait reporter le vote au
manque de dignité). 4. Ağırbaşlılık (lia gardé son lendemain). 2. Oyalayıcı, kaçamak (Ils'en est tiré
calme avec dignité). 5. Yüksek orun, büyük bir par une réponse dilatoire).
görev (Il méprise les dignités. Il a été élevé à la dilection diş. Temiz sevgi, içten sevme (La dilection
dignité de grand-croix de la Légion d'honneur). du prochain).
digression diş. Konu dışı söz yada yazı (Les dilemme er. mant. ikilem, "kıyası mukassim
digressions trop longues rompent l'unité du sujet). (Comment sortir de ce dilemme? La culpabilité de
2. gökb. Bir gezegenin güneşten uzaklaşması. Dreyfus, ou bien l'infamie de l'état-major: voilà
digue diş. 1. Büğet, bent (Digues fluviales). 2. mec. dans quel dilemme imbécile on a renfermé ces
Engel (Le flot accumulé, renversant toutes les officiers).
digues du devoir et de la loi. Mettre une digue à dilettante ad. "Özengen, amatör, hevesli (On a
l'ambition). 3. Mendirek. § Etre en digue-digue: besoin ici de travailleurs et non de dilettantes). §
argo. Şaşırıp kalmak, afallamak. Tomber en En dilettante: Özengen olarak, "amatörce (Faire
digue: argo. Bayılmak, un travail en dilettante ).
diktat er. Al. Zorla kabul ettirilen şey, 'buyurma, dilettantisme er. 'Özengenlik, "amatörlük,
"dikta. "hevesi ilik (Ilfait de la peinture par dilettantisme).
dilacération diş. Yırtma, parçalama, paralama, diligemment bel. Özenle, özene bezene,
dilacérer gçl. Yırtmak, parçalamak, paralamak, diligence diş. 1. Özen, dikkat. 2, (Eskiden) Yolcu
dilapidateur, trice s. vead. 1. Savurgan, har vurup arabası (Conducteur de diligence. Prendre une
harman savuran, müsrif (Dilapidateur des diligence). 3. Çabukluk, acele, "sürat (Quelle
finances publiques). 2. Aşırıcı, "muhtelis. diligence! En quelques minutes le travail est
dilapidation diş. 1. Savurganlık, har vurup harman accompli). § A la diligence de: huk. -in isteği
savurma, "israf (Dilapidation d'un héritage, d'une üzerine. En diligence: Çabucak, hemen (Partez en
fortune). 2. Aşırma, aşırttı, "ihtilas (Il était accusé diligence). Faire diligence: Acele etmek, çabuk
de dilapidation des deniers publics). olmak (Faites diligence afin que nous puissions
dilapider gçl. 1. Saçıp savurmak, har vurup harman transmettre la marchandise dans les délais).
diligent 440 dinosaure

diligent, e s. 1. Özenli, dikkatli (Une femme azalmak (Diminuer de volume, de longueur, de


diligente, un travail diligent). 2. Eli çabuk, largeur, de hauteur, de grosseur).
becerikli, hamarat (Une ménagère diligente). diminutif, ive s. dilb. 1. Küçültmeli (Suffixe
diluer gçl. 1. Yoğunluğunu azaltmak, sulandırmak diminutif qu'on ajoute auradical). l.er. Küçültme
(Diluer un alcool, un liquide, un sirop). 2. mec. eki; küçültmeli hal (Tablette est le diminutif de
Yaymak, uzatmak (Diluer un discours. Il a dilué table).
son exposé sur plusieurs heures et il a ennuyé son diminution diş. 1. Düşürme, azaltma, indirme
auditoire). § Se diluer: Sulanmak, yoğunluğu (Décider une diminution des heures de travail). 2.
azalmak (Le sirop se dilue dans l'eau). İndirim (Obtenir une diminution sur le prix de la
dilution diş. 1. Yoğunluğunu azaltma, sulandırma main-d'oeuvre). 3. Düşme, azalma (Diminution
(Remuer un mélange pour faciliter la dilution). 2. des forces, de l'énergie).
Sulandırılmış sıvı. dimorphes. İki ayrı biçim alabilen, çift biçimli (Les
diluvial, e s. yerb. Dördüncü çağa, buzul çağına fourmis femelles sont dimorphes).
değgin. dimorphisme er. İki ayrı biçim alabilme, çift
diluvien, ne s. 1. Tufana değgin (Epoque biçimlilik.
diluvienne, eaux diluviennes). 2. Tufanı andıran, dinanderie diş. Tunç eşya, pirinç eşya (Chandeliers
sel gibi (Pluie diluvienne). de dinanderie).
diluvium er. Lat. yerb. Dördüncü çağın birinci dinandier er. Tunç eşya yapıcısı,
bölümü, buzul çağı. dinar er. 1. (Eskiden) Arap altım. 2. Dinar;
dimanche er. Pazar günü. § Habits, vêtement du Yugoslav, Tunus, Cezayir parası,
dimanche: Yabanlık giysi. Chauffeur du dînatoire s. Yemek yerini tutan (Goûter dînatoire).
dimanche: Acemi şoför. Peintre du dimanche: dinde diş. 1. Dişi hindi (DindedeNoël, dinderôtie).
Özengen ressam, 2. mec. Aptal kadın, kaz kafalı kadın,
dîme diş. Eskiden ürün vergisi olarak verilen dindon er. 1. Hindi, baba hindi (Se pavaner, se
ondalık, "aşar (Payer la dîme, les dîmes des blés, rengorger comme un dindon: Hindi gibi
du vin). § Prélever une dîme sur qch: -in bir kabarmak). 2. mec. Aptal adam, enayi. § Etre le
miktarını haksız olarak almak, -den baç almak, dindon de la farce: 1. Kabak -in başına patlamak.
dimension diş. 1. Boyut (Espace à une dimension, à 2. Alemin maskarası olmak,
deux dimensions, à trois dimensions). 2. Ölçü dindonneau er. Hindi palazı,
(Prendre les dimensions d'un meuble). 3. Önem, dindonner gçl. Aldatmak, enayi yerine koymak
boy (Une erreur de cette dimension coûte cher. (Elle dindonne son mari).
Comment a-t-il pu commettre une sottise de cette dîner gsz. 1. (Eskiden) Öğle yemeği yemek. 2.
dimension?). 4. Ana nitelik, anlamlı ve özlü nokta Akşam yemeği yemek (Il m'a invité à dîner). §
(La révolte est une des dimensions essentielles de Qui dort, dîne: Uyku da bir gıdadır,
l'homme). § A la dimension de: ölçüsünde, -e göre dîner er. 1. (Eskiden) Öğle yemeği. 2. Akşam
(Faire faire une bague à la dimension du doigt). yemeği (Nous prenons le dîner à huit heures).
dimensionnel, le s. Boyuta değgin, boyutsal dînette diş. 1. Çocukların yemek oyunu. 2. Çerez,
(Caractéristiques dimensionnelles d'un objet). hafif yemek, Allah ne verdiyse yenen yemek
dimensionner gçl. Boyutlarım hesaplamak; (Prendre la dînette).
boyutlandırmak. dîneur, euse ad. Sofrada bulunan (kimse),
diminuendo bel. müz. Ses yükseldiğini gitgide dingo er. hayb. Dingo, Avustralya'da yaşayan,
indirerek, diminuendo, tilkiyi andıran bir etobur. Avustralya
diminuer gçl. 1. Kısaltmak (Ce rideau traîne par yabanköpeği.
terre, ilfaut le diminuer). 2. Azaltmak, eksiltmek, dingos, ve er. tkz. Deli, kaçık (Tu es complètement
kısmak (Diminuer lesfrais; diminuer la vitesse). 3. dingo).
Düşürmek, indirmek (Diminuer les prix). 4. dingue s. ve ad. argo. Deli, kaçık, zıpır (Elle est un
Küçültmek, küçük düşürmek, karalamak (Il peu dingue. Il faut l'envoyer chez les dingues).
prend plaisir à diminuer autrui). 5. Ücretini dinguergsz. tkz. Düşmek (J'eus unéblouissement et
düşürmek (Diminuer un salarié). 6. gsz. m'en allai dinguer au pied d'un marronnier). §
Azalmak, düşmek, inmek (Les réserves de Envoyer dinguer: argo. Başından savmak (Je l'ai
charbon diminuant. Les prix diminuent, lachaleur envoyé dinguer).
diminue, sa colère a diminué; son crédit commence dinguerie diş. Delilik, kaçıldık, zıpırlık,
à diminuer). 7. gsz. Diminuer de: -si küçülmek, dinosaure er. Dinozor, dev sürüngen.
dinosauriens 441 dire

dinosauriens er. ç. Dev sürüngenler takımı, taşıl diplôme er. 1. İmtiyaz beratı. 2. Diploma (Obtenir
sürüngenler takımı, un diplôme. Il n'a aucun diplôme. Diplôme
dinothérium er. Bir tür taşıl memeli, d'études supérieures). 3. Diploma sınavı (Passer
diocésain, e s. Piskoposluğa değgin, un diplôme, se présenter à un diplôme).
diocèse er. Piskoposluk, diplômé, e s. ve ad. Diplomalı; mezun (Infirmière
diode diş. "Işıtaç, diyot. diplômée. Les diplômés de la Faculté des Lettres).
dioïque s. bitb. İkievcikli. diplômer gçl. -e diploma vermek ; mezun etmek (Le
dionée diş. bitb. Sinekkapan, jury les a tous diplômés).
dionysiaque s. 1. (Eski Yunanda) Şarap tanrısı diplopie diş. hek. Çift görme hali.
Baküs'e değgin (Le culte dionysiaque). 2. er. ç. dipneustes er. ç. hayb. Çift-akciğerliler.
İlkbahar ve sonbaharda Baküs adına düzenlenen dipodidéser. ç. hayb. Arap-tavşamgiller.
şenlikler, kutlanan bayramlar. 3. s. Esin ve coşku diprotodontes er. ç. hayb. İki ön-dişliler.
ile ilgili (Si la poésie est dionysiaque par ses dipsadidés er. ç. hayb. Susatangiller.
origines, elle est apollinienne dès qu'elle est dipsomanes. vead. İçkiye kanmaz (hasta),
poésie). dipsomanie diş. İçkiye kanmazlık hastalığı,
dioptrie diş. fiz. Diyoptri; bir metrelik bir odak diptère s. ve ad.l. hayb.Çifte kanatlı, iki kanatlı. 2.
uzaklığı olan bir merceğin gücü. Çevresi çift sıra sütunlu Yunan tapmağı,
dioptriques. vediş.fiz. l.s. Işığın kırılma konusu ile diptyque er. Menteşeli iki levha halinde tablo, iki
ilgili (Instrument dioptrique, système dioptrique). kanatlı tablo,
2. diş. Fiziğin, ışık kırılması konusunu işleyen dire gçl. 1. Söylemek, demek (Dire la vérité. Dire
bölümü. oui, dire non, dire bonjour, dire au revoir, dire des
diorama er. Karanlıkta seyrettirilen bir tür ışık bêtises, dire la même chose, dire le contraire. Il dit
oyunu. qu'il est malade. J'ai quelque chose à vous dire. Il
diorite diş. yerb. Diyorit, derinlik kayacı, dit ce qu'il pense). 2. Dire qch à qn: Birine bir şey
dipétale diş. bitb. İkitaçyapraklı. söylemek (Je lui ai dit la vérité. Tu l'as dit à tout le
diphasé, es. fiz. İki fazlı, "ikievreli. monde). 3. Dire à qn de f.qch: Birine -meşini
diphtérie diş. hek. Kuşpalazı, difteri, söylemek, salık vermek, buyurmak (Je lui ai dit
diphtérique s. 1. Kuşpalazına, değgin (Sérum d'attendre). 4. Dire qch de: Hakkında...
diphtérique). 2. ad. Kuşpalazlı, difterili (hasta), düşümek, konusunda... demek (Que dites-vous
diphtongaison diş. dilb. İkili ünlüleşme, de celle histoire? Que diriez-vous d'un voyage à
diphtongue diş. dilb. İkili ünlü, tek hece halinde Istanbul?). S. Açıklamak, açığa vurmak, dile
çıkarılan iki ünlü, diftong, getirmek ( Dire ses idées, ses projets, sonopinion).
diphtonguer gçl. dilb. İkili ünlüleştirmek. 6. Önermek, bildirmek (Dites votre prix). 7.
diplodocus er. İkinci zamanda yaşamış bir dev Anlatmak, söylemek (Je vais vous dire toute
sürüngen. l'aventure. Dites-moi comment cela s'est passé). 8.
diplomate er. 1. Diplomat (Le diplomate représente Önceden haber vermek (Dire l'avenir). 9.
son gouvernement auprès de l'étranger). 2. Bir tür Galiba... olmak,... sanmak,... gibi görünmek
pasta. 3. s. ve ad. Kurnaz, usta, becerikli (Ils'est ( On dirait qu'il vient chez nous. On dirait un fou).
montré très diplomate dans cette circonstance 10. Okumak, "inşad etmek (Dire un poème, dire
délicate). des vers). 11. (Dinsel anlamda) Okumak,
diplomatie dif 1. Diplomatlık (C'est à la diplomatie yapmak, çekmek (Dire la messe, dire ses prières,
de résoudre le différend). 2. mec. Kurnazlık, dire son chapelet, dire son bréviaire). 12. Yazmak,
beceriklilik, ustalık (Il a fallu beaucoup de bildirmek (Je vous ai dit dans ma lettre que je ne
diplomatie pour l'amener à renoncer à son projet). viendrai pas. Que dit Larousse à ce sujet?). 13.
3. Hariciyecilik, hariciye mesleği (Il s'est engagé Göstermek (Horloge qui dit l'heure exacte). 14.
dans la diplomatie). Anlamlı olmak (Son silence dit beaucoup). 15.
diplomatique s. 1. Diplomatlığa değgin (Mission Hoşuna gitmek (Est-ce que cela vous dit?). 16.
diplomatique. Ce pays a rompu ses relations -için bir anlam taşımak (Cela ne lui dit rien). § Se
diplomatiques avec son voisin). 2. Ustaca, dire: 1. Kendi kendine söylemek, içinden demek
becerikli, kurnazca (Une réponse diplomatique. (Je suis perdu, se dit-il). 2. Birbirine demek,
Son intervention n'était pas diplomatique). söylemek (Ils se sont dit bonjour). 3. Denmek,
diplomatiquement bel. 1. Diplomatça. 2. Ustaca, söylenilmek (Cela ne se dit pas). 4. Kullanılmak,
kurnazca (Agir diplomatiquement). söylenilmek (Cette expression ne se dit plus). 5.
dire 442 dirigeable

Kendisinin .... olduğunu savlamak, ileri sürmek on dit: Denildiği gibi, derler ya. Qu'en dira-t-on:
(ilse dit notre ami). § Avoir à dire sur qch, à qch: -e I. El âlem ne der? 2. er. Dedikodu. C'est trop
itirazı olmak, -e karşı söyleyecek bir çift sözü dire, c'est beaucoup dire: Bu kadarı da fazla,
olmak (Avez-vous quelque chose à dire à cela. abartılıyor. Tenez-le pour dit: Benden söylemesi,
J'a vais beaucoup à dire là-dessus). Avoir son mot à söylemedi de mey i n. Rien à dire, il n'y a rien à dire:
dire: Söyleyecek sözü olmak. Dire à qui veut Söylenecek bir şey yok. Le coeur me le dit: İçime
l'entendre: Önüne gelene söylemek. Dire des doğuyor. Si le coeur vous en dit: Canınız isterse,
blagues: Palavra atmak, uydurup uydurup ağa gönlünüz dilerse,
söylemek. Dire la bonne aventure: Fala bakmak. dire er. Söz, söyledik, deyiş, dedik, denen şey (Le
Dire le fin mot: Baklayı ağzından çıkarmak. Dire dire des experts, le dire des témoins). § Au dire de,
pis que pendre: Öldürmekten beter sözler selon le dire de: -in söylediğine göre, -in
söylemek, zehir gibi laflar etmek. Dire à qn ses söylediğine bakılırsa (Au dire des économistes, la
quatre vérités: Birine ne mal olduğunu yüzüne situation est encourageante).
söylemek. Dire du bien de qn: Birinin hakkında iyi direct,e s. 1. Doğru, dolaşıksız, dolambaçsız (Un
şeyler söylemek, lehine konuşmak. Dire du mal chemin direct, une accusation directe). 2.
de qn: Birinin hakkında kötü şeyler söylemek, Doğrudan doğruya, aracısız, dolaysız
aleyhinde konuşmak. En dire long: Pek anlamlı ( Complément direct. Prendre une part directe dans
olmak (Son dernier geste en dit long). Vouloir dire: une affaire). 3. Duraksız, hiçbir yerde durmayan
... anlamına gelmek, demek olmak (Que veut dire (Train direct pour Ankara. Autobus direct pour
ce mot? Avis veut dire opinion). Se laisser dire que: Ankara). 4. er. (Boksta) Doğru vuruş,
... söylendiğini duymak, ... diği kulağına gelmek directement bel. 1. Doğrudan doğruya (Venez
•(Je me suis laissé dire qu'il allait démissionner). directement chez moi). 2. Taban tabana', bütün
Savoir ce qu'on dit: Ne dediğini bilmek, ağzından bütün (Deux caractères qui s'opposent
çıkanı kulağı işitmek (Tu ne sais pas ce que tu dis). directement). 3. Aracısız (Directement du
Cela va sans dire, il va sans dire: Kuşku yok, pek producteur au consommateur).
doğal, söylemeye gerek yok. Pour ainsi dire: directeur, trice s. 1. Ana, temel, başlıca (Idée
Sanki, adeta. Autant dire: Sanki, adeta. Comme directrice d'un texte. Tracez les lignes directrices de
qui dirait: Sanki, adeta, tıpkı. A vrai dire, à dire ce sujet). 2. Yönetimle ilgili, yönetime değgin
vrai: Doğrusunu isterseniz, gerçeği söylemek (Comité directeur). 3. ad. Yönetici,yönetmen,
gerekirse. A l'heure dite: Söylenilen, °müdür (Directeur d'une école, directeur du
kararlaştırılan saatte. Pour tout dire: Kısacası, personnel, directeur technique).
uzun sözün kısası. C'est tout dire: Açıklamaya direction diş. 1. Yönetim, yönetme, çekip çevirme,
gerek var mı, belli işte. Ce n'est pas pour dire: abrama (On lui a confié la direction de l'entreprise,
Söylemek istemezdim ama, övünmek gibi de la société). 2. Yöneticilik, yönetmenlik,
olmasın ama. Ce n'est pas une chose à dire: "müdürlük (Il fut nommé à la direction du
Söylenecek şey değil ama; söylenmese daha iyi. personnel). 3. Yön (Chercher sa direction.
C'est dit: Tamam, söz, anlaştık. Que tout soit dit: Donner une bonne direction à une affaire). 4.
Her şeyi konuşalım, bir daha bu konuya (Otomobilde) "Yönelteç, direksiyon. § Dans la
dönmeyelim, aramızda gizli kapaklı bir şey direction de, en direction de: -yönünde, yönüne,
kalmasın. Tul'asdit: Doğru, haklısın, tam üstüne -e giden (Train en direction de Paris).
bastın. D n'y a pas à dire que... : Gerçek olan şu ki, directive diş. Yönerge, "talimat, "direktif (Se
söz götürmez bir şey varsa o da şu ki. A ce qu'on conformer aux directives reçues). § Donner des
dit: Söylenenlere bakılırsa. Ce disant: Bunu directives à qn: -e talimat vermek. Recevoir des
derken. Ceci dit: Bunu söyledikten sonra. Soit dit directives de qn: Birinden talimat almak,
en passant: Bu arada şunu da belirtelim ki. Entre directoire er. tar. Direktuvar; Fransada 1795-1799
nous soit dit: Söz aramızda. Aussitôt dit, aussitôt
yılları arasındaki siyasal yönetimin adı.
fait: Der demez yapıldı. C'est plus facile à dire
direetorat er. Yönetmenlik, yöneticilik,
qu'à faire: Söylemesi kolay, yapması güç. Dire
"müdürlük.
que: Hem de, bir de derler ki. On dirait que:
directoriales. 1. Yöneticiliğe değgin, müdürlükle
Tıpkı, sanki, adeta. Mon petit doigt me l'a dit:
ilgili. 2. Direktuvara değgin.
Kuşlar söyledi. Quoi qu'on en dise: Ne denirse
directrice diş. geom. 1. Doğrultman, "müveccih. 2.
densin, her şeye karşın. Autrement dit: Başka bir
Kadın yönetmen, bayan müdür, "müdire.
deyişle. Pour mieux dire: Daha doğrusu. Comme
dirigeable s. Güdümlü, güdülebilir (Un ballon
dirigeant 443 discorde

dirigeable). disciplinairement).
dirigeants s. ve ad. Yönetici (Les classes discipline diş. 1. Disiplin, "inzibat, *sıkıdüzen,
dirigeantes. Les dirigeants d'un parti, d'une (Conseil de discipline. Discipline militaire.
entreprise). Enfreindre la discipline. Se plier àla discipline. lia
diriger gçl. 1. Yönetmek (Diriger une usine, un abandonné son projet par discipline de parti). 2.
théâtre, une école, les affaires publiques, un débat, Yöntem, yol yordam (La discipline cartésienne:
une discussion). 2. Denetlemek, tutmak, Descartes yöntemi). 3. (Üniversitede okutulan)
gemlemek (Diriger ses mouvements, ses Bilim kolu, ders (Quelle discipline enseignez-
instincts). 3. Sürmek (Diriger un bateau, une vous?). 4. Falaka (Des coups de discipline).
voiture). 4. Diriger qch vers, sur, contre: -e doğru disciplinés s. Disiplinli, »sıkıdüzenli (Soldats,
yönelmek, -e çevirmek, -e doğru göndermek écoliers disciplinés).
(Diriger le troupeau vers les prés. Diriger ses discipliner gçl. 1. Disiplin altına almak, sıkıdüzene
regards vers son voisin. Diriger un colis sur Paris. sokmak, yola getirmek ( Discipliner une école, une
Il dirigea son attention sur moi. Diriger un canon armée, un enfant). 2. Eğitmek (L'éducation
vers l'objectif. Diriger son pistolet contre discipline les instincts).
l'adversaire). § Se diriger vers: -e yönelmek, -e discobole er. (Spor) Disk atıcısı, diskçi.
doğru ilerlemek (Le bateau s'est dirigé vers le discoïdes. Disk biçiminde (Corpuscule discoïde).
port). discontinus s. 1. Arada bir kesilen, aralıklı, kesik
dirigisme er. Güdümlü tutum, 'güdümcülük, kesik, kopuk kopuk (Bruit discontinu, travail
dirigistes, vead. Güdümcü (Méthodes dirigistes, les discontinu). 2. dilb. Süreksiz,
pays dirigistes). discontinuation diş. Kesiklik, kopukluk,
dirimant,e .v. (Bir sözleşmeyi) Bozmayı gerektiren, discontinuer gçl. 1. Ara vermek (Discontinuer une
engelleyici (Empêchement dirimant du mariage: poursuite). 2. gsz. Kesilmek, durmak. § Sans
Evlenmeyi engelleyici, bozucu durum). discontinuer: Aralıksız, durmadan (Il pleut sans
dirimer gçl. (Bir sözleşmeyi) Bozmak, ortadan discontinuer. Travailler sans discontinuer).
kaldırmak, geçer saymamak, discontinuité diş. Arası kesilme, kopma, kopukluk,
discernable s. Ayırt edilebilir, ara verme (La guérison retarde parla discontinuité
discernement er. 1. Seçme, ayırdetme du traitement).
(Discernement de la vérité d'avec l'erreur. disconvenance diş. Uymazlık, tutmazlık, uygun
Discernement des nuances). 2. Ayırdetme yetisi, olmama (Disconvenance d'âge, dégoût).
sağduyu (Il manque de discernement). 3. İleriyi disconvenir gsz. 1. Uygun gelmemek, aykırı
görme, tedbirlilik (Agir avec discernement). düşmek, uymamak (Ces deux propositions
§Capacité de discernement: huk. Sezginlik, disconviennent). 2. Ne pas disconvenir de qch: -i
"temyiz kudreti (Capacité de discernement pour yadsımamak, inkâr etmemek (Je ne disconviens
contracter mariage). Capable de discernement: pas de l'utilité de cette mesure). 3. Disconvenir à
Sezgin, "mütemeyyiz (Toutepersonne capable de qn: -in işine gelmemek, hesabına uygun
discernement a l'exercice des droits civils). düşmemek ( Cette offre disconvient à mes parents).
discerner gçl. 1. Seçmek, ayırdetmek (Discerner les discophiles. vead. Plaksever, plak düşkünü,
douleurs, un bruit lointain). 2. Discerner qch de discophilie diş. Plakseverlik, plak düşkünlüğü,
qch, qch d'avec qch: Bir şeyi -den ayırdetmek discord 1. er. Anlaşmazlık, uyuşmazlık. 2. s.
(Discerner le vrai du faux, discerner le vrai d'avec Düzensiz, akordu bozuk (Piano discord).
le faux, discerner le crime et l'innocence). discordance diş. 1. Uyumsuzluk, uymazlık,
disciple er. 1. Öğrenci, çırak. 2. Bir öğretiden yana tutmazlık, uyuşmazlık (Discordance des
olan, yandaş, 'öğretili, "tilmiz (Les disciples de caractères, des opinions, discordance de
Platon, de Hegel). couleurs). 2. mec. Düzensizlik, "ahenksizlik,
disciplinable s. Disiplin altına alınabilir, sıkıya discordants s. 1. Uyumsuz, uyuşmaz, birbirini
alınabilir (Un enfant peu disciplinable). tutmaz (Caractères discordants, couleurs
disciplinaire s. 1. Disipline, sıkıdüzene değgin, discordantes). 2. Düzensiz, ahenksiz. 3. Ahengi
•sıkıdüzensel, "inzibatî (Prendre des mesures bozuk, akordu bozuk (Instruments de musique
disciplinaires. Punition disciplinaire). 2. er. discordants).
İnzibat askeri, discorde diş. Uyuşmazlık, anlaşmazlık,
disciplinairement bel. Disiplin bakımından, disiplin geçimsizlik, "nifak (Il sème la discorde partout). §
kurallarına göre (Une faute sanctionnée Pomme de discorde: Sürekli anlaşmazlık konusu.
discorder 444 discutable

discorderez. 1. (Çalgının) Düzeni, akordu bozuk ağız sıkılığı (Je compte sur votre discrétion, car je
olmak. 2. mec. Uyuşmazlık halinde olmak, ne voudrais pas que cela soit divulgué). § A
anlaşamamak, uyuşamamak. discrétion: istenildiği kadar, canının istediği
discothécaire ad. Plaklık görevlisi, kadar (Manger, boire à discrétion). A la discrétion
discothèque <% 1. Plaklık, plak rafı, plak dolabı. 2. de: -in keyfine bağlı, insafına kalmış (Nous
Diskotek, dans kulübü, sommes à votre discrétion).
discoureur,euse ed. Söylevci, söylev çekmesini discrétionnaire s. Kendi keyfine, insafına kalmış;
seven, çenesi düşük, sınırsız (Le poète a des pouvoirs discrétionnaires).
discourir gsz. 1. Konuşmak, gevezelik etmek, çene § Pouvoir discrétionnaire: huk. Takdir yetkisi,
çalmak. 2. Söylev vermek, konuşmak, nutuk discrimination diş. 1. Ayırdetme, ayırma
çekmek (Il discourt sur la morale. Il discourait (Discrimination entre l'essentiel et le superflu). 2.
devant un cercle d'admirateurs). Ayrım, ayırıcılık, ayrımcılık (Discrimination
discours er. 1. Söz, konuşma, lakırdı, gevezelik (J'ai raciale). § Sans discrimination: Ayrım
assez de tes discours frivoles). 2. Söylev, nutuk gözetmeden, eşit olarak (Appliquer une loi sans
(Un discours politique. Discours électoral). 3. discrimination ).
dilb. Söylem. § Discours direct: Dolaysız anlatım. discriminatoires. Ayrım gözetici, ayrım yapıcı, ırk
Discours indirect: Dolaylı anlatım. § Adresser un ayrılığı yapan (Des mesures discriminatoires).
discoursàqn: -e bir konuşma yapmak (Lemairea discriminer gçl. Ayrım gözetmek, ayrım yapmak,
adressé un discours aux nouveaux mariés). ayırmak.
Prononcer un discours: Bir söylev vermek. disculpation diş. Temize çıkarma, aklama; temize
discourtois,e s. Nezaketsiz, kaba (Un homme. çıkma, aklanma (Disculpation d'un accusé).
discourtois, des paroles discourtoises). disculper gçl. 1. Temize çıkarmak, aklamak
discourtoisement bel. Nezaketsizce, kabaca, (Disculper un accusé). 2. Disculper qn de qch:
discourtoisie diş. Nezaketsizlik, kabalık, Birini -den aklamak (Disculper un ami des
discrédit er. 1. Değerden düşme, değersizleşme. 2. accusations dirigées contre lui). § Se disculper: 1.
Saygınlığını yitirme, gözden düşme. § Jeter qn, Temize çıkmak, aklanmak. 2. Se disculper de qch:
qch dans le discrédit: Gözden düşürmek, -den temize çıkmak, aklanmak (Se disculper
değerden düşürmek. Tomber dans le discrédit, d'une accusation). 3. Se disculper aux yeux de qn,
être en discrédit: Gözden düşmek, saygınlığını auprès de qn: -in gözünde suçsuz olduğu ortaya
yitirmek. çıkmak, kendini -e bağışlatmak (Il s'est disculpé à
discréditer gçl. 1. Gözden düşürmek, değerden nos yeux, auprès de ses amis).
düşürmek, saygınlığını yitirtmek (Cette discursif, ive s. 1. Dağılan, dağınık, kopuk kopuk
malhonnêteté l'a discrédité aux yeux de son (Un récit discursif). 2.mant. Gidimli, yargılamaya
entrourage). 2. Değerini düşürmek, dayanan, önermeden önermeye geçerek sonuca
önemsizleştirmek (Discréditer un papier- varan (La pensée discursive s'oppose à la pensée
monnaie, une signature. Discréditer une théorie). intuitive).
§ Se discréditer: Gözden düşmek, saygınlığını discussion diş. 1. Tartışma, "münakaşa (Il a fallu
yitirmek (Il s'est discrédité par ses dénonciations). d'interminables discussions pour arriver enfin à un
discret,ète s. 1. Kibar, ağırbaşlı, ölçülü (C'est une accord). 2. Görüşme, "müzakere, tartışma
personne discrète, elle ne se mêlera pas de vos (Discussion d'un projet de loi, du budget à
affaires). 2. Ağzı sıkı (Tu es une fille discrète, nous l'Assemblée). 3. Çekişme, kavga, dalaş (Il a des
avons des secrets ensemble). 3. Pek hafif, belli discussions avec tous ses voisins). § Discussion
belirsiz (Son style présente de discrètes touches byzantine: Bizans tartışmaları, hiçbir sonuca
d'archaïsme). 4. Aralıklı, kesik kesik, ayrı ayrı varmayan gereksiz tartışma. Entrer en discussion
(Les nombres sont des quantités discrètes). 5. dilb. avec qn: -ile tartışmaya girmek. Mettre qch en
Ayrık. discussion: Üzerinde tartışma açmak; bir şeyi
discrètement M . 1. Gizlice (Il entre discrètement. Je tartışmak, görüşmek. Soulever une discussion:
la regardais discrètement). 2. Kibarca, Tartışma yaratmak, tartışmaya yol açmak. De la
ağırbaşlılıkla (S'habiller discrètement). 3. Hafifçe discussion jaillit la lumière: Gerçek, düşüncelerin
(Il a fait discrètement allusion au mauvais tour çarpışmasından doğar, "müsademei efkâr barikai
qu 'on lui avait joué). hakikati doğurur,
discrétion diş. 1. Kibarlık, ağırbaşlılık, ölçülülük discutable s. 1. Tartışılabilir (Méthode, opinion
(Agir, répondre avec discrétion). 2. Ağzı sıkılık, discutable). 2. Tartışma götürür, şüpheli (Un film
discuté 445 disparate

d'un intérêt discutable). dağılmak, parçalanmak (Les montants de


discuté,e s. 1. Tartışmalı, üzerinde henüz kesin bir l'armoire se disjoignent).
yargıya varılmamış (Une théorie discutée). 2. disjointes. 1. Dağılmış, birbirinden ayrılmış (Les
Eleştirilen, değerli olup olmadığı üzerinde marches disjointes d'un vieux perron). 2. Ayrı,
tartışılan (Un homme très discuté). birbirine benzemeyen (Questions bien
discuter gçl. 1. Görüşmek, "müzakere etmek disjointes). 3. müz. Atlamalı (ses).
(Discuter une question, un projet de loi). 2. disjonctif, ive s. 1. dilb. Düşünceleri ayırarak
Discuter de qch: -i görüşmek, tartışmak (On tümceleri bağlayan (Proposition disjonctive). 2.
discutera de cette affaire en assemblée plénière). 3. diş. "Yada" bağlacı ile bağlanmış kavram ve
Discuter sur: -üzerinde tartışmak, anlaşamamak önerme.
(Les historiens discutent sur la date de cet disjonction diş. Ayırma, birbirinden ayırma
événement). 4. Discuter avec: a) -ile dalaşmak, (Disjonction de deux questions). § Disjonction de
münakaşa etmek (lldiscuteavectoutle monde), b) causes: huk. Dâvaların ayrılması.
-ile görüşmek, tartışmak, müzakere yapmak dislocation diş. 1. Çıkma, çıkık, yerinden oynama
(Discuter avec l'ennemi), c) tkz. -ile konuşmak, (Dislocation d'un os, d'un membre). 2. Dağılma,
çene çalmak (J'ai longuement discuté avec lui parçalanma (Dislocation d'une voiture quia roulé
devant un verre de bière). dans le ravin). 3. mec. Parçalanma, çözülme,
discuteur,euse.v. vead. Tartışmayı seven, dağılma (La dislocation d'un empire, d'un parti
disert,e s. Rahat ve güzel konuşan (Il était disert et politique).
savant). disloquer gçl. 1. Dağıtmak (Les forces de police ont
disertement bel. Rahat ve güzel bir biçimde, disloqué le rassemblement). 2. Sökmek, parçalara
akıcılıkla (Parler disertement). ayırmak (Disloquer une machine). 3. Dağıtmak,
disette rfı'f 1. Kıtlık (Année de disette. Lasécheresse parçalamak, çökertmek, batırmak (Disloquer un
entraîne une disette de légumes). 2. mec. empire, un Etat, un système). 4. Yerinden
Yoksulluk, yokluk (Disette de pensée, d'idée). çıkarmak (Disloquer un os, le bras, l'épaule). § Se
diseur,euse ad. 1. Söyleyici. 2. Güzel konuşmaya disloquer: 1. Dağılmak (La foule s'est disloquée).
özenen. 3. Güzel okuyan (C'est un excellent 2. Dağılmak, parçalanmak, sökülmek (La caisse
diseur). 4. Bir tür varyete sanatçısı. §Diseuse de s'est disloquée en tombant). 3. mec. Dağılmak,
bonne aventure: Falcı kadın, parçalanmak, batmak (Un empire qui s'est
disgrâce diş. 1. Gözden düşme (Disgrâce d'un disloqué, un royaume qui se disloque). § Se
ministre). 2. Talihsizlik, bahtsızlık (Ah, quelle disloquer le bras, l'épaule: Kolu, omuzu çıkmak.
disgrâce!). 3. Çirkinlik (Disgrâce d'un disparaître gsz. 1. Görünmez olmak, ortadan
architecture). § Tomber en disgrâce: Gözden kaybolmak (Cette mode a disparu depuis
düşmek. longtemps. Les voitures ont disparu dans le
disgracié,e s. 1. Gözden düşmüş (Un ministre brouillard). 2. Yitmek, yitip gitmek, "kaybolmak
disgracié, un écrivain disgracié). 2. Bahtsız, (Mes gants ont disparu). 3. Kaçmak, tüymek,
talihsiz, nasipsiz (Il est disgracié par la nature). 3. "sırra kadem basmak (A mon arrivée, le
Çirkin, güzellikten uzak. cambrioleur a disparu par la fenêtre). 4. Ölmek
disgracier gçl. Gözden düşürmek (Disgracier son (Un grand savant qui disparaît dans la force de
adversaire). l'âge). 5. Batmak (Le bateau a disparu). 6.
disgracieusement bel. Çirkin bir biçimde, soğukça, Yokolmak, artık kalmamak (Ses craintes ont
kabaca. disparu en un instant. La rougeur de son visage
disgracieux,euse s. Çirkin, soğuk, kaba, incelikten commence à disparaître). § Disparaître de la
uzak (Un geste disgracieux, visage disgracieux, circulation: tkz. Ortadan kaybolmak, ortalıkta
ornement disgracieux). görünmez olmak. Faire disparaître: Yok etmek,
disharmonie diş. 1. Uyum eksikliği, uyumsuzluk, ortadan kaldırmak, silmek (Faire disparaître un
ahenksizlik (Disharmonie de couleurs, de sons). dossier, un document. Le temps a fait disparaître
2. Uyuşmazlık, anlaşmazlık (Disharmonie de cette inscription. Médicament qui fait disparaître
sentiments). les maux de tête. Faire disparaître un obstacle, une
disjoindre gçl. 1. Birbirinden ayırmak (Disjoindre difficulté, un doute).
deux blocs de pierre, les ais d'une cloison). 2. mec. disparate s. 1. Uyumsuz, tutarsız, birbirine
Ayırmak (Disjoindre deux sujets, deux questions, uymayan, birbirini tutmayan (Couleurs
deux causes). § Se disjoindre: Ayrılmak, disparates, un mobilier disaparate). 2. diş.
disparité 446 disposer

Uyumsuzluk, tutarsızlık (On relève de travailler).


nombreuses disparates dans cette oeuvre). disperser gçl. 1. Dağıtmak (Le vent a dispersé les
disparité diş. (İki şey arasındaki) Aykırılık, papiers). 2. Serpiştirmek, dağıtmak (Le
tutmazlık (Entre eux, il y avait une extrême commissaire de police avait dispersé ses hommes
disparité d'âge). dans le quartier). 3. mec. Bölmek, dağıtmak
disparition diş. 1. Görünmez olma, ortadan (Disperser ses efforts, son attention). 4.
kaybolma. 2. Yitme, yitip gitme, "kaybolma Püskürtmek, dağıtmak (Disperserl'ennemi). §Se
(Disparition des dossiers, d'une grosse somme disperser: Dağılmak (La foule s'est dispersée.
d'argent). 3. Yokolma, ortadan kalkma Vous vous dispersez trop pour arriver à un
(Disparition d'une civilisation). 4. Ölüm résultat).
(Disparition d'un grand poète). 5. Batma dispersif, ive s. fiz. Ayırıcı, ayıran (Milieu
(Disparition d'un navire en mer). dispersif).
disparu,e s. 1. Gözden kaybolmuş, artık dispersion diş. 1. Dağılma, dağıtma (La dispersion
görünmeyen. 2. Kayıp, yitik, yaşayıp yaşamadığı des cendres par le vent). 2. fiz. Ayrılma
bilinmeyen (Marin disparu en mer). 3. ad. Ölmüş, (Dispersion de la lumière blanche par un prisme).
vefat etmiş, "rahmetli, "müteveffa (Notre chère 3. Bozgun, kaçışma, dağılma (Dispersion d'une
disparue). § Etre porté disparu: Kayıp sayılmak, armée, d'une flotte). 4. mec. Dağılma, dağıtma,
ölmüş olduğu kabul edilmek (Soldat porté bölme ( Dispersion des efforts, des forces). 5. kim.
disparu). Dağılım.
dispendieusement bel. Masraflı, pahalı (Vivre, se disponibilité^. 1. Kullanılabilirlik, yararlanırlık;
meubler dispendieusement). tasarruf (Disponibilité des biens). 2. Açığa
dispendieux,euse s. Masraflı, pahalıya mal olan; çıkarılma, bakanlık emrine alınma
külfetli (Mener une vie dispendieuse. Il a des goûts (Disponibilité d'un fonctionnaire). 3. huk.
dispendieux). Başkalarına vasiyet edilebilen yada bırakılabilen
dispensables. Bağışık tutulabilir, "muaf tutulabilir, miktar, "tasarruf nisabı,
dispensaire er. Bakımevi, sağlıkevi, dispanser, disponibles. 1. Elde bulunan, serbest (Nousavons
dispensateur,trice s. ve ad. 1. Bölüştürücü, deux places disponibles. Appartement
paylaştırıcı, dağıtıcı (Les livres dispensateurs de disponible). 2. Kullanılabilen, yararlamlabilen.
science. Le dispensateur de grâces). 2. Dağıtıcı, 3. Açığa çıkarılmış, bakanlık emrine alınmış
dağıtımcı (Les banques centrales, dispensatrices (Officier, fonctionnaire disponible). 4. huk.
des devises). Başkalarına vasiyet edilebilen, yada
dispensation diş. Dağıtım. bağışlanabilen, tasarruf nisabını aşmayan,
dispense diş. 1. Ayrı tutulma, özel işlem görme, özel dispos,es. 1. Hafif, çevik, dinlenik (Il se sentaitfrais
izin (Obtenir, accorder une dispense). 2. Özel izin et dispos au retour de ses vacances). 2. Uyanık,
belgesi. 3. Bağışıklık, "muafiyet (Dispense du anlayışlı (Un esprit dispos).
service militaire. Dispense d'examen). disposante ad. huk. Tasarruf eden, kendisine hibe
dispenser gçl. 1. Dağıtmak, saçmak, vermek yada vasiyetle mal bırakılan kişi.
(Dispenser des bienfaits). 2. Dispenser qch à qn: disposé,e s. 1. Düzenlenmiş (Fleurs disposées avec
Birine bir şeyi vermek, göstermek (Dispenserses goût). 2. Disposé à qch, à f.qch: -e, -meye hazır
soins, ses dévouements à un ami). 3. Dispenser qn (Nous sommes disposés à vous rendre service). §
de qch, de f. qch: Birini -den, mekten bağışık Etre bien disposé: Keyfi yerinde olmak, neşesi
tutmak (Dispenser un soldat d'exercice, un üstünde olmak. Etre mal disposé: Keyfi yerinde
industriel d'impôt. On l'a dispensé de rédiger son olmamak, huysuzluğu üstünde olmak. Etre bien,
rapport). 4. Dispenser qn de f. qch: Birinin mal disposé à l'égard de qn: Biri hakkında iyi
-memesine izin vermek (Je vous dispense de düşünmek, kötü düşünmek,
m'accompagner, defaire des commentaires: Bana disposer gçl. 1. Yerleştirmek, düzenlemek, "tanzim
eşlik etmeyebilirsiniz, yorum yapmayabilirsiniz). etmek (Disposer les fleurs dans un vase, tes
5. (Eğitim, öğretim) Vermek (Cette école dispense couverts sur la table, les meubles dans un salon). 2.
une formation professionnelle). § Se dispenser de Disposer qn à qch; à f.qch: Birini -e, -meye
qch: 1. Kendini -den bağışık tutmak, ile yükümlü hazırlamak, anıklamak (Disposer un malade à la
görmemek (Sı dispenser d'une corvée). 2. Se mort, à mourir. Essayez de le disposer à signer le
dispenser de f.qch: -meyebilmek, kendini contrat). 3. gsz. Disposer de qch: a) -e sahip
-mekten bağışık tutmak (Il se dispense de olmak, -si olmak (Disposer d'une voiture, d'une
dispositif 447 dissection

grande fortune), b). huk. Tasarrufta bulunmak, tartışmak.


yararlanmak (Disposer d'une terre. Les mineurs dispute diş. 1. Çekişme, tartışma, "münakaşa
ne peu vent disposer de leurs biens). 4. Disposer de (Dispute de ménage. Dispute d'amoureux). 2.
qn: İstediği gibi kullanmak, yararlanmak (Vous Kavga (Chercher la dispute). 3. Bozuşma,
pouvez disposer de moi selon vos volontés). § Se küsüşme (Le plaisir des disputes, c'est de faire la
disposer à f.qch: -meye hazırlanmak (lise dispose paix).
à vendre sa maison). disputer gsz. 1. Disputer de qch: -i tartışmak
dispositif er. 1. (Bir ilâmın) Yargı kısmı (Dispositif (Disputer d'un sujet). 2. Disputer sur qch:
d'un jugement). 2. (Bir makinada, aygıtta) -üzerinde tartışmak (Disputer sur un problème).
Düzen, "tertibat (Dispositif de sûreté, de 3. Disputer avec qn: -ile tartışmak, çekişmek (Elle
commande, de manoeuvre). 3. Aygıt. 4. ask dispute tout le temps avec ses voisins). 4. gçl. Bir
Düzen (Dispositif d'attaque, dispositif dt şeyi elde etmeye çalışmak, kazanmaya çalışmak
défense). (Disputer un combat, un concours, un match). 5.
disposition diş. 1. Düzenleme, "tanzim, düzen Disputer qch à qn: Bir şeyi -in elinden almaya
(Disposition des articles à la devanture a demandé çalışmak (Disputer un poste à des rivaux. Disputer
du temps. Changer la disposition des livres dans une femme à un ami). 6. Disputer qn: Birini
une bibliothèque). 2. Kullanma, yararlanma paylamak, azarlamak. 7. Le disputer à qn en qch:
yetkisi, "tasarruf (La loi lui reconnaît la libre -alanında biriyle yarışmak, -de birinden hiç de
disposition de ses biens). 3. mec. Eğilim, geri kalmamak (Il le dispute à son oncle en
elverişlilik (Disposition à contracter une maladie. richesse. Je le lui dispute en savoir). § Disputer le
Disposition des prix à la hausse). 4. Yetenek (lia terrain: Düşmana karşı yurdu adım adım, karış
des dispositions pour la peinture, pour la karış savunmak. Dipsuter le terrain à qn: Bir
musique). 5. Nitelik (Il a toutes les dispositions hakkını birine karşı adım adım savunmak.
pour réussir). 6. Hazırlık, tedbir (Il a pris ses Disputer sur la pointe d'une aiguille: İncir
dispositions pour partir en voyage. J'ai pris toutes çekirdeğini doldurmayacak bir şey için kavga
les dispositions nécessaires). 7. ç. (Yasada, etmek. § Se disputer: 1. Tartışmak, çekişmek. 2.
sözleşmede) Hüküm, madde (A la fin de mes Se disputer avec qn: Biriyle tartışmak, çekişmek,
dispositions testamentaires, tu trouveras la liste de dalaşmak. 3. Se disputer qch: Bir şeyi ben
legs). 8. Durum, ruhsal durum (Il est dans une alacağım sen alacaksın diye çekişmek (Se disputer
disposition à croire tout ce qu'on lui raconte). 9. une proie).
Düşünce, duygu (Etes-vous toujours dans les disputeur,euse s. ve ad. Çekişken, herkesle
mêmes dispositions à l'égard de ce projet). § Avoir dalaşan, kavgacı,
qch à sa disposition: -e sahip olmak, elinin altında disquaire, discaire ad. Plak satıcısı, plakçı,
bulundurmak (Il avait tous les documents à sa disqualification diş. 1. Yarış dışı etme, yarış dışı
disposition). Etre à la disposition de qn: -e bağlı edilme (Disqualification d'un joueur, d'un
olmak, -in elinin altında olmak, -in "emrine concurrent). 2. Saygınlığını yitirme,
amade olmak (Nous sommes tous à votre disqualifier gçl. 1. Yarış dışı etmek (Disqualifier un
disposition. L'argent, les valeurs qui sont à la coureur, un boxeur). 2. mec. Saygınlığını
disposition d'une société). Se mettre à la yitirtmek, eşlerinin çevresinden atmak. § Se
disposition de: -in emrine, hizmetine girmek (Se disqualifier: Saygınlığını yitirmek, küçük düşmek
mettre à la disposition de la police). A votre (Il s'est disqualifié en tenant de pareils propos).
disposition: Buyurun, "emrinize amadeyim, disque er. 1. Disk (Lancer le disque). 2. gökb.
disproportion diş. 1. Birbirini tutmama, birbirine Teker, "kurs (Disque solaire, disque lunaire). 3.
uygun olmama (Disproportion d'âge, de taille, de Plak (Mettre un disque sur un tourne-disque, sur le
fortune). 2. Oransızlık, "nisbetsizlik (La plateau du gramophone). 4. Demiryollarında
disproportion de la peine et de la punition). yolun açık yada kapalı olduğunu gösteren levha.
disproportionné,e s. 1. Birbirine göre olmayan, 5. anat. Disk (Disque intervertébral: İki omuru
oransız, nisbetsiz (Tailles disproportionnées). 2. birbirine tutturmaya yarayan kıkırdak). §
Disproportionné à, avec: -e oransız, -ile orantılı Tourner le disque: mec. hlk. Plağı çevirmek,
olmayan (Récompense disproportionnée au konuyu değiştirmek,
mérite. Le travail disproportionné avec le salaire). dissecteur er. 1. Açımlayıcı. 2. mec. Kılı kırk yarıcı,
disproportionner gçl. Oransızlaştırmak. dissection diş. 1. Açımlama, "teşrih (Dissection du
disputailler gsz. Boş şeyler için çekişmek, boşuna corps humain, d'un cadavre). 2. mec. Kılı kırk
dissemblable 448 dissociable

yarma. dissimulateur,trice s. ve ad. Renk vermeyen


dissemblable s. Benzemez (Ils sont trop (kimse), duygu ve düşüncelerini saklamasını
dissemblables pour s'entendre). bilen (kişi); iki yüzlü, sinsi,
dissemblance diş. Benzemezlik (Dissemblance des dissimulation diş. 1. Duygu ve düşüncelerini
races, deforme). saklama; iki yüzlülük, sinsilik (Agir avec
dissémination diş. 1. Serpme, serpişme dissimulation). 2. Saklama, gizleme, bildirmeme
(Dissémination des graines). 2. Dağılma, (Dissimulation de revenus dans une déclaration au
yayılma, serpilme (Dissémination d'un troupeau fisc).
sur un territoire). 3. Yayma, yayılma dissimulé,e s. 1. Saklanan, gizlenen, bildirilmeyen
(Dissémination des idées). (Bénéfice dissimulé). 2. s. ve ad. Duygu ve
disséminer gçl. 1. Serpmek, serpiştirmek, saçmak düşüncelerini saklayan, sinsi, iki yüzlü, yere
(Le vent a disséminé les graines). 2. Dağıtmak, bakan yürek yakan (Un enfant dissimulé, c'est un
serpiştirmek (Disséminer les usines aux quatre dissimulé).
coins du pays). 3. Yaymak (Disséminer ses idées). dissimuler gçl. 1. Saklamak, gizlemek, belli
§ Se disséminer: Serpiştirilmek, dağılmak, etmemek (Dissimuler ses sentiments, sapensée, sa
yayılmak (Les maisons se sont disséminées autour jalousie, sa joie. Dissimuler un prisonnier évadé.
de la mosquée). Dissimuler une partie de ses bénéfices). 2.
dissension diş. Uyuşmazlık, geçimsizlik, Dissimuler qch à qn: Bir şeyi birinden saklamak
anlaşmazlık ( Dissensions familiales). (Je lui ai dissimulé mes véritables projets). 3.
dissentiment er. 1. Duygu ve düşünce ayrılığı (Ily a Görünmez hale getirmek (Dissimuler les défauts
dissentiment entre nous sur ce sujet). 2. de la peau en se fardant). § Se dissimuler: 1.
Sevişmezlik, zıtlaşma, Saklanmak, gizlenmek (Son égo'isme se dissimule
disséquer gçl. 1. Örgensel bir üyeyi, anatomisini derrière des affirmations généreuses). 2. Se
incelemek üzere kesip ayırmak, açımlamak, dissimuler qch: Bir şeyi görmezlikten gelmek,
°teşrih etmek (Disséquer un cadavre, une souris, görmek istememek (Il se dissimule le danger de
une main). 2. Çok derin incelemek, iciğini ciciğini cette entreprise).
çıkarmak (Disséquer un ouvrage, un auteur). dissipateur,trice s. ve ad. Savurgan, harvurup
disséqueurer. 1. Açımlayıcı. 2. mec. Kılı kırk yancı, harman savuran (Une administration dissipatrice.
dissertation diş. 1. Bilimsel yazı, bilimsel inceleme. Un dissipateur).
2. Kompozisyon, yazma (Une dissertation dissipation diş. 1. Dağılma (On attendait la
littéraire, philosophique. Corriger les dissipation du brouillard). 2. Savurganlık;
dissertations). savurma, har vurup harman savurma, altından
disserter gsz. Disserter sur qch, de qch: -üzerine girip üstünden çıkma (Dissipation d'un héritage,
yazılı ama çok kez sözlü bir açıklama yapmak; d'un patrimoine). 3. Haylazlık, başıboşluk, söz
-konusunu işlemek (Les candidats devaient dinlemezlik (Sa dissipation lui vaut de nombreuses
disserter sur une pensée de Pascal. Disserter sur la punitions). 4. Sefahet (Vivre dans la dissipation).
politique, de la situation économique). dissipé,e s. 1. Haylaz, söz dinlemez (Un élève
dissidence diş. 1. Başkaldırma, ayaklanma (La dissipé). 2. Sefih (Mener une vie dissipée).
dissidence d'un territoire d'outre-mer). 2. dissiper 1. Dağıtmak (Dissiper le brouillard, la
Bölünme, parçalanma (Des dissidences étaient fumée). 2. Dağıtmak, yok etmek, gidermek
apparues dans le mouvement syndical). 3. (Dissiper les soucis, les craintes, une illusion, les
Anlaşmazlık, görüş ayrılığı (Des dissidences soupçons). 3. Saçıp savurmak, altından girip
violentes éclataient entre moi et lui). 4. Aynlan üstünden çıkmak, har vurup harman savurmak
grup (Grossir le rang de la dissidence. Il a rejoint la (Dissiper une fortune, un héritage). 4.
dissidence). § Entrer en dissidence: Ayaklanmak, Haylazlaştırmak, ayartmak, aklını çelmek (Un
baş kaldırmak ( Une partie de l'armée est entrée en élève qui dissipe ses voisins). § Se dissiper: 1.
dissidence). Dağılmak (Les nuages se sont dissipés. Mes
dissidences, vead. 1. Baş kaldıran, ayaklanan (Les soupçons se sont dissipés). 2. Haylazlaşmak,
tribus dissidentes. Les dissidents ont formé un haylaz olmak,
gouvernement provisoire). 2. Ayn görüşte olan. dissociabilité diş. 1. Toplumsal bağlann
3, Bir topluluktan kopup ayrılan grup. kokuşmuşluğu. 2. Ayrılabilirlik (Dissociabilité
dissimilation diş. dilb. Benzeşmezlik, ayrımlaşma, des deux problèmes).
dissimilitude diş. Benzeşmede eksiklik. dissociable s. Ayrılabilir (Deux questions
dissociation 449 distendre

dissociables). dissoudre: Erimek (Le savon se dissout dans


dissociation diş. kim. 1. Ayrıştırma, ayrışma l'eau).
(Dissociation d'un composé chimique en ses dissous, dissoute s. 1. Erimiş (Sucre dissous). 2.
éléments). 2. Ayrılma ; ayırma (La dissociation du Bozulmuş, geçersiz kılınmış, feshedilmiş
moi dans le rêve. Faire un effort de dissociation (Alliance dissoute).
entre la faute et le coupable). dissuader gçl. 1. Caydırmak, düşüncesinden
dissocier gçl. kim. 1. Ayrıştırmak, bölmek, çevirmek. 2. Dissuader qn de qch, de f.qch: Birini
parçalamak (Dissocier les molécules, les atomes -den, -mekten caydırmak (Je l'ai dissuadé de ce
d'un corps). 2. Ayırmak, ayırt etmek (Dissocier voyage. Il m'a dissuadé de démissionner).
deux questions, deux causes juridiques). 3. dissuasif, ive .s. Caydırıcı (Mesures dissuasives).
Bölmek, parçalamak ( Ces événements ont réussi à dissuasion diş. Caydırma; cayma,
dissocier l'équipe). dissyllabes, vead. İki heceli, iki heceli sözcük (Mot
dissolu,e s. 1. Sefih (Un homme dissolu, une vie dissyllabe, un dissyllabe).
dissolue). 2. Bozulmuş, kokuşmuş (Des moeurs dissyllabiques. İki heceli.
dissolues). dissymétrie diş. Bakışımsızlık, "tenazursuzluk,
dissolubilité diş. 1. Eriyebilirlik. 2. "simetrisizlik,
Feshedilebilirlik, dağıtılabilirlik (Dissolubilité dissymétrique s. Bakışımsız, "tenazursuz,
d'une assemblée). "simetrisiz.
dissoluble s. 1. Eriyebilir (Substance dissoluble). 2. distance diş. 1. Aralık, uzaklık, "mesafe (La
Dağıtılabilir, "feshedilebilir (Assemblée distance d'Ankara à istanbul est de 448
dissoluble). kilomètres). 2. Ara, açılan ara (Distance entre
dissolutif, ive s. Eritici. deux coureurs. Il ne tiendra pas cette distance). 3.
dissolution diş. 1. Erime; eritme (Dissolution du mec. Ayrım, fark (Ilya une grande distance entre
sucre. Dissolution des matières animales). 2. ses premiers romans et celui-ci). § A distance:
Kauçuk eriyiği, lastikleri yapıştırıcı madde. 3. Uzakta, uzaktan. Aradan zaman geçince (J'en
Yok olma, yıkılma, çökme (Dissolution d'un juge mieux à distance). Prendre ses distances:
empire, d'un système). 4. Dağıtma, feshetme (Sıra halinde dizilmişken, kollarını uzatarak)
(Dissolution d'une assemblée). S. Bozma, Önden ve yandan hiza almak. Rapprocher les
bozulma (Dissolution du mariage, d'un contrat). distances: Aradaki eşitsizliği gidermek. Tenir à
6. Çürüme, kokuşma, bozulma (Dissolution des distance: Yüz vermemek, uzakta tutmak, araya
moeurs). mesafe koymak,
dissolvant,e s. ve ad. 1. Eritici. 2. Yıkıcı, bozucu, distancer gçl. 1. Geçmek, geride bırakmak, aşmak
çökertici, bozguncu (Une doctrine dissolvante; un (Cheval qui distance les autres dans une course.
climat dissolvant). Cet élève va distancer tous ses camarades). 2. Uzak
dissonance diş. 1. müz. Kakışma, uyumsuz nota göstermek; ıraklaştırmak (Une légère brume
bileşimleri. 2. dilb. Kulağa hoş gelmeyen seslerin azurée distançait les plans les plus proches). § Se
art arda gelmesi, ses kakışması, *t nafür. 3. mec. distancer: Araya mesafe koymak,
Uyumsuzluk, uyuşmazlık (Dissonance de tons distanciation diş. Araya mesafe koyma ; uzaklaşma,
dans un tableau). 4. Tutmazlık, bağdaşmazlık uzaklaştırma.
(Dissonance entre les principes et la conduite). S. distancler(se) gsz. 1. Araya mesafe koymak, uzak
Çelişki, tutmazlık (Dissonances dans• un durmak. 2. Se distancierdeqch: -ile kendi arasına
caractère). mesafe koymak, -den uzak durmak, -den
dissonant,e s. muz. 1. Bozuk, kakışık (Accord uzaklaşmak (Sedistancierd'unmaltre, d'unallié).
dissonant, harmonie dissonante). 2. mec. distant,e s. 1. Aralıklı, uzak. 2. Distant de: -den
Uyumsuz, çelişik, tutmaz, bağdaşmaz, uzakta (Notre village est assez distant de la ville). 3.
dissoner gsz. müz. 1. Düzeni bozuk olmak, kakışık Soğuk, kibirli (Il a un air distant). § Etre distant
olmak, düzensiz olmak. 2. dilb. Ses kakışması avec qn: -e karşı soğuk davranmak, araya mesafe
yapmak. koymak (Il est distant avec nous).
dissoudre gçl. 1. Eritmek (L'eau dissout le sel. distendre gçl. Germek, gererek oylumunu
Dissoudre du sucre dans l'eau). 2. Dağıtmak, büyütmek (Les gaz intestinaux distendent
feshetmek (Dissoudre l'Assemblée nationale, un l'abdomen. Distendre un corps, les muscles). § Se
parti politique). 3. Bozmak, geçersiz saymak distendre: Gevşemek (Les liens familiaux se sont
(Dissoudre un mariage, un contrat). § Se distendus).
distension 450 distribuer

distension diş. 1. Germe; gerilme (Distension de la Belli olmak, tanınmak (Son style se distingue par
peau). 2. Gevşeme (Distension d'une corde, des la pureté). 4. Se distinguer de: -den ayrılmak,
liens). aralarından sivrilmek (ilse distingue de ses autres
distillateur er. İmbik çalıştırıp sağladığı malları camarades par son esprit créateur).
satan kimse. distordre gçl. Bükmek, çarpıtmak. § Se distordre:
distillation diş. İmbikten çekme, damıtma Bükülmek, çarpılmak (La bouche se distord dans
(L'alcool est unpruduit de distillation). l'attaque d'épilepsie).
distillatoire s. Damıtmaya yarar, distorsion diş. 1. Çarpılma, bükülme, yana kayma
distiller gçl. 1. İmbikten çekmek, damıtmak (Distorsion de la face, de la bouche). 2.
(Distiller de l'eau, du pétrole). 2. mec. Saçmak, (Telefonda) Ses bozukluğu. 3. (Optikte) Işın
yaymak (Distiller son venin, la tristesse, l'ennui). sapması. 4. Uyumsuzluk, dengesizlik (Distorsion
3. Hazırlamak, yapmak (L'abeille distille le miel). entre l'offre et la demande d'un produit). 5.
4. mec. Süzmek, özünü çıkarmak, çok ince bir (Sinema, televizyon) Biçimbozumu; bozum;
biçimde işlemek ( Cet auteur distille sa pensée). 5. bozulma.
gsz. Damla damla akmak, damlalaşmak. distraction diş. 1. huk. Çalma, zimmete geçirme,
distillerie dij. 1. *Damıtımevi. 2. Damıtma işlemi, "ihtilas (Distraction de l'argent). 2. Dikkatsizlik,
distinct,es. 1. Başka, ayrı, farklı. 2. Distinct de: -den dalgınlık (Je me suis trompé de maison par
farklı, ayrı (La politique n'est pas distincte de la distraction). 3. Eğlenme, vakit geçirme (Dessiner
morale). 3. Seçik, belirli (Parler d'une voix par distraction). 4. Eğlence (Il vous faut un peu de
distincte). distraction. Le jeu, la promenade sont nos
distinctement bel. Seçikçe, açık açık (Voir, distractions quotidiennes).
entendre, parler distinctement). distractivitédiş. Dikkatini toplayamazlık,dikkatini
distinctif, ive s. Ayırdedici, belirtici (Signe toplama yeteneğinden yoksunluk,
distinctif, marque distinctive). distraire gçl. 1. Çalmak, zimmetine geçirmek,
distinction diş. 1. Ayırdetme, ayırma, seçme (La ihtilas yapmak (Distraire une somme d'argent). 2.
distinction est facile entre un loup et un renard). 2. Eğlendirmek (Distraire ses hôtes, un enfant
Ayrılık, ayrım, fark (Les distinctions sociales ne malade). 3. Dağıtmak, başka yöne çevirmek
peuvent être fondées que sur l'utilité commune). 3. (Distraire l'attention). 4. Oyalamak, rahatsız
Ayırıcılık (Créer des distinctions entre les etmek (Cet élève distrait sans cesse ses camarades).
personnes). 4; Rütbe (Une personne de la plus 5. Dalgınlaştırmak (L'amour l'avait distrait). 6.
haute distinction). 5. Kibarlık (Avoir de la Distraire qn, qch de: Birini, bir şeyi -den ayırmak
distinction). 6. Nişan (Obtenir une distinction. ( Distraire une voiture d'un convoi, lime distrait de
Décerner une distinction à un savant). § Sans mes travaux, de mes occupations). § Se distraire:
distinction: Ayrım gözetmeden (Il reçoit toute le 1. Eğlenmek, dinlenmek (J'ai besoin de me
monde sans distinction). distraire). 2. Se distraire de: a) -den ayrılmak (Se
distinguâmes. 1. Ayrı tutulabilir, üstün tutulabilir. distraire d'une troupe), b) -den caymak, kopmak
2. Görülebilir, ayırt edilebilir, gözle seçilebilir, (Se distraire d'un travail, d'un projet).
distingués s. 1. Seçkin, yüksek, üstün, kalbur üstü distraits s. 1. Dalgın, dikkatsiz (Il est très distrait.
(Il fréquente les personnes et les milieux Regarder d'un oeil distrait, manger d'un air
distingués). 2. Kibar, nazik (Une femme distrait). 2. Üstünkörü, yüzeysel (Jeter un regard
distinguée, un sourire distingué). distrait sur un journal). 3. ad. Dalgın (kimse),
distinguer gçl. 1. Görmek, seçmek (Je commence à distraitement bel. Dalgınca, dalgın dalgın (Il
distinguer les montagnes. Je distingue mon ami au m'écoutait distraitement. Regarder distraitement).
milieu de la foule). 2. Tanımak, seçmek, distrayants s. Eğlendirici, oyalayıcı, dinlendirici,
ayırdetmek (Distinguer les sons, les odeurs, les iç açıcı (Film distrayant).
goûts). 3. Distinguer qn, qch de: Birini, bir şeyi distribuable s. Dağıtılabilir, "tevzi edilebilir
-den ayırmak, ayırdetmek, seçmek (Distinguer le (Bénéfice distribuable).
bien du mal, le vrai du faux). 4. Distinguer qch de distribuer gçl. 1. Dağıtmak (Distribuer des
qch: Bir şeyi -den ayrı kılmak, ayırmak (La raison prospectus, des tracts dans la rue. Distribuer des
distingue l'homme des animaux). § Se distinguer: prix, despostes, des titres). 2. Distribuer qch à: Bir
1. Belirmek, belirli olmak, açıkça görülmek (Les şeyi -e dağıtmak, vermek (Distribuer des armes
montagnes se distinguent). 2. Kendini göstermek, aux soldats, distribuer des cartes aux joueurs). 3.
sivrilmek (Se distinguer par son intelligence). 3. Bölüm bölüm ayırmak, sıralamak (Distribuer
distributaire 451 divertir

logiquement les points d'un exposé). 4. Sağa sola divagations d'un fou. Divagations d'un malade).
savurmak (Distribuer des coups de poing). divaguer gsz. 1. Başıboş dolaşmak (Divaguer çà et
distributaire s. ve ad. huk. Dağıtımda pay alan. là). 2. Taşmak, yatağından çıkmak (Rivière qui
distributeur, trice ad. 1. Dağıtan, dağıtıcı, divague). 3. Saçmalamak, saçma sapan şeyler
dağıtımcı (Distributeur de film, de prospectus). 2. söylemek (Tu divagues). 4. Sayıklamak (Un
Dağıtıcı alet, dağıtımcı, *dağıtmaç (Distributeur malade qui divague).
d'essence). divan er. 1. Sedir, divan (S'allonger sur le divan). 2.
distributif, ive s. Bölüştürücü, dağıtıcı. § Justice tar. Divanı hümayun (Le sultan fit assembler un
distributive: Dağıtıcı adalet, divan). 3. Osmanlı hükümeti; Osmanlı devleti,
distribution diş. 1. Dağıtım, dağıtma, bölüştürme Osmanlı İmparatorluğu,
(Distribution de prospectus, de vêtements, dive bouteille diş. İçki; şarap,
d'essence. Distribution du travail, de journal, de divergence diş. 1. mat. Iraksama. 2. mec. Ayrım,
brochure). 2. Bölümleme, bölümlere ayırma, ayrılık (Divergence de vues, d'opinions, d'idées,
sıralama (Distribution de chapitres dans un livre). de goût).
3. Dağıtım düzeni (Distribution des eaux, de divergent,e s. 1. mat. Iraksak. 2. Birbirinden
l'électricité dans une ville). 4. dilb. Dağılım, ayrılan, ayrı, farklı (Suivre des voies divergentes.
distributionnalisme er. dilb. Dağıtımcılık. Opinions divergentes).
distributionnel,le s. 'Dağılımsal. diverger gsz. 1. mat. Iraksamak. 2. Ayrılmak (Nos
distributivement bel. Ayrı ayrı, bölüştürcü bir routes divergent). 3. mec. Uyuşmamak, ayrılmak,
biçimde. aykırılık göstermek (Nos opinions divergent sur ce
district er. 1. Bir mahkemenin dâvalarına point).
bakabildiği çevre, yargı çevresi (Un juge ne peut divers,e s. 1. Değişken, değişik (Des fleurs de
juger hors de son district). 2. Kaza (Chef-lieu de couleurs très diverses. Une terre qui est diverse
district: Kaza merkezi). comme le peuple qui l'habite). 2. Çeşitli, türlü,
distyle s. Çift sütunlu (Porte distyle). başka başka (Frais divers, dépenses diverses.
dit,es. 1. Denen, söylenen, lâkaplı (Jean dit le Bon). Parler sur les sujets les plus divers). 3. Birçok,
2. er. Orta çağda küçük günlük konuları işleyen hayli, nice (Diverses personnes m'en ont parlé).
oyun (Le dit de Pouille). 3. (Eski) Söz (Les dits diversement bel. Çeşitli biçimde (Fait diversement
mémorables de Socrate). 4. Ledit, ladite, lesdits, interprété par les commentateurs).
lesdites: Adı geçen, yukarda sözü edilen, "mezkûr diversification diş. Çeşitlendirme, çeşitlenme,
(Ledit vendeur, ladite maison, lesdits hommes, diversifier gçl. Çeşitlendirmek (Un peintre qui aime
lesdites, femmes). diversifier ses sujets).
dithyrambique s. 1. Ditiramba değgin, ditiramp diversiforme s. Şekli değişebilir, değişken biçimli,
biçiminde (Poème dithyrambique). 2. Aşırı diversion diş. 1. ask. Şaşırtma hareketi (Opérer une
övücü, göklere çıkaran (Louanges, paroles diversion avant d'attaquer). 2. Oyalama;
dithyrambiques). oyalanma (Un travail régulier sera une diversion à
dito bel. s. tic. Yukarıda adı geçenin aynı, "keza. son ennui).
diurèse hek. Sidik çoğalması, idrar bollaşması, diversité 1. Çeşitlilik (Diversité des goûts. Il était
diurétique s. hek. 1. Sidik arttırıcı, sidik getirici, grisé par la diversité de la vie). 2. Ayrılık,
idrarsöktürücü.2.er. Sidik söktürücüilaç,işetici. değişiklik, farklılık (Diversité d'opinion,
diurnal er. Gündelik dua kitabı, d'interprétation. Diversité des deux religions).
diurne s. 1. Gündüz yapılan (Travaux diurnes). 2. divertir gçl. 1. Eğlendirmek (Le film m'a bien
Bir günlük, bir gün süren (Mouvement diurne diverti). 2. Divertir qn de: Birini -den
d'un astre). 3. Gündüz ortaya çıkan, yalnız uzaklaştırmak, koparmak (Elle l'a diverti de sa
gündüzleri görünen (Rapaces diurnes, papillons famille). 3. Divertir qn de: Birini -den çelmek,
diurnes, fleurs diurnes). caydırmak, ayırmak (Divertir quelqu'un d'une
diva diş. (Eski) Ünlü şarkıcı kadın, occupation, d'un projet). 4. Çalmak, zimmetine
divagateur, trices. Saçmalayan, saçma sapan şeyler geçirmek (Divertir de l'argent, une partie d'une
söyleyen. succession). Se divertir: 1. Eğlenmek (Nous nous
divagation diş. 1. Taşma, yatağından çıkma sommes bien divertis hier soir). 2. Se divertir de
(Divagations des eaux). 2. Başı boş dolaşma qn, de qch: -ile alay etmek, eğlenmek (Il se divertit
(Divagation des animaux, du bétail). 3. de nous, de mes vêtements). 3. Se divertir à f. qch:
Saçmalama, saçma sapan sözler sayıklama (Les -mekle oyalanmak, eğlenmek (Il se divertissait à
divertissant 452 dix-neuf

l'ahurir d'injures). (L'empire s'est divisé en trois).


divertissante s. Eğlendirici, oyalayıcı (Un film diviseur er. mat. 1. Bölen. 2. (Pek az kullanılır)
divertissant). Bölücü, ara bozucu, karıştırıcı. § Le commun
divertissement er. 1. Para aşırma, aşırtı, "ihtilas. 2. diviseur: Ortak bölen,
Eğlenme, oyalanma, hoş vakit geçirme (ilse livre divisibilité diş. Bölünebilirlik, parçalanabilirlik
à ce travail pour son divertissement personnel). 3. (Divisibilité de la matière).
Eğlence (Le public veut avant tout son divisibles. Bölünebilir (Matière, nombre divisible).
divertissement et son plaisir). 4. Tiyatroda perde division^. 1. Bölme (Division d'un corps en petites
arası dans ve şarkı. 4. müz. Operada danslar parties). 2. Bölme, bölünme, bölüşme (Division
bölümü; çalgı müziğinde danslar dizisi; d'un terrain, d'une propriété, d'une terre). 3.
onsekizinci yüzyılda süitten çıkma bir biçim Bölünme, kollara ayrılma (Division d'un fleuve,
(Divertissement de Mozart). d'une route). 4. ask. Tümen (Divisions blindées.
divette diş. Şarkıcı kadın. Général de division). 5. Anlaşmazlık, "nifak
dividende er. 1. mat. Bölünen. 2. Ortakların yada (Mettre, semer la division dans une. famille). 6.
alacaklıların her birine düşen pay, "temettü, Bölüm, "taksimat (Division administrative d'un
*düşerge (Toucher, recevoir son dividende). pays). 7. Bölünme, parçalanma (Division d'un
divin,e s. 1. Tanrısal (Justice divine, bonté divine). parti politique).
2. Kutsal. 3. Olağanüstü, yetkin, eksiksiz (Poésie divisionnaire s. Bir bölüme, bir kola değgin. 2.
divine, musique divine). 4. Çok güzel, çok hoş (Le Tümene değgin (L'état-major divisionnaire était
tabac est divin, il n'est rien qui l'égale. Il fait un au complet). 3. er. Tümgeneral,
temps divin). divorce er. 1. Boşanma; boşama (Il a demandé le
divinateur,trice s. ve ad. 1. Kâhin, *bilici. 2. divorce). 2. Ayrılık, karşıtlık, ayrım, "fark (Ily a
Uzgören (Puissance divinatrice, esprit divorce entre la théorie et la pratique). 3. mec.
divinateur). İlgisini kesme (Depuis son divorce, il ne fréquente
divination diş. 1. Kâhinlik, "bilicilik (Les anciens plus ces personnes). § Action en divorce: Boşanma
pratiquaient la divination par l'interprétation des davası.
signes). 2. Uzgörme, ileriyi kestirme, "Uzgörü. divorcé,es. ve ad. Boşanmış (Un homme divorcé. Il
divinatoire s. Kâhinliğe değgin (Art, science a épousé une divorcée).
divinatoire). divorcer gsz. 1. Boşanmak (J'ai décidé de divorcer).
divinement bel. 1. Tanrıdan gelme olarak, Allah 2. Divorcer avec, d'avec qn: -ile boşanmak -den
tarafından. 2. mec. Olağanüstü bir biçimde (Elle boşanmak (Il a divorcé d'avec sa femme. Elle a
chante divinement bien). divorcé avec un mari indigne).
divinisation diş. Tanrılaştırma, çok yüceltme; divulgateur, trice ad. Açığa vurucu, dile düşürücü,
tanrılaşma, çok yücelme, ifşa edici.
diviniser gçl. 1. Tanrılaştırmak, çok yüceltmek divulgation diş. Açığa vurma, dile düşürme, "ifşa (II
(Diviniser un héros). 2. mec. Aşırı övmek, est inculpé pour divulgation de secrets d'Etat).
göklere çıkarmak (Diviniser une oeuvre, un divulguer gçl. Açığa vurmak, ortaya dökmek, dile
auteur). düşürmek, "ifşa etmek (Divulguer un secret, une
divinité diş. 1. Tanrısallık. 2. Tanrı (Adorer la nouvelle. Les journaux ont divulgué le nom des
Divinité). 3. Tapınılan şey yada kimse. suspects). § Se divulguer: Duyulmak, yayılmak
divis,e s. 1. Bölünmüş, pay edilmiş, taksim edümiş (La nouvelle s'est rapidement divulguée).
(Propriétés divises). 2. er. Bölünmüşlük, divulsion diş. Şiddetle koparma,
bölünme, taksim; ortaklar arasında pay dix s. 1. On (Dixpommes). 2. Onuncu (Ouvrez la
edilmişlik. page dix. Charles dix). 3. er. Ayın onu (Le dix
diviser gçl. 1. Bölmek, ayırmak (Diviser un gâteau, du mois. Nous sommes le dix aujourd'hui). 4. er.
un terrain). 2. Diviser qch en: Bir şeyi -e ayırmak, On sayısı. 5. (İskambil kâğıtlarında) Onlu (Le
bölmek (Diviser un pain en deux parties). 3. dix de carreau).
Diviser qch entre: Bir şeyi ... arasında dixième 1. Onuncu (Le dixième siècle, la dixième
paylaştırmak (Diviser un héritage entre les maison). 2. er. Onda bir (Les trois dixièmes d'une
parents). 4. Diviser qch par: Birşeyi -e bölmek (Si partie). 3. er. Onda bir piyango bileti (Chaque
on divise vingt par cinq, on obtient quatre). § Se mois, il achète un dixième).
diviser: 1. Bölünmek, ayrılmak, parçalanmak. 2. dixièmement bel. Onuncu olarak,
Se diviser en: -e bölünmek, parçalanmak dix-neufs, ve ad. 1. On dokuz. 2. On dokuzuncu. 3.
dix-neuvième 453 dog-cart

er. Ayın on dokuzu, politique, économique). 2. huk. Bilimsel içtihat,


dix-neuvièmes, vead. On dokuzuncu, document er. 1. Belge (Rassembler des documents
dix-sept s. ve ad. 1. On yedi. 2. On yedinci. 3. er. avant de passer à la rédaction d'une thèse). 2. Senet
Ayın on yedisi, (Document à ordre: Emre yazılı senet. Document
dix-septièmes, vead. On yedinci, endossable: Ciro yoluyla devredilebilen senet.
dizain er. ed. On dizeli kıta, onluk, Document probant: Kanıtlayıcı belge, "isbat
dizaine diş. 1. On parçadan oluşmuş tüm, onluk vesikası).
(Dix dizaines forment une centaine). 2. Une documentaire s. 1. Belgesel (Un texte documentaire
dizaine de: On kadar... (Une dizaine d'années). 3. sur les événements. Traite documentaire: Belgeli
On kadar (Ils étaient une dizaine). 4. Teşbihte on poliçe. Preuve documentaire: Yazılı kanıt). 2. er.
tanelik bölüm (Dire une dizaine de chapelet). Öğretici film, belgesel film (Documentaire sur la
djebel er. Ar. Dağ, "cebel, vie des fauves).
djinn er. Ar. Cin. documentaliste ad. Belge toplayan, belgeci,
do er. müz. Do. documentariste er. Belgesel film yapıcısı, öğretici
docile s. 1. Uslu (Un élève docile). 2. Uysal, film yapıcısı,
yumuşak başlı (Une femme docile). 3. Docile à: -e documentation diş. 1. Belgeleme, belgelere
karşı saygılı (Un élève docile à ses maîtres. Je suis dayandırma. 2. Belge, belgeler (Fiches de
docile à la critique quand elle me paraît juste). documentation. Une documentation riche).
docilement bel. Usluca, uysalca (Obéir docilement). documenter gçl. 1. Belgelemek, belgelere
docilité 1. Usluluk (Enfant remarquable par sa dayandırmak (Documenter une thèse, un
docilité). 2. Uysallık, yumuşak başlılık. 3. Docilité ouvrage). 2. Documenter qn sur qch: Birine
à qch: -e karşı saygılılık (Docilité aux conseils des -konusunda belgeler vermek, belgelerle
parents, à la loi). donatmak (Le bibliothécaire m'a bien documenté
dock er. İng. 1. Dok, gemi yapılan yada onarılan sur la question). § Se documenter: Belgeler
üstü örtülü havuz. 2. Ticaret mallarını saklamak bulmak, belgeler sağlamak, belgelerle donanmak
için rıhtımda yapılan büyük depo (Dock à blé). (Je me suis longuement documenté avant
docker er. İng. Dok işçisi. d'entreprendre cette affaire).
docte s. 1. Bilgiç, ukala (Ce docte personnage dodécaèdre er. geom. Oniki yüzeyli.
pérorait devant son auditoire. Un air docte, un ton dodécagonal,e s. geom Oniki açılı,
docte). 2. ad. Bilgin (Il esi reçu au rang des doctes). dodécagone er. geom. Onikigen.
doctement bel. 1. Bilgince; kitap gibi (Parler dodécaphoniques. müz. Oniki sesli diziyi kullanan;
doctement) • 2. (Alay) Bilgiçlik taslayarak (Il nous oniki sesli.
expliqua doctement les raisons de ce phénomène). dodécaphonisme er. müz. Onikisesçilik; oniki ses
docteur er. 1. Doktor, hekim (Il est docteur, elle est dizisine dayalı atonal müzik dizgesi,
docteur. Appeler, faire venir le docteur). 2. dodécastyle s. (Mimarlıkta) Oniki sütunlu, önünde
Doktora yapmış kimse, doktor (Docteur ès lettres, oniki sütun bulunan (Temple dodécastyle).
ès science, en droit). 3. Yüksek bilgin, dodécasyllabe s. 1. Oniki heceli (Vers
doctoral,e s. 1. Doktorluğa değgin. 2. (Alay) Pek dodécasyllabe). 2. er. Oniki heceli dize.
bilgince, bilgiççe (Un air doctoral, un ton dodelinement er. (Başta yada vücutta) Sallantı;
doctoral). sallanma.
doctoralement bel. Bilgiçlik taslayarak, bilgiççe dodeliner, dodiner gsz. 1. -si sallanmak (Dodeliner
(Parler doctoralement). de la tête, du bras: Başı, kolu sallanmak). 2. gçl.
doctorat er. 1. Doktorluk; doktora (Thèse de Uyutmak için hafif hafif sallamak (Dodeliner un
doctorat). 2. Doktora sınavı (Passer son bébé, un petit enfant).
doctorat). dodo er. (Çocuk dilinde). 1. Uyku (Faire dodo:
doctoresse diş. Kadın doktor, Uyumak). 2. Yatak (Aller au dodo: Yatağa
doctrinaire er. 1. Belirli bir Hıristiyan tarikatı girmek. Mettre un enfant au dodo).
papazı. 2. (Restauration döneminde) Liberal. 3. dodu,e s. 1. Semiz (Un enfant dodu). 2. Tombul
mec. Bir öğretiye körü körüne bağlı kimse. 4. s. (Des bras dodus).
Bilgiççe (Parler sur un ton doctrinaire). dogaresse diş. Duka karısı. Eski Venedik yada
doctrinal,e s. Öğretiye değgin, *öğretisel Ceneviz cumhurbaşkanı kansı.
(Querelles doctrinales). dog-cart er. Av köpeklerini de taşıyan özel av
doctrine diş. 1. din ve fels. Öğreti (Doctrine arabası.
doge 454 domaine

doge er. Eski Venedik yada Ceneviz les doigts de qch: -e pişman olmak (Use mordait les
cumhurbaşkanı, duka. doigts de son imprudence). Toucher qch du doigt:
dogmatique s. 1. fels. tnaksal, °nassî (Philosophie Apaçık görmek, hemen anlamak (Toucher du
dogmatique). 2. mec. Kesin (Un ton dogmatique, doigt le but, la fin). Y mettre les quatre doigts et le
un esprit dogmatique). 3. er. İnakçı (C'est un pouce: Dört elle sarılmak. Entre l'arbre et
dogmatique). 4. diş. Bir dindeki inaklar (La l'écorce, il ne faut pas mettre le doigt: Etle kemiğin
théologie se divise en dogmatique et en morale). arasına girilmez,
dogmatiquement bel. 1. İnaksal olarak. 2. Kesin doigté er. 1. müz. Parmak basış, parmak gezdiriş
olarak. ( Ce pianiste a un excellent doigté). 2. El uzluğu (Le
dogmatiser gsz. 1. Din inaklarını öğretmek, doigté d'une dactylo, d'un graveur). 3. mec.
yaymak. 2. mec. Kesin olarak konuşmak (Un Ustalık, beceriklilik, yol yöntem bilme (Cegenre
pédant qui dogmatise sur tout). d'affaire demande du doigté).
dogmatisme er. fels. 1. İnakçılık, "nassiye, doigter gsz. müz. 1. Parmak basmak, parmak
dogmatizm. 2. mec. Kesinleme, kesin söz, kesin gezdirmek (Sa manière de doigter est incorrecte).
konuşma, 2. gçl. Parmakların nasıl basılacağını göstererek
dogmatiste s. ve ad. İnakçı, dogmatist. çalmak (Doigter un passage).
dogme er. fels. 1. İnak, °nas, dogma (Le dogme de doigtier er. Parmak kılıfı (Doigtier de cuir).
l'immortalité de l'âme. Le dogme marxiste du doit er. (Hesap defterinde) Verecek hanesi, borç
matérialisme dialectique). 2. Bir dindeki inaklar, hanesi,
düşünce ve inançlar bütünü (Les théologiens qui dol er. Dolan, hile.
scrutent le dogme). dölce [daltjej bel. müz. Tatlı ve yumuşak,
dogre er. Kuzey denizinde kullanılan bir tür balıkçı dölce vita diş. Tatlı yaşam, tatlı hayat, dolçe vita.
gemisi. dolcissimo bel. müz. Çok tatlı ve yumuşak,
dogue er. 1. Bir tür buldog köpeği. 2. Sert adam, doléance diş. ç. Sızlanma, yakınma, şikâyet (Jen'ai
öfkeli adam, hır gürcü, pas le temps d'écouter leurs doléances).
doigter. 1. Parmak (L'homme a cinq doigts à chaque dolent,e s. Sızlanan, yakınan (Un vieillard dolent.
main). 2. Parmak biçiminde uzanan bölüm, Une voix dolente).
parmak (Les doigts d'un gant). 3. Çok az şey, doler gçl. Fıçıcı keseriyle yontmak,
parmak kadar şey, kıl payı (Il s'en est fallu d'un dolichocéphales, ve ad. Uzun kafalı,
doigt). 4. Un doigt de: Azıcık, bir parmak (Boire doline diş. coğr. Koyak, kokurdan, düden, obruk,
un doigt de vin). § A un doigt de, à deux doigt de: dollar er. Dolar.
Çok yakınında, pek yakından (La balle est passée dolman er. Dolman, önü işlemeli asker ceketi,
à un doigt du coeur. Le projectile est passé à deux dolmen er. Dolmen; iki tanesi dikili, üçüncüsü de
doigts de son visage). Avoir des doigts de fée: Eli uz bunların üzerine kapak gibi yatırılmış üç kocaman
olmak, çok becerikli olmak. Connaître, savoir taştan oluşan taş çağı mezarı,
qch sur le bout du doigt: Su gibi bilmek, çok iyi doloire er. 1. Fıçıcı keseri, barda. 2. Harç karma
bilmek, ezbere bilmek. Etre à deux doigts de qch, çapası.
de f.qch: -in eşiğinde olmak, -meşine ramak dolomie, dolomite diş. yerb. Dolomi, doğal
kalmak (Il fut à deux doigts de la mort. J'ai été à kalsiyum ve magnezyum karbonatı,
deux doigts de réussir). Etre comme les deux doigts dolorismeer. fels. Acıcılık, "elemiye.
de la main: Birbirine çok bağlı olmak. Faire dolosif, ive s. Dolanlı, hileli, aldatmaca
marcher qn au doigt et à l'oeil: Birini elinde (Manoeuvres dolosives).
sopayla idare etmek, istediği biçimde yönetmek. dom fdâ] er. İspanyol soylularına verilen birünvan,
Fourrer ses doigts partout: Her şeye el atmak, her Don (Dom Garcie de Navarre).
şeye dokunmak. Lever le doigt: (Söz almak için) domaine er. 1. Yurtluk, "malikâne (Il est régisseur
Parmak kaldırmak. Mettre le doigt sur qch: -i d'un domaine de cent hectares). 2. Beylik arazi. 3.
bilivermek, keşfetmek, üstüne basmak. Montrer mec. Alan (Le domaine de la science). 4.
qn du doigt, au doigt: Birini herkesin içinde alaya Uzmanlık alanı, yetki alanı (Son domaine, c'est
almak. Ne faire oeuvre de ses dix doigts: Hiçbir şey l'histoire du Moyen Age. Cette question n'est pas
yapmamak. Obéir, servir au doigt etàl'oeil: Harfi de mon domaine). 5. Emlâk (Domaine national:
harfine, tam, nasıl denmişse öyle itaat etmek, Milli emlâk. Domaine privé: Özel emlâk). §Dans
hizmet etmek. Se mettre le doigt dans l'oeil: Bile le domaine de: -konusunda, alanında (Il a réalisé
bile lades demek, körcesine aldanmak. Se mordre de grands progrès dans le domaine de la science).
domanial 455 dommage

Tomber dans le domaine public: (Kafa ürünleri, est l'ironie).


sanal yapıları için) Belli bir süre sonra kamunun dominateur, trice s. ve ad. 1. Fatih (Alexandre le
malı olmak (Ce roman est tombé dans le domaine Grand, dominateur de l'Asie). 2. Egemen,
public). "hakim, efendi (Dominateurs et esclaves.
domanial,e s. 1. Bir malikâneye ait (Ferme L'Angleterre fut la dominatrice des mers). 3.
domaniale). 2. Beylik mallara değgin, beylik, Üstün gelen, yenen, bastıran (Pouvoir
kamu malı (Forêts domaniales). dominateur, force dominatrice).
dôme er. 1. Kilise, katedral (Le dôme de Milan). 2. domination diş. 1. Egemenlik, "hakimiyet (Mettre
Kubbe (Le dôme d'une mosquée, d'uneéglise). 3. fin à la domination étrangère). 2. Erk, "nüfuz,
Yassı tepecik. 4. Kümbet. § Le dôme du ciel: Gök sözgeçirme (Domination spirituelle, morale. Il
kubbe. exerce sur tous une domination irrésistible). §Etre,
domestication diş. 1. Evcilleştirme, 'ehlileştirme vivre sous la domination de: -in egemenliği altında
(Domestication d'un buffle, d'animaux bulunmak, yaşamak. Prendre sous sa domination:
sauvages). 2. mec. Uysallaştırma. Egemenliği altına almak,
domesticité diş. 1. Hizmetçilik, uşaklık. 2. Hizmetçi dominer gçl. 1. Egemen olmak, egemenliği altına
ve uşaklar (Domesticité d'une maison, d'un almak, "hakim olmak (Napoléon voulait dominer
château). 3. (Hayvanlar için) Evcillik, l'Europe. Dominer un peuple). 2. -den üstün
domestiques. 1. Eve, aileye değgin, evlik (Travaux olmak (Il domine nettement ses adversaires). 3.
domestiques. Economie domestique. Affaire -den daha önemli olmak, -den önde gelmek (Ce
domestique. Querelles domestiques). 2. Eveil problème domine toute l'affaire). 4. -i tutmak,
(Animaux domestiques). 3. er. Yuva, ev (Son frenlemek, bastırmak (Dominer sa colère, sa
domestique était réglé comme l'intérieur d'un douleur, ses passions). 5. -in yükseğinde
monastère). 4. ad. Hizmetçi yada uşak (Chercher bulunmak (Le château domine le village). 6. -e
une domestique. Je ne suis pas son domestique). 5. hakim olmak, iyi kavramak, çok iyi bilmek (Un
er. Hizmetçi ve uşak takımı. § Traiter qn comme écrivain qui domine son sujet). T.gsz. Buyurmak,
un domestique: Birine uşak muamelesi yapmak, sözünü geçirmek, hükmetmek (Il aime dominer).
domestiquer gçl. I. Evcilleştirmek (Domestiquerun 8. Dominer sur a) -e hükmetmek, sözünü
animal). 2. Hizmetinde kullanmak, yararlanmak dinletmek; -i egemenliği altında tutmak (II
(Domestiquer le vent, les marées). domine sur tous ses collègues. Nation qui domine
domicile er. 1. Ev, konut (Adresse de domicile. sur tout un continent), b) -e bakmak, -e hakim
Abandonner, quitter le domicile conjugal. Etre olmak (La forteresse qui domine sur un lac). § Se
sans domicile). 2. Genel merkez (Domicile d'un dominer: Kendini tutmak, kendine egemen
parti). § A domicile: Evine, evinde (Livraison à olmak, "nefsine hakim olmak (On doit savoir se
domicile: Eve teslim. Le facteur porte les lettres à dominer).
domicile. Travailler à domicile). Elire domicile: dominicain,e ad. 1. Domeniko tarikatından rahip
Yerleşmek. yada rahibe. 2. s. Dominik'e değgin (La
domiciliaire s. Eve, konuta değgin. § Visite République dominicaine).
domiciliaire: (Yargıç kararıyla) Konutta arama, dominical,e s. 1. Tanrısal, tanrı için (Oraison
domiciliation diş. Konut gösterme, dominicale). 2. Pazar gününe değin (Repas
domicilié,e s. Oturan, °ikamet eden. dominical, promenade dominicale). 3. diş. Pazar
domicilier gçl. -de oturuyor göstermek (On l'a duası.
domicilié par erreur à une adresse qui n'est pas la dominion er. Dominyon.
sienne). § Se domicilier: Yerleşmek, oturmak, domino er. 1. Domino (Faire une partie de domino).
konutlanmak. 2. Balolarda giyilen kukuletalı bir giysi,
dominance diş. 1. Egemen olma, başatlık, dominoterie diş. Oyun kâğıtları,
"hakimiyet. 2. Baskın olma, baskınlık, üstünlük, dominotier er. 1. Oyun kâğıtçısı. 2. Aşısız erik
başatlık. ağacı.
dominant,e s. 1. Egemen, "hakim (Pays dominant, dommage er. 1. Zarar, ziyan, kayıp (Dommage
nation dominante, classe dominante). 2. Üstün, matériel, moral). 2. Hasar (Dommages causés par
baskın, başat (Facteur dominant). 3. Başlıca, en la grêle). § Dommages-intérêts: Zarar ziyan,
önemli (Idée dominante d'un ouvrage. Trait tazminat. Demander, réclamer des dommages-
dominant d'un caractère). 4. diş. Belirleyici intérêts: Tazminat istemek, zarar ziyanınm
özellik, belirtici yön (La dominante de son oeuvre ödenmesini istemek. Obtenir des dommages-
dommageable 456 donner

intérêts: Tazminat almak. Subir un dommage: senedi (Transcrire une donation).


Zarara uğramak. Réparer un dommage: Bir donc bağ. 1. O halde, şu halde, öyleyse (Jepense,
zararı ödemek, gidermek. Causer un dommage à: donc je suis: Düşünüyorum, öyleyse varım). 2.
-e zarar vermek. C'est dommage: Yazık. C'est Demek, demek ki (Il voulait donc
dommage de f. qch: -mek yazıktır, -meşine yazık démissionner?). 3. İmdi (Donc, pour en revenir à
(C'est dommage de laisser pourrir ces fruits. C'est notre sujet). 4. (Şaşkınlık ve inanmazlık bildirir)
dommage que personne n'ait rien vu. Dommage Yok canım, haydi be (Allons donc, pas possible!:
qu'il ne l'ait pas dit). Quel dommage!: Ne yazık, Haydi be! öyle şey olmaz!). 5.Yahu, kuzum,peki
dommageable s. 1. Zarar verici. 2. Dommageable à: (Qu'as-tu donc aujourd'hui?). 6. Haydi (Viens
-e zararlı, zarar verici (Ces erreurs sont donc, parlez donc). § Dis donc, dites donc: Yahu,
dommageables à toute la nation). hey, kuzum (Dis donc, tu ne sais pas parler
domptables. Yola getirilebilir, başedilebilir, başa d'autres choses).
çıkılabilir (Un animal domptable, un enfant dondon diş. tkz. Şişko kadın, şişko kız (La bouchère
domptaole). est une grosse dondon).
domptage er. Yoia getirme, eğitme (Le domptage doigon er. Kale burcu, burç.
d'un cheval). don juan er. Çapkın erkek, çapkın (C'est un don
dompter gçl. 1. Yenmek, alt etmek, yola getirmek, Juan). § Jouer les don Juan: Çapkınlık etmek,
boyun eğdirmek (Dompter des rebelles, des hovardalık etmek,
insoumis). 2. Tutmak, egemen olmak, bastırmak, donjuanesque s. Çapkınca, donjuanca
hâkim olmak (Dompter ses passions, sa colère). 3. (Manoeuvres donjuanesques).
Evcilleştirmek, eğitmek, "terbiye etmek doqjuaniser gsz. Çapkınlık etmek, donjuanlık
(Dompter un cheval, dompter les fauves dans un etmek.
cirque). 4. mec. Baskısı altına almak, donjuanisme er. Çapkınlık, donjuanlık.
yararlanabileceği duruma getirmek (Dompter les donnantes. Eli açık, cömert (lln'estguèredonnant.
forces de la nature, dompter les eaux d'un fleuve). Tu as l'humeur donnante). § Donnant, donnant:
dompteur,euse ad. Hayvan eğiticisi (Dompteur de Her şey karşılıklı; verene verilir, vermeyene
fauves, de cheval). verilmez; düşün beni düşüneyim seni; al gülüm
don er. 1. Bağış (Recueillir des dons pour les ver gülüm (Le gouvernement, pour l'heure, a
sinitrés). 2. Verme, veriş (Depuis le don de son besoin de nous. Alors, donnant, donnant).
terrain à l'hospice, il se contente d'un jardinet). 3. donne diş. (Oyunda) Kâğıt verme, kâğıt dağıtma (A
Armağan (Donfait à l'occasion dujour de l'an. lia vous la donne). § Faire la donne: Kâğıt dağıtmak,
été comblé de dons). 4. Yetenek (Cultiver ses dons kâğıt vermek,
littéraires). 5. Rüşvet (Un don d'argent. Recevoir donné,e s. 1. Verilen, verilmiş (Propriété donnée en
un don). § Les dons de Bacchus: Üzüm. Les dons dot). 2. Belli, belirli (A une distance donnée. En
de Cérès: Tahıl. Les dons de Flore: Çiçekler. Les un lieu donné). 3. Etant donné: -yüzünden, -den
dons de la Fortune: Zenginlik. Avoir le don de: dolayı (Etant donné sa maladie, il n'est pas allé
...yeteneği olmak (Avoir le don de la parole, de au bureau aujourd'hui. Etant donné les
l'éloquence). Avoir un don pour: -e karşı yeteneği circonstances présentes, il ne faut pas aller trop
olmak, yetenekli olmak (Avoir un don pour la loin). Etant donné que: -diği için, -diğinden
peinture, pour la musique). Avoir le don de f.qch: dolayı, -diğine göre (Etant donné qu'il ne vient
(Alay) -mekte üstüne olmamak, işi gücü -mek pas, nous pouvons partir. Etant donné qu'on n'y
olmak (Ilale don de m'agacer). Faire un don à qn: peut rien faire, le mieux est d'attendre).
Birine bir bağışta, yardımda bulunmak. Faire don donnée diş. 1. Veri, "muta, dayanılan bilgi yada
de qch à qn: Bir şeyi birine bağışlamak (Faire don belge (Il nous faut certaines données pour faire des
de tous ses bien à son neveu). prévisions valables. Données statistiques, les
don er. (Ispanyollarda) Bay, Sayın (Don Juan, Don données d'une recherche). 2. Temel öge, başlıca
Quichotte). düşünce (Les données d'un roman, d'une
dona diş. (İspanyollarda) Bayan (Dona Sol, Doha comédie. Lire attentivement la donnée d'un
Inès). problème).
donataire ad. Bağış alıcı, kendisine bağış yapılan donner gçl. 1. Vermek (Donner un pourboire, un
kimse. livre, un remède, des cadeaux). 2. Donner qchà:-e
donateur, trice ad. Bağışçı, bağış yapan, birşey vermek, sunmak (Donner des bonbons aux
donation diş. 1. Bağışlama, bağış "hibe. 2. Bağış enfants, des étrennes à un concierge, une
donner 457 donner

récompense au vainqueur). 3. Çok ucuza satmak, sur: -e çarpmak (Le navire alla donner sur les
bedava vermek (On ne le vend pas, on le donne). écueils). 36 .gsz. Vurmak,girmek (Le soleil donne
4. Donner qch pour, à: Uğruna vermek, feda dans la cour). 37. gsz. Donner dans: a) Kendini
etmek, hasretmek (Donner sa vie, son sang pour vermek, dalmak, işi -e dökmek (Donner dans le
la patrie. Donner tout son temps à une oeuvre). 5. luxe, dans le snobisme), b) Düşmek (Donner dans
Vermek, ayırmak (Il m'a donné toute sa journée). le piège, dans l'embuscade, dans le défaut, dans le
6. Donner qch pour, contre: Bir şeyi... ridicule). 38. gsz. Donner sur: -e bakmak, nazır
karşılığında vermek; verip...almak (Donner son olmak (Ma fenêtre donne sur la rue; une maison
cheval pour un âne, contre un mulet). 7. Vermek, qui donne sur la mer). 39. gsz. Gevşemek, kendini
ödemek (Combien donne-t-il à ses ouvriers?). 8. salmak (Ce tissu va donner. Cette toile donne à
Donner qch à f.qch: Bir şeyi -meye vermek l'usage). §Sedonner: 1. Verilmek ( Une telle chose
(Donner ses chaussures à réparer, un devoir à ne se donne pas). 2. Se donner à: kendini -e
faire). 9. Donner qch à: -e götürüp vermek, teslim vermek, yoluna adamak, "hasretmek (Se donner à
etmek (Donner une lettre à son destinataire). 10. Dieu. Se donner à sa patrie, à une cause, à un parti,
Bulmak, sağlamak (Donner du travail à un au travail). 3. Oynanmak, temsil edilmek. (Ce
chômeur). 11. Düzenlemek, vermek, yapmak soir, une bonne comédie se donne ici). 4. Se donner
(Donnerunbal, uneréception, unefêteàsesamis). qch: a) Birbirine... vermek (Se donner des
12. Oynamak, temsil etmek (Donner une cadeaux, des baisers), b) Kendine... vermek (lise
comédie, une tragédie). 13. Söylemek, açıklamak, donne de grands airs). S. Se donner pour: Kendini
vermek (Je vais vous donner tous les détails sur ce ...sanmak (II se donne pour progressiste). §
sujet). 14. Göstermek, bulmak, ileri sürmek Donner à entendre qch à qn: Birşeyi birine ima
(Donner un prétexte, des raisons). 15. Bildirmek etmek, anıştırmak. Donner accès à: -in girmesine
(Voulez-vous me donner l'heure exacte). 16. izin vermek. Açılmak.. Donner à pleines mains:
Vermek, yapmak (Donner une conférence, un Avuç dolusu vermek, bol bol vermek. Donner à
cours). 17. Bulaştırmak, geçirmek (Jeluiaidonné qn son paquet: Birinin ağzının payını vermek.
mon rhume. Donner sa maladie à tous les membres Donner audience à qn: Biriyle görüşmeyi kabul
de la famille). 18. Vermek, bahşetmek, lütfetmek etmek. Donner avis à qn de qch: Birine bir şeyi
(Donnez-moi un peu de temps, un peu de répit). haber vermek, bildirmek. Donner beau jeu à qn:
19. Vermek, doğurmak (Elle a donné deux fils à Karşısındakine fırsat vermek, eline koz vermek.
son mari, la reine a donné un héritier au trône). 20. Donner carrière à: -e tam bir serbestlik vermek.
thbar etmek, ele vermek, bildirmek (Le voleur a Donner confiance à: -de güven uyandırmak, -e
donné ses complices à la police). 21. Donner qn à: güven vermek. Donner cours à: Boşaltmak,
Birini -e vermek, -ile evlendirmek (Donner sa fille dökmek, serbest bırakmak (Donner libre cours à
à un avocat). 22. Donner à qn de f.qch: Birine ses larmes). Donner dans l'oeil à qn: -in gözüne
-meyi nasibetmek (Le Ciel nous a donné de çarpmak, dikkatini çekmek. Donner décharge à
souffrir). 23. Donner à f. qch: -tirmek, -meye yol qn de qch: Birini... yükümlülüğünden
açmak, -meyi gerektirmek. (Cela donne à kurtarmak, bağışık tutmak. Donner de la peine à
penser). 24. Yayınlamak, çıkarmak (Cet écrivain qn: Üzmek. Donner de l'eau bénite de cour: Boş
donne un roman par an). 25. Vermek, vaitlerde bulunmak. Donner de l'épée dans l'eau:
uyandırmak (Ça lui donne le goût des sciences). Havanda su dövmek, boşa pala sallamak. Donner
26. Donner à f. qch: -meye yol açmak, neden des fèves pour des pois: Aldığından fazlasını
olmak (Donner à rire, à réfléchir). 27. Çıkarmak, vermek, faiziyle ödemek. Donner du fil à retordre
koymak (Donner des lois). 28. Vurmak, à qn: -in başına çorap örmek, çok sıkıntılar
yapıştırmak (Donner un soufflet, un coup de pied vermek. Donner de la tête contre: Kafasını -e
à un arrogant). 29. Girişmek (Donner un assaut). çarpmak. Donner du relief à: -e bir renk, bir
30. Yol açmak, sonuç vermek (Je me demande ce canlılık vermek. Donner essor à: -i dışarı vurmak.
que ça va donner). 31. Tahminetmek (Quel âge lui Donner gain de cause à qn: Birine hak vermek,
donnez-vous? On lui donne trente ans). 32. haklı bulmak, haklı çıkarmak. Donner l'accolade
Donner pour: ... sanmak (On le donne pour à qn: Boynuna sarılmak, kucaklayıp öpmek.
coupable. Donner une chose pour vraie). 33 .gsz. Donner la chair de poule: Ürpertmek, tüylerim
Verim vermek, ürün vermek (Les blés n'ont pas diken diken etmek. Donner la chasse à:
donné cette année). 34. gsz. Savaşmak, saldırıya Kovalamak, izlemek, ardına düşmek. Donner la
geçmek. (L'armée va donner). 35. Donner contre, colique: Karın ağrısı vermek, canını çok sıkmak.
donner 458 dorage

Donner la main à qn: -e elini uzatmak, vermek. yardım etmek, omuz vermek. Donner un coup de
Donner la mort à: Öldürmek. Donner la note à: main à: -e yardımda bulunmak, yardım etmek.
Yol göstermek, önderlik etmek. Donner la Donner un coup de patte: İmalı bir söz söylemek,
question à: İşkence etmek. Donner la parole à: -e şöyle bir dokundurmak, iğnelemek. Donner un
konuşması için söz vermek. Donner l'assaut à: -e coup d'oeil à, sur: -e şöyle bir göz atmak. Donner
saldırmak, hücum etmek. Donner la préférence à: un démenti à: -i yalanlamak, "tekzip etmek.
-i yeğlemek, "tercih etmek. Donner la preuve de: Donner une danse à: -i azarlamak, cezalandırmak.
-in ustası, ehli olduğunu göstermek. Donner la vie Donner une leçon à: Birine iyi bir ders vermek,
à: Doğurmak, dünyaya getirmek. Donner le azarlamak, ağzının payını vermek. Donner une
branle à: -i sarsmak, canlandırmak, harekete poignée de main à qn: -in elini sıkmak, -ile
getirmek. Donner le bras à: -in koluna girmek. tokalaşmak. Donner un oeuf pour avoir un boeuf:
Donner le change à: -i kandırmak, aldatmak. Kaz gelecek yerden tavuğu esirgememek. Donner
Donner le coup de grâce à: -e son darbeyi un os à rogner à qn: Birinin önüne bir kemik
indirmek. Donner le coup de l'étrier: Son bir atmak, -e sus payı vermek. Donner un savon à qn:
kadeh içki içmek. Donner le jour à: Doğurmak, -i iyice azarlamak, haşlamak, eşekten düşmüş
dünyaya getirmek. Donner le sein à: Emzirmek, karpuza döndürmek. Donner un suifàqn: -i iyice
meme vermek. Donner les mains à: -i kabul azarlamak, paylamak. Ne savoir où donner de la
etmek; -e el atmak, girişmek. Donner l'essor à: -i tête: Ne halt edeceğini bilememek. § S'en donner:
geliştirmek, -e yeni bir atılım vermek. Donner Çok eğlenmek. Se donner du beau temps: Keyif
l'éveil à: -i uyarmak. Donner l'hospitalité à: -i çatmak. Se donner la mort: İntihar etmek,
konuklamak, misafir etmek. Donner libre cours kendine kıymak. Se donner la main: El ele
à: -i tutmamak, serbest bırakmak. Donner lieu à: vermek, el ele tutuşmak. Se donner le mot:
-e yol açmak, neden olmak, "mahal vermek. Sözleşmek, birbirine söz vermek,
Donner naissance à: Doğurmak, meydana donneur, euse ad. 1. Veren (Donneur d'avis,
getirmek; neden olmak, yol açmak. Donner prise donneur d'ordre). 2. Dağıtan, veren (Donneur de
à: -e yol açmak, neden olmak. Donner quittance à cartes). 3. Veren, kan verici (Un donneur;
qn de qch: Birine bir şey için makbuz vermek. donneur de sang). 4. hlk. Muhbir, ele verici. 5.
Donner raison à qn: -e hak vermek, haklı bulmak. Bağış yapmasını seven, eli açık, 'cömert,
Donner rendez-vous à qn:Birine randevu vermek. don quichotte er. Dünyayı düzeltme savında,
Donner sa main à qn: -ile evlenmeyi kabul etmek. tutkusunda olan, donkişot (Jouer les don
Donner sa mesure: Asıl karakterini belli etmek, Quichottes: Donkişotluk etmek).
neyin nesi olduğunu ortaya koymak. Donner sa don-quichottisme er. Dünyayı düzeltme merakı,
parole d'honneur: Namus sözü vermek, şerefi donkişotluk.
üzerine and içmek. Donner sa signature à qch: -e dont add. De qui, duquel, delaquelle, desquels,
imzasını koymak; onaylamak, benimsemek. desquelles yerine kullanılan adıl; eylemin aldığı
Donner ses huit jours à qn: Birini işten kovmak, ilgeç de olunca bu kullanılır ve genellikle "ki
işinden çıkarmak. Donner ses suffrages à: Oyunu ondan, ki onun" anlamına gelir. (Les événements
-e vermek; -i seçmek. Donner signe de vie: dont on parle: Söz edilen olaylar. Le femme dont le
Yaşadığını gösterecek bir şey yapmak; sağlığının mari ne travaille pas: Kocası çalışmayan kadın).
iyi olduğunu bildirmek. Donner son assentiment donzelle diş. Kendini beğenmiş ve gülünç kadın
à: -e rıza göstermek. Donner son compte à qn: -in
yada genç kız.
hesabını görmek, hesabını ödeyip başından
dopage er. Doping yapma; güçkatım yapma,
savmak. Donner suite à qch: -i sonuçlandırmak.
canlandırıcı ilâç alma. Doping yaptırma,
Donner sujet de f. qch: -mek olanağını vermek,
uyandırıcı ilâç yaptırma; güçkatımı yaptırma,
fırsatını vermek. Donner sur le nezàqn: -ile burun
doper gçl. 1. Doping yapmak, güçkatımı yapmak
buruna gelmek. Donner sur les doigts à qn: Birini
(Doper un cheval). 2. Uyandırıcı, canlılık verici
cezalandırmak. Donner sur les nerfs à qn:
ilâç vermek (Se doper avant un examen. Ses
Sinirlendirmek, sinirlerini bozmak. Donner tête
camarades l'ont dopé avant la course).
basse dans: Gözü kapalı -e girişmek. Donner tort
doping er. Ing. Doping, 'güçkatımı (Administrer un
à: Haksız bulmak, suçlu çıkarmak. Donner un bon
doping, prendre un doping).
pli à qn: -e iyi bir huy kazandırmak, güzel bir biçi m
dorade diş. 1. Fransa kıyılarında halkın çeşitli
vermek. Donner un coup de collier: Son bir atılım
balıklara verdiği ad. 2. Mercan balığı,
daha yapmak. Donner un coup d'épaule à: -e
dorage er. Yaldızlama, parlatma; yaldızlanma,
doré 459 dos

parlatılma. grasse matinée: Sabah uykusunu uyumak,


doré,es. 1. Yaldızlı (Boutons dorés d'un uniforme). sabahleyin geç kalkmak. Dormir son dernier
2. Altın sarısı, altın gibi (Les moissons dorées, des sommeil: Son uykusuna yatmak, ölmek. Dormir
cheveux dorés). 3. Çok iyi kızarmış, nar gibi sur les deux oreilles: İçi rahat uyumak, rahat ve
(Carpes dorées. Faisan doré). 4. er. Parlaklık, deliksiz bir uykuya dalmak. Dormir comme un
yaldız (Un cadre qui a perdu son doré: Yaldız loir, comme une marmotte, comme une souche:
dökülmüş bir çerçeve). § Langue dorée: Akıcı ve Kütük gibi uyumak. Dormir debout: Ayakta
süslü bir söyleyiş. § Rêve doré: Çok parlak ama uyumak, çok yorgun olmak. -A dormir debout:
gerçekleşmesi olanaksız düşünceler, tatlı düşler, İnanılmayacak, us almaz (Histoire à dormir
dorénavant bel. Bundan sonra, bundan böyle (J'ai debout, un conte à dormir debout). Laisser dormir
décidé de rire dorénavant le moins possible. qch: Bir şeyi uyutmak, -ile hiçilgilenmemek,-ihiç
Dorénavant, il travaillera régulièrement). işletmemek, kullanmamak (Laisser dormir un
dorer gçl. 1. Altın kaplamak, yaldızlamak (Dorer capital). Ne dormir que d'un oeil: Tavşan
un métal). 2. Yumurta sarısı sürmek (Dorer un uykusuna yatmak. Qui dort dîne: Uyku da bir
gâteau). 3. Sarartmak, altın sarısı rengi vermek gıdadır. Il n'est pire eau que l'eau qui dort: Yere
(Le soleil a doré les épis). 4. Yakmak, bakar yürek yakar; akan sudan korkma, durgun
tunçlaştırmak, bronz rengi yapmak (Le soleil a sudan kork.
dorésapeau). § Dorerlapilluleàqn: -i aldatmak, dormitif, ive s. Uyku verici, uyutucu (Discours
yaldızlı sözlerle kötü bir şeyi yutturmak, dormitif).
d'ores et déjà bel. Öteden beri, oldum olası, dormition diş. Meryem ananın ölümü ki Hıristiyan
doreur,euse s. ve ad. Yaldızcı. inanışına göre daha sonra göklere çıkmak üzere
dorien,ne s. 1. Doris'li. 2. Dor lehçesi. 3. Eski kısa bir uyku halinden başka bir şey değildi,
Yunan müzik tarzlarından biri. dorsal,e s. 1. Sırta değgin, arkaya değgin (Nageoire
dorique s. 1. Dorislilere özgü. Dor üslubunda dorsale. Sac dorsal). 2. diş. dilb. Dilin üstünden
(Architecture dorique). 2. er. (Yunan çıkarılan ünsüz, dilüstü ünsüzü. 3. diş. coğ.
mimarlığında) Sade tarz, dor üslubu, Sıradağlarda hep sırtlardan geçen çizgi,
doris diş. 1. Kabuksuz bir tür yumuşakça. 2. diş. ç. dorsalgie diş. Sırtağrısı.
Karnından-ayaklılar. 3. er. Morina balıkçılarının dortoir er. Yatakhane, koğuş (Dortoir d'une école,
kullandığı küçük bir sandal, d'une caserne).
dorlotement er. Nazlama, el üstünde tutma, dorure diş. 1. Yaldız (Dorure d'un cadre de
dorloter gçl. Nazlamak, nazlı alıştırmak (Dorloter tableau). 2. Yaldızlı süs (Uniforme couvert de
un enfant, sa femme). dorures). 3. Altın kaplama (Dorure sur métal.
dormant,es. 1. Uyuyan (Animaldormant). 2. mec. Dorure à l'or en feuille). 4. Pide yada pastaya
Küllenmiş, uyuyan (Il éveillait les sentiments sürülen yumurta sarısı,
dormants en elle). 3. Durgun, ölü (Une eau doryphore er. hayb. Kınkanatlılardan, patates
dormante, un lac dormant). 4. Açılmayan, sabit fidanlarına zarar veren bir böcek,
(Vitrage dormant, châssis dormant). 5. er. Söve, dos er. Arka, sırt (Le dos d'un cheval. Le dos de la
kapı ve pencere çerçevesinin dört yanından her main. Le dos d'une lettre. Le dos d'un livre. Ledos
biri (Le dormant d'une porte, d'une fenêtre). d'une veste).% Ados: Arkasında (Avoirl'ennemi à
dormeur, euse ad. 1. Uyuyan (Dormeur qui ronfle). dos). A dos de: -in sırtında (Transporter une
2. Uykucu (J'avais été jusque-là grand dormeur). marchandise à dos d'âne, à dos de mulet, à dos de
3. s. Uyuyan (Poupée dormeuse: Yatırınca chameau). Au dos: Sırtına, sırtında, arkasına,
gözlerini kapayan, kaldırınca açan oyuncak arkasında (Mettre les mains au dos. Aller sac au
bebek). 4. diş. Tek taş küpe. 5. diş. Uzun koltuk. § dos). Dans le dos: Arkasında, arkasından (Agir,
Les sept dormeurs: (Söylencede) Yedi uyurlar, parler dans le dos de quelqu'un). De dos:
"eshabı kehf. Arkadan, arkadan bakılınca (Cette coiffure est
dormir gsz. i. Uyumak (S'étendre pour dormir, ila mieux de dos). Dos à dos: Sırt sırta (Placer deux
dormi toute la nuit). 2. mec. Ölü gibi durmak, hiç personnes dos à dos). Sur le dos: Sırt üstü
kıpırdamamak, en ufak bir kımıltı göstermemek (S'étendre, tomber, s'allonger sur le dos). Avoir
(La nature dort sous la neige). 3. gçl. -i uyumak bon dos: 1. Sırtı kalın olmak, "vur abalıya"
(Dormez votre sommeil). § Dormir à poings konusu olmak. 2. Her türlü alay ve şakaya
fermés: Deliksiz uyumak. Dormir d'un sommeil katlanmak. En avoir plein le dos: Bıkmak, illallah
profond: Derin bir uyku çekmek. Dormir la demek, gına getirmek. Etre toujours sur le dos de
dosable 460 doublé

qn, derrière le dos de qn: Birinin arkasından bir richement sa fille). 2. Gelir vakfetmek (Doter un
dakika ayrılmamak, hep izlemek. Faire le gros hôpital, une école). 3. Doter qch de qch: Bir şeyi
dos: Sırtını kamburlaştırmak, saldırıya hazır -ile donatmak, bir şeye... vermek (Doter une
duruma geçmek (Le chat fait le gros dos). Faire armée d'armes modernes. Doter une usine de
froid dans le dos à qn: Birinin gözünü pek machines modernes). 4. Doter de: -ile süslemek,
korkutmak, içine büyük korku salmak. L'avoir zenginleştirmek (La nature a doté son esprit de
dans le dos: Başaramamak, başarısızlığa, düş brillantes qualités). 5. Etre doté de: -ile
kırıklığına uğramak. Mettre qch sur le dos de qn: donanmak.
Bir şeyin suçunu -in sırtına yüklemek. Passer la douaire er. Kocanın karısına sağladığı dulluk geliri,
main flans le dos de qn: -in sırtım sıvazlamak, -e douairière diş. 1. Kocasından kendisine dulluk
iltifat etmek. Renvoyer dos à dos: Hiçbirine hak geliri kalan yaşlı kadın. 2. Kibar dul.
vermemek (Renvoyer les deux parties dos à dos). douane diş. 1. Gümrük (Agent des douanes. Faire
Se mettre qn à dos: Birini kendine düşman etmek. sortir une marchandise de l'entrepôt de la douane.
Tourner le dos à: 1. Arkası -e dönük olmak (Les Formalités de douane. Passer à la douane). 2.
acteurs ne doivent pas tourner le dos au public). 2. Gümrük vergisi (Marchandise exemptée de
-e sırt çevirmek, yüz vermemek (Tous ses amis lui douane. Avec la douane, cet article est presque
ont tourné le dos). aussi cher ici que dans le pays d'origine).
dosable s. Dozu ayarlanabilir, dozlandınlabilir, douanier er. Gümrük memuru, gümrükçü
'düzelenebilir. (Douanier qui fouille une valise).
dosage er. Dozunu ayarlama, * düzeleme (Faire un douanier,ère s. Gümrüğe değgin (Tarif douanier,
dosage). politique douanière).
dose diş. 1. Doz, *düze; bir maddenin bir bileşiğe, douar er. Arap obası (Le douar comptait vingt
bir karışıma giren yada girmesi gereken miktarı tentes).
(Une forte dose de poison). 2. Ölçü, miktar doublage er. 1. Astar geçirme, astarlama (Doublage
(Mettre une petite dose d'ironie dans son discours). d'un vêtement). 2. (Bir gemiye) Maden kaplama
§ Avoir une fameuse dose de paresse: tkz. Pek geçirme. 3. (Sinemada) Sözlendirme (Doublage
tembel olmak. Dépasser la dose: Dozunu d'un film).
kaçırmak, ölçüyü aşmak, double s. 1. Çift, iki (Double exemplaire. Un mot à
doser gçl. 1. Dozunu ayarlamak, *düzemek (Doser double sens). 2. İki kat (Le prix de cet article est
un remède). 2. mec. Düzenlemek, ayarlamak (II double de ce qu'il était il y a dix ans). 3. İki yüzlü,
dose habilement l'éloge et la remontrance. Doser dalkavuk (Personne double). 4. İki yanlı çalışan,
ses efforts en fonction du but à atteindre). iki yana da hizmet eden (Agent double). S. er. İki
doseur er. Doz ayarlama aygıtı, dozlama aygıtı, kat (Dix est le double de cinq). 6. er. Kopya (Ilm'a
"düzeleme aygıtı, *düzeleyici. remis cet exemplaire du manuscrit, et il a gardé le
dossard er. (Sporcuların) Sırt numarası, double. Double d'un objet d'art). 7. er. Tıpatıp
dosse diş. Kereste biçilirken kabuklu kalan ilk ve benzeri (Le double d'une personne). 8. bel. İki kat
son parça, kapak, (La nuit, on paie double. Un travail qui compte
dossier er. 1. Dosya (Mettre ses papiers dans un double. Je commence à voir double). § En double:
dossier. Examiner un dossier. Constituer un İki nüsha, iki kopya. Etre à double face: İki yüzlü
dossier sur une affaire). 2. Arkalık (Le dossier olmak. Jouer quitte ou double: Ya fit olmak yada
d'une chaise). iki katım vermek üzere bahse girişmek. Mettre les
dossière diş. 1. (Koşumda) Sırt kolanı. 2. (Zırhta) bouchées doubles: 1. İki kat yemek yemek. 2.
Sırtlık. Hızlı çalışmak, iki kişinin yapacağı işi yapmak,
dot [dot] diş. Çeyiz, drahoma (Epouser une jeune doublé,e s. 1. İkilenmiş^ yinelenmiş (Colonne
fille pour sa dot). doublée, lettre doublée). 2. Astarlanmış, astar
dotal,e s. Çeyize değgin, drahomaya değgin (Les geçirilmiş (Robe doublée, veste doublée de
revenus dotaux). mouton). 3. Seslendirilmiş (Un film américain
dotation diş. 1. Kamu yararına çalışan kurumlara doublé). 4. Doublé de: -de eklenmiş (C'est une
ayrılmış gelir, vakıf gelir (Dotation d'un hôpital). malhonnêteté doublée d'une sottise. Un habile
2. Donatma, verme (Dotation d'un service en politicien doublé d'un remarquable orateur). S. er.
véhicules). 3. (Devlet başkanı, kral v.b. için) Kaplama (Doublé or, doublé argent). 6. er.
Ödenek, "tahsisat, Bilardoda, bilyamn kenara çarptıktan sonra
doter gçl. I . Çeyizlemek, çeyiz vermek (Doter karambol yapması.
doublement 461 douillettement

doublement bel. 1. İki bakımdan, iki nedenle, iki douceur diş. 1. Tatlılık (La douceur du miel, d'un
yüzden (Tu es doublement fautif. Je vous suis fruit). 2. Tatlılık, hoşluk (La douceur d'un
doublement reconnaissant). 2. er. İkileme, éclairage, d'un parfum). 3. Yumuşaklık (La
çiftleme (Doublement de la lettre T devant une douceur d'une peau, du velours, la douceur de la
finale muette). 3. er. ask. Çift sıra yapma, erleri température). 4. Dinginlik (Contempler la
ikişer sıra yapma, douceur du soir). 5. diş. ç. Şeker, şekerleme
doubler gçl. 1. İki katına çıkarmak (Il a doublé sa (Offrir des douceurs à un enfant). 6. diş. ç. Tatlı
fortune). 2. İkişer ikişer sıralamak, oturtmak sözler (Dire des douceurs à une femme). § Par la
(Doubler les soldats, les élèves). 3. Astar geçirmek douceur: Tatlılıkla, iyilikle (Apprivoiser un
(Doubler une robe). 4. Kalmak, ikinci kez animal par la douceur). En douceur: Yavaşça,
okumak (Doubler la classe). S. Geçmek, arkada usulcacık (S'éclipser, filer en douceur). Plus fait
bırakmak, sollamak (Doubler une voiturer, un douceur que violence: Tatlı dil yılanı deliğinden
camion). 6. Yerini almak, gelemiyen bir çıkarır.
sanatçının yerine oynamak (Doubler un acteur). douche diş. 1. Duş (Salle de douches. Cabinet de
7. İkinci bir dilde seslendirmek ( Doubler un film). toilette avec douche. Douche froide, chaude,
8. Doubler qn:W&. Birine ihanet etmek. 9. gsz. İki tiède). 2. mec. tkz. Paylama, papara. §
katına çıkmak, artmak (Les impôts ont doublé Administrer, donner une bonne douche à qn:
cette année). § Doubler la classe: Sınıfta kalmak. 2. Birini iyice paylamak. Prendre une douche: Duş
Doubler le pas: Adımlarını sıklaştırmak, hızlı yapmak. Recevoir une douche: Paylanmak, azar
yürümek. Doubler le cap: 1. Bir burunu aşmak, işitmek, paparayı yemek,
geçmek. 2. mec. Tehlikeyi atlatmak, köşeyi doucher gçl. 1. Duş yaptırmak (Doucher un enfant,
dönmek. un malade). 2. Islatmak (Lapluie les a douchés).
doublet er. 1. Foyah yalancı elmas. 2. Zar atmada 3. tkz. Azarlamak, paparayı yedirmek (Son père
çift. 3. dilb. Bir dilde, aslı aynı olan iki sözcükten l'a douché). 4. Düş kırıklığına uğratmak, keyfini
her biri, *eşil. 4. Çift. yarıda bırakmak, başından kaynar sular dökmek
doubleur, euse 1. ad. Sınıfta kalan öğrenci, çift dikiş (Cette mauvaise nouvelle l'a douché). § Se
yapan. 2. (Tiyatro, sinema) Yedek oyuncu, doucher: Duş yapmak,
doublon er. 1. İspanyol altını. 2. (Basımcılıkta) İki doucheur, euse ad. Duş yaptırıcı, duşçu (Les
kez dizilmiş sözcük, harf yada satır, doucheurs d'un établissement thermal).
doublure diş. 1. Astar (Mettre une doublure de soie). doucine diş. 1. (Mimarlıkta) Armudi silme. 2.
2. Yedek oyuncu (Doublure pour les scènes Armudi silme rendesi,
dangereuses d'un film). § Fin contre fin ne vaut doucir gçl. Parlatmak, cilalamak, cila vermek,
rien pour doublure: İki cambaz bir ipte oynamaz, doucissage er. (Aynaları, madenleri) Parlatma,
douce-amère diş. Yaban yasemini, cilalama.
douceâtres. Yavan bir tatlılığı olan. doué,e s. 1. Yetenekli (Un enfant doué). 2. Doué
doucement bel. 1. Tatlılıkla (Je lui ai expliqué pour qch: -i yeteneği olan (Il est doué pour la
doucement le problème). 2. Yavaşça, usul usul musique). 3. Etre doué de: -ile donatılmış olmak,
(Parler doucement. Il marchait doucement pour doğuştan, -e sahip olmak (Il est doué d'une bonne
ne pas faire de bruit). 3. Yavaş yavaş, hiç acele mémoire).
etmeden (Travailler doucement). 4. Şöyle böyle douelle diş. 1. Bir kemerin eğri yüzeyi. 2. Fıçı
(Les affaires vont doucement). tahtası.
doucereusement bel. 1. Yavan bir tatlılıkla. 2. İyilik douer gçl. Douer qn de qch: Birine... vermek ; birini
taslayarak. -ile donatmak (La nature a doué cet enfant d'un
doucereux,euse s. 1. Yavan bir şekilde tatlı (Une grand talent).
saveur doucereuse). 2. mec. Kendini yumuşak douille diş. 1. Sap deliği (Douille d'une bêche). 2.
huylu gösteren, iyilik taslayan (C'est un homme Fişek kovanı. 3. Duy, elektrik ampulününün
doucereux qui me déplaît). § Faire le doucereux: takıldığı yer.
İyilik taslamak, douillet,te s. 1. Yusyumuşak, yumuşacık ve rahat
doucet, te s. Yumuşak huylu yada kendini yumuşak (Lit douillet, oreiller douillet. Un nid douillet). 2.
huylu gösteren, mec. Narin, ürkek, aşırı duyarlı, çıtkırıldım (line
doucette diş. Frenk salatası, faut pas être si douillet).
doucettement bel. tkz. Yavaşçacık, usulca, usul douillette diş. Çocuk hırkası, papaz hırkası,
usul. douillettement bel. Rahatlık içinde, pek nazla,
douilletterie 462 douzièmement

yumuşaklıkla (Elever un enfant trop doutiez de cela?). 2. Se douter que: -ceğini


douillettement). düşünmek, sanmak (Je me doute que c'est facile).
douilletterie dis. Nazlılık. § Ne se douter de rien: Hiçbir şeyden haberi
douleur diş. 1. Ağrı, sızı (Douleurs rhumatismales. olmamak.
La douleur causée par une brûlure. Douleur dans douteur, euse s. vead. Şüpheci, kuşkucu,
la tête, dans le ventre. Sentir une douleur, éprouver douteusement bel. Kuşkulu bir biçimde, kuşkuyla.
une douleur). 2. Acı, dert, mutsuzluk (Il a eu la Şüpheli şekilde, şüpheyle,
douleur de perdre sa mère. J'ai essayé de consoler douteux, euse s. 1. Şüpheli, kuşkulu (Son succès est
sa douleur). § Confier sa douleur à qn: Derdini -e douteux. Il est douteux qu'il vienne ce soir). 2.
açmak. Etre dans les douleurs: Acılar, dertler Açık olmayan, karışık, kapalı (Sens douteux
içinde olmak. Partager la douleur de qn: -in d'une phrase). 3. Ne idiğü belirsiz, karışık (Viande
derdini paylaşmak. Réveiller, raviver une douleur douteuse, champignon douteux). 4. Pis, kirli
ancienne: Eski bir yarayı deşmek, geçmiş bir acıyı (Vêtements douteux, linge douteux). 5. Kötü
depreştirmek, (Réputation douteuse, moeurs douteuses). 6. Loş,
douloureusement bel. 1. Acı acı (Il gémissait sönük (Lumière douteuse).
douloureusement). 2. Acıyla, acılı bir şekilde, douve diş. (Şatoları çevreleyen) İçi su dolu hendek
douloureux,euse s. 1. Ağrılı, acı verici (Maladie (Des cygnes nagent dans les douves du château). 2.
douloureuse, une blessure douloureuse). 2. Fıçı tahtası. 3. (Hayvanlarda) Kelebek hastalığı.
İncinikli (Il a les pieds douloureux). 3. Acıklı, 4. bitb. Düğünçiçeği. 5. (Engellikoşularda) Geniş
üzücü (Une histoire douloureuse. Une séparation su hendeği,
douloureuse. Un film douloureux). 4. Acılı, douvelle diş. Küçük fıçı tahtası,
dertli, mutsuz (Un vieillard douloureux). 5. doux,ce s. 1. Tatlı (Fruits doux, l'eau douce,
Üzüntülü, acı dolu (Les yeux douloureux, un pommes douces, piment doux). 2. Yumuşak, tatlı,
regard douloureux). 6. diş. tkz. Hesap pusulası, ipek gibi ( Peau douce, étoffe douce, un lit doux). 3.
fatura, Yumuşak, ılık, ılıman (Température douce, il fait
doum er. Bir tür palmiye, un temps doux). 4. Ahenkli, tatlı, kulağa hoş
douro er. Beş pezeta değerinde İspanyol parası, gelen (Un murmure doux, une musique douce). S.
doute er. 1. Kuşku, şüphe (J'avais quelques doutes à mec. Hoş, güzel (Un espoir doux, une douce
son sujet, mais, je ne le croyais pas si pervers. Sa émotion). 6. Gürültüsüz, patırtısız, hır gürden
méthode m'inspire des doutes). 2. Tereddüt, uzak (Mener une vie douce). 7. Yavaş, hafif (Cuire
duraksama, kararsızlık (Après plusieurs jours de à feu doux).H. Yumuşak başlı, uysal (Il a un
doute, il a opté pour cette solution). § Sans doute: caractère doux. Il est doux comme un agneau. Un
Kuşkusuz, şüphesiz. Il n'ya pas de doute que..., enfant doux). 9. Yumuşak, işlenmesi kolay (Fer
Nul doute que..., Il est hors de doute que...: Hiç doux). 10. Doux à: -e hoş gelen; -in hoşuna giden
şüphe yok ki... (Il n'y a pas de doute que vous ne (Une voix douce à l'oreille. La solitude lui est
soyez le flambeau même de ce temps. Il est hors de douce). § Billet doux: Nâme,' aşk mektubu. En
doute que son intention était bonne). Avoir des douce: Belli etmeden, gizlice (Partir en douce. Il a
doutes sur: -konusunda şüphesi olmak. Etre dans fait ça en douce). Faire les yeux doux: Göz
le doute: Tereddüt, kararsızlık içinde olmak. süzmek, baygın baygın bakmak. Filer doux:
Laisser qn dans le doute: Birini tereddüt içinde Boyun eğmek, sesini çıkarmamak. Se la filer en
bırakmak. Mettre qch en doute: -den douce: Yaşayıp gitmek şunun şurasında.
şüphelenmek (Je mets sa sincérité en doute). Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan yaşayıp
douter gsz. Douter de: 1. -den şüphe etmek, gitmek.
kuşkulanmak (Je doute de ses paroles. Douter de douzain er. 1. Eski bir Fransız parası. 2. On iki
l'authenticité d'une nouvelle. Douter d'un succès). dizelik şiir parçası, onikilik.
2. -e güvenememek, -konusunda tereddütü douzaine diş. 1. Düzine (Objets venus à la
olmak (Douter du succès d'une entreprise. Douter douzaine). 2. On iki kadar, aşağı yukarı on ikisi
d'une personne, Je doute de sa sincérité, de son (Un enfant d'une douzaine d'années).
honnêteté). 3. Douterdef. qch: -mekte tereddüt douze s. 1. On iki (Douze pommes). 2. On ikinci
etmek, duraksama göstermek (Tournez-voua un (Pagedouze). 3. er. Ayinonikisi (Noussommesle
instant douter de l'accepter?). § Ne douter de rien: douze aujourd'hui).
Kendine fazla güvenmek. § Se douter de qch: 1. -i douzièmes. 1. On ikinci. 2. er. On ikide bir.
tahmin etmek, ummak, beklemek (Vous vous douzièmement bel. Onikinci olarak.
doyen 463 drapeau

doyen,ne ad. 1. (Bir kurumda) Yaş yada kıdem étrangère par une politique d'immigration).
bakımından başta gelen, en yaşlı, en kıdemli. 2. draineur,euse s. ve er. 1. Akaçlama işçisi. 2. s.
Dekan (Le doyen de la Faculté des Lettres). 3. Drenaj yapmaya yarayan, akaçlayan (Charrue
Manastır başkanı, başpapaz, draineuse).
doyenné er. 1. Manastır başkanlığı. Başpapazlık. 2. draisienne diş. Bisiklete benzer eski bir binit,
diş. Ağızda eriyiveren bir çeşit tatlı ve sulu armut, draisine diş. Drezin, demiryolu üzerinde kol gücü
doyenneté diş. En yaşlılık, yaşça en büyüklük, yada motorla işleyen küçük araba,
drachme Drahmi. Yunan parası, dramatiques. 1. Dramla ilgili, tiyatroya değgin (Art
draconien,ne s. 1. Eski Atinalı yasa koyucusu dramatique, oeuvre dramatique). 2. Tiyatro ile
Dracon'a değgin (Lois draconiennes). 2. mec. uğraşan (Auteur dramatique). 3. Coşturucu,
Çok sert, şiddetli, "zecrî (Prendre des mesures heyecan verici (Un sujet dramatique. Intensité
draconiennes). dramatique d'une scène). 4. Tehlikeli, çok kötü,
drag er. 1. Sürek'avı tarzında yarış. 2. Bu gibi "feci (La situation est dramatique. Une erreur
yarışları seyretmek için kadınların bindikleri dramatique). 6. er. Dram türü. 7. Üzgüsel,
araba. üzünçlü.
dragage er. 1. Taraklama, tarak dubasıyla dramatiquement bel. Acı bir şekilde (L'affaire se
temizleme (Dragage d'une rivière, d'un bassin). termina dramatiquement).
2. Tarama (Dragage de mine: Mayın tarama). 3. dramatisant,e s. Abartan, dramlaştıran (Une
tkz. Askıntı olma, tavlamaya çalışma, attitude dramatisante).
dragée diş. 1. Badem şekeri (Croquer une dragée. dramatisation diş. Dramlaştırma, oyun haline
Offrir des dragées aux enfants). 2. Av saçması. getirme (Dramatisation d'un récit).
§Tenir la dragée haute à qn: Bir şeyi birine dramatiser gçl. 1. Dramlaştırmak, oyun haline
pahalıya mal etmek, kolay kolay vermemek, getirmek, oyunlaştırmak. 2. Abartmak, pek
dragéifier gçl. İlâçların üstüne bir şeker tabakası acıklı gibi göstermek (Il nefaut rien dramatiser, la
geçirmek, draje haline getirmek, situation n'est pas perdue. Il dramatise le moindre
drageoir er. Badem şekeri kabı, şekerlik, incident).
drageon er. (Ağaçlarda) Kök sürgünü, dramaturge er. Dram yazarı, oyun yazarı,
drageonner gsz. (Ağaç) Sürgün vermek, kök dramaturgie diş. 1. Oyun yazarlığı, tiyatro
sürgünü vermek, yazarlığı. 2. Oyun yazma sanatı. 3. Tiyatro
dragon er. 1. Ejderha. 2. Dragon süvarisi. 3. mec. yapıtları.
Sert adam, canavar, ejder. 4. mec. Eli maşalı drame er. 1. Dram. 2. Tiyatro yapıtı (Drames de
kadın. 5. Hint kertenkelesi, Lessing). 3. mec. Kıya, cinayet (Les journaux ont
dragonne Kılıç püskülü, longument relaté ce drame passionnel). 4. Yıkım,
dragonnier er. bitb. Yalancı kardeşkanı ağacı, felâket (La rupture du barrage fut un drame
drague diş. 1. Tarak dubası yada tarak küreği. 2. terrible). 5. *Üzgü, "üzünç. § Drame lyrique:
Deniz dibinde sürüklenerek kullanılan balık ağı, Opera. En faire un drame: tkz. İşi çok abartmak,
sürtme ağı. 3. Mayın arama yada yok etme aygıtı. bir felâketmiş gibi göstermek (Il ne faut pas en
draguer gçl. 1. Tarak dubası yada tarak küreğiyle faire un drame). Faire de qch un drame: -i bir
temizlemek (Draguer une rivière, une baie, un felâket gibi göstermek, çok abartmak (Ilestprétà
bassin). 2. Mayın taramak (Draguerdes mines). 3. faire un drame d'un petit incident).
mec. tkz. Askıntı olmak, tavlamak (Draguer des drap er. 1. Yünlü kumaş, çuha (Coupon de drap.
filles dans la rue). Vêtement de drap). 2. Çarşaf (Drap délit). §Drap
dragueur er. 1. Mayın tarama gemisi. 2. tkz. Kadın mortuaire: Tabut örtüsü. Etre dans de beaux
avcısı, kızlara balta olan çapkın, draps: Çok güç bir durumda olmak. Etre entre
drain er. Akaç. deux draps: Yatakta olmak, yatağa girmek.
drainage er. 1. Akaçlama (Drainage d'une prairie, Mettre qn dans de beaux draps: Birini çok güç
d'un marais. Drainage d'une plaie). 2. Biriktirme, durumda bırakmak, başına işler açmak. Se
kendi elinde toplama (Drainage des capitaux, de mettre, se fourrer dans les draps: hlk. Yatağa
l'or). girmek, yatmak. Tailler en plein drap: Dilediği
draine, drenne diş. Ardıçkuşu. gibi davranmak,
drainer gçl. l.Akaçlamak (Drainer un marais, une drapeau er. 1. Bayrak (Salut au drapeau. Le
prairie. Drainer une plaie). 2. mec. Toplamak, drapeau national est le symbole de la patrie). 2.
kendine çekmek (Drainer la main-d'oeuvre Sancak, bayrak (Le drapeau d'un armée, d'un
draper 464 drille

régiment). § Drapeau rouge, drapeau noir: İhtilâl dressage er. I. Dikme, kurma (Dressage d'une
bayrağı, korsan bayrağı. Drapeau blanc: Teslim tente). 2. (Hayvanlarda) Eğitme, "terbiye etme;
bayrağı. Arborer, hisser le drapeau: Bayrak evcilleştirme (Dressage des animaux de cirque). 3.
çekmek, bayrak dikmek. Etre sous les drapeaux: Çok sıkı eğitim, hayvan terbiyesi gibi sert eğitim
Askerde olmak, askerlik görevini yapmak. (la l'éducation se confond avec le dressage).
Garnir qch de drapeaux: Bir şeyi bayraklarla dresser gçl. 1. Dikmek, dik tutmak, kaldırmak (Le
süslemek. Mettre les drapeaux en berne: cheval dresse les oreilles. Dresser la tête, le
Bayrakları yarıya indirmek. Mourir pour le menton. Dresser un mât). 2. Kurmak (Dresser une
drapeau: Yurt uğrunda ölmek. Planter un tente. Dresser un monument, une statue). 3.
drapeau: hlk. Para vermeden, hesabı ödemeden Kurmak, hazırlamak (Dresser la table, le
sıvışıp gitmek. Porter le drapeau: Bayraktarlık couvert). 4. mec. Düzenlemek, kurmak, "tertip
etmek, öncülük etmek, bir şeyin ilk etmek (Dresser une embûche, un piège). 5.
destekleyicilerinden olmak. Se ranger sous les Düzeltmek (Dresser une pierre, une planche, une
drapeaux de qn: -in safına geçmek, yanına pièce de métal). 6. Yazmak, kaleme almak,
katılmak. tutmak, düzenlemek (Dresser un procès-verbal,
draper gçl. I. Kumaşlara bürümek, giysi gibi un contrat, dresser une liste). 7. "Terbiye etmek,
üstüne kumaş geçirmek (Draper une statue, un eğitmek, yarandırmak; evcilleştirmek (Dresser
mannequin). 2. Kıvrımlar düşürmek, kıvrımlar des animaux de cirque; dresser des bêtes féroces).
yapacak biçimde düzenlemek (Couturier qui 8. Dresser qn contre: Birini -e karşı kurmak,
drape une étoffe. Draper un tissu, une tenture). § doldurmak, kışkırtmak (On l'a dressé contre
Se draper: 1. Sarınmak, bürünmek (Se draper moi). 9. Dresser qn à qch: Birini -e hazırlamak,
dans sa cape). 2. Se draper dans qch: -ile şişinmek, yetiştirmek (Dresser un jeune soldat au métier des
böbürlenmek (Se draper dans sa vertu, dans sa armes). 10. Dresser qn, qch à f. qch: Birini, birşeyi
probité). -cek şekilde eğitmek (Dresser un chien à rapporter
draperie diş. 1. Çuhacılık, kumaşçılık. 2. Çuha, le gibier. Dresser deux chevaux à trotter
kumaş (Un coupon de draperie anglaise). 3. ensemble). § Dresser l'oreille à: -e kulak
Kıvrımlı giysi. 4. (Resim ve heykelde) Giysi kabartmak. Dresser un piège à: -e karşı bir tuzak
kıvrımları; giysilerin ve kıvrımlarının kurmak. Dresser la tente: mec. tkz. Kamışını
belirtilmesi. kaldırmak. Faire dresser les cheveux sur la tête à
qn: -in tüylerim diken diken etmek; ödünü
drapier,ère s. ve ad. 1. Kumaşla ilgili (Ouvrier
patlatmak. § Se dresser: I. Dikelmek (Un ours qui
drapier, marchand drapier). 2. Çuhacı, kumaş
se dresse sur ses pattes de derrière). 2. Yükselmek,
yapımcısı yada satıcısı,
dikilmek (Le château fort se dresse au sommet
drastiques, hek. 1. İç sürdürücü (ilâç); müshil. 2.
d'une colline). 3. Se dresser contre: -e karşı
Sert, köklü, zorlayıcı (Des mesures drastiques.
koymak, -in karşısına dikilmek (Se dresser contre
Une réforme drastique).
un abus, une injustice, une guerre, un
drawback er. îng. Yapılı bir madde yurt dışına
envahisseur). § Se dresser sur ses ergots:
çıkarılırken ham maddesi için önceden ödenmiş
Horozlanmak,
bulunan gümrük resminin geri verilmesi, "reddi
dresseur, euse ad. Hayvan terbiyecisi, hayvan
rüsum.
drayer gçl. Sepileme sırasında derinin kalınlığını eğiticisi (Dresseur de chien, de fauves).
eşitlemek, derinin kalınlığını her yerinde eşit dressoir er. Sofra takımı dolabı.
duruma getirmek, dreyfusard,es. vead. Dreyfüs'çü,Dreyfüsyanlısı,
drayoir er. drayoire diş. Sepici bıçağı, dreyfusisme er. Dreyfüscülük, Dreyfüs yandaşlığı,
dreadnought er. İng. Dretnot, 305 milimetrelik on dribble er. (Sporda) Çalım, topla oynayıp çalım
tane topu bulunan eski bir zırhlı tipi. yapma.
drêche diş. 1. (Biracılıkta) Arpa posası. 2. dribbler gçl. 1. (Futbolda) Sürmek (Dribbler le
(İspirtoculukta) Patates yada tahıl posası, ballon). 2. Çalım yapıp geçmek (Dribbler un
drège diş. 1. Deniz derinliklerinde avlanmak için joueur). 3. gsz. Top sürmek (Voici deux avants qui
kullanılan büyük ağ. 2. Keten tohumlarının arrivent en dribblant).
ayırmaya yarayan demir tarak, dribbleur er. (Futbolda) Çalımcı, çalım yapmayı
drelin er. Çıngırak sesini yansılayan bir söz.trink seven.
trink. drille 1. er. (Eskiden) Asker. 2. diş. Bir tür delgi.
drenne, draine diş. hayb. Ardıç kuşu. 3. ç. Kâğıtlık paçavra. § Bon drille: Neşeli adam,
driller 465 droit

hoş adam. Vieux drille: Eski hovarda, hukuku. Droit de procédure: Usul hukuku. Droit
driller gçl. Delgiyle delmek; çelik kalem yada tığ de procédure civile: Hukuk mahkemeleri usulü.
kalemle delmek, Droit de procédure pénale militaire: Askeri ceza
drisse diş. (Gemide) Sancak yada yelken çekmeye usulü hukuku. Droit des gens: Devletler hukuku.
yarar ip, kandilisa. Droit des minorités: Azınlıklar hukuku. Droit des
drogman er. Tercüman. obligations: Borçlar hukuku. Droit des
drogue diş. 1. (Eczacılık, kimyacılık, boyacılık gibi successions: Miras hukuku. Droit international de
işlerde kullanılan) Ecza. 2. İlâç (Toutes les travail: Uluslararası iş hukuku. Droit interne: İç
drogues que lui ordonne son médecin lui font plus hukuk. Droit islamique: İslam hukuku. Droit
de mal que de bien). 3. Kocakarı ilâcı ( Prendre une maritime: Deniz hukuku. Droit militaire: Askeri
drogue, vendeur de drogues). 4. mec. Berbat şey hukuk. Droit national: İç hukuk, ulusal hukuk.
(Cette boisson est une vraie drogue). S. Droit naturel: Doğalhukuk. Droit objectif: Nesnel
Uyuşturucu madde (Un traficant de drogue). hukuk. Droit pénal: Ceza hukuku. Droit pénal
drogué,es. vead. Uyuşturucu kullanan, uyuşturucu militaire: Askeri ceza hukuku. Droit privé: Özet
tutkunu. hukuk. Droit public: Kamu hukuku, °amme
droguer gçl. 1. Bol ilâç vermek, ilâç tıkıştırmak (11 hukuku. Droit romain: Roma hukuku. Droit
ne faut pas droguer les enfants). 2. gsz. tkz. Çok rural: Arazi hukuku. Droit des morts: Ölüler
beklemek, beklemekten canı çıkmak. § Faire hukuku. De plein droit: Hukuken, hukuk
droguer qn: tkz. Birini bekletmek, bekletmekten bakımından. Philosophie du Droit: Hukuk
canını çıkarmak. § Se droguer: 1. İlâç almak, çok felsefesi. Règle de droit: Hukuk kuralı. Voies de
ilâç içmek (Il s'est détruit la santé à force de se droit: Hukuk yolları). 2. Hak (Droit absolu: Salt
droguer). 2. Uyuşturucu kullanmak, uyuşturucu hak, "mutlak hak. Droit acquis: Kazanılmış hak,
madde almak, müktesep hak. Droit aliénable: Devredilebilir
droguerie diş. 1. Ecza ticareti. 2. Ecza deposu, ecza hak. Droit banal: Genel kullanım hakkı. Droit
satılan yer. cessible: Devredilebilir hak. Droit conditionnel:
droguet er. Kabartma nakışlı kumaş (Droguet de Koşula bağlı hak. Droit d'accès: Giriş hakkı.
soie). Droit d'action: Dâvahakkı. Droit d'asile: Sığınma
drogueur er. tkz. Çok ilâç vermesini seven hekim, hakkı. Droit d'auteur: "Telif hakkı, 'yapıt hakkı.
droguistes, vead. Ecza tüccarı; ecza satan, Droit de cité: Hemşehrilik hakkı. Droit de
droit,e s. 1. Doğru, sağlam, yerinde (Une pensée commerce: Ticaret hakkı. Droit de conquête: Fetih
droite, un jugement droit. Le droit chemin). 2. Dik hakkı. Droit de contrôle: Denetleme hakkı. Droit
(Une tige droite. Angle droit. Ecriture droite). 3. défense: Savunma hakkı. Droit de grâce: Affetme
Sağ (La main droite; l'aile droite d'une armée). 4. hakkı. Droit de jouissance: "İntifa hakkı,
bel. Doğru, doğruca, dosdoğru (Marcher, aller yararlanma hakkı. Droit d'éligibilité: Seçilme
tout droit. Le poète va droit au coeur). § La droite hakkı. Droit de patrimoine: "Mamelek hakkı,
voie: Kurtuluş yolu, selamet yolu. Le droit malvarlığı hakkı. Droit de pétition: Şikayet hakkı.
chemin: Doğru yol. Aller droit à qch: Doğruca -e Droit de péremption: Şufa hakkı. Droit de
gitmek (Aller droit au but). Etre le bras droit de priorité: Öncelik hakkı, rüçhan hakkı. Droit de
qn: Birinin sağ kolu olmak, en yakın, en güvenilir privilège: Öncelik hakkı, rüçhan hakkı. Droit de
adamı olmak. Rester dans le droit ehemin: propriété: Mülkiyet hakkı. Droit de recours:
Namuslu yaşamak, doğru yoldan hiç ayrılmamak. Cayma hakkı, °rücu hakkı. Droit de rétention:
Se tenir être droit comme un I, comme un piquet, Hapis hakkı. Droit de retour: Cayma hakkı, rücu
comme un pieu: Kazık gibi dimdik durmak, hakkı. Droit de suffrage: Seçme hakkı. Droit de
droit er. 1. Türe, "hukuk (Droit administratif: İdare veto: Veto hakkı. Droit d'expropriation: İstimlak
hukuku. Droit aérien: Hava hukuku. Droit hakkı, kamulaştırma hakkı. Droits du citoyen:
bancaire: Bankacılık hukuku. Droit boursier: Yurttaşlık hakları. Droit d'usage d'arme: Silah
Borsa hukuku. Droit cambiaire: Kambiyo kullanma hakkı. Droit d'usage public: Genel
hukuku. Droit civil: °Medeni hukuk, yurttaşlar yararlanma hakkı. Droit électoral: Seçim hakkı.
yasası. Droit commercial: Ticaret hukuku. Droit Droit inaliénable: Devredilemez hak. Droit légal:
commun: Kamu hukuku, °amme hukuku. Droit Yasalhak, kanunîhak. Droitlégitme: °Meşru hak.
constitutionnel: Anayasa hukuku. Droit , Droit individuel: Kişisel hak. Droit politique:
coutumier: Gelenek-görenek hukuku. Droit Siyasal hak. Droit principal: Temel hak. Droits
criminel: Ceza hukuku. Droit de famille: Aile ' civiques: Medeni haklar, siyasal haklar. Droits de
droite 466 dû

la minorité: Azınlık hakları. Droits de l'homme: dans sa tête. Une drôle d'odeur, un drôle de fruit).
İnsan hakları. Droits naturels: Doğal haklar. 4. ad. Tuhaf adam, rezil herif, bayağı (C'est un
Droits fondamentaux: Temel haklar. 3. Vergi, drôle). § Ne pas être drôle: Güç olmak, pek de hoş
resim (Droit ad valorem: Değer üzerinden olmamak (La situation n'est pas drôle. Cen'estpas
gümrük vergisi. Droit de chaussée: Yol vergisi, yol drôle de se retrouver seul).
parası. Droit de douane: Gümrükvergisi. Droit de drôlement bel. 1. Hoş, eğlenceli bir şekilde (Il
magasinage: Ambar parası, °ardiye resmi. Droit racontait drôlement toutes ses aventures). 2.
de timbre: Damga resmi, damga vergisi. Droit de Tuhaf, acayip şekilde (Un clown qui grimace
tonnage: Liman resmi). 4. Tüze, "adalet. § Ayant drôlement). 3. Çok, son derece (Les prix ont
droit: Hak sahibi. Acquérir le droit de f.qch: -mek drôlement augmenté. Il fait drôlement froid).
hakkını elde etmek, kazanmak. Avoir le droit de drôlerie diş. 1. Güldürücü söz, maskaraca şey
f.qch: -mek hakkına sahip olmak, -mek hakkı (Dire, raconter des drôleries). 2. Tuhaflık,
olmak. Avoir droit à qch, à f.qch: -e, meye hakkı acayiplik (La drôlerie d'une réponse, d'un
olmak. Conférer, accorder à qn le droit de f.qch: personnage, d'une situation).
Birine -mek hakkı vermek. Faire droit à qch drôlesse diş. Hayâsız karı.
Yerine getirmek, karşılamak (Faire droit à une drôlet,te s. Tuhaf, acaip, gülünç (Une personne
demande). Faire son droit: Hukuk öğrenimi drôlette. Il est assez drôlet).
yapmak. Priver qn de ses droits: Birini dromadaire er. Hecin devesi, tek hörgüçlü deve.
haklarından yoksun bırakmak. Revendiquer, droper gsz. argo. Kaçmak, tüymek, kirişi kırmak,
soutenir ses droits: Hakkını istemek, hakkını droper, dropper gçl. 1. Bırakmak, terketmek,
savunmak. La force prime le droit: Hak ekmek, yüz üstü bırakmak (Droper une femme).
kavinindir, güçlü olan her zaman haklıdır, 2. Koparmak, kesmek, ihmal etmek (Dropper
droite diş. 1. Sağ yan, sağ yön (Se diriger vers la une relation). 3. gsz. Öğrenimini, mesleğini
droite). 2. (Meclislerde) Sağ kanat, sağ (La droite bırakmak; toplum dışı yaşamak,
d'une assemblée politique. Toute la droite a voté droppage er. Paraşütle asker yada malzeme indirme
pour lui). 3. Sağ el. 4. geom. Doğru, doğru çizgi (Zone de droppage).
(Par deux points on peut faire passer une droite et droséra er. bitb. Drozera, böcekyiyen (bitki),
une seule). § L'extrême droite: Aşırı sağ. Adroite: sinekkapan.
1. Sağda, sağdan (Regarder à droite. Tourner à drosser gçl. Kıyıya sürüklemek; hızını kesmek,
droite). 2. ask. Sağa çark; sağa dön! A droite de: yolundan saptırmak (Courant qui drosse un
-in sağında, A droite et à gauche: Sağda solda, navire; un cyclone qui drosse le bateau jusqu'au
şurda burda. De droite: Sağcı... (Un journal de sol).
droite. Un parti de droite). Etre de droite: Sağcı dru,e s. 1. Sık, gür (Une barbe drue. Les blés sont
olmak. Prendre la droite, tenir sa droite: (Taşıtla) drus cette année. Herbe haute et drue). 2. Güçlü,
Yolun sağından gitmek, sağ yanı tutmak, gürbüz, semiz. 3. Neşeli. 4. bel. Sık, bol, çok (La
droitement bel. Açık açık; dürüstçe, namusluca pluie, la neige tomble dru. L'herbe pousse dru).
(Parler droitement; juger droitement). druide er. (Keltlerde) Papaz, din adamı,
droitier,ère s. ve ad. 1. Solak olmayan, sağ eliyle iş druidiques. Kelt papazlarına değgin,
gören (La plupart des humains sont droitiers. Un druidisme er. Kelt papazlarının dini.
droitier). 2. ad. tkz. Sağcı (Les droitiers le drumlin er. coğr. Buzullarla örtülmüş bölgelerde
détestent). uzunca, yerine göre değirmice alçak tepe.
droitisme er. Sağcılık, druperfi;. bitb. Zeytinsiyemiş, etli ve tek çekirdekli
droitisteş. vead. Sağcı. yemiş.
droiture diş. 1. Doğruluk, dürüstlük, denserik (La dry s. ve er. İng. 1. Sek (içki). 2. Cin ve vermutla
droiture de caractère, d'esprit). 2. Sağduyu. § En yapılan kokteyl,
droiture: Doğru, doğruca, dosdoğru, dryade diş. 1. Orman perisi. 2. bitb. Gülgillerden
drolatique s. Eğlenceli, tuhaf, güldürücü (Un bir dağ çiçeği,
personnage drolatique, une figure drolatique. Un du ilg. 1. (De le yerine) -in (Le cahier du garçon, la
conte drolatique). cravate du professeur). 2. -den (Il revient du
drôle s. 1. Hoş, eğlenceli (Raconter des histoires Japon).
drôles). 2. Tuhaf, gülünç, acayip (Vous êtes drôle. dû,due s. ve er. 1. Borçlu olunan (Somme due,
Je trouve drôle qu'il ait oublié de nous prévenir). 3. argent dû). 2. er. Alacak (Réclamer, demander
Drôle de...: Tuhaf, acayip... (Ila une drôle d'idée son dû). 3. Borç (Payer son dû). § En due forme,
dualisme 467 dur

en bonne et due forme: Usulüne uygun şekilde uygun biçimde (Il a été dûment informé de la
hazırlanmış (Acte en due forme, contrat en bonne décision le concernant). 2. tkz. İyi, uygun şekilde
et due forme). Etredû à: -den ileri gelmek, -e bağlı (Il est reparti dûment approvisionné).
olmak, nedeni... olmak (Maladie due à un dumping[dœnpin]er. İng. Damping, "düşürüm.
microbe. Malheur dû à l'imprudence). dundee fdœndi] er. İng. Büyük yelkenli,
dualisme er. fels. İkicilik. dune diş. Kumul.
dualiste s. ve ad. fels. 1. İkiciliğe değgin (Théorie dunette diş. Kıç güverte.
dualiste, religion dualiste). 2. İkici, ikicilik yanlısı, duo er. müz. 1. Düo. 2. mec. tkz. Karşılıklı ve aynı
dualité diş. İkilik. anda söylenen şey (Duo d'injures).
dubitatif, ives. Şüphe anlatan, kuşku taşıyan (Une duodécimal,e s. Onikişer sayılan yada onikiye
réponse dubitative. Il a parlé sur un ton dubitatif). bölünebilen.
dubitativement bel. Şüphe taşıyan bir biçimde, duodénal,es. Onikiparmak barsağına değgin,
kuşkuluca (Répondre dubitativement). duodénite diş. hek. Oniki parmak barsağı yangısı,
duc er. 1. Dük, duka. 2. Puhukuşu. 3. Arkasında duodénum er. Onikiparmak barsağı.
uşak yeri bulunan, dört tekerlekli, hafif bir gezinti dupe s. ve diş. 1. Bön, enayi (On le prend pour
arabası. dupe). 2. Aldanmış, aldanır; tez kanar, tez
ducal,e s. Düke, dukaya değgin; dukalığa değgin kandırılır. § Etre dupe de qch: -e kanmak,
(Palais ducal). aldanmak, yutmak (Je ne suis pas dupe de ses
ducat er. Duka altını, compliments). Etre la dupe de: -in kurbanı olmak,
ducaton er. Eski bir gümüş para. -e kanıp aldatılmak, oyuna gelmek (ila été la dupe
duché er. Düklük, dukalık, d'un escroc).
duchesse diş. 1. Düşes; dük karısı. 2. Büyük duper gçl. Aldatmak, kandırmak, dolandırmak;
çalımlar satan kadın. 3. Ağızda eriyen bir tür enayi yerine koymak (On l'a dupé. Tu es facile à
armut (Des poires duchesse). duper). § Se laisser duper: Kanmak, aldatılmak,
ducroire er. (Komisyoncunun satıcıya karşı) dolandırılmak, oyuna gelmek,
Ödeme yükümlülüğü ve bunun ücreti, dükruvar. duperie <% 1. Aldatma, aldatmaca (L'amourn'est
ductile s. fiz. Kopmadan tel haline gelebilen, qu'une duperie d'un moment. Ne vous fiez pas à
*telleşir (On file les métaux ductiles). cette prétendue garantie, c'est une duperie). 2.
ductilité diş. Telleşirlik (La ductilité de l'or permet Aldanma, aldatılma, kanma, oyuna gelme,
de l'étirer en fils très fins). dupeur, euse ad. Aldatan, aldatıcı (Les dupeurs et
duègne diş. 1. (İspanyada) Bir kızı yada genç bir les dupés).
kadını gözetleyip korumakla görevli yaşlı dadı, duplex s. ve er. 1. Aynı anda hemen haber verme,
kâhya kadın. 2. Cadaloz. 3. (Tiyatroda) Cadaloz hemen haber alma olanağı sağlayan uziletişim
rolü. dizgesi (Emission radiophonique en duplex.
duel er. 1. Düello (Se battre en duel. Faire un duel Emission duplex). 2. er. İkikatlı daire,
avec quelqu'un). 2. Yarışma, "rekabet (Deux duplicata er. İkinci nüsha, kopya, suret (Le
orateurs en duel d'éloquence). 3. Savaş (Duel duplicata d'un diplôme, d'une quittance).
économique. Duel d'artillerie). 4. dilb. İkil (Le duplicateur er. Yazı çoğaltma makinesi, "teksir
grec classique a un duel). makinesi.
duelliste er. Düellocu, düello düşkünü, duplication diş. İki kat etme, iki katlı yapma,
duettiste ad. müz. Düettocu, düocu. duplicité diş. 1. İki katillik. 2. İki yüzlülük (La
duetto er. müz. Düetto, küçük düo. duplicité de cet homme se lit sur son visage).
dugon, dugong er. hayb. Denizineği, duquel adıl. Fiil "De" ilgeci aldığında kullanılan ve
duite diş. (Dokumacılıkta) Atkı, argaç, genellikle "ki onun, ki ondan" anlamına gelen
dulcification diş. Tatlılaştırma, adıl.
dulcifıergçl. Tatlılaştırmak, dur, e s. 1. Katı, sert (Métal dur, roche dure, blé dur,
dulcinée diş. (Don Kişot'un düşünde yaşattığı viande dure). 2. Güç (Ce problème est dur pour
sevgilinin adına anıştırma ve alay yoluyla) Sevgili. moi). 3. Ağır (Un sommeil dur). 4. Çiğ, çok sert
dulie diş. Melekleri ve ermişleri ululama (Culte de (Une lumière dure). S. mec. Sert, acımasız (Un
dulie). coeur dur, une loi dure). 6. Dur à qch: -e dayanıklı
dum-dum [dum dum] diş. Dum dum kurşunu (Une (Il est dur au mal, àlamaladie, àlapeine). 7.Durà
dum-dum; balle dum-dum). f. qch: -mesi güç (Instrument dur à manier.
dûment bel. 1. Gerektiği gibi, gereğince, usulüne Légumes durs à cuire). 8. bel. Sıkı, tüm gücüyle
durabilité 468 dynamique

(Travailler dur). 9. er. Katı madde (Le dur est le attitude. Le durcissement de l'opposition).
mou). 10. er. Sert içki, rakı (Prendre un verre de durée diş. 1. Süre, müddet (Bonheur de courte
dur). 11 .er. (Eski) Tren (Il a pris son dur à temps). durée. Une durée de vingt jours. S'abonner à un
12. diş. Kuru toprak, çıplak toprak, kara toprak journal pour la durée des vacances). 2. Sürme,
(Coucher sur la dure). 13. ad. tkz. Huysuzun teki, sürüp gitme (La route est déviée pendant la durée
rezilin biri, pis, kaba, yüzsüz, bıçkın, kabadayı. des travaux). 3. Zaman (L'espace et la durée).
14. er. ç. Toplama kampı. § Mer dure: Kısa dalgalı durement bel. 1. Sertlikle, sertçe (Parler, répondre
deniz. Paroles dures: Acı sözler. Tête dure: Kalın durement). 2. Acıyla, acı çekerek (Ressentir
kafalı. Un coeur dur: Katı yürekli, taş yürekli. A la durement la mort d'un ami, les effets d'une crise
dure: Sertlikle, sert koşullar içinde (Elever un économique).
enfant à la dure). Avoir l'oreille dure, être dur dure-mère <% anat. Beyin zarlarının en kalını ve en
d'oreilles: Kulağı ağır işitmek. Avoir la tête dure: dışta olanı, sert-zar.
Kalın kafalı olmak. Avoir la vie dure: Kedi canlı durer gsz. 1. Sürmek, "devam etmek (Le spectacle a
olmak, acıya, sayrılığa karşı dayanıklı olmak. En duré trois heures. Si cette sécheresse dure, les
dire de dures à qn: -e çok acı sözler söylemek. En récoltes seront maigres). 2. Dayanmak, dayanıklı
faire voir de dures à qn: -e çok çektirmek, çok olmak (Des chaussures qui durent encore). 3.
acılar vermek. Etre dur, se montrer dur pour qn, Tutunmak, sürmek (Cette mode ne durera pas). 4.
envers qn: -in yaşamını zindan etmek, -e çok Durer i qn: -e uzun gelmek, çok uzun sürüyor gibi
çektirmek, yapmadığını komamak. Etre dur à la görünmek (Le temps lui dure). 5. Uzun sürmek
détente: Eli sıkı olmak, pinti olmak. Etre dur à (L'hiver a duré cette année). 6. Yaşamak (Il s'est
cuire: Dayanıklı olmak. Rendre, faire la vie dure à fait admirer tantqu 'ont duré s es frères. Je dure sans
qn: Birine karşı çok kötü davranmak, -e çok vieillir. Qui veut durer doit endurer). 7. tkz.
çektirmek. Etre dur avec qn: -e karşı sert Kalmak (Je ne peux pas durer plus d'une journée
davranmak. dans cette ville). § Faire feu qui dure: Yaşamını
durabilité diş. Dayanıklılık, kalıcılık; uzun düzene koymak; parasını ve sağlığını esirgeyerek
sürebilme. kullanmak.
durable s. Uzun süren, sürekli, dayanıklı (Un dureté diş. 1. Sertlik, katılık (La dureté du fer, du
souvenir durable, un monument durable, une marbre, de la barbe). 2. Sertlik, şiddetlilik (Dureté
oeuvre durable; biens de consommation du climat, la dureté d'un châtiment). 3. mec.
durables). § Faire oeuvre durable: Kalıcı bir iş Sertlik, haşinlik (La dureté d'un père envers ses
yapmak, kalıcı bir yapıt bırakmak, enfants; dureté d'un caractère). 4. mec. Katılık,
durablement bel. Sürekli olarak, kalıcı bir biçimde, duygusuzluk (Dureté de coeur. Dureté d'âme, de
duralumin er. Alüminyum, magnezyum ve regard). 5. ç. Sert ve dokunaklı sözler, acı söz (Il
bakırdan oluşmuş hafif ve dayanıklı bir alaşım, nous a dit des duretés).
duramen er. Ağaç kütüğünün sert olan özek kısmı, durhams. vead. İyi bir sığır cinsi,
kütük özeği. durillon er. Köksüz nasır, küçük nasır (Il a des
durant e. Süresince, boyunca (Durant la nuit, durillons au pied).
durant l'hiver). duvet er. 1. (Kuşlarda) Yumuşak tüy (Duvet du
durcir gçl. 1. Sertleştirmek (Durcir l'acier. L'âge cygne). 2. Civciv tüyü (Duvet des poussins). 3.
durcit les artères. La fatigue durcit les traits du Kuş tüyü (Oreiller de duvet, matelas de duvet). 4.
visage). 2. Kalınlaştırmak, sertleştirmek (Durcir (Gençlerin yüzündeki) Sarı tüy, ayva tüyü, ülger
sa voix pour réprimander un enfant). 3. (Sa lèvre supérieure se couvrait déjà de duvet). 5.
Katılaştırmak, sertleştirmek (La chaleur durcit la Meyve tüyü (Le duvet d'une pêche, d'un coing).
terre). 4. Arttırmak, şiddetlendirmek (L'ennemi duveté,e s. Tüylü (Pêche duvetée).
durcit sa résistance). S. mec. İyice pişirmek, duveter(se) gsz. Hafif tüylenmek, ayva tüyleri
herşeye karfcı dayanıklı kılmak (La vie Ta durci). § çıkmak (Ses joues commencent à se duveter).
Se durcir: Sertleşmek; kalınlaşmak; katılaşmak; duveteux,euse s. San tüylü, ayva tüylü (Un fruit
şiddetlenmek; iyice pişmek, duveteux, un tissu duveteux).
durcissement er. 1. Katılaşma, katılaştırma; dyke er. İng. yerb. Dayk, yerin derinliklerinden
koyulaşma; koyulaştırma (Le durcissement du gelerek yerkabuğunun içine duvar gibi dikine
ciment, de l'argile). 2. Şiddetlenme, artma (Le sokulan bir çeşit damar,
durcissement de la résistance ennemie). 3. dynamiques, ve diş. 1. Dinamik. 2. fels. Güzel. 3.
Sertleşme, sertleştirme (Durcissement d'une ruhb. Dirik.
dynamiquement 469 dytique

dynamiquement bel. Dinamik olarak, dinamik dynastie ottomane).


şekilde. dynastiques. Hanedana değgin,
dynamisation diş. Dinamikleştirme, canlılık verme dysenterie diş. Kanlı basur, dizanteri,
(Dynamisation d'une entreprise). dysentérique s. 1. Dizanteriye değgin (Bacille
dynamiser gçl. Dinamikleştirmek, diriltmek, dysentérique). 2. Dizanterili (sayrı),
canlılık vermek (Dynamiser une équipe, dysidrose diş. hek. Salgı bozukluğu, salgılama
dynamiser les âmes). bozukluğu.
dynamisme er. 1. Dinamizm, dinamiklik. 2. fels. dyspepsie diş. Sindirim bozukluğu, sindirimsizlik,
Gürecilik, °kuwaniyye. 3. ruhb. Diriklik. hazımsızlık.
dynamitage er. Dinamitleme, dyspeptiques. 1. Sindirim bozukluğuna değgin. 2.
dynamite diş. 1. Dinamit (Attentat à la dynamite. ad. Sindirimi bozuk,
Faire sauter les rocs à la dynamite). 2. mec. tkz. dysphagie diş. hek. Yutma güçlüğü,
Barut gibi adam, her şeye hemen kızan (C'est de la dysphorie diş. Bitkinlik, güçsüzlük, takatsizlik,
dynamite, ce bonhomme). kırıklık, keyifsizlik,
dynamiter gçl. Dinamitlemek, dinamitle uçurmak dyspnée diş. hek. Solunum güçlüğü,
(Dynamiter un pont). dystasie diş. hek. Ayakta duramama; ayakta
dynamiterie diş. Dinamit fabrikası, dinamit durmakta güçlük çekme,
yapımevi. dystocie diş. hek. Doğum güçlüğü; güç doğum
dynamiteur, eusead. 1. Dinamitçi, dinamit işçisi. 2. yapma.
Dinamit atan, dinamit patlatan, dystomie diş. hek. Telaffuz güçlüğü,
dynamo dis-Dinamo (Dynamo d'une automobile dystonie diş. hek. Kas ve sinir refleksleri bozukluğu,
recharge les acus). dystrophie diş. hek. Bir organdaki beslenme
dynamogène, dynamogénique s. Enerji verici, bozukluğu, beslenmezlik (Dystrophie musculaire
dinçlik ve güç verici (Aliments dynamogènes). progressive).
dynamogénie diş. Güç artması, enerji artması, dysurie diş. hek. İşeme güçlüğü,
dinçlik ve canlılık kazanma, dysurique s. 1. İşeme güçlüğüne değgin. 2. ad.
dynamomètre er. Dinamometre, İşeme güçlüğü çeken,
dynastie diş. Hanedan, hükümdar ocağı (La dytique er. hayb. Domuzlan böceği.

*
e
e er. Fransız abecesinin beşinci harfi ve ünlülerin olmak. Faire de F eau: (Gemi için) İçecek su
ikincisi. ikmali yapmak. Faire venir l'eau à la bouche de qn:
eau diş. 1. Su (Eau de pluie, eau de source, goutte -in ağzının suyunu akıtmak. Mettre de l'eau dans
d'eau.pot à eau, moulin à eau, eau distillée, eau son vin 1. Şarabına su katıp yoğunluğunu biraz
souterraine, eau minérale, eau potable, eau kesmek.. 2. F.ski sertliği kalmamak; isteklerini,
impotable, eau de rose, eau de lavande, eau özençlerini biraz azaltmak, gevşemek,
oxygénée). 2. Yağmur (Il est tombé beaucoup yumuşamak. Mettre un navire à l'eau: Bir gemiyi
d'eau) 3. Ter, sidik, tükürük, gözyaşı gibi vücut denize indirmek. Naviguer, être dans les eaux de
salgısı (Suer sang et eau: Kan ter içinde kalmak) 4. qn: Birinin dümen suyunda gitmek, o ne derse
ç. Kaplıca (Aller aux eaux). § Eaux mères: İçinde onu yapmak. Porter de l'eau à la rivière: Tereciye
billurlaşma olan eriyikler (Les eaux mires des tere satmak. Prendre les eaux: Kaplıca kürü
marais salants). Eau lourde: Ağır su, atom enerjisi yapmak. Puiser de l'eau: Kuyudan su çekmek.
işlerinde kullanılan bir çeşit su. Eau-de-vie: Rakı. Rester le bec dans l'eau: Şaşınp kalmak, için
Les grandes eaux: Bir parktaki fıskiyeler. Eaux içinden çıkamamak. Se noyer dans un verre d'eau:
territoriales: Karasuları. De la plus belle eau: 1. Denizi geçip çayda boğulmak. Se ressembler
Saydam, lekesiz. 2. Eşsiz, üstüne yok, eşi benzeri comme deux gouttesd'eau:Çokbenzemek,elmanın
olmayan, görülmemiş (Un diamant de la plus belle yansı biri yarısı öbürü olmak. Suer sang et eau:
eau. Un escroc, un imbécile de la plus belle eau). Kan ter içinde kalmak. Se laver à grande eau,
Aller aux eaux: Kaplıcalara gitmek. Amener de à l'eau froide, à l'eau chaude: Bol suyla, soğuk
l'eau au moulin de qn: -in ekmeğine yağ sürmek, - suyla, sıcak suyla yıkanmak. Tomber à feau Suya
in işine yaramak, eline silah vermek. Avoir l'eau düşmek, boşa çıkmak, gerçekleşmemek. C'est
à la bouche: Ağzının suyu akmak. Etre comme une goutte d'eau dans la mer Devede kulak,
l'eau et le feu Ateşle su gibi olmak, huylan denizde damla. Il passera de l'eau sous les ponts: O
birbirine taban tabana zıt olmak. Etre en eau: Ter zamana kadar köprülerin altından çok sular
içinde kalmak. Etre comme un poisson dans l'eau: geçer. L'eau va à la rivière: Para parayı çeker,
Çok mutlu olmak, yaşamından pek hoşnut eau-de-vie^'. İçilen ispirto, alkol, likör, rakı(Eau-
eau-forte 471 ébourgeonnoir

de-vie de riz. Cerise à t eau-de-vie, prendre un verre ébéniste er. İnce işler yapan marangoz,
d'eau-de-vie). ébénisterie diş. 1. İnce marangozluk. 2. İnce
eau-forte diş. kim. 1. Nitrik asit, kezzap. 2. Yedirme marangoz işi.
kazı resim, ıslak kazı, °ofort. éberlué, e s. Şaşırıp kalmış. Etre éberlué de qch: -e
eaux-vannes diş. ç. Çirkef, lâğım suyu. şaşırıp kalmak (Ils étaient tous éberlués des tours
ébahi, e s. Şaşakalmış, şaşkına dönmüş, ağzı açık du prestidigitateur).
kalmış. éberluer gçl. Şaşkına çevirmek, şaşkınlıktan ağzını
ébahir gçl. Şaşırtmak şaşkına döndürmek (Voila açık bırakmak,
une nouvelle qui m'ébahit). § S'ébahir: 1. éblouir gçl. 1. Gözünü kamaştırmak, gözünü almak
Şaşakalmak, şaşkına dönmek, ağzı açık kalmak. (Cette splendeur nous éblouissait. La lumière
2. S'ébahir de qch, de f.qch: -e şaşakalmak, -diğine m'éblouit). 2. mec. Gözünü boyamak (Tu te
pek şaşmak (Je me suis ébahi de sa nomination à ce trompes si tu crois m éblouir par tes promesses). 3.
poste.„ S'ébahir d'être tour à tour populaire et mec. Büyülemek, şaşırtmak (Il avait ébloui ses
impopulaire). voisins par le luxe de ses voitures. La grâce de cette
ébahissement er. Şaşma, şaşakalma, ağzı açık kalma jeune fille éblouit tout le monde). § Etre ébloui de
(Ton ébahissement se lit sur ton visage). qch: -den gözü kamaşmak, -e şaşıp kalmak (Nous
ébarbage er. Pürüzünü, çapağını alma; temizleme. avons été éblouis de leur propreté).
ébarbergfZ Pürüzünü, çapağını almak; temizlemek, éblouissant, e s. 1. Göz kamaştırıcı (Une blancheur
ébarbeur er. ébarbeuse diş. Çapak (alma) makinası. éblouissante). 2. mec. Şaşırtıcı, şaşkına
ébarboir er. Çapak (alma) kalemi, döndürücü (Il a une intelligence éblouissante).
ébarbure diş. Pürüz, çapak gibi temizleme kınntısı. éblouissement er. 1. Göz kamaşması (Eblouissement
ébats er. ç. 1. Çılgınca eğlenme, oyna şma fLes ébats causé par le soleil). 2. Göz kararması. 3. mec.
des cygnes dans le lac). 2. Eğlence. § Prendre ses Şaşkınlık, hayranlık (1M magnificence du
ébats: Eğlenmek (Prendre ses ébats sur la plage). spectacle lui causa un éblouissement). § Avoir des
ébattre (s') gsz. Çılgınca eğlenmek, oynamak éblouissements, être pris d'un éblouissement: Gözü
(Ijes enfants s'ébattent dans le pré). kararmak, başı dönmek,
ébaubi, e s. tkz. Gözleri fal taşı gibi açılmış, çok şaş- ébonite diş. Sıcağa ve soğuğa karşı dayanıklılığı
mış (Il est resté tout ébaubi en voyant ce cadeau artırılmış kauçuk, ebonit,
inattendu). éborgnage er. Bir bitkinin gereksiz tomurcuklarını
ébauchage er. Taslaklama. koparma.
ébauche diş. 1. Taslak (Une œuvre à l'état d'ébauche. éborgnement er. Bir gözünü kör etme; bir gözü kör
Présenter la première ébauche d un projet. Faire olma.
une ébauche). 2. mec. Başlangıç (Cette rencontre éborgner gçl. 1. Bir gözünü kör etmek (Il éborgna
est l'ébauche des relations culturelles plus son valet du bout de son épée). 2. Gereksiz
développées). tomurcuklarını almak (Eborgner un arbre
ébaucher gçl. l.Taslağını yapmak,Itaslaklamak fruitier). 3. (Bir yapının) Görüş alanını
(Ebaucher un roman, une statue). 2. Tasarlamak, kapatmak, bakışını körleştirmek.§ S'éborgner: 1.
kafasında kurmak (Ebaucher des plans de Kendi gözünü kör etmek (J'ai failli m'éborgner).
vengeance). 3. Hafifçe belirtmek (Ebaucher un 2. Birbirinin gözünü oymak (Ils vont s'éborgner!).
sourire). 4. Yontmak, traş etmek, kabasını almak ébouillantage er. Haşlama.
(Ebaucher un diamant, une poutre). § S'ébaucher: ébouillanter gçl. Haşlamak (Ebouillanter des
Yavaş yavaş biçimlenmek (.L'œuvre' s'ébauche légumes).
lentement). éboulement er. yerb. 1. Kayşa, yer göçmesi. 2.
cbaucheur er. 1. (Birşeyi) Yontan, traşeden, kabası- Yıkılış, yıkılma, çökme. 3. Yıkıntı,
nı alan işçi (Ebaucheur de pierres, de verres). 2. ébouler gsz. 1. Yıkılmak, çökmek. 2. yerb. Göçmek,
Taslakçı. kayşamak. 3. gçl. Yıkmak, çökertmek. §
ébauchoir er. 1. (Heykelcilikte) Çamur kalemi, tas- S'ébouler: Yıkılmak, çökmek (La falaise s'est
lak kalemi. 2. (Marangozlukta) Oyma kalemi, éboulée).
ébaudir gçl. Keyiflendirmek neşelendirmek. § éboulis er. yerb. Kayşat, döküntü,
S'ébaudir: Keyiflenmek neşelenmek, ébourgeonnage ébourgeonnement er. Ağaçların
ébénacées diş. ç. bitb. Abanozgiller, fazla tomurcuklarını alma.
ébène diş. Abanoz (Coffret d'ébène. Noir comme'. ébourgeonner gçl. Fazla tomurcuklarını almak
l'ébène). (Ebourgeonner un arbre fruitier, une vigne).
ébénier er. Abanoz ağacı. ébourgeonnoir er. Tomurcuk bıçağı.
ébouriffant 472 écalure

ébouriffant, e s. tkz. İnanılmaz, olağandışı, çok ébruitement er. Kulaktan kulağa yayılma (Il faut
şaşırtıcı, us almaz, inanılmayacak kadar tuhaf empêcher l'ébruitement de cette nouvelle).
(Aventures ébouriffantes. Son livre a connu un ébruiter gçl. Kulaktan kulağa yaymak, herkese
succès ébouriffant). duyurmak (Ebruiter une nouvelle, un secret). §
ébouriffé, e s. (Saçlar için) Dağınık, karma karışık; S'ébruiter: 1. Kulaktan kulağa yayılmak,
kabarık, diken diken, duyulmak. 2. S'ébruiter de qch: -den sızmak,
ébouriffer gçl. 1. Karmakarışık etmek (Ebouriffer duyulmak (De cette affaire, rien ne s'était ébruité).
ses cheveux). 2. mec. Şaşırtmak, şaşkına çevirmek ébulliomètre, ébullioscope er. fiz. Ebülyoskop,
(Son aventure m'a ébouriffé). bir cismin kaynamaya başladığı sıcaklık
ébourrer gçl. Yolmak, kıllarını almak (Ebourrer derecesini ölçmeye yarayan alet, *kaynarlıkölçer.
une pie au,). ébulliométrie diş. *Kaynarlıkölçüm.
ébouter gçl. Ucunu kesip kısaltmak, ucunu almak ébullition diş. 1. Kaynama (La température
(Ebouter un bâton). d'ébullition. Retirer l'eau dufeu avant l'ébullition).
ébranchage, ébranchement er. Dal budama, dal 2. mec. Coşkunluk. § Etre en ébullition: 1.
kırma, dal kesme, Coşkunluk içinde olmak (Toute la ville était en
ébrancher gçl. Budamak, dallarını kesmek ébullition). 2. Ayaklanmak, devrim yapmak,
(Ebrancher un arbre). kaynamak (Le pays est en ébullition).
ébranchoir er. Budama bıçağı, çekme, éburné, e; éburnéen, ne s. Fildişi renginde yada
ébranlement er. 1. Sarsılma, sarsıntı (Ebranlement fildişi kıvamında (Substance éburnéenne).
causé à l'immeuble par t explosion). 2. Sarsılma, écacher gçl. 1. Ezerek kırmak (Ecacher une noix). 2.
bozulma, kalmama (Ebranlement de la confiance, Yassiltmak. 3. Yaprak makinasından geçirmek,
ébranlement de la santé). 3. Sallanma, sallantıda düzleştirmek (Ecacher un fil).
olma (L'opposition croit à l'ébranlement du écaillage er. 1. Üstündeki pullan ayıklama
régime). 4. Yıkım, çökme, büyük iç sarsıntısı (La (Ecaillage des hm très). 3. Çatlama, boyasını atma
mort de son père fut pour lui un grand (Ecaillage d une poterie, d'un tableau).
ébranlement). écaille diş. 1. Böcek pulu, balık pulu, hayvan pulu
ébranler gçl. 1. Sarsmak, sarsıntı vermek, sallamak (Ecailles de poisson). 2. Bağa (Ecaille de la tortue).
(La détonation ébranla les vitres). 2. mec. 3. Yumuşakçaların kabuğu (Ecaille de moule,
Sarsmak, bozmak (Cet argument a ébranlé sa écaille d huître). 4. Kabuk (Des écailles de peinture
condition. Tu as ébranlé ma confiance). 3. Çok sèche). 5. Kaplumbağa kabuğu; bakalit (Un
sarsmak, yıkmak, çökertmek (La mort de sa mère peigne en écaille blonde; lunettes à monture
l'a ébranlé). § S'ébranler: Sarsılmak, sallanmak, d'écaillé). 6. (Mimarlıkta) Balık pulu biçiminde
sallantıda olmak, bezeme. § Les écailles lui sont tombées des yeux:
ébrasement er. Işık şevi açma (L'ébrasement etime Gözünün önündeki perde kalktı, gerçeği
fenêtre, d'un portail). görmeye başladı.
ébraser gçl (Daha çok ışık alması için bir kapının, écailler gçl. 1. Pullarını yıkmak, ayıklamak (Ecailler
bir pencerenin kenar duvarlarını) Dışarıdan un poisson). 2. Kabuğunu açmak, çıkarmak
içeriye doğru genişletmek, ışık şevi açmak, (Ecailler des huîtres). 3. Balık pulu biçiminde
ébrasure diş. (Kapı yada pencere duvarlarında) bezeklerle kaplamak (Ecailler un dome). §
Dışandan içeriye doğru genişlik, ışık veriş, S'écailler: Pulları, kabukları kalkmak, kavlamak
ébrécher gçl. 1. Çentiklemek, kertik koymak, çizik (Une peinture qui s'écaille. Un mur qui s'écaille).
yapmak. 2. mec. Azaltmak, eksiltmek, budamak écaillier, ère ad. Istiridyeci, midyeci,
(Ebrécher sa fortune). écailleux, euse s. 1. Pullu (Poisson écailleux). 2.
ébréchure diş. Çentik, kertik, çizik (Les ébréchures Kavlayan, kabuk atan, kabuğu pul pul dökülen
d'une assiette). (Ardoise écailleuse).
ébriété diş. Sarhoşluk, çakırkeyflik (Les agents écaillure diş. 1. Kabuğu dökülmüş yer (Un plafond
ont emmené au poste un individu en état d ébriété). qui présente des écaillures. Les écaillures d'un
ébrouement er. Atın, ürkünce hırıldar gibi ses crépi). 2. Bir sürüngen yada balığın bütün pulları,
çıkarması. Hayvanların, hapşırır gibi écale diş. 1. Ceviz gibi yemişlerin yeşil kabuğu,
burunlarından hava boşaltması, gövek. 2. Bakla gibi sebzelerin dış kabuğu,
ébrouer (s') gsz. 1. Hırıltılı ses çıkarmak (Un cheval soymantı.
qui s'ébroue). 2. (Suda boğulur gibi olurken) écaler gçl. Bir yemişin dış kabuğunu soymak
Hırıldamak, kırk saymak (Leplongeur s'ébroue en (Ecaler des noix).
sortant de l'eau). écalure diş. (Kimi çekirdeklerde) Sert kabuk
écang 473 échange

(Ecalure de café). oyunlarında) Iskartaya çıkarmak. § S'écarter: 1.


écang er. Keten tokmağı, filâriz. Açılmak, dağılmak (Les nuages s'écartent).. 2. Bir
écanguer gçl. Keten, kendir gibi bitkileri tel tel kenara çekilmek (I! s'écarte par discrétion pour les
yapmak için dövmek, filârizlemek. laisser parler seuls). 3. S'écarter de: -den
écangueur er. Keten dövücü, filârizci. uzaklaşmak, ayrılmak, sapmak (Un artiste qui
écarlate s. 1. Lâl renkli (Un foulard écarlate).!. s'écarte de la nature. S'écarter du droit chemin).
Kıpkırmızı (En voyant sa faute dévoilée , il devint écarteur er(Boğa güreşlerinde) Kışkırtıcı.2. hek.
écarlate). 3. diş. Lâl rengi. 4. diş. Lâl renkli Yaraların ağzını açmaya yarayan cerrah aleti,
kumaş. écatir gçl. (Kumaşlan) Çirişlemek, perdahlamak,
écarquiller gçl. 1. Fal taşı gibi açmak (Ecarquillerles ecce homo er. 1. İsa peygamberi başında dikenden
yeux). 2. Açmak, aralı etmek, aralamak bir taçla gösteren tablo (Les ecce homo du Titien).
(Ecarquiller les jambes). 2. mec. Soluk benizli, zayıf nahif kimse. 3.
écart er. 1. Aralık, mesafe (Vous mettrez un peu plus (Kökenbilimsel anlamı) "İşte adam",
d'écart entre les jeunes plants. Augmenter l'écart ecchymose diş. Tendeki çürük, morartı, bere (Son
des jambes). 2. Süre, "müddet (Un écart de dix corps était couvert d'ecchymoses).
jours). 3. Sapa yer (Les femmes des écarts perdus ecclésiastique s. 1. Kiliseye değgin (La vie
étaient venues par petits groupes). 4. (At için) ecclésiastique). 2. er. Kilise adamı,
Birden bire yana atılma (Devant l'obstacle, le écervelé, e s. ve ad. Beyinsiz, şaşkın, kaçık, kuş
cheval a fait un écart à droite). 5. (Kâğıt beyinli (Une femme écervelée ; c'est un écervelé).
oyunlarında) Kimi kâğıtları ıskartaya çıkarma. échafaud er. 1. Yapı iskelesi. 2. (Seyirciler için)
6. Iskarta kâğıtlar. 7. hek. (Vücut üyelerinde) Bağ Eğreti tribün, seyirci sekisi. 3. İdam sehpası
gevşemesi. 8. Atın ön ayaklarında burkulma. 9. (Monter à l'échafaud, sur Téchafaud). 4. Ölüm
mec. Doğru yoldan sapma, sapınç. 10. Sadetten cezası (Un criminel qui risque téchafaud). 5.
çıkma. § A l'écart: Bir kenarda, bir kenara (Se Giyotin.
tenir à l'écart). A l'écart de: -den uzakta (Il s'est échafaudage er. 1. (Yapılarda) İskele kurma. 2.
toujours tenu à F écart de la vie politique). Faire le Yapı iskelesi (Dresser un échafaudage). 3. Yığıntı,
grand écart: (Balede) Uyluklar yere gelecek kadar yığın (Echafaudage de meubles, de livres). 4.
bacaklarını açmak. Tenir qn à l'écart: Birini hep Kurma, geliştirme (L'échafaudage dun système
işin dışında tutmak, katılmasına izin vermemek, philosophique).
écarté, e s. 1. Sapa, °ücra (Un ehemin écarté, un échafauder gsz. 1. İskele kurmak 2. gçl. Üst üste
village écarté). 2. Açılmış, ayrılmış (Avoir les bras koymak, birbiri üstüne yığmak (Echafauder des
écartés). bancs et des chaises). 3. Taslağını yapmak,
écartèlement er. 1. (Eskiden) Bir hükümlünün kol tasarlamak (Echafauder des plans).
ve bacaklarını atlara bağlayıp kopartma cezası. 2. échalas er. 1. Herek, sırık. 2. tkz. Uzun boylu ve
mec. İki şey arasında bocalayıp durma (Cet zayıf kimse, fasulye sırığı,
écartèlement du pécheur entre le bien et le mal). échalasser gçl. Hereklemek,
écarteler gçl. 1. (Eskiden) Bir hükümlünün kol ve échalier er. 1. Sırık çiti. 2. Çit merdiveni,
bacaklarını dört ata bağlayıp çektirerek échalote diş. Yaban sarımsağı,
kopartmak (Ecarteler un condamné). 2. Etre échancré, e s. Ayça yada V biçiminde oyulmuş
écartelé entre: -1er arasında bocalamak, (Une robe échancrée).
tereddütler geçirmek (Etre écartelé entre des échancrer gçl. Ayça yada V biçiminde oymak
désirs contraires). (Echancrer l'encolure d'une robe).
écartement er. 1. Açılma, aralanma (Ecartement des échancrure diş. Ayça yada V biçiminde oyuntu
nuages). 2. Aralık, mesafe (L'écartement des rails, (Echancrure d'un col. Les échancrures d'une cote).
des essieux). 3. Açma, aralama (L'écartement des échange er. 1. Değiş tokuş, "mübadele, tırampa
jambes). (Echange de prisonniers, échange de territoires
écarter gçl. 1. Aralamak (Ecarter les rideaux. 2. à I occasion d un traité de paix.Echange de vues). 2.
Açmak, yarmak, ikiye ayırmak (Ecarter les bras Karşılıklı ilişki (Echange diplomatique,
et les jambes; écarter la foule pour passer). 3. économique). 3. Karşılıklı olarak yapma, "teati
Ecarter qch de: Bir şeyi -den uzaklaştırmak (Echange de feu d'artillerie). § Libre-échange:
(Ecarter une table du mur. La philosophie écarte de Serbest değişim, serbest "mübadele (Zone de libre-
la religion). 4. Ecarter qn de qch: Birini -den échange). En échange: Buna karşılık (Ce village est
uzaklaştırmak, ayırmak, -in dışında bırakmak plus pittoresque que Foutre, mais en échange, la
(On fa écarté de la liste, de l'équipe). 5. (Kâğıt campagne est plus monotone). En échange de: -e
échangeable 474 échasse

karşılık olarak, -in karşılığında (En échange de son -in elinden kaçıp kurtulmak (Echapper à la police,
silence sur cette affaire, on lui avait promis une à ses gardiens), b) -in ağzından kaçmak,
participation au bénéfice). istenmiyerek söylenmiş olmak (Il regrette les
échangeable s. Değiş tokuş edilebilen, karşılıklı paroles qui lui ont échappé. Ce mot m'a échappé).
olarak değiştirilebilen, verilip karşılığında başka c) -in aklına gelmemek, -i ansıyamamak,
şey alınabilen, anımsayamamak (Son prénom m'a échappé), d) -
échanger gçl. 1. Değiş tokuş etmek, takas etmek den yakasını sıyırmak, -e düşmemek (H échappait
(Echanger des marchandises). 2. Echanger qch à ta peur par manque d'imagination. Le
pour, contre: Bir şeyi -ile değiştirmek, takas compositeur a échappé à la vulgarité). 4. Echapper
etmek;... verip... almak (Il a échangé son stylo à qn: in gözünden kaçmak (Rien ne lui échappe).
contre un portefeuille). 3. -ile karşılıklı olarak 5. Il échappe à qn de f.qch: İstemiyerek -mek, -diği
yapmak (Les hommes échangeaient des gözünden kaçmak (Il lui a échappé de me tutoyer
plaisanteries dans le café du village. Echanger des en public. Il ne m'a pas échappé que vous étiez
lettres. Echanger des coups de canon). mécontent). § Echapper juste, échapper de justesse:
échangiste er. 1. Alışverişini değiş tokuşlu olarak Zor kurtulmak. L'échapper belle: Paçayı ucuz
yapan tüccar, takasçı, değişçi. 2. Sarraf, kurtarmak (Tu l'as échappé belle). §S'échappen 1.
échanson er. İçki sunucu, içki dağıtıcı, sâki. Kaçmak, firar etmek (Il y a des prisonniers qui
échantillon er. 1. ""Örneklik (Un échantillon de s'échappent). 2. Sıvışıp gitmek, gizlice ortadan
parfum. Le représentant laisse des échantillons de kaybolmak (Elle s'échappa pour aller chercher des
tissus à ses clients). 2. mec. Örnek; simge (Elle est rafraîchissements). 3. S'échapper de: j)-densızıntı
un charmant échantillon de la beauté desfemmes de yapmak, sızmak, kaçmak (Eau, gaz jui s'échappe
Malaga). 3. Bir yapıda kullanılan kerestenin d'un tuyau), b) -den kaçmak, firar etmek
kalınlık ve sağlamlık derecesi, dayanıklılık örneği (S'échapper d'une prison. Un enfant qui s'échappe
(Ces deux pièces sont ele même échantillon). § de chez lui).
Vente sur échantillon: Örnek üzerine satış. Juger écharde diş. Ete batmış kıymık (Retirer, extraire
de la pièce par l'échantillon: Kenarına bakıp bezini une écharde).
almak. échardonnage er. (Tarlanın) Dikenlerini söküp
échantillonnage er. 1. Örneklik ayırma. 2. Örneklik ayıklama.
dermesi, örnekleme, échardonner gçl. (Tarla için) Dikensizleştirmek,
échantillonner gçl. Örneklik ayırmak, örnek olarak dikenleri söküp ayıklamak (Echardonner un
seçmek (Echantillonner des draps). champ, un teırain).
échanvrer gçl. Kenevir tellerini saptan ayırmak, échamage, écharnement er. (Derilerin iç yüzündeki)
échappatoire diş. Kaçamak, kurtuluş yolu, sıyrılma Et parçalarını temizleme, kazıma,
çaresi (Chercher des échappatoires, trouver une écharner gçl. (Derilerin iç yüzündeki) ht parçalarını
échappatoire). temizlemek (Echarner les peaux).
échappé, e s. ve ad. Kaçak, kaçkın (Un échappé de écharpe diş. 1. Omuzdan bele çaprazolarak takılan
prison). yada bele sarılan nişan kurdelası. 2. Atkı; baş
échappée diş. 1. Kaçış, kaçma, kısa süreli yolculuk, örtüsü (Mettre une écharpe. Nouer, enrouler une
kaçamak (Faire une échappée à la campagne, le écharpe). 3. (Yaralı kol için) Askı (Il avait te bras
dimanche après-midi). 2. Kısa süre (Ce charmant gauche en écharpe). § Echarpe d'Iris: Gökkuşağı.
poète qu'on ne retrouve que par échappées dans son En écharpe: 1. Yandan. 2. Omuzdan geçme. Avoir
oeuvre). 3. Sızıntı, hafifçe görünme (Echappée de le bras en écharpe: Kolu askıda olmak. Avoir le
lumière, échappée de soleil). 4. Önü açık, uzun ve coeur en écharpe: Yüreği yaralı olmak. Prendre
dar aralık (Echappée de garage). 5. (Spor) qch en écharpe: -e yandan çarpmak, -i yandan
Gruptan kopma, vurmak (Lt? train a pris l'autocar en écharpe).
échappement er. 1. Kaçış, kaçma (Tout autre Porter qch en écharpe: Çaprazlama takmak,
échappement m'était refusé). 2. Bir motorda écharper gçl. i. Ağır yaralamak (Les hommes que la
yanmış gazları dışarı atma sistemi, egzoz (Le guerre a écharpes). 2. Parçalamak, linç etmek (Im
tuyau d échappement d'une voiture. La soupape foule voulait écharper l'assassin). § Se faire
d'échappement). 3. Saat maşası (Horloge, montre écharper: tkz. Hakaretler görmek, bin bir belâya
à échappement). uğramak.
échapper gsz. 1. Echapper de: (Eskimiştir) -den échasse diş. 1. Cambaz ayaklığı, ayakçak. 2. hlk.
kaçmak, kurtulmak (Echapper des mains de ses Çırpı bacak, ince ve uzun bacak. 3. Bir tür çulluk.
gardiens. Echapper d'un danger). 2. Echapper à: a) § Etre monté sur des échasses: mec. 1. Çırpı
échassiers 475 échelon

bacaklı olmak. 2. Kendini pek büyük görmek, échéance). § A brève échéance: Kısa vadeli; kısa
échassiers er.ç,hayb. Uzun bacaklı kuşlar, s iiredef Crédit à brève échéance; des projets à brève
échauboulé, e s. İsilikli. échéance). A longue échéance: Uzun vadeli; ıızuıı
échauboulure elif. İsilik. sürede (Crédits à longue échéance. Des entreprises
cchaudage er. (Bitkiler için) Sıcaktan kavrulma, dont l'issue est à longue échéance).
yanma, échéancier er. Alacak verecek defteri; vâde defteri,
échaudé er. Çörek. échéant, e s. Vâdesi gelen. § Le cas échéant:
échaudé, e .v. Sıcaktan kavrulmuş; haşlanmış Gerektiğinde, gerekince, gerekirse (Il peut vous
yanmış (Blé échaudé). conseiller et, le cas échéant, vous aider).
échauder gçl. 1. Sıcak suya batırmak, sıcak suyla échec er. 1. Başarısızlık (Subir un échec, essuyer un
yıkamak (Echauder ta théière de porcelaine avant échec: Başarısızlığa uğramak. Apres son échec
de faire le thé) 2. (Kabuğunu soymak yada à l'examen, il est très malheureux). 2. Güç durıım,
tüylerini yolmak için) Kaynar suya atmak sıkışık durum, terslik. 3. (Satrançta) Şah deme
(Luire échec et mat: Şah deyip mat yapmak). §
(Echauder des légumes, une volaille). 3. Haşlamak.
Faire échec à qn: 1. Birini mat etmek. 2.
4. mec. Zarara uğratmak. 5. mec. Kazık atmak
Başarısızlığa uğratmak. Mettre, tenir qn en échec:
pahalıya oturtmak. Aklını başına getirmek. § Se
Birini sıkışık duruma sokmak, güç duruma
faire échauder, être échaudé: Kazığı yemek, şapa
düşürmek.
oturmak.Chat échaudé craint l'eau froide: Sütten
ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. échecs er. ç. 1. Satranç takımı (Des échecs en ivoire,
échaudoir er. (Mezbahada) Kaynar su teknesi, en ébène). 2. Satranç oyunu (Jouer aux échecs.
haşlama teknesi, Faire une partie d'échecs: Satranç oynamak), ij
echaudure diş. Kaynar su yanığı, haşlanma, Mettre en échecs: 1. Satranç oyununda bir taşı
tehdit etmek. 2. mec. Kösteklemek, engellemek,
échauffant, e s. Peklik yapıcı, peklik yapan
échelette diş. Taşınır küçük merdiven,
(Aliments échauffants).
échelier er. Tek ayaklı taşınır küçük merdiven,
échauffé er. Kızışık kokusu, maya kokusu,
échelle diş. 1. El merdiveni, dayama merdiveni
échauffement er. 1. Isınma (L'échauffement du sol).
(Dresser, appuyer une échelle contre un mur.
2. Kızışma (L'échauffement des céréales, du
Monter sur une échelle, à l'échelle. Echelle
charbon). 3. Ekşimeye yüz tutma. 4. (Vücutta)
d'incendie, échelle de corde, échelle pliante). 2.
Ateşlenme (Une luxation qui cause un
Ölçek, "mikyas (Echelle d'une carte). 3. Aşama,
échauffement du coude). 5. Peklik. 6. mec.
kademe (L'échelle des salaires, des traitements.
Kızışma, yüksek heyecan,
Echelle mobile: * Oynak ölçü). 4. (Bir ölçü
échauffer gçl. '. Isıtmak, kızdırmak (Le soleil
aletinde) Bölümler dizisi, derece (Echelle d'un
échauffé le sol. La fermentation échauffe le foin thermomètre). 5. miiz. Iskala (Echelle de sons.
humide). 2. Kızıştırmak, şiddetlendirmek (Un Echelle diatonique, harmonique). 6. Aşama sırası,
incident qui échauffe le débat). 3. mec. Coşturmak, *öncelge, "hiyerarşi (S'élever dans l'échelle
tutuşturmak (Echauffer tes cœurs, les sociale. Etre en haut de l'échelle). 7. Uğrak, liman.
imaginations). 4. hlk. Peklik vermek. § Echauffer § Echelle sociale: Toplum sınıfları. Faire échelle:
la bile: Kızdırmak. Echauffer les oreilles à qn: Gemi için) Bir yere uğramak. A l'échelle de: -in
Birini kızdırmak, öfkelendirmek, canını sıkmak. çapında (Il a une réputation à l'échelle du pays,
S'échauffer: 1.Isınmak (Un sportif qui s'échauffe à l'échelle mondiale). Sur une grande échelle, sur
avant la compétition). 2. Kızışmak, şiddetlenmek, une vaste échelle: Büyük ölçüde, büyük çapta.
canlanmak (La discussion commence à s'échauffer). Faire la courte échelle à qn: 1. Birinin bir yere
échauffourée diş. 1. Kavga, kapışma (Echauffdurées çıkması için ona omuz vermek. 2. mec. Birinin
entre la police et les manifestants). 2. ask. Küçük yükselmesine yardım etmek. Faire monter qn à
çarpışma. 3. Akılsızca bir işe girişme. 4. l'échelle: mec. tkz. Birini işletmek, tiye almak.
Kargaşalık, Montera l'échelle: mec.tkz. Kızmak,köpürmek.
édiauffure diş. (Sıcaktan) Deri kızartısı, Tirer l'échelle après qn, qch: -in üstüne olmamak,-
échauguette diş. Gözcü kulesi, den iyisi bulunamamak (Après lui, i! faut tirer
èche, esche, aiche dif. Oltaya takılan yem, olta yemi. l'échelle, i1 n'y plus qu'à tirer Féchelle: Bu işte onun
échéance diş. 1. Süre bitimi, vâde (Echéance d'un üstüne yok, ondan iyisi olamaz).
loyer, d'une traite. Un débiteur aux abois échelon er. 1. El merdiveni basamağı. 2. mec.
à t'approche des échéances). 2. Süre bitiminde Basamak, "kademe, aşama (Un fonctionnaire qui
ödenen borç, para (Faire face à une lourde est promu du cinquième au sixième échelon.
échelonnement 476 éclabousser

S'élever par échelons). 3. ask. Bir birliğin İngiliz Maliye Bakanı. En échiquier: Dama dama.
arkasındaki birlik. Aşamalı düzen birliği § A dama tahtası biçiminde (Arbres plantés en
l'échelon de: -çapında (A l'échelon d'une région; à échiquier).
l'échelon national). écho er. I. Yankı (L'écho lui renvoya son appel). 2.
échelonnement er. Sıraya koyma, ard arda sıralama; Karşılık, yanıt, cevap (Sa protestation est restée
sıralanma, sıraya konulma, sans écho). 3. Bilgi, haber (A vez-vous eu des échos
échelonner gçl. 1. Ard arda dizmek (Echelonner des de la réunion qui s'est tenue hier). 4. Yansıma, dile
gendarmes sur tout le parcours du cortège officiel). getiriliş (Sesparoles n'étaient qu'un simple écho de
2. Sıraya koymak, belli sürelere yaymak ses sentiments. On trouve dans ce roman l'écho des
(Echelonner des payements). 3. Echelonner qch sun angoisses de Tépoque). 5. Söyleyen, yineleyen
Bir şeyi -e yaymak, süresini -e göre düzenlemek kimse. 6. Birini körükörüne taklit eden kimse. 7.
(Echelonner un travail sur un an). § S'échelonner: Dedikodu sütunu (Les échos d'un journal). § A
1. Sıralanmak, ard arda dizilmek. 2. S'échelonner tous les échos: Her yana, her yanda, dört bir yana.
sun e- yayılmak, bitme süresi -e göre Her yanda, dört bir yanda. Faire un écho, susciter
düzenlenmek (Un ouvrage dont la publication des échos: Yankı uyandırmak (Son roman a
s'échelonne sur cinq ans). suscité de grands échos). Se faire l'écho de qch: -i
écheneides er. ç. hayb. Yapışkanbalıkgiller. yaymak (Se faire t écho d'une rumeur, dune
échenillage er. (Bir ağacın) Tırtıllarını temizleme, nouvelle).
écheniller gçl. 1. Tırtıllarını temizlemek, tırtıldan échoir gsz. 1. Vâdesi gelmek, süresi dolmak (Le
arıtmak (Echeniller un arbre). 2. mec. Yabancı ve terme échoit le quinze juillet. Payer son loyer
zararlı öğelerden temizlemek, à terme échu). 2. Echoir à qn: (Piyango, kalıt gibi
écher, escher, aicher gçl. Yem takmak (Echer une şeyler) -e düşmek (Le lot qui lui échoit le meilleur.
ligne). Il lui est échu une maison en héritage). § Si le cas y
écheveau er. 1. Çile, yumak (Un écheveau de laine, de échoit, s'il y échet: Gerekirse, gerektiğinde,
soie). 2. mec. Düğüm, düğüm noktası (Démêler, gerekince.
débrouiller t écheveau d'un récit, d'une intrigue). § écholalie diş. ruhb. Karşıdaki ne söylerse onu
Cest un écheveau inextricable: mec. Arap saçı; yineleme sayrılığı, »yankıca,
çözülmesi güç, içinden çıkılmaz bir iş bu. échoppe diş. 1. Küçük dükkân, dükkâncık (Une
échevelé, e s. 1. Saçı başı dağınık (Une femme échoppe de cordonnier). 2. Çapla, üğkalem,
échevelée). 2. Dizginsiz, frensiz, çılgınca, çelikkalem.
alabildiğine (Un romantisme échevelé, une danse échopper gçl. Çapla ile kazımak,
échevelée). échotier er. (Bir gazetede) Dedikodu yazarı,
écheveler gçl. 1. Saçını başını dağıtmak, bozmak. 2. échouage er. 1. (Gemi için) Karaya oturtulma. 2.
mec. Dağıtmak, alan taran etmek (Le grand vent Geminin tehlikesizce karaya oturabileceği yer.
échevelait les nuages). échouement er. (Gemi için) Karaya oturup kalma,
échidné er. hayb. Karincayiyen. karaya çakılma, karaya oturma,
échidnés er. ç. hayb. Karincayiyengiller. échouer gsz. 1. (Gemi) Karaya oturmak, kuma
échine diş. Sırt, omurga, belkemiği (Le chat frotte oturmak (Echouer sur un écueil, près du port). 2.
son échine contre le mur).§ Avoir l'édiine souple: Başarısızlığa uğramak, başaramamak (Echouer
Her şeye eyvallah demek, dalkavuk yaratılıştı d l'examen. Les attaques ennemies ont échoué
olmak. Courber l'échiné, plier l'échine: Boyun devant notre résistance. Ses plans et ses projets ont
eğmek, kabul etmek, teslim olmak, échoué). 3. Varmak, gelmek, düşmek (Au bout
échinée diş. Domuz sırtı. d'une journée de recherche, il échoua dans une
échiner gçl. 1. Belini kırmak. 2. mec. Dövmek, petite auberge. Comment ces papiers ont échoué
dayaktan canını çıkarmak. 3. Canını sur mon bureau?). 4. gçl. Kıyıya çekmek, karaya
çıkarırcasına yormak, yorgunluktan bitirmek. § yada kuma oturtmak (Echouer un bateau au
S'échiner à f . qch: -mek için çok yorulmak, cam rivage).
burnundan gelmek (II s'est échiné à porter ce écimage er. Tepesini budama,
bois). écimer gçl. Tepesini budamak (Ecimer un arbre, une
échinoderme er. hayb. Derisidikenli. plante).
échinodermes er. ç. hayb. Derisidikenliler. éclaboussement er. Sıçratma, sıçrama, saçılma
échiqueté, e s. Damalı. (Eclaboussement de boue, d'écume).
échiquier er. 1. Satranç tahtası 2. mec. Tartışma éclabousser gçl. 1. Sıvı, çamur, kan vb. sıçratıp
alanı, yarışma yeri. § Chancelier de l'Echiquier: bulaştırmak (La voiture en roulant dans le ruisseau
éclaboussure 477 éclat

a éclaboussé les passants). 2. Saçılıp kirletmek (La Birini -konusunda aydınlatmak (Il m'a éclairci
bouteille lui a glissé des mains, et le vin a éclaboussé sur la situation économique). § S'éclaircir: 1.
le mur). 3. mec. Lekelemek, tehlikeye atmak, Açılmak (Le ciel s'éclaircit). 2. Aydınlanmak,
üstüne sıçramak, bulaşmak (Le scandale a anlaşılmak, ışığa kavuşmak (La question s'est
éclaboussé tous ses amis). 4. mec. Kıskandırıp éclaircie). 3. Belirginleşmek (Sa voix s'éclaircit). 4.
çatlatmak (Il veut éclabousser ses voisins). 5. Etre Seyrelmek (Les gens partaient, la foule
éclaboussé de qch: -e bulanmak, -içinde kalmak s'éclaircissait).
(Son blanc plumage était éclaboussé de sang). éciaircissage er. 1. (Eski) Parlatma (Eclaircissage
éclaboussure diş. 1. Sıçrıntı; sıçramış çamur, des verres). 2. Seyreltme,
zifos, boya, kan, sıvı vb (Un peintre qui porte une édairclssement er. Açıklama, aydınlatıcı bilgi
blouse pour protéger ses vêtements des (Tai besoin d'éclaircissements sur ce projet).
éclaboussures. Des éclaboussures de sang, d'encre). édaire diş. bitb. Kırlangıçotu.
2. mec. tkz. Leke (Il a été mêlé à ce procès et en a éclairé, e s. ve ad Aydın, bilgili, görgülü (Ce
reçu quelques éclaboussures). livre s'adresse à un public éclairé. Les éclairés ne
éclair er. 1. Şimşek (Voilà un éclair qui luit). 2. sont pas contents de la situation).
Parıltı (Un éclair d'intelligence, de bon sens). 3. Bir édairement er. 1. Açıklık, aydınlık. 2.
tür pasta (Eclair au chocolat, éclair au café). 4. (s. Aydınlanma, ışıma,
değişmez) Yıldırım, çok hızlı (Uneguerre éclair). § édairer gçl. 1. Aydınlatmak, ışık vermek (Le
La fermeture éclair: Cırcır, fermuar. Avec la soleil éclaire la Terre. Les phares éclairent la
rapidité de l'éclair: Yıldırım hızıyla, çok hızlı. route). 2. Işıtmak (Une joie subite éclaira son
Rapide comme l'éclair: Yıldırım gibi, çok hızlı. visage et ses regards). 3. Klavuzluk etmek, eşlik
Lancer des éclairs: Ateş fışkırmak (Ses yeux edip yol göstermek (La nuit est noire, je vais vous
lançaient des éclairs). éclairer jusqu'au bout de l'allée). 4. Açıklamak,
éclairage er. 1. Aydınlatma, ışık verme; aydınlığa kavuşturmak, anlaşılır kılmak (Eclairer
aydınlanma (Eclairage au gaz; éclairage direct, un problème, une situation, un texte). 5. Eclairer qn
indirect. L'éclairage de la salle est réalisé par des sur qch: Birini -konusunda aydınlatmak (Le
tubes fluorescents). 2. Aydınlatılma; ışık, alınan journal éclaire ses lecteurs sur la situation
ışık miktarı (L'éclairage de cette pièce est économique). 6. gsz. Yanmak, ışıldamak (Une
suffisant. Ce tableau n'est pas dans un bon lampe qui. éclaire mal; la bougie avait baissé, elle
éclairage). 3. mec. Anlatma biçimi, görüş açısı, éclairait pourtant). § S'édairen I. Yanmak,
açı (Envisager un probleme sous un différent ışıklanmak (Un phare qui s'éclaire et s'éteint
éclairage). alternativement). 2. Aydınlanmak (S'éclairerà la
édairagisme er. Işıkçılık, ışıklandırmacılık. bougie). 3. Aydınlanmak, ışımak (Son visage
édairagiste er. Aydınlatma işlerinde s'éclaira). 4. Açıklanmak, aydınlanmak, belli
uzmanlaşmış teknisyen; ışıkçı, olmak (La question s'est éclairée grâce à la mise
éclairant, e s. 1. Aydınlatıcı, ışık verici (Le au point que vous avez faite). 5. S'éclairer sur qch: -
pouvoir éclairant d'un gaz). 2. mec. Aydınlatıcı, konusunda bilgi edinmek, aydınlanmak,
açıklayıcı, ışık tutucu (Il a fait une explication édaireur er. 1. İzci. 2. Keşif eri, öncü (Détachement
éclairante). d'éclaireurs). 3. Klavuz gemi. 4. s. Keşif görevi
édaircie diş. 1. Bulutlu havada gökteki açık yapan (Avion éclaireur).
yer. 2. Kapalı havada kısa süreli bir düzelme éclampsie diş. hek. Havale (sayrılık),
(Profiter dune éclairciepour sortir). 3. (Ormanda) édamptique 1. s. hek. Havaleye değgin; havale
Alan, ağaçsız yer; öbür fidanların gelişmesi için geçirmiş. 2. ad. Havaleli (Un éclamptique).
cılız fidanları kesip yer açma, seyreltme. 4. Kısa édanche diş. Koyun etinin kol tarafı, kol.
süreli iyileşme, düzelme (Une vie sans éclaircie). éclat er. 1. Parça, kopuntu, kopan parça (La route
édaircir gçl. 1. Koyuluğunu azaltmak, açmak était encombrée d'éclats de roches. Il était blessé
(Eclaircir une teinture, un teint). 2. Seyreltmek par un éclat d'obus. Un grand éclat de bombe). 2.
(Eclaircir une futaie, un bois,des arbres. Lecoiffeur Büyük gürültü, gürleme (Eclat de tonnerre). 3.
lui a éclairci les cheveux). 3. Sulandırmak, Parıltı, parlaklık (Eclat d'un diamant. L'éclat de la
yoğunluğunu gidermek (Eclaircir une sauce, un lumière l'aveuglait). 4. "Skandal, ,*utanca (Faire
potage). 4. Belirginleştirmek (Eclaircir sa voix). 5. un éclat). 5. Göz alıcılık, görkem (L'éclat dune
mec. Aydınlatmak, ışığa kavuşturmak, açmak, cérémonie). § Action d'éclat: Kahramanlık; yengi,
anlaşılır kılmak (Eclaircir un problème, une önemli eylem. Eclat de rire: Kahkaha. Pousser un
question, un mystère, ses idées). 6. Eclaircir qn sur: éclat de rire: Bir kahkaha atmak. Rire aux éclats:
éclatant 478 écoinçon

Kahkahalarla gülmek, edisser gçl. Süyekle bağlamak, süyek bağlamak


éclatant, t i . 1. Parlak, parıltılı (Lumière éclatante, (Edisser les rails).
couleur éclatante). 2. Gürültülü, tiz (Le son édopc, e s. ve ad. Topallayan, aksayan; topal,
éclatant de la trompette). 3. Besbelli, gözler aksak.
önünde, apaçık (Une vérité éclatante). 4. Eksiksiz, edore gsz. 1. Yumurtadan çıkmak (Les poussins
eşsiz, kusursuz (Une beauté éclatante, un succès édosent). 2. Çatlamak, açılmak (Les roses
éclatant). éclosent). 3. Doğmak, ortaya çıkmak (Cette
éclatement er. 1. Patlama (Eclatement d'une bombe, époque a vu éclore de grands talents).
d'un pneu). 2. mec. Bölünme, parçalanma édosion diş. 1. Çatlayıp açılma (L'éclosion des
(Eclatement <f un parti). œufs). 2. Açılma, açma (L'éclosion des fleurs, des
éclater gsz. 1. Patlamak (Un pneu éclate; une bombe roses). 3. Ortaya çıkma, doğuş, doğma (L'éclosion
éclate). 2. Çatlamak, açılmak, patlamak (Les d'un talent, d'une idée, d'un projet). 4.
bourgeons éclatent). 3. Bölünmek, parçalanmak Yumurtadan çıkma (Les poussins se mettent à
(Un parti qui éclate; m groupe qui éclate). 4. courir dès leur édosion).
Parıldamak (L'or éclate). 5. Belli olmak, açıkça édusage er. 1. (Bir gemiyi) Alavere havuzu
görülmek (La joie éclate sur son visage). 6. yardımıyla bir düzeyden başka bir düzeye
Çınlamak (Des rires et des applaudissements geçirme. 2. (Akarsuyu) Alavere havuzu ile
éclataient). 7. Patlak vermek, ortaya çıkmak (Une kapama.
maladie qui éclate en une soirée dans un accès de éduse diş. 1 (Bir ırmağın yada kanalın suyunu
fièvre violent).^ . mec. Patlamak, çok öfkelenmek tutmak sonra da boşaltmak için yapılan) Alavere
(Il éclata soudain contre son entourage). 9. Eclater havuzu, "tesviye havuzu. 2. mec. Engel,
en qch: -i basmak, -leri yağdırmak (Eclater en édusée diş. Bir alavere havuzunun aldığı su miktarı,
injures, en insultes). § Eclater de rire: écluser gçl. 1. Alavere havuzu ile kapamak (Ecluser
Kahkahalarla gülmek, katılasıya gülmek, une rivière, un canal). 2. Alavere havuzu
éclectique s. 1, Seçici, seçmeci, bir şeye körü yardımıyle bir düzeyden başka bir düzeye
körüne bağlanmayıp da değişik şeyler arasından geçirmek (Ecluser un bateau). 3. hlk. Kafayı
iyi ve güzel bulduklarını seçen (Un discophile très çekmek, içmek, yuvarlamak (Ecluser une bouteille
éclectique. Etre éclectique en littérature, en de vin).
amour). ï. fels. Seçmeci. écobuage er. (Tarlayı verimli kılmak için) Otlarını
éclectisme er. fels. Seçmecilik, yakıp külleme, anız yakma (L'écobuage d'un
éclipse diş. 1. Tutulma (Eclipse de Soleil, de Lune). 2. champ).
Ortadan silinme, silinip gitme (Eclipse d'un écobue diş. 1. Tarlayı küllemede kullanılan çapa. 2.
politicien célèbre; éclipse de la gloire). 3. mec. ç. Yakılmış anızlar,
Gerileme, çökme (Une civilisation exposée à subir écobuer gçl. Anız yakmak, otlarını yakıp tarlayı
uneéclipse).§ A éclipses: Karabatak gibi bir batıp küllemek.
bir çıkan, bir görünüp bir yiten (Une publicité à
écocide er. *Çevre öldürüm, çevredeki bitki ve
éclipses). Subir une éclipse: mec. Sönmek, ünü
hayvan örtüsünü yıkıp ortadan kaldırma
kalmamak, gölgeye düşmek,
(L'écocide vietnamien).
éclipser gçl. 1. (Bir yıldızın) Işığını kesmek,
écœurant, e s. 1. Mide bulandırıcı (Une odeur
tutulmasına yol açmak (La Lune éclipse le Soleil).
écœurante). 2. mec. Tiksindirici (Une conduite
2. Örtmek, kapatmak, görülmesine engel olmak
écœurante., des flatteries écœurantes).
(Les nuages éclipsent le soleil). 3. mec. Gölgede
écœurement er. 1. Midesi bulanma, bulantı (Ça me
bırakmak, geçmek, silmek, bastırmak, -e üstün
donne de l'écœurement). 2. mec. Tiksinti, tiksinme
gelmek (Il a éclipsé tous ses camarades). §
( f éprouve un grand écœurement à voir ces
S'éclipser: 1. Tutulmak (Im Lune, le Soleil
hommes déchus).
s'éclipse). 2. Sıvışmak, gizlice çekip gitmek (Il
écœurer gçl. 1. Midesini bulandırmak, bulantı
s'est éclipsé avant la fin de la conférence).
vermek (Cette sauce m'a écœuré). 2. mec. Tiksinti
édiptique s. 1. Güneş yada ay tutulmasına değgin.
vermek, tiksindirmek (Ses basses flatteries
2. er. gökb. "Tutulum, bir yıl boyunca Güneş'in
écœurent tout le monde). 3. Ecœurer qn de qch, de
gökküresi üzerinde çizdiği çemberin sınırladığı
f. qch: Birini -den tiksindirmek, -mekten
daire.
tiksindirmek (Tu m'as écœuré du voyage, de
édisse diş. 1. Ağaç kama. 2. (Kırıklar için) Süyek. 3. voyager). 4. Etre écoeuré de: -den tiksinmek, gına
(Peynir için) Süzgeç sepeti. 4. (Rayları birbirine getirmek (Je suis écœuré de toutes ces intrigues).
bağlayan) Süyek. écoinçon er. 1. (Duvarlarda) Köşe süsü. 2. Kapı
école 479 écorcher

yada pencerelerde köşe (aşı. 3. Köşe mobilyası, à la banque). 4. Düzen, düzenleme, yapı, kuruluş
écolc diş. 1. Okııl (Ecole maternelle, ccole primaire, (L'économie du corps humain, l'économie d"une
école supérieure. Ecole normale primaire: œuvre théâtrale). § Avoir des économies: Birikmiş
İlk öğretmen okulu; écolc normale professionnelle, parası olmak. Faire des économies: Para
école normale supérieure. Ecole de guerre. Ecole de biriktirmek.
danse, de musique, de secrétariat). 2. Öğrenciler économique s. 1. *Tutumbilimsel, "iktisadî,
(Toute l'ccole est réunie dans la cour). 3. Ders, "ekonomik (Le système économique d'un pays.
öğretim; öğretmenlik (Elle a fait f écolc dans ce Traverser une crise économique). 2. Keseye uygun,
village pendant vingt ans). 4. mec. Öğrenci, çırak; az masraflı, tutum sağlayan (Le chauffage est très
bir öğreti yada düşünceden yana olanlar (Les économique ici). 3. diş. Ekonomi bilimi, ekonomi
différentes écoles existentialistes). 5. mec. Çığır, politik.
okul (l'école romantique, i école de Platon). § A économiquement bel 1. İktisatça, ekonomi
l'école de: Okulunda, yanında, yolunda (Un bakımından (Unpays économiquement pauvre). 2.
officier qui apprend l'art de la guerre à l'école d'un Kıt kanaat, çok idareli (Vivre économiquement).
chef prestigieux). Etre à bonne école: Usta elinde économiser gçl. 1. Ölçülü harcamak, idareli
olmak, iyi ellerde olmak. Faire école: Yandaşları, kullanmak (Economiser ses provisions, son temps).
öğrencileri olmak; düşüncelerini yaymak, çığır 2. Artırmak, biriktirmek, bir kenara koymak
açmak. Faire l'école: Ders vermek, öğretmenlik (Economiser de T argent. J'économise cent francs
yapmak. Faire l'école buissonnière: Okuldan par mois).
kaçmak. Renvoyer qn à l'école: Birine "git kumda économiste ad. İktisatçı, *tutumbilimci.
oyna, senin daha bir fırın ekmek yemen gerek" écope diş. Çamçak.
demek. Sentir l'école: Bilgiçlik taslamak; çiğlik écoper gçl. 1. Çamçakla boşaltmak (Ecoper l'eau
etmek; bilgiç bilgiç konuşmak, d'une embarcation). 2. mec. hlk. İçmek. 3.
écolier, crc ad. 1. Öğrenci. 2. İlkokul öğrencisi Uğramak, çekmek, görmek (Ecoper une punition).
(Tablier d'écolier). 3. mec. Çömez, çırak, acemi 4. gsz. Canı yanmak, başkasının cezasını çekmek
(Tu es encore un écolier). § Le ehemin des écoliers: (C'est son voisin qui a fait la faute, et c'est lui qui a
lin uzun yol. Prendre le chemin des écoliers: (Bir écopé).
yere) Fn uzun yoldan gitmek, écorçage, écorcement er. Kabuk soyma (Ecorçage
écologie diş. Çevrebilim. d'un arbre).
écologique .v. Çevrebilimsel; çevreyle ilgili (Les écorcediş. l . A ğ a ç kabuğu (L'écorce du bouleau,
problèmes écologiques). du peuplier. Faire un sifflet en écorce de
écologiste ad. Çevrebilimci, çevrebilim uzmanı, châtaignier). 2. Kimi meyvaların kabuğu
éconduire gçl 1. Başından savmak, kovmak, yol (L'écorce de melon, de citron, d'orange). 3. mec.
vermek (Econduire un visiteur importun). 2. Görünüş (Un paysan d'écorce assez rude). §
Reddetmek, dileğini kabul etmemek (Econduire Ecorce terrestre: Yer kabuğu. Il ne faut pas juger
un solliciteur trop tenace). de l'arbre par l'écorce: Görünüşe aldanmamak.
économat er. 1. Veçilharçlık, kâhyalık. 2. Satış écorcer gçl. Kabuğunu soymak (Ecorccr un arbre,
mağazası. un fruit).
économe ad. I. Vekilharç, kâhya. 2. s. Tutumlu. § écorché er. Derisi yüzülmüş vücut; Güzel Sanatlar
Etre économe de qch: -de pek cimri davranmak (Il Akademisi öğrencilerinin model olarak
est économe de ses louanges). kullandıkları, derisi yüzülmüş insan yada hayvan
économétricien er. Ekonometri uzam, ekonometrici yontusu, *soyuk. § Un écorché vif: Aşırı duygulu
(Kimi kez ekonometr de denmektedir), kimse.
économétrie diş. Ekonometri; ekonomik olayların écorchement er. (Bir hayvanın) Derisini yüzme,
açıklanmasında kuramsal çalışmaların deneylerle derisini soyma.
doğrulanmasını sağlayan matematiksel yöntem, écorcher gçl. 1. Derisini yüzmek, derisini soymak
économétrique s. Ekonometriye değgin, (Ecorcher un lapin, une anguille). 2. Sıyırmak,
économie diş. 1. °İktisat, "ekonomi, *tutumbilim berelemek (Sa chute lui a écorché le genou.
(Ministrère de t Economie Nationale. Economie Ecorcher le mur en poussant un meuble). 3. mec.
Nationale. Economie capitaliste, libérale, mixte. tkz. Kazıklamak, soymak, pahalıya oturtmak
Economie dirigée, économie planifiée). 2. (Ecorcher un client). 4. Başını gözünü yararak
Tutumluluk (Son esprit d'économie est parfois konuşmak, hatalı konuşmak (Ecorcher une
proche de l'avarice). 3. ç. Biriktirilmiş para, bir langue; il écorché le français). 5. Kötü telaffuz
kenara konan birkaç kuruş (Mettre ses économies etmek (Ecorcher un nom, un mot). § Ecorcher les
écorcherie 480 écrasé

oreilles: Kulak tırmalamak (Des sons discordants 3. Görünmeden dinleyebilirle yeri. 4. Dinleme,
qui écorchent les oreilles). Ecorcher l'anguille par telefon yada radyo konuşmasını dinleme (Ici
la queue: Bir işe tersten başlamak. § S'écorcher: Radio Paris, ne quittez pas l'écoute) 5. ç. (Kimi
Sıyrılmak, berelenmek (II s'est écorché le bras en hayvanlarda) Kulaklar (Les écoutes du sanglier). §
grimpant au rocher). Se faire écorcher: tkz. Etre aux écoutes: Kulağı kirişte olmak. Rester à
Kazıklanmak, soyulmak, çok para ödemek (Nous l'écoute: Telefon yada radyoyu kapamamak,
nous sommes fait écorcher dans ce restaurant). dinlemek.
écorcherie diş. Kanarada hayvanların derisini écouter gçl. i. Dinlemek (Les élèves écoutent le
yüzme bölümü, prof esseur). 2. Ecouter qn: -in sözünü dinlemek (Si
écorcheur er. 1, Deri yüzücü. 2. mec. tkz. tu m'écoutais, tu n'agirais pas ainsi). 3. Uymak, -
Soyguncu, kazıkçı, pahacı, den başka bir şey dinlememek (11 n'écoute que son
écorchure diş. Sıyrık. devoir). 4. İyi karşılamak, kabul etmek, yerine
écorner gçl. 1, Boynuzlarını kırmak. 2. Köşesini getirmek (Dieu a écouté nos prières, nos vœux). §
kırmak, köşelerini kütleştirmek (Ecorner üne Ecouter de toutes ses oreilles: Bütün dikkatiyle
pierre, un livre). 3. tkz. Bir kısmını yemek, dinlemek, hepten kulak kesilmek. Ecouter aux
harcamak (Ecorner une somme, son capital, sa portes: (Bir konuşmayı) Kapı ardından gizlice
fortune). dinlemek. N'écouter que d'une oreille: Yarım
écornifler gçl. tkz. Otlakçılık etmek, beleşçilik ederek kulakla dinlemek, pek dikkatle dinlememek. §
sağlamak (Ecornifler quelques repas chez de S'écouter: 1. Kendi sözünü dinlemek, kendi
vagues amis). bildiği gibi davranmak (Si je m'écoutais, je n'irais
écorniflerie diş. Otlakçılık, beleşçilik, pas à cette conférence). 2. Kendini dinlemek,
écornifleur, euse ad. 1. Otlakçı, beleşçi. 2. Asalak, sağlığı konusunda pek kaygılı olmak (Ne t'écoute
écornure diş. Bir şeyden kırılarak kopmuş parça pas tant, tu iras mieux). § S'écouter parler: Kendi
(Ecornure d'une pierre, d'un meuble). sözlerinden hoşlanmak, konuştuğunu beğenmek,
écossais, e s. ve ad. 1. İskoçyaya değgin, İskoç écouteur, euse ad. 1. Gizli dinleyici, bir konuşmayı
(Les lacs écossais, dans écossaise, tissu écossais). merak dürtüsüyle gizlice dinleyen kimse. 2.
2. lskoçyah, İskoç (Un écossais, une écossaise). 3. Telefon almacı, almaç, "ahize (Le téléphone
.s. İskoç dokumasından yapılmış; damalı (Une sonna, elle pressa l'écouteur sur sa joue).
jupe écossaise). 4. er. İskoç dili. écoutille diş. (Gemilerde) Ambar ağzı.
écosser gçl. 1. Badıcını ayıklamak (Ecosser des écouvillon er. 1. Fırın silme küreği, saplı silgi, fırın
haricots, des petits pois). 2. hlk. Harcamak sileği. 2. ask. Top silgisi, tomar,
(Ecosser de l'argent). écouvillonnage er. Silgi ile temizleme, *silgileme.
écot er. 1. Yapılacak masrafta herkese düşen pay, écouvillonner gçl Silgi ile temizlemek,
masraf payı (Chacun paiera son écot). 2. Dalları écrabouillage, écrabouillement er. tkz. Ezme, pestil
iyice alınmamış ağaç kütüğü, £İbi yapma.
écoté, e s. Dalları alınmış, kökten budanmış, écrabouiller gçl. tkz. Ezmek, pestil gibi yapmak (La
écoulement er. 1. Akma, akış (Chéneau pour voiture a écrabouillé un chat sur la route).
l'écoulement des eaux d un toit). 2. (Bir yerden) écran er. 1: Sıcaklık siperi (Ecran de cheminée). 2.
Çıkış (Faciliter f écoulement de la foule). 3. Siper (Faire un écran de sa main). 3. »Görüntülük,
Piyasalama, piyasaya sürme, sürüm beyazperde (Les images apparaissent sur l'écran).
(L'écoulement de faux billets). 4. Akıntı, meni 4. Sinema (Les vedettes de l'écran). 5. (Renkli
akması. fotoğrafta) Renk ayırma camı, renk süzgeci,
écouler gçl. 1. Satmak, piyasalamak, sürmek süzgeç § Le petit écran: Televizyon. Faire écran
(Ecouler une marchandise). 2. Piyasaya sürmek à qch:-e engel ölmak; görülmesine,anlaşılmasına
(Ecouler de faux billets). § S'écouler: 1. Dışarıya engel olmak (La maladresse du style fit écran à sa
' akmak (L'eau de pluie s'écoule par cette rigole). 2. pensée). Porter qch à l'écran: -i film haline
Geçmek, geçip gitmek (Les années s'écoulent, ta getirmek, -den bir film yapmak (Porter un roman
vie s'écoule). 3. S'écouler de: -den çıkmak (La à l'écran).
foule s'écoulait des lieux de plaisirs). écrasant, e s. Ezici (Travail écrasant, supériorité
écourter gçl. 1. Kısaltmak (Ecourter sa barbe). 2. écrasante, avec une majorité écrasante).
Kuyruğunu kesmek (Ecourter un chien, un écrasé, e s. Basık, ezik (Un nez écrasé). § La rubrique
cheval). 3. Kısa kesmek, süresini azaltmak des chiens écrasés: tkz. Bir gazetenin önemsiz
(Ecourter un séjour, son voyage, son discours). olaylar bölümü. Faire les chiens écrasés:
écoute diş. 1. Gözcü, nöbetçi. 2. Gözcü kulübesi. (Gazeteci için) Önemsiz, uyduruk şeyler yazmak.
écrasement 481 écrouler

écrascmcnl er. 1. Hzme; ezilme (L'ecrasement des était écrit que j'aurais des ennuis dans cette
grains de blé sous la meule. L'écrasement de ta affaire). Ce qui est écrit est écrit: Yazılan
jambe a nécessité l'amputation). 2. mec. Ezme, bozulmaz, alnımıza ne yazılmışsa o olur.
ortadan kaldırma, yok etme (L'écrasement des écrit er. 1. Yazılı belge (On n'a pas pu produire un
révolutionnaires• de l'ennemi). seul écrit contre l'accusé). 2. Yapıt, kitap (Les
écrasc-merde er. argo. Postal, ayakkabı, écrits des anciens auteurs), i. Yazılı sınav (Il a eu
écraser gçl. 1. Ezmek (Ecraser des pommes. Ecraser une bonne note à l'écrit). 4. ç. huk. Evrak, kayıt. §
un insecte entre ses doigts). 2. Ezmek, çiğnemek Par écrit: Yazılı olarak (Je veux que vous m'en
(Ecraser un chien; tu m'as écrasé un pied). 3. mec. donniez l'ordre par écrit).
Ağır gelmek, ezmek (Les impots lourds écrasent le écrit, e s. 1. Yazılı (Examen écrit). 2. Yazı; yazı ile
peuple). 4. Kırmak, yok etmek, ortadan ilgili (Langue écrite).
kaldırmak, ezmek (Ecraser la résistance ennemie, écriteau er. İri harflerle yazılan el ilânı (11 a mis un
une rébellion, un adversaire). S. tkz. Sonuna kadar écriteau pour annoncer que sa maison était
basmak, yüklenmek (Ecraser les pédales de frein). à vendre).
6. Etre écrasé de qch: -in altında ezilmek, pestili écritoire diş. Yazı takımı.
çıkmak (Le peuple était écrasé d'impôts. Etre écriture diş. 1. Yazı (L'invention de l'écriture est
écrasé de travail, de fatigue). § En écraser: hlk. une des plus grandes conquêtes de l'Humanité). 2.
Uyumak, derin uykularda olmak. En écraser un: Yazı biçimi, yazı (L'écriture hyérogliphique.
argo. Yellenmek. Ecrase!: argo. Aldırma, boş ver! cunéiforme, arabe, grecque, gothique). 3. Üslup,
écraseur, euse ad. 1. (Eskiden) Kötü arabacı. 2. biçem (Un roman d une écriture recherchée). 4. ç.
(Şimdi) Kötü şoför, acemi sürücü, (Bir tüccarın) Hesap işleri, muhasebe (La maison
écrémage er. Kaymağını alma (Ecrémage du tait). a engagé un employé aux écritures. Tenir les
écrémer gçl. 1. Kaymağını almak (Ecrémer te lait). écritures). 5. Evrak, kayıt (Employé aux écritures).
2. mec. Bir şeyin en iyi kısmını almak, kaymağını 6. (Büyük harfle yazıldığında) Kutsal kitaplar,
almak (Ecrémer une bibliothèque, une collection, İncil (Citer un passage de l'Ecriture. Jésus a
une affaire). déclaré qu'il venait accomplir les Ecritures).§
écrémeuse diş. Kaymak makinası. Ecritures publiques: Resmi yazılar, kayıtlar,
écrêter gçl. 1. Tepesini almak, en üst kısmını écrivailler gsz. tkz. Niteliksiz yazılar yazmak, kötü
budamak (Ecrêter les épis de maïs). 2. Görüntüyü yazmak (it écrivaille dans un petit journal local).
engelleyici yükseklikleri gidererek düzleştirmek écrivailleur, euse ad. Kötü yazar, *yazarsı, yazar
(Ecrêter une route). 3. mec. Fazlalıklarını taslağı.
gidererek eşitleştirmek, écrivaillon er. Kötü yazar, yazarsı, yazar taslağı,
écrevisse diş. 1. Tatlı su İstakozu. 2. Demirci écrivain er. Yazar. § Ecrivain public: "Arzuhalci,
kıskacı, büyük kıskaç. § Etre, devenir rouge *dilekçeci.
comme une écrevisse: Yüzü İstakoza dönmek, écrivasser gsz. Niteliksiz yazılar yazmak, kötü
İstakoz gibi kızarmak. Marcher, aller comme une kötü yazmak,
écrevisse: İlerleyecek yerde gerilemek, bir adım écrivassier, ère ad. tkz. Kötü yazar, yazarsı, yazar
ileri iki adım geri gitmek, taslağı.
écrier (s') gsz,. Haykırmak (Il s'écria qu'il écrou er. 1. Cıvata somunu. 2. Tutuklama tezkeresi.
n'accepterait jamais). § La levée d'écrou: Tutuklunun salıverilmesi,
écrin er. Mücevher kutusu; mücevher çekmecesi écrouelles diş. ç. Sıraca sayrılığı,
(Offrir un collier dans un écrin. Ranger l'argenterie écrouelleux, euse s. ve ad. Sıracalı,
dans les êcrins). écrouer gçl. 1. Tutuklamak, hapsetmek. 2.
écrire gçl. 1. Yazmak (Ecrire une lettre, un livre). 2. Tutukevinin defterine geçirmek,
Yazmak, mektupla bildirmek (Je lui ai écrit que écrouir gçl. (Bir madeni) Döverek sertleştirmek,
j'étais malade). 3. Ecrire qch à qn: Bir şeyi birine écrouissage er. (Bir madeni) Döverek
yazmak, mektupla bildirmek (Je lui ai écrit la sertleştirme.
mort de son père). 4. Ecrire à qn de f. qch: Birine écroulement er. 1. Yıkılma, çökme (L'écroulement
mektup yazarak -meşini istemek (Je leur ai écrit d'un pont, dune maison). 1. Yıkılış, çöküş,
de venir chez nous). § Ecrire comme un chat: geçersizleşme (L'écroulement de ta féodalité, d'une
Kargacık burgacık yazmak. Ecrire à la diable: théorie).
Karışık bir üslupla yazmak.C'est écrit, il est écrit: écrouler (s')gM. 1.Yıkılmak,çökmekföe.? maisons
Kaçınılmaz bir şey bu, yazgı böyle istemiş, alına qui s'écroulent lors d'un séisme). 2. mec. Yok
böyle yazılmış (Ha raté son examen, c'était écrit. Il olmak, gümlemek (Ses projets se sont écroulés). 3.
écroûter 482 édicter

mec. Geçerliğini yitirmek, geçersiz kalmak (La écumeux, euse s. Köpüklü (Des ruisseaux de sang
thèse de l'accusé s'écroule devant cette preuve). 4. écumeux).
tkz. Olduğu yere yığılmak (L'homme, gravement écumoire diş. Kevgir.§ Comme une écumoire: Delik
blessé d'une balle, s'écroula). § Etre écroulé: tkz. deşik, kalbura dönmüş (Il était troué comme une
Gülmekten kaşıklan çatlamak, écumoire par les balles).
écrouter gçl. 1. Kabuğunu kaldırmak, kabuğunu écurer gçl. (Çukur şeyleri) Temizlemek (Ecurcr un
soymak. 2. (Toprağı) Yüzeyden sürmek, puits). § Ecurer son chaudron: argo. Günah
écru, e s. Ağartılmamış, yıkanmamış, ham (Toile çıkarmak, kusurlarını itiraf etmek,
écrue, soie écrue). écureuil er. Sincap (Il est vif comme un écureuil).
ectoderme i. ve er. Dışderi. § Ecureuil volant: Uçar-sincap.
cctoparasite s. ve er. Dışasalak (Insectes ectoparasites). écureuils er. ç. hayb. Sincapgiller,
ectoplasme er. 1. Dışplazma. 2. Bir medyumun écurie diş. 1. Ahır, tavla. 2. Bir kişiye ait bütün
vücudundan çıktığı söylenen uçucu madde, yarış atları (11 a une écurie célèbre). 3. (Otomobil
écu er. 1. Bir çeşit kalkan. 2. Eski bir Fransız parası. yanşında) Aynı marka otomobil kullanan
3. ç. Varlık, para § Avoir des écus: Varlıklı, paralı yanşmacıların tümü. 4. tkz. Çok pis yer, ahır gibi
olmak. yer (Sa chambre est une véritable écurie). § Entrer
écubier er. (Gemilerde) Zincir yada halat deliği, quelque part comme dans une écurie: Dingonun
loça. ahırına girer gibi girmek. Nettoyer les écuries
écueil er. 1. (Denizde) Su yüzeyine yakın gizli d'Augias: Bütün pislik, kokuşmuşluk ve
kayalık, kör kayalar (Le bateau risque de se briser yolsuzluklara son vermek; temizlik ve düzen
sur les écueils). 2. mec. Engel, tehlike (Lapolitique getirmek, hale yola sokmak. Sentir l'écurie: Ahır
agricole présente des écueils). 3. Sakınca (Le kokusu almış at gibi acele etmek, bir şeyin
principal écueil de cette méthode, c'est sa lenteur). bitimine doğru hızlanmak,
écuelle diş. Çanak (Donner une écuelle de lait au chat). écusson er. 1. Arma levhası. 2. Sınıfını ve birliğini
écuellée diş. Çanak dolusu (Une écuellée de soupe). belirtmek üzere asker giysilerine dikilen kumaş
éculé, e s. l.Topuklan aşınmış (Des savateséculées). arma. 3. bitb. Göz yada tomurcuk aşısı,
2. mec. Cılkı çıkmış, kullanıla kullanıla écussonner gçl. 1 .bitb. Göz aşısı yapmak, tomurcuk
bayağı laşmış (Des plaisanteries éculées). aşısıyla aşılamak (Ecussonner des rosiers). 2.
écumage er. Köpüğünü alma (Ecumage d'un (Asker giysisine) Kumaş arma dikmek,
bouillon, des confitures). armalamak.
écumant, e s. 1. Köpüklü, köpük çıkaran (Les vagues écussonnoir er. Aşı bıçağı,
écumantes). 2. Köpük kaplı (Bouche écumante). 3. écuyer er. 1. (Eskiden) Bir şövalyenin hizmetindeki
mec. Köpüren, öfkeli, ateş püsküren. 4. Ecumant soylu delikanlı. 2. Henüz şövalye olmamış soylu
de: -den köpüren (Ecumant de colère) delikanlı. 3. Binicilik öğretmeni. 4. At eğitimcisi.
écume diş. 1. Köpük (La mer, en se retirant, laisse de 5. At cambazı,
l'écume sur la plage. Quand la confiture est faite, écuyère diş. 1. (Ata) Binici kadın. 2. Kadın at
on retire l'écume). 2. Köpük, salya (La fureur lui cambazı,
mettait t écume à la bouche). 3. (At, boğa gibi eczéma er. Mayasıl, egzema.
hayvanlarda) Ter. 4. Lületaşı ( Une pipe en écume). eczémateux, euse s. 1. Mayasıllı, egzemalı. 2.
5. Tortu, döküntü, en aşağı tabaka (Ecume de la Mayasıla değgin,
plèbe carthaginoise). § Ecume de mer: Lületaşı, edelweiss [edelvajs,~ves] er. bitb. İki bin metreden
écumer gçl. 1. Köpüğünü, tortusunu almak yüksekte Alp ve Pirene dağlarında biten,
(Ecumer le sirop, un liquide). 2. Soymak, haraca bileşikgillerden bir bitki, aslanayağı.
kesmek, -de korsanlık etmek (Ecumer les mers, les éden er. Cennet gibi yer, yeryüzü cenneti (Ce pare
cotes. Ecumer une ville, une région). 3. gsz. est un éden).
Köpüklenmek (La mer écume). 4. Ecumer de qch: édénique s. Cennete özgü, cennet gibi, cenneti
-den köpürmek, kudurmak (Ecumer de rage, de andıran.
colère). 5. Ecumer de f. qch: -diğine çok kızmak (Il édenté, e i. 1. Dişleri dökülmüş, dişsiz (Une bouche
écumait d'être ainsi réduit à l'impuissance). édentée). 2. er. ç. hayb. Dişsizler; dişsiz memeliler
écumeur, euse s. ve ad. 1. s. Köpük dolan, familyası.
köpüklenen (Bouche écumeuse) 2. ad. Korsan, édenter gçl. Dişini kırmak (Edenler un peigne, une
soyguncu (Les écumeurs de mer. Des écumeurs scie).
littéraires). § Ecumeur de marmites, de tables: édicter gçl. 1. Yayımlamak (Edicter une loi). 2.
Asalak, beleşçi, "parazit. Kesin olarak ilân etmek (Il fut édicté que cette
édicule 483 effacer

faute serait punie d'emprisonnement à perpétuité). éducateur, trice ad. 1. Eğitimci. 2. s. Eğiten,eğitici
cdicule er. (Ayakyolu; tütün, gazete satış yeri gibi) (L'influence éducatrice de l'école).
Yol üstü kulübe, kulübecik, éducatif, ive s. 1. Eğitimle ilgili, eğitimsel (Système
édifiant, es. 1. Örnek, örnek alınacak (Vie, conduite éducatif d'un pays). 2. Eğitici, eğitsel (Des films
édifiante. Ouvrage édifiant). 2. (Alaylı) éducatifs).
Aydınlatıcı, bilgi verici (Voilà un témoignage éducation diş. 1. Eğitim (Ministère de l'Education
édifiant sur les moeurs de l'époque). Nationale). 2. Eğitme, çalıştırıp geliştirme,
cdificateur, trice s. ve ad. Yapıcı; kurucu, alıştırma (Education des réflexes, éducation de la
édification diş. 1. Yapma, yapılma; kurma, mémoire, des sens). 3. Görgü, eğitim (Avoir de
kurulma; dikme, dikilme (L'édification d un l'éducation, manquer d'éducation).
monument, d'un immeuble). 2. Tasarlayıp' éducationnel, le s. Eğitimsel, eğitime değgin
gerçekleştirme, kurma, yaratma (L'édification (Système éducationnel).
d'une théorie, d'un système, d'une science). 3. édulcorant, e s. ve ad. Tatlandırıcı (La saccharine
Aydınlatma, aydınlanma, bilgilendirme, est un édulcorant artificiel).
bilgilenme (Ses aveus suffisent à notre édulcoration diş. Tatlandırma, tatlılaştırma,
édification). 4. Örnek olma; örnek alma. édulcorer gçl. 1. (Bir ilâcı) Tatlılaştırmak,
édifice er. 1. Büyük yapı, önemli yapı (Cet hôpital tatlandırmak (Edulcorer un sirop, une tisane). 2.
est un superbe édifice). 2. mec. Kuruluş, yapı (Une
Sivri ve dokunaklı yanlarını giderip hafifletmek,
révolution qui renverse l'édifice de la société). §
yumuşatmak (Edulcorer une doctrine, un texte, un
Edifice public: Resmî bina, devlet dairesi.
discours).
Apporter sa pierre à l'édifice: Bir işin yapılmasına
éduquer gf/. 1. Eğitmek, yetiştirmek (Lesprofesseurs
yardım etmek, çorbada tuzu bulunmak,bir taş da
o koymak. sont chargés déduquer leurs élèves). 2. Çalıştırıp
édifier gçl. 1. Yapmak, dikmek, °inşa etmek geliştirmek, eğitmek (Eduquer tes réflexes:
(Edifier un monument, un immeuble, un hôpital). 2. éduquer la volonté par une vie rude).
mec. Kurmak, yaratmak tasarlayıp éfaufiler gçl. (Bir kumaştan) İplik çekmek,
gerçekleştirmek (Edifier une théorie, un plan, un éfendi, effendi er. T. Efendi,
système: édifier l'avenir à l'imitation du passé). 3. effaçable s. Silinebilir (Un dessin à la craie facilement
mec. İyice aydınlatmak, ayaklarını suya erdirmek effaçable).
(Ses paroles m'ont édifié). 4. Din ve erdem effacé, e s. 1. Soluk,silinmiş, parlaklığını yitirmiş
konusunda örnek olmak (Ces pieuses gens (Couleurs effacées, une teinte effacée). 2. Silik,
édifiaient les habitants de la ville). gölgede kalan (Une personne effacée).
édile er. (Büyük kentlerde) Belediye başkanlık effacement er. 1. Silme, silinme (L'effacement d'un
divanı üyesi, souvenir. Cette inscription est peu lisible à cause de
édilité diş. Belediye başkanlık divanı üyeliği, son effacement partiel). 2. Siliklik, gölgede kalma,
édit er. Buyrultu, ferman (Edit de Nantes). ortada görünmeme (I! passa sa vie dans
éditer gçl. 1. Basmak, yayınlamak (Editer des l'effacement).
poésies, l'œuvre d'un écrivain). 2. Denetleyip effacer gçl. 1. Silmek (Effacer le tableau, un mot). 2.
gözden geçirerek basıma hazır duruma getirmek Unutturmak (Effacer une mauvaise impression, un
(Editer le texte d'un auteur. Cette Bible a été éditée affront, un souvenir). 3. Gölgede bırakmak (Elle
par une commision de spécialistes). efface par son esprit toutes les autres femmes). 4.
éditeur, trice s. ve ad. Yayıncı (Une grande maison İçeri çekmek, çökükleştirmek (Effacer ses
éditrice. Il a proposé son oeuvre à un éditeur épaules, son corps). S. Effacer qn, qch de qch:
célèbre). Birini, birşeyi -den silmek (On l'a effacé de la
édition diş. 1. Baskı, "bası, basım (Ce roman en liste). § S'effacer: 1.Silinmek, izi kalmamak (Les
est à sa quatrième édition). 2. Yayıncılık, yayın traces des roues se sont effacées). 2. Gölgede
işleri (Travailler dans l'édition). 3. Yayın, çalmak, kendini geri çekmek, saklanmak (II
éditionner gçl. Bir yayına baskı sayı ve numaralarını s'efface pour laisser passer sa femme. Il s'efface
koymak. dans un coin de porte). 3. S'effacer de qch: -den
éditorial er. Başyazı (Les journaux ont consacré leur silinmek. 4. S'effacer devant qn: -karşısında
éditorial à la déclaration présidentielle). silinmek, gölgede kalmak (II faut que le virtuose
éditorialiste ad. Bir gazete yada dergide başyazı s'efface devant le compositeur). 5. S'effacer
yazan kimse, başyazar, derrière qch: -arkasına saklanmak, arkasına
édredon er. 1. Pufla tüyü. 2. Pufla ayak örtüsü, gizlenmek (Un romancier qui s'efface derrière ses
éducable s. Eğitilebilir, eğitime gelen. personnages).
effaçure 484 effigie

effaçure diş. Silik, çizik. foule effervescente).


effaner gçl. (Bir bitkinin) Kuru yapraklarını almak effet er. 1. Etki (Son intervention a fait très mauvais
yada gereksiz yapraklarını koparmak, effet sur F auditoire. If remède a fait son effet, fai
elfanure diş. Toplanan gereksiz yaprak (Effanurcs agi sous l'effet de la menace). 2. Sonuç (Les
de mais). mesures prises sont restées sans effet. Les eff ets
effarant, e s. Ürkünç, korku ve ürküntü verici, d'une loi. Rapport de cause à effet). 3. İzlenim (Il
effaré, e s. Ürkmüş, şaşa kalmış, mé fait l'effet d'un homme sérieux). 4. Uygulama,
effarement er. Ürküntü, şaşkınlık (Les prisonniers gerçekleştirme; geçerlilik; yürürlük (Cette loi
voyaient avec effarement les flammes de l'incendie prend effet à partir du mois prochain). 5. Dikkat
gagner leurs bâtiments). çekici olay göze çarpacak davranış (Un cinéaste
effarer gçl. Ürküntü vermek, şaşırtmak, şaşkına qui recherche les effets. La mise en scène de cette
çevirmek (Cette nouvelle a effaré les auditeurs). § pièce comporte des effets faciles). 6. Gösteri,
S'effarer: 1. Ürkmek, şaşmak. 2. S'effarer de qch: gösteriş (Faire des effets de jambes, de voix). 7. ç.
-den ürkmek, -e şaşıp kalmak -den ürkmek, -e Giysi (H a mis de vieux effets pour bêcher son
şaşıp kalmak (Tout le monde s'effarait de la hausse jardin). 8. ç. Eşya, mal (Effets personnels, effets
des prix). mobiliers). § Effets de commerce:Ticaretsenetleri.
effarouchement er. Korkutma, korkuya kapılma; Effets publics: Devlet tahvilleri. Effets personnels:
ürkütme, ürkme, Kişisel eşya, °zatî eşya. A cet effet: Bu amaçla. A
effaroucher gçl. 1. Korkutmak, kaçırtmak l'effet de f. qch: -mek için, -mek amacıyla. En
(Effaroucher un gibier, les poissons). 2. Ürkütmek effet: Gerçi, gerçekten, gerçektende. Sous l'effet
(Tu m'effarouches). § S'effaroucher: 1. Ürkmek, de: Etkisiyle, etkisi altında. Avoir, prendre effet:
korkmak. 2. S'effaroucher de qch: -den ürkmek, (Yasa vb. için) Yürürlüğe girmek, geçerlik
korkmak. kazanmak, geçerli olmak (La loi aura effet à telle
effectif, ive s. Gerçek, var, edimsel olarak var olan, date). Faire effet, faire de l'effet: Büyük bir etki
somut, "fiilî (Apporter une aide effective. uyandırmak. Faire l'effet de: -izlenimi
L'armistice est devenu effectif depuis ce matin). uyandırmak, gibi görünmek (Il fait l'effet dun
effectif er. 1. Gerçek insan sayısımevcut (L'effectif gangster). Faire bon, mauvais effet sur: -in
d'une armée, d'une classe, d'un parti). 2. Yatırılan, üzerinde iyi, kötü etki bırakmak. Mettre à effet:
ortada bulunan para, (Yasa vb.) Yürürlüğe koymak (Legouvernement
effectivement bet. 1. Gerçekten (Non. ce n'est pas un a mis à effet un nouveau règlement).
conte, c'est effectivement arrivé). 2. Doğru, öyle, effeuillage er. 1. Yapraklarını koparma 2. Striptiz,
gerçekten de (Vous étiez absent de chez vous effeuillaison diş. effeuillement er. Yaprak dökümü,
dimanche? -Oui, effectivement). effeuiller gçl. Yapraklarını koparmak (Effeuiller
effectuer gçl. Yapmak, gerçekleştirmek, ortaya une branche, un arbre, une rose).
koymak (Effectuer un travail, des réformes, une effeuilleuse diş. tkz. Striptiz yapan kadın, striptizci,
opération, des réparations). § S'effectuer efficaces. 1. Etkili, iyi (Cette eau est efficace pour
Yapılmak, gerçekleştirilmek (Les travaux les maladies de peau). 2. Yararlı, başarılı (Un
s'effectuent selon le plan prévu). employé peu efficace. // serait plus efficace à ce
efféminé, e s. Kadınsı (Il a un air efféminé). poste). 3. diş. (Eski) Etkililik,
efféminement er. Kadınsıhk; kadınsılaşma. efficacement bel. 1. Etkilice, etkili olarak. 2.
efféminer gçl. 1. Kadınsallaşürmak, hanım evlâdı Başarıyla (Employer efficacement une nouvelle
yapmak (Cette vie facile l'a efféminé). 2. méthode).
Yumuşatmak (Efféminer une pensée). efficacité diş. 1. Etki, etkililik (Efficacité d'un
effervescence dis. 1- Köpürme, kaynama (Chauffer remède) 2. Başarı, verim, verimlilik üretkenlik
de l'eau jusqu'à effervescence. La chaux vive entre (Efficacité d'un ingénieur, d'un instrument).
en effervescence au contact de l'eau). 2. mec. efficience diş. 1. Etkililik; etkileyicilik. 2. Verimlilik,
Kaynaşma (Une grande effervescence régnait dans üretkenlik.
la ville). § Entrer en effervescence: Köpürüp efficient, e s. 1. Etkili, etkileyici (La cause efficiente
kaynamak. Mettre qch en effervescence: d'un phénomène). 2. Verimli, başarılı,
Kaynaştırmak, karıştırmak (Cet événement a mis effigie diş. 1. Portre, resim yada yontu halinde insan
le pays en effervescence). betimi (On exposait F effigie des rois défunts). 2.
effervescent, e s. 1. Köpürücü (Une boisson (Paralar, pullar üzerindeki) Baş resmi, portre
effervescente. Comprimés médicamenteux (Des monnaies anciennes dont l'effigie est usée). §
effervescents). 2. mec. Kaynaşan, coşkun (Une Brûler qn en effigie: (Tiksinti ve öfkeyi belirtmek
effilage 485 effriter

için) Birinin kuklasını yakmak, Geçersizleşmek, değeri kalmamak (Tous ses


effilage, effilement er. İplik haline getirme; iplik arguments se sont effondrés). 4. Birden bire ve
haline gelme, büyük oranda düşmek (Les prix s'effondrent). 5.
effilé,e s. İnce uzun (Elle a des doigts effilés). Olduğu yere yığılmak (La sentinelle tira une rafale
effilé er. İplik yada ipek saçak (Les effilés d'une sur le fugitif qui s'ejj'ondra).
serviette). effondrilles diş. ç (Bir kabın dibindeki) Çöküntü.
effiler gçl. 1. Tarazlamak, iplik iplik yapmak efforcer (s') gsz. 1. Var gücüyle çalışmak,
(Effiler un tissu). 2. Uzatmak, inceltmek (Son çabalamak. 2.S'efforcer de f. qch: • -meye
nez que la nature avait effilé en bec d'oiseau). § çalışmak, çabalamak
S'effiler: 1. Tarazlanmak, iplik iplik olmak (Un (Il s'efforce de rester calme dans cette agitation
tissu qui s'effile). 2. İncelip uzamak (Le visage générale). 3. S'efforcer à f. qch: (Eskimiştir)-meye
s'effile en avant comme une lame). çahşmak (H s'efforce à l'entraîner hors de la
effilochage er. Ditme, tiftikleme, tarazlama, maison). 4. Kendini zorlamak (I! s'efforçait à une
effiloche diş. 1. Bir kumaşın kenar iplikleri. 2. ç. cordialité qui sentait faux. Cet auteur s'efforce
Hğirilmemiş ipek. pour parler argot).
effilocher gçl. Ditmek, tarazlamak, tiftiklemek effort er. 1. Çaba, "gayret (Cet élève ne fait aucun
(Effilocher un tissu, des chiffons). § S'effilocher: effort). 2. Güç (Effort de traction, effort de
I. Tarazlanmak (Etoffe usée qui s'effiloche). 2. compression). 3.Çekme gücü, ağırlık kaldırma
mec. Dağılmak, iplik iplik olmak (Les nuages gücü, dayanma gücü (L'effort des arches d'un
s'effilochaient). pont). 4. (Eski) Kas ağrısı (Attraper un effort).5 .
effilochure diş. Tiftiklenmiş parça, Fıtık. § Sans effort: Kolayca. Déployer un grand
efflanqué, e j. 1. Cılız, arık, bir deri bir kemik (Un effort: Büyük bir çaba göstermek. Faire un effort,
chien efflanqué, un pelit homme efflanqué). 2. des efforts: Çaba göstermek.Faire tous ses efforts:
mec. Kuru, cansız (Un style efflanqué). Elinden geleni yapmak, elinden gelen çabayı
effleurement er. Hafifçe dokunma, hafifçe okşama, göstermek.
el gezdirme. effraction diş. Kapıyı kırarak girme, kilit kırma,
effleurer gç. 1. Sıyırmak, sıyırıp geçmek (Un éclat zorla girme (Le vol avec effraction est
d'obus lui effleura la jambe). 2. Hafifçe juridiquement qualifié de crime. Les cambrioleurs
dokunmak,, hafifçe okşamak, el gezdirmek; ont pénétré dans la maison par effraction).
hafifçe dokunup geçmek (Elle effleura mon front, effraie diş. Bir tür baykuş, peçelibaykuş.
mes joues, lx's hirondelles effleurent (étang). 3. effranger gçl. (Kumaşın) Kenarlarını saçak saçak
mec. Şöyle bir incelemek (Effleurer une question etmek.
politique). 4. Kafasından şöyle bir geçmek (La effrayant, e s. 1. Korkutucu, ürkünç, korkunç (11 a
crainte d'un insuccès ne l'avait même pas effleuré). poussé un cri effrayant). 2. Bunaltıcı, korkunç
effleurir gsz. kim. Çiçeksimek, tuzlanmak. (Une chaleur effrayante).
efTIoraison diş. Çiçeklenme, çiçek açma. effrayé, e s. Çok korkmuş, ürkmüş,
efflorescence diş. 1. Çiçek açma başlangıcı, effrayer gçl. 1. Korkutmak, ürkütmek, ürküntü
çiçeklenme. 2. bitb. Tozlaşma. 3. Wm.Çiçeksime, vermek (Effrayer un chat, une femme). 2. mec.
tuzlanma. 4. hek. Sıyrılma, hafifçe berelenme. 5. Kaygılandırmak, gözünü korkutmak (La
mec. Gelişme, serpilme (L'efflorescence de l'art longueur de la tâche à entreprendre m'effraie). §
gothique). S'effrayer 1. Korkmak,ürkmek. 2.S'efîrayer de
efflorescent, e s. 1. Çiçeklenmiş. 2. kim. qch: -den korkmak, ürkmek, gözü korkmak (II
Çiçeksimiş, tuzlanmış, s'efraie d'un rien. Je m'effraie de cet armement
effluve er. Bir yerden yayılan gaz, buğu koku gibi général).
şey, yayıntı (Les effluves embaumés d'un jardin). effréné, es.. 1. Dizginsiz, ölçüsüz (Un démagogue
effondrement er. 1. yerb. Çökme; çöküntü. 2. effréné). 2. Aşırı (Un orgueil effréné, une ardeur
Yıkılma, çökme (L'effondrement dune effrénée).
civilisation, d'un empire). 3. Batma, yok olma effritement er. Ufalanma, toz haline gelme, aşınma,
(L'effondrement d'une fortune) A. Toprağıbelleme. effriter gçl. Ufalamak, toz haline getirmek (Effriter
effondrer gçl 1. Toprak bellemek. 2. Çöktürmek, un biscuit entre ses doigts. Le vent effrite les
çökertmek, yıkmak. 3. Batırmak, yok etmek. rochers).§ S'effriter: 1. Ufalanmak, toz haline
§>S'effondrer: 1.Yıkılmak,çökmek ((/«e voûte qui gelmek, aşınmak (Une roche qui s'effrite
s' effondre: le pont s'est effondré). 2. Batmak, yok facilement). 2. Dağılmak, parçalanmak,
olmak (Toute sa fortune s'est effondrée). 3. küçülmek (L'oppositionparlementaire s'effrite. La
effroi 486 égard

majorité gouvernementale s'effrite à chaque vote). olmak, -ile bir olmak (La renommée de cet auteur
effroi er. *Ürkü, büyük korku, "dehşet (L'éruption égale celle de son devancier). 4. Egaler qn, qch en
volcanique remplit d'effroi tous les habitants des qch: Birine, birşeye -de denk olmak, yetişmek
environs). (Aucun des concurrents n'a pu l'égaler en rapidité.
effronté, e s. ve ad. Yüzsüz, yırtık, küstah (Une Tu ne peux pas l'égaler en beauté). 5. Egaler qn, qch
réponse effrontée. Une bande d'effrontés). à: Birini, bir şeyi -e eşit görmek, denk tutmak (Tu
effrontément bet. Yüzsüzce, yırtıkça, küstahça égales une toute petite ville à Istanbul. // égale
(Mentir, regarder, répondre effrontément). Rimbaud à Baudelaire). § S'égaler: 1. Eşit olmak.
effronterie diş. Yüzsüzlük, yırtıklık, küstahlık, 2. S'égaler à: Kendini -e denk görmek eşit
effroyable 5. Korkunç, ürkütücü (Une misère sanmak (II s'égale aux grands auteurs).
effroyable). égalisateur, trice s. Eşit kılan, beraberlik sağlayan
effroyablement bel. Korkunç, ürkütücü biçimde (Marquer un but égalisateur. Règlement qui a sur
(Une affaire effroyablement compliquée). les prix une action égalisa trice).
effusion diş. 1. Akma, akıtma; dökme, dökülme égalisation diş. 1. Eşitleme, eşit kılma (Egalisation
(Une révolution sans effusion de sang). 2 mec. Sevgi des conditions sociales). 2. Düzelme; dıizl eştirme
gösterisi.İçini dökme, açılma (Après les premières (Egalisation du terrain). 3. Eşit olma, berabere
effusions, elles se mirent à se raconter leurs kalma, beraberlik (L'équipe qui obtient
aventures). l'égalisation).
éfourceau er. Kütük, kalas taşımaya yarayan iki égaliser gçl. 1. Düzenlemek, dengelemek (Egaliser
tekerlekli araba, les prix). 2. Eşitleştirmek, eşitlemek (Egaliser tes
efrit er. İfrit. chances, les conditions) 3. Düzleştirmek (Egaliser
également, égayement er. Eğlendirme, eğlenme, le sol, un terrain). 4. gsz. (Spor) Eşitliği sağlamak,
égailler (s') gsz. Dağılmak, saçılmak (Les berabere kalmak, beraberliği elde etmek,
soldats en déroute s'égaillèrent dans les bois). égalitaire s. Toplumsal ve siyasal eşitlik isteyen,
égal, e i. 1. Eşit (Tous les citoyens sont égaux devant toplumsal eşitlikten yana, eşitçi (Une doctrine
la loi). 2. Değişmez, düzenli (Marcher d'un pas égalitaire).
égal). 3. Sakin, dengeli, sık sık değişmeyen (Un égalitarisme er. Eşitçilik,
homme d'un caractère égal). 4. Düz (Un terrain égalitariste s. ve ad. Eşitçi, eşitlik yanlısı,
égal). 5. "Tarafsız, yansız (Une justice égale). 6. égalité diş. 1. Eşitlik (Egalité politique. Egalité des
tkz. Önemsiz, pek önem taşımayan (La chose est conditions sociales). 2. Düzlük (Egalité du sol. du
égale). 7. Egal à: -e eşit, denk (La base de ce terrain). 3. Değişmezlik, düzenlilik (Egalité du
triangle est égale à sa hauteur. Sa probité est égale pouls). § Etre à égalité: Eşit puanları olmak,
à son dévouement). 8. ad. Boydaş, öğür, °akran (Il berabere olmak (Les joueurs sont à égalité). A
est familier avec ses égaux). § A l'égal de:-kadar égalité de: -1er eşit olduğunda (A égalité de mérite,
derecesinde. D'égal à égal: Eşit koşullar içinde, le plus âgé doit avoir ta préférence). Sur pied
eşit olarak (S'entretenir avec quelqu'un d'égal à d'égalité: Eşit koşullar içinde, eşit olarak
égal). Sans égal: Eşsiz, eşi benzeri bulunmayan (11 (S'entretenir avec quelqu'un sur pied d'égalité).
a un courage sans égal). Etre égal à qn: hlk. -için égard er. 1. İlgi yada saygı gösterme. 2. Göz önüne
önemsiz olmak, -e vız gelmek (Ça m'est égal. Tout alma, hesaba katma. 3. ç. İlgi, saygı (Son âge lui
lui est égal). N'avoir d'égal que qch: -den başka eşi, donne droit à certains égards). § A l'égard de: 1. -e
benzeri olmamak; ancak -ile karşılaştırılabilmek karşı (Ce commerçant est gentil à l'égard de ses
C Un courage qui n'a d'égal que sa prudence). Rester clients). 2. -e göre, -in karşısında (Un néant à
égal à soi -même: Hep aynı kalmak, değerinden l'égard de l'infini). 3. -ile ilgili olarak, -in
lliç bir şey yitirmemek (Tu restes toujours égal konusunda (Prendre des sanctions à l'égard des
à toi-même). coupables). A cet égard: Bu bakımdan, bu açıdan
A tous les égards: Her bakımdan. A certains
égalable s. Erişilebilir, aynısı yapılabilir (Un record
égards: Bazı bakımlardan. A aucun égard: Hiç bir
difficilement égalable).
bakımdan. Eu égard à: -i düşünerek, göz önünde
également bel. 1. Eşitçe, eşit olarak (Tous les
bulundurarak (Tu dois agir autrement, eu égard à
citoyens sont également admissibles à toutes
sa maladie). Par égard pour: -i düşünerek, göz
dignités). 2. Aynı zamanda, de (Ilfaut lire ce livre
önünde bulundurarak (Par égard pour sa jamille,
et celui-là également).
on a étouffé t affaire). Sans égard pour: -c
égaler gçl. 1. Eşit olmak (Dix divisé par deux égale
aldırmadan, -i dinlemeden, nedir demeden (Il a
cinq). 2. Erişmek, *eşitlemek, -in aynını yapmak
agi sans égard pour notre amitié). Avoir égard à
(J'ai égalé son record). 3. -e denk olmak, eşit
487 égrapper

qch: -i düşünmek, göz önünde bulundurmak (Tu égoeentrisme er. ruhb. 'Beniçincilik; *benözekçilik.
dois avoir égard aux circonstances). égoïne diş. Küçük el testeresi, kaptırma,
égaré, e .v. 1. Şaşkın, dalgın (Des regards égarés). 2. égoïsme er. Bencillik, bencilik,
Yitmiş, yolunu şaşırmış (Une br ebis égarée). égoïste s. ve ad. Bencil (Un enfant égoïste,c'est un
égarement er. 1. Yitme, "kaybolma (L'égarement égoïste).
d'un document). 2. Yolunu şaşırma. 3. Şaşkınlık égoïstement bel. Bencilce, bencillikle (Agir
(Dans son égarement, il ne songeait même pas à égoïstement).
tirer le signal d'alarme). 4. Yanılma. 5. Yolsuzluk, égorgement er. Boğazlama, öldürme (Egorgement
düzensizlik. d'un animal).
égarer gçl. 1. Yanlış yola saptırmak, yolunu égorger gçl. 1. Boğazlamak (Egorger un animal, une
şaşırtmak, yanıltmak (Un faux témoignage qui personne). 2. Öldürmek, boğazını kesmek
égare les enquêteurs) 2. Bozmak, doğru yoldan (Egorger un enfant avec un rasoir). 3. mec. Çok
çıkarmak (Une lecture qui peut égarer les jeunes üzmek, canını çıkarmak. 4. mec. Kazıklamak,
gens). 3. Yitirmek, bulamamak, koyduğu yeri fazla para almak (Egorger un client).
' unutmak (J'ai égaré mon stylo). § S'égarer: 1. égorgeur, euse ad. Boğazlayarak, boğazını keserek
Yitmek, yolunu şaşırmak (Les enfants qui se sont öldüren; kıyıcı (Le jury est sans pitié pour les
égarés en jouant dans la forêt). 2. Yolundan égorgeurs).
sapmak, yön değiştirmek (La discussion s'égare). égosiller Îs')gj2.1.Boğazınıyırtarcasına bağırmak
3. Yitmek, yerinde bulunamamak (Plusieurs (I! s'égosillait vainement pour se faire entendre
livres se sont égarés au cours du déménagement). 4. dans ce tumulte). 2. Gırtlak patlatmak, soluk
Şaşırmak, yanılmak, yanılgıya düşmek (1!s'égare tüketmek. 3. S'égosiller à f. qch: -mekten soluğu
dans de vaines digressions). kesilmek, gırtlağı patlamak (Il s'égosillait à lui
égayant, e .y. Neşelendirici, neşe katıcı, sevindirici, expliquer le cas).
égayer gçl. 1. Şenlendirmek neşelendirmek, neşe égotisme er. Benlikçilik; hep kendinden söz etme.
katmak, güldürmek (Le conjérencier égaya 'benbencilik,
l'auditoire par quelques anectotes piquantes). 2. égotiste v. vead. Benlikçi; hep kendinden söz eden,
Süslemek (Egayer une maison, un récit). 3. Egayer 'benbenci.
qch de: Bir şeyi -ile süslemek, hoş bir hava vermek égout er. 1. Bir yerden akan su, sızan sıvı (Les
(Egayer de quelques plaisanteries un entretien êgouts d'un toit). 2. (Bir damın) Saçak kiremitleri,
sérieux). § S'égayer: 1. Eğlenmek, gülüşmek, saçak (Toit à deux égouts) 3. Dam akıntısı. 4. Su
neşelenmek. 2. -e gülmek (L'auditoire s'égaya lâğımı, kanalizasyon (Les égouts se déversent
longuement de ce lapsus de l'orateur). 3. S'égayer à parfois dans la mer). 5. mec. Batakhane, ahlâkça,
f. qch: -siyle eğlenmek, -sine gülmek (Il s'égayait à bozuk yer. 6. mec, Çirkef, batak, iğrenç şey (11
le voir danser comme un fou). traite mon œuvre dégoût).
égéen, ne s. 1. Ege denizine değgin (Civilisation égoutier er. Lağımcı.
égéenne). 2. ad. Egeli, égouttage, égouttement er. Suyunu alma; suyu
égérie diş. Birine akıl hocalığı eden kadın, alınma (L'égouttage du fromage blanc).
égide diş. 1. Söylencede Pallas'ın kalkanı. 2. égoutter gçl. 1. Süzmek, suyunu akıtmak, suyunu
Koruyuculuk; koruma, himaye, § Sous l'égide de: almak (Egoutter la vaisselle. Egoutter du fromage.
-in koruyuculuğunda, -in "himayeleriyle (Une Egoutter le linge). 2. gsz. Sızmak, suyu damla
exposition organisée sous l'égide du damla akmak (Le linge égoutte. Laisser lefromage
gouvernement). égoutier). § S'égoutter: 1. Sızmak, suyu damla
églantier er. Yabangülü ağacı, kuşburnu ağacı, damla akmak (Les arbres s'égouttent après la
églantine diş. Yabangülü, kuşburnu, pluie. Le linge s'égoutte). 2. S'égoutter de qch: -den
église diş. 1. Kilise (Le clocher de l'église). 2. (Büyük damla damla sızmak (L'eau de pluie qui s'égoutte
harfle) Hıristiyanlık; Hıristiyanlık dünyası. 3. d'un manteau).
Papazlar sınıfı (Appartenir à l'Eglise). 4. égouttoir er. Tabak, şişe gibi şeylerin suyunu
Hıristiyan mezheplerinin her biri (L'Eglise süzdürmek için kullanılan destek, süzek
catholique. Les Eglises protestantes, orthodoxes). (Egouttoir à vaisselle, à bouteilles; égouttoir à
églogue diş. Çoban türküsü; bir çeşit küçük kır fromage).
şarkısı (Les églogues de Virgile). égoutture diş. Sızıntı, bir şeyden sızan sıvı; bir kapta
ego er. ruhb. Ben. kalan son damlalar,
égoccntrique s. ve ad. ruhb. 'Beniçincil; *benözekçil égrappage er. (Üzümleri) Salkımdan koparma,
(C'est un égoccntrique; un réflexe égocentrique). égrapper gçl. Salkımdan koparmak (Egrapper des
égrappoir 488 élan

raisins, des groseilles). *Mısırbilimci.


égrappoir er. Üzümleri salkımdan ayırmaya eh Uni. X. Hey (Eh! attendez un peu, Eh, que faites-
yarayan alet. vous-là?). 2. Eh bien: Eh, peki, peki öyleyse (Tout
égratigner gçl. 1. Tırmalamak, tırmık atmak (Le le monde est là? Eh bien, on peut commencer). 3.
chat m'a égratigné le visage). 2. Sıyırmak, hafif Hay Allah, eh be (Vous avez visité Paris? Eh bien!
yaralamak (Les ronces lui ont égratigné les qui l'aurait dit!). 4. Eh quoi: Allah Allah, deme be,
jambes). 3. Hafifçe çizmek, zedelemek (Egratigner yapma yahu! (Eh quoi! vous n'avez pas peur de
un meuble, un papier). 4. Egratigner qn: Birini l'affronter?).
hafifçe kırmak, incitmek (Les critiques l'ont un éhonté, e s. I. Yüzsüz, utanmaz, arlanmaz (Un
peu égratigné). 5. (Toprağı) Üstünkörü sürmek. § homme éhonté). 2. Yüzsüzce, utanmazca (C'estun
S'égratigner: Yüzü gözü çizilmek, berelenmek (II mensonge éhonté).
s'est égratigné en cueillant des mûres). eider [eder] er. Pufla ördeği,
égratignure diş. X. Sıyrık, hafif yara, tırmık (I! éjaculation diş. 1. Fışkırma, fışkırtma. 2. Meni
s'est tiré de t accident sans une égratignure. Sa akıtma, beli gelme,
figure portait des égratignures). 2. mec. Hafif onur éjaculer gçl. I. Fışkırtmak. 2. gsz. Beli gelmek,
yarası. menisi akmak, belini getirmek,
égrenage, égrènement er. I. Taneleme, tane taiıe éjectable s. Kendiliğinden dışarı fırlayabilir;
koparma (Egrenage du raisin). 2. Tespih tanesi fırlatılabilir (Siège éjectable: Uçaklardaki
gibi ard arda sıralanma (Egrènement de maisons otomatik pilot koltuğu).
sur les plages). éjecter gçl. X. Fırlatmak, dışarı fırlatıp atmak
égrener, égrainer gçl. I. Tanelemek (Egrener du blé, (Ejecter un objet. La mitrailleuse éjecte les douilles
du raisin, des épis, des grappes). 2. Çekmek vides au cours du tir). 2. tkz. Kovmak, dışan
(Egrener le chapelet). 3. Bir bir belirtmek, birbiri atmak, kapı dışan etmek,
ardınca saymak (Pendule qui égrène les heures). § éjecteur er. Bir şeyi dışanya atmaya yarayan aygıt;
S'égrener: 1. Tanelenmek, başaktan yada fırlatıcı, boşaltıcı.
salkımdan kopmak (Le blé trop mûr s'égrène. Les éjection diş. 1. Fırlatma, dışan atma; fırlatılma,
raisins qui s'égrènent). 2. Bir biri ardınca tespih dışarı atılma (L'éjection du pilote). 2. tkz. Kovma,
tanesi gibi sıralanmak (Les villas qui s'égrènent te kapı dışan etme.
long de la plage). éjointer gçl. (Uçmasını engellemek için) Kanadını
égreneuse diş. Taneleme makinası. kırmak (Ejointer un oiseau).
égrillard, e i. X. (Eski) Şen, şakacı, tasasız. 2. Açık élaboration diş. X. Hazırlama, hazırlanma
saçık (Raconter des histoires égrillardes). (L'élaboration d'un plan, d'une oeuvre). 2.
égrisage er. Parlatma, cilalama, Özümlenir duruma getirme (Elaboration de la
égrisé er. égrisée diş. (Değerli taşlar parlatmakta sève. Elaboration de la bile pour le foie).
kullanılan) Elmas tozu. élaborer gçl. 1. Hazırlamak (Elaborer un plan, une
égrisergçl. (Değerli taşlan) Perdahlamak, parlatmak doctrine, un projet). 2. Özümlemek özümlenir
(Egriser une gemme, une glace). duruma getirmek (L'organisme élabore des
égrotant, e s. Çabuk hastalanır, enez, cılız, aliments). § S'élaborer: Hazırlanmak, yapılmak
égrugeage er. Havanda dövüp toz haline getirme, (Un projet qui s'élabore peu à peu).
égrugeoir er. Küçük havan, el havanı, élagage er. X. Budama, gereksiz dallarını alma
égruger gçl. Havanda dövmek, dövüp toz haline (Elagage d'un arbre). 2. mec. Ayıklama, kısaltma,
getirmek (Egruger du poivre). budama, gereksiz bölümlerini atma (Elagaged'un
égueulement er. (Bir kabın) Ağzını kırma, bozma; compte-rendu, d'un article, d'un récit).
ağzı kırılma, bozulma, élaguer gçl. X. Budamak, gereksiz dallarını
égueuler gçl. X. Ağzını kırmak, bozmak, eğmek kesmek (Elaguer un arbre). 2. Kısaltmak,
(Egueuler un pot, une carafe, une bouteille). 2. (Bir ayıklamak, gereksiz bölümlerini atmak (Elaguer
topun) Ağzını aşındırmak, un récit, un article).
égypte diş. Mısır. élagueur er. Budayıcı, ağaç budama işçisi,
égyptien, ne s. ve ad. I. Mısırlı. 2. Mısıra ve élan er. X. Atılış, atılım, "hamle (Il a franchi
Mısırlılara değgin (L'ancienne civilisation l'obstacle d'un seul élan). 2. Hız (La voiture,
égyptienne). 3. er. Eski Mısır dili. 4. (Eskiden) emportée par son élan, n'a pas pu s'arrêter à
Çingene, kipti. 5. diş. (Basımcılıkta) Bir tür harf. temps). 3. mec. Sevgi, gönül bağı (H n'a jamais un
égyptologie diş. Eski Mısır bilimi, *Mısırbilim. élan vers elle). 4. mec. Coşku (Parler avec élan.
égyptologue ad. Eski Mısır üzerinde çalışan bilgin, L'élan patriotique de la Guerre de l'Indépendance).
élancé 489 électrocution

5. Bir tür ren geyiği, Election de domicile: Resmî olarak konut


élancé, e s. İnce uzun, narin, tığ gibi (Une taille gösterme; konut seçme, konut seçimi. Peuple
élancée). d'élection: Tanrının sonsuz mutluluğa
élancement er. 1. Sancıma, zonklayan ağrı kavuşturmak için seçtiği kavim,
(Une crise de rhumatisme qui cause de violents électoral, e s. Seçime değgin, seçimle ilgili
élancements). 2. mec. Sevgi, tutku, can atma. (Im loi électorale. Circonscription électorale, liste
élancer gçl. 1. Fırlatmak. 2. Dikmek, électorale, ouvrir la campagne électorale). §
yükseltmek (La salle élançait à des hauteurs de Collège électoral: Seçmenler topluluğu,
cathédrale les arceaux de sa voûte). 3. gsz. électoralisme er. *Seçim kazanmacılık, seçim
Sancımak, zonklamak (Une blessure, un abcès qui kazanma politikası gütme, *seçimcilik.
élance. Le doigt lui élance). § S'élancer: 1. électorat er. 1. Seçmenlik; seçim hakkı. 2.
Atılmak, fırlamak, kendini atmak (S'élancer au Seçmenler topluluğu (L'électoral français.
secours d'un accidenté. Les passants s'élancèrent à L'importance de l'électoral féminin).
la poursuite du voleur). 2. S'élancer vers: -e doğru électricien er. Elektrikçi.
yükselmek (La flèche du clocher s'élance vers le électricité diş. 1. Elektrik (Installer l'électricité
ciel). 3. S'élancer de: -den yükselmek, yukarı dans une maison. Allumer, éteindre, couper
çıkmak (Les peupliers s'élancent du sol). l'électricité). 2. mec. Elektriklilik, sinir gerginliği,
élargir gçl. 1. Genişletmek (Elargir une rue, un gerginlik (Il y a de l'électricité dans t air. Hava
rideau, une jupe). 2. Geniş göstermek (Une veste gergin).
qui élargit les épaules). 3. mec. Açmak, électriflcation diş. 1. Elektrikleştirme,
genişletmek, daha geniş bir kapsam vermek (Ses elektrikle çalışır duruma getirme (Electrificalion
lectures lui ont élargi l'esprit. Elargir l'horizon. des chemins de fer). 2. Elektriğe kavuşturma,
Elargir un débat). 4. Serbest bırakmak, salıvermek elektriklendirme,
(Elargir un prisonnier). 5. Artırmak, çoğaltmak électrifïer gçl. 1. Hlektrikleştirınek, elektrikle
(Le gouvernement cherche à élargir sa majorité). 6. çalışır duruma getirmek (Electrifier une ligne de
gsz. Genişlemek, bollaşmak (Un pull-over qui a ehemin de fer). 2. Elektriğe kavuşturmak,
élargi). § S'élargir: Genişlemek (La route s'élargit elektriklendirmek (Electrifier un village).
vers la ville. Ses idées s'élargissent). électrique s. 1. Elektriğe değgin (L'énergie
élargissement er. 1. Genişleme; genişletme. électrique. Courant électrique. Charge, décharge
2. Serbest bırakma, salıverme (L'élargissement électrique). 2. Elektrikli, elektrikle çalışan
des détenus). (Moteur électrique, éclairage électrique. Centrale,
élasticité diş. 1. Hsneklik (Elasticité des pile électrique). 3. mec Bir anda olup geçen,
muscles, des métaux). 2. Eğilgenlik, oynaklık, elektrik etkisi yapan (Un baiser électrique. Un
esneklik (Elasticité d'un acrobate). 3. Lastiklik, effet, une impression électrique).
her yana çekilebilirlik, her yoruma elverişlilik électriquement bel. Elektrikle (Horloge mue
(Elasticité d une loi, d'un règlement). électriquement).
élastique s. 1. Esnek (Un muscle élastique). 2. électrisable s. Elektriklendirebilen, elektrikleş-
Lastik, lastikten yapılmış (Des bretelles tirilebilen.
élastiques). 3. Eğilgen, oynak (Un corps élastique). électrisant, e s. Elektriklendiren,
4. Lastikli, çeşitli yorumlara elverişli (Un mot électrisation diş 1. Elektrikleme; elektriklenme
élastique, un règlement élastique). 5. er. Lastik (Electrisation par frottement, par contact). 2. mec.
(Des fiches retenues ensemble par un élastique). Elektriklendirme, birden coşturup harekete
élavé, e s. (Hayvan derisi için) Soluk renkli, geçirme (Electrisation de la foule).
eldorado er. 1. Düş ülkesi. 2. Yalancı cennet, électriser gçl. 1. Elektriklemek (Electriser un
éléatique s. fels. Eleacılığa değgin, corps, un conducteur). 2. mec. Elektriklendirmek,
éléatisme er. fels. Eleacılık. coşturmak (L'orateur a électrisé la foule).
électeur, trice ad. Seçmen (Carte d'électeur). électro-aimant er. Elektromıknatıs,
électif, ive s. Seçimli, seçime bağlı, seçimle électrochoc er. hek Elektroşok (On lui a fait
beliren. des électrochocs).
élection diş. Seçim (Se présenter aux électrocuter gçl. Elektrikle öldürmek
élections. Procès-verbal d'élection. Résultats des (Electrocuter un condamné sur la chaise
élections. Election sénatoriale, présidentielle. électrique).
Election d'un académicien). § Elections anticipées: électrocution diş. Elektrikle öldürme,
Erken seçim. Elections partielles: Ara seçimi. elektrikle ölme.
électrode 490 élévation

électrode diş. ftz. Elektrot. élément important de F argumentation). 2. Veri


électrodynamique diş. fız. 1. Elektrodinamik, (Nous manquons d'éléments d'appréciation). 3.
elektrik akımı konuları 2. s. Elektrikle işleyen, kim. Element, basit cisim (Les éléments d'un
électrogène s. Elektrik meydana getiren, mélange). 4. Parça (Eléments d'un radiateur, dun
électrolyse diş. fız. Elektroliz, elektrikle accumulateur). 5. Sevilen alan, hoşlanılan konu,
çözümleme, hoşlanılan çevre, öz çevre, ortam (Quand la
électrolyser gçl. Elektrikle çözümlemek, conversation est tombée sur les questions
électrolyte er. Elektrolit, elektrikle çözümlenen économiques, il s'est retrouvé dans son élément. Les
madde. animaux qui vivent dans Télément liquide), b.fiz.
électrolytique s. 1. Elektrolit niteliği taşıyan. Elektrik pili (Elément de Volta). 7. "Çalışman,
2. Elektrolize değgin (Procédés électrolytiques). 3. "eleman (C'est un excellent élément dans le
Elektrolizle yapılan (Argenture électrolytique). service). 8. Kimse, kişi (Des éléments ennemis
électromagnétique s. Elektromanyetik (Ondes s'étaient infiltrés dans nos lignes.. Il y avait des
électromagnétiques). éléments douteux dans le complot). 9. ç. Temel
électromagnétisme er. Elektromanyetizma, bilgiler, ilk kavramlar (Il en est resté aux premiers
électromécanique s. ve diş. Elektromekanik. éléments du latin). 10. ç. Doğa güçleri, doğal
électromètre er. Elektrikölçer. âfetler (Un navire qui lutte contre les éléments). 11.
électromoteur, trice s. ve er. Elektromotor, ask. Birlik (Eléments blindés, motorisés).
électron er. fız. *Eksicik, elektron, élémentaire s. 1. Basit, kolay anlaşılır (Ce
électronégatif, ive s. fız. *Eksiçeker, problème est élémentaire). 2. * İlksel, pek basit (Ce
elektronegatif, sont des notions élémentaires). 3. Temel bilgiler
électronégativité diş. fiz. *Eksiçekerlik. veren (Un manuel élémentaire).
électronicien, ne ad Elektronik uzmanı, éléphant er. 1. Fil (L'éléphant barrit. L'éléphant
elektronikçi. d'Asie, d Afrique). 2. tkz. mec. Çok şişman, fil gibi
électronique s. 1. Elektronik; elektronik adam. § Eléphant de mer: hayb. Deniz fili. Avoir
bilimine değgin (Théorie électronique. une mémoire d'éléphant: Deve kini olmak,
Instruments de musique électronique). 2. diş. kendisine yapılan bir kötülüğü hiç unutmamak.
Elektronik bilimi, Faire d'une mouche l'éléphant: Pireyi deve
électrophone er. Pikap, yapmak, çok abartmak,
électrothérapie diş. Elektrikle tedavi, éléphanteau er. Fil yavrusu,
électrum er. Elektrom, üç altınla bir gümüş éléphantesque s. Kocaman, (11 gibi.
alaşımı. éléphantiasique s. hek. Filhastalığına değgin;
électuaire er. (Eski) Macun (ilâç), filhastalığına tutulmuş,
élégamment bel. Zarif bir şekilde, şıkça; éléphantiasis er. hek. Filhastalığı.
kibarca, efendice (Il est vêtu élégamment; il parle éléphantin, e s. 1. File benzer, fili andırır. 2. File
élégamment). özgü.
élégance diş. 1. Zariflik, şıklık (Elégance d'un élevage er. 1. Hayvancılık, hayvan yetiştirme
costume, d'un meuble). 2. İncelik, kibarlık, (Un pays d'élevage). 2. Yetiştirme, besleme;
efendilik (Elégance d'une personne, d'un geste). 3. yetiştiricilik (L'élevage des abeilles, des vers à
Sadelik, basitlik (Elégance dune démonstration). soie).
4. Rahatlık, kolaylık (Elégance dun style). élévateur, trice s. ve ad. 1. (Yukarı) Kaldırıcı
élégant, e s. 1. Şık, zarif (Une robe élégante, (Muscle élévateur de la lèvre inférieure. Un
une femme élégante). 2. İnce, kibar, efendice (Un appareil élévateur). 2. Yükseltici (Transformateur
geste élégant, une pose élégante). 3. Sade, basit. 4. élévateur de tension). 3. er. anat. Kaldırıcı kas. 4.
Rahat, kolay, hoş (Un style élégant). 5. Temiz, Maçuna. 5. Tahıl silosu,
hoş, sevimli (Il habitait dans un élégant pavillon). élévation diş. 1. Yükselme, artma (Elévation de
élégiaque s. 1. İçli; *üzünçlü (Poèmes température, du niveau des eaux, des prix). 2.
élégiaques, oeuvre élégiaque). 2. ad. İçli, üzünçlü Yapma, dikme, kurma (L'élévation d'un
şiirler yazan ozan (Les élégiaques latins). monument. L'élévation du barrage a demandé deux
élégie diş. İçli şiir, ağıtımsı şiir, *üzünçleme ans). 3. Yükseltme (H a tout réglé sans une
(Les élégies de Ronsard). élévation de voix). 4. Yükseklik (Une muraille de
élégir gçl. Oymalarla, yivlerle narinleştirmek. trois cents pieds d'élévation). 5. Tepe, yüksekçe
éléis, élaeis er. Bir tür hurma ağacı, yer. 6. Yükselerek çıkma, 'yükselim, °terfi etme
élément er. 1. Öğe, "unsur (Ce détail est un (L'élévation au grade d'ojftcier de la Légion
élévatoire 491 élogieux

d'honneur). 7. Yücelik, soyluluk (Une grande élimer gçl. Eskitmek, yıprandırmak (Elimer
élévation de sentiment; élévation de l'âme, de une chemise, une veste).
l'esprit). 8. Hıristiyan âyininde papazın élimination diş. 1. Eleme, çıkarma, dışarda
hamursuzla şarabı kaldırdığı an. 8. (Resimde) bırakma (Elimination d'un concurrent, d une
Önden görünüş, équipe), l.ftzy. (Vücuttan) Çıkarma,atma,°ıtrah.
élévatoire s. Kaldırıcı, yükseltici, éliminatoire s. 1. Eleyici, dışarda bırakıcı (Note
élève ad. 1. Öğrenci (Les élèves sortent de éliminatoire, une épreuve éliminatoire). 2. diş.
école. Un bon élève, une mauvaise élève). 2. Eleme sınavı, eleyici yarışma,
Öğrenci, çırak, yetiştirme (Raphaël fut un élève du éliminer gçl. 1. Elemek, dışarda bırakmak
Pérugin. Platon, t élève de Socrate). 3. (On a éliminé ta moitié des candidats). 2. Eliminer
Yetiştirilmekte olan hayvan yada bitki, qn, qch de qch: Birini, bir şeyi -den elemek, -in
élevé, e s. 1. Yüksek, yüce (Une colline élevée. dışında bırakmak (Eliminer une équipe de la
Acheter à un prix élevé). 2. mec Seçkin, yüksek Coupe. Eliminer un candidat de l'examen). 3.
düzeyli (Un style élevé). 3. Eğitim görmüş, Vücuttan çıkarmak, °ıtrah etmek,
eğitimli, yetiştirilmiş. § Bien élevé,e:; s. ve ad: élingue diş. den. (Yükleri yısa ederken bunları
Terbiyeli. Mal élevée: s. ve ad. Terbiyesiz, sarmak için kullanılan) Sapan,
élever gçl. 1. Yükseltmek (Elever te niveau de élinguer gçl. den. (Yükü) Sapana sarıp yısa
vie de la population). 2. Arttırmak (Elever te prix etmek.
des denrées). 3. Elever qn, qch à qch: Birini, bir şeyi élire gçl. Seçmek (Elire un président, un
-e yükseltmek, terfi ettirmek, çıkartmak (Elever député). § Elire domicile quelque part: Bir yere
quelqu'un au trône, aux plus hautes charges). 4. yerleşmek, bir yeri kendisine ikametgâh olarak
Yapmak, kurmak, dikmek (Elever un monument, seçmek.
une maison). 5. -de bulunmak, -e girişmek (Elever élision diş dilb. Sondaki ünlünün kaldırılması;
une protestation, une contestation, une critique). 6. düşme, silinme, silme,
Eğitmek, yetiştirmek (Elever des enfants, élever ta élite diş. 1. Seçkin topluluk, kalburüstü takım,
jeunesse dans le respect des traditions). 7. kaymak tabaka (L'élite de la société parisienne). 2.
Beslemek, yetiştirmek (Elever des moulons, des ç. Seçkinler, seçkin kimseler. § D'élite: Seçkin,
vaches). § Elever le ton: Sesinin tonunu yüksek nitelikli (Un chef militaire d'élite).
yükseltmek, tehdit edici bir biçimde konuşmak. élixir er. İksir ( Elixir de longue vie).
Elever la voix: Sesini çıkarmak, konuşmak. Elever elle adıl. ,(11 ve Lui adıllarının dişili) O (Elle
à la brochette: Büyük bir özenle yetiştirmek. travaille).
Elever qn, qch jusqu'au ciel, jusqu aux nues: ellébore er. bitb. Çöpleme.
Göklere çıkarmak, çok övmek. Elever qn sur le ellipse diş. 1. mat. Elips. 2. dilb. *Eksilti, bir
pavois: Örnek olarak göstermek, omuzlarda sözün anlaşılması için bulunması zorunlu
taşımak, § S'élever: 1. Yükselmek, çıkmak. 2. olmayan bir yada birkaç sözcüğün eksik
Yapılmak, kurulmak, dikilmek. 3. S'élever à qch: söylenmesi.
-e çıkmak, yükselmek, erişmek (La facture s'élève ellipsoïdal,e s. Elipsoidal, elipsoit biçiminde,
à mille francs. S'élever à un grade supérieur). 4. ellipsoïde er. Elipsoit.
S'élever contre: -e karşı çıkmrfk, cephe almak elliptique s. 1 mat. Eliptik, elips biçiminde.
(S'élever contre la politique gouvernementale, (Orbite elliptique). 2. dilb. °Eksiltili (Un siyle
contre les abus). elliptique).
éleveur, euse ad. 1. Yetiştirici, besleyici elliptiquement bel. 1. Elipsi andırırcasına, elips
(Eleveur de bestiaux, de chevaux). 2. diş. Kuluçka biçiminde olarak. 2. Eksiltili olarak,
makinasından çıktıktan sonra civcivlerin élocution diş. Konuşma biçimi, söyleyiş,
konduğu sıcak bölme. 3. Şarapların anlatış (Elocution lente, rapide). § Avoir l'élocution
mayalanmasını denetleyen kimse (Propriétaire facile: Kolay, rahat konuşabilmek,
éleveur). éloge er. 1. Övgü. 2. Övme yazısı, övme
élevure diş. (Deride) Kabarcık, söylevi. § Combler qn d'éloges: Birini övgülere
elfe er. (İskandinav söylencesinde) Hava perisi, boğmak, çok övmek. Faire l'éloge de: -i övmek (11
élider gçl. dilb. Sonundaki ünlüyü kaldırmak; m'a fait l'éloge de son nouveau secrétaire).
silmek (Elider un mot, une voyelle). élogieusement bel. Överek, övgülere boğarak,
éligibilité diş. Seçilme lıakkı, seçilebilirlik, élogieux, euse s. 1. Övmeli, övgülü, övgü dolu
éligible s. 1. Seçilebilir, seçilme hakkı olan. 2. (Il a reçu un rapport d'inspection très élogieux). 2.
Eligible à qch: -e seçilebilir. Övücü (11 a parlé de vous en termes élogieux).
éloigné 492 émancipation

éloigné, e s. 1. Uzak (Il arrivait d'une province élucidation diş. Açıklama, aydınlatma (L'élucidation
éloignée. Un avenir éloigné. Un parent éloigné). 2. d'un mystère).
Eski, geçmiş, çok uzak (A une époque bien élucider gçl. Açıklamak, aydınlatmak (Elucider
éloignée). § Eloigné de: -den uzak, -mekten uzak une question, une difficulté, un problème).
(Se tenir éloigné du feu. Je suis très éloigné de élucubration diş. 1. Dur durak bilmeden çalışma.
cette conception. Iln'étaitpas éloigné de croire que 2. alay. Didine çabalaya ortaya konan ama pek
l'affaire réussirait). bir değer taşımayan yapıt, didinti. i. alay. Saçma,
éloignement er. 1. Iraklık, uzaklık, mesafe ipe sapa gelmez söz yada yazı. zırva (Je ne prends
(L'éloignement faisait paraître la maison pas au sérieux ses élucubrations).
miniscule). 2. Uzaklaşma, uzaklaştırma (L'exil élucubrer gçl. 1. (Yapıt, yazı için) Didine çabalaya
n'est pas seulement l'éloignement du sol de la meydana getirmek. 2. İpe sapa gelmez biçimde
patrie). 3. Her şeyden elini eteğini çekme, bir söylemek yada yazmak, zırvalamak,
kenara çekilme. 4. mec. (Eski) Tiksinti, éluder gçl. 1. Aldatmak, atlatmak (Quelque belle
hoşlanmazlık (Cela m'a donné le plus ruse pour éluder ici les gens). 2. Atlatmak, yan
d'éloignement pour tes dévots). çizmek, ustalıkla içinden sıyrılmak (Eluder une
éloigner gçl. 1. Uzaklaştırmak. 2. Bir kenara difficulté, un problème). >
çekmek (Eloignez ce fauteuil qui me bouche le élusif, ive s. Kaçamak (Une réponse
passage). 3. Ertelemek, daha uzak bir tarihe élusive).
atmak (Eloigner une échéance. Cet incident va élysée er. 1. (Söylencede) Cennet. 2. mec. Cennet
éloigner la signature des accords). 4. gibi yer, ferah yer. § L'Elysée, Palais de l'Elysée:
Seyrekleştirmek, araya uzun zaman sokmak (Fransa) Cumhurbaşkanlığı Sarayı,
(Eloigner ses visites). 5. Eloigner qn, qch de: a) élyséen, ne s. Cennet gibi, cenneti andıran; cennete
Birini, bir şeyi -den uzaklaştırmak, uzağa değgin.
koymak (Eloigner sa chaise de la table), b) -den élytre er. (Kimi böceklerde) Dış kanat (Les élytres
ayırmak, uzaklaştırmak, saptırmak (Ce détour du hanneton).
nous éloigne de notre but), c) -den sürmek, émaciation diş. Aşırı zayıflık,
uzaklaştırmak (On fa éloigné de la capitale), § émacié, e s. Aşırı zayıf, süzülmüş, kadidi çıkmış (Un
S'éloigner: 1. Uzaklaşmak. 2. S'éloigner de t -den
visage émacié; une personne émaciée).
uzaklaşmak, ayrılmak, kopmak, sapmak
émacier gçl. Çok zayıflatmak, çökertmek. §
(S'éloigner d une ville, de sa famille, de son but).
S'émacier Çok zayıflamak, süzülmek, çökmek
élongation diş. 1. hek. (Bir üyede
(Son visage s'est émacié).
beklenmedik) Uzama, uzunlaşma. 2. gökb.
émail er. 1. Mine. 2. Mineli şey. 3. (Çanak çömlekte)
•Uzanım; Gezegen-Yer-Güneş üçlüsünün
Sır ( Une baignoire en fonte revêtue d'émail blanc).
oluşturduğu açı; Yer'den gezegene ve Güneş'e
émaillage er. Mineleme; sır sürme, sırlama
bakan iki doğrultu arasındaki açı. 3 . f i z . Sarkacın
(L'émaillage de la fonte).
vardığı en yüksek noktanın çeküle dek olan
émailler gçl. 1. Minelemek; sır sürmek, sırlamak,
yolunun uzunluğu, *uzanım.
sır geçirmek (Emailler un bracelet, un vase). 2.
élonger gçl. 1. Uzatmak (Elonger un câble, un
mec. eski Renk renk süslemek; öbek öbek
cordage). 2. hek. Çekip uzatmak, uzunlaştırmak
serpilip süslemek (Les astres émail/aient le ciel.
(Elonger un nerf).
Mille fleurs naissantes émail/aient les tapis verts).
éloquemment bel. Uz bir dille, "belâgatle (Parter
3. Emailler qch de: -ile süslemek, -ile doldurmak
éloquemment). (Emailler son discours de citations. Cet élève a
éloquence diş. 1. Dil uzluğu, °belâgat. 2. Sözgenlik, émaillé son devoirs de fautes). 4. mec.
"hitabet. 3. mec. Anlam, anlamlılık, dil Serpiştirmek, ötesine, berisine saçmak.
(L'éloquence <tune mimique, l'éloquence des émaillerie diş. Minecilik.
chiffres). émailleur, euse ad. Mineci,
éloquent, e s. Uzdilli, belâgatli (Un orateur éloquent). émaillure diş. 1. Mine işi. 1. Mine işçiliği,
2. Sürükleyici, akıcı (S'exprimer en termes émanation diş. 1. Çıkma, yayılma, türüme, "intişar
éloquents). 3. Anlamlı, kendiliğinden konuşan (Emanation de gaz) 2. mec. Belirme, ortaya çıkma
(Ces chiffres sont éloquents). (Une politique qui apparaît commet rémanation de
élu, e s. ve ad. 1. Oyla seçilmiş kimse, seçimle gelmiş la volonté populaire). 3. fels. Türüm, "südur.
kimse, seçilen (Les électeurs et les élus). 2. émancipation diş. 1. Ergin tanıma, ergin tanınma,
Tanrının sevgili yaratığı. § Le peuple élu: Yahudi "rüşt (L'émancipation d'une fitle mineure qui se
kavmi. marie). 2. Özgürlüğüne kavuşma, özgürlüğüne
émancipé 493 embarras

kavuşturma; özgürleşme, özgürleştirme Tavlamak (Emballer une fille). 5. tkz. Sarmak,


(L'émancipation de la femme, des colonies). § hoşuna gitmek (Le spectacle ne nous a pas
Emancipation par décision judiciaire: Kazai rüşt. emballés. Cela ne m'emballe pas). 6. Yüklenmek,
Emancipation par mariage: Evlenme ile rüşt. zorlamak (Emballer un moteur). § S'emballer: 1.
émancipé, e .v. Pek serbest, yüzü gözü açılmış (Une Gemi azıya almak, çok süratli gitmek (Un cheval
femme émancipée. Ce garçon a l'air bien qui s'emballe, le moteur s'emballe). 2. argo.
émancipé). Kızmak, küplere binmek, zıvanadan çıkmak. §
émanciper gçl. 1. Ergin olarak tanımak (Emanciper Se faire emballer, argo. Hapse girmek, kodesi
un mineur). 2. Özgürlüğüne kavuşturmak, boyalamak; enselenmek,
özgürleştirmek, bağımsızlaştırmak (Emanciper emballeur, euse ad. Ambalajcı, paket yada balya
un peuple, une colonie, les femmes). § S'émanciper: yapıcı; paketçi, balyacı.
1. Bağlarından kurtulmak, özgürleşmek, embarbouiller gçl. 1. Bulam bulam bulaştırmak. 2.
bağımsızlaşmak. 2. tkz. Fazla açılıp saçılmak, tkz. Kafasını, zihnini karıştırmak. §
pek serbest olmak (Elle s'est drôlement S'embarbouillen Zihni karışmak, ne dediğini
émancipée). 3. S'émanciper de qch: -den bilemez duruma gelmek,
kurtulmak (S'emanciper de tous ses liens). embarcadère er. 1. İskele, bindirme iskelesi. 2.
émaner gsz. 1. Çıkmak, yayılmak, °intişar etmek. Trene binilecek yer, binme yeri.
2. Emaner de: a) -den çıkmak, yayılmak (L'odeur embarcation diş. Sandal, kayık, tekne,
qui émane des fleurs, chaleur qui émane d'une embardée diş. 1. (Yel yada akıntı etkisiyle) Birden
source), b) -den gelmek (Une note qui émane du yön değiştirme, yana sapma. 2. (Taşıt için) Birden
ministère), c) -den doğmak, e bağlı olmak (En bire yanlama, yön değiştirme (L'autobusfît une
démocratie, le pouvoir émane du peuple). 3. mec. embardée pour ne pas écraser le passant).
Kaynağını almak, türümek. embargo er. Ambargo, «engelleyim. § Mettre
émargement er. (Bir yazının) Kenarına not çıkma, l'embargo sur qch: -in üzerine engelleyim
kenarına imza atma (Emargement d'un contrat. koymak.
L'émargement d'un mémoire). § Feuille embarquement er. Yükleme, yüklenme; bindirme,
d'émargement: İmza kâğıdı, binme (L'embarquement des caisses;
émarger gçl 1. (Okuduğunu belirtmek için) Bir fembarquement des passagers dans le bateau).
yazının kenannı imzalamak yada parafe etmek embarquer gçl. 1. (Bir taşıta) Bindirmek, yüklemek
(Emarger un document; veuillez émarger ici). 2. (Embarquer des marchandises dans un wagon.
(Yazı kenarına) Not çıkmak. 3. (Kâğıdın) Yazısız Embarquer un ami dans le train). 2. tkz.
kenarını kesmek (Emarger une feuille, un livre). 4. Enselemek, tutuklamak (Embarquer un
Ücret almak (Il émarge pour plus de cinq mille malfaiteur). 3. (İçinden çıkılması güç bir şeyin)
francs par mois dans cette affaire). İçine sokmak, sürüklemek (On l'a embarqué dans
émasculation diş. 1. İğdiş etme, iğdişleştirme. un procès dont il ne voit pas la fin). 4. Gemiye
2. mec. Soysuzlaştırma, piçleştirme, bozma, bindirmek (Embarquer un groupe démigrants). 5.
émasculer gçl. 1. İğdiş etmek, iğdişleştirmek (Gemi için su, dalga) Almak (Nous embarquions
(Emasculer un animal, un homme). 2. beaucoup deau). 6. Başlatmak (Une affaire mal
Soysuzlaştırmak, piçleştirmek, bozmak embarquée). 1. gsz. Gemiye binmek, deniz
(Emasculer un projet, un plan, une oeuvre). yolculuğuna çıkmak (II a embarqué pour la
embâcle er. (Bir akarsuda) Buz birikmesi, buzla Turquie). 8. gsz. Bir taşıta binmek. § S'embarquer
tıkanma. 1.Binmek, gemiye binmek (S'embarquer dans un
emballage er. 1. Ambalaj, paketleme, sandıklama, train, dans un bateau). 2. S'embarquer dans qch:
balyalama, sarma (Frais d'emballage, papier mec. -e girmek, sürüklenmek (S'embarquer dans
d'emballage). 2. Paket, balya, sandık, "ambalaj, un mariage, dans un procès).
•sarmalaç. embarras er. 1. Engel, güçlük (Tout le monde lui
emballement er. tkz. Öfkelenme, kızma, hırslanma, suscitait des embarras). 2. Sıkışıklık, tıkanıklık
zıvanadan çıkma, (La circulation est ralentie par des embarras de
emballer gçl. 1. Ambalaj yapmak, sarıp paket voitures). 3. Güç durum (Se tirer d'embarras.
yapmak;balyalamak, sandıklamak (Emballer de Aider un ami dans rembarras). 4. Sıkıntı, darlık
la vaisselle, de la verrerie, des livres .des (Embarras d'argent, embarras financier). 5. Tasa,
vêtements). 2. tkz. Azarlamak (Je rai bien kaygı, sıkıntı, üzüntü (Son embarras se lisait sur
emballé). 3. argo. Enselemek, yakalamak, kodese son visage). 6. Kararsızlık, şaşkınlık (Il faisait
atmak (La police a emballé le voleur). 4. argo. effort pour résoudre l'embarras où l'avait mis ce
embarrassant 494 emblème

problème). 7. Rahatsızlık (Embarras gastrique). § cadavre).


Etre dans l'embarras: Sıkıntıda, güç durumda embaumer gçl. 1. Güzel kokularla doldurmak,
olmak. Faire de l'embarras, faire des embarras: kokulandırmak (Embaumer te linge, fas fleurs
Numara yapmak, yapmacık tavırlar takınmak. embaumaient te jardin). 2. (Bozulmaması için)
Mettre qn dans l'embarras: Birini sıkıntıya İlaçlamak, "tahnit etmek (Embaumer un cadavre).
sokmak, güç duruma düşürmek. Susciter des 3. -gibi kokmak (Un escalier qui embaumait
embarras à qn: Birine güçlük, engel çıkarmak, l'encaustique. Les draps embaument la lavande). 4.
embarrassant, e s. Sıkıntılı, can sıkıcı, güç (Une gsz. Güzel kokmak, hoş kokular yaymak (Ce
affaire embarrassante, la question est bouquet de roses embaume. L'air embaume au
embarrassante). printemps).
embarrassé, e s. 1. Rahatsız (Il avait l'estomac embaumeur er. "Tahnitçi, ölü ilâçlayıcı.
embarrassé). 2. Kararsız, şaşkın (Il était embéguiner gçl. 1. Takke giydirmek. 2. mec. Bir
embarrassé, ne savait que répondre). 3. Sıkıntılı, şeye düşkün etmek, âşık etmek, abayı yaktırmak.
kaygılı, üzgün (Il avait un air embarrassé). 4. § S'embéguiner: 1. Aşık olmak, abayı yakmak. 2.
Karışık, kapalı, anlaşılmaz (Se lancer dans des S'embéguiner de qn: -e tutulmak, vurulmak, âşık
explications embarrassées). olmak, abayı yakmak,
embarrasser gçl. 1. Engellemek, tıkamak (Des colis embellie diş. Havanın kısa bir süre açılması (Dans
qui embarrassent le couloir). 2. Güçlüğe la soirée, il se fit une embellie qui nous permit de
uğratmak, sıkıntı vermek (Un gros pardessus qui sortir).
l'embarrasse pour grimper). 3. Şaşırtmak, kafasını embellir gçl. 1. Güzelleştirmek, daha güzel
karıştırmak (Une question qui embarrasse le göstermek (Cette coiffure vous embellit). 2.
candidat). 4. Güç duruma düşürmek (H l'a bien Süslemek (Ces parterres de fleurs embellissent le
embarrassé en lui posant une telle question). 5. jardin). 3. Şiirselleştirmek, ülküselleştirmek (Son
Sıkmak, canını sıkmak (H ne cesse pas de nous imagination embellit la réalité. L'auteur a embelli
embarrasser). § S'embarrasser de qch: 1. -i yanına ce personnage historique). 4. gsz. Güzelleşmek
alıp sıkıntıya girmek, başına bela etmek (Cette fille embellit de jour en jour).
(S'embarrasser de paquets. Je me suis inutilement embellissement er. 1. Güzelleştirme, süsleme;
embarrassé d'un parapluie). 2. -i düşünmek, göz güzelleştirilme (Embellissement d'une ville). 2.
önünde bulundurmak (Il faut très peu Şiirsel yan, güzelleştirici şey, süs (Vous avez
s'embarrasser de t avenir pour être heureux). 3. apporté à cette histoire bien des embellissements).
S'embarrasser dans qch: -e girişmek, kalkışmak emberlificoter gçl. tkz. Kafese koymak, kafeslemek,
(S'embarrasser dans des explications, dans des tavlamak, güzel sözlerle aldatmak. §
mensonges). S'emberlificoter: Kafeslenmek, tavlanmak,
embastiller gçl. 1. (Paristeki) Bastille kalesine emberlificoteur, euse ad. Tavlayıcı, kafesçi, tatlı
hapsetmek. 2. mec. Hapsetmek. 3. Surlarla sözlerle aldatıcı,
çevirmek. embêtant, e s. tkz. Can sıkıcı (Une histoire
embâter gçl Semer vurmak, semerlemek, embêtante).
embattage er. Tekerleğe demir çember geçirme, embêtement er. Sıkıntı, can sıkıcı şey, üzüntü (Ha
çemberleme. trop d'embêtements. Une affaire qui cause bien des
embattre gçl. Tekerleğe demir çember geçirmek, embêtements).
çemberlemek, embêter gçl. Sıkmak, canını sıkmak, üzmek, başını
embauchage er. İş verme, işçi tutma (L'embauchage ağırtmak, rahatsız etmek (Il m'embête avec ses
de journaliers). histoires de chasse. Un film qui embête. Cet enfant
embauche diş. İş verme, iş bulma (Bureau embête les voisins). § S'embêter: Canı sıkılmak,
d'embauche). sıkıntıdan patlamak (Il s'est embêté toute la nuit).
embaucher,^/. 1. İş vermek, işçi tutmak, işe almak emblaver gçl. -e buğday yada başka ekin ekmek
(Une usine qui embauche des ouvriers spécialisés. (Emblaver une terre).
Embaucher des maçons, des moissonneurs). 2. emblavure diş. Buğday tarlası, ekilmiş tarla,
Kendisiyle birlikte sürüklemek, ayartmak (Il emblée (d') bel. Birden, hemen (Le projet a été
avait embauché des amis pour organiser une séance adopté d'emblée. Marquer d'emblée un but).
récréative). emblématiques. *Belirge niteliğinde olan, *belirgel,
embauchoir er. Ayakkabı kalıbı, simgesel (La colombe est la figure emblématique
embaumement er. (Bir şeyi bozulmaması için) de la paix).
İlâçlama, "tahnit etme (L'embaumement d'un emblème er. *Belirge, simgeli resim, °anblem (Le
embobiner 495 embrasser

drapeau est l'emblème de la patrie). embourgeoiser gçl. 1. Bayağılaştırmak


embobiner gçl. 1. Makaraya sarmak (Embobiner du (Embourgeoiser le drame biblique en essayant de
fi/) 2. tkz Tavlamak, kandırmak, güzel ve tatlı l'habiller en costume moderne). 2.
sözlerle avlamak, Burjuvalaştırmak, *kentsoylulaştırmak,
emboîtage er. 1. Kutuya koyma, kutulama. 2. Kitap kentligilleştirmek (Le confort a embourgeoisé de
kılıfı. larges couches sociales). § S'embourgeoiser:
emboîtement er. (İki şeyi) Birbirinin içine geçirme, Burjuvalaşmak, kentsoylulaşmak.
yuvasına geçirme; birbirinin içine geçme, yuvaya embout er. Baston yada şemsiye yüksüğü,
oturma. embout-eillage er. 1. Şişeye koyma, şişeleme. 2.
emboîter gçl 1. Kutuya koymak, kutulamak Tıkanıklık, yol tıkanması (Il a été pris dans un
(Emboîter un livre). 2. Birbirinin içine geçirmek, embouteillage).
yuvasına oturtmak (L'enfant emboîte les pièces de embouteiller £<7. 1. Şişeye koymak, şişelemek. 2.
son jeu de construction. Emboîter un tenon dans une 2. Tıkamak (Les voitures embouteillent le
mortaise). § Emboîter le pas à qn: 1. Çok yakın boulevard. Embouteiller une rue, un passage).
mesafe ile birinin arkası sıra yürümek. 2. Birine emboutir gçl. 1. (Maden levhaları) Çukurlaştırmak
ayak uydurmak; birinin gidişine, tutumuna (Emboutir un métal). 1. tkz. Çarpıp çökertmek
uymak. § S'emboîter: Birbirinin içine oturmak,-e (Emboutir une voiture, une devanture. Un camion a
oturmak, geçmek (Des éléments de tuyau qui embouti l'arrière de ma voiture). 3. Maden levha
s'emboîtent. Un os qui s'emboîte dans son ile kaplamak,
logement). emboutissage er. Maden kaplama işi yapma,
emboîture diş. Geçme yeri, yuva. maden levhaları işleme,
embolie diş. hek. Atardamar tıkanması, embranchement er. 1. Dallara ayrılma, kollara
embonpoint er. 1. Sağlıklı olma, sağlıklı görünme. ayrılma; dal, kol. 2. Yol kavşağı, kavşak, sapak
2. Tıknazlık, şişmanlık (Il a un certain (Au prochain embranchement, vous prendrez la
embonpoint). § Prendre de l'embonpoint: route de droite). 3. mec. (Bilim bölümlerinde) Dal,
Şişmanlamak, kilo almak, kol (L'embranchement des vertébrés).
embossage er. (Gemiyi) Baştan ve kıçtan embrancher gçl. 1. (Birkaç yolu yada boruyu)
palamaılama. Birleştirmek, kavuşturmak. 2. Embrancher qch à
embosser gçl. (Gemiyi) Baştan ve kıçtan qch: Bir şeyi -e birleştirmek, kavuşturmak,
palamarlamak. bağlamak (Embrancher une voie ferrée à la ligne
embouche diş. 1. Hayvanların çayırda otlayıp principale). § S'embrancher: Kavuşmak,
semirmesi. 2. Otlama çayırı, besi otlağı, birleşmek, bağlanmak (Une rue qui s'embranche
embouché, e s. (Şöyle yada böyle) Ağız kullanan. sur le boulevard).
§ Mal embouché: Ağzı pis, kaba konuşan (Une embraquer gçl den. (Halatları) Germek,
personne mal embouchée). embrasement er. 1. Büyük tutuşma, büyük
emboucher gçl. 1. (Bir nefesli sazı) Ağzına almak, parlama, yangın. 2. mec. Büyük kargaşalık. 3.
ağzına götürüp çalmak (Emboucher un clairon). 2. Kor gibi yanma, ışıl ışıl olma (istanbulet son golfe
Ağzına gem, kantarma gibi şeyler takmak dans son plein embrasement des soirs purs). 4. fels.
(Emboucher un cheval). 3. mec. Eğitmek, belli (Stoacılarda) "Kıyamet, *kalkım.
düşünceleri aşılamak, embraser gçl. 1. Yakmak, tutuşturmak (Embraser
embouchoir er. 1. Çalgı ağızlığı. 2. (Tüfekte) Namlu une forêt). 2. Kor gibi yakmak, kavurmak (Une
ile kundağın birleştiği yuva. puissante chaleur embrase les champs). 3. mec.
embouchure diş. 1. coğr. Irmak yada çay ağzı Yakmak, tutuşturmak, coşturmak (Un grand
(L'embouchure d'un fleuve, de la Loire). 2. Çalgı amour f embrasait). § S'embraser: Tutuşmak,
ağızlığı (L'embouchure d'une trompette). kavrulmak, yanmak,
embourber gçl. 1. Çamura batırmak, çamur embrassade diş. Kucaklaşma, öpüşme (Après les
bulaştırmak, bataklığa sokmak (Il a embourbé sa embrassades, on se mit à bavarder).
voiture près de la rivière). 2. mec. (Birini) Kötü bir embrasse diş. Perde kordonu, perde kuşağı, perde
işe bulaştırmak, batağa sokmak. § S'embourber bağı.
dans qch: -e batmak; -e bulaşmak, girişmek embrassement er. Kucaklama, kucaklaşma; öpme,
(S'embourber dans une mauvaise affaire; öpüşme.
s'embourber dans des explications confuses). embrasser gçl. 1. Kucaklamak, sarılmak, öpmek
embourgeoisement er. Burjuvalaşma, (Tat embrassé mes enfants avant de partir). 2.
*kentsoylulaşma, *kentligilleşme. Kabul etmek, benimsemek (Il a embrassé l'Islam).
embrasseur 496 émerger

3. Seçmek, -e girmek (Embrasser un métier, une kaplanmak, çalılaşmak (Un champ à l'abandon
carrière). 4. İçermek, kapsamak, kaplamak, içine qui s'est embroussaillé).
almak (Ses recherches embrassent un domaine très embrumer gçl. 1. Sisli, dumanlı, puslu kılmak;
large). § Qui trop embrasse mal étreint: İki karpuz sislendirmek, puslandırmak. 2. mec. Karartmak,
bir koltuğa sığmaz. § S'embrasser: Kucaklaşmak, kederlendirmek (Des fronts qu'embrume le souci).
öpüşmek (Deux amoureux qui s'embrassent). embrun er. Dalga savuruntusu, deniz serpintisi, su
embrasseur, euse j. ve ad. Öpmeyi, sarılmayı seven: serpintisi (La mer était forte et le pont était couvert
öpüşken (Il n'est guère embrasseur). d'embruns).
embrasure diş. 1. Açıklık, aralık (Embrasure embryogénie diş. Embriyon oluşum ve gelişimi,
d'une porte, d'une fenêtre). 2. Mazgal deliği. 3. embryologie diş. biy. Embriyoloji,
den. Lombar deliği, embryon er. biy. 1. Embriyon, oğulcuk, cücük,
embrayage er. 1. Makinayı motöre bağlama. 2. °rüşeym. 2. mec. Çekirdek, tohum (Une idée qui
Bağlama düzeni, kavrama düzeni (Türkçede contient l'embryon d'une nouvelle théorie).
yanlış da olsa buna "debreyaj" denir), embryonnaire s. 1. Embriyona değgin, embriyona
embrayer gçl. 1. Makinayı motöre bağlama. 2. hlk. özgü (La vie embryonnaire du poussin dans l'oeuf).
Yeniden işe başlamak. § Embrayer une gonzesse: 2. mec. Gelişmesinin ilk basamağında olan;
argo. Bir kız tavlamak, çekirdek halinde, tohum halinde (L'entreprise est
embrèvement er. (İki tahtayı birbirine) Verevine encore au stade embryonnaire).
geçirme. embu, e s. 1. Soluk, solmus, rengi atmış (Couleurs
embrever gçl. (İki tahtayı birbirine) Verevine embues, un tableau embu). 2. er. Renkleri solmuş
geçirmek. bir tablonun donuklaşmış hali.
embrigadement er. 1. Tugay haline getirme. 2. embûche diş. 1. Tuzak, pusu, oyun (Il a déjoué les
Birleştirme, toplama, embûches de ses adversaires), 2. ç. Engel, güçlük
embrigader gçl. 1. ask. Tugay haline getirmek, (Une démarche pleine d'embûches).
tugay halinde birleştirmek. 2. Bir yönetim altında embuer gçl. Buğulandırmak, buğulatmak (Son
birleştirmek, toplamak, haleine avait embué la vitre).
embrocation diş. hek. 1. Yağlı ilâç sürme, yakı embuscade diş. Pusu, tuzak. § Dresser, tendre une
- sürme. 2.Yağlı ilâç, yakı (Embrocations utilisées embuscade contre qn: -e karşı tuzak kurmak.Etre,
pour les massages). se tenir en embuscade: Pusuda olmak, beklemek.
embrochement er. 1. Şişe geçirme. 2. Şişleme, Mettre qn en embuscade: -Birini pusuya yatırmak.
süngüleme. Se mettre en embuscade: Pusuya yatmak. Tomber
embrocher gçl. 1. Şişe geçirmek (Embrocher un dans une embuscade: Tuzağa, pusuya düşmek,
poulet, des morceaux de viande). 2. Şişlemek, embusqué er. Savaşta kendine tehlikesiz bir hizmet
süngülemek, kılıç saplamak (Embrocher un sağlamış asker,
ennemi). § S'embrocher: Birbirini öldürmek, embusquer gçl. Pusuya yatırmak (Le chef de section
süngülemek, şişlemek, a embusqué ses soldats au coin d'un bois). §
embrouillamini er. tkz. Düzensizlik, karmakarışıkhk. S'embusquer 1. Pusuya yatmak. 2. Savaşta
embrouillement er. 1. Karıştırma, karışıklık, karma kendine tehlikesiz bir hizmet sağlamak,
karışık olma (L'embrouillement inextricable de la éméché, e j. tkz. Hafifçe sarhoş, çakırkeyf.
situation. Je ne comprends rien à cet émécher gçl. 1. Fitil haline getirmek. 2. Çakırkeyf
embrouillement). 2. mec. Güçlük, zorluk, yapmak.
embrouiller gçl. 1. Karıştırmak, karmakarışık énteraude diş. Zümrüt (Un collier d'émeraudes). 2.
etmek (Embrouiller les fiches, les cordons, un s. Zümrüt yeşili (Des rubans émeraude).
écheveau de laine). 2. Anlaşılmaz hale getirmek émergence diş. 1. Çıkış, yüze çıkma, toprak yada su
(Embrouiller une phrase, une idée). 3. Embrouiller yüzüne çıkma (Le point d'émergence tfune
qn: -in kafasını karıştırmak (Tu m'as embrouillé). source). 2. biy. Çıkıntı. 3. mec. Birdenbire ortaya
§ S'embrouiller Şaşırmak, zihni karışmak (Il çıkma, görünme (Emergence d'un fait historique).
s'embrouille dans ses explications). émergent, e s. Çıkan, yüze çıkan, su yada toprak
embroussaillé, e s. 1. Çalılarla kaplanmış, çalılaşmış yüzüne çıkan (Les îles sont des têtes de montagnes
(Un champ embroussaillé). 2. Dağınık, émergentes). § Année émergente: Bir dönemin
karmakarışık olmuş (Des cheveux başlangıç yılı.
embroussaillés). émerger gsz. 1. Yüze çıkmak, suyun yüzüne
embroussailler gçl. Çalılarla kaplamak, çıkmak (L'îlot émerge à marée basse). 2. Emerger
çalılaştırmak. § S'embroussailler: Çalılarla de qçh: -den çıkmak, -den doğmak, ortaya
émeri 497 emmancher

çıkmak (Le soleil qui émergeait d'une nuit sombre émigré, e s. ve ad. Göç etmiş, göçmen (Les émigrés
éclairait le fleuve. La vérité finit par émerger de politiques ont constitué un gouvernement en exil).
tant de dépositions contradictoires). émigrer gsz. 1. Başka bir ülkeye göç etmek (De
émeri er. Zımpara (Poudre d émeri. papier cF émeri). nombreux citoyens ont émigré à F étranger). 2.
§Etrc bouché à l'émeri: mec. tkz. Çok dar kafalı (Hayvanlar için) Toplu halde göç etmek (Les
olmak, anlayışı kıt olmak, kafasız olmak, cigognes émigrent).
émerillon er. 1. hayb. Bozdoğan. 2. Fırdöndiilii émincer gçl İnce dilimler halinde kesmek (Emincer
çengel. un oignon).
émerillonné, e s. Şen, neşeli, canlı, éminemment bel. Çok yüksek ölçüde, yüksek
émeriser gçl. Zımpara tozu ile kaplamak, düzeyde.
i mérite s. 1. (Eski) Emekli 2. mec. Yetkili, değerli, éminence diş. 1. Yükseklik, tepe (Monter sur une
seçkin (Un physicien émérite). éminence pour observer les environs). 2. mec.
émersion diş. 1. Yüze çıkma, su yüzüne çıkma. 2. Üstünlük. 3. (Büyük E ile) Karadinallere verilen
gökb. »Gölgeden çıkma, yeniden görünme, unvan (Son Eminence le cardinal). § Eminence
émerveillement er. Hayran olma, hayrette kalma grise: Bir kişi yada partiyi perde arkasından
(Contempler avec émerveillement les tableaux dans yöneten kimse, gizli el.
un muséç). éminent, e s. 1. Seçkin, yüksek, çok değerli (Mon
émerveiller gçl. Hayran etmek, hayrette bırakmak éminent collègue. Un homme éminent, une place
(La beauté du paysage émerveilla les touristes. Cet éminente). 2. Yükselen, sivrilen, çıkıntı yapan,
enfant émerveille tout le monde). § S'émerveiller: 1. éminentissime s. Pek yüksek, pek üstün, pek değerli,
Hayran kalmak, hayret etmek. 2. S'émerveiller de émir er. (Müslüman ülkelerde) Emir (L'émir Abd-el-
qch: -e hayran kalmak, hayret etmek Kader).
(S'émerveiller du talent d'un artiste, de la beauté émirat er. Emirlik (L'Etat des Emirats Arabes
d'un paysage). Unis).
émétique s. 1. Kusturucu (Une préparation émissaire er. 1. Bir iş için gönderilen özel görevli,
émétique). 2. er. Kusturucu ilâç (Prendre un aracı (Les rebelles avaient envoyé deux émissaires
émétique). pour discuter F armistice). 2. Boşaltma kanalı. § Le
émetteur, trice s. ve ad. 1. (Para, tahvil vb.)Çıkaran bouc émissaire: Abalı, kendisine her suç
(Banque émettrice). 2. Verici (Emetteur de yüklenilen kimse,
télévision). 3. Verici istasyon, émission diş. 1. (Para tahvil vb için) Çıkarma
émettre gçl. 1. Çıkarmak, piyasaya çıkarmak (La piyasaya çıkarma (L'émission de timbres-poste,
Banque de France a émis une nouvelle série de d'un emprunt). 2. Dışarı çıkarma (L'émission
billets. Emettre des emprunts, un chèque). 2. d'urine, de sperme). 3. Yayma, çıkarma
Vermek, çıkarmak, yaymak (Cette lampe émet (L'émission de fausses nouvelles). 4. Yayın; radyo
une lumière douce. Le violon émet des sons aigus). yayını, televizyon yayını (Nos émissions sont
3. Dile getirmek, söylemek (Emettre un avis). 4. terminées. Nous avons assisté à une émission très
Yayın yapmak (Un poste qui émet sur ondes intéressante. Emission radiophonique, émission
courtes). télévisée•).§ Banque d'émission: Emisyon bankası,
émeu, émou er. Avustralya'da yaşayan bir tür tepeli banknot çıkarma yetkisi olan banka. Emission
devekuşu. pirate: (Radyo) Korsan yayın,
émeute diş. Ayaklanma, isyan (La manifestation émissole diş. Bir tür küçük köpekbalığı,
tourna à l'émeute). emmagasinage er. Ambara koyma, ambarlama,
émeuticr, ère ad. İsyancı, ayaklanan (Disperser les emmagasiner^-/. I. Ambara koymak,ambarlamak
émeutiers). (Emmagasiner des marchandises). 2. Belleğinde
émiettement er. Ufalama, ufalanma, tutmak, zihnine yerleştirmek (Emmagasiner les
èmietter gçl. Ufalamak, dağıtmak (Emietter du pain, souvenirs, des connaissances).
son énergie), § S'émietter: Ufalanmak, dağılmak, emmaillotement er. Kundaklama, kundağa sarma,
parçalanmak (Un patrimoine qui s'émiette). emmailloter gçl. 1. Kundaklamak, kundağa sarmak
émigrant, e s. ve ad. Göçmen (On a interdit aux (Emmailloter un bébé). 2. mec. Sıkı sıkı sarmak
émigrants d'exporter leurs capitaux). (Emmailloter un doigt blessé).
émigration diş. 1. (Dışarıya, başka bir ülkeye) emmanchement er. Sap takma (L'emmanchement
Göç (La situation économique médicore de ce pays d'un outil).
provoque une émigration importante). 2. (Kuşlar) emmancher gçl. 1. Sap takmak (Emmancher un
Göç; göç etme. balai, une pelle). 2. mec. Sokmak, takmak, içine
emmanchure 498 émouvoir

koymak (Emmancher une bougie dans le (Emoluments du notaire). 4. (Miras) Pay, hisse,
chandelier). 3. mec. Yoluna koymak, rayına émonctoire er. anat. Salgı kanalı,
oturtmak (Emmancher une affaire, une émondage er. Budama.
discussion). émonder gçl. 1. Budamak (Emonder un arbre). 2.
emmanchure diş. Giysinin kol deliği, mec. Fazlasını atmak; ayıklamak, temizlemek,
emmêlement er. Karıştırma, karışım, émondeur er. Budayıcı, budama işçisi,
emmêler gçl. 1. Karıştırmak (ila davantage emmêlé émondoir er. Budama makası, budama bıçkısı,
l'affaire). 2. Birbirine karıştırmak, dolaştırmak émotif, ive s. 1. Heyecana değgin heyecana bağlı (Un
(Emmêler les fils d'un écheveau, les cordons d'un choc émotif. Troubles émotifs). 2. Çabuk
rideau). heyecanlanan (Elle est très émotive, elle rougit et
emménagement er. (Yeni bir eve, daireye) Yerleşme, se trouble pour un rien). 3. ad. Çabuk
emménager gçl. Yerleşmek (Les nouveaux locataires heyecanlanan kimse (Un émotif, une émotive).
ont emménagé dans l'appartement du quatrième). émotion diş. 1. Heyecan (Eprouver une grande
emmener gçl. 1. Götürmek (Je vous emmène au émotion). 2. Telâş (Une certaine émotion
théâtre ce soir). 2. (Askerlik ve spor) Yönetmek commençait à gagner le peuple). 3. Duyarlık,
(Les avants était bien emmenés par le capitaine). duygululuk (La poésie ne peut exister sans
emmenthal er. Bir tür peynir, Fémotion).
emmerdant, e i tkz. Can sıkıcı, berbat (Un film émotionnel, le s. Heyecana bağlı, heyecandan ileri
emmerdant, une affaire emmerdante). gelen (Une réaction purement émotionnelle).
emmerdement er. tkz. Büyük sıkıntı, çok can sıkıcı émotionner gçl. 1. Heyecanlandırmak. 2.
şey (J'ai des emmerdements). Telaşlandırmak,
emmerder gçl. tkz. 1. Canını sıkmak, çok sıkıntı émotivité diş. Çabuk heyecanlanma, çabuk telâş ve
vermek, üzmek (II nous a emmerdés avec ses üzüntüye kapılma (Son bégaiement est un trait
histoires) 2. Aldırmamak iplememek, vız gelir d'émotivité).
demek (J'emmerde tous ces idiots). § S'emmerder: émotter gçl. (Tarlanın) Keseklerini kırmak,
Sıkılmak, canı sıkılmak, émotteuse diş. Kesek kırma makinesi,
emmerdeur, euse ad. tkz. Sıkıcı adam, baş belâsı, émouchoir er. Sineklik, sinek yelpazesi,
emmétrope s. ve ad. (Göz yada kişi) Görmesi émoudre gçl. Çarka vurmak, çarkta bilemek
normal. (Emoudre un couteau).
emmétropie diş. hek. Görmesi normal olma;görme émoulage er. Çarka vurma, çarkta bileme,
normalliği. émouleur er. Bileyici.
emmieller gçl. 1. Bal katmak, bal sürmek, émoulu, e s. Bilenmiş. § Frais émoulu: Yeni mezun,
ballamak. 2. mec. Tatlılaştırmak, yumuşatmak çiçeği burnunda. Frais émoulu de qch: -den yeni
(Emmieller ses paroles). 3. hlk. Can sıkmak, kafa mezun olmuş (II est tout frais émoulu de la Faculté
ütülemek. de médecine). Se battre à fer émoulu: Yepyeni, pırıl
emmitoufler gçl. Kürklere, giysilere sarmak; kalın pırıl silahlarla savaşmak,
ve sıcak giydirmek (Emmitoufler un enfant). § émousser gçl. 1. Körletmek, keskinliğini gidermek
S'emmitoufler: Kalın ve sıcak giyinmek, iyice (Emousser une épée, un fleuret). 2. mec.
giyinmek. Hafifletmek azaltmak, küflendirmek (Emousser
emmouscailler hlk. Can sıkmak, kafa ütülemek, un sentiment, un souvenir). § S'émoussen
emmurer gçl. 1. Dört duvar arasına kapatmak, Körelmek.
hapsetmek. 2. Duvar içine almak, çevresine émoustillant, e s. Keyiflendirici,
duvar çekmek, émoustiller gçl. Keyiflendirmek, keyif vermek
emmuseler gçl. Burunsalık takmak, (Le vin commençait à émoustiller les invités).
émoi er. Heyecan, coşku (La vue de la jeune fille le émouvant, e s. 1. Heyecan verici, heyecanlandırın
remplit dun doux émoi). § Etre en émoi: Büyük bir (Un film émouvant), 2. İçe dokunan,
heyecan içine düşmek, ayağa kalkmak (Un duygulandırıcı (Une cérémonie émouvante).
cambriolage a eu lieu ce matin; le quartier est en émouvoir gçl. 1. Kıpırdatmak, hareket ettirmek
émoi). (Aucun souffle n'émouvait le maigre platane), 2.
émollient, e s. Yumuşatıcı (Remède émollient). 2. Heyecanlandırmak, heyecan vermek (Cesparoles
er. Yumuşatıcı ilâç (Prendre un émollient). m'ont ému). 3. Kışkırtmak, coşturmak, heyecana
émolument er. 1. Yarar, kâr. 2. ç. Maaş, aylık, getirmek (Emouvoir la foule). 4.
ücret (Ses modestes émoluments ne lui permettent Duygulandırmak, içine dokunmak, yüreğini
pas de faire des économies). 3. Harç, masraf sızlatmak (Le récit de ses malheurs avait ému ses
empaillage 499 empester

camarades). § Emouvoir la bile à qn: Birini arasındaki aralık, dingil aralığı,


öfkelendirmek, çileden çıkarmak. S'émouvoir: 1. empaumer gçl. 1. El ayasıyla yakalamak, el ayasıyla
Heyecanlanmak (Il apprit sans s'émouvoir que le geri çevirmek, çelmek (Empaumer une balle). 2.
tribunal l'avait condamné à mort). 2. S'émouvoir de tkz. Kandırmak, avucunun içine almak (Elle vient
qch: a) -den heyecanlanmak, b) -den telaşa d'empaumer son directeur). § Se faire empaumer,
düşmek, c) -den üzülmek, üzüntüye kapılmak, se laisser empaumer: Kandırılmak, aldatılmak,
empaillage er. 1. Hasır kaplama (Empaillage empêchement er. Engel (Je ne vois aucun
d'une chaise). 2. Samanla doldurma, içine saman empêchement à ce projet). § Empêchement
doldurma (Empaillage d'un aigle). dirimant: huk. Evlenmeyi engelleyici durum,
empaillé, e s. ve ad. Sersem, sala k (II a I air empaillé). empêcher gf/. 1. Engel olmak, engellemek, önlemek
empailler gçl. 1. Hasır kaplamak (Empailler des (Rien ne peut empêcher le progrès de la société). 2.
chaises). 2. (Canlı olduğu zamandaki biçimini Empêcher qn de f. qch: Birinin -sine engel olmak
bozmadan bir hayvanın) Derisine saman (Il empêche sesfrères de dormir). 3. Empêcher de f.
doldurmak (Empailler un renard un chien). qch: -meye engel olmak (Ecrire empêche de vivre).
empailleur, euse ad. 1. (Sandalyelere) Hasır § N'empêche que, il n'empêche que, cela n'empêche
kaplayıcı. 2. (Hayvanların) Derisine saman pas que: Yine de, oysa, bununla beraber, buna
doldurucu. karşın (Il a dû se soumettre, n'empêche qu'il avait
empalement er. Kazığa vurma, kazığa vurulma, raison. Il dit qu'il n'a pas le temps, cela n'empêche
empaler gçl. Kazığa vurarak öldürmek, kazığa pas qu'il est allé tous les soirs au cinéma).
oturtmak, N'empêche: tkz. Olsun, önemi yok, bu bir neden
empan er. Karış. değil. § S'empêcher de f. qch: -memeye dayanmak,
empanaché, e s. 1. Tuğlu, sorguçlu (Un chapeau -mekten kendini alabilmek, -mezlik edebilmek, -
empanaché). 2. Empanaché de: -ile kaplı, örtülü mekten kendini tutmak (Je me suis empêché de
(Un sommet empanaché de neige). dormir pour l'attendre. Il n'a pas pu s'empêcher de
empanacher gçl. 1. Tuğ takmak, sorguç takmak. 2. répondre).
(Söz yada yazıyı) Tumturaklı kılmak, empêcheur, euse ad. Engelleyici, engel olan. §
empaquetage er. Paket yapma, paketleme, sarma, Empêcheur de danser en rond: Keyif kaçıran, oyun
empaqueter er. Paket yapmak,paketlemek,sarmak bozan.
(Empaqueter du linge, des marchandises). empeigne diş. Ayakkabı yüzü. § Gueule
empaqueteur, euse ad. Paket yapıcı, paketleyici. d'empeigne: hlk. Huysuz herif! Pabuç suratlı!
emparer (s') gsz. 1. S'emparer de qch: "Zaptetmek, empeloter gçl. Yumak yapmak, yumak haline
"fethetmek, ele geçirmek, almak (En 1453, les getirmek.
Turcs s'emparent de Constantinople). 2. mec. empennage er. i. Oka tüy takma. 2. Güdümlü
Kaplamak, sarmak (Une grande peur s'est balonun, uçağın arka tarafındaki küçük
emparée de tout son corps). 3. Yakalamak, kanatlar.
tutmak, ele geçirmek (Le gardien de but réussit à empenné, e s. Ucuna tüy takılmış (Flèche empennée).
s'emparer du ballon). 4. mec. Egemenliği altına empenner gçl Ucuna tüy takmak, yelek takmak
almak (Il s'empare de notre volonté, de cette (Empenner me flèche).
femme). 5. Dört elle sarılmak (Il s'est emparé du empereur er. imparator.
premier prétexte venu). emperler gçl. 1. incilerle süslemek. 2. İnci gibi
empâtement er. 1. Semirme (Empâtement des durmak, örtmek,
volailles). 2. Tombullaşma (L'empâtement des empesage er. Kolalama; kolalanma (Empesage
joues, du menton). 3. Kalın boya tabakası. rigide, souple).
>mpâter gçl. 1. Tombullaştırmak, şişman empesé, e s. 1. Kolalı (Un col empesé, chemise
göstermek (L'âge lui a empâté les traits). 2. Çiriş empesée). 2. mec. Yapmacık, doğalıktan uzak (Un
gibi yapmak, yapış yapış yapmak (Boisson qui style empesé, un air empesé).
empâte la bouche). 3. Macun sürmek (Empâter les empeser gçl. Kolalamak (Empeser le col d'une
plaques d'un accumulateur). 4. Semirtmek, besiye chemise).
çekmek (Empâter des volailles). 5. (Yağlı boya empester gçl. 1. Veba bulaştırmak. 2. Pis pis
resimde) Üste boya vurarak kabartmak. § kokutmak, kötü bir kokuya boğmak (Un
S'empâter: Tombullaşmak, semirmek (Tu marécage qui empeste le voisinage). 3. Kokmak
commences à t'empâter). (La salle d'attente empestait le moisi). 4. mec.
mpattement er. 1. Maçunanın tabanı. 2. Temel Bulaştırmak, kirletmek (Il a empesté un amour
duvarın çıkıntısı. 3. Arabanın iki dingili pur). 5. gsz. Çok pis kokmak (Eh! Vous empestez.
empêtrer 500 employé

Vous ne vous lavez donc jamais!). (Sous l'empire de la colère, il se mit à l'injurier).
empêtrer gçl. 1. Bukağılamak, köstek takmak, empirer gsz. 1. Daha kötüleşmek, berbata gitmek
kösteklemek (Empêtrer un animal). 2. Empêtrer (L'état du malade a empiré). 2. gçl. Daha
qn dans: Birini -e sokmak, bulaştırmak (C'est lui kötüleştirmek (Le traitement n'a J'ait qu'empirer le
qui m'a empêtré dans cette drôle d'affaire). 3. mal).
Sıkmak, sıkıntı vermek. § S'empêtrer dans qch: 1. empirique s. 1. *Görgül, yalnız görgüye dayanan
-e saplanıp kalmak, -in içine düşmek, -e (Un remède empirique. Découvrir la solution d'un
gömülmek (S'empêtrer dans un dogme, dans la problème par des procédés empiriques). 2. fels.
neige, dans des mensonges). 2. S'empêtrer de: -e Bilimsel olmayan deneylere dayanan, * görgîil. 3.
bulaşmak, çatmak, yakasını kaptırmak (Il s'est er. Deneyci filozof yada öğreti. 4. er. Hekim
empêtré d'une femme qui lui rend la vie dure). taslağı, olçum (Mon père qui ne croyait guère aux
emphase diş. 1. Tumturak, tumturaklılık (Parler médecins, envoya chercher l'empirique).
avec emphase. Un discours plein d emphase). 2. empiriquement bel. Görgül olarak, görgülere
(Duyguların belirtilmesinde) Aşırılık, abartma dayanarak, deneylere dayanarak (Résultat obtenu
(Un dévouement sans emphase). empiriquement).
emphatique s. Tumturaklı (Un style emphatique, un empirisme er. 1. fels. Deneycilik, görgücülük.
ton emphatique). 2. (Eski) Olçumluk, hekim taslaklığı.
emphatiquement bel. Tumtarakh, tumturaklı empiriste s. ve ad. 1. Görgücülüğe özgü. 2.
olarak. Görgücü.
emphysème er. hek. Anfızem; dokular arasında emplacement er. 1. Yer, mevki (Fixer l'emplacement
hava toplanması nedeniyle şiş meydana gelmesi, d'une usine). 2. Arsa (On a construit un immeuble
empiècement er. (Gömlek, bluz gibi giysilerde) sur l'emplacement de l'ancien théâtre).
Göğüsle boyun arasına eklenen parça, roba. emplâtre er. 1. Yakı, lâpa. 2. mec. tkz. Lâpacı
empierrement er. Taş döşeme (Empierrement d'un (Cet emplâtre-là n'a rien fait pour nous aider). 3.
ehemin). argo. Dayak, kötek, sille,
empierrer gçl. Taş döşemek (Empierrer un ehemin, emplâtrer gçl. argo. Dayak atmak, sille tokat
un bassin, un fossé). girişmek.
empiétement er. 1. Başkasının malına el uzatma, emplette diş. 1. Satın alma (Faire l'emplette d'un
°gasp, "tecavüz (Empiétement sur le terrain appareil photographique). 2. Satın alman şey (Elle
d'autrui. 2. mec. Yetkisini aşma, yetkisi dışına a rapporté ses emplettes dans un grand panier). §
çıkma. Faire des emplettes: Alış veriş yapmak, öteberi
empiéter gsz. Empiéter sur: 1. -e tecavüz etmek, -e satın almak.
haksız olarak el koymak (Empiéter sur les droits emplir gçl. 1. Doldurmak (Emplir une bouteille, un
d'autrui. Empiéter sur le champ de son voisin). 2. bidon). 2. Emplir qn de qch: -içinde bırakmak, -e
-in sınırını aşmak (Un bon citoyen n'empiète sur la boğmak (Le spectacle nous a emplis d'admiration).
liberté de personne). § S'emplir: 1. Dolmak. 2. S'emplir de qch: -ile
empiffrer (s') gsz. tkz. 1. Tıkınmak, karnını dolmak (La chambre s'emplissait de clarté bleue).
doyurmak. 2. S'empiffrer de qch: -i tıkınmak, -ile emplissage er. Doldurma,
karnını tıkabasa doldurmak (S'empiffrer de emploi er. 1. Kullanma, kullanış (L'emploi d'u
gâteau). remède, d'un mot). 2. İş (Chercher un emploi. Iles
empilement er. İstif (Empilement de livres). sans emploi). 3. Bir oyuncunun aldığı rol (Teni
empiler gçl. 1. İstif etmek, üst üste yığmak (Empiler l'emploi du jeune premier. // a l'emploi du valet). 4.
des assiettes, des livres, des vêtements). 2. tkz. Kullanım, istihdam (Le volume d'emploi: İstihda
Aldatmak, kazıklamak (Un vendeur malhonnête hacmi. Plein-emploi: Tam istihdam. Sous-emploi
nous a empilés). § S'empiler: Üst üste yığılmak, Düşük istihdam. Sur-emploi: Aşırı istihdam), ij
istif olmak (Les livres s'empilent sur un bureau). § Double emploi: Gereksiz yineleme. Avoir 1
Se faire empiler: Aldatılmak, kazıklanmak, physique de l'emploi: 1. Tipi rolüne uygun olma
empire er. 1. İmparatorluk (L'Empire Ottoman. 2. mec. Yaptığı işe biçilmiş kaftan görünmek
Le partage de l'empire d'Alexandre). 2. Güc, erk Faire double emploi: Gereksiz yinelenme
(Des réflexes qui échappent à l'empire de la (Quand un mot fait double emploi avec un autr
volonté). 3. "Nüfuz, sözügeçerlilik (Il a un grand dans une phrase, on dit qu'il y a pléonasme).
empire sur ses amis). 4. Etki. § Pour un empire: employable j. Kullanılabilir,
Dünyaları verseler (Je ne céderai pas ma place employé, e ad. Görevli, "memur, "müstafide
pour un empire). Sous l'empire de: -in etkisiyle (Les employés d'un ministère. Employé de banque.
employer 501 emporter

Une employée des postes. Employé de commerce). Bozmak, zehir etmek (Il a empoisonné ma joie,
employer gçl. 1. Kullanmak (Employer un outil, notre soirée). 4. Zehir katmak, zehir sürmek,
un instrument, un mot). 2. Employer qn, qch à qch: zehirlemek (Empoisonner une boisson, un puits, un
Birini, birşeyi -de, yolunda, uğrunda, için étang, les eaux. Empoisonner une flèche). 5. Çok
kullanmak (Employer une somme à rachat (f une kötü kokutmak (Le marais empoisonnait le
voiture. Employer toute son énergie à une tâche). 3. village). 6. gsz. Pis kokmak (De la viande avariée
Employer qn, qch à f. qch: Birini, birşeyi -mekte qui empoisonne. 7. tkz. Canını sıkmak (7/
kullanmak, -mek için harcamak (J'ai employé m'empoisonne avec ses réclamations). §
toute une journée à rédiger mon courrier). 4. S'empoisonner: Canı sıkılmak, bunalmak (On
Çalıştırmak, "istihdam etmek ( Cette usine s'empoisonne ici).
emploie dix mille ouvriers. Je vais Remployer au empoisonneur, euse ad. 1. Zehirleyici, zehirle
restaurant). § S'employer: 1. Kullanılmak ("Cemot öldüren kimse. 2. tkz. Çok kötü aşçı. 3. mec.
ne s'emploie plus). 2. S'employer à qch: -e Zehirleyici, bozguncu, zararlı düşünceler
çalışmak, çabalamak, için uğraşmak (S'employer aşılayan kimse. 4. tkz. Can sıkan kimse, sıkıcı
à la recherche d'une solution). 3. S'employer pour adam.
qn: -için çaba göstermek, desteklemek, lehinde empoissonnement er. Balıklandırma (L'empois-
çalışmak (Ses amis se sont employés pour lui en sonnement d'un étang).
intervenant auprès des autorités). 4. S'employer à f. empoissonner gçl. Balıklandırmak (Empoissonna-
qch: -meye çalışmak, çabalamak (Il s'est employé une rivière, un lac).
à réparer les dégâts). emporté, e s. Öfkeli, sert, çabuk kızan (Unefemme
employeur, euse ad. İşveren (L'employeur et le emportée).
salarié). emportement er. 1. Öfke, kızgınlık (Il discute avec
emplumé, e s. Tüylerle kaplı, tüylerle donatılmış, emportement). 2. (Eski) Heyecan, coşkunluk,
emplumer gçl. Tüylerle kaplamak, tüylerle taşkınlık (Les emportements de l'imagination. Il
donatmak. s'est donné avec emportement à la science).
empocher gçl. 1. Cebine koymak, cebe indirmek, emporte-pièce er. 1. Zımba. 2. mec. Sözünü
almak (Empocher de l'argent. Il empoche deux sakınmayan (kimse). § A l'emporte-pièce: Açık,
mille francs par mois). 2. tkz. Yemek, -e uğramak kesin, dobra dobra (Avoir un caractère à
(Ha empoché quelques horions dans ta bousculade). l'emporte-pièce. Mots, phrase, style à f emporte-
§ Empocher des coups: Dayak yemek, sille, tekme pièce).
yemek. emporter gçl. 1. Kendisiyle götürmek, beraberinde
empoignade diş. Çekişme, sert tartışma; kavga, götü rmek (Emporter des provisions de bouche pour
empoignant, e s. Dokunaklı, heyecanlı, le voyage). 1. Alıp götürmek, koparıp götürmek
empoigner gçl. 1. Tutmak, avcunun içine almak, (Le tempête a emporté la toiture). 3. Götürmek,
eliyle kavramak (Empoigner une pioche). 2. Tutup taşımak (On emporte les blessés dans
sıkmak (Il sauta sur son adversaire et l'empoigna l'ambulance). 4. Zaptetmek, ele geçirmek
au collet). 3. tkz. Yakalamak, enselemek (Emporter une position ennemie). 5. Öldürmek,
(Empoigner un voleur, un malfaiteur). 4. götürmek (La tuberculose emporta son père). 6.
Dokunmak, coşturmak, heyecan vermek (Le mec. Kapıp sürüklemek (Le courant emporte la
dénouement empoignait les spectateurs). §. barque). 7. Kazanmak, elde etmek, sağlamak
S'empoigner: Kavga etmek, yaka paça birbirine (Emporter un prix, un avantage). § Emporter le
girmek. morceau, emporter la pièce: Parsayı kapmak,
empois er. (Nişasta ile yapılmış) Kola. dilediği şeyi elde etmek. L'emporter: Üstün
empoisonnant, e s. tkz. Çok can sıkıcı, bunaltıcı, gelmek yenmek, kazanmak. L'emporter sur: -e
empoisonnement er. 1. Zehirleme, ağılama; üstün gelmek, -i yenmek, bastırmak (Les Français
zehirlenme, ağılanma (Empoisonnement dû à des l'ont emporté sur les Allemands. L'amour l'a
champignons vénéneux). 1. mec. Zehirleme, zararlı emporté sur l'amitié). Ne pas l'emporer en paradis:
düşünceler aşılama. 3. tkz. Can sıkıntısı, Yaptığı yamna kalmamak (Tu ne l'emporteras pas
bunalma, sıkıntı, bunalım (fai déjà assez en paradis). Se laisser emporter par qch: -e
d"empoisonnements). kapılmak, kendini kaptırmak (Se laisser emporter
empoisonner gçl. 1. Ağılamak, zehirlemek, par la colère). Autant en emporte le vent: Hiçbir iz
zehirleyerek öldürmek (Elle a empoisonné son kalmayacak, hiçbir etki bırakmayacak. Rüzgâr
mari). 2. mec. Zehirlemek, zararlı düşünceler . gibi geçip gidecek. § S'emporter: 1. Kızmak,
aşılamak (Empoisonner les jeunes esprits). 3. öfkelenmek, tepesi atmak 2. S'emporter contre: -e
empoté 502 émule

kızmak, tepesi atmak (S'emporter contre un d'emprise sur son parti).


contradicteur). emprisonnement er. Hapsetme, hapis. §
empoté, e s. ve ad. hlk. Beceriksiz, sakar (Un garçon Emprisonnement cellulaire: Hücre hapsi.
empoté. Quel empoté!). Emprisonnement contraventionnel: Hafif hapis.
empoter gçl. Saksıya dikmek (Empoter une plante, Emprisonnement à temps: Geçici (muvakkat)
une fleur). hapis. Emprisonnement à vie: Ömür boyu hapis,
empourprer gçl. Kırmızıya boyamak, kızıllaştırmak "müebbet hapis,
(Le soleil couchant empourpre le ciel). § emprisonner gçl. 1. Hapsetmek, tutuklamak
S'empourprer: Kırmızıya boyanmak, kızarmak, (Emprisonner un voleur). 2. Sıkmak, sıkı sıkı
kızıllaşmak, kıpkırmızı kesilmek (Son visage kapatmak (Un col rigide qui emprisonne le cou).
s'empourpra de colère). emprunt er. 1. Ödünç alma, borç alma (Faire un
empoussiérer gçl. Toza bulamak, toz içinde emprunt). 2. Ödünç, "istikraz (Emprunt d'Etat.
bırakmak. Emprunt à court terme, à long terme). 3. Alıntı
empreindre gçl. 1. Birşeyin üzerinde izini bırakmak. (Cette idée est un emprunt à un auteur étranger). §
2. Belirtmek, göstermek (Empreindre la pensée D'emprunt: 1. Yapmacık, yapma, iğreti (Une
dans le fait). § S'empreindre de qch: -in izini, érudition d'emprunt). 2. Takma (Il voyageait sous
etkisini taşımak (Chaque littérature s'empreint un nom et emprunt).
plus ou moins des moeurs et de l'histoire du peuple. emprunté, e s. 1. Sıkılgan, utangaç, çekingen (H
Son visage commençait à s'empreindre de s'est adressé à moi d'un air tout emprunté). 2.
tristesse). Yapmacıklı (Agir d'une manière empruntée). 3.
empreinte diş. 1. İz (Des empreintes de pas sur le sol. Takma, iğreti (On n'aime personne que pour des
Le criminel n'a pas laissé d'empreintes. qualités empruntées).
L'empreinte digitale d'un cambrioleur). 2, Damga, emprunter gçl. 1. Ödünç almak, iğreti almak (Tai
iz, derin etki (L'empreinte d'un écrivain sur son emprunté cent francs. Il a emprunté la voiture de
oeuvre. On peut tire sur son visage l'empreinte de ta son oncle). 2. Emprunter qch à qn: a) Birinden...
douleur). 3. Kalıp (Prendre Fempreinte dune ödünç almak (Emprunter de l'argent à un ami), b)
serrure). § Empreinte digitale: Parmak izi. Birinden... almak, alıntılamak (Emprunter une
empressé, e j ve ad. 1. İçten, candan (Des citation à un auteur). 3. Bir şeyi -e borçlu olmak; -
admirateurs empressés). 2. Aceleci sabırsız, tez den gelmek (Ce livre emprunte tout son intérêt à
canlı; acele, çabuk (Il fait l'empressé. Il lui faisait l'actualité desfaits racontés). 4. (Yol için) İzlemek,
une cour empressée).3. Saygıda kusurjetmeyen, tutmak, -den geçmek (Emprunter une route, une
nezakette dikkatli davranan. 4. Empressé à f. qch: voie. Le conducteur ne peut emprunter la moitié
-meye can atan, -mek için sabırsızlanan (Il est gauche de la chaussée). 5. Takınmak (Emprunter le
toujours empressé à rendre service). visage d'un suppliant). 6. Emprunter qch de: (Eski)
empressement er. 1. İvedilik, acele, sabırsızlık. Bir şeyi -den alıp kendine mal etmek (Virgile a
2. Çaba gösterme, özen gösterme; çaba, özen. 3. emprunté d'Hqmère quelques comparaisons).
İçtenlik, candan yakınlık, emprunteur, euse ad 1. Ödünç alan, borçlu,
empresser (s') gsz. 1. S'empresser à f. qch: -meye verecekli (Le prêteur et l'emprunteur). 2. Borç
çaba göstermek, -mek için can atmak. 2. alma huylusu,
S'empresser de f. qch: -inekte acele etmek, hemen empuantir gçl. Çok pis kokutmak, kokuşturmak,
-mek; -mekte sabırsızlık göstermek (II s'est empuantissement er. Pis kokutma, pis kokma;
empressé de raconter la nouvelle à tout son kokuşturma, kokuşma,
entourage). 3. S'empresser autour de qn, auprès de empyème er. hek. İrin toplanması,
qn: Birinin etrafında dört dönmek; -e karşı büyük empyrée er. 1. Göklerin, tanrıları barındıran en
bir saygı ve sevgi göstermek (S'empresser auprès yüksek katı. 2. mec. Gökler, gökler âlemi,
des jolies femmes. Courtisans qui s'empressent empyreumatique s. Ağır kokulu,
autour d'un ministre puissant). empyreume er. kim. Organik bir maddenin
emprise diş. 1. El koyma, yönetimin özel bir mülke yanmasından çıkan ağır koku.
el koyması. 2. Etki, nüfuz, güç (La mode exerce ému, e s. 1. Heyecanlı (Il était si ému qu'il ne pouvait
son emprise dans de nombreux domaines). § Sous pas parler). 2. İçten, sıcak, heyecan verici (J'en ai
l'emprise de: -in etkisiyle, etkisi altında (J'ai gardé un souvenir ému).
commis cette faute sous F emprise de la colère). émulation diş. Olumlu yarışma, yarışma, "rekabet
Avoir de l'emprise sur: -in üzerinde büyük bir (Dans cette classe il n'y a guère d'émulation).
etkisi, nüfuzu olmak (Cet homme a beaucoup émule ad. Başkasıyla eşit olmaya çalışan, eşitlik
émulsion 503 en-cas

güden, °rakıp; eşit, denk (On reconnaît en lui le encadreur er. 1. Çerçeveci. 2. (Bir kurs yada stajda)
digne émule de son maître). Öğretim görevlisi (Les encadreurs d'un stage).
émulsion diş. 1. Sütsü, sübye. 2. (Sinemacılıkta) encagement er. Kafes içine koyma,
Duyarkat. encager gçl. 1. Kafes içine koymak (Encager
émulsionner gçl. 1. Sütsüleştirmek, sübyeleştirmek; un oiseau, une bête). 2. mec. Hapsetmek, dört
sütsü hale getirmek, sübye haline getirmek. 2. duvar arasına kapamak,
(Fotoğrafçılıkta) Duyarkat geçirmek, encaissable s. Tahsil edilebilir, alınabilir (Somme
en ilg. 1. -e (Aller en France, passer en Angleterre). immédiatement encaissable).
2. -de, içinde (Etre en prison. Nous sommes en encaissage er. Kasaya koyma,
juillet). 3. -ile (Expliquer en quelques mots). 4. - encaisse diş. Cüzdanda yada kasadaki para, eldeki
halinde (Vivre en paix, être en guerre avec un pays). para yada değerler (L'encaisse d'une maison de
5. -şeklinde, biçiminde (Des perles en poire). 6,-li, - commerce). § Encaisse d'or: Altın yedeği. Encaisse
giymiş (Etre en pyjama). 7. -dilinde; -ce olarak métallique. Kâğıt para karşılığı (altın ve gümüş),
(Ecrire en français). 8. -bakımından (Une terre encaissement er. 1. Sandıklama, sandıklara koyma.
fertile en blé. Un aliment riche en protéine). 9. -in 2. Kasaya koyma. 3. Tahsil etme, alma, tahsil
(En hiver, il fait froid). 10. -iken (En partant). 11. - "ahzukabz (Remettre un chèque à I encaissement').
erek (Il a trouvé son chemin en cherchant). 12. - 4. (Irmak yada yol için) Dar ve dik boğazdan
olarak (Ilparle en connaisseur. J'ai reçu un livre en geçme, yarma içinden geçme,
cadeau). 13. adıl. Ondan, bundan, onlardan, encaisser gçl. 1. Sandıklamak, sandıklara koymak.
bunlardan (Tu as bien fait de me prévenir, je lui en 2. Kasaya koymak. 3. Almak, "tahsil etmek
parlerai dès que je le verrai. Ces livres ne servent (Encaisser de l'argent, une grande somme). 4. tkz.
plus à rien, il faut nous en débarrasser). 14. adıl Yemek, uğramak, sineye çekmek (Encaisser des
Oradan, buradan (Il était à la maison, il vient juste coups, des injures). 5. tkz. Sevmek, hoşlanmak,
d'en sortir). 15. Ondan, o yüzden, onun yüzünden tahammül etmek (Je ne peux pas encaisser cette
(La maladie est grave, il risque d'en mourir. T ai femme. Il n'encaisse pas les bourgeois). 6. İki
trop de soucis, je n'en dors plus). yandan sıkıca sarmak, çevrelemek (Les bois qui
énallage er. Dilbilgisi şekillerinden biri yerine encaissent la route).
başka birini kullanma, *değişikleme. encaisseur er. 1. Tahsildar; para alıcı (L'encaisseur
énamourer gçl. Kendine aşık etmek, gönlünü du gaz et de l'électricité). 2. Mutemet,
kapmak. § S'énamourer de qn: -e aşık olmak, encan (à I') bel. Açık artırma ile, açık artırmaya
vurulmak, tutulmak (Toutes les jeunes filles koyarak (Vente à l'encan. Des meubles vendus à
s'énamouraient de lui). l'encan). § Etre à l'encan: mec. Kapanın elinde
encablure diş. Deniz milinin onda biri, aşağı yukarı kalmak, kim daha çok para verirse onun olmak
200 metre. (La justice était à f encan). Mettre, vendre qch à
encadrement er. 1. Çerçeve, pervaz (L'encadrement l'encan: Bir şeyi açık artırmaya koymak, açık
d'un tableau, d'une glace, dun panneau). 2. artırmayla satmak,
Çerçeveleme, çerçeve geçirme. 3. ask. Kadrosunu encanaillement er. Bozulma, bayağılaşma, alçalma,
tamamlama (L'encadrement des troupes). 4. ask. encanailler (s') gsz. 1. Bozulmak, bayağılaşmak,
Kadroya alma. 5. (Ekonomide) Sınırlandırma; alçalmak, düşmek (Un homme qui s'encanaille
sınırlandırılma (Encadrement du crédit). 6. mec. dans des milieux louches. Le style de cet auteur
Çerçeve (L'encadrement de toute œuvre, c'est son s'encanaille dans ses derniers romans). 2. Kötü
époque). kişilerle düşüp kalkmak (Bourgeois s'encanaillent
encadrer gçl. 1. Çerçevelemek (Encadrer un tableau, dans des bistrots).
une photographie). 2. Çevirmek, çerçeve içine encapuchonner gçl. Kukulete geçirmek, kukulete
almak, çevrelemek (Des cheveux nattés qui giydirmek. § S'encapuchonner: Kukulete giymek,
encadrent un visage mièvre). 3. Etrafını sarmak encart er. Kitap yada dergilerin içine konulan
(Les bois qui encadrent un château). 4. Encadrer basılı kâğıt, ilân (Un encart publicitaire).
qn: Aralarına almak (Deux gendarmes encadraient encartage er. 1. Kitap yada dergi arasına koyma,
le voleur). 5. ask. Kadrosunu tamamlamak koyup gönderme. 2. Bir kartona tutturma,
(Encadrer une troupe). 6. ask. Kadroya almak encarter gçl. 1. Bir kitap yada dergi arasına
(Encadrer les recrues). § Ne pouvoir encadrer qn: koymak, koyup göndermek. (Encarter un
argo. -in yüzünü görmeye bile tahammül prospectus dans une revue). 2. Bir kartona
edememek; -i hiç sevmemek (Je ne peux pas tutturmak (Encarter des boutons).
encadrer cet homme). en-cas, encas er. Gerektiğinde kullanılabilecek, işe
encaserner 504 enchanter

yarayabilecek nesne yada kişi (On voyait dans İv d'encensoir, manier l'encensoir: Çok övmek,
jeune duc de Chartres comme un cn-cas övgülere boğmak,
monarchique, si Louis XVI tombait). 2. Bir tiir encéphale er. anat. Kafaiçi.
geniş şemsiye. 3. Her olasılığa karşı evde hep encéphalique s. Kafaiçine değgin,
hazır bulundurulan hafif yemek, encéphalite diş. hek. Kafaiçi yangısı,
encaserner gçl. 1. Kışlaya koymak, yerleştirmek encéphalographie diş. hek. Kafaiçi filmi alma,
(Encaserner les recrues). 2. mec. Bir yere °ansefalografi.
sıkıştırmak, dar bir yere tıkıştırmak, encerclement er. Kuşatma, sarma, çevirme, çember
encastrement er. 1. Gömme, geçirme, takma, içine alma; kuşatılma sarılma, çevrilme, çember
içine oturtma. 2. (Tahtada, madende) Yuva, içine alınma (Encerclement de t ennemi.
lâmba, kertik, L'Allemagne pense à rompre son encerclement).
encastrer gçl. Gömmek, takmak, yerleştirmek, encercler gçl. Kuşatmak, sarmak, çevirmek, çember
içine sokmak (Encastrer une glace dans le mur, içine almak (Encercler une ville. İM police a
encastrer un mécanisme dans son boîtier). § encerclé le quartier).
S'encaster: Geçmek, girmek (Une petite voiture enchaînement er. 1. Art arda geliş, birbirini izleyiş
qui est venue s'encastrer sous le camion). (Un curieux enchaînement de circonstances a
encaustiquage er. Cilalama, produit cet effet inattendu). 2. Bağlantı, bağ
encaustique diş. (Mobilya yada döşeme için) (L'enchaînement des effets et des causes).
Cila (Une odeur d'encaustique monte du parquet enchaîner gçl. 1. Zincire vurmak, zincirle bağlamak
luisant). (Enchaîner un lion, un esclave). 2. mec. Bağımlı
encaustiquer gçl. Cilalamak (Encaustiquer les kılmak, susturmak, özgürlüğünü elinden almak
meubles, les parquets). (Enchaîner la presse). 3. Sıralamak, sıraya
encavement er. Mahzene koyma, mahzenleme. koymak, birbirine bağlamak (Enchaîner des mots,
encaver gçl. Mahzene koymak, mahzenlemek. des idées). 4. mec. Sıkı sıkıya bağlamak, çivi gibi
enceindre gçl. Kuşatmak, çevirmek, etrafını çakmak (Une mystérieuse destinée l'enchaînait
sarmak. § Etre enceint de: -ile çevrili olmak, ici). 5. (Tiyatroda) Sözü bir yerden alıp ileri
kuşatılmak (La ville était enceinte de puissantes götürmek. § S'enchaîner: (Belli bir mantık
murailles). ölçüsüne göre) Sıralanmak, gelişmek, birbirine
bağlanmak (Les épisodes de ce roman s'enchaînent
enceinte diş. 1. Çevre, kuşatan şey (Franchir le mur
très naturellement).
d'enceinte). 2. Sur, kale duvarı (Les enceintes de
enchanté, es. 1. Büyülü, sihirli (La jlûte enchantée).
l'ancien Paris). 3. Kapalı yer, etrafı çevrili alan
2. Enchanté de qch, de f. qch: -den, -mekten pek
(Animaux vivant dans Tenceinte d" un parc). 4.
mutlu, pek hoşnut (Je suis enchanté de mon séjour
Salon (L'enceinte du tribunal. Enceinte réservée
ici. Enchanté de faire votre connaissance).
aux personnages officiels).
enchantement er. 1. Büyü (Un vieux magicien qui
enceinte s. diş. Gebe, yüklü, "hamile (Une femme
faisait, par enchantement, pousser des arbres et des
enceinte. Elle est enceinte de cinq mois).
fruits). 2. Büyük hayranlık, coşku, esriklik (Cette
encens er. 1. Günlük, "buhur, kokulu tütsü. 2. mec.
musique lui causait un enchantement
Övgü. § Donner de l'encens à: -i övmek, göklere
inexprimable). 3. Çok güzel şey, büyüleyici şey,
çıkarmak. Offrir de l'encens: Günlük yakarak
"harika (Ce spectacle est un véritable
Tanrıya kulluk göstermek,
enchantement). § Par enchantement, comme par
encensement er. 1. Günlük yakma; (bir şeyin
enchantement: Hiç beklenmedik bir biçimde,
önünde) buhurluk sallama. 2. mec. Yüceltme,
büyü yapılmışçasına, bir mucize olmuş gibi (La
ululama. 3. Övme, göklere çıkarma, dalkavukluk
douleur a disparu comme par enchantement).
etme. 4. (At için) Başını eğip kaldırma,
enchanter gçl. 1. Büyülemek (Etle ne pouvait pas
encenser gçl. 1. Günlük yakarak yüceltmek,
s'échapper, il l'avait enchantée comme une bête). 2.
önünde buhurluk sallamak (Encenser f autel de
Hayran bırakmak, son derece sevindirmek
l'église. Le prêtre fait le tour du catafalque,
(L'annonce de ce jour de congé a enchanté tous les
l'encense). 2. Övmek, göklere çıkarmak (On a
élèves). 3. Esritmek, coşturmak, kendinden
encensé ses mérites). 3. gsz. Buhurluk sallamak
geçirmek (La beauté du paysage m'a enchanté). §
(On nous apprenait à encenser élégamment). 4. gsz.
S'enchanter: 1. Çok sevinmek, kendinden geçmek
(At) Başını eğip kaldırmak,
(Il s'enchantait à l'idée qu'il était l'arbitre de la
encenseur, euse ad. 1. Buhurluk taşıyan. 2.
France). 2. S'enchanter de: -c bayılmak, -den çok
Dalkavuk, övgücü. hoşlanmak.
encensoir er. Buhurluk. § Donner des coups
enchanteur 505 encochement

enchanteur, eressc s. ve ad 1. Büyücü (Merlin ayağına dolaşmak (Le cheval s'est enchevêtré). 2.
l'Enchanteur. L'enchanteresse C'ircé). 1. Birbirine dolaşmak, karışmak (Les branches qui
Büyüleyici, çok güzel, baş döndürücü (Une fille s'enchevêtrent). 3. mec. Arap saçına dönmek,
enchanteresse, un paysage enchanteur, une karmakarışık bir hal almak (Une intrigue qui
musique enchanteresse). s'enchevêtre). 4. S'enchevêtrer dans qch: -in
enchâssement er. Yerleştirme, takma, içinden çıkamaz duruma düşmek, -in içinde
enchâsser gçl. 1. (Bir çerçeve yada kaş içine) kaybolmak (S'enchevêtrer dans ses explications).
Yerleştirmek, takmak (Enchâsser un brillant dans enchifrené, e s. (Nezle yada sinüzitten) Burnu
le chaton d'une bague). 2. Araya sokmak (Ilcite, il tıkanmış,
enchâsse de belles pensées). 3. (Kilisede ermişlerin enchifrènement er. Burun tıkanıklığı,
kalıntı ve kemiklerini) Çekmeceye koymak. enchymose diş. hek. Deride kızartı, °ankimoz.
_>nchâssure diş. (Bir şeyin içine takıldığı, enclave diş. (Başka bir toprakla) Kuşatılmış toprak,
yerleştirildiği) Yuva, yatak, iç toprak (Le comtat Venaissin constituait une
enchatonnement er. Yuvasına, yatağına yerleştirme, enclave en territoire français).
içine oturtma, enclavement er. (Bir başka toprakla) Kuşatılmış
enchatonner gçl. Yuvasına, yatağına oturtmak, olma, iç içe olma.
içine yerleştirmek (Enchatonner une pierre enclaver gçl. 1. Dörtbir yandan sarmak, içine
précieuse). almak, çepeçevre kuşatmak (Un domaine qui
cnchausser gçl. (Sebzeleri) Dona karşı korumak için enclave un champ de la ferme voisine). 2. Arasına
samanla örtmek, sokmak (Enclaver un pronom complément entre le
enchemisage er. Kılıf geçirme, gömlek geçirme, sujet et le verbe). 3. İç içe sokmak (Le
enchemiser gçl. Kılıf geçirmek, gömlek geçirmek prestidigitateur a enclavé ses deux anneaux).
(Enchemiser un livre). enclenche diş. Hareket kolu, hareket düğmesi,
enchère diş. Artırma, açık artırma. § Acheter, enclenchement er. Hareket ettirme, çalıştırma,
vendre qch aux enchères: Bir şeyi açık artırmadan enclencher gçl. Hareket ettirmek, çalıştırmak,
almak, açık artırmayla satmak. Mettre qch aux işletmek (Enclencher un mécanisme).
enchères: Bir şeyi açık artırmaya koymak (Mettre enclin, e s. 1. Eğilimli, hevesli. 2. Enclin à qch, à f.
aux enchères une collection de timbres). qch: -e eğilimli, -meye eğilimli (Il est enclin à la
enchérir gsz. 1. (Eski) Pahalanmak, fiyatı artmak. paresse. Etle est trop encline à s'amuser).
2. Enchérir sur qn: -den dalıa çok artırmak, daha encliquetage er. Çarkın dönmesini önleyen mandal,
yüksek fiyat vermek (Enchérir sur son voisin). 3. çakıldak.
Enchérir sur qch: a) Artırarak pey sürmek, -i encliqueter gçl. Dönmesini durdurmak, çakıldakla
yükseltmek (Il hésitait à enchérir sur ce prix). b)-in durdurmak (Encliqueter un mécanisme).
sınırını aşmak, -den daha ileri gitmek (Une enclore gçl. Duvar, çit, parmaklık ile çevirmek,
description qui enchérit sur la réalité. Tu enchéris kuşatmak, sarmak (Enclore un terrain. Le mur qui
sur les devoirs tracés par la loi). enclôt le jardin).
enchérissement er. Pahalanma, fiyatı yükselme; enclos er. 1. Duvarla, çitle çevrilmiş toprak. 2.
fiyat artışı. Çit, çevre duvarı (Un endos de pierres sèches).
enchérisseur er. Pey süren, artıran, artırmada enclouer gçl. hek.. 1. Çivi ile tutturmak, içine çivi
bulunan; açık artırmaya giren, koymak (Enclouer des os fracturés). 2. Çivi
enchevêtrement er. 1. Birbirine dolaşma, karışma batırmak, çiviyle yaralamak (Enclouer un animal
(Un enchevêtrement de fils de fer). 2. mec. qu'on ferre). 3. ask. (Topu) Namlusuna özel
Karışıklık, karmakarışıktık (Démêler çiviler sokarak işlemez duruma sokmak
l'enchevêtrement dune pensée. L'enchevêtrement (Enclouer un canon).
de l'intrigue). enclouur;' [okluyu] diş. (Atın ayağında) Nal çivisi
enchevêtrer gçl. I. Yular takmak (Enchevêtrer un yarası.
cheval). 2. (Döşeme kirişlerini) Çelik denilen ara enclume diş. 1. Örs (Le forgeron frappe sur
parçalarıyla bağlamak. 3. Karıştırmak, l'enclume. Enclume de cordonnier, de couvreur). 2.
karmakarış yapmak, birbirine dolaştırmak (Orta kulakta) Örs kemiği. § Etre entre l'enclume
(Enchevêtrer les ferrailles. Un pêcheur qui et le marteau: Etle kemik arasında kalmak, aşağı
enchevêtre sa ligne dans celle du voisin). 4. mec. tükürsen sakal yukan tükürsen bıyık durumunda
Karıştırmak, içinden çıkılmaz hale getirmek, kalmak,
arap saçına döndürmek (Enchevêtrer une idée, une encoche diş. Kertik,
situation). § S'enchevêtrer: 1. (At için) Yuları encochement er. Kertikleme.
encocher 506 encourir

encocher gçl. Kertiklemek, kertik koymak, olmak (Certains faits vont à Fencontre de cette
encoignure diş. 1. Duvar köşesi (Le voleur se théorie).
dissimula dans une encoignure. Le lit était placé encorbellement er. Cumba (Des encorbellements
dans l'encoignure). 2. Köşe rafı, köşe dolabı, brodés de sculptures arabesques. Des maisons en
encollage er. 1. Çirişleme, zamklama, tutkallama. encorbellement).
2. Çiriş, zamk, tutkal, gibi yapıştırıcı madde, encorder (s') gsz. (Dağcılar) Aynı halatla birbirine
encoller gçl. Çirişlemek, zamklamak, tutkallamak. bağlanmak.
encoBeur, euse ad. 1. Tutkallama, zamklama, encore bel. I. Hà\à(Noussommes encore en hiver. Tu
çirişleme işlerinde çalışan işçi. 2. diş. Tutkallama es encore là?). 2. Henüz (Il ne faisait pas encore
makinası. nuit. Je ne suis pas encore prêt). 3. Daha (Prenez
encolure diş. 1. (At gibi hayvanlar için) Boyun encore une assiette de soupe). 4. Daha da (Il est
(Flatter Fencolure d'un cheval). 2. Erkek boynu encore plus bête que je ne pensais. Ce volume est
(Un homme de forte encolure). 3. Yaka numarası, bien petit; nous conseillons à Fauteur de le réduire
yaka açıklığı (Une chemise d'encolure 42). 4. Giysi encore). 5. Yine, yeniden (Il a encore perdu au jeu.
yakası (Encolure montante, encolure large). Il a encore acheté une nouvelle voiture). 6. Bununla
encombrant, e s. 1. Kalabalık eden, yol yada yer birlikte, hem, yine de (Tout ceci est terrible, encore
tıkayan (Despaquets encombrants). 2. Can sıkıcı, ne sait-on pas tout. Il nous met tous en retard et,
rahatsız edici (La présence encombrante d'un encore, c'est lui qui proteste). § Encore une fois: Bir
voisin. Une richesse encombrante). daha, bir kez daha (Répétez encore une fois).
encombre (sans) bel. Bir engelle, güçlükle Encore si, si encore: Bari, hiç olmazsa (Si encore il
karşılaşmadan, kazasız belâsız (Le voyage s'est était beau! Mais il est laid. Encore s'il faisait un
effectué sans encombre. Il venait de subir sans effort, on lui pardonnerait). Encore que: -diği
encombre son dentier examen). halde, -sine karşın (Il n'aide personne, encore qu'il
encombré,e s. Tıkanık, hemen hemen hiç boş yer soit très riche. Encore que le froid fût très vif, il
olmayan, dolu (Le salon est encombré. Le marché sortait de bonne heure pour une promenade dans ta
est encombré. C'est une carrière encombrée). campagne). Et encore!: Daha ne, daha ne olsun,
encombrement er. 1. Tıkanıklık, doluluk, boş yer daha ne istersiniz! (On vous en donnera cinq cents
olmama (L'encombrement du bureau nous a francs, et encore! Il pourra s'en tirer tout juste, et
obligés à passer dans le salon. L'encombrement du encore!).
marché, d'une carrière). 2.Yol tıkanıklığı, trafik encorné, e s. Boynuzu olan, boynuzlu,
kalabalığı (Les encombrements m'ont retardé, fai encorner gçl. Boynuzlamak, boynuz vurmak (Le
été pris dans un encombrement). 3. Bir eşyanın taureau a encorné le cheval du picador).
kapladığı yer (Déterminer l'encombrement d'un encornet er. Mürekkepbalığı, "kalamar,
meuble. L'encombrement d'un appareil de encourageant, e s. 1. Yüreklendirici, cesaret verici
chauffage). (Le résultat est encourageant). 2. İsteklendirici,
encombrer gçl. 1. Tıkamak (Des valises qui özendirici, teşvik edici,
encombrent le couloir. Une troupe de chameaux encouragement er. 1. Yüreklendirme, cesaret verme,
encombrait la rue). 2. Doldurmak, kaplamak, boş cesaretlendirme (Des cris d'encouragement
yer bırakmamak (Trop de nouveaux venus jaillissent à F adresse des coureurs). 2.
encombrent cette profession. Un amas de İsteklendirme, özendirme, "teşvik, yardım,
paperasses encombrait la table). 3. Encombrer qch destek (Il a reçu peu d'encouragements. Les
de: -ile doldurmak, tıkamak (Tu encombres ta encouragements de l'Etat à l'épargne. Prix
mémoire de détails inutiles). § S'encombrer de qn, d'encouragement). 3. Yüreklendirici yada
de qch: -ile kendini sıkıntıya sokmak, -i yanında isteklendirici, özendirici şey.
götürüp rahatsız olmak; -ile kafasını boşuna encourager gçl. 1. Yüreklendirmek, cesaret vermek
doldurmak (Il n'a pas voulu s"encombrer de ses (Tes paroles m'ont beaucoup encouragé). 2.
enfants pour ce voyage. line s'encombre pas de tant İsteklendirmek, özendirmek, teşvik ètmek,
de scrupules. A quoi bon s'encombrer de tant de yardım etmek, destek olmak (Encourager tes
souvenirs?). jeunes talents). 3. Encourager qn à f. qch: Birini -
encontre (à F) bel. 1. Ters (C'est là raisonner tout à meye teşvik etmek (Je Fai encouragé à continuer).
Fencontre). 2. Buna karşı, bunun aksine (Je n'ai encourir gçl. 1. Uğramak, başına gelmek, "maruz
rien à dire à Fencontre). 3. ilg. A rencontre de: -in kalmak (Encourir des reproches, une amende, un
tersine (Il a agi à Fencontre de mes conseils). § malheur). 2. -e çarpılmak (L'accusé encourt la
Aller à l'encontre de qch: -ile ters düşmek, -e aykırı peine de mort). 3. Üzerine çekmek, uğramak
encrage 507 endocrine

(Encourir la haine publique. Il a encouru le mépris encyclopédique s. Genbiliğe değgin,*genbiliksel;


de tous). *bilgiliksel, ansiklopediyle ilgili,
encrage er. Mürekkepleme, mürekkep sürme ansiklopedik,
(L'encrage dun rouleau de presse, d'une planche encyclopédiste er. *Genbilikçi, "bilgilikçi,
gravée). ansiklopedi yazan,
encrassement er. Kirlenme, kir pas tutma endémie diş. hek. Yerleşik sayrılık, yersel
(L'encrassement du filtre ralentit l'arrivée du sayrılık.
carburant). endémique s. 1. Yerleşik (Une fièvre
encrasser gf/. 1. Kirletmek (Une encre qui encrasse le endémique, une affection endémique). 2. mec. Belli
stylo). 2. Kir pas içinde bırakmak, kir pasa boğup bir çevrede sürekli olarak kendini gösteren (Ily a
tıkamak (Une essence qui encrasse les bougies). § en Amérique un chômage endémique).
S'encrasser: Kirlenmek, kir pas içinde kalmak, endenté, e s. Dişleri olan, dişli (Une mâchoire
kire boğulup tıkanmak (Le moteur s'est encrassé). endentée).
encre diş. 1. Mürekkep (Encre bleue, encre de Chine). endenter gçl. 1. (Bir çarka) Diş takmak
2. Kestane mantarı (sayrılık). § Encre de Chine: (Endenter une roue). 2. (îki şeyi) Diş açarak
Çini mürekkep. Encre d'imprimerie: Matbaa birleştirmek,
mürekkebi. Encre indélebile: Çıkmaz mürekkep. endettement er. Borçlanma; borçlandırma,
Encre Sympathique: Gizli mürekkep, izi bir endetter gçl. Borçlandırmak, borca sokmak
kimyasal madde ile ancak çıkan mürekkep. (L'achat de cette voiture m'a endetté). § S'endetter:
Ecrire à qn de sa plus belle encre: Kalemine ne Borçlanmak, borca girmek (Il s'est endetté pour
geldiyse onu yazmak; yapmacığa kaçmadan, monter un commerce).
kalemine geldiği gibi yazmak. Faire couler endeuiller gçl. Yasa boğmak, yaslandırmak
beaucoup d'encre: Çok yorumlara yol açmak, (Cette catastrophe a endeuillé tout le pays). §
üzerinde çok şey yazılıp çizilmek (Cette histoire a S'endeuiller: Yasa bürünmek, yas tutmak,
fait couler beaucoup denere). Une nuit d'encre: endêvé, e s. Öfkelenmiş, tepesi atmış,
Zifiri karanlık bir gece. Noir comme de l'encre: endêver gs2. tkz. Öfkelenmek, kudurmak,
Kapkara. Se faire un sang d'encre: Çok üzülmek, tepesi atmak. § Faire endêver qn: Birini
çok kaygılanmak, meraktan patlamak, içi içini kudurtmak, çok kızdırmak, tepesini attırmak,
yemek. endiablé, e s. ve ad. 1. Cinlenmiş, perili,
encrer gçl. Mürekkep sürmek, mürekkep- delirmiş (Un enfant endiablé). 2. Çok canlı, çok
lemek (Encrer un rouleau, un tampon). ateşli (Un homme d affaires endiablé).
encrier er. 1. Mürekkep hokkası, hokka endiabler gsz. tkz. 1. Kudurmak, cinleri başına
(Tremper sa plume dans f encrier). 2. (Basim- çıkmak. 2. gçl. Kudurtmak, cinlerini başına
evlerinde) Mürekkep tablası, mürekkeptik, çıkarmak.
encroûtement er. 1. Kabuk bağlama, endiguement er. Büğetleme, set çekerek tutma,
kabuklanma. 2. mec. Kafası örümceklenme. set çekme.
encroûter gçl 1. Kabukla örtmek, kabuk endiguer gçl. 1. Büğemek, setle tutmak,
bağlatmak. 2. Harç sürmek (Encroûter un mur). § büğetle tutmak (Endiguer un fleuve). 2. mec.
S'encroûter: 1. Kabuk bağlamak, kabuklanmak. Bastırmak, tutmak, engellemek (Endiguer le flot
2. mec. tkz. Kafası örümceklenmek. 3. des manifestants. Endiguer son chagrin).
S'encroûter dans qch: -in içinde kala kalaçürüyüp endimanché, e s. Bayramlıklarını giymiş, yeni
gitmek (S'encroûter dans ses habitudes, dans ses giysilerini giymiş, pek şık giyinmiş (Tu es
préjugés). endimanché aujourd'hui).
enculé er. (Küfür) Edilgen eşcinsel, ibne, veregen, endimaneher (s') gsz. Bayramlıklarını giymek,
götveren. yeni giysilerini giymek, pek şık giyinmiş olmak,
enculer gçl. tkz. Arkadan düzmek, endive diş. Bir tür hindiba (Salade d endive).
encuvage, encuvement er. Fıçıya koyma, endivisionner gçl. ask. Tümenler halinde
tekneye koyma, toplamak,
encuver gçl. Fıçıya koymak, tekneye koymak endocarde er. anat. Yüreğin içi zarı.
(Encuver le linge, la vendange). endocardite diş. Yüreğin iç zar yangısı,
encyclique diş. Papalık genelgesi, endocarpe er. Meyva içi, meyvantn çekirdeğe
encyclopédie diş. *Genbilik, "bilgilik, "ansiklopedi. en yakın iç bölümü,
§ Une encyclopédie vivante: mec. Her şeyi bilen endocrine s. hek. Salgısını kana salan, iç salgılı
kişi, ayaklı kütüphane. (Le foie, le pancréas sont les glandes endocrines).
endocrinien 508 endurable

endocrinien, ne s. İç salgılı bezlere değgin S'endormir: 1. Uyumaya başlamak, uykuya


(Troubles endocriniens). dalmak (Il s'endormait tout à coup en dodelinant
endoctrinement er. 1. (Eski) Öğretme, bilgi de la tête). 2. Yatışmak, şiddetini yitirmek (Le
verme. 2. (Bir öğreti yada inancı) Aşılama, remords s'endort durant un destin prospère). ij
kafasına sokma (IM radio est pour un S'endormir sur le roti: Gevşemek, işi gevşetmek.
gouvernement un puissant moyen S'endormir du sommeil de la tombe: Ölmek.
d'endoctrinement). S'endormir dans le Seigneur: Hakkın rahmetine
endoctriner gçl. 1. (Eski) Öğretmek, bilgi kavuşmak.
vermek. 2. (Bir öğreti, bir düşünce yada bir endormissement er. Uyuklama; uyuklama ânı.
inancı) Aşılamak, kafasına yerleştirmek endos er. Ciro.
(Endoctriner la jeunesse). endosmose diş. fiz. biy. Dıştan içe geçişme;
endoderme er. İçderi. içe-geçişnıe.
endogame s. ve ad. İçten evli, içten evlenmiş (kişi), endossataire ad. Ciro edilen kimse,
endogamie diş. İçten evlenme; evlenecek endossement er. Ciro; ciro etme (Endossement d'un
kimsenin, eşini, üyesi bulunduğu topluluk chèque, d'une traite).
içinden seçmesi kuralını temel alan evlilik düzeni, endosser gçl. 1. Sırtına giymek (Endosser une
endogène s. İç, içerde olan, içe bağlı robe de chambre, une veste, un uniforme). 2. ma .
(Intoxication endogène. Organes endogènes). Sorumluluğunu üstüne almak, yüklenmek, kabul
endolorir gçl. 1. Acıtmak, ağrıtmak, sızlatmak etmek (J'endosse les conséquences de son erreur.
(Une plaie qui endolorit la jambe). 2. mec. Acı Endosser la paternité d'un enfant). 3. (Ciltçilikte)
vermek, üzüntü vermek, -in sırtını kıvırmak, kamburlaştırmak (Endosser
endolorissement er. Ağnma, acıma, sızlama, un livre). 4. Ciro etmek (Endosser un chèque, un
endommagement er. Bozma, zarar verme; effet de commerce).
bozulma, zarar görme, endosseur er. Ciro eden.
endommager gçl. Bozmak, zarar vermek, endothélial, e s. İç-kaplar tabakaya değgin,
zarara uğratmak, zedelemek (La tempête a endotelyuma değgin (Cellules endothéliales).
endommagé la toiture). endothélium er. İç-kaplar tabaka, eııdotelyum.
endoparasite er. İçasalak. endothermique .v. kim. Isı çeken, ısıalan.
endoparasitisme er. İçasalaklık. (Réactions emlothcrmiques).
endoréique s. coğr. Akışsız, suları denize endroit er. 1. Yer (De l'endroit où j'étais,
dökülmeyip toprak içinde yitip giden (Région j'apercevais la mer. C'est un endroit idéal pour
endoréique). dresser la tente). 2. Oturulan yer, bölge, mahalle
endoréisme er. coğr. Akışsızlık, suları içe (Habiter dans un endroit calme. Un endroit très
akma. pittoresque). 3. Yan, °taraf (A que! endroit avez- '
endormant, e j. 1. Uyutucu, uyku verici. 2. vous mal?). 4.Bölüm,parça, yer (Hy a dans ce livre
mec. Can sıkıcı, sıkıcı, esnetici, uyutucu (Une des endroits obscurs. Le public éclate de rire aux
conférence endormante, un discours endormant). endroits comiques). 5. Yüz (L'endroit d'un tapis,
endormeur, euse ad. (İnsanı, halkı, d'une étoffe, d'une médaille). § Petit endroit: Yüz
kamuoyunu) Uyutan, oyalayan, atlatan kimse numara, helâ, tuvalet (Aller au petit endroit). A
(Ne vous jiez pas à lui. c'est un endormeur). l'endroit: Düz; yüzü üste gelmek üzere (Un livre
endormi, e i. ve ad. I. Uyumuş, uyuklayan (Un posé à l'endroit. Mettez vos chassures à l'endroit).
conducteur à moitié endormi). 2. mec. Uyuşuk; A l'endroit de: -in hakkında, konusunda;-c karşı, -
tembel, uyuşuk adam (Un esprit endormi. Avec un için (J'ai de la méfiance à l'endroit de cet homme.
endormi comme lui, cela risque de durer Je suis très bien disposé à son endroit).
longtemps). enduire gçl. 1.Sıvamak, bulamak. 2. Enduire
endormir gçl. 1. Uyutmak (Endormir un bébé qn, qch de qch: -ile sıvamak, -e bulamak (Enduire
en le berçant). 2. Uyuşturarak uyutmak (Endormir de graisse l'axe d un moteur. Enduire ses cheveux
un malade avant de l'opérer). 3. mec. Esnetmek, de pommade. Enduire les murs d'un crépi rose).
canını sıkmak, uykusunu getirmek (Ce film enduit er. 1. Sıva (L'enduit de ce mur s'écaille
endort le public. Un conférencier qui endort son par plaques). 2. (Kimi organların ü/erindeki) Sıvı
auditoire). 4. Uyutmak, atlatmak, oyalamak madde, yapışkan sıvı (L'enduit de la langue).
(Endormir un peuple, l'opinion publique; endormir endurable s. Dayanılabilir, katlanılabilir,
les mécontents par des promesses). 5. Yatıştırmak, çekilebilir, "tahammül edilebilir (Une douleur
gidermek, azaltmak (Endormir les soupçons). § endurable).
endurance 509 enfant

endurance diş. 1. Dayanırlık, dayanıklılık. cnergisant, e hek. 1. s. Güçlendirici, güç verici, erke
(L'endurance physique; l'endurance d'un coureur, verici (L'action énergisante d'un médicament). 2.
d'un moteur). 2. Katlamrlik, °tahammiil er. Güçlendirici ilâç, enerji artırıcı ilâç (Prendre
(Supporter avec endurance les critiques perfides). des énergisants).
endurant, e s. Dayanıklı (Il faut ctre endurant énergumène ad. 1. Cinli, perili, cinlenmiş,
pour vivre sous un pareil climat). perilenmiş (kimse). 2. mec. Tepesi atmış, gözü
endurci, e s. 1. Katılaşmış, taşlaşmış, duygusuz kararmış, delirmiş (Un énergumène qui emplit la
(Je n'ai jamais vu d'âme aussi endurcie que la maison de ses cris).
vôtre). 2. Pişmiş, kaşarlanmış, çok tecrübeli (Ilest énervant, e s. 1. (Eski) Sinirleri yatıştırıcı,
endurci dans te mal. Un célibataire endurci. Des gevşeklik verici (Une musique énervante). 2.
pécheurs endurcis). 3. Kökleşmiş, eski (Ses Sinirlendirici, sinir bozucu (Un bruit énervant).
instincts de rond-de-cuir endurci). énervation diş. 1. (Eski) Sinirlerin yatışması,
endurcir gçl 1. Sertleştirmek (Endurcir ses gevşeme, yatışma. 2. hek. (Bir organın) Sinirini,
muscles). 2. Katılaştırmak, duygusuz kılmak (Les sinirlerini alma, sinirsizlendirme. 3. (Eskiden)
malheurs avaient endurci son âme). 3. Endurcir qn Dizlerin, bacakların sinirlerini yakmak suretiyle
à qch: Birini -e alıştırmak, -e karşı dayanıklı yapılan işkence,
kılmak (Un long entraînement l'avait endurci à la énervé, e s. ve ad. 1. Kızmış, sinirlenmiş,
j'atigue. Endurcir un enfant à la peine, au froid, à la öfkelenmiş (Ne lui demandez rien, il est très
sueur). § S'endurcir dans qch: 1. -de pişmek, énervé). 2. Sinirli (kimse) (Quel énervé!).
kaşarlanmak, tecrübe kazanmak, yoğrulmak énervement er. Sinirlenme, öfkelenme, kızma,
(S'endurcir dans la guerre, dans le crime, dans le kızgınlık (N'attachez pas d'importance à des mots
malheur). 2. S'endurcir à qch: -e karşı dayanıklılık prononcés dans un moment (f énervement).
kazanmak, -e alışmak (S'endurcir à la peine, à la énerver gçl. 1. Gücünü kesmek,
fatigue). güçsüzleştirmek, zayıflatmak (Les coutumes qui
énervaient les ressorts de l'Etat).2. Sinirlendirmek,
endurcissement er. 1. Dayanırlık, dayanıklılık,
kızdırmak (Tes paroles m'énervent beaucoup). 3.
alışkanlık (L'endurcissement à la douleur, à la
(Eskiden) Kas kirişlerini keserek işkence yapmak
misère). 2. Duygusuzluk, duyarsızlaşma,
(Enerver un condamné). § S'énerver: 1.
katılaşma, taşlaşma (L'endurcissement d'un
Sinirlenmek. 2. S'énerver de qch, de f. qch: -e
coeur).
sinirlenmek; -diğine sinirlenmek (Il s'énervait de
endurer gçl. 1. Çekmek, uğramak, "maruz
l'indifférence des gens. Je m'énerve de rester ici
kalmak (Endurer la faim, la fatigue, le j'roid). 2.
sans rien faire).
Dayanmak, tahammül etmek (Je ne peux plus
enfaîteau er. Mahya kiremiti.
endurer son bavardage, cette misère).
enfaîter gçl. Bir damın mahyasını örtmek,
endymion er. bitb. Kiryasemini.
enfance diş. 1. Çocukluk, çocukluk çağı (II a
énergéticien er. Enerji uzmanı, *erkebilimci.
eu une enfance heureuse). 2. Çocuklar (L'enfance
énergétique s. 1. Erkeye değgin, enerjiyle ilgili
est insouciante. L'enfance délinquante). 3.
(Puissance, théorie énergétique) 2. diş. Erke
Başlangıç, emekleme çağı (Une littérature qui
kuramı, *erkebilim, "enerjetik.
était encore dans son enfance). § Tomber en
énergie diş. fiz. 1. Erke, "enerji (L'énergie
enfance: İhtiyarlayıp çocuksu olmak, bunamak,
électrique, thermique). 2. Güc (Il frappait sur
enfant ad. 1. Çocuk (Un enfant obéissant, une
l'enclume avec énergie. // a perdu toute son
enj'ant malheureuse. Un enfant gâté. Livre
énergie). 3. İçgücü, yılmazlık, yüreklilik,
d'enfants, jardin d'enfants, voiture d'enfant). 2.
gözüpeklik, "cesaret (Il a supporté ce malheur avec
Evlât, çocuk (Enfant légitime, enfant prodige,
beaucoup d'énergie).
enfant unique, enfant illégitime). 3. Torun, -in
énergique .ç. 1. Şiddetli, sert (Une résistance
soyundan gelen kimse (Les enfants cF Adam). 4.
énergique. Elever une énergique protestation). 2.
mec. Ürün, sonuç (Le succès fut souvent un enfant
Etkili (Un remède énergique. Prendre des mesures
de l'audace. Ce livre est enfant de la hâte). 5.
énergiques contre la vie chère). 3. Güçlü (Un
Yurttaş (Un pays doit sa prospérité au courage de
chef énergique). 4. Yılmaz, gözüpek, cesur (Un
ses enfants). 6. Saf kimse, bön (Vous êtes des
homme énergique n'a jamais peur en face du
enfants si vous croyez tout ce qu'il vous promet). 7.
danger pressant).
.v. Saf, tez kanan, çocuk, çocuksu (Elle est restée
énergiquement bel. Var gücüyle, yılmadan,
très enfanl. Ha un côté enfant). § Enfant de la balle:
ürkmeden (Lutter énergiquement. Soigner
Baba mesleğinde yetişen çocuk. Enfant naturel:
énergiquement une maladie).
enfantement 510 enflammer

Piç. Enfant de l'amour: Piç, anası babası belli Hasmının kılıcına saldırmak. 2. mec. Kendi
olmayan çocuk. Enfant de choeur: 1. Kilise oyununa gelmek, kendi sözü ile tutulmak,
törenlerinde papaza yardım eden çocuk. 2. Saf enfeu er. Kilise duvarlarındaki mezar yuvası,
kimse, tez kanan, bön. Enfant adoptif: Evlâtlık enfieller gçl. 1. Acılık vermek. 2. Enfıeller qn
Enfants d'Apollon: Ozanlar. Enfanst de Mars: contre: Birine -e karşı çok kötü duygular
Askerler, savaşçılar. Enfant du peuple: Halk
besletmek;, içini zehir doldurmak (Qui m'a done
çocuğu. Faire l'enfant: Çocukluk etmek,
enftellé ainsi contre toi?).
çocukça davranmak, ciddilikle bağdaşmaya-
cak şeyler yapmak (Ne faites pas F enfant). enfiévrer gçl. 1. Ateşini yükseltmek (Cet effort
Prendre qn pour un enfant: Birini çocuk yerine a enfiévré le malade). 2. mec. Coşturmak (Des
koymak, enayi sanmak (Tu me prends pour un discours qui enfièvrent l'assistance). § S'enfiévrer
enfant). Prendre les enfants du Bon Dieu pour pour qch: -e karşı ilgi duymak, heveslenmek
des canards sauvages: Herkesi kör âlemi sersem (S'enfiévrer pour la politique).
sanmak, herkesi enayi yerine koymak. C'est un enfilade diş. Sıra, dizi (Une enfilade de maisons, de
jeu d'enfant: Çocuk oyuncağı, çok kolay bir şey couloirs).
bu. enfilage er. İpliğe geçirme, ipliğe dizme
enfantement er. 1. Doğurma, doğum yapma, (L'enfilage des pertes).
doğum (Les douleurs de l'enfantement). 2. mec. enfiler gçl. 1. İplik geçirmek, iplik takmak
Oluşturma, oluşma; meydana getirme, meydana (Enfiler une aiguille). 2. Dizmek, ipliğe geçirmek
gelme; yaratma, yaratılma (L'enfantement d'une (Enfiler des pertes, des anneaux). 3. Sokmak
oeuvre). (Enfiler une tige dans un trou, enfiler son bras dans
enfanter gçl. 1. Doğurmak (Enfanter un fils, unefûle). une crevasse). 4. Giymek, üzerine geçirmek
2. Oluşturmak, yaratmak meydana getirmek (Enfiler un vêtement, une veste, un pantalon). 5. -
(Enfanter une œuvre, un livre). den geçmek (Enfiler une rue, une porte, un couloir).
enfantillage er. Çocukluk, çocukça şeyler, çocukça 6. tkz. Yemek, içmek, mideye indirmek (Enfiler
davranış (Vous perdez votre temps en enfantillage. un bon repas, un verre de vin). 7. (Eski) Aldatmak,
C'est de F enfantillage). kazıklamak, kandırmak (Il m'a enfilé). 8. ask
enfantin, e s. 1. Çocukça, çocuksu, çocuklara (Topçulukta) Yan ateşine almak. 9. argo. Enfiler
özgü (Un rire enfantin, un geste enfantin). 2. mec. qn: -ile cinsel ilişkide bulunmak; -i düzmek,
Basit, çocukça (Un problème enfantin). becermek (Enfiler une femme). § S'enfiler: 1. (Bir
enfariner gçl. Unlamak, un içinde bırakmak, yerden geçmek, çıkmak (S'enfiler dans l'escalier).
uğralamak. 2. S'enfiler qch: -i yemek, gövdeye indirmek (II
enfer er. 1. Tamu, "cehennem (Les méchants s'est enfilé une dizaine (f huîtres).
vont en enfer). 2. mec. Çok acı çekilen yer, enfin bel. 1. Sonunda, en sonunda, "nihayet
dayanılmaz şey, cehennem (Son foyer est devenu (Après de longues recherches,il alenfln trouvé.Tuas
un enfer, Sa vie est un enfer). 3. ç. (Söylencede) enfin compris!). 2. Kısacası, uzun sözün kısası,
Ölümden sonra ruhların gittikleri yer. § D'enfer: sizin anlayacağınız (Des arbres arrachés, des
Cehennem gibi, cehennemi andıran (Mener une moissons perdues, des routes inondées: un vrai
vie i enfer. Un bruit d'enfer). désastre enfin). 3. Bununla birlikte, ama, yine de
enfermer gçl. 1. Kapatmak, tıkamak (Enfermer (Cela me paraît difficile; enfin, vous pouvez
un enfant dans une pièce). 2. Hapsetmek, içeri toujours essayer). 4. Eh, ne yapalım (Enfin, on
tıkmak, kodese atmak (Enfermer un malfaiteur). verra bien. Enfin, c'était inévitable). 5. Hele şükür!
3. Kilit altına almak, saklamak (Enfermer les (Enfin! La cloche a sonné).
papiers dans le tiroir du bureau). 4. Sıkıştırmak enflammé, e s. 1. Tutuşmuş, alevler içinde
(Enfermer un concurrent). 5. Kapsamak, içermek, (Une torche enflammée). 2. Cayır cayır yanan,
içine almak (Son compliment enfermait un peu alev alev yanan (Des magasins enflammés). 3.
d'ironie). § Etre bon à enfermer: Deli olmak, Azmış (Une blessure enflammée). 4. mec Ateşli,
tımarhanelik olmak. Enfermer le loup dans la coşkun (Un discours enflammé. Il a une nature
bergerie: Kediye ciğer teslim etmek, kurda enflammée).
kuzuyu emanet etmek. § S'enfermer: 1. Çekilmek, enflammer gçl. 1. Tutuşturmak, parlatmak,
kapanmak (S'enfermer chez soi). 2. S'enfermer yakmak (L'incendie a enflammé les quartiers
dans qch: -de ayak diretmek, ısrar etmek lointains. Enflammer la paille avec une allumette).
(S'enfermer dans son silence, dans sa résolution). 2. Alev alev kızartmak, ateş gibi yapmak (Un
enferrer gçl. Kılıç saplamak, süngü saplamak éclair de colère enflammait ses yeux et ses joues). 3.
(Enferrer son adversaire). § S'enferrer: 1. Azdırmak, tahriş etmek (Enflammer une blessure.
enflé 511 enfumer

la peau, l'organisme). 4. mec. Coşturmak, enj'oncer ça dans la tête). 9. gsz. Batmak,


alevlendirmek (Un discours qui enflamme le coeur gömülmek (Enfoncer dans le sable, dans la vase). §
des assistants). § S'enflammer: 1. Tutuşmak, Enfoncer une porte ouverte: Herkesin
yanmak (Le bois sec s'enflamme facilement). 2. bildiği, apaçık bir gerçeği kanıtlamaya çalışmak,
Birden parlamak, ateş almak (Les tonneaux de açık kapıyı zorlamak; boşuna yorulmak,
poudre se sont enflammés). 3. mec. Coşmak, havanda su dövmek. § S'enfoncer: 1. Batmak (Le
canlanmak, alevlenmek (Mon imagination ne navire s'enfonçait lentement. Les roues
s'enflamme plus comme autrefois). 4. S'enflammer s'enfonçaient dans la boue. Le soleil s'enfonce
de qch: a) -den yanıp tutuşmak (S'enflammer derrière une nuée opaque. Ije clou s'enfonce dans le
d'amour), b) -den köpürmek, kudurmak (A ces bois). 2. Gömülmek (I! s'est enfoncé dans son
mots, il s'enflamme de colère). fauteuil). 3. Girmek, dalmak (S'enfoncer dans une
enflé, e s. 1. Şişmiş, şiş, şişkin (Un abcès enflé. rue). 4. Dalmak, kendini bırakmak (Il s'est
Il a ta joue enflée). 2. ad. hlk. Aptal, geri zekâlı enfoncé dans une rêverie qui dura longtemps).
(Quel enflé!). enfonçure diş. Çukur, çökük yer.
enfléchure diş. den. Çarmıkların basamakları, enfouir gçl. 1. Gömmek, toprağa gömmek,
iskalarya. saklamak (Craignant les perquisitions, il avait
enfler gçl. 1. Şişirmek (Un abcès dentaire qui enfoui son arme dans le jardin). 2. Sokmak,
lui enfle la joue. Le vent enfle les voiles). 2. koymak, indirmek (Il enfouit prestement sa
Kabartmak (Les pluies enflent les rivières). 3. trouvaille dans sa poche). § S'enfouir: Altına
Tumturaklı kılmak (Enfler son style). 4. girmek, büzüşmek, içine dalmak (S'enfouir sous
Abartmak, ballandırmak, şişirmek (U enfle ses ses draps).
mérites, ses succès). 5. gsz. Şişmek (Sa cheville enfouissement er. Gömme, gömülme; toprağın
joulée a enflé rapidement). 6. Etre enflé de qch: -ile altına koyma, koyulma,
şişinmek, övünmek (I! est enflé de ses succès). § enfourcher gçl. 1. Binmek (Enfourcher un
S'enfler: Şişmek (Ses jambes s'enflèrent). cheval, une bicyclette). 2. Sıkı sıkıya bağlanmak,
enfleurage er. Yağlı bir maddeye çiçek kokusu dört elle sarılmak (Enfourcher une idée, une
verme, parfüm katma, chimère). 3. Çatalla delmek,
enfleurer gçl. -e kimi çiçeklerin kokusunu enfourchure diş. 1. (Ağacın) Çatal yeri. 2.
geçirmek, parfüm katmak, kokulandırmak (Pantalonda) Ağ, apışlık,
(Enfleurer une huile de toilette, un corps gras). enfournage, enfournement er. Fırınlama, fırına
enflure diş. 1. Şiş, şişkinlik, kabarıklık, koyma, fırına sürme (L'enfournement des poteries,
kabarma (L'enflure de ses jambes commence à du pain, de la pâte).
diminuer). 2. mec. Tumturakhlik, tumturak enfourner gçl. 1. Fırınlamak, fırına vermek,
(L'enflure du style). 3. mec. Şişinme, kabarma, fırına sürmek (Enfourner la pâte, des poteries.
böbürlenme. 4. Abartma (On doit tenir compte de Enfourner un rôti). 2. tkz. Yemek, yutmak,
l'enjlure orientale). gövdeye indirmek (Il a enfourné à lui seul un
enfoncement er. 1. Çakma, gömme; çakılma, poulet). 3. tkz. Sokmak, koymak, tıkmak
gömülme (L'enfoncement d'un pieu dans le sol). 2. (Enfourner des provisions dans un sac. Je l'ai
Çökertme; çökme (L'enfoncement du centre de enfourné dans un taxi).
l'armée était inévitable). 3. Çöküntü (Se cacher enfreindre gçl. -e aykırı davranmak, karşı
dans l'enfoncement d'un mur). 4. Girinti. 5. gelmek, uymazlık etmek, -i dinlememek,
(Resimde) Geri derinlik. 6. Kıyı girintisi, koy. saymamak, "ihlâl etmek (Enfreindre la loi, un
enfoncer gçl. 1. Çakmak (Enj'oncer un clou à règlement, un traité).
grands coups de marteau). 2. Sokmak, koymak enfuir (s') gsz. 1. Kaçmak (Un prisonnier qui
(Enj'oncer ses mains dans sa poche). 3. Geçirmek, s'enfuit).2. Çabuk geçmek, geçip gitmek (Les
takmak, koymak (Enj'oncer un chapeau sur sa années de jeunesse se sont enfuies). 3. Uzaklaşmak,
tête). 4. Batırmak (Ses spéculations Tenjonçaient görünmez olmak d 1 n'avait plus qu'une pensée,
chaque jour un peu plus). S. Çökertmek (Enj'oncer s'enfuir).
le couvercle d'une caisse. Il a enj'oncé la porte d'un enfumage er. Dumana boğma, dumana tutma
coup d'épaule). 6. ask. Yarmak, çökertmek (L'enfumage d'une ruche).
(Enfoncer une armée ennemie). 1. Yenmek, -e enfumer gçl. 1. Dumana boğmak, dumanlatmak
üstün gelmek (Enj'oncer un adversaire, un (Poêle qui enfume la pièce). 2. İslemek, ise tutmak,
concurrent, un fameux champion). 8. İyice tütsülemek (Enfumer les poissons, la viande). 3.
yerleştirmek, iyice, sokmak (J'essaie de lui Dumana tutmak, dumanla rahatsız etmek
engagé 512 engluer

(Enfumer une ruche, des abeilles. Enfumer le renard savez pas à quoi vous vous engager). 8. S'engager à
pour te chasser de son terrier). f. qch: -meye söz vermek, -meyi üzerine almak (II
engagé er. Gönüllü asker. s'est engagé à rembourser la somme en deux ans. Il
engagé, e ,v. Güdüçılü, güdümlenmiş; bağlantılı, s'est formellement engagé à faire de ce pays une
bağlı (Un écrivain engagé, une littérature engagée). fédération).
engageant, e s. Çekici, sevimli (Une jeune femme le engainer gçl. 1. Kına sokmak, kılıfa koymak
regardait d'un air engageant). (Engainer un poignard). 2. Sarmak, kılıfla sarmak
engagement er. 1, Rehin (Engagement des créances: (Engainer une statue).
Alacaklar üzerinde rehin). 2. Yüklenme, °taahhüt engazonnement er. Çimleme, çimen ekme, çimcnlcme.
(Engagement à court terme, engagement de engazonner gçl. Çimlemek, çimenlemek, çimen
change). 3. Anlaşma, "mukavele (Onpeut trouver ekmek.
des acteurs sans engagement). 4. Yatırma, yatırım engeance diş. 1. (Hayvanlar için) Soy, ırk. 2.
(Cette entreprise exige l'engagement de gros (Hakaret olarak) Hayvan gibi adam, hayvan
capitaux). 5. Girme, giriş (L'engagement du train soyu! (Quelle maudite engeance!)
dans le tunnel). 6. Verilen söz, °vaat (Respecter ses engelure Soğuk ısırması, aşırı soğuğun yol açtığı
engagements). 7. Güdüm, güdümlülük; bağlantı, yara bere (Les mains rougies par les engelures).
bağlanma (L'engagement en littérature). 8. engendrement er. Dölleme, doğurma,
Gönüllü yazılma (L'engagement dans une armée). engendrer gçl. 1. (Erkekler için) Döllemek, birinin
9. ask. Çarpışma (L'adversaire a perdu une dünyaya gelmesi olanağını sağlamak (Selon la
dizaine d'hommes au cours de cet engagement). Bible, Abraham engendra Isaac). 2. mec.
10. Tutma, hizmete alma (L' engagement du Doğurmak, yol açmak, neden olmak (La guerre
personnel). engendre bien des maux). § Ne pas engendrer la
engager gçi. 1. Rehine koymak (Elle vient d'engager mélancolie: Neşeli olmak, etrafına neşe saçmak (I!
ses bijoux). 2. Bağlamak, yükümlülük altına n'engendre pas la mélancolie).
sokmak (Le diplomate ne veut rien dire qui puisse engerbage er. Demetleme, demet yapma,
l'engager). 3. -si adına söz vermek, -sini ortaya engerber gçl. Demetlemek, demet yapmak,
koymak (J'engage mon honneur). 4. Tutmak, engin er. 1. Alet, aygıt, makine, gereç (Engin de
hizmete almak (Engager un cuisinier. Je t ai chasse, de pêche. Grâce à des engins perjectionnés.
engagé comme secrétaire). 5. Sokmak (Engager la la reconstruction de ce quartier a été très rapide). 2.
clef dans la serrure. Engager sa voiture dans une Güdümlü mermi; flize (Suivant leurs points de
ruelle). 6. Girişmek, başlamak (Engager la départ et d arrivé, on distingue des engins sol-sol,
discussion. Engager des négociations). 7. Sokmak, sol-air, mer-air). 3. tkz. Takım taklavat, tuhaf
bulaştırmak, karıştırmak (Engager quelqu'un dans nesne (Ilporte sur son épaule un drôle d'engin). 4.
une affaire). 8. Yatırmak, koymak (Engager les ask. Araç (Engins blindés). § Engin spatial: Uzay
dépenses nécessaires, engager un gros capital). 9. aracı.
Sürüklemek, içine sokmak (Le gouvernement a englober gçl. 1. İçinde toplamak, kapsamak (Un
engagé le pays dans un grand conflit, dans la récit qui englobe tous les grands événements
guerre). 10. Engager qn à qch: Birine -i salık politiques des vingt dernières années). 2. Almak,
vermek, -e çağırmak, davet etmek (Je vous engage katmak, "ilhak etmek (Les Romains englobent le
à ta plus grande prudence). 11. Engager qn à f. qch: petit pays de Judée dans leur empire). 3. Bir arada
Birine -meyi salık vermek; birini -meyeçağırmak, saymak (Réquisitoire qui englobe tous les accusés).
davet etmek, teşvik etmek (Maral engageait les engloutir gçl. 1. Yutmak, oburca yemek (Il a
soldats à massacrer les chefs.. On l'a engagé à englouti cinq tartines au petit déjeuner. II voit tes
continuer ses recherches). § S'engager: 1. Kendini élèves engloutir viandes et légumes). 2. Batırmak
güdümlemek, güdümlenmek, bağlanmak, (La tempête a englouti le navire), i.mec. Yutmak,
bağımlanmak (Une écrivain qui s'engage). 2. harcamak, yoketmek, batırmak (II a englouti une
Girmek (Le train s'engage dans le tunnel). 3. grande fortune). § S'engloutir: Batmak, sulara
Girişmek, başlamak (S'engager dans des gömülmek (Le bateau s'est englouti dans la mer).
pourparlers). 4. Girişmek, atılmak, içine girmek engloutissement er. Yutma, yutulma; batma, yok
(S'engager dans la lutte). 5. Girmek, görev almak olma.
(S'engager dans F armée). 6. Asker olmak, engluage, engluement er. 1. Ökse sürme, koruyucu,
gönüllü asker yazılmak (Je n'étais pas yapışkan bir madde sürme.2. Ökse, yapışkan
mobilisable, j'ai voulu m engager). 7. S'engager à madde.
qch: -e söz vermek, sözüyle bağlanmak (Vous ne engluer gçl. 1. Ökse sürmek, koruyucu yapışkan
engommage 513 engueuler

sıvı sürmek (Engluer le tronc d'un arbre). 2. Ökse engourdi).


ile tutmak (Engluer un oiseau). 3. Yapış yapış engourdir gçl. 1. Uyuşturmak, duyarlığını yitirtmek
etmek (La confiture qui lui engluait les doigts). 4. (Le froid lui engourdit les mains). 2. mec.
mec. Tuzağa düşürmek. § S'engluer Yapışıp Gevşetmek, uyuşukluk vermek (La tiédeur de la
kalmak, yapış yapış olmak (Mes doigts se sont pièce l'avait engourdi dans son fauteuil). 3. mec.
englués dans la gomme). Paslandırmak, köreltmek (La routine engourdit
engommage er. Zamklama, zamk sürme, l'esprit). § S'engourdir: 1. Uyuşmak. 2.
engommer gçl. Zamklamak, zamk sürmek, Gevşemek. 3. mec. Paslanmak, körelmek.
engoncer gçl. (Giysi) Boynu, omuzlara gömülmüş engourdissement er. 1. Uyuşma. 2. mec. Gevşeklik,
gibi göstermek (Ce modèle ne vous va pas bien, il uyuşukluk. 3. mec. Paslanma, körelme.
vous engonce trop). engrais er. 1. Tavlanma çayırı, besi çayırı (Mettre
engorgement er. 1. Tıkanma (L'engorgement des des bovins à l"engrais). 2. Besi yemi, semirtme
conduits). 2. hek. Dolgunluk, tıkanıklık yemi. 3. Gübre (Lefumier des troupeaux est un bon
(L'engorgement des poumons). 3. (Piyasada) engrais. Engrais organique, engrais chimique).
Şişkinlik, doygunluk, aşırı mal bolluğu, engraissement er. 1. Semirme, tavlanma; semirtme,
engorger gçl. 1. Tıkamak (Engorger un conduit, tavlandırma. 2. Gübreleme,
un passage). 2. hek. Tıkamak; doldurmak, engraisser gçl. 1. Semirtmek, besiye çekmek
tıkanıklık vermek (Engorger un organe) § (Engraisser ues volailles. Engraisser du bétail pour
S'engorger: Tıkanmak, dolmak (Cette la boucherie). 2. Gübrelemek (Engraisser une
canalisation s'engorge facilement). terre). 3. Şişmanlatmak (Ce régime alimentaire Ta
engouement, engoûment er. 1. Dolma, tıkanma un peu engraissé). 4. gsz. Semirmek, şişmanlamak
(L'engouement d'un conduit, d'un organe). 2. (En un an, elle a engraissé de cinq kilos). §
Hayranlık, beğenme, sevgi duyma (L'engouement S'engraisser: Semirmek, şişmanlamak,
pour cet acteur a été de courte durée). engraisseur er. Besici.
engouer (s') gsz. 1. (Eski) (Çabuk yerken) engrangement er. Ambara koyma, ambarlama,
Tıkanmak (Ils'est engoué comme unpetitbébé). 2. engranger gçl. Ambara koymak, ambarlamak,
S'engouer de: -i sevmek, beğenmek, tutmak (Le engraver gçl. (Tekneyi) Kuma batırmak, dibe
public s'est engoué de cette nouvelle mode). 3. oturtmak. § S'engraver: Kuma oturmak, dibe
S'engouer, être engoué pour qn, pour qch: Birine oturmak.
tutulmak, vurulmak, hayran olmak; bir şeye engrenage er. 1. Çark, dişili çark düzeni
merak sarmak, (L'engrenage de direction d'une automobile). 2.
engouffrement er. Derinlere batırıp gözden yok mec. Çark, olaylar zinciri (Etre pris dans un
etme, yutma; bir yere batıp yok olma, yutulma, engrenage redoutable. L'engrenage de la violence).
engouffrer gçl. 1. Derinlere batırıp gözden yok engrènement er. İki dişli çarkı birbirine geçirme;
etmek, dibe göndermek (Le vent a engouffré çarkın dişleri birbirine geçme,
l'enfant dans le torrent). 2. Yutmak, silip engrener gçl. 1. Buğday tanesi, tahıl tanesi
süpürmek (Un invité qui engouffre des piles de doldurmak (Engrener la trémie dun moulin). 2.
sandwiches). 3. Bol bol atmak, doldurmak (Les Buğday yada tahıl demeti doldurmak (Engrener
chauffeurs engouffrent des tonnes de charbon dans une batteuse). 3. (İki dişli çarkı) Birbirine
le foyer). 4. mec. Harcayarak yemek, bitirmek, geçirmek. 4. Çarkın dişleri arasına almak, çarkın
tüketmek, batırmak (Une entreprise qui engouffre içine sokmak (Les rouages de la grande machine
des sommes énormes). § S'engouffrer: 1. Birden ve sociale nous engrènent). § S'engrener: (Çarkın)
şiddetle girmek, bir yere girip yok olmak (Le vent Dişleri birbirine oturmak, birbirinin içine
s'engouffre dans les ruelles. L'eau s'engouffre dans geçmek (Ils s'engrènent les uns dans tes autres
la brèche). 2. Girmek, dalıvermek (De peur d'être comme les roues d'une montre).
vue, elle s'engouffrait dans les ruelles sombres). 3. engrosser gçl. tkz. Gebe bırakmak, karnını şişirmek
Doluşmak, hızla girmek, kendini -in içine atmak
(Engrosser une femme).
(La foule s'engouffrait dans le métro. Il s'est
engrumeler (s') gsz. Pıhtılaşmak; (süt) kesilmek,
engouffré dans un taxi). 4. Çökmek, batmak (Un
engueulade diş. hlk. Azar, azarlama, paylama.
bâtiment de commerce hollandais s'est engouffré le
§ Passer une engueulade à qn: Birini azarlamak,
premier).
paylamak, ağzının payını vermek. Recevoir une
engoulevent er. hayb. Çobanaldatan kuşu. bonne engueulade: İyi bir azar işitmek, paparayı
engourdi, e s. Uyuşmuş, duyarlığını yitirmiş; yemek, ağzının payını almak,
uyuşuk (Avoir les jambes engourdies. Un esprit engueuler gçl. hlk. Azarlamak, paylamak (Engueuler
enguirlander 514 enlèvement

un domestique). § S'engueuler: Birbirine bağırmak, enjeu er. 1. Kumarda ortaya sürülen para, miza,
birbirine sövüp saymak (Deux chauffeurs qui kav (Ilproposa de doubler notre enjeu. Les enjeux
s'engueulent). sont élevés, le gagnant va remporter une somme
enguirlander gçl. 1. Çelenklerle süslemek. 2. tkz. coquette). 2. mec. Bir girişim yada yarışmada
Tatlı sözlerle kandırmaya çalışmak, piyazlamak, kazanılacak yada yitirilecek para. Kazanılması
iyice bir donatmak (Je l'ai enguirlandé!). 3. mec. umulan şey (L'enjeu de cette guerre, c'est notre
Azarlamak, paylamak (L'autre s'emporte et indépendance).
l'enguirlande). enjoindre gçl. 1. Buyurmak. 2. Enjoindre qch à
enhardir gçl. Yüreklendirmek, cesaret vermek qn: Birine bir şey buyurmak. 3. Enjoindre à qn de f.
(Obscurité douce qui enhardit l'amour timide). § qch: Birine-meyi buyurmak (Je lui ai enjoint de se
S'enhardir: 1. Yüreklenmek, cesaret bulmak (H conformer à vos directives).
s'est enhardi jusqu'à lui parler). 2. S'enhardir à f. enjôlement er. Yüze gülme, dil dökme, tatlı
qch: -meye cesaret etmek, yürek bulmak, sözlerle kandırma,
enharnacher gçl. 1. (Ata) Koşum vurmak. 2. mec. enjoler gçl. Yüze gülmek, tatlı sözlerle kandırmak,
Gülünç kılığa sokmak, gülünç bir biçimde enjôleur, euse s, ve ad. Kandırıcı (Méfiez-vous de cette
giydirmek. enjôleuse. Des mots enjôleurs).
énigmatique s. 1. Bilmece gibi; anlaşılması güç enjolivement er. Güzelleştiren şey, süs.
(Une question énigmatique. Il garde un silence enjoliver gçl. 1. Güzelleştirmek, süslemek (Les
énigmatique). 2. Gizemli, esrarlı (Un visage moulures qui enjolivent le plafond). 2. Enjoliver qch
énigmatique. C'est un personnage énigmatique). de: Bir şeyi -ile daha da güzelleştirmek,
énigme diş. 1. Bilmece (Poser une énigme renklendirmek (A chaque nouveau récit, il enjolive
à quelqu'un. Déchiffrer une énigme). 2. Sorun, l'aventure de quelques nouveaux détails).
anlaşılması güç şey (C'est une énigme pour tout le enjoliveur, euse ad. 1. Süsleme meraklısı; bir öykü
monde). 3. Giz, gizem, "esrar, "muamma (Cet yada serüveni anlatırken süsleyip
homme est une énigme, on ne saitjamais à quel mot renklendirmesini seven kimse. 2. er. Otomobili
il obéit). § Parler par énigmes: Bilmece gibi güzelleştiren süs parçalan,
konuşmak, kapalı ve anıştırmalı konuşmak, ne enjoué, e s. Sevimli, neşeli, neşe saçıcı (Un caractère
dediği pek belli olmamak, enjoué; une fillette enjouée).
enivrant, e s. Esritici, baş döndüren, sarhoş edici enjouement er. Sevimlilik, neşelilik, neşe saçıcılık,
(Une gloire enivrante). neşe (Un ton plein d'enjouement).
enivrement er. Esrime, başı dönme, sarhoş olma, enkystement er. "Kistleşme, kist bağlama;
sarhoşluk (Dans le premier enivrement dun succès, kınlanma, kın bağlama,
on croit que tout est aisé). enkyster (s') gsz. Kist bağlamak; kistleşmek; kın
enivrer gçl. 1. Sarhoş etmek (Le vin l'avait enivré). bağlamak, kınlanmak,
2. Coşturmak, başını döndürmek, esritmek (La enlacement er. 1. Sarma, sarıp sıkma, kucaklaşma
gloire ne doit pas t'enivrer. Sa beauté m'enivrait. (O quel baiser! Quels enlacements fous!). 2.
Le sang enivre le soldat). 3. Enivrer qn de qch: -ile Birbirine geçme, dolanma (Un enlacement
başını döndürmek, sarhoş etmek (Enivrer une inextricable de fleurons, de rinceaux).
femme de bonheur). § S'enivrer: 1. Sarhoş olmak. enlacer gçl. 1. Sarmak, sıkmak, sarıp sıkmak,
2. mec. Esrimek, başı dönmek, kendinden kucaklamak (Le danseur enlace sa cavalière). 2.
geçmek. 3. S'enivrer de qch: -den başı dönmek, - Bağlamak, sıkmak (Le cordon qui enlace ces
ile sarhoş olmak (S'enivrer de ses gloires. Je livres). 3. Birbirine geçirmek, birbirine dolamak.
m'enivrais des odeurs). § S'enlacer: 1. Birbirine sıkı sıkıya sanlmak (Des
enjambée diş. Büyük adım, uzun adım, adım (11 amoureux qui s'enlacent. Deux lutteurs qui
s'avance à grandes enjambées). § D'une enjambée: s'enlacent). 2. Birbirine geçmek, birbirine
Bir adımda (D'une seule enjambée, il a franchi dolanmak (Les rues, les branches qui s'enlacent à
l'obstacle). à une autre).
enjamber gçl. 1. Üstünden atlayıp geçmek enlaidir gçl. 1. Çirkinleştirmek (La colère nous
(Enjamber un obstacle). 2. Üstünden geçmek, enlaidit). 2. gsz. Çirkinleşmek (J'ai vu qu'elle avait
aşmak (Pont qui enjambe une rivière; viaduc qui enlaidi). § S'enlaidir: Çirkinleşmek,
enjambe une vallée). 3. gsz. Enjamber sur qch: 1. enlaidissement er. Çirkinleştirme; çirkinleşme,
-taşmak,geçmek (Cette poutre enjambe sur le mur enlèvement er. 1. Kaldırma, toplama (L'enlèvement
du voisin). 2. ed. -ile artlama yapmak (Un vers qui des ordures). 2. Kaçırma, kapıp götürme (Il est
enjambe sur le suivant). accusé d'enlèvement d'enfant). 3. Alma, ele
enlever 515 énoncé

geçirme, kapma (L'enlèvement d'une place pat Tezhipli şekil, kitap süsü. 3. mec. Yüzdeki
l'ennemi). kızarıklık, beniz kızıllığı,
enlever gçl. 1. Kaldırmak, toplamak (Enlever les enneigé,e s.Karlı,karla kaplı (Montagnes enneigées).
ordures, les bagages. Enlever un fauteuil pour le enneigement er. Kar durumu, karlılık, yerdeki kar
mettre dans la chambre). 2. Çıkarmak (Enlever une (L'enneigement, au début de l'hiver, était suffisant
tache à la benzine). 3. Enlever qch de qch: Bir şeyi pour les skieurs).
-den çıkarıp atmak (Enlever une phrase d'un ennemi, e s. ve ad. 1. Düşman, yağı (Nos troupes
discours). 4. Kaçırmak, kapıp götürmek (Enlever ont capturé de nombreux ennemis. L'armée
un enfant, une jeune fille). 5. Almak, ele geçirmek, ennemie, les canons ennemis). 2. Hasım, karşı,
kapmak (Enlever une position, une tranchée, une düşman (Il se fait toujours des ennemis. Il est
ville). 6. Kazanmak, elde etmek (Enlever la ennemi de la musique moderne, de la politique
victoire, tous les suffrages). 7. Çalmak, "icra gouvernementale. Le mieux est l'ennemi du bien. Il
etmek (Enlever un morceau de musique). 8. est l'ennemi du peuple numéro un). § Ennemi
Öldürmek, alıp götürmek, götürmek (La peste a mortel: Can düşmanı. Passer à l'ennemi: Düşman
enlevé son père). 9. Enlever qch à qn: a) Birinin safına geçmek, düşmana katılmak. Tomber entre
-siniıçıkarmak,almak (Enlever les amygdales à un les mains de l'ennemi: Tutsak düşmek,
enfant), b) Birinin -sini elinden almak, geri almak ennoblir gçl. Yüceltmek, soylulaştırmak, daha bir
(On lui a enlevé le commandement), c) Birinin -sini güzelleştirmek (La vertu ennoblit l'homme).
yok etmek, kırmak (Tu lui as enlevé tout courage. ennoblissement er. Soylulaşma, yücelme;
Il m'a enlevé tout espoir, tout appétit), d) Birinin soylulaştırma, yüceltme (L'ennoblissement d'une
-sini elinden almak, götürmek, öbür dünyaya nature sans noblesse est possible).
götürmek (La maladie lui a enlevé trois enfants). ennuager gçl. 1. Bulutlarla kaplamak,
10. Hızla koşturmak, uçar gibi dörtnala bulutlandırmak. 2. Saydam, hafif puslu şeyleri
kaldırmak (I! enlève, d'un coup de fouet, le petit giydirmek; puslu bir havaya büründürmek
cheval) § S'enlever: 1. Kalkmak, yerinden (Ennuager une femme de tulles). § S'ennuager:
oynamak (Cela ne s'enlève pas facilement). 2. Bulutlanmak (Le ciel s'ennuage).
Çıkmak (Une tache qui ne s'enlève pas). 3. Uçar ennui er. 1. Can sıkıntısı, usanç (Prendre un livre
gibi koşmak (Voilà te beau cheval qui s'enlève). pour tromper son ennui). 2. Üzüntü, sıkıntı, "belâ
enliasser gçl. Bağlamak, topluca bağlamak, demet (Il a eu un ennui de santé. Il a un gros ennui avec sa
yapıp bağlamak (Enliasser des lettres). voiture. Cela peut lui attirer des ennuis). 3. İşin acı
enlisement er. 1. Kuma yada çamura batma, yanı, işin kötüsü (L'ennui, c'est que ce projet est
gömülme (Des sables mouvants où Ton risque irréalisable). 4. Güçlük, sıkıntı (Avoir des ennuis
l'enlisement). 2. mec. Çökme, batma, yok olma d'argent).
( Une crise économique qui provoque T enlisement de ennuyé,e s. Canı sıkılmış, sıkıntılı (Je suiJ bien
certaines entreprises). ennuyé).
enliser gçl. 1. Kuma, çamura batırmak (Ilaenlisésa ennuyer gçl. 1. Canını sıkmak, rahatsız etmek,
voiture). 2. mec. Çıkmaza sokmak, içinden başım ağrıt mak (H m'ennuie avec ses exigences). 2.
çıkılmaz duruma getirmek (Une longue procédure Bıktırmak, usandırmak (La longueur du voyage
qui enlise un procès). 3. Enliser qch dans: Bir şeyi -e nous a ennuyés). 3. mec. Esnetmek, uyutmak
gömmek, batırmak, -de yok etmek, tüketmek (Conférencier qui ennuie son auditoire). §
(Enliser ses forces dans la vie bureaucratique). § S'ennuyer: 1. Canı sıkılmak, üzülmek (Il s'ennuie
S'enliser: 1. Batmak, gömülmek (Sa voiture s'est dans cette petite ville). 2. S'ennuyer de qn, de qch:
enlisée'dans le marécage. S'enliser dans le sable, Birini, bir şeyi özlemek (Un enfant qui s'ennuie de
dans la routine). 2. mec. Batağa saplanmak, ses parents. Il s'ennuyait de sa ville natale). 3.
çıkmaza girmek (L'enquête policière s'enlise). 3. S'ennuyer de f. qch, à f. qch: -mekten bıkmak,
mec. -in içinde bocalayıp durmak (Il s'est enlisé usanmak (Les amoureux ne s'ennuient jamais
dans des explications confuses). d'être ensemble. Il s'ennuyait à attendre).
enluminer gçl. 1. Canlı renklerle boyamak, canlı ennuyeusement. bel. Can sıkıcı bir şekilde, can
bir renk vermek (Enluminer le visage). 2. Renk sıkarak, usandırarak,
renk resimlerle süslemek, "tezhip etmek ennuyeux, euse s. 1. Can sıkıcı (Un voisin ennuyeux.
(Enluminer un livre). 3. mec. Kızıllaştırmak, Une question ennuyeuse). 2. Bıktırıcı, usandırıcı
kızartmak (Le vin enluminait les visages). (Un conférencier mortellement ennuyeux).
enlumineur, euse ad. "Tezhipçi, süsleme sanatçısı, énoncé er. 1. Önerme, önerme tümcesi, *sözce
enluminure diş. 1. Tezhip sanatı, tezhipçilik. 2. ("L'oiseau chante" est un énoncé élémentaire). 2.
énoncer 516 enrager

Anlatım, terim, ifade; asıl metin (Se reporter à enquêter gsz. Enquêter sur qch: -üzerinde
l'énoncé de ta loi. Cet élève a ma! interprété le sujet soruşturma yapmak (Plusieurs inspecteurs ont
du devoir, faute d'avoir lu attentivement l'énoncé). enquêté sur ce crime). § S'enquêter de: ...üzerinde
3. Açıklama, ilân etme (On ne vous fera entrer que bilgi toplamak, -in ne olduğunu sorup
pour l'énoncé du jugement). soruşturmak,
énoncer gçl. Açıklamak, anlatmak, dile getirmek enquêteur, euse s. ve ad. Soruşturucu, araştırıcı;
(Enoncer une vérité, un théorème, un jugement). § soruşturma yapan kimse, soruşturmacı (Un détail
S'énoncer: 1. Açıklanmak, anlatılmak (Cette idée qui avait échappé à la perspicacité des enquêteurs).
pourrait s'énoncer mieux). 2. Düşüncesini, dileğini enquiquinant, e s. tkz. Can sıkıcı, sıkıcı (Un voisin
anlatmak, dile getirmek (Enoncez-vous plus enquiquinant, une histoire enquiquinante).
clairement). enquiquiner gçl. tkz. Canını sıkmak,iflahını kesmek
énonclation diş. Açıklama, anlatma, dile getirme; (Il nous enquiquine avec ses histoires. Ce travail
»sözceleme (L'énonciation des faits). m'enquiquine). § S'enquiquiner: 1. Canı sıkılmak,
enorgueillir gçl. Kibirlendirmek, gururlandırmak, iflahı kesilmek. 2. S'enquiquiner à f. qch: -inekten
(Ces succès ne doivent pas t'enorgueillir). § canı çıkmak, iflâhı kesilmek (Je vais
S'enorgueillir: 1. Kibirlenmek, gurur duymak. 2. m'enquiquiner à refaire tous les calculs).
S'enorgueillir de qch, de f. qch: Bir şeyden, bir şey enquiquineur, euse s. ve ad. Can sıkan kimse, baş
yapmaktan gurur duymak (S'enorgueillir de ses belâsı (7ai eu du mal à me débarrasser de cet
succès. Il s'enorgueillit d'être te premier à avoir enquiquineur).
réalisé un tel exploit). enracinement er. Kökleşme, yerleşme
énorme s. 1. Kocaman, çok büyük, dev gibi (Un (L'enracinement d un préjugé, d une erreur).
homme énorme. Un rocher énorme obstruait la enraciner gçl. 1. Kökleştirmek, kök tutturmak,
route). 2. mec. Çok büyük, korkunç, akıl almaz, dikmek (Enraciner un arbre, une plante). 2. mec.
olağanüstü (Il a remporté un succès énorme. Une Yerleştirmek (Des préjugés qui sont enracinés dans
énorme injustice). cette société provinciale). § S'enraciner: 1.
énormément bel. Çok, aşırı derecede (Nous avons Kökleşmek, kök salmak (Les arbres fruitiers
énormément ri. Il a énormément d'argent). s'enracinent difficilement dans un mauvais terrain).
énormité diş. 1. Kocamanlık, aşırı büyüklük, 2. mec. Yerleşmek (Les mauvaises habitudes,
aşırılık. 2. Ağırlık, çirkinlik (L'énormité dune comme les plantes nuisibles, s'enracinent
injure). 3. Çirkin söz, kötü davranış (En entendant facilement). 3. Uzun süre kalmak, bir konukluğu
cette énormité, il a éclaté de rire). 4. Büyük yanlış, çok uzatmak (Il ne faut pas laisser s'enraciner un
bağışlanmaz hata (Un livre plein d'énormités). § voisin importun).
Dire une énormité: Bir densizlik etmek, çam enragé, e s. 1. Kuduz, kudurmuş (Un chien enragé).
devirmek. 2. Çılgın, yaman (Un chasseur enragé). 3. s. vead.
énouer gçl. (Kumaşın yüzündeki) Düğümleri, Enragé de qch: -e düşkün, meraklı (Un enragé du
pürüzleri temizlemek, football, de courses automobiles, de romans
enquérir (s') gsz. 1. Araştırmak, öğrenmeye policiers). § Manger de la vache enragée:
çalışmak (Il s'enquérait si les planètes étaient Yoksunluk içinde olmak, yoksul bir yaşam
habitées). 2. S'enquérir de qch: a) -üzerinde bilgi sürmek.
edinmek, bilgi toplamak; soruşturmak, enrageant, e s. mec. İnsanı çılgına çeviren, kudurtan,
öğrenmek, sorup araştırmak (Vous vous êtes çok sinirlendirici (Un contretemps enrageant).
enquis des formalités exigées par ce voyage à enrager gsz. 1. Kudurmak, kuduz olmak (Un chien
l'étranger?), b) -i sormak, -in halini hatırını qui enrage). 2. Enrager de qch: -den çılgına
sormak (Il s'est enquis de ma santé. Il s'enquérait dönmek, çok acı çekmek (Il enrage du ma! de
de tout te monde). dents). 3. Enrager de f. qch: -diğine çok üzülmek,
enquête diş. 1. Yoklama, bilgi toplama, sondalama kudurmak (f enrageais de ne pas pouvoirfournir la
(L'enquête d'un journal sur les opinions de ses preuve de mon innocence). § Faire enrager qn: 1.
lecteurs). 2. Sorüşturma (Le gouvernement a Çatlatmak, çılgına çevirmek, kudurtmak, çok
nommé une commission d'enquête. Enquête sinirlendirmek (Un élève qui fait enrager ses
parlementaire, enquête préparatoire, enquête prof esseurs. Cet enfant fait enrager ses parents. Je
préliminaire, enquête disciplinaire, enquête vivrai pour faire enrager mes ennemis). 2.
policière). § Faire une enquête sur: -üzerinde Takılmak, şaka etmek, kızdırmak (Pour le faire
soruşturma yapmak. Ouvrir, engager une enquête enrager, il lui disait qu'il avait oublié sa
sur: -üzerine soruşturma açmak. commission).
enraiement 517 enrouer

enraiement, enrayement er. Durdurma, önleme; olmak (Je me suis enrhumé en attendant dehors).
durdurulma, önlenme (L'enraiement d'une enrichi, e s. ve ad. Yeni zengin, yeni zenginleşmiş
épidémie). kimse (Les enrichis ont acheté tous ces immeubles).
enrayage er. 1. (Hski) (Tekerlekleri, aracı) enrichir gçl. 1. Zenginleştirmek (Enrichir une
Frenleme, hareketsiz hale getirme. Takılma. 2. société, un pays, un homme). 2. Enrichir qn, qch de
Tutukluk yapma, tıkanıklık yapma (L'enrayage qch: Birini, birşeyi -ile süslemek, daha da
d'une arme à feu, /'enrayage d'un mécanisme). § zenginleştirmek, renklendirmek (Enrichir un livre
Sabot d'enrayage: Takoz, de gravures magnifiques. Enrichir son récit de
enrayer gçl. 1. (liski) Tekerlek parmaklarını termes pittoresques). § S'enrichir: 1.
yuvalarına geçirmek. 2. (tski) Araba tekerleğinin Zenginleşmek, zenginlemek (I! s'est enrichi en
dönmesini pabuç denen demirle yada frenle très peu de temps). 2. S'enrichir de qch: -
durdurmak (Enrayer une roue). 3. mec. bakımından zenginleşmek, -si artmak (Avancer
Durdurmak, önlemek, önünü almak (Enrayer en âge, c'est s'enrichir d'habitudes).
une épidémie, une grippe, la progression cl un mal). enrichissant, e s. Zenginleştirici, bilgi ve görgü
4. Tutukluk yapmasına yol açmak, tutukluk arttırıcı (Une lecture enrichissante).
yaptırmak (Un grain de sable qui enraie un fusil). § enrichissement er. 1. Zenginleştirme; zenginleşme
S'enrayer: 1. Tutukluk yapmak, tıkanıklık (Une écrivain qui travaille beaucoup pour
yapmak (Son fusil s'est enrayé. Un mécanisme qui l'enrichissement de la langue. L'enrichissement
s'enraie). 2. Durdurulmak, önlenmek, önü d'un pays grâce à l'industrie) 2. Zenginleştirici
alınmak (L'épidémie s'est enrayée). öge, kazanılan şey, kazanç (Cette expérience sera
enrayoir er. (Araba tekerleğinin dönmesini pour vous un enrichissement. Les derniers
durdurmak için) Papuç denen demir, takoz, enrichissements d'un musée).
enrayure dif. 1. Sabanın açtığı ilk iz, ilk saban izi. enrobage, enrobement er. (Bir şeyin üstünü).
2. Tekerlek parmakları, çark parmakları, Koruyucu bir tabaka ile kaplama; kaplayıcı
enrégimenter gçl. 1. ask. Alaya almak, alay içine tabaka (L'enrobage des pillules, des fruits).
almak. 2. mec. Bir partiye, bir topluluğa yazmak, enrober gçl. 1. Koruyucu bir tabaka ile kaplamak,
enregistrement er. 1. Kayıt, kaydetme (Les frais üstünü kaplamak (Enrober des pillules, des fruits).
d'enregistrement d'un contrat). 2. "Tescil, sicile 2. Enrober qch de qch: Bir şeyin üstünü -ile
geçirme. 3. Sicil dairesi, sicil idaresi (Un employé kaplamak (Enrober les amandes de sucre. On
de l'Enregistrement). 4. Plağa yada banda alma enrobe certains médicaments amers <f un produit
(Enregistrement du son, d'une émission à moins désagréable au goût). 3. Tatlı sözler katıp
transmettre en différé). 5. mec. Belleğinde tutma, biraz yumuşatmak (Enrober un reproche, une
kafasına yerleştirme, demande).
enregistrer gçl. 1. Kaydetmek, kayda geçirmek (Le enrochement er. (İnşaatlarda) Dolgu maddesi olarak
bureau chargé d'enregistrer les réclamations des kullanılan kaya, beton blokları,
usagers. Faire enregistrer ses bagages). 2. Sicile enrochergf/. Dolgu kaya yada beton bloklar üzerine
geçirmek, "tescil etmek. 3. Yazmak, belirtmek, oturtmak (Enrocher les piles d'un pont).
not etmek (Enregistrer sur son agenda les noms et enrôlement er. 1. Askere alma (L'enrôlement des
adresses des correspondants. Enregistrer un volontaires). 2. (Bir topluluk yada partiye)
événement dans son journal). 4. Plağa yada banda Yazma, yazılma; alma, alınma (L'enrôlement
almak (Enregister un discours, une chanson). 5. dans une équipe de football).
mec. Belleğinde tutmak, kafasına yerleştirmek. 6. enrôler gçl. 1. Aske're almak (Enrôler les volontaires).
Saptamak, gözlemlemek (On a enregistré 2. Enrôler qn dans qch: Birini -e almak,
quelques chutes de neige. On enragistre une kaydetmek; -in içinde toplamak (Je vais l'enrôler
tendance à la hausse des prix sur les marchés). dans notre parti. On l'a enrôlé dans t équipe de
enregistreur, euse s. veer. 1. Yazıcı, kaydedici (alet). football). § S'enrôler dans qch: -e yazılmak,
(Thermomètre enregistreur, un appareil girmek, kaydolmak (Il s'est enrôlé dans le corps
enregistreur. Un enregistreur de pression, de expéditionnaire, dans un parti).
temps). 2. er. Sicil memuru. § Enregistreur de vol: enrouement er. Ses kısılması, sesi kısılma,
Uçuş kayıt aygıtı, kara kutu. enroué, e s. Sesi kısılmış, sesi kısık; kısık (Je suis
enrhumé, e s. Nezleli, nezle olmuş (Je suis très
enroué depuis hier. Une voix enrouée).
enrhumé).
enrouer gçl. Sesini kısmak, sesini kısıklaştırmak
enrhumer gçl. Nezle etmek (La moindre humidité (Ses cris l'ont enroué). § S'enrouer: Sesi kısılmak
suffit à enrhumer mon père). § S'enrhumer: Nezle fU s'est enroué à force de crier).
enroulement 518 enserrer

enroulement er. 1. Sarma, dolama; sarılma, enseigne qu'il abuse de l'imparfait du subjonctif. A
dolanma (L'enroulement d'un ruban, des feuilles de bon vin point d'enseigne: I y i mal için reklam
la pomme de terre). 2. Sarmal bezek (Les gerekmez, iyi mal kendini gösterir; görünen köy
capricieux enroulements tracés par un peintre). kılavuz istemez,
enrouler gçl. Sarmak, dolamak (Enrouler du fil sur enseignement er. 1. Öğretim, öğrenim
une bobine. Enrouler un journal autour d une (L'enseignement des tangues vivantes.
bouteille. Enrouler un drapeau autour de sa Enseignement primaire, secondaire, supérieur,
hampe). § S'enrouler: 1. Sarılmak, dolanmak (Le privé, technique). 2. Öğretmenlik mesleği (Entrer
film s'enroule sur la bobine. Il s'enroula dans ses dans l'enseignement).
couvertures). 2. S'enrouler à qch: -i dolanmak, -e enseigner gçl. 1. Ders vermek, ders okutmak
tırmanmak (La route s'enroule à la colline comme (H enseigne maintenant à la Sorbonne). _ 2.
une plante grimpante). Öğretmenlik yapmak, öğretmen olmak (Diplôme
enrubanner gçl. Kurdele ile sarmak, bezemek requis pour enseigner). 3. Okutmak (Il enseigne le
(Enrubanner une boîte de chocolat). § français dans un lycée). 4. Göstermek, kanıtlamak
S'enrubanner: Nişan takmak, aldığı nişanı (L'histoire nous enseigne que la dictature conduit à
takmak (Les conscrits s'étaient enrubannés). la guerre). 5. Enseigner qch à qn: Birine bir şey
ensablement er. 1. Kum yığını. 2. Kumla dolma öğretmek, okutmak, göstermek (Enseigner les
(L'ensablement dune crique). 3. Kuma oturma mathématiques aux jeunes élèves). 6. Enseigner à f.
(L'ensablement dun bateau). qch: -meyi öğretmek. 7. Enseigner à qn à f. qch:
ensabler gçl. 1. Kumla örtmek, kumla Birine -meyi öğretmek (Cette petite mésaventure
doldurmak yada tıkamak (Inondations qui lui enseignera à être plus prudent).
ensablent ta campagne. La marée a partiellement ensemble er. 1. Bütünü, hepsi (Cette décision
ensablé l'épave). 2. Kuma oturtmak (Ensabler un concerne l'ensemble du personnel). 2. Bütünlük
bateau). § S'ensabler: 1. Kumla örtülmek, (Ce roman manque d ensemble). 3. Topluluk (Un
tıkanmak (Un port qui s'ensable). 2. Kuma ensemble de chanteurs, de musiciens.) 4. Birlik,
oturmak (Le bateau s'est ensablé). uyum (Une chorale qui chante avec un ensemble
ensachage er. Çuvala, pakete, torbaya parfait). 5. Takım (Un ensemble de plage. Un
doldurma; torbalama, paketleme, ensemble décoratif. Mobilier qui constitue un bel
ensacher gçl. Çuvala, torbaya, pakete, ensemble). § Vue d'ensemble: Toplu bakış. Dans
koymak, torbalamak (Ensacher du grain, des l'ensemble: Genel olarak, ayrıntılara pek
bonbons). inilmediğinde, aşağı yukarı (Dansl'ensemble, ce
film est fidèle à la réalité). § 5. bel. Birlikte,
ensanglanter gçl. 1. Kana bulamak, kan içinde
beraber (Ils sont sortis ensemble. Nous avons
bırakmak (Les guerres, les troubles qui ont
réfléchi tous ensemble à cette question. Ils vivent
ensanglanté le pays). 2. mec. Lekelemek. 3. ed.
ensemble). 6. bel. Aynı zamanda (Ces deux arbres
Kan rengi vermek, kan kırmızı göstermek (Les
ont fleuri ensemble). § Aller ensemble: Uyuşmak,
clochers que le soleil couchant ensanglantait de
birbirine uymak (Des meubles qui vont ensemble
ses feux).
dans un salon). Etre bien ensemble: İyi geçinmek,
ensauvager gçl. Yabanlaştırmak, yabanıllaştırmak,
aralarında kavga gürültü olmamak. Etre mal
"vahşileştirmek (Quelques semaines de
ensemble: İyi geçinememek, birbirleriyle hep
campagne les ont ensauvagés).
kavga edip durmak,
enseignant, e s. 1. Öğretici, öğretimle ilgili. 2. ad.
ensemblier er. Döşem ressamı, döşem mimarı,
ç. Öğretmenler topluluğu, öğretmenler, öğretim
ensemencement er. Tohum ekme, ekim.
üyeleri (Les revendications des enseignants). § Le
ensemencer gçl. 1. Tohum ekmek, ekmek
corps enseignant: Öğretmenler, öğretim kurulu,
(Ensemencer une terre) 2. Balıklamak, balık
enseigne diş. 1. Dükkân tabelası (Enseigne
yumurtası atmak (Ensemencer une rivière, un
lumineuse dun cinéma. Une grande paire de
étang). 3. hek. Kültür yapmak, bir kültür
lunettes sert d'enseigne à un opticien). 2. Bayrak
ortamına mikrop ekmek,
(Marcher enseignes déployées). 3. *Belirge,
enserrer gçl. 1. İçine almak, sarmak, çevirmek
ongun, "alâmet. 3. er. ask. Deniz teğmeni.
(Une étroite vallée que la montagne enserre de
(Enseigne de vaisseau). § A bonne enseigne:
partout comme un mur). 2. Sıkıca sarmak, sarıp
Garantili, iyi nitelikli olduğu saptandıktan sonra
sıkmak; sıkmak (Une ficelle enserre le paquet de
(11 n'achète qu'à bonne enseigne). A telle enseigne
livres. Le corset qui lui enserrait le buste. 11
que, à telles enseignes que: O derece ki, öyle ki, o
l'enserrait dans ses bras).
kadar ki (Il affecte un tangage très châtié, à telle
ensevelir 519 entasser

ensevelir gçl. 1. Kefenlemek (Ensevelir un. gelmek, sonradan gelmek (ljes jours qui
mon). 2. Gömmek, toprağa gömmek (Après la s'ensuivirent furent des jours de malheurs). § Il
bataille, on se hâta d'ensevelir les morts). 3. (Kar, s'ensuit que... Bundan şu sonuç çıkmaktadır ki...
toprak vb) Altında bırakmak (L'avalanche avait (Il s'ensuit que le morceau le plus applaudi passe
enseveli plusieurs villages). 4. mec. Saklamak, pour le plus beau).
gizlemek (Je vais ensevelir ma honte dans la nuit entablement er. 1. (Yapıda) Saçaklar. 2.
profonde). § S'enselevir dans qch: -e çekilmek, (Mobilyada) Tepe pervazı,
gömülmek (S'ensevelir dans la retraite, dans la entacher gçl. Lekelemek, leke sürmek (Cette
solitude). condamnation entache son honneur. Entacher la
ensevelissement er. 1. Kefenleme, kefene gloire, la réputation de quelqu'un). § Entaché de
sarma. 2. Gömme, toprağa gömme. 3. Bürünme, qch: içinde., bulunan, -kapsayan, taşıyan (Un
saklanma, gizlenme (Cet ensevelissement des calcul entaché d'erreur). § Un acte entaché de
veuves sous des crêpes et des châles). 4. (Toprak, nullité: Geçersiz belgit; °butlan ile malûl tasarruf,
kar vb.) Altında kalma, entaillage er. Kertme, yarma,
ensiforme s. bitb. Hançerbiçim, *kılıçsı (Feuille entaille diş. 1. Kertik, yarık (jPratiquer une
ensiforme). entaille dans une pièce de bois). 2. Bıçak yarası,
ensilage er. Silolama, sarpınlama; siloya kesik (La lame glissa sur ta branche et lui fit une
koyma, sarpınlara koyma, large entaille dans la main).
ensiler gçl. Silolamak, sarpınlamak; siloya entailler gçl. 1. Kertiklemek, kertmek, kertik
koymak, sarpınlara koymak, koymak (Entailler un arbre, une poutre). 2.
ensoleillé, e .v. Güneşli (Un jour ensoleillé). Kesmek, yaralamak, yara açmak (11 lui a entaillé
ensoleillement er. Güneşlilik, güneş alma. le visage. Il s'est entaillé le doigt).
ensoleiller gçl. 1. Güneş ışığıyla doldurmak. entame diş. 1. (Yenilecek bir şeyden kesilen) İlk
2. Güneş gibi parlatmak, ışıtmak (Un sourire dilim, ilk parça (L'entame du pain, du roti). 2.
ensoleillait son visage). 3. Sevinç ve mutluluğa (Briçte) Oyuna başlama (L'entame à pique).
boğmak (Un grand amour ensoleillait leur vie). entamer gçl. 1. Kesip bir parça almak, bir parça
ensommeillé, e s. 1. Uykulu (Des yeux kesmek (Entamer un pain, un pâté, une pièce de
ensommeillés). 2. mec. Uyuşuk, drap). 2. Kesmek, sıyırmak, çizmek (Entamer la
ensorcelant, e s. Büyüleyici, büyüleyen (Un peau, la chair. Le coup lui entama l'os). 3.
regard ensorcelant). Başlamak, el atmak, ele almak (Entamer un
ensorceler gçl. i. (Birine) Büyü yapmak (Les travail, les négociations, la lecture d'un livre). 4.
paysans prétendaient que le bonhomme avait Dokunmak, zarar vermek, lekelemek (Entamerla
ensorcelé son voisin). 2. Büyülemek, kendinden réputation, Thonneur de quelqu'un). 5. Sarsmak
geçirmek (Sa beauté m'avait ensorcelé). (Tu as entamé mes convictions). 6. Kemirmek,
ensorceleur, euse ad. 1. Büyü yapan, büyücü. çürütmek (La rouille entame le fer). 7. Sarmak,
2. İnsanı büyüleyen, kendinden geçiren; ayartıcı, kaplamak (Le feu n'a pas pu encore entamer le vieil
yoldan çıkarıcı (Cette actrice est une arbre). 8. Yarmak, yarıp geçmek (Les blindés
ensorceleuse). 3. s. Büyüleyici, ayartıcı, baştan réussirent à entamer ta première ligne de
çıkarıcı (Un sourire ensorceleur, un regard résistance).
ensorceleur). entartrage er. İçini kireç bağlatma; içi kireç
ensorcellement er. 1. Büyücülük, büyü. 2. bağlama.
Büyüleme, büyü, çekicilik (Il ne résistait pas à entartrer gçl. İçini kireç bağlatmak (Cette eau
l'ensorcellement de ce pays étrange). entartre les chaudières. Eau calcaire qui entartre
ensuite bet. 1. Sonra, daha sonra, ondan les tuyaux, les radiateurs).
sonra, ardından (Faites la vaisselle; ensuite, passez entassement er. 1. Yığın (Des entassements
l'aspirateur dans la salle à manger. Il entreprit des de fruits sur les tréteaux du marché). 2. Üst üste
études de médecine, il devint ensuite vétérinaire). 2. yığma, istifleme, yığma (L'entassement des
ilg. Ensuite de qch: -den sonra, -in ardından. marchandises dans un entrepôt). 3. Üst üste
Ensuite de quoi: Ondan sonra, sonra da yığılma, sıkışma (L'entassement d'une famille
(Documentez-vous d'abord sur le sujet, ensuite de pauvre dans une seule pièce).
quoi, vous pourrez présenter un plan de travail). entasser gçl. 1. Üst üste koymak, yığmak, yığın
ensuivre (s') gsz. Ardı sıra gelmek, sonucu yapmak (Entasser des livres sur son bureau). 2.
olmak, doğmak (La phrase était ambiguë, une İstif etmek (Entasser des marchandises). 3.
longue discussion s'ensuivit). 2. Arkasından Biriktirmek (Entasser de l'argent). 4. Doldurmak,
ente 520 entériner

sıkıştırmak, tıkmak (Entasser les prisonniers dans anlamak (S'entendre en musique, en affaires. Il
un wagon à bestiaux). § S'entasser: (Dar bir yere) s'entend bien à ce travail). 5. S'entendre avec qn: -
Sıkışmak, balık istifi gibi olmak (Douze familles ile anlaşmak, uyuşmak (Une s'entend pas avec ses
nègres s'entassent dans cinq ou six pièces. Des voisins). 6. S'entendre sur qch: -üzerinde
étudiants qui s'entassent dans un amphithéâtre). anlaşmaya varmak, uzlaşmak (Us se sont enjin
ente diş. 1. Kalem aşısı. 2. Aşılı ağaç. 3. Boya entendus sur ce problème). 7. Uyuşmak,
fırçası sapı. anlaşmak, iyi geçinmek (Us s'entendent très bien).
entendement er. 1. fels. Anlık, "müdrike, 8. S'entendre à f. qch: -mekte usta olmak, eşi
anlama yeteneği (Essais sur l'entendement bulunmamak, -meyi çok iyi becermek (Ils'entend
humain). 2. Us, "akıl, sağduyu, zekâ (Celadépasse admirablement à rendre accessibles au grand public
l'entendement. Perdre l'entendement). les questions les plus complexes). § S'entendre
entendeur er. Anlayan, kavrayan (Les bons- comme larrons en foire: İki ahbap çavuş gibi
entendeurs pourront profiter à cette lecture). § A anlaşmak. S'entendre comme chien et chat: Hiç
bon entendeur, salut: Anlayana sivrisinek saz, anlaşamamak, araları kedi köpek gibi olmak,
anlamayana davul zurna az. ikide bir hırlaşıp durmak. S'entend, cela s'entend:
entendre gçl. 1. İşitmek, duymak (Entendre un Peki tabii, kuşkusuz, elbette. Tu ne t'entends pas!:
bruit. H entend mal de l'oreille droite). 2. Dinlemek Ne dediğinin farkında mısın, ağzından çıkanı
(Le juge a entendu les témoins). 3. İstemek, kulağın işitsin!
dilemek, beklemek (fentends qu'on m'obéisse, entendu, e s. I. Kararlaşmış, sonuca bağlanmış
j'entends être obéi. 1! n'entendait pas changer (C'est une affaire entendue). 2. Bilgiççe,
l'ordre social). 4. Anlamak (Je ne vous entends pas, kasıntılı (Un air entendu, un sourire entendu.
expliquez-vous mieux. J'entends bien que vous Je vois ce que c'est, dit-il d'un air entendu).
n'êtes pas responsable). 5. Yorumlamak, - 3. Entendu à qch, en qch: -de usta, becerikli, uz,
anlamına almak (Comment entendez-vous cette "ehil (Un homme entendu à tout. Il est entendu en
phrase?). 6. Kastetmek, demek istemek mécanique). § Bien entendu: Kuşkusuz, tabii,
( Qu'entendez-vous par là? Qu'est-ce que tu entends elbette (Bien entendu, si vous nous aidez, vousaurez
par ce mot?). 7. Kaldırmak, götürmek, votre part de bénéfice. Tu viens avec moi? -Bien
dayanmak, hoş görmek (Entendre la plaisanterie). entendu!). Entendu; c'est entendu: Tamam,
8. Bilmek, -den anlamak (Entendre le commerce, anlaştık, anlaşıldı. Faire l'entendu: Kasılmak,
la politique, l'algèbre). § A l'entendre: Dediğine bilgiçlik taslamak, kendini bir şey sanmak.
bakılacak olursa. Entendre à demi-mot: Leb enténébrer gçl. Karanlıklara boğmak, zindana
demeden leblebiyi anlamak. Entendre le pour et le çevirmek, karartmak (Ses vitraux coloriés
contre: Lehte ve aleyhte söylenenleri dinlemek. enténébraient la chapelle. Elle m'a enténébré la
Entendre les deux cloches: İki yanı da dinlemek. vie).
Entendre raison: Laftan anlamak, doğru söze hak entente diş. 1. Yorum, anlam (Phrase à
vermek. Entendre parler de qch: -i duymak, -den double entente). 2. Çok iyi bilme, anlama, çakma
haberi olmak;... kulağına gelmek. Laisser (L'entente des affaires). 3. Anlaşma, uzlaşma
entendre, donner à entendre: İzlenimini, kanısını, (Arriver, parvenir à une entente. Conclure des
düşüncesini uyandırmak, -demeye gelmek (Ce ententes commerciales). 4. Uyum, uyuşma, iyi
mot pourrait donner à entendre que tout cela ne sert geçinme (il règne entre eux une entente parfaite).
à rien. Ton geste laisse entendre que tu n'es pas 5. Birleşme, bir araya gelme, "ittifak (Entente
d'accord). Ne rien entendre à qch: -den hiçbir şey contre quelqu'un).
anlamamak, -den hiç çakmamak. Ne pas vouloir enter gçl. 1. Çelik aşısı, kalem aşısı yapmak
entendre parler de qch: -in sözünün bile edilmesini (Enter un prunier). 2. Enter qch sur qch: -e
istememek. Ne pas l'entendre de cette oreille là: dayandırmak (Ils entent sur cette extrême
Hiç oralı olmamak, söylenene hiç kulak politesse un esprit de règle. Enter un faux
asmamak. Il n'est pire sourd que celui qui ne veut raisonnement sur un autre). 3. (Doğramacılıkta)
pas entendre: Asıl sağır kendi bildiğine gidendir. Birbirine geçirmek (Enter deux pièces de bois
Que Dieu vo.us entende: Tann ne muradınız varsa d'une charpente).
versin. § S'entendre: 1. Anlaşılmak (Ce mot peut
?ntéralgie diş. Barsak ağrısı.
s'entendre de diverses manières). 2. Duyulmak,
entérinement er. Kararla onaylama, "resmen
işitilmek (Ta voix ne s'entend pas à plus de trois
tasdik.
mètres). 3. Kullanılmak (Ce terme ne s'entend
entériner gçl. 1. Kararla onaylamak, "resmen
plus). 4. S'entendre à qch, en qch: -den çok iyi
tasdik etmek (Le tribunal entérine les rapports
entérique 521 entoiler

d'expert. Entériner une décision, un jugement, un ta foule). 3. Hayranlık (Un enthousiasme aveugle.
usage). 2. Benimsemek, kabul etmek, Parler d'un artiste, d'un ouvrage avec
entérique s. hek. Barsaklara değgin, barsakla enthousiasme).
ilgili. enthousiasmer gçl. 1. Esritmek, vecde
entérite diş. hek. Barsak yangısı, getirmek (La musique l'enthousiasme très
entérocoque er. Barsak mikrobu, facilement). 2. Coşturmak, heyecana getirmek
enterrement er. 1. Toprağa verme, gömme (Un orateur qui enthousiasme la foule). 3. Hayran
(L'enterrement d'un mort, d'un cadavre). 2. Cenaze bırakmak, hayranlık uyandırmak. §
alayı (Un enterrement passait lentement dans la S'enthousiasmer 1. Esrimek, coşmak, vecde
rue). 3. Toprağa gömme töreni (L'enterrement de gelmek (Il s'enthousiasme aisément). 2.
ce grand homme a attiré une foule immense). 4. S'enthousiasmer pour: -e karşı büyük bir ilgi
Cenaze masrafı. 5. mec. Yıkılma, suya düşme, duymak; hayran kalmak, tutulmak, vurulmak
boşa çıkma (C'est l'enterrement de toutes les (S'enthousiasmer pour un projet; s'enthousiasmer
espérances. L'enterrement d'un projet de loi, d une pour un artiste).
entreprise, d'un rapport). § Avoir une mine enthousiaste s. ve ad. 1. Coşmuş, kendinden
d'enterrement, une tête d'enterrement: Çok geçmiş, vecd içinde (Les spectateurs enthousiastes
üzüntülü olmak, evinden ölü çıkmış gibi olmak, acclamaient les joueurs. Le grand acteurfut dixfois
enterrer gçl. 1. Toprağa vermek, gömmek rappelé par une salle enthousiaste). 2. Pek içten,
(Enterrer les morts). 2. Toprak altında saklamak, sıcak (Un éloge enthousiaste. Il m'a fait un accueil
toprağa gömmek (Enterrer ses armes dans son enthousiaste). 3. Enthousiaste de: -e düşkün,
jardin). 3. Saklamak, gizli tutmak (Enterrer un hayran, meraklı (Un partisan enthousiaste des
secret, un chagrin dans son coeur). 4. mec. tkz. Ört nouvelles doctrines).
bas etmek, (Enterrer un scandale). 5. Hasır altı enthymème er. fels. Örtük tasım,
etmek, uyutmak, unutturmak (Enterrer un entiché, e s. Entiché de qch: -e düşkün, tutkun,
projet). § Enterrer sa vie de garçon: Bekârlığa meraklı (Un petit groupe de jeunes gens entichés de
elveda demek, bekârlığının son tadını çıkarmak. littérature).
11 nous enterrera tous: O hepimizi gömer, o entichement er. Düşkünlük, tutku, merak
hepimizden çok yaşayacak. § S'enterrer: 1. (Son entichement pour cette philosophie n'a duré
Gömülmek. 2. Dünyadan el etek çekmek, que peu de temps).
köşesine çekilmek (Il s'est enterré dans un petit enticher gçl. Enticher qn de qch: Birinin içinde
village). -e karşı bir tutku, bir heves uyandırmak (Qui vous
entêtant, e s. Baş döndüren, esriten (Une aentichéde cette opinion?). § S'enticher de qch:-e
odeur entêtante). karşı bir heves duymak; -e gönlünü kaptırmak,
en-tête er. (Kâğıtta, zarfta) Başlık (Papier à tutulmak, vurulmak (S'enticher de graphologie.
en-tête). S'enticher d'un acteur).
entêté, e s. ve ad Dikkafalı, inatçı, entier, ère s. 1. Tüm, tam (Un gâteau entier.
entêtement er. Dikkafalılık, inatçılık, inat (Il est Manger un pain entier). 2. Bütün (Il occupe la
d'un entêtement incroyable). maison entièrt. Il y est resté une semaine entière.
entêter gçl. 1. Baş döndürmek, esritmek, başa Sa fortune entière n'y suffirait pas). 3. Değişmez,
vurmak (Ce parfum m'entête. Un vin qui entête). 2. sarsılmaz (Ma confiance en lui reste entière). 4.
mec. .Kibirlendirmek, başını döndürmek (La Değişmemiş, olduğu gibi (La difficulté reste
gloire l'a entêté). § S'entêter: 1. İnat etmek, entière). 5. İğdiş edilmemiş (Cheval entier). 6. er.
dikkafalılık etmek. 2. S'entêter à f. qch: -mekte mat. Tam sayı ( Quatre quarts font un entier). 7. er.
ayak diretmek, inat etmek (II s'entêtait à nourrir Bütün, bütünlük. § En entier. Bütün olarak
des rancunes et des chimères). 3. S'entêter de qn, de (Ecouter une symphonie en entier). En son entier,
qch: -den başka birşeyi gözü görmemek; aklı fikri dans son entier: Tümüyle, eksiksiz (Rapporter un
hep -de olmak, kafasında hep... olmak, -e dört passage en son entier).
elle sarılmak (S'entêter d'un préjugé). entièrement bel. Bütünüyle, "tamamiyle,
enthousiasmant, e s. Coşturucu, esritici, coşku "tamamen (Détruire entièrement une ville. Il est
verici. entièrement responsable de cette situation).
enthousiasme er. 1. Coşma, kendinden entité diş. fels. 1. Kendilik, "zatiyet. 2. mec.
geçme, "vecit (Un poète qui écrit dans Bireyliği olan bir varlık gibi düşünülen şey (La
l'enthousiasme). 2. Coşkunluk, taşkınlık (La Patrie, 1 Etat, la société sont des entités).
nouvelle de la victoire déchaîna l'enthousiasme de entoiler gçl. Beze yapıştırmak, bez kaplamak
entoir 522 entr'aimer

(Entoiler une carte de géographie). 2. Bez çevresinde, etrafında, yanında yöresinde,


geçirmek, bezle ciltlemek (Entoiler des brochures). entourage er. 1. Çevre süsü (L'entourage
entoir er. Aşı bıçağı. d'une tombe). 2. Bir kimsenin çevresindekiler,
entolage er. hlk. Parasını çarpma, dolandırma, arkadaşları, düşüp kalktığı kimseler, eşi dostu (11
entoler gçl. hlk. Parasını çalmak; dolandırmak, est trompé par son entourage).
entoleur, euse ad. Dolandırıcı, entourer gçl. 1. Sarmak, kuşatmak, çevirmek,
entomologie diş. Böcek bilimi, *böcekbilim. etrafını almak (Un mur entoure le jardin; les élèves
entomologique s. Böcekbilime değgin, *böcekbilimsel. entourent le professeur). 2. Kuşatmak, kuşatma
entomologiste ad. *Böcekbilimci, böcekbilim altına almak; çember içine almak, dört yandan
uzmanı. sarmak (Les soldats entourent la ville. La police
entomophage s. Böcekyiyen, böcekle entoura les manifestants). 3. mec. Çok ilgi
beslenen (Oiseau entomophage). göstermek, etrafını hiç boş bırakmamak, bir an
entonnage, entonnement er. Fıçıya koyma, yanından ayrılmamak (Ses amis l'entourent
fıçıya konulma; fıçılama, fıçılanma, beaucoup depuis son deuil). 4. Entourer qn de qch:
entonner gçl. 1. Fıçıya koymak, boşaltmak, Birini -e boğmak, birine çok... göstermek
fıçılamak (Entonner du vin, du cidre). 2. mec. (Entourer un malade de soins; on l'entourait de
(Eski) Tıka basa yedirmek. 3. (Bir şarkı yada prévenances). 5. Entourer qch de qch: a) Bir şeyi -
havayı) Söylemeye, okumaya başlamak ile çevirmek, sarmak (Entourer un pré de barbelé.
(Entonner l'hymne national, entonner un psaume). Entourer ses épaules d'un châle), b) -ile süslemek
§ Entonner l'éloge de qn, les louanges de qn: Birine (Entourer la réalité de songes et de brillantes
övgüler düzmeye başlamak, birine övmeye images). § S'entourer de: 1. -1er içinde olmak;
başlamak. ...içinde yaşamak (S'entourer de luxe, de confort,
entonnoir er. 1. Huni (Entonnoir à vin). 2. d'objets d'art). 2. Etrafında toplamak (Tu ne sais
Dibe doğru gittikçe daralan çukur (Un entonnoir pas t'entourer d'amis). 3. Çok... almak, üstüne...
naturel). 3. Bomba çukuru (Couchés au bord d'un almak (S'entourer de précautions).
entonnoir, quelques soldats guettaient). § En entourloupette diş. tkz. Oyun oynama, kazık atma;
entonnoir: Huni biçiminde (Fleurs, champignons madik. § Faire une entourloupette à qn: Birine
en entonnoir). oyun oynamak, kazık atmak, madik atmak,
entorse diş. 1. Burkulma (Se faire, se donner entournure diş. Giysinin koltuk altı. § Etre gêné dans
une entorse au poignet, au pied: Bileği, ayağı les entournures, aux entournures: Güç durumda
burkulmak). 2. mec. Çelme. § Donner, faire olmak, tedirginlik içinde olmak,
une entorse à qch: 1. -i değiştirmek, bozmak entraccuser (s') gsz. Birbirini, suçlamak, birbirine
(Faire une entorse à la vérité). 2. -e uymamak, suç yüklemek,
saygı göstermemek; -i saymamak, ayak altma entracte er. 1. (Tiyatroda, sinemada) Perde arası
almak, çiğnemek (Faire une entorse à la loi, au (Aller fumer une cigarette dans le hall pendant
règlement). l'entracte. A l'entracte, les ouvreuses vendent des
entortillage er. (Anlatışta) Karışıklık, Jriandises). 2. Ara, "fasıla, 3. Dinlenme vakti,
dolaşıklık. entradmirer (s') Birbirine hayranlık duymak,
entortillement er. Sarma; sarılma, dolanma hayran olmak; birbirini övüp durmak,
(L'entortillement du lierre, de la vigne). entraide diş. Karşılıklı yardım, yardımlaşma
entortiller gçl. 1. Sarmak, sarıp sarmalamak (Comité d'entraide).
(Entortiller des bonbons dans du papier. Entortiller entraider (s') gsz. Yardımlaşmak, birbirine karşılıklı
son mouchoir autour de son doigt blessé). 2. mec. yardımda bulunmak (Entre amis, il est naturel de
Karışık ve dolaşık anlatmak, uzatıp uzatıp s'entraider).
anlaşılmaz duruma sokmak (Entortiller sa phrase, entrailles diş. ç. 1. Barsaklar (Des douleurs
sa réponse). 3. mec. tkz. Allem edip kallem edip d'entrailles. Il est souffrant des entrailles). 2.
kandırmak, kafeslemek (Il a réussi à nous Karındaki işkembe, barsak, dalak gibi bütün
entortiller). § S'entortiller autour de: -e sarılmak organlar (Des fauves qui se disputent des entrailles
(Le lierre s"entortille autour du tronc). de leur proie). 3. Ana karnı, karın (Elle aimait cet
entour er. 1. ç. Çevre, dolay, °etraf (Les enfant adoptif comme un enfant de ses propres
entours de la ville). 2. ç. mec. Bir sorunun, bir entrailles). 4. mec. İç, yürek, gönül (Un drame qui
konunun bütün yönleri. 3. Bir kimsenin vous prend aux entrailles). 5. Derinlikler, en derin
çevresindekiler, yakınları, eşi dostu. § A l'entour: yer (Les entrailles du sol).
Yanda yörede, çevrede, etrafta. A l'entour de: -in entr'aimer (s') gsz. (Eski) Birbirini sevmek,
entrain 523 entrebâillement

sevişmek. "konsomatris,
entrain er. 1. Neşe, coşku (Un garçon plein d'entrain. entrave diş. 1. Köstek, bukağı (Un cheval qui brise
Une fête qui manque d'entrain). 2. Canlılık (IM ses entraves). 2. Zincir (Les entraves d'un
conversation manque d'entrain). § Avoir de prisonnier, dun esclave). 3. Köstekleyici şey,
l'entrain: Canlı, neşeli biri olmak, etrafa neşe engel, ayak bağı (Cette toi est une entrave à la
saçmak. liberté de la presse. Une barrière douanière qui
entrainable s. İstenilen yana çekilebilir, çabuk constitue une entrave au commerce).
etkilenebilir (La foule est entraînable). entraver gçl. 1. Köstek vurmak, bukağı takmak
entraînant, e s. Sürükleyici (Un style entraînant, (Entraver un cheval). 2. mec. Engellemek,
musique entraînante). kösteklemek, engel olmak, tıkamak (Entraver les
entraînement er. 1. Sürükleme, çekip götürme, décisions, les initiatives, les projets de quelqu'un.
güç (L'entraînement des passions, des habitudes). Rien ne l'a entravé dans sa tentative. Entraver la
2. Coşkunluk, ateşlilik (On peut tout dire dans circulation). 3. argo. Anlamak, çakmak (Je
l'entrainement dune discussion). 3. Çalışma, n'y entrave rien).^ Entraver que pouic,entraver que
çalıştırma, alıştırma, °idman (Entrainement d'un dalle: argo. Hiç, ama hiçbir şey anlamamak,
boxeur, d'un athlète. Match, terrain entre ilg. 1. Arasında, arasına; -de, -e (L'herbe
d'entraînement). qui pousse entre les pierres. Prendre un enfant entre
entraîner gçl. 1. Sürüklemek, alıp götürmek (Le ses bras). 2. Arası (Couleur entre le gris et le bleu.
torrent entraîne des arbres sur son passage. Le Nous passerons chez vous entre 6 et 1 heures. Entre
courant entraîne le navire vers la cote). 2. Bir le coucher et le lever du soleil. Personnes entre deux
kenara çekmek, götürmek (I! m'entraîna dans un âges). 3. Arasından (L'eau passe entre deux
coin de jardin pour me faire quelques confidences). rochers. Choisir entre plusieurs solutions. Lequel
3. Çekmek (La locomotive entraîne les wagons). 4. d'entre vous accepte?). § Brave entre les braves:
Coşturmak, ardından sürüklemek (Son éloquence Yiğitler yiğidi. Entre nous: a) Söz aramızda, b) Biz
entraîne les foules). 5. Doğurmak, yol açmak bize, aramızda yabancı olmadan (Nous sommes
(Cela peut entraîner de graves conséquences). 5. entre nous; nous dînerons entre nous). Entre autres:
Çalıştırmak, alıştırma yaptırmak, idman Başka şeyler arasında, başkalan arasında,
yaptırmak (Entraîner un athlète, un cheval, une özellikle (Sur celte question. Uya, entres autres, un
équipe de football). 1. Entraîner qn dans qch: Birini livre remarquable d'un savant italien). Entre deux
kendisiyle birlikte -in içine sokmak, -e vins: Çakirkeyf. Entre deux: Ne iyi, ne kötü; ikisi
sürüklemek (Entraîner un ami dans le complot, arası. Entre chien et loup: Alaca karanlıkta. Entre
dans la ruine, dans le vice). 8. Entraîner qn à qch: a) ciel et terre: Havada, boşlukta. Entre cuir et chair:
Birini -e çalıştırmak, hazırlamak (Un moniteur qui Etle deri arasında. Entre la poire et le fromage:
entraîne des jeunes gens à la natation. Des exercices Yemeğin sonuna doğru, yemeğin bitmesine
qui entraînent les élèves à la dissertation), (b) Birini yakın. Entre quatre murs: a) Dört duvar arasında,
-e sokmak, itmek, sürüklemek (II nous entraîna b) Kodeste. Entre quatre yeux: İki kişi arasında;
à des dépenses. // vous entraînera à la ruine). 9. gizli kapaklı. Entre l'arbre et l'écorce, il ne faut pas
Entraîner qn. à f. qch: Birini-meye zorlamak, mettre le doigt: Et tırnaktan ayrılmaz, etle kemik
sürüklemek (Cette erreur vous entraînera à prêcher arasına girilmez. Soit dit entre nous: Söz
la guerre. Il esseya de m'enlraîner à signer le aramızda. Etre entre les mains de: (Bir işin
contrai). § S'entraîner: 1. Çalışmak, çalışma yapılması) -in elinde olmak, -e bağlı olmak. Etre
yapmak, idman yapmak (Un boxeur qui entre la vie et la mort: Öldü ölecek durumda
s'entraîne). 2. S'entraîner à qch: -c çalışmak, -için olmak. Etre pris entre deux feux: İki ateş arasında
çalışmak, hazırlık, idman yapmak (S'entraîner kalmak. Enfermer quelqu'un entre quatre murs:
à la natation, à la marche à pied, à la discussion). 3. Birini kodese atmak. Laisser qch entre les mains
S'entraîner à f. qch: -mek için çalışmak, hazırlık, de qn: Bir şeyi -in eline bırakmak. Lire entre les
idman yapmak (Ils'entraîne à rester impassible, à lignes: Satırların arasını okumak, yazıda açıkça
prendre la parole en public). yazılmamış olan anlamı çıkarmak. Nager entre
deux eaux: İki cami arasında kalmak, kararsızlık
entraîneur er. 'Çalıştırıcı, alıştıncı, "idmana,
içinde olmak. Parler entre ses dents:
"antrenör (L'entraîneur d un boxeur, d une équipe
Mırıldanmak. Prendre qn entre deux feux: İki ateş
de football). § Entraîneur d'hommes: Ardından
arasına almak, iki yandan da saldırmak,
yığınları sürükleyen önder, komutan.
entrebâillement er. Aralık (L'entrebâillement de
entraîneuse diş. (Bar, pavyon gibi yerlerde)
la porte, de la fenêtre).
Müşterilerle dans edip içki içen kadın.
entrebâiller 524 entremêler

entrebâiller gçl. Aralamak, biraz açmak Billet d entrée, carte d'entrée. Entrée gratuite). 2.
(Entrebâiller une porte, une fenêtre). § Giriş yeri (Entrée d une maison, d une cour, d'un
S'entrebâiller: Biraz aralanmak, hafifçe açık jardin, d un tunnel). 3. Küçük sofa, sofa (Veuillez
kalmak. attendre dans l'entrée). 4. Giriş ücreti, girmelik
entrechat er. 1. (Bir oyuncu için) Ayaklarını (Payer une entrée au cinéma). S. mec. Başlangıç
birbirine çırparak hafifçe zıplama; zıplama. 2. (Dès r entrée du printemps, Hpart s'installer dans sa
mec. Kurnazlık, cambazlık, maison de campagne). 6. Sofraya ilk getirilen
entrechoquement er. Birbiriyle çarpışma; çarpışma yemek (Entrées froides, chaudes. L'entrée précède
(L'entrechoquement des idées). le roti). 7. ç. (Bir yere istediği zaman) Girme,
entrechoquer gçl. Birbirine çarpmak (Il entrechoque kalma, kabul edilme (Il a ses entrées chez nous,
des cailloux pour faire du feu). § S'entrechoquer: dans la maison de mon onde, dans ce théâtre). § A
Çarpışmak, tokuşmak, birbiriyle çarpışmak (Les l'entrée de: -in başlangıcında (A f entrée de la vie,
wagons se sont entrechoqués. Les idées de l'hiver).
s'entrechoquent. Cliquetis des verres qui entre-égorger (s') gsz. Birbirini boğazlamak,
s'entrechoquent). boğazlaşmak,
entrecolonne, entrecolonnement er. Direkler arası, entrefaite diş. (Yalnız şu deyimde kullanılır) Sur
*dikinler arası, ces entrefaites: Bu sırada, tam bu anda (Ils étaient
entrecôte diş. Pirzola. en train de se disputer, sur ces entrefaites, survint
entrecoupé, e s. Kesik kesik (Il répondait par des un de leurs amis qui les sépara).
paroles entrecoupées). entrefilet er. (Gazetelerde) Kısa fıkra,
entrecouper g(7. 1. Şurasından burasından kesmek. entregent er. 1. Görgü kuralları, bir toplulukta
2. Entrecouper qch de qch: Bir şeyi -ile kesmek, nasıl davranılacağını bilme (Vous êtes honnête
yarıda bırakmak, aralık vermek (Entrecoupa- un homme, et vous savez f entregent). 2. mec.
récit de rires; entrecouper une longue étape de Girginlik, işini bilirlik. § Avoir de l'entregent:
quelques haltes). § S'entrecouper: Kesişmek (Deux Girgin olmak, işini yürütmesini bilmek,
lignes qui s'entrecoupent). entrelacement er. Birbirine geçirme; birbirine
entrecroisement er. Çaprazlaşma; çaprazlaştırma. geçme, birbirine dolaşma; girişiktik (Un
entercroiser gçl. Çaprazlaştırmak (Entrecroiser entrelacement de fils, de lignes, de souvenirs).
des fils, des rubans). § S'entrecroiser: entrelacer gçl. Birbirine geçirmek, birbirine
Çaprazlaşmak; birbiriyle birçok yerde kesişmek dolaştırmak (Entrelacer des Jïls, des rubans). §
(Un réseau de routes qui s'entrecroisent). S'entrelacer: Birbirine geçmek, birbirine
entrecuisse er. Bacak arası. dolaşmak (Les vignes sauvages, les coloquintes
entre-déchirer (s') gsz. 1. Birbirini paralamak, s'entrelacent au pied de ces arbres. Les brandies
birbirini yemek (Des loups acharnés à s'entre- s'entrelacent).
déchirer). 2. mec. Birbirini yermek, birbirinin entrelacs er. Girişik harfler, girişik süsler (Les
gözünü oymak (Les artistes ne font que s'entre- entrelacs de fart arabe).
déchirer,). entrelardé, e s. 1. Yer yer yağlı (Une côtelette
entre-détruire (s') gsz. Birbirini yıkmak, entrelardée). 2. Entrelardé de qch: mec. Arasına...
°harabetmek, "mahvetmek, serpiştirilmiş (Un discours entrelardé de citations).
entre-deux er. 1. Ara, aralık, iki şeyin arası (Dans entrelarder gçL 1. Lop etin içine kuyruk yağı vb.
les entre-deux de vos doigts). 2. Orta (Etre dans şeyler yerleştirmek (Entrelarder de la viande.
l'entre-deux). 3. Ara danteli (La garniture de ce Entrelarder une volaille). 2. Entrelarderqchdeqch:
chemisier estfaite d'entre-deux de valenciennes). 4. mec. Bir şeyin arasına... serpiştirmek (Entrelarder
(Balıkta) Başla kuyruk arası (L'entre-deux de un compte rendu de critiques. Entrelarder son
morue). 5. (Basketbolda) Hava atışı; hakemin iki discours de citations).
oyuncu arasında topu atarak oyunu başlatması, entre-ligne, entreligne er. Satır arası, satır aralığı,
entre-deux-guerres er. İki savaş arası, savaş arası entre-louer (s') gsz. Birbirini övmek, birbirine övgü
dönem. düzmek,
entre-dévorer (s') gsz. Birbirini yemek, birbirini entreluire gsz. Yarı parlamak,
mahvetmek. entre-manger (s') gsz. Birbirini yemek,
entrée diş. 1. Girme, giriş (L'entrée d'un visiteur entremêlement er. Birbirine karıştırma; birbirine
dans le salon. Entrée d une armée dans un pays. karışma.
Entrée d'un train en gare. Entrée dans un parti, entremêler gçl. 1. Birbirine karıştırmak (Entremêler
dans une affaire. Entrée libre, entrée interdite. dans un récit des épisodes comiques et des scènes
entremets 525 entretenir

pathétiques). 2. Entremêler qch à qch: (Eskimiştir) de l'individu). 4. Entreprendre de f. qch: -meye


Bir şeyi -e karıştırmak, -in arasına karıştırmak kalkışmak, girişmek (Il a entrepris de rassembler
(Entremêler îles fleurs rouges à des fleurs toute une documentation sur cette question).
blanches). 3. Entremêler qch de: Bir şeyin entrepreneur, euse ad. Üstenci, "müteahhit. 2.
arasına... serpiştirmek, katmak (Entremêler son Girişimci, "müteşebbis,
discours de citations, ses paroles de sanglots). § entreprise diş. 1. Girişim, "teşebbüs (Entreprise
S'entremêler: 1. Birbirine karışmak. 2. privée, publique, mixte. Entreprise agricole,
S'entremêler à qch: -e karışmak, ile birbirine industrielle, commerciale). 2. Mağaza, iş yeri,
karışıp dolaşmak (Des ronces qui s'entremêlent firma; işletme (Travailler dans une entreprise
aux arbustes). d'alimentation. Une grosse entreprise de tissu). 3.
entremets er. Baş yemekle tatlı arasında yenilen Bir işe girişme, kalkışma, girişim, "teşebbüs (11 a
hallf yemek (Servir un entremets). échoué dans l'entreprise qu'il a faite auprès du
entremetteur, euse ad. 1. Aracı. 2. hkr. Pezevenk, ministre. Ses entreprises en matière de vente
muhabbet tellalı, directe du producteur au consummateur ont eu peu
entremettre (s') gsz. 1. S'entremettre pour qn, pour f. de succès). 4. El uzatma, "tecavüz (Ces
qch: -için, -mek için aracılık etmek, aracı olmak propositions de lois sont des entreprises contre le
(Elles le prièrent de s'entremettre pour elles auprès droit de grève).
du Pape. Tu adores l'entremettre pour faciliter les entre-quereller (s') gsz. Birbiriyle kavga etmek,
mariages). 2. S'entremettre dans qch: -e karışmak, hırlaşıp durmak,
burnunu sokmak (S'entremettre dans une entrer gsz. 1. Girmek (Entrer dans la salon, dans un
querelle. Il s'entremet dans des affaires qui ne le magasin, au café, au cinéma, chez le boulanger). 2.
regardent pas). (Bir meslek yada işe) Girmek, katılmak,
entremise diş. Aracılık (L'entremise de ce karışmak (Entrer dans F enseignement, dans la
négociateur a permis d'aboutir à un accord). § Par police, au couvent, dans un complot). 3. Girmek,
l'entremise de: -in aracılığıyla, sayesinde (Le girişmek (Entrer dans les détails, dans une
dossier m'a été communiqué par l'entremise d'un discussion). 4. Paylaşmak, katılmak, "iştirak
secrétaire). etmek (Entrer dans les idées, les vues, les
entre-noeud er. İki boğum arası, sentiments de quelqu'un). 5. -in içinde yer almak
entre-nuire (s') gsz. Birbirine zarar vermek (Ils se (Les ingrédients qui entrent dans une pommade). 6.
sont entre-nui). Entrer par: -den içeri girmek (Entrer par la porte,
entrepont er. İki güverte arası, par lafenêtre). 7. Entrer dans qch: -in içine girmek,
entreposage er. Ambara koyma, ambarlama, sığmak (Cette valise n'entre pas dans le coffre de
entreposer gçl. 1. Ambara koymak, ambarlamak ma voiture). 8. Entrer en: -e başlamak (Entrer en
(Entreposer des marchandises). 2. Koymak, fermentation. L'eau qui entre en ébullition). 9. gçl.
bırakmak (Entreposer ses meubles chez un ami). Sokmak, içine sokmak, geçirmek (Entrer un
entreposeur er. 1. Ambara bakan, ambarcı. 2. Tekel meuble par ta fenêtre. Entrer des marchandises
satıcısı. dans un pays. Entrer du vin dans sa cave. Entrer le
entrepositaire er. 1. Ambara mal koyan, ambarda bras dans une cavité).
malı olan kimse. 2. Ambar işleten, ambarcı, entre-regarder (s') gsz. Bakışmak, birbirine
entrepôt er. 1. Ambar, "arakoruncak (Marchandises bakmak.
en entrepots). 2. Genel mağaza, entresol er. Asma kat, ara kat (Habiter un entresol,
entreprenant, e s. 1. Girişken, atılgan (A la tête de dans un entresol).
cette affaire, il faut un homme entreprenant). 2. entre-temps, entre temps bel. 1. Bu arada (Revenez
Çapkın, h o va rda (Elle est importunée par un voisin me voir la semaine prochaine, entre-temps, j'aurai
trop entreprenant). fait le nécessaire). 2. er. Aradaki zaman,
entreprendre gf/.l. Girişmek, başlamak entretenir gçl. 1. Sürdürmek, devam ettirmek
(Entreprendre la lecture d'un roman, la (Entretenir une correspondance, une relation
construction d'un pont). 2. Entreprendre qn: a) amicale, un sentiment, une passion). 2. İyi halde
Tavlamaya çalışmak (Entreprendre une femme). tutmak, bakımını sağlamak (Entretenir un
b) Konuşmaya başlamak (C'est un grand bavard, bâtiment, un parc, une route, ses vêtements, sa
quand il vous entreprend, il n'en finit plus). 3. beauté, sa santé, saforme). 3. Beslemek, bakmak,
Entreprendre sur qch: -e tecavüz etmek, -i gereksinimlerini sağlamak (Entretenir une
çiğnemek, el uzatmak (On entreprend sans raison famille, un enfant, une armée). 4. Metres tutmak,
sur leur indépendance. Entreprendre sur les droits kapatmak, kapatma olarak tutmak (Entretenir
entretenu 526 envaser

une femme). 5. Entretenir qn de qch: Birine -den bırakmak, azıcık açmak (Entrouvrir une porte,
söz etmek (Il m'a entretenu de ses intentions). § une fenêtre). § S'entrouvrir: Aralanmak, azıcık
S'entretenir: 1. Konuşmak, görüşmek açılmak).
(S'entretenir par téléphone . Les deux présidents se entuber gçl. hlk. Dolandırmak; aldatmak; kazıklamak
sont entretenus à l'occasion d'une conférence (Il s'est fait entuber).
internationale). 2. S'entretenir avec qn: -ile enturbanné, e s. Sarıklı.
konuşmak, söyleşmek, çene çalmak. 3. enture diş, 1. (Aşılanacak ağaçta) Aşı yarığı. 2.
S'entretenir de qch: -den söz etmek (Ils se sont (Marangozlukta) Anahtarlı ekleme,
entretenus de l'attitude à adopter en cette énucléation diş. 1. Çekirdeğini çıkarma,
circonstance). çekirdeksizleştirme. 2. hek. Çıkarma, kesip alma
entretenu, e s. 1. Aynı durumda tutulmuş (Ondes (Enucléation d une tumeur).
entretenues, oscillations entretenues). 2. Metres, énucléer gçl. 1. Çekirdeğini çıkarmak,
kapatma olarak yaşayan (Une femme entretenue). çekirdeksizleştirmek (Enucléer un fruit). 2. hek.
3. Bakımlı, iyi tutulmuş, iyi bakılmış (Une voiture Kesip almak, çıkarmak (Enucléer une tumeur).
bien entretenue, une maison mal entretenue). énumératif, ive s. Sıra ile belirtici, sayıp gösteren
entretien er. 1. Sürdürme, devam ettirme (Eternel (Une liste énumérative des postes vacants).
entretien de haine et de pitié). 2. Bakım énumération diş. Sayım, döküm, sayıp gösterme,
(L'entretien d'une machine, dune route, d'un sıralama (Il nous a fait une énumération détaillée
jardin. Frais d entretien). 3. Bakma, besleme, de ses démarches. Enumération des objets).
gereksinimlerini sağlama (L'entretien d'une énumérer gçl. 1. -in sayımını, dökümünü yapmak,
famille, dun enfant). 4. Konuşma, söyleşi (Sur qui bir bir saymak. 2. Sıra ile saymak, söylemek,
a porté votre entretien? Us ont prolongé leur sıralamak (Enumérer les stations d'une ligne de
entretien). 5. »Görüşü, görüşme, mülâkat (Un métro. Enumérer les romans dun auteur, les
ambassadeur qui sollicite un entretien du ministre clauses dun traité).
des affaires étrangères). § Avoir un entretien avec énurésie diş. hek. Çişini kaçırma, çişini altına yapma
qn: Biriyle görüşmek, konuşmak, söyleşmek.
(Enurésie nocturne des enfants).
Accorder un entretien à: -e bir mülâkat vermek.
envahir gçl. 1. Zorla almak, istilâ etmek (Envahir
Demander, solliciter un entretien: Bir "mülâkat,
un pays, une ville). 2. Kaplamak, bürümek (Les
bir görüşme isteğinde bulunmak,
eaux ont envahi la plaine. Les orties ont envahi tout
entretoise diş. (Teknikte) Bağlama kuşağı,
le fond du jardin). 3. Kapışmak, ele geçirmek (La
entretoiser gçl. (Teknikte) Kuşakla bağlamak,
foule envahit les gradins du stade). 4. Sarmak,
entre-tuer (s') gsz. Birbirini öldürmek,
bastırmak, içini kaplamak (Le sommeil m'envahit.
entre-voie diş. (Demiryollarında) İki yol arası,
Une grande peur Pavait envahi).
entrevoir gçl. 1. Hayal meyal görmek, şöyle bir
envahissant, e s. 1. İstilâ eden, "müstevli (Armée
görmek (On entrevoit dans la pénombre les arbres
envahissante). 2. Ağır basan, bastıran, içe oturan,
du parc). 2. Entrevoir qn: Biriyle şöyle ayak üstü
salgın gibi yayılan (Une ambition envahissante,
bir konuşmak, kısaca görüşmek. 3. Sezinler gibi
une mode envahissante, des soucis envahissants). 3.
olmak (Entrevoir la vérité, la solution, les
Kaplayan, bürüyen (Des herbes envahissantes). 4.
difficultés)
tkz. Rahatsız edici, saygısız, başkasının gizliliğine
entrevous er. İki kiriş yada iki direk arası, karışan (Un voisin envahissant).
entrevue diş. 1. Görüşme. 2. Buluşma, "buluşum, envahissement er. 1. İstilâ (L'envahissement d'un
randevu (Fixer une entrevue. Je peux vous ménager pays). 2. Kaplama, bürüme, her yanı sarma
un entrevue avec le directeur). § Avoir une entrevue (L'envahissement.d un port par le sable, d'un jardin
avec qn: -ile bir görüşme yapmak, buluşmak (Les par les mauvaises herbes).
délégués syndicaux ont eu une entrevue avec le envahisseur er. 1. İstilâ eden, "müstevli, "istilacı
ministre). (Repousser, chasser l'envahisseur. Un peuple qui
entrisme er. (Parti, sendika v b . için) Sızma résiste vaillamment aux envahisseurs). 2. s. Her
(L'entrisme est une vieille tactique des yanı saran, kaplayan (Les virus envahisseurs).
groupuscules). envasement er. Çamurla dolma, çamur doldurma
entropion er. (Göz kapağında) İçe kıvrılma, (L'envasement d un canal).
entrouvert, e s. Yarı aralanmış, azıcık açık (Porte, envaser gçl. 1. Çamurla doldurmak (Envaser un
fenêtre entrouverte). § Rester la bouche port, un canal). 2. Çamura batırmak (Envaser une
entrouverte: Şaşmak, ağzı açık kalmak, barque). § S'envaser: 1. Çamura batmak (Nous
entrouvrir, entr'ouvrir gçl. Aralamak, aralık nous sommes envasés). 2. Çamurla dolmak (Un
enveloppant 527 envie

canal qui s'envase, un port qui s'envase). Azmak (La blessure s'est envenimée).
enveloppant, e s. 1. Saran; kuşatan (Un manteau très envergure diş. 1. den. Yelken eni. 2. Kanat yaylımı,
enveloppant. Un mouvement enveloppant: iki kanadın uçtan uca mesafesi (L'envergure d'un
Kuşatma hareketi). 2. mec. Çekici, büyüleyici, oiseau, d'un avion). 3. mec. Çap, büyüklük,
sürükleyici (Une voix enveloppante. La kapsam (Une réforme de grande envergure). 4.
conversation a pris un tour enveloppant). mec. Kavrama gücü, kavrayış, zekâ (Cet homme
enveloppe diş. 1. Kabuk, dış zar (L'enveloppe des manque d'envergure). § Prendre de l'envergure:
petits poids s'appelle la cosse). 2. Zarf (Mettre une Gelişmek, büyümek, genişlemek (Il a commencé
lettre dans une enveloppe). 3. Örtü, kılıf (Enveloppe modestement, mais son commerce a pris de
qui recouvre un meuble, un oreiller). 4. mec. l'envergure).
Görünüş, dış görünüş (Sous cette rude enveloppe envers ilg. -e karşı, -için (Ilest généreux envers nous;
se cachait un coeur sensible). être plein d'indulgence envers tes prisonniers). §
enveloppement er. 1. Sarma, anbalaj yapma Envers et contre tout, envers et contre tous:
(L'enveloppement de chaque bibelot est nécessaire Herşeye karşın, herkese karşın, tüm engellere
avant le transport). 2. ask. Kuşatma, çevirme karşın (Je défendrai son innoncence envers et
hareketi (Une manoeuvre qui vise à contre tous).
l'enveloppement de l'armée ennemie). envers er. 1. (Bir şeyin) Ters yüzü, arka yüzü, tersi
envelopper gçl. 1. Sarmak, sarmalamak, (L'envers d'une étoffe, d'une assiette, dune
paketlemek (Le frutier enveloppa les oranges avec médaille, d'une monnaie, cf unefeuille de papier). 2.
un journal). 2. Sarmak, bürümek, kaplamak (Les (Bir şeyin) İç yüzü, görünmeyen yanı (Découvrir
ténèbres enveloppent la terre. Le brouillard nous l'envers des choses, dune affaire). 3. Tam tersi,
enveloppe de tous côtés). 3. ask. Kuşatmak, aksi, zıddı (Les défauts sont F envers inévitable des
çember içine almak (EnvelopperF armée ennemie). qualités). § A l'envers: bel. 1. Ters (Il a mis son
4. mec. Örtmek, gizlemek, anlaşılmaz duruma chandail à l'envers. Un portrait mis à F envers. Les
sokmak (Envelopper sa pensée, ses paroles). S. roues tournent à l'envers). 2. Karmakarışık
Envelopper qn, qch de: a) Birini, bir şeyi... ile durumua, alt üst olmuş (Mes locataires ont laissé
çevirmek, kuşatmak,... içine almak (Il voulait ma maison à F envers). 3. Tersine (Le monde va à
nous envelopper de son influence), b) -e bürümek, - l'envers). Aller à l'envers: Ters gitmek, iyi
ile gizlemek, saklamak, örtmek (Envelopper un gitmemek (Tout va à F envers, les affaires vont à
crime de mystère. Envelopper ta réalité de fictions, l'envers). Avoir la tête à l'envers, avoir l'esprit à
d'un voile). 6. Enveleopper qn, qch dans qch: a) l'envers: Kafası ters işlemek. Faire des progrès à
Birini, bir şeyi -e sarmak (Envelopper des bonbons l'envers: Tersine ilerlemek, ilerleyecek yerde
dans du papier. Envelopper un enfant dans des gerilemek. Faire qch à l'envers: -in tersini
langes, dans une couverture), b) Birini bir şeyin yapmak, -i tersine yapmak (Ilfait tout à F envers).
içine sürüklemek, katmak, sokmak (Envelopper Prendre qch à l'envers: Bir şeyi ters anlama almak,
quelqu'un dans une accusation, dans un crime). § yanlış anlamak (Tuas pris mes paroles à F envers).
S'envelopper dans qch: 1. -e bürünmek, sığınmak, envi (à F) bel. 1. Birbiriyle yarışırcasına (Des
-in içine girmek (S'envelopper dans sa dignité; candidats qui promettent à F envi toutes sortes
s'envelopper dans des couvertures). 2. S'envelopper d'avantages à leurs électeurs. Les femmes imitant
de qch: -ile kendini saklamak, gizlenmek toutes, à T envi, F impératrice Eugénie). 2. A l'envi
(L'amour véritable s'enveloppe toujours des de: ilg. -ile yarışırcasına (Ils me fouettaient dans
mystères de la pudeur). mon enfance comme à l'envi t un de F autre).
envenimé, e s. 1. Azmış (Une blessure envenimée). 2. enviable s. İmrenilecek, imrenilecek gibi,
Zehir gibi, çok sert, it yese kudurur (Des paroles imrenmeye değer (Une position, une situation
envenimées). enviable. Un sort peu enviable).
envenimement er. 1. Azdırma; azma envie diş. 1. Kıskançlık, çekemezlik (Ses reproches
(L'envenimement d'une plaie). 2. Zehirlenme; ne sont pas justifiées, c'est l'envie qui lefait parler).
zehirleme. 2. İstek, dilek, °arzu,"heves(C'estl'enviedevisiter
envenimer gçl. 1. Azdırmak (Envenimer une cette ville pittoresque qui lui a fait faire un détour.
blessure, une plaie, un mal). 2. Kızıştırmak, Envie de manger, de sauter). 3. (Deride) Doğuştan
şiddetlendirmek (Ces paroles agressives ont leke. 4. Şeytan tırnağı. 5. Aş erme (Envie d une
envenimé le débat.Envenimer une querelle). 3. femme grosse). § Avoir envie de f. qch: -mek
Zehir, ağı katmak; zehir sürmek (Certains isteğini duymak (Tai envie de me promener un
sauvages enveniment leurs flèches). § S'envenimer: peu). Avoir envie que: -meşini istemek, dilemek
envier 528 envoûter

(Avez-vous envie qu'on se moque partout de vous?). uzmanı.


Donner envie de f. qch: -mek isteğini vermek, environner gçl. 1. Sarmak, kuşatmak, etrafında
uyandırmak. Eprouver, ressentir l'envie de f. qch: bulunmak (Les remparts qui environnent la ville.
-mek isteğini duymak. Faire envie à qn, porter Les montagnes qui environnent une plaine). 2.
envie à qn: -i kıskandırmak, -in kıskançlığını Environner qch de: -in etrafını... lerle sarmak,
uyandırmak (Porter envie à un rival. Un jeune kuşatmak, çevirmek (Environner une ville de
homme comme lui fera toujours envie aux remparts). § S'environner de: -leri etrafına
vieillards). Faire passer l'envie de qch à qn: Birinin toplamak, -1er ortasında olmak (S'environner
içindeki.... isteğini öldürmek. Mourir d'envie de d'amis, de disciples).
qch, de f. qch: -arzusuyla, -mek isteğiyle yanıp envisageable s. Düşünülebilir, tasarlanabilir
tutuşmak (Il meurt d'envie de raconter son (Cette hypothèse n'était même pas envisageable).
histoire). L'envie prend à qn de f. qch: -si gelmek envisager gçl. 1. Yüzüne bakmak. 2. Göz önünde
(L'envie lui prenait de pleurer: Ağlayası geliyordu, bulundurmak, düşünmek (Envisager le pire.
ağlamaklı oluyordu). Envisager toutes les conséquences éventuelles d'un
envier gçl. 1. Kıskanmak, çekememek; imrenmek problème). 3. Envisager qch, de f. qch:
(Senvie votre courage). 2. Envier qch à qn: Birinin Tasarlamak, -meyi tasarlamak, düşünmek (Nous
-sini kıskanmak (Elle lui enviait sa portion de envisageons des vacances sur ta Cote d'Azur. Il
l'héritage paternel). 3. Envier à qn de f. qch: Birinin envisage de mettre ses enfants en pension).
-meşini kıskanmak, -birinin -meşine imrenmek envoi er. 1. Yollama, gönderme, gönderilme (Envoi
(Je vous envie d avoir déjà fini ce travail). N'avoir d'une lettre, d un message, de fleurs). 2.
rien à envier à: -in imrenecek hiçbir yanı Gönderilen şey, gönderi (J'ai reçu hier votre
olmamak, -den kıskanacak hiçbir şeyi olmamak envoi). 3. ed. Bir koşuğun sonuna, birine saygı
(Je n'ai rien à envier à personne). § S'envier: göstermek için konulan dizeler, ağırlama, *sunu.
Birbirini kıskanmak; birbirine imrenmek, § Envoi en possession: hukM'w miras için yetkililik
envieux, euse s. ve ad. 1.-Kıskanç, çekemeyen (Les kararı, mirası teslim alma yetkisi. Coup d'envoi:
envieux attendaient son échec pour se réjouir. Des (Futbolda) Başlama vuruşu,
regards envieux). 2.Envieux de qch: -de gözü olan, envol er. 1. Uçma, uçuş, havalanma (L'envol dun
-i kıskanan (Un homme envieux du bien d autrui). § oiseau, dun avion). 2. Atılış, atılım (Unepensée qui
Etre envieux de qch: -i kıskanmak (Les voisins, prend son envol vers les hautes sphères de la
envieux de son bonheur, avaient cessé de lui parler). métaphysique).
Faire des envieux: Başkalarını kıskandırmak; envolée diş. 1. Uçuşma (Des envolées de feuilles
imrendirmek, kıskançlık yaratmak (Il a fait bien mortes). 2. mec. ed Esin kanatlanması, ruh
des envieux le pur où il a reçu cet héritage. Un atılımı, düşlerin at koşturması, kanatlanma (Une
pêcheur qui fait des envieux en levant une grosse envolée lyrique. Mes plaidoiries, mes grandes
pêche). envolées professionnelles sur l'innocence et la
justice).
enviné, e s. İçine şarap kokusu sinmiş
(Un récipient enviné). envoler (s') gsz. 1. Uçmak, uçuşmak, havalanmak
environ bel. 1. Aşağı yukarı (Trois cent personnes (Les oiseaux se sont envolés. Des feuilles sèches qui
environ assistaient à la conférence. Je serai de s'envolent au vent. L'avion s'envola vers Ankara).
retour à sept heures environ). 2. er. ç. Etraf, çevre, 2. Çıkmak yükselmek (Des cris variés s'envolent
yöre, yan yöre (La ville est sans intérêt. mais les par les fenêtres). 3. Kaçmak, birden gözden
environs sont très pittoresques). § Aux environs de: kayboluvermek (Les voleurs se sont envolés). 4.
1. Yöresinde, çevresinde (Le printemps est mec. Uçup gitmek, yok olmak, geçip gitmek (Le
magnifique aux environs d'Istanbul). 2. Sırasında, temps s'envole, tous mes espoirs se sont envolés). §
sıralarında (Aux environs de Noël, aux environs de Les paroles s'envolent, les écrits restent: Söz uçar
1800). gider, yazı kalır,
environnant, e s. Çeviren, çevreleyen; çevredeki envoûtant, e s. Büyüleyici (Une beauté envoûtante).
(Les bois environnants). envoûtement er. 1. Büyüleme, büyüleyicilik
environnement er. I. Çevirme, çevrilme; çevreleme, (L'oeuvre de Rimbaud conserve une prodigieuse
çevrelenme. 2. Çevre (Protection de puissance d'envoûtement. L'envoûtement des nuits
l'environnement. Pollution de l'environnement). orientales). 2. Büyü, büyü yapma (Conjurer un
environnemental, e s. Çevresel, çevre ile ilgili envoûtement).
(Problèmes environnementaux). envoûter gçl. 1. Büyü yapmak. 2. Büyülemek, başını
environnementaliste ad. Çevrebilimci, çevrebilim döndürmek ( Cette femme l'a envoûté. Un paysage
envofiteur 529 épandre

qui envoûte les touristes). sauce épaisse. Des ténèbres épaisses. Un brouillard
envoûteur, cusc ad. Büyü yapan, büyücü, épais). 4. Sık (Chevelure épaisse; une foule épaisse).
envoyé, e ad. 1. Aracı, elçi, delege (Envoyéporteur 5. bel. Sık, sık olarak, çok (Semer épais. Il n'y en a
d'un message. Recevoir avec honneur les envoyés pas épais). 6. er. Kalınlık,
d'un gouvernement étranger). 2. Muhabir épaisseur diş. 1. Kalınlık (L'épaisseur de la peau de
(L'envoyé spécial d'un journal). § Envoyé en l'éléphant: T épaisseur d un livre, d'un papier, d'un
possession: Mirası teslim alan. C'est bien envoyé: tissu). 2. Koyuluk, yoğunluk (L'épaisseur du
Oh oldu, canıma değsin, çok iyi oldu. Vous êtes brouillard, d'une sauce, d'un liquide). 3. Sıklık
l'envoyé du ciel: Tam zamanında geldiniz, Hızır (L'épaisseur de la chevelure, du feuillage, de
gibi yetiştiniz, l'herbe). 4. İç, derinlik (L'épaisseur dune armoire.
envoyer gçl. 1. Göndermek, yollamak (Envoyer Creuser une niche dans l'épaisseur d'un mur).
un message, une lettre, un télégramme, un colis, un épaissir gçl. 1. Kalınlaştırmak (De grosses
cadeau, une carte de voeux). 2. Envoyer qch à qn: couvertures qui épaississent le lit). 2.
Birine bir şey göndermek (Envoyer des fleurs à un Koyulaştırmak, yoğunlaştırmak (Epaissir un
ami). 3. Atmak, fırlatmak (Envoyer un projectile, sirop, une sauce en ajoutant de la farine). 3. gsz.
une fusée dans la Lune, le ballon dans les buts Kalınlaşmak (Sa taille a épaissi). 4. gsz.
adverses). 4. Vurmak, indirmek, aşketmek, Yoğunlaşmak, koyulaşmak (La peinture
atmak (Envoyer une gifle, un coup de pied à commence à épaissir. Dès que la crème épaissit,
quelqu'un). 5. Envoyer qn f. qch: Birini -meye otez-la du feu). § S'épaissir: 1. Sıklaşmak (Sa
göndermek (Envoyer un enfant faire des courses, chevelure s'épaissit, la foule s'épaississait. 2.
chercher du pain. 11 a envoyé son frère chercher un Yoğunlaşmak, koyulaşmak (L'ombre s'épaissit, le
médecin). § Envoyer promener qn, envoyer paître brouillard s'épaississait, le sang s'épaissit).
qn, envoyer qn sur les roses: Birini kovmak, épaississant, es. vead. Koyulaştırıcı,yoğunlaştırıcı.
atlatmak, başından savmak. Envoyer qn dans épaississement er. 1. Koyulaşma, yoğunlaşma
l'autre monde: Öldürmek, canını cehenneme (L'épaississement du brouillard, du sang, d'un
yollamak, öbür dünyayı boylatmak. Envoyer qn liquide). 2. Kalınlaşma (Epaississement de la
au diable: Şiddetle azarlayıp kovmak, defetmek. peau).
Envoyer qn à terre: Yere yıkmak, yere düşürmek.
épanchement er. 1. Yağma, yağış (Féconds
Envoyer ses amitiés à qn: Birine sevgi ve
épanchements de pluie et de rosée). 2. Akma,
selâmlarını göndermek. Envoyer qn en l'air:
akıtma. 3. hek. Sıvı; organizmada sıvı toplanması
Yenmek, yere sermek, paçasını aşağı almak. Ne
(Epanchement pleural). 4. Açılma, derdini dökme,
pas envoyer dire qch à qn: Bir şeyi birinin yüzüne
içini açma (Tai besoin d'épanchement).
açık açık söylemek, dan diye söylemek (Je ne le lui
épancher gçl. 1. Akıtmak, boşaltmak (Unefontaine
ai pas envoyé dire). § S'envoyer: 1. Birbirine
épanche son eau pure). 2. Açıklamak, dışa
göndermek (Ils s'envoient régulièrement de
vurmak, dile getirmek, söylemek, açmak
longues lettres). 2. S'envoyer qch: a) (Bir angarya
(Epancher ses peines, ses inquiétudes). § Epancher
yada istenmeden yapılan bir iş için) Tek başına
sa bile: Öfkesini boşaltmak. Epancher son cœur à
yapmak, yalnız kendisi yapmak (S'envoyer une
qn: Derdini -e dökmek, için açmak. § S'épancher.
corvée, un travail pénible), b) Yemek, içmek,
1. Akmak, dökülmek (Je sentais comme une
mideye indirmek (S'envoyer un verre de vin, un
fontaine de miséricorde qui s'épanche du haut du
bon repas). 3. S'envoyer qn: tkz. Biriyle yatmak,
ciel dans mon coeur). 2. Toplanmak, -e akmak (Le
cinsel ilişkide bulunmak (Une blonde qui
sang s'est épanché dans l'estomac). 3. İçini
s'envoyait le jeune étudiant).
dökmek, derdini dökmek (Tu as besoin de
envoyeur, euse ad Gönderen, gönderici, yollayıcı.
l'épancher. Il s'épanche dans ses lettres). 4.
éocène s. ve ad. yerb. Eosen,
S'épancher à qn, auprès de qn: Birine açılmak,
éolien, ne s. 1. Rüzgârla işleyen (Machine éolienne,
derdini -e dökmek,
roue éolienne). 2. Rüzgâra değgin (Energie, force
épandage er. 1. Serpme, saçma (Epandage du
éolienne). 3. Rüzgârın etkisiyle olan, rüzgâra
fumier). 2. coğr. Suların yayıldığı düzlük. 3.
bağlı (Erosion eolienne).
Lâğım sularının süzülerek temizlendikleri alan;
épacte (//'.>. Güneş yılı ile ay yılı arasındaki gün farkı,
çöplerin atıldığı alan.
épagneul, e ad. İspanyol köpeği,
épandeur, euse ad. Asfalt dökme makinesi, gübre
épais, ses. 1. Kalın (Un mur épais, papier épais, une
épaisse tranche de pain). 2. Kaba (Une plais mterie saçma makinesi,
épaisse, un mensonge épais). 3. Koyu, yoğun (Une épandre gçl. 1. Saçmak, serpmek, serpiştirmek
(Epandre du fumier, des engrais). 2. mec. Etrafına
épanneler 530 épaule

saçmak, dağıtmak, yaymak (Epanche la bonté). qch à qn: Birini -den kurtarmak, -den bağışık
épanneler gçl. Kabasını almak, yontmak, tutmak (On a préféré lui épargner la honte de cet
tasarlamak (Epanneler un bloc de pierre, un bloc de aveu. Epargner un travail, une peine à un malade).
marbre). éparpillement er. Saçma, saçılma; dağıtma,
épanorthose diş. ed * Dönüş, °rücu; söylediği bir dağılma; dağınıklık (L'éparpillement des efforts:
sözü hemen reddedip onun yerine daha l'éparpillement de papiers, de plumes;
güçlüsünü söyleme sanatı, !éparpillement des baigneurs sur la plage).
épanoui, e s. 1. Açmış, açılmış (Une rose épanouie). éparpiller gçl. 1. Saçmak, dağıtmak, savurmak
2. Işıl ışıl (Un visage épanoui, un sourire épanoui). (Le vent a éparpillé tes papiers, les feuilles mortes).
3. Gelişmiş, serpilmiş (Un corps épanoui). 2. Dağıtmak, yaymak, doğru dürüst
épanouir gçl. 1. -i açmak; açtırmak (Une plante qui kullanamamak (Eparpiller ses forces, ses efforts,
épanouit ses fleurs. Le paon épanouit sa queue. Le son attention, son talent). § S'éparpiller: 1.
soleil avait épanoui les tulipes). 2. Açmak, Saçılmak, dağılmak, savrulmak (La cendre s'est
ferahlandırmak, neşelendirmek, ferahlık vermek éparpillée). 2. Kendini dağıtmak, daldan dala
(Cette bonne nouvelle lui avait épanoui le visage. atlamak, sürekli olarak bir işle uğraşmamak (IIne
L'espérance épanouit le coeur. Cela m'a épanoui). fait que s'éparpiller).
3. Geliştirmek (Ce nouveau genre de vie l'a épars, e s. Dağınık (Cheveux épais; fragments
épanoui). § S'épanouir; 1. Açılmak (Les fleurs épars d une oeuvre).
s'épanouissent au soleil). 2. Işıl ışıl olmak, ışımak épatamment bel. tkz. Çok güzel, hayret edilecek
(Son visage s'est épanoui de joie). 3. Gelişmek, şekilde (Ce costume vous va épatamment).
serpilip boylanmak (Cet enfant ne peut pas épatant, e i. tkz. Çok güzel, şaşılacak, hayran
s'épanouir dans le milieu où il vit). kalınacak (Il fait un temps épatant. Une soirée
épanouissement er. 1. Açma, açılma épatante, une jèmme épatante).
(L'épanouissement d'une rose). 2. Işıma, ışıl ışıl épate diş. tkz. Şaşırtma, şaşalatma.§ Faire de l'épate,
olma (L'épanouissement dun visage). 3. Çok ince des epates: Etrafını şaşırtmaya, şaşalatmaya
dallara ayrılma (L'épanouissement d'un nerf d'un çalışmak, hayrete düşürmek,
vaisseau). 4. Ferahlama, açılma, neşelenme épaté, e s. 1. Yassı, basık, pat (Un nez épaté).
(L'épanouissement du coeur). 5. Gelişme 2. tkz. Çok şaşmış, hayretten ağzı bir karış açılmış
(L'épanouissement d'une civilisation, d'un art). (Il avait un air épaté). 3. Etre épaté de qch, -de f.
épargnant, e s. ve ad. 1. Tutumlu (Je ne suis pas qch: -e, -diğine çok şaşmak, hayret etmek,
épargnant. Une femme épargnante). 2. Para épatement er. 1. Basıklık, yassılık, patlık
biriktiren kimse; tasarruf sahibi (L'inflation ruine (L'épatement du nez). 2. tkz. Büyük şaşkınlık,
les petits épargnants). şaşıp kalma, şaşalama, hayretten ağzı bir karış
épargne diş. 1. Para biriktirme, tutum, "tasarruf açık kalma.
(Une législation qui tend à encourager l'épargne. épater gçl. 1. Ayağını kırmak (Epater un verre). 2.
La caisse d'épargne). 2. Tasarruf (La (Eski) Sırt üstü düşürmek. 3. tkz. Şaşırtmak,
modernisation des moyens de production a entraîné şaşalatmak, hayrete düşürmek (Cette nouvelle
une épargne de temps considérable). 3. ç. Birikmiş m'a épaté, ce résultat nous a épatés).
para, biriktirilmiş para, "tasarruf (Il vit de ses épaulard er. Büyük bir cins yunus balığı, falyanos,
épargnes; placer ses épargnes). épaule diş. 1. Omuz (La jardinier va à son travail, la
épargner gçl. 1. Epargner qn: -e karşı iyi davranmak, bêche sur l'épaule). 2. (Kasaplıkta) Hayvanın kol
hoşgörülü davranmak, kıyıcı olmamak kısmı, kol (Une épaule de mouton, de veau). § Avoir
(Epargner son adversaire, son ennemi). 2. -i la tête sur les épaules: Makul olmak, aklı başında
öldürmemek, canını bağışlamak, kurtarmak (La olmak, ne yapıp ne ettiğini bilmek. Avoir les
guerre a épargné ces populations. L'épidémie ne l'a épaules tombantes: Düşük omuzlu olmak.
pas épargné). 3. Hatır gönül dinlemek, saymak, Changer son fusil d'épaule: Düşünce, kanı, tasarı,
saygı göstermek, -e dokunmamak (Iln'a épargné yöntem, meslek değiştirmek. Donner un coup
personne dans sa critique. Epargner la vieillesse, d'épaule à qn, prêter l'épaule à qn: Birine yardım
l'amour propre de quelqu'un). 4. Tutumlu, ölçülü etmek, omuz vermek, destek olmak. Etre large
kullanmak (Epargner le sucre, sa force). 5. d'épaules: Geniş omuzlu olmak. Faire toucher les
Biriktirmek, bir kenara koymak (Epargner de épaules: (Güreşte) Sırtını yere getirmek. Hausser
l'argent). 6. Esirgemek (Il n'épargnera rien pour les épaules, lever les épaules: O m u z silkmek. Peser
vous donner satisfaction. La police n'épargne aucun sur les épaules: Omuzlarına ağır gelmek, -in
effort pour retrouver les coupables). 7. Epargner yükünü taşıyamamak (İM vie lui pesait sur les
épaulée 531 épicer

épaules. Cette responsabilité me pèse sur les éperdu, e s. 1. Çılgın, çılgına dönmüş (Une veuve
épaules). Porter qn sur ses épaules: Birinin yükünü éperdue de douleur; il est éperdu de joie). 2. Aşırı,
taşımak, bütün angarya ve sıkıntılarını çekmek. çok büyük (Une reconnaissance éperdue).
Regarder, traiter qn par-dessus les épaules: Birine éperdument bel. Çılgınca (Etre éperdument
yüksekten bakmak, birini küçümsemek, amoureux).
épaulée diş. Omuz verme, yardım, éperlan er. Lapina balığı.
épaulement er. 1. Omuzlama duvarı 2. ask. Toprak éperon er. 1. Tepkiç, "mahmuz (Les éperons d'un
tabya. coq. Faire sonner ses éperons). 2. Çıkıntı tabya. 3.
épauler gçl. 1. Omuzuna dayamak (Epauler un fusil, Duvar desteği. § N'avoir ni bouche ni éperon: Ne
une carabine). 2. Omuz vermek, yardım etmek, söz ne dayak kâr etmemek; duygusuz ve aptalın
desteklemek (Mes amis m'ont épaulé dans cette teki olmak.
entreprise). éperonner gçl. 1. Tepkiçlemek, "mahmuzlamak
épaulette diş. 1. "Apolet, »omuzluk (Les galons (Eperonner un cheval). 2. mec. Dürtüklemek,
des officiers sont posés sur les épaulettes). 2. dürtmek, kışkırtmak (L'ambition éperonne
(Kadın giysilerinde) Omuz askısı, l'homme). 3. Mahmuz takmak (Etre botté et
épave diş. 1. Yitik eşya (Rassembler les épaves au éperonné).
bureau des objets trouvés de la gare). 2. Denize épervier er. 1. Atmaca. 2. Serpme, kurşunlu balık
batmış eşya, "enkaz, denizin karaya attığı eşya ağı.
(Une épave de navire à demi ensablée). 3. Kalıntı, épervière diş. bitb. Farekulağı,
döküntü, kırıntı (Les épaves d'un empire, d'une épeuré, e s. Korkmuş, ürkmüş, korku içinde olan.
fortune, d'un bonheur). 4. Büyük bir yoksulluğa épeurer gçl. Korkutmak, ürkütmek, içine korku
düşmüş kimse, düşkün (Depuis sa ruine, il n'est salmak.
plus qu'une épave). éphèbe er. Yakışıklı delikanlı, güzel delikanlı,
épée diş. 1. Kılıç (Se battre à tépée). 2. mec. Askerlik éphélide diş. Deride leke.
(Il quitta la robe pour l'épée). 3. Yüreklilik, éphémère s. 1. Bir gün yaşayan, bir gün süren, bir
yiğitlik, kahramanlık (Il doit son élévation à son günlük (Des insectes éphémères). 2. Geçici (Un
épée). 4. Silâh gücü. § Epée de Damodès: succès éphémère, bonheur éphémère). 3. er.
Demokles'in kılıcı; her an gelebilecek bir tehlike. Susineği.
Une bonne épée: j İyi kılıç kullanan kimse, yiğit éphéméride diş. 1. *Gökgünlüğü, gökcisimlerinin
adam, kahraman. Un coup d'épée dans l'eau: yerlerini, konsayılarını, uzaklık ve parlaklık gibi
Boşuna çaba. Avoir l'épée sur la gorge: Bir şeyi niceliklerini yılın günlerine göre veren değerler
zorla, söke söke almak, gösterdiği büyük çaba çizelgesi. 2. Değişik günlerde, aynı gündeki
sonucu elde etmek. Mettre à qn l'épée dans les olayları derleyen yazılar. 3. Her gün bir yaprağı
reins: Birini çok sıkıştırmak, güç duruma koparılan duvar takvimi,
sokmak, iki ayağını bir pabuça sokmak. Passer épi er. 1. Başak (Un épi de blé, d'orge, de seigle). 2.
au fil de l'épée: Kılıçtan geçirmek. Poser l'épée: Başak biçiminde çiçek. 3. Dik duran, yatışmayan
Savaşı durdurmak, silahları bırakmak. Rendre saç tutamı. 4. Bir ırmağın sürüklediği kum ve
son épée: Kılıcını teslim etmek, yenilgiyi kabul çakılları tutmak için dikilen direkler, ırmağın
etmek. Se blesser de son épée: Kendi kendine sularına yön veren dikme. § En épi:
kötülük etmek, ne ettiyse kendine etmek, kendi Verevlemesine, yanlamasına (Voitures garées en
edip kendi bulmak, épi). Etre en épi: Başağa durmak, başaklanmak,
épeiche diş. Bir tür ağaçkakan, başak tutmak (Les blés sont en épi). Deux
épeire diş. Avrupada görülen bir tür örümcek, moineaux sur un épi ne sont pas longtemps amis: İki
épéiste er. Kılıç eskrimcisi; delici kılıççı, epeci. canbaz bir ipte oynamaz,
epeler gçl. 1. Bir sözcüğün içindeki harfleri bir bir épiage, er. épiaison diş. Başaklanma, başak tutma,
söylemek (Voulez-vous épeler votre nom). 2. épicarpe er. Meyva kabuğu,
Hecelemek, *seslemlemek, heceleye heceleye épice diş. Baharat.
okumak (Epeler un texte grec). 3. Okuma
épicé, e s. 1. Baharlı, baharat katılmış (Un repas
yazmayı sökmek, okumaya başlamak,
bien épicé). 2. mec. Açık saçık, içinde çok argo
épellation diş. Heceleme, *seslemleme.
sözcükler bulunan (Un récit épicé).
épenthèse diş. dilb. İçtüreme.
épicéa er. bitb. Lâdin, bir tür köknar,
épenthétique s. dilb. İçtüremeye değgin,
épicentre er. Deprem merkezi,
épépiner gçl. (Meyve yada sebzenin) Çekirdeklerini
épicer gçl. 1. Baharat koymak (Epicer un repas,
çıkarmak (Epépiner une pomme, une tomate).
une sauce). 2. mec. Açık saçık sözcükler katmak
épicerie 532 épine

(Epicer un récit). sürdüren, eskici, artçı (Les épigones du


épicerie diş. 1. Bakkaliye. 2. Bakkallık (Travailler naturalisme).
dans l'épicerie). 3. Bakkal dükkânı (Dans une épigrammatique s. ed. İğnelemeye değgin,
épicerie, on vend des conserves, des boissons, du iğnelemeli (Style, allusion épigrammatique).
chocolat, du savon). 4. (Eski) Baharat ticareti, épigramme diş. 1. (Eskiden) Yazıt, anıt yazısı. 2.
baharatçılık. İğneleyici kısa koşuk yada söz, iğneleme (Faire
épicier, ère ad. 1. (Eski) Baharatçı, baharat tüccarı. une épigramme contre quelqu'un. Il aimait à
2. Bakkal. 3. mec. Para kazanmaktan başka şey décocher des épigrammes contre ses collègues).
düşünmeyen adam. 4. mec. hkr. Dar kafalı, basit épigraphe diş. 1. Tammlık; bir yapıtın ne işe
adam (C'est un épicier). yaradığı, ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı
épicurien, ne s. ve ad. 1. fels. Epikuros felsefesini gibi noktaları göstermek için bir tarafına
tutan, Epikurosçu (Philosophe épicurien, morale yerleştirilen yazı. 2. Bir kitabın, bir yapıtın
épicurienne). 2. Zevk düşkünü, zevk ve eğlencenin yönünü belirtmek için baş tarafına konulan söz.
her türlüsüne düşkün; kösnül, tenetapar. épigraphie diş. Eski yazıtlar bilimi, *yazıtbilim.
cpieurisme er. 1. fels. Epikuros felsefesi, épigraphique a Yazıtlara değgin, yazıtla ilgili,
epikurosçuluk. 2. Zevk ve eğlence düşkünlüğü, *yazıtsal; yazıtbilimsel (Etudes épigraphiques).
tenetaparlık. épigraphiste ad. *Yazıtbilimci, eski yazıtlar uzmanı,
épicycle er. gökb. İlmek, épigyne s. bitb. Altyumurtalıklı.
épidémicité diş. Salgınlık, salgın olma niteliği, épilation diş. Kıl yolma, kıl düşürme, kıllarını alma
épidémie diş. Salgın, sayrılık salgını (L'épidémie de (Epilation avec une crème, épilation électrique).
grippe). épilatoire s. Kıl düşürücü, kıl dökmeye yarayan
épidémique s. Salgın halinde olan (Maladie (Crème épilatoire).
épidémique. Un besoin épidémique de liberté). épilepsie diş. Tutarık, "sara.
épiderme er. anat. 1. Üstderi. 2. Deri, cilt. § Avoir épileptiforme s. Sara biçiminde, sarayı andıran,
l'épiderme sensible: Alıngan olmak. Chatouiller tutarıksı.
l'épiderme à qn: -in hoşuna gitmek (Ces épileptique 5. 1. Saraya değgin, tutarıkla ilgili
compliments lui chatouillait l'épiderme). Faire (Convulsions épileptiques, crise épileptique). 2.
hérisser l'épiderme de qn: Birini ürpertmek, Çılgınca, delice (Musique, danse épileptique). 3.
korkutmak, tüylerini diken diken etmek, ad. Saralı, tutarıkh (Un épileptique en pleine crise).
épidermique s. 1. Üstderiyle ilgili, üstderiye değgin épiler gçl. Kıl yolmak, kıl almak (Une
(Blessure, tissu épidermique). 2. mec. Yüzeysel femme qui épile ses sourcils. Se faire épiler les
(Sentiment, réaction épidermique). jambes dans un institut de beauté). § Pince à épiler:
épididyme er. biy. Erbezi üstü. Cımbız.
épier gsz. 1. Başağa durmak, başak tutmak (Les blés épillet er. Başağı oluşturan küçük parçaların her
vont épier). 2. gçl. Gözetlemek (Epier des biri, başakçık (Un épillet de blé, d orge).
amoureux, épier une personne suspecte). 3. épilogue er. ed 1. Bir edebiyat parçasının içindeki
Dikkatle izlemek (J'épiais ses réactions sur son düşünceleri bağlayan sonuç, *sondeyiş (Epilogue
visage). 4. Gözlemek, pusuya yatıp kollamak d'un récit, d'un roman, d'une pièce de théâtre).
(Epier une occasion. Un animal qui épie sa proie). 3jnec. Çözümlenme, sonuçlanma, bir sonuca
épierrage, épierrement er. Taşını ayıklama bağlanma, son (L'épilogue d une affaire
(Epierrage d'un terrain). embrouillée).
épierrer gçl. Taşlarını ayıklamak (Epierrer un epiloguer gçl. 1. Özetleyip bir sonuca bağlamak.
champ avant de semer). 2. tkz. Eleştirmek, kınamak (Epiloguer la conduite
épierreuse diş. Taş ayıklama makinası. d'autrui). 3. Epiloguer sur qch: -üzerinde uzun
épieu er. Kargı, mızrak, uzun yorumlar yapmak, uzun uzun konuşmak,
épieur, euse ad. Gözetleyici, kollayıcı, söylev çekmek (On pourrait épiloguer
épigastre er. anat. Karının üst bölgesi, canevi. interminablement sur les causes de cet échec).
épigastrique s. Karnın üst bölgesiyle ilgili (Douleurs épinard er. Ispanak. § Mettre du beurre dans les
épigastriques). épinards: tkz. Durumunu düzeltmek, işlerini
épigé, e s. Toprak üstünde gelişen, topraküstü yoluna koymak,
(Cotylédons épigés du haricot). épine diş. 1. Diken (Les épines du rosier, de la ronce,
épigénèse diş. biy. Sıralı oluş. du chardon). 2. Diken, ok, sert kıl (Les épines d'un
épiglotte diş. anat. Gırtlak kapağı, hérisson, d'un oursin). 3. Dikenli çalı (Une haie
épigoneer.ed Eski bir sanat yada edebiyat çığırını d'épines). 4. Akdiken. 5. anat. Kemik çıkıntısı. 6.
épinette 533 épitomé

meç. Sıkıntı, güç durum. § Epine dorsale: öğreti.


Belkemiği, omurga. Enlever, oter, tirer à qn une épiphylle i. bitb. 1. Yapraklar üzerinde gelişen.
épine du pied: Birini çok güç bir durumdan, 2. er. Atlasçiçeği.
büyük bir sıkıntıdan kurtarmak (Tu lui as tiré une cpiphyse diş. anat. Kemikucu.
épine du pied). Etre sur des cpincs: Diken üstünde épiphyte s. bitb. Üstbitken, bitki üzerinde biten
oturmak. Il n'y a pas de roses sans épines: (Le lierre, les lianes sont des plantes épiphytes).
Dikensiz gül olmaz, gülü seven dikenine katlanır, epiploon er. hek. İçorgan askısı,
épinette diş. 1. Küçük klavsen. 2. (Kümes épique i. 1. Destana değgin; koçaklamalı (Poèmes
hayvanları için) Besi kalesi, épiques). 2. Destanlık, destansı, destan gibi (Une
épineux, euse s. 1. Dikenli (Une lige épineuse. aventure épique. H a eu des démêlés épiques avec
Un arbuste épineux). 2. mec. Güçlüklerle dolu, son voisin).
içinden çıkılması güç (Un problème épineux). épiscopal, e s. Piskopos ile ilgili,
epine-vinette diş. bilb. Kadıntuzluğu denilen bitki, épiscopat er. 1. Piskoposluk. 2. Piskoposlar kurulu,
sarıçalı. épisode er. 1. *01untu; bir koşuk yada öyküde asıl
épingle diş. 1. Topluiğne (Attacher deux feuilles de olaya katılan ikinci derecede bir olgu (Le combat
papier par une épingle). 2. İğne (Epingles de d'Achille et d Hector est un épisode célèbre de
cravate). 3. loka (Epingle à cheveux). § Coup l'Iliade). 2. Eski Yunan trajedisinde iki koro
d'épingle: Müfitçe iğneleme, dokundurma, hafifçe ezgisi arasındaki konuşmalı bölüm. 3. (Roman,
eleştirme. Epingle de nourrice, épingle de sûreté, film için) Bölüm. § Film à épisodes: Dizi film.
épingle double: I-irkete, çengelli iğne. Epingle à épisodique s. 1. Oluntuluk, katma olgu türünden
linge: Çamaşır mandalı. En épingle à cheveux: (Un personnage épisodique). 2. Önemsiz, ikinci
Çok dar (Virage en épingle à cheveux). Chercher derecede (C'est un événement épisodique).
une épingle dans une botte de foin: Deryada inci épisser gçl. Uçlarını açıp birbiriyle örerek
bulmaya çalışmak, bulunması olanaksız bir şeyi birleştirmek, eklemek (Episser deux bouts de
bulmaya çalışmak, pösteki saymak. Etre tiré à cordages, deux câbles).
quatre épingles: İki dirhem birçekirdekolmak, kıl épissure diş 1. İki ucu birbirine ekleyen düğüm. 2.
pıraııga kızıl çengi olmak. Monter qch en épingle: Elektrik kablosunun ek yeri.
Bir şeyi belirtmek, ortaya koymak, ortaya épistaxis [epistaksis] diş. hek. Burun kanaması,
çıkarmak. Tirer son épingle du jeu: İşin içinden épistémologie diş. fels 1. Bilgi kuramı, *bilgikuram.
ustalıkla sıyrılmak, hiçbir zarara uğramadan bir 2. Bilim öğretisi; bilimlerin koyduğu sorunları
işten elini eteğini çekmek, tereyağından kıl çeker inceleyen felsefe dalı.
gibi çekilmek, épistémologique s, fels. Bilgi kuramına değgin,
épingler gçl. 1. Topluiğneylc tutturmak, iğneyle *bilgikuramsal.
iliştirmek (Epingler une photographie au mur). 1. épistémologiste ati. *Bilgikuramcı.
mec. tkz. Yakalamak, enselemek, kodese atmak épistolaire s. Mektuba değgin; yazışmayla, mektup
(ht police vient d épingler le malfaiteur). 3. argo. yazmayla ilgili (Je suis en relation épistolaire avec-
Aşırmak, araklamak, çalmak, ce poète. Une étude sur la littérature épistolaire). §
epinglerie diş. Topluiğne fabrikası, Genre épistolaire: ed. Mektup türü.
épinglette diş. (Ateşli silahlarda) İğne. épistolier, ère ad. 1. Mektup yazma sanatında
épinglicr, ère I. ad. Topluiğne yapımcısı. 2. er. usta yazar. 2. tkz. Çok mektup yazan kimse,
Topluiğne kutusu, épitaphe diş. Mezar taşı yazısı, gömüt yazısı,
épinicrc diş. s. Belkemiğine değgin. § La moelle *sinyazı.
épinière: Omurilik, épithalame er. Düğün deyişi, "sûrname; bir düğün
épinoche diş. hayb. İskorpit balığı, dikcnlibalık. dolayısıyla, yeni evlileri övmek için yazılan
§ Epinoche à trois épines: Uçdikenlibalık. koşuk.
Epinoche de mer: Deniz dikcnlibalığı. épithélial, e s. anat. Epitelyuma değgin (Tumeur
épinoches diş. ç. hayb Dikenlibalikgiller. épithéliale).
épinochette diş. hayb. Dikence, épithelium er. anat. Epitelyum,
épiphanie diş. Hıristiyanların 6 ocak yortusu, épithète diş. dilb. (Sıfat tamlamalarında yer alan)
épiphénomène er. 1. hek. Ek bulgu. 2. fels. Sıfat; sanlık, *belgeç.
*Gölgeolay, bir olaya eklendiği halde onu épitoge diş. Profesörlerin, avukatların resmi
etkilemeyen olay. giyimlerinde sol omuzlarına ilişik kumaş parçası,
épiphénoménisme er. fels. *Gölgeolaycılık; bilinci, épitomé er. (Bir kitaptan, bir yapıttan) Kısaltma,
yardımcı bir olay sayıp ruhsal olaya önem veren özet.
épître 534 époussetage

épître diş. 1. Koşuklu mektup. 2. (Alay) Mektup, un liquide. Eponger l'encre renversée sur la table).
*nâme (Il m'a envoyé une longue épître). 3. 2. Kurulamak (Il épongea son visage en sueur.
Hıristiyanlıkta havarilerin yazdığı mektuplar S'éponger le front avec un mouchoir). 3. mec.
(lîpitrès de Saint Paul aux Corinthiens). Çekmek, yutmak, fazla olanını vergi ve
épizootie diş. Salgın hayvan hastalığı, tahvillerle almak (Eponger une circulation
éploré, e i. 1. Ağlayan, gözyaşı döken, iki gözü iki monétaire). § S'éponger: Yüzünün yada alnının
çeşme (Elle s'est enfouie toute éplorée. Air, visage terini silmek,
éploré). 2. Pek üzgün (Une veuve éplorée, une voix éponte diş. Maden damarı cidarı,
éplorée). éponyme s. 1. Adı bir şeye verilen, adını bir şeye
éployé, e s. Açılmış (Une aile éployée, un journal veren (Athénê, déesse éponyme d Athènes). 2. ad.
éployé). (Eski Yunan'da) Adını yıla veren yargıç kral.
éployer gçl. Açmak (Eployer ses ailes). § S'éployen épopée diş. ed. 1. Destan (Epopée naturelle, épopée
Açılmak (Les ailes s'éploient pour la volée). primitive: ilkel destan. Epopée artificielle: Yapma
épluchage er. 1. Ayıklama, kabuğunu soyma destan). 2. mec. Kahramanlıklar, kahramanlıklar
(Epluchage des légumes, des oranges, des pommes zinciri, "efsane (L'épopée napoléonienne).
de terre, des fruits). 2. Didik didik etme, çok sıkı époque diş. 1. Çağ, zaman (Nous vivons une drôle
inceleme (Epluchage d'un compte). dépoque. Les mœurs dune époque). 2. Dönem,
éplucher gçl. 1. Ayıklamak, kabuğunu soymak (L'époque révolutionnaire. L'époque de Louis
(Eplucher des légumes, desfruits, des crustacés, des XIV). 3. Sıra, zaman (A F époque de son mariage,
haricots verts, des pommes de terre, des noix, des tétait une femme séduisante). 4. Tarih (Sur
crevettes). 2. mec Didik didik etmek, çok sıkı F époque de mon retour, je ne vous dirai rien. L'an
incelemek (Eplucher un compte, un article, un dernier, à la même époque, fêtais à Paris). S.
texte). Mevsim, zaman (L'époque des semailles, des
éplucheur, euse s. 1. Ayıklayıcı, ayıklamaya ya- vendanges) 6. Yaş, dönem (L'époque critique de la
rayan; soymaya yarayan (Couteau éplucheur). 2. femme). 7. ç. Kadınların aybaşı günleri (Les
er. Sebze, meyve ayıklama, soyma âleti (Un époques dune femme). § Faire époque: Unutulmaz
éplucheur électrique). 3. er. Bir şeyi çok sıkı bir anı bırakmak, önemli bir tarih olmak (La
inceleyen, didik didik eden kimse, bataille dHernani a fait époque dans la littérature).
épluchure diş. Ayıklanan sebze yada meyve épouiller gçl. Bitlerini ayıklamak, bitlemek
kabuğu, ayıklantı, soyuntu (On donne souvent les (Epouiller un enfant, un animal). § S'épouiller.
épluchures aux cochons). Bitlenmek, üstündeki bitleri ayıklamak (Un
épointage er. Ucunu kırma, ağzını köreltme, mendiant qui s'épouille).
épointement er. Ucu kırılma, ağzı körelme époumoner (s') gsz. 1. Kendini yormak, soluk
(Epointement d'un couteau). tüketmek. 2. Boğaz patlatmak. § S'époumoner à f.
épointer gçl. Ucunu kırmak, ağzını köreltmek qch: -mek için soluk tüketmek, boğaz patlatmak
(Epointer une aiguille, m couteau, un outil, un (Il s'époumone à ameuter la foule. Pourquoi
crayon). t'époumonerais-tu à dissiper un doute?).
épousailles diş. ç. alay. Düğün, evlenme töreni,
éponge diş. 1. Sünger (Les éponges naturelles sont
épouse diş. Karı, eş (Il se promenait sur le boulevard
le squelette corné d'animaux marins. Laver la
carrosserie dune voiture avec une éponge. Pêcheur au bras de son épouse).
d'épongés). 2. Nal ucu. 3. Nal ucunun hayvanın épousée diş. Gelin.
dirseğinde meydana getirdiği ur. 4. ç. hayb. épouser gçl. 1. -ile evlenmek (Elle a épousé un
Süngerler (Eponges calcaires: Kalkerli süngerler. architecte. Il a épousé la fille de son professeur). 2.
Eponges conteuses: Keratinli süngerler. Eponges mec. -e katılmak, -i paylaşmak, benimsemek (Il
silicieuses: Camsı süngerler). § Serviette éponge: épouse les opinions de son ami. Epouser uni idée,
Havlu. Tissu éponge: Havlu kumaş. Avoir une une croyance). 3. -e uymak, iyi oturmak, sarmak
éponge dans le gosier, boire comme une éponge: (Robe qui épouse les formes du corps). 4. Kendini
Çok içmek, us almayacak biçimde içmek. Passer vermek, sıkıca bağlanmak (Epouser une étude). §
l'éponge sur qch: -in üzerine sünger çekmek, S'épouser: Birbiriyle evlenmek, evlenmek (Ils se
olmamış saymak (Passer l'éponge sur un défaut. sont épousés l'an dernier).
Passons l'éponge et restons amis). Presser l'éponge: épouseur er. Evlenme delisi, önüne gelen
(Bir kimsenin) Yararlı nesi varsa alıp yüzüstü kadına evlenme öneren (kişi),
bırakmak, limon gibi sıkıp suyunu almak, époussetage er. Tozunu alma, silme (Epoussetage
éponger gf/. 1. Süngerle yada bezle silmek (Eponger des meubles).
épousseter 535 épuisé

épousseter gçl. Tozunu almak, silmek (Epousseter courageusement leur rude épreuve. Que dépreuves
des meubles, des bibelots, les coussins, les tapis). t'attendent encore!). 4. mec. Ölçüt, denek taşı (Le
époussette diş. 1. Temizleme fırçası. 2. At gübresi, danger est F épreuve du courage). 5. Yarışma, yarış
fışkı. (Les épreuves dun championnat, les épreuves des
épouvantable s. 1. Tüyler ürpertici, pek korkunç jeux olympiques, épreuves d athlétisme). 6. Sınav,
(Un crime épouvantable, une mort épouvantable). yoklama (Epreuves éliminatoires, épreuve écrite,
2. Çok kötü, berbat (II fait un temps épreuve orale). 7. (Basımcılıkta) Prova (Corriger
épouvantable). les fautes sur une épreuve. Revoir, corriger une
épouvantablement bel. Korkunç şekilde (II est épreuve. Première épreuve, seconde épreuve). 8.
épouvantablement laid). İşkence, hakaret, sınama (Subir des épreuves pour
épouvantai! er. 1. Bostan korkuluğu (Des être admis dans une société secrète). § A l'épreuve
épouvantails à moineaux. Epouvantail en forme de de: -e karşı dayanıklı (Vêtement à l'épreuve du
mannequin recouvert de haillons). 2. Çok çirkin feu). A toute épreuve: Çok dayanıklı, sağlam,
adam. 3. mec. Korkuluk. 4. İğrenç şey, korkunç sarsılmaz (Une patience à toute épreuve. Un
şey ( On nous avait fait un épouvantait de cette ville, blindage à toute épreuve). Etre à l'épreuve: Çok
or elle a un certain charme). sağlam, dayanıklı olmak (Si sa santé n'était pas à
épouvante diş. Büyük korku, "dehşet, ürkü. l'épreuve, elle serait fort ébranlée). Faire l'épreuve
§ Etre saisi d'épouvante: Büyük korkuya, ürküye de qch: Sınamak, dayanıklılığını, etkisini ölçmek.
kapılmak. Semer, répandre l'épouvante: Büyük Mettre qch à l'épreuve: Bir şeyi sınamadan
korku salmak, ürkü salmak, geçirmek, denemek (Il veut mettre votre courage à
épouvanter gçl. 1. Çok korkutmak, büyük bir korku l'épreuve).
salmak, ürkü salmak (Un massacre qui épris, e s. Epris de: 1. -e düşkün, tutkun (Etre épris
épouvantait les malheureux prisonniers. Les armes de justice. Un homme épris de son métier). 2. -e
atomiques épouvantent les peuples). 2. Şaşkına aşık, vurgun (Il est très épris de cette femme).
çevirmek, hayrette bırakmak (La beauté de cette éprouvant, e s. Dayanılması güç (Un climat
statue m'épouvante). 3. Etre épouvanté de: -e şaşıp éprouvant).
kalmak, hayret etmek, şaşkına dönmek (Je suis éprouvé, e s. 1. Sınanmış, denenmiş, denemeden
épouvanté de cette hausse des prix). § geçmiş, güvenilir (Des vertus éprouvées. Un ami
S'épouvanter 1. Çok korkmak, ürküye kapılmak. éprouvé, un courage éprouvé). 2. Çok çekmiş,
2. S'épouvanter de qch, pour qch: -den çok başından geçmedik olay ve felâket kalmamış
korkmak, ürküye kapılmak, (C'est un homme très éprouvé).
époux er. 1. Koca, eş (Un époux infidèle). 2. er. ç. éprouver gçl. 1. Sınamak, denemek, sınamadan
Karı koca, eşler (Les époux se doivent fidélité, geçirmek (Eprouver le courage, les qualités de
secours et assistance). § L'époux céleste, répoux de quelqu'un. Eprouver un ami). 2. Üzmek, acı
l'Elise: İsa peygamber, vermek, mutsuz kılmak (La perte de son père fa
épreindre gçl. (Eski) Sıkıp suyunu çıkarmak, bien éprouvé). 3. Saptamak, görmek, anlamak
özsuyunu almak için sıkmak (Epreindre du verjus, (fat souvent éprouvé futilité de cette précaution H
des herbes. Epreindre du jus de sésame, épreindre éprouva qu'on ne pouvait sefier à eux). 4. Çekmek,
un citron). karşılaşmak, uğramak (I! a éprouvé bien des
épreintes diş. ç. hek. Buruntu, sık sık dışarı çıkma difficultés avant de réussir). 5. Duymak (Eprouver
gereğini duyuran barsak sancısı, karın ağrısı, un besoin, un désir, un remords, un regret.
éprendre (s') gsz. 1. S'éprendre pour: -e tutkun Eprouver, de la honte, de la haine).
olmak (Il s'était épris d'un grand amour pour la éprouvette diş. Deneykab.
liberté). 2. S'éprendre de qn: Birine vurulmak, aşık épucer gçl. -in pirelerini ayıklamak (Epucer un
olmak (Plusieurs jeunes gens s'étaient épris de chien). § S'épucer: Pirelerini ayıklamak (Un singe
cette femme). 3. S'éprendre «le qch: Bir şeyi qui s'épuce).
sevmeye başlamak, benimsemek (S'éprendre épuisable s. Bitebilir, tükenebilir,
d'une doctrine, d'un travail). épuisant,e s. Çok yorucu, öldürücü, bitirici, tüketici
épreuve diş. 1. Sınama, deneme, dayanıklılığını (Un travail épuisant. Des marches épuisantes dans
ölçme (Procéder à l'épreuve d'un moteur. Faire la neige).
i épreuve d'une machine, d'un pont). 2. Deney, épuisé, e s. 1. Tükenmiş; üretme gücü kalmamış
•deneyim "tecrübe (Une vie pleine dépreuves. (Edition épuisée, terre épuisée). 2. Çok yorgun,
Passer par de dures épreuves). 3. Felâket, yıkım bitkin (Un nageur épuisé). 3. Epuisé de: -den bitkin
(Des prisonniers de guerre qui surmontent düşmüş (Il est épuisé de fatigue, de douleur).
épuisement 536 équidistant

épuisement er. 1. Tükenme, bitme; tüketme, bitirme kareleştirmek, kare biçimine sokmak. 2. Dik açı
(L'épuisement d'un stock. Exploiter une mine biçiminde yontmak, çaplamak, gövdeyi kesmek
jusqu'à épuisement). 2. Verimliliği kalmama, (Equarrir un bloc de marbre, une poutre). 3.
kıraçlaşma (L'épuisement du sol). 3. Kuruma, Derişini, etini, yağını, kemiğini ayırmak üzere
kurutma (L'épuisement des eaux d'une mine). 4. hayvanı parçalamak (Equarrir un animal de
Bitkinlik, yorgunluk (Tomber dans F épuisement). boucherie, un cheval). 4. mec. Yontmak,
épuiser gçl. 1. Bitirmek, tüketmek, sonuna dek kabalıklarını almak (Ilfaut ïéquarrir).
kullanmak (Epuiser une mine, un filon; épuiser les équarrissage, équarrissement er. 1. Dik açı
réserves, les munitions, un stock). 2. Kurutmak, biçiminde yontmak (Equarissement dun bloc de
suyunu çekmek (Epuiser une citerne, un bassin, pierre, dune poutre). 2. Derisini, etini yağını,
une source). 3. Çok yormak, yorgun ve bitkin kemiğini, ayırmak üzere parçalama (Equarissage
düşürmek (Ce travail m'a épuisé). 4. Bıktırmak, des animaux).
usandırmak, öldürmek (Son bavardage nous équarrissoir er. 1. Al, eşek kasabının doğrama
épuise). 4. İciğini ciciğini çıkarmak, her yanını bıçağı. 2. At, eşek gibi hayvanlar kanarası,
incelemek (Epuiser un sujet). § S'épuiser: 1. équateur er. "Ekvator. *eşlek (Equateur céleste:
Bitmek, tükenmek (La provision de blé commence Gök eşleği Equateur galactique: Gökada eşleği).
à s'épuiser). 2. Gücü tükenmek, bitkinleşmek, équation diş. Denklem. § I. mat. Equation à deux
güçsüzleşmek, çökmek (Le malade s'épuise de inconnues: İki bilinmiyenli denklem. Equation
jour en jour). 3. S'épuiser en qch: -ile kendini bicarrée: İkikat-karcli denklem. Equations de
yormak, tüketmek (S'épuiser en efforts inutiles, Diophant: Diofan denklemleri. Equation du
en conjectures). 4. S'épuiser à f. qch: -mek için premier degré, du second degré: Birinci dereceden,
boşuna soluk tüketmek, kendini yormak (Il s'est ikinci dereceden denklem. Equation linéaire:
épuisé à vous répéter que c'est inutile. Je me suis Doğrusal denklem. Equation logarithmique:
épuisé à bêcher le jardin). logaritmalı denklem. Equation rapportée à son
épuisette diş. 1. Balıkçı kepçesi. 2. Sandaldan sommet: Köşel denklem. Equation à ses axes:
su boşaltmaya yarayan çamçak. Merkezi denklem. Equations réciproques: Karşıt
épuration diş. 1. Arınma; arıtma (Epuration des denklemler. Equation réduite: indirilmiş
eaux naturelles, des eaux d'égout, des huiles, des denklem. Equations simultanées: Eşanlı
pétroles. Epuration de la langue). 2. Ayıklama, denklemler. 2. fiz. Equation de l'espace: Yol
atma, "tasfiye (L'épuration des fonctionnaires. formülü. Equation générale des gaz: Gazların
Comité d'épuration). 3. İyileştirme, düzeltme; genel denklemi. 3. kim. Equation chimique:
iyileşme, düzelme (Epuration des mœurs).. Kimyasal denklem. Equation de décomposition:
' épure diş. Yapılacak bir şeyin ölçekli resmi, ayrıntılı Bozunma denklemi. Equation globale: Toplu
çizim. denklem 4. gökb. Equation du temps: Zaman
épuré, e s. 1. Arıtılmış (Liquide épuré). 2. denklemi. Equation d'état: Hal denklemi,
Yetkinleştirilmiş, yanlışlardan arıtılmış (Un style équatorial, e i. gökb. 1. Ekvatoral, * eşleksel;
épuré). ekvatora, eşleğe değgin (Climat équatorial.
épurement er. Arıtma, yetkini eştirme (Epurement Coordonnées équatoriales d'un astre). 2. er. Yıldız
du style). dürbünü.
épurer gçl. 1. Arıtmak (Epurer de l'eau. Epurer un équatorien, ne s. ve ad Ekvator Cumhuriyetine
gaz, un liquide, un minerai). 2. İyileştirmek, değgin; Ekvatorlu.
geliştirmek, düzeltmek, yetkinleştirmek (Epure- équerre diş. 1. Gönye (Equerre de dessinateur, de
le goût, la langue, les moeurs, le style). 3. menuisier, de maçon) 2. Dik açılı şey. § En équerre:
Ayıklamak, atmak, "tasfiye etmek (Epurer une Dik açı yapacak biçimde (Athlète qui monte à la
administration, le personnel d un ministère. Epura- corde lisse, les jambes en équerre). D'équerre: Dik
un indésirable). 4. Epurer qn, qch de:-den arıtmak, açılı (Nullepièce n'est d'équerre dans cette maison.
kurtarmak (On ne peut pasl'épurer de ses défauts). Une aile de bâtiment d'équerre avec la façade).
§ S'épurer: Arınmak, düzelmek, iyileşmek, daha équestre s. 1. Biniciliğe değgin (Des exercices
iyi olmak (Les moeurs s'épurent. Le goût s'épure équestres). 2. Bir kimseyi at üstünde gösteren
dans une compagnie aussi distinguée). (Une statue équestre).
équanimité diş. Soğukkanlılık, dinginlik, équeuter gçl. (Meyvanın) Sapını koparmak
sükûnet (Elle accueille avec équanimité la (Equeuter des cerises).
vieillesse qui vient à grands pas). équiangle s. Eşit açılı (Un triangle équiangle).
équarrir gçl. 1. Dördül yapmak, dördülleşıirmek; équidistant, e s. Eşit uzaklıkta olan (Villes
équilatéral 537 équivoque

cquidistantes d'Ankara). d'une armée). 2. (Bir geminin) Donanım ve


équilatéral, e s. Eşitkenar, eşkenar, kenarları eşit tayfasını sağlama. 3. Gereç, malzeme
olan (Triangle équilatéral. polygone équilatéral). (Equipement de chasse, de ski). 4. Düzenleme
équilibrant, e s. Dengeleyen, denge sağlayan (Poids (Equipement d'un port, d'un terrain d'aviation).
équilibrant). équiper gçl. 1. Gereç ve giysi vermek, donatmak
équilibration diş. Dengeleme, dengeli hale getirme, (Equiper une armée, des troupes, un cavalier). 2.
équilibre er. Denge § Conserver, garder son (Bir geminin) Donanım ve tayfasını sağlamak
équilibre: Dengesini korumak. Etre en équilibre: (Equiper un navire, un baleinier, une flotte). 3.
Denk olmak; dengede olmak. Faire l'équilibre, Equiper qn, qch de: -ile donatmak (Equiper une
établir l'équilibre: Denge kurmak. Manquer région d'un réseau routier). 4. Düzenlemek,
d'équilibre: Dengesiz olmak. Mettre en équilibre: hazırlamak (Equiper une cuisine, un local, un
Denkleştirmek, dengeye getirmek. Perdre atelier. Ces salles étaient dailleurs équipées pour
l'équilibre, son équilibre: Dengesini yitirmek. soigner les malades dans le minimum cle temps). §
Rompre l'équilibre: Dengeyi bozmak, S'équiper: 1. Donanmak. 2. Giyinmek, giyinip
équilibré, e s. 1. Dengede, denge halinde (Balance kuşanmak. 3. Hazırlanmak. 4. Gerekli donanım
équilibrée). 2. Dengeli (C'esf un homme équilibré). ve gereçlerini sağlamak,
équilibrer gçl. 1. Dengelemek, denge haline équipier, ère ad. 1. Vardiya işçisi, 2. (Spor
getirmek (Equilibrer une balance, une balançoire). takımında) Oyuncu (Le capitaine donne ses ordres
2. Denkleştirmek (Le gouvernement a le souci aux équipiers).
d'équilibrer le budget). § S'équilibrer: Denkleşmek, équisétinées, équisétacinées diş. ç. bitb.
birbirini karşılamak, denk olmak (Ses qualités et Atkuyruğugiller.
ses défauts s'équilibrent). équitable s. 1. Dürüst, haksever, »denkser,
équilibreur, euse s. Dengeleyici, denge sağlayan "hakkaniyetli (Un juge équitable, un homme
(Organe, mécanisme équilibreur). équitable). 2. Denkserliğe uygun (Un partage
équilibriste ad. 1. Denge oyunları yapan|cambaz, équitable).
ip cambazı (Les équilibristes d un cirque. équitablement bel. Dürüstçe, denkserlikle,
Equilibriste qui marche sur un fil de fer). 1. mec. "hakkaniyetle, hakseverlikle,
Çok usta, cambaz f Oı équilibriste de la finance). équitation diş. Binicilik. § Faire de l'équitation:
équille diş. hayb. Küçük kum yılanbalığı. At sporu yapmak,
équinoxe er. gökb. Giin-tüıı eşitliği, *ılım. équité diş. Dürüstlük, »denkserlik, "hakkaniyet,
équinoxial, e s. Gün-tün eşitliğine değgin, hakseverlik (L'équité consiste à mettre chacun sur
équipage er. 1. Tayfa, gemi tayfası, mürettebat un pied d'égalité).
(L'équipage d'un navire, d'un avion). 2. (Orduda) équivalence diş. 1. Eşdeğerlik, denklik (Un décret
Taşıt takımı. 3. (Eskiden) Atların, uşakların, reconnaît l'équivalence entre cet examen et le
arabaların katıldığı takım, takım taklavat (La baccalauréat). 2. Eşanlamlılık, anlam eşitliği,
reine arrive en somptueux équipage). 4. Şatafatlı équivalent, e s. 1. Eşdeğer, denk (Deux diplômes
araba. 5. Giysi, giyim, giyiniş. 6. (Teknik) Takım équivalents). 2. Eşit (Si le prix de vente est
(Equipage de pompe). § Etre en bon équipage, en équivalent au prix de revient, le bénéfice est nul). 3.
mauvais équipage: Giyimi iyi olmak, kötü olmak. Eşanlamlı (Deux mots équivalents). 4. er. a) (Bir
Etre en mauvais, triste, pauvre, piteux équipage: şeyin) Yerini tutan başka şey, karşılık (Donner
Kötü,üzüntülü,yoksul,acınacak durumda olmak, l'équivalent de ce qu'on reçoit), b) Eş, benzer (Un
équipe diş. 1. Küçük tekneler filotillası. 2. İşçi chef-doeuvre dont on ne peut trouver l'équivalent
takımı, vardiya. (Equipe de nuit dans une usine). 3. nulle part), c) Anlamdaş, eş anlamlı (Employer un
Oyun takımı (Equipe de football, de tennis). 4. équivalent pour éviter de répéter le mot).
Belli bir iş görmek için toplananların takımı, équivaloir gsz. Equivaloir à: 1. -e eşit olmak, denk
takım, gurup, topluluk (Equipe de secours, équipe olmak (Le mille marin équivaut à 1852 mètres). 2.
de chercheurs dans un laboratoire). § En équipe: Demek olmak, demeye gelmek, anlamına
Takım halinde (Travailler en équipe). Faire équipe gelmek (Votre silence équivaut à un aveu de
avec qn: -ile birlik olmak, birlikte çalışmak, culpabilité. S'arrêter un seul instant équivaut à tout
équipée diş. 1. Delicesine girişilmiş serüven, abandonner).
çılgınlık (Une équipée de jeunesse). 2. Başını alıp équivoque s. 1. İki anlama gelebilen, ikircil (Une
dolaşma, geziye çıkma, expression équivoque). 2. Kaypak, açıklıktan uzak
équipement er. 1. Donatma, donatım (L'équipement (Dans toute cette affaire, son attitude a été assez
d'une voiture en pneus neufs. Equipement complet équivoque). 3. Şüpheli, kuşkulu (Il a des
équivoquer 538 ériger

fréquentations équivoques. Il est d'une honnêteté travail éreintant).


équivoque). 4. Kapalı, karanlık, anlaşılmaz (Mots, éreinté, e s. Çok yorgun, bitkin, yorgunluktan canı
termes, phrases équivoques). 5. diş. İkircil anlam. çıkmış.
6. diş. Anlaşılmazlık (Il faut veiller à ne laisser éreintement er. 1. Çok sert eleştirme, iler tutar yerini
subsister aucune équivoque dans un texte bırakmama (Ereintement dun homme politique,
juridique). 7. diş. Yanlış anlama (Pour éviter toute d'un écrivain, d'un ouvrage). 2. Büyük yorgunluk,
équivoque, je vais faire une rapide mise au point). 8. bitkinlik, yorgunluktan canı çıkma (Il travaille
diş. Sözcük oyunu, °cinas (Un chansonnier qui jusqu'à t éreintement).
lance des équivoques osées). éreinter gçl. 1. Çok yormak, canını çıkarmak,
équivoquergsz.Cinasyapmak.sôzcûkoyunuyapmak. bitirmek (Ce travail m'a éreinté). 2. Çok sert
érable er. bitb. Akağaç. eleştirmek, iler tutar yerini bırakmamakf£re/>ıw
éradication diş. 1. Çıkarıp alma, kökünden sökme une oeuvre, un poète, un politicien). 3. tkz. Çok
(Eradication des amygdales) 2. (Salgın hastalığı) dövmek, pestilini çıkarmak. 4. Etre éreinté de qch,
Yok etme, kökünü kazıma, ortadan kaldırma de f. qch: -den, -mekten canı çıkmak (Il est éreinté
(Eradication du paludisme). de travailler). § S'éreinter: 1. Çok yorulmak
éraflement er. Hafifçe sıyırma, çalışmaktan canı çıkmak (Ce n'est pas la peine de
érafler gçl. Hafifçe sıyırmak, çizmek (Une ronce s'éreinter, il suffit de poursuivre régulièrement la
lui avait éraflé le dos de la main. Erafler le bois dun tâche entreprise). 2. S'éreinter à qch, à f. qch: -den,
meuble, le plâtre dun mur). -mekten canı çıkmak (S'éreinter au travail. Il
éraflure diş. Hafif sıyrık, çizik (Les ronces lui ont s'éreintait à faire des librairies, des éditions, des
fait des éraflures aux jambes. Un mur couvert brochures).
d'éraflures). érésipèle, erysipèle er. hek. Yılancık,
éraillé, e s. 1. Boğuk, kısık (Une voix éraillée). 2. éréthisme er. hek. 1. Uyarım, azdırım. 2. mec
Üstten çizgili (Un tissu éraillé). § Avoir les yeux Aşırı tutku, tutku azgınlığı,
éraillés: 1. Gözü kanlanmak, gözlerinin akında erg er. fiz. Erg.
kırmızı damarlar bulunmak. 2. Göz kapaklan ergastule er. (Eski Romada) Zindan,
dışa doğru kıvrılmış olmak, ergographe er. Kas gücünü ölçmeye yarayan aygıt.
éraillement er. 1. Boğuklaşma, kısıklaşma Kasgücüölçer.
(Eraillement de la voix). 2. (Göz için) Kapakları ergométrie diş. Kasgücü ölçümü,
dışa doğru kıvrılma (Eraillement des yeux). 3. ergonome,ergonomiste <ft/.İşbilimci, işbilim uzmanı,
Tarazlanma, tiftiklenme (Eraillement dun tissu). ergonomie diş. İşbilim.
érailler gçl. 1. Üstten sıyırmak, soymak (Eraillerdu ergot er. 1. (Hayvanlarda) Tepkiç, mahmuz (Ergots
cuir, du bois). 2. Ditmek, tarazlamak (Erailler une du coq). 2. (Hayvanlarda) Yan parmak, kör
étoffe). 3. Boğuklaştırmak, kısıklaştırmak (Ses parmak (Ergot du cheval, du chien). 3. (Bitkilerde)
hurlementsllui avaientérailléla voix). § S'érailler: 1. Mahmuz, kılçık (Ergots de seigle). 4. Uzantı. § Se
Boğuklaşmak, kısıklaşmak, kısılmak (Sa voix dresser sur ses ergots: Horozlanmak, kabarmak,
s'éraillé). 2. Tarazlanmak (Cette étoffe commence ergotage er. ergoterie diş. Kabarma, horozlanma
à s'érailler). (Ce n'est pas avec de tels ergotages qu'il réussira à
éraillure diş. 1. Taraz. 2. Sıyrık, nous convaincre).
ère diş. 1. Takvim başı (L'ère des musulmans est ergoté, e s. 1. Tepkiçli, mahmuzlu (Coq, oiseau
l'hégire). 2. Çağ (Ere géologique). 3. Çağ, yüzyıl (Il ergoté). 2. (Bitkilerde) Mahmuzlu, kılçıklı (Seigle,
a vécu bien avant notre ère). 4. Dönem (Une ère de blé ergoté).
prospérité. La guerre fut une ère de malheurs pour ergoter gsz. Önemsiz şeyler üzerine uzun uzun
nous). tartışmak, dalaşmak, horozlanmak, kavga etmek
érecteur, trice s. Dikleştiren, sertleştiren (Muscle (Il a la manie d ergoter).
érecteur). ergoterie diş. Horozlanma, gereksiz dalaşma,
érectile s. Dikleşebilen, kalkabilen, sertleşebilen ergoteur, euse s. ve ad. Kavgacı, gereksiz tartışmalar
(Poils érectiles). yapan (Il est ergoteur. Un ergoteur qui essaie de
érection diş. 1. Kurma, dikme, yükseltme, yapma tourner à son profit le texte de la loi).
(L'érection d'une statue). 2. (Penis için) ergotisme er. Mahmuzlu çavdarın neden olduğu
Kalkma, sertleşme, dikleşme, dikilme, hastalık, çavdar mahmuzu hastalığı,
éreintage er. Çok sert eleştirme, iler tutar yanını éricacées diş. ç. bitb. Fundagiller,
bırakmama. ériger gçl. 1. Kurmak, dikmek, yükseltmek (Eriger
éreintant, e s. Çok yorucu, öldürücü bitirici (Un une statue, un monument, une mosquée, un temple).
ermitage 539 ersatz

2. Kurmak, oluşturmak (Eriger un tribunal, une mec. Kaçamak, belli belirsiz (Un regard errant, un
commission). 3. Eriger qn, qch en: -haline sourire errant).
getirmek; payesi vermek (Eriger une église en errata er. Yanlış doğru çizelgesi (Faire un errata,
mosquée . Eriger un criminel en héros. Il veut des errata).
ériger ses opinions en règle générale). § S'ériger en: erratum er. Yanlış.
Kendine... süsü vermek;... geçinmek, olarak erratique s. 1. hlk. Sabit olmayan, *dolaşkan, yeri
ortaya çıkmak (Il s'érige en moraliste). yada zamanı belli olmayan (Une douleur
ermitage er. 1. Keşiş kulübesi. 2. mec. Issız kır evi erratique). 2. coğr. Sapkın (Blocs, roches
(L'ermitage de Jean-Jacques Rousseau). 3. Ücra erratiques).
yer, kuş uçmaz kervan geçmez yer (Vivre dans un erre diş. 1. Yürüyüş. 2. ç. Bir hayvanın izleri (Les
ermitage). erres d'un cerj). 3. Hız. § Aller à grand'erre aller à
ermite er. 1. Keşiş, "târiki dünya (Mener une vie belle «re: Pek hızlı gitmek. Diminuer ferre d'un
d'ermite. Les ermites de Thébaïde). 2. Toplumdan vaisseau: Geminin yolunu azaltmak. Suivre les
uzak yaşayan adam, * münzevi (C'est un véritable erres de qn, aller sur les erres de qn: Birinin izinden
ermite, il reste toute la journée dans son cabinet de gitmek, yolunu izlemek, birinin düşünce ve
travail). § Vivre en ermite, vivre comme un ermite: davranışlarını benimsemek,
Keşiş gibi yaşamak, dünyadan elini ayağını errements er. ç. 1. "Gidişat, genel tutum. 2. Yanılgı,
çekmek. yanılma (Retomber dans ses anciens errements).
éroder gçl. Aşındırmak (Acide qui érode un métal. errer gsz. 1. Başıbaş dolaşmak, aylak aylak
Les pluies ont érodé cette statue). dolaşmak (Un mendiant qui erre sur les chemins.
érosif, ve s. Aşındırıcı (Facteurs érosifs. L'action Les nuages erraient dans le ciel). 2. Gezinmek, bir
.érosive de la mer). yitip bir görün mek (Son regard errait sur les objets
érosion diş. Aşınma, aşındırma; *aşınım, du salon. Un sourire errait sur ses lèvres). 3. mec.
*aşındırım (Erosion du sol: Toprak aşınması. Yanılmak, yanılgıya düşmek,
Erosion chimique: Kimyasal aşınma. Erosion erreur diş. 1. Yanlış düşünce (Ce serait une erreur
fluviale: Akarsu aşındırması. Erosion glaciaire: d'orienter cet élève vers des études littéraires
Buzul aşındırması. Erosion marine, érosion des supérieures). 2. Yanlışlık, yanılgı, hata (Erreur de
vagues: Deniz aşındırması. Erosion normale: jugement, erreur de tactique. Trouver une erreur
Akarsu işlemesi. Erosion nivale: Kar sıyırması. dans un texte, corriger les erreurs. Liste d'erreurs).
Erosion régressive, érosion remontante: Geriye 3. Yanlış, yanılgı (Erreur defait: Özdeksel yanılgı.
aşınma. Erosion verticale: Derine aşınma. Surface Erreur judiciaire: Tüzel yanılgı. Erreur de calcul:
d'érosion: Kesik düz; yontuk yüz). § Erosion Hesap yanlışlığı. Erreur en impots: Vergi
monétaire: Para aşınması, paranın satın alma yöntemsizliği. Erreur probable: Olasılı yanlış.
gücünün azalması, Erreur récupérative: Denkleştirici yanlış). 4. ç.
érotique s. 1. Aşka değgin, *sevisel (Poésie érotique). Uygunsuz davranışlar (Erreurs de jeunesse. Il a
2. Cinsel istek uyandırıcı, °kösnül (Stimulant bien des erreurs à se faire pardonner). § Erreur de
érotique). 3. er. Aşk ozanı, *sevi ozanı § Délire fait,erreur matérielle: huk. Maddî hata.Par erreur:
érotique: Sevi taşkınlığı, Yanlışlıkla (Nous avons pris par erreur la route qui
érotisation diş. 1. Cinsel isteğe dönüştürme, menait à ta rivière). Etre dans l'erreur, tomber dans
kösnülleştirme (Erotisation de /'angoisse). 2. ruhb. l'erreur: Yanılgı içinde olmak, yanılmak,
Kösnül duyarlaşma. yanılgıya düşmek. Faire erreur: Yanılmak, hatâ
érotiser gçl. I. hek. Cinsel içtepinin bağlı olduğu etmek. Induire qn en erreur: -i yanıltmak,
sinir sistemini uyarmak (Les hormones érotisent le yanılgıya düşürmek. Tirer qn d'erreur: -i
système nerveux). 2. Cinsel bir nitelik vermek, yanılgıdan kurtarmak,
kösnülleştirmek. erroné, e s. Yanlış (Un calcul erroné, une adresse
érotisme er. 1. Cinsel şeylere aşırı düşkünlük, erronée, une conclusion erronée).
kösnüllük. 2. Cinsel yan (L'érotisme dans ! oeuvre erronément bel. Yanlış olarak, yanlış bir biçimde
de Baudelaire). (Juger erronément).
erotomanie diş. Aşk çılgınlığı, cinsel saplantı; ersatz er. 1. Başkasının yerine kullanılabilen, başka
kösnül sayrılık, bir malın yerini alabilen, eş etkili, eş değerli (Les
erpétologie, herpétologie diş. hayb. Sürüngenler ersatz de café, ersatz de l'opium). 2. tkz. Taklit,
bölümü, *sürüngenbilim. düşük değerli, uyduruk şey (Un ouvrage de
errant, e s. 1. Başıboş, serseri (Un chien errant). vulgarisation qui distribue un ersatz de science. La
2. Göçebe (Mener une vie errante). 3. Gezici. 4. petite correspondance des journaux de modes, qui
érubescence 540 escampette

est pour les jeunes filles un ersatz d'homme). grandes manoeuvres de l'escadre de Méditerranée.
érubescence diş. Kızarma, kızarmaya başlama, Escadre aérienne. Une escadre de bombardement).
érubescent, e s. Kızaran, kızarmaya başlayan escadrille diş. Filotilla.
(Fruits érubescents, tumeur érubescente). escadron er. 1. Süvari birliği, süvari bölüğü.
éructation diş. Geğirme. 2. mec. Sürü, takım, alay (Un escadron de rats, de
éructer gsz. 1. Geğirmek. 2. gçl. Savurmak, basmak, jolies filles, de malentendus).
söylemek (Eructer des injures, des menaces). escalade diş. 1. Merdiven dayayarak saldırı, bir
érudit, e s. f. Bilgisi derin, bilgili (Un historien kaleye merdivenler dayayarak saldırıya geçme. 2.
érudit. Il est érudit en archéologie). 2. ad. Büyük Bir yere tırmanarak girme (Les voleurs ont
bilgin, uzman (Une discussion entre les érudits). commencé par l'escalade du mur de clôture). 3. ask.
érudition dış. Derin bilgi (Son érudition en droit Tırmanma hareketi (L'escalade américaine au
romain est complétée par une large culture Viet Nam). 4. Tırmanma, tırmanarak çıkma
générale). (L'escalade d'une montagne, d'un rocher). 5. mec.
érugineux, euse .v. Pas renginde, bakır çalığı, Tırmanma, tırmanış (Escalade des prix, de ta
éruptif, ive i. 1. hek. Döküntülü (Fievre éruptive, violence). § Faire l'escalade de qch: -e tırmanmak
maladie éruptive). l.yerb. Püskürük; püskürmeye (Faire l'escalade d'un piton rocheux).
değgin (Roches éruptives: Püskürük külteler; escalader gçl. 1. Merdiven dayayarak
phénomènes éruptifs: Püskürme olayları). saldırmak, saldırıya geçmek (Escalader une
éruption diş. 1. hek. Döküntü (La rougeole est forteresse). 2. Aşmak (Escalader te mur pour sort ir
caractérisée par une éruption de taches rouges). 2. de la caserne). 3. -e tırmanmak (Escalader une
yerb. Püskürme (L'éruption de la lave d'un volcan. montagne, un pic). 4. mec. -e kadar yükselmek,
Volcan en éruption). 3. mec. Taşma (Eruption de escale diş. 1. İskele, konak, menzil (Arriver à
joie, de colère). l'escale). 2. Mola, ara, konaklama, iskele yapma
érysipélateux, euse s. hek. 1. Yılancığa değgin, (Visiter une ville pendant t escale). § Faire escale:
yılancıkla ilgili (Inflammation, tumeur Mola vermek, konaklamak; iskeleye yanaşmak,
érysipélateuse). 2. ad. Yılancıktı, yılancığa uğramak (L'avion fait escale à Londres. Le bateau
tutulmuş kimse, fera escale à Istanbul).
érysipèle, érésipèle er. hek. Yılancık, escalier er. Merdiven (Monter, descendre
érythémateux, euse s. hek. Kızartılı (Lupus l'escalier, les escaliers). § Avoir l'esprit de
érythémateux). l'escalier: tkz. Kafası ağır çalışmak, geç
érythème er. hek. (Deride) Kızartı, kavramak, jötonu biraz geç düşmek,
ès e. (Eski)... konusunda, alanında (Docteur escalope diş. 1. Et yada balık dilimi (Escalope
ès lettres, ès sciences: Yazın doktoru, bilim de veau, de thon, de gibier). 2. ç. argo. Kulaklar,
doktoru). escamotage er. 1. El çabukluğu ile yok etme
esbroufe diş. tkz. Çalım, avurt zavurt § A (Escamotage d'une carte, d'un mouchoir. Tour
l'esbroufe: Karambola getirerek, boğuntuya d'escamotage d'un prestidigitateur). 2. Aşırma,
getirerek (Vol à tesbroufe. Enlever une affaire à çalma, araklama (Escamotage d'un portefeuille).
l'esbroufe). Faire de l'esbroufe: Çalım satmak, 3. Yutma, söylememe, es geçme.
avurt zavurt etmek (Ilfait de t esbroufe, en réalité, escamoter gçl. 1. El çabukluğu ile yok etmek
il n'a aucune fonction importante dans cette ( Un prestidigitateur qui escamote unfoulard devant
maison). les spectateurs). 2. Aşırmak, çalmak, araklamak,
esbroufer gçl. tkz. 1. Avurt zavurt ederek söz a part ma k (Un voleur lui a escamoté son
geçirmek, gözünü boyayarak kandırmak (II portefeuille). 2. Gizleıjıek, saklamak, görünmez
cherche à nous esbroufer). 2. argo. Karambola duruma sokmak (Les brumes escamotent la
getirerek, boğuntuya getirerek aşırmak, montagne). 4. Yapmamak, atlatmak, yan çizmek,
çarpmak. kaçmak (Cet élève a escamoté son devoir.
esbroufeur, euse s. ve ad. tkz. Çalımcı, Escamoter une leçon. Il n'escamote aucune
numaracı, göz boyayıcı, avurt zavurtlu. difficultéj.S.Yutmak, atlamak, es geçmek,
escabeau er. 1. Aralıksız basık iskemle, tabure. gargaraya getirmek (Escamoter un mot, une
2. Yüksek bir yere erişmek için kullanılan syllabe. Escamoter une note au piano).
basacak, ayakçak (Monter sur un escabeau pour escamoteur, euse ad. l.Iiokkabaz.2.Usta hırsız,
nettoyer les vitres). gözden sürmeyi çalan.3Arakçı, aşırıcı, hırsız (Un
escabelle diş. (Eski) Arkalıksız basık iskemle, escamoteur de montres).
escadre diş. Hava yada deniz filosu (Les escampette diş. tkz. Kaçma, tüyme, tabanları
escapade 541 escorte

yağlama. § Prendre la poudre d'escampette: esclavage: Köleleştirmek, köle durumuna


Kaçmak, tüymek sıvışmak, tabanları yağlayıp düşürmek (Réduire une peuplade en esclavage).
kaçmak. esclavagisme er. "Kölelikçilik, »kölecilik,
escapade<//>. Kaçma, tüyme, sıvışma (Unpensionnaire esclavagiste s.ve ad Kölelikçi,kölelik yanlısı,
qui fait une escapade pour aller au cinéma). »köleci.
escarbille diş. Bütünü yanmamış odun yada kömür esclave ad. 1. Köle,kul, tutsak, °esir (A Rome, le
parçası, köseği, maître avait le droit de vie et de mort sur ses
escabot er. hayb. Domuzlan böceği, esclaves. Acheter, vendre, affranchir des esclaves.
escarboucle diş. Kızıl yakut (Ses yeux brillent Le commerce des esclaves).2.mec. Uşak, oyuncak,
comme des escarboucles). hiçbir hak ve özgürlüğü olmayan kimse (Le
escarcelle diş. Kuşağa asılı büyük kese. courtisan est un esclave. Il refuse d'être votre
escargot er. Salyangoz. §Aller, avancer comme un esclave).§ Avoir une âme d'esclave: Köle ruhlu
escargot: Çok ağır gitmek,çok yavaş ilerlemek, olmak. Etre esclave de: -in tutsağı olmak (Etre
escargotière diş. 1.Salyangoz yetiştirilen yer. 2. esclave de ! argent, de la mode). Traiter qn en
Salyangoz sahanı, esclave:Birine köle muamelesi yapmak,
escarmouche diş. ask. l.Çarpışma, "müsademe (Les kölesiymiş gibi davranmak (Trai ter les citoyens en
rebelles ont perdu deux hommes tués dans une esclaves).
escarmouche). 2.mec. Çekişme, tartışma escobar er.Din ve aktöre buyruklarını kendi
(Escamouches parlementaires. Une escarmouche de çıkarına yarayacak biçimde yorumlayan sinsi ve
plumes). erdemsiz kimse; iki yüzlü, kaçamaklı konuşan,
escarmouchcr gsz. eski. 1. Çarpışmak.2. Çekişmek, sözüne güvenilemeyeen kimse,
tartışmak. escobarderie diş. Dolapçılık, ikiyüzlülük,
escarpe diş.ask. Duvar şevi, şevlik, toprak sevliği, escogriffe er. 1. (Eski) Hak yiyici.2.mec.Uzun boylu
ıskarpa. sarsak kimse, sırık gibi adam.
escarpe er.argo. 1. Çekirdekten yetişme katil, kanlı escompte er. İskonto, indirim (Escompte
katil.2. Kanlı hırsız, commercial: Tecimsel indirim Escompte de caisse:
escarpé, e s i . Dik, sarp (Montagne escarpée.chemin Ödenili indirim, "peşin tenzilat. Escompte de débit:
escarpé, rives escarpées).!, mec. Güç, kaya gibi Borç indirimi. Escompte en dedans: Banka içi
sert (Un caractère escarpé). indirim, iç indirim. Escompte en dehors: Tecimsel
escarpement er. 1. Diklik, sarplık (L'escarpement des indirim. Escompte hors banque: Banka dışı indirim.
falaises). 2. Dik bayır (Franchir un escarpement). Escompte irrationnel: Tecimsel indirim. Escompte
escarpin er. İskarpin. mixte: Bileşik indirim. Escompte perdu: Yitik
escarpolette diş. Kolan salıncağı, salıncak, indirim. Escompte profité: Kazanılmış indirim.
escarre diş. hek. Yarayı bağlayan kara kabuk, ölü Escompte privé: Ayrıcalı indirim, özel indirim.
dokulardan oluşan sert kara kabuk, Escompte rationnel: İç indirim). §Accorder, faire
escarrification diş. (Yara) Kabuk bağlama, un escompte: İndirim yapmak,
escarrifıer gçl. Yakıp kabuk bağlatmak (Escarrifler escompter gçl. l.İskonto etmek, kırmak (Escompter
une plaie). un billet à ordre, une lettre de change). 2.
eschatologie diş. fels. Son erekler bilimi, "ahiret mec. Önceden harcamak, vakti gelmeden
bilim, öte dünya bilgisi, eskatoloji. harcamak (Escompter un héritage).3. Ummak,
esche, éche, aiche diş. Olta yemi. beklemek, tahmin etmek (Il escompatit un grand
eschrologie diş. Utançlama. mécontentement).^ Faire escompter qch:
escient er. A bon escient: Bilerek, bilinçli olarak Kırdırmak (Faire escompter un effet, un chèque).
(Parler, agir à bon escient). escompteur er. Iskonto eden, kıran, iskontocu.
esclaffer (s') gsz. Kahkahayı basmak, kahkaha ile escopette diş. Horozlu karabina, bir tür eski ateşli
gülmek. silâh.
esclandre er. 1. Skandal, kepazelik, rezalet, »utanca escorte diş. 1. Muhafız takımı (Le cortège
(Causer, éviter un esclandre). 2. Şamata, kavga. § présidentiel arrive, précédé d'une escorte de
Faire de l'esclandre: Kavga çıkarmak. Faire un motocyclistes). 2. "Maiyet, bilelik (Une brillante
esclandre à qn: -ile kavga çıkarmak, dalaşmak, escorte). 3. Une escorte de, toute une escorte de:
esclavage er. 1. Kölelik, "esirlik (Lutter contre Bir sürü, bir takım... (La maladie entraîne toute
l'esclavage).3. Zorlama, baskı (L'esclavage de la une escorte de misère). § Vaisseau d'escorte:
mode. Ce travail est m veritableesclavage). 4. İnce Muhafız gemisi, refakat gemisi. Sous escorte,
zincirli kadın gerdanlığı. § Réduire qn en sous bonne escorte: Muhafaza altında (Le
escorter 542 espèce

prisonnier a été conduit au tribunal sous bonne espacé, e s. Aralıklı (Arbres espacés dans une
escorte). Faire escorte à qn: -e eşlik etmek (Ses clairière. Quelques coups de canon espacés te
amis lui ont fait escorte jusqu'à la gare). tirèrent de sa prostration).
escorter gçl. 1. -e muhafızlık etmek, koruma espacement er. 1. Aralama, aralıklı kılma, aralık
görevliliği yapmak (Des cavaliers escortaient le verme (Espacement des colonnes dans un
souverain. Escorter un bateau de transport). 2. bâtiment). 2. Aralıklı dizme, seyrekleştirme
Eşlik etmek (Un homme qui escorte une jolie (L'espacement des mots, des lignes d'un texte.
femme). 3. -ile birlikte olmak (Nos vœux vous L'espacement des visites, des paiements). 3.
escortent). Aralık, erim, "mesafe (Réduire l'espacement entre
escorteur er. Muhafız gemisi, refakat gemisi, deux arbres).
escot er. Bir tür yünlü kumaş, espacer gçl. 1. Aralıklı dizmek; aralarını açmak
escouade diş. ask. 1. Manga. 2. Küçük topluluk, (Espacer tes mots, les lignes). 2. Seyrekleştirmek,
kafile, grup (Des escouades de touristes aralık vermek (Espacer ses visites. Espacer les
parcourent les rues). arbres d'une allée). § S'espacer: Seyrekleşmek;
escourgeon, écourgeon er. 1. Erken yetişen bir arası uzamak (Ses lettres s'espacent).
arpa. 2. Döven kayışı, espada diş. Boğa güreşlerinde, görevi boğayı
eserime diş. Eskrim, kılıç oyunu (Faire de l'escrime. öldürmek olan oyuncu,
Un champion d'escrime). espadon er. 1. Ağır ve iki ağzı keskin eski bir kılıç.
escrimer (s') gsz. 1. S'escrimer sur qch: -üzerinde 2. hayb. Kılıçbalığı.
çok çalışmak, çok uğraşmak (Un élève qui espadrille diş. Üstü keten, tabanı ipten örme
s'escrime sur son devoir). 2. S'escrimer à f. qch: kundura.
-mek için çok çalışmak, boşuna kürek sallamak espagnol, e s. ve ad. 1. ispanyol (Musique
(S'escrimer à faire des vers, à jouer du piano). § espagnole). 2. er. İspanyolca (Les Espagnols
S'escrimer des mâchoires, de la mâchoire: Büyük parlent l'espagnol).
bir iştahla yemek yemek, espagnolette diş. İspanyolet,
escrimeur, euse ad. Eskrimci, kılıç oyuncusu, espalier er. 1. Dalları bir duvara yada bir tel
escroc er. Dolandırıcı. bölmeye bağlanmış meyva ağaçları sırası. 2.
escroquer gçl. 1. Dolandırmak (I! m'a escroqué. (Kadırgalarda) Kürekçibaşı.
Escroquer de l'argent). 2. Escroquer qch à qn: esparcette diş. bitb. Korunga, evliyaotu, eşekotu.
Birinin -sini dolandırmak; birinden... koparmak espèce rf/y. 1. Tür, "nevi, soy (Parmi les canards, on
(Il nous a escroqué à tous le peu d'argent que distingue des espèces sauvages et des espèces
nous avions. Escroquer, un dîner à quelqu'un). domestiques. L'espèce humaine est apparue sur la
escroquerie diş. Dolandırıcılık, Terre il y a environ un million d'années). 2. Çeşit,
esculape er. tkz. Hekim, ünlü hekim, tür (Les différentes espèces de verres, d'assiettes.
esgourde diş. argo. Kulak (Ouvre tes esgourdes). La calomnie est la pire espèce de mensonge). 3.
ésotérique diş. fels. 1. *İçrek, içerde olan, "derunî Cins (Bonne espèce de fruits). 4. Bir dâvanın
(Une doctrine ésotérique. Les données ésotériques temel konusu, dâva. 5. f. Maden para (Espèces
de la Cabale). 2. Belirli bir topluluk üyelerinden d'or). § Cas d'espèce: özel durum, ayrık durum,
başkasının anlayamayacağı, kapalı, karanlık (Un "istisnaî durum. L'espèce humaine: İnsanlar,
langage ésotérique, une poésie ésotérique). insan soyu. Les saintes espèces: Kutsanmış ekmek
ésotérisme er. fels. »İçrekçilik, "bâtinîlik. ve şarap. De même espèce: Benzer, aynı cins (Ce
espace er. 1. Uzay (Exploration, conquête de rayon de bibliothèque contient des livres de même
l'espace. Lancer une fusée dans l'espace. espèce). De toute espèce: Her türlü (Il y a dans
Voyageurs de l'espace). 2. Alan, "saha (Espaces l'atelier des outils de toute espèce). En l'espèce:
verts. Espace vital). 3. Ara, aralık (Espace entre Bu durumda, bu durum karşısında, böyle bir
deux lignes. Laisser un espace entre deux objets). durumda. Espèce de...: (Sövgü, kızgınlık)
4. Boşluk (Regarder dans l'espace). 5. Uzaklık, ...herif; seni... seni (Espèce d'idiot! Espèce de
erim, "mesafe (Espaces égaux entre les arbres chien! J'ai eu tort de me fier à cette espèce
d'une allée) 6. Süre (Pendant le même espace de d'abruti). En espèces: Nakit olarak, para olarak
temps. Je ne peux pas faire cela dans un si court (Préférez-vous être payé par chèque ou en
espace de temps). 7. diş. (Dizgide) Aralık (Mettre espèces?). Une espèce de...: ...gibi bir şey,
une espace forte entre deux mots). gibilerinden bir şey (H habite une espèce de
espérable 543 esprit

château). quelqu'un. Espionner ses voisins).


espérable s. Uraulabilir, umulur, espionite, espionnite diş. Casus korkusu, her
espérance diş. 1. Umut (Il a l'espérance de réussir. tarafta casus var sanısı (Le déferlement d'une
Espérances trompeuses). 2. Kendisine umut vague d'espionnite).
bağlanan şey yada kişi (Vous êtes notre seule esplanade diş. (Bir bina önünde) Meydan, açık ve
espérance). 3. ç. Bir kalıttan beklenen mal. § düz alan.
Contre toute espérance: Sanıldığının tersine, espoir er. 1. Umut (Etre plein d'espoir. Aimer sans
beklenenin tersine (Il a réussi contre toute espoir. Une lueur d'espoir, un rayon d'espoir). 2.
espérance). Avoir des espérances: a) Bir kalıta mec. Umut, umut bağlanan kimse (Tu es mon
konma umudu olmak, b) (Gebe kadın) Çocuk unique espoir, mon dernier espoir). § Dans
beklemek. Dépasser toutes les espérances: l'espoir de, avec l'espoir de: -umuduyla (J'étais
Umulandan da iyi olmak, umulandan üstün venu dans l'espoir de le voir). Avoir l'espoir de f.
olmak. Nourrir, former des espérances: umutlar qch: -meyi umut etmek. Avoir l'espoir chevillé au
beslemek. Fonder de grandes espérances sur qch: corps: Umudunu hiç yitirmemek, güveni hiç
-e büyük umutlar bağlamak, sarsılmamak. Caresser, nourrir un espoir, des
espérantiste s. ve ad. 1. Esperanto ile ilgili (Congrès espoirs: Umut, umutlar beslemek. Conserver,
espérantiste). 2. ad. Esperanto bilen, esperanto garder l'espoir de f. qch: -mek umudunu
uzmanı, esperantocu. yitirmemek, muhafaza etmek. Mettre tout son
espéranto er. Esperanto. espoir sur: Bütün umudunu -e bağlamak. Perdre
espérer gçl. 1. Ummak, sanmak, beklemek (Nous son espoir, ses espoirs: Umudunu, umutlarını
espérons que tout se passera bien. Espérer un yitirmek. Ruiner les espoirs de qn: -in umutlarını
miracle, une récompense). 2. Espérer qn: Birinin kırmak.
geleceğini ummak (Je ne vous espérais plus). 3. esponton er. Kısa kargı.
Espérer qch de qn: Birinden bir şey beklemek (Je esprit er. 1. Tin, "ruh, özdek dışı varlık (Les anges,
n 'espérais pas un tel geste de lui). 4. Espérer f. les génies sont des esprits). 2. Düşünüş, düşünme
qch: -ceğini ummak, sanmak (J'espère le voir biçimi (C'est un esprit faux). 3. Kafa (Où avait-il
demain). S. gsz. Umudunu kesmemek (Allons, donc l'esprit?) 5. Anlık, "zihin, "muhakeme. 6.
courage, ilfaut espérer). 6. Espérer en qn, en qch: Bellek (Retiens cela dans ton esprit). 7. Kafalı
Birinden, bir şeyden umudunu kesmemek, -e adam (C'est un des meilleurs esprits de
güvenmek (Espérer en Dieu. Je n'espère plus l'Assemblée). 8. Ira, "karakter (Esprit facile,
qu'en toi. J'espère en votre compréhension. dure). 9. Genel eğilim, genel anlayış (H faut
Espérer en l'avenir). connaître l'esprit du siècle). 10. Öz erek, asıl
espiègle s. ve ad. Yaramaz, afacan, şeytan (Un amaç (Entrer dans l'esprit de la loi). 11. Öz, hava,
enfant espiègle. Une bande d'espiègles). ruh (Saisir l'esprit d'un écrivain). 12. Nükte,
espièglerie diş. Yaramazlık, afacanlık, şeytanlık espri. 13. kim. Ruh, esans. 14. ç. Halk, kalabalık
(C'est une espièglerie d'enfant. Des yeux (Calmer les esprits). 15. ç. İspirtolu içkiler. 16. ç.
pétillants d'espièglerie). Cinler, periler. § Bel esprit: Akıllı, kültürlü, aklı
espingole diş. Karabina. başında kimse. Esprit divin: Tanrı. Esprit de bois:
espion, ne ad. 1. Çaşıt, "casus. 2. Gizli polis, sivil Odun ispirtosu. Esprit-de-sel: Tuz ruhu, kezzap.
polis (Il se croit toujours entouré d'espions). 3. Esprit-de-souffre: Zaç yağı. Esprit-de-vin: Şarap
* Giziletimci, muhbir. 4. Gözetleyici. 5. er. ispirtosu. Esprit follet: Şakacı cin. Esprit fort:
Görünmeden gözetlemeyi sağlayan küçük ayna, Yerleşmiş inançlara karşı gelen kimse. Esprit
dikiz aynası. § Espion double: tki taraf için malin: Şeytan. Esprit de corps: Dayanışma
çalışan casus. Avion espion, bateau espion: Casus anlayışı. Mauvais esprit: 1. Kötü ruh, cin. 2. Kötü
uçak, casus gemi. niyet. Mot d'esprit, trait d'esprit: Nükte, nükteli
espionnage er. 1. Giziletimcilik, muhbirlik. 2. söz. Présence d'esprit: Hazır cevaplıhk. Un
Çaşıtlık, "casusluk (Etablir un réseau homme, une femme d'esprit: Zeki bir erkek,
d'espionnage. Film d'espionnage). § Faire de kadın. En esprit: Düşüncede, düşüncesinde,
l'espionnage: Casusluk yapmak (Il a fait de kafasında (Je suis, en esprit, au milieu de vous).
l'espionnage pour le compte de ce pays). Dans un esprit de: Niyetiyle, düşüncesiyle,
espionner gçl. Gözetlemek, kollamak, casus gibi amacıyla (Il a agi dans un esprit de vengeance).
izlemek (Espionner toutes les allées et venues de Avoir bon esprit: İyi niyetli olmak. Avoir
esquif 544 essarte

mouvais esprit: Kötü niyetli olmak. Avoir l'esprit s'est esquinté un doigt en voulant dépanner so
ailleurs: Dalgın olmak, kafası başka yerde olmak. moteur. Il s'est esquinté la santé, la vue). 2,
Avoir l'esprit large, étroit: Geniş düşünceli S'esquinter à f. qch: -mekten canı çıkmak (I,
olmak, dar kafalı olmak. Avoir le bon esprit de f. s'esquinte à travailler).
qch: -mekle iyi etmek (Il a eu le bon esprit de ne esquisse diş. 1. İlk taslak, taslak (Esquisse d'u
pas revenir). Avoir la présence d'esprit: poème, d'un roman). 2. Özet, ana çizgi, genel
Hazırcevap olmak. Avoir l'esprit prompt, la nitelik (Tracer l'esquisse d'une époque, d'un
promptitude d'esprit: Tez kavramak, çabuk société). 3. İz, gölge (11 est parti sans l'esquiss
anlamak. Avor l'esprit de l'escalier: Geç d'un regret). 4. (Resimde) Deneme, ilk çalışm
kavramak, güç anlamak, anlayışı kıt olmak. taslağı (Des esquisses de Rafaël).
Avoir l'esprit vif: Zeki, cin gibi olmak. Avoir esquisser gçl. 1. (Resimde) Taslağın
l'esprit de suite: Bir şeyi sonuna dek kovalamak, yapmak,kurşun kalemle ilk taslağını çizme
sonunu getirmek, ardını bırakmamak, "takip (Esquisser un portrait, un paysage). 2. An
fikri olmak. Avoir l'esprit à qch, à f. qch: 1. -i çizgilerini belirtmek, genel niteliklerini çizmek,
sevmek, -mekten hoşlanmak (Il n 'apas l'esprit au özetlemek (Esquisser l'histoire d'une révolution,
jeu. Je n'ai pas l'esprit à m'amuser). 2. Dikkat le tableau d'une époque). 3. mec. Girişmek,
etmek (Il n'a pas l'esprit à ce qu'il fait). Etre sain yapmak (Esquisser un geste, un mouvement.
de corps et d'esprit: Eli ayağı tutmak, ruh ve Esquisser un sourire, une moue). § S'esquisser:
beden sağlığı yerinde olmak. Etre simple d'esprit: Belirmek, belli olmak, ortaya çıkmak (La
Bön, saf, aptal olmak. Etre bien dans l'esprit de solution commence à s'esquisser).
qn: -in gözüne girmiş olmak. Faire de l'esprit: esquive diş. Savma, başından atma, sıyrılma,
Nükte yapmak. N'être pas un pur esprit: O da kurtulma.
insan olmak, onun da canı olmak, o da etten
esquiver gçl. Savmak, başından atmak; -den ustaca
kemikten yapılmış olmak (Je ne suis pas un pur
sıyrılmak, kurtulmak (Esquiver un bavard.
esprit). Perdre ses esprits: Kendinden geçmek,
Esquiver une difficulté, une corvée). § S'esquiver:
bayılmak. Perdre l'esprit: Usunu yitirmek, deli
Görünmeden gitmek, sıvışmak, kaçmak, tüymek,
olmak. Rendre l'esprit: ölmek, "ruhunu teslim
essai er. l.ed. Deneme (Les essais de Montaigne). 2.
etmek. Reprendre ses esprits: Kendine gelmek,
Sınama, deneme, denemeden geçirme (L'essai de
ayılmak. Rester dans l'esprit: Kafasında,
l'appareil a donné entière satisfaction. Essais de
belleğinde kalmak (Ceci m'est resté dans l'esprit).
laboratoires. Essai de machines, de moteurs). 3.
Trotter dans l'esprit à qn: -in kafasında dolaşıp
Girişim (Au deuxième essai, le champion a battu
durmak, kafasını kurcalamak (Cette phrase me
son record). § Mettre à l'essai: Denemek,
trotte dans l'esprit). Venir à l'esprit: -aklına
sınamak (Il veut mettre mon courage à l'essai. On
gelmek (Il m'est venu à l'esprit de nouveaux
l'a mis à l'essai dans ce nouveau service). Prendre
projets).
qn à l'essai: Denemek için yanına alıp
esquif ir. Küçük sandal, kayık,
çalıştırmak, kesin anlaşma imzalamadan
esquille diş. Kırık kemik parçacığı, kemik kıymığı,
çalıştırmak (Prendre un collaborateur à l'essai).
esquimau, aude s. ve ad. Eskimo; eskimolara
essaim er. 1. Bir kovanda yaşayan arı topluluğu. 2.
değgin (Chien esquimau. Une esquimaude). 2. er.
(Arı kovanından ayrılan) Oğul. 3. mec. Sürü,
Eskimoca, eskimo dili. 3. er. Eskimolarınki gibi
kalabalık, topluluk (Un essaim de mouches. Un
kalın küçük çocuk giysisi,
essaim d'écoliers).-
esquintant, e s. tkz. Çok yorucu, öldürücü, bitirici
essaimage er. Oğul verme dönemi,
(Un voyage esquintant). essaimer gsz. 1. Oğul vermek (Cette ruche a
esquinté, e s. 1. Bozulmuş, harabolmuş. 2. Çok essaimé. Les abeilles essaiment au printemps). 2.
yorgun, bitkin, Şubeler açmak (Entreprise qui essaime, société
esquinter gçl. tkz. 1. Çok yormak, canını çıkarmak commerciale qui essaime). 3. Dağılmak, yayılmak
(Ce voyage m'a esquinté). 2. Bozmak, (Famille nombreuse qui essaime dans tous tes
harabetmek, işlemez duruma getirmek (Il a coins d'une région). 4. gçl. Uzaklara göndermek
esquinté son stylo, sa montre). 3. Çok fena (Société qui essaime des groupes).
eleştirmek, iler tutar yerini bırakmamak essart er. Yeni açılmış tarla,
(Esquinter un livre, une pièce de théâtre). § essarter gçl. Açmak; ağaçlarını, çalılarını almak
S'esquinter qch: 1. -sini yaralamak; bozmak (Il (Essarter un champ).
essayage 545 essuyer

essayage er. Giysi denemesi, prova (Salon essieu er. Dingil.


d'essayage d'une maison de couture. L'essayage essorer. 1. (Kuş için) Havalanma. 2. mec. İlerleme,
d'une robe). gelişme (L'essor de cette industrie a été très
essayer gçl. 1. Denemek, sınamak, denemeden rapide). § Donner essor à qch: -e hız vermek
geçirmek (Essayer une machine, un moteur. Il (Donner essor à de nouvelles activités
veut essayer mon courage). 2. Prova etmek économiques). Etre en plein essor: Tam bir
(Essayer une robe, un chapeau). 3. Ayarına gelişme, büyüme içinde olmak. Prendre un grand
bakmak (Essayer l'or, l'argent). 4. İlk olarak essor, un essor prodigieux: Büyük bir gelişme
tatmak, kullanmak (Essayer un vin, un mets. göstermek, atılım yapmak. Prendre son essor:
Essayer une méthode, un tissu). 5. Essayer de f. (Kuş için) Havalanmak,
qch: -meye çalışmak, çabalamak (J'essaie de essorage er. (Çamaşır için) Sıkma, suyunu alma
dormir. Essayez de vous rappeler ce qui s'est (L'essorage du linge).
passé). § S'essayer: 1. Kendini denemek. 2. essorer gçl. Sıkmak, suyunu almak (Essorer du
S'essayer à qch, à f. qch.: Kendini -de denemek, linge). § S'essorer: Havalanmak (Un aigle qui
-mekte sınamak, denemek (It veut s'essayer à la s'essore).
peinture. Tu dois t'essayer à parler en public). essoreuse diş. 1. Çamaşır sıkma makinesi; kurutma
essayeur, euse ad. 1. Ayar memuru, ayarcı. 2. makinesi. 2. Şeker billurlarını melastan ayırma
(Terzilerde) Provacı. makinesi,
essayiste er. ed. Deneme yazarı, denemeci, essorillement er. Kulaklarını kesme,
esse diş. 1. S şeklinde demir çengel 2. Dingil çivisi, essoriller gçl. Kulaklarını kesmek (Essoriller un
essence diş. 1. Benzin (Le pompiste a mis vingt litres chien).
d'essence dans le réservoir. Moteur à essence). 2. essouchement er. (Kesilmiş ağaçların) Köklerini
(İmbikte çiçeklerden çekilen) Yag, esans (Essence sökme, kökünü çıkarma,
de lavande). 3. Ruh, uçucu sıvı. 4. *özüt, "hülâsa essoucher gçl. Bir toprağı kesilmiş ağaç köklerinden
(Essence de viande, de café). 5. fels. Öz (Selon temizlemek (Essoucher un terrain).
l'existentialisme, l'existence précède l'essence). 6. essoufflement er. Soluğu kesilme, soluk kesilmesi,
ç. Tür, cins, ağaç yada bitki türü (Cette forêt tıkanma.
possède des essences très variées). 7. Özet, öz essouffler gçl. Soluğunu kesmek, soluksuz
(Cette phrase contient toute l'essence de sa bırakmak, soluyamaz duruma sokmak
pensée). 8. Doğa, yaratılış, yapı, maya, hamur (Essouffler un cheval. Cette longue course l'avait
(Ce garçon se croit d'une essence supérieure). § essoufflé). § S'essouffler: 1. Spluk soluğa
Par essence: Özü bakımından, doğası gereği, kalmak, soluğu tükenmek, tıkanmak (Un nageur
"esas itibariyle (Lapolitique, c'est, par essence, le qui s'essouffle). 2. mec. Soluğu tükenmek,
domaine des choses concrètes). gücünü yitirmek (Ce cinéaste s'essouffle, son
essentiel, le s. 1 .fels. Öze değgin, özde var olan (La dernier film est décevant). 3. Kendini çok
raison est essentielle à l'homme). 2. Başta gelen, zorlamak, "helâk olmak (Un élève qui s'essouffle
başlıca, temel (Principes essentiels d'une théorie. dans une classe trop forte pour lui). 4.
Condition essentielle, caractères essentiels). 3. S'essouffler à f. qch: -mek için kendini çok
Gerekli, zorunlu (La nutrition est essentielle à la zorlamak, canı burnundan gelmek (II
vie.Cette formalité est essentielle pour le s'essoufflait à suivre le cycliste).
mariage). 4. Çok önemli (C'est un livre essentiel). essuie-glace er. Yağmur yağarken otomobilin ön
S. er. Başlıca nokta, işin özü, önemli olan
camım silen düzen, cam silgisi, *silgeç.
(L'essentiel est de garder son sang-froid. Tu
essuie-main, essuie-mains er. Havlu, peşkir,
oublies l'essentiel. Venons à l'essentiel).
essuie-meubles er. Toz bezi.
ssentiellement bel. 1. Özünden, özü bakımından
essuie-pieds er. Paspas.
(L'homme est essentiellement raisonnable). 2.
essuyage er. 1. Silme (L'essuyage des verres). 2.
Her şeyden önce; başlıca, esas olarak (Je tiens
Kurulama (L'essuyage de la vaisselle).
essentiellement à dissiper toute équivoque. Le
essuyer gçl. 1. Silmek (Essuyer ses larmes, ses pieds.
programme de cet examen est essentiellement à
Essuyer les meubles avec un chiffon de laine). 2.
base de mathématiques).
Kurulamak (Laver et essuyer la vaisselle. Essuyer
seulé, e s. Yüz üstü bırakılmış, yalnız kalmış (Il se
ses mains à une serviette). 3. Uğramak, başına
sent esseulé dans une contrée inconnue).
gelmek; yemek, tutulmak (Essuyer un échec, une
546 estime
est

grande perte. Essuyer des reproches, des dédains, de son estampille: -e kendi damgasını vurmak,
un refus. Essuyer une tempête, le feu de estampiller gf/. Damgalamak, mühürlemek; damga
l'ennemi). § Essuyer les larmes de qn: Birini yada mühür vurmak (Estampiller un produit
avutmak, teselli etmek, göz yaşlarını dindirmek. manufacturé, un briquet, un tapis).
Essuyer les plâtres: Yeni yapılmış bir eve ilk girip estarie, starie diş. den. İstarya; gemiye, yük
oturmak. § S'essuyer: 1. Kurulanmak (S'essuyer boşaltma ve yükleme için tanınan süre.
en sortant du bain). 2. S'essuyer qch: -sini silmek ester gsz. huk. Ester en justice, ester en jugement:
(S'essuyer le menton, la bouche, le front). Dava açmak, mahkemeye başvurmak (La femme
est er. I. Doğu, gündoğusu (Mosquée orientée vers mariée peut ester en justice sans autorisation de
l'est). 2. Doğu Avrupa ülkeleri, Doğu bloku son mari).
(Relations entre l'Est et l'Ouest). 3. (s. değişmez) ester er. kim. Ester.
Doğu (La côte est de la Corse). § A l'est: Doğuda. estérification diş. kim. Esterleşme, esterleştirme.
A l'est de: -in doğusunda (Les pays à l'est de estérifier gçl. Ester haline getirmek, esterleştirmek.
l'Europe). esthète s. ve ad. *Güzelci, "estet; güzelden anlayıp
establishment [Establijment] er. Ing. 1. Kurulu güzel şeyleri iş edinen kimse,
düzenden yana olanlar; tuzu kurular. 2. Kurulu esthéticien, ne ad. *Güzelduyucu, estetikçi,
düzen. esthétique diş. 1. *Güzelduyu, "estetik, güzelliği ve
estacade diş. Su içinde kazıklar, sallar ve zincirlerle güzelliğin insan ruhundaki etkilerini konu olarak
sağlanan engel, büğet, "bent(Estacade qui ferme alan felsefe kolu (L'esthétique de Platon, de
l'entrée d'un port, d'un chenal). Hegel). 2. Güzellik anlayışı, *güzelduyubilim
estafette diş. 1. Posta tatarı, ulak. 2. Posta yada (Une statue conforme à l'esthétique moderne). 3.
emir götüren asker, posta eri. Güzellik (L'esthétique d'un visage. Sacrifier
estafier er. I. (Eski) Efendisinin palto ve l'utilité à l'esthétique). 4. s. »Güzelduyusal,
silahlarını taşıyan silahlı uşak.2. hkr. Koruma güzelduyuya değgin, estetik (Les qualités
görevlisi, goril. esthétiques d'une oeuvre littéraire. Il n'a pas un
sens esthétique très développé). 5. s. Güzel, hoş
estafilade diş. (Genellikle yüzde) Bıçak yarası;
(Cette voiture a une carrosserie plus esthétique
ustura yada traş bıçağı yarası (Il portait la
que celle du modèle précédent). 6. s. Güzelliğe
cicatrice d'une estafilade reçue sur la joue droite.
değgin, güzellikle ilgili (Chirurgie esthétique).
Se faire une estafilade en se rasant).
esthétiquement bel. Güzelduyu açısından, güzellik
estagnon er. Teneke yada bakır güğüm, bakımından; güzel bir şekilde, "zevkle
estaminet er. Küçük kahvehane, köy kahvesi. § (Esthétiquement, c'est une réussite. Des fleurs
Pilier d'estaminet: Kahvelerde vakit geçiren esthétiquement disposées dans un vase).
sarhoş, ayyaş. Kahve kuşu. esthétisme er. *Güzelcilik, »güzelduyuculuk,
estampage er. 1. Baskı kalıbıyla basma (Estampage "bediiyye; öğretileri, gerçeklerinden çok
des monnaies, des bijoux). 2. mec. tkz. güzelliklerinden ötürü benimseme eğilimi,
Kazıklama, dolandırma, estimable s. 1. Saygıdeğer, saygın (Un homme
estampe diş. 1. Baskı kalıbıyla basılmış şekil, baskı estimable par sa probité). 2. Değerli (Un auteur,
işi, "oymabaskı, basma. 2. Basma kalıbı, baskı un peintre estimable. C'est un ouvrage estimable
kalıbı. et sérieux).
estamper gçl. 1. Kalıp yada klişesini basmak estimateur er. Değer biçici, değerlendirici,
(Estamper une inscription). 2. mec. tkz. "muhammin,
Kazıklamak, dolandırmak, parasını çarpmak (II estimatif, ive s. Değer biçmeye değgin, değer
vous a bien estampé). § Se faire estamper: gösterici; "tahminî (Un devis estimatif: Değer
Kazıklanmak (Se faire estamper au restaurant). gösterici bir keşif defteri).
estampeur er. 1. Kalıp basmacısı, oymabaskıcı. 2. estimation diş. 1. Değer biçme, fiyatını saptama
mec. tkz. Kazıkçı (N'allez pas chez ce (Estimation d'un mobilier, d'une œuvre'd'art par
commerçant, c'est un estampeur). un expert). 2. Tahmin, tahmin etme, hesaplama
estampillage er. Damgalama, mühürleme, (Estimation du nombre des habitants dans une
estampille diş. Damga, mühür (La lettre portait ville. D'après mon estimation, le parcours peut
l'estampille de Paris). § Donner son estampille à s'effectuer environ en deux heures).
qch: -i kendi mührü ile onaylamak. Marquer qch estime diş. 1. Saygı; saygı gösterme, değer verme (II
estimer 547 estonie

a toujours agi avec une droiture qui lui a valu geçirmek (II estive tous les ans à la campagne).
l'estime même de ses adversaires. Cet homme estoc er. 1. ince kılıç, kamçı kılıç. 2. Kılıç ucu. 3.
n'est pas digne d'estime. J'ai une grande estime Çotuk, kesilmiş ağacın topraktan yukarda kalan
pour cet ouvrage). 2. Rağbet, itibar (Les sports kısmı. § Couper qch à blanc estoc: Kökünden
sont en grande estime dans les pays scandinaves). kesmek, dibinden kesmek. Frapper d'estoc et de
3. (Eski) Tahmin. § Estime de soi-même: Kendine taille: 1. Kılıcın hem ucu hem ağzı ile vurmak. 2.
karşı saygı, özsaygı. A l'estime: Tahminen, mec. Rasgele, gelişigüzel vurmak, kılıç çalmak,
tahminî olarak, yuvarlak hesap (Evaluer te poids estocade diş. 1. Kılıç darbesi. 2. mec. Beklenmedik
d'un paquet à l'estime). Avoir de l'estime pour: -e ve şiddetli saldırış (Un témoin désarçonné par tes
karşı saygısı olmak. Avoir, tenir qn en grande estocades de l'avocat). § Donner l'estocade à: -in
estime: Birine karşı büyük saygısı olmak, büyük işini bitirmek, öldürmek, öldürücü darbeyi
saygı duymak (J'ai cet homme en grande estime, vurmak.
je te tiens toujours en grande estime). Baisser estomac er. 1. Kursak; mide (Estomac des oiseaux.
dans l'estime de qn: -in gözünden düşmek, -in Remède pour l'estomac. Ulcère à l'estomac. J'ai
gözündeki saygınlığını yitirmek. Etre en grande des brûlures d'estomac. La faim lui donnait des
estime: Çok tutulmak, rağbet görmek, itibar crampes d'estomac). 2. Göğüsle karın arası,karın
görmek, rağbette olmak. Monter dans l'estime de boşluğu (Boxeur qui frappe à l'estomac). 3.
qn: -in gözünde yükselmek, saygınlık kazanmak. GÖzüpeklik, yüreklilik, "cesaret. § A l'estomac:
Obtenir l'estime de qn: -in saygısını kazanmak. Bağırıp çağırarak, vurup kırarak, alıp keserek (II
estimer gçl. 1. Değer biçmek, fiyat biçmek (Un a réussi à le décider en y allant à l'estomac). Avoir
expert qui estime un objet d'art. Estimer le cours de l'estomac: Yürekli, gözüpek, "cesur olmak.
d'une valeur, d'une marchandise). 2. Tahmin Avoir l'estomac creux: Midesi boş olmak, aç
etmek, kestirmek (Estimer le nombre des blessés, olmak. Avoir l'estomac dans les talons: Karnı zil
une distance). 3. Sanmak (J'estime que vous avez çalmak. Avoir un estomac d'autruche: Taş yese
suffisamment travaillé aujourd'hui). 4. Saygı eritmek. Ouvrir l'estomac: Acıktırmak, iştahı
duymak, beğenmek (J'estime beaucoup ce kabartmak, açlık duygusu vermek (L'odeur de la
professeur). 5. Estimer f. qch: -digini sanmak, viande m'ouvrait l'estomac).
düşünmek, kanısında olmak (J'estime avoir estomaqué, e s. tkz. 1. Çok şaşmış, şaşırıp kalmış.
acquis le droit de parler). § S'estimer: 1. Kendi \ Estomaqué de qch: -e şaşıp kalmış (J'étais
değerini bilmek, kendine saygısı olmak, özsaygısı estomaqué d'une telle conduite).
olmak. 2. Kendini pek değerli sanmak, kendini estomaquer gçl. tkz. Şaşırtmak, şaşkına çevirmek,
beğenmek 3. S'estimer...: Kendini... görmek, şaşkınlık vermek (Sa conduite a estomaqué tout le
saymak (Je m'estime satisfait du résultat. Il monde). § S'estomaquer: 1. Gücenmek, alınmak.
s'estimait perdu. Estimez-vous heureux d'en être 2. Konuşmaktan, bağırmaktan bir hal olmak,
quitte à si bon compte). estompage er. coğr. (Haritacılık) Gölgeleme,
estivage er. Yazlağa götürme, yaylaya çıkarma yalama.
(Estivage des bestiaux). estompe diş. Estomp; karakalem resim yaparken
estival, e s. 1. Yazla ilgili, yaza değgin, yaz, yazlık kullanılan ve kendi üzerine sarılmış kâğıt yada
(La moisson est un travail estival. La moyenne de meşinden oluşmuş ucu sivri kalem,
la température estivale. La mode estivale). 2. estomper gçl. 1. (Karakalem resimde)Gölgeleri
Yazın doğan, yazın yetişen, yaz, yazlık estompla işlemek. 2. Hafif gölgelendirmek (La
(Légume, fruité estival). brume estompait le paysage). 3. Hafifleştirmek,
estivant, e ad. Yazı deniz kıyısında, kaplıcalarda silikleştirmek, tatlılaştırmak, sertliklerini
yada yaylada geçiren kimse, yazlığa çıkan, yaz gidermek (Estomper un dessin, un paysage, une
tatiline giden (Les estivants affluent sur les silhouette). § S'estomper: 1. Silikleşmek, belli
plages). belirsiz bir duruma gelmek (Les montagnes
estivation diş. hayb. (Kimi hayvanlann) Yaz s'estompent dans le lointain). 2. Silinmek, artık
uykusu. pek belli olmamak, canlılığını yitirmek (Le
estive diş. İstif, gemide yükü istifleme (Charger en souvenir de ces événements commençait à
estive). s'estomper dans son esprit. Les haines
estiver gçl. 1. Yaylaya çıkarmak (Estiver des s'estompent avec le temps).
troupeaux). 2. gsz. Yazlamak, yaz tatilini estonie diş. Estonya.
estonien 548 étager

estonien, ne s. ve ad. 1. Estonyalı; Estonya ve établi, e s. 1. Sağlam, oturmuş (Il a une réputation
Estonyalılara değgin. 2. er. Estonca, eston dili. établie). 2. iyice yerleşmiş, benimsenmiş,
kökleşmiş (Un usage établi, des préjugés établis).
estoquer gçl. 1. Kılıç ucuyla vurmak. 2. Öldürmek, 3. Kurulu, yerleşik (L'ordre établi: Kurutu
işini bitirmek, son darbeyi vurmak (Un matador düzen). 4. Yürürlükte olan (Les lois établies, les
qui estoque un taureau). coutumes établies),
estourbir gçl. tkz. Öldürmek, canını cehenneme établir gçl. 1. Yerleştirmek, oturtmak (Dieu
yollamak. commença d'établir un peuple sur la terre. Etablir
estrade diş. 1. (Eskiden) Yol. 2. Peyke, kerevet, seki l'aile droite de son armée sur un bon terrain). 2.
(Estrade d'une salle de classe. Estrade réservée au Kurmak, açmak (Etablir une usine, une
jury, à l'orchestre). § Battre l'estrade: Yolları imprimerie, une maison). 3. Kurmak,
kolaçan etmek, düzenlemek, hazırlamak (Etablir un système, un
estragon er. bitb. Tarhunotu. gouvernement. Etablir une administration, un
estramaçon er. Uzun ve iki ağzı keskin kılıç, impôt, une liste, un rapport). 4. Sağlamak
estrapade diş. 1. Eskiden denizde, suçluyu birkaç (Etablir la paix, la tranquillité, la sécurité). 5.
kez gemiden suya salma yada karada bir direğe Başgöz etmek, evlendirip yerleştirmek (Etablir sa
çekip koy verme cezası. 2. Bu cezalar için fille, son fils). 6. Ortaya koymak, göstermek
kullanılan gemi direği yada darağacı. 3. Bir (Etablir l'innocence d'un accusé. Etablir la
cimnastik oyunu, différence entre deux choses). 7. Getirmek,
estrope diş. den. Iskarmoz ipi. yerleştirmek, oturtmak (Etablir son neveu à la
estropié, e s. ve ad. Sakat (Un estropié qui demande tête d'une entreprise). § S'établir: 1. Yerleşmek
l'aumône). (Je vais m'établir à Istanbul). 2. Evlenmek,
estropier gçl. 1. Sakat etmek, sakatlamak (Un başgöz olmak, kapılanmak (Il s'est enfin établi).
automobiliste qui a estropié un piéton. Ce coup 3. Oturmak, iyice yerleşmek, kök salmak (Cette
lui a estropié le bras). 2. mec. coutume s'est établie). 4. Çalışmak, dükkân
Bozmak,sakatlamak, değiştirmek (Estropier un açmak (Un menuisier qui s'établit à son compte).
mot étranger, les paroles de quelqu'un). § 5. S'établir...: -lik etmek, kendi kendine... payesi
S'estropier: Sakatlanmak, bir yerini sakatlamak vermek (Il s'établit juge de nos actes).
(Il s'est estropié en tombant d'une échelle). établissement er. 1. Kurma, yerleştirme
estuaire er. coğr. Haliç. (L'établissement du camp dans cette vallée s'est
fait en quelques heures). 2. Yerleşme
estudiantin, e s. Öğrencilere değgin, öğrencilikle
(L'établissement des Français dans les Indes.
ilgili (La vie estudiantine. Fréquenter les milieux
L'établissement de l'ennemi dans une position
estudiantins).
fortifiée). 3. Evlendirme, kapılandırma, başgöz
esturgeon er. hayb. Mersinbalığı.
etme (Il met de l'argent de côté pour
et bağ. 1. Ve (Un ami fidèle et loyal. Toi et moi. Le
l'établissement de ses filles). 4. Saptama, ortaya
père et le fils. Taisez-vous et écoutez). 2. Ya (J'ai
koyma (L'établissement des faits reprochés à
accepté, et vous?: Ben kabul ettim, ya siz?). 3.
l'accusé incombe à la partie adverse). S.
Hem de (Il parle l'anglais, et couramment:
Doldurma, hazırlama, düzenleme
İngilizce konuşuyor, hem de takıntısız. II
travaille, et comment: Çalışıyor, hem de nasıl!). (L'établissement des feuilles de paie). 6. Sömürge
4. Ile (Le loup et le chien: Kurtla köpek). 5. De (Les établissements portugais). 7. Kurum,
(Et le riche et le pauvre: Zengini de yoksulu da). "müessese (Il travaille dans un établissement
6. Hem... hem de (Et tu es fautif, et tu cries: Hem commercial).
suçlusun, hem de bağırıyorsun). 7. (Il y a dan étage er. I. Kat (Une maison à trois étages. Habiter
sonra gelen bir ad yinelendiğinde) ...var... -cik au premier, au deuxième, au troisième étage). 2.
var (Il y a maison et maison: Ev var evcik var. II yerb. Kàtman. § Les gens de bas. étage: Ayak
y a homme et homme: Adam var adamcık var). takımı.
étabie diş. (Sığır vb için) Ahır (Le bétail est à étagement er. Kat kat dizme, kat kat sıralanma
l'étable. Une étabie à vaches, à cochons). (Etagement des vignes sur les côtes du Rhône).
étabier gçl. Ahıra çekmek (Etabler les vaches, tes étager gçl. 1. Kat kat dizmek, üst üste koymak,
boeufs). sıralamak (Etager les draps dans l'armoire). 2.
établi er. Tezgâh (Etabli de menuisier). Bölümlemek, bölüm bölüm ayırmak (Les prix
étagère 549 étamine

sont étages de façon à s'adresser à toutes les (Gösteriş için) Sayıp dökmek, ortaya sermek
bourses). 3. Taksitlere ayırmak. § S'étager: (Etaler ses mérites, ses qualités, ses richesses). 6.
Birbiri arkasına sıra sıra dizilmek (Les maisons (Kâğıt oyununda) Açıp göstermek (Etaler ses
s'étagent au flanc de la colline). cartes). 7. Açıklamak, gizlememek, herkese
étagère diş. 1. Etajer, kat kat rafları olan kapaksız söylemek (Etaler ses projets). 8. Sıraya koymak,
ve taşınır dolap. 2. argo. Göğüs. § Avoir des ard arda sıralamak; taksitlere ayırmak (Etaler les
oranges sur l'étagère: argo. Portakal gibi réformes sur plusieurs années. Etaler les
memeleri olmak, vacances. Etaler ses paiements). 9. den.
étai er. 1. Payanda, dayanak, destek (Des étais de Dinginleştirmek; yükselmesini, kabarmasını
chêne soutenaient le toit. Soutenir par des étais). önlemek (Etaler une voie d'eau). 10. den.
2. mec. Dayanacak, güvenecek şey yada kimse, Dayanmak, karşı koymak, direnmek (Etaler le
destek. 3. den. Direği tutan halat, istralya, vent, le courant). 11. gsz. den. Dinginleşmek,
étalement, étayage er. Payanda vurma, yatışmak, durulmak (La marée étale, la mer
payandalama, destek vurma, destekleme étale). § S'étaler: 1. Yayılmak, saçılmak (Toute
(L'étayage d'une maison, d'un mur). l'encre s'est étalée sur le tapis). 2. Yayılmak,
étain er. 1. Kalay. 2. Kalaydan yapılmış süs eşyası, kendini bırakmak, kurulmak, yayılıp oturmak (II
étal er. 1. Kasap kütüğü, kasapların üzerinde et s'est étalé dans un vaste fauteuil). 3. Düşmek,
doğradıkları tahta. 2. Kasap dükkânı. 3. (Pazar yere serilmek (Il a glissé sur le verglas et s'est étalé
satıcılarının mallarını sergiledikleri) Tezgâh, de tout son long). 4. Sıralanmak, ard arda
sergi, tabla. sıralanmak, bir sıraya göre düzenlenmek (Cette
étalage er. 1. Sergileme, vitrin yada tablaya dizme année, les vacances du personnel s'étalent sur
(L'étalage des marchandises sur la voie publique). trois mois). 5. Taksitlere ayrılmak (Les paiements
2. Camekân, sergi, vitrin, tabla (Les étalages d'un s'étalent sur six mois). 6. Yayılmak, serilmek (La
grand magasin. S'attarder devant les étalages. ville s'étale sur la plaine). 7. Kendini göstermek,
L'étalage d'un bouquiniste). 3. Sergi vergisi gösteriş yapmak, ortaya çıkarmak (Il s'étale avec
(Payer l'étalage). 4. mec. Gösteriş, gösteri vanité).
(Etalage de luxe). § Faire étalage de qch: -i sayıp étalier er. Kasap çırağı.
dökmek, göstermek (Faire étalage de ses qualités, étalon er. 1. Aygır, damızlık aygır, tohumluk at
de ses mérites, des ses connaissances). (Etalon pur sang, demi-sang. Dépôt d'étalons). 2.
étalager gçl. Sergilemek, vitrine dizmek, Tohumluk (Âne étalon, bélier étalon, taureau
vitrinlemek. étalon. Arbre étalon). 3. Ayar, ölçü (Les systèmes
étalagiste ad. 1. Sergici, işportacı, tablacı. 2. Vitrin monétaires sont basés sur l'étalon-or).
düzenleyicisi, vitrinci. étalonnage, étalonnement er. (Tartı ve ölçüleri)
étale s. 1. Durgun (La mer était étale. Le fleuve, la Ayarlayıp damgalama,
rivière est étale). 2. mec. Dingin, sessiz (La étalonner gçl. 1. (Tartı ve ölçüleri) Ayarlayıp
journée était étale comme une mer inoffensive). damgalamak. 2. Ayarlamak (Etalonner un
3. er. Dinginlik, durgunluk; dinginleşme, yatışma appareil, un instrument).
(L'étale de la marée, étale de flot). étamage er. 1. Kalaylama. 2. Sır sürme, sır geçirme,
étalement er. 1. Serme, yayma, dağıtma (Etalement sırlama.
de papiers sur une table. Etalement d'un tas de étambot er. (Gemide) Kıç bodoslaması,
fumier sur une terre). 2. Belirli zamanlara ayırma, étamer gçl. 1. Kalaylamak (Etamer une casserole,
bölme, taksitlere ayırma (Etalement des étamer le cuivre, la tôle). 2. (Ayna yapmak için
paiements, des vacances). cama) Sır Sürmek, sır geçirmek, sırlamak,
étaler gçl. 1, Sergilemek, vitrinlemek (Un étameur er. Kalaycı.
commerçant qui étale à sa devanture des étamine diş. 1. Etamin; pamuk, keten yada ipekten
chaussures, des appareils mécaniques etc). 2. seyrek dokunmuş bir çeşit ince kumaş. 2. Elek
Açmak, yaymak, sermek (Etaler un tapis, un bezi, ince elek (Passer une farine, une poudre, un
journal. Etaler au linge dans un pré pour le faire liquide à l'étamine). 3. mec. Sıkı inceleme (Tout
sécher). 3. Sürmek (Etaler de la crème, de la ce qui s'offre à moi passe par l'étamine). 4. bitb.
pommade, de-la peinture. Etaler du beurre sur du Erkek organ, erkeklik organı. § Passer à
pain. 4. mec. Yıkmak, devirmek, yere sermek l'étamine, par l'étamine: mec. Sıkı bir
(D'un coup de poing, il a étalé son adversaire). S. incelemeden geçmek, çok sıkı bir sınavdan
étampage 550 étatiste

geçmek, ince eleklerden geçmek, l'Eglise et de l'Etat). § Conseil d'Etat: Danıştay.


étampage er. (At nalına) Delik açma. 2. Dövme ile Coup d'Etat: Hükümet darbesi. Etat d'âme: Ruh
işleme. hali. Etat d'esprit: Anlayış, "zihniyet. Etat de
étampe diş. 1. (Kuyumculukta, bakırcılıkta) Dövme siège: Sıkıyönetim. Etat de nature: İlkel yaşam.
kalıbı, dövme. 2. Zımba, Etat civil: Medeni hal. Etat de choses: Durum
étamper gçl. 1. Dövme ile işlemek. 2. Zımbalamak, (Cet état de choses ne saurait durer). Etat de
delmek, delik açmak (Etamper le fer à cheval). conscience: Bilinç hali. Grâce d'Etat: Büyük şans,
étanche s. Su geçirmez, su sızdırmaz (Un tonneau devlet kuşu, Tanrının yardımı (Il a eu une grâce
étanche, toiture étanche. Une montre étanche). d'Etat le jour de l'examen). Homme d'Etat:
étanchéité diş. Su geçirmezlik, su sızdırmazlık Devlet adamı. Le chef de l'Etat: Devlet Başkanı.
(L'étanchéité d'une montre, d'un réservoir). Le Tiers Etat: (Fransız Devrimi Döneminde) Orta
étanchement er. Durdurma, dindirme, giderme tabaka, burjuvazi. Raison d'Etat: Hikmeti
(Etanchement du sang, de la soif). hükümet. Sous-secrétaire d'Etat: Müsteşar.
étancher gçl. 1. Durdurmak, kesmek, akmasını Secret d'Etat: Devlet sırrı. Dans cet état de
durdurmak, akıntısını kesmek, dindirmek choses: Bu durumda, bu durum karşısında. De
(Etancher le sang qui coule d'une plaie). 2. Su son état: Meslekten, çekirdekten yetişme (Il est
geçirmez, su sızdırmaz hale getirmek (Etancher boucher de son état). En tout état de cause: Ne
une citerne). 3. mec. Gidermek, dindirmek olursa olsun, her hal ve kârda (En tout état de
(Etancher sa soif). cause, un dénonciateur qui se cache joue un rôle
étançon er. Payanda, dayanak, dayak (Placer des odieux). Etre en mauvais état: Kötü durumda
élançons contre un mur). olmak. Etre en état de f. qch: -cek durumda
étançonnement er. Payanda vurma, payandalama. olmak (Je ne suis pas en état de juger de cette
étançonner gçl. Payanda vurmak, payandalamak question). Etre hors d'état de f. qch: -cek
(Etançonner un mur). durumda olmamak (Il était hors d'état de
étang er. Küçük, göl, gölcük, répondre). Etre dans tous ses états: Çok heyecanlı
étape diş. 1. Konak, "menzil (Arrivé à l'étape, il olmak, kendinde olmamak, şaşkına dönmüş
écrivit une lettre à sa famille). 2. Yol, mesafe olmak. Faire état de: 1. -gibi davranmak, gibi
(Parcourir une longue étape). 3. mec. Evre (Les hareket etmek (Faire état de chef). 2. Güvenmek,
étapes de la vie, de la civilisation). 4. Dönem, inanmak (Faites état de moi). 3. Saymak,
"safha (Noter las étapes successives d'une beğenmek, takdir etmek (Je fais peu d'état de cet
maladie). 5. Aşama, "merhale (C'est la première homme-là). 4. İleri sürmek (Faire état d'un
étape vers le succès). 6. (Eski) Pazar, ticaret document. Il a fait état de son ancienneté pour
merkezi (Les Barbares obligèrent les Romains réclamer la priorité dans ta maison). 5.
d'établir des étapes et des commerces avec eux). § Açıklamak, söz etmek, söylemek (Ne faites pas
Brûler l'etape: Konak yerinde durmadan geçip état de ce que je viens de vous dire). 6. Göz
gitmek. Brûler les étapes: Merhaleleri aşıp önünde bulundurmak, hesaba katmak (Il faut
geçmek, çalışmayı hızlandırmak (Brûlant les faire état de l'opinion des autres). Faire un coup
étapes, ils ont pris un an d'avance). d'Etat: Hükümet darbesi yapmak. Former un
état er. 1. Durum, hal (L'état du malade est grave. Etat dans l'Etat: Devlet içinde devlet olmak.
Son état de santé s'est amélioré). 2. Ertik, Mettre qn hors d'état de f. qch: Birini -meyecek
"meslek (Les servitudes de l'état militaire. L'état duruma getirmek (Mettre un adversaire hors
ecclésiastique). 3. Liste (Dresser un état des d'état de nuire). Remettre qch en état: -i onarmak
dépenses). 4. Sayım, demirbaş sayımı (Procéder à (Remettre en état un appareil). Rester en état:
un état du matériel disponible). 5. Bilanço (Etat Eski durumunda kalmak, olduğu gibi kalmak.
de compte, état de dettes). 6. (Eski) Rejim, Remettre les choses en l'état: İşleri düzeltmek,
yönetim biçimi (L'état démocratique, yoluna Koymak, eski durumuna getirmek,
monarchique, tyrannique). 7. Toplumsal tabaka étatique s. Devlete değgin (Appareil étatique).
(La notion de classe a remplacé celle d'état. Les étatisation diş. Devletleştirme,
trois états: Le clergé, la noblesse et les roturiers). étatiser gçl. Devletleştirmek (Etatiser le commerce,
8. Yaşayış, yaşama biçimi (Il n 'est pas satisfait de une usine).
son état). 9. (Büyük harfle) Devlet (Etat étatisme er. Devletçilik,
démocratique, Etat totalitaire. La séparation de étatiste s. ve ad. Devletçi (Doctrine étatiste).
état- major 551 étendue

état-major er. 1. Kurmay fEtat-major général: yanında, safında (Se ranger, combattre sous
Genelkurmay. Chef d'état-major: Kurmay l'étendard de quelqu'un). Lever l'étendard de la
başkam. Officier d'état-major: Kurmay subay). révolte: İsyan bayrağını çekmek,
2. mec. Beyin takımı, kurmay heyeti (L'état- étendoir er. 1. Bir şey sermeye yarayan ip yada sırık
major d'un parti, d'un syndicat, d'un ministre). (L'étendoir pour le séchage du linge). 2. Serme
étau er. 1. Mengene, kıskaç. 2. argo. Kadının ferci, yeri, kurutma yeri; çamaşır serme yeri.
edep yeri. § Etre pris, serré comme dans un étau: étendre gçl. 1. Yaymak, sermek (Etendre du linge
Kıskaç içine alınmak, kıstırılmak. Mettre la tête à sur un pré pour le faire sécher. Etendre un tapis
l'étau: argo. Cinsel ilişkide bulunmak, sur le sol). 2. Açmak, uzatmak (Etendre les bras
étayage er. Payanda vurma, payandalama (Etayage en croix pour barrer le passage à quelqu'un.
d'une maison). L'oiseau étend ses ailes). 3. Yatırmak, uzatmak
étayer gçl. 1. Payanda vurmak, destek vurmak (Etendre quelqu'un sur le sol, sur son lit). 4.
(Etayer un mur, une voûte). 2. mec. Desteklemek Sulandırmak, yoğunluğunu azaltmak (Etendre
(Etayer une conviction, un raisonnement). § une sauce, un liquide, un vin). 5. Genişletmek,
S'étayer sur qch: -e dayanmak (Cette thèse s'étaie büyütmek (Il voudrait étendre sa propriété en
sur les recherches les plus récentes). achetant des terres attenantes). 6. Sınavda
et caetera [etsetera] er. (etc. yazılır) Ve başkaları, ve döndürmek, çaktırmak (Examinateur qui étend
benzerleri, vb. un candidat). 7. Sürmek (Etendre du beurre sur
été er. Yaz (Le soleil d'été. Vacances d'été. Tenue une tranche de pain). 8. Yere sermek, devirmek,
d'été). § L'été de la Saint-Martin: Pastırma yazı. düşürmek (Un boxeur qui étend son• adversaire).
En été: Yazın, 9. Etendre qch à: Bir şeyi -e yaymak (Etendre les
éteignoir er. 1. Mum söndürmek için kullanılan bienfaits d'une découverte à tous les pays. §
teneke külah. 2. mec. Neşe kaçıran, bayram S'étendre: 1. Kendini salmak, salınmak (Tissu qui
bozan (Il est toujours triste, c'est un éteignoir). § s'étend au lavage). 2. Uzamak (L'ombre des
En éteignoir: Koni şeklinde, külah biçiminde, arbres s'étend le soir). 3. Uzanmak, yayılmak,
éteindre gçl. 1. Söndürmek (Eteindre le feu. yatıp uzanmak (S'étendre sur un lit, sur le sol). 4.
Eteindre une bougie, une chandelle, une torche, Uzayıp gitmek (Des rangées d'arbres s'étendaient
les phares, l'incendie). 2. Işığını söndürmek le long d'un fleuve. S'étendre à perte de vue). 5.
(Eteindre une chambre, un couloir). 3. Kapamak Yayılmak (L'épidémies'est rapidement étendue).
(Eteindre la radio, la télévision). 4. mec. 6. S'étendre à, sur, jusqu'à: -e dek yayılmak, -i
Yatıştırmak, söndürmek (Le temps a éteint sa kaplamak (Cette domination s'est ensuite étendue
haine). 5. Gidermek (Eteindre sa soif). 6. à l'ensemble. La domination romaine s'est
Bitirmek, sona erdirmek, sıfıra indirmek (Ce étendue sur tout le monde méditerranéen. Et sa
dernier remboursement a éteint sa dette). 7. bonté s'étend sur toute la nature).
Soldurmak (Le soleil éteint les couleurs). § étendu, e s. 1. Geniş, büyük, yaygın (Une forêt très
S'éteindre: 1. Sönmek (Le feu s'éteint, les étendue). 2. Yatmış, uzanmış (Un homme étendu
lumières s'éteignent). 2. Yok olmak, tükenmek, dans son fauteuil, sur le lit). 3. Zengin, geniş (Il
bitmek, sönmek (Un amour qui s'éteint). 3. a un vocabulaire étendu, une connaissance
Yitmek, bitmek, yok olmak, yitip gitmek, étendue). 4. Sulandırılmış (Un liquide étendu, une
sönmek (Son souvenir ne s'éteindra jamais). 4. sauce étendue).
Ölmek (Elle s'éteignit dans les bras de sa fille). 5. étendue diş. 1. Enginlik (L'étendue de la mer,
Solmak, parlaklığını yitirmek (Une couleur qui l'étendue illimitée des savanes). 2. Alan, "saha,
s'éteint). yayılma alanı (La mer est une grande étendue
d'eau salée). 3. Erim, mesafe (L'étendue de la
Steint, e s. 1. Sönmüş (Volcan éteint, astre éteint).
vue). 4. Süre (Un remords l'a poursuivi pendant
2. Solmuş, parlaklığını yitirmiş (Couleur éteinte,
toute l'étendue de sa vie). 5. Yüz ölçümü,
les yeux éteints). 3. Kısık, boğuk (Une voix
büyüklük (Cette ferme est te double de l'autre en
éteinte). 4. Bitmiş, tükenmiş, bitik, çökmüş (Une
étendue). 6. Büyüklük, genişlik, oran (Sa
personne éteinte).
conversation révèle l'étendue de sa culture.
Uendage er. 1. Serme (L'étendage du linge). 2.
Evaluer l'étendue des dégâts). 7. mat. fels. Uzam,
Çamaşır serme ipleri,
yayıhm. 8. Kapsam, °şümul (Etendue d'un
itendard er. 1. Sancak. 2. Bayrak. § Sous
engagement).
l'étendard de: -bayrağı altında, komutasında,
éternel 552 étincelle

éternel, le s. 1. fels. tlksiz ve sonsuz, "öncesiz éthéré, e 1. fiz. Esirimsi (Substance éthérée). 2.
sonrasız, "ezeli ve ebedi (La croyance en un Dieu mec. Temiz ve hafif (Une pâle jeune fille au
éternel). 2. Sürekli (La vie est un éternel regard éthéré). 3. kim. Etere değgin, eterli, eteri
recommencement). 3. Sonsuz, bengi, "ebedi andıran (Une odeur éthérée).
(Zone des neiges éternelles). 4. Bitmez tükenmez éthérification diş. Eter haline getirme, eterleştirme;
(Se perdre dans d'éternelles discussions). 5. eterleşme.
Herzamanki, alışılmış (Son éternelle cigarette à la éthérifier gçl. Eter haline getirmek, eterleştirmek,
bouche. Il répondit de son éternel air ennuyé). 6. éthérisation diş. hek. Eterle uyuşturma
er. (Büyük harfle) Tanrı (Invoquer, louer (Ethérisation générale, locale).
l'Eternel). 7. er. Kalıcılık, kalıcı, kalıcı olan şey éthériser gçl. hek. Uyuşturmak, eterle uyutmak
(Il ne faut pas sacrifier l'éternel au périssable). 8. (Ethériser un malade).
diş. bitb. Herdemtaze. § La ville éternelle: Roma. éthéromane s ve ad. Eter tiryakisi,
Le Père éternel: Tanrı. Le repos éternel, le éthéromanie diş. Eter tiryakiliği,
sommeil éternel: Ölüm, sonsuz uyku. éthiopie diş. Etyopya, Habeşistan,
éternellement bel. 1. Herzaman, sürekli olarak éthiopien, ne s. ve ad. Habeş, Etyopyah;
(C'est un pays où il pleut éternellement). 2. Habeşistan'a ve Habeşlere değgin (Un éthiopien,
Sonsuzluğa dek, "ebediyen (L'Ecriture dit que le tangue éthiopienne).
Christ dure éternellement). éthique s. 1. Törel, "ahlâkî (Jugements éthiques.
éterniser gçl. 1. Ölümsüzleştirmek, sonsuzluğa dek Les développements éthiques d'un roman). 2. diş.
sürdürmek, "ebedileştirmek (Cette découverte Töre; törebilim, "ilmi ahlâk (L'éthique
éternisera la mémoire de ce grand savant). 2. bourgeoise ne dérive pas de la Providence).
Sürüncemede bırakmak, uzatıp durmak éthnie diş. Budun, "kavim,
(Eterniser un procès). 3. Çok uzatmak, éthnique s. Budunsal, "kavmî.
sürdürmek (Eterniser une discussion). § ethnographe ad. *Budunbetimci, "kavmiyatçi.
S'éterniser: 1. Çok uzamak, sürüp gitmek, ethnographie diş. »Budunbetim, "kavmiyat.
bitmek bilmemek (La guerre s'éternise. Une crise ethnographique s. Budunbetimsel, "kavmî.
politique qui s'éternise). 2. hlk. Çok kalmak, éthnologie diş. *Budunbilim, "ırkiyat,
eylenmek (Nous ne pouvons pas nous éterniser éthnologique s. *Budunbilimsel.
ici, on nous attend ailleurs). 3. Ötümsüzleşmek éthnologue ad. *Budunbilimci.
(Un savant qui s'éternise par ses découvertes). éthologie diş. "Irabilim, "ilmi seciyye.
éternité diş. fels. 1. İlksizlik ve sonsuzluk éthologique 5. "Irabilimsel.
(L'éternité de Dieu). 2. Sonsuzluk, bengilik, éthylène er. kim. Etilen.
"ebediyet. 3. Ahiret, öbür dünya (.Songez à vous
étiage er. coğr. (Akarsularda) Suyun çekilmesi,
préparer pour l'éternité). 4. Çok uzun süre, uzun
soğulma; çekik su, çekik durum,
zaman (Il y a une éternité que je ne l'avais vu.
étier er. (Tuzlalarda) Deniz suyu kanalı,
Cette heure d'attente m'a paru une éternité). § De
étincelant, e 5. 1. Parlak, ışıl ışıl (Un soleil
toute éternité: Eskiden beri, oldum olası,
étincelant). 2. Canlı, çakmak çakmak (Un regard
"ezelden beri, çok eskilerden beri.
étincelant). 3. Diri, parlak (Couleurs
éternuement er. Aksırık, aksırma, hapşırık,
étincelantes).
jıapşırma. étinceler gsz. 1. Parlamak, ışıldamak (Lesdiamants
éternuer gsz. Aksırmak, hapşırmak, étincellent. La verrerie étincelle sous les lustres).
étésien s. İmbat, meltem (Vents étésiens). 2. Balkımak, harelenmek (La surface de la mer
étêtage, étêtement er. (Ağacın) Tepesini alma, étincelle au soleil). 3. Etinceler de qch: ...saçmak
budama. (Etinceler d'esprit. Ses yeux étincellent
étêter gçl. 1. (Ağacın) Tepesini budamak (Etêter des d'intelligence, de haine).
saules). 4. (Çivi vb) Başını koparmak (Etêter une étincelle diş. 1. Kıvılcım (Jeter des étincelles. Une
épingle, un clou). étincelle électrique). 2. mec. Parıltı, ışıltı (Une
éteule diş. Anız. étincelle d'intelligence, de génie). 3. mec. Önemli
éthane er. kim. Etan. sonuçlar doğuran küçük neden. § Faire des
éthanol er. kim. Etanol. étincelles: tkz. İlle kendini göstermek, üzerine
éther er. 1. fiz. Esir. 2. Eter, lokmanruhu. 3. dikkat çekmek için gülünç ve gereksiz davranışlar
(Şiirde) Hava. yapmak. Jeter des étincelles: Kıvılcım saçmak.
étincellement 553 étonnant

étincellement er. Işıldama, panldama, parlama, l'étoffe). 3. Konu (L'étoffe d'un roman). 4. mec.
étiolé, e s. 1. Solmuş, sararmış (Fleurs étiolées, Yetenek, cevher. § Avoir l'étoffe de: -niteliği,
feuilles étiolées). 2. mec. Zayıflamış, sararıp yeteneği, cevheri olmak (Il a l'étoffe d'un chef,
solmuş (Un enfant étiolé). d'un héros).
étiolement er. 1. Solma, sararma (L'étiolement étoffé, e s. 1. Dolgun, tombul, semirik (Une
d'une plante, d'une fleur). 2. Zayıflama, sararıp demoiselle étoffée). 2. İyi döşenmiş, ağır, zengin,
solma (L'étiolement d'un enfant). 3. Çöküş, süslü (Une maison étoffée). 3. Gür, tok (Une voix
azalma (Etiolement de l'esprit, des facultés étoffée).
intellectuelles). étoffer gçl. 1. Süslemek, zenginleştirmek,
étioler gçl. 1. Soldurmak, sarartmak (L'obscurité boşluklarını gidermek (Etoffer un récit, une
étiole les plantes). 2. Zayıflatmak, sarartıp dissertation). 2. Daha belirgin bir kişilik
soldurmak (Le manque de grand air étiole les kazandırmak (Etoffer un personnage). §
enfants). § S'étioler: 1. Solmak, sararmak (Une S'étoffer: Toplamak, şişmanlamak (Ils'est étoffé
plante qui s'étiole en appartement). 2. depuis qu'il fait du sport).
Zayıflamak, sararıp solmak (La jeune fille étoile diş. 1. Yıldız (Etoile à enveloppe: Kabuklu
s'étiolait dans un logement insalubre). 3. mec. yıldız. Etoile circumpolaire: Batmayan yıldız.
Çökmek, azalmak, düşmek, gücünü yitirmek Etoile de comparaison: Dayanak yıldızı. Etoile
(L'esprit, la mémoire s'étiolent dans l'oisiveté). double, binaire: Çiftyildiz. Etoile de Matin:
étiologie diş. fels. hek. 1. Nedenbilim. 2. Neden, Sabah yıldızı. Etoile du Soir, Etoile du Berger:
nedenler (L'étiologie d'une maladie). Akşam yıldızı, Çoban Yıldızı. Etoile filante:
étiologique s. 1. Nedenbilimsel. 2. Nedensel, Akan yıldız. Etoile fixe: Duran yıldız. Etoile
nedenlere değgin, jeune: Genç yıldız. Etoile polaire: Demirkazık,
étique s. 1. Arık, cılız (Une vache étique. Une Kutup Yıldızı. Etoile principale: Başyıldız. Etoile
plante étique). 2. Bir deri bir kemik, canlı cenaze pulsative: Zonklayan yıldız. Etoile standard:
(Il est devenu étique). Ayar yıldızı). 2. Yıldız biçiminde süs, yıldız (Un
étiquetage s. Etiket koyma, etiketleme, généra! à trois étoiles). 3. Yıldız, şans, talih, baht
étiqueter gçl. 1. Etiket koymak, etiketlemek (Il a toujours eu confiance en son étoile. Son
(Etiqueter une marchandise). 2. Damgalamak, étoile a pâli). 4. Birçok yolların açıldığı büyük
...damgası vurmak (Après son intervention, on alan, kavşak (C'est une sorte d'étoile où
l'a aussitôt étiqueté. On l'a étiqueté comme concourent quelques allées). 5. Parlak sanatçı,
anarchiste, comme socialiste). yıldız (Une étoile de cinéma). § Etoile de mer:
étiquette diş. 1. Etiket (Coller une étiquette sur un hayb. Denizyıldızı. A la belle étoile: Açık havada,
livre. Mettre une étiquette sur un sac, sur un yıldız palasta (Coucher à ta belle étoile). Etre né
colis). 2. mec. "Teşrifat, törensel davranış sous une mauvaise étoile: Şanssız olmak, bahtı
(Supprimer toute sorte d étiquette). 3. mec. kara olmak.
Damga (Un homme politique qui refuse de se étoilé, e s. Yıldızlı (Un ciel étoilé, une nuit étoilée).
laisser attribuer une étiquette déterminée). § La bannière étoilée: Amerikan bayrağı,
étirage er. Çekip uzatma (Etirage des métaux à la étoilement er. 1. Yıldızlanma, yıldızlarla kaplanma
filière, des peaux). (L'étoilement du ciel se faisait peu à peu, étoile
étirement er. 1. Gerinme. 2. Germe (L'étirement par étoile). 2. Yıldız biçiminde çatlama
des bras). (L'étoilement d'une vitre).
étirer gçl. 1. Çekip uzatmak (Etirer les métaux, les étoiler gçl. 1. Yıldızlarla donatmak (Les astres qui
cuirs, le verre). 2. Germek, açmak (Etirer ses étoilent le ciel). 2. Yıldız biçiminde çatlatmak
bras, ses jambes). § S'étirer: 1. Gerinmek (Je (Etoiler une glace, une vitre). § S'étoiler:
m'étire quand je m'éveille). 2. Kendini salmak, Yıldızlarla donanmak (Le ciel s'étoile).
gevşemek, çözülmek (Un tissu qui s'étire. Les étole diş. 1. Papazların âyin boyun atkısı. 2.
nuages s'étirent). Kadınların süs boyun atkısı, boyun kürkü (Une
étireur, euse ad. 1. (Maden deri vb.) Çekme işçisi. étole de vison).
2. diş. (Maden, deri) Çekme makinası. étonnamment bel. Şaşılacak denli, şaşılacak ölçüde
étisie, hectisie diş. Arıklık, cılızlık, aşırı zayıflık, (Il a étonnamment vieilli).
étoffe diş. 1. Kumaş (Etoffe de laine, de coton, de étonnant, e s. 1. Şaşırtıcı, şaşkınlık verici (Une
soie). 2. mec. Gereç, harç (Il n'a pas épargné nouvelle étonnante). 2. Olağanüstü, usalmaz (Un
étonnement 554 étourdissant

étonnant succès, une femme étonnante). 3. sous les décombres). § Etouffer qch dans l'œuf::
Şaşılacak (Un homme étonnant). -i daha doğmadan boğmak, bastırmak, ortadan
étonnement er. 1. (Eskiden) Sert sarsıntı. 2. (Şimdi) kaldırmak (Etouffer un complot dans, l'ueuj).
Şaşma, şaşkınlık (Il m'a rempli d'étonnement). § Etouffer de rire: tkz. Gülmekten katılmak. §
Ne pas manifester d'étonnement: Şaşkınlık S'étouffer: 1. Tıkanmak, boğulur gibi olmak
göstermemek, (S'étouffer en mangeant, en avalant de travers).
étonner gçl. 1. (Eskiden) Yıldırımla vurulmuşa 2. Birbirini boğmak (Ils se sont étouffés).
çevirmek. 2. Çok sarsmak, çatlatmak, çatlak étouffoir er. 1. Kor söndürme kabı. 2. (Piyanoda)
açmak (Etonner une voûte, un diamant). 3. Titreşimleri durduran mekanizma. 3. mec.
. Şaşırtmak, hayrete düşürmek (Ce départ inopiné Havasız oda.
a étonné tout te monde. Un vieillard qui étonne étoupe diş. 1. Kıtık. 2. Üstüpü. § Avoir les cheveux
son entourage par sa vivacité d'esprit). 4. Etre comme de l'étoupe: Saçları çalı gibi olmak.
étonné de: -e şaşmak, hayret etmek (Je suis Mettre le feu aux étoupes: Herkesi birbirine
étonné des succès de cet élève). § S'étonner: 1. katmak; ortalığı kızıştırmak,
Şaşmak (S'étonner à la vue d'un spectacle, à étouperg/f. Kıtıkla doldurmak, üstüpü ile tıkamak
l'annonce d'une nouvelle. Ne t'étonne pas s'il te (Etouper un bateau, étouper les fentes d'un
trahit un jour). 2. S'étonner de qch, de f. qch: -e tonneau). § S'étouper les oreilles: Kulaklarına
şaşmak; -diğine şaşmak (Il s'étonne de tout. Je pamuk tıkamak,
m'étonnais de ne voir personne sur la place en étoupille diş. (Topun yada taş lağımının) Yemleme
plein midi). fitili.
étouffage er. İpekböceği tırtıllarını öldürme; arıları étoupiller gçl. (Topa) Yemleme fitili koymak,
geçici olarak havasız bırakma, étourderie diş. Yelteklik, hoppalık, şaşkınlık,
étouffant, e s. Boğucu (Une chaleur étouffante. düşüncesizlik (Il a agi par étourderie). §
Une atmosphère familiale étouffante). Commettre, faire, une étourderie: Düşüncesizlik
étouffée diş. Buğulama. § A l'étouffée: Buğulama etmek.
olarak, haşlama (Cuire à l'étouffée. Viande à étourdi, e s. ve ad. Düşüncesiz, yeltek, hoppa,
l'étouffée). şaşkın (Un étourdi, une étourdie. Une jeune fille
étouffement er. 1. Soluğu tıkanma, boğulma, étourdie). § A l'étourdie: Düşüncesizce, şaşkınca,
soluksuz kalma (Crise d'étouffement causée par hoppaca (Agir, courir à l'étourdie).
l'asthme). 2. Havasızlık (Mourir d'étouffement). étourdiment bel. Düşüncesizce, şaşkınca; ölçüp
3. ö r t bas etme, gizleme (L'étouffement d'un biçmeden (Agir, parler étourdiment. Se lancer
scandale, d'une affaire). 4. Bastırma, bastırılma étourdiment dans une affaire).
(L'étouffement d'une révolte, d'un complot). étourdir gçl. 1. Sersemleştirmek (Un choc sur ta tête
étouffer gçl. 1. (Havasızlıktan) Boğmak (Il s'est l'a étourdi). 2. Serseme çevirmek, kafasını kazan
défait du bâillon qui l'étouffait). 2. Boğmak, gibi yapmak (Tout ce brouhaha m'étourdit). 3.
boğazlamak, boğarak öldürmek (Le malfaiteur a Başını döndürmek, sarhoş gibi etmek (Les éloges
étouffé sa victime). 3. Söndürmek (Etouffer un l'ont étourdi. Ces parfums m'étourdissent). 4.
incendie). 4. Bastırmak, duyulmasına engel Etourdir qn de qch: -ile serseme çevirmek (Ces
olmak (Etouffer un bruit. Un tapis qui étouffe les petits garçons nousétourdissent de leur babillage).
pas). 5. Tutmak (Etouffer un bâillement, un 5. Etre étourdi de qch: -den başı dönmek, sarhoş
soupir, un sanglot). 6. Sarmak, boğmak, olmak (Etre étourdi de gloire, de fortune). §
büyümesine engel olmak (Les mauvaises herbes Etourdir la douleur: Ağrıyı, acıyı uyuşturmak.
qui étouffent les fleurs). 7. Bunaltmak (Ces Etourdir l'eau: Suyu hafifçe ılıştırmak. Etourdir
chaleurs m'étouffent). 8. Susturmak (Etouffer la viande: Eti şöyle bir ateşe göstermek,
l'opposition, l'opinion publique). 9. Bastırmak öldürmek, hafifçe pişirmek. § S'étourdir: 1.
(Etouffer une révolte). 10. Örtbas etmek, hasıraltı Sarhoş olmak, kendini unutmak, kendi kendini
etmek (Etouffer un scandale, une affaire). 11. avutmak (Chercher à s'étourdir pour oublier son
Gizlemek, içine atmak, tutmak (Etouffer ses chagrin, ses soucis). 2. S'étourdir de qch: -ile
sentiments, ses émotions). 12. Etouffer qn de: sarhoşa dönmek, sersemlemek (S'étourdir de
Birini -lere boğmak (On l'étouffait de caresse, paroles).
d'étreintes). 13. gsz. Havasızlıktan bunalmak, étourdissant, e s. 1. Şaşırtıcı, şaşkınlık verici (Un
boğulur gibi olmak (Il commençait à étouffer succès étourdissant). 2. Sersemletici (Un bruit
étourdissement 555 être

étourdissant). colère, d'émotion). 2. Kısılmak, boğuklaşmak


étourdissement er. 1. Baş dönmesi (Un léger (Une voix qui s'étrangle).
étourdissement causé par la pipe. Avoir un étrangleur, euse ad. Boğan, boğarak öldüren (La
étourdissement). 2. mec. Büyük şaşkınlık. 3. police est sur la piste de l'étrangleur). § Avoir des
Kendi kendini avutma, mains d'étrangleur: Yaba gibi elleri olmak, güçlü
étourneau er. 1. Sığırcık, sığırcık kuşu. 2. mec. ve kaba elleri olmak,
Kafasız, düşüncesiz, şaşkın (Cet étourneau a étrave diş. (Gemide) Pruva bodoslaması,
oublié d'indiquer son adresse). être gsz. 1. Var olmak (Je pense, donc je suis:
étrange s. Tuhaf, acayip, olağandışı (Une conduite Düşünüyorum, öyleyse varım). 2. Olmak; -imek
étrange, un sourire étrange. Il a un air étrange). (Il sera poète: Ozan olacak. Je suis avocat:
étrangement bel. 1. Çok, son derece (Paris est Avukatım. Tu es sale: Pissin. La mer est bleue:
étrangement grand). 2. Tuhaf şekilde, acaip Deniz mavidir). 3. (Eylemi edilgen yapmaya
biçimde (Il est étrangement habillé. Il nous a yarar) (Etre aimé: sevilmek, être vu: görülmek).
étrangement traités). 4. (Mişli yada dili geçmiş zaman) Gitmek (J'ai été
étranger, ère s. ve ad. 1. Yabancı (Une langue à Paris, au cinéma. J'ai été l'accompagner). S.
étrangère, un pays étranger). 2. Dış (Le Ministère Bulunmak (Il a été très longtemps en Turquie). 6.
des Affaires étrangères). 3. Etranger à: a) -e Yaşamak, hayatta olmak (Qui sait si nous serons
yabancı olan (Je suis étranger à ce sujet. Ce visage demain? Il n'est plus). 7. Etre à qn: a) -in olmak,
ne m'est pas étranger), b) -i bilmeyen, -ile ile ilgisi -e ait olmak (Ce livre est à moi, cette maison est
olmayan, -den haberi olmayan (Il est étranger aux à mon oncle), b) -in hizmetinde, emrinde, olmak
idées du temps. Il est étranger à ce complot, à (Dans dix minutes je suis à vous). 8. Etre de: a)
cette affaire). 4. ad. Yabancı, "ecnebi (Un -li olmak (I! est de Bursa: Bursalıdır), b) -den
étranger qui réside en Turquie). 5. er. Yabancılar, olmak (Cet enfant est de lui, vous êtes de la
düşman (Pays envahi par l'étranger). 6. er. famille). 9. Etre en: a) -de olmak (Nous sommes
Yabancı ülke, dışarı (Aller, voyager à l'étranger). en mars, en hiver), b) -giyinmiş olmak (Etre en
étrangeté diş. 1. Tuhaflık, acaiplik, gariplik, blanc; être en smoking, en pyjama). 10. Etre pour
gülünçlük (N'avez-vous pas été frappé par f. qch: -mek üzere olmak (J'étais pour sortir). 11.
l'étrangeté de sa conduite?). 2. Olağandışılık, Etre pour qn, qch: -in lehinde olmak, -den yana
anormallik (Il y a plusieurs étrangetés dans ce olmak (Je suis pour ce parti, pour cet homme,
récit). 3. Özgünlük, alışılmamışlık (Les critiques pour cette idée). 12. Etre contre qn, qch: -e karşı
étaient déconcertés par l'étrangeté du spectacle). olmak, -in aleyhinde olmak (Il est contre nous.
étranglé, e s. 1. Boğulmuş, boğazlanmış. 2. Çok Tu es contre cette doctrine). 13. Etre à qch, à f.
sıkılmış, sıkışmış, darlaşmış (Une taille qch: -ile uğraşmak; -mekle uğraşmak, -mekte
étranglée). 3. Kısık, boğuk, boğuklaşmış, kısılmış olmak (H est à son travail, il est à travailler). 14.
(Une voix étranglée). Etre sans qch: -siz olmak (Etre sans chemise, sans
étranglement er. 1. Boğma, boğarak öldürme bras, sans abri). 15. Etre à f. qch: -mesi gerekmek
(Etranglement d'un condamné). 2. Boğulma, (Ce dossier est à compléter. Tout est à refaire).
soluksuz kalarak ölme (Un chien qui a failli périr 16. Etre à qn de f. qch: a) -mek sırası., de olmak
d'étranglement). 3. Kısılma, boğuklaşma (C'est à vous de parler), b) -mek... e düşmek (Ce
(L'étranglement de sa voix trahissait son sera encore à nous de défendre la patrie). §
émotion). 4. Sıkışma (Elle est morte d'un Comme si de rien n'était: Hiçbir şey olmamış gibi
étranglement à la gorge). 5. Daralma (Il agit comme si de rien n'était). Fût-ce... i -bile
(Etranglement d'une vallée). 6. Dar yer, boğaz olsa (Venez me visiter, fût-ce une fois par mois:
(Etranglement d'une canalisation, d'une rue). 7. Ayda bir bile olsa ziyaretime gelin). Il est...: -1er
Kısıtlama; kısıtlanma (Etranglement des libertés). vardır, mevcuttur (Il est des gens que la vérité
étrangler gçl. 1. Boğmak, boğazlamak (Le criminel effraie).\\ n'est que de f. qch: -mek gibisi yok; en
a étranglé la locataire). 2. Sıkmak, iyice iyisi -mektir (I! n 'est que de s'entendre). Ne serait-
sıkıştırmak (Etrangler la taille, étrangler un ce que...: -bile olsa (Venez me visiter, ne serait-ce
tuyau). 3. Kısıtlamak (Etrangler la presse, les qu'une fois par mois: Ayda bir bile olsa
libertés). 4. Soluğunu, boğazını tıkamak ziyaretime gelin). N'était, si ce n'était...: ...
(L'émotion l'étranglait). § S'étrangler: 1. olmasaydı (N'était l'amitié qu 'il a pour moi, il me
Tıkanmak, soluğu kesilmek (S'étrangler de dénoncerait). Toujours est-il que: Her hal ve
être 556 étrivière

kârda, yine de, ne de oisa, ne olursa olsun étrennes au concierge). § Avoir l'étrenne de qch -i
(Toujours est-il qu'on n'est pas d'accord sur les ilk kez kullanmak, tatmak, siftah etmek,
concessions à faire). En être encore là: Hâlâ étrenner gçl. 1. İlk kez kullanmak, giymek, tatmak,
koyduğu yerde otlamak, hâlâ o eski havalarda siftah etmek (Etrenner une robe, un costumé, une
olmak. En être pour qch: -si yamna kâr kalmak, valise). 2. gsz. hlk. Kahra uğramak, azarlanmak,
-sini yitirmek (En être pour sa peine, pour son dövülmek (On a frappé les responsables,
argent) En être: Katılmak, iştirak etmek (Nous malheureusement c'est lui qui a étrenné).
organisons une réception, en serez-vous?). En étrésillon er. Kazılarda yan toprağı tutmak için
être à: -e varmak, gelmek, erişmek; -de olmak konulan payanda,
(Nous en sommes à la moitié du chemin. Ils en étrésillonnement er. Payandalama.
sont à ta page 343). Ne pas être sans f. qch: -mez étrésillonner gçl. Payandalamak.
olmamak (Vous n'êtes pas sans savoir que la étrier er. 1. Üzengi. 2. anat. Üzengi kemiği. § Avoir
situation est grave). Y être: Anlamak, kavramak le pied à l'étrier: Gitmek üzere olmak; mesleğinde
(J'y suis: Anladtm. Vous n'y êtes pas: başarı yoluna girmek. Boire le coup de l'étrier:
Anlamadınız, kavrayamadınız). Yola çıkmadan son bir kadeh içmek. Etre ferme
être er. 1. Varlık, yaratık, var olan şey; insan sur ses étriers: 1. Durumu sağlam olmak. 2.
bilincinden bağımsız olarak var olan (Les êtres Düşünce ve kararlarında kesin olmak. Mettre le
vivants. L'être et le néant). 2. Kişi, kimse (Un être pied à l'étrier à qn (Bir işin başlangıcında) Birine
aimé. Un seul être vous manque, et tout est yardımcı olmak, işini kolaylaştırmak. Perdre,
dépeuplé). 3. tkz. Adam, herif (C'est un être quitter, vider les étriers: 1. Ayağı üzengiden
bizarre. Quel drôle d'être!). 4. İç, yürek, °derun çıkmak. 2. mec. Düşmek, devrilmek. Tenir
(Nous étions bouleversé au profond de notre l'étrier à qn: mec. Birine kolaylık sağlamak,
être). § L'Etre suprême, l'Etre éternel: Tanrı. ekmeğine yağ sürmek,
L'Etre fini: İnsan. De tout son être: Yürekten, étrille diş. 1. Kaşağı (Panser une jument avec une
çok içten (Désirer quelque chose de tout son être).
étrille). 2. hayb. Bir cins çağanoz,
Donner l'être à qn: Doğurmak, vücut vermek,
étriller gçl. 1. Kaşağılamak (Etriller un cheval). 2.
étrécir gçl. Daraltmak. § S'étrécir: Daralmak (La
Hırpalamak, dövmek (Etriller un enfant, une
vallée s'étrécit). femme). 3. hlk. Kazıklamak, çok pahalıya
étrécissement er. Daraltma; daralma, satmak (Etriller un client). § Se faire étriller:
étreindre gçl. 1. Kucaklayıp sarılmak, kollarında Kazıklanmak, çok para ödemek (Nous nous
sıkmak (Il étreignit longuement son fils qu'il avait sommes fait étriller dans cet hôtel).
cru perdre). 2. Sarılmak, tutunmak (Etreindre étripage er. 1. (Bir hayvanın) İçiriklerini, iç
une épave qui vous sauve de la noyade). 3. organlarını çıkarma (L'étripage des animaux dans
Sarmak, kaplamak (Le regret du passé étreignait les abattoirs. Etripage des poissons). 2. mec. tkz.
son coeur. Une vive émotion nous a étreints). 4. Öldürme, barsaklarını dökme,
Sımsıkı yakalamak, kavramak, sarmak (Un étriper gçl. 1. (Bir hayvanın) İçiriklerini, iç
lutteur qui étreint son adversaire). § S'étreindre: organlarını çıkarmak, temizlemek (Etriper un
Kucaklaşmak, birbirine sarılmak (Les deux lièvre, un poulet, un poisson). 2. Etriper qn: tkz.
amants s'étreignirent). Bıçaklamak, barsaklarını deşmek, öldürmek §
étreinte diş. 1. Sıkma (L'étreinte d'une main). 2. S'étriper: tkz. Birbirini bıçakla yaralamak,
Sıkıştırma, çember, sarma (L'armée resserre son birbirini öldürmek,
étreinte autour de l'ennemi). 3. Sarma, kaplama étriqué, e s . 1. Dapdaracık, dar (Un complet
(L'étreinte de la douleur). 4. Kucaklama, étriqué. Un paletot étriqué). 2. Pek sınırlı, küçük
kucaklaşma; sarma, sarılma (S'arracher aux (Un esprit étriqué. Mener une vie étriquée).
étreintes de quelqu'un: Birinin kollarından étriquer gçl. 1. Daraltmak, kısaltmak (Les corsets
kendini kurtarmak). étriquent la taille de nos femmes). 2. İnce
étrenne diş. 1. Siftah, ilk kez kullanma (Cet objet göstermek; zayıf göstermek (Cette coupe de veste
est neuf, vous en aurez l'étrenne). 2. Armağan, vous étriqué). 3. Yontmak, inceltmek (Etriquer
hediye; andaç (Je vous donne cela en étrenne). 3. une pièce de bois).
ç. Yılbaşı hediyesi, bayram armağanı (Les étrivière diş. Üzengi kayışı (Allonger, raccourcir les
facteurs sont venus chercher les étrennes. Il a eu étrivières). § Donner les étrivières, les coups
de belles étrennes. N'oubliez pas de donner des d'étrivières à qn: Birini kayışla dövmek.
étroit 557 étymon

étroit, es. 1. Dar (Rue Étroite, fenêtres étroites, biçilmiş, iyi hazırlanmış, dikkatli, hesaplı (La
vêtement étroit, épaules étroites). 2. mec. Dar, coupe de cette robe est très étudiée). 2. Yapmacık,
sınırlı, dar görüşlü (Avoir l'esprit étroit). 3. Sıkı özentili, zorlama (Un geste étudié. Il affectait une
(J'ai avec lui des relations étroites. Les liens nonchalance étudiée).
étroits de l'amitié). 4. Kesin (Il a assuré une étudier gçl. 1. Öğrenmek, öğrenmeye çahşmak,
étroite coordination entre deux services. Une okumak (Etudier te piano, le français). 2.
étroite obligation. Un étroit devoir). § A l'étroit: İncelemek (Etudier un problème, la nature, le
1. Sıkışık bir halde, sıkışarak, sıkışmış (Ils sont coeur humain. Etudier un projet, un dossier, un
logés bien à l'étroit. Je suis à l'étroit dans ce plan). 3. Araştırmak, bulmaya çalışmak (Etudier
costume). 2. Darlık içinde, kıt kanaat, yoksulca les moyens d'en sortir). 4. gsz. Okumak, öğrenim
(Vivre à l'étroit). yapmak (Il a étudié dans une université anglaise).
étroitement bel. 1. Sıkışık bir halde, sıkışarak (H est 5. gsz. Çalışmak, el alıştırması yapmak, temrin
logé étroitement). 2. Sıkıca, sıkı sıkıya (Respecter yapmak (Ce pianiste étudie plusieurs heures par
étroitement ses engagements). 3. Yakından jour). § S'étudier: 1. Kendi kendini incelemek (A
(Surveiller quelqu 'un étroitement). force de s'étudier, il a deviné la cause de ses
étroitesse diş. 1. Darlık (L'étroitesse d'une rue). 2. maladies). 2. Kendine pek dikkat etmek, kendini
mec. Darlık, sınırlılık (L'étroitesse d'esprit. pek önemli görmek (Cette actrice s'étudie trop,
L'étroitesse des penséss). elle manque de naturel). 3. Birbirini incelemek,
étron er. Katı pislik, insan yada hayvan pisliği (Les ölçüp biçmek, tartmak (Des adversaires qui
étrons de chien). s'étudient). 4. S'étudier i f. qch: -meye çok
étrusque s. ve ad. 1. Etrüsk; Etrüskelere değgin (Le dikkat etmek, çalışmak, özen göstermek (II
peuple étrusque, l'art étrusque). 2. er. Etrükskçe, s'étudie à satisfaire tout le monde).
Etrüsk dili. étui er. Kılıf, kutu (Etui à violon, à cigarettes, à
étude diş. 1. İrdeleme, inceleme, "tetkik "tebebbu. lunettes).
2. İnceleme (L'étude d'un projet, d'une question, étuvage, étuvement er. Etüvden geçirme, etüvleme.
d'un contrat, du coeur humain, d'un texte). 3. étuve diş. 1. Hamam halveti, hamam (Etüve des
Çalışma (Se consacrer à l'étude du grec. thermes romains. Chaleur d'étuve). 2. Hamam
Abandonner l'étude du piano). 4. Hazırlayıcı gibi sıcak yer, çok sıcak yex(Quelleétuve! ouvrez
çalışma, çalışma (Peintre qui fait des études de les fenêtres). 3. Etüv (Etuve à désinfection, à
main). 5. Çalışma saati, "mütalâa saati (Faire ses stérilisation. Passer la literie d'un malade à
devoirs à l'étude. Maître d'étude). 6. Çalışma l'étuve).
odası, "mütalâa odası (L'étude était une grande étuvée diş. 1. Buğulama, buğuda pişirme. 2.
salle ornée d'un poêle classique). 7. İnceleme, Buğulama (yemek) (Une étuvée de pigeons). § A
araştırma (Avant de se lancer dans ta fabrication L'étuvée: Buğulaması yapılmış, buğuda
de ce produit, on a procédé à des études de pişirilmiş, haşlama (Aliments à l'étuvée, pommes
marché) 8. Noter kalemi, noterlik 9. (Bir konu de terre à l'étuvée).
üzerinde) Özel çalışma, inceleme yapıtı (I! a étuver gçl. 1. Etüvden geçirmek. 2. Sıkıca kapalı
publié une étude sur le vocabulaire politique). 9. tencerede kendi buharıyla pişirmek, buğulama
ç. Öğrenim, "tahsil (Etudes obligatoires, yapmak (Etuver des pigeons).
gratuites. Etudes primaires, secondaires, étymologie diş. dilb. 1. *Kökenbilim. 2. Sözcük
supérieures. Etudes de médecine, de droit). § Etre kökü, sözcük kaynağı (La plus grande partie des
à l'étude: İncelenmekte olmak, incelemeye mots français ont une étymologie latine).
sunulmak (Ce projet est à l'étude). Faire ses étymologique s. 1. "Kökenbilimsel (Dictionnaire
études: Okumak, öğrenim yapmak (Il a fait ses étymologique). 2. Sözcüğün köküne, kaynağına
études à ta Faculté de Médecine). Mettre qch à değgin, köksel, kaynaksal (Le sens étymologique
l'étude: -i incelemeye sunmak, inceletmek (Mettre d'un mot).
un projet de loi à l'étude). étymologiquement bel. Kökenbilim bakımdan; kök
étudiant, e ad. 1. Üniversite öğrencisi (Les étudiants bakımından, kaynak bakımından (Vertu signifie
de ta faculté des sciences. La vie d'étudiant). 2. s. étymologiquement force).
Öğrencilere özgü, öğrencilikle ilgili (Il a un air étymologiste ad. "Kökenbilimci, kökenbilim
étudiant. La vie étudiante). uzmanı,
étudié, e s. 1. İyice hesaplanmış, iyice ölçülüp étymon er. dilb. Köken.
eucalyptus 558 évader

eucalyptus er. Okaliptüs ağacı, birlikte verilmiş bulunan ad.


eucharistie diş. Katoliklerce, İsanın etini ve kanını eurasien, ne s. ve ad. 1. Avrasyaya değgin. 2.
temsil etmek üzere ekmek ve şarap kullanılarak Avrasyalı (Les Eurasiens).
yapılan kutsallama âyini, européanisation diş. Avrupalılaştırma;
eucologe er. Dua kitabı, »yakarı betiği, Avrupalılaşma,
eudémonisme er. fels. Mutçuluk, insan européaniser gçl. Avrupalılaştırmak. §
davranışlarının mutluluk isteğiyle belirlendiği S'européaniser: Avrupalılaşmak (La Turquie
görüşüne dayanan törebilimsel akım. cherche à s'européaniser).
eudiomètre er. kim. Odyometre, européanisme er. 1. Avrupalılık. 2. Avrupacılık.
eugénique diş. , eugénisme er. hayb. İnsan dölünü européen, ne s. ve ad. 1. Avrupa'ya değgin,
iyileştirme ve ırkları arıtma bilimi, *soyarıtımı, avrupalıyla ilgili (La géographie européenne). 2.
öjenik. Avrupalı (Des Européens établis en Afrique). § A
eugéniste ad. İnsan dölünü iyileştirme bilimi l'européenne: Avrupalıca, Avrupalılar gibi (Il est
yanlısı; öjenik uzmanı, *soyarıtımcı. vêtu à l'européenne).
euglène diş. hayb. Öglena. eurovision diş. Avrupa radyo-televizyon birliği,
euh iirtl. 1. (Şaşma ve kuşku gösteren ünlem) A! Avrupa televizyon yayınları (Match en
(Euh, avait-i! fait cela?: A, bunu yapmış mıydı? Eurovision).
C'est comme je vous le dis! -Euh! vous êtes sûr? eurythmie diş. 1. Plastik bir yapıtta çizgiler
Tam size söylediğim gibi!-A! emin misiniz?). 2. arasındaki orantı. 2. Seslere uyum. 3. mec. ruhb.
(Ne evet ne hayır dememek, yanıtı karşısındakine Yetilerde denge, yeti dengesi,
bırakmak için kullanılan bir ünlem) ııı, hııım eustache er. tkz. Kavgada kullanılmak üzere cepte
(Alors, cela vous plaît?-Euh! euh... Peki taşınan tahta saplı kaba bıçak (Tirer son
hoşunuza gidiyor mu? -Htm? bilmem?). eustache).
eunuque er. 1. Hadım, 2. Harem ağası, euthanasie diş. 1. Acı çekmeden, eziyetsiz ölüm. 2.
eupatoire diş. bitb. Sukeneviri. (Onulmaz hastalık vb gibi durumlarda)
euphémique s. ed. *Örtmeceli, örtmeceye değgin Öldürmeye izin verme (La législation française
(Expression euphémique). condamne l'euthanasie qu'elle considère comme
euphémiquement bel. Örtmeceli olarak (Le lavabo, un assassinat).
comme il disait euphémiquement pour cabinet). eux, elles adıl. Onlar (Je ne sortirai plus avec eux).
euphémisme er. dilb. örtmece, *edeb-i kelâm ("Il évacuant, e s. hek. 1. Barsakları boşaltıcı, peklik
n'est pas génial" est un euphémisme pour "il giderici (Un mélange évacuant). 2. er. Peklik
n'est guère intelligent"). giderici ilâç.
euphonie diş. dilb. *Akışma, ses akışması, seslerin évacuation diş. 1. hek. Boşaltılma, boşaltma;
hoş bir biçimde birbirine eklenmesi, boşaltılan şey, boşaltı. 2. Boşaltma, bırakıp
euphonique 1. s. Akışmalı (ses). 2. diş. dilb. gitme, "tahliye (Evacuation d'un territoire par ta
Koruma ünsüzü, population. Evacuation d'un bateau en perdition,
euphorbe diş. bitb. Sütleğen. d'une ville). 3. Başka yere gönderme, başka yere
euphortoiacées diş. ç. bitb. Sütleğengiller, götürme; "tahliye (Evacuation des blessés, des
euphorie diş. hek. 1. Kendini iyi hissetme, sağlık prisonniers).
durumunu iyi görme, keyif, keyiflilik (Euphorie évacuer gf/. 1. Vücuttan atmak, çıkarmakfZe corps
provoquée par les stupéfiants; euphorie éprouvée évacue les toxines par la sueur, l'urine). 2. Bir
aux approches de la mort). 2. Rahatlık, erinç, yerden alıp götürmek, başka yere aktarmak (A
mutluluk, esenlik (Une légère ivresse peut l'approche de l'armée ennemie, on décida
produire une euphorie passagère). d'évacuer les malades). 3. Boşaltıp atmak
euphorique s. Mutlu, esen, keyifli (Etre dans un (Evacuer les eaux d'égout). 4. Boşaltmak, bırakıp
état euphorique). gitmek,' "tahliye etmek (Evacuer une ville, une
euphuisme er. ed. Ufuisçilik, onaltınca yüzyıl forteresse, un navire).
sonlarında Euphues adındaki ingiliz romanında évadé, e s. 1. Kaçmış (Un prisonnier évadé). 2. ad.
kullanılmış olan bir çeşit özenticilik, Kaçak, kaçkın (Reprendre, capturer un évadé).
eurasiatique s. coğr. Avrasyaya değgin, évader (s') gsz. 1. Kaçmak (Le prisonnier s'est
eurasie diş. coğr. Avrasya, birbirinden kesin doğal évadé par la fenêtre). 2. S'évader de: a) -den
sınırlarla ayrılmamış olan Avrupa ile Asya'ya gizlice kaçmak, "firar etmek (S'évader d'une
évaluable 559 évasivement

prison, d'un camp de prisonniers), b) -den geçmek (Elle s'évanouit à la vue du sang). 3.
sıvışmak, çekip, gitmek (S'évader d'un salon, S'évanouir de qch: -den düşüp bayılmak
d'une maison), c) -den bilerek kaçmak, (S'évanouir d'émotion, de douleur,
kurtulmak, uzaklaşmak (S'évader de sa d'épuisement).
condition, de ses soucis). 3. mec. Kaçıp gitmek, évanouissement er. 1. Yok olma, yitip gitme
kendini atmak, şöyle bir dolaşmak (S'évader (L'évanouissement des rêves, des illusions, des
quelques heures à la campagne, le dimanche après souvenirs). 2. Baygınlık, bayılma (Il a eu un
midi). évanouissement en apprenant cette terrible
évaluable s. Tahmin edilebilir, hesaplanabilir, nouvelle. Revenir d'un évanouissement
kestirilebilir (Une foule difficilement évaluable). prolongé).
évaluation diş. 1. Değer biçme, değerlendirme. 2. évaporable s. Buharlaşabilir, buğulaşabilir, uçup
Hesaplama, tahmin etme, kestirme, "tahmin gidebilir.
(Evaluation d'une distance, d'une longueur). évaporation diş. 1. Buharlaşma, buğulaşma, uçup
évaluer gçl. 1. Değer biçmek (L'arbitre a évalué les gitme (Evaporation spontanée des eaux naturelles
dommages). 2. Tahmin etmek, kestirmece à l'air libre). 2. Buharlaştırma, buğulaştırma (On
hesaplamak, kestirmek (Evaluer un volume, une obtient du sel par évaporation de l'eau de mer).
distance). évaporatoire s. Buharlaştırıcı, buğulaştırıcı,
évanescence diş. Uçan kaçan nitelikte olma, évaporé, e s. ve ad. tkz. H o p p a , yeltek, uçarı (Une
"siliniklik. jeune fille évaporée. C'est une évaporée, on ne
évanescent, e 5. Uçan kaçan, gittikçe küçülüp peut pas se fier à elle).
gözden yiten, silinik (Image évanescente. évaporer gçl. Buharlaştırmak, buğulaştırmak,
Impression évanescente). uçurmak (Evaporer lentement un liquide). §
évangéliaire er. Kilise duaları kitabı, S'évaporer: 1. Buharlaşmak, buğulaşmak, uçup
évangélique s. 1. İncile değgin (Doctrine gitmek (Les liquides volatiles s'évaporent
évangélique. La morale évangélique). 2. tncile facilement. Toute l'eau du linge s'est évaporée).
uygun. 3. ad. Protestan (Les évangéliques). 2. mec. Uçup gitmek, yok olmak, dağılmak (Ses
évangélisateur, trice s. ve ad. Hıristiyanlığı yayıcı bonnes résolutions se sont évaporées). 3. mec.
(La mission évangélisatrice de l'Eglise. Un tkz. Sırra kadem basmak, u ç u p gitmek, ortadan
évangélisateur). kaybolmak (A peine arrivé, il s'évapore. Ce livre
évangélisation diş. Hıristiyanlaştırma, İncil yoluna ne s'est tout de même pas évaporé!). 4. mec. tkz.
getirme; İncil yoluna girme, Isa öğretisini Hoppalaşmak, havalanmak,
benimseme. évasé, e s. Geniş ağızlı (Amphore évasé. Jupe
évangéliser gçl. Hıristiyanlaştırmak, Isa öğretisini évasée. Entonnoir évasé).
kabul ettirmek, İnci yoluna getirmek (Evangéliser évasement er. 1. Ağzını genişletme, deliğini
une nation, un pays). genişletme (L'évasement d'un entonnoir, d'un
évangéliste er. Kilisece geçerli sayılan dört İncilden tube, d'un trou). 2. Genişleme, ağzı genişleme,
herhangi birinin yazarı, bunlar Matta, Markos, genişlik, genişleşme (L'évasement des flancs).
Luka, Yohanna adlı dört havaridir, évaser gçl. Ağzını, deliğini genişletmek (Evaser un
évangile er. 1. İsa'nın öğretisi (Des missionnaires tube, un trou, un tuyau, un conduit). § S'évaser:
partis pour prêcher l'évangile dans des pays Ağzı genişlemek, genleşmek (Manches qui
lointains). 2. (Büyük harfle) İncil (Les quatres s'évasent au poignet).
Evangiles reconnus par l'Eglise catholique sont évasif, ive s. Kaçamak, kaçamaklı (Une réponse
ceux de saint Mathieu, saint Marc, saint Luc et évasive).
saint Jean). 3. mec. Temel kitap (Ce petit livre évasion diş. 1. Kaçma (Toute évasion de cette
était devenu son évangile politique). § Parole prison paraît impossible). 2. mec. Kaçma,
d'Evangile: Tanrı kelâmı, yüzde yüz doğru söz, kurtulma, dışına taşma (Evasion hors de la réalité
doğruluğu üzerinde tartışma yapılmaz söz (Tout par le sommeil. Besoin d'évasion). 3. Kafasını
ce qu'il dit n'est pas parole d'évangile). dinleme, birazcık dinlenme (Ils ne dédaignent pas
évanouir (s') gsz. 1. Yitip gitmek, yok olmak, les livres qui donnent des chances d'évasion). 4.
ortadan çekilmek (Fantôme qui se manifeste et Kaçma; kaçırılma (Evasion des capitaux à
s'évanouit brusquement. Sentiments, souvenirs l'étranger).
qui s'évanouissent). 2. Bayılmak, kendinden
évasivement bel. Kaçamak olarak, kaçamaklı
évêché 560 evhémérisme

şekilde (Répondre évasivement). éventaire sur le marché). 2. Sergi, tabla, dükkân


évêché er. Piskoposluk, metropolitlik. dışında sergi (L'évantaire multicolore d'un
évection diş. gökb. Aytedirginliği. marchand de journaux).
éveil er. 1. Uyanıklık (Pour l'éveil comme pour le éventé, t i . 1. Havadan bozulmuş (Vin éventé,
sommeil, il faut aussi des conditions parfum éventé). 2. Sızmış, açıklanmış, belli olmuş
psychologiques). 2. Uyanma, uyandırma, gözünü (Un secret éventé). 3. Hoppa, yeltek, havalanmış
açma (L'éveil d'un peuple qui conquiert son (Une jeune fille éventée). 4. Rüzgârlı, rüzgâr alan
indépendance). 3. Uyanış, ortaya çıkış (L'éveil (Une rue éventée, une colline très éventée).
d'un peuple qui conquiert son indépendance). 4. éventer gçl. 1. Yele bırakmak, hava aldırmak,
Uyarma, dikkat çekme. § Donner l'éveil: havalandırmak (Eventer le grain, des vêtements).
Uyarmak, dikkat çekmek, tehlike işareti vermek. 2. Yelpazelemek, serinletmek, yellemek (Eventer
Donner l'éveil à qn: Birini uyarmak, dikkatini ses hôtes). 3. Hava aldırıp bozmak (Eventer un
çekmek. Donner à qn l'éveil de qch: Birini - vin, un parfum). 4. Sızdırmak, gizlice haber
konusunda uyarmak, dikkatini çekmek. Etre, vermek, yaymak (Eventer un secret). 5. Sezip
rester en éveil: Uyanık olmak, tetikte olmak, önlemek (Eventer un complot, un piège). §
éveillé, e i . 1. Uyanık, cin gibi (Avoir l'esprit S'éventer: 1. Yelpazelenmek, serinlemek (Les
éveillé, l'air éveillé). 2. mec. Kurnaz, kül yutmaz spectateurs s'éventaient avec des journaux). 2.
(Un enfant éveillé). Havadan bozulmak (La bouteille est restée
éveiller gçl. 1. Uyandırmak (Eveiller un enfant, un débouchée, et le vin s'est éventé).
malade, un homme qui dort). 2. mec. éventration diş. 1. Bağırların karından boşalması,
Uyandırmak, gözünü açmak (Eveiller un peuple).
karın fıtığı. 2. Karnını deşme; karnı deşilme,
3. mec. Uyandırmak, doğurmak, yaratmak
éventrer gçl. 1. Karnını yarmak, karnını deşmek
(Eveiller la sympathie, la méfiance, l'attention,
(Un taureau l'a éventré. Eventrer un lièvre par un
l'intérêt, la curiosité). § S'éveiller: 1, Uyanmak,
coup de fusil). 2. Genişçe açmak, yırtmak,delmek
uykudan u y a n m a k . 2. mec. Uyanmak, gözünü
(Eventrer un sac de blé en le laissant tomber.
açmak (Un peuple qui commence à s'éveiller). 3.
Eventrer une malle, un tonneau). 3. Delmek,
mec. Doğmak, uyanmak (Dans mon âme s'éveilla
gedik açmak (Un obus qui éventre un mur). §
un soupçon). 4. S'éveiller à qch: -i ilk kez
S'éventrer: Harakiri yapmak (Le Japonais
duymak, ilk kez duyumsamak (S'éveiller à
s'éventre par point d'honneur).
l'amour).
éventualité diş. 1. Olasılık, "ihtimal (Envisager
événement er. 1. Olay (Le journal télévisé relate les /'éventualité d'une guerre). 2. Ortaya çıkabilecek
principaux événements de la journée). 2. Çok olay (Toutes les éventualités ont été examinées). §
önemli şey, en önemli olay, görülmemiş şey (Ce Pour toute éventualité: Her olasılığa karşı, ne
discours est l'événement politque de la semaine. olur ne olmaz diye.
C'est un événement!). éventuel, les. 1. Olabilecek, olası, "muhtemel (Une
événementiel, le s. Yalnız olayları anlatan, yalnız intervention éventuelle de l'Etat). 2. Raslantisal,
olaylara değinen, "olaysal (Histoire rastlantıya bağlı (Profils éventuels, bénéfices
événementielle). éventuels). 3. er. Rastlantı (Le réel et l'éventuel).
évent er. 1. Balina gibi hayvanların b u r u n deliği, su éventuellement bel. 1. Belki, belki de,
fışkırttıkları delik. 2. D ö k ü m kalıplarında hava "muhtemelen, "ihtimal ki (J'aurai éventuellement
deliği. 3. Havalandırma borusu. 4. Açık hava. 5. besoin de votre aide). 2. Gerekirse, gerektiğinde
Yiyecek ve içeceklerin açık kalmasından ileri (Tu peux éventuellement te servir de ma voiture).
gelen bozukluk. § Tête à I'évent: H o p p a , yeltek, évêque er. Piskopos, metropolit,
éventail er. (Gerçek ve mecaz anlamda) Yelpaze évertuer (s') gsz. 1. Çırpınmak, çabalamak, uğraşıp
(Agiter un éventail. L'éventail des prix, des durmak (Lorsqu'on s'évertue contre une porte
salaires). § E n éventail: Yelpaze şeklinde, yelpaze close, vient un moment où l'envie vous prend de
gibi (Des troupes disposées en évantail.Les feuilles la casser). 2. S'évertuer à f. qch: -mek için boşuna
de maronnier sont en éventail). çabalayıp d u r m a k , -meye çalışmak (Un élève qui
éventaillerie diş. Yelpazecilik. s'évertue à faire sa traduction. S'évertuer à
éventailliste ad. Yelpazeci. expliquer la situation, à démontrer la réalité).
éventaire er. 1. İşporta, sepet (Eventaire d'une évhémérisme er. fels. Evhemerosçuluk. Tanrıların,
vendeuse de fleurs. Un camelot qui promène son insanların yaratısı olduğu, tanrılık düşüncesinin
éviction 561 évolution

insanların önemli kişilere duydukları sevgi ve danger, un malheur). 2. Kullanmamak,


saygıdan meydana geldiği ve bilgeliğin, bu boş kullanmaktan sakınmak (Le médecin lui a
inançlarından kurtulmakla gerçekleşebileceği recommandé d'éviter te sel). 3. Kaçmak (Eviter
yolundaki anlayış, une personne désagréable. Eviter une corvée, une
éviction diş. 1. Malından etme, mahkeme kararıyla obligation). 4. Önlemek, engel olmak (Eviter la
malından etme. 2. Temizleme, bertaraf etme, guerre, le chômage). 5. Eviter qch à qn: Birini
ayağını kaydırma, atma (Il a imposé son autorité -den k u r t a r m a k ( f a i fait le travail à sa place,
par éviction de ses rivaux. Eviction du chef d'un cela lui a évité un dérangement). 6. Eviter à qn de f.
parti) qch: Birini -mek zahmetinden k u r t a r m a k (Je t ai
rencontré dans la rue. cela m'a évité de lui écrire).
évidage, évidement er. İçini oyma, oyma
7. Eviter de f. qch: -mekten kaçınmak, sakınmak,
(L'évidement d'une pierre, d'une sculpture, d'une
çekinmek (Il doit éviter cf agir à sa tête).
pièce de bois).
évidé, e s. Oyulmuş, içi oyuk. évocable s. Anımsanabilir, anılır, bellekte kalan
évidemment bel. 1. Hiç kuşku yok, "muhakkak (Une affaire évocable, une cause évocable).
(Evidemment, vous vous trompez). 2. Apaçık évocateur, trice s. 1 Anımsatıcı, k a f a d a canlandırıcı
olarak, açıkça, açık açık. (Un film très évocateur de la vie des mineurs). 2.
évidence diş. Gerçeklik, açıklık, apaçıklık, Esinleyici, esin verici (Une image évocatrice). 3.
besbellilik (L'évidence d'un axiome. Vous niez Anlamlı (Un geste très évocateur). 4. Ruh çağırıcı
l'évidence en contestant ce fait). § A l'évidence, (Un médium évocateur).
de toute évidence: Hiç kuşku yok ki, elbette (De évocation diş. 1. Ruh çağırma (Evocation des
toute évidence, il n'avait jamais pensé à cela).
démons). 2. Çağırılan ruh, ölü ruhu (H semblait
Ktre en évidence: Ortada olmak, belli olmak.
que ce fût une évocation qui vous parlait à travers
Mettre qch en évidence: 1. Sergilemek, gözler
la cloison de la tombe). 3. A n m a , anımsama,
önüne sermek. 2. mec. Belirtmek, aydınlığa
"hatırlama (L'évocation des souvenirs, du passé,
kavuşturmak (Mettre un principe, un phénomène
des années heureuses). 4. Çağrıştırma,
en évidence). Nier l'évidence: Gerçeği yadsımak.
esinlendirme, "tedayi (Le pouvoir d'évocation
Se mettre en évidence: ileri atılmak, ortaya
d'un mot). 5. huk. Bir dâvayı alt mahkemeden üst
çıkmak, kendini göstermek. Se rendre à
mahkemeye naklettirme kararı,
l'évidence: Gerçeği kabul etmek,
évocatoire s. 1. Bir alt mahkemeden bir üst
évident, e s. Apaçık, besbelli, gün gibi ortada (La
mahkemeye naklettirici (Motifs évocatoires). 2.
raison de sa démission est évidente. Intérêt
Ruh çağırmaya değgin (Sorcellerie évocatoire). 3.
évident, preuve évidente).
Çağrıştırıcı, çağrışım yaptırıcı,
évider gçl. 1. Oymak, içini oymak (Evider une
évolué, e s. Evrimleşmiş, gelişmiş, ilerleme
pierre, une pièce de bois). 2. Açmak, ayça
biçiminde kesmek (Evider un col, une manche). göstermiş (Un peuple évolué).
évier er. Yalak, taş tekne; *el yunağı, lavabo (I! se évoluer gsz. 1. (Asker yada d o n a n m a için) Manevra

lavait les mains au robinet de l'évier). yapmak (Escadre qui évolue). 2. Dönüp d u r m a k ,
evincement er. Bertaraf etme, temizleme, atma, gösteri yapmak, dönüşler yapmak (Danseuse qui
ayağını kaydırma, évolue sur une scène). 3. Doğal akışını, gelişimini
évincer gçl. 1. Malını elinden almak, malından izlemek (Maladie qui évolue). 4. Gelişmek (Il a
etmek. 2. Bertaraf etmek, ayağını kaydırmak, beaucoup évolué. La situation évolue en notre
atmak (Evincer ses adversaires). 3. Evincer qn de faveur). 5. Çeşitli değişikliklere uğramak,
qch: Birini -den atmak, bertaraf etmek, ayağını değişmek, evrimlenmek, evrim göstermek (La
kaydırmak (II est parvenu à l'évincer de cette chirurgie a beaucoup évolué depuis le siècle
place. Evincer un candidat de la liste). 4. Etre dernier. Conception qui évolue. La civilisation
évincé de: -den atılmak, -in dışında bırakılmak (I! évolue sans cesse),
a été évincé de la liste). évolutif, ves. 1. Evrimsel (Mouvement évolutif). 2.
évitable 5. Sakınılabilir, kaçınılabilir, önlenebilir Evrimlenen, çok sık değişen (Maladie évolutive).
(Un danger évitable). 3. Evrim sağlayabilen, evrimleştirici.
évitement er. (Az kullanılır) Sakınma, kaçınma. § évolution diş. 1. (Asker yada donanmada) Manevra
Gare d'évitement: (Demiryollarında) Yan makas, (Les évolutions des troupes au cours d'une
éviter gçl. 1. Sakınmak, kaçınmak (Eviter un bataille. Les évolutions d'un avion au-dessus
évolutionnisme 562 exaltation

d'une ville). 2. ç. Dönüp durma, numara, gösteri exactement).


(Suivre avec intérêt les évolutions d'une exacteur er. 1. (Eskiden) Vergi tahsildarı. 2.
danseuse). 3. Değişim (Une évolution lente, (Eskiden) Rüşvetçi; haraççı,
rapide, progressive. Les stades d'une évolution). exaction diş. 1. Haksız vergi, haraç. 2. Zimmetine
4. Gelişim, gelişme, dönüşüm (L'évolution d'une para geçirme, aşırtı, ihtilas, rüşvet alma
société, d'une civilisation, d'une langue). 5. fels. (Fonctionnaire qui commet une exaction). 3. mec.
biy. Evrim (Doctrines de l'évolution. L'espèce Haksızlık, zulüm (Il doit répondre des exactions
humaine est l'aboutissement d'une longue série qui'il a commises devant un tribunal).
d'évolutions). exactitude diş. 1. Doğruluk (L'exactitude d'un
évolutionnisme er. fels. biy. Evrimcilik, calcul. L'exactitude de ses prévisions a été
évolutionniste 5. ve. ad. fels. biy. Evrimci, confirmée par leş faits). 2. Özenlilik, dikkatlilik,
évoquer gçl. 1. (Ruhları) Çağırmak (Evoquer les "dakiklik (If'exactitude d'un fonctionnaire. Il est
âmes des morts, les démons). 2. Anımsamak, d'une exactitude absolue). 3. Kesinlik, şaşmazlık
kafasında canlandırmak (Evoquer un souvenir (Il est impossible d'appliquer l'exactitude des
disparu, un ancien ami, les années heureuses). 3. sciences physiques à la médecine). 4. Sıkılık,
Çağrıştırmak, düşündürmek, anımsatmak, titizlik (Remplir ses devoirs avec exactitude).
çağrışım yaptırmak (Mots qui évoquent des ex aequo* [egzeko] bel. Lat. 1. Eşit olarak, aynı
images, des idées). 4. huk. (Dâvayı) Başka derecede, eşit sırada (Elèves classés ex aequo à la
mahkemeye aktarmak, composition. Trois élèves ex aequo).. 2. ad. Eşit
évulsion diş. Sökme, çekme, çıkarma (Evulsion derece alan, eşit olan (Poser une nouvelle
d'une dent). question pour départager les ex aequo).
evzone er. Efsun askeri, Yunan piyade eri. exagérateur, trice s. ve ad. Obartıcı, abartıcı,
ex önek. Eski, "sabık (Ex- député.L'ex-ministre). "mübalağacı,
ex abrupto bel. Lat. Birden, ansızın, damdan exagéré, e s. 1, Aşırı, ölçüyü kaçıran (Un
düşürcesine (Il est entré ex abrupto dans le vif du commerçant qui fait un bénéfice exagéré. Il fait
sujet). preuve d'une sévérité exagérée). 2. Obartmah,
exacerbation diş. Şiddetlenme, artma, kızışma abartmalı, "mübalağalı (Compliments, louanges
(L'exacerbation d'une douleur, d'une passion, exagérés).
d'un désir). exagérément bel. Çok, çok fazla, aşırı şekilde (Il est
exacerbé, e s. 1. Doruk noktasına varmış, çok exagérément soupçonneux. Il m'a fait attendre
yüksek (Orgueil exacerbé, sensibilité exacerbée). exagérément).
2. Şiddetli (Désirs exacerbés). exagérer gçl. 1. Abartmak, obartmak, mübalağa
exacerber gçl. Daha da artırmak, şiddetlendirmek, etmek, olduğundan büyük göstermek (Exagérer
azdırmak (Exacerber une douleur, un sentiment, ses exploits en les racontant. Exagérer une
un désir). § S'exacerber: Artmak, şiddetlenmek, difficulté). 2. gsz. Çok ileri gitmek, artık çok
azmak (La douleur s'exacerbe. Une haine qui fazla olmak (Vraiment il exagère! Me déranger à
s'exacerbe). cette heure, tout de même, il ne faut pas
exact, e s. 1. Doğru (Une réponse exacte, un calcul exagérer!). § S'exagérer qch: -i gözünde
exact). 2. Tam, kesin (Dites-moi l'heure exacte. büyütmek, -e aşırı önem vermek (Il s'exagère
Donnez-moi les dimensions exactes de votre l'importance des détails).
meuble). 3. Sıkı (Une diète exacte. Obéissance exaltant, e s. Coşturucu, coşku verici (Une lecture
exacte, discipline exacte). 4. Özenli, şaşmaz, exaltante, une entreprise exaltante).
"dakik (Un employé exact). 5. Exact i qch, à f. exaltation diş. 1. Ululama, övgüler düzme,
qch: -e karşı çok dikkatli, "dakik; -mekte çok yüceltme, "tebcil etme (L'exaltation du nom et de
titiz (Il est toujours très exact à ses rendez -vous. la grandeur de Dieu. L'exaltation de la vertu). 2.
Il est exact à payer ses dettes). § Les sciences Yoğunlaşma, çok artma (Exaltation des forces,
exactes: Kesin bilimler, matematik bilimi, de l'énergie, de l'imagination, d'une passion). 3.
exactement bel. 1. Tam, tam olarak, tam tamına (II (Vücutta) Etkinleşme, aşırı etkinlik (Exaltation de
est exactement sept heures). 2. Sıkıca, sıkı sıkıya virulence d'une bactérie). 4. Coşkunluk; taşkınlık
(Il respecte exactement ses engagements). 3. (Son exaltation ne cesse de croître. L'exaltation
Dikkatle, titizlikle (Observe exactement la règle, naturelle d'une âme poétique). 5. Papalık
les prescriptions). 4. Doğru olarak (I! a répondu "makamına, papalık orununa yükselme.
exalté 563 excéder

exalté, e s. ve ad. 1. Coşkulu, coşkun (Il est trop (Cette réplique le mit au comble de
exalté, une âme exaltée). 2. ad. Çok coşmuş, l'exaspération). 2. (Hastalıkta) Azma,
kendinden geçmiş, gözü dönmüş (Un exalté qui şiddetlenme (Exaspération d'un mal, d'une
harangue la foule). 3. Yoğun, çok yoğunlaşmış, douleur). 3. Yoğunlaşma, artma (Exaspération
taşkın (Sentiments exaltés). d'un sentiment, d'un désir, d'un besoin).
exalter gçl. 1. Yüceltmek, ululamak, göklere exaspérer gçl. 1. Çok kızdırmak, pek
çıkarmak (Exalter les vertus des combattants öfkelendirmek, çileden çıkarmak (I! commence à
morts pour la patrie. Exalter les grands m'exaspérer. Ta paresse m'exaspère). 2.
bienfaiteurs de l'humanité). 2. Yükseltmek, Azdırmak, artırmak, şiddetlendirmek,
yüceltmek (Exalter l'homme). 3. Kendinden yoğunlaştırmak (Exaspérer une douleur, un désir,
geçirmek, başını döndürmek (Une musique qui un sentiment, un besoin). § S'exaspérer: 1.
nous exalte). 4. Coşturmak (Les grandes Kızmak, öfkelenmek, çileden çıkmak. 2. A z m a k ,
aventures exaltent la jeunesse). § S'exalter: şiddetlenmek, artmak yoğunlaşmak. 3.
Coşmak, kendinden geçmek (Il s'exaltait en S'exaspérer de f. qch: -meşine kızmak,
racontant ses exploits). exaucement er. (Bir dilek yada isteği) Kabul etme,
examen er. 1. İnceleme, araştırma (L'examen des yerine getirme (L'exaucement d'une prière, d'un
empreintes digitales. L'examen des documents voeu).
anciens). 2. Muayene (Examen médical, examen exaucer gçl. Kabul etmek, yerine getirmek (Exaucer
sérologique). 3. Yoklama (Examen écrit, examen une prière, un vœu, un souhait, une demande, un
oral). 4. Sınav (Examen d'entrée, examen de fin désir).
d'études. Passer un examen). § Examen de ex cathedra bel. Lat. Bilgin bir tavırla, ders verir
conscience: "Vicdan muhasebesi. Etre collé,
gibi (Parler ex cathedra).
refusé à un examen: Sınavda başarılı sayılmamak,
excavateur, trice ad. Kazı makinası, *kazmaç,
kalmak. Etre reçu à un examen: Sınavda başarılı
*kazar-atar.
sayılmak, geçmek. Faire son examen de
excavation diş. 1. Kazı, kazma (L'excavation d'un
conscience: Vicdan muhasebesi yapmak. Se
puits). 2. Ç u k u r , oyuk (L'excavation produite par
présenter à un examen: Sınava girmek,
une bombe).
examinateur, trice ad. Ayırtman, sınav yapan
excaver gçl. Kazmak (Excaver le sol, le flanc d'un
kimse, "mümeyyiz, coteau).
examiner gçl. 1. İncelemek, araştırmak (Examiner excédant, e s. 1. Çok kızdırıcı, sinirlendirici, illet
les demandes, des documents, une oeuvre edici (Un enfant excédant). 2. Çok yorucu,
littéraire). 2. Muayene etmek (Le médecin öldürücü, bitirici (Un travail excédant).
examine les malades). 3. Yoklamak, sınavdan excédent er. Artan kısım, fazla, artık, fazlalık
geçirmek, -in sınavını yapmak (Le professeur (L'excédent de la production, du budget). § Etre
examine les élèves, le jury examine les candidats). en excédent: Fazla gelmek, fazlası olmak, artmak
4. Süzmek, uzun uzun bakmak, incelemek (Il m'a (Un budget en excédent. Cette année la
examiné de la tête aux pieds.) 5. Examiner qn sur production de blé est en excédent).
qch: Birini -den sorguya çekmek, sınava çekmek excédentaire s. A r t a n , fazla gelen (Une récolte
(L'abbé examina Julien sur la théologie). § excédentaire de blé. Ecouler la production
S'examiner: Kendine uzun uzun bakmak, kendini excédentaire sur les marchés exterieurs).
incelemek (S'examiner dans la glace). excéder gçl. 1. Geçmek, -den fazla olmak (Un
exanthémateux, euse; exanthématique s. hek. appartement dont le prix n'excède pas cent mille
Döküntülü (Eruption, rougeur exanthémateuse, francs. Une durée qui excède dix ans). 2. Aşmak,
typhus exanthématique). sınırını geçmek (Excéder son pouvoir, ses
exanthème er. hek. (Hastalık sırasında derideki) pouvoirs). 3. Kızdırmak, sinirine d o k u n m a k (Sa
Döküntü, kızıl döküntü, présence m'excède). 3. Çok yormak, bitirmek,
exarque er. (Bizans İmparatorluğu döneminde bitkin düşürmek (Ce travail m'a excédé). 4.
Afrika ve ltalya'daki) Genel vali. Excéder qn de qch: Birini -den bitirmek, canını
exaspérant, e s. Çok kızdırıcı, sinirlendirici, çıkarmak (Excéder quelqu'un de fatigue, de
öfkelendirici (Un mutisme exaspérant, un garçon travail, de coups). 5. Etre excédé de qch: -den
exaspérant). bitmek, canı çıkmak (Etre excédé de fatigue, de
exaspération diş. 1. Kızma, sinirlenme, öfkelenme travail). § S'excéder: 1. Çok yorulmak, bitmek,
excellemment 564 excès

bitkin düşmek. 2. S'excéder de qch: -den bitmek, exactement semblables, excepté que celui-ci est
canı çıkmak (S'excéder de fatigue, d'insomnie). plus lourd. Nous avons eu beau temps, excepté
excellemment bel. Çok iyi, eksiksiz, eşsiz bir qu'il a un peu plu vers midi).
biçimde (Vous avez excellemment résumé le excepter gçl. 1. Ayrık tutmak, ayrıklamak, istisna
problème. Il dessine excellemment). etmek (Si l'on excepte une petite partie, la route
excellence diş. 1. Üstünlük, eşsizlik (Grâce à est excellente). 2. Excepter qn, qeh de qch: Birini,
l'excellence de sa vue, il avait remarqué ce détail bir şeyi -in dışında tutmak, -e katmamak, -den
minime. L'excellence d'un vin). 2. Yetkinlik, ayrıklamak, "istisna etmek (On a excepté les chefs
eksiksizlik, "mükemmellik (S'ils connaissent de l'amnistie. Excepter quelqu'un d'un blâme
l'excellence de l'homme, ils en ignorent la collectif). § S'excepter: 1. Kendini katmamak,
corruption). 3. (Büyük harfle) Büyükelçi ve kendini ayrıklamak. 2. S'excepter de qch:
bakanlara verilen ünvan, Sayın Bakan, Sayın Elçi Kendini -in dışında tutmak, -den ayrıklamak.
(Excellence, son Excellence). § Par excellence: En exception diş. 1. Ayrıklık, ayrıksılık, ayrık tutma,
üstün, en üstün derecede; özellikle, her şeyden "istisna (Tout le monde sera soumis au même
önce (Victor Hugo est un écrivain romantique par régime, on ne fera d'exception pour personne). 2.
excellence. Il s'intéresse par excellence à Olağanüstü şey, olağanüstü durum (La neige en
l'histoire). mai est une exception dans cette région. Tribunal
excellent, e s. 1. Üstün, eşsiz, mükemmel (Un d'exception, lois d'exception). 3. huk. Defî;
excellent violoniste). 2. Çok iyi, çok güzel, tadına itiraz; iddia, sav (Exception de contrariété avec la
doyum olmaz (Un vin excellent, ces fruits sont Constitution). § A l'exception de: -in dışında, -
excellents). den başka. Exception faite pour: ...ayrık
excellentissime s. Çok üstün, eşi benzeri tutulacak olursa, "istisna edilirse. Sans exception:
bulunmayan, iyinin iyisi, A y r ı k l a m a y a p m a k s ı z ı n , i s t i s n a s ı z . Faire
exceller gsz. 1. Exceller en qch, dans qch: -de eşsiz exception à qch: -in dışında kalmak, -e "istisna
olmak, çok başarılı olmak (Ce peintre excelle teşkil etmek (Cela fait exception à la règle
dans le portrait. Cet élève excelle en générale). L'exception confirme la règle: Ayrıklık
mathématiques). 2. Exceller à f. qch: -mekten kuralı bozmaz,
eşsiz olmak, -meyi çok iyi becermek, başarmak (11 exceptionnel, le s. 1. Ayrıksı, ayrık, "istisnaî (C'est
excelle à conter des histoires drôles). un cas exceptionnel. Une autorisation
excentrer gçı. Merkezini, eksenini değiştirmek exceptionnelle). 2. Olağanüstü (Des circonstances
(Excentrer une pièce à tourner). exceptionnelles). 3. Beklenmedik (C'est une
excentricité diş. 1. gökb. Dışmerkezlik réussite exceptionnelle). 4. Üstün, eşsiz (César fut
(Excentricité de l'orbite d'une planète). 2. un chef exceptionnel). 5. er. Ayrık durum,
Merkezden uzaklık (L'excentricitéd'un quartier). olağanüstü şey (Le merveilleux n'était pas pour
3. Ayrıksılık, tuhaflık, "acaiplik, "gariplik (Ilfait lui l'epceptionnel, c'était l'état normal).
des excentricités). exceptionnellement bel. 1. "İstisnaî olarak,
excentrique s. 1. "Dışmerkezli, iç içe ama ayrıklama yapılarak (C'est exceptionnellement
merkezleri ayrı (Cercles excentriques). 2. qu'on le reçoit). 2. Olağanüstü, görülmemiş
Merkezden uzak, kenar (Quartiers excentriques derecede, son derece (Il est exceptionnellement
d'une ville). 3. Ayrıksın, t u h a f , "acaip, "garip beau).
(Un homme, une femme excentrique; une toilette excès er. 1. Artıklık, fazlalık; artık, fazla (L'excès
excentrique, danse excentrique). 4. ad. T u h a f , de l'offre sur la demande. Excès d'urée dans le
acaip kimse (C'est un excentrique qui fait tout sang). 2. Aşma, sınırını taşma (Cet acte constitue
autrement que tout le monde). 5. ad. tkz. Kaçık, un excès de pouvoir). 3. Aşırılık (L'excès en tout
dengesiz, bir tahtası eksik, est un défaut. Maintenant, vous tombez dans
excepté e. t . -den başka; -hariç, -in dışında (Il avait l'excès inverse). 4. Taşkınlık, ölçüsüzlük, aşırılık,
tout prévu, excepté ce cas. Tout le monde était aşırı davranış (Les excès des troupes,
content, excepté lui). 2. s. (Ad yada ad soyundan d'occupation). § Excès de pouvoir: huk. Yetki
bir sözcükten sonra geldiğinde) -den başka, -in aşımı. A l'excès: Ölçüsüzce, çok aşırı (Boire à
dışında, "hariç (Eux exceptés, personne n'a l'excès). Avec excès: Ölçüsüzce (H mange, il
entendu parler de cela). 3. Excepté que: bağ. -si dépense avec excès). Sans excès: Aşırılığa
dışında, -mesi hariç (Ces deux paquets sont kaçmadan, ölçülü olarak.
excessif 565 exclusif

excessif, ive s. 1. Aşırı,çok fazla (Un discours d'une karşı kışkırtmak, ayaklandırmak, "tahrik etmek
longueur excessive. Un froid excessif). 2. (L'orateur excitait la foule contre les affameurs).
Ölçüsüz, ölçüyü kaçıran, aşırılığa varan (Parole 5. Coşkulandırmak, "heyecan vermek (Ces
excessive, opinion excessive). 3. Taşkın, lectures l'excitent beaucoup). 6. H o ş u n a gitmek,
ılımlılıktan uzak, aşırı (Les méridionaux sont sarmak (Le travail ne l'excite pas beaucoup). 7.
souvent excessifs. Il a une nature excessive). 4. Cinsel istek uyandırmak, "tahrik etmek (Cette
Çok büyük (I! nous a reçus avec une excessive femme excite tout le monde). 8. Exciter qn à qch:
bonté). Birini -e teşvik etmek (Exciter les gens à la révolte,
excessivement bel. 1. Çok fazla, ölçüsüze, aşırı les mineurs à la débauche). 9. Exciter qn à f. qch:
(Manger excessivement). 2. Pek, çok (Il est Birini -meye teşvik etmek, itmek (L'idée de
excessivement intelligent). d'ouvrir de nouvelles idées l'excitait à travailler
excipergsz. huk. 2. İtiraz etmek. 2. Exciperde qch: davantage). § S'exciter: 1. Kızmak, sinirlenmek.
-i öne sürmek, ileri sürmek (Pour sa défense, il a 2. Cinsel bir istek duymak, "tahrik olmak. 3.
excipé d'un précédent. Exciper de sa bonne foi). S'exciter sur qch: tkz. -den büyük bir parsa
excipient er. İlaçlara kıvam vermek için katılan koparmak, büyük bir çıkar sağlamak,
etkisiz madde, dolgu maddesi, exclamatif, ive s. Ünlemli, haykırışlı (Le ton
exciser gçl. hek. Kesip çıkarmak, kesip almak exclamatif d'une phrase. Proposition
(Exciser une tumeur). exclamative).
excision diş. hek. 1. Kesip çıkarma, kesip alma exclamation diş. 1. Haykırış (La foule poussait des
(L'excision d'un kyste). 2. Kadın sünneti (Rites exclamations de joie). 2. Ünlem (Point
d'excision). d'exclamation: Ünlem imi).
excitabilité rf/;. biy. 1. Uyanlganhk, uyanlabilirlik. exclamer (s') gsz. 1. Haykırmak, -diye bağırmak (I!
2. Alınganlık, tezkızarlık. s'exclama soudain: J'ai compris). 2. S'exclamer
excitable s. biy. 1. Uyarılgan, uyarılır, uyanlabilir. de:-den haykırmak .bağırmak (S'exclamer de joie,
2. mec. Alıngan, tez kızan (Quand les hommes d'admiration).
sont trop malheureux, ils deviennent excitables). exclure gçl. 1. Hesaptan çıkarmak, bir yana a t m a k ,
excitant, e 5. hek. 1. Uyarıcı (Le café est excitant). ihmal etmek, düşünmemek (J'exclus votre
2. İsteklendirici, coşku verici, istek uyandırıcı, participation à cette affaire. On ne peut pas
"tahrik edici (Une femme excitante, une beauté exclure l'hypothèse d'un suicide). 2. -i ortadan
excitante). 3. er. Uyarıcı ilaç (Prendre, absorber kaldırmak, -i reddetmek, engellemek, önlemek, -e
un excitant). engel olmak (Le refus de cette condition exclut
toute possiblité d'accord). 2. Exclure qn, qch de
excitateur, trice ad. 1. Kışkırtıcı, kızıştırıcı
qch: Birini, birşeyi -den çıkarmak, atmak,
(Excitateur de troubles), 2. fiz. Boşaltan,
kovmak, dışarı atmak (Exclure les perturbateurs
excitation diş. 1. Uyarma (Le stimulus est la cause
de ta salle, exclure un élève de l'école, exclure
physique de l'excitation). 2. Excitation à qch: -e
quelqu'un d'un syndicat, d'un parti). § S'exclure:
kışkırtma, tahrik, "teşvik (Excitation des
Birbiriyle bağdaşmamak, uyuşmamak, birbirine
militaires à la désobéissance. Excitaiton à la
ters düşmek (Deux idées qui s'excluent. Actions
haine, à la violence). 3. Çağırma, isteklendirıne,
qui s'excluent l'une l'autre).
yüreklendirme, itme, "teşvik (Excitation au
exclusif, ive s. 1. (Bir kimseyi) Yerinden
travail, à l'action). 4. Coşturma, kızıştırma,
çıkarabilici, yerinden atabilici, kovabilici (Le
azdırma, istek uyandırma, "tahrik (Excitation
directeur a un droit exclusif). 2. Bir tek kişi yada
sexuelle). 5. Kızma, kızgınlık (Son excitation se
topluluğa ait (Privilèges exclusifs, droits
lisait sur son visage). § Excitation de Hertz: fiz.
exclusifs). 3. Tekelci, tekelde olan, tekelden
Hertz titreşim üreteci,
(L'Etat se réserve le droit exclusif de vendre le
excité, es. i. Sinirlenmiş, kızmış, kızgın (Ilétait 1res
tabac). 4. Yalnız bir firmanın yapıp satabildiği
excité). 2. ad. Kudurmuş, gözü dönmüş (Une
(Modèle exclusif). 5. Kesin, ödün vermez (C'est
bande d'éxcités. Un excité).
un homme très exclusif dans ses goûts). 6. Sırf,
exciter gçl. 1. Uyarmak (Exciter les nerfs). 2.
yalnız, salt, bir tek (On m'a envoyé ici avec la
Kızdırmak, takılmak (Exciter un chien pour le
mission exclusive de m'informer de cette
faire aboyer). 3. Doğurmak, uyandırmak, yol
question). 7. Özel, ayrı, hepsinden ayrı (En
açmak (Sa richesse excitait la jalousie de ses
matière d'art, il porte un intérêt exclusif à la
voisins. Exciter l'appétit). 4. Exciter contre: -e
exclusion 566 exécrer

sculpture. Accorder une interview exclusive à un matières fécales).


journal). § Avoir voix exclusive: (Birini) İşten excroissance diş. (Deride yada bitki kabuklarında
çıkarma, işten atma, yerinden etme yetkisi olmak, çıkan) Ur.
exclusion diş. 1. Kovma, a t m a dışarı atma, kapı excursion diş. 1. Gezi, gezinti, gezme (Excursion
dışarı etme, "ihraç (Le conseil de discipline a scientifique. Excursion en montagne. Faire une
décidé l'exclusion de cinq élèves. Son exclusion excursion dans la forêt). 2. (Düşman ülkesine)
du parti a été très comique). 2. mant. Akın. 3. mec. Konu dışı söz.
Dışındalama. 3. Çıkarma; çıkarılma (Exclusion excursionner gsz. Yakın çevreye kısa bir gezi
de certains biens de la succession). § A l'exclusion yapmak.
de: -in dışında, ...hariç, -den başka (Le médecin excursionniste s. ve ad. Gezi yapan, gezmeye çıkan,
lui a recommandé de manger des légumes à excusable s. Bağışlanabilir, hoşgörülebilir (Une
l'exclusion des féculents). erreur excusable).
exclusive diş. 1. Eskiden papa seçiminde büyük excuse diş. 1. "Mazeret (Chercher, inventer, trouver
katolik devletlerin veto hakkı. 2. mec. "Veto, une excuse). 2. Özür (Une faute sans excuse). §
*olmaz (En Angleterre, une exclusive silencieuse Exiger des excuses: Özür dilenmesini istemek.
écarte du pouvoir les gens éloquents ou trop bien Faire ses excuses à qn, présenter ses excuses à qn:
doués). § Prononcer l'exclusive: "Veto etmek, -den özür dilemek,
•olmazlamak. excuser gçl. 1. Aklamak, haklı göstermek (Il
exclusivement bel. 1. Sırf, yalnız, "münhasıran ı (I! s'efforce vainement de l'excuser. L'intention
lit exclusivement des ouvrages littéraires). 2. n'excuse pas la faute. Rien n'excuse une telle
Hariç, dahil değil (Du mois de janvier au mois conduite). 2. Hoş görmek, bağışlamak,
d'août exclusivement: ağustos hariç, ocaktan "affetmek, mazur görmek (Pour cette fois, je
ağustosa dek). vous excuse, mais ne recommencez pas. On doit
exclusivisme er. Tekelci anlayış, tekelcilik (Il a fait excuser les fautes). 3. Excuser qn de f. qch:
appel à toutes les bonnes volontés, sans aucun Birinin -meşini bağışlamak (Je vous excuse
exclusivisme). d'avoir oublié de me prévenir, dans votre hâte
exclusivité diş. 1. Tekelde olma. 2. Tekel hakkı d'en finir avec cette affaire.. Excusez-moi de vous
(Avoir, acheter l'exclusivité d'une marque). § En avoir fait attendre). § S'excuser: Bağışlanmak,
exclusivité: Sırf, yalnız, sadece (Les disques sont hoşgörülmek, affedilmek (Tout s'excuse ici-bas,
donnés en exclusivité par des artistes éminents). hormis la maladresse). 2. S'excuser de qch: -den
excommunication diş. Aforoz, "toplumdışılama. § dolayı özür dilemek (Je m'excuse de mon retard).
Frapper qn d'excommunicatioh: Birini aforoz 3. S'excuser d'avoir f. qch: -diğinden dolayı özür
etmek, toplumdışılamak. dilemek (Je m'excuse de vous avoir écrit une telle
excommunier gçl. 1. Aforoz etmek, lettre). 4. S'excuser de f. qch: -meyi reddetmek,
toplumdışılamak (Excommunier un hérétique). 2. kabul etmemek (Il s'est excusé de participer à ce
Excommunier qn de: Birini -den a t m a k , silmek, travail). 5. S'excuser sur qn: Kusuru -e yüklemek
-in dışına çıkarmak (Cette femme l'avait (I! est habile à s'excuser sur les autres).
excommunié de sa vie). exeat [cgzeat] er. İzin kâğıdı. § Donner son exeat
excoriation diş. (Deride) Sıyrık, çizik, à qn: Birine yol vermek, -i kovmak, işten
excorier gçl. Sıyırmak, çizmek (L'ongle a excorié la çıkarmak.
peau).
exécrable s. İğrenç, tiksinç, çok kötü (Un vin
excrément er. biy. 1. Dışkı, pislik, bok (Excrement exécrable. Un goût, une odeur exécrable. Un
de l'homme. Excréments des animaux, des poème, un film exécrable).
oiseaux). 2. mec. Aşağılık şey, süprüntü. exécrablement bel. Çok kötü bir şekilde, iğrenç
excrémentiel, le s. biy. Dışkıya değgin, *dışkısal şekilde (Il peint exécrablement).
(Matières exrémentielles). exécration diş. 1. Kargış, kargıma, "lânet, 2.
excréter gçl. biy. Boşaltmak, boşaltımla çıkarmak, İlenme, ilenç, "beddua. 3. Tiksinti (Il avait une
*dışkılamak. véritable exécration pour ce. genre de musique).
excréteur, trice; excrétoire s. biy. Boşaltıcı (Canal § Avoir qn, qch en exécration: -den tiksinmek,
excréteur). § Appareil excréteur: biy. hayb. iğrenmek; -e çok kızmak,
Boşaltım aygıtı, exécrer gçl. 1. Kargımak, kargışlamak, "lânet
excrétion diş. biy. Boşaltım, boşaltı (Excrétion des o k u m a k . 2. Tiksinmek, iğrenmek, hiç ama hiç
exécutable 567 exemple

sevmemek (Exécrer te style d'un auteur, une Homme d'exécution: Tuttuğunu koparan kimse,
odeur, un homme). eline aldığı şeyi başaran kimse,
exécutable 5. Gerçekleştirilebilir, uygulanabilir exécutoire s. huk. 1. İcraya konulabilen (Force
(Plan, projet exécutable). exécutoire d'un acte). 2. İcra h ü k m ü ,
exécutant, e ad. 1. Uygulayıcı, °icracı (Ce n 'est pas exégèse diş. Metin yorumlaması; yorum, y o r m a ,
un créateur, mais un simple exécutant). 2. çözme, çözümleme (Exégèse biblique, exégèse
(Müzikte) Çalan, söyleyen, icracı, icra eden (Un littéraire, historique). § Faire l'exégèse de qch: -i
orchestre de cinquante exécutants. C'est un yorumlamak, çözmek, -in yorumunu yapmak
grand compositeur, mais un médiocre (Faire l'exégèse d'un discours politique, d'une
exécutant). dépêche diplomatique).
exécuter gçl. 1. Yapmak, gerçekleştirmek, yerine exégète er. Yorumcu (Un passage de Platon qui a
getirmek (Exécuter un projet, un plan, un déconcerté les exégètes).
ordre). 2. Uygulamak (Exécuter la loi). 3. müz. exégétique s. Yorumlu, yorumlamalı, yorumsal
Çalmak, icra etmek (Exécuter un morceau de (Une analyse exégétique. Méthode exégétique).
musique. L'orchestre a exécuté la sixième exemplaire s. 1. Örnek, örnek olabilen, örnek
symphonie de Beethoven). 4. huk. Çektirmek, gösterilen (Père, mère, épouse exemplaire). 2.
"infaz etmek (Exécuter une peine). 5. ask. Zor Ders olsun diye yapılan, ibretlik (Châtiment
altında tutmak, ezmek (Exécuter un peuple, une exemplaire).
colonie). 6. Exécuter qn: a) -in ölüm cezasını exemplaire er. 1. Nüsha, kopya (Imprimer, tirer
uygulamak, -i idam etmek, kurşuna dizmek, un livre à dix mille exemplaires. Exemplaire
kafasını kesmek (Exécuter un condamné), b) -in unique. Les exemplaires d'une gravure). 2.
malını icra eliyle sattırmak (Exécuter un Örnek, örneklik (Je conseille à cet auteur de se
débiteur), c) ö l d ü r m e k (Bandits qui exécutent un choisir pour exemplaire ces sortes d'ouvrages.
mouchard), d) mec. Suçlu bulmak, suçlamak, De beaux exemplaires d'une plante).
mahkûm etmek (Exécuter un auteur), e) (Spor) exemplairement bel. 1. Örnek olacak şekilde,
Yenmek (Il a exécuté le boxeur anglais en deux örnek gösterilecek biçimde (Vivre
rounds). § S'exécuter: 1. Borcunu, ödevini exemplairement). 2. İbret olsun diye (Il a été
yerine getirmek. 2. Karar vermek (Je lui ai piré puni exemplairement).
de m'aider, il s'est exécuté sans trop se faire exemple er. 1. Örnek, "misal (Donnez-moi un
prier). exemple. Voici un exemple de sa bêtise). 2.
exécuteur, trice s. ve ad. Yapan, yerine getiren, Örneklik, "eşantiyon, "model (Ce garçon est
gerçekleştiren, uygulayan (Le prince est l'exemple du bon élève). 3. Örnek olarak seçilen
l'exécuteur de la loi de Dieu. La puissance parça, tümce yada sözcük (Exemples tirés de
exécutrice). § Exécuteur des hautes œuvres: bons auteurs. Exemple de grammaire). § A
Cellat. Exécuteur testamentaire: Bir vasiyeti l'exemple de: Gibi, -örneği, "misillû (Agir à
yerine getirmek üzere vasiyeti yapanın gösterdiği l'exemple de son père). Par exemple: 1. ö r n e ğ i n ,
kimse. meselâ (Dans ce pays la vie est très bon marché,
exécutif, ive s. 1. Yasaları yürüten, yürütücü, par exemple, une paire de chaussures coûte
yürütmeye değgin, "icraî (Le pouvoir exécutif: moitié moins cher qu'ici). 2. Yalnız, ne var ki
Yürütme gücü). 2. er. huk. Yürütme gücü. (On mange très bien dans ce petit restaurant; pqr
exécution dis. 1- Uygulama, yerine getirme exemple, il ne faut pas être pressé). 3. (Ünlem
(L'exécution d'un projet, d'une loi, d'un ordre). olarak) Bak sen, olur şey değil, bu da nesi! (Par
2. Yapma, yapım (L'exécution d'un pont, d'une exemple, je ne m'attendais pas à cela! Ah ça! par
statue). 3. müzik. Çalma, yorumlama, icra exemple, il ne l'emportera pas en paradis!). P o u r
(L'exécution d'un morceau, d'une symphonie). l'exemple: Ders olsun diye, ibret olsun diye
4. ask. Ordu tarafından bir yer halkının zor (Punir, châtier un homme pour l'exemple). Sans
altında tutulması. 5. İcra yoluyla malını exemple: Eşsiz, eşi benzeri görülmemiş (Une
sattırma (Exécution d'un débiteur). 6. huk. aventure sans exemple). Citer qn, qch en
Çektirim, infaz (L'exécution d'un jugement, exemple: -i örnek olarak göstermek. Donner
d'une peine capitale). 7. huk. İdam etme, l'exemple de qch: -i ilk olarak yapmak, örnek
öldürme, asma (L'exécution d'un condamné). § olarak yapıp göstermek. Prendre exemple sur: -i
Exécution militaire: huk. Kurşuna dizme. kendine örnek almak (Prenez exemple sur
exemplification 568 exhaustif

votre frère). Suivre l'exemple de qn: -e homme. Sa manie s'exerçait sur les autres).
öykünmek, -in yolundan gitmek. Servir exercice er. 1. Alıştırma, temrin, çalışma, "egzersiz
d'exemple à: -e örnek olmak, örneklik etmek, (Exercices de traduction, exercice du fusil.
exemplification diş. Örnekleme, L'exercice des jambes, de la mémoire). 2.
exemplifier gçl. Örneklemek, örneklerle süslemek, Yapma, etme, uygulama, "icra etme (Se livrer à
exempt, e s. Exempt de: 1. -den " m u a f , bağışık (I! l'exercice de la médecine. L'exercice du pouvoir
est exempt du service militaire. Un soldat exempt l'a rendu autoritaire). 3. Beden eğitimi,
de corvée. Etre exempt d'impôt. Une revue cimnastik (Le médecin lui a recommandé de faire
exempte de timbre). 2. -den uzak, "masun (On un peu d'exercice). 4. Kullanma (L'exercice d'un
n'est jamais exempt d'un accident. Un métier droit). 5. (Bütçenin) Uygulanma süresi, bütçe
exempt de risques). dönemi (L'exercice budgétaire ne coïncide pas
exempter gçl. Exempter qn de qch: 1. Birini -den avec l'année budgétaire). 6. Talim (l es soldats
muaf t u t m a k , bağışık tutmak (Exempter un vont à l'exercice. Le lieutenant fait faire
jeune homme du service militaire. Exempter les l'exercice à sa section).
petits salaires d'impôt). 2. -den kurtarmak, exerciseur er. Cimnastik aleti,
k o r u m a k , uzaklaştırmak (Son goût du travail exérèse diş. hek. Çıkarıp alma, kesip alma
l'exemptait de la paresse). (L'exérèse d'une tumeur).
exemption diş. Bağışıklık, bağışık tutulma, exergue er. 1. Madalyanın yazı yada tarih yeri. 2.
"muaflık, "muafiyet (Exemption d'impôt, de mec. Ad, başlık (Mettre un proverbe en exergue
service militaire. Demander une exemption). à un texte).
exequatur er. Lat. 1. Konsoloslara gittikleri exfoliation diş. Pul pul dökülme, yaprak yaprak
ülkelerce verilen çalışma izni. 2. Bir yabancı dökülme (Exfoliation de l'écorce d'un arbre). 2.
mahkemece verilen kararın yürütülmesini hek. Ölü dokuların yaprak yaprak düşmesi,
onaylamak için kullanılan formül; "tenfiz exfolier gçl. 1. (Bir bitkinin) Yapraklarını
kararları. koparmak. 2. Yaprak yaprak dilmek (Exfolier
exercé, e s. Yatkın, ustalaşmış, usta, becerikli (Une une pierre, un tronc d'arbre). § S'exfolier:
fausse note qui n'échappe pas à une oreille Yaprak yaprak dökülmek, kabuk atmak, pul pul
exercée. Il a une main exercée. L'oeil exercé d'un dökülmek.
observateur). exhalaison diş. Bir yer yada cisimden çıkan gaz,
exercer gçl. 1. Yetiştirmek, çalıştırmak, alıştırma buhar, koku gibi şeyler, yayıntı (Exhalaisons
yaptırmak, alıştırmak (Exercer des soldats. odorantes).
Exercer le corps, la mémoire). 2. Yapmak, exhalation diş. 1. (Koku, gaz vb) Çıkarma, yayma.
etmek, icra etmek (Excercer un commerce, un 2. hek. Solurken b u h a r ç ı k a r m a ,
métier, la médecine). 3. Yerine getirmek, "ifa exhaler gçl. 1. Çıkarmak, yaymak (Exhaler une
etmek (Exercer ses fonctions). 4. Denemek, odeur, un parfum délicat, une vapeur légère;
sınamak, sınamadan geçirmek (Il veut exercer exhaler une fraîcheur, une chaleur, un son). 2.
ma patience). 5. Kullanmak (Exercer son Ortaya vurmak, dile getirmek (Exhaler sa
autroité, son pouvoir, son droit, un privilège). 6. mauvaise humeur, ses regrets, ses plaintes). §
exercer qn à qch: Birini -e çalıştırmak, alıştırmak, S'exhaler: 1. Çıkmak, yayılmak (Fumées,
yetiştirmek (Le professeur exerce ses vapeurs qui s'exhalent). 2. S'exhaler de: -den
élèves à la conversation en anglais. Exercer un çıkmak, yayılmak (Une odeur de moisi s'exhale
jeune homme à la boxe). 7. Exercer qn à f. qch: du soupirail).
Birini -meye çalıştırmak, alıştırmak (Exercer un exhaussement er. Yükselme, yükseltme
chien à apporter le gibier). § S'exercer: 1. (Exhaussement d'un mur, d'un édifice).
Egzersiz yapmak, çalışma yapmak (Le bon exhausser gçl 1. Yükseltmek (Exhausser un mur,
pianiste s'exerce tous les jours). 2. S'exercer à une digue). 2. Exhausser qch de...: Bir şeyi...
qch: -çalışmak (S'exercer au piano, au violon). kadar yükseltmek, -lik yükseltmek (Exhausser
3. S'exercer à f. qch: -meyi öğrenmek, -meye une maison de trois étages). 3. mec. Yüceltmek,
alışmaya çalışmak (Je m'exerce à respecter yükseltmek (La douleur exhausse les âmes en les
strictement l'horaire que je me suis imposé). 4. épurant).
S'exercer sur, contre: -de kendini göstermek (La exhaustif, ive s. T a m a m , eksiksiz (Une étude
malignité publique s'est exercée contre le pauvre exhaustive, liste exhaustive).
exhaustion 569 existant

exhaustion diş. Tüketme, bitirme, Unutulmuşluktan kurtarmak, yeniden ortaya


exhaustivement bel. Eksiksiz bir şekilde, her çıkarmak (Exhumer des souvenirs, une vieille
yönüyle (Etudier exhaustivement une question). loi, de vieilles rancunes).
exhaustivité diş. Tamamlık, eksiksizlik. exigeant, e s. 1. Kolay tatmin olmaz, »doyumsuz,
exhérédation diş. Kalıttan çıkarma, "mirastan mızmız, güç beğenir, çok şey istemeye alışmış
yoksun bırakma, (Un caractère exigeant. Les peuples latins sont
exhéréder gçl. Kalıttan çıkarmak, "mirastan exigeants en fait de bonheur). 2. Çok şey
yoksun bırakmak (Exhéréder un parent). gerektiren, güç, çetin, titizlik isteyen (Une
exhiber gçl. 1. Çıkarıp göstermek (Exhiber ses profession exigeante, une religion exigeante).
papiers, son passeport, sa carte d'identité). 2. exigence diş. 1. Gerek, gereklik, "icap (Selon
Göstermek, ortaya dökmek (Exhiber sa science, l'exigence des affaires, de la situation). 2. İstek,
ses vices). 3. mec. Gösterip caka satmak dilek, "arzu (Quelles sont vos exigences? H
(Exhiber ses décorations. Elle exhibait sur te cherche à répondre aux exigences de ses clients)
boulevard sa nouvelle robe). § S'exhiber: El 3. Titizlik (Ce patron est d'une exigence
âlemin karşısına çıkmak, göze gözükmek insupportable).
(Comment ose-t-il s'exhiber dans cette tennue?). exiger gçl. 1. İstemek (Les malfaiteurs exigent une
exhibition diş. 1. Çıkarıp gösterme. 2. Gösterme, rançon. Le professeur exige le silence pendant la
seyrettirme, gösteri, "teşhir (Exhibition de classe). 2. Exiger qch de qn: Birinden... istemek
peinture, des fauves dans un cirque). 3. Gösteriş, (Il exige de nous un grand sacrifice. Qu'exigez-
caka (Exhibition de luxe, de toilettes fastueuses). vous de lui?). 3. Gerektirmek, "icap ettirmek
4. ruhb. Cinsel organlarını yada çıplak (Les circonstances exigent une grande prudence).
vücudunu gösterme eğilimi, "teşhir, 4. Buyurmak, "emretmek (J'exige que vous me
exhibitionnisme er. 1, Cinsel organlarını gösterme rendiez compte de l'emploi de cet argent).
hastalığı, "teşhircilik, 'göstermecilik. 2. mec. exigibilité diş. İstenebilirlik (Exigibilité d'une
Özel yaşam ve duygularının açıklanmayacak dette).
yanlarını açıklama (L'exhibitionnisme d'un exigible s. istenilebilir (Dette exigible. L'impôt est
écrivain). exigible le 15 septembre).
exhibitionniste ad. Cinsel organlarını yada çıplak exigu, ë s. Küçücük, daracık, minnacık (Jardin
vücudunu gösterme hastası, »göstermeci, exigu, maison exiguë).
"teşhirci. exguïté diş. Küçüklük, darlık (L'exiguïté d'une
exhilarant, e 5. Güldürücü, katıla katıla güldüren, chambre).
exhortation diş. Çağırma, çağrı, "davet; yüreklen- exil er. 1. Sürgün; sürgün cezası (Il fut condamné
dirme, "teşvik (Exhortation à la patience, à la à l'exil). 2. Sürgün yeri. § En exil: Sürgünde (Un
sérénité, au travail, à la modération). roi en exil. Vivre en exil). Aller, être en exil:
exhorter gçl. 1. Exhorter qn a qch: Birini -e davet Sürgüne gitmek, sürgünde olmak. Condamner
etmek, teşvik etmek; -e çağırmak, yüreklendir- qn à l'exil: Sürgün cezasına çarptırmak. Envoyer
mek, itmek (Exhorter son ami à ta patience, à la qn en exil: Sürgüne göndermek,
modération, au calme). 2. Exhorter qn à f. qch: exilé, e s. ve ad. 1. Sürgün, sürdürülmüş, sürgün
Birini -meye çağırmak, -mek yoluna sokmaya edilmiş (Un pays qui ouvre ses frontières aux
çalışmak, teşvik etmek; birinden -meşini rica exilés). 2. mec. Bir yana atılmış; bir kenara
etmek (I! m'a exhorté à oublier le passé). çekilmiş (Notes exilées dans un coin de journal.
exhumation diş. 1. Gömütten çıkarma, " m e z a r d a n ^ Les prêtres exilés au bout du monde).
dışarı çıkarma (L'exhumation d'un corps). 2. exiler gçl. 1. Sürmek, sürgüne göndermek (Exiler
Unutulmuşluktan kurtarma, yeniden gün ışığına un condamné politique). 2. Exiler qn de: Birini
çıkarma (L'exhumation d'un document, des -den sürmek, kovmak (On l'a exilé de France.
sou ,'enirs). J'ai été exilé de Belgique). § S'exiler: 1. Yurdunu
exhumer gçl. 1. Gömütten çıkarmak (Exhumer un bırakıp gitmek, göç edip yerleşmek (Il ne veut
corps pour le transporter dans une nouvelle pas s'exiler en Australie). 2. Yalnızlığa
sépulture). 2. Toprak altından çıkarmak, kazıp çekilmek, köşesine çekilmek,
bularak gün ışığına kavuşturmak (On a exhumé exine diş. bitb. Çiçektozu dışzarı, dışzar.
une maison antique. Des fouilles archéologiques existant, e s. 1. Şimdiki, mevcut (Les règlements
exhument des statues antiques). 3. mec. existants ne le permettent pas. Majorer les tarifs
existence 570 expansionniste

existants). 2. Var olan (Une chose existante). 3. exophtalmie diş. hek. Göz yuvasının dışarıya
ad. Canlı varlık, yaşayan varlık (Tout existant doğru çıkması, göz fırlaması,
naît sans raison et meurt par rencontre). 4. er. exorbitant, es. 1. Pek aşırı, sınırı aşan, çok
Mevcut para yada eşya, mevcut (Existant en ölçüsüz (Prix exorbitants, sommes exorbitantes,
portefeuille, en magasin). prétentions exorbitantes). 2. Yasasız, usulsuz,
existence diş. 1. fels. Varoluş. 2. Varlık, yolsuz (Privilèges exorbitants).
"mevcudiyet (J'avais oublié votre existence. exorbité, e s. Yuvalarından fırlamış (Les yeux
Déceler l'existence d'une tumeur. Ouvrage sur exorbités).
l'existence de Dieu). 3. Yaşam, "hayat; yaşantı, exorcisation diş. Dualar okuyup şeytan yada
yaşama biçimi (Mener une existence misérable. cinsleri kovma,
Changer d'existence en se mariant). 4. Canlı exorciser gçl. 1. Dualar okuyarak yada kilisede
varlık, yaşayan kimse, kişi (Il n'y a vraiment que yapılan ayinlerle bir kimsenin bedenine girdiği
le mariage pour unir deux existences). sanılan şeytanları yada cinleri kovmak
existentialisme er. fels. Varoluşçuluk, (Exorciser un demon). 2. Başından atmak -den
existentialiste s. ve ad. fels. Varoluşçu, kurtulmak (Exorciser un mal, un démon. Un
existentiel, le s. Varlığa değgin; varoluşa değgin, gouvernement qui s'efforce d'exorciser
exister 1. Var olmak, mevcut olmak (L'année l'inflation).
dernière cette maison n'existait pas. Cette plante exorcisme er. 1. Şeytan yada cinleri kovmak için
existe en Turquie aussi). 2. Yaşamak (Depuis okunan dua ve yapılan âyin; büyü. 2. mec. Bir
qu 'il existe, cet homme n 'a connu que la misère. sıkıntı yada belâdan kurtulma yolu, kurtuluş (II
Pour les arbres, exister c'est durer). 3. Değer espérait trouver dans la tendresse le seul
taşımak, önemi olmak (Sesprojets sont à longue exorcisme efficace).
échéance, pour lui le temps n'existe pas). exorde er. 1. (Bir söylevde) Söz başı. 2. Başlangıç,
ex-libris er. Lat. Bir kitaba, iyesinin kim olduğunu
konuya giriş,
belirtmek üzere vurulan marka (Collection d'ex-
exoréique s. coğr. Akışlı; akarsuları denize
libris).
ulaşabilen (Région exoréique: Akışlı bölge).
exocarpe diş. bitb. Dışkabuk. exosmose diş. fiz. bitb. Dışa geçişme, içten dışa
exocet er. hayb. Uçanbalık. geçişme.
exode er. 1. (Büyük harfle) tsrailoğullarının exotériqne s. fels. Dışrak, "alenî, genel ve herkesin
Mısır'dan göçü. 2. Toptan göç (On appelle olabilen,
"exode rural" l'émigration des ruraux vers les exothermique s. kim. Isıveren,
villes. L'exode des citadins en été). exotique 5. Ülke işi olmayan, dış ülkelerle ilgili
exoderme er. anat. Dışderi. bulunan, eldışı, *yabancıl, *yabansıl (Plantes
ex officio bel. lat. Re'sen. exotiques, danses exotiques, roman exotique).
exogamie diş. Dıştan evlenme; evlenecek exotisme er. Eldışılık, "yabancıllık, *yabansilhk.
kimsenin, eşini, üyesi bulunduğu topluluğun expansibilité diş.fız. Genleşirlik, genişleyebilirlik.
dışından seçmesi kuralım temel alan evlilik expansible s. fız. Genleşir, genişleyebilir (Les gaz
düzeni. sont expansibles•).
exomorphisme er. yerb. Dışbaşkalaşım. expansif, ive s. fız. 1. Genleşici (La force expansive
exondation diş. exondement er. Sel sularının de la vapeur). 2. Açık yürekli (Un homme
çekilmesi (Exondation des champs). expansif. Il est d'un naturel expansif). 3.
exonder (s')gsz.Selsularından kurtulmak (Champs Duygularını gizlemeyen, yüreği avucunda.
qui s'exondent). expansion diş. 1. fiz. Genleşme, hacmi büyüme
exonération diş. Bağışık tutma, bağışık tutulma; (Expansion d'un gaz par élévation de la
bağışıklık, "muafiyet (Exonération fiscale; température). 2. Yayılma, yayılım (La politique
obtenir une exonération d'impôt). d'expansion). 3. Gelişme, büyüme (Une
exonérer gçl. 1. Vergiden bağışık tutmak, vergi dışı industrie en pleine expansion. L'expansion d'une
bırakmak (Exonérer un contribuable, certaines ville, d'une économie). 4. mec. Açılma, içini
marchandises, certains revenus). 2. Exonérer qn, dökme, derdini söyleme (Besoin d'expansion).
qch de qch: -den bağışık tutmak (Exonérer un expansionnisme er. "Yayılımcılık.
étudiant des droits d'inscription. Exonérer expansionniste ad. 1. Yayılma politikası güden,
certains articles de la taxe). •yayılımcı; emperyalist. 2. s. Yayılımcı;
expatriation 571 expérimenter

emperyalist (Une politique expansionniste). dünyaya yollamak,


expatriation diş. Yurdundan etme, yurdundan expéditeur, trice s. ve ad. 1. Gönderen, gönderici
olma; elginlik. (L'expéditeur d'une lettre, d'un colis). 2.
expatrié, e s. ve ad. Yurdundan edilmiş, "Nakliyeci, "taşımacı (Société expéditrice).
yurdundan kovulmuş, elgin, yurdundan kaçmış; expéditif, ive s. 1. Eli çabuk, hamarat (Il est
sürgün, "mülteci, sığınık (Les expatriés expéditif en affaires). 2. Ç a b u k , süratli (Une
espagnols). solution expéditive). 3. Baştan savma,
expatrier gçl. 1. Yurdundan etmek, yurdundan çırpıştırma, şişirme (Sa méthode critique est
kovmak, sürmek, sürgün etmek. 2. Yabancı bir expéditive, il juge un livre sur les deux premières
ülkeye aktarmak, dışarıya kaçırmak (Expatrier pages).
son argent, des capitaux). § S'expatrier: expédition diş. 1. Gönderme, yollama (Expédition
Yurdunu bırakıp gitmek, yurdundan uzak d'une lettre, d'un paquet, d'un colis, des
düşmek, elgin olmak (Ouvriers qui s'expatrient marchandises). 2. Gönderilen şey (J'ai bien reçu
pour trouver du travail). votre dernière expédition). 3. Sefer (L'expédition
expectant, e s. Bekleyici, gö/.etieyici, bekle gör de Bonaparte en Egypte. Les préparatifs d'une
(Une politique expectante, une attitude expédition). 4. Gezi, gezinti, sefer (Organiser,
expectante). préparer, financer une expédition. Expédition
expectation diş. Bekleme, gözetleme, dans l'Himalaya). 5. Resmi bir kâğıdın onaylı
expectative diş. 1. Umut içinde bekleme, bekleyiş kopyası (Le notaire lui a délivré une expédition
(Il resta dans l'expectative, guettant l'occasion). du contrat). 6. Baskın (Expédition de police).
2. Beklenti (Les expectatives et tes aspirations expéditionnaire er. 1. (Bir tecimevinde) Mal
des électeurs). gönderme görevlisi. 2. Noter kâtibi, mahkeme
expectorant, e j. ve ad. Balgam söktürücü (Sirop kâtibi. 3. s. Sefere çıkan, savaşa gönderilen
expectorant. Prendre un expectorant). (Armée expéditionnaire).
expectoration diş. Balgam çıkarma (Ce sirop expéditivement bel. Çabucak, çarçabuk,
facilite l'expectoration). hemencecik (L'affaire a été réglée
expectorer gçl. gsz. Balgam çıkarmak (Expectorer expéditivement).
des glaires. Un malade qui tousse, mais expérience diş. 1. Deney (Une expérience de
n 'expectore pas). physique, de chimie Le professeur a fait devant
expédient, e s. Uygun, yerinde, "münasip (Faites ses élèves une expérience d'électricité statique).
ce que vous jugez expédient. Il est expédient de 2. Görgü bilgi, ' d e n e y i m "tecrübe (On acquiert
prendre des mesures). de l'expérience en vieillissant). 3. Girişim,
expédient er. 1. Çıkar yol, çare (Chercher un deneme (Expériences d'un pays dans le domaine
expédient. Il ne savait plus à quels expédients économique).
recourir). 2. Geçici çare, kesin çözüm getirmeyen expérimental, e s. 1. Deneysel, denemeye dayanan
yol (Recourir à des auxiliaires non spécialistes (Méthode expérimentale). 2. Deneme için
n'est qu'un expédient). § Vivre d'expédient: yapılan, denemelik (Cultures expérimentales.
Geçinmek için her türlü yola başvurmak zorunda Fusée expérimentale).
kalmış bulunmak, expérimentalement bel. Deneysel olarak,
expédier gçl. 1. Göndermek, yollamak (Expédier expérimentateur, trice ad. Deneyci,
une lettre, un colis par la poste). 2. Expédier qch expérimentation diş. Deneyleme, deneme yapma
i qn: Birine birşey göndermek (J'ai expédié une (Au bout de longs mois d'expérimentation, le
lettre recommandée à ma tante). 3. tkz. chef de laboratoire a conclu à la parfaite
Çırpıştırmak, baştan savma yapmak, şişirmek innocuité de ce médicament).
(Un élève qui expédie son devoir. Médecin qui expérimenté, e 5. Görgü-bilgisi olan, görmüş
expédie dix consultations en une heure). geçirmiş, 'deneyimli, "tecrübeli (Un homme
4.Yapivermek, bitirivermek (Expédier les expérimenté. Médecin, politicien, avocat
affaires courantes). 5. Başından savmak (Le expérimenté).
directeur les a expédiés). 6. tkz. ö l d ü r m e k , expérimenter gçl. 1. Denemek, sınamak,
zıbartmak, canını cehenneme yollamak. 7. deneylemek, "tecrübe etmek (Expérimenter un
Usulüne uygun olarak yapmak. § Expédier qn remède, un appareil. Expérimenter un vaccin sur
dans l'autre monde: mec. Birini öldürmek, ö b ü r un cobaye). 2. gsz. Deneyler yapmak (Un savant
expert 572 expliquer

qui expérimente sans cesse). expirer gçl. 1. Soluk vermek; soluğuyla dışarı
expert, e s. 1. Yetişmiş, eli uz, usta (Un ouvrier çıkarmak (Expirer de l'air vicié. Les chevaux
expert). 2. Expert en, dans qch: -de usta, yetkili, expiraient par les nasaux une vapeur blanche). 2.
uzman (Il est expert dans cet art, dans cette gsz. Ölmek, son soluğunu vermek (H est sur le
science). 3. Expert à f. qch: -mekte usta (Il est point d'expirer). 3. gsz. Sona ermek, süresi
expert à manier l'épée). bitmek (Mon passeport expire le 15 septembre. Il
expert er. Uzman, bilirkişi (Expert assermenté près nous a accordé un délai qui expire après
les tribunaux. Consulter un expert. La demain).
compagnie d'assurance a envoyé un expert pour explétif,ive s. dilb. Anlatımın gücünü artırmak için
estimer les dégâts). § A dire d'expert: 1. söze katılan ama anlam bakımından zorunlu
Bilirkişilerin dediğine göre. 2. Kesin olarak, olmayan, zorunsuz (sözcük), kıtık,
expertement bel. Ustaca, beceriklilikle, explicable 5. 1. Açıklanabilir (Une erreur
expertise diş. 1. Bilirkişi incelemesi (L'expertise a explicable par ta fatigue de l'ouvrier). 2. Nedeni
établi que ce tableau est une copie). 2. Bilirkişi anlaşılabilir, pek haklı (Il en a éprouvé un dépit
raporu (Evaluation d'un dommage par expertise. bien explicable).
Jugement ordonnant l'expertise). explicatif, ive 5. Açıklayıcı (Note explicative jointe
expertiser gçl. 1. Bilirkişiye baktırmak, bilirkişiye à un appareil).
havale etmek (Expertiser les dégâts). 2. Değer explication diş. 1. Açıklama (Explication de texte.
biçmek, değerini saptamak (Faire expertiser un Explication jointe à un texte). 2. Yorum (La
tableau, des meubles). fameuse explication des songes de Pharaon). 3.
expiation diş. 1. (Eski) Tanrıların öfkesini Neden, "sebep (Quelle est l'explication de ce
yatıştırmak için düzenlenen adak sunma töreni. retard dans le courrier'/). 4. Açıklama, açıklayıcı
2. Ceza (La justice lui a infligé une lourde bilgi, "izahat (Exiger une explication. Il m'a
expiation de ce moment d'égarement). 3. Günah demandé des explications sur le congrès. Je n 'ai
ödeme, "kefaret, cezasını çekme (Le remords pas d'explication à te donner). 5. Tartışma,
d'une faute entraîne un désir d'expiation). 4. "münakaşa (Comme chaque fois qu'il doit y
G ü n a h ödemek için verilen yada yapılan şey, avoir une explication entre nous, j'ai commencé
bedel, karşılık. § En expiation de: -in "kefareti par faire sortir les enfants). § Avoir une
olarak, -in bedeli olarak, karşılığı olarak (Il se explication avec qn: 1. Biriyle görülecek hesabı
consacre aux oeuvres charitables en expiation de olmak, -den soracak hesabı bulunmak. 2. Biriyle
ses fautes passées. Châtiment infligé en expiation tartışmak, ağız kavgası etmek,
d'un crime). explicites. 1. Belli, açık, aydınlık (Le texte de ta loi
expiatoire s. G ü n a h ödeyici (La messe est un est très explicite sur ce point. Parler en termes
sacrifice expiatoire). explicites). 2. fels. Belirtik, "sarih,
expier gçl. 1. (Bir suçu, bir günahı) Ödemek, explicitement bel. Açıkça, açık açık (1! a formulé
kefaretini ödemek (Un assassin qui expie son sa demande explicitement).
crime par la prison perpétuelle). 2. (Bir şeyin) expliciter gçl. Açıkça bildirmek, kesin olarak
Cezasını çekmek (H expie ses imprudences). belirtmek (Expliciter une interdiction, une
expirant, e s. 1. Can veren, can vermek üzere olan, condition).
ölmek üzere, can çekişen (Un malade expirant. expliquer gçl. 1. Açıklamak (Expliquer un texte
S'efforcer de ranimer une industrie expirante). 2. difficile, un théorème). 2. Yorumlamak
Bitkin, ölgün, ölümsek (Il m'a répondu d'une (Expliquer un rêve, une énigme, un symbole). 3.
voix expirante). Expliquer qch à qn: Bir şeyi birine anlatmak
expirateur s. ve er. anat. Soluk verici, soluk göstermek, ayrıntılarıyla açıklamak (Expliquer
sağlayıcı (Muscles expirateurs). ses projets, ses pensées à ses supérieurs.
expiration diş. 1. Soluk verme (Inspiration et Expliquer à quelqu'un le maniement d'une
expiration). 2. Sona erme, bitme; süre bitimi voiture, les règles d'un jeu). 4. Söylemek,
(L'expiration d'un bail, d'un mandat, d'une bildirmek (Expliquez-lui que nous comptons sur
trêve). § A l'expiration de: -in bitiminde, sona lui). 5. Haklı göstermek, nedeni olmak (Un goût
erdiğinde (A l'expiration de son bail, il est de la vérité qui explique le pessimisme des
menacé d'expulsion). Venir à expiration: Sona dernières années de sa vie. La difficulté des
ermek, süresi bitmek. travaux explique le coût de l'opération). §
exploit 573 explosion

S'expliquer: 1. Açıklanabilmek, anlaşılmak (Un (Exploiter ses avantages, sa chance, ta


phénomène qui s'explique facilement). 2. situation). 3. Sömürmek, kötüye kullanmak
Düşüncesini belirtmek, düşündüğünü anlatmak (Exploiter un pays, les ouvriers. Il exploite
(Je ne sais pas si je me suis bien expliqué. Ce l'ignorance du public). 5. Kazıklamak, fazla
garçon s'explique comme il faut). 3. S'expliquer parasını almak (Exploiter un client). 6. Tiye
qch: -in nedenini anlamak (Je ne m'explique pas almak, alay etmek, işletmek (Tu exploites sa
son retard). 4. S'expliquer par: -den ileri gelmek, crédulité). 7. gsz. huk. Bildiri, çağrı göndermek,
-e bağlı olmak, -ile açıklanmak, nedeni... olmak "celp çıkarmak,
(Un échec qui s'explique par une erreur de exploiteur, euse ad. 1. Sömürgen, sömürücü, kan
calcul). 5. S'expliquer sur qch, de qch: -in emici (Exploiteur de la misère du peuple. C'est
hesabını vermek, nedenini, içyüzünü açıklamak un homme simple et naïf, une victime facile pour
(Etle s'est expliquée sur ce qu'on lui impute). 6. les exploiteurs). 2. Fırsatçı, fırsat düşkünü,
hlk. Birbiriyle hesaplaşmak, kavga etmek (Ils explorateur, trice 1. ad. Açınsayıcı, "kâşif (Une
sont partis s'expliquer dehors). 7. S'expliquer équipe d'explorateurs partie dans la forêt
avec qn: -e derdini anlatmak, durumunu tropicale). 2. er. hek. Açma bıçağı, açma âleti. 3.
açıklamak (Je me moque de vos raisons, allez s. hek. Açmaya yarayan (Stylet explorateur).
vous expliquer avec le patron). exploration diş. 1. Açınsama, arayıp tarama,
exploil er. 1. Savaş başarısı, "gaza, kahramanlık "keşif "istikşaf (L'exploration de l'Afrique, du
(Un vieux soldat qui raconte ses exploits). 2. Congo. Partir en exploration). 2. Bulup ortaya
Büyük başarı, başarı (Les exploits des premiers çıkarma, "keşfetme (L'exploration de la vie
cosmonautes ont suscité l'admiration du monde. intérieure du subconscient). 3. hek. Sıkı
Exploit sportif, athlétique). 3. Mahkeme çağrısı, muayene, derin inceleme (Exploration clinique).
"davetiye. 4. alay. Marifet (Tu peux être fier de explorer gçl. 1. Açınsamak, keşfetmek, "istikşaf
ton exploit, ton costume neuf est plein de etmek, arayıp taramak (Explorer un pays pour
taches). 5. mec. tkz. Hovardalık, kadın tavlama, en connaître les ressources). 2. Araştırmak,
çapkınlık (Se vanter de ses exploits). dikkatle incelemek (Explorer une question, les
exploitable s. 1. İşletilebilir (Cette forêt n'est pas possibilités d'un accord). 3. hek. Derin
encore exploitable. Un gisement de pétrole incelemek, çok sıkı araştırmak, muayene etmek
facilement exploitable). 2. mec. Tiye alınabilir, (Sonde pour explorer les plaies, les cavités
alay edilebilir, işletilebilir (Les naïfs sont naturelles).
facilement exploitables). 3. huk. Haczedilebilir.
exploser gsz. 1. P a t l a m a k , bösmek, "infilak etmek
exploitant, e s. ve ad. 1. İşleten, işletmeci (La
(Une bombe qui explose. Le gaz explose au
société exploitante. L'exploitant d'un domaine
contact d'une flamme). 2. Birdenbire ortaya
agricole. Les petits exploitants). 2. Sinema
çıkmak, taşmak, patlamak (Sa colère, son
müdürü yada sahibi. 3. huk. Bildiri memuru,
mécontentement explosa). 3. Kızıp patlamak,
exploitation diş. 1. İşletme, çalıştırma
öfkeden patlamak (On mit sa patience à bout, il
(L'exploitation d'une ligne aérienne, d'une ligne
explosa). 4. Exploser en qch: -i basmak, kızıp
de chemin de fer, d'une mine, d'une terre). 2.
...leri sıralamak (Exploser en injures, en
İşletme hakkı (Exploitation concédée par l'Etat à
imprécations).
une société privée). 3. İşletme, işletilen şey, iş
explosible s. Patlar, patlayabilir, patlayabilen,
(Etre à la tête d'une exploitation agricole, une
bösebilen (Mélange gazeux explosible).
exploitation minière, commerciale). 4. Alay
explosif, ive s. 1. Patlayıcı, bösücii, infilak edici
etme, tiye alma, işletme (Exploitation de la
(Une matière explosive, un obus explosif). 2.
crédulité d'un naïf). 5. Sömürme, sömürü
mec. Çabuk kızan, birdenbire öfkelenen,
(Exploitation de l'homme par l'homme.
patlayan (Il a un caractère explosif; un
L'exploitation capitaliste).
tempérament explosif). 3. mec. Çok gergin,
exploité, e s. ve ad. 1. İşletilen, çalıştırılan (Mine
tehlikeli (Une situation explosive). 4. dilb. Sert
exploitée, terre exploitée). 2. Sömürülen (Une
(Consonnes explosives).
classe sociale exploitée. Les exploités).
explosif er. Patlayıcı madde,
exploiter gçl. 1. İşletmek, çalıştırmak (Exploiter
explosion diş. 1. Patlama, bösme, "infilak
une mine, une industrie, une carrière de pierre,
(Explosion d'une mine, d'une torpille, d'un
une terre). 2. Yararlanmak, iyiye kullanmak
obus, d'une bombe). 2. mec. P a t l a m a , patlak
exponentiel 574 expression

verme, birdenbire ortaya çıkma, taşma (Une radiations, au rayonnement), b) -e doğru


explosion de joie, d'enthousiasme, de colère). 3. çevirmek, yönlendirmek (Exposer un bâtiment
Birden ve büyük ölçüde yaygınlaşma, patlama au sud). 1. Exposer qn: Birini tehlikeye atmak.
(Explosion démographique, explosion 8. Exposer qn à qch: a) (Eski) Birini -in önüne
touristique. Explosion d'une épidémie). § atmak, bırakmak (Exposer un esclave aux bêtes
Moteur à explosion: Patlarlı motor. Faire farouches), b) Birini -e maruz bırakmak, -ile
explosion: P a t l a m a k , "infilak etmek, karşı karşıya bırakmak (Son métier l'expose
exponentiel, le s. mat. Üstel, üslü (Equation toujours au danger). 9. Exposer qn à f. qch:
exponentielle). Birini -mek tehlikesine düşürmek, -menin eşiğine
exportable s. "İhraç edilebilir, dışsatımı getirmek (Sa rude franchise l'a exposé à perdre
yapılabilir, *dışsatımlanabilir (Des denrées sa place). § S'exposer: 1. Kendini tehlikeye
difficilement exportables). atmak (Il a peur de s'exposer, il rejette les
exportateur, trice s. ve ad. "İhracatçı, *dışsatımcı responsabilités). 2. S'exposer à qch: a) -ile karşı
(Son père est un grand exportateur de tissus. Un karşıya bulunmak (S'exposer au danger, à un
pays exportateur de blé). péril), b) -e maruz kalmak, uğramak (S'exposer
exportation diş. 1. "İhraç, "ihraç etme, »dışsatım aux critiques, aux reproches). 3. S'exposer à f.
(Licences d'exportation. Maison d'exportation qch: -mek tehlikesiyle karşı karşıya bulunmak
et d'importation. L'exportation des produits (Vous vous exposez à rester en panne si vous ne
agricoles, des matières premières). 2. "İhracat, prenez pas d'essence).
"ihraç malı (Le volume des exportations est exposition diş. 1. Serme, sergileme (Exposition de
nettement supérieur à celui des importations). 3. marchandises dans une vitrine) 2. -e karşı tutma,
Yabancı ülkelere a k t a r m a , dış ülkelere yatırma "maruz bırakma (L'exposition prolongée du
(Exportation de capitaux). corps aux rayons solaires, d'une maison à l'est).
exporter gçl. I. "İhraç etmek, dışa satmak, 4. Bırakma, terketme, sokağa bırakma
*dışsatımlamak (Exporter des produits bruts. La (L'exposition d'un enfant nouveau-né). 5.
France exporte des vins dans de nombreux pays). Açıklama (L'exposition d'un texte, d'un
2. Dış ülkelere yaymak (Exporter une doctrine, système). 6. Sergi (Exposition de peinture, de
une mode, une innovation). sculpture). 7. Fuar, sergi (Expositions
exposant, e ad. 1. Sergiye mal koyan, sergileyici, universelles de Paris, l'Exposition internationale
sergici (Cette foire groupe de nombreux de Bruxelles). 8. (Eski) "Âleme teşhir cezası,
exposants. Les exposants d'un salon de exprès, se s. 1. Kesin, salt, "mutlak (Condition
peinture). 2. er. mat. Üs. expresse d'un contrat. Ordre exprès, interdiction
exposé er. 1. Açıklama (Exposé de ta situation. expresse). 2. Ekspres (Lettre exprès, colis
Faire un exposé oral de la situation financière). exprès). 3. er. Özel ulak.
2. Kısa açıklama, kısa konuşma, özetleme (Un exprès bel. 1. Sırf, yalnız, tek (Je suis venu exprès
étudiant qui présente un exposé sur une question pour parler de cette question. Il semble fait
de grammaire). 3. Ders (Vous déposerez le texte exprès pour cela). 2. Bile bile. Bile isteye, kasten
de votre exposé au secrétariat). (Il l'a fait exprès). § Faire exprès de f. qch: Bile
exposer gçl. 1. Gözler önüne sermek, sergilemek bile -mek, kasten -mek (Il a fait exprès de vous
(Un commerçant qui expose ses produits au contredire).
marché. Exposer divers objets dans une vitrine.
express s. ve ad. Ekspres (Un train express.
Un peintre qui expose ses tableaux dans un
L'express va plus vite que l'omnibus).
salon). 2. Tehlikeye a t m a k , tehlikeye koymak
expressément bel. 1. Kesin olarak, kesinlikle (Il est
(Exposer sa vie, sa réputation, sa fortune). 3.
expressément défendu de fumer dans la salle). 2.
Bırakıp gitmek, terketmek, sokağa atmak
Özellikle, ısrarla (La plus grande prudence est
(Exposer un enfant). 4. Açıklamak, anlatmak
expressément recommandée aux automobilistes).
(Exposer un fait en détail. Exposer une question,
expressif, ive s. 1. Zengin anlatımlı; anlatımsal (Un
un problème). 5. Exposer qch à qch: -e sermek,
langage expressif, un terme expressif). 2.
-e tutmak (Exposer du linge au soleil, une plaque
Anlamlı (Un silence expressif, un geste
photographique à la lumière. Exposer des
expressif). 3. Canlı, diri (Une physionomie
poteries à la chaleur du four). 6. Exposer i qch:
expressive, une mélodie expressive).
a) -e "tâbi tutmak (Exposer à la chaleur, à des
expression diş. 1. Açıklama, ortaya vurma, dile
expressionnisme 575 extasier

getirme (L'expression d'une pensée, d'un éléments anarchistes).


sentiment, d'une opinion). 2. Anlatım, "ifade expulsion diş. 1. Kovma, dışarı atma (Le proviseur
(L'idée est juste, mais l'expression laisse à a décidé l'expulsion de cet élève. L'expulsion
désirer). 3. Deyim, "tabir (Expressions d'une personne hors de sa patrie. Expulsion d'un
populaires, expressions argotiques. Une langue locataire qui ne paie pas son loyer). 2. Boşaltım,
riche en expressions). 4. mat. İfade (Expression düşürme (Expulsion de calculs: Taş düşürme.
à lettres: Harfti ifadeler. Expression algébrique: Expulsion du placenta après l'accouchement). 3.
Cebir ifadesi, cebirsel ifade. Expression de
Ülke dışına çıkarma, ülkeden atma (L'expulsion
l'espace: fiz. Yol formülü. Expressions
des étrangers).
rationnelles: mat. Oransal ifadeler). 5.
expurgation diş. 1. Temizleme, kirli olan bir şeyi
Dışavurum (La faim est l'expression d'un
değiştirme (Expurgation du sang). 2. Dine ve
besoin). § La liberté d'expression: Düşünce
ahlâka aykırı olan yerlerini çıkarma, ayıklama
özgürlüğü, fikir özgürlüğü. Réduire qch à sa plus
(Expurgation d'un livre).
simple expression: Bir şeyi olabildiğince
expurger gçl. 1. Temizlemek, arıtmak (Expurger le
yalınlaştırmak, basite indirgemek,
sang). 2. Ahlâka, dine, töreye aykırı olan
expressionnisme er. Dışavurumculuk,
yerlerini çıkarmak (Expurger un livre destiné aux
expressionniste s. ve ad. Dışavurumcu (Les
élèves. La censure a expurgé le scénario de ce
peintres expressionnistes).
film).
exprimable s. Dile getirilebilir, anlatılablir (Un
sentiment difficelement exprimable). exquis, e s. 1. "Nefis, pek hoş, lezzetli (Un vin
exprimer gçl. 1. Dile getirmek, "ifade etmek exquis, un repas exquis). 2. İnce, incelmiş, "zarif
(Exprimer sa pensée, une idée). 2. Belli etmek, (Il a un goût exquis). 3. "Mükemmel, eşsiz,
göstermek, belirtmek (Saphysionomie exprimait doyum olmaz (Un homme exquis). 4. Çok
son inquiétude. Il a exprimé son sevimli, hayran olunacak (Une femme exquise).
mécontentement en fronçant les sourcils). 3 . ' exquisément bel. İncelikle, zarif bir şekilde,
Yansıtmak, anlatmak (La littérature exprime les "zarafetle.
goûts d'une époque). 4. Exprimer qch à q n : Bir exquisité diş. Seçkinlik, "nefislik, "zariflik,
şeyi birine ifade etmek, açıklamak (Exprimer sa incelik.
reconnaissance, sa sympathie à un ami). 5. exsangue s. 1. Çok kan yitirmiş, kansız kalmış (Un
Sıkmak, sıkıp çıkarmak (Exprimer le jus d'un
blessé exsangue). 2. Soluk, solgun, kansız
citron). § S'exprimer: 1. Konuşmak, meramını
(Lèvres exsangues, un visage exsangue). 3.
anlatmak (Il s'exprime bien en français). 2.
Gücünü yitirmiş, cılızlaşmış (Une littérature, un
Duygu ve düşüncelerini açıklamak (Le pouvoir
art exsangue).
empêche l'opposition de s'exprimer). 3. Dile
exsudât er. hek. Dışarı a k a n sıvı, salgı, sızıntı,
getirilmek, anlatılmak, ifade edilmek (Celapeut-
exsudation diş. 1. Terleme. 2. Sızma, sızıntı
il s'exprimer?).
(Exsudation de résine, dégommé). 3. hek. Dışarı
xpropriant, e î. ve ad. Kamulaştıran, sıvı akması, salgı akması,
kamulaştırıcı.
exsuder gsz. 1. Dışarı a k m a k , sızmak, ter yada
xpropriation diş. Kamulaştırma, "istimlâk
salgı olarak dışarı çıkmak. 2. gçl. Dışarı a t m a k ,
(Expropriation d'une maison, d'un terrain.
salgılamak, sızdırmak (Un arbre qui exsude de la
Expropriation pour cause d'utilité publique).
gomme, de la résine. Exsuder du sang).
exproprier gçl. Kamulaştırmak, "istimlâk etmek
(Exproprier un immeuble). extase diş. Esrime, vecit, kendinden geçme, hayran
expulser gçl. 1. Expulser qn de: Birini -den kalma. § Etre en extase devant qn, qch: -
kovmak, sürmek, dışarı atmak (Expluser un karşısında kendinden geçmek, -e hayran kalmak
élève de l'école. Expulser un ivrogne du café. La (Les enfants étaient en extase devant la vitrine de
police a explusé de la salle plusieurs agitateurs. jouets. Il était naïvement en extase devant ta
Expluser l'ennemi d'un poste). 2. Expulser qch culture de son interlocuteur).
de: Bir şeyi -den dışarı atmak, boşaltmak (Les extasié, e s. H a y r a n , kendinden geçmiş, esrik (I!
déchets sont expulsés de l'organisme dans les contemplait son cadeau d'un air extasié).
excréments). 3. Yurt dışına çıkarmak, ülkeden extasier (s') gsz. 1. Hayran k a l m ^ , kendinden
atmak (Le gouvernement a décide d'expulser les geçmek (Il n'y a pas de quoi s'extasier). 2.
extatique 576 exterritorialité

S'extasier sur qch: -e hayran kalmak, karşısında commerce extérieur). 2. Extérieur à qch: -in
kendinden geçmek (S'extasier sur l'éclat d'un dışında kalan (Des considérations extérieures au
bijou, sur l'interprétation d'une symphonie). sujet). 3. Yapmacık, dıştan, içtenlikten uzak
extatique s. 1. Esrimeye değgin, °vecdi, esrimeyi (Une pitié tout extérieure).
andıran (Une attitude extatique). 2. Esritici, extérieur er. 1. Dış (L'extérieur et l'intérieur.
kendinden geçirici, hayran bırakıcı (Un regard L'extérieur délabré d'une maison). 2. Dış
extatique). 3. Esrik, kendinden geçmiş (Une görünüş, görünüş (Cet homme a un extérieur
personne extatique). agréable). 3. Dış ülkeler, yabancı ülkeler
extemporané, e s. hek. i . Önceden hazırlanmış (Relations avec l'extérieur). 4. (Sinema) Dış
(Médicament extemporané). 2. O anda yapılan çekim, dışarda çekilen sahneler, açık havada
(Analyse extemporanée, au cours d'une yapılan çekimler (Les extérieurs de ce film ont
opération). été réalisés à Istanbul). 5. Kılık, giyim (Il a un
extemporanément bel. O anda; hemen, derhal extérieur négligé). § A l'extérieur: Dışarda
(Médicament à administrer cxteinponménwiit). (Rentrez les chaises dans les maisons, ne les
extenseur s. ve ad. biy. i . Açıcı, uzatıcı, laissez pas à l'extérieur). A l'extérieur de: -in
gerginleştirici (Muscle extenseur). 2. er. dışında (Terrains vagues à l'extérieur de la ville).
(Cimnastik âleti) Yay. extérieurement bel. 1. Dıştan (La maison est très
extensibilité diş. Uzayabilirlik, gerilebilirlik jolie extérieurement). 2. Görünüşte
(Extensibilité de certains métaux, de fibres (Extérieurement il parait gai).
végétales). extériorisation diş. Dışa vurma, »dışavurum, dile
extensible s. Uzayabilir, gerilebilir, yayılabilir (Le getirme (L'extériorisation d'un sentiment,
caoutchouc est extensible). l'extériorisation des aspirations intimes).
extensif, ive s. 1. Uzatıcı, gerginleştirici, yayıcı extérioriser gçl. Dışa vurmak, açığa vurmak,
(Force extensive). 2. Yaygın, geniş ölçüde •dışavurumlamak, dile getirmek (Extérioriserses
yapılan (La culture extensive). 3. dilb. sentiments, sa joie, sa douleur). § S'extérioriser:
Genişlemiş (Sens extensif d'un mot). Açığa vurulmak, dışa vurulmak, dile getirilmek
extension diş. 1. Uzama, uzatma; germe, gerilme; (Sa colère ne s'extériorise pas).
yayma, yayılma (L'extension des muscles, des extériorité diş. Dışta oluş *dışardalık, »dıştalık.
jambes). 2. A r t m a , artırma (Le directeur a exterminateur, trice s. ve ad. Yok edici, kökünü
obtenu du conseil d'administration une kazıyıcı, öldürücü (Des représailles
extension de ses pouvoirs). 3. dilb. Genişleme exterminatrices. L'ange exterminateur: Ölüm
(Extension de sens, extension sémentique: meleği).
Anlam genişlemesi). 4. Gelişme, büyüme, extermination diş. Yok etme, kökünü kazıma; yok
yayılma (Cette industrie a maintenant une olma, kökü kazınma, °mahv (L'extermination
extension considérable). d'un peuple, d'une race).
exténuant, e s. Çok yorucu, bitirici,öldürücü, exterminer gçl. 1. Yok etmek, kökünü kazımak,
bitkin düşürücü (Un travail exténuant, des "mahvetmek (Exterminer les rats, un peuple, une
efforts exténuants). race). 2. mec. şaka. Gebertmek, öldürmek,
exténuation diş. Çok yorulma, çok yorma; canına okumak (Je vais l'exterminer!). §
bitkinleşme, bitkinleştirme; bitkinlik, S'exterminer à f. qch: tkz. -mekten canı çıkmak,
dermansızlık (Poursuivre son effort jusqu'à gebermek (Il s'exterminait à travailler).
complète exténuation. Etat d'exténuation). externat er. 1. Yatısız okul, gündüzlü okul. 2.
exténuer gçl. 1. Bitkin düşürmek, bitkinleştirmek, Gündüzlülük, yansızlık. 3. (Hastanelerde)
çok yormak (Cette longue marche l'avait Yatısız hekimlik öğrenciliği,
exténué. Ce lourd travail m'exténue). 2. Etre externe s. 1. Dış, dıştaki (La face interne et lafac
exténué de qch: -den bitmek, bitkin düşmek, externe d'un couvercle. L'angle externe. Le
canı çıkmak (Je suis exténué de fatigue). § causes externes d'une maladie). 2. Dışarda
S'exténuer: 1. Bitkin düşmek, bitmek, canı (Médicament pour l'usage externe. 3. ad. Yatısı
çıkmak. 2. S'exténuer à f. qch: -mekten canı öğrenci, gündüzlü. 4. (Hastanelerde) Yatısı
çıkmak, bitkin düşmek (S'exténuer à crier). genç hekim.
extérieur, »s. 1. Dış (Escalier extérieur, la exterritorialité diş. Ülke dışı sayılırlık, diplomati
politique extérieure, le monde extérieur, le dokunulmazlık (Privilèges d'exterritorialité).
extincteur 577 extraordinaire

extincteur, trice s. 1. Yangın söndürücü (Un extraction diş. 1. Söküp çıkarma, çekip çıkarma
produit extincteur, un appareil extincteur). 2. er. (L'extraction d'une dent). 2. Çıkarmak
Yangın söndürme âleti (Un extincteur à mousse (Extraction du sable de rivière, extraction de la
carbonique). houille). 3. mat. Kök alma (Extraction de la
extinction diş. 1. Söndürme, sönme (Extinction racine carrée, de la racine cubique). 4. Soy, soy
d'un feu, d'un incendie). 2. Yok olma, sönüp sop, "sülâle (Il cache son extraction. Etre de
gitme (Extinction d'une race, d'une famille). 3. haute extraction, de basse extraction). S. kim.
Zayıflama, azalma, bitme (L'extinction de Çekme, ayırma (Extraction d'une essence par
l'enthousiasme, du génie créateur). distillation).
extinguible s. Söndürülebilir, sönebilir, extrader gçl. (Yabancı suçluyu) Geri vermek, geri
extirpable s. Çıkarılıp alınabilir, kökü kazınabilir göndermek (Extrader un assassin).
(Tumeur facilement extirpable). extradition diş. Suçluların geri verilmesi, "iadei
extirpateur er. 1. (Bir hastalık yada yolsuzluğun) mücrümin.
Kökünü kazıyıcı. 2. (Zararlı otları yolmak için) extra-fin, e s. 1. Çok ince, çok küçük (Aiguilles
Kökleme pulluğu, extra-fines). 2. Çok üstün (Qualité extra-fine.
extirpation diş. 1. Kökünü kazıma, yok etme Chocolats extra-fins).
(L'extirpation des abus). 2. Kökünden sökme, extra-fort, e s. 1. Çok sert, çok acı (Moutarde
temizleme (L'extirpation des mauvaises herbes). extra-forte). 2. er. Kenar şeridi, "ekstrafor
3. hek. Kökünden çıkarıp alma (L'extirpation (Extra-fort en soie).
d'un polype). extraire gçl. 1. Çekmek, elde etmek (Extraire un
extirper gçl. 1. Köküyle birlikte sökmek, kökünü gaz par distillation. Extraire l'essence des fleurs).
kazımak, temizlemek (Extirper les abus, les 2. mat. Hesaplamak, almak (Extraire la racine
vices, les préjugés. Extirper les mauvaises carrée, la racine cubique d'un nombre). 3.
herbes). 3. Çıkarıp almak (Extirper une tumeur). Özetlemek (Extraire la quintessence d'un long
4. Extirper qn de: tkz. Birini -den zorla çekip traité). 4. Extraire qch de qch: Bir şeyi -den
çıkarmak (Extirper un paresseux de son lit). 5. çıkarmak, almak (Extraire la houille d'une mine.
Extirper qch à qn: Bir şeyi birinden güçlükle Extraire des passages de plusieurs ouvrages.
almak, elde etmek, koparmak (Extirper un Extraire le jus d'un fruit). 5. Extraire qch à qn:
renseignement à un agent). Bir şeyi -in ağzından almak (Il voulait lui extraire
extorquer gçl. Extorquer qch à qn: Bir şeyi ses secrets). 6. Extraire qn de qch: Birini -den
birinden zorla almak, koparmak (Extorquer de çıkarmak, kurtarmak (Extraire les cadavres et les
l'argent aux parents d'un enfant). blessés de dessous les décombres).
extorqueur, euse ad. Zorba, bir şeyi zorbalıkla elde extrait er. 1. Öz, "ruh (Extrait de lavande, de
eden. quinquina). 2. "Hülâsa, *özüt (Extrait de
extorsion diş. Zorbalıkla alma, koparma viande). 3. Özet (Lire quelques extraits d'un
(L'extorsion d'une signature, d'un ouvrage pour en avoir une idée. Donner l'extrait
consentement). d'un discours). 4. Seçme parçalar, seçmeler
extra er. 1. Olağandışı yemek (Nous allons faire un (Extraits de Rousseau à l'usage des classes.
petit extra, nous dînerons au Champagne. Il avait Extraits des poètes du XV ème siècle). 5. Suret,
fait un extra pour accueillir ses invités). 2. Fazla kopya (Extrait de naissance: Nüfus cüzdanı
çalışma, ek çalışma, fazla "mesai (Un ouvrier sureti. Extrait mortuaire: ölüm bildirimi sureti.
peintre qui fait des extra le samedi chez des Extrait de mariage: Evlenme cüzdanı sureti).
particuliers). 3. Geçici bir süre için alınan extrajudiciaire s. Mahkeme kararı olmadan
yardımcı, hizmetçi (Les jours de réception, la yapılan, yargı dışı.
maîtresse de maison engage un extra). extra-légal, e s. Yasa dışı.
extracteur er. (Silâhlarda) Kovanı geri çekme extra-muros bel. ve s. Kent dışı (Une promenade
düzeni. extra-muros).
extractible s. Çıkarılabilir (Graisse extractible par extranéité diş. Bir yabancının belli bir ülkedeki
l'éther). hukuksal durumu,
exlraclif, ive s. Çıkarıcı (Machine extractive). § extraordinaire s. 1. Olağanüstü (Prendre des
Industrie extractive: Maden zenginliklerini mesures extraordinaires. Une beauté
işleyen sanayi, maden çıkarma sanayii. extraordinaire, des qualités extraordinaires). 2.
extraordinairement 578 eyra

Olağandışı, alışılmamış, görülmemiş (Il n'a pas extrêmement bel. Son derece, pek, çok (Une
eu une seule belle journée dans le mois d'août, opération extrêmement difficile. Cet incident me
c'est un fait extraordinaire dans cette région). 3. contrarie extrêmement).
İnanılmayacak, şaşılacak (Il raconte des extrême-onction diş. (Hıristiyanlar'da) Ölmek
aventures extraordinaires). 4. Tuhaf, acaip, üzere bulunan birine kutsal yağlar sürülerek
gülünç (Cela n 'a rien d'extraordinaire). 5. Çok yapılan dinsel hizmet,
büyük (Il a une taille extraordinaire. Appétit, extrême-orient er. Uzakdoğu,
force extraordinaire. Un succès extraordinaire). extrême-oriental, e s. ve ad. Uzakdoğu'ya değgin;
6. tkz. Çok güzel, nefis (Un repas, un vin Uzakdoğulu,
extraordinaire). extrémisme er. Aşırılık, aşırılıktan yana olma,
extraordinairement bel. 1. Tuhaf şekilde, acaip bir •aşırılıkçılık (Extrémisme en politique).
şekilde (I! est vêtu extraordinairement). 2. Çok, extrémistes, vead. Aşırı, aşırılık yanlısı, *aşırılıkçı
pek fazla (Ses doigts sont extraordinairement (Un extrémiste prêt à jouer le tout pour le tout).
longs). extrémité diş. 1. Uc (L'extrémité du doigt, de la
extra-parlementaire s. Parlamentodışı (Commission rue). 2. Sınır (L'extrémité d'un champ, d'un
extra-parlementaire). bois). 3. Güç durum, nazik durum, tehlikeli
extrapolation diş. 1. Dışdeğer bulma, verilen iki durum (Dans cette extrémité, il était prêt à
değerin dışına düşen sayıyı orantı yoluyla bulma. consentir à tout). 4. Taşkınlık, saldırganlık (On
2. Genelleştirme, craint qu'il ne se porte à quelque extrémité). 5.
extrapoler gsz. 1. Dışdeğer bulmak, dışdeğerini ç. Eller ayaklar (Il avait tes extrémités glacées).
hesaplamak. 2. Genelleştirmek, genel sonuçlara extrinsèque s. Dıştan gelen, dışa bağlı, *dışınlı
varmak. (Causes extrinsèques d'une maladie. Valeurs
extra-utérin, e s. hek. Rahim dışında oluşan, extrinsèques d'une chose).
rahim dışı (Grossesse extra-utérine:Dış gebelik).
exubérance diş. 1. Aşırı bolluk (Exubérance de la
extravagance diş. 1. Zirzopluk, zırvalık, çılgınlık,
végétation. Exubérance des images dans un
saçmalık. 2. Saçma sapan şey, zırva (Il a encore
poème). 2. mec. Taşkınlık, mizaç taşkınlığı
fait quelque extravagance).
(Manifester ses sentiments avec exubérance. Il ne
extravagant, e s. 1. Saçma, zırva, çılgınca, ipe sapa
s'est livré à aucune exubérance).
gelmez (Idées extravagantes, une théorie
exubérant, e s. 1. Pek bol (Végétation exubérante).
extravagante). 2. ad. Kaçık, deli, dengesiz (Ne
2. mec. Taşkın (Une joie exubérante. Caractère
vous occupez pas des menaces de cet
exubérant).
extravagant).
extravaguer gsz. Zırvalamak, saçmalamak, saçma exultation diş. Aşın sevinç, sonsuz mutluluk, pek
sevinme (Je vois déjà l'exultation barbare de mes
sapan konuşmak,
ennemis).
extravasation diş. hek. Damar dışı kan yada serum
sızıntısı; sıvı yada salgının dışa akması, exulterez-1- Pek sevinmek, etekleri zil çalmak (Il
extravaser (s') gsz. Sızmak, dışa akmak (Le sang, exultait en voyant que les résultats confirmaient
ta bile s'extravase. La sève, ta résine s'extravase). exactement ses prévisions). 2. Exulter de f. qch:
extrême s. 1. En uç, en son, en uçtaki, en sondaki -diğine pek sevinmek, etekleri zil çalmak (Nos
(S'avancer jusqu'à l'extrême bord de ta falaise. voisins exultaient de nous voir ainsi nous
Il a attendu la date extrême pour payer ses affaiblir).
impôts). 2. Aşırı (L'extrême droite, l'extrême exutoire er. 1. hek. İşletme yakı, temelli yakı (Les
gauche). 3. Çok büyük, sonsuz (J'y ai pris un exutoires ne sont plus guère employés que dans
plaisir extrême). 4. Ölçüsüz, ılımsız, sınır bilmez l'art vétérinaire). 2. mec. Sıkıcı bir şeyi savma
(Il est extrême en tout). S. er. Uc (Il passa d'un çaresi, kurtuluş yolu (C'est un bon exutoire à sa
extrême à l'autre). 6. er. Karşıt, zıt. 7. ç. mat. colère).
Yanlar, dışlar (Les extrêmes d'une proportion). ex-voto er. Adak (Suspendre des ex-voto).
§ A l'extrême: Ölçüsüzce, aşırıca, çok, pek fazla eye-liner [ajlajnaer)er.lng. Kaş kalemi; göz
(Un enfant turbulent à l'extrême). Pousser qch à makyaj kalemi; göz kozmetiği, far (Maquiller
l'extrême: Bir şeyi çok büyütmek, son noktasına les yeux avec un peu d'eye-liner).
dek götürmek (Je ne veux pas pousser cette eyra er. Güney Amerika'da yaşayan ve pumayı
querelle à l'extrême). andıran bir memeli etobur, eyra.
f
F,f er. yada diş. (Hf okunur) Fransız abecesinin Uydurma, uydurmaca, çıkarma, ortaya atma
altıncı harfi olup Türkçedeki f sesini verir, (Fabrication de fausses nouvelles). 4. Nitelik
fa er. müz. Fa ( Concerto en fa majeur. Clef de fa). (Draps de bonne fabrication. Ces deux produits
fable diş. 1. ed. "Öykünce. masal; simgelerle, sont de même fabrication).
eşyayı canlılaştırma, hayvanları dile getirme gibi fabricien er. Kilise mütevellisi,
yollarla çekici bir biçim verilmiş kısa öykü. 2. fabrique diş. 1. Fabrika (Cette fabrique groupe
(Büyük harfle) Mitoloji, 'söylence , 3. Uydurma, plusieurs ateliers). 2. (Bir resim tablosunda) Yapı,
maval, martaval, masal, yalan (Tu me racontes ev (Paysage avec des fabriques). 3. Y a p ı m , imalat
des fables, line sait plus quelle fable inventer). 4. (Avoir des meubles au prix defabrique. Ce drap est
ed. K o n u (Il faut une fable riche de matière pour de bonne fabrique). 4. Fabrique, fabrique
faire une tragédie). § Etre, devenir la fable de: -in d'église, yada conseil de fabrique: Kilise gelirleri
alay konusu olmak (Il est devenu la fable du yönetim kurulu, "mütevelli heyeti (Ila été nommé
quartier. Ce prince sera la fable de toute l'Europe). président du conseil de fabrique).
fabliau er. Ortaçağda söylenen kısa ve koşuklu halk fabriquer gçl. 1. Yapmak (Fabriquer des outils, des
öyküsü. chaussures, des jouets). 2. Üretmek, "imal etmek,
fablier er. Masal dergisi, "öyküncelik . y a p m a k (Nous fabriquons des verres en grande
fabricant, e ad. 1. Fabrika sahibi, "fabrikatör. 2. série). 3. Basmak, çıkarmak (Fabriquer de la
"imalatçı, 'yapımcı (Fabricant de tissus, de fausse monnaie). 4. U y d u r m a k (Fabriquer une
papier, de tapis). fausse nouvelle). 5. tkz. Yapmak, halt etmek
fabricateur, trice ad. 1. (Eski) Fabrikatör ; yapımcı, (Qu'est-ce que tu fabriques encore?: Gene neler
imalatçı, 2. (Şimdi) Uydurmacı, uydurukçu yapıyorsun, ne haltlar karıştırıyorsun?).
(Fabricateur défaussés nouvelles), i Fabricateur fabulateur, trice s. ve ad. 1. Uydurmacı,
de fausse monnaie, de faux papiers: Kalpazan, uydurukçu, kafasından olmadık şeyler uydurma
sahte para basan, hastası (Les enfants sont souvent des fabulateurs.
fabrication diş. 1. Yapım, "imalat (Défaut de Quelle faculté fabulatrice!).
fabrication. Fabrication à la main, à la machine. fabulation diş. 1. Uydurmaca, uydurukçuluk,
Atelier de fabrication). 2. Yapma, hazırlama (La kafasından olmadık şeyler yaratma (Cet enfant a
fabrication de ce gâteau a demandé une heure). 3 . le goût de lafabulation). 2. Efsane, efsaneleştirme
fabuler 580 fâcherie

(L'attitude de l'accusé justifia la fabulation restons face à face). Face à face avec: -ileyüzyüze,
adoptée par la ville). karşı karşıya (lise trouva face à face avec un ancien
fabuler gsz. Kendi kendine olmadık efsaneler camarade. Nous sommes face à face avec un grand
uydurmak, masallar yaratmak, danger). Cracher à la face de qn: -in yüzüne
fabuleusement bel. 1. Masallarda olduğu gibi. 2. tükürmek, -e tuu demek. Examiner qch sous
İnanılmayacak kadar, son derece, sözle toutes ses faces: -i bütün yönleriyle incelemek.
anlatılmaz derecede (Il est fabuleusement riche). Faire face à: a) -e karşı koymak, karşı durmak
fabuleux, euse s. 1. Masala değgin, masallardaki (Faire face à l'ennemi, à des assaillants), b) -e
gibi, masalsı (Les animaux fabuleux). 2. bakmak, -in karşısında olmak (Ma chambre fait
*Söylencel, *söylencesel, efsanevi (Un héros face à la mer), c) -i karşılamak, yerine getirmek
fabuleux). 3. Kafadan uydurma, düzmece, (Faire face à une dépense, à ses engagements).
"hayali (Un personnage fabuleux). 4. Perdre la face: Rezil olmak, kepaze olmak,
İnanılmayacak, şaşkınlık verici, masal gibi (Des gülünç duruma düşmek. Regarder qn en face: -e
aventures fabuleuses). gözünü dikerek bakmak, dik dik bakmak. Sauver
fabuliste er. Masal yazarı, "öykünceci. la face: Görünüşü kurtarmak, "zevahiri
façade diş. 1. Yapının yüzü, alnaç, "cephe (La kurtarmak, hamamın namusunu kurtarmak. Se
façade d'une maison. La façade de marbre des cacher la face, se voiler la face: Utançtan yada
palais). 2. Dış görünüş, gösteriş (Il n'a qu'une tiksintiden yüzünü kapamak, avuçlarını yüzüne
façade d'honnêteté). 3. hlk. Yüz, surat (On lui a kapamak.
démoli la façade). § De façade: Sahte, yapmacık, face-à-face er. Karşılıklı konuşma, karşılıklı
uyduruk (Patriotisme de façade. Tout ce luxe de görüşme, karşılıklı tartışma (Un face-à-face
façade cache une misère réelle). Derrière lafaçade: télévisé entre les deux candidats à la présidence).
İçerde. Se refaire la façade: hlk. Makyaj yapmak, face -à-main er. Saplı gözlük,
face diş. 1. Yüz (Avoir une face large, étroite. Un facétie [fasesi] diş. Şaklabanlık, kaba şaka, matrak
singe qui a une face humaine). 2. (Sikkelerde) (Faire des facéties. Il fut victime d'une facétie. Les
Resimli yüz; yüz (La face d'une médaille, d'une filles et les garçons échangeaient des facéties).
monnaie). 3. Yüzey, "satıh, yüz (La face de la facétieux, euse s. 1. Şaklaban, şakacı, matrak (Un
terre, la face de l'océan). 4. biy. mat. Yüz (Les homme facétieux. Il a un air facétieux). 2.
faces d'un prisme. Face dorsale d'une feuille). 5. Güldürüçü, matrak (Un livre facétieux).
mec. Şekil, renk, yön (L'affaire change de face. facette diş. Façeta, traş edilmiş elmasın yüzlerinden
Les choses ont bien changé de face). 6. Açı, yön, her biri (Tailler les facettes d'un brillant). § A
bakım (Examiner une question sous toutes ses facettes: Çok yönlü (Un homme à facettes. Unstyle
faces). § Face de rat, face d'oeuf: hkr. Maymun à facettes). Yeux à facettes: "Faset göz, petek göz
suratlı. A la face de: -e karşı, -in yüzüne karşı (Les yeux à facettes chez les insectes).
(Nous le proclamons à la face de l'univers). De facetter gçl. Traş etmek, façetalı yontmak (Facetter
face: a) Önden, "cepheden (Un portrait de face. un brillant).
Une photographie prise de face). b) Gidiş yönünde
fâché, e s. 1. Canı sıkılmış, üzgün (Il a un air fâché).
(Retenir dans le train une place de face). En face: a)
2. Fâché de: -e üzülmüş, -diğine üzülmüş (Je suis
Doğrudan doğruya, yüzüne, açıkça (Il le lui a dit
fâché de ce contretemps. Nous sommes fâchés de
en face), b) Çekinmeden, korkmadan (Regarder
n'avoir pu l'aider). 3. Fâché contre qn, avec qn:
lamort, le péril enface), c) Ne ise öyle, olduğu gibi,
-ile küs (Je suis fâché avec lui).
kendini kandırmaya çalışmadan (Il faut voir les
fâcher gçl. 1. Üzmek (Sa maladie nous a bien
choses en face). En face de: a) -in karşısında (Ils 'est
fâchés). 2. Kızdırmak, sinirlendirmek (Par ses
assis en face de moi. Ma maison est en face de la
bouderies, elle me fâche toujours). § Se fâcher 1.
sienne), b) -in önünde karşısında, yanında (En
Kızmak (Ton pére va se fâcher). 2. Küsüşmek,
face du directeur, il n'ose rien dire). En face décela:
(Ils se sont fâchés). 3. Se fâcher de qch: -e
Buna karşılık, bunun yanında (D'un côté le luxe
üzülmek. 4. Se fâcher contre: -e kızmak,
des grands propriétaires, et, en face de cela, la
darılmak. 5. Se fâcher avec qn: -ile küsüşmek,
misère des paysans).Face à: -e karşı., yüzü -e karşı,
araları bozulmak, darılmak, gücenmek. •
-in karşısında (Chambre d'hôtel face à la mer. Un
fâcherie diş. 1. Kızgınlık, sinirlenme (La fâcherie
orateur parlant face à la foule). Faceàface: Karşı
que lui donnait quelque perte de ses biens). 2.
karşıya, yüz yüze (Les deux adversaires se
Küskünlük, dargınlık, kırgınlık, güceniklik
retrouvèrent face à face. Les mains dans les mains,
(Fâcherie provenant d'un malentendu).
fâcheusement 581 factice

fâcheusement bel. Can sıkacak şekilde, fena halde Nasıl, ne şekilde, ne yolla (De quelle façon cela
(Visage fâcheusement laid). s'est-il produit? De quelle façon allez-vous en
fâcheux, euse s. 1. Üzücü, can sıkıcı (Une fâcheuse Afrique?). D'une façon générale: Genel olarak,
aventure. Tomber dans une situation fâcheuse). 2. genellikle. De toute façon, de toutes les façons: Ne
ad. C a n sıkıcı kişi (lia reçu la visite d'un fâcheux). olursa olsun, her hal ve kârda. De façon que, de
facial, e s. Yüzle ilgili, yüze değgin (Nerf facial, telle façon que: Öyle ki, o şekilde ki (Agissez de
paralysie faciale). § Valeur faciale (Parada) façon que vous méritiez l'estime de tous les gens).
Saymaca değer, itibari değer, Sans façon: 1. "Tekellüfsüz, yapmacıksız,
faciès er. 1. Beniz (Faciès pâle). 2. Görünüş, genel patavatsızca (Il s'assit sans façon sur le bureau.
görünüş, "sima (Il a un faciès repoussant). C'est un homme sans façon). 2. Y a l v a r t m a d a n ,
facile s. 1. Kolay (Un problème facile. Un travail numaraya kaçmadan, rahatça, içtenlikle (Il a
facile. Un texte facile). 2. Kolay gibi görünen, accepté sans façon mon invitation). 3. er.
rahat, akıcı (Un style facile. Musique facile). 3. "Tekellüfsüzlük, teklifsizlik (Agir avec sans
hkr. Ucuz, özen gösterilmeden yapılmış (C'est de façon). Faire des façons: Numara yapmak, cilve
la littérature facile). 4. Uysal, uzlaşıcı, her şeye yapmak, yapmacık davranışlarda bulunmak (Elle
uyan (Un caractère facile. Un homme facile). 5. fait des façons. Ne faites pas de façons et venez
"Hafif meşrep, fındıkçı (Femmefacile, fille facile). dîner à la maison). C'est une façon de parler: Söz
6. Facile à f. qch: -mesi kolay ( Une voiture facile à gelişi. C'est une façon de penser: Bu da bir görüş,
conduire. Un texte facile à comprendre). 7. bel. façonnage, façonnement er. Biçimlendirme, biçim
R a h a t r a h a t , en az (Il y a bien dix kilomètres facile v e r m e , düzeltme (Le façonnage des bois abattus.
jusqu'à ce village). Le façonnage des esprits pour un régime
facilement bel. Kolayca, kolaylıkla, hemen (Il se totalitaire).
vexe facilement. Cette matière se casse facilement). façonner gçl. 1. Biçimlendirmek, biçim vermek,
facilitation diş. Kolaylaştırma, düzeltmek (Façonner du marbre, un tronc
facilité diş. 1. Kolayhk, rahatlık (Facilité d'un d'arbre). 2. (Toprağı) İşlemek, nadas etmek
travail). 2. Sadelik, akıcılık (Se laisser prendre par (Façonner une terre, un champ). 3. Y a p m a k ,
la facilité d'une musique). 3. O l a n a k , fırsat (Avoir "imal etmek (Façonner une clé, une pièce
la facilité de faire un voyage, de rencontrer métallique). 4. Yetiştirmek, eğitmek (La vie l'a
quelqu'un). 4. İyilik, iyilikseverlik. 5. ç. Kolayhk, bien façonné. Façonner un enfant). 5. Façonner
olanak (Facilités de crédit. Des facilités de qn, qch à qch: -e alıştırmak (Façonner les gens au
transport). 6. Facilité à f. qch, pour f. qch: -mek travail).
kolaylığı, yeteneği (Il a une grande facilité à se façonnier, ère s. ve ad. 1. "Tekellüflü, "tekellüfçü,
plier à une discipline). kuralcı, özentili, gösteriş budalası (Une femme
faciliter gçl. 1. Kolaylaştırmak (Il a facilité notre bien façonnière. L'éducation façonnière des
travail). 2. Faciliter qch à qn: Bir şeyi birisi için riches). 2. El emeği karşılığı çalışan, parça başına
kolay hale getirmek, birinin -sini kolaylaştırmak, çalışan işçi (Un ouvrier façonnier. Une
façon diş. 1. Biçim "şekil, (Façon de penser, de se façonnière).
conduire, d'agir). 2. (Toprağı) Sürme,çapalama, fac-similé er. Tıpkıbasım (Des fac-similés. Fac-
nadas (Terre qui demande trois façons). 3. E l similé en phototypie).
emeği, işçilik, dikiş parası (Payer la façon d'un factage er. 1. "Taşıtımcılık, nakliyecilik (Service de
vêtement). 4. (Terzilikte) Biçki, dikiliş şekli factage et de camionnage). 2. T a ş ı t ı m , nakliye,
(J'aime lafaçon de cette robe). 5. T a r z ( L a façon de eşya taşıma işi. 3. Taşıma parası, taşıtım ücreti
donner vaut mieux que ce qu'on donne. Vos ordres (Payer le factage). 4. Posta dağıtımı,
sont charmants, votre façon de les donner est plus facteur er. 1. (Müzik aletleri) Yapıcısı, yapımcı
aimable encore). 6. ç. Tavır, hal (Ses façons me (Facteur de pianos, d'orgues). 2. N e d e n , e t k e n ,
déplaisent. C'est un homme vif qui a des façons "amil (Un facteur de succès. Un facteur moral.
brusques). 7. Gösteriş, n u m a r a (Ilfait des façons). Facteurs de l'équilibre). 3. mat. Çarpan
§ A la façon de: Gibi, tarzında (Il parlait à la façon (L'inversion des facteurs ne change pas la valeur
d'un orateur). Une façon de: Bir çeşit, bir tür, gibi d'un produit). 4. Başkası adına ticaret yapan,
bir şey ( Une façon de secrétaire que j'ai amené avec kabzımal, aracı (Facteur des Halles).
moi). De façon...: ...şekilde (Il écrit de façon facteur, trice ad. Posta dağıtıcısı, dağıtıcı (Je guettai
lisible). De façon à f. qch: -cek şekilde (Il se dans la rue lefacteur qui devait apporter une lettre).
déplaça de façon à être vu). De quelle façon?: factices.l. Yapma, yapay, "suni, sahte (Un diamant
facticement 582 faiblard

factice). 2. Yapmacık, zorlama, "cali (Un sourire défend).


factice). fada er. tkz. 1. Bön, aptal, enayi. 2. Deli, kaçık,
facticement bel. Yapay olarak, sun'i şekilde; fadaise diş. 1. Soğuk şaka, pis pis konuşma. 2.
yapmacıktan, Saçma sapan söz, budalalık. § Dire des fadaises:
facticité diş. Yapmacık, yapaylık, "sunilik. Zırvalamak, saçma sapan konuşmak,
factieux, eiises. ve ad. Fesatçı, kundakçı, karışıklık fadasse s. tkz. Tatsız, çirkin, soğuk nevale (Une
çıkaran (Parti factieux, ligue factieuse. Lutter soupe au goût fadasse. Une poésie fadasse. Des
contre les factieux). cheveux d'un blond fadasse).
faction diş. 1. Fesat, kundak, komplo (Lepays était fadasserie diş. tkz. Tatsızlık, çirkinlik, yavanlık,
en proie aux factions). 2. Nöbet, nöbet bekleme, fade s. 1. Tatsız, yavan (Aliment fade, boisson
kol gezme (Les factions rudes et oisives des fade). 2. Pis, çirkin, donuk (Une couleur fade). 3.
casernes). 3. mec. Uzun bekleyiş § Etre en faction, Anlamsız, ilginç olmaktan uzak, tek düze, soğuk
être de faction: Nöbette olmak, nöbet tutmak. (Une beauté fade). 4. er. argo. Pay, hisse (Il a
Mettre qn de faction, en faction, Birini nöbete touché son fade). § Avoir son fade: argo.
sokmak, nöbetçi dikmek (Mettre un homme de Hastalıktan çok çekmek; çektiğini bir o bir de
faction devant une porte). Allah bilmek,
factionnaire er. Nöbetçi, nöbetçi er. fadé, e s. hlk. Kendi alanında başarılı, pek kötü
factorage er. (Halde) Kabzımallık, aracılık, değil (Ces films sont toujours moches, mais le
factorerie diş. (Yabancı bir ülkede) Ortaklık dernier, il est fadé!). § Etre fadé: argo: 1. Zührevi
acentesi, ticaret şubesi, bir. hastalığa yakalanmak, kamışı kırmak. 2.
factoriel, le s. Etkenlere değgin, etkenlerle ilgili Sarhoş olmak, deveye binmek,
(Analyse factorielle). 2. diş. mat. Çarpınım. fadement bel. Soğuk soğuk, pek tatsız bir biçimde
factotum er. 1. Kâhya. 2. mec. Her şeye kanşan (Tout ce qu'il dit, il le dit fadement).
kimse, kel kâhya, fadeur diş. 1. Tatsızlık, yavanlık (La fadeur d'un
factuel, le s. fels. Olgusal, olguya değgin (Données plat insuffisamment assaisonné). 2. Sıkıcılık, tek
factuelles). düzelik, ilginçlikten uzaklık (La fadeur d'un
facture diş. 1. Kuruluş (La facture d'un sonnet, livre). 3. Soğukluk, çirkinlik (La fadeur d'un
d'une strophe). 2. Fatura (Dresser, établir, faire compliment). 4. ç. Tatsız tutsuz sözler, yavan
une facture. Payer, régler, solder une facture). 3. yavan konuşmalar ( Dire des fadeurs aux dames).
Yapılış, yapım (La facture d'un piano, d'une fading er. İng. Radyoda ses kesilmesi,
harpe). § Morceau de facture: müz. Çalınması güç fafiot er. tkz. Kâğıt para, papel,
parça. fagne diş. Dağ bataklığı, dağlarda küçük bataklık,
facturer gçl. (Bir malın) Faturasını yapmak, fagoter. Çalı çırpı bağı, çalı çırpı demeti (Mettre un
faturasını düzenlemek (Facturer un article, un fagot dans la cheminée). § Fagot d'épines: Ters
produit, une commande). adam, hırçın adam. De derrière les fagots: 1. En iyi
facturier, ère ad. 1. Fatura memuru. 2. er. Fatura cins (Un vin, une bouteille de derrière les fagots). 2.
defteri. Esaslı (Il lui prépare une surprise de derrière les
facule diş.gökb. Benek; Güneş lekeleri yöresinde fagots). Débiter des fagots: mec. Odun gibi laf
görülen parlak taneciklerden ve parlak etmek, saçmalamak. Sentir le fagot: Aykırı
damarlardan oluşmuş örgü. düşünceler, tehlikeli düşünceler taşıyor gibi
facultaire s. Fakülteye değgin, fakülteyle ilgili görünmek (Un discours qui sent le fagot). Il y a
(L'administration facultaire). fagot et fagot: Adam var adamcık var.
facultatif, ive s. İsteğe bağlı, istemli, "ihtiyari fagotage er. 1. (Çalı çırpıyı) Bağ bağ bağlama,
(Cours facultatif. Pourboire facultatif. Arrêt demetleme. 2. mec. Üstünkörü iş, özensiz iş,
facultatif sur une ligne d'autobus). çırpıştırma.
facultativement bel. İsteğe bağlı olarak, "ihtiyari, fagoter gçl. 1. (Çalı çırpıyı) Bağ bağ bağlamak,
faculté diş. 1. Yeti, "meleke (Le développement des demetlemek (Le vieux jardinier fagotait du bois
facultés chez un enfant). 2. Yetenek, güç (Ila une mort). 2. mec. Zevksizce giydirmek (Par jalousie,
grande faculté de travail). 3. Yetki, özgürlük (Je sa mère l'a fagoté si mal).
lui ai laissé la faculté de choisir). 4. Olanak, "imkân fagotier er. Demetleme işçisi, demetçi.
(Il dépense au-delà de ses facultés). 5. Özellik, fagotin er. Çıra; ateş tutuşturmak için çalı çırpı,
"hassa. 6. Fakülte (Faculté de Médecine, de faiblard, es. tkz. Hayli zayıf; sıska, cılız (Malgréses
Droit). 7. tkz. Doktor, hekim (La faculté me le prétentions, cet élève est assez faiblard. Son
faible 583 fainéanter

raisonnement est assez faiblard). satan. 2. s. Çiniye değgin, çiniciliğe değgin


faible s. 1. Zayıf, cılız, arık (Un enfant faible). 2. (Industrie faïencière).
mec. Düşük, parlak olmayan (lia une intelligence faille diş. yerb. coğr. 1. Kırık, "fay. 2. mec. Çatlak,
faible). 3. Kişiliksiz, güçsüz, her düşüklüğü çatlaklık (II y a désormais une faille dans notre
yapabilecek (Un homme faible). 4. Faible de: amitié). 3. mec. Eksiklik, boşluk, zayıf nokta (Ily
-bakımından zayıf, -si zayıf (Il est faible du cœur. a une faille dans votre exposé).
Elle était faible de corps). 5. Faible en qch, dans failli, e s. ve ad. Batkın, °iflas etmiş, "müflis (Dépôt
qch: -de zayıf ( Cet élève estfaible en français ). § Le de bilan par le failli. Un commerçant failli).
sexe faible: Kadınlar. Etre faible avec qn: -e karşı faillibilité diş. Yamlabilirlik, aldanabilirlik,
pek yumuşak davranmak. Se sentir faible: şaşabilirlik.
Kıpırdayacak gücü olmamak, faillible s. Şaşabilir, yanılabilir, aldanabilir (Tout
faible er. 1. Zayii adam, güçsüz kimse (Il défend homme est faillible).
toujours les faibles). 2. Zayıf nokta (Il n'arrivera faillir gsz. 1. Yanılmak, aldanmak, şaşmak (La
jamais à trouver mon faible). 3. Kişiliksiz adam, raison et l'instinct de l'honneur l'empêchaient de
her alçaklığı yapabilecek kimse (C'est un faible, faillir). 2. Batmak, top atmak, iflas etmek. 3.
on le mène par le bout du nez). 4. Z a ' f . § Faible Faillir à qch, à L qch: -i ihmal etmek, -de kusur
d'esprit: Bön, saf, aptal. Avoir un faible pour: -e etmek; -mekte ihmal göstermek, kusur etmek
karşı zafı olmak, düşkünlüğü olmak (Il a un faible (Faillir à ses engagements, à son devoir. Il a failli à
pour les jolies femmes). Prendre qn par son faible: accomplir son devoir). 4. Faillir f. qch: Az kalsın
Birini zayıf yanından yakalamak. -mek (J'ai failli tomber. La voiture a failli
faiblement bel. 1. Güç belâ, anca (Se défendre flamber).
faiblement). 2. Hafifçe, azıcık (Une eau faillite diş. 1. Batkı, "iflas (Faillitesimple: Adi iflas.
faiblement minéralisée. Une chambre faiblement Faillite frauduleuse: Hileli iflas). 2. Başarısızlık
éclairée). 3. Belli belirsiz, hayal meyal (Je m'en (Faillite d'une politique, d'une doctrine, d'un
souviens faiblement). bonheur conjugal). § Etre en faillite: İflasta
faiblesse diş. 1. Zayıflık, arıklık (Faiblesse des bras, olmak. Faire faillite: 1. Batmak, top atmak, iflas
des jambes). 2. Azlık, düşüklük, kıtlık (Faiblesse etmek (Un commerçant qui a fait faillite). 2. mec.
d'intelligence, d'esprit). 3. Yetersizlik, zayıf olma İflas etmek, artık geçerliği kalmamak (Une
(Faiblesse d'une élève en classe). 4. Güçsüzlük, doctrine qui a fait faillite).
savunmasızlık (Faiblesse d'un enfant). S. faim diş. 1. Acıkma (Il mange sans faim ni appétit).
Korkaklık, ödleklik (Montrer sa faiblesse devant 2. Açlık (Une faim insatiable). 3. Açlık, kıtlık (La
un danger). 6. Za'f, zayıf yan ( La grande faiblesse faim règne dans le pays. Ouvrir une campagne
de cet homme, c'est de ne penser qu'à son intérêt). contre la faim). 4. Hırs (Faim de richesse). § Avoir
7. Baş dönmesi, baygınlık (Brusquement une faim: Acıkmak. Avoir faim de qch: -e susamış
faiblesse la saisit et ses jambes fléchirent). 8. olmak (Avoir faim de tendresse, de liberté). Avoir
Değersizlik, geçersizlik (Faiblesse d'un une faim de loup, une faim canine: Çok acıkmak,
argument, d'un livre). 9. Yetersizlik, azlık (La karnızil çalmak. Creuver de faim, mourir de faim:
faiblesse de ses ressources, de ses revenus). §Avoir Açlıktan gebermek. Donner faim à qn: -e açlık
de la faiblesse pour: -e karşı zafı olmak. Avoir la duygusu vermek, -in karnını acıktırmak (Les bons
faiblesse de f. qch: -mek gevşekliğini göstermek plats lui donnaient faim). Manger à sa faim:
(Si vous avez la faiblesse de lui céder, il Doyasıya yemek. Rester sur safaim: 1. Karnıiyice
recommencera). Tomber en faiblesse: Bayılmak, doymamak, sofradan aç kalkmak. 2. Doyumsuz
baygınlık geçirmek, kalmak, "tatmin edilmemek. La faim fait sortir le
faiblir gsz. 1. Gücü azalmak, zayıf düşmek. 2. loup du bois: Açlık insana her şeyi yaptırır, aç
Yumuşamak, gevşemek, şiddeti hafiflemek, köpek fırın deler,
azalmak (Le vent faiblit. La maladie faiblit. Son faim-calle, faim-valle diş. 1. (Atlarda) Oburluk
courage faiblit). 3. Cesaretini yitirmek (Faiblir hastalığı. 2. Şiddetli açlık, birdenbire çok açıkma.
devant l'adversité). faîne diş. Kayın kozalağı.
faïence diş. Fayans, çini (Décorer les murs avec des
fainéant, e s. ve ad. Çalışmayı sevmeyen, tembel,
faïences).
miskin (Tu es un fainéant. Un élève fainéant. Les
faïencerie diş. 1. Çinicilik. 2. Çini eşya, çini takımı fainéants). § Rois fainéants: tar. Tembel krallar,
(Acheter de la faïencerie). fainéanter gsz. Tembellik etmek, hiç çalışmamak
faïencier, ère ad. 1. Çinici, çini eşya yapan yada (Il a toujours fainéanté).
fainéantise 584 faire

fainéantise diş. Tembellik, miskinlik, avarelik (Ce Légion d'Honneur). 29. Faire qn, qch à qch:
mauvais résultat est dû à votre fainéantise). Birini, bir şeyi -e alıştırmak (Son mari l'a faite à
faire gçl. 1. Yapmak, inşa etmek (Faire une maison, l'idée d'habiter la banlieue). 30. Faire de qn...:
un mur). 2. Yapmak, hazırlamak, pişirmek (Faire Birini.. .yapmak (L'amour a fait d'elle une femme
un gâteau, faire la salade, faire un rôti au four). 3. heureuse. Le mariage a fait de lui un autre homme.
Y a p m a k , dikmek (Faire un vêtement, une robe). Il veut faire de son fils un avocat). 31. Faire de
4. Y a p m a k , yaratmak (Dieu, selon la Genèse, a qch...: Bir şeyi... haline getirmek (Faire un
fait le monde en six jours. Dieu a fait l'homme à son hôpital d'un bâtiment privé. Il a fait de ce vieux
image). 5. Yapmak, düzenlemek, temizlemek château un grand musée). 32. Faire f. qch: -tirmek
(La femme de ménage a fait le bureau. Faire un lit). (Il a fait venir sa soeur chez lui. Faire pleurer sa
6. D o ğ u r m a k (La chatte a fait ses petits. Faire un femme. Faire dormir les enfants). 35. Faire qch
enfant). 7. (Tiyatroda) -rolü oynamak, -olmak pour qn: Birine bir yardımda, bir hizmette
(Dans cette pièce, il faisait le père). 8. O l m a k (Il bulunmak (Est-ce que je peux faire quelque chose
fera un bon ingénieur. Il promet de faire un brillant pour vous?). 36. Etre fait à qch: -e alışmak (Je ne
avocat). 9. Faire le...: a) -lik etmek (Faire l'idiot, suis pas encore fait à son caractère. Il est fait aux
faire l'enfant, faire le malin), b) -gibi yapmak subtilités du métier). § Avoir beaucoup à faire:
(Faire le malade. Faire le mort). 10. Y a p m a k , Yapacak çok işi olmak; çok meşgul olmak. En
işlemek (Faire une faute, faire un crime). 11. faire à sa tête: Başına buyruk davranmak,
Söylemek (Faire un discours). 12. -öğrenimi bildiğini okumak. Faire bien de f. qch, faire mieux
yapmak (Faire de la médecine, de la géographie, de f. qch: -mekle iyi etmek (Tu as bien fait de
de l'anglais). 13. Yapmak, °ifa etmek (Faireson démissionner. Tu feras mieux de partir dès
service militaire, faire son devoir). 14. (Müzik) maintenant). Faire eau: (Gemi, tekne v.b) Su
Ç a l m a k , çalışmak (Faire de la musique, du piano, almak, su çekmek. Faire de l'eau: (Gemi) İçme
du violon). 15. (Spor) Yapmak, oynamak (Faire suyu almak, içme suyu ikmali yapmak. Ne pas
du tennis, du ballon, de la gymnastique). 16. savoir quoi faire: Ne yapacağını bilememek.
V u r m a k , atmak (Faire du pied, du coude, du N'avoir rien à faire avec qn: Biriyle hiçbir ilişkisi
genou à quelqu'un). 17. (Hastalık) Olmak, olmamak, bir alıp vereceği olmamak. N'avoir que
geçirmek, geçirmekte olmak, -e yakalanmak faire de qch: -e hiç ihtiyacı olmamak, -i istememek
(Faire un rhume, faire de la fièvre. Faire de (Je n'ai que faire de son aide). Ne faire que f. qch:
l'albumine, faire de la tension). 18. (Yer yada Durmadan -mek, işi gücü -mek olmak (Il ne fait
ülkeler için) Görmek, dolaşmak, gitmek, que bavarder). Ne faire que de f. qch: Az önce
k a t e t m e k (J'ai fait toute l'Europe. Je ferai la -mek (Il ne fait que de rentrer) Savoir y faire:
France pendant les vacances. Il a fait toutes les Açıkgöz olmak, gemisini kurtarmasını bilmek.
boutiques du quartier). 19. Ağırlığında yada (Kişisiz fiil olarak hava durumu ve vakit için) a) II
boyunda olmak, -kadar gelmek (Mon frère fait 75 fait...:Hava ...dır (Il fait chaud, il fait froid, ilfait
kilos. La route fait 15kilomètres). 20. Fiyatı... frais, il fait soleil), b) Il fait...: Vakit... -oluyor (Il
olmak (Ce livre fait 30 francs). 21. V e r m e k , -de fait jour, il fait nuit, il fait soir). § Ce qui est fait est
b u l u n m a k (Faire l'aumône, faire la charité). 22. fait: Olan oldu. C'en est fait de: a) ...biui(C'enest
M e y d a n a getirmek (La route fait un coude. Sa fait de la viefacile), b) -mahvoldu, yandı, çuvalladı
robe fait des plis). 23. Teşkil etmek, oluşturmak (C'en est fait de moi. C'en est fait de son frère).
( Les montagnes font un amphithéâtre autour de la C'est bien fait: Oh oldu, iyi oldu, canıma değsin
ville. Ces fruits font un excellent déjeuner). 24. ( C'est bien fait pour toi!). Il n'y a plus rien à faire:
E t m e k , -e eşit olmak (Deux et deux font quatre. Yapacak bir şey yok, elden ne gelir! Rien à faire!:
Six fois cinq font trente). 25. S ü r m e k , d a y a n m a k , O kadar, tamam, söyleyecek bir şey yok. § Se
gitmek (Ce costume m'a fait trois ans. Ce disque faire: 1. Kendi kendini yetiştirmek (Cet homme
fait une heure d'audition). 26. (Ardından bir sıfat s'est fait tout seul). 2. Gelişmek, yetişmek (Ilamis
yada tanım ilgeci almayan bir ad geldiğinde) a) des années à se faire. Cette jeune fille se fait). 3.
-görünmek (Tu fais très jeune. Je fais un peu vieux. Olmak, olgunlaşmak ( Les fruits se font. Ce vin ne
Elle fait déjà très femme), b) -izlenimi b ı r a k m a k s'est pas fait encore). 4. Yapılmak (La soudure se
( Costume qui fait mode d'autrefois. Votre cravate fait par un procédé nouveau. Cela ne se fait pas
fait très sérieux). 27. Yetiştirmek (Cette école fait entre amis). 5. Se faire qn: -1er edinmek (Se faire
de très bons techniciens). 28. Faire qn...: Birine des amis, des ennemis). 6. Se faire qch:
-lik payesi vermek (On l'a fait chevalier de la -kazanmak, sağlamak (Se faire mille francs par
faire 585 fait

mois). 7. Se faire...: -olmak (Se faire vieux. Ils'est important). 4. G e r ç e k (Je m'incline devant les
fait médecin). 8. M o d a olmak (Les gilets se font faits. Les théories s'écroulent parfois devant les
beaucoup cette année). 9. Se faire f. qch: Kendine faits). § Erreur de fait: huk. Özdeksel yanılgı,
-tirmek (Se faire masser, se faire raser). 10. Se faire "maddi hata. Hauts faits: Başarılar, savaş
à: -e alışmak (Se faire à un nouveau métier, à la başarıları, kahramanlıklar (Les livres d'histoire
discipline). § S'en faire: Aldırmak, üzülmek. Ne sont pleins des hauts faits de nos aïeux).
pas s'en faire: Aldırmamak, üzülmemek, vız gelip Gouvernement de fait: Meşru olmayan hükümet.
tırıs gitmek (Ne vous en faites pas!). Le fait du prince: Keyfi karar, ağa keyf. Le fait
faire er. 1. Üslup, *biçem, tarz ( Le faire d'un artiste, accompli: Oldubitti, "emrivaki: Voie de fait: Zor
d'un écrivain). 2. Fiil, eylem, yapma (Ilya loin du ve şiddet yolu. Faits d'armes: a) Askeri başarı,
dire au faire:Söylemek başkayapmakbaşka;sözle yengi, b) Çok önemli bir iş, görülmedik bir başarı
eylem arasında çok ayırt var). (Il n'a pas accompli un fait d'armes en s'acquittant
faire-part er. Davetiye, "çağrılık (Faire-part de de ses obligations). C'est un fait: Bu bir olgudur,
mariage. Je lui ai envoyé un faire-part. Faire bu bir gerçektir. Au fait!: "Sadede gelelim, işin
imprimer des faire-part). özüne gelelim. Au fait: Ne var ki, kim bilir, iyi
faisabilité diş. Yapılabilirlik, gerçekleştirilebilirlik. düşünülecek olursa (Je n'ai reçu aucune lettre de
faisable s. Yapılabilir, gerçekleştirilebilir (ün lui, mais, au fait, il n'a peut-être pas mon adresse).
travail faisable). De fait, par le fait, en fait: Gerçekten, gerçekte (Il
faisan er. 1. Sülün. 2. s. ve diş. Dişi sülün (Poule m'a expliqué qu'il ne pouvait rien faire pour moi,
faisane, une faisane). 3. er. argo. Dolandırıcı, parlefait, il avait des ordres à exécuter). Du fait de:
faisandage er. (Eti, av etini) Çürütme, -yüzünden, -den dolayı (Du fait de sa maladie, il a
faisandé, es. 1. Çürümeye başlayan (Viande manqué plusieurs cours). Du fait que: -diği için,
faisandée). 2. mec. Çürümüş, kokmuş -diğine göre (Du fait que j'admettais la possibilité
(Littérature faisandée. Des milieux faisandés). de le faire naître artificiellement, j'en avais
faisandeau er. Sülün yavrusu, sülün pilici, implicitement reconnu l'illusion). De ce fait:
faisander gç/. (Eti, av etini) Çürütmek, Bundan dolayı, bunun için (Le contrat n'est pas
faisanderie diş. Sülüncülük, sülün yetiştirme, signé, et de ce fait, il est nul). En fait: Oysa, ne ki,
faisandier er. Sülüncü, sülün yetiştiricisi, oysa ki ( O n prévoyait environ dix mille francs de
faisceau er. 1. Demet (Faisceau de branches). 2. réparation, en fait, il y en a eu pour près de vingt
mat. Bağlama. 3. Tüfek çatısı. § Lier, nouer en milles). En fait de: Konusunda (En fait de
faisceau: Demet halinde bağlamak, demet haline nourriture, il n'est pas très exigeant). Le fait est
getirmek. Former les faisceaux: ask. Silah que: Gerçek şu ki. Le fait que...: -mesi, -olması
çatmak. Mettre les fusils en faisceau: Silah (Le fait que Napoléon est mort en exil:
çatmak. Napolyon'un sürgünde ölmesi. Le fait que vous
faiseur, euse ad. 1. Yapıcı, yapan (Un faiseur de soyez mon ami: Benim dostum olmanız). Tout à
meubles, de barrages, de pont, de livres, fait: Büsbütün, tamamen, tamamıyla. Aller au
d'opéras). 2. mec. hlk. Düzenbaz, üçkâğıtçı fait, venir au fait: Sadede gelmek, sadede
(Méfiez-vous, c'est un faiseur). girişmek, işin özüne girmek. Dire son fait à qn:
faisselle diş. Peynir süzme sepeti, Biri hakkında ne düşündüğünü açık açık yüzüne
fait, e s. 1. Olgun, olgunlaşmış, iyice oturmuş (C'est söylemek. Etre sûr de son fait: Savlarının, ileri
un homme fait). 2. Olmuş, kıvamını bulmuş (Ce sürdüğü şeylerin doğru olduğundan emin olmak.
fromage n'est pas assez fait. Les vins ne sont pas Etre au fait de qch: -den haberi olmak,
faits encore). 3. Fait pour: Tam -e göre, biçilmiş -konusunda bilgisi olmak. Mettre qn au fait de
kaftan (Voilà un homme fait pour vous. Il est fait qch: Birini -den haberli kılmak, birine
pour ce métier). 4. Tout fait, toute faite: a) Hazır -konusunda bilgi vermek. Mettre qn devant le fait
(Costume tout fait), b) Basma kalıp (Dhrases accompli: Birini oldubitti karşısında bırakmak.
toutes faites). S. hlk. Yakalanmış, enselenmiş (La Prendre fait et cause pour qn, qch: Birinden, bir
police a entouré la maison, il est fait comme un rat. şeyden yana olduğunu açıkça göstermek, -den
Rends-toi, tu es fait). yana olmak, -i savunmak. Prendre qn sur le fait:
fait er. 1. Olmuş bir şey, "olgu, "vakıa (Nier un fait). Birini suçüstü yakalamak. Rester devant le fait
2. İş, şey (Un fait singulier. Ceci n'est pas mon accompli: Oldubitti karşısında kalmak. Se mettre
fait). 3. Olay (Donner un résumé des faits. Ce au fait: Durumu kavramak, durumu anlamak,
changement de majorité est un fait politique durum hakkında bilgi sahibi olmak.
faîtage 586 familiariser

faîtage er. 1. Çatı omurgası, mahya kirişi. 2. Dam kaldı ki... sin, az kalsın .. .çekti (Peu s'en est fallu
çatısı, çatı. que les deux voitures ne se tamponnent. Il s'en est
faîte er. 1. (Yapıda) Çatı (Le faîte d'une maison) 2. fallu de peu que je ne me misse à genou. Peu s'en est
T e p e , d o r u k ( G r i m p e r au faite d'un arbre. Le faîte fallu qu'il ne perdît sa place).
d'une montagne). 3. mec. En yüksek nokta, falot er. 1. El feneri, çekme feneri. 2. Argo. Savaş
d o r u k , e n üst d e r e c e (Etre au faîte des honneurs, k u r u l u , "harp divanı (Je vais vous passer au falot).
de la gloire). falot, es. 1. Gülünç, kaba (J'avais cet empressement
faîteau er. Çatı süsü. falot que montrent les hommes au milieux des
faitière diş. 1. Mahya kiremidi. 2. (Çatıda) Çatı troubles domestiques). 2. Neşeli, güleryüzlü (Un
penceresi, ışık yeri. peuple falot). 3. Silik, kişiliksiz (Un personnage
fait-tout, faitout er. İki saplı kapaklı tencere, falot).
faix er. 1. Y ü k (Le paysan pliait sous le faix du falourde diş. Odun demeti, odun yükü.
fagot). 2. mec. Yük, ağırlık (Le faix des falsificateur, trice a d 1. Sahteci. 2. Kalpazan,
obligations). 3. Yeni yapılmış bir binada çöküntü. falsification diş. 1. Niteliğini bozma, hile katma,
4. hek. (Doğumda) Son, etene, "tağşiş (Falsification du lait par addition d'eau). 2.
fakir er. Hint dervişi, fakir, Taklit etme, sahtesini yapma (Falsification des
fakirisme er. Fakirciiik, fakirizm, monnaies, d'undocument, d'une pièce d'identité).
falaise diş. yerb. coğr. Yar, yahyar. 3. mec. Değiştirme, bozma, çarpıtma
falbala er. 1. Farbala, entari yada perde gibi şeylerin (Falsification de l'histoire, de la vérité). 4 . mant.
kenarlarına dikilen kırmalı yada büzgülü süs, Bir önermenin yanlışlığının ortaya çıkarılması,
fırfır. 2. Aşırı süs; aşın süslülük, aşın süslenme, falsifier gçl. 1. Bozmak, değiştirmek, kalem
falconidés er. ç. hayb. Kartalgiller, oynatmak, "tahrif etmek (Falsifier un document,
falerne er. Eski çağlarda pek tutulan bir şarap, un passeport). 2. Hile k a t m a k (Falsifier dulait). 3.
fallacieusement bel. Aldatıcı bir biçimde, Sahtesini yapmak, basmak (Falsifier des
fallacieux, euse s. 1. Aldatıcı, °sahte, yalan monnaies, des billets de banque). 4. mec.
(Promesses fallacieuses. Argument fallacieux). 2. Değiştirmek, aslından uzaklaştırmak, çarpıtmak
Düzenci, entrikacı (De fallacieux (Falsifier la pensée d'un philosophe).
commentateurs). faluche diş. Kara kadifeden yapılan öğrenci beresi,
falloir kişisiz. 1. Gerekmek, gerekli olmak (Il faut falzarer. hlk. Pantolon.
travailler. Il faut un ouvrier ici). 2. Il f a u t qch à q n : famé, e s. Ün almış, adı çıkmış. § Bien famé: Adı
Birine ...gerekmek, "lâzım olmak (Il leur faut un iyiye çıkmış. Mal famé: Adı kötüye çıkmış (Rue
équipement complet. Il lui faut du repos). 3. Il f a u t malfamée, maison mal famée).
à qn f. qch: Birinin -mesi gerek (Il lui faut quitter faméliques, vead. 1. Aç, karnı aç, açlık çeken (Un
cette région). 4 . 0 faut que...: -mesi gerek (Il faut mendiant famélique). 2. Açlıktan kadidi çıkmış,
que tu finisses ton travail. Il faut qu'il parte). § çok zayıf (Un chien famélique).
Comme il faut: 1. bel. Uygun şekilde, doğru fameusement bel. 1. (Az kullanılır) Ünlü bir
dürüst, nasıl gerekiyorsa öyle (Tiens-toi à table şekilde. 2. Çok, pek (Votre repas était
comme il faut. Il a agi comme il faut). 2. s. fameusement bon).
Eksiksiz, m ü k e m m e l (Voilà un homme comme il fameux, euse s. 1. Ünlü (Un nom fameux). 2.
faut. C'est un bourgeois comme il faut). S'il le f a u t : Fameux pour, par qch: -siyle ünlü, tanınmış (Une
Gerekirse, gerektiğinde. § S'en falloir: 1. Eksik région fameuse pour ses fromages. Un homme
olmak, daha gerekmek. 2. S'en falloir de qch: fameux par ses débauches). 3. Çok büyük,
-eksik olmak, daha... istemek, gerekmek (Jen'ai görülmedik (Tu as fait une fameuse gaffe). 4.
pas pu réunir la somme, il s'en faut de la moitié, de Eşsiz, benzersiz, çok güzel (Il est fameux, votre
cinq mille francs. Je ne vous donne pas tout, il s'en vin).
faut d'un dixième. Il s'en faut de trois mètres que
familial, e s. Aileye değgin (La vie familiale.
l'échelle atteigne à la hauteur convenable). Il s ' e n
Réunion familiale, liens familiaux, allocations
faut de beaucoup, il s'en faut bien: Daha çok eksiği
familiales).
var, daha çok ister. Tant s'en faut, il s'en faut:
familiariser gçl. Familiariser qn avec qch: Birini -e
Tersine, tam tersine (Il n'est pas sot, tant s'en
alıştırmak (Familiariser un soldat avec le
faut). Peu s'en faut: Ramak kaldı, az kaldı, onun
maniement des armes). § Se familiariser: 1.
gibi bir şey (Ilestperdu, ou peu s'en faut). Peu s ' e n
Evcilleşmek, alışmak (Un oiseau qui se
est fallu que...: Il s'en est fallu de peu que...: Az
familiarise). 2. Se familiariser avec: -e alışmak;-i
familiarité 587 fanfreluche

iyi kullanmak (Se familiariser avec le danger, avec la nuit un fanal à la main).
le bruit de la rue. Se familiariser avec une langue fanatique s. ve ad. 1. Bağnaz, "mutaassıp (Un
étrangère). partisan fanatique). 2. F a n a t i q u e de: -e çok
familiarité diş. 1. Alışkanlık, yakınlık (Il a acquis düşkün, -i çok seven (Il est fanatique de musique,
une certaine familiarité avec l'anglais. Une longue de peinture). 3. Hayran (Les fanatiques de
familiarité avec les oeuvres classiques). 2. İçtenlik, Racine).
yakınlık (Des camarades qui habitent en commun fanatiquement bel. Bağnazca, bağnazlıkla,
vivent dans la plus grande familiarité). 3. Senli "taassupla.
benlilik, içli dışlılık (Je lui parle avec familiarité). fanatiser gçl. Bağnazlaştırmak, bir şeyi körü
4. Teklifsizlik (Il nous traite avec une familiarité
körüne yapacak duruma getirmek (Fanatiser les
déplacée). 5. ç. Teklifsizce davranış, foules).
familier, ères. 1. Yakın, senli benli, içli dışlı (Ilssont fanatisme er. 1. Bağnazlık, "taassup (Fanatisme
mes plus familiers amis). 2. Tanıdık, bildik,
religieux). 2. mec. Körü körüne hayranlık, aşırı
alışılmış, alışık bulunulan (Une voix familère. düşkünlük.
Vivre au milieu d'objets familiers). 3. Kolay,
fanchoner. (Köylü kadınların örttüğü) Başörtüsü,
alışkanlık haline gelmiş, rahat (Le maniement de fandango er. Kastanyetle oynanan bir İspanyol
cet outil lui est devenu familier). 4. Sade (Unstyle
dansı ve bunun havası,
familier).6. Familier avec: -ile içli dışlı, senli benli fane diş. 1. Dökülmüş yaprak, "gazel. 2. (Patates,
(Je suis familier avec lui). 7. Familier à: -in bildiği,
havuç gibi bitkilerde) Yaprak (Fanes de carottes,
-e yabancı olmayan, "aşina, -için kolay, alışılmış de pommes de terre, de radis, de haricots).
(Cette langue lui est familière). 8. ad. Dost,
fané, e s. 1. Solmuş (Une rose fanée, des fleurs
tanıdık, yakın kimse (Les familiers d'une fanées). 2. Solgun (Un visage fané). 3. Solmuş,
maison). 9. ad. mec. Gedikli, her zaman giden r e n k atmış (Une étoffe fanée, couleur fanée).
(Les familiers d'un club, d'un café).
faner gçl. 1. (Biçilmiş otları kurutmak için) Evirip
familièrement bel. 1. İçtenlikle, dostça (Ils çevirmek (Faner de l'herbe, de la luzerne). 2.
s'entretiennent familièrement). 2. Teklifsizce, içli S o l d u r m a k , p ö r s ü t m e k (Le vent chaud a fané les
dışlı, senli benli, roses. Son regard fanait toute chose). 3.
familistère er. (Fransanın kimi bölgelerinde) Ucuz Soldurmak, rengini attırmak. § Se faner: 1.
satış yapan tüketim kooperatifi, ucuz satış S o l m a k , p ö r s ü m e k ( L e s fleurs se sont fanées dans
mağazası. le vase sans eau. Sa beauté s'est fanée). 2. mec.
famille diş. 1. Aile (Fonder une famille. Chef de Parlaklığım, parıltısını yitirmek (Sa jeunesse s'est
famille. La vie de famille). 2. Çoluk çocuk (Elever fanée; l'éclat de ses cheveux s'est fané).
sa famille). 3. Soy, sop (Nom de famille. Ils sont de faneur, euse s. 1. (Biçilmiş otu kurutmak için)
la même famille). 4. H a n e d a n (La famille des Eviripçeviren işçi. 2. diş. Ot kurutma makinesi (II
Habsbourg). 5. Topluluk (La grande famille des vient d'acheter une faneuse).
gens de lettres). 6. bitb.hayb. Familya (Les familles fanfan ad. tkz. Yavru, minnoş, cici, yavrucuk
des bovidés, des rosacés). § Fils de famille: İyi aile (Fanfan, soyez sage).
çocuğu. Il faut laver son linge sale en famille: Kol fanfare diş. 1. Borularla çalınan kısa bir asker
kırılır yen içinde; aile içinde olup bitenler dışarı havası. 2. Savaş havası (Sonner le réveil en
sızmamah, insan kan kusar kızılcık şerbeti içtim fanfare). 3. Avda geyikleri yerlerinden uğratmak
der. için çalınan hava. 4. Bando, mızıka takımı (La
famine diş. Kıthk (Période de famine. La fantine fanfare municipale). 5. Abartmalı övgü.
règne dans le pays). § Salaire de famine: Ç o k fanfaron, ne s. ve ad. 1. Yalancı kahraman, sahte
düşük ücret. Crier famine: Sıkıntıdayım diye kabadayı (Il estfanfaron). 2. Övüngen, palavracı.
yanıp yakılmak, geçinemediğinden yakınmak, § Faire le fanfaron: Kabadayılık taslamak, sahte
fan er. Beğenen, hayran (Louis Armstrong et ses kahramanlık yapmak,
fans). fanfaronnade diş. 1. Sahte kahramanlık,
fanas, vead. tkz. H a y r a n (Elle en est fana. Un, une kabadayılık. 2. Övüngenlik, palavracılık,
fana). farfaralık.
fanage er. (Biçilmiş çayırı) Kurutma, fanfaronner gsz. (Eskimiştir) Palavra sıkmak,
fanal er. 1. (Eski) Kıyı yada liman feneri. 2. farfaralık etmek,
(Gemilerde) Borda feneri. 3. (Lokomotif yada fanfreluche diş. İncik boncuk, değersiz süs eşyası
otomobilde) Büyük fener. 4. Fener ( Circuler dans (Mettre ses fanfreluches. Il y a trop de fanfreluches
fange 588 faraud

sur cette robe). "hayal, düşleme, düş kurma (Vivre de fantasmes.


fange diş. 1. Çirkef. 2. mec. Alçakça yaşayış. § Des fantasmes de richesse. Les fantasmes d'une
Couvrir qn de fange: Birine yapmadık hakaret femme).
bırakmamak. Se vautrer dans la fange: Alçakça fantasmer gsz. Düşler kurmak, düşler içinde
bir yaşam içinde olmak, alçaklıklar içinde yaşamak, ham hayaller ardında koşmak,
yüzmek. fantasque s. 1. Değişken huylu, kaprisli, özençli,
fangeux, euses. 1. Çirkefli, çirkef dolu. 2. Çamurlu, huyu suyu belli olmayan (Un caractère, une
bulanık (Mare fangeuse, eau fangeuse). 3 . mec. humeur fantasque. Un homme fantasque). 2,
İğrenç, alçakça, alçaklıklarla dolu (Une vie Acaip, tuhaf, garip ( Un récitfantasque, des figures
fangeuse). fantasques). 3. er. Acaip kimse, acaip şey.
fangothérapie diş. hek. Çamur banyosu, sıcak fantassin er. ask. Piyade eri.
çamurla tedavi, fantastique s. 1. Gerçekte var olmayan, düşsel,
fanion er. Filama (Fanion de commandement). 2. efsanelerde varolan (Un animal fantastique. Des
" A m b l e m , "belirge (Fanion d'un club, fanion des personnages fantastiques). 2. Olağanüstü, çok
scouts). büyük, eşsiz (Une réussite fantastique. Les
fanon er. 1. (Hayvanlarda) Sakağı (Le fanon d'un fantastiques beautés de l'Anatolie). 3.
boeuf, d'un dindon). 2. (Balinagillerde) Diş, Tasarlanamaz, us almaz, usa sığmaz, inanılmaz
çubuk (Les fanons de la baleine). 3. (Atlarda) (Un luxe fantastique). 4. Acaip, tuhaf, değişik
Ayak ardı kılları, paça. 4. Papaz pazıbendi. 5. (Des idées fantastiques). 5. er. Gerçekdışı, düşsel
(Kimi şeylerde) Sarkık uç. (Le fantastique en littérature, dans les arts
fantaisie diş. 1. Değişik düşünüş, değişik heves, plastiques).
değişik beğeni (Elle se laisse aller àsafantaisie). 2. fantastiquement bel. Olağanüstüşekilde, inanılmaz
İmgelem gücü, *düşlem (Un livre plein de şekilde.
fantaisie. Cet auteur n'a aucune fantaisie). 3. fantoche er. 1. İpli kukla; Kukla. 2. mec. Oyuncak,
Keyif, canın istediği şey (Agir selon sa fantaisie). kukla (Cet homme est un fantoche entre les mains
4. "Kapris, *özenç (Il a eu brusquement la fantaisie de sa femme. Les gouvernements des pays occupés
de partir en voyage). 5. Çılgınca, delice davranış, militairement sont souvent de simples fantoches).
çılgınlık (Il se plie à toutes les fantaisies de son fantomatique s. 1. Hayaleti andıran; hayaletlere
ami). 6. müz. Fantezi, bağımsız biçimli parça değgin (Il a un air fantomatique). 2. Doğaüstü,
(Fantaisie chromatique et fugue de Bach). 7. Ç o k gizemli, düşsel (Un éclairage fantomatique).
gösterişli, lüks, fantazi (Etoffe de fantaisie). fantôme er. 1.Hay alet, hayal (Il croit aux fantômes.
§Vivre à sa fantaisie: Keyfince yaşamak, canının Cette maison est hantée par les fantômes). 2. Un
dilediği gibi yaşamak, fantôme de...: Gerçekte var olmayan, bostan
fantaisiste s. ve ad. 1. Keyfince iş yapan, canının korkuluğu bir... (Un fantôme de roi, urı fantôme
istediği gibi davranan (Un étudiant fantaisiste). 2. dedirecteur). 3 .mec. tkz. Canh cenaze, sıska dayı,
tkz. Maymun iştahlı, "kaprisli, "özençli. 3. Gece kadidi çıkmış. 4. s. Gerçekte var olmayan, kukla
klüplerinde şarkılar söyleyen, taklitler yapıp (Un ministre fantôme). S. s. Görünen ve hemen
fıkralar anlatan sanatçı. 4. Üçkâğıtçı, ciddiyetten gözden yitip giden, hayal gibi (Le trainfantôme, la
uzak (Un médecin fantaisiste). S. Uyduruk, charrette fantôme).
u y d u r m a (Un remède fantaisiste. Une étymologie faon [fà] er. Geyik yavrusu, karaca yavrusu,
fantaisiste, une nouvelle fantaisiste ). faonner gsz. (Geyik, karaca vb için) Yavrulamak,
fantasia diş. Arap atlılarının şenliklerde at doğurmak.
koşturarak gösterdikleri hünerler, atlı gösteri, faquin er. Ciğeri beş para etmez kimse, yüzsüz
fantasmagorie diş. 1. Karanlık bir odada, göz herif, bayağı adam.
yanıltma yoluyla görüntüler gösterme sanatı, faquir er. Hint dervişi, fakir,
g ö r ü n t ü o y u n u (Aller voir des fantasmagories). 2. farad er. fiz. Elektrik için sığa birimi, farad,
Olağanüstü şey, doğaüstü olay (La fantasmagorie faramineux, euse s. tkz. Us almaz, inanılmayacak,
des romans noirs). şaşırtıcı, çok yüksek (Des prix faramineux).
fantasmagoriques. 1. Görüntü oyununa değgin (Un farandole diş. El ele tutuşarak oynanan bir güney
spectacle, une apparition fantasmagorique). 2. Fransa dansı,
Tuhaf, inanılmaz, us almaz, faraud, es. vead. 1. Şıklık budalası, giyim kuşamına
fantasmatiques. Düşsel, "hayali, pek düşkün, fiyakacı. 2. Faraud de: -ile pek
fantasme er. Gerçeklikten uzak düşünce, düş, övünen, şişinen (Il est faraud de sa richesse). §
farce 589 fascination

Faire le faraud: Fiyaka yapmak, caka satmak, altında) Bel vermek, çökmek (Un mur qui far de).
farce diş. 1. Dolma içi, dolma içine konan 7. den. (Yelin etkisiyle) Şişmek (Voile qui farde).
hazırlanmış kıyma. 2. Sebze kıyması. 3. Kaba İ Se farder: Düzgün sürmek, makyaj yapmak
güldürü, fars ("Le Médecin malgré lui" de Molière (Une femme qui se farde outrageusement).
est une farce). 4. Kaba şaka; şaka (Les élèves font fardier er. Ağır yükleri taşımak için kullanılan alçak
des farces à leurs maîtres). 5. mec. Güldürü, araba, domuz arabası,
gülünecek şey (La vie est une farce). 6. Uygunsuz farfadet er. Cin, peri.
davranış, saygısızlık, "münasebetsizlik. 7. s. farfelu, e s. 1. Kaçık, tahtası noksan, deh (Il est
Tuhaf, gülünç, komik (J'irai voir Mme Foucaud, farfelu). 2. Tuhaf, acaip, garip (Idées farfelues).
ce sera amer et farce, surtout si je la trouve farfouiller gsz. 1. Farfouiller dans qch: -i eşelemek,
enlaidie). § Etre le dindon de la farce: Budala karıştırmak (Farfouiller dans une commode, dans
yerine konmak. Faire une farce à qn: Birine bir les affaires de quelqu'un). 2. gçl. -i eşelemek,
şaka yapmak, oyun oynamak (On lui avait caché karıştırmak (On a farfouillé mes papiers).
son chapeau pour lui faire une farce). faribole diş. tkz. Boş lakırdı, saçma sapan söz
farceur, euse ad. 1. Soytarı, maskara. 2.Zirzop. 3 .s. (N'écoute pas ses fariboles).
Şakacı, matrak (Il est très farceur). farinacé, e s. Unu andıran, unumsu (Substances
farci, e s. 1, tç doldurulmuş, -dolması (Tomates farinacées).
farcies: Domates dolması). 2. Farci de qch: -ile farine diş. 1. U n (Farine de blé, de maïs). 2. Toz, un
dolu (Il est farci de préjugés. Il a la tête farcie de (Farine de moutarde). § De la même farine: Aynı
poèmes). soydan, aynı cinsten, aynı hamurdan (Des gens de
farcin er. hek. Sakağı, "ruam. la même farine). Se faire rouler dans la farine: tkz.
farcir gçl. 1. İç doldurmak (Farcir les tomates, une Aldatılmak, kandırılmak, kazıklanmak,
volaille, un poisson). 2. Farcir qch de: Bir şeyi-ile fariner gçl. 1. Unlamak. 2. Un etmek, un haline
doldurmak, tıkabasa doldurmak (Il a farci son getirmek. 3. gsz. Unlu bir görünüm almak (Peau
livre de citations. Il nous a farci la tête d'une foule qui farine, dartre qui farine).
d'idées). § Se farcir qch: 1. a) Bir şeyi doldurmak farineux, euse s. 1. Unlu; un görünümünde, un
(Se farcir la tête d'inutilités), b) Mideye indirmek, tadında (Une sauce farineuse). 2. İçinde un
yemek (Se farcir un bon repas), c) Yapmak, bulunan, un yapısında. 3. Un sürülmüş gibi olan,
yapmak zorunda kalmak (Il s'est farci tout le ak tozlu, akçıl (Plantes, feuilles farineuses). 3. er.
travail). 2. Se farcir qn: Birine dayanmak; ç. Unlu sebze, nişastalı sebze (Les haricots, les
kahrını, nazını çekmek (Il n'est pas facile de se lentilles, les pommes de terre sont des farineux).
farcir un ivrogne). farinier er. Uncu, un tüccarı,
fard er. 1. (Yüze sürülen) Düzgün (Cette femme farniente er. Tatlı tembellik, tatlı gevşeklik (Vivre
n'utilise aucun fard). 2. Yapmacık, k a ç a m a k au soleil dans le farniente).
(Parler sans fard). § Mettre du fard: Düzgün faro er. Brüksel birası.
sürmek. Piquer un fard: Kızarmak, utançtan farouches. 1. Yabani, vahşi, *yabanıl (Les animaux
kıpkırmızı kesilmek, farouches). 2. Ürkürük, çekingen, insanlardan
fardage er. (Alışverişte) Kötü bir malın yüzünü kaçan (Un enfant farouche). 3. Sert, kaba,
mostralıkla süsleme, acımasız, yırtıcı (Un tyran farouche, un peuple
fardé, e s. Düzgün sürmüş, düzgün sürülmüş, farouche). 4. Şiddetli, sert (Opposer une farouche
boyanmış (Une femme fardée, des joues fardées, résistance).
yeux fardés). farouchement bel. Şiddetle (Il s'y est farouchement
fardeau er. 1. Yük (Porter un fardeau sur ses opposé).
épaules). 2. mec. Ağır yük, ağırlık, yük (Le fascia er. biy. Akzar.
fardeau des impôts, des dettes). fascicule er. 1. Cüz, fasikül, *böle (La publication
farder gçl. 1. Düzgün sürmek, boyamak, makyaj d'un ouvrage par fascicules). 2. O t bağı, ot
yapmak (Farder le visage d'un artiste. Farder les demeti.
yeux, les joues, les lèvres). 2. mec. Süslemek, fascinant, e s. Büyüleyici, çok çekici (Un regard
allayıp pullamak (Farder sa pensée, la vérité). 3. fascinant, une beauté fascinante).
Ayıbını örtmek. 4. (Alışverişte) Kötü bir malın fascinateur, trice s. ve ad. 1. ad. Büyü yapan,
yüzünü mostralıkla örtmek (Farder sa büyüleyen, büyücü. 2. s. Büyüleyici (Un geste
marchandise>. 5. gsz. 1. Ağır gelmek (Charge qui fascinateur).
farde sur l'arrière d'une voiture). 6. gsz. (Ağırlık fascination diş. 1. Büyüleme (Elle a sur lui un
fascine 590 fatiguer

véritable pouvoir de fascination). 2. Çekicilik, fatalement insuffisants). 2. Yazgı gereği olarak,


büyü (La fascination du monde oriental). 3. "kaderi gereği (Le génie estfatalement condamné à
Büyük etki (Exercer sur l'auditoire une n'être qu'imparfaitement compris de la foule).
fascination extraordinaire). fatalisme er. fels. 'Yazgıcılık, "kadercilik,
fascine diş. Çalı bağı, çalı demeti. fataliste s. ve ad. 'Yazgıcı, "kaderci, alın yazısına
fasciner gf/. 1. Bakışıyla büyülemek, kıpırdayamaz inanan.
d u r u m a getirmek (Le serpent fascine sa proie). 2. fatalité^. 1. Alınyazısı, * yazgı, "kader (Il croit en
Büyülemek, hayran bırakmak (Il fascinait la fatalité). 2. Kaçınılmazlık, zorunluluk (Fatalité
l'auditoire par sa personnalité). 3. Kendine de la mort). 3. Uğursuzluk, belâ (Il est suivi par la
çekmek, çekici gelmek (La ville fascine les fatalité).
paysans). 4. Çalı bağlarıyla doldurmak yada fatidique s. 1. Önceden saptanan, değiştirilemeyen
berkitmek. (Le jour fatidique, le candidat se présenta à
fascisant, e s. Faşist eğilimli (Renforcer les courants l'examen). 2. Kaçınılmaz, 'yazgısal (Le juge
fascisants). prononça enfin la sentence fatidique).
fasciser gçl. Faşistleştirmek (Fasciser les jeunes fatigabilité diş. Yorulabilirlik.
gens). fatigables. Yorulabilir.
fascisme er. Faşizm, faşistlik, 'karagüç. fatigant, e s. 1. Y o r u c u (Travail fatigant, journée
fasciste s. ve ad. Faşist. fatigante). 2. Bıktırıcı,usandırıcı,usanç verici (La
faste er. 1. "Şatafat, "debdebe (Le faste oriental. Le vie que je mène ici est réellement fatigante. Cet
faste d'une cérémonie). 2. Lüks, büyük gösteriş, homme est fatigant avec ses histoires).
görkem (Le faste de cette maison fatigue diş. 1. Yorgunluk (Fatigue des jambes.
l'impressionnait). Fatigue nerveuse, fatigue cérébrale, fatigue
faste v. Uğur getiren, uğurlu (Il considère le intellectuelle). 2. (Eski) Bıkkınlık, usanç (ô la
vendredi comme un jour faste. Etre dans un jour grande fatigue que d'avoir une femme). 3. Yorucu
faste). bir iş, angarya (Je lui ai épargné une fatigue). 4.
fastes er. ç. Eski romahlarda olgular takvimi, (Teknikte) Aşınma, yıpranma (Rupture par
yıllık. fatigue), § Tomber de fatigue, être mort de fatigue:
fastidieusementbe/. Bıktırıcı şekilde, usançverecek Yorgunluktan bitmek, canı çıkmak,
kadar. fatigué, e î . 1. Y o r g u n (Je me sens fatigué. 'Cœur,
fastidieux, euse s. Bıktırıcı, usanç verici, can sıkıcı, cerveau fatigué). 2. Rahatsız, iyi çalışmayan (J'ai
tatsız, tuzsuz (Une lecture fastidieuse. Travail l'estomac fatigué, il a le foie fatigué). 3. tkz.
fastidieux, détails fastidieux). Kafadan sakat, kaçık (Tu n'es pas un peu
fastueusement bel. Şatafatlı bir şekilde, şatafatla, fatigué?). 4. Eskimiş, yıpranmış (Vêtements,
debdebeyle. souliers fatigués). S. Fatigué de: -den bıkmış,
fastueux, euse s. Şatafatlı, debdebeli, çok gösterişli usanmış (Il est fatigué de samaîtrese. Jesuis fatigué
(Une vie fastueuse, un diner fastueux, un fastueux d'écrire).
décor). fatiguer gçl. 1. Y o r m a k (Cette longue marche m'a
fat s. ve ad. 1. Kendini beğenmiş, budala (Il est un fatigué. Lecture qui fatigue les yeux, exercice qui
peu fat). 2. er. Değersiz kimse, ciğeri beş para fatigue le cœur). 2. Çok çalıştırmak, yormak
etmez biri (C'est un fat). (Fatiguer son personnel, ses élèves). 3.
fatal, e s. 1. Alında yazılı olan, "mukadder (C'était Karıştırmak, altüst etmek (Fatiguer la terre,
fatal). 2. Öldürücü, ölüme yol açan (Un accident fatiguer la salade). 4. Çok ve sık ürün alıp verimsiz
fatal, une maladie qui a une issue fatale). 3. d u r u m a getirmek (Fatiguer un champ, un arbre).
U ğ u r s u z (L'œil câlin et fatal). 4 . Kaçınılmaz, 5. Bıktırmak, canını sıkmak, usandırmak (Il me
zoma\a(Aupointoùilsenétaientarrivés,laguerre fatigue par ses demandes, par ses plaintes
entre eux était fatale. Une conséquence fatale. Il répétées). 6. gsz. Güçlük çekmek, zorlanmak (Le
était fatal que cela finisse ainsi). S. Dayanılmaz, moteur fatigue dans la montée). 7. gsz. Ağırlık
karşı k o n u l a m a z (Une femme fatale, une beauté altında bulunmak, bel vermek ( Poutre qui fatigue
fatale). 6. Fatal à: -e zararlı, -için uğursuz (Des sous une trop forte poussée). § Se fatiguer: 1.
excès fatals à la santé. Cette décision fut fatale à son Y o r u l m a k (Il se fatigue en travaillant trop). 2. Se
entreprise). fatiguer à f. qch: -mek için soluk tüketmek,
fatalement bel. 1. Kaçınılmaz şekilde, zorunlu ç a b a l a m a k ( / e m efatigue à luiexpliquerla situation
olarak, ister istemez (Les premiers résultats furent depuis deux heures). 3. Se fatiguer de qch, de f.
fatras 591 fausseté

qch: -den, -mekten bıkmak, usanmak (Il s'est Kerkenez. Faucon hobereau: Delice doğan). 2.
fatigué de sa femme. On se fatigue des meilleures Eski bir çeşit küçük top.
choses. On se fatigue d'entendre toujours les fauconneau 1. Doğan yavrusu, şahin yavrusu, çavlı.
mêmes choses). 2. Eski bir çeşit hafif top.
fatras er. Karmakarışık şeyler yığını, yığın (Un fauconnerie diş. 1. Doğancıhk, şahincilik, avcı kuş
fatras de papiers sur son bureau. Un fatras de yetiştiriciliği. 2. Doğanla yapılan av, doğan avı,
notions philosophiques). şahin avı. 3. Doğan, şahin yetiştirilen yer,
fatuité diş. Kendini beğenmişlik, doğanlık, şahinlik,
faubert er. (Gemilerde kullanılan) fp süpürge, fauconnier er. Doğan yetiştiricisi, doğancı,
usturpa. faufil er. Teyel ipliği,
faubourg er. Dış mahalle, kenar mahalle, varoş, faufilage er. Teyelleme.
faubourien, ne s. ve ad. 1. Kenar mahalleli, dış faufiler gçl. 1. Teyellemek (Faufiler une manche).
mahalleli. 2. Kenar mahallelere özgü, kaba (Il a 2. mec. Ustaca sokmak, sokuşturmak (Parmi ces
un accent faubourien). pièces d'argent, il en a faufilé une fausse). § Se
faucard er. Uzun saplı tırpan; tırpan, faufiler: Sokulmak, girmek, ustaca sızmak (5e
faucarder gçl. Tırpanla biçmek, faufiler dans une foule, dans une réunion, entre les
faucardeur er. Tırpancı, tırpanla biçen, pierres).
fauchage er. 1. (Tırpanla, orakla) Biçme (Le faufiiure diş. 1. Teyel. 2. Teyelleme.
fauchage d'un pré). 2. ask. Tarama, tarama atışı faune er. (Söylencede) Kır tanrısı.
yapma. faune diş. hayb. Belli bir bölgede yaşayan
fauchaison diş. 1. Biçme; orak yada tırpanla biçme hayvanların topu, direy,
(La fauchaison des luzernes). 2. Orak mevsimi, faunesque s. Kır tanrılarını andıran; kıllı, sakallı,
ekin biçme zamanı, saçları çalı gibi (Un visage faunesque).
fauche diş. 1. Orak yada tırpanla biçme. 2. tkz. faunesse diş. (Söylencede) Kır tanrıçası,
Parasızlık, züğürtlük (Plus un sou, c'est la faussaire ad. 1. Kalpazan, sahte para basan (Un
fauche). 3. tkz. Hırsızlık (Il y a de la fauche dans ce faussaire qui fabrique des billets de banque). 2.
magasin). 4. Çalman mal, hırsızlık malı (Ton Sahteci, düzenci, taklitçi, bir şeyin sahtesini
cochon, c'est de la fauche). düzenleyen (Un faussaire de signature).
fauché, es. 1. Biçilmiş (Blésfauchés. Pré fauché). 2. faussement bel. 1. Haksız olarak, gerçeğe aykırı
tkz. Meteliksiz, parasız, züğürt (Je suis fauché ces olarak (Il est faussement accusé de vol). 2.
jours-ci). § Etre fauché comme les blés: Beş parası Yapmacıktan, yalandan (Un air faussement
olmamak, meteliğe kurşun atmak, modeste).
faucher gçl. 1. (Orakla, tırpanla) Biçmek (Faucher fausser gçl. 1. Bozmak, yanlış olmasına yol açmak,
l'herbe, le foin. Faucher du blé. des céréales). 2. değiştirmek (Une erreur qui fausse le résultat,
mec. Yıkmak, yok etmek, alıp götürmek (La mort fausser un calcul, fausser la réalité). 2. Bozmak,
fauche tout). 3. mec. Biçmek, öldürmek ( U n tiren işe yaramaz hale getirmek (Fausser une serrure,
rafale qui fauche les assaillants). 4. tkz. Çalmak, une lame). 3. Çevirmek, değiştirmek (Il a faussé le
araklamak, apartmak (On lui a fauché mille sujet). 4. Yanlış yorumlamak, kötü yorumlamak
francs). 6. gsz. Ön ayaklarından birini yarım daire (Fausser le sens de la loi). S.müz. Yanlışokumak,
çizecek şekilde atmak, çolak yürümek (Un cheval falsolu okumak (Fausser une note). § Fausser
quifauche). 7.gsz. ask. (Topyadamakinalı tüfek) l'esprit de qn: Birinin kafasını çarpıtmak, yanlış
Tarama ateşi açmak, taramak. § Faucher l'herbe düşünme yoluna saptırmak. Fausser compagnie à
sous les pieds de qn: mec. tkz. Birinin ayağını qn: a) Randevuya gitmemek, b) Birini ekmek,
kaydırmak, ayağının altına karpuz kabuğu yolda birlikte giderken birdenbire onu bırakıp
koymak. gitmek. c) -e kalleşlik etmek, -i yüzüstü bırakmak.
faucheur, euse ad. 1. Orakçı, ekin biçici. 2. tkz. Fausser sa voix: Sözünde durmamak, verdiği,
Hırsız, arakçı. 3. diş. mec. Ölüm. 4. diş. Biçer, sözden dönmek. Fausser la voix: Sesini
ekin biçme makinası (Il conduisait la faucheuse). değiştirmek. § Se fausser: müz. Falso yapmak (5a
faucheux, faucheur er. Uzun ayaklı tarla örümceği. voix se faussa un peu).
§ Avoir des jambes de faucheux: Uzun ve ince fausset er. 1. Baş sesi, kadın sesini andıran ince bir
bacakları olmak, ses, çok tiz ses. 2. Fıçı tıpası (Tirer du vin au
faucille diş. Orak (Moissonner à la faucille). fausset).
faucon er. 1. Doğan, şahin (Faucon crécerelle: fausseté diş. 1. Yalanlık, düzmelik, gerçekten
faute 592 faveur

uzaklık (Démontrer la fausseté d'une accusation ). employées par tons juxtaposés).


2. tki yüzlülük. 3. Yalan, aldatmaca. 4. mant. fauverie diş. (Hayvanat bahçesinde) Aslan, kaplan
Yanlışlık. gibi yırtıcı hayvanlar bölümü,
faute diş. 1. Yanlışlık, yanlış (Cet élève a fait une fauvette diş. hayb. Çalıbülbülü, ötleğen,
faute de calcul. Une faute d'orthographe, de fauvisme er. (Resimde) Çiğrenkçilik, fovizm.
français. Corriger ses fautes). 2. Yanılgı, °hata (lia faux diş. Tırpan.
avoué sa faute). 3. Suç, "kabahat, "kusur (Faute faux er. 1. Yanlış (Distinguer le vrai du faux). 2.
grave, faute légère). § Faute de: -olmadığı için, Yanılgı (Vivre dans le faux). 3. Sahtecilik,
bulunmadığından, eksik olduğundan (Faute düzmecilik; kalpazanlık (Il a été condamné pour
d'argent, je ne peux aller nulle part: Param faux et usage du faux). 4. Sahte, kopya (Ce tableau
olmadığından hiçbir yere gidemiyorum). Faute de est un faux).
quoi: Aksi halde, yoksa. Faute de mieux: Daha faux, fausse s. 1. Düzmece, sahte, kalp (Une fausse
iyisi olmadığından, daha iyisi bulunmadığından signature. Fausse pièce d'identité. Un faux
(Faute de mieux, il a acheté cette maison). Sans passeport. Fausse monnaie). 2. Yalan, gerçek
faute: Muhakkak, elbette, kesin olarak, Etre en dışı, uydurma (Une fausse nouvelle). 3. Yalancı,
faute: Kabahatli, suçlu olmak. Faire faute: Eksik sahte (Un faux héros, un faux prophète). 4.
olmak, noksan olmak. Faire une faute, commettre Yapmacıktan, yalancıktan, içten olmayan (Une
une faute: Bir yanlışlık yapmak, yanlış yapmak, fausse pudeur, fausse naïveté). 5. T a k m a , yapma,
hata işlemek. Prendre qn en faute: Birini suçüstü uydurma (Fausse barbe, faux nez). 6. Yanlış (Tu
yakalamak. Se faire faute de: -mekten geri kalmak as une idée fausse sur cette question. Vous partez
(Il ne se fait pas faute de nous rudoyer). Faute de d'un principe faux). 7. Yalancı (Un faux témoin).
grives on mange des merles: Koyunun 8. Temelsiz, dayanaksız, boş, nedensiz (Il a de
bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman çelebi faux soupçons. Il éprouve défaussés craintes). 9.
derler, insan aradığını bulamayınca bulduğuyla Falsolu (Une fausse note, une voix fausse). 10. İki
yetinir. yüzlü, dalkavuk (Un homme faux). 11. Sinsi,
fauter gsz. tkz. (Genç kız için) Kızlığını karışık, şüpheli (Un regard faux). 12. bel. Yanlış
bozdurmak; kendini vermek, kestanesini (Jouer faux, raisonner faux, chanter faux). § A
çizdirmek. faux: Haksız olarak, haksız yere (Ilnous accuse à
fauteuil er. 1. (Oturulan) Koltuk (S'asseoir dans un faux). Faire fausse route: Yanlış yol tutmak. Faire
fauteuil). 2. Kürsü (Fauteuil d'académicien). § un faux pas: Tökezlemek. S'inscrire en faux
Arriver dans un fauteuil: (Bir yarışmada) contre qch: -i reddetmek, -in yanlış olduğunu ileri
Rahatlıkla birinci gelmek. Briguer le fauteuil: sürmek ( S'inscrire en faux contre une déclaration,
Akademi üyeliğinde gözü olmak, Akademi üyesi une interprétation).
olmak için çalışmak. Occuper le fauteuil, siéger au faux-bourdon er. Bir kilise ilahisi,
fauteuil: (Bir toplantıda) Başkanhk etmek, faux-fuyant er. 1. Gizli yol. 2. Kaçamak, kaçamaklı
başkanlık kürsüsünde oturmak. yol, kaçamaklı söz (Il cherchait vainement un
fauteur, tricead. 1. Destekçi, yandaş (Lesfauteurs faux-fuyant).
d'un tyran). 2. Kışkırtıcı, körükleyici, yaratıcı faux-monnayeur er. Kalpazan, sahte para basan,
( Un fauteur de troubles. On a arrêté les fauteurs de faux-semblant er. Aldatıcı görünüş,
la rébellion). faveur diş. 1. Kayra, "lütuf (Demander, solliciter,
fautif, ive s. 1. Yanılabilir (Mémoire fautive). 2. accorder une faveur. Il nous a comblés de faveurs.
Yanlış, "hatalı, (Un calcul fautif). 3. Suçlu, Les faveurs du Ciel). 2. K o r u m a , kayırma (Il jouit
"kabahatli (Il se sentait fautif). 4. ad. Suçlu, de la faveur d'un ministre). 3. Saygınlık, hatır,
kabahatli, sorumlu (C'est lui le fautif dans cette sevgi, itibar (Il a gagné la faveur du public. Sa
affaire). faveur est grande auprès du ministre). 4. İnce,
fautivement bel. Yanlışlıkla, yanlış olarak. ensiz kurdela (Deux paquets noués d'une faveur
fauve s. 1. Kulamsı, pas rengine çalan (Cheval rose). S. ç. Sevgi, sevi (Elle lui a accordé ses
fauve). 2. Yırtıcı, "vahşi (Bêtes fauves). 3. faveurs). § A la faveur de: -den yararlanarak, -in
(Resimde) Çiğrenk (La période fauve de sayesinde (Les évadés gagnèrent la frontière à la
Matisse). 4. er. Kulamsı renk, pasa çalan renk. 5. faveur de la nuit). En faveur de: 1. -göz önünde
er. Aslan, kaplan gibi iri vahşi hayvan, yırtıcı tutularak, -in hatırını sayarak (On lui a pardonné
hayvan. 6. er. ç. (Resimde) Çiğrenkçiler (Les en faveur de sa belle conduite pendant la guerre). 2.
fauves utilisent les couleurs pures, violentes -den yana, -in lehine (Voter en faveur d'un
favorable 593 féderaliser

candidat. Vous agissez souvent en sa faveur). fébriles. 1. (Sayrılıkta) Ateşe değgin (Pouls fébrile,
Avoir la faveur de qn: Biri tarafından korunmak, courbe fébrile). 2. Ateşi olan (Il est fébrile
kayrılmak (Il a la faveur du roi). Accorder une aujourd'hui). 3. Sinirli (Une impatience fébrile. Il
faveur à qn: Birine bir lütufta bulunmak. Faire à faisait preuve d'une inquiétude fébrile ). 4 . mec.
qn la faveur de f. qch: Birine -mek lütfunda Coşkulu, "heyecanlı, ateşli (Une personne
bulunmak (Faites- moi la faveur d'intervenir pour fébrile).
moi auprès du ministre). fébrilement bel. Coşkuyla, ateşli ateşli,'hararetle,
favorables. 1. Uygun, elverişli (Ilattend le moment fébrilité diş. Coşkululuk, ateşlilik (Parler avec
favorable). 2. İyilikçi, kayralı, lütufkâr (Jecompte fébrilité).
sur lui, car il m'a toujours été favorable). 3. fécal, e s. Dışkıya değgin, *dışkısal (Matières
Favorable à: -den yana, -in lehinde (Il été fécales).
favorable à notre projet. Les dieux lui étaient fèces diş. ç. 1. Tortu, çökelti. 2. İnsan dışkısı, bok.
favorables). 4. Favorable pour f. qch: -meye fécond, e s. 1. Döllenebilir, döl verebilir,
uygun, -mek için elverişli (Le temps est favorable doğurabilir (Les mulets ne sont pas féconds). 2.
pour faire une promenade). Doğurgan (Les lapins sont très féconds). 3.
favorablement bel. Olumlu bir biçimde, olumlu Verimli (Terres fécondes, une graine féconde. Un
olarak, uygunca (Son discours a été favorablement écrivain fécond). 4. mec. Bol, gür, zengin,
accueilli). t ü k e n m e z (Ecrire sur un sujet fécond). 5. Fécond
favori, te s. 1. En çok beğenilen, gözde olan, en çok en qch: -bakımından zengin (Journée féconde en
sevilen (C'est mon auteur favori. Un mot favori). événements).
2. Kazanması umulan, kazanacağı sanılan (Il est fécondabilité diş. 1. Döllenebilirlik, döltutabilirlik.
parti favori). 3. er. Gözde (Cet acteur est le favori 2. Doğurganlık,
du public). 4. er. (At koşularında) Güvenilen at, fécondant, e s. Dölleyici.
yarışta birinci geleceği umulan at (Il a joué le fécondateur, trices. ve ad. Dölleyici, dölleyen.
favori). 5. er. ç. Favori, yüzün iki yanında fécondation diş. Dölleme; döllenme (La
bırakılan sakal (II porte des favoris). 6. diş. fécondation artificielle. La fécondation des
Hükümdar gözdesi, "ikbal (Le sultan et ses fleurs).
favorites). féconder gçl. 1. Döllemek (Féconder une femelle).
favoriser gçl. 1. Kayırmak, korumak, "iltimas 2. Verimli kılmak, verimlileştirmek (Ce fleuve
etmek (L'examinateur a favorisé ce candidat). 2. féconde la plaine). 3. Zenginleştirmek (Laculture
Kamçılamak, "tahrik etmek (Favoriser une féconde l'esprit. Les passions fécondent
passion, un sentiment). 3. Kolaylaştırmak (La l'intelligence du poète).
faiblesse du pouvoir favorisa l'insurrection). 4. fécondité diş. 1. Dölleyicilik, doğurtkanlık. 2.
Tutmak, yardımcı olmak, desteklemek Doğurganlık (Une femme douée d'une grande
(Favoriser un parti, une entreprise). 5. Favoriser fécondité). 3 . Verimlilik (Fécondité d'un sol). 4.
deqch: -ile donatmak (La nature l'a favorisé de ses Bolluk, gürlük, zenginlik (Fécondité de
dons). l'imagination).
favorite diş. Hükümdar gözdesi, "ikbal, fécule diş. kim. Kök nişantası, fekül (Fécule de
favoritisme er. Kayırmacılık, adam kayırma, pomme de terre).
"iltimas, féculence diş. 1. Tortululuk, çökeltililik. 2.
favus [favys] er. hek. Kel. Nişastalılık, feküllülük.
fayard er. bitb. Kayınağacı. féculent, e s. 1. Tortulu, çökeltili (Un liquide
fayoter, i.hlk. Kurufasuly t (Manger des fayots. Un féculent). 2. Feküllü, nişastah (Des aliments
gigot avec des fayots). 2. s. ve ad. *Çabacil, féculents). 3. er. Feküllü, nişastah sebze (Les
"gayretkeş (C'est un fayot). féculents font grossir).
fayoter, fayotter gsz. ask. argo. Çabacılık etmek, féculer gçl. -in fekülünü çıkarmak (Féculer des
"gayretkeşlik etmek (Il fayotte pour se faire bien pommes de terres).
voir, pour avoir une permission). féculerie diş. Fekül fabrikası, nişasta fabrikası,
féal er. Sadık dost. fédéral, e s. 1. Federasyona değgin (Pacte fédéral
fébricule diş. hek. Hafif ateş yükselmesi, entre plusieurs Etats). 2. Birleşik (République
fébrifuges. 1. Ateş kesici, ateş düşürücü (Remèdes fédérale, l'Allemagne fédérale). 3. F e d e r a s y o n a
fébrifuges). 2. er. Ateş düşürücü ilaç (Administrer bağlı (Police fédérale, justice fédérale).
un fébrifuge). fédéraliser gçl. Federasyon halinde birleştirmek;
fédéralisme 594 féminin

federasyon niteliği vermek, federasyon haline feinté les joueurs de la défense, il a marqué un but).
getirmek. 2. mec. tkz. Aldatmak, oyuna getirmek, tongaya
fédéralisme er. Federalizm. Devletler federasyonu bastırmak (Il a été plus habile que moi, il m'a
yöntemi. feinté).
fédéraliste s. ve ad. 1. Federalizme değgin feinteur er. 1. Numaracı. 2. (Spor) Çalımcı,
(Doctrines, tendances fédéralistes). 2. ad. feintise diş. Numaracılık, gösterişçilik,
Federalizm yanlısı, feld-maréchal er. Feldmareşal,
fédératif, ive s. Federatif, Devletler federasyonu feldspath er. yerb. Feldispat.
yoluna d a y a n a n (Un Etat fédératif, un république fêlé, e s. Çatlak (Une assiette fêlée). § Avoir le
fédérative). cerveau fêlé, la tête fêlée: Kafadan çatlak olmak,
fédération diş. Federasyon (Fédération biraz kaçık olmak,
européenne. Fédération sportive, fédération fêler gçl. Ç a t l a t m a k (Fêler une vitre, une assiette, un
ouvrière. Fédération française de football). verre). § Se fêler: Ç a t l a m a k (La glace s'est fêlée).
fédéré, e s. 1. (Bir federasyona) Üye (Les Etats félicitation diş. Kutlama, "tebrik etme, tebrik
fédérés forment les Etats-Unis). 2. ad. (Fransız (Lettre de félicitations). § Toutes mes félicitations:
Devrimi sırasında) Federasyon üyesi (Les fédérés Sizi yürekten kutlanm. Adresser ses félicitations à
de 1792). § Le mur des fédérés: 1871 Komün qn: -i kutlamak, -e tebriklerini sunmak,
J
hareketi sırasında ayaklanan askerlerin önünde félicité diş. Büyük mutluluk, mutluluk (Son visage
kurşuna dizildikleri Père-Lachaise mezarlığı exprime une félicité sans mélange).
duvarı. féliciter gçl. 1. Kutlamak, "tebrik etmek (Féliciter
fédérer gçl. Federasyon haline sokmak. § Se fédérer: un ami à l'occasion de son mariage). 2. Féliciter qn
Federasyon halinde birleşmek, pour qch, de qch: Birini -den dolayı kutlamak (On
fée diş. 1. Peri, peri kızı (Fée bienfaisante, fée l'a félicité pour son action courageuse. Je te félicite
méchante. Conte de fées). 2. mec. G ü z e l ve akıllı de ta perspicacité). 3. Féliciter qn de f. qch: Birini
kadın, melek (Elle est la fée du logis). 3 .s. Büyülü -diğinden dolayı kutlamak (Je vousfélicite d'avoir
(Un objet fée). § Travail, ouvrage de fée: agi si sagement). § Se féliciter de qch, de f. qch: -e
Olağanüstü ince ve güzel iş. Vieille fée: Cadaloz. sevinmek, -diğine çok sevinmek (Il se félicitait de
Avoir des doigts de fée: Çok becerikli olmak, on l'heureuse issue de l'affaire. Je me félicite d'avoir
parmağında on hüner olmak, suivi ses conseils).
féerie diş. 1. (Eski) Büyücülük. 2. Peri sanatı, peri félidés er. ç. hayb. Aslangiller; kedigiller,
oyunu. 3. Periler âlemi. 4. (Tiyatroda) Peri félin, es. 1. Kediye değgin, kediyi andıran, kçdiye
oyunu. 5. mec. Çok parlak seyirlik, benzeyen (La race féline). 2. Kedi gibi esnek,
féerique s. 1. Perilere değgin, periler âlemine kıvrak (Une danseuse à la grâce féline). 3. mec.
değgin (L'Orient féerique des Mille et une Nuits). Kedi huylu, yaltak ve hain. 4. er. Aslangillerden
2. (Tiyatroda) Peri oyununa değgin (Spectacle hayvan.
féerique). 3. mec. Olağanüstü,çok güzel,pekhoş. félinité diş. Kedi huyluluk, yaltak ve hanilik,
feignant, e, faignant, es. ve ad. hlk. Tembel (C'est nankörlük, ikiyüzlülük,
un feignant). fellah er. Arap köylüsü, fellah,
feindre gçl. 1. -lik taslamak, kendini., imiş gibi fellation diş. Erkeğin cinsel organını emme.
göstermek (Feindre la joie, l'enthousiasme, félon, ne s. ve ad. Hain; nankör,
l'étonnement, la tristesse, la maladie). 2. Feindre f é l o n i e H a i n l i k ; nankörlük,
de f. qch: -iyormuş gibi yapmak, -gibi görünmek felouque diş. Filika.
(Il feint d'écouter, de pleurer). 3 . gsz. D u y g u ve fêlure diş. 1. Çatlak, çatlaklık (Fêlure d'un vase). 2.
düşüncelerini başkasından saklamaya çalışmak mec. Kırgınlık (Les querelles entre amants créent
(Inutile de feindre). des fêlures que rien ne ressoude). 3 . Hafif delilik,
feint, e s. Yapmacık, yalana, "sahte (Une douleur çatlaklık.
feinte, une joie feinte). femelle diş. 1. Dişi (Lafemele et le mâle. La chèvre
feinte diş. 1. Aldatmaca, aldatıcı oyun, çalım est la femelle du bouc). 2. tkz. Kadın, karı, avrat
(Tromper un boxeur par une feinte habile). 2. ( Les femelles du bord nous suivaient des yeux). 3.
Gösteriş, aldatmaca, yapmacık (Ce prétendu s. Dişi (Uncanarifemelle, une souris femelle). 4 .s.
départ n'était qu'une feinte). § Faire une feinte à (Teknikte) Dişi (Une prise femelle, un tuyau
qn: mec. tkz. Birini aldatmak, oyuna getirmek, femelle).
feinter gçl. 1. Atlatmak; çalımlamak (Après avoir féminin, es. 1. Kadına değgin, kadmaözgü (Grâce
féminisant 595 fer

féminine, charme féminin). 2. Kadını a n d ı r a n , fendre gçl. 1. Y a r m a k (Fendre du bois avec une
kadınımsı (Il a des traits un peu féminins). 3.dilb. hache). 2. Çatlatmak, çatlak çatlak yapmak (La
Dişil (Adjectif féminin, pronom féminin). 4. er sécheresse a fendu le sol). 3. Yarıp geçmek
dilb. Dişil (Ce nom est du féminin). § Rime (Fendre la foule. Le navire fend les flots ). § Fendre
féminine: Açık uyak. le coeur, l'âme: Yüreğini sızlatmak, içini
féminisant, es. Kadınlaştırıcı; dişileştirici (Action parçalamak ( Ce spectacle me fend le coeur). Il gèle
féminisante de l'hormone femelle). à pierre fendre: Çok şiddetli don var, her yan
féminisation diş. Kadmlaştırma, kadınlaşma; donmuş. Se fendre la pipe: Katıla katıla gülmek,
dişileştirme, dişileşme, kahkahalarla gülmek. § Se fendre: 1. Yarılmak
féminiser gçl. 1. Kadınlaştırmak; dişileştirmek. 2. (Sous l'effet du tremblement de terre ce gros rocher
dilb. "Dişilleştirmek, dişil hale sokmak. § Se s'est fendu). 2. Ç a t l a m a k (Le vase s'est fendu). 3.
féminiser: Kadınlaşmak, dişileşmek, hlk. Paraya kıymak (Il ne s'est pas fendu, ce
féminisme er. "Feminizm, kadın yandaşlığı, kadın cadeau n'a pas dû lui coûter cher). 4. Se fendre de
haklarını savunurluk. qch: -e kıymak, -i vermek, sunmak, ısmarlamak
féministe s. ve ad. Kadın haklarını savunma (Il s'est fendu d'une bouteille).
akımından yana olan, "feminist, kadın yandaşı, fendu, es. 1. Kırılmış (Du boisfendu). 2. Yarık, açık
féminité Kadınlık;dişilik, (Jupe fendue derrière). 3. Çatlak, çatlamış
femme diş. 1. Kadın (Les femmes n'ont pas le droit (Marbre fendu).
de vote dans certains pays). 2. E ş , k a n (Il est sorti fenêtrage er. (Bir yapıda) Bütün pencereler, cam
avec sa femme). § Bonne femme: 1. Koca kan, çerçeve (Le fenêtrage d'un édifice).
yaşlı kadın. 2. Kendi halinde kadın, halktan bir fenêtre diş. 1. Pencere (L'appartement à trois
kadın. Femme au foyer, femme d'intérieur: Ev fenêtres. Regarder par la fenêtre). 2. Pencere
kadını. Femme de lettres: Edebiyatçı kadın, yazar çerçevesi (Ouvrir la fenêtre). § Jeter son argent
çizer kadın. Femme de charge: Kâhya kadın, par les fenêtres: Parasını saçıp savurmak, har
kalfa. Femme de chambre: Oda hizmetçisi, vurup harman savurmak,
ortalık hizmetçisi. Femme de ménage: Gündelikçi fenêtrer gçl. 1. Pencere açmak (Fenêtrer un
kadın. Femme du monde: Yüksek tabakadan bâtiment). 2. Delik açmak (Fenêtrer une
kadın, "sosyete kadını. Remèdes de bonne femme: compresse, un plâtre).
Kocakarı ilâcı. Etrefemme, devenir femme: Artık fenil er. Ot ambarı,
kız olmamak, cinsel ilişkide bulunmuş olmak, fennec er. hayb. Çöltilkisi.
I kadın olmak. fenouil er. bitb. Rezene.
femmelette diş. 1. Sıska kadın, cılız kadın. 2. mec. fente 1. Yarık (Fente dans un vieux mur). 2. Çatlak
Gevşek adam, nanemolla (Il tremble, c'est une (Fente de l'écorce terrestre, d'une surface). 3.
femmelette). A r a l ı k , yarık (Mettre son oeil aux fentes des
fémoral, e s. hek. Uyluk kemiğine değin, palissades).
fémur er. hek. Uyluk kemiği (Il s'est cassé le fémur). fenugrec er. bitb. Boyotu, çemen,
fenaison diş. 1. Ot biçimi. 2. Ot biçme dönemi, féodal, e s. 1. Derebeyliğe değgin, "feodal (Le
fendage er. Yarma, çatlatma (Le fendage du régime féodal, une société féodale). 2. er.
diamant, de l'ardoise). D e r e b e y , ağa (Dans certains pays, les terres
fendant er. 1. (Kılıçoyununda) Kılıcın keskin appartiennent encore à de grands féodaux).
yüzüyle vuruş. 2. Ünlü bir İsviçre şarabı. 3. Asıp féodalement bel. Derebeyce, feodalca.
kesen, palavracı. § Faire le fendant: Asıp kesmek, féodalisme er. Feodallik, feodalizm,
mangalda kül bırakmamak, palavra sıkmak, féodalité diş. 1. Derebeylik. 2. mec. Büyük
fendard, fendart, fendant er. argo. Pantolon, tutumsal güç, para babalığı (Lutter contre les
fendeur er. Odun kırıcısı, kömür kırıcısı, féodalités par une législation antitrust).
fendillement er. Çatlama (Le fendillement de la fer er. 1. Demir (Industrie du fer). 2. Demir tuzu
peau). (Les épinards contiennent du fer). 3. Kılıç. 4. ç.
fendiller gçl. Çatlatmak (Le grand froid fendille les Zincir, pıranga. 5. Demir kısmı (Le fer et le
pierres). § Se fendiller: Çatlamak, çatlak çatlak manche d'une pelle). 6. T e m r e n (Le fer d'une
olmak (La terre se fendille. La peau se fendille sous lance, d'une flèche). § Fer forgé: Dövme demir.
l'effet du froid). Fer à friser: Saç maşası. Fer à repasser: Ütü. Fer à
fendoir er. Yarma aleti, yarmaya yarayan alet; souder: Havya. Fer à cheval: Nal. De fer: 1. Çok
kama, sepetçi kaması. sağlam, demir gibi (Il a une santé de fer). 2.
fer-blanc 596 fermeté

Sarsılmaz (Il a une volonté de fer). 3. Çok sert champ). 2. Çiftlik, yapı ve topraklanyla birlikte
(Une discipline de fer. C'est un homme de fer). çiftlik (Les produits de la ferme). 3. Çiftlik kirası,
Avoir une main de fer dans un gant de velours: kesenek, "iltizam. 4. Çatı makası, çatı bağlaması.
Kadife eldiven içinde demir yumruk taşımak. § Ferme modele: Örnek çiftliği. Donner qch à
Croiser le fer avec qn: -ile çarpışmak, kılıçla ferme: Kiraya vermek (Donner ses terres à ferme).
dövüşmek. Donner un coup de fer à qch: -i Prendre qch à ferme: (Bir araziyi) Kesenekle
ü t ü l e m e k (Il a donné un coup de fer à son almak, kiralamak (Prendre une propriété à
pantalon). Etre dans les fers: Zincire vurulmak, ferme).
pırangalanmak, tutsak kılınmak. Mettre qn aux fermé, es. 1. Kapalı (Porte fermée). 2. İçine kapalı;
fers: Birini zincire vurmak. Porter le fer dans la içedönük (Il a l'air fermé). 3. Fermé à -e kapalı;
plaie: Çok enerjik yollara baş vurmak. Tomber les -den pek anlamayan, -i pek bilmeyen (Il est fermé
quatre fers en l'air: Sırt üstü düşmek, nalları à la pitié. Un garçon fermé aux mathématiques). 4.
havaya dikmek, mec. Kapalı, dışa kapalı (Une société fermée).
fer-blanc er. Teneke. fermement bel. 1. Sıkıca, sıkı sıkıya (Tenir
ferblanterie diş. 1. Tenekecilik. 2. Tenekeci fermement un objet dans ses mains). 2. Kesin
dükkânı 3. Teneke eşya. olarak (Il est fermement décidé).
ferblantiers, ve ad. Tenekeci. ferment er. 1. May a (Mettre du ferment dans du lait
tir'ıediş. 1. (Eski Romalılarda) Dinsel tatil günü. 2. pour faire du yaourt). 2. mec. T o h u m , n e d e n ( Un
(Katolik kilisesi takviminde) Cumartesi dışındaki ferment de discorde, de haine, de jalousie).
günler (La seconde férié: Pazartesi, la troisième fermentable s. Mayalanabilir,
férié: Sali, la quatrième férié: Çarşamba, la fermentatif, ive s. Mayalandırıcı.
cinquième férié: Perşembe, la sixième férié: fermentation diş. 1. Mayalanma (La fermentation
Cuma). du jus de raisin). 2. mec. Kaynaşma, kızışma,
férié, e s. Tatil, tatil olan, çalışılmayan (Les jours coşma (Fermentation de Paris, des esprits).
fériés). fermenter gsz. 1. Mayalanmak (Le moût du raisin
férir gçl. (Yalnız şu deyimde geçer) Sans coup férir: fermente dans la cuve). 2. mec. Kızışmak,
1. Kan dökmeden, silah patlatmadan. 2. kaynaşmak, coşmak (Les esprits fermentent).
Kolaylıkla, güçlüğe uğramadan (Le fermentescibles. Mayalanabilir,
gouvernement a obtenu le vote de confiance sans fermer gçl. 1. Kapamak (Fermer une porte, une
coup férir). fenêtre, un robinet, sa valise, sa main). 2. '
ferler gçl. den. Toplamak, istinga etmek (Ferler les Kapatmak, sona erdirmek, son vermek (Fermer
voiles). une discussion). 3. İçeri almak, içeri kapatmak
fermage er. Çiftlik kirası, kesenek. (Fermer les poules). 4 Kesmek, kapatmak
fermail er. Kopça, toka, kancalı iğne gibi kapamaya (Fermer l'eau, l'électricité, le gaz). 5. Fermer qch
yarayan şey, kapamaç, de: Bir şeyi -ile çevirmek (Fermer une ville de
fermant, e s. Kapanan § A jour fermant: Gün remparts). 6. Fermer qch à: Bir şeyi -e kapamak
batarken. A portes fermantes: Kale kapdan (Fermer son coeur à la pitié). 7. gsz. Kapalı olmak
kapamrken. ( Ce magasin ferme deux jours par semaine). 8. gsz.
K a p a n m a k (Cette porte ferme mal). § Fermer la
ferme s. 1. Katı, sert (Viande ferme, sol ferme). 2.
D i r i , sert (Des tomates fermes. Elle a des seins
bouche: Ağzını kapamak, susmak. Fermer la
fermes). 3. Sağlam, dayanıklı (Un bébé ferme). 4.
bouche à qn: Birininin ağzım kapatmak, birini
Kesin, kararlı (Marcher d'un pas ferme). S. susturmak. Fermer les yeux sur qch: -e göz
"Metin, sarsılmaz (Un vieillard ferme devant le
yummak, -i görmezlikten gelmek. Fermer les
danger). 6. İradesi kuvvetli ( Un homme ferme). 7.
yeux à la vie: Yaşama gözlerini kapamak, ölmek.
Kesin (Vente ferme, achat ferme). 8. Ferme avec
Fermer la marche: Sıranın sonunda olmak.
qn: -e karşı sert (Il est ferme avec ses enfants). 9.
Fermer boutique: Ticaretten çekilmek. Fermer
bel. Sıkı, esaslı (Travaillerferme. Discuter ferme).
les yeux: 1. Uyumak. 2. Ölmek. Fermer sa porte:
10. bel. Kesin olarak (Vendre ferme, acheter
Kimseyle görüşmemek, kimseyi kabul etmemek.
ferme). § Terre ferme: coğr. Anakara, "kıta. De § Se fermer: 1. Kapanmak (Sesyeuxseferment. La
plaie s'est fermée). 2. Se fermer à -e kapılarını
pied ferme: Hiç çekinmeden, korkmadan,
gerilemeden (Il attend la critique de pied ferme).
kapamak, -in girmesine izin vermemek (Pays qui
se ferme aux étrangers).
Tenir ferme: Sıkı durmak, iyi dayanmak,
ferme diş. 1. Çiftlik binası (Uneferme située en plein fermeté diş. 1. Sertlik, sıkılık, kıvanıldık (Fermeté
fermeture 597 féru

des chairs; pâte qui a de la fermeté). 2. Sağlamlık ferrement er. 1. (Eskiden) Pırangaya vurma, zincire
(Fermeté de l'esprit, du jugement. Fermeté de vurma. 2. Nallama. 3. (Birşeyde) Demir kısım,
caractère, d'âme). 3. Sarsılmazlık, değişmezlik, ferrer gçl. 1. Demir takmak, demir geçirmek
"metanet, soğukkanlılık (Montrer de la fermeté). (Ferrer une roue, un bâton). 2. Nallamak (Ferrer
4. Kesinlik (Répondre avec fermeté). un cheval, un mulet). 3. Altına demir parçaları
fermeture diş. 1. Kapama aracı, kapama düzeni, çakmak (Ferrer un soulier). § Ferrer le poisson:
k a p a m a ç (Fermeture d'une porte, d' un coffre-fort, Balığı oltaya geçirmek,
fermetures automatiques). 2. Kapatma, ferret er. 1. (Kaytanda, kordonda) Uç demiri. 2.
kapanma; kapatış, kapanış (La fermeture (Taşta) Budak,
annuelle des théâtres). 3. Kapanış saati, kapanma ferretier, ferratier er. Nalbant çekici,
zamanı (Il est arrivé après la fermeture des ferreux, euse s. kim. Demirli (Sulfate ferreux).
bureaux). § La fermeture éclair: Fermuar, cırcır ferrifêre s. Demirli, içinde demir bulunan (Terre
(Jupe à fermeture éclair). ferrifère).
fermier, ère ad. 1. Çiftlik sahibi, çiftlik kiracısı (Un ferriques. kim. Demirli, demir (Chlorureferrique).
riche fermier). 2. s. Çiftlikte yapılan, çiftlikte ferronnerie diş. 1. Demir işliği, demirhane. 2.
yetiştirilen (Beurre fermier, poulet fermier). § Demir eşya (Décoration deferronnerie). 3.Soğuk
Fermier général: Vergi kesenekçisi, "mültezim, demircilik.
fermoir er. Kapama aygıtı, kapamaç (Fermoir d'un ferronnier, ère s. ve ad. Demir eşya yapımcısı ; demir
bracelet, d'un poudrier). eşya işlerinde çalışan işçi; demir eşya satıcısı,
féroces. 1. Yırtıcı (Bêtes féroces). 2. Yavuz, kıyıcı, ferronnière diş. Ortasında bir mücevher bulunan
kan dökücü (Un homme féroce). 3. Sert, acımasız alın zinciri.
(Un examinateur féroce). ferroviaire s. Demiryoluna değgin (Réseau
férocement bel. Acımadan, kıyarcasına, gözünün ferroviaire, compagnie ferroviaire).
yaşına bakmadan (Critiquer férocement un ferrugineux, euse s. Demirli, çelikli, içinde demir
adversaire). tuzlan bulunan (Eaux ferrugineuses, boues
férocité diş. 1. Yırtıcılık (La férocité du tigre). 2. ferrugineuses, roches ferrugineuses). 2. er.
Yavuzluk, kıyıcılık, kan dökücülük (La férocité Demirli ilâç.
d'un tyran). 3. Sertlik, acımazhk (Critiquer avec ferrure diş. 1. (Bir şeydeki) Demir kısım (Les
férocité). ferrures d'une porte). 2. Nallama,
ferrade diş. 1. Sığır dağlama, sığırları damgalama. ferry-boat er. İng. "Feribot, araba vapuru, arabaları
2. Sığırları dağlama dolayısiyle düzenlenen yada vagonları bir yakadan öbür yakaya
şenlik. geçirmeye yarayan gemi.
ferrage er. 1. Nallama (Ferrage d'un cheval). 2. fertiles. 1. Verimli, bitek (Terrefertile). 2.Fertileen
Demir geçirme (Ferrage d'une roue). qch: a) -bakımından zengin (Un écrivain fertile en
ferraille diş. 1. Demir kırıntıları, hurda demir (Un métaphores), b) -si çok, -bakımından verimli
tas de ferraille, commerce de ferraille). 2. U f a k (Terre fertile en blés, pays fertile en vignes). 3. biy.
para, bozuk para (Je vous donne toute ma Doğurgan (Une femelle fertile). 4. Yaratıcı,
ferraille). § Mettre qch à la ferraille: Atmak, yaratma gücü olan (Une imagination fertile).
hurdaya çıkarmak, fertilement bel. Verimli olarak,
ferraillement er. 1. Kılıçla vuruşma, kılıçla fertilisable s. Verimli kıhnabilir, bitekleştirilebilir.
dövüşme. 2. Şakırtı, şıkırtı, fertilisant, e s. Verimlileştiren, bitekleştiren,
ferrailler gsz. 1. Kılıçla vuruşmak. 2. mec. tkz. verimli kılan,
Çekişmek, atışmak. 3. Şangırdamak, fertilisation diş. Verimlileştirme, bitekleştirme,
şıkırdamak. verimli kılma,
ferrailleur er. 1. Hurdacı, demir hurdacısı. 2. fertiliser gçl. Verimlileştirmek, bitekleştirmek,
Acemi kılıçoyuncusu. 3. Atışmayı, çekişmeyi verimli kılmak (Les cendres fertilisent la terre).
seven kimse, 'çekişken, fertilité diş. 1. Verimlilik, biteklik (La fertilité d'un
ferrants. Maréchal-ferrant: Nalbant, sol). 2. mec. Verimlilik, yaratcıhk, zenginlik. 3.
ferré, es. 1. Demirli, demir geçirilmiş (Bâton ferré, topb. Doğurganlık (Une grande fertilité
des coffres ferrés). 2. Naili, nallanmış (Cheval d'imagination).
ferré). 3. Ferré en qch, sur qch: -de çok bilili, çok féru, e s. 1. Tutkun, vurgun. 2. Féru de: -e tutkun,
güçlü (Il est ferré en histoire ancienne. Tu n'es pas vurgun, düşkün, -i çok seven (Il est féru de cette
ferré sur ce sujet). § Voie ferrée: Demiryolu. femme. Etre féru d'une science, d'une idée).
férule 598 feu

férule diş. 1. Şeytantersi ağacı. 2. Eskiden bayram etmek (La nature est en fête). Faire la fête:
öğrencileri cezalandırmak için kullanılan değnek Alem yapmak, yiyip içip eğlenmek, felekten bu-
yada kayış. 3. mec. Baskı, sulta. § Etre sous la gün çalmak. Faire fête à qn: Birini ağırlamak, çok
férule de qn: -in sultası altında olmak, iyi karşılamak. Ne pas être à la fête: Çok sıkıntılı ve
fervemment bel. Tutkuyla, coşkuyla, °aşk ve şevk güç bir durumda bulunmak. Se faire une fête de:-e
ile. çok sevinmek, bayram etmek. Souhaiter la fête à
fervent, es. 1. Ateşli, coşkulu, tutkulu (Un disciple qn: Birinin doğum gününü kutlamak. Ce n'est pas
fervent, un amour fervent, une prière fervente). 2. tous les jours fête: Her gün düğün dernek olmaz
ad. Hayran, çok seven (Les fervents de ya.
Beethoven). fête-dieu diş. Katoliklerin şaraplı ekmek yortusu,
ferveur diş. 1. Ateşlilik, coşku, tutku (Aimer avec fêter gçl. 1. Kutlamak, -in bayramını kutlamak
ferveur). 2. İçten sevgi, yürekten çaba, aşk ve şevk (Fêter le Jour de l'an. Fêter la naissance d'un
(Accomplir un travail avec ferveur). enfant. Fêter une victoire). 2. Fêter qn: Birini
fesse diş. 1. Kaba et, kıç, sağrı. 2. (Eski gemilerde) ağırlamak, çok iyi karşılamak (Fêter le
Kıç. 3. argo. Kadın § Maison de fesse: argo. vainqueur).
Genelev ; buluşumevi. Attraper qn par la peau des fétiche er. 1. Fetiş, put, "tapıncak. 2. Nazarlık, uğur
fesses: Birini, kaçarken arkasından yakalamak. boncuğu (Porter un petit fétiche autour du cou).
Botter les fesses à qn: -in kıçına tekme vurmak, fétichisme er. 1. Fetişizm, putçuluk, "tapıncakçılık.
dövmek. Poser ses fesses: Oturmak, kıçı yer 2. mec. Tapma, tapınma (Il pousse jusqu'au
görmek. Serrer les fesses, avoir chaud aux fesses: fétichisme son amour pour sa mère).
Korkmak, kıçı terlemek, ödü patlamak, fétichistes, ve ad Fetişist, putçu, "tapıncakçı.
fessée diş. Kaba etlere vurma, kıçına kıçına vurma, fétide s. 1. Çok pis kokulu (Respirer un air fétide).
dayak (Un enfant qui a reçu une bonne fessée. 2. İğrenç, tiksinç, mide bulandırıcı (L'odeur
Donner une fessée à un enfant). fétide des marais).
fesse-mathieu er. 1. Tefeci, "murabahacı. 2. Pinti, fétidité diş. Pis kokululuk, pis koku; iğrençlik,
cimri, eli sıkı. tiksinçlik.
fesser gçl. Kıçına kıçına vurmak, kaba etlerine fétu er. 1. Saman çöpü. 2. mec. Değersiz şey.
vurarak dövmek (Fesser un enfant). fétuque diş. yada er. bitb. Domuzayrığı.
fessier, ère s. 1. Kaba etlere değgin, kıça değgin feu er. 1. A t e ş (Les explorateurs allumaient un feu, le
(Région fessière, muscles fessiers). 2. er. K a b a et soir, pour éloigner les bêtes sauvages). 2. Sıcaklık,
kası (Les petits fessiers, les grands fessiers). sıcak (Les feux de l'été). 3. Isı, sıcaklık, "hararet,
fessu, e s. (Az. Kocaman kalçalı, koca kıçlı, ateş (Le feu lui monta au visage). 4. Aydınlık, ışık
festif, ive s. Bayrama değgin, (Les feux de la ville, des projecteurs). 5. L a m b a
festin er. Şölen (Faire un festin). (Les feux d'une voiture, d'un navire, d'un avion).
festival er. Şenlik, festival, 6. F e n e r (Les feux de la côte. Feu fixe, feu
festivité diş. Dernek, şenlik, bayram, eğlence tournant). 7. Yıldız (Les feux de la nuit, de
(Festivités à l'occasion d'une foire, d'un l'aurore). 8. Yangın (Le feu a détruit ta grange). 9.
anniversaire). Parıltı, ışıltı (Les feux d'un diamant. Le feu du
feston er. 1. Çiçek yada yaprak zinciri (Murornéde regard). 10. Ateş rengi (L'oiseau de feu). 11.
festons). 2. Fisto (Faire des festons à un jupon). Ateşte yakılma cezası (Il a été condamné au feu).
festonner gçl. 1. Çiçek ve yapraklarla süslemek. 2. 12. Savaş (Aller au feu). 13. Aile, ocak, yuva, ev,
Fisto takmak (Festonner un col). "hane (Hameau de cinquante feux). 14. O c a k ,
festoyer gçl. 1. (Eskimiştir) Ağırlamak, şölen şömine (Se chauffer devant le feu. S'installer près
vermek. 2. gsz. Bayram etmek, şölende yiyip du feu). 15. Feu!: ask. (Komut) Ateş! 16. hlk.
içmek, alabildiğine eğlenmek, Silah, tabanca (Il a sorti son feu). § Feu follet:
fêtard, e ad. tkz. Gününü gün eden, yiyip içip Bataklıklarda yada gömütlüklerde geceleri
eğlenen. görünen hafif parıltı. Feu de Bengale: Şenlik
fête diş. 1. B a y r a m . (Fête nationale, religieuse). 2. fişeği. Feu d'artifice: Maytap, şenlik fişeği. Les
Şenlik. 3. (Birinin) Doğum günü. 4. Eğlence, feux de la rampe: Sahne ışıkları. Feu grégeois:
eğlenti (Fêtes du carnaval. Les fêtes de fin Bizans ateşi, Bizanslıların düşman gemilerine
d'année). 5 . G ü n (Fête des mères: Anneler günü). karşı kullandıktan suda yanan ateş: Feu de paille:
§ Etre à la fête: Sonsuzca mutlu olmak, içi içine Saman alevi, çok kısa süren şey, birden parlayıp
sığmamak. Etre en fête: Çok sevinçli olmak, hemen sönüveren şey. Arme à feu: Ateşli silah.
feu 599 feuilleton

Bouche à feu: Top ve havan topu gibi ateşli silah. feuillage er. 1. (Bir ağaçta) Yapraklar (Feuillage
Coup de feu: (Bir, iki el) Ateş; kurşun, mermi, d'un chêne, d'un saule). 2. Yapraklı kesilmiş
silah (ila entendu un coup de feu. Il a reçu un coup dallar (Se faire un lit de feuillage). 3. Yaprak
de feu dans la jambe). Au feu! : Yangın var, imdat! bezeme, yapraklama, yaprak süsü (Feuillages
De feu: Ateşli, coşkulu, kaynayıp taşan d'un chapiteau).
(Tempérament de feu. Quelle âme de feu!). feuillaison diş. Yaprak açma, yapraklanma,
Allumer du feu, faire du feu: Ateş yakmak. Avoir feuillant, feuillantine ad. Citeaux tarikatında rahip
qch en feu: -si ateşler içinde olmak, yanmak (ila yada rahibe.
les joues en feu. J'ai la gorge en feu). Avoir du feu feuillard er. 1. Fıçı çemberi yapmaya yarayan dal. 2.
dans les veines: Sıcak kanlı olmak, çabuk ve Demir çember,
şiddetli tepki göstermek. Avoir le feu au derrière: feuille diş. 1. Yaprak (Les feuilles des arbres
Kıçı tutuşmak, acele etmek. Avoir le feu sacré: tombent). 2. Kâğıt, y a p r a k (Feuille blanche,
Büyük bir çaba göstermek. Craindre qn, qch feuille écrite, face d'une feuille). 3. mec. G a z e t e
comme le feu: -den cin demirden korkar gibi (C'était une feuille d'extrême gauche qui le citait
korkmak, çok korkmak. Cuire à feu doux: Hafif souvent avec ferveur). 4. argo. K u l a k . § Feuille de
ateşte pişirmek. Cuire à grand feu: Harlı ateşte chou: hlk. Önemsiz gazete, varakpare. Feuille de
pişirmek. Conquérir qch par le fer et par le feu: -i vigne: 1. Asma yaprağı. 2. Kadının edep yerini
silah zoruyla ele geçirmek. Donner du feu à qn: örtmek için kullanılan asma yaprağı biçimindeki
(Birine sigarasını yakması için) Ateş, kibrit; örtü. Feuille morte: Kuru yaprak, gazel. Feuille
çakmak vermek. Donner le feu vert à: -e yeşil ışık d'impôt: Vergi kâğıdı. Feuille de présence: (Resmi
yakmak, her türlü izni vermek. Etre en feu: kuruluşlarda) Yoklama kâğıdı, imza kâğıdı.
Yanmak (Le bois est en feu. La maison était en Feuille de paye: Bordro, ödeme çizelgesi. Etre dur
feu). Etre sans feu ni lieu, n'avoir ni feu ni lieu: de la feuille: hlk. Kulağı biraz ağır işitmek, hafifçe
Yersiz yurtsuz olmak. Etre tout feu tout flammes sağır olmak. Glisser qch dans les feuilles: argo. Bir
pour: -e karşı içinde büyük bir çaba ve istek şeyi birinin kulağına söylemek, güvenip kulağına
olmak. Etre entre deux feux, être pris entre deux fısıldamak. Trembler comme une feuille: Yaprak
feux: İki ateş arasında kalmak. Faire feu: Ateş gibi titremek, tir tir titremek,
etmek. Faire feu de tout bois: Her çareye baş feuille, e s. Yapraklı (Arbres feuillés).
vurmak, baş vurmadık yol kalmamak. Faire feu feuillée diş. 1. (Bir ağaçtaki) Yapraklar, yapraklı
des quatre fers: Elindeki tüm olanakları dallar (La pluie ne perce pas la feuillée de ces gros
kullanmak, her yola başvurmak. Faire long feu: chênes). 2. Yapraklı dalların sağladığı korunak;
Uzun sürmek, uzun süre devam etmek. Faire yapraklı dallar altındaki gölgelik (Danser sous la
mourir qn à petit feu: Üze üze bitirmek, işkence feuillée). 3. ç. Yapraklı dallardan yapılmış
ede ede öldürmek. Jouer avec le feu: Ateşle gölgelik.
oynamak. Jeter de l'huile sur le feu: Yangına feuille-mortes, değişmez. Kuru yaprak renginde,
körükle gitmek. Jeter feu et flamme: Ateş feuiller gsz. 1. Yaprak açmak, yapraklanmak (Les
püskürmek. Mettre le feu à qch: -i yakmak, -e ateş arbres commencent à feuiller). 2. gçl. -de yuva
atmak. Mettre qch au feu: -i yakmak, ateşe a ç m a k (Feuiller une planche).
vermek. Mettre qch à feu et à sang: -i ateş ve kana feuillet er. 1. Defter, kitap yada katlanmış kâğıt
bulamak. Mettre qch sur le feu: Ateşe koymak, yaprağı (Les deux faces d'un feuillet). 2.
ısıtmak. N'y voir que du feu: Hiçbir şey (Marangozlukta) Yaprak tahta. 3. hayb. anat.
anlamamak. Ne pas faire long feu: Uzun Kırkbayır.
sürmemek, hemencecik bitivermek. Ouvrir le feu feuilletage er. Yufka açma, hamuru yaprak olacak
sur: -e ateş açmak. Péter du feu, péter le feu: biçimde açma.
Büyük bir gücü, erki olmak; büyük bir etkinlik feuilleter gçl. 1. (Kitap yada dergi gibi şeylere göz
içinde olmak. Prendre feu: Öfkelenip parlamak. atmak için) Yapraklarını karıştırmak (Feuilleter
Recevoir le baptême du feu: Savaşa ilk kez un livre, une revue, un cahier). 2. ( H a m u r ) Y u f k a
katılmak. açmak, hamuru yaprak olacak biçimde açmak
feu, es. Ölü,ölmüş, "merhum, "müteveffa (Lafeue (Feuilleter de la pâte).
impératrice a gardé la Hongrie. Son feu père. Feu feuilleton er. 1. Gazetede, her gün belli bir alanla
ma tante m'a laissé sa fortune). ilgili olarak çıkan yazı, makale (Il est chargé du
feudataire ad. Tımar sahibi. feuilleton littéraire). 2. " B ö l ü m c e , "tefrika (Jeliele
feudiste er. Derebeylik hukuku uzmanı. roman-feuilleton de ce journal).
feuilletoniste 600 ficher

feuilletoniste ad. *Bölümceci, bölümce yazarı, a fait fiasco).


"tefrika yazarı, fiasque diş. Uzun boylu hasırlı şişe (Une fiasque de
feuillette diş. Sığası 114 ile 140 litre arasında değişen vin).
büyük fıçı. fibre diş. 1 .anat. Tel, °lif (Les fibres du bois, d'une
feuillu, e s. 1. Yapraklı (Arbres feuillus). 2. Bol tige. Les fibres de la viande. Les fibres nerveuses,
yapraklı, gür yapraklı (Chêne feuillu). musculaires, conjonctives). 2. İplik, tel (Fibre
feuillure diş. Kapı yada pencere çerçevesinin textile, fibre synthétique). 3. mec.Duyarhk,duygu
yerleştiği yuva, söğe lambası, (La fibre patriotique). § Avoir la fibre paternelle:
feulement er. (Kaplan) Bağırtı, bağırma, kükreme, İyi bir aile babası olmak,
feuler gsz. 1. (Kaplan için) Bağırmak, kükremek. 2. fibreux, euse s. Telli, lifli (Une viande fibreuse). §
(Kedi için) Hırlamak, Tissu fibreux: biy. Teldoku, lifdoku.
feutrage er. 1. Keçe dövme. 2. (Yün kumaşta) fibrille diş. Telcik, "lifcik.
Keçeleşme. 3. Keçe geçirme, fibrine <% biy. Fibrin,
feutre er. 1. Keçe. 2. Fötr şapka (Il est coiffé d'un fibrinogène er. Fibrinojen.
feutre brun). fibrome er. Teldoku uru, "fibrom.
feutrer gçl. 1. Keçe yapmak. 2. Keçe ile kaplamak, fibula er. anat. Kamışkemiği, kavalkemiği.
keçe geçirmek (Feutrer une selle de bicyclette). 3. fibule diş. (Eskiden) Toka.
(Sesi) Boğmak, duyulmaz hale getirmek (Feutrer ficaire diş. bitb. Basurotu.
un écho, un bruit). 4. gsz. Keçeleşmek (Un lainage ficelage er. Sicimle bağlama, sicimle bağlanma,
qui feutre). § Marcher à pas feutrés: Sessiz ficelé, es. 1.Sicimle bağlanmış (Paquetficelé) 2. tkz.
adımlarla yürümek. § Se feutrer: Keçeleşmek, Giyinmiş (Il est mal ficelé. Une femme joliment
fève diş. Bakla. § Donner un pois pour une fève: Kaz ficelée). 3. mec. Yapılmış, kotarılmış (Un travail
gelecek yerden tavuk esirgememek, bien ficelé).
féverole, faverole diş. Acı bakla, yahudi baklası, ficeler gçl. 1. Sicimle bağlamak (Ficeler un paquet).
février er. Şubat. 2. Bağlamak (Ficeler un prisonnier à un poteau).
fezer. Fes (De nombreux musulmans portent encore 3. tkz. Giydirmek.
le fez). ficelle\.Sicim(DéfaireIaficelled'uncolis. Lier,
fi ünl. (Küçümseme, bezginlik, tiksinti gibi attacher avec des ficelles). 2. İp (Les ficelles qui
duygular anlatır) Püüh! Öf! Tuh, yazık! Tüh be! font mouvoir les marionnettes). 3. Püf noktası,
(Fi donc! Le vilain qui ne veut pas faire ce qu 'on lui giz, hile, gizli noktalar (Les ficelles d'un art, d'un
dit). § Faire fi de qch: -e aldırmamak, kulak métier). 4. ask. argo. Sırma, şerit, rütbe (Un
asmamak, -i horgörmek, küçümsemek (Il a fait fi capitaine qui attend sa quatrième ficelle). S. s.
de mes conseils. Il fait f i des honneurs et de (Eski) Hileci, düzenci (Méfiez-vous, il est très
l'argent). ficelle). § Tirer les ficelles: İpin ucu elinde olmak,
fiabilité rfij. Güvenirlik, güvenilebilirlik. kendisi görünmeden başkalarını oynatmak (C'est
fiables. Güvenilebilir, güvenilir, lui qui tire les ficelles).
fiacre er. Kupa, fayton (Prendre un fiacre). fiche diş. 1. Mil. 2. Reze mili. 3. Fiş (Mettre un
fiançailles diş. ç. 1. Nişan, nişanlanma (Bague de ouvrage en fiches. Consulter les fiches d'une
fiançailles. Rompre ses fiançailles). 2. Nişanlılık bibliothèque. Faire des fiches). 4. (Elektrik,
d ö n e m i (Pendant leurs fiançailles). telefgn gibi şeylerde) Fiş, priz (Une fiche mâle,
fiancé,e ad. Nişanlı, yavuklu (Les deux fiancés. Ma une fiche femelle. Fiche de standard
fiancée,son fiancé). téléphonique). 5. (Kumarda) Fiş, marka. § Fiche
fiancer gçl. 1. Nişanlamak (Ils ont fiancé leur fille). de consolation: Avutma ödentisi, avutmalık,
2. Fiancer qn à qn: Birini -e nişanlamak, -ile herhangi bir zarara karşı verilen küçük ödenti
nişanlamak (Il a fiancé sa fille au fils du patron). § (Après son échec, ses parents l'envoyèrent en
Se fiancer: 1. Nişanlanmak (Ils se sont fiancés la Angleterre comme fiche de consolation).
semaine dernière). 2. Se fiancer à qn, avec qn: -ile fiché, e s. Fişlenmiş, mimlenmiş, şüpheli kişiler
nişanlanmak (Il s'est fiancé avec une très jolie dizelgesine alınmış (Il est fiché).
fille, à une jeune fille blonde). ficher gçl. 1. Kakmak, çakmak, sokmak (Ficher un
fiasco er. Fiyasko, başarısızlık (La première clou dans un mur. Ficher un pieu en terre). 2. Fişe
représentation de cette pièce a été un fiasco geçirmek, fişe yazmak, fişlemek (Ficher un
complet). § Faire fiasco: Başarısızlıkla renseignement). 3. tkz. Y a p m a k (Il n'a rien fichu
sonuçlanmak, başarısızlığa uğramak (Son affaire aujourd'hui). 4. Vurmak, yapıştırmak, aşketmek
fichier 601 fier

(Ficher des coups, une paire de gifles). 5. V e r m e k fidéicommis er. huk. İlerde başka birine vermesi
(Ça me fiche le cafard). § Ficher par terre: 1. için bir kimseye mal bırakma,
Düşürmek, yere atmak (J'ai fichu par terre un fıdeismeer. fels. 'İnancılık, "imaniyye.
vase). 2. -in içine etmek, -i suya düşürmek, fidéiste s. ve ad. fels. İnancı,
bombok etmek (Cette pluie fiche par terre notre fidéjusseur er. huk. Kefil,
projet de promenade). Ficher qn à la porte: fidéjussion diş. huk. Kefalet,
Kovmak, kapı dışarı etmek. Ficher qn dedans: 1. fidéjussoire s. Kefalete değgin,
Aldatmak, oyuna getirmek, mandepsiye fidèle s. 1. Bağlı, "sadık (Un ami fidèle). 2.
bastırmak (C'est ce changement de nom qui m'a Efendisine bağlı (Serviteur fidèle, domestique
fichu dedans). 2. İçeri atmak, kodese tıkmak, fidèle). 3. Gerçekten sapmayan, doğru (Historien
hapsetmek (Tâchez d'obéir, ou je vous fiche fidèle, traduction fidèle). 4. Yanılmaz (Il a une
dedans, dit l'adjudant). Ficher le camp: Çekip mémoire fidèle). 5. Fidèle à: -i tutan, -in eri olan, -e
gitmek, defolmak. Ficher la paix à qn: -i rahat bağlı, sadık (Il est fidèle à ses promesses, à sa
bırakmak, rahatsız etmemek, dokunmamak parole; à ses amis). 6. ad. Tutan, yandaş (Les
(Fiche-moi la paix!). § Se ficher de qn, de qch: 1. fidèles du gouvernement). 7. ad. Sürekli izleyen,
-ile alay etmek, -e gülmek, -in üstüne gülmek (On "sadık müşteri ( C'est un fidèle des concerts. Elle est
se fiche de lui depuis sa mésaventure). 2. -e une fidèle des Galeries). 8. ad. Bir dine bağlı olan,
aldırmamak, vız gelip tırıs gitmek (Il se fiche "mümin ( La mosquée était pleine de fidèles).
complètement de mes conseils). fidèlement bel. Bağlılıkla, doğrulukla, "sadakatle
fichier er. 1. Fiş takımı. 2. Fiş kutusu, fiş dolabı, (Traduire fidèlement un texte. Il a fidèlement
fichiste er. Fişçi. rempli son devoir).
fichtre ünl. tkz. Vay canına! fidélité diş. 1. Bağlılık, sadakat (Serment de
fichtrement bel. Son derece, çok (Ce vin est fidélité). 2. Doğruluk, gerçeğe uygunluk (Fidélité
fichtremènt bon). d'une traduction). 3. Fidélité à: -e bağlı kalma,
fichu er. (Kadın) Boyun atkısı, baş örtüsü, puşu. uyma, -in eri olma (Fidélité à une promesse, à sa
fichu, e s. tkz. 1. Bitmiş, hapı yutmuş, umut parole).
kalmamış, çuvallamış, boku yemiş (Il est bien fiduciaire s. 1. Saymaca değerli. 2. er. huk.
malade, il est fichu). 2. İşe yaramaz duruma 'Güvenilir kişi, "yediemin, "yediadil. § Acte
gelmiş, hal kalmamış, berbat olmuş (5a voiture est fiduciaire: Güvene dayalı tüzel işlem. Circulation
fichue). 3. Çok kötü, berbat, felâket (Il a un fichu fiduciaire: Kâğıt paranın sürümü. Héritier
caractère). 4. Önemli, esaslı, çok büyük (Ilya une fiduciaire: Ön kalıtçı, ön "mirasçı. Monnaie
fichue différence). § Etre fichu de f. qch: -cek fiduciaire: Kâğıt para.
durumda olmak,-mek gücünde olmak (Il n'est pas fief er. 1. tar. Tımar; has. 2. mec. Yurtluk,
fichu de gagner sa vie). "malikâne. 3. mec. Ustalık alanı, uzmanhk alam
fictif, ive s. 1. Düşsel, yapıntılı, 'kurgusal (L'égyptologie est le fief de ce savant).
imgelemden yaratılmış,''mevhum (Unpersonnage fieffé, e s. hkr. (Kusur sayılan konularda) Eşsiz, bir
fictif). 2. Uyduruk, aslı olmayan, yalan, numaralı, fermanlı (Ivrogne f i e f f é , menteur
yalancıktan (Promesses fictives. Une scène de fieffé)-
séparation fictive). 3. Saymaca, "itibarî (Valeur fiel er. 1. Öd, "safra. 2. mec. Gizli düşmanlık, hınç,
fictive de la monnaie). 4. er. Düş, düşsel; imgesel kin (Un discours plein de fiel). 3. mec. Acı,
(Il mêle le réel au fictif). üzüntü.
fiction diş. 1. (Eski) Yalan ( Si la fiction est excusable, fielleux, e uses. 1. Ödedeğgin. 2. mec. Acı, zehir gibi
c'est où il faut feindre de l'amitié). 2. ' Y a p ı n t ı ; (Paroles fielleuses).
düşsel yaratı; kurgu, kurmaca (La vérité est fiente diş. Hayvan dışkısı, kuş pisliği (Fiente de
supérieure à toutes les fictions). 3. Varsayım pigeon, de volaille, d'aigle, de vautour. Fiente de
(Fiction légale: Yasal varsayım). 4. Düşsel evren, vache).
gerçek dışı (Il vit dans la fiction ). § Science-fiction: fıentergsz. (Hayvan için) Dışkılamak, pislemek,
'Bilim-kurgu . fier (se) gsz. 1. Güvenmek, inanmak, bel bağlamak.
fictivement bel. Yapıntı olarak, düşünde kurarak, 2. Se fier à: -e güvenmek, inanmak, bel bağlamak
imgeleminde yaratarak, kafada, düşte, (Je me fie à vous. lise fie à la chance).
düşüncede (Transportons-nous fictivement au fier, ères. 1. Kendini beğenmiş küstah (Depuis qu'il
temps des Celtes). a fait fortune, il est devenu fier). 2. Gururlu,
ficus er. İncir ağacı. kibirli, kurumlu. 3. Kendine saygılı, soylu,
fier-à-bras 602 figure

yüksekduygulu,mert (Ilest trop fier pour accepter fifty-fifty bel. tkz. Yarı yarıya (Partager fifty-fifty).
de l'argent). 4. Yürekli, korkusuz, mert. 5. tkz. figaro er. tkz. Berber,
Ünlü (C'est un fier imbécile). § Fier comme figement er. Donma; dondurma,
Artaban: Pek gururlu, burnu havada. Etre fier de: figer gçl. 1. D o n d u r m a k (Le froid a figé l'huile dans la
-ile övünmek, -den göğsü kabarmak, "iftihar bouteille). 2. mec. Çok şaşırtmak (5a réponse m'a
e t m e k (Il est fier de son fils, de sa famille). Faire le figé). 3. gsz. Donmak (Lasauceafigé dans l'assiette).
fier: Pek şişinmek, fiyaka satmak, üstünlük § Figer le sang: Çok korkutmak. $ Se figer: 1.
taslamak. Ne pas être fier: Alçakgönüllü olmak, Donmak. (L'huile se fige). 2. (Belli bir durumda)
fler-à-bras er. Palavracı, yalancı pehlivan, Öylece kalmak, hiç değişmeden öyle kalmak,
kabadayı taslağı, d o n u p kalmak (La sentinelle s'est figée au garde-à-
fièrement bel. 1.Gururla,kurumla,kurum satarak. vous. Se figer dans le passé, dans les traditions).
2. Yüreklilikle, korkmadan (L'accusé a fièrement fignolage er. Özenle çalışıp bitirme, düzeltme (Le
riposté à ses adversaires). 3. tkz. P e k , çok, fignolage d'un dessin).
adamakıllı (Il est fièrement content. Je m'ennuie fignoler gçl. 1. Özenle çalışıp bitirmek,
fièrement ici). eksikliklerini gidermek, düzeltmek (Fignoler un
fiérot, e s. 1. Kendini beğenmiş, kendini bir şey travail, un texte, un tableau). 2. gsz. hlk. Süslenip
sanan (Il est un peu fiérot). 2. Fiérot de qch: -e püslenmek, takıp takıştırmak,
çocuk gibi sevinen (Il est fiérot de son succès). § figue diş. İncir. § Mi figue mi raisin: Şöyle böyle,
Faire le fiérot: Bilgiçlik taslamak, kendini birşey biraz iyi biraz kötü (Il m'a fait un accueil mi figue
sanmak. mi raisin. Un sourire mi figue mi raisin). Faire la
fierté diş. 1. Gurur, kibir, kurum, kendini figue à qn: tkz. -ile alay etmek ; vız geler tırıs gider
beğenmişlik (Il montre trop de fierté à l'égard de demek, -e hiç aldırmamak,
ses amis). 2. Yüksek duygu, mertlik, onurluluk. 3. figuerie diş. İncir bahçesi.
Yüreklilik, korkusuzluk, yiğitlik (Ily a une belle figuier er. İncir ağacı. § Figuier de Barbarie: Frenk
fierté dans sa réponse). 4. Ö v ü n c e , övünülecek şey inciri.
(C'est sa fierté). § Faire la fierté de: -in övüncesi figurant, e ad. 1. (Tiyatro ve sinemada) Figüran. 2.
olmak, yüzakı olmak, göğsünü kabartmak (Cet mec. Gösterişten başka görevi olmayan kimse,
enfant fait la fierté de sa famille). Tirer sa fierté de göstermelik.
qch:-ileövünmek,göğsükabarmak, iftihar etmek, figuratif, ive s. 1. Simgelerle gösteren, simgesel
fiesta diş. Eğlence partisi; şenlik; eğlence (L'Ancien Testament n'est que figuratif). 2. (Bir
(Organiser une fiesta. Ils ont fait la fiesta). nesnenin) Biçimini gösteren (Plan figüratif). 3.
fieu er. (Köylü dilinde) Oğul, erkek çocuk, Betili; içinde insan, hayvan ve doğa öğeleri yer
fièvre diş. 1. (Sayrılıkta) Ateş (La fièvre du malade alan, figürcü (Art figuratif, peinture figurative).
monte, baisse. Il grelottait de fièvre). 2 . Karışıklık, figuration diş. 1. Betileme, belli bir biçim içinde
"telâş (Dans la fièvre du départ, il a oublié son anlatma. 2. (Tiyatro ve sinemada) Figüranlar. 3.
portefeuille). 2. mec. "Heyecan, coşkunluk Figüranlık § Faire de la figuration: Figüranlık
(Parler avec fièvre). 4. Fièvre de: -e karşı büyük etmek.
istek, tutku, susamışlık (Fièvre de l'or. Quelle est figurativement bel. Simgesel bir biçimde,
cette fièvre d'écrire qui me prend aujourd'hui?) § figure diş. 1. Beti,"şekil (Les figures d'un tableau).
Avoir la fièvre, avoir de la fièvre: Ateşi olmak, 2. Resim (Un livre orné défigurés). 2. Y ü z (Sa
fiévreusement bel. Coşkuyla, coşkunlukla, figure, un peu longue, était expressive. Sa figure
heyecanla, hani hani (Il se prépare fiévreusement s'allongea). 4. ed. Yanaçlar, değişik yollar; bir
au départ). düşünceyi daha iyi, daha canlı ve renkli anlatmak
fiévreux, euse s. 1. Ateşli (Un malade fiévreux, une için alışılmış yollardan saparak sözcüklerin
maladie fiévreuse. Il a les mains fiévreuses). 2. diziminde yada anlamında yapılan değişiklikler
Coşkulu, "hummalı, harıl hani (Une activité (Figures modifiant le sens des mots. Figures de
fiévreuse). 3. Sıtmalı, sıtma yapan (Un endroit construction: Yapt yanaçlan. Figures de mots:
fiévreux, un climat fiévreux). Sözcük yanaçlan). 5. Simge, "remiz. 6. Mecaz. 7.
fifille diş. (Çocuk dilinde) Kız. (Dansta) Hareket, çalım, "figür (Figure de ballet,
fifine diş. argo. (Kadınlarda) Aybaşı bezi. de danse). 8. Önemli kişi. § Casser la figure à qn:
fifre er. müz. Çığırtma, "fifre, -in ağzını burnunu dağıtmak. Cracher à la figure
fifrelin er. Ufak şey önemsiz şey; ufak para (Cela ne de qn: -in yüzüne tükürmek. Faire figure: Önemli
vaut pas un fifrelin: Beş para etmez). bir kişi olmak. Faire figure de: -gibi görünmek,
figuré 603 filé

-olarak geçinmek, -lik etmek (Il fait figure d'idiot. cousu de fil blanc). Ne pas avoir inventé le fil à
Le libéralisme fait figure de doctrine démodée). couper le beurre: mec. tkz. Pek ahım şahım birşey
Faire bonne figure: Sevimli bir yüzü olmak; yapmamak, pek parlak zekâlı olmamak. Ne tenir
hoşnut görünmek. Faire triste figure, faire piètre qu 'à un fil : Pamuk ipliğiyle bağlı bulunmak (5a vie
figure: Keyfi yerinde olmamak, kötü durumda ne tient plus qu'à un fil). Perdre le fil: İpin ucunu
olmak; çok sıkışık durumda olmak, işi başından kaçırmak; ne söyleyeceğini, ne yapacağını
aşkın olmak, unutmak. Passer au fil de l'épée: Kılıçla
figuré, e s. 1. Betili, şekilli, resimli (Chapiteau öldürmek, kılıçtan geçirmek. Tenir lesfilsde: İpin
figuré). 2. *Eğretili, mecaz, mecazlı (Les sens ucunu elinde tutmak, ipler -in elinde olmak (II
figuré d'un mot) .3 .er. Eğretileme, "mecaz anlam. tenait tous les fils de cette conspiration).
I Au figuré: Eğretili olarak, mecaz anlamda (Ce filable s. İplik haline getirilebilir, tel haline
mot est employé au figuré). getirilebilir (Matières filables).
figurément bel. 1. Simgelerle, canlı ve renkli olarak fil-à-fil er.<fegçmez.Çoksağlamyünlükumaş,°filafil.
(Parler figurément). 2. Eğritili olarak, eğretili filage er. Yün eğirme, iplik haline getirme,
anlamda ( Ce mot est pris figurément). filaire diş. hayb. 1. B ö c e k , k u r t (Filaire deMédine:
figurer gçl. 1. Betimlemek, resmini yapmak, Medine kurdu). 2. (Elektrikte) Telli (Appareils
çizmek (Figurer des montagnes sur une carte). 2. filaires).
Simgelemek, •-in simgesi olmak (Le drapeau filament er. anat. 1. (Kas, sinir gibi şeylerde) İnce
figure la patrie). 3. gsz. (Tiyatro ve sinemada) tel, iplicik. 2. Elektrik ampulünün içindeki
Figüranlık yapmak, önemsiz bir rol oynamak (II incecik tel (Lefilament de cette ampoule est grillé).
figurait souvent et gagnait quelques sous). 4. gsz. filamenteux, use s. anat. İplik iplik olan, iplicikli.
Bulunmak, yer almak; kendini göstermek (Votre filandlère Yün eğiren kadın, iplik eğirici,iplikçi.
nom ne figure pas sur la liste. Figurer dans une filandre diş. 1. Et siniri, sebze siniri. 2. (Havada
cérémonie). § Se figurer: 1. Sanmak (Il se figure uçuşan) Şeytan örümceği,
qu'il va réussir. Il se figure pouvoir écarter ses
filandreux, euse s. 1. (Et vb. için) Sinirli (Cette
adversaires). 2. Düşünmek, tasarlamak (Figure- viande est filandreuse). 2. mec. Çapraşık ve uzun
toi un homme seul dans la nuit).
(Un exposé filandreux).
figurine diş. Küçük resim; küçük yontu (heykel), filant, e s. 1. Akıp yayılan, sızan, akan (Liquide
fil er. 1. iplik (Fil de coton, fil de laine). 2. Tel (Les
filant, sauce filante). S Etoile filante: Akanyıldız.
fils d'un câble. Fils télégraphiques, fils
Pouls filant: Çok zayıf nabız,
téléphoniques, fils électriques). 3. (Taşlarda)
filanzane er. Madagaskar'da, dört kişi tarafından
Çatlak, d a m a r (Cette tablette de marbre a un fil). 4.
omuzda taşınan yolcu iskemlesi,
(Kesici aletlerde) Keskin yön, ağız (Le fil d'un
filasse diş. 1. Üstüpü. 2. s. Donuk sarı, soluk sarı
couteau, d'uneépée). 5. Akış, akış yönü (Suivrele
(Des cheveux filasse).
fil d'un fleuve). 6. Akış, "seyir, gelişim (Le fil des
filateur er. İplik fabrikası sahibi, yöneticisi.
événements, des idées). 7. Telefon makinesi,
telefon (Il l'entendait rire au bout du fil). § Fil à filature diş. 1. İplik fabrikası. 2. İplikçilik,
coudre: Dikiş ipliği. Fil à plomb: Çekül. Fil de la fil-de fériste ad. İp canbazı.
vierge: (Havada uçuşan) Şeytan örümceği. Fil file diş. 1. Dizi, sıra (File de personnes qui attendent
d'Ariane, fil conducteur: Çıkış yolu,ipucu. Filde au guichet). 2. Ard arda diziliş, kuyruk (Suivons la
fer: Demir tel. Fil de fer barbelé: Dikenli tel. Coup file de voitures qui roule comme un fleuve). § Chef
defil:Telefon konuşması. Aufilde: -boyunca (Au de file: Sıra başı, grup başı, bir iş yada hareketin
fil des années). De fil en aiguille: Şundan bundan, başında olan kimse. Feu de file: ask. Yaylım ateşi.
dereden tepeden (Parler de filen aiguille). Avoir Ligne de file: den. Pruva hattı. A la file, en file:
un fil sur la langue: Dilinde hafif bir pelteklik Arka arkaya, ard arda, birbiri arkasından
olmak. Avoir un fil à la patte: Çalışma ve (Débiter ses phrases à la file. Marcher à la file.
davranışlarında özgür olmamak, ayağında bir bağ Objets enfile). En file indienne: Birbirinin arkası
bulunmak (Depuis qu'il a épousé cette fille, il a un sıra, tek sıra halinde (Avancer enfile indienne).
fil à la patte). Donner du fil à retordre à qn: -e Prendre la file: Bir sırada en arkaya geçmek, bir
güçlük çıkarmak, pösteki saydırmak. Donner, sıranın arkasına geçmek. Se mettre à la file: Sıra
passer un coup de fil à qn: -ile telefon konuşması olmak, tek sıra olmak.
yapmak, -e telefon etmek. Etre cousu defilblanc :
filé er. 1. Dokuma ipliği. 2. Sırma, altın yada gümüş
Gün gibi ortada olmak, pek belli olmak (Malice
tel.
fller 604 fille

fller gçl. 1. İplik haline getirmek, eğirmek (Filer de filetage er. 1. Haddeden çekme, haddeden geçirme.
la laine, du coton). 2. (Böcekler için) Örmek 2. (Vidaya) Yiv açma. 3. Kapanla kaçak olarak
(L'araignée file sa toile). 3. H a d d e d e n geçirmek avlanma.
(Filer de l'or, de l'acier, du verre). 4. den. ( H a l a t , fileter gçl. 1. (Tel, sırma gibi şeyleri) Haddeden
palamar) K o y v e r m e k (Filer un câble, les amarres). çekmek. 2. Yiv açmak (Fileter un axe).
S. Uzun uzun anlatıp işlemek, geliştirmek (Filer fileur, euse ad. İplik yapan, iplikçi, eğirici. 2. İplik
une métaphore, une image, une scène). 6. müz. fabrikası sahibi
(Sesin, notanın) Tonunu yavaş yavaş yükseltmek filial, es. Evlâtla ilgili, evlâda değgin, evlâttan gelen
yada azaltmak. 7. hlk. Vermek, sökülmek (File- (Amour filial, respect filial).
moi cent francs). 8. Filer qn: Birini gözetlemek, filiale diş. (Bir banka yada tecimevine bağlı) Şube
gizlice izlemek (Policier qui file un suspect). 9. (Cette firme a constitué plusieurs filiales en
gsz. A k m a k , sızmak (Un sirop qui file, lelaitfile). province).
10. gsz. T ü t m e k (Une lampe qui file). 11. gsz. filiation diş. 1. Soy zinciri, "nesep (Filiation
-kadar yol almak, saatte hızı... olmak (Ce bateau paternelle: Baba tarafı, baba yanından soy.'
file trente nœuds: Bu gemi saatte otuz mil yol Filiation maternelle: Ana tarafı, ana yanından
alıyor). 12. gsz. G i t m e k , k o ş m a k (Il fila vers la soy). 2. mec. Zincirlenme, sıralanma, birbiri
sortie. Filer comme une flèche). 13. Sıvışmak, ardınca gelme (La filiation des événement, des
savuşmak, çekip gitmek. 14. Çabuk geçmek, akıp idées).
gitmek (Le temps file). § Filer un mauvais coton: filicinées diş. ç. bitb. Eğreltiotugiller.
Sağlık durumu kötüye gitmek, durumu tehlikeli filière diş. 1. (Tel çekilen) Hadde. 2. (Vida yivi
olmak. Filer des jours d'or et de soie: Mutluluk ve açılan) Çelik pafta. 3. mec. Hadde. 4. (Örümcek,
erinç içinde yaşamak. Filer le parfait amour: ipekböceği vb.) İplik çıkarma organı. 5.
Sürekli bir balayındaymış gibi yaşamak. Filer par Zincirleme ticaret, ciro yoluyla aktarılan teslim
la tangente: Çabucak kaçmak, sıvışmak, tüymek. emri. § Passer par la filière: 1. Haddeden geçmek.
Filer à l'anglaise: Kimseye sezdirmeden sıvışıp 2. mec. Hiyerarşinin bütün basamaklarından
gitmek. Filer doux: Sessiz yumuşak görünmek. geçmek, adım adım ilerlemek, tezgâhtan
Filer doux avec qn: Çekindiği için biriyle iyi geçmek.
geçinmek. filiforme s. 1. İpliğimsi, ipliksi (Antennes
filet er. 1. Ağ (Filet de pêche). 2. (Sporda) Ağ filiformes).2. mec. Ç ö p gibi,çok mcc(Des jambes
(Envoyer la balle dans le filet). 3. Saçı t u t t u r m a k filiformes). 3. Çok zayıf, çok düşük (Pouls
için kullanılan ağ, file (Filet à cheveux). 4. filiforme).
(Kasaplıkta) Fileto (Filet de boeuf, de porc, de filigrane er. 1. (Kuyumculukta) Telkâri iş. 2.
poisson). 5. tekn. Vidanın burmah kısmı (Filet (Kâğıtçılıkta) (Kâğıt hamuruna vurulan) Damga,
d'une vis). 6. Uzun ve ince süs, zıh (Filets d'un filigran (Filigrane des billets de banque, des
chapiteau). 7. (Basımcılıkta) Çizgi (Colonnes timbres-postes). § En filigrane: Satırların
séparées par un filet). 8. anat. bitb. İpçik, telcik arasında, arka planda (Son ambition démesurée
(Filet nerveux). 9. K a p a n (Filet pour prendre les apparaissait en filigrane jusque dans ses moindres
oiseaux). 10. mec. Pusu (Tendre un filet: Pusu actions). Lire en filigrane: Satırların arasını
kurmak). 11. Akıntı, sızıntı (Un filet d'eau). 12. okumak; yazılmamış olanı, söylenmemiş olanı
Un filet de: Azıcık, biraz (Un filet de vinaigre). § sezinlemek.
Coup de filet: Polis tarafından yapılan arama flligraner gçl. 1. Telkâri işlemek (Des bracelets
tarama, toplayıp götürme (Tous les complices ont filigranés). 2. Filigran geçirmek,
été arrêtés, c'est un beau coup de filet). Filet à filin er. Üçleme halat, kenevir halat,
provisions: Yiyecek filesi, file, tel sepet. Attirer fille diş. 1. Kız evlât (La mère et la fille; fille ainée,
qn dans ses filets: Birini ağına düşürmeye fille cadette). 2. Kız ( Une belle fille, une jolie fille).
çalışmak; aldatmaya, kandırmaya çalışmak. 3. Hizmetçi (Fille d'auberge, deferme, de cuisine).
Faire un coup de filet: (Polis) Tarama yapmak, 4. Kızoğlankız, "bakire ( Elle ne voulait pas mourir
şüpheli kimseleri toplayıp götürmek. N'avoir pas fille). S. (Kadın manastırlarında) Üye (Filles du
le filet coupé: argo. Çok konuşkan olmak, çenesi Calvaire. Filles du Carmel). § Fille à marier:
düşük olmak. Travailler sans filet: 1. (İp Evlenme çağına girmiş kız, evlenecek kız. Fille
cambazları için) İpin altına ağ gerdirmeden des rues, fille de joie, fille publique: Sokak kızı,
gösterilerini yapmak 2. mec. Büyük tehlikeleri orospu. Fille aînée des rois de France: Fransız
göze almak, tehlikelerle karşı karşıya bulunmak. üniversitesi. Fille aînée de l'Eglise: Fransa. Fille
miette 605 fin

d'Eve: Havva Ananın soyu, kadın. Fille geçme, süzülme. 2. mec. Denetimden geçirme,
d'honneur: Nedime. Jeune fille: Gençkız. Les denetleme (Filtrage des nouvelles).
filles du Parnasse: Esin perileri. Les filles de filtrant, es. Süzücü.
mémoire: Sanat tanrıçaları, Müzler. Lesfillesdela filtrat er. kim. Süzüntü.
nuit: Yıldızlar. Vieillefille: Kalık, evde kalmış kız. filtration diş. 1. Süzme, süzgeçten geçirme;
fillette diş. 1. Küçük kız, kız çocuğu (Une fillette de süzülme, süzgeçten geçme.
cinq ans). 2. Yeni yetme kız, genç kız f Cette enfant filtre er. 1. Süzgeç, süzek (Mettre un filtre à une
fait déjà fillette). 3. hlk. Yarım şişe. citerne pour obtenir de l'eau potable). 2. (Sinema,
filleul, e ad. Vaftiz evlâdı. fotoğraf) Renk süzgeci, süzgeç (Photographier
film er. 1. Filim, filim şeridi (Mettre un film dans un des nuages avec un filtre jaune). 3. Filtre yada
appareil de photo). 2. (Sinema) Filim (Film de café-filtre: Süzme kahve.
cow-boys. Film documentaire. Réaliser, tourner filtrer gçl. Süzmek, süzgeçten geçirmek (Filtrer un
un film). 3. mec. Gelişim, oluşum, akış (Le film liquide, un gaz). 2. Denetlemek, sıkıdenetimden
des événements). 4. tnce tabaka (Film d'huile). § geçirmek (La censure filtre les nouvelles. La police
Film en couleur: Renkli filim. Film muet: Sessiz filtre les passants). 3. gsz. Süzülmek (Les sirops
filim. Film parlant: Sesli filim, filtrent lentement). 4. gsz. mec. Sızmak (La
filmage er. Filme alma, filmini çekme, filim haline nouvelle a filtré jusqu'à nous). 5. Sızmak,
getirme, 'çevirim, arasından geçmek (Lumière qui filtre à travers les
filmer gçl. 1. Filme almak, filmini çekmek; volets).
çevirmek (Filmer une scène en studio, filmer un fin diş. 1. Son, bitiş (La fin d'un roman, d'un film).
enfant). 2. Filim haline sokmak (Filmer un 2. Son, son bulma, sona erme, bitim (La fin de la
roman). journée. La fin d'un malheur). 3. Son, son bölüm,
filmiques. Filimle ilgili, filme değgin, filmsel. son kısım (Ecouter la fin d'un discours, la fin d'un
filmogénie diş. Filmegiderlik. morceau musical). 4. Erek, amaç, niyet (Il a des
filmogénique s. Filmegider. finscachées). S.mec. Yıkılma, çökme, sonaerme,
filmographie diş. Film dizelgesi. yitip gitme (La fin d'un empire). 6. Ölüm (La fin
filmologie diş. Filmbilim. prématurée d'un savant. Il a eu une fin brusque). §
filmothèque diş. Filmlik, film belgeliği, La fin du monde: Dünyanın sonu, kıyamet. Fin de
filocher gsz. tkz. Kaçmak, tüymek, l'indivision: huk. "Şuyuun izalesi, °izale-i şuyu,
filon er. I. coğr. yerb. D a m a r (Un filon de cuivre, ortaklığın giderilmesi. Fin de non-recevoir: 1.
d'argent). 2. Maden ocağı, maden kaynağı huk. Dâva reddi. 2. Aldırmama, kulak asmama.
(Exploiter un filon). 3. tkz. İşi az parası çok iş, Fin ultime, fin dernière: fels. Son erek. A la fin: En
arpalık (Trouver le filon, un bon filon). sonunda, en sonu, "nihayet (A la fin, etle lui a
filoselle diş. Kaba ipek, kamçı başı. pardonné). A lafinde:-in sonunda, bitiminde(4 la
filou er. 1. Usta hırsız, yankesici. 2. Dolandırıcı. 3. findumois, il partira pour Paris). A cette fin, à ces
(Kumarda) Hileci, fins: Bu amaçla, bunun için. A quelle fin?: Ne
filouter gçl. 1. Çalmak, aşırmak, araklamak amaçla, ne için? En fin de compte: Sonunda,
(Filouter une montre). 2. Dolandırmak (Il m'a "neticede. En fin de: -in sonuna doğru, son
filouté). 3. gsz. Kumarda hile yapmak, demlerinde (En fin de journée, en fin de semaine,
filouterie diş. 1. Yankesicilik. 2. Hırsızlık. 3. de saison). Sans fin: 1. Durmadan,
Dolandırıcılık. 4. Kumarda hile. durmamacasma (Il discourait sans fin). 2. Uçsuz
fils [fis] er. 1. Erkek evlât, oğul (ila deux fils et une bucaksız, sonsuz. C'est la fin de tout: Bu tüy dikti,
fille). 2. ç. Torunlar, art kuşaklar, -in soyundan en kötüsü de bu! Avoir, faire un belle fin:
gelenler (Les fils des Gaulois). 3. (Büyük harfle) Kötülüklerden arınmış olarak ölmek, arlı
İsa peygamber. § Fils de Dieu, fils de l'homme: İsa namuslu ölmek (Après une vie de débauche, ils'est
peygamber. Fils à papa: Muhallebi çocuğu, converti et a fait une belle fin). Approcher de la fin:
şımarık zengin çocuğu. Fils de famille: İyi aile 1. Bitmek üzere olmak. 2. Yaşamının sonuna
çocuğu. Fils adoptif: Evlâtlık. Fils spirituel: yaklaşmak, son günlerini yaşamak. Etre en fin de:
Manevi evlât. Les fils d'Apollon: Ozanlar. Les fils -in en sonunda olmak (Ilestenfindeliste). Etre en
de Mars: Savaşçılar, askerler. Tel père, tel fils: fin de course: tkz. Artık güçten soluktan
Oğul kalkar babaya bakar, babası neyse oğlu da o, kesilmek, iş kalmamak. Faire une fin: Evlenmek,
böyle babadan böyle oğul. bekârlığa paydos demek. Mener qch à bonne fin:
filtrage er. 1. Süzgeçten geçirme, süzme; süzgeçten İyi bir sonuca vardırmak. Mettre fin à qch: -e son
fin 606 fini

vermek, -i bitirmek, sona erdirmek. Mettre fin à finance diş. 1. Para (Obtenir quelque chose
ses jours: İntihar etmek. Prendre fin: Son moyennant finance). 2. ç. Eldeki para. Para işleri,
bulmak, sona ermek, bitmek. Tirer à sa fin: Sona para durumu, mali durum (Ses finances vont mal.
ermek üzere olmak (Le règne de la petite L'état de mes finances neme permet pas cet achat).
entreprise tire à safin). 3. Maliye (Ministre des Finances, Ministère des
fin, e s. 1. İnce (Nuances fines. Ecriture fine, pluie finances). 4. Maliyecilik, maliye örgütü (Il est
fine, taille fine, goût fin, tissu fin, sable fin). 2. A n , employé aux Finances). 5. ç. Devlet hazinesi. 6.
katıksız, saf (Örfin). 3. Değerli (Pierresfines). 4. Tecim "ticaret, para işleri (Il est entré dans la
Kurnaz (Un paysan fin). 5. Duygun, "hassas finance). § La haute finance: Para babalan (La
(Oreillefine, nez fin). 6. Sivri (Aiguillefine, oiseau haute finance internationale).
au bec fin). 7. Alaycı, şakacı, kurnazca (Regard financement er. *Akçalama, gerekli parayı verme
fin, un sourire fin). 8. Çok nitelikli, en yüksek (Financement d'une industrie par l'Etat, par le
nitelikte (Vins fins, un repas fin, lingerie fine). 9. capital privé).
Anlayışlı, kavrayışlı, zeki (C'est un garçon très fin financer gç/. 1. * Akçalamak, gerekli parayı vermek
qui comprend à demi-mot) .10. Eşsiz, bitirim (Un (Financer une entreprise, un journal). 2. gsz. P a r a
fin menteur). § Fine gueule: tkz. Ağzının tadını vermek, para ödemek (Le père Goriot a
bilen, yemek düşkünü, obur. Fin limier: tkz. galamment financé pour elle).
Açıkgöz polis, usta polis. Fine mouche: Kurnaz financier, ère. 1. *Akçasal, paraya değgin, akçeye
kadın. Fines herbes: İnce doğranmış maydanoz, değgin, "malî (J'ai des embarras financiers.
dereotu vb. Fin fond: En uzak köşe, en dip bucak Equilibre financier). 2. er. Para babası (Un de ces
(Aller au fin fond de la forêt). Fin mot: Gizli financiers omnipotents plus forts que des rois). 3.
neden. Fine fleur: Seçkin tabaka, kaymak tabaka er. Maliyeci.
(// fait partie de la fine fleur de la société). Le fin du financièrement bel. Para bakımından; malî
fin: En iyi, en eşsiz, üstüne yok, olursa bu kadan b a k ı m d a n (Financièrement, la situation est bonne.
olur. Avoir l'oreille fine: 1. Kulağı delik olmak. 2. Une société financièrement prospère).
Kulağı çok iyi işitmek. Avoir le nez fin: Burnu iyi finasser gsz. Dümen çevirmek, dalavere yapmak,
koku elmak. Jouer au plus fin: Kurnazlık etmek, kurnazlık göstermek,
açıkgözlük etmek. § 11. bel. Tamamiyle, finasserie diş. Düzenbazlık, dalaverecilik,
tamamen (Elle est fin prête). 12 .er. ( B i r ş e y i n ) E n kurnazlık, dümencilik,
katıksızı, en arısı, en incesi (Le fin d'une monnaie finasseur, euse; finassier, ère ad. Dalavereci,
d'or). Fin contre fin ne vaut rien pour doublure: düzenbaz, kurnaz, dümenci,
İki cambaz bir ipte oynamaz, finaud, e s. ve. ad. Kurnaz, çok bilmiş, çanklı
final, e s. 1. Sonuncu, son; sonda bulunan, sonda e r k â n ı h a r p (Un paysan finaud. La petite finaude
gelen (Point final, voyelle finale). 2. Amaç avait tout deviné).
gösteren, amaca değgin (Propositions finales). § finauderie diş. Kurnazlık, çok bilmiştik, çanklı
Cause finale 1. Bir şey yapılırken ulaşdmak erkânıharptik,
istenilen amaç, son erek. 2. fels. Ereksel neden, fine diş. Rakı gibi bir içki (Un verre de fine).
ereklik. finement bel. Çok ince bir biçimde; zekice, ustaca,
finale 1. dilb. (Bir sözcükte) Son hece, son harf. akıllıca (Une phrase finement tournée. Il a
2. (Spor) Son karşılaşma, son maç, final finement calculé son coup. Objet finement
(Disputer la finale, remporter la finale). § En ouvragé).
finale: Son olarak, en sonunda. Se qualifier pour fines diş. ç. Kömür tozu, toz kömür, kömür
la finale: Finale kalmak, kınntısı.
finale er. müz. Bir senfoni,sonatyada operanın son finesse diş. 1. Sivrilik (La finesse d'une pointe). 2.
bölümü, bitiş, Duygunluk (La finesse de l'oreille). 3. Doğruluk,
finalement bel. En sonunda, sonunda, "nihayet (Ils kesinlik (La finesse d'une observation). 4.
se sont finalement réconciliés. Je ne vois pas, Kurnazlık (Il a une finesse paysanne). S. İncelik
finalement, ce qu'il y a gagné). (Finesse d'esprit, dégoût). § Connaître les finesses
finalisme er. fels. Erekçilik, de qch: -in en ince noktalanm bilmek, bütün püf
finaliste s. ve ad. fels. 1. Erekçi. 2. (Sporda) Son nok talanm bilmek. Entendrefinesseà qch: -de bir
yarışmaya kalan, son karşılaşmayı yapan, finalist kurnazlık, kötü niyet görmek,
(ila été deux fois finaliste du tournoi). finette diş. İnce pazen.
finalité diş. gels. Ereklilik. fini, e s. 1. fels. Sonlu, günün birinde sona erecek
finir 607 fissurer

(L'homme est un être fini). 2. Sınırlı (Toutes les maison. Couturière qui fait les finitions).
expériences humaines sont finies). 3. Bitmiş, finitisme er. fels. Sonluluk.
tükenmiş, sona ermiş (Son travail est fini). 4. tkz. finitude diş. Sınırlılık; bitimlilik.
Bitirim, eşi benzeri yok (Un menteur fini, un finlandais, e s. 1. Finlandah. 2. Finlandiya,
voyou fini). 5. Artık bitmiş, tarihe karışmış, Finlandahlara değgin,
modası geçmiş ( Un monde fini, une époque finie). finlande diş. Finlanda.
6. Yetkin, eksiksiz, "mükemmel (Toutce qu'il fait finnois, e s. ve ad. 1. Fin, Finlandah. 2. Finlere
est merveilleusement fini). 7. Bitkin, işi bitmiş, içi değgin (Littérature finnoise). 3. er. Fince (Les
geçmiş (Un homme fini). 8. er. Yetkinlik, finlandais parlent le finnois).
eksiksizli k, "mükemmellik ( Un art qui se refuse au fiole diş. 1. Eczacılıkta kullanılan dar boğazlı küçük
fini). 9. er. Sınırlılık, sonluluk (L'esprit de şişe. 2. mec. tkz. Baş, kafa, kelle. § Se payer la fiole
l'homme peut concevoir l'infini par la négation du de qn: Biriyle alay etmek, üstüne gülmek,
fini. Le fini et l'infini). 10. İşlenmiş, "mamul fiord, fjord er. coğr. Fiyord.
(Produit fini, produits semi-finis). fioriture 1. müz. Ara nağme. 2. Doldurma süs,
finir gçl. 1. Bitirmek, tamamlamak (Finir un travail, çiçekleme (Les fioritures d'un dessin, d'un motif
un devoir, un ouvrage). 2. Bitirmek, tüketmek décoratif).
(Finir son pain, finir tous les plats, finir son verre). firmament er. Gök, gök kubbesi, gökkubbe.
3. Finir de f. qch: -meyi bitirmek, artık -memek firman er. Ferman.
(J'ai fini de travailler). 4 .gsz. Bitmek, sona ermek firme diş. Tecim adı, tecim kurumu adı, "firma,
(Les vacances ont fini). 5. gsz. Ölmek (Finir dans tecimevi (Les grosses firmes de l'industrie
un accident, à l'hôpital). 6. Finir par qch, par f. automobile).
qch: -ile bitmek, sona ermek, -ile bitmek; fisc er. 1. Devlet hazinesi. 2. Vergi dairesi,
sonunda -mek (Le jardin finit par un mur: Bahçe fiscal, e s. 1. Devlet gelirlerine değgin, hazineye
bir duvarla bitiyor, bahçenin sonunda bir duvar değgin. 2. Vergiye değgin (Réforme fiscale: Vergi
var. J'ai fini par comprendre: Sonunda anladım). reformu). § Agent fiscal: Vergi memuru. Année
§ En finir: 1. Kesip atmak, kesin bir tutum fiscale: Malî yıl. Droit fiscal: Vergi hukuku. Lois
takınmak (Il faut en finir). 2. İyi bir sonuca fiscales: Maliye yasalan. Timbre fiscal: Damga
bağlamak, başarmak (Encore un peu de courage, pulu.
tu en auras bientôt fini). En finir avec qch: -i
fiscalisation diş. Vergilendirme; vergilendirilme,
çözüme bağlamak, -den kurtulmak (En finir avec
fiscaliser gçl. Vergilendirmek, vergiye bağlamak
untravail, uneaffaire). En finir avec qn: Başından
(Fiscaliser une tranche de revenus).
atmak, başından savmak, kurtulmak (J'en finirai
fiscalité^. 1. (Devlette) Gelir yasaları (La réforme
avec lui). En finir de f. qch: -meyi bitirmek,
de la fiscalité). 2. Vergilendirme (Une fiscalité
d u r d u r m a k (On n'en finirait pas de raconter ses
excessive).
aventures: Onun serüvenleri anlatılmakla
fissible s. Atom çekirdeğinin bölünmesine yol
bitmez). Finir bien: Mutlu bir çözüme
açabilir.
bağlanmak, iyi bitmek, sonu iyi olmak (Ilaime les
fissiles. Bölünebilir, çatlayabilir.
films qui finissent bien). Finir mal: Sonu acıklı
fission diş. Atom çekirdeğinin bölünmesi,
bitmek, sonu kötü olmak (Tout cela va finir mal.
parçalanması,
Ce garçon finira mal). Ne pas en finir, n'en finir
fissipèdes. hayb. Yarıkayaklı, çatal tırnaklı,
plus: Bitmek bilmemek, uzayıp gitmek (Un
fissipides er. ç. hayb. Yankayakhlar.
discours qui n'en finit pas. Des applaudissements
fissirostres er. ç. hayb. Yankgagalılar familyası,
qui n'en finissent plus).
fissuration diş. Yarılma, çatlama,
f i n i s h [ f i n i f ] er. İng. Varış, bir yanşın son bulduğu
fissure diş. 1. Yarık, çatlak (Fissure dans le sol.
yer yada çizgi (Elle l'a eu au finish). Fissure d'un vase). 2. mec. Çatlak, kopma,
finissage er. Son olarak gözden geçirme, son bir göz kesinti, ayrılma (Il y a une fissure dans leur
atma. amitié).
finissant, e s. Sona ermek üzere olan (Le siècle fissuré, e s. Çatlak, çatlamış (Un rocher fissuré).
finissant, la société finissante). fissurer gçl. 1. Çatlatmak, yarmak, bölmek (L'eau
finisseur, euse ad. 1. Son olarak gözden geçiren. 2. avait fissuré le plafond). 2. Fissurer qch en: -e
(Spor) Yarışı bitiren, bölmek (Les événements fissurent l'Europe en
finition diş. 1. Son olarak gözden geçirme. 2. ç. Son deux blocs). § Se fissurer: 1. Çatlamak (Le sol
çalışmalar, ufak tefek işler (Les finitions d'une fissure). 2. Se fissurer en: -e bölünmek.
fiston 608 flagornerie

fiston er. hlk. Oğul, evlât (Vienspar ici, fiston). sur un problème). 8. Fixer qn sur qch: Birine
flstulaires. 1. Akarcaya değgin, fistüle değgin. 2. tçi kendisini özellikle ilgilendiren bir konuda bilgi
delik (Stalactite fistulaire). v e r m e k (Je l'ai fixé sur vos intentions à son égard).
fistule diş. hek. Akarca, fistül. § Se fixer: 1. Durmak (Son regardse fixa sur moi).
fistuleux, euse s. Akarca doğasında, akarca 2. Yoğunlaşmak, toplanmak (Son attention a de la
yapısında (Ulcère fistuleux). peine à se fixer). 3. Yerleşmek (Il s'est
fistuline diş. bitb. Ökse mantarı, définitivement fixé à Paris). 4. D o n m a k , d u r m a k ,
fistullaridés er. ç. hayb. Hortum-ağızlıgiller. sınırlanmak (Une langue ne se fixera jamais ). 5. Se
five o'clock [fajvokhk] er. İng. İkindi çayı, ikindi fixer sur qch: -de karar kılmak (Mon choix s'est
kahvaltısı, be; çayı. fixé sur cet article).
fixabie s. Saptanabilir, "tesbit edilebilir, fixisme er. fels. 'Saptanımcılık, "istikrariyye.
fixage er. Saptama, tutturma, durağanlaştırma, fixistes. *Saptammci.
"tesbit. fixité diş. Değişmezlik, kımıldamazlık, yerinden
fixateur, trice s. ve ad. Saptayıcı, tesbit edici, oy namazlık, "sabitlik,
fixatif, ive s. 1. Saptamaya yarayan, saptayıcı, fjord, fiord er. Fiyord; dar ve uzun, dallı budaklı,
"tesbit edici; çıkmaz duruma getiren, oynamaz oluk biçimli, içerisini deniz suları kaplamış koy.
duruma getiren. 2. er. (Resimleri) Saptayıcı, fla er. Davula bir hafif bir kuvvetli çifte vuruş,
tesbit edici cila. flac iinl. Şak! pat!
fixation diş. 1. Saptama, "tesbit, tutturma (Fixation flaccidité diş. Gevşeklik, pörsüklük, sölpüklük
d'un poteau en terre. Fixation des taxes. Crochets (Flaccidité d'une chair, d'un tissu, d'un visage).
de fixation). 2. Toprağa yerleşme, oturganlaşma flache diş. 1. (Kerestede) Kenar kusuru. 2.
(La fixation des nomades). (Kayada) Yarık. 3. Kaldırım bozukluğu 4. Su
fixe s. Durağan, kımıldamaz, oynamaz, değişmez, birikintisi, küçük su çukuru,
"sabit (Un point fixe. Il a un domicile fixe). 2. flacherie diş. İpek böceği hastalığı, sütleğen
Çıkmaz, bozulmaz (Couleurfixe). 3. er. (Aylıkta, hastalığı.
ücrette) Temiz para (Ce représentant touche un flacon er. 1. Kapaklı şişe (Flacon d'éther, de
fixe en dehors de ses commissions). § Idée fixe: pillules). 2. Şişe (Flacon de parfum, de liqueur).
ruhb. Saplantı. Le beau fixe: Sürekli olarak iyi flaconnageer. flaconnerie diş. Şişecilik, şişe yapımı,
giden havalar. Etre au beau fixe: I. (Havalar için) flaconnier er. Şişe yapıcı, şişeci,
Sürekli olarak iyi gitmek (Le temps est au beau fla-fla er. Gösteriş, çalım, cafcaf. §. Faire des fla-
fixe). 2. mec. Çok iyi gitmek, hiç bozulmamak fias: Caka satmak, çalım satmak, gösteriş
(Leurs relations sont au beau fixe). yapmak.
fixé, es. 1. (Bir konuda) Bilgisi olan, haberli (Je l'ai flagellation diş. .Kırbaçlama, kırbaçla dövme,
vu à l'oeuvre, et je suis fixé). 2. Kararlı, k a r a r a flagelle, flagellum er. hayb. Kamçı,
varmış, karar kılmış (Pour les prochaines flagellés er. ç. hayb. Kamçılılar,
vacances, je ne suis pas encore fixé). § Etre fixé sur flageller gçl. 1. Kamçılamak, kamçıyla dövmek
qn: Biri üzerinde bir kanıya sahip olmak, tam bir (Flageller un esclave). 2. mec. Kınamak, ,ok sert
kanıya varmış olmak, -in ne olduğunu iyi bilmek, bir dille eleştirmek (Flageller les abus).
fixement bel. Sabit bir biçimde (Regarderfixement). flageolantes. Titreyen, bacakları titreyen (Ilsesent
fixer gçl. 1. Tutturmak, çakmak, "tesbit etmek flageolant). § Avoir les jambes flageolantes:
(Fixer un tableau au mur. Fixer un poteau en Bacakları titremek,
terre). 2. İyice yerleştirmek (Fixer un souvenir flageoler gsz. (Korku, yorgunluk yada
dans son esprit). 3. Saptamak, "tesbit etmek, güçsüzlükten) Titremek (Flageoler sur ses
k a r a r l a ş t ı r m a k (Fixer un rendez-vous, une date, jambes. Ses jambes flageolaient au point qu'il
un délai). 4. Sınırlandırmak, saptamak, tesbit tomba dans un fauteuil).
e t m e k (Le gouvernement a fixé le montant des flageolet er. 1. Bir çeşit perdeli düdük. 2. Börülce
importations). 5. Gözünü hiç ayırmadan bakmak (Flageolets verts). 3. argo. Kamış, penis, yarak,
(Il me fixa longuement. Il fixait la haie d 'où le flagorner gçl. -e dalkavukluk etmek, kıçını,
gibier pouvait sortir). 6 . B a ğ l a m a k , kıpırdayamaz y a l a m a k , yağ ç e k m e k (Pour obtenir ce poste, il
d u r u m a s o k m a k (Le mariage le fixera. Elle flagorna le ministre six mois durant).
cherchait à fixer un mari inconstant). 7. Fixer qch flagornerie diş. Dalkavukluk, yağcılık, el etek
sur: Bir şeyi -in üzerine dikmek, üzerinde öpme, kıç yalama (Il a obtenu ce poste par des
t o p l a m a k (Fixer ses yeux, son esprit, son attention flagorneries).
flagorneur 609 flanc

flagorneur, euse s. ve ad. Dalkavuk, yağcı, el etek poulet, un cochon de lait). 2. mec. Saçıp s a v u r m a k
öpücü, kıç yalayıcı, (Flamber sa fortune). 3. Flamber qn: (Kumarda)
flagrance diş. Göz önündelik, ayan beyanlık, gün Birini soyup soğana çevirmek. 4. gsz. Tutuşmak,
gibi ortadakk, aşikârlık. alev saçmak, yanmak (La maison flambe comme
flagrant, es. 1. Gün gibi ortada, meydanda, aşikâr une torche. Un bois qui flambe). S. Işıl ışıl
(Injustice flagrante. La préméditation est parlamak, kor gibi yanmak (Un soleil de juillet
flagrante. Erreur flagrante, contradiction flambait au milieu du ciel). 6. Flamber pour: mec.
flagrante). 2. Herkesin gözü önünde yapalan, göz -için yanıp tutuşmak, -e karşı büyük bir istek
önünde olan, °aleni. § Le flagrant délit: Suçüstü, duymak.
"cürmü meşhut. Prendre qn en flagrant délit: flamberge diş. Kılıç. § Mettre flamberge au vent:
Birini suçüstü yakalamak, Kılıç çekmek; vuruşmaya hazırlanmak; savaşa
flair er. 1. Koku alma yetisi, 'koklam (Le flair du gitmek.
chien est très fort). 2. mec. Ö n g ö r ü , önsezi (Ce flamboiement er. Alev alev yanma, tutuşma,
détective manque de flair). § Avoir du flair: Burnu alevlenme, panldama (Flamboiement d'un
iyi koku almak, önsezisi olmak, öngörüsü olmak, incendie, du soleil).
sezgisi kuvvetli olmak, flamboyant, es. 1. Parıldayan, parıl parıl parlayan,
flairer gçl. 1. Koklamak (Animal qui flaire sa ışıldayan (Epée flamboyante; des yeux
nourriture; chien qui flaire son maître). 2. flamboyants, des regards flamboyants de haine).
Sezmek, sezinlemek, kokusunualmak (Flairer un 2. Alev alev yanan, tutuşan, alevler içinde,
danger, un piège). flamboyer gsz. 1. Alev alev tutuşmak, alev alev
flaireur, euse s. ve ad. Burnu iyi koku alan, herşeyi yanmak, alevler saçmak (On voyait flamboyer
önceden sezinleyebilen. l'incendie au loin). 2. mec. Işıldamak, parıl parıl
flamand, e s. ve ad. 1. Flaman, felemenk. 2. er. parlamak, yalabımak (Des cristaux qui
Flamanca, felemenkçe. flamboient sous les lustres). 3. Flamboyer de q c h :
flamant er. hayb. Telli turna, flamankuşu. -den p a r l a m a k (Ses yeux flamboyaient de colère).
flambage er. Alevden geçirme, aleve tutma, flamine er. (Eski Romalılarda) Papaz,
alazlama, ütüleme (Flambage d'un poulet). flamingant, e s. ve ad. Flamanca konuşan (La
flambant, es. Alevli, tutuşan (Charbonflambant). Belgique flamingante. Un flamingant).
§ Flambant neuf: Yepyeni, gıcır gıcır (Une voiture flamme diş. 1. Alev, yalaz, yalaza (Flamme d'une
flambant neuf). bougie, d'une lampe). 2. C o ş k u , coşkunluk (Il
flambart, flambard er. 1. Ucu yanık kömür, odun, s'élança avec la flamme de la jeunesse). 3. Parıltı,
eksi, köseği. 2. Şen şakrak kimse. 3. Kalantor. § ışıltı (La flamme de son regard nous dévorait). 4. ç.
Faire le flambard: Övünüp durmak, şişinmek, Yangın (Une maison dévorée par les flammes). 5.
palavra sıkmak, fiyaka satmak, Flama (Flamme de guerre). 6. Veteriner neşteri
flambe diş. 1. Harlı ateş. 2. Eğri kılıç, (Saigner un cheval avec la flamme). 7. mec. Sevi,
flambé, es. 1. Aleve tutularak pişirilmiş, alazlanmış sevgi, °aşk ateşi (Il lui a déclaré sa flamme. Il a fait
(Omelette flambée, crêpes flambées, bananes l'aveu de sa flamme). f Etre en flammes: Yanmak,
flambées). 2. mec. tkz. Suya düşmüş, umut alev alev tutuşmak (Une maison enflammes).
kalmamış, yanmış, çuvallamış, boku yemiş (Cette flammé, e s. Alev gibi dalgalı (Une poterie en grès
affaire est flambée. Tues flambé). flammé).
flambeau er. 1. Meşale, 'yalaz, 'yanarca (Allumer flammèche diş. Kıvılcım (Des flammèches peuvent
un flambeau. Marche aux flambeaux, retraite aux causer l'incendie).
flambeaux). 2. Şamdan (Flambeau d'or, flan er. 1. Bir çeşit pasta, turta (Les enfants adorent
d'argent). 3. mec. Işık f L e flambeau de la foi, de la les flans). 2. Maden pul. 3. hlk. Şaka, matrak,
vérité). $ Se passer le flambeau, se transmettre le ciddi olmayan şey, hava cıva (Tout ce qu'il dit,
flambeau: Meşaleyi birbirine vermek, bir c'est duflan). En être, en rester comme deux ronds
geleneği yada şeyi hiç kesintiye uğratmadan de flan hlk. Şaşırıp kalmak, hayretten dona
sürdürmek. 3. Yükselme; tırmanma, kalmak.
flambée diş. 1. Çalı çırpı ateşi, harh ateş (Faire une fiancer. I . B ö ğ ü r (Le.cheval se couche sur le flanc).
flambée pour se rechauffer). 2. mec. Patlama 2. Y a n ; y a m a ç ( L e flanc d'un navire; le flanc d'une
(Flambée de colère). montagne). 3. Ana göğsü, göğüs (Croit-on que
flamber gçl. 1. Alevden geçirmek, aleve tutmak, dans ses flancs un monstre m'ait porté). 4. ask.
alazlamak, ütülemek (Flamber une volaille, un K a n a t , yan (Le flanc droit d'une armée). § A flanc
flancher 610 fléau

de: -in eteğinde, yamacında (A flanc de coteau). flaques des dernières averses).
Etre sur le flanc: Yatağa düşmek, sayrı düşmek, flash [flaf] er. İng. 1. (Fotoğrafçılıkta) Çekim
sayrılanmak. Mettre qn sur le flanc: -i çok lambası, ışıtaç, flaş. 2. (Sinema) Çarpıcı çekim. 3.
yormak, bitkin düşürmek. Prêter leflancà qch: -e (Basında) Hemen verilen kısa haber, yıldırım
yol açmak, çanak tutmak (Prêter le flanc à la haber.
critique, à la médisance). Se battre les flancs: flash-back [flc fbak] er. İng. Geriye dönüş,
Akıntıya kürek çekmek, boşuna uğraşmak. Tirer flasques. 1. Yumuşak, gevşek, pörsük, sölpük (Des
au flanc: Kaytarmak, işten kaçmak, chairs flasques). 2. mec. Gevşek, güçsüz, kişiliksiz
flancher gsz. 'tkz. 1. Pes etmek, gevşemek, (Un homme flasque).
direnmeyi b ı r a k m a k (Il semblait résolu, mais il a flasque er. 1. (Eskiden) Barut kabı, barutluk. 2.
flanché au dernier moment). 2. Durmak, (Şimdi) Küçük düz şişe.
çalışmamak (Le coeur du malade a flanché flatter gçl. 1. Dalkavukluk etmek, koltuklamak,
brusquement). pohpohlamak, övgülere boğmak (Il flatte tout le
flandrin er. Koca oğlan, iri yarı ama biraz saf ve monde servilement). 2. Eliyle okşamak (Flatterun
beceriksiz adam. chien, un cheval). 3. Olduğundan daha güzel
flâne diş. Dolaşma, gezip tozma (Aimer la flâne). göstermek (Ce portrait la flatte. Cette nouvelle
flanelle diş. Fanila (Mets ta flanelle). § Avoir les coiffure la flatte). 4. mec. Hoş gelmek, okşamak
jambes en flanelle: Pörsük bacaklı olmak, ( Couleurs qui flattent les yeux. Douce musique qui
flâner gsz. 1. Aylak aylak dolaşmak, gezip tozmak flatte l'oreille). 5. mec. Teşvik etmek,
(Flâner dans les rues). 2. O y a l a n m a k , dalga desteklemek, kolaylaştırmak (Flatteries vices, les
g e ç m e k (Un élève qui flâne dans sa chambre au défauts, les manies). 6. Flatter qn de qch: Birini
lieu de faire ses devoirs). -ile o y a l a m a k , u y u t m a k (Ilya longtemp qu'on le
flânerie diş. Aylaklık, gezip tozma, boş gezme, flatte de cette espérance). § Se flatter 1. Hayale
oyalanma. kapılmak (La jeunesse se flatte et croit tout
flâneur, euse s. ve ad. Aylak, işsiz, boş gezen, obtenir). 2. Birbirini pohpohlamak (Ils ne cessent
flanquer gçl. 1. (İstihkâmcılıkta) Yandan pas de se flatter). 3. Seflatterde qch: -ile övünmek
berkitmek. 2. ask. (Bir birliğin) Yanını korumak (lise flatte de sa naissance). 4. Se flatter de f. qch:
(Détachement flanquant une colonne). 3 . -in -ceğini sanmak, -mek umudunda olmak, hayaline
yanında bulunmak, yan tarafında yer almak (Les kapılmak (Il se flatte de démasquer
deux tours qui flanquaient le château en ruine. Les immédiatement les hypocrites).
pavillons qui flanquent le bâtiment central). 4. flatterieDalkavukluk, yaltaklık; pohpohlama,
A t m a k , fırlatmak (Ces jours-ci, il flanque tout en koltuklama.
l'air). S. Flanquer qch de qch: Bir şeyin yanına... flatteur, euse ad. 1. Dalkavuk, yaltakçı, pohpohçu,
y a p m a k (Il a flanqué son pavillon d'un affreux koltukçu (Un vil flatteur. Le flatteur du peuple). 2.
garage). 6. Flanquer qch à qn: Birine... vurmak, s. Çekici, kandırıcı, oyalayıcı (Uneflatteuse erreur
a ş k e t m e k , indirmek (Flanquer une gifle, un coup, emporte nos âmes). 3. s. İyimser, her şeyi günlük
une volée à un enfant). 7. Flanquer qch à qn: güneşlik gösteren (Dresser un bilan flatteur de la
Birine... vermek, getirmek (Le treize lui flanquait situation). 4. s. Hoşa giden, gurur okşayan (Votre
la chance. Il flanquait la peur à tout le monde). 8. confiance me paraît très flatteuse). S. s. Güzel
Etre flanqué de qch: Yanında... bulunmak, -in gösteren, güzelleştiren, olduğundan güzel (Son
arasında b u l u n m a k (Le château flanqué d'une miroir lui renvoyait une image flatteuse).
tourelle à chaque angle. Une route flanquée de flatteusement bel. Dalkavukça, koltuklayarak,
remblais). 9. Etre flanqué de qn: -in eşliğinde, pohpohlayarak.
yanında olmak, -ile beraber bulunmak (Unejeune flatulence diş. (Barsaklarda) Gaz, gaz toplanması,
fille flanquée de sa mère). § Flanquer qn dehors, à flatulent, e s. (Barsaklardaki) Gazdan ileri gelen
la porte: Birini dışarı atmak, kovmak, kapı dışarı ( Colique flatulente).
etmek. Se flanquer par terre: Düşmek, yere flatuosité diş. (Barsaklarda) Gaz (Flatuosité
düşmek. Ça flanque tout par terre: Bu her şeyi causant du ballonnement).
berbat etti, bütün umutlan suya düşürdü, takımı flavescent, es. Sanyaçalan, sarımsı,
yatırdı. fléau er. 1. Harman dövmekte kullanılan ve birer
flapi, es. tkz. Yorgun, bitkin (Nous sommes flapis). ucundan birbirine eklemlenmiş iki değnekten
flaque diş. 1. Birikinti (Une flaque d'eau). 2. Küçük oluşan döveç (Battre le blé avec le fléau). 2.
bataklık, su birikintisi (Le soleil pompait les (Terazi) O k (Fléau d'une balance). 3. mec. A f e t ,
fléchage 611 fleurdelisé

felâket (Les fléaux de la nature. Le fléau de la flemmarder gsz. tkz. Tembellik etmek, işten
guerre, delapeste). 4. Can sıkıcı kişi yada şey, belâ kaçmak.
(Les moustiques sont le fléau de cette région). flemmardise diş. tkz. Tembellik, miskinlik,
fléchage er. Okla gösterme, ok dikme (Fléchage flemme diş. tkz. Tembellik, miskinlik. § Avoir la
d'un itinéraire). flemme: Tembel olmak, tembellik etmek,
f l è c h e ^ . 1. O k (Lancer une flèche avec un arc). 2. çalışmayı sevmemek. Tirer sa flemme:
Kapalı alay, iğneleme (Trépignements du public à Çalışmamak, hiçbir iş yapmamak,
chaque flèche anticléricale). 3. O k işareti, ok (La fléole, phléole diş. bitb. Çayırotu.
flèche sur le panneau indique le sens obligatoire:). İlet er. hayb. Dilbalığı, köpek-dili, dere pisisi,
4. (Minare, kilise, kule gibi yapılarda) Külâh, ok flétan er. hayb. Tütünbalığı.
( Les flèches de la cathédrales 'élancent vers le ciel). flétri, e s. 1. Solmuş, pörsümüş (Fleur flétrie). 2.
5. Araba oku, özek ağacı (La flèche d'une Kuru, yıpranmış (Visage flétri).
charrette, d'un char). 6. (Saatlerde) Akrep. 7. flétrir gçl. 1. Soldurmak, kurutmak (Le venta flétri
Domuz böğründen çıkarılmış yağ parçası. § La les fleurs. L'âge aflétri le visage de cette actrice). 2.
flèche du Parthe: Son anda söylenen acı gerçek, Üzmek, mutsuzluğa düşürmek (Le chagrin avait
birinden ayrılırken yüreğine akıtılan zehir, flétri son âme). 3. Bozmak, kötüleştirmek (Une
söylenen zehir gibi acı söz. En flèche: 1. Hızla, son vie misérable flétrissait son art). 4. (Eskiden
süratle (La voiture partit en flèche). 2. O k gibi, hükümlülere) Dağ vurmak (En France, on
dikine (Le pilote fit monter en flèche son avion). flétrissait les criminels sur l'épaule). 5. mec.
Faire flèche de tout bois: Her çareye baş vurmak, Lekelemek, gölge düşürmek (Flétrir la
her yoldan yararlanmak. Partir comme une réputation, le nom, l'honneur de quelqu'un).
flèche: Son süratle, ok gibi gitmek. Se trouver en flétrissure diş. 1. Solma, solgunluk. 2. mec. Namus
flèche: mec. (Bir topluluk yada partinin öbür lekesi, yüz karası,
üyelerinden) Daha ilerde olmak, önde gitmek, flette diş. Mavna; kayık, sandal,
ileri gelenlerden olmak. fleur diş. 1. Çiçek (Bouquet de fleurs). 2. Yapma
fléché, e s. Okla gösterilmiş, okla belirtilmiş çiçek; çiçek resmi (Un chapeau à fleurs, tissu à
(Itinéraire fléché). fleurs, assiette à fleurs). 3. kim. Çiçek (Fleur de
flécher gçl. Okla göstermek, ok işareti koymak soufre: Kükürtçiçeği). 4. Söz bezeği, şürsel
(Flécher un itinéraire). sözlerle süsleme (Fleurs de rhétorique). 5.
fléchette diş. Küçük ok, okçuk. Kaymak tabaka, seçkin bölüm, en iyi parça (La
fléchir gçl. 1. Bükmek (Fléchir le corps en avant, en fleur d'une société, d'une civilisation, d'un art). 6.
arrière, fléchir les genoux). 2. mec. Y u m u ş a t m a k (Bir şeyin) E n incesi (Fleur de farine, fleur de
(Fléchir ses juges. Il a réussi à fléchir son père). 3. chaux, de plâtre). 7. En parlak dönem, en güzel
mec. Yatıştırmak (Fléchir la colère, la rigueur, la d ö n e m (Il est dans la fleur de sa jeunesse). 8.
fureur de quelqu'un). 4. gsz. Bükülmek, eğrilmek Parlaklık, körpelik, tazelik. 9. ç. Küf (Fleurs de
(Son genou fléchit sous l'effort). 5. G e v ş e m e k , pes vin, de vinaigre). 10. (Köselede) Yüz (La fleur
etmek, boyun eğmek (Sa détermination fléchit d'une peau). § La fleur des poids: tkz. Kıyak
devant le danger). 6. D ü ş m e k , inmek (Les prix adam, şık ve yakışıklı erkek. La petite fleur bleue:
fléchissent). Aşırı duygusallık, duygunluk, romantiklik (Il est
fléchissement er. 1. Bükülme (Fléchissement des épris de petite fleur bleue). Fleur bleue: s. Çok
genoux). 2. mec. Yumuşama, gevşeme. 3. duyarlı, fazla romantik (Il est très fleur bleue). A
Düşme, inme (Fléchissement des cours en fleur de: Hizasında (Rochers à fleur d'eau).
Bourse). Comme une fleur: Kolayca, rahat rahat, hiç
fléchisseur s. anat. 1. Bükücü (Les muscles güçlük çekmeden (Il est arrivé le premier comme
fléchisseurs). 2. er. Bükücü kas. une fleur).Avoir les nerfs à fleur de peau: Çok
flegmatique s. 1. Flegmatik. 2. mec. Soğuk, ağır çabuk sinirlenmek. Couvrir qn de fleurs, lancer
kanlı (Un garçon flegmatique). des fleurs à qn: Birini övgülere boğmak, övmek,
flegmatiquement bel. Soğukça, ağırkanlıhkla. iltifatlar etmek. Etre en fleurs: Çiçeklenmek (Les
flegme er. 1. Suyuk. 2. Balgam. 3. İmbikten ilk arbres sont en fleurs). Faire une fleur à qn: Birine
çıkan damıtık, imbik ağzı. 4. mec. Soğukluk, karşılık beklemeden bir iyilik yapmak. Perdre sa
ağırkanlılık. fleur: Kızlığını yitirmek,
flegmon er. -» phlegmon. fleuraison—» floraison.
flémard,flemmard,es. vead. tkz. Tembel,miskin. fleurdelisé, e s. Zambaklarla süslü, üzerinde
fleurer 612 florence

zambak resmi bulunan (Un étendard fleurdelisé, Korsanlık. 2. Hırsızlık,


drapeau fleurdelisé). flibustier er. 1. Korsan. 2. tkz. Hırsız, dolandırıcı,
fleurer gsz. 1. Güzel kokmak, burcu burcu flic er. hlk. Polis, aynasız.
kokmak, burcumak. 2. -kokmak (Le vent qui flic flac ünl. tkz. (Suya batıp çıkarken çıkan ses)
fleure la menthe). Calp culp.
fleuret er. 1. Kamçı kılıç, flöre. 2. Delgi, flingot,flingueer. hlk. Silah,
fleurette diş. Küçük çiçek, çiçekcik. § Conter flinguer gçl. hlk. -in üzerine silahla ateş etmek, -e
fleurette à une femme: Bir kadına güzel sözler ateş etmek. § Seflinguer:Silahla intihar etmek,
söylemek, "iltifat etmek, flint-glass er. Bir tür billur, has billur,
fleuri, e s. 1. Çiçek açmış, çiçekli, çiçeklenmiş flirt er. 1. Flört (Avoir un flirt avec qn: -ile flörtü
(Jardin fleuri, rameau fleuri). 2. Çiçek olmak). 2. Kendisiyle flört yapılan kimse, oynaş,
resimleriyle süslü, çiçekli (Tissu fleuri, vase sevgili (C'est son dernier flirt).
fleuri). 3. Taze, körpe (Un teint fleuri). 4. Süslü flirter [flœRte] gsz. 1. Flört yapmak. 2. Flirter avec:
(Un style fleuri). -ile flört yapmak, arası iyi olmak (Ministre qui
fleurir gsz. 1. Çiçek açmak, çiçeklenmek (Les flirte avec l'opposition. Il flirte avec une collègue
arbres fleurissent). 2. Kızarmak, sivilce dökmek; du bureau).
sivilcelerle, kıllarla kaplanmak (Son nez fleurit). flirteur, euses. vead. Flörtçü, flört yapmayı seven,
3. Çiçek gibi açmak, parlamak (Un sourire fleurit çapkın (C'est un flirteur. Elle est assez flirteuse).
sur son visage). 4. mec. Gelişmek, ilerlemek, floche s. Tüylü, havlı (Tissu floche). § Soie floche:
serpilmek (Un art qui fleurit, le commerce fleurit). Bükülmemiş ipek.
5. gçl. Çiçeklerle süslemek (Fleurir un salon, une floche diş. Küçük püskül, püskülcük.
tombe). 6. Fleurir qch de: -ile süslemek (Fleurir flocon er. 1. Yumak, yumacık (Flocon de laine). 2.
une tombe de chrysanthèmes). (Tahıl) Ezme (Flocon d'avoine). § Flocons de
fleurissant, e s. Çiçeklerle donanmış (Une forêt neige: Kuşbaşı kar. A gros flocons: Lapa lapa (Il
fleurissante). neige à gros flocons).
fleuriste ad. Çiçekçi; çiçek yetiştiricisi, çiçek floconner gsz. Yumaklanmak, yumak yumak
satıcısı. olmak.
fleuron er. 1. Çiçeksi süs (Fleurons d'une floconneux, euse s. Yumak halinde, yumak yumak,
couronne). 2. bitb. Bileşikgillerden olan çiçekleri yumak gibi (Des nuages floconneux passaient
oluşturan küçük çiçeklerden her biri, çiçekcik. § dans le ciel).
Le plus beau fleuron de qch: -in en değerli ve floculation (Bir sıvıda) Yumak yumak çökelme,
yararh parçası (Le plus beau fleuron d'une flonflon er. 1. Nakarat, ara nağme. 2. Nefesli
collection). sazlarla çalınan halk havaları (Les flonflons d'un
fleuronné, e s. 1. Çiçeksi süslerle süslenmiş. 2. bitb. bal de village).
Çiçekciklerden oluşmuş; çiçekcikli. flop er. 1. (Düşme sesi) Pat. 2. argo. Başarısızlık. §
fleuve er. 1. Nehir, ırmak (La Loire est le plus long Faire flop: 1. Pat diye düşmek. 2. Başarısızlığa
fleuve de France). 2. mec. Sel, akıp giden şey (Un uğramak.
fleuve de sang, de larmes, d'êtres humains). flopée diş. hlk. Çok, bir sürü (Il a une flopée
flexibilité diş. Bükülgenlik, esneklik (Flexibilité d'enfants).
d'une branche). floraison diş. 1. Çiçeklenme, çiçek açma
flexibles. 1. Bükülgen, esnek (Roseauflexible). 2. (Floraison des arbres fruitiers). 2 .mec. Gelişme,
mec. Uysal, hemen boyun eğen (Il a un caractère serpilme (Une floraison de talents. Floraison d'un
flexible). art).
flexion 1. Bükülme; bükme (F/exiondu bras). 2. floral, e s. Çiçeğe değgin, çiçekle ilgili (Exposition
dilb. Bükün, florale. Les organes floraux). § Jeux floraux:
flexionnel, le s. dilb. Bükünlü (Langue Toulouse kentinde düzenlenen yazın yarışması,
flexionnelle). floralies diş. ç. Çiçek sergisi,
flexueux, euse s. Yılankavi, eğri büğrü (Tige flore diş. bitb. Bitey, bitki örtüsü, bir ülkede yetişen
flexueuse). bütün bitkiler, "flora,
flexuosité diş. Yılankavilik, eğri büğrülük. floréal er. Fransız devrim tarihinin sekizinci ayı (20
flibuster gsz. 1. Korsanlık etmek. 2. gçl. tkz. Nisan-19 Mayıs),
Çalmak, aşırmak, araklamak, florence diş. 1. İnce tafta. 2. Balıkçıların olta
flibusterie diş. 1. (Eskiden Amerika denizlerinde) iğnesini bağlamakta kullandıktan bir tür sert kd.
florès 613 fluide

florès er. Faire florès: Parlamak, başarı sağlamak une sauce flottarde).
(Balzac fait florès plus que jamais). flotte diş. 1. (Denizcilikte) Donanma; filo (Flotte de
floricole s. Çiçekler üstünde yaşayan (Insecte guerre, de commerce). 2. (Havacılıkta) Filo
floricole). (Flotte aérienne). 3. Olta ve balık ağı mantarı. 4.
floriculture diş. Çiçek yetiştirme, çiçekçilik. Şamandıra. 5. hlk. Yağmur (Il tombe de la flotte).
floridées diş. ç. bitb. Kızılsuyosunları. 6. hlk. Su (Piquer une tête dans la flotte. Boire de la
florifère s. 1. Çiçekli (Tige florifère). 2. Çiçeği bol flotte).
(Plante florifère). flottement er. 1. (Su yüzünde) Yüzme. 2.
florilège er. Güldeste, "antoloji, seçme şiirler, Dalgalanma, kaynaşma (Il se produit un certain
* seçki, flottement dans l'Assemblée). 3. Kararsızlık,
florin er. Florin. "tereddüt, ikircim (On observe du flottement dans
florissant, es. 1. Eksiksiz, zengin dört başı bayındır, la conduite de cet homme).
parlak (Pays florissant). 2. Gelişmiş, ilerlemiş, flotter gsz. 1. Su yüzünde kalmak, yüzmek (Le
gelişkin (Commerce florissant). 3. Çok iyi, bouchon flotte sur l'eau). 2. Dalgalanmak (Le
diyecek yok (Santé florissante). 4. Sağlıklı (Un drapeau flotte) 3. Dalga dalga kımıldamak,
teint florissant). o y n a m a k , gezinmek ( Un vague sourire flottait sur
flot er. 1. Dalga (Les flots de la mer, d'un lac). 2. son visage). 4. Gevşek durmak, askıda durmak,
Deniz kabarması. 3. ç. Deniz (Flots tranquilles, sallantıda olmak (Nos couronnes flottent sur nos
agités, écumeux). 4. mec. Sel (Flot de sang, flot de têtes). S. Flotter entre: a) İkisi arası bir şey olmak
larmes). S.mec. Akın, üşüşme, sel gibi akma(Flot (Lafinesseflotteentre le vice et la vertu), b) (İki şık)
de voyageurs, flot de lumière). 6. Yığın, kalabalık Arasında kararsızlık geçirmek, tereddüt etmek,
(Laisser sortir le flot des employés). 7. Büyük sallanmak (Il flottait entre le oui et le non). 6.
miktar, birsürü (Un flot de souvenirs, d'idées). § A Kişisiz. hlk. Y a ğ m u r yağmak (Il flotte: Yağmur
flots, à grands flots: Bol, su gibi, sel gibi, çok yağıyor). 7. gçl. (Kereste tomruklarını) Suya
(Dans cette entreprise l'argent coule à flots. Le salarak taşımak (Flotter du bois). § Bois flotté:
soleil entre à flots). Etre à flot: 1. Su üstüne Suyun sürükleyip getirdiği ağaç, sel kütüğü,
çıkmak, yüzmek (Le navire est à flot). 2. mec. tkz. flotteur er. 1. Suda tomruk sallannı güden işçi. 2. Su
Yalıya çıkmak, işleri yoluna girmek, tehlikeli yüzünde yüzen cisim, şamandıra,
durumu kalmamak. Mettre, remettre qn, qch à flottille diş. Flotilla (Une flottille de pêche, de
flot: 1. Yüzdürmek, su yüzüne çıkarmak canots).
(Remettre un bateau à flot). 2. İşlerini yoluna flou er. Kapalılık, anlaşmazlık, belli belirsizlik (Le
koymak, tehlikeden kurtarmak, yalıya çıkarmak flou d'une pensée).
(Il m'a remis à flot. Remettre une entreprise à flot). flou, e s. Kapalı, belli belirsiz, buğulu, donuk (Une
Se remettre à flot: İşlerini yoluna koymak, işleri idée floue).
yeniden düzelmek, flouer gçl. tkz. Çalmak, aldatmak, dolandırmak (Il
flottable s. 1. Üstünde tomruk yüzebilir (Cours floue tout le monde). § Se laisser flouer:
d'eau flottable). 2. Su üstünde yüzebilen, Dolandınlmak, aldatılmak,
batmayan (Bouéeflottable). flouve diş. bitb. Kokulu çayırotu, kokulu yonca,
flottage er. Kereste tomruklarının suyun akıntısına fluctuant,es. 1. Çalkanan,çalkantılı.2.hek. Oynak
salınarak taşınması. § Flottage à bûches perdues: (Tumeur fluctuante). 3. Sık sık değişen, oynak
Tomruklan teker teker suya salıp taşıma. Flottage (Prix fluctuants. Idées fluctuantes). 4. Kararsız (Il
en trains: Tomruklan sal biçiminde bağlayıp suya est fluctuant dans ses idées).
salarak taşıma, fluctuation diş. 1. Çalkanma, çalkantı, değişip
flottaison diş. (Gemide) Su kesimi (Ligne de durma, oynama (Les fluctuations des prix, du
flottaison). marché, de la Bourse). 2. Kararsızlık (les
flottant, e s. 1. Su üstünde yüzen, yüzer (Glaces fluctuations d'un esprit inquiet).
flottantes, bois flottants, îles flottantes). 2. fluctuer gsz. 1. Dalgalanmak, çalkanmak. 2. Sık sık
Dalgalanan (Cheveux flottant, étendards değişmek, oturmamış olmak,
flottants). 3. mec. Dalgalı, oynak (Dettes fluer gsz. Akmak.
flottantes). 4. Kararsız, çabuk değişen, bir anı bir fluet, tes. 1. İnce, narin (Elle a des doigts fluets). 2.
anına uymayan (Un caractère flottant). Zayıf, ince (Une voix fluette).
flottard, e s. ve ad. argo. 1. Denizcilik okulu fluides, X.fiz. Akışkan (Huile très fluide). 2. Akıcı,
öğrencisi. 2. Suyu bol, çok sulu (Un café flottard, su gibi akan, kolay yakalanmaz (Pensée fluide). 3.
fluidifier 614 foin

Kesin olmayan, elden kolayca kaçabilir (Une les aspirations de toutes les tendances). § Se
situation politique fluide) A. er. Akışkan madde.§ focaliser sur qch: -üzerinde durmak, -üzerine
Avoir du fluide: Önsezisi olmak, geleceği yönelmek (Se focaliser sur les points essentiels).
önceden kestirme yetisi olmak, fôene, fœne diş. Zıpkın.
fluidifier gçl. Akışkanlaştırmak, akışkan hale fœtal, es. Dölüte değini, *dölütsel, ceninle ilgili,
getirmek. fœtus er. Dölüt, "cenin.
fluidité diş. 1. Akışkanlık (Fluidité d'un liquide). 2. foi«% 1. İnan, °iman (Il a perdu la foi. J'ai la foi. Il
Akıcılık (La fluidité d'une mélodie). voit tout avec les yeux de la foi). 2. Din (La foi
fluor er. kim. Flüor. musulmane. Confesser une foi nouvelle.
fluorescence diş. fiz. bitb. Flüorışı, flüoresans, Répandre la foi). 3. Söz, verilen söz, °vaad (Il a
*ışımrlık. violé sa foi). 4. Bağlılık, "sadakat (Aucun de tes
fluorescent, es. fiz. bitb. Flüroışıl, flüoresan *ışmır. amis ne t'a manqué defoi). S. Güven, bel bağlama,
flush Ifloef] er. (Pokerde) Renk, flöş (Quinte inanma (lia trahi ma foi en lui). § La bonne foi: İyi
flush). niyet. La mauvaise foi: Kötü niyet. Profession de
flûte diş. 1. Flüt (Jouer de la flûte) .2. Baston ekmek. foi: Kanış ve inanç açıklaması. Digne de foi:
3. ç. Bacaklar. 4. (Eski) Savaş gemisi. 5. İnce, dar, Güvenilir, inanılabilir (Un homme digne de foi).
uzun ayaklı bardak (Une flûte à Champagne). 6. De bonne foi: 1. İyi niyetli (Un homme de bonne
uni. Tüh, hay Allah kahretsin, yuh! (Flûte, j'ai foi, il est de bonne foi). 2. İyi niyetle (Agir de
perdu mon stylo!). § Flûte de Pan: Musikar bonne foi). De mauvaise foi: 1. Kötü niyetli (Une
denilen ve yan yana dizilmiş bir sıra düdükten femme de mauvaise foi, elle est de mauvaise foi). 2.
oluşmuş çalgı, ağız armonikası. Etre du bois dont Kötü niyetle (Agir de mauvaise foi). En foi de
on fait des flûtes: Her kalıba, her boyaya girmek, quoi: Buna dayanarak (Enfoi de quoi, j'ai signé le
her şeye eyvallah demek. Jouer des flûtes: présent certificat). En toute bonne foi: İçtenlikle,
Koşmak. Se tirer des flûtes: Tabanları yağlamak, hiçbir kötülük düşünmeden. Ma foi, par ma foi,
kaçmak. sur ma foi: Vallahi, inan olsun! Sous la foi du
flûté, e s. Tatlı ve ince (Une voixflûtée). serment: And içerek. Sur la foi de: Tanıklığı
flûteau, flûtiau er. 1. Oyuncak flüt. 2. bitb. üzerine, -in söylediklerine dayanarak, bakarak
Kazayağı. (Il a été condamné sur la foi des témoins). Avoir foi
flûtergsz. 1. Flüt çalmak. 2. (Karatavuk) Ötmek. 3. en: -e güvenmek, inanmak (J'aipleine foi en lui.
hlk. Kafayı çekmek, içmek, Un jeune qui a foi en l'avenir). Ajouter foi à qch: -e
flûtiste ad. Flütçü, flüt çalan, inanmak, güvenmek. Faire foi: Geçerli olmak,
fluvial, e s. Irmağa değgin, nehirle ilgili (EMU "muteber sayılmak (C'est le texte seul qui fera foi).
fluviale, pêche fluviale). Faire sa profession de foi: İnancını, kanısını açıkça
fluviatile s. Akarsularda yetişen, ırmaklarda belirtmek. Jurer sa foi: And içmek, and içerek
yaşayan. söylemek. N'avoir ni foi ni loi, être sans foi ni loi:
flux er. coğr. 1. (Denizde) Kabarma. 2. fiz. Akı, Dini imanı olmamak, vicdansız olmak,
akım (Flux magnétique, flux électrique). 3. hek. foie er. Karaciğer. § Avoir des jambes en pâté de foie:
Akış, akma, gelme (Flux de sang dans la tkz. Pörsük bacakları olmak, bacakları çok
dysenterie. Flux menstruel). 4. mec. Bolluk, yumuşak olmak. Avoir les foies: hlk. Çok
çokluk (Flux de paroles, de protestations). S.mec. korkmak, ödü bokuna karışmak. Se manger, se
Yükseliş, çıkış, yükselme (Le flux et le reflux des ronger les foies: İçi içini yemek, bir sürü kaygüar
événements). duymak, çok kaygdanmak.
fluxion diş. hek. (Vücudun herhangi bir yerinde) foie-de-boeuf er. Ökse mantarı,
Kan yürümesi, kan toplanması, şişme, şiş. foin er. 1. Kuru ot (Il a mis du foin dans les râteliers).
fluxmètre er. Manyetik akı ölçmeye yarayan alet, 2. (Enginarda) Tüy (Foin d'artichaud). 3. ç.
*akıölçer. Biçilecek ot (Couper les foins, faire les foins: Ot
fob tic. huk. Gemide teslim, fob (Vente fob). biçmek). § Bête à manger du foin: Çok aptal,
foc er. (Gemi yelkenlerinden) Flok. eşeğin teki. Avoir du foin dans ses bottes: Hali
focal, e 1. s. Odağa değgin, odaksal. 2. diş. Odak vakti yerinde olmak, zengin olmak. Faire du foin:
( Objectif à focale variable). hlk. Rezalet çıkarmak, bağırıp çağırmak,
focaliser gçl. 1. Bir odakta toplamak, kıyamet koparmak,
"odaksallaştırmak. 2. mec. Aynı yönde foin ûnl. (Eski) Yuf olsun,eksik olsun, olmaz olsun
(Foin de la richesse, s'il faut l'acquérir à ce prix-).
toplamak, bir noktada yoğunlaştırmak (Focaliser
foi rail 615 follement

foirail er. Panayır yeri. chaux). 3. Bolluk, çokluk, zenginlik (Un


foire diş. 1. Panayır (Foire aux bestiaux). 2. Sergi, foisonnement de trouvailles).
fuar (La Foire internationale d'İzmir. La foire de foisonner gsz. 1. Çok bol olmak, çok olmak, dolup
Paris). 3. hlk. Sürgün, ishal. 4. Çok gürültülü yer, taşmak (Les lapins foisonnent en Australie. Cette
ahır gibi yet (C'est une foire, ici). § Acheter qch à la année les fruits foisonnent). 2. Hacmi artmak (La
foire d'empoigne: Çalmak, aşırmak, araklamak. chaux mouillée foisonne). 3. Foisonner de qch, en
Avoir la foire: 1. İshal olmak, sürgün olmak. 2. qch: -bakımından zengin olmak (Notre littérature
Korkudan donuna yapmak. Faire la foire: hlk. foisonne en poètes de valeur. Ce romancier
Cümbüş yapmak, âlem yapmak, yiyip içip keyfine foisonne d'idées ingénieuses).
bakmak. fol, folle —> fou.
foirer gsz. 1. hlk. Sürgünü olmak, karnı sürmek, folasse s. tkz. Kaçık, terelelli, dengesiz,
ishal olmak. 2. Laçka olmak, tutmamak (Ecrou folâtre s. 1. Şen, şakrak, delişmen (Un enfant
qui foire. Vis qui foire). 3. mec. K o r k m a k , üç folâtre). 1. Delice, çılgınca (Une gaieté folâtre).
buçuk atmak. 4. tkz. Son anda çuvallamak, folâtrer gsz. Gülüp oynamak, eğlenmek, şakalar
başaramamak, elden kaçırmak. § Foirer dans son yapıp eğlenmek (Les enfants folâtraient dans la
froc, dans son fourreau: argo. Korkudan donuna prairie).
yapmak. folâtrerie diş. Gülüp oynama, eğlenme, şakraklık,
foireux, euses. ve ad. hlk. l.tshal olmuş. 2. Korkak, şaka.
ödlek, tabansız. 3. tkz. Zokayı yemiş, kıç üstü foliacé, e s. Yapraksı, yaprağı andıran, yaprağa
oturmuş, fena halde yenilmiş, benzer.
fois diş. Kez, "defa, "kere (On mange trois fois par foliaires. Yaprağa ait, yapraksal (Glande foliaire).
jour. Trois fois quatre font douze). § A la fois: 1. foliation diş. Yaprak dizimi; yapraklanma,
Aynizamanda;hem...hem (Ilestàlafoissévèreet folichon, nes. tkz. Şen, şakrak, şakacı, matrak,
juste) 2. Aynı anda (Ne parlez pas tous à la fois. Il folichonner gsz. tkz. Gülüp oynamak, eğlenmek,
fait deux choses à la fois). A chaque fois que, toutes matrak geçmek, gırgırla vakit geçirmek,
les fois que: Ne zaman... se (A chaque fois que folichonnerie diş. Gülüp oynama, eğlenme matrak
l'orateur lançait le bras en avant, elle s'Élançait elle geçme, gırgırla vakit geçirme,
aussi. Toutes les fois qu'il me rencontre, il me folie diş. 1. Delilik (Accès de folie. Sa passion
demande de l'argent). Des fois: Bazen, kimi kez confine à la folie). 2. Çılgınlık (lia passé l'âge des
(Ici, les orages sont des fois très violents). Encore folies. Folies de la jeunesse). 3. H a t a , aptallık (J'ai
une fois: Bir kez daha. La prochaine fois: Gelecek fait une folie). 4. Savurganlık (Vous avez fait une
defa. En une fois: Bir defada, bir kerede (Payeren folie en vous offrant ce cadeau). 5. T u t k u , aşırı
une fois). Il était une fois: Bir varmış bir yokmuş, sevgi (Sa folie, c'est la musique). § A la folie:
evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Pour la Delice, çılgınca, pek çok (Je l'aime à la folie).
première fois: tik kez, ilk olarak. Une fois: 1. Bir Avoir la folie de qch: -e çok düşkün olmak, -e karşı
gün, bir defasında. 2. Eskiden, geçmişte, vaktiyle tutkusu olmak (Ilala folie des vieux livres). Dire
(Il y avait une fois une princesse nommée Blanche des folies: Saçma sapan sözler söylemek. Faire des
Neige). Une fois pour toutes: İlk ve son olarak; folies: 1. Çılgınlıklar yapmak, ipe sapa gelmez
kesin olarak. Une bonne fois: Kesin olarak. Une şeyler yapmak. 2. Büyük paralar harcamak, çok
fois que: -ir, -mez; -di mi ( Une fois qu'il a décidé masrafa girmek (Il fait des folies pour décorer sa
quelque chose, rien ne peut l'en faire démordre: villa).
Bir şeye karar verdimi, artık hiçbirşey onu bundan folié,es. bitb. Yapraklı.
caydıramaz ). folio er. (Basımcılıkta) Sayfa numarası (Changer les
foison diş. Büyük miktar, çok sayı, bolluk, çokluk folios).
(Un commentaire illustré par une foison de foliole diş. Küçük yaprak, yapracık.
citations). § A foison: Bol bol, çok, istemediğn folioter gçl. (Defter yada kitabın) Sayfalarını
kadar, tümen tümen (Il y avait là des livres à numaralamak, sayfa numaralarını koymak,
foison). folklore: er. Halkbilim, folklor,
foisonnant, e s. Foisonnant de qch: -bakımından folkloriques. Halkbilimsel, folklora değgin,
zengin (Forêt foisonnante de gibiers. Poète folkloristead. Halkbilimci, folklorcu,
foisonnant d'images). folle —> fou
foisonnement er. 1. Bollaşma, çoğalma. 2. Hacmi follement bel. Delice, delicesine, çılgınca (Il est
artma, hacim artması (Foisonnement de la follement amoureux).
follet 616 fond

follet, t e s . vead. 1. Delişmen (Une petite follette). 2. intérêts. Régler une longue-vue en fonction de la
Peri, şeytan (Le follet fantastique erre sur les distance). Entrer en fonctions: Bir mesleğe
roseaux). § Esprit follet: Cin, peri, ev perisi. Feu girmek, bir işe yerleşmek. Etre fonction de qch:
follet: Hafif alev, bir gaz parlamasmdan -bağlı olmak, -ir sonucu olmak (Le
birdenbire çıkan alev. Poil follet: 1. Çenede çıkan développement de l'enfant est fonction de
ilk tüyler, ayva tüyü. 2. Yavru kuş tüyü. Etre l'établissement des connexions nerveuses). Faire
comme un feu follet: Parlak ama güvenilmez fonction de: 1. -lik etmek, -görevi yapmak (Il fait
olmak. fonction de directeur). 2. -in yerini tutmak, -işi
folliculaire er. 1. Gazeteci taslağı, "varakpareci. 2. g ö r m e k ( Ce rideau faitfonction de volets). Quitter
s.anat. Keseciğe değgin, ses fonctions: Emekliye ayrılmak,
follicule er. 1. Badıç. 2. anat. Kesecik, fonctionnaire ad. Görevli, devlet memuru, memur,
fomentateur, trice ad. Kışkırtıcı, düzenleyici fonctionnalisme er. İşlevsellik; işlevselcilik.
(Fomentateur de querelles, un fomentateur fonctionnariser gçl. Memurlaştırmak; devlet
professionnel de troubles). memurluğuna çevirmek (Fonctionnariser les
fomentation diş. 1. hek. (Eski) Lapa vurma médecins, le personnel d'une entreprise).
(Fomentation chaude). 2. mec. Kışkırtma (La fonctionnarisme er. Memur egemenliği; memur
fomentation des haines, des troubles). kafası, memur anlayışı,
fomenter gçl. 1. Sıcak lapa vurmak, lapa çekmek. 2. fonctionnel, le s. 1. mat. Fonksiyonel, "işlevsel
mec. Kışkırtmak (Fomenter des troubles, la (Calcul fonctionnel). 2. Vücut görevlerine
révolte). değgin, bir organın çalışmasıyle ilgili (Troubles
fonçage er. X. Dip geçirme, dip tahtası takma (Le fonctionnels d'un organe). 3. İşlevsel, bir işe
fonçage d'un tonneau). 2. K a z m a (Le fonçage yarayan, bir amaca hizmet eden (Architecture
d'un puits). 3. (Rengi) Koyulaştırma, fonctionnelle, éducation fonctionnelle, meubles
foncé, e s. Koyu renk, koyu (Bleu foncé, rouge fonctionnels).
foncé, peau foncée). fonctionnement er. Çalışma, iş görme, görev
foncer gçl. 1. Dip geçirmek, dip tahtası takmak yapma, işleme (Le fonctionnement d'un organe; le
(Foncer un tonneau). 2. K a z m a k (Foncer un fonctionnement d'une affaire, d'un mécanisme).
puits). 3. Koyulaştırmak (Foncer une teinte. Ellea fonctionner gsz. İşlemek, çalışmak, iş görmek (Une
foncé ses cheveux). 4. gsz. Koyulaşmak (Ses machine fonctionnant sur le courant alternatif. Un
cheveux ont foncé. La lumière grise fonçait peu à organe qui fonctionne mal).
peu). S. gsz. Hızla gitmek, dalmak (Ilfonce à cent fond er. 1. D i p ( L e fond de la mer, d'un puits, d'un
à l'heure dans les virages). 6 . Saldırmak (Cette bête tonneau, d'un verre). 2. Zemin, dipyüzey (Le
veut foncer mais n'ose pas). 7. Foncer s u r q n : -e fond d'un tableau). 3. D i p taraf (Le fond d'une
saldırmak, -in üzerine atılmak, çullanmak scène). 4. D i p t e kalan şey, dip (Boire le fond de
(Foncer suri 'ennemi). bouteille). 5. Temel, esas (Le fond de sa
fonceur, euse s. ve ad. tkz. Korkusuz, gözünü nourriture, ce sont des pommes de terre). 6. Öz,
budaktan sakınmayan, vur deyince öldüren, kapsam, içerik (Le fond d'un exposé, d'un
foncier, ère s. 1. Araziye değgin, toprağa değgin roman) . 7 . Derinlik ( / / n ' y a pas assez defondpour
(Impôt foncier, propriétaire foncier). 2. T e m e l , plonger). 8 . huk. Esas (Le fond du procès. Le
esas, başlıca (Ses qualités foncières n'apparaissent tribunal s'est prononcé sur le fond). § Article de
pas au premier abord). fond: Başyazı. Course defond: Mukavemet yarışı.
foncièrement bel. Köküne kadar, sapına kadar (Il Le fin fond: En ücra yer, en uzaktaki yer. La lame
est foncièrement honnête). de fond: Dipten gelen dalga, alttan gelen hareket
fonction diş. 1. Görev, memuriyet (Une fonction (La lame defond a presque totalement renouvelé
très bien rémunérée. Se démettre de ses fonctions). l'Assemblée lors des élections). Le fond de tiroir:
2. M e vki ( L e titulaire d'unefonction. Etre promu à Elde kalan son çare. A fond: Derinliğine;
une nouvelle fonction). 3. İşleyiş, işleme, çalışma tamamıyla (Etudier un problème à fond. Il connaît
(Fonctions du foie, du cœur). 4. İşlev, rol (La à fond la vie des sultans). Au fond, dans le fond:
fonction du volant est de commander la direction Aslında, gerçekte (On l'a blâmé, mais au fond il
du véhicule). 5. mat. Fonksiyon, "işlev (Fonction avait raison). Au fond de: -in dibinde (Au fond de
algébrique, fonction mathématique). § En lamer). A fond de train: Bütün hızıyla, tek saniye
fonction de: -e göre, -e bağlı olarak, -in yitirmeden. Du fond de: -dibinden,
değişikliklerine uyarak (Agir en fonction de ses derinliklerinden. Du fond du cœur: İçten,
fondamental 617 fonds

yürekten (Je vous remercie du fond du cœur). De la force. Il fonde de grands espoirs sur son fils). 4.
fond en comble: Tepeden tırnağa, baştan aşağı, Etre fondé à f. qch: -mekte haklı olmak, -meye
tamamıyla (Sa maison a été détruite de fond en hakkı olmak (Il est fondé à prétendre que tu abuses
comble). Aller jusqu'au fond des choses: de sa confiance). § Se fonder sur: -e dayanmak
Olayların derinliklerine inmek. Envoyer qch par (Pour affirmer cela, tu dois te fonder sur des
le fond: Batırmak, denizin dibini boylatmak arguments solides).
( Envoyer un navire par le fond). Faire fond s u r : -e fonderie diş. 1. Dökümcülük, dökmecilik. 2.
güvenmek, inanmak, Döküme vi, dökümhane.
fondamental, e s. 1. Temele değgin (Pierre fondeur er. 1. Dökümevi sahibi. 2. Dökümcü,
fondamentale). 2. mec. Başlıca, temel, esas, belli dökmeci (Fondeur de canons).
başlı, ana (L'idée fondamentale d'un système). fondeuse diş. Döküm makinası.
fondamentalement bel. 1. Tamamıyla, baştan aşağı, fondoir er. (Kanarada) Yağ eritme yeri.
tepeden tırnağa (Modifier fondamentalement un fondre gçl. 1. Eritmek; ergitmek (Le soleil a fondu
système). 2. Temelden, esastan, özden (Deux la neige. Fondre un métal, du beurre, du minerai).
conceptions fondamentalement opposées). 2. (Bir sıvı içinde) Eritmek (Fondre du sucre, du
fondant, es 1. Ağızda eriyiveren ( Poires fondantes, sel dans l'eau). 3. Dökmek, dökümünü yapmak
bonbons fondants). 2. Ergimeyi sağlayan, ergitici (Fondre une statue, une cloche, des caractères
( La température de la glace fondante est le zéro de d'imprimerie). 4. mec. Kaynaştırmak (Fondre
l'échelle centésimale). 3. er. Fondan, şekerleme. deux sociétés). 5. Yumuşatmak, ölgünleştirmek
4. er. Ergitici (Alumine, chaux, silice utilisées (Fondre des couleurs). 6. gsz. E r i m e k (La glace
comme fondant). fond à zéro degré. Le beurre fond dans la
fondateur, trlce ad. 1. Kurucu (Fondateur d'un casserole). 7. gsz. mec. Zayıflamak, erimek
empire, d'une ville, d'une société commerciale). 2. (Comme elle a fondu! Ma mère a fondu de cinq
Bağışta bulunan, bağışçı (Fondateur d'un kilos en trois mois). 8 . gsz. Ç ö k m e k , yıkılmak,
hôpital). g ö ç m e k (Et la terre fondra, et on tombera en
fondation diş. 1. Temel ( Creuser les fondations d'un regardant le ciel). 9. gsz. Erimek, tükenmek,
édifice). 2. Kurma, kurulma, "tesis (La fondation hemen bitivermek, geçmek (L'argent lui fond
d'un parti, d'un ordre religieux, d'une cité). 3. dans les mains. Toute sa fatigue avait fondu dans le
Vakıf (La Fondation Thiers). § Fondations sommeil). 10. gsz. Fondre sur: -e saldırmak,
pieuses: Evkaf. Etablir une fondation: Bir vakıf üzerine çökmek, atılmak, çullanmak (Fondresur
kurmak. l'ennemi). § Fondre en larmes: İki gözü iki çeşme
fondé, e s. 1. Haklı, usa yatkın (Une accusation ağlamak. § Se fondre: 1. Erimek, sıvı haline
fondée). 2. Fondé sur: -e dayanan, -e dayalı (Une gelmek (La cire se fond au feu). 2. Birleşmek,
idée fondée sur des bases solides). 3. E t r e fondé à f . k a y n a ş m a k (Maison de commerce qui se fond
qch: -mekte haklı olmak, -meye hakkı olmak dans telle autre, avec telle autre). 3. Yitip gitmek
(Puisque tu ne paies pas tes dettes, je serais fondé à (Silhouette qui se fond dans la brume).
te les réclamer par voie de justice). fondrière diş. 1. (Toprakta) Çatlak, yarık, iz; su
fondé de pouvoir er. huk. "Vekil, yetkili kılınmış birikintisi (L'averse avait creusé des fondrières sur
kimse. la route).
fondé de procuration er. Ticari mümessil, fonds er. 1. Toprak, tarla. 2. "Ticarethane,
fondement er. 1. Temel (Les fondements d'une tecimevi; işletme (Il est propriétaire d'un fonds).
maison, d'un empire). 2. Ana ilke (Les 3. (Büyükçe bir) Para, meblağ (Il a un fonds). 4.
fondements d'une théorie, d'un système). 3. tkz. A n a m a l , s e r m a y e (Il a mangé son fonds avec son
Kıç, m a k a t (Il en éprouvait un mal affreux au revenu). 5. Ö z , esas, t e m e l (Ce garçon a un fonds
fondement). § Sans fondement: Asılsız, gerçek de santé robuste). 6. mec. Zenginlik, varlık (Cet
olmayan (Une accusation sans fondement). Jeter, homme a un grand fonds d'érudition). 7. Eski
poser les fondements de qch: -in temelini atmak; kaynaklar, eski el yazmaları (Le fonds d'une
esasını kurmak, bibliothèque). 8. tic. Ambardaki mal, stok,
fonder gçl. 1. -i kurmak (Fonder un système, un birikim. 9. tic. "Şirket sermayesi, ortaklık
Etat, la démocratie). 2. Bulmak, yaratmak, anamalı. 10. tic. Özel yatırım, belirli bir iş için
"keşfetmek (Einstein a fondé la relativité restreinte gerektikçe ödenmek üzere ayrılıp işletilen para. §
et généralisée). 3. Fonder qch sur: Bir şeyi -e Fonds d'amortissement: Aşınma payı yedeği.
dayandırmak, bağlamak (Fonder son pouvoir sur Fonds de commerce: Tecimevi. Fonds de garantie:
fondu 6X8 force

İnancalık, "teminat akçesi. Fonds d'emprunt: olmak.


*Ödünç verme ayırcası, "ikraz fonu. Fonds de football er. Ayaktopu, "futbol (Match de football,
renouvellement: Yenileme ayırcası, "tecdit fonu. équipe de football, terrain de football,
Fonds de réserve: Yedek anamal, yedek para. championnat de football, club de football. Jouer
Fonds de roulement: Döner anamal; işletme au football).
anamalı,"döner sermaye. Fonds de l'Etat: Devlet footballeur, euse ad. Futbolcu,
"tahvili. Fonds secret: Örtülü ödenek. Lefonds footing er. İng. Yürüyüş, sağlık için yapılan gezinti
monétaire international: Uluslararası para fonu. (Je fais du footing chaque matin).
Etre en fonds: Elinde kuru parası olmak. Prêter à for er. I. (Eski) Yargıevi, "mahkeme. 2. Yetki (Le
fonds perdus: Ödemeyecek birine yada bir yere for en la matière de nullité de mariage et la
ödünç vermek, procédure sont réglés comme en cas de divorce). §
fondu, es. 1. Erimiş (Neigefondue). 2. Dökülmüş, Le for intérieur: İç, vicdan, "derun. Dans son for
dökme olarak yapılmış (Statue fondue). 3. intérieur: İçinden, vicdanında (Dans son for
(Renklerde) Derece derece yumuşayan (Des tons intérieur, il a dû reconnaître ses torts).
fondus). 4. er. (Renklerde) Derece derece forage er. Delme; açma (Le forage d'un puits de
ölgünleşme, yumuşama. 5. er. (Sinemacılıkta) pétrole).
Açılma-kararma (Fondu à l'obturateur: forain, e s. ve ad. X. Panayır satıcısı, pazar satıcısı;
Örtücüyle kararma. Fondu à l'ouverture: Açılma. gezgin satıcı (Marchand forain yada yalnızca
Fondu chimique: Kimyasal kararma). forain de denir). 2. Panayır oyuncusu, gezgin
fondue diş. Eritilmiş peynirle beyaz şarap tiyatro oyuncusu. § Fête foraine: Panayır, şenlik,
karışımından yapılan bir yemek, fondü. foraminé, e s. Delikli, küçük küçük delikli
fongible s. Kullanıldıkça yıpranan, tükenen, ( Coquillages for aminés).
fongicide s. Asalak mantarları yok etmeye yarayan foraminifères er. ç. hayb. Delikliler,
(ilaç). forban er. 1. Korsan. 2. Vicdansız, dalavereci,
fongiforme s. Mantar biçiminde, mantanmsı. eşkiya ruhlu adam.
fongique s. Mantar doğasında; mantara benzeyen forçage er. 1. Zorlama, sıkıştırma (Le forçage d'une
(Végétation fongique). bête). 2. Gelişimini hızlandırma ( Le forçage d'une
fongistatique X. s.hek. Mantarlanmayı durduran. 2. plante).
er. Mantarlanmayı önleyen ilâç. forçat er. 1. (Eskiden) Forsa, kürek mahkûmu. 2.
fongosité diş. hek. Yaralarda meydana gelen (Şimdi) Ağır hapis hükümlüsü. 3. mec. İşi çok ağır
mantara benzer doku, mantarlanma. olan kimse, i Un travail de forçat: Çok ağır bir iş.
fougueux, euse s. Mantar yada sünger Travailler comme un forçat: Tutsak gibi çalışmak,
görünümünde, çok ağır işler görmek,
fontaine diş. 1. Pınar, kaynak (Aller chercher de force diş. 1. Güç, "kuvvet (Force physique, force
l'eau à la fontaine). 2. Çeşme (Une fontaine de intellectuelle. Force brutale. La force du lion). 2.
marbre. Edifier une fontaine publique). 3. Testi, Sertlik, "şiddet, zor, "cebir (Céder à la force. Le
güğüm. § Il ne faut pas dire "Fontaine je ne boirai gouvernement menace de recourir à la force). 3.
pas de ton eau": Büyük söz söylememeli; büyük Dayanıklılık, sağlamlık, berklik (La force d'un
lokma ye, büyük söz söyleme, mur). 4. Yoğunluk (La force d'un acide. La force
fontainebleau er. Bir tür taze peynir, d'un désir, d'un sentiment). 5. Etki, etkililik
fontainier, fontenier er. 1. Testici, güğümcü, 2. derecesi (La force du vent, d'un coup, d'un choc).
Suyolcu, su yollarının yapım ve bakım işleriyle 7. Ordu gücü, "kuvvetler (Les forces terrestres, les
uğraşan. 3. Yeraltısuyu arayıcısı, forces aériennes, les forces navales). 8. bel. Çok,
fontanelle diş. Bıngıldak. hayli (J'ai dévoré force moutons). § Force d'âme:
fontange diş. (Eskiden kadınlarda) Başlık fiyongu. Gayret. Force de l'âge: Olgunluk çağı. Force du
fonte diş. 1. Erime, eritme (La fonte des neiges, des sang: (Hısımlar karşılaşınca) Kan kaynaması.
glaces). 2. Dökme maden. 3. Dökme demir (La Force majeure: Zorlayıcı neden, elde olmayan
poêle en fonte). 4. D ö k ü m , d ö k m e (La fonte d'une neden. Force de frappe: Vurucu güç. Maison de
cloche, d'une statue). 5. (Basımcılıkta) Aynı tipte force: Tutukevi. Tour de force: 1. Yapılması çok
hurufat takımı. 6. Eyer kuburluğu, güç beden haraketi(L'acrobate a terminé par un
fontis, fondis er. Toprak kayması, toprak çökmesi, tour de force extraordinaire). 2. mec. Güç
fonts er. ç. Vaftiz kurnası. § Tenir un enfant sur les numara, güç iş (Il a réussi le tour de force de
fonts: Bir çocuğun vaftiz babası yada vaftiz anası résumer en quelques pages une oeuvre aussi vaste).
forcé 619 foreur

Force est de f.qch:-mek zorunludur,-mek gerekir forcer gçl. 1. Zorlamak, zorlayarak yada kırarak
(Force est de reconnaître que la vérité est toute açmak (Forcer une porte, uncoffre, uneserrure).
différente). A force: Aradan zaman geçtikçe, 2. Z o r l a y a r a k b o z m a k (Sa femme avait forcé tous
çabalayaçabalaya (A force, il a fini par réussir. Au les tiroirs). 3. Zorla almak, zorla elde etmek (Il
début, cette nourriture le dégoûtait mais à force, il veut forcer ma confiance). 4. B o z m a k (Forcer la
s'y est habitué). A force de qch: -ile, -in sayesinde consigne). 5. Aşmak, ölçüyü kaçırmak (Forcer la
(A force de patience, il finira par réussir). A force dose, la note). 6. Uyandırmak (Forcer
de f. qch: -yapa yapa, ede ede (A force de pleurer, l'admiration). 7. Gelişimini hızlandırmak (Forcer
il a failli perdre ses yeux. Ağlaya ağlaya, nerdeyse des fleurs, des plantes potagères). 8. A ş m a k ,
kör olacaktı). A toute force: Ne pahasına olursa geçmek (Forcer les obstacles). 9. Değiştirmek,
olsun, "mutlaka (II faut à toute force passer par saptırmak, bozmak (Forcer la vérité). 10. Çok
cette route). Dans toute la force du mot, du terme: yormak, çatlatmak (Forcer un cheval). 11.
Sözcüğün tüm anlamıyla. De force: Zorla (Faire Sıkıştırmak, kıstırmak (Forcer un cerf, une bête de
entrer de force un objet dans une caisse). De gré ou chasse). 12. Forcer qnà qch: Birini -e zorlamak (Il
de force: İster istemez, istese de istemese de (De nousforce ausilence). 13. Forcer qnàf. qch: Birini
gré ou de force, on lui enlèvera son masque). En -meye zorlamak (On me force à partir). 14. Etre
force: Kalabalık ve güçlü olarak (Les policiers forcé de f. qch: -meye zorlanmak, -mek zorunda
sont venus en force pour cerner la maison). Par k a l m a k (J'ai été forcé de démissionner). 15. gsz.
force: Zorunlu olarak (II est resté couché un mois Kendini zorlamak, zorlanmak (Il est arrivé sans
par force, avec une jambe cassée). Par la force des forcer). 16. gsz. Şiddetlenmek (La brise force). §
choses: Zorunlu olarak, kaçınılmaz olarak, ister Forcer la porte de qn: Birinin evine zorla girmek.
istemez. Etre à bout de force: Gücü tükenmek, Forcer les voiles: Bütün yelkenleri açmak, pupa
gücü takati kalmamak. Etre de première force: yelken gitmek. § Se forcer: 1. Kendini zorlamak,
Çok yetenekli, üstün nitelikli olmak. Etre de force çaba göstermek (Quelque garçon d'honneur qui
à f. qch: -cek güçte olmak. Faire force: Kendini se force pour faire rire la noce). 2. Se f o r c e r à f . qch :
zorlamak. Faire force de rames: Çala kürek -meye çalışmak, kendini -meye zorlamak (Ilfaut
gitmek. Faire qch par la force de l'habitude: Bir donc se forcer à travailler tous les jours). 3. Se
şeyi alışkanlıkla yapmak, mihaniki olarak forcer à qch: Kendini -e zorlamak (Se forcer à la
yapmak. Ne plus sentir ses forces: Çok güçlü patience, ausilence).
olmak, vururken gücünü hesaplayamamak. forcerie diş. "Sera, limonluk, zorlama tarım
Perdre ses forces: Boşuna çaba harcamak, gücünü yapmada kullanılan camlık,
boş yere tüketmek. Refaire ses forces: Dinlenip forces diş. ç. 1. Kırkı, koyun kırkmada kullanılan
kendini toparlamak, yeniden eski gücünü makas. 2. Tenekeci makası,
kazanmak. La force prime le droit: Kim güçlüyse forcing er. İng. Sürekli zorlama, bastırma. §Faire le
hak onun; hak güçlünündür, forcing: Bastırmak, zorlamak, baskı altına
forcé, e s. 1. Zorlama, zoraki, istemeden (Un a l m a k , sıkıştırmak (Ce boxeur a fait le forcing
sourire forcé. Le mariage forcé). 2. Z o r u n l u , pendant le dernier round).
mecburi, kaçınılmaz (Travaux forcés. forcir gsz. Biraz toplamak, şişmanlamak,
Conséquence forcée). 3. Zorlu, "cebri (Marche forclore gçl. huk. (Yasal sürenin geçmiş olması
forcée). § Culture forcée: 'Zorlama tarım; nedeniyle) Dâva hakkını düşürmek, dâvayı
yetişmeyi, olgunlaşmayı zorla hızlandırarak dinlememek,
yapılan tarım. Avoir la main forcée: İstemeye forclusion diş. huk. Dâva hakkının düşmesi,
istemeye yapmak, eli hiç varmamak, forer gçl. 1. Delmek, delik açmak (Forer une clef,
forcement er. 1. Zorlama; zorlayarak yada kırarak un canon). 2. K a z m a k , açmak (Forer un tunnel,
açma (Le forcement d'un coffre, d'une serrure). 2. un puits).
Zorlayarak aşma, geçme (Le forcement d'un
foresterie diş. Ormancılık; orman işleri,
passage, d'un obstacle).
forestier, ère s. 1. Ormana değgin (Maison
forcément bel. 1. Zorla, gücün (Elle me répondit en
forestière, chemin forestier. Agent forestier, code
souriant forcément). 2. Zorunlu olarak, ister
forestier). 2. er. Orman memuru, ormancı,
istemez ( Cela doit forcément se produire).
foret er. Delgi, "matkap.
forcené, e s. ve ad. Öfkeden deliye dönmüş,
forêt diş. O r m a n (Forêt de chênes, de sapins). §
kudurmuş, çılgın, Forêt vierge: Balta girmemiş orman,
forceps [fsttrseps] er. Lavta (aleti). foreur er. Tünel açma yada kuyu kazma gibi işlerde
foreuse 620 forme

çalışan işçi. yapmak. 2. gsz. Hizadan çıkmak, bel vermek,


foreuse diş. Delgi makinesi, kamburlaşmak. 3. gsz. Çekülden ayrılmak, bel
forfaire gsz. 1. (Memur) Hizmette kusur etmek. 2. vermek (Mur qui for jette).
Alçakça, namussuzca davranmak § Forfaire à forlancer gçl. (Avı) İninden yada yuvasından
qch: -de kusur etmek (Forfaire à son devoir). çıkarmak, dışarıya uğratmak,
forfait er. 1. Büyük kıya, alçakça "cinayet forligner gsz. 1. Bozulmak, atalarının yolundan
(Commettre un forfait). 2. G ö t ü r ü pazar ( Faire un s a p m a k (Souviens-toi de qui tu es fils, et ne
forfait avec un entrepreneur pour la construction forligner pas). 2. Küçülmek, bayağılaşmak (Les
d'une maison). 3. (Atçılıkta) Bir at sahibinin, atı nobles d'autrefois croyaient forligner en
yarışa katılmadığında ödemek zorunda olduğu s'occupant de littérature).
para § A forfait: Götürü, götürü olarak (Travailà forlongergç/. Arayı açmak, çok gerilerde bırakmak
forfait. Vendre, acheter àforfait). Déclarerforfait: (Cerf qui forlonge la meute).
1. (Atçılıkta) Yarışa katılmayacağını ilân etmek formaldéhyde er. kim. Formaldehit, formol,
(Déclarer forfait pour un cheval). 2. mec. Bir formalisation diş. 1. Biçimleme. 2.
yarışmaya katılmamak, yarışmadan çekilmek, Biçimselleştirme.
forfaitaires. G ö t ü r ü (Achat, vente, prix forfaitaire. formaliser gçl. Biçimlemek, -i kesin yapısına
Impôt forfaitaire). indirgemek.
forfaitairement bel. Götürü olarak, formaliser (se) gsz. 1. Alınmak, gücenmek,
forfaiture diş. (Memur) Görevde büyük suç,hizmet kırılmak. 2. Se formaliser de qch: -e gücenmek,
kusuru. - d e n alınmak (Il s'est formalisé de ce manque de
forfanterie diş. Palavracılık; övüngenlik; respect).
şarlatanlık, formalisme er. Biçimcilik,
forficule diş. hayb. Kulağakaçan (böceği), formalistes, vead. Biçimci.
forge diş. 1. Demir fabrikası, demirhane, formalité diş. Gerekli işlem, formalite,
*demirevi. 2. Dökümevi. 3. Demirci dükkânı; format er. 1. Kitap boyutu (Livre de petit format,
demirci ocağı ( L'enclume, le soufflet les outils de la format de poche). 2. Boyut, boy (Une valise de
forge). 4. Nalbant yada çilingir dükkânı (Forge de format pratique. Photo de format 6 x 6 ) . 3. Onaltı
serrurier, forge de maréchal ferrant). sayfalık kitap parçası, forma,
forgé, es. 1. D ö v m e (Fer forgé, métaux forgés). 2. formateur, trice s. ve ad. 1. Yapıcı, yaratıcı (Dieu,
Uydurma, kafadan atma (Récitforgé). § Forgé de formateur de tout). 2. Oluşturucu, meydana
toutes pièces: Tamamen uydurma, aslı astarı getiren (Eléments formateurs).
olmayan (Une histoire forgée de toutes pièces). formatif, ive s. Meydana getirmeye yarayan,
forgeables. Dövülebilir, dövmeye elverişli, oluşturucu.
forgeage er. (Demiri, madeni) Dövme (Forgeageau formation diş. 1. Meydana getirme, meydana
marteau, à la presse). gelme ; oluşturma, oluşma (Formation d'une idée,
forger gçl. 1. (Maden) Dövmek (Forger le fer, d'un corps chimique). 2. Kurma, kurulma
l'argent. Forger au marteau). 2. mec. U y d u r m a k (Formation d'un empire, d'une nation, d'une
(Forger un mot, une nouvelle, un prétexte, une industrie). 3. Gelişme (L'âge de formation). 4.
excuse). 3. mec. Düzmece bir şey yapmak, Kuruluş, yapılış (Formation de phrases.
sahtesini uydurmak (Forger un document). § Formation du pluriel en français. 5. Ö r g ü t , parti,
C'est en forgeant qu'on devient forgeron: Çocuk "teşkilât, "teşekkül (Les grandes formations
yürümeyi düşe kalka öğrenir; demir döve döve politiques, les formations syndicales). 6. Takım
insan demirci olur. § Se forger: Kafasında (Une formation sportive). 7. Topluluk (Une
kurmak; kurmak (5e forger un idéal, des formation de jazz). 8. ask. Birlik, görevlendirilen
illusions). küçük birlik (Envoyer une formation aérienne
forgeron er. Demirci (Le forgeron bat le fer). bombarder un objectif). 9.ask. Bir birliğin alacağı
forgeur,eusead 1. Uydurucu, uyduran (Unforgeur herhangi bir şekil (Formation triangulaire. Les
decontes, une forgeuse de calomnies). 2. ( M a d e n ) deux escadres ont pris tout de suite leur formation
Dövücü; maden eşya yapıcı (Un forgeur de tactique de combat). 10 .yerb. O l u ş u m (Formation
couteaux). sédimentaire). 11. Yetişim, yetişme, eğitim ve
forint [foRİnt] er.Macar parası,Macar para birimi, öğretim (İla reçu une solide formation littéraire.
forint. Formation professionnelle).
forjeter gçl. 1. Çıkıntılı yapmak, hizadan ilerde forme diş. 1. "Şekil, biçim (La forme du visage, d'un
formé 621 formule

chapeau). 2. Yapı, oluşum biçimi (La forme d'un formellement bel. 1. Açıkça, kesin olarak,
gouvernement). 3. Karaltı, gölge (Une forme kesinlikle (Interdire formellement une
imprécise disparait dans la nuit). 4. Görünüm, manifestation). 2. Biçimsel olarak, biçim
"manzara (Les différentes formes de la vie). 5. bakımından (Raisonnement formellement juste).
Görünüş, kılık (Il accorde beaucoup former gçl. 1. Oluşturmak, meydana getirmek,
d'importance à la forme). 6. fels. Biçim, dış "teşkil etmek (Le vent forme de grandes dunes.
görünüş (Forme et essence). 7. Model, patron, Les vapeurs forment les nuages. Ces murs forment
örnek, kalıp (Forme de modiste. Bottier qui monte un angle aigu). 2. Kurmak (Former un
une chaussure sur une forme). 8. Kalıp (Forme à gouvernement, une société). 3. Tasarlamak,
fromage). 9. İn (Forme du lièvre, du renard). 10. kafasında kurmak (Nous avons formé l'idée de
huk. Şekil, usul (Vice de forme: Şekil noksanlığı, nous associer). 4. Yaratmak (Dieu forma
usul bakımından noksanlık). 11. ed. Anlatı, l'homme àson image). 5. Yetiştirmek (Former un
anlatım biçimi, "uslup (Opposer la forme au apprenti, former des élèves). 6. Geliştirmek
contenu. La forme est la chair même de la pensée). (Former son goût par de bonnes lectures). 7.
12. (Basımcılıkta) Forma. 13. ç. Davranış, Yazmak, kurmak ( Cet enfant forme mal ses lettres.
hareket (Il a les formes rudes). 14.ç. Vücutbiçimi, Il forme bienses phrases). 8. Formerqn, qchàqch:
vücut hatları (Elle a des formes superbes. Sa robe Birini, bir şeyi -e alıştırmak, -e yatkınlaştırmak,
moulait ses formes). 15. f. Nezaket kuralları uygun olarak yetiştirmek (Ce maître
(Respecter les formes. Agir dans les formes). § En incomparable avait formé mon esprit à la
forme de: -biçiminde, şeklinde (Des sourcils en méditation). § Les voyages forment la jeunesse:
forme de virgule). En bonne et due forme: Çok gezen çok bilir. § Se former: 1. Oluşmak,
Kurallara uygun olarak, usulüne uygun şekilde meydana gelmek, "teşekkül etmek (Une croûte se
( Ils ont passé un contrat en bonne et due forme). En forme à la surface du liquide. L'unité nationale
forme, en bonne forme: Yasaya uygun, usulüne s'est formée progressivement). 2. Olgunlaşmak,
uygun. Pour vice de forme: huk. Usul olmak (Les fruis commencent à se former). 3.
bakımından, şekil noksanlığından dolayı (Un Yetişmek, kendini yetiştirmek (C'est en lisant
jugement déclaré nul pour vice de forme). Pour la qu'un homme se forme). 4. Se former en qch:
forme: A d e t yerini bulsun diye, lâf olsun diye (Je -şeklinde toplanmak, şeklini almak, dizilmek (Se
ne l'ai consulté que pour la forme). Sous forme de: former en cortège. L'armée se forme en ordre de
Şeklinde, halinde (Médicament administré sous bataille).
forme de cachets, de pillules). Sous la forme de:
formidable s. 1. Korkunç, iğrenç (Son aspect était
-rolünde, görünümünde, şeklinde (L'acteurparut
formidable et monstrueux). 2. Çok büyük,
cette fois sous la formed'un noble vieillard). Avoir
korkunç, kocaman (La formidable stature de
des formes: Nazik olmak, kibar olmak. Etre en
gorille. Une détonation formidable). 3. mec. tkz.
forme, en pleine forme: Tam formunda olmak (Il
Müthiş, şaşırtıcı, akıl almaz (Un film formidable,
est en forme pour passer ses examens. Cet athlète
un livre formidable. Vous êtes formidable).
est en pleine forme pour courir un cent mètres).
formidablement bel. 1. Korkunç bir biçimde,
Manquer de formes: Nezaketten anlamamak,
korkunç. 2. tkz. Çok (Ça me fait formidablement
davranışlarında kaba saba olmak. Ne plus avoir
plaisir de les voir).
forme humaine: İnsanlıktan çıkmak, insana
formique s. Acide formique: Karınca asidi,
benzer yanı kalmamak. Prendre forme:
formol er. kim. Formol, formaldehit,
Biçimlenmek, bir şeye benzemek (Petit à petit, la
formoler gçl. Formollemek, formolle temizlemek,
masse d'argile prenait forme sous les doigts de
formulaire er. 1. Formül dergisi, formül kitabı
l'artiste). Prendre des formes: Şişmanlamak, kilo
(Formulaire des pharmaciens, des notaires). 2.
almak.
Soru fişi, formüler (Remplir un formulaire).
formé, e s. Olmuş, olgunlaşmış, gelişmiş (Fruit formulation diş. 1. Yazma, kaleme alma (La
formé, épi formé. Une jeune fille formée, un goût formulation d'une ordonnance médicale). 2.
formé). Açıklama, dile getirme, anlatılış (La formulation
formel, le s. 1. Açık, kesin (Une déclaration de cette idée maladroite). 3. Formülleştirme,
formelle, un refus formel). 2. Biçimsel (Beauté formül haline getirme,
formelle d'un poème). 3. Yüzeysel, içtenlikten formule diş. 1. Formül (Formule mathématique,
uzak, yapmacık (Une politesse formelle). 4. fels. algébrique, chimique). 2. Çözüm yolu, çıkış yolu
mant. Biçimsel, °suri (La logique formelle). (Chercher une formule, trouver une bonne
formuler 622 fortraiture

formule). 3. Biçim, yol, yöntem (Formule de kefil olmak.


paiement. Elle avait trouvé la formule de ne fort bel. 1. Kuvvetli, şiddetli (Frapper fort. Le vent
s'étonner de rien). 4. Kalıplaşmış sözler, kalıp souffle fort). 2. Sıkıca, iyice (Serrer très fort). 3.
tümce, "resmi cümle (Formules de politesse). 5. Yüksek sesle (Parler, crier fort). 4. Çok, pek
Kimi yerleri doldurulmak üzere boş bırakılmış (Cette femme me plaît fort. Un oiseau fort petit. Je
basılı kâğıt (Remplir une formule. Une formule de le sais fort bien). § Sentir fort: Çok ağır bir koku
télégramme). çıkarmak. Y aller fort: Abartmak, çok ileri
formuler gçl. 1. Yazmak, kaleme almak (Formuler gitmek, sınırı aşmak,
une ordonnance médicale, un acte notarial. fort er. 1. Küçük kale, tabya (Lefortde Verdun. Les
Formuler un médicament). 2. Dile getirmek, forts de Metz). 2. Güçlü, kuvvetli (Protéger le
açıkça belirtmek, bir bir söylemek (Formuler un faible contre le fort). 3. Güçlü yan (Le fort et le
désir, une plainte, une réclamation, une faible d'une personne, d'une oeuvre). 4. Orta yer,
demande). 3. Biçimlendirmek, göbek, tam içi (Le fort de la forêt). 5. (Bir
fornicateur, trice ad. Zina yapan, zina işleyen, kimsenin) Harcı, en iyi bildiği şey; bir kimseye
fornication diş. Zina özgü olan şey (La générosité n'est pas son fort. La
forniquer gsz. Zina yapmak, zina işlemek, bravoure, c'est son fort). 6. Hamal (Les forts de la
fors ilg. (Eski) -den başka (Tout est perdu, fors Halle à Paris). 7. Hayvan ini. § Au fort de: -in tam
l'honneur). ortasında, en civcivli zamanında, en ateşli
fort, es. 1. Güçlü, berk, "kuvvetli (Son bras est très noktasında (Au fort de l'été, de l'hiver. Au fort
fort). 2. İri, iri yarı; topluca, şişman (Un homme d'une discussion),
fort; une femme forte des hanches). 3. Berkitilmiş, forte [faute] bel. ve er. müz. değişmez. Forte, hızlı
"müstahkem (Une ville forte). 4. Sağlam, (Executer forte. Des forte).
dayanıklı (Etoffe forte). 5. Sert (Tabac fort, fortement bel. 1. Şiddetle, kuvvetle (Frapper, serrer
cigarettes fortes). 6. Koyu (Thé fort, café fort). 7. fortement). 2. İyici, adamakıllı, çok (Il boîte
Çetin (Une forte tâche). 8. Acı, kekreleşmiş fortement).
(Beurre fort). 9. Ağır (Une odeur forte). 10. forte-piano bel. veer. müz. değişmez. Fortepiyano,
Şiddetli (Un vent fort). 11. Aşırı, sınırı aşan, çok hızlı-yavaş.
ileri giden (Une plaisanterie un peu forte). 12. forteresse diş. 1. Kale (Forteresse imprenable). 2.
Buyurgan, dediği dedik, "otoriter (Un régime mec. Sur, duvar (Une énorme forteresse de
fort) 13. Yüksek, fazla (Payer un fort prix). § préjugés, de privilèges). § Forteresse volante:
Esprit fort: Zındık. L'homme fort: Kuvvetli adam Uçan kale, ağır bombardıman uçağı,
(L'homme fort d'un régime). Le sexe fort: fortiche s. tkz. 1. Güçlü kuvvetli. 2. Becerikli,
Erkekler, erkek milleti. A plus forte raison: Haydi kurnaz; bitirim, anasının gözü.
haydi, "evleviyetle. C'est plus fort que moi: fortifiant, e s. 1. Güçlendirici, güç verici, kuvvet
Elimde değil, dayanamıyorum; beni aşan bir şey veren (Nourriture fortifiante, médicament
bu. Ça c'est trop fort: Bu kadarı da fazla, bu fortifiant). 2. er. Kuvvet şurubu; kuvvet verici
kadarı da olmaz. Avoir affaire à forte partie: madde (Le sucre, le quinquina sont des
Rakibi çetin olmak, karşısında çetin bir ceviz fortifiants).
olmak, büyük engellerle karşı karşıya bulunmak. fortification diş. 1. Berkitme, berkleme, "tahkim
Etre fort à qch, en qch, sur qch: -de çok kuvvetli (Travailler à la fortification d'une position clef). 2.
olmak, usta olmak, -i çok iyi bilmek (Il est fort au Hisar, sur (Les anciennes fortifications de Paris).
pocker, en chimie, sur les questions 3. "İstihkâmcılık, berkitmecilik.
économiques). Etre fort pour f. qch: -mekte çok fortifier gçl. 1. Gücünü artırmak, güçlendirmek,
usta olmak, -meyi çok iyi becermek (Il est toujours kuvvetlendirmek (Le travail fortifie le corps.
fort pour parler, pour critiquer). Etre fort de qch: Fortifier son prestige). 2. Berkitmek, berklemek,
Gücünü -den almak; -e dayanmak, güvenmek (II "tahkim etmek (Fortifier une ville, un
estfort de son innocence. Il est fort de l'appui de ses retranchement). 3. Fortifier qn dans qch: Birini
amis). Etre fort en gueule: tkz. Çenesi kuvvetli -de desteklemek,
olmak; geveze olmak, çenesi düşük olmak. fortin er. Küçük tabya,
Recourir à la manière forte: Zora baş vurmak, zor fortiori (à) bel. Haydi haydi,
kullanmak. Se faire fort de f. qch: -mek savında fortissimo bel. ve er. müz. Fortisimo, çok hızlı,
olmak, -ceğini ileri sürmek (Elle se fait fort de fortrait, e s . (Atiçin) Çok yorgun, bitkin,
passer l'agrégation). Seporterfortpourqn: Birine fortraiture diş. (At için) Aşırı yorgunluk, bitkinlik.
fortuit 623 fouchtra

fortuit, e s. Beklenmedik; rastlantı sonucu, (Calcaire fossilifère).


raslantıya bağlı (Un événement fortuit. Une fossilisation diş. Taşıllaşma, taşıl haline gelme,
découverte fortuite, une rencontre fortuite). § Cas fosilleşme.
fortuit:fc«/c.Umulmadik hal, beklenmedik durum, fossiliser gçl. Taşıllaştırmak, fosilleştirmek, fosil
fortuitement bel. Beklenmedik bir biçimde, haline getirmek. § Se fossiliser: 1. Taşıllaşmak,
beklenilmediği halde; raslantı sonucu; raslantıyla fosilleşmek (Des oiseaux préhistoriques qui se
(J'ai appris fortuitement cette nouvelle). sont fossilisés). 2. mec. Taşıllaşmak, çok eskimek,
fortune diş. 1. Felek (La roue de la Fortune: Feleğin geçerliği kalmamak, değersizleşmek (Unécrivain
çarkı). 2. Talih, baht, şans (Il est favorisé par la qui s'est fossilisé).
fortune. La fortune me fut contraire). 3. Yazgı, fossoir er. Bağcı sabanı.
"kader ( Depuis qu 'il s'est attaché à ma fortune, il a fossoyer gçl. Kazmak, açmak (Fossoyer une
purifiésavie. Lafortune d'une oeuvre, d'unlivre). tombe).
4. Varlık, servet (Inégalité des fortunes. Partager fossoyeur er. 1. Mezarcı, mezar kazıcısı. 2. mec.
sa fortune entre ses enfants). § A la fortune du pot: Yıkıcı, ortadan kaldırıcı (Fossoyeur d'une
Allah ne verdiyse (Manger à la fortune du pot. civilisation).
Inviter son ami à lafortune du pot). De fortune: fou, fol, folle s. ve ad. 1. Deli (Il est devenu
Derme çatma, "sümmettedarik (Une installation subitement fou et on a dû l'enfermer. C'est un fou).
de fortune). Avoir, posséder de la fortune: Varlıklı 2. Delice, deli gibi (Un regard fou. Une tentative
olmak. Faire fortune: Zenginleşmek. Faire folle). 3. Saçma, mantıksız, anlamsız (Unepensée
contre mauvaise fortune bon coeur: Talihine folle, un fol espoir). 4. Çılgınca, aşın (Une gaieté
boyun eğmek. Mihneti kendine zevk etmek, ağıyı folle). S. Tutulamayan, engellenemeyen (Un rire
bal eylemek. Tenter fortune: Yeni bir yaşam, yeni fou). 6. Yanlış çalışan, düzensiz çalışan, ayarı
bir mesleğe atılmak, talihini denemek, bozuk (Boussolle folle, moteur fou, balance folle).
fortuné, e s . 1. Talihli, şanslı (Un homme fortuné). 7. Boşa dönen (Roue folle, poulie folle). 8.
2. Varlıklı, zengin (Ce sont des gens fortunés). Savrulan, dağınık (Mèches folles). 9. Yaban,
forum er. değişmez. 1. Forum, *toplu tartışma. 2. yabanıl ( Plantes folles,herbes folles. Folle avoine).
(Eski Romada) Çarşı, pazar, 10. Çok fazla, çok büyük, pek çok (Il a eu un
forure diş. (Delgi ile açılmış) Delik (La forured'une succès fou. J'ai mis un temps fou pour faire cela.
clef). Dépenser un argent fou). 11. Fou de: a) -in delisi ,-e
fosse diş. 1. Çukur (Creuser une fosse). 2. Kapan, çok düşkün, tutkun (Il est fou de musique, de
tuzak ( Fosse aux ours, fosse aux lions). 3.Gömüt, peinture), b) -den çılgına dönmüş, deliye dönmüş
sin, "mezar, çukur (Enterrer quelqu'un dans une (Il était fou de chagrin, de colère). § Fou à lier:
fosse). § Fosse d'aisances: Ayakyolu çukuru. Zincirlik deli, zırdeli. Patte folle: tkz. Topal ayak,
Fosse septique: Pislik çukuru. Fosse commune: aksayan bacak. Devenir, être fou furieux:
Toplu mezar. Avoir un pied dans la fosse, être au Öfkeden çılgına dönmek, öfkeden köpürmek.
bord de la fosse: Bir ayağı çukurda olmak, ölümü fou, fol, folle ad. 1. Deli, kaçık (Un jeune fou, une
yakın olmak. Creuser sa propre fosse: Kendi vieille folle). 2. er. (Satrançta) Fil. 3. er. Kral
eliyle kendi ölümünü hazırlamak. Descendre dans soytarısı, soytarı (Prince des fous). 4. er. Bir tür
la fosse aux lions: Kendini tehlikeye atmak, martı (Fou brun: Kırmızı ayaklı sümsük kuşu.
fossé er. 1. Hendek (Fossé qui borde une route. Fou de Bassan: Simsük kuşu). § La folle du logis:
Sauter un fossé à pieds joints). 2. Savunma Hayalhane, "düşevi. Faire le fou: Çılgınca
hendeği (Fossé plein d'eau. Fossé antichar). 3. eğlenmek, gülüp oynamak,
mec. Uçurum (Il y a un fossé entre nous, un fossé fouace, fougasse diş. Bir çeşit poğaça,
nous sépare). § Sauter le fossé: Önemli bir karar fouacier er. Poğaçacı.
almak, dönemeci almak, fouaillergf/. 1. Kamçılamak (Le cocherfouaillaitles
fossette diş. 1. Çukurcuk. 2. (Çenede yada yanakta) bêles). 2. mec. Kamçılamak, "tahrik etmek (Les
Gamze. souvenirs le fouaillaient plus encore que le vent
fossile 1. s. Taşıllaşmış, fosilleşmiş (Plantes, glacé). 3. mec. Hakaretler yağdırmak,
animaux fossiles). 2. er. Taşıl, fosil (Terrain qui hakaretlere boğmak,
contient des fossiles). 3. mec. s. ve ad. Taşıl, foucade diş. Geçici heves, "kapris, "özenç (C'est
taşıllaşmış, modası geçmiş, çok eskimiş, une foucade, ça lui passera. Une fille à foucades).
"müstehase (Littérature fossile. Un vieux fossile). fouchtra ünl. (Taşrada bir sövgü) Allah kahretsin!
fossilifère s. Fosilli, taşıllı; içinde taşıllar bulunan Tuh! İçine edeyim!
foudre 624 fouiller

foudre diş. 1. Yıldırım (La foudre éclate, la foudre la pluie sur la vitre).
tombe. Un arbre frappé par la foudre). 2. ç. fouetter gçl. 1. Kamçılamak, kırbaçlamak (Fouetter
Kınama, aforoz (Les foudres de l'Eglise, du un cheval). 2. (Ceza olarak) Kamçıyla dövmek,
Vatican j. § Coup de foudre : 1. Yıldırım aşkı, görür kırbaçlamak (On l'a fouetté jusqu'au sang). 3.
görmez vurulma. 2. (Eski) Beklenmedik felâket. Çırpmak, çalkamak (Fouetter la crème, des
Comme la foudre: Büyük bir hızla, yıldırım gibi. oeufs). 4. Çarpmak, dövmek ( La pluie fouette les
Avoir le coup de foudre pour: -e vurulmak, vitres. Les vagues fouettaient le bateau). S. gsz.
tutulmak, gönlünü kaptırmak, hlk. Çarpmak (La pluie fouette contre les vitres).
foudre er. 1. Büyük fıçı, kadoz ( Un foudre de vin ). 2. 6. gsz. hlk. Pis pis kokmak (Ça fouette dans ton
Yıldırım simgesi olan kırık çizgi (On trouve le escalier). 7. gsz. hlk. Çok korkmak, korkudan tir
foudre sur les écussons de premier empire). 3. tir titremek. § Avoir d'autres chats à fouetter:
•Güçlü kişi. § Un foudre de guerre: Büyük savaşçı. Yapacak başka işleri olmak. Il n'y a pas de quoi
Un foudre d'éloquence: Büyük hatip, fouetter un chat: Bu bir kusur değildir, üzerinde
foudroiement er. Yıldırım çarpması; yıldırımla durmaya değmez,
çarpılma. fou-fou, fofolle s. Kaçık, deli, kafadan sakat,
foudroyant, es. 1. Çarpıcı, şaşırtıcı, sersemleştirici, fougasse 1. ask. Lâğım. 2. Bir tür poğaça,
yıldırımla vurulmuşa döndüren (Une nouvelle fouger gsz. (Yaban domuzu) Burnuyla toprağı
foudroyante, un succès foudroyant). 2. Yıldırım eşmek.
gibi, yıldırım gibi çarpan (Une attaque fougeraie diş. Eğreltiotu tarlası, alanı,
foudroyante, apoplexie foudroyante). 3. Yıldırım fougère diş. bitb. Eğreltiotu. S Fougère à l'aigle:
saçan (Un regard foudroyant). Kartallı eğreltiotu.
foudroyer gçl. 1. Yıldırımla çarpmak (Deux fougue diş. 1. Atılganlık, ateşlilik, ateş. coşku
personnes ont été foudroyées pendant l'orage). 2. (Parler avec fougue. Agir avec la fougue de la
Çarpmak, bir anda öldürmek, elektrik jeunesse). 2. den. (Eskimiştir) Kasırga. 3. den.
çarpmasıyla öldürmek (Elle a été foudroyée par le (Gemide) Mizana direğinin gabya çııbuğı ve
courant à haute tension). 3. mec. Şaşırtmak, yelkeni.
sersemleştirmek, yıldırımla vurulmuşa fougueusement bel. Atılganlıkla, ateşlilikle, ateş
döndürmek (Cette nouvelle m'a foudroyé). 4. gibi, "hararetle,
Yıldırımlar saçmak (Ses yeux me foudroyaient). § fougueux, euse s. 1. Atılgan, ateşli, coşkulu
Foudroyer qn du regard: Birine sert sert, dik dik, (Jeunesse fougueuse. Discours fougueux). 2. Başı
yiyecekmiş gibi bakmak (Il me foudroyait du sert (Un cheval fougueux).
regard). fouille diş. 1. Kazı (L'archéologue qui dirige les
fouée diş. Küçük kuşları avlamak için yada fırını fouilles. Faire une fouille archéologique). 2. Kazı
ısıtmak için yakılan küçük ateş, çalı çırpı ateşi, yeri, kazı alanı (Aller sur la fouille). 3. Arama,
fouet er. 1. Kamçı, kırbaç (Un fouet de cocher). 2. yoklama, üstünü yada eşyasını arama (La fouille
hayb. Kurdelabalığı. 3. (Kuşların kuyruğu yada des bagages. La police a fait la fouille de tous les
kanadındaki) Uzun tüyler (Le fouet de la queue, le suspects).
fouet de l'aile). 4. Kamçılama, kırbaçlama; fouillé, e s . İşlenmiş; iyice incelenmiş, ayrıntılarına
kırbaçla dövme cezası (Jadis on donnait le fouet inilmiş (Une étude très fouillée).
dans les collèges. Le supplice du fouet). 5. Salça fouille-au-pot er. değişmez. 1. Küçük aşçı yamağı. 2.
yada yumurta çırpmaya yarayan alet (Fouet mec. Mızmız adam.
mécanique). § Coup de fouet: 1. Kamçıyla, fouiller gçl. 1. Aramak, taramak, araştırmak (J'ai
kırbaçla vurma. 2. mec. Kamçılama, "tahrik. 3. fouillé toute ma chambre pour retrouver mon
Birden bire gelen ağn. De plein fouet: Düz, portefeuille). 2. Arama tarama yapmak (Lapolice
doğruca (Le vent arrivait de plein fouet sur la fouillait tout le quartier). 3. (Birinin) Üstünü
voile). Tir de plein fouet: Hedefe yapılan düz atış. aramak (La sécurité militaire fouillait tous les
Donner un coup de fouet à: 1. -i kamçı ile, kırbaçla suspects). 4. Kazı yapmak (Les archéologues ont
dövmek, kamçılamak, kırbaçlamak. 2. mec. -i fouillé toute la partie qui entoure le temple
uyarmak, kamçılamak (Médicamentquidonneun romain). 5s Eşelemek, karıştırmak (Les corbeaux
coup de fouet à l'organisme). Faire claquer son fouillaient la terre). 6. gsz. Toprağı eşelemek
fouet: 1. Kamçısını şaklatmak. 2. mec. Kendini (Animaux qui fouillent pour trouver leur
saydırmak, borusunu öttürmek, nourriture). T.gsz. Fouillerdansqch:-ieşelemek,
fouettement er. Çarpma, dövme ( L e fouettement de karıştırmak (Fouiller dans ses poches. Le héron
fouilleur 625 fourche

fouille dans la vase. Fouiller dans le passé, dans Üzerinde yürümek, basmak (Fouler le sol de sa
l'histoire, dans ses souvenirs). § Se fouiller: 1. patrie). 3. Burkmak (Fouler un membre, une
Ceplerini karıştırmak, ceplerini aramak (ilsecrut partie du corps). 4. mec. Kahır içinde yaşatmak,
volé, il se fouilla). 2. tkz. Hava almak, avucunu ezmek (Fouler le peuple). 5. Tokaçlamak,
yalamak (Tu peux te fouiller!). dövmek, çırpmak (Fouler des draps). § Fouler aux
fouilleur, euse ad. 1. Karıştırıcı, araştırıcı; araştırıp pieds: Çiğnemek, aldırmamak, hor görmek,
karıştırmayı seven (Un fouilleur d'archives, de ayaklar altına almak (Fouler aux pieds les lois, les
livres). 2. (Birinin) Üstünü başını arayan, principes). § Se fouler qch: 1. -sini burkmak (Il
ceplerini yoklayan. 3. diş. Büyük pulluk, kotan, s'est foulé le pied, le poignet, la cheville). 2.
fouillis er. 1. Karışık eşya yığını, dağınıklık (Les Yorulmak, yorgunluktan canı çıkmak (Travailler
livres formaient sur la table un fouillis sans se fouler). § Se fouler la rate: hlk. Imam
indescriptible). 2. Bir sürü, bir yığın, bir takım... gevremek, anasından emdiği süt burnundan
(Un fouillis d'idées, de souvenirs confus, gelmek, yorgunluktan canı çıkmak,
d'étoffes). fouleur, euse ad. (Keçe, kumaş, deri) Dövücü
fouinard, e s. ve ad. hlk. 1. Hinoğluhin, anasının çırpıcı, basıcı,
gözü. 2. Meraklı; her şeye burnunu sokan, fouloir er. 1. Tokaç (Fouloir à raisin). 2. Keçeci
fouine 1. Sansar. 2. mec. Kurnaz adam, tilki, tokacı. 3. Keçe basma yeri.
fouiner gsz. hlk. 1. Sıvışmak, korkup kaçmak. 2. foulon er. 1. (Keçe, kumaş, deri) Çırpıcı. 2. Çırpma
Aramak, araştırmak, alt üst etmek (On a fouiné makinesi, tokaçlama aleti,
partout). 3. Fouiner dans qch: -e karışmak, foulque diş. Angıt kuşu, angut. § Foulque noire: Su
burnunu sokmak (Il n'aime pas qu'on vienne tavuğu.
fouiner dans ses affaires). foulure diş. Hafif burkulma; ezik.
fouineur, euse s. ve ad. Meraklı, her şeyi merak four er. 1. Fırın (Four éléctrique. Four à pain du
eden, her şeye burnunu sokan, boulanger). 2. Ocak (Four à chaux, à minerai, à
fouir gçl. Eşelemek, kazmak, karıştırmak (II brique). 3. mec. tkz. Başarısızlık (La
fouissait le sol de son nez). représentation de sa pièce a été un four complet). §
fouisseur, euse s. ve er. Kazıcı, toprak kazıcı (Pattes Petits fours: Kuru pasta, tuzlu kuru pasta. Faire
fouisseuses de la taupe; animaux fouisseurs). four: mec. tkz. Tam bir başarısızlığa uğramak.
foulage er. 1. (Kumaş, deri) Tokaçlama, çırpma, Mettre au four: Fırınlamak, firma vermek.
dövme (Foulage des cuirs, du drap). 2. Ouvrir la bouche comme un four: Ağzını mağara
(Basımcılıkta) Sayfanın ters tarafına çıkan iz (Ily gibi açmak. Sortir du four: Fınndan çıkarmak. O n
a trop de foulage, le cylindre était trop serré). ne peut pas être à la fois au four et au moulin: İki
foulant, e s. 1. Basan, basma (Pompe foulante: karpuz bir koltuğa sığmaz,
Basma tulumba). 2. mec. hlk. Çok yorucu, fourbe s. ve ad. Dalavereci, dolapçı, sinsi, kalleş,
öldürücü (Ce n'est pas un travail bien foulant). fourberie diş. Dalavere, dolap; sinsilik-, kalleşlik
foulard er. 1. Bir tür ince ipekli, fular (Une robe de (Agir avec fourberie, Les fourberies d'un valet).
foulard à pois). 2. Boyun atkısı, boyun mendili. § fourbi er. tkz. 1. Alet edavat, takım taklavat, eşya
Bander en foulard: argo. Kamışı kalkmak, (Il estparti camper avec tout son fourbi). 2. Karışık
foule diş. 1. Kalabalık, halk (La foule s'engouffrait iş, karanlık iş ( Combiner des fourbis).
danslemétro). 2. Yığın,"kitle (Lapsychologiedes fourbir gçl. Silmek, temizlemek, parlatmak
foules). 3. Une foule de...: Bir sürü, bir yığın (Une (Fourbir un objet, les cuivres). § Fourbir ses
foule de clients,de visiteurs, de documents). § En armes: Savaşa hazırlanmak, mücadeleye
foule: Yığın halinde, yığın yığın, sürüyle (Les girişmek için hazırlığını yapmak,
idées viennent en foule). fourbissage er. Silme, temizleme, parlatma,
foulée diş. 1. (Ot yada yapraklar üzerinde) Ayak izi, fourbisseur er. Bıçak, kılıç gibi silahları silip
hayvan ayağı izi (Les foulées du cerf). 2. parlatan kimse,
(Koşucunun) Adım aralığı, adım genişliği (En fin fourbu, e s. 1. (Hayvan için) Ayakları tutuk (Un
de course, il allongea la foulée). § Etre dans la cheval fourbu). 2. mec. Çok yorgun, bitkin,
foulée de qn: -in izinde olmak, -i çok yakından yorgunluktan canı çıkmış (Il se sentait fourbu).
izlemek, ardını bırakmamak, fourbure diş. (Hayvanda) Ayak tutukluğu,
fouler gçl. 1. Çiğnemek, ezmek, sıkıp ezmek fourche 1. Diren, dirgen (Fourche à trois dents.
(Fouler du feutre, du drap, le cuir. Autrefois, on Fourche à foin, à fumier). 2. Bir yolun yada ağacın
foulait le raisin en montant dans les cuves). 2. kollara ayrıldığı yer, çatal ağzı (Suivre un ehemin
fourchée 626 fournir

jusqu'à la la fourche). § Passer sous les fourches dans les jambes, dans les bras).
caudines: Alçalmak, küçülmek, yüz kızartıcı fourmilier er. hayb. Karincayiyen.
durumlara düşmek, fourmilière diş. 1. Kannca yuvası. 2. Kannca
fourchée diş. Bir dirgenlik, bir dirgenin alacağı sürüsü. 3. mec. Kalabalık yer; büyük kalabalık,
kadar (Une fourchée d'herbes). "mahşer.
fourche-fière diş. Uzun saplı ve iki dişli dirgen, fourmi-lion, fourmilion er. hayb. Karınca aslanı,
fourcher gsz. X. Çatallanmak (Arbre qui fourche, yusufçuk böceği,
ehemin qui fourche). 2. (Dil) Sürçmek, kaymak fourmillant, e s. 1. Karınca yuvası gibi kaynayan,
(La langue lui a fourché; sa langue a fourché). 3. çok kalabalık, çok işlek (Un magasin
gçl. Dirgenle karıştırmak (Fourcher la terre, le fourmillant). 2. Karıncalanan, uyuşmuş (Un bras
fumier). fourmillant et douloureux).
fourchet er. (Koyunlarda, sığırlarda) Ayak yangısı, fourmillement er. 1. Kannca gibi kaynaşma (Le
bıcılgan. fourmillement de la rue). 2. Bolluk, çokluk (Un
fourchette diş. 1. Yemek çatalı, çatal (Fourchette à fourmillement d'idées, de fautes).
dessert, à gâteau, à poisson). 2. (Kuşlarda) Lades fourmiller gsz. 1. Karınca gibi kaynaşmak. 2. Çok
kemiği. 3. (Ekonomi) tki uç değer arasındaki fark bol olmak (Les erreurs fourmillent dans ce texte).
(Pour ce secteur, la fourchette de la production est 3. Karıncalanmak (Les pieds me fourmillent). 4.
de 3 à 5 mille tonnes). § La fourchette du père Fourmiller de qch: -ile dolup taşmak, -si çok bol
Adam: Parmaklar. Avoir un joli coup de olmak (Son édition fourmille de fautes. Les
fourchette, être une belle fourchette: İştahı çok boulevards fourmillent de promeneurs).
açık olmak, obur olmak, kaşık düşmanı olmak. fournaise diş. 1. Büyük fırın. 2. Harlı ateş, alevler,
Prendre en fourchette: 1. (Kâğıt oyununda) yangın ateşi (Les pompiers pénétrèrent sans
Makasa almak (Prendre son adversaire en hésiter dans la fournaise). 3. mec. Cehennem gibi
fourchette 2. (Arabayı) tki araba arasına sıcak yer, cehennem (La chambre sous le toit est
sıkıştırmak, kıstırmak, une fournaise en été). 4. mec. Savaşın en kızışık
fourchon er. (Dirgende yada çatalda) Diş. olduğu yer.
fourchu, e s. Çatallı, çatal, çatal ağızlı (Chemin fourneau er. Ocak; fırın § Fourneau à charbon:
fourchu, arbre fourchu). Odun kömürü ocağı. Fourneaudecuisine: Yemek
fourgon er. 1. Yük arabası (Fourgon de sobası, yemek fırını. Fourneau de mine: (Bir
déménagement). 2. (Demiryolunda) Yük lâğımda) Barut yeri. Fourneau d'une pipe: Çubuk
vagonu, furgon (On met les valises dans le lülesi. Haut fourneau: Yüksek fırın, kal ocağı,
fourgon). 3. Ateş karıştırma küreği, ateş küreği fournée diş. 1. Fırında bir defada pişen ekmek
(Le fourgon du boulanger). § Fourgon mortuaire, miktarı, bir fırın ekmek (Le boulanger fait deux
fourgon funéraire: Cenaze arabası, fournées par jour). 2. Bir fırınlık, fırın dolusu; bir
fourgonner gsz. 1. Ateşi köseği ile karıştırmak, ocaklık, ocak dolusu (Une fournée de tuiles). 3.
ateşi köseğilemek. 2. Fourgonner dans qch: -i mec. tkz. (Aynı görevdeki kimseler için) Bir sürü
karıştırmak (Ne fourgonne pas dans mes tiroirs). ( Une fournée de sénateurs, de touristes).
3. gçl. -in ateşini karıştırmak, köseğilemek fourni, e s. 1. Sık, gür (Une barbe fournie, une
(Fourgonner le poêle). chevelure fournie). 2. Dolu, iyice donatılmış, tıka
fourguer gçl. argo. 1. Satmak, okutmak. 2. basa doldurulmuş; malla dolu (Une table bien
Fourguer qch à qn: Bir şeyi birine sokuşturmak, fournie, un magasin bien fourni).
yutturmak (Il nous a fourgué son pain rassis). fournier, ère ad. (Eski) Fırıncı, ekmek fırını sahibi,
fouriérisme er. Fourier toplumculuğu, ortakçılık, fourniers er. ç. hayb. Çömlekçikuşugiller.
ortaklaşacılık, fournil er. Ekmek yapılıp pişirilen yer, ekmek fırını,
fouriériste s. ve ad. 1. Fourier toplumculuğuna fourniment er. 1. (Eskiden) Barut kabı, barutluk. 2.
değgin. 2. Fourier toplumculuğu yanlısı, ortakçı, (Şimdi) ask. Er donanımı,
ortaklaşacı. fournir gçl. 1. Üretmek, çıkarmak (Vignoble qui
fourmi diş. 1. Kannca (Fourminoire, rouge, ailée). fournit un vin estimé). 2. Yetiştirmek (Ecole qui
2. mec. Kannca gibi çalışkan kimse (C'est une fournit des spécialistes, des cadres). 3. Yapmak,
fourmi). § Fourmi-lion: Kannca aslanı. Fourmi çıkarmak, göstermek (L'équipe a fourni un jeu
moissonneuse: Buğday karıncası. Fourmi rouge: remarquable. Fournir une longue course). 4.
Karıncakuşu . § Avoir, sentir des fourmis Azığını vermek, gereksinimlerini
dans: -si kannealanmak (Avoir, sentir des fourmis karşılamak ( F o u r n i r une maison). 5. Fournir qch à
fournisseur 627 t'outre

qn: Birine... vermek, sağlamak (Fournir le vivre iyice saran kadın entarisi,
et le couvert à des réfugiés). 6. Fournir qn, qch de fourrer gçl. 1. Kaplama geçirmek, altın yada gümüş
qch: Birinin, bir yerin -sini karşılamak, sağlamak, kaplama yapmak (Fourrer une médaille, une
vermek (Ce négociant fournit notre restaurant de monnaie). 2. Sargılamak, üstüne sargı sarmak
vins et de boissons. Fournir une armée de vivres). (Fourrer un cordage). 3. Kürk geçirmek, kürk
7. gsz. Fournir à qch: -i karşılamak, sağlamak, -e kaplamak (Fourrer un manteau avec du lapin). 4.
katkıda bulunmak (Sa famille fournit à son Fourrer qch de qch: Bir şeyi -ile kaplamak, kürk
entretien. Il fournissait à tous mes besoins). § geçirmek. 5. Fourrer qn, qch dans qch: Bir şeyi -e
Fournir caution: Kefil göstermek. Fournir des sokmak, koymak (Fourrer ses mains dans ses
garanties: Güvence göstermek, "teminat poches, fourrer son doigt dans son nez). 6.
göstermek. Fourrer qch dans: -e tıkıştırmak, sokuşturmak,
fournisseur, euse ad. 1. Yiyecek vb. üstencisi, sokmak (Fourrer des objets dans un sac). 7. hlk.
"müteahhit. 2. H e p kendisiyle alış veriş edilen A t m a k , tıkmak, koymak (Fourrer un voleur en
tüccar. prison). § Fourrer son nez dans qch: -e karışmak,
fourniture diş. 1. Mal teslimi, mal sağlanması, burnunu sokmak (Ne fourre pas ton nez dans mes
verilen mal (La fourniture du charbon est faite à affaires). § Se fourrer: 1. Sokulmak, girmek (5e
domicile. La fourniture du fourrage, des vivres). fourrer sous les couvertures). 2. Karışmak,
2. Gereç, "malzeme (Les fournitures scolaires). 3. katılmak, bulaşmak, girmek (Se fourrer dans une
Salataya doğranan maydonoz, dereotu gibi mauvaise affaire). Se fourrer qch dans la tête: -i
şeyler. kafasına koymak (Il s'est fourré dans la tête qu'il
fourrage er. (Hayvanlara yedirilen) Ot (Fourrage partirait à pied en vacances). § Ne plus savoir où se
vert, fourrage sec). fourrer: Utançtan nereye saklanacağını
fourrager gsz. tkz. 1. Karıştırarak aramak, bilemememk, utançtan yerin dibine geçmek,
karıştırıp alt üst etmek (Fourrager dans des fourreur er. Kürkçü.
papiers, dans un tiroir). 2. Hayvanlar için ot fourrier er. 1. Konakçı ve iaşeci assubay. 2. (Kötü
biçmek. 3. gçl. -i karıştırmak, dağıtmak bir şeyin) Öncüsü, hazırlayıcısı, önayak olanı
(Fourrager les papiers, sa tignasse). 4. gçl. (Les fourriers de l'hitlérisme, d'une dictature).
Harabetmek (Fourrager un jardin, une prairie). fourrière diş. 1. Herhangi bir nedenle yakalanıp
fourrager, ères. Yem olarak kullanılabilen (Plantes götürülen hayvanların geçici olarak kapatıldıkları
fourragères, betterave fourragère). ahır, yer (Les chiens trouvés sont amenés à la
fourragère diş. 1. Yemlik (bitki). 2. Yemlik bitki fourrière). 2. Yanlış yere park yapmış arabaların
tarlası. 3. Ot arabalarında korkuluk. 4. Ot polis tarafından alınıp götürüldükleri yer (Aller
arabası. 5. (Polis yada subaylarda) Omuz chercher sa voiture à la fourrière).
kordonu. fourrure diş. Kürk (Manteau de fourrure. Vêtement
fourrageur er. 1. Hayvanlar için ot biçen. 2. Dağınık doublé de fourrure).
düzende savaşan süvari, fourvoiement er. Aldanma, yanılma,
fourré er. Sık ağaçlar bölgesi, bitki ve ağaçların en fourvoyer gçl. 1. (Birine) Yolunu şaşırtmak (Le
sık olduğu yer (Fourré d'un bois. Fourré de guide nous a fourvoyés). 2. mec. Yanıltmak (Les
broussailles, de ronces). mauvais exemples l'ont fourvoyé). § Se fourvoyer:
fourré, e s. 1. Sık (Des bois fourrés et bas). 2. 1. Yolunu şaşırmak (Se fourvoyer dans une
Kaplama, üstüne gümüş yada altın kaplama impasse). 2. Yanılmak, aldanmak (En choisissant
geçirilmiş (Médaille fourrée, monnaie fourrée). 3. cette solution, il s'est complètement fourvoyé).
Sık ve kalın tüylü (Un renard bien fourré). 4. İçten fouteau er. hlk. Kayın ağacı,
yada dıştan kürk geçirilmiş (Gants fourrés, foutaise diş. argo. Önemsiz şey, boş şey (C'est de la
chaussons fourrés. Robe fourrée d'hermine). 5. İçi foutaise).
meyve, krema gibi şeylerle dolu (Gâteau fourré à foutoir er. argo. 1. Genelev. 2. Karmakarışık iş,
la crème, aux amandes. Bonbons fourrés). §Coup büyük düzensizlik,
fourré: hlk. Haince saldırı, kalleşçe darbe, foutrai,es. hlk. Olağanüstü, eşsiz,
alçaklık, kalleşlik. Paix fourrée: mec. Sözde barış, foutraques. ve ad. tkz. Kaçık, deli, bir tahtası eksik,
sürekli olmayacak ve kötü niyetlerle dolu foutre gçl. tkz. 1. Cinsel ilişkide bulunmak, düzmek
uyduruk bir barış, (Foutre une femme). 2. Yapmak (Il ne fout rien).
fourreau er. 1. Kın, kılıf (Fourreau d'épée. Tirer 3. Vurmak, atmak, indirmek (Tais-toi, ou je te
l'épée du fourreau). 2. Çok kısa, dar ve vücudu fous une baffel). 4. Koymak, bırakmak (Fous ça
foutre 628 fragment

sur la table). § Foutre qch en l'air: A t m a k , la porte d'un coup d'épaule. Il lui fracassa la
fırlatmak. Foutre qn à la porte: Birini kapı dışarı mâchoire d'un coup de poing). § Se fracasser:
etmek, kovmak, dışan atmak. Foutre le camp: Çarpıp parçalanmak, kırılmak, dağılmak (La
D e f o l u p gitmek. Foutre qn en tôle: Birini kodese barque s'est fracassée surun écueil).
tıkmak. Foutre la paix à qn: -i rahat bırakmak, fraction diş. 1. Koparma, bölme (La fraction du
rahazsız etmemek (Fous-moi la paix!). Foutre qn pain) 2. Parça, bölüm, kesim, "kısım (Une
dedans: 1. Kodese atmak, içeri tıkmak. 2. importante fraction de l'Assemblée). 3. mat. Kesir
Aldatmak, dolandırmak. En foutre plein les yeux (Fraction composée: Bileşik kesir. Fraction
à: -in gözünü boyamak. Ne pas en foutre une continue: Zincirleme kesir. Fraction décimale:
secousse: Hiçbir şey yapmamak, boş boş Ondalık kesir. Fraction décimale à la période
oturmak. § Se foutre de: -ile alay etmek, -e composée: Bileşik periyodu ondalık kesir.
gülmek, -vız gelip tins gitmek, aldırmamak (Je Fraction décimale à la période simple: Basit
m'en fous: Vız gelir. Vous vous foutez de nous, periyodu ondalık kesir). 4. »Bölüngü, fraksiyon
quoi?: Bizimle alay mı ediyorsunuz yoksa?). Se (Les fractions au sein d'un parti).
foutre sur la gueule: Kavga etmek, takışmak, fractionnaires, mat. Kesirli,
atışmak, fractionnel, les. Bölücü (Activité fractionnelle au
foutre er. Meni, sperm, bel. sein d'un parti).
foutrie<% argo. Çok can sıkıcı bir hareket,ineklik, fractionnement er. Bölme, bölünme; parçalama,
eşeklik. parçalanma (La fractionnement des partis.
foutriquet er. hkr. Anlamsız ve yeteneksiz adam, Fractionnement d'une propriété foncière).
Allahın öküzü, eşeğin teki. fractionner gçl. 1. Bölmek, parçalamak. 2.
foutu, e s. tkz. 1. Çok kötü, berbat (II a unfoutu Fractionner qch en: Bir şeyi -e bölmek,
caractère. Je suis dans un foutu état). 2. parçalamak (Fractionner un train en plusieurs
Mahfolmuş, çuvallamış, boku yemiş (Tues foutu. rames). § Se fractionner en: -bölünmek,
La viande est foutue). § Etre bien foutu: Durumu, parçalanmak (L'Assemblée s'est fractionnée en
sağlığı, kılık kıyafeti iyi olmak. Etre mal foutu: trois groupes).
Durumu, sağlığı, kılık kıyafeti kötü olmak. Etre fractionnisme er. 'Bölüngücülük, fraksiyonculuk.
foutu de f. qch: -cek durumda olmak, -meyi fractionnistes. vead. Bölüngücü, fraksiyoncu.
becerebilmek (Il n'est même pas foutu de réussir). fracture diş. 1. Kırık (Fracture du crâne, du bras, de
fox, fox-terrier er. İn hayvanlannı iyi avlayan bir la jambe). 2. coğr. Kınlma, kırık, çatlak. 3.
cins av köpeği, Kınlma (Fracture d'une serrure).
fox-trot er. Dört tempolu bir tür dans, fokstrot, fracturer gçl. 1. Kırmak (Fracturer un os). 2.
foyer er. 1. A t e ş ocağı, ocak (Soiréespassées devant Zorlayıp kırmak (Fracturer une porte, une
le foyer). 2. Ocak önüne serilen yer örtüsü; ocağı serrure, un coffre-fort). § Se fracturer qch: -sini
döşemeden ayıran taş yada mermer bölüm. 3. kırmak, -si kırılmak (Il s'est fracturé la jambe, le
mec. Ev, aile, yuva, ocak (Foyer paternel, foyer poignet).
conjugal). 4. (Tiyatrolarda,' sinemalarda) fragiles. 1. Kolay kırılır, kırılgan (Objets fragiles).
Dinlenme yeri. 5. (Öğrenci v e erler için) Kantin, 2. Nazik, dayanıksız (Cet enfant est très fragile, il
gazino;yurt (Foyer d'étudiants, foyer de soldat, du attrape toutes les maladies. Il a l'estomac fragile).
marin). 6. Merkez (Le foyer de la révolte, de 3. Çabuk bozulabilir, sağlam temele dayanmayan
l'effervescence). 7. Hastalık kaynağı (Foyer (Autorité fragile, puissance fragile, prospérité
tuberculeux. Foyer d'épidémie). 8. fiz. Odak fragile, bonheur fragile).
(Foyer réel, foyer virtuel). 9. ç. Baba ocağı, ana fragilement bel. Zar zor, güç belâ, kıl payı
baba yurdu (Rentrer, retourner dans ses foyers). (Puissance fragilement établie).
frac er. Frak. fragiliser gçl. 1. Kırılganlaştırmak, çabuk kınlır
fracas er. 1. Gürültü, gürültü patırtı (Le fracas d'un kılmak (Le savon alcalin fragilise les cheveux). 2.
torrent, d'un bombardement. Vivre loin du fracas mec. Nazikleştirmek, çabuk bozulabilir hale
de la ville). 2. Çatırtı- (Fracas d'une branche getirmek (Fragiliser un problème).
rompue). § Avec perte et fracas: Çok kabaca (ila fragilité diş. 1. Kırılganlık (Fragilité du verre, du
été chassé avec perte et fracas). cristal). 2. Dayanıksızlık, sağlamlıktan uzaklık
fracassant, e s. 1. Çatırtılı patırtılı. 2. Büyük yankı (Fragilité de la gloire, de la puissance, de la santé,
uyandıran (Une déclaration fracassante). d'une théorie).
fracasser gçl. Çatır çatır kırmak; kırmak (Ilfracassa fragmenter. 1. Kırıntı, parça (Fragmentd'un vase,
fragmentaire 629 frais

d'une statue antique). 2. Bir yapıttan alınan yada couleurs fraîches). 3. Soğuk, soğukça (Il a reçu un
kalan parça ( Fragments d'une lettre. Il me récita un accueil frais). 4. Henüz olmuş, daha yeni, taze
fragment du"Discours de la méthode"). 3. Kalıntı (Une nouvelle fraîche, une blessure fraîche. Les
(Ce fragment de poterie a retenu l'attention des traces fraîches du passage d'un animal). 5. Taze,
archéologues). günlük, bayatlamamış (Des oeufs frais. Un
fragmentaire s. 1. Parçalı, parçalar halinde olan poisson frais). 6. Taze, körpe ( Des légumes frais).
(Oeuvre à l'état fragmentaire). 2. Eksik (Untravail 7. Dinç, diri ( Cet homme est encore très frais pour
fragmentaire). son âge). 8. Saf, temiz, kirlenmemiş (Un
fragmentation diş. Parçalara ayırma, parçalara sentiment frais. Une jeune fille sage et fraîche de
ayrılma; parçalama, parçalanma (Fragmentation coeur). 9. Dinlenmiş, dinlenik (Des troupes
du chromosome. La fragmentation des roches fraîches. Se lever tout frais après un sommeil
sous l'effet du gel). réparateur). 10. Yeni, yepyeni (Un costumefrais).
fragmenter gçl. Parçalamak, parçalara ayırmak 11 .bel. Soğuk olarak, serin serin (Boire frais). 12.
(Fragmenter un bloc de pierre, la publication bel. Henüz, daha yeni (Il est frais débarqué à
d'une oeuvre). Paris. Il est frais émoulu de l'Université). 13. er.
fragon er. Yabani kuşkonmaz, Serinlik, serin hava (On sent le frais, il faut
fragrance diş. Hoş koku. rentrer). 14. er. Serin yer, soğukça yer. 15. er.
fragrant, e s. Hoş kokulu, tatlı bir koku çıkaran, Harç, masraf, gider (Frais de déplacement, frais
frai er. 1. Balıkların yumurtlama dönemi (Lapêche d'habillement. Frais de justice. Frais généraux,
est interdite pendant le frai). 2. Göl ve akarsuları frais indispensables). § Frais de l'instance: Dava
döllenmekte kullanılan çok küçük balık yavrusu. masrafları. Frais d'entretien: Bakım giderleri.
3. (Maden paralarda aşınmadan dolayı) Ağırlık Frais de représentation: Temsil giderleri. Frais
eksilmesi; aşınma, d'hospitalisation: Hastane masrafları. Frais
fraîche diş. A la fraîche bel. 1. Günün serin funéraire: Cenaze masrafları. A grand frais: 1.
saatlerinde, sabah serinliğinde, akşam Çok para harcayarak, büyük masraflara girerek.
serinliğinde (Sortir à la fraîche). 2. (Serinletici 2. mec. Çok yorularak, büyük emekle, büyük
gazoz yada meyve suları satan gezgin satıcıların güçlüklere katlanarak. A peu de frais: Ucuza,
bağırması) Buz gibi, soğuk soğuk! ucuz, az emekle, az masrafla. Aux frais de qn:
fraîchement bel. 1. Henüz, daha yeni (Une rose Masraflar -e ait olmak üzere (Voyager aux frais de
fraîchement éclose. Il est fraîchement arrivé à l'Etat). De frais: A z önce (Etre rasé de frais). En
Istanbul. Une terre fraîchement labourée). 2. être pour ses frais: Boşuna yorulduğuyla kalmak,
Soğuklukla, soğukça, soğuk bir şekilde (Il fut zahmetiyle kalmak, eline hiçbir şey geçmemek,
fraîchement reçu par la population). hiçbir kazancı olmamak. Faire les frais de: 1. -in
fraîcheur diş. 1. Tatlı serinlik (La fraîcheur du soir, konusu olmak, konusunu teşkil etmek(Les
de la nuit, du crépuscule). 2. Serinlik (Trouver un derniers événements faisaient les frais de la
peu de fraîcheur. L'ombre des rochers donnait une conversation). 2. -in ceremesini çekmek, bedelini
fraîcheur délicieuse). 3. Tazelik (La fraîcheur ödemek (Ce sont encore les contribuables qui
d'un œuf, d'un poisson). 4. (Çiçek, meyve ve feront les frais de cette politique). Faire ses frais:
tende) Tazelik, körpelik (La fraîcheur d'un fruit, Masrafını çıkarmak. Faire des frais: Masrafa
d'une fleur, d'un teint). 5. Soğukluk (La fraîcheur girmek, çok para harcamak. Faire les frais:
d'un acceuil). 6. Dirilik, canlılık (La fraîcheur Masrafları görmek, masrafları karşılamak (Il a dû
d'unsouvenir, d'un sentiment). 7. Saflık, temizlik, faire les frais tout seul). Il fait frais: Hava serin;
kirlenmemişlik (La fraîcheur d'un premier hava serinledi. Mettre qch au frais: Bir şeyi
amour, la fraîcheur d'âme). 8. Hafif yel, esinti, soğuğa koymak (Mettre du beurre au frais, un
fratchin er. Taz^ balık kokusu, aliment au frais). Mettre qn au frais: tkz. Birini
fraîchir gsz. 1. den. (Yel için) Şiddetlenmek (La kodese atmak, dama tıkmak. Prendre le frais:
brise fraîchit). 2. (Hava ve su için) Serinlemek ( L e Çıkıp şöyle bir hava almak, biraz serinlemek.
temps fraîchit depuis quelques jours. L'eau fraîchit Rentrer dans ses frais: Masrafını çıkarmak,
dans les gargoulettes). zahmetinin karşılığını görmek. Se mettre en frais:
frairie diş. 1. Eğlentili şölen. 2. Köy bayramı, 1. Masraftan çıkmak, hayli masrafa girmek (II
dernek. s'est mis en frais pour ses invités). 2. mec. Hayli
yorulmak, zahmetlere girmek. 3. Se mettre en
frais, fraîche s. 1. Serin (Un vent frais, une boisson
frais de qch: -ibol bol yapmak (Se mettre en frais de
fraîche). 2. Hoş, iç açıcı (Un parfum frais, des
fraise 630 francisque

coquetterie: Çok şuhluk etmek, bütün şuhluğunu (Parler franc). § Coup franc: (Futbolda) Şerbet
göstermek). vuruş, frikik. Jour franc: (24 saat anlamında)
fraise diş. 1. Çilek (Manger dese fraises pour le Tam gün. § Franc de port: Posta ücreti yada
dessert). 2. Bir deliğin ağzını genişletecek alet, taşıma ücreti gönderen tarafından daha önceden
freze. 3. (Dişçilikte) Tekerlek testere. 4. Dana ödenmiş olan, posta ücreti alınmayan (Lettre
yada kuzu gömleği, yağlı karın zarı (Fraise de veau franche de port, un colis franc de port). A parler
en blanquette). S. (Eskiden) Kırmalı yakalık franc: Açıkçası, açıkça konuşmak gerekirse.
(Fraise à l'espagnole, à la Médicis). 6. Hindinin Avoir ses coudées franches: Özgür olmak, başına
kırmızı deriden yakalığı, hindinin kırmızı buyruk olmak, eli kolu bağlı olmamak. Etre franc
gerdanı. 7. Köprü ayağı çevresindeki kazıklar. 8. comme l'or: Açık sözlü olmak, gizlisi saklısı
hlk. Yüz, surat (Je lui rabats deux baffes en pleine olmamak, yüreği avucunda olmak. Jouer franc
fraise). 9. argo. Kadının edep yeri, fere. § Aller jeu: Oyununu açık oynamak, hiçbir şeyi saklayıp
aux fraises: 1. Çilek toplamaya gitmek. 2. gizlememek, dürüst hareket etmek,
Sevgilisiyle kırlara gitmek. Sucrer les fraises: 1. français, e s. ve ad. Fransız (La langue française, le
Her yanı titremek. 2. Bunamak (Il commence à drapeau français. Un français, une française).
sucrer les fraises). franc-alleu er. (Eskiden) Her türlü vergiden bağışık
fraiser gçl. 1. Kırma kırma katlamak. 2. (Bir deliğin tutulan yurtluk,
ağzını) Genişletmek (Fraiser un trou). 3. (Maden franc-bourgeois er. (Eskiden) Her türlü vergiden
yada tahtayı) İşlemek. 4. (Bir köprü ayağını) bağışık tutulan kentli,
Kazıklarla çevirmek. 5. (Hamuru) El ayası franchement bel. 1. Açık yürekle, içtenlikle, açıkça
altında yuvarlayarak düzgünleştirmek, açmak (Parler, agir franchement). 2. Gerçekten,
(Fraiser la pâte). 6. Ezip kabuğunu çıkarmak, kesinlikle (Sa visite devenait franchement
kabuğunu almak (Fraiser les fèves). désagréable à ma tante). 3. Duraksamadan
fraiseraie, fraisière diş. Çilek tarlası, (Sauter franchement un obstacle).
fraiseur er. Freze kullanan işçi, frezeci, franchir gçl. 1. Atlayıp geçmek, üzerinden atlamak
fraiseuse diş. Freze. (Le cheval a franchi la haie). 2. Aşmak (Franchir
fraisier er. Çilek fidanı. § Fraisier sauvage, fraisier un obstacle, franchir une montagne, les mers.
des bois: Orman çileği, dağ çileği, Franchir les bornes de la décence).
fraisil er. Korlu kül, köz. franchissage er. (Ticaret yada sanayide) Lisans
framboise diş. 1. Ahududu, ağaççileği (Glace à la kullanma hakkı verme,
framboise). 2. Çilek likörü (Boire un verre de franchise diş. 1. Bağışıklık, "muafiyet (Franchise
framboise). douanière, franchise postale). 2. Açık yüreklilik
framboiser gçl. Ağaççileği kokusu vermek, (Agir, parler avec franchise). §Entoutefranchise:
ahududu ile kokulandırmak, Açıkça, açık yüreklilikle,
framboisier er. Ağaççileği, ahududu fidanı, franchissable s. Aşılabilir, geçilebilir (Obstacle
framée diş. (Eski Frankların kullandığı) Bir tür franchissable; rivière franchissable à pied).
kargı. franchissement er. Aşma, geçme (Le
franc er. Frank (Franc français, franc belge, franc franchissement d'une rivière, d'un obstacle, d'une
suisse). montagne).
franc, franque s. vead. Frank (Languefranque. Les francisation diş. 1. Fransızlaştırma, fransızlaşma;
tribus franques. Le quartier des Francs). fransızcalaştırma, fransızcalaşma (Francisation
franc, franches. 1. İçten, açık yürekli, açık sözlü (Je d'une colonie, d'un mot étranger). 2. Bir gemiye
veux être franc avec vous, vous n'avez aucune fransız bandrası taşıma hakkı verme,
chance de réussir. Une franc libertin. Une franche franciscain, e s. ve ad. 1. Assiz'li Françesko'nun
canaille. Un homme franc). 2. Gerçek, tam, eşsiz 1215'te kurduğu tarikatten olan papaz yada
(C'est une franche comédie). 3. Tastamam (Je lui rahibe. 2. Françesko tarikatine değgin,
ai donné dix jours francs). 4. Vergiden bağışık, franciser gçl. 1. Fransızlaştırmak, Fransız niteliği
serbest (Ville franche). 5. Tohumdan yetiştirme vermek (Ce poète a francisé les héros de
(Arbre franc). 6. Katıksız, sade, katışık olmayan l'antiquité). 2. Fransızcalaştırmak (Franciser un
(Une couleur franche, rouge franc). 7. Açık, gizlisi mot, une prononciation).
saklısı olmayan, gizlenmeyen (Il me montre une francisque diş. 1. Eskiden Frankların ve
franche hostilité). 8. Franc de qch: -den bağışık Cermenlerin kullandığı bir tür ay balta, savaş
(Franc d'impôt). 9. bel. Açık açık, dobra dobra baltası. 2. 1940'ta işbirlikçi Vichy hükümetinin
franc-maçon 631 frapper

belirgesi. La ressemblance entre ces deux frères est


franc-maçon, ne s. ve er. Mason, farmason (Un frappante).
franc-maçon. La presse franc-maçonne). frappe diş. 1. (Para için) Basma (Frappe de
franc-maçonnerie diş. Masonluk, farmasonluk, monnaie).2. Sikke yada madalya damgası. 3.
franc-maçonnique s Masonluğa değgin, (Basımcılıkta) Harf dökme kalıp takımı. 4.
farmasonlukla ilgili, Daktilo ile yazma, daktilo etme (Le manuscrit est
franco bel. 1. Parasız olarak, masrafsız, bedava à la frappe. Une faute de frappe). 5. Daktilo ile
(Expédier, recevoir un colis franco). 2. hlk. yazış, tuşlara vuruş (Cette dactylo a une frappe
Rahatça, serbestçe, çekinmeden (Allez-y régulière). 6. tkz. Haydut, canavar gibi çocuk
franco). 3. Başka ulus adlarıyla bileşik sözcük (C'est une sale petite frappe). 7. (Yumruk
yapmak üzere başa getirildiğinde Français oyununda) Vuruş, yumruk atış. § Force de frappe:
sözcüğüne verilen biçim (Traité franco-italien. ask. Vurucu güç.
Relations franco-turques). frappé, e s. 1. Şaşakalmış. 2. Soğutulmuş, buz gibi,
francoiin er. hayb. Turaç, çil keklik, buzlu (Vin frappé, Champagne frappé). 3.
francophiles, ve ad. Fransız dostu, Fransızsever. Kuvvetli, güçlü (Imagination frappée; un vers
francophilie diş. Fransız dostluğu, Fransızseverlik. frappé). § Temps frappé yada frappé: er. müz.
francophobe s. ve ad. Fransız düşmanı, Vuruş.
Fransızsevmez. frappe-devant er. Balyoz; büyük demirci çekici.
francophobie 4 diş. Fransız düşmanlığı, frappement er. Vurma, vurulma; vuruş, vuruluş
Fransızsevmezlik. (Le frappement des sabots).
francophone s. ve ad. Fransızca konuşan (Les frapper gçl. 1. -e vurmak (Frapper légèrement la
africains francophones. Les francophones du table. Frapper le sol du pied). 2. Basmak (Frapper
Canada). la monnaie, la médaille). 3. Dövmek (Des
franc-parler er. Açık sözlülük. § Avoir son franc- malfaiteurs l'ont dévalisé après l'avoir frappé). 4.
parler: Açık sözlü olmak, her şeyi olduğu gibi Çarpmak, vurmak (La pluie frappe le visage. La
söylemek. mer frappe la falaise. Un rayon de soleil frappe les
franc-tireur er. ask. 1. Gönüllü yardımcı er; bibelots). 5. Çarpmak, değmek, dokunmak,
başıbozuk savaşçı. 2. mec. Başına buyruk hareket vurmak (Une balle l'afrappé en pleine poitrine). 6.
eden kişi (Agir en franc-tireur). -in başına gelmek, üstüne çökmek, uğramak (Un
frange diş. 1. Saçak, püskül (Les franges d'un châle, grand malheur a frappé notre famille). 7. -in
d'une étoffe). 2. Perçem (Frange de cheveux. Une dikkatini çekmek, -e ilginç gelmek, -i şaşırtmak
frange noire couvrait à demi son front). 3. Belli (Son nom m'a frappé. Ce qui me frappe, c'est la
belirsiz sınır (On ne peut aborder les franges du jeunesse d'esprit qu'il garde à son âge). 8.
sommeil que par le rêve). Cezalandırmak (La loi frappera les coupables). 9.
franger gçl. Saçakla, püskülle süslemek; saçak, -i ilgilendirmek, -ile ilgili olmak, -e değgin olmak
püskül takmak (Les boules de laine qui (Un impôt qui frappe certaines catégories de
frangeaient le tapis de table). salariés). 10. Frapper qn, qch de qch: a) -e
frangin er. argo. Kardeş; dost. çarptırmak, -ile cezalandırmak (Le tribunal a
frangine diş. argo. Bacı, kızkardeş; sevgili, aftos, frappé tous les accusés de dix ans de prison), b) -e
gaco. bağlamak, tâbi tutmak (Frapper un peuple de
franglais er. İngilizce etkisinin belirgin olduğu bir lourds impôts). 11. gsz. -e vurmak, çarpmak (Il
fransızca. battait la mesure en frappant sur la table. J'ai
franquette A la bonne franquette: 1. Teklifsizce, l'impression de frapper contre le mur). 12. gsz.
dostça, içtenlik dolu bir hava içinde (Venez chez Kapıyı çalmak (Entrer sans frapper). 13. gsz.
nous ce soir, ce sera à la bonne franquette, entre Frapper à qch: -i çalmak, -e vurmak (Frapper à la
camarades). 2. Allah ne verdiyse (On dînera à la porte). 14. Etre frappé de qch: a) -etutulmak,
bonne franquette). yakalanmak, uğramak (Il fut frappé d'apoplexie).
franquiste s. ve ad. Franco'cu, Franco yanlısı b) -e şaşmak (Je fus frappé de leur ressemblance). §
Frapper à toutes les portes: Her kapıyı çalmak,
( L'Espagne franquiste).
her kapıya başvurmak, başvurmadık yer ve kimse
frappage er. (Para için) Basma,
kalmamak. Frapper à la bonne porte: İyi kapı
frappant, es. 1. Göze çarpıcı, göz alıcı, ilginç
çalmak, tam uygun yere baş vurmuş olmak.
(Couleurs frappantes. Une image frappante). 2.
Frapper à la mauvaise porte: Yanlış kapı çalmak.
Şaşırtıcı, çok belirgin (Le contraste est frappant.
frappeur 632 freinage

Frapper un grand coup: Kesin bir karar almak. yapmak (Frauder la douane, frauder l'impôt). 2.
Frapper à la tête: Bir ayaklanmanın elebaşılarını gsz. Hile yapmak, dolap çevirmek (Un candidat
cezalandırmak. Frapper au bon coin: Tam qui fraude à l'examen. Frauder sur une
adamına baş vurmak, en yetkili kişiye danışmak. marchandise, sur le poids des denrées).
Frapper les grands coups: Son çareye başvurmak. fraudeur, euse s. ve ad. 1. Hileci, madrabaz. 2.
§ Se frapper: 1. Kaygılanmak, korku ve kaygıya Kaçakçı.
kapılmak, aldırmak (Ne te frappe pas, je me frauduleusement bel. 1. Hile ile, hileli olarak
débrouillerai). 2. Se frapper qch: -sini dövmek, (Vendre frauduleusement des marchandises). 2.
-sine vurmak (Il se frappait la poitrine en signe de Kaçak olarak, kaçakçılıkla,
repentir). frauduleux, euse s. 1. Hileli (Banqueroute
frappeur, euse s. 1. Vuran, vurucu (Esprit frappeur: frauduleuse. Marché frauduleux). 2. Hileci
Ruh çağırmalarında, geldiğini masaya birkaç kez (Banqueroutier frauduleux).
vurarak belirten ruh). 2 .ad. Para basma işlerinde, fraxinelle diş. bitb. Geyikotu.
kâğıt yada kumaş damgalama işlerinde çalışan frayer gçl. 1. Açmak (Frayer une voie, un passage).
işçi. 2. Frayer qch à qn: Birine .. .açmak (Lapolice lui
frasque diş. 1. Hile, dolap, muziplik, 2. Delice fraya un passage dans la foule). 3. gsz. (Balıklar
davranış, çılgınlık, sapkınlık (Frasques de için) Üremek ( L a perche ne fraie qu 'à l'âge de trois
jeunesse. Son père refusait de payer ses frasques). ans). 4. gsz. Görüşmek, düşüp kalkmak, ilişki
frater er. tkz. 1. Okumamış papaz. 2. Cerrah çırağı. kurmak (Ces deux hommes ne frayent point
3. Berber kalfası, ensemble). 5. gsz. Frayer avec: -ile görüşmek,
fraternel, le s. 1. Kardeşlere değgin, kardeşlikle düşüp kalkmak, ilişki kurmak (Cette famille fraie
ilgili (Amour fraternel). 2. Kardeşçe, dostça, peu avec les voisins). § Frayer la voie à: -e yol
kardeş gibi (Il s'est montré très fraternel avec moi). açmak,-i kolaylaştırmak (Cette découverte a frayé
fraternellement bel. Kardeşçe (Ils se serrèrent la la voie à tous les travaux ultérieurs). § Se frayer
main fraternellement). qch: Kendine... açmak (Se frayer un chemin, un
fraternisation diş. Kardeş olma, kardeşçe yaşama, passage).
kardeşleşme (Nous supprimons tout obstacle à la frayère diş. Balık yuvası; balık yumurtalarının
fraternisation de l'ouvrier allemand et de l'ouvrier döllendiği yer.
français). frayeur diş. Ani korku, ürküntü (Trembler de
franterniser gsz. 1. Kardeşçe yaşamak, kardeşçe frayeur).
geçinmek (Ces enfants commencent à fraterniser). fredaine diş. Delişmenlik, çılgınlık, çılgınca
2. Fraterniser avec: -ile anlaşmak, birlik olmak, davranış (ila fait des fredaines toute sa vie. Il m'a
dostluk kurmak (Les soldats ont fraternisé avec la raconté ses fredaines de jeunesse).
population). fredon er. 1. Şarkı nakaratı. 2. (İskambilde) Üç;
fraternité diş. 1. Kardeşlik (Liberté, Egalité, aynı cinsten üç kâğıt,
Fraternité). 2. İyi geçim, geçimlilik (Une grande fredonnement er. (Şarkı) Mırıldanma,
fraternité règne entre eux). 3. Arkadaşlık, dostluk fredonner gsz. 1. Mırıldanarak şarkı söylemek. 2.
(Fraternité d'armes). 4. Birlik, ortaklık (Ilya entre gçl. -i mırıldanmak, mırıldanarak söylemek
eux une fraternité d'esprit). (Fredonner une chanson, un air d'opéra).
fratricide s. ve ad. 1. Kardeş katili, kardeş kıyıcısı, freezer er. İng. (Buzdolabında) Buzluk v
kardeşini öldüren (On a arrêté un jeune frégate diş. i . den. Firkateyn. 2. hayb. Kutan kuşu.
fratricide). 2. er. Kardeş katilliği, kardeş § Capitaine de frégate: den. Yarbay,
öldürme. § Lutte fratricide: Kardeş öldürüşmesi, freiner. l.Fren,*durduraç (Freinhydrolique. Frein
kardeş kavgası, kardeşler arasında boğuşma, à huile. Le frein à main d'un moteur). 2. mec.
fraude 1. Hile, dalavere (Fraude électorale). 2. G e m . 3. biy. Dilaltı bağı (Frein de la langue). 4.
Oyun, dolap, düzen (Vous machinez des fraudes biy. G e m , gemeik, "lücam. § Mettre un frein à
les uns contre les autres). 3. Kaçakçılık (Fraude qch: -i gemlemek, frenlemek, engelleyip tutmak
fiscale: Vergi kaçakçılığı. Fraude en devises: (Mettre un frein à ses passions). Ronger son frein:
Döviz kaçakçılığı). § En fraude: 1. Kaçak olarak, Kendi kendini yemek, içi içini kemirmek,
kaçakçılıkla (Fabriquer des liqueurs en fraude. istemeyerek ve sabırsızlanarak katlanmak (On l'a
Produit qui passe la frontière en fraude). 2. mis dans un poste secondaire, et il y ronge son
Gizlice. frein).
frauder gçl. 1. -den mal kaçırmak; -kaçakçılığı freinage er. 1. Fren yapma. 2. Fren düzeni.
freiner 633 fret

freiner gsz. 1. Fren yapmak, durduraca basmak arrive fréquemment).


(Freiner doucement). 2. gçl. Frenlemek, fréquence diş. 1. Sıklık, sık sık oluş (Elle était
gemlemek, engellemek, durdurmak, önlemek excédée par la fréquence des visites). 2. Yinelenim,
(Freiner le progrès, freiner ses ambitions). sık sık geçiş (Etudier la fréquence des adjectifs
freinte diş. tic. Fire. dans un texte). 3. fiz. Frekans, birim zamandaki
frelampierer. Hiçbir işe yaramayan kimse, allahlık. titreşim sayısı,
frelatage er. Yabancı bir madde karıştırma, fréquent, e s. 1. Olağan, alışılmış, sık sık görülen
katıştırma, bozma (Frelatage des huiles). (Des averses fréquentes. Un symptôme fréquent
frelaté, es. İçine yabancı madde karıştırılmış, hileli ; dans une maladie). 2. Yinelenen, sık sık geçen
bozulmuş, kokuşmuş (Des huiles frelatées, vins ( Un mot fréquent dans un texte) , 3 . S ı k ; s ı k s ı k o l a n
frelatés. Une société frelatée, la vie frelatée de (Notre liaison ne peut être fréquente). § Pouls
Paris). fréquent: Sık atan nabız,
frelater gçl. Yabancı madde karıştırmak, fréquentables. 1. Düşüp kalkılabilir, görüşülebilir,
katıştırmak, "tağşiş etmek (Frelater un produit, les ahbaplık edilebilir (Un individu fréquentable). 2.
vins). Gidilebilir, gidilmesinde sakınca olmayan (Un
frêles. 1. Kırılgan. 2. Zayıf, dayanıksız (Un frêle milieu fréquentable, des lieux de plaisir tout juste
roseau. Tout reposait sur ses épaules frêles). 3. fréquentables).
İnce, narin (Une frêle jeune fille). fréquentatif, ive s. dilb. Ek alarak bir işin
frelon er. Eşekarısı. yinelendiğini belirten (sözcük), yinelemeli,
freluche diş. 1. Küçük ipek püskül, püskülcük. 2. fréquentation diş. 1. Gitme, sık sık gitme, gidip
mec. Önemsiz şey. gelme (La fréquentation des cinémas, des
freluquet er. Değersiz ve uçarı delikanlı, hayta, théâtres). 2. Görüşme, düşüp kalkma, ahbaplık
frémir gsz.l.Titremek, tir tir titremek*'// ne cessait (La fréquentation des artistes lui ouvre des
pas de frémir). 2. Hışıldamak, hışıl hışıl titreşmek horizons nouveaux). 3. İlişki, dostluk (Il a de
(Les feuilles des peupliers frémissaient sous la bonnes fréquentations).
brise). 3. (Su için) Cızıldamak ( L ' e a u frémit avant fréquenté, e s. Her zaman insanların bulunduğu,
de bouillir). 4. Frémir de qch: -den tir tir titremek kalabalık (Une rue fréquentée, un établissement
(Frémir de peur, de colère, d'impatience). 5. bien fréquenté).
Frémir de f. qch: -mekten korkmak, ödü kopmak. fréquenter gçl. 1. Sık sık gitmek (Fréquenter les
§ C'est à faire frémir: İğrenç bir şey bu; insanın stades, les cinémas, les milieux artistiques). 2. -ile
tüylerini diken diken eder bu. sık sık görüşmek; -in yanına sık sık uğramak
frémissant, e s. 1. Titreyen, titrek (Une voix (Fréquenter un ancien ami).
frémissante). 2. Tir tir titreyen, eli ayağı titrer bir frère er. 1. Kardeş (J'ai trois frères et une sœur). 2.
halde (Il est arrivé encore frémissant). 3. H e m e n Kişioğlu, kişi, insan (Frères humains qui après
heyecanlanan (Une sensibilité frémissante). 4. nous vivez). 3. Tarikat kardeşi, papaz (Il a été
Frémissant de: -den titreyen (Une salle élevé chez les frères) 4. Arkadaş (Frère d'armes).
frémissante d'enthousiasme). 5. (Bir şeyin) Eşi, teki (Vous avez un joli vase, j'ai
frémissement er. 1. Titreme. 2. Hışıltı. 3. Cızıltı. vu son frère chez mon antiquaire). § Frère
frênaie diş. Dişbudak korusu, consanguin: Baba bir, ana ayrı kardeş. Frère
frêne er. bitb. Dişbudak. germain: Ana baba bir kardeş. Frère utérin: Ana
frénésie 1. (Sayrılıkta) Sayıklama, bağırabağıra bir baba ayrı kardeş. Frère de lait: Süt kardeş.
bir şeyler sayıklama. 2. Büyük tutku, aşırı Faux frère: Topluluğuna ihanet eden kimse.
düşkünlük (Aimer une femme avec frénésie). 3. Ressembler à qn comme un frère: Birine çok
Taşkınlık (La frénésie de ses sentiments). 4. benzemek,
Kendinden geçme (Travailler avec frénésie). frérot er. tkz. Küçük kardeş, kardeşceğiz.
frénétique s. ve ad. 1. Sayıklayan, kendinden fresque diş. Duvar suluboyası, yaş alçı üzerine
geçmiş (hasta). 2. mec. Deli, aklını kaçırmış (Un yapılan suluboya resim, "fresk,
frénétique me faisait l'éloge d'une vipère). 3. fresquiste ad. Duvar suluboyacısı, freskçi.
Çılgın, çılgınca (Une musique frénétique. Des fressure diş. Takım ciğer.
applaudissements frénétiques). fret er. 1. Gemi kiralama. 2. Geminin kira parası,
frénétiquement bel. Çılgınca, kendinden navlun. 3.Gemi yükü, hamule (Fret d'aller, fret de
geçercesine (Applaudir frénétiquement). retour). § Donner à fret: (Gemiyi) Kiraya vermek.
fréquemment bel. Sık sık, sıklıkla, ikide bir (Cela Prendre à fret: (Gemiyi) Kiralamak, tutmak.
frètement 634 frigide

frètement er. 1. Gemi kiralama. 2. Gemi yükleme, museau: argo. Öpüşme, kocaman bir öpücük,
fréter gçl. 1. (Bir taşıtı) Kiralamak, tutmak (Nous fricassergç/. 1. -in yahnisini yapmak, -iyahniolarak
avons frété un car pour la colonie de vacances. yapmak. 2. mec. Harcamak, savurmak, yiyip
Fréter une voiture). 2. (Gemiyi) Kiraya vermek, bitirmek (Il a fricassé tout son argent). § Se
kiralamak. 3. (Gemiyi) Yüklemek, fricasser le museau: argo. Öpüşmek, emişmek.
fréteur er. (Gemiyi) Kiraya veren ; gemiyi fricatif, ive s. ve ad. dilb. Sürtüşmeli (Consonne
kiralayan. fricative. Les fricatives).
frétillant, e s . 1. Canlı, diri diri, kıpırdak, fıkırdak, fric-frac er. argo. Dolandırıcılık,
yerinde durmadan oynayan (Des poissons friche diş. Sürülmemiş otlu toprak, malaz. § En
frétillants). 2. Frétillant de qch: -den yerinde friche: 1. (Tarla) Ekilmemiş, boş bırakılmış (Ils
duramayan (Il était frétillant d'impatience). achetèrent des terres en friche). 2. Kullanılmayan,
frétillement er. Kımıl kımıl oynama, yerinde yararlanılmayan, işletilmeyen (Intelligence en
duramama, kıpırdaklık, friche, talent en friche). Laisser en friche:
frétiller gsz. 1. Kımıl kımıl oynamak (Un poisson Kullanmamak, boş bırakmak, yararlanmamak,
qui frétille). 2. Frétiller de qch: a) -sini oynatmak işletmemek (Il ne faut jamais laisser en friche les
(Le chien frétille de la queue), b) -denyerinde facultés de la nature).
duramamak (Frétiller de joie, d'impatience). frichti er. hlk. Yemek. § Faire le frichti: Yemek
fretin er. 1. Küçük ve değersiz balık, balıkçıların pişirmek.
yakaladıktan sonra değersiz diye denize attıkları fricot er. tkz. 1. Et yahnisi. 2. Yemek. § Faire le
balık, marya. 2. mec. Değersiz şey yada kişi. fricot: Yemek pişirmek,
frettage er. Demir çember geçirme, çemberleme, fricotage er. tkz. Dalavere, dolap, düzen,
frette diş. 1. Demir çember. 2. (Mimarlıkta) Süs fricoter gçl. tkz. 1. Yahni yapmak (Fricoter un
olarak yapılan kırık çizgili silme, saptırma, lapin). 2. Düzenlemek, hazırlamak, çevirmek
fretter gçl. Demir çember geçirmek, çemberlemek (Qu'est-ce qui'il fricote encore?: Yine ne dolaplar
(Fretter un moyeu, un canon) çeviriyor?). 3. gsz. Dolap çevirmek, dalavere
freudien, ne s. 1. Freud'e özgü, Freud'e değgin, yapmak, karanlık işlerle uğraşmak,
fröytcü. 2. Fröydcülüğe değgin, fricoteur, euse ad. tkz. Madrabaz, dalavereci,
freudisme er. ruhb. Freud yöntemini benimseme, düzenci, dolapçı,
fröydcülük. friction diş. 1. Oğma, oğuşturma (Une friction
freux er. Ekin kargası. énergique avec la serviette sur le dos. Une friction à
friabilité diş. Ufalanıp toz olabilirlik, gevreklik, l'eau de Cologne). 2. cogr. Sürtünme. 3. mec.
ezilgenlik (La friabilité d'une roche). Sürtüşme, çatışma, anlaşmazlık (Tout devenait
friable s. Ufalanıp toz olabilir, gevrek, ezilgen cause de friction entre eux).
(Roche friable, sols friables. Galette à pâte frictionne!, le s. Sürtünmeye değgin, sürtünmeden
friable). ileri gelen (Pertes frictionnelles de l'énergie
friand, e s. 1. Y e m e ğ e düşkün, ağzının tadını bilen mécanique). § Chômage frictionnel: (İki sözleşme
(Excessivement friande, elle aimait à se faire de arasında kalan) Geçici işsizlik,
bons petits plats). 2. mec. İştah verici, ağız frictionner gçl. Oğmak, oğuşturmak (Frictionner
sulandırıcı (De bons plats friands). 3. Friand de un enfant après le bain). § Se frictionner: 1.
qch: a) -e düşkün, -i çok seven (Une chatte friande Kendini oğmak (Se frictionner après la bain) 2. Se
de lait. L'ours est friand de miel. Un enfant friand frictionner qch: -sini oğmak (Se frictionner les
de bonbons), b) -den pek hoşlanan (Etre friand de jambes).
compliments, de poésie). fridolin er. tkz. hkr. Alman,
friand er. 1. Kıymalı saç böreği; lahmacun. 2. frigidaire er. Frigidaire marka buzdolabı;
Kurabiye. buzdolabı. § Mettre qch au frigidaire: 1.
friandise diş. 1. Ağzının tadını bilme, iyi yemeğe Buzdolabına koymak. 2. mec. Rafa kaldırmak,
düşkünlük. 2. ç. Şeker, şekerleme (Donner des uyutmak, bir tarafa atmak (Mettre un projet, une
friandises aux enfants). réforme au frigidaire).
fric er. argo. Para, mangır (Je n'ai pas de fric). frigidarium er. (Eski Roma hamamlarında) Soğuk
fricandeau er. Y e m e ğ e başlarken sofraya çıkarılan suyla yıkanılan bölüm,
et yada balık, frigides. 1. Soğuk ( Une frigide pénombre). 2.mec.
fricassée diş. 1. Piliç yada tavşan yahnisi, yahni. 2. Soğuk, sevmeyen (Un coeur frigide). 3. (Kadın
mec. Çeşitli şeyler karması. § Fricassée de için) Soğuk, cinsel ilişkiden tad almayan, buz
frigidité 635 frison

dolabı (Une femme frigide). mec. Eski püskü şey, hurda,


frigidité diş. (Kadında) Soğukluk, cinsel ilişkiden fripier, ère ad. Eskiler alıp satan, eskici,
tad almayış. fripon, ne s. ve ad. 1. (Eskiden) Düzenbaz;
frigo er. tkz. \. Dondurulmuş et (Il coupe du frigo dolandırıcı, hinoğluhin, edepsiz. 2. (Şimdi)
bien rouge). 2. tkz. Buzdolabı (Mettez la viande Kurnaz, yaramaz, hergele (Un jeune fripon, un
dans le frigo). 3. Bir tür dondurma, enfant fripon, regarder d'un air fripon. Il lui
frigorie diş. fiz. Küçük kalori, lançait des regards fripons).
frigorifier gçl. 1. Soğutmak, dondurmak friponner gçl. (Eski) -i dolandırmak, faka
(Frigorifier la viande, un produit. Un bateau bastırmak.
équipé pour frigorifier le poisson dès qu'il est friponnerie diş. 1. (Eski) Düzenbazlık,
péché). 2. Frigorifier qn: mec. Ürkütmek, dolandırıcılık, edepsizlik. 2. (Şimdi) Kurnazlık,
korkutmak, rahatsız etmek (A vecson air sévère, il yaramazlık, hergelelik,
frigorifiait les candidats les plus hardis). fripouille diş. argo. Edepsiz, ipsiz, anasının ipliğini
frigorifique s. Soğutucu; soğutmalı (Mélange satmış, itin teki.
frigorifique; wagon frigorifique). § Armoire fripouillerie diş. Edepsizlik, ipsizlik, itlik,
frigorifique: Buzdolabı, bayağılık,
frileusement bel. Üşüyerek, titreyerek (Il ramena friquet er. hayb. Dağserçesi.
frileusement la couverture sur lui). frire gçl. 1. Tavada kızartmak, kızartmak ( F r i r e des
frileux, euse s. Çok üşüyen, soğuğa hiç poissons, des pommes de terre). 2. gsz. Kızarmak
dayanamayan (Un vieillard frileux). (Du boudin qui frit dans la poêle). 3. Etre frit:
frimaire er. Fransız devrim takviminin üçüncü ayı argo. Yanmak, hapı yutmak, çuvallamak (On est
(21 Kasım-20 Aralık), frit: Yandık, hapı yuttuk). § D n'y a rien à frire: 1.
frimas er. 1. Kırağı. 2. ç. Kış. Yiyecek hiçbir şey yok. 2. Yapacak bir şey yok.
frime diş. 1. Gösteriş, caka, çalım. 2. Yapmacık, frisage er. (Saçları) Kıvırma,
numara § En frime: argo. Başbaşa. Four la frime: frise diş. 1. Bir tür kıvırcık yünlü kumaş. 2.
Gösteriş için, desinler diye. Avoir la frime de: (Mimarlıkta) Duvar saçaklarında baştabanla
Kendini... satmak, gibi görünmek. Faire de la korniş arasındaki bölüm, efriz. 2. Uzayıp giden
frime: Caka satmak, gösteriş yapmak, düz bir yüzey, pervaz. 3. (Tiyatro sahnesinde)
frimousse diş. tkz. Yüz, surat (Va laver ta Tavana yatay olarak asılan dar ve uzun dekor. §
frimousse). Le cheval de frise: Sivri çubuklarla donanmış geçit
fringale diş. Birdenbire duyulan açlık, çok acıkma. engeli.
§ Avoir la fringale: Birdenbire çok acıkmak. frisé, e s. 1. Kıvırcık (Il a des cheveux frisés). 2.
Avoir une fringale de qch: -e susamak, -i çok Kıvırcık saçlı, kıvırcık tüylü (Un enfant frisé. Un
istemek -e karşı büyük bir istek duymak (J'ai une toutou frisé). 3. Bürümcük yapraklı, yaprakları
fringale de lecture, de spectacle). bürümcük gibi kıvrılı (Chicorée frisée).
fringant, e s. 1. Çevik, atik .yerinde duramayan (Un frisé er. tkz. hkr. Alman,
cheval fringant). 2. Oynak, kıpırdak (Une jeune friselis er. Hafifçe titreme (Le friselis des joncs).
mariée fringante). 3. Diri, canlı (Un vieillard friser gçl. 1. Kıvırmak, kıvırcıklaştırmak (Friser les
encore fringant pour son âge). cheveux à l'aide du fer à friser. Machine à friser les
fringillidés er. ç. hayb. Serçegiller, ispinozgiller, étoffes). 2. Friser qn: Birinin saçlarını kıvırmak,
fringuer gsz. 1. Zıplamak yerinde duramamak. 2. kıvırcıklaştırmak (Un laquais me frisa). 3.
tkz. Giydirmek, giydirip kuşatmak (Fringuer ses Sıyırmak, yalayıp geçmek (Une balle qui frise le
gosses). § Se fringuer: Giyinmek (Il s'est bien filet). 4. -e çok yaklaşmak, -si çok yakın olmak (Il
fringué pour sortir). frise la quarantaine, la soixantaine. Friser la mort).
fringues diş. ç. tkz. Giysi, çul, "elbise, 5. gsz. Kıvırcık olmak (Cheveux qui frisent, poils
fripé, e s . 1. Buruşmuş (Une robe toute fripée). 2. qui frisent). 6. gsz. Saçları, tüyleri kıvırcık olmak
Kırışmış, kırışık (Un visage fripé). 3. ad. argo. (Elle frise naturellement. Une personne qui frise,
İhtiyar, moruk, tiridi çıkmış, un animal qui frise). 7. gsz. Titrek, karışık bir ses
friper gçl. 1. Buruşturmak (Friper son manteau, sa çıkarmak (Le vieil instrument dont les cordes
robe, un tissu). 2. Kırıştırmak, kırış kırış yapmak frisaient).
(La misère avait fripé sa figure). frisette diş. Küçük saç lülesi,
friperie diş. 1. Eski elbise, eski çamaşır, eskiler. 2. frisoir er. Saç maşası.
Eski eşya ticareti, eskicilik. 3. Eskici dükkânı. 4. frison er. Saç lülesi (Une petite blonde, avec des
frisottant 636 froidement

frisons plein le front). frivolement bel. Havaice, hoppaca.


frisottant, e, frisotté,e s. Hafifçe kıvırcık (Des frivolité diş. 1. Havailik, hoppalık (La frivolité de
cheveux frisottants). cet homme dépasse les bornes). 2. Önemsizlik,
frisotter gçl. 1. Hafifçe kıvırcıklaştırmak, kıvırmak. gereksizlik, boşluk (La frivolité d'une lecture). 3.
2. gsz. Hafifçe kıvrılmak, hafifçe kıvırcıklaşmak, Bir tür dantel. 4. Ç- İncik boncuk (Marchande de
frisquet, te s. 1. Soğukça, serin. 2. er. Hafif frivolités).
soğukluk, serinlik ( Dans le frisquet de l'aube). § Il froc er. 1. Papaz kukuletası. 2. Papaz latası, cübbe.
fait frisquet: Hava soğukça, hava biraz serin, 3. mec. Papaz mesleği, papazlık. 4. hlk. Pantolon
frisson er. 1. (Soğuktan yada sayrılıktan) Titreme (Son froc s'est déchiré). § Chier dans son froc:
(Un frisson de froid. Un grand frisson lui secouait argo. Korkudan donuna yapmak. Jeter le froc aux
les épaules). 2. Ürperme, ürperti (Un frisson de orties, jeter son froc sur les orties: Papazlıktan
peur, d'angoisse). § Donner le frisson à qn: -i ayrılmak, papazlık mesleğini bırakmak.
ürpertmek (Cette brusque vision lui donna un frocard er. hlk. Papaz.
frisson). froid er. 1. Soğuk (Le chaud et le froid. La saison des
frissonnant, e s. Titreyen, ürperen (Etre, se sentir grands froids). 2. mec. Soğukluk, bozuşma,
frissonnant). dargınlık (Il y a du froid entre la mère et la fille). §
frissonnement er. 1. Hafif titreme, ürperti (Il Un froid noir, un froid de canard, un froid dé
éprouva une sorte de frissonnement en entrant dans chien, un froid de loup: Çok büyük soğuk, acı
l'église). 2. Titreme, titreşme (Le frissonnement soğuk. Avoir froid: Üşümek. Avoir froid à: -si
des petites feuilles de l'arbre). üşümek (J'aifroid aux pieds). Donner froid dans le
f r i s s o n n e r e z . 1. Titreşmek (Les roseaux, les herbes dos à qn: Birini korkutmak, ürpertmek (Quand
frissonnent sous le vent). 2. (Soğuk yada j'ai vu le précipice, cela m'a donné froid). Etre en
sayrılıktan) Titremek. 3. Frissonner de qch: -den froid avec qn: -ile arası açık olmak, küs olmak (Je
titremek (Frissonner de crainte, d'admiration, de suis en froid avec mon cousin). N'avoir pas froid
plaisir). aux yeux: Pek yürekli olmak, hiç bir şeyden
frisure diş. 1. Kıvırcıklık, kıvrılmışlık. 2. Kıvırcık korkmamak, gözünü budaktan sakınmamak. Ne
saç. faire ni chaud ni froid à qn: -i hiç ilgilendirmemek,
frit, e s. 1. Kızartılmış, kızarmış (Poisson frit, -e vız gelip tırıs gitmek ( Cela ne me fait ni chaud ni
pommes de terre frites). 2. argo. Yanmış, hapı froid). Prendre froid, attraper froid: Üşütmek,
yutmuş, çuvallamış (Les policiers ont cerné soğuk almak, soğuk algınlığına yakalanmak. II
l'immeuble, il est frit). § Pommes frites: Kızarmış fait froid: Hava soğuk.
patates, patates kızartması, froid, e s. 1. Soğuk (Une douche froide, un temps
frite diş. Kızarmış patates (Acheter, manger des froid, une chambre froide, de l'eau froide). 2.
frites). § Tomber dans les frites: argo. Bayılmak, Isıtmayan, donuk (Un froid soleil. Une froide
friterie diş. 1. (Balık konservesi fabrikalarında) lumière). 3. mec. Soğuk, sevimsiz (Un homme
Pişirme yeri. 2. Kızarmış patates satılan dükkân; froid, il a un caractère froid). 4. mec. Soğuk,
gezgin olarak kızarmış patates satılan baraka, duygusuz, cinsel ilişkiden hoşlanmayan (Une
friteuse diş. Patates kızartmaya yarayan özel femme froide). 5. Buz gibi, içtenlikten uzak
tencere, kızartma tenceresi, (Parler sur un ton froid). 6. Soğuk, soğuk nane,
fritillaire diş. Şah tuğu denilen bir lâle türü. tatsız tuzsuz, gıdı gıdı (Rien de plus froid que ces
fritte diş. Pişirilip cam hamuru yapılan kum ve soda allégories). § A froid: 1. Soğuk olarak, ısıtılmadan
karışımı. 2. B u karışımın pişirilmesi, (Forger le fer à froid. Laminer à froid. Démarrera
friture diş. 1. Kızartma, kızartış (Friture à l'huile, à froid). 2. İsteksizce, istemeye istemeye
la graisse). 2. Kızartma yağı (Plonger l'écumoire (S'emporter à froid sur un sujet). 3. Hiç
dans la friture). 3. Kızartılmış şey, kızartma, tava heyecanlanmadan, soğukkanlılıkla (Des
(Friture de poissons). 4. 'Balık tavası, kızartma personnages qui parlent à froid de leurs crimes).
balık (Il adore les petites fritures). Battre froid à qn: Birine karşı soğuk davranmak,
friturier, ère ad. Tava işi yemek satan aşçı. birini soğuk karşılamak.
fritz er. tkz. Alman eri. Alman, froidement bel. 1. Üşüyecek şekilde, ince (Il est vêtu
frivole s. 1. Önemsiz, boş, ciddilikten uzak (Une froidement). 2. Soğuk bir şekilde, soğuk (Ilnousa
querelle frivole, une lecture frivole, un conte accueillis froidement). 3. Hiç heyecanlanmadan,
frivole). 2. Havai, hoppa, u ç a n (Un caractère serin kanlılıkla (Il racontait son crime très
frivole. Il me trouvait un peu frivole). froidement).
froideur 637 front

froideur diş. 1. Soğukluk. 2. mec. Duygusuzluk, fromager er. 1. Peynirci. 2. Peynir süzgeci. 3.
sevimsizlik (La froideur de son tempérament Tropikal bölgelerde yetişen bir tür büyük ağaç.
m'énerve. Tout le monde V accuse de froideur). 3. fromagerie diş. 1. Peynir yapımevi. 2. Peynirci
Umursamazlık, aldırmazlık, soğukluk (Ilm'afait dükkânı. 3. Peynir mahzeni. 4. Peynircilik,
un accueil plein de froideur). 4. mec. Sönüklük, froment er. Has buğday, buğday (La farine de
hareketsizlik (La froideur d'un bal, d'une fête). froment).
froidure diş. Hava soğukluğu; soğuklar, kış. § Au fromental er. bitb. Çayıryulafı.
retour de la froidure: Soğuklar başlayınca, kış fronce diş. Büzgü (Jupe à fronces. Faire des
gelince. fronces).
froissables. Çabuk buruşabilir, buruşkan. froncement er. 1. Çatma (Froncement de sourcils).
froissant, e s. Üzücü, kırıcı, gönül kırıcı (Paroles 2. Kırıştırma (Froncement de front).
froissantes). froncer gçl. 1. Çatmak (Froncer les sourcils). 2,
froissement er. 1. Buruşma, buruşturma; kırışma, Kırıştırmak (Froncer le front, le nez). 3. Büzgü
kırıştırma (Le froissement d'une étoffe, d'un yapmak (Froncer une jupe).
papier). 2. Çıtırtı, buruşma sesi, kırışma sesi (Le froncis er. (Giyside) Büzgüler.
froissement du papier s'entendait du bout de la frondaison diş. 1. Yapraklanma, yaprak açma (Au
classe). 3. mec. Çatışma (Le froissement d'intérêt, moment de la frondaison, la nature reverdit). 2.
de caractère). 4. mec. Kırgınlık, kırılma, kırma; Yapraklar, yeşil dallar (Les oiseaux gazouillent
incinme, incitme; yaralama, yaralanma (Le dans les frondaisons du parc).
froissement d'amour-propre. Mon orgueil s'irrite fronde diş. 1. Çeneksiz bitkilerin yaprağı (Les
de mille infimes froissements). frondes des fougères). 2. Sapan (Lancer une pierre
froisser gçl. 1. Buruşturmak, kırıştırmak (Froisser avec la fronde). 3. Başkaldırma (La fronde
un tissu, un papier). 2. Ezmek (Froisser les parlementaire et la fronde des princes). § Esprit de
herbes). 3. mec. Kırmak, yaralamak, onurunu fronde, vent de fronde: Başkaldırma, ayaklanma,
kırmak, incitmek (Il m'a froissé par son manque kopma (Un vent de fronde soufflait sur les députés
de tact). § Se froisser: 1. Buruşmak,kırışmak. 2. de la majorité ).
ezilmek. 3. mec. tncinmek, alınmak, kırılmak, fronder gsz. 1. Sapanla taş atmak. 2. mec. Baş
onuru yaralanmak. 4. Se froisser de qch: -e kaldırmak, muhalefet etmek, bayrak açmak. 3.
kırılmak, -den alınmak, onuru yaralanmak (II gçl. Şiddetle saldırmak, topa tutmak, çok
s'est froissé de mes paroles). eleştirmek (Fronder le pouvoir, le gouvernement.
frôlement er. Hafifçe dokunma, dokunup geçme (Il Fronder les institutions, les usages établis).
sentait le frôlement des herbes sur ses jambes). frondeur, euse s. ve ad. 1. Saldırgan, eleştirici,
frôler gçl. 1. Hafifçe dokunmak, geçerken hafifçe alaycı, taşlayıcı (Un peuple frondeur, un esprit
değmek (Frôler un passant dans la rue). 2. Sıyırıp frondeur, des propos frondeurs). 2. (Eski)
geçmek (La balle a frôlé ses cheveux). 3. -in çok Sapancı, sapan kullanan er.
yakınından geçmek, değerek geçmek (Frôler les front er. 1. Alın (Un front haut, bas, large, fuyant.
murs, les boutiques). 4. mec. -ile burun buruna Les rides du front). 2. Ön, alnaç, "cephe (Le front
gelmek, karşı karşıya kalmak (Frôler la mort, le d'un bâtiment, d'une montagne). 3. Yüz, baş
ridicule). § Se frôler: Sürtüşmek (Les deux (Baisser lefront, pencher le front). 4. Birlik, cephe
voitures se sont frôlées). (Front populaire. Front de libération nationale).
frôleur v. ve er. Kadınlara sarkıntılık eden sapık, S.ask. Cephe (Les combattants du front). 6 .coğr.
frôleuses. ve diş. Erkeklere askıntı olan (kadın), Alın, "cehpe (Front chaud: Sıcak alın, sıcak
fromage er. 1. Peynir (Fromage de vache, de chèvre. "cephe. Front froid: Soğuk alın, soğuk"cephe). §A
Fromage blanc, fromage fondu). 2. mec. Yağlı la sueur de son front: Alnının teriyle (Il gagne sa
kuyruk, arpalık, çalışması yok parası çok iş (Il a vie à la sueur de son front). De front: 1. Önden,
assez de relations pour obtenir un bon fromage). § cepheden (Attaquer de front). 2. Yan yana (Aller
Fromage de cochon: Bir çeşit domuz köftesi. de front. Deux voitures ne pourraient rouler de
Fromage d'Italie: Dana ve domuz karaciğeriyle front dans cette rue). 3. Birlikte, aynı zamanda,
yapılan bir çeşit köfte. Fromage glacé: Dondurma aynı anda (Mener plusieurs affaires de front). 4.
krema. Entre la poire et le fromage: 1. Yemeğin Doğrudan doğruya, açıkça, dolambaçsız olarak
sonunda. -2. Sofranın en keyifli zamanında, (Attaquer de front une opinion, les préjugés). De
fromager, ère s. Peynire değgin, peynirle ilgili quel front: Ne yüzle, ne cesaretle (De quel front
(Industrie fromagère). ose-t-il nous parler?). Avoir le front de f.qch: -mek
frontail 638 fructifier

yüzsüzlüğünü, cesaretini göstermek (Quoi, vous Pataklamak. 5. Çakmak (Frotter une allumette).
avez encore le front de protester? Il a eu le front de 6. argo. Frotter qn: -i kertmek, -e üstten kamışını
m'accuser de l'avoir trompé). Avoir le front haut: sürtmek (Frotter une femme). 7. Frotter de qch:
Alnı açık olmak, yüzü ak olmak. Baisser, -sürmek (Frotter de pommade, d'huile, de
courber, pencher le front: Utançtan başını yere graisse). S. gsz. Sürtünmek, sürtmek (Pièces d'un
eğmek, yüzünü yere indirmek. Faire front à: 1. -e mécanisme qui frottent). § Etre frotté de qch: -i
karşı koymak (Faire front à l'ennemi). 2. -i üstünkörü bilmek, -den birazcık çakmalc (Il est
karşılamak, -e göğüs germek (Malgré son frotté de latin, de linguistique). Frotterlesoreillesà
inexpérience, il faisaitfront à toutes les difficultés). qn: -i dövmek, pataklamak. Se frotter: 1.
3. -ile karşı karşıya olmak, yüzü -e karşı olmak Oğunmak, vücudunu oğmak. 2. Se frotter qch:
(Une maison qui fait front à la mer. Il tourna sa -isini oğmak, oğuşturmak (Se frotter les yeux, le
chaise et fit front à son voisin). Marcher le front museau). 3. Se frotter deqch. -i üstünkörü bilmek,
haut: Gururla, alnı yukarda yürümek. Mourir, -den birazcık çakmak (Se frotter de latin, de grec).
tomber au front: Savaşta ölmek, şehit olmak. 4. Se frotter à qn: Birine çatmak, sataşmak,
S'éponger, s'essuyer le front: Alnının terini bulaşmak (Il vaut mieux ne pas se frotter à ces
silmek. gens-là). 5. Se frotter à qch, à qn: -e karışmak, -ile
frontail er. A t alınlığı, at başlığının alına gelen görüşmek, düşüp kalkmak (Se frotter à la bonne
bölümü. société, aux artistes). § Se frotter les mains: mec.
frontal, e s. 1. Alına değgin (Os frontal, muscle Ellerini oğuşturmak, sevinmek. Qui s'y frotte, s'y
frontal, fosses frontales). pique: Karışan pişman olur.
frontal er. 1. Alın kemiği. 2. Alın sargısı, alın frotteur er. 1. Parké cilacısı. 2. (Makinalarda)
çatkısı. Sürtüşme yastığı. 3. argo. Otobüs yada
frontalier, ère s. 1. Sınıra değgin, sınırda bulunan tramvaylarda kadınları kerten manyak, kertici,
(Zone frontalière. Ville frontalière, pierre kertme hastası,
frontalière, population frontalière). 2. ad. Sınırda frottis er. Saydam boya katmanı,
yaşayan, sınır halkı (Les frontaliers ont des frottoir er. 1. Cilabezi, cila fırçası. 2. (Makinalarda)
facilités de passage pour la douane). Sürtüşme yastığı. 3. Silgi. 4. Kibrit kutularında,
fronteau er. 1. Alın çatkısı, çatkı. 2. At alınlığı. 3. yakmak için kibritin sürtüldüğü yer (Frottoir à
Alna takılan mücevher, allumettes).
frontière diş. 1. Sınır (Poste de douane installé à la frou-frou, froufrou er. Hışıltı (Le froufrou d'une
frontière. Défendre ses frontières contre robe de soie). § Faire du froufrou: Gösteriş
l'ennemi). 2. s. değişmez. Sınırda olan (Ville, yapmak, caka satmak,
poste, zone frontière). Etre à la frontière de: -in froufroutant, e s. Hırıldayan, hışıltı çıkaran
sınırında olmak (Rêver des choses qui sont à la (Lingeries froufroutantes).
frontière du possible et de l'impossible). froufroutement er. Hışırdatma; hışırdama,
frontispice er. (Bir yapı yada anıtta) Yüz, alnaç, froufrouter gsz. Hışıldamak, hışıltı çıkarmak,
°cephe. 2. (Kitaplarda) Kapak süsü. froussard, e s . vead. hlk. Korkak, ödlek,
fronton er. 1. Kapı girişleri üstündeki süs, alınlık frousse diş. hlk. Korku. § Avoir la frousse:
(Fronton surmontant le portique d'un temple). 2. Korkmak, ödü kopmak,
mec. Giriş bölümü, "dibace (Lesprincipes quisont fructidor er. Fransız devrim takviminin on ikinci ayı
inscrits au fronton de la Constitution). (18 Ağustos-17 Eylül),
frottage er. (Parke) Cilalama, fructifère s. Üzerinde meyva bulunan, meyvalı
frottée diş. hlk. Patak, dayak (Il a reçu une bonne (Rameau fructifère).
frottée). fructification diş. 1. Meyvelenme, meyve tutma,
frottement er. 1. Sürtüşme (Frottement anormal des meyve verme (Saison de fructification). 2. Bir
pièces d'une machine). 2. fiz. Sürtünme. 3. mec. ağaç yada bitkinin üstündeki tüm meyveler (Une
Sürtüşme, çatışma (Le frottement continuel des belle fructification). 3. bitb. Yemiş, meyve,
esprits et des intérêts). 4. mec. Değinme, fructifier gsz. 1. Yemiş vermek, mevye vermek
frotter gçl. 1. Sürtmek, sürtüştürmek, değdirmek (Arbre qui fructifie tardivement). 2. Verimli
(Frotter son bras contre un mur, frotter sa main sur olmak iyi sonuçlar sağlamak, meyvelerini vermek
une table). 2. Cilalamak, parlatmak, silmek (L'idée qu'il avait lancée avaitgermé et fructifié). 3.
(Frotter le plancher, les cuivres, le parquet). 3. Kâr sağlamak, gelir getirmek, gelişmek, artmak
Oğmak, oğuşturmak (Frotter ses yeux). 4. (Eski) (Capital qui fructifie).
fructose 639 fuir

fructose diş. Meyve şekeri, früktoz. d'un héritier). 2. Yoksunluk, yoksun kalma (Il
fructueusement bel. Verimli bir şekilde (Travailler supporte mal les frustrations. Sentiment de
fructueusement). frustration). 3. ruhb. Engelleme,
fructueux, euse s. Verimli, kazançlı, kârlı (Un frustratoire s. Yoksun edici, yoksun kılıcı (Acte
travail fructueux. Un commerce fructueux, une frustratoire).
tentative fructueuse). frustrer gçl. 1. Frustrer qn: Birini bir kalıttan
frugal, e s. I. Yetingen, azla yetinen (Une vie yoksun bırakmak (Frustrer un héritier au profit
frugale, un homme frugal). 2. Yiyecekte titiz d'un autre). 2. Frustrer qch: mec. Kırmak, yarıda
olmayan, yemek seçmez, ne bulursa onu yer. 3. bırakmak, boşa çıkarmak (Frustrer un espoir. Cet
Basit, sade (Un repas frugal). enfant a frustré l'espérance de ses parents). 3.
frugalement bel. 1. Sade bir şekilde, basit bir Frustrer qn de qch: Birini -den yoksun bırakmak
şekilde, yetingence (Vivre frugalement). (Frustrer un héritier de sa part. On l'a frustré du
frugalité diş. 1. Sadelik, basitlik (La frugalité d'un profit de son travail).
repas). 2. Yetingenlik, azla yetinme (La frugalité frutescent, e s. bitb. Odunsu, sapı odun gibi olan
d'un moine). (Plante frutescente).
frugivore s. ve ad. Yemişle beslenen, yemişçil fucacées diş. ç. bitb. Fukusgiller, tulumlu alklar,
(L'ours, le singe sont frugivores. Un frugivore). tulumlu suyosunları.
fruit er. 1. Yemiş, meyve (Fruit mûr, fruit vert. Fruit fuchsia er. bitb Küpeçiçeği.
doux, acide, aigre, aigrelet, parfumé-. Jus de fruit, fucus [fykys] er. Fukus, tulumlu alk, tulumlu
salade de fruit). 2. mec. Verim, kazanç, gelir (Est suyosunu.
-ce possible de perdre, en une heure, le fruit d'un an fuel-oil er. *Yağyakıt.
de travail?). 3. mec. Sonuç (C'est le fruit d'une fugace s. 1. Kaçan, kaçıveren (Bêtes fugaces). 2.
longue expérience). 4. Duvar şevliği. § Fruit Görünmesiyle yitmesi bir olan, geçiverici,
défendu: Yasak meyve; yapılması, yararlanılması uçuverici (Parfum fugace, reflet fugace, beauté
yasaklanmış olan şey (L'attrait du fruit défendu). fugace. Un souvenir fugace).
Fruit sec: 1. Kuruyemiş, kuru meyve. 2. mec. fugacité diş. Geçivericilik, uçuvericilik (Fugacité
İşinde başarı sağlayamamış kimse, bir baltaya sap d'une lueur, d'une impression, d'une couleur).
olamamış kimse. Obtenir les fruits de qch: -in fugitif, ive s. 1. Kaçak, kaçan, "firar eden (Esclave
sonuçlarını toplamak,"semeresini almak, yararını fugitif, forçat fugitif. Un soldat fugitif). 2. mec.
görmek. Geçiveren, geçici, kısa süren (La beauté fugitive
fruité, e s. Taze meyve kokulu (Vin fruité, huile d'une jeune fille. Un bonheur fugitif). 3. ad.
fruitée). Kaçak, "firari (Rattraper des fugitifs).
fruiterie diş. 1. Yemiş saklanılan yer, yemişlik. 2. fugitivement bel. Geçici olarak, kısa bir süre için.
Meyvecilik, manavlık. 3. Manav dükkânı, fugue diş. müz. 1. Füg. 2. tkz. Kaçamak, çapkınlık
yemişçi dükkânı, (Faire une fugue. Ces fugues sont fréquentes). 3.
fruiticuiteur er. Meyve yetiştiricisi, Kaçma, kaçış (Enfant qui fait des fugues).
fruitier, ère s. Meyve veren, meyveyle ilgili, meyve fuguer gsz. Kaçmak, evden kaçmak,
(Les arbres fruitiers, jardin fruitier). fugueur, euse s. ve ad. İkide bir kaçan.
fruitier, ère ad. 1. Yemişçi, manav. 2. er. Meyve ffihrer er. Başbuğ, önder, Hitler'e verilmiş olan
bahçesi. 3. er. Yemiş saklanılan yer, yemişlik, san, diktatör,
yemiş rafı. fiıir gsz. 1. Kaçmak (Ce chien fuit quand on
fruitier, ère ad. 1. (Fransanın bazı bölgelerinde) l'appelle). 2. Çabuk geçmek, geçivermek (Le
Peynirci (Les fruitiers du Jura, de Savoie, llportait temps fuit. Les beaux jours ont fui). 3. Arkaya
le lait à la fruitière). 2. diş. Peynircilik kooperatifi. doğru eğik olmak (Un front qui fuit). 4. İçindekini
3. diş. Peynir yapımevi, kaçırmak, akmak (Le robinet fuit, le réservoir
frusques ç. diş. hlk. Giysi, çul, pılı pırtı (De vieilles fuit). 5. Kaçmak, sızmak (L'eau de ce vase fuit. Le
frusques). gaz fuit). 6. Fuir de: -den kaçmak (Fuir de sa
frustes. 1. Aşınmış, silik (Médaillefruste, sculpture maison, de son pays. Fuir de chez ses parents). 7.
fruste). 2. Kaba, yontulmamış (Un art un peu Fuir devant qch: -den kaçmak; -i yerine
fruste. Manières frustes, un homme fruste). 3. er. getirmemek (Fuir devanı ses responsabilités,
Kabalık, kaba sabalık, yontulmamışlık (Le fruste devant ses obligations). 8. Fuir à qn: Birinin -si
de leurs caractères). kaçmak (Le sommeil me fuit). 9. gçl. Fuir qn:
frustration diş. 1. Yoksun bırakma (Frustration Birinden kaçmak, biriyle karşılaşmak
fuite 640 fumeterre

istememek, birini atlatmak, savuşturmak (Je contre qn, qch: -e verip veriştirmek, çok kızmak,
veux le voir, mais il me fuit). 10. gçl. Fuir qch: a) sövüp saymak (Fulminer contre un dictateur,
-den kaçmak (Fuir le danger), b) -den sakınmak, contre les abus). 3. gçl. Fulminer qch contre: -1er
kaçınmak (Fuir une faute, une erreur). § Se fuir: savurmak, yağdırmak (Fulminer des
Kendi kendinden kaçmak, kendi kendinden imprécations, des reproches contre quelqu'un).
kurtulmak (L'homme, dans le divertissement, fumables. (Sigara vb.) İçilebilir, içilmesi hoş.
cherche à se fuir). fumage er. 1. Gümüşe altın rengi verme. 2.
fuite diş. 1. Kaçma, kaçış (Fuite d'un époux, fuite (Yiyecekleri) İse tutma, isleme (Le fumage des
d'un enfant qui quitte le foyer. Fuite des capitaux à jambons, du lard).
l'étranger. La fuite générale d'une armée). 2. fumant, e s. 1. kim. Dumanlı. 2. Duman çıkaran,
Sızma, akma, kaçak (Fuit d'eau, fuite de gaz, fuite tüten (Un cratère fumant. Bûches encore
électrique). 3. Kaçak deliği, sızma yarığı (Il y a une fumantes). 3. Sıcak sıcak, buhar tüten (Unesoupe
fuite dans le tuyau). 4. (Gizli belge yada sorular fumante). 4. tkz. Çok güzel, eşsiz, enfes (C'est
için) Çalınma, sızıntı (Au ministère de la Guerre, fumant!). 5. hlk. Çok kızmış, tepesi atmış, barut
on a constaté des fuites de pièces. Il y a eu des fuites. gibi ( La directrice était fumante). § Etre fumant de
Les fuites du baccalauréat). 5. mec. colère: Öfke saçmak. Etre fumant de sang: Kan
Kaçamakyolu, kaçamak. 6. Geçip gidiş (La fuite revan içinde olmak,
du temps, des beaux jours). § Etre en fuite: 1. fume-cigare er. Puro ağızlığı,
Kaçak olmak, firarda olmak. 2. Sanık bulunulan fume-cigarette er. Sigara ağızlığı, ağızlık,
bir dâvaya gitmemek. Mettre qn en fuite: fumé, e s. İslenmiş, ise tutulmuş, isli, dumanlı
Kaçırmak ( Le mauvais temps a mis en fuite tous les (Poissons fumés, jambon fumé).
campeurs). Prendre la füite: Kaçmak, tüymek, fumée diş. 1. Duman (Fumée du feu, d'une bougie.
firar etmek. La fumée du tabac). 2. Buğu (Fumée s'élevant
fulgurant, e s. 1. Şimşek çaktıran. 2. Parıltılı, d'un étang, d'une rivière). 3. ç. Sarhoşluk,
çakmak çakmak, şimşek gibi (Un regard esriklik; baş dönmesi, baş döndürme (Les fumées
fulgurant, clarté fulgurante). 3. Şiddetli ve gelip de l'ambition lui montaient à la tête. Les fumées du
geçici (Une douleur fulgurante). 4. Baş vin, les fumées de l'orgueil). 4. (Geyik gibi
döndürücü, yıldırım gibi, çok hızlı (Progrès hayvanlar için) Pislik, bok. § Partir en fumée, s'en
fulgurants, une vitesse fulgurante). aller en fumée, s'évanouir en fumée: U ç u p gitmek,
fulguration diş. 1. Gürültüsüz çakan şimşek, gök boşa gitmek (Tous ses projets sont partis en
parıltısı. 2. mec. Zorlu fışkırma, birdenbire fumée). Il n'y a pas de fumée sans feu: Ateş
parıltıyla ortaya çıkma, olmayan yerden duman çıkmaz,
fulgurer gsz. Şimşek gibi bir an parlayıp geçmek, fumelle diş, argo. Orospu, fahişe, sokak şırfıntısı,
parıldamak, ışıldamak (Une volonté superbe fumer gsz. 1. Tütmek, duman çıkarmak, is
fulgurait dans ses yeux). çıkarmak (La cheminée fume, un volcan qui
fuligineux, euse s. 1. Kurum gibi, kurum renginde, fume, la lampe fume). 2. Buğu çıkarmak (Le
karamsı (Teinte fuligineuse, un enduit fuligineux). potage fume. Vêtements mouillés qui fument
2. Kurum yapan, duman yapan (Une flamme devant le feu). 3. Sigara içmek (Il ne fume jamais).
fuligineuse). 4. hlk. Kızmak, öfkelenmek, tepesi atmak (Son
fuligule morillon er. hayb. Sazlık-balıkçıl-ördeği. père a fumé!). 5. gçl. İse tutmak, islemek (Fumer
fulmicoton er. Pamuk barutu, de la viande, du poisson. Dans certaines régions,
fulminant, e s. 1. Yıldırımlar indiren; yıldırımlar on fume le jambon). 6. gçl. İçmek (Fumer la
saçan, yağdıran (Jupiterfulminant). 2. mec. A t e ş cigarette, la pipe). 7. gçl. Gübrelemek, gübre
püsküren (Une lettre fulminante, un regard dökmek (Fumer un champ, fumer la terre).
fulminant, une personne fulminante de colère). 3. fumerie diş. 1. Tütün tiryakiliği, sigara tiryakiliği (Il
kim. Patlayıcı (Sels fulminants, poudre s'enfonça dans une fumerie sans arrêt). 2. Esrar
fulminante). tekkesi (Une fumerie clandestine).
fulminate er. kim. Fülminat. fumerolle diş. coğr. yerb. Fümerol.
fulmination diş. Kargış; sövgü, sövüp sayma. § fumeron er. 1. Marsık, eksi, köseği. 2. ç. hlk. Uzun
Lancer des fulminations contre qn: Birine ve ince bacaklar,
kargışlar, sövgüler yağdırmak, fumet er. (Yemek, şarap av eti gibi şeylerde) Koku ;
fulminer gsz. 1. Patlamak (La nitroglycérine
hoş koku.
fulmine très violemment par le choc). 2. Fulminer
fumeterre diş. bitb. Şahtereotu.
fumeur 641 fureur

fumeur, euse ad. 1. Sigara içen. 2. Tütün tiryakisi Kimi gömütlerin üstüne dikilen sütun . Mobilier
(Un grand fumeur). 3. Tiryaki (Fumeur d'opium: funéraire: Eski çağlardan kalma gömütlerden
Esrar tiryakisi, esrarkeş). çıkarılan eşya. Drap funéraire: Tabut örtüsü).
fumeux, euse i. 1. İs çıkaran, duman çıkaran, tüten funeste s. 1. Uğursuz, kutsuz, yumsuz (Une tentative
(Flammes fumeuses). 2. Buğulu, puslu (Un ciel funeste, un récit funeste). 2. Ölüm getirici,
fumeux). 3. Baş döndüren, esritici, sarhoş edici ölümcül, ölüme yol açan, öldürücü (Maladie
(Un vin fumeux). 4. mec. Açık olmayan, kapalı, funeste, accident funeste). 3. Üzücü, kötü (Cela
sisli, dumanlı, ne dediği pek iyi anlaşılmayan peut avoir des suites funestes). 4. Funeste à: -e
(Idées fumeuses, explications fumeuses. Un esprit zararlı, -için dokuncalı ( Une politique funeste aux
fumeux, un conférencier fumeux). intérêts du pays. Son audace lui a été funeste).
fumier er. 1. Gübre (Epandre du fumier sur un funiculaire s. 1. Göbekbağına değgin (Hernie
champ. Amasde fumier. 2.hlk. Aşağılık ve iğrenç funiculaire). 2. Kablolarla çekilip işleyen,
şey, süprüntü, pislik. 3. argo. Pis herif, aşağılık kablolu, telli (Chemin de fer funiculaire, tramway
adam. funiculaire). 3. er. Kablolarla çalışan yokuş
fumigateur er. 1. Tütsü yada buğu yapan kimse, demiryolu; kablolu tramvay, füniküler.
tütsücü, buğucu. 2. Tütsü aleti, funicule diş. bitb. Göbekbağı.
fumigation diş. Tütsüleme, buğulama; tütsü, buğu funin er. den. Katranlanmamış halat,
(Faire des fumigations contre le ruhume. fur er. (Eski) Oran, ölçü.. § Au fur et à mesure:
Fumigation des voies respiratoires): Gitgide, gittikçe, aradan zaman geçtikçe (Tout ce
fumigatoire s. Tütsülemeye, buğulamaya yarayan qu'ilapprend, il l'oublie au fur et à mesure). Aufur
(Appareil fumigatoire). et à mesure de: -oranında, ölçüsünde (Dépenser
fumigènes. Duman veren, sis çıkaran (Des grenades son argent au fur et à mesure de ses besoins). Au fur
fumigènes: Sis bombaları). et à mesure que: -dikçe (On s'aperçoit des
fumiger gçl. 1. Dumana tutmak. 2. Tütsüye yada difficultés au fur et à mesure qu 'on avance. Aufur
buğuya tutmak, tütsülemek, buğulamak, et à mesure qu'on lui donne de l'argent, il le
fumiste er. 1. Sobacı. 2. Isı döşemcisi . 3. hlk. dépense).
Üçkâğıtçı, dalavereci (Il est un grand fumiste). 4. furax s. (Okul argosu) Öfkeli, kızmış (Elle est
s. Üçkâğıtçı, karmanyolacı, dalavereci (Elle est furax).
un peu fumiste). furet er. 1. hayb. Gelincik, yaban gelinciği.
fumisterie diş. 1. Sobacılık. 2. Isı döşemciliği (Chasser un furet). 2. mec. Gizlicil, meraklı,
3. hlk. Üçkâğıtçılık, aldatıcılık (C'est de la pure "mütecessis kimse. 3. Topluca oynanan bir oyun,
fumisterie). mendil saklama, yüzük oyunu,
fumivores. veer. Dumanı,isi emen;dumanı,isi yok furetage er. 1. Yaban gelinciği ile tavşan avlama. 2.
eden; "isgideren. Merak etme, ne var ne yok diye araştırma, ortalığı
fumoir er. 1. Et ve balıkların islendikleri yer, isleme yoklama.
yeri. 2. Sigara salonu, sigara içmeye ayrılmış yer fureter gsz. 1. Yaban gelinciğiyle tavşan avlamak.
(Le fumoir d'un théâtre, d'un lycée). 2. mec. Araştırmak, ne var ne yok diye bakmak
fumure diş. Toprağı gübreleme; toprağa katılan ( Fureter de tous côtés). Fureter dans tous les coins,
gübre miktarı, dans les tiroirs).
funambulearf. İp cambazı, fureteur, euse s. ve ad. 1. Yaban gelinciği ile av
funambulesque s. 1. İp cambazına değgin, ip yapan avcı. 2. ad. Araştırıcı, ne var ne yok diye
cambazlığıyla ilgili (Odes funambulesques). 2. karıştırıp bakıcı (Fureteur de bibliothèque). 3. s.
mec. Acaip, tuhaf, garip (Un projet Meraklı, gizlicil, mütecessis ( Des yeux fureteurs).
funambulesque). fureur diş. 1. Aşırı öfke, büyük öfke (Crise de
funèbre s. 1. Cenazeye değgin (Marche funèbre, fureur. Sa fureur ne connaît plus de borne). 2.
service funèbre. Pompes funèbres: Cenaze alayı). Aşırı tutku, aşırı düşkünlük, pek hoşlanma (La
2. İç karartıcı, üzüntü verici, kasvetli, hüzünlü fureur de discuter). 3. Çılgınlık, delilik. 4. mec.
(Les murs funèbres d'une prison. Une couleur Şiddet, kudurganlık (La fureur des flots). S. Esin,
funèbre. Une voix funèbre, un air funèbre). "ilham (La fureur poétique, fureur prophétique). §
f u n é r a i l l e s ^ . ç. Cenaze töreni, A la fureur: Çok, son derece, çılgınca (Il aimait les
funéraire s. 1. Cenaze törenine değgin (Frais femmes à la fureur). Entrer en fureur, se mettre en
funéraires. Magasin funéraire). 2. Gömütle ilgili, fureur: Öfkelenmek, öfke topuklarına çıkmak.
"mezara değgin; tabutla ilgili (Colonnefunéraire: Etre en fureur: Öfkeli olmak, kızmış olmak.
furfuracé 642 fusionner

furfuracé, e s. Kepeği andıran, kepek gibi, Fişek (Lancer une fusée éclairante pour
kepeğimsi (Desquamation furfuracée). reconnaître le terrain de la nuit). 4. Ateşlemeye,
furibard, e s. tkz. Öfkeci, çabuk parlayan, tez patlamaya yarayan düzen (Fusée cylindrique pour
kızan. faire exploser une mine). S. Füze, 'uçul (Une fusée
furibond, e s. ve ad. Pek öfkeli, sık sık kızan, öfkeci s'est posée sur la Lune). 6. Saat leğendesi. 7.
(Il est furibond). Dingil başlığı. 8. İrin yolu. 9. müz. İki nokta
furie diş. 1. Taşkın öfke, büyük öfke (Attaqueravec işaretini birleştiren çizgi. 10 .argo. Kusmuk, tavus
furie). 2. Tutku, aşırı düşkünlük (S'abandonnera kuyruğu (Lâcher une fusée: Kusmak, tavus
la furie du jeu). 3. mec. Şirret, eli bayraklı kadın kuyruğu çıkarmak).
(Deux furies qui se crêpent le chignon). § Etre en fuselage er. Uçak çatısı,
furie: Kızmak, öfkelenmek, kudurmak. Mettre fuseler gçl. İğ biçimi vermek,
qn en furie: Kızdırmak, öfkelendirmek, fuser gsz. 1. Erimek, ergimek ( Cire qui fuse, bougie
kudurtmak. qui fuse). 2. Çıtırdayarak yanmak. 3. Fışkırmak,
furieusement bel. 1. Kudurmuşçasına, büyük bir fışkırarak yükselmek (Les rires fusèrent de toutes
öfkeyle. 2. tkz. Son derece, çok, korkunç parts).
derecede, "dehşetli, fusibilité diş. Erirlik, ergiyebilirlik, ergime, erime
furieux, euse i. 1. Kızgın, öfkeli (Un regard furieux, (Fusibilité des métaux. Degré de fusibilité).
une femme furieuse). 2. Zorlu, şiddetli, kudurmuş fusibles. 1. Erir, eriyebilir. 2. er. tekn. Sigorta,
kudurgan (Uneventfurieux, un torrent furieux, les fusiforme s. İğimsi, iğ biçiminde (Poisson, coquille
vagues furieuses). § Etre furieux contre qn: -e fusiforme).
kızmak, -e kızgın olmak. Etre furieux de qch, de f. fusil er. 1. Tüfek (Fusil de chasse, fusil de gros
qch: -e kızmak, -diğine kızmak, sinirlenmek. Etre calibre. Viser avec un fusil). 2. Çakmak (Pierre à
fou furieux: Çok kızmak, deliye dönmek, deli fusil). 3. Çelik bileği, kasap bileğisi. 4. mec.
divane olmak, Nişancı (C'est un excellent fusil). 5. argo. Boğaz,
furloso i. ît. 1. müz. Öfkeli, taşkın, sert bir havası karın (N'avoir rien dans le fusil: Karnı aç olmak).
olan (Allegro furioso). 2. bel. Taşkınca, sertlikle, § Coup de fusil: argo. Kazık, çok pahalı (Ce
furoncle er. Çıban, kan çıbanı (Ouvrir un furoncle. restaurant, c'est le coup de fusil). Changer son fusil
Il avait un furoncle dans le cou). d'épaule: Düşünce, kanı, meslek, iş değiştirmek.
furonculeux, euse s. 1. Çıban niteliğinde, kan çıbanı Se bourrer le fusil: Karnını doyurmak,
yapısında (Abcès furonculeux). 2. Çıbanlı, fusilier er. Tüfekli ; tüfekli er, "silahendaz.
çıbanlarla dolu (Un malade furonculeux). fusillade diş. 1. Yaylım ateşi (On entendait au loin
furonculose diş. Kan çıbanı hastalığı, les bruits de la fusillade). 2. Kurşuna dizme (Les
furtif, ive s. 1. Gizli, kaçak (Un sourire furtif, il me fusillades continuent encore dans ce pays).
jetait des regards furtifs). 2. Yasak, gizli (Un fusiller gçl. 1. Kurşuna dizmek (Fusiller un espion.
magasin clandestin d'éditions furtives). On l'a fusillé pour trahison). 2. (Az kullanılır)
furtivement bel. Gizlice, kaçına kaçına (S'esquiver Tüfekle öldürmek. 3. Bozmak, harabetmek
furtivement sur la pointe des pieds). (Fusiller un moteur, une voiture). 4. mec. tkz.
fusain er. 1. bitb. İğ ağacı, taflan. 2. Kömürkalem, Bitirmek, çok yormak, rahatsız etmek, iflâhını
füzen (Dessiner un portrait au fusain). 3. kesmek (Les photographes n'ont cessé de la
Kömürkalemle yapılmış resim, füzen (Faire un fusiller de leurs caméras toute la journée). §
fusain). Fusiller qn du regard: Yiyecekmiş gibi bakmak,
fusainiste, fusiniste ad. Kömürkalem ressamı, öfkeyle bakmak,
füzenci. fusion diş. 1 .fiz. kim. Erime, ergime (Lois de la
fusant, e s. 1. Yanarken çıtırdayan. 2. er. Havada fusion. Fusion d'un minerai). 2. Bir sıvının içinde
patlayan obüs. erime (La fusion du sucre dans l'eau). 3. mec.
fuseau er. 1. İğ (Fil d'un fuseau). 2. biy. İğiplik. 3. Birleşme, kaynaşma (Fusion des races. Fusion en
gökb. Dilim (Fuseau horaire: Saat dilimleri). 4. Dieu. Fusion de plusieurs sociétés). Fusion de
Kayakçıların giydiği, bacakları iyice saran ve procès: huk. Dâvaların birleştirilmesi,
ayağın altından geçen dar pantolon, kayak fusionnement er. Birleştirme, birleşme;
pantalonu (Porter un fuseau). 5. hayb. Şeytan kaynaştırma, kaynaşma (Fusionnement de deux
minaresi denilen deniz kabuğu. § Jambes en entreprises, de deux partis politiques).
fuseau: Çöp gibi bacaklar, fusionner gçl. 1. Birleştirmek, kaynaştırmak
fusée diş. 1. İğ sarılı iplik. 2. Havai fişek, maytap. 3. (Fusionner deux syndicats). 2. gsz. Birleşmek,
fustanelle 643 fuyard

kaynaşmak (Les deux syndicats ont fini par futiles. Agir pour des raisons futiles. Une femme
fusionner). 3. gsz. Fusionner avec: -ile birleşmek, futile, un homme futile).
kaynaşmak, futilement bel. B o ş yere, boşuna, "nafile,
fustanelle diş. Efzon etekliği, fistan, futilité diş. 1. Boşluk, kofluk, uydurukluk, işe
fustigation diş. 1. Sopalama, kırbaçlama. 2. mec. yaramazlık. 2. Önemzsizlik, değersizlik. 3. B o ş
Kınama, ayıplama, sözler, zevzeklik, önemsiz şeyler (Sa journée se
fustiger gçl. 1. Değnekle dövmek, sopa çekmek; passe en futilités).
kırbaçla dövmek (Autrefois, on fustigeait les futur, e s. 1. Gelecek, gelecekteki, ileriki (Les
enfants à l'école). 2. mec. Kınamak, ayıplamak, générations futures. La vie future). 2. "Müstakbel,
çekiştirmek, eleştirmek (Fustiger ses gelecekteki, ilerideki, yarının (C'est un futur
adversaires). ministre. Un futur champion). 3. ad. Yavuklu,
fût er. (Silahta) Kundak (Fût d'un fusil). 2. Bir nişanlı (Ma future, mon futur). 4. er. Gelecek,
aletin ağaç kısmı (Fût de charrue, d'un bât, d'un yarın (Il se soucie de son futur). 5. er. dilb. Gelecek
archet; fût de violon). 3. Fıçı (Fût de vin). 4. Sütun zaman (Conjuguer un verbe au futur).
gö\des\(Fût monolithe,fût àcannelures). 5. Ağaç futurisme er. 'Gelecekçilik, "fütürizm.
gövdesi (Un fût de chêne). futuriste s. ve ad. 'Gelecekçi, "fütürist (Un film
futaie diş. 1. Uluağaçlı orman. 2. Uluağaç. § Haute futuriste, poète futuriste).
futaie: Yetişmiş uluağaç. f u t u r o l o g i e ^ . 'Gelecekbilim.
futaille diş. İçki ve sıvı yağlar için fıçı biçiminde kap, futurologue ad. *Gelecekbilimci, gelecekbilim
fıçı. uzmanı.
futaine diş. Mısır kutnusu, dimi, pazen. fuyant, e s. 1. Durmayan, akıp giden (Les eaux
futé, e s. ve ad. Kurnaz, açıkgöz (Un paysan futé. fuyantes). 2. Oynak, kaçak, bir noktada
Une petite futée). durmayan (Regardfuyant). 3. Kaçan, kaçıcı, açık
futée diş. Tahta delikleri kapamak için kullanılan bir durum takınmaktan kaçan (Un homme fuyant,
tutkallı talaş, un caractère fuyant). 4. Çabuk geçen (Le temps
futile s. 1. Boş, kof, uyduruk, işe yaramaz, nafile fuyant).
(Des propos futiles, un discours futile). 2. fuyard, e s. ve ad. 1. Kaçkın, kaçak 2. er. Asker
Değersiz, önemsiz, anlamsız ( Des préoccupations kaçağı; savaş kaçağı (Poursuivre les fuyards).
g
G,g er. Fransız abecesinin yedinci harfi; e ve i'den (Avcıların) Gizlenme kulübesi, gümele.
önce geldiğinde j sesi; a, o ve u'dan önce gabionnage er. Tabya sepetleriyle örtme,
geldiğinde ise g sesi verir. G'den sonra n gabionner gçl. Tabya sepetleriyle örtmek
geldiğinde, Yunancadan alınmış kimi sözcükler (Gabionner un talus).
dışında, ny okunur, gable, gâble er (Mimarlıkta) Sivri tepelik,
gabardine diş. Bir tür kumaş, gabardin (Pantalon de gâchage er. 1. Harç sulandırma, harç karma. 2.
gabardine, imperméable en gabardine). Baştan savma yapma, bozma; ziyan etme (Le
gabare, gabarre diş. 1. Yelkenli, kürekli mavna. 2. gâchage du travail. Gâchage de temps).
Bir tür ığrıp ağı. gâche diş. 1. (Kapı kanatlannda) Sürgü ağızlığı. 2.
gabarit er. 1. Gerçek ölçüde yapım örneği, "model, Mala. 3. argo. İş, görev. 4. Pasta keseceği, pasta
•örneklik. 2. Her türlü ölçü aygıtı; biçim yada bıçağı.
oylumu denetlemede kullanılan ölçü aygıtı. 3. gâcher gçl. 1. (Harç vb için) Sulandırmak, karmak
(Taşıtlarda) Gabari, yükün yükseklik ölçüsü. 4. (Gâcher du plâtre, du mortier). 2. Baştan savma
hlk. tkz. Vjiicut yapısı, boy bos (Une personne yapmak, berbat etmek, bozmak (Gâcher un beau
d'un gabarit respectable. Quel gabarit!). S. mec. sujet, un travail). 3. Boşa harcamak, iyi
Kavrama yeteneği, zekâ düzeyi (Cet enfant ne değerlendirmemek, "heder etmek, "ziyan etmek
dépasse pas le gabarit d'un élève moyen). ( Gâcher sa vie, son temps, ses dons, son talent, son
gabbro er. yerb. Gabro. argent, une occasion). 4. Bozmak, berbat etmek
g a b e g i e ^ . 1. Düzensizlik, karışıklık (Lenouveau (Il nous gâche le plaisir). § Gâcher le métier: Yok
directeur ne tolère plus une telle gabegie). 2. pahasına çalışmak,
Dalavere, dolap, yolsuzluk (La gabegie gâchette diş. 1. Kilit yayı. 2. (Tüfekte) Tetik
administrative). (Appuyer sur la gâchette: Tetiğe basmak, ateş
gabelle diş. 1. (Eski) Tuz vergicisi (Employé des etmek).
gabelles). 2. Dolaylı vergi, "vasıtalı vergi, gâcheur er. Harç karıcı, harç karan işçi.
gabelou er. 1. (Eskiden) Tuz vergicisi. 2. (Şimdi) gâcheur,euse ad. I. mec. Savruk işçi, çolpa, baştan
hlk. Gümrükçü, savma iş yapan. 2. diş. Numaracı kadın, özençli
gabier er. den. Gabyacı. kadın, özençleriyle yaşamı zindan eden kadın. §
gabion er. 1. Tabya sepeti. 2. Gübre sepeti. 3. Gâcheur de papier: Kötü yazar.
gâchis 645 gagner

gâchis er. 1. Yapı harcı, harç. 2.Kargaşa, karışıklık, girişme, bahis. 2. mec. Olmayacak dua (Cela
düzensizlik, karışık durum ( U n gâchis politique. ressemble à une gageure). 3. Olanaksız şey, çok
Nous sommes en plein gâchis). 3. Gereksiz güç şey, olmayacak şey (C'est une gageure! Il a
harcama, "israf (Il y a du gâchis dans cette maison ). accompli la gageure de réussir où tous avaient
gade er. hayb. Mezgit, mezgit balığı, échoué).
gadidés er. ç. hayb. Mezgitgiller, gagiste er. Elinde rehin bulunan kimse. § Créancier
gadin er. argo. Düşme. § Ramasser un gadin: gagiste: Rehinli alacaklı,
Düşmek, yeri boylamak, gagman er. İng. Gülütçü. Bir filmin gülütlerini
gadolinium er. kim. Gadolinyum, hazırlamakla görevli, gülüt yaptırıcı kimse,
gadoue diş. i . Lağım gübresi. 2. Çamur, pislik gagnable s. Kazanılabilir (La partie n'est pas
IPatauger dans la gadoue). gagnable, mieux vaut abandonner).
gaélique s. Gal topluluğuna değgin, Gallerle ilgili gagnage er. (Hayvanlar için) Yayım yeri, otlak,
(L'alphabet gaélique). 2. er. (Kelt dilinin iki otlama alanı,
büyük kolundan biri olan) Galce. gagnant,e s. ve ad. (Oyunda, bahiste) Kazanan
gaffe diş. 1. Gemici kancası. 2. mec. tkz. Pot kırma, (Carte gagnante, numéro gagnant. Le gagnant du
çam devirme, pot, gaf. § Faire une gaffe: Pot gros lot).
kırmak, çam devirmek, gaf yapmak. Faire gaffe: gagne-denier er. Günü gününe kazanıp yaşayan
hlk. Dikkat etmek. Faire gaffe à:-e dikkat etmek, kimse, gündelikçi,
-e karşı uyanık olmak. Porter gaffe: Nöbet gagne-pain er. 1. Geçim kapısı, ekmek parası,
tutmak, geçim yolu (Je cherche à lui procurer un gagne-
gaffe er. Tutukevi gardiyanı, pain honorable. Il a perdu son gagne-pain). 2. Bir
gaffer gçl. 1. Kanca ile tutmak, avlamak (Gaffer un başkasının geçimini sağlayan kişi (Cet enfant
poisson). 2. gsz. Pot kırmak, çam devirmek, gaf demeurait le seul gagne-pain de sa famille).
yapmak, yanılmak (ila gaffé lourdement). 3. gsz. gagne-petit er. değişmez. 1. Küçük esnaf. 2. A z
hlk. Dikkat etmek (Gaffe un peu!). kazançlı kimse (S'attaquer aux gagne-petit plutôt
gaffeur,euse s. ve ad. Çam deviren, ikide bir pot qu'aux gros trafiquants).
kıran, sık sık gaf yapan (Elle est gaffeuse). gagner gçl. 1. Kazanmak (Gagner son pain, sa vie.
gag er. İng. Gülüt, oyuna neşe katan beklenmedik Gagner de l'argent). 2. Elde etmek, kazanmak
gülünçlük, (Gagner un prix, une grande réputation). 3.
gaga s. ve ad. tkz. Bunak, moruk, (İkramiyede, oyunda) Kazanmak (Gagner un lot,
gage er. 1. Tutu, "rehin (Prêter sur gages: Rehin le gros lot, un million à la loterie). 4. Başarılı
karşılığı ödünç para vermek). 2. inanca, güvence, çıkmak, kazanmak (Gagner un match, une
"teminat (Son honnêteté est le gage d'une gestion bataille, la guerre, un procès, un pari). 5. -e
irréprochable. Donner des gages de sa bonne yakalanmak (Gagner un rhume, une grippe, une
volonté). 3. ç. Hizmetçi aylığı (Les gages d'une angine). 6. Kazanmak, iktisat etmek (Gagner du
cuisinière). § A gages: Parayla tutulmuş, kiralık temps, de la place). 7. Sağlamak, elde etmek,
(Tueur à gages: Kiralık katil). Donner des gages: kazanmak (Gagner la faveur, l'estime, l'amitié, le
İnanca göstermek. Etre aux gages de qn: -in coeur de quelqu'un). 8. -e varmak, gitmek,
hizmetinde çalışmak, -e bağımlı olmak. Laisser, ulaşmak (Il gagnera Paris demain). 9. Bien
mettre qch en gage: -i tutu olarak bırakmak, gagner: Hak etmek (Vous avez bien gagné vos
rehine bırakmak (Mettre sa montre en gage). vacances. Un repos bien gagné). 10.-e yayılmak,-i
Prendre des gages: İnanca almak, sarmak, -e geçmek (L'inondation gagne les
gagé,es. 1. Tutulu, rehine konmuş (Créancegagée: maisons. Sa surprise me gagnait). 11. Bastırmak,
Rehnedilen alacak). 2. Haczedilen, hacizli etkisini göstermek (Le sommeil le gagnait. La
(Meubles gagés: Haczedilen taşınır mallar). faim et la fatigue commançaient à nous gagner).
gager gçl. 1. Bahis tutmak, bahse girmek (Je gage 12. Gagner qn à qch: Birini e kazanmak, birinin
qu'il ne pourra pas sortir). 2. İnanca göstermek, -e katılmasını sağlamak (Il faut gagner ce
güvence vermek. 3. Karşılık göstererek inanca journaliste à notre cause). 13. Gagner qn: a)
altına almak (Gager un emprunt, une émission de Birinin gönlünü, sevgisini kazanmak, b) Birini
billets). 4. (Hizmetçinin) Aylığını vermek (Gager yenmek (Il me gagne aux échecs). c) Parayla satın
un valet). 5. Gager de f. qch: -ceği konusunda almak, elde etmek, rüşvetle kendi yanına çekmek
bahse girmek, (Gagner les témoins, gagner ses gardiens). d) -den
gageure \gaıyR ] diş. (Eski) Bahis tutma, bahse hızlı gitmek, -i geçmek (Le temps nous gagne, la
gagneur 646 galalithe

marée nous gagne). 14. gsz. Kazanmak, başarılı gaillard er. Gemi kasarası.
çıkmak, birinci gelmek (Ce cheval a gagné. Quia gaillarde diş. 1. Eski bir dans. 2. (Basımcılıkta)
gagné?). 15. gsz. Yayılmak, yaygınlaşmak Sekiz puntoluk bir tür harf.
(L'incendie gagne. L'épidémie gagne). 16. gsz. gaillardement bel. 1. Neşeyle, güle eğlene,
Gagner sur qn: -i yenmek (Gagner sur son şakrakça, aldırmadan (Supporter gaillardement
adversaire). 17. Gagner sur qch: -i aşmak, un malheur). 2. Yılmadan (Attaquer
geçmek, -e tecavüz etmek (Laboureur qui gagne gaillardement une montée).
sur le champ de son voisin. La mer gagne chaque gaillardie, gaillarde diş. bitb. Kırmızı yada sarı
année sur la côte crayeuse) . 1 8 . Gagner en qch, à f. çiçekli bir tür süs çiçeği,
qch: -de daha iyi olmak, -mekle niteliği gaillardise diş. 1. Şakraklık, neşelilik. 2. Açık saçık
yükselmek, iyileşmek (Ce vin gagne en bouteille, sözler, açık saçık fıkra yada şakalar (Lâcher des
en vieillissant. Ce vin gagne à vieillir. Ilgagneàêtre gaillardises: Açık saçık fıkralar anlatmak).
connu). 19. Gagner à qch, à f. qch: -de, -mekte gaillet er. bitb. Yoğurtotu.
yararı olmak, kârlı çıkmak (Vous y gagnerez. Tu gailleterie diş. Taşkömürü külçesi,
gagneras à démissionner). 20. Gagner de f. qch: gailletin er. Ufalanmış taşkömürü,
Kazancı -mek olmak (A cette sortie, il a gagné gaillette diş. Orta büyüklükte külçeler haline
d'attraper un bon rhume). § Gagner qn de vitesse: getirilmiş taşkömürü,
-den hızlı gitmek, -i geçmek. Gagner du terrain: gain er. 1. Kazanç (Les gains d'un ouvrier, d'un chef
İlerlemek, yayılmak (L'ennemi gagne du terrain d'entreprise. Gain illicite. Il a cédé à l'appât du
dans nos positions. Les idées nouvelles gagnent du gain). 2. Kazanma, yenme, yengi (Gain d'une
terrain). Gagner le large: Engine açılmak. Gagner bataille. Le gain d'un procès. Chances égales de
le Pérou: Çok büyük kazançlar sağlamak, çok gain et de perte). § Avoir la passion du gain:
para kazanmak. Gagner son bifteck: Ekmek Kazanç hırsı olmak. Avoir gain de cause, obtenir
parasını kazanmak, geçiminisağlamak. Gagner le gain de cause: Dâvayı kazanmak, haklı çıkmak.
ciel: Cennetlik olmak, yeri cennet olmak. Gagner Donner gain de cause à qn: Bir işte birini haklı
au vent: (Başka bir gemiye yada karaya göre) görmek, haklı çıkarmak, birine hak vermek.
Yelin estiği yanı tutmak, Tirer du gain de qch: Bir şeyden kazanç sağlamak,
gagneur,euse s. ve ad. Kazanan (Un gagneur de gainage er. Kılıflama, kılıf geçirme,
bataille, de matchs, d'argent). gaine diş. 2. Km, kılıf (La gaine d'un pistolet, d'une
g a g n e u s e ^ , argo. Orospu, épée, d'un poignard. La gaine d'un meuble). 2.
gai,e s. 1. Şen, neşeli, sevinçli (Une soirée gaie. Un Kab, kutu (Gaine d'une horloge). 3. bitb. Kın. 4.
visage gai). 2. Keyifli, çakırkeyf ( Il était un peu gai Lastik korse, kuşak (Gaine-combinaison, gaine-
hier soir). 3. Güldürücü, açık saçık (Des propos culotte). 5. (Üzerine bir sanat yapıtı oturtulan)
gais). 4. H o ş , içaçıcı (C'est la pièce la plus gaie de Ayaklık. 6. Ayakları bir kaba sokulmuş gibi
l'appartement). 5. Uni. Ha gayret! görünen yontucuk (Cheminée ornée de deux
gaïac er. bitb. Peygamberağacı. gaines représentant des personnages). § Gaine de
gaïaco, gayacol er. kim. Gayakol, Schwann: hayb. Schwann kını.
gaiement, gaiment bel. Neşeyle, sevinçle, güle gainer gçl. 1. Kılıf geçirmek. 2. Kılıf gibi sarmak,
oynaya (Chanter gaiement). iyice oturmak (Cette robe vous gaine bien).
gaieté, gaîté diş. 1. Sevinç, neşe (Perdre sa gaieté, gainerie diş. 1. Kın yapımı, kincilik. 2. Kın, kılıf
retrouver sa gaieté). 2. Hoşluk, içaçıcılık (La yapımevi.
gaieté d'une conversation). 3. Eğlence (Les gaietés gainierer. bitb. Erguvanağacı, erguvan.
de la province). § De gaieté de coeur: İsteyerek, gainier,èrearf Kın yapımcısı, kinci; kılıf yapımcısı,
içinden gelerek, gönül hoşluğuyla (Il n'y renonce gala er. Gala (Donner, organiser un gala. Une
pas de gaieté de cœur . On ne va pas à l'assaut de représentation de gala. Un habit de gala, un repas
gaieté de cœur). Mettre en gaieté: Neşelendirmek, de gala).
gaillard, e s. vead. 1. Diri, canlı, dinç (Un vieillard galactiques, gökb. Gökadaya değgin, *gökadasal
encore gaillard). 2. Şen, neşeli (Il a une humeur (Nuage, nébuleuse galactique).
gaillarde). 3. Açık saçık (Tenir des propos galactogène s. Süt salgılanmasını sağlayan, süt
gaillards). § Un gaillard: 1. İri yarı adam, yaman yapıcı,
adam, yiğit. 2. Açıkgöz, çocuk, velet (C'est un galactomètre er. Sütölçer.
gaillard qui promet). Une gaillarde: Hoppa kadın. galactose er. kim. Süt şekeri, laktoz,
Vent gaillard: Serince yel. galalithe diş. kim. Galalit, bir tür plastik madde
galamment 647 galeux

(Peigne en galalithe). konulduğu kenarlı tahta, tekne,


galamment bel. 1. Kibarca, çelebice, efendice galéjade diş. 1. Olayları şişirip gülünç biçime
(Céder galamment sa place à une femme). 2. sokarak anlatma. 2. Kaba alay, matrak,
Zevkle, zarafetle, incelikle. 3. Mertçe, yiğitçe galéjer gsz. Matrak geçmek, matrak şeyler anlatıp
(Agir galamment). 4. Ustaca, beceriklice, eğlenmek,
başarıyla (Quand tous les autres se sont fait galène diş. yerb. Galen.
prendre, il a réussi à s'en tirer galamment). galénique s. Ünlü grek hekimi Galenus yöntemine
galandage er. Tuğla bölme, tuğladan yapılmış değgin (Remèdes galéniques: Bitkisel ilâçlar).
bölme. galénisme er. Galenus'un hekimlik öğretisi,
galant,e s. 1. Kadınlara karşı hoş görünmeye galéode diş. hayb. Boğ.
çalışan, 'kadıncıl, "zendost. 2. Arkadaşlığı iyi. galéopithèque er. Madagaskar ve Hint adalarında
hoşa giden (Un homme galant). 3. Hoşa gitmeye bulunan bir tür yarasa, uçarmaki.
çalışan, tath dilli. 4. Sevi ile ilgili, sevgiye değgin galéopithécidés er. ç. hayb. Uçarmakigiller.
(Poésie galante, peinture galante, des propos galère diş. 1. Kadırga. 2. ç. Kürek cezası
galants). S. Hoppa, hafif meşrep (Une femme (Condamner qnaux galères. Envoyer aux galères:
galante). 6. Mert, soylu davranışlı, yüce gönüllü Kürek cezasına çarptırmak, yollamak). 3. mec. İş.
(Un galant homme). 7. Çapkın (Il est très galant). serüven. Allahın belâsı bir iş yada durum (Ils'est
8 .er. Aşık,dost (Elle estfière de tous ses galants). § laissé entraîner dans une drôle de galère). § Vogue
Le vert galant: Fransa kralı IV. Henri. Vert la galère!: N e olursa olsun! Anasını satayım!
galant: İhtiyar çapkın, galerie diş. 1. G e ç e n e k , geçit, "dehliz, "koridor,
galanterie diş. 1. İncelik, kibarlık (Proposer à une kapalı geçit. 2. Örtülü balkon. 3. Sergievi, "galeri
femme, par galanterie, de porter sa valise). 2. (Galene d'art, de peinture). 4. Yeraltı geçidi,
Kadın düşkünlüğü, 'kadıncıllık, °zendostluk. 3. galeri (Une galerie de mine. Creuser une galene).
(Bir kadına yapılan) "İltifat ( D i r e des galanteries à S. (Tiyatroda) Balkon seyircisi, seyirciler (II fait
une femme). 4. Sevi serüveni, çapkınlık (Il a eu cela pour amuser la galerie. Les premiers
maintes galanteries dans sa vie). applaudissements partirent des galeries). 6.
galantin er. (Eski) Gülünç aşık, acemi aşık (Un "Taşıncaklık, arabanın üst bağaj yeri (Fixer des
vieux galantin). bagages sur la galerie d'une automobile). 7. ask.
galantine diş. Soğuk et peltesi, etli bir tür jöle Sıçan yolu, lâğım yolu. 8. Kimi hayvanların yerin
(Galantine de volailles). altında açtıkları yol (Les galeries d'une
galapiat er. Haylaz, hayta (Unpetitgalapiat). fourmilière. Galerie de taupe, de mulot). § Pour la
galaxie diş. 1. Samanyolu. 2. gökb. Gökada, galerie: Lâf olsun diye, gösteriş için (Parler pour
galbe er. 1. (Mimarlıkta ve sanat yapıtlarında) Kitle la galerie. Il dit ça pour la galerie, mais il n'y croit
uyumu, uygun şişkinlik (La courbure extérieure pas).
de ce vase est d'un beau galbe). 2. Bir yüzün yada galérien er. Kürek mahkûmu. § Mener une vie de
vücudun yanayı (Un visage d'un beau galbe). 3. galérien: Ömür törpüsü bir yaşam sürmek.
Eğirim, bükey. Travailler comme un galérien: Köle gibi çalışmak.
galbé,e s. 1. Şişkinliği uygun, ilginç bir şişkinlik galerne diş. (Fransa'nın Atlantik kıyılarında) Bir
gösteren, karınlı, bükeyli (Une colonne galbée). çeşit karayel,
2. tkz. Göz alıcı, güzel, sütun gibi (Elle a des galet er. 1. Yassı çakıl, kaydırak taşı (Se promener
jambes galbées). sur le galet. Plage de galets). 2. (Masa yada karyola
galber gçl. Kitle uyumu vermek; uygun şişkinlik ayaklarına takılan) Tekercik (Galets d'un
vermek ( G a l b e r une colonne, un vase). fauteuil, d'un lit, d'une table).
gale diş. 1. Uyuz hastalığı, uyuz (Avoir la gale, galetaser. 1. Çatı katı. 2. mec. Yoksul konut, kümes
attraper la gale. Pustules de la gale). 2. Çok kötü gibi yer.
yaratılıştı insan, uyuzun teki (Je suis une gale). § galette diş. 1. Bir çeşit kuru poğaça. 2. Peksimet. 3.
Ne pas avoir la gale: hlk. N e kör olmak, ne topal ; Galeta. 4 . hlk. Para, mangır (A voir de la galette).
hiçbir eksiği olmamak; çekinilecek, korkulacak galetteux, euse s. hlk. Paralı, zengin,
yanı olmamak (Approche, je n'ai pas la gale). Ne galeux,euse s. 1. Uyuz (Chien galeux). 2. Uyuza
pas avoir la gale aux dents: Çok yemek, bir türlü değgin (Une plaie galeuse). 3. mec. Pis, iğrenç,
doymak bilmemek, berbat (Une banlieue galeuse, des murs galeux). 4.
galéasse, galéace diş. den. Çektiri. er. Kimsenin yüz vermediği adam, pis herif. §
galée diş. (Basımcılıkta) Dizilen satırların Brebis galeuse: mec. Uyuz keçi, kimsenin görüşüp
galhauban 648 galvanomètre

konuşmadığı kişi. Traiter qn comme une brebis süsleme yada korumaya yarayan şerit (Galon de
galeuse: Birine hiç yüz vermemek, birini soie, de laine, d'argent, d'or). § Prendre du galon:
horlamak, aşağılamak, Yükselmek, terfi etmek. Arroser ses galons:
galhauban er. (Gemide) Direkleri iki yandan tutan Terfiini kutlamak, terfi ettiği için arkadaşlarına
ve kıça doğru az eğik olarak gerilmiş bulunan içki ısmarlayıp eğlenmek,
halat, patrisa. galonné er. Subay yada assubay; omuzu demirli,
g a l i c i e n n e s , vead. Galiçyalı. kolu sırmalı.
galiléen,ne s. ve ad. 1. Filistindeki Galile kentli, galonner gçl. Şerit çekmek, şerit geçirmek, şeritle
Galileli. 2. er. İsa peygamber (Le Galiléen). süslemek (Galonner un chapeau).
galiléen,ne s. İtalyan gökbilimcisi Galile'ye değgin galop er. 1. Dörtnal. 2. mec. Dörtnal, çabukluk. 3.
(Système galiléen, conception galiléenne). Bir çeşit hızlı dans. 4. tkz. Paylama, azarlama,
galimafrée diş. 1. Et kırıntılarıyla yapılan bir tür zılgıt, papara. § Courir le grand galop, prendre le
yemek. 2. Pek iştah açıcı olmayan yemek, yal gibi grand galop: mec. Pek hızlı gitmek, çok hızlı
yemek. çalışmak. Partir en galop: Dörtnala gitmek.
galimatias er. 1. Saçma sapan söz, saçmalık (Je ne Prendre le galop, se mettre au galop: Dörtnala
comprends rien à son galimatias). 2. Anlaşılmaz kalkmak. Chassez le naturel, il revient au galop:
iş. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar; can
galion er. Kalyon. çıkmadan huy çıkmaz, ne denli başka türlü
galiote diş. 1. Küçük kadırga. 2. Bombarta. görünmeye çalışsanız, ne olduğunuz yine bir gün
galipette diş. Takla (Faire des galipettes). ortaya çıkar,
galipoter. Çamsakızı. galopade diş. Dörtnala koşuş, koşarak gidiş (Des
galle 1. Mazı, ağaç uru (Galles du chêne). 2. biy. galopades d'élèves attardés). § A la galopade:
Bitki uyuzu. Baştan savma, çırpıştırma, özen göstermeden
gallérie diş. Balkelebeği; bal kovanlarındaki ( C'est un travail fait à la galopade).
peteklere zarar veren bir böcek, galopant,es. 1. Dörtnala giden. 2. mec. Büyük bir
gallican,e s. 1. Özgür Fransız kilisesine değgin (Le hızla ilerleyen, çok hızlı gelişen (Phtisie
rite gallican). 2. er. Papanın salt egemenliğine galopante).
karşı Fransız kilisesinin özgürlüğünü savunan galoper gsz. 1. Dörtnala gitmek (Cheval qui
kişi. galope). 2. mec. Çok hızlı çalışmak (Son
gallicanisme er. Özgür Fransız kilisesi öğretisi; bu imagination galope). 3. Galoper après qn: -in
öğretiye bağlılık, ardından koşup durmak, -i köşe bucak arayıp
gallicisme er. 1. Kurallara aykırı olduğu halde durmak. 4. gçl. Dörtnala kaldırmak, dörtnala
tutmuş bulunan söz, "galatımeşhur. 2. Başka bir sürmek (Galoper un cheval).
dile geçmiş Fransız anlatışı (L'anglais modeme galopeur,euse ad. İyi dörtnala koşan at.
emploie beaucoup de gallicismes). galopin er. 1. Ayak işlerine koşturulan oğlan, ayak
gallinacé,e s. 1. Tavukgillere değgin. 2. er. ç. hayb. hizmetçisi. 2. Aşçı yamağı. 3. ad. Sokak çocuğu,
Tavukgiller, arsız çocuk, velet (Une bande de galopins joue
gallium er. kim. Galyum. dans la cour).
gallo, gallot, gallec er. Brötanya bölgesinde galoubet er. Bir tür kaval,
konuşulan Fransızca, Brötanya ağzı (Le gallo se galuchat er. Köpek balığı derisi,
rapproche du patois de Basse-Normandie). galurin, galure er. hlk. Şapka,
gallois,es. vead. l . G a l ' l i , G a l l e r e d e ğ g i n . 2.er. Gai galvanique s. Galvanizme değgin, galvanik (Pile
dili, Galce. galvanique, courant galvanique).
gallomanie diş. Fransız olan her şeye hayran olma galvanisation diş. kim. Galvanizleme.
hastılığı. Fransız hayranlığı, galvaniser gç/. kim. 1. Galvanizlemek (Galvaniser
gallon er. Galon. du fer, un fil de fer, une tôle). 2. mec. Kışkırtmak,
gallophobes. vead. Fransızsevmez. coşturmak, fitillemek ( Un orateur qui galvanise la
gallophobie diş. Fransızsevmezlik. foule).
galoche diş. 1. Tahta tabanlı ayakkabı, "galoş galvanisme er. fiz. Galvanizm,
(Enfiler une paire de galoches). 2. Lastik galvano er. (Galvanotype sözcüğünün kısaltılmışı)
ayakkabı. § Menton en galoche: Sivri ve kıvrık Elektroliz yolu ile yapılmış resim klişesi, galvano,
çene. galvanocautère er. Galvanokoter,
galon er. 1 .ask. Rütbe şeridi. 2. Perdeleri, giysileri galvanomètre er. fiz. Galvanometre.
galvanoplastie 649 gangue

galvanoplastie diş. fiz. kim. Galvanoplasti. gamme diş. müz. 1. G a m (Gamme ascendante:
galvanotropisme er. hayb. Elektriğe yönelim, Çıkıcı gam. Gamme descendante: inici gam). 2.
galvanotype er. Elektroliz yoluyla yapılmış resim mec. Dizi, "seri, tür, çeşit (Toute la gamme des
klişesi, galvano, sentiments, des couleurs, des vins). § Chanter la
galvaudage er. Boşa harcama, heder etme gamme: müz. Gam yapmak, gam söylemek. Faire
(Galvaudage d'un talent). des gammes: mec. Alıştırmalar yapmak,
galvauder gçl. 1. Beş paralık etmek, bozmak çalışmak. Jouer sur toutes les gammes: Her
(Galvauder son nom, sa gloire, sa réputation). 2. boyaya girip çıkmak, her telden çalmak,
Boşa harcamak, "heder etmek (Galvauder son gammé,e s. Gamalı (La croix gammée: Gamalı
talent, ses dons). 3. gsz. Hiçbir şey yapmadan haç).
sürtüştürüp durmak, sürünüp durmak (Ne restez gamopétales, bitb. 1. Bitişik-taçyapraklı. 2. diş. ç.
pas là à galvauder). § Se galvauder: Beş paralık Bitişik-taçyapraklılar.
olmak, küçülmek, alçalmak, rezil olmak (Se gamosépales, bitb. 1. Bitişik-çanakyapraklı. 2. diş.
galvuder dans une affaire louche). ç. Bitişik - çanakyapraklılar.
galvaudeux, euse ad. (Eski) Serseri, ciğeri beş para ganache diş. 1. (Atlarda) Alt çenenin yanak kısmı.
etmez. 2. hlk. Baş, çene. 3. mec. tkz. Budala ve
gambade Zıplama, takla. § Faire des gambades: yeneteksizadam, öküz. 4.s. tkz. Aptal,budala (II
Takla atmak, oynayıp zıplamak (Faire des est un peu ganache).
gambades dans l'herbe). ganacherie diş. Aptallık, budalalık, enayilik,
gambader gsz. 1. Atlayıp zıplamak, takla atmak, gandin er. Şıklık budalası, kadın tavırlı züppe,
delice eğlenmek (Les enfants gambadent dans le gandoura er. Arap gömleği,
jardin). 2. Gambader de qch: -den zıplamak, gang er. Gangster çetesi, yeraltı dünyası (La morale
yerinde duramamak (Gambader de joie). du gang).
gamberge diş. hlk. Düşünce (Il manque de ganga er. hayb. (Pirene dağlarında bulunan) Bir tür
gamberge). dağtavuğu, bir tür çil. § Ganga çata: Arap tavuğu.
gamberger gsz. hlk. 1. Düşünmek. 2. gçl. Ganga unibanda: Kum bağırtlağı,
Hesaplamak, kurmak, tasarlamak; düzenlemek ganglion er. 1. biy. D ü ğ ü m , boğum. 2. hayb.
(Gamberger un coup). Sinirdüğümü, °ukde. § Ganglion cérébral: Baş
gambette diş. 1. Bir cins çulluk. 2. hlk. Bacak. § sinirdüğümü. Ganglion spinal: Omurilik
Jouer, tricoter, se tirer des gambettes: Kaçmak, sinirdüğümü. Ganglions nerveux: Sinir
tüymek. boğumları. Ganglions viscéraux: Içorgan
gambiller gsz. 1. Bacaklannı sallamak. 2. hlk. Çok sinirdüğümleri.
hızlı dans etmek, ganglionnaire s. anat. Boğumlara değgin,
gambit er. Satrançta elverişli duruma gelmek için "boğumsal; düğümlere değgin, *düğümsel.
taş verme; ganbi. gangrène diş. 1. Kangren ( Une jambe rongée par la
gamelle diş. 1. Karavana; sefertası (Gamelle de gangrène). 2. mec. Çürümüşlük, kokuşmuşluk,
soldat, de campeur). 2. Karavana, karavana kanayan yara (La jalouise est la gangrène du
yemeği. SRammasser une gamelle: hlk. Düşmek, coeur. L'indifférence politique est la gangrène
gamète er. bitb. hayb. Eşeylik gözesi, eşeylik d'une société).
hücresi, cinsellik hücresi, gangréné,es. Kangrenli; kangrenleşmiş.
gamin,e ad. 1. er. (Eski) Çırak, yamak. 2. ad. gangréner gçl. 1. Kangrenleştirmek, kangren
Çocuk, yumurcak (Un gamin, une gamine; se etmek ( Gangréner un membre, une plaie). 2. mec.
conduire comme un gamin. Les gamins de Paris). Bozmak, berbat etmek, kokuşturmak
3. s. Haylaz, yaramaz (Il a un air gamin). (Gangréner un homme, une société. Un seul
gaminer gsz. Çocuklar gibi sokaklarda oynamak; mauvais élève peut gangréner toute une classe).
çocukluk etmek, yaramazlık etmek, haylazlıkla gangréneux, euse s. Kangren niteliğinde (Plaie
vakit geçirmek, gangréneuse, ulcère gangréneux).
gaminerie diş. Haylazlık, yaramazlık, çocukluk; gangster er. Gangster,
çocukça davranışlar, gangstérisme er. Gangsterlik,
gamma er. Gamma. § Rayons gamma: Gamma gangue diş. 1. Maden cevheri etrafındaki madde;
ışınları. temizlenip ayıklanmamış değerli taş (Débarrasser
gammare er. hayb. Su-tespihböceği. une minerai de sa gangue par lavage). 2. mec. Zarf,
gammatherapie(% hek. Gamma ışınlarıyla tedavi. kılıf, örtü (Dégager des idées de leur gangue).
ganochorisme 650 garçonnet

ganochorisme er. biy. Ayrı-eşeylik. garant,e s. ve ad. 1. Kefil (Etre garant d'une
ganochoristique s. biy. Ayrı-Eşeyli. créance). 2. Siyasal bir durumu güvence altına
ganoïdes er. ç. hayb. Parlakpullular, alan devlet; güvenceci devlet (Les garants d'un
mersinbahklari. traité). 3. Kanıtlayın, tanıtlayın (Aristote est le
ganse diş. Kaytan (Ganse de botte. Veston noir garant de cette opinion). 4. İnanca, güvence,
bordé de ganses). "teminat, "garanti (Son passé est le garant de sa
ganser gçl. Kaytanlamak, kaytanla süslemek bonne conduite à l'avenir. Votre amitié est mon
(Ganser un habit, une couverture). meilleur garant). 5. Palanga ipinin serbest kalan
gansette diş. Küçük kaytan, kısmı. § Se porter garant de qch: -in güvencesi
gant er. 1. Eldiven (Une paire de gants. Mettre ses olmak, inancası olmak; -in kefili olmak (Je me
gants, retirer ses gants). § Gants de boxe: Boks porte garant de sa bonne volonté. Le parti
eldivenleri. Gant de crin: (Yıkanmak için) Kese. socialiste allemand se portait garant des intentions
Souple comme un gant: Çok yumuşak başlı, uysal. pacifiques de son gouvernement).
Aller comme un gant à: -e iyi uymak, tıpatıp g a r a n t i e s . İnancah, güvenceli, "teminatlı,
gelmek (Ce rôle lui va comme un gant). Jeter le garantie diş. 1. İnanca, güvence, "teminat, "garanti
gant à qn: -i düelloya çağırmak. Prendre des (Vendre un objet avec garantie. Contrat de
gants, mettre des gants: Çok tedbirli hareket garantie. Ma montre est encore sous la garantie.
e t m e k , çok kibarca d a v r a n m a k . Ramasser le Garantie contre les risques). 2. İnanca altına alma,
gant, relever le gant: Düelloyu kabul e t m e k . güvenceleme; "teminat, "garanti (Pacte de
Retourner qn comme un gant: Birinin inanç ve garantie et d'assistance. Prendre des garanties).
düşüncelerini tam tersine çevirmek, t a m a m e n garantir gçl. 1. -e kefil olmak (Garantir une
değiştirmek. Se retourner comme un gant: İnanç créance). 2. -i kesin kılmak, kesin olarak
ve düşüncelerini t a m a m e n değiştirmek, yüz sağlamayı üstüne almak (Garantir le succès). 3.
seksen derecelik dönüş y a p m a k . Se donner les Güvence altına almak (Les lois garantissent les
gants de f. qch: 1. -yor geçinmek, gibi g ö r ü n m e k libertés, les droits du citoyen). 4. Doğrulamak
(Il se donne les gants d'être objectif). 2. -mek (Garantir les faits). S. Garantir qch à qn: Bir şeyi
yüzsüzlüğünü göstermek, küstahlığında birine kesin olarak sağlamak (Je vous garantis le
b u l u n m a k (Ils se sont donné les gants de lui faire succès). 6. Garantir de qch: -den korumak (Le
faire leur propre travail). C'est bien fait pour ses parapluie nous garantit de la pluie. Ces rideaux
gants!: O h oldu, iyi oldu! garantissent du vent et du soleil). 7. Garantir qn de
gantelet er. 1. Zırh eldiveni. 2. İşçi eldiveni, f. qch: Birini -mekten korumak (L'esprit n'a
ganter gçl. 1. Eldiven giydirmek; eldiven takmak garanti personne d'être fou).
(Main difficile à ganter). 2. İyi uymak, iyi gitmek, garbure diş. Bir çeşit lahana çorbası,
tam oturmak (Ces gants de sport vous gantent garce diş. 1. (Eskiden) Kız. 2. tkz. Orospu. 3. tkz.
bien). 3. Eldiven numarası... olmak, -numaralı Geçimsiz kadın, şirret kadın. 4. Cette garcede...:
eldiven giymek (Ganter du six, du sept). § Se Şu rezil... şu alçak... (Cette garce de vie, cette garce
ganter: Eldiven takmak, de société moderne). § Fils de garce: (Sövgü)
ganterie diş. 1. Eldivencilik. 2. Eldivenci dükkânı; Orospu çocuğu, piç.
garçon er. 1. Oğlan (Les filles et les garçons). 2.
eldiven yapımevi,
Genç, delikanlı (Un garçon de vingt ans). 3. Bekâr
gantier,Ère s. vead. Eldivenci.
erkek, evlenmemiş erkek (Il est resté garçon). 4.
garage er. 1. Garaj (Garage d'automobile,
Çırak, yamak (Garçon coiffeur, garçon boucher,
d'autobus, d'avions. Voiture en garage. Rentrer sa
garçon de magasin). 5. Adam (C'est un garçon
voiture au garage). 2. Otomobil bakım ve onarım
distingué. Un beau garçon). 6. Garson ( Garçon 4e
yeri, servis istasyonu (Atelier de réparation d'un
café, garçon de restaurant, d'hôtel). §Bongarçon:
garage).
İyi adam, neşeli adam, hoş adam. Garçon
garagiste ad. 1. Garajcı. 2. Otomobil bakımevi
d'honneur: Sağdıç. Enterrer sa vie de garçon:
sahibi; servis istasyonu işleticisi,
Bekârlığa veda etmek, evlenmek. Etre, se sentir
garançage er. Kökboyasıyla, kızılkökle boyama,
tout petit garçon auprès de qn: Birinin yanında
garance diş. bitb. 1. Kökboyası, kızılkök. 2. Bir
çocuk kalmak, kendini çok küçük görmek,
çeşit kırmızı renk.
garçonne diş. Oğlansı kız; başına buyruk yaşayan
garancer gçl. Kızılkökle boyamak,
kız.
garancière diş. 1. Kızılkök tarlası. 2. Kızılkök
boyaevi. garçonnet er. Oğlan çocuk, küçük oğlan.
garçonnier 651 garder

garçonnier,ère s. Oğlansı, oğlanları anımsatan, bekçisi.


oğlanca (Habitudes garçonnières, manières garde-boue er. (Tekerleklerde) Çamurluk,
garçonnières chez une jeune fille). garde-champêtre er. Kır bekçisi, köy bekçisi,
garçonnière diş. Bekâr odası, bekâr konutu, garde-chasse er. (Yurtluklarda) A v bekçisi,
garsonyer. garde-chiourme er. 1. (Eskiden) Kürek
garde diş. 1. Koruma, saklama (La garde des hükümlüleri çavuşu. 2. (Şimdi) (Alaylı olarak)
documents. La garde des bagages). 2. Bakma, Kahraman çavuş, kimsenin gözünün yaşına
kollama, gözetleme, bakım, gözetim (Confier un bakmayan sert gözetimci; acımasız gardiyan,
enfant à la garde d'une voisine). 3. Bekçilik, garde-corps er. den. Parmaklık, korkuluk,
nöbetçilik. 4. Muhafız birliği (La garde garde-côte s. ve er. 1. er. "Sahil muhafızı, kıyı
républicaine). 5. Karakol erleri. 6. (Tutulan, koruyucusu. 2. Kıyı karakol gemisi,
beklenilen) Nöbet. 7. (Kesici silahlarda) Siper garde-feuer. Ocak siperi,
(La garde d'une épée, d'un poignard). 8. ç. (Bir garde-fou er. (Köprü, yol kıyısı gibi yerlerde)
kitabın) Başında ve sonunda boş bırakılan Korkuluk, parmaklık,
sayfalar, yan kâğıtları (Les gardes d'un livre). 9. garde-frein er. (Trenlerde) Fren memuru,
Hastabakıcı kadın, hastanın başında bekleyen "gardıfren,
kadın (La garde a veillé toute ta nuit). § Chien de garde-magasin er. Ambar memuru,
garde: Bekçi köpeği. Garde à vue: Gözaltı, göz garde-main er. Yazı yazarken yada resim çizerken
altına alma. Poste de garde: Nöbetçi kulübesi. De el altına konulan kâğıt, el altı kâğıdı,
garde: Nöbetçi, nöbetçi olan... (Pharmacie de garde-malade ad. Hastabakıcı,
garde, médecin de garde). Descendre la garde: garde-manger er. Tel dolap,
Nöbeti bırakmak, nöbeti bitmek, nöbetten garde-meuble er. Eşya odası,
çıkmak. Etre en garde contre: -e karşı uyanık garde-nappe er. Nihale, sofrada kullanılan sahan
olmak, tetikte olmak. Etre, se mettre, se tenir sur altlığı.
ses gardes: Tetikte olmak, uyanık bulunmak, gardénia er. bitb. Gardenya.
tetikte durmak. Etre de garde: Nöbetçi olmak. garden-party diş. İng. Gardenparti.
Faire bonne garde de qch: -i iyi saklamak, garde-pêche er. 1. Balık avı kolcusu. 2. Balık avı
korumak. Mettre en garde: Uyarmak: Mettre qn karakol gemisi,
en garde contre: Birini -e karşı uyarmak, dikkatini garde-place er. (Trenlerde) Oturulacak yerin
çekmek. Monter la garde: ask. Nöbet tutmak, ayrıldığını belirlemek üzere asılan numaralı
nöbete gitmek. N'avoir garde de f. qch: -meye kâğıt.
niyeti olmamak. Prendre garde: Dikkat etmek, garder gçl. 1. (Zarar gelmesin yada kaçmasın diye)
uyanık olmak. Prendre garde à: -e dikkat etmek, Beklemek, gözetmek, bakmak (Garder le
(Prenez garde à vous, aux voitures). Prendre troupeau, les enfants, un prisonnier). 2.
garde à f. qch: -meye dikkat etmek, -mekten Beklemek, önünde nöbet tutmak, bekçilik etmek
sakınmak, kaçınmak. Prendre garde de f. qch: (Garder une maison, une porte, un magasin, un
-memeye çalışmak, -mekten kendini korumak pont, unarsenal). 3. Alıkoymak (Il m'a gardé une
( Prends garde d'avoir froid). S'enferrer jusqu'à la heure). 4. Elde tutmak, "muhafaza etmek (Il est
garde: Tamamen yanılmak, boğazına kadar plus difficile de garder une fortune que de la
yanılgı içinde olmak, gagner. Garder son argent). S. Korumak,
garde er. 1. Nöbetçi, nöbetçi eri. 2. Bekçi (Garde de sürdürmek, "muhafaza etmek (Il garde encore
nuit). 3. Muhafız (Ila échappé à ses gardes). 4. Bir toutes ses facultés). 6. Bozulmadan saklamak,
muhafız birliğindeki er. § Garde du corps: (Bir korumak (Garder la viande, le fromage). 7.
kral, cumhurbaşkanı gibi önemli kişiler için) Bakmak, hizmet etmek (Garder un malade). 8.
Özel muhafız, koruma görevlisi. Garde des Kendine saklamak, hiç kimseye söylememek
sceaux: (Fransa'da) Adalet Bakanı. Garde (Garder un secret). 9. Tutmak (Garder les yeux
champêtre: Kır bekçisi. Garde forestier: Orman baissés; il avait gardé intacte la chambre de sa
bekçisi, korucu. Garde messier: Ekin bekçisi, compagne). 10. Ayırmak, saklamak, bir kenara
garde-à-vous er. 1. (Komut, ünl.) Hazırol! 2. er. koymak ( Garder de la viande froide pour le dîner).
Hazırol durumu. § Rester au garde-à-vous: 11. -den çıkmamak, hiç ayrılmamak (Ce malade
Hazırol durumunda beklemek. Se mettre au doit garder la chambre encore un mois). 12.
garde-à-vous: Hazırol durumuna geçmek, Yapmak, uygulamak, yerine getirmek ( G a r d e r le
garde-barrière ad. (Demiryollarında) Geçit jeûne, garder les convenances). 13. -in önünde
garderie 652 garni

bulunmak (Un cyprès garde le cimetière). 14. gemiler için) Barınak. § Gare aérienne:
Beslemek (Garder de l'espoir, garder rancune). (Havaalanlarında)Yolcu ve mal hizmet binaları.
15. Garder qch à qn: Birine ... ayırmak, tutmak Gare maritime: Liman hizmet binaları. Gare
(Gardez-lui une place). 16. Garder qn à qch, à f. routière: Ağır vasıta park yeri.
qch: Birini-e tutmak, -mek için alıkoymak (Ilm'a gare Uni. hlk. l . D i k k a t ! 2 . G a r e à : - e d i k k a t ( G a r e à
gardé au repas, à dîner). 17. Garder qn de qch: la peinture!). § Sans crier gare: Haber vermeden,
Birini -mekten korumak, kurtarmak (Dieu vous sessiz sedasız (Ils sont arrivés sans crier gare).
garde de commettre une telle maladresse!). § garenne diş. 1. (Eski) Sahibinin izni olmadan
Garder qn à vue: Birini gözaltına almak; göz girilemeyen arazi. 2. Adatavşanlarının yaban
hapsine almak. Garder une dent contre qn: -e diş olarak yaşadıkları yer, tavşanlık (Lapin de
bilemek. Garder rancune à qn, contre qn: -e kin garenne). 3. Irmaklarda balık avlamanın izne
beslemek. Garder à qn un chien de sa chienne: bağlı olduğu yer. 4. er. Yaban adatavşanı.
Birinden alacak öcü, hıncı olmak. Garder qch garer gçl. Gara yada garaja sokmak; garaja,
pour la bonne bouche: Ağız tadıyla yemek üzere barınağa çekmek (Garer un train, une voiture, un
yemeğin sonuna saklamak, en sona saklamak. § bateau). § Se garer: Park yapmak; arabasını park
Se garder: 1. Bozulmadan saklanmak, "muhafaza etmek ( L a voiture s'est garée devant l'hôtel. Je me
edilmek ( Ce fromage ne se garde pas plus de deux suis garé dans la rue voisine). 3. Se garer de qch:
jours). 2. Se garder de qn, qch: Kendini -den Kendini -den sakınmak, korumak (Se garer des
sakınmak, korumak, kaçınmak (Il faut se garder voitures, des coups). § Se garer des voitures: argo.
des flatteurs. Se garder du froid, des jugements Uslanmak, yola gelmek, külhanbeyliği
hâtifs). 3. Se garder de f. qch: -mekten sakınmak, bırakmak,
kaçınmak, çekinmek; -memeye dikkat etmek (Se gargamelle diş. hlk. Boğaz, gırtlak,
garder de commettre une erreur, de vendre un gargariser (se) gsz. 1. Gargara yapmak. 2. hlk.
héritage. Gardez-vous de manquer votre train). İçmek, boğazı yağlamak (Un gaillard qui aime à se
garderie diş. 1. Bir korucunun bakmakla görevli gargariser). 3. Se gargariser de qch: mec. tkz. -den
olduğu orman alanı. 2. Özel anaokulu, hoşlanmak, zevk almak (5e gargariser de grands
garde-rivière er. Irmak bekçisi, mots, d'un succès).
garde-robe diş. 1. (Eskiden) Lâzımhklı sandalyenin gargarisme er. 1. Gargara yapma. 2. Gargara
konduğu oda. 2. Giysi dolabı, *giysilik(Mettre un yapmada kullanılan ilâç.
vêtement dans la garde-robe. Ses garde-robes sont gargote diş. 1. Ucuz meyhane, koltuk meyhanesi. 2.
pleines à craquer). 3. Giysi takımları, bir kişinin Küçük ve yemekleri kötü ucuz lokanta. 3. mec.
bütün giysileri (Elle a une garde-robe très riche. Temiz ve rahat yemek yenilemeyen yer.
Renouveler sa garde-robe). § Aller à la garde- gargotier,ère ad. 1. Koltuk meyhanecisi. 2. mec.
robe: Yüznumaraya gitmek, ayakyoluna gitmek. Kötü aşçı.
gardeur,euse ad. Çoban, bekçi (Gardeuse d'oies, de gargouille diş. 1. Üstü açık oluk ağzı, çörten. 2.
dindons). Oluk. 3. argo. Orospu,
garde-voie er. Demiryolu bekçisi, "hat bekçisi, gargouillement er. Gurultu, guruldama (Les
garde-vue er. Aşırı ışığa karşı korunmak için gargouillements de l'estomac).
gözlere takılan siperlik, göz siperliği, gargouiller gsz. 1. Guruldamak (J'ai l'estomac qui
gardian er. (Bölgesel) Sığır çobanı; at çobanı, gargouille, il a les intestins qui gargouillent). 2.
hergeleci. Fokurdamak, sesler çıkarmak (L'eau gargouille
gardien, ne ad. 1. Bekçi, nöbetçi (Poster des dans le robinet).
gardiens à toutes les portes. Gardien de nuit). 2. gargouillis er. Gınltı, parazit (Les gargouillis d'une
Gardiyan (Le gardien de la prison). 3. Çoban, radio).
bakıcı ( Gardien de troupeaux, de bestiaux). 4 .s.ve gargoulette diş. 1. Kulpsuz testi. 2. hlk. Boğaz,
ad. Koruyucu (Ange gardien. La Constitution est gırtlak. § Se rincer la gargoulette: Boğazını
la gardienne des libertés). § Gardien de la paix: ıslatmak, içmek,
(Pariste) Polis memuru. Gardien de but: Kaleci, gargousse diş. Hartuç.
gardiennage er. 1. Gardiyanlık. 2. Liman bekçiliği, garigue, garrigue diş. 1. İşlenmemiş toprak, kıraç
gardon er. hayb. Çamçak, çamça balığı, toprak. 2. Fransa'nın güneyinde, seyrek meşeler
gare diş. 1. Gar, istasyon (Aller à la gare. Gare de ve çalılarla kaplı alanlar,
voyageurs, gare de marchandises. Gare de départ, garnement er. Haylaz, yaramaz, hayta,
gare d'arrivée). 2. (Irmaklarda, kanallarda, garni er. (Kiraya vermek için) Döşeli ev, döşeli oda ;
garni 653 gâté

mobilyalı ev (Loger en garni). ve Gaskonyaya değgin. 3. mec. Övüngen,


g a r n i e s . 1. Döşenmiş (Chambregarnie). 2. Garni palavracı; alaycı, şakacı. 4. er. Gaskon dili,
de qch: -ile donatılmış (Machine garnie de ses Gaskonca.
accessoires). gasconnade diş. Övüngenlik, palavracılık,
garnir gçl. 1. (Bir şeye takımlarını) Takmak abartmacılık. Palavra, abartma (Dire des
(Garnir un cheval). 2. Donatmak, doldurmak gasconnades).
(Garnir une bibliothèque, une vitrine). 3. gasconner gsz. 1. Gaskon şivesiyle söylemek. 2.
Süslemek (Garnir un chapeau). 4. Donatmak, Palavra atmak,
dayayıp döşemek (Garnir une chambre, un gasconnisme er. Fransızcada kullanılan Gaskonca
appartement, une maison). 5. Berkitmek, söz yada deyim,
"takviye etmek (Garnir les remparts, une place gaspillage er. 1. Savurganlık, saçıp savurma. 2.
forte). 6. *Süslencelemek, yanına, "garnitür Savurma, boşa harcama (Gaspillage de force, de
koymak (Garnir un plat, une entrecôte garnie). 7. talent).
Garnir qch de: a) -ile süslemek (Garnir une table gaspiller gçl. 1. Saçmak, savurmak, boşa harcamak
de fleurs, une étagère de bibelots), b) -ile ( Gaspiller sa fortune, gaspiller son argent). 2. mec.
berkitmek, donatmak (Garnir une armée Heder etmek, boşa harcamak (Gaspiller son
d'instruments de guerre), c) -ile doldurmak temps, ses dons, ses forces).
(Garnir les rayons de livres, une vitrine de gaspilleur,euse s. ve ad. Savurgan; parasını saçıp
différents objets). § Se garnir le ventre, l'estomac: savuran, "müsrif,
Midesini doldurmak, yemek, gaster er. 1. Mide, kursak. 2. Karın,
garnison diş. Garnizon. § Tenir garnison: Garnizon gastéropode er. hayb. Karındanbacaklı.
kurmak, karargâh kurmak, gastéropodes er. ç. hayb. Karındanayaklılar,
garniture diş. 1. Süs, süs parçaları, süs gereçleri salyangozlar,
(Les garnitures d'une robe). 2. Takım, tam takım gastralgie diş. Mide ağrısı,
(Une garniture de toilette en porcelaine). 3. gastralgiques. hek. Mide ağnsı niteliğinde (olan),
(Yemeklerin yanına konan) Sebze, "garnitür, gastrectomie- diş. hek. Ameliyatla mideyi yada
*süslence, *süslenti (Garniture d'un plat de midenin bir parçasını alma.
viande. Voulez-vous des frites ou des haricots gastrique s. hek. 1. Mideye değgin (Artères
comme garniture). 4. (Kimi şeylerde) Kaplama, gastriques, ulcère gastrique. Suc gastrique). 2, ad.
conta (Garniture métallique). 5. (Basımcılıkta) Mide hastası, midesinden yakınmaları olan
Sayfa arası takoz. 6. den. Donanım, kimse.
garou er. bitb. Yakıağacı, bir tür defne, gastrite diş. hek. Mide yangısı, "gastrit,
garrigue » garigue. gastro-entérite diş. hek. Mide-barsak yangısı,
garrot er. 1. (Büyük hayvanlarda) Omuz başı, cıdav gastro-entérologie diş. hek. Mide-barsak
(Un cheval blessé au garrot par le harnais). 2. İki hastalıklarıyla uğraşan tıp dalı.; *sindirimbilim,
kat bağlanmış bir ipi büke büke germek için araya sindirim sayrılıkları dalı.
geçirilip çevrilen tahta parçası, toyako (Garrot gastro-entérologue ad. hek. Mide-barsak
d'une scie). 3. (Eskiden) Boğarak öldürme cezası hastalıkları uzmanı; "sindirimbilimci, sindirim
(Il était condamné au garrot). 4. (Bir kanamayı sayrılıkları uzmanı,
durdurmak için bir organı sıkıp boğmaya gastro-intestinal,e s. hek. Mide-barsakla ilgili
yarayan) Bağ (Serrer un garrot, mettre, poser un (Troubles gastro-intestinaux).
garrot). gastronome er. Yemek meraklısı, iyi yemek
garrottage er. 1. Sımsıkı bağlama, sımsıkı yemesini seven, midesine düşkün,
bağlanma. 2. mec. Elini kolunu bağlama, eli kolu gastronomie diş. 1. İyi yemek merakı. 2. Mutfak,
bağlanma, susturma, susturulma, yemekler, yemek y e m e ve pişirme sanatı,
garrotte diş. 1. (Eskiden) Boğma cezası. 2. B o ğ m a gastronomique s. Yemek merakına değgin
cezasını uygulamak için kullanılan iskemle, (Snobisme gastronomique).
garrotter gçl. 1. Sımsıkı bağlamak (Garrotter un gâté,e s. 1. Bozuk, bozulmuş (Fruits gâtés, plats
prisonnier). 2. mec. Elini kolunu bağlamak, gâtés). 2. Çürümüş (Une dent gâtée). 3. Şımarık,
susturmak (Garrotter l'opposition). şımartılmış (Un enfant gâté). § Etre l'enfant gâté
gars er. tkz.X. Oğlan, delikanlı. 2. A d a m . § L e s g a r s de: -in şımarık çocuğu olmak, -tarafından çok
de la marine: Denizciler, deniz adamları, şımartılmak, çok yüz verilmek (La Grèce est
gascon,nes. vead. l.Gaskonyalı.2.Gaskonyahlara l'enfant gâté de l'Europe).
gâteau 654 gauchissement

gâteau er. 1. Pasta, çörek (Gâteau aux amandes, à la gauche s. 1. Sol (Main gauche, pied gauche. Aile
crème. Gâteaux secs). 2. Petek (Gâteau de cire, gauche d'un armée, côté gauche d'un navire).
gâteau de miel). 3. Külçe ( Gâteau déplâtré, gâteau 2.Çarpik (Une table gauche, une règle gauche). 3.
de graines pressées). 4. s. değişmez. Bal gibi, Beceriksiz, "sakar, acemi ( Il est un peu gauche. Un
kaymak gibi, çok yumuşak, çok tatlı, çocukları air gauche, des manières gauches). § A main
şımartan (Papa gâteau, maman gâteau). § Avoir gauche: Sol tarafta, sol yandan. Courbe gauche:
part au gâteau, partager le gâteau: Kazancı yada mat. Uzay eğrisi. Droites gauches: mat. Aykırı
vurgunu bölüşmek. C'est du gâteau: hlk. 1. doğrular. Mariage de la main gauche: Nikâhsız
Bundan kolayına can kurban, çok kolay bir şey evlilik. Se lever du pied gauche: Sol yanından
bu. 2. Y e m e de yanında yat, çok tatlı kâr, esaslı bir kalkmak, aksiliği üstünde olmak,
iş, kaçırılacak fırsat değil! gauche diş. 1. Sol, sol yan (La gauche du centre. Il
gâte-bois er. Kötü marangoz, roulait tout à fait sur la gauche). 2. (Siyasal
gâte-métier er. Yok pahasına çalışan, ucuza çalışan, anlamda) Sol, sol parti (Si la gauche fait une
ucuzcu, politique de droite, ce n'est pas la gauche). 3.ç. Sol
gâte-papier er. Kötü yazar, partiler (Union des gauches). § Extrême gauche:
gâter gçl. 1. Bozmak (La chaleur gâte la viande). 2. A ş ı n sol. A gauche: Solda, sol tarafta, sol tarafa
Çürütmek (Les bonbons gâtent les dents). 3. (Tournez à gauche. Prenez la rue à gauche). A
Çirkinleştirmek, görünümünü bozmak (Une gauche de: -in solunda (A gauche de l'escalier). A
verrue gâte son visage. Cette maison gâte le droite et à gauche: Sağda solda, her yanda. De
paysage). 4. Berbat etmek, bok etmek (Gâter une droite et de gauche: Her yandan, sağdan soldan.
affaire par sa maladresse). 5. Şımartmak (Gâter De gauche: Solcu (Un parti de gauche, une
un enfant). 6. Gâter qn: mec. Birine karşı çok politique de gauche, un homme de gauche).
kibar, çok dikkatli davranmak; -e karşı büyük bir Jusqu'à la gauche: Tamamen, çok, gırtlağına
sevgi ve saygı göstermek (C'est trop, vous me değin (Il est endetté jusqu'à la gauche). Etre de
gâtez). 7. Etre gâté: mec. a) Şanslı olmak, şansı gauche, être à gauche: Solcu olmak, sol
olmak (Quel beau temps! nous sommes gâtés), b) düşünceleri olmak. Mettre de l'argent à gauche:
(Alaylı) A m m a da şansı olmak, ne de kötü talihi Para biriktirmek, birkaç kuruş bir kenara atmak.
olmak, anasından şanssız doğmak (Encore la Passer l'arme à gauche: mec. Ölmek, öteki
pluie! nous sommes gâtés!). § Gâter le métier: dünyayı boylamak,
Ucuza çalışmak, sanatı kepaze etmek, mesleğin gauche er. Sol yumruk (Un crochet du gauche).
şerefini düşürmek. Tout gâter: Herşeyi berbat gauchement bel. Beceriksizce, acemice (Agir
etmek, bir çuval inciri bok etmek. Cela ne gâte gauchement. Imiter gauchement un geste).
rien, ce qui ne gâte rien: Bu da cabası, bu da gaucher,ère s. ve ad. Solak. (Il est gaucher. Un
fazlası, doğrusu hiç de fena değil (Elle est jolie, gaucher, une gauchère).
bien élevée, et de plus, riche, ce qui ne gâte rien). § gaucherie diş. 1. Tutukluk (Il a de la gaucherie dans
Se gâter: 1. Bozulmak, çürümek (Les fruits les manières. La gaucherie de ses gestes m'énerve).
commencent à se gâter). 2. Kötüleşmek, bozmak, 2. Beceriksizlik, "sakarlık (Les gaucheries d'un
bozulmak (Le temps se gâte). 3. Kötü gitmek, paysan).
bozulmak ( L e s choses se gâtent: İşler bozuluyor). gauchir gsz. 1. Çarpılmak, çarpıklaşmak (Règle qui
gâterie diş. 1. Şımartma, şımartıcı söz ve davranış, gauchit, planche qui gauchit). 2. Sakınmak üzere
aşırı sevgi (// n'a que des gâteries pour cet enfant). yana çekilivermek. 3. gçl. Çarpıtmak,
2. Gönül okşamak için sunulan şeker, pasta gibi çarpıklaştırmak (L'humidité a gauchi cette
şeyler yada küçük armağanlar, planche). 4.gçl. Bozmak, değiştirmek, çarpıtmak
gâte-sauce er. Kötü aşçı. (Gauchir une idée, la réalité, un fait, un
gâteux,euse s. ve ad. Bunak, bunamış, beyni sentiment). § Se gauchir: Çarpılmak,
sulanmış (Un vieillard gâteux. Un vieux gâteux). çarpıklaşmak (Cette table s'est gauchie).
gâtifier gsz. Bunamak; bunaklaşmak, bunakça gauchisante s. ve ad. Sola yatkın, sol eğilimli, sola
davranışlarda bulunmak (Il gâtifie avec son petit- sevgisi olan.
fils). gauchissement er. 1. Çarpılma, çarpıklaşma (Le
gâtine diş. Çorak ve bataklık toprak, gauchissement d'une porte sous l'action de
gation diş. hayb. Dişli tirsi, l'humidité). 2. Bozulma, değiştirilme, çarpıtılma
gâtisme er Bunaklık,beyni sulanmıştık, (Le gauchissement inévitable d'un récit transmis
gattilier er. bitb. Y e m e n safranı denilen ağaççık. de bouche en bouche).
gauchiste 655 gazer

gauchiste s. ve ad. Aşırı solcu, ihtilâlci solcu, gavage er. 1. (Hayvanları) Besiye koyma, besiye
gaucho er. (Arjantinde) Sığırtmaç, sığır çobanı, çekme. 2. hek. Hastanın midesine tüple besin
gaudecfr.?. 1. bitb. Sarı renkli bir tür rezeda çiçeği. 2. verme.
Mısır unu çorbası, gave diş. (Pirene dağlarında) Sel.
gaudriole diş. 1. Biraz açık şaka, açık saçık söz, açık gaver gçl. 1. (Hayvanları) Besiye çekmek, besiye
saçık fıkra (Débiter, dire des gaudrioles). 2. koymak (Gaver les oies, un poulet). 2. Gaver qn de
Eğlenme, matrak, dalga geçme (line pense qu'à la qch: a) Birine... yedirmek, tıkıştırmak (Gaver un
gaudriole). enfant de friandises, de confiture), b) Kafasını...
gaufrage er. Çakma işleme, ile doldurmak (Gaver un écolier de
gaufre diş. 1. Bal gümeci. 2. Yassı çörek, connaissances). § Se gaver: 1. Çok yemek yemek,
gaufrer gçl. Isıtılmış kalıplarla kumaş, deri gibi tıka basa yemek. 2. Se gaver de qch: a) -den tıka
şeyler üzerine şekil çıkarmak, çakma işlemek basa yemek, çok yemek (Se gaver de chocolats, de
(Gaufrer un tissu, une étoffe, gaufrer du papier). fraises), b) -ile kafasını doldurmak, -leri çok
gaufrette diş. 1. Küçük gümeç. 2. Bir tür kremalı okumak, çok görmek (Se gaver de romans
bisküvi, "gofret. policiers, de connaissances inutiles, de cinéma).
gaufreur,euse ad. Çakmacı. gaveur,euse ad. 1. Hayvanları besiye çeken, besici.
gaufreuse diş. Çakma makinası, çakma işlemede 2. diş. Kümes hayvanlarını semirtmede kullanılan
kullanılan makina. aygıt.
gaufrier er. Çörek kalıbı, gavial er. hayb. Hint timsahı,
gaufroir er. Çakma kalıbı, gavion, gaviot er. hlk. Gırtlak,
gaufrure diş. Çakma kabartısı, gavotte dış. Eski bir dans; eski bir dans havası,
gaulage er. (Yemişini düşürmek için ağacı) Silkme, gavroche s. ve er. Paris çocuğu, Paris piçi, velet,
silkeleme, sırıkla dövme (Le gaulage des noix). gayal er. Hint yabanöküzü.
gaule diş. 1. Sırık. 2. Olta kamışı. 3. Değnek, uzun gaz er. fiz. kim. 1. Gaz (Gaz carbonique, gaz
sopa. § Avoir la gaule: argo. Kamışı kalkmak, sulfureux, gaz comprimé). 2. ç. Barsak gazı,
çadır kurmak, osuruk (Avoir des gaz). 3. Havagazı (Compteur à
gauler gçl. Yemişini düşürmek üzere bir ağacı gaz, réchaud à gaz, cuisinière à gaz). 4.
sırıkla dövmek, silkmek, silkelemek, ağacı (Savaşlarda, olaylar sırasında kullanılan) Gaz,
dokumak (Gauler un noyer, un châtaignier. zehirli gaz (Masque à gaz. Gaz asphyxiants,
Gauler des noix, des pommes). § Se faire gauler: lacrymogènes). § Bec de gaz: Sokak lambası,
argo. Kendini düzdürmek, ibnelik etmek, sokak feneri. Chambre à gaz: Gaz odası. Gaz en
gaulis er. Dal vermiş ağaç kütüğü, bouteilles: Tüp gaz. A pleins gaz: Tam gazla, son
gaullisme er. (Fransada) General D e Gaulle süratle (Voiture qui roule à pleins gaz). Tomber
politikasından yana olma, D e Gaulle'cülük. sur un bec de gaz: Şapa oturmak. Il y a de l'eau
gaullistes, vead. General D e Gaulle politikasından dans le gaz: mec. tkz. Hava elektrikli, bir patırtı
yana olan, D e Gaulle'cü. çıkacak.
gaulois,e s. ve ad. 1. Galyalı. 2. Galya ile ilgili, gazage er. Tülle kaplama, tüileme.
Galya'ya değgin. 3. er. Galya dili, keltçe. 4. s. gaze diş. 1. Tül (Un rideau de gaze). 2. (Yaraları
Açık saçık (Des propos gaulois. La conversation sarmada kullanılan) Gazh bez (Mettre une
prit un tour gaulois). S. Şakrak, şen (Il a l'esprit compresse de gaze sur la plaie).
gaulois). § Le coq gaulois: Galya horozu, Kelt gazé,es. vead. Zehirli gazla öldürülen (kimse) (Il y
horozu (Fransa'nın simgesi), a eu beaucoup de gazés pendant la Première
gauloise diş. Siyah tütünden yapılan sert bir Fransız Guerre Mondiale).
sigarası. gazéification diş. Gaz haline sokma, gazlaştırma,
gauloisement bel. Saçık saçık; şakrakça (Répondre gazéifier gçl. Gaz haline getirmek, gazlaştırmak;
gauloisement). gazlı hale getirmek,
gauloiserie diş. Açık saçık fıkra,söz (Raconter des gazéiforme s. Gaz halinde (olan),
gauloiseries). gazelle diş. /loyft.Ceylan,ceren, gazel. § Avoir des
gaupe diş. hlk. Pis kadın, pasaklı, yeux de gazelle: Ceylan gözlü olmak, çok güzel
gaurer. hayb. Yabansığırı. gözleri olmak,
gausser (se) gsz. 1. Alay etmek, matrak geçmek gazer gçl. 1. Tülle kaplamak, tüllemek. 2. mec.
(Vous vous gaussez!).!. Se gausser de: -ile alay Örtmek, gizlemek; örtülü, kaplı bir biçime
etmek, matrak geçmek (Tu te gausses de moi?). sokmak (Gazer son opinion). 3. Alevden
gazetier 656 geler

geçirmek, alazlamak. 4. Zehirli gazla öldürmek. murailles: Duvar gekosu. Gecko verrigueux:
5. gsz. Gaza basmak, son süratle gidmek (On a Yassıparmaklı geko).
gazé pour venir chez vous). § Ça gaze: İşler geckonidés er. ç. hayb. Gekogiller.
yolunda, işler tıkırında, işler iyi gidiyor, géhenne diş. I. Tamu, "cehennem. 2. İşkence. 3.
gazetier,ère ad. (Eskiden) Gazeteci, Büyük acı.
gazette diş. 1. Gazete. 2. mec. Çok konuşan, çenesi geignard,e s. 1. Ağlayıp sızlayan, ahlı oflu (Une
düşük kimse, musique geignarde). 2. ad. Ağlaşıp duran,
gazeux,euse s. 1. Gaz halinde olan (Corps gazeux, sızlanıp duran (C'est un geignard).
fluide gazeux). 2. İçinde erimiş gaz bulunan (Eau geignement er. 1. Ağlaşma, sızlanma, yakınma. 2.
gazeuse, boisson gazeuse). 3. diş. Gazoz. İnilti (Entendre un geignement lointain).
gazier,ère s. 1. Havagazına değgin (Industrie geindre gsz. 1. (Çalışırken) Ihlamak. 2. Ağlaşıp
gazière). 2. Havagazı görevlisi, gazcı. durmak, sızlanmak, yakınmak (Il ne cesse jamais
gazoduc er. Gaz boru hattı, de geindre). 3. İnlemek, iniltiler çıkarmak,
gazogène er. 1. Havagazı, yakacak gaz çıkaran fırın. geisha, ghesha diş. (Japonyada) Geyşa,
2. Gaz çıkaran aygıt, gel er. 1. Her şeyi donduran soğuk hava, don ( Le gel
g a z o l i n e ^ . Gazolin. persiste depuis trois jours). 2. Suların donması,
gazomètre er. 1. Havagazı deposu. 2. Gazölçer, donma (Les dégâts causés par le gel. Le gel a fait
gazometre. éclater les tuyauteries). 3. mec. Dondurma;
gazon er. 1. Çim, çimen (Semer du gazon, tondre du dondurulma (Gel des crédits).
gazon ; gazon anglais). 2. Çimenlik (Marcher, se gélatine rfiş. Jelatin,
coucher, s'allonger sur le gazon). gélatine,e s. Jelatinli.
gazonnant,e s. Çim meydana getiren, çimlik gélatineux,euse s. Jelatinsi (Confiture, sauce
(Plantes gazonnantes). gélatineuse).
gazonné,e s. Çimli, çimlerle kaplı (Un talus gélatiniforme s. Jelatini andıran (Tumeur
gazonné). gélatiniforme).
gazonnement, gazonnage er. Çimlendirme, çim gélatino-bromure, gélatino-chlorure er.
ekme (Le gazonnement d'une pente de (Fotoğrafçılıkta) Gümüş bromürlü jelatin,
montagne). gelé,e s. I. Donmuş (Rivière gelée, terre gelée). 3.
gazonner gçl. 1. Çimlendirmek, -e çim ekmek Çok üşümüş, donmuş (Avoir les pieds gelés). 3.
(Gazonner un jardin). 2. gsz. Çimlenmek, Dondurulmuş (Crédits gelés). § Etre gelé
çimlerle kaplanmak (Le prés gazonnent). jusqu'aux os: İliklerine kadar üşümek, çok
gazouillant,e s. 1. Cıvıldayan. 2. Şırıldayan üşümek, donmak,
(Ruisseau gazouillant). gelée diş. 1. D o n m a , don (Les premières gelées
gazouillement er. 1. Cıvıldama, cıvıltı (Le matinales. Le sol est durci par la gelée). 2. Jöle,
gazouillement des oiseaux). 2. Şırıldama, şırıltı pelte. § Gelée blanche: Kırağı. Gelée royale: A n
(Le gazouillement d'une source, d'un ruisseau). sütü.
gazouiller gsz. 1. Cıvıldamak (Les oiseaux geler gçl. 1. Dondurmak, buz haline getirmek (Le
gazouillent). 2. Şırıldamak (Un ruisseau qui froid gèle la buée des vitres. Un temps à geler le
gazouille). 3. mec. Cıvıl cıvıl konuşmak, gak guk mercure). 2. Dondurup sertleştirmek, kaskatı
etmek (Un bébé qui gazouille dans son berceau). yapmak (Le froid gèle le sol). 3. İçe işlemek, iç
gazouilleur,euse s. Bıcır bıcır konuşan, cıvıldaşan dokulara işlemek, dondurmak (Un froid qui gèle
(Un enfant gazouilleur). le nez et les oreilles, les mains et les pieds). 4. Geler
gazouillis er. 1. Cıvıltı (Les gazouillis d'une qn: Üşütmek, dondurmak (Ferme cette porte, tu
hirondelle). 2. Şırıltı (Le gazouillis d'un ruisseau). nous gèles). 5. mec. Dondurmak, sınırlarını
geai er. hayb. Alakarga. değişmez kılmak (Geler les crédits). 6. gsz.
géant,e ad. 1. D e v (Cet individu est un géant. Avoir Donmak, buz tutmak (La rivière a gelé, la lac a
une force de géant). 2. mec. Deha, dev (Les géants gelé pendant la nuit). 7. gsz. Donmak, buz
de la pensée, de l'art) . 3 .s. Kocaman, dev gibi, çok kesilmek (Les fruits, les bourgeons gèlent. Ses
büyük (Un arbre géant, un singe géant, un paquet oreilles ont gelé. Les soldats et les chevaux gelaient
géant). § A pas de géant: D e v adımlarıyla, çok hızlı surplace). 8. gsz. Çok üşümek, buz kesmek (On
( Marcher à pas de géant, avancer, progresser à pas gèle ici). § Il gèle: Hava don yapmış, don var,
de géant). ortalık donmuş. Il gèle à pierre fendre: Hava
gecko er. hayb. Geko, sakangur (Gecko des korkunç soğuk, herşey buz kesmiş, donmuş.
gélif 657 gêne

gélif,ve s. Dondan çatlamış (Arbres gélifs, pierres gemmifêres. 1. İçinde değerli taş cevheri bulunan.
gélives). 2. Tomurcuklu, tomurcuk veren. 3. Çam sakızı
gélification diş. Pelteleşme, veren ( Un pin gemmifère).
gélifier gçl. Pelteleştirmek. gemmiparité diş. Tomurcuk verme,
gelinotte diş. hayb. Dağtavuğu,fındıktavuğu,çil.2. tomurcuklanma; tomurcukluluk.
Besili küçük tavuk, budala, gemmule diş. 1. (Bitkide) İlk tomurcuk. 2. bitb.
gélivure diş. (Ağaçlarda, taşlarda) D o n çatlağı, Bitki taslağı sapçığı. 3. bitb. Büyüme ucu. 4. hayb.
gélose diş. Jeloz. Gemula.
gelure diş. hek. Dokuların donması, don, donuk, gémonies diş. ç. 1. Eski Romada idam edilenleri
gémeaux er. ç. gökb. 1. İkizler, ikizler takımyıldızı. sergiledikleri yer. § Vouer qn aux gémonies: Birini
2. İkizler burcu, yerin dibine batırmak, herkesin içinde rezil
gémellaire s. İkizliğe değgin, ikizlikle ilgili etmek.
(Grossesse gémellaire). gênant,es. 1. Sıkıcı, rahatsız edici (Il devient gênant.
gémellipare s. İkiz doğuran (Femelle gémellipare). Un regard gênant). 2. Engelleyici, ket vurucu; yer
gémelliparité diş. İkizlilik, ikizleri olma durumu; tutucu, tedirgin edici (Une armoire gênante).
ikiz doğurma, gencive diş. Dişeti (Avoir des gencives saines,
gémellité İkizlik. malades). § En prendre un coup dans les gencives:
gémination diş. 1. Çifte çifte olma, ikişerleşme, Ağzına bir yumruk yemek ; ağzına sıçılmak, esaslı
ikizleşme. 2. dilb. İkileme, bir hakarete uğramak,
géminé,e s. İkişerli, çifte çifte (Fenêtres géminées, gendarme er. 1. Jandarma (Il a été arrêté par les
colonnes géminées. Noyaux géminés, organes gendarmes). 2. tkz. Erkek tavırlı kadın. 3.
géminés). (Değerli taşlarda) Kusur. 4. hlk. İslenmiş ringa
géminides diş. ç. gökb. İkizler yağmuru, balığı. § Chapeau de gendarme: Er şapkası
gémir gsz. 1. İnlemek, inildemek (Un malade qui biçiminde kâğıttan şapka. Dormir en gendarme:
gémit). 2. İnler gibi bir ses çıkarmak (Le vent Tilki uykusuna yatmak, uyur gibi yapıp
gémissait dans les arbres). 3. (Kumru ve güvercin uyumamak. Faire le gendarme: Herkesin başına
için) Ötmek, kuğurmak (La colombe, la kâhya kesilmek, her işe olur olmaz karışmak.
tourterelle gémissent). 4. Gıcırdamak (La porte Jouer au gendarme et au voleur: Hırsız polis
gémit, le lit gémit). S. Gémir sous, dans, sur qch: oynamak.
-altında inlemek, -den anası ağlamak ( Gémir sous gendarmer (se) gsz. 1. Diklenmek, gerekli gereksiz
la tyrannie, sous l'oppression. Gémir dans les fers. kızmak. 2. Se gendarmer contre: -e birdenbire
Gémir sur la paille des cachots). 6. Gémir de qch, kızmak, parlamak,
de f. qch: -den yakınmak, sızlanmak (Gémir de gendarmerie diş. 1. Jandarma kuvvetleri,
sonsort). 7. gçl. Sızlanarak söylemek (Gémirune jandarma. 2. Jandarma dairesi, jandarma
plainte). karakolu,
gémissant,e s. 1. İnleyen, inildeyen; sızlayan gendelettre er. tkz. alay. Edebiyatçı,
(Parler d'une voix gémissante). 2. Gıcırdayan gendre er. Damat.
(Les grands chars gémissants). gêne diş. 1. (Eskiden) İşkence. 2. Güçlük, sıkıntı
gémissement er. 1. İnleme, inilti (Pousser des (Eprouver une gêne à respirer). 3. Rahatsızlık,
gémissements de douleur). 2. Sızlanma, sızlanış sıkıntı; rahatsız etme, sıkıntıya sokma (Je ne
(Sa poésie n'est qu'un gémissement). 3. voudrais vous causer aucune gêne. Il n'y a pas de
Kuğurdama (Le gémissement de la tourterelle). gêne entre amis). 4. Utanma, sıkılma, çekinme
gemmage er. Çentikleme (Gemmage des pins). (J'éprouve une certaine gêne devant lui. N'ayez
gemmation diş. bitb. 1. Tomurcuklanma. 2. aucune gêne). 5. Soğukluk (llyaeu un moment de
Tomurcuklanma dönemi, gêne et de silence). 6. Para sıkıntısı, yoksulluk
gemme diş. 1. Değerli taş, "mücevher. 2. (Payer ses dettes et sortir de la gêne). §Sansgêne: 1.
Tomurcuk. 3. Çam sakızı. § Sel gemme: Kaya Yüzsüz, patavatsız (Un homme sans gêne). 2.
tuzu. Umursamadan, rahatça, fütursuzca (Agir, parler
gemmé,e s. Değerli taşlarla süslenmiş, "murassa, sans gêne). 3. er. Yüzsüzlük, patavatsızlık (Le
gemmer gçl. 1. (Sakızını almak için çamları) sans-gêne). Avoir de la gêne à f. qch: -mekte
Çentiklemek. 2. gsz. Tomurcuklanmak, güçlük çekmek, sıkıntı çekmek (Il a de la gêne à
gemmeur s. ve ad. Çam çentikleyici (Ouvrier avaler). Etre, se trouver dans la gêne: Para
gemmeur). sıkıntısı içinde olmak, yoksul olmak. Mettre qn
gène 658 générosité

dans la gêne: -i para sıkıntısına sokmak. Mettre qn généraliser gçl. 1. Genelleştirmek, yaygınlaştırmak
à la gêne: Rahatsız etmek, sıkıntıya sokmak, (Généraliser une méthode, sa pensée). 2.
tedirgin etmek, Genelleme yapmak (lia tendance à généraliser). §
gène er. bitb. G e n , "buyrut (Gène dominant, gène Se généraliser: Genelleşmek; yaygınlaşmak,
récessif). yayılmak (Le progrès technique se généralise de
généalogie diş. 1. 'Soyağacı, "şecere (Faire dresser plus en plus. L'infection a eu le temps de se
la généalogie d'un individu, d'une famille). 2. généraliser).
Soybilim. généralissime er. Başkomutan, başbuğ,
généalogique s. Soyağacına değgin, soyla ilgili. § généraliste s. ve ad. Genel tıp doktoru, pratisyen,
Arbre généalogique: Soyağacı, "şecere (L'arbre uzmanlığı olmayan doktor,
généalogique des Ottomans). généralité diş. 1. Genellik. 2. Çoğunluk, halk
généalogiste er. Soy kütükleri bilgini, 'soybilimci. çoğunluğu (La puissance exécutrice ne peut
génépi er. Yüksek dağlarda yetişen ıtırlı bitkilerin appartenir à la généralité). 3. La généralité de: -in
genel adı. çoğunluğu, -in çoğu (C'est l'opinion de la
gêner gçl. 1. (Eski) İşkence etmek. 2. Rahatsız généralité des hommes. Dans la généralité des cas).
etmek (La fumée me gêne). 3. Sıkmak, dar 4. ç. Genel sözler, yuvarlak sözler (Dire des
gelmek, rahatsız etmek (Ce costume est étroit, il généralités. Se perdre dans les généralités).
me gêne. Ces chaussures vont vous gêner un peu au générateur, trice s. Doğurucu, yaratıcı
début). 4. Ket vurmak, engellemek, işini (Mouvement générateur de désordres).
güçleştirmek (Le manque de temps me gêne). 5. générateur er. 1. Buhar kazam. 2. fiz. Üreteç,
Tedirgin etmek, rahatsız etmek, sıkıntı vermek "Jeneratör,
(Je crains de vous gêner en m'installantchez vous). génératrice diş. mat. Anaçizgi, ana doğru.
6. Bozmak (Gêner les intérêts de quelqu'un). 7. génératif,ve s. dilb. Üretici,
Para sıkıntısına sokmak, sıkıntıya sokmak, güç génération diş. 1. bitb. hayb. D ö l . 2. Üreme
duruma düşürmek (Cette dépense ne va-t-elle pas (Génération par accouplement, par insémination
vous gêner en ce noment?). § Se gêner: 1. artificielle. Organe de la génération chez les
Utanmak, çekinmek, sıkılmak (Faites comme animaux). 3. Kuşak, "nesil (La jeune génération,
chez vous, ne vous gênez pas). 2. Kendini biraz la nouvelle génération, une génération sacrifiée.
sıkmak, sıkıntıya sokmak (Il faut savoir se gêner Cela passera de génération en génération).
un peu si on veut mettre de l'argent de côté). générer gçl. dilb. Üretmek,
général,e s - 1- Genel (Amnistie générale, notion généreusement bel. 1. Cömertçe, bol bol (Verser
générale, idées générales, culture générale, grève généreusement à boire). 2. Mertçe, yiğitçe ( Lutter
générale). 2. Büyük, yüksek dereceli (Fermiers généreusement pour une cause noble). 3. Yüce
généraux, officiers généraux). 3. er. Genel gönüllülükle (Se conduire généreusement envers
(Conclure du particulier au général). 4. diş. un vaincu).
(Tiyatroda) Genel prova ( E t r e invité à la générale généreux, euse s. 1. Eli açık, vergili, cömert (Les
d'une pièce). § En général: bel. Genel olarak; gens généreux font de mauvais commerçants). 2.
genellikle. Mert, bağışlayıcı, yüce gönüllü, "civanmert
général er. 1. General (Général de brigade, de (Vainqueur généreux envers le vaincu). 3.
division, de corps d'armée, d'armée). 2. (Kimi Yürekli, cesur, gözüpek (Il est vraiment généreux
hıristiyan tarikatlarında) Başkan (Le général des dans la lutte). 4. Verimli, bitek (Une terre
Jésuites, des Dominicains). généreuse). S. Yüksek nitelikli, iyi cins (Un vin
généraiat er. 1. Generallik. 2. (Hıristiyan généreux). 6. B o l (Un repas généreux). § Coursier
tarikatlarında) Başkanlık, généreux: Soy at.
générale diş. 1. General karısı (Madame la générique s. 1. Cinse değgin; cinsil. 2. er.
générale). 2. ask. Toplanma borusu, (Sinemacılıkta) Tanıtma yazısı; bir filmde emeği
généralement bel. Genel olarak; genellikle, geçen yapımcı, yönetmen ve oyuncuların adlarını
généralisable s. Genelleştirilebilir (Mesures belirten dizelge.
généralisables). générosité diş. 1. El açıklığı, cömertlik (La
généralisateur,trice s. Her şeyi genelleştiren, générosité est si sacrée chez ce peuple qu'il est
genelleştirici (Il a l'esprit généralisateur). permis de voler pour donner). 2. Gönül yüceliği,
généralisation diş. Genelleştirme, yaygınlaştırma "civanmertlik, bağışlayıcılık (Faire preuve de
(Généralisation d'un conflit). générosité envers un ennemi vaincu). 3.
genèse 659 genre

Yüreklilik, yiğitlik. 4. Bolluk (La générosité d'un Tu as le génie du mal). Etre le bon génie de qn: -in
pourboire). 5. Verimlilik (Générosité d'une sevdiği kişi olmak (Tu es le bon génie du chef).
terre). 6. ç. İyilik, kayra, "ihsan, "lütuf (Il aime à Etre le mauvais génie de qn: -in sevmediği kişi
faire des générosités). olmak (Cet homme a été le mauvais génie de son
genèse diş. 1. (Eski Ahit'de) Yaratılış,"tekvin.2. patron).
mec. Türüm, oluş, "tekevvün; doğuş (La genèse genièvre er. 1. Ardıç. 2. Ardıç içkisi,
d'une idée, d'un sentiment, d'une oeuvre d'art). génique s. bitb. Genlerle ilgili, jenlere değgin,
génésiaque s. Doğuşla ilgili, oluşla ilgili, gensel, jensel (Carte génique des chromosomes).
génésique s. Dölle ilgili, cinselliğe değgin, cinsel génisse diş. Henüz doğurmamış genç inek, düve.
(Instinct génésique). génital,e 5. Cinsel (Organes génitaux. La vie
genet er. İspanyol aygırı, génitale).
genêt er. bitb. Katırtırnağı, géniteur, trice ad. 1. Doğuran, doğurucu (Nos
généticien,ne ad. Kahtımbilim uzmanı, géniteurs: Bizi doğuranlar, ana babamız). 2. er.
'kalıtımbilimci, "genetikçi, Tohumluk (hayvan),
génétique s. ve diş. 1. s. fels. 'Oluşul, oluşla ilgili, génitif er. dilb. Tamlayan durumu, ad
oluşa değgin, "tekevvünî. 2.5. biy. Kalıtıma tamlamasında -in durumu,
değgin, katıhmsal. 3. diş. 'Kahtımbilim (La génocide er. Toplu öldürme, toptan öldürme,
génétique étudie les caractères héréditaires et les 'soykırım (L'extermination des Juifs parles Nazis
variations accidentelles). est un génocide).
génétiquement bel. Genetik olarak; genetik génois,e s. ve ad. I. Cenovah, Cenova'ya değgin;
bakımından, Cenevizli. 2. diş. Bademli kuru pasta,
genette diş. hayb. Misk kedisi, jenet. génotype er. biy. Jenotip, 'soyyapı.
gêneur,euse ad. Sıkıcı, rahatsız edici, tedirgin edici, genou er. 1. Diz (Prendre un enfant sur ses genoux.
genévrier er. bitb. Ardıç, ağacı (Genévrier à Tomber sur les genoux. Un pantalon usé aux
l'ensens: Günlük ardıcı, ispanyol ardıcı. genoux). 2. (Mekanikte) Oynar eklem. § Agenou:
Genévrier oxycèdre: Katran ardıcı). Diz üstü, diz çökerek (Etre à genou, prier à
génial,e s. 1. Dahice, çok üstün, çok parlak (Une genou). Demander qch à genoux, à deux genoux:
idée géniale, une invention géniale). 2. Dâhi, deha Yalvarıp yakarararak bir şey istemek, dilemek
sahibi (Un savant génial, un artiste génial). (Demander pardon à genoux). Etre, tomber aux
génialement bel. Çok ustaca, çok üstün bir şekilde genoux de qn: in ayağına düşmek, ocağına
(Un concerto génialement interprété. Une oeuvre düşmek. Etre sur les genoux: Çok yorgun olmak,
génialement traduite). ayakta duracak hali olmamak. Faire du genou à
génlalité diş. Dâhiyanelik; ekelik, dâhilik, qn: Bacağını -in bacağına sürmek, diziyle -in
génie er. 1. (Söylencelerde) Doğaüstü yaratık, dizine vurmak (Faire du genou à une femme sous
olağanüstü yaratık, tanrı (Le génie des airs, le la table). Fléchir, plier, ployer le genou devant qn:
génie des bois). 2. Melek, peri, cin (Génie -in karşısında diz çökmek; dize gelmek. Se mettre
protecteur, bon génie, mauvais génie). 3. D e h a , à genou: Diz çökmek,
üstün yetenek, 'ekelik (Génie poétique, génie genouillère <% 1. Dizlik. 2. Dizbağı. 3. (Borularda)
musical. Le génie est sans commune mesure avec le Dirsek.
talent). 4. Dâhi, üstün yetenekli, eke ( Lucrèce fut genre er. 1. bitb. Cins (Plusieurs expèces voisines
un génie. Il se prend pour un génie). 5. Ayırıcı forment un genre). 2. Çeşit, tür (Quel genre de
özellik, ayrıcı nitelik ( L e génie d'une langue, d'un chapeau désirez-vous? Je n'aime pas ce genre de
peuple, d'un pays). 6. ask. İstihkâm sınıfı; lunettes. On peut y trouver des vêtements de tout
istihkâmcılık (Un soldat du génie. Il a fait son genre). 3. Tarz, biçim (Le genre de vie). 4.
service dans le génie). § Génie civil: 1. İnşaat (Edebiyat ve sanatta) Tür (Genre dramatique,
mühendisliği. 2. Mühendisler kurulu. De génie: 1. genre anecdotique, genre épistolaire. Les genres
Dâhi, çok üstün nitelikli (Un peintre de génie). 2. littéraires). 5. dilb. Cins, cinslik (Le genre
Dâhice, üstün (Une oeuvre de génie, une idée de masculin, le genre féminin). 6. Davranış, "tavır (Il
génie, une découverte de génie). 3. Eşsiz a un genre prétentieux, un genre déplaisant). §
olağanüstü, şaşırtıcı (C'est un moqueur de génie). Avoir bon genre: Nasıl davranacağım bilmek,
Avoir le génie de qch: -de eşsiz olmak, üstüne terbiyeli ve nazik olmak, davranışlarında seçkin
olmamak, -in ustası olmak (Il a le génie du ve dengeli olmak. Avoir un mauvais genre, un
commerce. Cet enfant a le génie de la destruction. drôle de genre: Tuhaf davranışları olmak. Etre
gens 660 géométral

unique dans son genre: Kendi alanında, kendi de gentillesses). § Avoir la gentilsesse de f.qch:
türünde eşsiz olmak. Faire du genre, se donner du -mek inceliğini göstermek (H a eu la gentillesse de
genre: Yapmacık tavırları olmak, yapmacıklı m'accompagner jusqu'à la gare). Faire à qn la
davranmak. gentillesse de f. qch: Birine -mek lütfunda
gens er. ç. (Bu sözcükten önce gelen bütün sıfatlar bulunmak (Faites-moi la gentillesse d'accepter).
"Les vieilles gens" örneğindeki gibi dişil olur. gentillet,te s. 1. Oldukça sevimli (Un roman
A m a bu sözcükten önce gelen sıfat eril iken bile gentillet). 2. Küçük ve sevimli, cici.
"e" ile sona eriyorsa, ondan önceki sıfatlar da gentiment bel. 1. Kibarca, incelikle (Ilm'a accueilli
"Tous les braves gens" örneğindeki gibi eril olur). très gentiment). 2. Uslu uslu (Les enfants
I . Kişi, insan, kimse (Il connaît beaucoup de gens. s'amusent gentiment).
Il y a des gens qui exagèrent. Seules, certaines gens gentleman er. İng. Çelebi, efendi, centilmen,
savaient ce qui se passait). 2. Yandaşlar, adamlar gentleman's agreement [dzcnttemensagximcnt] er.
(Ce sont nos gens). 3. huk. Uluslar, devletler İng. Centilmen anlaşması,
(Droit des gens: Uluslar, devletler hukuku). § gentry diş. İng. İngilterede armalı ama ünvansız
Gens de: -mensupları, adamları (Gens d'église: soylular sınıfı,
Kilise mensupları, papazlar, rahipler. Gens de génuflecteur, trice s. ve ad. Dalkavuk, yaltakçı,
lettres: Edebiyatçılar. Gens de maison: génuflexion diş. 1. (Saygı yada hayranlık belirtisi
Hizmetçiler. Gens d'épée: Soylular. Gens de robe: olarak) Diz çökme. 2. mec. Diz çöküp yalvarma;
Yargıçlar. Gens d'affaires: İş adamları. Gens de dalkavukluk, yaltakçılık,
mer: Gemiadamlan. Gens de sac et de corde: İpten géocentrique s. gökb. Yermerkezli; yer merkezine
kazıktan kurtulmuşlar). göre düzenlenen, hesaplanan, ölçülen
gens diş.(Eski Roma'da) Aynı atadan gelen eski bir (Mouvement géocentrique d'une planète, système
köke dayanan geniş aile , uruk. astronomique géocentrique).
gent diş. (Eskimiştir. Daha çok alaylı anlamda géocentrisme er. Yermerkezcilik. Yeri evreninin
kullanılır) "Millet, ulus, soy, ırk (La gent merkezi sayma kuramı,
féminine: Kadın milleti. La gent masculine: Erkek géode diş. coğr. 1. İçi billurlu yumru, içinden güzel
milleti. La gent marécageuse: Kurbağa milleti, billurların çıktığı bir yumrutaş. 2. yerb. Jeot,
kurbağalar. La gent moutonnière: Koyunlar). kovuk.
gentiane diş. bitb. Centiyan, kızıl kantaron, géodésie diş. gökb. Yer ölçme bilgisi,
gentianées diş. ç. bitb. Centiyangiller, kızıl •yerölçümbilim.
kantaronlar. géodésien er. Yerölçümü bilgini, *yerölçümcü.
gentil er. 1. (Yahudilere göre) Yad, yabancı. 2. géodésique s. Yerölçümüne değgin, *yerölçümsel.
(Hıristiyanlara göre) Kâfir, dinsiz, payen, géographe ad. Coğrafyacı,
gentil,le s. 1. Sevimli, hoş, güzel, zarif (Une robe géographie diş. Coğrafya,
gentille, cette petite est gentille, une gentille géographiques. Coğrafyaya değgin, "coğrafi (Carte
statuette). 2. Kibar, nazik (Vous êtes très gentil). 3. géographique).
Uslu (Les enfants sont restés bien gentils toute la géographiquement bel. Coğrafi bakımdan,
journée). 4. (Eskiden) Soylu. § Etre gentil avec géoland er. hayb. Küçük martı,
qn, pour qn: -e karşı çok kibar davranmak (Il est gedle diş. Cezaevi, tutukevi, kodes (ila été jeté dans
toujours gentil avec moi, pour ses camarades). une sombre geôle).
gentilhomme er. 1. (Eskiden) Soylu kişi. 2. Kibar geôlier,ère ad. Gardiyan, zindancı,
adam, centilmen (Agir, se conduire en géologie diş. Yerbilim, "jeoloji,
gentilhomme). § Vivre en gentilhomme: İşsiz géologique s. "Yerbilimsel, yerbilime değgin,
güçsüz yaşamak, "jeolojik (Etude géologique d'une région, d'un
gentilhommerie diş. 1. Soylukişilik. 2. Soylu kişiler, terrain).
soylular topluluğu, géologiquement bel. Yerbilimsel açıdan,
gentilhommière diş. (Kırda) Konak, köşk, küçük yerbilimsel olarak,
soylu konağı, géologue er. Yerbilim uzmanı, "yerbilimci,
gentilité diş. Payen toplulukları, géomancie diş. Toprak falı.
gentillesse diş. 1. Sevimlilik, hoşluk, güzellik (La géomancien,ne ad. Toprak falcısı,
gentillesse d'un petit enfant, d'un bibelot). 2. géométral,e s. Boyutları gerçek büyüklükte yada
İncelik, kibarlık, naziklik (Il abuse de notre birbirine göre orantılı olarak gösteren (Plan
gentillesse). 3. Kibar sözler, "iltifat (Il m'a comblé géométral, dessin géométral, coupe géométrale).
géomètre 661 germanophobe

géomètre er. 1. Geometri bilgini, geometrici. 2. diş. (Gerber les blés). 2. İstif etmek (Gerber les
hayb. Bir pervane cinsi, gece kelebeği, tonneaux).
géométrie diş. Geometri (Géométrie dans l'espace: gerbeur, euse s. 1. D e m e t l e m e y e yarayan. 2. diş.
Uzay geometri. Géométrie descriptive: Tasarı Mahzende şarap fıçılarını istif etmekte kullanılan
geometri. Géométrie plane: Düzlem geometri). kaldırma aygıtı,
géométrique s. 1. Geometriye değgin, geometrik gerbier er. D e m e t yığını.
(Espace géométrique, figure géométrique). 2. gerbière diş. Ekin demetlerini taşıma arabası, sap
mec. Düzgün, geometrik biçimlerden oluşmuş arabası.
(Ornementation géométrique). gerboise diş. hayb. Sibirya sıçrayan tavşanı, Arap
géométriquement bel. 1. Geometri yoluyla tavşanı.
(Démontrer, prouver géométriquement). 2. mec. gerce diş. 1. Çatlak. 2. Bir çeşit güve.
Kesin olarak, kesin ve bilimsel bir biçimde, gercement er. Çatlama, çatlaklarla kaplanma (Le
géomorphologie diş. coğr. Jeomorfoloji, gercement de la terre desséchée).
"yerbiçimbilim. gercer gçl. 1. Çatlatmak, yarıklar açmak (Un froid
géomydes er. ç. hayb. Keseli-avurtlugiller, avurdu- vif qui gerce les mains). 2. gsz. Çatlamak, çatlak
keseligiller. çatlak olmak (Des lèvres qui gercent). § Se gercer:
géophage s. ve ad. Toprak yiyici, toprak yiyen, Çatlamak, çatlak çatlak olmak (Mains qui se
géophile er. hayb. Bir çıyan cinsi, gercent).
géophyte diş. bitb. Yercil bitki, gerçure diş. Çatlak, çatlaklık (Il avait des gerçures
géophysicien,ne ad. Jeofizikçi, aux mains. L'écorce d'un arbre couverte de
géophysiques, ve diş. Jeofizik, gerçures).
géopolitiques, ve diş. Jeopolitik, gérer gçl. 1. Y ö n e t m e k (Gérer son capital, sa
géorgie diş. Gürcistan. fortune). 2. Başkasının adına yönetmek, vekil
géorgien,nes. vead. 1. Gürcü. 2.er. Gürcüce,gürcü olarak bakmak (Gérer les biens d'un enfant
dili. mineur). 3. -in müdürlüğünü yapmak (Gérer un
géorgique s. Çiftlik üzerine, çiftçilikle ilgili (Poème hôtel, un magasin).
géorgique). gerfaut er. hayb. Akdoğan, sungur,
géosynclinal er. coğr. Jeosenklinal, *yer teknesi, gériatrie diş. Yaşlanma ile ilgilenen tıpdalı, geriatri.
géothermie diş. Yeriçi ısısı, germain,e s. vead. l . s . Cermenyaya değgin. 2. ad.
géothermiques. Yeriçi ısısına değgin, Cermen, Cermenyalı, Cermen ırkından olan.
géotropisme er. bitb. hayb. Yereyönelim, germain,e s. Aynı ana ve babadan doğmuş, ana
yeredoğrulum. baba bir (Frères germains). § Cousins germains:
gérance diş. Birinin adına işleri yönetme, vekil Kardeş çocukları, yeğenler. Cousins issus de
olarak bir işe bakma, yönetme, yönetim (Gérance germains: Kardeş torunları,
d'une entreprise, d'une société commerciale). germandrée diş. bitb. Kurtluca, yer palamudu, yer
géraniacées diş. ç. bitb. Sardunyagiller, meşesi.
turnagagasıgiller. germanique s. 1. Cermenya'ya ve Almanya'ya
géranium er. bitb. Sardunya, değgin (Les pays latins elles pays germaniques). 2.
gérant,e ad. Bir başkası adına işleri yürüten Cermenlere, Almanlara değgin (Langues
yönetici, "müdür (Gérant d'un magasin, d'un germaniques). 3. ad. Cermen ırkından gelen,
hôtel). § Gérant d'un journal: Bir gazetenin Cermen, Alman. 4. er. Cermence,
sorumlu müdürü, yazı işleri müdürü, germanisation diş. Cermenleştirme,
gerbage er. Demetleme (Gerbage des blés). Almanlaştırma.
gerbe diş. 1. Ekin demeti, demet ( U n e gerbe de blé, germaniser gçl. Cermenleştirmek,
d'avoine). 2. Uzun saplı kesilmiş çiçekler demeti Almanlaştırmak (Germaniser un pays, un mot).
(Offrir une gerbe à une mariée. Gerbe de roses, germanisme er. Alman şivesi, Alman ağzı,
gerbe d'osier). 3. Fışkırıp demet şeklini alan su vb. Almancaya özgü anlatım ve deyim,
(Le plongeur souleva une gerbe d'eau et d'écume. germaniste ad. Cermen dilleri ve Cermen hukuku
Le feu d'artifice retombait en gerbes colorées). 4. uzmanı.
Benzer şeyler dizisi, benzer şeyler demeti (Une germanophile s. ve ad. Alman dostu, Almansever.
gerbede faits, depreuves). § Mettre qch en gerbes: germanophilie diş. Alman dostluğu,
-i demet haline getirmek <Mettre le blé en gerbes). Almanseverlik.
gerber gçl. 1. Demetlemek, demet haline getirmek germanophobe s. ve ad. Alman düşmanı,
germanophobie 662 gibier

Almansevmez. Kahramanlık destanı). 2. Davranış. § Faits et


germanophobie diş. Alman düşmanlığı, gestes de qn: Birinin gidiş ve davranışı (La police
Almansevmezlik. interrogea le prévenu sur ses faits et gestes).
germe er. 1. biy. bitb. Çim, tohum filizi (Germes de geste er. 1. El, kol yada baş hareketi (Faire des gestes
blé, d'orge. Oter les germes de pommes de terre). 2. enparlant. S'exprimer par gestes. Il a fait un geste
Tohum (Un germe se développe). 3. Tohum özü, de refus). 2. Çalım, jest; soylu davranış, yüce
cücük, oğulcuk, "rüşeym (Legerme d'un oeuf, du gönüllülük (Allons, faites un geste. Faire un beau
blé). 4. Mikrop (Il est porteur de germes de la geste). § Avoir le geste large: Eli açık olmak,
tuberculose). 5. N e d e n , kaynak, köken (Legerme cömert olmak. Joindre le geste à la parole: Sözüyle
d'une maladie, germe d'une crise économique. La davranışları birbiri ni tutmak. N'avoir qu'un geste
jalousie est un germe de discorde). à faire pour: -için şöyle bir davranması yetmek,
germen er. biy. Jermen, germen gözesi, "tenasül çok kolayca yapabilecek durumda olmak, şöyle
hücreleri. bir elini sallasa yetmek,
germer gsz. 1. Çimlenmek, filizlenmek (Les blés gesticulant,e s. El, kol hareketleri yapan (Foule
commencent à germer. Les haricots ont germé). 2. gesticulante et hurlante).
mec. Filizlenmek, ürünlerini vermek (Cette idée gesticulation diş. El, kol ve baş hareketleri yapma
commence à germer dans les esprits). (Evoquer, exprimer quelque chose par la
germinal er. Fransız devrimi takviminde yedinci ay gesticulation).
(21 Mart-18 Nisan), gesticuler gsz. El, kol ve baş hareketleri yapmak (Il
germinal,e s. biy. Tohuma değgin; tohum özüne, gesticule sans arrêt. Gesticuler en parlant).
oğulcuğa, cücüğe değgin, gestion diş. (Başkasının hesabına yada kendi
germinateur, trice v. bitb. Çimlendirici. hesabına) Y ö n e t m e , çekip çevirme (Gestion d'un
germinatif,ive s. Çimlenmeye değgin, filizlenmeye patrimoine, d'une fortune, de certains fonds).
değgin. gestionnaire s. 1. Yönetmeye değgin, çekip
germination diş. Çimlenme, filizlenme, çevirmeyle ilgili. 2. er. Vekilyönetici, iş vekili,
germoir er. 1. (Bira fabrikalarında) Çimlenme yeri, geyser er. yerb. Kaynaç, "gayzer,
çimlendirme yeri (Germoir d'une brasserie). 2. ghetto er. 1. (Eskiden bütün Avrupa kentlerinde)
T o h u m kabı. Yahudi mahallesi, geto (L'extermination du
gérondif er. dilb. Ulaç, bağ-fiil. ghetto de Varsovie). 2. Bir azınlığın başka
gérante er. Gülünç ihtiyar, pinpon, topluluklardan yahtdıp ayn bir yaşam sürmeye
gérontisme er. Yaşlılık bunaması, bunaklık, zorlandıkları yer, geto (Aux Etats-Unis, les Noirs
gérontocratie diş. Yaşlılar yönetimi, yönetimin habitent souvent de véritables ghettos).
yaşldann elinde olması, giaour er. Gâvur.
gésier er. 1. (Kuşlarda) Konsa, katı, taşlık. 2. hlk. gibbeux,euse s. 1. Kambur; hörgüçlü (Le dos
Mide, kursak, karın, gibbeux d'un chameau). 2. Kabarık, tümsek,
gésir gsz. 1. Yatmış olmak, yatmakta olmak (La gibbon er. hayb. Kuyruksuz şebek, gümüşi jibon. §
malade gît sur son lit. Ses habits gisaient sur le Gibbon agile: Çevik jibon.
plancher). 2. Bulunmak, yer almak (C'est là que gibbosité diş. 1. Kamburluk, hörgüçlülük. 2.
gît la difficulté). § Ci-gît...: Burada... Kabarıklıhk, tümsek,
yatmaktadır, gömülüdür (Ci-gît Beaudelaire). gibecière diş. 1. (Eski) Dağarcık. 2. (Eski) Çanta. 3.
gesse diş. bitb. Fiğ. Avcı yada balıkçı çantası,
gestapo diş. Gestapo, Nazi Almanya'da siyasal gibelet er. Küçük burgu.
polis. gibelin e. (Eskiden, İtalya'da) Alman
gestation <% 1. Gebelik (La gestation dure environ İmparatorluğu yanlısı,
onze mois chez la jument. Gestation de la femme). gibelotte diş. A v hayvanı yahnisi (Gibelotte de
2. mec. Hazırlanma, yaratma, yaratmak için lapin).
gerekli çalışmaları yapma (La gestation d'un giberne <% Palaska kötüğü, fişek çantası. § Avoir le
poème, d'un roman. Une oeuvre en gestation). bâton de maréchal dans sa giberne: Yükselmek,
gestatoire s. Chaise gestatoire: Papanın elle taşınan yüksek mevkilere geçmek olanağı bulunmak,
sandalyesi. gibet er. 1. Darağacı (Condamner, envoyer un
geste diş. 1. Ortaçağda, bir kişinin criminel au gibet). 2. İşkence yeri. § Le gibet du
kahramanlıklarını anlatan destan, kahramanlar Christ: Çarmıh,
için düzülen destan (Chanson de geste: gibier er. 1. A v hayvanı (La Turquie abonde en
giboulée 663 giron

gibier. Gibier à plume, gibier à poil. Faire lever le zayıf kız, sınk gibi kız. Danser la gigue: Dans
gibier). 2. Av eti (Manger du gibier). 3. mec. etmek, tepinip durmak,
Kurbanlık kimse, kandırılmaya çalışılan zavallı. § gilet er. 1. Yelek (Porter un gilet, boutonner son
Gibier de potence: İpten kazıktan kurtulmuş, gilet, être en gilet). 2. İç yelek (Un gilet de coton, de
idam kaçkını, flanelle). 3. Uzun kollu, önü açık kadın hırkası
giboulée diş. Çok kez dolu yada karla karışık sağnak (Elle portait un gilet sur sa robe). § Venir pleurer
(Les giboulées de mars). dans le gilet de qn: Birine ağlayıp sızlanarak
giboyeux,euse s. Avı bol, av bakımından zengin ( Un yakınmak ve ondan bir avuntu bulmaya çalışmak.
pays giboyeux). giletier,èread. Yelekçi,
gibus er. Yaylı silindir şapka, güle er. Bön, aptal.
giclée diş. *Sıçrantı, sıçrayıp saçılan sıvı, 'saçıntı, gimblette diş. Küçük simit, halka (Manger des
giclement er. Sıçrayıp saçılma, saçılma, fışkınp gimblettes).
atma (Giclement du sang). gin [d3İn] er. Cin (içki) (Boire du gin).
gider gsz. 1. Zifos halinde saçılmak ( L a boue a giclé gindre, gejndre er. Hamurcu, hamurkâr.
sur les passants). 2. Sıçrayıp saçılmak, fışkınp gingembre er. Zencefil,
akmak (Le sang giclait de sa blessure). gingival,e s. Diş etlerine değgin,
giclet er. bitb. Eşekhıyan. gingivite hek. D i ş etleri yangısı.
gicleur er. Karbüratörde benzin püskürteci, jikle, ginguet,te s. 1. Ekşimsi, ekşimtrak (Vin ginguet).
gifle diş. 1. Tokat, sille, şamar (Donner, flanquer 2.Değersiz, düşük ucuz cinsten (Habit ginguet). 3.
unegifleàqn: -ebirtokatatmak. Recevoir une gifle Basit, ciddilikten uzak (Un esprit ginguet). 4. er.
de qn: -den bir tokat yemek). 2. mec. Hakaret, Ucuz ve kötü şarap (Boire du ginguet).
darbe, tokat (Mon succès a été pour lui une vraie giorno (à) [adzonnojbel. İt. Gündüz gibi (Eclairage
à giorno).
gifle)-
gifler gçl. Tokatlamak, şamar indirmek, sille atmak girafe diş. 1. hayb. Zürafa. 2. gökb. Zürafa, bir
(Gifler un insolent). takımyıldızın adı. 3. (Sinema ve radyoda)
gigantesque s. 1. Kocaman, dev gibi (lia une taille Mikrofon kolu. 4. hlk. Uzun boylu ve sıska adam.
gigantesque. Un arbre gigantesque, un édifice § Peigner la girafe: Uzunboylu ve gereksiz iş
gigantesque). 2. mec. Çok büyük, dev işi; us yapmak, boşuna çalışmak,
almaz, şaşırtıcı (Une oeuvre gigantesque, une girafeau er. hayb. Zürafa yavrusu,
entreprise gigantesque; une bêtise gigantesque). girandole diş. 1. Fıskiye. 2. Çarkıfelek fişeği. 3.
gigantesquement bel. Dev gibi, devce, Kollu şamdan. 4. Elmaslı küpe.
gigantisme er. 1. Aşırı irileşme hastalığı. 2. mec. giration diş. Fırdolayı dönüş,
Aşırı gelişme, devleşme, giratoire s. Fırdolayı dönen, "çembersel
gigantomachie diş. (Söylencede) Devlerin (Mouvement giratoire). § Sens giratoire: Değirmi
tanrılarla savaşı, bir yol kavşağında yada bir engel karşısında
gigogne diş. Kukla tiyatrosu kişilerinden birinin adı arabalann izlemek zorunluğunda bulunduğu
olup şu deyimlerde geçer: Mère Gigogne: Çok yön.
çocuklu ana. Table Gigogne: Birbirinin içine giraıunont, giraumon er. Helvacı kabağı,
geçecek biçimde boy boy yapılmış sehpalar girelle diş. İstrongilos balığı. § Girelle paon:
takımı. Gündüz balığı,
gigolo er. Yaşlı kadınların parayla tuttukları genç girie diş. tkz. Cilve, işve. § Faire des giries: Cilve
âşık, tokmakçı,"jigolo (Elle a un gigolo). yapmak; naz yapmak,
gigoter. 1. But (Gigot d'agneau. Manger du gigot). girofle diş. (Baharat) Karanfil (Clou de girofle de
2. (At için) Arka bacak. 3. (Giysi kollarında) denir).
Omuz başı kabarıklığı. 4. tkz. İnsan bacağı, baldır giroflée diş. bitb. Şebboy. § Giroflée à cinq pattes:
(Avoir de bons gigots). hlk. Beş parmağın izini bırakan şamar,
gigoter gsz. 1. Debelenmek (Un animal qui gigote giroflier er. Karanfilağacı.
avant de mourir). 2. Elini ayağını oynatmak girolle diş. Bir tür yenir mantar,
(Enfant qui gigote. Un bébé qui gigote quand on le giron er. 1. (Oturulmuş durumda) Karınla diz arası
lave). kucak, kucak (Legiron maternel). 2. (Merdiven
gigue diş. tkz. 1. Bacak (Avoir de grandes gigues). 2. basamaklarında) Ayak basacak yer, merdiven
Hızlı bir dans; hızlı dans havası (Une gigue de basamağı genişliği. 3. Eski paralann üzerinde
Bach). § Une grande gigue: hlk. Uzun boylu ve üçgen biçiminde bezek. § Le giron de l'Eglise:
girond 664 glacial

Katolik topluluğu, glaçage er. Parlatma, cilalama (Glaçage des étoffes,


girond,e s. hlk. (Kadın) Esaslı, eti budu yerinde; du papier).
biraz topluca (La cassière est charmante, un peu glaçant,e s. 1. Dondurucu, buz gibi (Un froid
gironde peut-être). glaçant, un vent glaçant). 2. mec. Soğuk, soğukça,
girondin,e s. ve ad. Büyük Fransız Devrimi dostça olmayan (Il a un air glaçant; des manières
sırasında Girdondin'lerin partisinden olan. glaçantes, un regard glaçant).
girouette diş. 1. (Yelin yönünü gösteren) Fırıldak, glace diş. 1. Buz (Patiner, glisser sur la glace.
rüzgâr gülü (Une girouette tourne sur le toit). 2. Rafraîchir une boisson avec de la glace). 2.
mec. Her an düşünce ve yön değiştiren, fırıldak Dondurma (Glace à la vanille, à la pistache, au
gibi adam (Ne vous fiez pas à lui, c'est une café, au chocolat, à la fraise). 3. Cam (Glace de
girouette). vitrine, d'une porte. Les glaces d'une voiture). 4.
gisant,e s. 1. Yatmış, uzanmış; kımıltısız (Ces Ayna (Se regarder dans la glace. Glace à main,
masses qui restaient gisantes comme des cadavres ). glace d'un poudrier). 5. (Değerli taşlarda) Leke.
2. er. Uzanmış durumda insan yontusu (Une 6. mec. Büyük soğukluk, soğukluk, dargınlık. §
tombe de pierre sur laquelle étaient sculptés des Briser, fendre, rompre la galce: Aradaki
gisants, un seigneur et sa dame). soğukluğu gidermek, kırgınlığı ortadan
gisement er. 1. Maden yatağı (Une contrée riche en kaldırmak. Etre de glace, avoir un coeur de glace:
gisements). 2. Maden kütlesi, maden daman, Soğuk, buz gibi, duygusuz olmak,
gît—»gésir. glacé,e s. 1. D o n m u ş (La terre est glacée). 2. Çok
gitan,e s. ve ad. İspanyol çingenesi (Une danse soğuk, buz gibi (Une maison glacée, unlitglacé, un
gitane. Un gitan). vent glacé). 3. Üşümüş, buz kesmiş (Il avait les
gitane diş. Kara tütünden yapılan bir Fransız mains glacées. Fermez la fenêtre, nous sommes
sigarası (Fumer une gitane). glacés). 4. Parlak, cilalı, parlak ve kaygan (Papier
gîte er. 1. Konut; barınak (Trouver un bon gîte). 2. glacé, col de chemise glacé, tissu glacé). 5. Üzeri
Tavşan yuvası (Lever un lièvre au gîte). 3. Maden şekerle kaplı (Marrons glacés, fruits glacés). 6.
filizi (Gîte houiller, gîte aurifère). Gîte à la noix: mec. Duygusuz, ilgisiz, soğuk, buz gibi (Il m'a fait
Sığır budu parçası. Offrir le gîte et le couvert à qn: un accueil glacé. Une politesse glacée, un regard
-e yiyecek ve yatacak yer vermek. Rentrer au gîte, glacé).
revenir au gîte: Evine dönmek, yuvaya dönmek. glacer gçl. 1. Dondurmak, buz bağlatmak, buz
gitediş. den. 1 . ( G e m i ) Y a n yatma.2. Batık geminin tutturmak (Le froid a glacé la rivière). 2. Çok
bulunduğu yer. § Donner de la gîte: ( G e m i ) Yan üşütmek, dondurmak, buz kestirmek (Le vent
yatmak. glace les mains et le visage). 3. Üzerini şekerle
gîter gsz. 1. Bannmak, oturmak; yatmak, geceyi kaplamak, şekerlemek (Glacer un gâteau, une
geçirmek ( Le fossé où gîte un lièvre. Une auberge crème). 4. Parlak ve kaygan bir cila sürmek ,
où gîter pour la nuit). 2. (Gemi) Yan yatmak. 3. parlatmak, cilalamak (Glacer des étoffes, des
gçl. Barındırmak, yerleştirmek, peaux, un tissu, un papier). 5. mec. İçinin ateşini
giton er. Oğlan, bir eşcinselin kullandığı genç. söndürmek (L'âge nous glace). 6. mec.
givrage er. Kırağılanma, buzlanma, hafif buz Ürkütmek, korkutmak, şaşırtmak, kanını
tutma. dondurmak, dehşet içinde bırakmak (Cet
givre er. Kırağı, kırç (Le givre du matin. La examinateur glace les candidats. Son attitude me
campagne est couverte de givre). glace. Ce spectacle nous a glacés d'horreur). § Se
givrer gçl. Kırağıyla kaplamak, kırçlı yapmak glacer: Donmak (Mon sang s'est glacé. L'eau du
(A rbres givrés). § Se givrer: Kırağıyla kaplanmak, seau s'est glacée).
kırağı bağlamak, kırçlanmak, buzlanmak, glacerie diş. 1. Camcılık, aynacılık. 2.
givreux,euse s. 1. Kırçlı, kırağılı. 2. (Değerli taşlar Dondurmacılık,
için) Üzerinde parçalanma izi bulunan, lekeli glaceur er. Cilacı.
(Diamants givreux). glaceux,euses. (Değerlitaşlar için) Lekeli (Diamant
givrure diş. (Değerli taşlarda) Leke, kusur, küçük glaceux).
parçalanma izi. glaciaire s. Buzlara değgin, buzullara değgin. §
glabelle diş. İki kaş arası, belce, Période glaciaire: Buzul çağı.
glabre s. 1. Tüysüz, kılsız (Un menton glabre. glacial,e s. 1. Dondurucu (Un vent glacial, une nuit
Plantes glabres, feuilles glabres, tiges glabres). 2. glaciale d'hiver). 2. mec. Soğuk, buz gibi, ilgisiz,
Bıyıksız ve sakalsız (Un visage glabre). duygusuz (Un homme glacial, un accueil glacial,
glaciation 665 glauque

un silence glacial). § Zone glaciale: Kutup bölgesi, glande diş. 1. anat. Bez (Glande accessoire:
glaciation diş. coğr. yerb. 1. Buzullaşma. 2. Yardımcı bez. Glande combinée: Karma bez.
Buzlaşma, buz haline gelme, Glande endocrine: İçsalgı bezi. Glande exocrine:
glacier er. coğr. yerb. 1. Buzul (Glaciers polaires, Dışsalgı bezi. Glande lacrymale: Gözyaşı bezi.
glaciers de montagne). 2. Camcı, aynacı. 3. Glande mamaire: Meme bezi. Glande salivaire:
Dondurmacı (Pâtissier-glacier). Tükrük bezi. Glandes de l'estomac: Mide bezleri.
glacière diş. 1. (Eskiden) Buz kuyusu, yaz için Glande sébacée: Yağ bezi. Glande sexuelle:
kıştan buz saklanılan yer. 2. Buzluk, buzlarla Eşeylikbezi. Glande sudoripare: Ter bezi. Glande
soğuk tutulan yemek dolabı (Mettre de la glace surrénale: Böbreküstü bezi). 2. hlk. B e z yangısı,
dansla glacière. Garder le beurre dans la glacière). bezce, sıraca (Enfant qui a des glandes).
3. Dondurma makinası. 4. mec. tkz. Çok soğuk glandée diş. Meşe palamutu devşirimi, palamut
yer, buz dolabı (Cette chambre est une vraie devşirme.
glacière). glandulaire, glanduleux,euse s. 1. Bezemsi. 2.
glaciologie diş. coğr. Buzulbilim. Bezelere değgin, "bezel (Troubles glandulaires).
glaciologue ad. Buzulbilim uzmanı, "buzulbilimci. glane diş. 1. Yerden toplanan başak demeti. 2.
glacis <-r. coğr. 1. Eğinti, *şev. 2. (Resimde) Saydam Hevenk (Glane d'oignons). 3. er. hayb. Yayın,
boya (Etendre, poser les glacis). yayın balığı.
glaçon er. 1. Buz parçası (La rivière charrie des glaner gçl. 1. (Orakta kalan başakları) Toplamak,
glaçons. Mettre un glaçon dans son verre). 2 .mec. başak devşirmek (Glaner un champ). 2. mec.
tkz. Soğuk adam, soğuk nevale (C'est un vrai Şurda burda arta kalan şeyleri toplamak (Il n'y a
glaçon). plus rien à glaner).
glaçure diş. (Saksı, çanak gibi şeylerde) Sır. glanes er. ç. hayb. Yayınbalığıgiller.
gladiateur er. Gladyatör (Combat de gladiateurs glaneur,euse ad. Başak toplayıcı, başak devşirici.
dans l'arène). glanure diş. 1. Yerden toplanan başaklar. 2 . mec.
glaïeul er. bitb. Kuzgunkılıcı, Daha ö n c e bulgulanmış bir alanda arta kalan
glaire diş. 1. Çiğ yumurta akı (Séparer la glaire et le şeyler.
jaune d'oeuf). 2. Sümük zarı salgısı, zar salgısı, glapir gsz. 1. (Kimi hayvanlar için) Bağırmak,
glairer gçl. (Bir kitabın cildini parlatmak için) pavkırmak, kısa ve tiz bir ses çıkarmak (Le
Yumurta akı sürüp ovmak, renard, le lapin, l'épervier, la grue glapissent). 2.
glaireux,euse s. Yumurta akı gibi, yapışkan ve Ciyak ciyak bağırmak, ciy aklamak (Un
parlak. phonographe glapissait dans un cabaret borgne).
glaise diş. Lüleci çamuru, kil. § Terre glaise: Killi 3. gçl. Ciyak ciyak bağırarak söylemek (Glapir
toprak, balçık, des injures).
glaiser gçl. 1. Balçık sürmek, kil sürmek, balçıkla glapissant,e s. Ciyak ciyak, cırlak (Une voix
sıvamak (Glaiser un bassin). 2. Balçık katarak glapissante).
verimlileştirmek (Glaiser un champ, un terre). glapissement er. 1. Pavkırma, bağırma (Le
glaiseux,euses. 1. Killi, balçıklı (Solglaiseux). 2.ad. glapissement du renard). 2. Ciyak ciyak bağırma,
hkr. Köylü, hödük, ciyaklama, çığlık (Il poussait des glapissements
glaisière diş. Kil yatağı, balçık ocağı, kj} ocağı, aigus).
glaive er. 1. İki ağzı keskin kılıç. 2. mec. Savaş. 3. glaréole diş. hayb. D e n i z kekliği. § Glaréole des
Ölüm yargısı verme hakkı, Tüzenin kılıcı (Le prairies: Bataklık kırlangıcı,
glaive de la loi). § Le glaive spirituel: Kilisenin glaréoles diş. ç. hayb. Bataklık kırlangıcıgiller.
aforozlama hakkı. Tirer le glaive: mec. Kılıçları glas er. 1. Yas çam, çan (Pour qui sonnent les glas?).
çekmek, savaş açmak, 2. mec. Yıkım, çöküntü belirtisi. § Sonner le glas
glanage er. (Oraktan kalan başakları) Toplama, de qch: -in sonunun geldiğini bildirmek,
başak toplama, -yıkımının yaklaştığım göstermek (Sonner le glas
gland er. 1. Meşe palamutu. 2.Palamut biçiminde d'une institution, d'un empire. Cet échec sonne le
kordon püskülü, palamut püskül ( G l a n d de soie, glas de nos espérances).
glandd'or). 3. Penisin baş kısmı. § Gland de mer: glass er. argo. Kadeh. § Siffler un glass: argo. Bir
hayb. Deniz palamutu denilen deniz böceği, kadeh atmak, bir tek içmek,
glandage er. 1. Meşe palamutu toplanılan yer. 2. glatir gsz. (Kartal için) Bağırmak,
(Eski) Meşe palamutu toplama yada domuzları glaucome er. hek. Karasu ( G ö z hastalığı),
meşelikte yayma hakkı. glauque s. Suyeşili, tirşe, maviye çalan yeşil, gök
glaviot 666 gloire

yeşil. L'inquiétude s'est glissée dans son coeur. Une


glaviot er. argo. Balgam; tükrük. erreur qui s'est glissée dans un texte. Il s'est glissé
glavioter gsz. argo. Balgam atmak; tükürmek, une erreur dans les calculs ). § Se laisser glisser: tkz.
glèbe diş. 1. Kesek, toprak keseği (Ecraser les Ölmek.
glèbes). 2. Ekili tarla. 3. (Derebeylikte) glisseur,euse ad. Buz kayıcısı, buzda kayan,
Demirbaş insanları bulunan yurtluk. 4. mec. Köy glissière diş. tekn. Sürme oluğu, bazı makine
yaşamı. parçalarının üzerinde işlediği ray.
gléchome, glécome er. bitb. Bir tür sarmaşık, glissoire diş. Buzda çocukların kızak kaydıkları yer,
duvarsarmaşığı. buzda kızak yolu.
glène diş. 1. anat. Kemik yuvası. 2. Halat kangalı, global,e s. Toptan, yuvarlak, toplam (Revenu
gléner gçl. den. (Halat vb.) Sarmak, kangal global, somme globale).
yapmak. globalement bel. Toptan, topluca, toplamca,
glissade<fr$. Kay ma (Faire des glissades surla glace). bütünüyle (On ne peut pas condamner
glissage er. Ağaç tomruklarını yamaçlardan globalement toutes ses théories).
kaydırarak indirme, globaliser gçl. -i toparlamak, yuvarlak hesapla dile
glissant,e s. 1. Kaygan, kayan (La chaussée est getirmek (Globaliser les revendications).
glissante. Déraper sur un sol glissant. Poisson globe er. 1. Yuvarlak, toparlak, yuvar, "küre (Le
glissant qui échappe des mains). 2. mec. Güç ve globe de l'oeil. Le centre d'un globe). 2. Lâmba
tehlikeli, çok dikkat isteyen, karpuzu. 3. Cam fanus. 4. Üzerine yer yada gök
glissé er. (Dansta) Y a n adım. haritası çizilmiş yuvar. 5. Yeryüzü, "dünya
glisser gsz. 1. Kaymak (Glisser sur la glace avec des (Voyageur qui parcourt le globe). 6. argo. Kann.
patins, sur la neige avec des skis. Glisser sur un 7. ç. argo. Memeler. § Globe terrestre: Yer
parquet ciré. Son pied a glissé; le pied lui a glissé. yuvarlağı, dünya. Mettre qn, qch sous globe:
Voiture qui glisse sur le verglas). 2. Kayar gibi Birini, bir şeyi tehlikeden uzak tutmak, iyi
gitmek ( L a barque glisse sur le lac. Le cygne glisse korumak. Se faire arrondir le globe: argo. Gebe
au fil de l'eau). 3. Sızmak, sızıp gitmek (Un rayon kalmak.
de soleil glisse dans la chambre par les volets globe-trotter [gkbttotten] er.İng. Dünyayı dolaşan,
entrouverts). 4. Şöyle bir yalayıp geçmek, dünya gezisine çıkan,
dolaşmak (Une ombre glissa sur son visage, un globulaire s. 1. Toparlak, küremsi (Masses
sourire glissa sur les lèvres). S. Üzerinde globulaires). 2. Kan yuvarlarına değgin
durmamak, geçmek (N'insistonspas, glissons). 6. (Numérationglobulaire: Kansayımı). 3. diş. bitb.
Glisser sur qch: mec. -in üzerinde durmamak, -e Toparlak çiçekli bir bitki,
aldırmamak, -i eşelememek (Glissons sur le globuleer. 1. Kabarcık (Desgloublesd'eau, d'air, de
passé). 7. Glisser sur qn: Birine en ufak bir etki mercure). 2. Yuvarlak, yuvarlacık, "kürecik
yapmamak, vız gelip tırıs gitmek (Les reproches, (Globules du sang, de la lymphe). 3. hek. Küçük
les injures glissent sur lui). 8. Glisser à, dans, vers: yuvarlak hap. § Globule blanc: Akyuvar. Globule
-e doğru kaymak, eğilim göstermek (L'ensemble rouge: Alyuvar,
des électeurs a glissé vers la gauche. Il a glissé dans globuleux,euse s. 1. Yuvarlı, "küreli. 2. Yuvarımsı,
la corruption. Il glisse au romanesque. La küremsi; fırlak, patlak (Des yeux globuleux de la
confession, ici, commence à glisser au pamphlet). grenouille).
9. gçl. Sokuvermek, kaydırıvermek (Glisser une globuline diş. kim. Yuvarcık.
lettre sous une porte. Glisser sa clé dans sa poche. gloire diş. 1. Ü n , "şan, "şöhret (Avoirlapassiondela
Glisser un levier sous une pierre). 10. Glisser qch à gloire: Üne düşkün olmak. Etre au sommet de la
qn: Bir şeyi birine gizlice söylemek (Glisser un gloire: Ünün doruğunda olmak. Etre en pleine
mot à l'oreille de son ami. Glisser un secret à son gloire: Çok ünlü olmak. Courir après la gloire: Ün
camarade). § Glisser des mains de qn, entre les ardından koşmak). 2. Övünce, övünülecek kişi,
doigts de qn: Birinin elinden kaçmak, kaçıp yüz akı, "medarı iftihar ( C e savant est la gloire du
kurtulmak (Il nous a glissé entre les doigts et s'est siècle). 3. Ünlü kişi, ünlü (Sur cette photo, il est
perdu dans la foule). § Se glisser: I . entouré de toutes les gloires du pays). 4. Görkem,
Sokulu vermek, girivermek (Se glisser dans ses parlaklık, "ihtişam (Nostalgie de la gloire passée).
draps, sous une clôture. Le chat s'est glissé sous 5. Övünme (C'est par gloire qu'il a dit cela). 6.
l'armoire). 2. mec. Girmek, içine girmek, Hamd, hamdetme (Gloire à Dieu: Tanrıya
karışmak (Un soupçon s'était glissé en moi. hamdolsun). 7. Mutluluk (La gloire que Dieu a
glomérule 667 glume

préparée pour ses élus. Elévation à la gloire Böbürlenmek için, gösteriş için (Etaler ses
éternelle). 8. (Hıristiyan ermişlerinin başında) richesses par gloriole. Il a agi par gloriole).
Ayla, baş aylası ( Christ en gloire). 9. Başı aylalı İsa glose diş. 1. Açıklama, yorum; açımlama, "şerh
resmi (Les gloires des peintres de la Renaissance). (Mettre des gloses en marge d'un texte). 2.
10. gökb.Kuşluk vakti, kuşluk. § Gloire à: 1. -e Dayanıksız yorum, kötü niyetle yapılan yorum,
hamdolsun, şükürler olsun (Gloire à Dieu). 2. -e yakıştırma (Les gloses des bavards, des
bin saygı, bin teşekkür ( Gloire à tous ceux qui sont commères).
morts pour la patrie). Pour la gloire: Çıkar gloser gçl. 1. Yorumlamak, açıklamak (Gloser un
gözetmeden, bir şey beklemeden, şan olsun diye texte, un mot). 2. gsz. Gloser sur: -i çekiştirip
(Travailler pour la gloire). Rendre gloire à: 1. -e durmak, -e çeşitli yakıştırmalarda bulunmak,
hamdetmek, şükretmek. 2. -i ululamak, kusur bulmak (Glosersur les gens, sur tout).
yüceltmek, "tebcil etmek. 3. -e saygı göstermek. glossaire er. Eski yada az bilinen sözcükler
Se faire gloire de qch: -ileövünmek. Tirer gloirede sözlüğü, *deyimcelik.
qch: -den kendine övünme payı çıkarmak, glossateur er. Yorumcu, yorumlayıcı; açımlayıcı,
glomérule diş. biy. hayb. Yumacık, yumakçık. "şarih.
gloria er. değişmez. 1. Hıristiyan ayinlerinde glossine diş. hayb. Çeçe (sineği),
okunan bir ilahi (Chanter un gloria, des gloria). 2. glossite diş. hek. Dil yangısı,
Konyaklı kahve (Les tables noires sont poissées glosso-pharyngien, ne s. anat. Dil ve yutağa değgin.
par les gloria). glottal,e 5. dilb. Gırtlaktan çıkarılan; gırtlaksıl.
gloriette diş. 1. Küçük köşk, bahçe köşkü. 2. Büyük glotte diş. anat. (Gırtlakta) "Mizmar, hançere,
kuş kafesi. glouglou er. 1. Lıklık, şişeden boşalan sıvının
glorieusement bel. Şan şeref içinde, şerefle (Les çıkardığı ses. 2. (Hindi için) Bağırma, gulu gulu.
soldats meurent glorieusement pour leurs pays. glouglouter gsz. (Hindi) Bağırmak, gulu gulu
Finir glorieusement sa carrière). etmek (La dinde glougloute).
glorieux, euse;. 1. Görkemli, parlak, şan şeref dolu gloussement er. 1. Kuluçkaya yatmak isteyen yada
(Histoire glorieuse d'un pays). 2. Ünlenmiş, şan civcivlerini çağıran tavuğun sesi, gurk gurk. 2.
şeref kazanmış (Un glorieux conquérant, un tkz. Kih kih, gülme, pik pik gülme; kikirdeme,
général glorieux). 3. s. ve ad. (Din dilinde) pıkırdama.
Cennetlik, Tanrının sevgili kulu. 4. Övüngen, glousser gsz. 1. (Tavuk) Gurk gurk etmek (La poule
kendini beğenmiş (Il a un air glorieux. Il est glousse pour appeler ses petits). 2. Kikirdemek,
glorieux comme un paon). S. Glorieux de: -ile pıkırdamak, kik kik gülmek, pik pik gülmek,
övünen (Etre glorieux de sa naissance, de sa glouteron er. bitb. hlk. Dulavratotu.
richesse, de son rang). glouton er. hayb. Kutupporsuğu.
glorifiable s. Ululanmaya değer, yüceltilmeye glouton,ne s. ve ad. Obur (Un enfant glouton.
yaraşık. Manger comme un glouton).
glorificateur, trice s. vead. Ululayıcı, yüceltici, gloutonnement bel. Oburca; doymak bilmeden
glorification diş. 1. Ululama, yüceltme, ö v m e (La (Manger gloutonnement. Lire gloutonnement).
glorification d'un héros). 2. (Din dilinde) gloutonnerie diş. Oburluk (Cette indigestion est une
Cennetlik ilan , e t m e , cennet mutlululuğuna conséquence de sa gloutonnerie).
eriştirme (La glorification des élus). glu diş. 1. Ökse (Prendre de petits oiseaux à des
glorifier gçl. 1. Ululamak, yüceltmek, ö v m e k , bâtons enduits de glu). 2. mec. Yapışkan adam. §
saygıyla anmak (Glorifier ceux qui sont morts Etre collant comme de la glu: Sakız gibi yapışkan
pour la patrie. Glorifier un héros, une victoire, une olmak, yapıştımı bırakmamak, çok tedirgin edici
découverte). 2. Hamdetmek, şükretmek olmak,
(Glorifier Dieu). 3. D a h a bir güzelleştirmek, gluant,e s. Yapışkan.
daha güzel göstermek (La lumière glorifie les gluau er. Ökse çubuğu (La chasse aux gluaux est
objets). 4. (Din dilinde) Cennetlik kılmak, cennet prohibée).
mutluluğuna eriştirmek ("Je glorifierai glucinium er. kim. Berilyum,
quiconque m'aura rendu gloire"). § Se glorifier de glucomètre er. Şıra şeker ölçeği,
qch, de f. qch: -ile övünmek, -mekle övünmek (La glucose er. kim. Ü z ü m şekeri, glikoz,
France se glorifie de ses grands hommes. Il se glucoside er. kim. Glikozit,
glorifie de n 'avoir jamais cédé). glui er. Çavdar sapı.
gloriole diş. Böbürlenme, boş övünç. § P a r gloriole: ghıme diş. bitb. Kapçık, kavuz.
glumellule 668 godronner

glumellule diş. bitb. Kavuzcuk. yapmak.


gluten [glyten] er. kim. Glüten (Le gluten contribue gobe-mouche,gobe-moucheser. değişmez, l.hayb.
à la fermentation du pain). Sinekkapan (kuş). 2. mec. Saf adam, bön. § Faire
glutineux,euses. 1. Glütenli. 2. Yapışkan, le gobe-mouche: Bön bön, salak salak dolaşmak
glycémie rfij. Kanda şeker bulunması, (Il fait le gobe-mouche dans les rues).
glycérine diş. Gliserin, gober gçl. 1. Çiğnemeden yutmak, lop etmek
glycériner gçl. Gliserin sürmek, (Goberunoeuf, unehuître). 2. tkz. İnanıvermek,
glycocolle er. kim. Aminoasetik asit, glikokol. çabucak kanmak, yutmak ( Il gobe tout ce qu'on lui
glycogène er. kim. Glikojen, dit). 3. Gober qn: tkz. Birini sevmek, beğenmek,
glycol er. kim. Glikol. -den hoşlanmak (Elle ne le gobe pas beaucoup).
g l y c o s u r i e ^ , hek. İdrarda şeker bulunması, Gober le morceau: Zokayı yutmak, oyuna
glyphe er. Yiv, oluk. gelmek, tongaya basmak. § Se gober: Kendini çok
glyptique diş. (Taş üzerine) Oymacılık sanatı, beğenmek, kendini bulunmaz hint kumaşı
gnangnan [nânâ] s. ve ad. tkz. Değişmez, Ağır sanmak.
kanlı, uyuşuk; mız mız. goberger(se) gsz. Yiyip içip keyfine bakmak;
gneiss er. yerb. Gnays. doyasıya yiyip içmek,
gneisseux,euse; gneissique v yerb Gnayslı; gnays gobette diş. argo. İçki. § Etre fortiche sur la gobette:
doğasında olan. İçkiye düşkün olmak.
gniaf er. tkz. Ayakkabı onarıcısı, eskici, gobeur,euse ad. Tez kanan, her şeye çabuk inanan,
gnière er. argo. Herif (Sale gnière: Pis herif). saf.
g n i o l e 1 .argo. A n z a r o t , r a k ı . 2 . s . tkz. A h m a k , gobichonner gsz. tkz. (Eski) Yiyip içipseğlenmek.
enayi, salak. gobie er. hayb. Kayabalığı, akınkayası. § Gobie
gnocchi [nıki] ç. er. Bir çeşit peynirli, yumurtalı doré: Sakızkayası. Gobie noir: Kömürcinkayası.
italyan yemeği. gobiidés er. ç. hayb. Kayabalığıgiller.
gnognote [papot] diş. halk. Cavalacoz, değersiz, beş godage er. (Giysilerde) Pot, pot yapma,
para etmez (Ce film, c'est de la gnognote). godaille diş. hlk. Eğlenti, içki âlemi,
gnôle, gniole, gnaule Ay. tkz. Rakı (Unpetit verre de godailler gsz. hlk. Yiyip içip eğlenmek, âlem
gnôle). yapmak.
gnome [gnom] er. 1. (Kabalistlere göre) Yeraltı godailleur,euse ad. tkz. Eğlentiye düşkün,
hazinelerini bekleyen çirkin ve cüce cinlerin adı. godasse diş. hlk. Pabuç, postal, ayakkabı,
2. mec. Cüce ve çirkin adam, ecüş bücüş adam. godelureau er. Acemi çapkın ; çapkın delikanlı,
gnomique [gmmik] s. Bilgelik dersi veren, atasözü godemiché er. Zıbık, yapay erkek organı,
ve özdeyiş gibi olan (Poésie gnomique). goder gsz. (Giysi) Pot yapmak (Jupe qui gode. Mon
gnomon [gnomô] er. Güneş saatinin mili. pardessus gode à la nuque).
gnomonique diş. gökb. G ü n e ş saati kuramı; güneş godet er. hlk. 1. Kadeh (Viens prendre un godet avec
saatiyle zamanın nasıl belirleneceğihi açıklayan nous). 2. Bardak, maşrapa. 3. Boya hokkası,
kuram, güneş saatçiliği, boya çanağı. 4. Su dolabı kovası. 5. Çubuk lülesi.
gnoséologie diş. fek. Bilgi kuramı; bilenle bilinen 6. Pot; kloş (Jupe à godets).
arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalı. godiche s. tkz. Beceriksiz, budala, salak, enayi,
gnosticisme er. fels. *Bilinircilik, "irfaniye. aptal, sümsük,
gnostique s. ve ad. fels. Bilinirci. godille diş. den. Boyana küreği. § A la godille: bel.
go (tout de) bel. hlk. Şıppadak, derhal, hemen (II tkz. 1. Kötü bir şekilde, bozuk, hiç de iyi durumda
m'a dit tout de go que j'avais tort). değil (Un poste de radio qui marche à la godille.
gobelet er. 1. Maden bardak, maşrapa (Un gobelet Avoir un foie à la godille). 2. Boyana küreğiyle;
d'argent, d'étain. Boire un gobelet de vin). 2. tek kürekle ( U n e barque qui avance à la godille).
Hokkabaz hokkası. § Joueur de gobelet: mec. godiller gsz. tkz. 1. (Kayığı) Tek küreklesürmek. 2.
Dekçi, düzenci, hokkabaz, mec. Cinsel ilişkide bulunmak,
gobeleterie diş. Bardakçılık. godillot er. hlk. Papuç, postal, ayakkabı (S'acheter
gobeletier er. Bardakçı, une paire de godillots).
gobelin er. Goblen hall. godiveau er. Bir çeşit salçalı köfte,
gobelotter gsz. tkz. 1. (İçkiyi) Yudum yudum godron er. (Gümüş kaplarda yada mimarlıkta)
içmek, yudumlamak. 2. Kolduk meyhanelerinde Kabartma kenar, oyma kenar,
içmek, basit ve ucuz yerlerde içmek. 3. Eğlenti godronner gçl. Kabartma yada oyma kenar işlemek
goéland 669 gonfler

(Godronner de la vaisselle). gommeux). 2. Zamk niteliğinde, zamklı


goéland er. hayb. Büyük martı. § Goéland argenté: (Substancegommeuse). 3,s. vead. Züppe,
Gümüşsel martı. Goéland brun: Kara martı. gommier er. Zamkağacı.
Goéland cendré: Küçük martı, gomorrhéen,ne s. Kadınlar arası eşcinselliğe
goélette diş. 1. Denizkırlangıcı. 2. İki direkli hafif değgin, seviciliğe değgin. 2. diş. Eşcinsel kadın,
gemi. sevici.
goémon er. 1. Denızyosunu. 2. Denizyosunundan gonade diş. biy. Eşeylik organı,
yapılan gübre, gond er. (Kapı ve pencerelerde) Topuk demiri;
gogo er. tkz. Aptal, enayi, kaz kafili, yemlik, zıvana (La porte tourna sur ses gonds rouillés et
yolunacak kaz (C'est bon pour les gogos). criards). § Mettre, jeter, faire sortir qn hors de ses
gogo(à) bel. tkz. Bol bol, istenildiği kadar (lia tout à gonds: Birini çok kızdırmak, zıvanadan
gogo. Il y avait du whisky à gogo). çıkarmak. Sortir de ses gonds: Çok kızmak, tepesi
gogue diş. argo. Yüznumara, ayakyolu, atmak, zıvanadan çıkmak,
goguenard,e s. Alay eden, alaycı (Un sourire gondolage er. 1. Şişme, kabarma, kabarıklık yapma
goguenard, un regard goguenard). (Gondolage du bois). 2. Gülmekten katılma,
goguenarder gsz. Alay etmek, gondolant,e s. hlk. Güldürücü, çok gülünç,
goguenardise diş. Alay, alaycılık (Sa goguenardise gülmekten katdan (Une histoire gondolante).
m'énervait). gondole diş. Gondol (Faire une promenade en
goguenot er. hlk. Oturak, gondole, sur une gondole).
goguette diş. tkz. 1. Eğlenceli söz, matrak söz. 2. gondoler gsz. 1. ( G e m i ) Gondol gibi önden v e
Eğlentili yemek, içki âlemi. § Etre en goguette: arkadan kalkık olmak. 2. Şişmek, kabarmak,
Çakırkeyf olmak, kabarıklık yapmak (Une planche qui gondole, un
goinfres, veer. Pisboğaz, obm (ilse jette sur les plats carton qui gondole). § Se gondoler: 1. Şişmek,
comme un goinfre. Il est goinfre). kabarmak, kabarıklık yapmak (Cette planche s'est
goinfrer gsz. Pisboğazlık etmek, oburca yemek. § gondolée). 2. hlk. Gülmekten katdmak, katıla
Se goinfrer: Pisboğazlık etmek, oburca yemek, katıl gülmek,
goinfrerie diş. Pisboğazlık; oburluk, gondolier,ère ad. Gondolcu (Les gondoliers de
goitre er. Guşa, guatr. Venise).
goitreux,euse s. 1. Guatra değgin (Tumeur gonfanon, gonfalon er. Ortaçağda, savaşlarda
goitreuse). 2. s. vead. Guatrlı, guşalı, "boğazlak. taşınan üç yada dört uçlu bayrak, sancak,
golden diş. Sarı ve sulu bir tür elma, golden elma. gonfanonier, gonfalonier er. Bayraktar, sancaktar,
golf er. 1. Spor. Golf (Jouer au golf). 2. Golf gonflage er. Şişirme (Gonflage des pneus).
pantolon, gonflé,e s. 1. Şişkin. 2. Dolu. 3. tkz. Küstah (Il est
golfe er. Körfez. vraimeut gonflé!). § Etre gonflé de qch: -sinden
golfeur,euse ad. Golf oyuncusu, golfçu. geçilmemek (Il est gonflé d'orgueil).
gombo er. bitb. Bamya, gonflement er. 1. Şişme, kabarma (Gonflement du
gomina diş. Saç kremi, genou, d'une partie du corps, d'un organe). 2.
gommage er. Zamk sürme, zamklama, mec. Şişkinlik, kabarıklık, aşırı artma
gomme diş. 1. Zamk. 2. Silgi (Effacer avec une (Gonflement de la circulation des billets).
gomme. Passer un coup de gomme sur un gonfler gçl. 1. Şişirmek ( Gonfler un ballon, un pneu,
brouillon). 3. Akıntılı çıban. § Gomme arabique: sa poitrine). 2. Kabartmak (Un torrent que les
kim. Arap zamkı. Gomme-laque: kim. Şellak. pluies ont gonflé). 3. mec. Doldurmak (Un espoir
Gomme à mâcher: Sakız. A la gomme: hlk. immense me gonfle le coeur). 4. mec. Abartmak,
Değersiz, önemsiz, beş para etmez (Un individu à şişirmek (Gonfler l'importance d'un incident.
la gomme. Une idée à la gomme). Mettre la Gonfler un résultat, une estimation). 5. Gonfler
gomme, toute la gomme: hlk. (Arabayı) qn, qch de qch: -ile doldurmak (Cette nouvelle a
Hızlandırmak, son hızla sürmek, gonflé mon cœur de joie. Ses succès l'ont gonflé
gommé,e s. Zamk sürülmüş, zamklanmış, zamklı d'orgueil). 6. gsz. Şişmek (Son genou a gonflé). 7.
(Enveloppe gommée, papier gommé). gsz. Kabarmak (Le bois a gonflé. La pâte a
gommer gçl. 1. Zamklamak (Gommer les bords gonflé). § Se gonfler: 1. Şişmek. 2. Kabarmak
d'une enveloppe). 2. Silgiyle silmek (Gommer un (Les eaux de la rivière se sont gonflées). 3. tkz.
mot, un dessin). Şişinmek, kabarmak (Regarde, comme il se
gommeux, euse s. 1. Zamklı, zamk veren (Arbre gonfle!). 4. Se gonfler de qch: -ile dolmak, -den
gonfleur 670 gothique

patlayacak olmak (lise gonfle d'orgueil). vermek, yediğini kusmak. Rester dans la gorge à
gonfleur er. Şişirme aygıtı, pompa (Gonfleur à air qn: 1. -in boğazında kalmak, boğazına kaçmak
comprimé). (Cette bouchée faillit lui rester dans la gorge). 2.
gong er. Gong (Le gong a sonné). mec. -i bir türlü kabul edememek, kendisine
gongorisme er. ed. Gongoracıhk, külsücülük; yedirememek, -in içine oturmak (Cela m'est resté
onyedinci yüzyıl başlarında Gongora adlı dans la gorge). 3. mec. -i söylemek isteyip de
İspanyol ozanının kullandığı özenticiliğe verilen söyleyememek, içinde kalmak (Tout m'est resté
ad, aşın süslemecilik, aşırı özenticilik, dans la gorge). Rire à gorge déployée: Katıla katıla
gonguilodes, gongvlodes er. bitb. Alabaş, gülmek. Serrer la gorge à qn: -in boğazını sıkmak.
gonidies diş. ç. bitb. Yeşil yosun hücreleri, Tendre la gorge: Kuzu gibi ölüme boynunu
goniomètre er. "Açıölçer, açıları ölçmeye yarayan uzatmak. Tenir qn à la gorge: Hayatı -in elinde
âlet. olmak; -in hayatım elinde tutmak (Je le tiens à la
goniométrie diş. Açıölçüm, açılan ölçme, gorge).
goniométrique s. Açıölçümüne değgin, gorge-de-pigeon s. ve er. (Renk) Güvercin boynu.
"açıölçümsel. gorgeediş. Yudum (Boire à petites gorgées. Prendre
gonelle, gonnelle diş. hayb. Atlantik kıyılarında une gorgée de café).
yaşayan, yanları benekli bir balık, gorger gçl. 1. Doyurmak, beslemek (La pluie a
gonochorisme er. Ayrı eşeylilik, gorgé la terre. Gorger des volailles pour les
gonococcie diş. hek. Belsoğukluğu. engraisser). 2. Gorger qn de qch: a) Birine tıka
gonocoque er. Belsoğukluğu mikrobu, gonokok. basa... yedirmek (Gorger un enfant de gâteaux).
gonosome er. hayb. Eşey kromozomu, b). Birini -e boğmak (Gorger une femme de
gonze er. argo. Erkek, dost, herif, bonheur. Il l'a gorgée d'or et d'argent). 3. Etre
gonzesse diş. argo. Kadın, aftos, gorgé de qch: -e boğulmak, -ile dolu olmak (Elle
gonzier er. argo. Hovarda, zampara, est gorgée de bonheur. Tous les voyageurs étaient
gord er. (Irmakta) Dalyan, gorgés de souvenirs). § Se gorger de qch: a) Tıka
goret er. 1. Domuz yavrusu. 2. tkz. Pis çocuk; pis ve basa... yemek (Se gorger de pâtisseries), b) -ile
kirli kimse, kirloz. 3. (Gemilerde) Karina dolup taşmak,
süpürgesi. gorgerette diş. Eski bir kadın yakalığı,
gorfouer. hayb. Kuzey denizlerinde yaşayan, ördek gorget er. Oluk rendesi.
büyüklüğünde, perdeayaklı bir kuş. gorgone diş. 1. (Söylencede) Yılan saçlı ejder. 2.
gorg ediş. 1. anat. Boğaz (Chien qui saute à la gorge (Mimarlıkta) Yılan saçlı, ağzıaçık süsleme kadın
d'un voleur. Gorge d'un oiseau, d'un pigeon. Mal başı.
dégorgé). 2. Gırtlak (Serrer la gorge). 3. Gerdan; gorgonzola er. Rokfora benzeyen bir italyan
göğüs, meme (Elle a une gorge abondante). 4. peyniri.
Oyuntu, girinti, oluk (Gorge d'une poulie. Gorge gorille er. hayb. 1. Goril. 2. tkz. Önemli devlet
d'une serrure). S. (Mimarlıkta) Silme oluğu. 6. adamlannın özel koruyucusu,
coğr. (Dağlar arasında) Boğaz, bel. § A pleine gosier er. Boğaz, yutak, gırtlak. § A plein gosier:
gorge: Gırtlağı patlarcasına, yürek dolusu, avazı Avazı çıktığı kadar, gırtlağı patlarcasına (Crier,
çıktığı kadar (Chanter, crier à pleine gorge). Avoir chanter à plein gosier). Avoir le gosier en feu:
un chat dans la gorge: Sesi kısılmak. Avoir le (Baharatlı yemek yada sert bir içki nedeniyle)
couteau sur la gorge: Büyük bir tehdit altında Boğazı yanmak. Avoir le gosier sec: Boğazı
bulunmak, gırtlağına bıçak dayanmış olmak. kurumak, susamak. S'humecter le gosier: tkz.
Couper la gorge à qn: -i boğazlamak, -in boğazını Boğazı yağlamak, içmek, bir kadeh atmak,
kesmek. Faire des gorges chaudes de: -ile alay gosse ad. hlk. 1. Çocuk (Il a une femme et deux
etmek, -i çekiştirmek. Faire rentrer à qn ses mots gosses). 2. s. Küçük çocuk (J'étais encore tout
dans la gorge: Birinin sözünü ağzına tıkamak. gosse).
Mettre à qn le couteau sur la gorge, sous la gorge: gothique s. 1. Got'lara değgin. 2. tkz. Pek eski,
Bıçağı -in gırtlağına dayamak, tehditle istediğini modası geçmiş. 3. Gotik üslupta olan (Sculpture
yaptırmak. Prendre qn à la gorge: 1. -in soluğunu gothique, architecture gothique). 4. er. Gotik,
tıkamak (La fumée nous prenait à la gorge). 2. gotik sanat yada mimarlık. Roman üslubundan
Sıkıştırmak, kıstırmak, gık diyemez duruma sonra gelen abartmah dantela dokusunda
getirmek. Rendre gorge: 1. Kusmak. 2. mec. Geri Ortaçağ mimarlık üslubu (Le premier gothique, le
vermek, yasa dışı yollarla elde ettiği bir şeyi geri gothique tardif). S. diş. Gotik yazı ( E c r i r e en
goton 671 gourer

gothique). adam (Agir comme un goujat).


goton diş. 1. Pasaklı hizmetçi. 2. (Eskiden) Yolsuz goujaterie Kabalık, hödüklük, hoyratlık (Faire
kadın, aşifte (Il courait après toutes les gotons du une goujaterie).
village). goujon er. 1. Kenet. 2. Menteşe dili. 3. hayb. Bir
gouache diş. Bir çeşit zamklı suluboya, guvaş. 2. sazan balığı, derekayası (Une friture de goujon). §
Guvaşla yapılmış resim, Taquiner le goujon: tkz. Özengen olarak balık
gouacher gçl. Suluboya ile yapmak (Gouacher un avlamak,
dessin). goujonner gçl. Kenetlemek,
gouaille diş. Alaya alma, tefe koyma, kaba alay (La goulasch, goulache er. yada diş. Etli, salçalı bir
gouaille faubourienne). macar yemeği, gulaş.
gouailler gçl. Alaya almak, tefe koymak, alay goule diş. 1. Gulyabani. 2. argo. Ağız.
etmek. goulée diş. tkz. İri lokma, büyük yudum,
gouaillerie diş. Alaycılık (Cette gouaillerie française goulet er. 1. Liman ağzı (Franchir le goulet). 2.
qui semble la moelle de notre race). (Dağlarda) Dar geçit. 3. (Balık avlama
gouailleur,euse s. 1. Alayh (Un sourire gouailleur). sepetlerinde) Giren çıkmaz ağzı.
2. Alaycı (Il est très gouailleur). goulot er. 1. (Şişe vb. şeylerde) Boğaz, ağız (Le
goualante diş. tkz. Şarkı, türkü. Pousser une goulot d'une bouteille. Boire au goulot). 2. Ağız.
goualante: Bir şarkı söylemek, § Goulot d'étranglement er. (Ekonomi, politika)
goualeuse diş. tkz. Sokak şarkıcısı (kadın), Darboğaz (Sortir l'économie du goulot
gouape diş. hlk. Serseri, külhanbeyi, ipsiz, hayta, d'étranglement où elle s'est engagée). Respousser
gouapergsz. hlk. Serserilik, ipsizlik, külhanbeylik du goulot: argo. Ağzı kokmak,
etmek. goulu,e s. ve ad. 1. Obur, açgözlü, doymak bilmez,
gouda er. Bir tür Hollanda peyniri, guda peyniri, yemeğe aç kurt gibi saldıran (Il est goulu, c'est un
goudron er. Katran; asfalt (Une chaussée revêtue de goulu). 2. A ç , doyumsuz, yiyecekmiş gibi (Des
goudron). regards goulus).
goudronnage er. Katranlama, asfaltlama (Le goulûment bel. Açgözlülükle, oburca, aç kurt gibi
goudronnage des routes). saldırarak (Manger goulûment).
goudronner gçl. Katranlamak, asfaltlamak goumi er. argo. Cop, polis copu.
(Goudronner une toile, une route). goupil er. (Eskimiştir) Tilki,
goudronneur er. Asfaltlama işçisi, goupille diş. Küçük kenet,
goudronneux,euse s. 1. Katran cinsinden olan (La goupiller gçl. 1. Kenetlemek. 2. mec. Düzenlemek,
poix est une matière goudronneuse). 2. diş. çevirmek, yapmak, hazırlamak (Qu'est-ce qu'il
Katranlama makinesi, asfaltlama makinesi, goupille encore?).
gouffre er. 1. Uçurum (Tomber dans un gouffre). 2. goupillon er. (Kiliselerde kutsal su için) Serpmeç. 2.
Çevrim, "girdap, su çevrimi (Le gouffre du Şişe fırçası, şişeleri temizlemekte kullanılan fırça.
Maelstrom). 3. mec. Çukur, büyük çukur, dipsiz 3. argo. Kamış, penis. § Le sabre et le goupillon:
kuyu (Le gouffre de l'oubli, du malheur). 4. mec. tkz. Ordu ve kilise,
Gayya kuyusu. S. mec. Çok para yiyen, çok goupilionner gçl. Düzmek, cinsel ilişkide
masraf gerektiren (Ce procès est un gouffre). § bulunmak,
Etre au bord du gouffre: Uçurumun kıyısında goura er. hayb. Tepeli güvercin,
olmak, büyük bir tehlike karşısında bulunmak, gourance diş. hlk. Yanılma, şaşırma, aldanma,
gouge diş. Oluklu oyma kalemi ( G o u g e de forgeron, gourbi er. l . A r a p kulübesi. 2. mec. Başını sokacak
de menuisier, de sculpteur). yer, "fakirhane, kulübe,
gougère diş. Peynirli turta; peynirli lahana, gourd,e s. Soğuktan uyuşmuş (Avoir les doigts
gougniotageer. argo. (iki kadın birbiriyle) Sevişme, gourds).
gougniote diş. argo. Sevici kadın, zürafa. gourde diş. bitb. 1. Asmakabağı. 2. Matara
gougnioter (se) gsz. argo. (İki kadın birbiriyle) (Remplir sa gourde d'eau). 3. s. ve diş. tkz.
Sevişmek. Budala, kabak gibi, aptal (Elle est un peu gourde.
gouine diş. argo. 1. Sevici kadın, "zürafa, "lesbiyen. Ce garçon est une vraie gourde).
2, (Eski) Orospu, fahişe. gourdin er. Cop, sopa (Mener les hommes au
gouiner(se) gsz. argo. Sevicilik yapmak, kadın gourdin).
kadınla cinsel ilişkide bulunmak, goure diş. Hileli ilaç.
goujat er. Kaba adam, hödük, hoyrat, öküz gibi gourer (se) gsz. hlk. 1. Yanılmak, aldanmak,
gourgandine 672 goutte

şaşırmak. 2. Se gourer de qch: -i şaşırmak (Se Etre de bon goût: Sağbeğenisi olmak, ince
gourer de chemin ). beğenili olmak. Etre de mauvais goût: Beğenişiz
gourgandine diş. tkz. Orospu, olmak, kötü bir beğenisi olmak. Faire passer le
gourgane diş. Acı bakla, Yahudi baklası, goût du pain à qn: 1. -in dünyasını zehir etmek. 2.
gourmand,e s. ve ad. 1. Boğazına düşkün, obur -i öldürmek. Mettre qn en goût: tştahlandırmak,
(Elle est gourmande. Il est un grand gourmand). 2. iştahını açmak. Prendre goût à qch: -den zevk
er. bitb. A z m a filiz, piç (Elaguer les gourmands). almak, hoşlanmak. Perdre goût à qch: -den tat
3. Gourmand de qch: -e pek düşkün, -i pek seven almamak, hoşlanmamak, bıkıp usanmak. Se
(Elle est gourmande de choses sucrées, de gibier. mettre au goût du jour: Günün modasına uymak.
Etre gourmand d'honneurs, de flatteries). Trouver qn à son goût: Birini kendi beğenisine
gourmander gçl. Azarlamak, paylamak (Un père uygun bulmak, birinden hoşlanmak. Des goûts et
gourmande son enfant). 2. Tutmak, engellemek, des couleurs, on ne discute pas: Renkler ve
frenlemek (Gourmander ses sentiments). beğeniler tartışılamaz; herkesin kendine göre bir
gourmandise diş. 1. Boğazına düşkünlük, oburluk. beğenisi var.
2. ç. Güzel yemekler. goûter gçl. 1. Tatmak, tadına bakmak (Goûter un
gourme diş. 1. (Atlarda) Sakağı hastalığı. 2. Çocuk aliment, une boisson, un plat, une sauce). 2. -in
egzaması (Cet enfant a la gourme). § Jeter sa tadını çıkarmak (Goûter une gloire, un bonheur,
gourme: Gençlik çılgınlıkları yapmak, kurtlarını un repos). 3. Tadına vara vara yemek, zevkini
dökmek. çıkararak yemek yada içmek (Prenez le temps de
gourmé,es. Kasılan; ağırbaşlılık taslayan (Ilaunair bien goûter ce plat). 4. Sevmek, -den hoşlanmak,
gourmé. Une personne gourmée). zevk almak (Je goûte vivement la poésie). 5.
gourmet er. 1. Ağzının tadını bilen, yemek Goûter à qch: Tadı nasıl diye bir bakmak, tadımlık
içmekten anlayan. 2. Çeşnici, alıp bakmak, tadına bakmak (Goûter à un plat, à
gourmette diş. 1. (Atların gemine takılan) Suluk un vin). 6. Goûter de qch: a) Azıcık yemek, şöyle
zinciri (Mettre la gourmette à un cheval). 2. bir tatmak (Goûtez de ce gâteau), b) -in ne
Halkaları suluk zincirinkiler gibi bağlanmış olduğunu görmek, denemek bilmek, tatmak
bilezik yada saat kösteği; halkalı bilezik (Elle ( Goûter de la prison, goûter des plaisirs de la vie).
portait au poignet des gourmettes d'or). 7. gsz. îkindi kahvaltısı yapmak (Les enfants
gourou, guru er. Brehmen dininde "mürşit, guru. goûtent à cinq heures).
gousse diş. bitb. 1. Baklamsı yemiş, badıç. 2. goûter er. İkindi kahvaltısı (Les enfants ont mangé
(Sarmısakta) Diş (Des gousses d'ail). leur goûter).
gousset er. 1. Koltuk altı. 2. (Eski) Koltuk altında ya goûteur, euse a d 1. Tadıcı, çeşnicibaşı (Goûteur de
da kuşakta taşınan küçük para kesesi. 3. Küçük vin, goûteur d'eau). 2. Ikindi kahvaltısı yapan
cep, yelek cebi. 4. Raf konsolu. § Avoir le gousset (kişi).
vide: Meteliksiz olmak, kesesi boş olmak, goutte diş. 1. Damla (Goutte de pluie, d'eau, de
cebinde beş para olmamak, sueur). 2. tkz. Küçük bir kadeh içki (Boire la
goûter. l.fizy. Tadım, tatma (La langue est l'organe goutte). 3. Hiç, azıcık olsun, en ufak bir damla bile
dugoût). 2. Tat,"lezzet (Le goût d'une sauce, d'un (Il n'y en a plus une goutte. Je n'avais pas pour lui
plat. Ungoûtacide, acre, aigre, amer, doux, fade). une goutte de tendresse). 4. Damla hastalığı,
3. İştah, istek (Manger avec goût). 4. mec. Kanı, "nıkris. S. ç. Damla halinde alınan ilâç (Prendre
düşünce (A mon goût, cela ne vaut rien). 5. Özel ses gouttes). 6. argo. Su, içki, süt. 7. Hiçbirşey (On
eğilim, yetenek (Il a du goût pour les n'y voit goutte. Je n'y comprends goutte). 8. Leke,
mathématiques). 6. Beğeni, sağbeğeni, "zevk benek (Oiseau parsemé de gouttes blanches). §
(Elle s'habille sans goût. Il manque de goût). 7. Goutte à goutte: Damla damla. Jusqu'à la
Üslûp, tarz (Tableau dans le goût moderne). § dernière goutte: Son damlasına dek, bitirinceye
Avoir du goût: Sağbeğenisi olmak, ince beğenisi değin (Boire, épuiser jusqu'à la dernière goutte).
olmak. Avoir du goût pour qch: 1. -i yemeyi Jusqu'à la dernière goutte de son sang: Kanının
sevmek, -e düşkün olmak (Il a du goût pour la son damlasına dek, sonuna dek. C'est la goutte
charcuterie, pour les sucreries). 2. -e karşı özel bir d'eau qui fait déborder le vase: Bardağı taşıran son
eğilimi olmak, yeteneği olmak (Il a du goût pour damla. C'est une goutte d'eau dans la mer, dans
les sciences). Avoir, prendre du goût pour qn: l'océan: Önemsiz, çok küçük şey; denizde bir
Birini sevmek, -den hoşlanmak. Etre au goût de: kum, devede kulak. Avoir la goutte au nez: Burnu
-in zevkine göre olmak, -in hoşlandığı şey olmak. akmak. Boire la goutte: 1. Bir kadeh içmek. 2.
gouttelette 673 grâce

argo. Su yutmak, boğulmak. Ne pas avoir une "idare etmek (Gouverner un peuple, un pays). S.
goutte de sang dans les veines: Güçsüz, kalleş, Etkilemek, etkisi altına almak, -e baskın gelmek
alçak olmak. Se ressembler comme deux gouttes (Une idée surtout le gouverne. C'est la jalousie qui
d'eau: Birbirine tıpatıp benzemek, te gouverne). 6. gsz. ( G e m i ) D ü m e n e uymak. § Se
gouttelette diş. Damlacık. gouverner: Kendi kendini yönetmek (Droit des
goutter gsz. 1. Akmak, damlamak (Les toits peuples à se gouverner eux-mêmes).
gouttaient après l'orage). 2. Goutter de qch: -den gouverneur er. 1. İlbay, vali. 2. Genel yönetmen,
damla damla akmak, sızmak (Eau qui goutte d'un genel müdür (Gouverneur de la banque de
robinet). France). 3. (Sömürgelerde) G e n e l vali. 4. Lala. 5.
goutteux, euse s. ve ad. 1. Damla hastalığına "Mürebbi.
tutulmuş, damlah, "nıkrisli (Un vieillard grabat er. Kötü yatak. § Etre sur le grabat: 1. Hasta
goutteux). 2. s. Damla hastalığına değgin (Une olmak, sayrı düşmek. 2. Varım yoğunu yitirmek,
affection goutteuse). kuru tahtada kalmak.
gouttière diş. 1. D a m deresi. 2. Oluk, çörten (L'eau grabataire s. ve ad. Yatalak (Un vieillard
gargouille dans la gouttière). § Chat de gouttière: grabataire. Une grabataire).
Sokak kedisi, dam kedisi, graben er. yerb. Graben, çöküntü.
gouvernable s. Yönetilebilir (Peuple difficilement grabuge er. 1. Kavga ; dalaşma, ağız kavgası, şamata
gouvernable). (Il y a du grabuge). 2. Bir kâğıt oyunu (Jouer au
gouvernail er. Dümen. § Abandonner le gouvernail: grabuge).
İşleri yüzüstü bırakmak, işin yönetimini grâce diş. 1. İyilik, yardım ( D e m a n d e r , solliciterune
bırakmak. Etre au gouvernail: Suyun başında grâce. Accorder, octroyer une grâce. Obtenir une
olmak, suyun başını tutmak, kilit noktasında grâce). 2. Bağışlama, suçunu bağışlama. 3.
bulunmak. Tenir le gouvernail: D ü m e n i elinde Cezasını bağışlama, °af, "affetme (Le droit de
bulundurmak, yönetimi elinde tutmak. grâce appartient au président de la république.
gouvernant,e s. 1. Yöneten, yönetici (La classe Accorder la grâce àuncondamné). 4. Teşekkür. 5.
gouvernante). 2. er. ç. Ülkeyi yönetenler, siyasal "Hidayet (La grâce a touché ce pécheur). 6. Tanrı
erki elinde bulunduranlar (Il y a les gouvernés yardımı, Tanrının "lütfü ( R i e n n'est impossible à la
d'un côté et les gouvernants de l'autre). grâce). 7. Sevimlilik, çekicilik (Avoir de la grâce).
g o u v e r n a n t e ^ . 1. Dadı. 2. "Mürebbiye. 3. Kâhya 8. İncelik, zariflik (La grâce d'une jeune fille.
kadın. J'admire la grâce de ces fleurs). 9. A m a n dileme;
gouverne diş. 1. Tutulan yol, gidiş. 2. (Uçakta) aman. 10. ç. Y e m e k sonu duası, şükür duası. l l . ç .
Yardımcı kanat, dümen kanadı, Venüsün üç Tanrıça arkadaşı ( Les trois Grâces). §
g o u v e r n é s s. vead. Yönetilen (Les gouvernés). Action de grâces: Tanrıya şükürler (Se recueillir
gouvernement er. 1. Yönetme, çekip çevirme, pour faire son action de grâces). Bonne grâce: İyi
abrama (Gouvernement d'une maison, d'une niyet. Coupde grâce: Öldürücü vuruş,son "darbe.
famille). 2. Yönetim, "idare (Prendre en main le Mauvaise grâce: Kötü niyet. De bonne grâce:
gouvernement d'un pays). 3. Hükümet (Le İsteyerek, seve seve, gönül hoşluğuyla. De grâce:
premier ministre a présenté son gouvernement. Lütfen. Grâce à Dieu: 1. Tanrıya şükür. 2.
Soutenir un gouvernement, faire tomber un Tanrının izniyle. Jeu de grâce: Çember atma
gouvernement). 4. (Eski) Valilik, bir valinin oyunu. Grâce à: -in sayesinde (ila réussi grâce à
yönettiği il. 5. Yönetim biçimi, rejim vous). Avoir la grâce: Yetenekli olmak (Pour
(Gouvernement démocratique, monarchique, créer de telles oeuvres, il faut avoir la grâce). Avoir
républicain). mauvaise grâce à f. qch: -mekte haklı olmamak,
gouvernementals s. 1. Hükümete değgin (La -meye pek hakkı olmamak, -mesi yersiz olmak
politique gouvernementale). 2. Hükümet yanlısı, (Vous avez mauvaise grâce à vous plaindre).
iktidarı destekleyen (Un journal Crier, demander grâce: A m a n demek, pes etmek.
gouvernemental). Demander grâce à qn: -den aman dilemek. Dire les
gouverner gçl. 1. Yönetmek, çekip çevirmek, grâces: Yemekten sonra şükür duası okumak.
abramak (Gouverner une maison, une famille, Donner, porter le coup de grâce à qn: -e son
une femme). 2. Egemen olmak, "hakim olmak, darbeyi indirmek, öldürücü darbeyi vurmak.
tutmak, frenlemek. (Gouverner son coeur, ses Etre, rentrer dans les bonnes grâces de qn: -in
sentiments). 3. Gerektirmek, -i almak (En latin, le gözüne girmek, "teveccühünü kazanmak. Faire &
verbe actif gouverne l'accusatif). 4. Y ö n e t m e k , qn la grâce de f. qch: Birine -mek lütfunda

t
gracier 674 graine

bulunmak, lütfetmek (Faites-moi la grâce (Thermomètre gradué. Cercle gradué servant à la


d'accepter). Faire grâce à qn: Birini bağışlamak mesure des angles). 2. Aşamalandırılmış,
"affetmek. Faire'grâce à qn de qch: 1. Birinin -sini "kademeli, kademe kademe gelişen (Exercices
bağışlamak (Faire grâce à quelqu'un d'une dette, gradués). 3. ad. Unvanlı, bir ünvanı olan,
d'une obligation). 2. Alaylı. Birini -den bağışık diplomalı (Les gradués de iuniversités).
tutmak, söylememek (Faites-moi grâce de vos g r a d u e l l e s. 1. Derece derece olan, dereceli,
observations). Gagner, perdre les bonnes grâces kerteli ; aşamalı, "kademeli, "tedrici (Aggravation
de qn: -in sevgisini, "teveccühünü kazanmak, graduelle d'une maladie. Un réchauffement
yitirmek. Rendre grâce à qn: -e "minnettar olmak; graduel). 2. er. (Kiliselerde) Dua kitabı, dua
şükran borçlu olmak (La France rend grâce à parçası (Chanter le graduel).
Voltaire. Tout un peuple rend grâce à son graduellement bel. Aşamalı olarak, "derece derece,
libérateur). Trouver grâce devant qn, aux yeux de "kademe kademe (Avancer graduellement.
qn: -in gözüne girmek; tarafından sevilmek, Amener graduellement un art à sa perfection).
korunmak. graduer gçl. 1. Kertelere, "derecelere ayırmak;
gracier gçl. Cezasını bağışlamak, "affetmek kertelemek, "derecelemek (Graduer les
(Gracier un condamné). difficultés. Graduer une règle). 2. Kerte kerte
gracieusement bel. 1. İncelikle, nezaketle (Il m'a yükselmek, kademe kademe geliştirmek,
accueilli gracieusement). 2. Karşılıksız, parasız, aşamalandırmak.
bedava (Un cadeau sera remis gracieusement à graffiti er. ç. değişmez. 1. Eski zamanlarda
tout acheteur). duvarlara, kapılara çizilmiş resim (Les graffiti des
gracieuseté diş. İncelik, naziklik, gönül okşayıcılık. catacombes). 2. (Şimdi) Duvarlara çiziktirilen
gracieux,euse s. 1. İyi yürekli, iyiliksever (Notre yazı, resim (Des graffiti obcènes, politiques).
gracieux souverain). 2. Sevimli (Un enfant grailler gsz. 1. (Karga, kuzgun için) Gaklamak, gak
gracieux). 3. Nazik, ince, kibar, çekici (Un corps demek, ötmek. 2. Kısık sesle konuşmak. 3. (Avda
gracieux; une jeune fille gracieuse). 4. Karşılıksız, köpekleri) Çağırmak için boru çalmak,
karşılık beklemeden, bedava (Prêter un concours graillon er. l . h l k . Balgam, koyu balgam. 2. Yanmış
gracieux). § A titre gracieux: Bedava olarak, yağ kokusu (La cuisine sent le graillon). 3. f .
karşılık beklemeden, iyilik olsun diye (Ilfait tout à Yemekten artan yanmış yağ parçası; yemek
titre gracieux). artığı.
gracile s. İnce, narin (Une jeune fille gracile, un graillonner gsz. 1. hlk. Balgam çıkarmak için
corps gracile). öksürmek, boğazını temizlemek. 2. Yanmış yağ
gracilité diş. İncelik, narinlik (Une gracilité kokmak.
juvénile). grain er. 1. (Buğday vb. için) Tane (Des grains de
gradation diş. D e r e c e derece ilerleme, derece riz, de blé). 2. Tane (Grain de raisin, de café.
derece çıkma yada inme, derecelenme, "tedriç, Grains d'un collier, d'un chapelet). 3. Pürtük,
grade er. 1. Aşama, kademe. 2. Rütbe (Legradede pütür (Le grain d'un cuir, d'une pierre). 4. (Tartı
lieutenant. Grades dans l'armée de terre). 3. birimi olarak) Çekirdek. 5. Tohum (Semer le
U n v a n (Il a été admis au grade de docteur ès grain). 6. Y e m , tane (Jeter du grain aux oiseaux).
lettres). 4. mat. D e r e c e , grad. § Casser qn de 7. Sağnak. 8. (Denizlerde) Yel çevirimi (Grain de
grade: -in rütbelerini sökmek, geri almak (Casser vent da denir). 9. ç. Tahıl, hububat. 10. Un grain
un officier de son grade). En prendre pour son de... : Azıcık, biraz (// n'a pas un grain de bon sens.
grade: İyi bir azar işitmek, paparayı yemek, Un grain de talent, de fantaisie, de folie). § Grain
gradé,e s. ve ad. Küçük rütbeli; subaydan aşağı de beauté: (Yüzdeki) Ben. Grain d'orge:
rütbeli. Arpacık. Avoir un grain, un petit grain: Azıcık
grader er. İng. Yerdüzler, grayder. kaçık olmak, biraz deli olmak. Mettre, mêler son
gradient er. coğr. mat. Basınç eğimi, düşüm, grain de sel: Burnunu sokmak, karışmak. Veiller
"gradyan. au grain: Sakınımh olmak, "ihtiyatlı davranmak,
gradin er. 1. Basamak, seki (Collines en gradins). 2. her olasılığı düşünmek; tehlikeyi sezip önlem
(Anfiteatrlarda, tribünlerde) Sıra (Le public almak. Venir voir le grain: Tehlikeyi sezinlemek,
commence à remplir les gradins). graine diş. bitb. 1. Tane, tohum (Semer des graines.
graduation diş. 1. Kertelere ayırma, kerteleme, Graines d'oeillet). 2. hayb. İpek böceği tohumu. §
"dereceleme. 2. Kerte, "derece, Mauvaise graine: Sütü bozuk, mayası kötü, kötü
gradué,e 1. Kertelere ayrılırBş, kerteli, dereceli adam. En prendre de la graine: Kendine örnek
graineterie 675 grandelet

almak (Ton frère réussit en tout, prends -en de la grammaticalité diş. dilb. Dilbilgisellik.
graine). Monter en graine: 1. Kartalmak, tohuma grammatisteer. (Eski Yunanlılarda) Okuma yazma
kaçmak (Plante qui monte en graine). 2. mec. öğretmeni.
Evde kalmak, evlenememek, tohuma kaçmak, gramme er. 1. Gram. 2. Un gramme de: Azıcık, bir
graineterie diş. 1. Hububatçılık. 2. Hububatçı gram, zerre kadar (Il n'a pas un gramme de bon
dükkânı. sens).
grainetier,ère, grenier,ère ad. Hububatçı. gramophone er. Gramofon,
grainier er. Tahıl ambarı, hububat ambarı, grand,e s. 1. iri yarı, kocaman, büyük (Un grand
graissage er. Yağlama (J'ai fais faire le graissage de lion, un grand arbre). 2. Büyümüş, artık büyük
ma voiture). (Vous avez de grands enfants. Tu es maintenant
graisse diş. 1. İç yağı. 2. (Her türlü) Yağ (Graisses grand, mon fils). 3. Geniş, kocaman, büyük (Un
animales, végétales. Faire des frites à la graisse grand appartement, une grande forêt). 4. Şiddetli
végétale. Des graisses minérales. De la graisse (Grand vent, grand froid, grande chaleur). 5.
d'armes. Mettre de la graisse sur une machine) 3. Tam, tastamam (J'ai attendu deux grandes
(Şarap yada birada) Bozulma (Vin atteint de heures). 6. U l u , yüce, büyük (Un grand poète, une
graisse). § Avoir de la graisse: Aşırı yağlı olmak. grande âme). 7. Önemli, büyük (Un grand
Avoir de la mauvaise graisse: Fazla yağlanmış événement, une grande nouvelle). 8. bel.
olmak, fazla yağları olmak, pek semirik olmak. Tamamen, ardına kadar, tam (Porte grande
Etre une boule de graisse, être noyé dans la graisse, ouverte, portail grand ouvert). 9. ad. Büyük,
être bouffi de graisse: Yağ tulumu gibi olmak, çok büyük çocuk (C'est un grand qui l'a fait dans la
şişmanlamak. Prendre de la graisse: Semirmek, cour. Se conduire comme un grand. La cour des
şişmanlamak, yağ bağlamak, grandes). 10. ad. Soylu kişi, soylular (Lutte de
graisser gçl. 1. Yağlamak, yıkayıp yağlamak Richelieu contre les grands). 11. er. Büyük,
(Graisser une machine, une voiture). 2. Yağ lekesi büyüklük (Aimer le grand et l'extraordinaire). 12.
yapmak, lekelemek (Ses cheveux graissent son ç. Büyükler, büyük devletler ( L e s quatre grands).
col. Graisser sa veste). 3. gsz. Bozulmak (Le 13. bel. Pek, çok (Avoir grand faim, grand soif,
collage empêche le vin de graisser). § Graisser ses grand peur, grand besoin* grand tort). 14. U z u n
bottes: hlk. Gitmeye hazırlanmak, çizmelerini boylu (Un homme grand). § Grand-chose:
giyip yola çıkmaya, harekete geçmeye Önemli şey, pek bir şey (Ce n'est pas grand-
hazırlanmak. Graisser la patte à qn: Birine rüşvet chose). Grand jour: Güpe gündüz. Grand Turc:
vermek. Osmanlı padişahı. A grands frais: Büyük
graisseur er. 1. Yağlayıcı, yağcı; yağlama makinesi. masraflarla, çok para harcayarak. A grande eau:
2. s. Yağlayan, yağlayıcı, Bol suyla ( L a v e r à grande eau). A grande vitesse:
graisseux,euse s. 1. Yağımsı, yağ yapısında olan Son hızla, çok hızlı. A grande-peine: Büyük
(Tissu graisseux, tumeur graisseuse). 2. Yağ güçlüklerle, çok güçlük çekerek. Au grand jour:
lekeli, kir pas içinde, lekeli (Une chemise Güpe gündüz. En grand: 1. Doğal büyüklükte
graisseuse, un carnet graisseux). (Un statue en grand). 2. Geniş çapta; ölçüyü geniş
graminacées, graminées diş. ç. bitb. Buğdaygiller, tutarak, her türlü küçük kaygı ve düşünceden
graminidées diş. ç. bitb. Buğdaysılar, uzak kalarak (Faire quelque chose en grand).
grammaire diş. 1. Dilbilgisi (Faute de grammaire, Ouvrir de grands yeux: Gözlerini faltaşı gibi
exercices de grammaire). 2. Dilbilgisi kitabı. 3. açmak. Voir grand: Geniş düşünmek, büyük
Kurallar, genel kurallar (Grammaire de la tasarıları olmak, sorunları büyük bir ölçü içinde
peinture, de la musique). ele almak.
grammairien,ne ad. Dilbilgici, dilbilgisi uzmanı. grand-chose ad. değişmez. 1. Pek bir şey (Cela ne
grjunmaticai,e s. 1. Dilbilgisel, dilbilgisine değgin vaut pas grand-chose: Pek bir şey etmez. Önemsiz
(Analyse grammaticale, exercice grammatical). 2. şey, değersiz şey). 2. Un, une pas grand-chose:
Dilbilgisine uygun, dilbilgisi kurallarına uyan Önemsiz kimse, ciğeri beş para etmezin biri.
(Phrases grammaticales). grand-croix diş. değişmez. 1. Büyük Haç nişanı. 2.
grammaticalement bel. 1. Dilbilgisi bakımından. 2. Büyük Haç nişanı almış kişi.
Dilbilgisine uygun olarak, grand-duc er. Grandük.
grammaticalisation diş. Dilbilgiselleşme; grand-duché er. Grandükahk.
dilbilgiselleştirme. grande-duchesse diş. Grandük kansı yada kızı.
grammaticaliser gçl. Dilbilgiselleştirmek. grandelet,tes. tkz. Büyücek (Garçongrandelet, fille
grandement 676 graphite

grandelette). âyin.
grandement bel. 1. Çok, adamakıllı (Il s'est grand-père er. Büyük baba, dede.
grandement trompé). 2. Rahatça, rahat rahat (Il grands-parents er. ç. (Dede, nine, büyük dayı,
est logé grandement). 3. Bol bol (lia grandement büyük hala gibi) Soy büyükleri, ata ana.
de quoi vivre). 4. Cömertçe, hiçbir şey grand-rue diş. Anayol, büyük cadde,
esirgemeden (Faire les choses grandement). 5. grange diş. 1. Ot, saman ambarı. 2. Tahıl ambarı,
Soylu bir biçimde, yüce ruhlulukla. sarpın.
grandesse diş. 1. İspanyol büyüklerine verilen grangée diş. Ambar dolusu ( U n e grangée de blé).
ünvan. 2. mec. Büyüklük, yücelik (az kullanılır). granit, granite er. yerb. Granit. § Cœur de granit:
grandet,te s. Büyücek. Taş yürekli, acımasız, duygusuz,
grandeur diş. 1. Büyüklük, yücelik (Grandeur d'un granite,es. Pürtüklü, pütürlü (Papiergranité, tissu
conquérant, d'un poète). 2. Güçlülük, granité).
görkemlilik, görkem (Grandeur d'un empire). 3. graniter gçl. Pütürlü bir görünüm vermek,
Genişlik, büyüklük, boy, oylum ( Grandeur d'une pürtüklüleştirmek.
maison, d'une entreprise, d'une main). 4.Unvan, graniteux,euse s. Granitli, içinde granit bulunan,
nişan (Il a l'amour des grandeurs). S. Forma, boy granitiques. 1. Granit yapısında olan (Sol, terrain
(Les livres de toutes les grandeurs). 6. Yücelik, granitique, roches granitiques). 2. mec. Sert, kaya
ululuk, ruh yüceliği, soyluluk ( Grandeur et misère gibi.
de l'homme). § Grandeur nature: Doğal granitoïde s. Graniti andıran, granite benzeyen
büyüklükte (Portrait, statue grandeur nature). (Roches granitoïdes).
Regarder qn du haut de sa grandeur: Birine granivore s. ve ad. hayb. Tanecil; tane ile, yemle
yukardan bakmak, tepeden bakmak, beslenen (Oiseaux granivores. Les granivores).
küçümseyerek bakmak, granulaires. Tanecikli.
grandiloquence diş. Tumturak, cafcaf, granulation diş. 1. Taneleme. 2. Tanecik, pütür,
grandiloquent,e s. Tumturaklı, cafcaflı (Style, pürtük (Surface qui présente des granulations). 3.
discours grandiloquent). hek. (Sümüksel zarların yüzeyinde meydana
grandiose s. 1. Ulu, yüce, çok büyük (Un art gelen) Taneciklenme (Granulations grises,
grandiose, une oeuvre grandiose). 2. Çok güzel, tuberculeuses).
görkemli (Paysage, spectacle grandiose). 3. er. granule er. 1. Tanecik. 2. (İlâç) Küçük hap
Ululuk, yücelik, görkemlilik. (Granules homéopathiques).
grandir gsz. 1. Büyümek (Mon fils a grandi. Une granulé,e s. Tanecikli, pütürlü,
plante qui grandit). 2. Yoğunlaşmak, granuler gçl. Tanelere ayırmak, tanelemek; tane
şiddetlenmek (L'obscuritégrandit. Le vacarme ne haline getirmek, küçük haplar haline getirmek
cessait pas de grandir). 3. Grandir de...: -kadar (Granuler du plomb; granuler une poudre
büyümek, boy atmak (Il a grandi de dix pharmaceutique).
centimètres). 4. Grandir en qch: Daha da ... granuleux,euses. 1. Pütürlü, pürtüklü (Roche, terre
olmak, bakımından yücelmek (Grandir en granuleuse. Papier granuleux). 2. Taneciklenmiş,
beauté, en vertu, en force, en sagesse). S. gçl. Daha tanecikli (Tumeurgranuleuse).
boylu göstermek (De hauts talons la grandissent). granulite diş. yerb. Granülit.
6. gçl. Büyültmek (Microscope qui grandit les grape-fruit, grapefruit er. İng. Kızmemesi,
objets. L'imagination grandit les dangers). 7. gçl. greyfrut.
Büyütmek, yüceltmek (Vertus qui grandissent un graphie diş. Sesleri belli işaretlerle gösterme, yazı
homme. Le pouvoir ne grandit que les grands). 8. (Graphiephonétique, graphie traditionnelle).
gçl. Genişletmek, artırmak (Grandir ses terres, sa graphique s. 1. Yazıya değgin (Signes, caractères
fortune). § Se grandir: Kendini olduğundan graphiques. Système graphique). 2. Çizgeli (Arts
büyük göstermek, boyunu uzatmak; boy atmak graphiques: Çizgeli sanatlar). 3 .er. Çizge, "grafik
(Se grandir en se haussant sur la pointe des pieds). (Il inscrit sur des graphiques les courbes de
grandissante s. Gitgide artan, gitgide büyüyen production de la fabrique). § Graphique
(Une impatience grandissante). curviligne: mat. Çizgi grafiği. Graphique de
grandissement er. 1. Büyültme. 2. Büyüme, colonne: mat. Sütun grafiği. Graphique de figure:
grandissimes, tkz. Kocaman, koskoca, pek büyük, Şekil grafiği,
grand-mère diş. Büyük anne, nine. graphis er. bitb. Yazdikeni.
grand-messe diş. (Hıristiyanlıkta) İlâhili büyük graphite er. yerb. Grafit, yazartaş.
graphiteux 677 gratiné

graphiteux,euse s. Grafitli (Minerai graphiteux). matinée, faire la grasse matinée: Sabah keyfi
graphologie diş. Yazısına bakarak bir kişinin yapmak, pazar keyfi yapmak, uykudan geç
karakter ve geleceğini okuma bilimi, grafoloji, kalkmak. Faire ses choux gras de qch: -den
yazıbilgisi. yararlanmak, kendine bir çıkar sağlamak. Faire
graphologique s. Yazıya değgin; yazıbilgisel (Une gras: Et yemek, etli yemekler yemek. Parler gras:
expertise graphologique). 1. Fransızca konuşurken, r sesini boğazdan
graphologue ad. 1. Yazıbilgisi uzmanı. 2. Yazı çıkarıp ğr gibi söylemek. 2. Açık saçık konuşmak,
uzmanı. kaba konuşmak. D n'ya a pas gras à manger: hlk.
graphomître er. Planların yapımmda, arazi Yiyecek pek bir şey yok. D y a gras: argo. Allahın
üzerindeki açılan ölçmekte kullamlan aygıt, bereketi, yağlı kuyruk var. İstediğiniz kadar var;
grafometre. dolu, tümen tümen. C'est pas gras: argo. O kadar
grappe diş. 1. Salkım (Une grappe de raisin). 2. da değil, yağma yok, bedava mı sandın!
Hevenk f Des oignons sont accrochés en grappes). gras-double er. Sığır işkembesi (Plat de gras-
3. Sürü, yığın, grup (Des grappes d'enfants double).
s'accrochent aux touristes).
grassement bel. 1. Bolluk içinde, lüks ve konfor
grappillage er. 1. (Bağ bozumunda kalan)
içinde, bir eli yağda bir eli balda (Vivre
Salkımları toplama. 2. mec. Çöplenme.
grassement). 2. Cömertçe, bol bol (Payer,
grappiller gsz. 1. (Bağ bozumunda kalan)
rétribuer grassement). 3. Gevrek gevrek, kabaca
Salkımlan toplamak. 2. mec. tkz. Çöplenmek,
(Parler, rire grassement).
şurdan burdan küçük yararlar sağlamak. 3. gçl.
grasserie diş. İpek böceklerinde görülen bir
Toplamak, elde etmek, sağlamak (Grappiller des
nouvelles, des connaissances, quelques sous).
sayrılık.
grappilleur,euse ad. 1. Salkım toplayıcı. 2. grasset er. (Kimi hayvanlarda) Diz (Le grasset du

Çöplenen. cheval, du boeuf).


grappillon er. Küçük salkım, çıngd. grasset,te s. Yağlıca, semizce,
grappin er. 1. den. Çok kollu küçük çapa, filika grasseyement er. R sesini boğazdan ğr gibi çıkarma,
demiri, ığrıp demiri. 2. Aborda kancası. § Mettre, grasseyer gsz. R sesini boğazdan ğr gibi çıkarıp
jeter le grappin sur: 1. -e kancayı takmak, söylemek,
yakalamak (Une fois qu'il a mis le grappin sur grassouillet,te s. Tombul, toraman,
vous, vous ne pouvez plus vous en défaire). 2. -i graticulation diş. (Bir resmi kopya etmek için)
avucunun içine almak, Karelere, dördüllere ayırma,
gras,ses. 1. Yağ yapısında olan, yağ cinsinden, yağlı graticuler (Bir resmi büyütmek yada küçültmek
(Aliments gras, matière grasse. Crème grasse pour için) Karelere, dördüllere ayırmak,
peaux sèches). 2. Yağı çok, yağlı (Ce bouillon est gratification diş. İkramiye (Gratification de fin
trop gras). 3. Yağ bulaşmış, yağlı, kirli, kir pas d'année. Un employé qui reçoit une gratification
içinde (Avoir les cheveux gras, les mains grasses, en fin d'année. On remet aux ouvriers diverses
un col gras). 4. Yağlanmış, yağ bağlamış, şişman gratifications). § Gratification illicite: Rüşvet,
(Elle est un peu grasse aux hanches. Il es t très gras). gratifier gçl. 1. Ödül yada ikramiye vermek,
5. (Çizgi yada baskı harfleri için) Kalın ödüllendirmek. 2. Gratifier qn de qch: Birine...
(Caractères gras). 6. Kaygan (Glisser sur le pavé vermek, dağıtmak (lia gratifié le garçon d'un bon
gras. Une boue grasse). 7. Kalın yaprakh (Plantes pourboire. Gratifier ses voisins d'un sourire). 3.
grasses). 8. Yapış yapış, yapışkan ( A voir la langue Gratifier qn de qch: alaylı. Ödül olarak...
grasse). 9. Bol verimli, bitek (Degraspaturages, vermek, hakkını... ile ödemek (On l'a gratifié
terre grasse). 10. Bozulmuş, liga liga olmuş (Vin d'une paire de gifles).
gras). 11. Açık saçık, yakası açılmamış, kaba gratin er. 1. Yemeğin tencere dibine yapışan kısmı,
(Paroles grasses, un juron gras). 12. er. Etin yağlı tencere dibi. 2. Üstüne rendelenmiş peynirkonup
parçası. 13. Kalın harf (Ecrire en gras). 14. ad. fınna verilerek kızartılan yemek, fırın güveci
Şişman, şişko (Les gras et les maigres). § Eaux (Macaroni au gratin, merlan au gratin. Gratin au
grasses: Bulaşık suyu. Foie gras: Karaciğer fromage). 3. tkz. Kodamanlar, yüksek sosyete,
ezmesi. Jours gras: Katoliklerin et yemelerine kaymak tabaka (Ces gens-là, c'est le gratin. Toutle
izin verilen günler. Le gras de la jambe: Baldır. gratin de la ville).
Etre gras comme un porc, comme un moine: Çok gratiné,e s. 1. Fırın güvecinde pişmiş, kızarmış (Des
besili olmak, semiz olmak. Dormir la grasse pommes de terre gratinées). 2. tkz. Olağanüstü,
gratiner 678 gravement

eşsiz, bitirim, görülüp işitilmemiş (Une histoire Kendini kaşımak, kaşınmak (Il s'est gratté
gratinée). jusqu'au sang). 2. argo. a) Tereddüt etmek, karar
gratiner gsz. 1. (Eskimiştir) (Yemeğin) Dibi verememek, ensesini kaşıyıp düşünmek, b) Hava
tutmak, dibi yanmak. 2. gçl. Fırın güvecinde almak, avcunu yalamak (Tu peux toujours te
pişirmek, kızartmak (Gratiner des pommes de gratter). 3. Se gratter qch:-sini kaşımak (Segratter
terre, de la viande). 2. gçl. (Yemeğin) Dibini la tête, le nez, le dos).
tutturmak. grattoir er. 1. Kazağı, kazıyacak alet. 2. Sistire. 3.
gratis [gratis} bel. tkz. Bedava, beleş (Ona mangé D e m i r paspas. 4. argo. Ustura,
gratis. Travailler gratis). gratture diş. Kazıntı.
gratitude diş. "Minnet, minnettarlık (Sentiment de gratuit,e s. I. Karşılıksız, karşdık beklenmeden
gratitude. Dire, exprimer, témoigner sa gratitude à yapılan (Bienveillance gratuite). 2. Bedava,
qn: Birine minnet duygusunu belirtmek). parasız (Enseignement gratuit et obligatoire.
grattage er. Kazıma (Le grattage des vieilles affiches Entrée gratuite à un spectacle). 3. Temelsiz,
surun mur). dayanıksız (Une affirmation gratuite, une
gratte diş. 1. Ot ayıklama çapası. 2. tkz. Küçük hypothèse gratuite). 4. Nedensiz, usa yatkın bir
ölçüde yolsuz kazanç, anafor, kelepir. 3. tkz. nedeni olmayan (Un acte gratuit).
Uyuz. § Avoir la gratte: Uyuz olmak. Faire de la gratuité diş. 1. Karşılıksızlık, karşılık beklememe.
gratte: Bir anafor bulmak, bir kelepir sağlamak, 2. Bedavalık, beleşlik (La gratuité de
gratte-ciel er. değişmez. Gökdelen, l'enseignement). 3. Temelsizlik, dayanaksızlık
gratte-cul er. değişmez. Yabani gül meyvası, (La gratuité d'une supposition, d'une hypothèse).
itburnu. 4. Nedensizlik (La gratuité d'un acte).
gratte-dos er. Sırt kaşıma çubuğu, gratuitement bel. 1. Karşılık beklemeden, çıkar
gratelle diş. tkz. eski. Uyuz. gözetmeden, iyilik olsun diye (Soigner un malade
grattement er. Kaşıma (De pensifs grattements de gratuitement). 2. Bedava olarak, parasız, beleş
tête). (Les propectus sont distribués gratuitement). 3.
gratte-papier er. tkz. değişmez. 1. Yazıcı. 2. Kötü Bir şeye dayanmadan, dayanaksız olarak, haksız
yazar, acemi yazar. 3. Küçük memur, kırtasiyeci yere (Vous affirmez cela gratuitement). 4.
memur (Des gratte-papier ingrats et paresseux, Nedensiz olarak, birnedeni olmadan (Commettre
fiers de leur bureau). un crime gratuitement).
gratte-pieds er. değişmez. D e m i r paspas, gravatierer. Molozcu.
gratter gçl. 1. Kaşımak (Gratter une plaie). 2. gravats er. ç. Moloz, yıkıntı parçalan; harç
Hafifçe sürmek (Gratter la terre). 3. Eşelemek döküntüsü (Un tas de gravats).
(Chien qui gratte le sol). 4. Silmek, silip çıkarmak grave s. 1. Sert (Le juge était grave). 2. Ciddi,
( Gratter un mot dans le texte). 5. Kazımak ( Gratter ağırbaşlı (Un personnage grave. Son visage prit
un mur au couteau. Gratter la peinture d'une une expression grave. Il devint subitement grave).
cloison, la boue de ses chaussures. Gratter une 3. Çok önemli, ciddi ( La question est grave. Il s'est
inscription, une étiquette). 6. Kaşıntı vermek, abstenu pour une raison grave). 4. Kaygı verici,
kaşındırmak; "tahriş etmek (Mon col de chemise kötü, telaşlandırıcı (Les nouvelles sont graves). 5.
me gratte). 7. tkz. Geçmek, takmak, arkada Tehlikeli, ağır (Une maladie grave. La situation
bırakmak (Coureur cycliste qui gratte ses est grave. Il a subi une opération grave. Une
concurrents. Il ne songe qu'à gratter les autres blessure grave). 6. müz. Kalın, pes (Une voix
voitures sur la route). 8. tkz. Gratter qch sur qch: grave, une note grave).
-den çalmak, tırtıklamak, çarpmak, çöplenmek
graveleux,euse s. 1. Çakıllı (Terre graveleuse). 2.
(Il gratte quelques billets sur chaque commande. Il
Kumlu gibi (Un fruit graveleux). 3. hek. Kum
gratte sur tout). 8 . g s z . hlk. Çalışmak (Ilgratte du
işeyen. 4. mec. Açık saçık (Raconter une anecdote
matin au soir). 9. gsz. Gratter à qch: -i
graveleuse. Tenir des propos graveleux).
tıkırdatmak, hafifçe çalmak (Gratter à la porte).
gravelle diş. hek. Kum hastalığı, böbreklerinde
10. gsz. Gratter de qch: -i kötü çalmak,
kum olma.
cızırdatmak (Gratter du violon, de la guitare). 11.
gravelot er. hayb. Yağmurkuşu.
gsz. Kaşınmak (La tête lui gratte, le nez me gratte).
gravelle diş. hek. Böbrek Kumu.
§ Gratter une vieille plaine: argo. Traş olmak,
gravelure diş. Açık saçık söz, kaba sözcük (Son
sakalını kazımak. Gratter du jambonneau: argo.
discours comportait des gravelures).
(Kadınlar için) Otuzbir çekmek. § Se gratter: 1.
gravement bel. 2. Ciddiyetle, ağırbaşhlıkla
graver 679 greffer

(Marcher, parler gravement). 2. Tehlikeli şekilde, (Mettre des gravures au mur). 4. (Ses, plak) A l m a ,
ağır şekilde (Il est gravement malade, blessé). kaydetme (La gravure de ce disque est mauvaise).
graver gçl. 1. Kazımak, oymak, °hâketmek (Graver § Gravure en creux: Çukur kazı, çukur oyma.
son nom sur un arbre. Graver une inscription sur Gravure en relief: Kabartma kazı, kabartma
un tombeau). 2. Kazımak; basmak (Graver une oyma.
médaille, Faire graver des cartes de visite, des faire- gréer. Arzu, istek, keyif. § A u g r é d e q n : -in keyfine
part). 3. "Kaydetmek (Graver un disque). 4. göre, isteğine uygun, zevkine göre (Avez-vous
Graver qch dans qch: Bir şeyi -e iyice yerleştirmek trouvé la chambre à votre gré). Au gré de qch: -e
(Graver un souvenir dans son coeur, dans sa uyarak, tâbi olarak, göre (Vagabonder au gré de
mémoire. Il grave dans son esprit la date de cet sa fantaisie, de son caprice. Ses cheveux flottent au
événement). § Se graver: İyice yer etmek, gré du vent). A ton gré, à votre gré: Nasıl istersen,
yerleşmek, kazınmak, belli olmak (Ces années de nasıl isterseniz, keyfiniz bilir. Bon gré mal gré:
captivité se sont gravées sur son visage). îster istemez (Il faut l'accepter bon gré mal gré).
graveur er. Kazıcı, oymacı, oyma ressamı, "hakkâk Contre le gré de qn: -e karşın, -in isteğinin tersine
(Graveur sur bois, sur métaux. Graveur de (lia obéi contre son gré. Il agit contre le gré de ses
médailles, de monnaie. Graveur en bijouterie). parents). De gré ou de force: İster iyilikle, ister
gravidique s. Gebeliğe değgin, gebelikle ilgili, kötülükle, gerekirse zorla. De bon gré, de son
gebeliğe bağlı (Ictère gravidique). plein gré: Kendi isteğiyle, kendi rızasıyla. D e g r é à
gravidité diş. Gebelik, gebe kalma, gré: İki tarafın karşılıklı nzasıyla, karşılıklı istek
gravier er. 1. İrikum, çakıllı kum; küçük çakıl üzerine. Savoir gré à qn de qch: Birine -den dolayı
(Retirer un gravier de sa chaussure). 2. Küçük minnet duymak, teşekkür etmek (Je vous sais gré
çakıllar, çakıllı kumlar (Le gravier de l'allée de votre attention ). Savoir mauvais g r é à q n d e qch,
crissait sous ses pas). 3. hek. Böbrek taşı, böbrek de f.qch: Birine -den dolayı kızmak, hoşnut
kumları. olmamak (On vous saura mauvais gré d'avoir dit
gravillon er. Küçük çakıl, ince kumlu çakıl ces vérités).
(Répandre du gravillon sur une route). grèbe er. hayb. Irmak dalgıcı, dalgıç (kuşu),
gravimétrie diş. kim. Tartma, ağırlık ölçme, grec, grecque s. ve ad. 1. Yunan, yunanlı (Les îles
gravir gsz. 1. Gravir sur qch, à qch: (Eski) -e grecques. La civilisation grecque antique). 2.
tırmanmak ( G r a v i r sur une muraille, gravir au Rum. 3. (Eski) Hırsız, hileci. 4. er. Yunanca,
haut d'une muraille, jusqu'au sommet de la rumca (Le grec ancien, le grec moderne).
colline). 2.gçl. -etırmanmak,çıkmak(Gravirune gréciser gçl. Yunanlılaştırmak, Rumlaştırmak,
colline, une montagne, une pente raide, les étages). grécité diş. Yunanlılık, greklik.
gravitation diş. giz. gökb. Genelçekim, yerçekimi gréco-latin,e s. Yunan ve Latin karması,
(Les lois de la gravitation universelle). gréco-romain,e s. 1. Yunan ve R o m a karışımı (Art
gravité diş. 1. Ağırlık (Centre de gravité). 2. greco-romain). 2. spor. Grekoromen (Lutte
Ağırbaşlılık, 'ciddilik (Garder, perdre sa gravité. gréco-romaine).
La gravité du ton, des paroles). 3. Önem, grecque diş. Aşıkyolu; dik köşeli çizgilerin içe ve
önemlilik (Tu ne comprends pas la gravité du dışa bükülerek oluşturdukları geometrik kenar
problème). 4. Tehlike, tehlikelilik (La gravité süsü (Grecque ornant une frise d'architecture).
d'une maladie. Un accident sans gravité). 5. gredin,e ad. Anasının ipini satmış, kopuk, itin teki.
(Seste) Kalınlık, "peslik. gredinerie diş. Kopukluk, itlik,
graviter gsz. 1. (Eski) -e doğru inmek, düşmek gréement er. 1. (Gemiyi) Donatma. 2. Gemi
(Graviter vers la terre). 2. Graviter à qch, vers qch: donanımı.
-e doğru gitmek, yönelmek (L'union gravite à gréer gçl. (Gemi) Donatmak (Gréer un navire en
l'unité). 3. Graviter autour de qch: -in etrafında goélette).
dönmek; dört dönmek (Les planètes gravitent greffage er. Aşı, aşılama.
autour du soleil. Graviter autour d'une personne greffe er. Mahkeme kalemi (Déposer un dossier au
admirée). greffe).
gravois er. ç. Moloz, yıkıntı parçalan; harç greffe diş. 1. Aşı (Cette greffe a bien pris). 2.
döküntüsü. (Birinden bir organ yada parça alıp bir başkasına)
gravure diş. 1. Kazma sanatı, oyma sanatı; kazma, Aşılama, nakil (La greffe d'un rein).
oyma ( L a gravure sur bois, sur cuivre). 2. Kazı işi, greffer gçl. 1. (Ağaç) Aşılamak (Greffer un
oyma işi. 3. Kazı işi resim, oyma resim, "gravür pommier). 2. (Bir organ yada parçayı alıp başka
greffier 680 grésillement

birine) Aşılamak, "nakletmek (Greffer un rein. grenadille diş. bitb. Çarkıfelek.


Greffer une cornée prélevée sur un cadavre). § Se grenadin er. l.hayb. Afrika ispinozu. 2. bitb. Bir tür
greffer sur: Gelip -e eklenmek (Ces nouveaux karanfil. 3. Tavuk, bahk vb. dolması,
problèmes se sont greffés sur ceux qui existaient grenadine diş. 2. Nar şurubu. 2. Dantel ipeği,
déjà). grenaille diş. 1. Y e m kırıntısı, çevrinti (Jeter,
greffier er. Tutanak yazmanı, "zabıt kâtibi; donner la grenaille aux poules). 2. Maden
mahkeme evrak memuru. kırıntısı. § Grenaille de plomb: (Mermi, tüfek)
grefToir er. Aşı bıçağı. Saçma ( Cartouche chargée de grenaille de plomb).
greffon er. Aşı olarak kullanılan tomurcuk yada grenailler gçl. Saçma haline getirmek (Grenailler
filiz, aşı tomurcuğu, aşı filizi, du plomb).
grégaire s. 1. Sürü halinde yaşayan, sürücül. 2. mec. grenaison diş. (Başakta) Tanelenme, tanë tutma,
Koyun gibi, sürüye katılan, kalabalağın ardından grenat er. 1. Süleyman taşı, grena. 2. Nar çiçeği
giden, çoğunluğa uyan, uyaroğlu (L'instinct rengi (Velours grenat).
grégaire, des sentiments grégaires). grené,e s. Tanecikli, kumlu, pütürlü, pürtüklü
grégarisme er. Sürülük, sürü halinde yaşama (Tout (Cuirgrené).
nous contraint à subir la loi du grégarisme). greneler gçl. Kum kum yapmak, kumlu etmek,
grèges. H a m (Soie grège, fil grège). tanecikli etmek, pürtükleştirmek (Greneler un
grégeois s. er. Feu grégeois: Bizans ateşi, papier, un cuir).
Bizanslıların düşman gemilerine karşı grener gsz. 1. Tane vermek, tane tutmak (Le blé
kullandıkları suda yanan ateş. grèrte mal cette année). 2. gçl. Ufalamak (Grener
grégorienne s. Papa I. Grégoire'e değgin, du sel, du sucre, de la terre).
gregoryen (Rite grégorien, calendrier grégorien, grènetis er. (Maden paralarda) Kenar tırtığı,
église grégorienne). grenier er. 1. Ambar (Grenier à blé, à foin, à sel). 2.
grêles. 1. f n c e u z u n , çöp gibi (Des jambes grêles). 2. mec. Buğdayı bol bölge, buğday ambarı (LaSicile
İnce ve hafif (Une voix grêle). § L'intestin grêle: est le grenier de l'Italie). 3. Tavan arası, çatı arası.
Incebarsak. 4. Çatı katı (Fouiller une maison de la cave au
grêle diş. 1. D o l u (La grêle a saccagé les vignes). 2. grenier).
Une grêle de: Bir... yağmuru, bir sürü... (Une grenouillage er. tkz. Entrika, dolap, küçük oyun.
grêle de pierres, d'injures). grenouille diş. Kurbağa (La grenouille coasse). 2.
grêlé,e s. Çiçek bozuğu (Il a le visage grêlé). mec. tkz. Kurbağa biçiminde kumbara. 3. argo.
grêler gsz. 1. D o l u yağmak (Il va grêler). 2. D o l u ile Hafifmeşrep kız, hoppa, fingirdek. § Sirop de
harap etmek; doludan zarar gördürmek (Toute grenouille: argo. Su, çeşme suyu. Manger la
cette région a été grêlée). § D grêle...: Yağmur gibi grenouille: hlk. Parayı vurup kaçmak, paralann
...yağıyor, iniyor (Ilgrêle des coups, des balles). üstüne oturmak, paraları iç etmek (Le caissier a
grêlon er. D o l u tanesi. mangé la grenouille).
grelot er. Çıngırak (Grelot attaché au collier d'un grenouillère diş. 1. Kurbağalı bataklık, kurbağalı
cheval, d'un chien). § Attacher le grelot: dere, kurbağalık. 2. Akarsu çimeği.
Başlamak, ilk adımı atmak, önayak olmak, grenouillette<% 1. bitb. Kurbağaotu. 2. hek. Dilaltı
şeytanın bacağını kırmak. Avoir les grelots: (hastalığı), kurbağacık,
Korkmak, ö d ü patlamak, korkudan titremek, grenu,e s. 1. Çok taneli, tane bakımından zengin
grelottant,e s. Titreyen (Elle est toute grelottante). (Epis grenus). 2. Üstü tanecikli, kum kum,
grelottement er. Titreme. pütürlü (Cuir grenu, papier grenu).
grelotter gsz. 1. Tir tir titremek. 2. Grelotter de qch: grès er. 1. Kum t aşı, küçük çakıl taşı (Un pavé de
-den titremek (Grelotter de froid, de peur, de grès. Une carrière de grès). 2. Çakıl toprağından
fièvre). yapılmış kap (Un pot de grès).
grémille diş. hayb. Platika, sırtı zeytin yeşili bir tür gréseux,euse s. Kumtaşlı, küçük çakıllı,
bahk. grésière diş. Kumtaşı ocağı,
grenadage er. ask. El bombası atma. grésil er. Bulgur yada ebe bulguru denilen ince dolu
grenade diş. 1. Nar (Du jus de grenade). 2. El (Il tombe du grésil. La pluie, avec le froid, se
bombası, bomba (Grenade fumigène, incendiaire, change en grésil).
lacrymogène). grésillement er. 1. Çıtırdama, çıtırtı, cızırdama,
grenadier er. 1. Nar ağacı (Le grenadier a des fleurs cızırtı (Le grésillement du sable, de la friture. Les
rouges). 2. Kumbaracı askeri, bombacı er. jours d'orage, on entend des grésillements dans le
grésiller 681 grignoter

poste de radio). 2. (Cırcır böceği) Cırlama, cırıltı, blessé).


grésiller gsz. 1. İnce dolu yağmak, ebe bulguru griffade diş. (Eski) Pençeleme, tırmalama; pençe
yağmak (Il grésille). 2. Çıtırdamak; cızırdamak yada tırnak vuruş,
(L'huile grésille dans la poêle. Le téléphone griffe diş. 1. Yırtıcı hayvan yada kuş tırnağı, cırnak
grésille). 3. (Cırcır böceği) Cırlamak. 4. gçl. (Griffes des carnassiers, griffes des oiseaux de
Kavurup buruşturmak, sarartıp soldurmak (La proie). 2. mec. tkz. Zulüm pençesi. 3. (Kimi
chaleur grésille les plantes). § Grésiller du trolley: bitkilerde) Kök (Les griffes d'asperge, de
argo. Bir tahtası noksan olmak, kaçık olmak, renoncule). 4. D a m g a , kişilik damgası (Cet article
grève diş. 1. Kumsal (Les vagues déferlent sur la porte sa griffe). S. (Direk yada ağaçlara
grève). 2. İşbırakımı, "grev (Grève avec tırmanmak için ayaklara takılan) D e m i r kanca. §
occupation des locoux: İşyerini işgal ederek Coup de griffe: Sert eleştiri, saldın (Lancer un
yapılan grev. Grève générale: Genel grev. Grève coup de griffe). Arracher une personne des griffes
perlée: İşi yavaşlatma grevi. Grève sur le tas, grève de qn: Birini -in pençesinden kurtarmak. Donner
des bras croisés: Oturma grevi. Grève tournante: un coup de griffe à qn: Birine bir pençe atmak,
Bütün iş yerlerince ard arda yapılan grev). § tırmık atmak. Montrer ses griffes: mec. Dişlerini
Briseur de grève: Grev kırıcı, grevkıran. Piquet de göstermek, tehdit etmek. Rentrer ses griffes:
grève: Grev gözcüsü. Faire grève, faire la grève: mec. Saldırganlıktan vazgeçmek. Tomber sous la
İşbırakımına gitmek, grev yapmak. Se mettre en griffe de qn: -in pençesine düşmek. A la griffe on
grève: İşbırakımına gitmek, greve geçmek, grev reconnaît le lion: Kişi işinden belli olur.
yapmak. Faire la grève de la faim: Açlık grevi griffer gçl. 1. Pençe atmak, pençelemek. 2.
yapmak. Tırmalamak, cırnaklamak (Elle griffait les draps
grever gçl. 1. Ağır yükümler altında bırakmak, ağır avec ses ongles. Le chat m'a griffé).
gelmek (Dépenses qui grèvent un budget). 2. griffeur,euses. Tırmalayan, pençe atan.
Bunaltmak, yük altında ezmek (Grever griffon er. 1. (Söylencede) Kartal başlı aslan. 2. hlk.
l'économie d'un pays). 3. huk. Rehin etmek Akbaba. 3. U z u n v e sert tüylü bir cins av köpeği.
(Grever un immeuble). 4. Büyük zoka. 5. Pınar başı, su kaynağı,
gréviste ad. 1. "İşbırakımcı, "bırakımcı, "grevci griffonnage er. 1. Çiziktirme, karalama
(Les grévistes ont repris le travail). 2. s. (Griffonnages de jeunesse). 2. Kargacık burgacık
İşbırakımına değgin (Le mouvement gréviste). yazı.
gribouillage er. Kargacık burgacık yazı. griffonnement er. Bir yontunun kıl yada mumdan
gribouille diş. Burnunun ötesini göremeyen aptal, yapılmış taslağı,
ileri göremeyen ve başı dertten kurtulmayan griffonner gçsz. 1. Bir şeyler yazmak, çizmek (Les
salak (Une politique de gribouille: İleriyi enfants ont griffonné sur les murs). 2. gçl.
göremeyen salakça bir politika). Çiziktirmek, okunmaz bir şekilde yazmak
gribouiller gsz. 1. Kargacık burgacık yazılar (Griffonner une ordonnance, une lettre).
yazmak, bir şeyler çiziktirmek (Un enfant qui griffu,e s. 1. Cirnakli (Despattes griffues). 2. Uzun
gribouille sur les murs). 2. gçl. Okunmaz bir ve çengel tırnaklı. § Mains griffues: Pençe,
biçimde yazmak, çiziktirmek, karalamak zalimin pençesi,
(Gribouiller une lettre). griffure diş. Sıyrık, tırnak izi, cırnak izi.
gribouilleur,euse ad. Kargacık burgacık yazan, grignon er. 1. Ekmek kabuğu. 2. Zeytin küspesi,
yazısı çok kötü (kimse), grignotage er. 1. (Politikada) Kemirme, yıpratma
gribouillette diş. T o p kapmaca oyunu; kapmaca (La tactique du grignotage). 2. mec. Yavaş yavaş
(oyun). § A la gribouillette: Rasgele, gelişigüzel, yiyip bitirme, yavaş yavaş yıkma,
gribouillis er. Kargacık burgacık yazı, çiziktirilmiş grignotement er. Kemirme sesi, kıtırtı,
resim. grignoter gçl. 1. Kemirmek, kemirerek yemek,
grief er. 1. Sızlanma, yakınma, şikâyet (Exposer, küçük küçük ısırarak yemek (Souris qui grignote
formuler ses griefs). 2. Sitem. § Avoir des griefs un fromage. Grignoter un biscuit). 2. mec. Azar
contre qn: Birine karşı kırgınlığı olmak, yapacak azar yiyip bitirmek (Grignoter son capital). 3.
sitemleri bulunmak. Faire grief de qch à qn: Bir mec. tkz. Tırtıklamak, çöplenmek, çalmak. 4.
şeyi -in başına kakmak, sitem etmek, -den dolayı, Grignoter qn: tkz. -i yavaş yavaş yıprafmak, zayıf
-e kızmak (Je ne lui fais pas grief de cet oubli. Il me düşürmek; -e yavaş yavaş üstünlük sağlamak
fait grief de ma négligence). (Grignoter un ennemi, un concurrent). 5. gsz.
grièvement bel. Ağır şekilde (Il est grièvement İştahsız iştahsız yemek, dilinin ucuyla şöyle bir
grigou 682 grimpereau

tatmak. ızgara etler yapan lokanta, ızgaracı.


grigou s. ve ad. hlk. Pinti, cimri, grimace diş. 1. Yüzünü gözünü oynatma, yüz
gri-gri, grigri er. Muska, nazarlık, maymunluğu, yüz şaklabanlığı (Les enfants
gril er. Izgara (Bifteck cuit sur le gril). § Etre sur le s'amusent à se faire des grimaces. Rire des
gril: Diken üstünde oturmak, çok tedirgin grimaces d'un clown). 2. Yüz buruşturma (Une
durumda olmak. Tenir qn sur le gril: Birini grimace de dégoût, de douleur). 3. Pot, buruşuk
tedirginlik içinde bırakmak, (Ce veston fait des grimaces. Papier qui fait des
grillade diş. 1. Izgarada pişmiş yemek, ızgara (Une grimaces). 4. ç. Yapmacık, yapmacık davranış,
grillade de poisson). 2. Izgara yapma, sahte nezaket (Ce ne sont que des grimaces. Il ne
grillage er. 1. Tel kafes; tahta yada demir kafes faut pas se laisser prendre à des grimaces). § Faire
(Poser un grillage à la porte d'un garde-manger. la grimace: Yüzünü buruşturmak, hoşnut
Grillage en bois des fenêtres arabes). 2. Kavurma kalmamak (ila fait la grimace quand il a appris
(Grillage des cacahuètes). qu'il fallait sortir). Faire la grimace à qn: Birini
grillager gçl. Tel yada demir kafes geçirmek soğuk karşılamak, görmekten hoşnut olmadığını
(Grillager un guichet). belli etmek. On n'apprend pas à un vieux singe à
grille diş. 1. Parmaklık, demir parmaklık (Grilles faire des grimaces: Tereciye tere satılmaz,
d'un jardin). 2. Kafes, tel yada demir kafes grimacer gsz. 1. Yüzünü buruşturmak (Grimacer
(Grilles aux fenêtres d'une prison). 3. Izgara, ocak de douleur, de dégoût). 2. Buruşmak, pot yapmak
ızgarası (Grille d'égoût. La grille d'un fourneau). (Cette manche tombe mal, elle grimace). 3. gçl.
4. Kafes biçiminde şifre anahtarı (Posséder, Yapmacıktan yapmak (Grimacer un sourire,
utiliser une grille). , grimacer un bonjour).
grille-pain er. Ekmek kızartma makinası (Un grille- grimacier,ères. vead. 1. Yüzüyle şaklabanlık eden;
pain électrique). kaşını gözünü, yüzünü gözünü oynatıp duran. 2.
griller gçl. 1. Kafes yada parmaklıkla çevirmek, Yüz ekşiten, yüz buruşturan, surat asan. 3. mec.
kapamak (Griller une fenêtre, un jardin). 2. Yapmacık davranıştı, gösterişçi, içtenliksiz.
Demir parmaklıklar ardına atmak, hapsetmek, grimage er. (Tiyatroda) Yüzüne makyaj yapma,
içeri tıkmak. 3. Izgarada pişirmek, ızgarasını grimaud er. 1. Küçük sınıf öğrencisi. 2. Kötü yazar.
yapmak (Griller une côtelette, un poisson). 4. 3. (Eski) Bilisiz ama kendini beğenmişin teki;
Ateşte pişirmek, közlemek (Griller des marrons). yüzü gülmez,
5. Yakmak, dağlamak (Les chauffeurs grillaient grimer gçl. (Tiyatro ve sinemada) Birinin yüzünü
les plantes des pieds de leurs victimes). 6. Ateşte yazmak, yüz makyajını yapmak (Grimer un
kızdırmak, çok ısıtmak. 7. Ateşte kavurmak acteur). § Se grimer: 1. Buruşuklar çizilerek
(Griller du café). 8. Kurutmak, kavurmak (La yüzünü ihtiyar gibi göstermek. 2. Kendine yüz
gelée grille les bourgeons). 9. tkz. Yakmak, makyajı yapmak,
tüttürmek, tellendirmek (Griller une cigarette). grimoire er. 1. Büyücü kitabı, büyü kitabı. 2. mec.
10. tkz. Durmadan geçmek, aşıp geçmek (Griller Anlaşılmaz söz yada yapıt. 3. Okunmaz yazı.
une station, les étapes). 11. (Elektrik) Yakmak, grimpant,es. bitb. 1. Tırmanıcı (Plantegrimpante).
kullanılmaz duruma getirmek (Griller une lampe, 2. er. argo. Pantolon,
une résistance). 12. Griller qn:tkz. Birini geçmek, grimpée diş. Tırmanış, tırmanma; dik bir yokuşa
arkada bırakmak (Un coureur qui a grillé tous les tırmanma.
concurrents). 13. Etre grillé: argo. Yanmak, grimper gsz. 1.Tırmanmak (Grimperàl'échelle. Le
çuvallamak, pişmek. Şapa oturmak. 14. gsz. lierre grimpe sur la façade de la maison). 2.
Sıcaktan kavrulmak, sıcaktan yanmak, bunalmak Çıkmak, tırmanmak, vurmak (Une voiture qui
(On grille dans cette pièce). 15. gsz. Izgarada grimpe jusqu'au col. Le sentier grimpe vers des
pişmek, ateşte pişip kızarmak, kavrulmak (Mettre cabanes de bergers. Un gamin qui grimpe sur une
des marrons à griller). 16. Griller de qch. de f.qch: chaise, sur la table). 3. tkz. Hızla yükselmek,
-den yanıp tutuşmak, yerinde duramamak ; -meye birdenbire çıkmak (La fièvre grimpe). 4. gçl. -i
can atmak (Griller d'impatience. Nous grillons de tırmanmak, çıkmak (Grimper les escaliers quatre
vous entendre). § Se griller: argo. Gözden à quatre). S. Grimper qn: argo. Birini çok iyi
düşmek, saygınlığını yitirmek. tanımak, ne bok olduğunu bilmek,
grillon er. hayb. Cırcırböceği. § Grillon domestique: "cemaziyülevvelini bilmek. §Faire grimper qn à
hayb. Ocakçekirgesi. l'arbre: Biriyle alay etmek, matrak geçmek,
grill-room [gxilRum] er. Müşterilerin gözü önünde grimpereau er. hayb. Tırmaşık kuşu (Grimpereau
grimpette 683 grive

des jardins: Bahçe tırmaştk kuşu. Grimpereaudes gris er. 1. Külrengi, boz, gri (Gris foncé, gris clair.
bois: Orman tırmaşık kuşu). J'aime le gris). 2. (At) Boz, demir kır (Gris
grimpette diş. Dik yokuş. pommelé). 3. Külrengi giysi (S'habiller de gris). 4.
grimpeur, euses. i. Tırmanıcı ( Oiseaux grimpeurs). Tütün (Un paquet de gris).
2. er. ç. hayb. Ağaçkakan, kuku, papağan gibi grisaille diş. 1. Külrengi resim, külrengi kabartmalı
tırmanıcı kuşlar,tırmanıcılar. 3. er. (Spor) Dağcı, taklidi resim. 2. mec. Tekdüzelik, kabartısızlık,
grincement er. 1. Cızırtı (Le grincement d'une sıkıcılık, boğuculuk (La grisaille d'une vie sans
plume sur le papier). 2. Gıcırtı, gıcırdama (Le histoire).
grincement de dents, le grincement d'un essieu). grisailler gçl. 1. Külrengi boyamak. 2. gsz.
grincer gsz. Gıcırdamak (Le sommier du lit grince). Kırlaşmak.
§ Grincer des dents: Dişlerini gıcırdatmak, grisant,e s. Esritici, baş döndürücü, sarhoş eden
grinche er. argo. Hırsız, arakçı, (Une odeur grisante).
grincher gsz. gçl. argo. Çalmak, araklamak, grisard er. 1. Porsuk. 2. Akkavak. 3. Sert kumtaşı,
grincheux,euse s. ve ad. Hırçın; aşırı titiz; mızmız sert küçük çakıl,
(Un vieillard grincheux). grisâtres. 1. Kırımtrak, külrengine çalan (Un ciel
gringalet er. 1. Çelimsizin biri, çelimsiz adam (Elle a grisâtre). 2. tç karartıcı, sıkıcı, üzücü (Ungrisâtre
épousé un gringalet). 2. s. ve ad. Silik, ağırlığı impératif moral).
olmayan (Il le trouvait un peu gringalet. Cenesont grisbi er. argo. Para, mangır (Touchez pas au
que des gringalets à côté de lui). grisbi).
griotte diş. 1. Vişne. 2. Kızıl damarlı somaki, griser gçl. 1. Sarhoş etmek (Le Champagne me grise
griottier er. Vişneağacı. facilement). 2. Esritmek, başını döndürmek
grippage er. (Yağlanmama yüzünden) Tıkanma, (Cette odeur le grisait). 3. Griser qn de qch: -ile
çalışmama, tıkanıklık yapma, durma (Le başını döndürmek, kendinden geçirmek (Ilgrisait
grippage d'un moteur, d'une machine). sa femme de compliments). § Se griser de qch: -den
grippal,e s. Grip hastalığına değgin (Etat grippal; başı dönmek, -ile sarhoş olmak, esrimek (5egriser
infection grippale). de ses succès, d'air pur, de compliments).
grippe diş. 1. Salgın ingin, grip (Epidémie de griserie 1. Çakirkeyflik, çakirkeyf olma. 2. Başı
grippe). 2. mec. Gıcık kapma, hoşlanmama. § dönme, sarhoşluk, esriklik (Griserie dusuccès, du
Avoir la grippe: Gripli olmak, gribi olmak. pouvoir).
Attraper la grippe: Gribe yakalanmak. Prendre griset er. hayb. i . Küçük serçe. 2. Altı-yarıklı balık,
en grippe qn, qch: -den hoşlanmamak; gıcığına bozcamgöz.
gitmek. grisette diş. 1. Boz şayak. 2. Yosma, işçi kız, oynak
grippé,e s. ve ad. 1. Gripli, gribe yakalanmış. 2. kız.
(Acıdan) Yüzü kasılmış, gris-gris, gri-gri er. Muska, nazarlık,
grippement er. (Acıdan) Yüzün kasılması, grisoller gsz. (Tarlakuşu) Ötmek.
gripper gsz. 1. (Yağlanmama nedeniyle) grison,nes. ve ad. l.s. Kır. 2. ad. Kıranta, kır saçlı.
Tıkanmak, tıkanıklık yapmak, çalışmamak, 3. er. Eşek.
durmak (Le moteur va gripper si on ne le graisse grisonnant,e s. 1. Kırlaşmış, kır düşmüş (Avoir des
pas. Les rouages grippent). 2. (Kumaş) cheveux grisonnants). 2. Saçlarına ak düşmüş, kır
Buruşmak, çekmek (Cette étoffe grippe). 3. gçl. -i saçlı, kıranta (Un homme grisonnant).
pençesiyle yakalamak (Le chat vient de gripper un grisonnement er. Kırlaşma, kır düşme
oiseau). 4. hlk. Yakalamak, enselemek (Gripper (Grisonnement des cheveux, des tempes).
un voleur). § Se gripper: Tıkanmak, çalışmamak, grisonner gsz. 1. Kırlaşmak, kır düşmek (Ses
durmak (Le moteur s'est grippé). cheveux grisonnent). 2. Saçlarına ak düşmek,
grippe-sous. veer. Açgözlü,cimri, kırkparayakırk saçları kırlaşmak (Il commence à grisonner sur les
düğüm atan. côtés).
gris,es. 1. Külrengi, boz, "gri (Un mur gris). 2. Kır, grisou er. kim. Grizu. § Coup de grisou: Grizu
kırlaşmış (Il a des cheveux gris aux tempes). 3. patlaması.
(Hava için) Kapalı, bulutlu ( Un ciel gris. Le temps grisoumètre er. Maden ocaklarında grizu oranını
est gris). 4. Tekdüze, "monoton (Une vie grise). S. ölçmeye yarayan alet, *grizuölçer.
hlk. Çakirkeyf (Il est un peu gris). § Il fait gris: grisouteux,euse s. kim. Grizulu.
Hava kapalı. Faire grise mine à qn: Birine karşı grive diş. hayb. Ardıç kuşu. Grive dorée: Sarıasma
soğuk davranmak. (kuş). § Etre soûl comme une grive: Çok sarhoş
grivelé 684 gros

olmak, kör kütük sarhoş olmak. Faute de grives, Korkmak, tabanları yağlayıp kaçmak. Foutre les
on mange des merles: İnsan aradığını bulamayınca grolles: argo. Korkutmak,
bulduğuyla yetinir. Koyunun bulunmadığı yerde grommeler gsz. 1. Homurdanmak (Obéir en
keçiye Abdurrahman Çelebi denir, grommelant). 2. gçl. Homurdanarak söylemek
grivelé,e s. Kırbenekli,ak benekli ( Oiseau grivelé). (Grommeler des injures entre ses dents).
griveler gsz. 1. Çöplenmek, otlakçılık etmek. 2. grommellement er. Homurdanma; homurtu
(Kahve yada lokantada) Ödeyecek parası yokken halinde söylenen söz.
kendine yiyicek içecek ısmarlamak; yiyip içip grondant,e s. Hırlayan, homurdanan; gürleyen
sonra param yok demek, (Fauves grondants et rugissants. La foule
grivèlerie diş. 1. Beleşçilik, otlakçılık. 2. Yiyip içip grondante ne se calme plus).
param yok deme, parasız yeyip içmeye kalkma, grondement er. 1. Gürleme (Le grondement du
griveleur er. Otlakçı, beleşçi, canon, d'un torrent. Un grondement de tonnerre).
grivelure diş. Kır beneklilik, ak ve boz beneklilik. 2. Hırlama (Le grondement du chien).
grivet er. hayb. Sabamaymunu. gronder gsz. 1. Homurdanmak, dırlanmak,
griveton er. tkz. Er. söylenmek (Gronder entre ses dents). 2. (Ayı,
grivois,e s. 1. Açık saçık (Chanson grivoise). 2. er. domuz vb.) Bağırmak, homurdanmak. 3. mec.
(Eskiden) Asker, Gürlemek ( Le canon gronde, le tonnerre gronde).
grivoiserie diş. Açık saçık söz (Dire des 4. mec. Fatlamak üzere olmak, eli kulağında
grivoiseries). olmak (L'émeute gronde). S. gçl. -i azarlamak,
grizzli, grizzly er. hayb. Bozayı, paylamak (Gronder un enfant désobéissant). 6.
grœnendael er. Uzun kara tüylü çoban köpeği, Gronder qn de f.qch, pour f. qch: Birini -diği için
grog er. Kaynatılmış şekerli su ve rom yada şarap azarlamak, paylamak, kulağını çekmek (Nous
karışımı içki (Prendre un grog bien chaud). devons vous gronder d'avoir fait une telle folie. Sa
groggy s. tkz. 1. Yorgun, bitkin, kendinden geçmiş. mère l'a grondé pour être sorti sans pardessus).
2. (Boksta) yumruktan sersemlemiş, grogi. gronderie diş. Azarlama, paylama, çıkışma,
grognard,e5. vead. I. Homurdanıcı, homurdanıp grondeur,euse s. ve ad. 1. Paylamayı seven, onu
duran. 2. er. (Fransanın Birinci İmparatorluk bunu paylayıp duran (Un homme grondeur). 2.
döneminde) Muhafız birliği eri. 3. er. Yaşlı asker, Azarlayıcı, paylayıcı, çıkışıcı (Il nous parla sur un
grognasse diş. tkz. Yaşlı ve çirkin kadın, cadaloz, ton grondeur).
grogne diş. Söylenme, homurdanma, grondin er. hayb. Benekli kırlangıçbalığı.
grognement er. 1. (Domuz, ayı vb. için) Homuftu. groom [g/tum] er. l.(Eski) Ahır uşağı. 2. (Otel,
2. mec. Dırlanma, homurdanma, homurtu (Des Lokanta vb.) Yamak; üniformalı uşak.
grognements de protestation). gros,ses. 1. İri, büyük, kocaman (Un gros arbre. Un
grogner gsz. 1. (Ayı, domuz vb.) Homurdanmak, gros chien. Un gros nez. Une grosse pierre). 2.
bağırmak, homurtu çıkarmak. 2. mec. Ş\şmiş,şiş(Ilavaitlesyeux gros de larmes Avoir la
Söylenmek, homurdanmak, dırlanmak (II joue grosse d'une fluxion. Il se sentait le ventre
grogne, mais il obéit. Il grogne après tout le gros, l'estomac gros). 3. Kaba (Un gros mot. Un
monde). 3. gçl. -i homurdanarak söylemek, gros rire. Il portait de grosses chaussures). 4.
anlaşılmaz bir biçimde söylemek (Grogner des Kalın, etli (Elle a de grosses lèvres). 5. Ağır,
injures, des insultes). önemli (La grosse industrie). 6. Büyük, etkili,
grognerie diş. Sürekli homurdanıp durma, dırdır, "nüfuzlu, zengin (Un gros fermier, un gros
dırlanma. capitaliste, un gros banquier). 7. Çok, aşın, büyük
grogneur, euse s. ve ad. Homurdanıcı, (Un gros mangeur, un gros buveur, un gros
homurdanan, dırdırcı, dırlanan. joueur). 8. Ciddi, önemli (De gros dégâts. Une
grognon,ne s. vead. 1. Homurdanıcı, dırdırcı (Une grossefaute). 9. Gebe (Safemme est grosse de trois
femme grognonne, un enfant grognon). 2. mois. Une grosse de trois mois). 10. Şiddetli
Suratsız, surat asıp duran, (Une grosse fièvre, un gros rhume). 11. Kuvvetli,
grognonner gsz. Homurdanıp durmak, dırlanmak, kalın (Une grosse voix). 12. "Adi, "alelade (Gros
surat asmak, huysuzluk etmek, vin, gros drap). 13. Kötü, kapalı (Grostemps).
groiner. 1. (Domuzda) Yüzün burun kısmı, somak. 14. Dalgalı (Grosse mer). 15. Gros de qch: -i
2. mec. tkz. Hayvansı surat, doğurabilir, -e gebe, -e yol açabilir (Nuée grosse
grole, grolle diş. 1. Alakarga, ekin kargası. 2. hlk. d'orage. Un fait gros de conséquence. Le présent
Ayakkabı, pabuç, postal. § Avoirlesgrolles: argo. est gros de l'avenir). § Un gros bonnet, une grosse
gros 685 grossissement

légume: Kodaman, etkili kişi, önemli kişi. Les grosseur^. 1. Şişmanlık. 2. Büyüklük, boy, oylum
gros travaux: (Bir yapıda) Kaba işçilik, ilk ağızda (Grosseur d'un paquet. Trier les oeufs, les fruits
yapılan işler. Le gros oeuvre: Bir yapının bütün selon leur grosseur). 3. Kalınlık (Une bague à la
duvarları. Les grosses dents: Öğütücü dişler. Le grosseur de son doigt. Des fils de grosseur
gros intestin: Kalın barsak. Avoir les yeux plus différente). 4. Şiş, şişkinlik, ur (Il avait une
gros que le ventre: Açgözlü olmak. Avoir le coeur grosseur à l'aine).
gros: Acılı olmak, üzüntülü olmak. Etre gros grossier, ère s. 1. Düşük nitelikli, değersiz (Un tissu
comme une boule, comme un tonneau: Fıçı gibi grossier. Des aliments grossiers. Travail grossier).
olmak, tostoparlak olmak, şişko olmak. Faire les 2. Kaim, incelikten uzak (Visage aux traits
gros yeux: Gözlerini belertmek. Faire la grosse grossiers). 3. Bayağı, °âdi (Plaisirs grossiers,
voix: Sesini yükseltmek, bağırmak. Faire le gros préoccupations grossières). 4. Kaba, nezaketsiz
dos: (Kedi) Sırtını kamburlaştırmak, sırtını (Un homme grossier dans ses manières. Il est
kabartmak. Jouer gros jeu: Büyük bir tehlikeye grossier, avec les femmes. Faire un geste grossier).
atılmak, büyük bir tehlikeyi göze almak, 5. Üstünkörü, yuvarlak hesap, genel (J'ai une idée
gros bel. 1. Büyük, büyük olarak ( On voit gros avec grossière sur ce sujet). 6. Koyu, büyük, yoğun (Il
ces lunettes). 2. Büyük büyük, iri iri, büyük est d'une ingnorance grossière). 7. Kaba,
harflerle (Ecrire gros). 3. Çok, çok şey (Je gagne edepsizce (Mot grossier. Propos grossiers).
gros dans mon commerce). 4. Pahalı, pahalıya, grossièrement bel. 1. Kabaca, nezaketsizce
çok paraya (Cela coûte gros. Cela va vous coûter (Répondre grossièrement). 2. Aşağı yukarı,
gros). § En gros: 1. Büyük büyük, iri iri, büyük tahmini olarak (Calculer grossièrement un prix de
harflerle (Cela est écrit en gros sur l'écriteau). 2. revient). 3. Özet olarak, ana çizgileriyle (Voilà
Toptan (Vente en gros). 3. Ana çizgileriyle, grossièrement le sujet de la pièce). 4. Çok, açık
ayrıntılara kaçmadan, özet olarak (Dites-moi en şekilde, göz göre göre (Il se trompe
gros ce dont il s'agit. Voilà, en gros, ce que je grossièrement).
voulais dire). 4. Genel olarak, genellikle, aşağı grossièreté diş. 1. Düşüklük, değersizlik
yukarı bütünüyle (C'est fort bien en gros et sous (Grossièreté de fabrication). 2. Kabalık,
réserve de quelques objections). En avoir gros sur nezaketsizlik (On ne peut tolérer de telles
le cœur: hlk. Acılı olmak, üzüntüsü olmak, içinde grossièretés). 3. Bayağılık, adilik (La grossièreté
bir sızısı olmak, de ses manières est choquante). 4. Açık saçık fıkra,
gros er. 1. Şişko, şişman. 2. Kodaman, zengin ve söz (Dire, débiter des grossièretés).
etkili kimse (Les petits payent pour les gros. Les grossirez. 1. Büyümek, irileşmek, gelişmek (Cet
gros s'en tirent toujours, il faut penser aux enfant a grossi depuis qu'il est à la campagne). 2.
difficultés des petits). 3. En önemli kısmı (Le gros Şişmanlamak (Il a grossi de cinq kilos. Suivre un
de travail). 4. Çoğunluk, büyük kısmı, ağırlık (Le régime pour ne pas grossir). 3. (Deniz vb.)
gros de l'assemblée, le gros de l'armée, le gros delà Kabarmak (Le fleuve a grossi à la fonte des
nation). S. En şiddetli zaman (Elle tremblait neiges). 4. Büyümek, artmak, çoğalmak (Ses
comme au gros de l'hiver). 6. Toptan satış, économies ont grossi. La foule des badauds
toptancılık (Ce magasin ne fait que le gros. Prixde grossissait. Bruit qui grossit). 5. gçl. Büyütmek,
gros, commerce de gros). §GrosdeNaples,grosde daha büyük göstermek (La loupe grossit les petites
Tour: Bir tür ipekli kumaş, lettres. Ce vêtement vous grossit). 6. gçl.
gros-bec er. hayb. Kocabaş, bir tür serçe, Artırmak, çoğaltmak (Grossir sa fortune. Les
gros-cul er. argo. Er sigarası; kötü tütün, déserteurs vont grossir le nombre des rebelles). 7.
groseille bitb. Frenküzümü. gçl. Kabartmak (Les dernières pluies ont grossi le
groseillier er. bitb. Frenküzümü fidanı. § Groseillier fleuve). 8. Abartmak, büyütmek (Les journaux
grossissent l'affaire. Votre imagination grossit le
épineux: Bektaşiüzümü.
danger).
grosse diş. 1. Büyük harflerle yazılmış yazı. 2. huk.
tlâm; suret, kopya (Faire une grosse. La grosse grossissant,e s. 1. Git gide büyüyen, artan, çoğalan
d'un contrat, d'un jugement). 3. On iki düzine (Une foule grossissante remplissait la place). 2.
(Une grosse de peignes, de boutons). Kabaran (Un fleuve grossissant). 3. Daha büyük
grosserie diş. 1. Kaba demir işi. 2. Gümüş takımı, gösteren, büyüten, irileştiren (Verre grossissant).
gümüp kap kaçak. 3. Toptancılık, toptan alış 4. Abartan, abartıcı, pireyi deve yapan (Il a une
veriş. imagination grossissante).
grossesse diş. Gebelik. grossissement er. 1. Büyüme, irileşme
grossiste 686 guenille

(Grossissement anormal d'une personne, d'une groupement des enfants d'après leur âge). 3.
tumeur). 2. Büyütme, büyük gösterme, Topluluk (Un groupement politique, syndical).
irileştirme (Le grossissement d'un microscope). 3. grouper gçl. Kümelemek, toplamak, bir araya
Şişmanlama (Suivre un régime alimentaire contre getirmek, "gruplandırmak (Grouper tous les
le grossissement). 4. Abartma, olduğundan mécontents du parti, tous les adversaires du
önemli yada büyük gösterme (Grossissement régime). § Se grouper: Kümelenmek, toplanmak,
d'une affaire par les journaux). bir araya gelmek; gruplanmak (Segrouper autour
grossistes, vead. Toptancı, d'un chef).
grosso modo bel. Genel çizgeleriyle, ayrıntıya groupuscule er. Üç beş kişi, önemsiz ufak topluluk
kaçmadan, özet olarak, aşağı yukarı (Dites-moi (Des groupuscules gauchistes).
grosso modo de quoi il s'agit). grouse diş. Çahhorozu.
grossoyer gçl. Suretini çıkarmak, kopyasını gruau er. 1. Bulgur. 2. Bulgur yemeği, bulgur
çıkarmak (Grossoyer un acte, un jugement, un çorbası.
contrat). gruau, gruon er. hayb. (Az kullanılır) Turna palazı,
grotesque diş. 1. Gülünçlü süsleme; özellikle çiçek grue diş. 1. hayb. Turna, turna kuşu. 2. (Sinema)
dalları, meyveler, perde ve halı örgeleri ile Vinç, stüdyo alıcılarının her türlü devinimini
yapılan güldürücü bir tür süsleme. 2. ç. Gülünç kolaylıkla sağlayan tekerlekli özel yapıda vinç. 3.
biçim, gülünçlü resim, acaip şekil ve resimler Maçuna, vinç (Grue de chantier). 4. tkz. Sokak
(Peintre de grotesques). 3. er. Gülünçlük, acaiplik orospusu. § Faire le pied de grue: mec. Uzun süre
(C'est d'un grostesque inimaginable). 4. s. ayakta beklemek,
Biçimsiz, çarpuk çurpuk (Une figure grotesque). grurie diş. tkz. 1. Orospuluk, "fahişelik. 2.
5. s. Gülünç, acaip, tuhaf (Il se trouve dans une (Eskiden) Kralların ve derebeylerin ormandan
situation grotesque. Une histoire vraiment aldıkları vergi,
grotesque). grues, gruidés diş. ç. hayb. Turnagiller,
grotesquement bel. Gülünç şekilde, tuhaf şekilde, gruger gçl. 1. Dişle kırmak. 2. Kıtır kıtır yemek. 3.
acaip (Il est grotesquement habillé). mec. (Birini) Aldatmak, sömürmek; parasını
grotte diş. Mağara, in (Grotte naturelle, yemek.
préhistorique). grume diş. 1. Ağaç kabuğu. 2. Üzüm çekirdeği,
grouillant,e s. 1. İşlek, müşterisi bol (Les bistrots grumeau er. Pıhtı (Grumeaux de sang. Grumeaux
grouillants de la ville). 2. Kaynaşan, uğuldayan de lait caillé).
(Une foule grouillante). 3.Grouillant de qch: -ile grumeler(se)gsz. Pıhtılaşmak; pihtiylakaplanmak.
dolup taşan (Une rue grouillante de monde, un grumeleux,euse s. 1. Pıhtılı, pürtüklü, kumlu (Peau
magasin grouillant de clients). grumeleuse, poire grumeleuse).
grouillement er. Kaynaşma (Le grouillement de la grutier er. Vinçci, vinç kullanan işçi.
foule). gruyère er. Gravyer peyniri,
grouiller gsz. 1. Kımıldamak (Iln'apas grouillé d'un gué er. coğr. Irmak geçidi, yaylan, yavlan, sığlık
pouce). 2. Kaynaşmak (La foule grouillait sur la (Passer un gué). § On ne change pas d'attelage au
place). 3. Grouiller de qch: -ile dolu olmak, dolup milieu du gué: Çay geçerken at değiştirilmez,
taşmak (Un arbre qui grouille d'insectes. La rue guéable s. Geçit verir, geçilebilen (La rivière est
grouille de monde. Ce magasin grouille de clients). guéable en été).
§ Se grouiller: hlk. 1. Yerinden kımıldamak, guéer gçl. (Irmağı) Geçit yerinden geçmek (Guéer
kıpırdamak (Ne te grouille pas). 2. Acele etmek, un cours d'eau).
çabuk olmak (Allons, grouillez-vous!). guelfe er. (İtalyada) Papa yanlısı, papaların yanını
group [gRup] er. Para çıkını, bir yerden bir yere tutan.
mühürlenmiş olarak gönderilen para çantası, guelte diş. Prim, satış üzerinde verilen yüzde (La
groupe er. Öbek, küme, topluluk, "grup ( Un groupe vente marchait bien, je me faisais de bonnes
social. Appartenir à un groupe politique. Le gueltes).
groupe sanguin. Un groupe de rochers, groupe de guenille diş. 1. Paçavra. 2. mec. Bayağı şey,
mots). § En groupe: Toplu halde, grup halinde paçavra, önemsiz ve geçici şey (Le corps n'est
(Travailler en groupe). qu'une guenille). 3. Yaşlı ve çökmüş adam. 4. p.
groupement er. 1. Kümelenme, toplanma, biraraya Yırtık pırtık giysi, eski püskü giysiler (Une vieille
gelme (Le groupement des partis). 2. femme vêtue de guenilles). § Etre en guenilles:
Kümelendirme, bir araya getirme (Le Paçavralar içinde olmak, yırtık pırtık giysiler
guenon 687 guerre

giymiş olmak (Un mendiant en guenilles). onunla uğraşmayacağım, bıktım usandım). S.gsz.
guenon diş. 1. Bir maymun cinsi. 2. Dişi maymun. 3. Sağalmak, iyi olmak, iyileşmek (Situ veux guérir,
mec. Çok çirkin kadın, maymun suratlı kadın il faut te soigner). 6. gsz. Geçmek, düzelmek,
(C'est une vieille guenon). sağalmak, iyileşmek (Un rhume qui ne veut pas
guépard er. hayb. Çita, birtüryaban kedisi, °gepar. guérir. Sa plaie a guéri vite. Une passion qui ne
guêpe diş. Yabanansı. § Taille de guêpe: İnce bel, guérira pas). § Se guérir: 1. İyileşmek, iyi olmak,
ince beden. Une fine guêpe: Yolsuz kadın, kibar sağalmak (Il se guérira peu à peu). 2. Se guérir de
orospu. Pas folle, la guêpe!: O ne malın gözüdür! qch: -den kurtulmak, yakasını kurtarmak (Il ne
kolay kolay kül yutmaz!, s'est pas encore guéri de ses préjugés).
guêpier er. 1. Yabanarısı kovanı, yabanarısı yuvası. guérison diş. Sağalma, iyileşme, kurtulma, iyi
§ Guêpier vert: Yeşil arıkuşu. § Se fourrer, tomber olma, "şifa (La guérison d'une maladie, d'une
dans un guêpier: Arı kovanına çomak sokmuş plaie, d'un chagrin).
olmak, tehlikeli bir duruma düşmek, guérissable s. Sağalabilir, iyileşir, iyi olur, geçer
guêpière diş. Beli ince gösteren dar korse, (Une maladie guérissable. Un blessé guérissable).
guère bel. Ne,, .guère: l.(Sıfatyadabelirteçönünde guérisseur, euse ad. 1. İyileştirici, sağaltıcı, sayrılık
geldiğinde) Pek... değil, pek öyle... değil, pek geçirici (Les Anglais considèrent la mer comme
de... değil, hiçde... değil (Il n'est guère intelligent; une grande guérisseuse). 2. Üfürükçü, hekimlik
ce ne sera guère difficile. Vous ne l'avez guère bien belgesi olmadan hekimlik yapan kimse (Procès
reçu). 2. (Eylemle birlikte) Pek ...memek (Il intenté par l'ordre des médecins contre un
n 'aime guère cette peinture. Cette coiffure ne lui va guérisseur).
guère). 3. (Ad önünde) Ne... guère de: Pek, o guérite diş. Nöbetçi kulübesi (Factionnaire qui
kadar... (Iln 'a guère de courage. Il ne mange guère monte la garde devant sa guérite).
de poisson). 4. Ne ... guère que: Hemen hemen guerre diş. 1. Savaş, "harp (Guerre de défense,
yalnız... ancak (Il n'y a guère que vous qui guerre de libération, guerre d'agression, guerre de
puisisiez faire cela- Bunu yapabilecek hemen conquête. Guerre terrestre, guerre aérienne,
hemen yalnız siz varsınız, ancak siz varsınız. Cela guerre navale. Guerre chimique, guerre
n'arrive guère qu'en hiver: Bu hemen hemen bactériologique, guerre atomique. Guerre éclair:
yalnız kışın olur). Yıldırım savaşı. Guerre civile, guerre intestine: İç
guéret er. 1. Nadas, nadas edilmiş tarla. 2. (Şiir savaş. Blessé de guerre, mutilé de guerre,
dilinde) Tarlalar, ekinler. § Laisser en guérets: prisonnier de guerre). 2. 'Savaşım, "mücadele,
Nadasa bırakmak, dinlendirmek (Laisser une savaş (Guerre économique, guerre froide, guerre
partie de ses terres en guérets). Lever, relever les idéologique, guerre des nerfs, guerre de
guérets: Nadas kaldırmak. propagande). 3. (Büyük harfle) Milli Savunma
uéri,e s. 1. İyileşmiş, sağalmış (Un malade guéri). Bakanlığı (Ministère de la Guerre de denir). §
2. mec. Etre guéri de: -den bıkmak, illallah demek Gens de guerre: Askerler. Nom de guerre: Takma
(Je suis guéri des bêtes, je n'en veux plus. Il était ad. De bonne guerre: Yasa ve kurallara uygun,
guéri de dépenser pour de pareilles bêtises!). oyunun kurallanna uygun, açıkça, erkekçe (C'est
uéridon er. Tek ayaklı yuvarlak masa. de bonne guerre). De guerre lasse: Uzun bir
guérilla diş. 1. Çete savaşı, "gerilla. 2. Çete (Chef de direnmeden sonra, bıkıp usanarak (De guerre
guérilla). lasse, il a fini par nous recevoir). Aller à la guerre,
uérillero er. Çeteci, "gerillacı, en guerre: Savaşa gitmek. Déclarer la guerre
uérir gçl. 1. İyileştirmek, iyi etmek, sağaltmak (Ce contre: -e karşı savaş ilân etmek. Entrer en
médicament vous guérira). 2. Geçirmek, guerre, dans la guerre: Savaşa girmek. Faire la
düzeltmek, tedavi etmek (Guérir une maladie, un guerre a qn: Birine durmadan sitemlerde
mal, un défaut). 3. Guérir qn de qch: a) Birinin bulunmak, laf çakıştırmak. Faire la guerre à qch:
-sini tedavi etmek .geçirmek (Il m'a guérie de mon -ile mücadele etmèk, savaşmak, -in kökünü
ulcère à l'estomac), b) Birini -den kurtarmak, kurutmaya çalışmak (Faire la guerre aux abus, aux
birinin -sini geçirmek, düzeltmek (Il faut le guérir injustices). Gagner la guerre: Savaşı kazanmak.
de ses obsessions. Pourra-t-on le guérir de sa Mourir à la guerre: Savaş alanında ölmek, şehit
timidité? Rien ne peut le guérir de sa jalousie). 4. olmak, er meydanında ölmek. Obtenir les
Etre guéri de qch: -den bıkmış olmak, usanmış honneurs de la guerre: a) Silahlarını düşmana
olmak, -e karşı hiçbir isteği kalmamış olmak (Je ne teslim etmeden bir kaleden çıkma iznini
m'occuperai plus de lui, j'en suis guéri: Artık sağlamak, b) Bir işin içinden yüzünün akıyla
guerrier 688 guiches

çıkmak. Perdre la guerre: Savaşı yitirmek. Ağız (La gueule d'un métro, d'un haut fourneau,
Revenir de la guerre: Savaştan dönmek. Vivre en d'un tunnel, d'un pot, d'un canon). 3. hlk. Ağız;
guerre avec qn, vivre (être) sur le pied de guerre yüz, surat (Ferme ta gueule!). 4. tkz. Görünüş,
avec: -ile sürekli kavga içinde olmak, -ile didişip görünüm (Ce chapeau a une drôle de gueule). §
durmak (Ils vivent en guerre avec leurs voisins. Il Une fine gueule: hlk. Boğazına düşkün kimse.
est sur le pied de guerre avec tout le monde). A la Avoir une bonne gueule: Eli yüzü düzgün olmak.
guerre comme à la guerre: (Kötü koşulları hoş Avoir une sale gueule: Çirkin, suratsızın teki
göstermek için kullanılır) Her şeye katlanmak olmak. Avoir la gueule de bois: Ağzı yapış yapış
gerek; ne yapalım buna da katlanmamız gerek. Si olmak, ağzı çiriş gibi olmak. Avoir de lagueule:
tu veux la paix, prépare la guerre: Hazır ol cenge argo. Esaslı olmak, kıyak olmak, iyi bir şey olmak
eğer ister isen sulh ü salah; barış isteyen savaşa (Ce tableau a de la gueule). Casser la gueule à qn:
hazır olmalı. -in yüzünü gözünü dağıtmak, çenesini dağıtmak,
guerrier, ère s. 1. Savaşa değgin, savaşla ilgili yüzünü çarşamba çarığına döndürmek. Etre fort
(Champ guerrier; la trompette guerrière a sonné). en gueule: Farfara olmak, çığırtkan olmak,
2. Savaşçı, savaşmayı seven, iyi savaşan (Un söyledikleri hep lafta kalmak. Faire la gueule:
peuple guerrier, une race guerrière). 3. er. Savaşçı, Suratasmak. Se casser la gueule: Düşmek. Sefaire
asker. casser la gueule: Ölmek, öldürülmek. Se jeter
guerroyer gsz. 1. Savaşmak. 2. Guerroyer contre: a) dans la gueule du loup: Kendini aslan ağzına
-e karşı savaşmak (Le seigneur guerroyait contre atmak, büyük bir tehkileye atılmak. Ta gueule!:
ses vassaux), b) mec. -ile mücadele etmek, -ile Kapa çeneni, sus!
savaşmak (Guerroyer contre les abus, contre les gueule-de-loup er. bitb. Aslanağzı (Gueule-de- lion
injustices). 3. gçl. -e karşı savaşmak, ile mücadele da denir).
etmek (Guerroyer un roi, un tyran). gueulement er. Bağırtı, bağırma; haykırış,
guet er. 1. (Eskiden) Gece karakolu, nöbet (Postes haykırma.
de guet. Sentinelle chargé du guet. Guet à cheval, à gueuler gsz. 1. hlk. tkz. Bağırmak, bağıra bağıra
pied). 2. (Şimdi) Gözetleme. § Avoir l'oeil au konuşmak; havlamak(// ne cesse pas de gueuler.
guet, l'oreille au guet: Gözü, kulağı kirişte olmak. La radio gueule). 2. gçl. Bağırarak söylemek,
Etre au guet, faire le guet: Gözetlemek; pusuda haykırmak (Gueuler des ordres, des injures).
olmak, pusuya yatıp kollamak, gueuleton er. Bol yemek (Faire un bon petit
guet-apens er. Pusu. § Attirer qn dans un guet- gueuleton pour fêter un anniversaire).
apens: Birini pusuya düşürmek. Tendre un guet- gueletonner gsz. tkz. Tıka basa yemek yemek, bol
apens contre qn:-e pusu kurmak. Tomber dans un bol yiyip içmek,
guet-apens: Pusuya düşmek, gueuse diş. 1. Yüksek fırından çıkmış durumdaki
guêtre diş. Tozluk. • erimiş demir yığını. 2. Erimiş madenlerin içine
guêtrer gçl. Tozluk taktırmak, -e tozluk takmak. § döküldüğü kum kalıbı; döküm kalıbı,
Se guêtrer: Tozluklarını takmak, gueusaille diş. tkz. Serseri takımı, kopuk takımı, it
guetter gçl. 1. Pusu kurup beklemek (Guetter le takımı, dilenci takımı,
gibier. Le chat guette une souris. Guetter gueusailler gsz. Dilencilik etmek; ondan bundan
l'ennemi). 2. Gözetlemek, kollamak, gözlemek para dilenip serserice yemek,
(Guetter une occasion, guetter le signal, guetter le gueusarder. tkz. Alçak herif, itin teki.
bon moment). 3. Yolunu gözlemek, sabırsızlıkla gueusergsz. Dilenmek, serserice yaşamak,
beklemek (Guetter le facteur; le chien guette son gueuseriediş. 1. Dilencilik. 2. Alçaklık, bayağılık.
maître). 3. Önemsiz, değersiz şey; bayağı şey.
guetteur er. Gözetleyici; nöbetçi. gueux, euse s. ve ad. 1. Dilenci, baldırı çıplak,
gueulante diş. argo. Bağırış, haykırış, "nağra serseri (Mener une vie de gueux). 2. Alçak,
(Elèves qui poussent une gueulante). namussuz, dolandırıcı. 3. diş. Yoldan çıkmış
gueulard er. 1. den. Ses borusu. 2. Yüksek fırın kadın, orospu. § Courir la gueuse: mec. Yoldan
bacası. 3. den. argo. Küçük top. çıkmak, düşük bir yaşantı içine girmek,
gueulard,e s. ve ad. 1. hlk. Açgözlü, obur. 2. hlk. gui er. 1. bitb. Ökseotu. 2. den. Bomba denilen
Farfara, çığırtkan, ağzı kalabalık (Faites taire ce seren.
gueulard!). guibole, gibolle diş. hlk. Bacak,
gueule diş. 1. Hayvan ağzı (La gueule du lion, d'un guiches diş. ç. Perçem, kâkül, zülüf (Avoir des
chien, d'unpoisson). 2. (Fırın, tünel gibi şeylerde) guiches sur le front, porter des guiches sur les
guichet 689 guinder

tempes). guignol er. 1. Kukla; kukla oyununda soytarı. 2.


guichet er. 1. Büyük bir kapıda açılmış küçük kapı, Kukla oyunu (Mener ses enfants au guignol). 3.
küçük penccre, enik kapı (Le guichet d'une mec. Soytarı. 4. hlk. Jandarma. § Faire le guinol:
prison, d'une cellule. Passer son repas à un détenu Soytarılık etmek,
parleguichet. Le portail est muni d'un guichet). 2. guignolet er. Bir tür kiraz likörü,
Bir bölmede açılmış küçük pencere, gişe (Faire la guignonerffcz. (Eski)Şanssızlık, talihsizlik. §Avoir
queue au guichet. Adressez-vous au guichet). du guignon: Şanssız olmak, talihi olmamak,
guichetier,ère ad. Gişe memuru; "müracaat guilde diş. Lonca (Les guildes du moyen-âge).
memuru. guili-guili er. Gıdı gıdı. § Faire guili guili à qn: -i
guide er. 1. Kılavuz, "rehber (Suivez le guide. gıdıklamak, -e gıdı gıdı yapmak,
Donner un pourboire au guide). 2. mec. Doğru yol guillaume er. Küstere, lâmba (yuva) açmaya
gösterici, kılavuz (Il n'a d'autre guide que l'amour yarayan rende,
de la vérité). 3. Önder (Le guide d'un peuple). 4. guilledou er. tkz. Çapkınlık. § Courir le guilledou:
Kılavuz kitap, el kılavuzu (Le guide illustré de Çapkınlık etmek,
Turquie). 4. diş. tzci gençkiz. § Prendre qn, qch guillemet er. dilb. Tırnak işareti (Mettre qch entre
pour guide: -i kendine kılavuz almak, kılavuz guillemets).
edinmek. Servir de guide à qn: -e kılavuzluk guillemetergç/. Tırnak işareti arasına almak, tırnak
etmek. içine almak (Guillemeter une citation).
guide-âne er. 1. Küçük kılavuz kitap. 2. (Düz guillemot er. hayb. Antarktika'da yaşayan,
yazmak için kâğıdın altına konulan) Çizgili altlık, penguene benzer perdeayaklı bir kuş.
guider gçl. 1. Kılavuzluk etmek, yol göstermek guilleret,te s. Şen, şakrak; canlı dipdiri,
(Guider un étranger qui demande son chemin. guillochage er. Menevişleme, meneviş yapma;
Guider un enfant dans ses études). 2. (Taşıt) meneviş yapılma,
Sürmek (Guider un bateau, un avion). 3. guilloche diş. Kazı kalemi, arda, çapla, tığ kalem,
Yönetmek, yön vermek (Il est guidé par une çelik kalem.
discipline de fer). § Se guider: 1. Yönünü bulmak, guillocher gçl. Menevişlemek (Guillocher une
yolunu bulmak (Cet aveugle se guide à l'aide d'un plaque de cuivre).
bâton). 2. Se guider sur qch: -e göre yönünü guillocheur er. Meneviş yapan işçi, menevişçi;
saptamak, -i izlemek (Se guider sur le soleil. İlse oyma ressamı,
guide sur son maître), guillochis er. Meneviş.
guides diş. ç. Dizgin, dizginler (Tirer sur les guides: guillotine diş. 1. Giyotin. 2. Ölüm cezası
Dizginlerini çekmek. Lâcher les guides: (Condamner à la guillotine).
Dizginlerini bırakmak). § Mener la vie à grandes guillotiner gçl. Giyotinle kafasını uçurmak
guides: Sağlığını ve parasını hesapsızca (Guillotiner un assassin).
harcamak. guillotineur er. Giyotinci, giyotin cellâdı, cellât,
guidon er. 1. ask. Piyade filaması. 2. den. Komuta guimauve diş. bitb. Hatmi, hatmi çiçeği,
filaması. 3. (Silahlarda) Arpacık. 4. (Bisiklette) guimbarde diş. 1. Çocukların çaldığı bir tür ağız
Gidon. tamburası. 2. Kötü gitar. 3. Sap arabası. 4. tkz.
guifette leucoptère diş. hayb. Akkanatlı deniz Eski püskü araba, eski otomobil,
kırlangıcı. guimpe diş. Rahibe yaşmağı,
guignard,es. ve ad. tkz. Bahtsız, "şanssız, "talihsiz, guinehe diş. tkz. Balo.
guigne diş. 1. Bir tür kiraz. 2. tkz. Bahtsızlık, guineher gsz. hlk. Dans etmek,
tahilsizlik, şanssızlık. § Avoir la guigne: Şanssız guindage er. Yısa etme, palanga yada maçuna ile
olmak, talihsiz olmak. Porter la guigne à qn: -e kaldırma.
şanssızlık getirmek, uğursuzluk getirmek. Se guindé,e s. 1. Süslü püslü, şişirme, tumturaklı (Un
soucier de qn, de qch comme d'une guigne: -e hiç style guindé). 2. Yapmacıklı, doğallıktan uzak (II
mi hiç aldırmamak, vız gelir tırıs gider demek, a un air guindé).
guigner gçl. 1. -e göz ucuyla bakmak, kaçamak guinder gçl. 1. Yısa etmek, palanga yada maçuna ile
bakmak (Guigner unefemme au passage. Il guigne kaldırmak. 2. mec. Şişirmek, tumturaklı yapmak,
mon jeu). 2, mec. -e göz dikmek (Guigner une süsleyip püslemek, yapmacıklı kılmak. § Se
place, un héritage, un beau parti). § Guigner de guinder: Kasılmak, kurulmak; yapmacak
l'œil, du coin de l'œil: Göz ucuyla bakmak, yapmak, yapmacığa kaçmak (Il se guindé dans ses
guignier er. Bir tür kiraz ağacı. vêtements noirs; le récit se guindé un peu).
guingois 690 gyrostat

guingois (de) bel.Ters, tersine, aksine (Tout va de gymnaste ad. 1. (EskiYunan'da ) Beden eğitimi
guingois: Her şey ters gidiyor). öğretmeni. 2. Cimnastikçi (Equipe de
guinguette diş. hlk. Kır kahvesi, kır meyhanesi, gymnastes).
guipage er. Gipür yapma, kabartmalı dantel gymanstique diş. 1. Beden eğitimi, cimnastik (Les
yapma. élèves font de la gymnastique). 2. mec. Alıştırma,
guiper gçl. (Tirşe üzerine) Kabartma şekiller çalıştırma, "egzersiz (Gymnastique de l'esprit, de
yapmak, gipür yapmak, lapensée). 3.s. Cimnastiğedeğgin (Entraînement
guipure diş. Kabartmalı dantel, gipür. gymnastique).
guirlande diş. 1. Yaprak yada çiçekten bezek gymnospermes, bitb. Açiktohumlu.
kordonu, taç (Guirlande de fleurs, guirlande de gymnospermes er. ç. bitb. Açiktohumlular.
diamants). gymnote er. hayb. Elektrikli yılanbalığı.
guise diş. "Tarz, biçim. § A ma (ta, sa, notre votre, gymnotidés er. ç. hayb. Elektrikli-yılanbalığıgiller.
leur) guise: Keyfine göre, istediği gibi, nasıl gymnuretft'j. hayb. Malaya kirpisi,
isterse (Il agit à sa guise. Nous vivons à notre gynandromorphisme er. biy. hayb. Karma
guise). A votre guise: Nasıl isterseniz, keyfiniz eşeylilik.
bilir. En guise de: 1. -in yerine (Il écrivait sur ses gynécée er. 1 (Eski Roma ve Bizans'ta) Harem
genoux en guise de pupitre). 2. -olarak (Il nous a dairesi. 2. bitb. Dişi organ,
servi des sardines en guise de repas. En guise de gynécologie Kadın hekimliği, kadın hastalıkları
consolation, il lui fit cadeau d'un livre). hekimliği; nisaiyecilik.
guitare diş. Gitar, kitara (Mon fils joue de la gynécologique s. Kadın hastalıklarına değgin
guitare). § Avoir une belle guitare: argo. Dolgun (Examen gynécologique).
kalçaları olmak. C'est toujours la même guitare: gynécologiste, gynécologue ad. Kadın hastalıkları
Hep aynı nakarat, hekimi, "nisaiyeci,
guitariste ed. Gitarcı, gitar çalan, gynécomastie diş. Erkeklerde memelerin anormal
guitoune diş. ask. argo. Kamp çadırı, büyümesi.
guivre diş. Yılan. gynécophobie diş. Kadından tiksinme hastalığı,
gulden er. Hollanda altın parası, gulden altını, kadından kaçma, kadın düşmanlığı, kadın
gummifère s. Zamk çıkaran, zamk veren, sevmezlik.
gunite diş. Çimento ve kum karışımı, harç. gypaète er. hayb. Kuzukartalı; uşak kapan denilen
guppy er. hayb. Küçük bir tür akvaryum balığı, akbaba,
gulf-stream er. coğr. Golfstrim, körfez akıntısı, gypse er. yerb. Alçıtaşı, jips.
gus, guss er. ask. argo. Herif, herifçioğlu. gypseux,enses. Alçıtaşı yapısında, alçıtaşından.
gustatif,ive s. 1. Tatmaya değgin, tatsal (Perte de la gypsophile diş. bitb. Ak çiçekli otsu bir bitki,
sensibilité gustative). 2. (Şaka) Çok güzel, gyriner. hayb. Subiti, "girinus.
ağzınıza lâyık, gyromètre er. Yön göstermeye yarayan alet, *yön-
gustation diş. Tatma (Organe de la gustation). göstergesi.
gutta-percha diş. Güteperka, kablo yapımında gyroscope er. 1. Dünya'nın kendi ekseni etrafında
kullanılan kavuçuğa benzer zamklı bir madde, döndüğünü gösteren aygıt, jiroskop. 2. (Gemi ve
guttural,es. 1. Gırtlağa değgin (Artèregutturale). 2. uçaklarda) Dengede durmayı sağlayan düzen,
Gırtlaktan çıkan (Toux gutturale, voix gutturale). dengeleme dizgesi. 3 . f i z . Düzdöner, jiroskop,
3. diş. dilb. Gırtlak sesi, boğazsıl. dönerken eksenini hep bir doğrultuda tutma
gymnase er. 1. (Eski Yunan'da) Beden eğitimi eğiliminde olan nesne,
kurumu, beden eğitimi okulu (Les athlètes grecs gyroscopique s. Düzdönere değgin, jiroskopla
s'entraînaient dans le gymnase). 2. (Almanya'da) ilgili; jiroskopla donatılmış (Effet gyroscopique.
Klasik dillerin okutulduğu ortaöğretim okulu, Compas gyroscopique).
lise. gyrostat/^wjsto/a.Ekseni etrafında hızlı bir dönme
gymnasiarque er. (Eski Yunan'da) Beden eğitimi hareketi yapan cisim, jirosta (Application du
okulu yönetmeni. 2. (Az kullanılır) Cimnastikçi. gyrostat à des fins de stabilisation).
h
H,h er. Fransız abecesinin sekizinci harfi. Buharfya (Homme politique qui conduit habilement une
yokmuş gibi hiçbir ses vermez (h muet), yada négociation. Mener habilement une affaire).
başlarında bulunduğu sözcüklerin kimisinde yine h a b i l e t é 1 . Uzluk, beceriklilik, ustalık (Habileté
hiçbir ses vermemekle birlikte, ulamaya engel demain. Travailfait avec habileté). 2.ç. İncelikler
olur(h aspiré). Örneğin: L hommesözcüğündeki (Les habiletés d'un métier).
h, muet olduğu için bu sözcük lom okunur, ama le habilitation diş. 1. Yetkilendirme. 2. Doçentlik
héros sözcüğündeki aspiré olduğu için lero değil lö sınavı. 3. huk. Ergin kılma, ergin kılınma,
ero okunur. Ayrıca, p,c ve g harfleriyle harf habilité diş. huk. 1. Yetkililik; yeterlilik, yeterlik
grupları yaparak şu sesleri verir: ph=f, ch=ş "ehliyet (Habilité à contracter mariage). 2.
(Yunancadan ve başka eski dillerde geçen Yetenek (Nous n'apportons point en naissant
sözcüklerde) ch=k, ghi=gi, ghe=ge. l'habilité à faire ces choses).
ha ün/. 1. (Şaşma anlatır) A! Ya! (Ha! Cet enfant est habiliter gçl. Habiliter qn à f.qch: Birine -mek
votrefils?:A ! Bu çocuk sizin oğlunuz mu?). 2. Ha! yetkisi vermek, - meye yetkili kdmak,
Ha!: (Gülüş) Hah, hah, hah! yetkilendirmek (Le gouvernement vient
"habanera diş. 1. Havana kaynaklı bir İspanyol d'habiliter le Ministre des Affaires étrangères à
dansı (Danser une habanera). 2. Havana dans signer le traité).
havası (Habanerapour violon). habillable s. Giydirilebilir (Rien ne lui va; il n'es t pas
habiles. 1. Usta, becerikli (Un chirurgien habile, un habillable).
ouvrier habile et expérimenté. L'affaire est entre les habillage er. 1. Giydirme; giyinme (Habillage d'un
mains habiles). 2. Kurnaz, düzenci (Il est trop acteur. Salon d'habillage). 2. (Kullanılış amacına
habile pour être honnête). 3. Habile à f.qch: göre) Hazırlama (Habillage d'une bête de
-mekte usta, çok becerikli, eşsiz (Un homme boucherie, d'une montre, d'un arbre). 3. Döşeme,
habile à tromper. Elle est habile à détourner la kumaşlama, kumaşını geçirme (Habillage d'un
conversation). 4. Habile à qch: -de çok becerikli, fauteuil, d'une chaise). 4. Etiketini yapıştırma,
usta, eşsiz (Etre habile à un jeu d'adresse). 5. etiketleme, kâğıtlama (Habillage d'une
Zekice, ustaca (Une opération habile). 6. huk. bouteille).
Yetkilùlyeterlikli, °ehil. habillé,e s. 1. Giyimli, giyinik (Je ne peux pas vous
habilement bel. Ustaca, uzlukla, beceriklice, zekice recevoir, je ne suis pas habillé. Se coucher tout
habillement 692 habitué

habillé). 2. Şık, güzel (Une robe très habillée). terrestre). 2. Nüfus (La Turquie compte près de
habillement er. 1. Giydirme (L'habillement des cinquante millions d'habitants. Les habitants d'un
troupes). 2. Giyim (Magasin d'habillement). 3. pays, d'une ville). 3. İnsan, adam (Les habitants
Giysi, giyim kuşam, giyim (Un habillement des cavernes. Tous les habitants de la Terre). 4.
bizarre). argo. Bit, pire (Avoir des habitants: Bitlenmek). §
habiller gçl. 1. Giydirmek (Habiller un enfant). 2. Les habitants de l'air: Kuşlar. Les habitants des
(Giyilen şey) İyi gelmek, yakışmak (Ce costume bois: Yaban hayvanlar. Les habitants des eaux:
l'habille bien. Rien ne m'habille). 3. (Birini) Çok Balıklar. Les habitants de l'Olympe: Söylence
eleştirmek, yermek, aleyhinde atıp tutmak (II tanrıları. Les habitants du Parnasse: Ozanlar,
habille tout le monde). 4. Habiller qn de qch: habitat er. 1. (Bitki ve canlılar için) Yetişme yeri,
Birine... giydirmek (Habillez votre fils de laine yurt, yatak. 2. Yerleşme biçimi, yerleşme
pour l'envoyer à la montagne). 5. Kullanış (Géographie de l'habitat. Habitat rural, urbain).
amacına uygun duruma getirmek, hazırlamak 3r Konut; konut koşulları (Amélioration de
(Habiller un poulet, une montre, un arbre, une l'habitat).
bête de boucherie). 6. Özünü, anlamını habitation diş. 1. Oturma (Améliorer les conditions
değiştirecek biçimde süslemek, allayıp pullamak d'habitation). 2. Ev, konut, barınak (Changer
(Habiller un texte, undiscours). 7. Habiller qch de d'habitation. Construire des habitations).
qch: a) -ile kaplamak, çevirmek, döşemek habité,es. Oturulan, içinde insan yaşayan, "meskûn
(Habiller un fauteuil de housses. Habiller un mur (Planète habitée. Château habité).
de plantes grimpantes), b) -ile süslemek (Orateur habiter gsz. 1. Oturmak, yaşamak (Habiter à la
qui habille ses pensées banales de phrases campagne, chez des amis, en banlieue, dans un
sonores). 8. Habiller qn en qch: Birini... kılığına château). 2. gçl. -de oturmak, yaşamak (Habiter
sokmak, biçiminde giydirmek (Habiller un enfant une maison, un palais, un quartier mal famé.
en soldat. Habiller en civil). 9. Etiketini Habiter la ville, la campagne). 3. mec. Sürekli
yapıştırmak, tıpasının üstüne kâğıt geçirmek olarak -de bulunmak, yakasını bırakmamak
(Habiller une bouteille). 10. (Basımcılıkta) Bir (L'enthousiasme habite son cœur. Une douleur
resmin çerçevesine yazı dizmek. § S'habiller: 1. sourde m'habitait). § Habiter au diable:
Giyinmek (S'habiller court, s'habiller long, Cehennemin dibinde oturmak, çok uzakta
s'habiller légèrement). 2. S'habiller de qch: -1er oturmak. Habiter porte à porte: Kapı komşusu
giyinmek (S'habiller de noir, de blanc). 3. olmak; bitişik evde, dairede oturmak,
S'habiller en qch: ... kılığına girmek, (La petite habitude diş. 1. Alışkı, "âdet (Ce qui forme les
fille s'habilla en Colombine). habitudes, ce sont les actes fréquents et réitérés). 2.
habilleur, euse ad. (Tiyatro ve sinemada) Alışkanlık, "itiyat (Il ne faut pas être esclave de ses
Oyuncuları giydiren kimse, giydirici, habitudes). 3. Alışma, alışmıştık (Elle a une
habiter. 1. Resmi elbise, frak (L'habit est de rigueur grande habitude des enfants. L'habitude du
à ce dîner officiel). 2. Giyim, "kıyafet ( Un habit de malheur). 4. Gelenek, görenek, töre (Se
gala. Un habit d'huissier. Habit de deuil. L'habit conformer aux habitudes du pays. Avoir des
militaire). 3. ç. Giysi, "elbise (Mettre ses habits, habitudes de paysan, debourgeois). § D'habitude:
ôter ses habits. Marchand d'habits, brosse à Çoğu kez, genellikle, her zaman (D'habitude, je
habits). § Habit vert: Akademi üyelerinin resmi me lève tard. Il vient d'habitude le mardi. Le café
giyimi. Prendre l'habit: Din adamı olmak, papaz est meilleur que d'habitude). Comme d'habitude:
olmak. Quitter l'habit: Papazlıktan ayrılmak, din Her zaman olduğu gibi. Par habitude:
adamlığını bırakmak. L'habit ne fait pas le moine: Alışkanlıkla, düşünmeden, makina gibi (Iltourna
Sarık sarma ile hoca olunmaz; altın semer vursan par habitude le bouton de la radio). Avoir
eşek yine eşektir, l'habitude de f. qch: -meye alışmak, -mek
habitabilité diş. Oturulabilirlik. alışkanlığı olmak (lia l'habitude de se coucher sur
habitable s. Oturulabilir; içinde yaşanabilir (Une la droite). Avoir l'habitude de qch: ...deneyi
maison habitable. Sous un tel régime politique ce olmak, kullanılmasını bilmek (Acteur qui a une
pays n'est plus habitable). longue habitude de la scène. Je n'ai pas l'habitude
habitacle er. 1. (Şiir) Ev, konut, barınak. 2. den. de cette voiture, de ces méthodes).
Pusula kutusu. 3. (Uçakta) Pilot kabini, habitué,e ad. 1. Sürekli müşteri, gedikli (Le garçon
habitant,e ad. 1. Oturan, eğleşen, "sakin (Les de café servait toujours en premiers les habitués).
habitants de la banlieue, de l'immeuble, du globe 2. Tanıdık, sürekli gelip giden (C'est un habitué de
habituel 693 haillonneux

la maison). omuz üstünde baş bırakmamak, yerle bir etmek,


habituelles. 1. Alışılan, alışılmış, alışkanlık haline pestil gibi ezmek. Hacher menu menu: Kıyım
gelmiş (Une expression habituelle dans sa kıyım doğramak. Se faire hacher: Vücudunun tek
bouche). 2. Herzamanki, günlük, olagelen bir parçası kalıncaya dek kendini savunmak. Se
(Expédier les affaires habituelles. C'est l'histoire faire hacher pour qn: -in uğrunda canını vermek;
habituelle). 3. Normal (Il souffre du foie de façon -için yapmayacağı şey, katlanmayacağı şey
habituelle). 4. Habituel à: -in alıştığı, -de sık sık olmamak (Elle se ferait hacher pour vous).
görülen (Ce comportement ne lui est pas habituel). "hachette diş. Küçük balta, nacak,
habituellement bel. 1. Genellikle, genel olarak, çok "hache-viande er. değişmez. Kıyma makinası.
kez (ila habituellement une serviette noire. Il fait "hachis er. I. Kıyma, et kıyması (Hachis de porc, de
habituellement froid en février). 2. Alışkanlıkla, mouton). 2. Kıymalı yemek,
alışıldığı üzre. "hachisch, haschisch er. Ar. 1. Kenevir. 2. Esrar,
habituer gçl. 1. Alıştırmak. 2. Habituer qn, qch à afyon, haşhaş (Prendre du haschisch: Esrar
qch: -e alıştırmak (Habituer un enfant à la çekmek, esrar içmek).
politesse). 3. Habituer qn, qch à f.qch: -meye "hachischin, haschischin er. 1. Esrarkeş. 2. tar.
alıştırmak (lia habitué son chien à venir manger Esrar içirilerek suça yöneltildikleri için, Şeyhül-
dans la main. Elle habitue ses enfants à se lever tôt). cebel denilen anarşist şeyhin müritlerine verilen
4. Etre habitué à qch, à f.qch: -e alışkın olmak, ad, °haşhaşi, haşhaşiler.
-meye alışık olmak (Nous sommes habitués au "hachoir er. 1. Kıyma makinası, kıyma satırı. 2.
bruit. Les enfants ne sont pas habitués à rester Kıyma tahtası,
seuls). § S'habituer: 1. S'habituer à qch: -e "hachure diş. (Resimde) Tarama, tarama çizgisi,
alışmak (S'habituer au froid, à l'obscurité, à un "hachurer gçl. (Resmin) Tarama çizgilerini
climat). 2. S'habituer à f. qch: -meye alışmak vurmak, taramak (Le dessinateur hachurait à
(S'habituer à parler devant le public). grands traits l'ombre de son personnage).
"hâblerie diş. Övüngenlik, palavra (Un discours "hadith er. Ar. Hadis,
plein de hâbleries). "hadji er. Ar. Hacı.
"hâbleur, euse s. ve ad. Övüngen, palavracı "hagard,e s. 1. Sert, yabanıl (Oiseau hagard). 2.
(L'humeur hâbleuse des chasseurs. C'est un vrai Ürkmüş, şaşmış, afallamış (Les sinistrés avaient
hâbleur). tous le visage hagard).
*hachage, °hachement er. Kıyma, doğrama; hagiographe ad. 1. Ermişlerin yaşam ve
kıyılma, doğranma (Le hachage de la paille, de la davranışlarım işleyen yazar. 2. Kahramanının
viande). yaşamını hep güzel yanlarıyla yazan
*hache diş. Balta (Hache à main. Hache de yaşamöykücü.
bûcheron. Fendre du bois avec une hache). § Périr hagiographie diş. 1. Ermişlerin yaşam ve
sous la hache: Kellesi vurulmak, idam edilmek. davranışlarını anlatan yazı. 2. Kutsal şeyler
Porter la hache dans une administration: Bir bilgisi. 3. mec. Övgülerle dolu yaşamöyküsü.
yönetimde bütün yolsuzluklara kesin son hagiographique s. Ermişlerin yaşamına değgin
vermek. (Récits hagiographiques).
*haché,e s. 1. Kıyılmış, doğranmış; kıyma yapılmış "hale diş. 1. Çit (Prairie bordée de haies; franchir
(Viande hachée, bifteck haché). 2. Kesik kesik, une haie). 2. Engel (Une haie de rochers,
kopuk kopuk (Style haché). 3. er. Kıyma (et), d'écueils). 3. Bir yol yada geçit boyunca dizilmiş
"hache-légumes er. Sebze doğrama bıçağı, aleti, yan yana insan sırası, "kordon, sıra (Une haie
"hacher gçl. 1. Kıymak, doğramak (Hacher de la d'agents de police). § Course de haies: Engelli
viande, des oignons. Hacher des feuilles de tabac). koşu. Faire la haie, former la haie: Sıra halinde
2. Dağıtmak, zarar vermek, parçalamak, dizilmek, kordon meydana getirmek,
birbirinden koparmak (Les rafales successives "haïku, haïkaï er. Üç dizgelik klasik japon şiiri,
hachèrent les bataillons qui montaient à l'assaut. hayku.
La grêle a haché la récolte). 3. mec. Kesmek, "haillon er. 1. Eski kumaş parçası, paçavra. 2.
yarıda bırakmak (La toux hachait ses phrases. Les Yıjtık pırtık giysi. § Etre en haillons: Paçavralar
applaudissements hachaient le discours). 4. içinde olmak, giysileri yırtık pırtık olmak,
Baltayla kesmek. 5. (Resimde) Tarama yapmak, "haillonneux,euse s. 1. Lime lime, yırtık pırtık
tarama çizgileri yapmak (Hacher une estampe). § (Vêtements haillonneux). 2. Giysileri eski püskü,
Hacher menu comme chair à pâté: Taş üstünde taş yırtık pırtık giyinmiş, paçavralar içinde.
haine 694 halo

»haine diş. 1. Kin, garez, düşmanlık. 2. Sevmezlik, en haleine jusqu'à la fin).


hoşlanmazhk, tiksinti (La haine de la guerre). § En halener gçl. (Köpek için) Koklamak,
haine de: -e kızdığı için, -e karşı tiksintiden dolayı »haler gçl. 1. (Halat vb.) Çekmek (Haler un câble,
(Organiser la révolte en haine des oppresseurs). un cordage à la main). 2. (Gemiyi) Yedekte,
Avoir, concevoir, éprouver de la haine pour qn: -e çekmek, yedeğe almak,
karşı kin duymak, kini olmak. Nourrir une haine »hâler gçl. I. Karartmak, esmerleştirmek (Il était
contre qn: -e karşı kin beslemek. Prendre qn, qch tout hâlé de soleil). 2. (Güneş, yel bitkileri)
en haine: -e düşman kesilmek, -i hiç sevmemek, Kavurmak.
düşman bellemek. Susciter les haines entre: »haletant,e s. 1. Soluğu tıkanmış, soluk soluğa
Arasında düşmanlık, anlaşmazlık yaratmak kalmış; çabuk çabuk soluyan (Chien haletant,
(Susciter les haines entre les partis). cheval haletant; poitrine haletante). 2. Haletant de
»haineusement M . Kinle, kinli kinli, qch: -den soluğu tıkanmış (Il était haletant
»haineux,euse s. ve ad. 1. Kinci (Un caractère d'émotion). 3. mec. Can atan, pek istekli (Une
haineux. Un haineux). 2. Kin dolu (Un regard foule haletante et cupide).
haineux). »halètement er. Soluma, soluk soluğa kalma, sık sık
•haïrgç/. 1. (Birine) Kini olmak, diş bilemek (Ils le soluma (Le halètement d'une personne qui a
haïssent, mais ils le craignent en même temps). 2. couru).
-den tiksinmek, hiç hoşlanmamak (Haïr la »haleter gsz. 1. Solumak, sık sık solumak, soluk
dictature, l'hypocrisie, le mensonge). 3. Haïr def. soluğa kalmak (Haleter après une course. Haleter
qch: -mekten tiksinmek, hiç hoşlanmamak, -meyi de fièvre, de soif). 2. mec. Soluğu kesilmek,
sevmemek (Je hais d'être dérangé à chaque şaşkınlıktan ağzı açık kalmak (Tout l'auditoire
instant). § Se haïr: Birbirinden tiksinmek, hiç haletait).
hoşlanmamak ( Ces deux hommes se haïssent mais *haleur,euse ad. Akarsularda gemi yada kayık
sont condamnés à vivre dans le même bureau). çeken kimse, yedekçi.
»haire diş. Nefse eziyet için giyilen kıl gömlek, haliaèteer. hayb. Akkuyruklu kartal,
»haïssables, iğrenç, tiksinç, tiksinti verici (Je trouve halieutique s. 1. Balıkçılığa değgin. 2. diş.
la guerre haïssable). Balıkçılık,
»haje er. Gözlüklü yılan. haliotide diş. hayb. Denizkulağı.
»halage er. (Gemiyi) Yedekte çekme (Halage d'un »hail [ol] er. Ing. Büyük salon, hol (Hall d'hôtel).
bateau par un autre). »hallage er. Pazar vergisi, hal vergisi,
»halbran er. Genç yabanördeği. hallali ünl. veer. Lâlâlâ. § Sonner l'hallali: Utkunun
•hâle er. Sam yeli (Le hâle'a fané les herbes). 2. yaklaştığını muştulamak, "zafer çığlıkları atmak,
Güneş yanıldığı, esmerlik, esmerleşme, yanma, »halle diş. 1. Pazar (Halle aux vins, halle au blé). 2.
kararma (Le hâle lui va bien). ç. Sebze ve meyve hali, hal (Les Halles centrales de
*hâlé,e s. Yanmış, esmerleşmiş, kararmış (Il est la ville).
revenu h&lé de son séjour à la montagne. Peau »hallebarde diş. Baltalı mızrak, teber. § H pleut des
hâlée de soleil). hallebardes, il tombe des hallebardes: Bardaktan
haleine diş. 1. Soluk, "nefes (Haleine qui sent le boşanırcasına yağmur yağıyor,
tabac). 2. Soluk alma, soluma. 3. mec. Koku »hallier er. 1. Sık çalılık. 2. Kuş ağı.
(L'haleine des abattoirs). § A perdre haleine: hallucinant,e s. Şaşırtıcı, olağanüstü (Il y a entre les
Soluğu tıkanıncaya dek (Courir à perdre haleine). deux frères une ressemblance hallucinante).
D'une haleine, d'une seule haleine: Bir solukta hallucination diş. ruhb. *Sanrı, "birsam (J'ai cru le
(Débiter une phrase d'une seule haleine). De voir ici, je dois avoir des hallucinations).
longue haleine: Uzun soluklu; uzun bir zaman ve hallucinatoire s. 1. Sanrıh, sanrıyla ilgili (Vision
çabayı gerektiren (Ouvrage de longue haleine). hallucinatoire). 2. Sanrı uyandıran, sanrıya yol
Avoir l'haleine forte, avoir mauvaise haleine: Ağzı açan (Psychoses hallucinatoires).
kokmak, soluğu kokmak. Etre hors d'haleine: halluciné,e s. vead. Sanrıları olan, sanrıh (Un poète
Soluğu tıkanmak, soluk soluğa kalmak. Perdre halluciné).
haleine: Soluğu tıkanmak. Reprendre haleine: halluciner gçl. ruhb. Sanrıya düşürmek, sanrılar
Soluk almak. Retenir son haleine: Soluğunu uyandırmak, sanrılamak,
tutmak. Tenir qn en haleine: -in dikkatini hep hallucinogènes. Sanrı uyandırıcı, sanrılara yol açan
uyanık tutmak, soluğunu kesmek, -e soluk (Les champignons hallucinogènes du Mexique).
aldırmamak (Le romancier savait tenir ses lecteurs »halo er. 1. Ayla, "hâle (Halo des réverbères dans le
halogénation 695 harassé

brouillard). 2. mec. Taç (Un halo de gloire). genou a sérieusement handicapé le coureur
halogénation diş. kim. Tuzverme. cycliste).
halogènes, kim. Tuzveren. "hangar er. Sundurma, hangar (Les hangars d'une
halophiles. coğr. Tuzcul (Plantes halophiles). ferme, d'un terrain d'aviation. Hangar à récoltes,
*halte diş. 1. Mola, ara (La halte est finie, il faut hangar à locomotives).
reprendre la route). 2. İstasyon, durak, "menzil (Il "hanneton er. hayb. 1. Mayısböceği. 2. mec. tkz.
faut arriver de bonne heure à la halte fixée). 3. Uni. Şaşkın.
(Komut) Dur! §Halte-là: 1. (Nöbetçinin yaklaşan "hannetonnage er. Mayısböceklerini yoketme.
bir yabancıya söylediği) Dur! Kimsiniz? 2. Artık "hannetonner gsz. Mayısböceklerini yoketmek.
yeter! İşte o kadar! Dire halte à qch: -e dur demek, "hansart er. Kıyma satırı; kıyma makinesi,
-i durdurmak (Il faut dire halte à l'inflation "hanse diş. Ortaçağda, kimi Alman kentleri
menaçante). Faire halte: Mola vermek, durmak arasındaki ticaret ortaklığı, Hansa birliği,
(Avant d'entreprendre l'escalade du dernier piton, "hanté,e s. Cinli, perili (Château hanté).
les alpinistes firent halte quelques instants). "hanter gçl. 1. -de sık sık görünmek (Fantôme qui
haltère er. 1. Halter. 2. biy. Takmacik. § Faire des hante un lieu). 2. -e sık sık gitmek (Hanter les
haltères: Halter kaldırmak, tripots, les mauvais lieux). 3.-ile görüşmek, düşüp
haltérophiles, ve ad. Halterci, kalkmak (Hanter la noblesse). 4. -in yakasını
haltérophilie diş. Haltercilik, bırakmamak, kafasından hiç çıkmamak, kafasını
"halva er. T. Helva. kurcalayıp durmak (L'idée du suicide le hante. Un
*hamac er. Asma yatak, "hamak (Se balancer dans grand remords le hantait. Les rêves qui hantent son
un hamac). sommeil). § Dis-moi qui tu hantes, je te dirai qui tu
"hamada diş. coğr. Kaya çölü; yalın-ova; es: Bana arkadaşını söyle, senin ne olduğunu
yontukdüz. söyleyeyim.
"hameau er. Küçük köy, köycük, kom. "hantise diş. 1. (Eski) Görüşme, düşüp kalkma. 2.
hameçon er. Olta iğnesi. § Gober l'hameçon, Takınak, saplantı, "musallat fikir (Ila la hantise du
mordre à l'hameçon: Yutmak, aldanmak, zokayı suicide).
yutmak, tuzağa düşmek, haplologie diş. dilb. Hece yutumu, orta hece
hameçonner gçl. (Oltaya) İğne takmak yutumu.
(Hameçonner une ligne). "happement er. 1. Kapma, ağzıyla yakalama. 2.
"hammam er. Hamam, Türk hamamı, Yapışma.
"hampe diş. 1. Bayrak direği, gönder. 2. Fırça sapı, "happer gçl. 1. Kapmak, ağzıyla yakalamak (Chien
tavan süpürgesi sapı. 3. bitb. Bitkisapı, uzun çiçek qui happe un morceau de viande. Le chat bondit et
sapı (La hampe d'un roseau). 4. (Harflerde) happa la souris). 2. mec. Kapivermek (Le train
Kuyruk (La hampe de p, deh.). happa son bras). 3. gsz. Yapışmak, yapışıvermek.
"hamster [amstex ] er. Kızıl tüylü, ak karınlı bir çeşit "happy end er. yada diş. İng. Mutlu son.
dağsıçanı. "haquenée diş. Rahvan kısrak, rahvan at.
"han er. İnsanın bir şey döverken her vuruşta "haquet er. Fıçı, balya taşımak için ince uzun ve
çıkardığı boğuk ses, hınk. § Faire un han, pousser kenarsız araba,
un han: Hınklamak, hınk demek, "hara-kiri er. Harakiri. § Faire harakiri: Harakiri
"hanap [anap] er. (Ortaçağda) Bir tür maşrapa, yapmak.
"hanche diş. 1. anat. Kalça (Hanches étroites, "harangue diş. 1. Söylev (Prononcer une harangue
larges, rondes). 2. (Gemide) Kıç. § Mettre les enflammée). 2. mec. Bıktırıcı, usanç verici söz.
mains, les poings sur les hanches: (Küstahlık yada "haranguer gçl. 1. -e bir söylev çekmek, seslenmek
meydan okumak için) Elini beline dayamak. (Un orateur harangua la foule des ouvriers à, Ja
Rouler des hanches: Kalçalarını oynatmak, kalça sortie de l'usine). 2. mec. -in kafasını ütülemek,
kıvırmak (Marcher en roulant des hanches). kafasını şişirmek (Il nous harangue du matin au
"hand-ball er. Eltopu, hentbol, soir).
"handballeur er. Eltopçu, hentbolcu. "harangueur,euse ad. 1. (Eski) Sözen, konuşmacı,
"handicap er. Elverişsiz durum, engel (Sa faiblesse "hatip. 2. Söylevci, kafa ütüleyici.
en mathématiques est un handicap pour la suite de "haras [axa] er. Hara, aygır deposu,
ses études. Franchir un handicap). "harassant,e s. Çok yorucu, bitkin düşürücü (Une
"handicaper gçl. Elverişsiz duruma düşürmek, besogne harassante).
zarara uğratmak, engellemek (Sa blessure au "harassé,e s. Yorgunluktan canı çıkmış, bitkin.
harassement 696 harmonisation

•harassement er. Çok yorma; büyük yorgunluk, •hargneux,euse s. Hırçın, kudurgan, huysuz (Une
bitkinlik. femme hargneuse, un chien hargneux). § Chien
•harasser gçl. Çok yormak, yorgunluktan hargneux a toujours l'oreille blessé: Bela arayan
bitirmek, halsiz düşürmek, belasını bulur,
•harcelant,e s. Hırpalayıcı, tedirgin edici •haricot er. 1. Fasulye (Planter des haricots). 2.
(Occupation harcelante, créancier harcelant). Fasulye tanesi, fasulye (Haricots blancs, rouges.
•harcèlement er. Hırpalama, tedirgin etme (Guerre Gigot de mouton aux haricots). § Des haricots!:
de harcèlement). tkz. Hava alırsın ! C'est lafindes haricots: Felâket!
•harceler gçl. 1. Hırpalamak, sarsmak, tedirgin Yandık. İşte o zaman kıyamet kopar! Aller
etmek (Harceler l'ennemi). 2. Harceler qn de qch: manger des haricots: argo. Kodesi boylamak,
Birini -lerle usandırmak, bıktırmak, tedirgin dama düşmek, hapse girmek. Courir sur le
etmek (Il nous harcelait de questions). haricot à qn: -in damarına basmak, canını sıkmak,
•harde diş. 1. Yaban hayvan sürüsü (Harde de cerfs, -i kızdırmak, rahatsız etmek (Tu commences à
de daims). 2. Köpekleri dörder dörder yada nous courir sur le haricot avec tes pleurnicheries).
altışar altışar bağlamaya yarayan bağ, köpek Toucher des haricots: hlk. Eline birkaç kuruş
koşum takımı. 3. Koşum köpekleri, geçmek.
•harder gçl. (Köpekleri) Koşumlamak, dörder •haridelle diş. Kurada, külüstür beygir,
dörder yada altışar altışar bağlamak (Harder les •harlediş. hayb. Testeregagalıördek (Harlebièvre:
chiens). Büyük testeregagalı ördek. Harle petite: Küçük
•hardes diş. ç. Pılıpırtı, eski püskü giysiler, testeregagalı ördek).
•hardi,e s. 1. Yürekli, gözüpek, atılgan (Guerriers harmonica er. Armonika,
hardis, alpiniste hardi). 2. Atak, çekinmez. 3. harmoniciste ad. Armonika çalan, armonikacı.
Yüzsüz, utanmaz, küstah (Une fille hardie. Vous harmonie diş. 1. Uyum, "ahenk (L'harmonie des
êtes bien hardi de m'interrompre ainsi). 3. voix, des instruments. L'harmonie des vers, des
Cesurca, atılganca, atakça (Un projet hardi, couleurs). 2. müz. Uyumbilim (Traité
entreprise hardie). 4. Uni. Ha gayret! Göreyim d'harmonie, les règles de l'harmonie classique). 3.
sizi! (Hardi, les gars!). müz. Geniş kadrolu üflemeli sazlar takımı (Un
•hardiesse diş. 1. Yüreklilik, gözüpeklik, concert d'harmonie). 4. Uyuşma, bağdaşma
atılganlık, "cesurluk (Avoir de la hardiesse: (L'harmonie des sentiments). 5. Uyuşma,
Gözüpek olmak. Montrer de la hardiesse: anlaşma, barışıklık (L'harmonie qui règne dans
Yüreklilik göstermek). 2. Yüzsüzlük, utanmazlık, une société, dans une famille). § Harmonie
küstahhk (Quelle hardiesse d'aller dire cela!). 3. vocalique: dilb. Ünlü uyumu. Haramonie
Atakhk, çekinmezlik. consonantique dilb. Ünsüz uyumu. Harmonie
•hardiment bel. 1. Yüreklilikle, korkmadan, imltative: Benzekli uyum, "ahengi taklidi. Etre en
çekinmeden (Parler hardiment). 2. Yüzsüzce, harmonie avec: -ile uyuşmak, bağdaşmak. Mettre
utanmadan, küstahça (Il nie hardiment). qch en harmonie avec: Bir şeyi -e uydurmak
•harem er. Ar. 1. Harem dairesi. 2. Haremdeki (Mettre en harmonie les nouveaux immeubles avec
kadınlar. § Avoir un harem: tkz. Birçok kadınla le caractère propre de la ville). Vivre en parfaite
birden ilişkisi olmak, harmonie avec qn: -ile dirlik düzenlik içinde
•hareng er. hayb. Ringa balığı. § Sec comme un yaşamak, gül gibi geçinip gitmek,
hareng: Sıska, çiroz gibi. Etre serrés comme des harmonieusement bel. Uyumlu olarak, uyumlu bir
harengs: Balık istifi gibi olmak, çok sıkışmak. La biçimde (Univers harmonieusement ordonné.
caque sent toujours le hareng: Şeker, cinsine Chanter harmonieusement).
•çeker. Altın palan vursan eşek yine eşektir. harmonieux,euse s. 1. Uyumlu, "ahenkli (Une voix
•Harengaison diş. Ringa avı; ringa avı mevsimi, harmonieuse. Le développement harmonieux
•harengère diş. 1. Balıkçı kadın, balık satıcısı d'une économie). 2. Hoş, güzel (Un visage
kadın. 2. mec. tkz. Eli bayraklı kadın, harmonieux).
•harenguier er. Ringa balığı avlamakta kullanılan harmoniques. 1. Uyuma değgin, uyumsal. 2. müz.
gemi, ringa av gemisi, Ana sese katılan ses.
•hargne diş. Hırçınlık, huysuzluk, kudurganlık harmoniquement bel. 1. Uyumsal olarak, uyum
(Répondre avec hargne). kurallarına göre. 2. Matematik kurallarına uygun
•hargneusement bel. Hırçınca, huysuzca, olarak.
kudurganca. harmonisation diş. 1. Bağdaştırma, uyuşturma,
harmoniser 697 hâte

uyuşur duruma getirme (Harmonisation des "hart diş. 1. (Sazdan, ince daldan) Bağ. 2.
divers intérêts). 2. müz. Uyum kurallarına Hükümlüleri astıkları ip. 3. mec. İdam cezası,
uydurma. idam.
harmoniser gçl. 1. Uyumlu kdmak, bağdaştırmak, "hasard er. 1. (Ortaçağda oynanan) Bir çeşit zar
uyuşturmak (Harmoniser les intérêts de plusieurs oyunu; zarda kazanan rakam, altı, "şeş. 2. Talih
personnes). 2. müz. Armonisini yapmak, (Caprices du hasard: Talihin cilveleri). 3.
armonize etmek (Harmoniser un chant, un air). § Raslantı, "tesadüf ( C'est unpur hasard, rien n 'était
S'harmoniser: 1. Bağdaşmak, uyuşmak, birbirine calculé. Il ne laisse rien au hasard). 4. Fırsat
uymak (Ces couleurs s'harmonisent bien). 2. (Profiter d'un hasard favorable). 5. ç. Tehlike
S'harmoniser avec: -ile uyuşmak, bağdaşmak (Le (Les hasards de la guerre). § Jeu de hasard: Talih
sentiment s'harmonisait avec le milieu). oyunu; zar, bakara, rulet, piyango gibi talih
harmoniste ad. müz. Uyumbilim uzmanı, oyunları. Heureux hasard: Mutlu raslantı, şans.
harmonium er. müz. Armoniyum. Hasard malheureux: Kötü raslantı, aksilik,
•harnachement er. 1. (Hayvan) Koşum takma, şanssızlık. Au hasard: Rasgele. A tout hasard: Ne
koşumlama. 2. Koşum takımı. 3 .mec. tkz. Ağır ve olursa olsun. Par hasard: 1. Beklenmedik bir
gülünç kılık (Le harnachement des fantassins). biçimde, umulmadığı halde, beklenilmediği
"harnacher gçl. 1. Koşum takmak, koşumlamak halde. 2. Acaba (Auriez-vous par hasard
(Harnacher un cheval). 2. mec. Gülünç bir l'intention de louer votre maison?).
biçimde giydirmek, gülünç kılığa sokmak. § Etre "hasardé,es. 1.Tehlikeli (Une entreprise hasardée).
harnaché de qch: -i giymiş, takmış, sırtlamış, 2. Düşünülmeden yapılmış, sonu belli olmayan
kuşanmış olmak (Il partait pour une excursion en (Une démarche hasardée). 3. (Eski) Açık saçığa
montagne, harnaché de sacs, d'appareils kaçan (Une expression hasardée, une plaisanterie
photographiques et d'objets hétéroclites). Se hasardée).
harnacher: Giyinip kuşanmak; silah ve "hasarder gçl. I. Tehlikeye atmak, tehlikeye
gereçlerini takmak (Soldat, chasseur qui se sokmak (Hasarder sa vie, sa réputation). 2.
harnache). Denemeye girişmek, kullanmak (Hasarder une
*harnacheur er. Koşumcu; koşum takımları yapan, expression). 3. İleri sürmek (Il a craintivement
satan yada takan, hasardé quelques remarques). 4. Sonucun ne
"harnais er. 1. Koşum takımı, koşumlar. 2. argo. olacağına bakmadan girişmek, yapmak
Giysi, çul. § Blanchir sous le harnais: 1. Askerlik (Hasarder une démarche auprès d'un ministre). S.
mesleğinde eskimek, kıdemli olmak. 2. Bir işte, Hasarder de f.qch: -mek tehlikesini göze almak,
bir meslekte, saçağartmak. Saçlarını değirmende -mek yanılgısına düşmek (Il vaut mieux hasarder
ağartmamak. de sauver un coupable que de condamner un
*haro er. Hurra. § Crier haro sur qn, sur qch: -e innocent). § Se hasarder: 1. Rasgele gitmek,
lânet okumak, yuhalamak (Le scandale était tanrıya sığınıp girmek (Se hasarder la nuit dans
public, tous les voisins crièrent haro sur le une ruelle obscure). 2. Se hasarder à f.qch: -mek
malheureux. Crier haro sur la bêtise tehlikesini göze almak, ne olursa olsun -mek (Je
contemporaine). me hasardai à sortir malgré le temps menaçant).
"harpagon er. Cimri, pinti, "hasardeux,euse s. 1. Tehlikeli (Une affaire
"harpail er. harpaille diş. Maral sürüsü, geyik hasardeuse). 2. Serüvenli, raslantılara bırakılmış
sürüsü. (Une vie hasardeuse). 3. Tehlikeye aldırmayan,
"harpe diş. müz. Harp (Jouer de la harpe). atılgan (Il a un caractère hasardeux).
"harpie diş. 1. Söylencede, kadın başlı, kuş gövdeli, "haschisch, hachisch er. Esrar, haşiş,
yırtıcı pençeli bir canavar . 2. hayb. Bir Amerika "haschischin er. Esrarkeş,
kartalı. 3. mec. Şirret kadın, cadaloz, "hase diş. Dişi tavşan,
"harpiste ad. müz. Harp çalan, harpçı. "hast er. (Eskiden) Mızrak,
"harpon er. Zıpkın (Pêche au harpon. Lancer un "hastaire er. (Eski Romada) Mızraklı asker.
harpon). *hasté,e s. Mızrak biçiminde, mızrak gibi (Feuilles
"harponnage, harponnement er. Zıpkınlama. hastées).
"harponner gçl. 1. Zıpkınlamak (Harponner une "hâte diş. Evecenlik, ivedilik, çabukluk, "acele. § A
baleine). 2. tkz. Yakalamak, enselemek la hâte: İvedilikle, çarçabuk, çabucak (Manger à
(Harponner un malfaiteur). la hâte). En hâte: Vakit yitirmeden, hemencecik
"harponneur er. Zıpkın atan, zıpkıncı. (On envoya en hâte chercher le médecin). Avoir
hâtelet 698 hautain

hâte de f.qch: -mekte acelesi olmak (Il avait hâte Les hautes branches d'un arbre). 2. Yukarı (La
de sortir). Mettre de la hâte à f. qch: -meyi haute Normandie, le haut Rhin). 3. Büyük
çabuklaştırmak, hızlandırmak (Il a mis de la hâte à (Calculs d'une haute précision. La haute
achever le travail). bourgeoisie). 4. Yüksek, önemli, yüce (La haute
•hâtelet er. Kebap şişi. société. Les hauts fonctionnaires de l'Etat. La
•hâter gçl. 1. Öne almak (Hâter son départ). 2. Haute Assemblée). 5. Soylu, yüksek (Ilauneâme
Çabuklaştırmak, hızlandırmak (Hâter le pas, haute). 6. Kabarık (La mer est haute). 7. Tiz (Des
hâter un mouvement). § Se hâter: 1. Çabuk olmak. notes hautes). § Le haut fourneau: Yüksek fırın.
2. Acele etmek, telesmek. 3. Se hâter de f. qch: La haute mer: Açık deniz, engin. Les hautes
-mekte acele etmek (line faut pas se hâter de juger latitudes: Kutuplara yakın bölgeler. La haute
les caractères). trahison: Vatan hainliği. Haut en couleur: Diri
*hâtif,ive s. 1. Vaktinden önce olan, erken yapılan. renkli, renkleri canlı; koyu esmer, yanık renkli
2. İvedilikle yapılan, "acele (Un travail hâtif où les (Les paysans hauts en couleur). Haut-le-pied:
fautes abondent. Des précautions hâtives et Koşulmamış (Cheval haut-le-pied; locomotive
inutiles). 3. Vakitsiz yetişen, vaktinden önce haut-le-pied). A haute voix: Yüksek sesle. Avoir'
yetişen (Fruits, légumes hâtifs). la haute main dans qch: -de sözü geçmek. Avoir le
*hâtiveau er. Vaktinden önce yetişen sebze yada verbe haut: Yüksek sesle, buyururcasına
meyve; turfanda meyve, sebze, konuşmak. Etre haut comme trois pommes:
•hâtivement bel. 1. Vaktinden önce. 2. İvedilikle, Küçücük, minnacık olmak. N'avoir jamais une
çarçabuk, hemen, parole plus haute que l'autre: Soğukkanlılıkla,
•hauban er. (Gemide) Direği dik tutan halat, sakin sakin konuşmak. 7. er. Yükseklik ( Ce mur a
çarmık. cinq mètres de haut). 8. er. Üst, yukarı, tepe
•haubaner gçl. (Direği) Çarmıklarla dik tutmak, (Parler du haut de la tribune. Rouler du haut des
•haubert er. (Ortaçağda) Zırhlı gömlek, escaliers. Un oiseau perché sur le haut d'un arbre.
•hausse diş. 1. Yükselme, artma; yükseliş, artış Le haut d'une montagne). § Le Très-Haut: Tann.
(La, hausse de la température, des salaires, des Ulu Tann. De haut: Yüzeyden, derinliğine
prix). 2. Bir şeyi yükseltmeye yarayan nesne, inmeden (Voir, regarder les choses de haut). Du
yükselteç. § Etre en hausse: Artmak, yükselmek haut en bas, de haut en bas: Baştan aşağı, tepeden
(Le baromètre est en hausse. Les cours de la tırnağa (Nettoyer une maison du haut en bas).
Bourse sont en hausse). Connaître des hauts et des bas: Yaşamın acı ve tatlı
•hausse-col er. Eskiden kolluk görevlilerinin günlerini görmüş olmak. Le prendre de haut:
boyunlarına taktıkları ayça biçiminde pirinç Üstten almak, yüksek perdeden konuşmak (Ilest
levha, "ferahi. unitile de le prendre de haut avec moi). Traiter qn
•haussement er. 1. Yükseltme (Le haussement d'un du haut en bas: Birini küçümsemek, hor görmek,
mur). 2. Yükselme, artma (Le haussement du prix -e tepeden bakmak. Tomber de haut, de son haut:
des denrées). § Le haussement d'épaule: Omuz Şaşakalmak. Tomber de tout son haut: Boylu
silkme. boyunca düşmek, iki seksen yere serilmek. Venir
•hausser gçl. 1. Yükseltmek (Hausser un mur, de haut: Yüksek bir kişi yada mevkiden gelmek,
hausser la voix). 2. Kaldırmak (Hausser unstore). tepeden inme gelmek (C'est un ordre qui vient de
haut). 9. bel. Yüksek, yükseğe. Yukan, yukarıya
3. Artırmak, yükseltmek (Hausser les prix, les
(Monter haut, sauter haut). 10. bel. Yüksek sesle
impôts). 4. mec. Değerini yükseltmek, yüceltmek
(Lire tout haut, parler plus haut). 11. bel. Açıkça,
(Cela ne le hausse pas dans mon estime). S. gsz.
çekinmeden (Je le dirai bien haut, s'il le faut.
(Eski) Yükselmek, artmak (Lesprix ont haussé).
Parler haut et clair). § D'en haut: a) Yukardan, b)
§ Hausser le ton: Yüksekten konuşmak,
Gökten, Tanrıdan (La lumière vient d'en haut.
yüksekten atmak, gözdağı vermek. Hausser les
Une inspiration d'en haut). En haut: Yukarıda,
épaules: Omuz silkmek. § Se hausser:' 1.
yukarıya (Il loge en haut et moi en bas). En haut de,
Yükselmek, dikelmek (Se hausser sur la pointe
au haut de: -in başında, tepesinde, üstünde;
des pieds). 2. Yücelmek (Se hausser jusqu'au
başına, tepesine, üstüne (La concierge est en haut
sacrifice).
de l'escalier. L'oiseau s'est posé au haut de
•haussier er. Borsa oyuncusu.
l'arbre). Là-haut: a) Gökte, b) Şurada, karşıda;
•haussière, aussière diş. 1. Üç yada dört kollu halat.
yukarda.
2. (Köylerde) Araba sövesi, yancak.
•haut,e s. 1. Yüksek (Un mur haut de trois mètres. •hautain,e s. Kendini beğenmiş, kurumlu, kibirli,
hautbois 699 hébétude

"mağrur (Un homme hautain et distant. Il prend havanes). 2. diş. Havana. 3. s. değişmez. Açık
des airs hautains). kahverengi (Des couvertures havane).
*hautbois er. müz. Obua. «hâve s. Solgun benizli, zayıf (Visage hâve; des gens
"hautboïste ad. Obuacı, obua çalan. hâves et déguenillés).
*haut-de-chausses er. (Eskiden giyilen) Dize kadar «haveneau, havenet er. (Karides tutmak için
kısa pantolon. kullanılan) Torba ağ.
*haut-de-forme, haute-forme er. Silindir şapka, «havir gçl. 1. İçini pişirmeden dıştan yakmak,
«haute diş. tkz. Yüksek tabaka, kibarlar, kurutmak (Havir la viande). 2. gsz. İçi pişmeden
«hautement bel. 1. Yüksek sesle, açıkça, açık açık dıştan yanmak, kurumak (Viande qui havit).
(Professer hautement ses opinions). 2. Çok, son «havre er. 1. Küçük liman. 2. mec. Barınak, sığınak
derece (Mot hautement caractéristique). (Un havre de liberté, un havre de bonheur, un
*hautesse diş. "Haşmetmeap. havre de salut).
«hauteur diş. 1. Yükseklik (Hauteur d'un mur, «havresac er. 1. (Asker yada avcılar için) Arka
d'une tour). 2. Yücelik, soyluluk (La hauteur de çantası, sırt çantası. 2. Avadanlık çantası,
ses sentiments ne fait pas de doute). 3. Kendini «hé ünl. 1. Hey! Baksana! (Hé, prenez garde). 2.
beğenmişlik, kibir, kurum (Parler avec hauteur). Vah! Eyvah! 3. Hé! Hé!: Eh, kim bilir! (Hé! hé!
4. Tepe (Monter sur une hauteur, gagner les peut-être que oui). 4. Hé bien!: Ya! Peki! Pekâlâ
hauteurs). § La hauteur d'âme: Gönül yüceliği, (Hé bien! de quoi est-il question?).
âlicenaplık. Saut en hauteur: Yüksek atlama. Ala «heaume er. Zırh başlığı, tolga,
hauteur de: a) -düzeyinde, düzeyine, "seviyesine hebdomadaires. 1. Haftalık (Repos hebdomadaire,
(Mettre une chose à la hauteur d'une autre), b) den. journal hebdomadaire). 2. er. Haftalık yayın,
-hizasında, paralelinde, enleminde (Etre à la haftalık dergi yada gazete (Un hebdomadaire
hauteur d'une lie, d'un cap), c) Karşısında, politique).
yanında, yakınında (Arrivé à ma hauteur, il me hebdomadairement bel. Her hafta; haftadan
salua. Il était à la hauteur d'une petite épicerie). haftaya.
Etre à la hauteur: Yetenekli olmak. Etre à la hebdomadier,ere ad. Bir hafta süresince âyin
hauteur de qch, de f. qch: -in üstesinden yapmakla görevli rahip yada rahibe,
gelebilecek yetenekte olmak (Il n'est pas à la hébéphrénie diş. ruhb. Çocuksu bunama. Kişinin
hauteur de résoudre un tel problème). Perdre de la yaşına uygun düşünmeyen davranışlara doğru
hauteur: Alçalmak (Avion qui perd de la gerilemesi biçiminde ortaya çıkan erken bunama
hauteur). Prendre de la hauteur: Yükselmek, türü.
havalanmak (L'avion prend de la hauteur).
hébéphrénique s. ve ad. ruhb. Çocuksu bunamaya
Tomber de sa hauteur: Şaşırıp kalmak, şaşa
değgin; çocuksu bunamaya yakalanmış,
kalmak. Tomber de toute sa hauteur: Boylu
héberge diş. 1. Konut, barınak, ev. 2. (Değişik
boyunca düşmek, iki seksen yere serilmek.
yükseklikte bitişik iki yapı için) Alçak yapının
*haut-fond er. Denizin sığ yeri, sığ, sığlık (Navire
üstünde kalan kısım (Mur d'héberge).
échoué sur des hauts-fonds). hébergement er. Konuk etme, konuklama,
«haut-le-coeur er. değişmez. 1. Mide bulantısı. 2. barındırma (Centre d'hébergement des réfugiés).
mec. Tiksinti, iğrenme. § Avoir un haut-le-coeur: héberger gçl. 1. Konuk etmek, konuklamak,
a) Midesi bulanmak, b) Tiksinmek, iğrenmek. barındırmak (Pouvez-vous nous hébérger la
Donner des haut-le-coeur à qn: -in midesini nuit?). 2. Toprağına kabul etmek, barındırmak
bulandırmak. (Héberger des réfugiés).
*haut-le-corps er. İrkilme. § Avoir, faire un haut-le- hébété,es. 1. Sersemleşmiş, şaşkına dönmüş, şaşkın
corps: İrkilmek, (Des yeux hébétés; il a un air hébété). 2. Hébété de
«haut-parleur er. *Sesbüyültür, oparlör. qch: -den şaşkına dönmüş (Hébété de joie, de
«haut-relief er. Yüksek kabartma, douleur).
«hauturier.ère s. Açıkdenizlere değgin; hébétement er. Sersemleşme, şaşkınlık, şaşkına
açıkdenizlerde çalışan (Pilote hauturier, dönme.
navigation hauturière). hébétèr gçl. 1. Sersemleştirmek, uyuşturmak
«havanaises, ve ad. l.Havanah;Havanaya değgin. (L'alcool hébète le cerveau). 2. Şaşkına çevirmek
2. er. Uzun, ince ve genellikle ak tüylü, küçük boy (Cette nouvelle m'a complètement hébété).
bir cins köpek, hébétude diş. hek. 1. Akıl durgunluğu, zihin
«havane er. 1. Havana purosu (Une boîte de yeteneklerinin çöküşü. 2. Sersemleşme;
hébraïque 700 helvelle

sersemlettirme (Hébétude de l'ivresse, de la salyangozculuk.


fièvre). hélicoïdal,e s. mat. Sarmahmsı, helis biçiminde,
hébraïques. İbranî (Langue, alphabet hébraïque). hélicoïde s. mat. 1. Helikoit. 2. er. *Aylanç, burgu
hébraïsant,e, hébraïste ad. İbranice uzmanı, yüzeyi.
hébràïser gsz. 1. ibranice çalışmak, ibranice hélicon er. müz. Helikon denilen üfleme çalgısı,
öğrenmek; İbrani töresince yaşamak. 2. gçl. hélicoptère er. Helikopter,
İbranileştirmek (Hébraniser un peuple). héligare diş. Helikopter garı.
hébraïsme er. İbranî şivesi. héliocentriques. gökb. Günmerkezli, gökmerkezli,
hébreu, hébraïque s. 1. Yahudilere değgin, yahudi güneş merkezine bağlı olan.
(L'alphabet hébreu, poésie hébraïque). 2. er. héliographe s. gökb. Güneşsel, Güneş'e ilişkin. 2.
Yahudi (Captivité des Hébreux à Babylone). 3. er. er. Pırıldak, helyosta.
Yahudice, Yahudi dili, ibranice. 4- er. mec. hélion er. fiz. kim. Alfa ışını, alfa taneciği,
Anlaşılmaz şey, akıl sır ermez (C'est de l'hébreu). hélioscope er. gökb. Güneş gözmerceği, kara camlı
hécatombe diş. 1. (Eski Yunanlılarda) Yüz sığır mercek.
kurban etme. 2. mec. Kıyım, insan kınmı (Les heliostat er. gökb. Gündüşürücü.
hécatombes et les destructions de la guerre). héliothérapie diş. Güneş ışınlarıyla tedavi, güneş
hectare er. Hektar. tedavisi.
hectiques. Fièvre hectique: Eritici sıtma, héliotrope er. bitb. 1. Siğilotu. 2. s. Güneyönelen,
hectisie diş. Eritici sıtma, günedoğrulan (bitki),
hectogramme er. Hektogram, yüz gram. héliotropisme er. bitb Güneyönelim,
hectolitre er. Hektolitre, yüz litre, günedoğrulum.
hectomètre er. Hektometre, yüz metre. héliport er. Helikopter alanı,
hédéracé,e s. Sarmaşığa değgin yada sarmaşığı héliportage er. Helikopterle taşıma,
andırır, sarmaşığımsı. hélium er. kim. Helyum.
hédonisme er. fels. Hazcılık, hélix er. 1 .hayb. Salyangoz, bağsalyangozu. 2. biy.
hédonistes, vead. fels. Hazcı, fiz. Sarmal,
hégélianisme er. fels. Hegelcilik. hellènes, vead. Yunanlı, Elen.
hégélien,ne s. ve ad. fels. 1. Hegelci. 2. s. Hegel hellénique s. Yunanistan'a, Yunanlılara,
öğretisine değgin, Yunancaya değgin (Civilisation, langue
hégémonie diş. Üstünlük, °hegomanya, "hakimiyet hellénique).
(Conquérir l'hégémonie du monde. Guerre hellénisant,e s. ve ad. 1. Yunanca konuşan. 2.
d'hégémonie. Hégémonie politique et Yunanca uzmanı,
économique). hellénisation diş. Yunanhlaştırma (Hellénisation
hégire diş. Hicret (L'hégire de Mahomet à Médine. d'un peuple, d'un pays).
L'année de l'hégire). helléniser gçl. 1. Yunanhlaştırmak; Yunan niteliği
•heimatloss. vead. Yurtsuz,"vatansız, "aymatlos. vermek. 2. gsz. Yunan dilini incelemek, Yunanca
•hein ünl. tkz. Ha? Hıun? Değil mi? Ne? Nasıl? öğrenmek. § S'helléniser: Yunanhlaşmak, Yunan
(Vous êtes un sot. -Hein? C'est bien joué, hein?). niteliğini almak,
*hélas ün. Yazık! Ne yazık ki... (Hélas! les beaux hellénisme er. 1. Yunancaya özgü deyim (Latin
jours sont finis). plein d'hellénismes). 2. Yunan uygarlığı; Yunan
•héler gçl. 1. den. Ses borusu ile seslenmek (Héler uygarlığının Büyük İskender'den hemen sonra
un bâtiment pour l'arraisonner). 2. Uzaktan gelen dönemi,
seslenmek, çağırmak (Héler un taxi, un porteur). helléniste ad. Yunan dili ve uygarhğı uzmanı,
hélianthe er. bitb. Ayçiçeği. § Hélianthe tubéreux: hellénistique s. Elenistik çağa değgin (Art, poésie
Yerelması. hellénistique).
hélice diş. 1. mat. Helis, burgu eğrisi. 2. Uskur, helminthe er. /ıayb. Barsakkurdu.
pervane (Héliced'unnavire, d'unavion). i.hayb. helminthiase diş. Barsakkurdu hastalığı,
Bağsalyangozu. § Escalier en hélice: Salyangoz helminthiques. vead. Kurt döktüren (ilâç),
gibi döne döne yükselen merdiven, sarmal helminthologie diş. hayb. Kurtbilim,
merdiven. barsakkurtlanyla uğraşan bilim,
héliciculteur,trice ad. Salyangoz yetiştiricisi, hélodermatidés er. ç. hayb. Boncuklu
salyangozcu. kertenkelegiller.
héliciculture diş. Salyangoz yetiştirme, helvelle diş. bitb. Bir tür yenir mantar.
helvétique 701 herbagement

helvétiques, ve ad. 1. İsviçreli. 2. İsviçreye değin. hémophtysiques. 1. Kan tükürmeye değgin. 2. ad.
*hem ünl. 1. (Uzaktakine seslenmek için) Hey! 2. Kan tüküren (hasta),
(Alaylı bir kuşku anlatmak için) Ya!? 3. hémorragie diş. 1. Kanama (Hémorragie nasale,
(Konuşmadan önce boğazı temizlemek için cérébrale). 2. mec. İnsan kaybı (L'hémorragie
çıkarılan ses) Ihın, ıhın (Hem! hem! Approchez causée par une guerre). 3. mec. Yitirme, yitme,
donc). yitim (L'hémorragie des capitaux).
hémarthrosedij. hek. Bir eklemde kan toplanması, hémorragiques. Kanamaya değgin, kanamah.
hématémèse diş. hek. Kan kusma, hémorroïdaires. vead. Basurlu.
hématidrose diş. hek. Kan terleme, terde kan hémorroïdal.e s. 1. Basura değgin (Sang
bulunması, hémerroïdal). 2. Basur memesi bölgesine ait
hématie diş. biy. Alyuvar, (Artères, veines hémerroïdales).
hématine diş. kim. Hematin, hémorroïde diş. Basur memesi, basur,
hématique s. hek. Kan kökenli, kan kaynaklı, hémostase, hémostasie diş. Kan dindirme, kan
hématite diş. yerb. Hematit, dinmesi.
hématologie diş. hek. *Kanbilim. hémostatique s. 1. Kan dindirici (Médicaments
hématologique s. hek. *Kanbilimsel. hémostatique). 2. er. Kan dindirici ilâç.
hématologiste, hématologue ad. "Kanbilimci, hendécagone er. Onbirgen.
kanbilim uzmanı, hendécasyllabe er. Onbir heceli dize.
hématome er. Kan oturması, kan toplanması, *henné er. Kına (Elle avait les mains enluminées de
hématose diş. biy. Kirli kanın temiz kana henné).
dönüşümü, *kan arınımı. "hennin er. Ortaçağ'da kadınların giydiği uzun ve
hématozoaire er. hayb. Kanhayvancığı. sivri başhk.
hématurie diş. hek. Kan işeme, idrarda kan "hennir gsz. Kişnemek (Le cheval hennit).
bulunması. "hennissant,e s. Kişneyen.
héméralopes. vead. Tavukkarası, gecekörü. "hennissement er. Kişneme,
héméralopiediş. hek. Tavukkarası, gecekörlüğü. "hep ünl. Hey! (Hep! vous oubliez cela).
hémichordes er. ç. hayb. Yarıkordalılar. héparine diş. biy. Heparin.
hémicycle er. 1. Yarım çevre. 2. Yarım çevre anfi hépatalgie diş. Karaciğer ağrısı, karaciğer sancısı,
(Hémiycle d'un théâtre). hépatique s. 1. Karaciğere değgin (Avoir une
hémièdres. yerb. Yarıbakışımlı. insuffisance hépatique). 2. ad. Karaciğer hastası.
hémiédrie diş. yerb. Yarıbakışımlılık. (Un, une hépatique). 3. diş. bitb. Ciğerotu,
hémimorphe s. yerb. Yanbiçimli. ciğeryosunu. 4. diş. ç. bitb. Ciğerotları,
hémione er. hayb. Kulan, yabaneşeği. ciğeryosunları.
hémiplégie diş. hek. Yarıminme, yarı °felç. hépatisme er. Karaciğer hastalığı,
hémiplégique s. ve ad. Yarıminmeye değgin; hépatite diş. Karaciğer yangısı,
yanminmeli, yarı felçli, hépatocèle diş. Karaciğer fıtığı,
hémiptères er. ç. hayb. Yarimkanathlar. hépatologie diş. Karaciğerbilim.
hémisphère er. gökb. coğr. anat. Yarımküre hépatomégalie diş. Karaciğer büyümesi,
(Hémisphère septentrional et méridional. Chaque héptacordes. 1. Yedi telli (Lyre heptacorde). 2. er.
méridien divise le globe en deux hémisphères. müz. Yedi sesli gam.
Hémisphères cérébraux). heptaèdres. Yedi yüzeyli,
hémisphérique s. Yarımküre biçiminde, heptagone er. Yedigen.
hémistiche er. ed. Yarımdize; bir orta durağın bir heptamètre s. ve er. Yedi heceli (dize) ; yedilik dize.
dizeyi ayırdığı iki parçadan her biri. heptasyllabe s. Yedi heceli.
hémoglobine diş. biy. Hemoglobin, héraldique s 1. Armacılığa değgin.2. diş. Armacılık,
hémolyse diş. hek. (Kanda) Alyuvar erimesi, armalardan anlama,
"hemoliz. héraldiste ad. Armacılık uzmanı, armacı.
hémolytique s. hek. Alyuvar erimesine yol açan "héraut er. tar. 1. (Eski çağlarda) Çavuş, carcı,
(Anémie hémolytique). "münadi. 2. mec. Haberci, öncü, muştucu (Le
hémopathie diş. Kan hastalığı, héraut d'une nouvelle civilisation).
hémophiles, vead. Kanaması dinmeyen, herbacé,e s. bitb. Otsu (Plantes herbacées).
hémophilie diş. hek. Kanama dinmezliği. herbage er. 1. Ot, yeşillik. 2. Çayır otu. 3. Otlak,
hémophtysle diş. hek. Kan tükürme. herbagement er. (Davan, malı) Çayıra salma,
herbager 702 hérisser

otlağa sürme, yayma, andıran, Herküle özgü (Une force herculéenne,


herbager,ère ad. Sığır besleyici, sığırcı, sığır une carrure herculéenne).
besicisi. *hère er. tkz. 1. Yoksul kişi, "sefil. 2. Altı ayı geçmiş
herbager gçl. (Davarı, malı) Çayıra salmak, otlağa genç geyik.
sürmek. héréditaire s. biy. hayb. 1. Kalıtımsal, kalıtım
herbe diş. Ot (Les vaches broutent l'herbe du pré). § yoluyla geçen (Maladie héréditaire). 2. mec.
Herbe à éternuer: Aksırık otu. Herbe aux Dededen babadan sürüp gelen (Haine, ennemi
chantres: Suteresi. Herbe aux chats: Kedi nanesi. héréditaire). 3. huk Mirasla ilgili, mirasa değgin
Herbe aux gueux: Filbahar çiçeği. Herbe aux (Droit héréditaire. Biens héréditaires).
perles: Sedefotu. Herbe aux verrues: Siğilotu. héréditairement M . Soyaçekimle, kalıtım yoluyla,
Herbe d'amour: Unutmabeni çiçeği. Herbe de la kalıtımsal olarak,
Saint-Jean: Kihçotu. Herbe sans couture: hérédité Kalıtım, soyaçekim, "veraset,
Yılandili otu. Herbes fines, fines herbes: hérédosyphilis, hérédoer. Kalıtımsal frengi, soydan
Maydanoz, dereotu, tere gibi baharlı otlar. frengi.
Herbes officinale: İlâçlık otlar. Herbes potagères: hérédosyphilitique, hérédos. ve ad. Soydan frengili,
Zerzevat. Mauvaise herbe: 1. Tarladaki yabancı hérésiarque er. Sapkın mezhep kurucusu yada
otlar. 2. mec. Yaramaz, haylaz, acı patlıcan. başkanı.
Toutes les herbes de la Saint-Jean: Gerekli bütün hérésie diş. 1. Bir dinin temel ilkelerine aykırı
yollar, mümkün olan her çare. En herbe: 1. düşünce ve inanç, sapkın mezhep, mezhep
Olmamış, ham, gök (Blés en herbe). 2. sapkınlığı (La condamnation d'une hérésie par
Yetişmekte olan (Avocat en herbe, mécanicien en l'Eglise). 2. mec. Sapkınlık, sapkın düşünce (Ses
herbe). Couper l'herbe sous le pied de qn: Birinin idées sur la circulation du sang parurent en leur
ayağının altına karpuz kabuğu koymak, temps une hérésie scientifique). 3. (Alaylı) Günah
kaydırmak. Manger son blé en herbe: Gelirini (Se servir du vin blanc avec une entrecôte est une
vakti gelmeden yemek. Pousser comme une hérésie).
mauvaise herbe: Çabuk ve kolay gelişmek. héréticité diş. Sapkın mezheplilik.
Mauvaise herbe croît toujours: Acı patlıcanı hérétique s. 1. Mezhep sapkınlığına değgin. 2. ad.
kırağı çalmaz. Sapkın mezhepli, dini eğri. 3. ad. mec. Yoldan
haber gçl. Ot üzerine sermek (Hérberdes draps, le sapmış, aykırı düşünceli (Un hérétique en
linge). littérature, en médecine).
herberie diş. I . Ot ve zerzavat pazan. 2. (Balmumu •hérissé,es. 1. Diken diken olmuş, dimdik dikilmiş
ya da kumaş) Ağartma yeri. (Cheveux, poils hérissés). 2. Üstü diken diken,
herbette diş. Çimen, dikenli (Cactus hérissé, plante hérissée). 3. Üstü
herbeux,euse s. Otlu, çayırlı, dik ve sivri şeylerle kaplı (Un mur hérissé de
herbicide s. ve er. Zararlı otları öldüren (ilaç) (Un morceaux de verre). 4. mec. Kudurgan, hırçın,
produit herbicide. Un herbicide). kirpi gibi (Il a un caractère hérissé). 5. Hérissé de
herbier er. 1. Bitkibilim kitabı. 2. Ot ambarı. 3. qch: mec. -ile dolu (Un concours hérissé de
Kurutulmuş ot dermesi (koleksiyonu), difficultés).
herbivores, ve ad. biy. Otçul, otobur. •hérissement er. Diken diken kabarma, tüyleri
herborisateur,trice ad. Bitki derleyicisi, diken diken olma (Hérissement de colère, de
herborisation diş. Bitki derleme, rage).
herboriser gsz. Bitki derlemek (Herboriser pour •hérisser gçl. 1. Kabartmak, dikmek, diken diken
étudier la botanique). etmek (L'oiseau hérisse ses plumes). 2. -in
herboriste ad. Kökçü. tüylerini diken diken etmek, kızdırmak (Tu me
herboristerie diş. 1. Kökçü dükkânı. 2. Kökçülük. hérisses davantage en t'obstinant). 3. -den çıkmak,
herbu,e s. Otu bol, otlu (Prairie herbue). -in üstünde görünmek (Un clou qui hérisse une
herbue, erbue diş. A n toprak, yalnız otlak yapmaya planche). 4. Hérisser qch de qch: Bir şeyi -ile
yarayan arazi, doldurmak, donatmak (Hérisser de mitrailleuses
hercher, herschergsz. (Maden ocaklarında) Vagon une ligne de défense. Hérisser sa prose de
itmek. citations). § Se hérisser: 1. Diken diken olmak,
hercule er. 1. Dev gibi adam; Herkül. 2. Kuvvet kabarmak (Ses cheveux se hérissèrent). 2.
oyunları gösteren cambaz, kuvvet cambazı, Öfkelenmek, kızmak, dikelmek (A cette
herculéen,ne s. Dev gibi, devimsi; Herkülü proposition, il se hérissa). 3. Se hérisser de qch: -ile
hérisson 703 hésiter

dolu olmak, donanmak (Surface qui se hérisse de Eroin.


clous). héroïnomanes, ve ad. Eroin düşkünü, "eroinman,
"hérisson er. 1. Kirpi. 2. Dikenli engel. 3. Baca héroïnomanie diş. Eroin düşkünlüğü, eroin
temizleme fırçası. 4. mec. Titiz adam, hırçın, tutkunluğu.
geçimsiz adam. héroïque s. 1. Eski kahramanlara değgin. 2. Yiğit,
•hérissonne dıj. 1. Dişi kirpi. 2. Bir tür katırtırnağı. kahraman (Un combattant héroïque). 3.
3. Kimi gece kelebeklerinin kurdu. Kahramanca, yiğitçe, kahramanlara özgü (Un
héritage er. Kalıt, miras (Priver son fils de son courage héroïque). 4. Pek etkili, kesin (Une
héritage. Partage d'un héritage. Héritage d'une résolution héroïque).
civilisation, héritage de coutumes). § Laisser qch héroïquement bel. Kahramanca, yiğitçe,
en héritage: Bir şeyi kalıt olarak bırakmak, héroïsme er. Kahramanlık (Héroïsme d'un martyr,
hériter gsz. 1. Mirasakonmak (Depuis qu'ilahérité, d'un soldat). § Faire preuve d'héroïsme, montrer
il mène grand train). 2. Hériter de qch: Kendisine de l'héroïsme: Kahramanlık gösterme,
kalıt olarak... kalmak (Il a hérité d'une ferme. "héron er. hayb. Balıkçıl (Héron cendré: Külrengi
Hériter de l'argent). 3. gçl. Hériter qch: -i kalıt balıkçıl. Héron pourpre: Erguvani balıkçıl).
olarak almak (Hériter une culture, une tradition). "hérons er. ç. hayb. Balıkçıl kuşları, balıkçılgiller,
4. gçl. Hériter qch de qn: a) Bir şey kendisine -den "héronneau er. Yavru balıkçıl,
kalmak (ila hérité un moulin de ses parents), b) Bir "héros er. 1. (Söylencede) Yarı tanrı (Les dieux et
şey kendisine -den geçmek, bir şeyi -den almak les héros dans l'art antique). 2. Kahraman, yiğit
(Le fils a hérité la nonchalance de sa mère). (Un héros de la dernière guerre. Mourir en héros).
héritier, ère ad. 1. Kalıtçı, "mirasçı. 2. tkz. Çocuk 3. mec. (Bir olay, oyun, öykü yada romanda)
(Sa femme attendait un troisième héritier). Kahraman, baş kişi (Le héros d'un roman, d'une
hermaphrodisme er. Er dişilik, "hünsalık. tragédie). § Le héros du jour: Günün kahramanı,
hermaphrodites, veer. Erselik, erdişi, °hünsa. herpès [«/ifs] er. hek. Uçuk.
herméneutique s. 1. Yorumsal, yoruma değgin, herpétique s. hek. Uçukla ilgili, uçuğa değgin
yorumla ilgili (L'art herméneutique). 2. diş. (Eruption herpétique).
(Genellikle din alanında) Yorum; yorumsama. herpétisme er. hek. Uçuklama.
herméticité diş. Sımsıkı kapalılık, herpétologie, erpétologie diş. hayb. Kelerbilim,
hermétiques. 1 .fels. Hermesçiliğe değgin. 2. Sıkı, sürüngenbilim.
sımsıkı (La fermeture hermétique d'une bouteille, "hersage er. Tapanlama, tapan geçme, sürgü
des frontières). 3. mec. Anlaşılmaz, kapalı (Un çekme.
style hermétique, un auteur hermétique, visage "herse diş. 1. Tapan, tarla sürgüsü. 2. (Kale
hermétique). kapılarında) İner çıkar parmaklık. 3. Kilise
hermétiquement bel. Sımsıkı, sıkıca (Récipient şamdanı. 4. Dikme ışık. 5. Bulutlann hızını
fermé hermétiquement). ölçmeye yarayan alet.
hermétisme er. 1. Sıkılık, sımsıkılık. 2. mec. "herser gçl. Tapanlamak, tapan geçmek, sürgü
Kapalılık, anlaşılmazlık (L'hermétisme de la çekmek (Herser une terre).
poésie surréaliste). 3. fels. Hermescilik. hertzien,ne s. fiz. Elektromanyetik dalgalara
hermétiste er. Hermesci, Hermescilik yanlısı, değgin (Signaux hertziens).
hermine diş. hayb. Kakım, kakum, °as. hésitant,e s. 1. Duruksun, duraksayan, kararsız,
herminette, erminette diş. Aydemir denilen keser, "mütereddit (Demeurer hésitant, être tout
"herniaires. Fıtığa değgin, hésitant). 2. Askıda, havada, belli olmayan,
"hernie diş. 1. Kasık yarığı, "fıtık (Hernie şüpheli (Entre les deux camps, la victoire demeura
abdominale, ombilicale). 2. Lastik fırlağı, longtemps hésitante). 3. ikircimli, "tereddütlü
otomobil lastiğinin delik yerinden iç lastiğin (Une voix hésitante, geste hésitant, un pas
fırlağı. hésitant).
*hernié,es. Fıtıklaşmış, fıtık halinde fırlamış. hésitation^. 1. Duraksama, tereddüt (Obéirsans
*hernieux,euses. ve ad. Fıtıklı, fıtığı olan. hésitation. Marquer une hésitation avant de
héroï-comique s. Güldürücü bir kahramanlık parler). 2. Kaygı, kararsızlık, kuşku (Cette
anlatan (Théâtre héroï-comique). réponse lève mes hésitations).
héroïne diş. 1. Kahraman kadın yada kız (Elle était hésiter gsz. 1. Duraksamak, "tereddüt etmek,
devenue une héroïne nationale). 2. mec. (Bir kararsız kalmak (Il a longtemps hésité avant de
öyküde) Kadın yada kız kahraman. 3. diş. kim. parler). 2. Hésiter sur qch: -üzerinde, konusunda
hétaïre 704 heureux

duraksamak, bir karara varamamak (Il hésite sur heures critiques. J'ai connu des heures de
la route à suivre). 3. Hésiter entre: -arasında désespoir). S. Ders (C'est l'heure de français). 6.
duraksamak, tereddüt etmek (Il hésite entre Saat, kol saati (Avez-vous l'heure?). § Heure
divers projets). 4. Hésiter à f.qch: -mekte, locale: Yerel saat. Heures supplémentaires: Fazla
tereddüt etmek, duraksamak, -mekten çekinmek mesai. Une bonne heure, une gr&nde heure: Tam
(Le témoin hésitait à dire la vérité). bir saat. Une petite heure: Bir saate yakın. Heures
hétaïre diş. (Eski Yunan'da) Hafifmeşrep kadın, canoniales: Dua vakitleri, dua saatleri. Heures,
yosma. livre d'Heures: Dua kitabı. La dernière heure:
hétéroclite s. 1. Kuraldan ayrdan, kural dışı. 2. Son saat, ölüm saati. A la bonne heure! Hele
Karışık, karmakarışık, alaca bulaca (Costumes şükür, ha şöyle ! A cette heure, à l'heure actuelle, à
hétéroclites, roman hétéroclite, objets l'heure qu'il est, pour l'heure: Şu anda. A toute
hétéroclites). 3. Tuhaf, "acaip (Il a une mine heure: Her an, sürekli olarak. Al'heure: 1. Saatte
hétéroclite; une personne hétéroclite). (Faire cent kilomètres à l'heure). 2. Saat başı
hétérodoxes, vead. 1. Hak mezheplere aykırı, hak (Ouvrier payé à l'heure). 3. Tam vaktinde (Il
mezhep dışı. 2. mec. Aykırı, uydumcu olmayan arrive toujours à l'heure). A quelle heure? Saat
(Idées hétérodoxes). kaçta? A une heure indue: Uygunsuz bir saatte. A
hétérodoxie diş. Hak mezheplere aykırılık, hak une heure avancée: Geç vakit, gecenin geç
mezhep dişilik, saatinde. Avant l'heure: Vaktinden önce,
hétérogène s. 1. Ayrışık, ayn cinsten (Eléments vakitsiz, erken;g,ençyaşta(Mouriravantl'heure).
hétérogènes d'un corps). 2. mec. Karışık, D'heure en heure: Git gide, gittikçe. D'une heure
benzeşmez, benzemez öğelerden oluşmuş (Une à l'autre: Yakında, çok geçmeden, bir iki saate
classe, une nation hétérogène). kadar. De bonne heure: Erkenden, erken. Sur
hétérogénéité diş. Ayrışıklık, benzeşmezlik, cins l'heure: Derhal, hemen. Tout à l'heure: 1. Az
ayrılığı. önce (Il est sorti tout àl'heure. Tout à l'heure, il est
hétérologue s. Yapı benzerliği göstermeyen, ayn tombé un peu de grêle). 2. Az sonra, biraz sonra,
yapıda; aynı tür ve kökenden olmayan, şimdi, hemen (Il va sortir tout à l'heure). Quelle
hétéromorphe s. Değişik şekilli, çok biçimli, heure est-il?: Saat kaç. Chercher midi à quatorze
hétéromorphisme er. Değişik şekillilik, çok heures: İşi yokuşa sürmek, ille de zorluk
biçimlilik. çıkarmak, işi boş yere zorlaştırmak. Etre à
hétéronomeer. biy. Türedışı, heteronom; yaderkli. l'heure: 1. (Saat için) Ayan doğru olmak
hétéronomie diş. fels. Yaderklik. (L'horloge n'est pas à l'heure). 2. "Dakik olmak,
hétéroplastie diş. Kişiden kişiye, vücut parçası tam vaktinde gelmek. Etre à ses heures: Eşref
aktanmı. saatinde olmak. Mettre qch à l'heure:
Ayarlamak, düzeltmek (Mettre sa montre à
hétérosexualité diş. ruhb. Karşıcinsellik, karşı
l'heure). Passer un mauvais quart d'heure:
cinsin öğelerine cinsel ilgi duyma,
Sıkıntılı dakikalar geçirmek,
hétérosexuelles, ruhb. Karşıcinsel; karşıcinselliğe
heureusement bel. 1. Mutluluk içinde, mutluca
değgin.
(Vivre heureusement). 2. Uygun bir şekilde,
hétérotrophe s. hayb. Dışbeslenen.
başanyla (Terminer heureusement une affaire). 3.
hétérotrophie diş. Dışbeslenme.
Bereket versin, bereket versin ki (Heureusement,
hétérozygotes, hayb. Heterozigot.
le train avait quelques minutes de retard).
hetman er. tar. Hetman, atman.
heureux,euse s. 1. Mutlu (Une femme heureuse. lise
*hêtraie diş. Kayınağacı korusu, gürgenlik.
sent heureux). 2. Talihli, şanslı (Il est heureux au
•hêtre er. bitb. Kayınağacı, gürgen.
jeu). 3. Çok iyi, eşsiz, üstün (Il a une heureuse
*heu ünl. (Bir sözcük yada yanıtı bulmada sıkıntı
mémoire). 4. Başarılı (L'heureuse issue de
çekildiğini belirtir) Öhö, öhö (Quelle est la
l'entreprise). 5. Hayırlı, uğurlu (C'est un heureux
capitale du Brésil?-Heu!... heu!... je ne sais pas).
augure pour l'avenir). 6. İyimser, her şeyi iyi
heur er. (Eskimiştir) Talih, şans, mutluluk (Je n'ai
yanından almaya eğilimli (Il a un heureux
pas eu l'heur de lui plaire).
caractère, une heureuse nature). § Avoir la main
heure diş. 1. Saat (Je travaille huit heures par jour.
heureuse: Eli uğurlu olmak .7 .ad. Mutlu kişi, tuzu
Le train arrive à dix heures). 2. Saatlik mesafe
kuru, zengin (Les heureux de ce monde). 8. er.
(Istanbul est à huit heures d'Ankara par le car). 3.
Hayırlı bir iş, iyilik (Faire un heureux, des
Vakit, zaman (L'heure s'enfuit. C'est l'heure du
heureux: İyilik yapmak, bir hayır işlemek). §Etre
dîner). 4. An, gün, dönem (Lepays a traversé des
heuristique 705 hiérarchiser

heureux de qch, de f.qch: -e sevinmek, -diğine hibernal).


sevinmek (Je suis heureux de votre succès, devous hibernant,e s. Kış uykusuna yatan (Animaux
revoir). Heureux au jeu, malheureux en amour: hibernants).
Kumarda kazanan aşkta kaybeder, hibernation dil. 1. Kış uykusu. 2. hek. Dondurma,
heuristique, euristique s. Bulgulayıcı, keşfettirici, ısısını düşürüp uyutma (Hibernation du corps
bulgusal (Méthode heuristique). humain).
•heurt er. 1. Çarpma (Déplacez sans heurt ce vase hiberner gsz. 1. Kış uykusuna yatmak (Lamarmotte
fragile). 2. Çarpışma (Le heurt des deux voitures). hiberne). 2. gçl. Vücut ısısını düşürüp uyutmak,
3. Çatışma, sürtüşme, anlaşmazlık (Il y avait entre uyuşturmak (Hiberner un malade).
eux des heurts continuels). 4. Karşıtlık, •hibou er. 1. Baykuş (Hibou brachyote: Bataklık
bağdaşmazlık (Le heurt des couleurs). baykuşu. Hibou commun, hibou des forêts:
•heurté,e s. 1. Karşıtlıklarla dolu, karşıt, Kulaklı orman baykuşu). 2. mec. Ürkürük,
bağdaşmaz (Un style heurté, des couleurs topluluktan kaçan kimse,
heurtées). 2. Kesik kesik, kopuk kopuk (Il a une •hiboux er. ç. hayb. Baykuşgiller,
manière heurtée de vous parler). •hic er. tkz. İşin püf noktası, işin güç yönü (Voilà le
•heurter gçl. 1. Çarpmak, şiddetle çarpmak (Sa hic, c'est là le hic).
voiture a heurté un arbre). Il est tombé et sa tête a hidalgo er. İspanyol soylusu.
heurté le trottoir). 2. mec. İncitmek, kırmak (Ces *hideur diş. 1. Gudubetlik, biçimsizlik, sevimsizlik
paroles risquent de heurter certains auditeurs. Il a (Lahideurd'unvisage, desmeubles). 2.İğrençlik,
heurté mon amour-propre). 3. mec. -e aykırı kötülük, çirkinlik (Les hideurs sociales).
düşmek, -i altüst etmek (Son initiative heurtait les •hideusement bel. İğrenç bir şekilde, çok kötü bir
vieilles traditions. Heurter les préjugés, les şekilde (Elle est hideusement maquillée).
convenances). 4. -e saldırmak (Il ne faut pas •hideux,euse s. 1. Çok çirkin, iğrenç, gudubet. 2.
heurter de front un homme aussi violent). S. Korkunç derecede kötü.
Heurter qch à qch, contre qch : Bir şeyi -e çarpmak •hie diş. Kaldırımcı tokmağı.
(Heurter sa tête au mur, contre un arbre). 6. gsz. hiémal,e s. Kışa özgü, kışhk ; kışın yetişen (Sommeil
Heurter à qch: -i çalmak, tıkırdatmak (Heurter à hiémal de certains animaux; plantes hiémales).
la porte, à la vitre). 7. Heurter contre: -e çarpmak hier [ / « ] bel. Dün (Hier, il faisait froid). § Etre né
(Heurter contre un caillou, une marche). § Se d'hier: Toy olmak, ağzı süt kokmak, daha dünkü
heurter: 1. Çarpışmak, birbirine çarpmak. 2. çocuk olmak. Ne pas dater d'hier: Çok eski
Birbirini incitmek, kırmak. 3. Se heurter à, olmak, eskiden beri var olmak (C'est une théorie
contre: -e çarpmak (Seheurteràunpassant, contre qui ne date pas d'hier). Ne pas être né d'hier: Toy
un arbre). 8. Se heurter à qch: -ile karşılaşmak, -e olmamak, tecrübeli olmak, pişmiş, kaşarlanmış
çarpmak, karşısında... bulmak (Je me suis heurté olmak. Se souvenir de qch comme d'hier, comme
à l'incompréhension du directeur. Ce projet se si c'était hier: Çok iyi anımsamak, daha dünmüş
heurte à de grosses difficultés). gibi anımsamak (Je m'en souviens comme si c'était
•heurtoir er. 1. Kapı tokmağı. 2. İstasyonlarda hier).
çıkmaz ray yollarının sonuna konulan tampon, •hiérarchie^. 1. *Öncelge, aşama düzeni, "silsilei
hévéa er. Kauçukağacı. meratip (La hiérarchie administrative, militaire.
hexaèdres, vead. Altıyüzeyli;altıyüzeylicisim, Arriver au sommet de la hiérarchie). 2. Düzen (La
hexagonal,e s. Altıgen biçiminde (Figure hiérarchie sociale a été bouleversée par la
hexagonale). Révolution). 3. Sınıflandırma (Notre hiérarchie
hexagones, ve er. Altıgen. des valeurs n'estplus celle de l'époque précédente).
hexamètre s. ve er. (Yunanca, Latince ve •hiérarchique s. Öncelgeye göre, aşama sırasına
Almancada) Altı ölçülü dize (Vers hexamètre. Un göre (Adresser une demande à son supérieur
hexamètre). hiérarchique. Passer par la voie hiérarchique).
hexapodes, hayb. Altıayaklı. •hiérarchiquement bel. Öncelgeye göre, aşama
•hi! hi! Uni. Ha ha ha, hi hi hi (HHhi! C'est vraiment düzenince (Société organisée hiérarchiquement).
drôle!). •hiérarchisation diş. Aşama sırasmca düzenleme,
hiatus Ijatys] er. 1. dilb. Ünlü boşluğu. 2. mec. *aşamalandırma, * öncelgelendirme.
Boşluk, aralık, kopukluk (Ily a un hiatus sensible •hiérarchiser gçl. *Aşamalandırmak, aşama
entre la génération des parents et la nôtre). sırasına göre düzenlemek, "öncelgelendirmek
hibernal,es. Kışın olan, kışa özgü, kışlık (Sommeil (Hiérarchiser une société, une assemblée).
hiératique 706 histoire

•hiératique s. 1. Ayin şeklinde olan (Célébration Hippocrates'çılık,.


hiératique d'une fête religieuse). 2. mec. hippodrome er. Koşu alanı, hipodrom,
Görkemli, "heybetli (Un art hiératique). 3. hippogriffe er. Söylencede baş tarafı kartal, arka
Donmuş gibi, hiç kıpırdamayan (Visage, figure tarafı at biçiminde tasarlanan yaratık,
hiératique). § Ecriture hiératique: Hiyeroglif hippologie^. *Atbilim.
yazısının bir türü. hippologique s. Atbilimsel.
*hiératiquement bel. Görkemle; törensel bir hippomobile s. Atlı, atla çekilen (Voiture
biçimde; donmuşçasına, hiç kıpırdamadan, hippomobile).
•hiéroglyphe er. 1. Hiyeroglif. 2. mec. Okunmaz, hippophagie diş. At eti yeme.
anlaşılmaz yazı. hippopotame er. hayb. 1. Nilaygırı (Hippopotame
•hiéroglyphique s. 1. Hiyeroglife değgin (Ecriture amphibie: Suaygırı. Hippopotame nain: Küçük
hiéroglyphique). 2. mec. Karanlık, çok kapalı, nilaygırı). 2. mec. tkz. Katır gibi adam, çam
anlaşılmaz. yarması.
•hierogrammate, hierogrammatiste er. (Eski hippopotamesque s. Suaygırını andıran, suaygırına
Mısırda) Tapınak yazmanı; kutsal metinleri benzeyen.
yorumlayan rahip, hippopotamidés er. ç. hayb. Suaygırıgiller,
hiéronymite er. Saint-Jérôme tarikatından olan hipopotamgiller,
keşiş. hippotechnie diş. At yetiştiriciliği; at yetiştirme ve
•highlander [ajlàdœr] er. 1. İskoçya dağlısı. 2. Bir eğitme tekniği,
İskoç alayı eri. hircin,e s. Tekeye değgin, tekeye özgü (Puanteur
*hi-han er. Aai, ai, eşek anırması (Âne qui pousse hircine).
des hi-hans). hirondeau er. Kırlangıç yavrusu,
•hilaire s. Göbeğe değin, göbekle ilgili, göbeksel hirondelle 1. Kırlangıç. 2. mec. argo. Bisikletli
(Cicatrice hilaire). polis. § Une hirondelle ne fait pas le printemps: Bir
hilarant,e s. Güldürücü, gülmekten katıltıcı gülle bahar olmaz,
(Histoires hilarantes). § Gaz hilarant: kim. Azot hirsute s. 1. Diken diken, kirpi gibi (La barbe
protoksidi, güldürücü gaz. hirsute d'un vagabond). 2. mec. Kaba; yabanıl,
hilare s. Neşeli, güleç (Visage hilare). hirudinées diş. ç. hayb. Sülükler,
hilarité diş. 1. Güleçlik. 2. Gülüşme, birdenbire hispaniques. İspanya'ya değgin,
yükselen kahkaha (La plaisanterie déclencha hispanisant,e hispaniste ad. İspanyolca uzmanı,
l'hilarité générale). İspanya ve İspanyolca üzerine incelemeler yapan
•hile er. biy. Göbek. uzman.
himalayen,ne s. Himalaya dağlarına değgin; çok hispanisme er. İspanyolcaya özgü deyim yada
yüksek ve uçsuz bucaksız, anlatım.
himation er. (Eski Yunanda) Kolsuz palto, hispano-américain,e s. ve ad. 1. İspanyol
•hindi er. Hint dili, hintçe. Amerikası'nda olan,Güney yada Orta Amerikalı.
hindou, e s. vead. Hindu, Hindistanlı; Hindular ve 2. İspanya ile Amerika'ya değgin (Guerre
Hindistana değgin (Caste de la société hindoue. hispano-américaine).
Un hindou, une hindoue). hispide s. Sert ve kalın dikenli (Tige hispide).
hindouisme er. Brahma dini. •hisser gçl. 1. (Yelkenleri) Kaldırmak (Hisser un
hindouistes. vead. Brahman, mât). 2. Dikmek, çekmek (Hisser le drapeau,
hinterland er. coğr. Artbölge. hisser un pavillon). § Se hisser: 1. Tırmanmak,
hippiatre er, Athekimi. çıkmak (Il se hissa à la force du poignet le long du
hippiatrie<% Athekimliği. rocher). 2. mec. Yükselmek (Se hisser aux
•hippie, *hippys. vead. Hipi (La mode hippie. Les premières places).
hippies). histoire diş. 1. Tarih (Histoire de Turquie, histoire
hippique s. Ata değgin, atlarla-ilgili (Concours d'un pays, d'une nation). 2. Tarih kitabı (Acheter
hippique: At yarışı; binicilik yarışması). une histoire). 3. Öykü, hikâye (Histoire d'un
hippisme er. Binicilik, binicilik sporu, animal, d'une plante). 4. Masal, maval (Tu me
hippocampe er. hayb. 1. Denizatı. 2. (Söylencede) racontes des histoires. Ce sont des histoires, tout
Yarısı at yarısı balık efsane hayvanı, cela est faux). S. mec. İş, belâ (Tu vas l'attirer des
hippocratique s. Hippocrates öğretisine değgin, histoires). 6. Sorun, "mesele (C'est une histoire
hippocratisme er. Hippocrates öğretisi, d'argent qui les divise), l.tkz. Can sıkıcı şey, belâ,
histologie 707 homéotherme

hır gür (Je ne veux pas d'histoire). 8. argo. Edep «ho! ünl. 1. (Uzaktan seslenmek, çağırmak için)
yeri, takım taklavat. § Avoir ses histoires: argo. Hey! 2. (Şaşkınlık anlatmak için) O! A!
Aybaşı olmak. Chercher une histoire à qn: Biriyle *hobby [ibijer. *Düşkü, hobi.
kavga çıkarmak istemek, -e çatmak için bahane hobereau er. 1. hayb. Delicedoğan (kuş). 2. (Alay)
aramak (Il me cherche une histoire). Faire des Köyde yaşayan önemsiz soylu,
histoires: Rezalet çıkarmak, olay yaratmak. «hocco er. Hinthorozu. Amerikanhorozu.
Passer dans le domaine de l'histoire: Tarihe «hoche diş. 1. Çetele kertiği. 2. Çentik. 3. Gedik,
karışmak, "mazi olmak. C'est une autre histoire: «hochement er. Sallama; sallanma (Hochement de
Apayrı bir konu bu. C'est toute une histoire: tête).
Anlatması uzun sürer, anlatsam roman olur. «hoche-queue, hochequeue er. Kuyruksallayan,
histologie <% hek. "Dokubilim, dokular bilimi, çobanaldatan kuşu.
histoiogiques. *Dokubilimsel, dokubilime değgin, •hocher gçl. Sallamak (Hocher la tête).
historicité diş. Tarihe uygunluk, tarihsellik, «hochet er. 1. Şıkşık, çocuk oyuncağı (La mère
gerçeklik (Prouver l'historicité d'un document). agitait le hochet pour calmer le bébé en pleurs). 2.
historien,ne ad. Tarihçi, tarih yazarı, Duygu okşayıcı önemsiz şey ( Cet honneur est pour
historier gçl. Küçük şekillerle süslemek (Historier lui le hochet de la vanité).
un chapiteau). «hockey er. Hokey (Hockey sur glace, sur gazon).
historiette diş. Küçük öykü, öykücük, masal, «hockeyeur er. Hokeyci, hokey oyuncusu,
historiographe er. "Olayyazar, olaylar yazarı, hoir er. (Eski) Kalıtçı, mirasçı (Montaigne espérait
"vakanüvis, zamanının tarihini yazmakla görevli un hoir mâle).
kimse. hoirie diş. Kalıt, miras (az kullanılır),
historiographie diş. Olay yazarlık, vakanüvislik. «holà ünl. 1. Yeter artık! Yavaş! Dur (Holà!pas si
historique s. 1. Tarihsel, tarihe değgin (Un vite). 2. Hey! §Mettreleholààqch: -e son vermek,
monument historique, personnage historique). 2. dur demek (Mettre le holà à des dépenses
Tariheuygun. 3. er. Tarihçe, açıklama, öyküleme ruineuses).
(Faire l'historique d'une question). «holding er. İng. Ana ortaklık; denetici ortaklık,
historiquement bel. Tarih bakımından, tarihsel holding.
olarak. *hold-up [oldœp] er. Silahh soygun (Hold-up d'une
istorisme, historicisme er. fels. Tarihselcilik, banque).
geleceğin olduğu gibi geçmişin de şimdiyle «hollandais,e s. ve ad. Hollandalı; Hollanda ve
belirlendiğini savunan öğreti, Hollandalılara değgin,
istoriciste ad. fels. Tarihselci. «hollande diş. 1. Hollanda bezi, ince bir tülbent. 2.
istrioner. 1.(EskiRomada) Palyaço.2.mec. Kötü Uzunca biçimli bir tür papates. 3. Hollanda
oyuncu, kötü aktör. 3. mec. Şarlatan, ikiyüzlü. porseleni. 4. er. iyi cins bir kâğıt. 4. er. Toparlak,
itlérien,ne s. 1. Hitler'e özgü. 2. Hitlerci, nazi kırmızımtrak bir tür Hollanda peyniri,
(Parti hitlérien, jeunesse hitlérienne). «hollywoodien,ne s. Holivud'u andıran;
itlérisme er. Hitlercilik, nazilik. Holivud'daki gibi lüks (Des villas
hittites. l.Hititlere değgin (L'art hittite). 2. ad. hollywoodiennes).
Hitit, Eti. holocauste er. 1. Kurban yakma. 2. Kurban, adak.
iver er. Kış (Sports d'hiver. Nous sommes en 3. Hayır için yapılan bağış. 4. Özveri; fedakârlık.
hiver). § L'hiver de la vie: Yaşlılık, "ihtiyarlık, § Offrir qch en holocauste: -i kurban etmek, adak
livernageer. 1. Kış mevsimi, kış dönemi. 2. Kıştan olarak sunmak (Offrir un bélier en holocauste).
önce toprağın sürülmesi. 3. Sıcak iklimlerde Faire l'holocauste de qch: -i feda etmek (Faire
yağmur mevsimi. 4. Kışın barınılan liman. l'holocauste de son coeur, de ses désirs). § S'offrir
ivernal,e s. Kışa özgü, kışa değgin, kışlık (Froid en holocauste: Kendini feda etmek,
hivernal. Stations hivernales). holothurie hayb. Denizhıyarı,
ivernant,e ad. 1. Kışhkçı, bir yerde kışın kalan «homard er. IstaKoz. § Etre rouge comme un
(Les hivernants ont été nombreux cette année surla homard: İstakoz gibi kızarmak,
Côte d'Azur). 2. Bir kayak evinde kalan (kişi), «home er. İng. İnsanın kendi evi, ev yaşamı
iverner gsz. 1. Kışlamak, kışı geçirmek. 2. gçl. (L'intimité du home).
Kıştan önce sürmek (Hiverner une terre). 3. gçl. homélie diş. 1. Din konuları üzerine söyleşi, dinsel
(Hayvanları) Kış süresince ahıra çekmek söyleşi. 2. Ahlâk üzerine bıktırıcı öğütler,
(Hiverner les bestiaux). homéotherme s. ve ad. hayb. Sıcakkanlı (hayvan).
homérique 708 homomorphisme

homériques. Homeros'aözgü. Homeros'ayaraşır; iyi yürekli adam. Homme de sac et de corde: Alçak
Homeros'a değgin (Poèmes homériques. adam, ipten kazıktan kurtulmuş adam. Homme
Personnage homérique, lutte homérique). § Un sans entrailles: Duygusuz adam. Bon homme: Saf
rire homérique: Katilircasina gülüş, adam, bön. Pauvre homme: Budala, zavallı
homicides, vead. 1. İnsan öldüren (Condamner un adam). § Le Fils de l'homme: 1. İsa peygamber. 2.
chauffeur homicide). 2. er. İnsan öldürme Ademoğlu, insanoğlu. L'Homme-Dieu: İsa
(Homicidepar imprudence). peygamber. Le jeune homme: Genç, delikanlı.
hominidés er. ç. hayb. İnsangiller, Comme un seul homme: Hep birlikte, tek bir güç
hominiens er. ç. hayb. İnsanımsılar, halinde (Agir comme un seul homme. Comme un
hominisation diş. İnsanlaşma, insanımsılıktan insan seul homme, ils se déclarèrent prêts à le suivre).
olma evresine geçiş, Etre homme à f. qch: -cek kimse olmak, -meyi
hominiser gçl. İnsanlaşma evresine geçirmek, başaracak yetenekte olmak (Il n'est pas homme à
hommage er. 1. (Eskiden) Bağımlının derebeyine mentir. Tu es vraiment homme à construire un tel
karşı bağlılık sözleşmesi, derebeyine karşı barrage).
ödevleri (La cérémonie symbolique de l'hommage homme-grenouille er. Kurbağa-adam.
était suivi de l'aveu). 2. Saygı (Recevoir homme-orchestre er. 1. Aynı anda birçok çalgıyı
l'hommage de nombreux admirateurs). 3. Sungu, çalan kişi. 2. Bir alanda yada bir iş yerinde birçok
"takdime. 4. ç. Saygılar (Mes hommages à işi bir arada yapan kişi.
Madame). 5. Belirti, "ifade (J'allais offrir homme-robot er. Robotinsan, robot gibi davranan
l'hommage de mon respect au roi). § En hommage insan.
de qch: -in belirtisi olarak (Daignez agréer ceci en homme-sandwich er. Para karşılığı sırtında ve
hommage de ma reconnaissance). Faire hommage göğsünde ilân taşıyan adam.
de qch à qn: Birine... sunmak (Je lui ai fait homocentre er. mat. Birçok çemberin ortak
hommage de mon livre). Présenter ses hommages merkezi, eşmerkez.
àqn: -e saygılarını sunmak. Rendre hommage à: 1. homocentrique s. Eşmerkezli, ortak merkezli
-e şükretmek (Rendre hommage à Dieu). 2, -e (Faisceau lumineux homocentrique).
saygı göstermek, minnet duymak (Rendre homochromie diş. bitb. hayb. Renkteşlik.
hommage à un grand savant, à un travail homodont er. hayb. Homodont.
scientifique). homogamead. Denkteş evli, denkteş evlenmiş,
hommasses. vead. Erkeksi (Manièreshommasses. homogamie diş. Denkteş evliliği,
Elle s'habille à l'hommasse). homogène s. Birtürden, türdeş; benzeşik;
homme er. 1. İnsan (Les dieux et les hommes). 2. bağdaşık, "mütecanis (Société homogène).
Kişi (Il distinguait trois hommes à l'horizon). 3. Er homogénéisation diş. Benzeşikleştirme,
(Le caporal et ses hommes). 4. Kimse (Homme de bağdaşıklaştırma, türdeşleştirme.
main: Başkasının hesabına suç işleyen kimse, homogénéiser, homogénéifier gçl.
maşa. Homme de paille: Suçu üstüne alan kimse). Bağdaşıklaştırmak, benzeşikleştirmek,
5. argo. Dost, belâlı, tokmakçı. 6. Aranılan türdeşleştirmek.
kimse, tam istenilen kimse (Voilà mon homme). homogénéité diş. Tek çeşitlilik, türdeşlik,
7. Erkek (L'homme et la femme). 8. Koca (Elle a benzeşiklik, bağdaşıklık, "tecanüs
vu son homme). 9. mec. Erkek, yiğit (Ose le (L'homogénéité d'un corps, d'une formation
répéter, situ es un homme). 10. Adam (Hommede politique, d'une classe).
confiance: Güvenilir adam. Homme d'action: homographe s. ve ad. dilb. Eşyazımlı, yazılıştan
Eylem adamı. Homme d'affaires: İş adamı. aynı anlamlan ayn (sözcük),
Homme politique: Siyaset adamı. Homme de homographie^. Eşyazımlılık.
science: Bilim adamı. Homme de loi: Yasa adamı, homographique s. mat. Homografik (Fonction
"kanun adamı. Homme du jour: Günün adamı. homographique).
Homme de la rue: Sokaktaki adam. Homme du homologation diş. Resmen onaylama,
peuple: Halk adamı. Homme de guerre: Savaşçı, homologie diş. kim. Türdeşlik, benzeşiklik.
asker, savaşadamı. Hommedemer: Denizadamı, homologues. Türdeş, benzeşik.
denizci. Homme de lettres: Edebiyatçı, edebiyat homologuer gçl. Resmi olarak onaylamak
adamı. Homme de troupe: Er. Homme d'argent: (Homologuer les tarifs de transport, une
Paragöz, gözü parada olan adam. Hommes des performance, un record).
bois: Orangutan. Homme de coeur: Mert, cömert, homomorphisme er. biy. Biçimdeşlik, benzeryapı.
homonyme 709 honneur

homonyme s. ve ad. dilb. 1. Eşsesli (sözcük). 2. er. Affaire d'honneur: Düello. Champ d'honneur:
Adaş, eşadlı. Savaş alanı, er meydanı. Dame d'honneur:
homonymie diş. dilb. 1. Eşseslilik. 2. Adaşlık, Nedime. Demoiselle d'honneur, garçon
eşadlılık. d'honneur: Düğününde güveye ve geline
homonymique s. 1. Eşsesliliğe değgin. 2. Adaşlığa arkadaşlık eden erkek yada kız arkadaş, sağdıç.
değgin. Honneurs funèbres: Cenaze töreni. Garde
homophones. Sesdeş, eşsesli. d'honneur: Şeref kıtası. Légion d'honneur:
homophonie diş. Sesdeşlik, eşseslilik. Fransanın en büyük nişanı, lejyon donör. Parole
homosexualité diş. 'Eşcinsellik, d'honneur: Şeref sözü. Point d'honneur: Onur
homosexuelle s. ve ad. Eşcinsel, sorunu, şeref sorunu, şeref ve namusa dokunan
homuncule, homoncule er. 1. Simyacıların bir sorun. Tour d'honneur: Şeref turu. En
türettiklerini savladıkları bir peri. 2. mec. Cüce, l'honneur de: -in onuruna (Donner une réception
bastı bacak, insan müsveddesi, en l'honneur des diplomates). En quel honneur?:
homothétie diş. mat. Benzeşim, tkz. Ne için, kimin için, hangi nedenle (En quel
homothétique s. mat. Benzeşimsel. honneur cette nouvelle toilette?). En tout bien tout
homotopie diş. mat. Uzamdaşlık. honneur: Çok iyi niyetlerle, kötülük düşünmeden
homotopique s. mat. Uzamdaş. (Courtiser une jeune fille en tout bien tout
"hongres. 1. İğdiş (Poulain hongre). 2. er. İğdiş at. honneur). Pour l'honneur: Şan olsun diye, para
*hongrer gçl. (Atı) İğdiş etmek, enemek, falan almadan (Travailler pour l'honneur). Sauf
hongrie diş. Macaristan, votre honneur: Hâşâ huzurunuzdan. Avoir
"hongroierie diş. Macar sahtiyancılığı. l'honneur de f. qch: -mekten, -mekle şeref
"hongrois,e s. ve ad. 1. Macar; Macarlara ve duymak. Avoir les honneurs de la première page:
Macaristana değgin (Un hongrois. Musique Adı gazetelerin birinci sayfasında çıkmak.
hongroise). 2. er. Macarca, Donner sa parole d'honneur: Ant içmek, şeref
"hongroyer gçl. Macar sahtiyanı tarzında işlemek sözü vermek. Etre l'honneur de: -in yüzakı olmak,
(Hongroyer les cuirs). övüncesi olmak (Ce savant est l'honneur de son
hongroyeur er. Macar sahtiyanı işçisi, pays). Etre en honneur: Gözde olmak, tutulup
honnête s. 1. Namuslu, dürüst, doğru, temiz (Un beğenilmek; moda olmak (Le roman a été en
juge honnête, un commerçant honnête. Une honneur au XIXe siècle. La taille fine est en
épouse honnête). 3. Doyurucu, "tatmin edici, honneur). Faire un tour d'honneur: Bir şeref turu
yeterli (Obtenir un résultat honnête). 4. Orta, atmak. Faire honneur à qn: -in yüzünü
"vasat, sade (Il a un honnête talent de musicien. güldürmek, yüzakı olmak (Ces nouveaux
Nous avons fait un honnête repas). 5. Nazik, bâtiments font honneur à l'architecte. Elève qui fait
kibar, terbiyeli (Vous êtes bien honnête). honneur à son maître). Faire honneur à qch: -i
honnêtement bel. 1. Namusluca, dürüstçe (Agir tutmak, yerine getirmek, yapmak (Faire honneur
honnêtement). 2. Nezaketle, kibarca (Je vous ai à ses engagements, à ses obligations, à sa parole).
honnêtement mis en garde). 3. Uygun şekilde, Faire à qn l'honneur de f.qch : Birine -mek şerefini
iyice (Son travail est honnêtement payé). 4. bahşetmek (Pouvez-vous me faire l'honneur
Açıkçası, hakçası, açıkça konuşalım d'assister à la cérémonie?). Faire à qn les honneurs
(Honnêtement, n'étiez-vouspas au courant?). de la maison: Birini evine nezaketle kabul etmek.
honnêteté diş. 1. Namus, namusluluk; dürüstlük, Faire honneur à un repas: Bir yemekte karnını
doğruluk (Un homme d'une parfaite honnêteté). iyice doyurmak. Faire honneuràune terre, ranger
2. Nezaket, kibarlık, incelik (Ayez l'honnêteté de une terre à l'honneur: Bir yerin yakınından
le reconnaître). 3. Temizlik, erdemlilik geçmek. Jurer sur l'honneur, sur son honneur:
(L'honnêteté d'une femme). 4. İyilikçilik, Şerefi üzerine ant içmek. Mettre, remettre qch en
honneur er. 1. Şeref (Un homme sans honneur. honneur: -i yeniden değerlendirmek, moda
Jurer sur son honneur). 2. Yüzakı, övünce (Il est yapmak (Remettre les danses folkloriques en
l'honneur de sa famille). 3. Erdem (Son honneur honneur). Mourir au champ d'honneur: Savaş
de femme). 4. Ün, saygınlık (Je n'ai pas mérité cet alanında, er meydanında ölmek. Mettre son point
honneur). 5. Namus, iffet (Cela peut porter d'honneur à qch, à f. qch: -i, -meyi kendisi için bir
ombrage à l'honneur d'une femme). 6. ç. Yüksek şeref sorunu yapmak. Obtenir les honneurs de la
görev (S'élever aux premiers honneurs). 7. ç. guerre: Düşmana, şerefli koşullar altında teslim
(Savaş gemilerinde) Selâm topu, selâm töreni. § olmak, silahını vermeden teslim olmak. Rendre
honnir 710 horde

honneur à: -e saygı göstermek. Rendre les causa de l'Université de Paris).


honneurs à qn: -i selamlamak, -e selama durmak *honte diş. 1. Utanç (L'enfantpleurait de honte). 2.
(Troupe qui rend les honneurs à un chef). Sauver Yüz karası (C'est une honte de loger les gens dans
l'honneur de: -in şerefini kurtarmak. Se faire un de pareils taudis). 3. Utangaçlık, çekingenlik,
point d'honneur de qch: -i kendisi için bir şeref sıkılganlık (C'est la honte qui l'empêche d'être
sorunu yapmak. Se faire point d'honneur de qch: naturel). § La courte honte: Başarısızlık (Ilensera
-ile övünmek, göğsü kabarmak. A tout seigneur poursacourtehonte). Honte à:... utansın (Honteà
tout honneur: Lâyıkına her şey helâl; saygıdeğer ceux qui trahissent). Avoir honte de qch, de f. qch:
kimseye saygılı davranmak gerek. -den utanmak, -mekten utanmak (J'ai honte de
*honnir gçl. 1. (Eski) Rezil etmek. 2. Kargımak, vous, il avait honte de pleurer). Avoir toute honte
lânetlemek (eskimiştir). 3. Etre honni de: bue: Alnının daman çatlamak, utanmak nedir
-tarafından hiç sevilmemek, tiksinilmek (Un bilmemek, ar namus tertemiz olmak. Eprouver de
dictateur honni du peuple). § Honni soit qui mal y la honte devant: -karşısında utanç duymak
pense: Kötü düşünenin gözü çıksın, (Eprouver de la honte devant un échec). Etre la
honorabilité^. Şereflilik,saygıdeğerlik,saygınlık honte de, faire la honte de: -in yüzkarası olmak
(Ton père est d'une parfaite honorabilité). (Cet enfant est (fait) la honte de sa famille). Etre
honorable s. 1. Yüz ağartıcı, şeref verici (Une rouge de honte: Utançtan kıpkırmızı olmak. Faire
démarche honorable). 2. Şerefli, saygıdeğer (Une honte à qn: -için utanç konusu olmak, -i
famille honorable). 3. Dürüst, namuslu (Un utandırmak (La conduite de ce garçon fait honte à
commerçant honorable). 4. İyi, yeterli, uygun son père. Tu me fais honte). Revenir, s'en
(Avoir une fortune honorable. Obtenir une note retourner avec sa courte honte: Bir şey yapmadan
honorable à un examen). 5. Sayın (Honorables dönmek, başarısızlığa uğrayıp süklüm püklüm
délégués!). dönmek.
honorablement bel. 1. Yüzünün akıyla, şerefle. 2. •honteusement bel. Utanılacak şekilde; utanarak,
Namusluca, dürüstçe (Gagner honorablement sa •honteux,euse s. 1. Utanmış (J'étais tout honteux).
vie. Vivre honorablement). 2. Utangaç, çekingen, sıkılgan (Un enfant
honoraires. 1. Onursal (Président honoraire d'une honteux). 3. Utanç verici, utanılacak, yüz
société). 2. er. ç. (Hekim, avukat gibi kişilere kızartıcı (Action honteuse. Un honteux chantage).
ödenen) Ücret, para (Les honoraires d'un 4. Kendini belli etmeyen, gizli kalan (Unpartisan
médecin, d'un avocat. Verser des honoraires). honteux). § Pauvre honteux: Yoksulluğunu dışa
honorariat er. Onursal unvan, vurmayan yoksul. Etre honteux de qch, de f.qch:
honoré,es. 1. Sayın, saygıdeğer (Mon cherethonoré -den utanmak, -mekten utanmak, sıkılmak (Je
maître). 2. Hoşnut, mutlu, gönenmiş (Je suis très suis honteux de mon ignorance, d'être en retard).
honoré). 3. diş. Mektup (J'ai bien reçu votre •hop ün. Haydi! Hop! Yallah! (Et hop! allons-y).
honorée du 20 courant). hôpital er. 1. *Sayrılarevi, *saynevi, "hastane (Aller
honorer gçl. 1. Saygı göstermek, kutsamak à l'hôpital. Envoyer, admettre un malade dans un
(Honorer son père et sa mère. Honorer Dieu). 2. hôpital, à l'hôpital). 2. Güçsüzler yurdu. § C'est
Şerefvermek, onurlandırmak, övünç getirmek (Il l'hôpital qui se moque de la charité: Kendi
honore la profession. Votre confiance m'honore). gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü
3. Ücretini vermek (Honorer un médecin). 4. görür. Dinime dahleyleyen bari müslüman olsa.
Anmak, kutlamak (Honorer la mémoire d'un •hoquet er. Hıçkınk § Avoir le hoquet: Hıçkınk
savant). 5. Ödemek (Honorer un chèque, une tutmak, hıçkırmak,
lettre de change). 6. Honorer qn de qch: Birine... •hoqueter gsz. Hıçkırmak, hıçkınğı tutmak,
vermek, "bahşetmek, birini -ile onurlandırmak (II horaire er. 1. Saat çizelgesi (Horaire de chemins de
ne m'a pas honoré de la moindre réponse. Il m'a fer, horaire de bateaux, d'avions). 2. Ders
honoré de sa confiance, de son amitié). § çizelgesi, ders programı (Afficher l'horaire des
S'honerer de qch, de f. qch: -ile övünmek, -mekle cours. Un professeur qui a un horaire chargé). 3.s.
övünmek, göğsü kabarmak (Je m'honore de son Saatlere değgin. 4. s. Saatteki ; saat başına (Vitesse
estime, d'être son ami). horaire; salaire horaire). § Fuseaux horaires:
honorifique s. Onursal (Titre, distinction coğr. Saat dilimleri,
honorifique). •horde diş. 1. Göçebe kalabalığı. 2. Takım, sürü
honoris causa bel. Lat. Onursal, onursal olarak, (Des hordes d'envahisseurs). § La Horde d'or: tar.
"fahrî (Homme d'Etat nommé docteur honoris Altın Ordu.
hordéacé 711 hors

*hordéacé,e s. Arpaya değgin; arpayı andıran, Kötülükler, iğrençlikler, yıkım (Les horreurs de
arpamsı. la guerre). 6. ç. İğrenç davranışlar, zulüm
•horion er. (Başa yada surata indirilen) Şiddetli (Commettre des horreurs). 1. ç. Ayıp şeyler, açık
yumruk. saçık sözler (Débiter, écrire des horreurs). § Avoir
horizon er. 1. Çevren, ufuk (La plaine s'étend horreur de qch, de f. qch: -den tiksinmek,
jusqu'à l'horizon. Scruter l'horizon). 2. mec. -mekten iğrenmek (J'ai horreur de la guerre, de
Görünüş alanı, ufuk (Ce livre nous ouvre des parler des frivolités). Avoir, prendre qn, qch en
horizons nouveaux). 3. mec. Görünüm, horreur: -den tiksinmek, iğrenmek, -i düşman
"manzara, (L'horizon politique s'assombrit). 4. bellemek, -e kızmak (Il l'avait pris en horreur
mec. Gelecek, gelecekteki durum (L'horizon depuis ce geste indélicat). Faire horreur à qn: -i
international s'éclaircit). § A l'horizon: 1. Ufukta. tiksindirmek, iğrendirmek, midesini
2. mec. Gelecekte, ilerde (On voit se profiler à bulandırmak (Ta conduite m'a fait horreur. Ce
l'horizon la menace d'une crise). Faire un tour médicament lui faisait horreur).
d'horizon de qch: -i kısaca gözden geçirmek, -in horribles. 1. Korkunç, ürkünç, ürkütücü (Spectacle
genel bir özetini yapmak (Faire un tour d'horizon horrible, blessure horrible). 2. Çok kötü, berbat
de la situation internationale). (Il a une écriture horrible, un temps horrible). 3.
horizontal,es. Yatay, *ufkî (Une ligne horizontale). İğrenç, tiksinç (Un caractère horrible, une femme
§ Prendre une position horizontale: tkz. Yatmak, horrible). 4. er. İğrençlik, tiksinçlik (La soif de
uzanmak. l'inconnu et le goût de l'horrible).
horizontale diş. 1. Yatay çizgi (Les horizontales horriblement bel. 1. İğrenç bir şekilde. 2. Çok aşırı
d'un plan). 2. (Eski) Orospu, "fahişe, derecede (Souffrir horriblement. Les fruits sont
horizontalement bel. 1. Yatay olarak, yanlamasına, horriblement chers).
horizontalité diş. Ya t aylık, horrifiant,e s. 1. Korkutucu, yılgınlık verici. 2.
horloge diş. (Cep yada kol saatleri gibi taşınmayan) Tiksindirici, iğrendirici.
Saat, duvar saati (Horloge solaire, horloge à horrifier gçl. Korku salmak, yılgınlık vermek,
sable, horloge à eau. Le tic-tac d'une horloge). § ürkütmek, ürküntüye uğratmak, korkutmak (Les
Avoir une précision d'horloge: Çok dakik olmak. dépenses m'horrifiaient).
Etre réglé comme une horloge: Çok düzenli, saat horriflques. Korkutucu, ürkütücü,
gibi işlemek. horripilant,e s. 1. Tüyler ürpertici. 2. Bezdirici,
horloger,ère s. 1. Saatçiliğe değgin (Industrie usandırıcı, sabır taşırıcı (Un enfant horripilant. Il
horlogère). 2. ad. Saatçi, est horripilant avec ses hésitations continuelles).
horlogerie diş. 1. Saatçilik. 2. Saat fabrikası. 3. horripilation diş. 1. Ürpertme, ürperme; tüyleri
Saatçi dükkânı, diken diken etme, tüyleri diken diken olma (Le
"hormis ilg. -den başka, -den gayrı (Hormis froid provoque 1'horripilation). 2. mec. Can
quelques abstentionnistes, la majorité vota le sıkma, bezdirme, bıktırma, sabır taşırma; canı
projet). sıkılma, bezme, usanma, sabrı taşma,
hormonal,e s. Hormonlara değgin (Subir un horripiler gçl. 1. Ürpertmek, tüylerini diken diken
traitement hormonal). etmek. 2. mec. Can sıkmak, usandırmak,
hormone diş. Hormon (Traitement par les bezdirmek, sabrını taşırmak (Ses propos
hormones). m'horripilent). § S'horripiler: Bezmek,
hormonothérapie diş. hek. Hormontedavisi. usanmak, bıkmak, "gına getirmek,
"hornblende yerb. Hornblent, "horsi/g. 1. -dışı (Fonctionnaire hors cadre. Modèle
horodateur er. Tarih ve saati basıp belirten aygıt, hors série. Exemplaire hors commerce). 2.
horoscope er. Yıldız falı (Lire, consulter son -dışında, -den başka, "hariç (Hors son goût pour le
horoscope: Falına bakmak. Se faire tirer son jeu, vous ne trouverez guère de passion chez lui). §
horoscope: Falına baktırmak. Tirer l'horoscope Hors pair, hors série, hors ligne: Eşsiz, çok üstün
de qn: -in falına bakmak). (Il a un talent hors pair pour esquiver les
horreur diş. 1. Korku, yılgı (Etre saisi d'horreur: difficultés). Etre hors concours: Yarışma dışı
Korkuya kapılmak. Glacé d'horreur, il restait bırakılmak, çok üstün nitelikli olduğu için
muet). 2. Tiksinme (Inspirer au peuple l'horreur yanşma dışı tutulmak. Mettre, déclarer qn, qch
du crime). 3. Korkunçluk, iğrençlik (L'horreur hors la loi: -i yasa dışı ilân etmek. Etre, se mettre
d'un cachot, d'un supplice). 4. İğrenç şey, berbat hors la loi: Yasa dışına çıkmak, yasaları
şey (Cet article de journal est une horreur). 5. ç. tammamak. Hors de: -dışında, dışına (Un jardin
hors-concours 712 houblonner

hors de la ville. Il s'élança hors de sa chambre. barındırmak,


Poisson qui saute hors de l'eau). Etre hors du hostellerie diş. (Eski) Otelcilik,
coup: İşin, oyunun dışında olmak; olaylarla ilgisi hostie diş. 1. (Eski. Yahudilerde) Kurban. 2.
bulunmamak. Etre hors de danger: Tehlikeden (Hıristiyanlarda) Ayin sırasında papazın dağıttığı
uzak olmak. Etre hors d'haleine: Soluğu mayasız ekmek,
kesilmek, soluk soluğa kalmak. Etre hors d'état hostile s. 1. Düşmanca (Il posa sur moi un regard
def. qch: -cek durumda olmamak (Il est hors d'état hostile. Etre l'objet de manifestations hostiles). 2.
de nuire). Etre hors d'usage: Kullanılacak Hostile à: -e karşı, düşman, "muhalif (Il est hostile
durumda olmamak, çok eski olmak (La voiture est à toute nouveauté)
hors d'usage). Etre hors de prix: Çok pahalı hostilement bel. Düşmanca, kinle,
olmak, ateş pahası olmak. Etre hors de hostilité diş. 1. Düşmanlık (Il y eut beaucoup
comparaison, hors de pair: Eşsiz olmak, çok üstün d'hostilités entre ces deux pays). 2. Kin,
olmak. Etre hors de soi: Kendinde olmamak, sevgisizlik, sevmezlik (Il me regardait avec
öfkeden kendinden geçmek, çok kızmak, gözü hostilité). 3. ç. Savaş, savaşma (Les hostilités ont
dönmek (Il est hors de lui). Mettre qn hors de repris). § La cessation des hostilités: Savaş
combat: -i saf dışı etmek, savaşamayacak duruma bırakışması, "mütareke.
düşürmek. Il est hors de doute que: Hiç kuşku yok *hot-dog [3tdog] er. İng. Sıcak sosisli sandviç,
ki... hôte, hôtesse ad. 1. (Konuğa göre) Ev sahibi (Un
•hors-concours er. 1. Büyük üstünlüğü nedeniyle hôte charmant, une hôtesse charmante. Remercier
yarışma dışı tutulan kişi. 2. s. Yarışdışı (Etre hors- ses hôtes). 2. (Eski) Otelci, hancı. 3. Konuk
concours, être mis hors-concours: Yartşdışı (Recevoir, régaler un hôte. Il a été mon hôte
olmak, yarış dışı tutulmak). pendant une semaine). 4.Müşteri, kiracı (Les
•hors-d'oeuvre er. değişmez. 1. (Bir yapıtta) Konu hôtes successifs d'un hôtel, d'un appartement). 5.
dışı olan bölüm. 2. Çerez, meze (Des hors- hayb. Konak. § Les hôtes de l'air: Kuşlar. Hôtesse
d'oeuvre variés). de l'air, hôtesse: diş. Hostes. Table d'hôte:
•hors-jeu er. Faul, oyun kurallarınaaykırı davranış. Tabldot. Hôte intermédiaire: hayb. Arakonak.
*hors-la-loi er. değişmez. Yasaları tanımayan hôtel er. 1. Otel (Descendre à un hôtel. Passerlanuit
adam, "kanun kaçağı; toplumdışı yaşayan kişi. à l'hôtel). 2. Konak, köşk (Bu anlamda Hôtel
*hors-texte er. değişmez. Bir kitabın formaları particulier de kullanılır). § Hôtel de ville: Belediye
arasına katılmış ve ayrı basılmış olan resim, harita dairesi. Maître d'hôtel: Sofracı başı. Coucher à
vb; metin dışı ek. l'hôtel du cul tourné: argo. Kan koca küsüşüp sırt
hortensia er. bitb. Ortanca, sırta yatmak,
horticoles. Bahçıvanlığa değgirr. hôtel-dieu er. (Kimi eski kentlerde) Başlıca
horticulteur er. Bahçıvan, hastane; düşkünlerevi.
horticulture^. Bahçıvanlık, hôtelier,ère s. 1. Otelciliğe değgin (Industrie
hortillonage er. Sulak bostan, hôtelière, crédit hôtelier). 2. ad. Otelci,
hosanna[ozanna] er. İbr. 1. Bir Yahudi duası. 2. Bir hôtellerie diş. 1. Otelcilik (Ecole d'hôtellerie). 2.
Hıristiyan ilâhisi. 3. Sevinç çığlığı, sevinç türküsü, Lokantalı otel; han.
utku çığlıkları, hôtesse diş. Hostes.
hospice er. 1. Hacılar, elginler konağı. 2. Güçsüzler •hotte diş. 1. Sırt küfesi (Hotte de vendangeur. La
yurdu, öksüzler yurdu (Hospice des vieillards, des hotte du Père Noël). 2. Ocak etekliği (Hotte d'une
invalides). § Finir dans un hospice: Yoksunluk cheminée de cuisine). 2. argo. Taksi,
içinde ölmek, •hottée diş. Bir küfe dolusu.
hospitalier,ère s. 1. Konuksever (Il est très *hottentot,e s. ve ad. Hotantolu; Güneybatı
hospitalier). 2. Sayrılar evine değgin, düşkünler Afrika'daki göçebe bir çoban halktan olan. §
evine değgin, hastanelerle ilgili (Etablissement Venus hottentote: Kocaman kalçalı kadın, koca
hospitalier, les services hospitaliers). kıçlı kadın.
hospitalisation diş. Hastaneye yatırma; hastaneye •hotter gçl. Küfe ile taşımak (Hotterdes raisins).
yatma (Hospitalisation d'un malade, d'un blessé). •hotteur,euse ad. Küfe hamalı, küfeci.
hospitaliser gçl. Hastaneye yatırmak (Hospitaliser •hou ünl. (Yerme, iğrenme, kargıma anlatır) Tu!
un malade). Yuh! Yuf! (Hou!La vilaine!).
hospitalité diş. Konukseverlik. § Donner, offrir •houblon er. bitb. Şerbetçiotu.
l'hospitalité à qn: -i konuklamak, evinde •houblonner gçl. Şerbetçiotu katmak (Houblonner
houblonnier 713 huile

la bière). "houseau er. Meşin tozluk; çizme,


"houblonnier,ère s. 1. Şerbetçiotu üreten (Pays "houspiller gçl. 1. Hırpalamak (Houspiller un
houblonnier). 2. er. Şerbetçiotu ekicisi, boxeur). 2. Azarlamak, paylamak (Houspiller un
"houblonnière diş. Şerbetçiotu tarlası, enfant qui a traversé la rue en courant).
"houe diş. Tarla çapası, çapa. *houspilIeur,euse s. Azarlayıcı, paylayıcı.
*houer gçl. Çapalamak. "houssage er. Toz alma, tozunu alma.
"houille diş. Taşkömür, maden kömürü. § Houille "housse diş. 1. At örtüsü, atın sağnsını kaplayan
blanche: coğr. fiz. Akkömür, elektrik elde örtü. 2. Eşya önüsü, kılıf,
etmeye yarayan su. Houille grasse: Yağlı "housser gçl. 1. Örtüyle örtmek, kılıf geçirmek. 2.
taşkömür. Houille maigre: Yağsız taşkömür. Tozunu almak (Housser les meubles, une
*houiiler,ère s. 1. içinde taşkömür katmanları tapisserie).
bulunan, taşkömürlü (Terrain houiller, bassin "houssine diş. İnce değnek,
houiller). 2. Taşkömüre değgin (Industrie "houssiner gçl. (Eski) Çırpmak (Houssiner un
houillère). tapis).
"houillère diş. Taşkömürü ocağı, "houx er. bitb. Çobanpüskülü.
"houilleur er. Taşkömürü işçisi. "hoyau er. Bir çeşit çapa, kısa saph çapa.
*houilleux,euse s. Taşkömürlü, içinde taşkömürü "hublot er. (Gemilerde) Lomboz.
bulunan (Roche houilleuse). "huche diş. 1. Hamur teknesi. 2. Sandık (Huche à
"houle diş. Dalgalanma, çalkanma, çalkantı vêtements, huche à pain).
(Navire balancé par la houle. Une houle •hucher gçl. Bağırarak çağırmak, ıslıkla çağırmak,
humaine). "huchet er. Av borusu,
houlette diş. Çoban değneği, "huchier er. Tekneci.
houleux,euse s. 1. Dalgalı, çalkantılı (Mer "hue Uni. Deh ! § Tirer àhue et àdia: Herkes bir yana
houleuse). 2. mec. Heyecanlı, fırtınalı (Parler çekmek; düzensiz ve çelişkili davranmak,
devant une salle houleuse. Scéance houleuse). "huée diş. Yuha (Orateur interrompu par des
houlok er. hayb. Küçükjibon. huées).
'houp iinl. (Çağırmak yada kışkırtmak için) Hu! "huer gçl. 1. Yuhalamak (Huer une pièce, les
Hop! (Allons, houpl). acteurs). 2. gsz. (Baykuş) Ötmek,
'houppe diş. 1. Püskül. 2. Perçem. 3. Sorguç. 4. "huerta diş. İspanya'da çok verimli sulanmış ova
(Ağaçta) Tepe, doruk. § Houppe de maïs: bitb. (Les huertas d'Andalousie).
Mısır püskülü, "huguenot,e s. ve ad. 1. Kalvin mezhebinden
"houppelande diş. Geniş kaftan, Fransız protestant. 2. Kalvinistlere değgin (Parti
"houppergç/. Püskül yapmak (Houpperdelasoie). huguenot). 3. diş. Toprak tencere, güveç (Une
§ Houpper de la laine: Yün taramak, huguenote).
'houppette diş. Püskülcük. huilage er. 1. Yağa yatırma (Huilage du coton). 2.
'houppier er. Budama bir ağacın tepesi, Yağlama (Huilage des machines).
'hourdage er. 1. Kaba duvar. 2. Kaba sıva. huile diş. 1. (Bitkisel yada hayvansal kökenli)
"hourder gçl. 1. Kaba duvar örmek. 2. Kaba sıva Sıvıyağ (Huile d'olive, de lin, de colza. Huile de
vurmak. baleine, de foie de morue). 2. (Yakıt olarak
'hourdis er. 1. Kaba duvar. 2. Kaba sıva. kullanılan) Yağ, sıvıyağ (Huile lourde: Ağtryağ.
'houri diş. Far. 1. Huri. 2. er. Manş denizinde Huile légère: Hafifyağ. Huile de graissage:
işleyen bir çeşit hafif yelkenli, Makina yağı. Huile lubrifiante: Yıkama yağı.
'hourque diş. Bir çeşit Hollanda yük gemisi. Huile minérale: Madensel yağ. Huile siccative:
:
hourra, hourrah er. 1. Kazaklann saldın narası, Kurur yağ. Huile non-siccative: Kurumaz yağ.
hurra. 2. Denizcilerin resmi selam narası Huile lampante: Arınmış petrol). 3. Esans, ruh,
(L'amiral fut salué d'un triple hourra). 3. Yaşa, yağ (Huile de rose, huile pour brunir). 4.
bravo, alkış (Des hourras enthousiastes s'élevèrent Yağlıboya resim (Une huile de Degas). 5. tkz.
de la foule des spectateurs). 4. Uni. Yaşa! Varol! § Kodaman, etkili kişi (Il est maintenant dans les
Hip; hip; hip; hourra!: Ya ya ya, şa şa şa! huiles. Son père est une huile). § Mer d'huile:
hourvari er. 1. Bağırtı, çağırtı, gürültü, patırtı. 2. Dingin deniz, çarşaf gibi deniz. Couler comme de
Avcıların köpekleri geri çağırtmak için l'huile: Yağ gibi kaymak. Faire tache d'huile:
çıkardıkları ses. Gittikçe yayılmak, sudaki halkalar gibi büyümek
ousard, hussard er. Hafif süvari eri. (Ses idées font tache d'huile). Jeter de l'huile sur le
huiler 714 humble

feu: Yangına körükle gitmek. Mettre de l'huile huîtrière diş. İstiridye yatağı, istiridye tarlası,
dans les rouages: Engelleri, güçlükleri kaldırmak, •hulotte diş. hayb. Alacabaykuş.
köşeleri yuvarlaklaştırmak, sivrilikleri gidermek, »hululement er. (Gece kuşları için) Ötme, bağırma,
ilişkileri yumuşatmak. Mettre, verser de l'huile »hululer gsz. (Gece kuşları) Ötmek, bağırmak,
sur les plaies de qn: -in yüreğine su serpmek. »hum ünl. (Kuşku yada söylemeden geçme isteğini
Sentir l'huile: Çok emek verildiği belli olmak, anlatır) Hıum (Hum! cela cache quelque chose.
özenip bezenilerek yapılmak (Ouvrage qui sent Hum! qu'est-ce que je te disais?).
l'huile). Tomber dans la tache d'huile: argo. »humage er. İçine çekerek yutma; soluğu içine
Evlenmek. çekme.
huiler gçl. 1. Yağlamak (Huiler les rouages). 2. humain,e s. 1. İnsansal, insana değgin (Corps
Zeytinyağı ekmek, zeytinyağı dökmek (Huiler humain, force humaine, respect humain). 2.
une salade). İyiliksever, temiz yürekli ( On ne peut être juste si
huilerie diş. 1. Yağcılık, zeytinyağcılığı (Il s'est on n'est pas humain). 3. İnsan, insan niteliği
enrichi dans l'huilerie). 2. Yağ fabrikası, taşıyan (Les personnages de la pièce restent
zeytinyağı fabrikası, humains). 4. İnsana özgü, insanca (C'est une
huileux,euse s. 1. Yağlı, içinde yağ bulunan (Olives réaction humaine. Il pense à son intérêt, c'est
huileuses). 2. Y ağ, gibi (Un sirop huileux). 3. Yağlı humain). 5. er. ç. İnsanlar (Vivre séparé des
(Cheveux huileux, peau huileuse). humains).
huilier er. 1. Yağcı, yağcılıkla uğraşan kimse. 2. humainement bel. 1. İnsan olarak (J'ai fait tout ce
Sofraya konan yağ ve sirke takımı, qui était humainement possible pour les sauver). 2.
huilier,ère s. Yağcılığa değgin (Industrie huilière). İnsanca (Traiter humainement un inférieur, un
huiron er. hayb. Mersin morinası, esclave).
huis er. (Eskiden) Kapı (On frappe à l'huis). § Le humanisation diş. İnsanlaştırma; insanlaşma, insan
huis clos: Gizli oturum (Tribunal qui ordonne le gibi olma.
huis clos). A huis clos: 1. Gizli oturumla, gizli humaniser gçl. 1. İnsanlaştırmak, insan durumuna
oturum yaparak (Délibérer à huis clos. Audience à sokmak (Humaniser le Christ et diviniser
huis clos). 2. Bütün kapı ve pencereleri kapatarak l'homme). 2. İyileştirmek, insanca kılmak, insan
(Ils continuent à huis clos leurs libations). onuruna yaraşır kılmak (Humaniser les dures
huisserie diş. 1. Kapı. 2. Kapı yada pencere conditions de travail). 3. Yontmak, yumuşatmak,
çerçevesi (Huisserie en bois). kabalığım gidermek (Humaniser une personne
huissier er. 1. Kapıcı. 2. Odacı (Les huissiers d'une brutale). § S'humaniser: Yumuşamak,
faculté). 3. Mübaşir, yontulmak, insan gibi olmak,
•huit s. ve er. 1. Sekiz (Huit maisons. Le huit du humanisme er. "Humanizma, "hümanizm;
mois). 2. er. (İskambilde) Sekizli (Le huit de »insancılık, insanları sevme ülküsü,
pique). 3. s. Sekizinci (Henri huit). § Donner ses humaniste s. ve ad. 1. ed. Yunan ve Latin dil ve
huit jours à qn: -e bir haftalık tazminatını verip edebiyatlan uzmanı. 2. Hümanist; insana,
kovmak; işten atmak, insansever. 3. s. Humanizmaya değgin (Doctrine,
»huitain er. Sekiz dizeli küçük şiir; sekiz dizelik mouvement humaniste). 4. s. fels. İnsana,
kıta, »sekizlik, insanları sevme ülküsüne bağlı (Philosophie
»huitaine diş. 1. Sekiz günlük zaman; hafta (La humaniste).
cause a été remise à huitaine. Il part dans une humanitaire s. fels. İnsanhkçı, insanlığa hizmet
huitaine). 2. Sekiz kadar, aşağı yukarı sekiz (Une amaam güden, insancıl (Philosophie, système
huitaine de pommes). humanitaire).
»huitième s. 1. Sekizinci (La huitième merveille du humanitarisme er. fels. İnsanlıkçıhk.
monde). 2. er. Sekizde bir. 3. ad. Sekizinci humanitaristes. vead. fels. İnsanhkçı.
(Arriver le (la) huitième dans une compétition). humanité diş. 1. İnsanlık (Histoire de l'humanité).
»huitièmement bel. Sekizinci olarak, 2. İyilik, insanca davranış (Traiter un prisonnier
huître diş. hayb. 1. İstiridye. 2. tkz. Aptal, kalın avec humanité). 3. ç. Yunan ve Latin dili ve
kafalı. 3. argo. Balgam. § Huître perlière: İnci edebiyatı. § Faire ses humanités: Klasik dil ve
midyesi. edebiyat okumak, Yunan ve Latin dili ve
huîtrier,ère s. İstiridyeyle, istiridyecilikle ilgili edebiyatı öğrenimi yapmak,
(Industrie htûtrière). humbles. 1. Basit, küçük, "mütevazi (Il n'est qu'un
huîtrier er. İstiridye avcısı. humble fonctionnaire, subalterne. Une humble
humblement 715 hurleur

demeure, une humble situation). 2. Alçakgönüllü, (Brimade humiliante).


uysal (Il est très humble). 3. Gösterişsiz (Un humiliation diş. 1. Küçük düşürme, küçük düşme;
humble village). 4. Çekingen (Demander d'une alçaltma, alçalma (Rougir d'humiliation). 2.
voix humble son pardon). Küçük düşürücü davranış, alçaltıcı tutum,
humblement bel. Alçakgönüllülükle; gösterişsizce, humilier gçl. 1. Küçük düşürmek, aşağılatmak,
humectage er. Islatma, nemlendirme; ıslanma, onurunu kırmak, küçültmek (Humilier un
nemlenme (Humectage des étoffes, du papier). adversaire). 2. Kırmak, üzmek (L'indifférence de
humecter gçl. Hafifçe ıslatmak, nemlendirmek son entourage l'humilia. On a humilié sa fierté). |
(Humecter son doigt. Humecter du linge. Pluie S'humilier: 1. Küçülmek, alçalmak (Ilnes'estpas
fine qui humetjte l'herbe). § S'humecter: humilié devant le vainqueur). 2. S'humilier
Islanmak, nemlenmek. § S'humecter le gosier: d'avoir f.qch: -mekle küçülmek,
tkz. İçmek, boğazı yağlamak, humilité diş. Alçakgönüllülük (Sa fausse humilité
"humer gçl. 1. İçine çekerek yutmak (Humer cache un grand orgueil).
quelques gouttes d'eau). 2. Solumak, içine humoral,e s. Vücut sıvılarına değgin (Allergie
çekmek (Humer l'air frais du matin). 3. humorale).
Koklamak (Humer un plat, un parfum). humoristes, vead. Mizahçı, mizah yazarı; nükteci,
humerai,es. anat. Kolkemiğine değgin, nükte yazarı; *gülmececi, 'gülmece yazarı,
humérus[ymerysjer. anat. Kolkemiği,pazukemiği. humoristiques. Nükteli, gülmeceli, mizahlı.
humeur diş. 1. Suyuk, °hılt, canlıların vücudunda humour er. * Gülmece, mizah; nükte, *gülüt, ince
bulunan her türlü sıvı madde. 2. Mizaç alay (Humour noir. L'humour est souvent prêté
(Incompatibilité d'humeur. Il a une humeur aux Anglais). Avoir le sens de l'humour:
querelleuse). 3. Özenç, "kapris (Agir par Kendisiyle alay etmesini bilmek; nükteden,
humeur). 4. Öfke, kızgınlık, parlama (Dans un gülmeceden anlamak,
moment d'humeur, il le mit à la porte). § Bonne humus er. Karatoprak, funda toprağı, hümüs.
humeur: Neşe, keyif, neşelilik, keyiflilik. "hune diş. (Gemi direğinde) Çanaklık,
Muavaise humeur: Neşesizlik, keyifsizlik, •hunier er. Gabya yelkeni.
kızgınlık. Humeur noire: Karasevda. Humeurs *huppe diş. 1. hayb. Çavuşkuşu. 2. (Kimi kuşların
froides: Sıraca. Avoir, garder de l'humeur contre başındaki) Tepelik, tepe, sorguç,
qn: -e kızmak, kin beslemek, diş bilemek. Avoir "huppé,e s. 1. Tepeli, sorguçlu (Alouette huppée).
des sautes d'humeur: Sağı solu belli olmamak, 2. tkz. Zengin, tuzu kuru; yüksek mevki sahibi.
beklenmedik anda hemen parlayıvermek. *hure<% 1. Domuz başı, kesilmiş domuzkellesi. 2.
Donner de l'humeur à qn: -i kızdırmak, argo. Yüz, çehre, kafa. § Se gratter la hure: argo.
sinirlendirmek (Cela me donne de l'humeur). Etre Yüzünü kazımak, traş olmak,
de bonne humeur: Neşeli, keyifli olmak, keyifı "hurlant,e s. 1. Bağırıp çağıran; uluyan (Foule
yerinde olmak, eşref saatinde olmak. Etre de hurlante; la meute hurlante des loups). 2 .mec. Çiğ,
mauvaise humeur: Keyifsiz olmak, kızgın olmak, cıncık, pek kuvvetli (Des couleurs hurlantes).
huysuzluğu üstünde olmak. Etre, se sentir "hurlement er. 1. Uluma (Hurlement d'un chien,
d'humeur à f.qch: 1. -cek durumda olmak (Je ne d'un loup). 2. Çığlık (Pousser un hurlement de
suis pas d'humeur à vous écouter). 2. -meye niyeti douleur, de colère). 3. Bağırıp çağırma, sövüp
olmak, -mek eğiliminde olmak (Il n'était pas sayma (Le hurlement de la foule).
d'humeur à rire). Mettre qn de bonne humeur: -i "hurler gsz. 1. Ulumak (Le chien hurla toute la
neşelendirmek, keyiflendirmek (Ce film m'a mis nuit). 2. Pek kötü ve bağırarak şarkı söylemek,
de bonne humeur). zırlamak (Il ne cessepas de hurler). 3. Uğuldamak
humide s. 1. Yaş, ıslak (Le linge est encore humide. (Le vent hurle dans la cheminée). 4. Bağırıp
Les yeux humides de larmes). 2. Nemli (Un pays çağırmak, sövüp saymak (La foule hurle). S.
humide. Chaleur humide). Hurler de qch: -den bağırmak (Hurler de
himidificateur s. veer. Nemlendirici (aygıt), douleur). 6. gçl. Bağıra bağıra söylemek,
humidification diş. Nemlendirme; ıslatma, yağdırmak (Hurler des injures, des menaces). §
humidifier gçl. Nemlendirmek; ıslatmak, Hurler avec les loups: Çevresindekiler gibi
humidifuge s. Nemalıcı, nemgiderici. düşünmek, davranmak; görüşülen kişiler ne
humidité diş. 1. Nem; yaşlık (Serrure rouillée par yapıyorlarsa onlar gibi yapmak, yöredeki
l'humidité). 2. Nemlilik (Humidité du climat). kişilerin huyuna suyuna gitmek,
humiliant,es. Küçük düşürücü, alçaltıcı, küçültücü "hurleur, euse s. 1. Uluyan; zırlayan. 2. er. Uluyan
hurluberlu 716 hydrotimètre

maymun. hydrocéphales, vead. Beyin zarlan ve karıncıkları


hurluberlus, ve er. Zirzop, kaçık, terelelli. içinde su toplanmış kimse, *sukafah, *sukafa,
*huron,nes. vead. Kaba kişi, hamhalat, dangalak. "hidrosefal.
*hurrah, hourrah ünl. ve er. Hurra, hydrocéphalie diş. hek. Beyin zarlan ve karıncıkları
"hussard, housard er. Hafif süvari eri. § A la içinde su toplanması, *sukafalılık, *sukafalık,
hussarde: Kabaca, patavatsızca (Agir à la "hidrosefali.
hussarde). hydrocharidacées diş. ç. bitb. Kurbağazehirigiller.
"hussarde di?. Macar dansı (Danse à la hussarde hydrodynamique s. 1. Sıvıların devinimine değgin.
da denir). 2. diş. Sıvılann devinimini, ağırlığım, dengesini
"hutte diş. Kulübe (La hutte d'un esquimau. Une inceleyen fizik dalı, "hidrodinamik,
hutte de roseau). hydro-électriques. Hidroelektrik,
hyacinthe diş. 1. Kırmızımtırak sarı değerli bir taş. hydrofuges. Nemden koruyan, sudan koruyan,
Yementaşı. 2. (Jacinthe'in eski adı olarak) hydrofuger gçl. *Sugeçirmezleştirmek, nem ve su
Sümbül. geçirmez hale getirmek, geçirgensizleştirmek.
hyades diş. ç. gökb. Öküz kümesi; Boğa hydrogénation diş. kim. Hidrojenlenme,
takımyıldızı yöresinde görülen yedi yıldızlık bir hidrojenleme.
küme. hydrogène er. kim. Hidrojen,
hyalin,e s. Camsı. hydrogéné,e s. Hidrojenlenmiş; hidrojenli,
hybridation diş. biy. Melezleşme; melezleştirme; hydrogéner gçl. Hydrojenle birleştirmek,
melezleme. hydroglisseur er. Hava tepkisiyle su üzerinde
hybrides. 1. Karma (Trouver une solution hybride). kayarak giden sandal,
2. Melez (Plantes hybrides, animaux hybrides). 3. hydrographie diş. coğr. 1. Subilgisi, "hidrografya.
er. Melez bitki yada hayvan (Le mulet est un 2. Bölge sulan, su varlığı. 3. Deniz topografyası,
hybride). hydrographique s. Su bilgisine değgin,
hybrider gçl. Melezleştirmek. § S'hybrider: hidrografyayla ilgili,
Melezleşmek, hydrologie diş. yerb. 'Subilim.
hybridité diş. Melezlik, hydrologiques. 'Subilimsel.
hydarthrose diş. hek. Eklemde su toplanması, hydrologiste, hydrologue ad. *Subilimci, subilim
hydathode diş. bitb. Sugözeneği. uzmanı,
hydatode diş. bitb. Savak, hydrolyse diş. kim. Hidroliz,
hydracide er. kim. Hidrasit, hydromancie diş. Su falı.
hydrargyre er. Civa'nın eski âdı. hydromécaniques. Su ile işleyen,
hydrargyrisme er. Civa ile zehirlenme, hydromel er. Bal şerbeti.
hydrate er. kim. Hidrat. § Hydrate de carbone: hydromètre er. fiz. 1. Hidrometre, sıvıölçer. 2. diş.
Karbonhidrat, hayb. Suörümceği.
hydraulicien er. Su mühendisi, hydrométrie diş. "Sıvıölçüm.
hydraulique s. 1. Suya değgin (Installations hydrophile s. 1. Sucul. 2. er. hayb. Susineği,
hydrauliques). 2. Su ile işleyen (Moteur sukurdu, suböceği.
hydraulique; usine, turbine hydraulique).3. Suyun hydrophobe s. ve ad. Sudan korkar,
etkisiyle sertleşen (Mortier hydraulique). 4. diş. hydrophobie diş. 1. Sukorkusu, suyılgısı, sudan
Su mühendisliği, korkma. 2. Kuduz hastalığı,
hydravion er. Su uçağı, suya konup kalkan uçak, hydropique s. ve ad. Vücudunun bir yerine su
deniz uçağı. toplanmış olan.
hydre diş. 1. (Söylencede) Ejderha. (Hydre de hydropisie diş. (Vücudun bir yerine) Su
Lerne: Yedi başlı yılan). 2. hayb. Hidra (Hydre toplanması, su birikmesi,
brune à long bras: Kara hidra. Hydre d'eau douce: hydrosoluble s. Suda eriyen,
Tatlı su polipi. Hydre verte: YeşilJıidra). hydrosphère diş. coğr. Suyuvan, suküre.
hydrémie diş. hek. 1. Kandaki su miktarı. 2. Kanda hydrostatique diş. fiz. Hidrostatik,
su fazlalığı. hydrothérapie diş. Su tedavisi, suyla tedavi, kaplıca
hydrique s. Suyla ilgili, suya değgin (Diète tedavisi, "hidroterapi,
hydrique). hydrothermal,e s. Kaplıca sulanna değgin,
hydrobatidés er. ç. hayb. Fırtınakuşugiller. hydrotimètre er. kim. (Sudaki kireç oranını
hydrocarbure er. kim. Hidrokarbür. saptamada) Sertlikölçer.
hydrotimétrie 717 hypocondre

hydrotimétrie diş. Sertiikölçümü, suyun kireç hyperboréen,ne s. Uzak kuzeye değgin,


oranının ölçülmesi, "uzakkuzeysel.
hydrotropisme er. bitb. hayb. Suya-yönelim. hyperémotivité diş. Aşırı heyecanlanma, çok çabuk
hydrozoaires er. ç. hayb. Hidralar, heyecanlanma; tez heyecanlamrhk.
hyène diş. hayb. Sırtlan, hyperesthésie diş. Aşırı duyarlık,
hygiène diş. Sağlık koruma; sağlık bilgisi, hypergénèse diş. biy. Aşın büyüme, aşırı gelişme,
hygiénique s. 1. Sağlık korumayla ilgili, sağlık hyperglycémie diş. hek. Kan şekeri yüksekliği,
bilgisine değgin. 2. Sağlığa yararlı (Promenade kanda şeker fazlalığı,
hygiénique). hypermètre 5. ed. "Taşkınımsı (Vers hypermètre).
hygiéniste ad. Sağlık koruma uzmanı, hypermétrope s. ve ad. *Yakıngörmez,
*sağlıkbilimci. hipermetrop,
hygromètre er. coğr. Nemölçer. hypermétropie diş. Yakıngörmezlik,
hygrométrie diş. Nemölçümü. hipermetropluk.
hygrophile s. Nemcil (Plante hygrophile). hypernerveux,euse s. Aşın sinirli, çok sinirli, sinir
hygrophobe s. Nemse vmez, neme uyum küpü.
sağlayamaz, hyperodon er. hayb. Gagalıbalina.
hygroscope er. Nemölçer, "higroskop, hypersécrétion diş. Aşırı salgılama, salgı fazlalığı,
hygroscopie diş. Nemölçümü. hypersensibilité^. Aşırı duyarlık,
hygroscopique s. Nem çeker, nem alır. hypersensibles. Aşın duyarlı, çok duyarlıklı,
hygrotropisme er. bitb. Neme-yönelim. hypersoniques. Sesten hah (Vitesse hypersonique).
hylidés er. ç. hayb. Ağaçkurbağasıgiller. hypersthénie diş. Kimi doku yada organların aşırı
hymen er. anat. Kızlıkzan. çalışması (Hypersthéniegastrique).
hymen, hyménée er. (Şiir dilinde) Evlenme, evlilik hypertendu,e s. ve ad. Kanbasıncı yüksek olan
(Les liens de l'hymen). § Les fruits de l'hymen: (kimse); yüksek "tansiyonlu.
Çocuklar, yavrular, hypertensif,ive s. 1. Kanbasıncını yükseltici,
hyménoptères er. ç. hayb. Zarkanathlar. § Un "tansiyon yükselten (Médicament hypertensif). 2.
hyménoptère: Zarkanath. er. Tansiyon yükseltici ilâç (Prendre un
hymne er. 1. flâhi, ezgi (Chanter un hymne). 2. Marş hypertensif).
(L'hymne national: Ulusal marş, "milli marş). 3. hypertension diş. Kanbasıncı yüksekliği, "tansiyon
Ulusal marş (L'orchestre joua les hymnes alliés). yüksekliği, yüksek tansiyon, yüksek kanbasıncı.
4. Sevinç ve coşkunluk ifade eden şiir; övgü şiiri hypertrophie diş. biy. 1. İrileşme, büyüme
(Hymne à la nature, à l'amour). S. diş. Kilisede (Hypertrophie du foie). 2. mec. Aşın gelişme, çok
okunan dinsel koşuk, büyüme (L'absence de plan d'ensemble aboutit à
hyoïde er. anat. Dilkemiği. l'hypertrophie d'industries parasitaires).
hyoïdien,ne s. Dilkemiğine değgin, hypertrophier gçl. biy. İrileştirmek,
hypallage er. dilb. *Değişleme; anlama zarar şişkinleştirmek. § S'hypertrophier: İrileşmek;
gelmeksizin, bir şeyi, bir durumu, tümcede şişmek (Mon foie s'est hypertrophié. Les services
gerektiği sözcükten başka bir sözcük yada administratifs se sont hypertrophiés).
sözcüklerle anlatma, hypnosediş. Yapay uyku, ipnoz, "uyutum.
hyperacidité diş. hek. Asit fazlalığı, asit yüksekliği, hypnotique s. 1. (İlâç) Uyku getirici, uyutucu. 2.
hyperbate diş. ed. Tümcede devriktik, aşın evirtim; İpnoza değgin, ipnotik (Etat hypnotique).
devrik tümce, hypnotiser gçl. 1. İpnotizmayla uyutmak. 2. mec.
hyperbole diş. 1. (Söz sanatında) Obartma, Büyülenmiş gibi bir duruma sokmak, afallatıp
abartma. 2. mat. Hiperbol (Hyperbole équilatère: hiçbir tepki gösteremez duruma getirmek, yılan
İkizkenar hiperbol). görmüş kurbağaya çevirmek. § S'hypnotiser sur
hyperbolique s. 1. Abartmalı, obartmalı, "aşırı qch: mec. -e saplanıp kalmak, -den başka şey
(Adresser des louanges hyperboliques à un chef düşünememek, derdi düşüncesi... olmak (Ils'est
d'Etat). 2. mat. Hiperbolik; hiperbola değgin, hypnotisé sur son échec probable à l'examen).
hiperbol biçiminde (Fonctions hyperboliques; hypnotiseur er. İpnotizmacı,
miroir hyperbolique). hypnotisme er. İpnotizma,
hyperboliquement bel. Abartarak, abartmalı bir hypocentre er. coğr. Deprem ocağı,
biçimde. hypocondre er. 1. anat. Böğür. 2. İpokondriyalı,
hyperboloïde s. ve er. mat. Hiperboloit. hastalık hastası (Un hypocondre qui a des
hypocondriaque 718 hystricidés

moments d'abattements). hypothécable s. İpotek edilebilir, üzerine tutu


hypocondriaques, vead. 1. İpokondriyah,hastalık konulabilir, "tutulanabilir (Maison, ferme
hastası (Il est hypocondriaque. Un hypothécable).
hypocondriaque). 2. tpokondriyaya değgin hypothécaire s. Tutuya değgin, rehinle ilgili,
(Symptôme hypocondriaque). "tutusal (Garantie hypothécaire).
hypocondrie diş. Hastalık hastalığı, ipokondriya. hypothèque diş. 1. Tutu, *rehin, "ipotek (Prendre
hypocras [ipokras] er. Tarçınlı, şekerli kaynatılmış une hypothèque sur un immeuble. Grever une
şarap. maison d'une hypothèque. Mettre l'hypothèque,
hypocrisie diş. 1. İkiyüzlülük, "riya, "mürailik lever l'hypothèque). 2. mec. Güçlük, engel
(Hypocrisie du faux dévot). 2. Aldatmaca, yalan, (Hypothèque qui pèse sur les relations entre deux
dalkavukluk (Ne te laisse pas prendre à ses pays).
hypocrisies). hypothéquer gçl. 1. Tutuya vermek, "rehine
hypocrite s. ve ad. 1. İkiyüzlü, "riyakâr, "mürai. 2, vermek, "rehin etmek (Hypothéquer un
Aldatıcı, yapma, içtenlikten uzak (Un ton immeuble, une ferme, une maison). 2. Tutu ile
hypocrite, un sourire hypocrite). sağlamak. 3. Sağlama bağlamak (Hypothéquer
hypocritement bel. İkiyüzlülükle, "riyakârca, une créance).
"müraice, yüzegülücülükle. hypothermie diş. hek. Vücut ısısını normalin altına
hypoderme er. bitb. 1. Altderi. 2. hayb. düşürme, *ısıdüşürüm; vücut ısısının normalin
Hipodermis. altına düşmesi, "ısıdüşümü.
hypodermique s. Deri altına yapılan (Piqûre hypothèse diş. 1. mat. fels. Varsayım, "hipotez,
hypodermique). "faraziye.
hypogastre er. anat. Altkarın; kasık, hypothétique s. 1. "Varsayımsal, "farazi. 2. mec.
hypogastrique s. Altkanna, kasığa değgin, Şüpheli, kesin olmayan (Il compte sur un héritage
"altkarınsal (Douleur hypogastrique). hypothétique). 3. s. ve diş. dilb. Şartlı; şart tümcesi
hypogée er. 1. Yeraltı yapısı. 2. Yeraltı gömütlüğü, (Proposition hypothétique. Une hypothétique).
yeraltı gömütü (Hypogées égyptiens). 3. s. bitb. hypothétiquement bel. Varsayımsal olarak,
Yeraltında yetişen, hypotonie diş. 1. hek. Kas gücünün azalması. 2.
hypoglosses, biy. Dilaltı (Nerf grand hypoglosse: Kanbasıncı düşüklüğü, düşük tansiyon. 3.
Büyük dilaltı siniri). Alçakbasınçlılık.
hypoglycémie diş. Kanda şeker oranının düşmesi, hypotoniques. bitb. Alçakbasınçlı.
kan şekeri azalması, hypotrophie diş. hayb. Düşük beslenme,
hyponymes. dilb. AltanlamhT hypotypose diş. ed. "Canlandırma; her şeyi
hyponymie diş. dilb. Altanlamhhk. gözönünde imiş gibi gösteren canlı anlatış,
hypophyse diş. biy. Hifofiz, sümüksü cisim, hypsomètre er. fiz. "Yükseltiölçer.
hyposecrétion diş. hek. Salgı azalması, salgı hypsométrie diş. fiz. "Yükseltiölçümü.
yetmezliği. hyraciens er. ç. hayb. Kırsıçanımsılar.
hypostase diş. 1. (Tannbilimde) "Uknum, töz, hystérectomie diş. hek. Rahimi alma, dölyatağını
cevher, özellikle de Hıristiyanlıktaki Tanrı, İsa, ameliyatla alma.
ruhül kudüs üçlemesinin herbiri. 2. hek. hystérie diş. 1. ruhb. İsteri, "dönüşümce. 2. mec.
Akciğerde kan toplanması, Delilik, çılgınlık (C'est de l'hystérie).
hypostyle s. (Mimarlıkta) Tavanı sütunlar üstünde hystériformes. İsterimsi, belirtileri isteriyi andıran.
olan (Temple hypostyle). hystériques, vead. l.İsterili, isteri hastası. (Elleest
hypotendu,es. vead. Kanbasıncı düşük olan, düşük un peu hystérique. Un, une hystérique). 2. İsteriye
tansiyonlu. değgin, isteriyle ilgili (Unrirehystérique). 3. mec.
hypotenseur s. ve er. Kanbasıncını, tansiyonu Gözü dönmüş, çılgınlaşmış (Une foule
düşürücü (ilâç). hystérique).
hypotensif,ive s. Tansiyon düşüklüğüyle ilgiyi, hystérographie diş. hek. Rahim filmi alma,
kanbasıncı düşüklüğüne bağlı, dölyatağı filmi çekme,
hypotension diş. Kanbasıncı düşüklüğü, "tansiyon hystérotomie diş. hek. Dölyatağını, rahimi yarma;
düşüklüğü, dölyatağını alma.
hypoténuse diş. mat. Hipotenüs. hystricidés er. ç. hayb. Oklukirpigiller.
1
i, I er. Fransız abecesinin dokuzuncu harfi olup balıksı.
Türkçedeki i sesini verir. § Droit comme un I: ichtyologie diş. *Bahkbilim.
Dimdik, baston yutmuş gibi (Il se tient droit ichtyologique s. 'Balıkbilimsel.
comme un I). Mettre les points sur les 1:1. Açık ichtyologiste ad. *Balıkbilimci, bahkbilim uzmanı,
konuşmak, dobra dobra söylemek. 2. Her şeyi ichtyophage s. ve ad. Balıkla beslenen,
yerli yerince açıklamak, belirtmek; en küçük bir ichtyophagie diş. Balıkla beslenme,
ayrıntıyı bile unutmadan anlatmak, ichtyosaure er. hayb. İhtiyozor.
iambe er. l.Kısa-uzun ölçü; Yunan ve Latin şiirinde ici bel. 1. Bura, burası, burada, buraya (Il fait froid
kısa bir heceden sonra gelen bir uzun heceden ici. Viens ici). 2. Burası; burasını (Ici, Radio
ibaret ölçü birimi. 2. Bu ölçü ile yazümış yergi Ankara. Veuillez signer ici). 3. Şimdi, şu anda. §
koşuğu. D'ici: Buradan (D'ici, je ne vois rien). D'ici peu:
ibères, ve ad. Iber, iberyah (Civilisation ibère). Yakın zamanda, kısa bir süre sonra. Jusqu'ici:
ibérique s. İspanya ve Portekiz'e değgin (Péninsule Şimdiye dek. Ici-bas: Bu dünya, şu ölümlü dünya ;
ibérique: tberik yarımadası). şu ölümlü dünyada (Ici-bas, tout est mensonge et
ibidem bel. Aynı yerde, aynı bölümde, aym yapıtta, leurre). Par ici: Bu yanda, bu yandan, bu tarafta
ibididés er. ç. hayb. İbisgiller. (Par ici la sortie. Il habite par ici).
ibis[ibis]er. hayb. İbis, karaleylek. §Ibisfalcinelle: icoglaner. T. İçoğlan.
Çeltik kargası. Ibis chauve: Kelaynak (kuşu), icône diş. 1. İkon; ortodoks kiliselerindeki dinsel
iceberg [ajsbatg] er. coğr. Buzdağı, denizlerde resimlere verilen ad. 2. dilb. Görüntüsel
yüzen büyük buz parçaları, gösterge.
icefield [ajsfîld] er. coğr. Buzla; kutuplara yakın ironiques, dilb. Görüntüsel göstergeye değgin,
yerlerde denizin üstünü kaplamış olan buz örtüsü, iconodasme, er. iconoclastie diş. Kiliselerdeki
ichneumon [ikn0m5] er. hayb. Firavun sıçanı, tasvirlere tapınmayı yeren ve bu tasvirleri kırıp
ichor^ikorj er. 1. hek. Kanlı sızıntı. 2. yerb. İkor; parçalamayı öğütleyen bir dinsel öğreti; tasvir
magmasal kayacın oluşunu etkileyen gaz ve düşmanlığı.
buharlardan bileşik özsu. iconodaste s. ve ad. 1. Tasvir ve put düşmanı (Les
icthyocolle [iktiyokylj diş. Bahktutkah. empereurs iconoclastes). 2. mec. Güzel sanatlar
icthyoîde s. Balığı andıran, balığa benzeyen, düşmanı. Sanat düşmam bağnaz.
iconographe 720 identification

iconographe er. Resim, heykel, madalya, gibi sanat une vue trop idéaliste).
yapıtlarım inceleme uzmanı, "ikonografi idéalité diş. 1. 'Düşüncellik, "iftikâriyye. 2.
'ikonbilimci, ikonbilim uzmanı, Ülküsellik.
iconographie diş. 1. Resim, heykel, madalya gibi idéation diş. fels. İdeleştirme.
sanat yapıtlarını inceleyen bilim, "ikonografi, idée diş. 1. fels. Düşünce, "idea; 2. Düşün , "fikir
'ikonbilim. 2. Ünlü bir kişiyi konu alan resimler (L'idée de l'infini. L'idée de beauté). 3. Görüş
dermesi. (Les idées politiques de Rousseau). 4. Kafa (Je ne
iconographique s. ikonografiye değgin, sais pas ce qu'il a dans l'idée). 5. Kavram (Il n'a
'ikonbilimsel. aucune idée de la politesse). 6. Örnek (Je vais vous
iconolâtre ad. 'İkonatapar, dinsel resimlere, donner une idée de sa sottise). 7. Niyet, karar
ikonlara tapan, (Changerd'idée). 8. Düşünme, tasarlama (L'idée
iconolâtrie diş. 'İkonataparlık, dinsel resimlere de se retrouver dans cette chambre vide l'attristait
taparlık. horriblement). 9. Kanı (J'ai mon idée sur la
ictère er. Sarılık (hastalığı), question.As-tu une idée de l'endroit où tu iras?). 10.
ictérique s. 1. Sanlığa değgin. 2. ad. Sarılıktı Düşünce (C'est vraiment une belle idée). 11.
(hasta). Konu, tema (Il a pris cette idée chez ses
ictéridés er. ç. hayb. Amerikan sarıasmagiller. devanciers). 12. Özgünlük, özgün düşünce
ictus er. ed. 1. *Bası; vurgu temeline dayanılan (Ouvrageplein d'idées). 13. Keyif, canın istediği
koşukta sesin şiddetinde bir yükseliş diye kabul şey (Agir à son idée; je vivrai désormais à mon
edilen ve dolayısıyla tartının dayandığı vurgu. 2. idée). 14. Özet (Ilya dans ce roman une idée de
"Kriz, bunalım (Ictus apoplectique; ictus émotif). mentalité africaine. Je vais vous en donner une
idéal er. 1. Ülkü (Ilfautavoirunidéal. Il veut réaliser idée). 15. Saçma sapan düşünce (Ce ne sont que
son idéal). 2. En iyi, en iyisi (Aimer et être aimé, des idées). 16. Taslak, tasan (Il en a jeté l'idée sur le
voilà l'idéal). papier). § Association d'idées: ruhb. Çağnşım.
idéal, e s. 1. Ancak düşüncede olan, kafada Idée fixe: ruhb. Saplantı. Idée directrice, idée
tasarımlanan; 'düşüncel, 'tasanmsal (Un monde maîtresse: Ana düşünce, ana fikir. Une idée: hlk.
idéal). 2. Ülküsel. 3. Eşsiz, en iyi, çok güzel (Une Azıcık, biraz (Voulez-vous du café?-Une idée
beauté idéale. Unmariidéal. Trouver une solution seulement). Avoir des idées gaies: İyimser olmak.
idéale). Avoir des idées noires: Kötümser olmak. Avoir
idéalisateur, trice s. Ülküselleştirici, des idées larges, avoir de l'idée: Kafalı olmak, zeki
ülküselleştiren; ülküleştiren. olmak, kafası çalışmak. N'avoir pas la première
idéalisation diş. Ülküleştirme, ülküselleştirme; idée de qch: -konusunda en ufak bir bilgisi
ülküleşme, ülküselleşme; eşsizleştirme, olmamak. Etre large d'idées: Geniş görüşlü
eşsizleşme; çok güzelleştirme (Idéalisation du olmak, hoşgörülü olmak. Ne pas se faire d'idée:
personnage de Napoléon). Anlayamamak. Pouvoir donner des idées à qn,
idéaliser gçl. Ülküleştirmek, ülküselleştirmek; donner des idées à qn: -in cinsel duygulanm
eşsiz bir güzellik vermek (Peintre qui idéalise son kamçılamak, -de cinsel istekler uyandırmak.
modèle. Idéaliser la personne aimée). § Perdre le fil de ses idées: Ne söyleyeceğini
S'idéaliser: Güzelleşmek, eşsizleşmek; ülküsel şaşırmak, ipin ucunu kaçırmak. Se faire des idées:
bir nitelik kazanmak (Il s'est idéalisé dans son Düşler kurmak, olmayacak şeyler düşünmek. Se
œuvre. Le passé s'idéalise dans le souvenir). faire une idée de qch, sur qch: -konusunda bir
idéalisme er. fels. 1. 'Düşüncecilik, idealizm; kanıya varmak. Venir à l'idée à qn: -in kafasından
varlığı düşünceye indirgeyen öğretilerin genel adı geçmek, aklına gelmek (Cela ne lui viendrait
(Idéalisme dogmatique: İnakçı düşüncecilik. même pas à l'idée).
Idéalisme empirique: Görgül düşüncecilik. idéel, les. Kavramsal.
Idéalisme objectif: Nesnel düşüncecilik. Idéalisme idem bel. 1. Onun gibi, "keza (Table de sapin, 10
problématique: Belkili düşüncecilik. Idéalisme francs; idem de chêne, 15francs). 2. hlk. De, "dahi
subjectif: Öznel düşüncecilik. Idéalisme (Vous partez pour la campagne, et moi idem).
transcendantal: Deneyüstü düşüncecilik). 2. identifiables. Kimliği saptanabilir, tanınabilir (Les
Ülkücülük (Son idéalisme est constamment déçu cadavres, atrocement brûlés, n'étaient pas
par la réalité). identifiables).
idéaliste s. ve ad. 1. fels. Düşünceci, düşüncel, identification diş. 1. Kimliğini saptama, tanıma,
idealist (Une philosophie idéaliste). 2. Ülkücü (lia ayırdetme, kimlik saptaması (L'idendification
identifier 721 ignifuge

des voleurs se révéla difficile) 2. dilb. Belirleme, olmayan hastalık, bağımsız hastalık, özsayrılık.
identifier gçl. 1. Kimliğini saptamak, tanımak idiosyncrasie diş. hek. Herkesin kendi mizacına
(Identifier un cadavre). 2. Ne olduğunu anlamak göre gösterdiği tepki, kişisel tepki, özel tepki,
(Identifier des échantillons de pierres). 3. idiot, e s. ve ad. 1. Aptal, alık (Il est complètement
Identifier qch, qn avec, à: -ile özdeşleştirmek, idiot). 2. Aptalca, saçma (Raconter une histoire
özdeş kılmak, bir tutmak (On identifie idiote). § L'idiot du village: Herkesin enayisi,
Robespierre à la Révolution. Identifier ses idées zavallı, kafadan sakat. Faire l'idiot: Saçma sapan
avec celles des autres). § Identifier un nom de lieu: konuşmak, saçmalamak, aptallık etmek. C'est
Bir yerin yeni adına karşılık olan eski adım idiot de f. qch: -mek aptallıktır (C'est idiot de
bulmak. § S'identifier à, avec: -ile özdeşleşmek, refuser).
kendini -ile özdeş kılmak (L'actrice s'identifie idiotement bel. Aptalca, "akılsızca,
avec son personnage. Il s'identifie à son père). idiotie diş. 1. Aptallık, alıklık, geri zekâlılık (Idiotie
identiques. 1.Özdeş, benzer,"aynı (Les deux vases congénitale). 2. Akılsızlık, akılsızca iş yada
sont identiques. Arriver à des conclusions davranış, 3. Saçma sapan söz (Ne dites pas
identiques). 2. Identique à qch: -e benzer, -ile d'idioties). 4. Değersiz, saçma yapıt (Ne lisez pas
özdeş (Ton opinion est identique à la sienne). cette idiotie).
identiquement bel. Özdeş olarak, benzer biçimde, idiotifier gçl. Aptallaştırmak, alıklaştırmak,
"aynen. idiotisme er. dilb. (Bir dile özgü) Deyim, anlatım,
identité diş. 1. Özdeşlik, eşlik, benzerlik, "ayniyet idoine s. alay. Aranılan nitelikte, uygun, yaraşır,
(Identité de goûts, de vues, de sentiments). 2. elverişli (Voilà l'homme idoine).
Kimlik, hüviyet (La carte d'identité. Il voyage sous idolâtre s. ve ad. 1. Puta tapan, *putatapar. 2.
une fausse identité. Découvrir l'identité du Idolâtre de: mec. -e tapan, -i taparcasına seven (Il
voleur). § Pièce d'identité: Kimlik belgesi, était idolâtre de sa patrie).
idéogramme er. "tdeografi usulüyle yazılmış yazı, idolâtrer gçl. Taparcasına, çıldırasıya sevmek
düşünce yazısı, düşüncel yazı. (Idolâtrer ses enfants).
idéographie diş. Bir düşünceyi, sözcüğün seslerini idolâtrie diş. 1. Puta tapma, *putataparlık. 2.
gösteren harflerle değil, resimle yada başka Çıldırasıya sevme, aşın sevgi, tapınma (L'actrice
işaretlerle yazma usulü, 'düşünce yazısı, était pour la foule un objet d'idolâtrie).
idéologie diş. 1. Bir öğretiyi oluşturan temel idolâtrique s. Tapma gibi, tapmayı andıran
düşünceler, topluma yön veren düşünce dizgesi, (Amour, attachement idolâtrique).
"düşüngü, ideoloji. 2. Düşüncelerin doğuş ve idole diş. 1. Put (Culte des idoles). 2. Çok sevilen
gelişmesini inceleyen yöntem, düşünceler bilimi, kimse, gözbebeği. § Etre l'idole de qn: -in
'düşüngübilim. 3. hkr. Boş laflar, saçma gözbebeği olmak. Faire de qn son idole: -i
düşünceler, anlaşılmaz söz yada düşünceler, gözbebeği gibi sevmek,
idéologique s. ideolojiye değgin, ideolojiyle ilgili, idylle diş. 1. ed. İdil, konusunu kır yada çoban
'düşüngüsel (Luttes idéologiques). yaşamından alan kısa sevi şiiri. 2. Temiz sevgi
idéologue er. 1. Bütün felsefeyi ideolojiye bağlayan (Leur idylle dura cinquante ans).
kimse, 'düşüngücü, "ideolog. 2. hkr. idyllique s. 1. ed. İdile değgin. 2. Düşsel bir
Gerçekçilikten uzak düşünür, ayakları yerde güzellikte, pırıl pınl, tertemiz (Un tableau
olmayan kimse. 3. mec. "Akıl babası, "fikir idyllique, une vieillesse idyllique).
babası. if er. bitb. Porsukağacı.
ides diş. ç. Roma takviminde mart, mayıs, temmuz igame er. Genel vali, özel yetkilerle donatılmış
ve ekim aylarının onbeşinci, öbür ayların on genel müfettiş; mülkiye müfettişi,
üçüncü günleri (César fut assassiné aux ides de igloo, iglou[iglu]er. Eskimo kulübesi, buz kulübe,
mars). igname [ignam] diş. Japon patatesi, hint patatesi,
idiolecte er. Kişisel dil, bir kişinin kendine özgü ve ignare s. Çok bilisiz, zır cahil, "eçhel, kara cahil,
yalnız kendisinin bildiği bir dil kullanması, igné,e[igne]s. 1. Ateşten. 2. Ateşimsi.3.yerb. Ateş
idiomatique s. dilb. Deyimsel, etkisiyle oluşmuş (Roches ignées).
idiome er. 1. dilb. Deyim. 2. Bir topluluk yada ignifugation diş. Yanmaz kılma, yanmaz kılınma;
ulusun konuştuğu dil (L'idiome turc: Türkdili). 3. 'yanmazlaştırma, *yanmazlaşma.
Bölgesel dil (L'alsacien est un idiome ignifuge s. 1. Yanmayı, tutuşmayı önleyen;
germanique). yanmadan korur (Substance ignifuge). 2. er.
idiopathie diş. hek. Başka hiçbir hastalığın sonucu Tutuşmayı, yanmayı önleyen madde,
ignifuger 722 illumination

*yanmaönler (Un ignifuge efficace). même bureau mais s'ignoraient complètement).


ignifuger gçl. Yanmaz, tutuşmaz bir hale getirmek, iguane er. hayb. Eti yenilen büyük boy bir cins
y anmazlaştırmak. kertenkele, benekli iguana,
ignipuncture diş. hek. İğneyle dağlama, il, ils adıl. O, onlar (Il marche: O yürüyor. Ils
ignition diş. 1. Yanma, yanış. 2. (Madenlerde) travaillent: Onlar çalışıyorlar).
Isıdan kızarmıştık, île diş. 1. Ada (Habitants de l'île). 2. ç. Antiller,
ignivome s. Ateş kusan, ateş püsküren, Antil adaları (Ils viennent des îles).
ignoble s. 1. Alçak, rezil (Un ignoble individu). 2. iléon er. İnce barsağın son bölümü, iléon,
Pis, iğrenç, tiksinç (La nourriture du restaurant est iles er. ç. Kalça bölgesi (Os des iles: Kalça
ignoble. Une figure ignoble). kemikleri).
ignoblement bel. 1. Alçakça, rezilce. 2. İğrenç bir iléus [ileys] er. Barsak düğümlenmesi,
biçimde. iliaque s. Kalçaya değgin (Os iliaque, artères
ignominie diş. 1. Alçaklık (Il s'abaisse aux pires iliaques).
ignominies). 2. Namussuzluk, iğrençlik (La îlien,nés. vead. Adalı.
torture est une ignominie qui déshonore ceux qui illégal, es. Yasaya aykırı, yasasız, yasadışı (Exercice
s'en rendent coupables). 3. Yüzkarası, alçakça illégal d'une profession).
davranış (Se couvrir d'ignominies). illégalement bel. Yasasız olarak, yasasızca, y asalara
ignominieusement bel. Alçakça, rezilce, utançlara aykırı olarak, yasadışı,
bulanarak (Mourir ignominieusement). illégalité diş. 1. Yasaya aykırılık, yasasızlık. 2.
ignominieux, euse s. Alçaltıcı, aşağılaştıran, yüz Yasasız davranış, 'yasadışılık.
kızartıcı, utanılacak (Subir une condamnation illégitime s. 1. Yolsuz, töreye aykırı, "gayri meşru.
ignominieuse). 2. Yasaya aykırı, yasadışı (Acte illégitime). 3.
ignorance diş. 1. Bilisizlik, bilgisizlik, "cahillik (Ilest Haksız, yerinde olmayan, yersiz (Une prétention
d'une ignorance complète). 2. Bilmezlik, illégitime) . § Enfant illégitime: Evlilik dışı doğmuş
tanımazlık (L'ignorance du danger passe pour du çocuk, gayri meşru çocuk,
courage). § Etre d'une ignorance crasse: Kara illégitimement bel. Yolsuz olarak, yasaya aykırı
bilisiz olmak. Etre dans l'ignorance de qch: -i olarak; haksız olarak; "gayrimeşru yoldan,
bilmemek, tanımamak; -den haberi olmamak (Je yasadışı yoldan,
suis dans l'ignorance de l'endroit où il passe ses illégitimité diş. Yolsuzluk, töreye aykırılık, yasaya
vacances. Je suis dans l'ignorance de ses projets). aykırılık, yasadışılık, gayrı meşruluk,
Tenir qn dans l'ignorance de qch: Birini -den illettré, e s. ve ad. Okumamış, okuma yazma
haberli kılmamak (Il nous tient dans l'ignorance görmemiş, okuması yazması olmayan (Il est
de ses plans). illettré).
ignorant, e s. ve ad. Bilisiz, bilgisiz, "cahil (Il est illicite s. 1. Yasak (Il use des moyens illicites). 2.
ignorant en histoire). § Etre ignorant de qch: -i Haksız (Profits illicites).
bilmemek, -den habersiz olmak (Etre ignorant des illicitement bel. Haksız olarak; yasak yoldan,
usages, des événements). Faire l'ignorant: illico bel. Hemen, derhal (Il se mit illico au travail.
Bilmezlikten gelmek, bilmezlenmek, Partir illico).
ignorantisme er. Öğretimi, bilgiyi dokuncalı sayan illimité, es. 1. Sınırsız, çok büyük (Pouvoir illimité,
anlayış, bilgisizlikten yana olma, *bilisizcilik. ressources illimitées). 2. Sınırı saptanmamış, sımn
İgnorantissime s. tkz. Pek bilisiz, elifi görse mertek pek belli olmayan (Pour une durée illimitée).
sanır. illisibilité diş. Okunmazlık, okunamazhk
ignoré, e s Bilinmeyen, "meçhul (Evénements (Illisibilité d'une écriture).
ignorés). illisible s. 1. Okunmaz, okunamaz (Ecriture,
ignorer gçl. 1. Bilmemek (Il ignore les difficultés de signature illisible). 2. Okunmaya değmez,
la vie). 2. Tanımamak (Le public ignore cet okumaya dayanılmaz (Un livre illisible).
auteur). 3. Görüp geçirmemiş olmak, başından illisiblement bel. Okunmaz şekilde,
geçmemiş olmak (Ignorer les maux, la trahison). illogique s. Mantıksız, mantıkdışı (Raisonnement,
4. Ignorer f. qch: -diğini bilmemek (Il ignorait conduite illogique).
vous avoirfait tant depeine). ŞS'ignorer: 1. Kendi illogiquement bel. Mantıksızca,
bilincinde olmamak, kendi kendisinin ne illogisme er. 1. Mantıksızlık. 2. Mantıksızca
olduğunu bilmemek (Un homme qui s'ignore). 2. davranış yada söz (C'est un illogisme flagrant).
Birbirini tanımazlıktan gelmek (Ils étaient dans le illumination diş. 1. Işıklandırma, aydınlatma
illuminé 723 imaginable

(Illumination d'un monument). 2. Işık kişi (Une des illustrations contemporaines de la


donanması, ışıklarla donatma (Les illuminations littérature). 4. Açıklama, aydınlatma (Illustration
du 14 Juillet). 3. mec.İçe doğuş, içe doğma,esin d'une analyse par des exemples concrets ).
"ilham (Une illumination subite lui fit trouver la illustres. Ünlü, ün salmış (Une famille illustre. Vies
solution). 4. mec. Tanrısal esin, "ilhamı ilâhi, des hommes illustres).
illuminé, e s. 1. Işıklandırılmış, aydınlatılmış, illustré, e s. 1. Resimli, resimlendirilmiş (Un livre
ışıklarla donanmış (Un vitrail illuminé. Paquebot illustré). 2. er. Resimli dergi,
tout illuminé). 2. mec. s. vead. Tanrıdan esin alan, illustrer gçl. 1. Ünlü kılmak, ünlendirmek, üne
tanrısal esinli, "meczup. 3. mec. hkr. Düşler kavuşturmak (Illustrer son pays par une grande
içinde yüzen, düşçü. invention. Ce roman l'a illustré). 2. Açıklamak
illuminer gçl. 1. Aydınlatmak, ışıklandırmak (Illustrer la définition d'un mot par des citations).
(Illuminer un monument). 2. (Bayram vb. 3. Resimlemek (Illustrer un livre). 4. Illustrer qch
dolayısıyla) Işıklarla donatmak (Illuminer une de qch: -ile süslemek, doldurmak (Illustrer un
rue, une ville). 3. mec. Parlatmak, ışıtmak discours de citations. Illustrer un livre de
aydınlatmak (Un éclair de joie illuminait sa face). gravures). § S'illustrer: Ünlü olmak, ünlenmek,
4.mec. Kafaya, ruhaışık vermek. § S'illuminer: 1. ün kazanmak, ün salmak, parlamak (Il s'est
Aydınlanmak, ışımak, parlamak. 2. S'illuminer illustré dans le roman. S'illustrer par une victoire
de qch: -den parlamak, ışımak, ışıldamak (Ses éclatante).
regards s'illuminaient de joie). illustrissime s. eski. alay. Çok ünlü, pek ünlü
illuminisme er. fels. Işıkçılık, bireysel sezgiyle (Yüksek kişiler için ünvan olarak kullanılır),
tanrısal'gerçekliği kavramaya dayanan dinsel- îlot er. 1. Adacık, küçük ada (Un îlot rocheux). 2.
gizemsel öğretilerin genel adı. Çevresi yollarla sınırlanmış evler topluluğu, ada
illusion diş. 1. ruhb. Yanılsama, yanılma (Les (Des îlots de vieilles maisons).3. mec. Küçük
illusions des sens. Illusions visuelles, tactiles). 2. topluluk, küme, kümecik (Des îlots de résistance).
Kuruntu, düş (Les illusions de la jeunesse). 3. ilote ad. 1. (Eski Ispartalılarda) Demirbaş köle. 2.
Gözbağcılık, hokkabazlık (Les illusions des mec. Sefil adam, yoksulluk ve bilisizlik içinde
prestidigitateurs). § Avoir des illusions, se faire des yüzen kişi.
illusions: Kuruntuya kapılmak, boş hayaller
ilotisme er. 1. (Eski Ispartalılarda) Demirbaş
ardında koşmak. Donner l'illusion de qch:
kölelik. 2. Sefillik,
-izlenimi bırakmak, gibi görünmek, andırmak
ils adıl. Onlar (Ils mangent bien).
(La vallée donnait l'illusion d'un paradis).
image diş. 1. Resim, tasvir, suret (Une image fidèle
Dissiper les illusions de qn: -in gözünün önündeki
d'Atatürk. L'enfantregardelesimagesdulivre). 2.
perdeyi kaldırmak, ayağını suya erdirmek. Faire
(Hıristiyanlarda) Dinsel resim, ikon (Culte des
illusion: Yanıltmak, yanılgıya düşürmek,
images). 3. Anı, izlenim (Conserver l'image d'un
aldatmak (Ses titres font illusion, il n'est pas si
être, d'un paysage. Les images du passé
savant). Faire illusion à qn: -i yanıltmak, -e
s'effacent). 4. ed. İmge, benzetme, eğretileme
olduğundan başka türlü görünmek,
(Ecrivain qui s'exprime par des images). S. fiz.
illusionner gçl. Yanılsamaya uğratmak; yanıltmak
Görüntü, "hayal (Image visuelle. Chasser une
(Il cherche à nous illusionner sur le sort qui nous
image de son esprit). 6. mec. Görünüm, genel
attend). § S'illusionner: 1. Kuruntuya kapılmak.
görünüş, "tablo, manzara (Donner une image
2. S'illusionner sur: -konusunda aldanmak,
fidèle de la situation) § Image réelle: Gerçek
yanılgıya düşmek (Ils 'illusionne sur ses capacités.
görüntü. Image virtuelle: Görünen-görüntü . 7.
Je me suis illusionné sur cet homme).
fels. İmge, "hayal,
illusionnisme er. 1. Kuruntuculuk. 2. Gözbağcılık,
imagé, e s. ed. İmgelerle dolu, renkli (Style imagé,
"hokkabazlık, langage imagé).
illusionniste ad. Gözbağcı, "hokkabaz, imager gçl. İmgelerle doldurmak, imgelendirmek,
illusoire s. Aldatıcı, kandırıcı, boş (Des promesses renklendirmek (Imager son style).
illusoires. Il est illusoire d'espérer le succès). imagerie diş. Resim basıp satma, resimcilik, resim
illustrateur er. Kitap resimleyicisi; kitap, gazete ticareti.
ressamı. imagier er. 1. (Ortaçağda) Ressam; 'yontucu,
illustration diş. 1. Kitap resmi; kitap resimleme *yonutçu,"heykeltıraş. 2. Süslemeci, "teshipçi.
(Illustrations d'un dictionnaire). 2. Ün kazanma, imagier, ères. Resimlere, suretlere değgin,
ün kazandırma; ünlenme, ünlendirme. 3. Ünlü imaginable s. Düşünülebilen, tasarlanabilen, usa
imaginaire 724 imitateur

gelebilecek olan (Toutes les possibilités déplore son imbécillité). 2. Aptalca söz yada
imaginables. Cela n'était pas imaginable davranış, saçmalık (Dire des imbécillités, faire une
autrefois). imbécillité). 3. (Eski) Güçsüzlük, cılızlık,
imaginaire s. 1. Kafadan yaratılan, efsane yada imberbe s. 1. Henüz sakalı çıkmamış, tüysüz (Un
masallarda var olan (Romancier qui crée un garçon imberbe). 2. mec. (Hafifsemeyle) Toy,
personnage imaginaire. Animaux imaginaires). 2. ağzı süt kokan,
Kuruntudan doğan, kuruntuluk (Une maladie imbiber gçl. 1. Islatmak, sıvı emdirmek (Imbiber
imaginaire). 3. Düşsel, gerçekdışı (Vivre dans un une compresse). 2. Imbiber qch de qch: Birşeyi -e
monde imaginaire). 4. mat. Sanal (Nombre batırmak, ile ıslatmak; birşeye... emdirmek,
imaginaire: Sanal sayı). 5. er. Düşsel, düşsellik (Il içirmek (Imbiber une éponge d'eau, une étoffe de
est plus sensible à l'imaginaire qu'au réel). vapeur, un tampon d'éther). § S'imbiber: 1.
imaginatif, ive s. ve ad. İmgeleme yetisi güçlü; Emilmek, sızmak, içine girmek (La teinture
imgelemeci, düşçü (Il est un vrai imaginatif . Elle s'imbibe dans la laine). 2. S'imbiber de qch: -i ile
est très imaginative et embellit la réalité). ıslanmak -i emmek, içine çekmek (La terre
imagination diş. 1. İmgelem, imgeleme yetisi, s'imbibe d'eau). 3. tkz. Çok içmek, küpüne
"muhayyile (Avoir de l'imagination: İmgeleme dalmak (S'imbiber de vin).
gücü olmak. Manquer d'imagination: imgeleme imhibitiondiş. Islatma, ıslanma;emdirme,emilme;
gücünden y oksun olmak). 2. Bellek-, kafa (Vision emme.
qui reste dans l'imagination ). 3. Düş, boş düşünce, imbrication diş. Üst üste bindirme, biniştirme; üst
ham hayal (Il fut victime de ses imaginations). 4. üste yığılma, binişme (L'imbrication des
Kuruntu (Sa peur n'est qu'une pure imagination). souvenirs).
imaginé, e s. Uyduruk, kafadan uydurulmuş, imbriqué,e s. 1. Bahk pulları gibi üst üste binmiş,
gerçekdışı (Une histoire imaginée). binişik (Des tuiles imbriquées, plumes
imaginer gçl. 1. Tasarlamak, düşünmek (Imaginez imbriquées). 2. İç içe girmiş, sıkı sıkıya bağlı (Les
la vie que nous pourrions mener avec une telle deux affaires sont si étroitement imbriquées qu'il
fortune). 2. Sanmak, tutmak, "farzetmek est impossible de les dissocier).
(Imaginons un moment qu'il finisse par céder). 3. imbriquer gçl. Kiremit yada bahk pulları gibi üst
fels. İmgelemek, "hayal etmek. 4. Uydurmak, üste bindirmek, biniştirmek. § S'imbriquer: 1.
yaratmak, bulmak (Qu'est-ce qu'il a pu encore Üst üste binmek, binişmek. 2. S'imbriquer dans
imaginer pour taquiner sa soeur?). S. Imaginer de qch: -in içine girmek, katılmak, eklenmek (Des
f. qch: -meyi düşünmek, tasarlamak, kafasında questions économiques sont venues s'imbriquer
kurmak (Il imagine d'acheter une maison). § dans les discussions politiques).
S'imaginer: 1. Sanmak (Il s'imagine qu'il est imbroglio er. 1. Karmakarışık iş, karmakarışık
supérieur à toi). 2. Kendini... sanmak, olarak durum (Démêler un imbroglio). 2. Karışıklık
düşünmek (Il s'imagine à quarante ans). 3. (L'imbroglio politique né des élections). 3.
S'imaginer qch: -i düşünmek, kafasında Düğüm, açmaz, içinden çıkılması güç durum
canlandırmak, tasarlamak (Imagine-toi une (L'intrigue aboutit à un imbroglio que l'auteur
grande maison auborddela mer. Jeme l'imaginais résout brillamment).
autrement). 4. S'imaginer f. qch: -diğini sanmak, imbu, e s. 1. İçine işlemiş, dolmuş, dolu. 2. Etre
kendini -miş olarak görmek (Il s'imagine avoir imbu de qch: a)... içi ne işlemiş olmak (Etre imbu
sauvé le pays).i S'imaginer avoir inventé la d'un sentiment, d'une idée), b)-ile dolu olmak, -1er
poudre: Küçük dağları ben yarattım demek, içinde yüzmek (Il est imbu de préjugés). § Etre
imam, iman er. Ar. İmam. imbu de soi-même: Kendini herkesten üstün
imamat, imanat er. Ar. İmamlık, görmek, kendinden başka kimseyi beğenmemek,
imbattable s. Yenilmez, alt edilmez; aşılamaz imbuvable s. 1. İçilmez (Ce vin est imbuvable). 2.
(Champion, record imbattable). tkz. Çekilmez, dayanılmaz (Cet homme-là est
imbécile s. ve ad. 1. Budala, aptal, avanak (Il faut imbuvable).
être imbécile pour ne pas comprendre cela). 2. imitable s. Benzetlenebilir, "taklit edilebilir (Une
Aptalca, saçma (Des questions imbéciles). 3. signature imitable).
(Eski) Güçsüz, cılız (L'homme, imbécile ver de imitateur, trice s. ve ad. Öykünmeci, öykünen;
terre). yansılayıcı, "taklitçi (Les imitateurs d'un grand
imbécilement bel. Budalaca, aptalca, avanakça, artiste. L'enfant humain est beaucoup plus
imbécillité diş. 1. Budalalık, aptallık, avanaklık (Je imitateur que l'enfant singe).
imitatif 725 immersion

imitatif, ives. Öykünmeli, yansımalı, "taklidi (Mots voiture).


imitatifs). § Harmonie imitative: ed. Benzetmeli immatriculer gç/. Kütüğe geçirmek, *kütüklemek,
uyum. "kaydetmek (Immatriculer un huissier). § Se faire
imitation^. 1. Öykünme, yansılama, "taklit (Ilale immatriculer à qch: -e kaydolmak, kendini
don d'imıYariort).2.Benzetleme,benzerini yapma, yazdırmak (Etudiant qui se fait immatriculer à la
taklit etme (Imitation d'une signature). 3. faculté de médecine).
Başkasına benzer kılınan şey, benzetme, taklit immature s. 1. Olgunlaşmamış, olgunluğa
(Ce roman est une pâle imitation de ceux de erişmemiş.2. ruhb. Gelişmemiş, toy.
Balzac). § A l'imitation de: -gibi, -e bakarak, -e immaturité diş. Olgunlaşma eksikliği,
özenerek, öykünerek (A l'imitation de ses amies, olgunlaşmamıştık ; gelişmemişlik.
elle porte une nouvelle coiffure). immédiat, e s. 1. Apansız, ani (Danger immédiat.
imiter gçl. 1. -e öykünmek, -i örnek edinmek Rappel immédiat de réservistes). 2. Dolaysız,
(L'enfant imite son père. Elève qui imite le araçsız, doğrudan doğruya (Cause immédiate). 3.
professeur). 2. -i yansılamak, -in taklidini yapmak er. Şu an, şimdi. § Dans l'immédiat: Şimdilik, şu
(Le singe imitait les gestes du spectateur). 3. anda (Rien ne presse dans l'immédiat).
Benzerini yapmak, benzetlemek, "taklit etmek immédiatement bel 1. Dolaysız olarak, doğrudan
(Imiter la signature de sa mère. Imiter un billet de doğruya, aracısız olarak (Substance qui émane
banque. Imiter le cri d'un animal). 4. -gibi immédiatement d'un principe). 2. Derhal, hemen
görünmek, -izlenimini, etkisini bırakmak (Le (Sortez immédiatement).
cuivre doré imite l'or. Une pierre qui imite le immédiateté dij. Dolaysızlık, doğrudan-doğruyalık
rubis). (L'immédiateté du lien qui unissait la cause et la
immaculé, e s. Lekesiz, tertemiz (Une nappe d'une conséquence).
blancheur immaculée. Neige immaculée). § Un immémorial, e s. Çok eski (Usage immémorial,
ciel immaculé: Bulutsuz, pırıl pırıl bir gök. coutume immémoriale). § De temps immémorial,
Immaculée conception: 1. Meryem ana. 2. aux temps immémoriaux: Çok eskiden, çok eski
Meryem ananın günahsız gebeliği. La Vierge zamanlarda.
immaculée: Meryem ana. immenses. 1. Sınırsız, sonsuz, uçsuz bucaksız (La
immanence diş. "İçkinlik, bir şeyde kendiliğinden mer immense, espace immense). 2. Çok büyük
var olma (Principe d'immanence). (Une immense fortune, une immense influence).
immanent, e s. Bir şeyde kendiliğinden var olan, immensément bel. Sonsuzca, sınırsızca, çok (Il est
'içkin, "mündemiç, immensément riche).
immangeable s. Yenmez, yenecek gibi olmayan immensité 1. Sonsuz büyüklük (L'immensité de
(Un plat immangeable). Dieu, de la nature). 2. Çokluk, sınırsızlık
immanquables. 1. Kaçınılmaz, zorunlu. 2. Şaşmaz (L'immensité de ses richesses).
(Ceprocédé est immanquable). immensurables. Ölçülemez, ölçülemeyecek kadar
immanquablement bel. Kaçuulmaz olarak, ne büyük,sonsuz,
olursa olsun, "mutlaka (Cela arrivera immergé, e s. 1. Suya batmış, su altında kalmış
immanquablement). (Parties immergées d'un navire). 2. Sualtı, su
immarcescible s. Solmaz, tazeliği geçmez (La altında yetişen (Plantes immergées). 3. gökb.
jeunesse immarcescible). Gölgeye girmiş, başka bir gökcisminin gölgesinde
immariable s. Evlenilmez, evlenilmeye değmez kalmış (Planète immergée).
( Une jeune fille immariable). immerger gçl. 1. Denize salmak (Immerger le corps
immatérialisme er. fels. "Özdeksizcilik, d'un matelot mort en mer) 2. Immerger qch dans:-e
"lâmaddiyye. banmak, bandırmak (Immerger des caissons dans
immatérialiste ad. fels. 'Özdeksizci. la mer). § S'immerger: Denize dalmak, suyun
immatérialité^. "Ozdeksizlik (L'immatérialitéde altına geçmek (Un sous-marin qui s'immerge).
l'âme). immérité, e s. Hakedilmemiş, haksız; haksız yere
mmatériel, les. 1. Özdeksel olmayan, özdeksiz. 2. yapdmış (Honneurs immérités, reproches
mec. Özdekten oluşmamış gibi, çok hafif, tüy gibi immérités).
(D'une minceur immatérielle). immersion diş. 1. Suya, sıvıya batırma; banma. 2.
mmatriculation diş. Kütüğe geçirme, *kütükleme, Suya dalma (Immersion d'un sous-marin). 3.
kayıt (Carte d'immatriculation à la Sécurité coğr. Suya batma. 4. gökb. Gölgeye girme, bir
sociale. Numéro d'immatriculation d'une gökcisminin başka bir gökcisminin gölgesine
Immettable 726 immoral

girmesi; tutulma, olduğu yerde tutmak (Immobiliser un véhicule).


immettable s. Giyilemez, giyilecek durumda 4. Kımıldamaz duruma getirmek,
olmayan (Veste immettable). devinimsizleştirmek (Immobiliser une jambe
immeuble s. 1. Taşınmaz, "gayrimenkul (Biens cassée). § S'immobiliser: 1. Durmak, olduğu yere
immeubles). 2. er. Taşınmaz mal, "gayrimenkul çakılıp kalmak. 2. Kımıldamaz duruma gelmek,
(Patrimoine composé de meubles et de vinimsizleşmek.
d'immeubles). 3. er. Yapı, ev, "bina (Un immobilisme er. Durağancılık, değişim istemezlik,
immeuble de dix étages). § Immeubles par tutuculuk (L'immobilismegouvernemental).
destination: Demirbaş eşya. Immeuble de immobiliste s. ve ad. Durağancı, değişimistemez,
rapport: Gelir getiren mülk, *akar. tutucu.
immigrant, e s. 1. Göç eden, göçer. 2. ad. Göçmen immobilité 1. Kımıldamazlık, devinimsizlik (La
(Des services d'accueil ont été installés pour maladie l'a condamné à une immobilité absolue au
recevoir les immigrants). lit. 2. Durağanlık, değişmezlik (L'immobilité
immigration diş. (Dışardan) Göç (L'immigration politique est impossible).
étrangère en France). immodération diş. Ihmsızlık, ölçüsüzlük, aşırılık,
immigré, e s. ve ad. Dışardan gelip yerleşmiş, "itidalsizlik.
göçmen (Les travailleurs immigrés. Un immigré). immodéré, e s. Ilımsız, ölçüsüz, aşırı, "itidalsiz
immigrer gsz. (Bir yere dışardan) Göç etmek (Les (Désirs immodérés).
Irlandais immigrent aux Etats-Unis). immodérément bel. Ilımsızca, ölçüsüzce, aşırı
imminence diş. Pek yakın olma, eli kulağında olma olarak, itidalsizce (Boire, manger
(L'imminence d'une crise). immodérément).
imminent, e s. Pek yakında olacak olan, pek yakın, immodeste s. 1. (Eskiden) Utanmaz, sıkılmaz (Il
eli kulağında (Danger imminent, crise agit d'une manière immodeste). 2.
imminente). Alçakgönüllülükten uzak, büyüklenen, nobran,
immiscer gçl. Immiscer qn dans: -e karıştırmak (Il immodestie diş. 1. (Eski) Utanmazlık, sıkılmazlık.
immisce tout le monde dans ses affaires). § 2. Büyüklenme, nobranlık,
S'immiscer dans: 1. -e karışmak, burnunu immolation diş. 1. Kurban etme (Immolation des
sokmak (Ne t'immisce pas dans les choses qui ne te hosties). 2. Öldürme, kılıçtan geçirme
regardent pas. S'immiscer dans les affaires (Immolation des hommes sur le champ de
d'autrui). 2. -e el koymak (S'immiscer dans une bataille). 3. Fedakârlık, "özveri (Le mariage est la
succession: Bir kalıta el koymak). plus sotte des immolations sociales).
immixtion diş. 1. Kanşma, burnunu sokma, immoler gçl. 1. Kurbanetmek (Immoler une victime
"müdahale(Immixtion dans les affaires intérieures sur l'autel. Les Gaulois immolaient des hommes).
d'un pays). 2. El koyma (Immixtion dans une 2. Öldürmek, kılıçtan geçirmek (Immoler les
succession). innocents et les coupables). 3. Vermek, feda
immobile s. 1. Kımıltısız, kıpırtısız, dingin, etmek (Ilatoutimmolépoursapatrie). 4. Immoler
devinimsiz (Mer immobile, eau immobile). 2. qn: mec. Birini harcamak, beş paralık etmek. 5.
Olduğu yerde duran, devinimsiz, kımıldamaz Immoler qn, qch à qch: Birini, bir şeyi -e feda
(Rester immobile; immobile comme une statue). 3. etmek, -için harcamak (Immoler sa famille à son
mec. Donmuş, değişmez (Dogmes immobiles). égo'isme. Immoler son amour à son devoir). §
immobilier, ère s. 1. Taşınmaz, "gayrimenkul S'immoler: 1. Kendini feda etmek. 2. S'immolera
(Biens immobiliers). 2. Taşınmaz mallarla ilgili qch: Kendini.. .uğrunda feda etmek, canını... için
(Vente, saisie immobilière). 3. er. Taşınmaz mal, vermek (S'immoler à la libération de son pays).
"gayrimenkul, immondes. 1. Pis, berbat (Un cachot immonde). 2.
immobilisation diş. 1. hek. Taşınmaz mal niteliği mec. İğrenç, tiksinç (Des conversations
verme, taşınmazlaştırma, "gayrimenkulleştirme. immondes). 3. Utanmaz, açık saçık; arlanmaz §
2. Kımıldamaz hale getirme, devinimsizleştirme L'esprit immonde: Şeytan,
(Immobilisation d'un bras blessé). 3. ç. (Ticaret) immondice diş. 1. Pis şey. 2. ç. Pislik, çirkef,
Sabit değerler (Le réévalution des çöplüğe atdan şeyler, çöp (Un tas d'immondices.
immobilisations). Enlèvement des immondices).
immobiliser gçl. 1. huk. Taşınmazlaştırmak, immoral, e s. Aktöreye aykırı, töredışı,*törelsiz,
"gayrimenkulleştirmek. 2. Dondurmak töretanımaz, ahlâksız (Un ouvrage immoral,
(Immobiliser des capitaux). 3. Durdurmak, doctrines immorales).
Immoralement 727 impassibilité

immoralement ebl Törelsizce. Aktöreye aykırı immunologie diş. hek. »Bağışıklıkbilim, imünoloji.
olarak, "ahlâka aykırı, immunologique s. »Bağışıklıkbilimsel,
immoralisme er. fels. "Törelsizcilik, bağışıklıkbilime değgin,
töretanımazlık, "gayriahlâkiyye. immutabilité diş. Değişmezlik,
immoralité diş. Töredışılık, »töresizlik, impact er. 1. Çarpma, çarpışma. 2. mec. Etki,
"ahlâksızlık, patlama, duyulma (L'impact de la nouvelle a été
immoralistes, ve ad. "Törelsizci; »töretanımaz, terrible). § Point d'impact: Çarpma noktası,
immortaliser gçl. Ölümsüzleştirmek, ölümsüz merminin değdiği yer, kurşun izi (On a relevé
kılmak (Cette œuvre immortalisera son nom). § plusieurs points d'impact sur la carrosserie de
S'immortaliser: Ölümsüzleşmek, ölümsüzlüğe l'automobile).
ermek. impair, es. 1. Tek, çift olmayan (Nombres impairs).
immortalité diş. Ölümsüzlük (Immortalité de 2. er. Tek. 3. er. rtz.Beceriksizlik, pot,gaf. § Faire
l'âme). un impair: tkz. Gaf yapmak, pot kırmak, çam
immortel, le s. 1. Ölümsüz (Séjour des dieux devirmek. Jouer à pair ou impair: Tek mi çift mi
immortels, l'âme immortelle). 2. Uzun süren, oynamak.
bitmeyen, bitip tükenmeyen (Un monument impala er. hayb. (Güney ve batı Afrika'da yaşayan)
immortel, un amour immortel). 3. er. tkz. Fransız Antilop, karaca,
Akademisi üyesi. 4. ç. Paganizm tanrıları, impalpable s. 1. Elle tutulamayan, ele gelmeyen
immortelle diş. Çok dayanan kimi bitkilere ve (Ombres impalpables). 2. Çok ince, pek ince
bunların çiçeklerine verilen ad, her dem taze; (Poussière impalpable).
"ölümsüzot, ölmezotu. impaludation diş. 1. Sıtma aşısı yapma. 2.
immotivé, es. 1. Bir nedene dayanmayan, bir amaç (Sivrisinek) Sıtma mikrobu aşılama,
gütmeyen, nedensiz; gerekçesiz (Action impaludé, e s. Sıtmalı (Région impaludée).
immotivée). 2. Haksız, yersiz (Réclamations imparable s. Durdurulması olanaksız, önlenmesi
immotivées). olanaksız (Un coup imparable).
immuabillté diş. Değişmezlik, impardonnables. Bağışlanmaz, "affedilmez (Faute
immuable s. I. Değişmez (Les lois immuables de la impardonnable).
nature). 2. Sürekli, sürüp giden, değişmeyen imparfait er. dilb. Hikâye birleşik zamanı,
(Bonheur, passion immuable). imparfait, es. 1. Tamamlanmamış, bitmemiş, eksik
immuablement bel. Sürekli olarak (Ciel (Une oeuvre imparfaite). 2. Kusurlu, eksikleri
immuablement gris). olan (L'homme est imparfait).
immunisant, e s. Bağışıklık veren, bağışıklık imparfaitement bel. Eksik, yalan yanlış, yarım
kazandıran (Sérum immunisant). yamalak.
immunisation diş. Bağışıklık verme; bağışıklık imparidigités. ve er. Parmakları tek sayılı olan.
kazanma. imparité diş. Teklik, tek sayılı olma.
immuniser gçl. I. Bağışıklık vermek (Immuniser impartageables. Bölünmez, bölünemez,
par le vaccin). 2. Immuniser qn, qch contre: a) -e impartial, es. Yansız, "tarafsız, yan tutmayan (Juge
karşı bağışıklık kazandırmak (La vaccination impartial).
immunise l'organisme contre la variole), b) -e, impartialement bel Yan tutmadan, yansızca,
karşı koru mak, güvence altına almak, -den uzak yansızlıkla, hiçbir yanı kayırmaksızın, "tarafsızca
tutmak (Cet échec l'a immunisé contre le désir de (Agir impartialement).
renouveler une telle demande). 3. Etre immunisé impartialité diş. Yansızlık, yan-tutmazlık,
contre qch: a) -e karşı bağışıklığı olmak, b) -den tarafsızlık (Impartialité de l'historien).
ağzı yanmış olmak, -e tövbeli olmak (Je suis impartir gçl. 1. Vermek, bağışlamak. 2. Impartir
immunisé contre la tentation de venir en aide à cet qch à qn: Birine ...vermek (On lui a imparti un
ingrat). nouveau délai pour payer ses impôts).
immunitaires. Bağışıklıklara değgin (Les réactions impasse diş. 1. Çıkmaz yol, çıkmaz sokak, çıkmaz
immunitaires de l'organisme). (Aufondd'une impasse). 2. mec. İçinden çıkılmaz
immunité diş. 1. Bağışıklık (Le vaccin confère durum, açmaz (Impasse budgétaire. Comment
l'immunité). 2. Dokunulmazlık (Immunité sortir de cette impasse?). § Etre dans une impasse:
parlementaire, immunité diplomatique). mec. Çıkmazda olmak, içinden çıkılmaz bir
immunogène s. Bağışıklık yaratan (Qualité durum içinde bulunmak,
immunogène des antigènes). impassibilité diş. 1. Soğukkanlılık, "telâşsızlık
impassible 728 imperceptible

(Impassibilité d'un diplomate). 2. Acıya impeccable).


aldırmazlık, katlamrkk (Impassibilité d'un impeccablement bel. Eksiksiz, kusursuz bir biçimde
stoïcien). 3. Üzüntüsüzlük, kaygısızlık, tasasızlık, (S'habiller, se conduire impeccablement).
duygusuzluk, impécunieux, euse s. (Eski) Parasız, parası pulu
impassible s. 1. Soğukkanlı, telâşsız. 2. Acıya olmayan.
aldırmaz, katlanır. 3. Üzüntüsüz, kendini impécuniosité diş. (Eski) Parasızlık, parasız
üzüntüye kaptırmaz, kaygısız, tasasız, duygusuz. pulsuzluk.
§ Rester impassible devant qch: -karşısında impédance (Sinema, televizyon) İçdirenç.
soğukkanlılığım yitirmemek, direngen kalmak impedimenta [èpediméta] er. ç. Lat. 1. Ordunun
(Rester impassible devant la mort). yürüyüşünü geciktiren ağırlıklar. 2. mec. Engel,
impassiblement bel. Soğukkanlılıkla, telâşsızca, köstek, ayakbağı.
impatiemment bel. Sabırsızlıkla (Je t'attendais impénétrabilité^. I. fiz. tki cismin aynı zamanda
impatiemment). aynı uzay parçası içinde bulunamazhğı,
impatience diş. 1. Sabırsızlık (L'impatience de la "sokuşmazlık. 2. tçine girilmezlik
jeunesse). 2. ç. tkz. (Eski) Karıncalanma (Avoir (Impénétrabilité d'une forêt vierge). 3. mec. Akıl
des impatiences dans la jambe). § Brûler, griller sır ermezlik, "nüfuz edilemezlik,
d'impatience: Sabırsızlıktan ölmek, çok impénétrable s. 1. tçine girilmez, içinden geçilmez
sabırsızlanmak. Etre dans l'impatience de f. qch: (Forêt impénétrable). 2. Akıl sır ermez, us almaz,
-menin sabırsızlığı içinde olmak (Je suis dans anlaşılmaz, "nüfuz edilemez (Mystère
l'impatience de te voir). impénétrable). 3. mec. İçine kapalı, duygu ve
impatient, e s. 1. Sabırsız (Il est très impatient). 2. düşünceleri an\aşı[maz(Personnage impénétrable)
Sabırsızca (Une attente impatiente). 3. Impatient impénitence diş. 1. Günahtan korkmazlık, günahta
de f. qch: -mekte, -mek için sabırsız; -meyi çok direnme, tövbesizlik, tövbe etmeme. 2. mec. Bir
isteyen (Elle est impatiente de vous revoir). düşünce yada yanlışta direnme. § Mourir dans
impatiente diş. Kınaçiçeğinin bir başka adı. l'impénitence finale: Ölürken bile tövbe
impatienter gçl. Sabrını tüketmek, sabrını getirmemek, son soluğuna dek günahta
taşırmak, sinirlendirmek (Impatienter son direnmek.
auditoire. Sa lenteur m'impatiente). § impénitent, e s. 1. Günahtan korkmaz, günahta
S'impatienter: 1. Sabırsızlanmak, sabrı taşmak, direnen, tövbe tanımayan. 2. Düşüncesinde yada
sabrı tükenmek. 2. S'impatienter contre qn: -e bir yanlışta direnen, tövbe tanımaz, yola gelmez
kızmak, sinirlenmek. 3. S'impatienter de qch: -e (Un buveur impénitent).
kızmak, bozulmak, sinirlenmek (Je m'impatiente impensable s. Düşünülemez, akıl almaz; usa
de tant de grandes poses). 4. S'impatienter de f. gelmez, usun kıyısından bile geçmez (C'est
qch: -mekte sabırsızlanmak, -meye can atmak (Je impensable).
m'impatiente de rentrer dans mon pays). impense diş. huk. Bakım ve onarım gideri
impatronisergç/. 1. Patron yapmak, başa getirmek, (Impenses nécessaires).
kâhya kılmak. 2. mec. Zorla benimsetmek, kabul impératif er. dilb. Emir, kipi, "buyrum kipi.
ettirmek (Impatroniser un système). § impératif, ive s. 1. Buyururcasına, üst perdeden
S'impatroniser: 1. Kâhya kesilmek, mal sahibi (Parler sur un ton impératif). 2. Buyurucu,
gibi yerleşmek (S'impatroniser dans une riche zorlayıcı (Loi, disposition impérative). 3. dilb.
maison). 2. mec. Kendini kabul ettirmek, Emir kipine değgin (Forme impérative d'un
impavides. Korkusuz, yürekli, gözüpek (Impavide verbe). 4. er. dilb. Buyurum kipi, emir kipi. 5. er.
devant le danger). Zorunluluk; zorlama; gerek, icap (Lesimpératifs
impayable s. 1. Paha biçilmez. 2. mec. Pek hoş, de la mode).
eşsiz, pek eğlendirici (Une aventure impayable. impérativement bel 1. Buyururcasına, yüksek
Cet homme est impayable quand il raconte ses perdeden. 2. Zorlayarak, zorunlu olarak (La
histoires de chasse). solution commande impérativement des mesures
impayé, e s. Ödenmemiş (Salaire impayé). exceptionnelles).
impeccabilité<% 1. Günahsızlık, günah işlemezlik. impératoire diş. bitb. İmparatorotu.
2. Eksiksizlik, kusursuzluk, impératrice Ay. İmparatoriçe.
impeccable s. 1. Günahsız, günah işlemeyen. 2. imperceptibilité diş. 1. Görülemezlik, seçilmezlik.
Eksiksiz, kusursuz, eşsiz (Un poète impeccable, 2. Ayırdedilemezlik; algılanamazlık.
une tenue impeccable, il a une conduite imperceptible s. 1. Görülemez, seçilmez. 2.
imperceptiblement 729 impétuosité

Ayırdedilemez, algılanamaz, anlaşılamaz d'un ministre).


(Nuances imperceptibles). 3. Pek hafif (Caresse, imperméabilisation diş. Sugeçirmezleştirme,
sourire imperceptible). 4. Imperceptible à: -in geçirimsizleştirme.
görmeyeceği; anlayamayacağı (Objet imperméabiliser gçl. Sugeçirmezleştirmek;
imperceptible à l'œil nu; ses qualités très fines, geçirimsizleştirmek (Imperméabiliser un tissu).
imperceptibles au profane). imperméabilité diş. 1. Sugeçirmezlik; geçirimsizlik
imperceptiblement bel. Görülmeyecek, (Imperméabilité d'un sol, d'un tissu). 2. mec.
anlaşılmayacak biçimde, Duyarsızlık (Imperméabilité féminine).
imperdable s. Yitirilmesi düşünülemez, imperméable s. 1. Sugeçirmez; geçirimsiz (Toile
"kaybedilemez (Un match imperdable). imperméable, sol imperméable). 2. Imperméable
imperfectible s.Yetkinleşemez, yetkinleştirilemez. à qch: -e karşı duyarsız, yabancı (Il est
imperfection diş. 1. Bitmemişlik. 2. Eksiklik, imperméable à l'art). 3. er. Yağmurluk (Mettre
kusurluluk, yetkinlikten uzaklık (Imperfection de son imperméable).
l'homme). 3. Eksik, kusur (Les imperfections impersonnalité diş. 1. dilb. 1. "Kişisizlik. 2.
d'un ouvrage. Je connais mes imperfections). Nesnellik (Impersonnalité de la science).
imperforation diş. anat. Delinmemişlik,deliksizlik, impersonnel, le s. 1. dilb. Kişisiz (Modes
kapalılık. impersonnels: Kişisiz kipler. Verbe impersonnel:
imperforé, e s. anat. (Delikli olması gerekirken) Yalnız üçüncü şahsı kullanılan fiil, kişisiz fiil). 2.
Deliksiz, kapalı, mec. Her türlü kişisel özellikten uzak, nesnel (Un
impérial, e s. 1. İmparatora yada imparatorluğa jugement impersonnel; un style impersonnel et
değgin (Famille impériale, la dignité impériale, les froid).
soldats impériaux). 2. Çok üstün; üstün nitelikli, impersonnellement bel. 1. dilb. Kişisiz olarak 2.
eşsiz (Dans ce film, elle est vraiment impériale). mec. Nesnellikle, kişisel duygularını katmadan,
impériale diş. 1. (İki katlı taşıtlarda) Üst kat nesnel olarak,
(L'impériale d'un autobus, d'un tramway, d'une impertinemment bel. 1. Densizce (Parler
diligence. Wagon, autobus à impériale). 2. Dudak impertinemment). 2. Saygısızca, haddini aşarak,
altı sakalı, didon sakal (Laisser pousser une yüzsüzce (Répondre impertinemment).
impériale). impertinence diş. 1. Densizlik. 2. Yüzsüzlük,
Impérialement bel. İmparatorca, imparatorlar gibi; saygısızlık, haddini bilmezlik (Faire une
şahane bir biçimde, impertinence).
impérialisme er. 1. Tekelci anamalcılık, impertinent, e s. ve ad. 1. Densiz (Je vous trouve
"emperyalizm. 2. 'Buyrukculuk; yayılmacılık; bir impertinent de parler ainsi devant moi). 2.
devletin, sınırlarını, sömürgelerini, ekonomik ve Saygısız, yüzsüz, haddini bilmez (Il a un
kültürel alanlardaki etkisini genişletip yayma air impertinent).
amacı gütmesi. 3. *Elkoyuculuk; bir devletin, imperturbabilité diş. 1. Şaşmazlık. 2. Sarsılmazlık,
yukarıdaki amaçlarla başka ulusları kendine soğukkanlılık,
bağımlı kılma politikası izlemesi, imperturbable s. 1. Şaşmaz. 2. Sarsılmaz,
impérialistes, vead. 1. Tekelci anamalcılıktan yana soğukkanlı (Rester imperturbable sous les
olan, "emperyalist (Les doctrines impérialistes). reproches).
2. Buyurucu; yayılmacı. 3. Elkoyucu (Avoir des imperturbablement bel. 1. Şaşmadan, şaşırmadan.
visées impérialistes). 2. Sarsılmadan, bozum olmadan,
impérieusement bel 1. Buyururcasma. 2. soğukkanlılıkla,
Zorlayarak, zorunlu kılarak, zorunlu olarak (La impétigo er. hek. Çakma denilen deri hastalığı,
situation commande impérieusement l'union). empetigo.
impérieux, euse s. 1. Buyurgan, buyurucu (Il a un impétrant, e ad. Belge sahibi; diploma sahibi
caractère impérieux. Un chef impérieux. Prendre (Signature de l'impétrant).
un ton impérieux). 2. mec. Zorlayıcı, zorunlu, impétueusement bel. Coşkunca, coşkunlukla,
kaçınılmaz (Les besoins impérieux d'un pays). impétueux, euse s. 1. Coşkun, taşkın, azgın (Il a un
impérissable s. Ölümsüz, yok olmaz, hep sürüp tempérament impétueux). 2. Şiddetli (Un vent
gidecek olan (Monument impérissable. Gloire, impétueux).
souvenir impérissable). impétuosité diş. 1. Coşkunluk, azgınlık, taşkınlık,
impéritie diş. Yeteneksizlik, beceriksizlik, coşku (Impétuosité de la jeunesse). 2. Şiddet
güçsüzlük, bilisizlik (L'impéritie d'un médecin, (Impétuosité des passions).
impey 730 importance

impey er. hayb. Altıntavuk. implicitement bel. Üstükapalıca, "açıkça


impies, ve ad. 1. Dinsiz (Lutter contre les impies. Il belirtilemeden, söylemeden, "zımnen (Son
est impie). 2. Dine karşı, dine aykırı (Paroles silence constitue implicitement une acceptation).
impies, action impie). 3. Tanrıtanımaz, tanrısız, impliquer gçl. 1. mant. içine almak, içermek,
inançsız (Les impies vivent dans l'indifférence de kapsamak (La lutte et la révolte impliquent
la religion). toujours une espérance). 2. Anlamına gelmek,
impiété diş. 1. Dinsizlik. 2. Dine aykırılık. 3. demek olmak (Ces propos impliquent un refus). 3.
Tanrıtanımazlık, inançsızlık. 4. mec. Büyük Impliquer qn, qch dans qch: Birini -e karıştırmak,
saygısızlık; dine ve kutsal şeylere saygısızlık, bulaştırmak, içine sokmak (On l'a impliqué dans
impitoyable s. 1. Acımak bilmez, katı yürekli, cette escroquerie).
'acımasız, "merhametsiz (Ennemi impitoyable, implorant, e s. Yalvaran, yakaran, yakarıcı (Voix
cœur impitoyable). 2. Impitoyable à qch, envers implorante).
qn: -e karşı amansız, imploration diş. Yalvarma, yakarma, dileme,
impitoyablement bel. Acımadan, acımasızca, implorer gçl. 1. Yalvarmak, yakarmak (Implorer le
"merhametsizce, ciel. Implorer Dieu). 2. İstemek, dilemek
implacabilité diş. Acımasızlık, amansızlık. (Implorer la clémence, l'indulgence). 3. Implorer
implacable s. 1. Yatışmaz, sönmez, dinmez, qch de qn: Birinden... istemek (J'implore de vous
dinmeyen (Haine implacable). 2. Acımasız, un geste de bienveillance).
amansız, gözünün yaşma bakmayan, implosif, ive s. dilb. Vurgusu düşen, vurgusu
"merhametsiz, "zalim (Un ennemi implacable). 3. yavaşlayan, içpatlamalı.
Şiddetli (Un soleil implacable). 4. Çaresiz, implosion diş. dilb. İçpatlama.
umarsız (Un sort implacable pèse sur cette famille. impoli, es. ve ad. Kaba, nezaketsiz, terbiyesiz (Un
Etre atteint d'un mal implacable). enfant impoli, des manières impolies. C'est un
implacablement bel. 1. Dizginsizce, yatışmak impoli).
bilmeden. 2. Amansızca. impoliment bel. Kabaca, kabalıkla, nezaketsizce,
implantation diş. 1. Dikme, dikilme (Implantation terbiyesizce.
d'un arbre). 2. Yerleştirme, kurma; yerleştirilme, impolitesse diş. Kabalık, nezaketsizlik,
kurulma (Implantation d'une nouvelle industrie. terbiyesizlik (Commettre une impolitesse).
Centres d'implantation). 3. Tutunma, yerleşme impolitique s. Yakışıksız, yerinde olmayan, siyasa
(Implantation du gui sur le pommier. bakımından kötü (Cette guerre est impolitique).
Implantation d'un ergot sur la crête d'un coq). 4. impondérabilité diş. İçyüzü anlaşılamazhk;
Nakil, takma (Implantation d'un organe, du belirlenemezlik, bilinemezlik.
cœur). impondérables. 1./iz.(Işık, ısı gibi)Tartıya gelmez,
implanter gçl. 1. Dikmek (Implanter un arbre). 2. tartılmaz (Fluides impondérables). 2. mec. Belli
Sokmak, yerleştirmek (Implanter un usage, une olmayan, açıkça kendini göstermeyen (Facteurs
mode). 3. Tutundurmak, oturtmak (Le impondérables). 3. er. Belirtilemeyen,
gouvernement qu'on essaie d'implanter en ce açıklanamayan neden (L'impondérable est très
pays). 4. Implanter qch à qn: a) Bir şeyi -e important dans les élections).
yerleştirmek, sokmak (On lui implanta cette idée impopulaire s. 1. Halkın tutmadığı, halkça
dans la tête), b) Takmak, nakledip takmak sevilmeyen (Gouvernement impopulaire). 2.
(Implanter un organe à un malade) § S'implanter: Kötü gözle görülen, sevimsiz, sevilmeyen (Sa
1. Tutunmak, yerleşmek (Ses idées se sont vanité l'a rendu impopulaire parmi ses confrères).
implantées). 2. S'implanter dans: -e yerleşmek, impopularité diş. Halkça tutulmama; sevilmeme,
iyice oturmak, hoşlamlmama.
implication diş. 1. (Kötü bir işe) Karışmış olma, importable s. 1. Dışardan getirtilebilen,
bulaşma. 2. mant. İçerme, "tazammun. 3. Sonuç 'dışalımlanabilen, "ithal edilebilen. 2. Giyilemez
(Les implications de l'accord intervenu sont trop durumda, giyilecek gibi olmayan (Vêtement
nombreuses pour pouvoir être toutes prévenues). importable).
implicites. 1 .mant. Bir şeyin içinde bulunup varlığı importance diş. I. Önem (Mesurer l'importance
ancak dolayısıyla anlaşılan, 'örtük, "zımnî d'un événement). 2. Önemlilik, saygınlık (Il
(Conditions implicites). § Foi implicite: Gözü croyait à mon importance). § D'importance: s. 1.
kapalı inanma. Volonté implicite: Sözde değil Önemli, büyük(L'affaire est d'importance).2. bel.
davranışta kendini gösteren irade. 2. Üstükapalı. Çok, pek, adam akıllı (On l'a rossé d'importance).
important 731 imposer

Attacher, accorder, donner del' importance à qch : mais je m'en irai). N'importe qui: Kim olursa
-e önem vermek. Faire l'homme d'importance, olsun, herhangi bir kimse (N'importe qui pourrait
prendre des airs d'importance: Kendine önemli le faire). N'importe quoi: Ne olursa olsun,
bir adam süsü vermek; kendini önemli biri herhangi bir şey (Il mange n'importe quoi. Ils
sanmak. Se donner de l'importance: Kendini pek causaient de n'importe quoi). N'importe lequel,
beğenmek, önemli biri sanmak. Cela n'a aucune n'importe laquelle: Herhangi biri, hangisi olursa
importance, pasd'importance: Önemi yok, zararı olsun (N'importe lequel d'entre vous. N'importe
yok. laquelle des maisons). N'importe quel, n'importe
important, e s. 1. Önemli (Question importante, quelle: Herhangi bir (N'importe quel pays,
rôle important). 2. İlginç (Cet art serait très n'importe quelle ville).
important à connaître). 3. Büyük, önemli (Un import-export er. 'Dışalım-dışsatım işleri, "ithalat-
héritage important). 4. Yararlı, zorunlu, gerekli ihracat.
(C'est important à savoir). S. Önemli, etkili, importun, e s. 1. Tedirgin edici, can sıkıcı,
"nüfuzlu (Un personnage important, un usandırıcı, bıktırıcı (Un visiteur importun; des
fonctionnaire important). 6. er. İşin önemli yönü, questions importunes). 2. ad. Nezaketsiz, haddini
önemli olan (L'important est de se décider tout de bilmez, usandırıcı kimse (Se débarrasser d'un
suite. L'important est qu'ils soient heureux). § importun).
Faire l'important: Kendine önemli bir adam süsü importunément bel Tedirgin edecek şekilde,
vermek; kendini önemli biri sanmak. usandırarak, rahatsız ederek.
importateur, trice s. vead. *Dışalımcı, dıştan alıcı, importuner gçl. 1. Tedirgin etmek, canını sıkmak,
dışardan mal getirtici, "ithalatçı (Pays usandırmak, rahatsız etmek (Je ne voudrais pas
importateur de blé. Un importateur d'agrumes). vous importuner plus longtemps. Importuner un
importation diş. 1. 'Dışalım, dıştan mal getirme, voisin). 2. Importuner qn de qch: Birini -ile
"ithalât (Licence d'importation). 2. Dışalım malı, rahatsız etmek (Importuner un voisin de ses
dıştan getirtilen mal, ithal malı (Importation en plaintes).
provenance d'Allemagne). 3. (Bir ülkeye, yere) importunité diş. 1. Can sıkma, bıktırma, usandırma
Getirtme, içeri sokma (L'importation de la (Extorquer un consentement à force
pomme de terre en Europe. En France, on craint d'importunités). 2. Nezaketsizlik, uygunsuzluk
l'importation des idées). (L'importunité d'une démarche).
importer gçl. 1. Dışardan getirtmek, dışardan imposable s. Vergilendirilebilir, vergiye
almak, 'dışalımlamak, "ithal etmek (Importer du bağlanabilir (Personnes imposables, revenus
café, du blé). 2. mec. (Bir ülkeye) Getirmek, imposables).
sokmak (Importer une mode, une manière de imposant, e s. 1. Saygı uyandıran (Un vieillard
penser). 3. gsz. Önemli olmak, önemi olmak, imposant. Parler sur un ton imposant). 2.
önem taşımak (Ce qui importe, c'est de conserver Gösterişli, dikkat çekici, görkemli (La mise en
la santé). 4. Importer à qn: -için önemli olmak, scène imposante d'un film). 3. Büyük, hatırı sayılır
önem taşımak (Le passé lui importe moins que le (Une foule imposante, une majorité imposante). 4.
futur). § Il importe de f. qch: -mek önemlidir (Il alay. İri yarı, kocaman (Une imposante
importe de ne pas se tromper). Peu importer à qn: paysanne).
-için önemli olmamak, önem taşımamak (Peu lui imposé, es. 1. Uyulması zorunlu (Prix imposé). 2.
importent les classes sociales). Peu importer à qn Vergilendirilmiş, vergiye bağlanmış
de f. qch: Birisi için -mek önem taşımamak (Peu (Marchandises imposées, personnes imposées). 3.
lui importe d'être en prison). Peu importe: Önemi ad. Vergi yükümlüsü.
yok, önemli değil. Qu'importe!: Ne önemi var! imposer gçl. 1. Vergilendirmek, vergiye bağlamak
Önemi yok! Qu'importe de f. qch, qu'importe (Imposer une marchandise, les revenus, une
que...: -menin ne önemi var, -meşinin ne önemi personne). 2. Gücün benimsetmek, "zorla kabul
var (Qu'importe de souffrir! Qu'importe que ce ettirmek (Imposer sa loi, sa volonté, des
soit un idiot qui les gouverne!). N'importe conditions. Imposer son nom par la réclame). 3.
comment: Nasıl olursa olsun, rasgele, yöntemsiz (Basımcılıkta sayfaları) Formadaki yerlerini
(Il travaille n'importe comment). N'importe alacak biçimde baskıya hazırlamak (Imposer une
quand: Ne zaman olursa olsun (Venez n'importe feuille). 4. Uyandırmak, esinlemek (Imposer le
quand, je suis toujours chez moi). N'importe où: respect). 5. Imposer qch à: a) Bir şeyi -e
Nerede, nereye olursa olsun (J'irain'importe où, benimsetmek, kabul ettirmek (Imposer ses idées à
imposeur 732 imprégnation

son entourage), b) -e ... vermek (Imposer une pencerelerde) Tepe camı.


punition sévère à un enfant), c) Bir şeyi -e gücün imposteur er. 1. Yalancı, düzmeci, dolapçı, sahteci.
benimsetmek, zorla kabul ettirmek (Imposer une 2. İki yüzlü, aldatmacı, içtenliksiz.
doctrine à une société). 5. Imposer à qn de f. qch: imposture diş. 1. Yalancılık, düzmecilik,
Birini -meye zorlamak, birinden -meşini ille de dolapçıhk; yalan, dolap (Les impostures d'un
istemek (Je ne vous impose pas de terminer ce escroc). 2. İkiyüzlülük, içtenlikten uzaklık,
travail avant ce soir). 6. gsz. Imposer à qn: (eski) aldatmacılık.
-de saygı uyandırmak (Il leur impose par ses impôt er. 1. Vergi (Impôtdirect: Dolaysız, °vasıtasız
façons de grand seigneur). 7. gsz. Enimposeràqn: vergi. Impôt indirect: Dolaylı, °vasıtalı vergi.
a) -de saygı uyandırmak, hayrankk uyandırmak, Impôt progressif: Müterakki vergi. Impôt
-i etkilemek (Il finit par en imposer à tous par son d'arrérages: Vergi kalıntısı. Impôt de bétail:
assurance), b) Kandırmak, aldatmak. 8. S'en Hayvan vergisi. Impôt d'héritage: Geçiş vergisi,
laisser imposer par qch: -e aldanmak (Ne t'en intikal vergisi. Impôt foncier: Toprak vergisi,
laisse pas imposer par son apparence). § Imposer arazi vergisi. Impôt pour réserves: Yedek akçe
silence à: -i susturmak (Le professeur imposa vergisi. Impôt sur la consommation: işletme
silence à la classe). Imposer les mains sur la tête à vergisi, tüketim vergisi, °istihlâk vergisi, muamele
qn: (Papaz) Okuduğu kimsenin başı üzerine vergisi. Impôt sur les sociétés: Kurumlar vergisi.
ellerini koymak. § S'imposser: 1. Gerekli olmak, Impôt sur les successions: Kalıtım vergisi, °veraset
gerekmek, zorunlu olmak (Le recours à laforce ne vergisi. Assiette de l'impôt: Vergi temel değeri,
s'impose pas). 2. Kendini kabul ettirmek, vergi "matrahı. Détournement d'impôt: Vergi
benimsetmek (Il s'impose par son intelligence. kaçırma, vergi kaçakçılığı. Exemption de l'impôt:
Il réussit à s'imposer dans la société). 3. Vergiden bağışıklık. Déclaration d'impôt: Vergi
S'imposer qch: -i kendisi için bir kural olarak bildirimi. Faire sa déclaration d'impôt: Vergi
koymak, ilke edinmek (S'imposer une promenade bildiriminde bulunmak. Payer l'impôt: Vergi
à pied chaque jour). 4. S'imposer de f. qch: -meyi ödemek). 2. Yükümlülük, "mükellefiyet. §
ilke edinmek, kural olarak benimsemek (II L'impôt du sang: Askerlik görevi,
s'impose de ne jamais intervenir dans les affaires impotence diş. 1. Sakatlık, kötürümlük. 2. Cinsel
d'autrui). yetersizlik, "iktidarsızlık,
imposeur er. (Basımcılık) Sayfalamacı, impotent, es. 1. Sakat, kötürüm (Un bras impotent,
sayfalamaları düzenleyen işçi. un vieillard impotent). 2. Cinsel bakımdan
imposition diş. 1. Vergi (Le recouvrement des yetersiz, "iktidarsız. 3. Impotent de qch: -si sakat
impositions). 2. Vergilendirme (Condition, taux (Il est impotent d'un bras).
d'imposition). 3. (Basımcılıkta) Sayfaları impraticabilité diş. üygulanamazlık,
formadaki yerlerini alacak biçimde baskıya gerçekleşti rilemezlik.
hazırlama, sayfalama 4. Üst üste koyma impraticable s. 1. Uygulanamaz,
(Imposition des mains). gerçekleştirilemez (Un projet utile mais
impossibilité diş. 1. Olanaksızlık, "imkânsızlık (Il impraticable). 2. (Yolvb.için) Geçilmez, aşılmaz
est dans l'impossibilité de t'aider). 2. Olanaksız (Piste impraticable pour les voitures).
şey, olmayacak şey (C'est pour lui une imprécation diş. 1. İlenme, ilenç, "beddua (Les
impossibilité). imprécations d'un personnage tragique). 2.
impossible s. 1. Olamaz, olanaksız, imkânsız (La Kargış, kargıma, lânet, küfür. § Faire des
guerre lui paraît impossible. Un amour imprécations contre qn: -e ilenmek, beddua
impossible). 2. Çok güç (Il nous rend l'existence etmek. Se répandre en imprécations:
impossible. Un problème impossible). 3. tkz. Kargışlamak; kargışlar, küfürler yağdırmak,
Olmayacak, tuhaf, us almaz (Il lui arrive toujours imprécatoires. İlenmeli; kargışlı,
des aventures impossibles). 4. Dayanılmaz, imprécis, e s. Belirsiz, belli olmayan; kapalı,
çekilmez, uslanmaz, laf dinlemez, başa çıkılmaz açıklıktan uzak.
(Ces enfants sont impossibles). 5. er. Olmayacak imprécision d/j. Belirsizlik, bellisizlik; açıklıktan
şey, olmaz; imkânsız (Demarder l'impossible, uzaklık.
faire l'impossible). § Par impossible: Olacak şey imprégnation^. 1.kim. Doyurma,doyum,"işba.
değil ya; olmaz a, olur diyelim (Si, par impossible, 2. İçine geçme, sinme; içine geçirme, sindirme. 3.
cette affaire réussissait, queferiez-vous?). Islatma, ıslanma (Imprégnation de la terre par la
imposte diş. 1. Kemer ayağı tablası. 2. (Kapı yada pluie).
imprégné 733 imprimer

imprégné, e s. 1. İçine işlemiş, içine sinmiş. 2. duygulanır (Enfant impressionnable).


Islanmış. 3. Imprégné de qch: a) -den impessionnant, es. 1. İlgi çekici, şaşırtıcı (Spectacle
etkilenmiş, içine işlemiş (Il était imprégné des impressionnant). 2. Etkili, duygulandırıcı
idées révolutionnaires), b) -ile dolu (Une lettre (Discours impressionnant). 3. Büyük, görkemli
imprégnée d'ironies), c) -ile ıslanmış (Un tissu (Monument impressionnant).
imprègne d'eau). impressionner gçl. 1. Dokunmak,
imprégner gçl. 1. İçine işlemek, doldurmak, duygulandırmak, içe işlemek (Cette mort m'a
derinden etkilemek, belirlemek (L'atmosphère impressionné). 2. Etkilemek (Vos menaces ne
heureuse de la maison a imprégné son enfance). 2. m'impressionnent pas).
Imprégner qn, qch de qch: Bir şeyi -in içine impressionnisme er. (Sanat) İzlenimcilik,
işletmek, sindirmek (Imprégner les cuirs de "empresyonizm,
teinture. Imprégner un tissu d'eau). §S'imprégner impressionniste s. ve ad. İzlenimci, "empresyonist
de qch: 1. -ile ıslanmak (Les prairies se sont (Un peintre impressionniste, les
imprégnées d'humidité). 2.-iledolu olmak, içine impressionnistes).
... işlemek, sinmek (Le bois s'est imprégné imprévisibilité diş. Kesti rilemezlik, önceden
d'eau. S'imprégner de préjugés). 3. -i çok iyi bilinemeziik.
öğrenmek, sindirmek (S'imprégner d'une langue imprévisibles. Önceden kestirilemez (Evénements
étrangère). imprévisibles).
imprenable s. Alınmaz, ele geçirilemez (Une imprévision diş. Önceden kestirememe, önceden
forteresse imprenable). § Vue imprenable: bilememe.
Kapanmaz görünüm; görünümü, alanı, imprévoyance diş. Öngörüsüzlük, düşüncesizlik,
"manzarası kapanmaz, "basiretsizlik (Fairepreuve d'imprévoyance).
impréparation dişş. Hazırlıksızlık, hazırlanmama, imprévoyances, vead. Öngörüsüz,düşünemeyen,
imprésario er. "Emprezaryo, belli bir yüzde "basiretsiz (Un jeune homme imprévoyant, un
karşılığında bir sanatçının çalışma programlarını imprévoyant).
ve anlaşmalarını düzenleyen kimse, imprévu, e s. 1. Umulmadık, hesapta olmayan,
imprescriptibilité diş. Zaman aşımına uğramazlık. önceden düşünülmemiş (Evénements imprévus).
imprescriptible s. Zaman aşımına uğramaz (Droit 2. er. Umulmadık şey, beklenmedik olay, hesapta
imprescriptible). olmayan şey (En cas d'imprévu, écrivez-moi. Il
impression diş. 1. (Eski) İz (L'impression des pas). faut penser à l'irhprévu).
2. Basma, baskı (Impressions des étoffes, des imprimable s. Basılabilir, yayınlanabilir
papiers peints). 3. (Basımcılıkta) Baskı, basım yayınlanmaya değer,
(L'impression d'un livre, d'un ouvrage). 4. Etki imprimatur er. Basıla, basma izni (Demander,
(Faire, donner bonne impression: İyi etki obtenir l'imprimatur).
bırakmak. Faire, donner mauvaise impression: imprimé er. 1. (Kumaş) Basma (Un imprimé à
Kötü etki bırakmak). 5. Duygu (Impressions fleurs). 2. Basılı kitap, kağıt vb; basma, basılı,
auditives). 6. İzlenim (Raconterses impressions de "matbua (Le département des imprimés à la
voyage). § Avoir l'impression que, avoir Bibliothèque Nationale. Remplissez lisiblement
l'impression de qch, def. qch: Sanmak, -i sanmak, les imprimés). 3. Kitap harfi (Il ne sait lire que les
-diğini sanmak (J'ai l'impression qu'il se trompe. imprimés).
On a l'impression d'un dialogue de sourds entre les imprimé, e s. 1. Basma (Tissu imprimé). 2. Basılı,
adversaires. Il eut l'impression d'être inculpé basılmış (Formule imprimée pour la déclaration
devant le tribunal). Donner l'impression de qch, de des revenus).
f. qch:... izlenimini, sanısını vermek, gibi imprimer gçl. 1. Basmak (Imprimer un livre.
görünmek (Cette maison me donne l'impression Imprimer des dessins sur un tissu). 2. Yayınlamak;
d'une tombe. Il donne l'impression d'être très yapıtını yayınlamak (Imprimerunécrivain. Ilécrit
occoupé en ce moment). Faire impression: Büyük mais n'a pas encore imprimé). 3. (Bir izi)
bir ilgi uyandırmak; şaşkınlık, hayranlık Bırakmak, çıkarmak (Imprimer ses pas sur le
uyandırmak (Sa déclaration a fait grande sable). 4. Vurmak, basmak (Imprimer un visa). 5.
impression). Imprimer qch dans: -e... sokmak, iyice
impressionnabilité diş. Duyarhk, duygululuk, yerleştirmek, salmak (Il imprime la haine et la
çabuk duygulanırhk. crainte dans les cœurs). 6. Imprimer qch à qch: -e
impressionnable s. Duyarlı; duygulu, çabuk iletmek, geçirmek; vermek (Imprimer un
imprimerie 734 impudent

mouvement àune machine; imprimer une nouvelle benimsememek, yersiz bulmak,


direction à ses affaires). § S'imprimer: 1. improvisateur, trice ad. Hazırlıksız konuşan,
Basılmak, yayınlanmak (Son ouvrage s'imprime doğaçtan konuşan, "irticalen konuşan,
chez Larousse). 2. S'imprimer dans qch: -e iyice improvisation diş. 1. Doğaçtan konuşma,
işlemek, yerleşmek, kazınmak, yer etmek (Ce "doğaçlama. 2. Doğaçtan söylenen söylev;
souvenir s'est imprimé dans sa mémoire). doğaçtan çalınan parça. § Théâtre
imprimerie diş. 1. Basma, basım (Opérations d'improvisation: Tulûat tiyatrosu,
d'imprimerie. Imprimerie typographique). 2. improviser gçl. 1. Doğaçtan söylemek, "irticalen
Basımevi, "matbaa (Le personnel d'une söylemek (Improviser un discours à la fin d'un
imprimerie). repas). 2. Bir anda karar verip yapmak,
imprimeur er. 1. Basımcı, basımevi sahibi yada düzenlemek (Improviser un pique-nique). 3.
yönetmeni. 2. Basım işçisi, basımevinde çalışan Birini hemen... olarak atamak (On l'improvisa
(Ouvrier imprimeur). maître d'hôtel pour la circonstance). 4. gsz.
improbabilité diş. "Olasısızlık, olasılıktan uzaklık, Hazırlıksız yapmak; doğaçtan bir parça çalmak
belkisizlik. (Rien n'avait été prévu, le gouvernement dut
improbable s. Olasısız, olasılıktan uzak, belkisiz, improviser. Improviser au piano). § S'improviser:
"şüpheli (Il est improbable qu'il arrive. Hypothèse Hemencecik yapıhvermek; hemen oluvermek
improbable). (Les secours s'improvisent. On ne s'improvise pas
improbateur, trice s. ve ad. Onamayan, peintre facilement).
beğenmeyen, benimsemeyen, "tasvip etmeyen improviste (à 1')M. Ansızın,birdenbire; hazırlıksız,
(Regard, silence improbateur. Les improbateurs doğaçtan, irticalen (Attaquerai'improviste. Faire
d'une thèse). un discours à l'improviste).
improbation diş. Onamazlık, beğenmezlik, "tasvip imprudemment bel. *Sakimmsizca, ileriyi
etmeme, benimsemezlik (Cris d'improbation). düşünmeden, "ihtiyatsızca (Parler
improbité diş. Namussuzluk, doğruluktan uzaklık, imprudemment).
improductif, ive s. Verimsiz (Travail improductif). imprudence diş. 1. *Sakınımsızlık, "ihtiyatsızlık
improductivité diş. Verimsizlik, (Faire, commettre une imprudence) 2.
impromptu, e i. 1. Hazırlıksız, hemen o anda Düşüncesizlik, hafiflik (Son imprudence l'expose
yapılan (Un dîner impromptu, une visite au danger).
impromptue). 2. bel. Hazırlıksız olarak, birden imprudences, vead. 1. *Sakınımsız, ihtiyatsız (Un
bire, doğaçtan, "irticalen (Parler, répondre homme imprudent. Un imprudent s'estfait happer
impromptu). 3 .er. müz. Doğaçtan çalış; doğaçtan par une voiture). 2. Sakınımsızca, ihtiyatsızca (Il
çalınan parça; şarkı biçiminde yazılmış parça. 4. est imprudent de se confier à lui). 3. Düşüncesiz,
(Tiyatro) Hemen yazılıp oynanan küçük oyun düşüncesizce (C'est une tentative bien
(L'impromptu de Paris, l'impromptu de imprudente).
Versailles). impubère s. ve ad. Erinlik çağına girmemiş, henüz
imprononçable s. Söylenişi çok güç, 'söylenemez, ergenleşmemiş (Fille, garçon impubère. Les
"telaffuz edilemez (Mot imprononçable). impubères ne peuvent pas entrer).
impropre s. 1. Yerinde kullanılmamış, uygun impubliable s. Yayınlanamaz, yayınlanmaya
düşmeyen, yanlış kullanılmış (Mot, expression değmez (Ses vers sont impubliables).
impropre). 2. Imprope à: -elverişsiz, uygun impudemment bel. Yüzsüzce, utanmadan;
olmayan; yeteneksiz (Il est impropre au service saygısızca, küstahça (Mentir, nier
militaire, à faire ce travail). impudemment).
improprement bel. Uygun olmayarak, yerinde impudence diş. 1. Yüzsüzlük, utanmazlık;
olmayarak, yanlış olarak (Parler, appeler saygısızlık, küstahlık (Mentir avec impudence.
improprement). L'impudence d'un jeune blanc-bec). 2. Yüzsüzce
impropriété diş. 1. Yanlışlık (Terme d'une davranış, saygısızlık, küstahlık (Ses impudences
impropriété choquante). 2. (Sözcük, deyim vb. me révoltent). § Avoir l'impudence de f. qch: -mek
için) Yanlış kullanılma, yerinde kullanılmama yüzsüzlüğünü göstermek (Il a eu l'impudence de
(Une impropriété de langage). venir chez vous?).
improuvables. Tamtlanamaz, kanıtlanamaz, ispat impudent,es. vead. 1. Yüzsüz,utanmaz;saygısız,
edilemez. küstah (Un impudent qui ne rougit pas de
improuver gçl. Beğenmemek, kınamak, contredire la vérité. Une femme impudente). 2.
impudeur 735 inaccessibilité

Yüzsüzce, utanmazca, saygısızca (Des propos namussuz, alçak (Une femme impure, des pensées
impudents). impures).
impudeur diş. Utanmazlık, sıkılmazlık (Il a impurement bel. Alçakça, namussuzca,
l'impudeur de demander encore de l'argent). erdemsizce, iffetsizce (Vivre impurement).
impudicité diş. Uygunsuzluk, yırtıklık, "iffetsizlik, impureté diş. 1. Pislik, kirlilik, katışıklık,
edepsizlik. bulaşıktık, anlıktan uzaklık (L'impureté d'un
impudique s. Uygunsuz, yırtık, "iffetsiz, edepsiz liquide, de l'air). 2. Bozukluk, bozulma,
(Gestes, manières impudiques). kokuşma, kokuşmuşluk (L'impureté des
impudiquement bel. Uygunsuzca, yırtıkça, mœurs). 3. Alçaklık, rezillik, yüzkarası (Vivre
"iffetsizce, edepsizce, dans l'impureté). 4. Uygunsuzluk, erdemsizlik,
impuissance diş. 1. Güçsüzlük, zayıflık yırtıldık, "iffetsizlik, namussuzluk (L'impureté
(Impuissance à résoudre un problème. d'une femme).
Impuissance de la volonté). 2. Yetersizlik; cinsel imputabilité diş. İsnat edilebilme, isnat
yetersizlik (Impuissance sexuelle. Impuissance edilebilirlik.
par troubles fonctionnels ou névrotiques). imputable s. 1. Imputable à: -e yüklenilebilir,
impuissances. 1. Güçsüz (Il reste impuissant devant bağlanabilir, "isnat edilebilir (Cette erreur est
le désastre). 2. s. vead. Cinsel bakımdan yetersiz; imputable à son inexpérience). 2. Imputable sur:
"iktidarsız (C'est un impuissant, un homme -den alınabilir, sağlanabilir, çıkarılabilir; -in
impuissant). 3. Etkisiz (La justice sans la force est hesabına geçirilebilir, mahsup edilebilir (Somme
impuissante). 4. Impuissant à f. qch: -mekte imputable sur tel chapitre, sur tel crédit).
yetersiz (Il est impuissant à résoudre ce problème). imputation diş. 1. Suç yükleme, suçlama, suç isnadı
impulsif, ive s. ve ad. 1. İtici, "dafi (Force (Imputation de vol. Se justifier d'une imputation).
impulsive). 2. ruhb. Tepili, "tepisel, "ilcai. 3.fels. 2. Hesaba geçirme, "mahsup (Imputation d'un
îtkisel, "ilcai 4. Hemen tepki gösteren, paiement).
düşünmeden davranan, içinden geldiği gibi imputer gçl. 1. Imputer qch à qn, à qch: Bir şeyi -e
davranan, sinirli (Il a les vives réactions d'un yüklemek, bağlamak, vermek,"atfetmek, "isnat
impulsif. Un enfant impulsif). etmek ( On lui impute un crime. Imputer un échec à
impulsion diş. 1. İtiş, itme, defi (Excitation par la négligence). 2. Imputer à qch: ...gibi
impulsion). 2. ruhb. Tepi,°ilca. 3.fels. *İtki,"ilca. düşünmek, olarak düşünmek (Imputer à crime, à
4. mec. Canlandırma, canlılık, diriltme, hız, lâcheté. J'imputais à honte le silence qui régnait).
atılım (Impulsion donnée aux affaires, au 3. Imputer qch à qch, sur qch: -in hesabına
commerce). 5. İçgidü, içten gelen duygu, eğilim geçirmek, -den sağlamak (Imputer les frais
(Céder à ses impulsions). d'hôpitalau budget delà ville. Imputer une somme
impulsivement bel. İçgüdüyle, içgüdüsel olarak; sur le chapitre des frais généraux).
içten gelen bir duyguyla, tepisel olarak, itkisel imputrescibilité diş. Çürümezlik, bozulmazlık.
olarak(//a répondu impulsivement). imputrescible s. Çürümez, bozulmaz (Bois, cuir
impulsuvité diş. Hemen tepki gösterme; imputrescible).
düşünmeden davranma ; içinden geldiği gibi tepki inabordable s. 1. Yanaşılmaz, yaklaşılmaz (En
gösterme; *tepisellik, *itkisellik. hiver, ce port est inabordable). 2. Yanaşılmaz,
impunément bel. 1. Ceza görmeksizin, ceza yanına varılmaz, yanına varalması çok güç (Une
görmeden (Voler, tuer impunément). 2. Zarara personne, un chef inabordable). 3. Çok pahalı,
uğramadan, zarar görmeksizin (On ne lit pas ateş pahası (Les prix sont inabordables. Les fruits
impunément des niaiseries). 3. (Eski) sont inabordables cette année).
Cezalandırmadan, öç almadan (Se laisser offenser inabrogeable s. huk. Yürürlükten kaldınlamaz,
impunément, c'était tout perdre). "lağvedilemez (Lois inabrogeables).
impuni, e s. Cezasız kalan, cezalandırdmayan (Un in absentia bel. "Gıyaben, ilgili kişinin yokluğunda,
coupable impuni; affront impuni). in abstracto bel. Soyut olarak; gerçeği göz önünde
impunité diş. Cezasız kalma, cezalandırılmama bulundurmadan (Raisonner in abstracto).
(Meurtre qui s'exerce avec impunité). inaccentué, e s. dilb. Vurgusuz (Syllabe
impur, e s. 1. Pis, karışık, bulaşık, an olmayan inaccentuée).
(Liquide impur, huile impure). 2. mec. Alçak, inacceptable s. Kabul edilemez (Une offre
rezil, yüzü kara (Un cœur impur, une foule inacceptable).
impure). 3. Erdemsiz, uygunsuz, yırtık, "iffetsiz, inaccessibilité diş. Erişilemezlik, yaklaşılamazlık,
inaccessible 736 inaperçu

yanına vanlamazlık. inadmissibilité diş. Kabul edilmezlik, geçersizlik


inaccessible s. 1. Erişilmez, varılmaz (Un objectif (L'inadmissibilité d'une déposition, d'une
inaccessible. Une montagne inaccessible). 2. preuve).
Yanına varılamaz, yanına varılması çok güç (Une inadmissible s. Kabul edilmez, benimsenemez
personne inaccessible). 3. Inaccessible à qn: -in (Attitude, opinion inadmissible).
varamayacağı, giremiyeceği (L'île de Calypso inadvertance diş. Dikkatsizlik, dalgınlık; "gaflet. §
était inaccessible à tous les mortels). 4. Inaccessible Par inadvertance: Dikkatsizlikle, dalgınlıkla (Par
à qch: -den uzak, -e karşı duyarsız, -e hiç inadvertance, il est entré sans frapper).
aldırmayan, yer vermeyen (Il est inaccessible à la inaliénabilité diş. Başkasına verilemezlik,
pitié, à la tendresse). başkasına mal edilemezlik, "devredilemezlik,
inaccompli, e s. Yapılmamış, yerine getirilmemiş aktarılamazlık (L'inaliénabilité de la liberté).
(Un devoir inaccompli). inaliénable s. 1. Başkasına verilemez, başkasına
inaccomplissement er. Yapmama, aktarılamaz (La liberté est inaliénable. Droits,
gerçekleştirmeme, yerine getirmeme; valeurs inaliénables). 2. Elden alınamaz,
bitirmeme, yarıda bırakma, koparılıp alınamaz (Une dignité inaliénable).
inaccordable s. 1. Uzlaştırılmaz, bağdaştınlamaz. inaltérabilité diş. Bozulmazlık; değişmezlik
2. Yerine getirilemez, kabul edilemez (Demande (Inaltérabilité d'un métal, d'unprincipe).
inaccordable). inaltérable s. Bozulmaz; değişmez (Matières,
inaccoutumé, e s. 1. Alışılmamış, olağan olmayan couleurs inaltérables. Sentiment, caractère
(Onentendunbruit inaccoutumé).2. Inaccoutumé inaltérable).
à qch: -e alışmamış, alışkın olmayan (Etre inaltéré, es. Bozulmamış, değişmemiş, olduğu gibi
inaccoutumé à un genre de vie. Ses yeux sont kalmış.
inaccoutumés à ces spectacles). inamical, e s. Dostça olmayan, dostluğa sığmayan
inachevé, e s. Bitmemiş, bitirilmemiş (Travail (Geste inamical).
inachevé, esquisse inachevée). inamissible s. Yitmez, yitirilmez (Grâce
inachèvement er. Bitmemişlik; bitmeme, yarıda inamissible).
kalma. inamovibilité diş. 1. Görevden alınamazlık,
inactif, ive s. 1. Etkisiz (Matière inactive. Remède yerinden oynatılamazlık, "azledilemezlik
inactif). 2. İşsiz, çalışmaz, tembel, uyuşuk (Une (Inamovibilité des juges: Yargıç güvencesi, hakim
femme inactive. Rester inactif). teminatı). 2. Dokunulamazlık (Inamovibilité
inaction diş. İşsizlik, çahşmazhk, uyuşukluk d'une fonction, d'un emploi).
(L'inaction me tue). inamovible s. 1. Görevden alınamaz, yerinden
inactivation diş. Etkisizleştirme, oynatılamaz, "azledilemez (Sénateur inamovible,
inactiver gçl. Etkisizleştirmek, magistrat inamovible). 2. Görevlisine el
inactivité diş. 1. Ekisizlik (Inactivité d'un remède). çektirilemeyen (Fonction, emploi inamovible).
2. İşsiz durma, boş durma, işsizlik (Ilest dans une inanalysable s. Çözümlenemez, çözümlemeye
inactivité totale). 3. (Yönetimde) Etken olmayan gelmez.
iş, geri hizmet, kızak (Etre, se faire mettre en inanimé, e s. 1. Cansız (Matière inanimée). 2.
inactivité: Etken olmayan bir işe alınmak, geri Cansız, kıpırtısız, ölü gibi (Le corps inanimé d'une
hizmete alınmak, kızağa çekilmek). personne morte. Tomber inanimé).
inaçtuel, le s. Güncel olmayan, güncellikten uzak inanité diş. Boşluk, boşunalık; yararsızlık
(Préoccupations inactuelles). (L'inanité d'un espoir, d'une illusion, des efforts
inadaptation diş. Uyamama, uyumsuzluk, uyum déployés).
bozukluğu (Inadaptation sociale). inanition diş. 1. (Eski) Açlık, besinsizlik (L'amour
inadapté, e s. ve ad. 1. Uyumsuz, uyamamış, uyum vit d'inanition et meurt de nourriture). 2.
sağlayamamış (Rééducation des inadaptés. Un Besinsizlikten dolayı bitkin düşme, bitkinlik,
enfant inadapté). 2. Inadapté à qch: -e uyamamış, zayıflık (Tomber, mourir d'inanition).
ile uyum kuramamış (Enfant inadapté à la vie inapaisable s. Yatıştınlamayan, dindirilemez
scolaire). (Douleur inapaisable).
inadéquat, e s. Eksik, yetersiz (Ses qualités sont inapaisé,es. Yatıştırılmamış, dindirilememiş.
inadéquates). inaperçu, e s. Görülememiş, göze çarpmamış
inadéquation diş. Eksiklik, yetersizlik, yetkinlikten (Geste inaperçu). § Passer inaperçu: Göze
uzaklık. çarpmamak, gözden kaçmak.
inapparent 737 incandescent

inapparent, e s. Görünmeyen, görünmez, inattendu, e s. Beklenmedik, beklenilmeyen,


inappétence diş. 1. İştahsızlık. 2. mec. İsteksizlik, umulmadık, umulmayan (Réponse, résultat,
istemezlik (Inappétence sentimentale). nouvelle inattendus).
inapplicable s. 1. Uygulanamaz (Théorie, décret inattentif, ives. 1. Dikkatsiz (Un élève inattentif). 2.
inapplicable). 2. Inapplicable à: -e uygulanamaz Inattentif à -e karşı dikkatsiz, ilgisiz, aldırmaz (Il
(Principes inapplicables à la vie réelle ). est inattentif à nos soucis).
inapplication diş. 1. Uygulanamazlık inattention diş. 1. Dikkatsizlik (Erreur
(Inapplication d'une loi). 2. Özensizlik, d'inattention). 2. İlgisizlik, aldırmazlık
dikkatsizlik (Inapplication d'un élève). (Inattention à la politique).
inappliqué, e s. 1. Özensiz, dikkatsiz (Un élève inaudible s. 1. Kulakla duyulamaz (Vibration
inappliqué). 2. Uygulanmamış, uygulamaya inaudible). 2. Güç işitilebilen, pek güç
konmamış (Procédé inappliqué). duyulabilen (Un murmure inaudible). 3.
inappréciables. 1. Pek küçük, gözün göremeyeceği Dinlemeye değmez, kulağı tırmalayan, çok kötü
kadar küçük (Nuance, différence inappréciable). (Musique inaudible).
2. mec. Değer biçilmez, pek değerli, büyük, inaugural, e s. Açılışa değgin, açılışla ilgili
önemli (J'ai l'inappréaciable bonheur de posséder (Cérémonie inaugurale. Séance inaugurale d'un
encore ma mère. Avantages inappréciables). congrès).
inapprivoisable s. 1. Evcilleştirilemez, evcilleşmez. inauguration diş. 1. Açış, açılış (Discours
2. Inapprivoisable à: -e alıştırılamaz, alışmaz d'inauguration, cérémonie d'inauguration). 2.
(Animal inapprivoisable à l'homme). Açılış töreni, açış töreni. 3. mec. Başlangıç (C'est
inapprivoisé, e s. Evcilleşmemiş, yaban, l'inauguration d'une nouvelle période).
inaptes. 1. Elverişsiz, işe yaramaz. 2, Inapteàqch, à inaugurer gçl. 1. Törenle açmak, açılış törenini
f. qch: -e yaramaz, elverişsiz, -meye yaramaz; -i yapmak (Inaugurer une école, une exposition de
beceremez, -meyi beceremez (Personne inapte peinture, un hôpital). 2. Başlatmak, ilk adamını
aux affaires, à diriger une affaire). 3. ask. Sakat, atmak, ilk kez uygulamak (Inaugurer une
hizmete elverişsiz (Il fut déclaré inapte). 4. er. nouvelle politique).
Sakat (kimse), inauthenticité diş. Gerçeksizlik, gerçek olmama,
inaptitude diş. 1. Elverişsizlik, yaramazlık, doğru olmama,
yeteneksizlik (Inaptitude à un exercice physique. inauthentique s. 1. Gerçek olmayan, "hakiki
Mon inaptitude à rimer). 2. ask. Sakatlık, olmayan (Ouvrage inauthentique). 2. Doğru
çürüklük. olmayan, uydurma, düzmece, sahte (Rapport
inarrangeable s. Düzeltilemez, hale yola inauthentique, faitinauthentique). 3. fels. Varlığın
konulamaz, kotanlıp onarılamaz, gerçek biçimlerini taşımayan (Vie inauthentique).
inarticulé, e s. dilb. Boğumlanmamış, S. er. Gerçekdışıhk (Vivre dans Vinauthentique).
eklemlenmemiş, tane tane söylenmeyen (Mots, inavouable s. 1. İtiraf edilemez, dile getirilemez
sons inarticulés). (Bénéfices inavouables). 2. Kabul edilemez,
inassimilable s. 1. Sindirilemez, sindirime elverşli iğrenç, utanç verici (Projets inavouables, moeurs
olmayan, sindirimi güç (Substances inavouables).
inassimilables. Connaissances inassimilables). 2. inavoué, e s. İtiraf edilmemiş; saklanmış, gizli
mec. Sindirilemeyen, özümlenemeyen, benliği tutulmuş (Acte, crime inavoué).
yitirtilemeyen (Unpeuple inassimilable). incas. ve ad. İnka (Empire inca. Civilisation inca.
inassouvi, e s. 1. Doymamış, kanmamış, Langue des incas).
doyurulmamış (Désir inassouvi, haine incalculables. 1. Sayısız, hesapsız, hesap olunamaz,
inassouvie). 2. ad. Doyumsuz (Les inquiets et les hesaba sığmaz (Le nombre incalculable des
inassouvis). étoiles). 2. Pek çok, birçok (L'événement eut
inassouvissables. Doyurulamaz, giderilemez (Une d'incalculables conséquences).
faim inassouvissable). incandescence diş. 1. fiz. kim. Akkorluk, akkor
inassouvissement er. Doyurulamazlık, doymak haline gelme (Métal chauffé jusqu'à
bilmezlik, doyumsuzluk. l'incandescence). 2. mec. Kızışma, kaynaşma
inattaquable s. 1. El uzatılamaz (Poste, position (L'incandescence des esprits).
inattaquable). 2. mec. Söz götürmez, gerçek, incandescent, es. i.fiz. kim. Akkor; akkor halinde
kuşkulandamaz (Preuve, réputation (Métal, charbon incandescent). 2. mec.
inattaquable). Kaynaşan, kızışmış, kaynayıp duran.
incantation 738 inceste

incantation diş. Büyü yapma, büyü sözleri söyleme, incartade dş. 1. (Dilde yada davranışta) Sürçme,
okuyup üfleme, yanlışlık (Pardonnez-moi cette incartade). 2.
incantatoire s. Büyüye değgin; büyüleyici (Des Çılgınlık, hatâ (Les incartades de la jeunesse). 3.
paroles incantatoires). Sövgü, zılgıt. 4. (Binicilikte) Atın birdenbire sağa
incapables, vead. 1. Yeteneksiz, beceriksiz (C'est yada sola sapması,
l'homme le plus incapable du monde. Un directeur incasiques. İnkalara değgin,
incapable; un incapable, une incapable). 2. huk. incassable s. 1. Kırılmaz (Verre incassable). 2.
Yeterliksiz, yasal yeterlikten yoksun (Il est Kopmaz, sağlam (Filincassable).
incapable de remplir aucune fonction publique). incendiaire ad. 1. Kundakçı, yangın çıkarıcı (Néron
3. Incapable de qch: Elinden... gelmez (Il est l'incendiaire). 2. s. Yangın çıkarıcı (Balles,
incapable de lâcheté). 4. Incapable de f. qch: a) bombes incendiaires). 3. mec. Bozguncu (Propos,
-cek durumda olmayan (Je suis incapable de me déclarations incendiaires). 4. mec. Yürek
tenir debout), b) -meye elverişsiz (Une terre tutuşturucu (Une blonde incendiaire).
incapable de rien produire), c) -emeyen, -cek incendie er. 1. Yangın (Incendie de forêt. Assurance
güçten uzak (Il est incapable de comprendre ce contre l'incendie). 2. Geniş bir alana yayılmış
qu'on dit. Un enfant incapable de courir). kırmızı, pembe ışıklar (L'incendie du soleil
incapacité diş. 1. Yeteneksizlik; olanaksızlık; couchant). 3. mec. Kargaşalık, savaş (La Serbie
elverişsizlik. 2. Beceriksizlik. 3. huk. Yetersizlik, peut toujours être le brandon d'un incendie
"ehliyetsizlik (Incapacité électorale). européen).
incarcération diş. Hapis, hapsetme, hapsedilme; incendier gçl. 1. Yakmak, ateşe vermek (Incendier
tutuklama, tutuklanma, un village, une forêt). 2. Yakmak, yanık etkisi
incarcérer gçl. Hapsetmek, tutuklamak, dama yapmak (Le vin lui incendia la gorge). 3. Kızıla
tıkmak, içeri atmak (Incarcérer un prévenu). boğmak, kızıl bir renk vermek (Le soleil
incarnadin, e s. Bir çeşit koyu pembe (La bouche incendiait les vitres). 4. mec. Bozgun yaratmak. 5.
incarnadine). tkz. Incendier qn: -in iler tutar yanım
incarnat, e s. ve er. Açık kiraz pembesi (Velours bırakmamak, çok kınamak, sitemlere boğmak;
incarnat. Des rideaux d'un bel incarnat). küfretmek, kalaylamak. § Se faire incendier: tkz.
incarnation 1. (Dinsei anlamda) Tanrının insan Küfürü yemek, kalaylanmak,
olarak meydana çıkması. 2. Cisimleşme, incération diş. Mum kıvamı verme, mum gibi kılma;
"tecessüm; somut örnek (Cet homme est (bir maddenin içine) mum katma,
l'incarnation de la générosité). incertaine s. 1. Şüpheli, kesin olmayan (Résultat,
incarné, e s. 1. Cisimleşmiş, ete kemiğe bürünmüş succès incertain). 2. Kararsız, değişebilir, bel
(Le Verbe incarné: tsa peygamber). 2. bağlanamaz (Temps incertain, appui incertain). 3.
Somutlaşmış, somut örnek, -in ta kendisi (Ce roi Belli olmayan, belirsiz (Contours incertains,
était la légitimité incarnée). 3. hek. Ete batmış lumière incertaine).
(Ongle incamé). incertitude diş. 1. Şüphelilik (L'incertitude d'un
incarner gçl. 1. -in somut örneği olmak, canlı succès). 2. Kararsızlık (Etre, demeurer dans
simgesi olmak; -i temsil etmek (Le magistrat l'incertitude: Kararsızlık içinde olmak, kalmak).
incarne la justice. Ce roman incarne les nouvelles 3. Belirsizlik, belli olmayış (L'incertitude de
tendances littéraires). 2. Canlandırmak, l'avenir).
yorumlamak, oynamak (Incarner un rôle, elle incessamment bel. 1. Ara vermeden, durmadan,
incarne à la scène les ingénus du théâtre de habire (Il change incessamment). 2, Hemen, çok
Marivaux). 3. (Dinsel) İnsan biçiminde ortaya çekmez, az sonra (Il doit arriver incessamment).
çıkarmak (Dieu incarna son fils). § Etre... incessantes. Sürekli, ardı arası kesilmeyen (Pluies
incarné: -in ta kendisi olmak (Il est le vice incarné, incessantes).
le diable incarné, la jalousie incarnée). § incessibilité diş. huk. Başkasına devredilemezlik,
S'incarner: 1. (Doğa üstü bir varlık) İnsan yada "temlik edilemezlik,
hayvan olarak ortaya çıkmak (Le Verbe s'est incessible s. huk. Başkasına devredilemez, "temlik
incarné à l'homme de douleur. Les divinités edilemez (Droit, privilège incessible).
indiennes s'incarnaient dans des corps différents). inceste er. 1. Mahremi ile zina, mahremler arasında
2. Cisimleşmek, somutlaşmak. 3. S'incarner en zina, horanta zinası, yakın akrabalar arası zina. 2.
qch: -de toplamak, dile gelmek (Tous nos espoirs Mahremiyle evlenme. 3. ad. Mahremiyle zina
s'incarnent en toi). yapan yada evlenen.
incestueux 739 incliner

incestueux, euse s. vead. 1. Mahremiyle zina yapan incisive diş. Kesici diş (Les incisives d'un rongeur).
(Un incestueux. Un couple incestueux). 2. incitateur, trice ad. Kışkırtıcı (Un incitateur de
Mahremler arasında olan (Amour incestueux). 3. troubles).
Mahremler zinasından doğan (Enfantincestueux). incitation diş. 1. Kışkırtma; sürükleme (Incitation à
inchangé,es. Değişmemiş, olduğu gibi (Lasituation la révolte, à la violence. Incitation des ouvriers à la
demeure inchangée). débauche). 2. huk. Teşvik (Incitation à la
inchauffable s. Isıtılamaz, ısıtılması çok güç (Un prostitution: Fuhuşa teşvik. Incitation au crime:
salon inchauffable). Suça teşvik).
inchavirable s. Devrilmez (Canot de sauvetage inciter gçl. 1. Inciter qn à qch: Birini -e kışkırtmak;
inchavirable). -e sürüklemek; -e isteklendirmek, "teşvik etmek
incidemment bel. 1. Sırası gelmişken, bu arada (Je (Inciter la foule à la révolte. Inciter les mineurs à la
vous rappelle incidemment la promesse que vous débauche. La publicité nous incite à l'achat). 2.
m'aviez faite). 2. Bir ara (ils parlèrent Inciter qn à f.qch: Birini -meye kışkırtmak,
incidemment de leurs souvenirs communs, mais sürüklemek, isteklendirmek, teşvik etmek
sans s'y attarder). (Inciter le peuple à se révolter. Sa réponse m'incite
incidence diş. 1. Yankı, yansıma, sonuç, etki à penser. La publicité nous incite à acheter).
(L'incidence de la hausse des prix sur le pouvoir İncivil,es. Kaba, nezaketsiz; kabaca, nezaketsizce
d'achat. Vous n'avez pas envisagé les incidences de (Un homme incivil. Répondre sur un ton incivil).
votre décision). 2. fiz. mat. Gelme, °vürut; bir incivilement bel. Kabaca, nezaketsizce,
ışının, bir çizgi yada yüzeyin bir yere erişmesi incivilité diş. Kabalık, nezaketsizlik (Commettre
(Angle d'incidence: Gelme açısı. Point une incivilité).
d'incidence: Gelme noktası). inclémence diş. 1. Yarhgamazhk, bağışlamazlık,
incident er. 1. Olay (Un incident de frontière. Un ""mağfiretsizlik. 2. mec. Sertlik, şiddet
incident sans importance, inopiné, imprévu). 2. (L'inclémence de l'hiver).
Kaza, engel, güçlük (Le voyage s'est passé sans inclément,e s. 1. Yarhgamaz, bağışlamaz,
incident). 3. Karışıklık, olay (Créer, provoquer mağfiretsiz (Juges incléments). 2. mec. Sert
des incidents dans une réunion, dans la rue). 4. (Hiver inclément).
Araya karışan olay, ara olayı, çaparız, inclinaison diş. 1. Eğme, eğilme (L'inclinaison de la
incident,es. 1. fiz. mat. (Bir yüzeye) Gelen ("Rayon tête). 2. Eğiklik (Inclinaison d'une route, d'un
incident, ligne incidente). 2. dilb. Ara (Phrase mur). 3. Eğim (Inclinaison d'une surface, d'un
incidente). 3. huk. Araya karışan, arada çıkan, plan). § Inclinaison magnétique: fiz. Eğim açısı.
arada yapılan, ara (Contestation incidente, Inclinaison du plan de l'orbite: gökb. Yörünge
demande incidente, requête incidente). § Jugement eğikliği.
incident: huk. Ara kararı. Proposition incidente: inclination diş. 1. Eğme (Inclination de tête). 2.
dilb. Ara tümce, Sevgi, *sevi, "aşk (Mariage d'inclination). 3.
incinérateur er. Çöp yakma makinesi, Eğilim, "temayül (Inclination innée, naturelle). §
incinération diş. Yakma, yakıp kül etme Avoir de l'inclination, une certaine inclination à
(Incinération des cadavres). f.qch: -mek eğiliminde olmak, -meye eğilimli
incinérer gçl. Yakmak, yakıp kül etmek (Incinérer olmak (Il a de l'inclination à mentir). Avoir une
les cadavres, les ordures). inclination pour qn: Birine karşı sevgisi olmak.
incirconcis,e s. vead. Sünnetsiz. Faire une inclination de tête: 1. Selâmlamak için
incirconcision diş. Sünnetsizlik. başını eğmek, başıyla selâmlamak. 2. Başıyla
incise diş. 1. dilb. Aratümce. 2. müz. Bir ezginin onaylamak, onama belirtisi olarak başını eğmek.
belirli bir bölümünü meydana getiren notalar. 3. Montrer de l'inclination pour qch: -e karşı eğilim
s. dilb. Ara (Proposition incise). göstermek (Il montre de l'inclination pour les
inciser gçl. Çizerek yarmak (Inciser l'écorce d'un sciences).
arbre, inciser un panaris). incliné,e s. 1. Eğik (Il avait la tête inclinée sur
incisif, ive s. 1. Kesici (Dents incisives). 2. mec. l'épaule). 2. mec. Incliné à f. qch: -mek
Keskin, sert, dokunaklı (Ironie incisive, critique eğiliminde, -meye eğilimli (Je suis incliné à
incisive, style incisif). penser). § Plan incliné: Eğik düzey, "sathı mail,
incision^. 1. Çizip yarma (Incision d'une plaie). 2. incliner gçl. 1. Eğmek (Incliner la tête. Le vent
Yarık çizgi, çentik (Faire une incision à l'écorce incline les épis). 2.1nclinerqnàqch,àf.qch: Birini
d'un arbre fruitier). -e, -meye itmek (Sa meilleure conduite incline le
inclure 740 incommunicable

professeur à l'indulgence. Cela m'incline à croire ouvrage).


qu'il réussira). 3. gsz. Eğik olmak (Le mur incohérent, e s. Tutarsız, bağıntısız, birbirini
incline). 4. gsz. Eğilmek, yatmak (Les tiges tutmayan (Propos incohérents d'un fou. Phrases
inclinent). 5. gsz. Incliner vers qch, à qch: -e incohérentes).
eğilim göstermek, -e doğru yönelmek, yoluna incolores. 1. Renksiz (Verre incolore, gaz incolore).
gitmek (Incliner à l'indulgence. J'incline vers les 2. mec. Parıltısız, sönük, cılız, canlılığı olmayan
solutions extrêmes). 6. gsz. Incliner à f. qch: -mek (Un style incolore).
eğilimi göstermek, -meye eğimli olmak (Ilincline incomber gçl. 1. Incomber à qn: -e düşmek, -den
à accepter notre offre). § S'incliner: 1. Eğik olmak beklenmek (Ces réparations incombent au
(Le mur s'incline). 2. Eğilmek (Il s'inclina pour propriétaire de la maison). 2. Incomber à qn de f.
saluer). 3. Batmak üzere olmak (Le soleil qch: -mek... düşmek (C'est à vous qu'il incombe
s'incline) 4. İnmek ( Chemin qui s'incline en pente de faire cette démarche: Bu girişimde bulunmak
douce). 5. Boyun eğmek, "itaat etmek (Il fallait size düşer).
s'incliner ou partir). 6. S'incliner devant: a) -in incombustibilité diş. Yanmazlık; yanmaya
karşısında saygıyla eğilmek, -e saygı duymak (II elverişsizlik.
s'inclina devant son père. Je m'incline devantvotre incombustible s. Yanmaz; yanmaya elverişsiz
chagrin) ,b)-inkarşısındaeğilmek, boyun eğmek, (L'amiante est incombustible).
dize gelmek, pes etmek (Il ne s'incline devant income-taxe er. (İngilterede) Gelir vergisi,
aucune autorité. S'incliner devant la force). incommensurabilité diş. Sınırsızlık, ölçülemezlik,
inclure gçl. 1. İçermek, kapsamak, içine almak, çok büyüklük,
"mündemiç olmak (Cette condition en inclut une incommensurable s. 1. Ortak ölçüleri olmayan. 2.
autre). 2. Inclure qch dans: Bir şeyi -in içine Sınırsız, ölçüsüz, sonsuz, çok büyük (Un foule
koymak, sokmak, katmak (Inclure une lettre dans incommensurable se pressait sur les quais de la
l'enveloppe. Inclure un nom dans une liste. Incluez gare).
cette dépense dans les frais généraux). incommensurablement bel. Sonsuzca, sınırsızca,
inclus, e s. 1. -in içine konmuş, katılmış, eklenmiş incommodant, e s. Tedirginlik veren, rahatsız edici
(Frais inclus dans une somme). 2. "Dahil (Bruit incommodant).
(Jusqu'au troisième chapitre inclus). § Ci-inclus, incommode s. 1. Kullanışsız (Outils, meubles
ci-incluse: 1. s. İlişikteki, ilişik; bunun içindeki incommodes). 2. Can sıkıcı, rahatsız edici (Une
(N'ouvre la lettre ci-incluse qu'en cas de danger). personne incommode). 3. Tedirginlik verici,
2. bel. İlişik olarak ; bunun içinde (Ci-inclus la note rahat olmayan, rahatsız (Une position
sur la botanique. Vous trouverez ci-inclus incommode). 4. Sıkıcı, bunaltıcı (Une chaleur
réponse à votre demande). incommode). 5. Incommode à: -e uygun olmayan,
inclusif, ive s. İçinde olan, içinde taşıyan mündemiç elverişsiz (La passion véritable est incommode à
(Ces deux propositions sont inclusives l'une de l'éloquence).
l'autre). incommodé, es. 1. Keyifsiz, rahatsız, biraz hasta. 2.
inclusion diş. fels. İçinde bulunma ; belli bir nedenin Tedirgin.
belli bir sonucu içinde bulundurması, incommodément bel. Rahatsız bir şekilde,
inclusivement bel. "Dahil, içinde olarak (Jusqu'au tedirginlik içinde (Ils sont installés
quinzième siècle inclusivement). incommodément; il est assis incommodément).
incoagulable s. Pıhtılaşmaz. incommoder gçl. 1. Sıkmak, sıkıntı vermek,
incoercibilité diş. Engellenemezlik, önüne rahatsız etmek, tedirgin etmek (Ce bruit
geçilemezlik, önlenemezlik. m'incommode). 2. Sağlığını bozmak, dokunmak,
incoercible s. Engellenemez, tutulamaz, biraz hasta etmek (Ce vin l'a un peu incommodé).
önlenemez, önüne geçilemez (Un désir incommodité diş. 1. Kullamşsızlık (Incommodité
incoercible, un rire incoercible, toux incoercible). d'un appartement). 2. Sıkıntı, sakmea, tedirginlik
incognito bel. 1. Kendini tanıtmadan, kimliğim (Incommodité d'un voisinage bruyant.
gizleyerek (Voyager incognito). 2. bel. Gizlice L'incommodité d'habiter loin de son lieu de
(Descendre incognito dans un hôtel). 3. er. travail). 3. (Eski) Keyifsizlik, hafif rahatsızlık,
Kimliğini gizleme, kendini tanıtmama; gizlilik, incommunicabilité diş. İlitilcmezlik; iletişimsizlik,
tanınmazlık (Garder l'incognito). incommunicable s. 1. Aktarılamaz, başkasına
incohérence dil. Tutarsızlık, bağıntısızlık, birbirini devredilimez (Droits, privilèges
tutmazhk (Incohérence entre les parties d'un incommunicables). 2. Dile getirilemez,
incommutabilité 741 incongru

anlatılamaz, başkasına iletilemez (Sentiment, (Qu'est-ce qu'un Dieu masqué dans


pensée incommunicable). 3. Bağıntısız, birbiriyle l'incompréhensible?).
ilişkisiz, iletişimsiz (La jeunesse et la maturité sont incompréhensif, ive s. Anlayışsız (Des parents
deux mondes incommunicables). incompréhensifs).
incommutabilité diş. Sahip değiştiremezlik. incompréhension diş. Anlayışsızlık (Poète qui
incommutable s. huk. Sahip değiştiremez souffre de l'incompréhension du public).
(Propriété incommutable). incompressibilité, diş. fiz. Sıkıştırılamazlık,
incomparable s. Eşsiz, benzersiz, eşi benzeri basınçla hacmi küçültülemezlik.
olmayan (Beauté incomparable). incompressible s. 1. Sıkıştırılanlar, basınçla hacmi
incomparablement bel. Ölçüştürülemez derecede, küçültülemez (Fluide incompressible). 2. mec.
çok, son derece (Une humanité Kısıtlanamaz, azaltılamaz (Dépenses
incomparablement plus évoluée). incompressibles).
incompatibilité diş. 1. Aykırılık, ayrılık incompris, e s. ve ad. Anlaşılmamış, değeri
(Incompatibilité d'idées). 2. Bağdaşmazlık, bilinmemiş (Ouvrage incompris, femme
tutmazhk, uyuşmazlık (Divorce pour incomprise. Il loue les grands incompris).
incompatibilité d'humeur. Incompatibilité de inconcevables. 1. Anlaşılmaz, kavranılmaz (Notion
groupes sanguins). 3. Birleşmezlik inconcevable). 2. Şaşılacak, us almaz (Il vit dans
(Incompatibilité entre le mandat parlementaire et une solitude inconcevable). 3. Tuhaf, acaip (Les
la plupart des fonctions publiques). boutiques de modistes étaient pleines de chapeaux
incompatible s. 1. Aykın, karşıt (Idées inconcevables).
incompatibles). 2. Bağdaşmaz, uyuşmaz, inconcevablement bel. Tuhaf bir şekilde;
birbirini tutmaz (Groupes sanguins anlatılmaz, us almaz bir şekilde,
incompatibles). 3. (Görevler, işler için) inconciliables. 1. Uzlaşmaz, bağdaşmaz (Principes
Birleştirilemez, birleşemez (Fonction inconciliables). 2. Inconciliable avec: -ile
incompatible). 4. Incompatible avec: -ile bağdaşmaz, uzlaşmaz, -e aykın (Loiinconciliable
bağdaşamaz (La culture n'est pas incompatible avec les principes de la Constitution).
avec la foi). inconditionné, es. 1. Hiçbir koşula bağlı olmayan,
incompétence diş. 1. Yetkisizlik (Incompétence "kayıtsız şartsız. 2. s. ve er. Salt.
d'un maire, d'un préfet). 2. Yetersizlik, inconditionnalité diş. Hiçbir koşula bağlı olmama,
yeteneksizlik, bilgisizlik (Il parle de l'art avec la koşulsuzluk, kayıtsız şartsızlık
plus grande incompétence). (L'inconditionnalité d'une adhésion).
incompétent, t s. 1. Yetkisiz. 2. Yetersiz, bilgisiz. 3. inconditionnel, le s. 1. Hiçbir koşul tanımayan,
Incompétent en qch: -de yetersiz, bilisiz, -den "kayıtsız şartsız (Acceptation, soumission
anlamayan (Il est incompétent en musique). 4. inconditionnelle). 2. Tartışmasız, körü körüne (Il
Incompétent pour f. qch: -mekte yetersiz, bilisiz; est le soutien inconditionnel de notre politique).
için yetkisiz (Il est incompétent pour prendre une inconditionnellement bel. Hiçbir koşul tanımadan,
telle décision). "kayıtsız şartsız, hiçbir koşul ileri sürmeden (La
incomplet, ète s. Eksik, eksik kalmış, bitmemiş majorité le soutient inconditionnellement).
(Liste incomplète, récit incomplet). inconduite diş. Kötü davranış, ahlaksızca tutum,
incomplètement bel. Eksik, yarım yamalak, şöyle kötü gidiş.
böyle, tam değil (Il est incomplètement guéri). inconfort er. Konforsuzluk, "gönencesizlik
incomplétude diş. ruhb. Eksiklik (Sentiment (L'inconfort d'un logement).
d'incomplétude). inconfortables. 1. Konforsuz, 'gönencesiz (Maison
incomplexes, dilb. Tümleçsiz. inconfortable). 2. Rahatsız edici, üzücü, kötü
incompréhensibilité diş. Anlaşılamazlık (Vous m'aimez depuis dix ans en silence, ce qui est
(Incompréhensibilité des mystères). extrêmement inconfortable).
incompréhensibles. 1. Kavranilamaz (La nature de inconfortablement, bel. Rahatsız bir şekilde, pek de
Dieu est incompréhensible). 2. Anlaşılmaz, rahat olmadan (Il est très inconfortablement
anlaşılması çok güç (Enigme, mystère assis).
incompréhensible). 3. Incompréhensible à: -in incongelable s. Donmaz.
anlayamayacağı (Cela lui est incompréhensible. incongru, e s. Nezaket kurallarına aykırı; nezaket
Ces sentiments sont incompréhensibles à son kurallarını hiçe sayan; yersiz, münasebetsiz (Une
cœur). 4. er. Anlaşılmazlık, kavranılmazlık réponse incongrue, un homme incongru).
incongruité 742 incontestable

incongruité diş. Nezaket kuralarına aykırılık; inconséquent, e s. I. Tutarsız (Propos


yersizlik; densizlik, münasebetsizlik inconséquents). 2. Sonu hesap edilmemiş, nereye
(L'incongruité d'une réponse. Faire, commettre varacağı düşünülmemiş, düşüncesizce (Une
une incongruité). démarche inconséquente). 3. Kendi kendisiyle
incongrûment bel. Nezaketsizce, yersizce, çelişki içinde olan, sözleri yada davranışları
densizce, münasebetsizce (Parler, agir birbirini tutmayan (Unpoète inconséquent).
incongrûment). inconsidération diş. Düşüncesizlik,
inconnaissable s. 1. Bilinmez (L'avenir inconsidéré, e s. 1. Düşüncesizce, yersiz (Propos
inconnaissable). 2. er. fels. Bilinmez, bilinmeyen inconsidérés, zèle inconsidéré). 2. (Eski)»
şey (Chaque découverte recule les limites de Düşüncesiz, sakınımsız (Un homme inconsidéré).
l'inconnaissable). inconsidérément bel. Düşüncesizce, sakınımsızca,
inconnaissance diş. Bilmeme, bilinmezlik neye varacağını hasaplamadan (Bavarder
(L'inconnaissance du temps à venir). inconsidérément).
inconnu, e s. İ. Bilinmeyen (Obéir à une volonté inconsistance diş. 1. Kıvamsızlık, koyulaşmama
inconnue. Les causes du décès restent inconnues). (L'inconsistance d'une pâte, d'unecrème). 2. mec.
2. Tanınmamış, ünsüz, adsız (Vivre, rester Gevşeklik, çürüklük, dayanıksızlık
inconnu. Un écrivain encore inconnu). 3. (L'inconsistance d'un argument, d'une
Duyulmamış, duyulmadık (Des essais d'une accusation). 3. Kararsızlık, "sebatsızlık,
ampleur jusqu'ici inconnue). 4. Inconnu à qn, de inconsistant, e s. 1. Kıvamsız, koyulaşmamış
qh: -in bilmediği, -için yabancı (Ce nouveau (Bouillie, crème inconsistante). 2. Kararsız,
monde lui était inconnu. Ces problèmes étaient "sebatsız (Un homme inconsistant, un caractère
inconnus de nous). S .er. Bilinmeyen, bilinmeyen inconsistant). 3. Dayanıksız, çürük gevşek
şey (Aller du connu à l'inconnu). 6. diş. mat. (Argument inconsistant, idées inconsistantes).
Bilinmeyen (Une équation à deux inconnues. Les inconsolable s. 1. Avunamaz, acısını unutamaz
inconnues d'un problème social). "tesilli olamaz (Mère, veuve, orphelin
inconsciemment bel. Ne yaptığını bilmeden, inconsolable). 2. Avutulamaz, "teselli edilemez
bilinçsizce (Agir inconsciemment). (Douleur inconsolable).
inconscience 1. Bilinçsizlik. 2. Bilincini yitirme, inconsolé, e s. Avunmamış, acısını unutmamış,
kendinden geçme (Etat d'inconscience provoqué teselli bulamamış; avutulmamış, "teselli
par le chloroforme. Plonger, sombrer dans edilmemiş (Veuve inconsolée; douleur
l'inconscience). 3. Düşüncesizlik, çılgınlık, delilik inconsolée).
(Courir un pareil risque, c'est de l'inconscience). inconsommable s. Tüketime elverişli olmayan,
4. Bilememe, anlayamama, kavrayamama yenilemez (Denrées inconsommables).
(L'inconscience de la minute qui va suivre). inconstance diş. 1. Değişkenlik, kararsızlık,
inconscient, es. 1. Bilinçsiz (Un auteur inconscient). sebatsızlık (L'inconstance du public, d'un
2. Bilincini yitirmiş, kendinden geçmiş (Un caractère). 2. Bağlılık duygusundan uzaklık,
malade inconscient). 3. Ne yaptığını bilmeyen, "vefasızlık, "ihanet (L'inconstance d'un amant,
deli, düşüncesiz (Neprêtez pas attention à ce qu'il d'une maîtresse).
fait, il est complètement inconscient). 4. inconstant, e s. İ . Değişken, "kararsız, "sebatsız
Bilinçsizce, içgüdüsel (Mouvement, geste (Homme faible et inconstant). 2. Bağlılık
inconscient). 5. Inconscient de qch: -in bilincinde duygusundan uzak, "vefasız (Une femme
olmayan, -in ne olduğunu bilmeyen (Il est inconstante, un amant inconstant).
inconscient de ce qu'il fait, des événements inconstatables. Saptanamaz,°tesbit edilemez (Faits
sociaux). 6. ad. Bilinçsiz kimse, düşünmeden inconstatables).
davranan kimse (ilse conduit en inconscient). 7. inconstitutionnalité diş. Anayasaya aykırılık
er. ruhb. Bilinçaltı, altbilinç (Sentiments refoulés (Inconstitutionnalité d'un décret).
dans l'inconscient). inconstitutionnel, le s. Anayasaya aykırı (Loi,
inconséquence diş. 1. Tutarsızlık, tutmazlık mesure inconstitutionnelle).
(L'inconséquencedanslesidées, danslestyle. Ilya inconstitutionnellement bel. Anayasaya aykırı
de l'inconséquence dans ses procédés). 2. Hafiflik, olarak.
savrukluk, önemsemezlik, düşüncesizlik incontestabiiité diş. Söz götürmezlik, "itiraz kabul
(L'inconséquence d'une conversation, d'une etmezlik.
conduite). incontestable s. Söz götürmez, kuşku götürmez,
incontestablement 743 incrédule

apaçık, "itiraz kabul etmez (Un succès Sursis d'incorporation: ask. Erteleme, tecil,
incontestable. Preuve incontestable). incorporel, le s. 1. Cisimsiz, cisimle ilgisi olmayan;
incontestablement bel. Su götürmez bir şekilde, hiç vücudu olmayan (L'âme est incorporelle). 2. huk.
kuşkusuz (C'est incontestablement vrai). Özdeksel olmayan, "gayrimaddi (Biens
incontesté, e s. Kabul edilmiş, tanınmış, incorporek).
yadsınmamış (Droits, principes incontestés. Un incorporer gçl. 1. Incorporer qch à qch: -e
chef incontesté). katıştırmak (Incorporer des oeufs à une sauce). 2.
incontinence diş. 1. (Nefisle ilgili ve cinsel işlerde) Incorporer qch à qch, dans qch: -e katmak,
Kendini tutamazlık, uçkuruna sağlam olmayış; eklemek (Incorporer un paragraphe dans un
perhizsizlik. 2. Tutamazlık, tu tamama chapitre. Incorporer un territoire à un empire,
(Incontinence de langage, de parole. Incontinence dans un empire). 3. Incorporer qn à qch, dans qch:
d'urine). Birini -e sokmak, girmesini sağlamak, katmak
incontinent, e s. 1. Elini, belini, dilini tutamayan; (Incorporer un ami à une société, dans une
kendini tutamaz. 2. Sidik tutamayan; sidiğini association). 4. ask. Kıtaya almak (Incorporer un
kaçıran, altına işeyen (Vessie incontinente, enfant conscrit dans un bataillon). § S'incorporer à qch,
incontinent). 3. bel. Hemen (Je veux que tout soit dans qch: -e girmek, katılmak (S'incorporer à un
réglé incontinent). groupe d'amis, dans une association).
incontrôlable s. Denetlenemez, ne olacağı incorrect, es. 1. Yanlış, hatalı, kusurlu (Edition
saptanamaz (Affirmation, témoignage incorrecte. Terme incorrect, réglage incorrect). 2.
incontrôlable). Yakışıksız, yakışık olmayan (Tenue incorrecte).
incontrôlé, e s. Denetimden çıkmış, kontrolden 3. Dürüst olmayan, doğruluktan ayrılan (Il est
çıkmış, söz dinlemez (Forces incontrôlées. Des incorrect en affaires).
bandes incontrôlées de rebelles). incorrectement bel. 1. Yanlış şekilde, kusurlu
inconvenance diş. 1. Yakışıksızlık, olarak (Appareil incorrectement monté). 2.
"münasebetsizlik (Inconvenance d'un geste, d'une Yakışıksızca, "münasebetsizce (Parler
situation). 2. Yakışıksızca davranış yada söz, incorrectement).
"münasebetsizlik, densizlik (Commettre une incorrection diş. 1. Yanlış, "hata, kusur (Il y a
inconvenance). plusieurs incorrections dans ce devoir). 2.
inconvenant, e s. Yakışıksız, yakışık almayan, Yakışıksızlık, münasebetsizlik (Commettre une
münasebetsiz (Propos inconvenant, tenue incorrection).
inconvenante). incorrigible s. 1. Düzeltilemez, sürüp giden (Son
inconvénient er. 1. (Eski) Terslik, "aksilik. 2. incorrigible distraction). 2. Yola gitirilemez,
Sakınca, "mahzur (Avoir, comporter, offrir, düzeltilemez (Un enfant incorrigible).
présenter des inconvénients). § D n'y a pas incorrigiblement bel. Düzeltilemeyecek şekilde;
d'inconvénient à f. qch: -mekte bir sakınca yok (Il yola gelmeyecek kadar,
n'y a pas d'inconvénient à prendre ce remède). Ne incorruptibilité diş. 1. Bozulmazlık
pas voir d'inconvénient à f. qch: -mekte bir (Incorruptibilité d'une substance). 2.
sakınca görmemek, Namusluluk, doğruluktan ayrılmazlık
inconvertible, inconvertissable s. 1. Başka bir din (Incorruptibilité d'un fonctionnaire).
yada inanca sokulamaz; dini inana, düşüncesi incorruptible s. 1. Bozulmaz, çürümez (Bois
değiştirilemez (Uneprotestante inconvertible). 2. incorruptible). 2. mec. Bozulmaz, namuslu,
(Başka bir paraya) Çevrilemez, değiştirilemez dürüst, doğruluktan ayrılmaz (Un juge
(Billet de banque inconvertible). incorruptible).
incoordination diş. * Eşgüdümsüzlük, düzenleme incorruptiblement bel. 1. Bozulmayarak,
yokluğu, işbirliği eksikliği (L'incoordination des bozulmadan. 2. Doğruluktan ayırmayarak,
services administratifs). dürüst kalarak, namusluca,
incorporante diş. Cisimsizlik; cismi olmama, incrédibilité diş. İnanılmazlık (L'incrédibilité d'un
incorporation diş. 1. Katışma; katıştırma récit).
(Incorporation de jaunes d'oeufs dans du sucre). incrédule s. ve ad. 1. Tez kanmaz, güç kanar, zor
2. Katma, ekleme, "ilhak (L'incorporation de inanan; inanmamış, kuşkulu (Ses affirmations me
l'Autriche à l'Allemagne en 1938). 3. Eritme, laissent incrédule. Répondre d'un air incrédule).
sindirme (Incorporation d'une minorité ethnique 2. İnansız, inançsız, "imansız (L'incrédule et le
dans une communauté). 4. ask. Birliğe katılma. § dévot). 3. Incrédule à qch: -e inanmayan,
incrédulité 744 inculture

kanmayan. un poignard d'or). 4. Incruster qch dans qch: a)


incrédulité diş. 1. Tez kanmazlık, zor inanırlık, Birşeye... döşemek, işlemek (Incruster une
kuşkululuk, inanmazlık, kanmazlık. 2. mosaïque dans le pavé d'un temple. Incruster du
İnansızlık, inançsızlık, imansızlık, nacre dans l'ébène). b) -in içine iyice sokmak,
incréé, e s. Yaratılmamış, yaratılmadan var olan yerleştirmek (Incruster une idée dans la tête).S.
(Dieu, créateur incréé). § La Sagesse incréée: İsa. Etre incrusté: Kireç bağlamak, kefekilenmek (Le
increvables. 1. Patlamaz (Ballon, pneu increvable). radiateur est incrusté). § S'incruster: 1 .mec. Postu
2. hlk. Yorulmaz (Il est increvable). sermek, kapağı atmak (Ils'est incrusté chez nous
incriminable s. 1. Suçlanabilir. 1. Kınanılır, depuis un mois). 2. S'incruster dans qch: -e iyice
kınanacak, ayıp (Action incriminable). yerleşmek, kene gibi yapışmak (Ce coquillage
incrimination diş. Suçlama; suçlayıp saldırma (Une s'est profondément incrusté dans la pierre). 3.
incrimination injuste). S'incruster de qch: a) -ile kaplanmak, süslenmek,
incriminer gçl. 1. (Birini) Cinayetle suçlamak. 2. kakma işlenmek (S'incruster d'or, d'émail), b)
Kınamak, ayıplamak, suç saymak (Incriminer -bağlamak, içi... bağlamak (Votre radiateur s'est
une conduite, un livre, un article). 3. Suçlamak, incrusté de tartre).
kızmak, saldırmak (Vous l'incriminez à tort en lui incrusteur, euse ad. Kakmacı, kakma işleyen,
imputant une erreur dont il n'est pas responsable). incubateur, trice s. 1. Kuluçka, kuluçka işi gören
4. Incriminer qn dans qch: Birini -e bulaştırmak, (Appareil incubateur). 2. er. (Erken doğan
-in içine sokmak (On l'avait incriminé dans un bebekler için) *Yaşanak, sıcak camlık (Un
vol). incubateur).
incristallisable s. Billurlaşamaz, kristalleşemez. incubation diş. 1. Kuluçka yatma; kuluçka (Période
incrochetable s. Maymuncukla açılamaz (Serrure d'incubation d'une maladie. Incubation naturelle,
incrochetable). artificielle des oeufs). 2. mec. Kuluçka dönemi,
incroyables. 1. İnanılmaz (Un récit incroyable). 2. hazırlık dönemi (L'incubation des insurrections).
Şaşırtıcı, olağanüstü (Il fait des progrès incube er. Bir halk inanışına göre uyku sırasında
incroyables). 3. Tuhaf, garip, acaip (Cet homme kadınların koynuna giren bir erkek şeytan,
est incroyable avec ses prétentions). 4. Olur şey incuber gçl. (Yumurtaları) Kuluçka dönemine
değil (C'est vraiment incroyable). S. Incroyable à sokmak, kuluçkaya yatırmak,
qn: -için inanılmaz, pek tuhaf (Cela lui était inculcation diş. (Kafasına) Sokma, iyice
incroyable). 6. er. İnanılmayacak şey (Croire yerleştirme.
l'incroyable). 7. ad. ç. (Direktuvar döneminde) inculpable s. 1. Suçlanabilir, suç yüklenebilir. 2.
Genç züppe, züppe delikanlı (Les incroyables Inculpable de qch: -ile suçlanan (Il est inculpable
devaient leur surnom à leur habitude de répéter à de complicité).
tout propos: c'est incroyable). inculpation diş. Suçlanma, suçlama (Etre arrêté
incroyablement bel. İnanılmaz şekilde, çok, pek, sous l'inculpation de vol).
son derece (Notre monde est incroyablement inculpé, e s. ve ad. Sanık (Les personnes inculpées.
varié). Incarcérer un inculpé).
incroyance diş. İnançsızlık, inansızlık, "imansızlık inculper gçl. 1. Suçlamak (Inculper un jeune homme
(Vivre, mourir dans l'incroyance). sans preuve). 2. Inculper qn de qch: Birini -ile
incroyant, e s. ve ad. İnançsız, inansız, "imansız suçlamak (On l'inculpe de vol, de crime).
(Âme incroyante. Un incroyant). inculquer gçl. Inculquer qch à qn: Bir şeyi birinin
incrustant, es. Kireç bırakan, kireçle kaplayan (Les kafasına sokmak, iyice yerleştirmek, aşılamak
eaux incrustantes). (Inculquer ses idées à ses élèves).
incrustation diş. 1. Kakma yapma, kakma işleme; inculte s. 1. İşlenmemiş, ekilmemiş (Terres
kakmalarla süsleme (Incrustation d'émail sur incultes). 2. Bakımsız (Cheveux, barbe incultes).
argent. Décorationfaite par incrustation). 2. Kireç 3. Yontulmamış, eğitilmemiş; ilkel, kültürsüz,
bağlama, kefekilenme (Empêcher l'incrustation bilisiz (Paysan inculte, peuple inculte).
par l'emploi de désincrustants). 3. Kaplara çöken incultivable s. 1. Ekilemeyen, işletilemeyen;
kireç, kefeki. 4. Kakmacılık, verimsiz, bitek olmayan (Terres incultivables). 2.
incruster gçl. 1. Kakma işi yapmak, kakmalarla Eğitilemeyen, yontulamayan, adam edilemeyen,
süslemek. 2. Ufak taşlarla yada mozaiklerle incultivé,e s. Ekilmemiş (Terres incultivées).
döşemek (Incruster un temple). 3. Incruster qch inculture diş. 1. Kültürsüzlük, bilisizlik. 2.
de qch: -ile süslemek, kakma yapmak (Incruster Ekilmemiştik, işlenmemişlik.
incunable 745 indéfinissable

incunable s. 1. Basımcılığın ilk zamanlarından Anlaşılmaz, anlaşılması güç, karanlık (Pensées


kalma (Edition incunable). 2. er. Basımcılığın ilk indéchiffrables).
zamanlarında, 1500 yıllarından önce basılmış indéchirable s. Yırtılmaz.
yapıt, metin, indécidables. Karar verilemez, kararabağlanamaz.
incurabilité diş. (Hastalık için) Onmazlık, indécis, e s. 1. Kararsız (Demeurer, rester indécis
iyileşmezlik. entre deux solutions). 2. Belli olmayan, belirsiz.
incurable s. 1. Geçmez, iyi olmaz, onmaz, onulmaz Belli belirsiz; bulanık (Un sourire indécis; des
(Maladieincurable). 2.mec. Düzeltilemez,çaresi formes indécises). 3. Şüpheli, ortada (La victoire
bulunmaz, giderilemez (Ignorance, sottise demeura longtemps indécise).
incurable). 3. Adam olmaz, yola gelmez (Il est indécision^. 1. Kararsızlık (Demeurer, être, flotter
incurable, il ne changera jamais). 4. ad. a) tyi dans l'indécision). 2. Belirsizlik, belli belirsizlik
olmaz hasta, onmaz yaralı, b) Adam olmaz, (L'indécision des nuances).
düzelmez, yola gelmez kişi. indéclinable s. 1. dilb. Çekimsiz (Verbe
incurabiement bel. Çaresiz şekilde, düzelmez bir indéclinable). 2. Kaçınılmaz; reddedilmez (D'une
biçimde (Il est incurabiement malade). manière indéclinable). 3. er. dilb. Çekimsiz ad,
incurie diş. Savsama, °ihmal, savrukluk; çekimsiz sözcük,
savsaklama (Le retard du programme de indécollable s. (Yapışmış şeyler için) Sökülemez.
fabrication est dû à l'incurie). indécomposable s. kim. Ayrışmaz,
incurieux, euse s. Meraksız, meraklı olmayan (Un indécrochable s. 1. (Çengelden, askıdan)
regard incurieux). İndirilemez, kurtarılamaz. 2. mec. tkz. Söküp
incuriosité diş. Meraksızlık; ilgisizlik, kayıtsızlık, alınamaz, bir türlü elde edilemez (Diplôme
incursion diş. 1. Akın (Faire une incursion dans un indécrochable).
pays ennemi). 2. Baskın (Les enfants ont encore indécrottables. 1. Çamuru, pisliği temizlenemez. 2.
fait une incursion dans son bureau). 3. Bir mec. Adam olmaz, yola gelmez (Un paresseux
kimsenin uzmanlığı dışında yaptığı çalışma ; başka indécrottable).
alana taşma. indéfectibilité diş. Bozulmazlık, eksilmezlik
incurvation diş. Dışardan içeriye doğru eğme, (L'indéfectibilité de la matière, d'un sentiment).
çukurlaştırma, obruklaştırma; eğilme, indéfectibles. 1. Eksilmez, sürekli, hep sürüp giden
çukurlaşma, obruklaşma. (Sentiment, attachement indéfectible). 2.
incurver gçl. Dışardan içeriye doğru eğmek, Bozulmaz, değişmez, sağlam (Des souvenirs
çukurlaştırmak, obruklaştırmak (Incurver un conservés par une mémoire indéfectible).
pied de table, une barre de fer forgé). § S'incurver: indéfectiblement bel. Sürekli olarak, hiç değişmez
Çukurlaşmak, obruklaşmak (La route s'incurve bir biçimde, sağlamca (Etre indéfectiblement
pour contourner la montagne. Les joues attaché à ses principes).
s'incurvaient sous la saillie des pommettes). indéfendable s. 1. Savunulamaz, savunulması güç
indatable s. Tarihi saptanamaz (Document (Forteresse indéfendable). 2. mec.
indatable). Savunulamayacak denli kötü, savunulacak yanı
inde er. Çivit rengi, çivit boyası (Teindre en inde). olmayan, çürük (Une cause indéfendable, une
indébrouillable s. Çözülmez, çözülemez, içinden thèse indéfendable).
çıkılmaz. indéfini,e s. 1. Sınırsız, sonsuz (Le ciel indéfini,
indécemment bel. Patavatsızca, densizce l'espace indéfini). 2. Belirsiz, belli belirsiz (Une
uygunsuzca (Se conduire indécemment). tristesse indéfinie). 3. dilb. Belirsiz; belgisiz
indécence diş. 1. Densizlik, patavatsızlık (Je ne peux (Adjectifs indéfinis: Belgisiz sıfatlar. Articles
pas supporter de telles indécences). 2. indéfinis: Belgisiz tanım ilgeçleri. Passé indéfini:
Uygunsuzluk (L'indécence d'une tenue, d'un Belgisiz geçmiş zaman. Pronoms indéfinis:
propos). Belgisiz adıllar).
indécent, e s. 1. Patavatsız, densiz. 2. Uygunsuz, indéfiniment bel. 1. Durmadan, sonsuzluğa dek,
uygunsuzca (Tenue indécente, geste indécent). 3. sürekli olarak (Resterons-nous ici indéfiniment?).
Açık saçık (Chanson indécente, conversation 2. dilb. Belgisizce, belirsiz anlamda (Mot employé
indécente). indéfiniment).
indéchiffrable s. 1. (Şifreler için) Çözülmez indéfinissable s. 1. Tanımlanamaz, tanımı
(Message indéchiffrable). 2. Okunamaz, yapılamaz (Un mot abstrait indéfinissable). 2.
sökülemez (Manuscrit, écriture indéchiffrable). 3. Niteliği belirlenemez (Couleur, saveur
indéformable 746 indescriptible

indéfinissable). 3. Anlatılamaz, dile getirilemez, de caisse: Kasa ödencesi. Indemnité de mise en


dile sığmaz (Charme, émotion indéfinissable). congé: İşten çıkarma ödencesi. Indemnité
indéformable s. Biçimi bozulmaz (Vêtement d'équipe: Takım ödencesi. Indeminité de guerre:
indéformable). Savaş ödencesi, °harp tazminatı. Indemnité de vol:
indéfrisable s. Kıvırcıkları bozulmayan (Cheveux Uçuş ödencesi. Indemnité familiale: Aile
indéfrisables). ödencesi. 2. Yardım, kimi giderleri karşılamak
indéhiscence diş. bitb. Çatlayıp açılmazlık. üzere yapılan para yardımı (Indemnité de
indéhiscent, e s. bitb. (Olgunlaştığında logement: Konut ödencesi). 3. Aylık, maaş;
kendiliğinden) Çatlayıp açılmayan, ödenek (Indemnité de retraite: Emekli aylığı.
indélébile s. 1. Silinmez, çıkmaz (Marque, tache Indemnité parlementaire: Milletvekili ödeneği,
indélébile). 2. mec. Solmaz, zamanla silinmez, milletvekili aylığı).
yok olmaz (Un souvenir indélébile). indémontables. Sökülüp takılamaz.
indélébilité diş. 1. Silinmezlik, çıkmazlık. 2. mec. indémontrable s. Tanıtlanamaz, "isbat edilemez
Solmazhk, yok olmazlık, zamanla silinip (Axiome, postulat, vérité indémontrable).
gitmezlik. indéniables. Yadsınamaz, inkâr edilemez, kesin (II
indélibéré, e s. Düşünüp taşınılmadan yapılan, donne des signes indéniables d'aliénation mentale.
indélicat, es. 1. Kaba, incelikten uzak, nezaketsiz, Preuve, témoignage indéniable).
hoyrat (Homme indélicat). 2. Dürüstlükten uzak, indéniablement bel. Yadsınamaz bir biçimde, kesin
namussuz; namussuzca (Il est indélicat en affaire. olarak (C'est indéniablement plus joli).
Un procédé indélicat). indentation diş. Girinti çıkıntı (Les indentations
indélicatement bel. Kabaca, hoyratça, d'un littoral rocheux).
nezaketsizce, indépassable s. Aşılamaz, ilerisine geçilemez
indélicatesse diş. 1. Kabalık, incelikten uzaklık, (Limite indépassable).
hoyratlık, nezaketsizlik (Commettre une indépendamment bel. 1. Bağımsız olarak,
indélicatesse. L'indélicatesse d'un geste). 2. bağımsızca (Agir indépendamment). 2.
Dürüstlükten, doğruluktan uzaklık; Indépendamment de: a) -den ayrı olarak, -den
namussuzluk; doğruluğa aykırı davranış, başka (Indépendamment de son salaire, il touche
indémaillable s. Örgüsü çözülmeyen, kaçmaz (Bas de nombreuses indemnités), b) -e hiç
indémaillable). aldırmaksızın, -e bakmadan (Indépendamment
indemne s. Hiçbir zarara uğramamış. § Sortir de ce qui arrive, c'est l'attente qui est magnifique).
indemne de qch: -den sağ salim kurtulmak, hiç bir indépendance diş. 1. Bağımsızlık (Guerre de
zarara uğramamak (Sortir indemne d'un accident, l'Indépendance turque. Réclamer son
d'une guerre). indépendance). 2. Özgürlük; erkinlik, serbestlik
indemnisable s. Giderilebilir, tazmin edilebilir, (Indépendance d'idées). 3. Başına buyruktuk,
indemnisation diş. 1. Zaran ödeme, 'dokuncayı kimseyi dinlemezlik (Goût de l'indépendance.
giderme, "tazmin etme (L'indemnisation des Faire preuve d'indépendance).
sinistrés). 2. 'Karşılama, yiteni yerine koyma, indépendant, e s . 1. Bağımsız (Un pays
dokuncayı karşdama, ödencede bulunma, indépendant). 2. Özgür; erkin, serbest (Un artiste
"tazminat. 3. Gelir bağlama, iş kazası yada uğraşı indépendant). 3. Başına buyruk, kimseyi
sayrılığı sonucu ölümlerde yasasına göre dinlemez (Il est indépendant et ne veut enfaire qu 'à
hakedicilere aylık bağlama, "tazminat ödeme, sa tête). 4. Indépendant de: -e bağlı olmayan (La
indemniser gçl. 1. Dokuncayı, "zaran ödemek, chaleur de l'eau est indépendante de la durée de
ödencede bulunmak; 'ödencelemek, "tazmin l'ébullition). 5. ad. Bağımsız (Le salon des
etmek (Indemniser une personne accidentée, les indépendants . Les indépendants d'une assemblée
sinistrés). 2. Indemniser qn de qch: Birinin -sini législative).
karşılamak, ödemek (On l'a indemnisé de ses indépendantistes, vead. Bağımsızlıkçı, bağımsızlık
frais). yanlısı (Lespartis indépendantistes).
indemnitaire s. ve ad. huk. 1. Ödenceye hakkı olan indéracinable s. Kökünden sökülemez, söküp
kimse, ödenceye hak kazanan, "tazminatı hak atüamaz (Croyance indéracinable).
eden. 2. Ödence niteliğinde olan, tazmini indéréglable s. (Makine vb.) Ayarı, çalışma düzeni
(Allocation, prestation indemnitaire). bozulmaz.
indemnité diş. 1. 'Ödence,"zarar ödentisi,"tazminat indescriptible s. Betimlenmez, anlatdmaz, dile
(Indemnité d'accident: Kaza ödencesi. Indemnité sığmaz (Une joie indescriptible).
indésirable 747 indifférent

indésirable s. İstenmez, istenilmeyen (Une indicatif, ive s. 1. Gösterici, haber verici, belirtici
personne indésirable). (L'état indicatif des dépenses). 2. er. dilb. Haber
indestructibilité diş. Yıkılamazlık, kipi, gösterme kipi (En français, l'indicatif a huit
parçalanamazhk, yok edilemezlik, temps).
indestructibles. 1. Yıkılamaz, yok olmaz (Matière indication diş. 1. Gösterme (L'indication d'origine
indestructible). 2. Sürüp giden, sürekli, silinip est obligatoire pour les produits importés). 2.
gitmez (Une solidarité indestructible). Belirti (Sa fuite est une indication de sa
indéterminables. 1. Belirlenemez, belirtilemez. 2. culpabilité). 3. Bilgi (Indication nécessaire pour
Tanımlanamaz, belirsiz (Des cheveux d'une utiliser un objet). 4. hek. Hekimlikçe gereklik,
couleur indéterminable). gerekli görme, gereklilik, yararlılık (Les
indétermination diş. 1. Belirsizlik, açık seçik indications d'un médicament, d'une cure).
olmama, kapalılık (L'indétermination d'une loi, indice er. 1. Belirti, öz, ipucu (Lespremiers indices
d'un texte). 2. Değişkenlik, kararsızlık (Il du printemps. Les indices d'une maladie). 2. fiz.
demeura longtemps dans l'indétermination). mat. Damga, indis, "müşir (Indice de réfraction de
indéterminé, e s. 1. Belirsiz (Remettre une affaire à la lumière. A indice zéro, a indice un). 3. Gösterge
une date indéterminée). 2. Değişken, kararsız (Je (Indice des prix. Indice pluviométrique: Yağış
suis encore indéterminé sur ce point). göstergesi. Indice du coût de la vie: Geçim
indéterminisme er. fels. 'Yadgerekircilik, indeksi).
•belirlenmezcilik, insan iradesinin özgürlüğünü indiciaire s. İndeksle ilgili, göstergeye değgin,
yada elindeliği savunan öğretilerin genel adı, 'göstergesel (Impôt indiciaire).
"lâicabiye. indicibles. Sözle anlatılamaz, dile sığmaz (Une joie
indéterministe s. ve ad. *Yadgerekirci, indicible).
'belirlenmezci, indiciblement bel. Sözle anlatılamayacak kadar,
index er. 1. İşaret parmağı. 2. Dizin, fihrist (Index indien, nes. 1. Hindistana değgin (Le peuple indien.
des auteurs cités). 3. Papalıkça okunması Océan indien, coq indien). 2. Amerika yerlilerine
yasaklanan kitaplar listesi, kara liste CCe livre est à değgin, kızılderililere değgin (Civilisation
l'index). 4. (Kimi aygıtlarda) Gösterme iğnesi, indienne). 3. ad. Hintli. 4. ad. Amerika yerlisi,
gösterici iğne, ibre. 5. Gösterge (Index des prix. kızılderili. 4. gökb. Hintli, bir takımyıldızın adı. §
Index de revenu). § Mettre qn, qch à l'index: 1. -i A la file indienne: Tek dizi halinde, birerle kol
tehlikeli diye işaret etmek, mimlemek, kara (Marcher, avancer à la file indienne).
listeye almak (La police l'a mis à l'index). 2. -i indienne diş. Basma, alaca; dokuma bez (Robe
suçlamak, tefe koymak, dile düşürmek (Sa d'indienne).
trahison le fit mettre à l'index par tous ses amis). indifféremment bel. 1. Aldırış etmeden, ilgisizce,
indexation diş. İndeksleme, dizinleme, soğukkanlılıkla. 2. Ayırt etmeden, ayrım
göstergeleme; parasal ve ekonomik değişmelere gözetmeden, seçmeden (Il est courtois avec tout le
göre değer ayarlaması (Indexation d'un monde indifféremment. Manger indifféremment
emprunt). de tout).
indexer gçl. -in değer değişimlerini belirli indifférence diş. 1. Duygusuzluk, duyarsızlık,
göstergelere göre ayarlamak; göstergelemek, soğukluk (Une indifférence totale la sépare du
dizinlemek,indekslemek (Indexer un emprunt sur monde). 2. Aldırışsızlık, aldırmazlık, aldırmama,
le cours de l'or). küçümseme (Affronter la mort avec indifférence).
indianisme er. 1. Hindu dil ve uygarlığı bilimi, 3. İlgisizlik (Cette proposition n'a rencontré que
"Hindubilim, Hindu diline özgü anlatım, l'indifférence générale). 4. (Ekonomi) Kayıtsızlık
indianiste ad. Hindu dil ve uygarlığı uzmanı, (Courbes d'indifférence sociale). § Affecter,
"Hindubilimci. feindre, jouer l'indifférence: İlgi duymuyormuş
indicateur, trice s. 1. Gösterici, belirtici, bildirici gibi davranmak. Montrer, témoigner de
(Poteauindicateur. Uneplaque indicatrice portant l'indifférence à: -e karşı ilgisizlik göstermek, ilgi
le nom de la rue). 2. ad. Haber verici, ele verici, göstermemek, kayıtsız kalmak,
"muhbir (Cest un indicateur, méfiez-vous de lui). indifférenciation diş. Değişmeme, farklılaşmama,
3. er. Kılavuz kitap, kılavuz (Indicateur des olduğu gibi kalma,
chemins de fer. Consulter l'indicateur). 4. er. indifférencié,e s. Değişmemiş, değişikliğe
Gösterge (Indicateur de pression, indicateur de uğramamış, farklılaşmamış, olduğu gibi kalmış,
direction d'un navire). indifférent, e s. 1. Ayrımsız, "farksız (Il est
indiflerentisnıe 748 indiscipliné

indifférent de faire ceci ou cela). 2. önemsiz indigner gçl. Gücendirmek, kızdırmak,


(Parler de choses indifférentes). 3. İlgisiz (Vos öfkelendirmek; tiksindirmek, hoşnutsuzluk
difficultés ne me laissent pas indifférent). 4. yaratmak (Sa conduite a indigné tous ses amis). §
Duygusuz, duyarlıksız, duyarlığını yitirmiş, içi S'indigner: 1. Kızmak, gücenmek, öfkelenmek;
kurumuş (C'est un homme indifférent, rien ne tiksinmek (Je m'indigne qu'il soit si lâche). 2.
peut l'émouvoir). S. Cinsel bakımdan soğuk, S'indigner contre qn: -e kızmak, verip
buzdolabı (Femme indifférente). 6. Indifférent à: veriştirmek. 3. S'indigner de qch, de f. qch: -e
-e karşı ilgisiz (Il est indifférent à la vie, à la misère kızmak, -den tiksinmek; -meye kızmak, -mekten
humaine). tiksinmek (S'indigner de tout, c'est tout aimer en
indiflerentisnıe er. (Dinsel yada siyasal alanda) somme. Il s'indigne de voir ce crime impuni).
İlgisizlik, aldırmazlık, ilgilenmezlik. indignité diş. 1. Değimsizlik, "liyakatsizlik (Il est
indifférer gçl. İlgilendirmemek (Vos avis exclu pour cause d'indignité). 2. Alçaklık,
m'indiffèrent). aşağılık, "bayağılık, kötülük (L'indignité d'une
indigénat er. 1. Yerlilik. 2. Yerlilik hakkı. 3. Yerli conduite, d'une action). 3. Alçakça davranış,
halk; yerlilerin tümü. utanç verici şey (C'est une indignité). 4. Hakaret
indigence diş. 1. Yoksulluk (Etre, vivre, tomber (Il n'a pas mérité cette indignité). § Indignité
dans l'indigence). 2. Yoksunluk, eksiklik successorale: Kalıttan yoksunluk, "mirastan
(Indigence d'idées, de l'esprit). 3. Yoksullar, mahrumiyet,
yoksul tabaka, fakir fıkara. indigo er. 1. Çivit. 2.s. değişmez. Çivit renginde (Le
indigènes, vead. Yerli (La population indigène d'un ciel est indigo).
pays. Coutumes indigènes. Epouser une indigoterie diş. Çivit tarlası. 2. Çivit fabrikası,
indigène). indigotier er. 1. Çivit fidanı. 2. Çivit işçisi,
indigentes, vead. Yoksun,"muhtaç;yoksul,"fakir indiquer gçl. 1. Göstermek (Ma montre indique
(Vieillard indigent qui vit d'aumône. Aide aux trois heures). 2. Belirtmek, saptamak (Indiquer
indigents). l'heure d'une réunion). 3. Taslağım çizmek, ana
indigeste s. 1. Sindirilmesi güç (Aliment, nourriture çizgileriyle!» belirtmek, çizmek (Le peintre a
indigeste). 2. mec. Karışık, düzensiz (Ouvrage indiqué dans lefond de la toile un paysage d'hiver).
indigeste). 4. -in belirtisi olmak (Les traces de pas indiquent le
indigestion diş. 1. Sindirim güçlüğü (Avoir une passage du fugitif). 5. Söylemek, öğretmek,
indigestion). 2. mec. Bıkkınlık. § Avoir une belirtmek (Indiquer l'origine d'un phénomène).
indigestion de qch: -den bıkmak, kusacak gibi 6. Salık vermek (Indiquer un médecin). 7.
olmak (J'ai une indigestion de cinéma). Se donner Kanıtlamak (Tout indique qu'il est parti
une indigestion de qch: -den hasta oluncaya kadar précipitamment). 8. Indiquer qch à qn: a) Birine
yemek, çok yemek, midesini bozmak (Il s'est bir şeyi göstermek (Je lui indiquais le coupable). b)
donné une indigestion de charcuterie, de Salık vermek (Il nous indiquera un bon oculiste).
chocolat). c) Belirtmek, söylemek, öğretmek (Je lui ai
indigètes. (Eski Romalılarda tanrılar için) Yerli; bir indiqué la raison de cette injustice).
ülke, kent yada aileye özgü (Dieux indigètes). indirect, e s. 1. Dolaşık, dolambaçlı (Itinéraire
indignation diş. Kızgınlık, öfke, öfkelenme indirect). 2. Dolaylı (Complément indirect.
(Protester avec indignation). 2. Hoşnutsuzluk Déclarer ses sentiments d'une manière indirecte).
(Indignation générale. Exprimer son indirectement bel. İ. Dolaşık yoldan. 2. Dolayısıyla
indignation). (Cela s'adressait indirectement à moi).
indigne s. 1. Çok kötü, iğrenç (Père, épouse indiscernable s. 1. Ayırt edilemez, tam benzer
indigne). 2. Alçakça, tiksinç (Une action indigne, (Deux feuilles d'arbres indiscernables). 2. mec.
une conduite indigne). 3. Indigne de: -e yaraşmaz, Anlaşılamaz, kavramlamaz (Des nuances
yakışmaz;-e lâyık olmayan (Il est indigne de notre indiscernables).
confiance. Ce travail est indigne de lui). § Etre indisciplinable's. Düzene gelmez, yola gelmez, ele
indigne de succéder: huk. Mirastan yoksun avuca sığmaz (Enfant indisciplinable).
olmak. indiscipline diş. *Sıkıdüzensizlik, *sıkıdüzen
indignement bel. Yakışıksızca; çok kötü (On l'a yokluğu, sözdinlemezlik, düzen gevşekliği,
indignement traité). "disiplinsizlik (Fairepreuve d'indiscipline).
indigné, e s. Hoşnut olmayan, kızmış, gücenik indiscipliné, e s. 1. Sıkıdüzene girmeyen, düzen
(Visage indigné, regards indignés). bağım koparmış, sözdinlemez, "disiplinsiz
indiscret 749 in-dix-huit

(Ecolier indiscipliné, troupes indisciplinées). 2. indissociable s. Bölünmez, ayrılmaz, parçalanmaz


mec. Sert, bir türlü yatmayan, taranması güç (Des éléments indissociables).
(Cheveux indisciplinés). indissolubilité diş. Bozulmazlık, çözülmezlik,
indiscret, ète s. 1. Patavatsız, saygısız, sıra saygı kopmazlık.
bilmez (Un homme indiscret). 2. Boşboğaz, indissoluble s. Bozulmaz, çözülmez, kopmaz
sözünü sohbetini bilmez. 3. Patavatsızca, (Attachements, liens indissolubles).
boşboğazca (Une conduite indiscrète, des propos indissolublement bel. Çözülmezcesine,
indiscrets). 4. Gereksiz, yersiz, zamansız, uygun kopmazcasına, bozulmamacasına.
olmayan (Une curiosité indiscrète). S. ad. indistinct, e s. Belirsiz, belli olmayan, seçilemeyen
Patavatsız (kimse), (Objets indistincts dans la pénombre. Voix, bruits
indiscrètement bel. 1. Patavatsızca, dangü dungul, indistincts).
sıra saygı dinlemeden. 2. Yersiz olarak, indistinctement bel. 1. Belirsizce, belli belirsiz (Voir
gereksizce, hiç gereği yokken, un objet indistinctement). 2. Ayrım gözetmeksizin
indiscrétion diş. 1. Boşboğazlık (La moindre (Tous les Turcs indistinctement).
indiscrétion pourrait faire échouer notre plan). 2. individu er. 1. Birey, °fert. 2. Örnek, örneklik (Des
Saygısızlık, patavatsızlık (Ila eu l'indiscrétion de individus bien conservés de chaque espèce
m'interroger là-dessus). 3. Ölçüsüzlük, yersiz ve d'animaux, de plantes ou de minéraux). 3. Kişi,
gereksiz davranış (Commettre une indiscrétion). kimse, insan (Les droits de l'individu). 4. tkz.
indiscutables. Tartışılmaz, su götürmez, kesin (Un Adam, herif (Un individu suspect).
succès indiscutable). individualisation diş. Bireyselleştirme;
indiscutablement bel. Tartışma götürmez bir bireyselleşme.
şekilde, su götürmez bir halde, kesin olarak (Il est individualiser gçl. 1. Belirlemek, nitelemek (Les
indiscutablement plus intelligent). caractères qui individualisent les êtres). 2.
indiscuté, e s Tartışma götürmez, herkesin kabul Bireyselleştirmek (Individualiser les fortunes).
ettiği, kesin (Le chef indiscuté de la bande). individualisme er. fels. Bireycilik,
indispensable s. 1. Zorunlu, gereklî; kaçınılmaz, individualistes, vead. fels. Bireyci,
vazgeçilmez, onsuz olmaz (Vêtements, meubles individualité diş. 1. Bireylik, bireysellik,"ferdiyet.
indispensables). 2. Indispensable à: için gerekli, 2. Kişilik, "şahsiyet; güçlü bir kişiliği olan kimse
zorunlu (Travailler est un devoir indispensable à (Une individualité marquante du monde des
l'homme). 3. er. Gereken, gerekli olan şey (Faire affaires). 3. Özellik; özgünlük (L'individualité
l'indispensable: Gerekeni yapmak). d'une province, d'un artiste).
indispensablement bel. Zorunlu olarak, kaçınılmaz individuel, le s. 1. Kişisel, özel (La propriété
olarak. individuelle. Les cas individuels seront examinés
indisponibilité diş. Yararlanılamazlık, elde avec attention). 2. Bireysel, "ferdî (Avantages
bulunmazlık, yararlanılamayış, elde publics et indivuduels). 3. er. Bireysel; bireysel
bulunamayış. olan şey (L'individual et le collectif).
indisponible s. 1. Yararlanılamayan, elde individuellement bel. 1. Bir bir, herkes ayrı olarak.
bulunmayan (Un ouvrier indisponible, un local 2. Birey olarak, bireysel olarak,
indisponible). 2. huk. Kullanılamayan, tasarruf indivis, e s. huk. 1. Bölünmez, parçalanmaz,
edilemeyen (La portion indisponible d'une bölümsüz, "şüyulu (Biens indivis, propriétés
succession). 3. ask. s. ve ad. Hizmet dışı kalan indivises). 1. Bölünmez mal paydaşı; aile mal
(Soldat indisponibles. Les malades et les ortağı. * § Par indivis: Bölümsüz olarak,
indisponibles). bölüşmeden, "şayian (Propriétaires quipossèdent
indisposé, e s. 1. Rahatsız, yorgun (Il se sent un bien par indivis).
indisposé). 2. (Kadınlar için) Aybaşılı, aybaşı indivisément bel. Bölümsüz olarak, bölüşmeden,
olmuş. "şayian (Posséder un bien indivisément).
indisposer gçl. 1. Rahatsız etmek, keyfini indivisibilité diş. Bölünmezlik, parçalanmazlık.
kaçırmak, hasta etmek (Cette grosse chaleur m'a indivisibles. Bölünmeyen, bölünmez, parçalanmaz
indisposé). 2. Indisposer qn contre: Birini (L'homme est un composé indivisible).
..aleyhine çevirmek (lia indisposé tout le monde indivision diş. huk. Ortak iyelik, bölünmez iyelik,
contre lui). "şayian mülkiyet. Aile mal ortaklığı. Aile malları
indisposition diş. 1. Rahatsızlık, keyifsizlik, hafif şirketi.
kırıklık. 2. (Kadınlarda) Aybaşı olma. in-dix-huits. 1. On sekizyapraklık,otuzaltı sayfalık
indochine 750 industrie

(Format in-dix-huit). 2. er. On sekiz yaprakhk indubitable).


forma, otuz altı sayfalık forma, indubitablement bel. Kuşkusuz, kesin olarak, her
indochine diş. Çinhindi, "Hindiçini. halde (Il est indubitablement innocent).
Indochinois,e s. ve ad. 1. Çinhindli, Hindiçinli. 2. inducteur, trlce s. fiz. 1. Indükleyici, indükleyen. 2.
Çinhindi'ne değgin, er. İndükleç.
indocile s. Haylaz; dik kafalı, kafa tutan (Enfant, inductif,ive s. mant. Tümevarıma, tümevancı
élève indocile). (Méthode inductive).
indocilement bel. Haylazca, haylazlıkla; kafa induction diş. 1. fels. mant. Tümevarım. 2. fiz.
tutarak, dik kafalılıkla, İndükleme. 3. Varılan sonuç,
indocilité diş. Haylazlık; dik kafalılık, kafa tutma, induire gçl. 1. fiz. tndüklemek. 2. Induire qch de
indo-européen, ne s. ve ad. Hint-Avrupa; Hint- qch: Bir şeyden ...sonucunu çıkarmak (Qu'en
Avrupa topluluğundan olan (Les langues induisez-vous? J'induis de son silence qu'il a tort).
indo-européennes. Les indo-européens). 3. Induire qn en qch: Birini -e düşürmek (Il nous a
indolemment bel. Tasasızca; rahat rahat; gevşeklik induits en tentation). 4. Induire qn à qch, à f. qch:
içinde, uyuşukça, Birini -e sürüklemek, -meye sürüklemek, itmek
indolence diş. 1. Uyuşukluk, gevşeklik (Indolence (Votre cuisine nous induit au péché de
d'un homme habitué aux pays chauds). 2. gourmandise. Il t'a induit à malfaire). §Induireqn
Tasasızlık, aldırmazlık, ilgisizlik (Indolence des en erreur: Birini yanlış yola sürüklemek,
stoïciens). 3. Acısızlık, acı vermezlik (Indolence yanıltmak.
d'une tumeur). 4. Duygusuzluk, duyarsızlık, indulgence diş. 1. Bağışlayıcılık, hoşgörürlük;
ölgünlük. bağışlama, hoş görme (L'avocat demande pour
indolent, e s. 1. Uyuşuk, gevşek, tembel, miskin son client T indulgence du jury). 2. Kilisenin günah
(Ecolier, ouvrier indolent). 2. Tasasız, kaygısız, bağışlaması.
aldırmaz (Il regardait d'un air indolent). 3. indulgent, e s. 1. Bağışlayıcı, hoşgörücü;
Ağrısız, acısız (Une plaie indolente, une tumeur bağışlayan, hoşgören (Un professeur indulgent).
indolente). 4. Duygusuz, duyarsız, içi geçmiş, 2. Indulgent à, pour, envers: -e karşı bağlayıa,
ölgün (Unepersonne indolente). hoşgörücü (Se montrer indulgent pour une
indolore s. Ağrısız, acısız (Tumeur indolore. défaillance. Il est indulgent envers tout le monde).
Opération indolore). induit [Êdylt] er. Papaca verilen yetki ayrıcalığı,
indomptable s. 1. Evcilleştirilemez, "terbiye indûment bel. 1. Haksız yere. 2. Yersiz olarak (II
edilemez (Un fauve indomptable). 2. Baş eğmez; s'ingère indûment dans mes affaires).
eğilmez, bükülmez, baskıya gelmez (Orgueil, induration diş. hek. Katılık, katılaşma, sertleşme
résistance, volonté indomptable. Un caractère (Induration de l'œil).
indomptable). induré, e s. Sertleşmiş, katılaşmış (Tumeur
indompté, e s. 1. Evcilleşmemiş, uysallaşmamış, indurée).
yaban, "terbiye edilmemiş (Un cheval indompté). indurer gçl. Sertleştirmek, katdaştırmak. §
2. mec. Önlenemez, önüne geçilemez (Une joie S'indurer: Sertleşmek, katılaşmak (Tumeur qui
indomptée). s'indure).
Indonésie diş. Endonezya, industrialisation diş. 1. Sanayileştirme,
indonésien, nés. vead. Endonezyalı; Endonezya ve "uranlaştırma (Industrialisation d'une
Endonezyalılara değgin, fabrication, de l'agriculture). 2. Sanayileşme,
in-douze s. değişmez. 1. On iki yapraklı, on ikiye "uranlaşma (L'industrialisation d'un pays).
katlanmış (Format in-douze). 2. er. On iki industrialiser gçl. Sanayileştirmek, "uranlaştırmak
yaprakhk kitap forması, (Industrialiser un pays). § S'industrialiser:
indri er. hayb. İndri. Sanayileşmek (Notre pays fait effort pour
indu, e s. 1.Olağana aykırı,uygunsuz (Il est venu à s'industrialiser).
une heure indue). 2. Haksız, yersiz, yerinde industrialisme er. "Uranohk, sanayicilik;
olmayan, usa yatkın olmayan (Réclamations sanayileşmeyi amaç sayan öğreti,
indues). 3. er. huk. Borç olmayan, yasal bir industrie diş. 1. Hüner, ustalık (J'ai employé toute
zorunluk olmayan (Payement de l'indu). mon industrie pour la voir). 2. Zanaat (Voleur qui
indubitable s. 1. Kuşkusuz, kesin, açık, gün gibi exerce sa coupable industrie). 3. 'İşleyim, *uran,
ortada (Il est indubitable que vous avez raison). 2. sanayi (L'industrie automobile, pétrolière,
Kesin, yadsınamaz, su götürmez (Preuve alimentaire, textile, métallurgique. L'industrie
industriel 751 inépuisablement

lourde, l'industrie légère). 4. Dalavere, zaman ve her yerde aynı yetkinliği göstermeyen,
madrabazlık. § Chevalier d'industrie: eksikli, hep aynı güzellikte olmayan (Œuvre
Dalavereci, dolandırıcı, madrabaz, inégale. Jeu inégal d'un acteur. Un écrivain très
industriel, le s. 1. "İşleyimsel, *uransal, °smaî, inégal).
sanayie değgin (Développement industriel d'un inégalable s. Erişilmez, yetişilmez, eşsiz (Qualité
pays. Les produits industriels). 2. er. *Işleyimci, inégalable).
"urancı, sanayici, inégalement bel. Eşitsizce (Biens inégalement
industriellement bel. 1. İşleyim yoluyla, sınaî olarak partagés).
(Ce produit est maintenant fabriqué inégalitaire i. Eşitsizlikçi (Une société inégalitaire).
industriellement). 2. İşleyim bakımından, sanayi inégalité diş. 1. Eşitsizlik, eşit olmayış (Inégalité
yönünden (Un pays industriellement avancé). sociale. Inégalité entre les hommes. Inégalité entre
industrieux, euses. 1. Hünerli, usta. 2. Industrieux l'offre et la demande). 2. mat. Sayısal eşitsizlik. 3.
à f. qch: -mekte usta, pek becerikli (Il est Düz olmayış (Inégalité d'une surface, d'un
industrieux à se cacher). chemin). 4. Düzensizlik, düzenli olmayış
inébranlable s. 1. Sarsılmaz (Il a une foi (Inégalité du pouls). S. Değişkenlik, kararsızlık
inébranlable). 2. Kesin, değişmez (Résolution, (Inégalité d'une humeur, d'un caractère).
certitude inébranlable). 3. Sağlam, yerinden inélastiques. Esnek olmayan, esneklikten uzak.
oynamaz, bozulmaz (Masse, colonne inélégamment bel. Kabaca, kabalıkla,
inébranlable. Bataillons inébranlables devant inélégance 1. Zarif olmayış (L'inélégance de son
l'ennemi). aspect). 2. Kabalık (Un procédé d'une parfaite
inébranlablement bel. Sarsılmaz bir şekilde, inélégance).
inéchangeable s. Değiştokuş edilemez inélégant, e s. 1. Zarif olmayan, incelikten uzak
(Marchandises inéchangeables). (Manières inélégantes). 2. Kaba (Un geste
inécoutable s. Dinlenilmeye değmez, çok kötü, inélégant).
kulak tırmalayan (Musique inécoutable). inéligibilité diş. Seçilemezlik.
inécouté, e s. Dinlenilmeyen, kulak ardı edilen inéligibles. Seçilemez (Candidat inéligible).
(Leurs conseils sont restés inécoutés). inéluctable s. Sakınılamaz, kaçınılamaz, önüne
inédit, e s. 1. Yayınlanmamış (Correspondances geçilemez (Destin, sort inéluctable. Conséquence
inédites d'un poète). 2. mec. Yeni, yepyeni, inéluctable).
görülmemiş, bilinmeyen (Il a trouvé un moyen inéluctablement bel. Kaçınılmaz olarak,
inédit de se procurer de l'argent). 3. er. a) inémotivité diş. Coşkulanmazlık.
Yayınlanmamış yapıt (Il a laissé une quantité inempkıyables. Kullanılamaz, kullanışsız (Procédé
importante d'inédits), b) Görülmemiş şey, inemployable).
yepyeni bir şey (C'est de l'inédit). inemployé, e s. Kullanılmamış, yararlanılmamış,
inéducables. Eğitilemez, eğitilmesi çok güç (Public kullanılmayan, yararlanılmayan (Talents
inéducable). inemployés).
ineffable s. Anlatılamaz, sözle anlatılamaz, dile inénarrables. 1. Anlatılamaz, sözle anlatılacak gibi
sığmaz (Un bonheur ineffable). değil. 2. Çok tuhaf, çok gülünç,
ineffaçable s. Silinmez (Trait, empreinte inéprouvé, e s. 1. Sınanmamış, denemeden
ineffaçable. Un souvenir ineffaçable). geçmemiş (Une vertu inéprouvée). 2.
ineffaçablement bel. Silinmez bir biçimde, Duyulmamış, duyumsanmamış, "hissedilmemiş
inefficace s. Etkisiz (Médicament inefficace. Ses (Emotions inéprouvées).
pensées demeurent ;nefficaces). inepte s. 1. Aptal, budala, yeteneksiz, beceriksiz,
inefficacement bel. Etkisiz şekilde. sakar (Un employé inepte). 2. Aptalca, budalaca
inefficacité diş. Etkisizlik (Inefficacité d'un remède, (Une réponse inepte).
d'un vaccin). ineptie diş. Aptallık, budalalık; anlamsızlık,
inégal, e s. 1. Eşit olmayan, eşitsiz (Partage inégal saçmalık (Ce film est une ineptie. L'ineptie de son
des biens. Forces inégales). 2. Düz olmayan raisonnement nous étonna).
(Surface inégale. Rue au pavé inégal). 3. Düzgün inépuisables. 1. Bitmez, tükenmez, kurumaz (Un
olmayan, düzenli olmayan, düzensiz (Pouls sujet inépuisable. Une source inépuisable). 2. Ağzı
inégal d'un fiévreux. Rythme inégal). 4. Sık sık bir açıldı mı susmak bilmez (Un bavard
değişen, bir anı bir anma uymayan, değişken, inépuisable. Il est inépuisable sur ce chapitre).
kararsız; tuhaf, acaip (Humeur inégale). S. Her inépuisablement bel. Bitmez tükenmez bir şekilde.
inépuisé 752 inexploitable

inépuisé,es. Tükenmemiş, bitmemiş, (Plan inexécutable. Musique inexécutable).


inéquation diş. mat. Değişkenli eşitsizlik, inexécuté, e s. Yapılmamış, gerçekleştirilmemiş,
inéquitable s. Denkser olmayan, denkserlikten yerine getirilmemiş (Travaux inexécutés).
uzak, "hakkaniyetten uzak (Partage inéquitable). inexécution diş. huk. Yapılmayış, yerine
inerme s. 1. bitb. Dikensiz (Tige inerme). 2. hayb. getirilmeyiş, uygulanmayış, yürütülmeyiş,
Kancasiz (Ténia inerme). gerçekleştirilmeyiş (Inexécution d'un contrat,
inertes, l.fiz. kim. Durgun, devinimsiz, eylemsiz, d'une obligation).
°âtıl. 2. Devinimsiz, kıpırdamayan, kıpırtısız (Le inexhaustible s. Sonsuz, sınırsız, bitmez tükenmez
blessé soutenait son bras inerte). 3. Cansız, (L'inexhaustible espace des soirs).
ölümsek, ölük, ölgün, ölü gibi (Matière inerte. inexigibilité diş. huk. İstenemezlik, "muaccel
Visage inerte). 4. Donup kalmış, duygusuz, olmayış (Inexigibilité d'une dette).
tepkisiz, buz gibi (Il restait inerte devant l'étendue inexigible s. huk. İstenemez, "muaccel olmayan
du désastre). (Dette inexigible).
inertie diş. 1. Durgunluk, devinimsizlik, inexistant, e s . 1. Var olmayan, gerçekte
eylemsizlik, "atalet. 2. Kıpırtısızlık. 3. Cansızlık, bulunmayan (L'univers inexistant de la légende.
ölümseklik, ölüklük, ölgünlük. 4. Duygusuzluk, Difficultés inexistantes). 2. tkz. Değersiz,
tepkisizlik, donup kalmışlık, önemsiz, etkisiz (L'aide qu'il m'apporte est
inespéré, e s. Umulmayan, beklenmedik (Victoire inexistante).
inespérée). inexistence diş. 1. Var olmayış, yokluk. 2.
inesthétiques. "Güzelduyuyaaykırı, *güzelduyuyu Değersizlik, geçersizlik, etkisizlik (L'inexistence
tırmalayan (Une cicatrice inesthétique d'un argument).
l'enlaidissait). inexorabilité diş. Acımazlık, katı yüreklilik,
inestimables. Paha biçilmez; çok değerli (Tableau, acımasızlık (L'inexorabilité du destin).
ouvrage inestimable. Services, bienfaits inexorables. 1. Acımasız; katı (Jugeinexorable. Le
inestimables). cœur inexorable et dur comme un rocher). 2. Sert,
inévitable s. 1. Kaçınılmaz, sakınılmaz (Un malheur amansız (Loi inexorable). § Etre inexorable à qn:
inévitable). 2. Herzamanki, yanından hiç eksik -in gözünün yaşına bakmamak, -e karşı pek
olmayan (Le ministre et son inévitable cigare). amansız davranmak,
inévitablement bel. Kaçınılmaz olarak; zorunlu inexorablement bel. Gözünün yaşına bakmadan,
olarak. hiç acımadan,
inexact,e s. 1. Yanlış doğru olmayan (Détails inexpérience diş. Deneysizlik, "deneyimsizlik,
inexacts, renseignements inexacts. Traduction "tecrübesizlik, toyluk (L'inexpérience d'un
inexacte). 2. Zamanına titiz olmayan, "dakik enfant, de la jeunesse).
olmayan (Il fut inexact à son rendez-vous. Un inexpérimentés s - 1. Deneysiz, 'deneyimsiz,
homme inexact). tecrübesiz, toy (Un jeune homme inexpérimenté).
inexactement bel. Yanlış olarak, 2. Denenmemiş, sınanmamış (Arme nouvelle
inexactitude diş. 1. Doğru olmayış, doğruluktan encore inexpérimentée).
uzaklık (Inexactituded'un témoignage). 2. Yanlış, inexpert, e s. Acemi, henüz ustalaşmamış (Il est
yanlışlık (Votre propos fourmille d'inexactitudes). inexpert dans ce domaine).
3. Zamanına titiz olmama, "dakik olmayış, inexpiable s. 1. Giderilemez, onarılamaz, kefareti
inexaucé, e s. Kabul edilmemiş, yerine ödenemez (Crime, faute, forfait inexpiable). 2.
getirilmemiş, gerçekleşmemiş (Des vœux Dinmez, yatışmaz, sürüp giden (Lutte
inexaucés). inexpiable).
inexcitabilité diş. Uyarılganhktan uzaklık, inexplicables. 1. Anlaşılmaz, açıklanamaz (Enigme
uyarılgan olmayış, inexplicable. Conduite, démarche inexplicable).
inexcitable s. Uyarılgan olmayan, uyarılganhktan 2. Tuhaf, garip, acaip, anlaşılmaz (Un homme
uzak. inexplicable).
inexpusables. Bağışlanamaz, hoşgörülemez (Faute, inexplicablement bel. Anlaşılmaz bir biçimde,
négligence inexcusable). açıklanamaz bir biçimde,
inexcusablement bel. Bağışlanmaz bir biçimde (Il inexpliqués s. Anlaşılmamış, açıklanmamış (La
fut inexcusablement lâche). catastrophe reste inexpliquée).
inexécutable s. Yapılamaz, yerine getirilemez, inexploitable s. İşletilemez, yararlanılamaz,
yürütülemez, gerçekleştirilemez; çalınamaz kullanılmaz (Gisement, richesse inexploitable).
inexploité 753 infécond

inexploité, e s. İşlenmemiş, işletilmemiş infailliblement).


(Ressources inexploitées). infaisable s. Yapılamaz, olanaksız (Ce n'est pas
inexplorable s. Açinsanamaz, bulgulanamaz, infaisable, mais ce sera très difficile).
"keşfedilemez. infamant, e s. Lekeleyen, kara süren; yüzkarası
inexploré, e s. Açınsanmamış, bulgulanmamış, olan, küçültücü (Accusation infamante. Une
keşfedilmemiş (Contrée, terre inexplorée). peine infamante).
inexplosible s. Patlamaz (Matière inexplosible). infâmes. 1. Lekeli, alçak, rezil (Un infâme coquin).
inexpressif, ive s. 1. Soğuk,coşkusuz,donuk (Si)>fe 2. İğrenç, utanç verici, utanılacak, alçakça,
inexpressif). 2. Anlamsız, bir şey anlatmayan rezilce (Un crime infâme, une infâme trahison). 3.
(Regard, visage, yeux inexpressifs). Kirli, pis, kir pas içinde (Un logis infâme).
inexprimable s. 1. Sözle anlatılamaz, dile sığmaz infamie 1. Leke, yüzkarası, namus lekesi, utanç
(Pensées inexprimables, haine inexprimable). 2. (Etre couvert d'infamie. Vivre dans l'infamie). 2.
er. Söylenemeyen, anlatılamayan (Exprimer İğrençlik, alçaklık (L'infamie d'un crime. C'est
l'inexprimable). une infamie que de tuer l'adversaire qui
inexprimé, e s. Anlatılmamış, söylenmemiş, dile sommeille). 3. Alçaklık, alçakça davranış,
getirilmemiş (Reproches, pensées inexprimées). kalleşlik (Commettre une infamie). 4. Küfür,
inexpugnable s. Zorla ele geçirilemez, alınamaz aşağılayıcı söz (Dire des infamies à quelqu'un).
(Forteresse inexpugnable). infant,e s. İspanya ve Portekiz krallannm
inextensibilité diş. Uzatılamazlık, çekilip birinciden sonraki çocuklanna verilen unvan,
gerilemezlik, esnemezlik. infanterie diş. Piyade sınıfı; piyade askeri
inextensible s. Uzatılamaz, esnemez, çekilip (Régiment, brigade d'infanterie).
gerilemez (Tissu inextensible). infanticide s. ve ad. 1. Çocuk katili, evlât katili
in extenso bel. 1. Kısaltmadan, bütünüyle, bütün (Mère infanticide. Un, une infanticide). 2. er.
olarak (Publier un discours in extenso). 2. s. Çocuk öldürme; evlât katilliği,
Bütün, tam, eksiksiz (Compte rendu in extenso infantile s. 1. Çocuğa değgin (Maladies infantiles.
d'un débat). Médecine infantile). 2. Çocukça, çocuksu (Un
inextinguible s. 1. Söndürülmez, söndürülemez comportement, une réaction infantile).
(Feu inextinguible). 2. Giderilmez, yatıştınlamaz infantilisme er. 1. ruhb. Kimi çocukluk hallerinin
(Soif inextinguible, haine inextinguible). 3. büyüklerde sürüp gitmesi, yaşı ilerlediği halde
Durdurulamaz, tutulamaz, önlenemez (Un rire çocuk kalma, "bebeksilik. 2. Çocukluk,
inextinguible). çocukçalık, çocuksuluk (C'est de l'infantilisme).
inextirpable s. 1. Sökülemez, çıkarılamaz (Racine infarctus [èfanktys] er. hek. Bir dokuya kan
inextirpable). 2. mec. Kökünden sökülüp oturması, enfarktüs (Infarctus de myocarde).
atılamaz, kökü kazınamaz (Ce vice est infatigable s. Yorulmaz, yorulmak nedir bilmez
inextirpable). (Joueur, travailleur infatigable).
in extremis bel. Lat. huk. 1. Ölürken, son soluğunu infatigablement bel. Yorulmadan, yorulmak nedir
verirken (Testament, mariage in extremis). 2. bilmeden; bıkıp usanmadan,
mec. Son anda (Préparatifs de voyage in extremis) • infatuation diş. 1. Aşırı tutkunluk, vurgunluk,
inextricable s. Karmakarışık, çözümlenemez, gülünç hayranlık. 2. Kendini beğenmişlik,
çözülemez, içinden çıkılamaz (Une affaire benbenlik.
inextricable). infatué, es. 1. Kendini beğenmiş (ila unairinfatué).
inextricablement bel. İçinden çıkılmaz şekilde, 2. Infatué de qch: -e çok düşkün (L'esprit infatué
karmakanşık. de politique).
infaillibilité diş. 1. Yanılmazlık (L'infaillibilité du infatuer gçl. 1. Çok sevindirmek, kendinden
pape). 2. Kesinlik, şaşmazlık (L'infaillibilité d'un geçirmek (Sa réussite l'infatué). 2. Infatuer qn de:
succès). Birini -e hayran etmek (La lecture du livre l'avait
infaillible s. 1. Yamlmaz, yanılgıya düşmez (Il se infatué du poète). § S'infatuer de: -e tutulmak,
croit infaillible). 2. Yanıltmaz, aldatmaz, yüzde vurulmak, hayran olmak (S'infatuer d'un
yüz etkili (Méthode infaillible. Remède infaillible romancier; d'un objet). S'infatuer de soi-même:
contre la toux). 3. Kesin (Un succès infaillible). Kendini pek beğenmek, kendi kendine hayran
infailliblement bel. 1. Kesin olarak, hiç kuşkusuz olmak.
(Cela arrivera infailliblement). 2. Yanılmadan, infécond, e s. Kısır, verimsiz (Terre inféconde.
yanılgıya düşmeden (Nul ne peut juger Esprit infécond).
infécondité 754 infiltra-

infécondité diş. Kısırlık, verimsizlik (Infécondité Aşağılık (Sentiment d'infériorité). 4. Astlık, ast
d'une plante, d'une terre, d'un animal, d'un olma (On le maintenait toujours dans un état
esprit). d'infériorité). 5. Engel, engelleyici şey. §
infect, e s. 1. Kokmuş, kokuşmuş, sası (Charogne Complexe d'infériorité: Aşağılık duygusu,
infecte, bourbier infect). 2. İğrenç, tiksinç; çok aşağdık kompleksi,
kötü, berbat (Un homme infect. Un repas infect). infermentescible s. Mayalanmaz, bozulmaz
infectant, e s. İltihap yapan, iltihaba yol açan (Virus (Aliment rendu infermentescible).
infectants). infernal, es. 1. Tamusal, "cehennemi; cehenneme
infecter gçl. 1. Mikrop bulaştırmak, değgin (Divinités, puissances infernales). 2.
iltihaplandırmak (Malade contagieux qui infecte Korkunç, yoğun, şiddetli (Chaleur infernale,
ses proches). 2. Pis kokutmak (Usine à gaz qui bruit infernal). 3. İğrenç, çok kötü, iblisçe
infecte l'atmosphère). 3. Bozmak, bulaştırmak (Méchanceté infernale). 4. tkz. Çekilmez,
(Un vil amour du gain infectait les esprits). 4. dayanılmaz, cehennem gibi (Cet enfant est
Infecter qch de qch: Bir şeyi -ile bozmak, berbat infernal. Une vie infernale). § Machine infernale:
etmek (Infecter le pays d'une hérésie). § Bomba. Pierre infernale: Cehennem taşı.
S'infecter: Mikrop kapmak, azmak, infertile s. Çorak, kısır, verimsiz (Terre, champ
iltihaplanmak (La plaie s'est infectée). infertile. Esprit infertile).
infectieux, euse s. hek. *Sasılı; bulaşıcı, "intanı infertilité diş. Çoraklık, kısırlık, verimsizlik,
(Maladies infectieuses). infestation diş. 1. (Eski) Talan, yağma. 2. Kaplama,
infection^. 1. hek. Mikroptan ileri gelen hastalık, sarma, istilâ etme (infestation du corps par des
bulaşıcı hastalık, "intan; iltihap. 2. Pis koku, poux). 3. hek. İltihaplandırma, iltihaplanma,
kokuşma, şaşılık, "ufunet (C'est une infection infester gçl. 1. Talan etmek, yağma etmek; yakıp
dans cette pièce, ouvre la fenêtre). 3. tkz. İğrenç yıkmak (Les pirates infestaient les côtes. Infester
şey, aşağılık iş. un pays). 2. Sarmak, kaplamak, doldurmak, istilâ
infélicité diş. Mutsuzluk. etmek (Les souris infestent la maison). 3. hek.
inféodation diş. Girme, katılma, bağlanma İltihaplandırmak. 4. Etre infesté de qch: -ile dolu
(Inféodation à un parti, à une coterie). olmak, dolup taşmak (Les montagnes sont
inféoder gçl. Inféoder qch à qn: 1. (Derebeylik infestées de pillards).
hukukunda) Bir şeyi birine tımar toprağı olarak infeutrable s. Buruşmaz, keçe gibi olmaz (Tissu,
vermek (Le seigneur inféodait son domaine à son laine, tricot infeutrable).
vassal). 2. Bir şeyi vermek, bırakmak (Inféoder infidèle s. 1. Eşini (karısını yada kocasını) aldatan
ses biens à l'Etat). § S'inféoder à: -e bağlanmak; -e (Un mari infidèle, une femme infidèle). 2.
katılmak, girmek (S'inféoder à un chef. S'inféoder Hakikatsiz, sadakatsiz, vefasız (Des amis
à un parti, à un groupe financier). infidèles). 3. Aslına bağlı olmayan, gerçeğe
inférence diş. mant. Çıkarsama; çıkarım, aykırı, doğruluktan uzak, yanlış (Une traduction
inférer gçl. 1. mant. Çikarsamak. 2. Inférer qch de infidèle. Un récit infidèle). 4. Infidèle à: -e bağlı
qch: Bir şeyden.. .sonucunu çıkarmak, sonucuna olmayan (Etre infidèle à son maître. Infidèle à un
varmak (On peut inférer de ses déclarations que le devoir, àsaparole). S.ad. Hak dininden olmayan,
danger n'a pas disparu. J'infère de ce témoignage inansız, "imansız,
que l'accusé est coupable). infidèlement bel. Aslım değiştirerek,
inférieur, e s. 1. Alt, aşağı (Etages inférieurs. gerçekliğinden saptırarak (Propos infidèlement
Mâchoire inférieure). 2. Inférieur à: -den aşağı, rapportés).
düşük, küçük, -in altında (Note inférieure à la infidélité^. 1. (Eşini) Aldatma, boynuzlatma (Il
moyenne. Six est inférieur au huit). 3. ad. Ast a fait bien des infidélités à sa femme). 2.
(L'inférieur obéit au supérieur). Sadakatsizlik, hakikatsizlik, vefasızlık (Infidélité
infériorisation diş. 1. Aşağılama, aşağılanma; à un maître). 3. Gerçeğe aykırılık, yanlışlık
horlama, horlanma; aşağılık duygusu yaratma, (Infidélité d'une traduction). 4. Tutmama, yerine
aşağılık duygusuna düşme. 2. Küçümseme; getirmeme, bağlı kalmama (Infidélité à la parole
küçümsenme, donnée). 5. Hak dininden olmama; inansızlık,
inférioriser gçl. 1. -i aşağılamak, horlamak, -de "imansızlık.
aşağılık duygusu yaratmak. 2. -i küçümsemek, infiltration diş. 1. Sızma (L'infiltration des eaux de
infériorité diş. 1. Düşüklük (Une infériorité de pluie). 2. Sızıntı,
niveau). 2. Azlık (Infériorité en nombre). 3. infiltrer (s') gsz. 1. Sızmak, girmek (La lumière
infime 755 inflexion

s'infiltre par les fentes. S'infiltreràtravers les lignes infixe er. dilb. İçek, sözcüğün içinde, kimi
ennemies). 2. S'infiltrer dans qch: -in içine durumlarda kökte yer alan ek.
işlemek (La pluie s'infiltre dans la terre). inflammabilité diş. Tutuşkanlık, kolay tutuşurluk
infime s. 1. En aşağı. 2. En küçük, pek küçük, pek (L'inflammabilité du soufre).
ufak (Des détails infimes. Une infime minorité). inflammable s. Tutuşkan, kolay tutuşan, yanar
infini, e s. 2. Sonsuz (Dieu est conçu comme infini). (L'essence, le phosphore sont des matières
2, Çok büyük, sınırsız, uçsuz bucaksız (Pays, inflammables).
horizon, ciel infini). 3. Bitmez tükenmez (Des inflammation diş. 1. Tutuşma, yalazlanma, yanma,
bavardages infinis). 4. Aşırı, ölçüsüz (Prétentions alevlenme. 2. hek. Yangı, "iltihap (Une
infinies). S. er. Sonsuz, sonsuzluk (L'infini inflammation des bronches, de l'intestin). §
géométrique. Calcul de l'infini). 6 .er. Sınırsızlık, Inflammation spontanée: kim. Kendiliğinden
çok büyüklük, sonsuzluk (L'infini des cieux). § A tutuşma.
l'infini: Çok, alabildiğince; soncusca, sonsuz inflammatoire s. hek. Yangılı, "iltihaplanmış,
olarak (Les champs de blé s'étendent à l'infini. iltihaplı (Tumeur inflammatoire).
Varier les hypothèses à l'infini). inflation^. 1. 'Şişkinlik, para şişkinliği, enflasyon
infiniment bel. Sonsuzca, sınırsızca, alabildiğine, (Inflation cachée: Gizli para bolluğu. Inflation de
çok, son derece (Je vous suis infiniment crédit: Sayca şişkinliği. Inflation fugitive:
reconnaissant). Dokuncalı para bolluğu, °tehlikeli enflasyon.
infinité diş. I. Sonsuzluk, sınırsızlık (L'infinité de la Inflation monétaire: Para değer düşümü, °para
puissance divine). 2. Çok, pek çok miktar (On lui enflasyonu). 2. Bolluk, şişkinlik, çokluk (En
posa une infinité de questions). Turquie, il y a une inflation de fonctionnaires). 3.
infinitésimal, e s. 1. mat. Sonsuz-küçük (Calcul hek. (Gaz yada sıvı ile) Şişkinlik, doku şişmesi,
infinitésimal). 2. Çok küçük, son derece küçük, inflationnistes, vead. Para şişkinliğine değgin; para
ufacık (Prendre une dose infinitésimale d'un şişkinliğinden yana olan; "enflasyoncu (Le
médicament). gouvernement mène une politique inflationniste;
Infinitif er. dilb. Eylemlik, "mastar (Verbe à le danger inflationniste. La politique des
l'infinitif. L'infinitif employé comme nom). inflationnistes).
infinitif, iye s. Eylemliğe değgin, "mastarla ilgili infléchir gçl. 1. Eğmek, eğiltmek, bükmek. 2.
(Mode infinitif, proposition infinitive). Kaydırmak, değiştirmek, saptırmak (Il essaie
infinitude diş. Sonsuz olma, sonsuzluk, d'infléchir la politique du gouvernement. Infléchir
infirmatif, ive s. huk. Bozucu, geçersiz kılıcı, le cours des événements). § S'infléchir: 1.
"hükümsüz kılan (Arrêt infirmatif d'un jugement). Eğilmek, bükülmek (Poutre qui s'infléchit). 2.
infirmation diş. huk. Bozma, geçersiz kılma, Kaymak, yönelmek, sapmak (Le cours du fleuve
"hükümsüzleştirme (infirmation d'un jugement). s'infléchit vers le sud. Leur politique s'est infléchie
infirme s. ve ad. 1. Cılız, güçsüz, enez, zayıf. 2. à gauche).
Sakat (Rester infirme à la suite d'un accident). 3. inflexibilité diş. Eğilmezlik, bükülmezlik,
Infirme de qch: -den sakat, -si sakat (Il est infirme esneklikten uzaklık, sertlik (L'inflexibilité d'une
des jambes). règle, d'un caractère).
infirmer gçl. 1. Çürütmek; sakatlığını, zayıflığını inflexibles. 1. Eğilmez, bükülmez. 2. Sert, çelik gibi
ortaya koymak (Infirmer une preuve, un (Caractère inflexible, volonté inflexible). 3.
témoignage). 2. Yalanlamak, doğru olmadığını Acımasız, gözünün yaşına bakmaz, katı (Un juge
göstermek (Les événements ont infirmé son inflexible. Règle, justice inflexible). 4. Inflexible à
optimisme). 3. huk. Bozmak, geçersiz kılmak (La qch: -e aldırmayan, karşısında yumuşamayan (Il
cour d'appel a infirmé le jugement du tribunal). resta inflexible à mes désirs).
infirmerie diş. Revir (Infirmerie d'une caserne. Etre inflexiblement bel. Hiç eğilip bükülmeden; çelik
transporté à l'infirmerie). gibi, kaya gibi; şaşmadan, sapmadan (Suivre
infirmier, ère ad. Hastabakıcı, inflexiblement la même ligne de conduite).
infirmité diş. 1. Cılızlık, güçsüzlük, enezlik, zayıflık inflexion diş. 1. Eğme, bükme (L'inflexion du
(L'infirmité du langage montre l'infirmité de corps. Saluer d'une légère inflexion de la tête). 2.
l'esprit). 2. Rahatsızlık, hastalık (Les infirmités de Yön değiştirme (Les inflexions d'un fleuve). 3.
la vieillesse). 3. Sakatlık (La surdité est unepénible Ses tonunda değişiklik (Elle eut pour s'adresser à
infirmité). 4. mec. Eksiklik, kusur (La timidité est lui une tendre inflexion dans la voix). 4. dilb.
une infirmité de l'esprit). Bükün. 5. mat. fiz. Sapma (Inflexion des rayons
infliger 756 infrarouge

lumineux). informatique diş. 1. Bilgi-işlem. 2. s. Bilgi-işlemle


infliger gçl. Infliger qch à qn: 1. Birine ...vermek; ilgili (Industrie informatique).
birini -e çarptırmak, birini -e uğratmak (Infliger informatisation diş. Bilgisayar düzeniyle donatma,
une amende, une contravention à un chauffeur, bilgisayarlaştırma (Informatisation des
lnfligerunsupplice, la torture à un prévenu). 2. Bir opérations bancaires).
şeyi birine gücün benimsetmek, gücün kabul informatiser gçl. Bilgisayar düzeniyle donatmak,
ettirmek (Il nous a infligé sa présence). § Infliger bilgisayarlaştırmak (Informatiser une gestion).
un démenti à: -i kesin olara yalanlamak (Les informes. 1.Şekilsiz,özel bir şekli olmayan (Pour
événements lui infligèrent un démenti cruel). Aristote, la matière est informe). 2. Belirli bir
inflorescence diş. bitb. Çiçek durumu, biçimi olmayan (Ombres informes). 3. Çirkin,
influençable s. Etkilenebilir, etki altına alınabilir biçimsiz (Vêtement informe).
(Un homme influençable). informé er. huk. Soruşturma (Un plus ample
influence diş. 1. Etki, °tesir (Influence du climat sur informé).
la végétation). 2. Güç (Influence politique d'un informé, e s. 1. Haberli, haber alan (D'après les
parti). 3. Saygınlık, sözügeçerlik, "itibar (Il a milieux bien informés: İyi haber alan çevrelere
beaucoup d'influence. Accroître son influence). 4. göre). 2. Informé de qch: -den haberli (Il n'est pas
Sözdinletirlik, "nüfuz (La zone d'influence d'un informé de ce qui se passe).
Etat). § Sous l'influence de: -in etkisi altında, informel, le s. ve er. 1. Şekillere, kurallara bağlı
etkisiyle (Agir sous l'influence de la colère). olmayan (Abstrait informel). 2. Resmi olmayan,
Exercer une influence sur: -e etki yapmak (Il gayriresmi (Une réunion informelle. Rencontres
exerce une grande influence sur son entourage). informelles).
Rester sous l'influence de: -in etkisi altında informer gçl. 1. Bilgi vermek, haber vermek (On
kalmak. Subir l'influence de: -in etkisinde nous a informés que les magasins seront fermés
kalmak. demain). 2. Informer qn de qch: Birini -den
influencer gçl. 1. Etkilemek; etki altında bırakmak haberdar etmek, birine -i bildirmek (Il m'a
(Je ne veux pas influencer votre décision. informé de son arrivée). 3 .gsz. Informer contre:-e
Influencer la population). 2. Etki yapmak (Les karşı soruşturma açmak (Le tribunal vient
hormones influencent l'organisme tout entier). d'informer contre lui). 4. Etre informé de, sur:
influent, e s. Etkili, sözü geçen, "nüfuzlu (Un -den haberi olmak; -konusunda bilgisi olmak; -i
personnage influent). bilmek (Il était informé de mon départ. Il est très
influenza diş. hek. Enfülenza, grip,ingin (Rhume informé sur nous). §S'informer: 1. Bilgi edinmek,
compliqué d'influenza). öğrenmek (Informez-vous s'il est arrivé). 2.
influer gsz. Influer sur: -i etkilemek, -e etki yapmak S'informer de qch: -i sorup, öğrenmek,
(La crise politique influe sur l'économie dupays. Il -konusunda bilgi edinmek (Il s'est informé de la
influe sur ses camarades). santé de sa mère).
influx [iflyjer. hek. Vücutta var sayılan kimi akızlar informulé, e s. Belirtilmemiş, dile getirilmemiş
(Influx nerveux). (Des vœux informulés).
in-folio s. 1. Dört sayfalık, iki yapraklık (Format infortune diş. 1. Mutsuzluk, bahtsızlık (S'apitoyer
in-folio). 2 .er. Dört sayfalık, iki yaprakhk forma, sur l'infortune d'autrui). 2. ç. Çekilen acılar; acı,
informateur, trice ad. 1. Haberci, haber verici; bilgi çeki (Il a connu des infortunes inouïes).
verici (Informateur de presse. Il a des informateurs infortuné,e s. vead. Mutsuz, bahtsız (Des réfugiés
dans tous les milieux). 2. er. dilb. Denek. infortunés. Un homme infortuné).
informaticien, ne ad. Bilgi-işlem uzmanı, infraction diş. 1. (Bir yasa yada kural) Çiğneme,
informatif, ive s. Bilgi sağlayıcı, bilgilendirici dinlememe, saymama; -e karşı gelme, aykırı
(Réunion informative). davranma (Infraction à la disciplune, à une règle, à
information diş. 1. Soruşturma (Ouvrir une la loi, au règlement). 2. Suç, yasaya aykırı davranış
information. Information officielle). 2. Danışma (Commettre une infraction).
(Bureau d'information). 3. İnceleme (Aller en infranchissable s. Aşılmaz, geçilmez; altedilmez,
voyage d'information). 4. Haber (Bulletin aşılamaz (Mur, montagne infranchissable.
d'informations. Informations politiques, Difficulté infranchissable).
sportives. Agence d'information). 5. ç. (Biri yada infrangible s. Kırılmaz; sağlam,
bir şey konusunda) Edinilen bilgiler, toplanılan infrarouge s. fiz. 1. Kızılaltı, kızılötesi (Les rayons
belgeler; bilgi (Recueillir d'utiles informations). infrarouges). 2. er. fiz. Kızılaltı ışın, kızılötesi ışın.
infrason 757 inhalateur

infrason er. fiz. Ses vermeyen titreşim, ses sınırının ingénument bel. Saflıkla, safça, yürek temizliğiyle,
altında kalan titreşim, iç temizliğiyle.
infrastructural, e s. Altyapısal, ingérence diş. Karışma, burnunu sokma,
infrastructure diş. Altyapı, "müdahale (L'ingérence d'un pays étranger dans
infréquentable s. Görüşüp konuşulmaya değmez, la politique d'un Etat).
düşüp kalkılamaz (Des gens infréquentables). ingérer gçl. Yutmak (Ingérer un médicament). §
infroissabilité diş. Buruşmazlık, kırışmazlık. S'ingérer dans qch: -e karışmak, burnunu
infroissable s. Buruşmaz, kırışmaz (Tissu sokmak, "müdahale etmek (S'ingérer dans les
infroissable). affaires d'autrui, dans la vie politique d'un pays).
infructeux, euse s. 1. Meyve vermeyen, meyvesiz ingestion diş. Yutma (L'ingestion d'un médicament,
(Arbreinfructueux). 2. Kısır, verimsiz; sonuçsuz, d'une boisson).
etkisiz, başarısız (Un travail infructueux; ingouvernable s. Yönetilmesi güç (Peuple
recherches, tentatives infructueuses). ingouvernable).
infumable s. tçimi kötü, içilecek gibi değil (Tabac ingrat, es. 1. Verimsiz (Un sol ingrat). 2. Sevimsiz
infumable). (Visage ingrat). 3. s. ve ad. Nankör, iyilik bilmez
infus, e s. 1. İçine işlemiş, yayılmış. 2. Yaratılıştan, (Un fils ingrat. Faire du bien à un ingrat).
doğuştan (Des dons infus). § Avoir la science ingratement bel. Nankörce; nankörlükle,
infuse: (Alaylı) Okumadan bilgin olmak, her şeyi ingratitude diş. 1. Nankörlük, iyilik bilmezlik
anasının karnında öğrenmek, (L'ingratitude des enfants envers les parents). 1.
infuser gçl. Haşlamak, demlemek (Infuser du thé, Verimsizlik (L'ingratitude d'un sol).
du tilleul). 2. Akıtmak, vermek, aktarmak ingrédient er. Bir şeyin bileşimine giren madde,
(Infuser un sang nouveau dans les veines). § ham madde, harç (Ingrédients d'un médicament,
Infuser du sang à qn: Birine kan vermek. Infuser d'une boisson, d'une sauce).
un sang nouveau à: -e yeni bir kan vermek, -i ingression diş. coğr. İç ilerleme; denizin
canlandırmak, diriltmek, karalardaki her türlü çukurluklara sokulması,
infusibilité diş. Isıda erimezlik, ergimezlik. inguérissable s. Onulmaz, iyileşmez; çaresiz
infusibles. Isıda erimez, ergimez. (Maladie inguérissable. Douleur, chagrin
infusion diş. 1. Haşlama, demleme (Infusion du thé, inguérissable).
du tilleul). 2. (Çay, ıhlamur, kahve gibi) İçit, inguinal, e s. Kasığa değgin (Hernie inguinale).
kaynar, kaynatma (Prendre, préparer une ingurgitation diş. Yutma.
infusion). ingurgiter gçl. 1. Yutmak, atıştırmak (Ingurgiter
infusoire er. hayb. 1. Haşlamlı. 2. er. ç. hayb. son repas, un litre de vin, un médicament). 2. mec.
Haşlamhlar. Sindirmeden kafasına doldurmak (Ingurgiter des
ingagnables. Kazanılamaz, mathématiques à haute dose pour rattraper son
ingambe s. tkz. Çevik, atik; eli ayağı tutan (Un retard). 3. Ingurgiter qch à qn: a) Birine bir şey
vieillard ingambe). yedirmek, yutturmak, boğazına tıkmak (On lui
ingénier (s') gsz. S'ingénier à f. qch. pour f. qch: ingurgitait des liqueurs), b) Kafasına doldurmak,
-meye çalışmak, -mek için çaba göstermek tıkıştırmak (On m'ingurgitait de force l'algèbre).
(S'ingénier à trouver une solution). inhabile s. 1. Beceriksiz, yeteneksiz (Un ministre
ingénieur er. Mühendis (Ingénieur chimiste, inhabile). 2. Inhabile à f. qch: -meyi
ingénieur agronome, ingénieur électricien, beceremeyen, -mekte güçsüz, yeteneksiz (Un
ingénieur électronicien, ingénieur du son). vieillard inhabile à régner).
ingénieusement bel. Ustaca, beceriklice, inhabilement bel. Beceriksizce,
ingénieux, euse s. 1. Becerikli, usta (Un homme inhabilité diş. 1. Beceriksizlik. 2. huk.
ingénieux). 2. Ustalıklı, ustalıkla yapılmış Yeteneksizlik,
(Invention, trouvaille ingénieuse). inhabitable s. İçinde oturulmaz (Maison
ingéniosité diş. Beceriklilik, ustalık (Faire preuve inhabitable).
d'ingéniosité). inhabité, e s. İçinde oturulmayan; boş; ıssız
ingénu, e s. ve ad. 1. Saf, içi temiz (Jeune fille (Maison, appartement inhabité. Régions, terres
ingénue. Prendre un air ingénu). 2. Safça (Une inhabitées).
réponse ingénue). inhabituel, le s. Alışılmamış (Il régnait dans la rue
ingénuité diş. Saflık, iç temizliği (Ingénuité de une animation inhabituelle).
l'enfance). inhalateur, trice s. 1. Buğu verici, buğu yapmaya
inhalation 758 initiative

yarayan (Appareil inhalateur). 2. er. Buğu aygıtı. inimitable s. Benzetilemez, öykünülemez,


3. Gaz verme aygıtı (Un inhalateur d'oxygène: yansılanamaz, taklit olunamaz (Un style
Oksijen maskesi). inimitable).
inhalation diş. hek. Buğu çekme; içine çekme inimitié diş. Düşmanlık, kızgınlık, kin. § Avoir de
(Inhalation d'éther en vue de provoquer l'inimitié contre qn, pour qn: -e karşı düşmanlığı
l'anesthésie).% Faire des inhalations:Buğu yapmak olmak, kini olmak. Nourrir de l'inimitié à: -e karşı
(Faire des inhalations pour guérir un mal de kin beslemek,
gorge). ininflammabilité diş. Tutuşmazlık.
inhaler gçl. Buğu yapmak; içine çekmek (Inhaler de ininflammable s. Tutuşmaz, yanmaz (Gaz liquide,
l'éther). tissu ininflammable).
inharmonie diş. Uyumsuzluk, inintelligemment bel. Akılsızca,
inharmonieux, euse s. Uyumsuz, inintelligence^. Akılsızlık,
inhérence diş. Ayrılmazlık; "içindelik, içinde olma inintelligent, e s. 1. Akılsız, zeki olmayan, aptal
(Inhérence de l'accident à la substance). (Elève, enfant inintelligent). 2. Akılsızca, aptalca
inhérent, e s. Inhérent à: -e bağlı; -den ayrılmaz, -in (Raisonnement, acte inintelligent).
içinde olan, özünde olan (La responsabilité est inintelligibilité diş. Anlaşılmazlık.
inhérente à l'autorité. La versatilité est inhérente à inintelligible s. Anlaşılmaz (Parole, mot, langage
son caractère inconsistant). inintelligible).
inhiber gçl. 1. Yasaklamak. 2. ruhb. tçe atmak, inintelligiblement bel. Anlaşılmaz bir şekilde
bilinç altına atmak; tutmak, dizginlemek (Inhiber (Parler inintelligiblement).
un mouvement de colère). inintéressant, e s. İlginç olmayan; ilginç yanı
inhibiteur, trice s. 1. Yasaklayıcı. 2. Tutan, bulunmayan (Récit inintéressant).
önleyen, engelleyen; bilinç altına atan, içe atan ininterrompu, e s. Aralıksız, kesintisiz, sürekli (File
(Une influence inhibitrice). 3. er. fiz. kim. hek. ininterrompue de voilures).
Engelleyici, ketleyici; kimyasal yada ruhsal bir inique s. Çok haksız, çok haksızca (Loi,
tepkiyi önleyici (madde), impôt inique. Un juge inique).
inhibition diş. 1. Yasak; yasaklama. 2. hek. iniquement bel. Haksız olarak, haksızca, haksız
Tutukluk, sinirsel tutukluk (La timidité yere.
provoquait chez lui une sorte d'inhibition quand iniquité diş. 1. Büyük haksızlık (Il fut victime d'une
il voulait prendre la parole). 3. ruhb. içe atma, iniquité révoltante). 2. Günah (Mets-lui devant les
ketleme, engelleme, bilinç altına atma; içe yeux ses iniquités).3. Ahlâkbozuklugu(LYni<juifé
atılma, bilinç altma atılma; kenetlenme, avait couvert la face de la terre).
engellenme. initial, e s. 1. Baştaki, başlangıçtaki, baş, ilk (La
inhospitalier, ère s. *Konuksevmez, yabana vitesse initiale d'un projectile. Syllabe, lettre
barındırmaz (Pays, peuple inhospitalier). § Côte initiale d'un mot). 2. diş. Baş harf (Signer un reçu
inhospitalière: Barınılmaz kıyı. de ses initiales. Les initiales O.N.U. sont
inhumain, es. 1. İnsanlıktan uzak; acımasız, kıyıa, l'abréviation d'Organisation des Nations Unies).
kaba ( Une loiinhumaine, un traitement inhumain, initialement bel. Başlangıçta, önceleri
une femme inhumaine, un cœur inhumain). 2. (Initialement, nos projets étaient plus modestes).
Korkunç, insanlık dışı (Un cri, un hurlement initiateur, trice ad. Bir şeyi ilk öğreten, ilk gösteren ;
inhumain). 3. İnsan doğasına aykırı (L'art est öncü, yol gösterici, önayakolan (Ilfut un véritable
humain, la science est inhumaine). initiateur en poésie. Les initiateurs de la révolte).
inhumainement bel. İnsanlık dışı bir biçimde, initiation diş. 1. (Bir dine, tarikata, örgüte,
insanlığa yaraşmayacak bir biçimde, kabaca, çok derneğe) Törenle alma, törenle alınma, girme. 2.
kötü (Traiter inhumainement un prisonnier). Başlama, girme, giriş (Initiation au latin.
inhumanité diş. İnsanhk dışı davranış, kıyıcılık, Initiation à la politique). 3. (Bir sanat yada bilim)
aamasızhk, kabalık, Öğretme, öğrenme,
inhumation diş. Gömme (Inhumation d'un initiative diş. 1. Öncecilik,"inisiyatif, »ilklik (Ila eu
cadavre, d'un corps). l'initiative de l'expédition). 2. Önlem, tedbir
inhumer gçl. Gömmek (Inhumer un mort, un (Savoir prendre les inititatives nécessaires). 3.
cadavre). Girişkenlik; girişim, teşebbüs (Faire preuve
inimaginable s. Tasarlanamaz, düşünülemez (Un d'initiative. Avoir l'esprit d'initiative. Manquer
résultat inimaginable). d'initiative). § Droit d'initiative: Yasa önerme
initié 759 innocence

hakkı. Sur l'initiative de, à l'initiative de: -in sövgülere boğmak. En venir aux injures:
önerisiyle, girişimiyle, önayak olmasıyla. Sövüşmek, birbirine sövmek,
Prendre l'initiative de f. qch: -meye girişmek. injurier gçl. 1. Sövmek (Injurier grossièrement un
Prendre l'initiative de qch: -e girişmek, başlamak adversaire). 2. Hakaret etmek (Injurier la
(Prendre l'initiative d'une démarche, d'un mémoire d'un mort). § S'injurier: Sövüşmek,
mouvement). Reprendre l'initiative: Girişimi, birbirine sövüp saymak (Les deux ivrognes
inisiyatifi ele almak, s'injurient sans raison).
initié, e ad. Bir şeyi öğrenmeye yeni başlamış kimse, iqjurieusement bel. Aşağılayarak; sövüp say arak (//
"müptedi (Poésie réservée aux seuls initiés). nous traite injurieusement).
initiergç/. 1. Initierqn: Birine bir dinin, birtarikatin injurieux, euse s. 1. Aşağılayıcı, namusa dokunan.
ilk kurallarını öğretmek, birisini bir derneğe, bir 2. Sövgülü, küfürlü; sövgü dolu, hakaret dolu
tarikata törenle almak (Prêtre chargé d'initier un (Paroles injurieuses, un écrit injurieux).
fidèle). 2. Initier qn à qch: a) Birine bir şeyi injustes. 1. Haksız (Tu as été injuste envers moi). 2.
açıklamak, öğretmek, bildirmek (Initier un ami Adalete aykırı, adaletsiz (Sentence, jugement
aux secrets da la maison), b) Birine bir şeyi injuste). 3. Haksızhk eden, adaletsiz (Société
öğretmek; birini bir şeye alıştırmak (C'est lui qui injuste, un homme injuste). 4. er. Yanlış
m'a initié à la philosophie, à la peinture, à la nage). (Distinguer le juste et l'injuste)
§ S'initier à qch: Bir şeyi öğrenmek, bir şeye yavaş injustement bel. Haksız olarak, haksız yere (ila été
yavaş başlamak, alışmak (S'initier à un métier, à injustement puni).
une méthode). injustice diş. 1. Haksızlık (Etre victime d'une
injectable s. Şırınga edilebilir (Solution injustice. Commettre, faire une injustice). 2.
injectable). Adalete aykırılık, hak hukuka aykırılık;
injecté, e s. 1. Kan yürümüş, kızarmış (Face adaletsizlik ( L'injustice du sort, d'une sentence). §
injectée). 2 İğne yapılmış, şırınga yapılmış Faire injustice à qn: Birine haksızlık etmek, birine
(Organe injecté). 3. Injecté de qch: -den kızarmış karşı haksız davranmak,
(Les yeux injectés de sang). injustifiable 5. Hakh görülemez, doğru bulunamaz
injecter gçl. 1. Şırınga etmek, iğne yapmak (Injecter (Unepolitique injustifiable).
du sérum sous la peau). 2. Katmak, karıştırmak injustifié, e s. Haklılığı gösterilememiş, haksız,
(Injecter du ciment dans le rocher pour consolider yerinde olmayan (Mesure, demande, réclamation
un barrage). 3. Injecter qch à qn: Birine.. .şırınga injustifiée).
etmek, aşılamak (Vous lui injecterez encore un inlassable s. Bıkmaz usanmaz, bıkmak nedir
nouveau centigramme. Tu lui injectes tes idées). § bilmez, yorulmak bilmez,
S'injecter: 1. Şırınga edilmek. 2. Kanlanmak, kan inlassablement bel. Bıkmadan, usanmadan,
yürümek, kızarmak (Ses yeux s'injectent). yorulmak nedir bilmeden,
injecteur er. Şırınga, iğne. inlay er. 1. (Sinema, televizyon) Örtülü bileştirme.
injection diş. 1. Şınnga etme, iğne yapma (Injection 2. (Diş hekimliğinde) Altın dolgu; dolgu
demorphine. Faire une injection de novocaïne). 2. maddesi.
Katma, karıştırma (Injection de ciment dans un inné, e s. Doğuştan, yaratılıştan (Don, goût inné.
ouvrage). 3. Şınnga edilen madde (Ampoule Disposition, inclination innée).
contenant une injection de cocaïne). innéismeer. fels. Doğuştancılık, "fıtriye,
iqjonctif, ive s. Buyurucu; buyruksal; "emredici, innéité diş. Doğuştanlık, yaratılıştanlık (Doctrine
*âmir (Loi injonctive; forme injonctive d'un de l'innéité des idées).
verbe). innervation diş. 1. Sinirlenme, sinirlendirme
injonction diş. Buyruk, buyurma; "emir. (Sensation d'innervation). 2. Sinir dağılımı,
injouable s. Oynanmaz, oynanması çok güç (Une sinirlerin dağdım durumu (Innervation de la
pièce injouable). main, de la face).
injure diş. 1. (Eski) Haksızlık (Faire injure à qn: innerver gçl. anat. Sinirlemek, bir organa sinir
Birine haksızlık etmek). 2. Hakaret (Il m'a fait kollan vermek (Le nerf facial et le nerf trijumeau
l'injure de refuser mon invitation). 3. Sövgü, innervent la face).
"küfür (Proférer des injures. Echanger des innocemment bel. 1. Kötülük düşünmeden, temiz
injures). § L'injure des ans, l'injure du temps: yürekle, saflıkla. 2. Bönce, aptalca,
Zamanın yol açtığı yıpranma, yaşlılık çöküntüsü. innocence diş. 1. Suçsuzluk (Prouver son
Couvrir qn d'injures: Birini kalaylamak, innocence). 2. Yürek temizliğ, içi temizlik, anlık
innocent 760 innopinément

(L'innocence d'un jeune enfant). 3. Saflık (Il İşlenmeyen, ekilip biçimlemep, boş (Terres
abuse de votre innocence). § L'âge d'innocence: inoccupées). 3. İşsiz güçsüz, boş (Personne, vie
Çocukluk çağı. En toute innocence: Saf saf, açık inoccupée).
yüreklilikle, safça, saflıkla II a tout raconté en in-octavo s. 1. Sekiz yaprakhk, on altı sayfalık (Le
toute innocence). format in-octavo). 2. er. Sekiz yaprakhk yada
innocent, e s. ve ad. 1. Suçsuz (Il prétend être onaltı sayfalık kitap, forma,
innocent. Condamner un innocent). 2. İçi temiz, inoculables. Aşısı olan, aşısı yapılabilir (La rage est
iyi yürekli, kötülük düşünmeyen, sâf (Une inoculable).
innocente jeune fille). 3. Sâf, bön, allahlık (Une inoculation diş. hek. 1. Aşı; aşılama, aşı yapma,
bien innocente personne). 4. Masum, zavallı, bulaştırma (L'inoculation de la peste). 2. mec.
çocuk, yavru (Un petit innocent). 5. Temiz, arı Aşılama, yayma (L'inoculation d'une doctrine,
(Un sourire innocent). 6. Zararsız, dokuncasız des idées).
(Une manie bien innocente). 7. Dürüstçe, kötülük inoculer gçl. 1. Inoculer qn: Birine hastalık
düşünmeyen, kötülüğü olmayan (Un baiser bulaştırmak. 2. Inoculer qch à qn: a) Birine...
innocent). 8. Innocent de qch: -de suçu olmayan, bulaştırmak (La morsure du chien lui avat inoculé
suçsuz (Etre innocent d'un crime. Il est innocent de la rage), b) Birine... aşılamak (Nous inoculons
la faute dont il est accusé). nos goûts à la femme qui nous aime). § S'inoculer
innocenter gçl. I. Aklamak, temize çıkarmak, qch: -kapmak, -e yakalanmak, tutulmak
suçsuzluğunu ortaya koymak (Son témoignage (S'inoculer une maladie).
innocenta l'accusé). 2. Haklı göstermek (Il inodore s. Kokusuz (Gaz, fleur inodore).
cherche à innocenter la conduite blâmable de son inoffensif, ive. s. Dokuncasız, zararsız (Homme,
fils). chien, remède inoffensif).
innocuité diş. Zararsızlık, dokuncasızlık inondables. Su basabilir (Terres inondables).
(L'innocuité d'un remède). inondation diş. 1. Su basması, taşkın (Inondation
innombrable s. Sayısız, pek çok; sayılamayacak causée par des pluies). 2. Sular altında bırakma,
kadar çok (Une foule innombrable emplissait la sular altında kalma (Inondation volontaire d'un
salle. D'innombrables tentes couvraient la plage). territoire). 3. Taşan sular fL 'inondation couvra les
innomé,e, innommé,es. Adlandırılmamış, terres basses). 4. mec. "İstilâ, akın (Une
innominé, e s. Adı konmamış, adsız (Os innominé, inondation de produits étrangers sur les marchés
artère innommée). nationaux).
innommable s. l.Adlandırüamaz, ad verilemez. 2. inondé, es. Su basmış, sular altında kalmış, taşkma
Aşağılık, iğrenç (Une conduite innommable). uğramış (Vallée inondée).
innovateur, trice s. ve ad. Yenilikçi, ilerici (Un inonder gçl. 1. Su altında bırakmak (La mer a
innovateur hardi. Une politique innovatrice). rompu les digues et inondé les terres). 2. mec.
innovation diş. 1. Yenilik yapma (L'innovation au Sarmak, kaplamak, doldurmak (Une grande joie
théâtre est très difficile). 2. Yenilik (Aimer, inonda mon cœur). 3. İstila etmek, kaplamak,
craindre les innovations). doldurmak (Les paysans inondent les rues de la
innover gçl. 1. Yenileştirmek, yenilik katmak, ville. Les matières plastiques inondent le marché).
değiştirmek (Innover une mode). 2. gsz. Yenilik 4. Inonder qch de qch: Bir şeyi -e boğmak, -ile
yapmak (Innover en art, au théâtre). doldurmak, doldurup taşırmak (Inonder un'pays
inobservable s. 1. Gözükmez, gözlemlenemez de produits étrangers). 5. Etre inondé de qch: -ile
(Phénomènes inobservables). 2. Uyulamaz dolmak, dolup taşmak, dolu olmak, -e boğulmak
(Préceptes inobservables). (En été, la Turquie est inondée de touristes).
inobservance diş. Uymama, uymazlık; saymama, inopérable s. Ameliyat edilemez (Un blessé
saygı göstermeme, saygısızlık (L'inobservancede inopérable).
la règle.). inopérant, e s. Etkisiz, sonuçsuz (Remède
inobservation diş. -e uymama, -in gereğim yerine inopérant, mesures inopérantes).
getirmeme (L'inobservation des règles, des inopiné, e s. Beklenmeyen, beklenmedik,
conventions, d'un contrat). birdenbire oluveren (Une mort inopinée, une
inobservé, e s. Görülmemiş, gözlemlenmemiş, nouvelle inopinée).
inoccupation diş. İşsizlik, uğraşısızkk; boşluk, inopinément bel. Beklenmedik anda; ansızın,
inoccupé, es. 1. Boş, içinde oturulmayan apansız; birdenbire (Recevoir inopinément
(Appartement, logement inoccupé). 2. l'ordre de partir).
inopportun 761 insatiablement

inopportun, e s. Yersiz, uygun olmayan (Demande inquiéter gçl. 1. Kaygılandırmak, tasalandırmak


inopportune, un moment inopportun). (Son avenir m'inquiète). 2. Tedirgin etmek
inopportunément bel. Yersizce, sırası değilken, (Depuis son acquittement, la police ne l'a plus
uygun kaçmadan, inquiété). 3. Hırpalamak (L'ennemi a bien
inopportunité diş. Yersizlik, sırasızlık, uygun inquiété la ville). § S'inquiéter: 1. Kaygılanmak,
olmayış (Inopportunité d'une démarche, d'une kaygı duymak, tasalanmak. 2. S'inquiéter
requête, d'une mesure). de qch, de f.qch: a) -i merak etmek, -meyi merak
inopposabilité diş. huk. İleri sürülememe, etmek (Je m'inquiète des résultats électoraux. Il
"dermeyan edilememe (Inopposabilité d'une s'inquiète de ne pas la voir rentrer), b) -den kaygı
exception). duymak, tasalanmak (Je m'inquiète de sa santé).
inopposable s. huk. İleri sürülemez, °dermeyan c) -i sorup öğrenmek, sormak (S'inquiéter de
edilemez (Droit inopposable aux tiers). l'heure de fermeture d'un magasin).
inorganique s. İnorganik, örgensel olmayan inquiétude diş. 1. Kaygı, tasa (Son état me donne de
(Corps, substances inorganiques). l'inquiétude). 2. Tedirginlik, sıkıntı, huzursuzluk
inorganisation diş. Örgütlenmemişlik; (Il est rempli d'inquiétude).
örgütsüzlük, teşkilatsızlık (Une inorganisation inquisiteur, trice s. 1. Araştırıcı, inceleyici, meraklı
administrative existe encore dans trop de secteurs). (Elle jetait sur moi des regards inquisiteurs). 2. er.
inorganisé,e s. 1. Örgütlenmemiş, örgütsüz Engizisyon yargıcı, engizisyoncu.
"teşkilatianmamış. 2. ad. Örgütsüz, herhangi bir inquisition diş. 1. tar. Engizisyon (Tribunal de
örgüte girmemiş kişi (Les inorganisés). l'Inquisition). 2. Zorbaca soruşturma, bezdirici
inoubliables. Unutulmaz (Souvenirsinoubliables). soruşturma (L'inquisition de la censure, du fisc).
inouï, es. 1. Duyulmamış, duyulmadık; işitilmemiş, inquisitorial, e s. 1. Engizisyona değgin (Juges
işitilmedik (Cette façon de parler est inouïe à la inquisitoriaux. Procédure• inquisitoriale). 2.
cour). 2. Görülmemiş, olağanüstü (Violence Bezdirici, bıktırıcı, sert, zorbaca (Interrogatoire
inouïe). inquisitorial).
inoxydable s. 1. Paslanmaz (Couteau inoxydable). inracontable s. Anlatılmaz, dile sığmaz (Un film
2. er. Paslanmaz maden, paslanmaz şey (C'est de inracontable).
l'inoxydable). insaisissabilité diş. huk. Haczedilemezlik
in pace [In pose] er. değişmez. Manastırlarda (Insaissisabilité d'un bien).
zindan. insaisissable s. 1. huk. Haczedilemez (Bien de
in-partibus s. mec. tkz. Gerçek bir işlevi olmayan famille insaisissable). 2. Kavramlamaz,
(Professeur in-partibus, ministre in-partibus). anlaşılamaz (Des nuances insaisissables).
in petto [In petto] bel. İt. İçinden, ağzıyla insalissable s. Kirletilemez, kirlenmez,
söylemeksizin. insalivation diş. Yiyeceklerin ağızda tükrükle
in-plano s. 1. Sayfaları katlanmamış (Forma ıslanması, tükrüklenme.
in-plano).2. er. Sayfaları katlanmamış forma, insalubre s. Sağlığa dokuncalı, esenliğe aykırı
inqualifiable s. Nitelenemez, adlandırılamaz, (Climat, logement insalubre).
anlatılamaz, ne desen az (Action, conduite insalubrité diş. Sağlığa dokuncalılık, esenliğe
inqualifiable). aykırılık.
in-quarto [Inkwarto] 1. s. Dörde katlanmış, sekiz insane s. 1. Deli, kaçık. 2. Usa yada sağduyuya
sayfalık (Format in-quarto). 2. er. Sekiz sayfalık, aykırı, saçma (Projet insane).
dört yapraklık forma, insanité diş. 1. Saçmalık, usa yada sağduyuya
inquiet, ète s. 1. Kaygılı, merak içinde, tasalı (Sa aykırılık (L'insanité de ses propos est révolante).
mère était inquiète). 2. Huzursuz, sıkıntılı 2. Saçma sapan söz, saçma şey (Dire des
(Sommeilinquiet). 3. Tedirgin, içi sıkkın (Inquiet, insanités).
il bougeait sans cesse). 4. Inquiet de qch, de f. qch: insatiabilité diş. Doymazlık; doyurulamazlık;
-i merak eden, -den meraklanan, kaygıya düşen yatıştırılamazlık (L'insatiabilité des artistes.
(Je suis inquiet de son retard. Il était inquiet de ne L'insatiabilité d'un désir, d'une haine).
pas avoir de nouvelles). 5. Inquiet sur, pour: -için, insatiables. 1. Doymaz, gözü doymaz, açgözlü (Un
-konusunda kaygıya düşen, kaygılanan, kaygı homme insatiable). 2. Doyurulamaz,
duyan (Il est inquiet pour l'avenir de sonfib). yatıştırılamaz, giderilemez (Faim, soif insatiable.
inquiétant, es. Kaygı verici, kaygılandırıcı (Affaire, Désir, haine insatiable).
situation inquétante). insatiablement bel. Doymak bilmeden.
insatisfaction 762 insertion

insatisfaction diş. Doyumsuzluk, "tatminsizlik; insémination diş. Tohumlama, dölleme


hoşnutsuzluk (Manifester son insatisfaction). (Insémination naturelle. Insémination artificielle
insatisfait, e s. Doyumsuz, tatmin edilmemiş; des vaches, des brebis).
hoşnut olmayan (Désir insatisfait, un homme inséminer gçl. Tohumlamak, yapay yolladöllemek
insatisfait, passion insatisfaite). (Inséminer les vaches).
insaturable s. Doymaz, insensé, e s. 1. Deli, kaçık, sağduyudan yoksun,
insaturation diş. kim. Doymazlık, mantıksız (Un homme insensé). 2. Saçma, usa
inscription diş. 1. Yazıt (Déchiffrer une inscription aykırı, sağduyuya aykırı (Idées, désirs, projets
en caractères grecs). 2. Yazılma, yazma; insensés). 3. Tuhaf, acaip (Un mobilier insensé).
"kaydolma, "kaydetme (Inscription d'un étudiant insensibilisation diş. Uyuşturma, uyuşma;
à une faculté. Inscription d'un nom sur un duyumsuzlaştırma, acı duymaz hale getirme,
registre). 3. Çiziktirilen yazı, karalama (Une insensibiliser gçl. Uyuşturmak, uyuşmak;
inscription injurieuse sur le mur de la mairie). § duyumsuzlaştırmak, duyumunu yitirtmek, acı
Incription de faux, incription en faux: huk. duymaz hale getirmek (Insensibiliser un malade
"Sahtelik iddiası, karşı tarafın belgelerinin düzme avant de l'opérer. Insensibiliser un membre, les
ve geçersiz olduğunu savlama. Prendre ses nerfs d'une dent).
inscriptions: Fakülteye yazılmak, kaydolmak, insensibilité 1. Duyumsuzluk (Insensibilité d'un
inscrire gçl. 1. Yazmak (Inscrire son nom sur la fiche nerf, d'un organe). 2. Duygusuzluk, duyarsızlık,
d'hôtel). 2. Inscrire qn à qch: Birini -e yazmak, soğukluk (Il avait une parfaite insensibilité à
yazdırmak, kaydetmek (Inscrire son enfant à l'égard d'autrui). 3. Aldırmazlık, önemsemezlik
l'école). 3. mat. Çizmek, içine çizmek (Inscrire un (L'insensibilité aux reproches).
triangle dans un cercle). 4. Koymak, içine sokmak insensible s. 1. Duyumsuz, acı duymaz (Nerf,
(Inscrire de nouvelles dépenses au budget. Inscrire membre insensible). 2. Duygusuz, acımasız;
un projetdans une réforme générale).% S'inscrire: duyarlığını yitirmiş (Homme, femme insensible).
I. Yazılmak, kaydolmak. 2. S'inscrire à qch: -e 3. Duyulmaz, ayrımına varılmaz, belli olmaz
yazılmak, kaydolmak (S'inscrire à la faculté, à un (Pouls insensible. Force insensible d'un courant).
parti, à un club). 3. S'inscrire dans qch, sur qch: 4. Insensible à: a) -e aldırmayan, -i önemsemeyen;
-in içine girmek, -de yer almak (Projet qui s'inscrit -e karşı duyarsız (Il est insensible aux
dans une réforme générale). § S'inscrire en faux compliments. Demeurer insensible aux prières,
contre qch: 1. huk. -in düzme olduğunu ileri aux supplications, à la poésie), b) -den
sürmek, "sahtelik iddiasında bulunmak. 2. -i etkilenmeyen, -e karşı duyumunu yitirmiş (Il est
yalanlamak, yadsımak, "inkâr etmek, insensible au froid, à la chaleur).
inscrit, es. ve ad. Listede adı bulunan, listede yazılı insensiblement bel. Yavaş yavaş, azar azar, belli
olan, "kayıtlı (Les inscrits doivent se présenter à la olmadan (L'aiguille de l'horloge avance
salle d'examen). insensiblement).
insculper gçl. Zımbalamak, zımbayla delmek, inséparable s. 1. Birbirinden hiç ayrılmaz; içtikleri
insécabilité diş. Bölünemezlik, parçalanamazlık, su ayrı gitmez (Deux amis inséparables, couple
ayrılmazlık. inséparable). 2. Inséparable de: -den ayrılamaz
insécable s. Bölünemez, parçalanamaz, ayrılmaz (La foi est inséparable de la contrition).
(Les atomes ne sont pas des éléments éternels et inséparablement bel. Aynlmamacasina;
insécables). birbirinden ayrılmaz şekilde,
insecte er. Böcek, insérer gçl. Insérer qch dans qch: Bir şeyi -in arasına
insectes er. hayb. Böcekler, sokmak, katmak; -in içine yerleştirmek, koymak
insecticide s. ve er. Böcek öldürücü (Poudre (Insérer unfeuillet dans un livre, un cadre dans une
insecticide. Un insecticide). montre, un article dans un journal). § S'insérer
insectifuge s. ve er. Böcekleri kaçıran, böcek savan sur, à: 1. -e yapışmak (Les muscles s'insèrent sur
(ilâç). les os). 2. S'insérer dans qch: -in içine girmek,
insectivore s. 1. Böcekçil, böcek yiyen (Oiseau, içinde yer almak (Le projet s'insère dans les
plante insectivore). 2. er. ç. Böcekçiller. réformes).
insécurité^. Güvensizlik (Vivre dans l'insécurité). insert er. 1. (Sinema, televizyon) Ara filmi; ara
in-seize s. değişmez. 1. On altıya katlanmış, on altı görüntü. 2. (Radyo) Yayın sırasında araya giren
yapraklık, otuz iki sayfalık (Format in-seize). 2. telefon konuşması,
er. On altı yapraktık forma. insertion diş. 1. Koyma, yerleştirme, sokma;
insidieusement 763 insoluble

ekleme (Insertion d'un feuillet dans un livre. d'une oeuvre, d'un spectacle, de la vie).
Insertion d'une note dans un texte). 2. anat. insistance 1. Bekinme, ayak direme. 2. Üstünde
Saplanma, bağlanma, yapışma (Insertion des durma, üsteleme, ısrar (Revenir sur un sujet avec
muscles sur un os). insistance).
insidieusement bel. Kurnazca, aldatarak, faka insistant, e s. Bekinen, ayak direyen, üsteleyen,
bastırarak. "ısrar eden, "ısrarlı (Demandes insistantes,
insidieux, euse s. 1. Aldatıcı, yalan (Promesses regards insistants).
insidieuses, maladie insidieuse). 2. Kurnaz, faka insister gsz. 1. Üstelemek, üstünde durmak, "ısrar
bastıran, tuzağa düşürücü (Serpent, homme etmek (N'insistez pas, il ne comprendra jamais).
insidieux. Il a des manières insidieuses). 2. Direnmek, bekinmek, ayak diremek. 3.
insigne s. 1. Göze çarpıcı, önemli, belli başlı (Il Sürdürmek, "devam etmek (Il avait commencé à
occupe une place insigne dans le monde étudier le piano, mais il n'a pas insisté). 4. Insister
scientifique). 2. er. *Belirge, simge, rozet, sur qch: -in üzerinde durmak, ayak diremek, ısrar
madalya, "amblem (Ilporte toujours l'insigne de la etmek (Il insiste trop sur ce problème). 5. Insister
Légion d'honneur. Arborer à sa boutonnière pour qch; pour f. qch, à f. qch: -için ısrar etmek,
l'insigne d'un parti politique, d'un club sportif). -mekte ayak diremek, bekinmek (Insister pour
insignifiance diş. 1. Anlamsızlık. 2. Önemsizlik, une réponse, pour obtenir une place. Il insiste à
değersizlik (L'insignifiance d'un homme, d'un demander cette place).
événement, d'une oeuvre). in situ M . Lat. Yerinde, doğal ortamı içinde (Plante
insignifiant, es. 1. Anlamsız (Une phrase étudiée in situ).
insignifiante). 2. Önemsiz, değersiz (Homme insociabilité diş. Geçimsizlik; görüşülemezlik.
insignifiant, oeuvre insignifiante). insociable s. Geçimsiz; görüşülemez, düşüp
insincère s. İçtenliksiz, içten olmayan, yapmacık kalkılamaz (Un homme insociable).
(Enthousiasme insincère). insolation diş. 1. Güneşe serme; güneşe tutma;
insincérité diş. İçtenliksizlik, içtenlikten uzaklık, güneşte kalma, güneşlenme (L'insolation d'une
insinuant, e s . 1. Girişken, sokulgan, insanın pellicule photographique. L'insolation prolongée
damarına girmesini bilen (Un jeune homme peut être dangereuse). 2. Güneş çarpması
insinuant). 2. İçe sinen, içe işleyen (Voix (Attraper une insolation). 3. Güneşli havalar,
insinuante). güneşli günler (Insolationfaible des mois d'hiver).
insinuation diş. 1. İçine girme, "nüfuz etme insolemment bel. Küstahça; saygısızca (Parler,
(L'insinuation de l'aliment dans les parties qui le répondre insolemment).
reçoivent). 2. mec. Anıştırma, "ima; anıştırmalı insolence diş. 1. Küstahlık (L'insolence de cette
söz, imâli söz (Procéder par insinuation. génération dépasse toutes les bornes). 2.
Insinuations perfides, mensongères). Saygısızlık (Répondre avec insolence). 3.
insinuer gçl. 1. Demek istemek, ileri sürmek (Il Nobranlık (Il a l'insolence de celui à qui tout
insinue que la mésentente règne dans leur ménage). réussit).
2. Insinuer qch à qn: Birine... "telkin etmek insolent, e s. 1. Küstah, kaba (Un domestique
söylemek, usul usul aşılamak, kafasına sokmak insolent). 2. Saygısız (Parler sur un ton insolent).
(C'est toi qui lui as insinué toutes ces choses). 3. 3. Nobran (Un vainqueur insolent). 4.
Insinuer qch dans qch: Bir şeyi -in içine sokmak Olağanüstü, görülmemiş, işitilmemiş, eşsiz
(Le chirurgien insinua le doigt dans la plaie). § (Santé, joie insolente).
S'insinuer: 1. Sokulmak, girmek (S'insinuer dans insoler gçl. Güneşe tutmak, gün ışığına tutmak,
la foule pour parvenir au premier rang. S'insinuer insolite s. 1. Alışılmamış, "âdet olmamış, tuhaf
partout pour sefaire voir). 2. S'insinuer dans qch: (Tenue, aspect insolite. Votre demande est
-in içine işlemek, girmek, "nüfuz etmek (L'eau insolite). 2. er. Alışılmamış tuhaf şey, tuhaflık,
s'insinue dans le sable. Des idées qui s'insinuent gariplik (Recherche de l'insolite en poésie).
dans l'esprit). § S'insinuer dans les bonnes grâces insolubiliser gçl. Erimezleştirmek, erimez kılmak,
de qn, dans la confiance de qn: Birinin gözüne çözünmezleştirmek.
girmek; -in sevgisini, güvenini kazanmak, insolubilité^. 1. kim. Çözünmezlik, erimezlik. 2.
insipides. 1. Tatsız (Boisson, plat insipide). 2. mec. Çözülemezlik (Insolubilité d'un problème).
Can sıkıcı, yavan, tatsız (Un film insipide). insoluble s. 1. Çözünmez, erimez (Substance
insipidité diş. 1 .Tatsızlık (Insipidité d'un aliment). 2. insoluble dans l'eau). 2. Çözülemez (Unproblème
mec. Cansıkıcılık, yavanlık, tatsızlık (L'insipidité insoluble).
insolvabilité 764 inspirer

insolvabilité diş. huk. Borucunu ödeyemezlik, bittikten sonra boy gösteren tembel,
"aciz. inspection diş. 1. Denetleme, denetim, teftiş
insolvable s. huk. Borucunu ödeyemeyen, °âciz (Inspection de l'armée, des travaux. Tournée
(Débiteur insolvable). d'inspection, rapport d'inspection. Faire, passer
insomniaque, insomnieux, euse s. ve ad. Uykusuz, une inspection. Subir une inspection). 2.
uyuyamayan (Les insomniaques épiaient tous les Denetmenlik, müfettişlik (Obtenir une
bruits). inspection). 3. Denetleme kurulu, "teftiş kurulu
insomnie diş. Uykusuzluk (Souffrir d'insomnie. (Entrer à l'inspection des finances). 4. Yoklama,
Nuits d'insomnie. Remède contre l'insomnie). gözden geçirme (Inspection d'un navire).
insondable s. 1. Pek derin, dibi bulunmaz, dipsiz inspectorat er. (Az kullanılır). Denetmenlik,
(Abîme, gouffre insondable). 2. Anlaşılmaz, "müfettişlik.
kavranamaz, akıl ermez (Douleur, pensée, inspirant, e s. Esinleyici, "ilham verici, ilham edici,
mystère insondable). 3. mec. Sonsuz, çok büyük inspirateur, trice s. ve ad. 1. s. anat. Solumayı
(Une insondable misère, une insondable sağlayan, soluma devinimini yaptıran (Muscles
maladresse). inspirateurs). 2. Esinleyici, esin verici (Idées
insonore s. 1. Ötümsüz, sağır. 2. Sesgeçirmez inspiratrices). 3. diş. Esin kaynağı kadın, esin
(Matériaux insonores). perisi (L'inspiratrice d'un poète). 4. er. Elebaşı,
insonorisation diş. Sesgeçirmez duruma getirme, hazırlayıcı (Inspirateur d'un complot, d'une
* sesgeçirmezleştirme. doctrine).
insonoriser gçl. Ses geçirmez duruma getirmek, inspiration diş. 1. anat. Soluk alma (Alternance de
*sesgeçirmezleştirmek (Insonoriser un studio, un l'inspiration et de l'expiration). 2. Esin, "ilham
appartement). (Inspiration céleste. Inspiration des prophètes, des
insonorité diş. 1. Ötümsüzlük. 2. Sesgeçirmezlik. devins. Attendre, chercher l'inspiration). 3.
insouciance diş. Tasasızlık, aldırmazlık (Vivre, "Telkin, "tavsiye ( Crime commis sous l'inspiration
travailler dans l'insouciance). d'un complice plus âgé. Suivre l'inspiration d'un
insouciant, e s. 1. Tasasız (Il est insouciant comme ami). 4. İti, dürtü (Il agit selon l'inspiration du
un Bohème). 2. Insouciant de qch: -e aldırmayan moment). 5. Düşünce, bir anda kafaya doğan
(Il est insouciant de l'avenir, du danger). düşünce (Tu as eu une mauvaise inspiration en
insoucieux, euse s. 1. Tasasız, dertsiz (Une vie l'invitant). 6. Etki (Musique d'inspiration
insoucieuse). 2. Insoucieux de qch: -e aldırmayan, orientale). § Sous l'inspiration de: -in etkisiyle,
-i kendine tasa edinmeyen (Etre insoucieux du "telkiniyle, "teşvikiyle (C'est sous son inspiration
lendemain). que le comité fut créé).
insoumis, es. 1. Boyun eğmeyen (Tribus, contrées inspiratoire s. Solumaya değgin (Capacité
insoumises). 2. er. Kaçak er, asker kaçağı, inspiratoire).
insoumission diş. 1. Boyun eğmezlik, baş eğmezlik; inspiré, e s. 1. Esinli (Poète inspiré). 2. Inspiré de:
söz dinlemezlik, saymazlık. 2. Asker kaçaklığı, -den esinlenmiş, etkilenmiş ( Une robe inspirée des
askerlik çağrısına uymazlık, modes européennes). 3 .s. vead. Gizemsel bir esin
insoupçonnable s. Kuşkulanılamaz, kuşku altında kalmış, esinli (Prendre un air inspiré pour
götürmez (Probité insoupçonnable). dire des choses banales. C'est un inspiré).
insoutenable s. 1. Savunulamaz, tutulacak yam inspirer gçl. 1. hek. Üflemek, vermek (Inspirer de
olmayan (Opinion, théorie insoutenable). 2. l'air dans les poumons d'un noyé). 2. Hazırlamak,
Dayanılmaz, çekilmez (L'éclat de la lumière -in elebaşısı olmak (Inspirer un complot, un
insoutenable, l'âpreté du soleil insoutenable). attentat). 3. Inspirer qch à qn: a) Birine...
inspecter gçl. 1. Denetlemek, °teftiş etmek esinlemek, ilham etmek (Elle lui a inspiré son
(Inspecter une école, un travail, un bagage). 2. premier roman. Cela lui inspire l'horreur de la
Gözetlemek, dikkatle incelemek, yoklamak, guerre), b) Birinde... uyandırmak, birine
araştırmak (Inspecter l'horizon. Inspecter le ciel ...vermek (Inspirer de l'amour à une personne.
avant départir). Tes actes lui inspirent des soupçons). 4. gsz. Soluk
inspecteur, trice ad. Denetmen, "müfettiş almak. § Inspirer confiance à qn: Birinde güven
(Inspecteur de l'enseignement primaire. uyandırmak, -e güven vermek (Il ne m'inspire pas
Inspecteur des assurances. Inspecteur des confiance). § S'inspirer de: -den esinlenmek,
finances. Inspecteur du travail). § Inspecteur des ilham almak; -den etkilenmek (Le poète s'est
travaux finis: Kahve dövenin hınk deyicisi; iş inspiré d'une légende populaire).
instabilité 765 instiller

instabilité diş. Oynaklık, değişkenlik, kararsızlık, A l'instant où: Tam -dığı anda (A l'instant où
"istikrarsızlık (Instabilité d'une situation. j'allais sortir, le téléphone sonna). D'instant en
Instabilité du caractère, des opinions). instant: Gitgide (D'instant en instant, la
instable s. 1. Değişken, oynak, kararsız, circulation des voitures augmentait). De tous les
"istikrarsız (Paix instable, temps instable, instants: Sürekli, "devamlı (Il faut donner au
caractère instable). 2. Sallanan, sallantılı (Meuble malade une attention de tous les instants). Dès
instable). 3. Bir yerde durmayan, durmadan yer l'instant que: -dığı için, -dığına göre; madem ki
değiştiren (Personne, population instable). 4. ad. (Dès l'instant que vous êtes satisfait, c'est le
Okul disiplinine uyamayan anormal çocuk, principal). En un instant: Bir anda, hemen,
installateur er. Döşemci, tesisatçı, çabucak (En un instant, la grange fut brûlée). Par
installation diş. 1. Atama, atanma, "tayin instants: Zaman zaman (Par instants, je me
(Installation d'un évêque). 2. (Bir eve) Yerleşme demande s'il pense ce qu'il dit). Pour l'instant:
(Fêter son installation). 3. Yerleştirme Şimdilik, şu anda (Je n'en ai pas besoin pour
(L'installation de la salle de bains dans cette petite l'instant). Un instant: Bir dakika, bir saniye (Un
pièce a été très difficile). 4. Döşem, "tesisat instant, je suis occupé).
(Installations électriques, mécaniques). instantané, e s. 1. Bir an süren, bir anlık, kısa (Des
installer gçl. 1. Atamak, "tayin etmek (Installer un visions instantanées). 2. Ansızın, apansız,
pape, unévêque). 2.1nstallerqn qch dans: Birini, birdenbire (Explosion instantanée. La mort fut
bir şeyi -e yerleştirmekf/Vousl'avons installédans instantanée). 3. Şipşak (Photographie
son nouveau logement. Installer un malade dans instantanée). 4. er. Şipşak fotoğraf (Prendre un
son lit). 3. Koymak (Installer une chaise devant la instantané).
porte). 4. Yerleştirmek, döşemek, kurmak, "tesis instantanéité^. Apansızlık,birdenbirelik.
etmek (Installer l'électricité, le gaz, le téléphone). instantanément bel. Anında, hemen o anda,
§ S'installer: 1. Yerleşmek, oturmak (S'installer "derhal, hemen,
chez un ami, à l'hôtel, dans une maison). 2. mec. -e instar de (à I') ilg. Gibi, örneği, "misillu (Il écrit à
iyice yerleşmek, -de yer almak, -den ayrılamamak l'instar de ses prédécesseurs).
(Cette idée obsédante s'est installée dans son esprit. instaurateur, trice ad. Kuran, yapan, düzenleyen,
Il s'est installé dans la mauvaise foi). gerçekleştiren (instaurateur de la justice, de la
instamment bel. "Israrla, üsteleyerek, üstelemeyle liberté).
(Je vous prie instamment d'oublier ces paroles). instauration diş. Kurma, yapma, düzenleme,
instance diş. 1. Bekinme, üstünde durma; yerleştirme,gerçekleştirme (Instauration d'un
üsteleme, "ısrar (Demander avec instance). 2. régime, d'une mode, d'un usage).
"Rica, istek, yalvarıp yakarma (Il a cédé aux instaurer gçl. Kurmak, yapmak, düzenlemek,
instances de ses amis). 3. huk. Dâva, duruşma yerleştirmek, gerçekleştirmek (Instaurer la
(Introduire une instance. Extinction de l'instance). République, une mode, la justice).
4. huk. Mahkeme (L'instance supérieure. Les instigateur, trice ad. Kışkırtıcı, hazırlayıcı ; elebaşı ;
instances internationales). 5, Makam, merci "teşvikçi, "müşevvik (Les instigateurs du complot
(D'autres instances anglaises étaient \ moins furent arrêtés).
pressées). § Instance par défaut: Gıyaben instigation diş. Kışkırtma, ayartma, "teşvik. § A
yargılama. Tribunal de première instance: Asliye l'instigation de qn, sur les instigations de qn: -in
mahkemesi. Etre en instance: Görüşülmekte, kışkırtmasıyla, ayartmasıyla (Le vol a été commis
tartışılmakta olmak; ele alınmak (Le traité est en à l'instigation du plus âgé de la bande. Il agit sur les
instance devant les comités d'experts. Une affaire instigations de sa femme).
en instance: Görülmekte olan bir dâva). Etre en instiguer gçl. 1. Tahrik etmek, kışkırtmak. 2.
instance de f. qch: -mek üzere olmak (Le train est Instiguer qn à f.qch: Birini -meye itmek, tahrik
en instance de partir). etmek (On les a instigués à refuser cet accord).
instant, es. 1. Üstelemeli, ısrarlı (Demande, prière instillation diş. Damlatma, damla damla akıtma
instante). 2. İvedili, tez, sıkıştırıcı, zorlayıcı, "âcil (Laver une plaie par instillation. Instillations
(Besoin instant). nasales).
instant er. An (Chaque instant de la vie est un pas instiller gçl. 1. Damlatmak, damla damla akıtmak
vers la mort): § A l'instant: O anda, hemen (Je l'ai (Instiller un collyre dans l'œil). 2. mec. Yavaş
quitté à l'instant). A chaque instant, à tout instant: yavaş sokmak, telkin etmek (C'est son maître qui
Her an, ikide bir (A chaque instant, on le dérange). lui instille dans la tête ces superstitions).
instinct 766 instrument

instinct [Èsfê] er. 1. içgüdü (L'instinct sexuel, Il a de l'instruction). 4. Yönerge, "talimat


maternel). 2. Sezgi, önsezi (Pressentirpar instinct (Recevoir des instructions. Le préfet donne des
un danger). 3. Doğuştan eğilim (Avoir l'instinct de instructions rigoureuses à ses subordonnés). 5.
l'ordre, de la discipline, du comique). 4. Yetenek Açıklama, açıklayıcı bilgi (Des instructions
(Avoir l'instinct des affaires, du commerce, de la accompagnent l'appareil de chauffage). 6. huk.
musique). § D'instinct: Sezgisel olarak, içgüdüsel Soruşturma, "tahkikat. § Instruction criminelle,
olarak; düşünmeden, niçin olduğunu bilmeden; instruction pénale: Ceza yargılama yöntemi,
hemen, birdenbire (D'instinct, il prit le sentier de "ceza muhakeme usulü. Instruction judiciaire:
gauche. En toutes choses, d'instinct, je m'opposais Adli soruşturma. Instruction préalable: İlk
à lui). soruşturma. Instruction préliminaire: Ön
instinctif, ive s. 1. İçgüdüsel (Avoir une sympathie soruşturma. Instruction publique: Millî Eğitim,
instinctive pour le plus faible). 2. tçgüdüleriyle "maarif. Juge d'Instruction: Sorgu yargıcı,
hareket eden (C'est un être instinctif). instruire gçl. 1. Okutmak, öğretmek, ders vermek
instinctivement bel. İçgüdüsel olarak, sezgisel (Elle instruit de jeunes enfants dans une école du
olarak; düşünmeden, nedenini bilmeden; quartier). 2. -in ilk soruşturmasını yapmak
birdenbire, hemen, (Instruire une affaire, un procès). 3. Instruire qn
instituer gçl. 1. Var etmek, kurmak (Instituer un de qch: Birine -i bildirmek, haber vermek; birini
ordre, une confrérie, un règlement). 2. huk. .. .konusunda bilgi sahibi kılmak (Il m'a instruit de
Atamak, -olarak göstermek (Il a institué son votre désir de collaborer à cet ouvrage. J'instruirai
neveu héritier de sa fortune). sa famille de sa conduite). 4. Instruire contre qn:
institut er. 1. Bir tarikatın kuruluş kuralı. 2. Bilim huk. Birinin ilk soruşturmasını yapmak, birine
yada sanat derneği, kurum. 3. (Büyük harfle) karşı ilk soruşturma açmak. 5. Etre instruit de
Fransadaki beş akademi birliği (Membre de qch: -den haberi olmak, -i bilmek, -konusunda
l'Institut). 4. Enstitü (Institut de beauté). bilgi sahibi olmak (Il est instruit de toute l'affaire).
institueur, trice ad. 1. Kurucu (Instituteur divin du 6. Etre instruit à f. qch: -meye alışmak,
christianisme). 2. İlkokul öğretmeni. § Ecole alıştırılmak (Vous êtes instruite à m'outrager). §
normale d'instituteurs: İlköğretmen okulu, S'Instruire: 1. Kendi kendini yetiştirmek (Un
institution diş. 1. Var etme, kurma (L'institution homme qui s'est instruit tout seul. S'instruire dans
d'un nouveau régime politique). 2. Kuruluş, un art, dans une science). 2. S'instruire de qch:
kurum (Les institutions nationales, -konusunda bilgi sahibi olmak, -den haberi
internationales. Une institution religieuse, olmak, -i bilmek, öğrenmek (S'instruire des
politique). 3. Atama, -olarak gösterme formalités à accomplir).
(Institution d'un héritier, d'un évêque). 4. instruit, e s. Bilgili (Un homme très instruit).
Yetiştirme, okutma, eğitme (Institution des instrument er. 1. Alet, araç (Le baromètre est un
enfants). S. Öğretim kurumu, okul (Il est instrument de mesure). 2. Çalgı (Jouer d'un
professeur dans une institution libre). instrument. Instrument à vent, à percussion. Les
institutionnalisation diş. Kurumsallaştırma, musiciens accordent leurs instruments). 3. huk.
kurumsallaşma ; kurumlaşma, kurumlaştırma Belge; senet (Les instruments de ratification d'un
(L'institutionnalisation de la coopération traité). 4. mec. Alet, araç, yol, "vasıta (Cepacte a
économique). été un instrument décisif de la paix. Il est un simple
institutionnaliser gçl. Kurumsallaştırmak; instrument au service des gens plus puissants). §
kurumlaştırmak. § S'Institutionnaliser: Instruments à corde: Yaylı yada telli çalgılar
Kurumlaşmak, kurumsallaşmak. (keman, kontrabas, gitar, banço, arp vb.).
institutionnel,le s. Kurumsal; kuruluşlara değgin, Instruments à percussion: Vurma çalgılar (davul,
instructeur er. 1. Eğitimci, öğretmen. 2. s. Juge kastanyet, timpani vb.). Instruments i vent:
instructeur: Sorgu yargıcı, Nefesli çalgılar (klarnet, trompet, tuba, saksafon
instructif, ive s. Eğitici, öğretici (Livre, ouvrage vb.). Instruments à anche, à embouchure:
instructif). Kamışlı, ağızhklı nefes çalgıları (Saksafon,
instruction diş. 1. Eğitim, eğitme, yetiştirme klarnet vb.). Instruments à clavier et soufflerie:
(L'instruction des rois). 2. Öğretim (L'instruction Tuşlu ve körüklü çalgılar (Akordeon, org, kamışlı
n'est qu'une part de l'éducation. Instruction org vb.). § Etre, devenir l'instrument de qn: -in
primaire, secondaire, professionnelle, gratuite, aleti olmak, -e alet olmak. Se servir de qch comme
obligatoire). 3. Bilgi (Un homme sans instruction. un instrument pour: Bir şeyi -e alet etmek, -için
instramentaire 767 intact

alet olarak kullanmak (Il se sert de la religion insulaire s. ve ad. 1. Adalı (Peuple insulaire. Les
comme un instrument pour la politique). Servir insulaires de Bornéo). 2. s. Adaya değgin, adayla
d'instrument à: -e alet olmak, ilgili (Administration insulaire).
instrumentale s. Témoin instrumentais: huk. insularité diş. Adalılık, adalık; bir ülkenin ada yada
İkrar tanığı. takımada oluşu,
instrumental, es. l.huk. Belgesel, belge niteliğinde insuline diş. Şeker hastalığı ilâcı, ensülin,
(Les pièces instrumentales d'un procès). 2. miiz. insulinothérapie diş. hek. Ensülin tedavisi,
Çalgısal, çalgı ile çalınan (Musique ensülinle tedavi,
instrumentale). insultant, e s. Onur kırıcı, "hakaret edici (Propos
instrumentalisme er. fels. Aletçilik, 'araççılık, insultants).
instrumentation diş. Bir müzik parçasını çalgılara insulte diş. 1. Onur kırıcı, "hakaretli söz yada
göre düzenleme, "çalgılandırma. davranış (Dire, adresser des insultes à quelqu'un).
instrumenter gçl. 1. (Bir müzik parçasını) 2. "Hakaret (C'est une insulte à son honneur). §
Orkestrada çalınacak biçimde işlemek Faire une insulte à qn: Birine bir hakarette
(Instrumenter un opéra). 2. gsz. Evrak bulunmak, hakaret etmek. Ressentir qch comme
düzenlemek, belge düzenlemek, une insulte: -i bir hakaret olarak düşünmek, -i
instrumentiste ad. Çalgıcı (Les choristes et les hakaret "telakki etmek,
instrumentistes). insulté, e s. ve ad. Hakarete uğramış (kişi),
insu de (à 1') ilg. -in haberi olmadan (Il est sorti à insulter gçl. 1. Sövmek, saldırmak (On l'insulta
l'insu de ses parents. Elle a fait cette démarche à mort, alors qu'on l'avait célébré de son vivant).2.
l'insu de son mari). Insulter à qn, à qch: -e hakaret etmek, -ile alay
insubmersibilité diş. Batmazhk (Insubmersibilité etmek (Insulter aux dieux, à un culte. Ce luxe
d'un navire). insulte à la misère publique). § S'insulter:
insubmersible s. Batmaz (Navire, canot Birbirine hakaret etmek. Se faire insulter par qn:
insubmersible). -den hakaret görmek, hakarete uğramak,
insubordination diş. Dikbaşhlık, sözdinlemezlik, insulteıırer. Hakaret eden (L'insulteur et l'insulté).
"itaatsizlik, "serkeşlik, insupportable s. 1. Çekilmez, dayanılmaz (Vie,
insubordonné, e s. Dikbaşlı, sözdinlemez, "itaatsiz, douleur insupportable). 2. Çok kötü, "berbat (ila
"serkeş (Collégien insubordonné, troupes un caractère insupportable).
insubordonnées). insupportablement bel. Çekilmez, dayanılmaz
insuccès er. Başarısızlık (Insuccès à un examen. şekilde (Cet ouvrage est insupportablement long).
Insuccès d'un projet). insurgé, e s. ve ad. Baş kaldıran, ayaklanan (Les
insuffisamment bel. Yetersizce, eksik (Il travaille populations insurgées. Les insurgés sont maîtres
insuffisamment). d'une partie du pays).
insuffisance diş. 1. Yetmezlik (Insuffisance insurger gçl. Insurger qn contre: Birini -e karşı
cardiaque). 2. Eksiklik, azlık, yetmezlik ayaklandırmak, başkaldırtmak (Insurger une
(Insuffisance de ressources, insuffisance des nation contre l'injustice). § S'insurger: 1.
salaires). 3. Yetersizlik, yeteneksizlik (Ce Ayaklanmak, baş kaldırmak. 2. S'insurger
comédien est d'une insuffisance flagrante). contre: -e karşı ayaklanmak, baş kaldırmak,
insuffisant, e s . 1, Yetmez, az, eksik (Lumière "isyan etmek (Le peuple s'insurgea contre la
insuffisante, connaissances insuffisantes). 2. dictature).
Yetersiz, yeteneksiz (Il est insuffisant pour cette insurmontable s. 1. Ortadan kaldırılamaz, baş
charge). edilemez, başa çıkılamaz (Difficultés, obstacles
insufflation diş. Üfürme, üfleyerek verme insurmontables). 2. Bastırılamaz, önlenemez
(Insufflation d'air dans les poumons). (Angoisse, aversion, sentiment insurmontable).
insuffler gçl. 1. Üfürmek, üfleyerek vermek insurpassable s. Eşsiz, üstüne yok (Une perfection
(Insuffler de l'air dans la bouche d'un noyé). 2. insurpassable).
Insuffler qch à qn: a)Birine üfleyerek... vermek insurrection diş. Baş kaldırma, ayaklanma, "isyan
(Insuffler de l'oxygène à un noyé), b) mec. (Briser, mater, réprimer une insurrection).
Birine... esinlemek, telkin etmek. Birine... insurrectionnel, le s. Başkaldıncı; başkaldırmaya
vermek (Insuffler à des vaincus le désir de değgin (Esprit insurrectionnel, mouvement
revanche. Cette réussite lui insuffla une nouvelle insurrectionnel).
ardeur). intact, e [ctakt] s. 1. Dokunulmamış, ilişilmemiş,
intactile 768 intelligence

bozulmamış, el değmemiş (Demeurer, rester nouveaux apports de la science dans


intact. Produit alimentaire intact). 2. mec. l'enseignement.Intégrer plusieurs théories dattsun
Kirlenmemiş, bulaşmamış, tertemiz (Honneur système). 3.gsz. Intégreràqch:-eğirmek,-ingiriş
intact, réputation intacte). sınavını kazanmak (Intégrer à Polytechnique, à
intactile s. Dokunmayla anlaşılamaz, elle l'Ecole Normale). § S'intégrer à, dans: -ile karışıp
tutulamaz (Un son est intactile). bütünleşmek, birleşmek; -de sindirilip erimek
intaille diş. Kazma taş, taş kazısı (Intaille qui sert de (S'intégrer dans la masse. Les réfugiés se sont
sceau). parfaitement intégrés au reste de la population).
intailler gçl. İçini oyup işlemek (Intailler une pierre intégrité diş. 1. Bütünlük (L'intégrité du territoire,
fine). d'une œuvre). 2. Dürüstlük, doğruluk,
intangibilité diş. 1. Dokunulamazhk, elle namusluluk (Un homme d'une parfaite intégrité).
tutulamazlik (Intangibilité d 'un fluide). 2. mec. 3. Bozulmamıştık, anlık (L'intégritédes mœurs).
Dokunulmazlık, el sürülemezlik, bozulamazlık intellect [ëtelUkt] er. fels. Anlık, "müdrike,
(Intangibilité d'une loi, d'un principe). intellectualisation diş. *Anhksallaştırma,
intangibles. 1.Dokunulamaz,elle tutulamaz, avuca *anlıksallaşma.
sığmaz (Fluides intangibles). 2. mec. intellectualiser gçl. *Anlıksallaştırmak, *anlıksal
Dokunulamaz, el sürülemez, bozulamaz (Loi, bir nitelik kazandırmak,
principe intangible). intellectualisme er. fels. Anlıkçılık, "zihniyye.
intarissable s. 1. Kurumaz, suyu kesilmez (Source inteilectualité diş. "Anlıksallık.
intarissable). 2. mec. Bitmez tükenmez (Il a une intellectuel, le s. fels. Anlığa değgin, *anhksal;
verve intarissable). zihinsel (Facultés intellectuelles. Vie intellectuelle,
intarissablement bel. Durmamacasina travail intellectuel, fatigue intellectuelle). 2.
bıkmamacasına, ardı arkası kesilmeden (Il répète Düşünsel etkinlik gösteren, kafa çalışması yapan
intarissablement la même chose). (Les travailleurs intellectuels). 3. s. ve ad. Aydın;
intégral, e s. 1. Tam, eksiksiz (Remboursement düşünce adamı (Un romancier intellectuel; les
intégral d'une dette. L'édition intégrale d'un intellectuels d'un pays).
roman). 2. s. mat. Tümlevsel (Calcul intégral). 3. intellectuellement bel. Kafaca, zihin yönünden (Un
diş. Hepsi, tümü, bütünü (Il a acheté l'intégrale enfant intellectuellement très dévoloppé).
f des symphonies de Beethoven). 4. diş. mat. intelligemment bel. Akıllıca, zekice (Répondre
Tümlev, °entegral (Intégrale définie: Belgin intelligemment).
tümlev. Intégrale indéfinie: Belgisiz tümlev). intelligence diş. l.Zekâ,*anlak (lia une intelligence
intégralement bel. Hepten, tümü ile, bütün olarak, brillante). 2. Anlayış, zeyreklik, akıllılık (Jedoute
eksiksiz olarak (Lire un texte intégralement, de son intelligence. Agir avec intelligence). 3.
rembourser une dette intégralement). Anlama, kavrama (Lisez la préface pour
intégralité diş. Bütünlük, tümlük: bütün, tüm l'intelligence du livre). 4. Akıllı adam, zeki adam,
(Dépenser l'intégralité de son salaire. Intégralité beyin (C'est une intelligence). S. Geçinme,
d'un revenu). anlaşma, uzlaşma (Ils vivent en parfaite
intégrant, e s. Bütünleyen, tamamlayan, tümleyen intelligence). 6. Elbirliği (Ils sont d'intelligence
(L'illusion est une partie intégrante de la réalité). § pour le perdre aux yeux de tous). 7. Sessiz
Faire partie intégrante de qch: -in ayrılmaz bir anlaşma, "mutabakat (Il m'a adressé un signe
parçası olmak, tamamlayıcısı olmak, d'intelligence. Il eut un sourire d'intelligence à mon
intégration diş. 1. Birleşme, bütünleşme adresse). 8. ç. Gizli ilişki; casusluk; casusluk
(L'intégration économique de l'Europe). 2. ilişkisi (Etre accusé d'intelligences avec une
Özümleme, sindirme, içinde eritme puissance étrangère). § Agir, être d'intelligence
(L'intégration des émigrants dans la population avec: 1. -ile elbirliği etmeke, işbirliği yapmak. 2.
autochtone). 3. mat. Tümlevleme. mec. -i anlamak, sezmek, kavramak, -ile içten
intégrationniste s. ve ad. Birleştirmeci, anlaşmak (Les maîtres seuls sont d'intelligence
bütünleştirmeci; sindirmeci, özümlemeci. avec la nature). Avoir des intelligences dans la
intègre s. Doğru, doğruluktan ayrılmaz, namuslu place: İçerde casusları olmak, bir askeri bölge
(Juge, ministre intègre). yada bir topluluğun içinde kendisine olup biteni
intégrer gçl. 1. mat. Tümlevini hesaplamak ileten kimseleri olmak. Enretenir des intelligences
(Intégrer une fonction). 2. Intégrer qch dans qch: avec l'ennemi: Düşman hesabına casusluk etmek.
-in içine sokmak, içinde toplamak (Intégrer les Etre, vivre en bonne intelligence avec qn: Biri ile
intelligent 769 interaction

iyi geçinmek, arası iyi olmak. Etre, vivre en Levazım subayı, askeri levazım görevlisi,
mauvaise intelligence avec qn: Biri ile intense s. Yoğun, yeğin, şiddetli (Froid, lumière,
geçinememek, arası kötü olmak, circulation intense).
intelligent, e s. 1. Zelà (Un homme intelligent). 2. intensément bel. Yoğun bir şekilde (Vivre, travailler
Anlayışlı, Zeyrek, akıllı, yetenekli (Il est très intensément).
intelligent en affaires). 3. Zekice, akıllıca (Une intensif, ive s. Yoğunlaştırılmış, yeğinleştirilmiş;
réponse intelligente). şiddetlendirilmiş; pekiştirmeli (Propagande
intelligèntsia, intelligentzia [èteligensja] diş. intensive. La culture intensive vise à obtenir de
Aydınlar, aydınlar sınıfı; beyin takımı; bir hauts rendements).
ülkenin aydınlan, intensification diş. 1. Yoğunlaştırma,
intelligibilité diş. Anlaşılırlık, kavramlırlık, yeğinleştirme; arttırma; pekiştirme
*anlakalırlık (L'intelligibilité d'un (Intensification de la production, des efforts). 2.
raisonnement). (Televizyon, sinema) Koyulaştırma,
intelligibles. 1 .fels. Ancak anlamakla kavranabilir, intensifier gçl. Yoğunlaştırmak, yeğinleştirınek,
*anlakalır, "makul. 2. Anlaşılabilir, anlaşılır, artırmak; pekiştirmek (Intensifier ses efforts). §
kavranılır (S'exprimer d'une manière intelligible). S'intensifier: Yoğunlaşmak, yeğinleşmek,
intelligiblement bel. Anlaşılır bir tarzda, artmak (Son travail s'intensifie. Sa répugnance
anlaşılabilecek şekilde, açık seçik bir biçimde s'intensifie quand son attention se fixe) :
(S'exprimer intelligiblement). intensité diş. 1. Yeğinlik, "şiddet (L'intensité du
intempérance diş. 1. (Eski) Ölçüsüzlük, aşırılık, froid. La tempête perd de son intensité). 2.
ılımsızlık, "itidaisizlik. 2. (Yeme içmede ve cinsel Yoğunluk, keskinlik, gerilim (L'intensité
ilişkilerde) Ölçüyü kaçırma. dramatique d'une pièce de théâtre. L'intensité d'un
Intempérant, es. 1. Ölçüsüz, aşın, ılımsız (Faire un sentiment).
usage intempérant de l'alcool). 2. (Yeme içmede intensivement bel. Yoğun bir şekilde, hani harıl
ve cinsel ilişkilerde) Ölçüyü kaçıran, çok yiyen, (Préparer intensivement un examen).
çok içen. intenter gçl. -e girişmek, -i açmak. § Intenter un
intempérie diş. 1. Hava değişikliği (L'intempérie de procès contre qn: -e karşı bir dâva açmak. Intenter
l'air, des saisons). 2. ç. Bozuk havalar, kötü une accusation à qn, contre qn: -i suçlamak,
havalar (Les agriculteurs ont été victimes des intention diş. 1. Niyet (Il n'avait pas mauvaise
intempéries). intention en agissant ainsi). 2. Dilek, istek, "arzu
intempestif, ive s. Sırasız, vakitsiz, mevsimsiz; ( Contrecarrer les intentions d'un voisin). 3. Amaç,
yersiz, uygun kaçmayan (Démarche intempestive, •güdek, maksat (Résultat qui dépasse l'intention
gaieté intempestive). de son auteur). § A l'intention de: İçin; onuruna;
intempestivement bel. Mevsimsiz olarak, sırasız, yaranna (Organiser une fête à l'intention d'un
yersiz bir şekilde, président. Dire des messes à l'intention d'un
intemporalité diş. Zamana bağlı olmama, zamanla défunt; un film à l'intention des enfants). Dans
değişmeme. l'intention de: -niyetiyle, amacıyla (Je l'ai acheté
Intemporel, le s. Zamana bağlı olmayan, zamanla dans l'intention de revendre). Avoir l'intention de
kayıtlı olmayan, zamanla değişmeyen (Le vrai et f. qch: -mek niyeti olmak, -meyi düşünmek (J'ai
le faux sont intemporels). l'intention de partir ce matin).
Intenable s. 1. Savunulamaz, elde tutulamaz (Place intentionnalité diş. fels. Yönelmiştik,
intenable, position intenable). 2. Dayanilamaz intentionné, es. Niyetli. § Etre bien intentionné, mal
(Chaleur intenable). 3. mec. Çekilmez, intentionné: İyi niyetli, kötü niyetli olmak (Un
dayanılmaz, "tahammül edilemez (Gamin mal critique mal intentionné. Il est toujours bien
élevé, intenable). intentionné).
intendance diş. 1. Kâhyalık. 2. Yönetim görevliliği, Intentionnel, le s. 1. Kasıtlı; isteyerek, bilerek
"idare memurluğu. 3. Yönetme, yönetim yapılan (Délit intentionnel). 2. fels. Yönelimsel.
(Confier à un homme sûr l'intendance de ses Intentionnellement bel. Kasıtlı olarak, bilerek,
biens). 4. Levazım dairesi (Se rendre à isteyerek.
l'Intendance). S. Levazım (Service de interer. 1. Şehirlerarası telefon (Appelez l'inter). 2.
l'intendance. Intendance militaire) . (Futbol) İç (L'inter gauche Jean fut trop
intendant, e ad. 1.Kâhya, kâhya kadın. 2. Yönetim personnel).
görevlisi, "idare memuru. $ Intendant militaire: interaction diş. Karşılıklı etki; etkileşim.
interagir 770 interdit

interagir gsz. Karşılıklı etkileşmek (Les neutrons "kıtalararası (Ligne aérienne intercontinentale).
interagissent avec les champs magnétiques). intercostal, e s. biy. Eğelerarası, kaburgalararası
interallié, e s. *Bağlaşıklararası, müttefiklerarası (Muscles intercostaux).
(Relations interalliées). intercourse diş. den. huk. (İki ülke için) Karşılıklı
Interarmées s. değişmez. Ordulararası olarak limanlardan yararlanma hakkı,
(Compétition interarmées). intercnrrent, e s. Arada olan, arada meydana gelen
intercalaires. 1. Araya sokulan, eklenen (Feuillets (Maladie intercurrente).
intercalaires). 2. gökb. Artık (Jour intercalaire: interdépartemantal, e s. İllerarası, şehirlerarası
Artık gün; dört yılda bir şubat ayma katılan gün). (Chemin de fer interdépartemental).
intercalation diş. Araya sokma, ekleme, katma, interdépendance diş. Karşılıklı bağımlılık; birbirine
koyma (intercalation d'exemples dans un bağlı olma (Interdépendance des événements,
dictionnaire, intercalation d'unpragraphe dans un l'interdépendance des nations).
article). interdépendant, e s. Karşılıklı olarak bağımlı,
intercaler gçl. 1. Araya sokmak, eklemek, katmak, birbirine bağlı,
koymak (Intercaler une phrase dans un texte). 2. interdiction diş. 1. Yasak (Interdiction de sortir, de
(Dört yılda bir şubat ayına bir gün) Katmak. § fumer). 2. Yasaklama (Interdiction d'un film par
S'intercaler: Araya girmek, arasında yer almak, la censure). 3. İşten el çektirme, görevden
intercéder gsz. 1, Intercéder pour: -için °şefaat uzaklaştırma (Interdiction temporaire d'un
etmek, yardım için araya girmek (Intercéderpour fonctionnaire). 4. huk. Yasaklık, "men,
un élève coupable). 2. Intercéder pour qn, qch "memnuiyet (Interdiction de commerce:
auprès de qn: Biri için -den yardım dilemek (Il Ticaretten men. Interdiction de communiquer:
intercède pour vous auprès du patron). Görüşmeden, "ihtilâftan men. Interdiction des
intercellulaires, biy. Hücrelerarası, gözelerarası. droits civiques: Kamu haklarından yasaklık). S.
intercepter gçl. 1. Tutmak, kapmak, almak (La huk. Kısıt, "hacir (Interdiction judiciaire, légale,
police a intercepté le message téléphonique). 2. volontaire).
Tutmak, yakalamak, ele geçirmek (Les services interdigital, e s. biy. Parmaklararasi.
secrets ont intercepté l'agent de liaison. Joueur de interdire gçl. 1. Yasaklamak, yasak etmek
football qui intercepte le ballon). 3. Tutmak, (Interdire un film, un ouvrage, les meetings, les
saklamak, görünmesine engel olmak (Nuage qui jeux de hasard). 2. Engellemek, olanaksız kılmak
intercepte le soleil). 4. (Denizcilik, havacılık) (Leur attitude belliqueuse interdit tout espoir de
Engellemek, yolunu kesmek (Intercepter un paix). 3. İşten el çektirmek, görevden
navire, un avion). uzaklaştırmak (Interdire un officier ministériel
interception diş. 1. Tutma, yakalama, kapma, ele pour six mois; interdire un prêtre). 4. huk. Kısıt
geçirme (Interception d'unmessage, d'une lettre). altına almak, "hacir altına almak (Interdire un
2. Tutma, saklama, görünmesine engel olma homme atteint de folie). 5. (Eski) Şaşırtmak (Ce
(L'interception des rayons solaires par le discours a de quoi m'interdire). 6. Interdire qch à
brouillard). 3. Engelleme, yolunu kesme, qn: Birine bir şeyi yasaklamak, yasak etmek (Le
intercesseur er. 1. ötüncü, "şefaatçi (Les saints sont médecin lui interdit le tabac et l'alcool). 7.
nos intercesseurs auprès de Dieu). 2. Araya giren, Interdire à qn de f. qch: a) Birinin -meşine engel
aracılık eden, "tavassut eden;1 "mutavassıt, olmak (La discrétion m'interdit d'en dire plus), b)
intercession diş. 1, Ötün, "şefaat. 2. huk. Aracı Birine -meyi yasaklamak (Il m'a interdit de sortir).
olma, aracılık, "tavassut, 8. S'interdireqch: -den kaçınmak (Ils'interdittout
interchangeabilité diş. Birbirinin yerine excès: Her türlü aşırılıktan kaçınıyor). § Il est
geçebilirlik, birbirinin yerini tutabilirlik interdit de f. qch: -mek yasaktır (Il est interdit de
(Interchangeabilité des pièces standardisées). fumer).
interchangeable s. Birbirinin yerjne geçebilir, interdisciplinaires. Birçok bilim dalıyla birden ilgili
birbirinin yerini tutabilir (Pneus (Recherches interdisciplinaires).
interchangeables). interdit er. 1. (Kilisece çıkarılan) Ayin yasağı. 2.
interclubs s. değişmez. (Sporda) Takımlararası Yasaklama, yasak (Lever un interdit). 3.
(Rencontre interclubs). Topluluk dışına atma, toplumdışı kılma (Jeter
intercommunautaire s. Toplumlararası l'interdit contre quelqu'un).
(Négociations intercommunautaires). interdit, e s. 1. Yasaklanmış, yasak (Film interdit,
intercontinental, e s. coğr. Karalararası, passage interdit, sens interdit). 2. Ayin yapması
intéressant 771 intérieur

yasak edilmiş (Prêtre interdit). 3. huk. Kısıtlı, Önem, önemlilik (Une déclaration du plus haut
"mahcur (Un aliéné interdit). 4. Şaşırıp kalmış, intérêt. Un renseignement d'un intérêt capital). 10.
apışıp kalmış (La nouvelle m'a laissé interdit. Je ç. Hisse senedi, ortaklık payı (Avoir des intérêts
suis resté interdit devant son ignorance). S. ad. dans une compagnie pétrolière). § Dans l'intérêt
huk. Kısıtlı, mahcur (Incapacité des interdits). § de qn, contre l'intérêt de qn: -İn lehine, aleyhine
Interdi{ de séjour: huk. Sürgün, ülke dışına (Il agit dans notre intérêt, contre ton intérêt). Avoir
sürülmüş; bir yerde kalması yasaklanmış. intérêt à f. qch: -mekte yararı olmak, -mekle iyi
intéressant, e s. 1. İlginç, ilgi çekici (Un livre etmek (Tu as intérêt à te taire). Exciter, susciter
intéressant). 2. Alımlı, dikkatleri üstüne çeken l'intérêt: İlgi uyandırmak. Porter, témoigner de
(Un visage intéressant. Il cherche à se rendre l'intérêt à qn: -e karış ilgi göstermek. Prendre
intéressant). 3. Önemli (Il occupe une position intérêt & qch: -e ilgi duymak. Il y a intérêt à f. qch:
intéressante). 4. Geliri bol, bol paralı, parası iyi -mekte yarar vardır,
(Avoir une situation intéressante). S. Çok alış veriş interface diş. fiz. Arayüzey.
yapan, yağlı (Un client intéressant). 6. Uygun, interférence diş. fiz. 1. Girişim (Interférence des
avantajlı (Je l'ai acheté à un prix intéressant. Une rayons lumineux, des ondes sonores). 2.
affaire intéressante). § Faire l'intéressant: Çalım Birbirinin içine girme, birbirine karışma,
satmak, dikkatleri üstüne çekmeye çahşmak. girişiklik, "tedahül (Interférence des phénomènes
intéressé, e s. 1. İlgili (Les parties intéressées). 2. politiques et économiques).
Çıkarcı, çıkarına düşkün (Un homme intéressé). interférer gsz. 1. fiz. Girişime yol açmak. 2.
3. Çıkar güden, çıkara dayalı (Une amitié Interférer avec: -ile iç içe girmek, birbirine
intéressée). 4. ad. İlgili; ilgili kişi (Ilfaut consulter kanşmak; -e eklenmek, -in üstüne binmek (La
les intéressés). crise agricole interfère avec d'autres problèmes
intéressement er. (Çalışan kimselere) Kârdan pay économiques et crée une situation difficile).
verme. interféromètre er. gökb. Girişim ölçme aracı,
intéresser gçl. 1. -için önemli olmak, önem taşımak 'girişimölçer,
(Le plan économique intéresse l'avenir du pays). interfluve er. coğr. Kıran; birbirine koşut olarak
2. İlgilendirmek, -ile ilgili olmak (Cette loi uzanan iki akarsu arasında kalmış, yüksekçe, üstü
intéresse les mutilés de guerre). 3. Hoşuna gitmek, düzce sırt.
beğenmek (Cefilm nous a intéressés beaucoup. Ce interfoliage er. Bir kitabın sayfaları arasına beyaz
jeune homme intéresse fort ma cousine). 4. İlginç yapraklar yerleştirme,
gelmek (Votre idée nous intéresse beaucoup). 5. interfolier gçl. Bir kitabın yapraklan araşma beyaz
Dikkatini çekmek (Ce professeur ne sait pas yapraklar yerleştirmek,
intéresser les élèves). 6. Intéresser qn à qch: Birini interglaciaire s. coğr. Buzularası; buzullararası; iki
-e yöneltmek, birinde -e karış ilgi uyandırmak buzul çağı arası,
(Son professeur l'a intéressé aux sciences). 7. intergouvememantal, e s. Hükümetlerarası
Intéresser qn à, dans: Birini -e ortak etmek, -den (Organisation intergouvemementale).
pay vermek (Intéresser les travailleurs dans une intérieur, es. 1. İç, içte bulunan (Lapocheintérieure
affaire. Intéresser le personnel aux bénéfices). § d'un veston. La cour intérieure de l'immeuble). 2.
S'intéresser à: ile ilgilenmek, uğraşmak İç, içle ilgili (La politique intérieure. Ministère des
(S'intéresser au sort d'un ami, à sa santé. Personne affaires intérieures). 3. Intérieur à: -in içinde
ne s'intéresse à nous. S'intéresser à la politique, au bulunan (Point intérieur à un cercle).
sport). intérieur er. 1. İç, içindeki (Vider l'intérieur d'une
intérêt er. 1. Çıkar, menfaat (Agirpar intérêt. Il ne botte, nettoyer l'intérieur d'une pipe). 2. İçeri
pense qu'à son intérêt. Intérêt matériel, moral, (L'intérieur d'une boutique). 3. Ev, konut (Un
national). 2. Yarar, fayda (Ce n'est pas votre intérieur modeste mais propre). 4. Yurt içi,
intérêt de vous conduire ainsi). 3. Ürem, "faiz içerdeki (Lutter contre les ennemis de l'intérieur).
(Intérêts composés, intérêt bancaire, taux de S. Aile yaşamı, ev içi (Un tableau d'intérieur). 6.
l'intérêt). 4. Gelir, kazanç payı (Intérêt d'un Ev içi resmi. § Femme d'intérieur: Ev kadını. A
placement). 5. Dikkat (Ecouter avec intérêt une l'intérieur: İçerde (Attendez moi à l'intérieur). A
conférence. Son intérêt fut éveillé par un petit l'intérieur de: -in içinde, içerisinde; içine,
détail). 6. İlgi (Cette découverte suscite un intérêt içerisine (A l'intérieur d'unpalais). De l'intérieur,
considérable). 1. Özgünlük (Un film sans intérêt). parl'intérieur: İçerden, içerden biri olarak (Juger
8. İlginçlik, ilginç yan (Un livre dénué d'intérêt). 9. un parti de l'intérieur).
intérieurement 772 international

intérieurement bel. 1. İçerde, içerden (Lepalais est interloquer gçl. 1. huk. Bir ara kararına bağlamak.
intérieurement décoré de façon magnifique). 2. 2. mec. Şaşırtmak, afallatmak (Cette réflexion l'a
mec. İçinden (Ilproteste intérieurement). interloqué).
intérim er. 1. Görev vekilliği, "vekâlet (Assurer intermariage er. Akraba evlenmesi, akrabalar arası
l'intérim jusqu'à l'arrivée de son successur). 2. evlilik.
Vekillik süresi (L'intérim dura un mois). §Par intermède er. 1. (Tiyatro oyununda) İki perde arası
intérim: Geçici olarak, vekil olarak, "vekâleten eğlence, *araoyun, perde arası eğlence
(Gouverner par intérim, exercer une fonction par (Intermède chanté, dansé). 2. (Olaylar arasında)
intérim). Assurer l'intérim de qn: -in yerine Aralık, kesinti, kopma (L'année passée à
bakmak, -e vekâlet etmek, l'étranger fut un intermède inattendu dans sa
intérimaire s. 1. Vekillikle görülen, vekâleten carrière).
yürütülen (Fonction, charge intérimaire). 2. ad. intermédiaire s. 1. Orta, ara (Une solution
Vekil, vekil görevli (Le tituldire et l'intérimaire). intermédiaire; nous vivons une période
interindividuel,les. Bireylerarası. intermédiaire). 2. ad. Aracı, arabulucu
intériorisation diş. İçine atma, dışa vurmama, (Intermédiaire entre lui et vous). 3. er. Araç,
intérioriser gçl. ruhb. İçine atmak, dışa vurmamak "vasıta (Le langage devenait un intermédiaire entre
(Intérioriser un conflit). l'homme et son travail). 4. er. Aracılık,
interjectif, ive s. dilb. Ünlemle ilgili, "ünlemsel arabuluculuk. § Par l'intermédiaire de:
(Locution inlerjective). Aracılığıyla, yoluyla, "vasıtasıyla, aracıyla (La
interjection diş. dilb. Ünlem. 2. huk. İstinaf; bir nouvelle nous est parvenue par l'intermédiaire
dâvanın, bir üst derecedeki yargıevince bir daha d'une agence). Sans intermédiaire: Aracısız,
görülmesini isteme, temyiz etme. doğrudan doğruya. Servir d'intermédiaire à,
interjeter gçl. (Yalnız şu deyimde kullanılır). pour: -e, için aracılık etmek, arabuluculuk etmek,
Interjeter appel: Bir dâvanın bir üst derecedeki interminable s. Bitmez tükenmez, sonugelmez,
yargıevince bir daha görülmesini istemek, temyiz sonsuz (Cortège, conversation, discours
etmek. interminable).
interligne er. 1. Satır arası (Ajouter, écrire un mot interminablement bel. Bitmek tükenmek
dans un interligne). 2. İki satır arasına yazılan yazı bilmeden, sonu gelmezcesine.
(La loi interdit les interlignes dans les actes interministériel, le s. Bakanlıklar arası (Comité
notariés). 3. diş. (Basımcılıkta) Satırlar arasına interministériel).
konan kurşun yada bakır levha, enterlin. intermittence diş. Bir an kesilme, durma, ara,
interligner gçl. 1. İki satır arasına yazmak kesiklik (Pendant les intermittences de la fièvre •
(Interligner un mot). 2. (Basımcılıkta) Satırlar L'intermittence du coeur, du pouls). § Par
arasına bakır yada kurşun levhalar koyarak intermittence: Ara ara, zaman zaman (Travailler
ayırmak, enterlinlerle ayırmak, açmak par intermittence. On entend par intermittence un
(Interligner une composition). bruit d'avion).
interlinéaire s. Satırlar arasına yazılmış (Notes ' intermittent, es. Kesikli, bir durup bir başlayan, bir
interlinéaires). yitip bir görünen (Le souffle intermittent d'un
interlocuteur, trice ad. Kendisiyle konuşulan malade. Un signal lumineux intermittent).
kimse, muhatap (Votre interlocuteur vous aura intermoléculaire s. Moleküllerarası.
mal compris. Ce gouvernement insurrectionnel intermusculaires. Kaslararasi.
n'était pas considéré comme un interlocuteur internat er. 1. Yatılılık (L'internat lui est très
valable). pénible). 2. Yatılı okul; öğrenci yurdu (Maître
interlocution diş. 1. Konuşma. 2. huk. Ara kararı, d'internat, internat de jeunes filles). 3. Yatılı
interlocutoire s. 1. huk. Ara kararı niteliğinde öğrenciler, yatılılar. 4. (Sayrılarevinde) Doktor
(Jugement interlocutoire). 2. er. huk. Ara kararı, yardımcılığı, stajyer doktorluk. 5. Doktor
interlope s. 1. Kaçakçı, kaçakçılık yapan, kaçak yardımcılığı sınavı, stajyer doktorluk sınavı
(Navire interlope, commerce interlope). 2. mec. (Passer l'internat).
Şüpheli, karanlık işlerle dolu (Le monde interlope international, e s . 1. Uluslararası (Relation,
des femmes équivoques). 3. er. Kaçakçılık yapan conférence, politique internationale). 2. diş.
ticaret gemisi, Uluslararası emekçi birliği. 3. diş. Uluslararası
interloqué, e s. Şaşırıp kalmış, afallamış (Il en est emekçi birliği marşı, enternasyonal. 4. er.
resté interloqué). Uluslararası karşılaşmalara katılan yarışmacı,
internationalisation 773 interprète

millî sporcu. birbiriyle karışmak, birbirine nüfuz etmek,


internationalisation diş. Uluslararası bir nitelik interphone er. İçiletişim, iç konuşma dizgesi (Le
kazanma, kazandırma; uluslararasılaşma, directeur appelle sa secrétaire à l'interphone).
uluslararasılaştırma (Empêcher interplanétaire s. Gezegenlerarasi (Voyage
l'internationalisation d'un conflit). interplanétaire).
internationaliser gçl. Uluslararası bir nitelik interpolation diş. 1. (Bir metnin) Aslını değiştirme,
vermek, uluslararasılaştırmak (Internationaliser asıl biçimim bozma, üzerinde kalem oynatma; bir
un débat, un port, une zone). metne ashnda olmayan parçalar katma, bir metne
internationalisme er. Uluslararası birlik düşüncesi; katılan parçalar (La deuxième édition contient des
uluslararasıcılık. interpolations qui transforment l'esprit du livre). 2.
internationalistes, vead. Uluslararası birlik yanlısı, mant. İki öge arasına bir öge sokma,
uluslararası», interpoler gçl. 1. Katmak, araya sokmak, eklemek
internationalité diş. 'Uluslararasılık. (Interpoler un passage dans un texte). 2. mant. İki
internes. l.İç (Angles internes d'un triangle. Oreille öge arasına bir öge sokmak,
interne. Partie interne d'un organe). 2. ad. Yatılı interposer gçl. 1. Araya koymak, arasına sokmak
öğrenci (Un, une interne). 3. ad. Stajyer doktor, (Interposer un filtre coloré entre l'objectif d'un
interné, e s. ve ad. (Akıl hastıkğından dolayı) appareilphotographique et la lumière). 2. (Kişiler
Delilerevine kapatılmış, araşma) Koymak, sokmak (Interposer un barrage
internement er. 1. (Bir yerde) Göz altına alma. 2. depolice entre les deux groupes de manifestants). §
(Bir yere) Kapama, tıkma; içeri atma, tutuklama Par personne interposée: Bir başkasının
(Internement d'un fou, d'un inculpé). aracılığıyla, araya bir üçüncü kişi sokarak (Les
interner gçl. 1. Göz altına almak, göz altında deux gouvernements négocièrent par personne
tutmak; kampa almak (Interner des réfugiés interposée). § S'interposer: 1. Araya girmek,
politiques. Interner des suspects). 2. aracılık etmek (S'interposer dans un conflit. Des
(Sayrılarevine yada delilerevine) Atmak, passants se sont interposés pour les séparer). 2.
kapamak, tıkmak (Interner un dément S'interposer entre: -in arasına girmek, -lere
dangereux). aracılık etmek (La mère tentait de s'interposer
internonce er. Geçici papalık elçisi, entre le père et le fils).
interocéaniques. Okyanuslararası, interposition diş. 1. (İki şey) Arasında bulunma. 2.
interoculaires, anat. Gözlerarası. Araya girme, işe el atma, "müdahale. 3. huk.
interosseux, euse s. anat. Kemiklerarası. Danışıklı iş, danışmalı işlem. 4. ruhb. Aradurum.
interparlementaire s. Parlamentolararasi, interprétable s. Yorumlanabilir (Ce texte est
meclislerarasi (Commission interparlementaire). diversement interprétable).
interpellateur, trice ad. 1. Gensoru önergesi veren. interprétant, e s. ve ad. ruhb. Gerçek olaylardan
2. Sorgulamacı, sorgulama yapan, yanlış yorumlar çıkaran sayrı; gerçek olayları
interpellation diş. 1. Soru (Cette interpellation me kendince yorumlayıp değiştiren ruh hastası,
surprit). 2. Sorgu, sorgulama. 3. Gensoru 'yorumlamacı.
(Renvoyer l'interpellation à une commission. interprétariat er. "Tercümanlık, 'dilmaçlık (Ecole
Répondre à une interpellation). 4. Bağırarak d'interpétariat).
seslenme, çağırma. 5. huk. Uyarı, ihtar, interprétatif, ive s. Açıklayıcı; 'yorumsal (Une
interpeller gçl. 1. Sorguya çekmek, sorgulamak déclaration interprétative).
(Etre interpellé par la police). 2. -den açıklama interprétateur er. 1. Yorumcu. 2. s. Yorumlayıcı
istemek; gensoru önergesi vermek (Interpeller un (Des regards interprétateurs; des paroles
ministre sur son administration). 3. Önlemek, interprétatrices).
yüksek sesle çağırmak (L'agent interpelle interprétation diş. 1. Yorum, yorumlama
l'automobiliste qui a commis une infraction. Etre (Interprétation des rêves). 2. Açıklama
grossièrement interpellé par un chauffeur). 4. (Interprétation d'un texte). 3. Oynanış; çalmış
Bağırarak seslenmek, uyarmak (Interpeller un (Donner une interprétation nouvelle du Dom Juan
élève qui parle à son voisin). de Molière. L'interprétation de ce concerto est
interpénétration diş. Birbirinin içine girme, particulièrement difficile). 4. (Televizyon, radyo)
birbiriyle karışma, karşılıklı "nüfuz Oyun; oynayanlar,
(Interpénétration de deux civilisations). interprète ad. 1. Dilmaç, "tercüman (Les interprètes
interpénétrer (s') gsz. Birbirinin içine girmek, d'une ambassade). 2. Yorumcu (Interprète des
interpréter 774 intervenir

rêves, des présages). 3. Açıklayan, dile getiren un ami). 2. Kesilmek, yanda kalmak (L'émission
(Les yeux sont les meilleurs interprètes du cœur). de télévision s'est interrompue).
4. Oynayan; çalan (Les interprètes d'une pièce interrupteur, trice s. vead. l.Birininsözünükesen.
théâtrale. Un grand interprète de Mozart). § Se 2. er. fiz. Anahtar, elektrik akımı anahtan.
faire l'interprète de qn:-in sözcülüğünü yapmak, interruptif, ive s. Kesici, yanda bırakıcı, ara
-in duygularına "tercüman olmak. Servir verdirici.
d'interprète à qn: -e dilmaçlık yapmak, interruption diş. 1. Arasını kesme, arası kesilme;
"tercümanlık etmek, kesintiye uğratma, kesintiye uğrama
interpréter gçl. 1. Yorumlamak (Interpréter un (Interruption d'un travail, des négociations). 2.
songe, un présage). 2. Açıklamak, yorumlamak Konuşanın sözünü kesme (Vives interruptions sur
(Interpréter tendancieusement un texte, un les bancs de l'opposition). § Sans interruption:
document). 3. -gibi düşünmek (Il interprète ce Durmamacasına, durmaksızın (Parler, travailler
silence comme un aveu). 4. (Bir sözden, bir sans interruption).
davranıştan) Anlam çıkarmak (Je ne sais intersection diş. 1. Kesişme, birbirini kesme
comment interpréter sa conduite). S. Oynamak (Intersection de deux rues). 2. mat. Arakesit. § A
(Interpréter un rôle, un personnage). 6. Çalmak l'intersection de: -in kesiştiği yerde, kavşak
(Interpréter un morceau au piano). noktasında.
interprofessionnel,le s. Mesleklerarası, tüm intersexualité diş. biy. 1. Araeşeylilik, aracinsellik.
meslek gruplarım kapsayan (Réunion 2. hek. Karşı cinsin de özelliklerim gösterme,
interprofessionnelle). "hünsalık.
interrègne er. Erk aralığı, bir devletin başkansız intersexuel, le s. biy. 1. Araeşeyli, aracinsiyetli 2.
kaldığı süre, "fitret, "fetret, "hek. Hünsa
interrogateur, trice s. ve ad. 1. s. Soru sorucu (Un intersidéral, e s. Yıldızlararası (Les espaces
regard interrogateur). 2. ad. Smavda soru soran, intersidéraux).
ayırtman. intersigne er. 1. Belirti. 2. İki olay arasında sezgisel
interrogatif, ive s. 1. Sorulu, soru anlatan (Un olarak bulanan gizemli ilişki,
regard interrogatif). 2. dilb. Soru, soruya değgin interstellaires, gökb. Yıldızlararası.
(Pronom interrogatif, forme interrogative). 3. er. interstice er. 1. (Eski) Zaman aralığı, "fasıla. 2.
dilb. Soru sözcüğü, soru terimi. 4. diş. dilb. Soru Küçük aralık (Les interstices d'un plancher, de la
tümcesi (interrogative directe, indirecte). fenêtre).
interrogation diş. 1. Soru. 2. dilb. Soru tümcesi. § interstitiel, le [èteRdisjcl\ s. hek. Küçük aralıklar
Point d'interrogation: Soru işareti, içinde, doku aralannda bulunan (Liquide
interrogatoire er. 1. Sorgu, "istintak (Faire un interstitiel).
interrogatoire à un inculpé). intersyndical, e s. Sendikalararası.
interroger gçl. 1. Sorguya çekmek (La police Intertropical, e s. coğr. Tropiklerarası.
interroge les témoins). 2. incelemek, yoklamak (Il interurbain, e s. Şehirlerarası, 'kentlerarası.
interrogeait le ciel pour savoir s'il ferait beau). 3. intervalle er. 1. Aralık, mesafe (Laisser un large
Interroger qn sur qch: a) Birini ...konusunda intervalle entre deux lignes d'écriture). 2. An, süre,
sorguya çekmek (On l'interrogea sur le vol zaman (Au cours de sa crise, il avait des intervalles
commis à la banque), b) Birisine ... konusunda delucidité. Un court intervalle, il resta silencieux).
sorular sormak, birinin -sini anlamaya çalışmak 3. mec. (Toplumsal durum bakımından) Ayrım,
(Il m'interrogeait sur mes intentions). § fark (La majesté royale a mis entre elle et moi un
S'interroger: Kendi kendine sormak (II immense intervalle). 4. Ara, "fasıla (Après un
s'interroge lui-même surla valeur de ce qu'il écrit). intervalle d'une heure. A intervalles réguliers), f
interrompre gçl. 1. Kesmek, durdurmak Dans l'Intervalle: Bu arada (Je vous téléphonerai
(Interrompre un circuit électrique). 2. Yarıda samedi, dans l'intervalle, finissez ce que je vous ai
kesmek, yarıda bırakmak (Interrompre une demandé). Par intervalles: Zaman zaman, ara
conversation, un travail). 3. Sözünü kesmek ara, arada sırada (Par intervalles on entendait le
(Interrompre brutalement un interlocuteur). 4. bruit d'un avion).
Interrompre qn dans qch: Birinin -sini yanda intervenant, e s. ve ad. huk. Müdahale eden,
kesmek (Il m'a interrompu dans mon travail, dans "müdahil. (Partieintervenante).
mon repos). § S'interrompre: 1. işini, çalışmasını intervenir gsz. 1. Araya girmek, işin içine kanşmak,
yanda kesmek (Il s'interrompit pour aller saluer el atmak, müdahale etmek (La police est prête à
»

intervention 775 intitulé

intervenir. L'avocat intervient pour poser une intestinal, e s. Barsaklara değgin (Occlusion,
question au témoin). 2. hek. Ameliyat yapmak, perforation intestinale).
müdahale etmek (Après un examen rapide, le intimation diş. huk. (Adliyece yapılan) Uyarma
chirurgien décida d'intervenir immédiatement). 3. bildirisi, "tebliğ, "ihtar,
İşin içine girmek, söz konusu olmak, baş intimes. 1. Öz, "asıl (Sens intime. Lastructureintime
göstermek, ortaya çıkmak (Un accord est des choses). 2. Tam (Il a une conscience intime de
intervenu entre la direction et les grévistes. Un ses propres insuffisances. J'ai la conviction intime
facteur imprévu est intervenu qui modifie la qu'il nous trahira). 3. Sıkı, yakın (Union, liaison
situation). 4. Etkisi olmak, önemli olmak, rol intime). 4. İçli dışlı, senli benli, yakın (Amis
oynamak (C'est un acte où la volonté n'intervient intimes. Ils sont intimes). 5. Özel, kişisel (Vie
pas). S. Intervenir dans qch: -c karışmak, el intime. Des chagrins intimes). 6. Candan,
karıştırmak, el sokmak, müdahale etmek yürekten, içten (Unsentimentintime). 7. Yakınlar
(Intervenir dans une discussion, dans un procès, arasında, dostlar arasında (Un repas intime). §
dans un pays). Avoir des relations intimes avec qn: 1. Biriyle
intervention diş. 1. huk. Müdahale; "tavassut. 2. aralarında cinsel ilişki bulunmak. 2. Biriyle çok
Karışma, el sokma, el karıştırma, araya girme, yakın ilişkileri olmak. Etre intime avec qn: Biriyle
müdahale (Intervention de l'Etat dans le domaine içli dışlı olmak, senli benli olmak, yakın dost
économique. L'intervention énergique de la olmak.
police. Pays qui demande l'intervention d'un intimement bel. 1. İçtenlikle, candan, yürekten,
allié). 3. hek. Ameliyat, müdahale (Une içten (Je suis intimement persuadé de mon erreur).
intervention chirurgicale était possible). 4. mec. 2. Sıkı sıkıya, sıkıca (Personnes intimementliées).
Etki, önem, rol (L'intervention de l'invisible dans intimer gçl. 1. huk. Mahkemeye, yargıevine
notre vie). çağırmak. 2. Intimer qch à qn: Birine -i resmi
interventionnisme er. Müdahalecilik, olarak bildirmek, "tebliğ etmek (Intimer un ordre
*kanşmacıhk. à quelqu'un).
interventionnistes, ve ad. Müdahaleci, 'karışmacı, intimidables. Yıldınlabilir, gözü korkutulabilir.
interversion diş. Sıra değiştirme (L'interversion des intimidant, e s. Yıldırıcı, göz korkutucu (Un
mots dans une phrase). examinateur intimidant).
intervertébral, e s. Omurlararası (Disque intimidateur, trice s. Yıldırıcı, sindirici, göz
intervertébral). korkutucu.
Intervertir gçl. Sırayı bozmak, değiştirmek, sırasını intimidation diş. 1. Yıldırma, gözünü korkutma
değiştirmek, altüst etmek (Intervertir les mots (Son autorité repose sur l'intimidation). 2. Baskı;
d'une phrase. Intervertir les rôles ). "tehdit (Prendre des mesures d'intimidation. User
interview [ëteKvju] diş. tng. Konuşu, görüşme, d'intimidation).
"mülâkat (Demander, accorder une interview. intimider gçl. 1. Yıldırmak, sindirmek (Ilchercheà
Solliciter une interview d'une vedette de cinéma. intimider son adversaire. Ses menaces ne
Donner une interview à la radio. Prendre m'intimidaient pas). 2. Gözünü korkutmak
l'interview d'un ministre). (Examinateur qui intimide les candidats).
interviewer [flàv/uve] gçl. -ile görüşmek, intimisme er. ed. Içtencilik.
konuşmak, konuşu yapmak, mülâkat yapmak intimiste s. ve ad. Içtenci (Poète, peintre,
(Interviewer un homme politique, un artiste, un mouvement intimiste).
écrivain). intimité diş. 1. Derinlik, iç (Dans l'intimité de sa
interviewer, intervieweur er. Görüşümcü, conscience). 2. İçli dışlılık, senli benlilik, yakın
"mülâkatçı, biriyle bir görüşme yapan, dostluk (Ce malheur commun a renforcé leur
intervocalique s. dilb. Ünlülerarası. intimité). 3. Sıkılık, çok yakınlık (L'intimité de
intestat s. ve ad. huk. Vasiyetsiz (Mourir intestat: leurs rapports). 4. Özel yaşam (Pénétrer dans
Vasiyetsiz ölmek). § Héritier ab intestat huk. l'intimité d'un ménage. Dans l'intimité, c'est un
Yasal kalıtçı, "kanuni mirasçı, homme charmant). S. İçtenlik, özdenlik,
intestin er. Bağırsak, barsak (Inflammations, "samimiyet. 6. Hoşluk, sıcaklık, cana yakınlık
maladies, troubles de l'intestin). § L'intestin grêle: (L'intimité d'un petit appartement parisien). §
İncebarsak. Le gros intestin: Kahnbarsak. Vivre dans l'intimité de qn: -in çok yakın dostu
intestin, e s. tç (Guerre intestine, querelles olmak.
intestines). intitulé er. (Kitap, konu, bölüm, yasa vb. için)
intituler 776 intrinsèque

Başlık. intramusculaire).
intituler gçl. Ad vermek, ad koymak; unvan intransigeance diş. Uzlaşmazlık,
vermek; başlık koymak (Comment a-t-il intitulé intransigeant, e s. ve ârf. Uzlaşmaz (Une politique
son livre?). § S'intituler: Adı.. .olmak; kendisine intransigeante. C'est un intransigeant).
...unvanı vermek (Son ouvrage s'intitule: intransitif, ive s. dilb. Geçişsiz (Un verbe
Mémoires de guerre. Les rois d'Orient intransitif).
s'intitulaient cousins du soleil). intransitivement bel. Geçişsiz olarak (Verbe
intolérable s. 1. Çekilmez, dayanılmaz (Douleur, employé intransitivement).
chaleur intolérable). 2. Kabul edilemez intransitivité diş. Geçişsizlik.
(Conditions de paix intolérables). intransmissibilité diş. Geçirilemezlik
intolérance diş. 1. 'Hoşgörüsüzlük, softalık, ulaştınlamazlık, "intikal ettirilemezlik
yobazlık. 2. hek. Dayanmazlık, kaldıramazlık (Intransmissibilité des caractères acquis).
(Intolérance d'un malade aux antibiotiques). intransmissible s. Geçirilemez, ulaştırilamaz,
intolérant, e.9. ve ad. 1; Hoşgörüsüz, softa, yobaz (Il intikal ettirilemez,
a l'esprit intolérant. C'est un vrai intolérant). 2. intransportable s. Taşınmaz.; nakledilemez
Intolérant à qch: -e dayanmaz, *i kaldıramaz (Son durumda olan (Un blessé intransportable).
organisme est intolérant à de tek médicaments). intranucléaires. 'Çekirdekiçi.
intonation diş. 1. Ses perdesi. 2. dilb. Titremleme; intra-utérin, e s. Dölyatağıiçi, rahimiçi (Grossesse
titrem (Intonation affective: Duyuş titremi. normale intra-utérine).
Intonation logique: Anlatım titremi). intraveineux, euse s. Toplardamariçi (Piqûre
intouchable s. 1. Dokunulamaz (Un personnage intraveineuse).
intouchable). 2. ad. Parya, intrépide s. 1. Gözüpek, yılmaz, korkmaz (Des
intoxicant,es. Zehirleyici, zehirleyen, sauveteurs intrépides). 2. Tınmaz, aldırmaz,
intoxication diş. 1. Zehirleme; zehirlenme bozuntuya vermez (Un intrépide bavard, une
(Intoxication par l'oxyde de carbone). 2. mec. intrépide menteuse).
Zehirleme, zararh görülen düşünceler aşılama intrépidement bel. Korkmadan, yılmadan, gözünü
(L'intoxication des esprits par une propagande budaktan sakınmadan,
continuelle). intrication diş. Karmakarışıktık (Intrication des
intoxiquer gçl. 1. Zehirlemek (La drogue les problèmes).
intoxique). 2. mec. Zehirlemek, zararh şeyler intrigant, e s. ve ad. Entrikacı, dolapçı, düzenci,
aşılamak (La propagande intoxique l'opinion dekçi, dalavereci (Une femme intrigante. Une
publique). § S'intoxiquer: Zehirlenmek poignée d'intrigants).
(S'intoxiquer enfumant trop). intrigue diş. 1. (Eski) Güç ve karışık durum (Nous
intra-atomique s. Atomiçi (Energie intra- sommes fort bien sortis d'intrigue). 2. Entrika,
atomique). dolap, oyun, düzen, dalavere (Ourdir une
intracellulaires, anat. Gözeiçi, hücreiçi. intrigue, déjouer une intrigue). 3. Gizli sevişme,
intra-continental, e s. coğr. Karaiçi; anakaraiçi. "aşıktaşlık (Une intrigue scandaleuse,
intradermique s. Deriiçi, derialtı (Injection sentimentale). 4. (Tiyatroda) "Entrig, düğüm,
intradermique). * dolantı (Dénouement d'une intrigue. Intrigue
intraduisibles. 1. (Dilden dile)Çevrilemez, çevirisi compliquée). § Avoir une intrigue avec qn: -ile
yapılamaz (Un mot intraduisible). 2. mec. gizlice sevişmek. Nouer une intrigue contre qn:
Anlatılamaz, dile getirilemez (Une beauté -e karşı bir tuzak hazırlamak,
intraduisible). intriguer gsz. 1. Entrika çevirmek, dolap çevirmek
intraitable s. Söz anlamaz, konuşulamaz, (Ilintriguepourobteniruneplace). 2. gçl. Kafasını
uzlaşılamaz (Un adversaire intraitable). 2. karıştırmak, ne yapacağım bilemez duruma
Intraitable à: -e karşı hırçın (Sa passion de vivre le düşürmek, kuşkulandırmak, düşündürmek (Rien
rendait intraitable à quinconque l'osait avertir de qui puisse intriguer là police). § S'intriguer: 1.
sa mort). Uğraşmak, çalışmak, kendini sıkıntıya sokmak
intramoléculaire s. Molekülleriçi (Liaisons (Il s'intrigue pour eux). 2. Karışmak, burnunu
intramoléculaires). sokmak (// s'intrigue partout).
intra-muros [itnamyROs] bel. La/.Kent içinde,şehir intrinsèque s. Bir şeyin ashnda, özünde bulunan;
içinde (Habiter intra-muros). asil, esas, gerçek, özünlü (Valeur intrinsèque
intramusculaire s. Kasarası, kasiçi (Injection d'une monnaie. Importance intrinsèque d'un fait).
Intrinsèquement 777 invalider

intrinsèquement bel. Aslında, özünde, geçirmiş, *gasıp (Le trône occupé par un intrus).
intriquer gçl. Karıştırmak, karmakanşık etmek, 2. (Bir yere) Çağınimadan gelen, "davetsiz
içinden çıkılmaz duruma sokmak, misafir, "çağnsız konuk,
introducteur, trice ad. 1. (Az kullanılır) Buyur intrusion diş. 1. Haksız, çağnsız yada usulsüz giriş
edici, karşılayıcı. 2. (Bir şeyi bir yere) İlk sokan, (Ils trouvaient mon intrusion dans leur groupe
ilk kullanan (Il a été l'introducteur de ce mot assez indiscrète). 2. Kanşma, burnunu sokma
nouveau). (Instrusion de l'étranger dans nos affaires). 3.
introduction diş. (Birini) İçeriye alma, buyur etme Karıştırma, sokma (L'intrusion de la politique
(L'introduction d'un visiteur). 2. (Bir şeyin) İçine dans les relations familiales). 4. yerb. Derinlik
sokma (Introduction d'une sonde dans taşı; sokulma,
l'organisme). 3. İlk adım, ilk bilgiler, -e giriş intuitif, ive s. 1. Sezgilere değgin, sezgisel
(Introduction à la philosophie). 4. Giriş, önsöz, (Connaissance intuitive). 2. s. ve ad. Sezgili,
giriş bölümü (L'introduction explique la önsezisi olan, sezgileri güçlü (C'est un intuitif. Les
conception de l'ouvrage). 5. Yurt içine sokma, esprits intuitifs).
dışalım, "ithal (Introduction de produits intuition diş. 1. Sezgi ( Comprendre par intuition). 2.
étrangers). § Introduction d'instance: Dava açma. Önsezi, önceden sezme (Avoir l'intuition d'un
Lettre d'introduction: Tanıtma mektubu, danger). § Avoir de l'intuition: önsezisi kuvvetli
introduire gçl. 1. Introduire qn à, auprès de: Birini olmak, burnu iyi koku almak,
-e. almak, buyur etmek; -in yanma sokmak intuitionnisme er. fels. Sezgicilik,
(Introduire un visiteur au salon. Introduire un intuitivement bel. Sezerek, sezgiyle,
ouvrier auprès du directeur). 2. Introduire qn, qch intumescence diş. Şişme (Intumescence d'un
dans: -in içine sokmak, -e sokmak (Introduire sa organe).
main dans la poche. Introduire la clef dans la intumescent,e s. Şişen (Chairs intumescentes).
serrure. Introduire un écrivain dans une société). inuline diş. bitb. kim. İnülin.
3. Introduire qch dans: Bir şeyi -e getirmek, inusable s. Eskimez, aşınmaz, yıpranmaz
sokmak, -de benimsetip yaymak (Introduire des (Chaussures, vêtements inusables).
idées nouvelles dans une science. Indroduire une inusité,e s. 1. dilb. Hiçkimsenin kullanmadığı,
nouvelle mode dans le pays). § 1. S'introduire kullanılmayan (Formes inusitées de l'imparfait du
dans qch: -eğirmek (Le voleur s'est introduit dans subjonctif). 2. Alışılmamış, yadırganan (Des
la maison. S'introduire dans un club, dans une hommes d'une taille inusitée).
association). 2. S'introduire auprès de qn: -in inusuel,le s. (Az kullanılır.) Alışılmamış,
yanına girmek, buyur edilmek (Il s'est introduit inutile s. 1. Gereksiz, yararsız, işe yaramayan
auprès du directeur). (Connaissances inutiles. Paroles, propos, bagages
introït [cftrô] er.Ayine başlarken papazın okuduğu inutiles). 2. Inutile à: -e yararsız, gereksiz
dua. (Individu intuile à la société).
intromission diş. 1. Sokma, sokuş. 2. Sokulma; inutilement bel. Boşuna, gereksiz yere, boş yere,
girme; giriş (Intromission d'air). boşu boşuna (Sang répandu inutilement).
intronisation diş. Başa geçme; başa getirme, tahta inutilisable s. Kullanılamaz, işe yaramaz (Cette
çıkarma (Intronisation d'un roi, d'un pape. voiture est inutilisable).
L'Intronisation du nouveau pouvoir). inutilisé,e s. Kullanılmamı; (Ressources qui restent
introniser gçl. 1. Başa geçirmek, tahta oturtmak, inutilisées).
iktidara getirmek (Introniser un rai, un pape, un inutilité diş. Gereksizlik, yersizlik, yararsızlık,
parti) 2. mec. Çıkarmak, kurmak (Introniser une boşunalık (Inutilité d'une dépense, d'une
mode, une doctrine). démarche).
introspectif, ive s. ruhb. İçebakışla ilgili, invaincu,es. Yenilmemiş, yenilgi nedir bilmeyen,
"içebakışsal. invalidant,e s. Sakat bırakan, sakatlığa yol açan
introspection diş. ruhb. İçebakış. (Maladie invalidante).
introuvable s. 1. Bulunmaz (Objet, personne qui invalidation diş. Geçersiz kılma, geçersizleştirme,
reste introuvable). 2 .mec. Kolay kolay bulunmaz, "iptal (Invalidation d'un contrat, d'une élection).
çok değerli, invalides, vead. 1. Sakat, malûl (Il est resté invalide.
introversion diş. ruhb. *İçedönüklük. Invalide de guerre). 2. mec. Güçsüz. 3. Geçersiz,
introverti,e s. ve ad. İçedönük. hükümsüz (Rendre invalide une loi,une élection).
intrus,e s. ve ad. 1. Bir şeyi haksız olarak ele invalider gçl. Geçersiz kılmak, hükümsüz saymak,
invalidité 778 inversion

°iptal etmek (Invalider une élection, une loi). inventif, ive î. 1. Yaratıcı, bulucu, icat edici (Un
invalidité diş. 1. Sakatlık, malûllük. 2. Geçersizlik, esprit inventif). 2. Becerikli, kafası çalışır
hükümsüzlük, (L'amour l'a rendu inventif).
invar er. (Invariable'ın kısaltması) Sıcaktan invention diş. 1. "İcat, "ihtira, "keşif, "bulgulama
soğuktan uzayıp kısalmayan nikelli çelik, (Invention d'une machine, d'un système, d'une
invariabilité diş. Değişmezlik (Invariabilité de ses technique, d'un art, d'un jeu). 2. Buluş, bulunan
principes). şey (Prendre un brevet d'invention. Les dernières
invariable s. Değişmez (Mot invariable. Il est inventions de la technique). 3. Uydurma, yalan
invariable dans ses opinions). (Cette histoire est tout entière de son invention). 4.
invariablement bel. 1. Değişmeksizin. 2. Her İmgeleme gücü (Il manque d'invention).
zaman, hiç sekmeden (Il est invariablement en inventivité diş. Yaratıcılık; yaratıcı imgelem
retard). (L'inventivité humaine. Cet auteur manque
invasion diş. 1. "İstila (Fuir devant l'invasion d'inventivité).
ennemie. Pays exposé aux invasions). 2. Akın, inventoriage er. Sayımım yapma, dökümünü
ortalığı sarma, ortalığı kaplama (Invasion de yapma, demirbaşa kaydetme (Inventoriage
moustiques, invasion de sauterelles. L'invasion d'archives).
des produits étrangers sur le marché). 3. Salgın, inventorier gçl. (Bir malın) Sayımım yapmak,
yaygınlık (Invasion de mauvais goût). dökümünü yapmak, defterini çıkarmak
invective diş. Sövgü, sövüp sayma. § Se répandre en (Inventorier les manuscrits d'une bibliothèque,
invectives contre qn: -e kalayı basmak, sövüp des marchandises entreposées).
saymak, ağzına geleni söylemek. Accabler qn invérifiable s. Kanıtlanamaz, ispat edilemez
d'invectives: -i sövgüye boğmak, iyice (Assertions invérifiables).
kalaylamak. inversabk s. Devrilmez, dökülmez (Encrier
invectiver gçl. 1. -e sövmek, kalayı basmak inversable).
(L'ivrogne invectivait les passants). 2. gsz. inverses. 1. Ters, tersine (L'ordre inverse des mots.
Invectiver contre: -e atıp tutmak, sövüp saymak Venir en sens inverse). 2. dilb. Devrik
(Invectiver contre les mouchards, les vices). g (Proposition inverse). 3. er. Ters, -in tersi (C'est
S'invectiver: Birbirine sövmek, sövüşmek (Ils se justement l'inverse! Vous avez fait l'inverse). S
sont violemment invectivés dans la rue). Raison inverse, rapport Inverse: mat. Ters
invendable s. Satılmaz, sürümsüz (Marchandises orantıhhk. A l'inverse: Tam tersine. A l'inverse
invendables). de: -in tersine. Aller à l'inverse de qch: -e aykırı
invendu,e s. 1. Satılmamış, elde kalmış (Journaux olmak (Ce projet va à l'inverse de nos intentions).
invendus). 2. er. Satılmamış, elde kalmış mal. Etre en raison inverse de qch: -ile ters orantılı
inventaire er. 1. Varlık defteri, "envanter ve bilanço olmak, -e uymamak, aykırı düşmek,
defteri. 2. Sayım, döküm (Procéder à l'inventaire inversement bel. 1. Tersine, ters (Inversement
des ressources touristiques d'un département). 3. proportionnel: Ters orantılı). 2. Karşılığında,
Demirbaş sayımı, mal sayımı (Faire un inventaire buna karşılık (Je l'aiderai pour son devoir de
en fin d'année). § Dresser, établir l'inventaire: mathématiques, et inversement il me donnera
Demirbaş sayımı yapmak, mal sayımı yapmak. quelques idées pour la dissertation).
Faire l'inventaire de qch: -in sayımım, dökümünü inverser gçl. 1. Devrik yapmak, devrikleştirmek
yapmak; -i saptamak (Faire l'inventaire des dégâts (Inverser une phrase). 2. Tersine çevirmek,
causés par les derniers orages). yönünü değiştirmek, evirmek (Inverser un
inventer gçl. 1. Bulmak, "icad etmek, "keşfetmek mouvement, un courant électrique).
(Les Chinois ont inventé l'imprimerie. Inventer un inverseur er. Elektrik akımım tersine çeviren alet,
instrument, un remède, un mot.) 2. Buluvermek çevirgeç.
(Inventer un moyen de sortir d'une situation inversion diş. 1. dilb. Tümcede sözcüklerin sırasını
difficile). 3. Kafadan uydurmak, uyduruvermek değiştirme, devrikleştirme, devrikleme;
(Inventer une excuse, une histoire), g Ne pas devriklik (Inversion du sujet). 2. hek. (Organ için)
inventer la poudre, le fil à couper le beurre: Pek Yer değiştirme; sapkınlık (Inversion du coeur.
kafalı olmamak, zekâsı pek parlak olmamak, Inversion sexuelle). 3. coğr. Terselme (Inversion
inventeur, trlce ad. Mucid, muhteri (Inventeur de relief: Terselme, yerbiçimiterselmesi. Inversion
d'une machine, d'une science). 2. Bulan, bulucu de température: Sıcaklık terselmesi). 4. kim.
(Inventeur d'un trésor). •Evirtim, "taklib (Inversion dusucre). S, ask. Ters
Invertébré 779 In vivo

yüz etme. 6. (Radyo, televizyon vb.) Evirtme; yenilmesi olanaksız şekilde,


evrilme; tersine devinim, inviolabilité diş. 1. Dokunulamazlık,
invertébré,e s. vead. hayb. Omurgasız, dokunulmazlık (Inviolabilité du domicile.
inverti,e s. 1. kim. 'Evirtik, "munkalip. 2. Inviolabilité parlementaire). 2. Bozulmazlık
Homoseksüel, eşcinsel, (Inviolabilité des serments).
invertir gçl. 1. Ters çevirmek. 2. kim. Evirtmek, inviolable s. 1. Dokunulamaz (Droit inviolable et
investigateur,trice s. ve ad. Araştırıcı; araştırmacı sacré). 2. Dokunulmazlığı olan (L'Assemblée
(Un esprit investigateur). déclara que ses membres étaient inviolables). 3.
investigation diş. Araştırma, inceleme Bozulmaz (Leur fidélité fut inviolable).
(Investigations du savant, de l'historien. La police invisibilité diş. Görülemezlik, görünmezlik
poursuit ses\investigations dans la maison). (L'invisibilité des microbes).
investir gsz. 1. Kuşatmak, sarmak, çevirmek invisible s. 1. Görülemez, görünmez (Danger
(Investir une place forte, une ville. Les gendarmes invisible, réalités invisibles). 2. Ortalıkta
investirent la maison). 2. Investir qch dans: Bir görülmeyen (Depuis quelque temps, elle était
şeyi -e yatırmak, yatırım yapmak (Investir son devenue invisible). 3. er. Görünmeyen,
argent dans l'industrie chimique). 3. Investir qnde görülemeyen (Voir l'invisible. Le rôle de
qch: Birine... vermek (On l'a investi de tous les l'invisible dans notre vie). 4. Invisible à: -ile
pouvoirs. Investir un ministre de pouvoirs görülemeyen; -in göremeyeceği (Invisible à l'oeil
extraordinaires). 4. gsz. a) Yatırım yapmak (Il nu).
faut investir pour éviter la crise de l'emploi), b) invisiblement bel. Görünmeden, görülmeyecek bir
Kendini bütün gücüyle, ruhuyla ve bedeniyle bir biçimde.
şeye vermek. § Investir qn de sa confiance: -e tam invitation diş. I. Çağrı, "davet (Faire une invitation.
güvenmek, büyük bir güven beslemek, Accepter, refuser une invitation. Lettre
investissement er. 1. Kuşatma (L'investissement d'invitation. Recevoir une invitation. Invitationau
d'une ville). 2. Yatırım (Poursuivre une politique bal, au voyage, à une réunion). 2. Çağrı kâğıdı,
d'investissements. Investissement des réserves 'çağrılık, davetiye (Envoyer des invitations à un
d'une entreprise). mariage). S A l'invitation de qn, sur l'invitation de
investisseur er. Yatırımcı, yatırım yapan (Rendre qn: -in çağrısı üzerine, ricası üzerine (Je l'aifaitsur
l'argent suffisamment bon marché pour attirer les votre invitation).
investisseurs). invite diş. 1. (İskambilde) Oyundaki durumu
investiture diş. 1. (Birine unvan, orun) Vermek karşısındakine anlatmak için oyuncunun ortaya
(Investiture d'un fief, d'un évêché). 2. Unvan attığı kâğıt. 2. mec. Dolayh çağrı; birbirini bir şey
belgesi, verilen orun belgesi, berat. 3. yapmaya çağıran hal, şey yada durum (Ne pas
(Parlamento) Güven oyu alma; güven oyu verme répondre aux invites de l'adversaire).
(Dès son investiture, le premier ministre s'est invité,e ad. Çağrılı, "davetli (Vous êtes mon invité.
engagé à la réforme scolaire). 4. (Parti tarafından) Les invités partirent tard).
Resmen aday gösterilme;parti adaylığı (Il a reçu inviter gçl. 1. Çağırmak, "davet etmek. 2. Inviter qn
l'investiture de son parti). à qch: Birini -e çağırmak, davet etmek (Inviterses
invétéré,e s. 1. Yerleşmiş, kökleşmiş (Habitude amis à une cérémonie, à un mariage). 3. Inviter qn
invétérée. Abus invétérés). 2. Kaşarlanmış (Un à f. qch: a) Birini -meye çağırmak, davet etmek
bavard invétéré, un buveur invétéré, un voleur (Inviter unejeunefille à danser), b) Birinin-mesini
invétéré). istemek (Il m'invite à m'asseoir près de lui). 4.
invétérer(s')gsz. 1. Yerleşmek, kökleşmek (Lemal Inviter à qch: İçinde ...isteği uyandırmak; -e
s'invétéraitpar ma négligence). 2. S'invétérer dans sürüklemek, özendirmek ( Ce temps chaud in vite à
qch: -de kaşarlanmak, iyice pişmek (S'invétérer la paresse. Ce petit chemin ombragé invite à la
dans le vice). promenade).
invincibilité diş. Yenilmezlik, altedilebihnezlik. in vitro bel. Lat. Doğal olmayan bir ortamda,
invincible s. 1. Yenilmez, alt edilemez (Armée laboratuvarda (Observations faites in vitro).
invincible). 2. Ortadan kaldırılamaz, aşılamaz invivable s. 1. Yaşanmaz, çekilmez, dayamlmaz
(Obstacleinvincible). 3. Çürütülemez (Argument (Existence invivable). 2. tkz. Birlikte yaşanılması
invincible). 4. Dayamlmaz, karşı konamaz çok güç, çekilmez, dayamlmaz, katlanılmaz (Un
(Charme invincible). homme invivable).
invinciblement bel. Yenilmeyecek şekilde, in vivo bel. Canlı örgende, doğal ortam içinde
invocation 780 ironie

(Expériences in vivo). ionique). 2. iyonya'ya özgü; İyonyahlara özgü,


invocation diş. 1. Yardıma çağırma; yakarma İyonyahlara değgin (Chapiteau, colonne
(Invocation à la Divinité, aux saints). 2. ionique).
Başvurma. 3. Koruma, "himaye, ionisation diş. kim. İyonlaşma; iyonlulaşma.
involontaire s. 1. İstemeyerek yapdan, istemdışı, ionisé,e s. kim. İyonlaşmış.
irade dışı, istençsiz (Mouvement, sentiment, ioniser gçl. İyonlaştırmak; iyonlulaştırmak, iyonlu
tromperie involontaire) 2. Gönülsüz, isteksiz (ila kılmak (Ioniser un gaz).
été le héros involontaire de ce drame). ionosphère diş. gökb. İyonyuvarı.
involontairement bel. İstemeden, istemeyerek, iotaer. 1.Yunan abecesindeİ harfi. 2. mec. En ufak
elinde olmadan, şey, hiçbir şey (Copier un texte sans changer un
involucelle er. bitb. Bürümcük, iota. Il n'y manque pas un iota).
involucre er. bitb. Bürüm. ipéca, ipécacuana er. bitb. Altınkökü, "ipeka
involucré,e s. Bürümlü. (Sirop, pastille, extrait d'ipéca).
involute,es bitb. Dıştan içe doğru kıvrılmış, ipso facto bel. Lat. huk. "Fiilen; kaçınılmaz olarak,
involutif, ive s. mat. Dürevsel. durum gereği (Tous les habitants du canton sont
involution diş. mat. Dürev. ipso facto nos clients désignés).
invoquer gçl. 1. Yardıma çağırmak, yakarmak irak er. Irak.
(Invoquer Dieu, les Muses, un saint). 2. Baş irakien,ne s. ve ad. 1. Iraklı; Irak'a özgü; Irak ve
vurmak (Invoquer une loi, le témoignage d'un Iraklılara değgin (Le pétrole irakien, les Irakiens).
ami). 3. İleri sürmek (Invoquer des prétextes pour 2. er. Irak'ta konuşulan arapça.
ne pas accepter une invitation). iran er. İran.
invraisemblable s. 1. İnanılacak gibi olmayan, iranien,ne s. ve ad. 1. İranlı; İran'a özgü, İranlılara
inanılmaz (Histoire, récit invraisemblable).2. Pek değgin (Population, religion iranienne). 2. er.
şaşırtıcı, tuhaf, "acaip, garip (Il portait un İran dili, Farsça,
invraisemblable chapeau gris). irascibilité diş. Öfkecilik, tezkızarlık.
invraisemblablement bel. 1. İnanılmayacak irascible s. Öfkeci, tezkızar (Il est irascible, mais il
derecede. 2. Pek şaşırtıcı, tuhaf bir biçimde, s'apaise vite).
invraisemblance diş. 1. İnanılır gibi olmama, ire diş. (Eski şiir dilinde) Öfke.
inanılmazlık (Invraisemblance d'un fait, d'une iridacées, iridées diş. ç. bitb. Süsengiller.
nouvelle). 2. Tuhaflık, gariplik, şaşırtıcılık iridien, ne s. anat. İrise değgin,
(Invraisemblance d'une tenue). 3. İnanılmaz şey, iridium er. kim. İridyum,
us almaz şey (Récitplein d'invraisemblances). iris er. 1. (Eski şiir dilinde) Gökkuşağı. 2.
invulnérabilité diş. Yaralanmazlık, yara almazhk Gökkuşağı renkleri. 3. anat. İris,gözbebeği (Le
(Invulnérabilité d'Achille) bleu de l'iris. Inflammation de l'iris). 4. Süsen,
invulnérable s. 1. Yaralanmaz, yara almaz, silah süsen çiçeği (Iris des marais: Bataklık süseni.
işlemez (Achille était invulnérable). 2. Poudre d'iris: Süsen kökü tozu).
Invulnérable à qch: -den zarar görmez, -e karşı irisation diş. Yanardönerlik, sedeflenme, alaca
sapasağlam, bağışıklığı olan, -e artık alışmış (Il est bulaca renkler yansıtma (L'irisation d'un prisme,
invulnérable aux critiques, au malheur, aux d'une surface métallique).
injures). irisé,e s. Yanardöner, sedeflenir (Verre irisé,
iode er. kim. İyot (L'odeur de l'iode lui annonça la flaques d'huile irisées).
mer. Teinture d'iode). iriser gçl. Yanar döner kılmak, sedeflendirmek,
iodé,e s. İyotlu (Bain iodé, sirop iodé). alacalandırmak, alaca bulaca renkler yansıtmak
ioder gçl. İyotlamak. (La lumière solaire irise les facettes d'un cristal). §
iodoforme er. kim. İyodoform. S'iriser: Sedeflenmek, *yanardönerlenmek,
iodure er. kim. İyodür (Iodure de potassium). alacalanmak (Le toit d'ardoise s'irise au soleil
ioduré,e s. İyodürlü (Bain, gargarisme ioduré). comme une gorge de pigeon).
ion er. kim. iyon (Ions positifs, négatifs. Ions de iritis diş. hek. İris yangısı,
l'atmosphère). irlande diş. İrlanda.
ionie diş. İyonya. irlandaise s. ve ad. İrlandalı; İrlanda'ya özgü;
ionien,ne s. ad. 1. Eski İyonya'ya değgin (Iles İrlanda ve İrlandalılara değgin,
ioniennes. Mer ionienne). 2. ad. İyonyalı. ironie diş. 1. ed. Düşündüğünü, alay amacıyla,
ionique s. kim. İyonlara değgin *iyonsal (Charge tersine bir anlatımla söyleme, alaysılama ; tersiyle
ironique 781 irrégularité

alay, "tersineleme. 2. Alay (Ironie fine, légère, irrecevable s. Kabul olunamaz, kabul edilemez
amère, mordante). 3. Alaycılık (L'ironie de (Demande, proposition irrecevable).
Voltaire) § Ironie du sort: Talihin cilvesi, irréconciliable s. 1. Uzlaşmaz, barışmaz
ironiques, l.ed. "Tersineli (Propos ironiques). 2. (Adversaires irréconciliables). 2. Uzlaşılamaz,
Alaylı, alaysılı (Réponse ironique, sourire kendisiyle anlaşmaya varılamaz,
ironique). 3. Alaycı (Il est toujours ironique). irréconciliablement bel. Barışma olanağı
ironiquement bel. Alayh olarak, alay ederek, dalga kalmadan, bir daha barışmamacasına (Ils se sont
geçerek (Il m'a invité ironiquement à montrer mon irréconciliablement brouillés).
habileté à ce jeu). irrécouvrable s. Ödetilemez, alınamaz, "tahsil
ironiser gsz. İşi alaya dökmek, işi alaya almak (II edilemez (Taxes, créances irrécouvrables).
ironise sur mon embarras). irrécupérable s. Eksikliği giderilemez, alıp yerine
ironiste ad. 1. Mizah yazarı. 2. Alaycı, hep alay konulamaz, "telâfi edilemez,
ederek konuşan, irrécusable s. 1. Reddedilemez (Juge irrécusable).
irradiant,es. Yayılan, saçılan (Douleurirradiante). 2. Söz götürmez, kesin (Preuveirrêcusable, signes
irradiation diş. 1. Işm saçma, ışınlama; "ışınım, irrécusables).
ışıma; balkıma (Irradiation du soleil à travers les irrédentisme er. Anayurt dışında kalmış dil ve töre
nuages). 2. Yayılma (Irradiation douloureuse: bakımından aynı olan halkın yaşadığı topraklan
Acının yayılması). 3. mec. Işıma, parlama, anayurda katma doktrini, "irredantizm,
yansıma, yüze vurma (La bonté n'est qu'une irrédentiste s. ve ad. İrredentizm yanlısı,
irradiation du bonheur). 4. Işınlama, ışın "irredantist.
tedavisine tabi tutma (Irradiation d'une tumeur irréductibilité diş. 1. İndirgenemezlik
par les rayons X). (Irréductibilité d'une équation, d'une rente). 2.
irradier gsz. 1. Yayılmak, saçılmak (La douleur du Hakkından gelinemezlik, yenilemezlik
genou irradiait dans toute la jambe). 2. Işımak, (Irréductibilité de l'opposition, d'un caractère).
balkımak (La lumière irradie d'une source). 3. gçl. irréductibles. 1 .mat. kim. İndirgenemez (Fraction,
Işın tedavisine tabi tutmak (Irradier une tumeur équation irréductible. Oxyde irréductible). 2. hek.
maligne). Eski yerine oturtulamaz (Fracture, hernie
irraisonnable s. Akılsız; akılsızca, usa yatkın irréductible). 3. mec. Hakkından gelinemez, alt
olmayan, saçma, edilemez, yenilemez, ortadan kaldınlamaz
irraisonnée s. Düşüncesizce, usdışı (Un geste (Obstacles irréductibles, opposition irréductible;
irraisonné). volonté irréductible).
irrationalisme er. fels. Usaaykinhk, usdışılık. irréel, le s. 1. Gerçekte bulunmayan, gerçekdışı,
irrationalité diş. Usdışılık, usa aykırı olma gerçeksiz (Univers, aspect irréel). 2. er.
(Irrationalité d'un principe). Gerçekdışı (Sa stupidité atteignait aux limites de
irrationnelle s. 1. mat. Kök içinde olan, köklü, l'irréel).
rasyonel olmayan (Equation irrationnelle, irréfléchi, e s. 1. Düşüncesiz (Jeune homme
nombre irrationnel). 2. Usa aykırı, usalmaz, irréfléchi). 2. Düşüncesizce yapılan, düşüncesiz,
saçma, usdışı (Conduite irrationnelle, saçma (Propos irréfléchis, geste irréfléchi).
suppositions irrationnelles). irréflexion diş. Düşüncesizlik, sersemlik (Erreur
irrattrapable s. Giderilemez, telâfi edilemez (Une commise par irréflexion).
bévue irrattrapable). irréformable s. Değiştirilemez, gözden geçirilip
irréalisable s. Gerçekleşemez, gerçekleştirilemez düzeltilemez (Jugement, arrêt, loi irréformable).
(Désir, projet irréalisable). irréfragable s. Reddolunamaz, itiraz edilemez,
irréalisé, e s. Gerçekleşmemiş, kesin (Autorité, témoignage, preuve irréfragable).
gerçekleştirilememiş (Espérances irréalisées). irréfutabilité diş. Çürütülemezlik, "cerh
irréalisme er. Gerçekten uzakhk (Irréalisme d'une edilemezlik.
politique). irréfutable s. Çürütülemez, "cerh edilemez
irréalité diş. Gerçeksizlik, gerçekte bulunmazhk (Argument, preuve irréfutable).
(L'irréalité d'un rêve). irréfutablement bel. Kesin olarak, söz götürmez bir
irrecevabilité diş. huk. "Kabulolunamazlik, biçimde (Prouver irréfutablement une injustice).
"kabuledilemezlik (Irrecevabilité de l'action: irrégularité diş. 1. Düzensizlik, eğribüğrülük
Dâvarun açılmasının kabul edilmemesi, dâvanın (Irrégularité d'un pavage, d'un bâtiment. Surface
dinlenmemesi). qui présente des irrégularités. Irrégularité dans le
irrégulier 782 irriguer

mouvement d'un astre). 2. Kuralsızlık; yasaya geçirici (Une femme irrésistible par son charme).
aykırılık (Irrégularité dans une nomination). 3. 3. Gülmekten kırıp geçirici (Il est irrésistible
Yolsuzluk (Dénoncer les irrégularités dans une quand il raconte son histoire).
gestion). irrésistiblement bel. Dayanılmaz bir şekilde (Le
irrégulier, ère s. 1. Düzensiz; dağınık, eğri büğrü prix de la vie monte irrésistiblement).
(Mouvement irrégulier, écriture irrégulière. irrésolu, e s. 1. (Az kullanılır) Çözülmemiş,
Mener une vie irrégulière). 2. Kurala aykırı, çözümlenmemiş (C'est un problème encore
yasaya aykırı, "usulsüz (Détention irrégulière, irrésolu). 2. s. ve ad. Kararsız (Un caractère
procédure irrégulière). 3. Çalışmasında, irrésolu. Rester irrésolu).
başarısında her zaman aynı olmayan, bir günü bir irrésolution diş. Kararsızlık (Il était plongé dans un
gününü tutmayan (Elève, employé, athlète abîme d'irrésolution).
irrégulier). irrespecter. Saygısızlık (Irrespect des enfants envers
irrégulièrement bel. 1. Yasaya aykırı olarak les parents).
(Perquisition irrégulièrement effectuée). 2. irrespectueusement bel. Saygısızca, saygısızlıkla,
Düzensizce, gelişigüzel (Il travaille irrespectueux, euse s. Saygısız; saygısızca (Manières
irrégulièrement). irrespectueues; tenir des propos irrespectueux; un
Irreligieux, euse s. 1. Dinsiz (Il est irreligieux). 2. enfant irrespectueux).
Dine karşı gelen, dinsizce, dine aykırı (Opinions irrespirable s. Solunamaz, solunulamaz (Air, gaz,
irreligieuses). atmosphère irrespirable).
Irreligion diş. Dinsizlik (Il est accusé d'irréligion). irresponsabilité diş. Sorumsuzluk (Sentiment
Irrémédiable s. Çaresiz, çaresi bulunmaz (Malheur, d'irresponsabilité).
maladie, défaite irrémédiable). irresponsable s. 1. Hiç bir eyleminden sorumlu
Irrémédiablement bel. Çaresiz olarak, olmayan, hiçbir şeyden sorumlu tutulamayan (Le
irrémissible s. Bağışlanamaz, affedilemez (Faute, Président de la République est irresponsable. Les
tort irrémissible). enfants, les aliénés sont irresponsables). 2.
irrémissiblement bel. Bağışlanmaksızın, Sorumsuz.
affolunmayacak şekilde, irrétrécissable s. Çekmez, büzülmez, daralmaz
irremplaçable s. 1. Yerine konulamaz, eşi (Tissu irrétrécissable au lavage).
bulunamaz (Casser un bibelot irremplaçable). 2. irrévérence diş. Saygısızlık,
Yeri doldurulamaz, eşsiz, çok değerli (Un irrévérencieux, euse s. Saygısız (Propos
fonctionnaire irremplaçable). irrévérencieux. Enfant irrévérencieux envers ses
irréparable s. 1. Onarılamaz, giderilemez, "telâfi maîtres).
edilemez, "tamir edilemez (Tort, perte irrévérendeusemnt bel. Saygısızca (Répondre
irréparable. 'Malheur, désastre irréparable). 2. irrévérencieusement).
Hapı yutmuş, bitmiş, işe yaramaz (Moteur, habit irréversibilité diş. Geridöndürülemezlik.
irréparable). irréversibles. Geridöndürülemez.
irréparablement bel. Çaresiz şekilde; irréversiblement bel. Geridöndürülemez şekilde,
onarılamayacak, giderilemeyecek biçimde irrévocabilité diş. Geri alınmazlık, bozulamazhk
(Situation irréparablement compromise. Elle est (Irrévocabilité d'une donation).
irréparablement enlaidie). irrévocables. 1. Geri alınamaz, bozulamaz (Arrêt,
irrépréhensible s. Kınanamaz, hakkında verdict, jugement, donation irrévocable). 2. Geri
söylenecek söz bulunmayan (Homme, conduite getirilemez (Le temps irrévocable a fui).
irrépréhensible). irrévocablement bel. Geri alınmayacak biçimde,
irrépressible s. Bastırılamaz, tutulamaz, önüne bozulmayacak biçimde, kesin olarak (Ma
geçilemez (Force, passion irrépressible). décision est prise, irrévocablement).
irréprochable s. Eksiksiz, kusursuz (Une épouse irrigables. Sulanabilir (Surfaceirrigable).
irréprochable. Fonctionnaire, vie, tenue, irrigateur er. Sulama aleti, bahçe sulama
conduite, moralité irréprochable). tulumbası.
Irréprochablement bel. Eksiksiz biçimde, kusursuz irrigation diş. 1. Sulama (Des canaux d'irrigation.
olarak. Irrigation des terres arides). 2. hek. (Bir organa,
irrésistible s. 1. Dayanılmaz, karşı konulamaz bir yaraya) Su akıtma, su verme,
(Force, puissance, attrait, besoin, désir, passion irriguer gçl. Sulamak, harklarla sulamak (Irriguer
irrésistible). 2. mec. Büyüleyici, kendinden une plaine, une prairie).
irritabilité 783 Isoler

irritabilité diş. 1. Tezkızarhk, öfkelilik islamiser gçl. Müslümanlaştırmak,


(L'irritabilité du caractère). 2. Uyarılma anıklığı, islamisme er. Müslümanlık,
uyanlabilirlik; aşırı uyanlırlık; azma anıklığı, islande diş. İzlanda.
*tezazarhk (L'irritabilitémusculaire). islandais, e s. ve ad. 1. İzlandalı; İzlanda'ya ve
irritable s. 1. Tezkızar, çabuk öfkelenen (Sa İzlandalılara değgin. 2. er. İzlanda dili, İzlandaca,
maladie l'a rendu irritable). 2. hek. Aziveren, isobares, coğr. gökb. Eşbasınç, izobar,
çabuk azan, "tahriş olabilir, isobathe s. coğr. Eşderinlik (Lignes, courbes
irritant, e s. 1. Öfkelendirici kızdırıcı, sinirlendirici isobathes: Eşderinlik eğrileri).
(L'irritante médiocrité des femmes). 2. hek. isocèles, geom. İkizkenar (Triangleisocèle).
Azdıncı, "tahriş edici (Les gaz lacrymogènes sont isochrone [izokıun] s. fiz. Eşzamanlı (Oscillations
irritants). isochrones du pendule).
irritation diş. 1. Kızma, kızgınlık, öfke (Il est au isochronisme er. fiz. Eşzamanlık.
comble de l'irritation). 2. hek. Azdırma, azma, isodynamie diş. biy. Izodinami.
"tahriş (Irritation de la peau). 3. Uyarma, "tahrik isogame s. hayb. Eşgametli.
(Irritation des passions). isogamie diş. Eşgametlilik.
irrité, es. 1. Kızgın, kızmış, öfkeli (Regards irrités). isogones, mat. Eşaçılı.
2. Tahriş olmuş (Gorge irritée). 3. Etre irrité isohypse s. coğr. Eşyükseklik, eşyükselti (Lignes
contre: -e kızmak, öfkelenmek, sinirlenmek, isohypses: Eşyükseklik eğrileri).
irriter gçl. 1. öfkelendirmek, kızdırmak (Cette isolables. Yalıtılabilir.
femme m'irrite). 2. Azdırmak, "tahriş etmek (La isolant, e s. fiz. 1. Yalıtkan (Matériaux isolants pour
fumée irrite l'oeil). 3. Uyarmak, "tahrik etmek, l'insonorisation). 2, er. Yalıtkan madde,
tutuşturmak (Irriter les désirs, la curiosité, les isolateur er. Yalıtıcı, yalıtkan,
passions). S S'irriter: 1. Kızmak (Ils'est irrité). 2. isolation diş. 1. hayb. Aynklama, "tecrit. 2. fiz.
Tahriş olmak (L'œil s'est irrité, il est tout rouge). 3. Yalıtma, yalıtım, sıcak ve soğuk geçirmez duruma
S'irriter de qch, de f. qch: -e kızmak, sinirlenmek; getirme, elektrik akımı geçirmez duruma
-meye kızmak, -diğine sinirlenmek (S'irriter du getirme, iletmezleştirme.
retard des invités. Us'est irrité de voir un tel aspect isolationnisme er. Soyutlanma politikası,
désagréable). 4. S'irriter contre qn: Birine soyutlanmacıhk, yalıtlanmacıhk; kendi sınırları
kızmak, öfkelenmek, sinirlenmek (Il s'est irrité içinde kalmayı yeğleme politikası "izolasyonizm.
contre nous). isolationnistes, vead. "Tecerrüt politikası yanlısı,
irruption diş. 1. Saldırarak girme, akın (Les soyutlanmacı, yalıtlanmacı, "izolazyonist.
irruptions des barbares dans l'Empire romain).2. isolé, es. 1. Ayrı, tek (Edifice isolé, phrase isolée). 2.
Zorla girme, baskın (L'irruption des manifestants Issız, uzaklarda yitip gitmiş, kuş uçmaz kervan
dans la salle). 3. (Sular için) Basma, baskın geçmez (Un endroit isolé, une pauvre maison
(L'irruption des eaux dans la basse ville). $ Faire isolée). 3. Tek başına, kimsesiz, insanlardan uzak
irruption: Baskın yapmak (Il a fait irruption chez (Vivre isolé. Ils se sent isolé). 4. fiz. Yalıtılmış,
moi. Les enfants en criant firent irruption dans le yaktık (Un corps isolé, matériels isolés).
bureau). isolement er. 1. Yalnızlık, insanlardan uzaklık,
Isabelle s. değişmez. 1. Kula, sfitltt kahve renginde "inziva (5e complaire dans son isolement). 2.
(Cheval, jument isabetle). 2. er. Kula at (Monter Ayırma, "tecrit etme, ayrı tutma, yalıtma
un isabetle). (L'isolement des détenus dans une prison). 3.
isard er. (Pirenelerde) Dağkeçisi. Issızlık, uzak bir yerde yitip gitmişlik (L'isolement
isatis [Izatisl er. Mavitilki. d'une ferme). 4. Kendi köşesine çekilme,
işba diş. (Kutup bölgelere yakın köylülerin kaldığı) soyutlanma, "tecerrüt (Isolement économique,
Ahşap ev, izbe. politique). S. fiz. Yalıtma, yalıtım,
ischémie [Iskemi] diş. hek. "İskemi, bir an için belli isoler gçl. l.fiz. Yalıtmak, iletmezleştirmek (Isoler
bir bölgenin kansız kalması, un fil, un câble électrique). 2. (Yanındakilerden)
islam er. 1. Müslümanlık. 2. (Büyük harfle) İslam Ayırmak, yalnız tutmak (Isoler un malade
dünyası. contagieux). 3. Yalnız bırakmak, tek başına
islamique s. Müslümanlığa değgin (La culture bırakmak, "tecrit etmek (Isoler un pays, un
islamique). édifice). 4. Isoler qn, qch de qch: -den ayırmak,
islamisation diş. Müslümanlaştırma; uzak tutmak ; soyutlamak (Isoler un événement de
müslümanlaşma (Islamisation d'une région). son contexte politique. Isoler un écrivain de ta
isoloir 784 ivre

société). § S'isoler: 1. Toplumdan uzaklaşmak; isthme er. coğr. Kıstak, "berzah.


kendi köşesine çekilmek; insanlardan uzak italianisant, e ad. 1. İtalyan sanatından esinlenen
yaşamak (Il s'est isolé pour pouvoir travailler dans sanatçı. 2. İtalyan dil, yazın ve sanatı uzmanı,
le silence). 2. S'isoler dans: -e çekilmek, italianiser gçl. 1. İtalyanlaştırmak .2. gsz. İtalyanlık
kapanmak; -e dalmak, -in içinde yaşamak taslamak; Fransızca konuşup yazarken İtalyanca
(S'isoler dans son coin, dans sa méditation). deyim ve anlatımlar kullanmak,
isoloir er. Seçim hücresi. italianisme er. 1. İtalyanca konuşma tarzı. 2. İtalyan
isomère s. kim. 1. İzomerli, *eşizli. 2. er. İzomer, beğenisi.
*eşiz. Italie diş. İtalya.
isomériediş., kim. mat. izomeri, eşizlik. italien, ne s. ve ad. 1. İtalyalı, İtalyan (Peinture,
isomérique s. kim. İzomerisel. musique italienne). 2. er. İtalyan dili.
isomérisation diş. fiz. Eşizlenme, izomerlenme. italique s. 1. Eski İtalya'ya değgin (Les peuples
isométrie diş. mat. Eşölçer. italiques). 2. (Harf) İtalik (Les lettres italiques). 3.
isométriques, mat. Eşölçevli, eşölçevsel. er. İtalik harf (Mettre un mot en italique).
isomorphes, kim. mat. Eşbiçimli, eşyapılı. item [lïôn] bel. Lot. Bundan başka da;°keza, bunun
isomorphisme er. dilb. 1. Eşbiçimlilik, eşyapıhlık. gibi (J'ai donné tant pour cela, item pour cela).
2. mat. Eşyapı dönüşümü, itératif, ive s. 1. Birçok kez, yinelenmiş,
isopode s. ve er. hayb. 1. Eşbacakh. 2. er. ç. "tekrarlanmış (Des interventions itératives). 2.
Eşbacaklılar. Tekidedilmiş (Lettreitérative: Tekidmektubu). 3.
isoptères er. ç. hayb. Termitler, dilb. Yinelemeli, "tekrarlı (Verbe itératif).
isoséiste, isosiste s. coğr. Eşdeprem (Lignes itération diş. Yineleme, "tekrarlama,
isoséistes: Eşdeprem eğrileri). 2. diş. Eşdeprem itinéraire er. 1. İzlenecek yol, gidilecek yol,
eğrisi. geçilecek yol, güzergâh (Faire, tracer un
isostasie diş. coğr. Denkleşim, denkleşme, itinéraire). 2. er. Yolculuk oiaylan kitabı;
isotherme s. fiz. coğr. 1. Eşsıcak, eşsıcaklı (Ligne yolculuk el kitabı. 3. s. Yollara değgin (Mesures
isotherme: Eşsıcak eğrisi). 2. diş. Eşsıcaklık itinéraires, colonnes itinéraires).
eğrisi. itinérantes. 1. Gezici (Inspecteuritinérant: Gezici
isotonie diş. Eşbasınçhhk. denetmen, gezici başöğretmen. Ambassadeur
isotoniques. Eşbasınçtı. itinérant). 2. Gezerek yapılan, dolaşarak yapılan
isotope s. ve er. fiz. kim. İzotop, yerdeş. (Ilavait une préférencemarquéepourles entretiens
isotopie diş. Yerdeşlik. itinérants).
isotropes, fiz. İzotrop, eşyönlü. iule er. hayb. Kırkayak.
isotropie diş. Eşyönlülük. ivoire er. 1. Fildişi (Une statuette d'ivoire). 2.
isotropiques. Eşyönlü. Fildişinden yapılmış sanat eserleri, süs eşyası (De
israélien, ne s. vead. İsrailli; İsrail'e değgin. petits ivoires du Moyen Âge. Une collection
Israélites, vead. Yahudi. d'ivoires). 3. Fildişi aklığı. § La tour d'ivoire:
issu, es. 1. -den doğan, gelen (Ilestissu d'une grande Fildişi kule (Se retirer dans la tour d'ivoire: Fildişi
famille). 2. mec. -den ileri gelen, -e bağlı, -den kulesine çekilmek).
kaynaklanan (Le mécanisme révolutionnaire issu ivoirerie diş. 1. Fildişi işlemeciliği. 2. Fildişi alış
de l'idéologie allemande). 3. Issu deqchss. a)-den verişi. 3. Fildişi eşya.
doğmuş, çıkmış (Un homme issu d'une grande ivoirien,ne s. ve ad. Fildişi sahiline değgin; Fildişi
famille), b) -den doğan, -in sonucu olan (Que de sahili halkı (L'économie ivoirienne. Les
vices sont issus de l'oisiveté). ivoiriens).
issue diş. 1. Çıkış yeri, çıkış (Le château avait une ivoirier er. Fildişinden yontular yapan sanatçı;
issue secrète. Rue sans issue). 2. mec. Çıkış yolu, fildişi oymacısı,
kurtuluş yolu,çare (La situation est sahslissue. Il ivoirin,e s. 1. Fildişinden yapılma. 2. Fildişi
n'y pas d'autre issue. La seule issue est la lutte). 3. görünümünde, fildişimsi.
Son, sonuç (L'issue malheureuse de la ivraie diş. 1. bitb. Delice, karamuk. 2. mec. İyi
conférence). 4. ç. Un kepeği. 5. ç. Kasaplık şeylere karışmış kötü şeyler (L'ivraie et le bon
hayvanların baş, paça, ciğer gibi sakatlan. § A grain: İyilerle kötüler, iyi ve kötü). § Séparer le bon
l'issue de: -in sonunda, -den çıkarken (A l'issue du grain de l'ivraie: İyiyi kötüden ayırmak, kuruyu
conseil des ministres, il y eut une conférence de yaştan ayırmak,
presse). ivre s. 1. Esrik, sarhoş (Etre complètement ivre,
ivresse 785 ixode

légèrement ivre, à moitié ivre). 2. Ivre de qch: -den pouvoir, du bonheur, du succès).
başı dönmüş, kendinden geçmiş, "mest olmuş ivrognes, vead. Ayyaş, "içkici, bekri, sarhoş (C'est
(Ivre d'amour, de bonheur, de colère, d'orgueil, un vieil ivrogne. Un ivrogne qui titube). § Ivrogne
de succès). § Ivre mort: Zil zurna sarhoş, kör fieffé: Zil zurna sarhoş, kandil gibi. Serment
kütük sarhoş, d'ivrogne: Sarhoş sözü, tutulmayacak ant.
ivresse diş. 1. Esriklik, sarhoşluk (L'air frais ivrognerie diş. Ayyaşlık, "bekrilik, * içkicilik,
dissipera l'ivresse. Noyer son désespoir dans ivrognesse diş. hlk. Ayyaş kadın,
l'ivresse). 2. Başdönmesi, esrime, kendinden ixia diş. Bir tür süsençiçeği.
geçme, büyük coşku (L'ivresse de la victoire, du ixode er. hayb. Kene.
J
J J er. [31] Fransız abecesinin onuncu harfi olup jachères). § Etre, rester en jachère: (Tarla için)
Türkçedeki j sesini verir. § Le jour J: Karar günü, Dinlenmeye bırakılmak, nadasta olmak. Laisser,
saati; bir saldırının yada bir işin yapılmasının mettre en jachère: Nadasa bırakmak, dinlenmeye
kararlaştırıldığı gün (Le jourJ était arrivé, il devait bırakmak,
passer l'oral de son concours). jacinthe diş. bitb. Sümbül,
jabot er. 1. (Kuşlarda) Kursak (Le jabot des jacobin,e ad. 1. Eski bir katolik tarikatından keşiş.
oiseaux, des poules). 2. Göğüs süsü, göğüs 2. (Fransız Devriminde) Aşın devrimci;
danteli. 3. argo. Mide, kursak. § Se remplir le Cumhuriyet yanlısı. 3. s. Devrimci (Professer des
jabot: Tıkınmak, karnını iyice doyurmak, opinions jacobines).
jabotage er. Çene çalma, gevezelik, jacobinisme er. Cumhuriyetçilik; devrimci
jaboter gsz. tkz. 1. Gevezelik etmek, çene çalmak demokratlık,
(Les gens de la petite ville jabotaient). 2. gçl. jacquard er. 1. Bir çeşit eski dokuma tezgâhı. 2. s. ve
Ağzından kaçırmak, söymek (Il m'en a jaboté er. Renk renk yünlerden örülmüş; renk renk
quelque chose). yünlerden örülmüş desenli kazak (Tricot,
jacasse diş. hlk. Geveze kadın, çenesi düşük, chandail jacquard. Porter un jacquard).
jacassement er. 1. (Saksağan için) Ötme, gaklama. jacquerie diş. 1. Derebeylere karşı 1358'de yapılan
2. Gevezelik, çene çalma, Fransız köylü ayaklanması. 2. Köylü
jacasser gsz. 1. Gevezelik etmek, çene çalmak (La ayaklanması; kanlı ayaklanma,
concierge jacassait avec une locataire au bas de jacques er. (Bizdeki köylü Mehmet Ağa, Çanklı
l'escqlier). 2.(Saksağan)Ötmek, erkânıharp gibi) Fransız köylüsünün genel
jacasserie diş. Gevezelik, çene çalma. lâkabı. § Faire le Jacques: İşi saflığa vurmak,
jacassier,îre; jacasseur,euse s. ve ad. Geveze, köylü kurnazlığı yapmak,
çalçene. jacquet er. 1. Tavla oyunu (Faire une partie de
jacent,es. huk. Sahipsiz, "mahlûl, kalıtçısı olmayan jacquet). 2. hlk. Sincap,
(Succession jacente, biens jacents). jacquine diş. hayb. Dişli-tirsibahğı.
jachère diş. 1. (Tarlayı) Dinlendirme, nadas jacquot, jacot, jaco er. hlk. Papağan,
(Champs en jachère). 2. Dinlenmeye bırakılan jactance diş. 1. Övünme, böbürlenme, yüksekten
tarla, nadasa bırakılmış toprak (Labourer des atma (La jactance insupportable d'un imbécile). 2.
jacter 787 jambe

hlk. Gevezelik, çene. d'un mari). 3. Çekemezlik (Ily avait entre eux une
jacter gsz. hlk. Gevezelik etmek, çene çalmak, jalousie professionnelle). § Avoir de la jalousie
jade er. 1. Yeşimtaşı. 2. Yeşimtaşından yapılma süs contre qn: -e karşı kıskançlık duymak, -i
eşyası. kıskanmak, çekememek. Causer, donner de la
jadis bel. 1. Eskiden, vaktiyle (Dans Florence jadis jalousie à qn: -i kıskandırmak, -de kıskançlık
vivait un médecin). 2. s. Eski, geçmiş (Au temps uyandırmak. Concevoir de la jalousie contre qn: -i
jadis: Eski zamanlarda). 3. er. Eski, geçmiş kıskanmak (Elle conçoit de la jalousie contre son
zaman. mari). Exciter la jalousie: Kıskançlık uyandirak.
jaguar [jagwait] er. hayb. Jagar, alacakaplan. jaloux, ouses. vead. 1. Kıskanç (Un homme jaloux,
jaillir gsz. 1. Fışkırmak (Le sang jaillit). 2. Jaillir de une femme jalouse. Un affreux jaloux). 2.
qch: a) -den fışkırmak, çıkmak (Le gaz jaillit des Çekemez (C'est un jaloux qui ne pense qu'à
puits de forage), b) -den yükselmek, gelmek (Les dénigrer les autres). 3. Jaloux de: a) -i kıskanan (Il
rires jaillissaient de partout. Les réponses est jaloux de sa femme), b) -i çekemeyen (Il est
jaillissent de tous côtés). c) -den doğmak, çıkmak, jaloux du succès de ses camarades). c) -e pek bağlı,
ortaya çıkmak (De la discussion peut jaillir une pek düşkün, -in üzerine titreyen (Il est jaloux de
solution. La véritéjaillira de l'apparente injustice). son indépendance, de son honneur), d) -e sımsıkı
jaillissantes: Fışkıran (Source jaillissante). sanlan, -i kaptırmak istemeyen (Etre jaloux de
jaillissement er. Fışkırtma (Jaillissement d'eau, de son autorité, de ses privilèges),
sang, de pétrole). jamaïquain,e s. ve ad. Jamaikalı; Jamaika ve
jais er. Siyah kehribar. §Noircommedujais, comme Jamaikalılara değgin,
jais: Kömür gibi siyah. Des yeux de jais: Simsiyah jamais bel. 1. Hiçbir zaman, asla (Jamais il n'avait
gözler. pensé à vous le dire. Il ne m'a jamais vu). 2. Hiç
jale diş. Büyük çanak; gerdel, (A-t-on jamais vu cela?). 3. Bir gün, herhangi bir
jalet er. Sapan taşı. zaman (Ils désespéraient d'en sortir jamais). § A
jalon er. 1. (Mühendislerin kullandığı) *Dikme, jamais, à tout jamais, pour jamais: Sonsuzluğa
ölçü dikmesi, °şâhis, jalon. 2. mec. Ana nokta, dek, ölünceye dek, "ebediyen (C'est à tout jamais
önemli yer, belirli çizgi (Les jalons d'un exposé). fini entre nous. Adieu pour jamais. Mer à jamais
3. mec. Bir işte ilk adımlar. § Poser, planter des infinie). Jamais de la vie: Asla (Accepterez-vous
jalons: Ortamı hazırlamak, ilk adımları atmak (II sa collaboration? - Jamais de la vie). Mieux vaut
avait posé les jalons d'un rapprochement franco- tard que jamais: Geç olsun da güç olmasın,
allemand). jambage er. 1. (Kapı yada pencere için) Yan dikme.
jalonnement er. Şâhisler dikme (Jalonnement d'un 2. (p,l,q,d,m,n,u gibi harflerde) Dik bacak,
terrain). bacak (Les trois jambages du m).
jalonner gçl. 1. -e şâhisler dikmek (Jalonner un jambe diş. 1. Bacak (Avoir de grandes jambes. Plier
chemin, un front, un objectif). 2. -i belirlemek, lesjambes, croiser lesjambes). 2. Duvariçi dayağı.
belirtmek, doldurmak (Des succès éclatants 3. (Hayvanlar için) Ayak (Les cochons aux
jalonnent sa vie). 3. -boyunca sıralanmak (Des jambes courtes. Jambes fines de la gazelle). 4.
arbres jalonnent l'avenue. Les poteaux (Giysilerde) Bacak (Jambe d'une culotte, d'un
télégraphiques jalonnent la voie de chemin de fer). pantalon). § A toutesjambes: Çok hızlı, son süratli
4. Jalonner qch de qch: Bir şeyi -ile belirtmek, (Courir, s'enfuir à toutes jambes). Avoir les
işaretlemek; boyunca -1er dikmek (Jalonner une jambes brisées, cassées: Yorgunluktan ayaklan
allée de plants de buis). S. gsz. Şâhisler dikmek. kırılmak, ayaklanna karasu inmek. Avoir de
jalonneur er. 1. Şâhisler diken işçi, jaloncu. 2. Bir bonnes jambes: İyi koşmak, bacaklan sağlam
yön yada yeri belirtmek için yol boyunca dikilen olmak. Avoir de mauvaises jambes: İyi
erlerden her biri. koşmamak, bacaklarında iş olmamak. Avoir les
jalousement bel. 1. Kıskançça, kıskançlıkla jambes comme du coton, en pâté de foie: Hantalın
(Observer jalousement les progrès d'un rival). 2. teki olmak, köfte bacaklı olmak. Couper bras et
Titizlikle (Garder jalousement un secret). jambes à qn: -in kolunu kanadını kırmak, -i
jalouser gçl. Kıskanmak (Jalouser son voisin). § Se şaşkınlıktan dondurmak. Donner desjambes à qn:
jalouser: Birbirini kıskanmak (Petits clans qui se -i koşturmak, hızlı hızlı yürütmek (La peur lui
jalousent). donne des jambes). Etre haut des jambes: Uzun
jalousie diş. 1. Kafes, pencere kafesi (Baisser, lever bacaklı olmàk. Etre dans les jambes de qn: -in
les jalousies). 2. Kıskançlık (Jalousie d'un amant, ayaklan arasında dolaşmak, yanından hiç
jambe 788 jardinier

ayrılmamak (Cet enfant est toujours dans mes (L'économie japonaise, costume japonais). 2. er.
jambes). En avoir plein les jambes: Artık Japonca (Apprendre le japonais). 3. er. ç. argo.
yürüyecek hali kalmamak, yorgunluktan bitmek. Para, papel, kayme,
Faire une belle jambe à qn: -in işine yaramamak, japonaiserie, japonerie diş. Japon malı, j apon sanat
-için hiçbir önemi olmamak (Ça lui fait une belle işleri.
jambe). Faire des ronds de jambes: (Hoşa gitmek japonisant,e ad. Japon dili tarihi ve uygarhğı
için) Binbir türlü numara yapmak, her türlü uzmanı, *Japonbilimci.
şaklabanlığı yapmak. Faire une partie de jambe en japonisme er. Japon işleri merakı,
l'air: argo. Cinsel ilişkide bulunmak. Faire belle japoniste ad. Japon işleri meraklısı,
jambe: Vücudunun güzelliklerini göstermek. jappement er. 1. Ürüme (Jappement d'un petit
Jouer des jambes: Koşup gitmek, tabanları chien). 2. (Tilki) Bağırma,
yağlayıp tüymek. N'aller que d'une jambe: (tşler) japper gsz. 1. (Küçük köpek için) Ürümek. 2. (Tilki
Ağır aksak gitmek, pek iyi gitmemek. N'avoir için) Bağırmak, ulumak.
plus de jambes: Artık yürüyecek hali kalmamak, jappeur,euse s. ve ad. Ürüyen, ürüyücü.
yorgunluktan eli ayağı kesilmek. Ne plus pouvoir jaque er. 1. Ortaçağda erkeklerin giydiği bir tür
se tenir sur ses jambes: Ayakta duracak hali ceket. 2. Ekmekağacı meyvası.
kalmamak. Prendre ses jambes à son coup: jaquelin er. jacqueline diş. Geniş kannlı toprak
Tabanları yağlamak, kirişi kırmak, tabanları çömlek.
kıçım döğmek. Tenir la jambe à qn: -in canını jaquemart, jacquemart er. 1. Çalar saatlerde
sıkmak, -i rahatsız etmek. Tirer dans lesjambes de saatleri vuran insan heykeli. 2. Demir döven iki
qn: -e ayakbağı olmak; -i engellemek, demirci şeklinde oyuncak,
kösteklemek. Tomber les jambes en l'air: Nallan jaquette diş. 1. Ceket (Jaquette noire, bordée). 2.
havaya dikmek, sırtüstü düşmek. Traiter qn par- Ciltli bir kitabın üstüne geçirilen kâğıt, gömlek. 3.
dessous la jambe: -i küçümsemek, pek ciddiye (Dişçilikte) Beyaz plastik yada porselen
almamak, pek sallamamak, kaplama, ceket kuron. § Tirer qn par jaquette: -e
jambe,es. Bacaklı. § Bien jambe: Bacakları iyi. Mal çamsakızı gibi yapışmak; yakasını bırakmamak,
jambé: Bacaktan kötü. jaquier, jacquier er. Bir tür ekmekağacı.
jambette diş. 1. Küçük bacak, bacakçık. 2. Açılır jard, jar er. Çakıllı kum.
kapanır cep bıçağı, çakı. 3. (Çatıya vurulan) jardin er. 1. Bahçe (Jardin japonais, jardin anglais,
Destek. jardin zoologique, jardin botanique. Jardin
jambier,ères. 1. Bacağa değgin (Muscles jambiers). d'enfants. Aller au jardin, dans le jardin). 2. mec.
2. er. Kesilmiş bir hayvanın ayaklarını ayrı tutmak Bitek bölge, verimli toprak, ekenek. 3. Seyirciye
için aralarına konan tahta destek, göre sahnenin sağ yanı. § Le jardin de refroidis:
jambière diş. 1. Dizlik (Jambière de toile, de cuir. argo. Gömütlük, mezarlık. Jeter une pierre dans
Jambière des joueurs de hockey). 2. Baldır zırhı le jardin de qn: -e taş atmak, -i iğnelemek. C'est
(Jambière grecque). une pierre dans ton jardin, dans son jardin: Bu taş
jambon er. 1. Jambon, domuz pastırması. 2. mec. sana, ona.
hlk. But. jardinage er. 1. Bahçecilik, bahçıvanlık (Amateur
jambonneau er. Domuz paçası, de jardinage. Produit du jardinage). 2. Bahçelik
jambonnergç/. argo. Pestilini çıkarmak, eşek sudan yer. 3. Zerzevat (Une voiture de jardinage). 4.
gelinceye kadar dövmek, Elmas lekesi,
janissaire er. Yeniçeri. jardiner gsz. (Zevk için) Bahçıvanlık etmek, kendi
jansénisme er. Jansenizm; Jansenius'un kurduğu bahçesini ekip dikmek (Il prend plaisir à jardiner
bağışçılık öğretisi ve tarikatı, pour se distraire).
janséniste s. ve ad. 1. Jansenist, Jansenizm jardinerie diş. Bahçecilikle ilgili her türlü şeyin
tarikatından yana olan. 2. mec. Sıkı, sert satıldığı büyük mağaza,
(Education, morale janséniste). 3. Süssüz, sade jardinet er. Bahçecik, küçük bahçe.
(Reliure janséniste). jardineux,euses. (Değerli taşlarda) Leke (Diamant
jante diş. Tekerleğin çember kısmı, ispit, cant. jardineux, pierre jardineuse).
janvier er. Ocak, ocak ayı (Il reviendra en janvier). jardinier,ère s. 1. Bahçeye değgin; bahçecilikle
japon er. 1. Japonya. 2. Japon porseleni. 3. Fildişi ilgili (Culture jardinière, plantes jardinières). 2.
renginde bir cins güzel kâğıt, ad. Bahçıvan (Un outil de jardinier). 3. diş.
japonais,e s. ve ad. 1. Japon; Japonyalı Jardiniyer; alt bölümünde çiçek yetiştirilebilecek
jardiniste 789 jaunissement

şekilde süslenmiş bir ev içi mobilyası. 4. diş. jaspure diş. 1. Alacalı donuk akik rengi. 2. Alacalı
Çocuk yuvasında çalışan bayan öğretmen, akik rengine boyama,
jardiniste ad. Bahçe bezekçisi. jatte diş. Çanak (Une jatte de lait).
jargon er. 1. Bozuk dil. 2. Anlaşılmayan yabancı dil jattée diş. Çanak dolusu (Une jattée de crème).
(Deux étrangers, à la table voisine, parlent un jauge diş. 1. (Ölçeklerde) Ayar (La jauge d'huile
jargon incompréhensible). 3. D a r bir çerçeveye d'une voiture. La jauge d'essence). 2. Fıçının
özgü dil, argo (Le jargon des médecins, le jargon içindekiniölçmekte kullanılan dereceli çubuk. 3.
du sport). 4. San renkli bir tür elmas. 5. Yemen Ölçü ayan olarak kullanılan fıçı. 4. Çeşitli
taşına benzeyen küçük kırmızı bir değerli taş. ölçülerin adı. 5. İçine fidanlann yan yana dikildiği
jargonner gsz. 1. Bozuk bir dille konuşmak; kank. 6. Bir geminin alabildiği yük miktarı (La
anlaşılmayan bir dille konuşmak; argo jauge des bateaux est exprimée en tonneaux).
konuşmak. 2. (Kaz için) Bağırmak, jaugeage er. 1. Hacmini ölçme (Jaugeage d'un
jarre jars dij. 1. Küp, su küpü. 2. er. ç. Kürklerdeki tonneau, d'un réservoir). 2. Ölçme parası. 3. Bir
sert ve dik kıllar (Les jars, c'est-à-dire les poils geminin alabildiği yük miktannı ölçme,
brillants qui ne prennent pas la teinture). jauger gçl. 1. -in hacmini ölçmek (Jauger une
jarret er. 1. (Bacakta) Diz arkası (Pli du jarret). 2. barrique, un navire, un réservoir, une source). 2.
(Düz yada yuvarlak şeylerde) Çıkıntı; iki mec. Değerini ölçmek, değerlendirmek (Jauger à
borunun birleştiği yerde oluşan dirsek. § Avoir du leur juste valeur les grands écrivains du passé. Je
jarret, avoir des jarrets d'acier: Bacaklan çelik l'ai jaugé d'un coup d'œil). 3. gsz. Hacmi
gibi sağlam olmak, uzun süre yorulmadan koşup ... olmak (Navire qui jauge mille tonneaux).
zıplayabilmek, jaugeur er. 1. Ölçü memuru. 2. Ölçü aleti,
jarretelle diş. Çorap bağı. jaunâtres. Sanmtrak ( Un visage jaunâtre. Desmurs
jarretière diş. 1. Çorap askısı, "jartiyer. 2. Çorap jaunâtres).
bağı. 3. Topçu halatı. 4. Bir tür denizci düğümü. 5. j a u n e s . l . S a n (Fleurs jaunes, feuilles jaunes). 2 .er.
İngiltere'de dizbağı nişanı, San renk, san (Jaune clair: Açık sarı. Jaunefoncé:
jars er. 1. Erkek kaz. 2. (Jar yada Jars yazılır) Hırsız Koyu sarı. Jaune citron: Limon sarısı. Jaune
argosu; külhanbeyi dili. paille: Saman sarısı. Tirer sur le jaune: Sarıya
jas er. 1. den. Çipo. 2. Ağıl. çalmak. Tourner au jaune: Sararmak. Peindre en
jasement er. 1. Gevezelik etme, çene çalma. 2. jaune: Sarıya boyamak). 3. er. San ırktan adam.
Çekiştirme, dedikodu etme. 3. (Saksağan, 4. ad. Patrondan yana işçi, sarı işçi, grev kincisi. S.
papağan için) Bağırma, ötme. s. ve ad. Sarı, etliye sütlüye pek karışmayan,
jaser gsz. 1. Gevezelik etmek, çene çalmak (La fille siyasal bir eğilimi olmayan (Une association
jasait sans cesse). 2. (Saksağan, papağan) jaune • C'est un jaune). 6. bel. Sarı renkte, sarı
Bağırmak, ötmek. 3. (Bebek için). Cıvıldamak, renkle, sanya (Cette enseigne électrique éclaire
gay guy etmek, konuşur gibi sesler çıkarmak jaune). § Fièvre jaune: hek. San humma. Race
(Bébé qui jase dans son berceau). 4. Gevezeliği jaune: Sarı ırk. Rire jaune: Zoraki gülüş,
yüzünden gizli bir şeyi ortaya vurmak (Un istemeden gülme. Syndicat jaune: Sarı sendika.
complice a jasé et la police a mis la main sur toute la Etre jaune comme un citron, comme un coing:
bande). 5. Dedikodu yapmak, çekiştirmek (Les Limon gibi sapsan olmak, ayva gibi sararmak.
visites continuelles qu'il reçoit font jaser les jaunet,tes. 1. Hafif sarı. 2. er. hlk. Altın para, sarı
voisins). 6. Jaser de qch: -konusunda dedikodu lira, sarıkız. Jaunet d'eau: hlk. Sarı nilüfer,
yapmak (Tout le monde en jaserait et rirait de moi). jaunir gçl. 1. Sarartmak; sanya boyamak
jaserie diş. 1. Gevezelik. 2. Cıvıldama, cıvıltı. (L'automne a jauni les feuilles. La nicotine jaunit
jaseur,euse s. ve ad. 1. Geveze, çalçene. 2. er. les doigts). 2. gsz. Sararmak (Les feuilles des
İpekkuyruk kuşu. arbres commencent à jaunir. Papier, dentelle qui a
jasminer. 1. Yasemin. 2. Yasemin kokusu, yasemin jauni).
kolonyası. jaunissante s. Sararan, sararmış (Les épis
jaspe er. Alacalı donuk akik (Vase de jaspe). § Jaspe jaunissants).
sanguin: Kan taşı. jaunisse diş. Sarılık (hastalığı). § En faire une
jasper gçl. Alacalı donuk akik gibi boyamak, alacalı jaunisse: Çok pişman olmak, büyük bir pişmanlık
akik görünümü vermek, duymak.
jaspiner gsz. hlk. Konuşmak, çene çalmak, jaunissement er. Sararma; sarartma (Le
gevezelik etmek. jaunissement des dents, d'un teint).
java 790 jeter

java diş. Bir dans, java. § Faire la java: hlk. Yiyip jésuitique). 2. Cizvitlere yaraşır, Cizvitçe
içip eğlenmek, keyif sürmek, (Formule, procédé jésuitique).
javanais,e s. vead. 1. Javalı, Java adası ve halkına jésuitiquement bel. Cizvitçe; iki yüzlülükle,
değgin. 2. er. Java dili. 3. er. Kuş dili (Parler ikiyüzlüce.
javanais: Kuş dili konuşmak). jésuitisme er. 1. Cizvitlik. 2. mec. İkiyüzlülük,
javel diş. Çamaşır suyu, arıtıcı, Javel çaıuaşır suyu. düzencilik, dalaverecilik,
(Eau de Javel de denir), jésuser. 1.56x76boyundakâğıttabakası. 2. Çocuk
javelage er. 1. Biçilen ekini kucak kucak yere Isa heykeli .3. hlk. Yavru, yavrucuk ; çocuk ; kuzu,
serme. 2. (Yere serilmiş buğday demetlerinin) kuzucuk (Mon jésus).
Sararıp kuruma süresi, jet er. 1. Atma, fırlatma (Armes de jet. Le jet d'une
javeler gçl. 1. (Biçilmiş ekini) Kurumak üzere pierre, d'une grenade). 2. Fışkırma (Un jet de
demet demek sermek. 2. gsz. (Ekin) Kurumak, sang. Il a été brûlé par un jet de liquide bouillant).
sararmak, 3. Demet, huzme (Un jet de lumière. Le jet
javeline diş. Uzun ve ince mızrak, lumineux d'un lampe de poche). 4. bitb. Sürgün,
javelle diş. 1. Bağlanmadan yere serilmiş ekin filiz, dal (Des jets d'un arbre, d'une ronce). 5. Jet
demeti; bir kucak ekin. 2. Tuzladan çekilmiş tuz uçağı, tepkili uçak. 6. (Erimiş maden için)
yığını. Döküm. § Le jet d'eau: Fıskiye. Le premier jet: İlk
javellisation diş. (tçme suyunun) Mikroplannı taslak (Le premier jet d'un poème, d'un article,
Javel suyu ile öldürme; Javel suyu ile arıtma, d'un livre). A un jet de pierre: Bir taş atımı ötede,
javelliser gçl. (içme suyunun) Mikroplannı javel bir taş atımı uzaklıkta. A jet continu: Durmadan,
suyu ile öldürmek; javel ile arıtmak (Javelliser de durmamacasına, sürekli olarak, habire (Débiter
l'eau). des mensonges à jet continu). D'un seul jet, d'un
javelot er. 1. Mızrak. 2. (Atletizm) Cirit (Le lancer jet: Bir çırpıda (Le roman a été écrit d'un seul jet
du javelot). pendant les vacances). Du premier jet:
jayet er. yerb. Kara kehribar, kara samankapan, Birdenbire, hemen, ilk anda, ilk çıkışta, ilk
jazz er. Caz (Orchestre de jazz). adımda (Atteindre la perfection du premier jet).
jazzman er. Cazcı. jetage er. 1. Atma, salma (Le jetage du bois flotté
je add. 1. (Tekil birinci kişiyi göstermek üzere dans les cours d'eau). 2. (Veterinerlikte)
eylemlere özne olarak getirilir. Ünlü ile başlayan Hayvanlarda anormal burun akması,
bir eylemin başında j' biçimini alır) Ben (Je jeté er. 1. Dans adımı. 2. Mobilya örtüsü (Un jeté de
travaille: Ben çalışıyorum). 2. er. fels. B e n , "ene. table brodé).
jeannette diş. 1. Zincir yada kaytana takılıp boyuna jetée diş. Dalgakıran (5e promener, pêcher sur la
asılan küçük haç. 2. Giysi kolu ütülemeye yarayan jetée).
ayaklı yastık, jeter gçl. 1. A t m a k (Jeter une pierre dans l'eau). 2.
jeep [3İp] diş. Cip (otomobili). Fırlatmak, atmak (Jeter sa casquette en l'air, jeter
jéjunum er. biy. Boş bağırsak, quelques graviers contre une fenêtre). 3.
je-m'en-fichisme, je-m'en-foutisme er. tkz. Savurmak, yağdırmak (Jeter des menaces, des
Nemegerekçilik, "nemelâzımcılık. insultes). 4. İçine düşürmek, sokmak, atmak (5a
je-m'en-fichiste, je-m'en-foutiste s. ve ad. tkz. mort jeta sa famille dans le désespoir. Cette
Nemegerekçi, nemelâzımcı. proposition me jeta dans l'embarras). S. Salmak,
je ne sais quoi er. (Değişmez). Bilmem ne, bir şey (II yaratmak, -e yol açmak (Le crime jeta l'effroi dans
y a chez lui un je ne sais quoi qui inquiète). la ville. Cette nouvelle jeta le trouble dans le pays).
jérémiade diş. tkz. Bitmez tükenmez yakınma, 6. Dökmek; dışanya vermek, ortaya dökmek
ağlayıp sızlama (Je suis écœuré de tes jérémiades). (Jeter des larmes. Jeter son venin). 7. Atmak,
jersey er. 1. Jerse (Jersey de laine, de soie). 2. Yün kurmak, yapmak (Jeter un nouveau pont sur le
kazak (Porter un jersey à col roulé qui monte Rhin). 8. Atmak, koymak (Jeter un manteau sur
jusqu'au menton). ses épaules. Jeter son vêtement sur une chaise). 9.
jésuite er. 1. Cizvit tarikatından olan; Cizvit; Cizvit Jeter qch à: -e bir şey vermek, atmak (Jeter un
papazı. 2. mec. hkr. İkiyüzlü, düzenci, dümenci, morceau de pain à un animal du zoo). § Jeter
dalavereci. 3. s. a) Cizvitlere değgin (Art, style l'ancre: Demir atmak. Jeter sa gourme: (Gençlik
jésuite), b) İkiyüzlü, sinsi, düzenci (Il a un air çılgınlıkları yapan gençler için) Gençliğini
jésuite). yapmak, kurtlarını dökmek. En jeter: (Kadınlar
jésuitique s. 1. Cizvitlere özgü (Morale için) Havalı olmak, havası olmak, çekici ve güzel
jeter 791 jeu

olmak. Jeter les bases, les fondations de qch: -in Gay-Lussacse jette dans la rue Claude-Bernard). §
temelini atmak. Jeter le grappin sur: -e çengel Se jeter aux pieds de qn, aux genoux de qn: -in
atmak, kanca takmak. Jeter le trouble dans: -e ayaklarına kapanmak. Se jeter à corps perdu dans
anlaşmazlık tohumu ekmek, "nifak sokmak. Jeter qch: -e balıklamasına dalmak, tehlike falan
uncoupd'œilsur: -e şöyle bir göz atmak. Jeter qch demeden atılmak, büyük bir coşkuyla girişmek.
à la poubelle: Çöp sepetine atmak. Jeter qn hors Se jeter dans la gueule du loup: Kendini göz göre
des gonds, hors de ses gonds: Zıvanadan göre tehlikeye atmak, kendini kurdun ağzına
çıkarmak, çileden çıkarmak. Jeter qn en prison: atmak. Se jeter sur qn à bras raccourcis: -e
Hapse atmak, dama tıkmak. Jeter à terre: Yere şiddetle vurmak; yumruklarım sıkıp -in üzerine
düşürmek, yere atmak, yıkmak. Jeter de la atılmak, saldırmak. S'en jeter un, s'en jeter un
poudre aux yeux: Göz boyamak, göz derrière la cravate: tkz. Bir kadeh yuvarlamak,
kamaştırmak. Jeter de l'huile sur le feu: Yangına bir tek atmak.
körükle gitmek, kızıştırmak. Jeter les dés: Zarları jeteur, euse od. Büyücü.
atmak, gemileri yakmak, kesin karar vermek. jeton er. (Kumarda, telefonda, garsonların kasa ile
Jeter des pierres dans le jardin de qn: -e taş atmak, hesaplaşmasında vb kullanılan) Marka, jöton
söz dokundurmak. Jeter feu et flamme: Ateş (Jeton de téléphone. Jetons servant à la roulette), f
püskürmek. Jeter la pierre à qn: -i suçlamak, Faux jeton: tkz. İkiyüzlü, dalkavuk, düzenci,
töhmet altında bırakmak. Jeter l'argent par la dümenci. Jeton de présence: Huzur hakkı. Vieux
fenêtre: Parasını har vurup harman savurmak, jeton: tkz. Moruk, babalık. Avoir les jetons: hlk.
hesapsız harcamak, sokağa atmak. Jeter le froc Korkmak, ödü kopmak, üç buçuk atmak. Donner
aux orties: Papazlıktan, keşişlikten vazgeçmek. les jetons à qn: -i korkutmak, ödünü patlatmak.
Jeter le gant à qn: -e meydan okumak; -e hodri Prendre un jeton: hlk. Sevişme sahnelerini gizlice
meydan demek ; -i düelloya davet etmek. Jeter des dikizlemek.Sepayer un jeton:Göz banyosu yapmak.
pommes cultes à: -i domates çürüğüne tutmak; jettatore er. ît. Büyücü.
yuhalayıp taşlamak. Jeter qch à la tête de qn, au jettatura diş. ît. 1. Kem göz, nazar 2. Büyü; büyü
nez de qn: -i birinin hep başına kakmak, hep yapma.
gözüne sokmak, hep ortaya dökmek. Jeter des j e u er. 1. Oyun (Interrompre le jeu des enfants. Jeu
perles aux pourceaux, aux cochons: Köpeğe gem de saute-mouton, jeu de marelle, jeu de balle, jeu
vurmak, birine yaraşık olmadığı biçimde de coltin-maillard). 2. Oyun takımı (Un jeu de
davranmak; bilgisini boş yere harcamak; eşeğe cartes, un jeu de dames). 3. Oyun alam (La balle
altın semer vurmak. Jeter qch en moule: -i kalıba est sortie du jeu. Un joueur qui a été mis hors jeu).
dökmek. Jeter qch sur papier: -i kâğıda geçirmek, 4. (İskambilde bir oyuncunun elindeki) Kâğıtlar
yazıya dökmek, yazmak. Jeter les yeux sur qch: (Tenir son jeu dans la main. Ne pas laisser voir son
Gözlerini -e dikmek, -i "far ket mek. Jeter son jeu). S. (Çalgı) Çalış (Le jeu brillant d'un
dévolu sur qch: -e göz koymak, -e göz dikmek, -i violoniste). 6. (Sahnede) Oynayış, oyun tarzı (Le
yeğlemek, seçmek. Jeter sa langue aux chats, aux jeu d'un acteur. Un jeu très sobre). 7. Kumar
chiens: (Bir bilmece vb) Bulamamak, (Aimer le jeu. Se ruiner au jeu). 8. Düzgün
çözememek; çözemeyeceğini kabul edip işleme, çalışma (Le jeu d'un ressort, d'un verrou.
vazgeçmek. Jeter sa poudre aux moineaux: Le jeu des muscles, des doigts). 9. Tam takım (Un
Boşuna yorulmak, dil dökmek. Jeter un sort à qn: jeu de clefs). 10. Oyun, numara (C'est un jeu, ce
-e büyü yapmak. Jeter un voilesur qch: -in üzerine n'est pas sérieux). 11. Aralık, açıklık (Donner du
perde çekmek, sünger çekmek. Jeter bas: 1. jeu à une fenêtre, à un tiroir. Jeu d'un cylindre). 12.
Havaya uçurmak (Jeter bas une cheminée (Kumarda ileri sürülen) Para, koz (Jouer petit jeu,
d'usine). 2. Devirmek, yere yıkmak (Jeter bas un jouergrosjeu. Faites vos jeux). 13. Oyunun kuralı,
arbre). Jeter qch au feu: Yakmak, ateşe atmak uyulması gereken kurallar (C'est le jeu: Kural bu,
(Jeter au feu des lettres compromettantes). Jeter les oyunun kurah böyle. Ce n'est pas de jeu: Olmaz;
brasautourducoudeqn: -i kucaklamak, kollanm oyunun kuralında bu yok, bu kurala uygun değil).
boynuna dolamak. §Sejeter: 1. Atılmak, atlamak § Jeu de mot: Sözcük oyunu (Faire un jeu de mot).
(Se jeter à l'eau, se jeter par la fenêtre). 2. Jeud'esprit: Şaka. Jeu d'enfant: Çocuk oyuncağı,
(Akarsular için) Dökülmek (La Durance se jette basit şey, ciddilikten uzak şey (Ce n'est pas jeu
dans le Rhône). 3. Se jeter dans qch: a) -e atılmak, d'enfant). D'entrée de jeu: Hemen, daha baştan,
girişmek (Se jeter dans une lutte, dans une affaire). başlar başlamaz (D'entrée de jeu, il posa la
b) -ile birleşmek, kavuşmak (L'endroit où la rue question essentielle). Par jeu: Keyf için, zevk için
jeun 792 jeunot

(Agir par jeu. Il l'a fait par jeu). Jeu de main, jeu de ağzına tek bir lokma koymamış olmak,
vilain: El şakası, eşek şakası. Le jeu n'en vaut pas jeune s. 1. Genç (Un jeune homme, une jeune
la chandelle: Kılınan namaz ürkütülen kurbağaya femme, une jeune fille). 2. Taze, dinç (Une jeune
değmez. Heureux au jeu, malheureux en amour: plante, un jeune visage. Restez jeune). 3. Yaşı
Kumarda kazanan sevgide yitirir. Les jeux sont küçük, genç (Un jeune professeur, un jeune
faits : Zarlar atıldı,olan oldu artık,değişebilecek écrivain). 4. Yeni kurulmuş, genç (Unejeune
bir şey yok artık. Avoir beau jeu: Kolaylıkla üstün république, une jeune industrie) 5. Toy,
çıkacak durumda olmak, rahat rahat deneyimsiz, saf (Il est jeune et facile à tromper). 6.
kazanabilecek durumda olmak. Avoir beau jeu de tkz. Az, yetmez, yetersiz (Cent francs! C'est un
f. qch: Rahat rahat -cek durumda olmak (ila beau peu jeune). 7. Küçük, yavru (Jeune chien, jeune
jeu de vous reprocher maintenant votre dédain). chat. Gaieté de jeune animal). 8. Jeune de qch: -si
Bien jouer son jeu: Oyununu iyi oynamak, genç, -si dinç (Etre jeune de corps, de visage, de
numarasını iyi yapmak. Cacher son jeu: Niyetini cœur). 9. bel. a) Genç, genç yaşta (Mourir jeune).
saklamak, numarasını hiç belli etmemek. Entrer b) Gençler gibi (S'habiller jeune). § Faire jeune:
dans le jeu: Oyuna girmek, başlamak, bir işe Genç görünmek, dinç görünmek (Il fait encore
katılmak. Entrer dans le jeu de qn: 1. -in işine jeune). Faire plus jeune que son âge: Yaşından
katılmak, kazancına ortak olmak. 2. -in yanını genç göstermek. Etre jeune dans le métier:
tutmak, -den yana olmak. Entrer en jeu: 1. İşin Mesleğinde henüz toy olmak, deneyimsiz olmak,
içine girmek, karışmak, müdahele etmek (Des acemi olmak. 10. ad. Genç, delikanlı
forces puissantes sont entrées en jeu). 2. mec. Söz (L'intolérance des jeunes. Les jeunes et les vieux).
konusu olmak, işin içine girmek (Il y a d'autres 11. ad. (Hayvanlar için) Yavru (Chatte qui va
facteurs qui entrent en jeu). Etre pris à son propre avoir des jeunes).
jeu: Kendi oyununa gelmek, kazdığı kuyuya jeflne er. 1. Oruç (Le jeûne du Ramadan, du carême.
düşmek. Etre vieux jeu: 1. Modası geçmiş olmak Observer le jeûne: Oruç tutmak. Rompre le jeûne:
(C'est vieux jeu). 2. Beğenisi çağının beğenisine Oruç bozmak). 2. Perhiz (Jeûne prescrit à titre
uymamak, çağının gerisinde kalmak (Il est vieux médical. Le médecin prescrit un jeûne complet
jeu). Faire le jeu de qn: İstemeden -e yardım etmiş pendant trois jours). 3. mec. Yoksunluk (Ne pas
olmak; -in ekmeğine yağ sürmek. Jouer gros jeu: pouvoir lire est un véritable jeûne pour l'esprit).
1. Kumarda büyük parayla oynamak. 2. Tehlikeli jeûner gsz. 1. Oruç tutmak (Les musulmans jeûnent
bir işe girişmek, büyük oynamak. Jouer franc jeu: pendant le Ramadan). 2. Perhiz yapmak (Un
Apaçık olmak, oyunu ortada olmak, saklısı gizlisi malade qui jeûne). 3. Hiçbir şey yememek, aç
olmamak. Jouer double jeux: İkili oynamak, iki acına durmak (Son manque d'argent l'obligeait
yanı da kollamak. Jouer le jeu: Bir şeyin, bir parfois à jeûner tout un jour).
oyunun kurallarına uymak. Jouer le grand jeu: jeunesse 1. Gençlik (Un péché de jeunesse. Dans
Amacma ulaşmak için elinden geleni yapmak, le temps de ma jeunesse). 2. Dinçlik, tazelik,
varını yoğunu ortaya koymak. Mettre en jeu: gençlik ( La jeunesse de son cœur, de son visage). 3.
Tehlikeye sokmak, yitirmeyi göze almak, ortaya (Bir şeyin) İlk yıllan (La jeunesse d'une industrie).
koymak (Mettre en jeu d'importants capitaux). 4. Tazelik, yenilik (La jeunesse d'un vin, d'une
Tirer son épingle du jeu: Bir işten ustaca eau-de-vie, d'un arbre). S. Gençler, gençlik
sıyrdmak, tereyağından kıl çeker gibi sıyrılmak, (Instruire la jeunesse. Lectures, spectacles pour la
paçasını kurtarmak. Se faire un jeu de qch: -in jeunesse). 6. (Eski) Gençkız, körpe, taze
üstesinden kolayca gelmek (Se faire un jeu des (Vieillard qui épouse une jeunesse). 7. ç. Gençlik
difficultés). Se faire un jeu de f. qch: -mekten kolu, gençler (Les jeunesses hitlériennes). §N'être
hoşlanmak, -mekle eğlenmek (Il se fait un jeu de plus de la première jeunesse: Artık genç
contredire son adversaire). Se piquer au jeu: olmamak, yavaş yavaş yaşlanmak. Les voyages
Yılmamak, direnmek, ayak diremek. Voir clair forment le jeunesse: Çok gezen çok bilir. Si
dans le jeu de qn: -in niyetini anlamak, oyununu jeunesse savait, si vieillesse pouvait: Gençler
sezmek. bilmez, yaşhlannsa gücü yetmez,
jeudi er. Perşembe. § La semaine des quatre jeudis: jeunet, te s. tkz. Pek genç, toy; gencecik (Elle est
Çıkmaz ayın son çarşambası; hiçbir zaman (II encore bien jeunette).
vous remboursera la semaine des quatre jeudis). jeûneur, euse ad. Oruç tutan, oruçlu,
jeun (à) bel. Aç karnına, aç acına (Il faut prendre ce jeunot er. tkz. Genç, delikanlı, tıfıl (Un petit
remède à jeun). § Etre à jeun: Aç karrnna olmak, jeunot).
jiu-jitsu 793 joliment

jiu-jitsu er. Japon güreşi. yakasını bir araya getirmek (Je n'arrive pas à
joaillerie diş. 1. Cevahir, mücevher. 2. joindre les deux bouts). § Se joindre: 1.
Cevahircilik, mücevhercilik (Travailler dans la Kavuşmak, birleşmek (Les mains se joignent). 2.
joaillerie) 3. Cevahirci dükkânı, mücevherat Se joindre à: a) -e karışmak (Se joindre à la foule).
dükkânı (Une grande joaillerie parisienne). b) -e katılmak, -ile birleşmek (Il s'est joint à nous
joaillier, ère s. vead. Cevahirci, mücevheratçı. pour demander la levée de la punition), c) -e
job er. tkz. İş (Etudiant qui cherche un job). § katılmak, "iştirak etmek (Se joindre à la
Monter le job à qn: -in kafasını çelmek, kafasını discussion, à la conversation, au débat), d) -e
doldurmak, -i aldatmak, girmek, üye olmak (Se joindre à un parti).
jobard, es. vead. tkz. Aptal, ahmak, enayi, safdil, joint, es. 1. Bitiştirilmiş, bağlanmış ( Objets joints en
jobarder gçl. Aldatmak, kandırmak, enayi yerine faisceau). 2. Kavuşturulmuş, birleştirilmiş
koymak. (Mains jointes pour laprière). 3. Birleştirilmiş, bir
jobarderie, jobardise diş. tkz. Aptallık enayilik araya getirilmiş, birleşik (Efforts joints). 4. Joint
saflık, ahmaklık, à: -e ekli, eklenmiş (Lettre jointe à un paquet.
jockey er. Cokey, binici, Clause jointe à un traité). § Ci-joint: Ekte, buna
jocrisse er. Aptal, enayi, safoğlan. bağh olarak, ilişikte (Vous trouverez ci-joint la
joie diş. 1. Se vinç ("La joie et la douleur. Crisdejoie). copie du document. Ci-joint la copie).
2. Zevk, sevinç kaynağı (C'est une joie de vous jointer. 1. Aralık, açıklık (Remplir un joint avec du
recevoir). 3. ç. Zevk ve eğlence, "nimetler (Les plâtre. Joints d'une fenêtre). 2. Eklem (Le joint de
joies de la vie). 4). ç. mec. Sıkıntı, "dert, cilve (Les l'épaule, du genou). 3. mec. tkz. Püf noktası
joies du mariage. Encore une panne, ce sont les (Chercher, trouver le joint). 4. Conta (Joint de
joies de la voiture!). § A cœur joie: Doyasıya, robinet). 5. argo. Esrar, uyuşturucu,
canının istediğince (Il s'est enfoncé à coeur joie jointée diş. Yan yana iki avucun alabildiği miktar,
dans la méditation). Fille de joie: Orospu, "fahişe. hapaz (Une jointée d'orge).
Bondir, sauter de joie: Sevincinden zıplamak, jointif, ive s. Bitişik, kenarları birbirine değen
havaya sıçramak. Eprouver de la joie: Sevinç (Planches jointives).
duymak. Etre au comble de la joie: Sevincin jointoiement er. *Bitişgeleme, duvar taşlarının
doruğunda olmak, çok sevinmek. Etre transporté arasına harç koyma, "derz etme; derz olma.
de joie: Sevinçten kendinden geçmek. Etre fou de jointoyer gçl. Bitişgelemek, duvar taşlarının
joie, ivre de joie: Sevinçten deli olmak, kendinden araşma harç koymak, derz etmek,
geçmek. Etre en joie: Sevinçli olmak. Mettre qn en jointoyeur er. Derz yapan işçi, derzci,
joie: -i sevindirmek. Ne plus se sentir de joie: "bitişgelemci.
Sevincine diyecek olmamak, çok mutlu olmak, jointure diş. 1. Eklem (Jointure des doigts. Faire
çok sevinmek. Se faire une joie de f. qch: -mek craquer ses jointures). 2. Bitişme yeri; bitişme
kendisi için bir zevk olmak (Il s'est fait une joie de biçimi; *bitişge, *bitişgi.
nous accompagner). S'en donner à cœur joie: joker er. tng. (İskambilde) Joker.
Zevkten dört köşe olmak, sonsuzca sevinmek, joli , e s. 1. Hoş, sevimli, şirin, cici, güzel (Jolie
joindre gçl. 1. Bitiştirmek (Joindre les deux bouts de femme, jolie fille, joli garçon. Elle a de jolies
la ficelle par un nœud). 2. Kavuşturmak (Joindre jambes). 2. Hatırı saydır, önemli, epeyce,
les mains). 3. Birleştirmek (Le sang les avait oldukça çok (Obtenir de jolis résultats. Avoir une
joints, l'intérêt les sépare. Il nous faut joindre nos jolie situation, de jolis bénéfices). 3. (Alaylı, ters
efforts). 4. Bulmak, ilişki kurabilmek, konuşmak anlamda) İyi, doğrusu çok iyi (Tu lui asjoué un joli
(Je l'ai joint par téléphone. Je n'arrive pas à le tour! Elle est jolie, votre idée!). 4. Eğlenceli,
joindre pour lui parler de cette affaire) 5. güldürücü (Un. joli mot). S. er. Hqş, sevimli (Le
Kavuşmak, katılmak "iltihak etmek (Régiment joli et le beau). 6. er. Hoş yanı, hoş taraf; işin hoş
quijoint sa division). 6. Joindre qch à: a) Bir şeyi -e yanı (Le plus joli de l'histoire, c'est que tu es plus
katmak, -ile birleştirmek (Joindre l'utile à ignorant que lui). 7. er. tkz. Çok kötü; doğrusu
l'agréable. Joindre le geste à la parole), b) Bir şey i çok güzel (Ters anlamda) (C'est du joli d'agir
-e eklemek (Je joins à cette lettre un chèque de cent dans son dos!). § Faire le joli cœur: Kibar
francs. Joignez ce témoignage aux autres). 7. gsz. görünmeye çalışmak, kibarlık numarası yapmak,
İyice kavuşmak, kapanmak, birleşmek (Planches joliesse diş. Hoşluk, şirinlik, sevimlilik, cicilik (La
qui joignent bien. Porte qui joint). § Joindre les joliesse de ses gestes).
deux bouts: İki ucunu bir araya getirmek, iki joliment bel. 1. Hoş bir şekilde (Il est joliment
jonc 794 jouer

habillé). 2. Çok, pek (Ça arrangerait joliment nos oynamak. 3. (Bir çalgıyı) Kötü ve isteksiz çalmak,
affaires). joubarbe diş. bitb. Damkoruğu.
jonc er. bitb. 1. Saz, hasirotu (Un panier de jonc). 2. joue diş. 1. Yanak (Se farder les joues. Avoir des
Hezaren baston (Il fouettait l'air avec un jonc dont joues creuses, pendantes, rebondies, rouges,
la pomme d'or brillait). 3. Kaşsız yüzük, düz halka pâles. Avoir de grosses joues). 2. Yan yüz, yanlık
yüzük (Il portait au doigt un jonc d'or). (Joue d'un fauteuil, d'un canapé). § Coup sur la
joncer gçl. Sazla örmek, hasırotuyla örmek, hasır joue: Tokat, sille. Coucher, mettre qch en joue:
geçirmek (Joncer une chaise, un fauteuil). Nişan almak için -i yanağına dayamak (Mettre,
jonchée diş. 1. Törenlerde yere serilen çiçek, dal, coucher en joue un fusil, une carabine). Coucher,
vb. 2. Yere saçılmış şeyler. 3. Lor peyniri. 4. mettre, tenir qch en joue: -e nişan almak
İçinde lor peyniri yapılan saz sepet, (Coucher, mettre, tenir une cible, un ennemi en
joncher;;/. 1. Örtmek, kaplamak, doldurmak (Des joue). Embrasser qn sur la joue, sur les joues:
feuillets déchirés jonchaient le tapis). 2. (Bir şeyin Birini yanağından, yanaklarından öpmek.
üzerinde) Saçılmak, yayılmak, dağılmış Tendre l'autre joue: (İsa'nın yaptığı gibi,
bulunmak (Des débris jonchaient le sol). 3. kendisine bir tokat vurana) Öbür yanağını
Joncher qch de qch: Bir şeyi -ile kaplamak, uzatmak. Se caler les joues: hlk. Yemek,
doldurmak (Joncher un ehemin de fleurs, de avurtlarını şişire şişire yemek. En joue! yada
rameaux). 4. Etre jonché de: -ile kaplanmak, yalnızca Joue!: Nişan al! Nişan!
örtülmek, dolu olmak (Terre jonchée de feuilles, jouer gsz. I . Oynamak (Les enfants jouent dans le
de fleurs. Champ de bataille jonché de cadavres). jardin). 2. Şaka yapmak (Ce n'était pas sérieux,
jonchère, jonchaie, joncheraie diş. 1. Sazlık. 2. Saz c'était pour jouer. Il dit ça pour jouer). 3. (Bitişik,
yığını. yapışık şeyler için) Yerinden oynamak, atmak,
jonction diş. 1. huk. Birleştirme (Jonction des ayrılmak (Panneau de bois qui joue. Meuble qui
causes: Dâvaların birleştirilmesi). 2. Birleşme, joue). 4. İşin içine girmek, etkisi olmak, söz
birleştirme (Point de jonction. Jonction de deux konusu olmak, önem taşımak (La question
routes. Jonction de deux rivières par un canal). 3. d'intérêt ne joue pas entre nous). 5. Kumar
Birleşme yeri, kavuşma yeri. § A la jonction de: -in oynamak (Il boit et il joue). 6. Jouer avec: a) -ile
birleştiği yerde, kavuştuğu yerde (A la jonction oynamak, eğlenmek (Jouer avec sa poupée). b)-i
des deux lignes de chemin de fer). tehlikeye sokmak, -ile oynamak (Il joue avec sa
jongler gsz. 1. Hokkabazlık yapmak, gözbağcılık santé, sa tête). 7. Jouer à qch: (Oyun ve spor)
yapmak, elçabukluğu gösterileri yapmak. 2. Oynamak (Jouer aux cartes, aux dominos, aux
Jongler avec: a) -ile hokkabazlık yapmak, échecs. Jouer à cache-cache, au tennis, au football,
elçabukluğu gösterileri yapmak (Clown qui à saute-mouton, à la marelle). 8. Jouer à qn:
jongle avec des boules), b) -ile u s n e a oynamak Kendine ...süsü vermek, ...geçinmek (Jouer au
(Jongler avec des mots, des idées, des chiffres). grand seigneur, jouer au grandsavant). 9. Jouer de
jonglerie diş. 1. Elçabukluğu, gözbağcılık, qch: a) (Çalgı) Çalmak (Jouer du piano, du
hokkabazlık. 2. (Kötü anlamıyla) Hokkabazlık, violon, de l'acordéon, de la mandoline), b) -i iyi
jongleur, euse ad. 1. Hokkabaz (Les tours d'un kullanmak, -in kullanmasını becermek (Jouer du
jongleur), 2. mec. Hokkabaz;-i ustalıkla kullanan couteau, du bâton, du revolver), c) -i sömürmek,
(Ce poète est un jongleur de mots). 3. er. -den yararlanmak (Jouer de son ascendant, de son
(Ortaçağda) Saz şairi, infirmité), d) -li olmak, -içinde yüzmek (Jouer de
jonque diş. (Uzakdoğuda kullanılan) Yelkenli, malheur, de bonheur, de malchance). 10. Jouer
jonquille diş. 1. Fulya, fulya çiçeği. 2. er. Beyaz ile sur: a) -üzerinde oynamak (Jouer sur les mots), b)
san karışımı renk. 3. s. değişmez. Fulya sarısı; -in üzerinde vurgunculuk yapmak (Jouer sur les
beyaz-sarı (Une robe jonquille). grains) c) -den yararlanmaya çalışmak, umudunu
jordanie diş. Ürdün. -e bağlamış olmak (Jouer sur la victoire, jouer sur
la misère d'autrui). 11. gçl. Jouer qn: -i aldatmak,
jordanien, ne s. ve ad. Ürdünlü; Ürdün ve
oyunagetirmek (Ilm'a joué). 12. gçl. Jouer qch: a)
Ürdünlü'lere değgin,
.. .oynamak, -i oynamak (Jouer unpion, une carte.
jota diş. Bir İspanyol dansı,
Jouer pique), b) Temsil etmek, canlandırmak,
jouable s. Oynanabilir (Cette pièce n'est pas
oynamak (Jouer une tragédie, un rôle), c) Çalmak
jouable).
(Jouer un concerto, jouer Mozart, jouer du
jouailler gsz. 1. Eğlence olsun diye ufak parayla
Mozart), d) -imiş gibi geçinmek (Jouer les
kumar oynamak. 2. (Bir oyunu) Kötü ve isteksiz
jouer 795 joug

incompris, les victimes), e) Yalancıktan peau: Kellesiyle oynamak, canını tehlikeye


...içindeymiş gibi yapmak, duyuyormuş gibi atmak. Jouer son dernier atout: Son kozunu
görünmek (Jouer la douleur, le désespoir, oynamak. Jouer sur le velours: (Kumarda)
l'étonnement). 1) -i andırmak (Des candélabres de Kânyla oynamak; tehkileye girmeden
zinc jouant le bronze), g) Tehlikeye atmak (Jouer davranmak. Jouer un jeu dangereux: Tehlikeli bir
sa fortune, sa réputation). § Faire jouer qch: a) -i oyun oynamak, tehlikeli bir işe girişmek. Jouer un
oynatmak, hareket ettirmek (Faire jouer la clef jeu d'enfer: (Kumarda) Çok para dönen bir oyun
dans la serrure), b) -i fışkırtmak (Faire jouer les oynamak. Jouer un tour a qn, jouer un mauvais
eaux). Jouer à la baisse: Mal ve hisse senedi tour à qn: Birine bir oyun oynamak, alicengiz
fiyatlarının alçalışından kazanç sağlamak. Jouer à oyunu oynamak. Jouer un tour de cochon à qn:
la hausse: Karaborsacılık, "ihtikâr yapmak. Mal Birine çok kötü bir oyun oynamak. § Se jouer: 1.
ve hisse senedi fiyatlarının yükselişinden kazanç Oynanmak; temsil edilmek, gösterilmek (La
sağlamak. Jouer à pair ou impair: Tek mi çift mi pièce se joue à la Comédie-Française). 2.
oynamak. Jouer à pile ou face: Yazı mı tura mı Eğlenmek (Plus il cherche à se jouer
oynamak. Jouer à quitte ou à double, jouer quitte innocemment, plus il se trouble et s'amollit). 3.
ou double: Ya ödeşiriz yada iki katım alırsın diye (Müzik) Çalınmak (Un concerto qui s'est bien
bir oyun daha oynamak. Jouer au corbillon: mec: joué). 4. Sejoueràqn, àqch: -e saldırmak, çatmak
Boş ve gereksiz şeylerle zaman öldürmek. Jouer (Ne vous jouez pas à lui, à cela, vous vous en
aux courses: Atyarışı oynamak. Jouer au petit repentirez). 5. Se jouer de: a) -ile alay etmek (ilse
soldat: Caka satmak, açıkgöz geçinmeye joue de nous) b)-e aldırmamak ,meydanokumak,
çalışmak. Jouer au plus fin: Karşısındakinden vız gelir tırıs gider demek, -den tınmamak, -i
daha açıkgöz davranmak, açıkgözlük yapmak. önemsememek (Un rocher escarpé qui se joue de
Jouer avec le feu: Ateşle oynamak, tehlikeli bir la rage des vents) c)-in üstesinden kolaycagelmek
şeyle oynamak. Jouer cartes sur table: Açık (Se jouer des difficultés), d) -ile canımn istediği
davranmak, içten davranmak. Amacını açıkça gibi oynamak (Vous vous jouez de la vie des
söylemek, saklısı gizlisi olmamak. Jouer de l'épée hommes).
à deux talons: Erkekliğin on koşulu varsa dokuzu jouet er. 1. Oyuncak (Jouets pour fillettes, pour
kaçmak biri hiç görünmemektir deyip kaçmak. garçons). 2. Alay edilen, üstüne gülünen,
Jouer des coudes: İtip kakmak, dirseklemek, bir oyuncak gibi kullanılan kimse. § Etre le jouet de
kalabalıkta kendine yol açmak için onu bunu qch: -in kurbanı, tutsağı olmak (lia été le jouet de
itmek. Jouer des flûtes: tkz. Topukları belini ses illusions). Servir de jouet à qn: -in elinde
dövmek, arkasına bakmadan kaçmak. Jouer des oyuncak olmak, şamaroğlanı olmak.
jambes: Topukları kıçına değmek, kaçıp gitmek, joueur,euse ad. 1. Oyuncu (Un grand joueur
tabanları yağlamak.Jouer des mâchoires: d'échecs. Joueur de football, de tennis). 2. Çalan,
Yemek, çenesi çalışmak. Jouer des mandibules: çalıcı, çalgıcı (Un joueur de flûte, de saxophone).
tkz. Yemek, atıştırmak. Jouer double jeu: İki 3. s. ve ad. Oynamayı seven (Un enfant joueur.
yanlı oynamak, yanıltmak için ikiyüzlü Elle est une joueuse passionnée). 4. s. ve ad.
davranmak. Jouer franc jeu: Oyunu ortada Kumarcı (Les joueurs du casino. Un joueur
olmak, açık yüreklilikle hareket etmek, saklısı malchanceux). S. Oynayan; oynatıcı (Joueur de
gizlisi olmamak. Jouer de son reste: Son kozunu farces, de marionnettes).
oynamak, varını yoğunu ortaya koymak. Jouer joufflu,e s. 1. Tombul yanaklı, şişkin yanaklı (Un
gros jeu: a) Büyük bir tehlikeye atılmak, b) Büyük bébé joufflu). 2. ad. Tombul yanaklı, alyanak
parayla kumar oynamak. Jouer la belle: Kimde (C'était une grosse joufflue).
kaldıyı oynamak, kim kazandı kim yitirdi diye joug er. 1. Boyunduruk (Le joug est relié au timon).
üçüncü bir oyun daha oynamak. Jouer la comédie: 2. mec. Boyunduruk, zincir, bağımlılık, tutsaklık
Numara yapmak, duymadığı bir duyguyu (Le joug du mariage, de l'ennemi). 3. Terazi kolu.
duyuyormuş gibi hareket etmek, sevmediği halde § Briser, rompre, secouer le joug: Tutsaklık
sever görünmek. Jouer le grand jeu: Amacına zincirini kırmak, boyunduruktan kurtulmak.
ulaşmak için elinden geleni yapmak, varını Imposer un joug à qn: -boyunduruk altına almak.
yoğunu ortaya koymak. Jouer les grandes Mettre qn sous le joug: -i boyunduruk altına
coquettes: (Kadın) Cilve yapmak. Jouer le tout almak, kendine bağımlı kılmak, tutsaklaştırmak.
pour le tout: Ya hep ya hiç demek. Jouer sa Tomber sous le joug de qn: -in boyunduruğu altına
dernière carte: Son kozunu oynamak. Jouer sa girmek.
jouir 796 journée

jouir gsz.l. Jouir de qch:a)-den yararlanmak,-si var devenues insignifiantes). De jour: 1. Gündüz,
olmak,-in iyesi olmak,-e sahip olmak (Jouir d'un gündüzleyin (Travailler de jour). 2. Nöbetçi,
bien, d'une grande richesse), b) -in tadını nöbette olan (L'officier de jour. Etre de jour:
çıkarmak (Jouir de la vie) c) -e kavuşmak, erişmiş Nöbetçiolmak, nöbette olmak). De tous les jours:
olmak, elde etmek (Jouir des droits civils, d'un Her günkü, her zaman görülen, alışılmış,
droit). 2. Cinsel doyuma ulaşmak, gündelik. Du jour au lendemain: Akşama sabaha
jouissance diş. 1. huk. Yararlanma, "tasarruf, (Du jour au lendemain tout peut changer). De jour
kullanma (Avoir la libre jouissance d'un en jour: Günden güne, gün be gün. D'un jour à
appartement dès son achat. L'usufruitier a la l'autre: Günden güne. Jour et nuit: Gece gündüz.
jouissance d'un bien sans en avoir la propriété). 2. Par jour: Günde (Il gagne cinquante livres par
Tad, zevk ( E p u i s e r toutes les jouissances de la vie). jour). Attenter à ses jours: İntihara kalkışmak.
jouisseur,euse s. ve ad. Zevkine düşkün, vur Donner le jour à: -i doğurmak, dünyaya getirmek ;
patlasın çal oynasın diyen, zevkten eğlenceden -e vücut vermek. Etre clair comme le jour: Gün
başka bir şey düşünmeyen (Elle estjouisseuse. Un gibi açık olmak. Etre comme le jour et la nuit:
jouisseur paresseux et égoïste). Taban tabana zıt olmak, akla kara gibi birbirinin
joujou er. 1. (Çocuk dilinde) Oyun. 2. Oyuncak (Le tersi olmak. Etre dans un jour de gaieté, de bonne
joujou est la première initiation de l'enfant à l'art). humeur: Neşeli bir gününde olmak. Etaler,
§ Faire joujou avec: (Çocuk dilinde) -ile oynamak exposer qch au grand jour: -i açıklamak, gözler
(Faire joujou avec une poupée). önüne sermek, ortaya dökmek. Mettre au jour:
joule er. fiz. Jul. Bulmak, gün ışığına çıkarmak (Ona mis au jour
jour er. 1. Gün ışığı (Laisser entrer le jour dans une les restes d'une ville ancienne). Mettre qch à jour:
chambre). 2. G ü n , güneş (Lespremières lueurs du -i açıklamak, aydınlığa kavuşturmak. Percer à
jour. Le jour se lève, le jour baisse). 3. (Süre jour: (Bir gizi) Bulmak, ortaya çıkarmak,
olarak) G ü n (La conférence durera trois jours). 4. "keşfetmek. Prendre jour: Gün almak, randevu
Gündüz (Le jour et la nuit). 5. Aydınlık, ışık (Le almak. Recevoir lejour, voir lejour, venir aujour:
jour d'une lampe). 6. Pencere, ışık alacak yer, ışık Doğmak, dünyaya gelmek. Se faire jour:
deliği (Percer un jour dans une muraille). 7. Aydınlanmak, ortaya çıkmak (La vérité
Gözenek,"ajur (Faire des jours à un mouchoir). 8. commence à se faire jour). Vivre au jour le jour:
Gün, kabul günü (C'est son jour. J'aimon jour, le Yarınını düşünmeden gününü gün etmek. Voir le
mercredi où je reçois). 9. Hava (Jours d'orage, de jour: 1. Doğmak, dünyaya gelmek (Il a vu le jour
gelée). 10. Kısa bir süre (L'homme vit un jour sur dans un petit village). 2. Gün ışığına çıkmak,
la terre). 11. D ö n e m ; an (Nous avons passé des yayınlanmak (Son roman a vu le jour dix ans après
jours critiques). 12. ç. Yaşam, "hayat (Couler des sa mort).
jours heureux. Finir ses jours). § Demi jour: Zayıf journal er. 1. Günlük, günce (Tenir un journal.
ışık. Faux jour: Gözü aldatan parlaklık, yalancı Ecrire son journal. Le journal de Gide). 2. Dergi
ışık. Un jour: 1. Günün birinde, bir gün (Un jour (Journalde mode. Journaux d'enfants). 3. Gazete
tout changera). 2. (Eski) Kısa bir süre (L'homme (S'abonner à un journal. Crieur, vendeur,
vit un jour sur la terre). Derniers jours, vieux jours: marchand de journaux. Lire le journal, son
Yaşlılık, yaşamın son günleri. Les beaux jours: 1. journal).
İlkbahar. 2. Gençlik günleri. 3. Erinç, refah. Le journalier,ère s 1. Gündelik, her günkü (Travail
jour de l'An: Yılbaşı. L'astre du jour: (Şiir journalier). 2. Gündelikçi ( Ouvrier journalier). 3.
dilinde) Güneş. L'ordre du jour: Gündem. Un ad. Gündelikçi, gündelikle çalışan işçi (Un
beau jour: Günün birinde, bir gün (Un beau jour, journalier, une journalière).
vous verrez ce qui arrivera). L'autre jour: Önceki journalisme er. Gazetecilik (Faire du journalisme).
gün, geçen gün. Chaque jour, tous les jours: Her journaliste ad. Gazeteci.
gün. En plein jour: Güpegündüz. A jour: journalistique s. Gazeteciliğe değgin, gazetecilikle
Gözenekli, ajurlu (Broderie à jour). Au jour le ilgili, gazetecilere özgü (Genre, style
jour: Günü gününe (Gagner sa vie au jour le jour). journalistique).
Du jour: 1. Günlük (Des œufs du jour, nouvelles journée diş. 1. Gündüz, gün (Deux journées entières
du jour). 2. Günün, günümüzün, çağımızın (Le ne lui avaient pas suffi pour faire ce travail). 2.
goût du jour, la mode du jour. L'homme du jour, Günlük iş, çalışma (Aller en journée. Instaurer la
c'est le héros du jour). De nos jours: Günümüzde, journée de huit heures). 3. Gündelik, gündelik
çağımızda (De nos jours, les distances sont ücret. 4. Bir günlük yol (Il y a trois journées de
journellement 797 jugement

voyage). § Femme de journée: Gündelikçi kadın, juchoir er. Tünek.


hizmetçi. judaïques. 1. Yahudilere değgin, yahudiliğe değgin
journellement bel. 1. Her gün, günü gününe (Il est (Religion, loi judaïque). 2. Sözcüklere bağlanıp
tenu journellement au courant des nouvelles). 2. sözün özüne varamayan (Traduction,
Her zaman ( Cela se voit journellement). interprétation judaïque).
jout ediş. 1. Cirit oyunu. 2. mec. Çekişme, tartışma, judaïser gsz. 1. Yahudi ayinleri yapmak. 2.
yarışma, düello (Joute oratoire). Sözcüklere bağlanıp sözün özüne varamadan
jouter gsz. 1. Cirit oynamak. 2. mec. Çekişmek, yorum yapmak. 3. gçl. Yahudileştirmek. 4. gçl.
yarışmak, mücadele etmek, Yahudilerle doldurmak, yahudi yerleştirmek,
jouteur er. 1. Cirit oyuncusu. 2. mec. Yarışmacı, judaïsme er. Yahudi dini, yahudilik.
tartışmacı, °hasım (Un rude jouteur). judaïté diş. Yahudilik, yahudi olma.
jouvence diş. Gençlik. § Fontaine de jouvence, eau judas er. 1. Hain (C'est un judas). 2. Dikiz deliği
de jouvence: Gençlik kaynağı, gençlik pınarı, (Judas grillé d'une porte). § Baiser de Judas:
jouvenceau er. hlk. Genç, delikanlı, yeni yetme, Yalancı sevgi, içten olmayan sevgi, ihanet
jouvencelle diş. Genç kız, taze, körpe, öpücüğü,
jouxte ilg. Yanında, yakınında (Jouxte l'église). judicature diş. (Eski) Yargıçlık,
jouxter gçl. -in yanında olmak, yakınında judiciaire s. 1. Tüzel, °adli (Mener une enquête
bulunmak (Des fossés jouxtant la route). judiciaire. Poursuites judiciaires. Une erreur
jovial,es. Güleryüzlü, neşeli, şen (Caractèrejovial, judiciaire. Police judiciaire). 2. Yargılamaya
humeur joviale). değgin, yargılamayla ilgili (ila une grande faculté
jovialement bel. Güleryüzle, neşeyle, judiciaire). 3. diş. Yargılama yeteneği, doğruyu
jovialité diş. Güleryüzlülük, neşelilik, şenlik, yanlıştan ayırma, gücü. § Acte judiciaire: Yargıç
joyau er. 1, Mücevher (Les joyaux de la couronne, önünde yapılan bağıt. Vente judiciaire: Yargıç
d'un diadème). 2. mec. Çok değerli şey, inci (Cette kararıyla yapılan satış,
église est le joyau de l'art médiéval). judiciairement bel. Yargıç kararıyla (La maison fut
joyeusement bel. Neşeyle, neşe içinde, sevinçle, vendu judiciairement).
joyeuseté diş. Şaka, nükte. judicieusement bel. Pek zekice, bilerek; pek
joyeux,euse s. 1. Şen, neşeli (Un homme toujours yerinde olarak (Il m'a fait judicieusement
joyeux). 2. Sevinçli, neşe veren, sevindiren (Une remarquer que j'avais oublié un point important).
joyeuse nouvelle). 3. ad. argo. Afrika taburları judicieux,euse s. 1. Akh başında, iyi düşünen (Un
denen Fransız birliklerine takılan ad, homme judicieux). 2. Akıllıca, akla uygun,
"vurpatlasıncı. yerinde (Il serait plus judicieux de renoncer).
jubarterfi£. hayb. Kambur balina, judo er. Judo (Pratiquer le judo).
jubé er. Kiliselerde köprü biçiminde minber, judoka ad. Judo yapan, judocu,
jubilaire s. 1. Jübileye değgin (Année jubilaire). 2. juge er. 1. Yargıç (Juge assesseur: Mahkeme üyesi.
Elli yıl görev yapmış olan (Docteur jubilaire). Juge auxiliaire: Yargıç yardımcısı. Juge civil:
jubilation^. Sevinç, neşe (Une jubilation intense). Hukuk yargıcı. Juge decommerce: Ticaretyargıcı.
jubilé er. 1. Ellinci yıldönümü, jübile (Fêter son Juge de paix: Sulh yargıcı. Juge d'instruction:
jubilé de mariage). 2. Papazın kimi durumlarda Sorgu yargıcı. Juge pénal: Ceza yargıcı. Juge
katoliklerin günahlarını bağışlaması, militaire: Askeri yargıç. Juge commis, juge
jubiler gsz. tkz. 1. Büyük sevinç duymak, ağzı commissaire: Naib yargıç. Pouvoir d'appréciation
kulaklarına varmak. 2. Jubiler de f. qch: -diğine du juge: Yargıcın takdir hakkı). 2. Yargıcı, seçiçi;
çok sevinmek (Il jubile de voir son équipe gagner). hakem (Les juges d'un concours). § Le souverain
juché,e s. Konmuş, tünemiş, oturmuş, kurulmuş juge: Tanrı. Etre juge et partie: Suçlu da yargıç da
(Maison juchée sur une colline). kendisi olmak, yansız davranması olanaksız
juchée diş. Sülün tüneği, sülünlerin tünedikleri yer. olmak.
jucher gsz. 1. Tünemek (Faisans qui juchent sur une jugement er. 1. Yargılama (Le jugement d'un
branche). 2. mec. Oturmak (Il est allé jucher à un accusé). 2. Düşünme yetisi, ayırdetme yetisi,
septième étage). 3. gçl. Jucher qn, qch sur: sağduyu (Avoir du jugement. Manquer de
Koymak, oturtmak (Jucher les pots de confiture jugement). 3. Düşünce, duygu, oy, kanı (Emettre,
sur l'armoire. Jucher un enfant sur ses épaules). § exprimer, porter un jugement). 4. Yargı, "karar
Se jucher: Oturmak; tünemek (Se jucher sur un (Prononcer un jugement: Kararı "tefhim etmek,
escabeau, sur une branche). bildirmek). Jugement d'acquittement: "Beraat
jugeote 798 juré

karan; aklama, aklanma karan. Jugement juillet).


d'annulation: Bozma karan, "iptal karan. juin er. Haziran (Nous sommes en juin).
Jugement définitif: Kesin karar. Jugement de juiveriediş. 1. Yahudi mahallesi. 2. tkz. Yahudiler,
jonction: Dâvalann birleştirilmesi karan. yahudi topluluğu. 3. Tefeci dükkânı. 4. mec.
Jugement d'exequatur: "Tenfîz karan. Jugement Cimrilik, pintilik, yahudilik.
final, jugement in terminis: "Nihai karar, son jujube er. 1. Çiğde, "hünnap. 2. Çiğde pestili, çiğde
karar. Jugement par défaut: "Gıyap karan, şurubu.
"gıyabî hüküm. Jugement de valeur: Değer jujubier er. Çiğde ağacı, hünnap ağacı,
yargısı, "kıymet hükmü. Jugement de Dieu: julep er. (Eski) Şurup, rahatlatıcı bir şurup,
Ortaçağda ispat edilemeyen dâvalarda iki tarafa juleser. hlk. 1. Oturak. 2. Kabadayı, bıçkın. 3. tkz.
önerilen işkence ki buna en çok dayanan hak Dost, âşık, koca (Elle attend son jules).
kazanırdı. Jugement dernier: Kıyamette yargı julien, nés. Année Julienne: 365günve6saatlikyıl.
günü (La trompette du Jugement dernier). Motifs Calendrier julien: Julius Caesar tarafından
du jugement: Karann gerekçesi. Casser un düzeltilen takvim, Rumi takvim,
jugement: Bir karan bozmak. Rendre un julienne diş. 1. Frenk menekşesi. 2. Sebze çorbası,
jugement: Karar vermek. Revenir sur ses jumeau, jumelle s. ve ad. 1. tkiz (Frères jumeaux,
jugements: Karanndan, düşüncesinden caymak; sœurs jumelles. C'est son frère jumeau. Un
eski düşüncesine dönmek, jumeau, des jumeaux). 2. Çift olarak bulunan,
jugeote tkz. Düşünme yetisi, düşünce, sağduyu, çifte (Lits jumeaux). 3. Birbirine çok benzeyen
juger gçl. 1. Yargılamak (Juger un accusé, un (De petites maisons jumelles bordent la route).
voleur). 2. -de yargıcılık etmek, hakem olarak jumelage er. Kardeş kent ilân etme (Jumelage de
karar vermek (Juger un différend). 3. Paris et de Rome).
Kararlaştırmak, karar vermek (C'est à vous de jumelé, e s. 1. İki kat yapılıp sağlamlaştınlmış;
juger ce qu'il faut faire). 4. -üzerinde bir düşünce ikizleştirilmiş, çift çift yapılmış (Mât jumelé.
ileri sürmek, değerlendirmek (Juger un film, un Fenêtres jumelées, colonnes jumelées). 2. Kardeş
livre, un ouvrage. On le juge à sa juste valeur). 5. ilân edilmiş (Villes jumelées).
Düşünmek, sunmak, kanısında olmak (Il ne juge jumeler gçl. 1. İki kat yapıp sağlamlaştırmak
pas que votre présence soit nécessaire). 6. (Jumeler un mât, une vergue). 2. Kardeş ilân
Sonucuna varmak (Le jury a jugé que l'accusé etmek (Jumeler deux villes).
n'était pas coupable). 7. Juger de: a) -in üzerinde jument diş. Kısrak. § Jument poulinière: mec. tkz.
bir kanıya varmak, -i değerlendirmek (On juge de Çok çocuklu kadın,
sa conduite sans en connaître les véritables jungle diş. İng. 1. Cangl, cengel, balta girmemiş
raisons), b) -i tasarlamak, gözünün önünde orman. 2. mec. Kaba kuvvetin, orman yasasının
canlandırmak, "tasavvur etmek (Vous pouvez geçerli olduğu yer (jungle parisienne).
juger de ma joie quand je le revis! On peut juger junior s. ve ad. 1. Küçük, genç (kardeş). 2. Oğul
aisément du reste). 8. Juger sur qch: -e göre yargı (Dubois junior). 3. (Spor) Küçük, genç (Equipe
yürütmek, -e bakıp karar vermek (Juger sur junior de football. Joueurs juniors).
l'apparence, sur l'étiquette). junte diş. İsp. Cunta (La junte militaire juntes
juger er. Au juger, au jugé: Tahminle, kararlama, révolutionnaires).
kestirmece (Tirer au jugé dans un fourré pour jupe diş. 1. Eteklik (Porter une jupe très courte). 2.
abattre un lapin). Etek (La jupe d'une robe. Relever, trousser ses
juglandacées, juglandées diş. ç. bitb. Cevizgiller. jupes). 3. mec. (Eski) Eksik etek, kadın (Ilssesont
jugulaire s. biy. 1. Boğaza değgin, boyuna değgin broullés pour une jupe). 4. Pistonun yan yüzü.
(Glandes, veines jugulaires). 2. diş. Çene kayışı jupier, ère ad. Yalnız eteklik diken terzi,
(Baisser, serrer la jugulaire). jupitérien, ne s. 1. Jüpiter'e değgin. 2. mec. Sert,
juguler gçl. 1. (Eski) Boğazlamak, boğmak. 2. mec. buyurgan.
Önlemek, önüne geçmek, durdurmak (Juguler jupon er. 1. İç eteklik, içetek. 2. mec. Kadınlar
une crise, une maladie, une révolte, une inflation). kızlar, kan kız (Courir le jupon: Karı kız ardında
juif, ive s. vead. 1. Yahudi (Persécutions subies par koşmak. Aimer le jupon: Kadınlara düşkün
les juifs). 2. Yahudilere değgin, Yahudilikle ilgili olmak).
(Religion juive, le peuple juif). 3. mec. Cimri, pinti juré, e s. 1. Ant içmiş, yeminli (Traducteur juré). 2.
(Ce qu'il est juif!) 4. er. Tefeci, Benzerlerinden üstün, usta. 3. ad. Seçici kurul
juillet er. Temmuz (Soleil de juillet. Il reviendra en üyesi; "jüri üyesi, yargıcı kurul üyesi. § Ennemi
jurement 799 justaucorps

juré: Amansız düşman, Yargıç yada mahkeme görüşü, "kazai içtihat,


jurement er. 1. Olur olmaz ant içme, gereksiz yere jurisprudentiel, le s. İçtihada değgin, içtihadla ilgili
ant içme. 2. (Eski) Sövgü. (Débats jurisprudentiels).
jurer gçl. 1. -e ant içmek, -in üzerine ant içmek, juriste er. Tüzeci, "hukukçu; derin hukuk bilgisi
"yemin etmek (Jurer Dieu, jurer les dieux. Jurer olan kimse; hukuk alanında yazılar yazan,
son honneur de dire la vérité). 2. Jurer sur, par: yapıtlar veren kimse,
-üzerine ant içmek, ile ant içmek (Jurer sur son juron er. 1. Sövgü, küfür (Juron grossier. Lâcher,
honneur, sur le Coran. Jurer par le sang de son pousser un juron). 2. Sövgü olarak kullanılan söz.
père. On ne jure plus que par lui). 3. Jurer qch à jury er. Yargıcılar kurulu (Jury de concours,
qn: Birine ...andı vermek; ant içerek d'examen, de thèse. Jury d'un prix littéraire).
...konusunda söz vermek (Jurer fidélité, juser. 1. (Meyve ve sebzelerden sıkılarak çıkarılan)
obéissance, amitié à quelqu'un). 4. Jurer de f. Su (Jus de tomate, de pomme, d'orange, de
qch: -ceğine söz vermek, ant içmek (ila juré de ne citron). 2, Et suyu (Viande qui cuit dans son jus).
pas recommencer. Le témoin jure de dire la vérité). 3. hlk. Kahve (Un bon jus. Prendre un jus sur le
5. gsz. Sövmek, sövüp saymak (Il jure tout le zinc). 4. hlk. Su, ırmak yada deniz suyu (Tomber
temps). 6. Jurer contre qn, après qn: -e sövmek, dans le jus). 5. hlk. Elektrik akımı (Il n'y a pas de
-in arkasından sövüp saymak (Il jure contre tout le jus). 6. hlk. Zahmet (Ça vaut le jus: Zahmetine
monde, après ses meilleurs amis). 7. gsz. değer). 7. (Eski) Caka, fiyaka (Jeter du jus, juter
Uymamak, yakışmamak, uyuşmamak (Des de son jus: Caka satmak). § Jus de la treille: tkz.
couleurs qui jurent). 8. Jurer avec: -ile İmam suyu, şarap. Laisser cuire qn dans son jus:
uyuşmamak, -e yakışmamak, uymamak (Cette Birini kendi yağıyla kavrulmaya bırakmak, kendi
cravate jure avec votre chemise). 9. Jurer de qch: -i derdiyle başbaşa bırakmak,
kesin olarak ileri sürmek, -konusunda kesin jusant er. coğr. Denizin çekilmesi, gidim, inme.
konuşmak (Il ne faut jurer de rien. On ne doit pas jusqu'au-boutisme er. Aşırılık, bir şeyin sonuna dek
jurer de ce dont on n 'est pas sûr). § Jurer la perte de gitme, nerden incelmişse ordan kırılsın politikası.
qn: -den öcünü alacağına ant içmek, -i yok jusqu'au-boutiste s. ve ad. Aşın; bir şeyin sonuna
edeceğine kesin ant içmek. Jurer comme un dek giden, nerden incelmişse ordan kırılsın diyen.
charretier: Tulumbacı gibi sövüp durmak. Jurer jusque ilg. 1. Jusqu'à: -e dek, değin, kadar (Aller
ses grands dieux: Yemin billah etmek, kutsal jusqu'à Paris, jusqu'à la pharmacie, jusqu'au
bildiği her şey üzerine ant içmek, cinéma. Continuer jusqu'à la fin, vivre jusqu'à
jureur er. 1. (Eski) Yeminli, ant içmiş. 2. (Eski) soixante ans, attendre jusqu'à trois heures). 2.
Küfretmiş; küfürbaz. Kutsal kavramlara hakaret (Başka bir ilgeçle, aynı anlam) (Il l'accompagne
etmiş. jusque chez lui. Je vous attendrai jusque vers dix
juridiction diş. huk. 1. Yargılama yetkisi. 2. heures. Il y demeurera jusqu'après Pâques). 3.
Yargılama alanı. 3. Yargılama kurulu. 4. Aynı Jusqu'à ce que: -inceye dek (Nepartez pas jusqu 'à
nitelikteki işlere bakan mahkemeler (Les ce qu'il soit revenu). 4. Jusqu'à tant que: (Eskive
juridictions commerciales. La juridiction bölgesel) -inceye dek (Plusieurs années
criminelle). s'écoulèrent jusqu'à tant que la mère mourût). §
juridictionnel., le s. ve huk. Yargdamaya değgin, Jusqu'à un certain point: Bir dereceye kadar.
kazaî (Pouvoirjuridictionnel). Jusqu'à concurrence de: -lik bir meblâğa kadar
juridiques. 1. Türel, °adli (Action juridique, preuve (Jusqu'à concurrence de mille francs). Jusqu'à
juridique). 2. Tüzel, "hukuki (Acte juridique: présent: Şimdiye dek. Jusqu'à aujourd'hui:
Tüzel işlem, °hukuki muamele. Personne Bugüne dek. Jusqu'à hier: Daha düne kadar.
juridique: Tüzel kişi, °hükmi şahıs. Question Jusqu'à quand: Nezamana dek. Jusqu'où:
juridique: Tüzel sorun, °hukuki mesele. Science Nereye dek. § Aller jusqu'à f. qch: -meye dek
juridique: *Tüzebilim, hukuk bilimi). gitmek, işi -meye dek vardırmak (Il est allé jusqu'à
juridiquement bel. 1. Adalet açısından. 2. Hukuk prétendre qu'on ne l'avait pas averti). Pousser qch
bakımından (Il est juridiquement dans son tort ). jusqu'à qch, jusqu'à f. qch: Bir şeyi -e kadar
juridisme er. Hukuka bağlılık, hukukşinashk (Faire götürmek, -meye kadar vardırmak (Pousser la
méchanceté jusqu'à la cruauté. Pousser l'audace
preuve d'un juridisme excessif).
jusqu'à forcer une porte).
jurisconsulte er. Tüzeci, hukukçu (Interprétation
jusquiame diş. bitb. Banotu.
de la loi par les jurisconsultes).
justaucorps er. Dizlere dek inen ve vücuda yapışık
jurisprudence diş. 1. "Tüzebilim, "hukuk ilmi. 2.
juste 800 justifier

duran bir çeşit giysi, Mahkemeyle başı dertteolmak.Fairejusticeàqn,


justes. 1. Hakbiiir, âdil (Ilfaut être juste avant d'être rendre justice à qn: -in hakkını teslim etmek,
généreux. Un magistrat juste). 2. Doğru, yerinde hakkım vermek, -e karşı yapılan haksızlığı
(Il n'est pas juste d'agir ainsi). 3. Usa uygun, akla gidermek (La postérité lui rendra justice). Faire
yatkın (Un raisonnement juste). 4. Haklı (Une justice de qn: -i gerçek yerine oturtmak, değeri
belle et juste cause. Une juste guerre). S. Gerçek, neyse ona göre muamele etmek (Le temps a fait
tam (Estimerles choses àleurjuste prix). 6. Doğru, justice de cette renommée usurpée). Faire justice
tam, eksiksiz (L'addition est juste). 7. İyi çalışan, de qch: -i çürütmek, geçersiz kılmak (Il a fait
doğru çalışan (Avoir une montre juste). 8. Tıpatıp justice des accusations portées contre lui). Se faire
(Pantalon juste, chaussures justes). 9. Ancak justice: 1. Ö ç almak (Il décida dese faire justice et il
yetişen, zar zor yeten (Repas trop juste pour dix tua le meurtrier de son fils). 2. İntihar etmek
personnes. Le gigot sera un peu juste pour nous (L'assasin s'est fait justice en se tirant une balle
six). 10. T a m (A la minute juste où vous arrivez). dans la tête).
11. er. Doğru adam, namuslu kişi. 12. er. Tanrıca justiciable s. ve ad. Yargılanabilir (Criminel
makbul kimse; bilge (L'impie observe le juste et justiciable des tribunaux français).
cherche à le faire mourir). 13. bel. Tam (Il sera ici justicier, ire ad. 1. (Eskiden) Kendi bölgesinde
juste à huit heures. Donnez-moi juste ce qu'il me yargılama yetkisi olan derebeyi. 2. Türeyi
faut). 14. bel. Ancak, yalnız, "sadece (Il sait tout koruyan, türeyi yaşatan; güçsüzlerin hakkını
juste lire. Il s'est vendu tout juste cinq cents koruyan, suçluların cezasını veren (kimse),
exemplaires). 15. bel. Tam zamanında, son anda justifiable s. 1. Açıklanabilir, savunulabilir,
(Arriver tout juste). § Ajuste titre: Haklı olarak. gerekçesi bulunabilir (Un choix justifiable). 2.
Au juste: 1. Doğru dürüst, tam olarak (Tu ne sais Haklı bulunabilir, doğru ve yerinde bulunabilir.
pas au juste ce qu'il faut faire). 2. Doğrusu (Au justifiant,e s. Kişiyi Tanrı katında makbul kılan
juste, il avait raison). Comme de juste: Gereği gibi; (Grâce justifiante).
haklı olarak; doğal olarak, "tabii olarak, justificateur,trice s. Aklayıcı, temize çıkana,
"tabiatiyle (Comme de juste, tu t'attendais au justificatif,ive s. Doğrulayıcı, kamtlayıcı, "ispat
succès de ton roman). edici (Les pièces justificatives d'un droit de
justement bel. 1. (Az kullanılır) Türece, adalet propriété).
üzere, adaletçe (Ses efforts ont été justement justification diş. 1. Aklama, temize çıkarma;
récompensés). 2. Haklı olarak, yerinde olarak (Il aklanma, temize çıkma (Qu'avez -vous à dire
craint justement pour son sort). 3. Doğru olarak pour votre justification?). 2. Belge, kanıt
(Pensez un peu plus justement). 4. Tam, tam da (Chercher, fournir des justifications). 3.
(On parlait justement de vous). Açıklama, açıklanma; neden (La justification
juste-milieu er. l.tar. Fransa'da LouisPhilippe'in d'un acte. Demander des justifications). 4.
belirlediği ılımlı hükümet. 2. s. hkr. Suya sabuna Doğrulama, doğrulanma; kanıtlama, kanıtlanma
dokunmayan, ılımlı, ortanın göbekçisi (Il est (Justification d'un paiement). 5. Haklılık,
juste-milieu, botaniste, pansu). yerindelik, doğruluk (La justification d'une
justesse diş. 1. Doğruluk, yanlışsızlık, tamlık (La guerre). 6. (Basımcılıkta) Satırların boyunu ve
justesse d'une balance). 2. Yerindelik, uygunluk sayfalardakisatırsayısınısaptamafLfl/'iMtı/îcan'on
( La justesse d'une comparaison). § De justesse: Kıl et les marges d'un livre).
payı (Eviter de justesse une collision). Gagner de justifier gçl. 1. Haklı göstermek, haklı kılmak (Ne
justesse: (Yarış atları için) Çok az farkla pouvant fortifier la justice, on a justifié la force). 2.
kazanmak, kıl payı kazanmak, Geçerli saymak (Théorie qui justifie les deux
justice diş. 1. *Türe, "adalet (Palais de justice. La excès. La fin justifie les moyens). 3. Aklamak,
justice recherche la justice). 2. Hak (Il faut lui temize çıkarmak (Sa conduite le justifie
rendre cette justice). 3. Türe örgütleri, mahkeme; pleinement. Justifier un ami devant les personnes
yargı (Justice administrative, civile, militaire, malintentionnées à son égard). 4. Doğruluğunu
commerciale). 4. Hakbilirlik, dürüstlük (Traiter göstermek, doğrulamak (Les événements ont
les gens avec justice). § Justice retenue: Tutuk justifié mon opinion). 5. Tanıtlamak, 'ispatlamak
yargı, âdaleti mevkufe. Le bois de justice: (Justifier ce qu'on avance, ce qu'on affirme). 6.
Darağacı. Un repris de justice: Sabıkalı. Avoir Açıklamak (Il justifie son attitude par sa
maille à partir avec la justice: Bir suçtan dolayı méfiance). 7. Gerekçesini, nedenini göstermek
tutuklanmak. Etre brouillé avec la justice: (Justifiez vos critiques). 8. -e olanak vermek, el
jute 801 juxtaposition

vermek (Ses ressources normales ne justifient pas juvénilité de son expression, de ses
son train de vie). 9. (Basımcılıkta bir satira) enthousiasmes).
istenilen uzunluğu vermek (Justifier une ligne). juxtalinéaire s. Metin ile çevirisi yan yana ve satırı
10. (Tanrıbilimde) Günahlarım bağışlamak satırına iki sütun halinde verilmiş (Traduction
(Justifier les pécheurs). 11. Justifier de qch: -i juxtalinéaire).
tanıtlamak, "ispatlamak, -in kamtını göstermek juxtaposables. Yan yana konabilir,
(Justifier de son identité en montrant ses papiers. juxtaposé,e s. 1. Bağımsız, bağlantısız ,yan yana
Justifier de sa qualité). §Se justifier: 1. Aklanmak, konmuş (Ce livre n'est fait que d'idées
kendini temize çıkarmak. 2. Se justifier de qch: juxtaposées). 2. dilb. Bir ilgeçle birbirine
-den aklanmak, temize çıkmak (Se justifier d'une bağlanmamış (Mots juxtaposés, propositions
accusation).
juxtaposées).
jute er. Hint keneviri (Le jute est utilisé dans la juxtaposer gçl. 1. Yan yana koymak (Juxtaposer
fabricationdescordes, des ficelles, des toiles à sac). deux paragraphes, deux phrases). 2. Juxtaposer
juter gsz. tkz. 1. Sulanmak, su kaçırmak (Pêchequi
qch à qch: Bir şeyi -in yanına koymak (Juxtaposer
jute, fruit qui jute). 2. hlk. Söylev çekmek,
une phrase à une autre). § Sejuxtaposer: Yan yana
konuşmak.
gelmek (Les phrases se juxtaposent sans lien).
juteux, euse s. 1. (Meyve vb. için) Sulu (Poire
juteuse). 2. er. ask. argo. Erbaş, juxtaposition diş. Yan yana koyma, yan yana
juvénile s. Gençliğe değgin, gençlere özgü getirme; yan yana konma, yan yana gelme (Un
(Fraîcheur juvénile, sourire juvénile). mot composé estformé par la juxtaposition de deux
juvénilité dis• Gençlik niteliği, gençlik, dirilik (La termes).
k
K,k er. Fransız abecesinin on birinci harfi olup ses kami er. 1. Şintoist dinde tannlar soyu. 2.
bakımından Türk abecesindeki k harfinin (Japonyada) Soyluluk ünvam.
değerindedir, kamichi er. hayb. Güney Amerika'da yaşayan kara
kabuki er. Japonya'da geleneksel tiyatro türü. tüylü uzukbacaklı bir kuş. § Kamichi cornu:
kabyle s. ve ad. Kabil'li; Cezayir'in Kabil Boynuzlukuş.
bölgesinden (Origine berbère des Kabyles. Chien, kamikaze er. (İkinci dünya savaşı sırasında
cheval kabyle). 2. er. Kabil dili, Kabilce, Japonya'da) İntihar uçağı,
kafkaïen,ne s. Çek yazan Kafka'ya değgin; kan, khan er. (Tatarlarda) Han, başbuğ (Khan des
Kafka'nın romanlarındaki o boğucu sıkıntılı tartares).
havayı andıran, kan er. ( Yolculann, kervanlann konakladığı) Han.
kaiser [kajzeR] er. Kayzer, Alman imparatoru, kanat, khanat er. Hanlık,
kakatoès er. Bir tür papağan, kandjar, kangiar er. Hançer,
kakémono er. Kâğıt yada ipek üstüne yapılan ve kangourou er. hayb. Kanguru (La femelle du
duvarlara dikine asılan Japon tablosu, kangourou abrite ses petits dans sa poche
kaki er. 1. Trabzon hurması. 2. s. değişmez. Haki ventrale).
renkte, haki (Toile kaki, vêtement kaki). 3. er. kantien,ne s. Kant felsefesine değin, Kantçı.
Haki renk. kantisme er. fels. Kantçıhk; Kant felsefesi,
kala-azar er. hayb. Kala-azar. kaolin er. Ankil, "kaolin.
kaléidoscope er. 1. Kaleydoskop, göze tutulup kaolinisation diş. yerb. Ankilleşme, kaolinleşme.
çevrildikçe içindeki renkli cam parçalannı beş altı karaté er. Karate (Pratiquer le karaté).
aynaya yansıtarak değişik resimler gösteren bir karbau, kérabau er. Malezya mandası,
boru, oyuncak dürbün, çiçek dürbünü. 2. mec. karstique s. coğr. Karst ile ilgili, karsta değgin
Tatlı duygu ve anılar geçidi, (Phénomènes karstiques: Karst olayları).
kaléidoscopiques. 1. Kaleidoskopa değgin. 2. mec. kava, kawa er. Polinezya biberi; bu biberden
Görünüm ve rengi ışık durumuna göre değişen, yapılan içki.
yanar döner (Une mise en scène kaléidoscopique). kayac, kayak er. 1. Fok derisinden yapılan
kali er. kim. Potas. Groenland balıkçı kayığı. 2. (Spor) Katranlanmış
kaliémie diş. Kandaki potasyum oram. bezden yapılan ırmak yanş kayığı (Descendre une
keepsake 803 krach

rivière en kayac). parcours). 2. (Arabalar için) Kilometre yapma;


keepsake [kipsek] er. İng. Hediyelik resimli ve yapılan kilometre sayısı (Kilométrage d'une
yaldızlı kitap yada kitab kabı. voiture).
keffiehı er. Kefiye, erkek başörtüsü, kilomètre er. Kilometre. § Bouffer du kilomètre:
kéfir, képhir er. Keçi, kısrak yada inek sütünden tkz. Kilometreleri yutmak, durmadan yol almak,
yapılan bir 'türk içkisi, kefir, kilométrer gçl. Kilometresini ölçmek; kilometre
kentrophylleer. bitb. San çiçekli büyük devedikeni, işaretleri dikmek (Kilométrer une route).
képi er. Kep, önü siperli asker şapkası, kilométrique s. Kilometreye değgin (Distance
kératine diş. biy. Keratin (Saç, yün, kıl, tırnak ve kilométrique, bornes kilométriques).
boynuzun temel maddesi), kilotonne diş. Kiloton, bin ton.
kératinisation diş. Keratinleşme. kilovolt er. Kilovolt, bin volt,
kératiniser gçl. 1. Keratinleştirmek. 2. Üzerini kilowatt er. Kilovat,
keratini andıran bir maddeyle kaplamak kilowatt-heure er. Kilovat-saat.
(Kératiniser des pilules). kilt er. İskoçyah erkeklerin giydiği eteklik,
kératite diş. hek (Gözde) Saydam tabaka yangısı, kimono er. Kimono.
kératoplastie diş. hek. Gözün saydam tabakasına kinescope er. Televizyon yayınlanm film olarak
parça aşılama, saklama olanağı veren alet, kineskop.
kermès er. 1. Kırmızböceği. 2. Kırmız madeni kinkajou, kincajou er. hayb. Kinkaju; etçillerden,
denilen balgam söktürücü ilâç. sırtısan, karnı esmer ve çizgili küçük bir memeli,
kermesse diş. Panayır yada bayram günlerinde kiosque er. 1. (Eski) Köşk. 2. Kaptan köşkü. 3.
düzenlenen açıkhava eğlencesi, kermes, Satıcı barakası, büfe (Kiosque à journaux,
ketchup er. İng. Mantar ve domates suianndan kiosque à tabac).
yapılma bir İngiliz salçası, ketçap. kirsch er. Kiraz yada vişne rakısı, kirş.
ketmie diş. bitb. Hatmi, kiwi er. hayb. Kivi; Yeni Zelanda'da yaşayan tavuk
khan er. Han, başbuğ (Gengis Khan). büyüklüğünde, esmer renkli, küt kanatlı bir kuş
khanat er. 1. Hanlık, hanlıkla yönetilen ülke. 2. türü.
Han olma, hanlık. klaxon er. Klakson (Donner un coup de klaxon).
khédival,e s. Hidivliğe değgin, hidivlerle ilgili, klaxonner gsz. Klakson çalmak (Interdiction de
khédivat, khédiviat er. Hidivlik. klaxonner).
khédive er. Hidiv. kleptomane, cleptomane s. vead. Çalma hastası,
khôl, kohol, koheul er. Sürme (Les yeux peints de kleptomanie, cleptomanie diş. Çalma hastalığı,
khôl). knock-out er. İng. 1. Nakavt, yarışma dışı kalma
kiang er. hayb. Tibet atı. (Boxeur battu par knock-out). 2. s. hlk. İş
kibboutz er. (İsrail'de) Ortaklaşacı çiftlik, kibutz. kalmamış, bitmiş (Il est knock-out).
kidnappage er. (Kurtulmalık almak amacıyla) know-how er. (Özel bir konuda) Teknolojik
Adam kaçırma, birikim, teknolojik bilgi birikimi,
kidnapper gçl. (Kurtulmalık almak için) Kaçırmak koala er. hayb. Keseli ayı.
(Kidnapper un enfant). kola, coia er. bitb. Kola.
kidnappeur,euse ad. Adam kaçıran, kolatier er. bitb. Kolaağacı.
kief er. 1. (Türklerde) Keyif; öğlen uykusu, gündüz kolinski er. (Sibirya'da) Samur kürk.
dinlenmesi. 2. Esrar, esrarh sigara (Fumer le kolkhoze er. (Sovyet Rusya'da) Kamu çiftliği,
kief). kolhoz.
kif-kifs. tkz. Değişmez, aynı şey (Revenir par avion kolkhozien,ne s. ve ad. Kolhozlara değgin;
ou par bateau, c'est kif-kif). kolhozlu, kolhozda çalışan,
kiki er. tkz. Boğaz, gırtlak (Serrer le kiki). kopeck er. Rus parası, rublenin yüzde biri, kapik,
kilo er. Kilo, kilogram. korrigan,e ad. (Fransa'da Brötonlann inancına
kilocalorie diş. fiz. Kilokalori, büyükkalori, bin göre) Kötülükçü cin.
kalori, koubba diş. Ar. Türbe,
kilocycle er. fiz. Kilosikl, kouglof, kugelhof er. Bir tür Alzas pastası,
kilogramme er. Kilo, kilogram, koulak er. tar. Eski Rusya'da toprak sahibi zengin
kilogrammetre er. fiz. Kilogrammetre, köylü, "kulak,
kilométrage er. 1. Kaç kilometre olduğunu ölçme; koumis, koumys er. Kımız,
kilometre taşlannı koyma (Kilométrage d'un krach [knak] er. Batkı, "iflas (Krach qui révèle
kraken 804 kystique

l'existence d'une crise). kurdes, vead. 1. Kürt (Tribus kurdes. Les kurdes).
kraken er. iskandinav söylencelerinde geçen bir 2. er. Kürt dili, Kürtçe,
deniz ejderi. kyrielle diş. 1. Dizi (Je ruminais la kyrielle de mes
kronprinz [ksmpRİnts] er. Al. Birinci dünya (mécontentement). 2. Une kyrielle de: Birsürü...
savaşından önceki dönemde Alman (Une kyrielle de paroles, d'injures, de mots).
İmparatorluğu veliahdına verilen unvan, kyste er. Tulum biçiminde ur, kist (Un kyste s'était
kroumir er. Mes, mest. formé à la racine de sa dent gâtée).
krypton, crypton er. kim. Kripton, kystique s. Kiste değgin; kist niteliğinde (Tumeur
kummel er. Kimyon rakısı. kystique).
1
L, 1 er. Fransız abecesinin on ikinci harfi olup "el" yüzden, işte bunun için (Le métro a eu une panne,
diye okunur; Türk abecesindeki 1 sesini verir. de là mon retard. Il n'a pas travaillé, de là son
la - le échec). D'ici là: O zamana değin, bu arada (Venez
la er. müz. Lâ notası; lâ sesi. me voir à Noël, mais écrivez-moi d"ici là D'ici là
là bel. 1. Orada (Les livres ne sont pas là. 2. Oraya vous pourrez toujours juger de la situation). De-ci
(Ne restez pas ici, allez là). 3. O zaman (Là, il de-là: Şurdan burdan, oraya buraya. Jusque-là: O
interrompit son récit et ralluma sa pipe). 4. Bu zamana dek (Jusque-là ne faites rien). Hors de là:
durumda, böyle bir durumda (C'est Thomme qu'il Bunun dışında, bundan başka (Hors de là, il n'y a
fallait là). 5. Bunda, bu işte, bu işin içinde (Ne pas de remède). Par là: 1. Şuradan, oradan (Passez
voyez là aucune malveillance). 6. Burada, bu par là). 2. O yörelerde, oralarda (En Sicile ou
noktada (C'est là la question). 7. Là où: -diği quelque part par là). 3. Bununla, bu sözle (Qu'est-
yerde, -diği yere (Là où est la France, là est la ce que vous entendez par là). Là contre: (eski) Buna
patrie. Je suis allé là où vous avez été). 8. C'est là karşı (Vous dit-on quelque chose là contre?). Par-ci
que...: a) İşte oradadır ki, -diği yer orasıdır (Ah! par-là: Şurdan burdan, şu yada bu vesileyle (Il a
frappe-toi le coeur, c'est là qu'est le génie), b) Işteo trouvé par-ci par-là quelques documents). Là-bas:
anda, o andadır ki (C'est là qu'il sent la partie Orada, karşıda (Il est là-bas). Là-dedans: 1.
perdue). 9. C'est là..., ce sont là...: ...budur, İçerde. 2. mec. Bunda, bunun içinde, bu işte (Je ne
...bunlardır (C'est là votre erreur: Yanılgınız bu, vois rien tfétonnant là-dedans). Là-dessus: 1.
yanılgınız burada. Ce sont là des choses Üzerine, üzerinde (Prenez cette feuille et écrivez
incroyables: İnanılmaz şeyler bunlar). 10. (İşaret là-dessus le motif de votre visite). 2. Bunun üzerine
sıfatı almış bir adın sonuna bağlama çizgisiyle (Là-dessus, il se tut). 3. Bu konuda (Je n'ai rien à
eklendiğinde) O (Ce mur-là: O duvar. Ces dire là-dessus). Là-dessous: 1. Altta (Il s'est caché
maisons-là: O evler). 11. (İşaret adıllarının sonuna là-dessous). 2. Bunun altında, bu işin altında (Uy
geldiğinde) Öteki, ötekiler (Celui-là: Öteki, celles- a là-dessous quelque chose de suspect). Là-haut: 1.
là: ötekiler). 12. ünl. Hey (Hé là, doucement. Là, là, Yukarda, ötede, karşıda (Il demeure là-haut). 2.
restez calme, ce n'est pas encore fait). § Ça et là: Göklerde; öte dünyada (Quand je serai là-haut).
Orda burda, şurda burda. De là: 1. Oradan (H est labadens er. Kolej arkadaşı, yurt arkadaşı,
allé à Paris et de là, en Angleterre. De là au village, labarum er. Bir Bizans bayrağı, Bizans sancağı,
il y a trois kilomètres). 2. Bundan dolayı, bu label er. Bir çeşit etiket (Label de garantie d'un
labeur 806 lâche

vêtement. Label d'origine, label de qualité). çıkılmaz durum (Un labyrinthe de difficultés, de
labeur er. Emek, çaba, zahmetli çalışma (Réussir procédure). 4. anat. Boşluk (Labyrinthe
grâce à un dur labeur). membraneux: Zar boşluk. Labyrinthe osseux:
labial, e s. Dudağa değgin, dudaksıl (Muscle labial) Kemik boşluk).
§ Consonnes labiales: dilb. B, p, m gibi dudak labyrinthique s. 1. Labirente değgin, labirent gibi,
ünsüzleri. içiden çıkılmaz (Un jardin plein dallées
labialisation diş. dilb. Dudaksıllaştırma; dudaksıl- labyrinthiques). 2. anat. İç kulak boşluğuna değgin,
laşma. lac er. 1. Göl (Lac de Genève, lac de cratère). 2.
labialiser gçl. dilb. Dudaksıllaştırmak. § Se argo. Kadının edep yeri (Faire une descente dans le
labialiser: Dudaksıllaşmak. lac: Cinsel ilişkide bulunmak, bir fişek atmak). §
labié, e i. 1. Taç yaprakları dudaksı olan, dudaksı Etre dans le lac, tomber dans le lac: Suya düşmek,
(Fleurs labiées). 2. Çiçekleri dudaksı olan (Plantes sonuç vermemek (L'affaire est dans le lac. Tous
labiées). nos projets sont tombés dans le lac).
labile s. 1. Değişen, değişken, olduğu gibi kalmayan laçage, lacement er. Bağlama, bağcıklarını sıkıp
(Gènes labiles, vitamine labile). 2. Kolay kopan, bağlama (Laçage dune bottine).
düşmek üzere olan (Pétales labiles). 3. Sık sık lacédémonien, ne s. ve ad (Eski Yunanistanda)
unutkanlık gösteren, tıkanıklık gösteren, Ispartalı; İsparta ve Ispartalılara değgin,
tekleyen (Mémoire tabile). lacer gçl. 1. Bağlamak, bağcığını sıkıp bağlamak
labiodental, e s. dilb. 1. Dişsil-dudaksıl. 2. diş. (Lacer ses chaussures). 2. den. (Yelkenleri) Bağ
Dişsil-dudaksıl ünsüz, deliklerinden ip geçirerek birbirine bağlamak
labium er. (Böceklerde) Altdudak. (Lacer une bonnette, une voile).
laborantin, e ad. Laborant, laboratuvar yardımcısı, lacération diş. 1. Yırtma, parçalama (Lacération
laboratoire er. Laboratuvar. d'un livre, des affiches). 2. hek. Deri yırtılması
laborieusement bel. Emekle, çok emek vererek, yada deri ezilmesi,
çalışa çalışa. lacérer gçl 1. Yutmak, parçalamak (Lacérer un livre,
laborieux, euse s. 1. Güç, çok emek isteyen, emekle ses vêtements, les affiches). 2. mec. Çok acı
yapılan (Des recherches laborieuses, une vermek, parçalamak (Ces douleurs lui lacéraient
laborieuse entreprise). 2. Çalışkan (Un professeur le corps).
laborieux). 3. Emekçi, çalışan (Les classes lacerie, lasserie diş. Sap yada sazdan yapılan ince
laborieuses). 4. Sıkıntılı, zahmetli (Une vie kumaş.
laborieuse). lacertiens, lacertiliens er. ç. hayb. Kelerlerden
labour er. 1. (Toprağı) Sürme, işleme (Labour à la kertenkele takımı,
charrue. Labours profonds, superficiels). 2. er. ç. lacet er. 1. Bağcık, ayakkabı bağı; korse bağı
Sürülmüş toprak, (Serrer, lier, nouer ses lacets. Les lacets de ses
labourable s. Sürmeye elverişli, sürülür, işlenir, chaussures sont défaits). 2. Ağ, tuzak ağı (Poser,
labourage er. 1. Çiftçilik (Labourage et pâturage sont tendre des lacets. Prendre un lièvre au lacet). 3.
tes deux mamelles de la France). 2. Sürme, işleme Kement, yağlı kayış. 4. Kıvrıntı, dolambaç (Les
(Labourage dun champ). lacets dun ehemin). § En lacet: Dolambaçlı,
labourer gçl. 1. Sürmek, işlemek (Labourer un kıvrıntılı, zikzaklı (Chemins en lacet). Etre pris
champ, la terre). 2. Çizmek, izler açmak (Jepris un dans ses propres lacets: Kendi kazdığı kuyuya
poignard et fen labourai le bras d Albert. Le visage kendi düşmek, kendi oyununa gelmek,
labouré de coups de griffe). § Se labourer le visage: laceur, euse ad. Ağcı, av yada balık avı için ağ
Yüzü yaralanmak, çizilmek, sıyrılmak, yapan kimse,
laboureur er. 1. Çift süraı (Le laboureur et sa lâchage er. 1. Gevşetme, salıverme. 2. tkz. Yüzüstü
charrue). 2. Çiftçi, bırakma, birden bırakıp gitme; artık
labrador er. yerb. 1. Labrador. 2. Labrador denen ilgilenmeme,
bir av köpeği, lâche s. 1. Gevşek; iyice sıkılmamış (Fil, ressort
labre er. 1. Labros balığı. 2. (Hayvanlarda, lâche. Le noeud est lâche. Serrer une cravate lâche).
böceklerde) Üst-dudak. 2. Bol, biraz geniş, iyice oturmamış (Le veston est
labridés er. ç. hayb. Lapinagiller. un peu lâche aux épaules). 3. Ölük, cansız (Un style
labyrinthe er. 1. Labirent, *dolangaç (Thésée sortit du lâche). 4. Gevşek, zayıf, isteksiz, tembel (Un
labyrinthe grâce au fil d Ariane). 2. Karışıklık, ouvrier lâche au travail). 5. s. vead. Korkak (Cest
dolaşıklık, arap saçına dönmüşlük (Le labyrinthe un lâche qu'il est facile d intimider. Il est lâche et vil
des ruelles dune vieille ville). 3. mec İçinden devant les puissants) 6. s. ve ad. Alçak, kalleş
lâché 807 lacunaire

(C'est le crime d'un lâche. Un grand lâche qui ne partisini çabuk yüzüstü bırakan adam, ipiyle
s'attaque qu'aux faibles. Tu es vraiment lâche). 7. kuyuya imlemeyecek kimse, dönek, kancık,
Alçakça, kalleşçe (Un lâche attentat). lacinié, e s. bitb. Lime lime (Des œillets laciniés
lâché, e s. Üstünkörü, gelişigüzel, baştansavma à F excès).
(Dessin, ouvrage lâché). lacis er. 1. Ağ örgü, kafes örgü (Un lacis de soie).
lâchement bel. 1. Gevşekçe, iyice oturmamış bir 2. anat. Damar yada sinir ağı. 3. Karmaşık yol
biçimde (Une cravate rouge flottait lâchement şebekesi (Lacis de rails).
autour de son cou). 2. Alçakça, kalleşçe (On Fa laconique s. Kısa ve özlü, az sözle çok şey anlatan
assassiné lâchement). 3. Korkakça (Fuir lâchement (Langage, réponse laconique. Un style laconique).
devant le danger). laconiquement bel Kısa ve özlü olarak, özlü sözlerle
lâcher gçl. l.Gevşetmek (Lâcher sa ceinture d'un (Ecrire, répondre laconiquement).
cran). 2. Bırakmak, artık tutmamak (Il lâche le laconisme er. Kısa ve özlülük, öz sözlülük (Le
poignet de F enfant. L'enfant lâcha la main de sa laconisme dune réponse).
mère). 3. Atmak (Les avions ont lâché leurs lacryma-christi er. Güney İtalya'da yapılan değerli
bombes sur la ville. Lâcher un coup de poing, un bir kırmızı şarap,
coup de balle). 4. Bırakmak, ayrılmak (Il a lâché la lacrymal, e s. anat. Gözyaşına değgin (Canal
place qu'il avait). 5. Elinden kaçırmak; düşürmek lacrymal, glande lacrymale).
(Lâcher une proie, un ballon. Lâcher un verre). 6. lacrymatoire er. Eski Romalıların içine gözyaşı
Salıvermek, °azat etmek (Lâcher des pigeons). 7. akıttıkları sanılan kap.
tkz. Söylemek, yumurtlamak, ağzından lacrymogène s. Göz yaşartıcı (Gaz lacrymogène,
kaçırmak (Lâcher un mot grossier, une sottise). 8. grenades lacrymogènes).
tkz. Yüzüstü bırakmak, ekmek; ayrılmak (Lâcher lacs [l>] er. 1. Kaytan. 2. İlmikli tuzak, kement.
sa maîtresse. Femme qui lâche son amant. Lâcher 3. mec. Tuzak (Ils le prendront dans leurs lacs aux
les copains). 9. Salmak, arkasına salmak (Lâcher premières paroles). § Lacs d'amour: « biçiminde
les chiens contre un cerf). 10. Yarıda bırakmak, bükülmüş kaytandan süs. Tomber dans le lacs,
terketmek (Lâcher ses études, lâcher t école). § Les être dans le lacs: mec. Tuzağa düşmek, başı belâya
lâcher: argo. Paraları ödemek, paraları sökülmek. girmek, güç ve sıkıntılı bir durum içinde
Les lâcher avec un élastique: tkz. Eli sıkı olmak, bulunmak.
pek cimri olmak. Lâcher les dés: argo. Zınk diye lactaire s. 1. Süte değgin; emzirmeye değgin
durmak, gazı kesmek. Lâcher une perle: argo. (Conduits lactaires). 2. er. bitb. Sütlü mantar
Yellenmek, bir tane kaçırmak. Lâcher tout dans (Lactaire délicieux, poivré).
son froc. argo. Korkudan altına yapmak. Lâcher lactate er. kim. Sütasidi tuzu.
la bride à qn: -i tam özgür bırakmak, yularını lactation diş. 1. hek. Emzirme, süt verme. 2. Süt
gevşetmek, ipini üstüne atmak, ne halin varsa gör gelmesi, sütlenme, sütün oluşu,
demek. Lâcher pied: 1. Tabanları yağlamak, lacté, e s. 1. Süte değgin (Sécrétion lactée). 2.
kaçmak. 2. Karşı koymayı bırakmak, geri Sütümsü, sütü andıran (Suc lacté, un blanc lacté).
çekilmek, direnmekten vazgeçmek. Lâcher la 3. Sütlü (Plantes lactées). 4. Süte dayalı (Diète
proie pour Foınbre: Dimyata pirince gideyim lactée). § Voie lactée: gökb. Samanyolu,
derken evdeki bulgurdan olmak; elindekini lactescence diş. 1. Sütü andırma, süte benzerlik,
kaçırmak. Lâcher la rampe: Ölmek, zıbarmak, sütümsülük. 2. Sütlülük.
cartayı çekmek. Lâcher du lest: mec. Ödün lactescent, e s. 1. Sütlü, süte benzer bir özsuyu olan
vermek. Lâcher le morceau, lâcher le paquet: argo. (Champignons lactescents). 2. Süt gibi, sütü
Her şeyi itiraf etmek, bülbül gibi ötmek; andıran, sütümsü (Mer lactescente).
arkadaşlarım ele vermek. Ne pas lâcher qn d'une lactifère s. 1. Sütlü, içinde süt gibi bir özsuyu olan,
semelle: Ardını bırakmamak, bir saniye yanından süt veren (Plantes lactifères). 2. Süt akıtan
ayrılmamak (II rte me lâche pas dune semelle). (Conduits lactifères).
lâcher er. Salıverme, koyverme (Le lâcher de lactique s. kim. Ayranda bulunan bir asidin adı,
pigeons, de ballons). laktik (Acide lactique. Ferment lactique).
lâcheté diş. 1. Korkaklık (Céder par lâcheté. Se lacto-densimètre er. Sütün yoğunluğunu ölçmeye
taire par lâcheté devant F injustice). 2. Çalışmada yarayan alet.
gevşeklik, isteksizlik, tembellik (Lâcheté devant lactomètre er. Sütölçer.
l'effort). 3. Alçaklık, kalleşlik (C'est une lâcheté de lactose er. kim. Sütşekeri, "laktoz,
s'attaquer à ce malheureux). lacunaire, lacuneux, euse s. 1. Delik delik; içinde
lâcheur, euse ad. Dostlarını, arkadaşlarını, delikler, boşluklar olan (Tissu lacunaire). 2.
lacune 808 laisser

Eksik, tamamlanmamış, boşlukları olan laideur diş. 1. Biçimsizlik, çirkinlik (Elle est d une
(Documentation lacunaire). laideur affreuse). 2. İğrençlik (La laideur dune
lacune diş. 1. Boşluk (Combler une lacune). 2. action) 3. Çirkin şey, iğrenç yan, çirkin davranış
Eksiklik (Les lacunes dun dictionnaire). 3. (Les laideurs et les infirmités de la vie).
Yetersizlik, eksiklik (Son information présente de laie diş. 1. Kesim yapmak için ormanda açılan yol,
graves lacunes). 4. Tutukluk, unutkanlık (Sa orman patikası. 2. Dişi yabandomuzu (La laie et
mémoire a des lacunes). 5. (Atlarda) Tırnak altı ses marcassins). 3. Dişli taşçı çekici, dişengi.
boşluğu. 6. bitb. Gözearası boşluğu. 7. coğr. lainage er. 1. (Az kullanılır) Koyun yapağısı. 2.
Denizkulağı, "lagün, Yünlü, yün kumaş (Robe de lainage). 3. Yünlü,
lacustre s. Göle değgin; gölde yetişen; göl üzerine yün hırka (Mettre un lainage sur une robe d été). 4.
kurulmuş; gölde yaşayan; *gölcül (Plantes (Yünlüleri) Tarazlama,
lacustre, faune lacustre. Une cité lacustre, un laine diş. 1. Yün (Filer la laine. Tissu de laine. Laine
village lacustre). à tricoter Vêtement en laine). 2. Kıvırcık zenci saçı.
lad [lad] er. (Yarış atı ahırında) Ahır uşağı, "seyis, 3. Kimi bitkilerin üzerindeki tüy. § Se laisser
ladanum er. Laden, çamdan çıkarılan zift gibi kara manger la laine sur le dos: Kendini sömiirtmek,
ve kokulu zamk. kendini savunabilecek güçte olmamak, başına
ladin er. İsviçre, doğu Avusturya ve kuzey İtalya'da vur lokmasını ağzından al durumunda olmak,
konuşulan roman dilleri ailesinden bir diyelek. lainer gçl. 1. (Yünlü kumaşları) Tarazlamak. 2. er.
ladre s. ve ad. 1. Cüzamlı. 2.Duygusuz. 3. Pinti, Kumaş havı.
cimri (Elle est un peu ladre). § Taches de ladre: lainerie diş. 1. Yünlü kumaş yapımı. 2. Yünlü
Atm derisinde pek ince tüylü ve renksiz kısım, kumaş toptancı mağazası. 3. Hayvanların
ladrerie diş. 1. (Eskiden) Cüzam. 2. Cüzamlılar yünlerinin kırkıldığı yer. 4. Bir fabrikada kumaş
yurdu. 3. Domuz cüzamı. 4. mec. tkz. Pintilik, tarazlama bölümü,
cimrilik. laineur, euse ad. Kumaş tarazlayıcı, tarazlama işçisi,
lady [ledi] diş. İng. 1. Lord karısı. 2. Bayan, laineuse diş. Kumaş tarazlama makinesi,
hanımefendi (Une jeune lady). laineux, euse s. 1. Yünü bol (Une étoffé très
lagon er. Kıyılarda deniz birikintisi; gölcük, laineuse). 2. Yünsü, yünü andıran (Des cheveux
lagopède er. hayb. Kartavuğu. laineux). 3. bitb. Tüylü, havlı (Plante, tige
lagot riche, lagothrix er. hayb. Tavşantüylü laineuse).
maymun. lainier, ère s. 1. Yüne değgin, yünle ilgili (L'industrie
lagunaire s. coğr. Denizkulağına değgin. lainière). 2. ad Yüncü, yün tüccarı. 3. ad. Yün
lagune diş. coğr. Denizkulağı. işçisi,
lai er. Lay, Ortaçağda kullanılan bir tür koşuk (Lai laïque-» laïc.
lyrique: Lirik lay. Lai narratif: Öyküleme layı). lais er. 1. Ormanda kesilmeyip bırakılan fidan. 2.
lai, e s. ve ad. Tarikattan olmayan; papaz olmayıp Karanın denizden yada ırmaktan kazandığı yer.
rahip sınıfından olan. laisse diş. 1. Köpek bağı, tasma (Chien qui tire sur sa
laïc, laïque s. ve ad. Layik (L'Etat laïque, laisse). 2. Destan parçası (Les laisses de ta
l'enseignement laïque. Un laïc). Chanson de Roland). 3. Irmakların kıyılarda
laiche, laîche diş. bitb. Nemçe saparnası, bıraktığı toprak. 4. coğr. Denizin her kabarma ve
laïcisation diş. Layikleştirme; layikleşme. inmesinde açık bıraktığı alan (Laisse de basse mer:
laïciser gçl. Layikleştirmek (Laïciser l'Etat, Gidim sınırı. Laisse de haute mer: Gelim sınırı). §
l'enseignement). Mener, tenir qn en laisse: -i dizginde tutmak,
laïcisme er. Layikleştirme; kurumlara layik bir istediği gibi yönetmek, -in özgürce hareket
nitelik kazandırmak isteyen öğreti, etmesine engel olmak, -i burnundan tutup
laïcité diş. Layiklik, layik olma niteliği, keyfince gütmek,
laid, e s. 1. Biçimsiz, çirkin (Une femme laide. Il est laissé, e- pour-compte s. 1. (Ticarette) Sipariş
laid comme un singe). 2. İğrenç (Le vice est laid. koşullarına uymadığı için geri çevrilen
Une laide action). 3. er. Çirkinlik (Le laid et le (Marchandises laissées-pour-compte). 2. mec. s. ve
beau). ad. Herkesin kaçtığı, kimsenin istemediği (nesne
laidement bel. 1. Çirkince, çirkin bir şekilde yada kişi). 3. er. Geri çevrilen mal.
(Tableau laidement encadré). 2. İğrenç bir şekilde, laisser gçl. 1. Bırakmak (Laisser des restes dans son
iğrenççe (Il s'est laidement comporté à mon égard). assiette. Manger les raisins et laisser les pépins). 2.
laideron, ne s. ve ad. Çirkin yüzlü, çehre züğürdü, Bırakmak, unutmak ( f a i laissé mes gants chez
maymun suratlı. lui). 3. Yitirmek, bırakmak (Le renard laissa sa
laisser 809 lait

queue dans un piège). 4. Satmak, bırakmak (Je Kızlığını bozdurmak, kestanesini çizdirmek.
laisse ce tapis pour mille francs). 5. Arkasından Laisser qn dans le doute: -i kuşkuda bırakmak.
bırakmak (Laisser une bonne impression sur ses Laisser qn cuire dans son jus: Ne halin varsa gör
amis). 6. Laisser qn: a) -den boşanmak, aynlmak, demek, kendi yağıyla kavrulmaya bırakmak.
-i bırakmak (Elle a laissé son mari), b) -den Laisser la bride sur le cou: Dizginini bırakmak,
uzaklaşmak, aynlmak (Il a laissé ses parents et ses ipini üstüne bırakmak, serbest bırakmak. Laisser
amis pour voyager). 7. Laisser qn...: Birini la vie sauve à qn: -in canını bağışlamak. Laisser le
...bırakmak; kılmak (Il m'a laissé triste. Je fai champ libre à qn: Meydanı -e bırakmak; -e tam
laissée seule). 8. Laisser qch à 91: a) Birine... kalıt özgürlük vermek. Laisser montrer le bout de
olarak bırakmak (Laisser une maison à ses l'oreille: Ne mal olduğunu göstermek, kendini
enfants), b) ...biri için ayırmak, birine bırakmak tabak gibi ortaya koymak. Laisser passer Feau
(Laisser un morceau de gâteau à son frère), c) sous les ponts: İşi zamana bırakmak, beklemek.
Birine... vermek, bırakmak (Laisser la clé au Laisser pisser le merinos: İşin olup bitmesini
gardien, laisser un gros pourboire au garçon). 9. beklemek, hiç acele etmemek. Laisser qn sur la
Laisser qch à qch: a) Bir şeyi -e bırakmak, bonne bouche: Biri üzerindeki son izlenimi iyi
bağlamak (11 ne laisse rien au hasard), b) Bir şeyi -e olmak. Laisser la paix à qn: -i rahat bırakmak.
vermek, bırakmak °emanet vermek (Laissa1 ses Laisser souffler qn: -e soluk aldırmak,
bagages à la consigne). 10. Laisser qn à: a) Birini -e dinlendirmek. Laisser qch dans f ombre: -i
vermek, bırakmak, koymak, yerleştirmek, karanlık bırakmak, aydınlığa kavuşturmamak.
emanet bırakmak (Laisser ses enfants à Laisser des plumes dans qch: -den yara almak, -de
l'Assistance publique) b) -ile başbaşa bırakmak birçok şey yitirmek. § Se laisser aller: Kendini
(Laissez-la à son travail, à ses occupations). 11. salıvermek, koyuvermek. Se laisser aller à qch:
Laisser qn derrière soi: -i geçmek, geride Kendini -e kaptırmak (Se laisser aller au
bırakmak (Laisser un coureur derrière soi). 12. désespoir, au découragement). Se laisser faire: Ne
Laisser qn f. qch: Birinin -meşine izin vermek (Il yaparlarsa kanşmamak, kendini tatlı şeylere hiç
ne me laisse pas partir). 13. Laisser à f. qch: - karşı gelmeden koyvermek. S'en laisser conter:
tirmek, -meyi gerektirmek, -meye yolaçmak (Ça Karı-kız konusundaki konuşmalara kulak
laisse à penser). 14. Laisser qn à f. qch: -meyi birine kabartmak, böylesi konuşmaları dinlemekten
bırakmak (Je vous laisse à penser quelle fut notre hoşlanmak. Se laisser glisser: Ölmek, cartayı
joie. Je vous laisse à juger). 15. Ne pas laisser de f. çekmek. Se laisser griser par: -den başı dönmek,
qch: -mekten geri kalmamak, -meyi sürdürmek, sarhoş olmak. Se laisser manger la laine sur le dos:
elden bırakmamak (Je ne laissai pas de sentir la Kendini sömürtmek, lokmasını ağzından alsalar
haute sagesse Bien que rivales, elles ne laissaient bir şey dememek. Se laisser faire une douce
pas d'être amies). '§ Laisser courir: Karışmamak, violence: Başlangıçta direnip sonunda kabul
"müdahale etmemek. Laisser tomber qch: 1. -i etmek, istemem yan cebime koy demek,
düşürmek yitirmek (Laisser tomber son laisser-aller er. 1. Kendini salıverme, kendini
portefeuille). 2. tkz. -e aldırmamak, boş vermek koyverme. 2. Aldırışsızlık, sallapatilik, "ihmal.
(Laisse tomber cette histoire). Laisser faire qn:
laisser-passer er. değişmez. Yazılı geçiş izni,
Birini tam özgür bırakmak, dilediğince
"lesepase.
davranmasına izin vermek. Laisser voir qch: Dışa
lait er. 1. Süt (Lait de chèvre, de vache. Une bouteille
vurmak, belli etmek (Laisser voir son trouble, sa
de lait. Faire bouillir le lait. Boire du lait). 2.
colère). Laisser passer qch: -i geçirmek; geçmesine
Rafadan yumurtanın üst kısmındaki
izin vermek (Matière poreuse qui laisse passer
beyazımtrak sıvı. 3. Kimi bitkilerden akan
l'air). Laisser aller qch: -i boşlamak, koyuvermek,
beyazımtrak özsu, süt (Lait de coco, lait des
oluruna bırakmak. Laisser à désirer: Eksik
plantes à caoutchouc). § Café au lait: Sütlü kahve.
olmak, yarım yamalak olmak, daha istemek (Son
Dent de lait: Süt dişi. Frère de lait, soeur de lait:
français laisse à désirer). Laisser de côté: Bir yana
Süt kardeş. Lait de chaux: kim. Kireç sütü. Lait de
bırakmak, aldırmamak üzerinde durmamak.
poule: Yumurta sarısı ile çalkılmış şekerli süt. Lait
Laisser dormir qch: Uyutmak ilgilenmemek,
en poudre: Süt tozu. Petit-lait: Kesilmiş sütün
uğraşmamak. Laisser qch en blanc: (Bir tarih yada
suyu; yayık ayranı. Riz au lait: Sütlâç. Une soupe
ad yerini) Boş bırakmak. Laisser qn en plan, en
au lait: Çabuk kızan adam, öfkeci. Boire du lait,
rade: tkz. Yarı yolda bırakmak, yüz üstü
boire du petit-lait: mec. Zevkten dört köşe olmak,
bırakmak, kalleşlik etmek. Laisser qch tel quel:
büyük bir hoşnutluk duymak, ağzı kulaklarına
Olduğu gibi bırakmak. Laisser cueillir sa rose:
varmak. Se mettre au lait Süt rejimi yapmak.
laitage 810 lamellirostres

Sucer qch avec le lait: -i anakucağından beri vb.) Parça (Lambeau de chair. Affiches en
bilmek, anasından doğarken öğrenmek, lambeaux). 3. mec Bir bütünden alınan parça,
edinmek. bölüm (Des lambeaux de musique, de
laitage er. Süt ve süt ürünleri (Aimer le laitage). conversation). § Etre en lambeaux: Parça parça,
laitance, laite diş. Balık sütü. yırtık pırtık olmak. Mettre qch en lambeaux:
laité, e s. (Balık için) Sütlü (Hareng laité). Parçalamak, yırtmak,
laiterie diş. 1. Sütevi, süthane. 2. Sütçü dükkânı. lambic er. Belçika birası,
3. Sütçülük; süt sanayii; süt ticareti, lambin, e s. ve ad tkz. Ağırkanlı, uyuşuk,
laiteron er. bitb. Yabani marul, yaban marulu, lambiner gsz. tkz. Uyuşukluk etmek, ağırkanlı
laiteux, euse s. 1. Süte değgin (Maladies laiteuses: hareket etmek, tembel davranmak; oyalanmak,
Süt hastalıkları). 2. Sütlü (Plantes laiteuses). 3. Süt olmayacak şeylerle vakit öldürmek (Ne lambinez
gibi, sütü andıran, sütümsü (Une nuit laiteuse. pas en ehemin).
Lumière laiteuse, halo laiteux. Un blanc laiteux). lambourde diş. 1. Taban kirişi. 2. Bir çeşit yumuşak
laitier, ère s. 1. Süte değgin (Industrie laitière, kalker taşı. 3. Ucunda meyve tomurcukları
coopérative laitière). 2. Sağmal (Vache laitière). 3. bulunan küçük dal.
ad. Sütçü (Un laitier. La laitière et le pot au lait). 4. lambrequin er. Sarkıtma saçak,
diş. Sağmal inek (Une laitière, une bonne laitière). lambris er. 1. Duvar kaplaması, lambri. 2. Tavan
5. er. Ergimiş maddenin yüzünde yüzen camsı kaplaması, lambri. § Lambris dorés, riches
madde. 6. er. Bir tür sütlü mantar, lambris: Görkemli bezek; saray, kâşane,
laiton er. kim. Pirinç. § Laiton dur: Sert pirinç. lambrissage er. Duvar kaplaması yapma,
Laiton de soudure: Kaynak pirinci, lambrileme.
laitonner gçl. Pirinç tellerle bezemek; pirinçle lambrisser gçl. Duvar kaplaması geçirmek,
kaplamak (Laitonner une forme de chapeau. lambrilemek, duvarlarını kaplamak (Cette salle
Laitonner un métal). était lambrissée de boiserie de chêne à petits
laitue diş. Marul. panneaux).
laïus er. 1. (Okul argosu) Söylev, "nutuk (Faire un lambrusque, lambruche diş. Yoz asma, yaban asma.
laïus: Söylev çekmek, konuşma yapmak). 2. lame diş. 1. İnce tabaka (Lame de cuivre, de verre,
Yuvarlak ve boş laflar (Ce n'est que du laïus). de bois). 2. (Kesici aletlerde) Ağız (Lame de ciseau,
Iıüusser gsz. tkz. Söylev çekmek, nutuk atmak, de poignard, d'un couteau). 3. mec. Kılıç (Lames de
diskur geçmek (Laïusser pendant plus dune Tolède). 4. Deniz dalgası, kabaran dalga (Il a été
heure). emporté par une lame. Lame de fond). 5.
hüusseur, euse s. ve ad. tkz. Söylevci, "nutukçu, boş Birdenbire patlayan olay. 6. Tıraş bıçağı (Un
ve yuvarlak laflar etmesini seven, çene kavafı, paquet de lames). 7. biy. Lam, yaprak. § Lame à
laize diş. 1. Kumaş eni. 2. den. Yelken şeridi, raser: Tıraş bıçağı. Lame de verre:fiz. kim. Lam.
lallation diş. 1. L sesini pek çıkaramama. 2. Une bonne lame, une fine lame: İyi kılıç kullanan
Bıcırdama, gayguy etme, çocuğun konuşmaya kimse; kılıcı kuvvetli. Visage en lame de couteau:
başlamadan önce anlaşılmaz sesler çıkarması, İnce uzun yüz.
lama er. 1. (Tibetliler ve moğollarda) Lama, Buda lamé, e s. 1. Sırmalı, sırma işlenmiş (Tissu lamé).
rahibi. 2. hayb. Lama (Tissu en laine de lama). 2. er. Sırmalı kumaş (Une robe de lamé).
lamaïsme er. Lamacılık, Tibet budizmi. lamellaire s. 1. Parlak yüzlü (Tissu lamellaire).
lamaüste s. ve ad. Lamacı, Tibet budisti. 2. (Maden kırığı için) Parlak façetalı (Cassure
lamanage er. den. Limanlara giriş ve çıkışlarda lamellaire).
gemilere klavuzluk etme. lamelle diş. 1. İnce, küçük tabaka. 2. bitb. Yaprak,
lamaneur er. Gemi klavuzu, klavuz kaptan, yapracık. 3 . f i z . kim. Lamel (Lamelle de verre pour
lamantin er. hayb. Denizkızı. examen microscopique).
la{narckisme er. biy. Lamarkçılık. lamellé, e s. Tabaka tabaka, yaprak yaprak, kat
lamaserie diş. Tibet'te Lama manastırı, kat; yaprak yaprak ayrılabilen (L'ardoise est
lambda er. Yunan abecesinde L harfini karşılayan lamellée).
harf. lamellibranches er. ç. hayb. Yassısolungaçhlar.
lambdacisme er. L harfini iyi söyleyememe, L sesini lamellicornes er. ç. hayb. Yassiboynuzlular,
pek çıkaramama. yassıboynuzlu böcekler,
lambdoïde s. anat. Lambda dikişi, lamelliforme s. Tabaka halinde, yaprak biçiminde,
lambeau er. 1. Yırtık parçası, yırtık kumaş parçası şerit biçiminde,
(Un lambeau de drap couvert de sang). 2. (Et, kâğıt lamellirostres er. ç. hayb. Süzgeçgagalılar.
lamentable 811 lance

lamentable s. 1. Acınacak, ağlanacak, acı (Le sort Passer au laminoir: mec. Çok sıkı sınavlardan
lamentable des naufragés. C'est une histoire geçmek, başına gelmedik şey kalmamak. Passer
lamentable). 2. tçler acısı, yürekler acısı, çok kötü, qn au laminoir: -i yola getirmek, adam etmek,
berbat (Sort, spectacle lamentable. Résultats lampadaire er. Ayaklı fener, dikme fener; sokak
lamentables). 3. Acılı, üzüntü anlatan (Une voix lambası (Lampadaires d'une place publique, d une
lamentable, parler sur un ton lamentable). ville, d'une rue).
lamentablement bel. Acı bir şekilde, içler acısı bir lampadophore s. ve ad. (Eskiden, dinsel törenlerde)
şekilde; çok kötü bir şekilde (La révolte a échoué Meşale taşıyan,
lamentablement). lampant, e s. 1. Aydınlatmada kullanılan (Pétrole
lamentation diş. 1. İnilti, inleme (Pousser des lampant: Lamba gazı). 2. Duru (Huile lampante).
lamentations). 2. Ağlayıp sızlama, yanıp yakınma lampas er. 1. Bir tür Çin ipeklisi (Des fauteuils
(Ses lamentations perpétuelles sur la dureté de la couverts en lampas à fleurs) 2. (Atlarda) Damak
vie). § Mur des lamentations: (Kudüs'teki) şişmesi. 3. hlk. Gırtlak, boğaz. § Humecter le
Ağlama duvarı. Se répandre en lamentations: lampas: İçmek, boğazı yağlamak,
Ağlayıp sızlamak, yanıp yakınmak, lampe diş. 1. (Eski) Kandil (Lampes d église.
lamenter gsz. 1. Acı acı ötmek, bağırmak (La hulotte Mèche d'une lampe). 2. Lamba (Lampe à pétrole.
lamentait. Le crocodile lamente). 2. gçl. a) -den Lampe de poche, de chevet). 3. Elektrik lambası
yakınmak, sızlanmak (Le chantre désolé (Ampoule dune lâtnpe. Lampe à fluorescence,
lamentant son malheur), b) Acı acı, yanık yanık lampe au néon). 4. (Radyo, televizyon vb.) Lamba
söylemek (Lamenter une chanson bachique). § Se (Lampe de radio. Lampe diode, triode. Lampe
lamenter: 1. Ağlayıp sızlamak, yanıp yakınmak amplificatrice). § Lampe témoin: İşaret lambası,
(Il ne cesse pas de se lamenter). 2. Se lamenter sur: - ikaz lambası; elektrikli bir aygıtın çalışıp
den sızlanmak, yakınmak, "şikâyet etmek (Se çalışmadığını gösteren küçük lamba. S'en mettre
lamenter sur son sort. Se lamenta' sur la mauvaise plein la lampe: hlk. Patlayıncaya kadar yiyip
tenue de son fils). 3. Se lamenter de f. qch: -mekten içmek.
sızlanmak, yakınmak, -diğine üzülmek (Se lampée diş. tkz. Kocaman bir yudum (Une lampée
lamenter d'avoir essuyé un échec). de vin) § A grandes lampées: Lıkır lıkır (Boire à
lamento er. müz. Yanık hava. grandes lampées). D'une seule lampée: Bir
lamie diş. 1. Çocukları yediği söylenen bir efsane yudumda (Absorber son verre d une seule lampée).
devi. 2. hayb. Eti yenir bir tür köpek balığı, lamper gçl. Lıkır lıkır içmek (Lamper une bouteille
di kburunluharh ary as. de vin).
lamier er. bitb. Ballıbaba. § Lamier blanc: lampion er. 1. (Eski) Kandil. 2. Venedik feneri.
Ak ballıbaba. Lamier tacheté: Benekli ballıbaba, § Sur l'air des lampions: Tempo tutarak
laminage er. 1. (Madeni) Yaprak haline getirme, (Demander, réclamer, crier sur l'air des lampions).
yapraklaştırma, haddeden geçirme (Laminage du lampiste er. 1. Lambacı, lamba yapımcısı, lamba
verre foruiu. Laminage à chaud, à froid). 2. mec. satıcısı. 2. (Bir dairede) Işık işleri görevlisi, ışıkçı
Önemsizleştirme, ağırlığını azaltma (Le laminage (Lampiste d'un théâtre). 3. (Demiryollarında)
de f opposition). Fenerci. 4. Hiçbir yetkisi olmayan küçük memur
laminaire diş. Bir deniz yosunu, laminarya. (On a arrêté quelques lampistes, mais les
laminer gçl. 1. (Madenleri) Yaprak yada kol haline principaux responsables courent encore).
getirmek, yapraklaştırmak, "haddeden geçirmek. lampisterie diş. 1. Lambacılık. 2. Lamba onarım
2. mec. Ezmek, pestilini çıkarmak (La dureté delà
yeri (Lampisterie d'une gare).
vie les avait tous laminés. Un régime qui lamine les
lampourde diş. Pıtrak.
citoyens).
lamprillon er. hayb. Taşemen balığı yavrusu,
laminerie diş. (Madenleri) Yapraklaştırma yeri, lamproie diş. hayb. Taşemen, taşemen balığı, bufa
yaprak işliği, "haddehane, balığı (Lamproie marine, fluviale).
lamineur er. 1. Madenleri yaprak yada tel haline lampyre er. hayb. Ateşböceği.
getiren işçi, yaprakçı, "haddeci. 2. s. er. Yaprak lance diş. 1. Kargı, mızrak (Brandir une lance, jeter
haline getirici (Cylindre lamineur). une lance). 2. Mızraklı asker. 3. Hortum ağızlığı.
lamineux, euse s. İnce tabakalar halinde, yaprak 4. Toprak sondası. § Fer de lance: a) Mızrak
yaprak. demiri, temren, b) Mızrak biçiminde demir işi. c)
laminoir er. Madenleri yaprak yada tel haline ask. Vurucu güç, en etkili birlik (Le fer de lance
getirme makinası, yaprak makinası, "hadde d'une armée). Rompre des lances avec qn, contre
makinası (Faire passer le métal au laminoir). § qn: -ile arası bozulmak, tartışmak, -e karşı
lancé 812 langer

çıkmak. Rompre des lances poir qn: -i savunmak, dépenses inconsidérées, dans des explications
desteklemek, confuses. Se lancer dans la lecture dm livre
lancé, e s. Gözde, saygın, herkesin sevip saydığı difficile). 3. Kendini tanıtmak (Il cherche à se
(Tétais très lancé autrefois, je dînais chez le lancer, il est présent à tous les cocktails).
maréchal, chez le prince). lancer er. 1. Avı yerinden uğratma; avın yerinden
lance-bombes er. Bombaatar. uğratıldığı yer ve an. 2. (Spor) Gülle atma, çekiç
lancée diş. Hız, kazanılan hız (Courir, continuer sur atma, disk atma (Courses, sauts et lancers). 3.
sa lancée). § Continuer sur sa lancée: Bir işi ilk Atma (Le lancer de javelot).
hızıyla sürdürmek, lanceron er. Kumbalığı.
lance-flammes er. Alev makinası, *yalazatar. lance-roquettes er. Roketatar,
lance-fusées er. Füzeatar, *uçulatar. lancet er. hayb. Batrak.
lance-grenades er. Kumbarasalar, bombaatar. lance-torpilles er. Torpilsalar.
lancement er. 1. Atma, fırlatma (Lancement de la lancette diş. Neşter.
grenade, du javelot. Lancement dune fusée, d'un lanceur, euse s. ve ad. 1. Atan, atıcı (Lanceur de
satellite artificiel). 2. Suya indirme (Lancement javelot, de poids, de disque). 2. İlk ortaya atan,
d'un navire). 3. Tanıtma, ortaya çıkarma, ileri tanıtan (Lanceur d'une mode, dun écrivain, d'un
sürme (Lancement d'une nouvelle vedette). 4. artiste). 3. Uydu taşıyan füze.
Başlatma, açma (Lancement dune campagne de lancier er. 1. Mızraklı süvari. 2. ç. Eski bir İrlanda
presse). dansı (Danser les lanciers).
lance-missiles er. Füzeatar ,*uçulatar. lancinant, e s. 1. Zonklayan, sancıyan (Douleur
lancéolé, e s. bitb. Temren gibi, temrenimsi, lancinante). 2. Yakayı hiç bırakmayan, tebelleş
temrensi. olan (Souvenirs, regrets lancinants).
lance-pierres er. Sapan, çocukların kuş vurmak lanciner gsz. 1. Zonklamak (Cet abcès au doigt me
için kullandığı sapan, lancine). 2. gçl. Yakasını bırakmamak, tebelleş
lancer gçl 1. Lancer qch vers, sur, à, contre, dans: olmak, bir an kafasından çıkmamak (Cette
Atmak, fırlatmak (Lancer une fusée, lancer le pensée le lancinait depuis le matin).
javelot, le disque, le poids. Lancer une pierre contre lançon er. hayb. Kumbalığı.
un arbre. Lancer son cahier sur le bureau. Lancer la landais, e s. Fransadaki Landes bölgesinden,
balle à son partenaire). 2. Saçmak (Le soleil lance Landes'lı (Berger landais, race landaise).
ses rayons. Ses yeux lancent des éclairs). 3. Suya landau er. 1. (Eski) Kupa arabası, lando. 2. (Bugün)
indirmek (Lancer un navire). 4. Salmak,sürmek, Çocuk arabası,
üzerine sürmek (Lancer un escadron sur l'ennemi. landaulet er. Küçük lando.
Lancer des soldats à l'assaut). 5. İşletmek, lande diş. Geniş fundalık.
çalıştırmak (Lancer un moteur). 6. Atmak, landgrave er. Kimi Alman prenslerine verilen
çıkarmak (Lancer un cri). 7. Tanıtmak, ortaya unvan.
çıkarmak, ileri sürmek (Lancer une vedette, une landier er. 1. Ocak sehpası. 2. bitb. Dikenli
mode, une nouvelle marque, un nouveau modèle). 8. katırtırnağı.
Yayınlamak (Lancer une proclamation). 9. landtag er. (Federal Almanya'da) Eyalet meclisi,
Başlatmak, açmak (Lancer une propagande, une landwehr diş. 1. (1918 tarihine kadar Cermen
campagne de presse). 10. Atmak, vurmak, ülkelerinde) Yedek askeri birlikler. 2. Kara
aşketmek (Lancer une gifle, un coup). 11. ordusu,
Uğratmak, yerinden çıkarmak (Lancer le gibier, laneret er. Erkek doğan.
un cerf). 12. Yoluna koymak, rayına oturtmak langage er. 1. Anlatım, anlatma yolu, dil (Langage
(Lancer une affaire). 13. Çıkarmak, uçurmak, parlé, populaire, argotique. Langage littéraire,
uydurmak, ortaya atmak (Lancer une fausse écrit, noble. Langage administratif, scientifique,
nouvelle, une plaisanterie). § Lancer un pétard: Bir technique). 2. Anlatış, °ifade (Langage des yeux,
balon uçurmak, yalan bir haber ortaya atmak. des passions). 3. Ağız (Le langage de la cour: Saray
Lancer un défi à qn: -e meydan okumak. Lancer la ağzı. Changer de langage). 4. Söz; söylev (En
flèche du Parthe: Sövüp kaçmak, kaçarken son bir amour, un silence vaut mieux qu'un langage). 5.
küfür savurmak. § Se lancer: 1. Hız almak, hızını Ses, ötüş, bağırma (Langage des oiseaux, des
almak (Le sauteur recula pour se lancer). 2. .Se animaux).
lancer dans: -e atılmak, girmek, girişmek, lange er. Kundak bezi (Changer les langes d'un
başlamak (Se lancer dans la rivière. Se lancer dans enfant).
la politique, dans F aventure. Se lancer dans des langer gçl. Kundak bezine sarmak, kundaklamak
langoureusement 813 languissant

(Langer un bébé). chats, jeter sa langue aux chiens: Bir bilmeceyi


langoureusement bel. 1. Bitkince. 2. Cansız ve aramaktan vaz geçmek. La langue lui a fourché:
isteksizce; baygınca, süzgünce, Dili sürçtü. Etre sujet aux langues: Dile düşmek,
langoureux, euse s. 1. Bitkin, ölgün (Il a été dillere düşmek. Etre dans toutes les langues:
longtemps malade, il est encore tout langoureux). 2. Herkesin ağzında olmak, herkesin diline düşmek.
Baygın, süzgün (Un regard langoureux, un air Goûter du bout de la langue: Dilinin ucuyla
langoureux). tatmak. Ne pas savoir tenir sa langue: Susmasını
langouste diş. hayb. 1. Böcek, Iangust. 2. bilmemek, konuşmadan edememek. N'avoir
Kıskaçsız İstakoz, Iangust. point de langue: Ağzı var dili yok olmak, pek az
langoustine diş. hayb. Bir tür küçük İstakoz, konuşmak. Prendre langue avec qn: -ile konuşmak
langue diş. 1. (Ağızdaki) Dil. 2. (Konuşulan) Dil için temas sağlamak. Passer sa langue sur les
(Langue agglutinante: Bitişken dil. Langue lèvres: Yalanlamak. Se brûler la langue: Dili
artificielle: Yapma dil. Langue écrite: Yazı dili, yanmak, dilini yakmak. Se mordre la langue: 1.
yazın dili. Langue flexionnelle: Bükünlü dil. Langue (Bir şey yerken) Dilini ısırmak. 2. Dilini tutmak.
littéraire: Yazın dili, yazınsal dil Langue 3. Söylediğine pişman olmak. Tenir sa langue:
maternelle: Anadili. Langue mère: Anadil, kaynak Dilini tutmak, konuşmamak. Tirer la langue:
dil. Langue monosyllabique: Tek heceli dit. Langue (Yorgunluktan, susuzluktan) Dili sarkmak, dili
morte: Ölü dil. Langue officielle: Resmi tül. Langue üç kanş dışarı çıkmak. Tirer la langue à qn:
parlée: Konuşma dili Langue populaire: Halk dili. (Küçümsemek için) -e dilini çıkarmak. Tirer la
Langue spéciale: Özel dil. Langue verte: Argo. langue d'un pied de long: Yoksunluk, gereksinim
Langue vivante: Yaşayan dil). 3. Anlatım, üslup, içinde olmak. Qui langue a, à Rome va: Dil bilene
dil (Langue dun poète, dun écrivain). 4. Anlatış, her kapı açık. Il faut tourner sept fois sa langue
"ifade (Langue musicale). § Coups de langue: Kara dans sa bouche avant de parler. Bin düşün bir
çalma; yerme. Langue fumée; langue de vipère: konuş; konuşmadan önce iyice düşünüp
Kara çalıcı; kovcu. Langue d'agneau: bitb. taşınmak gerek.
Sinirotu. Langue-de-bœuf : 1. bitb. Öksemantarı. languette diş. 1. (Alet ve nesnelerde) Dil (Languette
2. Bir duvarcı aleti. Langue-de-chat: Bir çeşit yassı d'une balance, d'un portefeuille). 2.
ve uzun kuru pasta. Langue-de-cerf: bitb. (Doğramacılıkta) Zıvana dili, kiniş dili. 3. (Müzik
Geyikdili. Langue glaciaire: coğr. Buzuldili. aletlerinde) Dil (Languette dun hautbois).
Langue de terre: coğr. Dil, sularla çevrili uzun ve langueur diş. 1. Bitkinlik, güçsüzlük (Périr de
ince kara şeridi. Langues de feu: Uzun yalazlar, langueur). 2. îç çöküntüsü, yıkıntı. 3. Cansızlık,
büyük alevler. La langue des dieux: Şiir. § Avoir la ölgünlük (Langueur d un style, d une
langue grasse, epaisse: Peltek peltek konuşmak. conversation). 4. Baygınlık, kendinden geçmişlik
Avoir la langue bien pendue, bien affilée: Pek (Langueur amoureuse).
konuşkan olmak, kürek gibi dili olmak, dili bir languier er. İslenmiş domuz dili, isli domuz dili.
kanş olmak, çenesi düşük olmak. Avoir bien de la languir gsz. 1. Uzayıp gitmek (Conversation qui
langue: Çok konuşmak, ağzında bakla languit). 2. Canlılığını yitirmek, durgunlaşmak
ıslanmamak, giz saklayanlamak. Avoir la langue (Les affaires languissent). 3. Çok acı ve sıkıntı
trop longue: Ağzında bakla ıslanmamak. Avoir la çekmek (Condamné à languir entre ces murailles).
langue sèche: Dili kurumak. Avoir une langue de 4. Languir de qch: -den erimek, bitmek, mum gibi
serpent, de vipère: Karaçalıcı olmak, kovcu erimek (Languir d'ennui, d'amour). 5. Beklemek,
olmak. Avoir la langue blanche, pâteuse: Dili bekleye bekleye çürümek (Je ne languirai pas
paslanmak, dili paslı olmak; ağzı yapış yapış longtemps ici). 6. Languir après qch: -i sabırsızlıkla
olmak. Avoir un boeuf sur la langue: Para beklemek (Je languis après une lettre qui tarde). 7.
aldıktan, önüne kemik atıldıktan sonra susmak. Languir loin de qn: -in ayrılığına dayanamamak, -
Avoir qch sur le bout de la langue, sur le bord de la in özlemiyle yanıp tutuşmak. 8. Languir de f. qch:
langue, sur la langue: Dilinin ucunda olmak, bilip -meye can atmak (Je languis d avoir de vos
de bir türlü anımsayamamak. Avoir la langue nouvelles).
déliée: Dili çözülmek, konuşmaya başlamak.
languissamment bel. Bitkince, ölü gibi (Il traînait
Avaler sa langue: (Her zaman konuştuğu halde)
languissamment ses pieds).
Dilini yutmak, hiç konuşmamak. Claquer la
languissant, e s. 1. Zayıflayıp erimiş (Un malade
langue, faire claquer la langue: Dilini
languissant). 2. (Seviden) Bitkin, baygın (Des
şapırdatmak. Délier la langue à qn: -in dilini
regards languissants). 3. Solgun, ölgün (Des
çözmek, -i konuşturmak. Donner sa langue aux
arbustes languissants). 4. Durgun, canlılığını
lanier 814 laps

yitirmiş (Une industrie languissante). 5. Uzayıp lanugineux, euse s. 1. Yünsü, yünümsü, yünü
giden (Une conversation languissante). andıran. 2. Tüylü, havlı (Feuilles lanugineuses).
lanier er. Av için yetiştirilen dişi doğan, laotien, ne £ ve ad. Laoslu; Laos'a değgin,
lanière diş. Kayış (Lanière d'un fouet, d'un fusil, des lapalissade diş. Herkesin bildiği çok basit bir
bretelles). gerçek, söylenmesi gülünç kaçan bir gerçek
lanifère, lanigère s. Tüylü (Feuilles lanifères). (Deux heures avant sa mort, il vivait encore, est une
laniidés er. ç. hayb. Örümcekkuşugiller. lapalissade).
laniste er. (Eski Romada) Gladiyatör yetiştiricisi, laparotomie diş. hek. Karın açma ameliyatı,
lanlaire (Eski bir nakarat olup yalnız şu deyimde lapement er. Lık lık; lap lap; tıkırdatarak içme.
geçer) Envoyer qn faire lanlaire: -i başından laper gçl. 1. Lık lık içmek, lap lap içmek (Chat qui
savmak, savuşturmak, lape du lait). 2. gsz. Diliyle lık lık yapmak,
lanoline diş. kim. Lanolin. tıkırdatmak, lap lap yapmak (Le chien lapait
lansquenet er. 1. XV. yüzyılda ücretle Fransa'ya bruyamment).
hizmet eden Alman piyadesi. 2. Bir çeşit iskambil lapereau er. Göçen, adatavşanı yavrusu,
oyunu (Jouer au lansquenet). lapiaz, lapié er. coğr. Lapya.
lantanier, lantana er. bitb. Mine çiçeğine yakın bir lapidaire er. 1. Cevahir yontucusu, cevahir işçisi.
bitki. 2. Cevahir parlatmada kullanılan küçük bileği
lanterne diş. I . Fener. 2. (Mimarlıkta) Işık bacası. taşı. 3. s. *Yazıtsal, gömüt taşları üzerindeki
3. (Büyük bir toplantı yerinde) Gizli loca. 4. yazılara değin (Le latin est plus propre au style
Büyük bir çarkı çeviren küçük çark. 5. lapidaire que tes langues modernes). 4. s. mec. Kısa
(Otomobillerde) Işık, ışık lambası (Un ve özlü (Formule lapidaire, réplique lapidaire).
automobiliste qui a oublié d allumer ses lanternes). lapidation diş. 1. Taşa tutma; °recm. 2. Taşa tutarak
§ Lanterne d'Aristote: hayb. Aristo feneri. öldürme cezası, °recmetme (La lapidation de saint
Lanterne des morts: Türbe yada mezar kandili. Etienne). 3. mec. Çok sert eleştirme, örseleme,
Lanterne magique: fiz. Büyülü fener. Lanterne hırpalama.
rouge: 1. (Eskiden) Genelevleri belirtmek için lapider gçl. 1. Taşa tutarak öldürmek, "recmetmek
yakılan kırmızı fener. 2. hlk. Sonuncu, nal (Lapider les adultères). 2. Taşa tutmak (Les
toplayan, bir sıralamanın en sonunda gelen ouvriers se mirent à ramasser des pierres et à
kimse. Lanterne sourde: Hırsız feneri denilen ışığı lapider les gardes). 3. mec. Kötü davranmak, çok
örtülebilen fener. Lanterne vénitienne: Kâğıt sert eleştirmek, hırpalamak,
fener, Venedik feneri. Conter des lanternes: lapidification diş. yerb. Taşlaşma, kayalaşma.
Saçma sapan şeyler anlatmak, zırvalamak. lapidifier gçl Taşlaştırmak, kayalaştırmak. § Se
Eclairer la lanterne de qn: -e gerekli bilgileri lapidifier: Taşlaşmak, kayalaşmak.
vermek. Eclairer sa lanterne: Düşüncesini, demek lapilli er. ç. yerb. Yanardağçakılı, "volkançakılı,
istediğini iyi anlatmak; karanlık bir noktayı iyice "lapilli.
aydınlığa kavuşturmak. Mettre qn à la lanterne: lapin, e ad 1. Adatavşanı (Peau de lapin, fourrure
(Fransız Devrimi günlerinde) -i asmak, idam de lapin). 2. er. Tavşan eti (Civet de lapin, pâté de
etmek, ipe çekmek. Oublier d'éclairer sa lanterne: lapin) § Lapin de choux: Evcil adatavşanı. Lapin
Esas söyleyeceğini unutmak. Prendre des vessies de garenne: Yaban adatavşanı. Pattes de lapin:
pour des lanternes: Şeşi beş görmek, bir şeyi başka Kısa favoriler. Peau de lapin: Tavşan derisinden
bir şey sanarak büyük bir yanılgıya düşmek. Se ucuz kürk. Une mère lapine: Çok doğurgan
mettre en lanternes: (Otomobil) Işıklarını kadın. Un chaud lapin, un lapin: Cinsel gücü fazla
yakmak, lambalarını yakmak, adam, tavşan gibi durmadan çiftleşen kimse.
lanterneau, lantemon er. Kubbe feneri, Courir comme un lapin: Çok hızlı koşmak. Poser
lanterner gsz. 1. Oyalanmak, boş şeylerle vakit un lapin à qn: tkz. -i atlatmak, -e verdiği
öldürmek. 2. gçl. Savsaklamak, oyalamak (Il m'a randevuya gelmemek,
longtemps lanterné). 3. Faire lanterner qn: -i lapiner gsz. (Tavşan için) Yavrulamak, doğurmak,
bekletmek (On va le faire lanterner un peu). lapinière diş. Tavşan kümesi,
lanternier er. 1. (Eskiden) Fenerci, sokak fenerlerini lapinisme er. tkz. Aşırı üreme, tavşan gibi çoğalma,
yakan kimse. 2. (Eski) tkz. Genelev patronu, lapis, lapis-lazuli er. Lacivert taşı.
lanthane er. kim. Lantan (madeni), lapon, ne ad. 1. Laponyalı, lapon. 2. er. Laponca.
lanturlu er. (Alay, küçümseme yada atlatma yollu 3. s. Laponlara değgin.
bir ünlem olarak kullanılır) Düttürürü, vırvırvır, laps [laps] er. Süre (II s'écoula un certain laps de
gırgırgır (Il lui a répondu lanturlu). temps). § Pendant ce laps de temps: Bu süre içinde,
laps 815 larghetto

bu zaman zarfında, yuvası, ev.


laps, lapse s. Katolikliğe kendi isteğiyle girmişken largable s. (Uçaktan, uzay aracından) Atılabilir,
dönen anlamında olup hep "laps et relaps" fırlatılabilir; fırlayabilir (Cabine largable, bombes
biçiminde kullanılır, largables).
lapsus [lapsys] er. (Konuşurken yada yazarken largage er. 1. Atma, fırlatma, savurma; atılma,
yapılan) Yanlışlık, yanılgı; dil sürçmesi, kalem fırlatılma, savrulma (Largage des bombes; largage
sürçmesi (Faire un lapsus. La langue lui a fourché de parachutistes). 2. mec. Atma, kovma, kapı
et ce lapsus a révélé involontairement son intention dışarı etme (Le largage d'un employé).
réelle. Interprétation psychanalytique des lapsus). large s. 1. Enli, geniş (Des épaules larges, une large
laptot er. (Senegal ve Kara Afrika limanlarında) avenue). 2. Geniş, bol (Un vêtement large). 3.
Tayfa, gemi işçisi, Geniş, geniş yürekli (Tu es trop large). 4. Eli açık
laquage er. Laka sürme, lak cilası sürme, (Vous n'avez pas été très large). 5. Büyük,
laquais er. 1. Uşak, hizmetçi (Maître accompagné de kocaman (Une large plaie. De larges gouttes de
ses laquais. Un laquais recevait les invités à la pluie). 6. Büyük, önemli (Faire de larges
porte). 2. mec. Köle ruhlu kimse, uşak, köpek (Les concessions). 7. Large de: a) -si geniş; geniş -li (Il
laquais d'un régime). est large d'idées: Geniş fikirlidir), b) ...genişliğinde
laque diş. 1. Laka, gomalaka, laka cilası. 2. Lak, (Le fleuve est large de vingt mètres). 8. bel. Geniş,
lika. 3. er. Çin mürekkebi (Laque rouge, laque bol (S'habiller large). 9. bel. Bol bol, fazla fazla
noir). 4. er. Laka sürülmüş eşya. (Calculer large, mesurer large).l0.er. En,genişlik
laqué, e s. Laka ile cilalanmış, lake (Un bureau (Une porte de trois mètres de large). 11. er. coğr.
laqué, une bibliothèque laquée). Açık deniz, engin. § Au large de: -açıklarında (Un
laquer gçl. 1. Gomalaka sürmek, laka sürmek. 2. chalutier s'est perdu au large de Cherbourg). Dans
Cilalamak, -e lake cilası yapmak (Laquer un une large mesure: Geniş ölçüde, büyük ölçüde. De
meuble). long en large: Bir o başa bir bu başa (Sepromener
laqueur er. Lakeci; lake cilacısı, de long en large). En long et en large: Enine
laqueux, euse s. Lake görünümünde, lake gibi. boyuna, tüm yönleriyle (Expliquer un problème en
larbin er. tkz. 1. Uşak, hizmetçi (Un larbin de grande long et en large). Etre large avec qn: -e karşı
maison). 2. mec. Uşak ruhlu adam, aşağılık adam. bağışlayıcı, hoşgörülü davranmak. Etre large
larcin er. 1. Çalma, aşırma, apartma (Faire un d'idées: Geniş görüşlü olmak, açık fikirli olmak.
larcin). 2. Çalıntı, aşırtı, apartı. Etre au large: Rahat olmak, gende olmak, sıkıntı
lard er. Domuz yağı (Une tranche de tard. Lard salé, içinde olmamak. Gagner le large: (Denizde)
fumé). § Un gros laid: hlk. Şişko. Tête de lard: tkz. Açılmak, engine açılmak. Mener une vie large:
Et kafalı, domuz herif. Pierre de lard: Terzilerin Rahat bir yaşam sürmek, bir eli yağda bir eli
kullandığı beyaz talk. Gras,se à lard: Pek semiz. balda olmak, istediği önünde istemediği ardında
Faire du lard, se faire du lard: Hareketsizlikten olmak. Ne pas en mener large: İçi pek rahat
şişmanlamak, semirmek, olmamak, korku ve kaygılar içinde olmak, güç
larder gçl. 1. (Etin şurasına burasına) Domuz durumda olmak. Prendre le large 1. Kaçmak,
yağmdan parçalar gömmek (Larder un morceau tüymek. 2. (Gemi) Açılmak.
de bœuf, de veau). 2. Larder qn, qch de qch: a) -ile largement bel. 1. Genişçe, geniş olarak (Col
delik deşik etmek (Il a lardé son adversaire de largement ouvert). 2. Bol bol, fazla fazla
coups de couteau), b) İğnelemek, dokundurmak (Donner largement). 3. Rahat bir şekilde, iyi
(Elle tentait de me larder de menues épigrammes). (Gagner largement sa vie). 4. En aşağı (Il est
3. Şurasına burasına... serpiştirmek; -ile largement trois heures. Tu as largement mille
doldurmak, süslemek (Larder un texte de francs).
citations. Larder son discours de mots étrangers). largesse diş. 1. Eliaçıklık, elaçıklığı (Sa largesse
lardoire diş. 1. Etin içine domuz yağı sokmakta excessive passe pour de la naïveté). 2. ç. Bağış. §
kullanılan şiş. 2. tkz. Delici silah, süngü, şiş vb. Faire des largesses: Bağış yapmak, bağışta
lardon er. 1. Yemeklere katılan ufak domuz yağı bulunmak.
parçası. 2. mec. İğneli söz, dokunaklı söz. 3. hlk. largeur diş. 1. En, genişlik (La largeur d'une fenêtre,
Çocuk, yumurcak, d'une route, dun fleuve). 2. mec. Bağnazlıktan
lardonner gçl. 1. Ufak ufak kesmek, doğramak. 2. uzaklık, genişlik, açıklık (Largeur desprit, de
mec. Takılmak, iğnelemek. vues, d idées). § Dans les grandes largeurs: tkz.
İare er. 1. (Eski Romalılarda) Aile ocağını koruyan °Tamamiyle, "tamamen, bütünüyle,bütün bütün.
tanrı, ocak tanrısı. 2. er. ç. mec. Aile ocağı, aile larghetto bel. müz. Largetto.
largue 816 lastex

largue s. 1. Gerilmemiş, gevşek. 2. er. Aykırı yel, larvaire).


gemiye yan arkadan gelen yel. larve diş. 1. biy. Kurtçuk (Des larves d'insectes).
larguer gçl. 1. den. Gevşetmek, laçka etmek 2. mec. Embriyon, cücük (Une larve humaine). 3.
(Larguer les amarres, une voile). 2. Atmak, (Eski Romalılarda) Karakoncolos,
fırlatmak, salmak, salıvermek (Larguer des larvé, e s. 1. Belirtileri tam olmayan (Fièvre larvée).
bombes, un parachutiste). 3. tkz. Atmak, başından 2. Gizli, patlak vermeyen (Révolution larvée,
atmak, savmak (Il a largué tout ce qui le gênait). guerre larvée).
larigot er. Bir çeşit zurna. § A tire-larigot: Bol bol laryngé, e laryngien, ne s. Gırtlağa değgin (Cavité
ve durmadan (Boire à tire-larigot). laryngienne, nerfs laryngés).
larme diş. 1. Gözyaşı ( Les yeux voilés de larmes). laryngite diş. hek. Gırtlak yangısı, larenjit.
2. Kesilen ağaçlardan akan su (Larmes de la laryngologue, laryngologiste ad hek. Boğaz
vigne). 3. ç. mec. Büyük iç acısı; ezinç; °vicdan hastalıkları hekimi,
azabı (Vivre dans les larmes). 4. Pek az miktar, laryngoscope er. hek. Gırtlak muayene aleti, gırtlak
azıcık, bir damlacık (Une larme de vin, de cognac). gözleme aleti, larengoskop.
§ Larmes de crocodile: Sahte gözyaşı, yalancıktan laryngoscopie diş. hek. Gırtlak muayenesi, gırtlak
dökülen gözyaşları. Cette vallée de larmes: Bu gözleme, larengoskopi.
dünya. Avoir les larmes aux yeux: Çok laryngotomie diş. hek. Gırtlak açma ameliyatı,
duygulanmak, gözleri yaşarmak. Avoir des larynx [Ancfc] er. Gırtlak.
larmes dans la voix: Konuşurken sesi titremek. ias[las]ünl. eski. Yazık! Ne yazık! Eyvah! Heyhat!
Avoir toujours la larme à l'oeil: Gözü sulu olmak, las, se s. 1. Yorgun (Il se sentait las après toute une
çabucak ağlamak, sulugöz olmak. Arracher des journée de travail). 2. Las de qn, de qch: -den
larmes à qn: -i ağlatmak (Ce spectacle lui arrachait bıkmış, usanmış, bezmiş (Il était las des femmes,
des larmes). Essuyer les larmes de qn: -i avutmak des gens et des affaires). 3. Las de f. qch: -mekten
teselli etmek; -in gözyaşlarını dindirmek, silmek. bıkmış, usanmış, bezmiş (Je suis las d attendre, de
Etre en larmes: Ağlamak. Fondre en larmes: vivre). § De guerre lasse: Artık dayanamayarak,
Hüngür hüngür ağlamak. Pleurer â chaudes didişmekten bıkarak (De guerre lasse, il lui acheta
larmes: îki gözü iki çeşme ağlamak. Rire aux la voiture qu'elle désirait).
larmes: Gözünden yaş gelinceye dek gülmek. lasagne diş. değişmez. Bir çeşit italyan makarnası,
Verser, répandre des larmes: Gözyaşı dökmek, lascar er. 1. Hintli gemi tayfası. 2. hlk.
ağlamak. Gözü pek ve kurnaz adam. Külhanbeyi,
larmier er. 1. (Mimarlıkta) Damlalık. 2. Gözpınarı. lascif, ive s. 1. "Kösnülü, kösnük, "şehvetli, şehvet
3. (At için) Şakak. düşkünü (Il a un tempérament lascif. Une femme
larmoiement er. 1. (Göz için) Yaşarma, yaş akma. lascive). 2. Kösnül, kösnü uyandırıcı, "şehvet
2. Ağlama, ağlayıp sızlama. uyandırıcı (Danse lascive. Regards lascifs).
larmoyant, e s. 1. Yaşaran, yaşları akan (Les yeux lascivement bel. 1. Aşırı şehvetle. 2. Şehvet
larmoyants). 2. Ağlamaklı (Une voix larmoyante). uyandırarak,
3. Pek duygulandıran, ağlatan, göz yaşartan (Une lascivité diş. Kösnüllük, aşırı şehvetülik.
comédie larmoyante. Récit larmoyant). lassant, e s. 1. (Eski) Yorucu (Une journée lassante,
larmoyer gsz. 1. Yaşarmak, sulanmak, yaşları un travail lassant). 2. Bezdirici, usandırıcı;
akmak (Des yeux qui larmoient à cause de la bıktırıcı (Répétitions lassantes).
fumée). 2. Ağlayıp sızlamak, sızlanmak, yanıp lasser gçl. 1. (Eski) Yormak (Je lasse deux chevaux
yakınmak (Le vieillard larmoyait). par jour). 2. Bıktırmak, usandırmak, bezdirmek
larron er. 1. (Eski) Hırsız, uğru. 1 (Basımcılıkta) (Lasser ses lecteurs par les mêmes récits). 3. mec.
Kâğıdın kıvrılmış bulunmasından ileri gelen Taşırmak, tüketmek (Il a fini par lasser ma
baskı kusuru. § Larron d'eau: Suların akması için patience, ma bonté). § Se lasser: 1. Bıkmak,
delik, yol, kanal. Larron d'honneur, larron usanmak, bezmek. 2. Se lasser de qdi, de f. qch: -
d'amour: Kadınları baştan çıkaran, ayartıcı, ırz den bıkmak; -mekten bıkmak (On se lasse de tout.
düşmanı. S'entendre comme larrons en foire: İki Il se lassa de l'attendre en vain).
ahbap çavuş gibi anlaşmak. L'occasion fait le lassitude diş. 1. Yorgunluk (La lassitude due à t âge).
larron: Paranın yüzü sıcaktır. Fırsat insanı hırsız 2. Bıkkınlık; bezginlik, usanç (La lassitude des
da yapabilir ahlâksız da. combattants. Céder par lassitude).
larvaire s. (Böceklerde) 1. Kurtçuğa değgin, lasso er. Çobanların yaban atları yada sığırları
kurtçuğa özgü (Forme, état larvaire). 2. mec. yakalamak için kullandıkları kement,
Çekirdek halinde (Des sentiments encore à l'état lastex er. Lasteks.
lasting 817 laurier-tulipier

lasting er. Bir çeşit hafif yünlü kumaş, bölge (Espèce animale qui ne peut vivre sous toutes
latanier er. bitb. Latanya, Hint adalarında yetişen les latitudes). 3. Özgürlük, serbestlik (Vous avez
bir palmiye. toute latitude d'accepter ou de refuser; je vous
latence diş. Gizli kalma, gizlilik; belirtisizlik donne toute latitude d'agir).
(Période de latence d'une maladie). latitudinaire s. ve ad (Ahlâk bakımından) Mezhebi
latent, e s. Gizli kalan, gizli; belirtisiz (Le geniş.
mécontentement latent finit par éclater. Une latomies diş. ç. Eskiden, hapishane olarak
maladie latente. Demeurer à l'état latent). kullanılan taş ocakları,
latéral, e s. Yan, yanal (La porte latérale). lato sensu bel. Geniş anlamda, sözcüğün geniş
latéralement bel. Yandan; yanlamasına (Les rayons anlamıyla,
du soleil entraient latéralement dans les tribunes). latrie diş. Tapma.
latérite diş. yerb. Laterit; dönenceler arasındaki latrines diş. ç. Ayakyolu, yüznumara.
sıcak iklim kuşağında tatlı kiremit kırmızısı lattage er. Lata kaplama; latayla kaplama, pedavra
renkte özel bir toprak çeşidi, tahtalarıyla kaplama,
latex er. 1. kim. Lateks. 2. biy. Süt, bitki sütü. latte diş. 1. Dar ve uzun tahta, lata, pedavra tahtası.
laticifère s. bitb. İçinde bitkisütü bulunan (Cellules 2. Düz süvari kılıcı,
laticifères). latter gçl. Latalarla, pedavra tahtalarıyla kaplamak
laticlave er. 1. Romalı senato üyelerinin cübbeleri (Latter un plafond).
üzerindeki erguvan şerit. 2. Romalı senato lattis er. Lata işi.
üyelerinin giydikleri cübbe. laudanum [lodan3m\ er. Afyonlu bir sıvı ilaç,
latifolié, e s. bitb. Geniş yapraklı, lavdanom.
latifundia, latifundium er. 1. (Eski Romada) Çok laudateur, trice ad. Övgücü, ona buna övgü düzen,
geniş özel topraklar. 2. (Bugün) Eski yöntemlerle laudatif, ive s. 1. Övücü (Termes laudatifs. Inscription
işletilen büyük özel topraklar, latifundia, laudative). 2. ad Övgücü, ona buna övgü düzen
latifundiaire s. Latifundiayla ilgili, latifundiaya kimse.
değgin (Propriété latifundiaire). iaudes diş.ç. Tanrıyı öven bir sabah duası,
latin er. Latince, latin dili (Enseigner le latin). § iauracées diş. ç. bitb. Defnegiller,
Latin de cuisine: Kaba latince. Y perdre son latin: laure diş. tar. (Doğuda) Manastır (La laure de Kiev).
Hiçbir şey anlamamak; şaşırıp kalmak; iflahı lauré, e s. 1. Defne çelenkli, defne çelengi taşıyan,
kesilmek. defne çelengiyle süslenmiş (Empereur lauré, tête
latin, e s. ve ad 1. Latin (Les latins. Le monde latin). laurée). 2. Lauré de qch: -ile süslenmiş (Tête laurée
2. Latinlere değgin; La tinlere özgü (Tempérament d'une médaille).
latin, esprit latin, individualisme latin). 3. lauréat, e s. ve ad. 1. Bir yarışmada ödül kazanan
Latinceyle ilgili, Latinceye değgin (Déclinaisons (Les élèves lauréats. Une étudiante lauréate). 2. ad.
latines, une tournure latine). 4. Batı Katoliği. § Ödül kazanan, ödül alan (Lauréat du prix Nobel.
Voile latine: den. Latin yelkeni, Lauréate du prix Goncourt. Le lauréat dun prix
latinisation diş. 1. Latinleştirme; latinleşme littéraire).
(Latinisation dun pays, d un peuple). 2. Latinceye lauréole diş. Yabani defne.
uydurma, latinceleştirme (Latinisation dun mot). laurier er. bitb. 1. Defne. 2. Defne dalı (Couronne de
latiniser gçl 1. Latinleştirmek. 2. Latinceleştirmek, laurier. Front ceint de laurier). 3. mec Başarı,
Latinceye uydurmak. 3. gsz. Latince paralamak, utku, °zafer (Lauriers du guerrier, du vainqueur.
latince konuşuyor geçinmek. 4. Batı katolik Etre couvert de lauriers). § Etre chargé de lauriers,
kilisesinden olmak, se couvrir de lauriers: Ün kazanmak, şeref
latinisme er. 1. Latinceye özgü söz düzeni. 2. kazanmak. Flétrir ses lauriers: Şerefini kirletmek,
Latinceden alman sözcük yada anlatım, adını lekelemek. S'endormir sur ses lauriers: Elde
latiniste ad 1. Latin dili ve yazını uzmanı. 2. Latince edilen başarılardan sonra hiçbir şey yapmamak,
öğrencisi. bir başarı sağladıktan sonra işi tembelliğe
latinité diş. 1. Latin dünyası, Latin uygarlığı, Latin dökmek. Se reposer sur ses lauriers: 1. Parlak
çevresi (L'esprit de la latinité). 2. Latince başarılarla hakettiği bir erincin içinde bulunmak.
konuşma yada yazma biçimi, 2. Bir başarı sağladıktan sonra artık hiçbir şey
latino-américain, e s. Latin Amerikaya değgin, yapmamak, işi tembelliğe vurmak,
Latin Amerikalı (Les pays latino-américains). laurier-cerise er. bitb. Taflan, karayemiş.
latitude diş. 1. coğr. Enlem (Paris est à 4)f de laurier-rose er. bitb. Zakkum ağacı,
latitude Nord). 2. (Sıcaklık bakımından) İklim, laurier-tulipier er. bitb. Bir tür manolya.
lavable 818 le

lavable s. Yıkanabilir. qch, s'en laver les mains: Bir şeyin sorumluluğunu
lavabo er. 1. Papazın parmaklarını yıkama ayini. 2. üstünden atmak, sayım suyum yok deyip işin
Bu ayinde okunan dua. 3. Papazın parmaklarını içinden çıkmak,
yıkadıktan sonra sildiği bez. 4. Lavabo, *elyunağı laverie diş. 1. Maden filizi yıkama havuzu. 2.
(Lavabo d'une salle de bains). 5. ç. Yüznumara. Modern çamaşır yıkama dükkânı,
lavage er. 1. Yıkama (Lavage du linge, d une lavette diş. 1. Bulaşık bezi; bulaşık fırçası. 2. mec.
voiture). 2. Çamaşır yıkama (Jour de lavage). 2. tkz. Pelte gibi adam, sümsük, sümsüğün teki (Une
hek. (Mide, barsak gibi iç organları) Yıkama vraie lavette). 3. argo. Dil.
(Lavage de l'intestin). 4. Çok sulu yemek, bulaşık laveur, euse ad 1. Yıkayıcı (Laveur de vaisselle dans
suyu (Cette soupe n'est qu'un lavage). § Lavage de un restaurant. Laveur de voiture dans un garage). 2.
tête: mec. Azarlama, paylama, haşlama, diş. Çamaşırcı kadın (Une laveuse au lavoir tapant
lavallière s. Kuru yaprak renginde (Maroquin ferme et dru sur la lessive). 3. diş. Çamaşır
lavalière). 2. diş. Bir çeşit boyunbağı. makinası.
lavande diş. bitb. 1. Lavantaçiçeği. 2. Lavanta, lave-vaisselle er. Bulaşık yıkama makinası.
lavanta kolonyası (Un flacon de lavande). lavis er. Suluçizi; sulandırılmış çini mürekkebi yada
lavandière diş. 1. Çamaşırcı kadın. 2. kara suluboya kullanılarak fırça ile yapılan çizim,
Kuyruksallayan kuşunun bir başka adı. lavoir er. 1. Genel çamaşırhane (Laver le linge, la
lavaret er. hayb. Sombalığına yakın bir göl balığı, lessive au lavoir). 2. Maden yıkama teknesi;
lavasse diş. 1. (Eski) Birden bastıran yağmur, maden filizi yıkama makinası.
sağnak. 2. tkz. (Bugün) Çok sulu içit yada yemek, lavure diş. 1. Yıkama, yıkama işlemi (Lavure du
bulaşık suyu (Ce café est imbuvable, c'est de la minerai). 2. Bir şeyin yıkandığı su (Lavıtre de
lavasse). vaisselle: Bulaşık suyu). 3. Tatsız tuzsuz- çorba
lavatory er. İng. Genel yüznumara, umumi helâ. yada et suyu, bulaşık suyu (Ce n'est pas un potage
lave diş. yerb. Lav (İM lave brûlante descendait du mais une lavure).
cratère). laxatif, ive 5. 1. Barsakları yumuşak tutan,
lavé, e s. 1. Çok sulandırılmış. 2. Yalama usulü yumuşatıcı (Tisane laxative. Les pruneaux, le miel
çiziyle yapılmış (Dessin lavé). 3. mec. Soluk (Des sont laxatifs). 2. er. Yumuşatıcı (ilâç) (Prendre un
yeux d'un bleu lavé). laxatif).
lavement er. 1. Yıkama (Le lavement des mains, des laxisme er. (Din ve ahlâk yönünden) Aşırı hoşgörü,
pieds). 2. Hek. Yıkama, "tenkiye (Un lavement laxistes, vead Aşırı hoşgörülü (Morale laxiste. Un
pour lutter contre la constipation). 3. Kilisede laxiste).
yapılan ayak yıkama ayini. 4. mec. (Eski) laxité diş. Gevşeklik.
Rahatsız edici kimse, karınağrısı (Voilà un vieux layer gçl. 1. İçinden patika geçirmek (Layer une
lavement). forêt). 2. Dişengiyle, dişli taşçı çekiciyle kazıyıp
laver gçl. 1. Yıkamak (Laver la vaisselle. Laver la işlemek (Layer une pierre tombale).
figure etun enfant. Laver une plaie à F alcool. Laver layetier er. Sandıkçı.
le minerai). 2. Temizlemek, silmek, öc alarak layette diş. 1. Hafif tahta sandık; küçük çekmece.
gidermek (Laver un affront, une injure). 3. tkz. 2. Bebek giysi takımı, bebek giyimi (Des articles
Satmak, okutmak, mektep etmek (Il a lavé son de layette dans un grand magasin).
pardessus). 4. Sulandırmak, açmak (Laver une lazaret er. Karantina yeri (Subir une quarantaine au
couleur). 5. Yıkamak, "tenkiye yapmak (Laver un lazaret).
organe interne par des injections). 6. Çıkarmak, lazariste er. Katolik misyonerlerinden bir kısmına
gidermek (Laver une tache). 7. Laver qn de qch: verilen ad, "lazarist.
Birini -den aklamak, temize çıkarmak (Ses amis lazulite diş. Lacivert taşı.
Font lavé d'une telle accusation). § Laver la tête à lazzi er. 1. İtalyan tiyatrosunda güldürücü
qn: -i şiddetle azarlamak, haşlamak, paylamak. pandomima. 2. Alay, şaka, takılma (Il était
Laver son linge sale en famille: Kirli çamaşırlarını toujours F objet des lazzis de ses camarades).
dışarı vurmamak, "kol kırılır yen içinde" diye le, la, les. 1. ( Tanımlık, tanım ilgeci, tanım edatı).
hareket etmek. § Se laver: 1. Yıkanmak (Se laver Adlardan önce geldiklerinde belirtili tanımlık
dans la salle de bains, sous la douche). 2. Se laver görevinde olurlar (Le père, la mère, l'arbre,
qch: -sini yıkamak (Se laver les mains, les pieds, les Fombre, Fhomme, Fhirondelle, les garçons, les
dents, la figure). 3. Se laver de qch: -den aklanmak, filles, les arbres, les hommes, les hirondelles). 2. Bir
temize çıkmak (Se laver d' une accusation, d une eylemin başına yada sonuna geldiklerinde
imputation, d'un soupçon). § Se laver les mains de nesneyi gösteren adıl görevinde olup "onu;
lé 819 légal

onları" anlamını verirler (Je le vois: Onu er. biy. Emici,


görüyorum. Tu la connais bien: Onu iyi tanıyorsun. lèche-vitrines er. Vitrinleri hayranlıkla seyrederek
Je l'aime: Onu seviyorum. Prenez-le: Onu alm. Je vakit geçiren aylak. § Faire du lèche-vitrines, faire
les écoute: Onları dinliyorum). 3. Le ( Nötr bir adıl du lèche-carreaux: hlk. Ağzının suyu aka aka
olarak) Bu; bunu (Parles, il le faut: Konuşun, bu vitrinleri seyretmek, vitrin seyredip vakit
gerekti. Vous te savez comme moi. Benim gibi siz de öldürmek.
bunu biliyorsunuz). 4. Le (Yüklem olarak) Böyle, lécithine diş. biy. Lesitin; yumurta sarısı, balık gibi
öyle (Courageux, nous le sommes: Cesaretli mi, maddelerde bulunan gliserofosforik asitli madde,
öyleyiz. Cesaretli olmasuıa cesaretliyiz). leçon diş. 1. (Bütün anlamlarıyla) Ders (Leçon de
lé er. 1. Kumaş eni (Le lé de drap, de toile). 2. musique; de danse, de dessin Assister aux leçons
(Kıyıdaki) Yedekçi yolu. d'un professeur. Donner des leçons particulières à
leader [lidoex] er. Ing. 1. Önder, °lider, (Leader un élève faible. Etudier sa leçon, revoir sa leçon.
politique. Le leader de l'opposition). 2. (Spor) Prendre des leçons). 2. İbret, alınacak ders, uyarı
Başta giden, öncü (Le leader du championnat). 3. (Cette humiliation est pour lui une rude leçon). 3.
s. Baş, temel (Articleleader: Başyazı, °başmakale). (Hristiyanlarda) Sabah duası parçalarından her
leadership[lidœufip] er. İng. Önderlik, "liderlik, biri. 4. (Bir metinde) Değişke, "varyant. 5.
lécanore diş. bitb. Çanaklikeni. (Olaylar için) Anlatılış. § Donner des leçons à qn:
léchage er. 1. Yalama. 2. Özenle yapma, inceden 1. -e ders vermek. 2. mec. -i bin kez okutmak, -den
inceye uğraşma (Léchage dun tableau). § Léchage kat kat üstün olmak (Tu lui donnerais des leçons).
de bottes: mec. Çanak yalama, kıç öpme, aşırı Faire la leçon à qn: -e talimat vermek, ne
dalkavukluk, yapacağını söylemek. Prendre des leçons de qn: -
lèche diş. hlk. 1. Pek ince dilim (Une lèche de pain, den ders almak. Répéter sa leçon: mec. Kendisine
de jambon). 2. Dalkavukluk, yalaklık, yağcılık § nasıl buyurulmuşsa öyle konuşmak, sahibinin
Lèche-cul, lèche-bottes: s. ve er. değişmez, tkz. sesi olmak. Nasıl kurulmuşsa öyle konuşmak.
Çanak yalayıcı, kıç yalayıcı, dalkavuk. Faire de la Tirer la leçon de qch: -den ibret almak, ders almak
lèche à qn: -in kıçını yalamak, -e dalkavukluk (Tirer la leçon des événements). Ça lui donnerait
etmek. une bonne leçon: hlk. Bu ona iyi bir ders olur, aklı
léché, e s. Çok özen gösterilmiş, özenle yapılmış başma gelir.
(Tableau léché). § Ours mal léché: Kaba ve lecteur, trice ad. 1. Okur, okuyucu (Lecteur de
terbiyesiz adam, ayı, hödük, journaux, de revues, de romans). 2. Okutman (II
lèchefrite diş. Etin suyunu, yağını toplamak için est lecteur à la Faculté des lettres). 3. İkinci
ızgara altına konulan kap, ızgara altlığı, aşamalı papaz çırağı. 4. er. (Elektrik, elektronik)
lèchement er. Yalama, yalayış (Lèchement des Okuyucu aygıt (Lecteur optique, lecteur de son).
doigts). lecture diş. 1. Okuma (Lecture du journal, dun livre
lécher gçl. 1. Yalamak (Chien qui lèche un plat, la d'une carte). 2. Okuyuş, okunuş (Une faute de
main de son maître). 2. Dilini değdirip değdirip lecture. Lecture dun morceau de musique). 3.
yemek, yalayarak yemek (Le chat lèche le lait dans Okuma sanatı (Enseigner la lecture à de jeunes
la soucoupe). 3. Çok büyük bir özenle yapmak enfants). 4. Okunacak şey (Oublier ses lectures. Je
(Lécher un tableau). 4. Hafifçe dokunmak, vous ai apporté de la lecture). 5. Okumuşluk, ekin,
değmek, yalamak (Les flammes s'élevaient du kültür (Il a beaucoup de lecture et d érudition. La
bâtiment en feu et léchaient les murs de l'immeuble lecture agrandit l'âme). 6. (Yasa ve tasarılar için)
voisin. IJ!S vagues venaient lécher le bas de la a) Meclis önünde sesli olarak okuma (Lecture
falaise). § Lécher le cul à qn: tkz. -in kıçını dun projet de loi), b) Millet meclisinde tartışma,
yalamak; -e yaltaklanmak, yağ çekmek, köpeklik görüşme (Le texte du gouvernement est venu en
etmek. Lécher les bottes de qn, à qn: -in elini première lecture au Sénat. Loi adoptée en première
ayağını öpmek, çizmelerini yalamak, -e köpekçe lecture, en seconde lecture).
yaltaklık etmek, yağcılık yapmak. Lécher les lécythe er. (Kazıbilimde) Silindir biçiminde, dar
vitrines: Vitrinleri hayranlıkla seyretmek, içi geçe boğazlı, geniş ağızlı, kulplu Yunan vazosu,
geçe vitrinlere bakmak. S'en lécher les doigts, les légal,e s. huk. 1. Yasal, yasalı, yasaya uygun,
babines: Tadı damağında kalmak, büyük bir yasanın gerektirdiği, "kanuni (Une expulsion
iştahla yemek, nerdeyse parmaklarını da beraber légale des occupants dun appartement. Le cours
yemek. légal de la monnaie. L'âge légal pour voter.
lécheur, euse ad. 1. Beleş yemeğe bayılan adam, Respecter les formalités légales). 2. Yasa ile ilgili,
beleşçi. 2. hkr. Dalkavuk, yağcı, çanak yalayıcı. 3. yasaya ait (Les dispositions légales en vigueur). §
légalement 820 légion

Médecine légale: Adlî tıp. Pays légal: Seçim Arme légère. Poids léger). 2. İnce, hafif (Vêtements
hakkına sahip yurttaşların tümü. Régime légal: légers. Une légère couche de vernis. Une neige
Yasal yöntem, "kanuni usul. Voie légale: Yasal légère couvrait le sol). 3. Koyu olmayan, hafif,
yol, "kanuni yol. yoğunluğu az (Vin léger, thé léger, café léger). 4.
légalement bet. Yasal olarak, yasaya uygun olarak; Ağır olmayan, tehlikeli olmayan, hafif (Des
yasa uyarınca, yasaca, "kanunca, "kanunen blessés légers). S. Küçük, önemsiz (La différence
(Assemblée légalement élue. Prononcer légalement est légère. Une faute légère). 6. Çevik (Une balerine
la dissolution de l'Assemblée nationale). légère et souple). 7. Dinlenmiş, dinlenik, dinç (Se
légalisation diş. huk. 1. Yasal kılma, yasallaştırma, sentir léger après une heure de repos). 8. İnce uzun,
yasaya uygun kılma (La légalisation d un acte). 2. narin (Elle a une taille légère). 9. Uçarı (Il a m
Resmi olarak onama, onanma; "resmi tasdik caractère léger). 10. Ciddilikten uzak, ciddi
(Légalisation dune signature). olmayan, düşüncesizce (Porter un jugement léger).
légaliser gçl. huk. 1. Resmi olarak onanmak, doğru 11. Düşüncesiz, ihtiyatsız (Garçon ignorant et
olduğunu belirtmek (Légaliser une signature, une léger). 12. Fingirdek, hafif meşrep (Une femme
procuration). 2. Yasal kılmak, yasallaştırmak, légère). § A la légère: Düşüncesizce, iyice düşünüp
"kanunileştirmek "meşrulaştırmak (De nouvelles taşınmadan, gelişigüzel (Parler, agir à la légère.
élections légalisèrent le régime). S'engager à la légère dans une entreprise). Prendre
légalisme er. *Yasallıkçılık, "meşruiyetçin k, qch à la légère: -i hafife almak, önemsememek,
yasallığa aşırı bağlılık, ciddiye almamak. Avoir la tête légère, une tête
légaliste i. ve ad. Yasallıkçı, "meşruiyetçi, légère: Yarım akıllı olmak, ne yaptığını pek
légalité diş. huk. 1. Yasallık, yasaldık, "meşruiyet bilmemek, boş kafalı olmak. Avoir le sommeil
"kanuniyet (La légalité dun régime. Respecter la léger: Uykusu hafif olmak. Avoir le coeur léger İçi
légalité. Rester dans la légalité). 2. Yasaya rahat olmak, vicdanı rahat olmak. Avoir la main
uygunluk (La légalité dun acte, dune mesure, d'un légère: 1. (Ameliyatta) Eli hafif olmak. 2.
règlement). (Vurmada) Eli çabuk olmak. Etre léger comme
une plume: Tüy gibi hafif olmak.
légat er. 1. Papalık elçisi, Papanın elçisi. 2.
(Eskiden) Papalık valisi, légèrement bel. 1. Hafifçe, ince (Etre vêtu
légataire ad. Kendisine vasiyetle bir mal bırakılan légèrement). 2. Hafif hafif, hafifçe (Toucher
kimse, vasiyetle mal alan (Légataires d'un même légèrement). 3. Az, hafif (Manger légèrement). 4.
testateur). Düşüncesizce, iyice düşünüp taşınmadan (Parler,
légation diş. 1. Papa elçiliği. 2. (Eskiden) Papaca agir légèrement. Prendre une décision un peu
verilen valilik. 3. Orta elçilik (Un secrétaire de légèrement).
légation). 4. Orta elçilik mensupları. 5. Orta elçilik légèreté diş. 1. Hafiflik (La légèreté d'un ballon).
binası (Aller chercher son visa à la légation). 2. Çeviklik (La légèreté d'une danseuse, dune
lège s. den. Boş yada tam yükünü almamış, yükü az balerine). 3. Hafiflik, incelik (La légèreté d une
(Navire lège. Le bateau étant lège, s'élevait sur étoffe, d'un vêtement). 4. İncelik, narinlik, zariflik
l'eau). (La légèreté d'une architecture, d'un ornement). 5.
légendaire s. 1. Yalnız efsane ve masallarda bulunan Düşüncesizlik, hafiflik, ciddilikten uzaklık (Faire
(Personnages légendaires. Un héros légendaire). 2. preuve de légèreté dans sa conduite, dans ses
Masal ve efsanelere özgü, masalı andıran, propos). 6. Uçarılık; hafif meşreplik (Sa
efsaneleri andıran (Une atmosphère légendaire). 3. coquetterie, sa légèreté scandaleuse). 7. Kolaylık,
Pek ünlü, dillere destan (Le chapeau légandaire de akıcılık (La légèreté d'un style).
Napoléon. Un exploit resté légendaire). 4. er. leggings, leggins er. İng. (Bacaklara takılan) Meşin
Masal yada efsane yazarı. 5. er. Masal yada yada bez tozluk.
efsane kitabı, dergisi, leghorn diş. Legorn tavuğu, iyi cins yumurta
légende diş. 1. Ermişlerin yaşamöyküleri. 2. Efsane tavuğu.
(Légendes propres à un peuple. Napoléon est entré légiférer gçl. 1. Yasa koymak, yasamak (Pouvoir de
dans la légende). 3. Madalya yada para yazısı. 4. légiférer). 2. mec. Kurallar koymak, koyduğu
•Altyazı; resimlerin, karikatürlerin altına yazılan kuralları zorla benimsetmek (Ce grammairien
açıklayıcı yazı (Légende d une photographie. prétend légiférer).
Caricature sans légende). légion diş. 1. (Eski Romalılarda) Tümen. 2. Albayın
légender gçl. Altyazılamak, -e açıklayıcı altyazı kumanda ettiği jandarma birliği, jandarma alayı.
koymak (Légender un dessin, une caricature). 3. Une légion de: Bir alay... Bir sürü... (Une légion
léger, ère s. 1. Yeğni, yün gül, hafif (Bagages légers. de cousins). 4. Yabancı uyruklulardan devşirme
légionnaire 821 lendemain

Fransız sömürge birliği (Entrer à la Légion) § 4. Mazur göstermek (Il a tenté de légitimer sn
Légion d'honneur: Asker ve sivillere verilen bir conduite).
Fransız liyakat nişanı (X voir la Légion d honneur. légitimisme er. huk. Yasalılık, "meşruiyet,
Porter sa Légion d honneur). Légion étrangère: légitimiste s. ve ad 1. Yasalılıkçı, "meşruiyetçi
Yabancı uyruklulardan devşirme Fransız (Le parti légitimiste. Un légitimiste convaincu). 2.
sömürge birliği, Birinin hükümdar olması için hükümdar
légionnaire er. 1. (Eski Romalılarda) Lejyon askeri. soyundan gelmesi gereğini savunan kimse,
2. (Fransada) Sömürge birliği askeri. 3. légitimité diş. 1. Yasalılık, "meşruiyet; yasallık,
Lejyondonör nişanı olan kimse, kanuniyet (Légitimité dune union, dun pouvoir).
législateur, trice s. ve ad. huk. Yasa koyucu, kanun 2. Haklılık, doğruluk, yerindelik (Légitimité d une
koyucu (Les intentions, la volonté du législateur. demande, d'une revendication, d une prétention).
Un roi législateur). 2. Bir bilim yada sanatın Iegs[/cg]er. huk. 1. Vasiyetle bağış (Faire un legs
kurallarını koyan kimse. 3. er. Yasama gücü. 4. à une institution charitable). 2. mec. Kalıt, miras,
Yasama gücü üyesi, yasamacı. - d e n kalan şeyler, kalıntı (Le legs du passé).
législatif, ve 1. s. huk. Yasamaya değgin (Assemblée léguer gçl. Léguer qch à qn: 1. Bir şeyi birine
législative: Yasama meclisi Pouvoir législatif: vasiyetle bırakmak (Il légua toute sa collection de
Yasama erki, yasama gücü. Projet législatif: Yasa tableaux au Louvre). 2. Bir şeyi -e bırakmak,
tasarısı. Texte législatif: Yasa metni). 2. er. "devretmek, geçirmek, "intikal ettirmek (Léguer
Yasama gücü (Le législatif et l'exécutif). un goût à ses enfants. Léguer une oeuvre à la
législation diş. huk. 1. Yasa koyma, yasama; yasama postérité). § Se léguer: Geçmek, "devralmak,
yetkisi. 2. Yürürlükteki yasalar, "mevzuat. 3. "intikal etmek; birbirine devretmek, geçirmek
Yasalar bilimi, °hukuk. (Tradition de famille qu'on se lègue).
législature diş. huk. 1. Yasama kurulları, yasama légume er. 1. Sebze, zerzevat (Légumes verts,
erki. 2. (Bir yasama meclisinin) Yasama görevi. 3. légumes secs. Soupe aux légumes, salade de
Yasama görevi süresi, yasama dönemi, légumes). 2. (Yenilen) Yeşillik (Plat de viande
légiste er. 1. Yasaları bilen kimse, yasacı, hukukçu. garni de légumes). 3. diş. Baklagillerin yemişi,
2. t ar. Fransada derebeyliğe karşı krallığın erkini badıç. § Une grosse légume: mec tkz. Kodaman,
geliştirmeye çalışan kral danışmanı. 3. s. önemli kişi (Les grosses légumes du parti). Perdre
Hukukla ilgili (Conseiller légiste: Hukuk ses légumes: argo. (Kadınlar için) Aybaşı olmak,
danışmanı. Médecin légiste: °Adli tabip). légumier, ère s. 1. Sebzeye değgin, zerzevatla ilgili
légitimation diş. 1. Yasalı kabul etme, yasalı kabul, (Culture légumier e). 2. er. Sebze bahçesi. 3. er.
kabul edilme; °meşrulaştırma, meşrulaşma; Sebze tabağı,
yetkilerim kabul etme (Légitimation d'un légumine diş. biy. kim. Legümin, baklagillerin özü,
souverain). 2. (Evlilik dışı doğmuş bir çocuğu)
bitkisel kazein,
Tanıma (Légitimation dun enfant). 3. Doğru
légunrineux, euse s. 1. Baklagillerden olan (Plantes
bulma, haklı görme (La légitimation de sa
légumineuses). 2. diş. bitb. Baklagillerden sebze
conduite). § Lettre de légitimation: °İtimatname.
(La fève est une légumineuse). 3. diş. ç. bitb.
Papiers de légitimation: Kimlik belgesi, kimliği
Baklagiller.
kanıtlayıcı belge,
leitmotiv [laj(£)tmjtiv] er. müz 1. Laytmotif,
légitime s. I. Töreye uygun; yasaya uygun, yasal;
anabezek, anasüs, anamotif. 2. mec. tkide bir
yasalı, "meşru, "kanuni (Lafemme légitime. Union
yinelenip durulan şey, "nakarat,
légitime. Enfant légitime. Faire valoir ses droits
lemme er. mat. Yardımcı teorem,
légitimes sur une succession). 2. Haklı, doğru,
lemming er. hayb. Lemming.
yerinde (Des revendications légitimes. Rien de plus
lemnacées diş. ç. bitb. Sumercimeğigiller.
légitime que cette demande). 3. diş. huk. (Kalıtta)
lémure er. (Eski Romalılarda) "Hayalet, ölen bir
°Mahfiız hisse. § Légitime défense: Yasalı
kimsenin dirileri ikide bir rahatsız eden hayaleti,
savunma, "meşru müdafaa (Etre en état de
lémuridés er. ç. hayb. Makigiller,
légitime défense).
lémuriens er. ç. hayb. Makimsiler, maymunsular,
légitimement bel. "Meşru olarak; haklı ve yerinde
lendemain er. 1. Ertesi gün (Un lendemain de fête est
olarak.
toujours pénible. Il emmena ses amis diner au
légitimer gçl. 1. -i yasalı olarak tanımak, "meşru restaurant, et le lendemain il se sentit la tête très
kabul etmek (Légitimer un souverain). 2. (Evlilik lourde). 2. Gelecek, yarın, "istikbal (Penser à son
dışı doğmuş bir çocuğu) Tanımak (Légitimer un lendemain. Un bonheur sans lendemain). 3. mec.
enfant naturel). 3. Doğru bulmak, haklı görmek. Sonuç C Cette affaire a eu d'heureux lendemains). §
lendit 822 lequel

Au lendemain de: -in ertesi günü, -den hemen Sarkaç ağırşağı, saat sarkacının ucundaki ağırlık,
sonra (Au lendemain de t armistice, de la victoire, lentillon er. Kırmızı mercimek,
ils se mirent à penser aux problèmes économiques). lentisque er. Sakızacağı.
Du jour au lendemain: Bugün yarın, akşamdan lento bel. müz. Yavaş, "lento,
sabaha, şıp diye, hemen (Il changea d'opinion du léonin, e s. 1. Aslana değgin; aslana benzeyen;
jour au lendemain). Etre sûr de son lendemain: aslanı andıran, aslansı, aslanımsı (Une tête
Yarısından emin olmak, léonine). 2. İç uyaklı, yarım dizeleri de uyaklı olan
lendit [tâdil er. Ortaçağda Saint-Denis ile (Vers léonin). 3. mec. Aslan payı, aslan payına
Chapelle arasında her yıl 11-24 haziran dayanan (Partage léonin, contrat léonin, société
günlerinde kurulan büyük panayır. § Lendit léonine).
scolaire: Çeşitli öğretim kurumlarındaki léonure er. bitb. Aslankuyruğu,
öğrenciler arasında yapılan beden eğitimi léopard er. hayb. Pars,
yarışmaları. lépidodendron er. bitb. Pulluağaç.
lénifiant, e s. 1. hek. Uyuşturucu, yatıştırıcı, "teskin lépidolithe er. yerb. Lepidolit.
edici, "müsekkin. 2. mec. Yatıştırıcı (Des propos lépidoptères er. ç. hayb. Pulkanatlılar, kelebekler,
lénifiants). lépidosirène er. hayb. Karamaru; balçik-
lénifier gçl. 1. hek. Uyuşturucu bir ilaçla balığıgillerden eti lezzetli bir balık,
yatıştırmak, dinginleştirmek, teskin etmek. 2. lépidosirènes er. ç. hayb. Balçıkbalığı giller.
mec. Yatıştırmak (Ses douces paroles ont lénifié lépiote diş. Kimi türleri yenebilen mantar,
leur colère). lépisme er. hayb. Kâğıt güvesi, gümüşçün,
léninisme er.Lenincilik, leninizm. léporide er. hayb. Tavşan ve adatavşanı kırması,
léniniste £ ve ad. Leninci, leninist. léporidés, léporides er. ç. hayb. Tavşangiller,
lénitif, ive s. hek. 1. Yatıştırıcı, dinginleştirici lèpre diş. 1. Cüzam (Pustules de la lèpre. Etre atteint
(Remède lénitif). 2. er. Yatıştırıcı ilâç; ağn giderici de lèpre). 2. Bir yüzeydeki yer yer oyuklar (La
(Le miel est un bon lénitif pour la gorge). 3. s. mec. façade des maisons anciennes couverte de lèpre). 3.
Yatıştırıcı, dinginleştirici, dinlendirici (Des heures mec. Cüzam gibi çabuk bulaşan kötü şey (La
lénitives. L'influence lénitive de l'exercice lèpre de Penimi. Le vice est une lèpre).
musculaire). lépreux, euse i ve ad. 1. Cüzamlı (Hôpital pour
lent,e s. 1. Yavaş, ağır (Marcher dun pas lent. lépreux. Une femme lépreuse). 2. Cüzama değgin
S'avancer à pas lents. H a t esprit lent. Un animal (Pustules lépreuses). 3. mec. Oyuk oyuk, dökük
lent. Il est lent dans tout ce qu'il fait). 2. Etkisini dökük, sıvası boyası dökülmüş (Des murs
yavaş yavaş gösteren, yavaş işleyen (Un poison lépreux).
lent. La justice est lente). 3. Lent à f. qch: -mekte léprologie diş. hek. Cüzambilim, leprabilim.
ağır, -mesi geç (Il est lent à se décider, à léprologue, léprologiste er. Cüzambilim uzmanı,
comprendre). cüzambilimci, leprabilimci.
lente diş. Bit sirkesi. léproserie diş. 1. Cüzam hastanesi. 2. (Eski)
lentement bel. Ağır ağır, yavaş yavaş (Avancer Miskinhane, miskinler tekkesi,
lentement). lequel, laquelle, lesquels, lesquelles 1. adıl. Ki o, ki
lenteur diş. 1. Ağırlık, yavaşlık (Parler avec lenteur. onlar (Il y a une édition de ce livre, laquelle se vend
Lenteur desprit. Lenteur à se décider). 2. diş. ç. fort bon marché: Bu kitabın bir baskısı var, ki o çok
Yavaş ve ağır işleyiş (Les lenteurs de la procédure). ucuza satılır: bu kitabın çok ucuza satılan bir
lenticelle diş. bitb. Kovucuk, "adese, baskısı vardır. Je respecte les paysans de ce pays
lenticulaire, lenticuié, e s. Mercimek biçiminde, lesquels travaillent jour et nuit: Bu ülkenin
mercimeksi, mercimeğimsi (Verre lenticulaire). köylülerine saygı duyuyorum, ki onlar gece gündüz
lenticule diş. bitb. Sumercimeği. çalışıyorlar; bu ülkenin gece gündüz çalışan
lentiforme s. Mercimek biçiminde, mercimeksi, köylülerine saygı duyuyorum). 2. a) (Soru adılı
mercimeğimsi. özne olarak)Har.gisi, hangileri (Lequeldes enfants
lentille diş. 1. Mercimek (Un plat de lentilles). 2. est le plus intelligent: Çocukların hangisi en
fiz. Mercek (Lentille à bord épais: Kalın kenarlı zekidir? Laquelle de vos filles réussit mieux:
mercek. Lentille à bord mince: İnce kenarlı Kızlarınızın hangisi daha iyi başarı gösteriyor?
mercek. Lentille convergente: Yakınsak mercek. Lesquels de ces fruits sont plus succulents: Bu
Lentille divergente: Iraksak mercek). 3. ç. meyvelerin hangileri daha suludur), b) (Soru adılı,
(Derideki) Çil (Lentilles brunes, rousses). § nesne olarak) Hangisini, hangilerini (Laquelle de
Lentille d'eau: Su mercimeği. Lentille de pendule: ces cravates préférezrvous?: Bu kravatların
lerche 823 lettre

hangisini yeğliyorsunuz? Lesquels de ces livres soyup soğana çevirmek (On Fa lessivé au baccara.
avez-vous lus?: Bu kitapların hangilerini I! s'est fait lessiver au pocker). 4. argo. (Hırsızlık
okudunuz?). malı eşyaları) Gizlice satmak, okutmak. 5. Etre
lerche bel argo. Çok, fazla, lessivé: hlk. Çok yorgun olmak, bitkin olmak. §
lérot er. hayb. Bahçe uyuklayanı; Avrupa'da dağlık Lessiver la tête à qn: argo. -i azarlamak,
yerlerde ve ormanlarda yaşayan, sırtı koyu boz haşlamak, paylamak,
rengi, karnı beyazımsı bir kemirgen, lessiveuse diş. Çamaşır yıkama makinası; içinde
iesbianisme, lesbisme er. Sevicilik, kadınlararası kirli çamaşır kaynatılan özel kap.
eşcinsellik. Iessiviel,le s. Temizleme ile ilgili, yıkamaya
lesbien, ne s. 1. Midilli adasına değgin (Dialecte değgin (Produits lessiviels).
lesbien). 2. diş. Sevici, eşcinsel kadın, lest er. (Gemilerde, balonlarda) Safra, dengeyi
lèse s. -e karşı (Crime de lèse-humanité, de lèse- sağlamak için gemilerin dibine ve balon
majesté, de lèse-société: İnsanlığa karşı, Devlet sepetlerine konulan ağırlık (Garnir un bateau
başkanına karşı, topluma karşı ağır suç). de lest). §, Jeter du lest: (Kötü bir sonucu
lésé, e s. ve ad. huk. Mağdur, ö n l e m e k için) Ö d ü n v e r m e k ; büyük
léser gçl. 1. Dokunmak, incitmek, yaralamak özverilerde bulunmak. Etre, partir, retourner
(Léser forgueil, F amour-propre de quelqu'un). 2. sur son lest: (Gemi için) Yüksüz olmak, yük
Zarar vermek, zarara uğratmak (Léser les droits, alamadan kalkmak, yüksüz dönmek,
les intérêts de quelqu'un). 3. Yaralamak, "hasara lestage er. (Gemiye) Safra koyma; safra konma,
uğratmak (La balle a lésé l'intestin). leste i. 1.Çevik, dinç (Un vieillard encore leste.
lésine diş. Cimrilik, pintilik, Se sentir leste). 2 Açık saçık (Une plaisanterie un
lésiner gsz. 1. Cimrilik etmek, pintilik etmek (11 peu leste. Un conte leste).
ne lésine pas quand il s'agit de ses propres lestement bel. 1.Çeviklikle, çevikçe (Sauter
distractions). 2. Lésiner sur qch: -den kırpmak, lestement dans l'autobus en marche). 2. mec.
tırtıklamak; esirgemek (Il lésine sur tout ce qu'il Ustalıkla, kolaylıkla (Mener lestement une
achète. Il ne lésine pas sur Féducation de ses affaire).
enfants). lester gçl. l.(Gemiye, balona) Safra koymak
lésineur. euse s. ve ad. (Eski) Cimri, pinti, (Lester un navire, un ballon). 2.mec. tkz.
lésion diş. 1. hek. Doku bozukluğu, "zedelenme, Doldurmak, tıkabasa doldurmak (Lester son
"hasar (Lésion du cerveau, du poumon). 2. huk. estomac, ses poches, son portefeuille).?). Lesté de
"Gabin, alışverişte aldatma, hile (Vente entachée qch: -i yedikten sonra (Lesté de son petit
de lésion. Rescision de la vente pour cause de déjeuner, il est sorti). § Se lester: tkz. Tıkabasa
lésion). yemek.
lésionnaire s. huk. Gabinle ilgili, hileye değgin, létal, e s. Ölüme yol açan, öldürücü (Dose
lésionnel, le s. hek. Zedelenmeye değgin, létale dun produit toxique).
berelenmeyle ilgili (Signe lésionnel). létalité diş. Öldürücülük, ölüme yol açma
lessivable s. Temizletilebilir, çamaşır suyunda (Taux de létalité).
yıkanabilir (Tissu lessivable).
léthargie diş. 1. hek. Baygın uyku. 2. mec
lessivage er. 1. Alkalik su ile yıkama, arıtıcı ile
Uyuşukluk, ölgünlük (Tomber en léthargie, sortir
yıkama (Lessivage des murs, des parquets). 2. mec.
de sa léthargie).
Temizlik (Tai dû procéder à une révision des
léthargique s. 1. hek. Baygın uykuya değgin
valeurs, cela a été un lessivage en grand).
(Etat, sommeil léthargique). 2. s. vead. Uyuşuk (Il
lessive diş. 1. Alkalinli su, boğada suyu, çamaşır
est un peu léthargique. Une, un léthargique).
suyu (Mettre du linge à la lessive: Çamaşırı suyuna
bastırmak). 2. Arıtıcı, çamaşır tozu, boğada lette, letton, e s. ve ad. 1. Letonyali. 2. er.
(Acheter un paquet de lessive). 3. Çamaşır yıkama Leton dili, Letonca.
(Jour de lessive). 4. Yıkanacak çamaşır, yıkanan lettrage er. 1. Harfleme, üzerine harfler dizme,
çamaşır (Laver, battre, rincer la lessive. On avait harf koyma (Lettrage d une carte, dun catalogue).
étendu la lessive sur de longues cordes). 5. mec tkz. 2. Harfler, konan harflerin tümü.
Büyük ziyan. § Faire la lessive: Çamaşır yıkamak, lettre diş. 1. Harf (Lettre majuscule, lettre
lessiver gçl. 1. (Çamaşırı) Boğada yapmak yada minuscule. Lettres dimprimerie, lettres italiques).
alkalik su ile yıkamak. 2. Arıtıcı ile, temizleme 2. Mektup (Boîte aux lettres. Ecrire, envoyer,
suyu yada tozu ile yıkamak, silmek (Lessiver les recevoir une lettre). 3. Sözcüğü sözcüğüne verilen
murs, le parquet). 3. mec. hlk. -i kumarda ütmek, anlam, "lâfız (La lettre de la loi). 4. Belge,
lettré 824 levant

"şahadetname, diploma (Lettre d'apprentissage). lettrisme er. Letrizm, anlamsız söz dizimi ve
5. ç. Yazınsal ekin, edebiyat kültürü (Il a des uyduruk ses ve sözcüklerden kurulu şiir akımı,
lettres). 6. Yazın, edebiyat (Faculté des lettres. leu er. 1. Loup: kurt sözcüğünün bugün artık
Lettres classiques, lettres modernes). § Lettre kullanılmayan eski biçimi. 2. Romanya para
anonyme: İmzasız mektup. Lettre recommandée: birimi, ley. § A la queue leu leu: Birbiri arkasına,
Taahhütlü mektup. Lettre d'avis: Bildirim yazısı, çil yavrusu gibi, Alipaşa döküntüsü gibi.
bildirme mektubu, ihbarname. Lettre de leucémie diş. Hek. Kan kanseri, "lösemi,
bourgeoisie: Hemşerilik belgesi. Lettre de leucémique s. 1. Kan kanserine değgin (Etat
chancellerie: İtimatname. Lettre de change: leucémique). 2. s. ve ad. Kan kanserine
Poliçe, bono, °ödek. Lettre de change en blanc: yakalanmış (Malade leucémique. Un, une
Açık bono. Lettre de commerce: Tecim mektubu, leucémique).
"ticaret mektubu. Lettre de créance: (Elçilere leucocyte er. biy. Akyuvar,
verilen) Güven mektubu, "itimatname. Lettre de leucocytose diş. hek. Kanda akyuvar sayısının
crédit: Sayca mektubu, "kredi mektubu, yükselmesi.
"akreditif. Lettre de commande: Sipariş mektubu. leucopénie diş. Kanda akyuvar sayısının azalması,
Lettre de garantie: *Güvencelik, güvence leur adıl. 1. Onlara (Je leur ai dit qu'ils avaient
mektubu, "teminat mektubu. Lettre ouverte: Açık tort. Tu dois leur répondre). 2. s. Onların (Leur
mektup. Lettre de recommandation: Salık maison, leur jardin). 3. (İyelik adılı) Le leur, la leur,
mektubu, "tavsiye mektubu. Lettre de rente: Gelir les leurs: Onlarınki; onlannkiler (Notre jardin est
senedi. Lettre de vente: İyelendirme belgesi, petit, le leur est grand: Bizim bahçemiz küçüktür,
"temlik senedi. Lettre de voiture: Taşıma belgiti, onlarınki büyüktür. Ma maison est propre, la leur
"nakliye senedi; yük belgesi, "hamule senedi. est sale: Benim evim temizdir, onlarınki pistir. Nos
Lettre patente: Buluş belgesi, "ihtira beratı. Lettre enfants travaillent, les leurs dorment: Bizim
morte: 1. Ölü belge, hükümden düşmüş belge çocuklarımız çalışıyor, onlarinkiler uyuyor). § Les
(Ces documents sont lettre morte) 2. Gereksiz, leurs: Kendi adamları; hısımları, dostları
etkisiz, boş. Homme de lettres Yazıncı, edebiyatçı. yandaşları (Ilsfavorisent les leurs). Des leurs: (Pek
A la lettre, au pied de la lettre: 1. Harfi harfine, az kullanılır) Onların evinde, evlerinde (fêtais des
"harfıyyen, noktası noktasına, olduğu gibi leurs dimanche dernier à dîner).
(Exécuter à la lettre les ordres reçus. Prendre une leurre er. 1. Avcı doğanı geri çağırmak için
expression à la lettre, au pied de la lettre). 2. havaya uçurulan kırmızı meşinden yapma kuş. 2.
Sözcüğün tam anlamıyla (C'est à la lettre un Olta iğnesine takılan yalancı yem. 3. mec.
vaurien). Avant la lettre: Kesin biçimini almadan, Aldatma, aldatmaca, tuzak (Ce beau projet n'est
kesin biçimini almamış (L'enfant c'est l'homme qu'un leurre).
avant la lettre). En toutes lettres: 1. Rakamla değil leurrer gçl. 1. Avcı doğanı geri gelmeye
de harflerle yazarak (Mettez la somme en toutes alıştırmak. 2. mec. Tatlı umutlarla aldatmak,
lettres sur le chèque). 2. Kısaltma yapmadan, oyalamak (Il leurrait le malheureux par des
kısaltmasız (Ecrire un mot en toutes lettres). 3. promesses extraordinaires). § Se leurrer: 1.
Açıkça (Il a écrit en toutes lettres que tu étais un Aldanmak (Ne vous leurrez pas, les études sont
imbécile). Etre écrit en lettres d'on Altın harflerle longues et difficiles). 2. Se leurrer de qch, de f. qch: -
yazılmak, hiç unutulmamak, belleklerde hep ile oyalanmak, kendini aldatmak; -mekle
kalmak. Devenir, rester lettre morte: Gereksiz oyalanmak, kendini aldatmak (Se leurrer d'un
olmak, etkisiz kalmak, hiçbir önemi olmamak. vain espoir. Se leurrer de gagner un jour).
Passer comme une lettre à la poste: Kolaycacık lev, leva er. Bulgar para birimi, leva,
oluvermek, yapılıvermek, kabul edilivermek levage er. 1. Kaldırma (Levage d'un fardeau.
(Excuse, réforme qui passe comme une lettre à la Appareil de levage). 2. Mayası gelme, mayalanıp
poste). taşma (Levage de la pâte).
levain er. 1. Ekmek mayası, maya (Du pain
lettré, e s. ve ad Okumuş, kültürlü, aydın (Un
sans levain. On emploie le levain en boulangerie
médecin très lettré. Un lettré).
pour faire lever te pain). 2. mec. Tohum, maya (Un
lettrine diş. 1. Bir başka sözcüğe bakılması
levain de révolte, de haine, de jalousie).
gerektiğini belirtmek için bir sözcüğün yanına
levant s. 1. Doğan (Soleil levant: Doğan güneş.
konulan ayraç içinde küçük harf. 2. Sözlüklerde
Au soleil levant: Gün doğarken, tan sökerken) 2. er.
sayfaların başına konan sözcük yada o sözcüğün
Doğu (Du levant au couchant: Doğudan batıya). 3.
ilk üç harfi. 3. Fıkraların başında süslü ve büyük
er. (Büyük harfle) Ortadoğu; Yakındoğu (Peuples
punto ile dizilen ilk harf.
levantin 825 levraut

du Levant). el kaldırmak, vurmaya yeltenmek. Lever les


levantin, e s. ve ad. 1. Ortadoğulu, yakın- mains en l'air: (Teslim olmak için) Ellerini yukarı
doğulu, Doğu Akdeniz ülkelerinden (Lespeuples kaldırmak. Lever le masque: Maskesini atmak;
levantins; les levantins). 2. Tatlı su frengi, kimliğini, düşündüğünü açıkça ortaya koymak.
lövanten. Lever le masque de qn, à qn: -in maskesini
levé, e s. 1. Havaya kaldırılmış, yukarı düşürmek. Lever le camp: 1. Çadırları toplamak,
kaldırılmış (Poing levé). 2. Dikili, dikilmiş, dik kampı kaldırmak. 2. mec. Çekip gitmek, defolup
oturtulmuş, dikine konmuş (Pierre levée). § Au gitmek. Lever le coude: İçmek. Lever le pied:
pied levé: Hazırlıksız, vakit bulamadan, Sıvışmak, tüymek; paraları alıp kaçmak. Lever
çarçabuk. Front levé, tête levée: Hiç korkmadan, les épaules: Omuz silkmek, burun kıvırmak.
gözünü kırpmadan. Voter par levés: Ayağa Lever les lettres: (Postacı) Posta kutusunu açıp
kalkarak oy vermek. Voter à mains levées: El mektupları almak. Lever le rideau: (Tiyatroda)
kaldırarak oy vermek. Perdeyi açmak, oyunu başlatmak. Lever la
levée diş. 1. Kaldırma, bitirme, sona erdirme; séance: Toplantıya son vermek, oturumu
kalkma, bitme, sona erme (La levée dune kapatmak. Lever l'étendard de la révolte: İsyan
interdiction, dun blocus, d'un siège). 2. Toplama, bayrağını çekmek. Lever le lièvre, un lièvre: Bir
alma (La levée des impôts, la levée des lettres). 3. konuyu ilk olarak ortaya atmak; çalı dibi
Mektupları posta kutusundan aima (Les heures taşlamak. § Se lever: 1. Ayağa kalkmak (Il se leva
des levées sont indiquées sur les bottes postales). 4. pour parler). 2. Yataktan kalkmak; kalkmak (Le
Set, rıhtım (Les levées des bords de la Loire). 5. matin, il se lève à sept heures). 3. Doğmak,
Ayaklanma. 6. Toplama, silah altına alma (Une sökmek (Le soleil se lève, la lutte se lève. L'aube,
levée de soldats). 7. (Kumarda) Ortadaki bütün l'aurore, le jour se lève). 4. (Yel için) Esmeye
paraları alma, toplama, kazanma (Faire une başlamak (Le vent se lève, la brise se lève). 5.
levée). 8. (İskambilde) El; el yapma. 9. (Ölüyü) İyileşmek, ayağa kalkmak (Le malade commence
Kaldırma, gömme (Faire la levée d'un corps mort). à se lever). 6. (Hava) Açılmak, aydınlanmak (Le
§ Levée de boucliers: (Eski Roma askerlerinde) temps se lève, la brume s'est dissipée). 7. Se lever de
Ayaklanma, kazan kaldırma. Levée de jugement: qch: -den kalkmak, doğrulmak (Se lever de son
(Mahkeme) Karar sureti. Levée des scelles: Resmi fauteuil). § Se lever de pied gauche: Sol tarafından
mühürün kaldırılması, mühür "fekki. kalkmak, ters taraftan kalkmak, huysuzluğu
üstünde olmak,
lever gçl. 1. Kaldırmak; yukarı kaldırmak
lever er. 1. Doğma, sökme, doğuş, söküş (Le lever
(Lever un fardeau, un poids, une caisse. Lever les
du soleil, de F aurore, du jour) 2. (Tiyatroda) Açılış
bras, lever le doigt. Lever les mains au ciel en signe
(Le lever du rideau). 3. Yataktan kalkış, yataktan
d'impuissance). 2. Dikmek, kaldırmak (Lever la
kalkma (A son lever, dès son lever, au lever) §
tête, le front, le nez, les yeux). 3. Açmak,
Lever d'un plan: Arazi haritası. Un lever de rideau:
aralamak, kaldırmak (Femme qui lève son voile).
Tiyatroda asıl oyundan önce oynanan bir
4. Kaldırmak, yerinden uğratmak, saklandığı
perdelik kısa oyun.
yerden ürkütüp kaçırmak (Lever un lièvre, une
léviathan er. Eski Yahudilerde bir efsane ejderi,
perdrix). 5. Kaçırmak, dağa kaldırmak (Lever une
levier er. 1. fiz. Kaldıraç (Les leviers sont utilisés
femme). 6. Çizmek, hazırlamak, resmetmek
pour soulever les fardeaux). 2. mec. İş bitirici araç
(Lever un plan, une carte). 7. Almak, kesmek, bir
(L'argent est un puissant levier). 3. (Teknik) Kol,
bütünden ayırıp almak (Lever une cuisse, une aile
°levye (Levier à main, levier à pied). § Etre au levier
de poulet. Lever trois mètres sur une pièce d'étoffe).
de commande: Denetimi, dizginleri elinde
8. Kaldırmak, sona erdirmek, son vermek (Lever
bulundurmak, "kumanda mevkiinde olmak,
le siège, le blocus. Lever une interdiction). 9.
lévigation diş. (Madenleri) Toz haline getirip
Ortadan kaldırmak (Lever les difficultés). 10.
sudan geçirerek yabancı maddelerden ayırma;
Kapatmak, son vermek (Lever la séance). 11.
yıkayıp ayrıştırma (Lévigation du minerai).
Toplamak, almak, "tahsil etmek (Lever des
léviger gçl. (Madenleri) Toz haline getirip sudan
impôts). 12. Toplamak, silah altına almak,
geçirerek yabana maddelerden arıtmak; yıkayıp
devşirmek (Lever une armée, des troupes). 13. gsz.
aynştırmak.
Mayası gelmek, mayalanıp taşmak (La pâte lève).
lévirostre er. hayb. Serçegillerden bir kuş.
14. gsz. (Bitkiler) Bitmek, topraktan çıkmak (Le
lévite er. 1. (Yahudilerde) Levi kabilesinden rahip.
blé lève). § Lever l'ancre: (Gemi) Demir almak,
yola çıkmaya hazırlanmak. Lever la crête: (Eski) 2. diş. Bir tür uzun redingot,
Dikleşmek, horozlanmak. Lever la main sur qn:-e levraut er. Yavru tavşan, göçen.
lèvre 826 liant

lèvre diş. 1. Dudak (Lèvre supérieure, inférieure. lexicologique s. dilb. *Sözlükbilimsel (Etudes
Lèvres charnues, épaisses, minces, rentrées). 2. lexicologiques).
coğr. Kırılma kanadı. 3. hek. hayb. Ağız, dudak, lexicologue ad. dilb. *Sözlükbilimci.
°şefe (Les lèvres d une plaie, dun coquillage). § Des lexie diş. dilb. Sözlüksel birim,
lèvres: Yalnız söz olarak, sözde kalarak lexique er. 1. Özel sözlük, bir yazarın kullandığı
(Approuver des lèvres, mais non du coeur. Il le dit sözcüklerle ilgili sözlük. 2. Küçük sözlük,
des lèvres, le coeur n'y est pas). Du bout des lèvres: *sözlükcük, »sözlükçe. 3. (Bir dilin) Sözcük
Küçümsemeyle, küçümseyerek, istemeye dağarcığı, sözcük varlığı,
istemeye, içtenlikten uzak olarak, içinden lez, lès ilg. (Eskimiştir). Yanında, yakınında (Plessis
gelmeyerek (Rire, parler, répondre du bout des -lez-Tours).
lèvres). Avoir la mort sur les lèvres: Ölmesi yakın lézard er. 1. Kertenkele. 2. mec. Tembel, miskin.
olmak, bir ayağı çukurda olmak. Avoir le coeur § Faire le lézard, prendre un bain de lézard: Tembel
sur les lèvres: 1. İçi bulanmak, kusacak gibi tembel güneşlenmek,
olmak. 2. Yüreği avucunda olmak, dürüst ve açık lézarde diş. 1. Duvar çatlağı, çatlak (Jjes lézardes
yürekli olmak. Avoir qch sur les lèvres, sur le bord d'une vieille maison.Le mur présente d'inquiétantes
des lèvres: Dilinin ucunda olmak, bilip de o anda lézardes). 2. Döşemelerde kumaş kenarına
bir türlü anımsayamamak. Etre suspendu aux çekilen şerit. 3. Fransız ordusunda assubayların
lèvres de qn: -i büyük bir dikkatle dinlemek, can kullandığı sırma şerit,
kulağıyla dinlemek, nerdeyse ağzının içine lézardé, e s. Çatlak, çatlamış, çatlak çatlak (Une
girmek. Embrasser qn sur les lèvres: -i dudağından maison lézardée).
öpmek. Manger du bout des lèvres: İstemeyreek lézarder gçl. 1. Çatlatmak, çatlaklar meydana
yemek, iştahsız yemek. Ne pas passer les lèvres: getirmek (Les travaux du chantier voisin ont
İçten gelmemek, içten olmamak (Son rire ne passe lézardé tes murs de Fimmeuble). 2. gsz. tkz.
pas les lèvres). Ne pas desserrer les lèvres: Ağzını Aylaklık etmek, tembel tembel güneşlenmek § Se
açmamak, hiç konuşmamak. Pincer les lèvres, se lézarder: Çatlamak (Les murs se sont lézardés).
mordre les lèvres: (Gülmemek için, öfkeden) liage er. Bağlama; bağlanma, bağlanılma(Liagedes
Dudaklarını ısırmak. Se mordre les lèvres de qch: - bottes, des gerbes).
e pişman olmak. S'en mordre les lèvres: Pişman liais er. Seri kalker.
olmak. Se lécher les lèvres: Yalanmak, liaison diş. 1. İlişki, bağ (Liaison damitié, d intérêt,
levrette diş. 1. Dişi tazı. 2. Küçük bir cins tazı. de commerce, d'affaires. Liaison amoureuse. Il a
§ Baiser qn en levrette: argo. Malak emzirmesi des liaisons dangereuses, suspectes). 2. dilb.
yapmak, domaltarak düzmek, becermek, Ulama. 3. ask. "İrtibat (Officier de liaison, agent
levretté, e s. Tazı yapılı, tazı gibi (Jument de liaison). 4. Bağıntı, tutarlık (Manque de liaison
levrettée). dans les idées). S. Birleşme, bitişme. 6.
levretter gsz. (Tavşan için) Doğurmak, (Duvarcılıkta) (Taş yada tuğlaların) Birinin
yavrulamak, ortası alttakinin kenanna getirilerek sağlanan
lévrier er. Tazı (Courir comme un lévrier). bağlama. 7. Derz harcı. 8. (Aşçılıkta) Salçaya
levron, ne ad Tazı yavrusu, koyulaştırıcı madde katma; salçayı koyulaştırıcı
lévulose er. kim. Meyvaşekeri, levüloz. madde. 9. müz. Birkaç sesi kesintisiz çıkarma. 10.
levure diş. Maya mantarı § Levure de bière: Bira Yol, bağlantı (Liaison aérienne entre deux villes). §
mayası. Levure de vin: Şarap mayası, Avoir une liaison: Bir gönül bağı olmak, sevi
levurier er. Bira mayası yapımcısı, bira mayası ilişkisi olmak. Avoir une liaison avec qn: -ile
satıcısı. aralarında sevi ilişkisi, gönül bağı olmak. Etre, se
lexème er. dilb. Sözlükbirim. mettre en liaison avec: -ile temasta olmak, temasa
lexical, e s. 1. Küçük sözlüğe, özel sözlüğe değgin. geçmek. Rompre toute liaison avec: -ile tüm
2. Sözcük dağarcığına değgin (Enrichissement ilişkilerini kesmek,
lexical dune période donnée). liaisonner gçl. 1. (Duvarcılıkta) Derz harcıyla
lexicographe ad. dilb. Sözlük yazan, sözlükçü doldurmak (Liaisonner des joints). 2.
(Littré est un célèbre lexicographe). Birleştirmek, bitiştirmek (Liaisonner des briques,
lexicographie diş. dilb. Sözlük yazarlığı, des pierres).
sözlükçülük, sözlükbilgisi. liane diş. bitb. Sarmaşan.
lexicographique s. dilb. Sözlükçülüğe değgin liant,e s. 1. Esnek, bükülgen, yumuşak (Un bon
(Travaux lexicographiques). carrosse à ressorts bien liants. Bois liant, fer liant).
lexicologie diş. dilb. *Sözlükbilim. 2. mec. Birleştirici, uzlaştırıcı; uysal, yumuşak
liard 827 libérer

başlı (Esprit liant). 3. Çabuk ilişki kurabilen, d'argent).


girişken (Il était peu liant et ne parlait pas aux libéralement bel. 1. Eliaçıklıkla, el açıklığıyla,
étrangers). 4. er. Esneklik, bükülgenlik, cömertçe, bol bol (Accorder, donner, distribuer
yumuşaklık (Le liant d'un alliage). 5.er. Uysallık, libéralement). 2. Erkin bir düşünceyle, özgür
yumuşak başlılık. 6. Alçı, kireç gibi bağlayıcı, düşünce içinde, açık kafalılıkla, serbestçe (Elever
tutturucu madde. 7. Çabuk ilişki kurabilme ses enfants libéralement).
yeteneği, girişkenlik. § Avoir du liant: Girişken libéralisation diş. Serbestleştirme, erkinleştirme,
olmak, başkalarıyla çabuk ilişki kurma özgürleştirme (Libéralisation des échanges
yeteneğinde olmak, internationaux, du régime, de la presse).
liard er. 1. Az değerli eski bir Fransız parası, bakır libéraliser gçl. Erkinleştirmek, özgürleştirmek,
para, mangır. 2. mec. (Eski) Pek az bir para, üç "serbest bırakmak, "serbestleştirmek,
beş kuruş. 3. Boz renkli bir cins armut. 4. libéralisme er. l.(Eski) Düşünce ve vicdan
Karakavak. § Couper un liard en quatre: Pek cimri özgürlüğünü savunan öğreti, liberalizm. 2.
olmak. N'avoir pas un liard: Beş parası olmamak, Erkincilik; Devletin tecim işlerine karışmamasını
meteliğe kurşun atmak, ve ekonomik alana pek el atmamasını yeğleyen
liarder gsz. tkz. Cimrilik etmek, çingenelik etmek, öğreti, liberalizm (Le libéralisme préconise la libre
liasse diş. 1. Yığın, 2. Bağ, tomar (Une liasse de concurrence, la liberté du travail et des échanges).
papiers, de lettres, de feuillets.) 3. mec. Hoşgörü; bağışlayıcılık (Manifester un
libage er. Yontulmamış taş, kaba taş. grand libéralisme).
liban er. Lübnan. libéralité diş. 1. Eli açıklık, el açıklığı, eli bolluk,
libanais, e s. ve ad. Lübnanlı; Lübnan ve "cömertlik. 2. Bağış, yardım (I! vit des libéralités
Lübnanlılara değgin, de ses parents). 3. Hoşgörü, bağışlayıcılık (Faire
libation diş. Saçı; eskilerin, tanrılar onuruna yere preuve de libéralité. Manifester une grande
şarap, süt, yağ dökmeleri. § Faire des libations: libéralité) 4. huk. Karşılıksız bağış, "ivazsız
mec. Bol bol şarap içmek, çok şarap içmek, teberru. § Faire une libéralité à qn: Birine bir
libelle er. 1. huk. Yasa yolunca bildirme (Libelle de bağışta, bir yardımda bulunmak,
divorce, d'excommunication). 2. (Eski hukukta) libérateur, trice ad. 1. Kurtarıcı (Le libérateur
Dilekçe. 3. ed. Yergi, yergi yazısı (Des libelles de la patrie, dun pays). 2. s. Rahatlatıcı (Le rire
circulaient contre les autorités). § Faire, répandre libérateur détendit f atmosphère).
des libelles contre qn: -e yergiler yağdırmak, libération diş. 1. Salıverme, bırakma, özgürlüğüne
yergiler düzmek, kavuşturma (La libération dun captif, des
libellé er. 1. Kaleme alma, yolu yordamınca yazma prisonniers). 2. Salıverilme, bırakılma, "tahliye
(Le libellé d'un jugement). 2. mec. Formül, örnek (La libération conditionnelle dun condamné). 3.
(Le libellé d'une lettre, d'une demande). (Askerlikten) Salıverme; salıverilme, "terhis. 4.
libeller gçl. Yolunca kaleme almak; yazmak Bir borçtan, bir yükümlülükten kurtulma. 5.
(Libeller un acte, un contrat. Libeller un Kurtarma; kurtarılma; kurtulma, kurtuluş (La
télégramme, une demande, une réclamation). libération dun pays. La guerre de la Libération). 6.
libelliste er. Yergici, yergi yazarı, Boyunduruktan, bağlardan, tutsaklıktan
libellule diş. hayb. Kızböceği. kurtulma; özgürlüğe kavuşma, özgürleşme (La
liber [libat] er. bitb. Soymuk damar; soymuk damar libération de l'homme). 7. Açığa çıkma, serbest
demeti (Liber de la tige, liber de la racine). § Liber kalma (Libération dénergie résultant de la fission
secondaire: bitb. İç kabuk, du noyau atomique). § Vitesse de libération:
libéra er. değişmez. (Hıristiyanlıkta) Ölüler duası (Mermi, füze vb.) Yerçekimden kurtulma hızı.
libératoire s. Borçtan kurtarıcı; borç ödeme niteliği
(Dire le libéra).
libérable s. ve er. ask. Salıverilebilir, "terhis olan (Pouvoir libératoire de la monnaie).
edilebilir. § Congé, permission libérable: Terhis libéré, s s. ve ad. Salıverilmiş, bırakılmış; öz-
izni; sonunda askerliğin biteceği izin. gürlüğüne kavuşturulmuş (Soldats libérés, forçat
libéral, e s. 1. Erkin, serbest (Professions libérales). libéré).
2. s. ve ad. fels. Erkinci, "liberal (Régime libéral, libérer gçl. 1. Kurtarmak; boyunduruktan, düşman
doctrine libérale. Démocratie libérale, économie çizmesinden kurtarmak (Libérer un pays, un
libérale). 3. mec. Geniş, hoşgörülü (Idées peuple). 2. (Askerler için) Salıvermek, "terhis
libérales). 4. s. ve ad. (Eski) Eli açık, vergili, etmek (Libérer les soldats). 3. Erkin kılmak,
"cömert. 5. (Eski) Libéral de qch: -de eli açık, "serbest bırakmak; "tahliye etmek, özgürlüğüne
"cömert (Il est plus libéral de promesses que kavuşturmak (Libérer un prisonnier, un détenu). 4.
libérien 828 libre-échangiste

(Tıkanmış bir şeyi) Açmak (Libérer un passage. çapkınca bir yaşam sürmek,
Vint estin). 5. Açığa çıkarmak, çıkarmak (Réaction libidinal, e s. ruhb. Libidoya değgin, *sevgeçsel
chimique qui libère un gaz). 6. Erkinleştirmek, (Satisfaction libidinale).
erkin kılmak, serbest bırakmak (Libérer les libidineux, euse s. Kösnül, kösnücül, "şehvetli,
échanges économiques). 7. (Mekanikte) "şehvetperest (Des regards libidineux. Un vieillard
Gevşetmek, boşaltmak (Libérer un levier, un cran libidineux).
de sûreté). 8. Libérer qn, qch de qch: Birini, bir şeyi libido er. ruhb. Libido, *sevgeç.
-den kurtarmak (Libérer un ami d'un engagement, libouret er. Çaparı, çapara,
d'une dette. Libérer un prisonnier de ses liens). § libraire ad 1. Kitapçı (Un, une libraire. Boutique
Libérer sa conscience: (Bir şeyi itiraf ederek) de libraire). 2. (Eskiden) Yayıncı, basımcı (Porter
"Vicdan azabından kurtulmak. § Se libérer: 1. un manuscrit chez le libraire).
(Bir uğraşıdan) Kurtulmak, yakasını kurtarmak, librairie diş. 1. Kitabevi, kitapçı dükkânı (Tenir
erkin kalmak (Je n'ai pas pu me libérer plus tôt). 2. une librairie). 2. Kitapçılık. 3. (Eskiden) Kitaplık
Se libérer de qch: -den kurtulmak, yakasını (La librairie de Montaigne).
sıyırmak (Se libérer d'une dette, dune tutelle, libration diş. gökb. Sallantı, salınım, Ay sallantısı,
d'une tyrannie). libres. 1, Özgür, hür (Les citoyens libres des nations.
libérien, ne s. bitb. Soymuk damara değgin Une presse libre). 2. Erkin, "serbest (La libre
(Tissu libérien). entreprise, la libre concurrence). 3. Karışanı edeni
libertaire £ ve ad. Salt erkinlikçi, salt erkinlik olmayan, başına buyruk (Rester libre). 4.
yanlısı (Doctrines libertaires Un libertaire). Bağımsız (Un pays libre). 5. Tutuksuz,
liberté diş. 1. Özgürlük, "hürriyet (Liberté de tutuklanmamış (Un prévenu libre). 6. Boş,
conscience, liberté politique. Liberté de la presse. uğraşısız, "serbest (Etes-vous libre ce soir?).!. Boş,
Champion, défenseur, martyr de la liberté). 2. tutulmamış (Une chaise libre. Le taxi est libre). 8.
Erkinlik, "serbestlik (Liberté d action, de Rahat, kaygı ve kuşkulardan uzak (Garder
mouvement. Reprendre sa liberté). 3. Salıverme, l'esprit libre, la tête libre). 9. Açık saçık (Des
"tahliye, özgürlüğüne kavuşturma, erkin kılma propos libres, une chanson libre). 10. Libre de qch: -
(Donner la liberté à un esclave, à un prisonnier. den kurtulmuş, -den uzak (Libre d entraves. Esprit
Liberté provisoire accordée à un détenu. Liberté libre de préoccupations, de préjugés). 11. Libre def.
sous caution). 4. Bağımsızlık; özgürlük (Une qch: -mekte özgür, serbest (Il est libre de décider,
grande liberté de jugement. Lutter pour la liberté de tu es libre dagir). § Libre arbitre: fels. Elindelik,
sa patrie). 5. İzin, "müsaade (La vérité n'a pas la "cüz'i irade, iradei cüziyye. Libre pensée: Din
liberté de paraître). 6. Hak (Liberté de la propriété, konusunda özgür düşünce. Libre penseur: Din
du travail. Libertés publiques. Liberté du konusunda özgür düşünen, layik. Papier libre:
commerce). 1. ç. Özerklik (Libertés des villes, des Damgasız kâğıt. Vers libre: Özgür koşuk,
communes. Libertés locales). 8. ç. Ataklık, atakça "serbest nazım. A l'air libre: Açık havada,
davranış. § Mettre qn en libertét, rendre la liberté à dışarıda; açık havaya, dışarıya (Après plusieurs
qn: -i salıvermek, özgürlüğüne kavuşturmak, jours passés dans la grotte, ils remontèrent à l'air
"tahliye etmek. Prendre des libertés avec qn: -ile libre). Avoir libre accès auprès de qn: -in yanına,
çok içli dışlı olmak, -e karşı pek senli benli evine istediği gibi girip çıkmak. Avoir le champ
davranmak. Prendre des libertés avec qch: libre: Dilediği gibi davranabilmek, meydan -in
(Çevirirken, yorumlarken) -e pek bağlı olmak. Avoir le ventre libre: Barsakları iyi
kalmamak (Prendre des libertés avec un texte). çalışmak, peklik çekmemek. Avoir ses entrées
liberticide s. ve ad. Özgürlüğü yok eden, özgürlüğü libres chez qn: -in evine istediği zaman girip
çıkabilmek. Avoir les mains libres pour f. qch: -
ortadan kaldıran,
mekte serbest olmak. Donner libre cours à qch: -i
libertin, e s. ve ad 1. (Eskiden) Dinsiz, inançsız,
tutmamak, boşaltmak (Donner libre cours à sa
inansız. 2. (Şimdi) Çapkın, haylaz, hovarda (Un
colère, à ses larmes). Etre libre comme l'air: Başına
petit libertin que j'ai surpris encore hier avec lafille
tam buyruk olmak, karışanı edeni olmamak,
du jardinier). 3. Açık saçık (Propos libertins, vers
libre arbitre er. fels. Özgür istenç, serbest irade,
libertins, livres libertins).
libre-échange er. Bağımsız tecim değişimi; iki ülke
libertinage er 1. (Eski) Dinsizlik, inançsızlık,
arasında gümrük vergisi yada öbür engellerle
inansızlık. 2. Çapkınlık, hovardalık 3. Açık
sınırlandırılmamış erkin tecimsel değişim,
saçıklık (Un conte dun libertinage accompli). §
"serbest mübadele,
Tomber dans le libertinage: Kötü yollara düşmek.
libre-échangiste s. ve ad Bağımsız tecim değişimi
Vivre dans le libertinage: Çapkınlık etmek,
librement 829 Her

yanlısı, "serbest mübadeleci. licitement bel Yasalı olarak, "meşru olarak,


librement bel. 1. Özgürce, "serbestçe (Circuler liciter gçl. Şüyu izalesi için satmak (Héritiers qui
librement). 2. Açıkça, çekinmeden (Parter licitent un domaine).
librement). licol, licou er. Yular (Retenir un cheval par son licou).
librettiste er. Libretto yazarı, licorne diş. 1. At vücutlu, geyik başlı ve alnının
libretto er. müz. Libretto. ortasında tek boynuzlu olarak tasarlanan bir
libyen, ne s. ve ad. Libyalı; Libya ve Libyalılara masal hayvanı. 2. gökb. Tekboynuz. § Licorne de
değgin. mer: Deniz gergedanı denilen balık,
lice diş. 1. (Eski) Oyun alanı, 2. Savaş alanı. 3. licou — lieol.
(Eski) Şarampol. 4. Dişi av köpeği. § Entrer en licteur er. Eski Romalılarda bir tür baltacı, yüksek
lice: 1. Kavgaya atılmak, mücadeleye girmek. 2. görevlileri koruyan baltalı muhafız,
Tartışmaya girişmek, lido er. coğr. Kıyı dili.
lice, lisse diş. 1. (Dokuma tezgâhında) Gücü (Basse lie diş. 1. Tortu (Lie de cidre, de bière, de vin). 2.
lice: Yatay gücü Haute lice: Dikey gücü). 2. Şarap tortusu (Il ne sentait plus le vin, il sentait la
(Gemilerde) Kaplama kuşağı, lie). 3. mec. Döküntü, en aşağı tabaka; ayak
licence diş. 1. İzin (Licence de pêche. Licence takımı (La lie du peuple. Chaque nation a sa lie) §
d'importation, (texportation). 2. (Spor) Lie-de-vin: Şarap tortusu renginde, mor kırmızı
Yarışmalara katılma izni, "lisans (Licence de (Des taches lie-de-vin). Boire le calice, la coupe,
tennis, de ski). 3. ed Hoş görülen kuralsızlık, jusqu'à la lie: Çekmediği acı kalmamak, kahrın
kuraldışılık (Licence poétique, grammaticale). 4. daniskasını görmek, bir acıyı derinliğine çekmek,
(Eski) Laübalilik (Prendre, se permettre des lied [lid\ er. Şarkı; özellikle Alman bestecilerinin,
licences avec qn: -e karşı laubali davranmak). S. Alman ozanlarının şiirleri üzerine bestelediği
Başıbozukluk, düzensizlik "sefahet (Vivre dans la şarkılar, lid (Les lieds' de Schubert).
licence). 6. (Üniversitede) Bakalorya ile doktora liège er. 1. bitb. Mantar tabakası. 2. Mantar
arasındaki aşama, lisans (Licence en droit, is (Bouchon en liège, semelle de liège).
lettres). lien er. 1. Bağ (Lien de parenté, de famille. Les
licencié, e ad. 1. (Üniversiteden) Lisans almış liens du sang, de l'amitié). 2. Mahpus zinciri, zincir
kimse. 2. İşten çıkarılmış, açığa alınmış kimse. 3. (Briser ses liens). 3. Destek, paraçol (Retenir un
Terhis edilmiş er. 4. s. (Spor) Lisanslı (Sportif jeune arbre à son tuteur par des liens de paille). 4.
licencié). mec. Bağ, ilgi, ilişki (Ces faits n'ont aucun lien
licenciement er. 1. İzin verme, salıverme, "terhis entre eux. Il y a un lien logique entre cet événement
(Licenciement de troupes, efouvriers). 2. İşten et la situation actuelle). § Nouer des liens étroits
çıkarma, kovma, atma, açığa alma (Licenciement avec qn: -ile sıkı bağ kurmak, aralarında sıkı ilişki
d'un fonctionnaire, d'un employé). kurmak. Trancher tous ses liens avec: -ile
licencier gçl. 1. Terhis etmek (Licencier l'armée). arasındaki bütün bağları koparmak,
2. Kovmak, atmak (Licencier deux élèves). 3. lier gçl. 1. Bağlamak (Lier un prisonnier avec une
İşine son vermek, işinden atmak, açığa çıkarmak corde, ses cheveux avec un ruban). 2.
(Licencier m officier). 4. Licencier qn de qch: Koyulaştırmak (Lier une sauce). 3. Birleştirmek,
Birini -den atmak, kovmak, çıkarmak. § Se tutturmak (Lier des briques avec du ciment, lier des
licencier: Lâübalilik etmek, yılışıklık etmek, edep pierres avec du mortier). 4. Birbirine
dışına çıkmak, yakınlaştırmak, yaklaştırmak, birleştirmek (Leur
licencieux euse s. 1. (Eski) Lâübali, yılışık. 2. Düzen- communauté de goûts les liera vite). 5. mec.
siz (Société licencieuse, vie licencieuse). 3. Açık Kurmak (Lier amitié, lier conversation). 6. mec.
saçık (Paroles licencieuses, plaisanteries Bağlamak, yükümlü kılmak (Votre parole vous
licencieuses). lie. Le contrat le lie). 7. Lier qn, qch à: -e bağlamak
lichen [liken] er. 1. bitb. Liken. 2. hek. Bir deri (Ona lié la femme à la queue d un cheval indompté.
hastalığı, liken, Lier sa vie à celle d une femme; lier son destin à
licher gçl hlk. İçmek (Licher un petit verre). celui d'une entreprise). § Avoir les mains liées: Eli
lichette diş. tkz. Ufak bir dilim, dilimcik (Une kolu bağlı olmak, bir şey yapmak olanağı
lichette de pain, de fromage). bulunmamak. Avoir partie liée avec qn: -ile çıkar
licitation diş. huk. İzalei şüyu, şüyu izalesi, ortaklığı olmak. Lier la langue à qn: -i susturmak,
-e tek söz ettirmemek. Lier conversation avec qn: -
•paydaşlık giderilmesi,
ile konuşmaya başlamak, sohbet kurmak. Lierles
licite s. huk. Yasalı, "meşru (Des profits licites. Une
mains à qn: -in elini kolunu bağlamak, -i hiçbir şey
activité licite).
lierre 830 lièvre

yapamaz duruma sokmak. Lier connaissance de: ...yerine geçmek, yerini tutmak (Il lui tenait
avec qn: -ile ilişki kurmak. Etre lié à qn, avec qn: - lieu de père). Il y a lieu de f. qch: -mek uygundur,
ile senli benli olmak, -in çok yakını olmak. Etre yerindedir, uygun olur, gerekir (Il n'y a pas lieu de
fou â lier: Zır deli olmak, zincirlik deli olmak. Etre s'inquiéter outre mesure). Ce n'est pas le lieu de f.
livré pieds et poings liés à qn: -in insafına qch: -menin sırası değil, yeri değil (Ce n'est pas le
bırakılmak. § Se lier: 1. İlişki kurmak (Il se lie lieu de plaisanter). Ce n'est ni le temps ni le lieu de f.
facilement), 2. Bağlanmak, birbiriyle qch: -menin ne yeridir ne zamanı (Ce n'est ni le
yakınlaşmak, dost olmak (Ils se rencontrent temps ni le lieu de discuter). S'il y a lieu: Gerekirse
souvent mais ils ne se sont pas liés). 3. Se lier avec (Vous appelerez le docteur s'il y a lieu).
qn: -ile birleşmek, bir olmak. § Se lier d'amitié lieu-dit, lieudit er. Özel bir ad taşıyan yer,... denen
avec qn: -ile dostluk kurmak, yer (L'autocar s'arrête au lieudit des "Trois-
lierre er. bitb. Sarmaşık, duvarsarmaşığı. § Lierre Chênes").
terrestre: Yersarmaşığı. lieue diş. Fersah, mil. § Lieue marine: Deniz mili.
liesse diş. Büyük sevinç, düğün bayram. § En liesse: § A cent lieues de qch, de f. qch: -den, -mekten çok
Sevinç içinde, bayram yapan (Unefoule en liesse uzak (Il est à cent lieues de la vertu. Tétais à cent
se répandait dans les rues). lieues de supposer cela). A une lieue de: -den pek
lieu er. 1. Yer (Lieu de naissance. Un lieu sûr, uzakta (Rapprochez-vous, vous êtes à une lieue de
dangereux. Lieu de travail). 2. Orun, mevki; moi). Etre à mille lieues de f. qch: -mekten çok
tabaka (Etre de bas lieu, de haut lieu). 3. ç. Ülke, uzak olmak. Sentir qn d'une lieue: -in geldiğinin
bölge; bu yerler (Les coutumes varient avec les hemen farkına varmak; -in niyetini hemen
lieux. Le maître de ces lieux). 4. ç. Olay yeri (La anlamak (Je l'ai senti d'une lieue). Sentir ...d'une
police s'est rendue sur les lieux). 5. ç. Ev; aile lieue: ...olduğu hemen anlaşılmak (Il sent son
(Aménagement des lieux. Quitter, évacuer, vider les fripon dune lieue: Hinoğlu hin olduğu hemen
lieux). § Lieu public: Genel yer, herkes için açık anlaşılıyor).
olan yer, "umumi yer. Lieu saint: Tapınak; kilise. lieur, euse ad. Demetçi, ekin demetlerini bağlayan
Lieu géométrique: mat. Geometrik yer. Lieux kimse.
d'aisances: Ayakyolu. Lieu d'asile: Kurtuluş yeri, lieuse diş. 1. Demet makinesi, ekinleri demet
aman yeri. Les saints lieux: Kutsal topraklar, yapmaya yarayan makine. 2. s. Demet
Filistin. Lieux communs: Beylik sözler, beylik bağlamaya yarayan (Ficelle lieuse).
düşünceler. Mauvais lieu: Fuhuş evi, adı kötüye lieutenance diş. 1. İkinci başkanlık; başkan
çıkan yer. Sans feu ni lieu: Odsuz ocaksız, yersiz yardımcılığı. 2. Teğmenlik. 3. Vekillik; vekillik
yurtsuz. Au lieu de: -yerine (Employer un mot au etme.
lieu d'un autre). Au lieu de f. qch: -cek yere, -ceğine lieutenant er. 1. İkinci başkan, başkan yardımcısı.
(Travaillez au lieu de pleurer). Au lieu que: -ceğine 2. Teğmen. 3. Vekil. § Lieutenant criminel:
(Au lieu qu'il reconnaisse ses erreurs, il s'entête à (Eskiden Fransada) Cinayet yargıcı. Lieutenant
soutenir l'impossible). En lieu et place de: -in adına, de police: (Eskiden Fransada) Polis müdürü.
yerine. En haut lieu: Yüksek makama, yüksek Lieutenant général: (Eskiden Fransada)
mevkilerde olanlara, büyüklere (Je me plaindrai Tümgeneral. Lieutenant du royaume: (Eskiden
en haut lieu). En premier lieu: Önce, ilkin. En Fransada) Olağanüstü kral vekili. Lieutenant de
second lieu: Sonra, ikinci olarak. En dernier lieu: vaisseau: den. Yüzbaşı,
En sonunda, "nihayet. En temps et lieu: Yerinde lieutenant-colonel er. ask. Yarbay,
ve zamanında. Avoir lieu: Olmak, vuku bulmak lièvre er. 1. Tavşan (Le lièvre déboule vers son gîte).
(Hier, un accident a eu lieu. Le bal aura lieu 2. Tavşan eti (Un civet de lièvre). 3. er. (•
demain). Avoir lieu de f. qch: -mekte haklı olmak, - Tavşangiller. § Lièvre de Patagonie, lièvre des
mesi için haklı bir nedeni olmak (Il a lieu de se pampas: Mara. Lièvre doré: Amerikan tavşanı.
féliciter. Tu n'as pas lieu de te plaindre). Donner Lièvre variable, lièvre changeant: Kar tavşanı.
lieu à qch: -e yol açmak, neden olmak, yer Avoir une mémoire de lièvre: Unutkan olmak,
vermek, fırsat vermek (Son retour donna lieuàdes belleği zayıf olmak. Courir le même lièvre: Aynı
scènes denthousiasme. Son attitude donna lieu à amaç ardında koşmak. Etre poltron comme un
quelques remarques amères). Donner lieu de f. qch: lièvre: Ödlek, tabansız olmak. Soulever, lever le
-mesir.e yol açmak, olanak vermek (La montée de lièvre: Ortaya güç ama önemli bir sorun atmak.
la fièvre donne lieu de craindre une issue fatale). Cest là que gît le lièvre: İşin püf noktası burada,
Etre sans feu ni lieu, n'avoir ni feu ni lieu: Odsuz zurnanın zırt dediği yer işte burası, işin en önemli
ocaksız olmak, yeri yurdu olmamak. Tenir lieu noktası burada bulunuyor. Il ne faut par courir
liftier 831 liguliflore

deux lièvres à la fois: İki karpuz bir koltuğa Hors ligne: Eşsiz, çok üstün (Une intelligence hors
sığmaz. ligne). Dans ses grandes lignes: Kaba taslak, ana
liftier er. Asansör hizmetlisi, asansör yamağı, hatlarıyla. Sur toute la ligne: Tamamen (Etre
ligament er. anat. (Eklemlerde vb.) Bağ. battu sur toute la ligne). Sur la même ligne: Aynı
ligamentaire s. hek. Bağlara değgin (Laxité düzeyde, aynı güçte, aynı değerde. Avoir de la
ligamentaire). ligne: Vücut hatları düzgün olmak, ince yapılı
ligamenteux, euse s. anat. Bağ yapısında (Tissu olmak. Entrer en ligne de compte: Önem taşımak,
ligamenteux: Bağ doku). bir önemi olmak, hesaba katılmak. Etre en ligne:
ligature diş. 1. hek. Bağlama, dikme (Ligature Cephede olmak, savaş hattında olmak. Etre dans
d'un organe). 2. Bağ, dikiş (Faire une ligature à la la ligne de: -in istediği yolda olmak. Faire entrer
jambe d'un blessé). 3. dilb. Birleştirme bağı. 4. qch en ligne de compte: -i hesaba katmak, göz
(Bahçıvanlıkta) Aşı bağı (Fixer par une ligature un önünde bulundurmak. Garder sa ligne: Hatlarını
arbrisseau à son tuteur). 5. Bağ, bağcık (Fixer les korumak, hâlâ ince olmak, henüz
skis avec de fortes ligatures). şişmanlamamış olmak. Lire les lignes de la main,
ligaturer gçl. Bağlamak; dikmek (Ligaturer une dans les lignes de la main: El falına bakmak. Lire
artère). entre les lignes: Satırların arasını okumak, bir
lige s. Körü körüne bağlı, kul köle, candan bağlı yazının altında yatan anlamı kavramak. Lire de la
(Homme lige, vassal lige. Homme lige de son parti, première à la dernière ligne: Baştan sona okumak.
de son chef). Mettre la dernière ligne à qch: -i bitirmek; °hatem
lignage er. 1. Soy (Une demoiselle de haut lignage). çekmek. Perdre la ligne: İnceliğini yitirmek,
2. Bir metindeki dizili satırlar, şişmanlamak. Tirer à la ligne: (Satır hesabı para
lignard er. 1. (Eski) Savunma hattındaki piyade eri. verilen bir yazıyı) Uzatmak, şişirmek,
2. Satır sayısına göre ücret alan gazeteci, lignée diş. Soy sop (Avoir une belle lignée).
ligne diş. 1. Çizgi (Tracer, tirer une ligne. Une ligne ligner gçl. Koşut çizgiler çizmek, çizgili yapmak
verticale, oblique, courbe). 2. Satır (Un texte de (Ligner un papier).
vingt lignes). 3. Sıra, dizi (Une ligne d'arbres le long ligneul er. Kunduracı ipliği, kaytan,
de la route. Ranger les plantes sur plusieurs lignes). ligneux, euse s. 1. Ağaçsı, odunsu (Tissu ligneux,
4. Vücut hatları (Vous ne mangez pas, c'est pour la plantes ligneuses). 2. er. Odunözü, odunun
ligne). 5. Yol, ulaştırma yolu (Ligne aérienne, ligne sertliğini sağlayan madde,
maritime). 6. °Hat (Ligne électrique, ligne lignicole s. hayb Odun, tahta içinde yaşayan
téléphonique). 7. Eski bir uzunluk ölçüsü, (Insectes lignicoles).
başparmağın onikidebiri (Sans perdre une ligne de lignification diş. bitb. Odunlaşma.
sa haute taille). 8. ask. Saf (Ligne de guerre: Savaş Iignifier(se) gsz. Odunlaşmak,
safı). 9. ask. Savunma hattı (Ligne Maginot. lignine diş. kim. Odunözü.
Forcer les lignes adversaires). 10. Olta (Pêche à la lignite er. yerb. Linyit.
ligne. Lancer la ligne). 11. Ekvator, »eşlek (Le lignomètre er. (Basımcılıkta) Satırölçer, satır ölçme
navire a franchi la ligne). 12. Soy (Descendre en cetveli.
ligne directe d'une noble famille). 13. Profil, ligot er. Çıra demeti, küçük bir demet çıra.
yandan görünüş (La ligne du nez). 14. Genel biçim ligotage er. Sımsıkı bağlama, kıskıvrak bağlama,
(La ligne d'une voiture. Quelle est la ligne cette ligoter gçl. Sımsıkı bağlamak, kıskıvrak bağlamak
année dans la mode?). § Ligne brisée: Kırık çizgi. (Les voleurs ont ligoté le gardien).
Ligne droite: Doğru, doğru çizgi. Ligne de côte: ligue diş. 1. Devletler birliği; birlik, lig (La Ligue
Kıyı boyu çizgisi. Ligne de faîte: Doruk çizgisi. arabe). 2. Dernek, topluluk (Ligue des Droits de
Ligne de force: fiz. Kuvvet çizgisi. Ligne de plus l'Homme). 3. (Spor) Küme.
grande pente: mat. En büyük eğim çizgisi. Ligne liguer gçl. Bir birlik içinde toplamak, birleştirmek,
de partage des eaux: coğr. Subölümü çizgisi, bir araya getirmek (Liguer tous les mécontents). §
suçatı. Ligne de changement de date gökb. Se liguer: 1. Birleşmek, birlik olmak. 2. Se liguer
Gündeğişimi çizgisi. Ligne de rappel: mat. contre: -e karşı birleşmek, birlik yapmak. 3. Se
Aradoğrusu. Ligne de terre: Yer ekseni. Lignes liguer avec: -ile birleşmek, birlik olmak,
frontales: mat. Alın doğruları. Lignes isobares: fiz. ligueur, euse ad Birlik üyesi,
Eşbasınç eğrileri. Ligne pure: bitb. Arıdöl. Ligne ligule diş. bitb. Dilcik.
de démarcation: Ayırıcı çizgi, sınır. Ligne de foi: ligulé, e s. 1. Dilcikli (Feuille ligulée). 2. Dilcik
Pusulada geminin eksenini gösteren çizgi. Ligne biçiminde (Fleurs ligulées).
de mire: Nişan çizgisi. Ligne de tir: Atış çizgisi. liguliflore s. Çiçekleri dilcik biçiminde olan (Plantes
lilas 832 limousine

ligulijlores). les deux pays. Fixer les limites d'un champ). 2. Uç,
lilas [IUa]er. 1. Leylak (Lilas violet, Mme). 2. s. değişmez. son, son sınır, c had (Les armées installées aux
Leylak renginde (Une robe lilas). limites de tEmpire romain. La limite d âge). 3. s.
liliacées diş. ç. bitb. Zambakgiller, En son (La vitesse limite des véhicules). 4. s.
lilial, e s. Zambak gibi, apak, bembeyaz (Une Tavan, üstüne çıkılamayacak (Desprix limites). §
jeune fille à la gorge liliale). Sans limites: Sınırsız, sonsuz (Un pouvoir sans
lilliputien, ne [lilipysjë] s. 1. Küçücük, minnacık (Il a limites). Connaître ses limites: Haddini bilmek;
une taille lilliputienne). 2. ad. Cüce. (Dans le pays gücünün, yeteneğinin sınırlarını bilmek.
des lilliputiens). Dépasser les limites: Haddini aşmak, çizmeden
limace diş. 1. Kabuksuz sümüklüböcek, sülük yukarı çıkmak,
salyangozu, 2. mec. Uyuşuk adam, tembel limité, e s. 1. Sınırlı, °mahdut (Tirage limité.
teneke, sümsük. 3. hlk. Gömlek, Surface limitée). 2. Olanakları sınırlı, kıt kanaat
limaçon er. 1. Salyangoz, 2. Arşimet vidası denilen geçinen (Il est assez limité).
ve döndürülerek aşağıdan yukarıya su çekmeye limiter gçl. 1. Sınırlandırmak (Limiter le pouvoir
yarayan aygıtın halk arasındaki adı. 3. anat. d'un chef, la durée de parole des orateurs). 2.
(Kulakta) Salyangoz. § En limaçon: Sarmal, Limiter qch à qch: Bir şeyi -ile sınırlandırmak
°helezoni (Escalier en limaçon: Döner merdiven). (Limiter f enquête aux faits immédiats). § Se
limage er. Eğeleme, törpüleme. limiter: 1. Kendini sınırlamak (Savoir se limiter
limaille diş. Eğe talaşı, eğinti (Limaille de fer). dans son activité). 2. Se limiter à qch, à f. qch: -ile, -
limande diş. 1. hayb. Pisibalığı. 2. den. Halat sargısı, mekle yetinmek, -de kalmak, -mekte kalmak (Je
baderna. § Limande-sole: hayb. Kızıl dilbalığı. vais me limiter à exposer l'essentiel).
limbe er. 1. (Matematik aletlerinde) Dereceli kenar limiteur er. tek. Kısıcı,sınırlayıcı,düşürücü (Limiteur
(Limbe d'un théodolite). 2. (Yıldızlarda) Dış de messe).
kenar, kenar (Limbe solaire). 3. bitb. limitrophe 5. 1. Sınırda yaşayan, sınır üzerinde
Yaprakayası. 4. ç. (Hıristiyanlarca) Vaftiz bulunan (Ces populations limitrophes qui cultivent
olmadan ölen çocukların ruhlarının gittiği yer. S. les champs de bataille). 2. Sınırdaş, komşu, sınır
ç. mec. Belirsiz durum, belirsizlik (Ces projets de komşusu (Villes, pays limitrophes).
réforme sont encore dans les limbes). limnée diş. hayb. Sivri-tatlısu salyangozu,
lime diş. 1. Eğe; törpü (Lime à main, lime à ongles). limnologie diş. coğr. Gölbilim.
2. hayb. Pisibalığı. 3. bitb. Bir tür limon ağacı, acı limogeage er. tkz. Sürme; kızağa çekme; sürülme,
sulu bir tür limon, kızağa çekilme,
limer gçl. 1. Eğelemek; törpülemek (Limer une pièce limoger gçl. tkz. Sürmek; yetkilerini elinden almak,
de fer. Limer ses ongles). 2. mec. Düzeltmek,daha kızağa çekmek (Limoger un commandant, limoger
iyi bir duruma getirmek (Limer ses écrits). un préfet).
limette diş. bitb. Tatlılimon. limon er. 1. Mil, lığ, balçık (Le Nil laisse un limon qui
limettier er. bitb. Tatlılimon ağacı, fertilise la terre. Limon employé comme engrais).
limeur, euse s. ve ad 1. Eğeleyici, törpüleyici; 2. (Eski) Sulu limon. 3. (Arabada) Ok, araba oku.
eğeci, törpücü. 2. diş. Eğeleme makinası, 4. Merdiven böğrü,
törpüleme makinası. limonade diş. Limonata.
limicole s. hayb. 1. Deniz dibindeki çamurlarda limonadier, ère ad. 1. Limonatacı. 2. Kahveci
yaşayan (Annélides limicoles). 2. er. ç. hayb. (Restaurateurs et limonadiers).
Çamurkoşarları. limonage er. (Tarımda) Milleme.
limier er. 1. İri av köpeği. 2. mec Polis, "hafiye, limoneux, euse s. Balçıklı, çamurlu, lığlı (Eau
liminaire s. Bir kitap, bir söylev yada bir limoneuse).
tartışmanın başında yer alan (Déclaration limonier er.bitb. l.Limonağacı.2. Koşum beygiri, araba
liminaire, épitre liminaire). beygiri.
•imitable s. Sınırlandırılabilir, limonière diş. 1. (Arabada) Ok çifti. 2. Çift oklu,
limitatif, ive s. Sınırlayıcı, sınırlandırıcı (Dispositions dört tekerlekli araba,
limitatives d'une loi). limonite diş. yerb. Limonit,
limitation diş. Sınırlama, sınırlandırma; sınırlanma, limousin, e i. ve ad. 1. Limoges yada Limousin
sınırlandırılma (Limitation des naissances. Sans bölgesinden (Un écolier limousin, troubadours
limitation de temps. Apporter des limitations à limousins). 2. er. Duvarcı, moloz duvarcı,
l'exercice du droit de grève). limousinage er. Moloz duvar,
limite diş. 1. Sınır (Le Rhin marque la limite entre limousine diş. 1. Bir çeşit çoban kebesi (Le berger

»
limousiner 833 lippée

se dépouilla de sa lourde limousine de bure). 2. lingerie. Lingerie pour hommes).


(Eski) Kupa biçimi araba yada otomobil, lingot er. Külçe (Des lingots d'or, d'argent, de
limousiner gçl. Moloz duvarlarla yapmak, plomb).
limpide s. 1. Saydam, duru, "berrak, pırıl pırıl lingotière diş. Külçe kalıbı,
(Eau, source, cristal limpide). 2. mec. Açık, sade, lingual, e s. 1. Dile değgin, dille ilgi (Artere linguale.
anlaşılabilir (Une explication limpide). Muscles linguaux). 2. dilb. Dilsel, dilin çeşitli
limpidité diş. 1. Saydamlık, duruluk, "berraklık, devinimleri sonucu oluşan (Consonnes linguales).
pırıl pırıllık (Limpidité de l'eau, de l'air, du ciel). 2. linguifoime s. Dil biçiminde, dilsi, dilimsi.
mec. Açıklık, sadelik, anlaşılabilirlik (Limpidité linguiste ad »Dilbilimci, dil bilgini,
d'un style, d'une explication, d'une démonstration). linguistique diş. dilb. 1. Dilbilim (La linguistique
limure diş. I. Eğeleme, törpüleme. 2. Cila, perdah, décrit les langues du monde, leur histoire et leur
lin er. bitb. 1. Keten (Tissu de lin). 2. Keten kumaş fonctionnement, et étudie le langage comme
(Chemise de tin). activité humaine. Linguistique générale, historique,
linacées diş. ç. bitb. Ketengiller, fonctionnelle, structurale, appliquée). 2. s. a)
linaire diş. bitb. Nevruzotu, aslanağzı, Dilbilimsel (Etudes linguistiques. Bulletin de la
linceul er. Kefen (Envelopper un cadavre dans un société linguistique), b) Dilsel,
linceul). linguistiquement bel. Dilbilimsel olarak, dilbilimsel
linéarité diş. 1. mat. Doğrusallık. 2. açıdan.
dilb. Çizgisellik. linier, ère i. 1. Ketene değgin (Industrie linière).
linéaire s. 1. Çizgiye değgin, çizgisel (Dessin 2. diş. Keten tarlası.
linéaire). 2. Çizgimsi, çizgiyi andıran (Un récit Uniment er. Ovmaya yarayan ilaç, ovma merhemi,
tout linéaire, je veux dire sans épaisseur). 3. Dar ve ovma kremi,
uzun (Feuilles linéaires). 4. mat. Doğrusal linoléum er. 1. Mantarlı muşamba, linolyom. 2.
(Fonction linéaire). 5. dilb. Çizgisel. § Mesures Linolyom döşeme, linolyom halı (Le linoléum
linéaires: Uzunluk ölçüleri. Perspective linéaire: étouffait mes pas).
Çizgi görüntü, çizgisel oylum çizim, linon er. İnce keten bezi (Mouchoir de linon).
linéament er. 1. Yüz çizgisi (Un fin visage dont linotte diş. hayb. Ketenkuşu. § Tête de linotte: Kuş
les linéaments trahissaient de la fatigue et une beyinli,
grande bonté). 2. mec. Taslak, taslak çizgi, taslak linotype diş. Linotip.
görüntü (Des linéaments vagues commencèrent à linteau er. Boyunduruk; kapı yada pencere gibi
se former dans sa méditation). açıklıkların üzerine konulan ağaç, taş yada beton
linéature diş. (Televizyon) Ekran tarama kiriş.
çizgi sayısı. lion, ne ad. 1. Aslan (Rugissement du lion. Chasse au
liner [lajncen] er. İng. 1. Büyük hatlarda, uzak lion). 2. Aslan burcu. 3. mec. Gözüpek, yürekli,
mesafelerde çalışan yolcu gemisi. 2. Büyük yolcu aslan gibi adam (C'est un lion). 4 Kahraman,
uçağı. ünlü (Le lion du jour). 5. diş. mec. Şık ve güzel
linette diş. Keten tohumu. kadın, çok güzel giyinen kadın. § Lion de men
linge er. 1. Çamaşır (Corde à linge: Çamaşır ipi. Deniz aslanı denilen bir fok türü. La part du lion:
Pince à linge: Mandal. Armoire à linge: Çamaşır Aslan payı. Fort comme un lion: Aslan gibi
dolabı. Laver le linge. Essora-, sécher, repasser le kuvvetli. Se battre comme un lion: Aslanlar gibi
linge. Etendre du linge). 2. tç çamaşır (Changer de vuruşmak,
linge. Mettre du linge propre). 3. Çaput (Frotter lionceau er. Aslan yavrusu,
avec un linge). § Blanc comme un linge: Çok lipémie diş. hek. Kandaki yağ oranı, lipit
solgun, soluk, sapsarı. Il faut laver son linge sale oranı.
en famille: Baş kırılır fes içinde, kol kırılır yen lipide er. 1. kim. Lipit. 2. hek. Yağ (Lipides
içinde. Il y a du beau linge: hlk. Pek şık kadınlar alimentaires, lipides de t organisme).
var. lipidique s. Lipitle ilgili, lipide değgin,
linger, ère s. ve ad. 1. Çamaşır, havlu vb. yapan lipome er. hek. Yağ uru.
yada satan, yağlıkçı (Marchand linger, marchande lipophile s. Yağlı maddeleri tutan,*yağtutar.
lingère, une lingère). 2. diş. (Büyük konaklarda) liposoluble s. Yağda erir.
Çamaşır kâhyası, çamaşırcıbaşı. lippe diş. Sarkık dudak, kalın ve sarkık alt dudak.
lingerie diş. 1. Çamaşır yapımcılığı yada satıcılığı, § Faire la lippe: Somurtmak, surat asmak,
yağlıkçılık. 2. Çamaşır serme yeri. 3. Çamaşır dudağını sarkıtmak,
odası. 4. Çamaşır, iç çamaşırı (Magasin de. lippée diş. 1. Lokma. 2. (Eski) Bol ve iyi yemek.
lippu 834 lisière

§ Franche lippée Bedava yemek, liquoreux, euse s. Likörsü, likörümsü, likörü


lippu, e s. Sarkık dudaklı, kalın dudaklı (Bouche andıran (Vin liquoreux).
lippue). liquoriste ad. Likörcü.
liquation diş. (Madencilikte) Kal. lire diş. İtalyan para birimi, liret,
liquéfaction diş. kim. Sıvılaşma (Point de lire gçl. 1. Okumak (Lire une lettre, un roman, un
liquéfaction). journal). 2. Yüksek sesle okuyup bildirmek (Lire
liquéfiable s. Sıvılaşabilir (Gaz liquéfiables). un arrêt, un jugement). 3. Sökmek, okumak (Lire
liquéfiant, e s. Sıvılaştırıcı. une écriture difficile, lire les caractères chinois). 4.
liquéfier gçl. Sıvılaştırmak (Liquéfier un gaz). Sezmek, anlamak, kavramak, keşfetmek (J'ai lu
§ Se liquéfier: 1. Sıvılaşmak (Legoudron se liquéfie son sentiment sur son visage, dans ses yeux). 5. Lire
sous l'action de la chaleur). 2. mec. Bitmek, qch à qn: Birine bir şey okumak (Dre une histoire à
çökmek, yere serilmek, ses enfants) § Lire dans le marc du café: Kahve
liquette diş. hlk. Gömlek (Repasser les liquettes). falına bakmak. Lire les lignes de la main, dans les
liqueur diş. 1. kim. Sıvı madde, çözelti (Liqueur lignes de la main: El falına bakmak,
de Fehling: Fehling çözeltisi). 2. Likör (Boire un lis, lys [fis] er. Zambak (Le lis est le symbole de
petit verre de liqueur après le repas). la pureté. Il est blanc comme un lis). § Lis des
liquidable s. Tasfiye edilebilir, tasfiye edilmesi étangs: Aksu gülü. Lis Saint-Jacques:
gereken. Güzelhatunçiçeği. Fleur de lys: Fransa krallığı
liquidambar er. Günlük ağacı, "amberi sayil. simgesi. Le Royaume des lis: Fransa,
liquidateur, trice ad. huk. Tasfiye memuru, lise, lyse diş. Hareketli kumlar, çırpındıkça
liquidatif, ive s. Hesap tasfiyesine değgin (Acte içine gömülünen kumlar,
liquidatif, opération liquidative). lisérage er. Zıhlama, kenar şeridi geçirme,
liquidation diş. 1. Tasfiye; hesap tasfiyesi (La liséré er. Bir giysinin kenarına geçirilen şerit, zıh,
liquidation d'un compte, de l'impôt). 2. Elden kenar şeridi (Liséré de soie. Liséré de robe, de
çıkarma, satma (La liquidation d une propriété). 3. veste).
İndirimli satış (Liquidation de fin de mois. lisérer gçl. 1. Zıh geçirmek, kenar şeridi geçirmek.
Liquidation du stock après inventaire). 4. mec. 2. Lisérer qch de qch: Bir şeye -den zıh geçirmek
Ortadan kaldırma, temizleme, öldürme (Lisérer une flanelle de vert d ortie). § Se lisérer de
(Liquidation d'un témoin gênant). qch: -ile zıhlanmış olmak, -den zıhı bulunmak
liquide s. 1. Sıvı, sıvı halinde bulunan (Un corps (Leurs vêtements se Useraient d'un fin duvet blanc).
liquide, gaz liquide, l'air liquide). 2. dilb. Akıcı liseron er. bitb. Gündüzsefası, çitsarmaşığı,
(Consonnes, liquides: Akıcı ünsüzler). 3. kahkaha çiçeği. § Liseron des champs:
Nakit, serbest, elde serbest bulunan (Argent Tarlasarmaşığı. Liseron scammoné: Mahmude,
liquide). 4. er. Sıvı (Un liquide incolore). 5. er. liseur, euse ad Çok okuyan, okuma meraklısı;
İçecek içki; şarap (Qu'est-ce qu'il s'enfile comme okuyucu (C'est un grand liseur de romans
liquide!). 6. Sulu yemek, çorba, et suyu (Malade policiers).
qui ne peut prendre que des liquides). 7. Su, özsu liseuse diş. 1. Kitap okurken kalman sayfayı
(Liquides organiques. Liquide céphalo-rachidien. göstermek üzere arayan konulan kâğıt bıçağı. 2.
Liquide nourricier des végétaux). § La plaine (Yatakta kitap okurken kadınların giydiği) Bir
liquide: mec. Deniz. L'élément liquide: mec. Su. çeşit yün hırka, lizöz.
liquider gçl. 1. Tasfiye etmek, elden çıkarmak, lisibilité diş. Okunaklılık, okunabilirlik (lisibilité
satmak (Liquider des actions, des biens, des terres). d'une écriture).
2. Ödemek, kapatmak (Liquider un compte, une lisible s. 1. Okunaklı, okunabilir, kolay okunur
dette). 3. Çözmek, yoluna koymak (Liquider une (Ecriture, inscription, signature lisible). 2.
affaire). 4. Tasfiye etmek, ortadan kaldırmak, Okunmaya değer (Cet article est à peine lisible).
kökünü kazımak (Liquider la féodalité). 5. Yapıp lisiblement bel. Okunaklı bir şekilde, kolay
kurtulmak (Liquider un travail). 6. İndirimli okunacak şekilde (Ecrire lisiblement).
satmak (Liquider un stock). 7. tkz. Hesabını lisière diş. 1. Kumaş kenarı, kumaşın iki kenarında
görmek, işini bitirmek, ortadan kaldırmak, bulunan şerit (Lisière d'un tissu différent. Largeur
öldürmek (Liquider un témoin gênant). d'un drap entre les lisières). 2. Sınır (Lisière d'un
liquidien, ne s. Sıvılara değgin, sıvılarla ilgili, champ, dun bois, d'une forêt. Lisières d'un pays).
liquidité diş. 1. Sıvılık, sıvı olma hali (Liquidité 3. ç. mec. Yürümek için birinin gereksindiği
du mercure, du sang). 2. Paraya çevrilir değer; yardım. § Tenir qn en lisières: -in iplerini elinde
nakit (Les liquidités dune banque). tutmak, dilediği gibi yönetmek.
lissage 835 litigieux

lissage er. 1. Yalızlama, perdahlama. 2. (Gemi litanie diş. 1. ç. Kilisede okunan dua, uzun dua
kaplamasına) Kuşak geçirme. 3. (Dokuma (Réciter, chanter des litanies). 2. mec. tkz. Uzun ve
tezgâhında) Gücü düzme, bıktırıcı sözler, tıraş (C'est la litanie éternelle. Une
lisse diş. 1. (Dokuma tezgâhında) Gücü. 2. Mühre, litanie dinjures).
deri parlatmaya yarayan kunduracı aleti. 3. s. litchi, letchi er. Sıcak bölgelerde yetişen bir çam
Kaygan; düz ve parlak; yalız, perdahlı (Pierre cinsi; bu ağacın meyvası.
lisse Une peau lisse. Ecorce lisse du hêtre. Cheveux liteau er. 1. Kurt yatağı, kurt ini. 2. (Havlu ve
lisses). 4. s. Düz (Muscles lisses). bezlerde) Zıh, kenar çizgisi (Un essuie-main à
lisser gçl. 1. Kayganlaştırmak, yalızlamak, liteaux rouges). 3. Çıta.
perdahlamak (Lisser les peaux, les cuirs, les litée diş. Bir inde bulunan yabani hayvan topluluğu,
étoffes. Lisser sa moustache, ses cheveux). 2. bir inlik yabani hayvan (Une litée de marcassins,
(Gemi kaplamasına) Kuşak çekmek, de lapereaux).
iisseur, euse ad. 1. Perdahçı. 2. diş. Perdah makinası. liter gçl. Üst üste dizmek, kat kat sıralamak, istif
lissoir er. Perdah aleti, mühre, etmek (Liter des poissons salés).
listage er. *Dizelgeleme, listeleme, liste haline literie diş Yatak takımı; yorgan, çarşaf, yastık vb.
getirme. (Elle laisse la literie s'aérer longuement à la
liste diş. 1. (Atlarda) Akıtma. 2. *Dizelge, liste fenêtre).
(Son nom n'est pas sur la liste. La liste des livres litharge diş. kim. Kurşun oksit, mürdesenk.
nouvellement entrés à la bibliothèque. Liste lithiase diş. hek. Taş yada kum hastalığı (Lithiase
ouverte, liste close. Etre inscrit sur la liste rénale, urinaire).
électorale). § Liste civile: Hükümdar ödeneği, lithine diş. kim. Lityum oksidi,
"hazinei hassa; devlet başkanlığı ödeneği. Liste lithium er. kim. Lityum.
des mets: Yemek listesi. Liste électorale: Seçim litho diş. (Lithographie'nin kısaltılmışı) Taş baskı,
listesi. Liste noire: Kara liste. Dresser une liste: taşbasma, litografya (Faire encadrer une litho).
Liste düzenlemek, liste yapmak. Faire la listede: - lithocromie diş. Renkli taşbasması, renkli taşbaskı.
in listesini yapmak (Faire la liste des absents). lithographe ad. Taşbasmacı, taşbaskıcı,
Grossir la liste de: -in sayısını arttırmak, -e litografyacı.
eklenmek (Il a grossi la liste des mécontents). lithographie diş. Taşbasma, taşbaskı, litografya,
listel, listels, listeaux er. 1. Pervaz. 2. Küçük lithographier gçl. Taşbaskı ile basmak, taşbasma ile
kabartma. 3. Para yada madalya pervazı, basmak (Lithographier une affiche, un album).
lister gçl. *Dizelgelemek, listelemek, liste haline lithographique s. Taşbaskıya değgin, taşbasmaya
getirmek. . özgü (Encre lithographique).
lit er. 1. Karyola (Lit de fer, lit portatif). 2. Yatak lithologie diş. yer. *Taşbilim.
(Dormir dans son lit. Sauter, sortir du Ut. Un lit de lithologique s. *Taşbilimsel.
plumes). 3. (Akarsularda) Yatak (Fleuve qui sort lithosphère diş yerb. Taşyuvaıı, taşküre.
de son lit. Détourner une rivière de son lit). 4. lithotomie diş. hek. (Sidik torbasında) Taş çıkarma
(Madenlerde) Yatak (Lit d'argile, lit de pierre, lit (ameliyatı).
de carrière). 5. Katman, tabaka (Ut de sables, lit lithotritie [litıtrisi] diş. hek. (Sidik torbası içinde)
de cendres). 6. mec. Evlilik, evlenme (Enfants du Taş ufalama (ameliyatı),
premier lit. Elever les enfants dun autre lit). Lit de litière diş. 1. Ahırda hayvanların yatması için
justice: (Eskiden) Paris parlamentosunda döşenen ot, hayvan yatağı, yataklık. 2. Sedye. 3.
kralların oturduğu taht; (daha sonra) kiralın (Eski) Tahtıravan (Litière orientale. Voyager en
huzurunda yapılan yargı toplantısı. Lit de parade: litière). § Etre sur la litière: Yataklık hasta olmak,
Büyük adamların, öldüklerinde yatırıldıkları hastalanıp yatmak. Faire litière de qch: -e
yatak. Lit du vent, lit de vent: Yelin estiği yön. Au aldırmamak, -i önemsememek, göz önüne
saut du lit: Yataktan kalkar kalkmaz, uyanınca. almamak, hesaba katmamak (Faire litière des
Sur son lit de mort: Ölüm döşeğinde, ölmek conventions, de son honneur).
üzereyken. Aller au Ht, se mettre au lit: Yatağa litige er. 1. huk. Dâva, ihtilaf, uyuşmazlık, niza
girmek, yatmak. Faire son lit: Yatağını yapmak, (Litiges soumis aux tribunaux. Arbitrer, régler,
düzeltmek. Faire lit à part: (Karı koca) trancher un litige). 2. Anlaşmazlık, uyuşmazlık
Yataklarını ayırmak, ayrı yatmak. Garder le lit: (Régler le litige par voie de négociations).
Yatakta hasta yatmak. Mourir dans son lit: Başı litigieux, euse s. Üzerinde uyuşulamayan, kavgalı,
yastıkta ölmek, eceliyle ölmek. Comme on fait son anlaşmazlık konusu olan (Arbitrer une affaire
lit, on se couche: Ne ekersen onu biçersin. litigieuse. Les points litigieux).
litispendance 836 livrée

litispendance diş. huk. I. (Eskiden) Dâvanın görül- yumuşakçası,


mesi. 2. (Bugün) "Dâvada muallakiyet; dâvanın lituanie diş. Litvanya.
aynı anda aynı derecede yetkili iki mahkemede lituanien, ne s. ve ad. I. Litvanyalı; Litvanya ve
görüşülmesi, Litvanyalılara değgin. 2. er. Litvanyaca,
litorne diş. Bir tür ardıç kuşu. Litvanya dili.
• litote diş.ed. *Arıksılık, "arıksayış, "yeğinseme, liturgie diş. Dinsel törenlerde usul ve sıra (Livre de
"zaafı suri; zayıf görünen bir sözcüğü kuvvetli bir liturgie).
anlam verecek şekilde kullanma, örneğin, "çok liturgique s. Dinsel törenlerin usul ve sırasına
iyidir" demek yerine "fena değil" deme (On se değgin, dinsel törenlerin usul ve sırasına uygun
sert dune litote quand on suggère une idée par la (Chants liturgiques).
négation de son contraire). liure diş. 1. (Arabalarda) Yük urganı. 2. den. Ağaç
litre diş. Önemli kişilerin ölümünde kilisenin bağı.
etrafına gerilen enli siyah şerit, livarot er. Livarot kentinde yapılan peynir,
litre er. Litre (Litre en verre pour le vin. Boire un litre Livarot peyniri,
de bière). livide s. I . Kurşuni mor. 2. (Beniz) Çok soluk (Un
litron er. 1. Tahıl ölçmede kullanılan eski bir ölçek, teint livide. Il était tout livide sous t effet de
tenekenin onaltıda biri 2. hlk. Bir litre şarap, l'émotion).
littéraire s. 1. "Yazınsal, "edebî; yazına, edebiyata lividité diş. 1. Kurşuni mor renk. 2. Solukluk,
değgin (La vie littéraire. Milieux, cercles, salons solgunluk (Lividité cadavérique).
littéraires. Prix littéraires). 2. ad. "Yazıncı, living-room er. İng. Oturma odası,
edebiyatçı; edebiyat öğretmeni, livrable s. Teslim edilebilir (Marchandises livrables
littérairement bel. Yazınsal açıdan, edebiyat à domicile).
bakımından. livraison diş. 1. Mal teslimi, teslim (Délai de
littéral, e s. 1. Harf kullanan, yazı kullanan, harfli, livraison. Livraison à domicile). 2.(Kitap)Fasikül,
yazılı (Notation littérale. X, Y sont des symboles "cüz (Livraisons dune revue, d un livre). § Prendre
littéraux de l'algèbre. L'arabe littéral). 2. Sözcük livraison de qch: -i teslim almak (Prendre livraison
sözcük bağlı kalınarak yapılan (Une traduction de la marchandise).
littérale). 3. Öz, asıl, gerçek (Le sens littéral dun livre er. 1. Kitap (Composer, imprimer un livre. Faire
mot). 4. Yazıya dayalı, yazılı (Preuve littérale) § paraître un livre. Livre scolaire, livre relié). 2.
Au sens littéral du mot: Sözcüğün gerçek (Tecimde) Defter (Livre d'impôt sur transport:
anlamıyla. Taşıma vergisi defteri. Livres de commerce: a)
littéralement bel. 1. Sözcüğü sözcüğüne, sözcük Hesap defterleri, b) Ticari defterler. Livres de
sözcük bağlı kalarak (Traduire, copier un texte comptabilité, livres de compte: Muhasebe
littéralement). 2. tkz. Tam anlamıyla, tamamiyle defterleri. Livre de manufacture: İşletme giderleri
(Il était littéralement fou, hors de lui). defteri. Livres dentrepôt: Arakoruncak defterleri,
0
littéralité diş. (Çeviride) Metne sıkı sıkıya ambar defterleri. Livre de bord: Gemi defteri,
bağlılık (Traducteur, esclave de la littéralité). gemi günlüğü, seyir defteri. Grand livre: Büyük
littérarité diş. Yazınsallık,°edebilik. defter, °defteri kebir. Livre de compte courant:
littérateur er. (Genellikle küçümseme ile kullanılır) Cari hesap defteri). § Livres sacrés: Kutsal
"Yazıncı, "edebiyatçı, kitaplar. Tenue de livres: Defter tutma. A livre
littérature diş. 1. (Eski) Genel kültür (Des gens ouvert: Takılmadan, kolayca, rahatça (Traduire le
dune agréable littérature). 2. Yazın, "edebiyat français à livre ouvert). Parler comme un livre:
(Histoire de la littérature turque. Littérature Kitap gibi, bilgiççe konuşmak. Tenir les livres:
réaliste, moderne, classique). 3. mec. Laf, boş söz, Defter tutmak,
edebiyat (Tout le reste est littérature). 4. livre diş. 1. (Kimi ülkelerde kullanılan para birimi)
Yazıncılık, edebiyatçılık (Fairede la littérature). 5. Lira (Livre turque, livre sterling). 2. Yarım kilo
Kaynakça, bibliyografya (Il existe sur ce sujet une (Acheter une livre de sucre).
abondante littérature). 6. Yazın bilgisi, yazın livrée diş. 1. (Hizmetçi ve uşaklar için) Özel kılık
bilgileri veren kitap, edebiyat kitabı (Littérature (Livrée de valet, de portier, de cocher. Un valet en
de Lanson). livrée). 2. Uşak, hizmetçi ve uşak sınıfı (La livrée
sort du peuple. La livrée du prince accourut au
littoral, e s. I. Kıyısal, deniz kıyısına değgin (Zone
bruit). 3. mec. Belirti (La livrée de la misère). 4.
littorale, cordons littoraux). 2. er. Kıyı, kıyı boyu
(Kimi hayvanlar ve yavru kuşlar için) Tüy. §
(Un littoral sablonneux. Le littoral de ta Manche).
Porter la livrée: Uşaklık etmek.
littorine diş. hayb. Katırboncuğu denilen deniz
livrer 837 lock-outer

livrer gçl. 1. Ele vermek, açıklamak, bildirmek lobuleux, euse s. anat. Dilimcikli, loplu (Tissu
(Le voleur arrêté a livré ses complices. Livrer ses lobuleux).
compagnons de lutte par lâcheté. Livrer un secret). local, e s. Yerel, yöresel, yerli, "mahalli (Journal
2. Livrer qn, qch à: a) Birini, bir şeyi -e teslim local, traditions locales). § Couleur locale:
etmek (Livrer un coupable à la police. Livrer son (Sanatta) Yerel renk.
pays à F ennemi), b) -e bırakmak (Livrer une ville local er. Yer, *dernekevi, daire, konut (Locaux
au pillage). § Se livrer: 1. Kendini teslim etmek, insalubres. Locaux commerciaux, administratifs).
kendini vermek (Une femme qui se livre sans localement bel. Yerel olarak; yer yer; sınırlı bir
réserve). 2. Se livrer à qn: -e açılmak, tüm gizlerini bölgede, belli bir yerde (Temps localement
söylemek (Il se livre trop facilement à des brumeux. Douleurs qui se font sentir localement).
étrangers). 3. Se livrer à qn: -e teslim olmak (Le localisation diş. 1. Sınırlandırma; sınırlandırılma
meurtrier se livra à la police). 4. Se livrer à qch: a) (Localisation du conflit dans les Balkans). 2. Yerini
Kendini -e bırakmak, koyuvermek (Se livrer au belirtme; yeri belirtilme (Localisation des
désespoir, à une joie exubérante), b) -e girişmek (Se sensations, des perceptions. Erreurs de
livrer à une enquête approfondie, à l'étude). localisation). 3. Yerelleştirme; yerelleşme,
livresque s. Betiksel, °kitabî, yalnız kitaba bağlı localiser gçl. 1. Sınırlandırmak; yayılmasını
kalmış, kitaptan edinilmiş (Connaissances önlemek (Localiser un incendie, une épidémie, un
livresques, science livresque). conflit). 2. Yerini belirtmek, nerden geldiğini
livret er. l.Kitapçık, küçük kitap. 2. (Koleksiyon saptamak (Localiser un bruit, une rumeur). 3.
vb için) Açıklamalı katalog. 3. Opera güftesi, Yerelleştirmek,
libretto (Livret dun opéra, dune opérette. Auteur localité diş. 1. Yerel özellik (La localité exacte est
de livrets). § Livret de famille: Evlenme cüzdanı. un des premiers éléments de la réalité. Le français
Livret individuel, livret militaire: Askerlik belgesi; s'est modifié suivant les localités). 2. Yer (Une
askerlik sicili. Livret scolaire: Öğrenci sicili; localité malsaine). 3. Köy, kasaba,
öğrenci karnesi. Livret de santé: Sağlık karnesi, locataire ad Kiracı (Cet hôtel prend des locataires au
livreur, euse ad 1. (Tecimde) Teslim memuru mois. Locataire dune terre, d une maison).
(Livreurs d un grand magasin, d une compagnie de locatif, ive s. 1. Kiraya yada kiralamaya değgin
transport). 2. diş. Eşya teslim arabası, (Valeur locative: Kira değeri). 2. Kiracıya düşen,
lixiviation diş. (Suda eriyen maddeleri ayırmak için) kiracının yapması gereken (Risques locatifs.
Kül yıkama, kül süzme, Réparations locatives). 3. er. dilb. -de hali, kalma
llanos [Ijanos] er. coğr. (Güney Amerikada) Otluk durumu. 4. s. dilb. -de haline değgin, kalma
ova. durumuyla ilgili (Cas locatif).
Iloyd [fojd] er. °Loyit; denizcilik, gemici- location diş. 1. Kiralama; kiraya verme, kirayla
lik ortaklarının benimsedikleri ortak ad. tutma (Location dune maison). 2. Kira (Prix de la
loader [lodoer] er. İng. Loader, kamyonlara yük location). 3. (Sinema yada tiyatroda; uçak, gemi,
yükleyen makina. tren gibi taşıtlarda) Yer ayırtma (Location de
lob er. (Tenis) Aşırtma vuruş; topu rakibin loges. Location sous réserve de confirmation). §
üzerinden aşırma (Faire un lob). Donner qch en location: Kiraya vermek. Prendre
lobaire s. anat. Loba değgin, qch en location: Kiralamak, kirayla tutmak,
lobe er. anat. 1. Lob (Les lobes du poumon, du loche diş. hayb. Çopra balığı § Loche de rivière:
cerveau). 2. (Mimarlıkta) Dilim. § Le lobe de Taşısıran. Loche d'étang: Balçikyiyen.
l'oreille: Kulak memesi, loches diş. ç. hayb. Dikenliyüzgeçgiller.
lobé, e s. Loplu, dilimli; dilim dilim (Feuilles locher gsz. 1. (Nal için) Sallanmak, gevşemek,
lobées du chêne, du figuier. Arcades lobées de Fart düşmek üzere olmak (Fer de cheval qui loche). 2.
mauresque). gçl. (Meyvalarını düşürmek için ağacı) Sallamak,
lobélie diş. bitb. Lobelya. silkmek (Locher des noix). § Avoir toujours quelque
lober gçl. 1. (Spor) Atlatmak, topu -in üstünden fer qui loche: Hep bir ufak sıkıntısı olmak,
aşırmak (Lober le gardien de but). 2. gsz. (Tenis) sıkıntıdan bir türlü kurtulamamak. II y a quelque
Aşırtma vuruş yapmak; topu rakibin üzerinden fer qui loche: Aksayan bir yan var, işin
aşırtmak. ilerlemesini engelleyen bir yan var.
lobulaire s. Küçük bir lop biçiminde yada lock er. den. Parakete.
görünümünde, lock-out [hkawt] er. İng. *İşkapatımı, *kapatım,
lobule er. anat. Lopçuk, dilimcik (Lobule du "lokavt.
cerveau). lock-outer gçl. İşkapatımına gitmek, lokavt
locomobile 838 loi

yapmak (Lock-outer les ateliers d une usine). rue du Bac). 2. mec. Bir arada bulunmak, birlikte
locomobile s. 1. Devingen. 2. diş. Lokomobil, bulunmak (La débauche et l'amour ne sauraient
locomoteur, trice s. Kımıldatan, oynatan, loger ensemble). 3. gçl. Yerleştirmek (L'hotelier
devindiren (Muscles locomoteurs). logea les nouveaux arrivés à f annexe de l'hôtel). 4.
locomotif, ve s. Devindirici, devinim sağlayıcı; Barındırmak, oturtmak, konut vermek (Logerles
devinimle ilgili, réfugiés. Je peux vous loger cette nuit). 5. Almak,
locomotion diş. 1. Devinme, devindirme, yedirip yatıracak durumda olmak (Le lycée peut
kımıldatma, oynatma (Muscles de la locomotion). loger une centaine dinternes). § Loger à la belle
2. Bir yerden kalkıp başka bir yere gitme, étoile: Açık havada yatmak, yıldız palasta
yolculuk, gezi (Moyens de locomotion). yatmak, geceyi dışarda geçirmek. § Se loger: 1.
locomotive diş. 1. Lokomotif (Locomotive électrique, Oturmak, kalmak (Il se loge au septième étage). 2.
locomotive à moteur. Atteler une locomotive à un mec. İyice oturmak, yerleşmek (Le remords s'est
train). 2. mec. Başı çeken; önder, lider (La logé dans mon coeur).
locomotive dun mouvement politique). § Fumer logette diş. Küçük baraka, kulübe, loca vb.
logeur, euse ad. Döşeli odalar kiraya veren kimse,
comme une locomotive: Çok sigara içmek, baca
logicien, ne ad. 1. Mantıkçı (Les célèbres logiciens
gibi tütmek.
locotracteur er. Motörle işleyen küçük lokomotif, de l'histoire philosophique). 2. Mantıklı,
locuteur, trice ad. Okuyucu, logicisme er. fels. Mantıklaştırıcılık.
locuste diş. hayb. Yeşilçekirge. logique diş. 1. Mantık (Logique formelle, logique
locution diş. 1. Söyleyiş (Une locution élégante). pure). 2. Mantık kitabı (La logique de Goblot). 3 .s.
2. dilb. Deyim (Locutions propres à une langue). 3. Mantıklı, mantığa uygun, usa yatkın
dilb. Düzsöz. (Raisonnement, conclusion logique). 4. s Mantığa
değgin, mantıksal. 5. Tutarlı (II reste logique avec
loden [bden] er. Bir çeşit kalın keçe kumaş,
lui-même, avec ce qu'il pense).
loess [los] er. yerb. Lös.
logiquement bel. 1. Mantığa uygun bir şekilde,
lof er. den. Yel üstü, orsa (Aller, venir au lof).
akıllıca, doğru dürüst (Discuter, raisonner,
lofer gsz. den. (Gemi için) Orsa etmek, orsalamak,
répondre logiquement). 2. Mantık kurallarına
logarithme er. mat. Logaritma, "tersüs t el (Tables de
göre, normal olarak (Logiquement, les choses
logarithme. Logarithme d un nombre). devraient s'arranger).
logarithmique s. Logaritmaya değgin (Calcul logis er. 1. Ev, konut, barınak; yuva ( Quitter le logis
logarithmique). familial). 2. Konukevi. § Corps de logis: Binanın
loge diş. 1. Kulübe (Loge de bûcheron. Une loge de ana bölümü. La folle du logis: mec. Düş kurma
charbonnier). 2. Kapıcı odası. 3. Loca (Les loges yetisi. Maréchal des logis: Assubay çavuş
de balcon. Louer une loge au théâtre). 4. (Jandarma).
Tımarhane hücresi (Fou enfermé dans une loge). 5. logiste ad. Güzel sanatlar yarışması için tek başına
Mason locası. 6. Küçük çalışma odası. 7. hücreye giren kimse,
(Sirklerde) Hayvan kafesi (Loge du lion). 8. Güzel logistique diş. fels. 1. Mantıksal matematik. 2.
sanatlar yarışmasına girenlerin tek başlarına Simgesel mantık. 3. ask. Lojistik. 4. s. ask.
çalıştırıldıkları oda. 9. (Yemişlerde) Tohum kabı, Lojistik, "ikmal (Moyens logistiques d'une armée).
eşelek (Loges qui renferment les pépins de la logographe er. (Eski) İlk Yunanlı düzyazı yazarları;
pomme). § Etre aux premières loges: En yakından başkaları için söylev ve dilekçe yazan kimse,
görüp tanık olmak durumunda bulunmak, olup logogriphe er. 1. Bir sözcükteki harflerle başka
biteni görecek en uygun yerde olmak, sözcükler yapmak şeklinde bir zihin oyunu,
logeable s. Oturulabilecek durumda, oturulabilir bulmaca. 2. mec. Anlaşılmaz şey, bilmece,
(Un château logeable). logomachie diş. 1. Önemsiz sözcükler üzerine
logement er. 1. Ev, konut; kurum konutu (Problème boşuna tartışıp durma. 2. mec. Boş sözler,
du logement, politique du logement. Trouver un yuvarlak laflar,
logement provisoire. S'installer dans un nouveau logopathie diş. hek. K o n u ş m a bozukluğu,
logement). 2. ask. Konak yeri (Soldats à la logorrhée diş. Konuşma hastalığı, konuşmadan
recherche de logements). 3. ask. Konakçı edememe, konuşma ishali,
müfrezesi. 4. Boşluk, yuva (Logement du logos [logos] er. fels 1. Deyi, Tanrı "kelâmı,
percuteur dans un fusil. Logement du pêne dune "kelâm, "logos. 2. Dünyayı yöneten us.
serrure). loi diş. 1. Yasa (Loi agraire: Toprak yasası. Loi
loger gsz. 1. Oturmak, kalmak "ikamet etmek constitutionnelle: Anayasa. Loi d'application:
(Loger dans un appartement, dans un hôtel. Loger Uygulama yasası. Loi de circonstance, loi
loi 839 loisir

d'exception: Olağanüstü durumlar yasası. Loi agita son mouchoir: Beni görür görmez mendilini
impérative: °Amir hüküm. Loi martiale: Sıkı salladı. Du plus loin qu'il m'en souvienne, je t ai
yönetim. Loi naturelle: Doğa yasası. Loi spéciale: toujours haï). Bien loin que: -mesi şöyle dursun
Özel yasa. Article de loi: Yasa maddesi. Disposition (Bien loin qu'il ait des sentiments hostiles, il
de la loi: Yasa hükmü. Esprit de la loi: Yasanın proclame son estime pour vous). Loin de là: Tam
ruhu. Homme de loi: Hukukçu. Lettre de la loi: tersine; tersine (Il n'est pas désintéressé, loin delà.
Yasanın lafzı. Projet de loi: Yasa tasarısı. Recueil Il n'est pas antipathique, loin de là). Aller loin:
officiel des lois: Resmi gazete. Texte de loi: Yasa (Gelecek zaman olarak kullanıldığında)
metni. Loi sur la presse: Basın yasası. Lois civiles: İlerlemek, başarı göstermek, adam olmak (Ce
Yurttaşlık yasası, ° medeni kanun. Loi pénale: Ceza garçon est intelligent, il ira loin). Aller trop loin:
yasası). 2. Kural (Lois grammaticales, lois Abartmak; çok ileri gitmek, sınırı aşmak,
phonétiques. Lois de la bienséance). 3. Güç (Lois çizmeden yukarı çıkmak. Aller loin, mener loin:
politiques: Siyasal güçler). 4. Hükümranlık, Başa iş açmak, sonu kötü olmak (C'est un conflit
boyunduruk (J'ai rangé sous mes lois une grande qui peut mener loin. Cette affaire peut aller loin).
partie de l'Asie). 5. Din (La loi de Mahomet: Aller plus loin: Daha da ileri gitmek (J'irai même
Muhammed dini, İslâmlık. La loi de Moïse, plus loin et je dirai qu'il te trahira un jour). Aller
L'ancienne loi: Musa dini, Yahudilik. La loi plus loin que qn: -i geçmek, geride bırakmak, -den
nouvelle, la loi de Jésus-Christ, La loi de l'Evangile: daha çok ilerlemek. Etre loin: Bulunduğu yerde
İsa dini,Hıristiyanlık). § Donner la loi: Buyurmak. olmamak, kafası başka yerde olmak. Ne pas aller
Donner des lois: Yasa koymak, yasamak. Faire loin: Ölümü yakın olmak, ayağı çukurda olmak.
loi: Yasa gibi olmak (Ici, sa parole fait loi). Faire Ne pas voir plus loin que son nez, que le bout de son
la loi: Buyurmak, sözünü dinletmek, efendi imiş nez: Burnunun ötesini görememek, çok kısa
gibi davranmak, efendilik etmek (Vous ne ferez görüşlü olmak. Revenir de loin: Kefeni yırtmak,
pas la loi chez moi). N'avoir ni foi ni loi: Dini imanı ölümünün eşiğinden dönmek. Voir loin: İleriyi
olmamak, din yasa tanımamak. Passer en force düşünebilmek, uzağı görmek. A beau mentir qui
de loi: Yürürlüğe girmek: Se faire une loi de f. qch: vient de loin: Gurbette övünmek hamamda türkü
- meyi kendisi için ilke edinmek, yasa bilmek (II söylemeye benzer. Loin des yeux loin du coeur:
s'est fait une loi de ne jamais se mêler delà vie Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. D y a loin
personnelle des autres). C'est la loi et les prophètes: de la coupe aux lèvres: Yemeden sindirmeye
Bu su götürmez bir gerçektir. Nécessité fait loi, kalkmamalı, elle ağız arasında kırk yıllık yol var,
nécessité n'a pas de loi: Gereksinim kişiye her şeyi evdeki hesap çarşıya uymaz. Qui veut voyager loin
yaptırır, aç köpek fınn deler. ménage sa monture: Ağır git ki yol alasın. Qui va
loi diş. Sikke ayarı. doucement va loin: Ağır git ki yol alasın, acele işe
loin bd. 1. (Yer olarak) Uzak, ırak; uzakta, uzağa şeytan karışır. "Erişir menzili maksuduna aheste
(Vous êtes trop loin, rapprochez-vous). 2. (Zaman giden.
olarak) Uzak, uzakta; çok eskilerde (Comme ces lointain, e s. 1. Uzak; uzaktaki (Entreprendre un
années me paraissent loin! L'été n'est pas bien loin). voyage dans un pays lointain. Un passé lointain). 2.
3. Loin de: -den uzakta (Istanbul est loin de Paris). mec. Uzak, dolaylı (Les causes lointaines de la
§ Au loin: Uzakta; uzağa, uzaklara (On aperçoit au Révolution. Il n'y a qu'un rapport lointain entre les
loin un bouquet d'arbres. Il est parti au loin sans deux affaires). 3. er. (Bir tabloda) Ufuk, uzakları
laisser d adresse). De loin: 1. Uzaktan (Regarde de gösteren bölüm (Des lointains bleuâtres,
loin, n'approche pas. Il m'appela de loin). 2. estompés, fondus). 4. er. ç. Uzak bölgeler, ıssız
Eskiden, çok eski zamandan (Cela date de loin. köşeler (Les lointains de la campagne romaine). §
C'est une coutume qui vient de loin). De loin en loin: Au lointain, dans le lointain: Ufukta, karşıda,
Zaman zaman, arada bir, ara sıra (Ils ne se voient uzakta, uzaklarda (Dans le lointain, s'élève un
plus que de loin en loin). Non loin de: -e yakın, -in nuage de poussière).
yanında (Une maison non loin du pont). Pas plus loir er. hayb. Yediuyuklayan. § Dormir comme un
loin qu'hier: Daha dün. Pas loin de qdi: Aşağı loir: Uzun ve derin uyumak, kütük gibi uyumak.
yukarı... (Pas loin de mille francs). Bien loin de loisible s. Elde olan, yapılabilen, yapılması elde
f.qch, loin de f. qch: 1. -mekten çok uzak (Mon Jils olan (Il m'est loisible de refuser: Reddetmek
est loin de me donner satisfaction dans son travail). elimde). § Etre loisible à qn de f. qch: -mek -in
2. -mek şöyle dursun... (Loin de m'aider, il elinde olmak.
m'empêche de travailler). D'aussi loin que, du plus loisir er. 1. Boş zaman, serbest zaman (Mon travail
loin que: -er... -mez (D'aussi loin qu'il me vit, il me laisse peu de loisir). 2. Dinlenme (Il a besoin
lokoum 840 longtemps

d'un long loisir). 3. p. Eğlen œ (Organiser les loisirs. long en large, aller de long en large). De tout son
Des loisirs coûteux). § A loisir, tout à loisir: 1. long: Boylu boyunca, iki seksen (S'étendre,
Sıkıntıya girmeden, dara gelmeden, rahat rahat tomber de tout son long). De longue date: Uzun
(T y penserai à loisir quand je serai seul). 2. zamandan beri (Nous sommes amis de longue
Dilediğince, gönlünce (Aimer à loisir). Avoir le date). De longue haleine: Uzun soluklu, kalıcı
loisir de f. qch: -mek için olanağı, zamanı olmak (Une oevre de longue haleine). Avoir le bras long:
(Je n'ai pas eu le loisir de vous écrire). Donner, Etkili kişi olmak, sözü geçmek, saygın kişi
laisser à qn le loisir de f. qch: Birine -mek olanağı olmak. Avoir les côtes en long: 1. Çok tembel
vermek (Mes occupations ne me laissent pas le olmak. 2. Çok yorgun olmak, yorgunluktan
loisir de vous visiter). bitmek. Avoir les dents longues: 1. Çok acıkmak,
lokoum, loukoum er. Lokum, açlıktan gözü dönmek. 2. Aç gözlü olmak,
lolo er. 1. (Çocuk dilinde) Süt. 2. hlk. Meme, göğüs, doymak bilmemek; paraya, üne çok düşkün
lombago, lumbago er. hek. Lumbago, bel ağrısı, olmak. 3. Çok iddialı olmak, büyük laf etmek.
lombaire 5. 1. Bele değgin (Douleur lombaire: Bel Etre long: mec. Sözü çok uzatmak, çok
ağrısı. Région lombaire: Bel bölgesi). 2. diş. Omur konuşmak(Z)o/me tes ordres, ne sois pas trop long).
(La dernière lombaire s'articule avec le sacrum). En savoir long: 1. Çok şey bilmek, her şeyden
lombard, e s. ve ad. 1. Lombardiyah. 2. er. Lom- haberi olmak. 2.Çok bilgili olmak. 3. Çok bilmiş
bardiya dili, Lombartça. olmak. En dire long. Her şeyi ortaya koymak,
lombes er. ç. anat. Bel, bel bölgesi (Douleur dans les altında çok şeyler yatmak, gerçek duygu ve
tombes). düşüncelerini göstermek, pek anlamlı olmak (Sa
lombric er. hayb. Yersolucam. mine, son silence en dit long). Faire long feu: Uzun
lombricidés er. ç. hayb. Yersolucamgiller. sürmek, uzun süre devam etmek (Son succès ne
lombricoïde s. Solucan görünümlü, solucan gibi. fera pas long feu).
londonien, ne s. ve ad 1. Londralı. 2. Londra ve longanimité diş. 1. Büyük hoşgörü, aşırı
Londralılara değgin, hoşgörürlük, kusura bakmazlık. 2. Acılara
londrès [ladres] er. Özellikle İngilizler için dayanırlık, aldırmazlık,
hazırlanmış uzun yaprak sigarası, Havana long-courrier s. 1. Uzun yolda çalışan, uzun
purosu, yolculuk yapan (Navire long-courrier: Uzun yol
londrin er. Bir tür çuha. gemisi). 2. er. Uzun yol seferi yapan uçak yada
gemi.
long, ue s. 1. Uzun (Un long nez. Longs cheveux.
Chemise à manches longues. Ecrire une longue longe diş. 1. (Bir dana yada oğlak gövdesinin) Alt
lettre. Faire de longues phrases). 2. (Zaman yarısı (Une longe de veau de lait aux champignons).
olarak) Uzun, uzun süren (Une longue maladie. 2. Yular (Mener un cheval par la longe).
Un long hiver, un long passé). 3. Long de...: longer gçl. Boyunca gitmek; boyunca uzanmak
...uzunluğunda (Une corde longue de sept mètres). (Longer un jardin, un parc, un bois. Voiture qui
4. Long à f. qch: -mesi uzun süren, zaman alan, longe la mer. Un sentier longeait la rivière).
geciken (La réponse est longue à venir. Elle a été longeron er. Ana direk, ana mertek (Traverses de
longue à s'habiller). 5. Açık, sıvı, sulu, pek koyu rails posées sur des longerons).
olmayan (Une sauce longue). 6. bel. Uzun, uzun longévité diş. Uzun ömürlülük, ömür uzunluğu;
şekilde (S'habiller long. Femme long voilée). 7. er. uzun yaşama, uzun yaşarlık,
Uzunluk (Un mur de cinq mètres de long). § A la longicorne s. Uzun boynuzlu,
longue: Zamanla, gitgide, aradan zaman geçince longipenne s. Uzun telekli (Oiseau longipenne).
(Tu Foublieras à ta longue). Au long, tout au long, longirostre s. Uzun gagalı,
tout du long: Tamamiyle, uzun uzadıya, eksiksiz; longitude diş. coğr. Boylam.
hiçbir şeyi unutmadan (Lire tout du long un longitudinal, e s. Boylamasına, boyuna, uzunluğuna
roman. Raconter une histoire tout au long). Au long (Faire une coupe longitudinale).
de, le long de, tout le long de, tout du long de: - longitudinalement bel. Boylamasına; boylamasına
boyunca (Le long des rues, des quais, des ponts. olarak (Couper longitudinalement).
Tout te long du jour. Au long de sa vie, tout au long long-jointé, e s. Uzun bukağılı, bukağısı uzun
de sa carrière). A longue échéance: Uzun vadede, bağlanmış (Cheval long-jointé).
uzun vadeli (A longue échéance, on peut entrevoir longrine diş. Taban kirişi (Voie sur longrines des
une solution. Projet à longue échéance). A long ponts métalliques).
terme: Uzun vadeli (Crédit à long terme). De long longtemps bel. Uzun zaman, uzun süre (Parler,
en large: Bir o başa bir bu başa (Se promener de marcher, vivre longtemps) § De longtemps: Uzun
longue 841 lot

süre, uzun bir süre için (Je ne le verrai pas de loqueteux, euse s. 1. Yırtık pırtık, yırtılmış, lime
longtemps). Depuis longtemps: Uzun zamandan lime olmuş (Une veste loqueteuse). 2. Paçavralar
beri, çoktan beri. Il y a longtemps: Çok önce, içinde, giysileri yırtık pırtık (Un vieillard
eskiden, epey oluyor (Il est venu ici, il y a loqueteux). 3. ad Yitik pırtık giyinmiş kimse (Un
longtemps). Il y a longtemps que: Çok oluyor ki, loqueteux).
çoktan beridir ki (II y a longtemps que je t'aime). loranthacées diş. ç. bitb. Ökseotugiller.
longue diş. 1. müz. Uzun nota. 2. dilb. Uzun ünlü; lord er. Lord.
uzun hece. lord-maire er. Londra gibi kimi İngiliz kentlerinde
longuement bel. Uzun uzun; uzun uzadıya belediye başkanı,
(Parler, raconter longuement). lordose diş. hek. Belkemiğinin öne doğru
longuet, te s. 1. Uzunca (Une ode un peu longuette). kamburlaşması, ters kamburluk,
2. er. Piyano yapıcısının kullandığı ince ve uzun lorette diş. Yosma.
çekiç. 2. er. Küçük baston ekmek, ufak fırancala. lorgner gçl. 1. Göz ucuyla bakmak (Lorgner une
longueur diş. 1. Uzunluk (La longueur dune route, femme). 2. Göz dikmek, göz koymak (Lorgner un
d'un tunnel. Mesures de longueur). 2. mec Fazla héritage, une place). 3. gsz. Şaşı bakmak,
söz, gereksiz uzatma (II faut éviter les longueurs lorgnette diş. Cep dürbünü. § Regarder par le petit
dans un texte). 3. (Bir yarışmaya katılan araç yada bout de la lorgnette: Olayları dar açıdan görmek;
hayvanın) Boyunca aralık, boy (Le cheval a gagné dar görüşlü olmak, dar kafalı olmak; pireyi deve
de deux longueurs). 4. mec. Yavaşlık, ağırlık (La yapmak,
longueur des négociations. Les longueurs de la lorgnon er. Kelebek gözlük,
justice). § A longueur de: Tüm ...boyu, bütün... (A lori er. Bir tür Hint papağanı, papualorisi.
longueur de semaine, les prisonniers se débattirent. loriot er. Sarıasma (kuşu),
A longueur de journée). En longueur: loriots er. ç. Sarıasmagiller.
Uzunlamasına (En longueur, la chambre a cinq loris [ h r i ] er. İnce lori; Hindistanda yaşayan
mètres). Saut en longueur: (Spor) Uzun atlama. kuyruksuz bir maymunsu,
Tirer les choses en longueur. İşleri sürüncemede lorrain, es. ve ad Lorraine'li. Lorraine bölgesine
bırakmak, çok uzatmak. Traîner en longueur: değgin.
Çok uzamak, uzun sürmek, sürüncemede lorry er. Demiryolları işlerinde kullanılan bir çeşit
kalmak, alçak araba.
longue-vue diş. Tek dürbün, lors bel. (Eskimiştir) O zaman, o vakit. § Lors de:
looch \Jok] er. Azar azar içilen ilaç. -sırasında, esnasında (Lors de son mariage, il était
looping [lupirjl er. Uçakların havada yaptıkları un petit employé. Lors de votre arrivée dans ce
cambazlıklar, uçak gösterisi (Faire des loopings). village, les gens étaient intrigués). Depuis lors: O
lophophore er. hayb. Altıntavuk. zamandan beri. Dés lors: 1. O zamandan beri, o
lopin er. Parçacık, küçük parça (Cultiver un lopin de gün bu gündür. 2. Bundan dolayı, onun için, şu
de terre). halde. Dès lors que: -diğine göre, madem ki... (Dès
loquace s. Ağzı kalabalık, çenesi düşük, çalçene lors qu'il avoue sa faute, elle lui sera pardonnée).
(Homme, femme loquace). Pour lois: Şu halde, onun için (La situation est
loquacité diş. Ağız kalabalığı, çenesi düşüklük, embrouillée, pour lors, essayons den examiner les
çalçenelik. divers aspects). Lors même que: -se bile (Lors
loque diş. 1. Kumaş parçası, paçavra (Frotter avec même que vous me montreriez cette lettre, je ne
une loque de laine). 2. Yırtık pırtık giysi, çul, pourrais pas croire à sa culpabilité: Bu mektubu
paçavra (Un clochard vêtu de loques). 3. mec. bana gösterseniz bile, onun suçluluğuna
Kalıntı, yıkıntı, °enkaz, bitmiş tükenmiş insan inanamam).
(La peur en avait fait une véritable loque. Une loque lorsque ilg. -diği zaman, -diğinde, ne zaman ki
humaine. Il n'est qu'une loque). 4. Arılarda bir (On fait des discours, lorsqu'il faut agir).
çeşit hastalık. § Etre en loques: 1. Paramparça losange er. mat. 1. Eşkenar dörtgen. 2. Baklava
olmak, lime lime olmak, 2. Paçavralar içinde biçimi (Losange de tissu, de papier). § En losange:
olmak, yırtık pırtık giysiler içinde olmak. Tomber Baklava biçiminde (Pavage en losanges).
en loques: Yırtılmak, yırtık pırtık olmak, lime losangé, e s. Baklava dilimi biçiminde,
lime olmak (Sa veste tombe en loques). losanger gçl. Eşkenar dörtgenlere ayırmak, baklava
loquet er. (Kapı ve pencerelerde) Kol (Manoeuvrer baklava bölmek
le loquet de la porte. Abaisser le loquet). lot er. 1. Pay, hisse (La propriété fut partagée en
loqueteau er. (Kapı ve pencerelerde) Küçük kol. douze lots). 2. İkramiye, piyango ikramiyesi
loterie 842 louis

(Gagner le gros lot. Les lots de consolation). 3. louangeuses).


Kısmet, nasip (Ton lot est de regretter toujours, de louche s. 1. Şaşı (Une femme louche, des yeux
ne désirer jamais). louches). 2. Bulanık, donuk, saydam olmayan (Un
loterie diş. Piyango (Loterie nationale. Billet de vin louche, une lumière louche). 3. mec Karanlık,
loterie). şüpheli, namusluca olmayan (Des affaires
loti, e s. (Eski) Pay edilmiş; pay almış. § Etre bien louches. Il fréquente les milieux louches. Un homme
loti: Nasipli, kısmetli olmak. Etre mal loti: louche. Un individu au passé louche). 4. er.
Nasipsiz, kısmetsiz olmak, Orostopolluk, şüpheli bir hal, karanlık bir yan (11
lotier er. biy. Bir yonca türü, yaban bezelyesi, y a du louche dans cette proposition). 5. diş. Kepçe
lotion diş. 1. (Vücudun bir yerini) İlaçlı su ile (Sa grande louche qui charriait une pleine écuelle
yıkama (Faire des lotions sur une plaie). 2. Yıkama de soupe aux choux). 6. diş. Delik genişleten alet.
için kullanılan ilaçlı su, losyon (Lotion capillaire, loucher gsz. 1. Şaşı bakmak, şaşı olmak (Ha un oei!
lotion médicamenteuse). 3. Koku, losyon, qui louche. Elle louchait légèrement). 2. Loucher
lotionner gçl. 1. İlâçlı suyla yıkamak; losyonla sur: -e göz dikmek, -de gözü olmak, -e göz
yıkamak (Lotionner une plaie). 2. Losyonsürmek koymak (Loucher sur une fille, sur la voiture d'un
(Lotionner son visage, ses cheveux). ami).
lotir gçl. 1. Bölmek, pay etmek, paylara ayırmak, loucherie diş. Şaşılık, göz kayması,
"ifraz etmek (Lotir un terrain, une propriété, un louchet er. Ucu sivri bel.
héritage). 2. Lotir qn de qch: Birine pay olarak... loucheur, euse ad Şaşı.
vermek (Après le partage, chacun a été loti d une louchon er. tkz. Şaşı.
maison). louer gçl. 1. Övmek (Louer un écrivain, la sévérité
lotissement er. 1. Pay etme, bölüşme, bölüştürme, d'une personne). 2. Şükretmek (Louer Dieu). 3.
"ifraz (Lotissement des immeubles dune Louer qn de qch, pour qch: Birini -den dolayı
succession). 2. Arsalara bölünmüş arazi, kutlamak (Je le loue infiniment de son choix. On
parsellenmiş toprak; arsa, parsel (Les lotissements loua l'orateur pour la clarté de son exposé). 4.
de la banlieue parisienne). Louer qn de f. qch: Birini -diğinden dolayı
loto er. Tombala, kutlamak (On ne peut que de le louer d'avoir agi
lotta diş. Finlandiyalı kadın asker, ainsi). § Se louer: 1. (Az kullanılır) Kendini
lotte diş. Gelincikbalığı, lota balığı, övmek. 2. Se louer de: -den pek memnun olmak,
lotus [/jty.ç] er. 1. Yabancılara yurtlarını unutturacak hoşnut olmak (Je me loue des services de ma
denli tadı güzel bir efsane mey vasi. 2. bitb. Mısır secrétaire. Il doit se louer de son fils). 3. Se louer de
aknilüferi, lotüs çiçeği, f. qch: -diğine pek sevinmek, -diğinden dolayı
louable s. 1. Övülmeye değer, övgüye değer (De kendini kutlamak (Je me loue davoir été très
louables efforts). 2. Saygı değer, hoş görülebilir prudent. Je me loue d avoir accepté son offre).
(Des scrupules personnels infiniment louables). 3. louer gçl. 1. Kiralamak; kiraya vermek, kiraya
Kiralanabilir (Cet appartement est difficilement tutmak (Louer une maison, une chambre meublée,
louable, il est trop vétusté). un local). 2. Ayırtmak, önceden tutmak (Louer sa
louage er. 1. Kiralama; kiraya verme, kiraya tutma place dans le train. Louer une place dans le théâtre).
(Contrat de louage. Voiture de louage. Louage de 3. Louer qch à qn: Birine -i kiralamak, birine bir
maisons). 2. Kira; kira bedeli. § Louage d'ouvrage: şey kiraya vermek (Louer des chambres aux
"İstisna akti; parça başı ücret ödenen işler için estivants). § Se louer: Kiralanmak, kiraya
yapılan sözleşme. Louage de service: Hizmet verilmek; tutulmak (Cet appartement doit se louer
sözleşmesi. cher. Les ouvriers agricoles se louent pour les
louange diş. 1. Övme, övülme (Son attitude est digne labours).
de louange). 2. (Genellikle çoğul olarak kullanılır) loueur, euse ad Kiraya veren (Loueuse de chaises.
Övgü (Prodiguer des louanges). § A la louange de: - Loueur de voitures).
için, -in onuruna (Discours à la louange d'un loufiat er. argo Kahveci çırağı, garson,
héros). Chanter la louange de qn, chanter les loufoques, hlk. 1. Kaçık, deli (7/est un peu loufoque).
louanges de qn: -i övmek, -e övgüler düzmek. 2. Gülünç, güldürücü (Film loufoque, comédie
Faire des louanges à qn: -i göklere çıkarmak, -e loufoque).
dalkavukluklar etmek, loufoquerie diş. 1. Kaçıklık, delilik. 2. Gülünçlük,
louanger gçl. (Az kullanılır) Çok övmek, göklere güldürücülük.
çıkarmak. lougrc er. Manş denizinde işleyen bir çeşit yelkenli,
louangeur, euse s. Övücü, övgü dolu (Des paroles louis er. (Eskiden) Fransız altını, altın para (Perdrt
louise-bonne 843 louvet

vingt louis au baccara). loupiote diş. argo. Lamba, ışık, küçük lamba,
louise-bonne diş. Bir çeşit tatlı ve gevrek armut, şamdan (Allumer une loupiote).
louis-quatorzien, ne s. Ondördüncü Louis ve lourd, e 1. Kaba, hantal (Elle est bête, elle est lourde,
dönemine değgin, elle est bavarde). 2. Ağır (Un lourd fardeau, une
loukoum, lokoum er. Lokum, lourde malle). 3. Ağır, ezici, güç (Une lourde tâche,
loup er. hayb. 1. (Köpekgillerden) Kurt (Les une lourde responsabilité). 4. (Silâh, sanayi vb.
hurlements du loup). 2. Kıyafet balolarında için) Ağır (Armes lourdes, artillerie lourde,
takılan siyah yarım maske. 3. (Bir işte) Kusur. 4. industrie lourde). 5. Sert, keskin (Un vin lourd, une
Bir tür balık, köpek yayını (Loup marin de denir). odeur lourde). 6. Lourd de qch: -dolu, yüklü (Une
5. (Çocukları severken kullanılan sevgi terimi phrase lourde de menaces. Une table lourde de
olarak) Koç, yiğit, aslan (Mon loup, mon petit livres, de papiers). 7. Lourd à f. qch: -mesi güç (Une
loup). § Froid de loup: Zehir gibi soğuk (Ilfait un tâche lourde à accomplir). § L'eau lourde: kim.
froid de loup). Loup de mer: Eski denizci, deniz Ağırsu. Poids lourd: 1. Ağır araçlar, ağır yük
kurdu. Saut-de-loup: Geniş hendek. Tête-de-loup: kamyonu. 2. Ağır sıklet. Avoir l'esprit lourd: Kalın
Tavan süpürgesi. A pas de loup: Sessiz adımlarla; kafalı olmak, anlayışı kıt olmak. Avoir la tête
kedi, avına yaklaşır .gibi (Marcher à pas de loup). lourde: Kafası kazan gibi olmak. Avoir la main
Entre chien et loup: Sular kararırken, alaca lourde: 1. (Vurmada) Eli ağır olmak, vurunca çok
karanlıkta. Avoir une faim de loup: Çok acıkmak, acıtmak. 2. Eli açık olmak, cömert olmak, bol bol
açlıktan gözü dönmek. Avoir vu le loup: (Genç vermek. Avoir les yeux lourds: Yorgunluktan,
kızlar için) Artık pek saf olmamak, herşeyi uykusuzluktan gözleri kapanmak. Ne pas en
bilmek, hanyayı konyayı öğrenmiş olmak. Etre savoir lourd: Pek bir şey bilmemek, pek bilisiz
connu comme le loup blanc: Herkesçe bilinir olmak. Ne pas peser lourd dans: -de pek önemi
olmak, herkesin tanıdığı ünlü biri olmak. Hurler olmamak, pek bir ağırlık taşımamak (Ça ne
avec les loups: Herkesin yaptığmı yapmak. Se pèsera pas lourd dans la balance). Peser lourd: 1.
jeter dans la gueule du loup: Kendini aslanın Kilosu fazla olmak, topluca olmak. 2. Peser lourd
ağzına atmak, büyük bir tehlikeye atılmak. Tenir dans qch: -de ağır basmak. 3. Peser lourd sun -e
le loup par les oreilles: Kelleyi koltuğa almak, ağır gelmek (La vie pesait lourd sur ses épaules).
büyük bir tehlikeyi göze almak. La faim fait sortir lourdaud, es. vead. 1. Beceriksiz, ağırkanlı(kimse).
le loup du bois: Açlık insana her şeyi yaptırır, aç
2. Kaba saba (kimse),
köpek fırın deler. Le loup mourra dans sa peau:
lourde diş. hlk. Kapı.
Can çıkmayınca huy çıkmaz. Le loup connaît le
lourdement bel. 1. Beceriksizce, sakarca (Marcher
loup, le voleur le voleur: Biz kırk kişiyiz,
lourdement). 2. Kabaca, aptalca (Se tromper
birbirimizi biliriz. Les loups ne se mangent pas
lourdement). 3. Çok, ağır şekilde (Camion
entre eux: İt itin kuyruğuna basmaz. Quand on
lourdement chargé. Ces charges grèvent
parle du loup, on en voit la queue: İti an değneği
lourdement son budget).
hazırla; iyi adam sözünün üstüne gelir,
lourder gçl. hlk. Kovmak, kapı dışarı etmek,
loupage er. tkz. Kaçırma, yakalayamama; elden
lourdeur diş. 1. Ağırlık (La lourdeur d'un fardeau,
kaçırma (Loupage d'un train, d'une occasion). 2.
des impôts). 2. Ağırlık, sıkıcılık, çekilmezlik (La
Kaçırılan fırsat, elden kaçırılan şey.
lourdeur d'un style). 3. Ağır kanlılık, uyuşukluk
loup-cervier er. 1. hlk. Vaşak. 2. mec. tkz. Mal
(La lourdeur d'un domestique). 4. Hantallık,
canlısı.
ağırlık (La lourdeur d'un édifice, d'une forme). 5.
loupe diş. 1. (Deri altında) Yağ uru. 2. Ağaç uru. Kaba sabalık (La lourdeur d'un paysan).
3. Büyüteç, pertavsız (Travailler, tire à la loupe). 4. loustic er. 1. (Eskiden) Askerleri eğlendirmek
argo. Haylazlık, için orduda bulundurulan soytarı. 2. Muzip,
loupé, e s. tkz. Kaçırılmış, elden kaçırılmış (Chance şaklaban, şakacı. 3. tkz. Herif (C'est un drôle de
loupée). loustic). § Faire le loustic: Muziplikler yapmak,
louper gçl. tkz. 1. (Bir şeyi) Kötü yapmak, şaklabanlık etmek (Elève qui fait le loustic).
başaramamak (Elève qui loupe sa composition de loutre diş. hayb. 1. Susamuru. 2. Samur kürk
français). 2. Kaçırmak (Louper un train, t autobus. (Un manteau de loutre).
Louper l'occasion). louve diş. 1. Dişi kurt. 2. den. Dümen yuvası. 3.
loup-garou er. 1. Kurt suretinde gezdiği söylenilen Ağır taşları kaldırırken tutmaya yarayan iki kollu
gulyabani. 2. (Eski) İnsanlara karışmaktan demir alet, kavraç. 4. (Balıkçılıkta) Bir çeşit
çekinen kimse, ürkürük. sürtme ağı.
loupiot, te ad. tkz. Çocuk, bızdık, kopil. louvet, te s. (At donu için) Kurt tüyü renginde
louveteau 844 luger

(Jument louvette). d'une machine, l'axe d'une roue).


louveteau er. 1. Kurt yavrusu. 2. (İzcilikte) Yavru lubrique s. 1. Kösnücül, tentapar, "şehvetperest.
kurt. 2. Kösnü uyandırıcı, kösnül, azdırıcı (Des danses
louveter gsz. (Kurt için) Eniklemek, doğurmak, lubriques). 3. Kösnük, istekli, şehvetli (Unefemme
louveterie diş. 1. Kurt avı. 2. Kurt avcıları takımı, lubrique).
louvetier er. Kurt avcıları komutanı, lubriquement bel. Kösnüyle, şehvetle; şehvetlice,
louvoiement er. Yalpalama; hık mık etme; lucane diş. hayb. Geyikböceği.
dolambaçlı yollara baş vurma, lucarne diş. 1. Çatı penceresi, tavan penceresi
louvoyer gsz. 1. (Gemi için) Volta vurmak (Les (Lucarne d'un grenier, dune mansarde). 2. Delik,
petits voiliers louvoyaient le long de la côte) 2. Hık pencere görevi yapan küçük delik (Lucarnegrillée
mık etmek, ayak sürtmek, "tereddüt etmek; d'un cachot).
dolambaçlı yollara baş vurmak (Il louvoya lucide s. 1. Bilinçli, uyanık, aklı başında (Le mourant
quelque temps avant de refuser. Il est inutile de était encore lucide). 2. Açık, aydın, bulanık
louvoyer pour lui faire comprendre votre olmayan, net (Esprit lucide, raisonnement lucide.
opposition). Juger d'un oeil lucide). 3. Lucide de qch: -in
lovelace er. Baştan çıkarıcı, çapkın, bilincinde (Un témoin lucide des événements). §
lover gçl. 1, Kangal yapmak. 2. den. Roda etmek Avoir des intervalles lucides: (Deli yada bayılan
(On love un cordage de gauche à droite). Se lover: kimse için) Zaman zaman bilince kavuşmak,
Çöreklenmek, keleplenmek (Serpent qui se love). zaman zaman kendini bilmek, bilinci yerinde
loxodromie diş. den. (Gemi için) Eğri gidiş, olmak.
loyal, e i. 1. Sözünün eri, dürüst, doğru, namuslu lucidement bel. Bilinçli olarak, açıklıkla, aydınlıkla,
(Un ami loyal, un serviteur loyal). 2. Özverili, aklı başında olarak,
"fedakâr (Une jeunesse loyale). 3. Ödevine bağlı, lucidité diş. 1. Uyanıklık, bilinçlilik, aklı başındalık,
ödevcil. § A la loyale: Dürüstçe, erkekçe, ayıklık (Raisonner avec lucidité. Moments de
namusluca. lucidité d'un fou). 2. Açıklık,aydınlık (Lucidité de
loyalement bel. Dürüstçe, namusluca (Accepter l'esprit, des idées).
loyalement sa défaite). luciférien, ne s. 1. Şeytanca, şeytan gibi, şeytana
loyalisme er. 1. Kurulu düzene bağlılık, özgü (Orgueil luciférien) 2. ad. tar. Şeytanatapar,
"meşruiyetçili k (Loyalisme républicain). 2. şeytana tapanlar tarikatından kimse,
Bağlılık (Loyalisme d'un militant envers son parti). lucifuge s. Işıktan kaçan (Insectes lucifuges).
loyaliste s. ve ad. Kurulu düzene bağlı,meşruiyetçi, lucilie diş. hayb. Altınsinek.
loyauté diş. Doğruluk, dürüstlük (La loyauté luciole diş. hayb. Ateşböceği.
d'une conduite. Reconnaître la loyauté de son lucratif, ive s. Kazanç getiren, para getiren, kârlı
adversaire). (Un travail lucratif). § Association à but lucratif:
loyer er. 1. Kira, kira bedeli (Le loyer d'une ferme). huk. Kâr amacıyla kurulmuş ortaklık,
2. Hizmet karşılığı ödenen para, ücret (Toute lucrativement bel. Kazanç sağlayarak, para
peine est digne de loyer). 3. Karşılık, "bedel (Un getirerek, parasını alarak, parası verilerek
homme chargé du loyer de sesfautes). 4. Faiz oranı (Travailler lucrativement).
(Le loyer de l'argent). § Donner à loyer: Kiraya lucre er. Para kazanma, kazanç, kâr (La passion du
vermek. Prendre à loyer: Kiralamak, kirayla lucre).
tutmak. ludique s. Oyuna değgin, oyunla ilgili (Activité
Isd [elesde] er. Lesede, uyuşturucu. ludique des enfants).
lubie diş. tkz. *Özenç, "kapris, delice heves, delilik ludisme er. Oynama, oyun etkinliği,
(Il a des lubies. Il lui prend des lubies). luette diş. anat. Küçükdil.
lubricité diş. "Kösnüllük, kösnücülük, "tentaparlık, lueur diş. 1. Zayıf ışık, ölgün ışık (Lueur dune
"şehvetperestlik (Se livrer à la lubricité). bougie). 2. Işıltı, pırıltı (Lueur de la prunelle, des
lubrifiant, e s. 1. Kaypaklaştırıcı, yağlayıcı (Liquide yeux. Avoir une lueur de colère dans les yeux). 3.
lubrifiant). 2. er. Kaypaklaştırıcı madde, yağ, mec. Kırıntı, ufak bir iz, kalıntı (Une lueur de
yıkama-temizleme yağı. souvenir, de raison). § A la lueur de: -ışığında (A la
lubrification diş. Kaypaklaştırma; yağlama, lueur dune bougie, dun feu).
(Lubrification dun organe de machine par luge diş. Spor kızağı, kızak (Faire une descente en
graissage). luge). § Faire de la luge: Kızak kaymak; kızak
lubrifier gçl. Kaypaklaştırmak, yağlamak, sporu yapmak,
yağlama yapmak (Lubrifier un moteur, les rouages luger gsz. Kızak kaymak; kızak sporu yapmak.
hıgeur 845 lunatique

hıgeur, euse ad Kızak kayan; kızak sporu yapan, (Les malhonnêtes gens redoutent la lumière). §
kızakçı. Lumière achromatique, lumière blanche spécifiée:
lugubre s. 1. Yas belirtisi olan, ölüm belirtisi olan; Tanımlı renksiz ışıklar. Lumière noire, lumière de
yas bildiren, ölüm bildiren (Glas lugubre). 2. İç Wood: Görünmez morötesi ışınları. Anges de
karartıcı, üzüntülü, üzgünlük verici, "mağmum lumière, enfants de lumière: İyilik melekleri. A la
(Air, ton, mine lugubre). lumière de: -ışığında (Travailler à la lumière du
lugubrement bel. İç karartarak; içi karararak; jour). Commencer à voir la lumière, ouvrir les yeux
üzüntülü bir şekilde, acı acı (La sirène hurle à la lumière: Doğmak, gözünü dünyaya açmak.
lugubrement). Jouir de la lumière: Yaşamak, sağ olmak, bu
lui, elle adıl. 1. O (C'est lui, c'est elle. Lui aussi dünyada olmak. Mettre qch en lumière:
voudrait te connaître. Je sortirai avec lui Tu dois Aydınlatmak, su yüzüne çıkarmak, açıklığa
travailler pour lui. Je ne jouerai plus avec lui). 2. kavuşturmak; yayımlamak, ortaya çıkarmak.
Ona, kendisine (Je le lui ai dit. Nous lui enverrons Perdre la lumière: 1. Kör olmak, dünya ışığından
un paquet). § A lui seul: Tek başına, yalnız başına yoksun kalmak, gözlerini yitirmek. 2. Ölmek,
(Il n'y arrivera jamais à lui seul). De lui-même: öbür dünyayı boylamak. Porter la lumière sur
Kendi başına; kendiliğinden (Il a agi de lui- qch: -i açıklamak, aydınlatmak, aydınlığa
même). En lui-même, par lui-même: 1. Özlüğünde, kavuşturmak. Voir la lumière: Yaşamak, sağ
aslında, "haddizatında. 2. Bizzat kendisi, olmak.
•özkendisi (Qu'il vienne ici pour voir un peupar lumignon er. 1. Lambacık, az ışık veren lamba.
lui-même). 2. (Eski) (Yanmakta olan bir mumda yada
luire gsz. 1. Işımak (L'aurore luit, lejour luit, le soleil kandilde) Fitil ucu.
luit). 2. Parlamak, pırıldamak (Un espoir luit luminaire er. 1. Işıklık. 2. Işıklandırma araçları.
encore). 3. Parıl parıl olmak, balkımak (Les 3. tkz. Her türlü aydınlatma aracı, lamba. 4. mec.
meubles luisaient au soleil). 4. Luire de qch: -den Yıldız.
parlamak, pırıl pırıl olmak (Son front luisait de luminance diş. Işıklılık ; ışınımlılık.
sueur. Ses yeux luisent décoléré, ses regards luisent luminescence diş. fiz. Gazışı.
d'envie). luminescent, e s. fiz. Gazışıl (Tubes luminescents
luisance diş. Parlama, parlaklık, parıltı (Ses cheveux servant à l'éclairage).
ont une luisance légère). lumineusement bel. Apaçık, açıkça, açık bir şekilde
luisant, e s. 1. Parlak, parıltılı; pırıldayan (Des (Il nous fa expliqué lumineusement. Expliquer
meubles luisants. Un regard luisant). 2. Luisant de: lumineusement un problème difficile).
-den parlayan, pırıl pırıl (Des yeux luisants de lumineux, euse s. 1. Işığa değgin (Rayon lumineux,
fièvre. Vêtements luisants d usure). 3. er. Parıltı (Le ondes lumineuses). 2. Işıklı, aydınlık, ışık saçan,
luisant d'une étoffe, du satin). § Le ver luisant: pırıl pırıl (Une enseigne lumineuse. Les rues
Ateşböceği. lumineuses. Une source lumineuse). 3. Açık,
lulu er. hayb. Tarlakuşu, çayırkuşu. ortada, karanlık olmayan (Un raisonnement
lumaehelle diş. İçinde kavkı kırıntıları bulunan bir lumineux). 4. Parlak, "dahice (Une idée
çeşit mermer, lumineuse).
lumbago, lombago er. hek. Lumbago, luministe ad. Işık etkilerini vermede
lumen er. Işık akısı birimi, "lümen. uzman ressam,
lumière diş. 1. Işık (La lumière du soleil m'éblouit. luminosité diş. 1. Işıklılık, parlaklık, aydınlık
La lumière du jour. Année de lumière, vitesse de (La luminosité du ciel). 2. gökb. Aydınlatma gücü
lumière). 2. Aydınlık (Ouvre les volets pour que la (Luminosité d'une étoile).
lumière pénètre). 3. Falya deliği; delik (Lumière lunaire s. 1. Ay'a değgin (Clarté lunaire, sol lunaire,
des canons des anciens fusils). 4. Elektrik, elektrik année lunaire). 2. Aysı, ay gibi, ayı anımsatan, ayı
ışığı, ışık (Ferme la lumière du bureau avant de andıran; değirmi (Une face lunaire, un paysage
sortir. Eteindre la lumière). 5. mec. Işık, lunaire). § Eclipse lunaire: Ay tutulması,
aydınlatma, aydınlık, açıklama (L'auteur jette une lunaire diş. Ayçiçeği, günebakan.
lumière nouvelle sur la question). 6. mec. Çok zeki lunaison diş. Kamer ayı.
ve nitelikli kimse,beyin (Il est l'une des lumières ). lunatique s. ve ad. 1. Gökteki ayın evrelerine göre
du Conseil dEtat). 7. müz. Orgun hava deliği. 8. huyu değişen, aysar (C'est un pauvre lunatique.
(Matematikte, fizik aletlerinde) Gözleme deliği; Une femme lunatique). 2. Sağı solu belli olmayan,
ışıklı delik. 9. ç. Bilgi, kafa ay âm\ığ\( Un prince qui huyu suyu bilinmeyen, dengesiz (Un homme
a des lumières). 10. mec. Açıklık, bellilik, aydınlık lunatique qui vous sourit un jour et ne vous cornait
lunch 846 lutherie

pas le lendemain. Tu es un vrai lunatique). lunure diş. Enine kesilince ağaçta daireler şeklinde
lunch [lœntf]er. tng. 1. Ayak üstü yenen soğuk ve belli olan bir kusur,
hafif yemek. 2. Öğle yemeği, lupanar er. Genelev; *buluşmaevi, *buluşumevi,
luncher gsz. (Çok az kullanılır) 1. Ayaküstü hafif "randevu evi.
bir şeyler yemek. 2. Öğle yemeği yemek, lupercales diş. ç. Eski Romalıların her yıl 15 şubatta
lundi er. Pazartesi (Il reviendra lundi). § Faire le bolluk tanrısı Lupercus onuruna düzenledikleri
lundi: Pazartesi günü çalışmamak, şenlikler.
lune diş. 1. (Gökteki) Ay (La lune nous éclaire la lupin er. Acı bakla, Yahudi baklası.
nuit). 2. Aysarlık, ay evrelerinin etkisiyle lupulin er. Biraya özel tadını veren ve şerbetçiotu
olduğuna inanılan huysuzluk, delilik. 3. hlk. çiçeklerinden alına reçinemsi sarı bir toz.
Ablak yüz. 4. Kamer ayı (Il perdit encore trois lupuline diş. bitb. Sarıyonca.
lunes à équiper les éléphants). § Clair de lune: lupus [Ay/»j>î] er. Bir deri hastalığı (Lupus tuberculeux:
Ayışığı "mehtap (Il fait un très beau clair de lune). Deri veremi).
Au clair de lune: Ay ışığında. Lune d'eau: lurette diş. (Yalnız şu deyimde geçer) Il y a belle
Aknilüfer. Lune de miel: Bal ayı (Il vont passer leur lurette: Çok eskiden, çok zaman önce; epey
lune de miel à Istanbul). Lune rousse: Nisanda oluyor ki.
çıkıp bitkilere kuvvet verdiğine köylülerce luron, ne ad. Şen, şakacı, üzüntü tasa nedir
inanılan ay. Pleine lune: Dolunay. Poisson lune: bilmeyen, yaşamanın tadını çıkaran, "ehli keyf
Aybalığı. Aboyer à la lune: mec. Boşuna (Il a été un fameux luron dans sa jeunesse).
havlamak, yırtınıp durmak. Aller décrocher la lusin, luzin er. den. İnce halat,
lune pour qn: -uğruna, için her şeyi yapmak, lustrage er. Cilalama, parlatma, açkılama (Lustrage
olmayacak şeyleri yapmaya kalkışmak. des étoffes, des glaces).
Demander la lune: Olmayacak, olanaksız şeyler lustral, e s. Temizleyici. § Eau lustrale: (Eskilerde)
istemek. Faire un trou à la lune: Borcunu Kutsal su. Jour lustral: (Eskilerde) Yeni doğan
ödemeden savuşmak. Promettre la lune: çocuğu kutsal su ile yıkayıp adlandırma günü.
Olmayacak şeyler vadetmek. Tomber de la hine: lustration diş. (Eskilerin, bir kişi yada bir yeri arı
Eşekten düşmüşe dönmek, şaşırıp kalmak. kılmak için yaptıkları) Kutsal suyla yıkama
Vouloir prendre la lune avec ses dents: Olmayacak (Lustration des nouveaux-nés à Rome).
bir şeyi gerçekleştirme hevesine kapılmak, lustre er. 1. Parlaklık, cila (Le vernis donne du lustre
luné, e s. 1. Bien luné: Keyfi yerinde (77 est bien au parquet). 2. Parlatma maddesi, cila. 3.
luné aujourd'hui). 2. Mal luné, e: Keyifsiz, Eskilerin beş yılda bir yaptıkları sayım bayramı.
huysuzluğu üstüne (Tu es mal luné ce matin). 4. (Bugün) Beş yıl, beş yıllık sür e (Je nef ai pas vu
lunetier, ère s. 1. Gözlüğe değgin (Industre depuis de nombreux lustres). 5. Ün (Le festival a
lunetière). 2. s. ve ad. Gözlükçü; gözlük redonné du lustre à ta petite ville). 6. Avize (Un
yapımcısı; gözlük satıcısı, lustre de cristal. Le salon est éclairé par un lustre).
lunette diş. 1. (Delikli iskemlelerde) Delik. 2. lustré, e s. 1. Cilalı; parlak, parlatılmış XCheveux
(Giyotinde) Mahkumun başını soktukları delik. lustrés. Ailes lustrées des corneilles). 2. Eskilikten
3. (Kuşlarda) Lades kemiği. 4. (Saatlerde) Cam parlamış, aşınmaktan parlamış (Veste lustrée aux
yuvası. 5. (Arabalarda) Cam (La lunette arrière). coudes).
6. Mermilerin çapını ölçmeye yarayan delikli alet. lustrer gçl. 1. Parlatmak, cilalamak (Le chat lustre
7. (Mimarlıkta) Geçme tonoz. 8. Aydınlık son poil en se léchant. Lustrer les cuirs). 2.
penceresi. 9. (Yüznumaralarda) Delik (Lunette (Eskiterek, yıpratarak) Parlatmak (Lustrer les
des cabinets). 10. Dürbün (Une lunette d approche. manches de son veston sur les pupitres de l'école).
Une lunette astronomique). 11. ç. Gözlük (Des lustrerie diş. Avizecilik.
lunettes de soleil. Etui à lunettes. Lunettes lustrine diş. Parlak ipekli,
à monture d'or. Mettre ses lunettes. Porter des lut [lyt] er. Ateşe vurulan kabları sımsıkı kapamak
lunettes. Un homme à lunettes). için kullanılan sıvama balçığı, fizik balçığı,
lunetté, e s. Gözlüklü, gözlük taşıyan. lutation diş. kim. Fizik balçığı sıvama,
lunetterie diş. Gözlükçülük. luter.gp/. Fizik balçığı sıvamak,
luniforme s. Ay biçiminde, aysı, ayımsı; ayça luth er. 1. Ut, lavta (Jouer du luth). 2. mec. Lirik
biçiminde, ayçamsı. şiir simgesi; şiir yetisi. 3. hayb. Büyük deniz
lunule rf/y. 1. biy. Akçılyay, °lunula, tırnak dibindeki kaplumbağası,
beyazlık. 2. hek. Aycık, küçük ay, tırnak luthéranisme er. Luther öğretisi, Lütercilik.
diplerindeki beyazlık. lutherie diş. Çalgı yapımı; çalgı alım satımı; çalgı
luthérien 847 lyrique

dükkânı. Mener une vie luxueuse).


luthérien, ne s. ve ad. Luther mezhebinden olan, luxure diş. 1. Kösnücüllük, "şehvetperestlik. 2.
Lüterci; Luther'e özgü. Uçarılık, hovardalık; "sefahet (Une vie de luxure).
luthier er. Çalgı yapıp satan, luxuriance diş. 1. (Bitkilerin bitmesi konusunda)
luthiste ad. Ut çalan, udi. Bolluk, aşırı fazlalık (La luxuriance des
lutin er. 1. Cin. 2. mec. Yaramaz çocuk, küçük végétations, des forêts tropicales). 2. mec. Aşırı
şeytan, cin. çokluk, bolluk zenginlik, gürlük (La luxuriance
lutin, ne s. Şeytan gibi, cin gibi (Une figure lutine, des images dans un poème).
un regard lutin). luxuriant, e s. 1. (Bitkilerin bitmesi konusunda) Bol,
lutiner gçl. Takılmak, şakalar yapmak (Lutiner une çok bol, gür (La végétation était si luxuriante
femme). qu'on avait peine à passer). 2. mec. Aşırı bol, çok
lutrin er. 1. (Kilisede) Kitap rahlesi. 2. İlahi korosu, zengin (Une imagination luxuriante).
lutte diş. 1. Güreş (Lutte libre, lutte gréco-romaine). luxurieux, euse s. 1. Şehvete düşkün, hovarda, "sefih
2. *Savaşım, 'mücadele (La lutte contre le cancer. (Un homme luxurieux). 2. Sefihçe, sefahat içinde,
La lutte d'un peuple pour son indépendance. La sefahet dolu (Mener une vie luxurieuse). 3. Kösnül,
lutte des classes). 3. Çatışma, çekişme, kavga, şehvet uyandırıcı (Des provocations luxurieuses.
savaş (Des luttes d'intérêt. Lutte entre le bien et le Des pensées luxurieuses).
mal). § De haute lutte, de vive lutte: Zorla, bilek luzerne diş. bitb. Yonca, kabayonca.
gücüyle (Enlever de haute lutte une position luzernière diş. Yoncalık.
ennemie). lycée er. 1. Lise (Le lycée est dirigé par un proviseur.
lutter gsz. 1. Savaşmak, vuruşmak, dövüşmek (Les Aller au lycée). 2. Lise öğrenimi dönemi (Depuisle
deux armées luttèrent). 2. Lutter avec qn: -ile lycée, ses connaissances s'étaient estompées).
güreşmek. 3. Lutter contre: -e karşı savaşmak, lycéen, ne ad. Lise öğrencisi, liseli,
"mücadele etmek (Lutter contre la tuberculose). 4. lycène diş. hayb. Mavi kanatlı gece kelebeği,
Lutter pour qch, pour f. qch: -için, -mek için lychnis [liknis] er. bitb. Hüsnüyusuf.
savaşmak, mücadele etmek; yarışmak (Lutter lycopode er. bitb. Kibri totu.
pour la liberté, pour l'indépendance, lutter pour lycopodinées diş. ç. bitb. Kibritotları, kibritotugiller.
sortir de misère. Le fisc, la féodalité semblent lutter lydien, ne s. ve ad Lidyalı; Lidya ve Lidyahlara
pour abrutir le peuple). 5. Lutter de qch: -yarışına değgin.
girmek (Lutter de vitesse, lutter déloquence). lymphangite diş. hek. Lenf damarları yangısı, akkan
lutteur, euse ad. 1. Güreşçi, "pehlivan. 2. mec. yangısı.
Savaşçı, "savaşımcı "mücadeleci, lymphatique s. 1. Akkana değgin, lenfe değgin
lux [/yjfcs] er. fiz. Lümen bölü metrekare, "lüks, (Circulation lymphatique: Lenf dolaşımı.
metrekare başına bir lümenlik ışık veren aydınlık Vaisseaux lymphatiques: Lenf damarları). 2. s. ve
birimi. ad. Ağırkanlı, hantal, lenfatik (Un enfant
luxation diş. (Kemikler için) Yerinden çıkma, çıkık lymphatique).
(Luxation de l'épaule, de la hanche). lymphatisme er. Ağırkanlılık, hantallık, lenfatiklik.
luxe er. 1. Şatafat, "lüks (Vivre dans le luxe, aimer lymphe diş. Akkan, lenf.
le luxe). 2. Zenginlik, gösteriş (Le luxe dune lynchage er. Linç etme; linç edilme; linç (Le
chambre à coucher. Le luxe insolent des nouveaux lynchage dun assassin).
riches). 3. Gereksiz masraf, gereksiz harcama lyncher gçl. Linç etmek (La foule tenta de lyncher
(C'est un luxe que mon salaire ne me permet pas). 4. le coupable).
Un luxe de...: Bir sürü, bir çok (Raconter un lyncheur, euse s. ve ad. Linç eden (Une foule
accident avec un luxe de détails. S'entourer d'un lyncheuse. Un lyncheur).
luxe de précautions). § Se payer le luxe de f. qch: lynx [lëks] 1. er. hayb. Vaşak. 2. gökb. Vaşak takım
Nasılsa -mek, nasıl olduysa -mek, anasını satayım yıldızı. § Avoir des yeux de lynx: Gözleri çok
deyip -mek (Il s'est payé le luxe daller au théâtre). keskin olmak,
luxer gçl. (Bir kemiği yerinden) Çıkarmak. § Se lyophobie diş.ruhb. Sıvı korkusu,
luxer qch: -si çıkmak (Il s'est luxé le genou. Je me lyre diş. 1. Eskilerin çaldığı bir çeşit telli saz, lir.
suis luxé la hanche, l'épaule, le bras). 2. gökb. Çalgı takımyıldızı. 3. hlk. Avustralya
luxueusement bel. 1. Şatafatla, lüks içinde, şatafat karatavuğu. 3. mec. Şiir; şiir sanatı (Les maîtres de
içinde (Vivre luxueusement). 2. Şatafatlıca la lyre: Şiirin ustaları, büyük ozanlar).
(Appartement luxueusement meublé). lyrique s. ed. 1. Lirik (Style lyrique, un poème
luxueux, euse s. Şatafatlı, lüks (Un hôtel luxqueux. lyrique, un poète lyrique). 2. Coşan, coşmuş;
lyrique 848 lysol

coşkulu, "heyecanlı (Il devient lyrique quand il tiyatro, bestelenmiş yapıtlar oynanan tiyatro;
parle de son auteur préféré). 3. er. Lirik tür. 4. er. opera, operet,
Lirik ozan. § Artiste lyrique: Opera sanatçısı lyriquement bel. Lirik bir şekilde,
(Soprano lyrique). Comédie lyrique: Güldürülü lyrisme er. ed. 1. Liriklik. 2. Lirik şiir (Le lyrisme
opera. Drame lyrique: Dramlı opera Poésie romantique). 3. Lirik dil; lirik üslup (Le lyrisme de
lyrique: Lirik koşuk. 1. (Eski Yunanlılarda) Lir Bossuet). 4. Coşkunluk (S'exprimer avec lyrisme
çalınarak okunan koşuk. 2. (Şimdi) Ditiramb, od sur son bonheur présent).
ve koronun ortak adı. 3. Kişisel duygulan coşkun lysimaque diş. bitb. Aymsafa.
bir dille anlatan koşuk. Théâtre lyrique: Lirik lysol er. kim. Lizol.
m
m er. 1. Fransız abecesinin on üçüncü harfi olup macaroniques. Şaka olsun diye sözcüklerin sonuna
"em" diye okunur ve Türk abecesindeki m sesini Latince ekler getirilerek yazılan (Poésie
verir. 2. Monsieur: Bay sözcüğünün kısaltılmışı macaronique).
(M. Paul Gaujon). 3. (Romen rakamı olarak M) macassar er. Kara damarlı koyu kahverengi
Bin. abanoz.
ma s. (Dişil adlann önüne gelip iyelik belirtir) macchabée er. hlk. Ceset (Repêcher un macchabée
Benim (Ma maison, ma sœur, ma jambe). dans la rivière).
maboul, e 5. ve ad. hlk. Kaçık, deli (Il est macédoine diş. 1. Sebze yada meyve salatası
complètement maboul). (Macédoine de légumes. Macédoine de fruits au
macabres. 1. Ölüme değgin, ölülere değgin (Danse kirsch). 2. mec. Yamalı bohça, salata (Les
macabre). 2. mec. Ölüm gibi ürkünç, iç karartıcı circonstances faisaient de la société, sous l'Empire
(Scène, plaisanterie, humour macabre). § Danse une macédoine). 3. Makedonya,
macabre: Ölüm dansı, macédonien, nés. vead. Makedonyalı;Makedonya
macadam er. Kırma taş döşenip üzerinden silindir ve Makedonyalılara değgin,
geçilerek yapılan yol, "makadam (Rouler sur le macération diş. 1. (Bir sıvıya) Yatırma, emiştirme
macadam). (La houille provient d'une macération des
macadamisage er. Makadamlama; végétaux dans l'eau). 2. mec. Çileye girme,
makadamlanma. macérer gçl. 1. Macérer qch dans qch: Bir şeyi -e
macadamiser gçl. Makadam yöntemiyle yapmak, yatırmak, basmak, emiştirmek (Macérer des
makadamlamak (Macadamiser les rues). cornichons dans du vinaigre). 2. gsz. Macérer
macaque er. 1. Bir maymun türü, makak. 2. mec. dans qch: -de uzun süre beklemek, yatırılıp
tkz. Maymun suratlı, çok çirkin adam (Elle a bekletilmek (Viande qui macère dans une
épousé un vieux macaque). marinade). § Se macérer: mec. Çileye girmek,
macareux er. Bir tür penguen, Tanrı yolunda kendini çileye vermek,
macaron er. Badem kurabiyesi, maceron er. Yaban maydanozu,
macaroni er. 1. Makarna {Manger des macaronis au mach [mak] ad. (Havacılıkta) Ses hızına oranla
fromage, à sauce tomate). 2. hlk. Makarnacı, uçağın hızı (Voler à mach 2, à mach 3: Sesten iki
ftalyan. kez, üç kez daha hızlı uçmak).
machaon 850 mâchurer

machaon er. Kuyruklu kelebek, makinası. Mettre une machine en marche: Bir
mâche diş. Frenk salatası, kış salatası, makinayı çalıştırmak). 2. Yazı makinası (Une
mâchefer er. Kömür dışığı, "cüruf (Le mâchefer est lettre tapée à la machine). 3. mec. Çark,
utlisé pour la fabrication des briques, pour mekanizma (La grande machine de l'Etat. Il est
l'entretien des chemins). difficile d'émouvoir la machine administrative). 4.
mâchelier, ère s. 1. Çeneye değgin (Muscles Otomobil, motosiklet, lokomotif gibi makineli
mâcheliers). 2. diş. Azı, azı dişi (Les mâchelières taşıt. 5. Machine à f. qch: mec. -me aracı, -me
d'en haut, d'en bas). aleti, -me makinası (Ces aventuriers ne sont plus
mâchement (er.) Ağızda çiğneme, que des machines à tuer. Je suis une simple
mâcher gçl. 1. (Ağızda) Çiğnemek) (Mâcher du machine à travailler). § Machine infernale:
pain, de la viande. Mâcher du chewing-gum, du Bomba. Machine de guerre: (Eskiden) Mancınık.
tabac). 2. Keserken koparmak, çiğnemek (Lame La machine ronde: Dünya, yeryüzü, toprak. Une
mal aiguisée qui mâche le bois). 3. Mâcher qch à grande machine: Büyük bir yontu; büyük bir
qn: Bir şeyi hazırlayıp -in önüne getirmek, tablo, büyük bir yapıt. Faire machine arrière,
kolaylayıp sunmak (Il faut tout lui mâcher). § faire machine en arrière: Döngeri etmek, geri
Mâcher à vide: Boşuna uğraşmak, boşa kürek dönmek, yüzseksen derece çark etmek. Taper à la
çekmek. Mâcher la besogne à qn: Lokmayı machine: Yazı makinasında yazmak,
çiğneyip -in ağzına vermek, işi hazırlayıp machiner gçl. (Dolap, dalavere) Düzenlemek,
kotararak önüne getirmek, sunmak. Mâcher les çevirmek, kurmak, hazırlamak (Machiner un
morceaux à qn : -in işini kolay laştırmak, -e y ardımı complot, une trahison. Machiner la mort d'un
dokunmak. Ne pas mâcher ses mots: Kem küm adversaire).
etmemek. Ne pas mâcher qch: Açıkça söylemek, machinerie diş. 1. Bir iş için kullanılan bütün
gizlememek (Ne pas mâcher son opinion). Se makinalar (Entretien de la machinerie d'une
mâcher le cœur: İçi içini yemek, filature). 2. (Gemilerde) Makina dairesi (Le
mâcheur, evsead. 1. Çiğneyen (Mâcheur de tabac). capitaine entra dans la machinerie).
2. hlk. Çok yiyen, obur. machinisme er 1. fels. Makinacılık, canlılara birer
machiavélique [mùkjaveUk] s. 1. Makyavelce. 2. makina gözüyle bakan ve örgenlere bağlı
mec. Usturuplu, ustalıklı;haince, kurnazca; hain, olmayan bir yaşam ilkesini kabul etmeyen öğreti.
kurnaz, anasını bile satar (Une manœuvre, un 2. Makina kullanılması; makinalaşma,
procédé machiavélique. Le machiavélique makinalaştırma (Le machinisme est la base de
Talleyrand). l'industrie).
machiavélisme er. 1. Makyavelcilik. 2. Düzen, machiniste er. (Eski) Makinist (Défense deparler au
dolap; düzencilik, dolapçılık; çıkarı için anasını machiniste) 2. (Tiyatroda) Dekorcu, dekorları
satarbk; hainlik, kalleşlik (Ily a du machiavélisme yerleştiren işçi.
dans la proposition qu'il a faite à ses adversaires). mâchoire diş. 1. Çene (La mâchoire supérieure,
mâchicoulis er. (Ortaçağ kalelerinde) Çıkma inférieure. Serrer les mâchoires). 2. (Kıskaç,maşa
mazgal. gibi aletlerde) Tutak (Mâchoires d'un étau). §
machin er. tkz. Şey (Qu'est-ce que c'est que ce Bâiller à se décrocher la mâchoire: Çenesi
machin-là?: O şey ne?). aynhrcasına esnemek. Jouer, travailler des
machinal,e s. Kurulmuş makina gibi, makina gibi, mâchoires: hlk. Yemek, atıştırmak,
istem dışı (Une réaction machinale. Il tendit la mâchonnement er. 1. Dişlerinin arasında çiğneyip
main vers son verre d'un geste machinal). durma. 2. Geveleme,
machinalement bel. Kurulmuş makina gibi, farkına mâchonner gçl. 1. Dişlerinin arasında çiğneyip
varmadan, istem dışı olarak, makina gibi durmak (Mâchonner le bout de son cigare.
(Chantonner machinalement en travaillant). Mâchonner son crayon en réfléchissant). 2.
machination diş. Düzen, dolap, dalavere (Ourdir Gevelemek (Mâchonner quelques excuses,
une machination. Déjouer les machinations de ses quelques mots).
adversaires). mâchouiller gçl. tkz. Yutmadan çiğneyip durmak
machine diş. 1. Makina (Machine à vapeur: Buhar (Mâchouiller une paille).
makinası. Machine à calculer: Hesap makinası. mâchure diş. 1. (Kumaşlarda) Tüy döküğü
Machine à écrire: Yazımakinası. Machine à laver: (Mâchure du velours). 2. (Meyvalarda) Ezik,
Çamaşır makinası. Machine à laver la vaisselle: bere.
Bulaşık makinası. Machine à coudre: Dikiş mâchurer gçl. 1. Karalamak, kir pas içinde
macis 851 madréporique

bırakmak (Mâchurer du papier, des habits). 2. macula diş. anat. Makula, sarı benek,
Ezmek, zedelemek, berelemek (L'étau qui maculage er. Lekeleme, kirletme, bulaştırma,
mûchure une pièce). maculature diş. Basımda kötü basılmış yada
macis er. Küçük Hindistancevizinin kabuğu, lekelenmiş kâğıt,
macle, macre diş. bitb. Sukestanesi, göl kestanesi, macule diş. 1. Kirlilik, kara, leke (Les macules des
macle diş. 1. yerb. İkiz, "tev'em. 2. Girişik âmes). 2. Kâğıttaki mürekkep lekesi. 3. hek.
billurlaşma, haçımsı billurlaşma. Deride kızarıklık, kızartı, kırmızı leke. 4. Kir,
maclé,e s. Girişik; haçımsı (Cristaux maclés). leke, pislik. 5. gökb. (Güneşteki) Leke. § Agneau
macler gçl. (Cam hamurunu) Karmak (Macler le sans macule: Tanrının kuzusu, İsa.
verre en fusion). § Se macler: Haçımsı maculer gçl. 1. Leke yapmak, lekelemek,
billurlaşmak, karalamak, pisletmek (Maculer sa chemise, une
maçon er. 1. Duvarcı (Outils, matériels du maçon). feuille de papier). 2. Maculer qch de qch: Bir şeyi
2. Mason, farmason. 3. s. mec. Kendi yuvasını -e bulamak, içinde bırakmak, -ile lekelemek
kendi yapan (Abeille maçonne, fourmi maçonne). (Maculer de boue ses vêtements. Maculer d'encre
maçonnage er. 1. Örme, yapma (Le maçonnage une feuille de papier).
d'un mur). 2. Duvarcılık, madame diş. 1. (Eskiden) Hanımefendi. 2. (Şimdi)
maçonner gçl. 1. Örmek, yapmak (Maçonner un Bayan, "hanım (Chère madame. Madame la
mur). 2. Duvar örmek, duvar çekmek (Maçonner Directrice. Madame Janette). 3. (Hizmetçiler
les parois d'un puits). 3. Duvar örüp kapamak dilinde) Evin hanımı. 4. (Eskiden, büyük harfle
(Maçonner une fenêtre, une porte). yazıldığında) Fransa kral ailesinin kadın ve
maçonnerie diş. 1. Duvarcı işi. 2. Duvar kızlarının ünvanı. § Jouer à la madame:
(Maçonnerie de pierres de taille, de briques). 3. Hanımefendilik taslamak,
Masonluk, farmasonluk (Entrer dans la madapolam er. Bir tür patiska, madampol.
maçonnerie). madécasses. vead. Madagaskarlı,
maçonnique s. Masonluğa değgin (Assemblée made in [medin] İng. -de yapılmıştır (Made in
maçonnique). France: Fransa'da yapılmtşnr.)
macque, maque diş. Keten tokacı, filâriz. madeleine diş. 1. Bir çeşit şekerli çörek. 2. Temmuz
macramé er. ö r ü l ü p düğümlenerek yapılan bir tür sonuna doğru, ermiş Madeleine yortusu
kumaş. günlerinde olgunlaşan üzüm, armut, erik ve
macre diş. bitb. Sukestanesi, gölkestanesi. şeftali çeşitleri. § Fleurer comme une Madeleine:
macreuse diş. 1. Kılkuyruk denilen siyah deniz İki gözü iki çeşme ağlamak,
ördeği. 2. Sığırların kol kemiği üstündeki indëfct. mademoiselle diş. 1. Hanım kız, küçük bayan. 2.
macrocéphale s. Koca kafalı, i

You might also like