Professional Documents
Culture Documents
Büyük
FRANSIZCA-7ÜRKÇE
SÖZLÜK
GRAND DICTIONNAIRE FRANÇAIS-TURC
TAHSİN SARAÇ
Büyük
FRANSIZCA-TÜRICE
SÖZLÜK
GRAND DICTIONNAIRE FRANÇAIS-TURC
TAHSİN SARAÇ
SUNUŞ
ADAM Yayınları
ÖNSÖZ
Birinci basımı Türk Dil Kurumu'nca yapılmış olan bu sözlük, 20.2.1984 tarihli
başvurumuzla, adı aynı ama artık yapı ve niteliği değişmiş olan Kurum'dan,
dışarıda bastırılmak üzere, geri alınmıştır.
Gerek anlam, gerek örneklendirme yönünden, Fransızca ve Türkçedeki belli
başlı bütün sözlüklerin taranmasıyla hazırlanan bu sözlükte, Fransızca sözcükler
Türkçe karşılıklarıyla verilmeye çalışılmış, tanımlamalar ve dolaylamalardan elden
geldiğince ve özellikle kaçınılmıştır. Böylece Türkçenin, gerek söz varlığı, gerek
anlatım özelliği bakımından, en ileri Batı dilleriyle boy ölçüşebilecek bir dil olduğu
bir kez daha kanıtlanmak istenmiştir.
Kapatılmadan önceki Türk Dil Kurumu'nun 1982 yılına dek çıkarmış olduğu
çeşitli terim sözlüklerinde önerilen ve bugün çoğu tutunmuş sözcüklerin büyük bir
bölümü bu sözlüğe alınmış, böylece bunlara daha bir işlerlik kazandırılmak amacı
güdülmüştür.
Gerekli görülen durumlarda, kimi sözcüklere tarafımızdan karşılıklar türetil-
miş, bunlar ve başkalarınca yapılmış bütün öteki öneriler, başlarına bir yıldızcık (*)
konularak belirtilmiş, yer yer de, yanlarında (°) işaretiyle belirlenen eski
karşılıkları verilmiştir.
Okunuşu kural dışı sözcüklerin nasıl okunacağı, hemen sözcüğün yanındaki
köşeli ayraç içinde sesbilim harfleriyle gösterilmiş, bu harflerin okunuşu ise bir
dizelge halinde Sözlük'ün başında sunulmuştur. Sözlüğün H harfi bölümünde, la
"honte, le "hangar örneği bütün H aspiré'ler, başlarına bir yıldızcık (*) konularak
belirtilmiştir.
Sözcüklerin anlamlarını daha iyi belirtebilmek için, kullanılışlarıyla ilgili
örnekler ayraç içinde verilmiş, birden çok anlamı olan sözcüklerin anlamları
numaralandırılmıştır. Sıfat ve eylemlerin, gerek adlar gerek eylemliklerle aldığı
çeşitli ilgeçler belirtilmiş, bunlarla ilgili örnekler yine ayraç içinde verilmiştir.
Yalnızca anlamı anlaşılır kılmak zorunluğu duyulan yerlerde ve bir de sözcüklerin
terimsel yada deyimsel bir nitelik taşıdığı durumlarda, örneklerin Türkçe karşılıkla-
rı verilmiş, bunun dışında Sözlük'ün oylumunu daha da artırmamak için, bundan
kaçınılmıştır.
Kimi sözcüklerin anlamlarıyla ilgili örnekler ayraç içinde italik harflerle
verilirken, sözcüğün çağrıştırdığı terim ve deyimler de kimi kez bu vesileyle
verilmiştir; bu nedenle, ayraç içindeki örneklerin okunması özellikle salık verilir.
Sözcüklerin çeşitli anlamları gösterildikten sonra, bir çengel (§) işaretiyle
kalıpsözler, deyimler ve atasözlerine geçilmiş, bunlar da kendi aralarında abecesel
sıraya göre düzenlenmiştir.
Sözlük, dört yıllık yeni bir çalışmayla yeniden gözden geçirilip genişletilirken,
1985 yılına dek, son teknolojik ve bilimsel gelişmelerle Fransızcaya girmiş hemen
hemen bütün önemli sözcük ve terimler içine alınmış, kapsamı da dörtte bir
oranında büyütülmüştür.
ADAM YAYINLARI'nca çıkarılan bu ikinci basımda, birinci basımdaki dizgi
yanlışları ve karışıklıklar giderilmiş, eksikler büyük ölçüde tamamlanmış, böylece
Sözlük, yepyeni kimliğiyle, tüm sorumluluğunu onurla taşıyacağımız bir niteliğe
kavuşmuştur.
TAHSİN SARAÇ
KISALTMALAR
Çözümlenmesi güç. Belle à adorer: Tapılacak sorti: Sizinle konuşmak için herkesin çıkmasını
kadar güzel, hayran olunacak kadar güzel). 11. bekledim. J'ai entendu dire à votre frère que vous
Bir sıfat yada adıl ile bir ad yada adıl arasına viendriez: Kardeşinizden geleceğinizi duydum.
girdiğinde, birincisi ikincisinin konusunu gösterir J'ai vufaire à ces hommes une action généreuse: Bu
(Nuisible à la santé: Sağlığa dokuncalı, sağlığa adamların mertçe bir davranışta bulunduklarım
zararlı. Semblable au loup: Kurda benzer). 12. gördüm). 24. Bir eylemle bir tümleç arasına
Başında bulunduğu eylemlikleri başka bir geldiğinde, bunlar arasındaki anlam ilgisine göre
eylemliğin yada eylemin nesnesi durumuna sokar ikincisi birincisinin belirteci durumunda olur
(Inviter à dîner: Yemeğe çağırmak. J'aime à lire (Vivre à peu de frais: Az masrafla geçinmek.
des poèmes: Şiir okumayı geverim). 13. Prendre quelqu'un à témoin: Birini tanık tutmak.
Aralarında neden ve sonuç ilişkisi bulunan iki Tenir à honneur: Şeref bilmek. Louer à l'année:
eylemle bir eylemliği bağladığında, ikincisi Yıllığına kiralamak). 25. Etre eyleminden sonra
birincisinin derecesini gösteren bir belirteç geldiğinde, "birinin malı yada sırası olmak"
niteliğine geçer (Souffrir à crier: Bağıracak kadar anlamını kazandırır (Ce livre est à ma sœur: Bu
acı çekmek). 14. Bir eylemliğin başına gelir, bu da kitap kızkardeşimindir. C'est à vous de parler:
bir eylemle nesne olursa "-cek bir şey" anlamını Konuşmak sırası sizde, söz sırası sizin). 26. Q ı i
verir (Il n'y a pas à manger: Yiyecek bir şey yok. adılının başına geldiğinde, kimi kez, yarışma
Donnez-moi à boire: Bana içecek bir şey verin). anlatan eksiltili deyimler meydana getirir (Ils
15. Bir eylemin yada eylem anlatan bir adın travaillaient à qui mieux mieux: Yarışırcasına
yöneltilmiş olduğu tümleci göstermek üzere bu çalışıyorlardı, kim daha çok iş çıkaracak dercesinè
tümlecin başına getirildiğinde, Türkçedeki -e çalışıyorlardı). 27. Bir sayının yada sayıdan önce
durumunu karşılar (Aller à l'école: Okula gitmek. gelen adılın başında bulunduğunda, bir eylemin o
La soumission aux lois: Yasalara uyma). 16. sayı miktarında olan kişilerce yapıldığını anlatan
Eylemden sonra gelen tümleç paha anlat an bir söz bir adıl deyimi oluşturur (Louer une maison à
ise, o eylemin ne pahasına yapıldığını bildirir trois: Üç kişi bir evi kiralamak. Etre à deux de jeu:
(Dîner à trente francs par tête: Adam başına otuz Oyunda iki kişi olmak. A moi seul: Tek başıma).
franga yemek yemek). 17. Aralarında sonuç ve 28. Birine nispet edilen soyut anlamlı bir anlatıma
neden ilişkisi bulunan bir eylemle bir tümleci getirildiğinde, ona görelik ilgisi katar (A ce que je
bağladığında, tümleç eylemin nedenini gösteren crois: Sandığıma göre. A son gré: Keyfine göre).
bir belirteç niteliğine geçer (On accourutàses cris: 29. Bir eylemliğin başına getirildiğinde, neden
Çığlığı üzerine herkes koştu). 18. Eylemin yada yada biçim anlatan bir bağ-eylem yada durum ve
adın anlattığı iş olduğu yerde kalıyorsa yada koşul anlatan bir deyim meydana getirir (A baiser
anlam kımıldanışı yoksa, bu işin meydana geldiği des mains les lèvres ne s'usent pas: El öpmekle
yeri gösteren sözcüğün başına getirilir ve dudak aşınmaz. A compter de ce jour: Bugünden
Türkçedeki -de durumunu karşılar (Nous başlayarak. A l'en croire: Söylediğine inanılacak
habitons au bord de la rivière: Çayın kıyısında olursa). 30. Bir adın başına getirilerek yapılan
oturuyoruz. Il vit à Ankara: Ankara'da yaşıyor). ünlemler yardım isteme, çağırma, kışkırtma,
19. Kimi kez, Türkçedeki -den durumunu verir kovma, yada içki içilirken iyi şeyler dileme gibi
(Saisir quelqu'un aux cheveux: Birini saçlarından anlamlarda kullanılır (A moi!: Yetişin! Au feu!:
yakalamak. Puiser de l'eau à une fontaine: Bir Yangın var! Au voleur!: Hırsız var! A l'assassin!:.
çeşmeden su almak). 20. Kimi kez "önünde" Adam öldürüyorlar! Aux armes!: Silah başına! Au
anlamıyla kullanılır (Il fut battu aux yeux de la secours!: İmdat! A table, messieurs!: Sofraya
foule: Kalabalığın önünde dövüldü, herkesin buyurun, baylar! A votre santé!: Sağlığınıza!). 31. ;
gözü önünde dayak yedi). 21. Kimi eylemlerin Zaman anlatan kimi sözcüklerin başına;
nesnesine à getirilir (Songer àsonfrère: Kardeşini getirilerek belirteç yapmaya yarar (A midir
düşünmek. Jouer aux cartes: Kâğıt oynamak). 22. Öğleyin, öğlen. A minuit: Geceyarısı. A la tombée-
Başında faire eylemi bulunan eylemliklerin ikinci de la nuit: Ortalık kararırken. A quand: Ne'"'
derecedeki nesneleri à ile yapılır (Il fait accepter zamana?). 32. tki ad arasına geldiğinde ikincisini
un cadeau àson maître: Öğretmenine bir armağan birincisinin tamlaması yapar ve Türkçedeki -II ;
kabul ettirdi). 23. Attendre, trouver, ouïr-dire, biçiminde sıfat anlamı kazandırır (Aigle à deux
entendre, dire, voir, faire eylemlikleriyle kurulan têtes: İki başlı kartal. Un homme à barbe longue?;
tümcelerde ikinci derecedeki nesneleràile yapılır Uzun sakallı bir adam). 33. Zaman anlatan kimi •
(J'ai attendu à vous parler que tout le monde fût sözcüklerin başına getirildiğinde, yine buluşma
abaca 17 abandonner
isteği belirten ve selâm yerine geçen deyimler (Quiconque s'abaissera sera élevé). 3. Alçalmak,
yapılmasını sağlar (A demain!: Yarma; yarın küçülmek, boyun eğmek (Les plus fiers sont
görüşürüz; yarına kadar allahaısmarladık. Au quelquefois forcés de s'abaisser). 4. S'abaisser
revoir: Şimdilik allahaısmarladık, hoşça kal). 34. devant qn: Biri karşısında eğilmek, -in
Ulus anlatan dişil sıfatların başına getirildiğinde, üstünlüğünü kabul etmek. 5. S'abaisser à qch: -e
o ufusa özgü olan tarzı anlatır (A la française: fit olmak, razı olmak; tenezzül etmek (S'abaisser
Fransız yollu, fransızlar/ gibi. A la turque: Türk à des compromissions). 6. S'abaisser à f. qch,
yollu, türkler gibi). 35. Kimi kez dükkân s'abaisser jusqu'à f. qch: -cek kadar düşmek;
levhalarına yazılan simgesel ünvanların başına -meye tenezzül etmek (S'abaisser àfaire une chose
gelir (A la boule d'or: Altın Top Mağazası). 36. dégradante. S'abaisser jusqu'à trahir ses plus
Adreslerde ve sunularda sözün başına getirilir (A proches amis).
Monsieur le Ministre du Travail: Sayın Çalışma abajoue 1. (Kimi hayvanlarda) Avurt kesesi. 2.
Bakanına. Au Ministère de l'Education mec. Sarkık yanak,
Nationale: Millî Eğitim Bakanlığına). 37. Etre abalourdir gçl. Şaşkına çevirmek,
eylemjne yüklem olan bir ad yada sayı sıfatından sersemleştirmek, alıklaştırmak, hantallaştırmak,
sonra geldiğinde, iki yanın aynı durumda alığa döndürmek,
bulunduğunu gösteren eksiltili bir anlatım verir abandon er. 1. Yüzüstü bırakma; ilgiyi, ilişiği,
(Nous'sommes dix à dix: Ona onuz, onar sayımız yardımı kesme (Abandon de famille). 2.
var). Bırakma, terketme, ayrılıp gitme (Abandon de
abaca et. Manila keneviri, navire, du domicile conjugal). 3. Bir şey
abacule er. Mozaik parçacığı, üzerindeki hakkından vazgeçme, bir şeyi
abaissable s. Alçaltılabilir, indirilebilir, başkasına bırakma (Abandon d'un fonds au profit
düşürülebilir (Taux, chiffre, température de la commune). 4. Vazgeçme (Abandon d'une
abaissable). accusation). 5. Kullanmaz olma, artık
abaissante s. Alçaltan, küçülten, küçük düşüren, kullanmama (Abandon d'un projet, d'un type
abaisse diş. Yufka, pasta vb. için açılmış hamur, ancien de machine). 6. Kendini birinin dileğine,
yufka. yargısına bırakma (L'abandon envers Dieu). 7.
abaisse-langue diş. hek. Dil baskısı, Yüzüstü bırakılmıştık, bakımsızlık (Lapièce avait
abaissement er. 1. Alçalma; alçaltma (Abaissement un air d'abandon). § A l'abandon: Yüzüstü
de la voix). 2. tnme; indirme (Abaissement d'un bırakılmış, bakımsız (Tu laisses aller tes affaires à
store, des paupières). 3. Düşme; düşürme; l'abandon; Julien était à l'abandon). Laisser qch à
düşürülme (Abaissement de la valeur d'une l'abandon: Bir şeyi bakımsız, yüzüstü, kendi
monnaie; abaissement du niveau d'un liquide; haline bırakmak,
abaissement de la température). 4. Gerileme, abandonnataire ad. Kendisine mal bağışı yapılan
güçten düşme, düşkünleşmeye başlama kimse; mal bırakılan kimse,
(Abaissement d'un empire). 5. Önemden, abandonné, e s. 1. Terkedilmiş, sokağa bırakılmış;
gözden, saygınlıktan düşme, düşürme. 6. yüzüstü bırakılmış (Enfants abandonnés, une
Alçalma, küçülme, onursuzluğa düşme femme abandonnée). 2. Sahipsiz (Biens
(L'abaissement où le sort les a jetés). 7. Nitelik abandonnés). 3. Terkedilmiş, boş, içinde artık
düşüklüğü. 8. Bile bile sıkıntılı ve düşük bir yaşam kimsenin oturmadığı (Maison abandonnée,
sürme (Abaissement glorieux de l'humilité village abandonné).
chrétienne). abandonnement er. 1. Hükmüne bırakma (Saint
abaisser yçl. 1. İndirmek, aşağı çekmek (Abaisser abandonnement à la Providence). 2. Yüzüstü
un abat-jour, un store, une voile). 2. Alçaltmak, bırakılmışlık, terkedilmişlik (Je me suis trouvé
küçük düşürmek (Abaisser quelqu'un qui se dans l'abandonnement). 3. Bırakma, ilişiğini
vante). 3. Açmak (Abaisser la pâte). 4. Budamak, kesme.
kısaltmak, uçlarını almak (Abaisser une branche abandonner gçl. 1. Bırakıp gitmek, koyup gitmek,
d'arbrej. 5. Düşürmek, kırmak (Abaisser la ayrılmak (Abandonner sa patrie, une école). 2.
température, un prix). 6. mec. Önemden, gözden Bırakmak, salıvermek, azat etmek (Abandonner
değerden düşürmek (Abaisser une puissance). § un oiseau). 3. Yüzüstü bırakmak, terketmek
S'abaisser: 1. Alçalmak, inmek (Le terrain (Abandonner une femme). 4. Yardımı, ilişiği
s'abaisse vers la rivière). 2. Gönül indirmek, kesmek (Abandonner ses enfants, sa famille). 5.
alçakgönüllü olmak, alçakgönüllülük göstermek Yüz çevirmek, yüzüne bakmamak, desteksiz
abaque 18 abattre
abattu, e i. ve ad. 1. Devrilmiş, yıkılmış. 2. mec. Abeille mère: Art beyi, bey an. Abeille ouvrière:
Gücü kalmamış, kolu kanadı kırılmış, bitkin (Le Amele arı). § Actif comme une abeille: Arı gibi
convalescent est encore très abattu). 3. Üzgün, çalışkan.
umutsuz. § A bride abattue: Dolu dizgin (Aller, abeiller, ère s. 1. Arılara değgin (Industrie
courir à bride abattue). L'abattu veut toujours abeillère). 2. er. Kovan, kovan yeri, kovanlık,
lutter: Yenilen pehlivan güreşe doymaz, aberrant, e s. Kurala, usa uymayan, yanlış, aptalca,
abat-vent er. Çatı saçağı, baca şapkası, çit gibi, yeli sapkınca (Une idée, une conduite aberrante).
kesmeye yarayan her türlü siper, *yelkesen. aberration diş. 1. gökb. fiz. Sapınç. 2. mec.
abat-voix er. Kiliselerde kürstt kubbesi, Sapkınlık. Sapıtma, sapınç, yanılgı, aldanma
abbatial,cf. 1. Abc denilen papazsınıfına değgin. 2. (Dans un moment d'aberration, il lui reprocha sa
Abey denen tam örgütlü manastıra değgin. 3. gentillesse. Par quelle aberration a-t-il agi ainsi?).
diş. Abe rütbeli papazın yönettiği kilise, aberrer gsz. Aldanmak, yanılmak, sapınca
abbaye diş. Tam örgütlü büyük manastır, düşmek.
abbé er. 1. Tam örgütlü bir manastırın baş papazı. abêtir gf/. Alıklaştırmak, aptallaştırmak, kafasını
2. Kimi rahipler için kullanılan unvan, körletmek (Abêtir les écoliers). § S'abêtir:
abbesse diş. Tam örgütlü bir kadın manastırının Alıklaşmak, aptallaşmak, kafası körlenmek (Je
başrahibesi. m'abêtis dans ce milieu).
abc er. 1. Abece kitabı. 2. Bir bilimin, bir sanatın, abêtissant, e s. Ahklaştıran, kafa şişiren,
bir işin başlangıç bölümü, temeli, alfabesi, en aptallaştıran (Des travaux abêtissants. Spectacle,
başta bilinmesi gereken şeyleri; bir şeyin abecesi journal abêtissant).
(L'abc du métier). abêtissement er. 1. Alıklaştırma, sersemletme,
abcéder gsz. Çıbanlaşmak, çıbana çevrilmek, çıban kafasını körletme. 2. Alıklaşma, aptallaşma,
vermek, cerahat toplamak; abse yapmak kafası körelme.
(Tumeur qui abcède). abhorrer gçl. Tiksinmek, nefret etmek; görünce,
abcès er. 1. Çıban (Ouvrir, percer, vider un abcès). duyunca, düşününce tüyleri diken diken olmak
1.mec. Sürüp giden ağır bir sıkıntı. § Crever, vider (J'abhorre le despotisme de cet homme). §
l'abcès: Yaraya neşter vurmak, bir yarayı S'abhorrer: 1. Kendi kendinden tiksinmek. 2.
deşmek, sürüp giden bir derde son vermek. Birbirinden tiksinmek,
abdicataire s. ve ad. Feragat eden. abiétin, es. Çama değgin; çamgillere değgin.
abdication diş. 1. Erkten el çekme; iktidarı, tahtı abiétinées<%. ç. bitb. Çamgillerin bir alt familyası,
bırakma. 2. Bir haktan vaz geçme; feragat (Elle abîme er. 1. Uçurum, dipsiz derinlik. 2. Büyük
étonne l'Europe par l'abdication de sa couronne). aynm (Entre un croyant et un athée il y a un
abdiquer gsz. 1. Erkten el çekmek. Tahttan feragat abime). 3. Yıkım (C'est avec ces complaisances
etmek (La reine Christine fut obligée qu'une société va aux abîmes). 4. mec. İçinde yitip
d'abdiquer). 2. gçl. Bir şeyden el çekmek, gidilen şey, kuyu, derya (Un abîme de misère,
vazgeçmek, bir şeyi bırakmak (Abdiquer son d'ennuis). § Etre au bord de l'abîme: Uçurumun
autorité, la couronne). 3. Abdiquer devant qn, kıyısında olmak. Toucher le fond de l'abîme:
qch:Biri karşısında,bir şey karşısında pes etmek, Uçurumun, tehlikenin içine düşmek. Creuser un
dize gelmek, abîme entre: Arasında uçurum açmak (C'est un
abdomen er. Karın. abîme qui se creuse entre nous). L'abîme appelle
abdominal, e s. Karına değgin, karınsal (Muscles * l'abîme: Belâ belâ üstüne gelir, belâ belâyı çeker,
abdominaux). abîmé, e s. Yırtılmış, yıpranmış, eski püskü (Un
abducteurs, ve er. onat. Uzaklaştırıcı; uzaklaştırın habit abîmé).
kas (Muscleabducteur. Abducteurdugrosorteil). abîmer gçl. 1. Yere göçürmek, batırmak; yıkmak,
§ Tube abducteur: Kimyasal bir tepkimeden gömmek (De si grands maux sont capables
doğan gazlan toplayan tüp. d'abîmerl'Etat). 2. Bozmak, yıkıp kırmak, berbat
abécédaires, veer. l . j . Abeceye değgin, *abecesel. etmek, kullanılmaz hale getirmek (Abîmer un
2. er. Abece kitabı. livre, une montre, un vêtement, un meuble). 3.
abecquer gçl. (Kuşun) Gagasına yem vermek, Abîmer qn: Dayakla pestilini çıkarmak (Un
tomşurmak. boxeur qui abîme son adversaire). § S'abîmer: 1.
abée diş. Değirmeni işleten suyun döküldüğü Batmak, yok olmak, yıkılmak. 2. Bozulmak
delik, poyra, (Relevant sa belle robe du dimanche qui aurait pu
abeille diş. An (Abeille domestique: Kovan arısı. s'abîmer). 3. S'abîmer dans qch: Bir şeye dalmak,
abiotique 20 abonder
fautes abondent dans ce texte. C'est une maison où tutmak, almak (Aborder un virage. H aborde avec
l'argent abonde) 2. Abonder en qch: Bir şey prudence les carrefours dangereux). 3. Aborder
bakımından çok zengin olmak, bir şeyden qn.: Birinin yanına çıkmak, bir iş için gidip birini
kendisinde bol bol bulunmak (La France abonde görmek (Ilfut abordé par un inconnu). 4. Üzerine
en vigne. Cet homme abonde en paroles). § yürümek (Aborder l'ennemi). 5. Rampa etmek,
Abonder dans le sens de qn: Birinin kanısına çarpmak (Aborder un navire). 6. Ele almak,
katılmak, biriyle eş düşüncede, eş kanıda olmak girişmek, işlemek (Aborder un sujet, une
(J'abonde dans votre sens). question). 7. Aborder de qch: (Eskimiştir) Bir
abonné, e s. ve ad. 1. Abone, 'sürdürümcü. 2. şeye, birine yaklaşmak, katına varmak, erişmek
Sürdürüm. § Etre abonné à qch:l. Bir şeye abone (Ils ne peuvent aborder du trône de Dieu). §
olmak, bir şeyin abonesi olmuş bulunmak (Jesuis S'aborder: Yaklaşmak, yanaşmak, birbirine
abonné à cette revue depuis des années). 2. mec. yanaşmak (Tout le monde s'abordait,
tkz. Durmadan başına o iş gelmek, bir şeye artık s'interrogeait sans se connaître).
alışmak, o şeye habire uğramak (Il a subi de abordeur s. 1. Kıyıya varan. 2. Rampa eden
nouveaux échecs, il y est abonné. Il est abonné aux (Navire abordeur).
injures!). aborigène f. 1. Yerli (Plante, animal aborigène). 2.
abonner gçl. 1. Abone etmek, abone yazmak. 2. er.ç. Bir ülkenin, bir yerin ilk yerlileri (Les
Abonner qn à qch.: Birini birşeye abone etmek aborigènes de l'Amérique du Sud).
(Abonner un ami à une revue, à un journal). § abornement er. Sımr koyma, sınırla çevirme
S'abonner à qch: Bir şeye abone olmak, (Abornement d'un terrain).
sürdürümcü yazılmak (S'abonner à un journal, à aborner gçl. Sımr koymak, sınırla çevirmek
un théâtre). (Aborner un champ, un terrain).
abonnir (Eskimiştir.) gçl. İyileştirmek, daha bir abortif, ive s. 1. Çocuk düşürücü (Un remède
güzel yapmak (Abonnir le vin dans la cave). § abortif). 2. er. Çocuk düşürücü ilâç (Un abortif).
S'abonnir: İyileşmek, daha bir güzel ve hoş olmak abot er. Bukağı.
(Le vin s'abonnit en vieillissant). abouchement er. 1. Konuşmak üzre yan yana
abord er. 1. (Gemi için) Bir yere yanaşma (L'abord getirme, buluşturma (Tentatives d'abouchement
de cette côte est difficile). 2. (Birinin yanına, bir qui n'ont pas réussi). 2. Ağız ağıza, uç uca
yere)Çıkma,Varma,yaklaşma (Mon abord en ces getirme, birleştirme, ağızlama (Abouchement de
lieux). 3. ç. Çevre, dolay (Les abords de la vaisseaux, de conduits).
cathédrale sont bien laids), f D'abord: Önce, ilkin aboucher gçl. 1. Ağız ağıza getirmek, birleştirmek
(Demandons-lui d'abord son avis, nous (Aboucher deux tuyaux, deux tubes). 2.
déciderons ensuite). Tout d'abord; de prime Görüştürmek, karşılaştırmak üzere buluşturmak
abord, dès l'abord: Daha ilk anda, ilk bakışta, (Il m'a aussi abouché avec M. d'Espagne). 3.
hemen (Cet homme, au premier abord, un peu Aboucher qn avec qn: Birini bir başkasıyla
fermé. Elle avait deviné, de prime abord, qu'ils görüştürmek, buluşturmak, karşı karşıya
avaient en commun bien des rancunes. Dès getirmek (Je vous aboucherai avec le ministre). §
l'abord, il surprenait par l'expression farouche de S'aboucher: 1. Ağız ağıza gelmek, birleşmek
son visage). Dans l'abord: Önce, başlangıçta (Deux tuyaux qui s'abouchent). 2. S'aboucher
(Dansl'abord, il se met au large). Etred'un abord avec qn: Biriyle görüşmek, buluşmak (Je
facile, difficile: Varılması, yanına yaklaşılması voudrais m'aboucher avec vous en secret.
kolay, güç olmak. D'abord que: (Eskimiştir) S'aboucher avec de mauvais garçons).
-ince ; -ir -mez (Je n'en ai point douté d'abord que abouler gçl. 1. hlk. Getirmek. 2. argo. Vermek,
je l'ai vue: Onu görür görmez hiç kuşku sökülmek (Abouler le fric, abouler du pognon,
duymadım). son pèse: Paralan sökülmek). Abouler sa viande:
abordable s. Yanaşılabilir, yanaşılır, yanına argo. Azıcık yerinden kıpırdamak, kıçım biraz
vanlabilir (Une côte abordable, un homme yerinden oynatmak. § Abouler gsz. yada
abordable, un prix abordable). S'abouler: hlk. Gelmek, çıkagelmek, damlamak,
abordage er. 1. Borda bordaya saldırış, saldırma. 2. aboulie diş. İstenç yitimi, istencini yitirme, iradesini
İki geminin çarpışması, tokuşması. yitirme. İstençsizlik, iradesizlik,
aborder gsz. 1. Kıyıya varmak yanaşmak, karaya aboulique s. ve ad. İstencini yitirmiş, iradesini
çıkmak (Aborder dans une lie, au port). 2. gçl. kaybetmiş kişi. İstençsiz, iradesiz,
Aborder qch: Bir şeye ulaşmak, varmak; bir şeyi about er. 1. (Doğrama işlerinde) Geçme parça. 2.
22 abri
aboutement
kayırma, himaye (Il chercha auprès d'elle un abri abrupt, e s. 1. Sarp, dik, yalçın (Pente abrupte,
contre l'hostilité générale). § A l'abri: Güvenlikte, rocher abrupt, un chemin abrupt au flanc de la
güvenilir yerde. Se mettre à l'abri, être à l'abri: montagne). 2. er. Dik, dik yamaç. 3. mec. İdare
Güvenlikte olmak. A l'abri de qch: Bir şeyden etmesini hiç bilmeyen kişi, esnekliği olmayan,
korunmuş olmak, bir şeye karşı korunmuş olmak; dobra dobra hareket eden kişi; doğrucu Davut;
-den uzak olmak; -den "masun (Cette maison est à kazık gibi adam.
l'abri du vent: Bu ev yellere karşı korunmuştur, yel abruptement bel. I. Doğrudan doğruya, kem küm
almaz. Nous sommes à l'abri du danger: etmeden, tepeden inme, beklenmedik bir
Tehlikeden uzağız). Al'abride: mec. -esığınarak, biçimde (La question lui fut posée abruptement).
güvenerek (A l'abri de ce badinage, je dis des 2. Dikine, diklemesine (Les quartiers de roc qui
vérités: Bu şakaya sığınarak, dayanarak, dévalaient abruptement jusqu'au fond des
gerçekleri söylüyorum). douves).
abribus e r Kapalı otobüs durağı, abruti, e i ve ad. 1. Sersemleşmiş, alıklaşmış,
abricot er. 1. Kayısı (Compote d'abricots). 2. argo. aptallaşmış; sersemce, aptalca, alıkça (Un air
Şeftali, ferç, kadının edep yeri. 3. s. Kayısı rengi abruti). 2. ad. Aptal, alık, sersem. § Espèce
(Teint abricot, tissu abricot). § Avoir l'abricot en d'abruti!: argo.Sersem, sersem herif, şaban! Etre
folie: Kaşınmak, şeftalisi tutuşmak, cinsel istekle abruti de qch: Bir şeyden kafası sersem gibi
kıvranmak. olmak, kazan gibi olmak (Etre abruti de soleil, de
abricoté, e s. 1. Kayısıyı andıran. 2. Kayısılı bruit, de vin, de travail).
(Gâteau abricoté). abrutir gçl. 1. Alıklaştırmak, sersemleştirmek,
abricotier er. Kayısı ağacı. sersemletmek, şaşkına çevirmek, bir şey anlamaz
abrité, e s. Yel tutmaz, korunuk (Une terrasse duruma getirmek, kafasını kazana çevirmek
abritée). (L'alcool l'abrutissait et lui faisait perdre toute
abriter gçl. 1. Barındırmak, sipere almak (Abriter volonté. Une propagande qui abrutit les masses).
quelqu'un sous son parapluie). 2. Bir şeyi 2. Alçaltmak, küçültmek, düşürmek, yıkıma
korumak, bir şeye siper olmak. 3. Barındırmak; götürmek (La débauche avait abruti son esprit). 3.
içine almak, kapsamak (Cette maison abrite Abrutir qn de qch: Birini -ile bunaltmak (Abrutir
plusieur familles. Cet hôtel peut abriter deux cents un enfant de travail. Il l'a abruti d'un flot de
personnes). 4. Abriterqn, qch deqch,contre qch: paroles). § S'abrutir: 1. Alıklaşmak,
Birini, bir şeyi bir şeyden korumak, bir şeye karşı sersemlemek. 2. S'abrutir de qch: -den
korumak (La colline abrite les maisons des vents bunalmak, bir şey yüzünden hiçbir şey anlamaz
du nord. Le tricot de laine l'abritait bien contre le duruma gelmek (S'abrutir de travail, de
froid). § S'abriter: 1. Sığınmak (Je me suis abrité vacarmes).
sous le porche pendant l'averse). 2. S'abriter de abrutissant, e s. 1. Sersemletici, sersemleştirici,
qch, contre qch: Bir şeye karşı, bir şeyden kendini alıklaştırıcı, bunaltıcı (Un vacarme abrutissant,
korumak (Elle avait une main sur les yeux pour un travail abrutissant, la vie abrutissante de Paris).
s'abriter du soleil). 3. S'abriter derrière qch: mec. 2. Küçük düşürücü, aşağılık (Les plaisirs
Bir şeyin arkasına gizlenmek, bir şeyi kendine abrutissants de la table).
örtü yapmak, siper yapmak; bir şeyin gölgesine abrutissement er. Sersemletme, sersemleştirme;
sığınmak (S'abriter derrière la loi: Yasaların sersemleme,sersemleşme alıklaştırma,alıklaşma
gölgesine sığınmak, yasaları kendine örtü (L'abrutissement d'un peuplesoumis àla dictature).
yapmak, yasaların koruyuculuğuna sığınmak). abscisse diş. mat. Apsis, *yatay konaç.
abri vent er. Yel sığınağı, yel siperi, ekinleri yellere abscons, e s. Gizli anlamlı, anlamı saklı;
karşı koruyan hasır vb. gibi şeyler, anlaşılması güç (Ecrivain abscons).
abrogatif, ive s. Yürürlükten kaldıran, geçersiz absence diş. 1. Bulunmayış, olmayış, yokluk, bir
kılan (Loiabrogative). yerde olmayış, ortada görünmeyiş (J'ai bien
abrogation diş. Ortadan kaldırma, yürürlükten, regretté votre absence dans ta réunion) . 2. Yokluk,
geçerlikten kaldırma (Abrogation d'une loi, d'un eksiklik (Absence de goût, l'absence de rideau aux
décret, d'un règlement). fenêtres). 3. Ayrılık, uzaklaşma (Son absence de
abroger gçl. Geçerlikten, yürürlükten kaldırmak Paris se prolongera jusqu 'à la semaine prochaine.
(Abroger une ordonnance,une loi, un règlement. L'absence diminue les médiocres passions et
On abrogea les dispositions contraires à la loi augmente les grandes). 4. Yoksunluk ; -in olmayışı
nouvelle). (L'absence de père est néfaste à un enfant). 5.
absent 24 absorption
Dalgınlık, dalıp dalıp gitme, kendini unutma. 6. absolument ad. 1. Saltık olarak, kesin olarak; ille
Derse, okula gidilmeyen günler; devamsızlık de (Il refuse absolument votre offre. Il veut
(Les absences de cet élève sont très nombreuses). absolument vous voir). 2. Tamamıyla, tamamen,
§ En l'absence de qn: Biri olmadığında, biri orada büsbütün (C'est absolument faux Ceci s'oppose
yokken (Vous êtes plus expansifen l'absence de absolument à ce que vous avez dit précédemment).
vos parents. En l'absence du directeur, voyez son 3. bel. Nesnesiz (Verbe employé absolument).
adjoint). Avoir des absences: Zaman zaman dalıp absolution diş. 1. Sorumsuz, suçsuz görülme;
gitmek, kendini unutmak; unutkan olmak, suçsuzluk; aklanma (Prononcer l'absolution de
absent, e s. 1. Bir yerde bulunmayan; (Orada) l'accusé). 2. (Hıristiyanlık'ta). Suçunu,
olmayan, ortada görünmeyen; yok (Le directeur günahlannı bağışlama; aklama. § Donner
est absent aujourd'hui, revenez demain). 2. l'absolution à qn: Birinin günahlannı bağışlamak,
Dalgın, kendinde olmayan (Vous avez un air • silmek (Donner l'absolution à un pécheur).
absent). 3. Absent de qn, de qch: Birinden, bir absolutisme er. (Devlet yönetiminde) Saltçılık,
şeyden uzakta, ayrı (Absent de vous, je vous vois mutlakiyet.
quand même. Il est absent de chez lui depuis
absolutiste s. 1. Saltçıhğa değgin. 2. ad. Saltçılıktan
longtemps). 4. ad. Bir yerde bulunmayan kimse,
yana olan kişi, saltçılık yanlısı, mutlakiyetçi.
görünürde olmayan kişi (Dire du mal des absents.
absolutoire s. Bağışlayan, sorumsuz tutan, suçsuz
Fixer le nombre des absents. Défendre les absents).
gören, aklayan (Sentence absolutoire).
S. Etre absent de qch, dans un»endroit, quelque
absorbable s. Emilebilir, soğrulabilir, çekilebilir,
part: Bir şeyde, bir yerde bulunmamak; -de
absorbant, e s. 1. Emici, soğurucu (Tissu
olmamak (Il est absent de Paris. J'ai été absent de la
absorbant, papier absorbant). 2. Bir kişinin tüm
réunion. La précision est absente de ce texte: Bu
zamanını alan, soluk aldırmayan (Un travail
metinde açıklık yok).
absorbant). 3. er. Emici, soğurucu (Le buvard est
absentéisme er. Devamsizhk(Absentéisme scolaire).
un absorbant).
absentéiste s. ve ad. Devamsız,
absorbé, e s. Kafası hep meşgul, bunalmış, işi
absenter s' gsz. 1. Yerinden ayrılmak yerinde
başından aşkın (Un air absorbé). § Etre absorbé:
bulunmamak, bir yerden ayrılmak, uzaklaşmak
İşi başından aşkın olmak, iş içinde bunalmak,
(Demander la permission de s'absenter. Il s'est
absorber gçl. 1. İçmek, emmek, içine çekmek,
absenté quelques minutes). 2. S'absenter de qch:
soğurmak (L'éponge absorbe l'eau. Le buvard
Bir şeyden, bir yerden ayrılmak, uzaklaşmak,
absorbe l'encre). 2. Yemek, içmek, ağzına bir şey
orayagelmemek (S'absenter desondomicile, d'un
koymak (Iln'arienabsorbédepuishier. Ilabsorbe
poste).
presque deux litres de vin par jour). 3. Silip
abside diş. Kiliselerde sunağın arkasına düşen süpürmek, alıp götürmek (L'achat de
çokgen yada yarım daire biçimindeki bölüm, l'appartement a absorbé toutes mes économies; les
apsid. procès ont absorbé son patrimoine). 4. Kendi
absinthe diş. I. Pelin. 2. Apsent (içki). 3. mec. Acı, içine alıp eritmek (L'église a deux manières de
üzüntü. réagir en présence de l'hérésie: repousser,
absolu, e s. 1. Saltık, salt, mutlak (Un pouvoir absorber). S. Tüm zamanını almak (Ce travail
absolu, une autorité absolue). 2. Hiç bir koşula ve m'absorbe). § S'absorber: 1. Emilmek, içilmek,
kayda bağlı olmayan, tam, yüzde yüz (Une soğurulmak. 2. Erimek, yitip gitmek (Ce tapage
confiance absolue dans le bon sens). 3. Hiçbir s'absorbait dans le bruissement de la vapeur). 3.
ödün vermeyen, en ufak bir eleştiriye gelmeyen, S'absorber dans qch: Birşeye dalmak, kendini bir
kesin, değişmez (A votre âge on a des jugements şeye kaptırmak (S'absorber dans son travail, dans
absolus). 4. Eksiksiz, üstüne toz ses affaires, dans la lecture de son journal).
kondurulamayan (L'amour absolu n'existe pas absorbeur er. (Petrolcülükte) Gaz emici; emici
plus que le parfait gouvernement). S. er. fels. Sait, aygıt; emme aygıtı, soğurma aygıtı,
mutlak (Chercher l'absolu. L'absolu, s'il existe, absorption diş. 1. Emme, soğurma, içine çekme
n'est pas du ressort de nos connaissances. Etre à la (L'absorption de l'eau par le sable. Absorption
recherche de l'absolu). § Dans l'absolu: Koşullar, d'une crème par la peau). 2. İçme, içine çekme;
olanaklar hesaba katılmadan, koşullar göz yutma (Suicide par absorption d'un poison.
önünde bulundurulmadan, düşünülmeden (On A bsorption de gaz toxiques). 3. İçine alıp yitirme,
ne peut juger de cela dans l'absolu). içinde eritme (Absorption de l'individu dans le
absoluité diş. Saltıkhk, saltlık, mutlaklik. groupe). 4. Kendi iç evrenine dalmıştık, içe
absoudre 25 absurde
şiddetlenme (L'accentuation de la hausse des prix interdit. ) 2. Yol, giriş yolu (La police surveille tous
entraine des revendications de la part des salariés). les accès de la maison). 3. Birinin yanına çıkma
accentué,e s. Çok belirgin; vurgulanmış, serbestliği. 4. Nöbet (Accès de fièvre, accès de
accentuer gçl. 1. Vurgu imlerini koymak (Accentuer toux). 5. Kriz (Un accès de colère, de fureur, de
un texte). 2. Konuşurken hecelerin vurgularını folie). § Par accès: Kısa sürelerle, zaman zaman,
belirtmek, vurgulamak (Accentuer la voyelle düzensiz bir biçimde, ara ara (Etre joyeux par
finale en français). 3. Daha bir belirtmek, accès. Ses névralgies reviennent par accès. Il avait,
vurgulamak (Son geste accentuait la puissance de par accès, des velléités de résistance). Avoir accès
sa voix). 4. Yoğunlaştırmak, arttırmak, auprès de qn, près de qn : Birinin huzuruna
çoğaltmak (La barbe accentue la tristesse de sa çıkmak, yanına varmak (Avez-vous accès auprès
physionomie. Accentuer ses efforts, ses activités). du ministre?). Etre d'un accès facile, difficile:
acceptabilité diş. Kabul edilebilirlik, • Yaklaşılması, yanına varılması kolay olmak, güç
benimsenebilirlik. olmak (L'île est d'un accès difficile). Avoir accès à
acceptables. Kabul edilebilir, kabule değer (Une qch: Bir şeye, bir yere girmek, varmak. Donner
proposition acceptable). accès à qch: Bir şeyin yolunu açmak; -mek
acceptant, e s. ve ad. Kabul eden, kabullenen, razı olanağını vermek; sonu -e varmak, bir yere, bir
olan. şeye açılmak ( Cet examen donne accès à la carrière
acceptation diş. 1. Bir şeyi kabul etme, kabul d'ingénieur: Bu sınav mühendislik yolunu açıyor,
(L'acceptation d'un don, d'un cadeau. La guerre bu sınav mühendislikyapma olanağını veriyor. La
c'est l'acceptation pure et simple de la mort). 2. porte du jardin donne accès au grand boulevard:
Razı olma, boyun eğme (Acceptation du divorce). Bahçe kapısı ana caddeye açılıyor, çıkıyor).
accepter gçl. 1. Kabul etmek (Accepter un don, un accessibilité diş. 1. Varılabilirlik, varış kolaylığı,
cadeau, une proposition). 2. Accepter qn: Birini erişme olanağı, erişebilirlik (Accessibilité à un
y amna, huzuruna almak, kabul etmek. 3. Bir şeye lieu, à un poste, à une fonction). 2. Kabul
tahammül göstermek, dayanmak; bir şeyi edilebilirlik, kabul edilme, yanına varma olanağı.
hoşgörü ile karşılamak (Il n'accepte aucune accessible s. 1. İçine girilebilir (Cette région est
critique). 4. İnanmak (Il accepte aveuglement les difficilement accessible). 2. Varılır, yanaşılır,
prédictions des somnambules et du marc de café). erişilir, açık (Parc accessible à tous les visiteurs). 3.
5. Bir şeye razı olmak, boyun eğmek (Accepter Elde edilebilir, öğrenilebilir, ele geçirilebilir
son sort, la mort, un malheur). 6. Accepter qch de (Science accessible à tout le monde). 4. Accessible
qn: Birinden bir şey kabul etmek, almak à qch: a) Bir şeye açık, bir şeye karşı duyarlı (On
(Accepter un cadeau de son ami). 7. Accepter de f. est accessible aux flatteries), b) -den anlayan, -e
qch: -meyi kabul etmek (Tu as accepté de yabancı olmayan, -den yoksun olmayan (Tu es
collaborer avec nous. Il a accepté de m'aider). 8. accessible à la raison. Il est accessible à l'art).
Accepter qn pour... : Birini... olarak kabul etmek accession diş. 1. Çıkma, geçme (Accession au trône,
(Accepter quelqu'un pour époux). au pouvoir). 2. Kavuşma, elde etme (Accession
accepteur er. 1. (Bir poliçeyi) Kabul eden. 2. i. ve d'un État à l'indépendance). 3. Katılma
ad. Kendi içine alan, alabilen, kendine çeken (L'accession d'un Etat à un traité).
(Corps accepteur d'oxygène, d'hydrogène). accessit er. (Okullarda) İkinci dereceden ödül (Il
acception diş. 1. Yeğleme, yeğ tutma, tercih. 2. gagna un accessit d'histoire naturelle).
Ayrılık gözetme, ayrı seçi, ayrılık yaratma, ayrı accessoire s. 1. Katılmış, katkın (Retrancher d'un
gayrı deme. 3. Anlam (Prenez ce mot dans son développement les idées accessoires.) 2. İkinci
acception la plus large). § Dans toute l'acception derecede olan, ikinci planda gelen (Ces
du mot, du terme: Sözcüğün tam anlamıyla. Sans remarques ne présentent qu'un intérêt accessoire.
acception de: -ayrımı yapılmaksızın; ...ayrılığı Au prix de la chambre s'ajoutent quelques frais
gözetilmeksizin (Sans acception de fortune: accessoires). 3.er. Daha az önemli olan şey; ikinci
Zenginlik ayrımı gözetilmeksizin, bu zengin bu planda gelen şey; ayrıntı (Laissons de côté
yoksul demeden; zengin yoksul ayırmaksızın). l'accessoire pour en venir au principal). 4. er. ç.
Faire acception de: Arasında ayrım yapmak (Ne Takımlar, yedek parçalar (Les accessoires d'une
faire acception de personne: Hiç kimseyi ayrı automobile sont la manivelle, le cric etc. Acheter
tutmamak; hiç kimse arasında ayrılık un poêle à mazout avec ses accessoires). S.
gözetmemek). (Tiyatroda) Sahne donatımı, sahne takımları
accès er. 1. Girme, giriş (L'accès de ce parc est aksesuar (Accessoires de théâtre).
accessoirement 29 accoler
accessoirement bel. 1. Katma olarak; ikinci acclamation: Alkışlarla, alkışlar arasında (Elire,
derecede; sonra da (Ce livre s'adresse nommer qn par acclamation: Birini alkışlarla
principalement aux étudiants, accessoirement au seçmek, atamak).
grand public). 2. Belki, olur ki, ola ki acclamer gçl. 1. Alkışlarla, sevinç çığlıklarıyla
(Accessoirement, nous ferons appel à sa karşılamak, selâmlamak (La foule acclame le
collaboration pour cet ouvrage). 3. Bu arada, vainqueur). 2. Alkışlamak, alkışlarla seçmek. §
olanaktan yararlanarak, Se faire acclamer: Kendini alkışlatmak, alkış
accessoiriste ad. Donatımcı; tiyatro ve sinemada toplamak (Ils se sont fait acclamer en jetant
sahne donatımcısı; aksesuarcı, l'anathème sur les gouvernements).
accidenter. 1. Kaza ( Un accident d' avton, detravail, acclimatable s. İklime uyabilir (Une plante
de voiture. Le nombre des accidents de circulation acclimatable).
est en constante augmentation). 2. Aksama, acclimatation diş. İklime alışma; iklime alıştırma
aksaklık, çaparız (On ne compte plus les accidents (Jardin d'acclimatation. Acclimatation des
de sa carrière politique. L'opération chirurgicale a végétaux à un milieu).
entraîné plusieurs accidents secondaires). 3. acclimatement er. Yeni bir iklime, yeni bir ortama
Rastlantı (La poésie n'était pas mon métier, c'était alışma, uyarlanma (L'acclimatement de ces
un accident heureux)A. fels. tlinek. S. miiz. fauves a été particulièrement difficile).
Diyez, bemol ve bekarın ortak adı, değişiklik imi. acclimater gçl. 1. İklime, ortama alıştırmak,
6. coğr. Yer şekilleri, engebe (Accidents de uydurmak (Acclimater des oiseaux exotiques.
terrain). % Par accident: Rastlantı olarak, kazara, Acclimater des plantes tropicales en pays
rastlama yoluyla, tesadüfen (Si par accident vous tempérés). 2. Acclimater qn, qch: Birini, bir şeyi,
le rencontrez, vous lui ferez toutes mes amitiés). bir şeye, bir yere alıştırmak; uyarlamak (Il était
Avoir, subir un accident: Başına bir kaza gelmek, habitué à vivre sans la moindre contrainte, son
accidenté,e s. 1. Engebeli (Région accidentée). 2. éducation n 'était pas faite pour l'acclimater à la vie
Hareketli, türlü olaylarla dolu, serüvenlerle dolu monotone du bureau). 3. Acclimater qch: İçeri
geçmiş, inişli çıkışlı (Une vie accidentée). 3. sokmak, getirmek, ithal etmek (Acclimater chez
Değişken. 4. Kazaya uğramış, kaza geçirmiş (Une soi une idée, une habitude, un usage étranger). §
voiture accidentée). S. ad. Kaza geçirmiş kişi, S'acclimater: 1. İklime, ortama alışmak, uymak
"kazazede (Verser une rente à des accidentés du (Si le désir de m'acclimater m'était venu). 2.
travail). Yerleşmek, oturmak (Cet usage s'est très vite
accidentelle s. 1. Kaza ile, kaza sonucu olan (Mort acclimaté en France). 3. S'acclimater à qch: Bir
accidentelle). 2. Rastlantısal, rastlantıya bağlı şeye alışmak, uymak; uyarlanmak, kendini
(Une découverte accidentelle: Rastlantısal bir uyarlamak (Le petit paysan commençait à
bulgu). 3. fels. İlineklere değgin, s'acclimater à la vie du lycée).
accidentellement bel. 1. Kaza ile, kaza sonucu, accointance diş. 1. İlişik, ilişki. 2. Tanıdık, tanış;
kazara (Il est mort accidentellement l'année tanıdık kimseler, ahbaplar (J'ai des accointances
dernière). 2. Bir rastlantı sonucu, rastlantı olarak, dans les milieux politiques). § Avoir des
tesadüfen (En parcourant votre manuscrit, je accointances avec qn: Biriyle ilişkisi, ahpaplığı,
suis tombé accidentellement sur un détail que je dostluğu, tanışıklığı olmak (Il a des accointances
n'ai pas compris). avec les hommes au pouvoir).
accidenter gçl. 1. Engebeli kılmak (Accidenter un accolade diş. 1. Kucaklama, boynuna sanlma. 2.
terrain, une région). 2. Değişkenlik vermek, (Noktalama işaretlerinden) Kaş işareti. 3.
renklilik vermek, çeşitlilik vermek, Şövalyeliğe alınan birinin omuzuna kılıcın yanıyla
tekdüzelikten kurtarmak (Accidenter son style). üç kez vurma töreni. 4. Beğenme anlamında
3. Accidenter qn, qch: Birini, bir şeyi kazaya birinin omuzunu okşama (Le général lui épingla la
uğratmak, hasara uğratmak, zedelemek (En légion d'honneur et lui donna l'accolade). §
frôlant de trop près la balustrade du pont, il Donner l'accolade à qn: -in boynuna sanlmak, -i
accidenta l'aile de sa voiture). kucaklamak,
accipitre er. hayb. Yırtıcı kuş, alıcı kuş. accolage er. Hereğe bağlama, herekleme,
accise diş. İçkilerden alınan dolaylı vergi, accotement er. Birleştirme, bitiştirme; bitişme,
acclamateur er. Alkışçı, alkış tutucu, birleşme.
acclamation diş. Alkış, alkış haykırışları (Le bruit accoler gçl. 1. (Birinin) Boynuna sanlmak (Az
des acclamations arrive jusqu'à nous). § Par kullanılır). 2. Hereklemek (Accoler la vigne). 3.
accolure 30 accon
Bir kaş işaretiyle birleştirmek. 4. (İki şeyi) Bir "refakatçi (Le billet est valable pour dix enfants et
arada, yan yana göstermek, yan yana koymak un accompagnateur).
(Accoler deux noms sur une liste). 5. Accoler qch à accompagnement er. 1. Eşlik, eşlik etme, birlikte
qch: Bir şeyi -e bağlamak, eklemek; bir arada gitme, "refakat (La voiture présidentielle passa à
bulundurmak (Il a accolé la particule à son nom grande vitesse avec un accompagnement imposant
afin de s'anoblir. Sur la même affiche on avait de motocyclistes). 2. Gerekli öteberi, takım
accolé au nom de la vedette ceux d'artistes sans taklavat.
talent). 6. Etre accolé à qch: Bir şeye bağlı, ekli accompagner gçl. 1. Accompagner qn: Birine eşlik
olmak; bir şeyle beraber bulunmak. § S'accoler: etmek, yamnda gitmek,birinin yanında gitmek,
Birbirinin boynuna sarılmak, dolaşmak (Deux bulunmak, "refakat etmek (Pouvez-vous
papillons qui s'accolent). m'accompagner au cinéma). 2. -ile beraber olmak
accolure diş. 1. Herek bağı. 2. (Irmakta (Tous mes voeux vous accompagnent: Bütün
yüzdürülüp taşıtılan) Tomruk bağı. başarı dileklerim sizinle).3. Kollamak, yanında
accomodage er. (En çok yemekler için) Yapım, bulunmak. 4. Eşlik etmek (Accompagner un
hazırlama. pianiste, un chanteur). 5. Accompagner qn de qch:
accomodant, e s. Uyar, uysal, uygun, geçimli Birini bir şeye boğmak, maruz bırakmak
(Personne accomodante. Il s'est montré (Accompagner quelqu'un de ses moqueries, de ses
accomodant dans cette affaire). sarcasmes). 6. Accompagner qch de qch. Bir şeye
accomodation diş. 1 .Uygunluk, elverişlilik. 2. Uyar bir başka şey eklemek, arkasından katmak
hale getirme, uygun kılma. 3. Yapma, hazırlama (Accompagner un repas d'un vin. Il accompagna
(Accomodation d'une salade). 4. Düzeltme; sa réponse d'un sourire bienveillant). 7. Etre
düzelme. 5. biy. (Gözde) Uyum. accompagné de qch, par qch: Bir şeyin eşliğinde
accomodement er. 1. Düzenleme. 2. Uyuşma, olmak, ...ile beraber bulunmak, olmak (Que les
uzlaşma (Rechercher un accomodement entre noms de personnes soient accompagnés de leur
deux gouvernements). titre honorifique). S'accompagner de qch: ...ile
accomoder gçl. 1. (Yemek için) Yapmak, özel beraber bulunmak; beraber olmak, gelmek (Une
biçimde, usulünce hazırlamak (Accomoder une défaite s'accompagne toujours de quelque
salade; Accomoder du poisson avec une sauce). 2. humiliation. Sa phrase s'accompagna d'un geste
Accomoder à: -e elverişli olmak, -in işine gelmek de menace).
(Cela m'accomode: Bu benim işime gelir). 3. accompli, e s. 1. Olmuş bitmiş, tamamlanmış,
Accomoder qch avec qch: Bir şeyi -ile uzlaştırmak, geçmiş (Vingt années accomplies). 2. Eksiksiz,
bağdaştırmak (Accomoder la religion avec les yetkin, tam (C'est un diplomate accompli. Un
plaisirs). 4. Accomoder qch à qch: Bir şeyi -e modèle accompli de toutes les vertus). §. Un fait
uydurmak (Accomoder son discours aux accompli: Oldubitti. Laisser, mettre qn devant un
circonstances). S. Accomoder qn: (Eskimiştir) fait accompli: Birini bir oldubitti karşısında
Birini gülünç düşürmek, rezil etmek. § bırakmak. Rester, être mis devant un fait
Accomoder quelqu'un de toutes pièces: Birini accompli: Oldu bitti karşısında kalmak. Céder,
kötülemek, zemmetmek, aleyhinde söylemedik s'incliner devant un fait accompli: Bir oldubittiye
şey bırakmamak. § S'accomoder à qch: 1. boyun eğmek.
Uymak, bir şeye uymak, kendini bir şeye accomplir gçl. 1. Yapmak, gerçekleştirmek, yerine
uydurmak (S'accomoder à de nouvelles getirmek (Accomplir une tâche, un ordre, un
conditions d'existence. La science doit devoir, un service. Accomplir son service
s'accomoder à la nature). 2. S'accomoder de qch: militaire). 2. Yerine getirmek, istenilmiş olan
-ile yetinmek, -e en sonunda razı olmak; fit olmak şeyi yapmak (Accomplir un voeu, un souhait). §
(C'est un homme conciliant qui s'accomode de S'accomplir: Olmak, gerçekleşmek, yapılmak,
tout. Il a dû s'accomoder de cette chambre d'hôtel yerine gelmek (Son souhait s'est accompli).
incorfortable). 3. S'accomoder avec qn, qch: -ile accomplissement er. Sona erme, sona erdirme;
anlaşmak, uzlaşmak (S'accomoder avec ses tamamlama, tamamlanma; yapma, yapılma;
créanciers). gerçekleştirme, gerçekleşme; yerine getirme,
accompagnateur, trice ad. (Müzikte çalana yada yerine getirilme (L'accomplissement d'un projet,
okuyana) Eşlik eden, *eşlikçi (Cette pianiste est d'un souhait, d'un devoir, d'un service).
l'accompagnatrice d'un chanteur). 2. Bir accon, acon er. 1. Mavna. 2. Midye tarlalarında
topluluğa eşlik ve kılavuzluk eden, eşlikçi, kullanılan sandal.
accord 31 accoter
accord er. 1. Duygu ve düşünce uygunluğu, Accorder qch à qn, à qch: -e bir şey vermek
anlaşma, bağdaşma, uzlaşma (Le bon accord qui (A ccorder un crédit à un petit paysan. Accorder de
règne entre nous). 2. Uygunluk, birlik. 3. dilb. l'importance, de la valeur à un projet). 8. Accorder
Uyum (Accord du participe passé). 4. Antlaşma; qch avec qch: a) Bir şeyi -ile birleştirmek, bir şeyi
anlaşma (Les divers pays réunis à Genève -e katmak, eklemek (Il accorde sa raison
conclurent un accord sur l'arrêt des expériences particulière avec la raison universelle. Il avait su
atomiques, les syndicats et le directeur signèrent accorder admirablement une demie intelligence et
un accord de salaires). 5. (Çalgıda) Düzen, akort une demie ambition), h) Bir şeyi -ile uyum
(Ce piano ne tient 'pas l'accord). 6. (Müzikteki yaptırmak (Accorder le verbe avec le sujet). §
anlamıyla) Ezgi. 7. ç. Nişan töreni. § En accord: S'accorder: 1. Anlaşmak, uzlaşmak, uyuşmak,
Tam anlaşarak, uyum içinde, uzlaşma içinde uyum yapmak. 2. S'accorder avec qn: Biriyle
(Vivre en accord, en parfait accord). D'accord: anlaşmak. 3. S'accorder sur qch: Bir şey üzerinde
Olur, hayhay, tamam; anlaştık. Etre d'accord anlaşmak. 4. S'accorder pour f. qch, à f. qch: Bir
avec qn: Biriyle anlaşmak, uyuşmak, eş kamda şey yapmak için, bir şey yapmakta anlaşmak,
olmak. Etre d'accord sur qch: Bir şey üzerinde eş elbirliği etmek (S'accorder pour dire, pour
kanıda, aynı düşüncede olmak. Tomber décider). 5. S'accorder qch: a) Biribirine ...
d'accord: Uzlaşmak, anlaşmak. Tomber vermek (Ils ne s'accordent pas de répit:
d'accord avec qn sur qch: Biriyle bir konuda, bir Biribirlerine rahat vermiyorlar; rahat yüzü
şey üzerinde anlaşmaya varmak, uzlaşmak. D'un gösterdikleri yok), b) Kendisine ... vermek (II ne
commun accord: Oy birliğiyle herkesin s'accorde jamais de repos: Hiç dinlendiği yok,
katılmasıyla. Conclure un accord, arriver à un kendisine bir dakika dinlenme verdiği yok).
accord: Bir anlaşmaya, uzlaşmaya varmak (Après accordeur, euse ad. 1. Uzlaştıran, barıştıran,
plusieurs heures de discussions, nous sommes yatıştıran. 2. (Çalgılara) Düzen veren,
arrivés à un accord). Donner son accord: Kabul düzenleyici, akortçu.
etmek, olur demek, evet demek. Donner son accordoir er. (Çalgılar için) Düzen anahtarı,
accord à qch: Bir şeyi kabul etmek; bir şeye izin accore s. 1. Sarp, dik (Côte accore). 2. er. (Gemi
vermek. Mettre d'accord: Anlaştırmak,
kızağında) Destek, payanda,
uzlaştırmak, barıştırmak (Il les a mis d'accord en
accorer gçl. (Gemiler için) Kızağa almak, kızağa
les renvoyant tous les deux). Se mettre d'accord:
çekmek.
Anlaşmak, uzlaşmak; düşünce birliğine, eş
accort, e s. Cıvıl cıvıl, kımıl kımıl, canlı, sevimli,
kanıca varmak. Tenir l'accord: Düzen tutmak,
cana yakın (Une femme, une jeune fille accorte.
akort tutmak (Ce violon ne tient pas l'accord).
Dans cette auberge une accorte serveuse
Etre en accord avec qch: -ile uyuşmak, gitmek,
s'empressait auprès des clients).
uygun düşmek (L'architecture de la maison est en
accortement bel. Sevimlice; tatlı tatlı (Vous me
accord avec le paysage).
jouez, mon frère, assez accortement).
accordable s. 1. Uzlaştırılabilir; verilebilir; yapılır,
accortise diş. Sevimlilik, cana yakınlık,
kabul edilebilir. 2. (Çalgılar için) düzene gelir,
accostable s. l.Yanaşılabilir, yaklaşılabilir (Rivage
akort edilebilir, düzen tutar,
accostable, quai accostable). 2. mec. Yanına
accordage, accordement er. (Çalgılar için)
varılabilir, konuşulup dostluk kurulabilir
Düzenleme, akort etme. (Femme accostable).
accordailles diş. ç. (Evlenmede) Söz kesme, accostage er. (Gemiler için) Kıyıya yanaşma,
accordé, e ad. Yavuklu, sözlü, yanaşma (L'accostage du quai était rendu
accordéon er. Akordeon, körüklü çalgı, impossible par la houle. Un bonhomme dirigeant
accordéoniste^. Akordeon çalan, akordeoncu, l'accostage des rares Caïques).
accorder gçl. 1. Anlaştırmak, uzlaştırmak (Soyez accoster gçl. 1. Yanaşmak (Accoster le quai, le
joints, mes enfants, que l'amour vous accorde). rivage). 2. Accoster qn : Birinin yanına
2: Yatıştırmak (Accorder une querelle). 3. yanaşmak, sokulmak, yaklaşmak (Il accoste les
(Çalgıya) Düzen vermek, düzenlemek, akort jeunes filles dans la rue pour leur faire la cour. Un
etmek (Accorder un piano, un violon). 4. passant l'accosta pour lui demander l'heure).
(Tartışmada) Kabul etmek (Je vous accorde que accotement er. Şose ile hendek arası; yol yanı, yol
j'ai eu tort). S. Vermek (Accorder un crédit, un eteği (Stationner sur l'accotement).
délai, une faveur). 6. Atfetmek, vermek accoter gçl. 1. Accoter qch, quelque part: Bir şeyi,
(Accorder de l'importance, de la valeur). 7. bir şeyini bir yere dayamak (Accoter satêtesur
accotoir 32 accoutumer
son fauteuil, son coude au comptoir). 2. Accoter charrue). 4. Çiftleştirmek. 5. Accoupler qch et
qch contre qch: Bir şeyi -e dayamak, tutturmak qch; qch avec qch: -ile çiftleştirmek (Accoupler
(Accoter l'échelle contre le mur). une vache flamande et (à) un taureau anglais.
accotoir er. Dayanak, dayangaç. Accoupler un chien loup et (à) une chienne). §
accouardir gçl. Korkaklaştırmak. S'accoupler: 1. Birleşmek, çiftleşmek, cinsel
accouchée diş. Lohusa. birleşmek. 2. Birbirine bağlanmak, koşulmak,
accouchement er. 1. Doğurma, doğum yapma, accourcir gçl. 1. (Eskimiştir) Kısaltmak (Accourcir
doğum (Accouchement naturel, à terme, un ehemin, les herbes). 2. gsz.Kısalmak(Les jours
prématuré. Douleur de l'accouchement). 2. accourcissent).
Doğurtma, doğum (Ce médecin a fait des accourcissement er. 1. Kısaltma. 2. Kısalma,
centaines d'accouchements). accourir gsz. Koşmak, koşuşmak, üşüşmek (Ses
accoucherez. 1. Doğurmak, doğum yapmak (Elle amis accourent aussitôt pour le féliciter. Nous
a accouché dans une clinique parisienne. avons accouru l'aider, pour l'aider).
Accoucher avant terme). 2. gçl. Accoucher qn: accoutrement er. 1. Gülünç kılık, rüküşlük. 2.
Birini doğurtmak, birine doğum yaptırmak (Le (Eski) Giysi,
médecin accouche une femme). 3. Accoucher de accoutrer gçl. 1. Gülünç kılığa sokmak, gülünç
qn: ...doğurmak (Accoucher d'un garçon, şekilde giydirmek. 2. (Sırmacılıkta) Haddenin
d'une fille, de jumeaux). 4. Accoucher de qch: deliğini düzeltmek. § S'accoutrer: 1. Giyinmek
mec. Yazmak, yaratmak, meydana getirmek (Elle s'accoutre toujours d'une manière
(Accoucher d'un roman, d'un livre). 5. gsz. argo. étonnante). 2. Rüküşçe giyinip süslenmek. 3.
Dilinin altındaki baklayı çıkarmak (Tu inventes S'accoutrer de ' qch; être accoutré de qch: Bir şey
des prétextes, accouche donc enfin: Bahaneler giymiş olmak, giymek (Il est grotesquement
uydurup duruyorsun, çtkar dilinin altındaki şu accoutré d'un habit trop court).
baklayı). § Accoucher d'un bon mot: Cevher accoutumance diş. 1. Alışkanlık; alışma (Après
yumurtlamak. Accoucher d'une souris: Doğura quelques semaines dans ce climat humide et chaud,
doğura bir fare doğurmak, umulanı vermemek il se produit une certaine accoutumance). 2.
(La montagne a accouché d'une souris: Dağ fare Accoutumance à qch: -e alışkanlık, alışma (Ily a
doğurdu). certainement une accoutumance au malheur.
accoucheur er. Doğum hekimi, kadındoğumcu. Accoutumance à un poison).
accoucheuse diş. Ebe. accoutumé, e s. 1. Alışık, alışkın. 2. Alışılan,
accoudement er. 1. Dirseklerine dayanma.2. Dirsek alışılmış, her günkü (Faire sa promenade
dirseğe gelme, accoutumée. J'ai pris mon chemin accoutumé). §
accouder (s') gsz. 1. Dirseklerine dayanmak. 2. Etre accoutumé à qch; à f. qch: Bir şeye, bir şey
Dirsek dirseğe gelmek. § S'accouder à qch, sur yapmaya alışmak, alışık olmak.§ A l'accoutumée:
qch: Bir yere, bir şeye dayanmak (S'accouder à la Alışıldığı gibi, her zamanki gibi, olageldiği gibi (II
fenêtre, sur une table. Elle s'accoude au parapet est passé à 8 heures comme à l'accoutumée).
pour regarder). accoutumer gçl. 1. Alıştırmak. 2. Accoutumerqnà
accoudoir er. Dirsek dayanağı, dirsek yastığı, qch; à f. qch: Birini bir şeye, bir şey yapmaya
dirseklik, kol (Les accoudoirs d'un fauteuil). alıştırmak (On ne l'a pas accoutumé à la discipline,
accouer gçl. Birbirinin kuyruğuna bağlamak à travailler. A ccoutumer un cheval à galoper sur le
(Accouer les chevaux). bon pied; Accoutumer les enfants à l'obéissance).
accouple diş. (Avcılıkta köpekleri çifter çifter 3. Avoir accoutumé de f. qch, être accoutumé de f.
bağlamakta kullanılan) Bağ, çifte tasma, qch : Bir şey yapmaya alışmış olmak (J'avais
accouplement er. 1. Bir araya getirme (Un étrange accoutumé d'aller, de faire. Ces terrers avaient
accouplement de mots). 2. Çiftleştirme; çiftleşme accoutumé de produire beaucoup. Des docteurs
(Les bêtes fauves qui se cachent dans leurs qui n'avaient pas accoutumé de se trouver en si
accouplements). grand nombre).4. Etre accoutumé à qch; à f. qch:
accoupler gçl. 1. Birbirine bağlamak, koşmak, eş Bir şeye, bir şey yapmaya alışmak (J'étais
etmek, eşleştirmek (Accoupler deux roues par accoutumé à ne plus fumer). § S'accoutumer: 1.
une bielle. Accoupler des générateurs électriques). Alışmak. 2. S'accoutumer à qch; à f. qch: Bir şeye
2. Bir araya getirmek, toplamak (Accoupler deux alışmak; bir şey yapmaya alışmak (Je me suis
mots, des idées disparates). 3. Çifte koşmak, accoutuméàlasolitude;ons'accoutumeàsepasser
bağlamak, koşmak (Accoupler les bœufs à la de Paris).
accouvage 33 accroissement
accouvage er. (Makine ile) Kuluçkacılık;kuluçkaya Çarpmak, çarpıp takılmak (Sa voiture a accroché
yatırma. mon pare-chocs). 5. ask. Tutmak, ilerlemesine
accouver gçl. 1. Kuluçkaya yatırmak. 2. gsz. engel olmak, ilerletmemek (Accrocherl'ennemi).
Kuluçkaya yatmak. § S'accouver: Kuluçka 6. Ele geçirmek, kapmak, elde etmek (Accrocher
olmak, gurk olmak, une bonne place). 7. Çarpışma zorunda
accréditer gçl. 1. Doğrulamak; doğru, inanılır bırakmak, çarpışmak (Accrocher une troupe). 8.
olduğunu belirtmek (Accréditer une nouvelle, un Accrocher qch contre qch: Bir şeyi -e çarpmak
bruit qui court. Les journaux ont accrédité la (Accrocher sa voiture contre le mur). 9. Accrocher
nouvelle d'une révolte militaire). 2. Saygınlık yada qn: a) Birini yolundan alıkoymak (J'ai été
güvenilirlik vermek. 3. Doğurmak, yol açmak accroché au sortir du bureau par un importun qui
(Des bruits trop répandus que la haine accrédite). m'a retenu une heure), b) Birinin dikkatini kendi
4. Güven belgesi vermek (Accréditer un üzerine çekmek (Le titre du journal accrochait les
ambassadeur auprès d'un chef d'Etat, auprès d'un passants). 10. Accrocher qch à qch: Bir şeyi -e
gouvernement). 5. Accréditer qn: Birine hesap asmak (Accrocher ses vêtements au porte-
açmak, kredi açmak (Accréditer un commerçant). manteau. Accrocher une toile à un mur. Accrocher
6. Etre accrédité auprès de qn: Birinin yanında son chapeau à un clou). 11. gsz. Takılıp kalmak
kredisi olmak, kendisine hesap açılmış olmak (La conférence a accroché sur un point délicat). §
(Etre accrédité auprès d'un banquier). § S'accrocher: 1. Takılıp kalmak, asılmak. 2.
S'accréditer: 1. Doğrulanmak, gitgide doğruluk, S'accrocher à qn: Birine asılmak, bir kimseye
gerçeklik kazanmak; yayılmak (Le bruit de sa askıntı olmak, birine tebelleş olmak (S'accrocher
démission s'accréditepeu à peu dans les couloirs de à une femme. Sa maîtresse ne l'aime plus, mais lui
l'Assemblée Nationale). 2. Saygınlık yada güven s'accroche à elle). 3. S'accrocher à qch: Bir şeye
kazanmak; sayılır, güvenilir olmak (Ils'accrédite sarılmak, asılmak, tutunmak (S'accrocher à un
de jour en jour). rocher, àsonpassé, à ses illusions. Il s'accrochait à
accréditeur er. Akreditif açtıran, akreditif amiri, l'espoir de la voir arriver par le train suivant). 4.
accréditif er. (Bir bankanın başka bir bankaya, biri S'accrocher avec qn: Biriyle takışmak, dalaşmak
için verdiği) Ödeme buyruğu, akreditif, (Il s'est accroché avec un de ses collègues). § Se
accroc er. 1. Yırtık (Faire un accroc à son pantalon: l'accrocher: hlk. Hava almak, üstüne bir bardak
Pantolonunu bir yere takıp yırtmak). 2. mec. Leke su içmek, bir şeyden yoksun kalmak (Tu peux te
(Un accroc à la vertu, à la réputation, à l'honneur). l'accrocher: Hava alırsın, sen bunun üstüne bir
3. Güçlük, pürüz (Jusqu'icinous n'avons euaucun bardak su iç).
accroc sérieux). 4. Takıntı (Les choses se passent accrocheur, euse s. l.Direngen, direnen, yılmayan
sans le moindre accroc). § Faire un accroc à qch: (C'est un garçon accrocheur qu'un échec ne
Gölge düşürmek, zarar vermek, leke sürmek décourage jamais). 2. er. Yapışkan, yakasına
(Faire un accroc à la liberté, à l'honneur). sarıldı mı bir türlü bırakmayan (C est un bon
accrochage er. 1. Asılma, asma; takılma, takma vendeur, c'est un accrocheur). 3. Takan, iliştiren,
(L'accrochage des toiles dans un musée. çarpan kişi. 4. i ve ad. İlgi çeken, dikkati zorla
L'accrochage d'un rideau). 2. Çarpma; çarpışma çeken, çekici (Une publicité accrocheuse). S. tkz.
(Accrochage entre deux véhicules). 3. Yakalama, İstediğini ustalıkla eİde eden, ele geçiren kişi,
yakalanma; enseleme, enselenme. 4. Çarpışma, tuttuğunu koparan,
vuruşma (llya un accrochage entre les gendarmes accroire gçl. 1. Faire accroire qch, laisser accroire
et les contrebandiers). S. hlk. Beklenmedik qch: (Olmayan bir şeye) İnandırmak, kandırmak,
zorluk, çaparız. 6. hlk. Kavga, ağız dalaşması (ila yutturmak (Il veut nous faire accroire que...). 2.
eu un accrochage avec sa concierge). Faire accroire qch à qn: Bir şeyi birine yutturmak.
accroche-cœur er. Zülüf. 3. En faire accroire à qn: Birini kandırmak,
olmayan bir şeye inandırmaya çalışmak;
accrochement er. Accrochage ile eş anlamda olup
yutturmak (Le récit de tes exploits est faux; tu
daha az kullanılır,
cherches à m'en faire accroire). 4. S'en faire
accroche-plat er. (Duvara asmak için) Tabak askısı.
accroire: Fasulye gibi kendini nimetten saymak;
accrocher gçl. 1. (Kanca, çengel, çivi gibi bir şeye)
kendini pek beğenmek, kendim dev aynasında
Asmak, takmak, iliştirmek (Accrocher un
görmek (Il s'en fait accroire).
tableau, ses vêtements, son chapeau). 2. Takmak,
accroissement er. 1. Artma, çoğalma
kaçırmak, yırtmak (Accrocher un bas). 3.
(L'accroissement de la production industrielle.
Takılarak çekmek, takılarak tutmak. 4.
accroître 34 accuser
fiyatı. Achat au comptant: Peşin satın aima; produit qui n'a pu trouver acheteur). 2. Bir kurum
parasını tıkır tıkır sayarak alma. Achat à crédit: yada mağaza için toptan mal almakla
Veresiye satın alma. Faire des achats: Ahş veriş görevlendirilmiş kişi (Les acheteurs d'un grand
yapmak; bir şeyler satın almak. Faire l'achat de magasin).
qch: Bir şeyi satın almak; bir şeyden satın almak. achevé, e s. 1. Tamamlanmış, bitmiş, eksiksiz,
ache diş. Sukerevizi. yetkin (Un modèle achevé). 2. Tam, sözcüğün tam
acheminement er. 1. Yol alma, ilerleme anlamıyla (Un fou achevé: Tam deli, zırdeli).
(L'acheminement vers le bonheur). 2. Gidip achèvement er. Tamamlama, tamamlanma;
gelme, t aşınma (L'acheminement des trains vers la bitirme, bitme, bitirilme (L'achèvement de
capitale a subi d'importants retards aujourd'hui). l'immeuble demandera encore six mois. La station
acheminer gçl. 1. Yola salmak, göndermek, yola, sera fermée jusqu'à l'achèvement des travaux).
çıkarmak, kaldırmak (On a acheminé rapidement achever gçl. 1. Tamamlamak, bitirmek, sona
ces médicaments par avion. Acheminer un train erdirmek, sonunu getirmek (Il est mort sans
supplémentaire). 2. Acheminer qch vers qch: -e avoir achevé son roman. Il acheva son discours
doğru götürmek, salmak, yürütmek (Acheminer au milieu des applaudissements. Ilachève ses jours
des troupes vers les points menacés). 3. Acheminer dans une maison de retraite). 2. Tüketmek,
à qch: -e götürmek, yol açmak; sonu -e varmak bitirmek, yıkmak (Ce deuil l'a achevé, il ne s'en
(La réforme de 1860 acheminait au régime relèvera pas). 3. (Birini) Öldürmek, işini
parlementaire). § S'acheminer: 1. Yol almak, bitirmek, temizlemek (Ils achèveront le grand
dolaşmak (Nous nous acheminons par des sentiers blessé, s'il alourdit l'avance d'une armée). 4.
creux). 2. S'acheminer vers qch: -e doğru gitmek, Achever def. qch: Bir şeyi yapmayı bitirmek, sona
yönelmek; -in yolunu tutmak (Il aUuma une erdirmek; sonu -meye varmak (Ses réprimandes
cigarette et s'achemina vers le petit bois). 3. achevèrent d'indisposer contre itti ses élèves. II a
S'acheminer à qch: Aşama aşama -e doğru vite achevé de manger).
ilerlemek (L'homme s'achemine à de sublimes achillée diş. bitb. Civanperçemi, binyaprakotu,
destinées). arapsaçi.
achetable s. Satın alınabilir, satın alınır; çarşıda acholie diş. hek. Safra salgısı yokluğu yada azlığı,
bulunur. achoppement er. Engel (Il y a là un grand
acheter gçl. 1. Satın almak (lia acheté un bon stylo). achoppement pour l'esprit). § Pierre
2. Elde etmek, ele geçirmek (Vous achetez bien d'achoppement: 1. Engel, çaparız (La question
cher votre tranquillité. Acheter sa liberté par de des tarifs agricoles a été pendant longtemps la
lourds sacrifices). 3. Acheterqn: a)( Askerlik için) pierre d'achoppement des négociations). 2. mec.
Bedel tutmak, b) Para ile satın almak; para ile Kişiyi ayartan, doğru yoldan çıkaran neden; ayak
birini elde etmek (Il acheta quelques sürçmesi (La rencontre de cette femme a été une
fonctionnaires subalternes). 4. Acheter qch à qn: pierre d'achoppement pour lui).
a) Birine bir şey satın almak (Acheter des jouets à achopper gsz. 1. Sürçmek, ayağını çarpmak. 2. mec.
un enfant), b) Birinden bir şey satın almak Başarısızlığa uğramak, takılıp kalmak (Les
(Acheter une robe à un grand magasin) S. Acheter négociations achoppèrent sur undifférend mineur.
qch pour qn: Birine, biri için bir şey almak (J'ai Il achoppe toujours sur les problèmes de
acheté ce tissu pour ma fille). § Acheter au géométrie). § S'achopper à qch: -e çarpmak,
comptant: Peşin para ile satın almak. Acheter à çatmak (S'achopper à une situation sans issue).
crédit: Veresiye, taksitle satın almak. Acheter en achromatique s. fiz. Renksemez,
gros: Toptan satın almak. Acheter cher: Pahalı achromatisme er. Renksemezlik.
almak. Acheter à bon marché: Ucuz almak, ucuza achromatopsie diş. Renk körlüğü,
almak. Acheter de seconde main: Elden düşme aciculaire s. 1. İğne şeklinde billurlaşan (Le faciès
almak, ikinci elden almak. Acheter chat en poche: aciculaire de certains silicates). 2. bitb. Sivri uçlu,
Kapalı gözle satın almak. Se laisser acheter: iğne gibi (Feuilles aciculaires).
Kendini para için satmak. § S'acheter: Satın acides. 1. Ekşi (Fruit encore vert et acide). 2. mec.
alınmak, para ile sağlanmak (Ce ne sont pas des İğneli, batıcı, dokunaklı (Despropos acides, des
choses qui s'achètent). 2. S'acheter qch: réflexions acides). 3 .er. kim. Asit(Acideacétique,
Kendisine ...satın almak (Je me suis acheté une nucléique).
cravate). acidifiable s. Asitleşebilir; asitleştirilebilir.
acheteur,eusead. 1 .Satın alan kişi,alıcı,müşterifUn acidification diş. Asitleşme; asitleştirme.
cidifler 37 acquérir
bağlanmak, bir şey hesabına kazanılmak, bir şeye diye (On n'en fit qu'une commémoration fort
katılmak, onu benimsemek (Vous pouvez légère et par manière d'acquit). Par acquit de
compter sur moi, je vous suis tout acquis. Il est conscience: 1. tçi rahat etsin diye, kendine düşeni
maintenant acquis à notre projet). § S'acquérir: 1. yapmış olmak için, bulunç ezinci çekmemek için,
Kazanılmak, elde edilmek. 2. S'acquérir qch: "vicdanı rahat etsin diye (Je pensais qu'il n'était
Kendine bir şeyi sağlamak, elde etmek, pasà Paris; par acquit de conscience j'ai téléphoné
kazanmak, edinmek (Ils'est acquis l'estime de ses chez lui). 2. Usul gereği. Pour acquit: (Hesapların
chefs. S'acquérir de solides amitiés). altına yazılır). Ödenmiştir,
acquêt er. huk. Evlendikten sonra edinilip mal acquit-à-caution er. Transit belgesi, geçiş belgesi,
ortaklığına giren mal. acquitable s. 1. Ödenebilir. 2. Aklanabilir, "ibra
acquiescement er. 1. Uyma, boyun eğme, katlanma edilebilir.
(Acquiescement à la volonté de Dieu: Tanrının • acquittement er. 1. Ödeme (L'acquittement d'une
buyruğuna boyun eğme. Acquiescement aux dette). 2. Bir hesabı kapatma, bir hesabın, bir
volontés de quelqu'un: Birinin isteklerine tam bir faturamn altına ödenmiştir diye yazma
katlanış). 2. Kabul, kabul etme, kabullenme, (L'acquittement d'une facture). 3. Aklama,
rıza, onama, razı olma (Elleprit notre silencepour temize çıkarma, beraat ettirme, "ibra
un acquiescement). 3. huk. Dâvada iddiayı kabul (L'acquittement des accusés fut accuelli par le
etme. § Donner son acquiescement à qch: Bir şeyi public avec une joie manifeste).
kabul etmek, bir şeye rıza göstermek, "muvafakat acquitter gçl. 1. Ödemek (Acquitter un impôt, une
etmek (Le ministre refusa de donner son dette). 2. Temizlemek, bir şeyin hesabını
acquiescement à l'augmentation des salaires). temizlemek (Acquitter ses impôts, une note
acquiescer gsz. 1. Uymak, boyun eğmek, d'hôtel, la facture d'électricité). 3. Bir hesabın
katlanmak, razı olmak, karşıdaki ile eş kanıda altına ödenmiştir diye yazmak (N'oubliez pas
olmak. (Il acquiesce d'un signe de tête). 2. d'acquitter la facture). 4. Acquitter qn: a) Birini
Acquiescer à qch: Bir şeye uymak, bir şeyi kabul aklamak, beraat ettirmek, temize çıkarmak (Le
etmek, bir şeye razı olmak, muvafakat etmek jury acquitta l'accusé), b) Birini borçtan
(J'acquiesce aux conditions énoncées dans votre kurtarmak. § S'acquitter: 1. Borcunu ödemek;
lettre). yapılan bir iyiliğe karşı olan borcunu, görevini
acquis er. 1. Bilgi, görgü, edinilmiş denemeler, ödemek (L'ingratitude vient peut-être de
edinti, "müktesebat (Avoir de l'acquis). 2. l'impossibilité où l'on est de s'acquitter). 2.
Kazanılmış mal, mal mülk. S'acquitter de qch: Bir şeyi ödeyip kurtulmak;
acquis, e s. 1. Sonradan kazanılmış, çalışarak elde yapmak, yerine getirmek (S'acquitter d'une dette.
edilmiş, "müktesep (Les qualités tant acquises S'acquitter d'un devoir, d'un engagement, d'une
que naturelles: Doğal olduğu kadar sonradan promesse. Je me suis acquitté de ma .promesse
kazanılmış iyi nitelikler). § Un droit acquis: envers vous). 3. S'acquitter envers qn: Birine olan
Kazanılmış hak, "müktesep hak. 2. Acquis à qn: borcundan kurtulmak; birine karşı borçsuz
Birisi için tanınmış, kabul edilmiş (Ce droit lui est duruma gelmek (Il n'a jamais pu s'acquitter envers
acquis). 3. Etre acquis à qch: Bir şeyden yana ses créanciers).
olmak (Il est acquis maintenant à notre projet). 4. acre diş. Elli iki ar kadar olan eski bir yer ölçü
Gerçekleşmiş, olmuş, bitmiş, kesin (Nous birimi.
pouvons considérer comme acquis ce premier âcre i. 1. (Biber yada hardal gibi) Acı, yakıcı (Une
point). saveur âcre. Fruits verts qui ont une saveur âcre). 2.
acquisitif, ive s. Kazandırıcı, edindirici. mec. Sert, dokunaklı, batıcı, acı (L'âcre frisson de
acquisition diş. 1. Edinme, kazanma, elde etme, l'amour-propre blessé. Il lui répliqua d'un ton
edinim, "iktisap (Acquisition d'une connaissance âcre).
profonde, d'un titre). 2. Satın aima (Faire âcrement bel. I. Acı bir halde. 2. Sertçe,
l'acquisition d'un terrain). 3. Elde etme, âcreté diş. 1. Acılık, yakıcılık (L'âcreté d'un fruit).
kandırarak ele geçirme, satın alma (L'acquisition 2. Sertlik (L'âcreté de ses propos. L'ironie, chez
des membres chez les Batraciens). 4. Edinilmiş Lesage, n'a aucune âcreté).
şeyler, edinti, "müktesebat. acridiens er. ç. hayb. Çekirgeler,
acquisivité diş. Bir şey edinme içgüdüsü. acrimonie diş. 1. Tat sertliği. 2. mec. Sertlik,
acquit er. 1. Alındı, "makbuz. 2. Aklama, "ibra. § aksilik, terslik (Exprimer ses griefs avec
Par manière d'acquit: Baştan savma, lâf olsun acrimonie. Il lui a parlé sans acrimonie de son
acrimonieux 39 actif
üzerinde, günah defterinde birçok saldırılar var. olmak (Des équipes sont déjà en action pour
Cet homme a plusieurs vols à son actif: Bu adamın réparer les voies endommagées de la ligne de
boynunda birçok hırsızlık var; bu adam birçok chemin de fer). Mettre qch en action: -i
hırsızlıktan sorumludur). gerçekleştirmek, uygulamak; eyleme
actinie diş. hayb. Denizısırganı denilen hayvan, dönüştürmek (Mettre ses projets en action).
denizgülü. actionnable s.huk. Dâva edilebilir,
actinique s. 1. Kimi cisimler üzerinde kimyasal etki actionnaire ad. Hissedar, esham sahibi, pay
yapan, kimyasal etkili (Les rayons ultraviolets belgitleri olan kişi (L'assemblée des actionnaires.
sont actiniques). 2. Işığa bağlı, güneş ışığından L'actionnaire qui touche un coupon).
ileri gelen (Dermatite actinique). actionnement er. İşleme, çalışma; işletme,
actinisme er. Kimyasal etkililik; kimyasal çalıştırma (L'actionnement d'une machine).
etkilenim. ' actionner gçl. 1. İşletmek, çalıştırmak (Actionner la
actinomètre er. Işınölçer, manivelle pour faire partir un moteur. Un
actinométrie diş. Işınölçümü. moulin à eau fournit le courant qui actionne les
actinomycose diş. (İnsan ve hayvanlarda) Mantar meules). 2. huk. Dâva etmek, mahkemeye
hastalığı. vermek (Actionner un escroc). 3. hlk. Harekete
actinothérapie diş. hek. Işın tedavisi, geçirmek, ay ağa kaldırmak (Je vais actionner tout
action diş. 1. Davranış, tutum, hareket (Les motifs le ministère).
de son action restent obscurs). 2. Iş, eylem (Un activation diş. 1. (Bir cismi ışınıma tâbi tutarak)
homme d'action. Commettre une bonne action, Fiziksel ve kimyasal gücünü, özelliklerini artırma
une mauvaise action). 3. Etki (L'action du remède (Activation du charbon). 2. biy. (Döllenmede)
se fait sentir). 4. Çalışma, etkinlik (Un parti Dişi eşeylik gözesinin canlanma dönemi. 3.
détermine son programme d'action, sa ligne Etkinleştirme; etkinleşme. Hareketlendirme;
d'action). 5. Hareket, eylem (Passer à l'action: hareketlenme (Vactivation des mouvements
Harekete geçmek. Se jeter dans l'action: Eyleme sociaux).
atılmak). 6. Savaşım, mücadele (L'action active diş. 1. Silah altında bulunan bütün subay ve
politique: Siyasal mücadele. Engager l'action: erler. 2. Muvazzaf hizmet (Soldat de l'active. Les
Savaşıma, mücadeleye girişmek). 7. Canlılık officiers d'activé).
(Cela manque d'action). 8. (Şiirde) Konu. 9. activement bel. Canla başla; eylemli olarak;
(Tiyatroda) Olay; olayın akışı, olayın gelişmesi, etkenlikle, etken olarak (Collaborer activement à
*dolantı (Une pièce où il n'y a pas d'action). 10. la modernisation du pays. Rechercher activement
huk. Dâva; kovuşturma (Intenter une action: une personne disparue. Mener activement les
Dâva açmak). 11. ask. Çarpışma. 12. ç. Hisse préparatifs d'une action militaire).
senedi, pay belgiti, esham (Acheter, vendre des activer gçl. 1. Hızlandırmak, canlandırmak
actions). 13. mec. ç. Saygınlık, itibar (Ses actions (Activer les travaux, les préparatifs). 2. Activer
baissent, ses actions augmentent). § Action qch: Bir şeyi daha da şiddetlendirmek (Le vent
alimentaire: Nafaka dâvası. Action civile: Hukuk activait l'incendie). 3. Activer gsz. yada
dâvası, kişisel hak dâvası. Action de grâce: Gönül S'activer: Elini çabuk tutmak, acele etmek,
borcu, şükran. Action en annulation: İptal dâvası. çabuk çabuk birşeyler yapmak, çabuk olmak
Action en bornage: Sınır tesbiti dâvası. Action en (Des ouvriers s'activaient ça et là. Allons, activez
constatation: Tesbit dâvası. Action en divorce: un peu, le train n'attend pas).
Boşanma dâvası. Action en dommages et intérêts: activeur er. Etkinleştirici.
Zarar ziyan dâvası. Action en évacuation: Tahliye activisme er. Etkincilik. Şiddet hareketlerinden
dâvası, boşaltma dâvası. Action en nullité: Butlan yana olma; aşınlıkçılık.
dâvası. Action en partage: Taksim dâvası. Action activiste 5. ad. Etkinci. Aşırılıktan, şiddet
en possession: Zilyetlik dâvası. Action en hareketlerinden yana olan kişi ; aşırılıkçı (Attentat
séparation de corps: Ayrılık dâvası, ayrılma commis par des activistes).
dâvası. Action négatoire: Müdahalenin men'i activité diş. 1. Çalışma (Activité physique,
dâvası. Action principale: Aslî dâva. Action intellectuelle). 2. Etkinlik (Se disperser dans de
publique: Kamu dâvası, "amme dâvası. Champ nombreuses activités. Sa sphère d'activité est très
d'action: Çalışma alanı. Sousl'action de: Etkisiyle étendue). 3. Çalışma dalı, alanı (Industrie qui
(Le mur s'est détérioré sous l'action de l'humidité). étend ses activités à l'étranger). 4. Davranış,
Etre en action: Çalışmakta olmak, iş başında hareket, (Contrôler l'activité d'un subordonné,
actrice 41 addition
d'une personne). § Faire preuve d'activité: adagio bel. İt. müz. Adacio.
Etkinlik göstermek. Etre en activité: İş üstünde adamantin, e s. Elmas gibi (Sert ve parlak),
olmak; görevini yapmakta olmak; işinde hâlâ adamique s. Adem'e özgü, Adem gibi (Innocence
çalışır olmak (Un employé encore en activité). adamique).
Maintenir qn en activité: Birini görevinde tutmak, adamisme er. Adem baba gibi yaşamadan yana
işinde çalıştırmak^Maintenir un officier en activité olanlann öğretisi ; evlilik kurumuna düşman olma
au-delà de la limite d'âge). Cesser toute activité: akımı; evliliğe karşılık,
Çalışmayı bırakmak; emekliye ayrılmak (Il a adaptabilité diş. Uyarlanabilirlik; uyma yeteneği,
cessé toute activité). uyarlanma yeteneği,
actrice diş. (Tiyatro ve sinemada) Kadın oyuncu, adaptable s. Uyarlanabilir (Une pièce adaptable).
actuaire er. Malî sorunlarda istatistiklere adaptateur, trices. vead. 1. Uyarlayıcı, uyarlamacı
dayanarak oranlama hesaplar çıkaran uzman. (Les scénaristes se font souvent les adaptateurs des
İstatistik hesap uzmanı, romans célèbres). 2. er. * Uyarlaç, "adaptör (Le
actualisation diş. 1. Güncelleştirme, günün olayı transformateur électrique est un adaptateur
haline getirme. 2. fels. Olabilir durumundan d'impédance).
olmuş durumuna geçirme (L'actualisation des adaptatif, ive s. Uyarlama yada uyarlanmaya
souvenirs). değgin; uyarlamayla ilgili, uyarlanmayla ilgili
actualiser gçl. 1. Güncelleştirmek, günün konusu (Les mécanismes adaptatifs qui nous protègent
yapmak, günün koşullarına uydurmak contre les microbes).
(Actualiser un problème). 2. fels. Olabilir adaptation diş. 1. Uyarlama; uyarlanma
durumundan olmuş durumuna geçirmek, (L'adaptation d'un roman à la scène). 2. Duruma
actualité diş. 1. Güncellik, tazelik, günün koşul ve uyma, uyarlanma (Il faut faire un effort
havasına uygunluk (L'actualité des problèmes d'adaptation). 3. Uydurma, uygun kılma
économiques. L'actualité d'une œuvre d'art). 2. (L'adaptation d'un plan de fabrication aux
Günün olayları, günün konulan (S'intéresser à nécessités économiques). § Faire l'adaptation de
l'actualité politique, sportive, universitaire, qch à qch: -e uyarlamak, -e uyarlamasını yapmak
médicale). 3. ç. Dünya olaylan; günün konularına (Il fera l'adaptation d'un roman pour le cinéma).
değgin kısa film (Actualités télévisées. Les adapter gf/. Adapter qch à qch: 1. Bir şeyi -e takmak
actualités passent en général avant le grand film). § (Adapter un robinet au tuyau d'arrivée d'eau.
Coller à l'actualité: (Bir kadını) Gölge gibi Adapter un nouveau carburateur à un moteur
izlemek, ardını bırakmamak, d'automobile). 2. Bir şeyi -e uydurmak (Adapter
actuel, le s. 1. Güncel, şimdiki, günlük (La mode la musique aux paroles. Adapter sa conduite aux
actuelle impose des couleurs vives). 2. Günün circonstances, ses désirs à la réalité). 3. Bir şeyi
havasına uyan (Le sujet très actuel de son roman). -e uyarlamak (Adapter un roman au cinéma). §
3. fels. Edimsel, edimli, "fiilî, S'adapter à qch: 1. -e iyice oturmak, geçmek,
actuellement bel. 1. Şimdiki halde, şimdilik, bugün takılmak, yerleşmek (Le tuyau s'adapte bien au
için (Le temps est actuellement très froid). 2. fels. robinet). 2. -e uymak, alışmak, uyarlanmak,
Edimsel olarak, edimli olarak "fiilen, "intibak etmek (S'adapter à un climat, aux
acuité diş. 1.Sivrilik, yoğunluk, son noktasında oluş circonstances).
(L'acuité d'une douleur, l'acuité d'une crise adapteur er. *Uyarlaç, "adaptör (Adapteur de
politique). 2. İncelik (L'acuité d'un son). 3. phase)
Keskinlik (L'acuité du regard. Une bonne acuité ' addenda er. Bir yapıta katılan ek; yapıtın sonuna
visuelle). eklenen notlar,
acuminé, e s. bitb. Ucu sivri, additif, ive s. 1. Katılacak, eklenecek (Terme
acupuncteur, acuponcteur er. Akupunktur uzmanı, additif, segments additifs). 2. er. Katma, katılacak
akupunkturcu. şey, ek, "ilâve (Ona voté un additif au budget. Je
acuponcture, acupuncture diş. İğne batırma proposerai un simple additif à votre article). §
tedavisi, sayn organlara çeşitli iğneler batırma Additif alimentaire: (Dayanmayı ve pazar
yoluyla: tedavi, akupunktur (L'acuponcture çekiciliğini sağlamak üzere bir gıda maddesine
chinoise). konan) Katkı maddesi .
acutangles. Dar açılı (Triangle acutangle). additioa diş. 1. Katma, ekleme, "ilâve etme
adage er. (Atalar sözü niteliğinde) Eski söz; büyük (Addition de quelques lignes à un texte. Addition
sözü. d'un sirop à une eau minérale). 2. mat. Toplama
additionnel 42 adirer
(Faire une addition, vérifier une addition). 3. (Carte d'adhérent, les adhérents d'une doctrine).
(Lokanta, kahve, otel gibi yerlerde) Hesap adhérer gsz. 1. Yapışık olmak, yapışmak, iyi
(Demander l'addition au garçon. Payer, régler tutmak (La nouvelle suspension permet à cette
une addition au bureau de l'hôtel). voiture d'adhérer mieux dans les virages). 2.
additionnel, le s. Katılmış, eklenmiş, katma, ek Adhérer à qch: a) -e yapışmak (Le papier gomme
(Assemblée qui vote un article additionnel). adhérait à ses doigts. La viande, mise àfeu trop vif,
additionner gçl. 1. Toplamak (Additionner deux adhérait au fond de la poêle), h) -den yana olmak ;
nombres). 2. Additionner qch de qch: Bir şeyin -e katılmak, -i benimsemek (Adhérerà une idée, à
içine... katmak (Les anciens additionnaient une doctrine, à un idéal). 3. -e girmek, katılmak,
toujours d'eau le vin). 3. Additionner qch à qch: üye yazılmak (Adhérer à un parti, à une
Bir şeyi -e eklemek, katmak, ilâve etmek association). 4. mec. Tam uymak, uygun gelmek,
(Additionner des produits chimiques aux tam gelmek.
aliments). § S'additionner: Birbirine eklenmek, adhésif, ive s. 1. Yapışıcı (Ruban adhésif;
bir araya gelmek, birbirinin üstüne gelmek Pansement adhésif). 2. Katılma ile ilgili, girmeye
(Toutes ces complications s'additionnent pour değgin (Formules adhésives à un pacte). 3. er.
rendre la situation inextricable). Yapıştırıcı (Mettre un adhésif surla coupure d'un
adducteurs, veer. 1. anat. Yaklaştıncı; yaklaştırıcı doigt).
kas (Muscle adducteur. L'adducteur du gros adhésion diş. 1. Yapışıklık. 2. Katılma, girme
orteil). 2. er. (Kaynaktan depoya) Su yolu. (Adhésion à un parti, à un pacte). 3. Benimseme,
adduction diş. 1. (Kaslar için) Yaklaştırma işlevi. 2. onama, kabul, "tasvip (Ses idées ont recueilli une
(Bir yerden bir yere su yada başka sıvıları) large adhésion auprès de -l'opinion publique). §
Getirme, akıtma, °sevketme (Adduction d'eau, Donner son adhésion à qch: -i benimsemek, kabul
de gaz, de pétrole). etmek ( Donner son adhésion à un projet). Refuser
adénite diş. hek. Bez yangısı, bezeme, "adenit, son adhésion à qch: -e katılmayı reddetmek,
adénoïde s. hek. Bezimsi (Végétations adénoïdes: girmemek, benimsememek,
Boğaz etleri). ad hoc s. Lat. Uygun, gerekli, ilgili, özel (Cela est
adénome er. hek. Bez uru. contre le règlement, ilfaut un ordre ad hoc. Oncréa
adénopathie diş. hek. Adenopati. une commission ad hoc pour régler ce différend).
adent er. (Doğramacılıkta) Geçme ek. adiabatiques.//z. Isıiletmeyen, *ısıgeçirmez;ısısız.
adenter gçl. (Doğramacılıkta) Geçme ile eklemek, adiabatisme er.fiz. "Isıgeçirmezlik, ısıiletmezlik.
geçme ekler takıp eklemek, adiante er. bitb. Baldinkara.
adepte ad. 1. Bir inancı, bir mesleği, bir akımı tutan; adiaphane s. Işıkgeçirmez.
-den yana olan, yandaş (Les adeptes d'un parti, adieu Uni. 1. Elveda! Allahaısmarladık. Hoşça kal,
d'une religion, d'un courant littéraire). 2. (Gizli kal sağlıcakla, hadi eyvallah. 2. er. Ayrılık
tutulan bir meslekten) El almış; uygulamaya esenleşmesi, "veda. § Faire ses adieux à: -e veda
izinli, yaymaya izinli; "tilmiz, etmek (Faire ses adieux à la famille avant de
adéquat, e s. 1. Tam, eksiksiz, tam gereken, uygun partir). Dire adieu à qn: Birinden izin isteyip
(C'est l'expression adéquate, la réponse adéquate. gitmek, yanından ayrılmak, -e hoşça kal demek.
Nous avons trouvé l'endroit adéquat). 2. Adéquat Dire adieu à qch: -i artık bırakmak, -den
à qch: -e uygun (L'expression ne paraît pas vazgeçmek; -i arkada, geçmişte bırakmak (Dire
adéquate à la situation). adieu à la vie de bohème). Adieu paniers
adéquatement bel. Gerektiği gibi, uygun şekilde, vendanges sont faites: Atı alan üsküdan geçti; iş
tam yerinde, işten geçti, artık çok geç.
adéquation diş. Denklik, tam uygunluk, à-dieu-va ünl. Evvel Allah, tanrının izniyle!
adhérence diş. 1. Yapışıldık, yapışma, sıkı sıkıya N'olacaksa olsun, nerden inceyse ordan kopsun!
değme (Adhérence du timbre à l'enveloppe. adipeux, euse s. Hayvan yağı niteliğinde olan;
Adhérence des pneus au sol). 2. mec. Bağlılık içyağımsı, içi yağ doluymuş gibi, yağlı (Un visage
(Deux âmes déliées de toutes adhérences adipeux et plat. Tissu adipeux).
humaines). 3. hek. Yapışma, "iltisak (Adhérence adiposité diş. Yağlılık; yağ bağlama,
pleurale). adipsie diş. hek. *Susamazlık; susama duygusunun
adhérent,e s. 1. Yapışık (Matière adhérente à la azalması yada tümden yitimi,
peau). 2. ad. (Bir partiye, bir kuruma yada bir adirer gçl. huk. (Eskimiştir) Yitirmek (Un titre
öğretiye) Katılmış, girmiş kişi, üye, "mensup adiré).
adjacent 43 administration
adjacent, es. 1. Bitişik; komşu (Angles adjacents: meilleurs élèves). § Adjuger au plus offrant: En
Komşu açılar). 2. Adjacent à: -e bitişik, çok verenin üstünde bırakmak § S'adjuger qch:
adjectif, ive s. 1. Sıfat niteliğinde olan (Locution Bir şeyi kendine ayırmak, zaptetmek, bir şeye
adjective). 2. er. Sıfat, konmak (Comme toujours il s'est adjugé la
adjectivement bel. Sıfat yerine, sıfat olarak, sıfat meilleure part).
gibi. adjuration diş. 1. Ant verme. 2. Yalvarıp yakarma
adjectiver gçl. Sıfatlaştırmak, sıfat olarak (Il s'entêtait, malgré les adjurations de sa famille).
kullanmak. adjurer gçl. 1. Ant vermek, ant içmek (Je vous
adjoindregç/. 1. Katmak, yanına vermek, koşmak. adjure au nom de la patrie: Yurdun başı için. ,.)2.
2. Adjoindre qch à qch: Bir şeyi -e katmak, Adjurer qn de f.qch: Birinden -meşini dilemek,
eklemek, vermek (Les anciens adjoignaient rica etmek (On adjura le ministre de recevoir la
souvent un surnom à leur nom patronymique. délégation. Je t'adjure de ne pas exposer ta vie dans
Adjoindre un réservoir spécial à une voiture de une aventure aussi risquée).
course). 3. Adjoindre qn à qn: Birini birine adjuteur er. Yardımcı.
yardımcı vermek; yardım etsin diye göndermek adjuvant er. 1. Yardımcı, destekleyici ilaç. 2. mec.
(On lui a adjoint une secrétaire pour assurer le Canlandırıcı. 3. Katkı maddesi (Les adjuvants du
courrier. Il leur a adjoint un bataillon en garde béton).
soldé). § S'adjoindre qn: Birini kendine yardımcı ad libitum Lat. bel. İsteğe bağlı, keyfe kalmış,
almak (Je me suis adjoint un collaborateur pour admettre gçl. 1. Kabul etmek (J'admets vos excuses,
achever ce travail). vos raisons). 2. Sanmak, farzetmek, tut ki -mek
adjoint, es. ve ad. 1. Yardımcı (Directeur adjoint. (Admettons que vous ayez réussi à votre examen,
Les adjoints administratifs). 2. Adjoint à qn: tous les problèmes n'étaient pas pour cela résolus).
Birine yardımcı; birinin yardımcısı (Adjoints au 3. El vermek; -e gelmek; götürmek, kaldırmak
maire). (Ce poème admet plusieurs interprétations. Il
adjonction diş. Katma, ekleme; katılma, eklenme n'admet pas la discussion. Cette affaire n'admet
(L'architecte décida l'adjonction d'un garage à la aucun retard). 4. Kabul etmek, almak (Admettre
maison. Le parti a décidé l'adjonction de deux quelqu'un à sa table, à un examen, dans sa
nouveaux membres au comité directeur. Faire familiarité, dans une société). 5. Admettre qn à f.
quelques petites adjonctions à un texte). qch: Birinin -meşine izin vermek; -sini kabul
adjudant er. 1. Komutan yardımcısı subay yada etmek (Admettre quelqu'un à siéger). § En
erbaş. 2. Fransız ordusunda başçavuştan yüksek admettant que: Tut ki... dir; sayalım ki... dir (En
erbaş. 3. tkz. Höthötçü, mızmız ve buyurgan. admettant que cela soit vrai...).
adjudicataire ad. 1. Üstenci, "müteahhit. 2. (Bir adminicule er. 1. Yardımcı araç. 2. Yardımcı belge,
açık artırmada) Üstüne kalan kimse, üstlenen; yardıma tanıt,
ihaleyi kazanan; açık artırmada mal alan. administrateur, trice ad. Yönetici, yönetmen,
adjudicateur, trice ad. Artırma eksiltme memuru. "idareci (Les administrateurs de la Sécurité
Açık artırmayı yapan, Sociale, de la Comédie Française).
adjudication diş. 1. (Satışta) Artırma usulü; (Satın administratif,ive s. Yönetime değgin, yönetimle
almada) eksiltme usulü. 2. Artırma ya da eksiltme ilgili, yönetimsel, "idarî (Directeur adminisratif.
usulü ile birine bir şey verme; üsterme, °ihale. § La division administrative d'un pays). § Prendre
Adjudication à la surenchère, aux enchères: des mesures administratives: Yönetim önlemleri
Artırmalı üsterme. Açık artırma. Adjudicationau almak, "idarî tedbirler almak,
rabais: Eksiltmeli üsterme. Açık eksiltme. administration diş. 1. Yönetim, "idare
Adjudication de qch à qn: Bir şeyi birine üsterme, (L'administration d'un pays. L'administration
ihale etme (Adjudication des travaux de voirie à un des départements est confiée aux préfets). 2. hek.
entrepreneur). Mettre qch en adjudication: -i Verme, zerk etme; verilme, zerk edilme
üstermeye çıkarmak, üstermek, "ihaleye (L'administration de médicaments rte semble pas
koymak. indiquée dans le présent cas). 3. Aşketme, vurma ;
adjuger gçl. 1. Üstüne bırakmak, üstermek, ihale aşkedilme, vurulma (Administration d'une paire
etmek. Açık artırmayla vermek. 2. Adjuger qch à de gifles, d'une fessée à un enfant). §
qn: a) Bir şeyi birine üstermek, ihale etmek (On a Conseil d'administration: Yönetim kurulu.
adjugé les meubles au plus offrant), b) Bir şeyi Entrer dans l'administration: Yöneticiliğe
birine vermek (Adjuger une récompense aux girmek, yöneticilik yaşamına atılmak.
administrativement 44 adoptif
administrativement bel. Yönetime göre, yönetim edilebilir, -i elde edebilir, yapabilir (Tous les
yoluyla, yönetimce (Il est interné citoyens sont également admissibles à toutes
administrativement. Il est chargé dignités, places et emplois publics). 3. ad.
administrativement de veiller à la bonne exécution Kazanmış, başarı göstermiş, kazanan (Liste des
des travaux). admissibles).
administrée s. ve ad. Yönetilen, yurttaş (Chers admission diş. Kabul, kabul edilme, alınma (J'ai
administrés: Sayın yurttaşlar!. Le maire annonça à envoyé au président du club ma demande
ses administrés que les travaux pour l'adduction d'admission).
d'eau commencerait prochainement). admonestation diş. Azar; azarlama, paylama
administrer gçl. 1. Yönetmek (Administrer un (L'admonestation d'un policier à un prisonnier).
département, une grande entreprise, les biens d'un admonester gçl. Azarlamak, paylamak
mineur). 2. Yapmak, yerine getirmek (Le prêtre • (Admonester publiquement un élève pour ses
qui administrait le baptême à Clovis). 3. retards injustifiés. Le juge s'est contenté
Administrer qch à qn: a) hek. Vermek, zerk d'admonester le prévenu).
etmek (Administrer un remède à un malade), b) admonition diş. 1. Dikkat çekme, uyarma, "ihtar. 2.
Vurmak, yerleştirmek aşketmek (Administrer Azar, zılgıt.
une gifle, une fessée à un enfant). adolescence diş. Yeniyetmelik (L'âge
admirable s. Hayran olunacak, hayranlığa değer; d'adolescence).
çok güzel (Paysage admirable). adolescent, e ad. Yeniyetme (Film interdit aux
admirablement bel. Hayran olunacak şekilde; son adolescents).
derece, çok (Elle est admirablement belle). adonc, adoncques, adonques bel. 1. O sırada. 2.
admirateur,trice s. ve ad. Hayran (Il pose sur elle Öyle ise.
un regard admirateur. Elle décourageait les adonis er. 1. Fidan gibi delikanlı, tığ gibi delikanlı,
admirateurs qui s'empressaient autour d'elle. 2. Güzel bir tür gündüz kelebeği. 3. diş. Parlak
C'est une de vos admiratrices). kırmızı çiçekli bir bitki, kançiçeği.
admiratif,ive s. 1. Hayran kalmış, hayranlık içinde adoniser(s')gsz. Süslenmek, fiyakalı giyinmek (Un
(Les touristes s'arrêtaient, admiratifs). 2. homme qui se mire et qui s'adonise).
Hayranlık dolu (Un regard admiratif). adonner (s') gsz. 1. Kendini vermek, bağlamak. 2.
admiration diş. Hayranlık (Il poussa un long S'adonner à qch: Kendini -e vermek (S'adonnera
sifflement d'admiration). § Avoir, éprouver une l'étude, au travail, à la boisson).
(de 1') admiration pour qn, qch: Birine, bir şeye adoptable s. I. Evlât edinilebilir. 2. Kabul
karşı hayranlığı olmak, hayranlık duymak. Etre edilebilir.
en admiration: Hayranlık içinde olmak, hayran adoptant, e ad. Evlât edinen, evlâtlık alan.
kalmak (Il était en admiration devant ce tableau. adopté, e s. 1. Evlât edinilen; evlâtlık. 2. Kabul
Elle est en admiration devant son gosse). Exciter, edilen.
soulever l'admiration: Hayranlık uyandırmak. adopter gçl. 1. Adopter qn: Birini evlât edinmek,
Faire l'admiration de qn: -i hayran bırakmak (Son gömleğinden geçirmek (Ils ont adopté un enfant
courage fait l'admiration de tout le monde). de l'Assistance publique). 2. Adopter qch: Bir şeyi
admirativement bel. Hayranlıkla, hayran hayran, kabul etmek, benimsemek (Adopter une religion,
admirer gçl. 1. Hayran olmak, hayranlıkla une idée).i. Takınmak, almak (Pour me parler, il
seyretmek (J'admire votre courage. Admirer le adopte un ton qui ne lui est pas habituel. Adopter
portail d'une cathédrale). 2. Admirer que...: des mesures exceptionnelles pour faire face à une
-diğine şaşmak (J'admire que vous restiez crise économique). 4. Oyla kabul etmek,
impassible devant tant de sottises). 3. Admirer qn onaylamak (L'Assemblée a adopté le projet de loi.
de f. qch: Birinin -sine hayran olmak; -sini çok Adopter une motion à mains levées).
beğenmek (J'admire cet homme de pouvoir adoptif,ive s. 1. Evlâtlığa yada analığa, babalığa
travailler si sérieusement). kabul edilmiş, *edinik (Enfant adoptif, père
admissibilité diş. Kabul edilebilirlik, kabul adoptif, fils adoptif, fille adoptive). 2. mec. İkinci
(L'admissibilité aux emplois, à la fonction sırada gelen, asıl gibi, seçilerek benimsenmiş (La
publique. Liste d'admissibilité). France est sa patrie adoptive: Fransa onun için
admissibles. 1. Kabul edilebilir, akıl alır, usa yatkın ikinci bir yurttur). 3. (Birini) Evlâtlık edinen (Cet
(Une proposition admissible. Ce n'est pas enfant passe ses vacances dans sa famille
admissible). 2, Admissible à qch: -e kabul adoptive).
adoption 45 adresser
mariage à tous ses amis). 4. Baş vurdurmak (Son saison passe sans pluie). Advienne que pourra!:
médecin habituel adressa le malade à un Ne olursa olsun, sonu neye varırsa varsın!
spécialiste). § Adresser la parole à qn: Biriyle adventice s. 1. Dıştan gelen, "arızî (Elle avait
konuşmak (Personne ne lui adresse la parole). § encombré sa vie de maintes préoccupations
S'adresser à qn: 1. Hitap etmek, seslenmek; adventices). 2. fels. Doğuştan olmayan. 3. biy.
ilgilendirmek (C'est à vous que ce discours Ortama yabancı; yeni bir ortama yeni getirilip
s'adresse. Ce livre s'adresse au grand public). 2. sokulmuş.
Başvurmak, müracaat etmek (Je ne peux pas vous adventif,ive s. Aynı nitelikte organların
renseigner, adressez-vous à la concierge). bulunmadığı noktada biten, ek (Bourgeons
adroit,e s. 1. Usta, becerikli, eli uz (Un enfant très adventifs, racines adventives).
adroit de ses mains). 2. Ustaca, çok ince, esnek adverbe er. dilb. Belirteç, zarf (Adverbe de temps,
(Mener une politique adroite). 3. Adroit à, en qch: adverbe de manière).
-de usta, becerikli (Une femme adroite en couture, adverbial,e s. dilb. Belirteç niteliğinde, zarf
un homme adroit au billard). § Etre adroit à f.qch: niteliğinde (Emploi adverbial d'un adjectif).
-mekte çok usta olmak, eşi benzeri bulunmamak adverbialement bel. dilb. Belirteç olarak, zarf
(Il est adroit à ourdir des manigances). olarak (L'adjectif "haut" est employé
adroitement bel. Uzlukla, ustalıkla, ustaca, adverbialement dans la phrase "Ilparle haut").
adsorbant er. *Yüzergen. adversaire ad. 1. Hasım (Cet ami de la veille est
adsorber gçl. *Yüzermek. devenu un adversaire acharné). 2. Karşı
adsorption diş.kim. *Yüzerme. düşüncede olan, aykırı düşüncede olan, 'karşıtçı,
adulateur, trice s. ve ad. Dalkavuk, pohpohlayıcı, "muhalif (Les adversaires du matérialisme).
pohpohcu (Les louanges de ses adulateurs lui adversatif,ive s. dilb. Karşıtlık belirten, itiraz
avaient tourné la tète). anlamı taşıyan (Conjonctions adversatives).
adulation diş. Dalkavukluk, pohpohçuluk, adverses. 1. Birbirine hasım, muhasım (Les forces
pohpohlama (Il se comportait sans bassesse ni adverses sont restées sur leurs positions). 2. Karşı;
adulation à l'égard de ses chefs). karşı tarafa değgin (La partie adverse: Karşı taraf.
aduler gçl. Birine dalkavukluk etmek, birini L'avocat adverse: Karşı tarafın avukatı). 3. Ters,
pohpohlamak, övgüye boğmak (Vous adulez aykırı (Fortune adverse: Ters talih).
bassement le souverain pendant sa vie). adversité diş. 1. Ters talih, talih tersliği, kara baht,
adulte s. ve ad. Yetişkin, ergin ( Cours du soir pour alnın kara yazısı (Il s'était raidi contre l'adversité).
adultes). 2. mec. Kara gün, felâket (Il est possible d'être
adultérateur, trice ad. Başka şeyler katarak bir şeyi homme même dans l'adversité).
bozan kişi, karıştırmacı. aède er. (Eski yunanlılarda) Ozan (Homère a été le
adultération diş. Başka şeyler katarak bir şeyi plus grand et le dernier des aèdes).
bozma, karıştırma, soysuzlaştırma, aérage er. (Yeraltı geçeneklerinde) Temiz hava
adultère er. 1. Eşlerden birinin öbürünü başkasıyla dolaşması, havalanma; havalandırma (L'aérage
aldatması, eş aldatma, zina (La femme pourra ne se faisait pas au fond de cette voie).
demander le divorce pour cause d'adultère de son aérateur er. Havalandırıcı, esimlik; havalandırma
mari). 2 .s. vead. Eş aldatıcı,eş aldatmaya değgin, aygıtı.
"zinaya değgin; yasa dışı, yasak (Une femme aération diş. Havalandırma; havalanma (Conduit
adultère. Des désirs adultères). d'aération).
adultérer gçl. Bozmak, soysuzlaştırmak (Beau/éde aéré,es. 1. Havalandırılmış ( Une chambre aérée). 2.
ce visage que rien ne vient adultérer). Havadar (Un bureau bien aéré; On étouffe, la salle
adultérin,e s. Evlilik dışı doğmuş, zina ürünü à manger est heureusement très aérée). 3. Hava
(Enfant adultérin). geçirir, dokuması seyrek (Une étoffe aérée; Nylon
aduste s. Güneşten yanmış, aéré).
ad valorem bel. Lat. Değerine göre. aérer gçl. 1. Havalandırmak (Aérer une chemise.
advenir gsz. 1. (Ancak mastar halinde, bir de Aérer un lit en retournant un matelas). 2.
üçüncü şahısta kullanılır) Olmak, başa gelmek Yoğunluğunu, ağırlığını azaltmak, biraz
(On a vu ce qu'il est advenu du régime après sa hafifletmek (Vous auriez dû aérer un peu votre
mort). 2. Advenir de qch:-den doğmak, ortaya exposé). § S'aérer: Kafasını dinlendirmek, hava
çıkmak(Quepeut-il advenird'unpareil [>rojet?)§l\ almak (Il est allé s'aérer à la campagne pendant les
advient que... : -dığı olur (Il advient que toute une vacances de Pâques).
aérien 47 affainéantir
aérien,ne s. 1. Havadan yapılmış (Les anges aérotechnique diş. 1. Hava yolculuğu tekniği. 2. s.
prennent un corps aérien). 2. Hava gibi, hafif (Une Hava yolculuğu tekniğine değgin,
musique d'une grâce aérienne). 3. Havada aérothérapie diş. hek. Hava tedavisi, hava ile
yaşayan (Le peuple aérien: Kuşlar). 4. Havada, tedavi.
açıkta kalan; hava ile beslenen (Racines affabilité diş. Gönül okşayıcıhk, naziklik, incelik,
aériennes). S. Havacılığa değgin, havacılıkla ilgili tatlı dillilik (Recevoir des invités avec affabilité.
(Lignes aériennes, forces aériennes. Base Témoigner de l'affabilité à l'égard de ses amis).
aérienne, attaque aérienne). 6. Hava yoluyla affable s. Gönül okşayıcı, nazik, tath dilli
yapılan, havada olan (Transport aérien. Circuit (Répondre d'un ton affable. Se montrer affable
aérien). 7. Hava ile ilgili, göklere değgin (Violer avec des visiteurs). § Etre affable avec qn: -e karşı
l'espace aérien d'un pays). kibar davranmak (Le ministre a été affable avec
aérifêres. Hava veren, hava geçiren (Tubeaérifère, nous).
conduits aérifêres). affablement bel. Gönül okşayarak, nazikçe, tath
aérification diş. Gazlaşma; gazlaştırma, dille.
aérifïergç/. Gazlaştırmak, affabulation diş. 1. (Bir öyküden çıkarılan) Öğüt
aériforme s. Hava gibi, havamsı. payı, "kıssadan hisse. 2. Bir öykü, roman yada
aérobies, ve er. Havalı yerde üreyen (Le bacille du oyundaki olguların düzeni. 3. ruhb. Uydurmaca;
charbon est un aérobie). uydurmacılık,
aérodrome er. Havaalanı, uçakalam. affabuler gçl. 1. Kurmak, düzenlemek (Affabuler
aérodynamique diş. 1. Hava hız ve basıncının une intrigue). 2. gsz. Uydurmak, uydurmacılık
etkilerini inceleyen bilim; hava etkilçri bilimi, yapmak, kendi kendine masallar uydurmak,
aerodinamik. 2. s. Bu bilime değgin, aerodinamik affadir gçl. 1. Tatsızlaştırmak, tadını bozmak,
(Laboratoire, soufflerie aérodynamique). 3. yavanlaştırmak (Affadir un mets, un style, une
Aerodinamik kurallarına uygun (Profil couleur). 2. Bunaltmak, içini bulandırmak (Un
aérodynamique). 4. Hava direncine en az été orageux sévit, affadissant toutes les volontés).
uğrayacak biçimde yapılmış, havayener (Frein 3. mec. Bıktırmak. § S'affadir: Tatsızlaşmak,
aérodynamique). tadını yitirmek, bozulmak (Une sauce qui s'est
aérographe er. Boya tabancası. affadie. Ces critiques se sont affadies avec le
aérolit(h)e er. Havataşı. temps).
aéromètre er. fiz. Havaölçer. affadissement er. 1. Tatsızlaşma, tatsızlaştırma
aéromoteur er. Hava ile işleyen motor, (L'affadissement d'une sauce). 2. Bıkkınlık
havamotoru. verme, tadını kaçırma; yavanlık, tatsız tuzsuzluk
aéronaute er. Balon güdümcüsü, balon pilotu, (L'affadissement de la tragédie classique).
aéronautique s. 1. Balonculuk yada uçakçılığa affaiblir gçl. 1. Güçsüzleştirmek, zayıflatmak,
değgin, havacılıkla ilgili (Constructions anklaştırmak, < zayıf düşürmek (Affaiblir
aéronautiques, une usine aéronautique). 2. diş. quelqu'un. La fièvre a affaibli le malade). 2.
Havacılık (Ecole Nationale Supérieure de Azaltmak, zayıflatmak (Les crises continuelles
l'Aéronautique). affaiblissent l'autorité de l'Etat). 3. Hafifletmek,
aéronef er. Havagemisi. sertliğini biraz gidermek (Il a dû affaiblir certains
aérophagie diş. hek. Hava yutma, "havayutum. traits). § S'affaiblir: Zayıflamak, güçsüz düşmek,
aéroplane er. Uçak. yoğunluğu azalmak (Un parti qui s'affaiblit de jour
aéroport er. Havalimanı. Bir kentin hava ulaşımııfı en jour. L'intérêt que je lui porte s'est affaibli).
sağlayan kuruluşların topu. affaiblissante s. Arıklaştırıcı, zayıflatıcı (Régime
aéroporté,e s. Hava taşıtlarıyla taşınan, havadan affaiblissant).
taşınan (Troupes, divisions aéroportées). affaiblissement er. Arıklaşma, arıklaştırma;
aéroportergf/. Havadan taşımak. Uçak, helikopter zayıflama, zayıflatma; yumuşatma, yumuşama;
vb. ile nakletmek, zayıflık, güçsüzlük (Affaiblissement des forces, de
aérostat er. Balon, la santé. L'affaiblissement de l'autorité
aérostation diş. Balonculuk. gouvernementale).
aérostatique s. 1. Balonla, balonculukla ilgili. 2. diş. affainéantir gçl. Tembelleştirmek, avareleştirmek.
Durgun hava ve gazlarla ilgili denge kuramı, § S'affainéantir: Tembelleşmek, avareleşmek
"aerostatik. (Les grandes passions sont cause que l'on
aérostierer. Balon tayfası, baloncu. s'affainéantit).
affaire 48 affecter
affaire 1. İş (J'ai à régler une affaire urgente). 2. affaissement er. 1. Çökme (Affaissement de terrain,
Şey (C'est l'affaire de quelques heures). 3. Dâva d'une voie ferrée). 2. Manevî bakımdan çökme,
(L'affaire viendra devant le tribunal à la prochaine azalma (On s'inquiéta de cet affaissement
session. L'affaire Dreyfus). 4. (Silahla) progressif de son intelligence).
Çarpışma, savaş (L'affaire d'Algérie). 5. Sorun, affaisser gçl. Göçürtmek, çökertmek, çöktürmek
"mesele (C'est affaire de goût). 6. Düello (Nous (Les fortes pluies de ces jours ont affaissé la route).
vidons sur le pré l'affaire sans témoins). 7. Sıkıntı, S S'affaisser: 1. Çökmek, bel vermek (Le sol s'est
başa açılan iş, baş belâsı (C'est toute une affaire). affaissé. Le plancher s'est légèrement affaissé). 2.
8. Girişim, ticaret, teşebbüs (Lancer, gérer une Çökmek, yığılıp kalmak (Ilperdit connaissance et
affaire). 9. Eşya (Cet enfant perd toujours ses s'affaissa sur le trottoir). 3 .mec. Zayıflamak, zayıf
affaires). 10. Ticaret, alışveriş, iş (Un homme düşmek, gücünü yitirmek (Mon âme s'affaisse de
d'affaires). 11. Maddi durum (Mettre de l'ordre jour en jour).
dans ses affaires. Etre bien, mal dans ses affaires). affaler gçl. den. İndirmek, aşağıya almak, çekerek
12. İşler, genel durum (Où en sont les affaires?). § suya indirmek (Affaler un cordage, un chalut). §
Avoir affaire à qn: Biriyle işi olmak; görüşecek, S'affaler: 1. Yığılmak, gömülmek, çökmek,
konuşacak bir şeyi olmak. Birine işi düşmek (II kendisini atıvermek (S'affaler sur le divan, dans
aura affaire à moi). Avoir affaire avec qn: Biriyle un fauteuil). 2. (Gemi için) Kıyıya çok yaklaşmak ;
anlaşmazlığı olmak. Avoir son affaire: 1. hlk. suya gömülmek, batmak,
Hesabı görülmek, ölmek (Il a son affaire). 2. affamé,e s. 1. Acıkmış, aç (Des gens affamés). 2.
Sonuçlanmak, işi görülmek. Avoir affaire de qch: mec. Gözü aç, açgözlü. 3. Affamé de qch, de f.qch:
-e ihtiyacı olmak; -e gereksinimi olmak, -e acıkmış, susamış; -meye susamış, acıkmış
gereksinim duymak (Avoir affaire d'argent. (Affamé de gloire, d'un grand idéal, d'entendre
Qu'ai-je affaire de toute ces querelles?). Etre au- parler de l'art). 4. ad. Aç insan, aç (Des troupeaux
dessous de ses affaires: İşin altından kalkamamak. d'affamés). § Ventre affamé n'a pas d'oreilles: Aç
Etre au-dessus de ses affaires: İşlerim iyi ayı oynamaz; aç köpek fınn deler,
yürütmek, işi yolunda olmak. Faire l'affaire: İş affamer gçl. Aç bırakmak (Affamer un population,
görmek, işe yaramak (Un morceau de ficelle fera une ville).
l'affaire, le paquet n'est pas gros). Faire affaire affameur er. İstifçi, kıtlık yaratıcı; aç bırakıcı, rızk
avec qn: Biriyle ticaret, alış veriş yapmak. Faire kesici.
qch son affaire: Bir şeyi üstüne almak (Je fais mon affectation diş. 1. (Bir şeyi bir işe) Ayırma; tahsis
affaire régler cette histoire). Faire son affaire à qn: etme (Décréter l'affectation d'un immeuble à un
Birinin hakkından gelmek, hesabını görmek. service public). 2. (Bir birliğe) Atama, verme
Faire l'affaire de qn: -in hesabına, işine gelmek (Affectation d'un officiera une garnison). 3. mec.
(Cela fait mon affaire). Se tirer d'affaire: İşin Askerî birlik (Rejoindre son affectation). 4.
içinden çıkmak, sıyrılmak. Avoir ses affaires: Gösteriş, yapmacık (Affectation de vertu, de piété.
argo. (Kadın) Aybaşı olmak, Affectation dans le geste, dans le parler, dans les
affairé,e s. İşi başından aşkın; işi çok olan yada öyle manières. Parler avec affectation).
görünen (Un homme affairé). § Etre affairé i f. affecté,e s. 1. Yapmacık, yapmacıklı (Un homme
qch: -mekle uğraşmak (Jesuis affairé à achever un affecté. Une prononciation affectée. Il montre une
second volume). douceur affectée). 2. Etkilenmiş, üzülmüş (J'ai été
affairement er. İş çokluğu, işi başından aşkınhk (Je très affecté par la nouvelle de ce décès). 3. Etre
ne puis appeler travail cet affairement). affecté,e de qch, de f.qch: -den üzüntü duymak;
affairer (s') gsz. 1. Uğraşmak, ilgilenmek (Les -mekten üzüntü duymak (Il a été affecté de la
infirmières s'affairaient auprès du blessé). 2. maladie de son enfant, Je suis fort affecté d'avoir
S'affairer autour de: Etrafında dört dönmek; -ile perdu son amitié).
çok ilgilenmek (Le portier s'affairait autour des affecter gçl. 1. Kendini.. .imiş gibi göstermek, -lik
clients qui descendaient de voiture). 3. S'affairer à taslamak (Affecter la joie, la gravité. Il affectait
f. qch: -mekle uğraşmak, -meye çalışmak, pour elle une tendresse qu'il n'éprouvait pas). 2.
koşuşturmak (Elle s'affaire à préparer son dîner). Özenmek (Affecter un accent, un langage). 3. Bir
affairisme er. Çıkarcılık. Her şeyden çıkar sağlama şeye düşkün olmak. 4. ... biçimine girmek (La
eğilimi. Dümencilik, roche affecte uneforme curieuse). 5. Dokunmak,
affairiste ad. Çıkarcı, dümenci. Her şeyden çıkar duygulandırmak, üzmek (Sa misère m'affecte
sağlamaya bakan kişi. trop). 6. Etkilemek (Sa conduite m'a bien affecté).
affectif 49 affilier
7. Affecter de f. qch: ...imiş gibi yapmak, ...gibi pouvoir, son autorité. Cela n'a fait que l'affermir
davranmak (Affeder d'être ému, de ne pas dans sa position).
entendre). 8. Affecter qn à qch: Birini -e atamak, affermissement er. Sağlamlaştırma, pekiştirme,
tayin etmek (On l'a affecté à la direction de güçlendirme, kuvvetlendirme (L'affermissement
l'entreprise). 9. Affecter qch à qch: Bir şeyi -e des caractères. L'affermissement de l'Etat).
ayırmak, "tahsis etmek (Le budget a affecté de affété,e s. Özentili, yapmacık (Un langage affété).
grands crédits à l'éducation nationale). § afféterie diş. Özenti, yapmacık,
S'affecter: 1. Üzülmek. 2. S'affecter de qch: -den affichage er. İlân yapıştırma (Tableau d'affichage,
üzüntü duymak; -e üzülmek, panneau d'affichage. Affichage interdit).
affectif, ives. 1. Duygulandın», dokunaklı. 2. ruhb. affiche diş. Ası, ilân edilen şey, duvar ilânı (Affiche
Duygusal (La vie affective. Uneréactionpurement judiciaire, légale, publicitaire. Mettre une pièce à
affective). 3. Duygulu, içli. l'affiche. Un spectacle qui reste à l'affiche§ Tenir
affection diş. 1. Sevgi, "şefkat (L'affection d'une l'affiche: (Tiyatroda oyun için) Uzun süre
mère pour ses enfants. Perdre, gagner l'affection oynamak. Quitter l'affiche: Artık oynamamak.
de quelqu'un). 2. ruhb. Duygulanma; afficher gç/. 1. Duvarda ilân etmek, asıp ilân etmek
duygulanım. 3. hek. Hastalık, saynlık (Affection (Afficher une vente aux enchères, une pièce de
aiguë, chronique). 4. Etkileme, théâtre, les résultats d'un examen). 2. -lik satmak,
affectionné,e s. ve ad. 1. Sevilen, sevgili, gönülden .. .göstermek, etmek (Afficher un savoir que l'on
bağlanılan (Votre affectionné. Votre fille n'a pas. Afficher des prétentions exagérées). 3.
affectionnée). 2. Gönülden bağlı, vefalı, Dile düşürmek (Afficher unefemme, un amant). §
affectionner gçl. Sevmek (Affectionner son enfant, S'afficher: Görünmek; gözleri kendi üzerine
les livres). S S'affectionner à qn, à qch: 1. Birine, çekmek, adını çıkarmak, kendini dile düşürmek
bir şeye bağlanmak (Nous nous affectionnons aux (S'afficher dans des endroits à la mode. S'afficher
gens qui nous consolent). 2. S'affectionner pour avec une femme).
qn: -e gönül vermek, tutulmak, vurulmak, affichette Küçük duvar ilânı, ilâncık (Poser une
affectivité diş. Duygulanma yetisi; duygululuk. 2. affichette. Une parti politique qui fait poser des
Duygusal yaşamdaki olayların bütünü, affichettes sur les murs).
affectueusement bel. Sevgiyle, sevecenlikle; afficheur er. Duvara afiş, ilân yapıştıran kişi.
"şefkatle (Embrasser, regarder affectueusement). affichiste er. Afiş sanatçısı, afişçi,
affectueux,euse s. Sevgi dolu, sevgi taşan; "şefkatli affldavit er. "Yeminli beyan, 'antlı bildirim.
(Un sourire affectueux. Un enfant affectueux affldé,e s. 1. Güvenilir,inanılır.2.ad. Gizligörevli,
envers ses parents). çaşıt,"hafiye.3. ad. tkz. Hempa,
affenage er. Yem verme, yemleme (Affenage du affilage er. Bileme.
bétail). affilé,e s. Bilenmiş, keskin (Un couteau bien affilé).
afféner gçl. Yem vermek, yemlemek (Afféner un § D'affilée: Durmadan, sürekli olarak (11 a
cheval). travaillé dix heures d'affilée. Parler trois heures
afférent,e 1. Bağlı, ilgili (Le Conseil des ministres a d'affilée).
discuté du problème des importations et des affiler gçl. Bilemek (Affiler un couteau avant de
questions afférentes). 2. Afférent à qch: -e değgin, trancher la viande). § Avoir la langue bien affilée:
-ile ilgili (Renseignements afférents à une affaire). Çok geveze olmak, zevzek olmak. Dili uzun
3. huk. Afférent,e à: -e düşen (La part afférente à olmak.
cet héritier), § Part afférente; Portion afférente: affiliation diş. 1. Alınma, kabul edilme (Le club
huk. Yaygın pay, "hissei şayia. Vaisseaux local a demandé son affiliation à la fédération). 2.
afférents: anat. Toplardamarlar, Girme, katılma, "intisap (Affiliation à un club, à
affermage er. Kiralama, tutma, un parti politique. Son affiliation au club lut
affermer gçl. (Çiftlik yada tarla için) Kiralamak. permettra de bénéficier des installations sportives).
Kiraya vermek yada kira ile tutm&kfAffermerun affilié,e s. vead. 1. (Derneklerde) Üyeliğe alınmış;
terrain). "mensup, üye (Les affiliés d'une association, d'un
affermir gçl. 1. Sağlamlaştırmak, berkitmek (Un club, d'un parti). 2. Affilié,e à: -e bağlı (Un
accord qui affermit la paix). 2. Sertleştirmek, syndicat affilié à une confédération générale).
pekiştirmek (Un traitement qui affarmit les chairs, affilier gçl. 1. Almak, kabul etmek. 2. Affilier qnà
les tissus). 3. Güvenli, sağlam kılmak; qch: -e sokmak, üye yapmak (Un ami l'affilia à la
güçlendirmek, kuvvetlendirmek (Affermir son franc-maçonnerie). § S'affilier à qch: -e üye
affiloir 50 affoler
olmak, girmek (S'affilier à un parti politique, àun düzlem üzerine getirmek, düzlemlemek
syndicat). (Affleurer les battants d'une armoire). 2. Affleurer
affiloir er. El bileğisi, masat, qch, yada à qch: Bir şeyle eş düzeyde olmak, bir
affinage er. (Madenler için) Temizleme, arıtma şeyin düzeyine yükselmek (L'eau affleure les
(Affinage des métaux, du verre). berges. Le rocher affleure à peine à la surface du
affinement er. İnceltme, incelme; geliştirme, sol).
gelişme (L'affinement du goût). afflictif,ive s. Bedene uygulanan (Les peines
affiner gç/. 1. Geliştirmek, inceltmek (Affiner son afflictives).
goût, son esprit). 2. Temizlemek, arıtmak affliction diş. Büyük acı, derin üzüntü,
(Affiner du cuivre, du verre, du sucre). affligeant,e s. Acıklı, üzücü, üzüntü verici (Une
affinerie diş. (Madenler için) Arıtma yeri, situation affligeante).
arıtımevi. affliger gçl. 1. Ağrı vermek, acı çektirmek (Elle
affineur,euse ad. Maden arıtıcı, affligeait son corps par des austérités continuelles).
affinité diş. 1. Evlenme dolayısıyla iki yanın üyeleri 2. Acı vermek, üzmek, dertlere salmak (Sa mort a
arasında meydana gelen yakınlık, hısımlık. 2. affligé tous ceux qui le connaissaient). 3. Yıkıp
Yakınlık, benzerlik, ilişki (Il existe une certaine geçirmek, kasıp kavurmak (Les maux qui
affinité entre les tendances actuelles de la peinture affligent la terre). § S'affliger: 1. Üzülmek,
et celles de la musique). 3. kim. Kaynaşma dertlenmek. 2. S'affliger de qch, de f. qch: Bir
anıklığı, ilgi. şeye, bir şey yaptığına üzülmek (Je m'afflige des
affiquets er. ç. İncik boncuk, ufak tefek kadın injustices sur terre, de ne pouvoir vous aider).
süsleri. affluence diş. 1. Akın, üşüşme (L'affluence des
affirmatif,ives. 1. Doğrulayıcı, destekleyici (Parler clients était telle que les employés étaient débordés.
d'un ton affirmatif). 2. Kesin, kararlı (Il a été très Eviter de prendre l'autobus aux heures
affirmatif, elle ne viendra pas). 3. mant. ve dilb. d'affluence). 2. Bolluk. 3. Kalabalık
Olumlu (Forme affirmative. Une réponse (L'exposition a attiré une grande affluence).
affirmative). affluent,e s. ve er. Başka bir akarsuya dökülen su,
affirmation diş. 1. Doğrulama, kesinleme, "teyit kol (Une rivière affluente. Les affluents de la
(Affirmation de créance). 2. mant. ve dilb. Seine).
Olumluluk, olumlama. 3. Sav, "iddia (En dépit de affluer gsz. 1. Akmak, bol bol gelmek, dökülmek,
vos affirmations, je n'en crois rien). hücum etmek (Dans ses moments de colère, le
affirmative diş. Kabul etme, evet deme (Dans sang lui afflue au visage). 2. Akın etmek, üşüşmek
l'affirmative, vous passerez par le bureau pour (La foule afflue dans le métro. Les gens affluaient
signer le contrat). de toutes parts).
affirmativement bel. Doğrulayıcı olarak; olumlu afflux er. 1. (Suyuklar, vücuttaki sıvılar için) Akın,
olarak (Répondre affirmativement à une hücum (L'afflux du sang). 2. Üşüşme, akın
demande). (L'afflux des capitaux est considérable. Un afflux
affirmer gçl. 1. Bir şeyin doğru olduğunu söylemek, de clients remplit en quelques instants la boutique).
bir şeyi doğrulamak (Le besoin d'affirmer leur affolant,e s. 1. Şaşırtıcı, çıldırtıcı (La femme qui
amitié par mille témoignages). 2. Savlamak, ileri cache et montre l'affolant mystère de la vie). 2. Us
sürmek, "iddiaetmek (J'affirme que les choses se almaz, korkunç, kaygı verici (La vie augmente
sont passées ainsi). 3. Kesin olarak söylemek, tous les jours, c'est affolant).
kesinlemek. 4. Affirmer f.qch: -diğini ileri affolé, e s. ve ad. 1. (Üzüntüden, korkudan,
sürmek, savlamak, "iddia etmek ;-diğine ant içmek şaşkınlıktan) Çılgına dönmüş (Une femme
(J'affirme l'avoir vu). § S'affirmer: Ortaya affolée). 2. Sapıtmış, yanlış işleyen, sersem sepet
çıkmak, doğrulanmak, kendini göstermek, belli çalışan (Boussole affolée).
olmak (Son talent s'affirme). affolement er. (Üzüntüden, korkudan,
affixal,e s. dilb. Eklere değgin, *eksel. şaşkınlıktan) Çılgına dönme, şaşkınlık
affixe er. dilb. 1. Ek (Affixe de formation: Yapım (L'affolement du joueur qui perd chaque partie.
eki). 2. mat. diş. Takı. L'affolement qu'il manifeste est hors de
affleurement er. 1. Düzlemleme, eş düzeye proportion avec l'événement).
getirme. 2. Toprak yüzeyine çıkma (Affleurement affoler gçl. 1. Aklını almak, deli etmek, çıldırtmak.
d'un filon). 2. Şaşkına çevirmek. § S'affoler: 1. Çıldırmak,
affleurer gçl. 1. İki şeyin yüzünü yan yana aynı şaşkına dönmek (La mère s'affola en voyant que
affouage 51 affût
kollamak, ardından koşmak (Il est toujours à agamidés er. ç. hayb. Borazankuşugiller;
l'affût d'idées nouvelles.Ce journaliste est toujours agamigiller.
à l'affût d'une nouvelle sensationelle). § Se mettre agape diş. Dostlar sofrası, şölen,
à l'affût: Tuzağa yatmak, siperlenmek (Mettez- agaric er. bitb. Çayırmantarı.
vous à l'affût derrière cette porte). agassin er. (Bağ kütüğünde) Kısır tomurcuk,
affûtage er. 1. Bileme. 2. Bir işçiye gerekli âletlerin agate diş. Akik.
topu, takımlar, agave er. Nergisgillerden bir Amerika bitkisi.
affûter gçl. 1. Bilemek (Affûter un couteau). 2. age er. (Sabanda) Ok; saban oku.
fdmanlamak, koşuya hazırlamak (Affûter un âge er. 1. Ömür. 2. Yaş (Quel âge avez-vous?). 3.
cheval). Çağ (L'âge du bronze. Les premiers âges de
affûteur er. Bileyici, , l'humanité). 4. Kuşak, nesil. 5. Devir, zaman,
aflttteuse diş. Bileyi makinesi, dönem. 6. Yaşlılık (Courbé par l'âge. L'âge a
affutiaux er. ç. X. Kıvır zıvır, süs eşyası. 2. hlk. marqué les traits deson visage). 7. ç. Yıllar. S L'âge
Âletler, takım taklavat, critique: Kadınların aybaşı olmaktan kesildikleri
afghan,es. 1. Afganistan'adeğgin.2.a<i. Afganlı. 3. yaş. L'&ge d'homme: Erişkinlik yaşı. L'âge d'or:
er. Afgan dili, afganca. Altın çağ (Un empire qui a connu son âge d'or).
afin de, afin que dilb. tçin, diye (Afin de travailler, D'âge en âge: Yüzyıllardan beri, çağlar boyu,
afin que vous puissiez travailler). yüzyıldan yüzyıla. Etre sur l'âge: Kafa kâğıdı
a fortiori Lat. bel. Haydi haydi; bundan dolayı (Je biraz eskimek; yaşı ilerlemiş olmak. Les quatre
ne suis pas capable de savoir si je serai prêt à la fin âges: Eskilerin l'âge d'or, d'argent, d'airain, de fer
de la semaine; a fortiori, je ne puis vous donner une diye saydıkları dünyanın dört çağı ki birincisi
réponse positive pour les vacances prochaines). bolluk ve mutluluk, ikincisi bunun daha az bir
africain,e s. ve ad. Afrikalı; Afrika'ya ve derecesi, üçüncüsü haksızlık ve savaş başlangıa,
afrikalılara değgin, sonuncusu ise dünyadan bet bereketin kalkması
africanisation diş. Afrikalılaştırma; afrikalıiaşma. dönemini dile getirir. Age scolaire: Okul çağı. Age
africaniser gçl. Afrikalılaştırmak. § S'africaniser: de raison: Us çağı. Age mental: Zekâ yaşı. Age
Afrikalılaşmak. légal: Doğum yaşı. Age tendre: Çocukluk ve
africaniste ad. Afrika dilleri ve uygarlığı uzmanı, ergenlik.
*Afrikabiiimci. figé,es. 1. Yaşlı (Une femme assez âgée). 2. Agé de:
aga,agha er. T. Ağa. .. .yaşında (Un enfant âgé de douze ans).
agaçant,e s. 1. Kamaştırıcı. 2. Tırmalayıcı. 3. mec. agence diş. Acente, ajans (Une agence de voyages.
Sıkıa, sinirlendirici, Agence de publicité). 2. Şube, bölüm (L'agence
agace, agasse diş. Saksağan, d'une banque).
agacement er. 1. (Diş için) Kamaşma, kamaştırma. agencement er. 1. Kurma (Agencement d'une
2. (Kulak) Tırmalama, tırmalanma. 3. phrase). 2. Düzenleme, yerleştirme; düzen
Sinirlendirme, sinirlenme; rahatsız etme, (L'agencement très moderne de leur salle de
rahatsız olma. bains).
agacer gçl. 1. Kamaştırmak (Le citron agace les agencer gçl. 1. Kurmak (Agencer l'intrigue d'une
dents). 2. (Kulağı) Tırmalamak (Un bruit qui pièce de théâtre. Agencer une phrase). 2.
agace l'oreille). 3. Sıkmak, sinirlendirmek, Düzenlemek, yerleştirmek (Agencer les divers
rahatsız etmek (C'est un type qui agace tout le éléments d'une bibliothèque démontable). §
monde). 4.mec. Kendineçekmek, tavlamak (Elle S'agencer: Düzenlenmek, kurulmak,
tente del'agacer par des mines et des attitudes qui le agenda er. Andıç, "ajanda.
font sourire).i S'agacer: 1. Sinirlenmek, kızmak. agenouillement er. Dizçökme (L'agenouillement
2. S'agacer de f.qch: -diğine kızmak (//s'agace de des fidèles à la mosquée).
te voir tourner autour de lui). agenouiller (s') gsz. 1. Diz çökmek (S'agenouiller
agacerie diş. Cilve, kırıtma (Elle attirait mon pour nettoyer le parquet). 2. Dize gelmek (Il est
attention par quelques agaceries). habitué à s'agenouiller devant n'importe quel
agaillardir gçl. Neşelendirmek, pouvoir).
agames. bitb. (Mantarlar gibi) Gizli döllenimli. agenouilloir er. Üzerine diz çökülen küçük iskemle.
agami er. hayb. Borazankuşu. Güney Afrika'da agent er. l.fels. kim. Etken. 2. Görevli. 3. Acente.
yaşayan, kara kızıl tüylü, tavuk büyüklüğünde az 4. Casus, çaşıt, ajan (Traiter ses adversaires
uçabilen bir kuş, °agami. politiques d'agents de l'ennemi). S Agent
agglomérat 53 agnelet
comptable: Sayman, saymanlık görevlisi. Agent en ami). 4. fels. Etken olmak. 5. Dava açmak
de change: Borsada hükümet görevlisi. Agent de (Agir par voie de requête). 6. Agir sur: Üzerine
police: yada yalnızca Agent: Polis, polis memuru. etki yapmak (Sa volonté n'avait pas cessé d'agir
Agent municipial: Belediye çavuşu. Agent secret: sur son destin). § Il s'agit de: 1 söz konusudur.
Gizli görevli; gizli polis, Söz konusu olan... dır (Il s'agit d'une intervention
agglomérat er. yerb. Yığışım, armée). 2. İş... dedir; amaç ...dır; önemli
agglomération diş. 1. Toplanıp yığılma; toplayıp olan.. .dır; konu.. .dır (Ils'agit avant tout de sauver
yığma (Une agglomération de pierre et de terre au le pays).
bas de la colline effondrée). 2. İnsan kalabalığı, agissant,es. 1. Eli işte, iş gören, çalışan. 2. Etkili. 3.
ahali (Agglomération urbaine). 3. Kasaba yada Etkin.
köy; yerleşme yeri (Le train traverse plusieurs agissements er. ç. (Yermeli anlamda) Etkinlik,
petites agglomérations avant d'atteindre Dijon). "faaliyet; davranış, tutum, hareket (La police
aggloméré er. Toz halindeki yakıtlardan yapılan décou vrit trop tard les agissements de la bande. Les
topak, yakıt topağı, journaux ont relaté abondamment les agissements
agglomérer gçl. 1. Yığmak, toplayıp yığmak (Le de l'escroc).
vent a aggloméré la neige contre le mur). 2. Bir agitateur, trice ad. 1. Kışkırtıcı (Les agitateurs du
araya getirmek, karıştırmak, karmak soulèvement, de l'émeute). 2 . f i z . Karmaç,
(Agglomérer du sable et du ciment). agitation diş. 1. Çalkantı, çırpıntı, kıpırdanma
agglutinant,e s. 1. Yapıştırıcı, topaklayım. 2. dilb. (L'agitation de la mer, des feuilles). 2. Karışıldık
Bitişken, bitişimli. 3. er. Tutturucu, yapıştırıcı (Des agitations dans un pays). 3. Bozukluk
(Un agglutinant). § Langues agglutinantes: dilb. (L'agitation de son esprit se manifeste par le
Bitişimli diller, mouvementfébrile deses mains). 4. Sıkıntı. 5. hek.
agglutination diş. 1. Bitişme, bitiştirme. 2. Yeniden Çarpıntı (L'agitation du malade ne se calme pas).
toplaşma. 3. dilb. Bitişkenlik, agité,es. 1. Çırpıntılı, çalkantılı (Une mer agitée). 2.
agglutiné,e s. Bitişmiş, yeniden yapışmış, Sıkıntılı, huzursuz. (Un sommeil agité). 3. Sinirli,
agglutiner gçl. Bitiştirmek, yapıştırmak (Xa chaleur yerinde duramayan (Un enfant agité). 4. Ateşli;
avait agglutiné les bonbons dans le sachet). § kızgın (Les esprits étaient agités).
S'agglutiner: Yapışmak (Les mouches viennent agiter gçl. 1. Sallamak (Le chien agite sa queue; la
s'agglutiner contre la paroi du bocal de confitures). brise agite les feuilles). 2. Çalkalamak (Agiter un
aggravant,e s. Tehlikeyi artıran, kötüleştiren; flacon avant de verser le liquide). 3. Zihin
ağırlaştırıcı (Circonstances aggravantes). karıştırmak, şaşırtmak. 4. Kışkırtmak,
aggravation diş. 1. Ağırlaşma, artma, şiddetlenme ayaklandırmak (Agiter la foule). 5. Açmak,
(L'aggravation des impôts, d'une maladie). 2. kurcalamak, görüşmek, tartışmak (Agiter une
Ağırlaştırma, şiddetlendirme, artırma question, un problème). 6. Coşturmak, heyecana
(Aggravation d'une peine). getirmek (Tous ces discours finissaient toujours
aggraver gçl. Artırmak, ağırlaştırmak (Le tribunal par agiter profondément les ouvriers). § S'agiter:
a aggravé la peine qui avait été infligée à l'accusé. 1. Sallanmak (Les feuilles s'agitent). 2.
Votre geste a aggravé sa colère). § S'aggraver: Çalkalanmak, dalgalanmak, çırpıntılı olmak (La
Ağırlaşmak, kötüleşmek (L'état du malade mer s'agite). 3. Kıpırdanmak, ayaklanmak (Le
s'aggrave). peuple s'agite). 4. Coşmak, heyecanlanmak. 5.
agile s. Çevik, atik, ayağı na çabuk (fin/an/ agile). 2. Rahatsız, huzursuz olmak, kızıp sinirlenmek. 6.
Tez kavrayan, cin gibi (Un esprit agile). Kıpırdayıp durmak (Cesse de t'agiter sur la
agilement bel. Çeviklikle, atikçe, chaise). 7. Dört dönmek, durmadan gidip gelmek
agilité diş. 1. Çeviklik, atiklik, ayağına çabukluk. 2. (Le restaurant était plein, les garçons s'agitaient).
agnathe s.ve ad. 1. Çenesiz. 2. er.ç.hayb.
Tez kavrayış, cin gibilik, kafa esnekliği,
Çenesizler.
agio er. Acyo.
agiotage er. Borsa oyunu, agneau er. 1. Kuzu. 2. Yumuşak huylu kimse, kuzu
agioter gçl. Borsa oyunu oynamak, gibi adam. 3. Kxaueti(Mangerdel'agneaurôti). §
agioteur,euse ad. Borsa oyuncusu, L'agneau sans tache: İsa Peygamber,
agir gsz. 1. Bir şey yapmak, bir iş görmek (Il n'a agnelage er. Kuzulama, kuzu doğurma (Agnelage
même plus la force d'agir). 2. Harekete geçmek, de printemps, d'automne).
çalışmak (Ne restez pas inerte, agissez). 3. agnelergsz. Kuzulamak,
Davranmak, hareket etmek (Agir bien, mal. Agir agnelet er. Küçük kuzu, süt kuzusu, kuzucuk.
agneline 54 agricole
agneline diş. Kuzu yünü, kuzulardan ilk kırkılan agréé er. (Ticaret mahkemelerinde) Davavekili.
parlak ve kıvırcık yün. agréer gçl. 1. Kabul etmek (Agréer une demande.
agnosie diş. 1. ruhb. Tanıyamazlık, tanısızlık. 2. Agréer quelqu'un pour gendre). 2. Agréer à: -in
fels. Bilisizlik, hoşuna gitmek (Cet homme m'agrée infiniment.
agnosticisme er. fels. Bilinemezcilik, Cet employé n 'agréepas à ses chefs).
agnostiques, fels. 1. Bilinemezciliğe değgin. 2. ad. agrégat er. yerb. ve toplb. Katışmaç,
Bilinemezci. agrégatif,ive s. 1. Bitiştirici, birleştirici. 2. ad.
agonie 1. Can çekişme (Son agonie fut longue). Doçentliğe hazırlanan kişi.
2. mec. Yavaş yavaş çökme, yıkılma (L'agonie agrégation^. 1. Doçentlik sınavı (L'agrégationest
d'un empire, d'un régime). § Etre à l'agonie: le concours de recrutement le plus élevé dans
Ölmek üzere olmak, can çekişmek, l'enseignement). 2. Alınma, kabul edilme
agonir gçl. Bunaltmak. § Agonir qn d'injures: . (Agrégation à unefamille noble, à une compagnie,
Birine sövüp saymak, à une société). 3. fiz. Topaklanma,
agonisant,e s. 1. Can çekişen. 2. Çökmekte, agrégé,es. ve ad. Doçent (Un agrégé. Unprofesseur
batmakta olan. 3. ad. Can çekişen kişi. agrégé).
agoniser gsz. 1. Can çekişmek ( Un blessé agonisait agréger gçl. 1. fiz. Topaklamak (La glaise a agrégé
sur le bas-côté de la route). 2. Çökmekte, les graviers en une masse compacte). 2. Agréger qn
batmakta, sönmekte olmak (Le régime agonisait à: Birini -e kabul etmek, almak, getirmek
dans l'indifférence générale). (Agréger quelques éléments jeunes à la direction
agora diş. Yun. (Eski yunan kentlerinde) Halk d'un parti). § S'agréger qn: Birini bünyesine
alam, pazar yeri, çarşı, almak (La troupe théâtrale s'est agrégé quelques
agoraphobie diş. ruhb. *Alan yılgısı; alan, park, nouveaux acteurs).
sokak gibi açık yerlerden duyulan ürkeklik agrément er. 1. Hoşluk, tatlılık; hoş şey, tatlı şey
hastalığı. (Trouver de l'agrément dans un séjour à la mer. Un
agouti er. hayb. Amerika'da yaşayan, tavşan livre plein d'agrément). 2. İzin, rıza, onam (Je
büyüklüğünde kemirici bir hayvan, aguti. voulais avoir l'agrément du ministre, soumettre la
agrafage er. Kopçalama. chose à son agrément). 3. Tat (L'agrément de la
agrafe diş. 1. Kopça. 2. Kenet. 3. (Mimarlıkta) vie). 4. ç. Süs, bezek,
Kemerlerde kilit taşı. 4. Süs iğnesi, agrémenter gçl. 1. Süslemek, bezemek. 2.
agrafer gçl. l.Kopçalamak (Agrafer une robe, une Agrémenter qch de qch: Bir şeyi -ile süslemek
ceinture). 2. Agrafer qn: tkz. Birini çene çalmak (Agrémenter un habit de broderies. Il a agrémenté
için tutmak (J'ai été agrafé dans la rue par un ami d'anecdotes son exposé).
qui m'a raconté ses mésaventures). agrès er. ç. 1. Gemi donanımı, °arma. 2.
agrainer gçl. Yem serpmek, (Cimnastikte) Alet, araç gereç (Exercices aux
agraire s. Toprağa, tarlaya, tanma değgin agrès).
(Réforme agraire. Loi agraire). agresseur s. ve ad. Saldırgan, saldıran, çatan,
agrandir gçl. 1. Büyültmek (Agrandir une sataşan (Il n'a pas pu donner le signalement de ses
propriété, une photographie). 2. Genişletmek (Il agresseurs. Le pays agresseur a été condamné).
agrandit le cercle de ses connaissances). 3. Büyük agressif, ive s. Çatıcı, sa t aşıcı, sataşkan, saldırgan
göstermek (Agrandir la scène d'un théâtre par des (Tenir un discours agressif. Avoir une attitude
décors en perspective). A.mec. Büyüklük vermek, agressive).
yükseltmek. agression diş. Saldırı, saldırganlık, çatma, sataşma,
agrandissement er. Büyültme, büyültülme; sataşkanlık (L'agression hitlérienne contre la
genişletme, genişletilme; büyük gösterme, Pologne. Un passant victime d'une agression).
agrandisseur er. (Fotoğrafçılıkta) Büyültme aygıtı. agressivement bel. Saldırganlıkla, saldırganca,
'Büyültür. sataşarak, saldırarak,
agrarien, agrairien, ne J. 1. Toprak yasasına agressivité diş. Saldırganlık, sataşkanlık
değgin. 2. Toprak reformu yanlısı, (Agressivité constitutionnelle ou accidentelle chez
agréable s. 1. Hoş, hoşa giden (Une agréable l'adulte).
promenade; une région agréable). 2. Sevimli (Un agreste s. 1. Kıra, köye değgin. Köysü, kır, kırsal
garçon agréable). 3. er. Hoş, iyi (Joindre l'utile à (Paysage agreste. Mener une vie agreste). 2.
l'agréable). Kabaca, köylümsü (Des manières agrestes).
agréablement bel. Hoş bir şekilde, hoşça. agricole s. 1. Tanma, çitftçiliğe değgin (Travaux
agriculteur 55 aïe
agricoles. Enseignement agricole). 2. Tarımcı (La canımı acıtıyorsunuz! Ah! ne croyez pas cela:
Turquie est un pays agricole). Buna inanmayın ha! Poussez des ah: Ah vah
agriculteur er. Çiftçi, tarımcı, etmek. Ah, ah! vous arrivez enfin! Eh! nihayet
agriculture diş. Çiftçilik, tarımcılık, geldiniz/).§ Ah bah!: 1. Ya! 2. Adam seri de!
agriffer (s') gsz. Cırnaklarıyla takılmak, ahan er. 1. Kendini zorlama. Uflayıp puflama. §
pençeleriyle tutunmak, D'ahan: Güçlükle,
agripaume diş. bitb. Aslankuyruğu, ahaner gsz. 1. (Çalışırken odun yaranlar gibi) Hık
agripper gçl. Kapma kfLe voleur agrippa le sac de la diye ses çıkarmak, hıklamak. 2. Çok yorulmak,
passante et s'enfuit).% S'agrippera: -e yapışmak, canı çıkmak.
tutunmak, sarılmak (L'enfant ne savait pas nager aheurtement er. 1. Bir engele çatma. 2. Direnme,
et s'agrippait au cou de son père). ayak direme. 3. Kuvvetli bağlılık,
agrochimie diş. Tarımsal kimya, aheurter (s') gsz. 1. Bir engele çatmak. 2.
agrologie diş. Tarımbilgisi; toprak bilgisi, Direnmek, ayak diremek,
agronome s. ve ad. "Tarımbilimci (L'institut ahuri,es. ve ad. Şaşkın, sersem, hayretten ağzı açık
national agronomique forme des ingénieurs kalmış (Rester ahuri devant un spectacle. Range-
agronomes). toi donc, ahuri.').
agronomie "Tarimbilim. ahurir gçl. Sersemleştirmek, şaşkına çevirmek,
agronomique s. Tarımbilime değgin, hayretten dondurmak (Une réponse qui m'a
"tarımbilimsel. ahuri).
agrostide diş. bitb. Çayırgüzeli, ahurissant,e s. Şaşırtıcı, şaşkına çeviren; hayrette
agro-pastoral,e s. Tarımcı-hayvancı (Société agro- bırakan (Une nouvelle ahurissante).
pastorale). ahurissement er. Şaşkınlık, sersemlik, hayretten
agrumes er.ç. Turunçgiller, "narenciye. donakalma.
agrumiculturedij.Narenciyecilik,narenciye tarımı, aï er. hayb. Brezilya ormanlarında yaşayan,
agroupement er. 1. Öbekleme. 2. Öbeklenme. memelilerin eksikdişli takımından ağır yürüyüşlü
agrouper gçl. Öbeklemek. § S'agrouper: bir hayvan.
Öbeklenmek. aide diş. 1. Yardım, destek (Je lui offre mon aide
aguerrir gçl. 1. Savaşa alıştırmak. 2. Zorluklara pour le sortir d'affaire. Accorder, recevoir une
alıştırmak, pişirmek (Ces âpres discussions l'ont aide. Prêtez-lui votre aide). 2. ad. Yardımcı (aide
aguerri). § S'aguerrir: 1. Savaşa alışmak; de laboratoire, de bureau). 3. diş. ç. (Eskiden)
güçlüklere alışmak, pişmek. 2. S'aguerrir à qch: Dolaylı vergi. § Aide de camp: Yaver, emir
-e alışmak; -de pişmek (S'aguerrir à la douleur, subayı. A l'aide de: Yardımıyla, -ile (Pénétrer
au froid). danslegrenieràl'aided'uneéchelle). Al'aide:uni.
aguets er. ç. Pusu. §Etre, rester, se tenir aux aguets: İmdat! Yetişin! Appeler qn à l'aide: -i yardımına
Pusuda beklemek; kulağı kirişte olmak (Le çağırmak. Venir en aide à qn: -in yardımına
chasseur resta aux aguets derrière la haie. Elle était koşmak.
aux aguets, attentive au moindre bruit). Mettre qn aide-mémoire erBir bilimin enönemliparçalannı,
aux aguets: Gözcü koymak, ilkelerini kısaca anlatan yapıt, özet, akıl defteri,
agueusie diş. Tad duygusundan yoksunluk; ağzının akıl kitabı.
tadını bilmeme, aider gçl. 1. Yardım etmek (Aider les pauvres). 2.
aguichant,e s. İşveli, cilveli, oynak, iç gıcıklayıcı Aider qn à f. qch: Birinin -meşine yardım etmek
(Une femme aguichante). * (Aider un ami à surmonter les difficultés
aguicher gçl. Tavlamak, kendine çekmek, avlamak financières. Je l'ai aidée à porter ses valises à la
(Elle cherche à aguicher ses collègues de bureau gare). 3. Aider à qch: -i kolaylaştırmak (La
par des toilettes provocantes). présence de ces personnalités dans le comité de
aguicheur, euse s. ve ad. İşveli, cilveli, oynak, patronage aidera à la réussite de notre projet. Ces
fingirdek, civelek (Unepetite aguicheuse). notes aident à la compréhension du texte). §
ah Uni. (Uzunca söylenir). Yerine göre sevinç, S'aider de qch: Kullanmak, yararlanmak (S'aider
hayranlık, acıma, acı, sabırsızlık gibi duygular d'un dictionnaire pour traduire un texte. Il s'aide
anlatır (Ah! Quel plaisir!: Oh ne hoş! Ah! Que je uniquement de ses mains pour grimper à la corde).
vous plains!: Ah! size ne kadar da acıyorum! Ah! aïe! Uni. Ay! Uf! (Türkçedeki "ay!" gibi acı
que vous êtes lent!: Aman! ne kadar yavaş duyulduğunu belirtir) (Aïe! Fais donc attention, tu
davranıyorsunuz! Ah! vous me faites mal!: Uf! m'as marché sur le pied).
aïeul 56 aiguiserie
aïeul,e ad. 1. Büyükbaba, dede. Büyükanne, nine aiguayer gçl. 1. Suda çalkalamak. 2. (Hayvanı)
(Une aïeule entourée de ses petits-enfants). 2. Bir Suya sokmak,
şeyin kurucusu,pir.(Busözcüğün çoğulu iki türlü aigue-marine diş. Maviye çalan bir cins zümrüt,
olur). Les aïeuls: Büyükbabalar, dedeler. Les aiguière diş. İbrik.
aïeux: Eski dedeler, atalar (Ses aïeuls habitaient aiguillage er. 1. (Demiryollarında) Makas
un petit village du Centre. Nos aïeux ont fait la manevrası (Cabine d'aiguillage. Erreur
révolution de 1789). d'aiguillage). 2. mec. Yönlendirme, yön verme
aigle er. 1. Kartal. 2. mec. Çok akıllı adam, büyük (Mauvais aiguillage d'un enfant).
adam. 3. diş. Dişi kartal. § Papier d'un grand aiguille diş. 1. Dikiş iğnesi, iğne (Enfiler une
aigle: Büyük forma kâğıt. Avoir des yeux d'aigle, aiguille. Tirer l'aiguille après l'avoir poussée avec
un regard d'aigle: Keskin bakışlı, şahin bakışlı un dé). 2. Tığ, şiş, saat akrebi, pusula iğnesi,
olmak. » yıldırımsavar çubuğu, terazi dili, sivri kaya, sivri
aiglon,ne ad. 1. Kartal yavrusu. 2. er. İkinci kule, dikili taş, çam yaprağı gibi ince uzun şeylere
Napolyon. ve zargana gibi ince uzun balıklara da denir. 3.
aigre s. 1. Ekşi (Vin, fruit aigre). 2. Sert (Un vent (Demiryollarında) Makas. § De fil en aiguille:
aigre. On entendait la voix aigre du concierge). 3. Sözden söze geçerek; şu bu derken (De fil en
Acı, yılan dilli, içe dokunan (Les aigres aiguille, il en est venu à parler de sa situation).
remontrances d'une femme. Il est toujours aigre Discuter sur la pointe d'une aiguille, sur les pointes
dans ses critiques). 4. Çiğ (Couleurs aigres). S. d'aiguilles: Gereksiz ayrıntılar üzerinde durmak.
Ters, hırçın. 6. Kötü, kem (Paroles aigres). 7, er. Chercher une aiguille dans une botte de foin: Kara
Ekşilik. 8. er. (Hava için) Sertlik. § Tourner à gecede kara keçiyi bulmaya çalışmak; bulunması
l'aigre: Sertleşmek, kötüye dönmek (Leur olanaksız bir şeyi bulmaya çalışmak,
discussion amicale tourna à l'aigre quand il fut aiguillée diş. (İplik, tire vb. için) Sap.
question d'argent). aiguiller gçl. 1. (Bir katara) Makas açmak. 2.
aigre-doux,ce s. 1. Mayhoş (De petites cerises Yöneltmek, yön vermek, yönlendirmek (II
aigres-douces. Des fruits aigres-doux). 2. mec. aiguilla la conversation sur un prochain voyage.
Sert (Des paroles aigres-douces). Les élèves seront aiguillés vers un enseignement
aigrefin er. Kurnaz, hinoğluhin, düzenbaz, long).
aigrelet,te s. Ekşimsi, ekşimtrak (Un vin aigrelet, aiguilleter gçl. 1. (Bir şeyin) Kordonlarım
une voix aigrelette). bağlamak. 2. den. Halatla bağlamak,
aigrement bel. Terslikle, sertçe (Répondre aiguillette diş. 1. Bir ucu maden kordon. 2.
aigrement). Emirsubayı kordonu. 3. Halat. 4. İnce uzun
aigremoine diş. bitb. Kasikotu. kesilmiş et dilimi,
aigrette diş. 1. Kuş tepeliği (L'aigrette du paon). 2. aiguilleur er. (Demiryolunda) Makasçı. $
Sorguç, tuğ (Casque à aigrette). 3. bitb. Aiguilleur du ciel: Hava trafik kontrolü görevlisi
Şeytanarabası. 4. hayb. Tepelibahkçil. (La grève des aiguilleurs du ciel perturba le trafic
aigreur diş. 1. Ekşilik. 2. mec. Acılık, sertlik, aérien).
aigri,e s. Küskün ve alıngan; kırgın; hırçın, aiguillier er. İğnelik, iğne kutusu,
aigrir gçl. 1. Ekşitmek (Le temps orageux a aigri le aiguillon er. 1. Üvendire. 2. Arı iğnesi, 3. Ağaç
lait). 2. mec. Acısını çoğaltmak. 3. mec. dikeni. 4. mec. İtici güç, neden, dürtü (L'argent
Sertleştirmek, hırçınlaştırmak (Ses déceptions est le seul aiguillon de son activité).
sentimentales ont aigri son caractère). 4. gsz. aiguillonner gçl. 1. Üvendire ile dürtmek
Ekşimek (Le lait aigrit, levinaigrit). § S'aigrir: 1. (Aiguillonner un bœuf). 2. mec. Dürtmek,
Ekşimek. (Le vin s'aigrit). 2. Hırçınlaşmak (Il kamçılamak (Le désirphysique, cette belle fatalité
s'aigrit. Son caractère s'aigrit en vieillissant). qui aiguillonne le monde).
aigrissement er. Ekşime. aiguisage, aiguisement er. Bileme (L'aiguisage
aigu,ëj. 1. Sivri (Un couteau aigu). 2. Keskin (Avoir d'un rasoir).
des dents aiguës). 3. mec. Dokunaklı, acı, iğneli aiguiser gçl. 1. Bilemek, sivriltmek (Aiguiser
(Paroles aiguës). 4. mec. Derin, çok şiddetli un couteau, un outil). 2. Keskinleştirmek,
(Douleurs aiguës). S. er. (Müzikte) Tiz, ince ses şiddetlendirmek (Aiguiser un sentiment, un
(Passer du grave à l'aigu). § Accent aigu: é harfi désir). § Aiguiser l'appétit: İştah kabartmak, iştah
üzerindeki vurgu işareti. Angle aigu: mat.Daı açı. açmak, istek kamçılamak, isteklendirmek.
aiguail er. Yapraklar üstündeki çiy, "şebnem. aiguiserie diş. Bileyici dükkânı, bileyici tezgâhı.
aiguiseur 57 air
aiguiseur, euse ad. Bileyici, très abattu, et par ailleurs irrité de cette pitié qui
aiguisoir er. Bileyi. l'entourait).
ail er. Sarmisak. ailloli er. Zeytinyağlı sarmisak ezmesi, sarımsaklı
allante er. bitb. Aylandız, mayonez.
aile diş. 1. (Kuşlarda, böceklerde, yel aimable s. 1. Sevimli. 2. Kibar, nazik, ince
değirmeninde, pervanede, uçakta, orduda, (Adresser des paroles aimables à un visiteur). 3.
burunda) Kanat (L'aile d'un oiseau, d'un insecte, Hoş, sevilmeye değer. § Etre aimable avec qn: -e
d'un moulin à vent, d'une armée, du nez). 2. karşı kibar davranmak (Il est aimable avec tout le
(Binalarda) Kol (L'aile d'une maison, d'un monde). Faire l'aimable: Hoş görünmek istemek,
château. 3. Hamle, atılım (Les ailes de göze girmeye çalışmak,
l'imagination, de la foi, de la gloire). 4. mec. aimablement bel. 1. Sevimli bir tarzda, tatlılıkla. 2.
Kanat, koruma (Se réfugier sous l'aile de Kibarca (Recevoir quelqu'un aimablement.
quelqu'un: Birinin kanadı altına sağınmak. Refuser aimablement une invitation).
Tendre l'aile sur qn: Birinin üstüne kanat germek, aimant,e s. Sevgi dolu, seven (Il a une nature
onu korumak. Prendre qn sous son aile: Birini aimante).
korumak, kanadı altına almak). $ A tire d'aile: aimant er. Mıknatıs.
Olabildiğince çabuk, yıldırım hızıyla (La perdrix aimantation diş. Mıknatıslama; mıknatıslanma,
s'éloigna à tire d'aile). D'un coup d'aile: aimanter gçl. Mıknatıslamak (Aimanter un barreau
Durmadan, bir uçuşta, bir yere konmadan, ara de fer).
vermeden (L'avion relie d'un coup d'aile Paris à aimer gçl. 1. Sevmek (Aimer sa mère, sapatrie). 2.
Montréal). Battre de l'aile: Güç durumda olmak; Hoşlanmak, beğenmek (Aimer un animal, unart,
çırpınıp durmak (L'entreprise commerciale bat de une région). 3. Aimer f. qch, à f. qch: Bir şey
l'aile). Avoir du plomb dans l'aile: Ağır yara yapmayı sevmek (Aimer aller au cinéma. Aimer à
almak. Çökmek üzere olmak. Kolu kanadı regarder un paysage). § Aimer mieux: Yeğlemek,
kırılmak. Onulmaz bir derde tutulmak. Donner "tercih etmek (J'aime mieux travailler ici). Aimer
des ailes à qn: Derhal harekete geçirmek, ses aises: Rahatına düşkün olmak. § S'aimer: 1.
tutuşturmak (La peur lui donna des ailes et il Kendini pek sevmek, beğenmek (Je ne m'aime
s'enfuit sans demander son reste).Rogner les ailes à pas dans cette robe). 2. Birbirini sevmek;
qn: Birinin gelirini azaltmak; gücünü, etkisini sevişmek,
kırıp azaltmak; kuşa döndürmek. Voler de ses aine diş. Kasık.
propres ailes: Kimsenin yardımına gereksinme aîné,es. ve ad. Yaşça büyük ; ağabey ; abla (Fils aîné,
duymamak, kendi işini kendi başarmak, fille aînée. Il est mon aîné. Elle est mon aînée.
ailé, e s. 1. Kanatlı (Des fourmis ailées). 2. (İyi Ecoutez vos aînés. Il est mon aîné de cinq ans: O
anlamda) Tüy gibi; hafif (Des rêves ailés). benden beş yaş büyüktür).
aileron er. 1. Kanat ucu (Les ailerons d'un poulet). aînesse diş. Yaşça büyüklük; ağabeylik; ablalık
2. (Uçaklarda) Manevra kanadı (Les ailerons (Droit d'aînesse: Ailenin en büyük çocuğuna
d'un avion). 3. (Bazı balıklarda) Yüzgeç (Les tanınan hak. "Ekber evlât hakkı).
ailerons d'un requin). ainsi bel. 1. Böyle, şöyle, öyle (Tu ne devrais pas agir
ailette diş. Küçük kanat, kanatçık (Bombe à ainsi). 2. Böylece, böylelikle, öylece (Il a ainsi
ailettes). changé son sort). 3. Demek oluyor ki, öyleyse, şu
ailier er. ( Ayaktopunda) Açık, sağ ve sol açıklarda halde. § Ainsi que: -dığı gibi, nasıl... ise öyle
oynayan oyuncu (Ailier droit, ailier gauche). « (Ainsi que le soleil dissipe les nauges: Güneşin
aillade diş. Sarımsaklı tarator; sarımsaklı sirkeli bulutları dağıttığı gibi; güneş bulutları nasıl
salça. dağıtırsa öyle). Ainsi soit-il: Amin; Tann kabul
aliler gçl. Sarmısaklamak. etsin. Pour ainsi dire: Sanki, âdeta, tıpkı (Il est
ailleurs bel. Başka yere, başka yerde (Nous irons pour ainsi dire l'âme de ce mouvement).
ailleurs). § D'ailleurs: 1. Başka yerden (Ces tissus air (I) er. 1. Hava (L'air de la mer, l'air de la
ne sont pas fabriqués ici, ils viennent d'ailleurs). 2. montagne. L'air vicié de la chambre). 2. Hava,
Zaten. 3. Ayrıca, bundan başka, bir de, hem, iklim (Le médecin lui a commandé de changer
üstelik (C'était d'ailleurs une forte tête). 4. Başka d'air). 3. kim. Hava (Air comprimé, air liquide.
nedenden. 5. -mekle beraber. Par ailleurs: 1. Pesanteur de l'air). 4. Yel, rüzgâr (Ilyade l'air, il
Başka yerden, öte yandan. 2. Başka yoldan. 3. fait de l'air: Yel esiyor, hava rüzgârlı). 5. Gök;
Başka nedenden, ayrıca, üstelik (Je l'ai trouvai gökler (La conquête del'air. S'éleverdansl'air). 6.
air 58 aissette
(Resimde) Derinlik (Ilfaudrailmettre un peu d'air air (III) er. müz. Ezgi; hava; türkü (Ilsifflait un air
dans ce tableau). 7. Ortalık (Il y a de la bagarre populaire). § En avoir l'air et la chanson:
dans l'air). 8. Havacılık; hava (Ecole de l'air. Göründüğü gibi olmak, içi dışı bir olmak,
Ministère de l'air. Armée de l'air). 9. Havayolu, airain er. \.T\ıx\<;(Coeurd'airain,l'âged'airain).2.
havayolları (Transportspar air). § Le grand air, le mec. Top. 3. mec. Çan. § Avoir une âme, un coeur
plein air: Açık hava. Les habitants de l'air: d'airain: Taş yürekli olmak. ...d'airain: Çelik
Kuşlar. Une tête en l'air: Aklı bir karış havada, gibi, bükülmez, sarsılmaz, aşılmaz, zorlanmaz
başında kavak yelleri esen; zirzop. En l'air: (Avoir une foi d'airain).
Havadan, boş, ciddiyetten uzak (Des paroles en airbus |«A.r.v| er. Havaotobüsü.
l'air). En plein air: Açık havada. Donner de l'air: aire diş. 1. Harman; harman yeri. 2. Alan (Etendre
Havalandırmak. Envoyer qch en l'air, flanquer son aire d'influence; aire d'activité). 3. mal. Yüzey
qch en l'air: -i atmak, atıp kurtulmak, başından * ölçümü, *yüzölçü. 4. Taban. 5. (Yırtıcı kuşlar
savmak. Etre libre comme l'air: Tam özgür için) Yuva (Aire d'aigle, de vautour). 6. den. Yel
olmak, hiçbir takanağı bulunmamak. Jouer de la doğrultusu,
fille de l'air: Tüymek, kaçmak. Mettre qch en airée diş. Harman dolusu,
l'air: -i aran taran etmek, darmadağın etmek, alt airelle diş. bitb. Yabanmersini.
üst etmek. (Il a mis toute la pièce en l'air). Prendre airer gsz. (Yırtıcı kuşlar için) Yuva kurmak,
l'air: 1. Hava almak, çıkıpşöylebir dolaşmak (J'ai ais [c] er. Tahta.
besoin de prendre l'air). 2. Havalanmak (L'avion a aisance diş. 1. Serbestlik, kolaylık, rahatlık
pris l'air). Prendre l'air du bureau: Havayı şöyle (Aisance de parler). 2. Geçim kolaylığı, bolluk,
bir koklamak, ortalığı kolaçan etmek, ne var ne refah, gönenç, zenginlik (Son aisance ne date que
yok diye bilgi edinmek. S'envoyer qn en l'air: 1. de la dernière guerre). § Cabinet d'aisances, lieu
-ile cinsel ilişkide bulunmak. 2. -den büyük bir d'aisances: Ayakyolu, yüznumara.
cinsel tat almak. Vivre de l'air du temps: Umarsız aise diş. 1. Halinden memnunluk, keyif, rahat. 2.
olmak, çaresizlik içinde olmak, olanaksızlıklar Yaşama kolaylıkları, rahat (Aimer ses aises:
içinde bulunmak, Rahatına düşkün olmak). § Avoir ses aises:
air (II) er. 1. Görünüş (Il a un drôle d'air). 2. Hâl, Konfor içinde olmak, rahat etmek. Etre à l'aise:
durum, hava (Vous avez un air terrible Hali vakti yerinde olmak (Un commerçant à
aujourd'hui). 3. Tarz, yol (Je n 'aime pas son air de l'aise). Etre à l'aise, se mettre à l'aise: Rahat
parler). § Bel air, bon air, grand air: 1. Yüksek etmek, teklifsiz davranmak; keyfi, rahatı yerinde
tabakadan bir kimse hâli. 2, (Eşyada) Güzel olmak (Il a eu une jeunesse difficile, mais il est
görünüş. Faux air: Yapmacık, gösteriş. Sans en maintenant à son aise. Mettez-vous àl'aise, à votre
avoir l'air: Hiç de öyle görünmeden, çaktırmadan aise!). Etre mal à son aise. Rahatı, keyfi yerinde
(Sans en avoir l'air, il fait beaucoup de travail). olmamak. N'en prendre qu'à son aise: Kolayına
Avoirl'air: -gibi görünmek, -e benzemek (IlaTair geldiği gibi yapmak. En prendre à son aise: Cam
intelligent). Avoir l'air de: -e benzemek, -i istediği gibi yapmak, tatlı canını pek üzmemek (II
andırmak (Tuas l'air d'un paysan. Cette maison a en prend vraiment à son aise avec les engagements
l'air d'un château). Avoir l'air de f. qch: -miş gibi qu'il a souscrits). En parler à son aise: Kafasına
görünmek, -miş izlenimi bırakmak (Ce problème estiği gibi konuşmak. Prendre ses aises: Rahata
a l'air d'être très facile). Avoir l'air en dessous: kavuşmak, rahat etmek,
Sinsi tavırlı olmak, saman altından su yürütmek. aise s. Memnun, hoşnut. § Etre bien aise de f. qch:
Avoir mauvais air: Kötü bir adam gibi görünmek. -mekten memnunluk duymak, -diğine sevinmek
En jouer un air: Kaçmak, tüymek. Foutre qch en (Je suis bien aise de vous voir en bonne santé).
l'air: -i başından savmak, atmak, defetmek. aisé,e s. 1. Kolay (Un livre aisé à comprendre). 2.
L'avoir en l'air: argo. Kamışı kalkmak. N'avoir Rahat, sıkıntısız, güçlük çekmeden (Ilparle d'un
l'air de rien: Pek bir şeye benzememek, değersiz ton aisé). 3. Geçimi iyi, hali vakti yerinde (Une
gibi görünmek, görünüşü kötü olmak. N'avoir famille aisée). 4. Kendisiyle kolay geçinilir,
l'air d'y toucher: -in yanından bile geçmemiş geçimli (Un caractère aisé).
olmak (La philosophie, il n'a pas l'air d'y aisément bel. Kolayca, sıkıntısızca, rahat rahat,
toucher). Prendre de grands airs avec qn: -e pek aisseau er. Paçavra.
yukardan bakmak, -i pek önemsememek.
aisselle diş. 1. Koltukaltı. 2. Yaprakla sapın bitiştiği
S'envoyer en l'air avec qn: argo. -ile yatmak,
yer, yaprakla sapın birleşim noktasındaki dar açı.
cinsel ilişkide bulunmak.
aissette diş. Fıçıcı keseri.
ajointer 59 alarmer
ajointer gçl. Uç uca getirmek, bitiştirmek. coiffure avant d'entrer dans le salon). 2.
ajonc er. bitb. Dikenli katırtırnağı. Ayarlamak. 3. Kurmak. 4. Düzenlemek (Ajuster
ajour er. 1. (Mimarlıkta) Kafes oyma. 2. (Örgüde) des manuscrits de manière à obtenir un texte). 5.
Ajur, delikli örgü. Gözenek, Nişan almak (Le chasseur ajuste les grives). 6.
ajouré. 1. Kafes oymalı. 2. Ajurlu, gözenekli, Ajuster qch. à qch: Bir şeyi -e uydurmak, uyar
ajourer gçl. Kafes açmak, ajur açmak, gözenek hâle getirmek (Le tailleur ajuste un veston à la
yapmak (Ajourer un napperon). carrure de son client. Le caoutchouc est mal ajusté
ajournement er. Bir başka güne bırakma, geri au robinet).
bırakma, başka tarihe atma, erteleme "tehir, ajusteur er. Düzleyici, tesviyeci,
°tâlik (L'ajournement d'un voyage. ajutage er. Musluk, boru lülesi (Ajutage d'un tuyau
L'ajournement d'un procès). d'arrosage).
ajourner gçl. 1. Bir başka güne bırakmak, geri akène, achaine diş. bitb. Kapçık meyve, kapçık
bırakmak (On a ajourné la décision touchant yemiş.
l'augmentation des salaires. La session de akkadien, nés. 1. Akadlara değgin; Akadlı (L'art
l'Assemblée Nationale a été ajournée d'une akkadien). 2. er. Akad dili, akadça.
semaine). 2. (Mahkemece) Ertelemek, "tehir, alabandine diş. Koyu kırmızı renkte Süleyman taşı.
"tâlik etmek. Başka bir döneme bırakmak alacrité diş. Keyiflilik, neşelilik.
(Ajourner un procès. Ajourner un candidat, un alaire 5. Kanada değgin, *kanatsal (Plumes
conscrit). 3. Ajourner qch à...: Bir şeyi -e alaires).
bırakmak, ertelemek (Ajournerun rendezvousau alaise, alèse diş. 1. Hastalann, çocukların altına
vendredi suivant, aumois prochain. Laréalisation yayılan katlanmış çarşaf. 2. Bir tahtayı
de ces grands travaux a été ajournée à l'automne genişletmek için eklenen parça,
prochain). alambic er. îmbik. § Passer qch par l'alambic; tirer
ajout er. Eklenti, ekleme (Faire quelques ajouts à un qch à l'alambic: İmbikten geçirmek,
texte. Edifice gâté par des ajouts). alambiquage er. Aşırı incelik.
ajouter^/. 1. Katmak, eklemek,ulamak (Ajouter alambiqué,e s. mec. Aşırı derecede ince, karışık,
du sel, du sucre).!. Ajouter qch à qch: Bir şeye bir anlaşılması çok güç (Phrases, idées
şey katmak, eklemek (Ajouter un chapitre au texte alambiquées).
original. Ajouter un nombre à un autre. Ajouter alambiquer gçl. 1. İmbikten geçirmek. İmbikten
quelques oignons à la soupe). 3. gsz. Ajouter à çekmek, damıtmak. 2. Pek inceltmek, süze süze
qch: -i artırmak, daha da çoğaltmak, inceltmek.
şiddetlendirmek (Le mauvais temps ajoute encore alanguir gçl. 1. Bitkin bir hale sokmak,
aux difficultés de la circulation). § Sans rien bitkinleştirmek, soldurup sarartmak (Cette
ajouter ni retrancher: Hiçbir şeyi ekleyip chaleur nous alanguit). 2. mec. Ağırlaştırmak,
çıkarmadan, olduğu gibi. Ajouter créance à qch: hantallaştırmak (Des descriptions qui
Bir şeye inanmak. Ajouter foi à qch: Bir şeye alanguissent le récit). § S'alanguir: Uyuşmak,
inanmak, iman etmek (Elle n'ajoute aucune foi à dermanı kalmamak, bitkinleşmek, saranp
ces abominations. J'aujoutefoiàces nouvelles qui solmak (Elle s'alanguit peu à peu).
viennent du front). Y ajouter du sien: Kendinden alanguissement er. Bitkinlik, dermansızlık,
bir şeyler katmak, eklemek, uydurmak, biraz alarmant,e s. Kaygı verici, telâşa düşürücü, ürkü
abartmak (C'est ce qu'il raconte, mais ily ajoute du salan (Une nouvelle alarmante).
sien). § S'ajouter: 1. Eklenmek, katılmak. 2. "alarme diş. 1. Silah başı işareti, alarm (Sonner
S'ajouter à qch: -e eklenmek, üstüne binmek (Cet l'alarme). 2. Tehlike işareti (La sirène donne
ennui s'ajoute à tous ceux que nous avons eus ces l'alarme. Tirer la poignée du signal d'alarme pour
derniers temps). faire arrêter le train). 3. mec. Bozgun havası. 4.
ajustage er. 1. (Maden paralara) Ayar verme, Korku ve telâş (L'épidémie de typhoïde jeta
ayarlama. 2. (Makine parçalarını) Takıp l'alarnïe dans la petite cité). § Donner l'alarme,
alıştırma. sonner l'alarme: Tehlike işareti vermek. Jeter
l'alarme dans: -e ürkü salmak. Tenir qn en
ajustement er. 1. Ayarlama. Takıp uydurma. 2.
alarme: Birini korku ve kaygı içinde bırakmak
Düzeltme (Le projet de loiasubiquelques derniers
(L'absence de nouvelle m'a tenu en alarme
ajustements).
jusqu'au soir).
ajuster gçl. 1. Düzeltmek (Elle ajusta un peu sa alarmer gçl. 1. Tehlike işareti vermek. 2. Telâşa
alarmiste 60 alerte
işareti, tehlike belirtisi (A la première alerte, nous algérien,ennes. vead. 1.Cezayirli.2.er. Cezayirce,
appellerons le docteur. Il s'inquiète à la moindre Cezayir dili.
alerte). 5. diş. Alarm (La sonnerie d'alerte. Ce algide s. (Hastalık için) Üşütücü.
jour-là il y eut trois alertes aériennes). 6. Uni. algidité diş. (Hastalık) Aşın üşüme,
Dikkat, sakın, aman ha ! (Alerte! ce projet attente à algorithme er. 1. Algoritma, *uziş.
nos libertés). § Donner l'alerte à qn: Uyarmak, alguazil er. Ar. (İspanya'da) Polis memuru,
dikkatini çekmek (Le trouble qu'il montra nous algue diş. bitb. Suyosunu.
donna l'alerte) Mettre qch en état d'alerte: -i alarm alibi er. 1. Suçun işlendiği anda birinin başka bir
durumuna geçirmek (Mettre les troupes en état yerde bulunduğunu kanıtlaması (Invoquer un
d'alerte). alibi. Fournir un alibi très acceptable). 2. mec.
alerter gçl. 1. Uyarmak (Son travail est mauvais, il Oyalama, şaşırtma, kandırma (Ses contacts avec
faut alerter le père sur les conséquences de cette ce parti ne sont qu'un alibi).
insuffisance). 2. Haber vermek (Il y a une fuite alibiles. Besleyici, besinli,
d'eau, alerte les voisins). 3. Tehlike işareti aliboroner. 1. mec. Eşek, çüşçüş. 2. mec. Mankafa,
vermek, alarm vermek, bilgisiz, kara cahil. § Maître Aliboron: Bilgiçlik
alésage er. (Boru biçimindeki şeylerde) İç perdah, taslayan budala, eşek hazretleri,
aléser gçl. (Boru biçimindeki şeylerin) İçini alidade diş. Ar. Alidat.
perdahlamak (Aléser le tube d'un canon). aliénabilité diş. huk. (Başkasına) Geçirilebilen
alésoir er. Perdah çubuğu, perdah burgusu, miktar, verilebilirlik, devredilebilirlik, "temlik
bıcırgan. edilebilirlik (Aliénabilité d'un droit).
alevin er. (Balıklandırmak için havuzlara atılan) aliénable s. huk. (Başkasına) Verilebilen,
Balık yavrusu, devredilebilen, geçirilebilen, "temlik edilebilir
alevinage er. Havuzda balık yetiştirme, bir havuzu (La libérté n'estpas aliénable).
balıklama, balıklandırma, aliénataire ad. huk. Kendisine ferağ yapılan kimse,
aleviner gçl. (Bir havuzu) Balıklamak, balık aiiénateur, trice ad. huk. Ferağ eden.
yavrusu atmak, balıklandırmak, aliénation^. 1 .huk. (Başkasına) Verme,geçirme,
alevinier er. yada alevinière diş. Balık yavruları devretme; temlik (Aliénation d'un territoire). 2.
yetiştirilen göl yada havuz; balık tarlası, mec. Bozma, bozulma, bulandırma, bulanma
alexandrin,e s. 1. tar. İskenderiye okulundan olan (Aliénation d'esprit). 3. Akıl bozukluğu, delilik,
(La période alexandrine de la littérature grecque: bunama (L'aliénation entraîne une mesure
Yunan yazınının iskenderiye dönemi). 2 .s. veer. d'internement ou de protection). 4.
On iki hecelik Fransız dizesi, aleksandren (Vers Yabancılaşma,
alexandrin). 3. Titiz, kılı kırk yaran (Discussions aliéné,e s. ad. Akıl hastası, deli (Asile d'aliénés:
alexandrines: Kılı kırk yaran tartışmalar). Tımarhane).
alexiediş. hek. Okumayitimi. aliéner gçl. 1. huk. Temlik etmek. Vermek,
alezan,es. (At donlarından) 1. Al (Chevalalezan). devretmek (Aliéner un bien. Ils ont aliéné leur
2. ad. Al at (Un alezan). petite maison de campagne contre une rente
alfa er. bitb. Halfa. §N'avoirphısd'alfasurleshauts viagère). 2. Kendi aleyhine çevirmek, kendinden
plateaux: (argo) Dazlak olmak, saçları uzaklaştırmak, soğutmak (Les augmentations
dökülmek, başında saç kalmamak, d'impôts lui ont aliéné les esprits les plus
alfange diş. Pala. . favorables). 3. Kendi isteğiyle bırakmak (Le
alfénide er. Çatal bıçak takımı yapılan alaşım, peuple a parfois aliéné ses libertés entre les mains
alfenit. d'un dictateur). 4. Karıştırmak, bulandırmak
algarade diş. Zılgıt, tersleme, haşlama, papara, (Aliéner les esprits). S. Yabancılaştırmak,
dalaşma, g Avoir une algarade avec qn: Biriyle aliénisme er. Akıl hekimliği, ruh hekimliği, ruh
münakaşa etmek, dalaşmak, doktorluğu,
algèbre mat. 1. Cebir. 2. mec. Akıl ermez şey. § aliéniste er. Ruh doktoru,
C'est de l'algèbre: Akıl sır ermez, anlaşılır şey alifère s. (Böcekler için) Kanatlı,
değil bu. aliforme s. Kanat biçiminde,
algébrique s. mat. Cebirsel, cebire değgin alignement er. i . Dizme, dizilme, sıralama,
(Résoudre un problème algébrique). sıralanma (Se mettre à l'alignement, sortir de
algébriquement bel. Cebirsel olarak, l'alignement: Hizaya girmek, hizadan çıkmak. A
algébriste ad. Cebirci. droite! Alignement!: Sağa bak! Hiza!
aligner 62 alléger
L'alignement des maisons, des allées). 2. Çırpıya yatırma; yatağa düşme, yatakta yatma,
getirme. § Alignement monétaire: Para kurunu aliter gçl. Yatırmak, yatağa düşürmek (Aliter un
ayarlama. malade. Une grippe m'a alité une bonne semaine).
aligner gçl. 1. Dizmek, sıralamak (Aligner les élèves § S'aliter: Yatağa düşmek, hasta olup yatmak (ila
les uns derrière les autres). 2. Art arda dizmek, dû s'aliter hier).
liste halinde sıralamak (Aligner des noms, des alizarine diş. Alizarin.
chiffres. Il aligne des phrases bien faites, mais vides alizé,e s. ve er. coğr. Alize, alize yeli (Vent alizé.
de pensée). 3. Aligner qch sur qch: Bir şeyi -e L'alizé austral soufflait avec la plus exquise
uydurmak, uyarlamak, -e göre ayarlamak (Le douceur).
ministre des Finances décide d'aligner la monnaie alkékenge er. bitb. Güvey feneri,
sur le cours réel actuel). 4. Yapmacığa kaçmak. 5. allaitement er. Emzirme.
Çırpıya getirmek. § Les aligner: tkz. Paraları allaiter gçl. Emzirmek (Allaiterunenfantausein, au
sökülmek (Affaire conclue, tu peux les aligner). biberon).
S'aligner: 1. Hizaya girmek, dizilmek. 2. allant,e ç. 1. Giden. 2.Gezmesini seven ('l u es plus
S'aligner avec qn: tkz. a) -ile dövüşmek, allante que moi). 3. er. Atılganlık, girginlik
vuruşmak, b) -e karşı cephe almak, -in karşısına (Soldat plein d'initative et d'allant). 4. er. ç.
geçmek. Gidenler (Allants et venants: Gidip gelenler, gelip
alimente/-. 1. Besin. 2. ç. Nafaka. § Fournir, donner geçenler). § Avoir de l'allant: Girişken olmak;
un aliment à qch: Bir şeye yol açmak, neden girgin olmak; atılgan olmak (Il a de l'allant et il est
olmak, mahal vermek (Voilà qui donnera encore capable d'entraîner les autres).
un aliment à sa mauvaise humeur). alléchant,es. Çekici, ilgi çekici, iştah kabartıcı (Une
alimentaires. Besine değgin, besinsel (Son régime odeur alléchante, une proposition alléchante. Un
alimentaire est trop sévère). § Dette alimentaire: repas alléchant).
Nafaka borcu. Plante alimentaire: Besin bitkisi, allécher gçl. İlgisini çekmek, kendine çekmek,
yenen bitki. Pension alimentaire: Geçimlik, iştahım kabartmak. Yemlemek (Allécher les
"nafaka (Une pension alimentaire a été versée à la lecteurs).
femme et aux enfants). Pâtes alimentaires: allée diş. 1. (Eski) Koridor, üstü kapalı geçit. 2. İki
(Makarna, şehriye gibi) Unlu besinler, yanı ağaçlı yol, "hıyaban (Les allées du parc sont
alimentation diş. Besi, besleyiş, bakım, besleme, pleines d'enfants. Une grande allée de tilleul mène
beslenme (Les bases de l'alimentation humaine jusqu'à la villa). § Les allées et venues: Gidip
ont été profondément modifiées. L'alimentation gelme; koşuşturma; dolaşma (J'aiperdu toute la
des machines se fait régulièrement). matinée en allées et venues pour obtenir mon
alimenter gçl. 1. Beslemek, besin vermek passeport).
(Alimenter une personne, un animal, un malade). allégation diş. İleri sürülen şey, sav, "iddia (Les
2. Doyurmak, beslemek, gereksinimini sağlamak allégations du prévenu sont vérifiées. Il répondit
(Alimenter les marchés en viande congelée). 3. habilement aux allégations de son adversaire).
Konu vermek, konu olmak (Ce scandale financier allège diş. 1. Mavna. 2. Pencere altı duvarı, pencere
alimentait la conversation. Les démêlés conjugaux eteği.
de vedettes alimentent les colonnes de certains allégeance 1. Dinginlik, hafiflik, yatışma, kuş tüyü
journaux). § S'alimenter: 1. Beslenmek. 2. gibi hafif olma (Elle goûte ce soir la même
S'alimenter de qch: -ile de beslenmek ,-yemek(7/ allégeance qu'à ses réveils d'alors). 2. (Ortaçağda)
ne s'alimente que de fruits). Bağlılık. Bir devlete, bir hükümdara bağlılık
alinéa er. 1. Satırbaşı. 2. İki satırbaşı arasındaki (Sermeni d'allégeance: Bağldık andı). 3.
ibare. 3. huk. Bent. Uyrukluk, "tabiiyet (Double allégeance: Çifte
aliquantes. diş. (Birbütünü)Tam bölmeyen (sayı), uyrukluk).
*Tümbölmez. allégement er. 1. Yeğniltme, hafifletme (Demander
aliquote s. 1. (Bir bütünü) Tam bölen. 2. diş. (Bir l'allégement des programmes scolaires). 2. mec.
bütünü) Tam bölen sayı. "Tümbölen. Yeğnilik, hafiflik, yatışma, avunma,
alise, alize diş. bitb. Alıç. alléger gçl. Yükünü azaltmak; yeğniltmek,
alisier, alizier er. bitb. Ahçağacı hafifletmek; dindirmek (Alléger un fardeau.
alismacées diş. ç. bitb. Kazayağıgiller. Alléger les charges publiques. Alléger les
alisme er. bitb. Kazayağı. contribuables, les taxes. Ces mots de consolation
alitement er. 1. Hasta yatma süresi. 2. Hastayı ne sauraient alléger sa peine).
allégorie 63 aller
allégorie ed. * Yerine, "istiare (L'allégorie de la karşılamak. Aller à la rencontre de: -i karşılamaya
justice est représentée par une femme tenant en ses gitmek, karşılamak. Aller à l'aventure: Maceraya
mains une balance). atılmak, serüvene gitmek. Aller à l'encontre de:
allégoriques. *Yerinel, "istiareli (Lesfables sont des -in tersi olmak, ile bağdaşmamak, -in zıddı olmak.
récits allégoriques). Aller à tâtons: El yordamıyla yürümek. Aller au
allégoriquement bel. Yerinel olarak, "istiare cœur: Kalbine hitap etmek, yüreğine yerleşmek,
yoluyla. duygulandırmak. Aller au fait: Doğrudan
allégoriser gçl. Orunlamah (temsili) bir anlam doğruya konuya girmek, işin özüne girmek. Aller
vermek, *yerinelleştirmek. au plus pressé: Çok önemli bir şeyle uğraşmakta
allègre s. Canlı, neşeli, şakrak (Marcher d'un pas olmak. Aller aux renseignements: 1. Bilgi
allègre. On vous entend chanter, vous êtes bien toplamak. 2. tkz. Bir kadının orasını burasını
allègre aujourd'hui). ellemek. Aller comme sur des roulettes: Yolunda,
allègrement bet. Neşe ile, sevine sevine, sevinçle, tıkırında gitmek. Aller comme un gant: Çok
allégresse diş. Neşe, sevinç, şakraklık, yakışmak, uygun düşmek. Aller de l'avant:
allegretto bel. ve er. müz. Allegretto, Önden gitmek, öncülük etmek. Aller de mal en
allegro bel. ve er. müz. Alegro. pis: Gittikçe kötüleşmek, beter olmak. Aller de
alléguer gçl. 1. İleri sürmek (Alléguer des excuses, pair avec: -ile eş değerde olmak, denk olmak, at
des prétextes.). 2. Tanık, neden, dayanak olarak başı gitmek, birbirine koşut gitmek. Aller le droit
göstermek (Alléguer un texte de loi, un auteur). ehemin: Doğru yolu tutmak. Aller le nez au vent:
alléluia er. 1. "Tanrıya övgü" anlamına İbranice bir Başıboş, aylak aylak dolaşmak. Aller planter ses
deyim olup sevinildiği zaman söylenir, aleluya. 2. choux: Köye çekilip yaşamak; köşeciğine
Paskalya sırasında çiçek veren bir kuzukulağı çekilmek. Aller jusqu'au bout: Sonuna dek
türü. § Entonner l'alléluia: Çok övmek, göklere gitmek, nerden incelmişse ordan kopsun demek.
çıkarmak. Aller à bien: Başarmak, başarıya ulaşmak. Ne pas
allemand,e ve ad. 1. Alman. 2. er. Almanca, aller sans...: -sız olmamak (Le malheur ne va pas
allemande diş. 1. Bir çeşit oynak dans. 2. Bir çeşit sans quelque consolation. Une nombreuse famille
salça. ne va pas sans ennuis de toute sorte). Aller grand
aller gsz. 1. Gitmek (Il va à son travail; à la maison). train: 1. Hızını aksatmadan gitmek. 2. Çok
2. Varmak (Ce chemin va à Paris; la route va masraf etmek, bir eli yağda bir eli balda olmak,
jusqu'à Bursa. Le sentier va à la rivière). 3. rahat yaşamak. Aller à la selle: Yüz numaraya
Yürümek, gitmek (Aller à pied. Ce cheval va très gitmek. Y aller: Davranmak, yapmak, hareket
vite). 4. Erişmek (Cette montagne va jusqu'aux etmek (Y aller doucement). Y aller de qch: Bir
nues). 5. Durumda olmak (Comment allezvous? şeye -ile katılmak (J'y vais de vingt francs: Ben bu
Nasılsınız? Comment çava? Nasılsınız, işler nasıl. işe yirmi frankla katılıyorum). Il y va de: ... söz
Aller bien, mal, mieux: Sağlığı iyi, kötü, daha iyi konusudur (Il y va de mon honneur, de ma vie:
olmak). 6. İşlemek, çalışmak, gitmek (Les Şerefim söz konusudur, söz konusu olan
affaires vont bien. Cette horloge va mal; le poste de hayatımdır). Aller son ehemin, son petit
radio va bien). 7. Aller à:-e yakışmak, uygun bonhomme de ehemin: Kendi işinde olmak, şunun
gelmek (Cette robe lui va bien. La clé va à la şurasında yaşayıp gitmek. Aller à tout vent:
serrure). 8. Aller f. qch: (Yakın gelecek zamanı Çabuk etkilenmek, herkesin etkisinde
gösterir) (Je vais travailler: Çalışacağım). 9. kalıvermek, her önüne çıkana kapılıvermek. Il va
Olmak (Les plaisirs ne vont pas sans tristesse) .10. sans dire que: Tabii, çok doğal ki, hiç kuşku yok
Aller sur: -e yaklaşmak, merdiven dayamak (liva ki. Il va de soi: Tabii, hiç kuşku yok ki. Allez:
sur ses quarante ans). 11. Dayanmak (Cet habit Haydi. Allons: Haydi. Allons done: Haydi canım!
n'ira pas jusqu'à l'hiver prochain). 12. Aller Haydi canım sen de! § Laisser aller: gçl.
contre: -e karşı olmak, muhalif olmak, -e karşı Bırakmak, salıvermek, engel olmamak (Je le
cephe almak (Il va contre son oncle). § Aller à la laisse aller où il veut. Il laisse aller tout). Se laisser
guerre, à la pêche, à la chasse,à la baignade: aller: Kendini koyvermek, salıvermek. Se laisser
Savaşa, balığa, ava, yüzmeye gitmek. Aller aux aller à qch: Kendini -e kaptırmak (On se laisse
urnes: Oy vermek, sandık başına gitmek. Aller aller aux appas d'une passion). S'en aller: 1.
aux voix: Oya baş vurmak. Aller en avant: Ayrılıp gitmek, başını alıp gitmek, çekip gitmek.
İlerlemek. Aller à la dérive: Çıkmaza doğru 2. Ortadan kalkmak, geçmek, yitip gitmek (Les
gitmek. Aller au devant de: -i karşılamaya gitmek, taches d'encre s'en vont avec ce produit). 3. Yok
aller 64 allume-gaz
olması ya da ölmesi yakın olmak, gidici olmak (Ce allocataire ad. Ödenek alan, yardım gören; para
malade s'en va). yardımı alan.
aller er. 1. Gidiş (J'ai fait l'aller à pied, mais suis allocation diş. 1. Ödenek (Toucher les allocations
revenu par l'autobus). 2. Gidiş bileti (Un aller familiales. Une allocation de devises). 2. Para
pour Paris). § Aller et retour: 1. Gidiş dönüş. 2. yardımı (Verser une allocation aux gens âgés).
Gidiş dönüş bileti (J'ai pris un aller et retour pour allocution diş. Kısa söylev, demeç (Prononcer une
Versailles). 3. tkz. Sille; iki tokat (Il lui a flanqué allocution à lafin de la cérémonie. On annonce une
un de ces allers et retours). allocution télévisée du Premier Ministre).
allergène s. ve er Alerji yapan, allodial,e s. Tımara ait olan, tımar sahibine ait
allergie diş. *İtinç, alerji, tepki, ters tepki (Allergie (Biens allodiaux).
respiratoire, cutanée). § Avoir de l'allergie i qch: allogène s. Yerli olmayan, yerlilerden ayrı bir
-e karşı alerjisi olmak, itinç duymak, kökenden olup ülkeye sonradan gelip yerleşen
allergiques. 1. Alerjisi olan, alerjili. 2. Allergique à (Eléments allogènes).
qch: -karşı alerjisi olan; -i hiç sevmeyen, -den allonge diş. 1. (Bir çok şeyler için) Uzatma eki,
tiksinen (Etre allergique à certaines poussières. Il parçası. 2. Et çengeli. 3. (Boksörün) Kol
est allergique au téléphone, à la vie moderne). uzunluğu.
allergologie diş. hek. Alerjibilim, "itinçbilim. allongées. 1. Uzatılmış, uzamış, sarkmış. 2. mec.
allergologiste, allergologue ad. hek. Alerji uzmanı, Asık, asılmış (Mine allongée, figure allongée).
alerjibilimci, 'itinçbilimci. allongement er. 1. Uzatma; uzama (L'allongement
alleu er. (Batı derebeyliğinde) Tımar, de la tige d'une plante). 2. Uzunluk, uzun biçim
alliacé,e s. Sarımsağa değgin (Goût alliacé: (L'allongement de l'aile d'un avion). 3. (Süre için)
Sarmısak tadı). Uzama, uzatılma,
alliage er. 1 .kim. Alaşım (Les alliages légers entrent allonger gçl. 1. Uzatmak (Allonger une robe pour se
dans la fabrication des avions). 2. mec. Katışım, conformer à la mode. Ce détour allonge notre
katışık (Un créole sans le moindre alliage de sang itinéraire. Il ne faut pas allonger votre texte). 2.
coloré). Germek, uzatmak (Allonger les bras, les jambes,
alliaire diş. bitb. Sarmisakotu. le cou). 3. Allonger qch à qn: a) Birine... vermek,
alliance diş. 1. Evlenme. 2. Hısımlık. Dünürlük, (Allonger une somme. Allonger un pourboire au
kayınlık. 3. Nişan yüzüğü. 4. (Devletlerarasında) garçon), b) hlk. Birine... atmak, vurmak
Bağlaşma, "ittifak (Conclure un traité d'alliance). (Allonger un coup de pied à quelqu'un. Il lui a
5. Birleşme (L'alliance des deux familles assurera allongé un coup de poing sur la figure). 4.
la fortune des conjoints). Uzatmak, asmak (Allonger le visage, le nez). S.
r allié,e s. ve ad. 1. Hısım. 2. Bağlaşık, "müttefik (La Sıklaştırmak, çabuklaştırmak (Allonger le pas).
victoire des Puissances alliées sur l'Allemagne en 6. gsz. Uzamak (Les jours allongent). §
1945. Les alliés du Marché commun). S'allonger: 1. Asılmak; uzamak (A cette nouvelle,
allier gçl. 1. kim. Alaşımlamak, karıştırmak (Allier son visage s'est allongé. La route s'allonge toute
le fer et le cuivre. Allier l'or avec l'argent). 1. droite devant nous). 2. Serilmek, uzanmak,
Bağdaştırmak, birleştirmek, katmak. 3. Allier yayılmak (S'allonger sur le lit).
qch à qch, avec qch: Birşey -ile birleştirmek (Il sait allotropie diş. Alotropi,
allier la fermeté avec une bienveillance souriante. allotropiques. Alotropik.
Elle allie la beauté à de grandes qualités de cœur). | allouer gçl. 1. Buyrultu çıkarmak. 2. (Ödenek)
S'allier: 1. Birleşmek, bağlaşmak. 2. S'allier à Ayırmak, vermek (Des crédits importants ont été
qch: -e katılmak, katışmak (Ils'est allié à une riche alloués pour la mise en valeur des régions
famille). 3. S'allier avec: -ile bağlaşmak, déshéritées). 3. Allouer qch i qn: Birine... vermek
bağlaşma kurmak, "ittifak yapmak (La France (On lui a alloué une indemnité pour frais de
s'est alliée avec l'Angleterre). déplacement).
allier, hallier er. Kuş ağı. allumage er. Yakma; yanma (L'allumage d'une
alligator er. Amerika timsahı, aligator. pipe, d'un feu). § Avoir du retard fc l'allumage:
allitération diş. ed. Ses yinelemesi; bir uyum etkisi Anlayışı ağır olmak, geç anlamak, jetonu geç
sağlamak için aynı sesleri, aynı harfleri yada aynı düşmek.
heceleri yineleme, allume-feu er. Çıra gibi ateş tutuşturmaya yarayan
allo ünl. (Telefonda) Alo! şey, tuturuk,
allobrage er. mec. Kaba adam, hırbo. allume-gaz er. Ocak çakmağı, havagazı çakmağı.
allumelle 65 alpin
allumelle diş. Ağaç dallarının kömürleştirildiği (Un succès de bon aloi). De mauvais aloi:
ocak, ağaç kömürü ocağı, Niteliksiz, değersiz, entipüften
allumer gçl. 1. Yakmak (Allumer une cigarette, une alopécie diş. hek. Saç dökülmesi; saç ve kılların yer
pipe, du feu). 2. mec. Tutuşturmak (Allumer une yer yada tümden dökülmesi,
guerre). § Allumer la bile de qn: Öfkelendirmek. alors bel. 1 . 0 zaman, o sırada ( La France était alors
Allumer le sang de qn: Kanına dokunmak. en guerre contre l'Allemagne). 2.0 halde, öyle ise
Allumer le brandon de la discorde: Yangına (Alors, n'en parlons plus). § Alors que: 1. -diği
körükle gitmek. S S'allumer: 1. Yanmak, sırada,... iken (Il continuait à travailler alors que
tutuşmak (Du bois humide qui s'allume mal. La tout le monde dormait: Herkes uyurken o
guerre s'allume en Afrique). 2. Parlamak, ışıl ışıl çalışmasına devam ediyordu). 2. -diği halde ; -sine
olmak, kor gibi olmak (Son regard s'allume). karşın (Vous avez fait cela, alors que je vous l'avais
allumette diş. 1. Kibrit (Une boîte d'allumettes. défendu: Size yasak ettiğim halde bunu yaptınız).
Craquer une allumette contre le frottoir). 2. İnce alose diş. hayb. Tirsibalığı.
uzun kuru pasta (Allumette au fromage). § alouate er. hayb. Uluyan maymun,
Pommes allumettes: Çöp gibi ince kızarmış alouette diş. Çayırkuşu, tarlakuşu, toygar. §
patates. Attendre que les allouettes tombent toutes rôties
allumettier,ire ad. Kibritçi. dans la bouche: Hazıra konmak istemek. Armut
allumeur,euse ad. 1. Fener yada kandil yakıcısı, piş ağzıma düş demek (Il attend que les allouettes
fenerci, kandilci (Un allumeur de réverbères). 2. lui tombent toutes rôties dans la bouche).
diş. Oynak kadın, fingirdek kadın, alourdir gçl. Ağırlaştırmak (Ces nouvelles dépenses
allumeur er. Yakıcı, tutuşturucu, 'yakmaç, improductives alourdissent la charge de l'Etat).
allure diş. 1. Yürüyüş, gidiş (L'allure d'un homme, alourdissement er. Ağırlaştırma; ağırlaşma
d'une voiture,d'un cheval). 2. Davranış, tutum (Alourdissement des impôts).
(L'allure digne d'un professeur. Cet individu aune aloyage er. Belirli bir ayara çıkarma,
allure louche). 3. İşleyiş. § Avoir de l'allure: Bir aloyau er. Sığır filetosu.
inceliği, güzelliği olmak; yakışıklı olmak (ila de
aloyer gçl. (Altın ve gümüş için) Belirli bir ayara
l'allure sous l'uniforme).
çıkarmak.
alluré,e s. Şık, albenili, göz alıcı (Une robe très
alpaga er. 1. hayb. Alpaka. 2. Alpaka kumaş,
allurée).
alpage er. 1. Dağ otlağı. 2. Sürünün yaylada
allusif,ive s. Anıştırmak, "imâli (Ses reproches geçirdiği mevsim, yazlıkta geçen dönem,
étaient très allusives). alpaguer gçl. argo. Yakalamak, enselemek; ele
allusion diş. Anıştırma, "imâ, "telmih. § Faire geçirmek.
allusion à qch: -i anıştırmak, anıştırmada alpe diş. 1. Yüce dağ, ulu dağ. 2. (Alp dağlarında)
bulunmak, telmih etmek (A quoi faites-vous Otlak (Les troupeaux sont dans l'alpe).
allusion?). alpenstock er. Al. Dağcı sopası, dağcı değneği;
alluvial,e; alluvien,ne s. yerb. Lığlı, alüvyonlu eskiden dağcıların kullandığı demir sopa.
(Plaine alluviale). alpestre s. Alp dağlarındaki gibi, Alp dağlannı
alluvion diş. yerb. Lığ, alüvyon, andıran, Alplere değgin (Un paysage alpestre).
alluvionnaire s. Lığa değgin, alüvyona değgin alpha er. Yunan abecesinin ilk harfi, alfa.
(Pépites alluvionnaires). alphabet er. * Abece, "alfabe,
alluvionnement er. Lığlanma, alüvyonlanma alphabétique s. 'Abecesel, abeceye değgin,
(Zones d'aluvionnement). "alfabeye değgin (Par ordre alphabétique: abece
alluvionner gçl. Lığ bırakmak, alüvyon bırakmak, sırasına göre, abecesel sırayla).
alüvyonlulaştırmak (Le fleuve alluvionne la alphabétiquement bel. Abece sırasınca.
plaine). alphabétisation diş. Okutma, okuma yazma
almanach er. Yıllık, almanak. § Faiseur öğretme (Alphabétisation des masses).
d'almanach: Gelecekten haber veren, falcı. Un alphabétiser gçl. Okuma yazma öğretmek,
almanach de l'an passé: Bu, bildirin hikâyesi. okutmak (Alphabétiser les classes les plus pauvres
Önemi kalmamış artık; modası geçmiş, d'un pays).
aimée diş. Mısır çengisi, alpin,e s. 1. Alplerde yada yüce dağlarda yetişen
aloès er. bitb. Sarısabır. (Végétation alpine). 2. Dağcılığa değgin (Club
aloi er. 1. (Altın, gümüş için) Ayar. 2. mec. Nitelik. alpin: Dağctlık kulübü). § Chasseur alpin:
I De bon aloi: İyi, makbul, namusluca, hakkıyla (Fransa ve İtalya'da) Dağcı asker.
alpinisme 66 amaigrir
alpinisme er. Dağcılık. § Faire de l'alpinisme: Dağ (Les périodes d'activité intense alternent avec de
sporu yapmak, dağcılık yapmak, longs moments d'inaction). 3. gçl. Almaştırmak
alpiniste ad. Dağcı, (Alterner les cultures pour éviter l'épuisement des
alpiste er. bitb. Kuşyemi. sols).
altérabilité diş. Bozulabilirlik. altesse diş. Altes. Prens ve prenseslere verilen
altérables. Bozulabilir, bozulur, ünvan ve bu ünvanı taşıyan kişi.
altéragène s. Bozan, bozulmaya yol açan. altier,ère s. 1. Kibirli, kendini beğenmiş. 2. mec.
altérantes. Susatıcı, susatan, Yüce, başı göklerde (Des monts altiers: Yüce
altération diş. 1. Bozma; bozulma (Altération de la dağlar).
santé. L'altération des traits du visage). 2. altièrement bel. Kibirle, kendini beğenmişlikle,
Karışma; karıştırma (Altération des liquides). 3. altimètre er. Yükseltiölçer, yükseklikölçer.
Değişme; değiştirme; "tahrif (L'altération de la " altimétrie diş. Yükseltiölçüm; yükseklikölçüm.
vérité). 4. (Bir heyecan dolayısıyla) Yüzün altiport er. (Dağlarda) Küçük havaalanı (Les
değişmesi, beniz atması, altiports des grandes stations de sports d'hivers).
altercation diş. Atışma, ağız dalaşı (Les conférences attise diş. hayb. Toprakpiresi.
diplomatiques n'avaient conduit qu'à des altiste ad. müz. Altocu, alto çalan kişi.
altercations violentes). altitude diş. coğr. Yükselti. Deniz seviyesinden
altérer gçl. 1. Susatmak (Cette longue marche sous le yükseklik, "irtifa. (Un village situé à une altitude de
soleil nous a altérés). 2. Bozmak (Les émotions 2000 mètres). § Mal d'altitude: Dağ tutması;
violentes altèrent la santé. Le soleil altère les uçak tutması; yüksek yerlerde duyulan bulantı.
couleurs). 3. Değiştirmek, saptırmak (Il a alto er. müz. Alto.
l'habitude d'altérer la vérité). 4. Hile katmak, hile altruisme er. Özgecilik. Başkalarını düşünürlük,
karıştırmak (Altérer un liquide, une altruistes, ve ad. Özgeci; başkalarını düşünür,
marchandise). 5. mec. Soğutmak, soğukluk alumine diş. kim. Alümin.
katmak (Altérer l'amitié). 6. Etre altéré de qch, de aluminium er. Alüminyum,
f. qch: Bir şeye, bir şey yapmaya susamış olmak alun er. kim. Şap.
(Les soldats étaient altérés de sang). alunage er. Şaplama, şaplı suya batırma,
altérité diş. fels. Bir başkası olma, "başkasılık. aluner gçl. Şaplamak, şaplı suya batırmak,
alternance diş. Art arda dönüp gelme, almaşma, aluneux, euse s. Şaplı,
almaşıklık, "münavebe (Alternance de cultures. alunière diş. 1. Şap fabrikası. 2. Şap ocağı,
Alternance des pluies et des éclaircies continuera). alunir gsz. Aya inmek, *aylamak.
alternant,e s. Art arda dönüp gelen, almaşan, alunissage er. Aya inme, *aylam, aylama,
"münavebeli (Cultures alternantes). alvéole er. 1. anat. Petek gözü, petek (Alvéoles
alternateur er. fiz. Alternatör. pulmonaires: Akciğer petekleri). 2. anat. Yuva
alternatif, ive s. Art arda dönüp gelen, almaşık, (Alvéole dentaire: Diş yuvası).
"münavebeli (Le mouvement alternatif de alvéolé,e s. Petek gözlü, petekli.
pendule). § Courant alternatif: Alternatif akım. amabilité diş. 1. Sevimlilik. 2. Gönül okşayıcılık,
alternative diş. 1. Art arda gelme, almaşma, incelik, nezaket, tatlılık (Veuillez avoir
"münavebe (On passe par des alternatives de froid l'amabilité de le prévenir de ma part). § Faire des
et de chaud). 2. 'Seçenek, alternatif (Je me amabilités à qn: Birine dalkavukluk etmek,
trouvais dans la fâcheuse alternative de refuser ou yalvarıp ricada bulunmak, yaltaklanmak,
d'accepter). 3. fels. Seçenek, amadou er. Kav.
alternativement bel. Art arda dönüp gelerek, sıra amadouement er. Pohpohlama, pohpohlayıp
ile, almaşarak, "münavebeyle (La vice-présidence kandırma, tavlama,
revient alternativement aux divers groupes de amadouer gçl. Pohpohlamak, pohpohlayıp
l'Assemblée). kandırmak, tavlamak (Il cherchait à amadouer la
alterne s. 1. bitb. Almaşık (Disposition alterne des concierge par des amabilités de toutes sortes).
feuilles, des branches). 2. mat. Ters (Angles amadouvier er. bitb. Kavmantan.
alternes). § Angles alternes externes: Dışters amaigrir gçl. 1. Alıklaştırmak, zayıflatmak (Le
açılar. Angles alternes internes: İçters açılar, long voyage m'a amaigri).2. İnceltmek (Amaigrir
alterner gsz. 1. Art arda dönüp gelmek, nöbet une poutre). § S'amaigrir: Zayıflamak,
değiştirmek, almaşmak. 2. Alterner avec qch: arıklaşmak, incelmek (Il s'amaigrit de jour en
-ile nöbetleşe gelmek; sıra ile olmak, almaşmak jour).
amaigrissant 67 ambitieusement
I
amendable 69 ameublement
amendable s. İyileştirilebilir, verimli kılınabilir göstermek (Chaque jour qui s'écoule amenuise
(Terre amendable). les chances de réussite). 2. İnceltmek (Amenuiser
amende diş. 1. Para cezası (Payer une amende. Il a une planche). § S'amenuiser: Azalmak; düşmek
été condamné à 300 francs d'amende). 2. Ceza. § (L'espoir de le retrouver vivant s'amenuise peu à
Amende honorable: Herkes önünde suçunu itiraf peu. La valeur des immeubles s'amenuise).
etme, suçlu olduğunu açıkça kabul etme. Etre mis amer,ère s. 1. Acı (Prunes amères. J'ai la bouche
à l'amende: Cezaya çarptırılmak. Faire amende arrière). 2 .mec. Acı (Paroles amères. Laréalitéest
honorable: Suçlu olduğunu kabul etmek, özür arrière). 3. er. Acı madde. 4. er. (Kimi
dilemek (Elle s'abaissa jusqu'à lui faire, en ma hayvanlarda) Öd kesesi. 5. er. den. Kıyıda sabit
présence, amende honorable). işaret noktası. § L'onde amère: mec. Deniz,
amendement er. 1. (Toprak için) Verimini artırma, amèrement bel. Acı acı; acı bir biçimde (Pleurer
iyileştirme. 2. Düzeltme, ıslah etme. 3. Eksik ve amèrement sur sa jeunesse perdue. Il se plaint
yanlışlarını giderme, düzeltme. 4. Değişiklik amèrement de votre silence).
yapma. 5. Değişiklik önerisi, américain,e 1. s. Amerikalı, amerikan (Les
amender gçl. 1. Verimini artırmak, iyileştirmek touristes américains sont venus enfouie). 2. ad.
(Amender un territoire). 2. Düzeltmek, ıslah Amerikalı (Les Américains du Sud, du Nord). 3.
etmek (La prison ne l'a guère amendé). 3. Eksik ve er. Amerikanca (L'américain se distingue de
yanlışlarını gidermek, düzeltmek (Amender un l'anglais par son système phonétique). § Avoir
texte, une traduction). 4. Değişiklik yapmak, l'œil américain: Gözü açık olmak, fırsatçı olmak,
düzeltmek (Amender une loi, un projet). § américanisation diş. Amerikanlaştırma;
S'amender: Durumu iyileşmek, düzelmek, yola amerikanlaşma.
gelmek (Cet élève dissipé et paresseux s'est américaniser gçl. Amerikalılaştırmak,
sérieusement amendé). amerikanlaştırmak (L'influence économique des
amène s. Tatlı, sevimli, cana yakın (Des propos Etats-Unis américanise les grandes villes
amènes). européennes). § S'américaniser:
amener gçl. 1. Götürmek (Je vous amènerai ce soir Amerikanlaşmak (Un monde qui s'américanise
au cinéma). 2. Taşımak, nakletmek (Le taxi vous de jour en jour).
amènera directement à la gare. Le train amène le américanisme er. 1. Amerikan tutumu,
charbon à Paris). 3. Getirmek (Amène le journal amerikanlık. 2. Amerikan hayranlığı (Le monde
que j'ai laissé dans le bureau). 4. İndirmek marche vers une sorte d'américanisme). 3.
(Amener lepavillon. Amener une embarcation à la Amerikan deyimi, konuşma biçimi,
mer). 5. Doğurmak, yaratmak, neden olmak (La américaniste s. ve ad. 1. Amerikancı. 2.
vitesse des voitures et la maladresse des Amerikanbilimci.
conducteurs amènent de nombreux accidents). 6. amérindien,ne s. Amerika yerlilerine değgin,
Amener qn àf. qch: Birini -meye itmek, götürmek kızılderililere değgin (Langues amérindiennes).
(Les circonstances nouvelles ont amené le amerlo[t), amertoque ad. argo Amerikalı,
gouvernement à prendre d'autres mesures). 7. amerrir gsz. (Deniz uçakları için) Denize inmek
Amener qn à qch: Birini bir şeye götürmek, (Les hydravions pouvaient amerrir sur l'étang de
vardırmak, eriştirmek (Amener un homme à un Berre).
but). 8. Amener qch sur qch: Bir şeyi... üzerine amerrissage er. Denize inme (L'avion fut contraint
çevirmek, getirmek (Amener la conversation sur à un amerrissage forcé).
l'économie, sur la politique). 9. Etre amené à qch: amertume diş. 1. Acılık (Mettez davantage de sucre
Bir şeye varmak, erişmek (La technique a été pour atténuer l'amertume du café). 2. Acı, üzüntü
amenée à un haut degré de perfectionnement). § (Cette séparation lui causa une grande amertume).
S'amener: hlk. Gelmek (Il s'est amené très tard à la améthyste diş. yerb. Ametist. Mor renkli değerli bir
réunion). taş (Et, montrant l'anneau d'évêque: c'est une
aménité diş. Tatlılık, sevimlilik, cana yakınlık (Il améthyste de Hongrie).
traitait ses subordonnés sans aménité). amétrope s. Görme bozukluğu olan.
aménorrhée diş. (Kadınlarda) Âdetten kesilme, amétropie diş. Görme bozukluğu,
âdet görmeme, ameublement er. Döşeme takımı, döşeme, mobilya
amenuisement er. Azalma, küçülme (Un divan et des coussins qui traînaient à terre
(Amenuisement du rendement). composaient tout l'ameublement de cette
amenuiser gçl. 1. Azaltmak, düşürmek, küçük chambre).
ameublir 70 amodier
ameublir gçl. 1. (Toprağı) Kabartıp yumuşatmak. couteau, une planche). 2. İnce göstermek (Cette
2. huk. (Taşınmaz malları) Taşınır sayıp karı koca robe l'amincit). § S'amincir: İncelmek,
ortaklığına almak, amincissement er. İnceltme; incelme,
ameublissement er. 1. (Toprağı) Kabartıp amiral er. 1. Amiral. 2. s. Amirale değgin (Vaisseau
yumuşatma. 2. (Taşınmaz malları) Taşınır sayıp amiral. La frégate amirale).
karı koca ortaklığına alma. amirauté diş. 1. Amirallik. 2. Donanma yüksek
ameuter gçl. 1. (Avcılıkta köpekleri) Toplayıp yönetimi. 3. Deniz mahkemesi,
düzenlemek. 2. mec. Kışkırtmak, ayaklandırmak amitié diş. 1. Dostluk ; ahbaplık (Ils ont lié entre eux
(On ameute la foule). 3. Ayağa kaldırmak (II une solide amitié). 2. Sevgi. 3. İlgi. 4. ç. Gönül
ameutait tout le voisinage par ses querelles okşama, sevgi gösterisi (Il nous a fait mille
continuelles). 4. Ameuter qn contre qch: Birini -e amitiés). 5. Selam, dostluklar (Faites-lui toutes
karşı ayaklandırmak, kışkırtmak (On ameutait le ' mes amitiés: Ona selamlarımı söyle, dostluklarımı
peuple contre les accapareurs). § S'ameuter: 1. ilet). § Faire à qn l'amitié de f. qch: Birine -mek
Ayaklanmak, başkaldırmak. 2. § S'ameuter dostluğunu göstermek (J'espère que vous nous
contre qch: -e karşı ayaklanmak, ferez l'amitié de venir. Faites-nous l'amitié de venir
ami,e ad. 1. Dost, ahbap (Il vient en ami, non en dîner à la maison). Prendre qn en amitié: Birini
adversaire). 2. diş. Sevilen kadın, sevgili (Il a une kendisine dost edinmek, dost seçmek, dostu
petite amie). 3. s. ve ad. Dost, seven, bağlı (Les olarak görmek (Le directeur de l'école l'a pris en
peuples amis. Il a été aidé par une main amie. Il est amitié et s'efforce de l'encourager). Se lier d'amitié
agréable dese trouver au milieu des visages amis. Il avec qn: -ile dostluk kurmak, dost olmak,
est ami de la précision). 4. s. Uygun, elverişli (Un amitose diş. biy. Amitoz, kromozom oluşması
vent ami). § Ami de la faveur, ami de la fortune: tyi gerçekleşmeden çekirdeğin ve stoplazmanın
gün dostu. Etre ami avec: -ile dost olmak, arası ikiye bölünmesi; doğrudan doğruya bölünme,
çok iyi olmak. Etre ami de qch: Bir şeyi çok ammoniac, aque 1. diş. Amonyak. 2.s. Amonyaklı;
sevmek: -e düşkün olmak ( C'est un ami sincère de amonyaka değgin (Sel ammoniac, gomme
la justice). ammoniaque).
amiable s. 1. (Eskiden) Hoşa giden, hoş. 2. Barış ammoniacale s. Amonyak gibi, amonyakı
yoluyla, uzlaşmayla yapılan, uzlaşmalı (Un andıran; amonyaklı; amonyaka değgin (Odeur
partage amiable). § A l'amiable: Gönül ammoniacale. Sels ammoniacaux).
hoşluğuyla, karşılıklı anlaşarak, uzlaşarak, ammonium er. kim. Amonyum,
"dostane (Un arrangement à l'amiable serait amnésie diş. Bellek yitimi,
préférable). amnésique s. ve ad. Belleğini yitirmiş, bellek
amiablement bel. Gönül hoşluğuyla, uzlaşarak, yitimine uğramış (Il est devenu amnésique à la
anlaşarak. suite d'un accident. Un amnésique).
amiante er. Amyant, taşpamuğu, yanmaz taş. amnistiable s. Genel aftan yararlanabilir,
amibe diş. hayb. Amip. affedilebilir (Crime amnistiable).
amibien, ne 1. s. Amipli (Dysenterie amibienne). 2. amnistie huk. 1. (Belli bir suç türü için yapılan)
er. ç. Amipler, Genel af, genel bağışlama. 2. Af, bağışlama,
amical,e s. 1. Dostça (Je lui fis quelques reproches amnistier gçl. 1. (Belli bir suç türünde) Genel af
amicaux. Relations amicales), 2. Dostluğa çıkarmak, genel bağışlama yapmak (Amnistier les
değgin, dostlukla ilgili, faits de collaboration avec l'ennemi). 2.
amicalement bel. Dostça (lia répondu amicalement Bağışlamak, affetmek,
à mes demandes). amocher gçl. hlk. 1. Bozmak, berbat etmek (Un
amidon er. Nişasta, kola (Empeser à l'amidon. coup de poing lui avait amoché la figure). 2.
L'amidon est utilisé pour empeser le linge). Yaralamak (Il s'est fait bien amocher dans un
amidonnage er. Kolalama (L'amidonnage des accident). 3. Çirkinleştirmek. § S'amocher:
chemises). Çirkinleşmek (Elle s'est bien amochée).
amidonner gçl. Kolalamak (La blanchisseuse amodiataire ad. (Bir araziyi) Kiralayan, kira ile
amidonne les cols de chemise). tutan, kiracı,
amidonnerie diş. Nişasta fabrikası, amodiateur, trice ad. (Bir araziyi) Kiraya veren,
amidonnier, ère s. ve ad: 1. Nişastaya değgin. 2. amodiation diş. 1. Kiraya verme. 2. Kiralama,
Nişastacı. kiraya tutma,
amincir gçl. 1. İnceltmek (Amincir la lame d'un amodier gçl. Kiraya vermek; kiraya tutmak,
amoindrir 71 amour
kiralamak (Amodier une terre, une mine). alıştırmak (Amorcer une pompe, un siphon). 5.
amoindrir gf/. 1. Azaltmak (Amoindrir la force, la mec. Girişmek, başlamak (Amorcer une
valeur, l'importance. Cette maladie a amoindri sa conversation, une négociation). 6. mec. Kendine
résistance physique). 2. Küçültmek (Cela va çekmek, tavlamak (Unefemme qui sait les moyens
amoindrir le volume de ses activités). d'amorcer les gens). § S'amorcer: Başlamak (Une
amoindrissement er. 1. Azalma, düşme très dure montée s'amorce à la sortie du village).
(Amoindrissement des facultés). 2. Küçülme amorceur,euse s. Tavlayıcı.
(Amoindrissement de territoire). amorçoir er. 1. Burgu. 2. (Balıkçılıkta) Yemleme
amok er. Amok, öldürme delisi, takımı.
amollir gçl. 1. Yumuşatmak, gevşetmek (La amoroso bel. müz. İçli bir biçimde; içli içli.
chaleur amollit l'asphalte. L'émotion amollit les amorphes. 1. Biçimi olmayan, biçimsiz (Les roches
jambes). 2. mec. Zayıflatmak, güçsüzleştirmek volcaniques dites vitreuses sont amorphes). 2 .s. ve
(Amollir les gens par la volupté). § S'amollir: ad. Gevşek, istemsiz, kişiliksiz, silik (Les
Yumuşamak, gevşemek; zayıflamak (Sa volonté amorphes ne sont pas une voix, mais un écho. C'est
s'était amollie avec l'âge). un garçon bien gentil, mais qui reste amorphe en
amollissante s. Gevşetici, yumuşatıcı (Un climat classe).
amollissant). amortir gçl. 1. Etkisini, gücünü, hızını kesmek (Les
amollissement er. 1. Yumuşama, gevşeme. 2. tampons destinés à amortir un choc. Il est tombé
Yumuşatma, gevşetme, sur un massif qui a amorti sa chute). 2. Azaltmak,
amomeer. Kakule. zayıflatmak, yatıştırmak (Le tapis amortit le bruit
amonceler gçl. Yığmak, biriktirmek (Amonceler les des pas. La sympathie de ses amis amortit un peu la
bottes de paille dans la grange. Amonceler des douleur que lui causa cette mauvaise nouvelle). 3.
documents). § S'amonceler: Yığılmak, birikmek fiz. mat. Sönümlemek (Amortir une oscillation).
(Les nuages s'amoncelaient. Les preuves 4. Ödemek (Amortir une dette). S. Verdiği parayı
s'amoncellent). çıkarmak (Vous amortirez rapidement l'achat
amoncellement er. 1. Yığılma, birikme. 2. Üst üste d'une machine à laver en diminuant vos frais de
yığma, biriktirme, blanchissage).
amont er. (Bir akarsuyun) Geldiği yön; yukarısı (En amortissable s. Sönümlenebilir; amorti edilebilir;
allant vers l'amont. La pays d'amont). § En amont: çıkarılabilir (Emprunt amortissable).
Yukarılarda (Allez péchez plus en amont, vous amortissement er. 1. Sönümleme (Amortissement
trouverez des truites). En amont de: Yukansinda d'unedette, d'une voiture). 2. Azaltma, yatıştırma
(Paris est en amont des Andelys sur la Seine). (L'amortissement d'un choc). 3. (Bir yapıda)
amoral,e s. Töredışı, 'ahlakdışı (Les lois de la Tepe sivrisi, alem (Le pinacle sert
nature sont amorales). d'amortissement à un contrefort). 5. Ödenme,
amoralisme er. fels. Töredışılık; töredışıcılık; sona erme (Amortissement d'une dette).
°ahlakdışılık; töretanımazlık, amortisseur er. Makinelerde sarsıntı, gürültü gibi
amorçage er. 1. Yapma, düzenleme, fitilini takma şeyleri azaltmaya yarayan aygıt; 'yumuşatmalık,
(Amorçage d'une cartouche, d'un obus). 2. amour er. 1. Sevi, °aşk, "sevda (Elle lui inspire un
(Tulumbayı işletmek için içine) Su döküp amour violent. Il lui fit sa déclaration d'amour.
alıştırma (L'amorçage d'une pompe). L'amour platonique s'interdit la possession de
amorce diş. 1. (Olta ya da kapan için) Yem (Le l'être aimé). 2. Sevgi (L'amour de la paix, de la
pêcheur mit un ver comme amorce). 2. mec. Yem ' liberté, de la musique). 3. Büyük sevgi, yüce sevgi
(C'est de l'amorce). 3. mec. Çekicilik (Les (L'amour de Dieu). 4. ç. Sevi ilişkisi, gönül işleri,
trompeuses amorces). 4. Başlangıç, ilk adım "aşk maceraları (Se souvenir de ses amours de
(Cette rencontre pourrait être l'amorce d'une jeunesse). S. Sevilen kişi, sevgili (Mon amour,
négociation véritable). 5. Ağızotu, kapsül fitili. 6. notre séparation m'est cruelle). 6. Söylencede
(Yapıcılıkta) Ekleme dişi. seviyi simgeleyen tanrı resmi (De petits amours
amorcer gçl. 1. (Oltaya, kapana) Yem takmak joufflus ornaient le plafond de la salle). § Un
(Amorcer un hameçon). 2. (Balıkları çekmek için amour de: Çok güzel bir... (C'est un amour
suya) Yem dökmek (Le pêcheur amorce la veille d'enfant. Un amour de chapeau). Pour l'amour
dans le trou de la rivière près d'un saule). 3. Fitilini de: Aşkına; başı için (Pour l'amour de Dieu. Ne
takmak (Amorcer une cartouche, un obus). 4. faites pas cela, pour l'amour de vos enfants). Faire
(Tulumbayı işletmek için içine) Su döküp l'amour: Cinsel ilişkide bulunmak, aşk yapmak.
amouracher 72 amputation
Filer le parfait amour: Gül gibi geçinmek, amphithéâtre er. Anfiteatr, basamaklı tiyatro,
kavgasız dövüşsüz bir arada yaşamak, amphitryon er. (Yemeğe çağrılana göre) Ev sahibi,
amouracher (s'): tkz. Gönlünü kaptırmak, amphore diş. Anfor, iki kulplu, dibi sivri, dar
tutulmak, vurulmak. § S'amouracher de qn: boyunlu, karnı geniş testi,
Birine gönlünü kaptırmak, tutulmak (Il s'est ample s. 1. Geniş, bol (Une jupe ample). 2. Gür
amouraché d'une actrice, de sa secrétaire). (Une voix ample). 3. mec. Uzun, çok uzatılmış
amourette diş. I. Geigeç sevi, geçici aşk ( Une jeune (Un discours ample).
fille qui n'ait pas eu déjà une amourette amplement bel. 1. Bol bol (C'est amplement
quelconque, en tout bien tout honneur). 2. diş. ç. suffisant). 2. Rahat rahat (Il gagne amplement sa
Kimi yemeklere süs için katılan koyun yada dana vie). 3. Uzun uzun, uzun uzadıya (Je vous écrirai
omuriliği. 3. hlk. Inciçiçeği. § Bois d'amourette: amplement la prochaine fois).
Amberağacı tahtası, ampleur 1. Genişlik, bolluk. 2. (Seste) Gürlük.
amoureusement bel. Sevi ile, aşk ile, severek, 3. Uzunluk. 4. mec. Yoğunluk, şiddet (La
tutkuyla (Il regarde amoureusement sa fiancée). manifestation a pris de l'ampleur. L'ampleur d'un
amoureux,euse s. 1. Sevili, tutkun, vurgun, désastre).
"sevdalı, "âşık (Il est follement amoureux d'une ampliatif, ive s. Genişletici, tamamlayıcı, geliştirici
jeune fille). 2. Seviye özgü, seviye değgin (La vie (Mémoire ampliative. Acte ampliatif).
amoureuse de X.) 3. Amoureux de: -e tutkun, ampliation diş. Genişletme, tamamlama,
düşkün, çok seven (Il est amoureux de la gloire). § geliştirme.
Pinceau amoureux: Yumuşak boya fırçası. Terre amplifiant,e s. Büyük gösteren, büyülten
amoureuse: Sürülüp gübrelenmiş toprak. (Induction amplifiante).
Tomber amoureux de qn: Birine tutulmak, amplificateur, trice ad. 1. Bir şeyi büyülten, abartan
vurulmak, âşık olmak (Il est tombé amoureux kişi. 2. er. *Yükselteç, amplifikatör, sesi
d'une ballerine). büyülten, gürleştiren aygıt. 3. mec. Yansıtıcı (Le
amour-propre er. Özsaygı, "izzetinefis (Une regret est un amplificateur du désir).
blessure d'amour-propre. Il n'aucun amour- amplification diş. 1, Genişletme, büyültme (On a
propre et se moque de l'opinion d'autrui). noté cette année-là une amplification des
amovibilité diş. Yerinden oynatılabilme; işinden, mouvements revendicatifs). 2. mec. Abartma,
görevinden çıkarılabilme. şişirme. 3. fiz. Büyük gösterme, büyültme,
amovible s. 1. Yerinden oynatılabilir, yerinden yükseltme.
çıkarılabilir (La doublure amovible d'un amplifier gçl. 1. Büyültmek, genişletmek,
imperméable. La jante amovible d'une roue). 2. oylumunu artırmak (Il faut amplifier les échanges
Görevinden alınabilir, işinden çıkarılabilir (Les commerciaux entre nos deux pays). 2. mec.
titulaires de leur emploi ne sont pas amovibles). Abartmak, şişirmek (Les journaux ont amplifié le
ampéiidacées diş. ç. bitb. Asmagiller, scandale). 3. fiz. Büyük göstermek, büyültmek;
ampéliographie diş. Bağcılık bilgisi, yükseltmek. § S'amplifier: Büyümek,
ampire er. fiz. Amper, genişlemek (Les oscillations s'amplifièrent).
ampère-heure er. fiz. Amper-saat. amplitude diş. I. Büyük genişlik, büyük ayrım,
ampèremètre er. fiz. Ampermetre, enginlik (L'amplitude des températures peut être
amphibies, ve ad. 1. hayb. bitb. İki yaşayışlı. Hem considérable dans le désert). 2. mat. fiz. Genişlik
karada hem suda yaşayabilen (La grenouille est derecesi, genlik,
amphibie). 2. mec. Karalı-denizli, hem karada ampoule diş. 1. (Deride) İçi su dolu kabartı,
hem denizde yapılan, kullanılan (Opération kabarcık (Se faire des ampoules aux mains en
militaire amphibie. Une voiture amphibie). bêchant son jardin). 2. anat. Kabarcık. 3. İlaç
amphibiens er. ç. Kurbağagiller. koymaya özgü karnı şiş ufak şişe. 4. Ampul
amphibole diş. yerb. 1. Amfibol. 2. s. Belirsiz, (Changer une ampoule qui n'allume pas). S. hlk.
niteliği iyici belirmemiş (Stade amphibole d'une Gözyaşı (Mes ampoules vont déborder).
fièvre). ampoulé,es. Şişirme, tumturaklı (Tenir un discours
amphibologie diş. mant. İkizanlam, ikizlik. ampoulé).
amphibologiques. İkizanlamlı, ikizli, a m p u t a t i o n h e k . l.Orgamkesipçikarma.alma,
amphigouri er. Saçma sapan söz, söylev yada yazı. "budamlama (Subir l'amputation d'un bras). 2.
amphigourique s. Saçma sapan, anlaşılmaz, Çıkarma, çıkarıp atma, bir parçasını çıkarıp
karanlık. atma, budama (L'amputation d'un texte trop
amputer 73 anallergique
ancêtre er. 1. Ata, dede (Nos deux familles sont andantino bel. müz. Andantino,
apparentées, nous avons un ancêtre commun). 2. andouille diş. 1. Bir çeşit domuz sucuğu. 2. hlk.
Baba, ata, ilk öncü (On considère Lautréamont Budala, dangalak (Espèce d'andouille! fais donc
comme un ancêtre dusurréalisme). 3 .er. ç. Atalar, attention).
dedeler. andouiller er. (Geyik vb. için) Boynuz dalı.
anche diş. (Nefesli çalgılarda) Dil (L'anche d'une andrinople diş. Bir çeşit kırmızı pamuklu bez.
clarinette). androcéphale s. İnsan başlı ( Un taureau
anchois er. Hamsi, hamsi balığı, androcéphale).
anciennes. 1. Eski, eskiden kalma (Livre ancien, androgynes. ve ad. Hem erkeklik hem dişilik organı
famille ancienne. Acheter un meuble ancien chez olan, *erdişi,°hünsa (Hommeandrogyne, femme
un antiquaire). 2. Önceki, eski (L'ancien androgyne).
ministre). 3. Kıdemli (Il est plus ancien que moi androgynie diş. Hem erkeklik hem dişilik organı
dans le métier). 4. ç.ad. Yaşlılar, kıdemliler, olma, *erdişlik, "hünsalık.
ihtiyarlar (Les anciens du village, du régiment. Le andro'ıde er. İnsan biçiminde otomat,
conseil des anciens). 5. ad. ç. İlkçağ insanları; andropause diş. (Erkeklerde) Yaşdönümü.
(özellikle) Yunanlılar, Romalılar (Les anciens andropogon er. İdrisotu.
ont peu connu cette inquiétude secrète). androphobe s. ve ad. 1. İnsandan kaçan. 2.
anciennement bel. Eskiden, vaktiyle, Erkekten kaçan (kadın),
ancienneté diş. 1. Eskilik (L'ancienneté de ces androphobie diş. 1. İnsandan kaçma, insan yılgısı.
structures est attestée par de nombreux 2. Erkekten kaçma,
documents). 2. Kıdem (J'ai vingt ans d'ancienneté âne er. 1. Eşek, 2. mec. Eşek, budala, bilisiz (C'est
dans le métier). § Indemnité d'ancienneté: Kıdem un âne, il ne connaît rien). § Têtu comme un âne:
tazminatı. § De toute ancienneté: Çok eski Keçi gibi inatçı. Le coup de pied de l'âne: Aman
zamanlardan beri; oldum olası, eskiden beri. diyene çekilen kılıç; güçsüze indirilen alçakça
ancillaire s. Hizmetçi kadınlara değgin, darbe. Le pont aux ânes: 1. Pisagor teoremi, eşek
beslemelerle ilgili (Amours ancillaires). davası. 2. Herkesin bildiği basit ve önemsiz şey,
ancolie diş. bitb. Hasekiküpesi. bayağılık. Brider un âne par la queue: Bir işe
ancrage er. 1. Demir atma yeri. 2. Demir atma, tersinden başlamak. Faire l'âne pour avoir du son:
demir atma biçimi, demirleme. 3. mec. İyice İşi aptallığa vurmak, köprüyü geçinceye kadar
yerleşme, demir atma (L'ancrage d'un parti dans ayıya dayı demek. Ressemler à l'âne de Buridan,
la vie politique d'un pays). être comme l'âne de Buridan: Tereddütler içinde
ancre diş. 1. (Gemilerde) Demir, çapa. 2. kalmak, iki cami arasında kalmış beynamaz
(Yapıcılıkta) Bağlama kılıcı. § Ancre de salut: durumunda olmak. C'est l'âne du moulin: Vur
Çıkar yol, kurtuluş yolu. Etre à l'ancre: abalıya. Donne du foin à un âne, il te donnera des
Demirlemiş durumda olmak (Le bateau est à crottes: Besle kargayı oysun gözünü,
l'ancre). Chasser sur son ancre: (Gemi) Demir anéantir gç/. 1. Yok etmek, ortadan kaldırmak (Le
taramak. Jeter l'ancre: Demir atmak (Le bateau a temps anéantit l'amour. Anéantir une armée, la
jeté l'ancre dans la rade). Lever l'ancre: Demir marine d'un pays). 2. mec. Yıkmak, bitirmek,
almak. Mouiller l'ancre: Demir atmak, iflahım kesmek ( Cette longue marche au soleil m'a
ancrer gsz. 1. (Gemi) Demirlemek, demir atmak anéanti). § S'anéantir: Yok olmak, ortadan
(Lebateau a ancré près de la jetée). 2.gçl. Demir kalkmak, bitmek, silinmek (Beaucoup de vies qui
attırmak, demirletmek (Le capitaine a ordonné stagnent avant de s'anéantir dans l'oubli).
d'ancrer le navire dans la rade). 3. (Yapıcılıkta) anéantissement er. 1. Yok olma, yok etme; ortadan
Demirle bağlamak (Ancrer un câble). 4. İyice kalkma, ortadan kaldırma; silinme, silme
yerleştirmek (Je lui ai ancré dans la tête qu'il était (Anéantissement des espoirs. Ce régime vise à
grand temps d'agir. Ancrer une idée dans l'esprit). l'anéantissement de la dignité humaine). 2. mec.
5. mec. Yerini, durumunu sağlamlaştırmak, Yıkılış, bitkinlik, siliniş ( Cet état d'anéantissement
andain er. 1. Bir tırpan atışında yere düşen ot subit qui s'observe au cours de certaines
miktarı, bir tırpanlık ot. 2. Biçilen otlardan catastrophes).
meydana gelen yol. anecdote diş. 1. Küçük tarih olgusu; küçük öykü,
andalous,e s. 1. Endülüs'e değgin (Musique nükteli fıkra, *gülüt (Raconter une anecdote). 2.
andalouse). 2. ad. Endülüslü, mec. Ayrıntı, önemsiz şey (Ce peintre ne s'élève
andante bel. müz. Andante. pas au-dessus de l'anecdote).
anecdotier 76 anglophobie
anecdotier,ère ad. Fıkra toplayan yada anlatan qu'on parle de lui). Rire aux anges: Nedensiz
kimse, fıkracı, gülümsemek, kendi kendine gülmek. Un ange
anecdotique s. Fıkra türünden olan, fıkra gibi (Ce passe: (Konuşulurken birden herkesin sustuğu an
détail a un intérêt anecdotique; il plaira, mais il söylenir) Kız çocuk doğdu; saat başı.
n'explique rien). angélique s. 1. Meleklere yaraşır, melekçe (Une
anémie diş. 1. Kansızlık. 2. mec. Düşme, azalma patience angélique. Une voix angélique). 2. diş.
(Anémie de la production). bitb. Melekotu.
anémique s. Kansız (Un enfant anémique). angéliquement bel. Melekçe, melekler gibi.
anémographe er. Yelin çeşitli durumlarım yazan angélisme er. Meleklik.
aygıt, yelyazar. angélus er. 1. Anjelüs sözcüğüyle başlayan bir
anémomètre er. Yelin hızını ölçmeye yarayan aygıt, akşam duası, akşam yakarışı. 2. Akşam duası
•yelölçer. - saatim haber veren çan (On entendit sormer
anémone diş. Manisalâlesi, dağlâlesi. l'angélus). 3. İkindi, ikindi vakti,
anémoscope er. Yelin yönünü gösteren aygıt, anginediş. hek. Boğak,°anjin. {Angine de poitrine:
yelkovar. Göğüs boğağı, göğüs anjini,
ânerie 1. Koyu bilgisizlik, karacahillik;eşeklik, angineux, euse s. 1. Boğakla ilgili, boğak kaynaklı
aptallık (Il a fait une ânerie en remettant à plus tard olan. 2. ad. Göğüs anjini olan hasta,
sa décision). 2. Aptalca söz, saçma (Dire une angioraphie diş. onat. Röntgenle damarların
ânerie). resmini çekme; damar filmi,
anéroïde er. Kadranlı barometre, kadranh angiologie diş. hek. Damarbilim.
basınçölçer, anglais,e s. ve ad. 1. İngiliz; ingilizlere değgin;
anéroïde diş. fiz. Aneroid. İngiltere'ye değgin (La monarchie anglaise. Un
ânesse diş. Dişi eşek, kancık eşek § Lait d'ânesse: anglais). 2. er. İngilizce. 3. diş. Soldan sağa doğru
Eşek sütü. eğik yazılan el yazısı. 4. diş. ç. Uzun saç lüleleri. §
anesthésie diş. Duyum yitimi, duyumsuzlaştırma; La semaine anglaise: İki gün (cumartesi, pazar)
uyuşturma, anestezi, tatil yapılan hafta. Avoir ses anglais: argo. Aybaşı
anesthésier gçl. 1. Duyumsuz kılmak, olmak. Filer à l'anglaise: Sıvışmak, kimseye
duyumsuzlaştırmak; uyuşturmak, -e anestezi sezdirmeden gidivermek.
yapmak (Anesthésier un malade vivant angle er. mat. 1. Açı (Angle aigu: Daraçı. Angle
l'opération). 2. mec. Bir şey anlamaz duruma droit: Dik açı. Angle obtus: Geniş açı. Angle
getirmek, uyuşturmak, uyutmak (On cherche à extérieur: Dış açı. Angle intérieur: İç açı. Angle
anesthésier l'opinion publique en détournant son plat: Düz açı. Angles adjacents: Komşu açılar.
attention par quelque fait divers). Angles alternes extérieurs: Dışters açılar. Angles
anesthésique s. ve ad. Duyum yitirici, alternes intérieurs: İçters açılar). 2. Köşe (L'angle
duyumsuzlaştıncı, uyuşturucu; anestezi maddesi delamaison, delà table, delarue). § L'angle mort:
(Substances anesthésiques. Un anesthésique). ask. Düşman ateşinin dövemediği yer, ateş
anet, aneth [anet] er. Dereotu, tutmaz yer, ölü bölge. Sous l'angle de: -açısından,
anévrisme er. hek. Anevrisma, bir atardamardaki -bakımından. Arrondir, adoucir les angles:
gevşeme şişkinliği, Sivrilikleri gidermek, sivrilikleri ortadan
anfractueux, euse s. Girintili çıkıntılı; dolambaçlı, kaldırmak.
anfractuosité diş. Dolambaç, dolaşıldık; girinti anglican,e s. ve ad. Anglikan (Eglise anglicane. Un
çıkıntı (L'anfractuosité d'un rocher. Le long de la anglican).
côte, il y a de nombreuses anfractuosités). anglicanisme er. Anglikanhk.
ange er. 1. Melek, 'gökçe (L'ange gardien: angliciser gçl. İngilizleştirmek.
Koruyucu melek). 2. er. hayb. Köpekbalığına anglicisme er. İngilizce deyim,
benzer bir balık, camgöz. 3. mec. Her türlü anglomane s. ve ad. İngiliz özentilisi; ingiliz
kötülükten uzak kişi, pırıl pırıl, tertemiz insan, hayranı.
melek gibi insan. § Avoir une patience d'ange: anglomanie diş. İngiliz özentisi; ingiliz hayranlığı,
Eyüp sabn olmak; çok sabırlı olmak. Etre le bon anglophiles, ve ad. İngiliz dostu, ingiliz sever,
ange, le mauvais ange de qn: Birini iyi yola, kötü angktphilie diş. İngiliz dostluğu, ingiliz severlik.
yola götüren kişi olmak. Chanter comme un ange: anglophobes, ve od. İngiliz düşmanı, ingiliz sevmez,
Çok iyi ezgi söylemek. Etre aux anges: Çok anglophobie diş. İngiliz düşmanlığı, ingiliz
sevinmek, etekleri zil çalmak (Il est aux anges dès sevmezlik.
anglophone 77 anneau
anglophone s. ve ad. İngilizce konuşan (Pays animalier er. 1. Hayvan resimleri yapan ressam,
anglophones). yontucu. 2. (Laboratuvarlarda) Hayvan bakıcısı,
anglo-saxon, ne s. ve ad. Anglosakson; animaliser gçl. 1. Hayvanlaştırmak. 2. biy.
anglosaksonlara değgin (La notion anglo- (Besinleri) Canhnın öz yapısına yarayacak
saxonne de l'Etat. Les Anglo-saxons). duruma sokmak, diriksetmek (La digestion
angoissant, e s. İç sıkıcı, kaygı verici, korku verici animalise les aliments).
(La situation devient de plus en plus angoissante). animalité diş. 1. Hayvana özgü niteliklerin bütünü,
angoisse diş. 1. Yürek darlığı, iç sıkıntısı, korku, hayvanlık (L'alcoolisme le fait tomber par degrés
kaygı (L'angoisse la saisit à la gorge. Cette jusqu'à l'animalité la plus farouche). 2. İnsanın
angoisse de la mort tortura son enfance). 2. fels. hayvan yanı (L'ascendant croissant de notre
İçdaralması; Kierkegard ve varoluşçuluktan beri humanité sur notre animalité). 3. Hayvanlar,
öz üzerine düşüncelerden doğan fizik ötesi animateur,trice s. 1. Diriltici, canlandırıcı. 2. ad.
tedirginlik. § Poire d'angoisse: Pek buruk bir Bir ortakhğı kendi çabasıyla yeniden canlandıran
armut türü. Avaler des poires d'angoisse: mec. kişi. 3. ad. Sunucu, "takdimci, program sunucusu.
Ağular yutmak, büyük kahırlara uğramak, 4. ad. (Sinemada) Çizgi filmler yapımcısı,
angoisser gçl. 1. Yürek darlığına uğratmak. 2. animation^. 1. Canlanma CL 'animation des rues le
Korkutmak, kaygılandırmak, yüreğini oynatmak samedisoir). 2.Canhhk(L'animationdu visage de
(L'avenir m'angoisse). celui qui parle). 3. Çizgi film yapımı; çizgi film
angon er. Eski bir çeşit mızrak, (Cinéma d'animation).
angora s. ve ad. Ankara (keçisi, kedisi). § Laine anlmé,es. 1. Canlı, coşkulu, ateşli (Laconversation
angora yada Angora:Tiftik (Pull-over en angora). fut animée. 2. İşlek, hareketli (Les rues animées).
anguiforme s. Yılan biçiminde, yılan gibi, yılansı. § Dessins animés: Çizgi film,
anguille diş. hayb. Yılanbalığı. ^Anguille de mer: animer gçl. 1. Canlandırmak, hareketlendirmek,
Magri denilen büyük yılanbalığı. Glisser comme dirilik vermek (Animer la conversation. Le vin
une anguille: Yılan gibi kaymak, cıva gibi bir türlü anime ses joues). 2. Yüreklendirmek, "teşvik
yakalanamamak.Ilya anguille sous roche: Bu işin etmek (Il animait le coureur de la voix et du geste).
içinde bir iş var; bunda bir bit yeniği var. 3. Animer qn contre: Birini -e karşı kışkırtmak (Il
anguillère <% Yılanbalığı havuzu, cherche à animer la foule contre l'agent). §
anguillule diş. hayb. Sirkekurdu. S'animer: 1. Canlanmak; hareketlenmek (La rue
angulaire s. Açılı, köşeli. | Pierre angulaire: 1. s'anime le soir). 2. Dirilmek, canlanmak (Dans
(Yapılarda) Köşe taşı. 2. mec. Bir şeyin temeli, son rêve, la statue s'animait). 3. Coşku verici
direği (Il est la pierre angulaire de notre société). olmak, ateşlenmek, kızışmak (La conversation
anguleux, euses. 1. Köşeli,çıkıntılı (Visage, menton s'animait).
anguleux). 2. mec. Sert ve katı (Un esprit rétif et animisme er. fels. Canlıcılık,
anguleux). animiste s. ve ad. fels. 1. Canlıcı. 2. Canlıcılığa
anhélation diş. hek. Soluma; güçlükle soluma; kısa değgin.
kısa soluma, animosité <% Hınç, öfke, diş bileme (Jen'aiaucune
anhéler gsz. Güçlükle solumak, animosité à votre égard. Agir sans animosité).
anhydres, kim. Susuz. aniser. bitb. 1. Anason. 2. Anason şekeri,
anicroche diş. Küçük engel, pürüz (Tout s'est bien anisette diş. Anasonlu içki, rakı.
passé à part quelques anicroches). ankylose diş. hek. 1. Eklem kaynaşması. 2. Bir
ânier, ère ad. Eşekçi, örgenin uyuşması, tutulması.
aniline diş. kim. Anilin. ankyiosé,e s. (Eklem) Kaynaşmış. Uyuşmuş,
animadversion<% 1. Hınç, kin, garaz. 2. (Eskiden) donmuş (J'ai les oreilles ankylosées).
Kınama. ankylosergç/. 1. (Eklemi) Kaynaştırmak, çalışmaz
animal, aux er. 1. Hayvan. 2. mec. Hayvan, kaba duruma getirmek (Une arthrite lui a ankylosé le
adam (Rien à faire avec cet animal-là). 3. s. genou). 2. Uyuşturmak (Le froid lui a ankylosé le
Hayvana değgin, hayvansal (Matière animale, visage) § S'ankyloser: Uyuşmak (Vpus allez vous
beurre animal). 4. s. biy. Diriksel (Chaleur ankyloser à rester toujours assis):
animale: Diriksel ısı). annal,e s. Bir yıl süren, yıllık,
anlmacule er. (Ancak mikroskopla görülebilen) annales diş. ç. Bir yıllık olaylar dergisi, yıllık,
Hayvancık. annaliste er. Yıllık yazan, "yıllıkçı,
animalerie diş. Deney hayvanları yetiştirilen yer. anneau er. 1. Halka (Une chaîne est faite
année 78 anodin
d'anneaux). 2. Yüzük (L'anneau de mariage est mauvaise nouvelle). 3. Bildirmek, ilân etmek (Les
plus souvent appelé alliance). journaux ont annoncé son mariage). 4. Başlangıcı
année diş. 1. Yıl. 2. Yaş (Il est dans sa vingtième olmak, habercisi olmak (Ce léger tremblement de
année). § Année bissextile: Artık yıl. Année mains annonçait chez lui une violente colère. Cette
civile: Takvim yılı. Année lunaire: Ay yılı. Année belle journée annonce le printemps). 5. Annoncer
sidérale: Yıldız yılı. Année- lumière y ada Année de qch à qn: Bir şeyi birine haber vermek, bildirmek
lumière: Işık yılı (Işığın bir yıl içinde aldığı yol: (Il a annoncé à sa famille sa décision de quitter le
Aşağı yukarı 9 461 000 000 000 km). Année de pays). § S'annoncer: 1. ... görünmek, olarak
l'Hégire: Hicrî Yıl. Année scolaire: Ders yılı. görünmek (Le printemps s'annonce bien, la
Bonne année: Yeni yılınız kutlu olsun; iyi végétation est en avance). 2. Kendini göstermek,
yıllar. belli olmak (La décadence s'annonce partout).
annelé,e s. Halka halka, boğum boğum, halkalı annonceur er. 1. İlâncı. 2. Konuşucu, spiker. 3.
1
(Vers annelés. Colonne annelée). (Eskiden, tiyatroda) Çığırtkan,
anneler gçl. Kıvırcık yapmak, lüle lüle yapmak annonciateur, trice s. Haberci, müjdeci, haber
(Anneler les cheveux). verici (Les canards sauvages, annonciateurs de
annelure diş. Kıvırcıklık, lüle lülelik. l'hiver).
annexe 1. s. Eklenmiş, ulanmış, ek (Les pièces annonciation diş. Hıristiyan inancına göre,
annexes du rapport sont jointes au dossier). 2. diş. Cebrail'in, Meryem Ana'ya gebe kalacağını
Ek bölüm, eklenti (Etre logé à l'annexe de l'hôtel). önceden haber vermesi; bu olayı anmak için
§ Budget annexe: Katma bütçe. § Ecole annexe: kilisede yapılan tören,
Bir öğretmen okuluna bağlı uygulama okulu, annotateur, trice ad. "Haşiyeci, *çıkmacı.
annexer gçl. 1. Katmak, ulamak; ilhak etmek. 2. annotation diş. "Çıkma, "haşiye. Notlar,
Annexer qch à qch: Bir şeyi -e katmak, ulamak, açıklamalar koyma,
eklemek (Il a annexé une ferme voisine à sa annoter gçl. Çıkmalar yapmak; "haşiyelemek.
propriété. Annexer un pays à son territoire). § Notlar, açıklamalar koymak (Annoter un texte).
S'annexer qch: Bir şeyi kendine almak (Il s'est annuaire er. 1. Yıllık dergi, yıllık, rehber
annexé le meilleur morceau). (L'annuaire téléphonique. L'annuaire de
annexion diş. Katma, ulama, °ilhak (L'annexion de l'Education Nationale). 2. Yıllık tarife,
l'Autriche par l'Allemagne en 1938). annualité diş. Yıllık olma, yıldan yıla olma,
annexionnisme er. Küçük devletleri büyüklere *yıldanyılalık (Le principe de l'annualité du
katma siyasası, °ilhakçılık, *ulamacılık. budget, de l'impôt).
annexionniste s."İlhakçı, "ulamacı. annuel,le s. 1. Bir yıl süren, bir yıllık (Plantes
annihilation diş. Yok etme, ortadan kaldırma, hiçe annuelles). 2. Yılda bir olan, yıllık (La fête
indirme (L'annihilation de ses efforts). annuelle d'une école).
annihiler gçl. 1. Yok etmek, ortadan kaldırmak annuellement bet. Her yıl, yıldan yıla, yılda bir.
(Cette crise économique annihila les résultats annuité diş. Yıllık ödenti.
acquis sur le plan industriel). 2. Annihiler qn: annulable s. Yürürlükten kaldırılabilir, geçersiz
Birini felce uğratmak, bir şey yapamaz duruma kıhnabilir, bozulabilir (Contrat annulable).
getirmek (L'émotion l'annihile).. annulaires. 1. Halkamsı (Eclipseannulaire). 2. er.
anniversaires. 1. Yıldönümü, yıldönümüne değgin Yüzük parmağı,
(Le jour anniversaire d'un mariage. La cérémonie annulation diş. Yürürlükten kaldırma, bozma,
anniversaire d'un armistice). 2.er. a) Yıldönümü geçersiz kılma, "iptal (L'annulation d'une
(Le cinquième anniversaire de leur mariage), b) commande, d'un contrat).
Doğum yıldönümü (C'est l'anniversaire de mon annuler gçl. Yürürlükten kaldırmak, bozmak,
fils. Manger le gâteau d'anniversaire). geçersiz kılmak (Annuler un contrat, une
annonce diş. 1. Haber (L'annonce de mon départ l'a commande, un engagement).
surpris). 2. İlân, bildiri (Faire insérer une annonce anoblir gçl. 1. Birine soyluluk vermek (Le roi
dans un journal). 3. Muştu, başlangıç, haberci, anoblissait souvent ses ministres). 2. mec.
müjdeci (Cette douce matinée est déjà l'annonce Yüceltmek, soylulaştırmak.
des vacances). anoblissement er. 1. Soyluluk verme. 2. Yüceltme,
annoncer gçl. 1. Haber vermek (On annonce la soylulaştırma.
sortie d'une nouvelle voiture). 2. Bildirmek, anode diş. fiz. Anot, artıuç.
vermek (Annoncer une bonne nouvelle, une anodin,es. 1. Ağrı kesici (Des remèdes anodins). 2.
79 antérieur
d'une maladie). 5. er. Öndeki üyeler (Les antibrouillard s. 1. Sise karşı (Phares
antérieurs du cheval). antibrouillards). 2. er. Sis lambası (Des
antérieurement bel. Önce, daha önce, önceleri, antibrouillards).
antériorité diş. Öncelik, eskilik (L'antériorité de ses antibruits. (Değişmez) 1. Gürültüye karşı, gürültü
travaux relativement aux vôtres est incontestable). önlemeye yönelik (Murs antibruit). 2. Gürültüye
anthelminthique s. Solucan düşürücü, karşı savaşan (Ligue antibruit).
anthémis [âtemisjer. bitb. Papatya, anticancéreux, euse s. Kansere karşı savaşan,
anthère diş. bitb. 1. Başçık. 2. Erkek organın başı. § kanserle savaş (Centres anticancéreux).
Anthère extrorse: Dışyönlü başçık. Anthère anticapitaliste s. Anamalcılığa karşı, kapitalizme
introrse: tçyönlü başçık, karşı (Un régime anticapitaliste).
anthérozoïde er. Erkek eşeylik hücresi, antichambre Giriş odası, bekleme odası, sofa. §
anthèse diş. Çiçeğin açılması, Courir les antichambres: Kapı kapı dolaşmak; iş
anthologie diş. *Seçgi, seçme yazılar, seçmeler bulmak için başvurmadık yer bırakmamak (11 fut
(Anthologie de la poésie, de la prose française). obligé de courir les antichambres pendant deux
anthozoaires er. ç. hayb. Mercanlar, mois pour obtenir la gérance d'un bureau de
anthracite er. Antrasit, tabac). Faire antichambre: Birinin yanına
anthracose diş. Kömür nezlesi, alınmayı beklemek, sıra beklemek (Les clients
anthrax er. hek. Kızılyara, şirpençe, font antichambre dans la salle d'attente pour voir le
anthropoïde s. 1. İnsan biçiminde. 2. er. ç. hayb. médecin).
İnsanımsılar, insansılar, antichar s. Tanklara karşı, zırhlı araçlara karşı
anthropologie diş. İnsanbilim, "antropoloji, (Mines antichars, canons antichars).
antropoiogique s. İnsanbilimsel. antichrèse diş. Borca karşılık bir mülkün gelirini
anthropologiste, anthropologue ad. "İnsanbilimci, bırakma.
antropolog. antichrétien,ne s. Hıristiyanlığa aykırı,
anthropométrie diş. Kafatası, kulak, kol, parmak anticipation diş. 1. (Bir işi) Öne alma, önceleme. 2.
gibi vücut üyelerini ölçerek kişinin karakterini (Bir şeye) El atma. 3. (Bir takım olayları,
anlama, "kişiölçümü, "antropometri. türetimleri) Önceden düşünüp bildirme (Les
anthropométriques. Kişiölçümsel. anticipations de Jules Verne). § Littérature
anthropomorphes. İnsan biçiminde, d'anticipation: Düş gücünü geleceğin olası
anthropomorphisme er. fels. İnsanbiçimcilik, gerçeklerinden alan yazın, bilim-kurgu. Par
"antropomorfizm. anticipation: Önceleyerek, öne alarak, "peşin
anthropophages, ve ad. Yamyam, insanyiyen. olarak (Régler une dette par anticipation).
antropophagie diş. Yamyamlık, anticipé,e s. 1. Önceden yapılan, peşin
anthropophile s. İnsandan hoşlanan, insanlı (Remboursement anticipé. Avec mes
ortamda yaşayan (Le rat est un animal remerciements anticipés).!. Öne alınan, erken
anthropophile). (Election anticipée: Erken seçim).
antiaérien,ne s. Uçaksavar (Canons, projectiles anticiper gçl. 1. Öne almak, öncelemek (Anticiper
antiaériens). un paiement. Anticiper les élections). 2. Önceden
antialcoolique s. İçkiciliğe karşı. savaşan, içki sezmek (Le cœur anticipe les maux qui le
karşıtçısı (Ligue antialcoolique). menacent). 3. gsz. Acele etmek vaktinden önce
antiallergiques. Alerjiye karşı, davranmak (N'anticipe pas; cela arrivera bien
antiamarile s. Sarıhummaya karşı (Vaccination assez tôt). 4. Anticiper sur qch: a) Bir şeye el
antiamarile). atmak, el uzatmak (Anticiper sur les revenus de
anti-américanisme er. Amerikan karşıtlığı, quelqu'un), b) Bir şeyi olmadan önce sezip
amerikalılara karşı olma. kavramak -i kestirmek (Anticiper sur l'avenir).
anti-américaniste s. ve ad. Amerikalılara karşı olan; anticléricales, ve ad. Kilise karşıtçısı, kiliseye karşı
amerikan karşıtçısı, olan.
antiatomique s. Atom bombasına karşı (Abri anticléricalisme er. Kilise karşıtçılığı,
antiatomique). anticoagulant, e s. hek. 1. Pıhtılaşmayı önler, kan
antibiotique s. ve ad. Antibiyotik (Propriété sulandırıcı. 2. er. Pıhtılaşmayı önleyici madde
antibiotique de la pénicilline. Les antibiotiques). (L'héparine est un anticoagulant).
antibrouillage er. *Parazitönler, radyo parazitlerini anticolonialisme er. Sömürgecilik karşıtçılığı,
önleyici aygıt. anticolonialistes, ve ad. Sömürgecilik karşıtçısı.
anticommunisme 81 antiphilosophique
antre er. 1. Küçük mağara, in (L'antre d'une bête). bien de tous). § Avoir l'apanage de qch: Bir şeyin
2. mec. Korkulu yer (Je n'ai jamais été invité à son tekelini elinde bulundurmak, bir şeyi kendi
cabinet de travail, son antre qu'il interdit à tous). § tekeline almak (Ne croyez pas avoir l'apanage de
L'antredu lion: Girilmesi kolay ama çıkılması güç la sagesse).
tehlikeli yer. aparté er. 1. (Tiyatroda) Kendi kendine konuşma
anurie diş. hek. Sidik kesilmesi, (Les apartés doivent être courts et rares). 2.
anus [anys ] er. Anüs. (Kalabalık bir toplantıda) Köşeye çekilip
anxiété diş. 1. Kaygı, korku (Il attendait dans une konuşma, gizli ve kısa konuşma (Ils ne cessèrent de
anxiété visible une réponse à son envoi). 2. hek. faire des apartés pendant toute la conférence). § En
Yürek darlığı, sıkıntı, aparté:Gizlice,giz olarak (Il me raconta en aparté
anxieusement bel. Kaygı ile, tasa ederek, sa dernière aventure).
tasalanarak (Rester anxieusement à l'écoute des apathie 1. Duygusuzluk, gevşeklik, uyuşukluk,
dernières nouvelles de la catastrophe). iç sönüklüğü (L'apathie du gouvernement devant
anxieux,euse s. Kaygılı, sıkıntılı, tasalı (Regards les menées subversives). 2.fels. Stoa felsefesince,
anxieux). Etre anxieux de qch: Bir şey için kaygı kişinin varacağı en yüce durum,
duymak, tasalanmak (Je suis anxieux de l'avenir). 'duyumsamazlık,
anxiogène s. Sıkıntı veren, bunalıma düşüren (Un apathique s. 1. Duygusuz, gevşek, uyuşuk, içi
climat anxiogène). sönük; duyumsamaz (Un homme apathique). 2.
aoriste er. dilb. Geniş zaman, fels. Duyumsamaz.
aorte diş. anat. Ana atardamar, *taçdamar (L'aorte apathiquement bel. Duygusuzca, gevşekçe,
thoracique et l'aorte abdominale). uyuşukça. Duyumsamazca.
aortique s. Ana atardamara değgin (La crosse apatrides, ve ad. Hiç bir devletin uyruğu olmayan,
aortique). yurtsuz, "vatansız, "haymatlos (L'office de
aortite diş. hek. Ana atardamar yangısı, taçdamar protection des réfugiés et apatrides).
yangısı. apatridie diş. Uyrukluktan yoksunluk; yurtsuzluk,
août er. 1. Ağustos. 2. Orak, hasat. "vatansızlık,
aoûtage er. 1, Ağustosta görülen tarım işleri. 2. apepsie diş. Sindirim bozukluğu, sindirmezlik.
Orak (işleri). aperceptibles. Kavranır, kavranabilir,
aoûte,e s. Ağustos sıcağı görmüş, olgunlaşmış aperception diş. 1. Kavrama, kavrayış. 2. fels.
(Fruits aoûtés). Tamalgı.
aoûtement er. Yaz sonuna doğru genç dal aperceptivité diş. Kavrama yetisi, kavrayışlıhk.
dokularında odunlaşma. apercevables. Görülebilen, seçilebilen,
aoûtien,ne ad. 1, Ağustosta tatile giden. 2. apercevoir gçl. 1. (Uzak, karanlık yada küçük
Ağustosta Pariste yada büyük bir kentte kalan şeyleri) Görmek, seçmek (Apercevoirun microbe
kişi. par le microscope. On apercevait au loin l'incendie
aoûteron er. Orakçı. d'un village). 2. Sezmek, görmek, kavramak
apache er. 1. Külhanbeyi, efe. Kent haydutu (Dans (Pascal voit la faiblesse des hommes, mais derrière
une rue sombre de la banlieue, il fut attaqué et elle, il aperçoit leur incurable blessure). § Laisser
dévalisé par deux apaches armés). 2. s. aperçevoir qch yada Faire apercevoir qch:
Külhanbeyce, efece (Un air apache). Göstermek, belli etmek (Il n'a pas laissé
apaisant,e s. Yatıştırıcı, erinç verici (La beauté apercevoir sa méfiance). § S'apercevoir: 1. a)
apaisante de sa voix. Prononcer des paroles Görülmek, seçilmek (Un détail qui s'aperçoit à
apaisantes). peine), b) Birbirini görmek, birbirini fark etmek
apaisement er. 1. Yatıştırma. 2. Yatışma (De loin, ils se sont aperçus). 2. S'apercevoir de
(L'apaisement de mes souffrances et de ma qch: -in farkına varmak, -i anlamak, -i
jalousie). ayrımsamak (Je me suis aperçu de leur intrigue. Il
apaiser gçl. Yatıştırmak, dindirmek, bastırmak s'est aperçu que ses amis le trompaient).
(Apaiser sa faim, une souffrance). § S'apaiser: aperçu er. Toplu bir bakış; toplu bir düşünü; genel
Yatışmak, dinmek (La tempête s'apaise. Sa colère bir özet (ila donné un aperçu de la situation. Un
s'est apaisée). aperçu sur l'art d'un pays).
apanage er. 1. Eskiden kralların prenslere verdiği apéritif,ive s. 1. İştah açıcı (Une boisson apéritive.
bir çeşit has. 2. mec. Birine özgü olan şey, vergi L'air de cette caverne était apéritif). 2. er. İştah
(L'art ne doit pas être l'apanage d'une élite, il est le açıcı içki, yemekten önce içilen hafif içki, apéritif
aperture 84 apocalypse
(Prendre un apéritif. Offrir un apéritif à son ami). apitoyer gçl. 1. Acındırmak, merhamete getirmek
aperture diş. dilb. Açıklık derecesi, (Ces remarques de désespoir auraient apitoyé le
apétales, bitb. Taçyapraksız (Lafleur du chanvre est cœur le plus insensible). 2. Apitoyer qn sur qch:
apétale). Birini bir şeye acındırmak, merhamete getirmek
à-peu-près, à peu près. er. 1. Yaklaştırmaca bilgi, (J'ai essayé de l'apitoyer sur le sort des
yaklaşıklık, aşağı yukarılık (Toute la vie est faite malheureux). § S'apitoyer sur qch: Bir şeye
d'à peu près. Les calculs astronomiques roulent acımak, yüreği yanmak (S'apitoyer sur un drame
sur des à peu-près.) 2. bel. Aşağı yukarı (Le village familial, sur les orphelins).
comptait à peu près mille habitants). apivore s. ve ad. Arıyiyen, arı ile beslenen, ancıl.
apeuré,e s. Korku içinde, korkmuş, ürkmüş (Un aplanir gçl. 1. Düzleştirmek (Aplanir une surface,
regard apeuré. Un animal apeuré). un terrain, un chemin). 2. mec. Ortadan
apeurer gçl. Korkutmak, ürkütmek, yüreğine kaldırmak (Aplanir une difficulté, un obstacle). §
korku salmak, S'aplanir: Düzelmek, kolaylaşmak, yoluna
apex [tıp ek s] er. 1. En yüksek nokta, uç, doruk. 2. girmek (Tout s'est aplani après une longue et
gökb. "Günerek, uzayda güneş dizgesinin franche discussion).
yıldızlara doğru yaptığı devinmenin hedefi, aplanissement er. 1. Düzleştirme; düzleşme. 2.
aphasie diş. hek. 1. Konuşmayitimi, konuşma Ortadan kaldırma; ortadan kaldırılma, ortadan
yitirimi. 2. dilb. Sözyitimi. kalkma.
aphasique s. Konuşma yeteneğini yitirmiş (La aplasie diş. hek. Gelişme durması; gelişme
rééducation des malades aphasiques). yetersizliği.
aphélie er. gökb. Günöte. aplati,e s. Yassı, yassılmış (Un nez aplati. La Terre
aphérèse dij. dilb. Sözcüğün başından ses düşmesi, est aplatie aux pôles).
önses düşmesi, aplatir gçl. 1. Yassıltmak, yassılaştırmak,
aphone s. hek. Ses yitimine uğramış kişi, sesi yitik düzleştirmek (Aplatir un pli, une barre de fer.) 2.
(L'orateur, enrhumé, était à moitié aphone. II est Ezmek, çarpıp ezmek (Aplatir une voiture). 3.
devenu aphone à la suite d'une opération du hlk. Yenmek, tuz buz etmek, ezip geçmek
pharynx). (Aplatir un ennemi). § S'aplatir: 1. Yere yatmak,
aphonie diş. hek. Sesyitimi; sesyitirimi. gizlenmek (Il s'est aplati derrière la haie pour
aphorisme er. 1. Özlü söz, özdeyiş (Les aphorismes guetter les passants). 2. S'aplatir contre qch: Bir
d'Hippocrate. "L'oisiveté est la mère de tous les şeye çarpmak (S'aplatir contre un mur). 3.
vices" est un aphorisme). 2. mec. Tartışma götürür S'aplatir devant qn: Biri karşısında, bir şey
söz. karşısında küçülmek, alçalmak, boyun eğmek,
aphrodisiaque s. ve ad. Şehvet verici, şehvet dalkavukluk etmek (S'aplatir devant ses
uyandırıcı, *isteklendirici, kuvvet macunu supérieurs, devant un pouvoir).
(Prendre un aphrodisiaque. Une substance aplatissement er. 1. Yassılaşma, yassılaştırma
aphrodisiaque). (Aplatissement de la Terre aux deux pôles.) 2.
aphte er. hek. Pamukçuk (hastalığı), Yenme, ezme (L'aplatissement des armées
aphteux,euse s. hek. Pamukçuk hastalığına ennemies).
tutulmuş; pamukçuk hastalığına değgin (Un aplomb er. 1. Diklik, dikeylik, dikinelik (Le mur a
enfant aphteux). § La fièvre aphteuse: Şap perdu son aplomb). 2. Duruş dengesi, uygun
hastalığı, duruş (Aplombs du cheval). 3. Denge (Le vertige
aphylle s. Yapraksız (bitty). lui a fait perdre son aplomb et il est tombé). 4.
api er. Bir tür küçük elma, kirazelması (Pomme Güven, kendine güven (Il a un aplomb
d'api;pommeapie de denir), imperturbable). 5. hlk. Küstahlık, kendini
à-pic er. Diklik, sarplık (L'à-pic d'une falaise). bilmezlik (Il a de l'aplomb!). § D'aplomb: 1.
apical,e s. 1. Doruksal; en yüksek. 2. dilb. Dikey olarak, dikine (Lesoleil tombe d'aplomb).
Dilucundan çıkan. 3. diş. Dilucu ünsüzü, 2. Sağlamca, dengeli olarak (L'armoire est posée
apicoles. Arıcılığa değgin (Matérielapicole). d'aplomb). Etre d'aplomb: Sağlığı, keyfi yerinde
apiculteur er. Arıcı, olmak (Je ne suis pas d'aplomb aujourd'hui).
apiculture diş. Arıcılık, apocalypse diş. 1. Yeni Ahit'in (İncil'in) son kitabı.
apidés er. hayb. Arıgiller, arılar familyası, 2. Kıyamet; dünyanın sonu; çok büyük yıkım
apiquer gçl. (Gemi serenlerini) Karga etmek, (Après le tremblement de terre, le pays offre une
apitoiement er. Acıma, "merhamet. vision d'apocalypse).
apocalyptique 85 apôtre
apocalyptique s. 1. Anlaşılmaz, kapalı, karanlık Beyin kanamasına anık (Une face apoplectique).
(Un style apocalyptique). 2. Korkunç; kıyamet apoplexie hek. 1. Kanama. 2. Beyin kanaması,
kopmuş gibi; dünyanın sonunun geldiğini ansıtan beyin inmesi,
(Un paysage apocalyptique. La vision de cette ville apostasie diş. 1. Dinden (özellikle Hıristiyan
détruite était apocalyptique). dininden) dönme. 2. mec. Dönme, cayma,
apocope diş. dilb. Sonses düşmesi (On dit Télé pour bırakıp gitme, döneklik (Tout abandon des idées
télévision par apocope). de sa jeunesse lui paraissait une apostasie).
apocryphe s. 1. Gerçekliği su götürür; uydurma, apostasier gsz. (Bir dinden, bir inançtan, bir
düzmece (Certains dialogues de Platon sont partiden) Dönmek, caymak,
apocryphes). 2. Kilisenin kabul etmediği, apostat,e s. ve er. (Bir dinden, bir inançtan; bir
Kilisenin tanımadığı (Evangiles apocryphes). partiden) Dönmüş; dönek; "ihtida etmiş,
apode s. ve er. Ayaksız. "mühtedi (Moine apostat. Un apostat).
apodictique s. 1. Açık, söz götürmez. 2. mant. apostème er. Çıban.
Zorunlu (önerme), aposter gçl. (Kötü bir işi için adam) Tutmak (Des
apogée er. 1. gökb. Yeröte. 2. mec. En yüksek témoins qu'on a apostés pour charger un
aşama, doruk. § A l'apogée de: En yüksek innocent).
noktasında, doruğunda (Il est maintenant à a posteriori bel. Lat. mant. 1. Sonsal, sonsal olarak,
l'apogée des honneurs. L'Empire Ottoman, à son "aposteriori. 2. Deneylerin verilerine dayanan,
apogée,dominait tous les Balkans). Atteindre son apostille^. "Haşiye; dipnot,
apogée: Doruk noktasına varmak (Sa réputation apostiller gçl. Haşiyelemek; dipnot düşmek
atteint son apogée). (Apostiller une pétition).
apolitique s. Siyaset dışı kalan; siyasetle apostolat er. Havarilik.
ilgilenmeyen, uğraşmayan (Ce syndicat se déclare apostoliques. 1. Havarice; havariliğe değgin (Une
apolitique). vertu apostolique. Une mission apostolique). 2.
apolitisme er. Siyaset dışı kalma; siyasete Papalıktan gelen; Papalığa bağlı (Lettre
bulaşmama (Il est partisan de l'apolitisme apostolique. Nonce apostolique: Papalık
syndical). büyükelçisi).
apollon er. 1. hayb. Apollon kelebeği. 2. mec. Çok apostoliquement bel. Havarice; havarileri andırır
güzel ve yakışıklı erkek, biçimde.
apologétique s. 1. Savuncah, savunucu. 2. Övücü, apostrophe diş. 1. Birine beklenmedik anda söz
övgülü 3. diş. Dini savunan kitap, yöneltme, *yönenme, laf atma (Il fut interrompu
apologie diş. 1. Savunca, savunma (L'apologie de dans son discours par une apostrophe ironique). 2.
Socrate). 2. Övgü, övme (L'apologie d'une Çıkışma, sert çıkış yapma, azarlama, paylama (II
conduite, d'un acte). § Faire l'apologie de: 1. Bir lança une apostrophe vengeresse au chauffeur de
şeyin savunmasını yapmak, bir şeyi savunmak (Le la voiture qui venait de l'éclabousser). 3. Yazıda iki
journal fut condamné pour avoirfait l'apologie du sözcük arasında konulan ve ilk sözcüğün
crime). 2. Bir şeyi, birini övmek; birşeyin sonundaki seslinin düştüğünü belirten işaret;
övgüsünü yapmak (Faire l'apologie d'un ministre, apostrof: (').
d'un ouvrage). apostropher gçl. Azarlamak, haşlamak, paylamak
apologiste ad. 1. Savunucu (L'Eglise n'eut pas (L'agent de police l'a vivement apostrophé). §
besoin d'apologiste). 2. Hıristiyanlık inananı S'apostropher: Birbirine çıkışmak, birbirini
savunan kişi. § Se faire l'apologiste de qch: Bir azarlamak (Les chauffeurs s'apostrophent et
şeyin savunuculuğunu, avukathğını yapmak (Il s'injurient).
s'est fait l'apologiste des réformes). apothème er. mat. îç yarıçap,
apologue er. Öğüt verici öykü, ders alınacak masal apothéose diş. 1. Tanrılaştırma, ululaştırma
(Les apologues d'Esope). (L'apothéosed'un empereur). 2. Kutsama, büyük
aponevrosediş. anat. Kas zarı. saygı gösterme (La réception à l'Académie fut
apophonie diş. dilb. Ünlü almaşması. pour lui une apothéose). 3. Yengi, utku, büyük
apophtegme er. Ulu söz. Büyük söz (Alaylı başarı, "zafer,
anlamda kullanıldığı da olur), apothicaire er. (Eskiden) Eczacı. § Compte
apophyse <% anat. Kemik çıkıntısı, d'apothicaire: Uzun ve karmaşık hesap,
apoplectique s. 1. Beyin kanamasıyla ilgili, beyin apôtre er. I. Havari (Jésus-Christ et ses apôtres).§Se
kanamasına değgin (Attaque apoplectique). 2. faire l'apôtre de qch: Bir şeyin öncülüğünü,
apozème 86 apparition
savunuculuğunu yapmak (Se faire l'apôtre d'une apparemment bel. 1. Görünüşte, görünüşe göre,
doctrine, d'une opinion). Faire le bon apôtre: dıştan bakıldığında (Des raisins mûrs
Doğruluk taslamak; kuzu postuna bürünmek, apparemment). 2. Besbelli, kuşkusuz,
apozème er. Bitkilerin kaynatılmasından elde apparence diş. 1. Görünüş (Malgré l'apparence, sa
edilen ilaç. situation était inquiétante).2. Görünüm "manzara
apparaître gsz. 1. Görünmek, görünüvermek, (Ona repeint la maison pour lui donner une belle
belirmek (Soudain, les montagnes apparurent à apparence). § En apparence: Görünüşte,
l'horizon). 2. mec. Ortaya çıkmak (Tôt ou tard, la görünürde. Sauver les apparences: Görünüşü
vérité apparaît). 3. Apparaître comme: Gibi kurtarmak, "zevahiri kurtarmak. Sacrifier les
görünmek (Un bon portrait m'apparaît toujours apparences: Dedikodulara, söylentilere
comme une biographie dramatisée). § Il apparaît aldırmamak. Se fier aux apparences, se laisser
que:.... Öyle görünüyor ki..., öyle geliyor ki... (II aller aux apparences: Görünüşe kapılmak,
m'apparaît que vous allez perdre). görünüşe aldanmak,
apparat er. 1. Şatafat (Discours d'apparat. Venir en apparences. 1. Görünür, gözle görülen (Un danger
grand apparat). 2. Özel sözlük, küçük sözlük, apparent). 2. Görünüşte; görünüşte kalan,
sözcük dağarcığı (L'apparat de Cicéron). § gerçeğe uymayan (Sous cet éclat apparent, il n'y a
Apparat critique: Eski bir yapıtın yeni basımında rien de solide). 3. Belli, açıkça ortada (Sans raison
yapılan çıkmalar, eklenen notlar, apparente. D'une manière apparente).
apparaux er. ç. 1. Avadanlık. 2. Cimnastik aletleri apparenté,e s. 1. Akraba olmuş (Ils sont
takımı. apparentés). 2. Apparenté à qn: a) Birine akraba
appareil er. 1. Hazırlıklar (L'appareil d'une fête). 2. olmuş (Il est apparenté à notre famille). b )mec. -e
Aygıt (Appareil digestif). 3. Örgüt, çark benzeyen, -i andıran (Un style apparenté à
(Appareilpolicier d'un gouvernement. L'appareil Voltaire).
d'un parti). 4. (Yapıcılıkta) Taşların örülüşü. 5. apparentement er. Akraba olma, yakınlık,
Makina, araç (Appareilphotographique. Appareil hısımlık.
automatique). 6. Telefon (Allô, qui est à apparentergç/. 1. Birini evlendirerek akraba, hısım
l'appareil?). 7. Uçak (L'appareil décolle). 8. kılmak (Tâchez de bien apparenter votre fille). 2.
(Yara tımarı için) Sargı takımı, sargı (A voirie bras Apparenter qn à qn: Birini bir kimseye, bir yere
dans un appareil). akraba yapmak (Son père aurait voulu
appareillage er. 1, den. Yola çıkma hazırlığı l'apparenter à une bonne famille). § S'apparenter
(Manœuvres d'appareillage). 2. "Tesisatın à: 1. Akraba olmak, akrabalık bağı kurmak
bütünü, "tesisat, *döşem (Appareillage (S'apparenter à ta bourgeoisie). 2. Benzemek,
électrique). andırmak (Le goût de l'orange s'apparente à celui
appareillement er. 1. Takım düzme. 2. de la mandarine.
(Çalıştırılacak hayvanları) Birbirine koşma, çifte appariement er. 1. Eş yapma, eşleme; çift yapma,
koşma (Appareillement des boeufspour le labour). çiftleme (Appariement des gants, des bas). 2. Yan
appareiller gçl. 1. (Benzer iki şeyi) Birbirine eş yana getirme, birbirine karşılık tutma (Ce qui fait
yapmak, birbirine koşmak, eşlemek (Appareiller un chef-d'œuvre, c'est un appariement heureux
des candélabres). 2. Çiftleştirmek. 3. (Yapıcılıkta entre le sujet et l'auteur).
taşları) Yontup hazırlamak (Appareiller des apparier gçl. 1. Eş yapmak, birbirine koşmak
pierres). 4. Yola çıkacak duruma getirmek, yola (Apparier des chevaux, des gants). 2. (Özellikle
çıkma hazırlıklarını yapmak (Appareiller un kuşları) Çiftleştirmek (Apparier des pigeons, des
navire). 5. gsz. (Gemi) Gidiş hazırlığı görmek; tourterelles). § S'apparier: (Kuşlar) Çiftleşmek,
limandan ayrılmak; demir almak (Le paquebot appariteur er. (Belediye, üniversite, okul gibi
appareille pour Istanbul). § S'appareiller avec: yerlerde) Odacı (Les appariteurs de la Sorbonne).
•ile eş olmak; kendine eş yapmak (Quand la apparition diş. 1. Görünme, görünüverme, ortaya
tourterelle a perdu sa compagne, elle ne çıkma (Apparition d'une comète, d'un
s'appareille plus avec une autre). phénomène, des hommes sur la terre). 2. Görüntü,
appareilleur er. 1. Yontulacak taşların ölçüsünü hayalet (Chaque samedi, le château était le lieu
belirten usta, taşçı ustası. 2. (Dokumacılıkta) d'apparitions mystérieuses). 3. Gözüne görünme
Yün, ipek karışımını düzenleyen usta § (Apparition de la Vierge à Sainte Catherine). § Ne
Appareilleur à gaz: Havagazı borular.ni döşeyen, faire qu'une apparition: Şöyle bir görünüp
onları onaran işçi, havagazcı. gidivermek, gözden yitivermek.
apparoir 87 appendicite
apparoir gsz. (Yalnız mastarı, bir de şimdiki Toplanma borusu. 6. Başvurma (Appel au
zamanın tekil üçüncü şahsı "il appert" kullanılır) peuple). 7. Kışkırtma, itme, tahrik etme (Appel
Ortaya çıkmak, belirmek, anlaşılmak (Il appert au soulèvement). 8. (Spor) (Gerinme koşusundan
de l'enquête que l'équipe a bien travaillé). sonra) Tam sıçrama (Jambe d'appel). § Sans
appartement er. Daire, apartman dairesi (Ily a trois appel: Kesin (Juger sans appel). Appel à la prière:
appartements par étage dans cet immeuble. Ezan (Le muezzin est monté chanter l'appel à la
Appartement meublé). prière). Appel d'air: (Soba, ocak gibi şeylerde)
appartenance diş. 1. Eklenti, ilinti (Les Hava çekeceği. Cour d'appel: İstinaf mahkemesi.
appartenances d'un château). 2. İlgi, bağ, Faire l'appel: Yoklama yapmak. Faire appel à: -e
değginlik, ait olma, "aidiyet; "mensubiyet başvurmak, seslenmek (Faire appel à la
(L'appartenance à une religion, à une race, à une conscience, à la sagesse de qn). Se pourvoir en
famille). appel: Daha üst bir mahkemeye başvurmak,
appartenir gsz. 1. Ait olmak. 2. Appartenir à: a) -in appelant,e s. ve ad. 1. İstinaf dâvası açan. 2. er.
malı olmak ; -e ait olmak (Cette maison appartient Çığırtkan (kuş),
à mon oncle), b) -ile ilgili olmak, -in alanına appelé er. Kur'a eri. Askerlik görevini yapmaya
girmek (Cela n 'appartientpas à mon sujet. Ce livre çağrılan genç (Les appelés de 1948).
appartient au genre des essais philosophiques), c) appeler gçl. 1. Çağırmak, adını ünlemek (Appeler
-e vergi olmak, özgü olmak (La gaîté appartient à un chien, un domestique). 2. Çağırmak, yanına
l'enfance). 3. Appartenir à qn de f.qch: -mek getirtmek (Appeler un médecin). 3. Çekmek,
birine düşmek (Il appartient aux familles d'élever getirmek, doğurmak (Le mensonge appelle le
leurs enfants). § S'appartenir: Kendi başına mensonge). 4. Yoklama yapmak (Appeler les
buyruk olmak; karışanı görüşeni olmamak, élèves d'une classe). 5. Askere çağırmak, silâh
appas er. ç. (Kadında) Alım, cinsel çekim, göz altına almak (Appeler les réserves). 6. Daha
alıcılık (Elle a des appas qui ne laissent pas yüksek bir yargı yerine baş vurmak. 7.
insensible). Gerektirmek, zorunlu kılmak, istemek (Cegrave
appât er. 1. Olta yada tuzak yemi (Mettre de l'appât sujet appelle toute votre attention). 8. Adım
à un piège, à l'hameçon). 2. mec. Çekicilik, koymak, adını vermek (Ils appeleront leur
aldatıcılık (L'appât du gain. Prendre la multitude prochaine fille Hélène). 9. Appeler qnàqch: Birini
par l'appât de la liberté). bir şeye atamak (Appeler un fonctionnaire à un
appâter gçl. 1. Yemlemek, yemle çekmek (Appâter grand poste). 10. Appeler qn à qch; à f. qch: Birini
des poissons, des oiseaux, un gibier). 2. Besiye bir şeye, bir şeyi yapmaya çağırmak (Appeler son
yatırıp semizletmek (Appâter des volailles, des ami à son aide, à secourir les blessés). § Appeler qn
oies et dindes). 3. mec. Yemlemek, kandırmak, en justice: Birini mahkemeye vermek. En
aldatmak (Appâter quelqu'un par de belles appeler: Bir kararı daha yüksek bir yargı yerinin
promesses, avec de l'argent). önüne götürmek. En appeler à: -e bırakmak,
appauvrir gçl. 1. Yoksullaştırmak (Les dépenses havale etmek (J'en appelle à votre sagacité). En
superflues ont appauvri le pays). 2. appeler de qch: Kabul etmemek, reddetmek (J'en
Verimsizleştirmek, kısırlaştırmak (Appauvrir appelle de votre décision). § S'appeler:
une terre. Une vie misérable a appauvri sa pensée). Adı...olmak (Je m'appelle Paul. Comment
appauvrissement er. 1. Yoksullaşma, s'appelle cet arbre?).
yoksullaştırma; yoksul düşme, yoksul düşürme. appellatif,ive 1. s. dilb. Cins (Arbre est un nom
2. Kısırlaşma, verimsizleşme, güçsüzleşme. ' appellatif). 2. er. Cins adı (Un appellatif).
appeau er. 1. (Avcılıkta) Çığırtkan (kuş). 2. appellation diş. 1. Ad verme, adlandırma. 2. Ad. §
(Çığırtkan kuş yerine kullanılan) Çığırtkan Appellation d'origine: (Bir tecim ürününün)
düdüğü. § Servir d'appeau à qn: Birinin enayisi Menşe adı, çıkış yeri adı.
durumuna düşmek; aldanmak. Se laisser prendre appendice er. 1. Ek, ulama, sona eklenen bölüm
a l'appeau: Oyuna gelmek, kanmak, aldanmak, (Grouper dans l'appendice d'un ouvrage les
appel er. 1. Çağırma, çağırım (Crions plus fort, ils détails statistiques). 2. Ek bölüm; eklenti (On
n'ont pas entendu notre appel). 2. Çağrı, "davet distinguait une sorte d'appendice à la ferme, un
(Recevoir un appel, répondre à un appel). 3. petithangar). 3.anat. Uzantı;körbarsakkuyruğu,
(Bulunmayanları anlamak için yapılan) Yoklama 'kuyrucuk (Appendice nasal. Le médecin lui a
(Etre présent, répondre à l'appel; être absent, enlevé l'appendice).
manquer à l'appel). 4. (Askere) Çağrılma. 5. ask. appendicite^, hek. "Apandisit, *kuynıcukyangısı
appendre 88 appontage
girmek. Faire l'apprentissage de qch: Bir şeyin bir kanıya katılma (Manifester son approbation).
çıraklığım yapmak, daha öğrenme döneminde 3. Beğenme, "takdir (5a conduite mérite
olmak, daha yeni öğrenmek (Les jeunes nations l'approbation, est digne d'approbation). 4. Izin
qui font l'apprentissage de l'indépendance). En verme, "icazet. § Soumettre qch à l'approbation
être à son apprentissage, faire son apprentissage: de qn: Bir şeyi birinin onamına sunmak
Henüz çırak olmak, bir şeyin daha başlangıcında, (Soumettre un projet à l'approbation des
öğrenme döneminde olmak. Mettre qn en supérieurs). Obtenir l'approbation de qn: Birinin
apprentissage: Birini çırak vermek, çıraklığa onamını almak.
koymak (Mettre un garçon, une fille en approbativité diş. Onamacılık, tasvipcilik.
apprentissage chez un charcutier). approchable s. Yaklaşılabilir, yanına varılabilir (Il
apprêt er. 1. Hazırlık, hazırlanma, hazırlama (Les est de mauvaise humeur, il n'est pas approchable
apprêts d'une fête, d'un voyage). 2. Perdah » aujourd'hui).
(Apprêts des tissus, des cuirs). 3. (Yemeklerde) approchant, e s. 1. Yakın, okşar, andırır (Ce n'en'
Çeşni maddeleri, çeşnilik. 4. Özenti, yapmacık est qu'une image plus ou moins approchante. Il n'a
(Parler sans apprêt). pas cela, mais quelque chose d'approchant). 2.
apprêtage er. 1. Hazırlama. 2. (Kumaşlarda, Yaklaşık (Un calcul approchant). 3. Sularında,
meşinlerde) Perdahlama, parlatma, civarında (Il est parti approchant midi). 4. bel.
apprêté,e s. Özentili, yapmacık (Un style apprêté). Hemen hemen, yaklaşık olarak (Il est midi ou
apprêter g;/. 1. Hazırlamak (Apprêter les bagages, approchant).
ses armes, le repas). 2. Perdahlamak, parlaklık approche diş. 1. Yaklaşma (L'approche de la nuit,
vermek (Apprêter des étoffes, des cuirs, des peaux, de l'hiver). 2. Yanaşma (La berge rocheuse
dupapier). 3. Hazırlamak, giydirip kuşandırmak, empêche l'approche des navires). 3. İşleme, ele
tuvaletini yaptırmak (Apprêter la mariée) § alma biçimi ; yaklaşım (L'approche mathématique
S'apprêter: 1. Hazırlanmak (Elle s'apprête pour le de travaux linguistiques). 4. diş. ç. Yöre, yakınlar
bal). 2. S'apprêter à qch; à f. qch: -e hazırlanmak; (Les approches d'une ville, d'un port). § A
-meye hazırlanmak (Il s'apprête au départ. Je l'approche de: Yaklaşmasıyla (A l'approche du
m'apprêtais justement à vous rendre visite, à aller danger tout le monde s'enfuit). Aux approches de:
au théâtre). Yöresinde, yakınlarında, dolaylarında (Aux
apprêteur er. 1. Perdahçı. 2. Cam resimcisi. 3. Ham approches de la mer l'air devient plus vif. Il est aux
madde hazırlayan işçi. approches de la trentaine).
apprêteuse diş. 1. Şapka süsleyicisi. 2. tç çamaşırı approché,e s. Kestirmece, "tahmini (Résultat
parçalarını hazırlayan kadın işçi. approché).
apprivoisement er. 1. Yabanıl bir hayvanı insanlara < approcher gçl. 1. Yaklaştırmak (Approcher deux
alıştırma (La domestication est distincte de objets). 2. Approcher qch de qch: Bir şeyi -e
l'apprivoisement qui la précède). 2. Ürkürük bir yaklaştırmak (Approcher un fauteuil de la table,
kimseyi topluluğa alıştırma, öğürleştirme une échelle du mur). 3. Approcher qn: Birinin
(L'apprivoisement d'un enfant farouche). yamna yaklaşmak, yamna sokulmak (Il a pu
apprivoiser gçl. 1. Yabanıl bir hayvanı insanlara approcher le président et lui serrer la main). 4. gsz.
alıştırmak (Apprivoiser un oiseau de proie, un Yaklaşmak (L'hiver approche). S. Approcher de
faucon pour la chasse). 2. Ürkürük bir kimseyi qch: -e yaklaşmak (Approcher du but, du résultat,
topluluğa alıştırmak, öğürleştirmek (Apprivoiser de la vérité, de la perfection. Il approche de la
un enfant timide). § S'apprivoiser: 1. Topluluğa cinquantaine). § S'approcher: 1. Yaklaşmak (Il
alışmak, öğürleşmek (Ce rustre a fini par s'approche doucement à pas de loup). 2.
s'apprivoiser). 2. S'apprivoiser avec qch, à qch: -e S'approcher de qn, de qch: -e yaklaşmak, -e
alışmak, -ile yakınlık kurmak (J'aipris le temps de yanaşmak, -in yanma varmak (Le navire
m'apprivoiser à cette idée). s'approche de la terre. La fillette s'approche de
approbateur, trice s. ve ad. Onaycı, onaylayın, lui).
"tasvip edici (Un geste, un sourire approbateur. approfondir gç/. 1- (Gerçek ve mecaz anlamlarıyla)
Un approbateur sincère). Derinleştirmek (Approfondir sa connaissance,
approbatif,ives. Onayan, onamah, tasvipeden (Un une question, un puits, un trou, une cavité). 2.
signe de tête approbatif). Yoğunlaştırmak, artırmak (Approfondir une
approbation diş. ı . Onama, onay, "tasvip; "tasdik haine, un désaccord, une amitié). §
(Approbation de la loipar les députés). 2. Bir oya, S'approfondir: Derinleşmek, yoğunlaşmak.
approfondissement 91 appuyer
yapmak (Je me suis appuyé de venir jusqu'ici). 5. après-dîner er. (Eski) Öğle yemeği sonrası, öğle
S'appuyer qch: tkz. Atıştırmak, tıkınmak yemeğinden sonraki zaman (Il passe tous les
(S'appuyer des aliments, des boissons). après-dîners en famille).
apraxie diş. hek. İşlev bozukluğu (Apraxie après-guerre er. Savaş sonrası (L'avant-guerre et
oculaire). l'après-guerre. Des après-guerres).
âpre s. 1. Buruk (Un goût âpre). 2. Sert (Un froid après-midier. yadadiş. öğle sonrası, öğleden sonra
âpre, un vent âpre). 3. Çetin (Une lutte âpre, une (Il passe ses après-midi à la campagne. Une belle
vie âpre). 4. Doymak bilmeyen, doymaz. 5. Apre après-midi de printemps. Je le verrai cet après-
à qch: -e doymayan; -e doymak bilmeyen; gözü midi).
doymayan (Il est âpre au gain). après-ski er. Kış sporlarında, kayak yapılmıyorken
âprement bel. 1. Sertçe, sertlikle. 2. Doymak giyilen yumuşak, sıcak ayakkabı (Il a mis ses
bilmeden, aç gözlülükle, après-ski).
après ilg. 1. -den sonra (Le printemps vient après après-vente er. Büyük mağazalarda satış sonrası
l'hiver. Jepeux le recevoir après cinq heures. Unan bakım (Service d'après-vente).
après la mort de son père). 2. Arkasından, âpreté diş. 1. Sertlik, ürkünçlük (L'âpreté d'un
ardından (Il marche après son père. Les chiens paysage. L'âpreté de l'hiver, du vent, d'un
aboient après les passants).3. Après f.qch:-dikten caractère, d'une boisson). 2. Çetinlik (L'âpreté
sonra (Après boire, après manger). 4. d'une lutte). 3. (Eski) Doymazlık,
Après+infinitif passé: -dikten sonra (Je sortirai a priori 1. bel. Lat. önsel olarak (Condamner,
après avoir fini mon travail: işimi bitirdikten sonra prouver a priori). 2.s. Önsel (Argument a priori,
çıkacağım. Après être sorti du théâtre il est allé voir une idée a priori 3. er. Önsel düşünce, 'önsellik
son ami: Tiyatrodan çıktıktan sonra dostunu (Ce sont des a priori. Cette théorie repose sur un
görmeye gitti). 5. Après que: (Çekimli eylem) simple a priori). 4. Deney öncesi verilere
-dikten sonra (Je suis arrivé à la gare après que le dayanan.
train était parti: Tren gittikten sonra istasyona apriorique s. Deney öncesi verilere dayanan,
vardım). 6. bel. Daha sonra, sonradan, sonra (Les önselce.
événements qui suivirent après). 7. bel. Arkada, apriorisme er. 1. 'Önselcilik (Il se méfiait d'un
arkadan (Dans le cortège, les femmes marchaient apriorisme étroit). 2. Gerçeğe dayanmadan
après). § D'après: 1. -e göre (D'après lui, vous yargıda bulunma,
allez finir par échouer: Ona göre, sonunda aprioriste s. önselci; önselce (Raisonnement
başarısızlığa uğrayacaksınız). 2. -e bakarak; -i aprioriste, attitude aprioriste).
örnek tutarak (Ilpeind d'après nature. Un dessin à-propos er. 1. Bir şeyin yerinde ve zamanında
d'après Raphaël). 3. -den sonraki, ertesi (Lemois oluşu, *yerindelik (Répondre avec à-propos). 2.
d'après). Après cela: Bundan sonra, sonra, ondan Konusunu ortalıktaki olaydan alan tiyatro yapıtı
sonra. Et après?: Peki ya sonra? Après quoi: yada koşuk.
Sonra, ondan sonra. Après coup: İş olup bittikten aptes. 1. Anık, elverişli, yetenekli. 2. Apte à qch, à
sonra, iş işten geçtikten sonra. Après tout: f.qch: -e yetenekli, -meyi yapabilir, becerebilir
Nihayet, ne de olsa (Après tout, il n'est pas un (Cet enfant n'est pas apte à un travail en équipe. Il
ange. Après tout, vous avez raison). Etpuisaprès! n'est pas apte à exprimer ses sentiments).
N'oldu yani (Tu as déchiré ma lettre, et puis aptère s. I. Kanatsız (Insecte aptère). 2. Dikinsiz,
après!). Demander après qn: hlk. Birini sorup sütunsuz (Temple aptère).
aramak. Etre après qn: Biriyle uğraşmak, aptéryx er. hayb. Kivi, Yeni-Zelanda'da yaşayan
arkasını bırakmamak, birini tedirgin etmek, bir kuş.
hırpalamak (La police est toujours après lui). Jeter aptitude diş. 1. Anıklık, elverişlilik, yeteneklilik,
le manche après la cognée: Bıkmak, gına "istidat. 2. huk. Yetenek, "kabiliyet § Certificat
getirmek, tiksinip herşeyi bırakmak. Après la d'aptitude: Yeterlik belgesi. Avoir une aptitude à
pluie le beau temps: Her yokuşun bir inişi vardır. qch, à f. qch; pour qch, pour f. qch: -e yeteneği
C'est de la moutarde après dîner: İş işten geçti. Atı olmak, -meye anıklığı olmak (Le génie n'est
alan Üsküdar'ı geçti. Arap öldükten sonra pilâvı qu'une plus grande aptitude à la patience. Il a une
dök kulağına. Après moi, le déluge: Benden sonra grande aptitude à s'adapter. Cet homme a une
Tufan; benden sonra çaylar kurusun, grande aptitude pour les sciences).
après-demain bel. ve er. Öbür gün (Il viendra après- apurement er. (Hesaplan) Aklama, temize
demain). çıkarma; "tasfiye.
apurer 93 arborer
apurer gçl. Aklamak, doğru olduğunu saptamak, araignée diş. 1. hayb. Örümcek (L'araignée file,
temize çıkarmak; "tasfiye etmek (Apurer les tisse, ourdit sa toile). 2. Kuyu çengeli. 3. Ağ. §
comptes). Toile d'araignée: Örümcek ağı. Avoir une
apyre s. Ateşe dayanıklı, yanmaz, araignée dans le plafond: Kafadan çatlak olmak,
apyrétique i. hek. Ateşsiz. biraz kaçık olmak,
apyrexie diş. hek. Ateşsizlik. araire er. Kara saban,
aquafortiste er. Kezzapla çalışan oymacı, araliacées diş. ç. bitb. Sarmaşıkgiller,
aquanaute er. Sualtı araştırma uzmanı (La descente aramon er. Bir tür asma çubuğu,
d'aquanaute à une profondeur de cent mètres). arasement er. (Duvarcılıkta) Teraziye getirme,
aquarelle Suluboya resim (Faire de l'aquarelle). terazileme.
aquarelliste ad. Suluboya ressamı, araser gçl. 1. (Duvarcılıkta) Teraziye getirmek,
aquarium er. Akvaryum, "balıklık. terazilemek. 2. yerb. Bir engebeyi aşındırmak,
aquatique s. hayb. ve bitb. Suda yada su yöresinde düzleştirmek.
yaşayan (Plantes aquatiques, oiseaux aratoire i. Tarıma değgin, tarımsal (Instruments
aquatiques). aratoires, travaux aratoires).
aqueduc er. Sukemeri. arbalète diş. (Eski silahlardan) Kundaklı yay; tatar
aqueux,euse s. 1. Su niteliğinde olan (La partie oku, oluklu ok.
aqueuse du sang). 2. Sulu. arbalétrier er. 1. Kundaklı yayla silahlanmış asker.
aquicole s. Su ürünleri yetiştiriciliğine değgin 2. hayb. Karasaksağan. 3. (Yapıcılıkta) Makas
(Industrie aquicole). kirişi.
aquiculture diş. (Havuzlarda yada göletlerde) Su arbi er. tkz. Kuzey Afrika yerlisi, kuzey afrikalı.
ürünleri yetiştiriciliği, arbitrage er. 1. (Bir anlaşmazlığın çözülmesi için)
aquifère s. Suyu olan, sulu (Le sondage atteignit la Yargıcıya başvurma (Soumettre un différend à
couche aquifère) l'arbitrage). 2. (Borsada) Fiyat ayrımlarından
aquifollacées diş. ç. bitb. Çobanpüskülügiller. yararlanarak girişilen alım satım. 3. Hakemlik
aquilin,e s. Kartalsı, kartalı andıran (Un nez (Une erreur d'arbitrage).
aquilin). arbitraire s. 1. Keyfe bağlı, caninin istediği gibi,
aquilon er. 1. Poyraz, kuzey yeli. 2. Kuzey (Du Sud hiçbir nedene dayanmayan, "keyfî (Une décision
à l'aquilon). arbitraire. Les arrestations arbitraires se
ara er. Uzun kuyruklu, parlak tüylü Amerika multiplient). 2. er. Keyfe bağlı yönetim, yasası
papağanı. kuralı olmayan yönetim; keyfîlik, zorbalık (La
arabe 5. ve ad. 1. Arap (Les pays arabes, un arabe, presse subit le règne de l'arbitraire).
une arabe). 2. er. Arapça (Il a appris l'arabe en arbitrairement bel. Keyfe bağlı olarak, "keyfi
Egypte). 3. Araplara değgin, araplara özgü (La olarak, canınm istediği gibi.
religion arabe, un style arabe). arbitral,e s. Yargıcılığa değgin, "hakemliğe değgin,
arabesque 1. s. Arap tarzında (olan bezekler). 2. "yargıcıl (Sentence arbitrale, tribunal arbitral).
diş. Girişik bezeme, arabesk, arapsallık arbitralement bel. Yargıcı yoluyla, yargıcılık
(Mimarlıkta). 3. Kıvrım, girinti çıkıntı (La rivière yoluyla, hakemlik yoluyla,
dessinait de curieuses arabesques). arbitre er. 1. Yargıcı, "hakem. 2. Salt buyurucu, tek
arabique s. Arabistan'a değgin; Arabistan'dan seçici, tek buyurucu, 'buyurman, astığı astık
gelen. kestiği kestik, zorba. 3. Uzlaştırıcı, arabulucu. 4.
arabisant,e ad. Arap dili ve yazım bilgini. Le libre arbitre: 'Elindelik, "cüzi irade (Il n'a
arabisation diş. Araplaştırma. plus son libre arbitre et agit sous la contrainte.)
arabiser gçl. Araplaştırmak. arbitrer gçl. 1. Yargıya bağlamak, çözüp sonuç
arable s. Ekilebilir, sürülebilir, işlenmeye elverişli üzerinde bir yargı yürütmek (Arbitrer un conflit,
(Terres arables). un litige). 2. Yargıcılık etmek, hakemlik etmek
arachide diş. Yerfıstığı. (Arbitrer un match de boxe). 3. (Borsada) Fiyat
arachnéen,ennes. 1. Örümceğe değgin. 2. İncecik, farklarından yararlanarak alım satım yapmak
tüy gibi. (Arbitrer des valeurs, des marchandises).
arachnides er. ç. hayb. Örümcekler, örümcekgiller. arborer gçl. 1. (Ağaç gibi) Dikmek. 2. Çekmek,
arachnoïde anat. (Beyinzarlarında)Örümceksi dikmek (Arborer un drapeau). 3. Herkese
katman. göstererek taşımak, kasıla kasıla giymek
arack, araç er. Rakı, pirinç yada şekerkamışı rakısı. (Arborer un insigne, un chapeau). 4. Atmak,
arborescence 94 archiépiscopal
çekmek (Arborer une manchette, un titre). S. Çok arcasse diş. (Gemi iskeletinde) Kıç kafes,
belirgin biçimde yapmak (Arborer un sourire). § arcature diş. Sıra kemerler,
Arborer l'étendard de la révolte: İsyan bayrağını arc-boutant er. 1. Destek, payanda, destek kemer
çekmek. (Les arcs-boutants d'une cathédrale gothique). 2.
arborescence diş. Ağaç biçimi, ağaç görünüşü, den. (Gemide) Sandal askısı,
arborescent,e s. Ağaç biçiminde, ağaç görünüşlü arc-bouter gçl. Destek kemerle berkitmek (Arc-
(Le bananier est une herbe arborescente). bouter un mur, une voûte). § S'arc-bouter sur,
arboricole s. 1. Ağaçlarda yaşayan (Oiseaux contre, à qch: -e dayanmak; -den destek almak
arboricoles). 2. Ağaç yetiştiriciliğine değgin (La (S'arc-bouter sur une perche. Ils'arc-boute au sol
technique arboricole). pour soulever la roue de la voiture. Il s'arc-boutait
arboriculteur,trice ad. Ağaç yetiştiricisi, contre le mur pour retenir l'armoire qui penchait).
arboriculture diş. Ağaç yitiştiriciliği, ağaççılık, arceau er. 1. (Bir kubbede, bir kapı yada
arborisation diş. (Mineral cisimlerde görülen) pencerede) Kemer. 2. Küçük kemer, kemercik
Ağaç resmi; ağaçlanma (Les arborisations de (Arceau d'un tunnel, d'un berceau).
l'agate, de l'onyx). arc-en-ciel er. Alkım, gök kuşağı, ebemkuşağı (Les
arborisé s. Ağaç görünümlü, ağaçlanmış (Agate arcs-en-ciel sont visibles souvent après une
arborisée). averse).
arbouse ^/.j. Kocayemiş. archaïque s. * Eskil (Mot, style, tournure
arbousier er. Kocayemiş ağacı, archaïque).
arbre er. 1. Ağaç (Arbre feuillu, branchu, noueux, archaïsme er. *Eskillik (Ecrivain qui aime
creux), l.mek. Eksen mil (Arbre de transmission. l'archaïsme).
Réunir deux arbres mécaniques).3. den. Direk. § archal (Fil d'archal) er. Pirinç tel.
(Söylencede) Arbre d'Apollon: Defne. Arbre de archange er. (Cebrail, Mikâil, İsrafil gibi)
Cybèle: Çam. Arbre de Minerve, de Pallas: Zeytin Başmelek (Les archanges Gabriel, Michel, et
ağacı. Arbre de Noël: Noel Ağacı. (Simyada) Raphaël).
Arbre de Diane: Gümüş. Arbre de Jupiter: Kalay. arche diş. 1. Köprü kemeri, kemer (Les arches d'un
Arbre des philosophes: Cıva. Arbre de vie: Hayat pont, d'un viaduc). 2. Gemi, Nuh'un gemisi
ağası. Arbre généalogique: "Şecere, soy kütüğü. (L'arche de Noé). 3. (Şaka) Türlü türlü insanların
Couper l'arbre pour avoir le fruit: Eti için bülbülü oturduğu yer. § L'arche d'alliance, l'arche sainte:
öldürmek. Entre l'arbre et l'écorce il ne faut pas Yahudilerin yasa levhalarını sakladıkları sandık,
mettre le doigt: Etle tırnak arasına girilmez. Dfaut archéologie diş. "Kazıbilim, "arkeoloji.
courber l'arbre quand il est jeune: Ağaç yaş iken archéologique s. Kazıbilime değgin, *kazıbilimsel
eğilir. (Recherches archéologiques, fouilles
arbrisseau er. Ağaççık, archéologiques).
arbuste er. Çalı. archéologue ad. "Arkeolog, *kazıbilimci.
arbustif,ive s. Çalıya değgin, archer er. 1. Okçu (Les archers anglais de la guerre
arc er. 1. (Ok atmaya yarayan) Yay (Bander, tendre de Cent ans.). 2. Eskiden bir tür polis, kollukçu.
l'arc. Tirer des flèches avec un arc). 2. archère, archière diş. Mazgal,
(Geometride) Yay (Cosinus, sinus d'un arc). 3. archerie diş. 1. Okçuluk, ok atma sanatı. 2. Ok
(Yapıcılıkta) Kemer (Le cintre d'un arc. Arc en takımı, okçunun kullandığı gereçlerin tümü.
ogive). 4. Kıvrıntı, kemer (Arc des sourcils, des archet er. 1. (Keman ve benzerlerinde) Yay. 2.
lèvres). § Arc de triomphe: Zafer tâkı. Avoir (Teknikte) Torna yada delgi yayı. 3. (Elektrikli
plusieurs cordes à son arc: 1. Elinde birçok kozu, taşıtlarda) Hava yayı.
olanağı bulunmak. 2. Elinden nice nice işler archétype er. İlk örnek, ana örnek,
gelmek; on parmağında on hüner olmak, archevêché er. Başpiskoposluk,
arcade diş. 1. Kemer (Arcade sourcilière). 2. Sıra archevêque er. Başpiskopos,
kemerler (Les arcades d'un aqueduc, d'une archicomble s. Dopdolu; hıncahınç,
galerie). § Arcade de Fallope: Omuz kemeri. archidiacre er. Başdiyakos.
Arcade palmaire: Kalça kemeri, archiduc er. Arşidük,
arcane er. 1. Simyacıların gizemli eylemleri. 2. (Bir archiduché er. Arşidüklük.
iş yada bir meslekte) Giz, gizli tutulan şey, archiduchesse diş. 1. Arşidük karısı, arşidüşes. 2.
herkesin bilmediği yan, püf noktası (Les arcanes Avusturya prensesi. >
de la politique, de la science). archiépiscopale s. Başpiskoposluğa değgin.
archiépiscopat 95 argent
mettre son argent en banque: Parasını bankaya argon er. kim. Argon.
yatırmak. Emprunter de l'argent à qn: Birinden argonaute er. 1. hayb. Argonot. 2. mec. Serüvenci
ödünç almak. Prêter de l'argent à qn: Birine gemici. 3. Küçük yelkenli,
ödünç para vermek. Gagner de l'argent: Para argot er. Argo (Parler argot).
kazanmak. Recevoir, toucher de l'argent: Para argotique s. Argoya değgin (Termes argotiques).
almak. Se vendre pour de l'argent: Kendini para argotiste ad. dilb. Argo uzmanı, argocu.
için satmak. Amasser, entasser de l'argent: Para argousin er. 1. (Eskiden) Kürek hükümlüleri
biriktirmek. Jeter l'argent par les fenêtres: Har gardiyanı. 2. hlk. Polis, aynasız, kaldırım kargası,
vurup harman savurmak. Etre à court d'argent, argue diş. Tel haddesi.
sans argent: Parasız olmak. En avoir pour son arguer gçl. 1. Sonuç olarak çıkarmak (Vous ne
argent, en vouloir pour son argent: Ne verdiyse pouvez rien arguer de ce fait). 2. Arguer qch. de
onu istemek, yaptığının karşılığını aynen* qch: a) -ile suçlamak ; -diğini ileri sürmek (Arguer
istemek. Payer en argent frais: Tıkır tıkır para une pièce de faux), b) Bir şeyi ileri sürmek, neden
saymak. Payer en argent comptant: Peşin para ile olarak göstermek (Arguer de son ancienneté pour
ödemek. Prendre qch pour argent comptant: Bir obtenir un avancement). 3. gsz. Bahane etmek,
şeye saf saf, körü körüne inanmak. Faire argent ileri sürmek (Il argue qu'il a de lourdes charges
de tout: Para için her şeyi yapmak, para için familiales pour demander une augmentation).
babasını bile satmak. L'argent ne fait pas le argument er. 1. Uslamlama 2. Kanıt, "delil
bonheur: Para insanı mutlu kılmaya yetmez. Plaie (Appuyer une affirmation sur des arguments). 3.
d'argent n'est pas mortelle: Giden para olsun, (Bir yapıttan, bir parçadan çıkarılan) Öz, özet
canıma gelmesin de malıma gelsin. Le temps c'est (Argument d'un roman, d'une pièce de théâtre). §
de l'argent: Vakit nakittir. Tirer argument de qch: Bahane etmek, neden
argentan er. Bakır, çinko ve nikel alaşımı. Çinko göstermek, ileri sürmek (Tirer argument de sa
yerine kalay girerse argenton denir, mauvaise santé pour prendre sa retraite).
argenté,e s. 1. Gümüş kaplamalı, gümüş kaplanmış argumentaire s. "Kanıtsal, kanıta değgin, delile
(Métal argenté). 2. Gümüş renginde ve ilişkin.
parlaklığında (Cheveux argentés). 3. "Berrak, argumentateur, trice ad. Kanıt getirici, kanıtlayıcı.
pırıl pırıl (Cette voix argentée de la jeunesse. Son argumentation diş. Kanıtlama, kanıt getirme
argenté d'une clochette). 4. Paralı, parası pulu (Présenter une solide argumentation).
olan. § N'être pas argenté: Parası pulu olmamak, argumenter gsz. 1. Kanıt göstererek tartışmak (Il
argenter gçl. 1. Gümüş kaplamak (Argenter des argumente sans cesse avec des contradicteurs). 2.
couverts. Argenter une glace). 2. Gümüş Argumenter de qch: -i kamt diye almak,
parlaklığı vermek, gümüş gibi parlatmak (La lune kanıtlamak (Argumenter de l'effet à la cause. Il ne
argente les bouleaux). faut pas argumenter de la possibilité à la réalité).
argenterie diş. Gümüş (sofra) takımı, argus er. 1. Açıkgöz adam. 2. 'Giziletimci, "hafiye
argenteur er. Gümüş kaplamacısı, gümüş "jurnalci. 3. Hint sülünü,
kaplaması yapan işçi. § Argenteur sur verre: argutie diş. Pek incesine giden yersiz uslamlama;
Aynacı, ayna dökmecisi. gereksiz incelikler, ayrıntılar, us oyunları (Les
argentier er. 1. Gümüş takımları dolabı. 2. tkz. avocats multiplièrent les arguties juridiques pour
Maliye bakam, retarder l'ouverture du procès).
argentifère s. Gümüşlü; içinde gümüş bulunan argyronète diş. Suörümceği.
(Minéral argentifère). aria er. 1. hlk. Sıkıntı, can sıkıcı şey (Ce voyage ne
argentin,e s. 1. "Berrak, pırıl pırıl (Une voix nous aura procuré que des arias). 2. diş. müz.
argentine. Le son argentin d'une clochette). 2. s. ve Arya (Une aria de Bach).
ad. Arjantinli; Arjantin'e özgü. arianisme er. fels. Ariusçuluk.
argenture diş. 1. Gümüş kaplama (L'argenture de arides. 1. Kurak, çorak (Terre aride, climat aride).
ces couverts est partie). 2. (Kaplamada) Gümüş 2. mec. Kuru, kısır, duyarhksız (Un cœur aride).
yaprak. aridité diş. 1. Kuraklık, çoraklık (Aridité du sol). 2.
argile diş. Kil. § Colosse aux pieds d'argile: mec. mec. Kuruluk, kısırlık, duyarsızlık (Aridité du
Görünüşte güçlü, gerçekte çürük; dışı güzel içi cœur).
kof (Kişi yada nesne), ariette diş. müz. Arietta (Ariette de Haydn).
argileux,euses. Kilden, killi, kilsi (Terreargileuse). arioso er. müz. Aryozo; aryayı andıran bir hava.
argilière diş. Kil ocağı. aristocrate s. ve ad. Soylu kişi, soylulardan;
aristocratie 97 armoiries
armoise diş. bitb. Miskotu, yaban karanfili, arraché er. (Halterde) Ağırlığı bir anda başının
armoriai,e 1. s. Armaya değgin. 2. er. Armalar üstüne çıkarma çalışması, koparma. § A
dergisi. l'arraché: Söke söke, zorla, bileğinin gücüyle
armorier gçl. Arma çizmek; bir yere arma takmak, (Obtenir son droit à l'arraché).
armure diş. 1. Zırh takımı, zırh (Armure de tête, de arrache-clou er. Çivi sökeceği,
cou, des épaules, armure de cheval). 2. Ağaçları arrachement er. Sökme, çıkarma, yolma,
korumak için çevrelerine çekilen kafes, ağaç kökünden çıkarma (Arrachement d'un arbre, des
kafesi. 3. (Kumaşta) Dokunuş, betteraves).
armurerie diş. 1. 'Savutçuluk, silahçılık. 2. Silah arrache-pied (d') bel. Durup dinlenmeden, başmı
fabrikası. 3. Silah alım satımı, savut tecimi, işten kaldırmadan (Travailler d'arrache-pied).
armurier er. Savutcu, silahçı, arracher gçl. 1. Sökmek, yolmak, çıkarmak
arnaque, er. hlk. Dalavere, yalan dolan, (Arracher un arbre, les mauvaises herbes, les
dümencilik, üçkâğıtçılık (Faire de l'arnaque). cheveux, les poils). 2. Çekmek (Arracher une
arnica, antique diş. bitb. Öküzgözü. dent). 3. Söküp atmak, indirmek (Arracher un
aroïdés, aroïdacées diş. ç. bitb. Yılanyastığıgiller. masque). 4. Arracher qch, qn, de qch: -den
aromate er. Hoş kokulu, ıtırlı bitki maddesi ; aroma. koparmak; -den kurtarmak, koparıp almak
aromatique s. Hoş kokulu, ıtırlı, aromah (Plantes (Arracher d'une terre les broussailles. Arracher un
aromatiques. Saveur aromatique). enfant des bras de la mort). 5. Arracher qn à qch:
aromatiser gçl. 1. Güzel bir koku salmak. 2. Birini bir şeyden kurtarmak (Arracher un homme
à une mauvaise situation, à la misère). 6. Arracher
Aromatiser de qch: -ile kokulandırmak
qch à qn: a) Birinin -sini çıkarmak (Arracher les
(Aromatiser les chocolats de cannelle).
yeux à quelqu'un), b) -den bir şey koparmak,
arôme, arôme er. Güzel koku, ıtır, koku (La
almak (Arracher de l'argent à un avare. Il est
boutique exhalait un délicieux arôme de café).
impossible de lui arracher un mot), c) -sini
aronde diş. (Eskiden) Kırlangıç. § A queue
indirmek, söküp atmak (Arracher le masque, le
d'aronde: Kırlangıç kuyruğu biçiminde,
voile à un hypocrite). 7. Arracherqndeqch: Birini
arpège er. müz. Arpej, -den kovmak, çıkarıp atmak (Arracher quelqu'un
arpéger gçl. Arpej yapmak (Accord arpégé). de sa maison, de sa place). § S'arracher les
arpent er. Dönüm (Un champs de vingt arpents). cheveux: Saçlarım yolmak, çok pişman olmak,
arpentage er. Toprak ölçme, alan ölçme dövünmek.
(Instruments d'arpentage).
arracheur, euse ad. 1. Sökücü, yolucu, çıkarıcı
arpenter gçl. 1. (Yeri, toprağı) Ölçmek. 2. mec. Bir
(Arracheur de betterave). 2. diş. (Tarımda) Kök
gidip bir gelmek, arşınlamak (Il a arpenté le
sökme aracı, çıkarma makinası (Une arracheuse
trottoir en attendant son ami. Arpenter sa
de pommes de terre). § Mentir comme un
chambre).
arracheur de dent: Utanmadan yalan söylemek;
arpenteur er. Yer ölçücüsü, *yerölçümcü. tek ayak üstünde kırk yalan söylemek,
arpenteuse diş. hayb. Gece kelebeği, arrachis er. 1. Ağaç sökme. 2. Sökülmüş fide.
arpète, arpette diş. hlk. Terzi çırağı, arrachoir er. Ot yolma aygıtı; kök sökme aracı,
arpion er. hlk. Ayak. arraisonnement er. (Gemide) Genel denetleme,
arqué,e s. Yay biçiminde (Sourcils arqués. Nez arraisonner gçl. (Bir gemiyi durdurup) Genel
arqué). denetimden geçirmek (Arraisonner un navire).
arquebuse diş. (Eski) Arkebüz diye anılan tüfek, arrangeable s. Düzelebilir, düzeltilebilir, yoluna
arquebusier er. 1. Arkebüzlü asker. 2. Arkebüzcü. konabilir ( Ce conflit n'est pas arrangeable).
arquer gçl. 1. Yay gibi eğmek, bükmek, arrangeant, e s. Uysal, uzlaşmaya hazır,
eğmeçlemek (Arquer une pièce de fer. Mettez les arrangement er. 1. Düzeltme, onarma
mains aux hanches et arquez les reins). 2. gsz. (Arrangement d'un mobilier, d'une maison). 2.
Eğmeçlenmek, bel vermek (Cette poutre Yerleştirme (Arrangement des fiches dans un
commence à arquer.) 3. gsz. hlk. Yürümek (Il ne classeur). 3. Hazırlanma, hazırlık (Les
peut plus arquer). arrangements du départ). 4. Düzenleme,
arrachage er. 1. Yolma, sökme, koparma uydurma (Arrangement d'une partition pour le
(Arrachage des mauvaises herbes, des pommes de piano). 5. Çözme, yoluna koyma (Arrangement
terres). 2. tkz. Sökme, çekip çıkarma (Arrachage d'un différend). 6. Uzlaşma, uzlaştırma (Un
d'une dent). mauvais arrangement vaut mieux qu'un bon
arranger 99 arrière
de l'arrière). S. s. Art, arka (Les roues arrière arrimage er. 1. (Gemide yükü) İstif etme, istifleme
d'une voiture. Les feux arrière ne fonctionnent (Arrimage des caisses) 2. (Uzay araçları için)
pas). 6. ünl. Savulun, geri çekilin! (Arrière! Kenetlenme (L'arrimage des deux engins
N'embarrassez pas le passage: Savulun, geri spatiaux).
çekilin, yolu tıkamayın). § En arrière: 1. Geri, animer gçl. (Bir yükü) İstif etmek, istiflemek,
geriye doğru (Aller, marcher en arrière. Se arrimeur er. Yük istifçisi, yükçü (Il s'est fait
balancer d'avant en arrière). 2. Geride, arkada arrimeur de navires).
(Rester en arrière). 3. Gecikmiş, geride, arkada arrivage er. 1. Geminin gelip yanaşması. 2. Tecim
kalmış (Etre en arrière pour ses études). En arrière mallarının gelmesi, geliş, gelme (Arrivage de
de: 1. Sonunda, kuyruğunda (Rester en arrière de légumes aux halles). 3. Gelen mallar,
la colonne). 2. mec. Arkasında, çok gerisinde (Il arrivante ad. Gelen, gelen kişi (Les arrivants et les
esttrèsenarrièredesescamarades). Faire machine partants).
arrière: Sözünden caymak. Faire marche en arrivé,e s. ve ad. Gelen (Le premier arrivé. Les
arrière, faire machine en arrière: 1. Gerisin geri derniers arrivés n'ont pas pu entrer au stade).
yürümek, arkaya yürümek. 2. mec. Caymak, yüz arrivée diş. 1. Gelme, geliş (L'arrivée du courrier,
seksen derece geri dönmek, du train). 2. Varma, varış (L'arrivée des coureurs
arriéré,e s. 1. Gecikmiş, takılmış, ödenmemiş au sommet). 3. Geliş yada varış yeri.
(Réclamer une dette arriérée). 2. Geri (Un homme arriverez. 1. Varmak, gelmek (Le train est arrivé.
aux idées arriérées). 3. Geri kalmış, gelişmemiş Nous arriverons à Istanbul à minuit). 2. Arriver
(Un pays arriéré). 4. Geri zekâlı (Un enfant de: -den gelmek (Il arrive de Paris). 3. Yetişmek
arriéré). S. er. Alacak kalıntısı (L'arriéré d'une erişmek, varmak (Cet enfant grandit beaucoup, il
pension). m'arrive déjà à l'épaule). 4. Yanına varmak,
arrière-ban er. Eskiden silah altına son olarak görebilmek (Je n'ai pas pu arriver jusqu'au
çağrılan yaşlı savaşçılar (Tous les arrière-bans du secrétaire du ministre). S. Arriver à qch: -e
royaume). erişmek, varmak, ermek (Arriver à son but, à ses
arrière-bouche diş. Ağız ardı, yutak, fins, à un certain âge). 6. Arriver à f. qch: -meyi
arrière-boutique diş. Ardiye, başarmak; -mekte başarı sağlamak (Vous
arrière-bras er. Üstkol. n'arriverez pas à obtenir un bon résultat). 7.
arrière-cour diş. Arka avlu. Başarmak, başarılı olmak (Il voulait arriver à tout
arrière-dent diş. Akıl dişi. prix). S. Arriver à qn: -in başına gelmek (Celapeut
arrière-garde diş. ask. Artçı, arriver à tout le monde). 9. Arriver à qn de f. qch:
arrière-gofit er. 1. Bir şey yenildikten yada -diği olmak (Il lui arrive d'aller à la chasse: Ava
içildikten sonra ağızda kalan değişik tat. 2. mec. gittiği olur). 10. Il arrive que...: -diği olabilir;
Son izlenim (Sa visite m'a laissé un arrière-goût de belki... (Il arrive que nous sortions après dîner; Il
déception). arrive qu'il prenne ses repas au restaurant). 11. En
arrière-grand-mère diş. Büyük nine. arriver à qch: -e varmak, o noktaya gelmek (J'en
arrière-grand-père er. Büyük dede. suis arrivé à ce stade). 12. En arriver à f.qch: -cek
arrière-main diş. 1. Elin tersi. 2. er. Atın sağrısı, duruma gelmek, -diği olmak (J'en arrive à me
arrière-neveu er. 1. Yeğen oğlu. 2. ç. Gelecek demander s'il est vraiment sincère dans ses idées). §
kuşaklar, Il arrive ce qu'il doit arriver: Olacak olan olur,
arrière-nièce diş. Yeğen kızı. olan olur, akacak kan damarda durmaz,
arrière-pays, er.coğr. Artülke. arrivisme er. İkbal avcılığı, amaca varmak için her
arrière-pensée Artdüşünce. aracı geçerli sayma,
arrière-petit flls er. Torun oğlu. arriviste ad. İkbal avcısı. Amacına varmak için her
arrière-petite fille: Torun kızı. yolu doğru sayan kişi.
arrière-petit enfants er. ç. Torunlar, arroche diş. hlk. bitb. Karapazı.
arrière-plan er. 1. Art düzlem. 2. mec. Arka, geri, arrogamment bel. Küçümseyerek, yüksekten
ikinci plan, arka plan (Il reste toujours à l'arrière- bakarak, küstahça (Répondre arrogamment).
plan). arrogance diş. Büyüklenme, küçümseme, kurum,
arrière-saison diş. 1. Güz sonu, kasım, son güz. 2. kurumluluk, kibir, gurur; küstahlık (Fairepreuve
mec. Son dönem, yaşamın son yılları, d'arrogance dans son comportement).
arrière-train er. 1, (Kişi yada hayvanlarda) Arka, arrogant,e 1. s. Küçümseyici, tepeden bakan,
kıç. 2. (Taşıtlarda) Arka bölüm, son kısım. küstahça (Paroles, manières arrogantes.). 2. ad.
arroger 101 articuler
Büyüklük taslayan, şişinen, kendini bir şey sanan, arsenic er. kim. Arsenik, zırnık, sıçanotu
küstah (C'est un vrai arrogant. Une arrogante). arsenical,e s. Arsenikli (Eaux arsenicales, sels
arroger (s') Bir şeyi haksız olarak benimsemek, arsenicaux).
kabullenmek, kendine mal etmek (S'arroger un arsouilles. ve ad. Hayta, ipsiz, haydut, eşkiya (Un
titre, un droit). arsouille, un air arsouille).
arrondi, es. 1. Yuvarlak, toparlak (Visagearrondi). art er. 1. Sanat (Art populaire, art militaire, une
2. dilb. Yuvarlaşmış. 3 er. Yuvarlaklık, œuvre d'art, un amateur d'art, histoire de l'art). 2.
toparlaktık (Le moelleux arrondi des épaules). Zanaat (5e perfectionner dans un art). 3. Ustalık
arrondir gçl. 1. Yuvarlaklaştırmak, (Il fait tout avec art). 4. Yol, yöntem (Vous avez
toparlaklaştırmak (L'embonpoint arrondit son trouvé l'art de conquérir les cœurs). § Les arts
visage). 2. Kemer yapmak, kamburlaştırmak.3. d'agrément: (Resim, müzik gibi) Hoş sanatlar.
Çoğaltmak, genişletmek, büyültmek (Arrondir Les arts libéraux (Şiir, matematik gibi) Kafa işi
son capital, sa fortune, son champ). 4. Yuvarlak sanatlar. Les beaux arts: Güzel sanatlar. Avoir
yapmak (Arrondir une somme). S. Akıcılık l'art de f. qch: -mekte usta olmak; -meyi çok iyi
vermek (Arrondir ses phrases). § Arrondir les bilmek (Il a l'art de tromper, de plaire).
angles: mec. Sivrilikleri gidermek, tartışma artère diş. 1. anat. Atardamar. 2. Anayol (Les
konusu olabilecek şeyleri çıkarmak, artères d'une ville).
arrondissement er. 1. Yuvarlaklaştırma, artérielles. Atardamara değgin (Tension artérielle,
yuvarlaklaşma; toparlaklaştırma, toparlaklaşma. sang artériel).
2. Yönetim bölgesi, ilçe (Paris est divise en vingt artériole diş. Küçük atardamar,
arrondissements). 3. dilb. Yuvarlaşma. artériosclérose diş. hek. Damar sertliği,
arrosables. Sulanabilir, sulamaya elverişli, artésien,ne s. ve ad. Artois halkından olan,
arrosage er. Sulama, sulanılma (L'arrosage d'un Artuvalı, Artuva'ya değgin. § Puits artésien:
jardin, d'un champ). 2. (Asker argosunda) Artezyen kuyusu,
Bombalama (Arrosage des lignes ennemises). 3. arthrite diş. hek. Eklem yangısı,
Rüşvet verme, yemleme (Arrosage d'un agent arthritiques, ve ad. 1. Eklemlere değgin. 2. Eklem
public pour son service). 4. Geniş kapsamlı yayın,
yangısına tutulmuş kişi (Un, une arthritique).
büyük çapta yayın (Arrosage publicitaire par les
arthropodes er. ç. Eklembacaklılar,
mass-média).
artichaut er. 1. Enginar. 2. Dikenli demir engel. S
arrosement er. Sulama; sulanılma,
Avoir un cœur d'artichaut: Uçan olmak, ayran
arroser gçi. 1. Sulamak (Arroser les fleurs, une voie
gönüllü olmak,
publique). 2. Islatmak (La pluie arrose légèrement
article er. 1. Madde (Les articles du Code pénal,
la foule bruyante). 3. İçinden geçmek (Les villes
article23 delà loi). 2. Yazı, makale (Faireparaître
que ce fleuve arrose). 4. İçki içerek kutlamak,
un article dans un journal, dans une revue). 3.
ıslatmak (Arroser un succès, une décoration). 5.
Eşya, mal (Article de toilette, de voyage). 4. anat.
Arroser qn: İşini yaptırmak için para vermek;
Boğum. S. dilb. Tammhk. 6. Konu (Il est
rüşvet vermek, el oynatmak (Arroser un
intransigeant sur l'article de l'honnêteté. C'est un
fonctionnaire.) 6. Arroser qch de qch: a) -ile
article à part: Bu ayrı bir konu). § A l'article de la
sulamak (Arroser la terre de sang), h) -i katmak
mort: Yaşamın son döneminde, ölmeden önce,
(Arroser d'essence les chiffons pour les brûler), c)
ölmek üzereyken. Faire l'article: Malını satmak
yanına bir de... katmak (Arroser son repas d'un
için aşın övmek, göklere çıkarmak (Vendeur qui
bon vin). § Se faire arroser: İyice ıslanmak,
"fait l'article).
yağmurdan sırılsıklam olmak,
articulaire s. Ekleme değgin, eklemlere değgin
arroseur er. Sulama işçisi,
(Affection articulaire, rhumatisme articulaire).
arroseuse diş. Sulama makinası, 'sulamaç.
articulateur er. dilb. Eklemleyici.
arrosoir er. Sulama kabı, süzgeçli kova, süzgeç,
articulation diş. 1. anat. Eklem, oynak. 2.
arsenal er. 1. Askeri fabrika. 2. Askeri donatım
Boğumlanma 3. 'Söylem "telâffuz (Il a une très
ambarı. 3. Askeri "tersane, süel 'gemilik
bonne articulation). 4. dilb. Eklemleme;
(L'arsenal de la marine). 4. mec. Saldın yada
eklemlenme; eklemlilik.
savunma araçlan (/. 'arsenal nucléaire d'un pays).
articulé,e s. 1. Eklemli, boğumlu. 2. Tane tane
5. Büyük sayı ve türde silah (La police a saisi chez
söylenmiş.
lui tout un arsenal). 6. Bir sürü araç gereç, takım
taklavat (L'arsenal d'un photographe). articuler gçl. 1. Eklemlemek 2. Söylemek (Il n'a pas
pu articuler un seul mot). 3. gsz. Boğumlamak,
articulet 102 ascétique
heceleri belirterek söylemek (Il articule avec arum er. bitb. Yılanyastığı.
netteté. Articuler bien, mal). § S'articuler: 1. aryen,ne s. ve ad. Ari, arîlere değgin (Les aryens.
Birbirine bağlı olmak; ilintili, ilişkili olmak (Les Les langues aryennes).
chapitres de ce livre s'articulent bien). 2. aryténoïde er. Gırtlak kıkırdağı,
S'articuler à qch: -e bağlı olmak; -i tutmak arythmie diş. Ritm bozukluğu,
(Toutes les parties de son exposé s'articulent les as [as] er. 1. Eski romalılarda tartı, ölçü ve para
unes aux autres). 3. S'articuler avec: -ile uyuşmak; birimi. 2. (İskambil kâğıtlarında) Birli, bey (As de
-e uygun olmak (Vos décisions doivent s'articuler cœur, de carreau, dépiqué, de trèfle). 3. (Zarda ve
avec les nôtres). 4. S'articuler sur: -ile dominoda) Yek, bir (Amener deux as au trictrac).
eklemlenmek (Le tibia s'articule sur le fémur). 4. mec. Birinci, yıldız (Un as de l'aviation. C'est
articulet er. Makalecik, önemsiz yazı, çırpıştırılmış l'as de la classe). § Etrefichucomme l'as de pique:
1
yazı. hlk. Çok kötü giyinmek; kılık kıyafet köpeklere
artifice er. 1. Oyun, düzen, hile (Un artifice de ziyafet olmak. Etre plein aux as: hlk. Paralı
calcul. Cacher la vérité par des artifices). 2. olmak, cebi para dolu olmak. Passer à l'as: hlk.
Yapmacık (User d'artifice). § Feu d'artifice: Sırra kadem basmak (Il n'a rien vu,c'est passé à
Şenlik fişeği (On donna un superbe feu d'artifice l'as).
sur le lac). asbeste er. yerb. Asbest,
artificiel,le s. 1.Yapma, yapay (Un lac artificiel. Des ascaride er. hayb. Bağırsaksolucanı.
fleurs artificielles). 2. Yapmacık, yapmacıklı (Un ascendance 1. Ağma, çıkma, yükselme. 2. Soy,
style artificiel. L'enthousiasme était artificiel et bir kuşak öncekiler (Ascendance paternelle,
comme commandé). maternelle).
artificiellement bel. Yapma olarak, yapay olarak ascendant,e s. 1. Ağan, yükselerek giden
yapmacıktan, yapmacık bir biçimde, (Mouvement ascendant d'un astre). 2. mec.
artificier er. 1. Şenlik fişekçisi. 2. Fişekçi, İlerleyen, yükselen. 3. er. gökb. 'Çevren üstü,
artificieusement bel. Düzenle, aldatarak, dolapla, "ufuk üstü. 4. er. ç. Soy, ana baba kuşağı. 5. er.
artificieux, euse s. Aldatıcı, dolapçı, düzenci mec. Etki, sözügeçerlik, "nüfuz. § Ascendants et
(Paroles artificieuses. Des hommes artificieux et descendants: huk. Usul ve füruğ. Avoir de
intéressés). l'ascendant sur qn: Biri üzerinde etkisi olmak,
artillerie diş. ask. Topçuluk; topçu sınıfı; topçu birine sözü geçmek. Exercer de l'ascendant sur
kuvveti; toplar. § Artillerie de campagne: Sahra qn: Birine sözünü geçirmek, dinletmek. Subir
topçusu. Artillerie de montagne: Dağ topçusu. l'ascendant de qn: Birinin etkisinde kalmak,
Artillerie lourde, légère: Ağır, hafif topçu, ascenseur er. 'Ağıncak, "asansör (Prendre
artilleur er. Topçu (asker), l'ascenseur, appeler l'ascenseur).
artimon er. (Gemide) Kıç direği, ascension diş. 1. Yükselme, çıkma, çıkış, ilerleyiş
artiodactyles er. ç. hayb. Çiftparmaklılar. (L'ascension de Napoléon). 2. Havaya yükselme,
artisan,e ati. 1. Zanaatçı. 2. Sorumlu, neden, etken. ağma (L'ascension d'une étoile, d'un ballon dans
§ Etre l'artisan de qch: Bir şeyin sorumlusu, l'air). 3. Tırmanma (Des alpinistes ont fait la
nedeni, etkeni olmak (Vous êtes l'artisan de notre première ascension de ce pic). 4. "Uriiç, Isa
malheur, de ma ruine). peygamberin göğe çıkması. Bu olayın
artisanale s. Zanaatçılara, zanaatçılığa değgin, yıldönümünde yapılan yortu. 5. Uruç yortusu.
zanaatsal. § Ascension droite: gökb. Bahar açısı,
artisanat er. Zanaatçılar sınıfı, °esnaf (Aider ascensionnelles. Yükselici, yukarı çıkıcı, tırmanıcı
l'artisanat): (Vitesse ascensionnelle d'un avion. Mouvement
artison er. Güve, tahta kurdu gibi kemirici böcek. ascensionnel).
artisonné,e s. Güve yemiş, kurt kemirmiş. ascensionner gsz. Tırmanmak, çıkmak,
artistes, ve ad. 1. Sanatçı (L'artiste et son œuvre. Un ascensionniste er. (Dağcılıkta) Tırmanıcı, kayalara
peuple artiste). 2. Sanatlı, sanatlıca (Un style tırmanan, çıkan,
artiste). § Artiste capillaire: Berber. Artiste ascèse diş. Çile, dünya zevklerinden el etek çekme,
culinaire: Aşçı, aşçıbaşı, yoksunluk (Mener une vie d'ascèse).
artistique s. 1. Sanata değgin, sanatsal (Activités ascète ad. 1. Çileye çekilen, kendini din uğrunda
artistiques, valeurs artistiques). 2. Sanatlı, çileye veren, çileci. 2. mec. Dünya nimetlerinden
sanatlıca (Une décoration artistique). el etek çekmiş (kişi),
artistiquement bel. Sanatlıca. ascétique s. Çileye, çileciye, çileciliğe değgin (Vie
ascétisme 103 assagir
S'assagir: 1. Uslanmak, yola gelmek (Cet enfant (Teknikte parçalar için) Takılıp ekleşme, takma,
s'est assagi beaucoup). 2. Yatışmak, oturmak, ekleme, toparlama (Assemblage d'une
ılımlılaşmak (Le style de ce peintre s'est assagi). automobile, des pièces, d'une machine). 3.
assagissement er. 1. Uslandırma, uslanma; yola (Basımcılık) Harman, harmanlama (Assemblage
getirme, yola gelme. 2. Yatıştırma, yatışma; des feuillets d'un livre).
ılımhlaştırma, ılımhlaşma. assemblée diş. 1. Toplantı (L'assemblée était
assaillant,eç. ve ad. Saldırıcı, saldırgan (Une armée bruyante et excitée.La société a tenu son assemblée
assaillante. Il s'est bien défendu contre ses annuelle). 2. Kurul (L'assemblée générale des
assaillants). Nations-Unies). 3. Meclis (Assembléenationale).
assaillir gçl. 1. Baskın yapmak (Assaillir une § La Grande Assemblée Nationale: Büyük Millet
forteresse, une troupe). 2. Saldırmak (Les Meclisi. Assemblée constituante: Kurucu meclis.
journalistes ont assailli le ministre). 3. Assaillir qn Assemblée consultative: Danışma meclisi,
de qch: Birini ...yağmuruna tutmak; -ile assembler gçl. 1. Toplamak, bir araya getirmek (Un
hırpalamak, tedirgin etmek (Les enfants ont même malheur nous assemble ici. Je ne peux plus
assailli leur père de questions).
assembler deux idées). 2. (Teknikte) Takıp
assainir gçl. 1. Temizlemek, esenlik vermek
ekleştirmek, takmak (Assembler les pièces d'un
(Assainir une région marécageuse, une plaie). 2.
meuble, d'une voiture). 3. Harman yapmak,
mec. Düzeltmek, sağlamlaştırmak, istikrara
harmanlamak (Assembler les feuilles d'un livre,
kavuşturmak (Assainir un marché, unemonnaie).
les papiers). § S'assembler: Toplanmak, bir araya
assainissement er. 1. Temizleme, esenlik verme 2.
gelmek (La foule s'assemble devant le palais). §
Düzeltme, sağlamlaştırma, istikrara kavuşturma, Qui se ressemble s'assemble: Tencere yuvarlanır
assaisonnement er. 1. Çeşnileme, çeşnilenme. 2.
kapağını bulur,
Baharat, sirke, yağ, hardal vb. (Cette salade
assembleur,euse s. ve ad. 1. Toplayıcı. 2.
manque d'assaisonnements).
assaisonner gçl. 1. Çeşni vermek, çeşni katmak; (Basımcılıkta) Harmancı,
baharatlamak (Assaisonner une salade, un assener gçl. 1. Vurmak, indirmek, aşketmek
ragoût). 2. Assaisonner qch de qch: -ile süslemek (Assener un coup, une gifle à quelqu'un). 2. mec.
çeşnilendirmek (Il assaisonnait la con versation de Oturtmak, tam gediğine koymak (Assener une
mots plaisants). 3. Assaisonner qn: Haşlamak, réplique).
dövmek (Je l'ai assaisonné à coups de bottine). assentiment er. Onam, onama, "rıza. § Donner son
assassin er. 1. Kıyıcı, cana kıyan, "cani, öldüren, assentiment à qch: Bir şeye rıza göstermek; -i
°kaatil (Un assassin professionnel). 2. s. benimsemek, kabul etmek (Donner son
Öldürücü, iç ezici (Des regards assassins). § assentimentà unprojet). Obtenir l'assentiment de
Mouche assassine: Peçe. A L'assassin!: Yetişin, qn: Birinin rızasını almak. Refuser son
adam öldürüyorlar! assentiment à qch: Bir şeye rıza göstermemek,
assassinat er. Kıyım, *kıya, öldürüm, "cinayet. asseoir gçl. 1. Oturtmak, dayandırmak (Asseoir une
Öldürülme (Assassinat du Président Kennedy). maison sur de solides fondations. Il a assis sa
assassiner gçl. 1. öldürmek, tasarlayıp öldürmek réputation sur une découverte importante). 2.
2.mec. hlk. (Çok yermek anlamında) Canını Kurmak (Asseoir un cabinet). 3. Oturtmak (Ona
çıkarmak, canına okumak (Jesuis raisonnable, je assis le malade dans un fauteuil). 4. (Bir şeyin)
ne veux pas vous assassiner). Matrahını, tabanını belirlemek (Asseoir un
assaut er. Baskın, saldırı, saldırma. § Donner, livrer impôt). 5. Yerleştirmek, temelleştirmek (Asseoir
l'assaut à qch: -e baskın yapmak, baskın vermek son autorité). § Faire asseoir qn: Birini oturtmak,
(Donner l'assaut à uneforteresse). Paire assaut de: yerleştirmek (Faire asseoir les invités dans le
-yarışına girmek (Faire assaut de générosité. Ils salon). § S'asseoir: Oturmak (S'asseoir sur une
font assaut d'esprit, d'élégance, de zèle). chaise, à une table).
assèchement er. Kurutma; kurutulma assermenté,e s. Ant içmiş, anth, "yeminli (Expert,
(Assèchement d'un marécage). témoin assermenté).
assécher gçl. Kurutmak (Assécher un terrain, un assermenter gçl. Ant içirmek, yemin ettirmek,
lac). § S'assécher: Kurumak, suyu çekilmek assertion diş. Sav, "iddia (Cette assertion est sans
(Cette rivière s'assèche pendant l'été). fondement).
assemblage er. 1. Bir araya gelme, toplanma, assertoriques. fels. Yalın (Jugement assertorique).
birikme (Assemblage de choses assorties). 2. asservir gç/. 1. Köle gibi kullanmak, köleleştirmek,
asservissant 105 assimiler
kul etmek (Asservir un pays, un peuple, un manger une assiette de potage). Piqueur d'assiette,
homme). 2. Denetim altına almak, sıkıya almak pique-assiette: Çanak yalayıcı. L'assiette au
(Asservir les forces de la nature. Asservir ses beurre: mec. Yağlı kuyruk, iyi bir iş (Il a trouvé
passions). § S'asservir à qch: Bir şeye bağımlı une bonne assiette au beurre). Etre dans son
olmak, kul köle olmak, boyunduruğu altına assiette: Keyfi, rahatı yerinde olmak,
girmek (Il s'asservit aux gens qui l'entourent). assiettée diş. Tabak dolusu (Prenez encore une
asservissant,e s. Köleleştirici, sıklya alıcı,bağlayıcı; assiettée de ragoût).
göz açtırmayan, soluk aldırmayan (Un travail assignant er. Havale eden.
asservissant). assignataire ad. Havale alan.
asservissement er. Kulluk, kölelik, assignation diş. 1. (Bir yere vermek üzere) Ayırma,
assesseur er. 1. Yargıç yada savcı yardımcısı. 2. "tahsis etme. 2. (Yargı yerine) Çağırma,
Yardımcı. "celbetme, "celp. 3. huk. Celp kâğıdı, celpname.
assez bel. 1. Yeter, yeterince, oldukça, hayli (Je l'ai 4. Havale,
assez vu). 2. Assez... pour: -cek kadar (Il est assez assigné,e ad. (Kendine) Havale edilen,
intelligent pour comprendre .vos allusions). § assigner gçl. 1. Ayırmak (Assigner une part dans un
Assez, c'est assez, c'en est assez, en voilà assez: legs). 2. Assigner qch à: a) -e ayırmak, vermek,
Yeter, yeter artık. Avoir assez de qch, en avoir tahsis etmek (Assigner de nouveaux crédits à
assez de qch: -den bıkmak (J'en ai assez de ces l'enseignement), b) Belirtmek, saptamak,
bêtises). göstermek (Assigner un terme à une durée, des
assidu,e s. 1. Devamlı, hep devam eden (Un élève limites à une activité). 3. Assigner qn à qch: Birini
assidu). 2. Hep hazır bulunan (Un médecin assidu -e vermek, atamak (Assigner quelqu'un à un
auprès d'un malade. Un amoureux assidu auprès poste, à un emploi). 4. (Yargı yerine) Çağırmak,
de sa belle). 3. Titiz, özenli, düzenli (Un travail "celbe tmek. § Assigner qn à résidence: Evinde göz
assidu). 4. Assidu à qch: -e karşı çok titiz; -e çok altına almak, belli bir yerde oturmaya zorunlu
bağlı (Un homme assidu àsa tâche). 5. Assiduàf. kılmak. Etre assigné à résidence : Evinde gözaltına
qch: -meye çok bağlı, -mekte çok titiz (Il est très alınmak.
assidu à remplir ses obligations). assimilable s. 1. Sindirebilir, özümlenebilir,
assiduité diş. 1. Devamlılık, devam etme (Certificat sindirilmesi kolay (Nourriture assimilable). 2.
d'assiduité. Assiduité d'un élève, d'un Anlaşılabilir, kavranabilir (Ces connaissances ne
fonctionnaire). 2. Titizlik, özen (Assiduité à sont pas assimilables par un enfant). 3. Kolay
l'étude) 3. ç. Sık sık gidiş; sık buluşma, özümlenebilir, benliği yitirtilebilir (Une race
assidûment bel. 1. Sürekli olarak, vaktini şaşmadan assimilable. Les juifs sont extraordinairement
(Fréquenter assidûment un lieu, unepersonne). 2. assimilables). 4. Assimilable à: -e benzer (Son
Özenle, titizlikle, kendini vererek (Remplir emploi est assimilable à celui d'un ouvrier).
assidûment sa tâche, son devoir). 3. Sık sık. assimilation diş. 1. Benzer kılma, benzetme
assiégeante s. ve ad. Kuşatan, kuşatıcı (Troupes (Assimilation de la vie humaine à un songe). 2. Bir
assiégeantes. Repousser les assiégeants). tutma, benzetme. 3. Sindirme, kavrama, anlama
assiégé,es. vead. Kuşatılmış, kuşatma altında (Une (Le manque de méthode rendait l'assimilation très
ville assiégée. Les assiégés demandent grâce). lente). 4. Sindirme, eritme, kendi içinde eritme,
assiéger gçl. 1. Kuşatmak, sarmak (Assiéger une özümleme (Politique d'assimilation). S. biy.
ville, une forteresse, une armée)> 2. Üşüşmek, Özümleme. 6. dilb. Benzeşme, benzeşim. §
doldurmak (Les voyageurs assiègent les guichets « Assimilation labiale: dilb. Küçük ünlü uyumu,
de la gare. La foule assiège la porte de l'hôpital assimiler gçl. 1. Sindirmek, kavramak, kendine mal
pour avoir des nouvelles). 3. Assiéger qn de qch: etmek (Assimiler ce qu'on apprend). 2.
-ile bıktırmak, tedirgin etmek (Ses admirateurs Sindirmek, kendi içinde eritmek, özümlemek
l'assiègent de coups de téléphone). (Assimiler des étrangers, des immigrants). 3.
assiette diş. 1. Oturuş, duruş, denge (Le cavalier Assimiler qch à: -e benzetmek, ile bir tutmak (On
perdit son assiette et tomba). 2. Konum, yer ne peut pas assimiler le manœuvre à l'ouvrier
(L'assiette de la colonne est mal assurée). 3. Tabak qualifié. Assimiler la réalité àl'apparence) A.'biy.
(Assiette creuse, à soupe, à dessert. Assiette de Özümlemek. § S'assimiler: 1. Özümlenmek,
porcelaine. Assiette plate). 4. Vergi yada gelir sindirilmek (Les nourritures qui s'assimilent
tabanı, "matrah (Assiette d'un impôt). § Une facilement). 2. Erimek, öz benliğini yitirmek,
assiette de: Bir tabak, bir tabak dolusu (Servir, özümlenmek (Aux Etats-Unis, de nombreux
assis 106 assomption
qch: Birini -e bağlamak, bağlı tutmak, "tabi altına almak (Assurer ses récoltes contre la grêle.
kılmak (Assujettirquelqu'un à l'impôt, à des règles Assurer sa maison contre l'incendie). § Assurer le
très strictes). § S'assujettir à qch: Bir şeye bağh pavillon: (Gemide) Bir el top atarak bayrak
olmak, bağımlı olmak, boyun eğmek, uymak çekmek. § S'assurer: 1. İnanmak, güvenmek
(S'assujettir à une règle, aux exigences de la mode). (Assurez-vous que je ne vous oublie pas). 2.
assujettissement er. 1. Kendine uyruk etme, bağımlı S'assurer qch: Kendine sağlamak (S'assurer un
kılma. 2. Uyruk edilme, uyrukluk, bağımlılık. 3. avantage, la protection de ses amis, les vivres pour
mec. Yük, yüküm, yükümlülük, katlanış (La un mois). 3. S'assurer de qch: Tutmak, ayırtmak,
grandeur a des assujettissements). elde etmek (S'assurer d'une place, d'une somme
assumer gçl. 1. Üstüne almak, üzerine almak, d'argent)^ 4. S'assurer de qch: -e kesin olarak
üstlenmek, boynuna almak (Assumer une inanmak, -den emin olmak (Je me suis assuré de
responsabilité, une tâche, un devoir, un emploi). l'exactitude de cette nouvelle). 5. S'assurer dans,
2. Göze almak (Assumer le risque d'une tentative). en, sur qch: -e güvenmek, bel bağlamak (On ne
assurable s. Sigorta edilebilir, sigortalanabilir. peut pas s'assurer sur ce cœur inconstant). 6.
assurance diş. 1. Güven (Parter avec assurance. S'assurer contre qch: Kendinibirşeye karşı güven
Perdre son assurance). 2. İnanca, güvence, altına almak, sigortalamak (S'assurer contre
"teminat (Donner des assurances de son l'incendie). 7. S'assurer de qn: Birini gözetimi,
dévouement. Sur cette assurance, je peux rentrer denetimi altına almak, kollamak (Allez vous
chez moi). 3. Sağlam kanı, inan (J'ai l'assurance assurer de lui).
que cettte place me sera donnée). 4. Sigorta assureur er. Sigortacı.
(Contrat d'assurance. Assurance contre les assyrien, ne s. vead. 1. Asurlu; Asur ve asurlulara
accidents, l'incendie, le vol. Assurance sur la vie, değgin. 2. er. Asur dili, Asurca,
assurance-vie. Assurance-automobile. Les assyriologie diş. Asurbilim.
assurances sociales. Assurance-invalidité. assyriologue ad. Asurbilimci.
Assurance-vieillesse. Assurance-maladie. astasie diş. hek. Ayakta duramazlık, durma ve
Compagnie d'assurance. Agent d'assurance). § yürüme güçsüzlüğü,
Contracter, réaliser une assurance: Bir sigorta astatique s. Sürekli olarak değişmez dengede olan,
yaptırmak. Toucher une indemnité d'assurance: değişmez dengeli,
Sigorta tazminatı almak. astérie diş. hayb. Denizyıldızı,
assurées. 1. Güvenli, güvenilir (Un air assuré). 2. astérisque er. (Basımcılıkta) Yıldız işareti,
Kesin (Départ assuré à neuf heures). 3. Sağlam, astéroïde er. Göktaşı; küçük gezegen,
sağlama bağlanmış (Avoir sa retraite assurée: asthénie diş. Güçten düşme, genel güçsüzlük,
Emekliliği sağlam, sağlama bağlanmış olmak). 4. asthénique s. ve ad. Güçten düşmüş, güçsüz,
s. vead. Sigortalı (t/ne votareassurée. Lesassurés asthénosphère diş. yerb. Dayanıksız katman, zayıf
sociaux). katman.
assurément bel. Kuşkusuz, elbette (Il viendra asthmatiques, vead. hek. Astmalı, astmayadeğin;
assurément). tıknefes.
assurer gçl. 1. Sağlamlaştırmak, güven altına almak asthme er. hek. Astma, astım, tıknefeslik,
(Assurer ses frontières, sa fortune, son pouvoir). asticot er. 1. (Olta yemi olarak kullanılan) Et kurdu.
2. İnan vermek, güven vermek (Il faut assurer le 2. tkz. Adam, herif (Quel drôle d'asticot).
roi qui vous craint). 3. Sağlamak (Assurer le asticoter gçl. tkz. Kızdırmak, canını sıkmak,
bonheur de sa famille). 4. (Bir şey için birine) tedirgin etmek,
İnanca vermek, güvence vermek, "teminat astigmates, hek. Astigmatizmah, astigmalı.
vermek (Il m'a assuré qu'il avait dit la vérité). 5. astigmatisme er. hek. Astigmatizm, astigmatizma.
Pekiştirmek, berkitmek (Assurer une poutre, un astiquage er. Parlatma, cilâlama, ovarak
volet). 6. Sigorta etmek, sigortalamak (Assurersa pırıldatma.
voiture). 7. Sağlamak (C'est lui qui assure tout). 8. astiquer gçl. 1. İstika ile parlatmak, cilâiamak
Assurer qch à qn: Birine bir şey sağlamak, vermek (Astiquer les meubles, le plancher). 2. Ovarak
(Assurer un avantage, un crédit, une rente à son parlatmak (Astiquer les cuivres).
ami. Assurer des munitions à l'armée). 9. Assurer astragale er. 1. (Mimarlıkta) Sütun başlığı. 2. anat.
qn de qch: Birine -konusunda güven vermek (Sa Aşık kemiği. 3. Geven, kitre ağacı,
conduite passée nous assure de l'avenir). 10. astrakan er. Astragan.
Assurer qch contre: -karşı sigortalamak, güven astral,es. Gökcisimlerine değgin, yıldızlara değgin,
astre 109 atlantique
düğümlemek (Attacher sa ceinture, ses lacets de attardé,e. s. 1. Geç kalmış, geç vakte kalmış,
chaussure, ses chaussures). 6. gsz. (Yemeklerde) gecikmiş (Quelques passants atterdés). 2. Artık
Dibi y anmak, dibi tutmak (Le ragoût a attaché).l. çok gerilerde kalmış, zamanı geçmiş. 3. Gelişmesi
Attacher qch à qch: -e bağlamak (Attacher un gecikmiş, geri zekâlı (Un enfant attardé). 4. ad.
cheval à l'arbre, un condamné au poteau). 8. Geri zekâlı (Un attardé).
Attacher qch à: -e vermek (Attacher un sens à un attarder gçl. Geciktirmek, geri bırakmak,
geste, à une parole). § Attacher du prix, de alıkoymak (L'orage nous a attardés). §
l'importance, de l'intérêt à qch: -e önem vermek. S'attarder: 1. Oyalanmak, kalmak (Il s'est attardé
Attacher de la valeur à: -e değer vermek. § en chemin, chez un ami). 2. Gecikmek, geri
S'attacher 1. Bağlanmak. 2. S'attacher qn: Birini kalmak (Il s'est attardé derrière le groupe). 3.
kendine bağlamak (Ceprofesseur a su s'attacher S'attarder à qch: -e takılmak, takılıp kalmak (Il
ses élèves). 3. S'attacher à qch, à qn: Bir şeye, s'est attardé à des détails). 4. S'attarder à f. qch:
birine bağlanmak, sarılmak, kendini vermek, -mekle oyalanmak, vakit geçirmek (Ons'attardait
yapışmak (S'attacher à un pays, à une personne, à à boire, à discuter, à fumer dans les cafés).
une doctrine, à un poste). 4. S'attacher à f. qch: atteindre: gçl. 1. Dokunmak, değmek, yetişmek
-meye çok özen göstermek, dikkat etmek, (Monter sur la chaise pour atteindre le plafond). 2.
kendini vermek (Cet homme s'est attaché à rendre Varmak, erişmek (Atteindre son but, son
sa famille heureuse). objectif). 3. Vurmak, isabet etmek (Le coup de feu
attaquable s. 1. Saldırılabilir, saldırıya elverişli l'a atteint au bras gauche). 4. Düzeyine erişmek,
(Une forteresse attaquable). 2. huk. Geçersiz eşit olmak (C'est en travaillant qu'on peut
sayılabilir, itiraz edilebilir (Ce testament est atteindre les hommes célèbres). S. Yetişmek,
attaquable). yakalamak. 6. Yükselmek, varmak (Ladouleura
attaquant,e ad. 1. Saldıran, saldırı yapan (Les atteint sa limite). 7. İncitmek, yaralamak,
attaquants furent repoussés). 2. (Spor takımında) dokunmak (Il est indifférent, rien ne l'atteint). 8.
Hücumda oynayan oyuncu, hücum oyuncusu. Atteindre à qch: Büyük bir çaba sonucu bir şeye
attaque diş. 1. Saldırış, saldırı (Passer à l'attaque. erişmek, varmak (Dans ce domaine, il atteindra,
Donner le signal de l'attaque. Attaque à main tôt ou tard, à la perfection). 9. Etre atteint de qch:
armée). 2. Ateş, sayrılık nöbeti, nöbet. 3. -e yakalanmak, tutulmak, uğramak (Il est atteint
Bunalım, "kriz (Une attaque d'épilepsie, de tuberculose).
d'apoplexie). 4. Eleştiri, saldırı, taş, taşlama (Les atteintes. 1. (Bir sayrılığa) Yakalanmış, tutulmuş.
attaques de l'opposition contre le gouvernement. 2. tkz. Kaçık, deli, keçileri kaçırmış,
Rester impassible devant les attaques). S. müz. atteinte diş. 1. Çarpma, vurma. 2. Dokunca,
Çalma (L'attaque d'une valse).6. (Takım dokunurluk, "zarar (Atteinte à la réputation) 3.
sporlarında) Hücum, atak. § Etred'attaque: Turp Sayrılığa yakalanma, tutulma, "musabiyet. § Hors
gibi olmak, pek dinç olmak, sapasağlam olmak. d'atteinte: Erişilmez, yetişilmez (Sa réputation est
attaquer gçl. 1. Saldırmak, (Attaquer une forteresse, hors d'atteinte) Hors de l'atteinte de: -in
un pays, l'ennemi, une personne). 2. Eleştirmek, yetişemiyeceği, varamıy acağı yerde (Il est hors de
sataşmak, saldırmak, taşlamak (Dans un article, il l'atteinte des balles. Le tableau est hors de l'atteinte
attaquait vivement le ministre). 3. Ele almak, des enfants). Porter atteinte à qch: -e dokunmak;
girişmek, sarılmak (Attaquer un travail). 4. -e zarar getirmek; -e "halel getirmek (Cela peut
Kemirmek, yemek, içine işlemek (La rouille a « porter atteinte à votre indépendance).
attaqué le balcon de fer. Les mites attaquent les attelage er. 1. Bağlama, koşma (L'attelage des
lainages). 5. Mahkemeye vermek, aleyhinde dâva bœufs. L'attelage des wagons). 2. Koşulmuş
açmak. 6. Yemeye başlamak, yumulmak hayvanlar (L'attelage suait, soufflait et marchait
(Attaquer la volaille). 7. müz. Çalmaya başlamak, avec lenteur).
çalmak (Au loin, les deux violons, le violoncelle et atteler gçl. 1. Hayvan koşmak (Atteler une voiture).
l'alto attaquaient un air de menuet). 8. İtiraz etmek 2. Atteler qch à qch: -e hayvan koşmak; -e
(Attaquer un testament). §S'attaqueràqch: 1. Bir bağlamak (Atteler des bœufs à une charrette.
şeye hevesle girişmek (S'attaquer à un travail). 2. Atteler la locomotive au train, une remorque au
-e karşı savaş açmak, saldırmak (S'attaquer aux tracteur). 3. Atteler qn à qch: Birini -e vermek; -e
préjugés, à une politique). 3. S'attaquer à qn: -e koşmak; -ile görevlendirmek (Atteler quelqu'un à
saldırmak; ile mücadele etmek (S'attaquer à un un travail, à une tâche). 4. gsz. Arabaya hayvan
ministre). koşmak, hayvanları bağlamak (Dites au cocher
attelle 112 attention
çekmek (Je veux attirer votre attention sur ce attester gçl. 1: Gerçekliğine tanıklık etmek
point). Détourner l'attention de qn: Birinin (J'atteste la réalité de ce fait). 2. Gerçeklemek,
dikkatini çevirmek, dağıtmak. Donner, prêter doğrulamak, °teyid etmek (Son regard atteste son
attention à qch: -e karşı ilgi göstermek. Faire innocence). 3. Tanık göstermek (J'atteste les dieux
attention à qch, à f. qch: -e dikkat etmek; -meye que je dis la vérité). 4. Kanıtlamak, ispat etmek
çok dikkat etmek (Faites attention à la question (Les documents atttestent la vérité de son
que je vais vous poser. J'ai fait attention à ne pas le témoignage). S. Attester qch à qn: Birine bir şeyi
réveiller en rentrant). Ne donner (prêter) aucune ispat etmek, kanıtlamak,
attention à qch: -e hiç aldırmamak, hiç bir ilgi atticisme er. Dil inceliği, anlatı güzelliği, süzme
göstermemek. Attention à: -e dikkat (Attention à güzellik.
la voiture!). attiédir gçl. 1. Ilıklaştırmak, ılıtmak. 2. mec.
attentionné,e s. Çok dikkat, ilgi, özen gösteren Sıcaklığını azaltmak, ılıştırmak, gevşetmek
( Etre très attentionné pour ses parents, auprès de sa (L'amitié que la présence attiédit, que l'absence
fiancée). efface).
attentisme er. Beklegör politikası, "beklegörcülük. attiédissement er. Sıcaklığının azalması, soğuma
attentiste s. ve. ad. Beklegör politikası yanlısı, (L'attiédissement d'un sentiment, du zèle, d'une
*Beklegörcü. tendresse).
attentivement bel. Dikkatle, ilgiyle. attifement er. Giyim, takıp takıştırma, süslenme,
atténuant,e s. Hafifletici, azaltıcı, düşürücü iki dirhem bir çekirdek olma.
(Circonstances atténuantes: Hafifletici nedenler). attifer gçl. Giydirmek, üstüne bir şeyler uydurmak
atténuation diş. 1. Azalma, düşme (Atténuation des (Elle attife ses enfants d'une manière drôle). §
forces, d'une souffrance). 2. Hafifletme S'attifTer yada Etre attifé: Giyinmek, takıp
(Atténuation d'une peine). takıştırmak, süslenmek (Elle passe des heures à
atténuer gçl. 1. Güçten düşürmek, gücünü s'attifer. Il est attifé drôlement).
azaltmak, zayıflatmak 2. Yatıştırmak, dindirmek attiger gsz. hlk. Abartmak,
(Prendre un cachet pour atténuer un mal de tête). 3. attique s. 1. Attika'ya değgin. 2. er. (Mimarlıkta)
Yumuşatmak (Atténuer les termes d'une lettre, la Dam korkuluğu yada çatı katı.
violence de ses propos). attirables. Çekilebilir.
atterrage er. den. 1. Karaya yakınlık, karaya yakın attirail er. 1. Takım (Attirail de toilette). 2. Eşya
olma. 2. Kıyıdan önce görünen yüksek kara (Attirail de voyage). 3. Gereçler (Attirail de
parçası. guerre, attirail du campeur). 4. Değersiz eşya,
atterrant,e s- Çok şaşırtıcı, üzücü (Une nouvelle kıvır zıvır (Il a fourré tout son attirail dans une
atterrante). malle).
atterrer gçl. 1. (Eski) Yere vurmak, yere sermek. 2. attirance diş. Çekicilik, başdöndüriicülük
mec. Yıkmak, yıldırımla vurulmuşa çevirmek, (L'attirance du gouffre). § Eprouver, avoir une
şaşkına döndürmek (L'annonce de son suicide certaine attirance pour qch, envers qch: -e karşı
nous a atterrés). ilgi duymak; ilgisi, eğilimi olmak (Il a une certaine
atterrir gsz. 1. Karaya inmek, alana inmek, attirance pour les films policiers).
konmak, iniş yapmak (L'avion atterrit sur la piste. attirante^. Çekici (Une figure attirante).
La fusée atterrit sur la planète).!, mec. tkz. attirer gçl. 1. Kendine çekmek (L'aimant attire le
Varmak, gelmek, düşmek (Après, cinq heures de fer). 2. Çekmek, °cezbetmek ( Ce spectacle attire la
marche, nous avons atterri dans une petite foule. Le miel attire les mouches). 3. Attirer qch à
auberge). qn, surqn: Birinin başına.. .açmak, getirmek (Ses
atterrissage er. Karaya inme, konma, iniş. procédés lui attireront des ennuis. Une mauvaise
(Atterrissage forcé: Zorunlu iniş. Atterrissage conduite a attiré sur lui toute la haine du peuple). 4.
sans visibilité: Kör iniş, pisti görmeden iniş. Train Attirer qch à qn: Birine bir şey sağlamak (Sa
d'atterrissage: (Uçağın) İniş takımı). bienveillance lui attirait toutes les sympathies. Sa
atterrissement er. Suyun bıraktığı kum, toprak réputation lui attirait des disciples). 5. Attirer qch
kümesi, su bırakıntısı. sur: -in üzerinde toplamak, -e çekmek (Je
attestation diş. 1. Tanıklık. 2. Tanıtma belgesi, voudrais attirer votre attention sur ce point). §
belge (L'employeur fournit une attestation à un S'attirer qch: 1. Başına... açmak; başına...
employé qui quitte l'entreprise). § Attestation de getirmek (Il s'est attiré des ennuis à cause de son
bonne conduite: İyi hâl kâğıdı. ami). 2. Sağlamak, elde etmek, kazanmak (Il
attisement 114 attrister
s'attire des compliments mérités). 3. S'attirer qn: dolandırmak, tavlamak (Il excelle à attraper les
Birini kazanmak, kendi yanına çekmek (Il est très gens par des flatteries). 7. Azarlamak (Ses parents
attentif à s'attirer les intellectuels). l'ont bien attrapé). 8. Kapmak, kavramak,
attisement er. Tutuşturma, körükleme anlamak (Je n'ai pu attraper que quelques mots de
(Vattisement des haines, des passions). leur conversation). 9. Yakalanmak, tutulmak,
attiser gçl. 1. Yeniden tutuşturmak, canlandırmak, kapmak (A ttraper une maladie, le rhume,la grippe
parlatmak (Attiser lefeu). 2. Körüklemek (Attiser 10. (Ceza vb. için) Yemek, çarpılmak (Attraper
les passions, une querelle, une haine, une colère). une contravention pour infraction au code de la
attitré,e s. 1. Unvanlı, ayrıcalı (Le notariat est une route). § S'attraper: Yakalanmak, tutulmak. Se
charge attitrée). 2. Yetkili, yetkisi kabul edilmiş faire attraper: 1. Enselenmek, yakalanmak (Il
(Le représentant attitré d'une agence de presse). 3. s'est fait attraper par la police). 2. Haşlanmak,
Para ile tutulmuş (Un témoin attitré). azarlanmak (Un enfant qui se fait attraper souvent
attitrergf/. Bir görev ünvanı vermek, par ses parents). Se laisser attraper à qch: -e
attitude diş. 1. Duruş (Attitude naturelle, kapılmak, aldanmak (Il s'est laissé attraper aux
gracieuse). 2. Davranış, tutum (Avoir une attitude belles promesses).
ferme. Prendre une attitude d'hostilité). Il a attrapeur, euse ad. mec. Avcı, tavcı. § Attrapeur de
modifié son attitude à l'égard de ce problème). 3. femmes: Kadın avcısı,
Durum takınma, tavır alma (Quelle est son attrayant, e s. Çekici, gönül çekici (Un paysage
attitude devant ce problème). attrayant).
attouchement er. 1. Elle dokunma, elleyiş. 2. attribuable s. 1. Verilebilen, inal edilebilen,
Değme, değdirme, yüklenilebilen. 2. Attribuable à: -e yüklenebilen,
attractif,ives. 1. Kendine çekici, çekimleyici (Force mal edilebilen, "atfedilebilen (Cet accident ne lui
attractive de l'aimant). 2. mec. Çekici, ilginç (Une est pas attribuable).
vertu attractive). attribuer gçl. 1. Attribuer qch à qch: a) -e vermek,
attraction diş. 1. Çekim, çekme gücü (L'attraction ayırmak (Attribuer une part à un héritier). b) -den
de la terre. Attraction magnétique, électrique). 2. bilmek, -e vermek, "atfetmek (On attribue ce
Çekicilik, çekme, ilgi, sevgi (Sa personnalité phénomène à la pluie). 2. Attribuer qch à qn: a) -e
exerce une grande attraction sur la foule). 3. maletmek (Attribuer une invention à un savant).
Eğlence (Un centre d'attraction). 4. ç. Varyete b) -in üstüne yıkmak (Attribuer un accident, une
numaralan, eğlendiri; gösteri (Les attractions faute, une responsabilité à un pauvre homme). §
d'une boîte de nuit). S'attribuer qch: Bir şeyi kendine mal etmek;
attrait er. 1. Çekicilik (L'attrait de l'aventure, delà kendi elinde tutmak (Ils'attribue tout le succès de
nouveauté). 2. Eğilim, gönül akması, ilgi, sevgi (Il l'entreprise. Tu t'attribues le monopole du
éprouvait un attrait romantique pour le malheur). patriotisme).
3. ç. Güzellik, alımlılık (Les attraits d'unefemme). attribut er. 1. Özel nitelik, vergi, ayrıcalık, özgü
attrapade diş. hlk. 1. Azarlama, paylama; azar. 2. olan şey (La parole est un attribut de l'homme. Le
Kapışma, kavga (Ils ont eu une sérieuse droit de grâce est un attribut du chef de l'Etat). 2.
attrapade). fels. Öznitelik; san. 3. dilb. mant. Yüklem. 4.
attrape diş. 1. Tuzak. 2. mec. Tuzak, dolap.3. Simge (Le sceptre est l'attribut de la royauté).
Şakadan aldatış, aldatmaca. 4. den. Çıma. 5. attributif, ive s. 1. dilb. Yüklemli. 2. Hak yada yetki
(Dökmecilikte) Maşa. verici (Acte attributif de compétence).
attrape-mouche er. bitb. Sinekkapan, attribution diş. 1. Verme (L'attribution d'un prix).
attrape-nigaud er. Enayi tuzağı, enayi kandırmaca 2. Ayırma, verme, "tahsis etme (L'attribution de
(Ces belles paroles ne sont que des attrape-nigauds véhicules neufs à un service. L'attribution d'un
pour duper l'acheteur). rôle à un acteur). 3. Mal etme. 4. Üzerine atma,
attraper gç/. 1. Tutmak, yakalamak (Attraper des üzerine yıkma. 5. Yorma, "hamletme ; "atfetme 6.
papillons avec un filet). 2. Yakalamak; enselemek ç. Görev, yetki (Définir les attributions d'un
ele geçirmek (La police a attrapé le voleur). 3. fonctionnaire). § Empiéter sur les attributions de
Tutmak, kavramak (Attraper une balle). 4. qn: Birinin görevine karışmak, el uzatmak,
Yetişmek yakalamak (Attraper l'autobus, le attristant,e Üzücü, iç karartıcı (Des nouvelles
train). 5. Öykünmek, "taklit etmek (Il a bien attristantes).
attrapé le style de La Bruyère. Il attrape l'accent attrister gçl. Üzmek, neşesini kaçırmak, içini
français). 6. Aldatmak, kandırmak, karartmak (La mort de son père m'a attristé
attrition 115 auditeur
beaucoup). § S'attrister: 1. Üzülmek, neşesi ses amis ne l'aime). § D'aucuns: Çokları; kimileri
kaçmak, içi kararmak. 2. S'attrister de qch, de (D'aucuns pourront critiquer cette attitude).
f.qch: -e üzülmek; -diğine üzülmek (Je m'attriste aucunement bel. Hiç, hiç de, hiçbir zaman (Je ne
de cette longue séparation. Ma mère s'attriste de crains aucunement la mort).
voir qu'il ne vient pas très souvent cette année). audace diş. 1. Gözüpeklik, yüreklilik, korkmazlık,
attrition diş. hek. 1. Aşınma (Attrition de l'émail yılmazlık, cesaret (Critiquer avec audace les abus
dentaire). 2. mec. Dinsel bir suç işlemiş olmaktan du pouvoir ). 2. Aşırı adım, aşırılık (Les audaces
duyulan iç acısı, tedirginlik. 3. (Bir işletmede) de la mode). 3. "Küstahlık, utanmazlık, kendini
Personel sayısının azalması, personel kaybı bilmezlik (Il a l'audace de me contredire).
(Attrition due à une mauvaise rémunération). audacieusement bel. Korkmadan, çekinmeden,
attroupement er. 1. Bir gösteri için sokakta gözünü kırpmadan, cesaretle,
toplanma, bir araya gelme (L'attroupement des audacieux,euse s. ve ad. Gözüpek, yürekli, yılmaz,
badauds). 2. Sokakta toplanan kalabalık (La korkmaz, cesur (Un homme, un geste audacieux.
police a dispersé les attroupements). L'avenir appartient aux audacieux).
attrouper gçl. Toplamak .başına toplamak, bir au-deça bel. Beride; -in berisinde,
araya getirmek (Il a attroupé les oisifs). § au-dedans bel. tçerde.
S'attrouper: Toplanmak, bir araya gelmek (Les au-dehors bel. Dışarda.
manifestants commencèrent à s'attrouper). au-delà bel. 1. Ötede; -in ötesinde. 2. er. Öbür
au: à le. dünya, öteki dünya, "ahiret (Il s'est lié à l'au-delà).
aubade diş. 1. Sabahleyin verilen kapı önü konseri; § A l'au-delà, dans l'au-delà: Öbür dünyada,
biri için kapı önünde yada pencere altında şarkılar "ahirette.
söyleme (Donner une aubade à une jeune fille). 2. au-dessous bel. Altta; -in altında,
alay, tkz. Sunturlu hakaret, haşlama, au-dessus bel. Üstte; -in üstünde,
aubaine diş. Beklenmedik kazanç; büyük şans, au-devant bel. Önde; -in önünde,
fırsat (Quelle bonne aubaine!: Neşans!) § Profiter audibilité diş. Dinlenilebilirlik, işitilebilirlik
de l'aubaine: Fırsattan yararlanmak, (Audibilité radiophonique).
aube diş. 1. Tan, gün ağarması, tansökümü (L'aube audibles. İşitilebilir, dinlenebilir, kulağın alabildiği
se lève,apparaît).2. Başlangıç, ilk belirti (L'aube (Les sons audibles. Ces bandes ne sont pas
de la vie). 3. Papazların dinsel tören sırasında audibles).
giydikleri beyaz entari. 4. Çark kanadı, çark audience diş. 1. İlgi, dikkat (Son livre a trouvé
(Navireàaubes. Les aubes d'un roue de moulin). § l'audience de nombreux lecteurs. Ce projet a
A l'aube: Tan sökerken, gün ağarırken, erkenden rencontré l'audience du ministre 2. (Yargı
(Se lever à l'aube, se coucher à l'aube). Etre à yerinde) Oturum, "celse (Audience publique:
l'aube de qch: -in başlangıcında olmak, eşiğinde Herkese açık oturum. Audience à huis clos: Kapalı
olmak (Nous sommes à l'aube d'un monde oturum. Ouvrir l'audience: Oturumu açmak.
nouveau). Suspendre audience: Oturuma ara vermek. Lever
aubépine diş. bitb. Akdiken, audience: Oturumu kapamak. Reprendre
aubères. (At donu) Demirkır (Une jument aubère). l'audience: Oturuma yeniden başlamak). 3.
auberge diş. 1. Han. 2. Küçük kır lokantası. 3. 'Görüşüm, görüşme, buluşma. § Demander une
Küçük otel. § Prendre qch pour une auberge: Bir audience: Görüşme istemek, görüşüm isteğinde
yere canının istediği zaman girip çıkmak, bulunmak. Donner audience à qn: -ile görüşmek
babasının evi sanmak, bir yeri dingonun ahırı (Le ministre ne peut pas vous recevoir car il donne
sanmak (Tu prends ma maison pour une auberge, audience à un visiteur de marque). Obtenir une
quoi?: Evimi han mı sanıyorsun, ne?). audience: Görüşüm elde etmek. Recevoir qn en
aubergine diş. 1. Patlıcan. 2. s. Patlıcan rengi, koyu audience: Birini "huzuruna kabul etmek (Le chef
mor (Des costumes aubergine). 3. tkz. Paris'te du cabinet a reçu la délégation syndicale en
polis yardımcısı kadın memur, audience).
aubergiste ad. Hancı, kır lokantacısı; otelci, audienciers. vead. Mübaşir,
aubette diş. Kapalı otobüs durağı, kapalı durak, audio-visuel,le s. Gör-işit, görsel-işitsel
aubier er. bitb. (Ağaçlarda) Kabuk altı katmanı, (Enseignement audio-visuel. Méthode audio-
yalancı odun. visuelle).
aucun,e s. 1. Hiçbir (Aucun homme, aucune auditeur,trice ad. 1. Dinleyici (Les auditeurs d'un
femme). 2. adıl. Hiçbiri, hiçbir kimse (Aucun de musicien). 2. (Danıştay ve Sayıştay gibi yüksek
auditif 116 aune
kurullarda) İşe yeni başlayıp kendini yetiştirmeye gökgürültüsü gibi göksel olaylardan, kuşların
çalışan görevli, stajyer, ötüş ve uçuşlarından belirli sezi ve yargılara varan
auditif,ive s. İşitmeyle ilgili, işitmeye değgin, din adamı, "kâhin, önbilici, bilici. 2. Kehanet,
"işitsel (Il a une mémoire auditive. Appareil önbilicilik, bilicilik. 3. (Günümüzde) mec. Kâhin,
auditif. Sensation auditive). bilici; falcı (Il faudra consulter peut-être les
audition X.biy. İşitme (Troubled'audition. lia augures pour résoudre ce problème!). 4. mec. Fal;
des troubles d'audition). 2. Dinleme, dinleyiş; kehanet, "önbili. S. ç. Kafaca ileri gelenler. § Etre
duyulma, dinlenilme (Ici, l'audition de bon augure pour qch: -için iyi bir belirti olmak,
radiophonique est difficile. L'audition des "hayra alamet olmak (Il a buté contre le premier
témoins). 3. Tanıtılmak istenen bir müzik obstacle; cela n'est pas de bon augure pour la
sanatçısını dinletmek için yapılançağırılı toplantı, suite). Etre de mauvais augure pour qch: -için kötü
müzik şöleni; 'dinleti, bir belirti olmak, uğursuzluk belirtisi olmak,
auditionner gçl. 1. (Müzikte) Bir yargıya varmak "hayra alamet olmamak. Oiseau de bon augure:
için dinlemek (Auditionner un disque, un Uğurlu kişi; ayağı, ağzı uğurlu. Oiseau de mauvais
candidat). 2.gsz. Biranlaşmayapmakyadabirroi augure: Uğursuz kişi; ayağı, ağzı uğursuz,
almak için, okuyacağı yada çalacağı parçayı augurer gçl. 1. (İyiye yada kötüye) Yormak 2.
sunmak (Elle a auditionné pour avoir un rôle dans Augurer de qch: -önceden sezmek, kestirmek (Je
une revue). n'augure pas bien de l'avenir. Ce travail laisse bien
auditoire er. 1. Dinleyiciler (Il s'est adressé à augurer de la suite). 3. Augurer qch de qch: -den...
l'auditoire). 2. mec. Okurlar (Je souhaite que ce sonucunu çıkarmak, sonucuna varmak (Il
livre trouve l'auditoire qu'il mérite). augurait un malheur de cette obscurité muette). 4.
auditorat er. (Danıştay ve Sayıştayda) Stajyerlik, Augurer de qch que: -diği kanısına varmak (Tu
*yetişmenlik. augures de mon opposition que je serai toujours
auditorium er. Dinleme salonu, contre toi, n'est-ce pas?).
auge diş. 1. Yem teknesi; yalak (Les auges d'une auguste s. 1. Yüce, ulu. 2. er. Yüzünü gözünü çok
porcherie). 2. Çamur teknesi. 3. Gerdel, koyu ve renkli boyamış sirk soytarısı.
auget er. Küçük tekne; küçük gerdel, augustin,e ad. Aziz Augustinus tarikatından olan
augmentable s. Artırılabilir; çoğaltılabilir; kişi.
yükseltilebilir, aujourd'hui 1. bel. Bugün (Je pars aujourd'hui) 2.
augmentatif,ive s. dilb. 1. Büyültmeli. 2. ad. er. Bugün, şimdi, şu an (Le vivace et le bel
Büyültme eki. aujourd'hui).
augmentation diş. 1. Artma; çoğalma, çoğaltma; aulique s. Saraya değgin. § Conseil aulique: Eski
genişleme, genişletme; yükselme, yükseltme Cermen İmparatorluğu'nda Yüksek Yargıevi.
(Augmentation de quantité, d'intensité, de prix). aumône diş. 1. Sadaka (Il vit d'aumône). 2. mec.
2. Aylık artırımı, ücret artışı (Je vais demander Bağış, lütuf (Accorde-moi l'aumône d'un regard).
une augmentation à mon patron). § Demander l'aumône: Sadaka istemek. Faire
augmenter gçl. 1. Artırmak (Augmenter son l'aumône à qn: -e sadaka vermek (Il fait souvent
revenu). 2. Çoğaltmak (Augmenter ses frais, sa l'aumône aux mendiants).
dépense). 3. Genişletmek (Augmenter ses terres). aumônier er. Papaz, din adamı (L'aumônier de la
4. Yükseltmek (Augmenter les prix, les salaires). prison, d'un régiment, d'une école). § Grand
5. Augmenter qn: Birinin aylığını, ücretini aumônier de.France: Fransa Krallık sarayında en
arttırmak (Je vais l'augmenter le mois prochain). yüksek din adamı.
6. Augmenter gsz. a) Artmak, çoğalmak (La aunaie,aulnaie diş. Kızılağaç koruluğu,
population du pays augmente), b) Yükselmek aune,aulne er. bitb. Kızılağaç,
(Les prix augmentent) c) Fiyatı artmak, aune diş. 1. Eski bir uzunluk ölçüsü birimi (120
pahalanmak (Le fromage a augmenté cette cm.). 2. Bir karış. §Faireunemined'uneaune: Bir
semaine). 7. Augmenter de qch: -sini genişletmek, kanş surat asmak. Mesurer qch à sa vieille aune:
artırmak (Augmenter de volume: Oylumunu Bir şeyi kendi eskimiş yargılarına göre
artırmak). § S'augmenter: Artmak, çoğalmak, değerlendirmek, hâlâ konulduğu yerde otlamak.
genişlemek, yükselmek. Mesurer qn à son aune: Birini kendi gibi sanmak;
augurai,e s. Falcılara değgin; falcılıkla ilgili (Art birini kendi ölçülerine göre değerlendirmek (II
augurai). mesure les autres à son aune). Tirer une langue
augure er. 1. (Eski Roma'da) Yıldırım, şimşek, d'une aune: Dilini bir karış uzatmak, çıkarmak.
auparavant 117 austral
auparavant bel. 1. Önce, daha önce (La réunion davranışlarına bakarak yapılan falcılık, kuş falı.
aura lieu le mois prochain, mais tu peux venir 2. Koşul. § Sous de bons, de favorables auspices:
auparavant). 2. Önceden, önce (Un mois İyi, elverişli koşullarda. Sous de mauvais, de
auparavant). 3. Eskiden, önceleri, vaktiyle fâcheux, de tristes auspices: Kötü, elverişsiz
(Auparavant, les gens n 'agissaient pas de la sorte). koşullarda. Sous les auspices de qn: -in desteğiyle,
auprès bel 1. Yakın, yakında, yörede (Les lieux kayırmasıyla, korumasıyla; koruyuculuğunda,
situés auprès). 2. Auprès de: Yanına, yakınına; "himayesinde,
yakında, yakınında; yanından, yakınından (II aussi bel. 1. De, da (Dahi) (Toi aussi: Sen de). 2.
s'est assis auprès de moi. La réalité est dure auprès (Bir sıfattan önce geldiğinde) Bu denli, böylesine
du songe). (Comment un homme aussi sage a-t-il fait une
auquel: A lequel, pareille faute: Bu denli aklı başında bir adam nasıl
aura diş. hek. Esinti; öncü belirti, oldu da böyle bir yanlışlık yaptı). 3. (Tümcenin
auréole diş. 1. Hıristiyan ermişlerinin resimlerinde, başına geldiğinde) -den dolayı, bu yüzden,
başları çevresinde gösterilen ayla, "hâle 2. Ayla, bundan ötürü, onun için (Ces étoffes sont belles;
hâle (L'auréole de la Lune, du Soleil). 3. Taç, aussi coûtent-elles cher: Bu kumaşlar güzel, onun
utku, saygınlık (Parer, entourer quelqu'un d'une için pahalı. L'égoïste n'aime que lui; aussi tout le
auréole). monde l'abandonne: Bencil yalnız kendini
auréoler gçl. 1. Yöresini çevirmek, ayla ile düşünür, onun için herkes ondan yüz çevirir). 4.
süslemek (Il a laissé un grand nom que la légende Aussi... que: Ne denli., olursa olsun (Aussiriche
auréole). 2. Auréolerdeqch: -ileçevirmek. 3. Etre qu'il paraisse: Ne denli varsıl gönünürse
auréolé de qch: -ileçevrilmek (Ce poète est auréolé görünsün). S. (Karşılaştırmalarda) Aussi... que:
de légende. Il est auréolé d'un grand prestige). § "Kadar, denli (Il est aussi vertueux que toi: Senin
S'auréoler de qch: -ile çevrili olmak, çevrilmek kadar erdemlidir). § Aussi bien: Zaten, aslında
(S'auréoler de gloire). esasen (Vous êtes aussi bien le véritable roi). Aussi
auriculaire s. 1. Kulağa değgin, işitmeyle ilgili, bien que: -olduğu gibi... olduğu kadar, gibi (Lui
(Pavillon auriculaire). 2. er. Serçe parmak. 3. aussi bien que sa femme préfèrent la mer à la
anat. (Kalpte) Kulakçığa değgin. § Témoin montagne: Karısı kadar kendisi de denizi dağa yeğ
auriculaire: İşitme tanığı, tutarlar. Karısı da kendisi de denizi dağa
auricule diş. 1. Kulak memesi. 2. Kulak kepçesi. 3. yeğlerler). Aussi bien.... que: -i olduğu kadar -i de
(Yürekte) Kulakçık (Auricule droite, auricule (Il aime aussi bien le théâtre que le cinéma: Tiyatro
gauche). kadar sinemayı da sever).
aurifère s. İçinde altın bulunan, altınlı (Sable aussitôt bel. 1. Hemen, derhal (J'irai aussitôt). 2.
aurifère, terrain aurifère). (Bir edili ortaçtan önce geldiğinde) ...ir ...mez
aurification diş. Altın dolgu; altın dolgusu (Aussitôt arrivé, il se coucha: Gelir gelmez yattı). §
yapma (Aurification d'une dent). Aussitôt que: -diği anda (Je l'ai reconnu aussitôt
aurifier gçl. Altın dolgusu yapmak (Aurifier une que je l'ai vu: Kendisini görür görmez, gördüğüm
dent). anda, tanıdım). Aussitôt dit, aussitôt fait: Der
aurore diş. 1. Tan, tansökümü; gün ağarması (Se demez yapar; söylenir söylenmez yapılır,
lever à l'aurore, avant l'aurore). 2. Tan kızıllığı. 3. austères. 1. Kekre. 2. Sıkı, çetin (Mener une vie
Doğu. 4. s. Altın sarısı. 5. mec. Başlangıç, eşik austère). 3. Sert (Il a un caractère austère, un air
(L'aurore d'une réforme). § Aurore polaire: austère). 4. Soğuk, süssüz (Un homme austère,
Kutup kızıllığı. Aurore boréale: Kuzey kızıllığı. une robe austère). 5. (Güzel sanatlarda) Ağırbaşlı
Aurore australe: Güzey kızıllığı. Etre à l'aurore bir sadelikte (Un monument austère).
de qch: -in başlangıcında olmak, eşiğinde olmak austèrement bel. 1. Sertlikle, sıkıca. 2. Sadelikle,
(Etre à l'aurore d'une réforme, d'une révolution). ağırbaşlılıkla,
auscultation diş. hek. Kulağını dayayıp dinleme; austérité diş. 1. Sertlik, çetinlik, sıkılık (L'austérité
dinleme. d'une vie, d'une morale, des mœurs). 2. Ağırbaşlı
auscultatoire s. Kulakla dinlemeye değgin (Signes sadelik (L'austérité de la façade d'un temple). 3.
auscultatoires). (Ekonomide) Kemer sıkma, sıkı önlemler alma
ausculter gçl. hek. Kulağını dayayıp dinlemek; (Programme d'austérité. Austérité monétaire: Sıkı
dinlemek (Ausculter un malade, le cœur, les para politikası).
poumons). austral,e s. Güney, güneye değgin (Hémisphère
auspice er. 1. (Eski romalılarda) Kuşların australe).
australie 118 autocinétique
autorisation diş. 1. İzin, izin verme (L'autorisation stop, pratiquer l'autostop: Otostop yapmak.
d'exploiter une mine). 2. Yetki ; yetkililik (Elle a auto-stoppeur,euse ad. Otostopçu,
l'autorisation de signer mes lettres). 3. İzin belgesi autostrade diş. Devlet yolu, geniş otomobil yolu.
(Montrer une autorisation). § Demander, obtenir autosuggestion diş. Kendi kendine telkin,
une autorisation: İzin istemek, almak, autosuggestionner (s') Kendi kendine telkinde
autorisé,e s. 1. Yetkili (Les milieux autorisés bulunmak.
démentent la nouvelle). 2. Nitelikli, kendini kabul autour bel. 1. Yanda, çevrede, yörede (Servir de la
ettirmiş (Une personne autorisée, un critique viande avec des légumes autour: Yanında sebze ile
autorisé). 3. Autorisé à f.qch: -meye yetkili, izinli et vermek. Il rôde autour, depuis plusieurs
(Il est autorisé à agir comme il veut). semaines: Birkaç haftadan beri bu çevrede, bu
autoriser gçl. 1. İzin vermek (Autoriser les sorties, yörelerde dolaşıp duruyor). 2. Autour de: -in
une réunion). 2. Autoriser qn à f. qch: Birinin ' yöresinde, çevresinde ; etrafında (La Terre tourne
-sine izin vermek; birine -mek yetkisi vermek autour du Soleil. Autour de la ville, les nouveaux
(J'ai autorisé mon frère à parler à mon nom. Le quartiers s'étendent sans cesse). 3. Aşağı yukarı (Il
gouvernement autorise cette société à exploiter le a autour d'un million: Aşağı yukan bir milyonu
pétrole). § S'autoriser de qch: -e dayanmak (Je var. J'ai autour de quarante ans). § Faire cercle
m'autorise de notre amitié pour vous demander un autour de: -in çevresini almak, sarmak (Tous les
tel service). enfants du village faisaient cercle autour de nous).
autoritaire s. 1. Sert, dediği dedik (Un régime Tourner autour de qn: -in çevresinde dört
autoritaire, une politique autoritaire). 2. Sözünü dönmek. Tourner autour du pot: Sözü dolandırıp
dinleten, dediğini yaptıran, yetkeli (Un homme, durmak, sorunu açıkça ortaya koymamak,
un caractère autoritaire). 3. Sert, ciddi (Un air autour er. hayb. Çakırdoğan,
autoritaire, parler sur un ton autoritaire). autre s. 1. Öteki, öbür, diğer (Tous les autres
autoritarisme er. 1. Sözdinletirlik, * sözyürütürlük, voyageurs ont péri). 2. Başka (Je ne vois pas une
yetkelilik. 2. (Yönetimde) *Yetkecilik, yetkeye autre solution pour le problème). § L'autre jour:
dayanma. Geçen gün. C'est autre chose: O başka şey, orası
autorité diş. 1. Güç, yetki (L'autorité du chef de başka. L'autre monde: Öbür dünya, öteki dünya.
l'Etat. L'autorité d'un supérieur sur ses Une autre fois: Başka zaman, sonra (Venez une
subordonnés). 2. Yetke, "velayet (Autorité d'un autre fois). Autre chose est de.... autre chose (est)
père. L'autorité du tuteur sur le mineur). 3. de...: mek başka (şey).. .-mek başka (şey). (Autre
Buyruk (Soumettre les peuples à son autorité. Etre chose est de faire des projets, et autre chose de les
sous l'autorité de quelqu'un). 4. Etki,"nüfuz (Il a exécuter: Tasarılar hazırlamak başka şey, onları
de l'autorité sur tous ses amis). 5. Hükümet (Les uygulayabilmek başka). Autre part: Başka yer,
représentants de l'autorité: Hükümet temsilcileri). başka yerde (Si vous ne trouvez pas votre livre ici,
6. ç. Yetkili kişiler, yetkililer, "erkân (Les cherchez autre part. Ne criez pas ici, allez autre
autorités civiles, militaires: Mülkî, askeri erkân). part). D'autre part: Öte yandan, ayrıca, üstelik
7. Üstünlük (Autorité de la loi). 8. Bir alanda en (Le voyage sera fatigant, d'autre part nous
yetkili kişi (C'est une autorité en matière de arriverons très tôt le matin). De temps à autre:
grammaire). 9. Merci, makam (S'adresser aux Zaman zaman, ara sıra. D'un bout à l'autre:
autorités compétentes). § D'autorité: Kimseye Baştan başa, bir uçtan bir uca. 3. adıl. Öbür, öteki
danışmadan, kimseye sorup etmeden (D'autorité, başkası (L'un riait, l'autre pleurait: Biri gülüyor,
il a pris un livre sur les rayons de la bibliothèque öbürü (öteki) ağlıyordu). L'un l'autre, l'une
publique). De son autorité privée: Kendi başına, l'autre: Birbirini. Les uns (unes) les autres:
kimseye danışmadan (Je ne peux rien décider en Birbirlerini (Aimez-vous les uns les autres:
cette matière de ma propre autorité). Faire Birbirinizi, birbirlerinizi seviniz).
autorité: Kendini kabul ettirmek (Un savant qui autrefois bel. Vaktiyle, eskiden, bir zamanlar,
fait autorité, un ouvrage qui fait autorité). autrement bel. 1. Başka türlü (Vous devriez agir
autoroute diş. Devlet yolu; geniş otomobil yolu, autrement), 2, Yoksa, "aksi takdirde (Travaillez,
otoyol. autrement vous subirez des malheurs).
autriche diş. Avusturya.
autoroutier, ère s. Otoyola değgin (Système
autoroutier). autrichienne s. ve ad. 1. Avusturyalı. 2.
auto-stop er. Otostop, yoldan geçen arabalara Avusturya'ya değgin, avusturyalılara değgin,
parasız binerek yolculuk yapma. § Faire de l'auto- autruche diş. 1. Devekuşu. 2. Devekuşu derisi
autrui 121 avancée
Chaussures en autruche). § Avoir un estomac avaler). 6. Kanmak, yutmak (Il a avalé tes
d'autruche: Torba gibi midesi olmak, taş yese mensonges). § Avaler de travers: (Lokma)
eritmek. Pratiquer la politique de l'autruche: Boğazına kaçmak. Avaler des couleuvres:
Devekuşu politikası izlemek; devekuşu gibi Hakarete uğramak; büyük hakaret görmek.
başını kuma sokup kimse görmüyor sanmak, Avaler qn tout cru: Birini çiğ çiğ yemek, -e çok
autrui bel. Başkası, el (Parler au nom d'autrui. Agir kızmak (Il m'avalerait tout cru). Avaler qn des
pour le compte d'autrui. Il faut traiter autrui yeux: Gözleriyle yiyecekmiş gibi bakmak. Avaler
comme on voudrait être traité soi-même). sa langue: Ağzını kapayıp susmak. Avaler la
auvent er. 1. Kapı sundurması. 2. Rüzgârlık, pillule: Zokayı yutmak; istemediği bir şeye
aux: à les. sonunda razı olup kalmak. Avaler un crapaud:
auxiliaire s. ve ad. Yardımcı (Le personnel Güç bir işin altından kalkmak. Avaler la mer et les
auxiliaire. Tu es pour lui un auxiliaire précieux). § poissons: Gözü doymak bilmemek. Faire avaler
Verbe auxiliaire: Yardımcı fiil. qch à qn: mec. Birine bir şeyi yutturmak ( On peut
avachi,e s. 1. Biçimi bozulmuş, yıpranmış, sölpük lui faire avaler tout).
(Chaussures avachies). 2. hlk. Bitkin, ölgün, içi avaleur,euse ad. tkz. Bir şeyi yeme yada içmeyi çok
çürümüş (Un être avachi). seven kimse; obur; pisboğaz,
avachir gçl. 1. Bozmak, biçimsizleştirmek, avaliser gçl. 1. Desteklemek, benimsemek, rıza
pörsütmek (Il avait avachi ses poches à force de les göstermek (Avaliser un projet). 2. Ödeme
remplir de tout). 2. Bitkinleştirmek, güvencesi vermek (Avaliser un effet de
ölgünleştirmek, bitirmek (La paresse avachit commerce).
l'homme). § S'avachir: 1. Bozulmak, biçimi avaliseur, avaliste s. ve ad. Ödeme kefili,
bozulmak, pörsümek (Son manteau commence à à-valoir er. "Mahsup, kısmî ödeme (C'est un a-
s'avachir. Ton corps s'avachit). 2. Bitkinleşmek, valoir sur votre créance).
ölgünleşmek, gücünü yitirmek. 3. Kendini avaloire diş. 1. Paldım. 2. er. hlk. Ağız, boğaz,
bırakmak, kendini salıvermek (Ne vous avance diş. 1. Bina çıkıntısı. 2. İlerleme (L'avance
avachissez pas, réagissez un peu). de l'armée continue. Accroître, ralentir son
avachissement er. 1. Biçimi bozulma. 2. Bitkinlik, avance). 3. İlerilik, ilerde olma (Il perd son
ölgünlük, sölpüktük, avance). 4. Erken gelme, önce gelme (Le train a
aval er. 1. Ödeme kefilliği, °aval. 2. Güvence, dix minutes d'avance). 5. Alacağına sayılmak
onam, "rıza. § Donneur d'aval: Aval veren, üzere önceden verilen para, 'öndelik, avans. § A
ödeme güvencesi veren. Donner son aval à qch: -e l'avance: Önceden, vaktinden önce, saptanan
onamını bildirmek; -i desteklemek (Le Parlement zamandan önce (Il a préparé tout à l'avance).
a donné son aval au renversement des alliances). D'avance, par avance: Önceden, "peşin olarak
aval er. 1. Bir akarsuyun gittiği yan, akış yönü. 2. (Payer d'avance). Etre en avance: Önce, erken
bel. Akıntı aşağı. § En aval de: Aşağısında (En gelmek. Etre en avance sur qch: -den ileri olmak
aval du pont, de la ville). (Ses idées sont en avance sur son temps). Faire une
avalage er. 1. (Irmakta gemi) Akıntı aşağı gitme. 2. avance àqn: Birine öndelik vermek (Lepatron lui
(Şarap fıçıları) Mahzene indirilme, a fait une avance de500livres). Faire des avances à
avalanche diş. Çığ (Avalanche de neige). § Une qn: Birine pas vermek, yaklaşmak (Il me fait des
avalanche de: Bir sürü... Bir yığın... (Une avances). Obtenir, prendre une avance de qn:
avalanche d'injures, de lettres, de discours). Birinden bir öndelik almak (Il va prendre une
avalancheux,euse s. 1. Çığlı, çığ inebilir (Couloir - avance de ses employeurs). Prendre de l'avance
avalancheux). 2. Çığ koparabilir, çığa yol açabilir sur qch: -in ilerisine geçmek; -den ilerde olmak (Il
(Amas avalancheux). a pris de l'avance sur ses camarades).
avalé,e s. 1. (Eski) Sarkık, düşük (Chien à oreilles avancé,e 1. İleri, ilerlemiş (A une heure avancée de
avalées). 2. İnce ve sıkık (Lèvres avalées). la nuit). 2. Gelişmiş, ileri gitmiş (Un enfant avancé
avaler gçl. 1. Yutmak, yemek içmek (Avaler une pour son âge). 3. Gelişmiş, ileri, ilerlemiş (Un
gorgée d'eau. Avaler les morceaux sans mâcher). pays avancé, une civilisation avancée). 4.
2. mec. Saklamak, gizlemek (Avaler sa rage). 3. İlerlemiş, sonuna yaklaşmış, bitmek üzere (Un
mec. Yutmak, anlaşılmaz biçimde söylemek ouvrage bien avancé). 5. Bozulmaya yüz tutmuş
(Avaler ses mots). 4. Yer gibi okuyup bitirmek (Viande avancée. Ce poisson est un peu avancé).
(Avaler un livre, un roman). 5. mec. Yutmak, avancée diş. Çıkıntı (L'avancée d'un balcon sur la
sineye çekmek (C'est une histoire difficile à rue. L'avancée d'un toit).
avancement 122 avant-bec
avancement er.l. İlerleme (L'avancement des avant dans la forêt). Enavant: İleri (Aller en avant,
travaux). 2. Gelişme (L'avancement des se pencher en avant. Enavant! Enavant, marche).
sciences). 3. "Terfi, yükseltme, yükselme.§ Mettre qch en avant: Bir şeyi ileri sürmek (II met
Avancement d'hoirie: huk. Miras payına sayılmak en avant des idées bien drôles). Mettre qn en avant:
üzere avans. Avoir, obtenir de l'avancement: Birini ileri sürüp kendisi onun arkasına
Yükselmek, "terfi etmek, gizlenmek; birinin gölgesine sığınmak (II met
avancer gçl. 1. Uzatmak (Avancer ses lèvres pour toujours ses parents en avant). § En avant de: -in
boire. Avancer une chaise à un ami). 2. İleri önünde (L'éclaireur marche en avant de la
sürmek, ortaya atmak (Avancer une thèse, une troupe). D'avant: Geçen (Le jour d'avant). §
proposition). 3. Sürmek, ileri sürmek (Avancer Avant er. 1. Ön, baş taraf (L'avant d'une voiture.
un pion sur le jeu, sur l'échiquier). 4. İleri çekmek Vous serez mieux à l'avant). 1. ask. İleri hat.
(Avancer sa voiture). S. İleri almak (Avancer sa Cephe. Aller de l'avant: Önden yürümek. § Avant
montre, une pendule). 6. Önceye almak, ileri s. Ön (Hiç değişmez) (Les roues avant d'une
almak (Avancer la date de son retour, l'heure d'un voiture: Bir arabanın ön tekerlekleri).
repas). 7. İlerletmek (Avancer son travail, ses avantage er. 1. Elverişlilik. 2. Kolaylık (On lui a
affaires). 8. Zaman kazandırmak (Cela offert de grands avantages). 3. Üstünlük
l'avancera). 9. Avancer qch à qn: Birine bir şeyi (L'ennemi a l'avantage du nombre). 4. Yarar, kâr
öndelik olarak vermek (Avancer l'argent du mois (liva tirer de grands avantages de cette entreprise).
à un employé). 10. Ödünç vermek (Avancer de 5. Başarı, utku, "zafer (Remporter un avantage). §
l'argent à quelqu'un, des fonds à une entreprise). A l'avantage de: Lehine; lehinde. Accorder,
11. Avancer gsz. a) İlerlemek (A vancerlentement, offrir, procurer un avantage à qn: Birine yarar,
rapidement. La nuit avance), b) İleri gitmek (Ma kâr sağlamak. Avoir avantage à f. qch: -mekte
montre avance), c) İleri sarkmak,ileri çıkmakfMa yararı olmak; -mek kendisi için daha hayırlı
lèvre inférieure avance un peu. Le balcon avance olmak (Vous avez avantage à vous taire: Susmakta
d'unmetresurlemur).d)Ge\işmek,i\eT\tmek(Le yararınız var, susmak sizin için daha hayırlı,
travail avance. Mon ouvrage avance), e) sussanızdahaiyiedersiniz). Avoir un avantage sur
Yükselmek, terfi etmek (Avancer en grade). 12. qn, sur qch: -den üstün olmak; -e karşı bir
Avancer de: -kadar ileri gitmek (Ma montre üstünlüğü olmak. Avoir l'avantage de f. qch: -mek
avance de cinq minutes). § Avancer en âge: üstünlüğüne, elverişli durumuna sahip olmak.
Yaşlanmak, yaşça ilerlemek, yaşı ilerlemek. Ne Remporter, gagner un avantage: Başarı
pas avancer d'une semelle: Mek parmak kazanmak, utku elde etmek Tirer avantage de
ilerlememek. § S'avancer: 1. İlerlemek (Il s'est qch: -den yararlanmak, kâr sağlamak. Tourner
avancé vers moi). 2. İlerlemek, akıp gitmek (La qch à son avantage: Bir şeyi kendi lehine çevirmek
nuit s'avance). 3. İleri gitmek (Nous nous sommes (Il tourne ses défauts même à son avantage).
trop avancés pour reculer: Geri dönemeyecek avantager gçl. 1. Kayırmak, ayrı tutmak, eli açık
kadar ileri gittik; çok ileri gittik, artık geri davranmak (La nature l'a avantagé, lui a donné
dönemeyiz). des qualités exceptionnelles). 2. Daha iyi
göstermek, güzelliğini arttırmak (Cette robe
avanie diş. Açık alay, onur kırma, hakaret. §Faire
l'avantage beaucoup). § S'avantager: 1. Birbirine
des avanies à qn, infliger une avanie à qn: Birine
karşılıklı yarar sağlamak. 2. Kendine yarar
hakaretlerde bulunmak, hakaret etmek. Subir
sağlamak. 3. S'avantager de qch:-den kendisine
une avanie: Açık hakarete uğramak.
yarar sağlamak (Les médecins s'avantageaient des
avant ilg. 1. -den önce (Avant le lever du soleil. Il est
malheurs qui lui arrivaient).
venu avant moi). 2. Avant def. qch: -medenönce
avantageusement bel. Elverişli olarak, "lehte, iyi bir
(Il faut réfléchir avant de parler: Konuşmadan
biçimde (Je lui ai parlé de vous avantageusement).
önce düşünmek gerek). Avant que: -sinden önce;
avantageux,euse s. 1. Elverişli (Prix avantageux.
-meden (Ne parlez pas avant qu'il ait fini, qu'il
Situation avantageuse). 2. Lehine, lehinde,
n'ait fini: O bitirmeden siz konuşmayın). § Avant
yararına, yakışan, yaraşan (Il en avait fait un
peu, peu avant: Az önce. Avant tout: Her şeyden
portrait fort avantageux). 3. Kurumlu, kendini
önce (Avant tout, il faut respecter les gens). §
beğenmiş, kasıntılı (Un air, un ton avantageux.
Avant bel. 1. Önce (Réfléchissez avant, vous
Une pose avantageuse). § Faire l'avantageux:
parlerez après). 2. İleri (N'allons pas plus avant:
Kasilmak(llfaitravantageuxdevantl'assistance).
Daha ileri gitmeyelim). 3. Derinliklere, içerilere
avant-bec er. (Köprü ayaklarında) Ön mahmuz.
(Creuser bien avant dans la terre. S'enfoncer trop
avant-bras 123 avenir
parlak (Un ingénieur d'avenir). Avoir de l'avenir: s'avère qu'on ne pourra pas combler le déficit
Geleceği parlak olmak, budgétaire).
avent er. 1. Noel yortusundan önce gelen dört hafta, avers er. Yüz tarafı, yüz (L'avers d'une médaille,
küçük perhiz. 2. Bu süre içinde verilen vaızlar. d'une monnaie. Cette médaille porte une effigie sur
aventure diş. 1. Serüven, "macera (Les aventures l'avers).
d'un héros. Un film d'aventures). 2. Fal. § Diseur, averse diş. Sağnak. § Une averse de: Bir sürü... (Une
diseuse de bonne aventure: Falcı. A l'aventure: averse de reproches). De la dernière averse: tkz.
Rasgele, gelişigüzel belli bir amacı olmadan Daha dün, daha dünkü (Les stars nées de la
(Marcher à l'aventure dans la campagne). dernière averse). Essuyer, recevoir une averse:
D'aventure: Rasgele, "tesadüfen (Si d'aventure Sağnağa tutulmak,
vous le voyez, vous lui ferez toutes mes amitiés). aversion </(£. İğrenme, tiksinti. §Avoir de l'aversion
Dire la bonne aventure à qn: -in falına bakmak. pour qch, contre qch: -e karşı tiksinti duymak, -i
aventuré,e s. Düşüncesizce, tehlikeli, önü arkası hiç sevmemek (J'ai de l'aversion contre les
düşünülmemiş (Affirmations aventurées) discussions byzantines. Il a de l'aversion pour le
aventurer gçl. Tehlikeye atmak, düşüncesizce travail). Avoir qn en aversion; prendre qn en
tehlikeye sokmak (Aventurer sa réputation dans aversion: Birine kin bağlamak, birine karşı hıncı
une affaire douteuse; aventurer une grosse somme olmak (Je l'ai pris en aversion). Causer, inspirer
dans une entreprise). § S'aventurer: 1. de l'aversion à qn: -e tiksinti vermek (Sa laideur
Düşüncesizce kendini tehlikeye atmak, düşünüp inspire de l'aversion à tout le monde).
taşınmadan girişivermek (S'aventurer la nuit, sur averties. 1. Bilgili, görgülü (Un homme averti, un
une route peu sûre, dans les bois). 2. public averti). 2. Avertie de qch: -den haberli;
S'aventurer à f. qch: -meye girişivermek, -den haberi olan (Un homme d'Etat averti des
atıhvermek (Il s'est aventuré à fonder une problèmes internationaux. Il n'est pas averti des
imprimerie). mouvements littéraires).
aventureux,euses. 1. Atılgan, gözü pek (Un homme avertir gçl. 1. Dikkatini çekmek, "ikaz etmek
aventureux). 2. Serüven dolu, tehlikelerle dolu, uyarmak, uyarıda bulunmak, haber vermek
"maceralı (Mener une vie aventureuse). 3. Talihe (Avertir un élève. Je vous avertis que vous vous
bırakılmış, sonu talihe kalmış, tehlikeli (Unprojet engagez dans une mauvaise voie). 2. Avertir qn de
aventureux, une entreprise aventureuse). qch: Birini -den haberli kılmak; birine -i haber
aventurier, ère s. ve ad. 1. Serüvenci, maceracı, vermek (Il m'a averti du danger, de l'arrivée de
serüvensever, serüven ardında koşan (Un mon père). 3. Avertir qn de f. qch: Birini -mek
aventurier). 2. Dalavereci (C'est une dangereuse konusunda uyarmak, dikkatini çekmek
aventurière). (Avertissez votre ami d'éviter la route de la forêt).
aventurine diş. Yıldıztaşı. avertissement er. 1. Dikkat çekme, uyarma
aventurisme er. Serüvencilik, maceracılık, (Négliger les avertissements d'un ami). 2.
avenu,es. Olmuş "vuku bulmuş (Choses avenues). § Kitapların başında "Okuyucuların Dikkatine"
Nul et non avenu: Olmamış, hiç vuku bulmamış. başlığı altında verilen bilgi. 3. "İhtar, "ikaz, uyarı
Considérer qch comme nul et non avenu: Bir şeyi (Donner un avertissement à un élève).
hiç olmamış gibi saymak (Considérer une avertisseur ,euse ad. 1. Haberci. 2. s. Uyarıcı, dikkat
déclaration, une démission comme nulle et non çekici (Une petite toux avertisseuse). 3. er.
avenue). Klakson (Avertisseur d'automobile. A Ankara,
l'usage des avertisseurs est interdit). § Avertisseur
avenue diş. 1. Ağaçlı yol, "hıyaban 2. mec. Bir yere
d'incendie: Yangın alarm zili, yangın alarm çanı.
ulaştıran yol, giden yol (Les avenues du pouvoir).
aveu er. 1. Onam, erem, "rıza (Je ne veux rien faire
avérée s. Kesin,açık, belli f C'est un fait avéré) .§ Il est
sans votre aveu). 2. İtiraf; ikrar (L'aveu d'un
avéré que....: Şurası açıkça ortada ki; şurası belli
amour, d'unefaute). § Homme sans aveu: Serseri.
ki...
De l'aveu de: -in tanıklığı üzerine; -in verdiği
avérer gçl. Ortaya çıkarmak, doğruluğunu ortaya
ifadeye göre (De l'aveu de tous les témoins, le
çıkarmak (Avérer un fait). § S'avérer...: 1. -diği
conducteur est responsable de l'accident). Faire
ortaya çıkmak (Lanouvelles'estavérée fausse. Ce
l'aveu de qch: -i itiraf etmek (lia fait l'aveu de sa
raisonnement s'avère juste). 2. -olarak ortaya
faute, de son amour). Passer aux aveux: Bir
çıkmak; -diğini göstermek (Notre ami s'est avéré
cinayeti itiraf etmek,
un financier expérimenté). § Il s'avère que..., il
aveuglante s. 1. Göz kamaştırıcı (Une lumière
s'est avéré que...: -diği belli oldu, ortaya çıktı (Il
aveugle 125 avis
aveuglante. Un soleil aveuglant). 2. Açık, ortada avicole s. Kuşçuluğa değgin; tavukçuluğa değgin,
(Une vérité aveuglante). aviculteur, trice ad. Kuş yada kümes hayvanları
aveugles, vead. l.Kör (Une personne aveugle, llest yetiştiricisi, kuşçu, tavukçu,
aveugle de naissance. Trou aveugle. Intestin aviculture diş. Kuşçuluk; tavukçuluk,
aveugle). 2. mec. Gerçeği görmez, gözü bağlı (La avides. 1. Doymak bilmeyen, obur (Les estomacs
passion te rend aveugle). 3. Sonsuz, körükörüne, dévots furent toujours avides). 2. Açgözlü (Il ne
tartışma götürmez (J'ai une confiance aveugle faut pas êtresiavide. Un héritier avide). 3. Avidede
dans sa parole). 4. ad. Kör (Un aveugle. L'aphabet qch: a) -e susamış (Vous êtes avide de sang, de
des aveugles). § En aveugle: Düşünüp vengeance). h) -e göz koymuş ; -de gözü olan (Tu es
taşınmadan, gözü kapalı olarak, körü körüne avide d'argent, de richesse. Il est avide du bien
(Parler en aveugle, juger en aveugle). Au royaume d'autrui). 4. Avide def. qch: -meye meraklı; -meyi
des aveugles, les borgnes sont rdis: Körler çok isteyen; -mekte sabırsızlanan (Il est avide de
memleketinde tek gözlüler kral olur; koyunun connaître le monde. Je suis avide d'apprendre la
bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi nouvelle).
derler. avidement bel. Doymak bilmeden, doymazlıkla,
aveuglement er. 1. Körlük, kör olma. 2. açgözlülükle (Manger, lire avidement).
Düşüncesizlik, körlük (L'aveuglement et la misère avidité diş. 1. Doymazlık, oburluk. 2. mec.
de l'humanité). Susamışlık, kanmazlık. 3. Açgözlülük.
aveuglément bel. Körü körüne, gözü kapalı olarak avifaune<% Kuşlar, kanatlılar, uçarlar (L'avifaune
(Exécuter aveuglément un ordre. Obéir d'un marais).
aveuglément à ses supérieurs. Suivre quelqu'un avilir gçl. 1. Küçültmek, alçaltmak, küçük
aveuglément). düşürmek (La servitude avilit l'homme. Ils ont
aveugle-nés. vead. Doğuştan kör. voulu m'avilir). 2. Değerini düşürmek,
aveugler gçl. 1. Kör etmek (On l'a aveuglé en lui değersizlendirmek (L'inflation avilit la monnaie).
crevant les yeux). 2. Gözlerini kamaştırmak, § S'avilir: 1. Küçülmek, alçalmak, onurunu
gözünü almak (Ces phares m'aveuglent). 3. yitirmek (Ils'avilit dans la débauche). 2.Düşmek,
Sağgörüsünü, "basiretini bağlamak (La passion azalmak (Le pouvoir d'achat s'avilit).
vous a aveuglé). 4. Kapamak, tıkamak, avilissante s. Küçültücü, alçaltıca (Une attitude
körletmek (Aveugler unefenêtre, une voie d'eau). avilissante).
§ S'aveugler: 1. Sağgörüsü bağlanmak, basireti avilissement er. 1. Küçülme, alçalma (Tomber dans
bağlanmak. 2. S'aveugler sur: -in üzerinde l'avilissement). 2. Değerden düşme
yanılmak (Vous vous aveuglez sur lui). (L'avilissement d'une monnaie).
aveuglette (à I') bel. 1. Gözü kapalı olarak, rastgele aviné,e s. 1. Çok içmiş, esrik, "sarhoş. 2. Şarap
(Marcher, se décider, répondre à l'aveuglette. Les kokan (Une haleine avinée).
paysans votent à l'aveuglette). 2. Görmeden, el aviner gçl. Şaraplamak, şarapla ıslatmak (Aviner
yordamıyla (Chercher quelqu'un à l'aveuglette). les tonneaux). § S'aviner: Esrimek, sarhoş olmak,
aveulir gç/. İrade diye bir şey bırakmamak, güç diye avion er. 1. Uçak (Avion monomoteur, bimoteur,
bir şey bırakmamak, güçten düşürmek (Une vie quadrimoteur. Avion à hélice. Avion à réaction.
monotone l'avait aveuli). § S'aveulir: Gücü, Avion de chasse, de bombardement, de
iradesi kalmamak, güçten düşmek, reconnaissance).- 2. Uçma, uçuş (Aimer l'avion).
aveulissement er. 1. Güçsüzleştirme, güçsüzleşme; avionique diş. Uçak elektroniği,
iradesizleştirme, iradesizleşme. 2. Güçsüzlük, avionnette diş. Küçük uçak.
iradesizlik, avionneur er. Uçak yapımcısı,
aviaire s. Kuşlara değgin, kuşlarla ilgili, aviron er. (Sandalda) Kürek. 2. Kürekçilik, kürek
aviateur, trice s. 1. Uçağa değgin, havacılığa değgin çekme; kürek yarışı (Faire de l'aviron).
(Brevet de pilote aviateur). 2. ad. "Uçman, avis er. 1. Görüş, düşünüş, düşünce (Dire, donner,
"tayyareci, havacı, exprimer son avis: Kendi düşüncesini, görüşünü
aviationtftj. 1. Havacılık (Aviation civile, privée). 2. söylemek). 2. Oy (Tous les membres ont émis leur
Uçakçılık; uçak (Compagnie d'aviation, base avis). 3. Öğüt, yol gösterme (Ecouter, suivre les
d'aviation). 3. ask. Uçak birliği (Aviation de avis de son père). 4. İlân (Avis de décès). S.
chasse, de bombardement, de reconnaissance). 4. "İhbarname, çağrı (L'avis d'une lettre
Uçaklar (L'aviation ennemie a attaqué nos bases). recommandée, de réception). § Jusqu'à nouvel
S. Hava Kuvvetleri (Commandant de l'aviation). avis: Yeni bir emre, "iş'ara kadar. Sauf avis
avisé 126 avoisinant
contraire: Aksi bir durum olmazsa, "aksine iş'ar avukatlığını yapmak (Tu t'es fait l'avocat d'une
olmadıkça. Etre du même avis avec qn: Biriyle bonne cause).
aynı görüşte olmak. Etre d'avis de f. qch: -meyi avocatier er. Amerikan armudu ağacı, avokado
düşünmek (Je suis d'avis de quitter cette ville sans ağacı.
tarder). Faire changer d'avis à qn: Birinin avocette diş. hayb. Okyanus kıyılarında yaşayan
kanısını, düşüncesini değiştirmek. § Prendre uzun bacaklı bir kuş, kılıçgagah.
l'avis de qn: Birinin düşüncesini, görüşünü avoine diş. Yulaf (Donner de l'avoine aux
almak. chevaux).
avisé,e s. Uyanık, becerikli, aklı başında (Un avoir gçl. 1. -i var olmak (J'ai une maison: Bir evim
homme avisé). § Etre mal avisé de f. qch: -mekte var). 2. -i görmek; -li günler görmek (Avoir du
ihtiyatsızlık, düşüncesizlik etmek (Tuas été mal soleil, de la pluie, du beau temps). 3. -si olmak
avisé de ne pas m'écouter). (Avoir de la chance. Avoir les yeux noirs). 4. Elde
aviser gçl. 1. Gözüne ilişmek, görüvermek (J'entre etmek, ele geçirmek (Ilest très difficile d'avoir un
dans une boutique d'antiquaire, je regarde, et logement). 5. Satın almak (J'aieuce costume pour
j'avise une statuette ravissante). 2. Aviser qn de presque rien). 6. Almak (Avoir un prix, un
qch: Birini -den haberdar etmek (Aviser les diplôme). 7. Telefon konuşması yapmak (J'ai eu
automobilistes des encombrements sur les routes. Ankara: Ankara ile telefon konuşması yaptım). 8.
Aviser son ami du danger qui l'attend). 3. Etre Avoir qn: -ile yatmak, cinsel ilişkide bulunmak
avisé de qch: -den haberi olmak (Je n'ai pas été (J'ai eu cette femme). 9. Avoir qn: -i yenmek,
avisé de la réception). 4. Aviser à qch: -i düşünmek anasını bellemek (Nous les aurons. Je l'ai eu). 10.
(Je dois aviser à ce que je dois faire). § S'aviser de Sahibi olmak (Avoir une femme et des enfants).
qch: 1. Bir şeyin farkına varmak (Je me suis avisé 11. Avoir à f. qch: -mesi gerekmek; -mek
de sa présence quand il m'a demandé une zorunluğunda olmak (J'ai à terminer ce travail ce
cigarette). 2. S'aviser que..: -diğmi farketmek, soir). 12. N'avoir qu'à f. qch: -ceği şey -mek
anlamak (Je me suis avisé enfin que j'avais laissé olmak; -se ya (Iln'a qu'à démissionner: Yapacağı
tomber mon portefeuille). 3. S'aviser de f. qch: şey istifa etmektir; istifa etse ya.Tun'asqu'àpartir:
-meyi düşünmek, aklından geçirmek (Nul ne Yapacağın tek şey gitmektir; gitsene). § En avoir à
s'avisait de critiquer ce changement. Ne t'avise pas qn, contre qn, après qn: Birine kızmak (A qui en
de refuser une proposition si avantageuse). avez vous?: Kime kızıyorsunuz? Je ne sais contre
aviso er. den. Avizo, küçük savaş gemisi, qui ilen a, je ne sais après qui il en a: Kime kızdığını
avitaillement er. İkmal yapma, ikmal, bilmiyorum). En avoir pour (Zaman için): -lik işi
avitailler gçl. -in ikmalini yapmak, -e yakıt ikmali kalmak; -sonra tamam (J'en ai pour cinq minutes:
yapmak (Avitailler un avion, un navire). Beş dakikalık işim var; beş dakika sonra tamam).
avitaminose diş. hek. Vitaminsizlik, vitamin Se faire avoir: Aldatılmak, (Il s'est fait avoir). Y
eksikliği, avoir: 1. Var olmak (Il y a un enfant dans le jardin).
avivage er. Parlatma, perdahlama, 2. (Zaman konusunda) Il ya...: -önce (Il y a deux
avivement er. Azdırma; yarayı işletme, jours nous étions à Istanbul: İki gün önce
aviver gçl. 1. Körüklemek, canlandırmak, İstanbul'daydık). 3. Il y a., .et...: -var, -cık var (Ily
tutuşturmak (L'Arabe avivait les braises en a femme etfemme: Kadın var, kadıncık var). 4. Ily
soufflant). 2. Körüklemek, kızıştırmak (Aviver a que: Ne var ki ; şu var ki (Il y a que tout le monde
une discussion, une querelle). 3. Azdırmak, yarayı proteste). § Il n'y a qu'à f. qch: -mekten başka
işletmek (Aviver une plaie). 4. Parlatmak, yapacak şeyyok;-mektenbaşka çare yok (Il n'y a
perdahlamak (Aviver les couleurs, une poutre). S. qu'à quitter ce quartier). Il n'y en a que pour qn:
Uyandırmak, yeniden canlandırmak (Aviver un -den başka kimse yok sanki (Personne n'a le droit
souvenir, une ancienne douleur). de dire un mot; il n'y en a que pour lui: Kimsenin
avocasserie diş. tkz. 1. Avukat taslaklığı. 2. Avukat tek söz etmeye hakkı yok; ondan başka kimse yok
sanki).
çekişmesi, kayıkçı kavgası.
avocassier,ères. vead. 1. Avukatlıkla ilgili (La gent avoir er. 1. Mal, varlık, zenginlik, varı yoğu (II
avocassière). 2. er. Kötü avukat, avukat taslağı, dilapide son avoir. C'est tout mon avoir). 2.
avocat er. 1. Avukat, "savunman. 2. Amerikan (Tecimde) Alacak (Le doit et l'avoir: Verecek ve
armudu, avokado. § Avocat du diable: Şeytanın alacak).
avukatı; ters düşünceyi savunan kişi. Se faire avoisinant,e s. Yakın, komşu (Les manifestants
l'avocat de: -in savunuculuğunu yapmak, envahissent les rues avoisinantes).
avoisiııer 127 azyme
avoisiner gçl. 1. Komşu olmak, yakın olmak, -e göre yönlendirmek (Axer sa vie sur le travail).
yakınında bulunmak (Le village qui avoisine la axial,e s. Eksene değgin,
forêt). 2. mec. -e yakın bir şey olmak; arada pek axillaire s. Koltuk altına değgin (Veine axillaire).
ayrım bulunmamak (La prétention avoisine la axiologie diş. fels. Değer öğretisi,
bêtise). axiologlques. Değersel, değerlere değgin,
avortement er. 1. Çocuk düşürme (L'avortementest axiomatiques./e/s. 1. Belitscl. 2.diş. Belitseldizge,
puni par la loi;une femme condamnée pour axiome er. mat.fels. Belit, aksiyom,
avortement). 2. (Tarımda) Gelişmeme, axis er. anat. Eksenkemik.
kavruklaşma (Vavortement des fruits). 3. mec. axongediş. Domuz yağı.
Başarısızlık (L'avortement de ses projets le ayant cause er. huk. Kendine bir hak geçirilmiş
plongea dans un terrible désespoir). kimse.
avorter gsz. 1. Çocuk düşürmek. (Un remède qui ayant droit er. huk. Hak sahibi (Les ayants droit d
fait avorter). 2. bitb. Gelişimsizliğe uğramak. 3. une prestation).
mec. Başarısızlığa uğramak, boşa çıkmak (Tout le azalée diş. bitb. Açalya.
mouvement a avorté). azédarac er. bitb. Tespihağacı.
avorteur,euse ad. Yasa dışı kürtaj yapan, kürtajcı, azerole diş. Alıç.
avorton er. 1. hek. Düşük. 2. Kavruk, iyi azerolier er. Alıçağacı.
gelişememiş. 3. Eciş bücüş, cüce. azimut [azimyt] er. gökb. Güney açısı. § Tous
avouables. İtiraf edilebilir, azimuts: Çok yönlü (Défense tous azimuts). Dans
avoué er. 1. (Fransa'da) Yargı yerlerinde tarafları tous les azimuts: tkz. Her yönde; her yönden; her
temsil etmekle görevli bakanlık memuru (Avoué yandan. Perdre l'azimut tkz. Kafayı üşütmek,
plaidant, avoué colicitant). 2. Dâva vekili, oynatmak; pusulayı şaşırmak.
avouer gçl. 1. İtiraf etmek (Avouer une faute, un azimutal,e s. gökb. 1. Açıklıklara değgin,
crime, un méfait). 2. Avouer qch à qn: Birine bir açıklıkları gösteren (Cercles azimutaux, compas
şeyi itiraf etmek, açıklamak (Avouer son amour à azimutal). 2. er. Bir tür pusula.
une jeune fille). 3. Kabul etmek, gerçek olduğunu azimute,es. tkz. Kafadan çatlak, kaçık,
dile getirmek (II faut avouer qu'ils ont plus de azote er. kim. Azot.
possibilités que nous). 4. A vouer qn pour...: Birini azoté,e s. İçinde azot bulunan, azotlu (Aliments
.. .olarak kabul etmek(/4 vouer un enfant pour fils. azotés. Engrais azotés).
Avouer une femme pour sœur). 5. Doğru bulmak, azoteux,euse s. kim. Azotlu (Acide azoteux; Oxyde
uygun bulmak (La morale peut avouer ce azoteux).
principe). § S'avouer...: -diğini kabul etmek aztèques, vead. Meksika'nın eski yerli halkı, Aztek
(S'avouer coupable: Suçlu olduğunu kabul (Les aztèques. Art aztèque).
etmek). azur er. 1. Mavi; mavilik (L'azur du ciel). 2. Gök
avril er. Nisan.§ Poisson d'avril: Nisan balığı,nisan ( L'avion disparut dans l'azur). 3. Bir tür mavi cam
bir, bir nisan şakası, ve bunun boyacılıkta kullanılan tozu. § Pierre
avulsion diş. Sökme, çekme, çıkarma (L'avulsion d'azuryerb. Lacivert taşı.
d'une dent). azurageer. Çivitleme, çivide sokma, çivitle boyama
avunculaire s. Amca, hala, dayı yada teyzeye (Azurage du linge).
değgin. azuré,e s. Gök renginde, gök mavisi (Une teinte
axe er. 1.Eksen (L'axe d'un cylindre, d'une sphère). azurée. Ses yeux, sous l'ombre azurée des cils).
2. Orta (On avait disposé des canons dans Taxe azurergç/. 1. Gök rengine boyamak. 2. Çivitlemek
de la rue). 3. Merkez, temel direk (L'axe d'une (Azurer les linges).
politique). 4. Dingil, azymes, vead. Mayasız (Pain azyme). §Lafêtedes
axer gçl. 1. Yönlendirmek, bir eksene göre yön azmyes: Yahudiler in mayasız bayramı; mayasız
vermek. 2. Axer qch sur: Bir şeyi -e dayandırmak, yortusu.
b
b er. Fransız abecesinin ikinci harfi. § Ne savoir ni a tkz. Dudak (S'essuyer les babines, se lécher les
ni b.: Okuma yazma bilmemek; kara bilisiz babines). § S'en lécher les babines: Yalanmak,
olmak, elifi görse mertek sanmak (Il ne sait ni ani yutkunmak, ağzının suyu akmak,
b). babiole diş. 1. Çocuk oyuncağı. 2. mec. Kıvır zıvır;
baba s. hlk. 1. Şaşkın, şaşınp kalmış, şaşkınlıktan önemsiz, değersiz ya da saçma şey (Je n'ai pas le
dona kalmış (Rester comme baba). 2.er. Bir tür temps de m'occuper de ces babioles).
hamur tatlısı (Des babas aurhum). § En être baba, babiroussa er. Malezya domuzu,
en rester baba: Hayretten donakalmak, bâbord er. Geminin iskele denilen sol yanı (Laisser
şaşkınlıktan ağzı dört kanş açılmak, une île à bâbord).
babeurre er. Yayık ayranı, babouche diş. 1. Şıpıtık, terlik. 2. Pabuç, ayakkabı
babil er. 1. Gevezelik (Le babil enfantin). 2. (Le Turc partit en traînant majestueusement ses
Gevezelik (Les jeunes filles acquièrent vite un petit babouches).
babil agréable). 3. Cıvıltı, cıvıldaşma (Le babil des babouin er. 1. Şebek. 2. tkz. Arsız çocuk. 3.
oiseaux). 4. Şırıltı (Le babil d'une source). Dudakta sivilce,
babillage er. Gevezelik etme, gevezelik, çene çalma babouine diş. tkz. Arsız kız, şıllık,
(Tu m'étourdis de ton babillage incessant). bac er. 1. Araba vapuru (Unbac,unde ces immenses
babillard, e s, ve ad. Geyeze, çenesi düşük, radeaux où l'on embarque les voitures). 2. Büyük
habillarde diş, tkz. Mektup, pusula (Je vais lui gerdel. 3. Su haznesi, tekne (Laverson linge dans
envoyer une babillarde pour l'avertir de mon un bac en ciment). 4. Bakalorya, olgunluk
arrivée). sınavının kısaltılmış biçimi (Passer son bac:
babiller gsz. 1. Gevezelik etmek, çene çalmak Olgunluk sınavını vermek). % Bac de bois: Sal.
(Assises autour d'une tasse de thé, ces dames baccalauréat er. Olgunluk sınavı, "bakalorya. §
babillent des heures entières). 2. Cıvıldaşmak (Les Passer, avoir son baccalauréat: Olgunluk sınavım
oiseaux babillent sur les branches. Les petites kazanmak, olgunluğunu vermek,
enfants babillent). baccara er. Bakara.
babine diş. 1. (Hayvanlarda) Sarkık dudak. 2. mec. baccarat er. Bakarat billuru, bakarada yapılan
bacchanal 129 bafouiller
kristal (Des verres en baccarat). badaud, e s. ve ad. 1. Alık, alık alık gezen (Le
bacchanal [bakanal] er. Curcuna, Parisien est badaud). 2. ç. İşsiz güçsüz kişiler,
bacchanale diş. 1. Gürültülü dans. 2. Curcunalı aylaklar (Les badauds font cercle autour de
eğlenti. 3. ç. Eskiden, şarap tanrısı Baküs l'étalage du camelot).
onuruna yapılan şenlik, badauderie diş. Alıklık; aylaklık,
bacchante [bakât] diş. 1, Bakhos rahibesi. 2. mec. badelaire er. Eğri kılıç.
(Esriklik yada kösnüden) Azgın kadın, azmış, baderne diş. 1. Baderna, halat sargısı. 2. mec. tkz.
içkici ve düşkün kadın, "Amelimanda, moruk,
bâche diş. 1. Yük örtüsü (Mettre une bâche sur une badiane diş. Çin anasonu.
voiture). 2. (Çiçekçilikte) Bahçıvan camlığı, badigeon er. Badana şerbeti, badana (La vieille
camlık. 3. Türlü işlerde kullanılan sandık yada façade n'attend plus, pour rajeunir, qu'un coup de
hazne. 4. tkz. Yatak çarşafı, örtü. 5. Bir tür badigeon).
sürtme balık ağı. badigeonnage er. 1. Badanalama (Le badigeonnage
bachelier, ère ad. Olgunluk sınavını vermiş lise d'un mur). 2. hek. Yıkama (Badigeonnage de la
mezunu; *olgunluklu. gorge).
bâcher gçl. Örtü geçirmek, örtmek (Bâcher un badigeonner gçl. 1. Badanalamak, badana etmek
camion, une voiture, les valises). (Badigeonner un mur, un plafond). 2. Yıkamak
bachique s. Şarap tanrısı Baküs'e değgin. § Chanson (Badigeonner le fond de la gorge avec un
bachique: tçki sofrası türküsü, meyhane havası, désinfectant). 3. Badigeonner qch de qch: Bir
bachot er. 1. Peleme denilen ırmak kayığı. 2. şeye... sürmek (lia badigeonné son bras d'iode).
(Öğrenci argosunda) Olgunluk sınavı, bakalorya. badigeonneur er. 1. Badanacı. 2. Kötü ressam,
§ Boîte à bachot: Bakaloryaya hazırlayan dersane. badigoinces diş.ç.tkz. Dudaklar,
bachotage er. tkz. Sınava girmek için çarçabuk ve badin, e s. Şakacı (Il a une humeur badine. Tu es
şöyle böyle hazırlanma, toujours espiègle et badin).
bachoter gsz. Yalnızca not almak için sınava şöyle badin er. (Uçaklarda) Hızölçer,
böyle hazırlanıp girmek, badinage er. 1. Şaka, şakacılık (Ilparle toujours sur
bacillaire s. 1. (Mineralbilimde) Biçme biçiminde. un ton de badinage). 2. (Sözde, anlatıda)
2. hek. Basilli (Dysenterie bacillaire). 3. diş. Bir Şakraklık, matraktık,
tür küçük deniz yosunu. 4. ad. Veremli, badine diş. 1. İnce ve esnek değnek, şıvgın. 2.
bacille [basil] er. hek. Basil, Baston.
bacilliforme s. Basil biçiminde, badiner gsz. 1. Şaka etmek, şaka yapmak; hoş
bacillose diş. Verem (Bacillose pulmonaire, şakalar yapmak, matrak geçmek (Je neprends pas
bacillose rénale). tes paroles au sérieux, tu badines toujours). 2.
background [bakgnawndjer. *Art yetişim, Badiner avec qn, qch: -ile şaka yapmak (On ne
bâclage er. 1. Tırkazlama, sürgüleme. 2. peut pas badiner avec l'amour; il ne faut jamais
Çırpıştırma, baştan savarak yapma (Bâclage d'un badiner avec cet homme).
travail). badinerie diş. 1. Şaka, şakacılık. 2. Çocukça
bâcle diş. Kapı sürgüsü, tırkaz, davranış.
bâcler gçl. 1. Tırkazlamak, sürgülemek (Bâcler une baffe diş. Sille, tokat. § Administrer à qn une paire
porte, unefenêtre). 2. Çırpıştırmak, baştan savma de baffes: Birine bir tokat aşketmek, sille atmak,
yapmak, şişirmek (Bâcler un travail, une bafouer gçl. 1. Alaya almak, maskaraya çevirmek,
composition). • kepazeye çevirmek (On le bafoue devant tout le
bactériacées diş. ç. bot. Bakterigiller, monde). 2. Aldırmamak, hiçe saymak (Il bafoue
bactéridie diş. Şarbon bakterisi, bakteridi, les conventions du monde). 3. Hakaret etmek
bactérie hek. Bakteri, (L'accusé arrogant a bafoué publiquement le
bactérien, ne s. Bakterilere değgin, tribunal).
bactériologie diş. Bakterioloji, "bakteribilim. bafouillage er. Kem küm; kem küm etme; ağız
bactériologique s. Bakteribilimsel, bakteribilimle kalabalığı (Sa conférence n'était qu'un véritable
ilgili (Analyse bactériologique). § Guerre bafouillage).
bactériologique: Mikrop savaşı, bafouille^, argo. Mektup,nâme.
bactériologiste ad. Bakteribilimci. bafouiller gsz. tkz. 1. Kem küm etmek; ağız
bacul er. Paldım, kalabalığı etmek; birbirini tutmaz sözler
badaboum iinl. Paldır küldür. söylemek (L'orateur a commencé à bafouiller). 2.
bafouilleur 130 baignade
bâillait sur sa poitrine). § La bâiller belle à qn, la baiser sur: -e bir öpücük kondurmak (Appliquer
bâiller bonne à qn: Yutturmak, aldatmak (Vous un baiser sur les lèvres d'une femme). Demander
me la bâillez belle: Bana yutturuyorsunuz). un baiser à qn: -den bir öpücük istemek (Chaque
bailleur, eresse ad. Kiraya veren, kiralayan. § fois qu 'il la rencontrait, il lui demandait unbaisef).
Bailleur de fonds: Anamal veren, sermaye sahibi, Dérober un baiser à qn: -den bir öpücük
bâillon er. Ağız tıkacı (Le veilleur de nuit ligoté, koparmak, zorla öpmek (Il lui a enfin dérobé un
réussit àécarter le bâillon etàappelerausecours). § baiser). Dévorer qn de baisers: Birini öpücüklere
Mettre des bâillons à qn: -i susturmak, ağzını boğmak, bol bol öpmek (Je l'ai dévoré de
tıkamak, özgürlüğünü kısıtlamak, baisers). Donner le baiser de paix à qn: -ile
bâillonnement er. Ağzını tıkama, susturma (Le barışmak, öpüşüp barışmak (Tu lui donneras un
bâillonnement de la presse, de l'opposition). baiserdepaix, et tout sera fini). Prendre un baiser:
bâillonner gçl. 1. Ağzına tıkaç sokmak. 2. mec. Bir öpücük almak. Recevoir un baiser: Öpülmek.
baiseur 132 balancer
baiseur, euse ad. tkz. İyi cinsel ilişkide bulunan, işi baladin, e ad. Meydan soytarısı,
gücü aşk yapmak olan, sikici, balafre diş. Jilet, ustura, bıçak yarası (En se rasant,
baisoter gçl. tkz. Öpüp durmak, il se fit une petite balafre sur la joue. Avoir une
baisse diş. 1. Alçalma, inme (La baisse des eaux). 2. balafre au front).
Düşme (La baisse des prix). 3. (Borsada) Hava balafré, e s. Bıçak yarası izi taşıyan (Un visage
oyunu. § Etre en baisse: Düşmekte olmak, düşük balafré).
olmak ( Les cours sont en baisse. Ses actions sont en balafrer gçl. Bıçakla, usturayla kesmek, yaralamak
baisse: Kredisi düşüyor, saygınlığı azalıyor). (Leprince lui balafra le visage).
Jouer à la baisse: Borsada fiyatlar düşecek umudu balai er. 1. Süpürge ( Passer le balai sous les meubles).
ile hava oyunu oynamak, 2. (Doğan, şahin gibi kuşlarda) Kuyruk. 3. Bir
baisser gçl. 1. İndirmek, alçaltmak (Baisser le store, yerden en son kalkan taşıt, son otobüs, son metro.
la vitre du compartiment). 2. Azaltmak, kısmak, § Balai mécanique: Mekanik süpürge, gırgır.
hafifletmek, düşürmek (Baisser la flamme, la Manche à balai: 1. Süpürge sapı. 2. mec. Sıska,
voix, lesprix). 3.gsz. Alçalmak, inmek (La mer a canlı cenaze. Donner un coup de balai: Şöyle bir
baissé). 4. gsz. Batmak üzere olmak (Le soleil süpürmek; bir süpürge geçmek (Donner un coup
baisse, il faut rentrer). S. gsz. Düşmek (Le de balai dans la salle à manger). Donner un coup de
baromètre baisse; les prix baissent). 6. gsz. balai à qn: -e yol vermek, -i sepetlemek (Donner
Bozulmak,gücünü yitirmek, çökmekfSa santé a un coup de balai à un vilain garçon). Rôtir le balai:
bien baissé. Son intelligence a beaucoup baissé. Il Derbederce yaşamak,
avait bien baissé pendant les dernières années de sa balais s. ve ad. Pembe (Rubis balais).
vie). § Baisser les yeux: Gözlerini indirmek, balalaïka diş. Balalayka, gövdesi üç köşe rus
utancından yere bakmak. Baisser la tête: Kafasını mandolini.
öne eğmek. Baisser le pavillon: Yelkenleri suya balance diş. 1. "Terazi, "tartaç (Une balance juste,
indirmek. Baisser l'oreille: Utanmak, kızarmak § sensible). 2. (Genel olarak) Tartı aygıtı. 3. Denge,
Se baisser: Eğilmek (Se baisser pour lacer ses bilanço (La balance des payements: Ödemeler
chaussures). Il n'y a qu'à se baisser pour en dengesi). 4. İstakoz avında kullanılan ağ. 5. Terazi
prendre: İstemediğin kadar var, dolu, tümen burcu. 6. Mizan (Faire la balance des affaires
tümen; elini sallasan ellisi, başını sallasan başı d'une année). § Mettre dans la balance: Ölçüp
tellisi. biçmek; işin bütün yanlarını düşünmek, hesaba
bajoue diş. 1. (Hayvanlarda) Yanak (Bajoue du katmak. Mettre en balance (deux choses):
porc, du veau). 2. (İnsanlarda) Sarkık yanak (Il Ölçüştürmek, karşılaştırmak. Etre en balance:
commence à grossir et il a déjà des bajoues). Kararsızlık içinde olmak. Tenir, maintenir la
bakchich er. (Doğuda) Bahşiş; rüşvet, balance égale entre...: -e karşı eşit davranmak;
bakélite diş. Bakalit. -1er arasında ayrım yapmamak (Il tient la balance
bal er. 1. Balo (Donner un bal. Une robe de bal). 2. égale entre les deux groupes qui s'affrontent).
Balo verilen yer (Aller au bal). § Bal masqué: Faire pencher la balance en faveur de qn: -i
Maskeli balo. Bal costumé: Kostümlü balo. Bal kayırmak; -in yanını tutmak (lia fait pencher la
blanc: Genç kızların birbirleriyle dansettikleri balance en faveur de ses amis). Peser dans la
balo. Bal musette: Halk balosu, balance: Ağır basmak, büyük bir önemi olmak,
balade diş. hlk. Gezinti, dolaşma. § Aller en balade: ağırlığı olmak (Cet argument n'a pas pesé dans la
Gezintiye, dolaşmaya çıkmak. Faire une balade: balance). Jeter qch dans la balance: -i işin içine
Şöyle bir dolaşmak, katmak, koymak (Il a jeté toute son autorité dans
balader gçl. Gezdirmek, dolaştırmak (Je vais la balance).
balader les enfants dans le parc). § Se balader: 1. balancé,e s. tkz. Eli yüzü düzgün, eli ayağı düzgün
Gezinmek, dolaşmak (lise balade dans les rues). (Une-femme bien balancée).
2. Geziye çıkmak (Il est allé se balader sur la Côte balancelle diş. Tek direkli bir tür tekne,
d'Azur). balancement er. 1. Sallanma, sallantı, salınım (Le
baladeur, euse s. ve ad. Dolaşmayı, sokaklarda balancement des branches de l'arbre. Le
sürtmeyi seven (Avoir l'humeur baladeuse). balancement du corps, de la tête, d'un navire). 2.
baladeuse diş. 1. Satıcı arabası. 2. (Özdevimli bir Duraksama, "tereddüt. 3. mec. Dengelilik,
arabaya bağlanan) Yedek araba. 3. Uzun bir tele dengeli durum (Le balancement d'une période).
bağlı, istenilen yere taşınıp konabilen elektrik balancer gçl. 1. Sallamak, oynatmak (Balancer les
lambası, seyyar lamba. bras, les hanches en marchant. Le vent balance les
balancier 133 balisticien
feuilles. Balancer un bébé pour l'endormir). 2. d'un enfant qui joue), l.mec. Başarısız ilk girişim,
Atmak, fırlatmak (Balancer un objet par la emekleme (La linguistique scientifique en est
fenêtre). 3. Kovmak, sepetlemek, başından encore à ses premiers balbutiements). 3.
atmak (Balancer un employé, une femme). 4. Kekeleme, kem küm etme, anlaşılmaz şeyler
Tartmak, iyice düzenlemek, dengelemek söyleme (Le balbutiement d'un bègue, d'une
(Balancer ses mots, ses phrases, un conte, une personne émue, d'un ivrogne).
composition). 5. (Alacakla vereceği) balbutier gsz. 1. Dili dolaşmak, kem küm etmek
Karşılaştırmak. 6. (Eksiği) Karşılamak. 7. (Sous l'émotion, il se mit à balbutier, puis à
Denkleştirmek, dengelemek (Balancer un pleurer). 2. gçl. Mırıldanmak, anlaşılmaz biçimde
budget, les payements). 8. Balancer gsz. söylemek (Balbutier une prière, des excuses. Le
Sallanmak (Le lustre balançait dangereusement). bébé balbutie déjà quelques mots).
9. gsz. Duraksamak, kararsızlık içinde kalmak balbuzard er. hayb. Balık kartalı,
(Mon cœur balance). 10. gsz. Askıda kalmak, balcon er. 1. Balkon, tahtaboş. 2. argo. İri göğüsler,
sallantıda kalmak. 11. gsz. Kuşku ve kararsızlık karpuz gibi memeler,
içinde kalmak. 12. Balancer à f. qch: -mekte baldaquin er. Taht, sunak, karyola gibi şeylerde
duraksamak, tereddüt etmek (Il balance depuis tavan durumunda olmak üzere yapılan süslü
longtemps à prendre cette décision). § Se balancer: bölüm, tavanlık (Un lit à baldaquin: Tavanlıklı
1. Salıncakta sallanmak (Les enfants se karyola).
balançaient dans le jardin). 2. Sallanmak (Se baleine diş. 1. Balina (La pêche à la baleine). 2.
balancer sur ses jambes, sur sa chaise). 3. Birbirine Yakalara takılan balina. § Baleine à bec: Gagalı
denk gelmek (Les forces en présence se balancent) balina. Baleine à bosse: Kambur balina. Baleine
4. S'en balancer, se balancer de qch: hlk. blanche: Beyaz balina. Baleine noire: Buzul
Umursamamak, aldırmamak, vız gelmek (Je balinası. Rire comme une baleine: hlk. Kah kah
m'en balance. Les femmes s'en balancent). kah gülmek; kahkahalar savurarak gülmek,
balancier er. 1. Bir makinanın devinimini dengeli otuziki dişiyle gülmek,
tutmaya yarayan sarkaç, yay, çark, saat maşası baleiné,e s. Balinalı, balina takılmış (Col baleiné).
gibi devingen düzengeç; "rakkas, 'dengelik (Le baleineau er. Balina yavrusu,
balancier d'une horloge). 2. İp cambazlarının baleinier er. Balina (avlama) gemisi,
kullandığı denge sırığı, terazi. 3. Sikke basma baleinier,ière s. Balinaya değgin (L'industrie
makinası. 4. Terazici. baleinière).
balançoire diş. 1. Salıncak. 2. Tahterevalli, baleinoptère er. Fin balinası,
çıngıldak. 3. mec. tkz. Saçma, boş lakırdı, maval balès, balèze s. ve ad. Kocaman, iriyarı adam (Un
(Raconter des balançoires). balèze quipouvait lancer lepoids à quinze mètres).
balandre diş. Irmak kayığı, peleme, balèvre diş. 1. Alt dudak. 2. ç. Dudaklar, kocaman
balayage er. Süpürme (Le balayage d'une chambre, dudaklar. 3. mim. Çapak, tırnak; bir duvarda bir
des voies publiques). taşm öbür taş üzerine taşan parçası,
balayer gçl. 1. Süpürmek (Balayer les ordures, la balisage er. 1. İşaret şamandrası yada kayığı dikme;
poussière, la neige). 2. Alıp götürmek, önüne işaret ışığı koyma (Le balisage d'une route, d'un
katıp sürüklemek (Le vent balaie les nuages). 3. aérodrome). 2. İşaret şamandralan yada
Kovmak, dışarı atmak, temizlemek (Balayer les kayıkları.
ennemis). 4. Temizlemek, ortadan kaldırmak, balise diş. 1. İşaret şamandrası, işaret kayığı. 2.
kökünü kazımak (Balayer les résistances, les ' İşaret ışığı (Disposer des balises le long d'une
obstacles, les préjugés, les soucis). piste). 3. Tespihagacı meyvesi,
balayette diş. Küçük süpürge, baliser gçl. İşaret şamandrası, işaret kayığı, işaret
balayeur er. Çöpçü, süpürücü, temizlik işçisi, ışığı koymak (Baliser un port, une route, un
balayeuse diş. 1. Süpürücü kadın, kadın çöpçü. 2. aérodrome). § Etre balisé de qch: mec. -ile
Yol süpürme arabası, *süpürgeç. 3. Etek süslenmek, donanmak (Quelques champs célestes
dantelası, etek farbelası. balisés d'étoiles).
balayures diş. ç. Süprüntü. baliseur er. 1. İşaret dikicisi. 2. İşaret şamandrası
balbutie (balbysi] diş. 1. Dil dolaşması, dili dolaşma. yerleştiren gemi.
2. Mırıltı. balisier er. bitb. Tespihağacı.
balbutiement er. 1. Mırıldanma, kendi kendine baliste diş. 1. Mancınık. 2. er.hayb. Çotira balığı,
anlaşılmaz bir şeyler söyleme (Le balbutiement balisticien er. Balistik uzmanı.
balistique 134 balnéaire
balistiques. 1. Balistik (Machine balistique, engin birbirinin üstüne atmak. 3. Angaryayı birbirine
balistique). 2. diş. ask. 'Atışbilim. yüklemeye çalışmak. A vous la balle: Bu söz
balivage er. Orman kesiminde, yetişmek üzere sizedir. Bu iş yada söz size düşer. Ça fait ma balle:
bırakılacak ağaçların belirtilmesi, tkz. İşime gelir,
baliveau er. Orman kesiminde, yetişmeye bırakılan ballerine diş. 1. Balerin, bale yapan kadın. 2. Bale
ağaç. ayakkabısını andıran kadın pabucu,
baliverne diş. Saçma, boş lâf (Il s'amuse à des ballet er. 1. Bale (L'opéra donne un spectacle de
balivernes au lieu de travailler). § Dire des ballet). 2. Yoğun etkinlik (Ballet diplomatique).
balivernes: Saçma sapan konuşmak, ballon er. 1. Top (Ballon de basket-ball, de
baliverner gsz. Saçmalamak, saçma sapan sözler football). 2. Balon (Marchandde ballons. Ballon
söylemek. qui s'envole). 3. Yuvarlak bardak. 4. Yuvarlak
balkanique s. Balkanlara değgin, Balkanlılara ' tepe (Le ballon d'Alsace). 5. argo. Kıç, arka.
değgin; balkan (Langues balkaniques). Göbek. § Ballon d'essai: 1. Yelin yönünü
balkanisation diş. Bölme, parçalama, birbirine saptamak için kullanılan balon. 2. Nabız
düşürme (La balkanisation du continent noir). yoklaması (L'opposition prétendait voir dans la
ballade diş. 1. Küçük bir koşuk biçimi, balad. brochure un ballon d'essai). Avoir le ballon: argo.
(Ballade des pendus: de Villon). 2. Bir çeşit Gebe olmak, karnı şiş olmak. Descendre au
koşuklu masal. 3. Bir tür şarkı; bu şarkının ballon: argo. Kodesi boylamak. Etre dans le
eşliğinde oynanan oyun. ballon: argo. Kodeste olmak. Faire ballon: argo.
ballant,e s. Sallanan, sallayarak, sallanır (Il s'est Hava almak, eli boş dönmek. Jouer au ballon:
assis surla rambarde du pont, les jambes ballantes, Top oynamak. Se remplir le ballon: Kanuni
à regarder les pêcheurs). § Bras ballants: Elini doyurmak, bir şeyler atıştırmak,
kolunu sallayarak (Venir brds ballants. Regarder ballonné,e s. Kabarık, şişik, şişkin (Jupe
bras ballants). ballonnée). § Avoir le ventre ballonné: (Gazdan)
ballant er. Sallantı, sarsıntı (Une voiture chargée en Karnı şişmek, karnında şişlik olmak,
hauteur a du ballant). balonnement er. (Gazdan) Karın şişmesi, şişlik,
ballast er. 1. "Balast, 'kırma taş (Placer du ballast şişkinlik.
sur une voie de chemin de fer). 2. Denizaltının ballonner gçl. 1. Şişirmek, kabartmak (Le vent
dalış sırasında su doldurulan deposu. 3. ballonne leurs manteaux). 2. Şişlik yapmak,
(Elektrik) Devrede akımı düzenleyen direnç, karnını şişirmek (Les fourrages verts ballonnent
balast. les bestiaux).
ballastage er. 1. Kırma taş döşeme. 2. Safra ballonnet er. Baloncuk, küçük balon,
deposunu doldurarak yada boşaltarak gemiyi ballon-sonde er. Deneme balonu,
dengeleme. ballot er. 1. Küçük balya, küçük denk. 2. hlk.
ballaster gçl. 1. Kırma taş döşemek. 2. Safra Abullabut. 3. argo. Aptal, enayi. 4. s. hlk.
deposunu doldurarak yada boşaltarak gemiyi Aptalca, aptalca yapılmış (Ça, c'est ballot).
dengelemek, ballottage er. Adaylardan hiç birinin gerekli
ballastüre diş. Kırma taş ocağı, çoğunluğu sağlayamaması dolayısıyla seçimin
balle diş. 1. Mermi, kurşun (Balle de revolver, de sonuçsuz kalması, "balotaj (Plusieurs
fusil. Balle dum dum). 2. Top (Balle de tennis, de personnalités se trouvent en ballottage dans leur
ping-pong, de golf). 3. hlk. Para, lira (J'aipayé300 circonscription).
balles pour ce manteau). 4. hlk. Yüz, surat (Avoir ballottement er. Çalkalanma, sallanma, sarsılma
une grosse balle, une bonne balle). S. Balya, denk (Le ballottement du train).
(Faire une balle de coton; défaire une balle de ballotter gçl. 1. Sallamak, sarsmak (La voiture nous
café). § Enfant de la balle: Babasının mesleğini ballotte durement). 2. gsz. Sallanmak, oynayıp
tutan kişi. Une balle perdue: Serseri kurşun. durmak (La valise n'est pas pleine et l'on entend
Envoyer un coup de balle à qn: -e bir kurşun une bouteille qui ballotte). § Etre ballotté entre:
sıkmak. Couper une balle: Topu kesmek. Jouer à -arasmda bocalamak; bir -i, bir -i düşünmek (Je
la balle: Top oynamak. Prendre, saisir la balle au suis ballotté entre Tappréhension et la joie quand
bond: Fırsatı hemen yakalamak. Renyover la je pense à notre rencontre. Il est constamment
balle: Cevabı yapıştırmak. Tomber, être criblé de ballotté entre son père et sa mère).
balles: Kurşunla delik deşik olmak. Se renyover la balnéaire s. Deniz banyosu ile ilgili (Station
balle: 1. Ağız tartışması yapmak. 2. Sorumluluğu balnéaire: Denizli kent; kumsallı yer).
mlnéation 135 banche
balnéation diş. Kaplıca tedavisi, Mettre qn au ban: Birini sürgüne yollamak yada
balnéothérapie diş. Kaplıca tedavisi, gözaltına almak. Mettre qn au ban de: Birini -in
balourd, es. ve ad. Hödük; aptal, gözünden düşürmek (On cherche à me mettre au
balourdise diş. 1. Hödüklük, kabalık, aptallık (Ilest ban de la société. Ce scandale l'a mis au ban de
d'une balourdise étonnante). 2. Pot, gaf, çam l'opinion publique). Ouvrir, fermer le ban: ask.
devirme (Faire des balourdises). Bir töreni boru ve trampetler çalarak açmak,
balsamier er. Belsem ağacı, kapamak. Rompre son ban: Sürgünden kaçmak,
balsamifère s. Belsemli; kokulu reçine çıkaran, banal,e s. 1. Herkesin kullandığı, önemsiz,
balsamine diş. bitb. Kınaçiçeği. ortamalı, beylik (Proposbanals: Beyliksözler). 2.
balsamiques, ve ad. 1. Belsemimsi (Drogue, pillule Bayağı, düşük (Une vie banale, une plaisanterie
balsamique). 2. Belsemim (Un balsamique). banale). 3. Derebeyine ait (Fours, moulins
balte s. ve ad. Baltıklı; Baltık denizine değgin (Les banaux).
pays baltes. Un balte). banal er. Bayağılık; beylik şeyler (J'ai horreur du
balthazar, balthasar er. Onalti normal şişelik büyük banal).
şampanya şişesi. banalement bel. Bayağıca,
aluchon, balluchon er. 1. Çöp sandığı. 2. hlk. Pılı banalisation diş. Bayağılaştırma, orta malı kılma,
pırtı, çıkın, bohça. § Faire son balluchon: banaliser gçl. Bayağılaştırmak, kötü göstermek
Bohçasını derleyip gitmek, çıkıp gitmek, (Cette coiffure le banalise). § Se banaliser:
alustrade diş. Parmaklıklı korkuluk, tırabzan Bayağılaşmak; ortamalı olmak,
(Balustrade d'un balcon, d'une terrasse, d'un banalité diş. 1. (Eskiden) Derebeyinin olan fırın,
escalier, d'un pont). değirmen gibi bir şeyin herkesçe belirli bir ücret
alustre er. Tırabzan parmaklığı, ödenerek kullanılması zorunluğu, derebey hakkı.
alzan s. Sekili, sekisi olan (Une jument balzan). 2. Bayağılık (La banalité de la vie est à faire vomir
alzane dış. Seki (Un cheval bai avec des balzanes). de tristesse). 3. önemsiz, değersiz şeyler, bayağı
ambin, e ad. tkz. Küçük çocuk, yumurcak, sözler (Il ne débite que des banalités).
yavrucak. banane diş. 1. Muz. 2. ask. argo. Nişan, madalya. §
amboche diş. 1. Büyük boy kukla, iri kukla. 2. hlk. Glisser sur une peau de banane: Ufak bir kaza
Bücür, bastıbacak. 3. tkz. Eğlenti, yiyip içme, geçirmek,
°âlem. § Faire bamboche: Felekten bir gün bananeraie diş. Muz bahçesi,
çalmak; âlem yapmak, bananier er. 1. Muz ağacı. 2. Muz taşımaya özgü
bambocher gsz. tkz. Felekten bir gün çalmak, âlem gemi, muz gemisi. t
yapmak. banc er. 1. Sıra,"peyke (Banc d'école, de jardin). 2.
bambocheur, euse ad. Eğlence düşkünü, Sandalye (Banc des accusés). 3. Ayrıjan yer,
bambou er. Bambu, hint kamışı (Une case de bölüm (Banc des ministres à!Assemblée; banc des
bambou). $ Avoir le coup de bambou: 1. hlk. avocats). 4. Tezgâh (Banc de menuisier, banc de
Çıldırmak, keçileri kaçırmak. 2. Yorgunluktan tourneur). S. coğ. Yığın, katman (Banc de sable,
bitkin düşmek. § Attraper un coup de bambou: de vase, debrume, déglacé). 6 .yerb. Taş katmam.
tkz. Güneş çarpmasına uğramak, 7. Sürü, balık sürüsü, corum (Bancdepoissons, de
bamboula diş. 1. Zenci dansı. 2. er. Zenci davulu. $ morues, de harengs). § Banc d'essai: Deneme
Faire la bamboula: hlk. Âlem yapmak, yiyip içip yeri, deneme tezgâhı (On va mettre le moteur au
eğlenmek. banc d'essai. La locomotive est passée sur le banc
ban er. 1. Kamuya resmi bildiri. 2. (Bağ bozumu, 'd'essai). Etre sur les bancs: Öğrenci olmak,
orak, harman gibi) Tarım işleri için gün gösteren öğrenim yapmakta olmak,
bildiri. 3. Evlenme ilânı, kâğıt (Les bans sont bancable, banquable s. Bankaca kabul edilebilir,
affichés). 4. Silahlı kuvvet toplama. 5. Sürgün bankaca geçerli,
yada gözaltı. 6. Tempolu alkış (Un ban pour le bancaires. Banka işleriyle ilgili, bankaya değgin
vainqueur!). 7. Eskiden Hırvat sancak beylerine (Opérations bancaires, chèque bancaire).
verilen ünvan, ban. § Convoquer, appeler le ban et bancal,e s. 1. Çarpık bacakh, eğri bacaklı (Des
l'arrière-ban: Herkesi çağırmak, kimi varsa enfants bancals). 2. Ayakları eğri (Une table
çağırmak, her tabakadan adam toplamak. Etre au bancale. Meubles bancals). 3. mec. Sakat, çürük,
ban: Sürgün yada gözaltında olmak. Etre en çarpık (Idées bancales; un projet bancal).
rupture de ban avec qn, qch: -ile bütün bağlarınf banche diş. (Beton, kerpiç dökmek için) Kalıp
koparmak (Il est en rupture de ban avec sa famille). (Couler du béton dans des banches).
bancher 136 bannière
bancher gçl. (Beton, kerpiç) Kalıba dökmek (Bander un arc; bander ses muscles). 4. gsz. argo.
(Bancher du béton). Kamışı kalkmak, çadır kurmak,
banco 5. 1. (Bankalarda) Değişmez değerli (Florin banderille diş. Boğa güreşinde, boğanın ensesine
banco). 2. er. (Oyunda) Banko. § Faire banco: saplanan kurdeleli şiş.
Banko yapmak; ortadaki bütün paraları almak, banderillero er. Boğanın ensesine şiş saplayan
bancroche s. ve ad. Eğri bacakh (Cette vieille est güreşçi.
toute bancroche). banderole (Gemi direğine çekilen yada mızrak
bandage er. 1. Sargı sarma (Le bandage de la tête ucuna takılan) Şerit flama, elif. 2. Tüfek kayışı. 3.
d'un blessé). 2. Sargı (Le bandage a été mal fait, il Bandrol.
ne tiendra pas. Enrouler un bandage: Sargı bandière diş. Gemi direğinin tepesine çekilen
sarmak. Défaire un bandage: Sargıyı açmak). 3. bayrak.
(Lastikli tekerleklerde) Dış lastik; tekerlek* bandit er. 1. Haydut, eşkiya (Les bandits armés et
jantlanndaki madenî yada lastik kuşak (Bandage masqués ont attaqué les voyageurs sur la route). 2.
métallique d'une charrette. Bandage mec. Kötü adam, vicdansız, soyguncu (Ce
pneumatique). 4. (Silahlarda) Yay kurma, 5. commerçant est un bandit).
Kasık bağı. 6. Germe (Le bandage d'un arc, d'un banditisme er. Haydutluk, eşkiyalık (On assiste
ressort). depuis quelque temps à une recrudescence du
bandant, e s. tkz. Kamış kaldıran, cinsel istek veren, banditisme. Un acte de banditisme).
bande diş. 1. Sargı (Mettre une bande autour d'une bandoulière diş. Omuzdan geçme, silah yada çanta
plaie). 2. Şerit (Bande d'un magnétophone). 3. kayışı. § En bandoulière: Omuzdan geçirerek,
Belirtme çizgisi, kenar şeridi (Bandes d'une çaprazlamasına (Mettre un fusil en bandoulière.
chaussée. Bande d'un bandeau). 4. Kuşak Porter un appareil photographique en
(Manteau rallongé d'une bande de fourrure). S. bandoulière).
(Gemi için) Yana yatma. 6. Bilardo masasının banjo er. Bir tür kitara.
kenarı (Toucher la bande). 7. Film, film şeridi bank-note diş. İngiliz banknotu; kâğıt para,
(Passer une bande comique. La bande a sauté). 8. banknot.
Çete (Une bande de voleurs, bandes armées, banlieue diş. *Yörekent, "banliyö (Train de
bandes rebelles). 9. Takım, klik, grup (Je ne suis banlieue. Une maison en banlieue).
pas de leur bande. Une bande d'écoliers). 10. banlieusard, e s. vead. tkz. Yörekentli; yörekentte
Derinti, "güruh (Une bande de buveurs). 11. Sürü oturan kişi (Chaque matin, des banlieusards
(Une bande de loups). § Donner de la bande: viennent travailler à Paris).
(Gemi) Bir yanına yatmak (Bateau qui donne de la banne diş. 1. Kömür arabası. 2. Büyük kamış sepet.
bande). Faire bande à part: Arkadaşlarından 3. Tente, gölgelik,
ayrılmak, sürüden aynlmak. Mettre à la bande: banner gçl. Tente ile örtmek,
(Gemiyi) Bir yana yatırmak, banneret er. (Derebeylik günlerinde)
bandé,e s. 1. Bağlı, bezle bağlanmış (Les yeux Gerektiğinde, bayrak açıp asker toplayan tımar
bandés). 2. Sargılı, sarılı (Main bandée). sahibi.
bandeau er. 1. Alın bağı, çatkı, kaşbastı (Retenirses banneton er. 1. Kulpsuz kamış sepet. 2. Tahta livar,
cheveux avec un bandeau). 2. Göz bağı. 3. mec. bannette diş. Sepetçik.
Göz perdesi (Arracher le bandeau de qn: -in banni,e s. ve ad. 1. Sürgün, yurdundan sürülmüş
gözündeki perdeyi kaldırmak. Avoir un bandeau (Rappeler les bannis). 2. Uzaklaştırılmış,
sur les yeux: Gözü bağlı olmak, yanını yöresini kovulmuş, atılmış,
görmemek, körelmek). 4. Yapıların yüzlerini bannière diş. 1. Derebeylik bayrağı. 2. Dernek,
yada bir kemeri saran genişçe, düz ve az taşkın birlik gibi kurumların özel bayrağı (La fanfare
silme; sarak. 5. ç. Ortadan ayrılarak yanlara suivait derrière la bannièreportée fièrement parles
yatırılmış saç. § Bandeau royal: Krallık çatkısı, fils du pharmacien). 3. Bir geminin uyrukluğunu
krallık tacı. gösteren bayrak; bandıra. 4. hlk. Gömlek (Se
bandelette diş. 1. Şerit. 2. (Mimarlıkta) Şerit silme. balader en bannière: Gömlekle dolaşmak). S.
3. Sargı (L'archéologue défit avec précaution les Birçoklarının katıhp savundukları düşünü,
bandelettes de la momie). bayrak (La jeunesse marche sous la bannière de cet
bander gçl. 1. (Sargı ile) Sarmak (Bander un bras écrivain). § Combattre, marcher, se ranger sous la
blessé). 2. Bağlamak (Ils ont bandé les yeux du bannière deqn: -in bayrağı altında toplanmak; -ile
condamné avant de le fusiller). 3. Germek birlik olmak; -ile birlikte savaşmak. Arborer,
bannir 137 baratiner
bulaştırmak. 5. Barbouiller qch de: -e bulamak; barillet er. 1. Küçük varil. 2. Silindir kutu. 3.
-içinde bırakmak (L'enfant a barbouillé son visage Tabanca topu.
de chocolat, de confiture). 6. Bulandırmak barillier er. Varilci, fıçıcı.
(Barbouiller le cœur, l'estomac). § Avoir bariolage er. Alacalık; alaca bulaca renkler (Le
l'estomac barbouillé: Midesi bulanmak. Avoir le bariolage des acteurs travestis en sauvages).
cœur barbouillé: İçi bulanmak, fenalaşmak, bariolé,e s. Alacalı, alaca bulaca.
barbouilleur er. 1. Boyacı. 2. mec. Kötü ressam. 3. barioler gçl. Alacalı bulacalı yapmak, renk renk
mec. Kötü yazar. 4. mec. Geveleyici, kemkümcü, boyamak (Les enfants s'amusent à barioler leurs
ne dediği anlaşılmayan kişi. cahiers de dessins).
arbouze diş. 1. Sakal. 2. Gizli ajan, çaşıt, bariolure diş. Alacalık, alaca bulacalık.
barbu,e s. ve ad. 1. Sakallı (L'enfant n'aimait pas barlong,ue s. Bir yanı öbüründen uzun.
embrasser les joues barbues de son grand-père). 2. barman er. "Barmen, bar tezgâhtarı, *sunman.
ad. Sakallı adam. 3. Bizdeki "Mehmetçik" gibi baromètre er. Basınçölçer, "barometre,
Fransız erlerine verilen genel ad. barométrique s. Basınçölçerle ilgili (Pression
barbue diş. hayb. Çivisiz kalkanbalığı. barométrique; variations barométriques).
barcarolle diş. Gemici türküsü, barkarol, baron er. 1. Baron. 2. argo. Kodaman, ağababa
barcasse diş. Dibi düz mavna, (Les barons de la presse, de l'industrie). 3. Koyun
bard er. Yük teskeresi; el teskeresi, yada kuzunun belden aşağısı, iki budu (Baron
barda er. 1. Er eşyası. 2. hlk. Yol eşyası, kalabalık d'agneau).
eşya (Il va falloir charger tout ce barda sur le toit de baronne diş. Baron karısı,
la voiture). baronnie diş. Baronluk.
bardane diş. Dulavratotu, pıtrak, baroque s. ve ad. 1. Tuhaf, acaip; düzensiz, çarpuk
barde er. 1. Kelt ozanı. 2. Ozan. 3. diş. At zırhı. 4. çurpuk (Il a eu l'idée baroque de me téléphoner à
diş. Domuz yağı dilimi. § A toute barde: Son une heure du matin). 2. (Sanatta) Barok
süratle, bütün hızıyla (Aller à toute barde). biçeminde (Eglise baroque. Style baroque en
bardeau er. Tahta kiremit (Un toit de bardeaux). peinture, en musique. 3. er. Barok,
barder gçl. 1. Zırh geçirmek, zırhlamak (Barder un baroud er. hlk. Savaş (Aller au baroud). § Baroud
cheval). 2. Kızartmak için domuz yağına bulamak d'honneur: Yenileceğini bile bile, onurunu
(Barder une volaille). 3. El teskeresi ile taşımak. kurtarmak için yapılan mücadele; iş olsun diye
4. gsz. Kavga çıkmak, hır gür olmak, işin boku girişilen savaş (Il savait que son adversaire aux
çıkmak (Ça va barder. Ça a bardé. S'il se met en éléctions l'emporterait, mais il livra cependant un
colère, ça va barder). § Etre bardé de qch: 1. -ile baroud d'honneur).
kaplı olmak (La porte était bardée de vieilles baroudeur er. Savaşsever; kavgadan hoşlanan,
serrures rouillées). 2. -ile dolu olmak; dolup barouf [barufj er. hlk. Şamata, gürültü patırtı (Ils
taşmak (Sa poitrine est bardée de décorations). ont fait un de ces baroufs, ils ont dansé jusqu'au
Etre bardé contre qch: -e karşı iyice donanmış matin). § Faire du barouf: Şamata etmek, bağırıp
olmak, tedbirli olmak, direnebilecek durumda çağırarak protesto etmek,
olmak (Je suis bardé contre les maladies, les barque diş. Kayık, sandal (Faire une promenade en
trahisons). barque). § Mener, conduire la barque: -in sözü
!>ardeur er. Teskereci. geçmek; dümen -in elinde olmak (C'est moi qui
bardot, bardeau er. 1. Katır, 2. Yük hayvanı, mène la barque: Benim sözüm geçer burada).
barème er. 1. Fiyat ve tarifeleri gösterir çizelge (Le •Mener bien sa barque: İşini yürütmesini bilmek,
barème des tarifs des chemins de fer). 2. Barem, işini iyi yürütmek, dümenine bakmak,
ölçü (Le barème des salaires. Le barème de notes). barquette diş. 1. Küçük kayık. 2. Bir tür pasta, turta
barg tdiş. 1. Dibi düz tekne. 2 . D e n i z ç u l l u ğ u . (Barquette aux fraises).
barguignage er. Kararsızlık, barrage er. 1. Engelleme, kesme, tıkama
barguigner gsz. Kararsızlık içinde olmak, (L'artillerie effectue un tir de barrage pour
duraksamak, "tereddüt göstermek (Il a tout empêcher l'ennemi d'avancer). 2. Çit, engel (La
acheté sans barguigner). voiture a franchi le barrage de police). 3. Su bendi,
baricaut er. Küçük fıçı. büğet, bağlağı, "baraj (Construire un barrage sur
baril er. 1. Varil ( Un barilde vin). 2 .mec. Fıçı (Baril un fleuve). § Faire barrage à qch: -i engellemek
de poudre: Barut fıçısı). (Faire barrage à l'expansion économique d'un
barillage er. Varile doldurma, fıçılama. pays concurrent).
barre 140 bas
barre diş. 1. Çubuk (Barre de fer). 2. Sopa. 3. insurgés se sont barricadés dans les locaux de la
Tırkaz. 4. Kum yada kaya seti. 5. (Teknik faculté). 2. Çekilmek, kapanmak (Il s'est
aygıtlarda) Kol. 6. Dümen yekesi. 7. (Yazıda) barricadé dans sa chambre).
Bacak. 8. Çizgi (Tirer deux barres sur un chique). barrièrediş. 1. (Bir yerden geçmeyi engellemek için
9. (Yargı salonlarında) Bölme parmaklığı. 10. kullanılan) Engel parmaklığı (La barrière d'un
Atın kesici dişleri ile öğütücü dişleri arasındaki jardin, d'un champ). 2. Geçit vermeyen doğal
aralık, gem yeri. 11. Cimnastikçubuğu (Exercices engel, pekent (Les montagnes forment une
à la barre; barre fixe). 12. Tutsak almaca oyunu barrière infranchissable). 3. Büyük engel, duvar
(Jouer aux barres). 13. (Atlama sporunda) Çıta (La différence de fortune constitue entre eux une
(Franchir la barre. Faire tomber la barre). § Avoir, barrière insurmontable). § Mettre une barrière à
prendre barre sur qn: -üzerinde üstünlük qch: -e engel olmak (J'ai mis une barrière à ses
sağlamak; -e karşı daha üstün durumda olmak projets).
(Par son intelligence, ilabarre sur ses camarades). barrique diş. Çok büyük fıçı (Mettre du vin en
Donner un coup de barre: Birdenbire yön barrique). § Etre gros comme une barrique: Fıçı
değiştirmek (L'entreprise sombrait dans le gibi, duba gibi olmak; çok şişman olmak. Etre
désordre; il donna un coup de barre pour redresser plein comme une barrique: Tıka basa yemek,
la situation compromise). Paraître à la barre: karnı davul gibi şişmek,
Yargıç karşısına çıkmak. Tenir la barre: Dümeni barrir gsz. (Fil ve gergedan) Bağırmak,
elinde tutmak; işi yönetmek, barrissement, barrit er. (Fil yada gergedan)
barreau er. 1. Küçük çubuk. 2. Parmaklık (Les Bağırma (L'éléphant pousse un long
barreaux d'une fenêtre, d'une prison). 3. (Yargı barrissement).
salonunda) Avukatlara aynlan yer. 4. Avukatlık bartavelle diş. Kınalı keklik,
'savunmanlık; savunmanlar sınıfı; "baro (Entrer barycentre er. mat. Ağırlık merkezi, * ağırlık özeği.
au barreau, s'inscrire au barreau). barymétrie<% Ağırlıkölçüm.
barrement er. Bir çeki çizme, çeki karalama, baryte diş. Baryum oksiti, barit.
barrer gçl. 1. Tırkazlamak, sürgülemek (Barrer une barytine diş. kim. Baritin.
porte). 2. Kesmek, tıkamak, kapamak (Barrer baryton er. müz. 1. Bariton; basodan az ince ses
une route, une rue). 3. Çizmek, üstünü çizmek, (Une voix de baryton). 2. Basso ile alto arasında
karalamak (Barrer un chèque, un mot). 4. Barrer ses veren pistonlu bir tür ağız çaigısı. 3. Bariton
qn: -in yolunu tıkamak, yükselmesine, başarısına sesli sanatçı (Un baryton de l'opéra).
engel olmak (Le chef de service cherche toujours à baryum er. Baryum,
barrer cet employé). S. Yönetmek, dümeni elinde barzoï er. Uzun tüylü Rus tazısı,
tutmak (C'est un petit garçon qui barre bas,se s. 1. Alçak (Un mur bas). 2. Aşağı (Leplus
l'embarcation). 6. gsz. Dümende olmak, dümeni bas degré). 3. Bayağı, "âdi, aşağılık (Un sentiment
yönetmek. § Barrer la route à qn: -in yolunu bas). 4. Alt (Les branches basses d'un arbre). 5.
kesmek (Trois bandits lui ont barré la route). § Se Basık (Un plafond bas). 6. Alçalmış, inmiş (Le
barrer: tkz. Kaçmak, tüymek (Il m'a dit que sa fleuve est bas). 7. Sığ (La mer est basse en cet
femme s'était barrée). endroit) ,8.Zamanlabozulmuş, bozuk, düşük (Le
barrette diş. 1. Küçük takke, üç yada dört köşeli bas latin). 9. İngin (Les nuages sont bas). 10.
papaz takkesi. 2. Bir tür süs iğnesi (Une barrette de Kalın, baso (Une voix basse). 11. Hafif, alçak (Il
diamants). 3. Toka, saç tokası. § Recevoir la s'est exprimé sur un ton très bas). 12. Aşağı (La
barrette: Kardinal seçilmek, basse Seine, les basses Alpes). § Chambre basse:
barreur er. (Küçük teknelerde) Dümenci, İngiltere'de Avam Kamarası. Le bas peuple:
barricade diş. 1. Barikat (Dresser, élever des Ayak takımı. A prix bas: Ucuza, düşük fiatla
barricades). 2. ç. Devrim, iç savaş (La monarchie (Acheter, vendre à prix bas). A voix basse: Alçak
de Juillet était née sur les barricades). § Etre de sesle (Parler à voix basse). Au bas mot: En
l'autre côté de la barricade: Karşı yandan olmak, azından, en düşük bir değerlendirmeyle (Cela
hasım olmak, vaut un million, au bas mot). Avoir la vue basse:
barricader gçl. 1. Kapamak, tıkamak (Barricader Uzağı iyi görememek, miyop olmak. Avoir
une route avec des arbres abattus). 2. l'oreille basse: Süngüsü düşük olmak, süklüm
Tırkazlamak, sıkıca "kapamak (Barricader une püklüm olmak. Faire main basse sur qch: Bir şeye
porte, une fenêtre). § Se barricader: 1. Barikat el koymak, zorla almak. Faire des messes basses:
kurup arkasına sığınmak, siperlenmek (Les Fiskos etmek; pis pis konuşmak. Marcher la tête
bas 141 baser
quelque part: Bir yerde üslenmek (Avions basés bassette diş. Bir tür iskambil oyunu,
sur un porte-avions). § Se baser sur qch: -e bassin er. 1. Leğen (Bassin de métal. Bassin à laver
dayanmak ("Sur quoi se basent-ils pour agir ainsi?). les mains). 2 Kefe (Bassins d'une balance). 3.
bas-fond er. 1. Çukur, ingin yer (Un bas-fond Havuz (Bassin pour la natation). 4. coğr. Havza
marécageux). 2. Sığ, sığ yer (Le navire s'est échoué (Bassin minier; Bassin parisien). S. anat. Kalça
sur un bas-fond près de l'île). 3. ç. Aşağı tabaka, (Os du bassin. Le bassin est plus large chez la
ayak takımı (Les bas-fonds de la société). femme que chez l'homme). 6. (Denizcilikte)
basicité diş. kitn. Bazlılık, bazlık niteliği (Degré de Gemilerin demirleme yeri; havuz (Le paquebot
basicité). est entré dans le bassin).
basilic er. 1. bitb. Fesleğen. 2. hayb. Bir tür bassinant,es. hlk. Kafa ütüleyen, can sıkan,
Amerika kertenkelesi. 3. Bakışıyla insanı bassine diş. Leğen, lenger (Laver la vaisselle dans
öldürdüğü anlatılan bir masal ejderi. § Yeux de une bassine).
basilic: 1. Öfkeli gözler, kötü kötü bakan gözler. bassiner gçl. 1. Tandırla ısıtmak (Bassiner un lit). 2.
2. Kolun önyüzündeki en kalın toplardamar, Hafifçe ıslatmak, tav vermek (Ma mère me
basilique diş. 1. Büyük kilise, bazilika, Ortaçağ bassinait le visage) .3. hlk. Canını sıkmak, kafasını
sonlarındaki Hıristiyan kilisesi, şişirmek (Tu me bassines avec ton amour. Il nous
basin er. Pazen. bassine à nous raconter toujours ses exploits
basique s. kim. 1. Bazal, bazik. 2. Temel (Le personnels).
français basique). bassinet er. 1. Küçük leğen. 2. (Eski silahlarda)
basket-ball er. Sepettopu, basketbol (Jouer au Falya. 3. anat. (Böbrekte) Havuzcuk. 4. mec.
basket-ball). Çıkın, para çıkını. § Cracher au bassinet:
basketteur, euse ad. Sepettopu oyuncusu, İstemeye istemeye para vermek,
"basketbolcu, basketçi. bassinoire diş. 1. Yatak tandırı. 2. hlk. Can sıkıcı
basoche diş. hlk. Hukukçular takımı, adam, kannağrısı (Quelle bassinoire!: Amma da
basque diş. (Giysilerde) Etek (Les basques de sa can sıkıcı adam ha!).
jaquette flottaient derrière lui). § Etre toujours bassiste er. müz. Kontrbas çalan, kontrbasçı,
pendu aux basques de qn: -in eteğine yapışmak; basson er. müz. Flüt türünden üfleme çalgıların en
-in ardından bir saniye ayrılmamak (Ne sois donc kalın seslisi, fagot,
pas toujours pendu à mes basques). baste, bast ! ünl. Adam sen de; aldırma, kulak asma,
basques, vead. 1. Bask. 2. er. Bask dili. § Tambour boş ver.
de basque: Tef. Parler le français comme un baste er. 1. Sinek birlisi. 2. Küfe.
basque espagnol: Fransızcayı çok kötü bastille diş. 1. (Ortaçağda) Hisar. 2. (Büyük B ile)
konuşmak, Paris'in 1789'da. halk tarafından yıkılan ünlü
bas-relief er. Alçak kabartma, zindanı ( Prise de la Bastille). 3 .mec. Buyurganhk,
basquet er. Kafesli yemiş sandığı, diktatörlük, keyfî yönetim (Les nouvelles bastilles
basse diş. müz. 1. Bas, basso (Une basse de seront détruites comme l'a été la Bastille elle-
l'opéra). 2. (Denizde) Sığhk. même).
basse-contre diş. müz. 1. En kahn bas sesi. 2. En bastingage er. (Gemilerde) Küpeşte (Appuyée sur
kalın sesli yaylı çalgı; en kalın sesli üfleme çalgı, le bastingage, elle agitait un mouchoir).
basse-cour diş. 1. Kümes (Animaux de basse-cour). bastion er. 1. (Kalelerde) Burç. 2. mec. Kale
2. Kümes hayvanları (Toute la basse-cour vient (L'Espagne est le bastion du catholicisme).
picorer). bastonnade diş. Dayak, sopa (Recevoir une
basse-courier, ère ad. Kümes bakıcısı, bastonnade. Donner une bastonnade. La peine de
basse-fosse diş. Yeraltı zindanı, la bastonnade).
bassement bel. Bayağıca, alçakça, aşağılık bir bastos[bastos]er. argo. Kurşun, mermi,
biçimde. bastringue er. hlk. 1. Kıvır zıvır, değersiz eşya
bassesse diş. Bayağılık, aşağıhk, alçaklık. § Faire (Enlève tout ce bastringue qui encombre le couloir
des bassesses à qn: -e dalkavukluk etmek, et empêche de passer). 2. Rahatsız edici gürültü;
yaltaklanmak, yaltaklık etmek, bağırtı çağırtı (Toute la nuit, il entendit de sa
basset er. Kısa eğri bacaklı bir köpek. § Cor de fenêtre un bastringue infernal). 3. Kır meyhanesi;
basset: Bir tür eğmeçli klarinet. halk eğlencesi; halk dansevi.
basse-taille diş. müz. Bariton ile bas arası ses ve bas-ventre er. Göbek altı.
böyle sesi olan sanatçı. bat er. (Kimi top oyunlarında kullanılan) Çomak.
bât 143 bâtisseur
bât er. Semer. § Savoir, sentir où le bât le blesse: bateler gsz. Meydan oyunculuğu yapmak,
Derdin nerde olduğunu bilmek; zayıf noktasını hokkabazlık yapmak, soytarılık yapmak,
bilmek (C'est là où le bât le blesse: Derdi burada batelet er. Küçük gemi.
işte; zayıf noktası burası). bateleur, euse ad. Cambaz, hokkabaz, soytarı;
bataclan er. tkz. 1. Kıvır zıvır, değersiz eşya (Range meydan oyuncusu,
un peu tout ce bataclan qui embarrasse la pièce). 2. batelier,ère ad. Kayıkçı, gemici,
Gerisi; geri kalan şeyler (Et tout le bataclan). batellerie.<% 1. Kayıkçılık, mavnacılık. 2. Bir
bataille diş. 1. ask. Savaş, savaşma, "muharebe, ırmak üzerinde işleyen teknelerin topu.
(Bataille terrestre, navale, aérienne). 2. Kavga, bâter gçl. Semer vurmak, semerlemek (Bâter un
mücadele, savaşım (La vie est une bataille sans mulet).
trêve). 3. Şiddetli tartışma; tartışma (La bat-flanc er. 1. Ahırlarda hayvanları birbirinden
publication de ce roman a donné lieu à une bataille ayıran bölme yada sınk, araltı, böğürdöven. 2.
d'idées). 4. Bir tür iskambil oyunu (Jouer à la (Koğuşlarda) Tahta bölme,
bataille). § Bataille rangée: Meydan savaşı. bath s. hlk. Çok güzel, kıyak (Tu as un bath
Champ de bataille: Savaş alanı, "muharebe costume. Elle est bath. C'est bath d'avoir un long
meydanı. Gagner, perdre une bataille: Bir savaşı congé).
kazanmak, yitirmek. Remporter, gagner une bâti er. 1. Bir marangoz işinin çatılmış durumu,
bataille sur qn: -e karşı bir savaş kazanmak, çatma. 2. Bir makinanın üzerinde kurulmuş
batailler gsz. 1. Savaşmak; çok çaba göstermek (II bulunduğu çatı, destek. 3. Giysilerin teyelle
m'a fallu batailler pour gagner ma vie). 2. Kavga tutturulmuş durumu, çatma. 4. Teyel dikişi,
etmek (Des enfants bataillaient à la sortie de la bâti,es. 1. Üstüne bina yapılmış (Propriété bâtie). 2.
classe). 3. Batailler pour: -için didinmek, Yapılmış, oluşmuş. § Bien bâti: Yakışıklı, ağzı
savaşmak (Il bataille pour ses idées. J'ai bataillé yüzü düzgün. Mal bâti: Çirkin, eciş bücüş,
pour leur faire entendre raison). 4. Tartışmak, batifolage er. Çocukça şakalar yapma; şakalaşıp
çekişmek. eğlenme; dalga, gırgır,
batailleur,euse s. ve ad. Kavgacı, çekişici (Il a un batifoler gsz. Çocukça şakalar, saçmalıklar
caractère batailleur. Un batailleur). yapmak; şakalaşıp eğlenmek, gırgır yapmak,
bataillon er. ask. Tabur. § Un bataillon de: Bir sürü dalga geçmek (Vous avez assez batifolé comme ça;
(Il a un bataillon d'enfants). passons à des choses sérieuses).
bâtard,e s. ve ad. 1. Piç (Un enfant bâtard. Un batifoleur,euse ad. Şakayı, eğlenmeyi, dalga
bâtard). 2. Soysuzlaşmış, bozulmuş (Une race geçmeyi seven, dalgacı, matrak,
bâtarde). 3. (Hayvanlarda) Kırma (Un chien batik er. Batik.
bâtard de caniche et de barbet). 4. (Mimarlıkta) bâtiment er. 1. Yapı, "bina (Les bâtiments publics;
Melez. 5. Belirli olmayan, açık olmayan (Une les bâtiments d'une faculté, d'une ferme). 2. Yapı
solution bâtarde). 6. Kısa francala (Un pain işleri, yapı sanayi. 3. Gemi, büyük tonajlı gemi. §
bâtard; un bâtard). Etre du bâtiment: O topluluktan olmak, o
bâtardise diş. 1. Piçlik. 2. Soysuzluk. 3. Melezlik, meslekten olmak; usta olmak, o işten çakmak,
batavia diş. Bir tür marul, bâtir gçl. 1. Yapmak, kurmak (Bâtir une maison. Se
bâté,e s. Semerli. § Ane bâté: Kara bilisiz; "kara faire bâtir une villa). 2. Sağlamak, yapmak (Bâtir
cahil; aptal. une fortune immense par des moyens
bateau er. 1. Gemi (Bateau à vapeur, bateau à malhonnêtes). 3. Teyelleyip çatmak (Bâtir une
voiles. Bateau de pêche, bateau de commerce, robe). 4. Bâtir qch sur qch: Bir şeyi -e
bateau de sauvetage). 2. Dil pelesengi, durmadan dayandırmak; -in üzerine kurmak (Bâtir sa
söylenip durulan şey (C'est un de ses bateaux fortune sur la misère d'autrui. Bâtir sa réputation
préférés: La corruption de la jeunesse actuelle). § sur de solides travaux). § Bâtir des châteaux en
Etre du dernier bateau: Modanın en son Espagne: Olmayacak düşler kurmak; İspanya'da
yeniliklerinden, modada olan şeylerden haberli şatolar kurmak. Etre bien bâti: Güzel vücutlu
olmak. Monter un bateau à qn: -e maval olmak, eli yüzü düzgün olmak. Etre mal bâti:
yutturmak. Mener qn en bateau: Birini atlatmak, Vücudu çarpuk çurpuk olmak, çirkin olmak,
oyalamak. bâtisse diş. 1. Bir yapımn kaba işleri. 2. Çirkin yapı,
batelage er. 1. Gemicilik, kayıkçılık, mavnacılık. 2. özel bir niteliği olmayan yapı (Détruire les vieilles
Kayıkçı ücreti. 3. (Cambazlık, soytarılık gibi) bâtisses d'un quartier insalubre).
Meydan oyunculuğu. bâtisseur,euse ad. 1. Kurucu, yaratıcı, mimar 2.
batiste 144 battre
Dövünmek, bağrım, göğsünü dövmek, baudrier er. Kılıç kemerinin omuz kayışı (Ceindre
yumruklamak. Battre qch en brèche: -e un baudrier).
saldırmak, şiddetle eleştirmek (Battre le trône, le baudroie diş. hayb. Fener balığı,
gouvernement en brèche). Battre pavillon: baudruche diş. 1. Balon yapmaya yarayan ince
-bandırası taşımak (Un navire de guerre battant kauçuk tabakası; öküzlerin, koyunların kalın
pavillon turc). Battre son plein: Doruk noktasına bağırsaklarından yapılan zar (Un ballon en
erişmek, bütün şiddetiyle hüküm sürmek (La baudruche). 2. Aptal ve kendini beğenmiş adam,
misère bat son plein. L'hiver bat son plein). Battre kararsız kimse (C'est une baudruche que quelques
la campagne: Saçmalamak, zırvalamak. Battre flatteries mettent en confiance). 3. Dayanıksız,
froid à qn: -e karşı soğuk davranmak (Depuis une sağlam olmayan şey. § Crever une baudruche:
semaine, il nous bat froid). Battre monnaie: 1. Balonu patlatmak, söndürmek, boşluğunu ortaya
Para basmak. 2. mec. Para kırmak. Battre le pavé: koymak.
Kaldırım mühendisliği yapmak; sokakları bauge diş. 1. Yaban domuzu ini. 2. mec. Kirli, pis
arşınlamak. Battre le chien devant le lion: "Kızım yer. 3. Kirli ve yoksul konut, çingene çergisi. 4.
sana söylüyorum gelinim sen anla. " demek. Il faut Saman ve çamur karışımı harç; kerpiç harcı,
battre le fer pendant qu'il est chaud: Demir baume er. 1. Kokulu reçine, belsem, pelesenk. 2.
tavında dövülür. Il a battu les buissons, un autre a Kokulu bitkiler (Des roches tapissées de baumes
pris les oiseaux: Davulu o çaldı, parsayı başkası sauvages). 3, mec. Merhem (Mettre, verser du
topladı. baume sur une plaie, une blessure). § Mettre du
battre gsz. 1. Çarpmak (Son cœur bat). 2. Çalmak, baume au cœur, dans le cœur de qn: -in yüreğine su
çalınmak (Le tambour bat). 3. Atmak (Sonpouls serpmek; avutmak (Après tant de malheurs,
bat vite). 4. Çalmak, vurmak (Le balancier de quelques marques de sympathie pourraient lui
pendule bat régulièrement). § Battre en retraite: mettre du baume dans le cœur).
Geri çekilmek (L'armée battait en retraite). Battre baumier er. Belsem veren ağaçların genel adı;
contre qch: -e çarpmak; -i dövmek (Lapluie bat belsemli ağaç, belsem ağacı,
contre les vitres. Les vagues battent contre le quai). bavard,e s. ve ad. 1. Geveze. 2. Boşboğaz. §Etre
§ Se battre: 1. Dövüşmek, kavga etmek (Ils se bavard comme une pie: Çenesi çok düşük olmak,
battirent à coups depoings. Se battre en duel). 2. Se çok geveze olmak,
battre avec qn: -ile dövüşmek (Cet enfant se bat bavardage er. 1. Gevezelik (Un enfant puni pour
souvent avec les galopins du quartier). 3. Se battre bavardage). 2. Boşboğazlık (Notre projet fut
contre: -e karşı savaşmak, vuruşmak (Se battre découvert à cause de vos bavardages). 3.
contre plusieurs agresseurs, contre les préjugés). Dedikodu (N'attachez pas d'importance à ces
Se battre pour: -için savaşmak ; -uğruna savaşmak bavardages calomnieux).
(Il se bat toujours pour son idéal). § Se battre les bavarder gsz. 1. Gevezelik etmek. 2. Boşboğazlık
flancs: Boşuna çırpınıp durmak; önemsiz bir etmek (Quelqu'un aura bavardé). 3. Çene çalmak
sonuç elde etmek için kendini paralamak. S'en (Perdre son temps à bavarder). 4. Bavarder avec
battre l'œil: hlk. Aldırmamak, umurunda qn: -ile çene çalmak (Elle bavarde avec ses
olmamak, vız gelip tırıs gitmek (Je m'en bats voisines).
l'œil). bavaroises, vead. Bavyeralı; Bavyera'ya değgin,
battu,e s. 1. Dayak yemiş, dövülmüş (Il a l'air d'un bavasser gsz. hlk. Gevezelik etmek, çene çalmak
chien battu). 2. Yenilmiş, yenik düşmüş, yenik (As-tu finidebavasser au téléphone avec tasœur?).
(Une armée battue). 3. Sıkıştırılmış, basılmış, bave diş. l.Salya (Essuyerlabaved'unbébé. Unfilet
basılıp, sertleştirilmiş (Tennis en terre battue). 4. de bave coulait de la gueule du chien). 2.
İşlek (Chemin battu, sentier battu). 5. Dövme (Fer (Sümüklüböcek türünden hayvanların çıkardığı)
battu). § Avoir les yeux battus: Gözlerinin Sümük. 3. mec. Kötü söz (La bave des
etrafında mor halkalar olmak; yorgun gözleri calomniateurs). 4. mec. Zehir, ağı.
olmak. Suivre les chemins battus: Alışılmış, baver gsz. 1. Salyası akmak (Un bébé qui bave). 2.
bilinen yollardan gitmek; söylenmiş şeyleri Akmak, sızmak (L'encre a bavé et fait une tache).
söylemek; "harcı alem işler yapmak. 3. Baver de qch: -den şaşıp kalmak, ağzı bir karış
battue diş. Sürek avı (Organiser une battue). açık kalmak (Baver d'admiration). 4. Baver de:
bau er. (Geminin) Güverte kirişi. -kusmak, saçmak (Baver des calomnies). S. Baver
baudet er. 1. Eşek. 2. Damızlık eşek. 3. Hızarcı sur: -e dil uzatmak, kara çalmak (Baver sur la
iskelesi. réputation d'un auteur). § En baver: Acı çekmek;
bavette 146 beau
çok ağır bir bedel ödemek (Tu en baveras). En béatifier gçl. Kilisece kutsal kişi ilân etmek,
faire baver à qn: -e acı çektirmek; yapmadığını béatifique s. Mutlu kılıcı, mutlandırıcı.
bırakmamak (Il leur en fera baver). béatitude diş. 1. Ahiret mutluluğu. 2. Büyük
bavette diş. 1. Bebek göğüslüğü. 2. Önlüğün, mutluluk, sonsuz mutluluk,
iştulumunun üst kısmı. 3. Dana filetosunun alt beatnik [bitnik] ad. Bitnik, hipi (On reproche aux
kısmı. § N'être encore qu'à la bavette: Henüz beatniks d'être sales).
çocuk olmak; daha ağzı süt kokmak. Taliler une beau, belle s. (Beau sıfatı, bir sesli yada söylenmez
bavette: Çene çalmak, hoşbeş etmek, bir hile başlayan sözcüklerin önünde bel olur). 1.
baveux, euse s. 1. Salyalı, salyası akan (La gueule Güzel (Un beau paysage, une belle maison). 2.
baveuse d'un chien). 2. Mürekkep dağıtmış, Yakışıklı, güzel (Un bel homme, une belle
mürekkebi dağılmış (Lettres baveuses). 3. tçi pek femme). 3. Takdire değer, hayran olunacak (II a
pişmemiş (Omelette baveuse). remporté un beau succès. Un beau talent; un beau
bavocher gsz. (Basımcılıkta) Dağılmak, yayılmak; génie). 4. Yüksek (Il a une belle intelligence). 5.
çapak yapmak; iyi basılmamış olmak (L'encre a Parlak (Prononcer un beau discours). 6. Büyük,
bavoché. Les caractères bavochent. Une épreuve önemli (Il a une belle fortune). 7. Kocaman, iri.
bavochée). esaslı (Une belle tranche de viande. Il en reste un
bavochure diş. Baskı lekesi, çapak, çizgi taşırtısı beau morceau). 8. Pis, berbat, rezil (Une belle
(Les bavochures d'une épreuve). bronchite, une belle brûlure). 9. Şiddetli (Une
bavoir er. Bebek göğüslüğü, belle gifle. Un beau vacarme). 10. Hoş, tatlı (Un
bavolet er. 1. Köylü kadın başlığı. 2. Arkadan beau voyage. C'est la belle vie!). 11. Gülünç,
sarkan şapka kurdelesi, aptalca (En voilà une belle demande!). 12. Boş,
bavure diş. (Basımcılıkta) 1. Döküm çapağı. 1. aldatıcı (Toutceci, ce sont de belles paroles). § Le
Baskı lekesi. 3. mec. Kusur, bel âge: Gençlik çağı. Le beau sexe: °Cinsi latif,
bayadère diş. 1. Çengi; Hint rakkasesi. 2. s. Renk kadınlar. Au beau milieu de: -in tam ortasında ( La
renk çizgili (Tissu bayadère). voiture s'est arrêtée au beau milieu de la route).
bayard, bayart er. Yük teskeresi, Beau, belle comme un astre, comme le jour: Ay
bayer gsz. Ağzı açık bakıp durmak. § Bayer aux parçası gibi güzel. Bel et bien: Adam akıllı, bal
corneilles: Alık alık havaya bakmak (Ecoutez gibi, gerçekten (Il est bel et bien malade). De plus
donc, au lieu de bayer aux corneilles). belle: Pekâlâ, yine de (Il s'était retiré mais il est
bazar er. 1. (Doğu ülkelerinde) Kapalı çarşı. Her rentré de plus belle). Pour les beaux yeux de: -in
şey satılan dükkân, mağaza, pazar. 2. hlk. hatırı için (Je le ferai pour vos beaux yeux). Tout
Düzensiz ev, dağınık yer, çıfıt çarşısı. 3. Pılı pırtı, beau: Dur bakalım, dur hele, yavaş ! Un beau jour:
dağınık eşya (Range ton bazar). § Emporter son Günün birinde, bir gün, günlerden bir gün. Il y a
bazar: Pılı pırtısını toplayıp gitmek; çekip beau temps, il y a belle lurette: Çok önce, epey
gitmek. zaman önce, bir hayli oluyor ki. Il fait beau: Hava
bazarder gçl. hlk. Satmak, okutmak (llabazardésa güzel. Il ferait beau voir que: -mek garip olur,
vieille voiture, je vais bazarder mes livres). tuhaf olur (Il ferait beau voir qu'ils agissent sans
bazooka [bazuka] er. Bazuka, roketatar, notre avis). C'est beau de f. qch.: mek hoştur,
b.c.g. er. Verem aşısı, güzeldir (C'est beau de gagner sa vie sans trop se
beagle [bigl (a)J er. İng. Tazı, İngiliz tazısı, fatiguer). Avoir beau f. qch.: Boşuna -mek (Tuas
béant,e s. 1. Çok açık, bir karış açık, fırın gibi açık, beau crier,, personne ne t'entend: Sen boşuna
kuyu gibi açık (Une blessure béante. Les yeux bağırıyorsun, kimse seni duymuyor; sen istediğin
béants). 2. Béant de qch: -den hayret»; düşmüş, kadar bağır, kimsenin seni duyduğu yok). En faire
şaşırıp kalmış (Nous étions béants d'étonnementet de belles, en dire de belles: Saçma sapan şeyler
de curiosité). yapmak, saçma sapan şeyler söylemek. En faire
béat,es. vead. 1. Çok mutlu, sonsuz hoşnut (Un air voir de belles à qn: -in başına işler açmak. Etre
béat, un sourire béat). 2. Saf, safça, aptallığa yakın dans de beaux draps: Güç durumda olmak, kötü
bir saflıkta (Il a une admiration béate pour moi). bir duruma düşmek. La bailler belle: Alay etmek,
3. ad. Sofu taslağı, softa bozuntusu, eğlenmek (Vous me la baillez belle avec vos
béatement bel. Büyük bir mutlulukla, saflıkla vantardises ridicules). L'échapper belle: Ucuz
(Sourire béatement). atlatmak, paçasını ucuz kurtarmak (Vous l'avez
béatification diş. Kilisece kutsal kişi ilân etme; échappé belle). Mettre qn dans de beaux draps:
ölmüş bir kimsenin kilisece kutsal sayılması. Birini güç duruma düşürmek, birinin başına işler
beau 147 becquée
açmak. Se faire beau: Takıp takıştırmak, fiyakalı Le bec de gaz: Sokak lâmbası, sokak feneri. En bec
giyinmek. Voir qch en beau: -i iyi yanından ele d'aigle: Kartal gagası gibi eğri (Un nez en bec
almak, iyi yanından görmek (Il voit tout en beau). d'aigle). Avoir bec et ongles: Dişli tırnaklı olmak,
A beau mentir qui vient de loin: Gurbette kendini savunmasını bilmek. Avoir bon bec:
öğünmek hamamda türkü söylemeye benzer, Çenesi kuvvetli olmak. Avoir le bec bien affilé:
beau er. Güzellik (Etudedubeau. Lebeau, lebienet Çenesi düşük olmak, çok geveze olmak. Clouer le
le vrai). § Au plus beau de: -in en güzel yerinde, en bec à qn: -in ağzını kapatmak; susturmak, ağzının
ilginç noktasında (Il s'est arrêté au plus beau du payını vermek (Je vais lui clouer le bec). Donner
récit). Faire le beau: Kasılmak, kurulmak, un coup de bec àqn: Birini gagalamak, eleştirmek ;
şişinmek (Il se rengorge et fait le beau quand il saldırmak. Etre le bec dans l'eau: Kararsızlık
reçoit des compliments). içinde olmak; bekleyiş içinde olmak. Tomber sur
belle diş. 1. Güzel kadın, güzel (Il court les belles. Il un bec de gaz: Beklenmedik bir engelle
fait la cour à une belle). 2. Sevgili (Je vais écrire à karşılaşmak; şapa oturmak,
ma belle. Viens ici, ma belle). bécane diş. hlk. 1. Manevra lokomotifi, eski
beaucoup bel. 1. Çok (Il travaille beaucoup). 2. Çok lokomotif. 2. Buhar makinesi. 3. Bisiklet,
şey (Il a beaucoup à raconter: Anlatılacak çok şeyi bécard er. Turna balığı,
var). 3. Çok mal, çok varlık (Ceux qui ont bécarre er. müz. Bekar.
beaucoup). 4. Beaucoup de: (Adların önünde) bécasse diş. hayb. 1. Çulluk. 2. tkz. Aptal kadın. §
Çok (J'ai beaucoup de livres). 5. adıl. Birçokları, Bécasse de mer: Çulluk balığı,
çok kims e( Beaucoup pensent que vous avez tort). bécasseau er. 1. Çulluk palazı. 2. Bir tür küçük
§ De beaucoup: Büyük bir farkla, kat kat (Elle çulluk.
le dépasse de beaucoup). bécassine diş. Su çulluğu. § Bécassine des marais:
beau-fils er. 1. Üvey oğul. 2. Damat, Bataklık çulluğu,
beau-frère er. 1. Kayınbirader, kayın. 2. Enişte. 3. bec-d'âne, bédane er. İskarpela, zivaqa kalemi,
Bacanak, bec-de-cane er 1. Maymuncuk. 2. Bir kapı
beaujolais er. Bojole şarabı, kilidinde, tokmağın çevrilmesiyle açılan ikinci
beau-père er. l.Kaynata,kayınpeder.2.Üvey baba. dil. 3. Gaga biçiminde kapı tokmağı,
beaupré er. (Gemilerde) Cıvadra, bec-de-corbeau, bec-de-corbin er. Kargaburnu,
beauté diş. 1. Güzellik (La beauté d'un poème, d'un kargaburun.
tableau, d'un paysage. Concours de beauté; bec-de-lièvre er. Tavşandudağı; doğuştan yank
institut de beauté). 2. Güzel kadın; güzel (J'ai vu dudak,
passer une jeune beauté). § Grain de beauté: Ben, becfıgue er. Incirkuşu.
yüzdeki güzellik beni. En beauté bel. Çok iyi bir bec-fin er. Serçe türünden kuşlar; serçegiller.
biçimde, çok parlak bir biçimde (Mourir, partir, bêchage er. (Tarlayı, bahçeyi) Belleme,
gagner en beauté). Avoir la beauté du diable: béchamel </<^.Beşamel,birtür kremalı salça (Oeufs à
Çabuk geçen bir güzelliği, parlaklığı olmak. Etre la béchamel).
en beauté: Güzelliği üstünde olmak; daha bir bêche diş. (Tarım aleti anlamıyla) Bel (D'un seul
güzel görünmek (Elle esten beauté aujourd'hui). § coup de bêche, il détache la motte de terre).
Se faire une beauté: Düzgünler sürmek, sürüp bêcher gçl. 1. Bellemek (Bêcher un jardin, un
sürüştürmek; şıklaşmak, champ). 2. Bêcher qn: tkz. Birini eleştirmek,
beaux-artser. ç. Güzel sanatlar (L'Ecoledes Beaux- çekiştirmek (Aussitôt que son voisin se soit
Arts). éloigné, il se mit à le bêcher auprès de nous).
beaux-parents er. ç. Kaynana ve kaynata, bêcheur, euse s. ve ad. 1. tkz. Başkalarını hep
bébé er. 1. Bebek (Attendre un bébé). 2. Bebeklik, eleştiren, çekiştiren (C'est un jaloux et un aigri,
çocukluk (//fait le bébé). 3.s. Bebek huylu, çocuk bêcheur et médisant). 2. hlk. Kendini beğenmiş;
gibi (Tu es resté bébé). 4. Oyuncak bebek (Un burnu büyük (Une bêcheuse qui ne vous regarde
bébé en celluloïd). même pas). 3. Tarla belleyici.
becer. 1. Gaga (Le bec d'un oiseau). 2. Uç (Lebec béchique s. Öksürük kesen (Un sirop béchique).
d'une plume. Il a nettoyé le bec de sa plume). 3. bêchoir er. (Tarım âleti) Çapa.
(Mimarlıkta) Mahmuz. 4. (Üflemeli çalgılarda) bécot er. tkz. Öpücük.
Ağızlık. 5. tkz. Ağız (Il avait sa pipe au bec). 6. bécoter gçl. tkz. Öpmek. § Se bécoter: Öpüşmek,
coğr. Dil, burun. § Une prise de bec: Ağız dalaşı, becquée,béquée diş. 1. Bir gagalık yem. 2.
tart ışma ( Elle a eu uneprise de bec avec sa voisine). Lokmacık (Donner la becquée à un petit enfant).
becquetance 148 bell-mère
becquetance,bectance diş. hlk. Yiyecek, besin, béguine diş. 1. Rahibe. 2. Sofuluğu yapmacık
becqueter gçl. 1. Gagalamak (Des moineaux kadın.
becquetant les cerises mûres). 2. hlk. Yemek (Il n'y behaviorisme er. ruhb. Davranışçılık,
a rien à becqueter ici). behavioriste s. ve ad. Davranışçı,
bécu,e s. Uzun yada kalın gagalı, belge s. Saz rengi, yapağı rengi, "bej.
bedaine diş. tkz. Kocaman karın, göbek, beigne diş. hlk. Şamar, tokat (Recevoir une beigne.
bedeau er. Papaz sınıfından olmayan kilise Donner une beigne à qn: Birine bir şamar
hizmetlisi, kayyum. indirmek)
bedon er. tkz. 1. Kocaman karın, göbek. 2. beignet er. Yağda kızartılmış börek (Beignets aux
Göbekli, şişko. § Avoir, prendre du bedon: pommes; beignets d'écrevisse. Beignets soufflets:
Göbeği olmak, göbek bağlamak, Puf böreği).
bedonnant,e s. tkz. Göbekli (Un gros monsieur Beïram, baïram er. Bayram,
bedonnant). béjaune er. 1. Kuş yavrusu. 2. mec. Toy ve bilgisiz
bedonner gsz. Göbeklenmek, göbek bağlamak, delikanlı, acemi çaylak, sarı gagalı sığırcık
bédouin,e ad. Bedevi. yavrusu.
bées, ve diş. 1. Açık, bir karış açık (Bouche bée). 2. bélandre diş. Altı düz ırmak kayığı,
Poyra. §Etre bouche bée devant qn: Birine sonsuz bêlant,e s. 1. Meleyen (Un troupeau bêlant). 2.
hayranlık içinde olmak. Rester bouche bée: Meler gibi ses çıkaran, melemeye benzeyen (Un
Hayretten ağzı bir karış açık kalmak, orateur bêlant. Un discours bêlant). 3 .mec. Bönce
béer gsz. 1. Ağzı açık durmak (La valise béait à ses sızlanan.
pieds). 2. Béer de qch: -den ağzı bir karış açılmak bêlement er. 1. Meleme. 2. mec. Ağlayıp sızlama,
(Béer d'admiration, d'étonnement). bitmez tükenmez yakınma,
beffroi er. 1. Ortaçağ savaşlarında, kentleri bêler gsz. I. Melemek. 2. mec. Aptalca sızlanmak,
kuşatmak için kullanılan tekerlekli kule. 2. yakınmak,
(Eskiden) Gözetleme kulesi. 3. Gözetleme kulesi belette diş. hayb. Gelincik,
çanı. 4. Ağaç yada demir çatı. belges, ve ad. Belçikalı; Belçika'ya özgü.
bégaiement er. Kekemelik, bdgique diş. Belçika.
bégayant,e s. 1. Kekeleyen (Orateur bégayant). 2. bélier er. 1. Koç. 2. (Eski savaşlarda surlan
mec. İkircimli, ikircikli, "tereddütlü (Une volonté dövmeye yarayan) Koçbaşı. 3. Zırhlı gemi. S
vacillante et bégayante). Bélier hydraulique: Basma tulumba,
bégayer gsz. 1. Kekelemek. 2. (Çocuk) Çat pat bélière diş. 1. Kösemen çam. 2. Askı halkası,
konuşmak. 3. gçl. mec. Gevelemek (Il nous a bélinogramme er. Telgraf usuluyle nakledilen
bégayé de plates excuses: Bize bir takım boş resim.
özürler geveledi). bélinographe er. Telgraf usuluyle resim nakleden
bégayeur,euse s. ve ad. Kekeme, aygıt.
bégonia er. bitb. Begonya.§ Charrier(cherrer)dans bélitre er. Ciğeri beş para etmez; enayi dümbeleği.
les bégonias: hlk. Abartmak, belladone diş. bitb. Güzelavratotu.
bègues, ve ad. Kekeme, bellâtre er. Kendini güzel sanan erkek, mahallenin
béguètement er. (Keçi için) Meleme, yakışığı; soğuk nevale,
bégueter gsz. (Keçi) Melemek, belle s. ve ad. 1. Güzel, yakışıklı (kadın). 2. Güzel;
bégueule diş. Horozdan kaçan kadın; iffetlilikte sevgili (Tu es ma belle).
aşırıya kaçan, eteğini göstermez kadın (C'est une belle-dame diş. Güzelavratonunun ve karapazının
bégueule qu'un rien effarouche). halk arasındaki adı.
bégueulerie diş. Aşırı iffetlilik; iffetli davranmada belle-de-jour diş. bitb. Gündüzsefası,
aşırılık, horozdan kaçma, belle-de-nuit diş. bitb. Gecesefası,
béguin er. 1. Çenenin altından bağlı kadın yada belle-doche diş. hlk. Kaynana; üvey ana.
çocuk takkesi. 2. mec. tkz. "Aşk, sevgi, belle-fiile diş. 1. Gelin. 2. Üvey kız.
vurgunluk. 3. hlk. Sevgili, dost. § Avoir un (le) belles-lettres diş. ç. Dilbilgisi, yazın ve söz sanatını
béguin pour qn: Birine vurulmak, tutulmak (Elle kapsayan genel ad, güzel yazılar,
a le béguin pour toi). § Faire un béguin: Bir kadın bellement bel. 1. Güzel ve ince bir biçimde;
tavlamak. incelikle, nazikçe. 2. Yavaşça, ılımlıca,
béguinage er. Rahibeler yurdu; rahibeler belle-mère diş. 1. Kaynana, kayınvalide. 2. Üvey
topluluğu. ana.
bell-sœur 149 bénit
belle-sœur diş. 1. Görümce. 2. Baldız. 3. Yenge. 4. Geliri yüksek olan papazlık orunu. 6. huk.
Elti. Yararlanma (Bénéfice des circonstances
bellicisme er. 'Savaşseverlik; kaba kuvvetten, atténuantes). § Bénéfice d'inventaire: 1. huk.
savaştan yana olma. Mirasçının defter tutma hakkı. 2. mec. İşi iyice
belliciste s ve ad. *Savaşsever; kaba kuvvetten ve araştırdıktan sonra kabul etme koşulu (Accepter
savaştan yana olan (Des opinions bellicistes. Un une succession sous bénéfice d'inventaire). Au
gouvernement belliciste. Les bellicistes bénéfice de: -in yaranna (Tout a tourné au
cherchaient à soulever l'opinion). bénéfice de sa famille).Tirer bénéfice de qch:
belligérance diş. 1. Savaş hali (La belligérance fut -den yararlanmak; -den kâr sağlamak,
reconnue au gouvernement des rebelles). 2. bénéficiaires, ve ad. 1. Yararlanan, kâr sağlayan,
"Muhariplik, kân olan; "lehtar (Il a été le principal bénéficiaire
belligérants s. ve ad. Savaşan; savaşçı; "muharip du testament). 2. Kârla ilgili (La marge
(Les puissances belligérantes. Les belligérants bénéficiaire d'un commerçant). 3. Kârlı
repoussèrent les offres de paix). (L'entreprise s'est révélée bénéficiaire).
belliqueux, euse s. 1. Savaşı seven, savaşçı, savaşçıl bénéficier er. Kiliseden geliri olan papaz,
(Un peuple belliqueux, une nation belliqueuse). 2. bénéficier gsz. 1. Kâr etmek. 2. Bénéficier de qch: a)
Kavgacı (Un enfant belliqueux; une humeur -den yararlanmak (Il a bénéficié de l'indulgence
belliqueuse). du jury). b)-e sahip olmak (Bénéficier de grands
bellot, tes. tkz. Minik, cici, nonoş, avantages. Il bénéficie d'un traitement élevé).
belluaire er. 1. (Eskiden) Vahşi hayvanlarla bénéfiques. Yararlı (Le voyage lui a été bénéfique).
dövüşen gladyatör. 2. (Bugün) Vahşi hayvan benêt s. ve ad. Bön, enayi, alık. § Faire le benêt:
eğiticisi. Bönlük, enayilik etmek,
belote Bir tür iskambil oyunu (Faire une belote). bénévolat er. Hayır.
belvédère er. 1. Cihannüma, görülük; dam köşkü. bénévole s. 1. İyi niyetli, bir karşılık ve çıkar
2. Yöreye egemen yer; yörede her yanı beklemeyen (Une aide, un service bénévole). 2.
görebilecek nokta, Gönüllü (Infirmière bénévole).
bémol er. müz. Bemol. bénévolement bel. 1. İyi niyetle; hayır için. 2.
bémoliser gçl. müz. Bemol koymak, bemollemek. Gönüllü olarak, hiçbir çıkar ve karşılık
ben bel. (Kırsal kesimde bien yerine kullanılır). îyi, beklemeden (Il travaille bénévolement).
peki. § Eh ben: Eh, peki. bengali er. 1. Bir tür serçe. 2. Bengaldili, Bengalce.
bénarde diş. İçten ve dıştan açılan kapı kilidi, bénignement bel. İyi yüreklilikle, tatlılıkla, iyilikle;
bene [bene] bel. lat. tkz. İyi. § Nota bene: İyi dikkat zararsızca
ediniz; dikkat. bénignité diş. 1. İyi yüreklilik, tatlılık, yumuşak
bénédicité er. Katoliklerin yemekten önce huyluluk(Le président du tribunal l'interroge
okudukları duanın adı. avec bénignité). 2. Dokuncasızlık, zararsızlık,
bénédictin, e ad. 1. Aziz Benoît tarikatindenolan. 2. "selimlik (La bénignité d'une maladie).
diş. Benediktin likörü. § Un travail de bénédictin: bénin, bénigne s. 1. İyi yürekli, yumuşak huylu,
Çok sabır ve dikkat isteyen bir iş. yumuşak (Une humeur bénigne, un critique
bénédiction diş. 1. Hayır dua (Elle recueille les bénin). 2İ Dokuncasız, zararsız, "selim (Un
bénédictions du pauvre). 2. Hayırla anma. 3. remède bénin; une tumeur bénigne).
Tanrının lütfü. 4. Büyük bir şans, beklenmedik béni-oui-ouier. ç. Evetefendimci; her şeye eyvallah
bir mutlu şey. 5. Kilisede yapılan kutsama duası. diyen, her şeye kavuk sallayan (Une assemblée de
6. Duayla kutsayıp hizmete sokma (Bénédiction béni-oui-oui).
d'une église, d'une cloche, d'un navire). § bénir gçl. 1. Dua etmek, hayır dua etmek (Le prêtre
Bénédiction nuptiale: Nikâh duası. Donner sa bénit la foule des fidèles). 2. Rahmet okumak. 3.
bénédiction à qn: Birinin kanılarına bütün Şükretmek, çok sevinmek (Je bénis le concours de
yüreğiyle katılmak; birini "tasvipetmek, tutum ve circonstances qui nous a réunis). 3. Şükranla
düşüncelerini benimsemek, beğenmek, anmak (Je bénis le médecin qui m'a sauvé). 4.
bénef er. hlk. Çıkar; yarar; kâr. Hamdetmek (Bénir Dieu). S. Kutsamak, kutlu
bénéfice er. 1. Yarar (Quel bénéfice avez-vous à kılmak (Bénir un mariage. L'évêque bénit les
mentir?). 2. Kâr (Cette année il a réalisé de beaux bateaux qui partent pour la grande pêche).
bénéfices). 3. Yardım (Ilcomptesurlebénéficedes bénit,e s. Dinsel törenle duası yapılıp kutsal
événements). 4. Üstünlük (Bénéfice d'âge). S. kılınmış, okunmuş; kutsanmış (Eau bénite, pain
benitier 150 bergerette
bénit). § C'est pain bénit: 1. Oh oldu; tam hak bercail er. 1. Ağıl. 2. mec. Hak yolu. 3. mec. Baba
etmişti bunu. 2. İyi bir fırsat bu, Tanrının bir ocağı, baba evi, yuva (Revenir, rentrer au bercail.
lütfü... Retour au bercail).
bénitier er. 1. (Kiliselerde) Okunmuş su kabı. 2. berçant,e s. 1. Sallanan, sallantılı, salıncaklı (Une
İstiridye kabuğu. § Grenouille de bénitier: hlk. chaise berçante). 2. diş. Sallanan sandalye,
Softa. Se démener, s'agiter comme un diable dans sallantılı koltuk, salıncaklı koltuk,
un bénitier: tkz. Çok rahatsız bir durumda olmak ; berceau er. 1. Beşik (Du berceau à la tombe:
kötü bir durumdan kurtulmak için çırpınıp Beşikten mezara kadar). 2. mec. Çocukluk çağı,
durmak. Saca basmış çingene gibi çırpınmak, bebeklik çağı. 3. Doğum yeri (La Corse, ce
benjamin,e ad. 1. En çok sevilen evlât. 2. Bir berceau de Bonaparte). 4. mec. Kaynak, bir şeyin
ailenin, bir topluluğun en küçük kişisi (La ilk ortaya çıktığı yer (L'Asie centrale est le berceau
benjamine de la famille). de la civilisation). 5. (Taşçılıkta) Beşik kalem. 6.
benjoin er. Aselbent. (Yapıcılıkta) Beşik tonoz. 7. (Bahçelerde) Beşik
benne, banne diş. 1. Hamal küfesi. 2. Bağ biçiminde çardak. 8. (Makinelerde) Yatak, yastık
bozumunda kullanılan üzüm sepeti. 3. Kömür (Berceau de moteur). § Au berceau, dès le
ocaklarında, kömür taşımaya özgü küçük vagon; berceau: Küçük yaştan, küçüklükten beri.
bu kömürü yukarı çıkarmakta kullanılan metal bercelonnette, barcelonnette diş. Asma beşik,
kafes. 4. Yük kamyonlarının inip kalkan kasası, bercement er. 1. Beşik sallama; sallama (Le
benoît,e s. 1. İyi yürekli, iyiliksever. 2. mec. bercement des flots). 2. mec. Oyalama, sallama,
Görünüşte iyi yürekli, içi düşman dışı dost (C'est bercer gçl. 1. Beşikte yada kucakta sallamak
un benoît personnage qui racontait sur vous, dès (Bercer un enfant dans ses bras). 2. Sallamak,
que vous étiez parti, des histoires abominables). 3. üğrülemek (Dans le port, les vagues berçaient les
Kutsanmış, kutlu. 4. Sofu. barques). 3. mec. Yatıştırmak, unutturmak
benoîte bitb. Mübarekotu. (Bercer une peine, une douleur). 4. Bercer qn de
benoîtement bel. 1. Yapma bir iyi yüreklilikle; qch: Birini -ile oyalamak (On l'a bercé de vaines
iyiliksever görünerekten. 2. Yalancı sofulukla, promesses). § Bercé de qch: -ile dolu (Il a eu une
benzine diş. Benzin (Nettoyer une tache avec de la enfance bercée de légendes pittoresques). § Se
benzine). bercer de qch: -ile oyalanmak; kendini -e
benzoateer. kim. Aselbent asidi tuzu. kaptırmak (Ilse berce d'illusions. Tu te berces des
benzoïque (acide) er. kim. Aselbent asidi, °asit promesses qu'on t'a faites).
benzoik. berceur, euse .s. Uyku getirici, ninni gibi, tatlı (Un
benzol er. Benzol. rythme berceur).
béotien, ne s. ve ad. Kalın kafalı, kaba ruhlu, berceuse diş. 1. Ninni. 2. Salıncaklı koltuk. 3. Beşik
hantal. sallayan kadın,
béotisme er. Kalın kafalılık, kaba ruhluluk, béret er. Bere (Béret de marin).
hantallık. bergamote diş. 1. Beyarmudu. 2. Bergamot
béquillard,e s. ve ad. Koltuk değnekli; koltuk (Essence de bergamote. Bonbon à la bergamote).
değneğiyle yürüyen, bergamotier er. Bergamot ağacı; beyarmudu ağacı.
béquille 1. Koltuk değneği (Se déplacer avec des berge diş. 1. Kıyı, kenar, yamaç (Berge d'un grand
béquilles, s'appuyer sur une béquille). 2. Destek fleuve. Berge d'un canal. Berge d'un chemin,
(Mettre une béquille sous une voiture). 3. berge d'un fossé). 2. Bir tür dar ve uzun sandal. 3.
(Kapılarda) Topuz. 4. (Karaya oturmuş gemilere argo. Yaş, yıl (Des types de cinquante berges: Elli
vurulan) Payanda, yaşında adamlar).
béquiller gsz. 1. Koltuk değneğiyle gezmek. 2. gçl. berger, ère ad. 1. Çoban (Le berger conduit le
Payanda vurmak (Béquiller un navire). troupeau vers le pâturage. La bergère marche une
béquillon er. (Yürürken dayanmak için kullanılan) baguette à la main. Cabane de berger; chien de
Değnek. berger). 2. mec. Önder, baş (Ces gens vous
ber, bers er. 1. (Eskiden) Beşik. 2. (Şimdi) Gemi trompent, ne les suivez pas, ce sont de mauvais
kızağı. 3. Araba korkuluğu, bergers). 3. Çoban köpeği (Un berger allemand).
berbères, vead. Berberi. § L'étoile du berger: Çoban yıldızı, Venüs
berbéridacées, berbéridées diş. ç. bitb. gezegeni.
Kadıntuzluğugiller. bergerette diş. 1. Çoban kızı. 2. Çobanaldatan
herhéris er. bitb. Amberbaris, kadıntuzluğu. kuşu. 3. Bir tür çoban türküsü.
bergerie 151 besoin
bergerie diş. 1. Ağıl (Les moutons sont dans la düşmek, beş paraya muhtaç kalmak,
bergerie). 2. ç. Çoban sevilerini konu edinen şiir, besaiguë, bisaiguë diş. 1. Camcı çekici. 2. İki ağızlı
öykü, oyun (Les bergeries de Racan). § Enfermer keser.
le loup dans la bergerie: Kediye ciğer teslim besant er. (Haçlı seferleri sırasında Avrupa'ya
etmek. sokulan) Bizans sikkesi,
bergeronnette diş. hayb. Çobanaldatan (kuşu), bésef, bézef bel. hlk. Çok (Je n'en ai pas bésef).
berginisation diş. Huy kömüründen petrol elde beset, bessas er. (Tavla oyununda, zar oyunlarında)
etme yöntemi, Hep yek.
béribéri er. Beriberi. B vitamini eksikliğinden ileri besicles ç. alay. Gözlük,
gelen sayrılık. bésigue er. Bezik oyunu, bezik,
berle dış. bitb. Sukerevizi. besogne diş. İş, çalışma, görev (Il est accablé par sa
berline diş. 1. Bir tür lando arabası. 2. (Maden besogne quotidienne). § Aller vite en besogne: Eli
ocaklarında) Küçük yük arabası, çabuk olmak; kısa sürede iyi iş çıkarmak. Avoir
berlingot er. 1. Bir tür kupa arabası. 2. tkz. Kötü fait de la belle besogne: tkz. İyi halt etmek (Vous
araba. 3. Akide şekeri, avez fait de la belle besogne!: İyi halt ettiniz!).
berlinoises, ve ad. Berlinli. Abattre de la besogne: Çok iş görmek, az zamanda
berlue diş. Göz kamaşması. § Avoir la berlue: çok iş yapmak, kendisine iş dayanmamak. Mettre
Yanılmak, gerçeği görememek (Si je n'ai pas la la main à la besogne: Elini işe atmak, bizzat
berlue, c'est bien votre père qui vient). çalışmak. Tailler de la besogne à qn: 1. -e iş
berme diş. (Hendek, kanal gibi yerlerde) Kenar göstermek. 2, -in başına işler açmak (Tu lui as
yolu; daracık yol. taillé de la besogne).
bermuda er. Bermuda (Ilportait un bermuda). besogner gsz. Çalışmak, iş görmek,
bernache, barnache, bernacle</tj. hayb. Denizkazı, besogneux,euse s. ve ad. Geçim sıkıntısı çeken;
akbaş. ihtiyaç içinde olan (Des parents besogneux. Un
bernardin, e ad. Saint Bernard tarikatından rahip besogneux, une besogneuse).
yada rahibe, besoin er. 1. Gerekseme, gereksinim, gereksinme,
bernard-l'hermlte, bernard-i'ermite er. hlk. "ihtiyaç (Besoin d'argent, besoin d'affection,
Pavurya, yengeç, besoin de parler). 2. Yoksulluk (il est dans le
berne diş. 1. Birini dört köşesinden çekilip gerilmiş besoin, il faut lui venir en aide). 3. ç. Geçim;
bir kilim üzerinde hoplatma biçiminde yapılan yaşamak için gerekli olan şeyler. § Au besoin:
muziplik; altıokka (Onluiafaitsubirlaberne). Gerektiğinde, "icabında (On peut, au besoin, se
2. Alay, şaka, eğlenme. § En berne: Yarıya dispenser de le prévenir). Pour les besoins de la
indirilmiş, yarıya çekilmiş (Drapeau en berne, cause: Durum gereği (Il a improvisé une
pavillon en berne). Mettre en berne: Yarıya explication de son retard, faite pour les besoins de
indirmek, yarıya çekmek (Ona mis les drapeaux la cause, et à laquelle personne n'a cru). Avoir
en berne et on a décrété un deuil national). besoin de qch: -e ihtiyacı olmak, -i "gereksinmek
berner gçl. 1. Berner qn: Birini işletmek, alaya (J'ai besoin d'unstylopour écrire). Avoir besoin de
almak (A vec cette comédie du sport, on berne toute f. qch: -meye ihtiyacı olmak; -mesi gerekmek;
la jeunesse du monde). 2. Aldatmak, atlatmak -mek zorunluğunda olmak (Tu as besoin de
(Elle bernait cet homme crédule en inventant gagner ta vie. Il a besoin de se reposer. Nous
chaque jour de nouvelles raisons pour s'absenter). n'avons pas besoin de l'attendre, il nous
3. (Bir kilim yada örtü üzerinde) Hoplatmak; altı rejoindra). Avoir bien besoin de f. qch: -mesi pek
okka etmek. mi gerekmek; -mesi pek de gerekmemek (Vous
bernicle diş. hlk. Denizkazı, akbaş, aviez bien besoin de le lui dire: Bunu ona
bernique Uni. hlk. Ne gezer! Nerde! Boşuna! Ham söylemeniz pek mi gerekliydi; bunu ona
hayal! (Il faut de l'argent pour être heureux; sans söylememeliydiniz). Faire ses besoins: Dışarı
argent, bernique!). çıkmak, aptes bozmak. Faire ses petits besoins:
bersaglier er. İtalyan hafif piyade eri. İşemek, çişini yapmak, küçük aptestini yapmak.
berthe diş. 1. Kadınların dekolte üstüne giydikleri Satisfaire un besoin pressé: İşemek. Sentir,
éprouver le besoin de: -gereksinimi duymak.
pelerin. 2. Süt güğümü,
Subvenir, pourvoir aux besoins de qn: -in geçimini
béryl er. Zümrüt kökenli türlü taşların genel adı
sağlamak; ihtiyaçlarını karşılamak (Il subvient
(Béryl vert, béryl bleu).
aux besoins de ses parents. Il pourvoit aux besoins
besace diş. Heybe. § Etre réduit à la besace: Yoksul
besson 152 beuglante
d'une nombreuse famille). S'il en est besoin, si Aptallık etmek, kafasızlık etmek, işi aptallığa
besoin est: Gerekirse. II n'est pas besoin de, point vurmak. Grosse bête, grande bête: (Sevgi anlatır)
n'est besoin de f. qch: -mek gerekmez; -meye hiç Koca kafa! Hay koca aptal! 3. s. Aptal, kaz kafalı
gerek yok (Il n'est pas besoin de chercher (Tu es vraiment bête!). Etre bête comme ses pieds,
longtemps pour trouver ce que tu demandes). comme une cruche: Çok aptal olmak. Etre bête à
Qu'est-il besoin de f. qch: -meye ne gerek var manger du foin: Eşek kafalı olmak; önüne samanı
(Qu'est-il besoin d'aller chercher l'enfer dans koy yesin. Etre bête de f.qch: -mekle aptallık
l'autre vie?). etmek (Je suis bête d'avoir agi de la sorte). C'est
besson,ne 5. vead. (Eskimiştir) İkiz. bête comme chou: Çok kolay; basit bir şey bu.
bestiaire er. 1. Yırtıcı hayvanlarla güreşen C'est bête: Saçma; tuhaf (C'est bête, je ne m'en
gladyatör. 2. (Ortaçağda) Hayvan öyküleri kitabı souviens pas).
(Bestiaire illustré). bétel er. Hindistanda yetişen bir tür tırmanıcı biber
bestial,e s. Hayvanca, hayvanlara özgü (Colère, ağacı, tembul,
violence bestiale. Amour bestial). bêtement bel. Aptalca, enayice (Il a été tué bêtement
bestialement bel. Hayvanca, dans un accident de voiture).
bestialiser gçl. Hayvanlaştırmak. bêtifiant,e s. Aptallaştıran, alıklaştıran (Journal
bestialité diş. 1. Hayvanlık, hayvanca kabalık. 2. bêtifiant; film bêtifiant).
Hayvanlarla cinsel ilişkide bulunma, hayvan bêtifier gçl. 1. Aptallaştırmak, alıklaştırmak,
düzücülük. sersemleştirmek. 2. gsz. Saf. saf konuşmak; işi
bestiaux er. ç. 1. Çiftlik hayvanları, sürü hayvanları saflığa, çocukluğa vurarak konuşmak (Père qui
(Les bestiaux de la ferme). 2. er. Hayvan (Qu'est- bêtifie avec son jeune enfant). § Se bêtifier:
ce que c'est que ce bestiau?). Sersemlemek, alıklaşmak (On se bêtifie à rester
bestiole diş. Hayvancık, küçük böcek, böcecik. longtemps sur la plage).
béta, bêtasse s. ve ad. hlk. Aptal; kaz kafalı, kaz bêtise diş. 1. Budalalık, aptallık (Faire preuve de
(C'est un gros béta. Voilà une fille bêtasse). bêtise: Aptallık etmek. Il est d'une rare bêtise). 2.
béta er. Beta; Yunan abecesinin ikinci harfi. § Budalaca söz yada iş (Il ne cesse pas de dire des
Rayons béta: fiz. Beta ışınları, bêtises). 3. Çılgınlık, delice bir davranış (Il faut
bétail er. Sürü hayvanları, hayvan. § Le gros bétail: l'empêcher de faire des bêtises). 4. Önemsiz şey,
Mal, yılkı; büyük baş hayvanlar. Le petit bétail: bir hiç ((Il passe son temps à des bêtises. Se
Davar, küçük baş hayvanlar. Traiter qn comme brouiller pour une bêtise).
du bétail: Birine karşı hayvan gibi davranmak, bétoire diş. 1. Yağmur çukuru. 2. Kimi akarsuların
hayvan gibi işlem yapmak, içinde yitip gittiği derin çukur; düden,
bétaillère diş. Hayvan vagonu; hayvan taşımak için béton er. 1. Beton (Un mur de béton, un pont en
kafes, hayvan kafesi (Transporter des vaches en béton). 2. mec. (Sporda) Aşın savunma, çok
bétaillère). güçlü savunma (Faire le béton: Aşırı savunma
bête diş. 1. İnsan dışındaki bütün hayvanlara verilen yapmak, çok güçlü bir savunma yapmak).
ortak ad, "behime (Bêtes et gens). § Bête à bon bétonnage er. Betonlama; beton atma, beton
dieu: Hanım böceği. Bête de somme: Yük dökme.
hayvanı. Bête de trait: Koşum hayvanı. Bête à bétonner gçl. 1. Betondan yapmak (Bétonner un
cornes: Boynuzlu hayvan. Bête fauve: Yırtıcı immeuble). 2. (Futbolda) Aşın savunma yapmak,
hayvan (Le lion et le tigre sont des bêtes fauves). çok güçlü bir savunma yapmak,
Bêtes puantes: Tilki, sansar, porsuk gibi pis bétonnière diş. Beton karmaya yarayan makine;
kokulu hayvanlar. La bête noire: En çok tiksinilen beton karmacı,
kimse (C'est ma bête noire). Chercher la petite bette, blette diş. Pazı.
bête: Öküz altında buzağı aramak; ille bir kusur betterave diş. Pancar (Betterave sucrière; salade de
bulmaya çalışmak (Son seul souci est de chercher betteraves).
la petite bête dans le travail des autres). Etre betteravier, ère s. 1. Pancara değgin (Culture
malade comme une bête: Çok rahatsız olmak ; ağır betteravière). 2. er. Pancar üreticisi,
hasta olmak. Regarder qn comme une bête bétyle er. Eskilerin Tann evi gözüyle bakıp bir put
curieuse: Deve nalbant dükkânına bakar gibi gibi taptıklan kutsal taş.
bakmak; hayret ve merakla bakmak. Morte la beuglant er. hlk. Çalgılı gazinonun bayağısı, baloz,
bête, mort le venin: Yılan gitti, tehlike bitti. 2. beuglante diş. Avaz avaz çığnlan türkü; gürültülü
Kafasız, hayvan gibi adam. S Faire la bête: protesto (Pousser une beuglante).
beuglement 153 biche
bicher gsz. hlk. 1. Yolunda gitmek, iyi gitmek (Ça bidonville er. Gecekondu mahallesi; gecekondu
biche: İşler yolunda gidiyor). 2. tkz. Eğlenmek, semti.
keyif çatmak (Il biche). bidule er. hlk. Alet, şu şey (Passe-moi ton bidule,
bichette diş. Yavru maral; sevgili, cici (Viens, ma que je répare mon vélo).
bichette). bief er. 1. Değirmen arkı. 2. (Gemi işleyen
bichon,ne ad. 1. Uzun dalgalı ve yumuşak tüylü bir kanallarda) İki kapak arası.
cins fino köpeği. 2. İpek şapkaları temizlemek için bieüe diş. Devim ileten kol, "hareket kolu (Bielles
kullanılan bir tür küçük yastık, d'un moteur).
bichonner gçl. 1. (Saçlan) Kıvırmak. 2. Süslemek bien er 1. İyilik, hayır (Penser au bien général). 2. İyi
(Bichonner un enfant) § Se bichonner: Süslenmek (Distinguer le bien du mal). 3. Mal, anamal (Il a
(Elle passe des heures devant la glace à se dépensé tout son bien. H considère comme son bien
bichonner). tout ce qu 'il trouve). 4. Mülk (Les biens vacants ont
bicolore s. tki renkli (Une écharpe, un drapeau été nationalisés). § Pour le bien de: -in yararına; -in
bicolore). iyiliği için (C'est pour le bien de votrefrère queje lui
biconcave s. tki yüzü içbükey, iki yüzü obruk dis cela). Dire du bien de qn; parler en bien de qn:
(Lentille biconcave). Birinin lehinde konuşmak. Mener qch à bien: -i
biconvexe s. İki yüzü dışbükey, iki yüzü tümsek başarmak, iyi bir sonuca vardırmak. Changer qch
(Lentille biconvexe). en bien: Düzeltmek, "ıslah etmek. Avoir du bien:
bicoque diş. 1. (Eskiden) Zayıf kale. 2. Ev Malı mülkü, serveti olmak. Vouloir du bien à qn:
bozuntusu, kulübe (Il loge dans une bicoque Birinin iyiliğini istemek (Je lui veux du bien).
sordide. Habiter une vieille bicoque). 3. Küçük Fairedu bien à qn: -e iyi gelmek (Le grand air vous
kent. fera du bien). Prendre qch en bien: -i iyiye almak,
bicorne s. ve ad. 1. Çift uçlu (L'utérus bicorne d'un kötüye almamak (Il faut prendre en bien les
mammifère). 2. tki uçlu köşeli şapka (Un bicorne remarques qui vous sont faites). Etre du dernier
d'académicien). bien avec qn: -ile arası çok iyi olmak; -in yakını
biculturalismeer. İki kültürlülük (Lebiculturalisme olmak, aralarından su sızmamak. Périr corps et
du Canada). biens: İçindeki yolcu ve eşya ile birlikte batmak
biculturel,le s. İki kültürlü (Pays biculturel). (Le navire a péri corps et biens). En tout bien tout
bicycle er. Ön tekerleği döndürülen eski biçim honneur: İyi niyetle, hiç bir şey beklemeden (II
bisiklet. l'entoure d'attentions en tout bien tout honneur).
bicyclette diş. Bisiklet; *çifteker. Grand bien vous fasse: Al da hayrını gör; sana
bidasse er. hlk. Asker. mübarek olsun. Bien mal acquis ne profite jamais:
bide er. hlk. 1. Karın, göbek (Avoir un gros bide). 2. Haram maldan hayır gelmez. Le mieux est
Fiyasko, başarısızlık. 3. Yalan, palavra (Ce n'est l'ennemi du bien: En iyi, iyinin düşmanıdır; bir
pas du bide, c'est vrai). § Faire un bide: şeyin en iyisini yapayım diye beklersen hiç bir şey
(Tiyatroda) Tam bir başarısızlığa uğramak, yapamazsın.
bident er. İki çatallı yaba. bien s. 1. İyi, güzel, yakışıklı (Elle a dû être bien dans
bidet er. 1. At (Enfourcher son bidet). 2. Taharet sa jeunesse). 2. Yetkili, güvenilir, ciddî (C'est un
çanağı, bide. homme bien à qui on peut confier ce travail). 3.
bidoche diş. hlk. Et (On nous a servi à midi une Rahat, hoş (On est bien à l'ombre de ces arbres). §
infâme bidoche). Etre bien avec qn: -ile arası iyi olmak (Il est bien
bidon er. 1. Aşağı yukarı beş litrelik kova, çotra avec son directeur).
(Bidon de lait). 2. Teneke, bidon (Bidon bien bel. 1. İyi, gereği gibi (Il a bien agi). 2. İyi
d'essence). 3. Matara (Bidon de campeur, bidon koşullarla (lia bien vendu sa voiture). 3. Pek, pek
de soldat). 4. hlk. Mide, karın, işkembe (Se çok (Je suis bien content de vous voir en bonne
remplir le bidon: İşkembesini şişirmek, bir şeyler santé). 4. Aşağı yukarı, hemen hemen (Ilya bien
yemek). 5. hlk. Yalan, uydurma, palavra (C'est du dix ans). § Bien de, bien des: Birçok, pek çok (Il
bidon. Ce n'est pas du bidon, c'est l'exacte vérité). nous donne bien du souci; tu as bien de la chance; il
6. s. Uyduruk, uydurma, düzmece (Un attentat m'afaitbiendumal. Je l'aipris bien desfois. Ellea
bidon). bien des ennuis en ce moment). Eh bien: Eh peki,
bidonnant,es. hlk. Çok tuhaf, acaip, gülünç, pekâlâ. C'est bien fait, c'est bien fait pour: Oh
bidonner (se) gsz. hlk. 1. Gülmekten katılmak 2. oldu, iyi oldu; -e oh oldu, iyi oldu (Vous avez été
Gırgır geçmek, matrak geçmek. victime de votre propre piège, c'est bien fait. Tu
bien-aimé 155 bifteck
n 'as pas tenu compte de mes conseils et il t'est arrivé bien-jugé er. Yasa ve usule uygunluk,
ce malheur, c'est bien fait pour toi). Aussi bien: biennal,es. 1. İki yıllık (Unplan biennal). 2. diş. İki
Hem, zaten (Je ne pourrai pas venir demain; aussi yılda bir yapılan yarışma, sergi şölen, "ikiyıldabir
bien tu n'as plus besoin de mon aide, puisque tout (La biennale de Venise).
est fini). Bien plus: Dahası, üstelik (Il est bienséance diş. 1. Yakışık, yol yöntem, edeplilik,
intelligent, bien plus il est travailleur). Aller bien: "hayâ duygusu (Sa toilette brave les bienséances).
1. Sağlığı yerinde olmak (Je vais bien ces jours-ci). 2. Muaşeret kuralları, görgü kuralları (Elle avait
2. (İşler için) Yolunda gitmek, iyi gitmek (Ça va appris la bienséance chez un comte).
bien. Les affaires vont bien). Vouloir bien: Kabul bienséant,e s. Yerinde, uygun, yakışık,
etmek, pekâlâ demek (Je veux bien qu'il aille, bientôt bel. Az sonra, birazdan, yakında (Nous
mais plus tard). Si bien que: l.Öyle ki, o kadar ki. reviendrons bientôt. Vous serez bientôt payé). §A
2. Bu yüzden, bundan dolayı (Il a bu toute la nuit, bientôt: Haydi, hoşça kalın; şimdilik Allaha
si bien qu'il était malade le lendemain). Bien que: ısmarladık,
-sine karşın, -sine rağmen; -diği halde (Il n'aide bienveillamment bel. İyi yüreklilikle,
personne, bien qu'il soit très riche). Aussi bien bienveillance diş. 1. İyi dileklilik, "hayırhahlık, iyi
que...: -gibi, -diği gibi. Hem..., hem de... (Il a yüreklilik (Il témoigne de la bienveillance à l'égard
chassé sa femme aussi bien que ses enfants: de ses élèves). 2. "Teveccüh (Il cherche à gagner la
Karısını olduğu gibi çocuklarını da kovdu. Hem bienveillance de ses supérieurs). § Montrer de la
karısını hem de çocuklarını kovdu). bienveillance à qn: Birine karşı "teveccüh
bien-aimé,es. 1. En çok sevilen, gözbebeği (Un fils göstermek. Se concilier la bienveillance de qn:
bien-aimé)2. ad. Sevgili (Il cherche sa bien-aimée. Birinin "teveccühünü kazanmak,
Son bien-aimé l'a quittée). bienveillant,e s. İyilikister, iyi dilekli, "hayırhah
bien-dire er. Güzel söz, güzel konuşma, iyi ve rahat (Un homme bienveillant. Il s'est montré fort
konuşma. bienveillant à mon égard).
bien-être er. 1. Rahat, rahatlık (Il cherce avant tout bienvenir (Eskimiştir) Se faire bienvenir de qn:
son bien-être). 2. "Huzur, erinç (Ressentir un bien- Biri tarafından hoş karşılanmak, iyi ağırlanmak
être général). 3. Gönenç, refah (Le bien-être (Yalnız bu deyimde kullanılır),
social). bienvenu,es. 1. Hoş karşılanan (L'homme bon est
bienfaisance diş. 1. Yardımseverlik, iyilikseverlik, bienvenu partout). 2. Tam zamanında yapılan,
hayırseverlik. 2. Hayır, hayır işleri olan, isabetli (Remarque bienvenue). 3. ad. Hoş
(Etablissements de bienfaisance). geldi safa geldi, baş üstünde yeri var (Votre offre
bienfaisant,e s. 1. Yardımsever, hayırsever. 2. est la bienvenue: Önerinizin başım üstünde yeri
Sağlığa iyi gelen, onduran (L'action bienfaisante var). § Soyez le bienvenu, la bienvenue: Hoş
d'un climat, d'une cure). geldiniz.
bienfait er. 1. İyilik, lütuf (// a comblé de bienfaits bienvenue diş. Geliş, varış (Célébrer la bienvenue
tous ses amis). 2. Yarar (Les bienfaits de la d'un homme d'Etat). § Discours de bienvenue:
civilisation). Karşılama söylevi. Souhaiter la bienvenue à qn:
bienfaiteur, trice s. ve ad. İyilikçi; babalık yada Birine hoşgeldiniz demek; hoşgeldiniz dileğinde
analık eden, "velinimet (La bienfaitrice d'un bulunmak (Au moment où vous mettez le pied
orphelin. Membre bienfaiteur d'une association. dans notre pays, je vous souhaite la bienvenue).
Bienfaiteur du peuple). bière diş. 1. Bira (Bière blonde, bière brune). 2.
bien-fondé er. 1. Doğruluk, haklılık, yerindelik Tabut (Descendre la bière au fond de la fosse.
(Personne ne conteste le bien-fondé des Porter la bière en terre). § Ce n'est pas de la petite
revendications des ouvriers). 2. Gerçeğe bière: tkz. Az şey değil; laf değil. C'est de la petite
uygunluk, gerçeklik (Nous examinerons le bien- bière: Önemsiz şey, pek güç bir şey değil,
fondé de votre réclamation). biffage er. Çizme, karalama (Biffage d'un mot).
ien-fonds er. Mülk, taşınmaz mallar, biffe diş. hlk. Piyade sınıfı, piyadeler,
"gayrimenkul. biffer gçl. Üstünü çizmek, karalamak (Biffer une
ienheureux,euse s. l.Çok mutlu (Bienheureux phrase, un mot).
qui peut vivre en paix: Dağdağasız yaşayabilene bifide s. İkiye yarılmış (Pétale bifide, sabot bifide).
ne mutlu). 2. ad. Kilisece Ermiş ilân edilmiş bifocal,e s. İki odaklı, çift odaklı (Lunettes
kişi (Dormir comme un bienheureux: Rahat bifocales.
rahat uyumak). bifteck er. Biftek.
bifurcation 156 bilingue
bifurcation diş. 1. fkiye ayrılma, çatallanma, sapak bigoudi er. Bigudi; *sarmaç, 'kıvırtmaç (Mettre des
(Bifurcation d'un chemin defer, bifurcation d'une bigoudis. Une femme en bigoudis).
route). 2. mec. Yön değiştirme (La bifurcation bigre Uni. Vay camna! Vay anasını be! (Bigre! Il fait
dans les études). froid ce matin).
bifurquer gsz. 1. İki kola ayrılmak (La voie de bigrement bel. tkz. Çok, pek (Il fait bigrement
chemin de fer bifurque à cet endroit). 2. Yön chaud! Il a bigrement changé ces dernières
değiştirmek, sapmak, yönelmek (Le train a années).
bifurqué sur une voie de garage. Ses affaires bihebdomadaire s. Haftada iki kez olan yada
allaient mal, il bifurqua vers la politique). yayımlanan (Revue bihebdomadaire).
bigame s. ve ad. İki evli, ikieşli (Il est bigame. Une bihoreau er. hayb. Gece balıkçılı,
bigame). byou er. 1. Mücevher, cevahir (Mettre ses bijoux).
bigamie diş. İki evlilik, ikieşlilik. 2. Güzel çocuk, cici çocuk. 3. Cici şey, çok güzel
bigarade Bir tür turunç, şey.
bigaradier er. Bir tür turunç ağacı, bijouterie diş. 1. Mücevhercilik. 2. Cevahirci
bigarré,e s. 1. Alaca, alacalı (Une chemise dükkâm. 3. Mücevherat, takı.
bigarrée). 2. Karışık, ayrı ayrı türden (Unelangue bijoutier,ère ad, Cevahirci, mücevheratçı.
bigarrée; une société bigarrée). 3. Bigarré de qch: bikini er. Bikini, bikini mayo (Elleportait un bikini
-ile alacalanıp bulacalanmış; -ile dolu (Une valise bleu).
bigarrée d'étiquettes). bilaner. Bilanço, *dengelem. § Faire le bilan de: -in
bigarreau er. bitb. Alacakiraz. bilançosunu yapmak (Après avoirfait le bilan de la
bigarreautier er. bitb. Alacakiraz ağacı, situation, nous avons décidé de continuer), f
bigarrer gçl. 1. Alacalamak, alaca bulaca yapmak. Déposer son bilan: 1. tic. Battığım ilân etmek. 2.
2. Bigarrer de qch: -ile alacalamak (Les pampres mec. Yenildiğini kabul etmek.
bigarraient d'ombre et de clair sa charmante bilatéral,e s. İki yanlı, iki taraflı (Paralysie
figure). 3. Değişiklik vermek, renklendirmek bilatérale. Un accord bilatéral).
(Toutes les nuances qui bigarrent la vie commune). bilboquet er. 1. Birbirine uzunca bir kordonla bağlı
bigarrure diş. 1. Alacalık (La bigarrure d'une bir yuvarlakla bir çomaktan ibaret oyuncak. 2.
étoffe). 2. Değişik oluş, çeşitlilik, renklilik (Les Hacıyatmaz. 3. (Kart, davetiye gibi) Küçük baskı
bigarrures du style témoignent de sa fantaisie işleri.
débridée). bile diş. 1. Öd, safra. 2. mec. Öfke. § Décharger,
bigle s. (Eski) Şaşı. épancher sa bile: Öfkesini boşaltmak. Décharger
bigler gçl. 1. Şöyle bir bakmak (Bigle un peu cette sa bile sur qn: -den öfkesini almak (Il a déchargé sa
voiture). 2. gsz. Şaşı bakmak. 3. Bigler sur qch: -e bile sur sa femme). Echauffer la bile de qn: -in
göz koymak, göz dikmek (Il bigle toujours sur les kafasını kızdırmak; öfkelendirmek (Toutes ces
femmes). fadaises échauffent ma bile). Se faire de la bile:
bigleux, euse s. ve ad. hlk. Şaşı. Meraklanmak, kaygılanmak, üzülmek (Jemefais
bigophone er. 1, Mukavva düdük, mukavva flüt. 2. de la bile pour l'avertir de mes enfants).
tkz. Telefon (Je te donnerai un coup de biler (se) hlk. Meraklanmak, kaygılanmak,
bigophone: Sana bir telefon ederim). üzülmek (Ne te bile pas pour moi, je me
bigorne diş. İki ucu sivri örs; bakırcı örsü, kuyumcu débrouillerai).
örsü, bileux, euse s. Çabuk kaygılanan, çabuk üzülen (Il
bigorneau er. 1. Küçük örs. 2.Birtürmidye. 3 .argo. n'est pas bûeux).
Deniz topçu eri. biliaire s. Öde değgin, safraya değgin (Sécrétion
bigorner gçl. 1. Örs üstünde döverek biliaire). § Calculs biliaires: Safra taşı. Vésicule
yuvarlaklaştırmak. 2. hlk. Bükmek, kıvırmak. 3. biliaire: Safrakesesi,
Çarpmak, hasara uğratmak (Bigorner sa voiture bilieux, euse s ve ad. 1. Safrası olan (Ilale teint jaune,
contre un arbre. L'autocar a bigorné deux voitures presque verdâtre des bilieux). 2. Ödümsü, öd
en stationnement). § Se bigorner: Kavga etmek, renginde, safra renginde. 3. mec. Hırçın, çabuk
dövüşmek. kızan, geçimsiz (Un tempérament bilieux).
bigot,es. ve ad. Kaba sofu, yobaz (Un homme bigot; bilingue s. ve ad. 1. İki dil üzere olan (Un
une bigote). dictionnaire bilingue. Une édition bilingue). 2. İki
bigoterie diş. Kaba sofuluk, yobazlık (Sa bigoterie dil konuşan, iki dilli (Une région bilingue. Les
va jusqu'à la superstition). bilingues).
bilinguisme 157 biosphère
bilinguisme er. İki dil konuşma, iki dillilik (Le 2. Biblolar (Boutique de bimbeloterie).
bilinguisme esi reconnu dans de nombreux Etats bimbelotier, ère ad. Biblocu.
de l'Inde). bimensuel, les. Ayda iki kez yayımlanan yada olan
bili er. (İngiliz parlamentosunda) Yasa tasarısı yada (Publication bimensuelle).
yasa. bimestriel, le s. İki ayda bir yayımlanan yada olan
billard er. 1. Bilardo (Faire une partie de billard). 2. (Revue bimestrielle).
tkz. Ameliyat masası (Passer, monter sur le bimétalliques. İki madenden oluşmuş,
billard: Ameliyat olmak). 3. tkz. Yağ gibi, bimétallisme er. İki temel madene, altın ile gümüş
dümdüz (Cette route est un vrai billard). § C'est du madenlerine dayanan sikke sistemi. Çift maden
billard hlk. Çok kolay, tereyağından kıl çekmek standardı (ilkesi),
gibi bir şey. bimoteurs. 1. Çift motörlü (Avion bimoteur). 2. er.
bille diş. 1. Bilya (Les enfants jouent aux billes). 2. Çift motorlu uçak (Un bimoteur de transport).
tkz. Kafa, yüz (Il a une bonne bille). 3. Tomruk binage er. Tarlayı ikinci kez çapalama, ikileme,
(Bille de bois). § BiUe de billard: Dazlak kafa. binaire s. İki sayısına dayanan, ikili birime
billebaude diş. Karışıklık. § A la billebaude: dayanan, ikili (Nombre binaire. Une analyse par
Karmakarışık, düzensiz, découpage binaire; rythme binaire).
billet er. 1. Tezkere, pusula (Ecrire, envoyer un binard, binart er. Kesme taş taşımaya özgü iki
billet. 2. Bilet (Prendre un billet d'avion. Un billet tekerlekli araba.
de loterie. Entrer avec billet, sans billet. Le binational,e s. Çift "tabiiyetti, çift uyruklu,
contrôle des billets. Billet de théâtre, de concert. biner gçl. 1. İkinci kez çapalamak, ikilemek (Biner
Billet d'aller; billet d'aller et retour). 3. Kâğıt para un champ). 2. gsz. Bir günde iki ayin yapmak,
(Mettre, ranger ses billets dans son portefeuille). 4. binette diş. 1. Çapa. 2. tkz. Surat (Une drôle de
Bono, senet (Protester un billet: Bir senedi binette). § S'en faire une binette: tkz. Surat asmak
protesto etmek. Billet à ordre: Emre muharrer (Eh bien, tu t'en fais une binette! Qu'est-ce qui
senet. Billet à ordre en blanc: Açık bono. Billet au t'est arrivé?).
porteur: Hamiline ödenen senet. Rembourser un biniou er. Gayda, bröton gaydası.
billet: Bir senedi ödemek). $ Billet de banque: binoclard,es. tkz. Gözlüklü (Etudiant binoclard).
Banknot. Billet doux: Aşk mektubu, nâme binocle er. Kelebek gözlük, burun üstüne
(Ecrire un billet doux à sa bien-aimée). tutturulan sapsız gözlük,
billette diş. 1. Soba odunu (Un fagot debillettes). 2. binoculaire s. vead. 1. İki gözle yapılan (La vision
Merdane. binoculaire dorme la sensation du relief.) 2. İki
billetterie diş. 1. Bilet satışı, biletçilik. 2. Bilet satış gözlü, iki göz için (Microscope, télescope
yeri. binoculaire). 3. diş. Orduda gözetleme işlerinde
billevesée diş. Saçma şey, ipe sapa gelmez söz kullanılan dürbün, gözetleme dürbünü,
(N'écoutezpas ces billevesées). binôme er. mat. İki terimli,
billion er. 1. (Eskimiştir) Milyar 2. Trilyon, biobibliographie diş. (Bir yazarın) Yaşamöyküsü ve
billon er. 1. (Eskiden) İçinde biraz gümüş bulunan yapıtları.
bakır para, mangır. 2. (Şimdi) Pirinçten basılmış biochimie diş. Biyokimya, dirilkimya.
ufak para, ufaklık. 3. Tarlada sabanın meydana biochimiste ad. Biyokimyacı, dirilkimyacı.
getirdiği yastık, biographe er. Yaşamöyküsü yazarı,
billot er. 1. Kütük. 2. Örs kütüğü. 3. Üzerinde et vb. biographie diş. 'Yaşamöyküsü (Ecrire sa
doğranan, türlü işler yapılan kalın tahta. 4. biographie).
Hayvanların koşmalarına yada bir yere biographique s. 'Yaşamöyküsel (Notice
girmelerine engel olmak için boyunlarına biographique).
bağlanan sırık, çangal. 5. Cellât kütüğü, § Périr biologie diş. Biyoloji, *dirimbilim.
sur le billot: Kellesi kesilmek, cellat elinde can biologiques. Biyolojiye değgin, 'dirimbilimsel.
vermek. J'en mettrais ma tête sur le billot: biologiste er. Biyoloji bilgini, *dirimbilimci.
Kellemi keserim! biométrie diş. Dirimölçüm.
bimane s. ve ad. İki elli (Animal bimane. Un bionique diş. 1. Dirimkurgu. 2. s. Dirimkurgusal.
bimane). biophysique diş. Biyofizik,
bimbelot er. 1. Çocuk oyuncağı. 2. Değersiz ufak biopsie diş. hek. Mikroskopta incelemek üzere bir
tefek biblolar, dokudan parça alma, biyopsi,
bimbeloterie diş. 1. Biblo yapımcılığı, bibloculuk. biosphère diş. Biyosfer, *dirimyuvan.
biotope 158 bissexte
biotope er. (Belirli bir hayvan ve bitki topluluğuna biscornu,es. 1. Çift boynuzlu. 2. Biçimsiz, çirkin. 3.
yaşama koşulları sağlayan) Biyolojik ortam, Tuhaf, acaip (Idées biscornues).
dirimsel ortam, yaşama ortamı, biscotiner. Peksimet.
biparti, bipartite s. 1. İki partili, çift partili (Un biscotte diş. Fırında kurutulmuş ekmek dilimi;
gouvernement bipartite). 2. İki yanlı, çift taraflı şekersiz bisküvi; peksimet,
(Un accord bipartite). biscuit er. 1. Peksimet (Ration de biscuit). 2.
bipartisme er. İki partili yönetim; çift partililik. Bisküvi. 3. Mermeri andıran sırsız beyaz porselen
bipartition diş. İkiye bölünme (Bipartition (Un bibelot en biscuit de Sèvres. Une statuette en
cellulaire). biscuit).
bipède s. ve ad. 1. İki ayak üstünde yürüyen, iki biscuitergçl. (Porselen için) Fırınlamak,
ayaklı (Les oiseaux sont bipèdes. L'hommeestun biscuiterie diş. 1. Peksimet yada bisküvi fabrikası.
bipède). 2. er. (Atlarda) Ayak çifti (Le bipède 2. Bisküvicilik.
antérieur). bise diş. 1. Genellikle kuzey yada kuzey-doğudan
bipédie diş. İki ayaklılık; iki ayak üstünde yürüme, esen dondurucu yel; karayel (Il avait les doigts
bipennes. 1. İki kanatlı, çift kanatlı. 2. diş. İki ağızlı engourdis par la bise).2. hlk. Öpücük. § faire une
balta, eski Roma teberi, bise à qn: -e bir öpücük vermek (Fais une bise à
biphasé,es. İki fazlı, iki evreli. papa).
bipolaire s. İki kutuplu, iki *uçlaklı (Aimant biseau er. 1. Eğik olarak kesilmiş kenar, pah, şataf
bipolaire). (Le biseau d'une vitre). 2. Oyma kalemi. § En
bipolarisation diş. İki uçta toplama, iki kutupta biseau: Eğik olarak, yanlamasına (Une glace
toplanma. taillée en Biseau. Un sifflet en biseau).
bipolarité diş. İki kutupluluk, iki uçluluk. biseautage er. Pahlama,şataflama (Biseautaged'un
bique diş. tkz. 1. Keçi. § Vieille bique: Cadı, cadı verre de montre).
karı, cadaloz, biseauter gçl. 1. Pahlamak, şataflamak (Biseauter
biquet er. tkz. Oğlak, un diamant, une glace). 2. (Oyunda) Kâğıtlara
biquette diş. Genç keçi, çepiç, işaret koymak (Biseauter les cartes).
biquotidienne s. Günde iki kez. biser gçl. 1. Yeniden boyamak (Biser une étoffe). 2.
birbe er. hlk. Tirit, moruk (Un vieux birbe). hlk. Öpmek. 3. gsz. (Arpa, buğday vb. için)
biréacteur er. İki reaktörlü uçak. Bozulup kararmak,
biréfringence diş. fiz. Çifte kırılma, çifte kırılış, bisexualité^. İki eşeylilik, iki cinsiilik; erdişilik.
biréfringent,e s. fiz. Çifte kırılıştı, bisexuel,le s. İki eşeyli, iki cinsli; erdişi.
birème diş. (Eskiden) İkişer sıra kürekli kayık, bismuth er. kim. Bizmut,
gemi. bison,ne ad. Hörgüçlü yaban öküzü, bizon,
biribi er. 1. Eski bir kumar oyunu. 2. argo. Afrika bisou er. tkz. Öpücük (Fais un gros bisou à papa).
inzibat kıtası (Aller à biribi). bisquain, bisquin er. Koyun postu,
biroute diş. argo. Kamış, babafingo, yarak, bisque diş. (Her türlü etten yapılmış) Ezme çorbası
bis,es. Boz, boz renkli, esmer (ila un teintbis. La (Bisque de homard, bisque d'écrevisses).
toile bise. Le pain bis). bisquer gsz. hlk. Kızmak, çatlamak, kudurmak. §
bis bel. 1. Bir daha, yinelenen (Il habite au 20 bis de Faire bisquer qn: Birini çatlatmak, kudurtmak
la Rue des Ecoles). 2. ünl. Bir daha, bir daha; (Laisse-le tranquille, ne le fais pas bisquer).
yeniden (Lepubliccriait. bis, bis). 3. er. Yineleme Bisque, bisque, rage!: Çatla da patla!
(Un bis). bissac er. Heybe (Un paysan portant le bissac sur
bisaïeul er. Dedenin yada ninenin babası (Des l'épaule).
bisaïeuls). bisse diş. Karayılan.
bisaïeule diş. Dedenin yada ninenin anası, bissecteur, trice s. ve ad. 1. İki eşit parçaya bölen
bisaille diş. 1. Esmer un. 2. (Bezelye ile burçak (Droite bissectrice). 2 .diş. Açıortayı, açıortay (La
karışığı) Tavuk yemi. bissectrice coupe un angle en deux parties égales).
bisannuelle s. 1. İki yılda bir olan yada yayımlanan bissection diş. İki eşit parçaya bölme,
(Cérémonie bisannuelle). 2. İki yıl süren, iki yıl bisser gçl. 1. Yinelemek, yeniden yapmak (Bisser
yaşayan (Plantes bisannuelles). un couplet). 2. Yineletmek, yeniden yaptırmak
bisbille diş. tkz. Bir hiç yüzünden çıkan kavga, (Bisser un acteur, un soliste, un musicien).
bozuşma. § Etre en bisbille avec qn: -ile arası açık bissexte er. Artık yıllarda şubat ayına eklenen yirmi
olmak, bozuşmak. dokuzuncu gün, artık gün.
bissextile 159 blairer
bissextile s. Artık (Année bissextile: Artık yıl). bizarrerie diş. 1. Tuhaflık, acaiplik (La bizarrerie
bissexué,e; bissexuel,le s. bitb. İki eşeyli, "erdişi d'une idée, d'une situation). 2. Özençlilik,
(Plantes bissexuelles). kaprislilik, bir anı bir anına uymazlık (Sa
bissot er. Çift demirli saban, bizarrerie n'était pas affectée).
bistorte diş. bitb. Kurtpençesi. bizut, bizuth er. argo. (Yüksek öğretim
bistouille diş. hlk. Kötü içki; içine alkol katılmış okullarında) Birinci sınıf öğrencisi; acemi çaylak,
kahve. biablabla er. tkz. 1. Çene çalma, gevezelik, çançan.
bistouri er. Neşter, bisturi, 2. Boş laf (Tout ça n'est que du biablabla, venons
bistournage er. 1. İğdiş etme. 2. Burma, au fait: Bütün bunlar boş lâf, sadede gelelim). §
bistourner gçl. 1. Burmak. 2. İğdiş etmek, Faire du biablabla: Çene çalmak,
bistre s. 1. Barut rengi, koyu esmer 2. er. Koyu blackboulage er. 1. Aleyhte oy verme; başarısızlığa
esmerlik, barut rengi, uğratma. 2. Sınıfta döndürme, sınıfta bırakma,
bistré,es. Koyu esmer, yanmış, tunç rengi (Avoir le blackbouler gçl. 1. Aleyhteoy vermek, başarısızlığa
teint bistré). uğratmak, seçtirmemek (Blackbouler un
bistrer gçl. Barut rengi vermek, koyu esmer candidat aux élections). 2. Sınıfta bırakmak,
yapmak. sınavda döndürmek (Blackbouler un élève). § Se
bistrot er. hlk. 1. İçkili kahve; basit lokanta (On va faire blackbouler: Başarısızlığa uğramak,
prendre un verre au bistrot d'en face. Il mange à seçilememek, yenilmek,
midi dans un petit bistrot). 2. (Eskiden) İçkili black-out [Blakawt] er. Ing. Karartma (Fermer
kahve yada küçük bir lokanta işleten adam (Le volets et rideaux pour le black-out). § Faire le
bistrot avait sorti dehors quelques tables). black-out sur qch: -in konusunda susmak, hiç söz
bisulce, bisulque s. Çatal tırnaklı (hayvan). etmemek (Faire le black-out surun événement,
bitonal,e s. İki tonlu (Voix bitonale). sur une information).
bitord er. İnce ip, ispaolo. black-rot [blakRit] er. Ing. Bir bağ hastalığı,
bitoser. argo. Şapka. blafard,e s. Soluk, uçuk, akçıl (Un teint blafard.
bitte diş. 1. (Palamar bağlanılan) Baba; iskele Une lueur blafarde).
babası. 2. tkz. Kamış, babafingo, yarak, blague diş. 1. Tütün tabakası. 2. tkz. Yalan, kıtır. 3.
bitter | biter] er. Bir tür acı likör, tkz. Şaka, matrak (Raconter des blagues). 4. Gaf,
bitumageer. Bitümleme, asfaltlama, hata (J'ai fais une blague. Il a fait des blagues dans
bitume er. 1. Bitüm, asfalt (Des ouvriers défoncent sa jeunesse et il en subit maintenant les
le bitume pour réparer une canalisation) 2. hlk. conséquences). § Sans blague!: Yapma! Şakayı
Kaldırım (Arpenter le bitume. Des peintres bırak! Matrak geçme! Şaka bir yana. Faire une
exposent sur le bitume). blague à qn: Birine bir şaka yapmak, bir muziplik
bitumer gçl. Asfaltlamak (Bitumer un trottoir, une yapmak (Nous allons lui faire une blague).
chaussée). Prendre qch à la blague: -i şakaya almak, ciddiye
bitumeux,euse; bitumineux,euse s. Bitümlü; almamak (Ilprend tout à la blague).
bitümsü. Asfaltlı. Asfaltsı. blaguer gsz. tkz. 1. Dalga geçmek, matrak geçmek
biture diş. hlk. Sarhoşluk, esriklik. Prendre une (Il blague encore, ne l'écoute pas. Vous blaguez!)
biture: Kafayı iyice çekmek, sarhoş olmak. § A 2. gçl. Blaguer qn: -ile matrak geçmek; alay
toute biture: tkz. Var hızıyla, dolu dizgin, son etmek; işletmek (Il avait une manière de blaguer
süratle. , les gens sans les fâcher. Il blague sa femme sur son
bivalves, vead. l.İkiçenctli (Coquillage bivalve). 2. nouveau chapeau). 3. Yalan söylemek, kıtır
diş. ç. hayb. Yassısolungaçlılar (Les bivalves). atmak (Vous blaguez! Est-ce possible?).
biveau er. Kolları açılır kapanır gönye, blagueur,euse s. vead. tkz. 1. Kıtırcı. 2. Matrakçı,
bivouac er. 1. Açık ordugâh. 2. Kamp yeri, kamp, dalgacı, şakacı, alaycı (C'est un blagueur dont il
*dinlenek (Feux de bivouac. Coucher au faut se méfier. Un sourire blagueur).
bivouac). blairer, hlk. 1. Burun.2. Surat,
bivouaquer gsz. 1. Açık ordugâh kurmak. 2. Kamp blaireau er. 1. hayb. Porsuk. 2. (Porsuk kılından)
kurmak, dinlenek kurmak, Boya fırçası. 3. Traş fırçası,
bizarre s. 1. Tuhaf, acaip, garip (Idée bizarre. blairer gçl. hlk. Sevmek, beğenmek. § Ne pas
Vêtement bizarre). 2. Özençli, kaprisli, bir anı bir pouvoir blairer qn: -den tiksinmek; hiç
anma uymayan (Un être bizarre). sevmemek; -e bir dakika tahammül edememek
bizarrement bel. Tuhaf bir biçimde. (Je ne peux pas blairer ce type: Bu adama bir
blâmable 160 blanchissant
blanchissement er. Ağarma, aklaşma (Le contre Dieu. Le blasphème des grands esprits est
blanchissement des cheveux). plus agréable à Dieu que la prière intéressée de
blanchisserie diş. 1. Ağartma yeri, kastarlama yeri. l'homme vulgaire). 2. Sövgü, hakaret, küfür,
2. Çamaşırcı dükkânı; giysi temizleme evi, blasphémer gsz. 1. Küfür işlemek, küfürde
temizleyici dükkânı, bulunmak (Taisez-vous, vous blasphémez). 2.
blanchisseur,eusead. Temizleyici; çamaşırcı, Blasphémer qn, qch; contre qn, qch: -e
blanc-manger er. 1. Süt, badem, şeker ve kokulu küfretmek, -e küfretmek, sövmek, hakaret
maddelerle yapılan bir tür muhallebi. 2. etmek (Blasphémer contre le Ciel. Une pareille
Dondurulmuş beyaz et, °jöle. conduite blasphème la morale. Il blasphème la
blanc-seing[blâsc] er. Açık imza, açık mühür; boş science, le nom de Dieu).
bir kâğıdın altına atılan imza yada basılan mühür blatérer gsz. 1. (Koç) Melemek. 2. (Deve)
(Il a abusé des blancs-seings qu'on lui a donnés Bozlamak,
pour vendre les titres de propriétés). § Donner un blatier er. Buğday satıcısı,
blanc-seing à qn: -e açık bono vermek, tam yetki biatte diş. Hamamböceği.
vermek (Je lui donne un blanc-seing). blé er. Buğday (Blé dur; blé tendre. Bléenherbe, blé
blancs-manteaux er. ç. Hıristiyanlarda, birtarikatin vert, blé mûr). § Blé de Turquie: Mısır. Grenier à
üyelerine verilen ad; *ak cübbeliler. blé: Buğday ambarı. Crier famine sur un tas de
blanquette diş. 1. Küçük ve beyaz bir yaz armudu. 2. blé: Varlıklı olduğu halde yoksulluktan yanıp
Bir tür beyaz şarap. 3. Yahni, salçalı bir et yemeği yakılmak. Etre fauché comme les blés: tkz. Beş
(Blanquette de veau, blanquette d'agneau). parası olmamak, meteliksiz olmak. Manger son
blasé,e s. 1. Bıkmış, bıkkın (Un esprit blasé que rien blé en herbe: Gelirini önceden harcamak; varını
ne passionne). 2. Blasé sur qch, de qch: -den yoğunu harcayıp bitirmek. Semer du blé: Buğday
bıkmış (Je suis blasé sur tout. Je suis blasé de ce ekmek,
genre de lecture). 3 .ad. Her şeyden bıkmış kimse, blèches. argo. Kötü; çirkin,
bıkkın. § Faire le blasé: Hiçbir şeyde hevesi bled |Med\ er. 1. (Kuzey Afrika'da) İç ülke; deniz
olmamak, her şeye karşı bıkkın davranmak, kıyısından uzak yerler. 2. Köy, doğulan yer (Cet
blaser gçl. 1. Bıktırmak, bıkkınlık vermek, tad été, je vais dans mon bled). 3. hlk. Bakımsız,
almaz duruma getirmek (Cette vie luxueuse l'a verimsiz yer, Allahın kırı (Quel bled, on s'y ennuie
blasé). 2. Duygusunu köreltmek (Le spectacle à mort).
quotidien de la misère^ avait fini par le blaser). 3. blêmes. 1. Pek solgun, pek sönük ( Une lueur blême,
Blaser qn sur qch, de qch: Birini -den bıktırmak un teint blême). 2. Blême de qch: -den kül rengi
(Les difficultés m'ont blasé sur le voyage, du kesilmiş, benzi atmış (Il était blême de colère, de
voyage). 4. Blaser qn de f.qch: Birini -mekten rage).
bıktırmak (La monotonie de la vie l'avait blasé de blêmir gsz. 1. Solgunlaşmak, sararıp solmak (Son
travailler). §Se blaser: 1. Bıkmak. 2. Se blaser de visage blêmit de plus en plus). 2. Blêmir de qch:
qch: -den bıkmak (Faites attention qu 'il ne se blase -den kül gibi kesilmek; -den sapsarı kesilmek,
pas des plats épicés que vous lui servez). kireç gibi olmak, benzi atmak (Blêmir de peur, de
blason er. 1. Arma. 2. Armalar bilimi. § Redorer son colère).
blason: Durumunu yeniden düzeltmek; yeniden blêmissant,es. Solgunlaşan, solan, sararıp solan,
zengin olmak. Ternir son blason: Adım batırmak; blêmissement er. Sararıp solma, solgunlaşma,
ailesinin şerefini batırmak, solgunluk.
blasonner gçl. 1. Arma resmetmek. 2. Armaları blende diş. Doğal çinko sülfürü (Cristaux de
yorumlamak, blende).
blasphémateur,trice s. ve ad. 1. Kâfir (Les blennie diş. hayb. Horozbina (balığı),
blasphémateurs se moquent des commandements blennorragie diş. hek. Belsoğukluğu.
de Dieu). 2. Dine aykırı olan, küfür sayılan blennorragique s. 1. Belsoğukluğuna değgin
kâfirce. (Ecoulementblennorragique). 2. ad. Belsoğuklu;
blasphématoire s. Dine ve kutsallığa karşı olan, belsoğukluğuna yakalanmış,
küfürlü (Des propos blasphématoires. Une blépharite diş. hek. Göz kapakları yangısı, göz
attaque blasphématoire contre la religion et ses kapağı iltihabı,
prêtres). blèses. ve ad. Peltek.
blasphème er. 1. (Dinsel anlamda) Küfür (La perte Mèsement er. Peltek peltek konuşma,
de son enfant la porte à proférer des blasphèmes bléser gsz. Peltek peltek konuşmak.
blésité 162 blocage
blésité diş. Pelteklik. passer qch au bleu: İç etmek, yemek, hileli yolla
blessant,es. 1. Yaralayıcı, dokunan, üzücü, yüreğe ortadan kaldırmak (Le caissier afait passer au bleu
işleyen (Des paroles blessantes; procédés plusieurs millions).
blessants). 2. K ı n a , saldırgan, küstah (Son bleuâtres. Mavimtırak, mavimsi,
orgueil le rend blessant). bleuet, bluet er. Mavi kantaron, peygamberçiçeği.
blessé,es. vead. 1. Yaralı (J'ai été blessé au bras. Un bleuir gçl. 1. Mavi bir renk vermek (La lune, dans
blessé grave, un blessé léger. Des blessés de cette nuit très daire, bleuissait les marais). 3.
guerre). 2. Kırgın, gücenik. 3. Blessé de qch: -den Mosmor etmek (Le froid lui bleuit le visage). 3.
alınmış; -e kırılmış, gücenmiş (Ilparaissait un peu gsz. Mavileşmek, morarmak (Le paysage
blessé de mes paroles). bleuissait sous la lune. La côte bleuissait au loin).
blesser gçl. 1. Yaralamak (La balle a blessé le bleuissage er. Mavileşme; morarma,
poumon droit. Il a blessé son ancien ami avec un bleuté,e s. Maviye çalan, hafif mavimsi (Blanc
revolver). 2. Yara açmak, vurmak (Ces bleuté, reflet bleuté).
chaussures me blessent les pieds). 3. Kırmak, blindage er. 1. Koruma siperi çekme (Blindage d'un
incitmek, "rencide etmek (Blesser l'amour- tunnel, blindage d'une galerie de mine). 2.
propre, l'orgueil). 4. Bozmak, tırmalamak (Ces Zırhlama, zırh geçirme (Blindage d'un char, d'un
couleurs criardes blessent la vue. Cette musique de navire). 3. Çelik zırh.
sauvage blesse nos oreilles). S. Zarar vermek, blindé,es. 1. Zırhlı (Un train blindé. Armée blindée,
bozmak, ziyan vermek (Cet accord blesse nos régiment blindé). 2. mec. tkz. İyice pişmiş, çok
intérêts). § Se blesser. 1. Yaralanmak. 2. deneyim geçirmiş, bağışıklık kazanmış (Il en a vu
İncinmek, alınmak (Il se blesse pour peu de d'autres, il est blindé maintenant). 3. hlk. Sarhoş.
chose). 4. er. Zırhlı araç (Les blindés ont percé le front).
blessure diş. (Gerçek ve mecaz anlamıyla) Yara blinder gçl. 1. Zırhlamak, zırh kaplamak (Blinder
(Recevoir une blessure. Panser une blessure. Une un train, un char, une porte, un coffre). 2. Koruma
blessure d'amour-propre). § Rouvrir, raviver une siperi çekmek (Blinder un tunnel). 3. mec. tkz.
blessure oubliée: Küllenmiş bir yarayı deşmek, İyice pişirmek, duygularını köreltmek, hiçbir
blet,te s. Aşırı olmuş, çok olgunlaşmış, geçmiş şeye aldırmaz duruma getirmek (L'adversité l'a
(Poires blettes). blindé. Les malheurs l'ont blindé contre
blettir gsz. (Yemişler için) Aşırı olgunlaşmak, l'injustice). § Se blinder contre qch: -e karşı
geçmek. bağışıklığı olmak; -e pek aldırmamak (Se blinder
blettissement er. blettissure diş. (Yemişler için) contre la critique).
Aşırı olgunlaşma, geçme, blizzard er. Tipi; kar fırtınası,
bleu,es. 1. Mavi, gök (Un ciel bleu, une fleur bleue). bloc er. 1. Büyük parça, kitle, blok (Un bloc de
2. er. Mavi renk (Bleu de Prusse, bleu de cobalt). marbre, de granit). 2. Yığın (Un bloc de papiers).
3. er. tkz. Morluk, morartı (Elle avait des bleus 3. Bütün (Ces divers éléments constituent un bloc).
partout). 4. er. tkz. Bir okula yeni gelmiş öğrenci; 4. Kodes; nezaret, nezarethane (Passer la nuit au
acemi er (Les bleus et les anciens. Brimer les bloc). 5. Bloknot, not defteri. 6. Blok (Le bloc
bleus). S. er. Mavi iş tulumu (Un bleu de occidental, le bloc soviétique). 7. Kamp, yaka (La
mécanicien. Enfiler ses bleus). § Sang bleu: Soylu. France est divisée en deux blocs à ce sujet). § A bloc:
Bas bleu: Niteliksiz kadın yazar. Cordon bleu: 1. Tamamiyle, sonuna kadar, tam (Serrer les
Çokiyiyemekyapanaşçı. Conte bleu: Peri masalı. robinets à bloc. Hisser un drapeau à bloc). 2. Çok,
Maladie bleue: Mavi hastalık (Enfant bleu: Mavi elinden gelebildiğince, bütün gücüyle (Travailler
hastalıklı çocuk). Colère bleue: Yaman öfke. à bloc). En bloc: 1. Hep birlikte (Se soulever en
Avoir du sang bleu: Soylu bir aileden gelmek; bloc). 2. Toptan (Acheter en bloc le stock de
soylu olmak. Etre bleu de qch: -den mosmor marchandises). 3. Ayrıntılara girmeden, toptan
kesilmek (Ses lèvres sont bleues de froid). En être düşünüldüğünde (Prise en bloc, cette
bleu: Şaşıp kalmak (Son imprudence dépasse les argumentation me paraît sans défaut). Faire bloc:
bornes, j'en suis tout bleu). N'y voir que du bleu: Kaya gibi birleşmek, tek vücut olmak (Faisons
Hiçbir şey anlamamak; bir türlü akıl bloc contre Termemi).
erdirememek. Prendre qn pour un bleu: Birini blocage er. 1. Dondurma, belirli bir noktada tutma
acemi yerine koymak. Passer au bleu: tkz. hlk. (Blocage des prix, des salaires). 2. Tıkama,
Sırra kadem basmak, ortadan kâyboluvermek, iç tıkanma, yerinden oynatılmaz duruma getirme
edilmek (Unmilliond'argentpassaaubleu). Faire yada gelme (Blocage d'une bille de billard, blocage
blockhaus 163 bobo
des freins). 3. (Basımcılıkta) Eksik bir harfin ( Blouser une bille). 2. mec. tkz. Aldatmak, kafese
yerine geçici olarak başka bir harfi tepesi aşağı koymak (Il voulait me blouser en me cachant la
koyma (Blocage de lettres). 4. (Yapıcılıkta) réalité). 3. gsz. Şişkinlik yapmak, kabarmak. § Se
Taşdolgu; moloz döşek. 5. *Bekletim, bekletime blouser: Aldanmak, yanılmak, kanmak,
alma, kullanılmasını engelleme, bloke etme blouson er. Kumaş yada meşinden kısa ceket
(Blocage des crédits, d'un compte en banque). (Blouson d'un motocycliste). § Blousons-noirs:
blockhaus er. Al. Blokhavs, beton tabya, korugan. Meşin ceketliler; gürültücü patırtıcı gençler,
bloc-notes er. Ing. Bloknot; not defteri, blue-jean[bludzin]er. Blucin; dar keten pantalon,
bloc-système er. İng. Demiryollarında çarpışmayı, blues [bluz] er. müz. 1. Amerika zencilerinin
çatışmayı önleyen otomatik işletme sistemi, ezgileri, bluz. 2. Ağır caz müziği,
blocus er. "Abluka (Lever le blocus du port. bluet er. Mavi kantaron, peygamberçiçeği.
Maintenir le blocus économique d'un pays. Faire bluette diş. 1. Küçük kıvılcım, ufak parıltı (Des
le blocus d'une maison occupée par des bandits). bijoux lançaient defolles bluettes). 2. mec. İddiasız
blond,es. 1. Kumral, sarışın (Les cheveux blond des küçük yapıt.
Nordiques. Une fille blonde). 2. ad. Kumral, bluff |bloef] er. Kuru sıkı, blöf, ürkütmece,
sarışın (Un blond, une blonde). 3. er. Kumral *ürkütüm (Son bluff n'a pas réussi). § Faire un
renk, sarışın renk (Blond cendré, doré. Des bluff: Blöf yapmak, ürkütüme başvurmak,
cheveux d'un blond filasse). 4. diş. İpek mekik bluffer \bltx>fe\ gsz. 1. Kuru sıkı atmak, blöf
dantelası. yapmak, ürkütüm yapmak. 2. gçl. Korkutup
blondasse s. Soluk kumral (Des cheveux kaçırmak, ürkütmek, aldatmak (Il a cherché à
blondasses). bluffer ses adversaires au jeu en tenant toutes leurs
blondeur diş. Kumrallık, sarışınlık. relances).
blondin,e s. ve ad. Kumral saçlı, sarışın saçlı, bluffeur,euses. vead. Blöfçü, "ürkütümcü, yüksek
blondinette ad. Sarışın çocuk, perdeden atan, kuru sıkı atan (Un bluffeur. une
blondir gsz. Kumrallaşmak, sarışınlaşmak, bluff euse. Il est un peu bluffeur quand il se dit très
sararmak (Ses cheveux ont blondi). fort au tennis).
blondissantes. Kumrallaşan, sanşınlaşan, sararan. blutage er. Eleme, unu kepeğinden ayırma (Blutage
bloquer gçl. 1. Abluka etmek (Bloquer une ville). 2. à la main, à la machine).
Engellemek, durdurmak (Un accident nous a bluter gçl. Elemek, elekten geçirmek, unu
bloqués une heure sur la route). 3. Tıkamak, kepeğinden ayırmak (Bluter la farine).
engellemek (Ne bloquez pas le passage). 4. bluterie diş. Eleme yeri, elek yeri.
Sıkıştırmak (Bloquer quelqu'un contre le mur). 5. blutoir er. Elek (Blutoir mécanique).
Devinemez, kıpırdayamaz duruma getirmek, bir boa er. hayb. 1. Boğa (yılanı). 2. Boyun kürkü. boa.
köşeye sıkıştırmak (Bloquer les billes de billard). bobard er. tkz. Uydurma, yalan, kıtır (Raconter des
6. (Basımcılıkta) Eksik bir harfin yerine geçici bobards. Les bobards de la presse).
olarak başka bir harfi, tepesi aşağı, koymak bobèche diş. 1. Mum çanağı, mum dipliği, şamdan
(Bloquer une lettre). 7. (Yapıcılıkta) Harç ve pulu. 2. hlk. Kafa, baş (Se monter la bobèche).
molozla doldurmak. 8. Birleştirmek, bir araya bobinage er. Makaraya sarma, makaralama.
getirmek (Bloquer deux paragraphes. Bloquer les masuralama.
jours de congé). 9. Sonuna kadar basmak, sonuna bobine diş. 1. Masura, makara (Bobine de fil.
kadar sıkmak (Bloquer les freins, un écrou). 10. Bobine de film; bobine de pellicules
Kullanılmasını engellemek, bekletmek, tutmak, photographiques). 2. fiz. Bobin (Bobine de
"bekletimlemek, 'bekletime almak, bloke etmek dérivation, de self-induction). 3. hlk. Surat, yüz,
(Bloquer les crédits. Bloquer un compte en kafa (Faire une drôle de bobine).
banque). bobiner gçl. Masuralamak, makaralamak,
lottir(se) 1. Büzülmek (Se blottir dans un lit, sous makaraya sarmak,
les couvertures). 2. Çekilmek, büzüşüp kalmak bobinette diş. Ağaç kapı sürgüsü, tırkaz.
(Se blottir dans un coin). bobineur,euse ad. Masuracı, masuralama işçisi,
louse diş. 1. (Bilardolarda) Bilye deliği. 2. İş bobineuse diş. İplik çıkrığı,
gömleği (Mettre une blouse pour éviter de se salir. bobinoir er. İplik sarma makinası.
Blouse du chirurgien). 3. Bluz, kadın gömleği bobo er. 1. (Çocuk dilinde) Acı, ağrı, uf. 2. hlk.
(Une blouse de soie). Önemsiz bir yara, çıban (Soigner un bobo). §
louser gçl. 1. (Bilardoda bilyeyi) Deliğe sokmak Avoir bobo: Acımak, bir yeri acımak, uf olmak.
bobonne 164 boisé
Faire bobo: Acıtmak, acı vermek, uf yapmak, buvard boit l'encre). 3. mec. Katlanmak yutmak,
bobonne diş. hlk. 1. Eşe söylenen sevgi terimi, sineye çekmek (Boire un affront). 4. gsz. İçki
nonoş. 2. tkz. Karı, geçkin kadın, içmek, kafayı çekmek (Un homme qui boit
bobsleigh |AaA.v/£g] er. İng. (Arka arkaya birkaç toujours). 5. gsz. Süt emmek, meme emmek
kişinin oturabileceği) Uzun kızak; özel kayma (L'enfant boit). 6. gsz. Su yutmak. § Se boire:
yerlerinde kullanılan direksiyonlu kızak, İçilmek (Ce vin se boit au dessert). § Boire à la
bocage er. Koru, koruluk, gölgeli ağaçlık. santé, en l'honneur de qn: -in sağlığına, şerefine
bocager,ère s. 1. Korularda yetişen, koruda içmek. Boire les paroles de qn: Birini, ağzının içine
yaşayan (Oiseaux bocagers). 2. Korulu, ağaçlıklı girecekmiş gibi dinlemek. Boire un bouillon: Bir
(Rives bocagères). bahtsızlığa uğramak. Boire la sueur de qn: Birinin
bocal er. Kavanoz emeğini sömürmek. Boire le calice jusqu'à la lie:
bocard er. Maden filizi dibeği; öğütme makinesi, Felâketin her türlüsü başına gelmek; kahrın
bocarder gçl. (Maden filizlerini) Dibekte dövmek; daniskasını görmek. Boire le coup de l'étrier:
öğütmek. Ayrılık kadehini içmek. Ce n'est pas la mer à
boche s. ve ad. (Küçümseme yollu) Alman (Les boire: Yapılmayacak iş değil bu; pek güç bir şey
avions Boches ont bombardé la gare. Je n'aime değil. C'est la mer à boire: Çok güç bir şey bu;
pas les boches). üstesinden gelinmesi güç. On ne saurait faire
bock er. 1. Çeyrek litrelik bira bardağı; bardak boire un âne qui n'a pas soif: Kimse zorlanamaz:
dolusu bira (Boire un bock). 2. "İhtikan aleti, zorla güzellik olmaz. Le vin est tiré, il faut le boire:
boëtediş. Balık yemi. Ok yaydan çıktı artık; atılan adım geri alınamaz.
bœuf er. 1. Öküz, sığır (Bœuf de labour, bœuf de Qui a bu boira: Alışmış kudurmuştan beterdir:
trait, bœuf de boucherie). 2. Sığır eti (Manger du can çıkmayınca huy çıkmaz. Il ne faut pas dire:
bœuf). 3. mec. Öküz gibi adam, iri yarı ama kafası Fontaine je ne boirai pas de ton eau: Büyük lokma
işlemeyen kimse. 4. hlk. Çok büyük, çok parlak, ye, büyük söz söyleme; sen sen ol büyük söz
"muazzam (Il obtient un succès bœuf avec ses söyleme. Il y a à boire et à manger: Hem iyi hem
chansons. Elle lui a fait un effet bœuf). § Fort kötü yanlar var.
comme un bœuf: Katır gibi kuvvetli. Avoir un boire er. İçecek şey (Le boire et le manger: Yeme
bœuf sur la langue: Sus payı aldıktan sonra, bir içme). § En perdre le boire et le manger: hlk.
çıkar sağladıktan sonra, önüne bir kemik Dünyayı görecek hali olmamak, başını kaşıyacak
atıldıktan sonra susmak, sesini kesmek. Mettre la vakti olmamak,
charrue avant les bœufs: İşe tersinden başlamak, boiser. 1. Ağaç, "ahşap (Un pont en bois). 2. Tahta
sonundan başlamak. Travailler comme un bœuf: (Une jambe de bois). 3. Odun (Scier du bois.
Aralıksız ve hiç yorulmadan çalışmak. Bœuf Couper, fendre du bois). 4. Koru, koruluk, orman
saignant, mouton bêlant: Sığır etini az pişmiş, (Aller au bois, se promener dans les bois). 5.
koyun etini nerdeyse çiğ yemeli, Mobilya. 6. Geyik gibi orman hayvanlarının
b.o.f. s. ve ad. 1. Sütçü, kaymakçı, peynirci. 2. boynuzu (Les bois d'un cerf). 7. ç. Flüt gibi
Karaborsacı, vurguncu. 3. Yeni zengin, madenden yada ağaçtan nefesli çalgılar. § Un
sonradan görme, türedi (Il est un peu B. O.F.) homme des bois: Orman ayısı, kaba adam, hödük.
bot uni. Pöh, püh (Bof! c'est du théâtre filmé!). Avoir la gueule de bois: (İçkiden sonra) Ağzı çiriş
bog er. Bir tür iskambil oyunu, gibi olmak, ağzı yapış yapış olmak. Etre du bois
bogue diş. 1. Kestanenin dikenli kabuğu, topur. 2. dont on fait la flûte: Kimin arabasına binerse onun
türküsünü söylemek. Faire flèche de tout bois:
Çamur küreği,
Her çareye baş vurmak N'être pas de bois:
bohème diş. 1. Derbederlik (Mener une vie de
Duyarlı, duygulu, coşkulu olmak. Toucher du
bohème. Il a passé plusieurs années dans la
bois: Şeytan kulağına kurşun demek. Trouver
bohème). 2. ad. Derbeder (C'est un bohème, une
visage de bois: Kapıyı duvar bulmak. On verra de
bohème). 3. s. Derbeder (Un caractère bohème,
quel bois je me chauffe: Benim kim olduğumu
elle est très bohème). 4. diş. Derbederler takımı
görürsünüz! La faim fit sortir le loup du bois: Aç
(La bohème de Montparnasse).
köpek fırın deler (yıkar),
bohémien,ne s. ve ad. 1. Bohemyalı.2. Çingene
boisage er. 1. Ağaçlarla pekiştirme, kaballama (Le
(Etre habillé comme une bohémienne).
boisage d'une galerie, d'un puits de mine). 2.
boire gçl. 1. İçmek (Boire de l'eau, duvin. Boireun
Kaballama kerestesi,
coup, un verre). 2. Emmek, içine çekmek (La
boisé,e s. Ağaçlandırılmaş, ağaçlı (Une région
terre boitl'eaud'arrosage. L'éponge boit l'eau. Le
boisement 165 bombardier
Bombardman uçağı (Bombardier quadrimoteur). qui bon pleurer?). Bonne fête!: Bayramınız kutlu
3. s. Bombardman edebilen (Chasseur olsun. Bonne année! : Yeni yılınız kutlu olsun. Bon
bombardier: Av bombardman uçağı). voyage!: İyi yolculuklar. Allons, bon! ah, bon?:
bombardon er. Bandoda en kalın sesli boru, Demek öyle ha!, öyle mi!? Bu da nesi! A bon
bombardon. marché: Ucuz, ucuza (Acheter à bon marché). A
bombe diş. 1. (Eskiden) Humbara. 2. Bomba bon compte: Ucuz atlatarak, pek zarar görmeden
(Bombe explosive, bombe incendiaire, bombe au (5e tirer d'une affaire à bon compte). A bon droit:
plastic, bombe àretardement, bombe atomique). § Haklı olarak. A bon entendeur salut: Anlayana
Bombe glacée: Kalıp dondurması. Arriver, sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az. A bon
tomber comme une bombe: Ansızın çıkagelmek. escient: İyice düşünüp taşındıktan soma, bilinçli
Eclater comme une bombe: Bomba gibi patlamak olarak. A bon vin point d'enseigne: İyi mal kendini
(La nouvelle éclate comme une bombe). Faire gösterir. 11. bel. İyi, güzel. D fait bon: Hava iyi,
l'effet d'une bombe: Bomba etkisi yapmak, güzel, hoş (Ilfait bon au bord de la mer). Il fait bon
şaşkınlık uyandırmak (Le résultat des élections a f. qch: -mek hoştur (Ilfait bon vivre dans ce pays).
fait l'effet d'une bombe). Faire la bombe: tkz. Sentir bon: Hoş kokmak, güzel kokmak (Ces
Âlem yapmak, felekten bir gün çalmak, fleurs sentent bon). Tenir bon: Dayanmak,
bombé,es. Kabarık, tümsekli (Verres bombés, yeux direnmek (Tu as tenu bon devant les attaques).
bombés, route bombée). Pour de bon, pour tout de bon, tout de bon: Ciddi
bombement er. Kabarıklık, tümsektik, olarak, gerçekten, şakasız (Il est parti pour de
bomber gçl. 1. Kabarıklaştırmak, şişirmek, bon. Je vous parle pour de bon). 12. er. İyilik, iyi
şişkinleştirmek, tümseltmek (Le vent bombe la (Discerner le bon d'avec le mauvais. Préférer le
voile. Bomber un verre. Bomber la poitrine). 2. bon au beau). 13. İyi yan (Il y a du bon et du
gsz. Tümselmek, kabarmak, kamburlaşmak, mauvais dans cette affaire). 14. Can noktası, can
pırtlamak (Une boiserie qui bombe. Le mur a alıcı nokta (Le bon de l'histoire c'est que...: İşin
légèrement bombé). § Bomber le torse: mec. can alıcı noktası şu ki). 15. Bono (Bon du trésor).
Şişinmek. 16. Belge, karne, vesika (Bon d'essence, bon de
bombonne, bonbonne diş. Bir tür damacana pain). 17. İyi insan. § Y a bon: hlk. İşler yolunda,
(Bonbonne d'huile. Une bonbonne en verre). her şey tıkırında. Prendre qch à la bonne: Bir şeyi
bombyx er. İpekböceği. iyi yanından almak. Avoir qn à la bonne: Birini
sevmek, birine karşı sempatisi olmak (Je ne crains
bon, ne s. 1. İyi (Un bon élève, un bon vin). 2.
rien, le patron m'a à la bonne). En voilà une
Adamakıllı, esaslı (Une bonne gifle, un bon
bonne!: Al işte! Gördün mü şimdi! Oldu mu ya!
coup). 3. Nükteli, ince, güldürücü (Raconter de
En raconter une bien bonne: Nükteli bir şeyler
bonnes histoires). 4. Elverişli, iyi, lehte (Les
anlatmak, özgün bir fıkra anlatmak,
nouvelles sont bonnes). 5. Kocaman, dolu dolu (Il
bonacerfij. 1. (Denizde) Sütlimanlık, durgunluk. 2.
en reste encore un bon verre). 6. Tam, bol bol (J'y
mec. Dırıltısızlık, süt limanlık, kavgasız
suis resté une bonne heure). 7. Epey, epeyce, hayli
gürültüsüzlük.
uzun (Le village est à une bonne distance de la
bonapartisme er. Bonapartçılık, Napolyon
ville). 8. İyi yürekli, saf (Les bonnes gens). 9.
Kesin (Finissons-en une bonne fois). 10. Hoş (Une Bonapart yanlılığı,
bonne odeur). § Bonnes œuvres: Hayır, hayırlı iş. bonapartistes, ve ad. Bonapartçı.
Bon vivant: Kalender, keyif ehli, gününü gün bonasses. Pek saf, bön, allahlık(//a unair bonasse).
eden, iyi yaşayan. Etre bon en qch: -de iyi olmak, bonassement bel. Pek saf, bönce,
güçlü olmak (Il est bon en philosophie). Bon pour bonasserie diş. Aşırı saflık, bönlük,
qch: -e iyi gelen (Un remède bon pour le cœur. bon-bec er. Çenesi kuvvetli, çeneli,
L'alcool n'est pas bonpourla santé). Bonàf.qch: bonbon er. Şekerleme, bonbon şekeri (Sucer des
1. -mesi iyi, -meşinde yarar olan (C'est bon à bonbons).
savoir. Toute vérité n'est pas bonne à dire). 2. bonbonne, bombonne diş. Bir tür damacana,
-meye yarar; -mesi yerinde olan; -cek (La soupe bonbonnière diş. 1. Şekerleme kutusu. 2. mec.
est bonne à jeter. Cesvetements usés sont bons à Güzel döşeli küçük ev, kuş kafesi gibi ev.
jeter). N'être pas bon à qch: -e yaramamak (lin 'est bon-chrétien er. Bir tür iri armut,
bon à rien. Il n'est pas bon à grand chose). A quoi bond er. 1. Sıçrayış (Les bonds des acrobates). 2.
bon?:Neye yarar?M quoi bon ces efforts?). Aquoi Atlayış (Le bond d'un cheval au-dessus de
bon f.qch: -mek neye yarar; -mekten ne çıkar (A l'obstacle). 3. Yükselme, birden fırlama, sıçrama
bonde 167 bonnet
(La Bourse a fait un bond à l'annonce de ces s. Saf, bön (Il agit avec un air bonhomme). § Le
mesures). 4. Takla (La voiture fit un bond dans le bonhomme de neige: Kardan adam. Nom d'un
fossé). § D'un bond: Bir sıçrayışta, doğrudan petit bonhomme!: (Küfür) Ulan kerata, hergele.
doğruya, birdenbire (D'un bond, il a franchi Aller son petit bonhomme de chemin: Kendi
l'obstacle). Du premier bond: İşe girişir girişmez, yolunda gitmek; etliye sütlüye karışmadan kendi
hemen. Faire faux bond à qn: Birini atlatmak, işiyle uğraşmak. Entrer dans la peau du
verdiği sözü tutmamak, randevuya gelmemek bonhomme: (Tiyatroda, bir oyuncu için)
(L'entrepreneur nous a fait faux bond à cause des Oynadığı kişiyle özdeşleşmek, oynadığı kişinin
grèves). Prendre la balle au bond: Fırsatı ruh haline girmek,
kaçırmamak; fırsatı ganimet bilmek, hazır oğul boni er. 1. Masraf artığı, ödeme artığı. 2. Kâr,
babası olmak, kazanç.
bonde 1. Havuz, tekne, fıçı gibi şeylerin deliği. 2. boniche diş. Hizmetçi; genç hizmetçi kız.
Tıkaç (Lâcher, lever la bonde) § Jusqu'à la bonde: boniface s. ve ad. hlk. Bön, budala,
Ağzına kadar (Remplir un tonneau jusqu'à la bonification diş. 1. İyileştirme, temiz ve verimli
bonde). Lâcher la bonde à qch: -i serbest kılma (Bonification de la terre). 2. Düşürüm,
bırakmak. Lâcher la bonde à ses larmes: Dilediği indirim (Il m'a fait une bonification de mille
gibi, iki gözü iki çeşme ağlamak. Lâcher la bonde à francs).
sa colère: Kendini öfkeye kaptırmak. Lâcher la bonifier gçl. 1. İyileştirmek, düzeltmek. 2. Kâr
bonde à ses plaintes: İçini iyice dökmek, olarak vermek, kazanç vermek. § Se bonifier:
bondé,e s. Ağzına kadar dolu, tıklım tıklım (Les İyileşmek, düzelmek (Le vin se bonifie en
trains sont bondés. Sa valise était bondée). § Etre vieillissant. Ton caractère s'est bonifié ces derniers
bondée de qch: -ile tıklım tıklım dolu olmak, dolup ans).
taşmak. boniment er. 1. Saçma sapan söz, yalan, saçma
bonder gçl. Ağzına kadar doldurmak; tıka basa, (Raconter, dire des boniments). 2. Tezgâhtar ağzı,
tıklım tıklım doldurmak, yaygara, ağız, yutturmaca söz (Les badauds se
bondieuserie diş. 1. Yobazhk, softalık. 2. Pek bir laissent prendre aux boniments du camelot).
değer taşımayan dinsel eşyalar (Vendre des bonimenter gsz. Çığırtkanlık etmek, yaygara
bondieuseries). yapmak.
bondir gsz. 1. Sıçramak, zıplamak, hoplamak. 2. bonimenteur er. Çığırtkan, yaygaracı,
Bondir de qch: -den yerinde duramamak; -den bonite diş. Akdenizde yaşayan bir tür ton bahğı,
sıçramak (Bondir de joie, d'impatience). § Faire palamut.
bondir le cœur: Yüreğini kaldırmak, yürek bonjour er. 1. Günaydın (Je lui dis toujours
bulandırmak, mide bulandırmak, tiksindirmek, bonjour). 2. Selâm. § Donner le bonjour à qn:
bondissant,e s. Sıçrayan, hoplayan, zıplayan, Birine selâm vermek. Dire boiyours à qn: Birine
yerinde duramayan (Despoulins bondissants). selâm söylemek, selâm yollamak (Dis bonjours à
bondissement er. Sıçrama, zıplama, hoplama (Les ton frère). Bonjour lunettes, adieu fillettes:
bondissements du chamois, du cabri). Kırkından sonra saz çalınmaz. Simple comme un
bondon er. 1. Fıçı tıpası. 2. Bir tür peynir, bonjour: Çok kolay,
bondrée diş. Alıcıkuş, uzun kuyruklu doğan, şahin, bon marchés. (Değişmez) Ucuz.
bonheur er. 1. Mutluluk (Le bonheur familial). 2. bonne diş. Hizmetçi kadın, hizmetçi. § Bonne à tout
Şans, talih (J'ai eu le bonheur de le trouver chez faire: Her işe bakan hizmetçi,
lui). 3. Başarı. 4. Sevinç, zevk (Nous avons eu le bonne-dame Karapazı.
bonheur de le voir assister à notre réunion). § Au bonne-maman diş. (Çocuk dilinde) Haminne, cici
petit bonheur: Rasgele (Tu réponds à mes anne.
questions au petit bonheur). Par bonheur: bonnement bel. 1. Temiz yürekle. 2. Saf saf,
Bereket versin ki (Parbonheur, son père ne nous a saflıkla, safça, dolambaçsız olarak (Avouer tout
pas vus). Porter bonheur à qn: -e uğur getirmek bonnement une faute).
(Cette amulette lui porte bonheur). bonnet er. 1. Külah, takke, hotoz, kalpak, bere gibi
bonhomie diş. 1. Yürek temizliği. 2. Saflık, sipersiz başlık (Bonnet de police bonnet de nuit,
bonhomme er. 1. Saf adam. 2. hlk. Koca, herif (II bonnet de femme, bonnet de pâtissier). 2. Geviş
est au café ton bonhomme). 3. Yaşlı, ihtiyar (A getiren hayvanlarda ikinci mide, börkenek. §
quatre-vingts ans, le bonhomme était toujours Gros bonnet: Yetkili kişi, ileri gelen, kodaman
d'attaque). 4. Çocukların çizdikleri insan resmi. 5. (C'est un des gros bonnets de la chambre de
bonneteau 168 border
commerce). Avoir la tête près du bonnet: Çabuk borate er. kim. Borat, bor asidi tuzu.
kızmak, hemen ayranı kabarmak. Etre deux têtes borax er. kim. Boraks, tenkâr.
dans un bonnet: Kafadar olmak, aynı kafada borborygme er. Guruldama, gurultu (Les
olmak. Etre triste comme un bonnet de nuit: lç borborygmes d'une tuyauterie).
karartıcı olmak, çok can sıkıcı olmak. Jeter son bord er. 1. Kenar (Chapeau à large bord, à bord
bonnet par-dessus les moulins: Elâlemin ne relevé). 2. Kenar, sınır (Le bord d'un bois, d'une
diyeceğine hiç aldırmamak; ar namus şişesini taşa route). 3. Kenar süsü, kenar şeridi (Le bord d'un
çalmak. Opiner du bonnet: Ahfeşin keçisi gibi hep vêtement). 4. Ağız (Les bords d'une plaie). 5. Kıyı,
başını sallamak; hep tamam, eyvallah demek. sahil (Le bord de la mer, d'un fleuve, d'une
Prendre qch sous son bonnet: Bir şeyi kendi rivière). 6. Gemi bordası. § Bord à bord: 1. Yan
başına, kendi dilediği gibi yapmak. Kendi yana, kenarları karşı karşıya duran, çaprazlama
kendine gelin güveyi olmak. C'est bonnet blanc et kavuşmayan ( Un manteau bord à bord). 2. Ağzına
blanc bonnet: Ayvaz kasap hep bir hesap. Quel kadar dolu. Jusqu'au bord: Ağzına kadar, silme
bonnet de nuit!: Ne can sıkıcı adam! (Remplir un verre jusqu'au bord). Au bord de:
bonneteau er. Üç kâğıt oyunu; bul karayı al parayı, Kıyısında (Au bord de la mer, de la rivière). Les
bonneterie diş. 1. Tuhafiyecilik. 2. Tuhafiye sombres bords: (Söylencede) Ruhlar diyarı. A
dükkânı. bord: Gemide (Lecapitaineestmaîtreàbordaprès
bonneteur er. 1. Üç kâğıtçı. 2. (Oyunda) Hileci, Dieu). Abord de: -de (A bordd'avion: Uçakta). A
bonnetier,ère ad. Fanila, çorap, gömlek gibi eşyalar pleins bords: Bol bol. Etre au bord de qch: -e pek
satan kimse, tuhafiyeci, yakın olmak; -in eşiğinde olmak; üzere olmak
bonnette diş. 1., Çocuk takkesi. 2. ask. Siper üstü (Etre au bord de la tombe: Ölmek üzere olmak,
çıkıntısı. 3. den. Yardımcı yelken. 4. (Fotoğraf ölümün eşiğinde olmak. Etre au bord des larmes:
makinasında) Yardımcı mercek, Nerdeyse ağlamak, ağladı ağlayacak olmak). Etre
bonniche diş. Hizmetçi, hizmetçi genç kız. du bord de qn: -ile aynı düşüncede, kanıda,
bon-papa er. (Çocuk dilinde) Büyükbaba, dede. yakada olmak (Nous sommes du même bord. Je
bon sens er. Sağduyu, suis du bord de ton frère). ,
bonsoir er. Tünaydın, iyi akşamlar, bordage er. 1. Kenar geçirme, kenar çekme (Le
bonté diş. 1. İyilik, iyi nitelikli oluş (La bonté d'un bordage d'un vêtement). 2. (Gemilerde) Borda
vin, d'une terre). 2. İyilik, iyi yüreklilik (Tu es kaplaması.
d'une grande bonté) 3. ç. Hayır, hayır işleri. § bordé er. 1. Kenar şeridi (Garnir des rideaux d'un
Avoir la bonté de f. qch : -mek inceliğini gösterme k bordé). 2. Borda kaplamalarının bütünü,
(Il a eu la bonté de m'écrire sans retard). Bonté bordeaux er. 1. Bordeaux şarabı. 2. Bordo rengi,
divine!: Hay allah! Aman Allahim! menekşeye çalan koyu kırmızı,
bon vivant s. ve er. Keyif ehli, gününü gün eden (Il bordée diş. 1. (Bir geminin) Borda tayfası. 2. Borda
est bon vivant. Des bons vivants). topları. 3. Borda ateşi. 4. Bir geminin yön
bonze er. 1. Buda papazı. 2. Kodaman, ilerigelen değiştirmeksizin aldığı yol ve bunun için geçen
(Les bonzes d'un parti). 3. hlk. İhtiyar moruk. 4. süre. § Une bordée d'iıyures: Bir sürü küfür, ağız
argo. Herif, adam. dolusu küfür. Tirer, courir une bordée: (Tayfa
bookmaker er. İng. (At yarışlarında) Bahis argosunda) Karaya kaçamak yapmak;
yazmanı. meyhanelere, eğlence yerlerine girip âlem
boom er. 1. Birden gelişme, çabuk yükselme, yapmak.
beklenmedik başarı (Le boom économique d'un bordel er. 1. tkz. Genelev. 2. mec. Karışıklık; çok
pays). 2. (Okul argosunda) Eğlence partisi, karışık yer, karmakarışık (Quel bordel!).
çılgınca eğlenme, bordelais,e s. ve ad. Bordeaux halkından olan,
boomerang er. Bumerang, fırlatıldığı zaman Bordeaux'lu (Bordolu).
yeniden fırlatana dönüp gelen, ağaçtan yapılma, bordéleux,euse; bordélique s. Dağınık, karma
eğik biçimli av ve oyun âleti. § Faire boomerang: karışık.
(Kötü bir davranış için) Geri tepmek. Revenir border gçl. 1. (Bir şeye şerit, zırh gibi bir) Kenar
comme un boomerang: Dönüp o işi yapmak çekmek. 2. Border qch de qch: Kenarına...
isteyenin başına patlamak, çekmek; kenarını... ile çevirmek donatmak
boqueteau er. Küçük koru. (Border un mouchoir de dentelles; border une
bora diş. Boran, kuzey-doğudan esen şiddetli ve route d'arbres). 3. (Bir şeyin) Kenarına kadar
dondurucu yel. uzanmak. 4. Kenarında bulunmak, kenarı
bordereau 169 bossu
boyunca uzanmak (Les maisons bordent la route. borne-fontaine diş. Sınır taşı biçiminde küçük
Un sentier borde la rivière). 5. (Gemi için) Bir çeşme.
yerin kıyısı boyunca gitmek. § Border l'avion: borner gçl. 1. Sınır çekmek, sınırlamak, sımr olmak
Uçağı binilecek yere çekmek. Border un (Chemin qui borne une vigne). 2. mec. Kısmak,
bâtiment: Bir gemiye borda kaplaması geçirmek. azaltmak (Borner ses désirs, ses ambitions). 3.
Border un lit: Yorganın kenarlarını şiltenin altına Borner qch à qch: Bir şeyi -e indirgemek; -ile
çevirmek. Etre mal bordé: Keyfi yerinde sınırlandırmak (Bornons des bagages au strict
olmamak, nécessaire. La police a borné son enquête aux
bordereau er. Bordro, familiers de la victime). § Se borner à qch, à f. qch:
borderie diş. Küçük çiftlik. -ile yetinmek, -mekle yetinmek (Il faut savoir se
bordier,ères. vead. (Çiftliklerde)Ortakçı, borner au strict nécessaire. Je me bornerai à tracer
bordigue, bourdigue<% Dalyan, les lignes directrices du projet).
bordure diş. 1. Kenar süsü (Manteau à bordure de bornoyergsz. 1. Tek gözle nişan alır gibi bakmak. 2.
fourrure). 2. Kenar taşları, kenarlık (Bordure de gçl. Doğru yapmak için şâhisler koymak
chaussée, bordure de pavés). 3. Sırnr, kenar (Les (Bornoyer un mur, une allée).
bordures d'un bois). § En bordure de: Kenarında, borraginées, borraginacées diş. ç. Sığırdiligiller.
kıyısında, sınırında(Des villas en bordure de mer. bort er. 1. Kaba yünlü. 2. Kaba elmas,
Des champs en bordure de la rivière. Un maison en bortsch er. Borç çorbası.
bordure de la forêt). boscot,te s. ve ad. hlk. Ufak tefek, cılız, kambur
bore er. kim. Bor. (kimse).
borée er. Poyraz. bosniaque,bosnien,nes. vead. Boşnak,Bosnalı,
boréal,e s. Kuzey, kuzeye değgin (Hémisphère bosquet er. Koruluk, ağaçlık,
boréal. Pôle boréal. Régions boréales). bosse diş. 1. Kambur (Il a une grosse bosse). 2.
borgnes, vead. 1. Tek gözlü, sokur. 2. Adı kötüye Hörgüç (La bosse du dromadaire; les bosses du
çıkmış (Une rue borgne, un hôtel borgne). 3. chameau). 3. Kabartı,şiş,tümsek (Unterrainqui
Hiçbir yeri görmeyen, hiçbir görünümü présente des creux et des bosses). 4. Şişkinlik (Je
olamayan (Une fenêtre borgne). 4. Uçsuz, ucu me suis fait une bosse au front). S. Kabartma süs.
olmayan ( Un sein borgne: Ucu olmayan meme). 6. Resme çalışırken kullanılan dökme yada
5. Kör (Un trou borgne). § Changer un cheval kabartma model. 7. Anıklık, zekâ, kafa (Il a la
borgne contre un aveugle: Kırı verip doru almak; bosse du commerce. A voir la bosse de la musique,
iyibirşey verip karşılığında kötü bir şey almak. des mathématiques). 8. den. Kalın ip. § Ne rêver
Au royaume des aveugles les borgnes sont rois: que plaies et bosses: Çok kavgacı olmak; akh fikri
Körler ülkesinde tek gözlüler baş olur; hır gür çıkarmakta olmak. Rouler sa bosse: tkz.
koyunun bulunmadığı yerdekeçiye Abdurrahman Durmadan gezmek, habire dolaşıp durmak. S'en
çelebi derler. payer une bosse: tkz. Katıla katıla gülmek,
borin,e s. vead. Kömür işçisi, bosselage er. (Gümüş, altın sofra takımlarında)
borique 5. Borakstan çıkarılan, boraksa değgin Kabartma işi.
(Acide borique). bosseler gçl. 1. Kabartma işlemek (Bosseler une
borique,e s. Asit borikli (Eau boriquée). cafetière d'argent). 2. Yamru yumru etmek,
bornage er. Sınır çekme, sınırlandırma (Pierre de bossellement er. Kabartma işleme,
bomage:Sınır taşı). bosselure 1. Kabartma işi (Les bosselures d'une
borne diş. 1. Sınırtaşı, sınır işareti (Placer les bornes marmite en cuivre). 2. Yamru yumruluk,
d'un champ). 2. Koruma taşı (Borne de bosser gçl. 1. Bir ucu sabit iplerle bağlamak. 2. -e
proctection des murs, des fenêtres). 3. Elektrik çalışmak (Il bosse son examen au lieu d'aller
akımını sağlayan bağ. 4. ç. Sınır (Les bornes d'un s'amuser). 3. gsz. hlk. Çalışmak, ineklemek, çok
Etat). g Borne kilométrique: Kilometre taşı. Sans çalışmak (Où est-ce que tu bosses maintenant? Il
borne: Sınırsız, alabildiğine (Unejoie sans borne). bosse jour et nuit).
Dépasser les bornes: Aşırılığa kaçmak, haddini bosseur er. hlk. Çok çalışan (kimse),
aşmak. Rester planté comme une borne: Yerinde bossoir er. 1. Gemi çapasını astıkları metafora,
çakılıp kalmak, donup kalmak, gariva. 2. Sandal metaforası. § Bossoir
borné,e s. Sınırlı, dar, dar kafalı, dar görüşlü, d'embarcation: (Gemide) Sandal askısı,
gelişmemiş (Un homme borné. Un esprit borné, bossu,e s. ve ad. Kambur. § Rire comme un bossu:
une vue bornée). Kahkahalarla gülmek.
bossuer 170 bouchée
bossuer gçl. Yamru yumru etmek, yamultmak < Une boucaner gçl. 1. İse tutmak, islemek (Boucaner de
balle a bossué son casque). la viande, du poisson) 2. Kurutmak,
boston er. 1. Bir tür iskambil oyunu. 2. Bir tür dans. sertleştirmek, deri gibi yapmak (Les années
bostonner gsz. Boston denilen oyunu oynamak avaient boucané sa figure). 3. gsz. Yaban öküzü
yada bu addaki dansı yapmak, avına çıkmak,
bot,e s. Sakat (Main bote, hanche bote, pied bot). boucanier er. 1. (Eskiden Amerika'da) Yaban
botanique diş. 1. Botanik, *bitkibilim. 2. s. öküzü avcısı. 2. Korsan,
*Bitkibilimsel, botaniğe değgin, bouchage er. Tıpalama, tıpa takma (Le bouchage
botaniste od. "Bitkibilimci. botanikçi, des bouteilles).
botte diş. 1. Demet (Botte depaille, d'épis, de fleurs, boucharde diş. 1. Dişli taşçı çekici. 2. Dişli beton
de poireaux). 2. Kılıç yada meç vuruşu. 3. mec. merdanesi.
Şaşırtıcı soru yada çıkışma. 4. Çizme ( Unepaire de bouche diş. 1. Ağız (Ouvrir, fermer la bouche). 2.
bottes. Mettre ses bottes). S. argo. (Politeknik Bakılacak kimse, boğaz (J'ai cinq bouches à
okulunda) Okulu en iyi dereceyle bitiren nourrir). 3. coğr. Ağız ( La bouche d'un fleuve). 4.
öğrenciler (Sortir dans la botte: En iyi dereceyle Giriş yeri, giriş, ağız (Bouche du métro, d'un
bitirenler arasında olmak). § A propos de bottes: four). § Bouche à feu: Top. Bouche à incendie:
Ciddi bir neden olmaksızın, bir hiç yüzünden (Se Yangın musluğu. Avoir l'eau à la bouche: Ağzının
quereller à propos de bottes). Avoir du foin dans suyu akmak, imrenmek. Avoir l'injure à la
ses bottes: Çok parası olmak. En avoir plein les bouche: Ağzı küfürlü olmak, küfürbaz olmak.
bottes: Bıkmak, gına getirmek, illallah demek. Avoir qch toujours à la bouche: Ağzında hep o şey
Faire dans les bottes de qn: tkz. -i abartmak, -de olmak, bir şeyden durmadan söz etmek. Avoir la
ölçüye aşmak. Graisser ses bottes: Gitmeye bouche pleine de qch: Hep -den söz etmek. Etre
hazırlanmak. Lécher les bottes de qn: Birine çok dans toutes les bouches: Herkesin ağzında olmak,
adice dalkavukluk etmek, kıçını yalamak. Porter dile düşmek. Enlever le pain de la bouche à qn:
une botte à qn: -e saldırmak (Porter une botte à un Birinin lokmasını ağzından almak (Tu lui enlèves
contradicteur, à un adversaire). le pain de la bouche). Faire la petite bouche:
bottelage er. Demetleme, demet yapma, Dudak bükmek, beğenmez görünmek, nazlı
botteler gçl. Demetlemek, demet demet yapmak davranmak, ağız yapmak. Faire venir l'eau à la
(Botteler des radis, des poireaux, de la paille). bouche: Ağzının suyunu akıtmak, imrendirmek.
botteleur,euse ad. Demet bağlayıcı, demetçi. Garder qch pour la bonne bouche: Bir şeyi en sona
botteleuse diş. Demet makinası. saklamak. Ouvrir la bouche: Ağzını açmak,
botter gçl. 1. Çizme giydirmek (Botter un enfant, konuşmak. Rester bouche bée: Hayretten donup
une femme). 2. Tekmelemek, ayağıyla vurmak kalmak, ağzı bir karış açık kalmak. Rester bouche
(L'ailier droit botta le ballon). 3. tkz. İşine close: Ağzını açmamak, hiç konuşmamak.
gelmek, hesabına uygun düşmek (Ça me botte). § S'embrasser à bouche que veux-tu: Durmadan
Botter les fesses, le derrière à qn: -in kıçına bir öpüşmek. Aller, passer de bouche en bouche:
tekme vurmak (Je vais lui botter les fesses). § Se Ağızdan ağıza dolaşmak. § De bouche à l'oreille:
botter: Çizmelerini giymek, Gizlice, kimsenin haberi olmadan. La bouche en
bottier er. Çizmeci. cœur: Gülünç bir kibarlıkla. La bouche en cul de
poule: tkz. Yapmacıklı bir tavır, kasıntı. A close
bottillon er. 1. Demetcik. 2. Kürklü ve konçlu kadın
bouche n'entre point mouche: Kapalı ağza sinek
ayakkabısı,
kaçmaz; bülbülün çektiği dili belâsı,
bottine diş. Potin.
bouché,e s. 1. Kapalı, tıkalı (Un ehemin bouché. J'ai
boubouler gsz. (Baykuş için) Ötmek,
le nez bouché). 2. mec. Kalın kafalı, dar görüşlü
bouc er. 1. Teke. 2. Çene sakalı (Porter le bouc). §
(Un esprit bouché). 3. Kapalı şişelerde satılan
Puer comme un bouc: Teke gibi kokmak, pis pis
(Vin bouché). Etre bouché à l'émeri: Kalın kafalı
kokmak. Le bouc émissaire: Bütün suçlar
olmak, budala olmak,
kendisine yükletilen kimse, abalı, ensesi kalın,
bouche-à-bouche er. Ağzından yapay solunum,
günah keçisi,
"sun'i teneffüs (Pratiquer, faire le bouche-à-
boucan er. 1. Amerika yerlilerinin et isledikleri yer.
bouche à un noyé).
2. Amerika yerlilerinin yaptıkları islenmiş et. 3.
bouchée, diş. 1. Lokma (Une bouchée de pain). 2.
tkz. Şamata § Faire du boucan: Şamata
Küçük börek. § Pour une bouchée de pain: Çok
koparmak, şamata etmek,
ucuza, hemen hemen yok pahasına (Acheter
boucanage er. (Et ve balık için) İsleme.
boucher 171 boudinage
quelque chose pour une bouchée de pain). Manger cheveux). 5. Kıvnm, kıvrıntı, menderes (Les
une bouchée: Çabucak bir şeyler atıştın vermek, boucles d'un fleuve, d'une route). § Se serrer la
bir lokma yemek yemek. Ne faire qu'une bouchée boucle: hlk. Kemerleri sıkmak; kemerini biraz
de qn, de qch: -i çabucak yenmek, kolayca sıkmak.
haklamak, üstesinden gelmek (Il n'a fait qu'une boucler gçl. 1. Tokasını bağlamak, tokalamak,
bouchée de son adversaire). bağlamak (Boucler sa ceinture. Boucler une
boucher gçl. 1. Kapamak, tıkamak (Boucher un valise, une malle). 2. hlk. Kapamak (Boucler son
trou, un passage). 2. Ağzını kapamak, tıpalamak magasin). 3. tkz. Kapatmak, bağlamak (Boucler
(Boucher une bouteille). 3. Köreltmek, kapamak son budget, ses comptes). 4. Lüle lüle yapmak,
(Boucher une porte, une fenêtre). § En boucher un kıvırmak (Bouclerses cheveux). 5. (Bir hayvanın
coin à qn: hlk. Birini şaşırtmak, hayrette burnuna) Halka geçirmek. 6. ask. Kıskıvrak
bırakmak (Tu lui en as bouché un coin). § Se sarmak, dört yandan çevirmek (Boucler un
boucher: 1. Tıkanmak (L'évier s'est bouché). 2. Se village). 1. tkz. Dama tıkmak, kodese atmak,
boucher quelque part: Bir yerini kapamak, hücreye sokmak (Boucler un prisonnier). 8. gsz.
tıkamak, bağlamak (Se boucher les yeux, les Lüle lüle olmak, kıvrılmak (Ses cheveux
oreilles, le nez). bouclent naturellement). 9. gsz. (Duvar) Bel
boucher er. 1. Kasap, etçi (Aller chez le boucher). 2. vermek. § La boucler: Susmak, çenesini kapamak
mec. Kan dökmekten hoşlanan, gözü kanlı, kanlı. (Boucle-la). Boucler son budget: Bütçesini
3. mec. Beceriksiz cerrah, denkleştirmek; iki yakasını bir araya getirmek,
bouchère diş. 1. Kasap karısı. 2. Kadın kasap, bouclette diş. Küçük toka, küçük halka,
boucherie diş. 1. Kasap dükkânı. 2. Kasaplık bouclier er. 1. Kalkan (Un bouclier de cuir, de
(Animaux de boucherie). 3. Öldürme, ölüm; bronze). 2. mec. Savunma silâhı, kalkan. § Levée
kıyım (Envoyer des soldats à la boucherie). 4. de boucliers: Silâhlı ayaklanma, kazan kaldırma.
Öldürme yeri, savaş, Faire un bouclier de son corps à qn: Gövdesini,
bouche-trou er. Sırf bir boşluğu doldurmak için göğsünü birine siper etmek. Se faire un bouclier de
kullanılan kişi yada nesne, gedik kapayan (Cet qch: Bir şeyi kendisine kalkan yapmak, silâh
acteur n'est qu'un bouche-trou). olarak kullanmak (Il se fait un bouclier de sa
bouchoir er. Fırın kapağı. pudeur).
bouchon er. 1. Tıkaç, tapa. 2. Şişe kapağı. 3. Kuru ot bouddha er. Buda.
yumağı. 4. Küçük meyhane. 5. Bahk ağma takılan bouddhique s. Buda'ya ve Budizm'e değgin (Art
mantar. 6. Üzerine para konulan bir mantan bilye bouddhique).
ile devirerek oynanılan bir oyun. 7. Katman, bouddhisme er. Budizm; Buda dini.
tabaka (Un bouchon de nuage, de brume). 8. bouddhiste ad. Budist; Buda dininden olan.
Tıkanma, geçici olarak kapanma (Bouchon de bouder gsz. 1. Somurtmak, surat asmak (Ne boude
circulation). § C'est plus fort que de jouer au pas à table). 2. gçl. Bouder qn, qch: -e surat asmak
bouchon: Bu biraz güç bir şey, bu biraz sıkar, aşık (Il me boude depuis une semaine). 3. tkz. Artık
oynamaya benzemez bu. istemez olmak, artık canı istememek (Je boude les
bouchonnement, bouchannage er. Tımar etme, distractions). § Bouder contre son ventre: Kızıp
gebreleme (Le bouchonnement d'un cheval). yemek yememek,
bouchonner gçl. 1. Silmek, kurulamak (Ilsortitson bouderie diş. Somurtma, surat asma, somurtkanlık
mouchoir et se bouchonna le visage et la nuque). 2. (La bouderie d'un enfant gâté).
Tımar etmek, gebrelemek (Bouchonner un boudeur,euse s. ve ad. 1. Somurtkan, asık suratlı.
cheval). 3. mec. Duygulanm okşamak, (Un enfant boudeur). 2. er. İki kişilik sırt sırta
pohpohlamak (Une femme qui bouchonne son koltuk.
amant). boudin er. 1. Bir tür domuz sucuğu (Boudingrillé).
bouchonnier er. Tapacı, mantar tapa yapan yada 2. (Mimarlıkta) Yanm silindir biçiminde silme,
satan kimse. kavalsilme. 3. Lâğım fitili. 4. Demiryolu araba
bouchot er. Midye vb. tarlası (Moules de bouchot). tekerleklerinde çemberin çepeçevre taşkın olan iç
bouchoteur er. Midye yetiştirici, kenan. § Ressort à boudin: Sarmal yay. S'en aller
bouchure diş. Küçük çalı çiti. en eau de boudin: İyi bir sonuç vermemek, boşa
boucle diş. 1. Bir yere takılacak kolu olan halka, çıkmak, güme gitmek (Je crois que cette affaire va
mapa. 2. Kemer vb. tokası (Fermer la ceinture par s'en aller en eau de boudin).
une boucle). 3. Küpe. 4. Saç lülesi, lüle CBoucle de boudinage er. (İpek, yün vb.) Bükme.
boudiné 172 bougre
bougre). 2. Bougre de: -oğlu (Bougre d'idiot: Boire un bouillon: 1. Yüzerken su yutmak. 2.
Aptal oğlu aptal). 3. Bougre! uni. Öf be! Aman Zarara uğramak, para yitirmek (Ce commerçant
allah! (Bougre! c'est haut!: Öf be, amma da a bu un bouillon).
yüksek!). bouillon-blanc er. bitb. Aslankuyruğu,
bougrement bel. hlk. Çok, pek (C'est bougrement bouillonnant,es. 1. Kaynayan (Eau bouillonnante).
difficile). 2. Kaynaşan, ateşli (Des idées bouillonnantes).
boui-boui er. Niteliksiz tiyatro, bayağı tiyatro, bouillonnement er. 1. Kaynama (Bouillonnement
boulf er. hlk. Kunduracı, eskici, yemenici, d'une source). 2. mec. Kaynaşma
bouillabaisse dis. Balık çorbası; bir tür safranlı balık (Bouillonnement des désirs, des idées, des
yemeği. passions).
bouillant,e s. 1. Kaynar (L'eau bouillante). 2. Çok bouillonner gsz. 1. (Sıvı için) Köpürmek,
sıcak (Prendre son café bouillant). 3. Ateşli, kanı köpüklenmek, fokurdamak (Le ruisseau
kaynayan (Jeunesse bouillante). 4. Bouillant de bouillonne entre les rochers). 2. (Yayınlar için)
qch: -den yerinde duramayan, içi kaynayan, Satılmadan kalmak (Le journal qui bouillonne).
kendini tutamayan (Etre bouillant de colère, 3. gçl. (Bir kumaşa) Kabarık kıvrımlar yapmak,
d'impatience). dalgalandırmak. 4. Bouillonner de qch: -den
bouille diş. 1. Üzüm küfesi. 2. tkz. Surat, yüz; kafa kudurmak, köpürmek (Bouillonner de colère,
(Il a une bonne bouille). d'impatience).
bouilleur er. 1. Rakı çeken, yapan. 2. Buhar bouillote diş. 1. İçine sıcak su konularak yatak
makinasının su kazanı, ısıtmaya yarayan kap, yatak tandın. 2. Küçük
bouilli er. Et haşlaması. güğüm. 3. Bir tür iskambil oyunu,
bouilli,e s. Haşlanmış, kaynatılmış (Pommes de bouillotter gsz. Yavaş yavaş kaynamak,
terre bouillies; lait bouilli). boulange diş. Ekmekçilik, fırıncılık,
bouillie diş. 1. Bulamaç, lapa. 2. Kâğıt hamuru. 3. boulanger,ère ad. Ekmekçi, fmncı.
Güç anlaşılır şey. § C'est de la bouillie pour les boulanger gç/. Yoğurmak, işlemek (Boulanger de la
chats: Boşuna çaba; boşuna kürek sallamaktır bu. farine).
Etre en bouillie: Ezilmek, tanınmaz hâle gelmek, boulangerie diş. 1. Ekmekçilik, fırıncılık. 2. Fırın.
pestili çıkmak (Après l'accident, la voiture était en 3. Ekmekçi dükkânı,
bouillie). Mettre qn, qch en bouillie: -i ezmek, bouldozeur er. Yoldüzer, yoldüzler. "Buldozer,
pestilini çıkarmak, tanınmaz hâle getirmek, boule diş. 1. Yuvarlak, top, bilye (Rondcomme une
bouillir gsz. 1. Kaynamak (La marmite bout. L'eau boule. Boule de billard, boule de neige). 2. mec.
bout à 100 degrés). 2. Bouillir de qch: -den yerinde tkz. Baş, kafa. § En boule: Top biçiminde, yumak
duramamak, tepesi atmak, kendini tutamamak gibi (Le chat dort en boule). Avoir une bonne
(Il bout d'impatience, de colère). 3. gçl. tkz. boule: Sevimli olmak; eli yüzü düzgün olmak.
Kaynatmak (Bouillir le lait, bouillir le linge). § Avoir les nerfs en boule: Sinirlenmek, öfkesi
Avoir de quoi faire bouillir la marmite: Yiyecek kabarmak. Etre, se mettre en boule: Kızmak,
bir şeyi olmak, tencere kaynatacak durumu öfkelenmek. Faire boule de neige: Çığ gibi
olmak. Avoir le sang qui bout dans les veines: büyümek (Sa fortune fait boule de neige). Perdre
Delikanlı olmak; damarlarında kanı kaynamak. la boule: Aklını oynatmak, akimi kaçırmak,
Faire bouillir: 1. Kaynatmak (Faire bouillir du bouleau, er. Kayın ağacı,
lait, le linge). 2. Haşlamak (Faire bouillir de la boule-de-neige diş. bitb. Kartopu (çiçeği),
viande). Faire bouillir qn: Birini kızdırmak, bouledogue er. Buldok (köpeği),
tepesini attırmak (Ta paresse me fait bouillir). bouler gsz. 1. Yuvarlanmak. 2. (Harcı, kireci)
bouilloire diş. Su kaynatılan ibrik; çaydanlık, Karmak. § Envoyer bouler qn: Birini başından
bouillon er. 1. Hava kabarcığı, gaz kabarcığı, köpük savmak (Il nous a envoyés bouler).
(Le ruisseau sort de la source à gros bouillons). 2. boulet er. 1. Top güllesi, gülle. 2. (Eskiden)
(Yemek pişirmede) Taşım. 3. Haşlama suyu, su Pıranga. 3. (Atlarda) Bukağılık. 4. Katlanmak
(Bouillon de légumes, depoulet) A. Ucuz lokanta. zorunda kalman şey, baş belâsı (Ces dettes sont un
5. (Kumaşta) Kabarık, kıvrım, dalga. 6. Bir boulet que je traîne avec moi depuis des années). §
yarada gereksiz büyümüş et. 7. Satılmadan kalan Pour un boulet de canon: Asla, hiçbir zaman,
yayın (Bouillon de revues). § Bouillon d'onze dünya yıkılsa (Il ne changerait pas d'avis pour un
heures: İçine zehir katılmış içki yada yiyecek. boulet de canon). Arriver comme un boulet de
Bouillir à gros bouillons: Fokur fokur kaynamak. canon: Hışım gibi gelmek, fırtına gibi gelmek.
boulette 174 bourde
Tirer à boulets rouges sur qn: Birine şiddetle Gürültü, pat, güm (Ça a fait un grand boum en
saldırmak; yazı yada sözle şiddetle eleştirmek (II tombant). § Etre en plein boum: Harıl harıl
tirait à boulets rouges sur ses adversaires). çalışmak.
boulette diş. 1. Küçük gülle, top. 2. Köfte. 3. mec. boumer gsz. hlk. Yolunda gitmek, iyi gitmek (Ça
tkz. Akılsızlık, düşüncesizlik, gaf. § Faire une boume: İşler tıkırında; işler yolunda gidiyor).
boulette: tkz. Bir düşüncesizlik etmek, gaf bouquet er. 1. Demet (Un bouquet de roses, de
yapmak. persil). 2. Güzel şarap kokusu; koku, "rayiha. 3.
boulevard er. 1. (Eskiden) Kale meydanı. 2. Salkım, saçak, kangal (Le bouquet d'un feu
Bulvar, anayol. 3. Bulvar piyesi (C'est du bon d'artifice). 4. Sonuç, yargı. 5. Sevgi koşuğu. 6.
boulevard). § Les grands boulevards: Pariste Bayram armağanı. §Bouquet delà mariéeer. bitb.
Madeleine ile Bastille arasındaki bulvarlar, Menekşe gülü. Bouquet d'arbres: Küçük koru,
boulevarder gsz. Bulvarlarda, caddelerde ağaçlık. C'est le bouquet: İşte bu tüy dikti; işte bu
dolaşmak. hepsinden beter,
boulevardier,ère s. ve ad. 1. er. Bulvarlarda, bouquet er. 1. Bir tür iri karides. 2. Erkek tavşan,
kahvelerde dolaşıp duran kimse. 2. s. Bulvar bouqueté,e s. Hoş kokulu, "rayihalı (Un vin
tiyatrosu türüne değgin (Une comédie bouqueté).
boulevardière). bouquetier er. Çiçek vazosu, çiçeklik,
bouleversant,e s. Allak bullak edici, coşturucu, alt bouquetière diş. Çiçekçi kız, çiçekçi kadın,
üst edici (Un roman bouleversant). bouquetin er. Dağ keçisi.
bouleversement er. 1. Alt üst oluş; allak bullak oluş bouquiner. 1. Kocamış teke, "ihtiyar teke. 2. Erkek
(Bouleversement des valeurs, des sentiments). 2. tavşan.
Kargaşa, bunalım (Bouleversement économique, bouquin er. 1. Eski kitap. 2. hlk. Kitap, betik,
politique). bouquiner gsz. 1. Eski kitap okumak. 2. Kitaplara
bouleverser gçl. Allak bullak etmek, altüst etmek bakmak. 3. gsz. gçl. Okumak (ila passé toute sa
(Cet événement a bouleversé ma vie). journée à bouquiner. Il aime bouquiner les romans
boulier er. 1. Çörkü. 2. Iğrıp denilen balık ağı. policiers).
boulimie diş. 1. Oburluk hastalığı. 2. tkz. Açlık, bouquinerie diş. 1. Sahhaflık. 2. Eski kitap merakı.
büyük açlık. bouquineur,euse ad. 1. Eski kitap meraklısı. 2.
boulimiques. 1. Oburluk hastalığına değgin. 2. ad. Kitapları karıştırmayı seven. 3. Okumayı seven,
Oburluk hastası, çok okuyan.
boulin er. 1. Güvercinlikte göz. 2. (Yapıcılıkta) bouquiniste ad. Eski kitap alıp satan, "sahhaf, eski
Kiriş yuvası yada iskele kirişi, kitapçı.
bouline diş. den. Borina. bouracan er. Aba, kaba yünlü.
bouliner gçl. 1. (Bir yelkeni) Borina ile germek. 2. bourbe diş. Çamur, balçık (Bourbe d'un marais).
gsz. Borinaları gererek gitmek, borina gitmek. 3. bourbeux, euse s. Çamurlu, balçıklı, batak ( Chemin
tkz. Ayaklarını yere vurarak yürümek, bourbeux, eau bourbeuse).
boulingrin er. Çimenlik. bourbier er. 1. Balçık çukuru. 2. mec. Berbat iş,
bouioir er. Kireç, harç karıştırmaya özgü aygıt, batak (Il faisait de vains efforts pour se tirer de ce
boulon er. Cıvata, somunlu vida. bourbier). 3. mec. Çirkef.
boulonner gçl. 1. Cıvata ile, somunlu vida ile bourbillon er. 1. Çamur yığını. 2. hek. Çıban özü.
tutturmak (Boulonner une poutre). 2. argo. bourbonien,ne s. Burbon ailesine değgin.
Çalışmak (Tu boulonnes dur). Burbonlara özgü. § Nez bourbonien: Uzun gaga,
boulot er. tkz. İş (Il cherche du boulot. Je vais au burun.
boulot). bourdaine diş. Kara akçaağaç.
boulot,tes. vead. 1. Kısave şişman; topuz gibi (Une bourdalou er. 1. Şapka kurdelesi. 2. Kasket meşini.
femme boulotte. Un pain boulot. Une petite 3. Lâzımlık, oturak,
boulotte). 2. er. Besin, yiyecek, bourde diş. tkz. 1. Yalan, martaval, kurt masalı (Tu
boulotter gsz. 1. Kendi yağıyla kavrularak me racontes des bourdes!). 2. Düşüncesizlik,
yaşamak. 2. Yavaş yavaş durumu iyileşmek. 3. aptallık, yanılgı, yanlış. § Faire, commettre une
tkz. Yemek. 4. gçl. tkz. Yemek (Il n'y a rien à bourde: Yanılgıya düşmek, hatâ etmek, yanhş
boulotter). yapmak, düşüncesizlik etmek (J'ai commis une
boum iinl. 3. Bum! Güm! Pat! Düşen bir nesnenin bourde en refusant leur proposition. Cet élève a
çıkardığı ses (Boum! Tout est tombé). 2. er. fait de grosses bourdes dans sa dictée).
bourdon 175 bourrelet
bourdon er. 1. Hacı değneği. 2. Yaban arısı (Bruitde fırtınada çabalamak. 2. tkz. Serserice gezip
bourdon). 3. Büyük çan (Bourdon de Notre- tozmak, sürtmek. 3. Yolculuk etmek, dolaşmak
Dame). 4. Orgta bas sesi veren boru. 5. Basım (Il a bien bourlingué dans les mers).
dizisinde atlama. § Faux bourdon: Erkek arı; eski bourlingueur,euses. vead. Durmadan gezip tozan;
batı müziğinde bir beste biçimi. Avoir le bourdon: orda burda sürtüp duran,
Canı sıkılmak, içi sıkılmak, bourrache bitb. Hodan,
bourdonnant,e s. Vızıldayan, uğuldayan (Une bourrade diş. 1. Avda, köpeğin ava vurup tüy
mouche bourdonnante). koparması. 2. (Dipçik ya da dirsekle) Vurma,
dürtme (Une bourrade amicale. Je lui ai donné une
bourdonnement er. 1. Vızıldama, vızıltı
bourrade).
(Bourdonnement des abeilles). 2. Mırıldanma,
bourrage er. 1. Tıka basa doldurma. 2. Bir şeyi
uğultu. 3. Homurtu, uğultu (Bourdonnement
doldurmak için kullanılan şey. § Bourrage de
d'un moteur d'avion). 4. Uğultu, uğuldama
crâne: Yoğun propaganda, beyin yıkama,
(Bourdonnement d'oreilles).
bourrasque diş. 1. Bora, fırtına (Une bourrasque de
bourdonner gsz. 1. Vızıldamak (Une abeille
pluie). 2. mec. Geçici öfke; birden bire parlama.
bourdonne). 2. Mırıldanmak, mırıltı halinde
§Entrer comme une bourrasque: Fırtına gibi
gelmek (Une musique lointaine bourdonnait à ses
girmek.
oreilles). 3. Uğuldamak (Avoir les oreilles qui
bourratif,ive s. tkz. Kann doyurucu, mide şişirici,
bourdonnent: Kulakları uğuldamak).
açlık bastırıcı (Ces biscuits sont trop bourratifs).
bourdonneur,euse s. Vızıldayan (Des essaims
bourre diş. 1. Tabaklamadan önce bir hayvan
bourdonneurs).
derisinden koparılan tüy. 2. Semer, kanape gibi
bourg er. Kasaba,
şeylere doldurulan kıl, yün kırpıntısı gibi şeyler,
bourgade diş. Küçük kasaba,
paçak. 3. (Ağızdan dplma silahlara tıkılan) Sıkı.
bourgeoises, ve ad. 1 .ad. 'Kentsoylu, *kentligil,
4. Yün yada ipek hurdası. 5. Tomurcuklann
"burjuva. 2. hlk. Karı, eş (Ma bourgeoise). 2. s.
üstünde ince tüy. 6. mec. Önemsiz şey, değersiz
Kentsoylulara, kentligillere değgin (Classe
şey. 7. hlk. Dişi ördek. 8. Bir tür iskambil oyunu.
bourgeoise. Quartier bourgeois). 4. Bayağı. 5.
9. er. argo. Polis, aynasız. § De première bourre:
Tutucu, "muhafazakâr. 6. İyi ve sade (Une cuisine
hlk. Eşsiz, çok güzel, nefis. A la bourre: hlk. Geç;
bourgeoise). § Epater le bourgeois: Çok yırtıkça
geç kalarak; gecikerek.
davranmak; herkesi şaşırtıcı davranışlarda
bourré,e s. 1. Tıka basa dolu (Une valise bourrée.
bulunmak.
Un wagon bourré). 2. Balık istifi gibi; üst üste
bourgeoisement bel. Sade bir biçimde, burjuvaca, yığılmış, sıkışmış (Les gens étaient bourrés dans le
efendi efendi (Vivre bourgeoisement). train). 3. hlk. Sarhoş,
bourgeoisie diş. 1. 'Kensoylular, *kentligiller, bourreau er. 1. Cellat. 2. Acımasız, taş yürekli;
"burjuvazi. 2. "Kentsoyluluk, *kentligillik, işkenceci.§Bourreau des cœurs; Donjuan, gönül
"burjuvalık. hırsızı, kadınlann gönlünü çabucak fetheden
bourgeon er. I. Tomurcuk (Les bourgeons éclatent kimse. Bourreau d'argent: Müsrif, çok para
au printemps). 2. Asma filizi. 3. Ergenlik, yüz harcayan. Bourreau de travail: Çabuk ve çok iş
sivilcesi (Il a des bourgeons dégoûtants sur le yapan; çok iyi çalışan, kendisine iş dayanmayan
visage). (kimse).
bourgeonnement er. 1. Tomurcuklanma. 2. hlk. bourrée diş. 1. Çalı bağı, çalı demeti. 2. Bir tür dans.
(Yara için) Azma, etrafında et parçaları oluşması bourrèlement er. Ezinç, "azap (Bourrèlement de la
(Bourgeonnement d'une plaie). conscience).
bourgeonner gsz. 1. Tomurcuklanmak (Les bourreler gçl. Azap vermek, kıvrandırmak. § Etre
pommiers ont bourgeonné). 2. Sivilce çıkmak, bourrelé de qch: -denkıvranmak,çok acı çekmek
sivilcelenmek (Ton visage bourgeonne). (Il était bourrelé de remords).
bourgeron er. Kısa iş gömleği, bourrelet er. 1. Başta yük taşımak için kullanılan
bourgmestre er. (Belçika, Almanya, Hollanda ve ortası delik yuvarlak yastık, simit yastık. 2. Kapı
İsviçre gibi Orta Avrupa ülkelerinde) Belediye ve pencere aralıklarım tıkamak için kullanılan
başkanı, ince uzun yastık, tıkama yastığı. 3. Düşerken
bourgogne er. Burgonya şarabı, çocuklann başlarını korumuş olmak için
bourguignonne s. ve ad. 1. Burgonyalı. 2. er. başhklann etrafına konulan yuvarlak yastık,
Şaraplı sığır yahnisi, koruma yastığı. 4. (Top ağzı kenannda)
bourlinguer gsz. 1. (Gemi) Güçlükle yol almak, Kabartma halka. 5. Ağaç yada madeni süs. 6.
bourrelier 176 boussillage
(Vücutta) Et yada yağ birikintisi, kıvrım harcamadan, kesenin ağzmı açmadan, bedava.
(Bourrelet de chair, de graisse. Il a des bourrelets Avoir la bourse bien garnie: Cüzdanı kabarık
de chair sous le menton). olmak, çok parası olmak. Délier les cordons de la
bourrelier er. Saraç; hayvan koşumu yapıp satan bourse: Kesenin ağzını açmak. Tenir les cordons
kimse; koşumcu, de la bourse: Kesenin ağzını elinde tutmak,
bourrellerie^. Saraçlık; koşumculuk. masrafları gören kişi olmak. Jouer à la bourse:
bourrer gçl. 1. Sıkı tıkmak, doldurmak (Bourrer un Borsa oyunu oynamak. Ouvrir sa bourse à qn:
fusil). 2. Paçak, kıtık doldurmak (Bourrer un Birine kesesinin ağzını açmak, birine maddî
coussin). 3. Tıka basa doldurmak (Bourrer une yardımda bulunmak,
valise). 4. Tıka basa yedirmek, tıkış tıkış boursicotage er. 1. Küçük borsa oyunlarına girme.
yedirmek. 5. Bourrer qch de qch: -ile doldurmak 2. Beş on kuruş artırma,
(Bourrer le poêle de bûches. Bourrer une boîte de boursicoter gsz. 1. Küçük borsa oyunlarına
papiers). 6. Bourrer qn de qch: Birinin karnını -ile girişmek. 2. Beş on kuruş artırmak,
doldurmak, doyurmak (Elle nous bourre de boursicotier, ère; boursicoteur, euse.v. ve ad. Küçük
pommes de terre). 7. gsz. (Köpek için) Kaçan borsa oyunlarına girişen (kimse),
avdan tüy koparmak. 8. gsz. argo. Kapah gişe boursier, ère s. ve ad. 1. Burslu, öğrenmelik alan
oynamak, salonu tam doldurmak (Ce soir on a öğrenci (Une boursière; un élève boursier). 2. er.
bourré). § Bourrer qn de coups: Birini dayaktan Borsacı. 3. Borsa ile ilgili (Le marché boursier;
gebertmek, eşek sudan gelinceye kadar dövmek. opérations boursières).
Bourrer le crâne à qn: Birinin aklını çelmek, boursouflage, boursouflement er. Şişme, şişirme;
beynini yıkamak, yalan propagandayla kabarma, kabartma,
yanıltmak (La presse officielle bourre le crâne boursouflé, e s. 1. Şiş, şişmiş (Un visage boursouflé).
au public). § Se bourrer: 1. Tıka basa yemek, 2. Şişirilmiş, tantanalı, boş ve parlak lâflarla dolu
işkembesini doldurmak. 2. Se bourrer de qch: -ile (Un discours boursouflé. Un style boursouflé).
karnını doyurmak (Se bourrer de pain). boursoufler gçl. 1. Şişirmek, şişkinleştirmek. 2.
bourriche diş. Av yada balık sepeti; çavalye. Hindi gibi kabartmak (L'orgueil boursoufle les
bourrichon er. tkz. Baş, kafa, kelle. § Se monter le sots). § Se boursoufler: Yer yer kabarmak (La
bourrichon: Düşler kurmak; olmayacak şeyler peinture s'est boursouflée).
tasarlamak, boursouflure diş. 1. Şişkinlik, kabarıklık
bourricot, bourriquot er. Küçük eşek, sıpa. (Boursouflure d'un enduit sur un mur.
bourrin er. hlk. At; beygir, Boursouflure du visage, des paupières). 2.
bourrique diş. 1. Kancık eşek. 2. mec. tkz. fnatçı ve Tantana, boş ve parlak sözlerden oluşmuştuk
aptal kimse, eşeğin teki. 3. argo. Polis, aynasız. § (Boursouflure du style).
Têtu comme une bourrique: Keçi gibi inatçı. Faire bousculade diş. İtişip kakışma, sıkışma. Sıkışıklık,
tourner qn en bourrique: Birini bunaltmak, acele (La bousculade du métro. Dans la
serseme çevirmek (On l'a fait tourner en bousculade du départ, nous avons oublié la valise.
bourrique). La bousculade des derniers préparatifs).
bourriquet er. 1. Sıpa yada küçük boy eşek. 2. Kuyu bousculer gçl. 1. Karıştırmak, altüst etmek (On a
çıkrığı. bousculé tousses livres). 2. İtip kakmak (La foule
bourru,e s. 1. Pürtüklü, pürüzlü (Fil bourru). 2. nous bousculait). 3. Dürtmek, paylamak,
mec. Asık suratlı, acılı (Un homme bourru, un air çıkışmak (Il est paresseux, il faut le bousculer un
bourru). § Vin bourru: Henüz mayalanmamış peu pour le faire travailler). 4. Acele ettirmek. § Se
şarap, üzüm şırası, bousculer: 1. İtişip kakışmak (Les enfants se
bourse diş. 1. Kese, para kesesi (Une bourse de bousculent pour sortir de l'école). 2. Aceleetmek,
peau. Bourse à fumoir). 2. 'Öğrenmelik, °burs evmek, biraz çabuk olmak (Bouscule-toi,
(Bourse d'études. Concours de bourses). 3. autrement nous allons manquer le train).
Tavşan avında kullanılan bir tür ağ; yakalamak bouse diş. Sığır gübresi, mayıs; tezek (Bouse de
için tavşanın yuvası ağzına konan torba ağ. 4. vache).
(Balık avında) Torba biçiminde ağ. 5. Borsa bouser gsz. 1. (Sığır için) Mayıs salmak, pislemek.
(Bourse de commerce. La bourse a monté, la 2. gçl. (Harman yerini) Mayıslı çamurla sıvamak,
bourse a baissé). 6. ç. Taşak torbası. §Pourtoutes bouseux er. tkz. Köylü, hödük,
les bourses: Her keseye elverişli; herkesin bousier er. Gübre böceği,
kesesine göre. Sans bourse délier: Beş para bousillage er. 1. Kerpiç. 2. tkz. Kötü yapılmış iş,
boussiller 177 boutique
şişirme iş. 3. tkz. Şişirme, baştan savma yapma, Bir ayağı çukurda olmak, ölmek üzere olmak.
berbat etme, bozma. Avoir du mal à joindre les deux bouts: f ki yakasını
bousiller gsz. 1. Kerpiçle yapı yapmak, kerpiç bir araya getirememek. Brûler la chandelle par les
işlemek. 2. gçl. tkz. Berbat etmek, çok kötü deux bouts: Çok müsrif olmak, har vurup harman
yapmak, içine etmek (Bousiller un travail). 3. savurmak. Tenir le bon bout: Sağlam yere ayak
Bozmak, kullanılmaz hale getirmek (Bousiller un basmak, durumu sağlam, iyi olmak. Faire un bout
moteur, une montre, une machine). 4. Bousiller de conduite à qn: Birini uğurlamak,geçirmek için
qn: tkz. Birini öldürmek, gebertmek, canını bir süre ona yolda eşlik etmek. Mener qn par le
cehenneme yollamak (Un tracteur l'a bousillé sur bout du nez: Birini istediği yöne çevirmek, istediği
la route). gibi idare etmek (Sa femme le mène par le bout du
bousilleur,eusearf. 1. Kerpiççi. 2. tkz. Kötü işçi; her nez). Aller jusqu'au bout: Sonuna kadar gitmek,
şeyi bozan, berbat eden kimse. sonuna kadar dayanmak. Montrer le bout de
bousin er. hlk. 1. Adı kötüye çıkmış yer, kötü yer. 2. l'oreille: Niyetini, düşüncesini, ortaya koymak,
Büyük gürültü, gürültü patırtı. belli etmek (ila montré le bout de l'oreille par cette
bousingot er. Meşin gemici şapkası. réflexion). Jusqu'au bout des ongles: Sapma
boussole diş. 1. Pusula (Avancer à l'aide de la kadar, çok, tam anlamıyle (Il a de l'esprit jusqu'au
boussole). 2. Kılavuz (Vos conseils seront ma bout des ongles). Avoir qch sur le bout de la
boussole). § Perdre la boussole: Pusulayı langue, sur le bout des lèvres: Dilinin ucunda
şaşırmak; afallamak, ne yapacağını bilememek. olmak (Je l'ai sur le bout de la langue, mais je ne
boustifaUle diş. hlk. 1. Şölen. 2. Besin, yiyecek, peux pas le dire). Savoir qch sur le bout du doigt:
yiyinti. Su gibi bilmek, çok iyi bilmek (Cet élève sait sa
bout er. 1. U% (Le bout du nez, de la langue, de la leçon sur le bout du doigt).
table, d'une ficelle). 2. Son (Le bout de l'année, de boutade diş. 1. Şaka, takılma (Il ne faut pas prendre
la semaine). 3. Uç süsü. 4. Un bout de: Biraz, bir au sérieux ces boutades). 2. Naz, kapris, *özenç (Il
parça, azıcık, ufacık ( Un bout de pain. Un bout de agit par boutade. Les boutades d'un enfant
papier, un bout de fil. Je vais lui écrire un bout de malade).
lettre).S. ç. (Sinemacılıkta) Günlük çekimler. § A bout-dehors er. den. Ek yelken çekmek için gemi
tout bout de champ: Her an, dem dakka, dakka serenine eklenen parça,
başı. Au bout du monde: Çok uzaklarda, boute-en-train er. Yanındakileri eğlendiren,
dünyanın öbür ucunda. Au bout du compte: güldüren, herkese neşe saçan kimse ; neşe kaynağı
Hasılı. Bout à bout: Uç uca. Un bout d'homme: (Il est le bout -en- train de la classe).
Ufacık tefecik bir adam. Un bout de femme: Mini bouteille diş. 1. Şişe (Une bouteille de vin). 2. ç.
minnacık bir kadın. Un bon bout de temps: Hayli (Gemide) Yüznumara, aptesane. § Aimer la
zaman, epey uzun süre (Il est resté un bon bout de bouteille: İçkiye düşkün olmak. Prendre de la
temps chez moi). De bout en bout: Baştan başa. bouteille: mec. tkz. Yaşlanmak. C'est la bouteille
D'un bout à l'autre: Baştan başa, başından à l'encre: Karışık, anlaşılmaz bir sorun bu.
sonuna dek. Etre à bout: 1. Sıfırı tüketmek, hiçbir bouteillon er. Karavana.
olanağı kalmamak. 2. Sabrı tükenmek, artık bouter gçl. Atmak, kovmak (Bouter l'ennemi hors
dayanamamak. Etre à bout de qch: -si kalmamak; du pays)
-si tükenmek (Je suis à bout de patience: Sabrım bouterolle diş. 1. (Kılıçta) Kın pabucu. 2. Anahtar
kalmadı. Il est à bout de forces: Gücü tükendi, deliği yarığı.
gücü kalmadı). Pousser qn à bout: Birini bouteroue diş. Yapı ve kapı köşelerini
kızdırmak, sabrını taşırmak. Venir à bout de qch: tekerleklerden korumak için konulan taş,
-in üstesinden gelmek, yüzüp yüzüp kuyruğuna koruma taşı.
gelmek, sonuna gelmek, bitirmek (Venir à bout boute-selle diş. ask. Boru yada trampetle verilen
d'un travail, d'un projet). Venir à bout de qn, de "eyer vur" komutu,
qch: -in hakkından gelmek, birini yenmek, alt boutique diş. 1. Dükkân (Boutique de charcuterie.
etmek (Venir à bout d'une difficulté, d'un Boutique d'un artisan). 2. Dükkân eşyası. 3. İşlik,
adversaire). Au bout de: Sonunda, -in bitiminde, atölye. 4. Avadanlık5. tkz. İş. 6. mec. tkz. Berbat
sonra (Au bout de trois ans). Arriver, venir, être ev yada çalışma yeri. 7. Diri balık sandığı. §
au bout de qch: -in sonuna gelmek, sonuna Fermer boutique: Dükkân kapamak. Ouvrir
varmak, sonunda olmak (Arriver, venir au bout de boutique: Dükkân açmak, lenir boutique:
sacarrière, desavie). Etre au bout de son rouleau: Dükkân işletmek, dükkâncılık etmek.
boutiquier 178 braconnage
la rivière). militaires).
braconnerez. Kaçak avlanmak, kaçak avyapmak. branchage er. 1. Ağacın bütün dalları, dallar. 2. Dal
braconnier er. Kaçak avcı. yığını.
bractée diş. Kimi çiçeklerin yanında bulunan özel branche diş. 1. Dal (Les branches d'un arbre.
yaprak. Couper, casser, secouer une branche). 2. Kol, dal
bradage er. 1. Ucuz fiyatla elden çıkarma, okutma, (Branches d'une famille. Ce chandelier a trois
satıp kurtulma. 2. Bit pazarında satma, branches. Les branches de la science). 3. hlk.
brader gçl. 1. Ucuz fiyatla elden çıkarmak, Cancağız (Viens ma vieille branche). § Avoir de la
okutmak, satıp kurtulmak (Il a bradé sa voiture). branche: Soylu olmak, soyu sopu belli olmak;
2. -i bit pazarında satmak, alımlı, seçkin davranıştı olmak. Etre comme
braderie di';. Bitpazarı. l'oiseau sur la branche: Sallantıda olmak, bir yer
bradycardie diş.hek. Kalp atışının yavaşlaması, yada mevkideki durumu geçici olmak. Scier la
nabız düşüklüğü, branche sur laquelle on est assis: Bindiği dalı
braguette diş. Pantolon yırtmacı, kesmek (Tu scies la branche sur laquelle tu es
brahmane er. Brehmen, brahman assis).
brahmanique s. Brahma dinine değgin; brehmen branchement er. 1. Kanal yada hat kolu. 2. Hat
(La société brahmanique). bağlama (Le branchement du téléphone a été fait).
brahmanisme er. Brehmenlik, Brahma dini. brancher gsz. 1. Ağaç dalına tünemek, konmak (La
brai er. Katran tortusu. perdrix branche). 2. gçl. Takmak, bağlamak. 3.
braie diş. 1. Çocuk bezi, kundak. 2. ç. Eski Galyalı Brancher qch sur qch: Bir şeyi -e takmak,
poturu; potur, bağlamak (Brancher un appareil de radio sur la
braillard,e; braiiieur,euse s. ve ad. Zırlak, zırlayıp prise électrique. Brancher un réseau électrique sur
duran. un autre). Etre branché: tkz. Anlamak,
braille er. Körler abecesi (Apprendre le braille). kavramak, çakmak (Je ne suis pas branché, répète
braillement er. Zırlama, bağırma, encore une fois).
brailler gsz. 1. Zırlamak. 2. (Tavus) Bağırmak. 3. branchette diş. Küçük dal.
mec. (Çocuk) Zır zır ağlamak, zırıldamak. 4. gçl. branchial,e s. Solungaca değgin (Respiration
Bağıra bağıra söylemek (Brailler un slogan, une branchiale; fentes branchiales).
chanson). branchie diş. Solungaç (Les branchies des poissons,
braiment er. Anırma (Braiment d'un âne). des mollusques).
braire gsz. 1. Anırmak (L'âne qui brait au bout du branchiopodes er. ç. hayb. Kolsu-ayakhlar.
champ). 2, hlk. Zırlamak, branchu,es. Dallı; dallı budaklı,
braise diş. 1. Kor, köz (Remplir de braise un brandade diş. Morina balığı ezmesi,
brasero. Faire griller de la viande sur la braise). 2. brande diş. Bir tür funda; fundalık,
Söndürülmüş kor, kömür (Les boulangers retirent brandebourg er. 1. Kimi giysilerde iliklerin etrafına
la braise du four). § Des yeux de braise: Ateş gibi süs olarak dikilen şerit. 2. Bahçe çardağı,
gözler. Etre sur la braise: Sabırsızlık ve kaygı brandevin er. (Eski) Şaraptan çekilen rakı; şarap
içinde beklemek; diken üstünde olmak, ruhu.
braiser gçl. Hafif ateşle pişirmek (Viande braisée; brandiller gsz. 1. Sallanmak. 2. gçl. sallamak,
légumes braisés). brandir gçl. 1. Çekmek, sallamak (Brandir son
braisière diş. 1. Kor söndürülen kap. 2. Kapaklı épée; brandir une lance. Il brandit son bâton et se
saplı tencere, précipita sur moi). 2. Bir şeyi tehdit aracı olarak
bramement er. 1. Geyik bağırması. 2. mec. kullanmak; -ile tehdit etmek (Il brandit sa
Bağırma, uluma, démission devant les critiques). § Brandir
bramer gsz. 1. (Geyik için) Bağırmak. 2. mec. l'étendard de la révolte: tsyan bayrağını çekmek,
Bağırıp çağırmak, ah vah etmek (Ah! Je brame brandon er. 1. Saman sapından meşale. 2.
après cette santé, après cet équilibre heureux). Yangından sıçrayan yanar parça. 3. Ürüne el
bran er. 1. Kepekkabasi. 2. hlk. Pislik, dışkı. § Bran konduğunu belirtmek için tarlada bir sırığın
de scie: Bıçkı talaşı. Brand'agace: Erik yada kiraz ucuna bağlanarak dikilen sap bağı. § Brandon de
zamkı. discorde: Nifak kaynağı; nifak kıvılcımı, nifak
brancard er. 1. Teskere, sedye (Transporter un tohumu.
malade sur un brancard). 2. Araba kolu. brandy er. Ing. (ingiltere'de) Rakı; kanyak,
brancardier er. Teskereci, sedyeci (Brancardiers branlant,e s. Sallanan (Une bicoque branlante). §
branle 180 bras
Château branlant: Yeni yürümeye çalışan ve sık levier). 2. Kol emeği (Vivre de ses bras). 3. İşçi, el
sık düşen çocuk, işçisi (L'industrie a besoin des bras). 4. Güç. 5.
branle er. 1. Salınma, sallanma. 2. tik hız, ilk Yüreklilik. 6. den. Serenlere yön vermeye
hareket, ilk adım. 3. den.Branda. 4. Halka dansı. § yarayan donanım, brasya. § A bras le corps:
Donner le branle à qch: -e ilk hızı vermek, ilk Belinden yakalayarak; kollarını beline
hareketi yaptırmak, ilk adımı attırmak (Donner le dolayarak; yarı belden. A bras raccourcis:
branle à une entreprise, à une affaire, à une Büyük bir şiddetle, hışımla (Il s'est jeté sur son
révolution). Mettre qch en branle: Harekete adversaire à bras raccourcis). A tour de bras: 1.
geçirmek, seferber etmek (İla mis en branle tous Bütün gücüyle, var kuvvetiyle (Lancer une pierre
les services. Vous devez mettre en branle toutes vos àtourdebras). 2. Bol, çok çok, habire (Envoyer
forces). Se mettre en branle: Harekete, eyleme des lettres à lourde bras). A bras: Elle; elle çalışan
geçmek, kolları sıvayıp işe girişmek, (Nous avons transporté toute la marchandise à
branle-bas er. 1. (Gemide) Hazırlık (Branle-bas de bras. Moulin à bras, voiture à bras, presse à bras).
combat. Branle-bas du matin, du soir). 2. mec. A pleins bras: Çok; kucak dolusu (Il travaille à
Kargaşalık; telâş (Le branle-bas du départ en pleins bras. Apporter des fleurs à pleins bras).
vacances). § Mettre qch en branle-bas: Velveleye Porter qch sur ses bras, dans ses bras: Bir şeyi
vermek, telâşa sokmak (Il a mis toute la maison en kucağında taşımak. Serrer qn dans ses bras: Birini
branle-bas). kucaklamak, birine sarılmak. Bras dessus bras
branlement er. Sallama, sallanma, sallanış dessous: Kol kola (Ils se promenaient bras dessus
(Branlement de tête). bras dessous). Offrir, donner le bras à qn: -in
branler gçl. 1. Sallamak (Branler la tête). 2. gsz. koluna girmek (Je lui ai donné le bras) Etre au bras
Sallanmak (Une dent qui branle, une chaise qui de qn: -in kolunda olmak, koluna girmiş olmak
branle. L'escalier branle). § Branler dans le (Elle était au bras de son mari). Couper bras et
manche, au manche: Sağlam olmamak, sallantıda jambe à qn: -in kolunu kanadını kırmak,
olmak, düşme tehlikesiyle karşı karşıya kıpırdayamaz, iş yapamaz duruma getirmek (Tu
bulunmak (L'affaire branle dans le manche). S'en lui as coupé bras et jambes). Avoir le bras long:
branler: Aldırmamak, vız gelip tırıs gitmek (Je Etkili kişi olmak; nüfuzlu kimse olmak, büyük
m'en branle). nüfuzu olmak. Demeurer, rester les bras croisés:
braquage er. 1. Çevirme, yön verme. 2. argo. Eli kolu bağlı kalmak, hiçbir iş yapmamak.
Tendre, ouvrir les bras à qn: 1. Birini bağışlamak,
Silahla saldırma, silahlı saldın,
ona bağnm açmak. 2. Birine yardım elini
braque er. 1. Bir tür av köpeği. 2. s. mec. tkz.
uzatmak, yardım etmek. Tendre les bras vers qn:
Şaşkın, sersem, deli, kaçık (Il est un peu braque).
Birinden yardım istemek, birine el açmak. Se
braquemart er. (Eski) tki ağızlı kısa kılıç,
réfugier, se jeter dans les bras de qn: Birine
braquer gçl. 1. Çevirmek, yöneltmek (Il a braqué
sığınmak. Recevoir qn à bras ouverts: Birini
son pistolet en direction de son adversaire). 2.
sevinç ve coşkuyla karşılamak. S'endormir dans
Hafif yana yatırmak ; y an yan götürmek ( Braquer
les bras du Seigneur: Ölmek, ruhunu Tann'ya
les roues d'une voiture). 3. argo. Silahla
teslim etmek. Avoir un bras de fer: Büyük bir
saldırmak, silahla soymak (Braquer une banque).
gücü, çelik gibi iradesi olmak. Etre le bras droit de
4. Braquer qch sur qn, sur qch: Bir şeyi -in
qn: Birinin sağ kolu olmak, en yakım olmak.
üzerinde toplamak; -e çevirmek, yöneltmek (ila
Refuser son bras à qch: -e yardım etmemek, -den
braqué ses regards sur nous). 5. Braquer qch
yardımını esirgemek (Il a refusé son bras à notre
vers: -e doğru çevirmek, yöneltmek (Braquer les
entreprise). En avoir les bras rompus:
canons vers la colline). 6. Braquer qn contre:
Yorgunluktan bitmek. Tomber dans les bras de
Birini -in aleyhine çevirmek (lia braqué toute sa
qn: -in eline düşmek (Il est tombé dans les bras des
famille contre moi. Je vais braquer tout le groupe
escrocs). Avoir qn sur les bras: 1. -e bakmak
contre ce projet). 6. gsz. Hafifçe yanlamak (La
zorunluluğunda olmak; -in geçimini sağlamak
voiture braqua vers la droite). § Se braquer: 1.
(J'ai sur les bras une famille nombreuse). 2.
Şahlanmak, ayağa kalkmak, itiraz etmek (Il s'est
-başına belâ etmek, başına belâ almak (J'ai sur les
braqué). 2. Se braquer contre qch: -e karşı cephe
bras une sale affaire. Il a sur les bras un visiteur
almak; -e muhalefet etmek, karşı olmak (Tout le
depuis trois heures). Les bras m'en tombent:
monde s'est braqué contre cette entreprise).
Hayretten dona kaldım; şaştım kaldım. Etre en
bras er. 1. (Değişik anlamlanyla) Kol (Bras droit,
bras de chemise: Üzerinde yalnız bir gömlek
bras gauche. Les bras d'un fauteuil. Le bras d'un
brasage 181 bredouillant
bredouille diş. 1. (Tavla oyununda) Mars. 2. mec. bağlı kalmış (Bretons bretonnants).
Başarısızlık. 3. s. Başarısız, bir şey elde bretterfiy.1. Uzun ince kılıç. 2. Dişeği, dişingi, dişli
edememiş. § Revenir bredouille: Eli boş dönmek. yontma âleti,
bredouiller gsz. 1. Anlatılamayacak kadar çabuk ve bretter, bretteler gçl. 1. Dişli bir aletle yontmak,
karışık söylemek. 2. gçl. Geveleyerek, ağzında dişeği ile yontmak, dişemek (Bretter un mur).
yuvarlayarak söylemek, gevelemek (Bredouiller 2. (Resimde) Taramak, taraklamak. 3.
une excuse, un compliment). (Heykelcilikte) Kaba yontmak, dişingilemek.
bredouilleur, euse s. ve ad. Çabuk ve anlaşılmaz bretteur er. (Eski) Kılıçla çarpışma meraklısı,
biçimde konuşup ne dediği anlaşılmayan, sözü bretzel er. Bir Alman çöreği,
ağzında yuvarlayan (kimse). breuil er. Çitle çevrilmiş koruluk,
bref,ève s. 1. Kısa, az süren (Un discours bref, une breuvage er. 1. İçki; içilecek şey. 2. Sulu ilaç.
lettre brève). 2. Sert, kesin (Il a répondu sur un ton brève diş. dilb. Kısa hece; kısa ünlü.
bref). 3. bel. Kısacası, uzun sözün kısası (Bref, ila brevet er. 1. Berat, ünvan (Brevet de noblesse.
refusé notre proposition). § En bref: Kısacası, Brevet d'invention). 2. Uzluk belgesi
uzun sözün kısası; sözü uzatmayalım (En bref, il "şehadetname (Brevet de capacité, brevet de
n'est pas d'accord avec nous). perfectionnement). 3. İlkokul diploması (Il n'a
bréhaigne s. (Eski) Kısır (Une jument bréhaigne). même pas son brevet). 4. mec. 'Güvence, garanti,
brelan er. 1. Bir tür iskambil oyunu. 2. Bir elde aynı "teminat (Brevet de tranquillité).
türden üç kâğıt (Il avait un brelan de rois: Elinde breveter gçl. Berat yada uzluk belgesi vermek,
üç papaz vardı). 3. Kumarhane, bréviaire er. 1. "Dua kitabı, 'yakarı betiği. 2. mec.
breloque diş. 1. Az değerli süs parçası, incik Hiç elden düşürülmeyen kitap,
boncuk. 2. Bilezik yada saat zincirine takılan süs. brévité diş. Kısalık,
3. ask. Sıraları dağıtma yada karavana borusu. § briard er. Fransız çoban köpeği,
Battre la breloque: 1. Saçmalamak, saçma sapan bribe diş. 1. Az bir şey, bir parçacık, azıcık (Une
şeyler söylemek. 2. İyi çalışmamak, bozuk gitmek bribe de tabac). 2. ç. Artık, kırıntı, kalıntı (Les
(Une montre qui bat la breloque. Mon cœur bat la dernières bribes d'une fortune. Il a tiré de nous
breloque). quelques bribes de phrases). 3. Yemek artığı,
brème diş. 1. hayb. Çapakbalığı. 2. argo. Oyun bric-à-brac er. 1. Eski eşya, elden düşme eşya
kâğıdı. (Marchand de bric-à-brac). 2. Elden düşme eşya
bren,bran er. (Galya dilinde) Başkan, pazarı.
brésil er. 1. Kırmızı boya odunu. 2. Brezilya, bric et de broc (de) bel. Şundan bundan, dereden
brésilien,ne s. ve ad. 1. Brezilyalı. 2. Brezilya'ya tepeden, rasgele ( Une chambre meublée de bric et
değgin. de broc).
brésiller gçl. 1. Ufalamak. 2. Kırmızı boya brick er. den. İng. Brik.
odunuyla, brezilya ile boyamak. 3. gsz. bricolage er. 1. Ne iş olursa yapma; ufak tefek işler
Ufalanmak, kuruyup toz toz dökülmek. § Se yapma. 2. Ufak tefek iş. 3. Üstün körü onarım,
brésiller: Ufalanmak, un ufak olmak, bricole diş. 1. Ortaçağda kullanılan bir mancınık. 2.
bretailler gsz. 1. İkide bir kılıca davranmak. 2. (Koşum takımında) Göğüslük. 3. (Yükçülerin
Eskrim salonlarına devam etmek, kullandığı) Omuz kayışı.4. İki çengelliolta iğnesi.
bretailleur er. Her an kılıç çekmeye hazır, ikide bir S, mec. Düzen,hile.6. Önemsiz şey, önemsiz iş (Je
kılıcına davranan, eli kılıçta, ne peux pas luifaire un gros cadeau, je vais lui offrir
bretauder gçl. 1. (Bir hayvanın tüyünü) Bozuk une petite bricole. Il s'occupe toujours à des
düzen kırkmak. 2. (Hayvanın) Kulaklarını, bricoles).
kuyruğunu kesmek. 3. İğdiş etmek, bricoler gsz. tkz. 1. Her türlü ufak tefek işler
bretelle diş. 1. Tüfek kayışı (Bretelle d'un fusil. yapmak; her telden çalmak. 2. gçl. Şöyle böyle
Porter l'arme à la bretelle). 2. (Yük taşımakta onarmak (Bricoler une montre, un appareil de
kullanılan) Kayış. 3. ç. Pantolon askısı. 4. radio, un moteur).
Bağlantı yolu (La bretelle d'une autoroute). § bricoleur, euse ad. Elinden her türlü ufak tefek iş
Mettre l'arme à la bretelle: Silah asmak; tüfek gelen, her telden çalan (kimse),
omuza asmak, bride diş. 1. (Koşum takımında) Başlık. 2. Dizgin
breton,ne s. ve ad. 1. Brötanyalı, bröton 2. er. (Les brides d'un cheval). 3. Çene ağcığı (Les
Brötonca, bröton dili. brides d'un bonnet). 4. Düğme iliğinde pekiştirme
bretonnant,e s. (Brötonlar için) Eski geleneğe dikişi. S. Dantelada, motifleri birbirine bağlayan
bridé 183 briller
örgü parçası. 6. *Kayışlık, kemerlik, brit. § A briffer, brifter, briffetcrg.vz. vegçl. 1. Açgözlülükle
bride abattue, à toute bride: Dolu dizgin, son yemek. 2. argo. Yemek, atıştırmak,
süratle, büyük bir hızla (Courir à bride abattue. Le brigade 1 .ask. Tugay (Généra! de brigade. Une
cheval court à toute bride). La bride sur le cou: brigade aérienne). 2. Müfreze (Brigade de
"Serbestçe, serbest, karışanı edeni olmadan gendarmerie). 3. İşçi kolu (Brigade de balayeurs,
(Elever les enfants ta bride sur le cou). Avoir la de cantonniers).
bride sur le cou: Serbest, özgür olmak; karışanı brigadier er. 1. Süvari, topçu yada jandarma
edeni bulunmamak. Lâcher la bride: Dizgini onbaşısı. 2. Bir jandarma yada polis müfrezesi
koyuvermek, serbest bırakmak (Lâcher la bride à başı. 3. Tayfabaşı. 4. tkz. Tuğgeneral § Brigadier-
son cheval, à ses passions). (Lâcher la bride à qn: chef: (Süvari, topçu, jandarma) Kıtaçavuşu.
mec. Birinin dizginlerini salıvermek; birini brigand er. 1. Eşkiya, hay dut, soyguncu ( Une bande
davranışlarında serbest bırakmak (Il ne faut pas de brigands). 2. mec. Afacan, çok yaramaz, ele
lâcher la bride à la populace). Mettre, laisser la avuca sığmaz çocuk (Ah, petit brigand!).
bride sur le cou: Serbest bırakmak, özgür brigandage er. 1. Eşkiyalık, haydutluk. 2.
bırakmak. Tenir en bride qn, qch: -in dizginlerini Soygunculuk, vurgunculuk; namussuzluk,
sıkı tutmak; gemlemek, gem vurmak (Tenir en brigander gsz. Eşkiyalık etmek, soygunculuk
bride un cheval; tenir en bride ses instincts; tenir yapmak,
en bride un enfant). Tenir la bride haute: Ağırbaşlı brigantin er. den. Çektiri.
görünmek, kuyruğu dik tutmak. Tenir la bride brigantine diş. den. Randa yelkeni,
haute (courte) à un cheval: Bir atın dizginlerini brightique [brajtik] s. ve ad. 1. Süreğen böbrek
kasmak, çekmek. Tenir la bride haute (courte) à yangısına değgin. 2. Süreğen böbrek hastası,
qn: Birinin davranış özgürlüğünü kısmak, birini brightisme [brajtism] er. (Eski) Süreğen böbrek
sıkıya almak (Il tient la bride haute à ses enfants) yangısı, "kronik nefrit.
Tourner la bride: Geri dönmek, yüz seksen brigue diş. Bir takım entrika, düzen, dolap (Tout se
derece çark etmek; düşüncesini, kanısını fait par brigue ici. C'est par la brigue qu 'il a obtenu
değiştirmek, ce succès).
bridé,e s. Çekik (Les yeux bridés). briguer gsz. 1. Dolapçevirmek, entrika yapmak. 2.
brider gçl. 1. (Hayvana) Başlık takmak, gem gçl. Bir şeye göz dikmek, bir şeyi entrika ile ele
takmak, gem vurmak (Brider un cheval, un âne). geçirmeye çalışmak (Briguer un poste, un
2. Sıkıca bağlamak, kıskıvrak bağlamak (Brider emploi). 3.CanMmak(Ilbrigue l'honneur de vous
une volaille). 3. Dar gelmek, sıkmak (Ce veston connaître. Tu brigues la faveur d'être reçu par lui).
me bride). 4. den. Halatları birbirine bağlamak. 5. brillamment bel. Parlak bir biçimde (Il a passé
mec. Sıkıya almak, eli altında tutmak, brillamment son examen).
kıpırdatmamak (Brider un enfant). 6. brillant,es. 1. Parıltılı (Des yeux brillants). 2. Parlak
Engellemek; kısıtlamak, tutmak, frenlemek (Un esprit brillant; un élève brillant; une couleur
(Brider ses passions, brider un jeune homme, brillante; un discours brillant).
brider son imagination). brillant er. 1. Parıltı, pırıltı (Le brillant de l'acier). 2.
bridgeer.İng. 1. Bir iskambil oyunu, briç (Jouerau Pırlanta (Elle portait au doigt un magnifique
bridge). 2. (Dişçilikte) Köprü, brillant).
bridger gsz. Briç oynamak (Nous bridgeons jusqu'à brillanté,e s. 1. Parlatılmış. 2. er. Parlak renkli bir
minuit). tür basma.
bridgeur,euse ad. Briççi, briç oyuncusu (Il est un brillanter gçl. 1. Değerli bir taşı traş etmek 2. Parıltı
excellent bridgeur). vermek. 3. Parlatmak, parlaklık vermek
bridoner. Hafif gem. (Brillanter une surface métallique). 4.
brie er. 1. Bir tür peynir. 2. mec. tkz. İri burun, Tumturaklı, debdebeli kılmak, parlak sözlere
briefing er. Ing. 1. Brifing, "özetlem. 2. Belirli boğmak (Brillanter son style).
konuların görüşülüp açıklandığı özel toplantı, brillantine diş. Briyantin.
brièvement bel. Kısaca, özetle, özet olarak, birkaç briliantiner gçl. Briyantin sürmek (Cheveux
sözle (Raconter brièvement un événement). brillantinés. Se briliantiner les cheveux).
brièveté diş. 1. Kısalık; kısa süre, süre kısalığı (La briller gsz. 1. Parlamak (Le soleil brille. Tes
brièveté d'un discours. La brièveté d'un séjour). 2. chaussures brillent). 2. Pırıldamak, ışıldamak,
Kısalık, küçüklük (La brièveté de sa taille ne le parlamak (Sesyeux brillent. Un visage qui brille).
gêne point). 3. mec. Parlamak, yükselmek, büyük başarı
brimade 184 brisement
göstermek (Briller à un examen. Il a brillé dans la brique 1. Tuğla (Fourà briques. Murdebrique).
vie par son talent). 4. Belli olmak, göze çarpmak 2. Kiremit rengi (Un teint brique). 3. Kalıp, tuğla
(ila brillé par son absence). 5. Briller de qch: -den biçiminde parça (Une brique de savon). 4. argo.
parlamak, pırıl pırıl olmak (Ses yeux brillaient de Kağıt para destesi. § Bouffer des briques: hlk.
joie). § Faire briller qn: Birini tanıtmak, ünlü Evinde yiyecek bir şeyi olmamak; tencerede taş
kılmak üne ve başarıya kavuşturmak. Faire kaynamak (Ils bouffent des briques).
briller qch: Bir şeyi ortaya dökmek, göz önüne briquer gçl. İyice ovup temizlemek (Les marins
sermek (Il a fait briller ses avantages). Ne pas briquent le pont chaque matin. Briquer un meuble,
briller par: -de pek parlak olmamak; pek de... un parquet).
olmamak (Il ne brille pas par le courage: Pek de briquet er. 1. Çakmak (Briquet à gaz, à essence.
cesur değil). Tout ce qui brille n'est pas or: Pierre à briquet; mèche d'un briquet). 2. Kısa ve
Görünüşe aldanmamalı. Her sakallıyı baban eğri kılıç. 3. Küçük boy av köpeği,
sanma. briquetage er. 1. Tuğla duvar. 2. Tuğla taklidi sıva.
brimade diş. 1. (Askerlikte ve okullarda) Eskilerin, 3. Tuğla yapımı.
acemi yenilere alay olsun diye yaptırdıkları üzücü briqueter gçl. 1. Tuğla döşemek. 2. Tuğla taklidi
iş, angarya (Faire subir des brimade aux nouveaux sıvamak (Briqueter une façade).
élèves). 2. Gereksiz ve üzücü şey (L'interdiction briqueterie diş. Tuğla harmanı; tuğla fabrikası,
d'entrer par la porte principale est une brimade. briquetier er. Tuğlacı,
Les brimades qu'invente la jalousie). briquette diş. Kömür tozu topağı; briket,
brimbalement er. tkz. Sallantı, sallanma; sarsıntı, bris [bKİ] er. 1. Kırma, zorlayıp kırma (Bris de
sarsılma. clôture, bris de glace). 2. Parçalanıp batmış gemi
brimbaler, bringuebaler, brinquebaler gçl. 1. parçaları, gemi enkazı (Droit de bris).
Sallamak, sarsmak. 2. gsz. Sallanmak, sarsılmak, brisant er. Kör kaya; dalgaların çarpıp kırıldığı
sarsılıp durmak (Une vieille voiture qui brimbale). kaya.
brimborion er. Değersiz ufak şey. brisant,e s. (Teknik) Çabuk yanan, birdenbire ateş
brimer gçl. 1. (Askerlikte ve okullarda) Yeni alan (Explosif brisant).
acemilere üzücü iş yaptırmak. 2. Alaya almak, brisants er. ç. Dalgaların kör kayalara çarpmasıyla
tefe koymak (L'administration semble se plaire à oluşan köpük,
brimer le public). 3. Hor kullanmak, briscard, brisquard er. Uzatmalı asker,
brin er. 1. Filiz, sap (Un brin de paille, de muguet, brise diş. 1. Hafif ve serin yel, esinti (Il souffle une
d'herbe). 2. Bir ipi oluşturan katlardan her biri, petite brise matinale).2. Meltem § Brise de terre:
ip, tel (Les brins d'une corde. Brin d'une antenne). Kara meltemi. Brise de mer: İmbat, deniz
§ Un brin de: Azıcık, bir tutam (Un brin de sel, un meltemi. Brise de montagne: Dağ meltemi. Brise
brin de vent, un brin de pain). Un brin: bel. Biraz de vallée: Koyak meltemi,
(Vous êtes un brin fatigué). Un beau brin de fille: brise-bise er. 1. Pencere aralıklarına yele karşı
Filiz gibi, dal gibi bir kız. çekilen şerit. 2. Pencerelerin alt bölümüne
brinde <%Kadehkaldırma. I§ Etre dans les brindes: konulan perde,
Sarhoş olmak, brisées diş. ç. (Avcılık ve ormancılıkta) İşaret
brindezingue s. hlk. Sarhoş, dalları. § Aller, marcher sur les brisées de
brindille diş. Çalı çırpı, küçük ve ince dal parçası quelqu'un: Biriyle eşitlik gütmek; biriyle
(Nous avons fait un feu de brindilles). rekabette olmak; birinin yerini almaya çalışmak.
bringue diş. 1. tkz. Boyu bosu ve yürüyüşü biçimsiz Suivre les brisées de qn: mec. -i kendine örnek
hantal kadın; kadana gibi karı (Une grande almak, -in izinden gitmek,
bringue). 2. tkz. Âlem yapma, yiyip içip eğlenme, brise-fer er. Her şeyi kırıp döken aşırı yaramaz
felekten bir gün çalma (Faire la bringue). çocuk.
brio er. İt. Canlılık, ateşlilik; ustalık (L'équipe a brise-glace er. 1. (Köprü ayaklarında yada
joué avec brio. L'élève a répondu avec brio à toutes gemilerin burnunda) Buz kırma mahmuzu. 2. Buz
les questions). kırma gemisi, buzkıran,
brioche diş. 1. Yağlı, yumurtalı bir tür çörek. 2. brise-jet er. Suyun hızını kırmak, sıçramasını
mec. tkz. Düşüncesizlik, beceriksizlik, gaf, engellemek için musluklara takılan boru.
sakarlık (J'ai fait une brioche). 3. hlk. Göbek. § brise-lames er. Dalgakıran,
Avoir de la brioche: Göbek bağlamak, göbeği brisement er. Kırma, kırılma. § Brisement de cœur:
olmak.' Büyük acı.
brise-mottes 185 brochure
propagande). 2. (Kumaşta) Kabartma nakış, bronzage er. Tunç rengi verme, koyu esmer
brocoli er. İt. 1. İtalyan karnabaharı. 2. Lahana yapma, esmerleştirme (Crème permettant un
sürgünü. bronzage rapide). 2. Güneşte yanarak koyu
brodequin er. 1. Bağlı potin, bağcıklı potin esmerleşme, tunç rengi alma (Le bronzage de la
(Brodequins militaires; brodequins de peau).
chasseur). 2. Ortaçağda işkence için kullanılan bronze er. 1. Tunç. (L'âge du bronze). 2. Tunç
bir ayaklık (Le supplice des brodequins). 3. Eski yontu (Deux bronzes étaient disposés devant la
Yunan ve Latin sahnesinde komedi fenêtre). § De bronze: Katı, sert, taş gibi (Un
oynayanların giydiği ayakkabı. § Chausser le cœur de bronze).
brodequin: Sahneye çıkmak, bronzé,e s. Tunç renkli, güneşte yanıp koyu
broder gçl. 1. Nakış işlemek, nakışlamak (Broder esmerleşmiş (Vous êtes tout bronzé).
un mouchoir, une chemise). 2. mec. Süslemek, bronzer gçl. 1. Tunç rengi vermek, koyu
şişirmek (Tu brodes un peu les événements). esmerleştirmek (Bronzer une statue. Le soleil a
broderie diş. 1. İşleme, gergef işi, nakış (Elle sait bronzé son visage). 2. gsz. Tunç rengi almak;
faire de la broderie. Les broderies d'une yanıp esmerleşmek (Il a bien bronzé à la
dentelle). 2. (Bir anlatımda) Süsleme, abartma, montagne). § Se bronzer: 1. Tunç rengi almak,
katma ayrıntı. 3. (Şarkıda) Katma nağme, yanıp esmerleşmek (Elle s'est bien bronzée sous
brodeur,euse ad. 1. İşlemeci, nakışçı (Une le soleil méditerranéen). 2. Sertleşmek,
brodeuse à la main). 2. diş. İşleme makinası, katılaşmak, duygusuzlaşmak, taş gibi olmak
nakış makinası. (Mon cœur s'est bronzé).
broie diş. Keten ve kenevir saplarını dövme aleti, bronzerie diş. Tunççuluk.
filâriz. bronzeur,bronzier er. Tunççu.
broiement er. Ezme, öğütme, dövme, toz etme. broquard er. Bir yaşında erkek karaca,
brome er. kim. Brom. broquette diş. Geniş başlı çivi, nalın çivisi, keçe
broméliacés diş. ç. bitb. Ananasgiller. çivisi.
bromure er. kim. Bromür. brossage er. Fırçalama.
bronche diş. anat. Bronş, soluk borusu. brosse diş. 1. Fırça (Brosse à dents, à habits, à
bronchectasie diş. hek. Bronşların genişlemesi, chaussures, à cheveux). 2. ç. Orman kenannda
bronşektazi. fundahk. § Tapis brosse: Paspas. Cheveux en
branchement er. Sendeleme, sürçme, brosse: Alabros kesilmiş saç, çok kısa kesilmiş
broncher gsz. 1. Sendelemek, sürçmek. 2. saç. Donner un coup de brosse à qch: -i şöyle bir
(Hayvan) Tökezlenmek, tırnak kakmak (Le fırçalamak (Je vais donner un coup de brosse à
cheval a bronché). 3. Kımıldamak, kıpırdamak mes cheveux, à mon pantalon). Manier la brosse
(Personne n'ose broncher en classe). 4. mec. à reluire: tkz. Birini pohpohlamak, birine yağ
Bocalamak 5. Yanlış adım atmak. 6. çekmek, yağcılık etmek, birini aşın övmek.
Duraklamak, duraksamak (Il a récité sa leçon Peindre à la brosse: Fırça ile badana yapmak.
sans broncher une fois). 7. Sesini çıkarmak, Porter la brosse: Saçlannı çok kısa kestirmiş
itiraz etmek (Le premier qui bronche sera exclu olmak, alabros traşlı olmak,
de la salle). 8. Broncher sur qch, contre qch: -de brossée diş. 1. Fırça vuruşu. 2. mec. tkz. Patak;
bocalamak, sendelemek, -i pek iyi yenilgi.
becerememek (Un élève qui bronche sur le brosser gçl. 1. Fırçalamak (Brosser ses cheveux,
subjonctif). § Sans broncher: Hiç sesini ses vêtements, ses chaussures). 2. Çabucak
çıkarmadan, gık bile demeden (Il a obéi sans resmetmek, genel çizgilerle belirtmek (Brosser
broncher). un tableau. Il brosse un tableau noir de la
branchial,e s. Bronşlara değgin (Asthme situation). 3. Kaşağılamak, gebrelemek (Brosser
bronchial). un cheval). § Se brosser qch: 1. -sini fırçalamak
bronchiole diş anat. Bronşçuk, soluk borucuğu. (Se brosser les dents). 2. tkz. Hava almak, eline
bronchique s. Bronşlara, soluk borularına değgin, birşey geçmemek (Tu peux toujours te brosser) §
bronchite diş. hek. Bronş yangısı, bronşit, Se brosser le ventre: tkz. Yemek yiyememek, aç
bronchitique s. ve ad. 1. Bronşite değgin. 2. kalmak, sona kalıp dona kalmak,
Bronşitli. brosserie diş. 1. Fırçacılık. 2. Fırça fabrikası,
bronchorrhée [bn^kme] diş. Bronş akıntısı, brossier er. Fırçacı.
bronkore. brou er. Ceviz, badem gibi yemişlerin yeşil
brouet 187 broyage
kabuğu, gövek, tetir. § Brou de noix: Ceviz est brouillé avec la grammaire, avec l'anglais). §Se
göveğinden çıkarılan bir içki; ceviz göveğinden brouiller: 1. Bozuşmak, araları açılmak (Nous
çıkarılan kestane rengi bir boya. nous sommes brouillés). 2. Bozulmak, kapanmak
brouet er. 1. Sulu yavan yemek; yağsız çorba 2. (Sa vue se brouille). Le temps se brouille). 3.
Eskiden lohusalara ve yeni evlenmiş kızlara Birbirine karışmak (Tout ce qu' on me dit se
içirilen sütlü, yumurtalı et suyu. brouille dans ma tête). 4. Se brouiller avec:-ile
brouette diş. El arabası (Brouette de jardinier). § arası açılmak, bozuşmak (Il s'est brouillé avec ses
Marcher comme une brouette: tkz. Çok ağır amis, avec le régime).
yürümek, kağnı arabası gibi gitmek, brouillerie diş. Küçük dargınlık, küskünlük (Une
brouettée diş. El arabası dolusu (line brouettée de brouillerie passagère).
terre, de sable). brouillon,ne s. vead. Karıştırıcı; karışık, karmaşık
brouetter gçl. El arabasıyla taşımak (Brouetter du (Elle est d'un caractère brouillon. Une activité
gravier, du .sable). brouillonne).
brouhaha er. tkz. Hayhuy, gürültü, patırtı (Le brouillon er. Karalama, müsvedde (Un cahier de
brouhaha des conversations cessa. Un brouhaha brouillon. Il a mis au net le brouillon de sa
de séance parlementaire). conférence). § Faire du brouillon: Müsvedde
brouillage er. Parazit; parazit yaptırma, karıştırma yapmak.
(Brouillage des émissions par l'ennemi). brouilloımer gçl. (Bir yazının) Müsveddesini
brouillamini er. 1. Kilermeni. 2. Atlar için yapmak, karalamak,
kilermeni lapası. 3. mec. Düzensizlik, brouir gçl. Yakmak, kavurmak, kurutmak (Un
karmakarışıktık, soleil ardent qui a broui les jeunes plantes).
brouillard er. 1. Sis (Il fait du brouillard. Un brouissure diş. (Bitkiler için) Güneşten yanma;
brouillard épais couvre les montagnes). 2. El kavrulma.
defteri, gündelik defter. § Papier brouillard: broussaille diş. Çalı, çalılık, çapra (Le gibier s'est
Sünger kâğıdı. Etre dans le brouillard: 1. Durumu caché dans la broussaille). § Cheveux en
iyice kavrayamamak, bir şeyi açık seçik olarak broussaille: Sık ve birbirine kanşmış saçlar; keçe
görememek. 2, Hafif sarhoş olmak, çakırkeyf gibi saç, çalı gibi saç (Il a les cheveux en
olmak. broussaille).
brouillase diş. Çok hafif yağmur; çisenti, broussailleux, euse s. 1. Çalılı, çalılarla kaplı (Un
brouillasser gsz. Çok hafif çiselemek (Il commence jardin broussailleux) 2. Gür ve birbirine karışmış
à brouillasser. Il brouillasse un peu). (Sourcils broussailleux, cheveux broussailleux;
brouille diş. Dargınlık, küskünlük (Notre brouille barbe broussailleuse).
dure encore). § Etre en brouille avec qn: Biriyle brousse diş. 1. Çalılık. 2. tkz. Tanrının kırı, kuş
arası açık olmak (Je suis en brouille avec mes uçmaz kervan geçmez yer. 3. Keçi yada koyun
frères). Mettre la brouille entre: -aralarına küslük sütünden yapılan bir tür beyaz peynir,
sokmak, dargınlık sokmak (Il a mis la brouille broussin er. Ağaç uru.
entre les frères). brout [buu] er. (Baharda genç ağaçlarda) Sürgün,
brouiller gçl. 1. Karıştırmak, birbirine katmak, broutard er. Sütten kesilip çayıra salınan dana.
karmakarışık duruma getirmek (İla brouillé mes broutement er. 1. Otlama. 2. (Makina, aygıt için)
dossiers). 2. Karmak, karıştırmak (Brouiller les Arada bir aksama, durma,
cartes). 3. Bozmak,parazityaptırmak,anlaşılmaz brouter gçl. 1. (Otlayan hayvanlar için yerden,
duruma getirmek (Brouiller une émission de daldan) Koparıp yemek (La chèvre broute
radio). 4. Puslandırmak, donuklaştırmak (La l'herbe, lespetites branches). 2. gsz. Otlamak (Le
buée brouille les verres de mes lunettes). 5. Ara troupeau broutait dans la prairie). 3. (Makina,
bozmak, ara açmak (Cet incident a brouillé les aygıt) Arada bir aksamak, çalışmamak, tıkanıklık
deux amis). 6. Karıştırmak, bulandırmak (Le yapmak (L'embrayage de la voiture broutait).
désespoir lui a brouillé la cervelle. Tes explications broutille diş. 1. İnce, ufak dal. 2. Önemsiz şey (J'ai
brouillent mes idées). 7. Brouiller qn avec: Birinin relevé dans les livres quelques fautes d'impression,
-ile arasını bozmak (Ne me brouillez pas avec ces mais ce sont des broutilles. Nous avons acheté
hommes, avec le gouvernement). 8. Etre brouillé quelques broutilles chez un marchand
avec qn: Biriyle bozuşmak, arası açık olmak (Je d'occasions).
suis brouillé avec lui). 9. Etre brouillé avec qch: browning er. Brovnik tabancası,
-ile başı hoş olmamak; -i pek sevmemek (Mon fils broyage er. Ezme, dövme, öğütme (Broyage des
broyer 188 brûler
ses vaisseaux: Bütün gemilerini yakmak; geriye brumeux; un ciel brumeux). 2. mec. Kararsız,
dönüş olanaklarını ortadan kaldırmak. Brûier la kapalı, tutarsız, açık ve aydınlık olmayan (Un
délicatesse à qn: Birini birdenbire bırakıp gitmek, esprit brumeux. Une philosophie brumeuse).
sipsivri ortada bırakmak. Brûler le pavé: Çok hızlı brun,e s. ve ad. 1. Esmer (Une peau brune, un teint
gitmek, arkasından kurşun yetişmemek. Brûler brun. Une femme brune). 2. Kestane rengi (Des
les étapes: Dur durak bilmemek, bütün cheveux bruns). 3. Esmer, siyah (Bière brune,
merhaleleri aşıp geçmek, hiçbir yerde durmadan tabac brun). 4. er. Kahverengi, kahverengi boya
geçip gitmek. Brûler de l'encens sur l'autel de qn: (Un brun roux; terrain d'un brun foncé. Un tube
Birini aşırı derece övmek, göklere çıkarmak. de brun Van Dyck). § A la brune, sur la brune:
Brûler la cervelle à qn: -in bey nine kurşun sıkmak. Akşama doğru, sular kararırken,
Brûler les planches: (Bir tiyatro oyuncusu için) brunante diş. Havanın kararması, akşam. § A la
Canla başla oynamak; duyarak, coşkuyla brunante: Hava kararırken,
oynamak. Brûler sa dernière cartouche: Son brunâtre s. Esmerimsi, kahverengimsi (Une terre
kozunu oynamak, son çareye başvurmak. Brûler brunâtre).
la chandelle par les deux bouts: Har vurup harman brunet,te s. ve ad. Esmerce, esmerimsi, az esmer
savurmak. Etre brûlé: Belli olmak, bilinmek, (Une jolie brunette).
tanınmak, maskesi düşmek (Un agent qui est bruni er. (Altın yada gümüş takımı parçalarında)
brûlé). § Se brûler: 1. Kendini yakmak (Il s'est Cilâ, saykal.
brûlé avec sa femme et ses enfants). 2. Bir yerini brunir gçl. 1. Esmerleştirmek, rengini
yakmak (Je me suis brûlé en allumant ma cigarette. koyulaştırmak, yakmak (Le soleil brunit la peau.
Il s'est brûlé la main). § Se brûler la Brunir une boiserie). 2. (Altın yada gümüş gibi
cervelle: Kafasına bir kurşun sıkıp kendini madenleri) Parlatmak, saykallamak. 3. gsz.
öldürmek. Yanmak, esmerleşmek, kararmak (Brunir à la
brûlerie diş. 1. Rakı damıtma yeri. 2. Kahve mer. Mon fils était blond, mais il a bruni par la
kavurulan yer. suite).
brûle-tout er. El şamdanı, brunissage er. (Madeni) Parlatma, saykallama,
brûleur er. 1. Rakı imbiği. 2. (Küçük gaz, ispirto brunissement er. (Renk) Koyulaşma,
vb. ) ocağı. 3. Yakıt ve hava karışımım sağlayan ve koyulaştırma; esmerleşme, esmerleştirme,
düzenleyen aygıt, brülör (Bruleur à mazout). 4. brunisseur, euse ad. Saykala, maden cilâcısı,
Kahve kavurucu, kahve kavurma işçisi, brunissoir er. Maskala.
brûlis [bıtyli] er. 1. Yanmış orman yeri, göynük. 2. brunissure diş. 1. Saykalcılık. 2. Saykal. 3. Kumaş
Otu yakılmış tarla, perdahı. 4. Bağ hastalığı. 5. Patates hastalığı,
brûloir er. Kahve tavası. brusque s. 1. Ansızın yapılan, ansızın (Un retour
brûlot er. 1. Ateş gemisi, burlota. 2. Çok baharlı et. brusque. L'arrêt brusque d'une voiture). 2. Sert,
3. Ara bozucu kimse, k aba (Un homme brusque, un caractère brusque).
brûlure diş. 1. Yanık (Il a une brûlure de cigarette à brusquement bel. 1. Ansızın, birdenbire (Le train
sa veste). 2. Yanma (J'ai des brûlures d'estomac. s'est arrêté brusquement devant le tunnel). 2.
Une brûlure lui tordait la poitrine). 3. (Bitkilerde) Sertlikle, kabaca (Il agit très brusquement).
Yanıklık, kavrukluk, brusquer gçl. 1. Birine karşı sert ve kaba
brumaire er. Fransız Büyük Devrim takviminin 22 davranmak (Vous avez tort de brusquer cet
yada 23 ekimden 20 yada 21 kasıma dek süren enfant). 2. İvdirmek, çabuklaştırmak,
ikinci ayı (Le coup d'Etat du 18 Brumaire). aceleleştirmek (Il a brusqué sa démission pour
brumasse diş. Pus, hafif sis. nous empêcher d'intervenir. Son intervention a
brumasser gsz. (Hava) Hafif sisli olmak, puslu brusqué le dénouement de la crise).
olmak (Il brumasse: Hava puslu, hafif sisli). brusquerie diş. Sertlik, kabalık; sert söz ve davranış
brume diş. 1. (Daha çok sularda) Sis; pus (Une (Il traite tout le monde avec brusquerie).
brume légère flotte sur la rivière. Des nappes de brut,e s. 1. İşlenmemiş, ham (Pétrole brut, laine
brumes). 2. Karanlık, kesinsizlik, kararsızlık brute).2. Eğitimsiz,gelişmemiş (Uneâme brute).
(Vous êtes perdus dans les brumes). 3. İlkel, kaba (Une vie brute. La force brute. Il use
brumer gsz. (Hava) Sisli olmak, sis yapmak; puslu de la force brute). 4. Kesintisiz, kesinti
olmak, pus yapmak (Il brume ce matin: Bu sabah yapılmadan (Un traitement brut, un bénéfice
hava sisli). brut). S. bel. Darasıyla, darası çıkarılmadan, brüt
brumeux, euse s. 1. Puslu, hafif sisli (Le temps est olarak (Ce colis pèse brut dix kilos).
brutal 190 . building
brutal,e s. 1. Hayvan gibi, kaba (La force brutale. bûcher). 3. Yığın (Les manifestants firent un
Un gardien brutal). 2. Kaba, hoyrat, yontulmamış bûcher de toutes les brochures de propagande du
(Il est brutal avec tout le monde). 3. ad. Hoyrat, régime déchu).
hödük, yontulmamış, bûcher gçl. 1. Kabasını almak, yontmak, taslamak
brutalement bel. Sertçe, kabaca, hoyratça (Il vous (Bûcher une pierre). 2.tkz. Çok çalışmak,
parle brutalement, mais c'est pour votre bien). ineklemek (H a bûché tout son programme de
brutaliser gçl. (Birine karşı) Kaba ve sert physique). 3. gsz. tkz. Çalışmak, ineklemek (Il
davranmak (Brutaliser une femme, un enfant). bûche ferme).
brutalité diş. 1. Hoyratlık, kabalık, sertlik, bûcheron er. Oduncu (Le bûcheron coupe du bois).
yontulmamışlık (Vous êtes d'une brutalité bûchette diş. Odun yongası (Nous avons fait
révoltante. Condamner les brutalités de la police). prendre le feu avec des bûchettes).
2. Anilik, birdenbirelik; beklenmezlik (La bûcheur, euse ad. tkz. Çok çalışan, inekleyen, inek
brutalité d'un choc). (C'est un bûcheur toujours premier de sa classe).
brute diş. 1. Hayvan (La création est une ascension bucolique s. 1. Çobanlığa yada çoban türkülerine
perpétuelle, de la brute vers l'homme). 2. mec. değgin, "çobanıl. 2. diş. Çoban türküsü, kır şiiri.
Hayvan gibi adam, ayı, hödük (Il frappe comme 3. (Alaylı) Ivır zıvır şeyler,
une brute. C'est une brute qui n'arrive à rien bucrane er. (Mimarlık bezeklerinden) Öküz başı.
comprendre). 3. diş. (Sinemacılıkta) budget er. Bütçe, *geçinge (Budget de l'Etat.
Büyükışıldak. Budget familial. Dresser, préparer le budget. Les
bruyamment bel. 1. Gürültüyle (Il s'est mouché chapitres du budget. Boucler son budget. Budget
bruyamment). 2. Gürültü patırtıyla, bağırıp annexe. Equilibre du budget).
çağırarak (Protester bruyamment). budgétaires. Bütçeye değgin (L'annéebudgétaire.
bruyant,e s. 1. Gürültülü (Une rue bruyante). 2. Dépenses budgétaires. Le déficit budgétaire).
Gürültücü (Un enfant bruyant). budgétisation diş. Bütçelendirme, bütçeye koyma
bruyère diş. 1. Süpürgeotu, süpürge çalısı, funda. 2. (Budgétisation des prestations sociales).
Çalılık, fundalık. § Coq de bruyère: Çalı horozu, budgétiser gçl. Bütçelendirmek, bütçeye
bryologie diş. *Yosunbilim; bitkibilimin yosunlarla koymak.
uğraşan dalı. budgétivore s. ve ad. (Alaylı) Devlet bütçesinden
bryone diş. bitb. Şeytan şalgamı, geçinenler; devlet kapısı kulları,
bryozoaires er. ç. Yosunsu hayvancıklar; yosun buée diş. Buğu (Des vitres couvertes de buée).
hayvanları. buffet er. 1. Büfe, sofra takımlarının konulduğu
buanderie diş. Çamaşırlık (Le linge sèche dans la dolap (Ranger les couteaux et les fourchettes dans
buanderie). le buffet). 2. Büfe, istasyonlardaki lokanta (Nous
buandier, ère ad. Çamaşırcı; çamaşır yıkama işçisi. avons mangé au buffet). 3. Büfe, şölenlerde
bubale er. Afrika karacası. yemeklerin dizildiği masa, sofra (Après les
bube diş. Deri kabarcığı. discours officiels on passe au buffet. Un buffet bien
bubon er. hek. Hıyarcık. garni). 4. hlk. Karın, mide. 5. Doğrama kısmı
buboniques. Hıyarcıktı (Pestebubonique). (Buffet d'orgue). § Danser devant le buffet: hlk.
bucaille diş. Karabuğday. Yiyecek bir şeyi olmamak. Ne rien avoir dans le
buccal, e s. Ağıza değgin (Par voie buccale. Cavité buffet: hlk. Aç karnına olmak; ağzına tek lokma
buccale). koymamış olmak.
buccin er. (Eski romahlarda) Bir asker borusu, buffetier,ère ad. Büfeci.
bucéphale er. (Büyük İskender'in atının adından) buffle er. 1. Manda, camus, susığırı. 2. Manda derisi
Savaş yada alay atı. 2. (Alay) Kurada beygir, (Valise en buffle).
bfiche diş. 1. Ocak odunu (Le crépitement des buffleterie diş. 1. (Askerin) Kayış takımı. 2.
bûches dans Vôtre). 2. mec. Odun gibi adam, meşe (Derileri) Güderileme.
odunu, kereste (II reste là comme une bûche. Une buffletin er. 1. Malak, manda yavrusu. 2. Manda
vraie bûche!) § Bfiche de Noël: Noel yortusu için derisinden yapılmış uzun ceket,
hazırlanan büyük pasta. Prendre, ramasser une buggy er. İki tekerlekli hafif araba, °bugi.
bfiche: tkz. Düşmek, bugle er. Perdeli boru, büğlü,
bûcher er. 1. Odunluk. 2. Odun yığını, 'yakmalık; buglossediş. bitb. Sığırdili,
ölüleri yada hükümlüleri yaktıkları odun yığını bugrane diş. bitb. Kayışkıran,
(Jeanne au bûcher. Hérétique condamné au building er. İng. Kocaman yapı; çok katlı büyük
buire 191 burnous
yapı. ile çevrilmiş tek katlı ev; turistler için tek katlı
buire diş. Geniş karınlı, saplı içki ibriği, küçük ev, kulübe,
buis er. Şimşir. bunker er. Bunker, sığınak, korunak; top yuvası,
buissière, buissaire diş. Şimşirlik. buphage er. hayb. Kurt-kıyan
buisson er. 1. Çalı. 2. Baltalık. 3. Budanarak biçim buraliste ad. 1. (Satış, para alıp verme işleri yapan
verilmiş meyve ağacı. § Buisson ardent: Tanrının kurumların) Şube memuru. 2. Tütüncü, sigara
Musa peygambere göründüğü söylenen biçim ki, satıcısı,
alev alev yanan bir çalılık olarak anlatılır. Battre burat er. Bir tür hafif yünlü,
lès buissons: mec. Araştırmak, çalı dibi taşlamak. buratin er. buratine diş. Yünlü ipek karışığı bir tür
Faire buisson creux, trouver buisson creux: mec. kumaş.
Aradığım bulamamak, umduğu boşa çıkmak, bure diş. 1. Aba. 2. Aba giysi. 3. er. Maden
buissonneux, euse Çalılık, çalılarla kaplı (Un ocaklarında bir geçenekten bir aşağıdaki
terrain buissonneux). geçeneğe kazılan kuyu.
buissonnier,ère s. Çalılıklarda yaşayan (Merle bureau er. 1. Çalışma masası (Un bureau d'acajou,
buissonnier). § Faire l'école buissonnière: un bureau de chêne). 2. Çalışma odası (Je passe
Okuldan kaçmak, dersleri asıp orda burda tout mon temps dans mon bureau). 3. Daire, iş yeri
dolaşmak (Aujourd'hui je ferai l'école (Aller au bureau. Ouverture, fermeture des
buissonnière). bureaux). 4. Şube, bölüm (Deuxièmebureau. Les
bulbaires, anal. Soğan denilen oluşuma değgin, bureau d'une agence, d'une société). 5. Başkanlık
bulbe diş. 1. (Soğan veren bitkilerde) Soğan Kurulu (Le bureau de l'Assamblée Nationale
(Plantes à bulbes. Bulbe de la jacinthe). 2. anat. comporte un président, des vices-présidents et des
Soğan. 3. Şişkinlik (Bulbe dentaire). secrétaires).
bulbeux,euse s. 1. Soğanlı (Plantes bulbeuses). 2. bureaucrate er. 1. Kırtasiyeci, *yazçizci. 2.
Şişkin; soğan biçiminde (Clocher bulbeux). 3. 'Genörgütçü, bürokrat,
(Mimarlıkta) Karınlı, bureaucratie diş. 1. Kırtasiyecilik; * yazçizcilik. 2.
bulbille diş. bitb. Bitki soğancığı, soğancık (Les Genörgüt, bürokrasi,
bulbilles de l'ail). bureaucratique s. 1. Kırtasiyeciliğe değgin,
bulgare s. ve ad. 1. Bulgar; Bulgaristan'a ve yazçizcilikle ilgili. 2. *Genörgütsel.
bulgarlara değgin (L'industrie bulgare. Un, une bureaucratisation diş. Kırtasiyecilik işleri,
bulgare). 2. er. Bulgarca (Il connaît le bulgare). § kırtasiyeye boğma (La lutte contre la
Fromage bulgare: Beyaz beynir, Edirne peyniri, bureaucratisation).
bulgarie diş. Bulgaristan, bureaucratiser gçl. Kırtasiyeciliğe boğmak (Les
bulldozer er. Yoldüzer, yoldüzler. bureaucrates ont réussi à bureaucratiser le
b u l l e I . Kabarcık (Bulled'air, bulled'eau, bulle monde).
de savon). 2. (Deride) tçi su dolu kabartı, fiske, burette diş. 1. (Sofra için) Sirke yada zeytinyağı
kabarcık. 3. Süs olarak çakılan çivi, kabara. 4. şişesi. 2. Kilise ayinlerinde su ve şarap konulan
Bağıtlara takılan mühür. 5. Böyle bir mühürü vazo. 3. kim. Büret.
olan bağıt. 6. er. Saman kâğıdı. 7. s. Sarı, saman burgau er. Sedef midyesi; midye sedefi,
rengi (Papier bulle). § Papier bulle: Sarımtırak burgrave er. 1. (Eski) Kale komutanı; bir kentin
kaba kâğıt, saman kâğıdı. Coincer la bulle: ask. kontu. 2. mec. Yaşlı ve gerikafah kimse,
argo. Dinlenmek, burin er. Kazı kalemi, arda, çapla, tığkalem, çelik
bulle,e s. Kabarcıklı. kalem.
bulletin er. 1. Pusula (Bulletin de vote). 2. Resmi buriné,es. Çizik çizik, kırış kırış (Un visage buriné).
rapor (Bulletin de santé.Bulletins destatistique).3. buriner gçl. 1. Çapla ile işlemek, kazmak, oymak
Dergi. 4. Öğrenci karnesi, karne (Mon fils a eu un (Buriner une planche, un métal). 2. gsz. hlk.
bon bulletin) 5. Makbuz, alındı (Bulletin de Aralıksız çalışıp durmak,
bagages, bulletin de consigne). 6. Bülten (Bulletin burlesque s. 1. Gülünç, maskaraca (Un
d'information: Haber bülteni). accoutrement burlesque. Unfilm burlesque). 2 .er.
bulleux,euse s. Kabarcıklı, fiskeli (Dermatose ed. a) Kaba güldürü, maskaraca yazılar b)
huileuse). (Sinemacılıkta) Savruklama.
bull-terrier er. Sıçan avlayan bir tür İngiliz köpeği, burnous er. Ar. 1. Bornuz, maşlak. 2. Kolsuz ve
bulteau er. Topağaç. başlıklı çocuk mantosu ( Un enfant enveloppé dans
bungalow er. İng. Bungalo; Hindistan'da veranda un burnous blanc et rose). § Faire suer le burnous:
büron 192 buvée
Acımadan, canını çıkararak çalıştırmak; buteur er. Golcü, gol atan oyuncu (Notre équipe
sömürmek. manque de buteurs).
büron er. 1. Küçük çoban kulübesi. 2. Küçük peynir butin er. 1. Ganimet (Butin de guerre). 2. Şurdan
yapımevi, burdan toplanan şey, *devşiri (Le butin de
bus er. Otobüs. l'abeille). 3. Ele geçirilen mal, vurgun (Le butin
busard er. Tepeli doğan, tepeli şahin, d'un voleur). 4. Çalışıp araştırılmakla edinilen
buse fbysk] er. Korse balinası, şey, yararlanma (Il y a un riche butin à faire dans
buse diş. hayb. 1. Doğan, şahin (Busepattue: Paçalı ces vieux manuscrits). 5. hlk. Birikmiş varlık, mal
doğan). 2. mec. tkz. Kaz kafalı, kuş beyinli (Une (Ily a du butin dans cette maison).
buse qui rit toujours sottement). 3. Boru (Busede butiner gsz. 1. Çiçek özü toplamak (Les abeilles
carburateur). butinent). 2. Ganimet olarak almak, ganimet
business | biznes \ er. İng. 1. (Eski) İş. 2. Karışık iş toplamak. 3. gçl. Toplamak, elde etmek (Butiner
(Qu'est-ce que c'est que ce business). 3. Şey quelques renseignements).
(Passe-moi ce business-là). butineur,euse s. Ganimet alan; kendine yararlı
businessman er. İş adamı, şeyler toplayan (L'abeille butineuse, un insecte
busqué, es. Kemerli (Un nez busqué). butineur).
busquer gçl. 1. (Korseye) Balina geçirmek. 2. butoir er. (Teknikte) 1. Durdurucu engel (Butoir
Eğmeçlemek, eğriltmek, d'une porte; butoir de chemin de fer). 2. Deri
buste er. 1. İnsan vücudunun üst kısmı, gövde üstü kazımaya yarayan bıçak,
(Il redressa le buste pour passer devant les huissiers butor er. 1. Balaban kuşu, balaban. 2. mec. Kaba
du ministre). 2. Büst, gövde üstü yontusu (Un adam, hıyarağa, aptal ve edepsiz adam (Un butor
buste d'Atatürk). fier de sa force physique. Dans l'autobus, unbutor
but er. 1. Amaç, erek (Vous êtes enfin arrivé à votre la repoussa pour avoir une place assise).
but). 2. Hedef (Viser le but. Tiraubut. Manquer le buttage er. (Ağaç ve bitkilerin) Dibine toprak
but). 3. Gol (Notre équipe a marqué trois buts). 4. sürme (Le buttage de la vigne, des pommes de
(Futbolda) Kale (Filet de but. Poteau de but). § terre).
Dans le but de: Amacıyla, için (Il est parti dans le butte diş. 1. Küçük tepe, tepecik (La butte
but de se reposer). Gardien de but: Kaleci. De but Montmartre). 2. ask. Önüne nişan hedefleri
en blanc: Damdan düşercesine, damdan düşer konulan tepe. § Butte témoin: coğr. Tanıktepe.
gibi. Avoir pour but de f.qch: Amacı -mek olmak Etre en butte à qch: -e maruz bulunmak, -ile karşı
(lia pour but de s'installer à Istanbul). Atteindre karşıya olmak (Nous sommes en butte à une
son (un) but: Amacına erişmek. Dépasser son but, calomnie. Il fut en butte aux attaques des
aller au-delà de son but: Amacının dışına çıkmak, journaux).
butane er. kim. Bütan, butter gçl. 1. (Ağaç ve bitkilerin) Dibine toprak
buté,e s. İnatçı, dik kafalı (Un enfant buté). sürmek (Butter des céleris, des pommes de terre).
butée diş. (Köprülerin iki ucunda) Dayanma 2. argo. Öldürmek, canını cehenneme yollamak,
duvarı; köprü ayağı, *karşılamahk. buttoir er. 1. Ağaç ve bitki diplerine toprak sürmeye
buter gsz. Buter contre qch: 1. -e varıp dayanmak yarayan alet. 2. Ağaç oyacak alet.
(La roue de la voiture a buté contre le trottoir). 2. -e butyreux,euse s. Yağ niteliğinde (Une sorte de
çarpmak (Ma tête buta contre te pare-brise). 3. -e crème épaisse et presque butyreuse).
dayanmak (La poutre bute contre le mur). 4. -e butyrique s. Acımış yağlarda oluşan (Acide
çarpmak; -ile karşılaşmak (Buter contre un butyrique; fermentation butyrique).
problème complexe). S. Ayağı takılmak (Buter butyromètre er. Sütteki yağı ölçmeye yarayan alet.
contre une pierre). 6. Gol atmak, gol yapmak (ila yağölçer.
enfin buté). 7. gçl. Payandalamak, desteklemek buvable s. İçilebilir, içilir (Vin buvable, eau
(Buter un mur au moyen d'un arc-boutant). 8. gçl. buvable). 2. İçilen, ağızdan alınan (Ampoules
Buter qn: Birini inada bindirtmek, inada buvables).
sürüklemek; uzlaşmazlığa itmek (Votre buvard er. 1. Sünger kâğıdı, kurutma kâğıdı (Papier
arrogance a buté le directeur, et maintenant, on ne buvard da denir). 2. Kurutma kâğıtlı el altlığı (Sur
pourra plus le convaincre). § Se buter: 1. son bureau il y avait un grand buvard couvert de
Çarpmak. 2. mec. İnat etmek, ayak diremek. 3. Se taches).
buter à qn: -ile karşılaşmak; -e rastlamak (Je me buvée diş. Hayvanlara verilen sulu un ve kepek
suis buté à des gens de connaissance). bulamacı.
buverie 193 byzantinologie
kaldırmak, illallah demek (Il risque de se cabrer cache-flammes er. Alev örten huni, alevörter.
devant vos exigences continuelles). cachemire er. Keşmir kumaşı, keşmir yünlüsü,
cabri er. Oğlak (Léger comme un cabri. Sauter cache-misère er. hlk. Yırtık çamaşırları gizlemek
comme un cabri). üzere giyilen güzel görünümlü giysi ; geniş üstlük.
cabriole diş. 1. Atın dört ayakla sıçrayıp çifte cache-nez er. Boyun atkısı (Un cache-nez de laine
atması. 2. Takla (Des enfants font des cabrioles entourait son cou).
dans les prés). § Faire la cabriole: Döneklik cache-pot er. Saksı kabı.
etmek ; olaylara göre yön ve düşünce değiştirmek. cache-pouissière er. Hafif üstlük,
cabrioler gsz. 1. Takla atmak. 2. (At) Sıçrayıp çifte cacher gçl. 1. Saklamak, gizlemek (Cacher un objet
atmak. volé). 2. Belli etmemek, göstermemek (Cacher
cabriolet er. 1. Körüklü ve hafif bir tür gezinti son émotion, son inquiétude, sa douleur). 3.
arabası. 2. Karoserinin üst kısmı aldırılabilen Görülmesini engellemek (Cet arbre cache la
gezinti otomobili. 3. Eski moda bir kadın şapkası. lune). 4. Cacher qch à qn: Bir şeyi birinden
4. Bir tür ip kelepçesi. saklamak (Il ne faut pas lui cacher la vérité. Ils ont
cabus,s. Top başlı (Cfıoucabus: Bir tür top lahana). caché longtemps la terrible nouvelle à leur père). §
caca er. (Çocuk dilinde) Kaka, pislik. § Faire caca, Cacher son jeu, cacher ses cartes: Düşüncesini,
faire son caca: Dışarı çıkmak, büyük abdestini amacını, niyetini gizlemek (Il sait cacher son jeu).
yapmak. Faire caca dans sa culotte: Donuna § Se cacher: 1. Saklanmak, gizlenmek (Il est
yapmak. § Caca d'oie: Yeşilimtrak sarı, kazboku recherché par la police, ilsecache). 2.Se cacher de
rengi (Despeintures caca d'oie). qn: Yaptıklarım, düşündüklerini birinden
cacaber gsz. (Keklik için) Ötmek, saklamak ( L'enfant avaitfumé en se cachant de ses
cacahouette, cacahuète diş. Yerfıstığı, parents). 3. Se cacher de qch: a) Bir şeyi gizli
cacao er. Kakao (Prendre une tasse de cacao). tutmak, saklamak (Il se cachait de l'amour qu'il
cacaoté,e s. Kakaolu (Petit déjeuner cacaoté. Une avait pour moi), b) Kabul etmemek,
farine cacaotée). benimsememek (Il ne s'en cache pas).
cacaotier, cacaoyer er. Kakao ağacı, cache-sexe er. Kısa don; *ayıp-örter.
cacaoyère, cacaotière diş. Kakao bahçesi, kakao cachet er. 1. Mühür, damga (Le cachet de la poste.
fidanlığı, kakaoluk. Cachet monté en bague). 2. Damgalı kâğıt (Briser
cacaoui er. (Kanada'da) Bir tür küçük yaban un cachet). 3. (İçinde ilaç bulunan) Güllaç, kaşe
ördeği. (Un cachet d'aspirine). 4. Özellik, özgünlük (II a
cacarder gsz. (Kaz için) Bağırmak (Les oies donné un cachet très personnel à son style. Ce
cacardaient au bord du lac). village a du cachet). 5. Damga, marka (Le cachet
cacatoès er. Hindistan ve Malezya'da yetişen bir d'un fabricant). 6. (Sahne ve sinema
tür papağan, kakatu. sanatçılarına verilen) Ücret, "ödemelik (Les
cacatois er. l.-den. Babafingo üstü sereni. 2. cachets énormes des vedettes de cinéma). § Lettre
Babafingo üstü yelkeni, de cachet: (Eskiden) Hükümdar buyrultusu.
cachalot er. hayb. İspermeçet balinası, Courir le cachet: Evlerde ders vermek.
cache diş. 1. (Saklanmaya, bir şey saklamaya yarar) Travailler, payer au cachet: Parça başı, yaptığı iş
Gizli yer, delik, in (Il est enfin sorti de sa cache). 2. sayısına göre çalışmak, ödemek (Il travaille au
er. Fotoğrafçılıkta, resmin yalnız bir kısmını cachet. Payer un traducteur au cachet).
çıkartmaya yarar delikli siyah kâğıt, peçe, *örtü. cachetage er. Mühürleme, mühürlenme;
caché,es. 1. Saklı, gizli (Trésorcaché). 2. Gizli, dile damgalama, damgalanma,
getirilmemiş, dışa vurulmamış (Des sentiments cacheter gçl. 1. Ağzını kapayıp mumlamak
cachés). (Cacheter un colis, une bouteille). 2. Kapayıp
cache-cache er. Saklambaç oyunu (Faire une partie zamklamak, yapıştırmak (Cacheter une lettre, une
de cache-cache). § Jouer à cache-cache: 1. enveloppe). 3. Mühürlemek, damga vurmak. §
Saklambaç oynamak. 2. tkz. Kovalamaca Cire à cacheter: Mühür mumu, damga mumu.
oynamak, birbirini arayıp bir türlü bulamamak cachette diş. Gizleyecek yer; gizlenecek yer,gizli yer
(Ils jouent à cache-cache depuis un mois). (Il met ses économies dans une cachette. Les
cache-col er. Atkı (Un cache-col en laine). contrebandiers avaient pris pour cachette un creux
cachétique s. ve ad. hek. Kaşetik, aşın zayıflamış, de rocher). § En cachette: Gizlice, belli etmeden
bir deri bir kemik kalmış (Etat cachétique. Un (Rire en cachette. Lire un livre en cachette). En
cachétique). cachette de qn: -den gizli olarak, -in haberi
cachexie 197 cadet
olmadan (Il ne veut pas agir en cachette de ses İçilmiş şişe, boş şişe § Cadavre ambulant: Canlı
parents). cenaze. Etre, rester comme un cadavre: Ölü gibi
cachexie diş. hek. Kaşeksi, aşın zayıflama, bir deri durmak; hiç kıpırdayamadan öyle kalakalmak,
bir kemik kalma, caddie er. (Golf ve hokey oyunlarında)Oyuncunun
cachot er. 1. Zindan, hücre (Mettre, jeter, enfermer sopalarını taşımakla görevli çocuk,
qn dans un cachot, au cachot). 2. Hücre cezası caddy er. (Büyük mağazalarda, havaalanlarında,
(Trois jours de cachot). 3. Cezaevi, kodes, dam (Il garlarda) Eşya, bavul vb. taşınan sepetli el
est aux cachots depuis des années). arabası.
cachotterie diş. Gereksiz gizleyiş, gizleme merakı cade er. Ardıç, ardıç ağacı (Huile de code).
(Cessez vos cachotteries, je suis au courant de cadeau er. Armağan (Cadeau de fête, cadeau de
tout). nouvel an). § Offrir, foire un cadeau à qn: Birine
cachottier, ères. vead. Gizlenmeyecek şeyleri gizli bir armağan vermek (Il a fait un bon cadeau à sa
tutan; önemsiz şeyleri gizli tutmak meraklısı (Elle femme). Faire cadeau de qch à qn: Birine birşey
est très cachottière). armağan etmek (Je lui ai fait cadeau d'un
cachou er. 1. Kâdıhindî denilen ve ilaç olarak bracelet). Ne pas faire de cadeau à qn: -e karşı sert
kullanılan madde. 2. s. Kızıl kahverengi (Un davranmak, kötü davranmak. Recevoir qch en
costume cachou). cadeau: Bir şeyi armağan olarak almak (Ils ont
cacique er. 1. (Orta Amerika yerlilerinde) Başkan, reçu un service de porcelaine en cadeau de
şef. 2. (Fransada) Yüksek Öğretmen Okulu mariage).
sınavını birincilikle kazanan. 3. Kendisine önemli cadenas er. 1. (Eskiden) Kralların gümüş
görev (siyasal, yönetimsel) verilen kişi. takımlarını sakladıkları çekmece. 2. Asma kilit
cacochyme s. ve ad. 1. Sıska, cılız. 2. * Sayrıl, (Fermer une porte au cadenas).
'marazı, huysuz (Un vieillard cacochyme). cadenasser gçl. Asma kilit takmak, kilitle kitlemek,
cacographe ad. Yazım yanlışları yapan; kötü ve kilitlemek (Cadenasser une porte, uneboutique).
yanlış yazan; yazısı ve biçemi (üslubu) kötü cadence diş. 1. (Sesle yada devinimle) Tonlama
(kişi). ritmi, düzenlilik, "ahenk, "ittırat (La cadence des
cacographie diş. Yanlış yazım, yazım yanlışlığı; vers. Les danseurs suivent la cadence de
kötü biçem (üslup), l'orchestre). 2. Düzenli aralık (Ce médecin reçoit
cacolet er. Semerin iki yanına asılan arkalıklı ses clients à la cadence moyenne de trois par heure.
iskemle. Les commandes arrivent chez les fabricants à une
cacologie diş. Dil yanlışı; deyimleri yanlış kullanma cadence accélérée). 3. müz. Melodi ve armonide
yada tümceyi bozuk kurma. "Şiveye aykırılık, bir dinlenme noktasına varış. 4. müz. İcrada,
cacopohonie diş. dilb. Ses kakışımı, *kakışma. düşüş noktasına, parçanın ana tonalitesine
cactacées, cactées diş. bitb. ç. Atlasçiçeğigiller, varırken çalınan yada söylenen süslü, gösterişli
kaktüsgiller. geçiş. 5. Hız, çalışma yada üretme hızı (Forcer la
cactus er. Atlasçiçeği, kaktüs, cadence. Une cadence infernale).
c.-à.-d. "Yani" anlamına gelen "c'est-à-dire" cadencé,e s. Uyumlu, "ıttıratlı, "ahenkli (Les
deyiminin kısaltması, phrases cadencées). § Marcher au pas cadencé:
cadastrage s. Kadastroya değgin, 'yeryazımsal Uygun adım yürümek,
(Plan cadastral). cadencer gsz. 1. müz. Kadans yapmak; melodi ve
cadastre er. Kadastro, *yeryazım (Employé du armonide bir dinlenme noktasına varmış olmak;
cadastre). süslü, gösterişli bir geçiş yapmak. 2. gçl.
cadastrer gçl. -in kadastrosunu yapmak, -i Düzenlemek, "ahenk ve "ittırat vermek
*yeryazımlamak. (Cadencer ses pas. Cadencer ses vers, ses phrases).
cadavéreux, euse s. Kadavrayı andıran, cadenètte diş. 1. Saç örgüsü. 2. Zülüf,
kadavramsı, ölü gibi (Un teint cadavéreux). cadet,te s. ve ad. 1. Son doğan yada ikinci doğan
cadavérique s. Kadavraya değin (Rigidité evlat, küçük evlat (Le cadet doit obéir à l'aîné). 2.
cadavérique; pâleur cadavérique). (Yaşça) En küçük (Il est le cadet de toute la
cadavre er. 1. Ceset, ölük, ölü vücut (La lividité du famille). 3. (Hısımlık dışında da olsa) Küçük,
cadavre. Embaumer, enterrer un cadavre). 2. yaşça küçük (Il est mon cadet de deux ans). 4. s.
Kadavra (Dépôt des cadavres à la morgue). 3. Küçük, yaşça küçük (Frère cadet, sœur cadette). 5.
Cinayet, kıya (Il y a un cadavre entre eux: (Sporculukta) 15-17 yaş arasındaki genç oyuncu.
Aralarında ortak işledikleri bir kıya var). 4. hlk. 6. (Eskiden) Askerliği öğrenmek için orduya er
cadi 198 cafouiller
olarak giren soylu çocukları; harbokulu öğrencisi caecal,e [sekal] s. Körbarsağa değgin (Appendice
(Compagnie de cadets). § C'est le cadet de mes cœcal).
soucis: Umurumda değil. Tasamın on beşiydi. caecum \sek>m\er. Körbarsak.
Düşünmem bile. Vız gelir, cafard,e s. ve ad. 1. Yalancı sofu, softa (C'est un
cadi er. Kadı. cafard. Un air cafard). 2. (Okul argosunda) Söz
cadis er. Şayak, taşıyıcı, çaşıt, hafiye, giziletimci. 3. er. Hamam
cadmie diş. Çinko oksidi. böceği. 4. Can sıkıntısı, üzüntü, "efkâr (Cela me
cadmium er. kim. Kadmiyum. § Jaune de cadmium: donne le cafard). § Avoir le cafard: Canı sıkılmak,
Kadmiyum sarısı, kara kara düşünmek, "efkârlı olmak (J'ai le cafard
cadrage er. (Sinemacılıkta) Çerçeveleme, görüntü aujourd'hui).
çerçevelemesi, cafardage er. Giziletimcilik, hafiyelik, jurnalcilik,
cadran er. 1. Kadran, saat tablası (Cadran d'une cafarder gsz. 1. Sofuluk taslamak. 2. (Okul
horloge, d'une boussole). 2. Büyük saat (Cadran argosunda) Çaşıtlamak, söz taşımak, hafiyelik
d'une gare, cadran d'une église). § Cadran solaire: etmek, *giziletimlemek.
Güneş saati. Faire le tour du cadran: 1. Çıktığı cafardeux,euse s. Canı sıkkın, bezgin, "efkârlı (Je
noktaya dönmek; dönüp dolaşıp yine aynı yere suis un peu cafardeux ce matin).
gelmek. 2. mec. On iki saat üstüste uyumak, cafardise diş. Yalancı sofuluk, softalık,
cadrât er. (Basımcılıkta) Katrat. café er. 1. Kahve (Prendre un café). 2. Kahve,
cadratiner. Küçük katrat. kahvehane (Aller au café. Garçon de café). 3. s.
cadre er. 1. Çerçeve (J'ai mis sa photographie dans Kahverengi. § Café vert: Çiğ kahve. Café en
un beau cadre). 2. Kadro (Son nom ne figure pas poudre: Çekilmiş kahve. Moulin à café: Kahve
sur les cadres. Il est rayé des cadres). 3. ask. Subay değirmeni. Tasse à café: Kahve fincanı. Cuiller à
ve assubay kadrosu (Les cadres d'un régiment, café: Kahve kaşığı. Une tasse de café: Bir fincan
d'un bataillon. Cadre de réserve). 4. (Gemilerde) kahve. Café au lait: Sütlü kahve. Café noir: (İçine
Asma yatak. 5. Taşınmalarda kullanılan ve süt vb. karıştırılmamış) Kahve. Cafécrème: Sütlü
genellikle bir evin eşyasını alacak kadar büyük kahve, kremalı kahve. Le marc de café: Kahve
sandık (Cadre de déménagement). 6. telvesi. Grillerducafé,br&lerducafé,torréfierdu
(Sinemacılıkta) Çerçeveleme, görüntü café: Kahve kavurmak. Faire le café,faire du café:
çerçevelemesi. 7. Kadrolu memur (C'est un Kahve yapmak. Moudre le café: Kahve çekmek.
cadre. Elle est cadre. Il est passé cadre). § Dans le Lire dans le marc de café: Kahve falına bakmak.
cadre de: Dahilinde, çerçevesinde (Un accord C'est un peu fort de café: tkz. İnanılır şey değil,
conclu dans le cadre d'un plan. J'essaierai de le akıl alır şey değil,
réaliser dans le cadre de mes fonctions). café-concert er. Çalgılı kahve,
cadrer gsz. 1. Uymak, uygun düşmek (Les caféier er. Kahve ağacı.
dépositions des témoins ne cadrent pas ensemble). caféière diş. Kahve ağacı bahçesi, kahve fidanlığı,
2. Kılıçla öldürmeden önce boğayı kıpırdamaz kahvelik.
duruma getirmek (Taureau cadré). 3. Cadrer caféine diş. Kafein (La médecine utilise la caféine
avec: -ile bağdaşmak, uyuşmak (Ses actes ne comme antinévralgique).
cadrent pas avec ses idées). cafetan, caftan er. Kaftan,
cadreur er. (Sinemacılıkta) Alıcı yönetmeni, cafétéria, cafétéria diş. Kafeterya,
caduc, uque s. 1. Eski, yıpranmış, dayanıksız (Un café-théâtre er. Kahve-tiyatrosu; kahvelerde
bâtiment caduc). 2. (Bitki yaprakları için) Her yıl oynanan küçük tiyatro oyunu,
birlikte düşüp yeni süremde yenilenen; dökülen, cafetier,ère ad. Kahveci.
düşen (Les feuilles caduques). 3. "Battal, geçerliği cafetière diş. 1. Cezve, kahve cezvesi (Une cafetière
kalmamış; hükümsüz, geçersiz (Cette théorie d'argent). 2.hlk. Baş, kafa (ila reçu un coup surla
scientifique est aujourd'hui caduque. Un acte cafetière).
juridique caduc). § Mal caduc: Sara hastalığı, cafouillage er. tkz. Karışıklık, bozukluk, bocalama
tutarak. (Il y a eu un peu de cafouillage dans l'exécution du
caducité diş. 1. Eskilik, yıpranmıştık, dayanıksızlık. plan).
2. Hükümsüzlük, geçersizlik (La caducité d'une cafouiller gsz. 1. Kafası karışmak,
institution, d'un acte juridique). 3. İleri yaşlılık, yanılmak,aldanmak (Comment arrive-t-il à ce
düşkünlük (La caducité commence à l'âge de résultat? Il a dû cafouiller dans ses calculs). 2. Ağır
soixante-dix ans). aksak gitmek, iyi çalışmamak, bozuk gitmek,
cafouillis 199 cailloutage
bozulmak (Dans les côtes le moteur cafouille. La l'autobus, d'une voiture). 2. mec. Çaparız,
discussion a cafouillé). sarsıntı, iniş çıkış (Les cahots d'une vie
cafouillis er. Dağınıklık, karmaşıklık, düzensizlik, aventureuse. Les cahots de la carrière politique).
cage diş. 1. Kafes (Certains oiseaux ne peuvent pas cabotantes. Sarsan, sarsıntılı (Route cahotante).
vivre en cage. Cage à lapin). 2. Yırtıcı hayvan cahotement er. Sarsma, sarsılma; sarsıntı,
kafesi (Le dompteur entre dans la cage aux lions). cahoter gçl. 1. Sarsmak, zıplatmak (Les ornières
3. mec. tkz. Kodes, tutukevi (Mettre un voleur en cahotaient les grosses roues). 2. gsz. Sarsılmak,
cage. Il est en cage depuis trois mois). 4. Boşluk sarsıntı yapmak, zıplamak (Une voiture qui
(Cage d'ascenseur, cage d'escalier). 5. tkz. cahote).
(Sporda) Kale (Envoyer le ballon dans la cage). 6. cahoteux, euse s. 1. Sarsıntılı. 2. Sarsıcı, sarsıntı
(Yapılarda) Dört duvar arası, kalın duvarlar (La verici (Un ehemin cahoteux).
cage d'une maison. Cage d'une mine). § Cage cahute diş. Kulübe (Ilsefitunecahuteavecdelaterre
thoracique: Göğüs kafesi, glaise et des troncs d'arbres).
cageot er. Kümes hayvanı yada meyve, sebze taşıma caïd er. 1. Kuzey Afrika'da yerli yönetici. 2. tkz.
kafesi (Cageot de fruits, cageot de laitues). Şef, başkan (Tu veux faire le caïd, mais tu n'en es
cagibi er. tkz. Kulübecik. pas de taille).
cagna diş. (Asker argosunda) Barınak, ev, caillasse diş. 1. Taş ocaklarında bulunan çakıllı
kulübecik. marn katmanı. 2. tkz. Çakıl, taş toprak (Marcher
cagnard,es. ve ad. tkz. Tembel, aylak, avare, dans la caillasse).
cagnarder gsz. Tembellik, miskinlik etmek; avare caille diş. Bıldırcın. § Gras, rond comme une caille:
dolaşmak. Semirik,tombiş. Chaud comme une caille: Çokiyi
cagnardise diş. Tembellik, miskinlik, avarelik, giyinmiş; yünlüler, pamuklular içinde. L'avoir à
cagne, khâgne diş. tkz. 1. Yüksek Öğretmen Okulu la caille: hlk. Umut kınklığına uğramak; bir
hazırlık sınıfı. 2. (Kötü kimse anlamıyla) İt (C'est terslikle karşılaşmak, işi ters gitmek,
une cagne: İtin biri). caillé er. 1. Kazein. 2. Yoğurt,
cagneux, euses. ve ad. 1. Yüksek Öğretmen Okulu caiilebotis er. Gemilerde ambar ağızlarım örtmek
hazırlık sınıfı öğrencisi. 2. Dizleri bitişik, ayakları için kullanılan yada üzerinde yürümek için yere
birbirinden uzak duran çarpık bacaklı; it bacaklı, kapatılan tahta ızgara,
paytak, maymak (Un paysan cagneux). 3. caillebotte diş. Bir tür yoğurt,
(Hayvanlarda) İt elli; çarpık bacaklı (Un cheval caillebotter gçl. Pıhtılaştırmak, koyulaştırmak,
cagneux). caille-lait er. Yoğurtotu.
cagnotte diş. 1. Kumarcıların, bir derneğin caiilement er. Pıhtılaştırma, pıhtılaşma;
üyelerinin içine para attıkları kutu, kumbara. 2. koyulaştırma, koyulaşma,
Kumbara parası, biriktirilen birkaç kuruş. cailler gçl. 1. Koyulaştırmak, pıhtılaştırmak (La
cagot,e s. ve ad. 1. (Eskiden) Cüzamlı. 2. Yalancı présure caille le lait). 2. gsz. Koyulaşmak,
sofu, yobaz (C'est un vrai cagot. Il baissa les pıhtılaşmak (On laisse cailler le lait pour faire le
paupières d'un air cagot). fromage). 3. hlk. Üşümek, donmak ( On caille sur
cagoterie diş. Yalancı sofuluk, yobazlık, cette plage). 4. hlk. (Hava için) Soğuk olmak,
cagoule diş. 1. Kukuletalı papaz cübbesi. 2. Yüzü soğuk yapmak (Ça caille aujourd'hui). § Se
örten, göz yerleri açık kukuleta (Bandits cailler: Pıhtılaşmak, koyulaşmak (Le sang se
masqués portent des cagoules). caille).
cahier er. 1. Defter (Cahier blanc: Çizgisiz defter. cailletage er. Gevezelik; dedikodu.
Cahier rayé d'écolier: Okul defteri. Cahier de cailleter gsz. Gevezelik etmek.
brouillon: Müsvedde defteri). 2. (Eskiden) caillette diş. 1. Dedikoducu, geveze kadın. 2.
Mahzar, muhtıra, andın, birçok kimse tarafından (Geviş getiren hayvanlarda) Şirden,
imzalanmış dilekçe. 3. (Basımcılıkta) Forma. § caillot er. Pıhtı (Caillot de sang).
Cahier des charges: *Koşulluk, "şartname; caillou er. 1. Çakıl (Trébucher sur les cailloux du
ortaklık sözleşmesi, ehemin). 2. mec. Engel. 3. hlk. Kıymetli taş;
cahin-caha bel. tkz. İyi kötü, şöyle böyle, iç "mücevherat. 4. Kafa, kafatası (Il n'a plus un
güveyisinden hallıca, orsa boca, bata çıka (La vie cheveu sur le caillou). § Avoir un cœur de caillou,
continue cahin-caha. L'affaire marche cahin- avoir le cœur dur comme un caillou: Taş yürekli
caha). olmak; katı yürekli, duygusuz olmak,
cahot er. 1. Araba zıplaması, sarsıntı (Les cahots de cailloutage er. Çakıl döşeme, çakıllama (Le
caillouter 200 calciner
(Calciner un métal, du bois). 3. Yakmak, pulsuz olmak, yoksulluk içinde olmak. Supplice
kavurmak (Un ciel d'airain calciniait les sables. Le de la cale: (Eskiden) Suçluyu gemiden denize
rôti est calciné). sarkıtıp çıkarmak biçiminde uygulanan bir ceza.
calcique s. Kalsiyuma yada kirece değgin (Sels calé,e s. 1. Yastıkla, takozla tutturulmuş. 2. tkz.
calciques. Lait calcique). Çok bilgili, çok şey bilen (Un élève bien calé). 3.
calcite diş. Kireç karbonatı, tkz. Kuvvetli (Il est très calé en chimie). 4. Güç,
calcithérapie diş. hek. Kalsiyum tuzlarıyla tedavi, anlaşılması güç, karışık (Un travail calé, un
kalsiyum tedavisi, problème calé).
calcium er. kim. Kalsiyum. calebasse diş. bitb. Asmakabağı.
calcul er. 1. Hesap (Calcul différentiel, calcul calebassier er. Asmakabağı bitkisi,
intégral, calcul logarithmique, calcul des calèche diş. Üstü açık, dört tekerlekli gezinti
probabilités, calcul mental). 2. Hesap, tahmin arabası.
(D'après mes calculs, il arrivera demain). 3. mec. caleçon er. Don, iç donu (Caleçon de toile, caleçon
Hesap, oyun, plan (La malchance a fait échouer de flanelle). § Jeter le caleçon à qn: Birine meydan
son calcul). 4. hek. Taş (Calcul biliaire: Safra taşı. okumak.
Calcul rénal: Böbrek taşı). § Agir par calcul: Bir caleçonnade diş. tkz. Uçkur edebiyatı; belden aşağı
çıkar için, bir hesap için hareket etmek; hep bir sözlere dayalı oyun.
artniyet ve çıkar gütmek. Il y entre du calcul: İşin caléfaction diş. Isıtma,
içine bir çıkar giriyor; bir çıkar, bir hesap, bir oyun caléidoscope, kaléidoscope er. Kaleydoskop,
söz konusu. Faire des calculs: Hesap yapmak, calembour er. ed. Cinas, * ündeş (Faire un
hesap etmek, calembour, dire des calembours).
calculabilité diş. Hesaplanabilirlik. calembredaine diş. Boş laf, ipe sapa gelmez söz
calculables. Hesaplanabilir, (Dire, débiter des calembredaines).
calculateur,trice s. ve ad. 1. Hesaplı iş gören, calendes diş ç. Eski Romalılarda ayın ilk günü. §
hesapçı, hesaplı (Une âme calculatrice. Un bon Aux calendes grecques: Çıkmaz ayın son
calculateur). 2. Hesabı kuvvetli, hesap uzmanı. çarşambası.
3. er. Hesap makinası (Calculateur calendrier er. 1. Takvim, *günbilgisi (Calendrier
électromagnétique, électronique) Julien, vieux calendrier: Rumi takvim. Calendrier
calculatrice diş. Dört işlemi de yapabilen hesap grégorien. Nouveau calendrier: E frenci takvim).
makinası. 2. Program, zaman çizelgesi (Etablir un calendrier
calculer gçl. 1. Hesaplamak (Calculer une dépense, de voyage, de travail). § Ce n'est pas un saint de
un bénéfice. Calculer la surface d'un terrain). 2. votre calendrier: mec. Bu adam size dost değil,
Tahmin etmek, tahmin yürütmek, hesaplamak cale-pied er (Bisiklet pedalında) Ayak çengeli,
(Calculer ses chances. On peut calculer la valeur calepin er. Not defteri, akıl defteri. § Mettre qch
d'un homme d'après le nombre de ses ennemis). 3. dans son calepin: Birşeyi unutmamak, not etmek,
mec. Düzenlemek, ayarlamak, ölçüp biçmek akıl defterine yazmak (Mettez cela dans votre
(Calculer le moindre de ses gestes. Calculer les calepin).
avantages et les inconvénients d'une affaire). § caler gçl. 1. Takozlamak, takoz koymak (Caler la
Machine à calculer: Hesap makinası. Calculer de roue d'une automobile). 2. Düzeltmek,
tête: Kafadan, zihinden hesaplamak, düzenlemek, iyi bir duruma getirmek (Caler le
calculeux, euse s. hek. Taşı olan, taşlara değgin pied d'une chaise). 3. İndirmek, mayna etmek
(Concrétion calculeuse). (Caler un mât, une vergue). 4. Dayamak (Caler
caldarium er. (Roma hamamlarında) Halvet,sıcak une pile de linge contre un mur). S. Birdenbire
bölüm. durdurmak, durduruvermek (Le candidat a été
caldeira diş. coğr. Kaldera; çok geniş yanardağ refusé au permis de conduire pour avoir calé son
ağzı, patlama kazanı, moteur). 6. gsz. (Gemi için) Suyun içinde yer
cale diş. 1. Bir şeyi istenilen duruşta tutmak yada tutmak, suya girmek (Ce navire cale six mètres). 7.
devrilmesini önlemek için altına konulan parça, (Motor için) Duruvermek; teklemek (Le moteur
y astık, takoz (Mettre une cale à un meuble boiteux. cale). İ.mec. tkz. Yelkenleri indirmek, pesetmek
Mettre une cale derrière les roues d'un véhicule). 2. (Il ne faut pas caler devant les menaces. Il cale
den. Sintine, gemi ambarı. 3. Kalafat yeri. 4. devant l'adversaire). § Se caler: Oturmak,
İskele (Cale de chargement, cale de kurulmak, yerleşmek (Il s'est calé dans un fauteuil
déchargement). § Etre à fond de cale: Parasız pour boire son apéritif). § Se caler les joues: Esaslı
caleter 202 calorifuge
bir yemek yemek; karnını iyice doyurmak, calligraphie diş. Güzel yazı, biçimli yazı, "hüsnühat.
caleter, calter gsz. hlk. Çekip gitmek, calligraphier gçl. Güzel bir yazıyla yazmak, güzel
calfat er. Kalafatçı, yazıyla süslemek (Calligraphier une lettre, un titre,
calfatage er. Kalafat, kalafatlama, une page).
calfater gçl. Kalafat etmek, kalafatlamak, calligraphique s. Güzel yazıya değgin,"hüsnühat ile
calfeutrage, calfeutrement er. (Kapı yada ilgili.
pencerenin) Aralıklarını tıkama, callipyge s. Güzel kalçalı (La Vénus callipyge).
calfeutrer gçl. (Kapı yada pencerelerin) callosité diş. 1. Nasırlaşma. 2. Küçük nasır, kabartı
Aralıklarını tıkamak (Calfeutrer une fenêtre, une (Une main pleine de callosités).
porte avec du papier). § Se calfeutrer: (Bir yere) calmant,e s. 1. Yatıştırıcı, dindirici (Un remède
Çekilmek, kapanmak (Il est calfeutré chez lui, calmant. Une voix calmante). 2. er. Sinirleri
dans sa chambre). yatıştırıcı ilaç, "müsekkin (Je prends toujours des
calibrage er. Çap ölçme, çap verme, çaplama, calmants).
calibre er. 1. (Toparlak yada boru biçimindeki calmar er. hayb. Loligo, mürekkep balığı, kalamar,
şeylerde) Çap (Le calibre d'un fusil. Un pistolet de calme s. 1. Dingin, sessiz (Un ciel calme; la mer est
7.65 de calibre). 2. tekn. Silme kalıbı. 3. mec. tkz. calme). 2. Kolay kolay sinirlenmeyen, sessiz,
Nitelik, çap (Vous êtes du même calibre). § De ce "sakin (Un homme calme). 3. er. Dinginlik,
calibre: tkz. Bu çapta, böylesine, bu büyüklükte sessizlik, y atışıklık, "sükûnet (J'aime le calme de la
( On ne voit pas souvent une bêtise de ce calibre). nuit). 4. Soğukkanlılık, serinkanlılık (Perdre son
calibrer gçl. 1. Bir şeyin çapını ölçmek (Calibrer une calme. Conserver, garder son calme).
machine, un tour). 2. Bir şeye gereken çapı calmement bel. Dinginlikle; serinkanlılıkla, sakin
vermek, çaplamak. 3. Çapma, büyüklüğüne göre sakin, "sükûnetle,
ayırmak, sıralamak (Calibrer les fruits). calmer gçl. Dindirmek, yatıştırmak, gidermek
calice er. 1, (Eskiden) Bardak, °kadeh, °piyale. 2. (Calmer une douleur. Calmer une querelle, calmer
Kiliselerde kutsal çanak. 3. bitb. Çenek. § Boire le ses nerfs, calmer les inquiétudes, calmer les
calice jusqu'à la lie: Kahrın daniskasını görmek; manifestants). § Se calmer: Dinmek, yatışmak
acının her türlüsünü çekmek, felâketin her (La mer s'est calmée. La fièvre s'est calmée).
türlüsüne uğramak, calmir gsz. den. Yatışmak, dinmek (La mercalmit.
calicot er. 1. Hasa, hasse denilen bez. 2. hlk. La tempête calmit).
Manifaturacı çırağı, calomel er. Kalomel; hekimlikte kullanılan, ava
califat er. Halifelik, hilâfet, bileşimlerinden zehirli bir madde,
calife er. Halife. calomniateur, trice s. ve ad. Suç bulaştırın,
califourchon (à) bel. Ata biner gibi (Monter à karaçalın, karan, "müfteri, iftiracı (Jemépriseles
califourchon sur une branche. S'asseoir à calomniateurs. Des propos calomniateurs).
califourchon sur une chaise). calomnie diş. Suç bulaştırma, kara çalma, karacılık,
câlin,e s. 1. Okşanmayı, sevilmeyi isteyen (Un "iftira (Comme mes adversaires ne trouvent rien de
enfant, un chat câlin). 2. Yalpak, sevimli, tath, répréhensible dans ma vie, ils recourent à de basses
okşayıcı (Une voix câline, un regard câlin). calomnies). § Etre en butte à la calomnie: İftiraya
câliner gçl. Okşayıp sevmek (Câliner un enfant, un uğramak. Se laver d'une calomnie: Bir iftiradan
chat). § Se câliner: 1. Okşanıp sevilmek. 2. aklanmak.
Tembel yaşamak, calomnier gçl. Suçlamak, iftira etmek, karaçalmak,
câlinerie diş. Okşayıp sevme, sevilme; okşayıcılık, itham etmek,
sevimlilik, yalpaklık (Ils échangeaient des calomnieusement bel. Karaçalarak, iftira ederek,
câlineries. Nous étions très sensibles à la câlinerie haksız yere suçlayarak,
de ses mots). calomnieux,euse s. Karaçalın, suç bulaştırın,
calinotade diş. Bönlük; bönce, aptalca söylenmiş suçlayıcı (Des paroles calomnieuses).
sözler (Remplir son récit de calinotades) caloricité diş. Kalorililik.
calleux, euse s. Nasırlı (Des mains calleuses). calorie diş. Kalori, "ısın.
caU-girl [kjlgœnl] diş. îng. Telekız, telefonla calorifère s. 1. Isı taşıyan, ısı yayan (Tuyau
çalışan hayat kadım, calorifère). 2. er. Kalorifer, *ısıtaç.
calligramme er. Dizeleri herhangi bir şekil calorifique s. Isı veren, *ısıl, kalori yaratan.
oluşturacak biçimde yazılmış şür. (Rayons calorifiques).
calligraphe ad. Yazısı güzel, "hattat. calorifuge s. ve ad. Isı tutucu, ısı kaçırmaz (Paroi à
calorimètre 203 cambrure
kavurucu (Chaleurs caniculaires. Cette année konserve yapmak (Canner des légumes, des fruits,
nous avons eu trois jours caniculaires). de la viande).
canicule diş. 22 Temmuzdan 23 Ağustosa dek olan cannetille diş. Sırma, süslemelerde kullanılan
sıcak günler; kızıl ısı, °eyyam-ı bahur, "bâhur; altın, gümüş tel.
büyük sıcaklar (Nous voilà en pleine canicule. Les canneur, euse ad. (İskemlelere) Hasır geçiren işçi,
marchands de glace adorent la canicule). iskemle hasırcısı,
canidés er. ç. hayb. Köpekgiller. cannibale s. ve ad. 1. Yamyam. 2. mec. Kana
canif er. Çakı. § Donner un coup de canif dans le susamış (kimse); acıma nedir bilmeyen adam.
contrat: mec. tkz. (Evlilikte, bir erkek için) Ufak cannibalesque s. Yamyamca (Cruauté
kaçamaklar yapmak, arasıra karısına boynuz cannibalesque).
takmak. Donner des coups de canif à qch: Bir cannibalisme er. 1. Yamyamlık. 2. Kana susamıştık,
şeyde ufak tefek ihmaller, aksaklıklar göstermek acımasızlık.
(Il donne des coups de canif à ses engagements). canoë er. 1. Kimi ilkel toplulukların kullandığı
canin, e s. 1. Köpeğe değgin (La race canine). 2. Iç oyma kayık. 2. Kayık sporu (Il fait du canoë).
kemiren, yaman (Une faim canine). canoéisme er. Kayık sporculuğu,
canine diş. Köpekdişi. canoéiste ad. Kayık sporcusu,
canitie [kanisi] diş. Saçların ağarması, ak saçhlık canon er. 1. ask. Top (Canon antiaérien, antichar,
(Une canitie précoce). canon de marine. Tir au canon. Portée d'un
caniveau er. 1. Taş oluk, çörten. 2. Bir yolun kıyısı canon). 2. Namlu (Canon d'un fusil, canon d'un
boyunca içine kablo yada boru yerleştirilen revolver). 3. (Atta) Bacak kemiği. 4. hlk. Şişe, bir
kanalcık, bardak şarap (Boire un canon: Bir bardak şarap
canna er. bitb. Tesbihağacı. içmek, bir şişe şarap içmek). 5. Delik (Le canon
cannabinacées diş. ç. bitb. Kenevirgiller. d'une clé). 6. Kükürt çubuğu. 7. (Donda) Paça
cannabique s. Hint kenevirine değgin, esrarla ilgili dantelası. 8. (Hıristiyan din adamları
(Ivresse cannabique). kurullarında verilen) Karar (Canon d'un concile
cannabis [kanabis] er. Hint keneviri, esrar, œcuménique). 9 Dinsel kural. 10. Kutsal
cannabisme er. Esrar içme; esrar tutkunluğu; esrar kitapların hepsi (Canon de l'Ancien Testament,
zehirlenmesi, du Nouveau Testament). 11. Kudas ayininde
cannage er. (Bir iskemleye) Hasır geçirme; okunan dualar (Canon de la messe). 12. müz.
hasırlama, Kanon; ses girişleri dizinin türlü katlarında
cannaie diş. Kamışlık; şeker kamışlığı, yineleme yoluyla birbirini izleyen çoksesli müzik
canne diş. 1. Kamış (Canne à sucre: Şeker kamışı). parçası (Canon à deux voix). 13. Örnek. § Canon
2. Baston, değnek (Il se promène la canne à la sans recul: Geri tepmesiz top. §Droit canon:
main. Canne d'alpiniste). 3. Eski bir uzunluk Kilise hukuku (Docteur en droit canon). Baïonette
ölçüsü birimi. 4. Süt taşımaya yarayan bakır au canon: 1. Süngü tak! 2. Süngü takmış olarak.
bakraç. § Canne à épée: Şişli baston. Canne à Chair à canon: tkz. Topun ağzında asker;
pêche: Olta kamışı. Les cannes blanches: Körler, ölecekleri yüzde yüz kesin askerler,
beyaz bastonlular (Une quête organisée au profit canon, canyon er. coğr. Kapız, çok dik yamaçlı
des cannes blanches). Avoir l'air d'avoir avalé sa boğaz biçiminde vadi, "kanyon,
canne: tkz. Baston yutmuş gibi durmak (Tuas l'air canonial,e s. 1. Kurala uygun (Heures canoniales).
d'avoir avalé ta canne). 2. Piskoposluk kuruluna değgin (Office
canné,e s. Hasır, sazdan örülmüş (Chaise cannée). canonial).
cannelé,es. Oluklu, yivli (Colonnecannelée). canonicat er. 1. Piskoposluk kurulu üyeliği. 2. mec.
canneler gçl. Oluk açmak, yiv açmak; oluklamak, tkz. Hiçbir işi olmayan memurluk, arpalık,
yivlemek; çentiklemek. canonicité diş. Kilise yasalarına uygunluk,
cannelier er. Tarçınağacı. canonique s. Kilise yasalarına uygun (Peine
cannelle diş. Tarçın, canonique. Livres canoniques). § Age
cannelle, cannette diş. Fıçı musluğu, canonique: Kırk yaş; papazların kadın
cannelure diş. 1. Yiv, yiv oluğu (Cannelure d'une hizmetçileri için kilisenin istediği en aşağı yaş
colonne, d'un vase). 2. Kimi bitkilerin sapındaki olan kırk yaş. Le droit canonique: Kilise hukuku.
oyuk çizgi; çentik (Cannelures du céléri). Etre d'un âge canonique: Yaşını başını almış
canner gçl. 1. (İskemleye) Hasır geçirmek; olmak.
hasırlamak. 2. hlk. Konserve kutusuna koymak, canonisation diş. 1. Ermişler arasına katma,
canoniser 208 cap
ermişliğini resmen ilan etme (La canonisation est söz söylemek; kulise seslenmek,
prononcée par le pape). 2. mec. Aşırı övme, cantonal, e s. Kantonlara değgin (Les lois
göklere çıkarma, cantonales. Une autorité cantonale).
canoniser gçl. 1. Ermişler arasına katmak. 2. mec. cantonnement er. l.Kışlalama, konaklama, askerin
tkz. Aşırı övmek, göklere çıkarmak, çatı altı yerlere konaklaması (Le cantonnement de
canoniste er. Kilise hukuku uzmanı, kilise la compagnie sefera dans une école). 2. Kışlalama,
hukukçusu, konaklama yeri. (Choix d'un cantonnement). 3.
canonnade diş. Top ateşi, topa tutma, Sınırlama; bölümlere, bölgelere ayırma,
canonner gçl. Topa tutmak (Canonner les positions cantonner gçl. 1. Askeri çatı altı yerlere
ennemies). konaklatmak, kışlaya yerleştirmek (Le
canonnier er. Topçu eri. commandant cantonna ses troupes dans les locaux
canonnière diş. 1. Mazgal. 2. Patlangaç. 3. d'une école). 2. Ayrı ayrı yerleştirmek; bölmek.
Topçeker (gemi), tfücumbot. 3. Cantonner qn: Birini belirli bir iş sınırı içinde
canot er. Filika, sandal (Canot de pêche. Canot de tutmak (On l'a cantonné dans ses premières
sauvetage). attributions, sans lui donner d'autres
canotage er. 1. Sandalcılık, kayıkçılık. 2. Kürek responsabilités). 4. Cantonner qch de qch: Bir
sporu. şeyin köşelerini -ile süslemek (Cantonner une
canoter gsz. 1. Sandal kullanmak, kürek çekmek; colonne de pilastres. Cantonner une croix
sandal gezisi yapmak. 2. Kürek sporu yapmak, d'étoiles). 5. gsz. (Asker) Konaklara yerleşmek,
canotier,ère ad. 1. Sandalcı. 2. Kürekçi, kürek konaklamak (Le régiment a cantonné dans un
sporcusu. 3. er. Sert, tepesi düz ve basık hasır village). § Se cantonner 1. (Bir yere, bir şeyin
şapka (Un canotier). üzerine) Kapanmak; bir köşeye çekilmek (Se
cantabile er. İt. müz. Ağır yürütülen ezgi. cantonner dans ses recherches, dans son travail. Je
cantal er. Bir tür peynir, me suis cantonné chez moi). 2. Se cantonner dans
cantaloup er. Bir tür kavun, qch: -in sınırı dışına çıkmamak, -ile yetinmek (Cet
cantate diş. müz. 1. (Eskiden) Söylenmek için historien se cantonne dans le Moyen-Age. Nous
yazılmış parça. 2. (Bugün) Bir olayı konu olarak nous cantonnerons dans un prudent silence).
alan ama sahnede oynanmak için hazırlanmamış cantonnier er. Yol bakıcısı.
bir yada birkaç solo şarkıcı ve orkestra, kimi kez cantonnière diş. Bir kapı yada pencerenin
de koro için yazılmış yapıt, kantat, etrafındaki süs şeridi,
cantatrice diş. Kadın ses sanatçısı, şarkıcı, canulant, e s. hlk. Can sıkıcı (Un voisin canulant;
°kantatris. un règlement canulant).
cantharide diş. Kuduzböceği. canular er. argo. 1. Matrak, alay, dalga geçme.
cantilène diş. 1. Ağır ve dokunaklı ezgi. 2. Lirik (Monter un canular). 2. Yalan haber, balon (Ne
metin. 3. Tekdüze basit türkü, crois pas à ces canulars).
cantine diş. 1. Kantin (Cantine d'une école, d'une canule diş. İhtikan aleti gibi aletlerin ucuna takılan
caserne). 2. ask. Manevra sandığı. 3. Büyük zıvana, ince borucuk.
sandık, yolculuk sandığı (Le capitaine a expédié canuler gçl. hlk. 1. Can sıkmak, rahatsız etmek (Tu
sa cantine par bateau). commences à nous canuler avec ton histoire). 2.
cantiner gsz. argo. (Cezaevinde) Kantinden Matrak geçmek, dalga geçmek, tiye almak,
yemek, kantinden alışveriş yapmak. caouaer. Ar. hlk. Kahve,
cantinier,ère ad. Kantinci (La cantinière de caouane diş. Büyük deniz kaplumbağası,
l'usine). caoutchouc er. Kauçuk.
cantique er. Ezgi, ilâhi (Chanter des cantiques). caoutchouter gçl. Kauçuklamak, kauçuk katarak
canton er. 1. Kanton; İsviçre Federasyonu'nu sugeçirmez kılmak (Caoutchouter un tissu).
oluşturan eyaletlerin herbiri. 2. Fransa'da ilçe ile caoutchouteux, euse s. Kauçuk gibi (Des
bucak arası bir yönetim bölgesi. 3. Bölge (Un champignons caoutchouteux).
canton fertile. Canton de bois). cap er. 1. Baş. 2. (Gemide) Burun. 3. coğr. Burun
cantonade diş. 1. (Eskiden) Sahnenin iki yanında, (Le cap de Bonne Espérance). 4. Yön (Changer de
saygın kişilere ayrılan yer. 2. Kulis. § Parler à la cap). § Cap à cap: Baş başa. De pied en cap:
cantonade: 1. Ortaya konuşmak (Le patron du Tepeden tırnağa; baştan aşağı. Doubler un cap: 1.
café cria, à la cantonade, on demande Thibault au Kıyı sıra giderken bir burunu dolaşmak. 2. mec.
téléphone). 2. Sahnenin dışında var sayılan birine Dönemeci almak, tehlikeyi atlatmak; köşeyi
capable 209 capitan
taslağı, yalancı pehlivan, yalancı aslan, olmayan bir tütün, asker sigarası (Il fume du
capitane diş. (Eskiden) Amiral gemisi, caporal ordinaire). § Caporal-chef: Kıta çavuşu.
capitation diş. (Derebeylik düzeninde) Adam Caporal d'ordinaire: Mutfak onbaşısı. Petit
başına vergi, salma. caporal: Birinci Napolyon, Napolyon Bonapart.
capite,e s. Top başlı (Fleur capitée). caporalisme er. Askeri yönetim; baskılı yönetim;
capiteux, euse s. Başa vuran, baş döndüren (Un baskıcılık.
parfüm capiteux; un vin capiteux; une sexualité capot s. 1. (Kâğıt oyununda) Hiçbir sayı almayan,
capiteuse). kaput giden (Elles sont capots). 2. Şaşakalmış,
capitole er. Eski Roma'nın kalesi. § Monter au utanç duymuş, utanan, sıkılan (Il est fort capot de
capitole: Büyük bir utku, büyük bir başarı tous les bruits faits autour de son nom). 3. er.
kazanmak. Karşıdakine hiç sayı yaptırmayan el, kaput. 4. er.
capiton er. 1. Kaba ipek. 2. Bir kumaşın içine Kaput, arabanın motor kapağı (J'ai soulevé le
geçirilen dikilmiş pamuk vb. parça; köpü, capot pour vérifier le niveau de l'huile). 5. er.
kapiton. Kukuletalı üstlük. 6. er. (Gemilerde) Eşya
capitonnage er. Köpüleme. örtüsü, eşya kılıfı. § Faire capot: Kaput yapmak,
capitonné, e s. 1. Köpülenmiş, kapitone. 2. argo. bütün kâğıtları alarak oyunu kazanmak,
Eti budu yerinde (Une gonzesse bien capitonnée: karşıdakine hiç sayı vermemek,
Eti budu yerinde bir kız). capotage er. 1. (Arabalarda) Körük düzeni,
capitonner gçl. 1. (Şilte, minder gibi şeylerin kaporta düzeni. 2. Arabamn takla atıp ters
dolgusunu) Yer yer dikiş yada çivi ile bastırmak, dönmesi.
köpülemek (Capitonner un fauteuil). 2. capote diş. 1. Kaput. 2. Kadın şapkası. 3.
(Giysilerin içine) Pamuk, yün gibi şeylerden (Arabada) Körük. § Capote anglaise: tkz. Kaput,
dikilmiş bir tabaka koymak, "prezervatif.
capltulaire s. 1. Papazlar yada rahiplerden oluşmuş capoter gsz. 1. (Taşıtlar için) Devrilmek, devrilip
(Assemblée capitulaire: Papazlar kurulu). 2. er. ç. altı üstüne gelmek, alabora olmak (La voiture a
Eski kralların yarlığlanm toplayan dergi. capoté dans un fossé. L'avion a capoté à
capitulard,e s. vead. hkr. 1. Uzlaşıcı,teslimiyetçi; l'atterrissage). 2. gçl. (Arabaya) Körük geçirmek,
yelkenleri hemen indiren (kimse). 2. Kaypak, kaporta takmak,
dönek. câpre diş. Gebreotunun meyvası, kapari.
capitulation diş. 1. Teslim şartlaşması (Signer, capricant,e s. Düzensiz, oynak, çabuk değişen
négocier une capitulation. Une capitulation (Pouls capricant, allure capricante).
honorable, déshonorante. Une capitulation sans capriccio er. müz. Beklenmedik etkiler taşıyan
conditions). 2. Teslim; teslim olma (La "kaprisli" beste, kapriçiyo.
capitulation du roi entraîna la chute de l'empire). caprice er. 1. Kapris, geçici heves, düşüncesizce
3. Kapitülasyon, uzlaşma. 4. mec. Zorunlu heves, *kapılgı, maymun iştahlılık, "özenç (Elle
özveri. S. Müslüman ülkelerde Hıristiyanların agit toujours par caprice. Céder aux caprices d'une
haklarını saptayan sözleşme, yabana ayrıcalığı. § femme). 2. Kararsızlık, yelteklik, oynaklık,
Capitulation de conscience: Vicdanını susturma, değişkenlik (Les caprices de la mode. Les caprices
capitule diş. 1. Ayinden sonra kısa dua. 2. bitb. de la chance, du sort, de la fortune). 3.Gelip geçici
Kömeç. sevi (Combien de temps va durer ton nouveau
capituler gsz. 1. Teslim olmak (Ils ont capitulé sans caprice?). 4. Fantezi, "düşlem,
conditions). 2. mec. Uzlaşmak, boyun eğmek capricieusement bel. Özençle, "özençlice,
(Les syndicats proclamaient leur volonté d'amener kararsızca, yeltekçe, "kaprisle (Agir
la direction à capituler). 3. Capituler devant qn, capricieusement).
qch: -e pes demek; -in karşısında alttan almak (Il capricieux, euse s.l. "Ozençli, maymun iştahlı,
ne faut pas capituler devant un adversaire aussi •kapılgın, kararsız, yeltek, "kaprisli (Un enfant
malhonnête). capricieux; femme capricieuse; un caractère
capon,ne s. ve ad. hlk. Tabansız, korkak, ödlek, capricieux). 2. Oynak, değişken (Mode
caponner gsz. hlk. Tabansızlık etmek, korkmak, capricieuse. Les souffles capricieux du vent).
ödleklik etmek, capricorne er. 1. hayb. Boynuzlu teke denilen
caponnière diş. (İstihkâmlarda) Üstü açık böcek. 2. gökb. Oğlak burcu. § Tropique du
sıçanyolu. Capricorne: Güney tropika.
caporal er. 1. Onbaşı. 2. (Fransa'da) Pek iyi câprier er. Gebreotu.
caprification 211 caquer
caprification diş. (încir ağaçlarına) Erkek incir captivant, un film captivant, des regards
asma, iğlekleme. captivants).
caprifoliacées diş. ç. bitb. Hanımeligiller, captiver gçl. 1. Kendine çekmek, bağlamak
caprin, es. Keçiye değgin (La race caprine). (Captiver l'attention. Le conférencier a su captiver
capsulage er. (Şişelere) Kapçık geçirme, l'auditoire). 2. Büyülemek, kendine kul köle
etmek (La jolie femme l'avait captivé). § Se
kapçıklama (Capsulage des bouteilles).
captiver à qch: Kendini bir şeye kaptırmak (5e?
capsulaires. Kapçık biçiminde (Fruit capsulaire).
captiver à une lecture, à un sport).
capsule diş. 1. bitb. hek. Kapçık, "kapsül (Capsule
captivité diş. 1. Tutsaklık, kölelik, özgürlüksüzlük,
articulaire, capsules surrénales. Capsule de tulipe,
"esirlik, "esaret (C'est son camarade de captivité).
capsule de pavot). 2. (Labora tu varlarda) Çanak,
2. mec. Boyun eğme. § Vivre, être en captivité:
kapsül. 3. (Fişeklerde) Kapsül (Capsule d'une
Tutsak yaşamak, tutsaklıkta olmak.
cartouche). 4. (Şişelerde) Ağız kapçığı, kapçık
capture diş. 1. El koyma; yakalama, ele geçirme
(Enlever la capsule d'une bouteille d'eau minérale,
(La capture d'un navire, la capture d'un criminel,
de bière).
la capture des papillons). 2. Yakalanan, ele
capsuler gçl. Kapçık takmak, kapçıklamak geçirilen şey, av (Il avait péché un gros poisson, il
(Capsuler une bouteille). s'est fait photographier auprès de sa capture).
capsulerie diş. Kapçık yapımevi, capturer gçl. Yakalamak, ele geçirmek; avlamak
captage er. 1. Alma, yakalama, kapma (Captage (Capturer un voleur. Capturer un lapin, un
d'un message,captage d'une émission de radio). navire).
2. Boru yada kemerlerle bir yere getirme (Le capuce er. Tepesi sivri başlık,
captage des eaux d'un fleuve). capuche diş. Bir tür başhk (Pour protéger leurs
captateur, trice ad. Bir bağışı, bir kalıtı dolap cheveux de la pluie, les femmes mettent parfois
çevirerek kendi üstüne çeviren; dolandırıcı une capuche en matière plastique).
(Captateur de testament, captateur de succession ). capuchon er. 1. Kukuleta, başlık; yağmurluk
captation diş. Bir bağışı, bir kalıtı elde etmek için başlığı (Imperméable à capuchon. Capuchon de
çevrilen dolap; dolandırıcılık. moine). 2. Başlıklı pelerin, başlıklı palto (Il
captatoire s. Dolanlı,- hileli, aldatmacalı s'enveloppa tout entier dans son grand capuchon).
(Manœuvres captatoires). 3. Baca şapkası. 4. Kalem kapağı, kalem başlığı
capter gçl. 1. Düzenle, dolapla, ustalıkla elde (Visser le capuchon. J'ai perdu le capuchon de
etmek, kapmak (Les candidats font de belles mon stylo) 5. Tıkaç, tapa (Capuchon du tube de
promesses pour capter la faveur des électeurs). 2. dentifrice).
Elde etmek, çekmek, sağlamak (Capter capuchonner gçl. 1. Başlık, kukuleta takmak. 2.
l'attention). 3. Akarsuyu borularla, kemerlerle Şapka, külah geçirmek (Capuchonner une
bir yere getirmek (Capter une source, une rivière). cheminée).
4. Almak, yakalamak, kapmak (Capter une capucin er. 1. Ermiş Françesko'nun dilenci
émission radiophonique. Capter un message, tarikatından olan papaz. 2. (Avcı dilinde)
capter un sans-fil, un courant électrique). Tavşan. 3. Amerika'da yaşayan uzun sakallı bir
captieusement bel. Aldatarak, dolandırarak, maymun.
tongaya bastırarak, capucinade diş. tkz. 1. (Eski) Yobaz va'zı. 2. Bayağı
captieux, euse s. Aldatıcı, sahte (Un argument ahlâk dersi; bayağı ve tatsız fıkra (Il n'a plus en
captieux. Un discours captieux. Un philosophe bouche que des capucinades).
captieux). capucine diş. 1. Ermiş Françesko'nun dilenci
captif,ives. vead. 1. Tutsak, "esir (Unpeuple captif, tarikatından rahibe. 2. bitb. Latinçiçeği (Une
une ville captive. Le triomphateur traînait à la touffe de capucines égaie le vieux mur). 3.
suite de son char les captifs enchaînés). 2. mec. Kul Latinçiçeği renginde (Elle portait une robe
köle, tutkun. § Ballon captif: Yere bağlı balon. capucine). 4. (Silâhta) Namlu bileziği,
Eau captive: Geçirgen olmayan iki katman capulet er. Kadın kukuletası,
arasındaki yeraltı suyu. Etre captif de qch: -in caque diş. Ringa fıçısı (Une caque de harengs). §
tutsağı olmak ; -e çok düşkün olmak (Il est captif de Etre serré, se serrer comme des harengs en caque:
ses passions. Etre captif des préjugés). Balık istifi gibi sıkışık olmak, sıkışmak. La caque
captivant,e s. Büyüleyici, çok çekici; ilginç, sent toujours le hareng: Şeker, cinsine çeker,
kendine bağlayıcı, kul köle edici (Un livre caquer gçl. (Ringaları) Fıçıya istif etmek,
caquet 212 caractéristique
aytrtkan; belirtici (Les traits caractéristiques d'un Tabaka, örtü (Une carapace de glace s'est formée
style. Les symptômes caractéristiques d'une sur l'étang). 4. yerb. Kabuk (Carapace de latérite).
maladie) 2. diş. Özellik, belirtici nitelik, özyapı; carapater(se) hlk. Kaçmak, tüymek; çekip gitmek,
ayırtkanlık (Les caractéristiques d'une machine. carassin er. Küçük bir tür sazan balığı,
La verve est la caractéristique du tempérament carat er. 1. (Altın için) Ayar (Or à 24 carats). 2.
méridional). (Elmas için) Kırat (Un diamant de 12 carats). 3.
caractérologie 'Irabilim, karakterbilim. Küçük elmas taşlan. § Sot » 24 carats: tkz. Su
caractérologique s. "Irabilimsel, karakterbilimsel. katılmamış aptal, enayi dümbeleği,
caracul er. 1. Karakul(koyunu). 2. Karakul kuzusu caravane diş. 1. Kervan (Une caravane de
postundan yapı lan kürk (Un manteau de caracul). chameaux). 2. Grup, kafile, ekip (Une caravane
carafediş. 1. Sürahi (Unecarafedecristal). 2. Sürahi de nomades. Une caravane d'alpinistes qui va à la
dolusu; bir sürahi... (Une carafe de vin, unecarafe conquête des Himalaya). 3. Kamp römorku,
d'eau). 3. mec. hlk. Baş, kafa. § Rester en carafe: karavan (Séjour en caravane au bord de la mer). §
tkz. 1. Bir yana atılmak, bir köşede unutulup Les chiens aboient, la caravane passe: İt ürür
kalmak. 2. Öylece kala kalmak, hiçbir şey kervan yürür,
yapmadan bekleyip durmak, zınk diye durmak caravanier er. 1. Kervancı. 2. s. Kervana değgin
(L'orateur qui avait égaré une partie de ses notes, (Chemin caravanier). 3. s. ve er. Karavanı olan,
est resté un moment en carafe. Sans le souffleur, les karavanla tatil yapan, karavancı (Les caravaniers
acteurs seraient restés plusieurs fois en carafe). se rendent aux stations balnéaires).
Tomber en carafe: İstop etmek, bozulmak (Sa caravaning, caravanning er. tng. Karavanla gezi:
voiture est tombée en carafe). karavanda kalma, kamp römorkunda yatıp
carafon er. 1. Küçük sürahi (Un carafon de vin). 2. kalkarak gezi yapma. (Bunun yerine caravanage
hlk. Baş, kafa. sözcüğünün kullanılması salık verilir),
caraïbes, ve ad. Karaip adalarına değgin; karaipli caravansérail er. 1. Kervansaray. 2. Değişik
(Région caraïbe; Les caraïbes). kaynaklı kimselerin bulundukları, yaşadıkları
carambolage er. 1. (Bilardoda) Karambol. 2. mec. yer (Cette ville cosmopolite est un caravansérail,
Devrilme, çarpma, yuvarlanma (Carambolage une tour de Babel).
d'automobiles sur une route encombrée). 3. argo. caravelle diş. 1. (Eskiden) Küçük yada orta tonajlı
Cinsel ilişki. yelkenli bir tür savaş gemisi, karavela (Les
caramboler gsz. 1. (Bilardoda) Karambol yapmak. caravelles de Cristophe Colomb). 2. Bir tepkili
2. Cinsel münasebette bulunmak. 3. gçl. uçak, karavel.
Çarpmak (La voilure a dérapé et en a carambolé carbonado er. yerb. Karbonado, karaelmas,
trois autres). § Se caramboler: Çarpışmak, carbonatationdiş. Karbonatlama; karbonatlanma,
birbiriyle tokuşmak (A cause du verglas, les carbonate er. kim. Karbonat (Carbonate de
voitures se sont carambolées au carrefour). sodium, de calcium).
carambouillage er. Veresiye mal ahpsatarak paraya carbonatergçl. Karbonatlamak,
çevirme yoluyla yapılan dalavere, batakçılık, carbone er. kim. 1. Karbon (Oxyde de carbone.
carambouille diş. Batakçılık, Sulfure de carbone. Hydrates de carbone). §
carambouilleur er. Batakçı; veresiye mal alıp Papier carbone: Karbon kâğıdı, kopya kâğıdı,
satarak paraya çeviren dolapçı, dalavereci, carboné,e s. Karbonlu.
caramel er. 1. Karamela (Crème au caramel). 2. carbonifères. Kömürlü, içinde kömür bulunan (Un
Karamela, akide şekeri (Caramels durs. terrain carbonifère).
Caramels mous). 3. s. Açık pas rengi (Soie carbonique s. kim. Karbonik (Gaz carbonique,
caramel. Une robe avec des boutons caramel). acide carbonique).
caraméliser gçl. 1. (Şekeri) Ağdalaştırmak (Le carbonisation diş. Karbonlaşma, kömürleşme
pâtissier caramélise son sucre). 2. Karamelaya (Carbonisation du bois, des os).
bulamak, üstüne bir karamela tabakası geçirmek. carboniser gçl. 1. Karbonlaştırmak,
3. İçine karamela katmak. 4. gsz. Ağdalanmak, kömürleştirmek (L'incendie a carbonisé la forêt).
ağdalaşmak (Le sucre commence à caraméliser). § 2. Çok pişirmek, yakmak (Le rôti est carbonisé).
Se caraméliser: Ağdalanmak, ağdalaşmak. carbonnade, carbonade Külbastı (Manger une
carapace diş. 1. Bağa (Carapace des tortues, carbonnade).
carapace des crustacés). 2. Koruyucu parça, zırh carburant,e s. Hidrojenli karbonu olan (Mélange
(La carapace d'acier d'un char d'assaut. 3. carburant).
carburant 214 carence
carlin er. 1. Eski bir İtalyan parası (Carlin d'or, mon carnet). 2. Bilet karnesi (Un carnet de tickets
carlin d'argent). 2. Düz tüylü, kara ve basık d'autobus. Chaquecarnet contient trente billets).
burunlu bir fino köpeği. § Carnet de notes: Not defteri (Le professeur
carline<% Kurak yerlerde biten bir tür devedikeni. marque un zéro sur le carnet de notes). Carnet de
carlingue diş. 1. Gemilerde karinayı tutan direk; iç chèque: Çek karnesi, çek defteri. Carnet de
omurga. 2. Bir uçakta yolcuların oturduğu commandes: Sipariş listesi. Carnet de
bölüm. 3. argo. Gestapo, polis, correspondance: Öğrenci karnesi.
carmagnole diş. 1. Fransız Devrimi sıralarında carnier er. Küçük av çantası.
giyilen bir tür ceket. 2. Fransız Devrimi Carnivore s. ve ad. hayb. Etçil, etobur (Animaux
sıralarında, devrimcilerin yaptığı bir tür dans ve carnivores. Plantes carnivores; insect
bu dansın havası, carnivores).
carme er. Mont-Carmel tarikatından rahip, carolingien,ne s. ve ad. Karolenjli; adını
carmélite diş. Mont-Carmel tarikatından rahibe, Charlemagne'dan alan Karolenj hanedanına
carmin er. 1. Lâl rengi. 2. s. Lâl renginde (Unerobe değgin (Les carolingiens. Dynastie
carmin). carolingienne).
carminatif, ive ,v. Barsak gazlarını giderici (Un carolus er. Eski bir sikke,
clystère carminatif). caroncule diş. anat. Etçik; etli küçük organ,
carminé, e s. Lâl renginde (Une rose carminée; Un carotide diş. "Şahdamar, "taçdamar, karotid.
vernis à ongle carminé). carottage er. 1. Kazıklama, aldatma, dolandırma.
carminer gçl. Lâl renginde boyamak, lâl rengi 2. Havuç sökme, havuçları topraktan çıkarma,
vermek. carotte diş. 1. Havuç (Une botte de carottes). 2.
carnage er. İnsan kırımı, kan dökme, kan Tütün çiğneyenler için hazırlanmış tütün yaprağı
dökülmesi, kana boyama (Les soldats ivres de tomarcığı (Carotte de tabac). 3. Havuç rengi
carnage égorgeaient les femmes et les enfants dans (Avoir les cheveux carotte. Rouge carotte). 4.
les rues de la ville). 2. Yırtıcı hayvanlara ve av Sigara satış dükkânları levhası (Aussitôt qu'il a
köpeklerine yedirilen et. 3. mec. Kırım, kıya, aperçu une carotte, il est allé s'acheter un paquet de
"cinayet (Les prisonniers ont été sauvagement cigarettes). § Poil-de-carotte: .Î. ve ad. Kiremit
assassinés, et le responsable de ce carnage est saçlı; saçları havuç renginde kimse (Ton fils est
toujours en liberté). poil-de-carotte). Jouer la carotte: (Kumarda) Pek
carnassier, ère s. vead. hayb. 1. Etobur (Le lion est cimrice ve korkarak oynamak. Tirer une carotte à
un carnassier. Les animaux carnassiers. La belette qn: tkz. Birini dolandırmak, parasını vurmak,
est carnassière). 2. mec. tkz. Çok et yiyen kişi (Tu kazıklamak. Les carottes sont cuites: tkz. Olan
es très carnassier). oldu, iş işten geçti artık, yapacak bir şey kalmadı,
carnassière diş. Av çantası, carotter gçl. 1. Carotter qn: Birini kazıklamak,
carnation diş. 1. Bir kişinin teninin rengi, vücut aldatmak (ila profité de ton inexpérience pour te
rengi (Sa carnation de tubéreuse). 2. Bir çıplak carotter sur la marchandise). 2. Koparmak, almak
resmi vücut rengine uygun biçimde boyama (Les (Carotter une permission). 3. Carotter qch à qn:
carnations de ce tableau sont très réussies). Birinden bir şey sızdırmak, koparmak (Il carotte
carnaval er. 1. Karnaval (Les carnavals de Nice, de des cigares aux Américains). 4. gsz. (Kumarda)
Rio). 2. Karnavalı simgeleştiren manken (Sa Pek cimrice ve korkarak oynamak; küçük küçük
Majesté Carnaval. Les carnavals). 3. Çingene gibi oynamak. 5. Carotter sur qch: -den çalmak; -in
süslü püslü giyinmiş kişi (Il est un vrai carnaval üzerinden bir şeyler tırtıklamak (Il carotte sur le
aujourd'hui). budget de la nourriture).
carnavalesque s. Karnavala değgin; tam carotteur, euse; carottier, ère s. ve ad. tkz. 1.
karnavallık, acaip (Tenue carnavalesque). Kumarda pek cimrice ve korkarak oynayan. 2.
carnc diş. 1. hlk. Çarık gibi sert et, kötü et. 2. hlk. Kazıkçı;dolandırıcı;arakçı (Méfiez-vous, c'est
Kemikleri çıkmış at, kötü beygir, un carotteur).
carné,es. 1. Etrenginde (Une fleur carnée). 2. Etli, carotteuse diş. Havuç sökme aygıtı,
ete dayanan (Je fais un régime camé. Alimentation c a r o u b e ^ Keçiboynuzu,
carnée). caroubier er. Keçiboynuzu ağacı,
carneau,carnau er. (Fırınlarda) Tepe deliği carpatique, karpatique s. Karpatlara değgin,
(Carneau d'un four). Karpat dağlarıyla ilgili,
carnet er. 1. Cep defteri (Je vais noter ce nom sur carpe diş. Sazan balığı (Carpe de rivière, d'étang). §
carpe 217 carrer
Saut de carpe: Takla, zıplama. Faire des sauts de cassé un carreau et s'est infiltré dans la maison). 4.
carpe: Zıplamak, takla atmak (Il fait des sauts de Kare, küçük kare ( Un tissu à carreaux. Un papier à
carpe dans son lit). Etre, rester muet comme une carreaux). 5. Terzi ütüsü. 6. (İskambil
carpe: Ağız dil vermemek, tek sözcük oyunlarında) Karo (L'as de carreau). 7.
söylememek, ağzını açmamak (Je suis resté muet Dikdörtgen biçiminde büyük eğe. 8. hlk. İçyağı
comme une carpe devant l'examinateur. Un sıracası. 9. ç. Yıldırım. 10. argo. Göz (Avoir
paysan muet, comme une carpe). Bâiller comme carreau à la manque: Bir gözü kör olmak). §
une carpe: tkz. Ağzını bir karış açarak ve büyük Carreau de mine: Maden ocağından çıkarılan
bir ses çıkarak esnemek; çenesi çıkacakmış gibi cevherin yığıldığı yer. Rester, demeurer sur le
esnemek. Faire des yeux de carpe: Göz süzmek, carreau: 1. Vurulup olduğu yere yığılmak. 2.
carpe er. Bilek iskeleti, Ortada kalmak, açıkta kalmak, elimine edilmek,
carpeau er. Küçük sazan, safdışı bırakılmak (Pour cet emploi, on a retenu
carpelle diş. bitb. Meyveyaprak, yemiş yaprağı, seulement les noms de deux candidats, les autres
carpette diş. 1. Küçük halı, seccade. 2. mec. tkz. sont restés sur le carreau). Jeter, coucher qn sur le
Yaltak, dalkavuk, el ayak öpen (C'est une vraie carreau: Birini yere yıkmak. Regarder aux
carpette). § S'aplatir comme une carpette devant carreaux: Pencereden bakmak. Se garder à
qn: Birine köpek gibi yaltaklanmak, birine çok carreau, se tenir à carreau: Tetik durmak.
dalkavukluk etmek; birinin kıçını yalamak, Ayağını denk almak. Laisser qn sur le carreau:
carpettier er. Seccade dokuyucusu, Birini vurup olduğu yere yığmak,
carpiculture diş. Sazan balığı yetiştirme, sazan carrée diş. hlk. Oda; başını sokacak bir yer.
yetiştiriciliği, carrefour er. 1. Kavşak, yol kavşağı, dört yol ağzı
carpillon er. Sazan balığı yavrusu, (Au carrefour, vous tournez à gauche). 2.
carquois er. Sadak, °tirkeş. § Vider, épuiser son Buluşma, birleşme yeri (Un carrefour
carquois: Ağzına ne gelirse söylemek, d'influences. Cette revue est un carrefour d'idées).
söylemediğini bırakmamak, § Langage de carrefour: Sokak ağzı.
carrare er. Pek tutulan bir tür ak mermer, carrelage er. 1. Kaplamalik döşeme (Le carrelage
carre 1. (Yassı bir şeyde) Kalınlık. 2. (Şapkada) de la salle de bains, de la cuisine). 2. Mozaik,
Üst kısım. 3. (Bir giysinin) Omuz arası. 4. (Kılıç döşeme (Poser un carrelage).
namlusunda) Yüz. 5. (Ayakkabıda) Dört köşe carreler gçl. 1. Kaplamalık döşemek, mozaik
burun. döşemek (Carreler une salle, unepièce, unsalon).
carré,e s. 1. Dördül, kare biçiminde (Figure carrée, 2. Bir kâğıt yada bez üstüne kareler çizmek,
fenêtre carrée, tapis carré). 2. Açık, kesin; dobra karelemek (Carreler un tissu, carreler un dessin
dobra konuşan, açık sözlü( Une réponse carrée. Un pour le reproduire).
homme très carré). 3. Dört köşeli (Une écriture carrelet er. 1. Çuvaldız. 2. Dikdörtgen biçiminde
carrée). 4. Geniş (Epaules carrées). § Racine cetvel tahtası. 3. Pisibalığı. 4. Küçük balıkları
carrée: Kare kök. Etre carré en qch: Bir şeyde çok avlamakta kullanılan dört köşeli av kepçesi,
dürüst, açık sözlü olmak (Il est très carré en çolum (Carrelet pour pêcher les ables).
affaires). carreleur er. Taş döşeyici; mozaik döşeyici,
carré er. 1. Dördül, "kare (Tracer un carré. Les mozaikçi.
carrés d'un damier). 2. (Merdivende) Sahanlık. 3. carrément bel. 1. Kare biçiminde, dördül olarak
(Bahçıvanlıkta) Evlek (Un carré de poireaux, de (Pièce coupée carrément). 2. Açıkça, dobra
choux). 4. (Gemilerde) Oturma ve yemek salonu dobra, kemküm etmeden (Répondrecarrément).
(Carré des officiers; carré des mécaniciens). S. 3. Kesin olarak (Il a refusé carrément notre
ask. Kare düzeni (Former le carré. Carré proposition). 4. Hiç kuşkusuz; "muhakkak (En
d'infanterie). 6. (Pokerde) Bir araya gelmiş prenant cette route vous gagnez carrément une
benzer dört kâğıt, kare (Carré d'as). 7. heure sur l'autre itinénaire). 5. En aşağı, en
(Sayılarda) Kare (Le carré de trois est neuf). § azından (Il est venu carrément une heure en
Mettre, porter un nombre au carré: Bir sayının retard).
karesini almak (Mettez le cinq au carré). carrer gçl. 1. Dördüllemek, dördül (kare) biçimi
carreau er. 1. Küçük dördül. 2. (Taş, çimento yada vermek (Carrer une pierre, un bloc de marbre). 2.
tuğladan) Döşemelik levha, döşeme taşı, mat. (Bir sayının) Dördülünü almak, karesini
dördültaş,°karo(Les carreaux qui recouvrent un almak. 3. argo. Saklamak, gizlemek. § Carrer le
plancher, une rue). 3. Pencere camı (Le voleur a pognon: Para biriktirmek. § Se carrer: 1.
carrick 218 carterie
Gömülmek, oturmak, rahatça yerleşmek (Se venu en votre absence et il a laissé sa carte). 3.
carrer dans un fauteuil). 2. Kurulmak, kurum iskambil kâğıdı (Un jeu de cartes. Jeu de 52 cartes).
satmak. 3. Kendini kaptırmak (Ilse carre dans ses 4. (Lokanta) Yemeklistesi (Le garçon a apporté la
espérances). carte). 5. Harita (Carte de géographie. Carte
carrick er. İng. Üst üste birkaç yakası olan bir tür muette). 6. Kartpostal, posta kartı (Hier, j'ai reçu
redingot. une carte d'Istanbul). § Jouer aux cartes, faire une
carrier er. Taş ocağı işleten; taş ocağı sahibi, partie de cartes: İskambil oynamak, kâğıt
carrière diş. 1. Taş ocağı (Une carrière de marbre). oynamak. Battre les cartes, mêler les cartes:
2. (At yada arabalar için) Koşu yeri, arena. 3. Kâğıtları karmak, taramak. Brouiller les cartes:
mec. Yaşam, ömür (Il a enfin fini une carrière İşi karıştırmak. Construire des châteaux de cartes:
insupportable). 4. Meslek (Il a une carrière Düşler kurmak, olmayacak tasarılar kurmak.
brillante. Choix d'une carrière. La carrière des S'écrouler comme un château de cartes: İskambil
lettres: Yazarlık mesleği. La carrière des armes: şatolar gibi birdenbire yıkılıvermek; hemencecik
Askerlik mesleği) . S. (Büyük harfle yazıldığında) çöküvermek. Donner carte blanche à qn: Birine
Diplomatlık, "hariciyecilik (Il est entré dans la tam yetki vermek, istediği gibi davranmak izni
Carrière). § Donner carrière à qch: Bir şeyi serbest vermek. Jouer cartes sur table: Açık oynamak;
bırakmak; bir şeyin ortaya çıkmasına, gelişip açık iş görmek; gizlisi kapalısı olmamak. Jouer
yayılmasına olanak vermek (Donner carrière à sa dernière carte: Son kozunu oynamak.
son talent, à son ambition). Connaître le dessous des cartes de qn: Birinin
carriérisme er. hkr. Kişisel başarı ardında koşma, içinden geçeni bilmek, art düşüncesini bilmek.
kariyerizm. Perdre la carte: Pusulayı şaşırmak. Tirer les
carriériste ad. hkr. (Politika, sendika vb. cartes, faire les cartes: İskambil falına bakmak.
çalışmalarında) Her şeyi basamak yapıp aslında Manger à la carte: Yemek listesinden istediğini
yalnız kişisel çıkar ve başarısını düşünen kişi, seçerek yemek. Jouer la carte de qch: -in savını
kariyerist. desteklemek; -den yana olmak (Le ministre des
carriole diş. 1. Üstü kapalı, iki tekerlekli hafif finances joue la carte de l'expansion). Avoir toutes
araba. 2. hkr. Kötü araba, les cartes dans son jeu: Bütün şanslar, olanaklar
carrossable s. (Yol için) Düzgün, iyi, taşıtların kendinden yana olmak. Carte maîtresse: Kuvvetli
geçmesine elverişli (Une route carrossable). koz, başarıyı sağlayacak şey (L'avocat gardait
carrossage er. Karoser takma, pour la fin sa carte maîtresse). La carte forcée:
carrosse er. Gösterişli araba, saltanat arabası. § Kurtulmak olanağı bulunmayan zorunluk, ister
Etre la cinquième roue du carrosse: Arabamn istemez kabul edilecek şey (Alors, c'est la carte
beşinci tekerleği olmak, hiçbir işe yaramamak, forcée: Vous nous refusez vos conditions sans que
hiçbir rolü olmamak. Rouler carrose: Varlıklı nous puissions refuser). Carte grise: Otomobil
olmak, zengin olmak, ruhsatı.En carte: Fişlenmiş,sicilli (Femme, fille en
carrosser gçl. 1. Arabada taşımak. 2. (Arabaya) carte: Sicilli fahişe). Le dessous des cartes: İşin
Karoser takmak, içyüzü.
carrosserie diş. 1. Arabacılık, araba yapımı. 2. cartel er. 1. Düelloya çağrı (Envoyer un cartel à qn:
Karoser. Birini düelloya çağırmak). 2. Siyasal güçler yada
carrossier er. 1. Arabacı, araba yapıcısı. 2. kişiler arasında geçici anlaşma (Le cartel d'action
Karoserci. laïque. Le cartel des gauches). 3. tic. Kartel (Cartel
carrousel er. 1. Gösterili süvari geçiti. 2. Gösterili de production, cartel de vente). 4. Duvar saati
süvari geçitlerinin yapıldığı alan. 3. mec. Geçit çerçevesi; çerçeveli duvar saati (Le cartel est
törenlerindeki araçların bütünü, gösteri yapan arrêté, il faut le remonter).
araçlar alayı (Un carrousel d'avion, de motos). carte-lettre diş. Kapalı posta kartı, mektup kartı,
carrure diş. 1. Sırt genişliği, omuz genişliği. 2. cartellisation diş. Kartelleşme, kartelleştirme.
Genişlik, geniş ve sağlam yapılılık (La carrure des carter gçl. -i bir karton üzerine tutturmak (Carter
mâchoires. Une poitrine d'une belle carrure). des boutons).
cartable er. 1. Resim cüzdanı. 2. Öğrenci çantası carter | kart EK | er. Bisiklet zinciri, otomobil
(Cartable à poignée: Saplı çanta. Cartable à parçalan gibi şeyleri örtmeye yarayan parça,
bretelle: Askılı çanta). 3. Sünger kâğıdı, karter (Carter du différentiel, carter du
carte diş. 1. Kart (Carte d'identité; carte d'étudiant, changement de vitesse).
carte d'électeur). 2. Kartvizit (Un monsieur est carteriediş. İskambil kâğıtçılığı.
cartésianisme 219 casaquin
cascade diş. Çağlayan (Cascade naturelle, cascade Etre à la caserne: Asker almak, silah altında
artificielle). § Une cascade de: Bir sürü (Il m'a olmak.
embêté par une cascade deparoles. Une cascade de casernement er. 1. Kışlaya yerleşme, kışlaya
chiffres). En cascade: Zincirleme, art arda, üst yerleştirme (Casernement des troupes). 2. Kışla
üste (Il a des malheurs en cascade). Par cascades: binası (Les soldats rentrent au casernement).
1. Birçok yerden, birçok ağızdan dolaşarak (Cette caserner gçl. 1. Kışlaya yerleştirmek (Casernerdes
nouvelle m'est venue par cascades). 2. Kopuk troupes). 2. gsz. Kışlada oturmak,
kopuk, arada bağ olmadan (Ce discours va par cash er. iııg. tkz. Peşin para. § Payer cash: Tıkır tıkır
cascades). para sayıp ödeınek.
cascader gsz. 1. Çağlayan gibi akmak (Un torrent casier er. 1. Evrak dolabı, evrak rafı, evrak gözü. 2.
qui cascade). 2. hlk. (Eski) Düzensiz bir yaşam İstakoz gibi kabukluları avlamak için kullanılan
sürmek. sepet, çöten. § Casier judiciaire: Adlî sicil,
cascadeur, euse s. vead. 1. Uygunsuz vcdüzeıısizbir casimir e. Kazmir, ince, hafif bir tür yünlü kumaş,
yaşam süren (Un air cascadeur. Une cascadeuse). casino er. Gazino,
2. Takla atma gösterileri yapan cambaz. 3. Bir casoarer. Avustralya devekuşu,
filmin tehlikeli sahnelerini asıl oyuncu yerine casque er. 1. Zırhlı başlık (Casque de dragon, de
çeviren cambaz. cuirassier. Un casque de soldat). 2. Koruyucu
cascatelle diş. Küçük çağlayan, başlık (Casque de pompier, casque de
case diş. l^AfrikaveAmerika'da)Kulübe (Une case motocycliste). 3. (Telefoncuların kullandığı)
de nègre). 2. (Bir sandık yada dolapta) Göz (Un Almaçlı başlık (Ecouter au casque. Casque
tiroir à plusieurs cases). 3. (Satranç ve damada) téléphonique). 4. Saç kurutma makinası (Elle est
Hane (Les 64 cases de l'échiquier). 4. (Tavlada) restée une demie heure sous le casque). 5.
Kapı (Lescases triangulaires du jeude trictrac). S. (Kuşların başındaki) Tepelik. § Casques bleus:
(Bir sicil defterinde) Hane. 6. (Petekte) Göz, Birleşmiş milletler barış gücü askerleri,
hücre (Les cases d'une ruche d'abeilles). § Avoir casqué, e s. Zırhlı yada almaçlı başlık giymiş (Des
une case en moins, avoir une case de vide: hlk. Bir gendarmes casqués assurent le service d'ordre).
tahtası eksik olmak, kafadan biraz çatlak olmak. casquer gsz. 1. Kazıklanmak; para ödemek; bir
Manquer à qn une case: -in bir tahtası eksik olmak hesabı ödemek (Encore une feuille d'impôt? On
(Il lui manque une case). n'a jamais fini de casquer). 2. gçl. Ödemek, tıkır
caséation, caséification diş. Peynir haline getirme, tıkır saymak (J'ai casqué cent livres ce matin). 3.
peynirleştirme; peynirleşme, peynir haline gçl. -e başlık (kask) giydirmek (Casquer les
gelme. policiers).
caséeux, euse s. Peynire değgin, peynirli (La partie casquette diş. Kasket (Casquette d'officier,
caséeuse du lait). casquette de jockey).
caséine diş. Kazein. casquetterie diş. Kasketçilik, kasket yapımı ve
casemate diş. Kazamat, mermilere karşı korunmalı tecimi.
top yuvası. casquettier er. Kasketçi; kasket yapıp satan kimse,
casemater gçl. Kazamatlarla donatmak (Casemater cassables. Kırılır, kırılabilir, kırılgan,
une frontière). cassage er. Kırma, kırıp koparma (Cassage des
caser gçl. 1. Yerleştirmek, yerli yerine koymak minerais).
(Caser des papiers, caser du linge). 2. cassant,e s. 1. Kolay kırılır (Un métal cassant. Des
Yerleştirmek kapılandırmak (Caser sa fille: branches d'arbre cassantes). 2 .mec. Ters,nobran,
Ktztni evlendirmek. Caser ses enfants: kırıcı, sert (Un ton cassant, une voix cassante, des
Çocuklarını işe yerleştirmek). 3. Barındırmak paroles cassantes). 3 .mec. hlk. Yorucu (Untravail
(Caser un ami). 4. gsz. (Tavlada) Kapı almak. 5. cassant).
argo. Cinsel ilişkide bulunmak. §Secaser:l. Bir cassation diş. 1. (Bir yargıyı) Bozma (Cassation
yere, bir işe yerleşmek. 2. Evlenmek, bir yuva d'un jugement; cassation d'un acte, d'un
sahibi olmak (Il cherche à se caser). testament). 2. (Küçük subaylar için) Rütbesini
caseret er. caserette diş. Peynir kalıbı, alma, erliğe indirme (Cassation d'un caporal). 3.
caserne diş. 1. Kışla (Caserne d'infanterie, de müz. Bir süit türü, kasasyon (Les cassations de
cavalerie). 2. Kışladaki asker (Toute la caserne Mozart). § Pourvoi en cassation, demande en
sera consignée). 3. mec. Büyük ve düzensiz ev, cassaton: Yargıtaya başvurma, "temyiz etme.
kışla gibi ev. § Plaisanterie de caserne: Kaba şaka. Cour de cassation: Yargıtay.
cassave 221 casser
üzülmek. (Ne te casse pas le tête: Üzme tatlı canını, castration diş. 1. İğdiş etme,burma, hadımlaştırma
aldırma). 3. Se casser la tête à f.qch: -mek için çok (Castration d'un chat). 2. ruhb. Hadımlık
çabalamak, kıçını yırtmak (Bu anlamda "Se karmaşası.
casser lecul"dedenir).N'ya pas à se casser la tête : castrer gçl. İğdiş etmek, burmak, hadımlaştırmak
Üzülmeye değmez. Qui casse les verres les paie: İti (Castrer un animal).
öldürene sürütürler; bir suç işleyen cezasını da casuel, le 1. s. Umulmadık, beklenmedik,
çeker. rastlantıya bağlı (Des choses casuelles). 2. er.
casserole diş. 1. Tencere (Le riz a attaché au fond de Olağandışı gelir, beklenmedik kazanç,
la casserole). 2. tkz. Bozuk piyano, kötü piyano. casuiste er. Vicdan durumlarını inceleyen
3. argo. Projektör. 4. argo. Muhbir; fesat, tanrıbilim kolu uzmanı, "kazüvist.
casserolée diş. Bir tencere dolusu (Une casserolée de casuistique diş. 1. Vicdan durumlarını inceleyen
riz). tanrıbilim kolu. 2. hkr. Pek ince eleyip sık
casse-tête er. 1. Topuz. 2. Yorucu ve içinden dokuma.
çıkılmaz iş (La déclaration de ses revenus était casus belli er. Lat. Savaş nedeni olabilecek durum,
pour lui un vrai casse-tête). 3. Gürültü (Le casse- savaş nedeni,
tête d'une fête foraine). catachrèse diş. ed. İğretileme, "istiare.
cassette diş. 1. Çekmece, mücevher kutusu. 2. cataclysmal,e; cataclysmique s. Tufan gibi,
(Hükümdarlar için) Has hazine (La cassette d'un kıyameti andıran, felâketli,
prince). 3. Kaset (Enregistrement sur cassette. cataclysme er. 1. Tufan. 2. Kıyamet. 3. mec. Büyük
Magnétophone à cassettes). felâket (La rupture de ce barrage entraînerait un
casseur, euse ad. 1. Kıran, kırıcı (Casseur de terrible cataglysme dans la vallée).
pierres). 2. Yaygaracı, yalancı pehlivan. 3. argo. catacombe diş. Yeraltı gömütlüğü (Les catacombes
Hırsız, arakçı. 4. s. Her şeyi kıran, sakar (Cette de Rome).
domestique est casseuse). § Casseur d'assiettes: catafalque er. Katafalk (Dresser un catafalque).
Şamatacı. Jouer les casseurs: Yalancı pehlivanlık cataire diş. bitb. Kedinanesi.
etmek, yaygaracılık etmek, catalepsie diş. Katalepsi, dış dünyayı duyma ve
cassier er. bitb. Hıyarşembe ağacı, istediği devinimi yapma gücünün yitimi, irade
cassis er. 1. Yolun bir yakasından öbür yakasına yitimi.
geçen hark, kasis; çukurluk, çukur. 2. Bir tür cataleptique s. 1. Katalepsiye değgin. 2. ad.
frenk üzümü fidanı. 3. Frenk üzümü likörü (Un Katalepsiye tutulmuş (Un, une cataleptique).
verre de cassis). 4.argo. Baş, tepe. § Tomber sur le catalogage er. Kataloglama, katalog haline
cassis: Tepesi üstü düşmek, getirme,
cassolette diş. Buhurdan, catalogue er. Katalog.
cassonade diş. Ham şeker, cataloguer gçl. 1. (Bir şeyin) Katalogunu yapmak
cassoulet er. Etli kuru fasulye, (Cataloguer les livres d'une bibliothèque) .2. mec.
cassure diş. 1. Kırılmış yer, kırık (Cassure dans les tkz. Birini, belli bir kategoriye, belli bir yere
couches géologiques). 2. Kopma, kırgınlık, oturtmak; birini... olarak bellemek, mimlemek
bozuşma (Cassure dans une amitié, dans une vie). (Il m'a catalogué comme un paresseux. Tu l'as
castagnettes diş. ç. Çalpara, kastanyet, catalogué, pour toi il n'est qu'un vaniteux).
castanéacées diş. ç. bitb. Palamutgiller. catalpa er. Karameşe, kurtyemez.
caste diş. toplb. 1. Kast (Les parias sont hors castes). catalyse diş. kim. Kataliz, kimi kimyasal cisimlerin
2. Sınıf, tabaka (Une petite ville où des kendileri hiçbir değişikliğe uğramadan başka
fonctionnaires à la retraite forment une véritable cisimlere yaptıkları etki; 'tezleştirme,
caste). tezlendirme, tepkime hızını artırma,
castel er. Küçük şato. catalyser gçl. kim. "Tezgenlemek, katalize etmek,
castor er. hayb. 1. Kunduz. 2. Kunduz kürkü (Un catalyseur er. kim. Katalizör, 'tezgen.
manteau de castor). 3. mec. Ortaklaşa konut catalytique s. kim. Katalize değgin "tezgensel;
yaptıran kişiler. 4. argo. Tüysüz oğlan, parlak tezgenli (Action catalitique).
oğlan, ibne. cataphote er. Dışardan gelen bir ışığın etkisiyle
castrat er. Sesi kalınlaşmasın diye çocukluğunda geceleyin ışıklı görünen reflektör, katafot,
iğdiş edilmiş şarkıcı. cataplasme er. hek. Lapa.
castrateur,trice s. ruhb. Hadımlaştıncı, hadımlık catapultage er. Fırlatma, atma.
karmaşası yaratıcı. catapulte diş. 1. Mancınık. 2. Fırlatma rampası;
catapulter 223 caudataire
cauri, cauris er. Küçük denizkabuğu. causer gçl. 1. Neden olmak, yol açmak (Causerun
causal,e s. Neden bildiren, nedensel (Cette malheur, des dégâts, un dommage. Ses mots
proposition relative a un sens causal). injurieux ont causé la bagarre). 2. Causer qch à qn:
causalisme er. fels. Nedenselcilik. Birinin -sine yol açmak, neden olmak (Ta lettre a
causalité diş. fels. Nedensellik, "illiyet (Principe de causé bien des ennuis à mon père. Cela lui causera
causalité, loi de causalité). § Lien de causalité: une grande perte). 3. gsz. Konuşmak, yarenlik
Nedensellik bağı, "illiyet rabıtası, etmek, çene çalmak. 4. Causer avec qn: Biriyle
causant,e s. Konuşkan, konuşmayı seven (Vous konuşmak, görüşmek (J'ai l'intention de causer un
n'êtes pas très causant). moment avec lui pour connaître son avis sur la
causatif,ive s. dilb. Neden bildiren, "sebep question). S. Causer à qn: Biriyle konuşmak (Jene
gösteren. lui ai jamais causé). 6. Causer de qch: Bir şeyden
cause diş. 1. Neden, "sebep (La cause d'un accident, söz etmek, bir şey üzerine konuşmak (Causer de
d'un succès, d'un échec, d'une guerre). 2. Hak politique, de littérature, de peinture. On causait
(Défendre sa cause. Une cause perdue). 3. Dâva des derniers événements). 7. Causer sur qn: Birini
(Confier une cause à un avocat, gagner une cause). çekiştirmek, hakkında dedikodu yapmak (Toutle
4. Durum (Il faut s'intéresser à la cause de cet quartier cause sur elle). § Causer de la pluie et du
enfant). 5. Müşteri (Un avocat sans causes). § beau temps: Dereden tepeden söz etmek. Causer
Cause finale: Ereksel neden. A cause de: chiffon: Şurdan burdan konuşmak, lâf etmek.
Yüzünden, nedeniyle (J'ai été puni à cause de toi. Trouver à qui causer: Tam da adamına çatmak,
Il ne sort pas à cause du froid). Pour cause de: karşısında yaman bir kişi bulmak (Si tu te mêles de
Yüzünden, nedeniyle, dolayı (Il a été renvoyé de mes affaires, tu trouveras à qui causer).
son poste pour cause d'incapacité. Le magasin est causerie diş. 1. tkz. Konuşma, yarenlik. 2. ed.
fermé pour cause d'inventaire). Etre cause de qch : Söyleşi (Une causerie littéraire, scientifique).
-in nedeni olmak; -den sorumlu olmak (Tu seras causette diş. tkz. Ayakta çene çalma, iki lâkırdı
cause de mon bonheur. Il est cause de notre perte). etme. § Faire la causette: Biraz çeııe çalmak, iki
Avoir pour cause qch: Nedeni... olmak (Sa joie lâkırdı etmek,
avait pour cause une bonne nouvelle qu'il venait causeur, euse s. vead. 1. Konuşkan (Cet enfant n'est
d'apprendre). Et pour cause!: Haklı olarak, pas causeur). 2. İyi konuşan kimse (Il est un
elbette, haksız da değil (Il n'a pas demandé son brillant causeur).
reste, et pour cause!). Etre en cause: Sözkonusu causeuse diş. İki kişilik kanepe, konuşma koltuğu,
olmak; ortada... olmak; işin içine... girmek. causticité diş. 1. Yakıcılık, dağlayıcılık (Causticité
(Maintenant mon honneur est en cause). Mettre d'un acide). 2. mec. İğneli alaycılık, ısırıcılık
qch en cause: Söz konusu etmek; ortaya... (Causticité d'un article, causticité d'une
koymak; işin içine katmak, tartışma konusu épigramme, d'une satire).
yapmak (Il met en cause tous les problèmes caustique s. ve er. 1. Yakıcı, dağlayıcı (Substance
épineux). Etre hors de cause: Söz konusu caustique, soude caustique, potasse caustique. Les
olmamak (Votre cas est hors de cause). Mettre qch caustiques sont employés en thérapeutique). 2.
hors de cause: Tartışma dışı bırakmak, söz konusu Alaylı, iğneli (il a l'esprit caustique. Un article
etmemek. En tout état de cause: Her ne olursa caustique).
olsurf, "her halü kârda (En tout état de cause, je cautèle diş. Dalkavukça kurnazlık,
saurai à qui m'adresser). En désespoir de cause: cauteleux, euse s. Dalkavukça kurnaz (Il a des
Başka çare kalmayınca, başka bir yol manières cauteleuses).
olmadığından. En connaissance de cause: cautère er. hek. Dağlama maddesi, dağlayıcı;
Durumu iyi bilerek, her şeyi bilerek, işin iç yakma aleti, koter. §C'est un cautère sur une
yüzünü bilerek (Il agit en toute connaissance de jambe de bois: Ok meydanında buhurdan yakmak
cause). La bonne cause: Haklı dâva (Il travaille gibi bir şey bu. Müslüman mahallesinde
pour la bonne cause). Pour les besoins de la cause: salyangoz satmaya benzer bu. Hiçbir etkisi ve
Durum gereği, işin gereği olarak. Prendre fait et önemi olmadı,
cause pour qn: Birinden yana olmak, birinin cautérisation diş. Dağlama, yakma (Cautérisation
yanını tutmak (Il a pris fait et cause pour nous). d'une plaie).
Faire cause commune avec qn: Biriyle işbirliği cautériser gçl. Dağlamak, yakmak (Cautériser une
yapmak (On ne peut pas faire cause commune avec plaie, une blessure). '
des gens pareils). caution diş. 1. Mnancalık, *güvencelik, "teminat
cautionnement 225 caverne
akçesi (Verser une caution, déposer une caution: 5. Büyük forma kâğıt. 6. Bir yol yada bir kanal
Teminat yatırmak. Exiger une caution: Teminat boyunca uzanan toprak yığını. 7. Yanda yöredeki
istemek). 2. Destek, koruma, himaye (Un tabyaları göz altında bulunduran istihkâm. §Beau
candidat qui seprésente devant les électeurs avec la cavalier: Boylu boslu ve çevik delikanh, cilasun.
caution d'un chef de parti). 3. Kefil; kefalet. 4. Faire cavalier seul: Tek başına iş görmek, kendi
inanca, güvence, "teminat. § Caution solidaire: başına hareket etmek (Il a l'habitude de faire
Müteselsil kefil; müteselsil kefalet. Sous caution: cavalier seul).
Kefaletle, kefalet altında. Sujet à caution: cavalier, ères. 1. Süvarilere özgü, süvarilere değgin
Güvenilmez, inanılmaz, su götürür, şüpheli (Une (Tournure cavalière). 2. Biraz sert, kaba saba (Un
nouvelle sujette à caution. Il a un caractère sujet à geste cavalier, une réponse cavalière). 3.
caution). Mettre en liberté sous caution: Kefaletle Münasebetsizce, edepsizce (Une plaisanterie
salıvermek. §Se porter caution pour qn: Birine cavalière). 4. ad. Kavalye (La cavalière d'un
kefil olmak (Ils'est porté caution pour son cousin). danseur. Elle a trouvé un gentil cavalier). 5.
cautionnement er. 1. Kefillik. 2. İnancalık, Atlılara ayrılmış, atlılara özgü (Piste, allée
güvencelik, teminat akçesi (Il a versé un cavalière). § Plan cavalier: Yüksekten ve geriden
cautionnement pour obtenir sa mise en liberté bakılarak yapılan plan. Perspective cavalière:
provisoire). 3. Kabul etme, benimseme (Le Yüksekten ve arkadan bakılarak çizilen
cautionnement de cette politique par le Parlement kabataslak görünüm,
est un fait accompli). cavalièrement bel. Sertçe, küstahça (Il répond trop
cautionner gçl. 1. Kefil olmak (Cautionner un ami). cavalièrement).
2. Benimsemek, desteklemek (Il ne veut pas cavatine diş. müz. Arık ve gösterişsiz bir arya türü;
cautionner la politique du gouvernement). tek sesli parça,
cavalcade diş. 1. At gezintisi, grupla at gezintisi. 2. cave diş. 1. Mahzen (Cave à provisions, à bois, à
Atlı grubu. 3. Atlı, arabalı geçit. 4. Koşuşma, charbon). 2. tçki mahzeni (Il a du vin en cave.
atlama, zıplama, koşu (Une cavalcade de rats au Cave pleine de tonneaux). 3. Mahzendeki içkiler
grenier). S. Kalabalık, sürü, güruh (La cavalcade (Je connais la richesse de ta cave). 4. İçki dolabı.
des élèves dans les couloirs. Une cavalcade 5. Kumarcıların önlerine koydukları para,kav.
d'enfants qui dégringolent l'escalier). 6. Yeraltı eğlence kulübü (Les caves de
cavalcader gsz. 1. Grupla at gezintisi yapmàk. 2. Saint-Germain-des-Près). 7. argo. Hacıağa,
Koşuşmak, grup halinde koşuşup oynamak (Les enayi, kaz, parasım kadınlara yediren görgüsüz
enfants cavalcadent dans le jardin). zengin. 8.i.Çökük,çukur (Œil cave).% Veine cave:
cavale diş. 1. (Şiir dilinde) Kısrak (Une cavale Ana toplardamar (Veine cave supérieure).
indomptable et rebelle). 2. Kaçış, kaçma, firar,
caveau er. 1. Küçük mahzen. 2. Sanatçılar kahvesi,
tüyme. § Etre en cavale: argo. Kaçmak, firar
taşlamalı şarkıların söylendiği kabare (Les
etmek, firarda olmak,
caveaux de Montmartre). 3. Yer altı gömütlüğü,
cavaler gsz. hlk. 1. Koşmak, koşup durmak (J'ai
gömütlük, "mezarlık (ila été enterré dans le caveau
cavalé toute la journée). 2. gçl. Can sıkmak,
de famille).
bıktırıp usandırmak (Tu me cavales). § Se cavaler:
caver gçl. 1. (Bir şeyi) Altından oymak. 2.
argo. Kaçmak, tüymek, firar etmek (Il a laissé la
(Kumarda) Ortaya koymak (Il a cavé mille
porte ouverte, tous les lapins se sont cavalés).
francs). 3. gsz. Oyunda ortaya para koymak. 4.
cavalerie diş. 1. Süvarilik, süvari sınıfı (Une brigade
Oymak, çukurlaştırmak (La rivière a cavé sous la
de cavalerie). 2. Bir yerdeki atların tümü (La
pile du pont). § Caver au plus fort: 1. Önünde en
cavalerie d' un cirque). § La grosse cavalerie: Kaba
çok para olan oyuncu kadar ortaya para koymak.
şey, zevksiz şey, rastgele şey (Dans le rayon voisin
2. mec. Herşeyi aşırıya vardırmak. Caver au plus
de la cristallerie, on trouve la grosse cavallerie de la
bas: İşleri berbat etmek. § Se caver: 1.
vaisselle defaïence).
Çukurlaşmak (Ses yeux se cavent). 2. Se caver de
cavaleur s. ve ad. Çapkın, hovarda (Il est un peu
qch: -kadar para ortaya koymak (Il s'est cavé de
cavaleur).
mille francs).
cavalier er. 1. Atlı, binici (Cavalier de cirque. caverne diş. 1. Mağara (L'âge des cavernes.
Cavalier participant à un concours hippique). 2. L'homme des cavernes). 2. Haydut sığınağı,
Süvari, süvari eri (Les cavaliers passent). 3. Bir mağara (Caverne de brigands). 3. (Hastalık
kadına eşlik eden erkek, kavalye (Elle n'a pas de dolayısıyla organlarda meydana gelen) Oyuk
cavalier pour danser). 4. (Satranç oyununda) At. (Cavernes pulmonaires).
caverneux 226 céder
caverneux,euse s. 1. Mağarah, mağara dolu (Une qn de f. qch: -mek -e düşer (C'est à votre mère de
région caverneuse). 2. Oyuk oyuk, içinde birçok décider: Karar vermek annenize düşer; karar
oyuk bulunan (Un tissu caverneux). 3. Boğuk, vermek annenizindir). C'est que...: -diğinden
kısık, kuyu dibinden gelir gibi (Une voix dolayı, -diği için, -den ötürü (S'il a échoué, c'est
caverneuse). qu'il n'a jamais travaillé: Başaramadıysa, hiç
cavernicole s. ve ad. er. Mağaralarda yaşayan çalışmadığındandır, hiç çalışmadığı içindir). C'est
(Poissons cavernicoles). à f. qch: -cek bir şey bu(C'est à pleurer.'Ağlanacak
cavet er. (Mimarlıkta) Çukur silme, yarım silme, bir şey bu). C'est... qui: -en... dir (C'est mon fils
yarım oluk. qui a gagné: Kazanan benim oğlumdur). C'est...
caviar er. Havyar. § Passer au caviar: Mürekkeple que: -diği... dir (C'est une bonne maison que je
karalamak, sansür edip çıkarmak, cherche: Aradığım iyi bir evdir). Si ce n'est...: 1.
caviardage er. Karalama, sansür edip çıkarma, .. .değilse bile (Il est l'un de mes meilleurs amis, si
caviarder gçl. Karalamak, sansür edip çıkarmak ce n'est le meilleur: En iyisi değilse bile en iyi
(Cavidarder un texte). dostlarımdan biridir o). 2. Hariç, -den başka (Je
cavité diş. Oyuk, çukur, boşluk (Cavité des yeux, vous défends de ne rien emporter, si ce n'est des
cavité du nez. Cavités naturelles du sol. L'eau a livres: Kitaplar hariç (kitaplar dışında) hiçbir şey
creusé une cavité dans la roche). götürmenize izin vermiyorum). C'est pourquoi:
ce, cet, cette, ces s. 1. Bu (Ce livre, ce garçon. Cet Bunun için, bundan dolayı (J'ai beaucoup d'amis
arbre, cet enfant. Cette fille, cette maison. Ces dans cette ville, c'est pourquoi je veux m'y
livers, ces arbres, ces filles). 2. Bu işaret installer pour de bon).
sıfatlarından sonra gelen sözcüğün sonuna -ci céans bel. Burası, burada (Sortez de céam: Çıkın
eklenince ŞU, -là eklenince de O işaret sıfatları buradan).
yapılır (Ce garçon-ci: Şu çocuk; Cet arbre-ci: Şu ceci adıl. Bu, bunu ( Ceci ne m'a pas plu: Bu hoşuma
ağaç; Cette fille-ci: Şu kız; Ces livres-ci: Şu gitmedi. Je préfère ceci: Bunu yeğlerim).
kitaplar;Cesenfants -ci: Şu çocuklar;Ces filles -ci: cécité diş. 1. Körlük (Elle est atteinte de cécité. Il est
. Şu kızlar. Ce livre-là: O kitap; Cet arbre-là: O menacé de cécité complète s'il ne se fait pas
ağaç; Cette fille-là: O kız; Ces livres-là: O kitaplar; opérer de la cataracte). 2. mec. Görmezlik,
Ces arbres-là: O ağaçlar; Ces filles-là: O kızlar). kavrayamazlık (Je reste stupéfait devant une telle
ce adıl. Konuşulan şeyi, şeyleri, kişi yada kişileri cécité).
anlatmaya yarar (C'est juste: Bu doğrudur; C'est cédant,e ad. Bir hakkı başkasına bırakan; (Bir şeyi
votre ami: O sizin dostunuzdur; Ce sont mes başkasına) bırakıcı.
enfants: Bunlar benim çocuklarımdır). § Ce céder gçl. 1. Bırakmak, terketmek (Céder un
disant: Bunu söyleyince, bunu söyledikten sonra, terrain, un village). 2. Céder qch à qn: Bir şeyi
böyle söyleyerek. Ce faisant: Bunu yapınca, birine bırakmak (Il a cédé sa place à une vieille
böyle yaparak, bunu yaptıktan sonra. Pour ce femme). 3. Aktarmak, devretmek, (Céder un
faire: Bunu yapmak için. Sur ce: Bunun üzerine, magasin, un fonds, une créance). 4. Satmak (Va
bunun üstüne. Ce q u i . . . : -en şey, -yen şey (Il ne demander à la voisine si elle pourrait me céder une
comprend pas ce qui me blesse: Beni yaralayan douzaine d'œufs). S. gsz. Boyun eğmek (Hafini
(üzen) şeyi anlamıyor). Ce que...: -diği şey (Je par céder). 6. gsz. Direnci kırılmak (Nos troupes
veux apprendre ce que vous allez faire: ont cédé sous les assauts d'un ennemi très supérieur
Yapacağınız şeyi öğrenmek istiyorum). Ce en nombre). 7. gsz. Pes demek, sinmek, aşağıdan
que...!: Ne kadar da (Ce qu'il fait froid!: Hava ne almak (7/ ne fautpas céder devant ces menaces). 8.
kadar da soğuk! Ce que vous êtes chic gsz. Céder à qch: Bir şeye boyun eğmek, uymak
aujourd'hui!: Bugün ne kadar da şıksmız!). Ce (Il faut céder à la coutume). § Céder du terrain:
qui: Bu ise, buda (Je ne peux pas aider mes frères, Toprak bırakmak, geri çekilmek, gerilemek
ce qui me tue: Kardeşlerime yardım edemiyorum, (Notre division a dû céder du terrain). Céder le pas
bu ise (bu da) beni öldürüyor). Ce que c'est que...: à qn: Birine pabuç bırakmak, üstünlüğünü kabul
-in ne olduğu (Une connaît pas ce que c'est qu'une etmek (Je ne lui céderai pas le pas). Céder le pas à
mort: Bir ölümün ne demek olduğunu, ne qch: Bir şeyi ön plana almak; bir şeyden sonra
olduğunu bilmiyor). Ce que c'est de f. qch: gelmek (Les intérêts particuliers doivent céder le
-menin ne demek olduğu (Tu apprendras ce que pas à l'intérêt général). Le céder à qn en qch: Bir
c'est de déranger les gens: Başkalarını rahatsız şeyde -den aşağı kalmak (Il ne le cède à personne
etmenin ne demek olduğunu öğrenirsin). C'est à en perspicacité. Son dernier roman ne le cède en
cédille 227 cellulaire
kazanmak için ödenmesi gereken belirli vergi (Le dokumak, bir gidip bir gelmek. Faire les quatre
cens électoral. Elever le cens, abaisser le cens). cent coups: Serüven dolu düzensiz bir yaşam sür-
censé,es. -gibisayılan; -diye kabul edilen (Vousêtes mek, nerde akşam orda sabah yaşamak, "avarelik
censé connaître tout cela: Bütün bunları biliyor etmek. En un mot comme en cent: Uzun sözün
sayılıyorsunuz. Nul n'est censé ignorer la loi: kısası; kısacası (En un mot comme en cent, je
Kimse yasayı bilmiyor kabul edilmez). refuse). Il y a cent sept ans: Çok ama çok önce. Je
censément bel. hlk. 1. Güya, sözde, sözüm ona (II vous le donne en cent: Bilin bakayım, bilirseniz
n'y a censément pas de différence de qualité entre bravo derim size (Devinez qui j'ai rencontré, je
ces deux étoffes). 2. Âdeta, sanki (Tues censément vous le donne en cent).
le maître). centaine diş. 1. Yüz kadar (Une centaine de
censeur er. 1. Eski Roma'da nüfus, mülk ve töre personnes). 2. mat. Yüzlük, yüzler (La colonne
işlerine bakan görevli. 2. Eleştirmeci, yargılayıcı des centaines). 3. Püskül yada çile bağı. § En
(Un censeur sévère, un censeur injuste). 3. centaines: Yüzer yüzer. Par centaines, à la
Öğretim denetçisi (Madame le censeur. Censeur centaine: Yüzlerce (Les commandes arrivent
dans un lycée). 4. "Sansürcü, 'sıkıdenetimci (Les chaque jour par centaines). Perdre la centaine:
censeurs ont refusé le visa à ce film). mec. İpin ucunu kaçırmak,
censorat er. Sansürcülük, sıkıdenetimcilik. centaure er. Masallarda yan insan yan at biçiminde
censorial,e s. Sansüre değgin, *sıkıdenetimsel. anlatılan yaratık, "santor (Centaure à corps de
censurable s. Kınanması gereken, kınanacak (Une taureau).
conduite censurable). centaurée diş. bitb. Kantaron,
censure diş. 1. Eski Roma'da nüfus, mülk ve töre centenaires, vead. 1. Yüzyıllık, yüzyıl yaşamış, yüz
işlerine bakma görevi. 2. Eleştirme, eleştiri, yaşında (Un arbre centenaire, un centenaire, une
kınama (Il s'est exposé à la censure de son centenaire). 2. er. Yüzüncü yıldönümü (On a
entourage). 3. Sansür kurulu, sıkıdenetim kurulu célébré le centenaire de la fondation de l'usine).
(La censure ouvra les lettres. Le film est à la centenier er. (Eskiden) Yüzbaşı.
censure). 4. "Sansür, 'sıkıdenetim (La censure centennal,e s. Yüzyılda bir olan, yüzüncüyü
d'une œuvre, d'un film). § Motion de censure: (Exposition centennale: Yüzürıcüyd sergisi).
Meclis araştırması (Déposer une motion de centésimal,e s. 1. Yüze bölünmüş, yüzdelik
censure). (Fraction centésimale). 2. Yüze bölünmüşten
censurer gçl. 1. Kınamak, eleştirmek (Il est prêt à parça.
censurer toute innovation. Censurer les actions centiare er. (Yüzölçümü birimi) Bir ann yüzde biri,
d'autrui). 2. Kusurlarını yüzüne söylemek, bir metre kare, santiar,
hırpalamak (Censurer un avocat, un député). 3. centième s. 1. Yüzüncü (La centième année, la
Sansür etmek, 'sıkıdenetimlemek (Censurer un centièmepartie). 2. er. Yüzde bi r ( t/n centième). 3.
film, un ouvrage, une pièce de théâtre). diş. Yüzüncü oynanış (La centième d'une
cent s. 1. Yüz, yüz tane (Bu sayı sıfatı kendisini opérette, d'une comédie).
çarpan bir sayıdan sonra geldiği zaman çoğul centigrade s. 1. Yüz dereceye ayrılmış. 2. er.
olarak kullandır: Trois cents hommes. Ancak, Derecenin yüzde biri. § Thermomètre centigrade:
kendinden sonra başka bir sayı gelir yada yüzüncü Santigrat sıcakölçer.
anlamına kullanırsa çoğul olmaz: Trois cent huit centigramme er. Santigram, gramın yüzde biri.
hommes; Page cinq cent). 2.er. Y üz(Le produit de centilitre er. Santilitre, litrenin yüzde biri.
cent multiplié par neuf). 3. er. Yüznumara, centime er. Frangın yüzde biri, santim,
ayakyolu (Le cent). 4. (Kimi para birimlerinde) centimètre er. l.Santimetre,metreninyüzdebiri.
Yüzde bir, santim. § Cent pour cent: Yüzde yüz, 2. Mezura, metre şeridi (Centimètre de couturière,
katıksız, eksiksiz (Il est français cent pour cent). centimètre de tailleur).
...Pour cent: Yüzde...: (Trois pour cent: Yüzde centon er. Her dizesi başka bir koşuktan alınmış
üç. Dixpourcent: Yüzdeon). Cent fois: Yüz kez, koşuk, derleme koşuk,
bin kez (ila centfois raison. C'est cent fois mieux. centrage er. Merkezleme, 'özekleme, merkezini
C'est cent fois pire). Avoir des mille et des cents: saptama, özeğini bulma (Centrage d'un projectile,
Cebi binliklerle dolu olmak, çok zengin olmak. d'un avion).
Etre aux cent coups: Kaygılı olmak, kaygılar central,e s. 1. Merkezde olan, merkez; 'özekte
içinde olmak. Ne halt edeceğim bilememek, olan, 'özeksel; orta, ortadaki (Un point central.
şaşkına dönmek. Faire les cent pas: Mekik L'Asie centrale. Administration centrale. Le
centrale 230 cercle
pouvoir central). 2. Temel, esas (La question centripètes. Merkezcil (Force centripète).
financière est centrale). 3. ad. tkz. Sanat okulu centrisme er. Ortacılık, merkezcilik, merkezci
öğrencisi. 4. er. Santral, "özek (Le central parti yandaşlığı,
téléfonique, le central télégraphique). centriste s. ve ad. Merkezci, "özekci, ortacı (Une
centrale diş. Santral, fabrika (La centrale électrique; politique centriste. Les centristes).
la centrale thermique, centrale atomique). centuple s. 1. Yüz kat (Mille est un nombre centuple
centralisateur,trice s. *Özekçi, merkezci; bir de dix). 2. er. Yüz katı (lia gagné le centuple de sa
"özekte (merkezde) toplayıcı (Un régime mise. Tu seras récompensé au centuple).
centralisateur). centupler gçl. Yüz kat çoğaltmak, yüz katına
centralisation diş. l."Özeklendirme, bir "özekte çıkarmak, çok arttırmak (Centupler sa fortune,
toplama, merkezleştirme, bir merkezde toplama centupler ses efforts).
(La centralisation des renseignements). 2. centurie diş. (Eski Roma'da) Yüz kişilik takım,
"Özekçilik, "merkeziyetçilik (La centralisation centurion er. Yüz kişilik takımın başı.
politique, économique, administrative). cep [ît/>] er. 1. (Eskiden) Pranga (Etre aux ceps:
centraliser gçl. "Özeklendirmek bir "özeğe Prangalı olmak, zincire vurulmak). 2. Bağ
toplamak, bir merkeze bağlamak (Centraliser les kütüğü, omça, tevek (Le vigneron parcourt les
pouvoirs. Centraliser des renseignements). rangées de ceps).
centralisme er. Merkeziyetçilik, "özekçilik cépage er. Bağ çubuğu,
(Centralisme bureaucratique). cèpe, ceps er. bitb. Taşmantarı.
centraliste er. Merkeziyetçi, "özekçi. cependant bel. 1. Bu sırada, o sırada. 2. bağ.
centre er. 1. "Özek, merkez (Le centre de la Terre. Bununla beraber, oysa, böyle olmakla birlikte
Le centre d'une ville, le centre d'un cercle. Centre (La situation est délicate, elle n'est pas cependant
de haute pression). 2. Orta, iç bölge (Le centre désespérée). 3. Cependant que: a) -iken, -diği
d'unpays). 3. Kent, merkez (Lecentreindustriel). sırada (Il dormait cependant que la maison avait
4. Büro, daire, bölüm (Centre de mobilisation). S. pris feu), b) Oysaki, -diği halde, -sine karşın (Il
Kaynak, yuva (Là était le centre du mal). 6. spor. réussit cependant qu'il ne soit pas d'une
Santrfor.7. (Parlamento) Merkez (Le parti du intelligence brillante).
centre. Un parti du centre gauche, du centre droit). céphalalgie, céphalée diş. Başağrısı.
§ Au centre de: Ortasında, merkezinde (Ankara céphalique s. Başa değgin, başla ilgili (Arthère
est au centre de Turquie. Au centre de la ville, il y a céphalique. Douleur céphalique).
un grand monument). Centre de gravité, centre céphalopodes er. ç. hayb. Kafadanbacaklilar.
d'attraction: Ağırlık merkezi. Centre d'intérêt: cérame er. 1. Pişmiş topraktan yapılmış eski Yunan
İlgi merkezi. Centres nerveux: Sinir merkezleri. vazosu. 2. s. Pişmiş topraktan. § Grès cérame:
Centres vitaux: Hayat merkezleri "yaşam Çömlekçi toprağı,
özekleri. En plein centre de: Tam ortasında, céramiques. 1. Kilişine değgin, seramikle ilgili (Les
göbeğinde (En plein centre de la ville). Etre au arts céramiques; Les produits céramiques). 2. diş.
centre de: -in en önemli noktası olmak, en can alıcı Kilişi, seramik sanatı, seramikçilik. 3. Seramik
noktası olmak; temeli olmak (La question (Les murs sont revêtus de carreaux de céramique).
financière a été au centre du débat). Etre le centre céramistes, vead. Seramikçi, "kilişci.
de qch: Bir şeyin elebaşısı olmak, beyni olmak, en céramographie diş. Seramikbilim; seramik tarihi
önemli öğesi olmak. Faire un centre: (Spor) Topu üzerine kitap,
ortalamak. Se croire le centre du monde: Kendini céraste er. hayb. Mısır engereği,
dünyanın merkezi sanmak, herşeyi kendine cérat er. Balmumlu merhem (Soigner une gerçure
yontmak. avec du cérat).
centrer gçl. 1. Bir şeyi tam ortaya, merkeze almak cerbère er. 1. Söylencede, cehennemin kapışım
(Centrer une image). 2. Merkezini, özeğini bekleyen üç başlı köpek. 2. Kaba ve sert kapıcı
saptamak (Centrer une roue). 3. mec. Bir şeyi yada gardiyan,
kendisine merkez olarak almak, bir şey üzerine cerceau er. 1. Çember (Un enfant qui joue au
dayanmak (La pièce centrait sur le personnage de cerceau dans les allées du parc). 2. Yırtıcı kuşlarda
Minos. Un roman centré sur la vie des paysans). 4. kanadın uç tüyleri, telek,
(Spor) Topu ortalamak (L'ailier a centré près des cerclage er. Çemberleme, çember geçirme (Le
buts). cerclage d'un tonneau).
centrifuges. Merkezkaç (Forcecentrifuge). cercle er. 1. Daire (Le fond de la tasse à café avait
cercler 231 certain
imprimé un cercle sur la nappe. Le cercle polaire). cerf er. 1. Geyik (La chasse au cerf). 2. mec. tkz.
2. Çember (Un cercle de roue, un cercle de Ayağmaçabuk kimse. 3. Gevşek karakterli. § Se
tonneau). 3. Dernek, kulüp (Un cercle littéraire, déguiser en cerf: argo. Tabanları yağlayıp
politique. Fonder un cercle). 4. Dernek yeri, kaçmak, tüymek,
toplanma yeri (Dîner au cercle). 5. mec. Alan, cerfeuil er. bitb. Frenkmaydanozu.
sınır (Ces ouvrages augmenteront le cercle de vos cerf-volant er. 1. Uçurtma (Lancer un cerf-volant.
connaissances). 6. Çevre (Les cercles Les enfants jouent avec des cerfs-volants). 2. hayb.
diplomatiques. Le cercle de la famille). § Cercle Geyikböceği.
vicieux: Kısır döngü. Tomber dans un cercle cerisaie diş. Kirazlık, kiraz bahçesi; vişne bahçesi,
vicieux: Kısır döngü içine düşmek. Former un cerise diş. 1. Kiraz (Les cerises n'ont pas encore
cercle autour de qn: Birinin etrafında halka mûri). 2. argo. Kötü şans, kem talih. 3. s. Kiraz
olmak. renginde (Des rubans cerise). § Devenir rouge
cercler gçl. Çember geçirmek, çemberlemek comme une cerise: (Utançtan yada heyecandan)
(Cercler une roue, un tonneau). § Etre cerclé de: Kıpkırmızı kesilmek,
-ile çerçevelenmek, çevrilmek (Des lunettes cerisette diş. 1. Vişne yada kiraz kurusu. 2. Vişne
cerclées d'or. Des yeux cerclés de bistre). likörü, kiraz likörü,
cercopithèque er. hayb. Uzunkuyruktu maymun, cerisier er. Kiraz ağacı.
cercueil er. Tabut. § Descendre au cercueil: Ölmek. cerne er. 1. (Eskiden) Halka, çember. 2. Enine
Etre dans le cercueil: Ölü olmak. Du berceau au kesilen bir ağacın kesitinde görülen ve her biri
cercueil: Beşikten mezara kadar, ağacın bir yaşmı gösteren halkalar. 3. Bir yaranın
céréale diş. Tahıl (La culture des céréales). yada gözün etrafındaki mor halka (Les cernes de
céréalier,ère 5. Tahıla değgin (La production son visage rappellent les nuits sans sommeil qu'il
céréalière). vient de passer). 4. (Resimde, resmi yapılan
cérébelleux,euse s. anat. Beyinciğe değgin şeylerin) Çevre çizgisi,
(Atrophie cérébelleuse). cerné,e s. Etrafı mor halkalı (Il a les yeux cernés).
cérébral,e s. Beyine değgin, beyinsel (Hémorragie cerneau er. 1. Taze ceviz içi. 2. Ceviz çağlası,
cérébrale). cerner gçl. i . Fırdolayı bıçakla çizmek (Cerner un
cérébralité diş. Entellektüellik; kafalılık, aydınlık arbre). 2. Dört bir yandan çevirmek (L'horizon
(La froide cérébralité d'une romancière). qui cerne une plaine). 3. İçini çıkarmak (Cerner les
cérébro-spinal,e s. Beyinle omuriliğe değgin noix). 4. Kuşatmak, sarmak (Les policiers ont
(Méningite cérébro-spinale). cerné la maison. Les troupes ont cerné la ville). 5.
cérémonial,e s. 1. Dinsel törenlere değgin; törensel Sıkıştırmak, çember içine almak, kıstırmak (Nos
(Loicérémoniale). 2. er. (Çoğulu yoktur) Tören troupes ont cerné un détachement ennemi). 6.
yollan, tören kurallan (Cérémonial Daraltmak, sınırlandırmak(Orner une question,
diplomatique. Cérémonial de cour). 3. un problème). 7. (Resimde) Çizgi çevirmek
(Eskimiştir) Nezaket kuralları, "muaşeret (Cerner une figure d'un trait bleu). § Etre cerné de
kuralları (Il est très attaché au cérémonial). qch: -ile çevrili olmak (La lune était cernée d'un
cérémonie diş. 1. Âyin. 2. Tören (La cérémonie halo).
d'inauguration d'une faculté. Les cérémonies d'un certain,e s. 1. Doğruluğu kesin olan, pekin, sağlam,
anniversaire national). 3. Saygı, nezaket; "muhakkak (Son départ est certain. Une preuve
"resmiyet (Ilnous a reçus avec cérémonie). § Sans certaine). 2. Kuşkusu olmayan, kesin olarak
cérémonie: Sadelikle, gösterişe kaçmadan, bilen, emin (Je suis certain qu'il viendra). 3.
resmiyete dökmeden (Venez dînerà la maison Sağlam, kesin, su götürmez (Un profit certain). 4.
sans cérémonie). Belli, belirli, "muayyen (Se réunir à certaines
cérémonie),le s. Törensel; törenlere, şenliklere, heures). 5. -in biri (Un certain écrivain: Yazarın
bayramlara değgin (Pratiques cérémonielles. biri). 6. Az çok, oldukça (Vin d'une certaine
Cycle cérémomel). renommée: Oldukça tanınnuş bir şarap). 7. ç.
cérémonieusement bel. Törenle; büyük bir Kimi, "bazı (Certains gens, certaines villes). 8. er.
nezaketle. Belli olan şey, belirli (Je préfère le certain à
cérémonieux,euse s. 1. Yapmacıklı, biçimci, pek l'incertain). 9. adıl. Kimileri (Certains disent,
ciddi, resmî (Un air cérémonieux, un ton certains prétendent. Aux yeux de certains, il n'a
cérémonieux). 2. Aşırı nazik, protokola düşkün; aucune qualité). § Etre certain de qch, de f. qch
törensel (Un accueil cérémonieux). -den emin olmak; -mekten emin olmak (Je suis
certainement 232 cesser
certain du résultat, de mes calculs. Il est certain de dérangé: Kafadan kontak olmak, deli olmak,
réussir). Etre certain du lendemain, de son lende- kaçık olmak. Se creuser le cerveau sur qch: Birşey
main: Yarınından emin olmak, yarınına güvenle üzerinde beyin çatlatmak, kafa yormak. Se
bakmak. Jusqu'à un certain point: Bir dereceye fatiguer le cerveau: Kafasını yormak (Ne te fatigue
kadar. pas le cerveau, on trouvera une autre solution).
certainement bel. Kuşkusuz, elbette (On peut cervelas er. Kaim ve kısa bir tür sucuk,
trouver certainement une solution au problème). cervelet er. anat. Beyincik.
certes bel. Kuşkusuz, elbette, hiç kuşku yok ki. cervelle diş. 1. Beyin (Cervelle d'agneau. Cervelle
certificat er. 1. Belge (Certificat de travail). 2. au beurre). 2. mec. Kişi, kimse (C'est une cervelle
Diploma (Certificat d'études primaires. Certificat folle, une cervelle légère, évaporée). § Homme
de licence). 3. Kâğıt (Certificat de vaccination). 4. sans cervelle, tête sans cervelle: Kafasız kimse,
Rapor (Certificat médical). 5. mec. İnanca, aklı kıt. Brûler la cervelle à qn: Birini öldürmek.
güvence, "teminat. § Certificat de bonne vie et Se brûler la cervelle, se faire sauter la cervelle:
mœurs: İyi hal kâğıdı. Certificat d'aptitude: Kafasına bir kurşun sıkıp intihar etmek. Se
Yeterlik belgesi. Certificat de mariage: Evlenme creuser la cervelle: Kafa patlatmak, kafa yormak,
cüzdanı. Certificat de naissance: Doğum belgesi. çok çaba göstermek. Rompre la cervelle: Kafa
Certificat d'indigence: Yoksulluk belgesi, şişirmek.
"fakirlik ilmühaberi. Certificat d'origine: "Menşe cervical,e s. Boyuna değgin; "boyunsal (Nerfs
şehadetnamesi. cervicaux. Douleur cervicale).
certifıcatif.ives. Doğrulayıcı, cervicalgie diş. hek. Boyun ağrısı, ense ağrısı,
certification diş. Yazılı doğrulama, "tasdik etme, cervidés er. ç. hayb. Geyikgiller,
"tasdik (Certification de signatures). ces s. —* ce
certifier gçl. Doğrulamak, gerçeklemek, doğru ve césar er. 1. Roma imparatorlarının ünvanı. 2. Kral,
gerçek olduğunu belirtmek, onaylamak, tasdik imparator, hükümdar, kayzer ;buyurgan, diktatör
etmek (Certifier une signature. Certifier (L'anarchie engendre desCésars). § Il faut rendre à
l'exactitude d'une information). § Certifier une César ce qu'on doit à César: Sezar'ın hakkını
caution: Kefile kefil olmak. Certifié conforme à Sezar'a vermeli.
l'original: Aslına uygun olduğu onaylanır, césarien,ne s. 1. Sezar'a değgin, hükümdarlara
certitude diş. 1. Doğruluk, gerçeklik (La certitude değgin. 2. Diktatörce (Unrégimecésarien). 3.er.
d'un événement historique est souvent difficile à Krallık yanlısı, hükümdar yanlısı.
contrôler. Certitude d'un fait). 2. Kesin bilme, césarienne diş. hek. Sezaryen ameliyatı. § Faire une
inan (J'ai la certitude qu'il viendra). 3. İnanç césarienne: argo. Birinin cüzdanını vurmak,
(Certitude en matière religieuse). § Avoir la parasını çalmak,
certitude de qch: -e güvenmek; -den emin olmak césarisme er. Halkın oyuna dayanan yada
(Il faut avoir la certitude du lendemain). Avoir la dayanmaya çalışan buy urgan yönetim (Le
certitude de f. qch: -diğine kesin olarak inanmak; césarisme des Bonaparte).
-diğinden emin olmak (J'ai la certitude d'avoir cessant,e s. Durdurulmuş, arası kesilmiş. § Toutes
entendu marcher dans le couloir). choses cessantes, toutes affaires cessantes: Her
céruléen,ne s. Maviye çalan, mavimtrak (Un soir şeyi bir yana bırakarak, her işi bırakarak (Vous
céruléen). devez vous occuper de ce problème toutes affaires
cérumen er. Kulak kiri (Cure-oreille pour ôter le cessantes).
cérumen). cessation diş. 1. Durdurma, bırakma (Cessation des
cérumineux,euse s. 1. (Kulak) Kirli. 2. Kulak hostilités. Cessation du travail). 2. Durma, dinme,
kirine değgin, yatışma (Cessation d'une douleur).
céruse diş. Üstübeç. cesse diş. Durma, durak (Il n'a ni repos ni cesse:
cerveau er. 1. Beyin (Le cerveau humain est très Onda uyku durak yok). § Sans cesse: Durmadan,
développé). 2. Kafa, zekâ (Un cerveau borné. Un aralıksız, habire (Il travaille sans cesse. La pluie
cerveau puissant). 3. Çok zeki insan, çok kafalı tombe sans cesse). N'avoir point de cesse que:
kimse (C'est un grand cerveau). 4. mec. Merkez, -ceye dek dur durak bilmemek; -ceye dek didinip
beyin (Le cerveau de cette entreprise, c'est le durmak (Il n'aura pas de cesse qu'il n'obtienne ce
bureau d'études). § Cerveau électronique: qu'il veut. Il n'a pas eu de cesse avant d'avoir
Elektronik beyin. Transport au cerveau: Beyine obtenu le renseignement qu'il cherchait),
kan akını, beyin kanaması. Avoir le cerveau fêlé, cesser gsz. 1. Durmak, dinmek, kesilmek (La neige
cessez-le-feu 233 chaîne
téléviseurs ne pouvaient pas capter plusieurs kırmak, cinsel duygularını öldürmek. La chair de
chaînes). 11. Alavere ile çalışan kimseler takımı, sa chair: Canının içi, en çok sevdiği kimse (C'est la
alavere zinciri. 12. mec. Zincir, bağ (Secouer ses chair de ma chair). N'être ni chair ni poisson:
chaînes). 13. mec. Duygusal bağ, sevgi (Une Rengi, karakteri belli olmamak; yönsüz kararsız
ancienne et forte liaison, une de ces chaînes qu'on olmak.
croit rompues et qui tiennent toujours). 14. mec. chaire diş. 1. Kürsü, vaiz yada ders kürsüsü (Le
Zincir, zincirleme art arda geliş (La chaîne des professeur monte en chaire). 2. (Fakültelerde)
événements, des causes).§ Chaîne de fabrication: Kürsü (Créer une nouvelle chaire. Ilyaplusieurs
İmalat zinciri. Travail à la chaîne: 1. Alavere candidats à la chaire de droit). 3. mec. Vaiz. 4.
çalışma, zincirleme çalışma. 2. mec. Monoton iş; Öğretmenlik. § La chaire de Saint-Pierre:
sıkıcı çalışma. Briser ses chaînes, rompre ses Papalık, papalık orunu,
chaînes: Zincirlerini kırmak, özgürlüğüne chaise diş. 1. Sandalye (Chaise de bois. Chaise
kavuşmak. Faire la chaîne: (Bir şeyi yüklemek, métallique. S'asseoir sur une chaise). 2.
boşaltmak yada aktarmak için) Yan yana yada art (Teknikte) Eksen dayanağı (Chaise d'un
arda dizilerek çalışmak, alavere çalışmak (Pour moulin). § Chaise à porteurs: Tahtiravan. Chaise
lutter contre l'incendie, les sauveteurs faisaient la de poste: Posta arabası, tatar arabası. Chaise
chaîne, se passant des seaux d'eau. On a fait la longue: Şezlong, uzun koltuk. Chaise percée:
chaîne et le camion de briques a été vite déchargé). Lâzımlık iskemlesi. Se trouver, être assis entre
chaîner gçl. 1. (Bir yeri) Yer ölçümü zinciriyle deux chaises: Ortada kalakalmak; güvensiz bir
ölçmek. 2. (Yapıcılıkta duvarı) Bağlamak, durumda, tehlikeli bir durumda olmak. Mener
kilitlemek, kenetlemek, une vie de bâton de chaise: Düzensiz, derbeder bir
chaînette diş. 1. Küçük zincir, ince zincir (Chaînette yaşam sürmek, nerde akşam orda sabah yaşamak,
demors, chaînette de bracelet). 2. (Mimarlıkta) İki chaisière diş. Kilise yada parklarda sandalye
ucu gerilmeden ayrı yerlere bağlanmış bir zincirin kiralayan kadın, sandalyeci kadın (La chaisière
resmettiği yay biçimi, zincir eğrisi. § Point de délivre un ticket à chaque client).
chaînette: Zincir dikiş, zincir biçiminde dikiş chaland er. Düz mavna, duba.
(Broderie au point de chaînette). chaland,e ad. (Eskimiştir) A h a , müşteri,
chaînier er. Zincirci, büyük zincir yapımcısı işçi. chalcographie fkalkogRafı] diş. 1. Maden üzerine
chaîniste er. Altın, gümüş gibi madenlerden süs yapılan oyma; bakır kazı işi. 2. Bakır oymaların
zinciri yapan kuyumcu kalfası, sergilendiği yer (La chalcographie du Louvre).
chaînon er. 1. Zincir halkası. 2. mec. Bağ, aradaki chaldée diş. Kaide.
ilinti. 3. Küçük sıradağ, chaldéen,nes. vead. Keldani; Kaide ve keldanilere
chair diş. 1. Et (La chair et les os). 2. Ten (Chair değgin.
blanche, chairferme). 3. (Yemişlerde) Et (Chair châle er. Şal (Une femme enveloppée d'un châle de
de la pêche, de la cerise). 4. (Resim ve yontularda) soie).
Çıplak bölümler, çıplar yerler (Les chairs sont mal chalet er. 1. Ahşap dağ evi (Nous nous sommes
rendues dans ce tableau). 5. Vücut, beden (La abrités de l'orage dans un chalet abondonné). 2.
résurrection de la chair). 6. Tensel istek, cinsel Köy evi tipinde köşk, deniz kıyısında yapılmış
istek (L'aiguillon de la chair, les ascètes mortifient villa (J'ai loué un chalet pour les vacances). §
leur chair). § En chair et en os: Bizzat kendisini, Chalet de nécessité: Genel aptesane.
şahsen (Je l'ai vu en chair et en os). Couleur chair: chaleur diş. 1. Isı, "hararet (Lm chaleur de l'eau
Ten renginde (Des bas couleur chair). Chair à bouillante). 2. Sıcak hava; sıcaklar (Durant les
canon: Kurbanlık koyun, topun ağzındakiler, grandes chaleurs). 3. (Sayrılıkta) Ateş (Une
düşman ateşine ilk ağızda sürülen erler. Chair de chaleur de tête, une chaleur d'entrailles). 4. mec.
poule: Pütür pütür deri. Avoir la chair de poule: 1. Coşkunluk, ateşlilik (Défendre une thèse avec
(Soğuktan) Derisi pütür pütür olmak. 2. chaleur). 5. Sıcaklık, içtenlik (La chaleur
(Korkudan) Tüyleri diken diken olmak. Donner d'amitié). § Chaleur animale: biy. Diriksel ısı.
la chair de poule: Ürpertmek, tüylerini diken Chaleur de fusion: fiz. kim. Erime ısısı, ergime
diken etmek. Etre en chair, être bien en chair: ısısı. Chaleur de neutralisation: kim. Yansızlaşma
Dolgunca olmak, eti budu yerinde olmak, gürbüz ısısı. Chaleur de vaporisation: fiz. kim.
olmak, kanlı canlı olmak. Hacher menu comme Buğulaşma ısısı. Chaleur interne: coğr. İçısı.
chair à pâté: Ufak ufak doğramak, kıyım kıyım Chaleur latente: fiz. Gizli ısı. Chaleur solaire:
kıymak. Mortifier sa chair: "Beden isteklerini coğr. Güneş ısısı. Chaleur spécifique: fiz. Özısı.
chaleureusement 235 chambre
Etre en chaleur, entrer en chaleur: Kızana chamanisme er. Şamanlık, Şaman dini.
gelmek, kızışmak ( Une femelle en chaleur. Chatte chamarrer gçl. 1. Süslemek, alacalı hulacah
qui entre en chaleur). yapmak (Chamarrer ses vêtements). 2.
chaleureusement bel. 1. Coşkunca; "hararetle (Il Chamarrer qn: mec. tkz. Birini esaslı boyamak,
m'a remercié chaleureusement). 2. Büyük bir rezilini çıkarmak. 3. Chamarrer qch de qch: Bir
sevgiyle, sıcak bir ilgiyle (II nous a accuellis şeyi -ile süslemek, doldurmak (Il chamarre ses
chaleureusement). discours de grec et de latin). 4. Etre chamarré de
chaleureux,euse s. 1. Coşkun, ateşli, sıcak qch: -ile süslenmek; -lere boğulmak (Un officier
(Applaudissements chaleureux, paroles chamarré de décorations).
chaleureuses). 2. Sıcak, ısıtan (Le vieillardjouit de chamarrure diş. Süs püs, alacalı bulacalı süs (Un
la saison chaleureuse). vêtement couvert de chamarrures).
chaliter. Kerevet. chambard er. 1. Karışıklık, allak bullakhk,
challenge er. Sporda rekor kıranlar arasında elden altüstlük (La manifestation commence à mal
ele geçen kupa ve bu kupayı kazanmak için tourner, il y aura du chambard). 2. Gürültü
yapılan yarışma, "çalenç (Challenge d'escrime). patırtı. § Faire du chambard: Gürültü patırtı
challenger, challangeur er. 1. Şampiyonluk çıkarmak.
ünvanını birinden almaya çalışan sporcu. 2. mec. chambardement er. tkz. Büyük karışıklık, allak
Siyasal rakip (Mitterand, l'ancien challenger du bullakhk, ortalığın karışması. § Le
général de Gaulle). chambardement général: Savaş; ayaklanma,
chaloir gsz. (Yalnız tekil üçüncü kişiler için chambarder gçl. tkz. 1. Altüst etmek, karıştırmak,
kullanılır ve şu biçimlerde geçer): Il m'en chaut: allak bullak etmek (ila tout chambardé dans la
Bu benim için önemlidir, beni ilgilendirir. II ne maison). 2. mec. Yıkmak, kökünden değiştirmek
m'en chaut: Vız gelir, beni ilgilendirmez. Peu (Il faut chambarder tout).
m'en chaut, peu me chaut: Vız gelir, umurumda chambellan er. Mabeynci.
değil, beni ilgilendirmez (Peu me chaut ce que je chamboulement er. Dağınıklık, karışıklık ; dağıtma,
suis ou ce que je ne suis pas moi-même). altüst etme, darmadağın etme.
chaloupe diş. Şalupa, kayık, sandal (Chaloupe à chambouler gçl. tkz. Darmadağın etmek, altüst
rames, chaloupe à moteur). etmek, dağıtmak (Tu as tout chamboulé dans la
chalouper gsz. Omuzlarını iki yana sallayarak pièce pour retrouver un simple papier).
yürümek, oynamak, chambranle er. (Kapılarda, pencerelerde) Söve
chalumeau er. 1. Saman çöpü, kamış çubuğu (Boire pervazı.
de l'orangeade avec un chalumeau). 2. Kaval (Le c h a m b r e I . Oda, yatak odası (Unappartementà
berger joue un vieil air sur un chalumeau de sa trois chambres). 2. Koğuş. 3. Serbest meslek
fabrication). 3. tekn. Üfleç. adamları birliği, oda (Chambre de commerce:
chalut, er. (Balıkçılıkta) Sürtme ağı (Jeterle chalut, Ticaret odası. Chambre d'agriculture: Tarım
tirer le chalut). Odası. Chambre d'industrie: Sanayi Odası). 4.
chalutage er. Sürtme ağıyla avlanma, (Yargıevi örgütlerinde) Daire (Première chambre
chalutier er. 1. Sürtme ağı ile avlanan balıkçı. 2. d'un tribunal, deuxième chambre d'un tribunal).
Sürtme ağı çeken tekne; sürtme ağlarıyla 5. (Gemilerde) Kamara. 6. Millet Meclisi (La
donanmış balıkçı gemisi, Chambre est en vacances). 7. (İngiltere'de)
chamade diş. Kuşatılmışların borazan ve trampetle Meclis, Kamara (La Chambre basse, La Chambre
çaldıkları teslim işareti. § Battre la chamade: des communes: Avam Kamarası. La Chambre
Korku ve telaş içinde olmak (Son cœur battait la haute, La Chambre des pairs, La Chambre des
chamade). lords: Lordlar Kamarası). 8. Boşluk, hazne
chamaillerez. Çekişmek, dalaşmak, kavga etmek. (Chambre d'un mortier, d'une mine). § Chambre
§ Se chamailler: tkz. Bağrışarak tartışmak, basse: (İngiltere'de) Avam Kamarası. Chambre
birbirine girmek (S'accusant mutuellement de des communes: Avam Kamarası. Chambre haute:
tricher, les enfants se chamaillent dans la rue). Lordlar kamarası. Chambre civile de la Cour de
chamaillerie, chamaille diş. Birbirine girme, Cassation: Yargıtay hukuk dairesi. Chambre
bağrışıp çağrışma, tartışma, kavga etme (Vous me criminelle de la Cour de Cassation: Yargıtay ceza
cassez la tête avec vos chamailleries). dairesi. Chambers civiles réunies: Yargitayhukuk
chamailleur,euse s. ve ad. Gürültücü patırtıcı, genel kurulu. Chambres criminelles réunies:
velveleci (Des enfants chamailleurs). Yargıtay ceza genel kurulu. fRobe de chambre:
chambré 236 champignon
Sabahlık, ropdöşanbr. Pot de chambre: Lâzımlık. (Sinemacılık) Alan. § Champ de tir: Atış alanı.
Musique de chambre: Oda müziği. Valet de Champ d'aviation: Uçak alanı. Champ de
chaıftbre: Oda hizmetçisi. Femme de chambre: manœuvre: Manevra alanı. Champ d'exercises:
(Otellerde) Oda hizmetçisi kadın. Chambre de Talim sahası. Champ de courses: Koşu meydanı.
sûreté:Tutukevi,dam. Chambre noire: Karanlık Champ d'honneur: Savaş alanı, er meydanı.
oda. Chambre à air: (Otomobil vb.) İç lastik. Profondeur de champ: (Sinemacılık) Alan
Chambres antérieure et postérieure de l'œil: derinliği. A tout bout de champ: İkide bir, dem
Gözün ön ve art odaları. Stratège en chambre: dakka, yerli yersiz, olur olmaz. Sur-le-champ:
Her şey üzerinde felsefe yürüten yetkisiz ve Derhal, hemen, hemencecik. Battre aux champs,
sorumsuz kimse. Faire chambre à part: Odalarını sonner aux champs: Borular, trampetler çalarak
ayırmak, ayrı odalarda yatmak. Garder la selâmlamak. Donner la clef des champs à qn:
chambre: Sayrılık dolayısıyla sokağa çıkamamak. Birini azat etmek, serbest bırakmak. Laisser le
Mettre, tenir qn en chambre: Birini eve kapamak, champ libre: 1. Ortalığı boş bırakmak. 2. Geri
sokak yüzü göstermemek. Se confiner dans sa çekilmek, kendini geri çekmek. Laisser le champ
chambre: Evine kapanmak. Travailler en libre à qn: Birine istediği gibi davranmak olanağı
chambre: Dükkân açmadan evde çalışmak, vermek, birini alabildiğine özgür bırakmak.
chambré,e s. 1. (Kimi aygıtlar için) Hazneli. Prendre du champ: Hız almak için gerilemek, geri
chambrée diş. 1. Koğuş halkı, koğuştakiler. 2. Bir geri gitmek. Mourir, tomber au champ
koğuş dolusu ( Une chambrée de soldats). 3. Koğuş d'honneur: Savaş alanında, er meydanında
(Camarades de chambrée. Balayer la chambrée. ölmek. Prendre la def des champs: Kaçmak,
Les chambrées d'une caserne). tüymek, sırra kadem basmak. Se battre en champ
chambrer gçl. 1. Oda ısısında tutmak (On chambre clos: Düello etmek.
les vins rouges). 2. mec. Bir odaya kapatmak, Champagne diş. Şampanya bölgesi (Fransa'da).
sokağa çıkmasına engel olmak (Chambrer Champagne er. Şampanya (lia fait sauter le bouchon
quelqu'un). d'une bouteille de Champagne).
chambrette diş. Küçük oda, odacık. champagnisation diş. Şampanyalaştırma,
chambrière diş. 1. (Eskiden) Oda hizmetçisi. 2. şampanya haline getirme; şampanya yapma,
Uzun saplı kırbaç. 3. Koşulmamış iki tekerlekli champagniser gçl. Şampanyalaştırmak, şampanya
arabayı düz tutmak için altında bulunan açılır haline getirmek (Champagniser un vin).
kapanır destek, champart er. 1. Eskiden tımar sahiplerinin aldıkları
chameau er. 1. hayb. Deve (Chameau à une bosse, ekin vergisi. 2. Buğday, arpa ve çavdarın karışık
chameau à deux bosses). 2. mec. tkz. Kötü kimse, ekilmesi.
sevimsiz adam. 3. Gemileri deniz içinde askıya champenoises, ve ad. Şampanya bölgesine değgin,
almak için kullanılan duba. 4. s. tkz. Huysuz, Şampanyalı.
edepsiz (Quel vieux chameau que cette femme-là! champêtre s. Kıra değgin, tarlaya ilişkin (La vie
Il devient de plus en plus chameau). champêtre: Kır yaşamı. Travaux champêtres:
chamelier er. Deveci, Tarla işleri) § Garde champêtre: Kır bekçisi,
chamelle diş. Dişi deve, maya, arvana. champi; champis,se s. ve ad. Piç; tarlalarda
chamelon er. Deve yavrusu, potuk, bulunmuş (François le Champi).
chamérops [kamerops] er. Bodur hurma ağacı, champignon er. 1. Mantar (Certains champignons
chamois er. 1. Dağkeçisi (Agilité du chamois). 2. sont comestibles, d'autres sont toxiques.
Güderi (Gant de chamois). 3. s. Açık san, saman Champignons vénéneux). 2. Ucu topuzlu askı. 3.
rengi, güderi rengi (Une robe chamois). Yanmakta olan fitilin ucunda meydana gelen baş.
chamoisage er. (Derileri) Güderi yapma, 4. Yaralarda meydana gelen gevrek doku. 5. tkz.
güderileme. Gaz pedalı. § Champignon atomique: Atom
chamoiser gçl. (Derileri) Güderi yapmak, bombasının patlamasıyla oluşan bulut kümesi.
güderilemek. Ville champignon: Gece kondu kent, mantar gibi
chamoiserie diş. 1. Güdericilik. 2. Güderi atölyesi, biten kent, birdenbire türeyen kent. Appuyer
champ er. 1. Tarla (Labourer un champ. Les sur le champignon: Gaza basmak, arabayı hızlı
champs de blé). 2. ç. Kir (La vie des champs. sürmek. Pousser comme un champignon: ...Çok
Fleurs des champs). 3. Alan, "meydan (Champ çabuk gelişmek, büyümek. Mantar gibi bitmek
d'action, champ d'activité. Champ de bataille). 4. (Dans le désert une ville a poussé comme un
Zemin (Le champ d'une médaille). 5. champignon. L'air de la campagne réussit à cet
champignonnière 237 chanfreiner
yapmak, pah açmak, köşesini çatmak, başka yerlere gitmek. Changer les idées à qn:
change er. 1. Değişme; değiştirme; değişiklik (Le Birini dinlendirmek, sıkıntısını gidermek (Un
change des saisons. Aimer le change). 2. Değiş petit voyage lui changera les idées). Changer qch
tokuş. 3. Kambiyo (Opération de change. Bureau en bien, en mieux: Bir şeyi düzeltmek, daha iyi
de change). 4. Kambiyo ücreti. 5. Sarraflık; duruma getirmek. Changer qch en mal, en pire:
borsacılık. 6. Sarraf dükkânı; borsa. 7. Bir şeyi berbat etmek, daha kötü duruma
Kovalanan bir hayvanın, köpekleri bir başka avın getirmek. Changer de couleur, de visage: Yüzü
ardına takmak için yaptığı oyun. § Donner le renkten renge girmek, kızarıp bozarmak.
change à qn: Birini kandırmak, aldatmak, birine Changer de batterie: Başka bir çareye
oyun etmek. Gagner, perdre au change: Bir değiş başvurmak, kurduğu planı değiştirmek. Changer
tokuşta, para değiştirmede kazanmak, yitirmek. de cap: Rota değiştirmek. Changer de note:
Prendre le change: 1. Bir avın ardına takılmak Sesinin tonunu değiştirmek, makam değiştirmek.
(Les chiens prennent le change). 2. Aldanmak, Changer son fusil d'épaule: Karar ve taktik
aldatılmak, oyuna gelmek, değiştirmek, başka çareye başvurmak (Quand
changeable s. Değiştirilebilir, değiştirilir (Des j'ai vu que je n'arrivais à rien de cette façon, j'ai
choses de convention fort lentement changeables ). décidé de changer mon fusil d'épaule). Les temps
changeant,e s. 1. Değişken, her an değişebilen, sont bien changés: Zaman çok değijti, durum ve
(Humeur changeante. Au printemps le temps est koşullar değişti. § Se changer: Çamaşır
très souvent changeant. La fortune est değiştirmek, giyim değiştirmek, üstünü
changeante). 2. Görünüm ve rengi ışık durumuna değiştirmek (Tu es bien mouillé, change-toi).
göre değişen, yanardöner (Etoffe changeante, changeur er. Sarraf.
couleur changeante). 3. Kararsız, bukalemun (Tu chanoine er. Piskoposluk kurulu üyesi. § Etre gras
es très changeant dans tes idées). comme un chanoine: mec. tkz. Besili domuz gibi
changement er. 1. Değiştirme (Changement olmak ; yüzünden kan damlamak, semirik olmak.
d'adresse, changement de pays, de résidence). 2. chanoinesse diş. 1. (Eskiden) Geliri olan rahibe. 2.
Değişme, değişim, aynı durumda kalmama* (Şimdi) Anasonlu çörek,
(Toutes les créatures sont sujettes au changement). chanson diş. I. Türkü, şarkı (Chanson populaire,
3. Değişiklik (Changement de cabinet, chanson moderne. La chanson du grillon, du
changement de régime, changement de vent). 2. mec. Boş lakırdı, masal, nakarat (C'est
programme). § Changement d'air: Hava toujours la même chanson: Hep aynı nakarat). 3.
değişimi, "tebdil hava. mec. tkz. Sıkıntı, belâ (Voilà une autre chanson:
changer gçl. 1. Değiştirmek (Changer sa voiture, Al sana bir sıkıntı daha). § Chanson de geste:
changer les rideaux de sa chambre). 2. Changer Yiğitlik destanı. Chanson à boire: Meyhane
qn: Birinin çamaşırını, altını değiştirmek türküsü.
(Changer un malade, un enfant). 3. Başka biçime chansonner gçl. (Birini) Türkü ile alaya almak,
sokmak, değiştirmek (Je vais changer ma voix birinin üstüne türkü çıkarmak, birine türkü
pour n'être pas reconnu). 4. Changer qch pour yakmak (Chansonner le gouvernement,
qch, contre qch: Bir şeyi -ile değiştirmek; bir para chansonner un ministère).
verip başka bir para almak (Il ne changera pas sa chansonnette diş. Türkücük, kısa türkü (La jeune
place pour la tienne. Nous avons changé des fille cousait en chantant sa chansonnette).
dollars contre des francs). S. Changer de qch: -sini chansonnier er. 1. (Eskiden) Türkü kitabı, türkü
değiştirmek (Changer d'idées, changer de cöngü, halk ozanlarının lirik parçalarını içinde
chemise, de cravate). 6. Changer qch en qch: Bir toplayan kitap. 2. (Eski) Özellikle taşlamalı
şeyi... haline getirmek, -e çevirmek, türküler yazan, besteleyen kimse. 3. (Şimdi)
dönüştürmek (Changer un métal en or. Changer Günlük konular üzerine taşlamalar y azan ve bunu
un doute en certitude). 7. Changer de qch avec qn: kabarelerde yer yer şarkı biçiminde okuyan
Bir şeyini biriyle trampa etmek, değiştirmek (line sanatçı (Théâtre de chansonniers. Ces deux
voudrait pas changer deplace avec toi). 8. Changer chansonniers interprètent un sketch rempli
qn: Bambaşka yapmak, görünüşünü değiştirmek d'allusions politiques).
(Cette nouvelle coiffure vous change beaucoup). chant er. 1. müz. Ezgi (Professeur de chant). 2.
9. gsz. Değişmek (Tout change dans la nature. Le Beste. 3. Türkü, şarkı (Chantspopulaires, chants
temps va changer. Tu as beaucoup changé ces patriotiques). 4.ed. Destan bölümü; bestelenmek
derniers ans). § Changer d'air: Hava değiştirmek, üzere yazılmış lirik şiir (Les chants de Pindare;
chantage 239 chapardage
chant nuptial). S. Dört köşeli bir şeyin chanterelle: Bam teline basmak; birini bir şeye
uzunluğuna olan dar yüzü (Le chant d'une inandırmak için zayıf noktası üzerinde durmak,
brique). § De chant, sur chant: Dar yüzü üzerine, chanteur,euse s. 1. Ötücü (Oiseaux chanteurs). 2.
kılıcına (Mettre de chant une brique, poser sur ad. Şarkıcı (Chanteur populaire. Chanteuse
chant une pierre). Chant grégorien: Ortaçağ kilise d'opéra). § Maître chanteur: Şantajcı,
bestesi. chantier er. 1. "Koruncak, "depo; "arakoruncak,
chantage er. Şantaj (La police a arrêté deux escrocs "antrepo (Chantier de bois, chantier de charbon).
qui se livraient à un chantage sur un homme 2. Marangoz yada taşçı işliği (Poser une pierre sur
politique), g Faire du chantage: Şantaj yapmak, le chantier pour l'équarrir). 3. Gemilik, "tersane.
chantant,e s. 1. Şarkı söyleyen. 2. Akılda 4. Gemi kızağı (Un navire sur le chantier). 5.
tutulabilen, bestesi kolayca belienebiien (Un air (Şarap mahzenlerinde) Fıçı kereveti (Mettre du
très chantant). 3. Ahenkli, uyumlu (Une voix vin sur le chantier). 6. İşlik, şantiye (Chantier de
chantante, un accent chantant). 4. Şarkılı, içinde construction. Le chantier est interdit au public par
şarkı söylenen (Café chantant). une palissade). 7. mec. tkz. Karmakanşık yer,
chanteau er. (Ekmekten yada kumaştan kesilmiş) dağınıklık içinde olan yer (Range un peu ta
Büyük parça, chambre, c'est un vrai chantier).% Etre en chantier:
chantefable diş. Ortaçağda, bir bölümü düzyazı bir Hazırlanmak, yapılmakta olmak, tezgâha
bölümü uyaklı öykü; içinde yer yer türküler, konmak (Cet auteur a plusieurs livres en chantier.
şiirler bulunan öykü, şarkılı masal, şarkılı destan. La pièce est déjà en chantier). Mettre qch en
chantepleure diş. 1. Borusu uzun ve delikli şarap chantier: Yapmak, hazırlamak, tezgâhlamak,
hunisi. 2. Fıçı musluğu. 3. Bir tür sulamaç. 4. Su düzenlemek (Mettre un travail en chantier. Ilamis
akacak duvar yarığı, akılga. en chantier une enquête sur les loisirs).
chanter gsz. 1. Şarkı söylemek, türkü söylemek, chantonnement er. Şarkı mırıldanma,
yırlamak (Les ouvriers travaillent en chantant). 2. chantonner gsz. 1. Şarkı mınldanmak (Il joue seul
Ötmek (Le coq chante. Les oiseaux chantent). 3. en chantonnant). 2. gçl. -i mırıldanarak söylemek,
Ses çıkarmak (La bouilloire chante). 4. Hoş bir ses mırıldanmak (Chantonner une chanson, une
çıkarmak, şarkı söylercesine ses çıkarmak (Il romance).
chante en parlant). S. mec. hkr. Söylenmek, chantourner gçl. (Bir ağacın, taşın yada maden
dırlanmak (Tu n'as pas cessé de chanter!). 6. gçl. parçasının) İçini oyup dışını yontarak işlemek,
Okumak, söylemek (Chanter une chanson, un chantre er. 1. Yırlayıcı, kilise yıriayıcısı (Le chantre
air). 7. gçl. Şarkılarla kutlamak (Chantons l'An entonna le Magnificat). 2. mec. Ozan, epik yada
neuf). 8. gçl. Dile getirmek (Ce poète a chanté lirik ozan (Le chantre d'Achille: Homeros. Le
toujours l'amour). 9. gçl. Övmek (Chanter un chantre des Géorgiques: Virgilius. Le chantre de
héros). 10. gçl. Gevelemek (Qu'est-ce que tu nous Thrace: Orpheus). 3. mec. Savunucu, dile
chantes là?). 11. Chanter à qn: -in işine gelmek, -e getiren, sözcü (Walter Scott, le chantre des races
bir şey demek (Ça ne me chante pas), f C'est opprimées). f Les chantres des bois: Kuşlar. Voix
comme si on chantait: Boşuna, yaran yok (On a de chantre: Gür ve tok ses. Etre gras comme un
beau le mettre en garde, c'est comme si on chantre: Besili domuz gibi olmak, semirik olmak.
chantait). Si ça vous chante: İşinize gelirse. chanvre er. Kenevir (Graines de chanvre. Fibre de
Comme ça vous chante: Canınız nasıl chanvre). § Cravate de chanvre: mec. İp, idam
isterse.Chanter pouilles à qn: Birine küfürü ipi. Corder du chanvre: Kenevir büküp sicim
basmak, birini iyice kalaylamak, ağzının payım yapmak, ip yapmak.
vermek. Chanter les louanges de qn: Birine chanvrier,ère s. 1. Kenevire değgin (Industrie
övgüler düzmek, birini göklere çıkarmak. chanvrière). 2. ad. Kenevir işçisi,
Chanter victoire: Ortalığı velveleye vermek, chaos [kao] er. 1. Kaos. 2. mec. Karışıklık,
başarısından dolayı çok öğünmek, yengisini her karmakanşıklık, düzensizlik kargaşa (Les
tarafa duyurmak (Ne chantez pas victoire trop tôt, bombardements avaient plongé la ville dans le
votre adversaire n'a pas encore dit son dernier chaos. Mes affaires sont dans un chaos
mot). Faire chanter qn: Birine şantaj yapmak, épouvantable).
chanterelle diş. 1. Çalgılarda en ince sesi çıkaran tel chaotique s. Karmakanşık, dağınık (Un style
(Chanterelle de violon). 2. (Avcılıkta) Çığırtkan chaotique. Le spectacle chaotique d'une ville
düdük, başka kuşları avlamak için kafeste taşınan bombardée).
ötücü kuş. 3. Bir tür mantar. § Appuyer sur la
chapardage er. Aşırma, araklama, çalma (Il vit de
chaparder 240 chapitre
(Présider au chapitre). 6. mec. Konu (Je suis hastalığı, karakabarcık (Charbon contagieux du
sensible sur ce chapitre). § Au chapitre de, sur le mouton). § Charbon ardent: Kor. Charbon de
chapitre de: Konusunda, alanında (Il est très terre: Taşkömürü. Charbon de bois:
sévère sur le chapitre de la discipline. Je ne suis pas Odunkömürü. Etre sur des charbons ardents:
très difficile au chapitre de la nourriture). Avoir Kaygılar içinde olmak, sabırsızlanmak,
voix au chapitre: Söz sahibi olmak, söyleyecek huzursuzluktan yerinde duramamak. Marcher
sözü olmak. sur des charbons ardents: Diken üstünde
chapitrer gçl. 1. (Bir rahibi) Mecliste azarlamak, oturmak; tehlikeli ve nazik bir durumda
suçlamak (Chapitrer un religieux). 2. Azarlamak, bulunmak.
paylamak (Chapitrer un mauvais élève). 3. charbonnage er. Madenkömürü işletmesi (La
Bölümlere, "fasıllara ayırmak (La commission Direction des Charbonnages de Turquie).
parlementaire a chapitré le budget). charbonner gçl. 1. Yakıp kömür gibi yapmak. 2.
chaplinesque s. Şarlo (Charlie Chaplin) gibi; Kömür sürerek karartmak (Charbonner un mur).
Şarlo'ya özgü. 3. gsz. Kömürleşmek, yanıp kömür haline gelmek
chapon er. 1. Besi için iğdiş edilmiş horoz. 2. Tirit. 3. (Rôti qui charbonne). 4. gsz. Duman yapmak,
Sarmısak sürülmüş ekmek, duman çıkarmak (Le poêle à mazout charbonne
chaponner gçl. Besi için iğdiş etmek (Chaponner un quand le tirage est insuffisant). S. gsz. Kömür
jeune coq). ikmali yapmak (Le navire charbonne).
chapska, schapska er. Eskiden kullanılan bir asker charbonnerie diş. 1. Kömür deposu. 2. Fransa'da,
başlığı; şapka, Restorasyon döneminde kurulmuş gizli bir
chaptalisation diş. (Şıraya) Mayalanmadan önce siyasal dernek,
şeker katma, şekerleme, charbonneux,euse s. 1. Kömürü andıran, kömür
chaptaliser gçl. ((Şıraya) Mayalanmadan önce gibi kara (Un visage charbonneux). 2. Şarbon
şeker katmak, şekerlemek, hastalığına değgin, karakabarcıkla ilgili (Tumeur
chaque i. 1. Her (Chaque pays, chaque femme). 2. charbonneuse. Fièvre charbonneuse).
Herbiri, tanesi (Ces cravates coûtent cent francs charbonnier,ère ad. 1. Kömürcü (Noir comme un
chaque). § Chaque chose à sa place: Her şey charbonnier). 2. s. Kömüre değgin;
yerinde olmalı. A chaque insant: Her an. A chaque kömürcülükle ilgili (La production charbonnière
jour suffit sa peine: Her günün kaygısı kendine a augmenté. Industrie charbonnière). 3. er.
yeter; gelecek için önceden üzülmeğe değmez, Kömür şilebi. § Charbonnier est maître dans sa
char er. 1. (Eskiden) Savaş yada yanş arabası maison, chez lui: Herkes kendi evinin efendisidir;
(Course de chars). 2, (Bugün) Araba (Le char à her horoz kendi çöplüğünde öter.
bœufs: Öküz arabası). 3. Tank (Régiment de chabonnière diş. 1. Odunkömürü ocağı. 2.
charş). § Char de combat, char d'assaut: Zırhlı Baştankara denilen bir iskete kuşu türü.
savaş arabası, zırhlı otomobil. Char funèbre: charcuter gçl. 1. Doğramak, kesmek (Charcuter de
Cenaze arabası. Char à banc: İnsan taşımakta la viande). 2. mec. tkz. Kasap gibi kesmek,
kullanılan, içine oturulacak yerler yapılmış beceriksizce ameliyat yapmak (Le mauvais
araba. Faire du char à qn: argo. (Bir kıza) Kur chirurgien l'a charcuté).
yapmak. Sans char: tkz. Şaka değil, ciddi olarak, charcuterie diş. 1. Domuz kasaplığı. 2. Domuz
char, charre er. argo. Blöf (Tout ça, c'est du char). kasabı dükkânı. 3. Domuz etinden yiyecekler (II
charabia er. Saçma, zırva, anlaşılmaz sözler (C'est se nourrit de charcuterie). 4. Konserveler ile sosis,
du charabia). sucuk, salam gibi şeyler satan dükkân, şarküteri,
charade diş. 1. Hece bilmecesi; bilmece (Jouer aux charcutier,ère ad. 1. Domuz kasabı. 2. Şarküteri
charades). 2. Anlaşılmaz söz. § Jouer aux sahibi. 3. Beceriksiz cerrah, kasap gibi cerrah,
charades: (Bir oyun) Mimiklerle bir sözcüğü chardon er. bitb. 1. Bileşikgillerin dikenli türii,
tanımlayıp karşısındakine buldurmaya çalışmak, diken, devedikeni (Les ânes aiment manger des
charadriidés [luuıadRÜdeJ er. ç.Yağmurkuşugiller, chardons. Nettoyer un champ de ses chardons). 2.
yağmurculgiller. (Duvarlardan, parmaklıklardan geçilmesini
charançon er. Bitki biti (Charançon du blé, duriz). önlemek için konulan) Dikenli tel, dikenli engel,
charançonné,e s. Bit yemiş, bit yeniği olan (Blé chardonneret er. hayb. Saka kuşu.
charançonné). charge diş. 1. Yük (Porter une charge à bras, sur les
charbon er. 1. Kömür (Mine de charbon). 2. Kömür épaules. Charge d'un wagon, d'une charrette). 2.
parçası (Il a eu un charbon dans l'œil). 3. Şarbon Yüküm, yükümlülük (Il a de grosses charges
chargé 242 chargette
familiales. Toute la charge en tombe sur moi). 3. jours-ci). 3. Dolu (Un fusil chargé). 4. Çok süslü,
Görev (Votre charge ne demande aucun travail. ağır (Un style chargé). § Lettre chargée: Değerli
On lui a confié la charge d'organiser la publicité). mektup. Chargé d'affaires: (Diplomat) İşgüder,
4. Resmi görev, memurluk (Charge d'officier maslahatgüzar. Chargé de cours: Öğretim
ministériel, charge de notaire. Il a occupé de hautes görevlisi. Avoir l'estomac chargé: Midesi çok
charges). 5. Vergi (Charge foncière, charges dolu olmak, midesinde bir ağırhk olmak. Avoir la
sociales). 6. Suç kamta, suç belgesi (C'est une langue chargée: Dili pas tutmak, dili bembeyaz
charge contre l'accusé). 7. (Silah) Doldurma (La olmak. Etre chargé de qch, de f. qch: -ile dolu
charge d'un fusil, d'un canon). 8. Silaha olmak; -ile görevli olmak; -mekten sorumlu
doldurulan barut ve mermi (Charge d'explosifs). olmak (Unemainchargéedebagues. Je suis chargé
9. (Düşmana) Saldırış, saldırı (Charge de de contrôler toute la correspondance. Il est chargé
cavalerie. Charge à la baïonnette). 10. ask. Saldın d'une haute fonction). Etre chargé d'ans: Yaşlı
borusu, "hücum borusu (Sonner la charge, battre olmak. Etre chargé d'honneurs: Çokünlü olmak.
la charge: Saldırı borusu çalmak, "hücum borusu chargement er. 1. Yükleme (Chargement d'une
çalmak). 11. Bir aygıta elektrik verme ve verilen voiture, d'un wagon, d'un mulet. Appareil de
elektrik miktan (La charge d'une batterie chargement). 2. Yük. 3. (Silah) Doldurma
d'accumulateurs. Courant de charge). 12. Her (Chargement d'un fusil). 4. Değer yükletilmiş
hangi bir şeyi sertleştirmek için içine katılan mektuplar, değerli evrak (Bureau des
madde. 13. Karikatüre kaçan resim (Portrait en chargements).
charge). 14. mec. Kaba güldürü (Jouer un rôle en charger gçl. 1. Yüklemek (Charger un animal, une
charge. Cette farce est une charge burlesque). 15. voiture, un navire). 2. Yerleştirmek (Charger une
Şaka, aldatmaca, gülünç abartma. § Femme de valise dans le coffre de la voiture). 3. (Bir taşıta)
charge: Çamaşırcı yada bulaşıkçı kadın; Almak, bindirmek (Le taxi qui charge un client.
temizleyici. Bête déchargé: Yük hayvanı. Témoin Le cocher a chargé un client). 4. Doldurmak
à charge: Aleyhte tanık. A charge de:-koşuluyla, (Charger un fusil, un canon). 5. Saldırmak,
"şartıyla (Tu peux utiliser ma voiture à charge pour üstüne çullanmak (Charger l'ennemi. Le sanglier
toi de la maintenir en bon état). A charge de charge les chiens). 6. Suçlamak, aleyhinde
revanche: Geri vermek koşuluyla, karşılığını konuşmak, karalamak (L'accusé a chargé son
yapmak koşuluyla, sırası geldiğinde aynım complice). 7. Şişirmek, abartmak (Un poète qui
yapmak üzere (Pourriez-vous me prêter un peu charge ses descriptions). S. Üstüne ağır gelmek,
d'argent, à ma charge). Avoir charge de f.qch: ağır basmak, yüklenmek (La voûte charge trop ce
Görevi -mek olmak (Il a charge de faire ceci). pilier). 9. gsz. Saldırmak, çullanmak (Le lion a
Donner à qn charge de f.qch: Birine -mek gôrevini chargé) .10. Charger qch de qch: a) -ile doldurmak
vermek (On lui a donné charge de faire toute (Charger une table de mets. Chargerunouvragede
l'organisation). Etre à charge à qn: 1. Birini citations. Charger un poêle de combustibles), b)
masrafa sokmak (Il tenait à travailler pour ne pas -in altında ezmek (Charger un peuple de taxes,
être à charge à ses hôtes). 2. Birine yük olmak (Je d'impôts), c) Bir şeye... yüklemek (Charger un
ne veux pas être à charge à mes parents). 3. Birine navire de charbons). 11. Charger qndeqch: Birini
ağır gelmek, güç gelmek (Il est si affaibli que le bir şeyle görevlendirmek (Charger un avocat de la
moindre travail lui est à charge). Etre à la charge de défense). 12. Charger qn de f.qch: Birini -mekle
qn: 1. -in üstüne kalmak, bakımı -e ait olmak görevlendirmek (On m'a chargé de surveiller les
(Devenu impotent, il était à la charge de son enfants). § Se charger: 1. Yüklenmek. 2. (Silâh)
neveu). 2. -e ait olmak (Les frais de voyages sont à Doldurulmak. 3. Birbirine saldırmak. 4. (Bir işi)
la charge de notre gouvernement). Prendre qch en Üstüne almak. 5. Se charger de: -i üstüne almak,
charge: 1. Bir şeyi üzerine almak, bir şeyin -ile uğraşmak, -in yapımım, bakımım,
sorumluluğunu yüklenmek (Le chef est celui qui sorumluluğunu üstlenmek (Je me charge de la
prend tout en charge). 2. Birinin bakımını üstüne cuisine. Il s'est chargé des enfants pendant notre
almak (Ils ont pris en charge un orphelin). absence). 6. Se charger de f. qch: -meyi üstüne
Revenir, retourner à la charge: Yaptığı atılımda almak, -mekle görevlenmek (Jeme chargedefaire
direnmek, isteklerini yinelemek. Sonner la la cuisine. Qui veut se charger de faire cette
charge: Hücum borusu çalmak, démarche?).
chargé,e s. ve ad. 1. s. Yüklü (Un wagon bien
chargette diş. (Fişek doldurmak için) Barut ve
chargé). 2. tşi çok, meşgul (Je suis très chargé ces
saçma ölçüsü; 'doldurumluk.
chargeur 243 charmer
chargeur,euse s. ve ad. 1. Yükleyici (Chargeur de l'écouter). Charité bien ordonnée commence par
bois, de charbon). 2. diş. Yükleme aracı, soi-même: Önce can sonra canan,
doldurma makinası. charivari er. 1. Hay huy. 2. Büyük gürültü; gürültü
chargeur er. 1. (Silâhta) Şarjör, carcur (Il a vidé patırtı.
plusieurs chargeurs en tirant. Chargeur de charlatan er. 1. (Eskiden) Pazarlarda,
mitraillette). 2. Elektrik doldurucu (aygıt). 3. meydanlarda kocakarı ilâcı satan kimse. 2.
(Makinalı tüfek top vb.) Doldurucu, mermi Üfürükçü (ila été victime de plusieurs charlatans
sürücü er (Les chargeurs et les pourvoyeurs d'un qui n'ont fait qu'aggraver son mal). 3. Pazarlarda
canon). binbir dil dökerek öteberi satan kimse, meydan
chariot er. 1. Dört tekerlekli yük arabası (Chariot de çığırtkanı. 4. Yaygaracı, şarlatan (Un charlatan
foin, chariot de fourrage, chariot de ferme). 2. politique). 5. s. Şarlatan, yaygaracı (Il a l'air un
(Yeni yürümeye başlayan çocuklar için) Tay tay peu charlatan).
arabası (Chariot d'enfant). 3. Kimi makinalarda charlatanerie diş. Şarlatanlık, yaygaracılık,
ve el tezgâhlannda işlenen şeyi sağa sola götürüp charlatanesque s. 1. Şarlatanca. 2. Üfürükçülere
getiren kayar bölüm? kayarga (Chariot de métier à özgü (Un remède charlatanesque: Üfürükçü ilâcı,
tisser. Chariot de machine à écrire). 4. Evin içinde kocakarı ilâcı).
her yana hareket ettirilebilen tekerlekli yemek ya charlatanisme er. 1. Şarlatanlık. 2. Üfürükçülük
da içki masası (Chariot à liqueurs, chariot à (Ne soyez pas dupe de tout ce charlatanisme, allez
desserts). 5. Tekerlekli küçük yük arabası (Dans voir un médecin).
les gares, on porte les bagages sur les chariots). § Le charlemagne er. (İskambilde) Kupa papazı. § Faire
chariot de David: hlk. Büyükayı burcu, charlemagne: (Kumarda) Kazanınca oyundan
charismatique [kaxismatik] s. Büyüleyici, çekilivermek.
etkileyici, arkasından sürükleyici (Un leader charlotte diş. 1. Fırında kızartılmış ekmekle
charismatique). çevrilmiş elma ezmesi. 2. Fırfırlı kadın şapkası,
charisme [kaxism(a)] er. Büyüleyicilik, charmant,e s. 1. Çok güzel (Une robe charmante.
etkileyicilik, sürükleyicilik, "büyüleyim. Une soirée charmante). 2. Hoş, gönül çekici,
charitables. 1. Acıması olan, acımalı, "merhametli "cazibeli (Une femme charmante. Un récit
(Une âme charitable. Vous n'êtes pas très charmant). §Le prince charmant: 1.
charitable). 2. İyiliksever. 3. Gönül alıcı (Un (Masallardaki) Peri padişahının oğlu. 2. Yakışıklı
sourire charitable, un geste charitable). delikanlı.
charitablement bel. 1. İyilik olsun diye, iyilik işlemiş charme er. 1. Büyü (Le charme est rompu: Büyü
olmak için (Je vous avertis charitablement que je bozuldu). 2. Sevimlilik, çekicilik, "cazibe (On ne
vais porter plainte. On lui a charitablement offert peut pas rester insensible au charme d'un tel
de l'aider). 2. Gönül alıcı bir biçimde (// nous a paysage. Cette femme a un grand charme). 3. ç.
accuellis charitablement). Güzellik (Les charmes d'une femme). 4. bitb.
charité diş. 1. İyilikseverlik, yardımseverlik, Gürgen ağacı. 8 Avoir du charme: Çekiciliği,
"merhamet (Sa charité a fait de lui l'ami de (pus les sevimliliği olmak; çekici, "cazibeli, sevimli
humbles). 2. Erdem, iyiyüreklilik, iyilik (Vous olmak; şeytan tüyü olmak. Exercer un charme,
excusez sa négligence avec beaucoup de charité). jeter un charme: Bir büyü yapmak. Faire du
3. Sadaka (Le mendiant demande la charité. Il vit charme à qn: Birinin hoşuna gitmeye çalışmak,
des charités de ses voisins). 4. Tanrı sevgisi (La birine işmar edip göz süzmek, kırıtmak (Elle lui
charité servait Dieu au travers de l'individu). S faisait du charme, mais il ne la regardait même
Œuvres de charité: İyilik, hayır. Dames de charité: pas). Mettre, tenir qn sous le charme: Birine büyü
Hayır işlerinde, yardım derneklerinde çalışan yapmak, birini büyülemek, büyüsü altına almak.
kadınlar. Sœurs, frères de la Charité: Ermiş Rompre un charme: Bir büyüyü bozmak. § Se
Vincent de Paul tarikatından olan rahibeler, porter comme un charme: tkz. Sağlığı çok iyi
rahipler. La Charité: (Paris ve Lyon'da) olmak, turp gibi olmak, demir gibi olmak,
"Hastane, saynlarevi. Vente de charité: Yardım charmer gçl. 1. Büyülemek, 'afsunlamak
dernekleri adına yapılan satış. Etre à la charité: (Charmer un serpent). 2. mec. Büyülemek,
Büyük bir yoksulluk içinde olmak, nerdeyse hayran etmek, hayran bırakmak (Le paysage
dilenmek. Faire la charité: Hayır yapmak, sadaka nous a charmés. Sa voix m'a charmé). 3.
vermek. Faireiqn la charité def.qch: Birine-mek Yumuşatmak, yatıştırmak, hafifletmek
iyiliğini göstermek (Faites-lui la charité de (Charmer une douleur, une peine). 4. Çok
charmeur 244 charrier
sevindirmek, hoşnut etmek (Votre invitation m'a charpenter gçl. 1. Yontmak, doğramak
charmé). 5. Etre charmé de qch; de f. qch: -e (Charpenter une poutre). 2. mec. Düzenlemek,
sevinmek; -diğine çok sevinmek, -den memnun kurmak, hazırlamak, planlamak (Il a bien
olmak (J'ai été charmé de votre gentille visite. J'ai charpenté son discours. Vous avez solidement
été charmé de faire votre connaissance). charpenté votre roman).
charmeur,euse ad. 1. Büyücü, afsuncu (Charmeur charpenterie diş. 1. Dülgerlik, doğramacılık. 2.
de serpents). 2. mec. Büyüleyici, baştan çıkarıcı Dülger işliği,
(C'est un grand charmeur). 3. s. Büyüleyici, charpentier er. 1. Dülger, doğramacı. 2. Dülger
esritici, çok hoş (Elle souriait d'un air charmeur. işleri üstencisi.
Une voix aux inflections charmeuses). charpie diş. (Eskiden yaralan tımaretmekte pamuk
charmille dis. 1- Gürgen fidanlığı. 2. Gürgenli çit ve gazlı bez yerine kullanılan) Tiftik yada kumaş
(Planter une charmille). 3. İki yanı gürgen dikili şeridi (Faire de la charpie pour les soldats). §
yol. 4. Yeşillikler, yemyeşil alan (Allons sous la Viande en charpie: Çok pişerek dağılmış, lime
charmille où l'églantier fleurit). limeolmuş et. Mettre qch en charpie: Bir şeyi lime
charnel,le s. 1. Tensel, tene değgin; tenin lime etmek, ufak ufak doğramak. Mettre qn en
isteklerine değgin, *kösnül, şehvanî (Plaisirs charpie: Birini kıyım kıyım doğramak, öldürüp
charnels). 2. Tensel, cinsel (Amour charnel, vücudunu parça parça etmek,
union charnelle, acte charnel). 3. Kösnül, charrée diş. Çamaşır külü, giysi yumakta
"şehvetli, kösnüye düşkün (Un homme charnel). kullanılan kül.
charnier er. 1. Et dolabı. 2. Ölü kemikleri mahzeni, charretée diş. 1. Bir araba dolusu (Une charretée de
kemiklik. 3. Ölülerin dolduruldukları çukur (Les bois, de paille). 2. tkz. Bir sürü, bir yığın (II a reçu
charniers des camps de concentration). une charretée de lettres à la suite de son article).
charnière diş. 1. Menteşe (Charnière de portes et de charretier,ère s. vead. 1. Arabacı. 2. Kaba adam. 3.
fenêtres. Charnière de valise, de coffre). 2. mec. s. Arabalara özgü (Chemin charretier, porte
Birleşme noktası, birleşme çizgisi, kavşak, ara, charretière). § Jurer comme un charretier: Pis
geçit (Nous sommes à la charnière de deux ağızlı olmak, pis pis sövmek, arabacılar gibi
époques). küfretmek.
charnu, e s. 1. Etten; etten yapılmış (Les parties charreton, charretin er. 1. Korkuluğu bulunmayan
charnues du corps). 2. Etli (Lèvres charnues). 3. küçük araba. 2. El arabası,
Etli, yenecek bölümü bol (Fruits charnus). 4. charrette diş. İki tekerlekli, yaysız yük arabası,
Kalın, dolgun (Feuilles charnues). yalkı (Atteler une charrette. Mener, conduire une
charognard er. 1. Akbaba. 2. tkz. Başkalarının charrette). § Charrette à bras: İki yada üç kişinin
düşkünlüğünü sömürücü, leş kargası, ölü soyan, çektiği oklu küçük araba. Charrette anglaise: İki
kefen soyguncusu, tekerlekli gezinti arabası. Etre la cinquième roue
charogne diş. 1. Çürümüş hayvan leşi, leş (Les de la charrette: Önemli bir kimse olmamak, sözü
oiseaux de proie s'abattaient sur la charogne edilmeye değmemek, kahve dövenin hınk
puante). 2. tkz. Pis herif, it (Cette charogne nous deyicisi olmak,
jouera un sale tour). charriage er. 1. Araba ile taşıma (Le charriage des
charpantage er. (Ev, gemi için) Çatı çatma, betteraves). 2. coğr. Aşma; geniş ölçülü
iskeletini kurma, kıvrımlarda, çok kıvrılmış katmanların bir yana
charpente diş. 1. Yapı kafesi, çatma (La charpente doğru iyice yatarak ileri doğru uzanması ve
d'untoit, d'unemaison, d'unnavire, d'unpont). 2. böylece başka yerleri aşarak başka katmanların
Çatı, iskelet (La charpente du corps humain, la üzerine yatması olayı,
charpente d'une feuille). 3. Vücut, yapı (Il a une charrier er. Kül bezi.
charpente puissante). 4. Plan, * tasar , taslak (La charrier gçl. I. Araba ile taşımak (J'ai besoin d'une
charpente d'un roman, d'un livre). § Avoir une brouette pour charrier ces sacs de ciment). 2.
solide charpente: Sağlam bir yapısı olmak, güçlü Taşımak (Tu ne peux pas charrier tout ce matériel
kuvvetli olmak, sur ton dos). 3. Sürüklemek, sürükleyip getirmek
charpenté, e s. 1. İri yapılı, iri yarı, sağlam yapılı (La rivière charrie du sable, du limon, des
(Un garçon bien charpenté). 2. Kuruluşu sağlam, glaçons). 4. Önüne katıp sürüklemek, toplamak
yapısı iyi düzenlenmiş (Un roman ^solidement (Le ciel charriait des nuages). 5. mec. hlk. Alay
charpanté. Cette pièce de théâtre n'est pas bien etmek, işletmek, matrak geçmek (Tout le monde
charpentée). le charrie). 6. Obartmak, abartmak, ileri gitmek
charroi 245 chasser
(Il aurait pu me prévenir avant de partir, il av. Chasse gardée: 1. Özel avlak, özel av yeri. 2.
charrie!). mec. Özgür davranamama, önceden verilen
charroi er. 1. Araba ile taşıma işi. 2. ask. Taşıma kurallara göre davranma (C'est chasse gardée,
kolu. ici). 3. mec. Sahipli, dokunulamaz (Ah non, pas
charron er. Araba ustası, arabacı (Les outils du cette fille, elle est chasse gardée). Aller à la chasse,
charron). partir en chasse: Ava gitmek. Donner la chasse à:
charronnage er. Araba yapımı, -i kovalamak (Donner la chasse à un avion, à un
charroyer gçl. Araba ile taşımak, assassin). Faire la chasse à qn: Ardından koşmak,
charrue diş. Saban (Retourner la terre avec une fellik fellik aramak (Faire la chasse au mari: Koca
charrue. Les bœufs tirent la charrue). § Cheval de ardından koşmak, evlenmeye çalışmak, kendine
charrue: mec. Güçlü kuvvetli ama kafasız adam. koca bulmaya çalışmak). Prendre en chasse:
Mettre la charrue devant (avant) les bœufs: İşe Kovalamak, ardına düşmek (Prendre un
tersinden başlamak, eşeğe ters binmek. Tirer la bombardier en chasse). Revenir bredouille de la
charrue: Çok güçlük çekmek, boyunduruk onun chasse: Avdan eli boş dönmek, hiçbir şey
boynunda olmak (C'est lui qui tire la charrue: avlayamamak. Se mettre en chasse: Kollan
Bütün güçlüğü o çekiyor, boyunduruk onun sıvamak, işe canla başla koyulmak (Nous nous
boynunda). sommes mis en chassepour lui trouver un travail).
charte diş. 1. (Eskiden) Ayrıcalık belgesi. 2. Bir châsse diş. 1. İçinde bir ermişin terekesi saklanılan
devletin anayasası. 3. Yasa, temel kural (Charte sandık. 2. Bir şeyin içine yerleştirildiği yer, yuva,
des Nations- Unies). § La Grande Charte çerçeve (La châsse d'un verre de lunette. Châsse
d'Angleterre: (Tarihte) Magna Karta, d'une lancette). 3. Araba yapımında kullanılan bir
charter [tfantœr yada fax ten] er. İng. Çartır, tür çekiç. 4. argo. Göz (Elle a de belles châsses).
dolmuş uçağı (Compagnie de charters). chassé er. Bir tür dans.
charte-partie diş. den. Navlun sözleşmesi, chasse-clou er. Çivileri iyice gömmeye yarayan bir
chartil er. 1. Sap arabası. 2. Arabalık, aygıt, çekiç.
chartre diş. (Eskiden) Hapis, chassé-croisé er. 1. Bir dans adımı. 2. Bir anda ve
chartreuse diş. 1. Manastır (La Chartreuse de karşılıklı olarak yer değiştirme; sürekli yer ve
Parme). 2. Yalnızlık köşesi, "inziva köşesi. 3. durum değiştirme,
mec. Yalnız ve küçük kır evi. 4. Şartröz likörü chasselas \jasla] er. Yemeklik beyaz üzüm.
(Chartreuse jaune, verte). chasse-marée er. 1. Üç direkli bir tür yelkenli. 2.
chartreux,euse ad. 1. Ermiş Bruno tarikatından Avlanan balıkları hızla pazarlara yetiştiren bir tür
olan kimse. 2. Tüyleri külrengi kedi. araba, balık arabası,
chartrier er. 1. Manastırlarda eski belgeleri chasse-mouches er. Sinekleri kovmak için
korumakla görevli kimse. 2, Eski belgeler dergisi. kullanılan bir tür küçük yelpaze yada kıldan
3. Eski belgelerin bulunduğu yer. küçük süpürge, 'sinekkovar, 'sineksavar.
chas \fa] er. İğne deliği. chasse-neige er. 1. Karları açmak için lokomotif
chasse diş. 1, Av, avlanma (Chien de chasse, fusil de yada kamyonların önüne konan aygıt, *kartarağı
chasse, équipement pour la chasse. La chasse au 2. Kar açma arabası, *karkürer.
canard sauvage). 2. Avlak, av alanı (Je vais inviter chasse-pierres er. Yoldaki taş ve benzerlerini
mes amis sur ma chasse). 3. Avlanılan hayvan, av kenara atmak için lokomotiflerin önüne takılan
(Lesoirvenu, on partage la chasse). 4. Av tayfası, aygıt, 'taştarağı.
avlananlar, avcılar (La chasse a passé par là. La chassepot er. Eski bir tür tüfek,
chasse s'éloigne). 5. Av 'süremi, avlanma chasser gçl. 1. Avlamak (Chasser un lièvre, un
"mevsimi (La chasse est ouverte). 6. Avcı uçak lion,un cerf.Le loup chasse les moutons). 2.
takımı. 7. Avcı uçakları (Posséder une chasse Kovmak, atmak, püskürtmek (Chasser
moderne. La chasse fasciste tomba des nuages l'ennemi). 3. Kovmak, başından defetmek
supérieurs). § La chasse d'eau: (Bir şeyi (Chasser un indésirable). 4. Kovmak, dışarı
temizlemek için) Hızla su akıtma; atmak, işinden çıkarmak ( Chasser un employé, un
yüznumaralarda su akıtmak için kullanılan aygıt domestique). S. Dağıtmak; başından atmak (Cette
(Tirer la chasse d'eau). Avion de chasse: Avcı bonne nouvelle a chassé tous mes soucis. Chasser
uçağı. Chasse à courre: Sürek avı. Chasse à le chagrin, l'ennui). 6. Önüne katıp sürüklemek,
l'homme: İnsan avı. Chasse noble, chasse royale: kovalamak, dağıtmak (Le vent chasse les nuages).
Silâh kullanılmadan, yalnız köpeklerle yapılan 7. Çakmak (Chasser un clou à coups de marteau).
chasseresse 246 châtain
8. İtmek, önünde yuvarlanıp götürmek (Chasser içinde bir kötülük taşımadan (Ils s'embrassaient
les cercles de tonneaux). 9. Sürmek, önüne katıp chastement).
götürmek (La bergère chasse devant elle son chasteté Namusluluk, iffet, dürüstlük, temizlik.
troupeau de moutons). 10. Atmak, dağıtmak §Ceinture de chasteté: Namus kemeri; bekâret
(Chasser le mauvais air). 11. Chasser qn de qch: kemeri.
Birini bir yerden çıkarmak, kovmak, dışarı atmak chasuble diş. (Papazların) Âyin kaftanı (Chasuble
(Chasser un employé de son poste. Il veut me brodée, chasuble de soie).
chasser de chez moi). 12. Chasser qch de qch: Bir chat, chatte ad. 1. Kedi (Chat noir, gris, blanc. Chat
şeyi -den atmak, kovmak, çıkarmak (Chasser une angora, chat siamois, chat persan). 2. s. Yaltak;
idée de son esprit. J'ai chassé tous les mauvais okşanmaktan, sevilmekten hoşlanan (Elle est
souvenirs de ma tête). 13. gsz. Avlanmak, chatte). § Chat à neuf queues: Dokuz kayışlı
avlanılmak (Les fauves chassent souvent la nuit). kamçı. Ecriture de chat: Kargacık burgacık yazı.
14. gsz. Esmek (Le vent chasse du nord). 15. gsz. Saut de chat: Bir tür dans. Langue de chat: Bir
den. Taramak, denizin dibine değmek (Les ancres çeşit bisküvi, kedi dili. Œil de chat: Akik, agat.
chassent. Un navire qui chasse sur son ancre). 16. Toilette de chat: Birkaç dakikada yapıhveren
gsz. Yan yatmak, kaymak, atmak (Dans le virage, tuvalet, elini yüzünü şöyle bir düzeltme. Acheter
les roues arrière ont chassé). § Chasser sur les chat en poche: Bir şeyi görmeden satın almak.
terres d'autrul: Başkasının hakkına el uzatmak. Avoir un chat dans la gorge: Sesi kısılmak. Avoir
Chasser sur ses ancres: den. Demirini taramak. d'autres chats à fouetter: Yapacak çok daha
Chasser de race: Atalanna benzemek, soya önemli işleri olmak. Appeler un chat un chat:
çekmek. Bon chien chasse de race: Küçük kalkar Domuza domuz demek, dobra dobra konuşmak.
büyüğe bakar; şeker cinsine çeker; kenarına bak Donner sa langue aux chats: Bir çözüm yolu
bezini al, anasına bak, kızını al. Un clou chasse bulunamayacağını görmek, işin içinden
l'autre: Çivi çiviyi söker. Chassez le naturel, il çıkamayacağını anlamak, çaresizliğini anlayarak
revient au galop: Can çıkmayınca huy çıkmaz. § Se susup oturmak. Jouer à chat: Kovalamaca
chasser: 1. Avlanılmak. 2. Birbirini kovup atmak. oynamak. Jouer avec qn comme un chat avec une
3. Birbirini arayıp durmak, kovalamaca souris: Kedi fareyle oynar gibi biriyle oynamak.
oynamak. Ecrire comme un chat: Kargaak burgacık
chasseresse diş. (Şiir dilinde) Avcı kadın, yazmak. Etre, vivre comme chien et chat: Aralan
chasseur, euse ad. 1. Avcı (Un bon chasseur. Les kedi köpek gibi olmak, kedi köpek gibi kavga edip
chasseurs battent la plaine. Chasseur de lion). 2. durmak. Etre chatte, une chatte: (Kadın için) Çok
ask. Avcı birliği. 3. ask. Ava eri. 4. A v a uçağı cilveli olmak. Réveiller le chat qui dort: Uyuyan
(Chasseur à réaction). 5. Takip gemisi (Chasseur yılanı uyandırmak, çıfıtı üstüne sıçratmak. 11 n'y a
de sous-marins). 6. Küçük balina gemisi.7.Gazino pas de quoi fouetter un chat: Önemsiz şey,
ve otel gibi yerlerde üniformalı uşak, yamak. § değmez, pek önemli bir şey değil bu. La nuit tous
Chasseur-bombardier: Ava bombardıman les chats sont gris: Gece bütün ayıplan gizler;
uçağı. Chasseur d'images: Güzel görünümler karanlıkta ak da bir kara da. Quand le chat n'est
ardında koşan sinemaa yada fotoğrafçı. pas là, les souris dansent: Kedinin bulunmadığı
Chasseur-aboyeur, chasseur annonceur: yerde fareler horon teper. Chat échaudé craint
Çığırtkan, l'eau froide: Sütten ağzı yananlar yoğurdu
chassie diş. Çapak, göz çapağı, üfleyerek yer. D n'y a pas un chat: Kimseler yok,
chassieux,euse s. Çapaklı (Des yeux chassieux). in cin yok, cinler top oynuyor. A bon chat, bon rat:
châssis er. 1. Çerçeve (Le châssis de la fenêtre ne Saldırgan da savunan da birbirinden yaman. Mon
s'ouvre pas. Châssis d'un tableau). 2. Pencere petit chat, ma chatte: Canikom, cicim, sevgilim
(Châssis d'aérage, châssis fixe). 3. (Arabalarda, (Ne t'inquiètepas mon petit chat. Viens ma chatte).
otomobillerde, fotoğrafçılıkta) Şasi. 4. Camlı châtaigne diş. 1. Kestane (Châtaignes bouillies,
tavan. | Un beau châssis: mec. hlk. Güzel bir châtaignes rôties). 2. At ayaklannda çıkan
kadın vücudu, boynuzumsuçıkıntı, kestanecik. 3. hlk. Yumruk,
châssis-presse er. (Fotoğrafçılıkta) Basma şasisi, surata yenen yada indirilen yumruk,
chastes. 1. Namuslu; iffetli (Une femme chaste). 2. châtaigneraie diş. Kestanelik, kestane bahçesi,
Temiz, lekesiz, dürüst (Un cœur chaste, un châtaignier er. Kestane ağaa.
tempérament chaste, un amour chaste). châtain, e s. 1. Kestane renginde (ila des cheveux
chastement bel. Namusluca, "iffetlice, dürüstçe, châtains; Elle estplutôt châtaine que blonde. Ne te
château 247 chaud
fie pas aux femmes blondes ni aux châtaines). 2. des chatouilles à qn: -in orasını burasını ellemek,
Kestane rengi (Châtain clair, châtain foncé. Ses chatouillement er. 1. Gıdıklama (Je redoute le
cheveux sont d'un châtain clair). chatouillement). 2. Gıdıklanma (Il éprouvait un
château er. 1. Şato (Unchâteauféodal). 2. Saray (Le petit chatouillement).
château de Versailles). 3. Büyük köşk (Acheter un chatouiller gçl. 1. Gıdıklamak (Chatouiller un
petit château). 4. (Eski gemilerde) Köşk, loca (Les enfant). 2. mec. Hoşuna gitmek, gururunu
officiers étaient sur le château de poupe avec les okşamak. § Chatouiller les côtes à qn: Dövmek,
passagers). § Château d'eau: Büyük su deposu, dayak atmak. Chatouiller qn à l'endroit sensible:
sarnıç. Château de cartes: Dayanıksız şey, üflesen Birini okkalamak, hoşuna gidecek şeyler
düşecek şey. Château fort: Hisar. Bâtir, faire des söylemek. Chatouiller l'amour-propre de qn:
châteaux en Espagne: Boş düşler kurmak, Gururunu okşamak,
olmayacak dualara amin demek; yedi kubbeli chatouilleux,euse s. 1. Çok çabuk gıdıklanan (Un
hamamlar kurmak, İspanya'da şatolar kurmak. enfant chatouilleux. Elle est très chatouilleuse). 2.
Mener une vie de château: Beyler gibi yaşamak, mec. Alıngan, çabuk gücenen (Un caractère
chateaubriand, châteaubriant er. Bir tür sığır chatouilleux). § Etre chatouilleux de: -den
filetosu ızgarası, şatobriyan. gıdıklanmak (Il est chatouilleux de la plante des
châtelain er. 1. Soyluluk hiyerarşisinde barondan pieds). Etre chatouilleux sur qch: -konusunda çok
sonra gelen derebeyi. 2. Şato sahibi; şato yada alıngan olmak, hassas olmak (Il est très
büyük köşkte oturan kimse, şatolu. chatouilleux sur le point d'honneur).
châtelaine diş. 1. Şato yada köşk sahibi kadın. 2. chatoyant,e s. 1. Pırıldayan, pırıltılı, "hareli (Une
Mücevher zinciri. 3. Anahtar zinciri, étoffe chatoyante. L'éclat chatoyant d'un
chfitelet er. Küçük şato; şatocuk. diamant). 2. Renk ve imge bakımından çok
châtellenie diş. 1. Şatosu olan derebeyi erki, şato zengin, parlak (Un style chatoyant).
sahipliği (Droit de châtellenie). 2. Şato sahibi bir chatoyer gsz. Pırıldamak, harelenmek (Une étoffe
derebeyinin ülkesi, qui chatoie).
chat-huant er. Kukumav, baykuş, châtrer gçl. 1. İğdiş etmek, burmak (Châtrer un
châtier gçl. 1. Cezalandırmak, ceza vermek cheval, un taureau). 2. mec. Kimi bölümlerini
(Châtierun coupable, unassassin, unerévolte). 2. kesip çıkarmak, kırpmak, kırpıp kuşa benzetmek
mec. Düzeltmek, özenle işlemek (Châtier son (Châtrer un livre, un ouvrage). 3. (Bir bitkinin)
style, ses écrits). 3. İşkence etmek, yoksun Filizlerini koparmak (Châtrer un fraisier, un
bırakmak, eziyet etmek (Châtier son corps, sa melon).
chair). 4. Düzeltmek, gidermek (Le rire châtie chatte diş. 1. Dişi kedi. 2. tkz. Amcık.
certains défauts. Châtier une faute). 5. Châtier qn chattée diş. Bir kedinin bir defada doğurduğu
de qch: Birini -ile cezalandırmak; -cezasına yavrular.
çarptırmak (Ona châtié les auteurs du complot de chattemite diş. Yere bakan yürek yakan; sevimli
longues années d'emprisonnement). § Qui aime görünen sinsi kimse. $ Faire la chattemite: Yere
bien châtie bien: Tabak sevdiği deriyi taştan taşa bakıp yürek yakmak,
vurur; seven çektirir, chatterie diş. 1. Kedice tavırlar. 2. Yaltaklanma,
chatière diş. 1. (Kapıların alt bölümünde) Kedi dalkavukluk (Je ne peux pas résister à une telle
deliği. 2. Kedi tuzağı. 3. (Tavan arasında) Hava chatterie). 3. Şeker, pasta gibi ağız tadıyla yenen
deliği. güzel şeyler (Il aime les chatteries). § Faire des
châtiment er. Ceza (Crime et châtiment. Un chatteries à qn: Birine yaltaklanmak; hoşa
châtiment sévère). § Recevoir, subir un gidecek güzel ve tatlı sözler söylemek,
châtiment: Bir ceza almak, ceza görmek, chatterton er. Yalıtkan ve yapışkan şerit, "izole
chatoiement er. Yanardöner parıltı, ışıldama (Le band (Recouvrir un fil électrique de chatterton).
chatoiement des toilettes féminines). chat-tigre er. Yaban kedisi,
chaton er. 1. Kedi yavrusu. 2. Yüzük kaşı chaud,e s. 1. Sıcak (Eau chaude, temps chaud. Un
(Enchâsser un brillant dans un chaton). 3. Yüzük plat chaud, soupe chaude). 2. Sıcak tutan
taşı (Des bagues aux chatons finement travaillés). (Vêtement chaud, lainage chaud). 3. Ateşli,
4. bitb. Tırtılsı başak. S. Pamuk gibi görünen ufak hararetli, heyecanlı (Une chaude dispute). 4.
toz yumacığı. Yeni, taze (Une nouvelle toute chaude). S. Sert,
chatonnergsz. (Kedi için) Yavrulamak, doğurmak, çetin, kanlı (La bataille fut chaude). 6. Tatlı,
chatouille diş. tkz. Gıdıklama, mıncıklama. §Faire sürükleyici (Une voix chaude). 7. Ağır (Un
chaud 248 chauffeur
parfum chaud). § Tout chaud tout bouillant: chauffage er. 1. Isıtma (Le chauffage au charbon, le
Sıcağı sıcağına. Avoir la tête chaude: Çabuk chauffage au mazout, le chauffage électrique.
kızmak. Avoir le sang chaud: Sıcakkanlı olmak; Chaque journée de chauffage représente une
kösnülü olmak. Avoir, tenir les pieds chauds: grande dépense pour l'immeuble). 2. Isınma (Le
Ayaklarını sıcak tutmak. Avoir chaud: 1. chauffage d'un métal le rend plus malléable). 3.
Sıcaklamak, sıcaktan bunalmak. 2. Korkudan Isıtma aracı, ısıtma aygıtı, "kalorifer, *ısıtaç (Le
ecel terleri dökmek (J'ai eu chaud). Battre le fer chauffage est en panne). § Le chauffage central:
pendant qu'il est chaud: Demiri tavında iken Özekten ısıtma, merkezden ısıtma, kaloriferle
dövmek. Coûter chaud à qn: tkz. Birine pahalıya ısıtma. Le chauffage urbain: Konutlar arası
mal olmak, pek tuzluya çıkmak. Etre chaud pour (kaloriferle) ısıtma,
qch: Bir şeye istekli olmak, gönüllü olmak (Iln'est chauffagiste er. Kaloriferci; kalorifer ustası,
pas chaud pour cette affaire). Faire des gorges •ısıtaçcı.
chaudes de qch: Bir şeye katıla katıla gülmek, chauffard er. Kötü şoför, şoför bozuntusu (Il s'est
kahkahayı basmak. Jouer à la main chaude: Cılız fait écraser par un chauffard).
oyunu oynamak. Manger chaud, boire chaud: Bir chauffe diş. 1. Isınma (Contrôle de chauffe. Surface
şeyi sıcak olarak yemek, içmek. Ne faire ni chaud de chauffe). 2. (Gemilerde ve dökümevlerinde)
ni froid a qn: Birini hiç ilgilendirmemek, Ocak, kazan dairesi. 3. Damıtma. 4. Isıtma
ırgalamamak (Cela ne lui fait ni chaud ni froid). (Donner une chauffe).
Pleurer à chaudes larmes: İki gözü iki çeşme chauffe-assiettes er. Tabak ısıtma aygıtı,
ağlamak. Tenir chaud: Sıcak tutmak (Ce manteau chauffe-bain er. Banyo kazanı, şofben,
tient chaud). chauffe-eau er. Su ısıtma aygıtı, *suısıtır.
chaud er. Sıcaklık, sıcak (Je crains le chaud autant chauffe-plat er. Yemekleri sıcak tutmaya yarar
que le froid). § A chaud: Isıtarak, ateşte eriterek, aygıt, *sıcaktutar.
kızdırarak (Etirer un métal à chaud). Crever de chauffer gçl. 1. Isıtmak, kızdırmak (Chauffer un
chaud: Sıcaktan patlamak. Garder, tenir qch au métal, chauffer du fer, de l'eau). 2. Yakmak,
chaud: Bir şeyi sıcakta tutmak (Garder un plat au çalıştırmak (Chauffer une chaudière, une
chaud). Opérer à chaud: Sıcağı sıcağına ameliyat locomotive). 3. mec. tkz. Tahrik etmek, gayrete
etmek, kriz halindeyken ameliyat etmek (Opérer getirmek, çalışmasını hızlandırmak, sınava
une appendicite à chaud). Prendre un chaud et un hazırlamak (Chauffer un candidat). 4. hlk.
froid: Üşütmek. Souffler le chaud et le froid: Her Aşırmak, araklamak, iç etmek (On m'a chauffé
istediğini yaptırmak, sözü yasa olmak, mon stylo). S. tkz. Birini suçüstü yakalamak (On
chaude diş. 1. Isınacak ateş (Faire une chaude: l'a chauffé en train de tricher). 6. gsz. Isınmak,
Isınacak ateş yakmak). 2. Kızgınlık tavı. kızmak ( Le bain chauffe, lefer chauffe. La bassine
chaudeau er. (Yumurta vb. üzerine dökülen) d'eau chauffe sur le feu). § Chauffer les oreilles à
Şekerli süt. qn: Birinin tepesini attırmak, birini kızdırmak (Il
chaudement bel. 1. Sıcak tutacak biçimde (Il est commence à me chauffer les oreilles). Ça va
vêtu chaudement). 2. Sıcak olarak. 3. Heyecanla, chauffer: mec. tkz. Kıyamet kopacak! Rezalet
ateşli bir biçimde, "hararetle, canlı (Applaudir, çıkacak! (Le directeur l'a fait appeler dans son
féliciter chaudement). bureau; ca va chauffer!). § Se chauffer: Isınmak
chaud-froid er. Mayonezli yada pelteli kuş yada av (Il se chauffe près de la cheminée. Les lézards se
eti (Des chauds-froids de poulet). chauffent au soleil). § Montrer à qn de quel bois on
chaudière Kazan (Chaudière d'une locomotive. se chauffe: Birine dünyanın kaç bucak olduğunu
Chaudière d'un chauffage central). göstermek, birine kim olduğunu göstermek (Je
chaudron er. 1. Küçük kazan. 2. Üstten kulplu vais lui montrer de quel bois je me chauffe).
tencere (Un chaudron de soupe). 3. tkz. Kötü chaufferette diş. 1. Ayak tandırı. 2. Sofra ocağı,
müzik âleti (Ce piano est un chaudron). 4. Ağzı chaufferie diş. 1. Demirci ocağı. 2. (Gemide yada
geniş uzun çizme dizliği (Des bottes boueuses dont fabrikada) Ocak yeri, kazanların bulunduğu
le chaudron lui montait à mi-cuisses). bölüm, kazan dairesi,
chaudronnerie diş. 1. Kazancılık, bakırcılık. 2. chauffeur er. 1. (Eskiden) Soyduklarını
Kazancı dükkânı, konuşturmak için ayaklarının altını yakan
chaudronnier,ère ad. 1. Kazancı, bakırcı. 2. s. soyguncu, eşkiya. 2. Ateşçi (Chauffeur de
Kazancılığa, bakırcılığa değgin (Industrie locomotive). 3. Otomobil sürücüsü, şoför
chaudronnière). (Chauffeur de taxi, de camion). § Chauffeur de
chauffeuse 249 chaussure
dimanche: Acemi şoför, chausser gçl. 1. (Ayakkabı y ada çorap için) Giymek
chauffeuse diş. (Mangal yada ocak başında (Chausser ses pantoufles, ses bas, ses souliers). 2.
otururken kullanılan) Alçak iskemle, basık Ayakkabı giydirmek, ayağına ayakkabı
iskemle. giydirmek (Il faut chausser cet enfant). 3.
chauffoir er. Isınmak için toplanılan oda, ısınma Ayakkabısını yapmak, ayakkabı gereksinimini
odası. gidermek, sağlamak (Ce cordonnier chausse toute
chaufour er. Kireç ocağı. notre famille). 4, -numara ayakkabı giymek (Je
chaufournier er. Kireç ocağı işçisi. chausse du 42: Kırkiki numara giyiyorum). S.
chaulage er. Kireç suyundan geçirme, kireç suyu Ayakkabı yapmak (Ce cordonnier chausse bien).
verme (Chaulage des terres). 6. Ayağa iyi gelmek (Ce soulier chausse bien). 7.
chauler gçl. 1. Kireç suyundan geçirmek, kireç suyu Dibini toprakla beslemek (Chausser une plante).
püskürtmek (Chauler des raisins, les arbres). 2. 8. Lastik takmak (lia bien chaussé sa voiture. Une
Kireç suyu vermek (Chauler des terres). 3. Kireçle voiture bien chaussée). § Chausser le brodequin:
badanalamak (Chauler un mur). Komedi oynamak, oyun oynamak. S' enfuir un
chauleuse diş. Kireçleme makinesi, kireç pied chaussé et l'autre nu: Pabucunu almadan
püskürtme aygıtı, kaçmak, hemen tüymek. Les cordonniers sont les
chaumage er. 1. Anız sökme. 2. Anız sökme süremi. plus mal chaussés: Terzi kendi söküğünü
chaume er. 1. (Tahıllarda) Sap (Couper le chaume, dikemez. § Se chausser: Ayakkabılarını giymek
enterrer le chaume). 2. Anız (Brûler le chaume). (Je me chausse toujours avec un chausse-pied).
3. Anızlık, amzh tarla (Les perdrix volaient dans chausse-trappedi$.l. (Tilkive benzerihayvanlariçin
les chaumes). 4. (Köylerde evlerin damına kurulan) Tuzak (Prendre des bêtes sauvages dans
döşenen) Saman sapı (Un toit de chaume). S. des chausse-trapes). 2. (Eskiden insan ve
Saplardan yapılan dam, çatı (Les maisons des hayvanlar için kullanılan) Ayak oltası, ayı
paysans coiffées d'un chaume). 6. mec. Köylü kapanı. 3. mec. Hile, düzen, tuzak (Il évitait
kulübesi. habilement les chausse-trappes de sonadversaire).
chaumer gçl. vegsz. Anız sökmek, ekin biçildikten chausettte diş. 1. Kısa konçlu çorap. 2. ( E r k e k ve
sonra tarladaki sapları sökmek, yakmak, çocuklar için) Ç o r a p (Chaussettes de laine, de fil,
chaumière diş. Saman sapıyla örtülü kulübe, de nylon. Tricoter des chausettes. Repriser des
kulübecik, köylü kulübesi (Chaumière du chaussettes), i Chausette russe: D o l a k ; dolak
bûcheron, du paysan). § Une chaumière et un biçiminde çorap. Chaussettes à clou: hlk.
cœur: İki gönül bir olunca samanlık seyran olur. Kabaralı ayakkabı. Jus de chaussette: Çok kötü
chaumine diş. Kulübecik, küçük köylü kulübesi, kahve, çapanoğlunun apdes suyu.
chaussant,e s. (Ayakkabı için) Ayağa iyi gelen, chausseur er. Ayakkabıcı; kunduracı; kundura
ayağı iyi kavrayan (Ces mocassins sont très satıcısı.
chaussants). chausson er. 1. Patik (Tricoter des chaussons pour
chausse diş. 1. Üniversite öğretim üyelerinin un bébé). 2. Hafif ayakkabı, keçe ayakkabı
omuzlarına taktıkları kumaş parçası, omuzluk. 2. (Chausson d'escrimeur, chausson de danse). 3.
Kumaş süzgeç. 3. Uzun çorap, tozluk. 4. ç. T e k m e dövüşü biçiminde yapılan bir tür oyun,
Eskiden kullanılan bir tür potur. § Aux chausses t e k m e oyunu (Pratiquer le chausson). 4. Bir tür
de: -in ardından, arkasından (La meute des pasta (Chausson aux pommes, chausson aux
envieux ne cessera d'aboyer à tes chausses: prunes). S. Kısa konçlu lastik çizme, şoson,
Çekemiyenler sürüsü senin arkandan havlayıp chaussonnier er. Terlikçi; patıkçi.
duracaklardır hep).Courir, hurler après les chaussure diş. 1. (Çizme, potin, iskarpin terlik gibi
chausses de qn: Birinin ardını, yakasını her tür) Ayakkabı (Chaussure de cuir, de daim.
bırakmamak, biriyle uğraşıp durmak. Tirer ses Chaussure de sport, deski, de basket, de tennis). 2.
chausses: Tüymek, kaçmak, Ayakkabı sanayii, ayakkabı ticareti (Lesouvriers
chaussée diş. 1. Su seti (Chaussée de retenue; de la chaussure. Travailler dans la chaussure). §
chaussée d'étang) 2. (Çukur yada bataklık Une chaussure à tous pieds: Herkesin
yerlerde yapılan) Dolma yol (Chaussée dans urı benimseyebileceği basit bir düşünce. Enlever ses
marais, dans un lieu bas). 3. İki yaya kaldırımı chaussures: Ayakkabılarını çıkarmak. Mettre ses
arasında kalan taşıt yolu, şose (Les voitures chaussures: Ayakkabılarını giymek. Ressemeler
roulent sur la chaussée asphaltée). des chaussures: Ayakkabılara pençe yapmak.
chausse-pied er. Çekecek, kerata. Trouver chaussure à son pied: T a m aradığını
chauve 250 chemin
bulmak, kendi dengini bulmak. Cordonnier pas (Le subalterne doit obéir à ses chefs). S. Elebaşı,
plus h a u t que la chaussure: Çizmeden yukarı ileri gelen (Les chefs de la révolte sont arrêtés). 6.
çıkma. T e m e l m a d d e . 7. Kurucu (Leschefsd'unparti). 8.
chauve s. 1. Dazlak (Une tête chauve, un crâne Yüksek rütbeli subay (Les grands chefs de
chauve). 2. Dazlak kafalı (Ilestdevenuchauve). 3. l'armée). 9. Önemli kişi, as (C'est un chef). 10 .tkz.
Çıplak, üzerinde hiç ağaç ve bitki olmayan, kel Reis, aga (Oui, chef). § Chef d'état-miqor:
(Des collines chauves). 4. ad. Kel, dazlak kafalı. § Kurmay başkanı (Chef d'état major d'une
Etre chauve comme u n «raf, comme une bille, division). Chef-cuisinier, chef de cuisine:
comme un genou: Damdazlak olmak, kafasında Aşçıbaşı. Chef de cabinet: Özel kalem müdürü
tek tüy bulunmamak. L'occasion est chauve: (Chef de cabinet d'un ministre). Chef de bande:
Fırsat kolay kolay yakalanamaz, ha deyince fırsat Çete reisi, çete başı. Chef de famille: Aile reisi.
ele geçmez, Chef de file: 1. ask. Sıra başı, kolbaşı. 2. Bir
chauve-souris diş. Yarasa. topluluğu ardından sürükleyen kimse, önder (Ce
chauvin, e s. ve ad. Aşırı milliyetçi, "şoven (Un député est le chef de file de l'opposition). En chef:
journal chauvin. Mener une politique chauvine. Il Baş (Ingénieur en chef. Rédacteur en chef.
est un grand chauvin). Commandant en chef). Au premier chef: Son
chauvinisme er. Aşırı milliyetçilik, "şovenlik (Son derece, çok (Cela m'intéresse au premier chef). De
chauvinisme retire beaucoup de valeur à ses ce chef: Bundan dolayı, bu nedenle. De son chef,
jugements). de son p r o p r e chef: Kendi kendine, kendi başına
chauviniste s. vead. A ş ı n milliyetçi, şoven, (Il l'a fait de son chef. Ils ont décidé de leur propre
chauvir gsz. (Eşek, katır, at gibi hayvanlar için) chef de renoncer à cet avantage).
Kulaklarını dikmek (Il chauvit, il chauvit des chef-d'œuvre \jEdœvn(e)] er. 1. (Eskiden)
oreilles). Z a n a a t k â r l a n n usta ünvanını almak için sınav
chaux diş. Kireç, g Chaux éteinte: Sönmüş kireç. kuruluna çıkardıklan özenli iş. 2. Soy yapıt,
Chaux vive: Sönmemiş kireç. Lait de chaux, blanc başyapıt, "şaheser (Ce roman est un chef-d'œuvre
de chaux: Kireç şerbeti. Bâtir à chaux et à sable, à de notre littérature).
chaux et à ciment: Çok sağlam yapmak, demir gibi chef-lieu \jeflj01 er. İl, ilçe yada bucak merkezi,
sağlam yapmak. Etre bâti à chaux et à sable, à yönetim merkezi,
chaux et à ciment: Çok sağlam bir bünyesi olmak cheftaine diş. İzci, yavrukurt, oymak başı (gençkız
demir gibi güçlü kuvvetli olmak (Il est bâti à chaux yada kadın),
et à sable). cheik er. Ar. (Araplarda) Şeyh,kabile reisi, uruk
chavirement er. 1. den. Alabora olma, batma. 2. başkanı.
mec. Karmakanşıklık, allak bullakhk. chéiroptères, chiroptères er. ç. hayb. Yarasalar,
chavirer gsz. 1. Alabora olmak, batmak (Nous chelem, schelem er. (Briç oyununda) Şilem
avons failli chavirer. Le bateau a chaviré dans la (Réussir le petit chelem, le grand chelem: Küçük
tempête). 2. Devrilmek (Lapile de livres a chaviré şilem, büyük şilem yapmak). § Faire qn chelem:
sur le sol). 3. D ö n m e k , kararmak (Ses yeux ont Birini şilem yapmak,
chaviré et il a perdu connaissance). 4. gçl. chélicère diş. hayb. Zehir çengeli,
Devirmek (Le chien a chaviré le seau). S. gçl. Y a n chélidoine diş. bitb. Kırlangıçotu.
yatırmak (Chavirer un navire pour le réparer). 6. chéloniens er. ç. hayb. Kaplumbağalar,
gçl. mec. Allak bullak etmek, çok şaşırtmak ehemin er. 1. Yol (Chemin montant, ehemin
(Cette nouvelle m'a chaviré). 7. Etre chaviré de descendant. Chemin sinueux, chemin tortueux,
qch: Bir şeye çok şaşmak, apışıp kalmak (J'ensuis chemin en zigzags). 2. Mesafe, uzaklık, erim (La
chaviré). ligne droite est le plus court chemin d'un point à un
chèche er. Ar. Kefye, araplann püsküllü erkek autre). 3. T u t u m , yol yöntem (Il n'arrivera pas à
başörtüsü. ses fins par ce chemin). § Chemin vicinal, rural:
chéchia diş. Ar. Zuhaf fesi, Cezayirli ve Senegalli Köy yolu. Chemin de montagne: Dağ yolu.
erlerin fesi. Chemin forestier: Orman yolu. G r a n d chemin:
cheddite diş. Patlayıcı bir madde, Anayol. Voleur de grand chemin: Yol
chef er. 1. (Eskiden) Baş, kafa. 2. Baş, başkan (Le soyguncusu, büyük soyguncu. Vieux comme les
chef de l'Etat: Devlet Başkam. Les chefs chemins: Çok eski, çok yaşlı. Chemin d'escalier:
syndicalistes s'adressent à leurs organisations). 3. Yol halısı, merdiven halısı. Le ehemin de saint
Şef (Chefde gare, chef d'orchestre). 4. Üst, büyük Jacques: 1. Haçyolu.2. mec. Samanyolu. Chemin
ehemin de fer 251 chemisette
de table: Masa örtüsü üzerine serilen işleme. (Les chemins de fer turcs. Employés des chemins
Chemin de ronde: (Kalelerde) Seğirdim yolu. de fer). 5. Kumar, bir bakara türü (Jouer au
Chemin de fer: Demiryolu. Le ehemin des chemin de fer dans un casino).
écoliers: En uzun yol. Lechemin de Damas: Doğru chemineau er. 1. İş arayan işçi, aylak işçi, boşta
yol. Hak yolu. Chemin du paradis: Güç yol, dar kalan işçi. 2. Serseri, dilenci, sokak serserisi,
yol. Chemin couvert: ask. Kurşun tutmaz yol. cheminée diş. 1. Ocak (Allumer du feu dans la
Chemin battu: 1. İşlek yol. 2. mec. Çok çiğnenmiş cheminée, brûler du bois dans la cheminée. La
sakız, herkesin bildiği şey. En ehemin: Yolda. cheminée tire bien). 2. Baca (Cheminée d'usine,
Chemin faisant: Yolda giderken. A mi-ehemin: cheminée de locomotive, cheminée de navire). 3.
Yan yolda (Ils sont restés à mi-chemin). Lamba şişesi. 4. Ağız (Cheminée d'un volcan). S.
Construire un chemin: Yol yapmak. Percer, (Silâhlarda) Kapsül memesi. 6. Delik (Cheminée
ouvrir un chemin: Yol açmak. Perdre son chemin: d'aération). 7. (Dağcılıkta) Dik dar yol. §
Yolunu yitirmek. Se tromper de chemin: Yolu Cheminée des fées: Peri bacası. Sous la cheminée,
şaşırmak. Etre toujours sur les chemins: sous le manteau de la cheminée: Gizlice, el
Durmadan dolaşmak, dere tepe dolaşıp durmak, altından.
hep yollarda olmak. Montrer le ehemin à qn: 1. cheminement er. 1. İlerleme, yol alma, gelişme
Birine yol göstermek. 2. örnek olmak, önderlik (Cheminement des eaux. Cheminement de la
etmek. Trouver son ehemin de Damas: Sonunda pensée, d'une idée). 2. ask. Adım adım ilerleme,
hak yolunu bulmak, doğru yola girmek, "hidayete düşman mevzilerine adım adım yaklaşma (Le
ermek. Faire son ehemin: İşini yoluna koymak. Se cheminement des sapeurs s'effectuaient sous le feu
mettre en ehemin: Yola çıkmak. Poursuivre son de l'ennemi).
ehemin, passer son ehemin: Yoluna devam cheminer gsz. 1. İlerlemek, yol almak (Après avoir
etmek. Faire du ehemin, abattre du ehemin: Yol longtemps cheminé, nous sommes arrivés à une
almak, ilerlemek. Rester en ehemin: Yolda auberge). 2. Gelişmek, oluşmak (Cette idée a
kalmak. Aller son petit bonhomme de ehemin: cheminé dans les esprits). 3. ask. Düşman
Kendi yolunda gitmek, kimsenin etlisine mevzilerine adım adım yaklaşmak. § Cheminer
sütlüsüne karışmamak. Ne pas y aller par quatre droit: Hiç yanılgıya düşmemek, hep doğnı yolda
chemins: Açıkça, dobra dobra hareket etmek, olmak.
dolambaçlı yollara sapmamak. Trouver qn sur cheminot er. tkz. Demiryolu görevlisi,
son ehemin: Birini karşısında hasım olarak ehemisage er. (Bir motora) Gömlek geçirme,
bulmak, engelleyici olarak bulmak. Se mettre sur chemise diş. 1. Gömlek (Chemise d'homme.
le chemin de qn: Birinin karşısına hasım olarak Chemise blanche, chemise à carreaux, chemise de
çıkmak, karşısına dikilmek, birini engellemeye sport, chemise empesée). 2. Zarf. 3. Kılıf. 4.
çalışmak. S'arrêter en ehemin: Başlanılmış bir işi Mermi kovanı. § Chemise de mailles: Zırhlı
yan yolda bırakmak. Faire voir du ehemin à qn: gömlek. Chemises brunes: Naziler. Chemises
Birine çok çektirmek, birini büyük sıkıntılara noires: Kara gömlekliler, faşistler. Changer de
sokmak. Ne pas s'arrêter en si beau ehemin: qch comme de chemise: Don değiştirir gibi...
Başarısıyla yetinmemek, başarılarım ard arda değiştirmek (Il change d'idée comme de chemise).
sürdürmek. Rester dans le droit ehemin: Dürüst Etre en bras de chemise: Ceketsiz olmak, yalnız
kalmak, doğruluktan hiçayrılmamak. Etreenbon gömlekle olmak. Etre comme cul et chemise: hlk.
ehemin: İyi gitmek, başarı yolunda olmak. Ne pas Birbirinden hiç ayrılmamak, birbirinin kıçından
en prendre le ehemin: Bir türlü adam olmamak, hiç ayrılmamak. Laisser dans qch jusqu'à sa
dikiş tutturamamak. Prendre le ehemin de qch: -in dernière chemise: Bir işte herşeyini yitirmek, son
yolunu tutmak (Prendre le ehemin de la ville, du meteliğine kadar her şeyini vermek, iflas
village, d'Istanbul). Qui trop se hâte reste en etmek. Se soucier de qch comme de sa première
chemin: Acele işe şeytan karışır. Tout ehemin chemise: Bir şeye hiç aldırmamak, umurunda bile
mène à Rome: Aynı kapıya çıkar, her yol Roma'ya olmamak, vız gelip tırıs gitmek,
gider. chemiser gçl. (Motor vb. için) Gömlek geçirmek,
ehemin de fer er. 1. Demiryolu (Systèmes de sécurité chemiserie diş. 1. Gömlek yapımevi. 2. Gömlekçi
du ehemin de fer). 2. Tren, demiryolu (Faire un dükkânı.
voyage en ehemin de fer). 3. (Çocuklar için chemisette diş. 1. Kadın gömleği. 2. (Gömlek
oyuncak) Küçük tren (Chemin de fer électrique). üstüne takılan) önlük. 3. Kısa kollu erkek
4. Demiryolları işletmesi, demiryolları yönetimi gömleği.
chemisier 252 chercher
chemisier er. 1. Gömlekçi. 2. Ö n ü işlemeli, yakalı satan, çok para alan (Ces magasins sont chers. Ce
kadın gömleği, marchandestcher. Ce médecin estcher.) 4. Cher à:
chênaie diş. Meşelik. a) -için değerli, önemli (Ses enfants lui sont chers).
chenal er. 1. G e m i geçidi, küçük kanal (Les bateaux b)-ce sevilen (Un thème cher aux romantiques). S.
entrent dans la rade par un chenal). 2. Değirmen Sevimli (Un visage si cher). 6. ad. Sevgili, aziz (Ma
arkı, ark. § Chenal pro-glaciaire: Buzul vadisi; chère, mon cher).% Coûter cher:Pahalı olmak f Ces
buzul sulannın oyduğu vadi. fruits coûtent très cher). Coûter cher à qn: Birine
chenapan er. H a y d u t , pis herif (Sortez d'ici, pahalıya mal olmak (Cette négligence lui coûtera
chenapans!). cher). Etre cher à qn: Biri için değerli, önemli
chêne er. Meşe. § Etre fort comme un chêne: Kaya olmak; biri tarafından sevilmek (Cette méthode
gibi sağlam olmak, leur est bien chère). Faire payer cher qch à qn: Bir
chêneau er. Meşe fidanı. şeyi birine pahalıya ödetmek, yanma komamak
chéneau er. (Damlarda) Küçük oluk, küçük kanal, (Je ferai payer cher cette trahison à ce lâche). Ne
d a m deresi (Chéneau en zinc). pas valoir cher: Pek değerli olmamak; nitelikli,
chêne-liège er. Mantar meşesi, erdemli olmamak (Un homme qui ne vaut pas
chenet er. Ocak ızgarası, cher). Payer qch cher: Bir şeyi pahalı ödemek (Un
chènevière diş. Kenevir tarlası, peuple qui a payé cher son indépendance). Vendre
chènevis fjenvi] er. Kenevir tohumu, cher sa vie: Postunu kolay kolay vermemek,
chènevotte diş. Kenevir teli. kendini sonuna dek savunduktan sonra ölmek.
chenil er. 1. Köpek damı, köpek kulübesi. 2. Pis ve chercher gçl. 1. A r a m a k (Chercher un objet perdu.
düzensiz yer, çingene çergesi. Chercher un emploi, un appartement). 2.
chenille diş. 1. Tırtıl (La chenille est nuisible aux Aramak, araştırmak, bulmaya çahşmak
arbres). 2. Tüylü kaytan. 3. Tırtıl, palet (Véhicule (Chercher une solution, un moyen). 3. İstemek
à chenilles). (Chercher la paix, la solitude, chercher du
chenille,e s. Tırtıllı, paletli (Véhicule chenillé). secours). 4. Kavuşmaya çahşmak (Chercher
chenillère diş. Tırtıl yuvası, Dieu). 5. Gelip almak, gidip getirmek (Venez me
chenu,e s. Ağarmış, pamuk gibi ağarmış (Tête chercher ce soir. Allez chercher un médecin). 6.
chenue). § Arbre chenu: Yaşlılıktan tepesinde dal hlk. Kışkırtmak (Je ne suis pas méchant, mais situ
ve yaprak kalmamış ağaç. Cime chenue: Karlı me cherches, gare à toi). 7. hlk. Çıkmak, mal
tepe. Vin chenu: hlk. İyi cins şarap, olmak ( Ça va chercher dans les mille francs: Aşağı
cheptel er. 1. Sığır ve davarın bakımı için biriyle yukarı bin franga çıkar, bin franga mal olur). 8.
yapılan sözleşme, 2. Sözleşmeyle bir başkasına Chercher à f. qch: -meye çalışmak (Il cherche à
aktarılan sürü. § Cheptel mort: Kiraya verilen obtenir des renseignements sur la situation). §
tarımla ilgili demirbaş eşya ve binalar. Cheptel vif: Chercher midi à quatorze heures: İşi boşuna
Çiftlik işletmesinin hayvan varlığı. Bail à cheptel: güçleştirmek; burnunun dibindeki şeyi uzaklarda
Hayvan icarı, aramak. Chercher des histoires à qn: hlk. Birine
chèque er. Çek. § Chèque bancaire: Banka çeki. güçlük çıkarmak, başına iş açmak. Chercher ses
Carnet de chèque: Çek defteri. Chèque en blanc: mots: Kesik kesik konuşmak, ıkınıp sıkınarak
Açık çek. Chèque barré: Çizgili çek. Chèque au konuşmak. Chercher une aiguille dans une botte
porteur: Hamiline muharrer, taşıyana ödenecek de foin: Denizde inci bulmaya çalışmak, kara
çek. Chèque à ordre: N a m a muharrer, ada yazılı gecede kara keçiyi bulmaya çalışmak, bulunması
çek. Chèque de communication: Takas ve mahsup olanaksız bir şeyi arayıp bulmaya çalışmak.
çeki. Chèque sur...: -de ödenecek çek (Chèque Chercher femme: Kendine bir eş aramak,
sur Ankara). Chèque sans provision: Karşılıksız evlenmek istemek. Chercher aventure: Serüven
çek. Chèque de voyage: Seyahat çeki, gezi çeki. ardında koşmak. Chercher à qui s'en prendre:
Chèque postal: Posta çeki. Donner un chèque en Çatacak birini aramak. Cherher chicane: Belâ
blanc à qn: Birine açık çek yazmak; istediği gibi aramak, hır çıkarmaya çalışmak. Chercher
hareket etmek izni vermek, tam serbestlik dispute à qn: Biriyle çıngar çıkarmaya çalışmak.
vermek. Faire un chèque: Bir çek yazmak, Chercher noise à qn: Birine çatmak için bahane
chéquier er. Çek karnesi. aramak. Chercher une querelle d'Allemand:
cher,ères. 1 . S e v g i l i , ° a z \ z ( M o n c h e r a m i . Machère Ortada fol yok yumurta yokken birine çatmaya
tante). 2. Pahalı (La lutte contre la vie chère. Une çalışmak. Chercher la petite bête: Öküzün altında
voiture chère. C'est cher). 3. Pahalıcı, çok pahalı buzağı aramak. Chercher des poux dans la tête de
chercheur 253 chevalier
qn: Biriyle ille hır çıkarmak istemek, (Jimnastik) A t l a m a beygiri. Cheval-vapeur (yada
chercheur,euse ad. 1. Arayan, arayıcı (Chercheur yalmzca)Cheval: Beygir gücü(Une automobile de
de trésor; les chercheurs d'or). 2. Araştırmacı (Il 45 chevaux). Un grand cheval: mec. Kadana gibi
est grand chercheur). 3. s. Araştırıcı (Un esprit biri, aygır gibi biri, iri yarı insan (Sa femme était un
chercheur, un regard chercheur). § Tête grand cheval à la voix rude). Un vrai cheval: mec.
chercheuse: (Füzelerde) Hedef arayıcı başlık Katır gibi güçlü ve çalışkan kimse (C'est un vrai
(Misile muni d'une tête chercheues). cheval à l'ouvrage). Un vieux cheval de retour:
chère diş. 1. (Eskimiştir) Çehre, yüz. 2. Besin, Sabıkalı. Cheval de bataille: D ö n ü p dolaşıp
yemek (Chère délectable, chère exquise). § La başvurulan belge, temcit pilavı gibi ikide bir öne
bonne chère: Güzel ve nitelikli yemek. Faire sürülen sav. Fièvre de cheval: Yüksek ateş.
bonne chère à qn: Birini iyi karşılamak, güler Remède de cheval: Çok etkili ilâç. A cheval: Atlı ;
yüzle buyur etmek. Faire bonne chère: Güzel atla (Un homme à cheval. Je ferai ce voyage à
güzel yemekler yemek (Chez lui, on a l'habitude cheval). A cheval sur: Bir parçası bir yakada ö b ü r
de faire bonne chère). parçası ö t e yakada, bir ayağı bir yerde biri öteki
chèrement bel. 1. Sevecenlikle, şefkatle (Aimer, yerde, ata biner gibi (La ville est à cheval sur le
embrasser chèrement). 2. Pahalı olarak, pahalıya fleuve. Il s'asseoit à cheval sur un tronc d'arbre).
(Acheter, vendre chèrement. Payer chèrement un Etre à cheval sur qch: Bir şey üzerinde çok titiz
succès). olmak (Je suis à cheval sur les principes. Le
chéri,e s. 1. Sevgili (Votre femme chérie. Mes directeur est à cheval sur le règlement). Cela ne se
enfants chéris). 2. En çok sevilen (L'enfant chéri trouve pas dans le pas d'un cheval: H e deyince
de la famille). 3. ad. En çok sevilen kimse ( C'est le hemen bulunmaz; bulunması güç bir şey bu.
chéri de ses parents). A.ad. Sevgili (Mon chéri, ma Changer son cheval borgne pour un aveugle: Kırı
chérie. Ne t'inquiète pas ma chérie). verip doru almak. Dimyata pirince gideyim
chérif er. Ar. Arap prensi, şerif, derken evdeki bulgurdan olmak. Descendre de
chérir gçl. 1. Çok sevmek, yürekten sevmek, cheval: Attan inmek. Faire une chute de cheval:
candan sevmek (Chérir sa femme, ses enfants, ses A t t a n düşmek. Monter sur ses grands chevaux:
amis). 2. Candan bağlı olmak (Il chérit la liberté Küplere binmek, çok kızmak. Monter un cheval,
plus que la vie). monter sur un cheval: A t a binmek,
cherry er. İng. Kiraz likörü, chevalement er. (Bir duvara vurulan) Payanda
cherté Pahalılık (Cherté de la vie. Nous sommes takımı, payanda; payandalama (Chevalement
entrés dans une période de cherté). d'un puits de mine).
chérubin er. 1. Tevrat'a göre bir melâike sınıfı, chevalergç/. Payanda vurmak (Chevalerunmur). §
kerubi (Il est beau comme un chérubin; Melek gibi Chevaler des cuirs: İşlenecek derileri tezgâha
güzel). 2. Kimi resimlerde iki kanat arasında almak.
gösterilen çocuk. 3. Sevimli çocuk. § Avoir une chevaleresque s. 1. Şövalyece, yiğitçe (Un geste
face de chérubin: Çok sevimli bir yüzü olmak, chevaleresque). 2. Yiğitliğe değgin (Littérature
melek yüzlü olmak, chevaleresque).
chervis \J£KVİ\ er. Yabanhavucu. chevalerie diş. Şövalyelik. § Ordre de chevalerie: 1.
chétif.ives. 1. Cılız ( Un enfant chétif). 2. Az verimli, Ortaçağda kâfirlerle savaşmak üzere kurulan
önemsiz, söz etmeye değmez (Une récolte savaşçı dindarlar tarikatı. 2. Derebeyler sınıfı,
chétive). 3. Silik (Une viechétive). chevalet er. 1. (Eskiden) Bir tür işkence sehpası. 2.
chétivement bel. Cılızca; silikçe, K e m a n köprüsü (Chevaletd'un violon). 3. Resim
chétivité diş. Cılızlık; siliklik, sehpası (Chevalet de peintre). 4. Tezgâh (Chevalet
cheval er. 1. At, beygir. 2. mec. Binicilik (Aimer le de scieur de bois. Chevalet de charpentier, de
cheval. Faire du cheval. Costume de cheval). § menuisier). 5. Seyyar köprü dayanağı. § Tableau
Cheval pur sang: Saf kan at. Cheval demi -sang: de chevalet: Küçük tablo,
Yarım kan at. Cheval de Troie: Truva atı; chevalier er. 1. (Eski R o m a ' d a ) İkinci sınıf yurttaş.
bulunduğu yere içerden ihanet eden kimse. 2. (Ortaçağda) Şövalye. 3. Barondan aşağı bir
Cheval de course: Yarış atı. Cheval de trait: A r a b a soyluluk unvanı. 4. Nişanı, madalyası olan kimse
beygiri. Cheval de somme: Yük beygiri. Cheval de (Chevalier de la Légion d'honneur). 5. Çulluk
labour: Çift beygiri. Cheval de cérémonie: Tören türünden bir kuş (Chevaliers à pieds rouges). §
atı. Cheval reproducteur: Damızlık at. Cheval Chevalier d'industrie: Dolandırıcı. Chevalier
marin: hayb. Denizatı. Cheval d'arçon: errant: Haksızlıklarla savaşmak üzere ülke ülke
chevalière 254 chèvre-pied
dolaşan kimse. Chevalier servant: Kadınların bir par les cheveux). Avoir mal aux cheveux: Çok
dediğini iki yapmayan erkek. Le chevalier de la içmiş olmaktan dolayı başı ağnmak. Couper les
Triste Figure: Donkişot. Se faire le chevalier de cheveux en quatre: Kılı kırk yarmak. Faire dresser
qn: Birinin savunuculuğunu yapmak, les cheveux sur la tête: İnsanın tüylerim
chevalière diş. Şövalye yüzüğü, ürpertmek. Ne tenir qu'à un cheveu: Olmasına
chevalin,e s. 1. A t a değgin (Race chevaline. ramak kalmak, olmasına kıl payı kalmak. Ne pas
Boucherie chevaline). 2. Atı andıran, at gibi (Un toucher à un cheveu de qn: Birinin kılına
visage chevalin). d o k u n m a m a k . Saisir l'occasion par les cheveux:
cheval-vapeur er. (Makinelerde) Beygir gücü. Fırsatı yakalamak, fırsatı kaçırmamak. Se faire
chevauchante s. Birbirinin üstüne binen (Dents des cheveux blancs: Çok üzülmek, kaygılanmak.
chevauchantes, tuiles chevauchantes). Se prendre aux cheveux: Saç saça baş başa
chevauchée diş. 1. A t gezintisi. 2. At gezintisine gelmek. S'arracher les cheveux: Çok kızmak,
çıkmış topluluk, saçlarım yolmak. Toucher un cheveu de la tête de
chevauchement er. Birbirinin üstüne binme, üst qn: Birine azıcık dokunmak, kılına dokunmak (Si
üste yığılma (Chevauchement des lettres. Le tu touches un cheveu de sa tête, tu auras affaire à
chevauchement d'une dent sur une autre). moi). Venir comme un cheveu sur la soupe:
chevaucher gsz. 1. Atla gitmek. 2. A t a biner gibi Yersiz, zamansız gelmek; gelişi uygun
yapmak (Cet enfant chevauche sur un bâton). 3. düşmemek.
Birbirinin üstüne binmek, binişmek (Ces tuiles ne cheville diş. 1. Takoz, kama, kavila. 2. (Telli
chevauchent pas bien. Ses deux dents çalgılarda) Kulak. 3. (Ayakta) Bilek, bilek
chevauchent). 4. (Basımcılıkta) Satırların sırası çıkıntısı, topuk (Se fouler la cheville. Robe qui
eğri olmak, birbirinin üstüne binmek (Les lignes arrive à la cheville). 4. ed. Şişirme, "haşiv. §
chevauchent; les lettres chevauchent). 5. gçl. Cheville ouvrière: 1. Arabayı oka bağlayan
Binmek, üstünde durmak (Les sorcières cıvata. 2. mec. Elebaşı; -in temel direği (Etre la
chevauchent des manches à balai. Une paire de cheville ouvrière d'un complot, d'une affaire,
lunettes chevauche le nez). d'une association). Etre en cheville avec qn: tkz.
chevau-léger er. (Eskiden) Hafif süvari, Biriyle çıkar yada iş ortaklığı olmak, biriyle hep
chevêche diş. Bir tür gece kuşu. aynı kaba işemek. Ne pas aller à la cheville de qn,
chevelu,e s. 1. Saçlı (Une tête chevelue). 2. venir à la cheville de qn: Birinin tırnağı etmemek,
Püsküllü, saçaklı (L'épi chevelu du maïs. Une birinin ayağının tozu bile olmamak, birinin eline
racine chevelue). 3. Uzun saçlı, su dökememek (Je ne connais pas defemme qui lui
chevelure diş. 1. Saç. 2. (Yıldızlarda) Kuyruk (La vienne à la cheville. Il ne va pas à ta cheville).
chevelure d'une comète). cheviller gçl. 1. Takozlamak, takozlarla bağlamak
chevet er. 1. Başucu (Lampe de chevet. Il a installé (Cheviller une porte, une table). 2 .ed. Haşivlerle
son lit, le chevet contre le mur). 2. (Kiliselerde) doldurmak, şişirmek. § Avoir l'âme chevillée au
Mihrap bölümü ( U n cimetière entoure le chevet de corps: Kedi canlı olmak, cam kolay kolay
cette église). 3. (Madencilik) Filiz yatağı. § Livre çıkmamak. Avoir l'espoir chevillé à l'âme: Kolay
de chevet: Başucu kitabı, en çok sevilen kitap. Au kolay u m u t ve cesaretim yitirmemek,
chevet de: Baş ucunda (Il a passé deux nuits au cheviotte diş. İskoç yapağısı,
chevet de son oncle malade). chèvre diş. 1. Keçi (Lait de chèvre, fromage de
chevêtre er. 1. Bir döşemenin kirişlerini birbirine chèvre. Chèvre d'Angora). 2. Yük kaldırma
bağlamak için aralarına konulan küçük kiriş düzeni, dikme, makas. 3. Sehpa, sıpa, çatkı. 4. er.
p a r ç a l a n , kiriş çeliği. 2. Sargı. 3. Yular, (Eksiltili olarak "fromage de chèvre" yetine) Keçi
cheveu er. 1. Saç teli (Il a trouvé un cheveu dans le peyniri (Un chèvre, manger du chèvre), f Faire
potage). 2. ç. Saç (Des cheveux longs, courts, devenir chèvre: Şaşkına çevirmek. Ménager la
frisés, souples, ondulés, bouclés, crépus, laineux. chèvre et le chou: İki yanı da idare etmek, iki
Des cheveux noirs, blancs, bruns, blonds, roux, hasım yanla da iyi geçinmek,
châtains, gris). § Faux cheveux: T a k m a saç. A un chevreau er. 1. Oğlak (Il bondit comme un
cheveu près: Nerdeyse, az kalsın. En cheveux: chevreau). 2. Oğlak derisi (Des gants en chevreau,
Başı örtüsüz olarak, başı açık (Sortir en cheveux. chaussures de chevreau).
Faire une visite en cheveux). Tiré par les cheveux: chèvrefeuille er. bitb. Hanımeli,
Z o r l a m a , zoraki, mantığa pek uygun düşmeyen chèvre-pied s. ve ad. Keçi ayakh (Satyre chèvre-
(Un raisonnement tiré par les cheveux. C'est tiré pied. Des chèvre-pieds).
chevreter 255 chicaneur
chevreter gsz. (Keçi için) Yavrulamak, doğurmak, hazırlamak (Chiader son bac: Lise bitirme
chevrette diş. 1. Küçük keçi. 2. Dişi karaca. 3. sınavına hazırlanmak, sınav için harıl harıl
Sacayak. 4. Gayda. 5. Karides, teke. 6. Oğlak çalışmak).
derisinden kürk (Manteau de chevrette). chialer gsz. hlk. Ağlamak, zırlamak,
chevreuil er. hayb. Karaca. chialeur, e uses. vead. Gözü sulu; ikide bir ağlayan.
chevrier,ire ad. 1. Keçi çobanı. 2. er. Bir fasulye chiant,e s. tkz. Cansıkan, kafa ütüleyen, rahatsız
türü. eden ( C o m m e il est chiant!).
chevrillard er. Karaca yavrusu, chiard er. hlk. Çocuk, kopil, velet,
chevron er. 1. Çatı merteği, baba. 2. ask. Kol şeridi, chiasse diş. Sinek yada böcek pisliği (Chiasse de
chevronné,e s. 1. Kıdem şeridi taşıyan (Vieux héros mouche), g Avoir la chiasse: argo. K o r k m a k , ödü
tout chevronné). 2. Bir meslekte iyice pişmiş, bokuna k a n ş m a k .
deneyimli, tecrübeli (Un professeur chevronné. chibouque,chibouk er. yada diş. Çubuk, tütün
Les parlementaires chevronnés prévoyaient la çubuğu.
crise). chic er. tkz. 1. Şıklık, güzellik (Tout le chic de ce
chevronner gçl. ask. Koluna şerit takmak, bouquet est dans l'harmonie des couleurs). 2.
chevrotant,e s. Meler gibi, titrek (Une voix (Okul argosunda) Alkış, gösteri. 3. Ustalık (Hale
chevrotante). chic pour faire cela). 4. ünl. Oh! Ne iyi! N e güzel!
chevrotement er. Keçi gibi meleme, titreme (Sa voix Ne şans! (Chic! On va faire un bon voyage! Chic
avait un chevrotement de vieillesse). alors!). S .s. Şık (Elle est très chic avec ce chapeau).
chevroter gsz. 1. (Keçi için) Melemek. 2. (Şarkı 6. Güzel, kıyak (Une chic voiture). 7. Sevimli, hoş
söylerken yada konuşurken) Sesi titremek, sesini (Voilà une parole chic). 8. Kibar, nazik (Il est
titretmek (Chanteur qui chevrote. Un vieillard qui toujours chic à mon égard. Un chic copain). §
chevrote). 3. gçl. Titrek ve yavaş bir sesle Avoir le chic de qch, de f.qch; Avoir le chic pour
söylemek (Chevroter une prière, une chanson). qch, pour f. qch: Bir şeyin, bir şey y apmanın ustası
chevrotln er. 1. Karaca yavrusu. 2. Sepilenmiş oğlak olmak (llale chic des réparations invisibles. Tu as
derisi (Gants de chevrotin). 3. Keçi peyniri, le chic de t'absenter quand on a besoin de toi. Il a le
chevrotine diş. İri saçma, iri av saçması (Fusil chargé chic pour bavarder). Avoir du chic: Fiyakalı
à chevrotines pour la chasse au sanglier). olmak, yakışıldı olmak, esash olmak (Son
chewing-gum [jwingom] er. tng. Sakız, çiklet, chapeau a du chic). Faire qch de chic: Hazırlıksız
•çiğnek (Mastiquer du chewing-gum: Çiklet yapmak, pek inceleyip araştırmadan yapmak (II
çiğnemek). fait ses traductions de chic). Travailler, peindre de
chez 1. (Birinin) Evinde, evine (Je vais chez moi: chic: (Ressam için) Modelsiz çalışmak,
Evime gidiyorum. Allons chez Paul. Rentrons düşevinden resimler yapmak,
chez nous: Evlerimize dönelim). 2. -in ülkesine, chicane diş. 1. Hileli dâva. 2. D â v a , uyuşmazlık,
ülkesinde; -lere, -lerde (Chez les Esquimaux, la anlaşmazlık, mızıkçılık. 3. hkr. Adliyeci takımı.
pêche est une activité vitale. Porter la guerre chez 4. Bir artdüşünce ile çıkarılan kavga, hır. 5.
l'ennemi. Chez les Perses, on rendait un culte au Tabyalardaki zikzaklı yol. § Chercher chicane:
feu. Chez les bêtes, l'instinct est très fort). 3. -in Belâ aramak, kavga çıkarmaya çalışmak,
zamanında, -in döneminde (Chez les anciens chicaner gsz. 1. Dâvaya tezvir karıştırmak,
Grecs, chez les Sumériens). 4. -in yapıtlarında (Ce mızıkçılık e t m e k . 2. gçl. Kavga e t m e k , hır
motde "gloire" revient souvent chez Corneille). S. çıkarmak (Si l'auteur m'émeut, je ne le chicane
mec. -in kişiliğinde, anlayışında, huyunda (C'est pas). 3. Çekiştirmek, takılmak (Si vous la
une mauvaise habitude chez lui: Bu onda kötü bir chicanez sans cesse, il ne s'occupera plus de vous).
alışkanlıktır). 6. er. Ev, konut (J'ai un chez-moi. 4. Kafasını meşgul etmek, canını sıkmak f Cela me
Chacun veut un chez-soi). § Etre partout chez soi, chicane). S. Chicaner sur qch: Bir şey üzerinde
se sentir chez soi: Kendini evindeymiş gibi tartışmak, çekişmek, kavga etmek (Ils chicanent
hissetmek (Ici, je suis chez moi, je me sens chez sur tout). 6. Chicaner qch à qn: Birinin birşeyine
mot). Faire comme chez soi: Evindeymiş gibi itiraz e t m e k , bir şeyi birine vermek istememek
hareket etmek (Faites comme chez vous). (On lui chicane ses frais de déplacement).
chez-moi, chez-soi er. Ev, yuva, başım sokacak chicanerie diş. Mızıkçılık, kavgacılık, çekişme,
kendine ait bir yer (Chacun veut un chez-soi). kavga.
chiader gsz. 1. argo. Çok çalışmak, h a n i , hani chicaneur,euse s. ve ad. Kavgacı, hırcı; yoktan
çalışmak, ineklemek. 2. gçl. Çalışmak, kavga çıkaran (Humeur chicaneuse, esprit
chicanier
256 chier
cierge er. (Tapınaklarda yakılan) M u m , kalın m u m cimenterie diş. 1. Çimento sanayii. 2. Çimento
(Brûler un cierge à un saint). § Etre droit comme fabrikası.
un cierge: Sert, katı olmak, meşe gibi hiç cimentier er. Çimentocu; çimento işçisi,
bükülmemek, cimeterre er. Pala, yatağan,
cieux er. ç. Gökler; Tanrılar katı (Celui qui règne cimetière er. Sinlik, "gömütlük, "mezarlık,
dans les cieux). (Cimetière souterrain, cimetière marin, cimetière
cigale diş. 1. Ağustos böceği. 2. den. Çapa halkası, militaire. Porter un mort au cimetière. Cimetière
cigare er. Puro, yaprak cıgarası (Fumer un cigare). de voitures).
cigarette diş. Sigara, cıgara (Fumer une cigarette. cimier er. Tolga tepeliği.
Allumer, éteindre sa cigarette. Rouler une cinabre er. 1. Zincifre. 2. Ateş kırmızısı,
cigarette. Cigarette filtrée, cigarette sans filtre). ciné er. hlk. Sinema (Aller au ciné).
cigarillo er. Küçük ve ince puro. cinéaste ad. 1. Sinemacı. 2. Sinema sanatçısı,
ci-gît: (Gömüt taşlarında yazar) "Burada ciné-club er. Sinema derneği,
gömülüdür, burada yatar", cinéma er. 1. Sinema (Aller au cinéma. Film de
cigogne diş. hayb. Leylek (Les cigognes sont des cinéma). 2. Sinemacılık, sinema sanatı (Le
oiseaux migrateurs). cinéma est appelé le septième art). 3. mec. tkz. Us
cigogneauer. Leylek yavrusu, almaz şey, gerçek dışı gülünç şey, ciddilikten uzak
ciguë Isigy] diş. bitb. X. Baldıran. 2. Baldıran ağısı şey (C'est du cinéma).
(Socratefut condamné à boire la ciguë). 3. mec. cinémascope er. Sinemaskop,
Ağu, zehir. cinémathèque diş. Filmlik, sinematek,
cil er. Kirpik (Il a de longs cils). § Faux dis: T a k m a cinématique diş. 1. Mekaniğin devinimle ilgili
kirpik. Cils vibratiles: biy. Titrek tüyler. Battre bölümü, devinim bilimi, "devinimbilim 2. s.
des cils: Kirpiklerini kırpıştırmak, Devinime değgin,
ciliaires. Kirpiğe değgin. cinématographe er. 1. Sinema makinası. 2.
cilice er. 1. Keçi kılından sof. 2. Çile doldurmak için Sinemacı. 3. Sinemacılık, sinema,
giyilen yada sarılman at kılından gömlek yada cinématographie diş. Sinemacılık, sinema sanatı,
kuşak (Porter le cilice, prendre le cilice). cinématographier gçl. (Eskimiştir) Filme almak,
cilié, e s. 1. Kirpikli. 2. Tüylü (Feuille ciliée, graine filmini çekmek, -i çevirmek,
ciliée). cinématographiques. Sinemaya değgin; sinematik
cillement er. Göz kırpıştırma ; göz kırpışması (Il a un (Industrie cinématographique, langage
continuel cillement d'yeux). cinématographique).
ciller gsz. 1. Gözünü kırpmak, göz kırpıştırmak (On cinematologie diş. Sinemabilim.
ne peut pas soutenir l'éclat de ce phare sans ciller). cinémomètre er. Hız göstergesi,
2. gçl. Kırpmak, kırpıştırmak (Ciller les yeux). § cinéphiles, vead. Sinemasever,
Ne pas oser ciller devant qn: Birinden çok cinéraire s. Ölü külüne değğin. § Vase cinéraire,
korkmak, önünde ağzım açamamak, kaşını urne cinéraire: Ölü külü vazosu, kutusu,
oynatamamak (Personne n'ose ciller devant le cinérama er. Yanyana konmuş üç perdeyle üç
nouveau directeur). projektöre dayanan sinema yöntemi, sinerama,
cime diş. 1. D o r u k , tepe (Grimper jusqu'à la cime ciné-roman er. Bir filmden alınan resimli yada
d'un arbre. Les cimes neigeuses d'une chaîne de fotoğraflı halk romanı,
montagnes). 2. mec. E n yüce nokta, doruk (La cinétiques, fiz. Kinetik (Energiecinétique).
cime de la gloire, la cime des honneurs). § Etre à la cinglant, e s. 1. Kamçı gibi çarpan. Bıçak gibi (Un
cime de: Bir şeyin doruğunda olmak, en yüksek vent cinglant, une bise cinglante). 2. Sert,
noktasma varmış bulunmak, yaralayıcı, kırıcı (Paroles cinglantes, une leçon
ciment er. 1. Çimento (Un sac de ciment). 2. mec. cinglante).
Aradaki bağ (Le ciment qui le liait à son cinglé, e s. hlk. Kaçık, bir tahtası noksan (Il est un
compagnon se solidifiait. Le ciment d'une amitié). peu cinglé).
cimentation diş. Çimentolama. cingler gçl. 1. V u r m a k , çırpıştırmak (Le charretier
cimenter gçl. 1. Çimento ile tutturmak, birbirine cingla son cheval d'un coup de fouet). 2. D ö v m e k ,
bağlamak (Cimenter des pierres, cimenter un kuvvetle vurmak, çarpmak (La pluie cinglait les
bassin). 1. mec. Sağlamlaştırmak, pekiştirmek vitres). 3. Yaralamak, kırmak (Il cingla son
(Cimenter une amitié. L'amour de la liberté adversaire d'une réplique impitoyable). 4. gsz.
cimentait l'union des citoyens). Yönelmek, -e doğru yol almak (Le yacht cingle
cinna nıome 264 circonspection
vers le port. Le navire cingle vers le cap). cipolin er. A k damarlı yeşil mermer.
cinnamome er. Bir tür tarçın ağacı, cippe er. (Türlü amaçlarla dikilen) Sütun, *dikin;
cinoche er. hlk. Sinema (Aller au cinoche). gömütlerin başına dikilen sütun,
cinoques. vead. hlk. Kaçık, deli, kafadan çatlak, cirage er. 1. Cilalama, parlatma (Cirage des
cinq s. vead. l . s . Beş (J'ai cinq pommes. Les cinq parquets). 2. (Ayakkabı) Boyama (Brosse à
doigts de la main. Attendez cinq minutes). 2. cirage). 3. Ayakkabı boyası. § Etre dans le cirage:
Beşinci (Page cinq, tome cinq, Charles cinq). 3. argo. 1. Gözleri kararmak, hiç bir şeyi göremez
ad. Beşli (Le cinq de pique). 4. Saat beş (Le train olmak. 2. Hiçbir şey anlamamak. Etre en plein
part à cinq). 5. er. Beş rakamı (Il fait ses cinq cirage: argo. Küfelik olmak, zil zurna sarhoş
comme des S). 6. er. Beş, beş sayısı (Compter de olmak. Noir comme du cirage: Kapkara, kömür
cinq en cinq). 7. er. Ayın beşinde, ayın beşi (Je gibi.
pars le cinq. Le cinq Avril). § En cinq sec: Çok circaète er. Yılankartalı, bir tür yırtıcı kuş.
hızlı, çabucak. C'était moins cinq: R a m a k circoncire gçl. Sünnet etmek (Circoncire un
kalmıştı, kıl payı kalmıştı (Felâketin olması için). enfant).
Le cinq-à-sept: Beş çayı çağrısı, beş çayı circoncis, e s. Sünnetli (Un enfant circoncis, il est
toplantısı. circoncis).
cinquantaine diş. Elli kadar, elli dolaylarında (Une circonciseur er. Sünnetçi.
cinquantaine de lettres). § Approcher de la circoncision diş. Sünnet, sünnet işlemi (La
cinquantaine: Ellisine yaklaşmak. Avoir la circoncision est un rite des religions juive et
cinquantaine: Elli yaşlarında olmak, islamique). § Pratiquer la circoncision sur qn:
cinquante?. vead. l . s . Elli (Cinquantemaisons). 2. Birini sünnet etmek,
Ellinci (Numéro cinquante, page cinquante). 3. er. c i r c o n f é r e n c e ^ , geom. 1. Çember (La longueur de
Elli rakamı, elli sayısı, elli (Cinq fois dix font la circonférence est égale au produit du diamètre
cinquante). par pi). 2. Bir şeyi saran çember, çevre (La
cinquantenaire s. 1. Elli yaşlarında (Cet homme est circonférence d'une ville).
cinquantenaire). 2. er. Ellinci yıldönümü circonflexes. Eğri büğrü çarpık,(-)biçiminde (Des
(Célébrer le cinquantenaire de la République). sourcils circonflexes). ŞAccent circonflexe: Mât,
cinquantièmes. 1. Ellinci (Articlecinquantième). 2. forêt, sözcüklerinde görüldüğü gibi (-)
Ellide bir, ellide birlik (La cinquantièmepartie des biçimindeki aksan,
revenus). 3. ad. Ellinci (Il est le cinquantième, elle circonlocution diş. Dolaşık yoldan söylenen söz,
est la cinquantième de sa classe). 4. er. Ellide bir dolaşık anlatım, 'dolamlama (Parler par
(Le cinquantième d'une quantité). circonlocutions).
cinquième s. 1. Beşinci (Le cinquième étage, la circonscriptibles. mat. Çember içine alınabilir,
cinquième année). 2. Beşte bir (La cinquième circonscription diş. 1. Çevre, bölge, bölge sınırı
partie d'un héritage). 3. er. Beşte bir, beşte biri (Il (Circonscription administrative, militaire). 2,
donne le cinquième de son salaire au loyer). 4. ad geom. Bir şekli uçları değecek biçimde bir
(Il est le cinquième, elle est la cinquème de sa çemberle çevirme; çemberleme, çember içine
classe). 5. diş. Orta ikinci sınıf (Mon fils est en alma. § Circonscription électorale: Seçim
cinquième). bölgesi.
cintrage er. Kemerleştirme; kemer biçimine circonscrire gçl. 1. Sınır içine almak, sınırlamak
getirme. ( Circonscrire un espace. Circonscrire une
cintre er. l.(Bir kubbede, bir kemerde) İç eğmeç. 2. propriété par des murs). 2. geom. Bir şekli çember ı
K u b b e yada kemer kalıbı. 3. (Tiyatroda) Üst içine almak, uçları değecek biçimde bir çemberle
bölüm. 4. Giysi askısı. § Le plein cintre: Yarım çevirmek. 3. Sınırlamak, sınır içine almak
daire biçiminde kemer, (Circonscrire un sujet, un débat). 4. Yayılmasına
cintrer gçl. 1. K e m e r biçiminde yapmak, engel olmak, belli bir alan içinde tutmak
kemerleştirmek (Cintrer une porte, une fenêtre, (Circonscrire une épidémie, un incendie).
une galerie). 2. K a b a r t m a k , kabarıklık vermek, circonspect,e s. *Sakınımh, "ihtiyatlı, dikkatli,
eğmek (Cintrer des plaques de métal. Cintrer une ölçülü (Un diplomate circonspect, une démarche
barre, un tuyau). 3. T a m beline oturtmak (Cintrer circonspecte. Il tient toujours un langage
une redingote, une veste). circonspect).
cipaye er. (Eskiden) Bir A v r u p a ordusu circonspection diş. *Sakınımlılık, "ihtiyat,
hizmetindeki Hindistan askeri, sihapi. ölçülülük, dikkat, dilini tutma, uluorta
circonstance 265 cirer
konuşmama, yanı yöreyi kollama (Agir, parler dönen (Un voyage circulaire). 3. diş. Genelge
avec circonspection). (Une circulaire ministérielle, une circulaire
circonstance diş. 1. Ayrıntı (Une circonstance administrative. Envoyer une circulaire).
m'échappe dans son rapport). 2. Koşul, °şart cirailairement bel. Ç e m b e r biçiminde, halka
(L'exprérience a eu lieu dans des circonstances biçiminde, çemberlerçizerek (Un aigle qui planait
défavorables). 3. D u r u m (Il faut profiter de la dans le ciel circulairement).
circonstance). § Etant donné les circonstances: circulante s. Dolaşımda olan; dolaşan (Capitaux
D u r u m gereği,durum ve koşullar yüzünden. De circulants. Anticoagulant circulant).
circonstance: Uygun, yerinde, yerinde ve circulariser gçl. Değirmileştirmek,
zamanında (En cette période de départ en circulation diş. 1. Dolaşım (La circulation du sang.
vacances, les conseils de prudence sont de Petite circulation, grande circulation. La
circonstance). Ce n'est pas de circonstance: Sırası circulation de la sève dans les plantes). 2. Yayılma
değil, uygun kaçmaz. Un ouvrage de circonstance, (Circulation des idées). 3. Dolaşma, gidiş geliş,
un discours de circonstance: Belli bir olay trafik (La circulation est difficile dans les grandes
dolayısıyla yazılmış yapıt, söylenmiş söylev. Dans villes. Accident de la circulation). 4. Sürüm, devir,
les circonstances présentes, actuelles: Bu elden ele dolaşma (La circulation de l'argent, des
durumda, şu koşullar içinde, capitaux). 5. Dolaşım (La libre circulation de la
circonstanciées. A y n n t ü ı , bütün ayrıntılarıyla ( Un main-d'œuvre). § Mettre qch en circulation:
rapport circonstancié. Il nous faut un compte Piyasaya sürmek, çıkarmak, yaymak (Mettre un
rendu circonstancié de la réunion). livre en circulation. Mettre en circulation de
circonstanciel,le s. D u r u m ve koşullara bağlı, fausses nouvelles).
durum ve koşulları belirten. § Complément circulatoire s. K a n dolaşımına değgin (Troubles
circonstanciel: Dolaylı tümleç, circulatoires).
circonstancier gçl. (Az kullanılır) Ayrıntılarıyla circuler gsz. 1. Gidip gelmek, dolaşmak, dolanmak
anlatmak (Les voitures circulent lentement dans cette rue.
circonvallation diş. Kuşatma siperi, Les passants circulent). 2. Dolaşmak, dolaşım
circonvenir gçl. 1. Aldatmaya, kandırmaya yapmak (Le sang circule dans le corps. L'eau
çalışmak (Circonvenir ses juges. Il s'efforça circule dans des canalisations métalliques). 3.
vainement de circonvenir le témoin). 2. tkz. Piyasada dolaşmak, elden ele geçmek (L'argent
Uyutmak, sıkmak kafasını ütülemek circule, les capitaux circulent). 4. Yayılmak,
(Circonvenir son auditoire). dolaşmak, ağızdan ağıza dolaşmak (Des rumeurs
circonvoisin.e s. Yakın komşu, yambaşında (Villes, circulent déjà dans la ville). § Faire circuler un
circonvoisines. Lieux circonvoisins). bruit, une rumeur: Bir söylenti çıkarmak,
circonvolution diş. 1. Bir merkez nokta etrafındaki yaymak. Circulez!: Dağılın, durmayın, ilerleyin!
halkalar, çemberler (Décrire des circumnavigation diş. Bir kıtanın etrafını gemi ile
circonvolutions). 2. Kıvrım, kıvrıntı dolaşma.
(Circonvolutions cérébrales, circonvolutions circumpolaire s. Bir kutup etrafında yapılan, olan
intestinales). (Une expédition circumpolaire: Kutup
circuit er. 1. Çevre uzunluğu (Le circuit d'une ville. yolculuğu).
L'exposition a cinq kilomètres de circuit). 2. Yol, cire diş. 1. Balmumu (Alvéole en cire d'une ruche).
uzun ve karışık yol (J'ai fait un long circuit pour 2. Bitkisel mum (Palmier à cire). 3. M u m . 4.
aller chez lui). 3. Dolanma, gezme (Faire le circuit M ü h ü r mumu (Cire à cacheter). S. Kulak kiri
des châteaux, des villes d'art). 4. mec. Dolambaç. (Bouchon de cire). 6. Göz çapağı. 7. hayb.
5. Hareket, elden ele dolaşma, devir yapma (Le Kuşlarda gaga altı zarı, derisi. § Cire molle: M u m
circuit des capitaux). 6. (Elektrikte) Devre gibi yumuşak karakter, çok gevşek adam. Cire
(Couper le circuit. Rétablir, fermer le circuit). vierge: Eritilmemiş balmumu. Etre jaune comme
Circuit imprimé: (Elektronik) Baskı devresi. cire: Balmumu gibi olmak, çok açık sarı tenli
Circuit intégré: Entegre devre. En circuit fermé: olmak.
D ö n ü p dolaşıp hep aynı noktaya gelerek. Etre ciré,e s. 1. Balmumlu, balmumu sürülmüş. 2.
hors circuit: mec. Devre dışı olmak, bir işe Boyanmış, parlatılmış (Chaussures cirées). 3.
karışmamış olmak, Cilalanmış, cilalı (Parquet ciré). 4. er. Sugeçirmez
circulaires. 1. Değirmi, yuvarlak (Figurecirculaire, giysi (Un ciré de marin). § Toile cirée: Muşamba,
surface circulaire). 2. Sonunda çıkış noktasına cirer gçl. 1. Balmumu sürmek. 2. Boyamak,
cireur 266 citoyen
parlatmak (Cirer des chaussures). 3. Cilâlamak ciste er. bitb. 1. Lâdin. 2. diş. (Eski yunanlılarda)
(Cirer un parquet). § Cirer les bottes à qn: tkz. Tören sepeti,
Birine dalkavukluk etmek, birinin kıçını cistre er. XVI. yüzyılda kullanılmış, telleri
yalamak. çekilerek çalınan bir çalgı, çitera, kitara.
cireur,euse 1. ad. Cilacı, parlatıcı, silip parlatan cistude diş. Bir tür su kaplumbağası,
kimse (Une cireuse de parquet). 2. er. Boyacı (Le citadelle diş. 1. Kale, hisar (Une citadelle
cireur de bottes). 3. diş. D ö ş e m e cilalama aygıtı, imprenable. La citadelle d'Ankara. Les créneaux
cireux,euse s. 1. Balmumu gibi (Un malade au teint d'une citadelle). 2. mec. Merkez, kale (Un parti
cireux. Un visage cireux).2. Balmumu kıvamında, politique qui est la citadelle du libéralisme. Rome,
m u m yumuşaklığında (Matière cireuse). citadelle du catholicisme).
cirier,ère ad. 1. M u m yapıp satan kimse, mumcu. 2. citadin,e s. ve ad. Kentli, şehirli; kente değgin (La
Balmumu yapan amele arı. 3. er. M u m ağacı, vie citadine. Habitudes citadines. L'exode des
ciron er. 1. ( U n , peynir gibi şeylerde olan) Kurt. 2. citadins vers la campagne).
mec. Cılız adam, güçsüz adam. citateur,trice v. vead. Alıntılayan, bir alıntı yapan,
cirque er. 1. Sirk, cambazhane (Je vais amener mes citation diş. 1. 'Alıntı, metin aktarımı (Une thèse
enfants au cirque). 2. Karmakarışık yer; dağınık, bourrée de citations. Une citation textuelle se met
düzensiz yer, panayır gibi yer (C'est un cirque, entre guillemets). 2. 'Geldiri, °celp, "celpname
ici). 3. Karışıklık, düzensizlik (Quel cirque dans la (Citation devant les tribunaux civils. Un huissier
famille, les veilles de départ envacances!). 4. argo. lui a remis une citation par-devant le juge de paix).
Millet Meclisi, kamutay. S. coğr. Buzyalağı. 3. ask. Birinin yararlığını günlük emirde övme,
cirrhose diş. hek. Siroz, adını günlük emirde anma (Citation à l'ordre du
cirro-cumulus er. coğr. Yumakbulut. régiment, citation à l'ordre de l'armée).
cirro-stratus er. coğr. Buz bulutu, külbulut. cité diş. 1. (Eskiden) Kendi yasalarıyla yönetilen,
cirrus er. coğr. Saçakbulut, tüybulut. özerk bir yada birkaç kentten oluşmuş ülke (Les
cirure diş. Balmumu cilâsı, rivalités des cités grecques. Les dieux de la cité). 2.
cisaille diş. 1. Maden kesmeye, ağaç dallarını Kent, şehir (La cité de Londres. Chaque matin la
kırpmaya yarayan büyük makas, demirci makası, cité reprend son animation). 3. Bir kentin eski
budama makası (Cisaille de ferblantier, de tôlier, mahallesi, hisar mahallesi (Notre-Dame de Paris
de jardinier). 2. Maden kırpıntısı (Cisaille d'argent). est dans l'île de Cité). 4. Semt, mahalle, site (Cités
cisaillement er. 1. Kesme, doğrama, kırpma, ouvrières, cités universitaires). § Droit de cité: 1.
b u d a m a . 2. (Yol, sokak vb. için) Kesişme, Yer alma, bulunma, yaşama hakkı (Ce mot n'a
cisailler gçl. 1. Kesmek, doğramak (Cisailler des fils pas droit de cité en bon français. Tout a droit de
de fer barbelés). 2. Kırpmak, budamak (Cisailler cité en poésie. Cet usage, venu d'Amérique, a fini
les branches). 3. Cisailler qn: tkz. Birinin yüzünü par acquérir le droit de cité en France). 2.
gözünü çizmek, yaralamak, Yurttaşlık hakları,
ciseau er. 1. Y o n t m a kalemi (Tailler au ciseau. citer gçl. 1. Söylemek, saymak (Citez-moi les
Ciseau de sculpteur, de maçon, de menuisier). 2. romans de Gide). 2. Belirtmek (L'auteur a cité ses
Kazı kalemi, işleme kalemi (Ciseau d'orfèvre). 3. sources en notes). 3. Vermek, ileri sürmek (Je
ç. Makas (Ciseaux de couturier, de tailleur, de peux vous citer une foule d'exemples). 4. A n m a k ,
brodeuse. Ciseaux à ongles). § Sauter en ciseaux: alıntılamak, aktarmak, adını anmak (Citer les
Makaslama atlamak, paroles d'un philosophe, citer les vers d'un poète).
ciseler gçl. 1. O y m a k , işlemek, kalem işlemek 5. Ö r n e k olarak göstermek (Citer quelqu 'un pour
(Ciselerunbijou,unmétal,un objet précieux). sa bravoure. Citer un beau trait de caractère). 6.
2. mec. Titizlikle, inceden inceye işlemek (Ciseler Birini mahkemeye celbetmek (Citer un témoin).
son style, ses phrases, un sonnet). 7. ask. Birinin yararlığını günlük emrinde övmek
çiselet er. Kuyumcu kalemi, (Citer un officier à l'ordre de l'armée).
ciseleur er. 1. Çalmacı, m a d e n oymacısı, m a d e n citerne diş. Sarnıç (Eau de citerne. A cause de la
işlemecisi. 2. Bir şeyi titizlikle yapan, ince ince sécheresse, la citerne est presque vide). § Bateau-
işleyen (Ciseleur de vers: Dizelerini kuyumcu gibi citerne: Sarnıç gemi. Wagon-citerne: Sarnıç
işleyen ozan). vagon,
ciselure diş. 1. M a d e n oymacılığı, çalmacıhk. 2. cithare diş. Kitara.
O y m a m a d e n işi, çalmacı işi, ince iş. cithariste ad. Kitaraci.
cisoires diş. ç. Ayaklı demirci makası. citoyen,ne ad. 1. (Eskiden) Sitede Qturan,
citoyenneté 267 claie
yurttaşlık hakkı olan kimse (On reconnaissait le civil: Nüfus m e m u r u . Autorités civiles: Mülki
citoyen à ce qu'il avait part au culte de la cité). 2 makamlar, mülki erkân. Liste civile: Devlet
Yurttaş, vatandaş (Accomplir son devoir de başkanı ödeneği. Dans le civil: Sivil yaşamda (Le
citoyen. Les citoyens turcs). 3. (Büyük Fransız capitaine était architecte dans le civil). En civil:
Devrimi sırasında) Bay, bayan (La citoyenne Sivil olarak, sivil giyimle (S'habiller en civil, se
Liliane, le citoyen Paul). 4. tkz. A d a m , herif (Je mettre en civil: Sivil giyinmek). Se porter partie
me méfie de lui, c'est un drôle de citoyen). S. s. civile: Z a r a r ziyan davası açmak; kişisel hak
Demokrat (Un roi citoyen). § Citoyen du monde: davası açmak,
Dünya vatandaşı, civilement bel. I . H u k u k bakımından, "hukuken
citoyenneté diş. Yurttaşlık, vatandaşlık (ila fait des (Juger civilement. Il est civilement responsable). 2.
démarches pour obtenir la citoyenneté turque). Dinsel törensiz, "medeni h u k u k a göre, yurttaşlar
citrin,e s. Limon sarısı, limon renginde, yasasına göre (Se marier civilement). 3. Kibarca,
citrique s. Limondan çıkarılmış, limondan elde nazikçe (Il agit toujours civilement).
edilmiş (Acide citrique). civilisable s. Uygarlaştınlabilir (Des peuplades
citron er. 1. Limon (Une tranche de citron. Thé au civilisables).
citron, jus de citron). 2. hlk. Kafa, baş (lia reçu un civilisateur, trice s. vead. Uygarlaştıncı.
coup sur le citron). 3. s. Limon sarısı (Une robe civilisation diş. 1. Uygarlık (Civilisation turque,
citron). § Etre j a u n e comme un citron: Limon gibi civilisation occidentale). 2. Uygarlaştırma;
sarı benizli olmak. Presser qn comme un citron: uygarlaşma (La civilisation progressive des
Birini sömürmek, alabildiğine yararlanmak, peuplades d'Océanie).
sömürüp posasını bırakmak. Se presser le citron: civilisé, e s. Uygarlaşmış, uygar (Les nations
Kafa çatlatmak, kafa yormak, çok uğraşmak, civilisées, un pays civilisé, un homme civilisé).
citronnade diş. Limonata, civiliser gçl. 1. Uygarlaştırmak (Civiliser un pays,
citronné,e s. Limon kokan, içine limon konmuş, un peuple). 2. Nazikleştirmek, kibarlaştırmak
limonlu (Tisane citronnée). (La fréquentation de la bonne société Ta un peu
citronnelle diş. 1. Limon gibi kokan bitki. 2. Limon civilisé). § Se civiliser: 1. Uygarlaşmak. 2.
kabuğu likörü, Nazikleşmek, kibarlaşmak,
citronner gçl. Limon sıkmak, limon suyu katmak, civiliste ad. Medeni hukuk uzmanı, yurttaşlık
citronnier er. Limon ağacı, h u k u k u uzmanı,
citrouille diş. 1. Balkabağı; iri yuvarlak kabak civilité diş. 1. İncelik, naziklik, kibarlık (Je le
(Soupe à la citrouille). 2. hlk. Kafa, baş, kelle, préviens par civilité). 2. ç. Kibar ve nazik sözler,
cive, civette diş. Bir tür sarmisak; taze sarmisak. "iltifat, saygı (Présenter ses civilités. Agréez mes
civelle diş. Küçük yılanbalığı civilités).
civet er. Yahni (Civet de chevreuil. Lapin en civet). civiques. 1. Medeni (Couragecivique). 2. Yurttaşa
civette diş. 1. Misk kedisi. 2. Misk kedisi kokusu, değgin, yurttaşlıkla ilgili (Il a perdu ses droits
misk. 3. Misk kedisi derisinden yapılan kürk. civiques. Instruction civique).
civière diş. 1. Teskere (Charger des pierres sur une civisme er. 1. Yurtseverlik. 2. İyi yurttaşlık,
civière). 2. Sedye (Emporter les blessés sur des clabaud er. Sarkık kulaklı bir tür av köpeği,
civières). clabaudage er. 1. Yerli yersiz havlama. 2.
civil, e s. 1. Yurttaşlar arası, iç (Guerre civile: İç Dedikodu. 3. Pis pis bağırma,
savaş). 2. "Medeni, yurttaşlıkla ilgili (Droits clabauder gsz. 1. Yerli yersiz havlamak. 2. Pis pis
civils: °Medeni haklar. Privation des droits civils. bağırmak. 3. Yersiz itirazlarda bulunmak. 4.
Le droit civil: °Medeni hukuk, yurttaşlar yasası). Dedikodu yapmak, yermek, arkasından
3. Sivil, başıbozuk (La vie civile). 4. Medeni, konuşmak. 5. Clabauder sur qn, contre qn: Biri
dinsel törensiz (Le mariage civil, enterrement hakkında dedikodu yapmak, birinin arkasından
civil). S. mec. Nazik, terbiyeli (Il n'a pas été civil à konuşmak, birini çekiştirmek,
mon égard). 6. er. Sivil, başıbozuk (Les militaires clabaudeur, euse ad. Yaygaracı; pis pis bağırıp
et les civils). 7. er. huk. H u k u k mahkemesi çağıran.
(Poursuivre quelqu'un au civil). 8. s. H u k u k a clabauderie diş. 1. Yaygara, bağırıp çağırma. 2.
değgin, hukukla ilgili (Procédure civile: Hukuk Dedikodu, çekiştirme,
yargılama usulü. Tribunal civil: Hukuk clac ünl. Tık! Şırak! Şak diye! (Clac! La porte se
mahkemesi).§ Annie civile:Takvim y ılı.Etat civil: referma brusquement).
1. Medeni hal. 2. Nüfus idaresi. Officier d ' é t a t claie diş. 1. İnce dallardan kafes. 2. T o p r a k , kum
clair 268 clandestinement
eleği (Passer de la terre sur une claie, cribler du kafesli (Une clôture disposée à claire-voie. Voleta
sable sur une claie). 3. Çit. § T r a i n e r q n sur la claie: claire-voie).
1. (Eskiden, intihar edenlerin yada kimi clairière diş. Bir koru yada ormanda ağaçsız yer,
hükümlülerin) Cesedini halka göstermek için bir ağaçsız alan, düzlük,
toprak kalburuna koyup bir beygire sürükletmek. clair-obscur er. 1. (Resimde) Işık-gölge, açık-koyu
2. (Birini) Aşağılatmak. dağılımı (Rembrandt a tiré du clair-obscur
clair, e s. 1. Parlak (Une flamme claire. Le clair d'admirables effets). 2. Alacakaranlık (Dans le
soleil). 2. Aydınlık, ışıklı (Cette chambre est bien clair-obscur du soir qui tombe). 3 .mec. Kapalılık,
claire). 3. Açık, koyu olmayan (Elle a un teint anlaşılmazlık, kesinlikten uzaklık,
clair). 4. Saydam (Du verre clair). 5. Seyrek clairon er. 1. Boru, borazan (Sonner, jouer du
dokunmuş, hava geçiren (Une robe claire, un clairon: Boru çalmak, borazan çalmak). 2.
tricot clair). 6. Açık, sulu, yoğun olmayan (Une Borazancı, borazan çalan er (Les clairons du
sauce claire). 7. D u r u , açık (De l'eau claire. Un ciel régiment).
clair). 8. Seyrek (Un bois clair). 9. Net, seçik (Une claironnant, e s. Çınlayan, sert ve tiz (Une voix
voix claire, un son clair. Il a la parole claire). 10. claironnante).
Belli, ortada, meydanda (Une attitude claire). 11. claironner gsz. 1. Boru çalmak. 2. Boru gibi ötmek.
Kolay anlaşılır, açık (lia fait un exposé bien clair). 3. gçl. Yaymak, duyurmak (Il a claironné son
12. bel. Açık, açıkça, açık olarak (Parler clair. Il succès. Ne lui confiez jamais un secret, il irait le
fait clair: Hava iyice ağardı, ortalık aydınlık). 13. claironner partout).
er. Aydınlık, ışık. 14. er. (Bir tabloda) Işıklı clairsemé, es. 1. Seyrek (Des arbres clairsemés. Une
yerler. 15. er. (Bir kumaşta) Ufacık delikler, tête aux cheveux clairsemés). 2. Dağınık, şuraya
seyrek dokunmuş yerlerdeki aralıklar (Les clairs buraya serpiştirilmiş; tek tük (Des remarques
d'une étoffe, d'une robe). § C'est clair comme le clairsemées dans un livre. Des applaudissements
jour: G ü n gibi ortada. Le clair de lune: Ay ışığı, ay clairsemés).
aydınlığı. Au clair de lune: Ay ışığında, ay clairvoyance diş. Öngörü, ileriyi görme, keskin
aydınlığında. Le plus clair de: E n önemli, en görüşlülük, "basiret (Sa clairvoyance lui a permis
büyük bölümü (Le plus clair d'un discours. Il d'éviter bien de dangers).
passe le plus clair de son temps à bavarder). En clairvoyant,e s. Öngörülü, ileriyi gören, keskin
clair: Açıkça, açıkçası (En clair, cela ne görüşlü, "basiretli (Un homme clairvoyant, un
m'intéresse pas). C'est de l'eau claire: Basit şeyler esprit clairvoyant).
bunlar, bayağılıklar, herkesin söyleyebileceği clamecer, clamser gsz. hlk. Ölmek, öbür dünyayı
şeyler. Son affaire est claire: O n u n hesabı boylamak.
görülecek, o n u n işi bitti demektir, cezasını clamer gçl. Haykırmak, bağırmak, haykırarak
çekecek. Mettre qch au dair: Bir şeyi temize söylemek, bağırarak bildirmek (Clamer son
çekmek. Mettre sabre au clair: Kılıç çekmek. innocence, son indignation, sa douleur).
Tirer qch au clair: Bir şeyi gün ışığına çıkarmak, clameur diş. Uğultu, bağırtı çağırtı (L'orateur tenait
aydınlığa kavuşturmak. Voir clair dans qch: Bir
tête aux clameurs hostiles de la foule).
şeyin iç yüzünü anlamak, bilmek (Il a beau ruser,
clampin,es. Tembel, miskin, uyuşuk,
je vois clair dans son jeu). clan er. toplb.l. Oymak, sop, "kabile, "klan ( Chef de
claire diş. 1. İstiridye havuzu (Huîtres, fines de clan. Mariage entre membres de clans différents).
claire). 2. Havuzda yetiştirilmiş istiridye (Manger 2. Küçük topluluk, küçük grup (Former un clan.
des claires). Clan de scouts). 3. Saf, yaka, cephe, kamp
clairement bel. 1. Açık seçik, iyice ( O n distinguait (Plusieurs députés sont passés dans le clan de
clairement les virages de la route). 2. Açıkça, l'opposition).
anlaşılacak biçimde (Parler, expliquer clandéer. argo. Gizli fuhuş yuvası; randevuevi.
clairement). 3. Besbelli, "ayan beyan. clandestin, e 1. s. Gizli, yeraltı ; gizli ve yasadışı, gizli
clairet, te s. ve ad. 1. Rengi açık kırmızı, hafif şarap ve töredışı (Un journal clandestin; une réunion
(Du vin clairet; du clairet). 2. A z koyu, sulu, pek clandestine, un rendez-vous clandestin). 2. Kaçak
yoğun olmayan (Une soupe clairette). (Commerce clandestin, passager clandestin).
clairette diş. Köpüklü beyaz şarap. clandestinement bel. Gizlice, el altından, perde
claire-voie diş. 1. Kafes parmaklık (Regarder par arkasından (Se marier clandestinement. Le
une claire-voie). 2. Kafes bölme. 3. Izgara prisonnier correspondait clandestinement avec
döşeme. 4. Tepe ışıklığı. § A claire-voie: Aralıklı, des complices).
clandestinité 269 classe
clandestinité diş. Gizlilik; yasadışılık; töredışılık 8. gçl. H a r vurup harman savurmak, harcamak
(Vivre dans la clandestinité). (Claquer un héritage, claquer un billet de mille
clanique s. Klana değgin, kabileye değgin (Le nom francs). 9. gçl. Yorgunluktan bitirmek, çatlatmak
clanique). (Claquer un cheval). § Claquer des dents: Dişleri
clapet er. 1. (Tulumba, körük gibi şeylerde) Supap, birbirini dövmek, dişleri takırdamak. Claquer de
*kapaç. 2. mec. hlk. Ağız, çene (Ferme ton clapet: peur: Korkudan ödü patlamak. Claquer du bec:
Kapa çeneni, kapa ağzını, sus). Acıkmak. Claquer dans la main: Elinde kalmak,
clapier er. 1. Tavşan kafesi, tavşanlık. 2. mec. tkz. başarısızlığa uğramak (L'affaire lui a claqué dans
Küçük, daracık ve pis konut. 3. Kaya yığını, la main). Claquer de froid: Soğuktan titremek.
kayaların yuvarlanıp üst üste yığılması, Claquer la porte au nez de qn: Kapıyı suratına
clapirgsz. (Tavşan için) Bağırmak. çarpıp çıkmak. Faire claquer son fouet: mec. tkz.
clapir(se) gsz. (Tavşan) Bir deliğe saklanmak, K u r u m satmak, böbürlenmek. § Se claquer: Çok
sinmek, pusmak, yorulmak, cam çıkmak (Il se claque pour préparer
clapotage, clapotement er. Çalkantı, çalkalanan bir son examen).
sıvının çıkardığı ses ( Les clapotements du lac berce claquet er. Değirmen çakıldağı. § Sa langue va
notre rêverie). comme un claquet: Çenesi d u r m a d a n işliyor,
clapoter gsz. Çalkalanmak, çalkantı içinde olmak; çenesi hiç durmuyor; durmadan konuşuyor,
şıpırdamak. claqueter gsz. 1. (Tavuk için) Gıdaklamak. 2.
clapotis er. Çalkalanan sıvının çıkardığı ses, şıpırtı (Leylek için) Gagasım takırdatmak,
(Le clapotis des vagues, de la marée). claquette diş. 1. Belli günlerde kiliselerde çan
clappement er. Şapırdatma (Clappement de la yerine çalınan ve kaynana zırıltısı denilen
langue). oyuncağa benzer alet, cırcır. 2. (Sinemacılıkta)
clapper gsz. Şapırdatmak. § Clapper de la langue: Şakşak.
Dilini şapırdatmak, clarification diş 1. Durulaştırma, antma
claquant, e s. hlk. Yorucu, öldürücü, bitirici (Un (Clarification d'un liquide par filtration). 2.
travail claquant). Aydınlatma, açıklığa kavuşturma (La
claque diş. 1. Şamar, tokat (Donner une claque: Bir clarification d'un problème, des idées).
tokat aşketmek. Recevoir une claque: Bir tokat clarifier gçl. 1. Durulaştırmak. 2. Arıtmak
yemek). 2. Alkışçı; para ile tutulmuş alkışçılar. 3. (Clarifier du sucre. Clarifier un liquide par
(Ayakkabıda) Saya. § Une tête à claques: filtration). 3. Aydınlatmak, açıklığa kavuşturmak
M a h k e m e duvarı gibi yüz; surata bak süngüye (Clarifier la situation, une question, une idée
davran. En avoir sa claque: Bıkmak, gına confuse). § Se clarifier: Aydınlanmak, açıklığa
getirmek, illallah demek. Prendre ses cliques et kavuşmak (La situation s'est enfin clarifiée).
ses claques: Piliyi pırtıyı toplayıp gitmek, clarine diş. Çıngırak, hayvan çanı.
claque s. ve er. 1. (Eski) Yaylı silindir şapka (Un clarinette diş. Klarnet (Il sait jouer de la clarinette).
chapeau claque, un claque). 2. er. hlk. clarinettiste ad. Klarnetçi.
Randevuevi; genelev, clarté diş. 1. Işık, aydınlık (Clarté de l'aurore, faible
claquement er. 1. Şaklama (Le claquement d'un clarté. Répandre de la clarté). 2. Duruluk,
fouet). 2. Çarpıp şak diye ses çıkarma (Le berraklık (Clarté de l'eau). 3. Parlaklık,
claquement d'une porte). 3. Takırdama. 4. El pınlpırılhk (La clarté du teint). 4. mec. Açıklık,
çırpma. aydınlık, anlaşılırlık (La clarté d'un style, d'une
claquemurer gçl. Eve kapatmak, odaya kapatmak. langue. S'exprimer avec clarté). 5. ç. (Eskimiştir)
§ Se claquemurer: Evine kapanmak, hiç dışarı Bilgi (Je consens qu'une femme ait des clartés de
çıkmamak. tout).
claquer gsz. 1. Şaklamak (Le fouet claque, Le classable s. Sınıflandırılabilir, tasnif edilebilir
drapeau claque au vent). 2. gsz. (Dişler için) (Objets classables).
Takırdamak. 3. gsz. hlk. Ölmek, zıbarmak, classe diş. 1. Sınıf, toplumsal sınıf (Classe
kıkırdamak (Il a failli claquer). 4. gsz. Bozulmak, dirigeante, la classe ouvrière, la classe bourgeoise,
kırılmak, kopmak (La résistance électrique a la classe laborieuse, la classe moyenne. La lutte des
claqué. La ficelle va claquer). 5. gçl. Şaklatmak, classes. Une société sans classes). 2. Kat, tabaka,
çarparak vurmak, atmak (Le vent a claqué la kategori (Ce livre s'adresse à toutes les classes de
porte. Claquer un pupitre). 6. gçl. Tokatlamak, lecteurs). 3. Bölüm (Ranger par classes). 4.
dövmek (Claquer un enfant). 7. gçl. Alkışlamak. Mevki, sınıf (Hôtel de première classe. Wagon de
classement 270 clavelée
deuxième classe). 5. Okul, sınıf (Camarade de Virgile sont des écrivains classiques). 3. Örnek
classe. Une classe turbulente). 6. Öğre'nim, ders olacak nitelikte, kendini kabul ettirmiş,
yılı (La rentrée des classes). 7. D e r s (Une classe *kökleşik (Son livre est devenu classique. Cette
d'histoire, de géographie. Livres de classe). 8. théorie scientifique est maintenant classique). 4.
Dersane, okul (Aller en classe, être en classe). 9. Alışılmış, geleneksel, bilinen (Il m'a exposé les
Öğrenciler (A cette réponse, toute la classe a éclaté arguments classiques. Un costume de coupe
de rire). 10. ask. Kura (La classe 1972 vient d'être classique). S. Olagelen, yapılagelen; basmakalıp
appelée sous les drapeaux). 11. ask. Terhis, (C'est un coup classique). 6. er. Klasik yazar (Les
tezkere (Vive la classe!). § Avoir de la classe: grands classiques). 7. er. Klasik yapıt (Collection
Nitelikli olmak, flstiin değerli olmak (Il a de la des classiques français). 8. er. Klasik müzik
classe). Changer de classe: Sınıf geçmek. Etre de (Aimer le classique). § Langues classiques:
la classe: O yü terhis edilecek kura içinde olmak, Latince ve eski Yunanca, klasik diller,
terhis edilecekler arasında olmak. Faire la classe: classiquement bel. Klasik biçimde, klasik olarak,
Ders yapmak (Le professeur de français fait une élastique s. yerb. Eski kayalann aşınmasından
classe très méthodique). Faire ses classes: Temel er oluşan (Roches clastiques).
eğitimi yapmak, temel er eğitimi görmek. claudlcant, e s. Aksayan, topallayan (Une
Redoubler la classe: Sınıfta kalmak. Sauter une démarche claudicante).
classe, changer de classe: Sınıf geçmek, sınıfım claudication diş. Topallık, topallama, aksama
geçmek. (Après l'accident, il lui en est resté une légère
classement er. 1. Sınıflama, sıralama (Classement claudication).
alphabétique). 2. Bölüm bölüm yerleştirme, belli claudiquer gsz. Topallamak, aksamak,
bir sıraya göre düzenleme ( Classement de papiers clause diş. huk. H ü k ü m , kayıt, şart, madde
dans un classeur, classement des livres dans une (Clauses d'un contrat, d'une loi, d'un traité). §
bibliothèque). § Classement sans suite: huk. Clause belge: Suikast hükmü. Clause
Takipsizlik kararı, compromissoire: Tahkim şartı. Clause d'attentat:
classer gçl. 1. Sınıflamak, sıralamak (Classer par Suikast hükmü. Clause de réméré: Vefa şartı.
série). 2. Bölümlere ayırmak, belli bir sıraya göre Clause de réserve: İhtiraz kaydı. Clause
düzenlemek (Classer les fiches, les papiers). 3. d'exigibilité: Muacceliyet şartı. Clause pénale:
İşlemlerini bitirip yerine koymak (Classer un Cezai şart. Clause résolutoire: tnflsah şartı.
dossier). 4. mec. ö r t b a s e t m e k , rafa kaldırmak, Clause suspensive: Talik şartı. Clause de la nation
uyutmak (Classer une affaire). S. Classer qn: Biri la plus favorisée: En fazla kayınlan ulus şartı; en
hakkında kesin yargıya varmak, birinin fazla müsaadeye mazhar millet şartı. Clause de
numarasını vermek (Je l'ai tout de suite classé: déchéance: D ü ş m e şartı,
Onun hemen numarasını verdim). 6. Classer claustral, e s. Manastıra değgin, manastın andıran
parmi: Arasına sokmak (Classerlelapinparmiles (Mener une vie claustrale. Un silence claustral).
rongeurs). § Se classer parmi: Arasında yer claustration diş. Bir yere kapanıp kalma, içeri
almak, düzeyinde olmak, arasına girmek (Il se k a p a n m a (Après une longue claustration, il est
classe parmi les meilleurs). enfin sorti).
classeur er. Klasör, sıralaç, claustrergç/. İçeri kapamak (Ilestrestéclaustréchez
classicisme er. Klasiklik, klasik olma niteliği, lui). § Se claustrer: 1. İçeri kapanmak, hiç dışan
classiflcateur, trice s. ve ad. Sınıflandın», sınıflara çıkmamak. 2. G ö m ü l m e k , kapanmak, içine
a y ı n a (Il a un esprit classiflcateur. Une manie girmek (Le jeune homme se claustra en un
classiflcatrice). farouche mutisme).
classification diş. Sınıflama, sınıflandırma, bölüm claustrophobe ad. Kapalı yerlerde kalmaktan
bölüm düzenleme, türlerine göre ayırma (Une korkan (kimse),
classification scientifique des animaux. claustrophobie diş. Kapalı yer yılgısı,
Classification des documents). clavaire diş. Yenilebilen bir tür mantar,
classifler gçl. Sınıflamak, sınıflandırmak, türlerine claveau er. 1. (Mimarlıkta) Kemer taşı. 2. (Koyun
göre ayırmak, ve keçilerde) Çiçek sayrılığı sivilcelerinden akan
classique s. 1. Dil ve yazında, Fransa'da X V I I . kan, çalık,
yüzyılda egemen düşünce ve geleneğe bağlı clavecin er. müz. Klavsen,
(Racine est un grand écrivain classique). 2. Eski claveciniste ad. Klavsen çalan, klavsenci.
Y u n a n ve R o m a çağına ait (Gicéron, Horace, clavelée diş. Koyunlarda görülen çiçek sayrılığı.
davette 271 digner
clignent les yeux). 2. Kırpıştırmak, sık sık Clinique ophtalmologique). 2. s. Kliniğe değgin
kırpmak (Le soleil ardent le forçait à cligner ses (Examen clinique. Signe clinique).
paupières). 3. gsz. Kırpışmak (Les yeux qui clinomètre er. 'Eğimölçer, eğim ölçme aygıtı
clignent sans cesse). § Cligner des yeux: (Clinomètre d'un navire, d'un avion).
Gözlerini kırpıştırmak, sık sık açıp kapamak. clinquant, e s. 1. Yalancı bir ışıltısı yada parlaklığı
Cligner de l'œil: G ö z kırpmak, gözü ile işaret olan (Des bijoux clinquants). 2. er. Kumaşların
etmek. üstüne süs olarak konan parlak madenden pul.
clignotant, e s. 1. Kırpışık (Des yeux clignotants). 3. er. mec. Yaldız, yalancı parlaklık.
2. Kıpraşan, titreşen (Une lumière clignotante). d i p er. Mandalla tutturulan mücevher, mandallı
3. er. (Taşıtlarda) İşaret lâmbası, sinyal lâmbası. iğne (Les femmes avaient des clips).
4. er. Tehlike işareti. clipper er. tng. 1. Yelken gemisi. 2. Taşıma uçağı,
clignotement er. 1. Kırpıştırma (Il a un tic, un clique diş. 1. "Hizip, *bölek (II ya plusieurs
perpétuel clignotement de paupières). 2. cliques dans ce parti). 2. ask. Borazan ve
Kırpışma, kıpraşma (Le clignotement des trampet takımı. § Prendre ses cliques et ses
lumières, d'une lampe). claques: Pılı pırtısını toplayıp gitmek,
c l i g n o t e r e z . 1. Kıpraşmak (Les étoiles clignotent. cliquet er. Dişli (çark) mandalı, çakıldak,
Ses yeux clignotaient sans cesse). 2. Aralıklı cliqueter gsz. Tık etmek, tıklamak, tıkırdamak,
yanıp sönmek (L'ampoule électrique clignote). cliquetis er. Tıkırtı (Cliquetis des verres
climat er. 1. İklim (Climat tropical, désertique, entrechoqués, d'une machine à écrire).
continental, méditerranéen. Climat doux, cliquette diş. Çalpara.
agréable, salubre, sain, malsain rude, sévère, clissage er. Hasır geçirme,
modéré. Climat de montagne. Climat humide, clisse diş. 1. Peynir süzgeci. 2. Şişe hasın,
pluvieux, chaud, froid). 2. Ülke (Il a visité elisser gçl. Hasır geçirmek (Clisser une bouteille).
presque tous les climats) 3. H a v a , ortam (Un clitoridien, ne s. Bızıra değgin, klitorisle ilgili,
climat d'amitié règne parmi nous. Ils vivent clitoris er. Bızır, klitoris.
toujours dans un climat d'hostilité). clivage er. 1. (Taşı) İliği doğrultusunda yaprak
climatère er. hek. (Kadınlarda) Yaş d ö n ü m ü , yaprak ayırma. 2. Taş çatlağı. 3. mec. Bölünme,
menopoz; (erkeklerde) cinsel gücün ayrılma, farklılaşma (Le clivage des opinions.
zayıflaması, andropoz, Un nouveau clivage social prenait vie).
climatérique s. 1. (İnsan ö m r ü n ü n kimi dönemleri cliver gçl. (Taşı) İliği doğrultusunda yaprak
için) Tehlikeli, nazik (Période climatérique). 2. yaprak ayırmak,
(Eski) İklime değgin (Les conditions cloaque er. 1. Çirkef kuyusu. 2. Çirkef suyu. 3.
climatériques d'un pays). 3. Y a ş d ö n ü m ü n e mec. Ç i r k e f . 4 . (Kuşlar, sürüngenler vb.) Ortak
değgin, yaşdönümsel. 4. diş. Altmışüçüncü yaş. barsak, idrar ve cinsel organ deliği,
climatique s. İklime değgin, iklimsel (Conditions dochard, e ad. Sokak serserisi, dilenci (Des
climatiques d'un pays. Variations climatiques). clochards qui dorment dans la rue).
climatisation diş. İklimlendirme, havadüzenleme clochardisation diş. Sokak serserisi durumuna
(La climatisation d'une salle, d'un cinéma). getirme, gelme; serserileştirme, serserileşme,
climatiser gçl. İklimlendirmek, havadüzenlemek cioche diş. 1. Çan (Les cloches de l'église sonnent).
(Climatiser une salle). 2. Yemiş tavası. 3. (Çan biçiminde) Cam kapak
climatiseur er. Havadiizenleyici. (Cloche à melon. Mettre le fromage sous cloche).
climatologie diş. İklimbilim. 4. (Deride) Kabarcık. 5. Dalgıç haznesi. 6.
climatologique s. İklimbilimsel; iklimle ilgili Çançiçeği 7. hlk. (Eski) Baş, kafa. 8. Çan
(Carte climatologique). biçiminde kadın şapkası. 9. hlk. Beceriksiz
climatologiste, climatologue ad. İklimbilimci, adam, aptalın teki (Quelle cloche!). 10. tkz.
clin d'oeil er. G ö z kırpma (Faire des clins d'œil Serseri takımı. 11. s. Beceriksiz, sakar (Tu es un
provocants. Dès qu'il l'aperçut dans la foule, il peu cloche). § Déménager à la cloche de bois:
lui fit un clin d'œil). § En un clin d'œil: Kaşla göz Sessizce, gizlice taşınmak, eşyasını alıp gitmek.
arasında, göz açıp kapayıncaya kadar (Il a Etre de la cloche: Yersiz yurtsuz olmak,
disparu en un clin d'œil). sokaklarda yatmak. Faire la cloche: argo.
clinicat er. hek. Klinikçilik, klinik başkanlığı, Serserilik etmek. Sonner les cloches à qn: Birini
clinicien s. ve ad. Klinik hekimi, esaslı haşlamak, paylamak. Se taper la cloche:
clinique diş. 1. Klinik (Clinique d'accouchement. Esaslı bir yemek yemek, karnını iyice
cloche-pied 273 clou
doldurmak. yürümek.
cloche-pied (à) bel. Tek ayakla, tek ayak üstünde, clopinettes diş. ç. tkz. H a v a , hiçbir şey (Ils ont eu
sekerek (Aller, sauter à cloche-pied). des clopinettes: Hava aldılar; ellerine hiçbir şey
clocher gsz. 1. Aksamak, topallamak (Il cloche du geçmedi).
pied gauche). 2. mec. Aksamak, ters gitmek, iyi cloporte er. hayb. Tespihböceği. § Vivre comme
gitmemek (Il y a quelque chose qui cloche). un cloporte: Evinden hiç çıkmadan, sokak nedir
clocher er. 1. Çan kulesi. 2. Doğulan yer, doğum bilmeden yaşamak,
yeri. § Querelles, compétitions, rivalités de cloque 1. (Yapraklarda) Kabarcık. 2. (Deride)
clocher: Yerel, anlamsız tartışma; önemsiz Kabarcık. 3. argo. Yel, osuruk. § Etre en cloque:
konular üzerinde çekişme, didişme. Esprit de argo. G e b e olmak; karnı burnunda olmak,
clocher: Dar anlayış, hemşerilik anlayışı, dar bir cloquer gsz. 1. Kabarcıklanmak, kabarcık d ö k m e k ,
çevre ve insan topluluğuna bağlanış. N'avoir kabarmak (Peinture qui cloque). !. gçl.
jamais quitté son clocher: Köyünden, doğduğu Kabartmak (Cloquer une étoffe). 3. gsz. argo.
yerden hiç dışarı çıkmamış olmak. N'avoir vu Yellenmek, osurmak,
que son clocher: Dünyadan haberi olmamak. clore gçl. 1. Kapamak, sıkıca kapamak (Clore la
Revoir, retrouver son clocher: Doğduğu yere porte, clore les persiennes d'une fenêtre). 2.
dönmek. Fırdolayı çevirmek, dört yanını çitle çevirmek
clocheton er. 1. Küçük çan kulesi. 2. D a m kulesi, (Cloreunterrain, unpré). 3 . B i t i r m e k , k a p a t m a k ,
clochette diş. 1. Küçük çan, zil. 2. Çıngırak sona erdirmek (Clore un débat). 4. Sarmak,
(Clochette suspendue au cou d'une chèvre). 3. çevirmek, çevrelemek (Ligne de fortification qui
Çan biçiminde çiçekler (Clochette des bois, clôt une ville). § Clore la bouche à qn, clore le bec à
clochettes du muguet). qn: Birinin ağzını kapatmak, birini susturmak.
cloison diş. 1. Bölme, ince duvar (Cloison de Clore les yeux, clore la paupière: 1. U y u m a k . 2.
planches, cloison de briques). 2. anat. Çeper Ölmek, yaşama gözlerini kapamak,
(Cloison des fosses nasales). 3. mec. Duvar, clos, e s i . Kapalı (Volets clos, porte close). 2.
engel, ayırım (Il faut faire tomber les cloisons Bitmiş, sona ermiş (La séance est close). § Huis
entre les êtres). § Cloison de bois: Tahta perde. clos: Gizli oturum. Maison close: Genelev. Les
Cloison étanche: Gemi bölmesi, yeux clos: 1. Hiç b a k m a d a n , gözü kapalı. 2. Körü
cloisonnage er. 1. Bölmelere ayırma, bölmeleme. körüne. A la nuit close: Gecenin geç saatlerinde.
2. Bölmeler, bölme düzeni, En vase clos: Kapalı yerde, dışarıyla hiç temas
cloisonné, e s. Bölmelere ayrılmış, bölmelenmiş. ettirmeden (Elever un enfant en vase clos). Avoir
cloisonnement er. Bölünme, ayrılma la bouche close: Ağzı sıkı olmak, ser verip sır
(Cloisonnement des partis politiques). vermemek. Trouver porte close: Kapıyı duvar
cloisonner gçl. Bölmelerle ayırmak, bölmelemek. bulmak. Gittiği evde kapıyı kapalı bulmak,
cloître er. 1. (Manastırda) Avlu çevresi dehlizleri, kimseyi bulamamak,
kapanak. 2. Manastır (Entrer dans un cloître). 3. clos er. E k e n e k ; ekili ve etrafı çitle çevrili arazi,
Manastır yaşamı, doserie diş. 1. Küçük çiftlik. 2. Etrafı çevrili bağ,
cloîtrer gçl. 1. Manastıra kapatmak (Certains bahçe.
nobles cloîtraient leurs filles dès l'enfance).!, clôture diş. 1. Çit, tarla yada bahçe duvarı (Clôture
mec. Bir yere kapamak, içeri kapamak. § Se de haies vives). 2. Bölme, tahta perde. 3.
cloîtrer: 1. Manastıra kapanmak, manastır Manastıra kapanma. 4. Bir köşeye çekilme. 5.
yaşamına girmek. 2. İçeri kapanıp kimse ile Bitirme, sona erdirme, kapatma (Clôture d'un
görüşmemek, bir kıyıya çekilmek. Se cloîtrer compte, d'une séance, d'un inventaire).
dans qch: Bir şeye kapanmak, gömülmek (5e clôturer gçl. 1. Duvarla, çitle çevirmek (Clôturer un
cloîtrer dans ses idées, dans ses occupations). terrain). 2. K a p a t m a k , sona erdirmek, bitirmek,
clope er. hlk. İzmarit (Ramasser des clopes). § Des bittiğim ilân etmek (Clôturer une séance, un
dopes!: Hiçbir şey, hava (Il gagne des clopes: débat, une discussion).
Pek bir şey kazanmıyor). clou er. 1. Çivi (Enforcer, fixer un clou avec un
clopin-clopant bel. 1. Topallayarak, aksayarak, marteau. Planter des clous. Arracher un clou). 2.
(Aller, marcher clopin-clopant). 2. mec. Şöyle Yaya geçidi, yayalara ayrılmış çivili geçit
böyle, iç güveyisinden hallıca (Les affaires vont (Traversez dans lesclous. Prenez les clous). 3. (Bir
clopin-clopant). eğlencede yada bir öyküde) E n güzel, en can alıcı
clopiner gsz. Topallayarak, aksayarak güçlükle nokta. 4. hlk. Borçlanma sandığı. 5. hlk. Polis
clouage 274 cobalt
karakolu. 6. Eski püskü araba, eski bisiklet. § clysopompe er. Tulumbah tenkiye borusu.
Clou de girofle: 1. Karanfil tanesi. 2. Kan çıbanı. clystère er. Tenkiye, yıkama.
3. argo. Çürük diş. Etre maigre comme un clou: coaccusé, e ad. Sanık ortağı, sanıkla birlikte
Çöp gibi olmak, çok cılız olmak. Ne valoir un clou: suçlanan kişi.
Beş para etmemek. Ramasser ses clous: argo. coacqéreur er. (Bir şeyi edinmede, satın almada)
Arabasını çekip gitmek, pılı pırtısını toplayıp Ortak.
gitmek. River son clou à qn : Birini susturmak, ma t coacquisition diş. Edinme ortaklığı, ortaklaşa
etmek; ağzını kapatmak. Suspendre un objet au edinme.
clou: Bir şeyi kenara atmak, artık kullanmamak. coadjuteur er. Piskopos yardımcısı,
Un clou chasse l'autre: Çivi çiviyi söker; yeni coadjutrice diş. Başrahibe yardımcısı,
dertler eskilerini unutturur. Des clous!: hlk. coagulabilité diş. Pıhtılaşabilirlik.
İstediğin kadar bekle, boşuna! Hava alırsın, coagulables. Pıhtılaşabilir.
yapacak bir şey yok! coagulant, e s. 1. Pıhtılaştıran. 2. er. Pıhtılaştırıcı
clouage er. Çivileme, mıhlama, madde (Laprésure est un coagulant du lait).
clouer gçl. 1. Çivilemek, çivi ile tutturmak coagulateur, trice s. Pıhtılaştırıcı (Effet
mıhlamak (Clouer une caisse, un tapis). 2. coagulateur).
Kıpırdayamaz duruma getirmek, olduğu yere coagulation diş. Pıhtılaşma (Coagulation du sang,
çivilemek (Une grippe l'a cloué au lit). § Clouer le du lait).
bec à qn: Birini susturmak, ağzını kapatmak (Un coaguler gçl. 1. Pıhtılaştırmak, dondurmak (La
bon pourboire lui a cloué le bec. J'ai une riposte présure coagule le lait). 2. gsz. Pıhtılaşmak,
toute prête pour leur clouer le bec). En rester cloué donmak (Le sang coagule à l'air). § Se coaguler:
de qch: -den donup kalmak, şaşıp kalmak (J'en Donmak (Les sentiments qui se coagulent).
suis resté cloué de stupeur. Il en est resté cloué coagulum er. Pıhtı.
d'admiration). coalescence diş. dilb. 1. Derilme. Yan yana olan
cloutage er. Kabaralama, kabara çakma, kimi ünlülerin kaynaşarak tek ünlüye yada ikili
cloutard er. tkz. Saint-Cloud Yüksek Öğretmen ünlüye dönüşmesi. 2. biy. Temas halindeki iki
Okulu öğrencisi, doku yüzeyinin kaynaşması,
clouté, e s. Çivili (Des chaussures cloutées). § coalisé, es. ve ad. Güç birliği etmiş, güç birlikçi (Les
Passage clouté: Yaya geçidi; çivilerle belirlenmiş puissances coalisées).
yaya geçidi. coaliser gçl. Birleştirmek, bir araya getirmek (ila
clouter gçl. Kabaralamak, kabara çakmak, coalisé tous les mécontents contre nous). $ Se
kabarayla süslemek, coaliser: 1. Birleşmek, güç birliği etmek (Lespays
clouterie diş. Çivicilik, balkaniques se sont coalisés contre l'Empire
cloutier er. Çivici. Ottoman). 2. Bir arada bulunmak (Le talent et la
cloutière diş. Çivi kutusu. passion se coalisent chez lui).
clovisse diş. hayb. Tarak türünden, yenilebilen bir coalition diş. 1. (Ülkeler yada partiler arasında)
deniz yumuşakçası, Ortaklık, ortakyönetim, güç birliği, "koalisyon
clown [klun] er. İng. 1. (İngiliz güldürülerinde) (Coalition des partis). 2. mec. Ortaklık, birlik
Soytarı. 2. Cambazhane palyaçosu. § Faire le (Coalition d'intérêts).
clown: Soytarılık etmek, şaklabanlık etmek, coaltar er. Maden kömürü katranı,
clownerie <% Şaklabanlık, soytarılık, palyaçoluk. § coaptation diş. hek. Yara kenarlarını birleştirme;
Faire des clowneries: Binbir şaklabanlık yapmak, kırık kemikleri birleştirme,
soytarılıklar yapmak, coarctation diş. Aort daralması,
cloyère diş. (Başka yerlere gönderilmek üzere) coassement er. (Kurbağa için) Bağırma, ötme;
Balık ve özellikle istiridye sepeti, vaklama, vıraklama.
club er. Kulüp (Le Touring-Club. Un club sportif. coasser gsz. 1. (Kurbağa) Bağırmak, ötmek,
Club automobile). vaklamak, vıraklamak. 2. mec. Bağırıp durmak,
clubiste ad. Kulüp üyesi; Fransız Devrimi coassocié, e ad. Ortak.
günlerinde siyasal bir grup üyesi, coauteur er. 1. Ortak yazar. Bir betiği bir başkasıyla
clupéidés er. ç. hayb. Hamsigiller, ortak yazan kişi. 2. Ortak suçlu, suça katılan kişi;
cluse diş. coğr. Kıvrımlı yerlerde kemeri enine suçortağı.
kesen ve geçen dar koyak. Dar boğaz, kısık, coaxial, es. Ortak eksenli (Hélices coaxiales).
clysoir er. Tenkiye borusu. cobalt er. kim. Kobalt.
cobaye 275 cocotte
cobaye er. hayb. Kobay, Hint domuzu. § Servir de küçük domuz. Cochon d ' I n d e : Hint d o m u z u ,
cobaye: mec. tkz. D e n e m e tahtası olmak, kobay. Cochon de m e r : Domuzbahğı. Gros, gras,
cobelligérant, e s. Belli bir düşmana karşı ortaklaşa sale comme un cochon: D o m u z gibi şişman, semiz,
savaşan (Nations cobelligérantes). pis. Avoir une tête de cochon: Çok geçimsiz, inatçı
cobra er. hayb. Kobra yılanı; gözlüklüyılan. olmak. Etre copainscommecochons: Aralarından
coca diş. bitb. Koka. su sızmamak, çok sıkı fıkı olmak (Ils sont copains
coca-cola er. Koka kola. comme cochons). Ne pas garder les cochons avec
cocagne diş. Bolluk. § M â t de cocagne: q n : -ile birlikte peynir ekmek yemişliği o l m a m a k ,
Bayramlarda, eğlence günlerinde, tepesine bir içli dışlı o l m a l a n için hiçbir neden bulunmamak
ödül asılan yüksek ve kaygan direk. Pays de (Je n'ai pas gardé les cochons avec toi!: Seninle
cocagne: Düşler ülkesi, her isteğin gerçekleşeceği peynir ekmek yemedik, bu ne lâubalilik!). J o u e r
düşsel ülke; cennet gibi yer, bolluk bereket u n tour de cochon à q n : Birine kötü bir oyun
ülkesi. Vie de cocagne: Acı ve kaygılardan uzak oynamak, başına çorap örmek. C'est donner des
mutlu bir yaşam, confitures à un cochon: Eşek hoşaftan ne anlar,
cocaïne diş. Kokain, cochonner gçl. 1. Yapıp berbat etmek ; p i s , k a b a b i r
cocaünisation diş. Kokainle uyuşturma, biçimde yapmak, baştan savma yapmak
cocaïnomane ad. Kokain tiryakisi, (Cochonner un travail). 2. gsz. (Domuz)
cocaînomanie diş. Kokain tiryakiliği, Doğurmak.
cocarde diş. 1. Fiyonk, fiyonga. 2. A s k e r cochonnerie diş. 1. Pislik, kirlilik (Il est d'une
şapkalarına takılan ve rengi ulusa göre değişen cochonnerie inimaginable). 2. Değersiz, kıvır
belirti, kokart. 3. mec. tkz. Baş, kafa. § Taper s u r zıvır şey (Il vend des cochonneries). 3. Kaba,
la cocarde: Başına vurmak (Le vin m'a tapé sur la müstehçen, açık saçık hikâyeler (Dire, raconter
cocarde). des cochonneries).
cocardier, ères. 1. Askerliğe, üniformaya düşkün. cochonnet er. 1. D o m u z y a v r u s u . 2 . 0 n i k i yüzlü zar.
2. mec. Aşırı ulusalcı (Une chanson cocardière). 3. Yuvarlaklarla oynanan bir oyunda gol
cocasses. Tuhaf, gülünç ( Une histoire cocasse. Une yuvarlağı.
femme cocasse). cocker [koter] er. Uzun tüylü, küçük boy bir av
cocasserie diş. Tuhaflık, gülünçlük, köpeği.
coccinelle Hammböceği, gelinböceği. cocktail[koktEİ]er. tng. 1. Kokteyl, içkili toplantı (II
coccyx[kıksis]er. anat. Pöç kemiği, kuyruk kemiği, nous invite à un cocktail). 2. Çeşitli içkilerin
coche diş. I . Dişi domuz. 2. diş. Çetele çentiği, karıştırılmasıyla hazırlanan içki (Préparer un
çentik. 3. er. (Eski) Atla çekilen ırmak kayığı. 4. cocktail au gin, au cognac, au whisky). 3. mec.
er. (Eskiden) Yolcu arabası, koçu. § M a n q u e r le Karışım (Un cocktail de bons mots, dechansonset
coche: Fırsatı kaçırmak, treni kaçırmak. Faire la de danses).
mouche du coche: Kahve dövenin hınk deyicisi coco er. 1. Hindistancevizi (Lait de coco, huile de
olmak; bir işte hiçbir ö n e m ve y a r a n olmadığı coco). (Noix de coco da denir). 2. Meyankökü
halde, iş yapıyor görünerek didinip durmak, şerbeti (Marchand de coco). 3. (Çocuk dilinde)
cochenille hayb. Kırmız böceği, Yumurta. 4. ad. hlk. hkr. Komünist. 5. D o s t ,
cocher er. Arabacı. civan (Viens, mon coco). 6. diş. tkz. Kokain. § Un
cocher gçl. Çentikle imlemek, çentiklemek, drôle de coco: Tuhaf adam. Avoir le coco fêlé:
kertmek; önüne bir çarpı işareti koymak argo.Kafadan çatlak olmak. Dévisser le coco: tkz.
(Cocher le nom d'un candidat sur la liste). Boğmak, gırtlaklamak. N'avoir rien dans le coco:
cocher gçl. (Kuşlar için) Dişiyi döllemek, hlk. Aç acına olmak, kursağında birşey
tohumlamak; dişiye binmek, aşmak, bulunmamak. S'envoyer qch dans le coco: Bir
cochère s § Porte cochère: A r a b a kapısı, şeyler yemek, atıştırmak, tıkınmak,
cochêt er. G e n ç horoz, piliç, yarga. coconer. Koza (Dévider un cocon). § S'enfermer, se
cochevls er. Tepeli çayırkuşu, tarlakuşu. retirer dans son cocon: Kendi kabuğuna
cochléaria [kokleanja] er. bitb. Kaşıkotu. çekilmek.
cochon er. 1. Domuz. (Ilélève des cochons). 2. mec. cocontractant,e ad. Sözleşme ortağı, ortak
Pis herif. 3. Utanmaz adam. 4. D o m u z eti (II sözleşen, âkit.
mange du cochon). S.s. vead. Pis, rezil, açık saçık cocorico er. Horoz ötmesi, kukuriku.
(Il raconte des histoires cochonnes. Quel cocotier er. Hindistancevizi ağacı,
cochon!). § Cochon de lait: Süt domuzu, çok cocotte diş. 1. (Çocuk dilinde) Tavuk. 2. Saplı yada
coction 276 cœur
kulplu tencere. 3. Arpacık. 4. Tavuk yada kuşu codirecteur, trice ad. Yönetme ortağı, ortak
andıracak biçimde bükülmüş kâğıt. 5. Fingirdek, yönetici,
hafifmeşrep kadın, yosma (C'est une ancienne coefficient er. mat. Katsayı,
cocotte qui joue maintenant les dames cœlentérés er. ç. hayb. Selentereler,
respectables). 6. (Sevgi terimi) Cici, sevgili, coéquation diş. Verginin yükümlülere eşit oranda
caniko, nonoş (Ne t'en fais pas, ma cocotte). § yüklenmesi.
Cocotte minute: Düdüklü tencere, coéquipier, ère ad. Takım arkadaşı (Le capitaine
coction diş. 1. Pişme, pişim. 2. hek. Sindirim, avertit ses coéquipiers).
cocu, e s. ve ad. Boynuzlu; karısı tarafından coercibilité diş. Sıkıştırılabilirlik,
aldatılan erkek; kocası tarafından aldatılan yoğunlaştırılabilirlik.
kadın. § Faire qn cocu: -i boynuzlatmak, -e coercibles. Sıkıştırılabilir, yoğunlaştırılabilir (Gaz
boynuz taktırmak; karısını yada kocasını coercible).
aldatmak (Elle le fait cocu). Veine de cocu: hlk. coercitif, ive s. Zorlayıcı, "zecrî (Prendre des
İbne şansı, çok iyi şans. mesures coercitives).
cocuage er. hlk. Boynuzluluk, kocası yada karısı coercition diş. huk. Zorlama, zorlayıcı önlem (On
tarafından aldatılma, ne peut obtenir sa participation que par
cocufier gçl. hlk. Boynuzlatmak, boynuz coercition).
taktırmak, aldatmak (Elle cocufie son mari, il cœur er. 1. Yürek, kalp (Maladie de cœur,
cocufie sa femme). mouvements du cœur. Mon cœur bat). 2. Göğüs,
coda diş. Bir müzik parçasının sonu (Coda d'une bağır (Je l'ai pressé sur (contre) mon cœur). 3.
fugue). Mide (J'ai encore tout mon déjeuner sur le
codage er. Şifreleme, şifre ile bildirme, cœur). 4. Yürek biçiminde eşya (Elle portait un
code er. 1. Yasalar dergisi, yasalar (Le code cœur suspendu à un collier). 5. (İskambilde)
de Justinien). 2. Yasa (Le code pénal, le code civil, Kupa (As de cœur, valet de cœur, le huit de
le code de commerce). 3. Kural (Le code de la cœur). 6. mec. Kalb, merkez, "özek (Ankara est
politesse). 4. (Trafikte) Taşıtın ışıklarının le cœur de la Turquie). 7. (Bitki anatomisinde)
yakılması, ışık yakma. 5. Kod, şifre (Lesservices Öz, göbek (Le cœur d'un fruit, de la pastèque).
de contre-espionnage ont découvert le code secret 8. Can alıcı nokta, öz (Le cœur d'une question,
de l'adversaire). 6. dilb. Düzgü. § Code civil: d'un débat). 9. Gönül, yürek, iç (Cela me fend le
Yurttaşlık yasası, Medenî kanun. Code de la cœur). 10. Yüreklilik, gözüpeklik, cesaret (Il
route: Trafik yasası. Code de procédure civile: n'aura pas le cœur de nous le dire ouvertement).
H u k u k muhakemeleri usulü yasası. Code des 11. İstek, gönlünün dilediği şey (J'ai enfin
obligations: Borçlar yasası. Code pénal: Ceza trouvé un travail selon mon cœur). § Avoir mal
yasası. Code rural: Köy kanunu. Se mettre en au cœur: Midesi, içi bulanmak, Avoir des
code: (Trafikte) Arabanın ışığını yakmak, ışık hauts-le-cœur: Midesi, içi bulanmak. Avoir le
yakmak. cœur sur le bord des lèvres: Kusacak gibi olmak,
codébiteur, trice ad. Borç ortağı, ortak borçlu, içi ağzına gelmek, nerdeyse kusmak. Avoir le
codéine diş. Kodein. cœur barbouillé: Midesi bozulmak, içi
codemandeur,eresses. vead. O r t a k d â v a c ı . bulanmak. Lever, soulever le cœur: Tiksinti
coder gçl. Kodlamak, şifrelemek, şifre ile bildirmek vermek, mide bulandırmak. Rester sur le cœur:
(Coder un message). Sindirememek, kendine yedirememek,
codétenteur, trice ad. Ortak elmen, ortak "zilyet, yüreğine oturmak. Agiter, faire battre le cœur:
codétenu, e ad. Tutukluluk arkadaşı, tutukevi Yüreğini oynatmak, "heyecanlandırmak. §
arkadaşı, Serrer, presser qn sur son cœur: Birini bağrına
codex er. Kodeks, basmak. Serrer le cœur à qn: -in canını sıkmak.
codicille er. Vasiyet eki. Briser,fendre, déchirer le cœur à qn: Yüreğini,
codiflcateur, trice s. ve ad. Derleyici; düzene içini parçalamak, çok acı vermek. Avoir le cœur
koyucu, sıraya koyucu, gros, le cœur lourd: Çok üzüntülü olmak, acılı
codification diş. Derleme, düzene koyma, sıralama olmak, yüreği kabarmak. Prendre qch à cœur:
(Codification des lois). Benimsemek, önemsemek, severek yapmak.
codifier gçl. Derlemek; düzene koymak, sıraya N'avoir pas le cœur à f. qch: -cek hali olmamak;
koymak (Codifier les lois, codifier les principes -mek içinden gelmemek. N'avoir de cœur à rien:
d'un art). Canı hiçbir şey istememek. Avoir le cœur sur la
coexistence 277 cohéreur
main: İçi dışı bir olmak. Aller droit au cœur, galerilerinde) "Tahkimat, göçük önlemeye
toucher au cœur: İçine dokunmak, yüreğine yarayan doğramalar,
dokunmak, duygulandırmak. Avoir du cœur: 1. coffre er. 1. Sandık ( Coffre à linge, à outils, à jouets).
Yürekli, gözü pek olmak. 2. Onurlu, gururlu 2. Çekmece, küçük kasa (Avoir un coffre à la
olmak. Donner son cœur à qn: -e gönül vermek, banque. Percer un coffre). 3. Palamar
gönül kaptırmak. Percer le cœur: 1. Öldürmek. şamandırası. 4. (Arabalarda) Arka bagaj. 5. den.
2. İçine işlemek, yüreğini parçalamak. Tenir au (Geminin) Gövde bölümü (Coffre d'un navire). §
cœur, à cœur: Biri tarafından çok önemsenmek, Les coffres de l'Etat: Devlet hazinesi. Avoir du
benimsenmek (Ce projet lui tenait à cœur. Cela coffre: 1. Sağlam vücutlu ve iri yarı olmak. 2.
me tient au cœur). En avoir le cœur net: En ufak Soluklu olmak, ciğerleri sağlam olmak,
bir kuşkusu kalmamak, tam bir kanıya varmak. coffre-fort er. Para kasası, çelik kasa.
Avoir à cœur de f. qch: -meyi kendine görev coffrergf/. tkz. 1. Hapsetmek, deliğe tıkmak, dama
bilmek. Etre sans cœur, manquer de cœur: Taş atmak (On l'a coffré pour mendicité). 2. Tahta
yürekli olmak, acımasız olmak, içinde sevgi diye kalıp içine almak (Coffrer une dalle de béton).
bir şey olmamak. Conquérir, gagner le cœur de coffret er. Çekmece,
qn: -in gönlünü fethetmek, sevgisini kazanmak. coffretier er. Sandıkçı.
Ne pas porter qn dans son cœur: -e kanı cogestion diş. Ortak yönetim, ortaklaşa yönetme,
kaynamamak; -i gözü pek tutmamak. Ouvrir, cogitation diş. (Alaylı) İnce düşünce, derin düşünce
épancher, dévoiler son cœur à qn: -e derdini (Quel est le fruit de tes cogitations ?).
açmak, içini dökmek. Vider son cœur à qn: -e cogiter gsz. (Alaylı) İnce ince düşünmek, pek derin
içini dökmek. Peser sur le cœur: Üzmek, acı düşünmek.
vermek, yüreğine oturmak. Avoir un cœur cogito er. "Düşünüyorum öyleyse varım"
d'artichaut: Ayran gönüllü, şıpsevdi, maymun Descartes'ın dizgesini üzerine kurduğu
iştahlı olmak. Avoir un cœur d'or: Pırıl pırıl bir uslamlama,
yüreği olmak. De bon cœur, de tout cœur, de cognac er. Konyak,
grand cœur, de gaité de cœur: İsteyerek, seve cognassier er. Ayva ağacı,
seve, tüm yüreğiyle, canla başla. Etre de tout cognât er. Arada kan bağı olan, kandaş,
cœur avec qn: Bütün gönlüyle birinin yanında cogitation diş. Kan hısımlığı, kandaşlık,
olmak, acı ve sevincini paylaşmak. A cœur joie: cogne er. hlk. Polis.
Doyasıya, istediği kadar. Au cœur de:
cognée diş. Odun baltası, balta. § Jeter le manche
Ortasında, tam içinde (Au cœur de l'hiver, au
après la cognée: Her şeyden sıtkı sıyrılmak,
cœur du pays). Affaire de cœur: Gönül işi, sevi.
bıkmak, usanç getirmek,
A cœur ouvert: İçtenlikle, açık yüreklilikle. A
cognement er. 1. Vurma, vuruş. 2. (Motörde)
contre cœur: İstemeyerek. Par cœur: Ezbere,
Vuruntu.
ezberden (Connaître, savoir, réciter par cœur).
cogner gçl. 1. Çakmak (Cogner un clou). 2. Vurmak
Connaître qn par cœur: -in ciğerini bilmek, ne
(Cogner du poing sur latable). 3. Dövmek (Arrête,
mal olduğunu çok iyi bilmek. Dîner par cœur:
ou je te cogne). 4. gsz. Çarpmak. 5. gsz. (Motor)
Bir yemeği yiyememek, yemeden kendini yedim
Vuruntu yapmak. § SeCognerà, contre: -eçarpmak,
saymak. Apprendre qch par cœur: Ezberlemek.
vurmak (Se cogner au mur, contre le buffet).
Selon son cœur: Gönlüne göre, isteğine uygun.
cognitif, ive s. 1. Tanımaya değgin (Faculté
Si le cœur lui (vous) en dit: (Canı, canınız)'
cognitive). 2. Tanımaya, bilmeye yetenekli,
İsterse. Loin des yeux, loin du cœur: Gözden
cognition diş. Tanıyabilme yetisi, tanıma,
ırak olan gönülden de ırak olur. Le cœur ne peut
cohabitation diş. Birlikte oturma,
vouloir ce que l'œil ne peut voir: Göz
cohabiter gsz. 1. Birlikte, bir arada oturmak (La
görmeyince gönül katlanır,
crise du logement nous oblige à cohabiter). 2. Karı
coexistence diş. Birlikte var olma, bir arada yaşama
koca hayatı yaşamak,
(Coexistence pacifique). cohérence diş. Tutarlık, bağlantı, uyarlık
coexister gsz. Birlikte var olmak, bir arada (Cohérence d'un raisonnement. Il n'y a pas de
yaşamak, yan yana yaşamak (Plusieurs tendances cohérence entre ses idées).
coexistent au sein de ce parti). cohérent, e s. Tutarlı, birbirini tutan, bağıntılı,
coffrage er. 1. Beton kalıbı (Enlever le coffrage). 2. birbirine uygun (Idées cohérentes. Une équipe
Beton kalıbına dökme, beton kalıplama bien cohérente).
(Procéder au coffrage). 3. (Siperlerde, maden cohéreur er. (Eski telsizlerde) Alıcı.
cohéritier 278 coïncident
cohéritier, ère ad. Kalıt ortağı, ortak mirasçı, coiffeuse diş. Kadınların tuvalet masası,
cohésion diş. 1. Molekül yapışıklığı. 2. mec. coiffure diş. 1. Başlık, başa giyilen şey (Mettre,
Bağlantı, tutkunluk ( Lacohésion d'un groupe. La porter une coiffure. Coiffures militaire, antique).
cohésion des parties d'un empire). 2. Saç tuvaleti (Une coiffure négligée, coiffure du
cohorte diş. 1. Eski romahlarda piyade bölüğü. 2. soir). 3. Berberlik (La coiffure est un métier
mec. Asker birliği. 3. Topluluk (Une joyeuse fatigant).
cohorte). coin er. 1. Köşe (Les coins d'une chambre, d'une
cohue diş. 1. Kalabalık, büyük kalabalık (Une table). 2. Bucak, köşe (Les quatre coins du
cohue de soldats). 2. itişip kakışma, monde). 3. Köşebent (Coins de métal, de cuir
karmakarışıklık, hay huy (L'enfant a perdu ses garnissant les angles d'un livre). 4. Köşe, baş (Le
parents dans la cohue de la foire). coin de la rue, du feu, de la cheminée). 5. Takoz,
coi, coites. Durgun, dingin, rahat. § En rester coi: kıskı. 6. Köşe, kenar, ıssız yer (Il vit dans un petit
Şaşırıp kalmak, şaşkınlıktan ağzı beş karış açık coin). 7. (Kuyumculukta) Ayar damgası, damga.
kalmak. Se tenir coi: Rahat durmak, sesini 8. Uç (Le coin des yeux). 9. Parçacık ( U n coin de
çıkarmadan durmak, terre). 10.Yer,yan(Touslescoinsd'uneville). 11.
coiffe diş. 1. Kadın başlığı, hotoz. 2. Şapka örtüsü. Kenar, kıyı, yan (Jette ça dans un coin) .12. (Dergi
3. (Kimi çocuklarda yeni doğarken) Başı ve gazetelerde bir yazarın sürekli yazdığı) Köşe
kaplamış bulunan zar. 4. (Kesim hayvanlarında) (Coin du médecin). 13. (Ayaktopu)Köşe, korner
Barsaklan örten yağlı zar, gömlek, (Drapeau de coin. Coup de pied de coin). §
coiffé, es. 1. Başı örtülü, başında şapka vb. bulunan Causerie au coin du feu: Ocak başı söyleşisi. Jeu
(Un homme coiffé). 2. Başı, saçı yapılmış (Une des quatre coins: Köşe kapmaca oyunu. En coin:
femme bien coiffée). 3. Etre coiffé de qch: Gizlice, çaktırmadan (Rire, regarder en coin). Au
Başına... giymiş olmak (Il était coiffé d'un béret coin de : Köşesinde, karşısında, başında (Au coin
noir). 4. Etre coiffé de qn, de qch: tkz. -etutulmak, de la rue, du feu). Aux quatre coins du monde:
delicesine vurulmak, gönlünü kaptırmış olmak. Dünyanın dört bucağında. Aller au petit coin:
Le premier chien coiffé: tkz. Kim olursa, herkes, Yüznumaraya gitmek. Connaître qch dans tous
önüne gelen (Elle couche avec le premier chien les coins: -i bütün ayrıntılarıyla bilmek. En
coiffé). § Etre né coiffé: Şanslı olmak, anasından boucher un coin à qn: -i çok şaşırtmak, hayretten
kadir gecesi doğmak, hayrete düşürmek. Etre marqué au coin de qch:
coiffer gçl. 1.. (Birinin) Başına bir şey giydirmek -in damgasını taşımak; niteliğinde olmak (Une
(Coiffer un bébé). 2. Coiffer q n de qch: Başına... œuvre marquée au coin du génie. Réflexions
giydirmek (Elle avait coiffé son enfant d'un joli marquées au coin du bon sens). Regarder du coin
bonnet). 3. (Birinin) Başım yapmak saç tuvaletim de l'œil: G ö z ucuyla bakmak,
yapmak. 4. Başını ö r t m e k , başım sarmak, coinçage er. 1. Enseleme, yakalama. 2. Sıkıştırma,
b a ş ı n d a . . .olmak (Un chapeau neuf le coiffait). 5. coincement er. Sıkışma (Le coincement d'un axe
Başa oturmak (Ce béret coiffe bien). 6. Ö r t m e k , arrête tout le mécanisme).
kaplamak (Les neiges coiffaient déjà les coincer gçl. 1. Kamalarla sıkıştırmak ( On a coincé le
montagnes). 7. Giymek, başına koymak (Elle mât en terre avec des pierres). 2. Kıstırmak,
coiffait souvent un chapeau bleu). 8. Başında sıkıştırmak (La valise est coincée entre une malle et
bulunmak, yönetmek (Coiffer un organisme. Il le poteau). 3. tkz. Enselemek, yakalamak (On a
coiffe un service commercial). 9. -in üstünde coincé le voleur). § Se faire coincer: Yakalanmak,
olmak (Le bureau central coiffe les comités enselenmek,
locaux). 10. (Yarışlarda) Bir baş ilerde bitirmek, coïncidence diş. 1. İki şeklin birbirine tastamam
bir baş geçmek. §Se coiffer: 1. Başını yapmak, saç gelmesi ; üst üste çakışma (Coïncidence de figures
tuvaletim yapmak, saçlarım taramak (Ellepasse homologues). 2. İki olayın aynı zamana
des heures devant la glace pour se coiffer). 2. Se rastlaması; düşümdeşlik, rastlaşma ( Coïncidence
coiffer de: tkz. -e tutulmak, delicesine vurgun de deux fêtes). 3. Rastlantı (Par une heureuse
olmak, gönlünü kaptırmak. § Se coiffer Sainte coïncidence, il est arrivé au moment où j'avais
Catherine: (Kızlar için) Evde kalmak, besoin du lui). 4. Olayların yardımı (Quelle
evlenememek. coïncidence!).
coiffeur, euse ad. Berber (Coiffeur pour hommes. coïncident, e s. Düşümdeş, rastlaşan, çakışan, üst
Coiffeur pour dames). § Des minutes de coiffeur: üste gelen (Surfaces coïncidentes. Faits
U z u n uzun, uzun süre, saatlerce. coïncidents).
coïncider 279 collation
coïncider gsz. 1. (İki şekil) Birbirine tastamam colimaçon er. hayb. Salyangoz. § En colimaçon:
gelmek (Les figures qui coïncident). 2. (İki olay) Sarmal, "helezoni (Escalier en colimaçon).
Aynı zamana rastlamak; düşümdeş olmak, colin er. Bir tür mezgit balığı,
rastlaşmak (Les deux fêtes coïncident). 3. colin-maillard er. Körebe oyunu (Jouer à colin-
Coïncider avec: a) -ile aynı olmak; -e uygun maillard, au colin-maillard).
olmak; -i tutmak (Votre désir coïncide avecle sien. colique diş. 1. Karın ağrısı. 2. Sürgün, "ishal 3.
Son témoignage ne coïncide pas avec le nôtre), b) tkz. Can sıkıcı şey; can sıkıcı kişi (Quelle
-ile aynı zamana gelmek (La fête de la Libération colique!). § Avoir la colique: mec tkz. i . İshal
coïncide avec le jour de l'an). olmak. 2. Korkmak, ödü bokuna karışmak, üç
coin-coin er. Vak vak (Le coin-coin d'un canard). buçuk atmak. Causer la colique à qn: -in başına
coing er. Ayva. § Etre jaune comme un coing: Ayva iş açmak, belâ sarmak. Donner la colique à qn:
gibi sararmak; sapsarı bir benzi olmak, -in canını sıkmak,
cointéressé, e ad. Kazanç ortağı, çıkar ortağı, colis er. Sandık, balya, denk, paket gibi tecim
coït er. Çiftleşme, erkeğin dişiyle cinsel birleşmesi, parçası, koli (Je lui ai envoyé un colis). § Colis
sikişme. postal: Posta paketi,
coite, couette diş. Kuştüyü yatak. colistier er. Aynı listede yer alan kişi; liste ortağı.
coîter gsz. Çiftleşmek, cinsel birleşmek, aşk colitigant,e ad. Çok konulu bir davanın ortak
yapmak, sikişmek. davacısı.
coke er. Kok, kok kömürü, collaborateur, trice ad. 1. Çalışma arkadaşı, iş
cokéfication diş. Kok kömürü haline getirme, kok arkadaşı, yapıt ortağı (Le professeur a remercié
yapma; koklaştırma, koklaşma, ses collaborateurs de leur aide). 2. İşbirlikçi;
cokéfler gçl. Kok kömürü haline getirmek, kok düşmanla işbirliği yapan hain; gâvurcu.
yapmak, koklaştırmak, collaboration diş. 1. Ortak çalışma, yardım, katkı,
cokerie diş. Kok kömürü fabrikası, işbirliği. 2. mec. Düşmanla işbirliği yapma,
col er. 1. Boyun, geçit, argıt, "derbent (Ce col fait işbirlikçilik.§ Apporter sa collaboration à qch: -e
communiquer les deux vallées). 2. Yaka (Col de yardımda, katkıda bulunmak. Faire une
chemise, de veste, de chandail, de pardessus). 3. collaboration avec qn: -ile işbirliği yapmak,
Boğaz (Col d'une bouteille, d'unvase). § Faux col: collaborationniste s. vead. İşbirliği yapma yanlısı,
1. Takma yaka, yakalık. 2. mec. Köpük (Un demi collaborer gsz. 1. İşbirliği yapmak, ortak
sans faux col: Köpüksüz bir bardak bira). çalışmak. 2. Collaborer à qch: -e yardımda,
colback er. Kalpak, katkıda bulunmak (Collaborer à un journal, à
colchique er. bitb. Çiğdem, une revue, à une œuvre, à un film). 3. Collaborer
cold-cream [koldkRİm] er. Deri kremi, cilt kremi, avec: -ile işbirliği yapmak, ortaklaşa çalışmak,
coléoptère er. hayb. Kınkanatlı, collage er. 1. Yapıştırma (Collage d'une affiche,
colère diş. Öfke, kızgınlık. § Etre en colère: Öfkeli, d'un papier). 2. Arkasına kola, zamk, tutkal vb.
kızgın olmak. Etre rouge de colère: Öfkesinden sürme (Collage du papier, des étoffes). 3. (İçki
pancar kesilmek. Etre blême de colère: Öfkeden için) Durulaştırma (Collage des vins). 4. mec.
sapsarı kesilmek. Etre, entrer dans une colère tkz. Nikâhsız yaşama, metres yaşamı sürme. 5.
noire: Çok kızmak. Mettre qn en colère: Yapıştırma resim,
Kızdırmak, öfkelendirmek. S'abandonner à sa collant, es. 1. Yapışan (Papier collant). 2.
colère: Öfkeye kapılmak. Rentrer, retenir sa Vücuda yapışmış gibi duran, iyi oturan (Une
colère: Öfkesini tutmak. Passer sa colère sur qn: robe collante). 3. mec. tkz. Yapışkan, can sıkıcı,
Öfkesini -in üzerinde boşaltmak, öfkesini -den insanın yakasını bırakmayan (Il est très collant).
almak. Se mettre en colère contre qn: -e collatéral, e s. 1. Yan, yanda olan (Artère
öfkelenmek, -e kızmak. Piquer une colère: hlk. collatérale; nef collatérale). 2. Yakın, yan
Kızmak, tepesi atmak. Faire une colère: (Parents collatéraux), f Ligne collatérale: Eğik
(Çocuklar için) Kızıp huysuzluk etmek, çizgi. Points collatéraux: coğr. Kuzeydoğu,
coléreux, euse s. Öfkeci, işkilli, çabuk öfkelenen, güneybatı gibi ara yönler,
colérique s. Öfkeci, çok çabuk öfkelenen, collateur er. Vakıf sahibi, vakıf kurucusu,
colibacille er. hek. Kolibasil, bağırsak bakterisi, collation diş. 1. Verme; verme yetkisi (Collation
colibri er. hayb. Sinekkuşu. d'un titre à un ami). 2. Karşılaştırma (Collation
colifichet er. 1. İncik boncuk, değeri az süs eşyası. des textes, des manuscrits). 3. Hafif yemek
2. Kuş peksimeti. (Collation de quatre heures. Prendre, servir une
collationner 280 collet
collation). terres).
collationner gçl. 1. Karşılaştırmak (Collationner collectivisme er. Ortaklaşacılık, kolektivizm,
des textes, des documents). 2. Collationner qch collectiviste s. ve ad. Ortaklaşacı, kolektivist.
avec: -ile karşılaştırmak (Collationner un écrit collectivité diş. 1. Ortaklaşma. 2. Ortaklaşa iyelik.
avec l'original). 3. gsz. a) (Katoliklerde) Perhiz 3. Topluluk (Collectivité professionnelle).
günlerinde perhiz yemeği yemek, b) Hafif bir collège er. 1. Kurul (Collège des cardinaux). 2.
yemek yemek, Orta öğretim okulu, kolej (Aller au collège). §
colle diş. 1. Çiriş, zamk, kola, tutkal gibi Collège électoral: Bir seçim bölgesindeki
yapıştırıcı madde (Pinceau à colle, tube de seçmenler topluluğu,
colle). 2. tkz. Güç soru, kazık soru (Le collégial, e s. 1. Piskoposluk kuruluna değgin. 2.
professeur lui a posé une colle). 3. hlk. Can sıkıcı Ortaklaşa yürütülen, ortak (Pouvoir collégial.
şey, zırıltı (Résumer tout un grand roman, quelle Présidence collégiale).
colle!). 4. argo. Okulda bırakma cezası, izinsiz collégien, ne ad. 1. Kolej öğrencisi, kolejli. 2. hkr.
bırakma. 5. tkz. Kene gibi yapışkan adam, baş Ağzı süt kokan; saf, daha çocuk (C'est un
belâsı. § Colle forte, colle de poisson: Tutkal. collégien).
Vivre à la colle: argo. Nihâhsız yaşamak, collègue ad. 1. Meslektaş, görevdeş (C'est mon
collecte diş. Para yardımı toplama (On a organisé collègue, ma collègue). 2. tkz. Arkadaş, ahbap
des collectes au profit des sinistrés). § Faire une (Comment ça va, collègue?).
collecte pour, au profit de: -için, -in yararına coller gçl. 1. Çiriş, zamk, kola vb. sürmek (Coller
para toplamak, une toile). 2. Yapıştırmak (Coller une affiche au
collecter gçl. Toplamak (Collecter des fonds pour mur, coller un timbre sur une lettre). 3. Coller
la construction d'une mosquée. Collecter des qch à, contre: Bir şeyi -e dayamak (Coller son
signatures pour une amnistie générale). oreille à la porte, son nez contre la, vitre, une
collecteur er. 1. (Eskiden) Vergici. 2. Para chaise contre le mur). 4. (Okul argosu) İzinsiz
yardımı toplayan. 3. (Elektrik dinamosunda) bırakmak, okulda kalma cezası vermek (Coller
Toplaç. 4. s. ve er. Toplayıcı (Un collecteur, un élève). 5. tkz. Sınıfta bırakmak, sınavda
égoût collecteur). çaktırmak (Coller un candidat). 6. Çok güç bir
collectif, ive s. 1. Toplu, topluca (Démission soru sormak (Le professeur l'a collé). 7.
collective). 2. Ortaklaşa, ortak (Œuvre Susturmak, gık diyemez duruma sokmak (Il m'a
collective. Billet collectif). 3. Imeceli, toplu, hep collé d'un seul mot). 8. Koymak, bırakmak,
birlikte (Travail collectif, visite collective). 4. er. atmak (Colle ta valise dans un coin. On l'a collé
dilb. Topluluk adı. S. er. ç. Yığın, kalabalık, en prison). 9. Coller qch: Birine ...aşketmek,
halk. vurmak (Coller une gifle à un malfaiteur). 10.
collection diş. 1. Topluluk (Une collection Coller qch à qn: tkz. Sokuşturmak, zorla kabul
d'individus). 2. D e r m e , koleksiyon (Collection ettirmek. 11. gsz. Yapışmak (Ce timbre ne colle
de timbres, de tableaux, de papillons). 3. Dizi pas.) 12. gsz. tkz. İyi gitmek, işler yolunda
(Ouvrage publié dans telle collection). 4. olmak (Ça colle: Tamam, işler yolunda, durum
(Terzilikte) Yeni modeller (Collection de kıyak). 13. Coller à: -e yapışmak (La boue colle
printemps, d'été, d'hiver. Présenter sa aux semelles). 14. Coller à: -i iyice sarmak,
collection). § Une collection de: tkz. Bir sürü oturmak, yapışmak (Une chemise qui colle au
(Au cocktail, j'ai vu toute une collection corps). 15. Coller à qch: -e uymak, uygun
d'imbéciles). Faire collection de: -koleksiyonu düşmek (Votre description ne colle pas à la
yapmak, toplamak, biriktirmek, réalité.Ce mot colle bien à ses,idées). § Coller qn
collectionner gçl. 1. D e r m e yapmak, koleksiyon au mur: mec. Birini kurşuna dizmek. § Etre
yapmak, toplamak (Collectionner des timbres, collé: 1. Çakmak, sınıfta kalmak. 2. İzinsiz
des insectes). 2. mec. tkz. ...üstüne... yapmak, kalmak, tatil günü okuldan çıkamamak. Etre
almak; -si çok olmak, bini aşmak (Il collectionne collé pour, en: -den bütünlemeye kalmak (Il est
des gaffes, des échecs, des prix). collé pour trois matières, en chimie). § Se coller:
collectionneur, euse ad. Dermeci, koleksiyoncu, Nikâhsız yaşamak, evlilik dışı birlikte yaşamak,
collectivement bel. Topluca, hep birlikte, collerette diş. Geniş ve işlemeli yakalık,
ortaklaşa. collet er. 1. Giysi yakası, yaka (Un collet de
collectiviser gçl. Birleştirmek, topluluğun malı dentelle). 2. Pelerin. 3. A ğ , tuzak (Tendre un
yapmak, ortaklaşalaştırmak (Collectiviser des collet à lapin. Poser des collets). 4. Bir şeyin
colleter 281 colonialiste
colonie diş. 1. Sömürge (Les anciennes colonies rent). 2. Se colorer de: -rengini almak (Le ciel se
deviennent maintenant indépendantes). 2. Göç- colore de rose).
m e n topluluğu (Envoyer une colonie outre-mer). coloriage er. Boyama, renklendirme, renkli yap-
3. Bir ülkede bulunan küçük yabancı topluluğu ma.
(La colonie turque à Paris). 4. Küçük hayvan colorier gçl. Renkli yapmak, renk renk boyamak
topluluğu, sürü (Colonie d'abeilles, colonie de (Colorier une carte, colorier aux crayons de
castors). couleur).
colonisateur, trice s. ve ad. 1. Sömürgeleştirici ; colorimètre er. *Renkolçer.
sömürge kurucu (Ce général est un grand coloni- colorimétrie diş. Renkölçümü.
sateur). 2. Sömürge sahibi (Une nation coloni- coloris er. 1. (Resimde) Renk uyumu. 2. Renk
satrice). (Le coloris des joues. Le coloris d'une pomme,
colonisation diş. 1. Sömürgeleştirme (La colonisa- d'une pêche). 3. mec. Renklilik, canlılık, parlak-
tion de l'Afrique par l'Europe). 2. Yerleşip (bir lık (Le coloris d'un style).
yeri) işleme, coloriste ad. (Resimde) Işığı, gölgeyi ve biçimleri
coloniser gçl. 1. Sömürgeleştirmek (Coloniser un renk yoluyla veren ressam, renkçi,
pays). 2. Yerleşip (Bir yeri) işlemek. 3. mec. colossal, e s. 1. Kocaman, koskocaman, dev gibi
İşgal e t m e k , istilâ e t m e k , sarmak (Les microbes (Un policier colossal, une statue colossale). 2.
ont colonisé la plaie). Çok büyük, çok geniş (Il a une fortune colossale.
colonnade diş. Sıra sütunlar, ' d i k i n sırası, sıra sıra Notre pays a fait un effort colossal pour se
dikinler (La colonnade d'un ancien temple). redresser). 3. er. Büyüklük (La manie du colos-
colonne diş. 1. "Dikin, sütun, direk (Edifice à sal).
colonnes, colonnes d'une galerie). 2. Dikili taş, colossalement bel. Pek çok (Il est colossalement
birinin anısına dikilen taş. 3. (Sayfalarda) Sütun
riche).
(Un article sur trois colonnes). 4. mec. Dayanak
colosse er. 1. Dev. 2. Dev gibi büyük yontu, dev
(Les colonnes de l'Etat). 5. Sorguç, dikine
heykel (Le colosse de Rhodes). 3. Dev gibi
yükselen şerit (Une colonne de fumée). 6. mat.
büyük (Cet homme est un colosse).
H a n e (La colonne des unités, la colonne des
colostrum er. Bir hayvanın ilk doğurduğu zamanki
dizaines). 7. Sıra, dizi, arda ard dizilmiş insan
sütü, ağız sütü.
yada eşya (Une colonne de réfugiés, une colonne
colportage er. 1. İşportacılık, ayak satıcılığı. 2.
de camions). § La colonne vertébrale: Belkemi-
H a b e r taşıyıcılık, dedikodu yayma,
ği, omurga. La colonne montante: (Bir yapıdaki)
colporter gçl. 1. İşportada satmak, gezerek
Su, havagazı, elektrik vb. boruları. La cinquème
satmak (Colporter des livres, des cravates). 2.
colonne: Beşinci kol, düşman casusluk örgütü,
Yaymak (Colporter des nouvelles, des rumeurs).
colonnette diş. Küçük sütun, *dikincik.
colporteur, euse ad. 1. İşportacı, ayak satıcısı. 2.
colophane diş. Reçine.
D e d i k o d u yayıcı, söylenti y ayıcı, haber taşıyıcı,
coloquinte diş. 1. Acı hıyar, acur. 2. hlk. Baş, kafa
coltinage er. Başında yada omuzunda taşıma,
(Il a reçu un coup sur la coloquinte).
coltiner gçl. (Başmda yada omuzunda) Taşımak (II
colorant, e s. 1. R e n k veren, boyayıcı, renklendi-
coltinait un paquet bien lourd). § Se coltiner qch:
rici (Matières colorantes). 2. er. Boya, renklen-
tkz. Bir şeyi yapmak, gerçekleştirmek (Il s'est
dirici (Colorants animaux, végétaux, artificiels).
coltiné tout seul ce travail).
coloration diş. 1. Boyama, renk verme, renklen-
coltineur er. Yükünü başmda yada omuzunda
dirme (Coloration de la peau, d'un tissu). 2.
mec. Yaldızlama, allayıp pullama, taşıyan hamal,
coloré, e s. 1. Renkli (Verres colorés). 2. mec. columbarium er. Ölü küllerinin saklandığı mahzen,
Canlı, renkli (Une conversation colorée, un style col-vert er. hayb. Yabanördeği, yeşilbaş,
coloré). colza er. bitb. Kolza.
colorer gçl. 1. Boyamak, renk vermek (Colorer un coma er. hek. Koma. § Entrer dans le coma:
tissu). 2. mec. Süslemek, yaldızlamak, telleyip Komaya girmek (Le malade est entré dans le
pullamak (Colorer un mensonge). 3. Colorer en: coma). Etre dans le coma: K o m a d a olmak,
-e boyamak (Colorer en bleu, en vert). 4. comateux, euse s. Koma halinde olan (Un malade
Colorer qch de: -ile allayıp pullamak, süslemek comateux).
(Colorer son style de citations). § Se colorer: 1. combat er. 1. Kavga, dövüş (Combat de coqs). 2.
R e n k l e n m e k , alacalanmak (Les raisins se colo- Savaş, çarpışma (Combat naval, combat de rues,
combatif 283 combustion
lente. Combustion de l'air dans les poumons). terrestres: Kara kuvvetleri komutanı.
comédie diş. 1. Komedi, ' g ü l d ü r ü (Les comédies de Commandant des forces aériennes: Hava
Molière). 2. (Eski)Tiyatro (Alleràlacomédie. La kuvvetleri komutanı. Commandant des forces
Comédie Française). 3. mec. Komedya (C'est une navales: Deniz kuvvetleri komutanı.
pure comédie). 4. tkz. Soytarılık (Allons, pas de Commandants des trois armes: Kuvvet
comédie). 5. Rezalet, kavga, çıngar (Ilafaittoute komutanları. Commandant de recrutement:
une comédie, parce que son repas n'étaitpas servià Askerlik şubesi başkanı,
temps). § Personnage de comédie: mec. Soytarı, commande diş. 1. Ismarlama, sipariş (Il n'a pas
ciddiye alınmayan, üstüne gülünen kimse. encore reçu votre commande). 2. Komut aygıtı,
Donner la comédie: Dikkat çekmek için gülünç kumanda aleti (A vion à double commande). § De
davranışlarda bulunmak. Jouer la comédie: commande: Yapmacık, ısmarlama, zorlama (Rire
Numara yapmak, komedi oynamak, yapmacıklı de commande. Pleurs de commande). Sur
davranışlar göstermek, commande: Buyruk üzerine, ısmarlama, verilen
comédien, ne ad. 1. (Eski) Tiyatro oyuncusu. 2. talimata göre (Un journaliste qui écrit sur
mec. s. ve ad. Oyuncu, numaracı (Il est très commande). Faire passer une commande à qn: -e
comédien). 3. Komedi oyuncusu, güldüren bir siparişte bulunmak. Livrer une commande:
oyuncu. § Secret de comédien: Herkesin bildiği Siparişi teslim etmek. Prendre les commandes: 1.
giz. Komut aygıtının başına geçmek, makinayı
comestibilité diş. Yenebilirlik, yenirlik, çalıştırmaya başlamak. 2. mec. Bir işin
yenilebilirlik. yönetimini, yürütülmesini eline almak. Passer les
comestible s. 1. Yenebilir, yenir, yenilebilir commandes à qn: Bir işin yürütülmesini -e
(Champignons comestibles). 2. er. ç. Besin bırakmak. Se mettre aux commandes: Komut
(Boutique de comestibles). aygıtının başına geçmek (Le pilote se met aux
cométaire s. Kuyruklu yıldızlara değgin (Système commandes).
cométaire). commandement er. 1. Komutanlık
comète diş. Kuyruklu yıldız. § Tirer des plans sur la (Commandement en chef). 2. Komut. 3. Buyruk.
comète: Boş düşler kurmak, olmayacak dualara § Les dix commandements: O n kutsal buyruk,
amin demek, "evamiri aşere.
comices er. ç. 1. (Eski romalılarda) Halk meclisi. 2. commander gçl. 1. Buyurmak, emretmek (Je
er. Topluluk; dernek (Comice électoral. Comice n'aime pas qu'on me commande). 2. Komutanlık
agricole). etmek, başında bulunmak (Commander une
troupe, un régiment). 3. Yönetmek (Commander
comique s. 1. Güldürüye değgin (Poète comique:
une manœuvre, une attaque). 4. Gerektirmek,
Güldürü yàzan ozan). 2. Komik, gülünç,
gülünçlü (Une aventure comique). 3. er. Güldürü zorunlu kılmak (Nous faisons ce que les
oyuncusu, hep güldürü türünde roller oynayan circonstances commandent). 5. Esinlemek,
uyandırmak (Son succès commande
oyuncu (C'est un bon comique). 4. er. Güldürü
türü. 5. er. Güldürü yazan. 6. İşin gülünç yanı (Le l'admiration). 6. Egemen durumda olmak, ateşi
altında tutacak yerde olmak (Une position
comique c'est qu'il prétend avoir raison).
comiquement bel. Gülünç bir biçimde, d'artillerie qui commande toute la plaine). 7. tekn.
Çalıştırmak (La pédale qui commande les freins).
comité er. Kurul (Nommer, élire, désigner un
8. Ismarlamak, sipariş vermek (Commander un
comité. Comité consultatif, comité exécutif). §
costume, un repas, des meubles). 9. Commander
Comité de lecture: Yazı kurulu, Comité secret:
Kapalı oturum. Petit comité: Eş dost toplantısı qch à qn: a) Birine bir şey buyurmak (Je vous
commande le silence), b) Birine bir şey
(Dîner en petit comité).
ısmarlamak (Jeluiaicommandéuncostume). 10.
comma er. 1. müz. Durgu, durak. 2.
Commander à qn de f. qch: Birinden -sini istemek,
(Noktalamada) İki nokta,
buyurmak (Je te commande de quitter la ville). 11.
commandant, e ad. 1. Komutan (Commandant en
gsz. Buyurmak, kumanda etmek, sözünü
chef. Commandant d'une compagnie). 2. Binbaşı.
dinletmek (C'est moi qui commande ici). 12.
3. (Gemide) Süvari. 4. s. tkz. Buyurmasını pek
Commander à qch: a) -e komutanlık etmek,
seven (Elle est un peu commandante). §
kumanda etmek (Commander à une armée), b)
Commandant en chef: Başkomutan.
Egemen olmak, gemlemek, tutmak (Commander
Commandant en chef des forces armées: Silâhlı
à sa colère, à ses passions, à ses sentiments).
kuvvetler başkomutanı. Commandant des forces
commanderie 285 comment
commanderie diş. (Eskiden) Kimi süel derneklere s'arranger). Comme vous y allez!: Pek
verilen arpalık, abartıyorsunuz, biraz atıyorsunuz! Dieu sait
commandeur er. Şövalyelikte bir aşama comme: Allah bilir nasıl ! Orasını ne sen sor ne ben
(Commandeur de la Légion d'honneur). § söyley eyim. Il faut voircomme:Çok güzel, esaslı,
Commandeur des croyants: (İslâmlıkta) °Emir-ül hem nasıl (Il lui a répondu, il faut voir comme!).
müminin, commémoratif, ive s. Anmaya değgin, anmak için
commanditaire er. Komandit ortağı, yapılmış (Organiser une cérémonie
commandite diş. 1. Komandit (ortaklığı). 2. commémorative. Monument commémoratif).
Komandit ortaklarından her birinin yaptığı commémoration diş. 1. A n m a , anma töreni
yatırım. (Commémoration des morts). 2. Anı, andaç
commanditer gçl. *Akçalamak, finanse etmek (Garder un objet en commémoration d'un
(Commanditer une entreprise). événement).
commando er. Komando, akıncı, *vurkaçcı. commémorer gçl. A n m a k , anma töreni yapıp
comme bel. ve bağ. 1. Gibi (Il n'agit pas comme il kutlamak (Commémorer une victoire, une
parle. Elle est maigre comme un clou. Tu entres naissance, une mort).
dans une maison comme on entre dans un moulin. commençant, e s. ve ad. Yeni başlamış, acemi (Tu
Ilfait froid comme en hiver). 2. -diği gibi ( Comme dois encourager ce commençant).
on dit; comme vous le prétendez, comme il vous commencement er. 1. Baş, başlangıç (Le
plaira). 3. Gibi bir şey; bir çeşit... (C'est quelque commencement de l'année, du printemps). 2.
chose comme un ballon). 4. Aşağı yukarı (Cela fait Başlama, doğma (Commencement des hostilités).
quelque chose comme cinquante francs). 5. 3. İlk dönem, ilk günler (Les commencements
Olarak (Comme directeur, il est très gentil. Je l'ai d'un Etat. Mes commencements ont été pénibles).
choisie comme secrétaire). 6. Ne kadar, ne kadar § Dès le commencement, depuis le
da! (Comme vous êtes heureux! Comme il a commencement: Baştan beri, başlangıçtan beri.
changé! Comme la vie est belle!).7. Nasıl, nasıl da Du commencement à la fin: Baştan sona, başından
(Regardez, comme il me traite!). 8. -diği için; sonuna dek.
-diğinden dolayı (Comme il neige, nous ne commencer gçl. 1. Başlamak (Commencer un
sortirons pas ce soir). 9. -diği sırada; -iken (Je l'ai travail, une affaire, une discussion, ses études). 2.
rencontré juste comme j'entrais chez moi. Comme Başlatmak, açmak (Commencer les hostilités, le
le soir tombait, nous sommes arrivés à l'auberge). combat). 3. Başında bulunmak (C'est cette maison
§ Tout comme: Tıpkı (Il sera avocat tout comme qui commence la rue. Ce mot commence la
son père). C'est tout comme: Aynı şey; aynı phrase). 4. Commencer à f. qch, de f. qch: -meye
kapıya çıkar. Comme tout: Çok, pek (Il est gentil başlamak (Il commence à parler, de dormir). S.
comme tout). Comme il faut: 1. Gerektiği gibi, Commencer par: -ile başlamak (Il a commencé par
nasıl gerekiyorsa öyle (H fait son travail comme il l'explication du texte, par expliquer les mots
faut). 2. Yakışık alacak biçimde, iyi (Tenez-vous inconnus). 6. gsz. Başlamak (Le printemps
comme ilfautà table). 3. Eksiksiz, seçkin, nitelikli commence le 21 mars). § Commencer par le
(Un homme comme il faut). Comme ça, comme commencement: Baştan başlamak,
cela: 1. Bu biçimde, böyle (Ne tiens pas le plat commendataire ç. ve ad. (Eski) Arpalığı olan (Abbé
comme ça, il va te glisser des mains. Par un temps commendataire).
comme ça, on a envie de se promener). 2. Böylece, commende diş. Papalıkça bir manastıra verilmiş
öyleyse (Tout est prêt, comme ça, nous pourrons arpalık.
partir de bonne heure). 3. D e m e k (Comme ça, il commensal, e ad. Sofra arkadaşı; can yoldaşı,
paraît que tu nous quittes). Comme qui dirait: -gibi commensurables. Aynı ölçü ile ölçülebilen (Lignes,
bir şey (J'ai aperçu comme qui dirait un éclair).
volumes commensurables).
Comme si: Sanki, -miş gibi (Ça se casse comme
comment bel. 1. Nasıl (Comment faire? Comment
si c'était du verre). Comme si de rien n'était: peut-il parler ainsi?). 2. Niçin, neden (Comment
Hiçbir şey olmamış gibi. Comme ci comme ça:
s'est-il adressé à moi?) 3. er. Yol, nite, neden (Je
Şöyle böyle. Comme quoi: 1. -diğini belirten veux chercher le pourquoi et le comment. Je ne
(Faites-lui un certificat comme quoi son état de
m'intéresse pas au comment, je ne vois que le
santé nécessite du repos). 2. D e m e k , o n u n için, résultat). § N'importe comment: Şu yada bu yolla,
bundan şu sonuç çıkmaktadır ki (Il est heureux
her hangi bir biçimde. Et comment! tkz. H e m de
maintenant, comme quoi, tout vient de nasıl! Elbette! (Tu as mangé. -Etcomment!).
commentaire 286 commissariat
Komiserlik. 3. Polis karakolu (L'agent m'invita commotionner gçl. Sarsmak (Ce dernier accident
au commissariat). m'a bien commotionné).
commissaire-priseur er. Genel satışlarda değer commuables. Değiştirilebilir, hafifletilebilir (Peine
tahmincisi, "muhammin; açık artırmalı satışlarda commuable).
tellâl. commuer gçl. 1. Değiştirmek, hafifletmek
commission diş. 1. Özel ve geçici görev (Donner une (Commuer une peine). 2. Commuer qch en:
commision. On l'a chargé d'une commission). 2. Hafifletip -e çevirmek, dönüştürmek (Commuer
Yarkurul, encümen, komisyon (Commission du la sentence de mort en travaux forcés).
budget. Commission d'examen). 3. Simsarlık, commun, es. 1. O r t a k (Tout est commun entre eux.
komisyon, komisyonculuk (Maison de Nous avons des intérêts communs avec lui. Suivre
commission). 4. Simsariye, komisyon (Il touche un but commun). 2. Kamuya ait, herkesin olan
dix pour cent de commission). S. Mesaj, iletilecek (Terres communes. Un puits commun). 3.
şey, haber, * ileti (/'a/ une commission pour vous). Ortaklaşa (Travail commun, œuvre commune. La
§ Faire la commission: Komisyonculuk etmek. vie commune). 4. Alışılagelen, her günkü (La
Faire une commission à qn: -e bir mesaj, bir haber langue commune) 5. Basit, düşük, bayağı (Ilades
iletmek. Faire les commissions: Alışveriş manières communes). 6. er. Çoğu, çoğunluğu (Le
yapmak, ısmarlanan şeyleri almak. Former une commun des hommes, des mortels). 7.
commission: Yarkurul kurmak. Renvoyer qch en Ayaktakımı. 8. ç. Ayakyolu 9. ç. (Büyük
commission, à la commission: Bir şeyi komisyona konaklarda) Eklenti yapılar. § En commun:
havale etmek, O r t a k , birlikte, ortaklaşa (Vivre en commun,
commissionnaire er. 1. Simsar, komisyoncu travailler en commun). Hors du commun: Çok
(Commissionnaire exportateur, importateur). 2. üstün, olağanüstü (Œuvre hors du commun). Lieu
Tellâl. 3. Emanetçi. 4. Alışverişleri yapan kimse, commun: Herkesin bildiği şey, "harcıâlem şey (Il
komi (Commissionnaire d'un restaurant, d'un débite toujours des lieux communs). Maison
hôtel). commune: Belediye. Nom commun: dilb. Cins
commissionner gçl. 1. Yetkili, görevli kılmak (C'est adı. Cause commune: İşbirliği. Faire cause
son gouvernement qui l'a commissionné). 2. commune avec qn: -ile işbirliği yapmak,
Birine bir alım satım işi havale etmek, communal, e s. 1. Bucağa değgin, bucağa ait;
commlssoires. Anlaşmanın bozulmasını gerektiren belediyeye değgin (Ecole communale). 2. er. ç.
(Une clause commissoire). Bir bucağa ait arazi ve varhklar.
commissure diş. anat. Birleşme yeri (Commissures communaliser gçl. Bucağa, topluluğa mal etmek
des lèvres). (Communaliser un terrain).
commodat er. huk. Ödünç verme, "ariyet, communard, es. ve ad. Fransa'da, 1871 olaylarında
commodes. 1. Kullanışlı, elverişli (Lieu, commode Paris Komünü yanlısı,
pour la conversation). 2. Hoş, rahat (Habit communautaires. Topluluklara değgin, toplumlara
commode). 3. Kolay, basit (Ce que vous me değgin (Vie communautaire).
demandez là n'est pas commode). 4. Uysal (Ilaun communauté diş 1. Ortaklık, birleşiktik (La
caractère commode). § Commode à, pour: -e communauté de deux intérêts). 2. Topluluk,
elverişli (Un texte commode à traduire. Un outil "camia (Nous appartenons à la même
commode pour les travaux délicats). Avoir communauté). 3. Tarikat (Les règles d'une
l'humeur commode: Uysal yaratılıştı olmak. Etre communauté. Vie de communauté). 4. Mal birliği
commode à vivre: Geçimli olmak, uysal yaratılışlı (Communauté entre époux). 5. Birlik, aynı oluş
olmak. Etre peu commode à vivre: Geçimsiz (Communauté de vues, d'idées). 6. Manastır
olmak, huyu sert olmak, (Visiter la communauté). § Posséder qch en
commode diş. Konsol. communauté avec qn: Bir şey e biriyle ortak olarak
commodément bel. Kolaylıkla, rahat rahat, uygun sahip olmak,
biçimde. commune diş. 1. (Eski) Bağımsızlığını
commodité diş. 1. Kullanışlılık, uygunluk, derebeyinden para ile satın almış, kentsoyluların
elverişlilik. 2. Rahatlık, hoşluk. 3. Konfor, yönettiği kent ; özgür kent. 2. Bucak; (Avrupa'nın
kolaylık. 4. ç. Ayakyolu, yüznumara (Aller aux kimi ülkelerinde) Belediye örgütü olan en küçük
commodités). yönetim birimi. 3. Belediye (Siège de la
commodore er. Komodor, commune). 4.1871 Paris devrim hükümeti. § La
commotion diş. 1. Sarsıntı. 2. Ruhsal sarsıntı, şok. Chambre des communes: (İngiltere'de) Avam
communément 288 compagnon
comportement er. Davranış, tutum (Son d'une sauce). 2. Bileştirme, yapma, yapılış,
comportement avec ses amis est un peu étrange). "terkip (La composition d'un remède, d'un plat).
comporter gçl. 1. Kapsamak, içermek (Toute règle 3. (Basımcılıkta) Dizgi. 4. Yapı, oluşum biçimi,
comporte des exceptions). 2. Sahip olmak, "ihtiva "terkip (La composition du parlement). 5.
etmek (La maison comporte deux pièces et une Kompozisyon, yazma ödevi (Il est très fort en
cuisine). 3. Kaldırmak, dayanmak, tahammül composition française). 6. Kaleme alma, yazma
etmek (Le sujet ne comportait pas tant (La composition d'un livre, d'un poème). 7.
d'ornements). § Se comporter: 1 . D a v r a n m a k , Kuruluş (La composition d'un tableau). 8. müz.
hareket etmek (lise comporte bien avec ses amis). Beste (Une courte composition pour piano). 9.
2. Gitmek, işlemek, çalışmak (Cette voiture se Uyuşma, uzlaşma. 10. dilb. Bileştirme. § Amener
comporte bien sur la route). qn à composition: Birini yola getirmek. Entrer en
composant, e s. ve ad. 1. Bileştiren, oluşturan (Les composition avec: -ile uyuşmak, uzlaşmaya
éléments composants). 2. er. Bir bileşimde yer girmek. Etre de bonne composition: Yola gelmek ;
alan madde, bileşim maddesi (Les composants de savlarından, isteklerinden biraz vazgeçmek,
l'eau sont l'oxygène et l'hydrogène) 3. diş. fiz. composter. Çürümüş şeyler gübresi,
dilb. Bileşen, compostage er. Zımbayla delme, zımbalama,
composé, e s. 1. Birçok parçalardan oluşmuş composter gçl. 1. Çürümüş şeylerden oluşmuş
(Feuille composée). 2. Bileşik (Intérêts composés. gübreyle gübrelemek (Composter une terre, un
Mot composé, temps composé). 3. er. Bileşik (Les champ). 2. Zımbayla delmek, zımbalamak
composés et les dérivés). 4. er. Bütün (Lepeuple (Composter les billets).
turc est un composé). 5. diş. ç. bitb. Bileşikgiller, composteur er. Zımba.
composer gçl. 1. Bileştirmek, çeşitli maddeleri compote diş. 1. Bir tür yahni. 2. Komposto, hoşaf
kanştırarak yapmak (Composer un remède, un (Compote de pommes, de prunes). § En compote:
breuvage). 2. Yazmak, meydana getirmek Yara bere içinde (Il avait la tête en compote).
( Composer un livre, des vers, un poème). 3. müz. Mettre qn en compote: -in hışırını çıkarmak,
Beste yapmak, bestelemek (Composer une compotier er. Komposto tabağı, meyve tabağı,
sonate. C'est un grand musicien, mais il ne compréhensibilité diş. Anlaşılırlık.
compose pas). 4. (Basımcılıkta) Dizmek (Il a compréhensibles. 1. Anlaşılır, anlaşılabilir ( Paroles
composé trois lignes). 5. Oluşturmak, "teşkil compréhensibles). 2. Usa yatkın, normal (Une
etmek, meydana getirmek (Composer une attitude compréhensible. C'est très
équipe. La viande compose l'essentiel de la compréhensible).
nourriture). 6. Düzeltmek, çekidüzen vermek, compréhensif, ive s. 1. Kavrayıcı. 2. Anlayışlı,
düzenlemek (Composer son visage, son attitude, başkasına karşı anlayış gösteren (Un homme
ses paroles). 7. gsz. Kompozisyon yazmak (Les compréhensif).
élèves sont en train de composer). 8. Composer compréhension diş. fels. 1. Kapsama, i ç e r m e , '
avec: -ile uyuşmak, anlaşmak (Composer avec kavrama, *içlem, kapsam, içerik (La
l'ennemi, avec ses créanciers). 9. Etre composé de: compréhension de ce terme est très étendu). 2.
-den oluşmuş, meydana gelmiş olmak (Son livre Anlama, anlaşılma (La ponctuation est inutile à la
est composé de trois parties). § Se composer: 1. compréhension du texte). 3. Anlayış (Il n'a pas de
Birleşmek, karışıp oluşmak (Les choses de la vie se compréhension à l'égard des autres). 4. Anlama
composent et se décomposent sans cesse). 2. Se gücü, kavrayış (La compréhension de cet enfant
composer de: -den oluşmak, meydana gelmek (La est très rapide).
ferme se compose de trois bâtiments et de vingt comprendre gçl. 1. -de olmak, içine almak,
champs). kavramak, kapsamak (Cette ville comprend dix
composite s.. 1. (Mimarlıkta) Değişik üslupları bir quartiers). 2. Anlamak, kavramak (Comprendre
arada taşıyan, karma (Ordre composite: Karma un problème, une théorie). 3. Düşünmek,
düzen. Chapiteau composite). 2. Çok değişik tasarlamak, görmek (Comment comprenez-vous
öğelerden oluşmuş, çok karışık (Une foule le rôle d'un critique?). 4. Comprendre qn: -in
composite. Des mobiliers composites). durumunu, halini anlamak (Je ne lui donne pas
compositeur, trice ad. 1. müz. "Kompozitör, raison, mais je le comprends).S. Comprendre qch
"besteci, "bardar. 2. (Basımcılıkta) Dizgici, dans qch: Bir şeyi -e dahil etmek, içine katmak
"mürettip. (Ona compris dans le total les diverses taxes). 6.
composition diş. 1. Bileşim (Composition de l'eau, Comprendre qch à qch: -den... anlamak (Tu n'y
comprenette 293 comptant
comprends rien. Je ne comprends pas grand chose son autorité). 2. Saygınlığını kırmak, itibarını
à ce que tu dis). 7. Etre compris dans qch: -e dahil düşürmek, lekelemek (Il ne sort pas avec elle de
olmak, -in içinde bulunmak (Dans ce tableau de la crainte de la compromettre). 3. gsz. Uzlaşmak, bir
population, les étrangers ne sont pas compris). Y uzlaşmaya varmak. 4. gsz. Yargıcıya, hakeme baş
compris: Dahil (Il a tout brûle, y compris ses vurmayı kabul etmek (Compromettre sur un
livres). Non compris: Hariç (Service non droit). § Se compromettre: Kendini, şerefini
compris). § Comprendre à demi-mot-: Leb tehlikeye sokmak,
demeden leblebiyi anlamak. Ne rien comprendre, compromis er. 1. Uzlaşma, anlaşma (Faire un
ne comprendre rien à rien: Hiç mi hiç anlamamak, compromis, signer un compromis. Parvenir à un
anladıysa arap olmak. § Se comprendre: Birbirini compromis). 2. Yargıcıya başvurma sözleşmesi.
anlamak, anlaşmak (Ils ne se comprennent 3. Orta yol, ikisi arası bir şey (Son attitude est un
jamais). compromis entre l'indifférence et le mépris).
comprenette diş. Anlayış, anlama gücü, kavrama compromission diş. Gizli anlaşma, el altından
yetisi (Ils ont la comprenette un peu dure). uzlaşma (Sa compromission avec les rebelles l'a
compresse diş. Kompres, sargı bezi (Compresse amené à s'enfuir).
stérilisée, compresse de gaze). compromissoire s. huk. Tahkimnameye değgin,
compresseur er. Kompresör, sıkma aleti, sıkmaç, hakeme başvurma anlaşmasına değgin (Clause
compressibilité diş. 1. Sıkıştırılabilirlik (La compromissoire: Tahkimşartı, hakeme başvurma
compressibilité des liquides). 2. Kısılabilirlik, koşulu).
azatılabilirlik, kısma (Compressibilité des comptabilisation diş. D e f t e r e geçirme, hesaba
dépenses, des frais). işleme, muhasebeleştirme.
compressible s. 1. Sıkıştırılabilir (L'air est comptabiliser gçl. D e f t e r e geçirmek, hesaba
compressible). 2. Azaltılabilir, kısılabilir (Des işlemek, muhasebeleştirmek.
dépenses compressibles). comptabilité diş. 1. D e f t e r tutma usulü,
compressif, ive s. Sıkıştırıcı, bastırıcı (Bandage 'sayışmanlık, "muhasebe (Comptabilité bien
compressif). tenue, mal tenue. Comptabilité d'une entreprise).
compression diş. 1. Sıkıştırma (Corps meurtri par 2. Saymanlık (Chef de la comptabilité). 3.
compression). 2. Basınç (Compression del'air). 3. Saymanlık dairesi (L'accès de la comptabilité est
mec. Baskı (Les compressions d'alentour). 4. interdit). § Comptabilité en partie simple: "Basit
Kısma, azaltma (Compression des dépenses, du muhasebe usulü, ' t e k yönlü sayışmanlık.
personnel). Comptabilité en partie double: ' Ç i f t yönlü
comprimé, e s. 1. Sıkıştırılmış, basmçla oylumu sayışmanlık, "muzaaf muhasebe usulü.
küçültülmüş (Air comprimé). 2. İki yanı basık Comptabilité publique: Devlet muhasebesi.
(Un front comprimé). 3. mec. Bastırılmış, içe Livres de comptabilité: Sayışmanlık defterleri.
atılmış, açığa vurulmamış (Sentiments Tenir, gérer une comptabilité: D e f t e r i m ,
comprimés, un désir comprimé). 4. er. 'Sıkıt, hap, "muhasebesini tutmak, yönetmek,
"komprime (Il a pris un comprimé d'aspirine. comptable s. 1. Sayman (Agent comptable). 2.
Engrais en comprimés pour les plantes Hesapla, sayışmanlıkla ilgili; sayışmanlığa değgin
d'appartement). (Règles comptables, machine comptable, rapport
comprimer gçl. 1. Sıkmak, bastırmak (Comprimer comptable). 3. mec. Sorumlu (On est comptable
une artère pour éviter l'hémorragie). 2. envers sa patrie). 4. ad. Sayman, "muhasebeci (Ce
Sıkıştırmak (Comprimer un objet entre deux comptable tient bien les livres). § Etre comptable
choses. Comprimer de la paille en ballots). 3. de qch: -den sorumlu olmak (Tu es comptable de
Kısıtlamak, kısmak, azaltmak (Comprimer les tes actions). N'être comptable à personne de ses
dépenses). 4. T u t m a k , önlemek (Comprimer ses actions: Davranışlarından kimseye hesap vermek
larmes, sa colère, ses sentiments). zorunluğunda olmamak. Rendre qn comptable
compris, e 5. 1. (Bir şeyin) İçinde bulunan. 2. de qch: Birini -den sorumlu t u t m a k ( O n ne doit
Anlaşılmış (C'est compris). pas rendre les gens comptables des choses qui
compromettant, e s. Tehlikeli, başa iş açıcı les dépassent).
(Relations compromettantes, opinions comptage er. Sayma, sayımını yapma (Le comptage
compromettantes). des articles stockés). § Comptage à rebours:
compromettre gçl. 1. Tehlikeye atmak, tehlikeye Geriye doğru sayma,
düşürmek (Il compromet sa santé, sa réputation, comptants. 1. Peşin (Argentcomptant). 2. er. Peşin
compte 294 compter
para. 3. bel. Peşin olarak, peşin para sayarak compte de sa distraction). N'avoir de comptes à
(Payer, régler comptant. Acheter, vendre rendre à personne: Kimseye verecek hesabı
comptant). § Au comptant: Peşin parayla, peşin olmamak, kimseye karşı sorumlu olmamak.
olarak (Acheter, vendre au comptant). Prendre Prendre qch à son compte: -in masrafını kendi
pour argent comptant: Cepte keklik saymak ; oldu üzerine almak (J'ai pris à mon compte tous les frais
gözüyle b a k m a k ; güvenmek, bel bağlamak (Je de réparation). Régler son compte à qn: -in
prends ses paroles pour argent comptant). hesabını görüvermek, defterini dürmek, işini
compte er. 1. Hesap (Le compte des dépenses. Un bitirmek, öldürmek. Rendre compte de qch à qn:
compte rond. Bordereau des comptes). 2. mec. Birine bir şey konusunda açıklamalarda
Çıkar, kâr (Tu y trouves ton compte). 3. Toplam, bulunmak, izahat vermek. Rendre compte de qch:
sonuç (J'ai recommencé cinq fois, et n'arrive -den sorumlu olmak; -in hesabını vermek.
jamais au même compte). 4. Sayma, sayım (Elle S'établir, s'installer, travailler à son compte:
fait le compte des personnes à inviter). 5. Pay, hisse İşlerinin başına geçmek, işlerini kendi yürütmek,
(Il n'a pas encore touché son compte). § Compte kendi hesabına çalışmak. Se rendre compte de
courant: Cari hesap. Compte rendu: Özet, rapor, qch: -in farkına varmak, kavramak, anlamak.
' y a z a n a k . La Cour des comptes: Sayıştay. A bon S'en tirer à bon compte: Ucuz atlatmak, paçayı
compte: Ucuza ( On se divertit ici à bon compte). A ucuz kurtarmak. Tenir compte de: -i hesaba
ce compte; A ce compte-là: Bu hesapla, böyle katmak, göz önünde bulundurmak. Trouver son
düşünüldüğünde. A compte de: -in hesabına, compte à qch: Çıkarını -de bulmak; -i kendisi için
masrafları -den olmak üzere (Publier un livre à yararlı bulmak, hesabına uygun görmek. Son
compte d'auteur). Au compte de, pour le compte compte est bon: Onun artık defteri dürülmüştür,
de, sur le compte de: Konusunda, hakkında (Iln'y hakettiğini bulacaktır, hesabı görülecektir!
a rien à dire pour son compte). Au bout du compte, compte-gouttes er. Damlalık. § Au compte-gouttes:
en fin de compte, tout compte fiait: "Hasılı, mec. Azar azar, damladamla, sakınarak, cimrice,
sonunda, yine de (Il a hésité beaucoup, au bout du compter gçl. 1. Saymak, hesap etmek (Compter les
compte, il a décidé de partir. Au début, je refusais, élèves de la classe, les maisons d'un quartier). 2.
en fin de compte, j'ai accepté. Il est orgueilleux, İnceden inceye hesap etmek (Il compte l'argent
tout compte fait, il n'est pas mauvais homme). De qu'il dépense). 3. Hesaba katmak, işin içine dahil
compte à demi: Y a n y a n y a paylaşarak. Arrêter, etmek, saymak (N'oubliez pas de me compter). 4.
clore un compte: Bir hesabı kapatmak. Avoir un Yapmış olmak ; -si olmak (Il compte déjà cinq ans
compte en banque: Bankada hesabı olmak. Avoir de services). 5. Sürüp gelmek, -den beri var olmak
son compte: 1. Ağzının payını almak. 2. Hesabı (Cette civilisation compte trois mille ans). 6.
görülmek, öldürülmek. 3. Sarhoş olmak, içip Ödemek, vermek (Ala caisse on lui a compté trois
iyice yükünü almak. Demander compte à qn de mille livres). 7. Compter qch à qn: Birine
qch: Birinden bir şey konusunda açıklama -konusunda açıklamalarda bulunmak, izahat
istemek, izahat almak. Donner son compte à qn: vermek. 8. (Yaş için) Basmak. 9. Sahipolmak, -si
Birine yol vermek, hesabım görüp işine son var olmak (Il compte plusieurs amis parmi les
vermek (Donner son compte à un employé, à un artistes). 10. Compter qn, qch parmi, au nombre
ouvrier). Entrer en ligne de compte: İşin içine de: -den saymak, arasına koymak (Je te compte
girmek, hesaba katılmak, göz önünde parmi mes adversaires. Il nous compte au nombre
bulundurulmak (Vos idées personelles n'entrent de ses amis). 11. Compter f. qch: -meyi düşünmek,
pas en ligne de compte). Etre loin de (du) compte: tasarlamak, ummak (Je compte partir ce soir). 12.
Çok yanılmak, hesabı çok yanlış olmak. Etre en gsz. Saymak (Mon fils sait compter jusqu'à vingt).
compte avec qn: -ile aralannda hesabı olmak, 13. gsz. Önemli olmak, önem taşımak (Ce qui
birisiyle alacağı vereceği bulunmak. Faire ouvrir compte, c'est de gagner. La culture ne compte
un compte en banque: Bankada hesap açtırmak. point à ses yeux). 14. gsz. Çok hesaplı para
Liquider, régler un compte: Bir hesabı tasfiye harcamak (Avec un petit budget, il faut toujours
etmek, ödeyip kapatmak. Faire le compte de qn: compter). 15. Compter avec: -i göz önünde
-in hesabına gelmek, yararına olmak (Cette erreur bulundurmak, dikkatli olmak, hesaba katmak (II
va faire le compte de ses adversaires). Laisser qn, a de l'influence, il faut compter avec lui. Compter
qch pour compte: İhmal etmek, bir yana avec l'opinion publique). 16. Compter sur: -e
bırakmak. Mettre qch sur le compte de: Bir şeyi -e güvenmek, bel bağlamak (Personne ne compte
atfetmek; -e vermek (On met cette faute sur le sur lui. Tu comptes beaucoup sur la chance). 17.
compteur 295 concentrique
conciliation diş. X. Uzlaşma. 2. Uzlaştırma, ara concomitance diş. Birliktelik, birlikte varlık,
bulma (Comité de conciliation. Nous avons fait *eşanlılık.
une démarche de conciliation entre les concomitant,e s. *Eşanlı, aynı anda olan, birlikte
adversaires). olan (Symptômes concomitants d'une maladie).
conciliatoire s. Uzlaştırıcı, arabulucu (Procédure concordance diş. Uygunluk, uygun düşme, uyarlık
conciliatoire). (Concordance des témoignages, de deux dates, des
concilier gçl. 1. Uyuşturmak, uzlaştırmak, situations). § Entrer en concordance avec: -ile
bağdaştırmak (Il est impossible de concilier tant de uyuşmak; -e uygun düşmek, uymak (Ses actes ne
désirs). 2. Concilier qch avec: -ile bağdaştırmak, sont pas en concordance avec ses paroles). Mettre
uzlaştırmak (Concilier ses dépenses avec son qch en concordance avec: -ile uyuşturmak; -e
budget). 3. Concilier qch à qn: Birine -i uygun düşürmek, uydurmak,
kazandırmak, sağlamak (Son programme concordant, e s . Uygun, uygun düşen, uyarlı,
électoral lui a concilié le soutien des ouvriers). §Se concordat er. Konkordato,
concilier qn: 1. Birini kazanmak, dostluğunu elde concordataire s. K o n k o r d a t o yapmış; alacaklılarla
etmek. 2. Se concilier qch: K a z a n m a k , e l d e e t m e k uyuşmuş (Failli concordataire).
(Ils'est concilié notre amitié). concorde diş. 1. İyi geçinme, dirlik düzenlik (Nous
concis, e s. Kısa, özlü, "veciz (Pensée concise, style vivons dans la concorde). 2. Duygu birliği,
concis). anlaşma, uyuşma (Un climat de concorde règne
concision diş. Anlatışta kısalık, özlülük, "icaz (La dans leur famille).
concision du style). concorder gsz. X. Birbirine uymak, birbirini tutmak
concitoyen, ne ad. Hemşeri, memleketli, (Les renseignements ne concordent pas). 2.
conclave er. Papayı seçen kardinaller meclisi; bu Uyuşmak, birbirine uymak (Nos caractères
meclisin toplandığı yer. concordent bien). 3. Aynı amaca yönelmek, aynı
concluant, es. İnandırıcı, kesin bir kanıya vardırıcı amacı gütmek (Tous nos efforts concordent). 4.
(Argument concluant). Concorder avec: -ile uyuşmak; -e uygun olmak
conclure gçl. 1. Bitirmek, tamamlamak (Conclure (Tes actes doivent concorder avec tes idées). 5.
une affaire). 2. İmzalamak, yapmak, "akdetmek Concorder sur: -üzerinde anlaşmak, "mutabık
(Conclure un pacte, un accord, la paix). 3. gsz. kalmak (Tout le monde concorde sur ce point).
Sonuca bağlamak (Ce romancier ne sait pas concourant, e s . 1. Aynı ereğe yönelen, erekteş. 2.
conclure). 4. Conclure par: -ile bitirmek (Il a A y m yöne doğru giden, yöndeş (Droites
conclu son discours par un appel à la fra ternité). concourantes).
S. Conclure qch de qch: -den... sonucunu concourir gsz. 1. Aynı yöne doğru gitmek (Deux
çıkarmak ( De cette tentative, je conclus pas mal de lignes qui concourent vers le même point). 2.
choses. J'en conclus qu'il est malade). 6. Conclure Yarışmak, yarışmaya katılmak, "rekabet etmek
à qch: -kamsına varmak (Les enquêteurs ont (Tous concouraient pour obtenir le prix). 3.
conclu à l'assassinat). 7. Conclure à qch, à f. qch: Concourir à qch: -e yardım etmek, katkıda
-e karar vermek; -meye karar vermek (Les juges bulunmak yardımcı olmak (Tu as concouru
conclurent à l'acquittement. Ils conclurent à faire beaucoup à son succès). 4. Concourir à f. qch:
baptiser l'ingénu). -mekte elbirliği e t m e k , yardımcı olmak (Toute la
conclusion diş. 1. İmzalama, yapma, "akdetme famille concourait à faire de lui un artiste).
(Conclusion d'un traité, d'un mariage). 2. Son concours er. 1. Bir araya gelme, toplanma (Grand
(Les événements approchent de la conclusion). 3. concours de badauds, de curieux, de chômeurs). 2.
Alınacak ders, "kıssadan hisse (Conclusion d'une Rastlaşma, çakışma (Un heureux concours de
fable). 4. Sonuç (Tirer une conclusion). 5. V a n l a n circonstances). 3. Yardım, katkı, destek (Le
sonuç, yargı (Ta conclusion est fausse). 6. ç. concours du gouvernement est nécessaire pour
(Dâvada) Tarafların savları (Conclusions écrites, résoudre le problème). 4. Yarışma, yarış,
conclusions verbales). 7. bel. Kısacası, uzun sözün "müsabaka (Concours de beauté, concours
kısası (Conclusion, nous avons perdu la cause). § hippiques). 5. Yarışma sınavı, sınav (Concours
En conclusion: Sonuç şu ki, kısacası, uzun sözün d'entrée. Ouvrir un concours). 6. huk.
kısası, öyleyse, şu halde (Nos initiatives n'ont pas Birleştirme, "içtima (Concours d'infractions,
donné de résultats, en conclusion, nous n'avons concours de droits). § Hors-concours: Eşsiz, eşi
plus rien à faire). benzeri bulunmayan (Un fromage hors-concours.
concombre er. Hıyar, salatalık. Un chasseur hors-concours). Mettre qn hors-
concret 298 condenseur
Güvenilir kişi. Vote de confiance: Güven oyu olmak, pek benzemek (Un air de satisfaction qui
(Demander, obtenir le vote de confiance). De confine à l'insolence). §Se confiner: 1. Çekilmek,
confiance: Gözü kapalı olarak, büyük bir güvenle kapanmak (Se confiner chez soi, dans sa
(Acheter qch de confiance). En confiance, en toute chambre). 2. - sınırları içinde kalmak, dışına
confiance: Tam bir güvenle. Avoir confiance en, çıkamamak (Se confiner dans un rôle).
dans: -e güvenmek, bel bağlamak (J'aiconfiance confins er. ç. Sınır. § Aux confins de: -sınırında (Il
en lui, dans ce remède). Avoir confiance en soi: habite aux confins de la Turquie et de la Grèce).
Kendine güveni olmak. Faire confiance à: -e Aux confins de la Terre: Dünyanın ucunda, çok
güvenmek, güvenle bakmak (Il peut faire uzaklarda.
confiance à l'avenir). Gagner la confiance de qn: confire gçl. 1. Batırıp ıslatmak, bandırmak,
-in güvenini kazanmak. Inspirer confiance: banmak. 2. (Meyvenin) Şekerlemesini;
Güven vermek, güven uyandırmak. Manquer de (Sebzenin) turşusunu; (Etin) kavurmasını
confiance en soi: Kendine güveni olmamak. yapmak.
Perdre confiance: Cesaretini, kendine güvenini confirmatif,ive.s. Doğrulayıcı, onayıcı, tasdik edici,
yitirmek. Trahir, tromper la confiance de qn: -in gerçekleyici (Arrêt confirmatif).
güvenini sarsmak, güvenini boşa çıkarmak. Voter confirmation diş. 1. Doğrulama, gerçekleme,
la confiance: Güven oyu vermek, onaylama, "tasdik (Confirmation d'une nouvelle,
confiant,e s. Güvenen, inanan (Je suis confiant en d'une promesse. Confirmation d'un acte par une
ses paroles). autorité officielle). 2. Vaftizi pekiştirme duası
confidence diş. Gizini açma, "sırrını söyleme, (L'évêque peut seul donner la confirmation). 3.
açılma. § En confidence: Gizlice, gizli tutarak, "Teminat, güvence. § Donner à qn confirmation
mahrem olarak. Etre dans la confidence de: -den de qch: Birine -e konusunda güvence vermek,
haberli olmak, -in içyüzünü bilmek. Faire une confırmatoire s. 1. Doğrulayıcı. 2. Resmi nitelik
confidence à qn: -e gizli bir şeyini söylemek, gizini kazandırıcı.
açmak. confirmer gçl. 1. Doğrulamak, gerçeklemek,
confident,e ad. Gizdeş, "sırdaş. onaylamak, "teyid e t m e k , "tasdik etmek
confidentielle s. Gizli, gizli tutulan, "mahrem (Un (Confirmer un fait, une nouvelle. Son témoignage
entretien confidentiel, une lettre confidentielle). confirme le mien). 2. Desteklemek, güç vermek
confidentiellement bel. Gizlice, "mahrem olarak, (Il m'a confirmé dans mon entreprise, dans ma
aradaki yakınlık dolayısıyla (J'ai appris résolution). 3. Haklı çıkarmak, doğru olduğunu
confidentiellement qu'il allait changer de ortaya koymak (Les résultats ont confirmé mes
magasin). soupçons). 4. Resmi nitelik vermek. 5.
confier gçl. Confier qch à qn: 1. Bir şeyi birine Sağlamlaştırmak, daha da güçlendirmek
emanet etmek, bırakmak (Nous avons confié la (Confirmer une institution). 6. Vaftizi pekiştirme
petite fille à nos amis). 2. A ç m a k , söylemek (Je lui duası yapmakf L'évêque va confirmer les enfants).
ai confié tout mon secret). 3. İçine bırakmak İ Se confirmer: D o ğ r u olduğu ortaya çıkmak,
(Confier des semences à la terre). § Se confier à qn: doğruluğu belli olmak, doğrulanmak (Les
1. Birine gizlerim, içini açmak (Se confier à un rumeurs se sont confirmées).
ami). 2. Birine güvenmek, bel bağlamak, confiscable s. 'Zoralimlanabilir, müsadere
configuration diş. Görünüş, dış görünüş, biçim, edilebilir.
arazi yapısı, confiscation^. 'Zoralım,müsadere(Confiscation
configurer gçl. Biçim vermek, des marchandises non déclarées à la douane).
confiné, e s. Kapalı; içeri k a p a m p kalmış (Il vit confiserie diş. 1. Şekercilik. 2. Şekerci dükkânı. 3.
confiné chez lui. Air confiné: Kapalı hava, pis Şekerleme (Déguster des confiseries).
hava). confiseur,euse ad. Şekerci,
confinement er. 1. Belli bir sınır içinde bırakma, confisquer gçl. 1. Müsadere e t m e k . El koymak. 2.
sınır içine alma. 2. Hapis. 3. T e k başma hapis, bir Confisquer qch à qn: Birinin -sini bir süre için alıp
yere kapanıp kalma, tutmak, vermemek (Le professeur a confisqué à
confiner gçl. 1. Hapsetmek, kapatmak (Je ne veux l'élève sa balle).
pas le confiner dans ce bureau). 2. Confiner à qch, confit, es. 1. Şekerleme yapılmış (Fruits confits). 2.
avec qch: -ile sınırdaş olmak; -e çok yakın olmak (Bir şeyin) Turşusu (Cornichons confits). 3. mec.
(La Turquie confine à l'Iran, avec la Bulgarie). 3. Gömülmüş, kendini çok vermiş (Il est confit dans
Confiner à qch : mec. -i çok andırmak, -e pek yakın la piété). 4. er. Yağda saklanmış e t , kavurma.
confiteor 302 confus
conflteor er. Bu sözcük ile başlayan bir katolik conformément bel. 1. Uygun olarak. 2.
günah çıkarma duası (Dire des confiteor, faire des Conformément à: -e uygun olarak, -üzre (Il a agi
confiteor). conformément à vos ordres).
confiture diş. Reçel (Confiture d'oranges, de conformer gçl. Conformer qch à qch: 1. Bir şeyi -e
pêches). benzetmek, benzer kılmak (Il cherche à
confiturerte diş. 1. Reçelcilik. 2. Reçel yapımevi, conformer sa conduite à la tienne). 2. -e uydurmak
confiturier,ère s. 1. Reçele değgin (Industrie (Il doit conformer ses actes à ses paroles), g Se
confiturière). 2. ad. Reçelci. conformer à qch: 1. -e uygun düşmek, benzemek,
conflagration diş. 1. Tutuşma, ateş alma, ateşler uymak (Ce qu'il dit se conforme à,la réalité). 2. -e
içinde kalma. 2. mec. Kaynaşma, karışıklık, uymak, kendini uyarlamak (Se conformer au
conflit er. 1. Çatışma, çarpışma (Un conflit armé. règlement, aux circonstances).
Conflit d'intérêts, conflit d'opinions). 2. conformisme er. "Uygunculuk, "uydumculuk.
Anlaşmazlık (Iln'yapasmalde conflits entre eux). conformistes, ve ad. 1.(İngiltere'de)Anglikan.2.
§ Etre en conflit avec qn: -ile anlaşmazlık içinde "Uyguncu, "uydumcu.
olmak. Entrer en conflit avec: -ile anlaşmazlığa conformité diş. 1. Uygunluk. 2. Benzerlik. 3.
düşmek, aralarında anlaşmazlık çıkmak, Girme, kabullenme, benimseme (Conformité à
confluent er. Su kavuşağı, koyar (Confluent de deux une religion). § Etre en conformité avec: -e uygun
fleuves). olmak ( Tes actes ne sont pas en conformité avec tes
confluer gsz. 1. (Akarsular için) Birbirine principes).
kavuşmak. 2. Confluer avec: -ile kavuşmak, confort er. 1. Rahatlık, rahat, gönenç (Il aime son
birleşmek (Le Tigre conflue avec l'Euphrate). 3. confort). 2. Konfor, rahat kolaylığı (Un
mec. Bir yerde toplanmak, bir araya gelmek (Des appartement qui a le confort).
soldats confluent au pied des murailles). confortables. 1. R a h a t (Une chaise confortable). 2.
confondre gçl. 1. Karıştırmak, karmakarışık etmek, Konforlu (Une maison confortable). 3. Tath,
allak bullak etmek (Cela confond l'imagination). kaygıdan üzüntüden uzak, gönençü (Mener une
2. Bozmak, karıştırmak (Nous avons confondu les vie confortable). 4. er. Kapitone koltuk. 5. er. ç.
plans de l'ennemi). 3. Susturmak, bozmak, Konçlu terlik,
bozum etmek (Confondre un menteur). 4. confortablement bel. Kolaylıkla, rahatça, gönenç
Şaşırtmak, hayrete düşürmek (Tes paroles l'ont içinde (Vivre confortablement).
confondu). S. Birbirine karıştırmak (Je confonds confraternel, le s. Meslektaşlara değgin (Amitié
des dates. Vous confondez l'âne et le mulet). 6. confraternelle).
Confondre qn, qch avec: -ile karıştırmak, ayırt confraternité diş. Meslektaşlık sevgisi,
e d e m e m e k (Il a confondu son chapeau avec le meslektaşlık,
mien). 7. Utandırmak, "mahçup etmek, confrère er. Meslektaş.
minnettar bırakmak (Vous m'avez vraiment confrérie diş. Hayır derneği, yardımsevenler
confondu). 8. Etre confondu de: -e şaşırmak, -den derneği; dernek,
hayrete düşmek (Je suis confondu de le voir parler confrontation diş. 1. Karşılaştırma (Confrontation
ainsi). § Se confondre: Karışmak. § Se confondre de deux textes). 2. Yüzleştirme (Confrontation des
en excuses, en remerciements: Bin bir özür témoins, des accusés).
dilemek; nasıl teşekkür edeceğini bilememek, confronter gçl. 1. Karşılaştırmak (Confronter les
conformateur er. 1. (Şapka için) Baş ölçeği. 2. textes différents). 2. Yüzleştirmek ( Confronter les
(Ayakkabılar için) Genişletme kalıbı, témoins): 3. Confronter qn avec: -ile yüzleştirmek
conformation diş. Yapılış, yapı (Conformation (Confronter les témoins avec le prévenu). 4.
anatomique). g Vice de conformation: Yapılış Confronter qch avec, à: -ile karşılaştırmak (J'ai
kusuru, yapım bozukluğu, confronté tes déclarations avec tes écrits).
conforme s. Conforme à qch: 1. -e uygun (Cette confucianisme er. Konfüçyüs dini.
maison n'est pas conforme à nos besoins. Tu confucianistes. ve ad. Konfüçyüs dininden olan.
mènes une vie conforme à tes désirs, à tes moyens). confus, e s. 1. Karışık, karmakarışık (Une affaire
2. -e benzer; -i andıran (Ton écriture est conforme confuse, une situation confuse). 2. Bulanık,
à la mienne), g Conforme à l'original: Aslına dağınık (Un esprit confus). 3. Anlaşılmaz, (Un
uygun; aslı gibidir, style confus, des idées confuses). 4. Belirsiz, pek
conformé, e s. Yapılı, yapıhşlı, "cüsseli (Un enfant seçilemeyen (Un murmure confus, cri confus,
bien conformé). bruit confus). 5. Utanmış (J'ai été très confus). 6.
confusément 303 congruent
Etre confus de qch, de f. qch: -den utanmak, Soğutucu donanımlı balıkçı gemisi,
-mekten utanmak, "mahçup olmak (lia été confus congélation diş. 1. D o n m a (Point de congélation de
de son erreur, d'être pris sur le fait). l'eau, d'un liquide). 2. D o n d u r m a , donmuş hale
confusément bel. Belli belirsiz; anlaşılmayacak getirme (Congélation de la viande).
biçimde; karmakarışık bir biçimde; bulanık congeler gçl. 1. D o n d u r m a k (Congeler la viande, de
olarak. l'alcool). 2. Çok üşütmek, soğuktan dondurmak
confusion diş. 1. Karışıklık, anlaşılmazlık (Unventglacialcongelaitlesmains). § Se congeler:
(Confusion des idées). 2. Birbiriyle karşıtırma, Donmak.
yanılma (Confusion de dates, de noms, de congénère s. ve ad. Türdeş, soydaş, "hemcins,
personnes). 3. mec. Utanma, "mahçubiyet. 4. congénital, e s . 1. Doğuştan, soydan gelen, anadan
Bunama (Confusion mentale). S. Karışıklık, doğma (Maladie congénitale, caractère
bunalım (Confusion politique). 6. Fitne, congénital). 2. mec. tkz. Oldum olası (C'est un
bozgunculuk (Mettre la confusion dans les rangs crétin congénital).
d'une armée). 7. huk. Alacaklı ve borçlu congénitalement bel. Doğuştan, anadan d o ğ m a ,
sıfatlarının birleşmesi. § Confusion de droits: oldum olası.
Çeşitli haklann bir kişide toplanması. Confusion congestif, ive s. Kanamalı, kanama ile ilgili (Etat
de parts, de paternité: İlk kocanın ölümünden congestif d'un organe).
dokuz ay önce yada ikinci evlenmenin altıncı congestion diş. 1. Kan akını. 2. Kanama
ayından sonra doğan bir çocuğun babasının (Congestion cérébrale).
bilinmemesi hali. En confusion: Karışık halde, congestionner gçl. 1. Kan akınına uğratmak,
karışık bir kalabalık halinde. Jeter la confusion kıpkırmızı yapmak (Le soleil me congestionnait la
dans les esprits: Zihinleri bulandırmak, face). 2.mec. Tıkamak, kapamak (Congestionner
congé er. l . İ z i n (Congé de maladie. Congé annuel). une rue, une route).
2. Tatil, 'dinlence (Congé payé). 3. İşten conglomérat er. yerb. Yığışım,
çıkarma, yol verme (Le patron lui donnera son conglomération diş. Yığma, kümeleme,
congé). 4. Okul tatili. 5. "Ruhsat tezkeresi. 6. conglomérer gçl. Yığmak, kümelemek,
(Sözleşmeyi) Bozma bildirimi, °feshi ihbar conglutiner gçl. I . Yapışkanlık vermek. 2.
(Donner congé à un locataire). § Demander congé: Yapıştırmak,
İzin istemek, selâm verip çekip gitmek. Donner congo er. Kongo.
congé à qn: 1. İşinden çıkarmak. 2. (Kiracıyı) congolais, e s. ve ad. Kongolu. Kongo ve
Evden çıkarmak. Etre en congé: Tatilde olmak; kongolulara değgin,
izne çıkmış olmak. Prendre son congé: İş ya da congratulation diş. Kutlama, "tebrik,
askerlik yaşamından çekilmek, ayrılmak, istifa congratuler gçl. Kutlamak, tebrik etmek § Se
etmek. Prendre congé de qn: -den ayrılmak, congratuler: Birbirini kutlamak,
allahaısmarladık diyerek çekip gitmek. Prendre congre er. Deniz yılanbalığı, magri, migra,
un congé: İşinden ayrılma, işini bırakma izni congréganiste s. ve ad. 1. Tarikatçı papaz. 2. s.
almak. Recevoir un congé: Ev sahibinden evi Tarikat topluluğuna değgin,
boşaltmasına değgin bir yazı, haber almak, congrégation diş. 1. Tarikat mensupları, tarikat
congéable s. 1. İzin alabilen. 2. Sılada bulunan, kardeşi papazlar. 2. Topluluk. § Congrégation des
izinli. 3. Kiracısı her vakit çıkarılabilen (mülk). fidèles: Katolik topluluğu,
congédiable s. (İşinden) Çıkarılabilir, yol congrès er. 1. Kurultay, kongre (Congrès de
verilebilir. sociologie. Assembler, ouvrir un congrès). 2.
congédiement er. 1. Kovma, yol verme. 2. İzin alma, Eskiden Fransada cumhurbaşkanı seçmek yada
izin verme, izinlilik. anayasayı değiştirmek için toplanan parlamento.
congédier gçl. 1. Kovmak, okuldan atmak 3. (Amerika Birleşik Devletlerinde) Senato ve
(Congédier un élève pour son indiscipline). 2. Temsilciler Meclisi,
İşinden çıkarmak, yol vermek, atmak congressiste ad. 1. Kongre üyesi. 2. Kongreye
(Congédier un ouvrier, un employé). 3. Başından katılan (kişi),
savmak (Je l'ai congédié d'une tape amicale sur congru, es. T a m , tıpatıp, uygun. § Portion congrue:
l'épaule). D a r a d a r geçimlik. Réduire q n à la portion
congeiable s. Donabilir (Liquide congelable). congrue: Birini güç belâ geçinebilecek d u r u m a
congélateur er. (Buzdolabında) Buzluk. 2. Yüksek düşürmek.
soğutuculu buzdolabı. § Chalutier congélateur: congruent, e s. Uygun, yerine tıpatıp gelen.
congruité 304 connaissance
qch: -i okuyup öğrenmek. Tomber, rester sans Sivrilmek. 2. Adını, ününü yaymak, kendini
connaissance: Düşüp bayılmak, kendini yitirmek. tanıtmak. Connais-toi toi-même: Sen seni bil.
Prendre, reprendre connaissance: Kendine connecter gçl. (Boru, kablo gibi şeyleri)
gelmek, ayılmak, Birleştirmek, birbirine bağlamak,
connaissement er. Konşimento, connectif, ive s. Birleştirici, birbirine bağlayıcı,
connaisseur, euse s. vead. tyi tanıyan, bilen; uzman, connerie diş. argo. Aptallık, enayilik,
erbap (Il est connaisseur en vins. C'est un grand connetable er. (Eskiden Fransa'da) Başkomutan,
connaisseur). connexe s. Bağlı, birleşmiş, birbirine benzer
connaître gçl. 1. Tanımak (Je connais ce vieillard qui (Causes connexes. Affaires, sciences, idées
sort du café. Je te connais de nom, de vue, de connexes).
réputation). 2. Bilmek (Connaître un texte, une connexion diş. 1. Bağlantı, birlik, benzerlik,
idée. Connaître le français, une langue étrangère). yakınlık (La connexion des deux crimes a entraîné
3. Tatmak, ne olduğunu iyi bilmek, görmek, la fusion des procès). 2. (Elektrik) Devreye
uğramak, başına gelmek (Connaître la misère, la bağlama (Connexion d'un poste de radio).
faim). 4. Ulaşmak, kazanmak, erişmek (Mon connexité diş. Bağlantı, ilgililik, benzeşiklik.
recueil de poèmes a connu un grand succès). 5. connivence diş. 1. Suç ortaklığı; suça katılma. 2.
(Kutsal Betikteki anlamıyla) Bilmek, cinsel Gizli anlaşma. § Agir de connivence avec qn: -ile
ilişkide bulunmak. 6. Connaître de: huk. -e birlikte hareket etmek. Etre de connivence avec
bakmak; üzerinde yargı yürütmek, bakmaya qn: -ile birlik olmak, gizli anlaşma içinde olmak,
yetkili olmak (Le tribunal de commerce ne connaît connotation dilb. Yananlam.
pas des causes civiles). 7. Connaître qch à: Bir şeyi connoter gçl. dilb. Yananlam olarak ... demek
-den tanımak, hakkında -e göre yargı yürütmek olmak.
(C'est au fruit que l'on connaît l'arbre. C'est à connu, e s. 1. Bilinen, iyi bilinen (Un sujet très
l'œuvre que l'on connaît l'artisan). § Ni vu ni connu). 2. Ünlü, tanınmış (Un poète très connu).
connu: Kimse görüp bilmeden, kimsenin haberi 3. er. Bilinen şey, "malûm (Le connu et l'inconnu)
olmadan. Connaître la musique: Olaydan haberli conoïde s. Konimsi, koniyi andıran.
olmak, olup biteni bilmek. Connaître le dessous conque diş. l.hayb. M ü h r e boncuğu. 2. anat. Kulak
des cartes: İşin iç yüzünü bilmek. En connaître un
çukuru.
bout: tkz. İşin iç yüzünü bilmek, dalgayı bilmek.
conquérante s. ve ad. İl açan, "fatih (Mehmet le
Etre connu pour: -siyle tanınmak (La France est Conquérant. Un air conquérant).
connue pour ses vins). Etre connu comme le loup conquérir gçl. 1. İl açmak, "fethetmek (Conquérir
blanc: Herkesçe bilinmek; kendisini tanımayan,
un pays, une ville). 2. mec. Kazanmak,
bilmeyen kimse bulunmamak. Faire connaître
fethetmek, kendine bağlamak (Conquérir les
qch à qn: Birine birşeyi bildirmek. Ne connaître cœurs, l'estime des grands, une femme). § Se
que qch: 1. -deyip de başka şey d e m e m e k , -den
conquérir: Savaşımla elde edilmek, çabayla
başkası yok demek ( U n bon café après le repas, je kazanılmak (La culture ne s'hérite pas, elle se
ne connais que ça). 2. -den başka şey bilmemek
conquiert).
(Un militaire qui ne connaît que la consigne. Il ne
conquête diş. 1. İl açımı, fetih (La conquête d'un
connaît que son devoir). Ne pas connaître de
pays). 2. mec. Kazanma, elde e t m e , kendine
bornes: Sınır tanımamak, sınırsız olmak (Sa
çekme (La conquête des cœurs, des gens). 3. tkz.
générosité ne connaît pas de bornes). Ne connaître
Tavlanan kadın (Tu as vu ma dernière conquête).
qn ni d'Eve ni d'Adam: Birini hiçbir suretle
4. tkz. Kadın tavlama (Aujourd'hui j'ai fait une
tanınmamak, hiç mi hiç bilmemek. Ne connaître
conquête). § Faire la conquête de: 1. -i fethetmek.
ni Dieu ni diable: 1. Din iman diye bir şey
2. -i kazanmak, elde etmek, kendine çekmek.
tanımamak. 2. Hiçbir şeye değer vermemek. § Se
conquis,e s. 1. Fethedilmiş (Un pays conquis). 2.
connaître: 1. Kendini bilmek, haddini bilmek (II
Tavlanmış (Une femme conquise). § Agir comme
ne se connaît jamais). 2. Tanışmak, birbirlerini
en pays conquis: Babasının çiftliğindeymiş gibi
tanımak (Nous nous sommes connus à istanbul). §
hareket etmek,
S'y connaître en qch: Usta olmak, iyi anlamak,
conquistador er. Isp. Amerikayı fethetmeye giden
yapmasını, kullanmasını iyi bilmek (Le vieux
İspanyol serüvencisi,
singe qui s'y connaît en grimaces). Se connaître à
consacrée s. 1. Dince kutsal bilinen, kutsal (Terre
qch: -den çok iyi anlamak. Ne se connaître plus:
consacrée. Hostie consacrée). 2. Kutsal bir varlığa
Öfkeden gözü dönmek. Se faire connaître: 1.
adanmış. 3. Benimsenmiş, kabul edilmiş (Ce mot
consacrer 306 conseil
tenaient conseil dans le cabinet du juge). La nuit conséquence, une affaire de conséquence). En
porte conseil: Sabah ola hayrola, sabahın şerri conséquence: 1. Uygun şekilde, nasıl gerekiyorsa
akşamın hayrından iyidir, öyle (Agir en conséquence), 2. Sonuç olarak,
conseiller gçl. 1, Kılavuzluk etmek, yol göstermek dolayısıyla, öyleyse, şu halde (Nous devons partir
CConseiller un élève dans ses études). 2. Conseiller avantlejour, en conséquence, le lever sera à quatre
qch à qn: Birine -i öğütlemek, salık vermek, heures). En conséquence de: -e uygun olarak,
"tavsiye etmek (Le médecin lui a conseillé le bord göre, gereğince (J'agirai en conséquence de vos
de la mer). 3. Conseiller à qn de f. qch: Birine ordres). Sans conséquence: Önemsiz, üzerinde
-meşini salık vermek, öğütlemek, tavsiye etmek durulmaya değmez. Avoir pour conséquence...:
(Je vous conseille d'être un peu prudent). ' Sonucu...olmak (Sa politique a eu pour
conseiller,ère ad. 1. Öğütçü, öğütleyici, öğüt veren. conséquence une grande crise économique). Ne
2. Danışman, "müşavir (Il est conseiller pas tirer à conséquence: Önemsiz olmak;
juridique). 3. (Sayıştay, Danıştay, belediye tehlikesi, sakıncası bulunmamak. Subir les
meclisi gibi yerlerde) Üye. 4. diş. Danışman yada conséquences de: -in sonucuna katlanmak,
üye karısı. § Conseiller général: İl genel meclis cezasını çekmek (Il subit les conséquences de sa
üyesi. Conseiller juridique: Hukuk danışmanı. faute). Tirer à conséquence: Önemli olmak,
Conseiller légiste: Hukuk danışmanı. Conseiller sakıncalar doğurmak (Cela ne tirera pas à
d'Ambassade: Büyükelçilik müsteşarı. Conseiller conséquence).
de Légation: Elçilik müsteşarı. Conseiller d'Etat: conséquent, es. 1. Aklı başında, özü sözü belli (Un
Danıştay üyesi. Conseiller à la Cour des Comptes: homme conséquent). 2. Tutarlı (Un esprit
Sayıştay üyesi. Conseiller municipal: Belediye conséquent). 3. Conséquent à: -e uygun (J'aipris
meclisi üyesi. § Conseiller des grâces: mec. Ayna. une décision conséquente à mes principes). 4. er.
conseilleur, euse ad. Öğütçü, herkese bol bol öğüt mant. Ardıl. § Par conséquent: Öyleyse, o halde,
veren. § Les conseilleurs ne sont pas les payeurs: buna göre (Il pleut, par conséquent, le projet de
El adama akıl verir ekmek vermez, promenade est abandonné).
consensuelle s. İki yanın onaşmasıyla (rızasıyla) conservateur, trices. vead. 1. Koruyucu. 2. Tutucu,
yapılan, *anlaşımsal (Un accord consensuel, un "muhafazakâr (Un parti conservateur. Les
contrat consensuel). conservateurs ont voté pour la loi). 3. M ü d ü r ,
consensus er. Karşılıklı rıza, iki yanlı onaşma, yönetici, muhafız (Conservateur d'un musée,
anlaşma, 'anlaşım. d'une bibliothèque). 4. Tapu sicil muhafızı,
consentant, es. Onaşan, rıza gösteren, kabul eden. conservation diş. 1. K o r u m a , saklama, muhafaza
consentement er. Onaşma, "rıza; onama, e t m e (Laconservationdessouvenirs). 2. K o r u m a ,
"muvafakat (Donner, accorder, refuser son muhafaza etme (Conservation de là viande par le
consentement). § Avec le consentement de: -in froid, par le fumage). 3. Bekçilik, gözeticilik. 4.
rızasıyla, muvafakatıyla. Par consentement B a k m a , yönetme, koruma (Il est chargé de la
mutuel: İki tarafın rızasıyla. Sans le consentement conservation de ce musée).
de: -in muvafakati olmadan (Il s'est marié sans le conservatisme er. Tutuculuk, "muhafazakârlık,
consentement de ses parents). Obtenir le conservatoire s. 1. Koruyucu, "ihtiyatî (Mesures,
consentement de: -in onamını, muvafakatini saisie, actes conservatoires). 2. er. Konservatuvar.
almak. conserve diş. 1. Konserve (Des conserves de
consentir gsz. 1. Consentir à qch, à f. qch: -e razı poisson, de viande, de légumes. Boîte à conserve.
olmak, -meye rıza göstermek, muvafakat e t m e k , Manger des conserves. Préparer, faire des
-meyi onamak, kabul etmek (Je consens à votre conserves). 2. ç. Renkli gözlük. § Dt conserve:
départ. Les parents ont consenti au mariage. Il ne Birlikte (Aller de conserve, agir de conserve). En
consent pas à recevoir la moitié du revenu). 2. gçl. conserve: Konserve, konserve olarak (Des
Consentir qchàqn: Birine... vermek (llaconsenti légumes en conserve). Faire des conserves de qch:
un délai de payement à son ancien client). (Alay) -in turşusunu k u r m a k (Et ces timbres,tu vas
conséquemment bel. 1. Ardını bırakmadan, sürekli en faire des conserves). Mettre en conserve: 1.
olarak, adım adım izleyerek. 2. Conséquemment Konservesini yapmak (Nous avons mis des
i : -e uygun olarak, gereğince, göre. haricots en conserve). 2. U z u n süre boşuna
conséquence diş. 1. Sonuç (Je prévoyais les saklamak, bekletmek. Naviguer de conserve: den.
conséquences de ces événements). 2. mant. Vargı. H e p aynı yoldan gitmek, aynı yolu izlemek,
§ De conséquence: Önemli (Un homme de conserver gçl. 1. Korumak, saklamak, muhafaza
conserverie 308 consister
olmak ( L e bonheur consiste à aimer). nombreux dans le café). 3. diş. Bar kadını,
consistoire er. 1. Kilisenin genel işlerini görüşmek consommation diş. 1. Tüketim, yoğaltım, "istihlâk
üzere papa başkanlığında toplanılan kardinaller (Coopérative de consommation. Consommation
meclisi. 2. H a h a m yada protestan papazları de blé, d'huile; d'essence). 2. İçit, içilen şey (Ce
kurulu. client a pris trois consommations). 3. Bitim, son
consœur diş. (Şaka yollu) Kadın meslekdaş. (Jusqu'à la consommation des choses, jusqu'à la
consolable s. Avundurulabilir, teselli edilebilir consommation des siècles). § Société de
(C'est un chagrin consolable). consommation: Tüketim toplumu,
consolant, e s. Avunduran, avundurucu, teselli consommé,e s. 1. Tüketilmiş, yoğaltılmış. 2.
edici (Des paroles consolantes, une nouvelle Yetkin, eksiksiz ( U n diplomate consommé, un art
consolante). consommé). 3. Eli uz, usta. 4. er. E t suyu (Un
consolateur, trice s. ve ad. Avundurucu, teselli consommé de poulet).
verici (Lemaladeabesoind'unconsolateur. Ilm'a consommer gçl. 1. T ü k e t m e k , yoğaltmak, "istihlâk
adressé quelques paroles consolatrices). § La etmek (Consommer du pain, du poisson, de la
consolatrice des affligés: Meryem A n a . Le viande). 2. Kullanmak, harcamak (Cette voiture
Consolateur: Kutsal ruh, °Ruhulkudüs. consomme trop d'essence. Une industrie qui
consolation diş. 1. Avunma, avundurma, avuntu, consomme du charbon). 3. Bitirmek,
"teselli, *avunç (Paroles de consolation. Il trouve tamamlamak, başarıya ulaştırmak (Consommer
sa consolation dans le sport). 2. Avunduran kişi une œuvre, consommer un attentat). 4. gsz.
(Son fils était sa seule consolation dans la solitude). (Kahvede, gazinoda) Bir şey yemek, içmek (Ils
Prix de consolation: A v u n ç ö d ü l ü , "teselli consommaient à la terrasse). § Se consommer: 1.
mükâfatı. Tüketilmek, yoğaltılmak. 2. Çok pişmek,
console diş. 1. Konsol. 2. (Bilgi-işlem) Merkez veri consomptibles. huk. A n c a k bir defa kullanılabilen;
kayıt aygıtı. kullanıldığında bozulan yada tükenen (Biens,
consoler gçl. 1. Avundurmak, teselli etmek produits consomptibles).
(Personne n'arrive à le consoler). 2. Yatıştırmak consomption diş. 1. Vücuttan düşme, erime. 2. hlk.
(Consoler la douleur d'un malade, l'affliction d'un İnce hastalık, verem,
ami). 3. Consoler qn de qch: Birinin -sini consonance diş. 1. Ses düzeni, seslerin kulağa hoş
yatıştırmak, teselli etmek, unutturmak (Cette gelme düzeni. 2. * Ündeşlik, sözcük ve tümcelerin
bonne nouvelle me console de mes derniers échecs. sonunda aynı ses öbeklerinin bulunması. 3. mec.
Personne ne pourra le consoler de sa peine). § Se Uyum, hoş uyum, hoş düzen,
consoler: 1. Avunmak, teselli bulmak (Il s'est consonant, e s. 1. müz. H o ş bir uyum meydana
enfin consolé). 2. Birbirini avutmak, teselli etmek getiren, hoş uyumlu (sesler). 2. dilb. Sonlarında
(Elles se sont consolées). 3. Se consoler de qch: -ile aynı ses öbeği bulunan (Sözcük yada tümceler),
avunmak; -de teselli bulmak, *ündeş, 'selensiz.
consolidant, e s . Sağlamlaştıncı. consonantique s. dilb. Ünsüz,
consolidation diş. 1. Sağlamlaşma; sağlamlaştırma consonne diş. dilb. Ünsüz (Consonne double: Çift
(Consolidation d'un mur, d'un pont, d'une ünsüz. Consonne douce: Yumuşak ünsüz.
monnaie). 2. Uzun vadeye çevirme, konsolide Consonne forte: Sert ünsüz. Consonne géminée:
etme (Consolidation d'une dette). 3. Birleştirme Çift ünsüz).
(Consolidation de rentes). consort s. 1. Kendi kral olmadığı halde bir
consolidé, e s. 1. Temelli yada uzun vadeliye kraliçenin kocası olan (Prince consort). 2. ad.
çevrilmiş. 2. Dondurulmuş, "konsolide (Dettes O r t a k ahnyazıh, ahnyazısı aynı olan, *yazgıdaş.
consolidées). 3. er. ç. İngiliz devlet borcu eshamı, 3. er. ç. Ortaklar; hempa (Un tel et ses consorts:
consolider gçl. 1. Sağlamlaştırmak, berkitmek Falan ve hempaları). 4. ç. huk. D â v a d a ortak
(Consolider un édifice, un mur, une alliance, un çıkan olan dâvacılar.
traité, sa position). 2. D o n d u r m a k , consortial,e s. Konsorsiyoma değgin (Crédit
consommables. Tüketilebilir, yoğaltılabilir. consortial).
consommateur, trice s. vead. 1. Tüketici, yoğaltıcı, consortium [kisoRsjom] er. Başortaklık,
"müstehlik (Le prix des articles augmente en konsorsiyum, yardım yürütüm birliği,
passant du producteur au consommateur). 2. Bir consoude diş. bitb. Karakafes,
kahve yada lokantada bir şey içen kişi, müşteri conspirateur, trice s. ve ad. 1. H ü k ü m e t e karşı
( Quand il fait très chaud, les consommateurs sont fesat çevirici; suikastçı (La police a arrêté les
conspiration 310 constitution
conspirateurs. Une menée conspiratrice). 2. mec. geçirmek (Le médecin légiste a constaté le décès).
Entrikacı, dolapçı, 4. (Muhasebe) Tahakkuk ettirmek (Constater
conspiration diş. 1. H ü k ü m e t e karşı gizli fesat, une dette).
komplo (Préparer, ourdir, tramer, fomenter une constellation diş. gökb. 1. Takımyıldız, takım. 2.
conspiration). 2. Ortaklaşa entrika, toplu dolap. mec. Ünlü kişiler topluluğu. § Constellation
3. Uygunluk, elbirliği. zodiacale: Burçlar takımyıldızı,
conspirer gçl. 1. Gizlice ve elbirliğiyle hazırlamak constellé, es. 1. Yıldızlı (Splendeur constellée d'une
(Conspirer la ruine de l'Etat, la mort d'un roi). 2. plaine). 2. Constellé de qch: -ile beneklenmiş;
gsz. Conspirer contre: -e karşı suikast -serpmeli (Un tablier constellé de taches d'encre.
hazırlamak, fesat çevirmek, gizli bir fesada Robe constellée de pierreries).
katılmak (Conspirer contre le régime). 3. consteller gçl. Yer yer süslemek; yıldızlarla, parlak
Conspirer à qch: -e yardım etmek, elbirliğiyle taşlarla süslemek,
çalışmak (Tout conspire à la réussite de ce projet). consternant, e s. Üzücü, iç ezici (Une nouvelle
4. Conspirer à f. qch: -meye yardım e t m e k ; consternante).
-mekte elbirliği e t m e k , elbirliğiyle çalışmak (Tout consternation diş. Büyük üzüntü, iç acısı (On lisait
conspirait à faire de lui un grand artiste). la consternation sur tous les visages).
conspuer gçl. Yuhalamak, rezil etmek, kepazesini consterné, es. Üzgün, üzülmüş. § Etre consterné de
çıkarmak (Conspuer un orateur). qch, de f. qch: Bir şeye, bir şeyin yapılmasına
constable er. (İngiltere'de) Polis memuru, üzülmek.
constamment bel. 1. Sürekli olarak, aralıksız, ara consterner gçl. Üzmek, büyük acılara düşürmek,
vermeden. 2. Sık sık, çoğu kez, çoğun (Elle est yüreğini yakmak (La mauvaise nouvelle nous a
constamment malade). tous consternés).
constance diş. 1. İçgücü, "metanet, cesaret (II constipation diş. Peklik, kabızlık, "inkıbaz,
endure son mal avec constance). 2. "Sebat, constipé,e s. vead. Kabız.
direşme (Travailler avec constance. La constance constiper gçl. Peklik vermek, kabızetmek (Certains
en amour). 3. tkz. Sabır, çıdam (Il a de la aliments constipent). § Avoir l'air constipé:
constance à t'attendre si longtemps). 4. Süreklilik, Sıkınülı, kaygılı, rahatsız bir hali olmak,
aralıksızlık (Devant la constance de ses échecs, ila c o n s t i t u a n t s s. 1. Kuran, kurucu, meydana getiren
fini par se décourager). (Les éléments constituants d'un corps.
constant, e s . 1. Metin, cesur, yürekli (Il se montra L'Assemblée Constituante: Kurucu Meclis). 2. er.
constant dans son malheur). 2. Sebatlı, direşken Kurucu Meclis üyesi. 3. diş. Fransada 1789
(Etre constant dans la poursuite d'un but). 3. Anayasa Meclisi. 4. ad. Bu meclisin üyesi,
Sürekli, aralıksız (Il a de constantes difficultés constituer gçl. 1. Meydana getirmek, oluşturmak,
d'argent. Souci constant, préoccupation "teşkil etmek (Les personnes qui constituent une
constante). 4. G ü n gibi ortada, kuşku götürmez famille). 2. Kurmak (Constituer une société). 3.
(C'est un fait constant). 5. Değişmez (Quantité Yasal olarak a t a m a k , yapmak, kılmak (Il l'a
constante). constitué son héritier). 4. (Eski) Koymak,
constante diş. 1. mat. fiz. Değişmez değer, sabit görevlendirmek (Constituer quelqu'un à la garde
değer, *durgan. 2. mec. Değişmez genel eğilim des enfants). S. Constituer qch a qn: Vermek,
(Constante d'une politique). ayırmak, "tahsis etmek (Constituer une rente, une
constater, huk. Tesbit, tutanak, durum saptaması, pension, une dot à quelqu'un). § Se constituer
zabıt (L'huissier a dressé un constat. L'accidenté a prisonnier: Adalete teslim olmak. ıSe constituer
fait établir un constat). partie civile: Dâvaya müdahil olarak katılmak,
constatation diş. 1. G ö r m e , saptama (La constitutif,ive s. Oluşturan, meydana getiren (Les
constatation de sa mauvaise volonté m'a éléments constitutifs de l'eau).
chagriné). 2. Gözlem (Dites-moi vos constitution diş. 1. Oluş, yapılış, bileşim
constatations). 3. Görülen, saptanan, ortaya (Constitution d'un corps, d'une substance). 2.
çıkan şey (Les constatations d'une enquête). 4. Kurma, kurulma,kuruluş (La constitution d'une
(Muhasebe) Tahakkuk (Constatation des société). 3. A t a m a , vekil etme (Constitution d'un
revenus). avoué). 4. Yapı, vücut yapısı (Il a une forte
constater gçl. 1. G ö r m e k , saptamak (Constater la constitution). S. Ayırma, verme, "tahsis etme
réalité, une erreur). 2. Meydana çıkarmak, ortaya (Constitution d'une rente, d'une dot). 6.
koymak. 3. Bir yazıyla doğrulamak, belgeye "" Meşrutiyet. 7. Anayasa.
constitutionnaliser 311 contact
contact de cette personne). Au contact de qch: pek aldırmayan (Les contempteurs de la morale).
-temasında, -ile temas edince (Au contact de l'air, c o n t e n a n c e ^ . 1. Sığa (Contenance d'une bouteille,
la peinture a séché). Entrer, se mettre en contact d'un tonneau). 2. Yüzölçümü, alan (Cette
avec qn: -ile ilişki kurmak. Avoir contact avec qn: propriété a une contenance de cinquante hectares).
-ile aralannda ilişki olmak, -ile ilişkisi bulunmak. 3. Tavır, davranış (Il a toujours une contenance
Entrer en contact avec l'ennemi: ask. Düşmanla aimable). § Faire bonne contenance: İyi
savaşa tutuşmak, dayanmak, diretmek (Faire bonne contenance
contacter gçl. Görüşmek, ilişki kurmak, "temas devant l'ennemi). Perdre contenance: Sarsılmak,
etmek, "temasa geçmek ( Contacter une personne, soğukkanlılığını yitirmek, direnme gücünü
un organisme). yitirmek.
contadin, es. vead. Kırda yaşayan, contenant er. Kap, zarf (Le contenant et le contenu).
contage er. (Sayrılıklarda) Bulaşma maddesi, contenir gçl. 1. Kapsamak, içermek, içine almak
contagieux, euse s. 1. Bulaşıcı (Maladie (Cette phrase contient une allusion à nos projets).
contagieuse). 2. mec. Çabuk bulaşan, başkasına 2. -si olmak; içinde... olmak. (Ce livre contient
çabuk geçen (Le rire est contagieux). plusieurs erreurs, ce dictionnaire contient trois
contagion diş. 1. Bulaşma, geçme (Contagion d'une mille pages. Ma valise contient des vêtements de
maladie). 2. Salgın (Lesravages d'unecontttgion). voyage). 3. İçine almak, sığdırmak (Cette voiture
3. mec. Başkasına geçme, bulaşma, yayılma peut contenir sept personnes. La salle peut contenir
(Contagion du rire, du bâillement). mille spectateurs). 4. Tutmak, durdurmak
contagionnergç/. Sayrılık bulaştırmak (Unpestiféré ( Contenir l'ennemi, les manifestants, la foule). 5.
peut contagionner toute une ville). Egemen olmak, tutmak, içine atmak, bastırmak
contagiosité diş. Bulaşıcılık. (Contenir sa colère, ses larmes, son émotion). § Se
contamination diş. 1. (Sayrılık) Bulaşma, geçme. 2. contenir: Kendini tutmak, duygularına engel
Pislenme, kirlenme, pislik, olmak.
contaminer gçl. 1. (Sayrılık) Bulaştırmak. 2. content, es. 1. Hoşnut, memnun (Il a l'air content.
Pisletmek, kirletmek, bozmak (Les vices de son Je suis très content). 2. Content de qch, de f. qch:
entourage l'a contaminé aussi). -den, -mekten memnun olmak (Elle est contente
conte er. 1. Öykü, "hikâye (Les contes de des résultats, de sa décision. Je suis content de
Maupassantsont très célèbres). 2. Masal (Contede quitter cette ville). § Content de soi: Kendini
fées). beğenmiş. Avoir son content: Doymak, kanmak.
contemplateur, trice ad. Hayranlıkla seyreden, Avoir son content de qch: -e kanmak, doymak;
bakan, seyre dalan, -den istediği kadanna erişmek (ila son content de
contemplatif, ive s. Kendi iç dünyasına dalmayı réputation).
seven, kendi düş ve düşüncelerine dalmış, dalgın contentement er. 1. Memnunluk, hoşnutluk. 2.
(Un enfant contemplatif, un regard contemplatif). Sevinç, haz. 3. Doyum, doyurma, "tatmin (Le
contemplation diş. Seyretme, seyre dalma, seyir, contentement des sens, de ses désirs). §
düş ve düşüncelere dalma (Il est resté en Contentement de soi: Kendini beğenmişlik,
contemplation devant la vitrine. La contemplation contenter gçl. 1. Memnun etmek, hoşnut bırakmak
du ciel, de la forêt, de la mer). § Se plonger dans la (Contenter ses parents, ses amis). 2. Doyurmak,
contemplation: Düş ve düşüncelere dalmak, seyre gidermek, tatmin etmek (Contenter sa curiosité,
dalmak. un besoin, un caprice, un désir). § Se contenter de
contemplativement bel. Dalgın dalgın, düşler qch: 1. -ile yetinmek (lise contente d'un repas par
içinde, düşüncelere dalarak, jour). 2. Se contenter de f. qch: -mekle yetinmek,
contempler gçl. Seyretmek, seyre dalmak, hayran -mekle kalmak (Il se contente d'apprendre une
hayran bakmak (Contempler un spectacle, un seule langue étrangère).
monument, un paysage). § Se contempler: contentieux, euse s. 1. Dâvâlı, kavgalı, tartışmalı
Kendini hayranlıkla seyretmek (Narcisse se (Une affaire contentieuse). 2. er. Uyuşmazlık (Un
contemplait dans l'eau). contentieux administratif, commercial). 3. er. İş
contemporain, e s. 1. Çağdaş (Littérature kovuşturma acentası. 4. er. (Bir dairede) Hukuk
contemporaine, art contemporain). 2. ad. Yaşıt (Il işleri şubesi ( Chef du contentieux).
est mon contemporain). contentif, ive s. İçinde tutan (Appareil contentif).
contemporanéité diş. 1. Çağdaşlık. 2. Yaşıtlık contention diş. 1. Tartışma. 2. Uzun çalışma, büyük
contempteur, trice ad. Küçümseyici, hor görücü, emek (Contention d'esprit). 3. İçinde, yerinde
contenu 313 continuel
tutma (Un appareil pour la contention des contigus). 2. mec. Yakın, benzer, andırır (Des
fractures de la cuisse). idées contiguës). 3. Contigu à: -e bitişik (La salle à
contenu, e s. 1. içindeki. 2. İçte tutulmuş, manger est contiguë au salon).
zaptedilmiş, dışa vurulmamış (Colère contenue, contiguïté diş. 1. Bitişiklik. 2. mec. Yakınlık,
émotion contenue). benzerlik.
contenu er. 1. Kapsam, içerik, "muhteva (Le continence diş. (Cinsel eğilimlerde) Kendini tutma,
contenud'unlivre, d'un testament, d'un terme). 2. continent, e s. 1. (Cinsel isteklerde) Kendini tutan,
İçinde bulunan şey (Le contenu d'un camion, d'un "ne/sine egemen. 2. Sürekli (Fièvre continente,
récipient). cause continente).
conter gçl. 1. Anlatmak, dile getirmek (Conter un continent er. 1. coğr. Anakara, "kıta. 2. (Britanya
événement en détail). 2. Bir bir söylemek, sayıp adalarına göre) Avrupa. § L'ancien contient:
dökmek (Allons, conte-moi tes malheurs). § Asya, Avrupa, Afrika. Le nouveau continent:
Conter fleurette à une femme: Bir kadına diller Amerika kıtası.
dökmek, güzel ve tatlı sözler söylemek. En Continental, e s. Anakaraya değgin, "anakarasal,
conter, en conter de belles: Maval okumak; gülünç kıta ile ilgili, kıtasal,
şeyler, olmayacak şeyler anlatmak. En conter à contingence diş. 1. Olağanlık, olasılık. 2. fels.
qn: Birini aldatmaya, kafese koymaya çalışmak. Olumsallık. 3. ç. Olağan işler (Les contingences
S'en laisser conter: Aldanmak, kül yutmak, de la vie quotidienne).
contestables. Tartışma götürür, "itirazedilebilir (II contingent, e s. 1. Olağan, önemsiz (Les faits
a des idées contestables. Cette théorie est contingents delà vie). 2. fels. Olumsal (Evénement
contestable). contingent, chose contingente).
contestation diş. 1. Tartışma, "itiraz, karşıcılık contingent er. 1. Bir alma yada verme işinde
(Cela peut donner lieu à des contestaions). 2. saptanan pay, "saptanca. 2. Kendisine düşen şey,
Anlaşmazlık (Une constestation était née entre les katkı (Apporter son contingent à une œuvre
voisins sur les limites d'un morceau de terre). § nationale). 3. ask. "Kura; bir yd içinde askere
Etre, entrer en contestation avec qn: Biri ile alınan erlerin topu (Appel d'un contingent,
aralarında anlaşmazlık olmak, biriyle fournir un contingent).
anlaşmazlığa düşmek, contingentement er. l.Payayırma.paylaraayırma,
conteste Uyuşmazlık. § Sans conteste: İtirazsız, "saptancalama (Contingentement des
hiç kuşku y ok ki (Il est, sans conteste, le plus grand importations). 2. Kota (Marchandises soumises
artiste du pays) . au contingentement. Liste de contingentement).
contester gçl. 1. İtiraz etmek, kabul etmemek contingenter gçl. 1. Paylara ayırmak
(Contester la compétence d'un tribunal, la légalité "saptancalamak (Contingenter un produit
d'une décision). 2. Tartışmak; yadsımak commercial). 2. Kotaya tabi tutmak
(Contester un fait, la justesse d'une nouvelle). 3. (Contingenter les exportations).
Contester qch à qn: Birinin -sine itiraz etmek, continu, e s. Sürekli, kesiksiz, aralıksız
kabul etmemek (On lui conteste ce droit). 4. gsz. ( Mouvement continu, courant continu, souffrance
Aksilik etmek, uyuşmaz davranmak, boşuna continue). § A jet continu: tkz. Durmadan,
tartışma çıkarmak, aralıksız olarak, habire (// dit des mensonges à jet
conteur, euse ad. 1. Öykücü, "hikâyeci. 2. mec. continu).
Maval okuyan, saçma sapan şeyler anlatan. 3. continuateur, trice ad. Sürdürücü, sürüp götürücü,
Konuşan, bir şeyler anlatan (Un cercle d'auditeurs "devam ettirici (Les continuateurs des réformes
attentifs s'était formé autour du conteur). s'inspiraient des mêmes principes que les
contexte er. 1. (Bir metinde) Sözün gelişi, sözün önü promoteurs).
arkası, "bağlam (Eclaircir un passage par le continuation diş. 1. Sürüp gitme, uzayıp gitme,
contexte. Un mot rie prend son sens que dans le sürerlik, "devam (La continuation d'une amitié,
contexte). 2. Toplu koşullar, genel durum (Le d'un régime. Les syndicats ont décidé la
contexte social, politique, économique). 3. huk. continuation de la grève). 2. Uzantı, ek. § En
Bir belgenin metni, continuation: huk. Görülmekte olan (Affaire en
contexture diş. 1. (Eski) Kuruluş, yapı, düzenleniş continuation: Görülmekte olan dâva).
(Contexture d'un ouvrage). 2. Bağlama, bağlanış, continuel, le s. Sürekli, ardı arkası kesilmeyen (Il
bağlantı. fait des efforts continuels). § Etre en continuel
contigu,ë s. 1. Bitişik (Murs contigus, jardins devenir: Sürekli oluşum halinde olmak.
continuellement 314 contraindre
continuellement bel. Sürekli olarak, durmadan, büzmek (Le froid contracte le corps. Contracter les
aralık vermeden, ardı arkası kesilmeksizin. muscles). 3. Edinmek (Contracter une habitude,
continuer gçl. 1. Sürüp götürmek, sürdürmek, une manie, un vice). 4. Tutulmak yakalanmak,
°devam ettirmek (Continuer une tradition). 2. uğramak (Contracter une maladie, un rhume). §
Sürdürmek, *devam etmek (Continuer ses Contracter par-devant notaire: Noter önünde
études). 3. Uzatmak, °devamettirmek (Continuer üstlenmek, "taahhüt etmek. Contracter des
une ligne, une route, une droite). 4. Continuer qn obligations envers qn: Birine karşı minnet
dans qch: Birini -de tutmak, görevine devam yüklenmek, minnet altına girmek. § Se
ettirmek (On le continue encore dans son poste, contracter: 1. Kasılmak, büzülmek. 2.
dans son commandement). 5 .gsz. Sürüp gitmek, Sözleşmeye bağlanılmak. 3. Edinilmek,
sürmek, devam etmek (La guerre continue). 6. contractif, ive s. Kasıcı, büzücü,
gsz. Uzayıp gitmek (Ces montagnes continuent contractiles. Kasılabilir, kasılır, büzülebilir.
jusqu'à la mer). 7. Continuer à f. qch. de f. qch: contraction diş. 1. Kasılma, büzülme (Contraction
-meye devam etmek (Il continue à travailler, de des muscles, du cœur). 2. dilb. Kaynaşma,
parler). § Se continuer: Uzayıp gitmek, devam *derilme, iki hecenin bir hece haline gelmesi,
etmek (La propriété se continue par une vaste contractuel, le s. Sözleşmeli, sözleşmeye dayalı,
forêt). "akdî.
continuité diş. Süreklilik, sürerlik, devamlılık contracture Kasılma (Contracture hystérique).
(Assurer la continuité d'une entreprise, d'une contracturer gçl. Kasmak,
tradition). § Solution de continuité: Arası kesilme, contradicteur er. İtirazcı, karşı çıkıcı.
ara kesikliği, contradiction diş. 1. İtiraz, karşı çıkma. 2. Çelişme,
continûment bel. Sürekli olarak, durmamacasına, çelişki (Les contradictions internes d'un système).
ara vermeden, 3. Uyuşmazlık, uymazlık, tutmazlık (Je vois une
contondant, e s. Bereleyici, dövücü (Arme grande contradiction entre tes principes et tes actes.
contondante). On relève des contradictions dans la déclaration
contorsion diş. 1. (Organları) Burkma (Les des témoins). § Esprit de contradiction: 1. İtiraz
contorsions d'un acrobate). 2. (Organlar) huyu, itiraz merakı. 2. İtiraz meraklısı. Etre en
Burkulma. 3. Yüz buruşturma (Les contorsions contradiction avec: -ile çelişmek, birbirini
d'un employé obséquieux). tutmamak (Ses actes sont en contradiction avec ses
contour er. 1. Çevre, dolay, sınır (Contour d'une paroles).
table, d'un tapis, d'une forêt. Tracer les contours contradictoire s. 1. Çelişmeli, çelişik, birbirini
d'une figure). 2. (Resimde) Çevre çizgisi, tutmaz (Idées contradictoires, paroles,
contourner gçl. 1. (Bir şeyin) Çevresini çizmek. 2. contradictoires). 2. Tartışmalı (Réunionpolitique
Çevresini dolaşmak (Le fleuve qui contourne une contradictoire). 3 .er. ç. Çelişmeli sesler. 4. s. huk.
colline). 3. Çevirmek, sarmak (Contourner Vicahi. § Jugement contradictoire: Yüzleştirerek
l'ennemi). 4. -in kaçamak yolunu bulmak yapılan yargılama; "vicahî yargılama,
(Contourner une loi, une difficulté). contradictoirement bel. huk. Vicahen (Qu'il soit
contraceptif, ive 5.1. Doğum önleyici, gebeliği jugé contradictoirement).
önleyici (Produits contraceptifs, méthodes contraignable s. Zorlanabilir,
contraceptives). 2. er. Gebelik önleyici ilâç contraignant, e s. Zorlayın, sıkıştırıcı (Nécessité
(Prendre un contraceptif). contraignante).
contraception diş. Doğumu önleme, gebeliği contraindre gç/. 1. Engellemek, bastırmak, tutmak
önleme (Méthodes de contraception). (Contraindre ses passions, ses tendances). 2.
contractant, e s. ve ad. Sözleşme yapan, sözleşen; Zorlamak (Décide librement, je ne veux pas te
antlaşma yapan, antlaşan, °âkid (Les parties contraindre). 3. Contraindre qn à qch: Birini -e
contractantes d'un traité). zorlamak (La maladie le contraint au repos.
contracté, e s. 1. Kasılmış, büzülmüş (Muscles Personne ne t'a contraint à cette démarche). 4.
contractés, traits contractés). 2. Kaynaşıp Contraindre à f. qch, de f. qch: -meye zorlamak,
kısalmış, derilmiş, kaynaşmış (Article contracté). -mek zorunda bırakmak (Les circonstances l'ont
contracter gçl. 1. (Sözleşme, antlaşma) Yapmak, contraint de faire cela. C'est lui qui m'a contraint à
"akdetmek (Contracter un mariage, une alliance). agir ainsi). 5. Etre contraint de f. qch: -meye
2. Sözleşmeyle üstüne almak (Contracter une zorlanmak, -mek zorunda kalmak. § Se
dette, un engagement, une assurance). 3. Kasmak, contraindre: 1. Zorlanmak, kendini zorlamak 2.
contraint 315 contre-accusation
Se contrainder à f. qch: Kendini -meye zorlamak, -in tersine, -e karşıt olarak, -e aykırı olarak (En
-mek zorunda kalmak (ilse contraint à se lever très contraste avec l'agitation de la ville, la campagne
tôt). nous offre le calme). 2. -ile çelişik (Ses actes sont en
contraint, es. 1. Zorla, zoraki, zorlama (Unsourire contraste avec ses idées).
contraint). 2. Rahatsız, sıkıntılı (L'enfant contraster gçl. 1. Karşıtlıklar kullanarak daha bir
coupable avait l'air contraint). § Contraint et kabartılı, ilginç kılmak (Il sait contraster son
forcé: Zor altmda, zorla (J'ai signé ce papier sujet). 2. gsz. Birbirine karşıt olmak, karşıtlaşmak
contraint et forcé). (Ces deux couleurs contrastent violemment). 3.
contraintediş. 1. Zorlama, baskı, °zecir (Vivre dans Contraster avec: -ile aralarında karşıtlık olmak,
une contrainte perpétuelle. Agir par la contrainte. çelişmek, -in tam tersi olmak (Sa prudence
Contrainte administrative). 2. Tutukluluk. 3. contraste avec ton courage. Votre gentillese
Rahatsızlık, sıkılma, çekingenlik (Il pleura sans contraste avec la brutalité du voisin).
aucune contrainte, nihonte. Sur son visage on lisait contrat er. Sözleşme, kontrat (Contrat de mariage,
un air de contrainte). 4. mec. Güçlük, engel, ayak de travail). § Réaliser, remplir son contrat:
bağı. § Contrainte par corps: Borç için tutuklama. Verdiği sözü yerine getirmek; kendisinden
Sous la contrainte: Baskı altmda, zorla (Il n'a cédé bekleneni vermek,
que sous la contrainte). contravention diş. Yasaya aykırı davranış, yasaya
contraires. 1. Karşıt, zıt (Des opinions contraires). aykırı davranma, ufak suç; bu türlü suçlar için
2. Ters, aksi, aykırı (Unmouvementcontraire, les verilen para cezası,
vents contraires). 3. Contraire à: -e zararh, contre e. i/g. 1. -e doğru (Pousser la chaise contre le
yaramaz (Un aliment contraire à la santé. Le vin lui mur. Serrer son enfant contre sa poitrine. Lancer
est contraire). 4. Contraire à: -e aykırı (Cette une pierre contre la vitre). 2. -e karşı, -in üzerine
décision est contraire au règlement. Cela est (Marcher contre l'ennemi). 3. Yanında, çok
contraire à la raison, àlamorale). S.er. (Bir şeyin) yakınında (Sa maison est contre la mienne). 4.
Tersi, karşıtı (Il fait le contraire de ce qu'il dit. Le İçin, -e karşı (Remède contre la grippe, sirop
blanc est le contraire du noir). § Au contraire, bien contre la toux). S. Karşı (Se battre contre les
au contraire, tout au contraire: Tersine, tam préjugés. La lutte contre la tuberculose). 6.
tersine (Il ne paraissait pas triste, au contraire, il Karşılığında (Il m'offre une grande somme contre
riait aux éclats). Au contraire de: -in tersine (Il l'abandon de tous mes droits). 7. Aykırı olarak, -in
écoutait la conférence avec attention, au contraire tersine (Il agit quelquefois contre son habitude). 8.
de son voisin qui bâillait sans cesse). Karşın, "rağmen (Contre toute apparence, c'est lui
contrairement bel. Tersine. § Contrairement à: -in qui a raison). 9. bel. Karşı (Prenez la rampe,
tersine, -aykırı olarak (Ilpleut contrairement aux appuyez-vous contre). 10. er. Aleyhte olan şey,
prévision de la météorologie. Tu agis aleyh (Le pour et le contre. Il y a le pour et le
contrairement à tes décisions). contre). § Contre vents et marées: Tüm engellere
contralto er. müz. Kontralto, karşın. Contre remboursement: Ödemeli olarak
contrariant, e s. 1. İtirazcı, aksi, ters (Un homme (Envoyer un colis contre remboursement). Envers
contrariant; il a une humeur contrariante). 2. Can et contre tout (tous): Her şey ve herkese karşın.
sıkıcı (Unepluie contrariante). Par contre: Buna karşılık, oysa (Il est intelligent,
contrarier gçl. 1. Bozmak (J'ai contrarié tous ses par contre, sa femme est très bête). Avoir qch
projets). 2. Engellemek (Contrarier les contre: -e bir itirazı, diyeceği olmak (Avez-vous
mouvements de l'ennemi. La tempête contrarie la quelque chose contre cela, je n'ai rien contre lui).
marche du navire). 3. Kızdırmak, canını sıkmak Avoir qn contre soi: Birini aleyhine çevirmek (ila
(Il cherche à me contrarier. Cette histoire le tout le monde contre lui). Etre contre: -e karşı
contrarie un peu). 4. Birbirinin karşıtı olarak olmak, muhalif olmak (Je suis contre ses idées,
kullanmak, karşıtlandırmak (Contrarier les contre lui). Faire contre mauvaise fortune bon
couleurs). cœur: "Mihneti kendine zevk etmek, acıyı bal
contrariété diş. 1. Karşıtlık (Contrariété des eylemek. Peser le pour et le contre: İşin lehte ve
couleurs). 2. Kızgınlık, hoşnutsuzluk (Ilcachaitsa aleyhte olan yanlannı ölçüp biçmek, iyice
contrariété sous un air indifférent). 3. Engel, düşünmek. Se dresser contre: -in karşısına
terslik, aksilik, dikilmek, -e karşı çıkmak. Voter contre: -in
contraste er. Karşıtlık, aykırılık (Contraste d'idée, aleyhinde oy vermek,
desentiments, de couleurs). §Encontrasteavec:l. contre-accusation diş. Karşı suçlama.
contre-allée 316 contrefoutre
umurunda bile olmamak (Je m'en contrefous). § En contrepartie: Buna karşılık (On vous laisse
contre-haut (en) M . Yukarıya, yukarıda (Regarder toute initiative, mais en contrepartie, vous êtes
en contre-haut. Un jardin avec une terrasse en responsable du résultat).
contre-haut). En contre-haut de: -in yukansinda, contre-pas er. ask. (Ayak değiştirirken atılan)
üst tarafında ( Château en contre-haut de la route). Yarım adım.
contre-indication diş. Hekimlikçe gereken tedbirin contre-passation diş. (Muhasebede) Kayıt
uygulanmasını engelleyen durum, engelli durum yanlışlarım düzeltme,
(Les contre-indications d'un traitement, d'un contre-passer gçl. Kayıt yanlışlarını düzeltmek,
médicament). contre-pied er. 1. (Av köpekleri için) İzin tersine
contre-indiqué, e s. Sayrıdaki engelleyici durum gitme. 2. (Bir şeyin) Tersi, zıddı (Sa théorie est le
dolayısıyla verilemeyen, sakıncalı, contre-pied de la vôtre). § A contre-pied: Tersine.
uygulanmayan (Remède, traitement contre- Prendre le contre-pied de: -in tersini savunmak,
indiqué). söylemek, yapmak (Prendre le contre-pied d'une
contre-indiquer gçl. Salık vermemek, tehlikeli idée, d'une attitude).
bulmak (Contre-indiquer un remède, un contre-placage er. Kontrplak yapma,
traitement). contre-plaqué er. Kontrplak,
contre-jour er. Önden ışık (Il est gêné par le contre- contreplaquer gçl. Kontrplak yapmak,
jour). 2. (Sinemacılıkta) Geriden ışık. 3. Ters contre-plongée diş. (Sinemacılıkta) Alttan görüş,
ışıklı yer (Placer un tableau dans le contre-jour). § contrepoids er 1. Denkleştirme ağırlığı, karşı
A contre-jour: Arkasını ışığa vererek, ışığı arkaya ağırlık. 2. mec. Karşılık, karşı güç 3. Cambaz
alarak. terazisi, § Faire contrepoids: Denge sağlamak,
contre-lettre diş. Bir sözleşmeyi geçersiz kılan ikinci dengelemek (Ilportait une valise de chaque main
bir gizli sözleşme, pour faire contrepoids).
contremaître er. 1. Ustabaşı, işçi başı. 2. (Eskiden) contre-poil er. Tüylerin yattığı yönün tersi, hav
İkinci lostromo, tersi. § Acontre-poil: Tersine, ters yöne (Caresser
contremander gçl. Geri almak, yapılmamasını un chat à contre-poil).
istemek (Contremander un ordre). contrepoint er. müz. 1. Kontrpuan; çeşitli ezgileri
contre-manifestant,e ad. Karşı gösterici, karşı birbirine uydurma sanatı. 2. Bu yolla düzenlenen
gösteri yapan, beste.
contre-manifestation diş. Karşı gösteri, contre-pointer gçl. Kumaşın birkaç katım üst üste
contre-manifester gsz. Karşı gösteri yapmak, dikmek.
contremarche diş. 1. İlkine ters yürüyüş. 2. contrepoison er. 1. Panzehir (Administrer un
(Merdivende) Basamak aynası, contrepoison). 2. mec. Çare, karşı tedbir, önlem
contremarque diş. 1. İkinci damga. 2. (Tiyatroda, (Chercher un contrepoison à une doctrine
tekrar dönmek üzere çıkanlara verilen) Dönüş subversive).
bileti. contre-police diş. Polis örgütlerim denetleyen gizli
contre-mesure diş. Karşı önlem (Prendre des örgüt.
contre-mesures) A contre-mesure: 1. müz. Ölçüye contre-porte diş. İç kapı.
uymadan (Jouer à contre-mesure). 2. Yersiz, contre-projet, contreprojet er. Karşı tasarı (Ils ont
olmayacak zamanda, proposé un contreprojet).
contre-mine^, l.ask. Karşı lâğım. 2. mec. Düzene contre-propagande diş. Karşı propaganda,
karşı düzen. contreproposition diş. Karşı önerme, karşı öneri,
contre-miner gçl. 1. ask. Karşı lâğım yapmak contrepublicité diş. 1. Karşı yayın (Corriger la
(Contre-miner les abords d'une ligne fortifée). 2. publicité à la télévision par une contrepublicité). 2.
mec. Karşı düzen yapmak, Karşı reklam, aleyhte reklam (Cette affiche leur
contre-mur er. Pekiştirme duvarı, küçük payanda, fait de la contrepublicité).
contre-ordre er. (Birincisine aykırı) İkinci buyruk, contrer gsz. 1. (İskambilde) Kontr çekmek. 2. gçl.
contrepartie diş. 1. Denetleme defteri. 2. müz. hlk. Karşı koymak, karşı çıkmak,
Karşılık parçası. 3. Karşılık (Obtenir la contre-rail er. Koşma ray.
contrepartie financière de la perte du temps subie. contre-révolution diş. Karşı devrim,
C'est un métier pénible, mais il a pour contrepartie contre-révolutionnaires, ve ad. Karşı devrimci,
la longueur des vacances). 4. (Bir şeyin) Tersi, contre-saison diş. Mevsim dışı çiçek. § A contre-
karşıtı (Il soutient la contrepartie de mon opinion). saison: Mevsim dışında, mevsimsiz.
contre-sceau 318 contusionner
contre-sceau er. Büyük mührün yanına basılan air contrit. Un cœur contrit).
küçük mühür, contrition diş. 1. Pişmanlık, tövbekârlık. 2. Vicdan
contreseing er. Yan imza. tik imzanın geçerliğini azabı, * bulunç ezinci.
doğrulayan ikinci imza. contrôlable s. 1. Denetlenebilir. 2. Gemlenebilir,
contresens er. 1. Ters yön, ters yan (Le contresens önlenebilir.
d'une étoffe). 2. Yanlış yorum. 3. Karşıt anlam, contrôle er. 1. Denet, denetleme ( Contrôle des prix,
ters anlam (Il y a un contrensens dans cette contrôle des billets, contrôle administratif). 2.
traduction). § A contresens: Tersine (Interpréter à Denetleme dairesi. 3. (Altın ve gümüş eşyaya
contresens). vurulan) Denet damgası. 4. ask. Yoklama. 5.
contresignataire s. ve ad. Yan imzayı atan. Egemen olma, tutma (Malgré le verglas, il a gardé
contresigner gçl. Yana imza atmak, le contrôle de sa voiture). § Le contrôle de soi-
contretemps er. Beklenmedik terslik, engel, aksilik même: Kendini tutma, kendine egemen olma,
(Un fâcheux contretemps nous a retardés). § A "nefse hakimiyet (La colère lui a fait perdre le
contretemps: Zamansız, mevsimsiz, yersiz, contrôle de lui-même).
olmayacak bir zamanda (Arriver à contretemps). contrôler gçl. 1. Denetlemek (Contrôler les
A temps et à contretemps: Yerliyersiz,olurolmaz. comptes, des billets de théâtre). 2. Egemenolmak,
contre-terrorisme er. Terörizme karşı mücadele, tutmak (Contrôler ses nerfs). 3. (Altın ya da
contre-terroriste s. ve ad. Terörizme karşı; gümüş eşyaya) Damga vurmak. 4. mec. "Sansür
terörizme karşı mücadele eden. etmek, *sıkıdenetimlemek. 5. Denetimi,
contre-torpilleur er. Torpido avcısı,°muhrip. egemenliği altında bulundurmak (Notre armée
contre-valeur diş. Değer karşılığı, contrôle toute la région).
contrevallation diş. ask. Kuşatma hendeği, contrôleur, euse ad. 1. Denetçi (Contrôleur des
contrevenant, es. vead. (Yasa ve kurallara) Aykırı finances, des contributions, des chemins de fer,
davranan, aykırı hareket eden (Les contrevenants d'autobus). 2. Denetleme aygıtı (Contrôleur de
seront punis de prison). vitesse, démarche). 3. "Sansürcü, *sıkıdenetimci.
contrevenir gsz. 1. Aykırı hareket etmek. 2. contrordre er. Bir buyruğun geri alınması, ilkini
Contrevenir à qch: -e aykırı davranmak, aykırı geçersiz kılan ikinci bir buyruk, karşı buyruk (Je
hareket etmek (Contrevenir à une loi, à un viendrai demain, sauf contrordre).
règlement). controuvé, es. Uydurma,yakıştırma (Unenouvelle
contre-visite diş. Bir yoklamanın sonuçlarını controuvée).
denetleyen yoklama, controversable s. Tartışılabilir, tartışma götürür
contre-voie (à) bel. Ters yoldan (Descendre à (Son opinion est controversable).
contre-voie). controverse diş. Tartışma, bilimsel ve özellikle
contribuable s. ve ad. Vergi yükümlüsü, vergi dinsel tartışma; ihtilâf (Le sens de cette phrase a
"mükellefi. suscité de nombreuses controverses entre les
contribuer gsz. 1. Contribuer à qch: -e yardım commentateurs).
etmek, katkıda bulunmak (Tous les habitants delà controversé, es. "thtilâflı, tartışmalı (Un bien
ville peuvent contribuer à son développement). 2. controversé. Une théorie controversée).
Contribuer à f. qch: -meye yardım etmek, -mekte controverser gçl. 1. Tartışma konusu yapmak. 2.
katkısı olmak, Tartışmak (Controverser une doctrine, un
contributif, ive s. Vergiyle ilgili, salmaya değgin, dogme).
contribution diş. 1. Vergi, "resim (Percevoir une controversiste ad. Tartışmacı,
contribution. Payer des contributions. contumace diş. 1. Mahkemeye çıkmaktan kaçınma,
Contribution directe, contribution indirecte). 2. "gıyap. 2. s. ve ad. Mahkemeye çıkmaktan
Yardım, katkı (Sa contribution à la science est très kaçınan, "gıyaplı. § Par contumace: "Gıyaben.
grande). § Apporter sa contribution à qch: -e Condamner par contumace: Gıyaben mahkûm
katkıda bulunmak. Mettre à contribution qn: -den etmek. Procéder par contumace: Gıyabi
yararlanmak, hizmetinden yararlanmak (On ne yargılamak. Purger sa contumace: Mahkemeye
tardera pas à vous mettre à contribution). çıkıp gıyabi hükmü kaldırtmak,
contristant, e s. Üzücü, can sıkıcı, contus, es. Bereli, ezik.
contrister gçl. Üzmek, canını sıkmak, contusion diş. Bere, ezik.
contrit, e s. 1. Pişman, "tövbekâr, günahlarından contusionner gçl. Berelemek, ezmek, ezik yapmak
pişmanlık duymuş. 2. Üzgün, perişan (Il avait un (Un accident qui contusionne la jambe).
conurbation 319 convergence
conurbation diş. Kent birleşmesi. Ayn kentlerin kuralları, edep gerekleri (Observer, respecter les
genişleyerek birbirleriyle birleşmeleri ve bir tek convenances. Braver, blesser les convenances). §
büyükkent içinde kaynaşmaları, A la convenance de: -in beğenisine uygun, zevkine
convaincant, e s. İnandırıcı, kandırıcı, "ikna edici göre (J'ai trouvé une villa à ma convenance).
( Ces arguments ne sont pas convaincants). convenant, e s. Uygun, elverişli, yaraşık,
convaincre gçl. 1. İnandırmak, kandırmak, "ikna convenir gsz. 1. Convenir à: -e uygun olmak,
etmek (Votre raisonnement ne m'a pas elverişli olmak (Cette date ne lui convient pas.
convaincu). 2. Convaincre qn de qch: Birini -e Ce prix convient à toutes les bourses). 2. İşine
inandırmak, aklını yatırmak (Il cherchait à nous gelmek, hesabına gelmek (Cela ne leur convient
convaincre des avantages de sa méthode). 3. pas). 3. Convenir de qch: -kabul etmek,
Convaincre qn de f. qch: Birini -meye inandırmak üzerinde anlaşmak, saptamak, kararlaştırmak
(Il m'a convaincu de démissionner). § Se (Convenir d'un prix, d'un rendez-vous. Il a
convaincre de qch: -e iyice inanmak, güven convenu de son tort). 4. Convenir de f. qch:
getirmek. -meyi kararlaştırmak, -mekte anlaşmak,
convaincu, e s. 1. Kanmış, inanmış, kesin kanıya uyuşmak (Ils ont convenu de partir ensemble). §
varmış (En êtes-vous convaincu?). 2. Güvenli (Il Il convient de f. qch: -mek uygun olur, yerinde
parlait sur un ton convaincu). 3. Etre convaincu de olur, gerekir (Il convient d'être prudent pour
qch: -si ortaya çıkmak, belli olmak (L'accuséa été éviter de graves inconvénients). Comme
convaincu de participation au meurtre. Il a été convenu: Önceden kararlaştırıldığı gibi (Je te
convaincu de mensonge: Yalanı ortaya çıktı). 4. rejoindrai demain, comme convenu).
Etre convaincu de qch, de f. qch: -e inanmış, convention diş. 1. Uzlaşım. 2. Sözleşme (Une
-meye inanmış olmak (Il est convaincu de son convention a été signée entre les représentants du
innocence. Tu es convaincu de ne pas te tromper). patronat et ceux des syndicats). 3. Antlaşma,
convalescence diş. "Nekahet. § Etre en anlaşma (Convention militaire, commerciale,
convalescence: Nekâhet döneminde olmak. internationale). 4. ç. Sözleşme yada anlaşma
Entrer en convalescence: Nekâhet dönemine maddeleri, hükümleri (Ceci n'est pas dans les
girmek. conventions). 5. Konvansiyon, Fransada 1792-
convalescent, es. vead. Nekâhet halinde olan (Elle 1795 yıllarında Kurucu Meclis. 6. Amerikada,
est encore convalescente. Un convalescent). siyasal partilerin, başkan adayım seçmek üzere
convenable s. 1. Uygun, elverişli (J'ai choisi le topladıktan kurultay (La convention
moment convenable). 2. Yerinde, normal, démocrate). § Convention collective de travail:
gereken, yakışık alan (Une réponse convenable). Toplu iş sözleşmesi. De convention:
3. Yeterli, yetişen, "kâfi (Un salaire à peine Kendiliğinden kararlaşmış, kabul edilmiş,
convenable). 4. Dürüst, temiz, doğru dürüst (Une benimsenmiş (Un langage de convention. Sur
tenue conveanable, des manières convenables). 5. cette carte, les forêts sont, de convention,
Eksiksiz, kusursuz, doğru dürüst (Un homme représentées en vert).
convenable). 6. Convenable à qch, pour qch: -e conventionnalisme er. fels. Uzlaşımcılık.
uygun, elverişli (Un roman convenable à des conventionnel, le s. 1. Uzlaşımsal (Langage
adolescents. Un endroit convenable pour la conventionnel, clause conventionnelle). 2.
pêche). Saymaca, itibarî (Valeur conventionnelle d'une
convenablement bel. 1. Uygun bir biçimde, yerinde monnaie). 3. Klasik (Armes conventionnelles).
olarak, yaraşık aldığı biçimde, gerektiği gibi (II 4. er. tar. Konvansiyon üyesi,
agit convenablement). 2. Yetecek biçimde, usa conventuel, le s. Manastıra değgin (Vie
uygun gelen bir şekilde, normal (Il est payé conventuelle).
convenablement). 3. Doğru dürüst, temiz bir convenu, e s. 1. Üzerinde anlaşmaya vanlmış,
biçimde (Il est pauvre, mais il est toujours vêtu kararlıştırılmış, benimsenmiş (Mot convenu,
convenablement). prix convenu). 2. er. Yapmacık, alışılmış,
convenance diş. 1. Yakınlık, tutarlık, uyuşum, bayağı, bayağılık (Cet auteur ne supporte pas le
uyuşma (Convenance de caractère, d'humeur, de convenu).
goût). 2. Uygunluk, yerindelik, yakışırlık (Un convergence diş. 1. Birlikte aynı yöne yönelme,
style remarquable par la convenance des termes). yöneşme (La convergence de deux lignes). 2.
3. Beğeni, "zevk (On n'a pas consulté nos Birlik, ortaklık (Convergence de vue,
convenances), 4. ç. "Muaşeret adabı, görgü convergences des intérêts). 3. fiz. Yakınsama. 4.
convergent 320 convoquer
susmak. Sortir de sa coquille: Kabuğundan çekilme (On l'a condamné à la corde). § Cordes
çıkmak, yanıyla yöresiyle görüşmeye başlamak, vocales: Ses telleri. Homme de sac et de corde:
coquiller, ère s. Kavkılı, içinde deniz kabukları İpten kazıktan kurtulmuş biri, anasının ipliğini
bulunan. satmış bir adam. Usé jusqu'à la corde: 1. Çok
coquin, e s. ve ad. 1. Alçak, namussuz (C'est un yıpranmış, tarazlanmış, lime lime (Un pantalon
infâme coquin). 2. (Şaka yollu) Kerata, yaramaz usé jusqu'à la corde). 2. Kabak tadı veren,
(Petit coquin: Seni yaramaz seni). § Coquin de çiğnenmiş sakız durumuna gelmiş, çok bilinen
sort: Kahpe felek, kör olası talih, (Plaisanterie usée jusqu'à la corde). Avoir plus
coquinerie diş. 1. Alçaklık, namussuzluk. 2. (Şaka d'une corde à son arc: Elinde çeşitli olanaklar
yollu) Keratalık, yaramazlık, bulunmak; elinden her türlü iş gelmek.
cor er. 1. müz. Korno (Cor à piston). 2. Kornocu, Condamner à la corde: İdama mahkûm etmek.
korno çalan. 3. Av borusu (Il aime le son du cor). Etre dans les cordes de qn: -in yetkisi dahilinde
4. Nasır (Cor au pied. Cor entre les doigts de pied). olmak (Ce n'est pas dans mes cordes). Etre,
5. Boynuz budağı ( Un cerfde sept cors). § A cor et à marcher, danser sur la corde raide: Çok güç, çok
cri: Gürültü patırtı ile, bağırıp çağırarak nazik bir durumda bulunmak. Grimper à la corde:
(Demander, réclamer qch à cor et à cri: Bağırıp İpe tırmanmak, halata tırmanmak. Parler de
çağırarak istemek, ısrarla istemek). corde dans la maison d'un pendu: Kötü bir
corail er. Mercan. anıştırmada bulunmak, acı bir yaraya dokunmak.
corailleur er. Mercan avcısı; mercan işleyicisi. Sauter à la corde: İpatlamak. Se mettre la corde au
coralliaires er. ç. hayb. Mercanlar, cou: 1. hlk. Evlenmek. 2. Güç, bağımlı bir
corallien, ne s. Mercanlardan oluşmuş, duruma düşmek. Tenir la corde, prendre un
corallin, es. Mercan renginde, mercanı andıran, virage à la corde: Bir dönemeci çok içten almak.
coran er. Ar. Kur'an. Tirer sur la corde: Birinin sabrını, iyi niyetini
coranique s. Kur'ana değgin (Ecole coranique). kötüye kullanmak. Toucher la corde sensible de
corbeau er. 1. Karga. 2. mec. (Eski) Papaz, keşiş. 3. qn: -in bam teline dokunmak.
Şüpheli adam. 4. (Eskiden) Düşman gemilerine cordé, e s. Yürek biçiminde, iskambildeki kupa
rampa etmek için kullanılan kanca. 5. biçiminde.
(Yapıcılıkta) Taş destek, bindirmelik. § Noir cordeau er. 1. Düz bir çizgi elde etmek için iki nokta
comme un corbeau: Kapkara, "simsiyah, arasına gerilen ip, çırpı ipi (Tracer une rue au
corbeille diş. 1. Sepet (Corbeille d'osier, de jonc. cordeau. Aligner un cordeau à un mur). 2. Lâğım
Corbeille à ouvrage, à pain, à papier). 2. fitili. § Au cordeau: Çok düzenli olarak, yerli
Bahçelerde yuvarlak yada yumurtamsı çiçek yerinde (Il arrange au cordeau chaque mot).
tarhı. 3. (Yapıcılıkta) Sütun çanaklığı. 4. Borsada Tiré,e au cordeau: Dümdüz dizilmiş.
muamelecilerin, etrafında toplandıkları cordelergf/. (İp) Bükmek. § Cordeler ses cheveux:
parmaklık; borsa işinde satın alma yeri. 5. Saçlarını ince ince örmek.
(Tiyatrolarda) Orkestra üstü balkon: § Corbeille cordelette diş. Sicim.
de mariage: Nişan sepeti, cordelier er. 1. Ermiş Françesko tarikatından rahip.
corbillard er. Cenaze arabası, 2. tar. Fransız devriminde Cordelier'ler kulübü
corbillon er. Küçük sepet, sepetçik. üyesi.
corbin er. (Eskiden) Karga, cordelière diş. 1. Ermiş Françesko tarikatından
corbleu ünl. Vay canına! Hay anasını! papazların bellerine sardıkları çok düğümlü ip,
cordage er. 1. Halat (Cordage de chanvre, d'acier. kuşak. 2. Bele sarılan yada boyun bağı yerine
Attacher, tirer avec un cordage). 2. İple odun kullanılan kordon. 3. (Mimarlıkta) Halat
ölçme. 3. Rakete kiriş geçirme, biçiminde bezek. 4. Aziz Françesko tarikatından
corde diş. 1. İp (Attacher un ballot avec une corde. rahibe.
Corde de puits, corde d'une balançoire. Echelle de cordelle diş. Yedek halatı.
corde. Une corde à linge). 2. Kumaş ipliği (Saveste corder gçl. 1. İp yapmak üzere bükmek (Corder du
montrait la corde. Un vêtement usé jusqu'à la chanvre, du crin). 2. İp geçirmek, içinin iplerini
corde). 3. Çalgı teli, kiriş (Les cordes d'un violon. örmek (Corder une raquette). 3. İple bağlayıp
Instrument à cordes). 4. mec. Telli çalgı, telli saz tartmak, ölçmek (Corder du bois). 4. İple
(Les cordes d'un orchestre). 5. (Odun için) Bir bağlamak, etrafını iple sarmak (Corder une
ölçü, çeki. 6. Yay kirişi. 7. geom. Kiri ş(Cordequi malle).
sous-tend un arc). 8. mec. İdam, ipe çekme, ipe corderie İplikçilik, halatçıhk.
cordial 324 cornichon
cordial, es. 1. Kalbi kuvvetlendiren, kalbi daha iyi cornac er. 1. Fil bakıcısı, fil seyisi. 2. mec. Kılavuz.
çalıştıran (Remède cordial, potion cordiale). 2. § Servir de cornac à qn: -e kılavuzluk etmek, yol
mec. İçten gelen, yürekten gelen, "samimi, içten göstermek.
(Un accueil cordial, sentiments cordiaux, un cornage er. (At, katır ve eşekte) Hastalıklı soluma,
homme cordial). 3. er. Kalbi kuvvetlendiren ilâç hırıltılı soluma,
(Prendre un cordial. Le médecin a administré un cornaline diş. Kırmızı akik.
cordial au malade). cornard, e s. 1. Soluğan. 2. Boynuzlu. 3. er. mec.
cordialement bel. 1. Yürekten gelen bir sevgi ile, Boynuzlu (koca),
içten, içtenlikle, "samimiyetle, candan (Il nous a corne diş. 1. Boynuz (Bête à cornes). 2. (Kimi
parlé cordialement). 2. Tüm gücüyle, bütün hayvanlarda) Mahmuz. 3. Boynuz boru, nefir. 4.
hücreleriyle (Je le déteste cordialement). Taşıt borusu, korna (Corne d'automobile). S.
cordialité diş. İçtenlik, candanlık, yürekten sevgi, Köşe (Cornes d'un cerf-volant). 6. (Kimi
cordier er. 1. İpçi, halatçı. 2. (Yaylı sazlarda) Sap. şeylerde) Uç. § Corne d'abondance: Bolluk
cordiforme s. Yürek biçiminde (Feuille boynuzu. Corne à chaussures: Çekecek, kerata. A
cordiforme). la corne de: -in köşesinde, ucunda (Ilm'attendra à
cordillère diş. Sıradağ (Cordillère des Andes). la corne du bois, à la corne d'un champ). Faire une
cordon er. 1. Halatı oluşturan kollardan her biri. 2. corne à qch: -köşesini bükmek, kıvırmak (Faire
Sicim, ip (Lier, attacher, nouer avec un cordon). 3. une corne à une feuille de papier, à une carte de
Kurdela (Cordon d'un chapeau, grand cordon de visite). Porter, avoir des cornes: Boynuzlu olmak,
la Légion d'honneur) A. Kordon, çit (Cordon de karısı tarafından aldatılmak. Prendre le taureau
troupes, cordon de policiers). 5. Kenar çimeni. 6. par les cornes: Boğayı boynuzundan yakalamak,
Ağaç dizisi. 7. Göbek bağı (Couper le cordon). § cepheden saldırmak, üstüne üstüne yürümek,
Cordon-bleu: Usta aşçı, aşçıbaşı (Ta femme est un corné, es. Boynuz gibi sert, boynuzsu,
véritable cordon-bleu). Cordon littoral: coğr. Kıyı cornée, diş. anat. (Gözde) Saydamtabaka.
şeridi. Tenir les cordons de la bourse: Kesenin corneille diş. Kuzgun. § Bayer aux corneilles: Alık
ağzını elinde tutmak, masrafları kendisi yapmak, alık bakmak,
cordonner gçl. İp gibi bükmek (Cordonner de la cornélien, ne s. Corneille'e özgü, Corneille'e
soie, des cheveux). değgin (Tragédie cornélienne).
cordonnerie diş. 1. Kunduracılık. 2. Kunduracı cornemuse diş. Gayda (Il sait jouer de la
dükkânı. cornemuse).
cordonnet er. 1. İnce kaytan. 2. Kılaptan. 3. (Sikke cornemuseur er. Gaydacı.
kenarındaki) Tırtıl, corner gsz. 1. Korna çalmak (L'automobiliste
cordonnier, ère ad. 1. Kunduracı, kundura yapıp corne). 2. Uğuldamak (Les oreilles me cornent).
satan kimse. 2. Ayakkabı onarıcısı (Le 3. gçl. Köşesini kıvırmak, bükmek (Corner une
cordonnier ressemelle les souliers). § Cordonnier, carte de visite, une feuille de papier). 4. hlk.
pas plus haut que la chaussure: Çizmeden yukarı Herkese söylemek, âleme ilân etmek (Corner une
çıkmamalı. Les cordonniers sont toujours les plus nouvelle, un bruit).
mal chaussés: Terzi kendi söküğünü dikemez; corner [fc>*if«] er. (Futbolda) Köşe atışı, korner
marangozun kapısı sırımla bağlı, (Tirer un corner).
coréen, ne s. ve ad. 1. Kore'ye değgin, koreli. 2. er. cornet er. 1. Küçük boru (Cornet de vacher. Jouer
Korece, Kore dili. du cornet). 2. İşitme kulaklığı (Cornet
coréférence diş. dilb. Eşgönderge. acoustique). 3. Kâğıt külâh (Cornet de papier. Un
coreligionnaire ad. Dindaş, cornet de dragées). 4. (Zar atarken kullanılan)
coriaces. 1. Çok sert, tahta gibi, meşin gibi (Viande Meşin hokka (Cornet à dés). S. argo. Mide. § Se
coriace). 2. mec. İnatçı, direngen (Un adversaire mettre qch dans le cornet: Bir şeyler atıştırmak,
coriace. Il est coriace en affaires. Un caractère midesine bir şeyler indirmek,
coriace). cornette diş. 1. Kimi rahibelerin giydiği önü köşeli,
coriandre diş. bitb. Kişniş, yanları kanat biçiminde başlık. 2. (Eskiden)
coricide er. Nasır ilacı, Sancak. 3. er. (Eskiden) Sancaktar,
corindon er. Korindon, corniaud er. 1. Bir tür kırma köpek. 2. s. Aptal
corme diş. bitb. Üvez. (Comme il est corniaud!).
cormier er. bitb. Üvezağacı. corniche diş. 1. Korniş. 2. argo. Hazırlık sınıfı,
cormoran er. hayb. Karabatak. cornichon er. 1. Turşuluk hıyar. 2. mec. hlk.
cornier 325 correction
jeunes gens). 4. Para verip baştan çıkarmak, satın corseter gçl. 1. Korse giydirmek (Corseter une
almak (Corrompre un témoin. Le prisonnier a pu fillette).2. mec.-e. katı bir çerçeve çizmekf Corseter
s'échapper en corrompant son gardien). § Se un sonnet).
corrompre: 1.Bozulmak (Duboisquisecorrompt corsetier,ère ad. Korseci.
à l'humidité). 2. Bozulmak, kokuşmak, çürümek, corso er. Bayramlarda arabaların geçit töreni (Un
saflığını yitirmek (Son cœur s'est corrompu). corso fleuri).
corrompu, e s. 1. Bozulmuş, bayağılaşmışf Ungoût cortège er. 1. Alay (Le cortège funèbre se rend au
corrompu). 2. Kokuşmuş, "tefessüh etmiş, çok cimetière. Le cortège des manifestants s'engagea
bozulmuş (Une société corrompue). sur le boulevard). 2. Maiyet, maiyet alayı
corrosif, ives. 1. "Tahrişedici, yıpratıcı, bozucu (Un (Cortège entrourant un haut personnage). § Un
acide corrosif). 2 .mec. Çok sert, ısırıcı, kırıcı (Un cortège de.. : Bir sürü. ..(La guerre amène avec elle
pamphlétaire corrosif). tout un cortège de misères).
corrosion diş. Aşındırma, kemirme, yıpratma, cortès [koRt£s\ diş. ç. (İspanya ve Portekiz'de)
bozma, "tahriş etme (Corrosionpar acide). Millet meclisi,
corroyage er. 1. Sepileme. 2. Sepicilik. 3. Kaynakla cortex er. hek. Beyinzarı, korteks.
yapıştırma. cortical,es. 1. Kabuğa değgin (Couchescorticales).
corroyer gçl. 1. Sepilemek (Corroyer le cuir, les 2. anat. Beyinzarına değgin (Cellules corticales).
peaux). 2. Kaynakla yapıştırmak, kaynak cortisone hek. Kortizon,
yapmak. 3. (Ağaç) Yontmak, corton er. Pek tanınmış bir Burgonya şarabı.
corroyeurer. Sepici. coruscant,e s. Parlak, ışıl ışıl.
corrupteur,trice s. ve ad. 1. Bozucu. 2. Baştan corvéables, vead. Angarya yüklenebilir, angaryaya
çıkarıcı, ayartıcı. 3. huk. Rüşvet veren, "raşi. gelir, tepe tepe kullanılmaya elverişli,
corruptible s. 1. Bozulabilir (Matières corvée diş. 1. Angarya. 2. Cansıkıcı iş, tatsız iş.
corruptibles). 2. Baştan çıkabilir, ayartılabilir, ( Quelle corvée de faire toutes ces visites!).
rüşvet alabilir (Un fonctionnaire corruptible). corvette diş. Korvet § Capitaine de corvette: Deniz
corruption diş. 1. Bozulma, çürüme (Corruption binbaşısı.
des aliments, des fruits). 2. Bozulmuştuk, corvidés er. ç. hayb. Kargalar; kargagiller,
kokuşmuşluk (Corruption de la société, de la corymbe er. bitb. Demet, "huzme,
morale, des mœurs). 3. Baştan çıkarma, baştan coryphée er. 1. (Tiyatroda) Koro başı. 2. Bale başı,
çıkarılma. 4. Ahlak bozukluğu. 5. huk. Rüşvet, balede baş oyuncu. 3. Parti önderi, tarikat başı. 4.
para yedirme, para yeme. Bir sanatta yada bir toplulukta sivrilmiş kimse,
corsage er. 1. (Eski) Vücudun üst kısmı. 2. Kadın yıldız.
giysilerinde mintan kısmı; bluz gibi göğsü kuşatan coryza er. Burun nezlesi, burun ingini,
kadın giysisi, cosaque er. 1. Kazak, Rus süvarisi (Une troupe de
corsaire er. 1. (Eskiden) Korsan gemisi. 2. Korsan cosaques). 2. mec. Kaba ve sert adam. 3. diş. Bir
kaptanı. 3. Korsan. 4. mec. Kıyımcı, acımasız, tür dans.
"gaddar. cosinus er. mat. Kosinüs.
corses, ve ad. Korsikaya değgin, korsikalı.. 2. diş. cosmétique s. ve er. 1. Kozmetik. 2. diş.
Korsika. 3. er. Korsika dili. Korsikada konuşulan Kozmetikçilik.
İtalyan ağzı. cosmétiquer gçl. Kozmetik sürmek,
corsé, es. 1. Keskin, etkili (Unesauce très corsée). cosmique s. 1. Acuna değgin, evrenle ilgili. 2. gökb.
2. mec. Edepsizce (Une intrigue corsée, une Kozmik.
histoire corsée). § Vin corsé: Keskin kokulu şarap. cosmogonie diş. Acundoğum, evrendoğum,
corselet er. 1. Hafif zırh, zıhlı yelek. 2. Kimi "kozmogoni, evrenin yaratılışını inceleyen bilim.
böceklerin göğüs kısmı, § Cosmogonie stellaire: gökb. Yıldızdoğum
corser gçl. 1. Koyulaştırmak, kuvvetlendirmek, bilimi.
sertleştirmek (Corser du vin). 2. Pekiştirmek, ilgi cosmogonique s. Acundoğuma değgin,
çekici kılmak için abartmak (Corser un récit, evrendoğuma değgin, 'evrendoğumsal.
l'intrigue d'un drame). § Se corser: Karışık bir cosmographe er. Kozmografyacı.
durum almak; gittikçe daha bir ilginçlik ve önem cosmographie diş. Kozmografya.
kazanmak (L'affaire se corse, voici que la police cosmographique s. Kozmografyaya değgin,
s'en mêle. L'histoire se corse). cosmologie diş. gökb. Acunbilim.
corset er. Korse. cosmonaute ad. Uzay adamı, uzay yolcusu.
cosmonautique 328 côté
cosmonautique diş. Evren gemiciliği, uzay d'un cheval: Bir yarış atının kazanma şansı
gemiciliği. Uzay gemileri ve araçlarıyla yapılan üzerine yapılan tahmin. Avoir la cote: Saygınlığı
uzay gezileri; bu gezileri hazırlama, düzenleme olmak, sevilip sayılmak, tutulmak, beğenilmek
tekniği. (Cet ingénieur a une grande cote auprès de la
cosmopolites, ve ad. Kozmopolit, *evrendeş. direction. Un acteur qui a la cote).
cosmopolitisme er. Kosmopolitlik, *evrendeşçilik. côt ediş. 1. Kaburgakemiği (M on père a eu trois côtes
cosmorama er. Dünyanın en ünlü yerlerini gösteren cassées dans l'accident de voiture). 2. Dilim
tablo koleksiyonu, kabarıklığı (Côte de melon). 3. Kabarık çizgi
cosmos er. gökb. Acun; düzenli bir bütün olarak (Velours à côtes, bas à côtes). 4. Pirzola (Côte de
düşünülen evren. veau, côte de mouton). 5. Bayır, yamaç (Une côte
cossard,e s. ve ad. hlk. Tembel, miskin, plantée de vignes). 6. Yokuş (Monter la côte). 7.
cosse diş. 1. Baklagillerin tanelerini çeviren kabuk, Deniz kıyısı, kıyı (Les côtes de Turquie. Une côte
badıç (Cosse de pois, de haricots, de fèves). 2. sablonneuse). § Côte à côte: Yan yana (Marcher
Geminin tekne kısmı. 3. hlk. Tembellik. § côte à côte). Aller à la côte: Karaya oturmak (Un
Parchemin en cosse: Tüyü yolunmuş koyun derisi. navire qui va à la côte). Avoir les côtes en long:
cosser gçl. Tos vurmak. Tembel olmak. Caresser les côtes à qn: Birini
cossu, e I. Kabuğu, badıcı çok olan (Fèves cossues). dövmek, kemiklerini kırmak. Etre à la côte: İşleri
2. mec. Hali vakti yerinde, tuzu kuru (Un homme kötü gitmek, parasız pulsuz olmak. Se tenir les
cossu). 3. Bolluk taşan (Une maison cossue). côtes: tkz. Katıla katıla gülmek,
costal, e s. Kaburgakemiğine değgin, böğüre côté er. 1. Yan, böğür (ila reçu un coup dans le côté.
değgin (Région costale). Se coucher sur le côté). 2. Yer, yan, yön, "taraf (Le
costarder. hlk. Erkek giysisi, côté ensoleillé du jardin. Monter dans une voiture
costaud, costeau s. ve er. hlk. 1. Topuz gibi (Un par le côté gauche). 3. Kenar (Le triangle est une
homme costaud, un costeau). 2. Sağlam (Ce figure à trois côtés). 4. Yüz (Le beau côté d'une
fauteuil n'est pas costaud). voiture). 5. Taraf, yan, kenar (Les deux côtés
costume er. 1. Giyim, kılık, "kıyafet (Il étudie d'une route). 6. Yan, nitelik, özellik (Malgré tous
l'histoire du costume). 2. Giysi, "elbise (Costume tes défauts, tu as un côté sympathique. Les bons et
de chasse, de cérémonie. Il s'est fait faire un les mauvais côtés d'un artiste). 7. Bakım, açı, yön,
costume). § En costume d'Adam: tkz. Çırılçıplak, "husus ( Par certains côtés, ta proposition me paraît
Adembaba gibi. intéressante). § Un à-côté: Ek görev, yan iş, ikinci
costumé,e s. Giyimli, giyinik. § Bal costumé: bir iş. A côté: 1. Yanda, yakında (Tu vois ce
Kostümlü balo, giysili balo. restaurant, l'hôtel est à côté). 2. Yamna, yakınma
costumer gçl. Giydirmek; özel bir giysi giydirmek, (Les avions ont attaqué le bateau, mais les bombes
kostüm giydirmek ( Costumer un enfant en page). sont tombées à côté). 3. Yandaki (Passons dans la
costumier,ère ad. Elbiseci, *giysici. pièceàcôté). 4. Ek olarak (Il est secrétaire dans un
cotation diş. Değerini saptama; değerlendirme, not bureau, mais il a un petit travail à côté). 5.
verme (La cotation des actions en Bourse; la Yakında, şuracıkta (Il demeure à côté). Acôtéde:
cotation des copies a été sévère dans ce jury). 1. -in yanında, yakınında (Le salon est à côté de ta
cote diş. 1. Masraf, payı, vergi payı. 2. (Evrak gibi salle à manger. Il marche à côté de sa sœur). 2. -in
şeylerde) Sıra numarası yada markası. 3. Fiyat yanında, -e bakarak, -ile karşılaştırıldığında, -e
listesi (Je vais consulter la cote des voitures kıyasla (Tes défauts ne sont pas graves à côtés des
d'occasion). 4. Kot, deniz yüksekliği (Lesommet miens). 3. -in dışında, -den uzaklaşarak (Vous
de là colline est à la cote 1579). 5. mec. Saygınlık, répondez à côté de la question). De côté: 1. Eğik
sevilip sayılma, beğenilme, ün (La cote de cet olarak, yanlamasına (Tournez un peu de côté). 2.
écrivain commence à baisser). § Cote d'amour: Yan yan, yampiri (Le crabe marche de côté). 3.
Bir sınav yada yarışmada adaya iltimasla verilen Yanı üstü, böğrü üstü (Ilesttombédecôté). 4. Şaşı
iyi not, geçerli puan. Cote d'alerte: 1. Bir akarsu gibi, şaşı (Regarder de côté). Du côté de: İ. -den
yada barajda, suyun çıkabileceği son seviye, sel yana, -i yönünden, yönüne; tarafından, tarafına
yada taşkının başlayacağı düzey (Le fleuve a (Il s'est mis du côté des pauvres. Le vent souffle du
atteint la cote d'alerte). 2. mec. Tehlikeli nokta, côté de la mer. J'habite du côté de la ferme. Nous
kritik nokta. Cote mal taillée: Karşılıklı ödünler nous dirigeons du côté du parc). 2. -bakımından
vererek dikenli bir işi kapatma, tartışmalı bir (Ducôtédelafortune, il est trop gâté). De tout côté,
hesabı kesmek için yapılan kötü uzlaşma. Cote de tous côtés: Her yanda, her yandan; her yerde,
coteau 329 cotylédon
her yerden, her yana (J'ai couru de tous côtés). De ardından koşmak, kadınlara düşkün olmak,
côté et d'autre: Şurda burda. De ce côté: Bu cotir gçl. (Meyveleri) Ezmek, vurmak, berelemek
bakımdan, bu konuda (De ce côté, il n'y a rien à (Fruits cotis par la grêle).
craindre). De mon côté: Bana gelince, ben ise, ben cotisation diş. 1. Para toplama (Souscrire à une
de (De mon côté, je chercherai à vous aider). Etre cotisation). 2. Masraf payı, herkesin payına
aux côtés de qn: -den yana olmak. Etre du côté de düşen ödenti; ayhk ödenti, "aidat (Payer sa
qn: -den yana olmak, -in yanını tutmak (Il est de cotisation syndicale. Payer, verser, envoyer sa
notre côté). Etre né du côté gauche: Piç olmak, cotisation).
babası belli olmamak. Laisser qn, qch de côté: -i cotiser gsz. Ortaklaşa bir masrafta kendi payına
bir yana bırakmak, ihmal etmek (ila laissé de côté düşen parayı ödemek (Il n'a pas cotisé pour le
tout son travail pour s'occuper de moi). Mettreqch cadeau). § Se cotiser: Bir masrafı aralannda
de côté: Biriktirmek, bir kenara koymak (Il a bölüştürmek, aralarında para toplamak (Se
dépensé tout l'argent qu'il avait mis de côté cotiser pour offrir un cadeau).
jusqu'ici). Mettre qn de son côté: -i kendinden coton er. 1. Pamuk (Un tissu de coton, chemise de
yana çekmek, kendine yandaş kılmak (ila réussi à coton). 2. Pamuk iplik. 3. Pamuklu (bez). 4. .v.
mettre de son côté tous ses anciens adversaires). Güç, çetin (C'es/ coton! C'est coton, ce problème).
Passer à côté de qch: mec. -e yan çizmek; -i § Avoir du coton dans les oreilles: Kulakları
görmezlikten gelmek (Passer à côté d'une uğuldamak, pek iyi işitmemek. Avoir les jambes
difficulté). Prendre qch par le bon côté, du bon en coton: 1. Çok zayıf olmak, canlı cenaze olmak.
côté: -i iyi yandan almak, iyimser olarak 2. Dizlerinde derman kalmamak, kendini
düşünmek. Se mettre du côté de qn: -in yanını dermansız hissetmek. Elever qn dans du coton:
tutmak, -den yana olmak (Il se met toujours du Pek nazlı büyütmek, muhallebi çocuğu gibi
côté des puissants). Se ranger aux côtés de qn: -in yetiştirmek (Elever un enfant dans du coton).
yanında yer almak; -in safına geçmek (Il s'est Filer un mauvais coton: Sağlığı bozuk olmak;
rangé aux côtés des populistes). ölümü yakın olmak, durumu tehlikeli olmak,
coteau er. 1. Küçük tepe, tepecik (Au pied du cotonnade diş. Pamuklular, pamuklu(bez).
coteau). 2. Bayır, yamaç. 3. Bağlık yer, bağlar, cotonne.e s. Pamuk tüylü. § Cheveux cotonnés: Kısa
côtelé,e s. Dilimli, kabarık çizgili (Etoffe côtelée, ve kıvırcık saç, zenci saçı.
velours côtelé). cotonner (se) gsz. Havlı olmak, hav çıkarmak
côtelette diş. 1. Pirzola (Côtelette d'agneau, de (Lainage qui se cotonne).
porc). 2. tkz. Kaburgakemiği. 3. ç. Favori, uzun cotonnerie diş. 1. Pamuk tarlası. 2. Pamuk işleme
favori, yan sakalı. § Pisser sa côtelette: argo. yeri.
Doğurmak. cotonneux,euse s. 1. Havı olan, havlı, ince tüylü
coter gçl. 1. Numaralamak, bir numara vermek (Des feuilles cotonneuses, un fruit cotonneux). 2.
(Coter un dossier). 2. Değerini, fiyatını, "rayicini Pamuk gibi, pamuk yığınına benzeyen (Des
belirtmek (Coter une rente, une valeur en Bourse, nuages cotonneux).
un devoir d'élève). 3. Değer vermek, saymak, cotonnier er. Pamuk fidanı,
beğenmek. 4. Rakımım belirtmek (Coter une cotonnier,ère s. 1.Pamuğa değgin, pamukla ilgili
carte géographique). S. Etre côté: Beğenilmek, (Syndicat cotonnier. Industrie cotonnière). 2.
takdir edilmek, tutulmak (Un vin bien coté. Un Pamuk işçisi,
conférencier coté). coton-poudre er. Pamuk barutu,
coterie diş. Yakın arkadaşlar, yâran; °klik, 'bölek côtoyer gçl. 1. Boyunca gitmek, kıyısını izlemek
(Une coterie littéraire, politique). (Côtoyer la rivière). 2. -ile yan yana gitmek
cothurne er. Eski Yunanlılarda trajedi oynarken (Côtoyer une armée). 3. -e yaklaşmak, çok yakın
giyilen yüksek ve kalın tabanh ayakkabı. § olmak (Cela côtoie le ridicule).
Chausser le cothurne: mec. Trajedi oynamak. cotrc er. Kotra.
côtier,ère s. 1. Kıyıya değgin (Navigation côtière). cotret er. Çırpı demeti. § Etre sec comme un cotret:
2. Kıyıları bilen. 3. er. Kıyılarda işleyen gemi, kıyı Kara kuru bir şey olmak, çırpı gibi cılız olmak,
gemisi. 4. Yokuşlarda arabaya yardımcı olarak cottage er. tng. Küçük kır evi.
koşulan at, cılgar. cotte diş. 1. Köylü etekliği. 2. İş giysisi, tulum
cotignac er. Ayva reçeli; portakal reçeli, (Ouvrier en cotte bleue).
cotillon er. 1. (Eski) Jüpon, iç eteklik. 2. Bir tür cotyle diş. anat. Kemik hokkası, kemik yuvası,
dans. § Aimer, courir le cotillon: Kadınların cotylédon er. bitb. Çenek.
coursier 330 coussinet
cou, col er. Boyun. § Jusqu'au cou: Gırtlağına une personne dans un testament, sur une liste). 7.
kadar (Il est endetté jusqu'au cou). Laisser la bride gsz. Y atmak (Coucher à plat ventre, sur le dos, sur
sur le cou à: -i serbest bırakmak, yularını lecôté). 8 .gsz. Kalmak, yatmak, geceyi geçirmek
koyvermek, istediği gibi hareket etmesine izin (Coucher à l'hôtel, sous les ponts). §Coucherqn,
vermek (Laisser la bride sur le cou à un cheval, à qch en joue: -e nişan almak ; tüfeğin namlusunu -e
un enfant). Mettre à qn la corde au cou: -in doğrultmak. Coucher à la belle étoile: Dışarda,
boynuna ip dolamak; idam etmek. Passer ses bras açık havada, yıldız palasta yatmak. Coucher avec
autour du cou de qn: Kollarını -in boynuna qn: -ile yatmak, cinsel ilişkide bulunmak.
dolamak. Prendre ses jambes à son cou: Var Coucher à l'hôtel du cul tourné: argo. Birbirine
gücüyle kaçmak. Topukları belini dövmek. sırtlarını çevirip yatmak; karısıyla yada kocasıyla
Sauter, se jeter, se pendre au cou de qn: -in küsüşüp yatmak. Un nom à coucher dehors:
boynuna sarılmak, kucaklamak. Se casser, se Bellenmesi, söylenmesi güç bir ad. § Se coucher:
rompre le cou: 1. Düşerek ölmek. 2. mec. 1. Yatağa girmek, yatmak (C'est l'heure de se
Tepetaklak gitmek, büyük zararlara uğramak. coucher). 2. Uzanmak (Se coucher sur les herbes,
Tordrelecouà: 1. -i boğarak öldürmek (Tordre le sur le tapis). 3. Batmak (Le soleil s'est couché, la
cou à un poulet). 2. mec. Boğmak, ortadan lune se couche). § Se coucher comme les poules:
kaldırmak, yok etmek (Tordre le cou aux libertés, Tavuklar gibi erken yatmak, gün battı gâvur yattı.
à l'opposition). Comme on fait son lit on se couche: Ne ekersen onu
couac er. müz. Falso. biçersin.
couard,e s. vead. Korkak,ödlek, tabansız, coucher er. 1. Yatağa girme, yatma (Ici le coucher
couardise diş. Korkaklık, ödleklik, tabansızlık, est à dix heures. C'est V heure ducoucher). 2. Yatak
couchage er. 1. Yatırma, yatma (Le couchage des ücreti (Il n'a pas payé son coucher). 3. Batma,
troupes). 2. Yatma takımı, uyuma gereçleri (Sac batış (Le coucher du soleil, delalune). § Avoirun
de couchage, matériel de couchage). coucher: argo. Geceyi metresinin yanında
couchant,e s. ve er. 1. Yatan. 2. Batan, batmak geçirmek.
üzere olan ("Le soleil couchant) .3.Batı,günbatısı coucherie diş. Yatma, cinsel ilişkide bulunma (Des
(Une maison exposée au couchant). 4. er. mec. coucheries sans amour).
Yaşlılık, düşkünlük. § Faire le chien couchant: couchette diş. 1. Küçük yatak (Une couchette
Yaltaklanmak, köpeklik etmek, d'enfant). 2. (Gemi ya da trende) Yatak, kuşet
couche diş. 1. Yatak (S'allonger sur sa couche). 2. (Compartiment à couchettes).
Kundak bezi (Le bébé salit sa couche). 3.ç. Çocuk coucheur, euse ad. Mauvais coucheur: Geçimsiz
doğurma, doğum; loğusalık (Couches pénibles. kimse (C'est un mauvais coucheur, il a des procès
Elle a eu plusieurs visites pendant ses couches). 4. avec tous ses voisins).
Kat, katman, "tabaka (Couche de calcaire. couci-couça bel. tkz. Şöyle böyle, iç güveyisinden
Couches de l'atmosphère). 5. Tabaka, sınıf hallice (Comment allez -vous?—Couci-couça).
(Couches sociales). 6. (Bahçıvanlıkta) Yastık coucou er. 1. Guguk kuşu. 2. Guguklu saat. 3.
(Champignons de couche). § Femme en couches: (Eskiden) İki tekerlekli yolcu arabası. 4. Eski
Loğusa kadın, loğusa. Avoir une couche, en tenir model uçak (Les coucous de la guerre 1914). S.
une couche: hlk. Biraz budalaca olmak, pek bön ünl. Hu! Kuku!
olmak, safça olmak. Déshonorer la couche coude er. 1. Dirsek (S'appuyer sur le coude). 2.
conjugale: Eşine ihanet etmek, harama uçkur Dönemeç, kıvrıntı (Coude d'un fleuve. La rivière
çözmek. Faire fausse couche: Çocuk düşürmek. fait un coude en contournant la colline). § L'huile
Partager la couche de qn: -ile bir yatağı de coude: Enerji, çaba (Mettre de l'huile de coude
paylaşmak, -ile yatmak, pourparveniràunrésultat). Coudeàcoude: 1 .bel.
coucher gçl. 1. Yatağa yatırmak (Coucher un Dirsek dirseğe, omuz omuza, yan yana
malade, un enfant). 2. Dayamak, yaslamak (Le (Travailler, lutter coude à coude). 2. er.
violoniste a couché sa joue sur son violon). 3. Yana Dayanışma, yardım (Un coude à coude fraternel).
yatırmak (La tempête a couché le bateau). 4. Yere Donner un coup de coude à qn, pousser qn du
yatırmak, yere sermek (Il faut coucher les coude: -e dirsek vurmak; -i dirseğiyle dürtmek.
bouteilles pour mieux conserver le vin. L'orage a Jouer des coudes: Kendine yol açmak, bir
couché les blés). 5. Rapora geçirmek, resmi bir kalabalıkta onu bunu itip kendine yol açmak.
belgede belirtmek (Couchez par écrit toutes ces Lever le coude: Çok içmek, durmadan içmek. Ne
remarques). 6. Yazmak, kaydetmek (Coucher pas se moucher du coude: Burnundan kıl
coursier 331 coussinet
aldırmamak, çok iddialı olmak. Se fourrer le doigt 2. gsz. Enayilik etmek, aptallık etmek,
dans l'œil jusqu'au coude: Korkunç yanılmak, saçmalamak,
çok yanılmak. Se serrer les coudes: Safları couinement er. 1. Gıcırdamak (Le couinement d'un
sıklaştırmak, dayanışmaya girmek, birbirine tiroir, d'une porte). 2. Zırlama, dırlama,
yardımcı olmak, mızmızlanma (Le couinement d'un enfant).
coudée diş. Dirsekten orta parmağın ucuna değin couiner gsz. 1. tkz. Hırlamak (Le chien a couiné
eski bir ölçü, arış. § Avoir ses coudées franches: quand je lui ai marché sur la patte). 2. hlk.
İstediği gibi davranmakta serbest olmak, karışanı Gıcırdamak (Laporte couine). 3. hlk. Zırlamak,
edeni olmamak. Dépasser qn de cent coudées: dırlamak (Il n'a pas cessé de couiner).
-den kat kat üstün olmak, coulage er. 1. Akma, su sızdırma (Coulage d'une
cou-de-pied er. Ayağın üst ve tümsek yeri, ağım. lessive). 2. Döküm, dökme işi (Coulage d'une
couder gçl. Dirsek gibi bükmek (Couder une barre statue, de pièces céramiques). 3. Savurganlık;
de fer). savurma, çarçur etme (La maîtresse de maison se
coudoiement er. Sık sık görme, yakından görüşme, plaint du coulage).
coudoyer gçl. 1. Dirsek vurmak. 2. Dirsek dirseğe coulant,e s. 1. Akan, akıcı, çabuk sızan. 2. Hafif,
gelmek. 3. Değerek geçmek, sürtünerek geçmek içimi hoş (Vin coulant). 3. Akıcı, rahat (Un style
(Coudoyer les inconnus dans la foule). 4. Sık sık coulant). 4. Yumuşak, hoşgörülü (Leprofesseur
görmek, yakından görüşme olanağı olmak (Au se montre coulant). 5. Kaygan, çabuk çözülen (Un
ministère, il coudoie toutes sortes d'hommes nœud coulant). 6. er. Sürme halka (Le coulant
politiques). 5. -e çok yakın olmak (La bêtise d'une ceinture). 7. bitb. Sürgün (Le coulant des
coudoie la méchanceté). fraisiers). 8. er. argo. Süt. 9. diş. argo.
coudraie diş. Fındıklık. Belsoğukluğu. 10. İşlek yazı, resim,
coudre gçl. Dikmek (Coudre une robe, un vêtement. coule diş. 1. Kukuletalı rahip giysisi. 2. Çarçur
Coudre un bouton à un vêtement, une marque sur etme, savurganlık. § Etre à la coule: Gözü açık
du linge. Coudre à la main, à la machine. Coudre olmak, her şeyin püf noktasını bilmek; işini
une plaie). § Machine à coudre: Dikiş makinası. bilmek, çıkar sağlamanın yolunu bilmek,
coudrier er. Fındık ağacı (Plantation de coudriers). coulé er. 1. müz. Notalar arasındaki bağ çizgisi. 2.
couenne diş. 1. Kazınmış domuz derisi. 2. Derideki (Dansta) Kaydırma adım. 3. (Bilardoda) Vuruş,
leke, benek. 3. argo. Deri. § Se faire racler la coulée diş. 1. Eğik ve bitişik yazı. 2. Kalıba dökme,
couenne: Traş olmak, sakalı kazıtmak. Se gratter döküm ( La coulée d'un métal) ,3.Akma;akanşey
la couenne: hlk. Traş olmak, sakal traşı olmak. (Une coulée de lave).
couenneux,euse s. 1. Domuz derisine benzeyen. 2. couler gsz. 1. Fışkırmak, çıkmak (L'eau qui coule
hek. Zarh (Angine couenneuse). d'unesource. Lesangquicouled'uneblessure). 2.
couette diş. 1. Boru süzgeci. 2. Gemi tezgâhı. 3. Akmak (Le fleuve coule lentement). 3. Batmak
Küçük kuyruk. 4. Tüy yatak (Coucher sur une (Le bateau a coulé). 4. Dolaşım yapmak,
couette). 5. (Trende) Kuşet, dolaşmak ( Le sang coule dans les veines). 5. Kay ıp
couffe diş. 1. Küfe. 2. Küfe dolusu (Une couffe de gitmek, akmak, olduğu yerde durmamak
raisins). (L'argent lui coule des doigts). 6. Geçmek, geçip
couffin er. Küfe. gitmek (Le temps coule). 7. Sızdırmak, akıtmak,
coufiques. Kûfi (Ecriture coufique). akmak (Mon stylo coule. Ce tonneau coule de
couguar, cougouar er. Amerika'da yaşayan, Yeni toute part. Il a le nez qui coule). 8. gçl. Akıtmak,
Dünya aslanı denilen bir tür yırtıcı hayvan, puma. boşaltmak (Couler un liquide). 9. gçl. Dökmek,
couic ünl. Gık! ( On leur passait la corde au cou, et kalıba dökmek (Couler du bronze, du béton, une
couic! C'étaitfinipour eux). § N'y comprendre que statue). 10. gçl. Dökmek, -haline getirmek (Ildoit
couic, n'y voir que couic, n'y connaître que couic: couler ses idées dans des mots). 11. gçl. Yavaşça
Hiçbir şey anlamamak, hiçbir şey görmemek, sokmak, sokuvermek (J'ai coulé ma clef dans la
hiçbir şey bilmemek, serrure). 12. gçl. Geçirmek, sürmek (Couler une
couilles diş. ç. argo. Testis, taşak. § A voir des touilles vie heureuse, une existence paisible). 13. gçl.
au cul: argo. Cesur olmak, taşaklı olmak, gözünü Batırmak, sulara gömmek ( Couler un navire). 14.
budaktan sakınmamak, gçl. Bitirmek, tüketmek, batırmak (Couler une
couillon s. ve er. hlk. Aptal, enayi dümbeleği, fortune, un commerce). 15. gçl. Couler qn: Birini
couillonnadediş. argo. Aptallık, enayilik, başarısızlığa uğratmak, gözden düşürmek,
couillonnergç/. 1. Aldatmak, enayi yerine koymak. batırmak. § Couler de source: Doğal olarak
coursier 332 coussinet
iki av birden vurma. Coup sale: Büyük bir zarar, çok öfkelenmek. Avoir un bon coup de fourchette:
büyük bir darbe (Sa mort est un coup sale pour la Tıka basa yemek. Avoir un coup dans le nez:
famille). Coup de chance, coup de veine: Şans, Çakırkeyif olmak. Avoir le coup de pompe: tkz.
talih, baht. Coup d'air: Soğuk algınlığı. Coup de Mahvolmak. Boire un coup: Bir kadeh atmak.
bambou: Cinlenme, huylanma, kızma. Coup de Compter les coups: Bir çatışmanın dışında kalarak
chapeau: Şapka çıkararak verilen selâm. Coup de gelişmeleri izlemek. Donner le coup de grâce à qn:
ciel: Tanrının lütfü. Coupdechien: Hırgür, kavga. -e son darbeyi indirmek. Donner un coup de fil à
Coup de grâce: Öldürücü darbe, son darbe. Coup qn: -e telefon etmek. Donner un coup de sabre à
de fortune: Talihin tecellisi. Coup de main: qn: argo. -ile cinsel ilişkide bulunmak. Donner le
Yardım. Coup de maître: Usta işi. Coup de sang: coup de pouce: tkz. Terazinin kefesine vurup ağır
Kan boğması, beyin kanaması. Coup de soleil: getirmek. En mettre un coup: Büyük bir çaba
Güneş çarpması. Coup de mer: Deniz tutması. göstermek. Etre dans le coup: İşin içinde olmak,
Coup de filet: Tarama, polisin yaptığı tarama. olaya karışmış olmak. Etre aux cent coups: Çok
Coup et blessures: huk. Müessir fiil. Coup de kaygılı olmak; kaygılar, korkular içinde olmak.
foudre: Yıldırım aşkı. Coup d'essai: İlk deneme, En mettre un coup, en ficher un coup: Yeğin
sınama. Coup d'Etat: Hükümet darbesi. Coup de çalışmak. En prendre un coup: 1. Hasara
tête: Delice bir davranış, çılgınca bir hareket. uğramak, zarar görmek. 2. Kolu kanadı kırılmak.
Coup de théâtre: Beklenmedik bir değişme, Faire le coup de deux: argo. İki karısı olmak, hem
beklenmedik bir olay. Coupd'œil: 1. Şöyle bir göz karısı hem metresi bulunmak. Faire coup double:
atıverme, bakıverme. 2. Görünüm, "manzara. 1. argo. İki kez üst üste cinsel ilişkide bulunmak.
Coup dur: Güç iş. Coup de pouce: Şöyle ufak bir 2, (Avda) Bir vuruşta iki av öldürmek. 3. argo.
yardım. Coup d'éclat: Büyük yankılar uyandıran İkiz doğurmak. Faire un coup de guiseau: argo.
yürekli bir hareket. Coup de Jarnac: Haince, Cinsel ilişkide bulunmak. Faire d'une pierre deux
alçakça bir iş. Coup du père François: Hainlik. coups: Bir taşta iki kuş vurmak. Faire les quatre
Coup de pied de l'âne: Alçakça, haince bir cents coups: Bohem hayatı yaşamak, derbeder
davranış. Coup de pied au derrière, au cul: yaşamak, nerde akşam orda sabah yaşamak.
Tekme, kıça tekme. Coup de poing: Yumruk. Manquer, rater son coup: Başaramamak,
Coup d'épée dans l'eau: Boş çaba. Coup de fil: düşündüğünü gerçekleştirememek. Monter le
Telefon, telefon konuşması. Coup franc: coupa qn: -i aldatmak, oyuna getirmek. Marquer
(Futbolda) Serbest vuruş, frikik. Coup sur coup: le coup: İşi açığa dökmek, açıkça belirtmek.
Üst üste, art arda. Le mauvais coup: Hainlik, Offrir, payer un coup à qn: -e bir kadeh içki
kötülük (Il médite encore un mauvais coup). A ısmarlamak. Porter un coup à: -e darbe indirmek,
coup sûr: Kuşkusuz, muhakkak ki. Après coup: İş halel getirmek, gölge düşürmek. Risquer, tenter
işten geçtikten sonra. A coup de: l.-ile (Battre à le coup: Şansım denemek. Tenir le coup:
coup de fouet, tuer à coup de couteau, frapper à Dayanmak, direnmek, dayanıklılık göstermek.
coup de pied). 2.-yardımıyla (Traduire un texte à Valoir le coup: Değmek, zahmetine değmek (Ça
coup de dictionnaire). A chaque coup, à tous les ne vaut pas le coup).
coups: Her defasında. Ce coup-ci: Bu defa, bu
coupables, vead. 1. Suçlu (Il se sent coupable. C'est
kez. Encore un coup: Bir defa daha. Du coup:
lui le coupable). 2. Ayıp, utanılacak (Commettre
Sonunda, o zaman ( On lui a demandé des preuves,
une action coupable). 3. Coupable de: -den
du coup, il a été bien embarrassé). Du même coup:
sorumlu (Il est coupable de cet échec).
Bu arada, fırsat doğmuşken (J'irai en voiture, du
coupage er. 1. Kesme. 2. İçki karması.
même coup, je pourrai vous emmener). Pour le
coupant, e s. 1. Kesen, kesici, keskin (Une lame
coup, pour un coup: Bu kez, nasılsa bir kerecik
coupante). 2. Sert, kesin (Paroles coupantes, une
(Pour un coup, vous êtes à l'heure). Sous le coup
voix coupante). 3. er. Keskinlik. 4. er. Keskin
de: Etkisiyle, etkisi altında (Je suis encore sous le
taraf, ağız.
coup de cette émotion). Sur le coup: Şıppadak,
coup-de-poing er. 1. Muşta. 2. Bir çeşit delgi.
derhal ( Il est mort sur le coup). Sur le coup de midi,
coupe diş. 1. Ayaklı bardak, bardak, kupa (Une
au coup de midi: Öğleye doğru, öğle sıralarında.
coupe de cristal). 2. Bardak dolusu, bardak (ila bu
Sans coup férir: Silah patlamadan, kan
deux coupes de vin). 3. Ayaklı tabak (Coupe à
dökülmeden, kimsenin burnu kanamadan. Tout
fruits. Une coupe de crème, une coupe de
d'un coup, tout à coup: Birdenbire, ansızın.
compote). 4. (Sporda) Kupa (Remettre une coupe
Attraper le coup de sang: Kanı beynine sıçramak,
à une équipe gagnante). 5. Kupa maçı (Coupe de
coursier 334 coussinet
Turquie de football). 6. Ağaç kesme, kesim condamné). 5. Kesmek, geçmesine engel olmak
(Coupe dans une forêt, coupe de bois). 7. (Couper l'eau, le gaz, l'électricité). 6. Yarıda
Kesilecek orman alanı. 8. Biçme, ekin biçimi (La kesmek (Couper une conversation, l'émission,
deuxième coupe n 'a pas donné defoin cette année). une communication téléphonique). 7. Uçurmak,
9. (Terzilikte) Biçki, kesim ( Un complet d'une très atmak, kullanılmaz duruma getirmek (Couper les
bonnecoupe. Apprendre lacoupe. Suivre les cours ponts, les voies ferrées). 8. Kesmek, artık
de coupe). 10. Saç kesme, traş (Une coupe de vermemek (Couper les crédits à un commerçant).
cheveux). 11. (Dizelerde, tümcede) Durak, 9. Bıçak gibi kesmek (Le froid coupe le visage).
durgu (Trouver les coupes dans un vers). 12. hek. 10. Kesmek, bölmek, parçalara ayırmak (Couper
Kesi (Examiner une coupe de tissu. Une coupe du pain, du fromage, delà viande, un gâteau). 11.
histologique au microscope). 13. Kulaç atma, (İçkiyi) Sulandırmak, su katmak, yoğunluğunu
kulaçlama, yüzme. 14. Çeşme yalağı. 15. azaltmak (Couper son vin, couper du lait). 12.
(İskambilde) Kâğıt kesme (Après la coupe, on Kesmek, geri göndermek (Couper une balle de
distribue les cartes). 16. Kesit (Coupe d'une tennis). 13. (İskambilde) Kozla almak, kesmek
maison, d'un navire). 17. Sulta, boyunduruk, (Couper une carte, je coupe le carreau). 14.
egemenlik. § Coupe sombre: Büyük kısıntı (Faire Kesmek, bastırmak (Couper l'appétit, couper la
des coupes sombres dans le budget, dans le faim). 15. Sayfalarını açmak (Couper un livre).
personnel). Coupe réglée: (Ormanda) Düzenli 16. Couper qch en: -e bölmek, ayırmak ( Couper la
kesim, belirli aralıklarla kesim. Boire la coupe viande en petites tranches. Couper un gâteau en
jusqu'à la lie: Kahrın daniskasını görmek, acının quatre morceaux). 17. Couper à qch: -eyan
son kertesini tatmak. Etre, se trouver sous la çizmek; den kaçmak, kurtulmak (Couper à une
coupe de: -in sultası, boyunduruğu, egemenliği corvée). 18. Kesmek, keskin olmak (Ce couteau
altında bulunmak. Mettre qch en coupe réglée: 1. ne coupe pas bien). 19. Kestirmeden gitmek
-de belirli aralıklarla kesim yapmak (Mettre une (Couper par un sentier). 20. Couper qn de qch:
forêt en coupe réglée). 2. mec. Sağmal inek gibi Birini -den yalıtmak; -ile olan tüm bağlarını
kullanmak, habire angarya yükleyip durmak. kesmek (On nous avait coupés de nos familles.
Prendre qn sous sa coupe: -i sultası altına almak. Couper une armée de ses bases). § A couper au
Tomber sous la coupe de: -in sultası, couteau: Yoğun, kalın (Un brouillard à couper au
boyunduruğu, egemenliği altınagirmek.Ilya loin couteau). Couper les vivres à qn: -e artık
de la coupe aux lèvres: Elle ağız arasında kırk yıllık bakmamak; -in artık geçimini sağlamamak.
yol var; her umulan kolay kolay sağlanamaz, Couper les bras à qn; couper bras et jambes à qn:
coupé er. 1. Kupa arabası, payton. 2. (Vagonlarda) -in kolunu kanadını kırmak. Couper les cartes:
Tek kanepeli bölme 3. Bir dans adımı, (İskambilde) Kâğıtları kesmek. Couper les
coupe-choux er. 1. Manastır uşağı. 2. Kısa kılıç, cheveux en quatre: Kılı kırk yarmak, büyük
coupe-cigare er. Puro makası, puro keseceği, titizlik göstermek. Couper ses effets à qn: -in
coupe-circuit er. Elektrik sigortası, fiyakasını bozmak, cakasını bozmak. Couper la
coupe-coupe er. Tahra, parole à qn: -in sözünü kesmek. Couper le sifflet à
coupée diş. (Gemilerde) İskele kapısı, qn: Birinin konuşmasını birdenbire kesmek.
coupe-file er. Polis kordonundan geçme kâğıdı, izin Couper le souffle à qn: -i şaşkına çevirmek, ne
belgesi, geçiş kâğıdı (Coupe-file d'un journaliste). yapacağım bilemez duruma getirmek. Couper
coupe-gorge er. Tehlikeli yer; batakhane, l'appétit à qch: -in iştahını kesmek. Couper le
coupe-jarret er. Haydut, eşkıya, chemin à qn: -in yolunu kesmek, önüne geçmek.
coupe-légumes: Sebze doğrama bıçağı, Couper court: Kısa kesmek. Couper courtàqch: -i
coupellation diş. (Altın yada gümüşü ayırmak için) fazla uzatmamak, -e son vermek. Donner sa têteà
Kal işi. couper: (And içerken) Kellesini kestirmek. Y
coupelle diş. (Altın ya da gümüş için) Kal potası, couper de qch: -den kurtulmak, paçasını sıyırmak
coupe-papier er. Kâğıt keskisi, kitap açacağı, (Iln'y coupera pas d'une punition). §Secouper: 1.
couper gçl. 1. Kesmek (Couper quelque chose avec Kesişmek, birbirini kesmek (Les deux routes se
un couteau, une hache, des ciseaux). 2. Biçmek coupent avant le pont). 2. Bir dediği bir dediğini
(Couper une robe, une étoffe). 3. Biçmek, tutmamak, kendi kendini yalanlamak (Tu te
kesmek, kesip koparmak (Couper de l'herbe, du coupes toujours). 3. Bir yerini kesmek (Il s'est
foin, du bois, les blés). 4. Uçurmak, kesmek, coupé en se rasant. Se couper à la main, audoigt). §
koparmak (Couper la tête, le cou, la gorge d'un Se couper en quatre pour qn: -için saçını süpürge
coursier 335 coussinet
etmek; uğruna kendini helâk etmek, her türlü Cassation: Yargıtay, "Temyiz mahkemesi. Cour
fedakârlığa katlanmak; -için canını vermek, de Cassation militaire: Askeri Yargıtay. Cour de
couperet er. Satır. Justice Internationale: Uluslararası Adalet
couperose diş. 1. Halkın türlü sülfatlara verdiği ad. Divanı. Cour des Comptes: Sayıştay,
2. hek. Kırmızı ergenlik. § Couperose blanche: °Divarumuhasebat. Cour des prises maritimes:
Çinkosülfatı, çinko tuzu. Couperose bleue: Bakır Deniz müsadere mahkemesi. Cour martiale:
sülfatı, göz taşı. Couperose verte: Demir sülfatı, Sıkıyönetim mahkemesi, °Divanı harp. Haute-
zaç. Cour:Yüce Divan, "Divanıâli. Cour de sûreté de
couperosé, e s. Kırmızı ergenliği olan, kırmızı l'Etat: Devlet güvenlik mahkemesi). 3. Saray,
benekli, kızarık (Un teint couperosé, un visage hükümdar sarayı (Aller à la cour. La noblesse de
couperosé). cour). 4. Saray erkânı, Hükümdarın maiyeti
coupeur, euse ad. (Giysi için) Biçici (Une habile (Toute la cour assistait à la cérémonie). 5. Une
coupeuse). § Coupeur de bourses: Yankesici. Un cour de: Bir sürü... (Une cour d'admirateurs,
coupeur de cheveux en quatre: Kılı kırk yarıcı, çok d'adorateurs). § Etre bien en cour: Gözde olmak,
titiz (Kimse), hükümdarın sevgisini kazanmış olmak, Faire la
coupe-vent er. Havanın direncini kesmek için cour à qn: -in gözüne girmeye çalışmak, -e
taşıtların ön tarafına konulan ortası keskin köşeli yaltaklanmak. Faire la cour à une femme: Bir
siper; *yelkıran. kadına kur yapmak. § Si tu veux la fille, fais la cour
couplage er. (Teknikte) Birleştirme, takma, à la mère: Kaleyi içten fethetmek gerek; kızla
takıştırma, kurma, evlenmek istiyorsan önce anasının gönlünü yap.
couple diş. 1. tkizli bağ, ikizli tasma. 2. er. Çift, iki courage er. 1. Yüreklilik, gözü peklik, "cesaret (Se
(Une couple d'œufs). 3. er. (Biri erkek biri dişi) battre avec courage). 2. Çaba, gayret. 3. mec. Katı
Çift (Un couple de pigeons, de renards. Les yüreklilik (Je n'ai pas le courage de lui refuser cette
couples valsaient. Un couple bien assorti). 4. er. aide). § Avoir le courage de f. qch: I . -mek
(Mekanikte) Karşılıklı çift kuvvet. 5. er. cesaretine sahip olmak, -meye cesareti olmak. 2.
(Gemilerde) Kaburga, -mek katı yürekliliğini göstermek, -cek kadar katı
coupler gçl. 1. ikizli tasmayla bağlamak, ikişer yürekli olmak. Donner du courage à qn: -e cesaret
ikişer bağlamak (Coupler les chiens). 2. Birbirine vermek; -i yüreklendirmek; -in moralini
bağlamak ( Coupler deux bateaux, deuxpéniches). yükseltmek. Faire preuve de courage, montrer du
couplet er. 1. ed. Bir şarkıyı meydana getiren ve bir courage: Cesaret göstermek. Perdre son courage:
nakaratla sona eren bölümlerden her biri, °kıta Cesaretini yitirmek. Rassembler tout son
(Une chanson de trois couplets). 2. Reze ile bağlı courage: Bütün cesaretini toplamak,
iki demir kol. 3. tkz. Nakarat, her zaman söylenip courageusement bel. 1. Yiğitçe, cesaretle. 2.
durulan şey (Il nous a encore casé son couplet sur Yılmadan, çalışıp çaba göstererek,
les jeunes d'aujourd'hui). courageux, euse s. 1. Yiğit, yürekli, cesur (Un
coupoirer. Keski. homme courageux). 2. Cesurca, korkusuz (Une
coupole diş. 1. Kubbe tavanı. 2. Kubbe. § Entrer, réponse courageuse pour l'étude).
être reçu sous la Coupole: Fransız Akademisi'ne courailler gsz. tkz. 1. Sürtüştürüp durmak,
üye seçilmek, girmek, sürtmek, sağa sola koşup durmak. 2. Daldan dala
coupon er. Kupon. konmak, gönül eğlendirmek, çapkınlık etmek,
coupure diş. 1. Kesik, bıçak yarası (Coupure au couramment bel. 1. Rahatça, kolayca, hiç
doigt, au visage). 2. Kesilme, kopma, kopukluk takılmadan (Parler couramment une langue
(Il sentit la coupure entre son passé et l'avenir). 3. étrangère). 2. Sık sık, genel olarak, her an (C'est
Makaslama, bir metinden çıkarılıp atılan parça. une question qu'on me pose couramment. Cela se
4. * Kesik, gazete yada dergilerden kesilip fait couramment).
saklanan parça (Coupures de journaux). 5. Kâğıt courant, es. 1. Koşan (Chien courant). 2. Günlük,
para (Une coupure de mille francs). 6. Kesilme, gündelik, her zamanki (Affaires courantes.
geçici bir süre için kesilme (Il y aura une coupure Langage courant). 3. İçinde bulunulan (Le mois
de gaz de quatre heures à cinq heures). § Faire la courant, l'année courante). § Compte courant:
coupure: tkz. Lâfı çevirmek, Cari hesap. Ecriture courante: İşlek yazı. Main
cour diş. 1. Avlu (Les enfants jouent dans la cour). 2. courante: 1. Gündelik defter. 2. (Merdivenlerde)
Mahkeme (Cour d'appel: İstinaf mahkemesi. Parmaklık küpeştesi. Monnaie courante: Geçer
Cour d'assises: Ağır ceza mahkemesi. Cour de akçe. Prix courant: Piyasa rayici, rayiç fiyat.
coursier 336 coussinet
courant er. 1. Akıntı (Courants marins: Deniz altına almak. § Se courber: 1. Eğilmek, bükülmek
akıntıları). 2. Akım, cereyan (Courantélectrique, (Se courber pour saluer. Il s'est courbé en deux). 2.
courant alternatif, courant continu). 3. mec. mec. Baş eğmek, tâbi olmak,
Akım, hareket (Les courants de l'opinion. Un courbette diş. 1. ( At için) Hafifçe şahlanma. 2. mec.
courant littéraire). 4. Elektrik akımı, cereyan ç. Yerlere kadar eğilme. § Faire des courbettes
(Couper, rétablir le courant). 5. Yer değiştirme, devant qn, à qn: Birinin karşısında yerlere kadar
göç (Courant de populations). § Courant d'air: eğilmek; birine çok dalkavukluk etmek,
Hava akımı, cereyan. Au courant de la plume: yaltaklanmak,
Kaleminin ucuna geldiği gibi, rahatça (Il écrit au courbure diş. Eğrilik (Courbure d'une ligne). §
courant de la plume). Dans le courant de: -içinde, Double courbure: S biçiminde kıvrım,
süresinde, süresi içinde (Dans le courant de cette coureur er. 1. Koşucu. 2. Yarış atı. 3. Ulak. 4.
semaine, de ce mois, de cette année). Etre au Serseri. 5. Çapkın, sefih, hovarda (C'est un vieux
courant de qch: -den haberi olmak (Il n'est pas au coureur). 6. ç. hayb. Koşucu kuşlar. § Coureur de:
courant de ce qui se passe). Mettre, tenir qn au 1.Müdavim (Un coureur de cafés, decinémas). 2.
courant de qch: Birini -den haberli kılmak. Bir -ardından koşan (Coureur de filles).
şeyi -e bildirmek (Il m'a mis au courant de toutes coureuses, ve diş. 1. diş. Düşük kadın, hafifmeşrep
les discussions). Remonter le courant: Bir kadın. 2. s. Oynak, fingirdek, çapkın (Elle est un
hareketin, bir akımın tersine hareket etmek; peu coureuse).
tepki göstermek. Suivre le courant: Herkes gibi courge diş. 1. Balkabağı; kabak. 2. hlk. Enayi,
hareket etmek, herkesin gittiği yoldan gitmek, aptal, "kabak gibi adam.
işin kolayına kaçmak, courgette diş. Dolmalık kabak (Courgettes farcies:
courante diş. 1. Eski bir dans. 2. İşlek yazı. 3. tkz. Kabak dolması).
Sürgün, ishal, courir gsz. 1. Koşmak (Les enfants courent dans la
courbatu, e s. Çok yorgun, bitkin (Je me sens rue). 2. Yarışa katılmak, yarışmak (Ce cheval est
courbatu). trop vieux pour courir). 3. Koşuşturmak,
courbature diş. (Organlarda duyulan) Tutulma; araştırmak, koşuşturup durmak (J'ai couru
kırıklık (Ressentir une courbature dans le dos, partout pour trouver un médicament). 4. Hızlı
dans tout le corps). akıp gitmek (L'eau court dans ce canal). 5.
courbaturé, e s. Bir yerleri tutulmuş, üstünde bir Sürmek, geçerli olmak, "devam etmek (Le délai
kırıklığı olan (Je suis revenu tout courbaturé de court jusqu'à la fin du mois). 6. Uzayıp gitmek,
cette promenade en montagne). boyunca gitmek (Le sentier court sur la falaise). 7.
courbaturer gçl. Kırıklık vermek, tutulmaya Dolaşmak, yayılmak (Ne vous fiez pas aux
uğratmak (Le froid m'a courbaturé les épaules). rumeurs qui courent. D'après les bruits qui
courbe diş. geom. 1. Eğri, "kavis (L'axe d'une courent, il ne tardera pas à démissionner). 8. Hızlı
courbe. La route fait une courbe). 2. Grafik, eğri geçip gitmek, su gibi geçmek (Les années
(Courbe de la production, dessalaires, desprix). § courent). 9. Courir après: -in ardından koşmak
Courbe de niveau: coğr. Eşyükselti eğrisi, (Courir après la fortune, après le succès, après les
yükseldik eğrisi; "tesviye münhanisi. 3. s. Eğri. femmes). 10. Couriràqch: -e doğru koşmak, hızla
(Une ligne courbe. Une arbre aux branches yol almak (Il court à sa perte, à sa ruine). 11.
courbes). Courir sur: (Yaş için) -e yaklaşmak (Il court sur
courbé, e s. Beli bükülmüş, kamburlaşmış (Un ses soixante ans). 12. gçl. Ardından koşup
vieillard courbé). yakalamaya çalışmak (Les petits enfants me
courbementer. Eğrilme,eğriltme;eğilme,eğiltme; courent dans la rue). 13. gçl. Kovalamak (Courir
bükme, bükülme, le cerf, le sanglier). 14. gçl. -yarışına katılmak,
courber gçl. 1. Eğriltmek (Courber une baguette). 2. -için koşmak (Courir le grand prix. Courir le cent
Eğmek (Courber le dos, la tête). 3. Bükmek mètres). 15. gçl. Maruz kalmak, karşı karşıya
(Courber au feu une barre defer). 4 .gsz. Eğilmek, bulunmak (Tu cours un grand danger). 16. gçl.
beli bükülmek (Courber sous le poids). § Courber Ardından koşmak, aramak (Courir les
la tête, le front: Baş eğmek, boyun eğmek, tâbi aventures). Yİ. gçl. Dolaşmak (Courir la ville, les
olmak. Courber la tête devant qn: -karşısında bois, les rues, le monde). 18. gçl. Sık sık gitmek
boyun eğmek, dize gelmek (Il ne courbera pas la (Courir les cinémas, les cafés). 19. gçl. Courir qn:
tête devant la force). Courber qn sous sa loi, sous hlk. Canını sıkmak (Tu me cours avec tes bêtises).
sa volonté: Birini kendi egemenliği, buyruğu § Courir d'aventure en aventure: Serüvenden
coursier 337 coussinet
serüvene koşmak. Courir à toutes jambes: Var ont été couronnés d'un grand succès). § Se
gücüyle koşmak. Courir ventre à terre: (At için) couronner: 1. Taçlanmak, üstünde bir taç gibi
Karnı yere değercesine koşmak, dolu dizgin durmak. 2. (At için) Dizinden yaralanmak,
koşmak. Courir deux lièvres à la fois: tki karpuzu courre gçl. Koşturmak, ardından kovalamak,
bir koltuğa sağdırmaya çalışmak, iki işi bir arada ardına düşmek (M. le duc préfère courre la bête
yürütmek. Courir sur le système à qn, sur le noire). § Chasse à courre: Sürek avı.
haricot à qn: -in damarına basmak, canını sıkmak, courrier er. 1. Özel ulak, "kurye. 2. Mektup, telgraf
tepesini attırmak. Faire courir qch: 1. Koşturmak gibi posta ile gelen evrak, posta (Le facteur a
(Faire courir un cheval). 2. Çıkarmak, distribué le courrier. Le courrier est arrivé. Lire
dolaştırmak, yaymak (Faire courir un bruit, des son courrier. Je passe prendre mon courrier.
rumeurs, une fausse nouvelle). Envoyer son courrier). 3. Posta; ulaşım (Courrier
courlis, courlieu er. hayb. Kervançulluğu. maritime, courrier aérien).
couronne diş. 1. Baş çelengi (Couronne de fleurs courroie diş. Kayış; kolan.
d'oranger). 2. Taç (Couronne royale, couronne courroucer gçl. Öfkelendirmek, kızdırmak. § Se
impériale). 3. Taht (La Couronne d'Angleterre). courroucer contre: -e öfkelenmek (Son cœur se
4. (Kimi rahiplerde) Tepe traşı. 5. (Atta) Tırnak courrouce contre l'injustice).
üstü. 6. Demir çember. 7. Diş kapçığı, diş tacı. 8. courroux er. Öfke, "gazap,
Tekmerkezli iki çember arasındaki yüzey. 9. cours er. 1. Akıntı, akış (Le cours d'un fleuve). 2.
Yarım çember biçiminde istihkâm. 10. Çeşitli Dönme, devinme, hareket (Cours du Soleil, de la
ülkelerde para birimi, kuron. 11.Kağıt forması Lune). 3. Gelişme, seyir (Le cours des
(0,46x0,36). 12. mec. Hükümdarlık (Donner la événements, de la vie). 4. Geçerlik (Cettemonnaie
couronne à quelqu'un). 13. Şeref. 14. Ödül. 15. n'a plus cours). 5. Fiyat (Les cours sent en baisse,
Ayça,°hâle (Couronne d'une aurore boréale). 16. en hausse). 6. Rayiç (Cours de change: Kambiyo
gökb. Taç (Couronne Australe: Güneytacı. rayici. Cours de bourse: Borsa rayici. Cours du
Couronne Boréale: Kuzey tact. Couronne solaire: marché: Piyasa rayici). 7. Ders, kurs (Donner,
Güneştacı). § Couronne d'épines: İşkence, acı, faire un cours. Suivre un cours à la faculté. Cours
ızdırap. Donner, décerner une couronne à qn: -e dusoir. Cours par correspondance). 8. Ders notu,
bir ödül vermek, nişan vermek. Déposer une ders notu kitabı (Cours polycopié). § Le cours
couronne à qch: -e bir çelenk koymak, d'eau: Akarsu. Au cours de: -sırasında, boyunca
couronné, e s . 1. Ödül almış, ödüllendirilmiş (Il est resté honnête au cours de sa carrière, de toute
(Ouvrage couronné). 2. Dizinde yuvarlak bir yara sa vie). Avoir cours: Geçerli olmak, yürürlükte
bulunan (Cheval couronné). § Tête couronnée: olmak, kullanılmak (Ces usages n'ont plus cours).
Hükümdar, taçlı, taç sahibi, Donner libre cours à: -tutamamak, dökmek,
couronnement er. 1. Taç giyme, taç giydirme boşaltmak (Donner libre cours à ses larmes, à sa
(Couronnement d'un roi). 2. En yüksek nokta, colère). Faire cours: Ders vermek. Suivre son
son (Ce succès fut le couronnement de sa carrière). cours: Normal olarak gelişmek, "normal seyrini
3. Ödüllendirme; ödüllendirilme. 4. Tepelik; bir takip etmek (La maladie suit son cours). Voyage
yapının, bir mobilyanın üst kısmı (Couronnement au long cours: Uzak ülkelere gezi, uzun yolculuk.
d'un édifice, d'un meuble). course diş. 1. Koşma, yarış, koşu (Course de cent
couronner gçl. 1. Çelenk yada taç giydirmek mètres, course de vitesse, course de chevaux.
(Couronnerunroi, unprince). 2.Couronnerqnde Course d'obstacles). 2. Yarış, yarışma, müsabaka
qch: Birine -den çelenk takmak (Couronner une (Course de bicyclettes, d'automobiles). 3.
jeune fille de fleurs). 3. Ödüllendirmek, ödül Yürüyüş, gezi (Faire une longue course en
vermek (Couronner un livre, un ouvrage). 4. montagne). 4. At yarışı alam, koşu meydanı,
Taçlandırmak, taç gibi durmak (La blancheur de hipodrom (Aller aux courses). 5. "Müşterek bahis
ses cheveux couronnait son front jeune). 5. (Jouer aux courses). 6. Korsanlık, deniz akıncıhğı
Kaplamak, örtmek, sarmak (Une magnifique (Guerre de course). 7. Alış veriş (On a fait des
verdure couronnait les sommets). 6. Dizinden courses dans les magasins). 8. Seyir, dolaşma,
yaralamak (Couronner un cheval). 7. (Alayh) devinme (La course des nuages dans le ciel). §
Tamam etmek, eksiğini bırakmamak, üstüne tüy Course de taureaux: Boğa güreşi. Course au
dikmek (Et pour couronner le tout, il arrive en clocher: Engelli at yarışı. Au pas de course: Koşar
retard). 8. Etre couronné de qch: -ile taçlanmak, adımlarla. Etre à bout de course: Bitmek,
-ile sonuçlanmak, -ile ödüllendirilmek (Ses efforts tükenmek, takati kalmamak. Etre dans la course:
coursier 338 coussinet
Olup bitenlerden haberli olmak, işin iç yüzünü yaptırmak (L'éclairage de la pièce a été court-
bilmek, ne yapması gerektiğini bilmek. Faire des circuité). 2. tkz. Kestirmeden gitmek,
courses: Alışveriş yapmak. Faire la course: formaliteleri bir yana bırakmak (Une démarche
Korsanlık yapmak, talan etmek, yağma yapmak, qui court-circuite la voie hiérarchique. Un
coursier er. 1. Savaş atı. 2. At. 3. Değirmen arkı. grossiste qui court-circuite les détaillants).
coursier, ère ad. 1. İş kovuşturan, kovuşturucu. 2. courtepointe diş. Pike, karyola örtüsü,
(Lokanta yada otel ve kahvelerde) Ayak işleri courtier, ère ad. Simsar, tellâl. § Courtier de
yapan yamak, galanterie: Muhabbet tellâlı, pezevenk,
courson, courçon er. Kısa budanmış ağaç dalı. courtilière diş. hayb. Kök kurdu,
court, e s. 1. Kısa (Robe courte, nez court). 2. Kısa courtine diş. 1. Yatak perdesi. 2. (İstihkâmda)
süren, kısa (La vie est courte. Un court entretien). Perde hattı.
3. Çabuk, süratli, kestirme (Le plus court courtisan er. 1. (Sarayda) Nedim, muhasip. 2. mec.
expédient). 4. tkz. Az, yetmez (Mille francs, c'est Dalkavuk, yaltakçı,
un peu court). 5. bel. Kısa; kısa olarak (Il m'a courtisane diş. Kibar fahişe,
coupé les cheveux court). § A court terme: Kısa courtisanerie diş. Dalkavukluk, yaltaklık,
vadeli. A courtes vues: Dar görüşlü (Un homme à courtiser gçl. 1. Dalkavukluk etmek (Courtiser les
courtes vues). Aller au plus court, prendre le plus grands, les riches). 2. Kur yapmak, gönlünü
court: Kestirmeden gitmek. Avoir la vue courte: çelmeye çalışmak (Courtiser une femme). §
Miyop olmak, uzağı iyi görememek. Avoir la Courtiser les Muses: Şiir yazmak,
mémoire courte: Çok unutkan olmak. Avoir court-jointé, e s. 1. Bilekleri kısa (Cheval court-
l'haleine, la respiration, le souffle court: Çabuk jointé). 2. Bacakları kısa (Faucon court-jointé).
tıkanmak, hemensoluğukesilmek. Couper court: courtois, e s. 1. Saraya değgin, saraya bağlı (Poésie
Sözü uzatmamak, kısa kesmek. Couper court à courtoise, littérature courtoise). 2. Çelebi, efendi,
qch: -e son vermek (Ilacoupé court à cette intrigue nazik, ince, kibar (Un homme courtois, un refus
sans issue. Un communiqué officiel a coupé court à courtois).
tous les commentaires). Demeurer, rester court: courtoisement bel. Çelebice, efendice, kibarca,
Ne söyleyeceğini bilememek, apışıp kalmak (Il est nezaketle.
resté court devant les objections). Etre à court de courtoisie<% Çelebilik, kibarlık, incelik, naziklik,
qch: -si olmamak, -den yoksun olmak, -sıkıntısı court-vêtu, e s. Kısa giysili, kısa giyinmiş (Des
çekmek, bulamamak (Il est à court d'argent. Etreà femmes court-vêtues).
court d'arguments, d'idées). Etre court de: -si kısa couru, e s. 1. Çok aranılan, ardından koşulan,
olmak (Etre court de jambes, de nez, de cou, de beğenilen (C'est un spectacle très couru). 2. tkz.
bras). Faire la courte échelle à qn: Birine omuz Kesin, kuşku götürmez, sağlam, tamam (II
vermek, destek olmak, yardım etmek. Prendre réussira, c'est couru).
qn de court: Birini hazırlıksız yakalamak, couscous er. Kuskus.
kıstırmak. Tourner court: Birdenbire yön cousette diş. Terzi çırağı genç kız, terzi kız.
değiştirmek, couseur, euse ad. 1. Dikişçi, dikiş diken (Kimse). 2.
court [ku«] er. İng. Tenis alanı, tenis kortu, diş. Cilt atölyelerinde formaları diken işçi kız.
courtage er. 1. Tellâllık, simsarlık. 2. Simsarlık cousin er. Bir sivrisinek türü, tatarcık,
ücreti. cousin, el. ad. Amca, dayı, hala ya da teyze çocuğu,
courtaud, es. ve ad. 1. Kuyruğu ve kulakları kesik yeğen (Bunlara cousins germains, bunların
(Un chien courtaud, un courtaud). 2. Kısa ve çocuklarına da cousins issus de germains denir). 2.
tıknaz, topuz gibi (Un paysan courtaud). mec. Dost, ahbap, arkadaş. § Le roi n'est pas son
courtauder gçl. Kulağını, kuyruğunu kesmek cousin: Kendini beğenmişin biri, kendini
(Courtauder un cheval, un chien). sadrazamın sol taşağı sanıyor,
court-bouillon er. İçinde bir yemek pişirilen et yada cousinage er. Kardeş çocukları olma hısımlığı, dayı-
sebze suyu. yeğenlik.
court-circuit er. 1. Kontak, elektrik kontağı, kısa cousiner gçl. 1. Birini "yeğenim" diye çağırmak,
devre (L'incendie a été causé par un court-circuit). yeğenim demek. 2. gsz. Senli benli davranmak (II
2. tkz. Doğrudan ilişki, aracısız iş, kestirme yol cousine avec tout le monde).
(La vente directe du producteur au consommateur coussin er. 1. Yastık, köşe yastığı. 2. Minder, küçük
est un court-circuit dans le système commercial). minder. 3. tekn. Yastık,
court-circuiter gçl. 1. Kontak yaptırmak, kısa devre coussinet er. 1. Küçük yastık. 2. tekn. Yastık.
coursier 339 coussinet
cousu, e s. Dikilmiş. § Cousu de fil blanc: Gün gibi ce que ça coûtera: hlk. Fiyatın önemi yok, fiyatı
ortada, belli, gözden kaçmayan (Malice, intrigue pek önemli değil. Coûte que coûte: Ne pahasına
cousue de fil blanc). Cousu main: Elde dikilmiş, olursa olsun, neye mal olursa olsun (Je dois, coûte
elde yapılmış (Des gants cousus main). Etre tout que coûte, quitter cette région).
cousu d'or: Para babası olmak, çok zengin olmak. coûteusement bel. Pahalı, pahalıya mal olarak, çoğa
Garder bouche cousue: Ağzını açmamak, tek mal olarak (Une maison coûteusement
kelime söylememek, aménagée).
coûter. 1. Maliyet (Coût d'une marchandise, d'un coûteux, euse s. 1. Pahalı, çoğa mal olan (Un
service). 2. Paha, bedel (Le coût d'une outillage coûteux, des vacances coûteuses). 2.
imprudence). 3. Pahalılık (Le coût de la vie mec. Tehlikeli, pahalıya alınan, sonu kötü (Cette
augmente. Indices du coût de la vie). démarche lui a été très coûteuse).
coûtants. Prix coûtant: Maliyet fiyatı. § Revendre à coutil er. Çadır bezi.
prix coûtant: Maliyet fiyatına satmak, kârsız coutreer. Saban demiri.
satmak. coutume diş. 1. °Âdet, gelenek (Les coutumes d'un
couteau er. 1. Bıçak (Couteau de table, couteau de peuple, d'une société). 2. Alışkı, alışkanlık (La
poche. Couteau à pain, à beurre, à dessert, à coutume est une seconde nature). § Us et
légumes). 2. hayb. Kamışböceği, denizçakısı. § coutumes: °Örf ve âdetler, gelenek ve görenekler.
Visage en lame de couteau: Çok zayıf yüz, kâğıt Mœurs et coutumes: Örf ve âdetler, gelenek ve
gibi surat. A couper au couteau: Kalın, çok yoğun görenekler. De coutume: Genel olarak, her
( Brouillard à couper au couteau ). Avoir le couteau zamanki, her zaman olduğu gibi (Il a mangé plus
sur la gorge: Tehdit altında hareket etmek, bir que de coutume. Il est moins aimable que de
şeyi zor altında yapmak, gözü korkmak. Etre à coutume). Avoir coutume de: -mek alışkanlığı
couteau tiré avec qn: Biriyle kanlı bıçaklı olmak, olmak (lin'apas coutume de manquer son rendez-
araları çok bozuk olmak. Enfoncer, plonger, vous). Une fois n'est pas coutume: Bir sürçen atın
planter le couteau dans: -e bıçak saplamak. Jouer başı kesilmez, bir kereyle insan gâvur olmaz.
du couteau: Eli bıçaklı olmak; bıçakla kavga coutumier,ère s. ve er. 1. Yapılagelen, alışılmış,
etmek. Mettre le couteau sur la gorge à qn: Birine olagelen, her zamanki (Les travaux coutumiers).
bir şeyi tehditle, zorla yaptırmak, gözünü 2. er. Bir ülkenin gelenek ve göreneklerini
korkutmak. Retourner, remuer le couteau dans la anlatan kitap. § Droit coutumier: Gelenek ve
plaie: Bir yarayı depreştirmek (Tu as remué le görenek hukuku.
couteau dans sa plaie). couture diş. 1. Dikiş (Couture d'un vêtement, d'une
couteau-scie er. Tırtıklı bıçak, chaussure. Couture à la main, à la machine). 2.
coutelas er. 1. Saldırma. 2. Büyük mutfak bıçağı, Dikilen şey, diki %(Elle est penchée sur sa couture).
coutelier er. Bıçakçı. 3. Dikişçilik, terzilik (Travailler dans la couture).
coutelier,ère s. Bıçakla ilgili, bıçağa değgin 4. Yara izi (Il a le visage marqué de plusieurs
(Industrie coutelière). coutures). § Sur toutes les coutures: Her
coutellerie diş. 1. Bıçakçılık. 2. Bıçak yapımevi, bakımdan, her açıdan, her yönden (Examiner un
coûter gçl. 1. Mal olmak (Cettefermeavaitcoutécent problème sur toutes les coutures). Battre qn à plate
mille francs). 2. Fiyatında olmak, etmek couture: Birini tamamıyla yenmek, yere sermek;
(Combien coûte cela?). 3. Coûter q c h à q n : Birine pestilini çıkarmak. Faire de la couture: Terzilik
-e mal olmak (Ce costume lui a coûté mille livres. yapmak, dikiş dikmek.
Cet ouvrage m'a coûté de longues années). 4. gsz. couturé, e s. Yara izleri dolu (Un visage tout
Ağır gelmek, güç gelmek, dokunmak, gücüne couturé).
gitmek (Le médecin lui a prescrit de garder la couturier er. Kadın terzisi (erkek).
chambre; cela lui coûte. Cet aveu me coûte couturière diş. 1. Dikiş diken kadın. 2. Kadın terzisi
beaucoup). § Coûter cher: Pahalı olmak. Coûter (kadın). 3. Bir piyesin son provası (Etre invité
chaud: Çok tuzlu olmak, çok pahalı olmak. à la couturière d'une pièce de théâtre).
Coûter peu: Ucuz olmak. Coûter les yeux de la couvain er. 1. Arı, karınca gibi toplu yaşayan
tête: Ateş pahasına olmak. Coûter la vie à qn: -in böceklerin yumurtaları. 2. Kovanda, yumurta ve
hayatına mal olmak. Il en coûte de f. qch: -mek kurtçukların bulunduğu bölüm,
gücüne gitmek, ağırına gitmek (Il lui en coûte de couvaison diş. Kuluçka süresi; kuluçkalık,
nous l'avouer. Il m'en coûte de ne pas pouvoir vous couvée diş. 1. Kuluçka yatağı; kuluçka yatağındaki
aider). Ne rien coûter: Bedava olmak. Ça coûtera yumurtalar. 2. Bir kuluçkalık civciv. 3. mec. tkz.
coursier 340 coussinet
tuiles. Couvrir une femme de soies. Couvrir un çok çaba göstermek. Cracher de l'argent: tkz.
passant de boue, couvrir une tombe de fleurs. Paraları sökülmek, ödemek. Tout craché: -in
Couvrir un homme d'or, d'argent, de caresses, tıpkısı, hınk demiş -in burnundan düşmüş (Cet
d'éloges). § Couvrir sa marche: 1. İzini düşmana enfant est son père tout craché).
belli etmemek. 2. mec. Karda yürüyüp izini belli cracheur.euses. ve ad. Çok tüküren, tükürgen.
etmemek. § Se couvrir: 1. Giyinmek (Il fait froid, crachoir er. Tükürük hokkası. § Tenir le crachoir:
il faut se couvrir bien). 2. Başına bir şey giymek, mec. tkz. Durmadan konuşmak, çenesi hiç
şapka giymek (Couvrez-vous, je vous prie). 3. durmamak. Tenir le crachoir à qn: Tek kelime
Kapanmak, bulutlanmak ( Le ciel se couvre). 4. Se söylemeye olanak bulamadan karşısındakini
couvrir de: -ile dolmak, kaplanmak; -içinde öylece dinlemek,
kalmak, boğulmak, °gark olmak (Les prés se crachotement er. Sık sık tükürüp durma,
couvrent de fleurs. La place se couvre de curieux. crachoter gsz. Tükürüp durmak, tükürü
Se couvrir de gloire, d'éloges). S. Se couvrir de tükürüvermek.
qch: -e sığınmak; sağlamak, bulmak (Se couvrir craie diş. 1. Tebeşir (Ecrire avec une craie). 2.
de l'autorité d'un grand personnage. Se couvrir Yumuşak ve bey az kireç kay a (La craie abonde en
d'un prétexte). Normandie).
covariance diş. dilb. Eşdeğişirlik. crailler gsz. (Kuzgun için) Ötmek,
covariation diş. Birlikte değişim, birlikte değişme, craindre gçl. 1. Korkmak, çekinmek (Craindre la
covenant er. İng. Antlaşma, mort, le danger, le serpent, la maladie, les
cover-girl [kovœugœnl] diş. İng. Dergi kapaklarına critiques). 2. Kaygılanmak, kaygıya düşmek (J'ai
resmi konan genç kız yada kadın; kapak kızı. craint un moment pour ta vie). 3. -e karşı çok
cow-boy [kawboj, kobojjer. İng. Kovboy (Un film de duyarlı olmak (Ces arbres craignent le froid,
cow-boys). l'humidité). 4. Çekinmek, say mak, korku dolu bir
coxal,es. Kalçaya değgin (Os coxal). saygı duymak (Je crains Dieu). S. Craindre de f.
coxalgie diş. Kalça ağrısı. qch: -mekten çekinmek, korkmak (Il craint de
coxalgiques. 1. Kalça ağrısına değgin. 2. ad. Kalçası mourir). § Ne craindre ni Dieu ni diable: Ne
ağrıyan. Allahtan korkmak ne kuldan utanmak,
crabe er. 1. Çağanoz, yengeç. 2. hlk. Gülünç ve crainte diş. 1. Korku, kaygı. 2. Saygı, çekinme. §
huysuz adam. Crainte de, dans la crainte de: -korkusuyla, -den
crabier er. Alacabalıkçü. çekindiğinden (Les persécutés redoutaient de voir
crac Uni. 1. Şırrak; kınlan kuru bir şeyin çıkardığı leurs amis, crainte de les compromettre, dans la
ses. 2. Birdenbire; ansızın, şıppadak (Crac! Le crainte de les compromettre). De crainte de, de
voilà parti: Şıppadak gidiverdi). crainte que: -korkusuyla, kaygısıyla, diye (Il
crachat er. 1. Tükürük, balgam (Rejeter un, des marche lentement, decraintedetomber. Decrainte
crachats). 2. tkz. Bir şövalye nişanı. § Se noyer d'une erreur, il est prudent de refaire le calcul.
dans un (rachat: Çayda boğulmak, en ufak bir Fuyez, de crainte qu'on ne vous voie).
engel karşısında duraklamak, craintif, ive s. Ürkek, çekingen, korkak (Un
crachement er. 1. Tükürme, balgam atma. 2. caractère craintif, des yeux craintifs, un enfant
Parazit, parazit yapma, craintif).
cracher gçl. 1. Tükürmek (Cracher du sang). 2. craintivement bel. Çekine çekine, ürkerek,
Sıçratıp atmak (ila craché l'eau qu'il avait dans la korkarak, korka korka (Agir, parler, répondre
bouche). 3. Püskürtmek, saçmak (Volcan qui craintivement).
crache de la lave. Un dragon qui crache du feu). 4. cramer gçl. 1. Hafifçe yakmak, sarartmak (Cramer
gsz. Tükürmek, balgam atmak (Défense de un rôti. Cramer du linge en le repassant). 2. hlk.
cracher. Cracher par terre). S. Parazit yapmak (La Yanmak, tutuşmak (Tout notre mobilier a cramé
radio crache, le haut-parleur crache). 6. dans l'incendie).
Mürekkep kaçırmak (Mon stylo crache, cette cramoisi,e s. 1. Koyu kırmızı. 2. mec. Kıpkırmızı,
plume crache). 7. Cracher sur qch: Hiç pancar gibi (Il est devenu cramoisi).
beğenmemek, içine tükürmek. 8. Cracher sur qn: crampe diş. 1. Kasınç, "kramp (Il a eu une crampe
-in yüzüne tükürmek, hakaret etmek. § Cracher dans la jambe. Crampe d'estomac). 2. Can sıkıcı,
ses poumons: Çok öksürmek, öksürürken karın ağnsı (kişi yada şey) (Quelle crampe, ce
ciğerleri sökülmek. Cracher blanc: Susamak, dili vieux bavard! Toutes ces formalités, c'est une vraie
damağı kurumak. Cracher le feu: Ateş kesilmek, crampe).
crampon 342 craqueter
crampon er. 1. Kanca, çengel. 2. Kenet. 3. (Kimi borularında) Süzgeç. 3. Mil yuvası,
bitkilerin saplarında) Ek kök. 4. mec. s. ve ad. crapouillot er. Küçük siper topu.
Kene gibi yapışkan adam (C'est un vrai crampon. crapoussin.ead. l.hlk. Bücür. 2. tkz. Bızdık,küçük
Il est crampon). § Chaussures à crampons: Çivili yumurcak.
ayakkabı, kramponlu ayakkabı, crapule diş. 1. Rezilce zevk ve eğlenceye
cramponner gçl. 1. Tutturmak, yerine oturtmak düşkünlük, "sefahat. 2. hlk. Alçak, rezil, sefih (Ne
(Cramponner les pierres d'un mur). 2. mec. hlk. vous fiez pas à cet homme, c'est une vraie crapule).
Birine kancayı takmak, balta olmak, tebelleş 3. s. Rezil, namussuz, sefih, alçak, kepaze (II a un
olmak (Cette femme nous cramponne). 3. air crapule).
Kenetlemek, tutturmak. § Se cramponner à qch: crapulerie diş. Alçaklık, namussuzluk (Commettre
1. -e tutunmak (Se cramponner au bras, aucoude une crapulerie).
quelqu'un). 2. -e sımsıkı sarılmak (Se cramponner crapuleusement bel. Alçakça, namussuzca,
àuneidée, àunespoir, àlavie). 3. Se cramponner à "sefihçe.
qn: Birine yapışmak balta olmak, tebelleş olmak, crapuleux, euse s. 1. Zevk ve eğlenceye çok düşkün,
cramponne! er. 1. Küçük çengel, küçük kenet. 2. sefahati seven, sefih. 2. Sefahata değgin. 3.
Kilit dili yuvası, Alçaklık, rezillik, kepazelik dolu (Mener une vie
cramser gsz. argo. Ölmek, zıbarmak, cartayı crapuleuse).
çekmek. craque diş. hlk. Ufak yalan, kıtır (Il racontait
cran er. l.Kenik(llaserrésaceintured'uncran). 2. toujours des craques).
mec. Kerte, derece (Avancer, monter, descendre craquelé,e s. Sırı çatlak, yüzü çatlak gibi görünen
d'uncran). 3.hlk. Cesaret,yüreklilik,gözüpeklik (Email craquelé).
(Personne n'a le cran de lui dire non). 4. Dalgalı ve craqueler gçl. 1. Çatlak ve çizik sır çekmek
kabartılmış saç tuvaleti (Le coiffeur lui a fait un (Craqueler de la porcelaine, une poterie). 2.
cran). § Etre à cran: Öfkesi burnunda olmak, Hafifçe çatlak çatlak yapmak ( La cuisson à feu vif
crâne er. 1. Kafatası (Sebriser, se fendre le crâne). 2. a craquelé le gâteau). § Se craqueler: Çatlamak,
Kafa, baş (A voir mal au crâne. Ilfaut se mettre tous çatlak çatlak olmak (L'émail commence à se
ces chiffres dans le crâne). 3 .s. vead. Cesur,gözü craqueler. La terre se craquelle sous l'effet de la
pek (Une réponse crâne, un air crâne). 4. s. sécheresse).
Kendine güvenli, aldırmayan, gururlu ve kararlı craquelin er. 1. Gevrek peksimet, gevrek bisküvi. 2.
(Depuis qu'il peut s'alimenter normalement, ilse tkz. Çiroz, cılız adam.
sent plus crâne). § Avoir le crâne dur: Kalın kafalı craquelure diş. Sır yada boya çatlağı, yüzey çatlağı
olmak. (Les craquelures de la porcelaine).
crânement bel. Aldırmadan, tınmadan (Il chantait craquement er. Çatırtı (L'arbres'abatavecun grand
crânement sous la pluie glaciale). craquement. Le craquement des feuilles sèches
crâner gsz. Yiğitlik taslamak; böbürlenmek, sous les pieds).
crânerie diş. Yiğitlik taslama, böbürlenme, craquer gsz. 1. Cırtlamak, pırtlamak, sökülmek
crâneur,euse s. ve ad. Yiğitlik taslayan, (Les coutures ont craqué sous l'effort). 2.
böbürlenen, erkeklik satan (Elle est un peu Kıtırdamak (Un gâteau qui craque sous la dent). 3.
crâneuse). § Faire le crâneur: Yiğitlik taslamak, Gıcırdamak (Leparquet craque). 4. Çatırdamak
erkeklik satmak, (Une branche qui craque. La glace craque sous le
crânien,ne s. Kafatasına değgin (Os crâniens, nerfs poids du promeneur). 5. Çökmek, yıkılmak,
crâniens). başarısızlığa uğramak (Une entreprise
crapaud er. 1. Karakurbağası. 2. Alçak ve yayvan commerciale qui a craqué). 6. Sallantıda olmak,
koltuk. 3. (Atlarda) Bıcılgan hastalığı. 4. çatırdamak, batmak üzere olmak (Le ministère
Kuyruklu küçük piyano. 5. tkz. Yumurcak, craque. Unprojetquicraque). 7. (Turna kuşu için)
yaramaz çocuk. § Crapaud valant: Çobanaldatan Bağırmak, ötmek. 8. gçl. Patlatmak, pırtlatmak,
kuşu, kuyruksallayan. Avaler un crapaud: Çok sökmek (Craquer un bas, son pantalon). 9. gçl.
zahmetli bir iş yapmak. La bave du crapaud Çakmak (Craquer une allumette). § Faire craquer
n'atteint pas la blanche colombe: İt ağzıyla derya ses doigts: Parmaklarını çıtırdatmak,
bulanmaz. craquètement er. 1. Çıtırdama. 2. Takırdama,
crapaudière diş. 1. Karakurbağası bol olan yer. 2. takırdatma. 3. Cırlama,
mec. Nemli ve pis yer. craqueter gsz. 1. Çıtırdamak (Le sel craquette dans
crapaudine diş. 1. Karakurbağası otu. 2. (Su le feu). 2. Gagasını takırdatarak ötmek (La
crase 343 créature
cigogne, la grue craquette). 3. Cırlamak (Lacigale 4. Karakalem resim, kurşunkalem resim (Les
craquette). crayons de cet artiste sont très recherchés). 5.
crase diş. 1. dilb. Hece birleşmesi, kaynaşma. 2. Resim tarzı (Ilale crayon ferme, facile).
hek. Kan oluşumu; pıhtılaşma özellikleri, crayonnage er. 1. Kurşunkalemle yazma,
crassane diş. Bir tür armut, çiziktirme. 2. Karakalem resim,
crasse diş. 1. Kir (Ses mains, ses pieds sont couverts crayonner gçl. 1. Kurşunkalemle yazmak, çizmek
de crasse. Enlever, ôter la crasse). 2. Maden (Crayonner des notes, un croquis, un portrait). 2.
posası, dışık, "cüruf. 3. mec. Soysuzluk. 4. mec. Taslak çizmek (Le tableau dont je vous crayonne
Pintilik. 5. hlk. Kötülük. 6. (Havacılıkta) Koyu un trait). 3. Bir yazı çiziktirmek, çırpıştırmak,
sis. § Faire une crasse à qn: -e bir oyun oynamak, créance diş. 1. İnan, inanç. 2. Güven. 3. huk.
kazık atmak, başına bir çorap örmek, Alacak (Créance chirographaire: Adi alacak.
crasseux, euse s. Kirli, pasaklı; kir pas içinde Créance grevée: Rehinli alacak. Créance
(Cheveux, mains, pieds crasseux. Une chemise privilégiée: imtiyazlı alacak. Créance véreuse:
crasseuse). Şüpheli alacak). § Lettre de créance: Güven
crassier er. Maden posası yığını, dışık yığını, cüruf mektubu, "itimatname (Présenter sa lettre de
yığını. créance). Ajouter créance à qch: -e inanmak, iman
cratère er. 1. Eski zamanlarda iki kulplu şarap etmek. Donner créance à qch: 1. -i inanılacak bir
testisi. 2. Yanardağ ağzı, krater, biçime sokmak, gerçeğe yakın kılmak. 2. -e
craterelle diş. Huni biçiminde yenir bir tür mantar, inanmak, iman etmek. Perdre toute créance:
cravache diş. Kırbaç, kamçı. A la cravache: Kamçı İnanı, güveni kalmamak,
zoruyla, zorla, sopayla (Mener, conduire, créancier,ère 1. ad. Alacaklı (Ilest poursuivi par ses
quelqu'un à la cravache). créanciers). 2. s. Alacaklı (Les nations créancières
cravacher gçl. 1. Kırbaçlamak, kamçılamak de dettes de guerre).
(Cravacher un cheval). 2. gsz. Elini çabuk créateur, trices. vead. 1. Yaratıcı (Lecréateurd'un
tutmak, çaba göstermek (Il a fallu cravacher pour genre littéraire, d'une nouvelle méthode. Un esprit
avoir tout fini en temps voulu). créateur, une imagination créatrice). 2. Kurucu
cravate diş. 1. Boyunbağı, kıravat (Cravate unie, à (Créateurd'unempire, d'unmagasin). 3. Türetiri,
rayure, bariolée. Nœud de cravate, épingle de bulan, bulgulayan, "mucit (Créateur d'un
cravate. Nouer sa cravate, mettre une cravate). 2. produit). 4. Yaradan, Tanrı (Adorer le Créateur.
(Sancakta) Kurdela bağı (Cravate d'un drapeau). Le Créateur et ses créatures). 5. Oynayan
3. den. Kalın halat. § Cravate de chanvre: (Créateur d'un rôle).
Darağacı ipi. C'est de la cravate: Hava cıva, créatif, ive s. Yaratıcı, yaratıcılığı olan (Génie
palavra hep bunlar. S'en jeter un derrière la créatif. Une personne créative).
cravate: hlk. Bir kadeh yuvarlamak, bir tek création diş. 1. Yaratılma (La création de l'homme,
atmak. du monde, de l'univers). 2. Dünyanın yaratılışı.
cravater gçl. 1. -e kravat bağlamak (Cravater un Yaratılış (Récit de la création selon la Bible). 3.
enfant). 2. hlk. Saldırıp boğazına sarılmak Evren; dünya (Les merveilles de la création.
(Cravater un mec). 3. tkz. Aldatmak, işletmek, Toutes les plantes de la création). 4. Yaratıklar. 5.
enayi yerine koymak (Il nous a cravatés). § Se faire Yaratma ( Création d'un ouvrage, d'unroman). 6.
cravater: tkz. Enselenmek, tutuklanmak, kodesi Oynama (Création d'un rôle). 7. Kurma,
boylamak, meydana getirme (Création d'un empire, d'une
crave er. Dağkargası. société, d'une coopérative). 8. Bulma, bulgulama,
crawl er. İng. Dizleri bükmeksizin bacakları hızla türetiş, icat, keşif (Création d'une nouvelle
hareket ettirerek yüzme, kravl (Nager le crawl). méthode, d'un produit). 9. Açma, bulma,
crawler gsz. Kravl yüzmek, yaratma (Création de nouveaux emplois). 10.
crawleur er. Kravl yüzücüsü, Bulunan, yaratılan şey (Les créations d'un grand
crayeux,euse s. 1. Tebeşirli, tebeşirden, kireçli couturier. Ce palais est une des plus belles créations
(Terrain crayeux). 2. Tebeşir renginde (Blanc de cet architecte). 11. huk. Düzenleme,
crayeux, un teint crayeux). düzenlenme, "tanzim (Création d'un chèque).
crayon er. 1. yerb. Bir tür marn, pekmez toprağı. 2. créativité diş. Yaratıcılık, yaratma gücü (La
Kurşunkalem, kalem (Ecrire, dessiner au crayon. créativité des masses, d'un artiste).
Tailler son crayon. Crayon de couleur). 3. Kalem, créature diş. 1. Yaratık, "mahlûk (L'hommage des
tüp (Crayon de rouge à lèvres, crayon à sourcils). créatures à leur Créateur). 2. İnsan, adam. 3.
crécelle 344 crêpage
Kadın, karı (Une bonne créature. Quelle sotte créer gçl. 1. Yaratmak (Dieu a créé le ciel et la terre).
créature!). 4. Korunuk, gözde, "sadık bende (La 2. Yaratmak, ortaya koymak, meydana getirmek
révolution a balayé toutes les créatures du (Créer une œuvre). 3. Bulmak, türetmek (Créer
souverain. C'est une créature du ministre, du une nouvelle méthode, une science). 4. Oynamak
dictateur). (Créer un rôle). 5. Sahneye koymak, yorumlamak
crécelle diş. 1. Kaynana zırıltısı. 2. mec. Geveze, (Créer une pièce de théâtre). 6. Kurmak, "tesis
cırcır. etmek (Créer une institution, une entreprise, un
crécerelle diş. Kerkenez yada muymul denilen kuş. Etat, une ville). 7. Doğurmak, yaratmak, -e yol
crèche diş. 1. Hayvan yemliği (Les crèches d'une açmak (La fonction crée l'organe). § Se créer: 1.
bergerie). 2. İsa peygamberin, doğduğu zaman Kendiliğinden var olmak, yoktan var olmak
içine konulduğu yemlik; bu durumu temsil eden (Dans la nature rien ne se perd, rien ne se crée). 2.
sahne. 3. Beşik. 4. hlk. Oda, ev. 5. Yuva, çocuk Se créer qch: a) Kendi kendine... yaratmak,
yuvası, "kreş. kuruntulamak (Se créer des soucis, des illusions,
créchergsz. hlk. Oturmak,"ikametetmek,kalmak, des besoins), b) Sağlamak (Se créer une clientèle).
crédence diş. 1. (Kiliselerde) Ayin gereçleri masası. crémaillère diş. 1. Ocak çengeli. 2. tekn. Dişli
2. (Evlerde) Sofra takımı dolabı, bindirmelik. § Pendre la crémaillère: Yeni bir eve
crédible s. İnanılabiür, inandırıcı (Rendre crédible taşınma onuruna şölen vermek,
une information). crémation diş. Ölü yakma,
crédibilité <% İnandırıcılık (La crédibilité est l'une crématoire s. 1. Ölü yakmaya değgin (Four
des qualités nécessaires au roman). crématoire). 2. diş. Ölü yakma fırını,
crédirentier, ère s. vead. Geliri olan kimse, gelirci, crème diş. 1. Kaymak (Séparer la crème du lait). 2.
"akar sahibi. Krema (Fraises à la crème). 3. Tuvalet kremi
crédit er. 1. "Kredi, *verenek (Crédit bancaire, (Crème à raser, crème de beauté). 4. Cilâ (Crème
agricole, commercial, industriel. Crédit à long pour chaussure). S. mec. Bir şeyin en iyisi (Cet
terme, crédit à court terme. Crédit en blanc, à homme-là, c'est la crème des maris). 6. Krem
découvert: Açık kredi). 2. "Avans, "öndelik renginde (Des gants crème). 7. er. Sütlü kahve,
(Crédit sur garantie: "Teminat karşılığı avans). 3. kremalı kahve (Un crème, café crème).
"Tahsisat, ödenek (Crédits supplémentaires: Ek crémergsz. 1. Kaymak bağlamak (Le lait crème). 2.
ödenekler). 4. Taksit (Vendre à crédit, vente à gçl. Krem rengi vermek. 3. gçl. Yakmak, kül
crédit). 5. Saygınlık, "itibar (Il n'a plus aucun etmek.
crédit au ministère). 6. Ödeme vadesi (La maison crémerie <% Sütçü dükkânı.
peutvousconsentirunlongcrédit). 7. Para hesabı, crémeux,euse s. 1. Kaymaklı, yağlı (Laitcrémeux).
hesap; alacak (Porter une somme au crédit de 2. Koyu, kaymak kıvam ve görünümünde,
quelqu'un). § Crédit foncier: Mülk karşılığında crémier,ère ad. Sütçü, kaymakçı, peynirci,
uzun vadeli ödünç para veren kurum. Crédit crémone diş. Bir tür ispanyolet, kanat sürgüsü,
municipal: (Eski) Emniyet sandığı. Lettre de créneau er. Mazgal (Les créneaux d'un château
crédit: İtibar mektubu, akreditif. Avoir du crédit, fort). § Faire un créneau: Yol kıyısında arabasını
être en crédit: Saygınlığı olmak, itibarı olmak; daha önce park yapmış iki araba araşma park
itibarda olmak. Acquérir du crédit: Saygınlık, etmek.
itibar kazanmak. Faire crédit à: -e güvenmek, créneler gçl. 1. Mazgal mazgal, diş diş yapmak
"emniyet etmek, (Créneler une muraille). 2. Tırtık tırtık yapmak,
créditer gçl. 1. Bir borcu alacaklının hesabına kenarlarını tırtıklı yapmak (Créneler une
geçirmek. 2. (Biri için) Kredi açmak yada monnaie).
açtırmak. crénelure diş. Kertik, çentik,
créditeur, trice ad. 1. Kredi açan; alacaklı. 2. s. crénergçl. Kertmek, çentmek.
Alacaklı (Compte créditeur). crénothérapie diş. hek. Kaynak sularıyla tedavi,
crédo er. Amentü, amentü duası (Le crédo d'une créoles, vead. 1. Sömürgelerde doğmuş Avrupalı.
religion. Dire, chanter le crédo). 2. İnanç, ilke (Il 2. er. Zencilerin kullandığı bozuk Fransızca (Le
m'a expliqué son crédo politique). créole d'Haïti).
crédule s. Çabuk kanan, kanağan, "sâf (Tu es trop créosote diş. kim. Kreozot,
crédule. Un enfant crédule). crêpage er. 1. (Bir kumaşı) Bürümcük gibi yapma,
crédulement bel. Sâf sâf, sâfça. krep haline getirme. 2. Saç kıvırtma, saç kıvırma.
crédulité diş. Çabuk kamcıhk, "saflık. § Crêpage de chignon: Saç saça baş başa gelme.
crêpe 345 creux
crêpe diş. 1. Krep, saçta yapılan bir tür çok ince crêté,es. İbikli, tepelikli.
gözleme (Crêpe à la confiture). 2. er. Krep, crête-de-coq diş. Horozibiği denilen süs çiçeği.
bürümcük (Crêpe de soie, crêpe de Chine). 3. Yas crétin,e ad. 1. hek. Kreten, alık. 2. mec. Aptal,
tülü (Porter un crêpe). şaşkın, sersem,
crêpelé,es. Kıvırcık,dalgalı (Descheveuxcrêpelés). crétinerie diş. Aptallık, şaşkınlık, sersemlik.
crêpelure diş. Kıvırcıklık, dalgahhk. crétinisant,es. Sersemleştirici, aptala çeviren (Une
crêper gçl. 1. (Bir kumaşı) Krep, bürümcük haline lecture crétinisante).
getirmek (Crêper un tissu). 2. Kıvırmak, dalgalı crétinisation diş. Sersemletme, aptallaştırma,
yapmak, kıvırcıklaştırmak (Crêper les cheveux). § crétiniser gçl. Sersemleştirmek, aptala çevirmek,
Se crêper: Kıvırcık kıvırcık olmak, dalgalı olmak crétinisme er. 1. Kreten hastalığı, kalkan alıklığı. 2.
(Ses cheveux se crêpent). Se crêper le chignon: mec. Aptallık, şaşkınlık, sersemlik.
mec. tkz. Saç saça baş başa gelmek, crétois,e s. ve ad. 1. Girit'e değgin, giritli (Art
crépi er. Çarpma sıva, kaba sıva (Faire un crépi). crétois. Une crétoise). 2, er. Girit dili.
crépine diş. 1. Tel saçak. 2. Boru süzgeci, crétonne diş. Kreton, kalın pamuk bez.
crépinette diş. 1. Yassı sucuk. 2. bitb. Bir tür creusage, creusement er. Kazıp açma, oyma, kazma
karabuğday, (Le creusage d'un canal).
crépins er. Kunduracı avadanlığı, creuser gçl. 1. Oymak (Lamer creuse les rochers). 2.
crépir gçl. Sıvamak, kaba sıvasını yapmak, çarpı Kazmak (Creuser le sol avec une pioche). 3.
vurmak (Crépir un mur). Çökertmek, çukurlaştırmak (La fatigue creuse les
crépissage er. Sıvama, kaba sıvasını yapma, çarpı joues). 4. mec. Eşelemek, dibini karıştırmak,
vurma. üzerinde çok düşünmek (Creuser une idée, un
crépitation diş. Çıtırtı, çıtırdama (Crépitation du problème, une question). 5. Acıktırmak, açlık
feu). duygusu uyandırmak (Le grand air creuse). 6.
crépitement er. Çıtırtı, çıtırdama ( Le crépitement du Kazıp açmak (Creuser un tunnel, un canal, un
feu). puits). 7. gsz. Kazmak (Creuser dans la terre. Il
crépiter gsz. Çıtırdamak (Le feu crépite). faut creuser plus profond). § Creuser l'estomac:
crépon er. Bükme, kalın krep, krepon. Midesini kazındırmak, açlık duygusu vermek.
crépu, e s. 1. Kıvırcık (Des cheveux crépus). 2. Creuser sa tombe: Kendi mezannı kendi eliyle
Kenan dalgalı (Feuilles crépues). kazmak, kendi ölümünü hazırlamak. Creuser son
crépusculaire s. 1. Tana değgin, tansal; sillon: Kendi açtığı yoldan gitmek, yapıtlarında
alacakaranlığa değgin (Lueur, lumière hep kendi yöntemini izlemek. Creuser un abîme
crépusculaire). 2. Alacakaranlıkta ortaya çıkan entre deux personnes: İki kişinin arasını açmak,
(Animaux, papillons crépusculaires). aralanna uçurum sokmak. § Se creuser 1.
crépuscule er. 1. Tan (Le crépuscule du matin. Çukurlaşmak, çökmek (La terre se creuse sous
C'était l'heure où le jour chasse le crépuscule). 2. l'effet de l'érosion. Ses joues se creusent). 2.
Alacakaranlık (Au crépuscule, le vent s'était Açılmak (Un grand abîme se creuse entre eux). 3.
apaisé). 3. mec. Düşkünlük, inginlik, çöküş (Le Kafasını yormak, çok düşünmek (Je me suis
crépuscule de la vie). longtemps creusé pour trouver une solution). § Se
crescendo [kxejendo] bel. İt. 1. müz. Kreşendo. 2. creuser la tête sur qch: -üzerinde kafa patlatmak.
Gittikçe artarak (Son mal va crescendo). creuset er. 1. Pota, içinde maden yada kimyasal
cresson er. Tere, tereotu. § Avoir du cresson sur la maddeler eritmeye yarayan kap (Mélanger des
fontaine: argo. Saçları dökülmemiş olmak, corps dans un creuset). 2. Değişik şeylerin
cressonnière diş. Terelik, tereotu yetişen sulak yer. birbirine kanştığı yer, kavşak (Le bassin
crésus er. Karun gibi zengin adam (C'était un méditerranéen a été le creuset de brillantes
Crésus). § Etre riche comme Crésus: Karun gibi civilisations). 3. mec. Deneme, sınama (Une âme
zengin olmak, q'ii s'épure au creuset de la souffrance).
crétacé, es. Tebeşirli, tebeşir cinsinden, creux,euse s. 1. Oyuk, oyulmuş, çukur (Surface
crête diş. 1. İbik (Crête de coq). 2. Doruk (Crête creuse, assiette creuse). 2. Çukura kaçmış,
d'unsommet). 3. (Dam ve duvar için) Tepelik, sırt çukurlaşmış, çökmüş (Des yeux creux, joues
(Crêted'untoit, d'un mur). 4. Çıkıntı. 5. İstihkâm creuses, visage creux). 3. İçi çürük, oyulmuş (Une
sırtı. 6. coğr. Su bölümü çizgisi. § Lever la crête: dent creuse). 4. Gevşek, seyrek dokunmuş (Un
Horozlanmak. Rabaisser la crête à qn: -in tissu creux). 5. Boş, kof, anlamdan yoksun (Des
burnunu kırmak, gagasına okumak. mots creux). 6. Boş, serbest tHeures creuses. Aux
crevaison 346 crier
heures creuses, il s'adonnait à d'autres travaux). 7. joie, desurprise, de triomphe, cris des oiseaux). 2.
er. Oyuk, çukur, kovuk (Un animal caché dans le Ses (Cri de la conscience, du cœur). 3. Gıcırtı (Le
creux d'un arbre). 8. İç (Le creux de la main). 9. cri de la lime). §Pousser un cri: Bir çığlık atmak. A
Ölü saat, durgunluk (Ily a un creux dans la vente cor et à cri, à grands cris: Gürültü patırtı ile,
de cet article). 10. Derinlik, çukurluk (Mer d'un büyük gürültülerle. Le dernier cri: En son buluş,
mètre de creux). § Avoir l'estomac creux: Karnı en son model, son moda ( Cet appareil est le dernier
acıkmak, midesi kazınmak. Avoir le nez creux: cri de la technique. Son chapeau du dernier cri. La
Burnu çabuk koku almak, ilerisini sezinlemek, mode dernier cri, lederniercridelamode. Unstylo
kestirmek. Avoir un nez creux: Kalın ve tok bir dernier cri).
sesi olmak. Etre dans le creux de la vague: criailement er. Bağrışıp çağrışma; sövüşüp atışma,
Başarısının daha ilk basamağında olmak, dalaşma.
crevaison diş. 1. Patlama (Crevaison d'un pneu). 2. criailler gsz. 1. (Kaz, sülün, tavus için) Bağırmak,
tkz. Ölme, geberme, zıbarma. 3. Yorgunluktan ötmek. 2. tkz. Zırlayıp durmak,
ölme, bitme; büyük yorgunluk, criaillerie diş. tkz. Bağırıp çağırma, yaygara,
crevant,e s. hlk. 1. Çok yorucu, öldürücü, bitirici criailleur, euse s. vead. tkz. Yaygaracı,
(Un travail crevant). 2. Çok komik, gülünç, çok criant,e s. 1. Bağıran. 2. mec. Apaçık, burdayım
güldürücü (Il est crevant avec ce chapeau-là. Une diye bağıran (C'est une injustice criante).
farce crevante). criard,e s. ve ad. 1. Gürültü patırtıcı, bağırıp
crevard, es. vead. hlk. Canlı cenaze, sıska dayı. çağırıcı. 2. Yaygaracı (Un enfant criard). 3.
crevasse diş. 1. Çatlak, yarık (Crevasse d'un mur, Cırtlak (Une voix criarde). 4. Çiğ, bağırgan (Des
danslesol). 2 .diş. ç. Cilt çatlağı, çatlak 64 voir des couleurs criardes). § Dettes criardes: Ödenmesi
crevasses aux mains). için sıkıştırılan ufak tefek borçlar, çingene borcu,
crevasser gçl. Çatlatmak, çatlak çatlak yapmak (Le criblage er. 1. Kalburlama, kalburdan geçirme (Le
froid crevasse le sol, les mains). § Se crevasser: criblage du grain). 2. (Maden filizini) Ayıklama,
Çatlamak (Le mur se crevasse, la terre se crevasse temizleme; elekten, süzgeçten geçirme,
sous l'effet de la sécheresse). crible er. Kalbur, gözer. § Passer qch au crible: -i
crb/ediş. hlk. Ölüm,geberme. § Attraper la crève: kalburdan geçirmek, süzgeçten geçirmek, çok
Sayrılanmak; büyük bir soğuk algınlığına dikkatle incelemek (Passer une idée, une opinion
yakalanmak, au crible. Toutes les déclarations du témoin ont été
crevé,e s. 1. Patlamış (Un pneu crevé). 2. hlk. passées au crible.
Ölmüş, zıbarmış, gebermiş (Chien crevé). 3. cribler gçl. 1. Kalburdan geçirmek, kalburlamak
Yorgunluktan bitmiş (Je suis crevé). 4. Crevé de (Cribler du charbon, du sable, des fruits, du
qch: -den bitmiş, ölmüş (Il est crevé de faim, de minéral). 2. Cribler qch de qch: Bir şeyi, -ile
fatigue). S. er. Kol yırtmacı. 6. er. Ölü gibi adam. kalbura çevirmek, delik deşik etmek (Cribler une
crève-cœur er. İç acısı, yürek yarası, büyük acı cible de flèches, cribler un corps de blessures). 3.
(C'est un crève-cœur de le voir si malheureux). Etre criblé de qch: -içinde kalmak, -den kalbura
crever gsz. 1. Patlamak, açılmak (Abcès qui crève, dönmek (Sa chemise était criblée de taches). § Etre
sac qui crève. Un pneu qui crève). 2. Çatlamak, criblé de dettes: Borca boğulmak, uçan kuşa
ölmek, gebermek (Lepauvre cheval a crevé). 3. borçlu olmak,
Crever de: -den çatlamak; -den patlamak; -den cribleurer. 1. Kalburlayıct. 2. tekn. Kalbur, eleme
ölmek (Crever de jalousie, d'ennui, d'orgueil. makinası, büyük elek.
Crever de santé, d'embonpoint. Crever de faim, cribleux,euse s. Kalbur gibi delikli, göz göz.
derire). 4. gçl. Patlatmak (Crever un ballon, un criblurediş. Yem kırıntısı, kalbur kalıntısı (Donner
tambour). S. gçl. Çatlatmak, öldürmek (Crever des criblures aux volailles).
un cheval). 6. gçl. mec. Çok yormak, cric er. 1. Kriko, 'kaldırıcı (Cric d'automobile. Cric
yorgunluktan bitirmek (Ce travail me crève). § hydrolique. Cric à manivelle). 2. ünl. Cırt diye,
Crever les yeux à qn: -in gözünü oymak, cart (Cric, il a déchiré sa chemise).
çıkarmak. Crever les yeux: Gün gibi ortada cricket er. Ing. Kriket,
olmak. Crever le cœur: Kalbini kırmak, üzmek. cri-cri er. Cırcırböceği.
La crever: Çok acıkmak, açlıktan bitmek. Se criée diş. 1. Mezat (Acheter, vendre à la criée: Bir
crever au travail: İşten, çalışmaktan canı çıkmak. şeyi mezattan satın almak, mezatta satmak). 2.
crevette diş. Karides. Yargıç kararıyla satış,
cri er. 1. Çığlık, haykırış, bağırma, bağırtı (Cri de crier gsz. 1. Bağırmak (L'enfant crie de peur. Le
crieur 347 crisser
malade crie de douleur, un vendeur qui crie dans complot criminel). 3. ad. Kıyacı, "cani, "katil (On
la rue). 2. Bağırmak, ötmek (Les oiseaux qui a arrêté un des criminels qui ont tué le banquier).
crient dans le bois). 3. Gıcırdamak (Le tiroir crie. §D est criminel de f.qch: -mek cinayettir (Il est
L'essieu de la roue crie, les gonds de la porte criminel de laisser cette mosquée tomber en ruine).
crient). Crier après qn: -e kızmak, bağırmak, criminellement bel. 1. Kiyarcasma. 2. Ağır ceza
söylenmek (Une mère qui crie après ses enfants). mahkemesi karşısında,
4. Crier contre: -i protesto etmek (Crier contre les criminologie^. "Kriminoloji, "suçbilim.
oppressions, les tortures). S. Crier à qch: Ortada criminologiste ad. "Kriminolojist, *suçbilimci.
bir -olduğunu bağırıp çağırarak söylemek (Crier crin er. 1. Yele kılı, kuyruk kılı (Rembourrer un
à l'injustice, à la trahison, au scandale). 6. Crier à fauteuil avec du erin). 2. Yele (Pendus aux crins de
qch: -var diye bağırmak; -için imdat istemek nos chevaux). § Crin végétal: Kimi bitkilerin sert
(Crier au voleur, au feu, au secours). 7. gçl. lifi. A tous crins, à tout crin: Ateşli, coşkulu (Un
Bağırarak söylemek, ilân etmek (Crier la vérité, révolutionnaire à tous crins, un pacifiste à tout
crier son innocence). 8. gçl. Bağırarak satmak crin). Etre comme un crin: Diken gibi olmak,
(Crier des journaux, des légumes au marché). 9. huysuzun teki olmak,
gçl. (Artırmalı bir satışta) Artırmaları kalabalığa crincrin er. Kötü keman, gıygıy.
tekrar etmek, haraç mezat satmak (Crier des crinière 1. Yele (La crinière du lion, ducheval).
meubles, crier une vente). 10. gçl. -den yakınmak, 2. Tulga yelesi. 3. Uzun ve gür saç.
sızlanmak (Crier famine, crier misère). 11. Crier crinoline diş. 1. Kıl kumaş. 2. Kıl kumaş eteklik. 3.
qch à qn: -e birşeyi bağıra bağıra söylemek (Crier Balenalarla kabartılmış geniş eteklik, sepet
des injures à un insolent). 12. Crier à qn de f.qch: eteklik,
Birine bağırarak -meşini söylemek, ihtar etmek crique diş. Küçük koy.
(Je lui ai crié de se taire). § Crier à tue-tête: Avazı criquet er. 1. Çekirge. 2. Kötü beygir. 3. Sıska
çıktığı kadar bağırmak. Crier qch sur les toits: -i adam. 4. hlk. Bayağı şarap, şıra şarabı,
herkese ilân etmek, sağır sultana bile duyurmak. crise diş. 1. Bunalım, bunluk, "buhran, "kriz (Crise
Crier comme un sourd: Bas bas bağırmak. Crier économique, politique, morale, ministérielle). 2.
comme un diable, comme un fou, comme un Nöbet, buhran, kriz (Crise cardiaque, crise
damné: Saca basmış çingene gibi bağırmak. Crier d'asthme, crise d'épilepsie,crise de nerfs, crise
au miracle: Hayran kalmak, mucize sanmak. d'appendicite). § Traverser une crise cardiaque,
Crier vengeance: Öç alınmasını istemek. politique..: Bir kalp krizi, siyasal bunalım
crieur,euse ad. 1. Bağırıcı. 2. Ayak satıcısı, sokak geçirmek. Faire prendre à qn une crise de nerfs:
satıcısı. § Crieur public: °Münadi, tellâl. Birini çok kızdırmak, cinlerini tepesine
crime er. 1. "Cinayet, kıya (Elle a été victime d'un sıçratmak. Piquer une crise décolère, de rage: Çok
crime). 2. Cinayet dâvası; ağır suç, cürüm (Les kızmak, kudurup köpürmek.
crimes sont jugés par la cour d'assises). 3. Suç crispant, e 5. Sinirlendirici, sabır taşıncı.
(Crime contre la sûreté de l'Etat. Tout son crime crispation diş. 1. Büzülme (Crispation d'un
c 'est d'avoir dit tout haut ce que chacun pensait). § morceau de cuir sous l'effet de la chaleur). 2.
Crime flagrant: Meşhutsuç. Crime contre la chose Kasılma (Crispation des muscles). 3. Sabırsızlık
publique: Devlete karşı cürüm. Crime contre la belirtisi, kızma belirtisi. § Donner des crispations
santé publique: Kamunun sağlığına karşı cürüm. à qn: Birinin sabnnı taşırmaya başlamak,
criminaliser gçl. (Bir hukuk yada ceza dâvasını) crisper gçl. 1. Büzmek, kınştırmak (Le froid crispe
Ağır ceza dâvasına çevirmek (Criminaliser une la peau). 2. Kasmak, gerginleştirmek (Une
affaire). douleur qui crispe le visage). 3. Kızdırmaya
criminaliste er. Kıyaları inceleyen, kıyalar üzerine başlamak, sabnnı taşırmak (Il commençait à me
yazı yazan, kıya bilgini, *kıyabilimci; cezacı. crisper). § Se crisper: 1. Büzüşmek. 2. Gerilmek,
criminalité diş. Suçluluk; suç oranı (Régression de la kasılmak (Son visage se crispe).
criminalité). crispin er. 1. (Güldürüde) Uşak rolü (Jouer les
criminel,le s. 1. Suçla ilgili, cezaya değgin, "cezai crispins). 2. Kukuletalı kısa manto. 3. (Meç
(Acte criminel: Suç. Procès criminel: Ceza dâvası. taliminde) Meşin kolluk,
Code d'instruction criminelle: Ceza criss er. Eğri hançer, Malezya hançeri,
muhakemeleri usulu yasası. Législation crisser gsz. Gıcırdamak (Gravier qui crisse sous les
criminelle: Ceza yasaları). 2. Kıya ile ilgili, pas. La neige crisse, le frein crisse). § Crisser des
*kıyacıl, "cinai (Une criminelle entreprise. Un dents: Dişlerini gıcırdatmak.
cristal 348 crochu
cristal er. 1. Kristal, billur (Cristal de Bohême. Des yapan kimse, eleştirmen (C'est un célèbre critique
verres en cristal). 2. mec. Buz. 3. Duruluk, littéraire). § D'un œil critique: Eleştirici bir gözle.
temizlik, pırıl pırıllık. 4. ç. hlk. Billur halinde Faire la critique de qch: l.-in eleştirisini yapmak,
sodyum karbonat. § Une voix de cristal: Billur gibi -i eleştirmek (Faire la critique d'un livre, d'un
bir ses. Un cœur de cristal: Tertemiz, pırıl pırıl bir roman, d'un film). 2.-İ kınamak, beğenmemek.
kalp. 3.-İ iyice incelemek, gerçek olup olmadığını
c r i s t a l l e r i e ^ . 1. Billurculuk, kristalcilik. 2. Kristal araştırmak (L'avocat a fait une critique serrée des
fabrikası. 3. Kristal eşyalar, déclarations de l'adversaire. Le bon historien fait
cristallin, e s. 1. Billur, billursu, billur gibi. 2. er. la critique des sources d'information).
(Gözde) Billur cisim, critiquer gçl. 1. Eleştirmek (Critiquer une œuvre
cristallisable s. Billurlaşabilir, kristal haline d'art). 2. Kusur aramak, kusur bulmak, yermek,
gelebilir. ağdıklamak (Il critique tout le monde).
cristallisation diş. 1. Billurlaşma, kristalleşme critiqueur er. Her şeye bir kusur bulan; kusur
(Cristallisation du travail humain). 2. aramasını, kusur bulmasını seven; yerici.
Billurlaştırma, kristalleştirme. 3. mec. Açıklığa croassement er. Karga sesi; gaklama.
berraklığa kavuşma, açık seçikleşme croasser gsz. (Karga, kuzgun için) Ötmek,
(Cristallisation des souvenirs, des idées). gaklamak, gak demek,
cristallisé, es. 1. Billurlaşmış, kristalleşmiş (Travail croate s. ve ad. 1. Hırvat. 2. Hırvatça,
humain cristallisé). 2. Çok küçük parçalar croc er. 1. (Bir şey asmak için) Çengel (Croc de
halinde, toz (Sucre cristallisé). boucherie). 2. (Deniz teknelerinde kullanılan)
cristalliser gçl. 1. Billurlaştırmak, kristalleştirmek Kanca. 3. ç. Kazma gibi diş, sivri dişler (Les crocs
(Cristalliser un sel par dissolution). 2. mec. d'un chien. Montrer ses crocs). § En croc: Sarkık,
Güçlendirmek, kaynaştırmak (Les excès des çengel biçiminde (Une moustache en croc). Avoir
troupes d'occupation avaient cristallisé la les crocs: tkz. Çok acıkmak, karnı zil çalmak,
résistance). 3. mec. Saptamak, belirginleştirmek, croc-en-jambe er. Çelme. § Faire un croc-en-jambe
açıklığa kavuşturmak (La nécessité a cristallisé un à qn: -e çelme takmak (Tune penses qu'à lui faire
projet qui restait fluide). 4. Bir araya toplamak, un croc-en-jambe).
birbiriyle bağdaştırmak (Cristalliser les énergies, croche diş. müz. 1. Siyahın yarı değerinde, çengel
les ambitions). S. gsz. Billurlaşmak (Cette biçiminde nota işareti. 2. diş. ç. Demirci kıskacı,
substance cristallise lentement). § Se cristalliser: 1. croche-pied er. Çelme takma, çelme atma, çelme,
Billurlaşmak, kristalleşmek. 2. Açıldığa crocher gçl. 1. Kıskaçla yakalamak, tutmak. 2.
kavuşmak, belirginleşmek, Sımsıkı yakalamak; sımsıkı, kıskaç gibi tutmak,
cristallographie diş. Billurlar bilimi, "kristalbilim. crochet er. 1. Küçük çengel, küçük kanca. 2. Kopça.
cristalloïde s. 1. Billursu. 2. er. kim. Billursu. 3. Maymuncuk (Ouvrir une porte à l'aide d'un
critère, critérium er. 1. Ölçüt, "kriter. 2.Ölçü (Le crochet). 4. Tığ (Elle ne cessait de faire des
style n'est pas le seul critère pour juger de la valeur couvertures de laine au crochet). 5. Tığ işi örgü. 6.
d'une œuvre). 3. (Spor) Eleme yarışı (Critérium Zülüf. 7. (Noktalamada) Köşeli ayraç. 8.
cycliste). (Boksta) Bükük kolla indirilen darbe, kroşe.
criticailler gsz. tkz. Hiçbir dayanağı olmadan, (Crochet du droit, crochet du gauche). 9. Uzun ve
hiçbir nedene dayanmadan eleştirmek, sivri diş (Crochet à venin des reptiles). § Clou à
criticisme er. fels. Eleştiricilik, crochet: Başı köşe biçiminde çivi. Etre, vivre aux
critiquable s. 1. Eleştirilebilir. 2. Kusurlu crochets de qn: -in sırtından geçinmek (Il vit aux
bulunabilir. crochets de ses parents). Faire un crochet: Yolunu
critiques. 1. Tehlikeli, "kritik, *sonul (Lapériode değiştirmek, bir yöne doğru şöyle bir sapmak (Je
critique d'une maladie. Un jour critique. L'âge ferai un crochet pour passer vous voir en revenant
critique. Il est dans une situation critique). 2. de vacances). Faire du crochet: Tığ işi örgü örmek.
"Eleştirel, eleştirmeli (L'étude critique d'une crocheter gçl. 1. Maymuncukla açmak (Crocheter
œuvre. Une méthode critique). 3. diş. Eleştiri, une porte, une serrure). 2. Tığla örmek,
"tenkit (La critique est un genre littéraire. Une crocheteur er. 1. Maymuncukla kilit açan hırsız. 2.
critique objective, subjective, partiale). 4. diş. Hamal, yükçü. 3. mec. Kaba adam.
Bütün eleştirmenler (La critique a bien accueilli crochu,e s. Eğri, ucu eğri, çengel gibi (Un nez
son livre. Ce film connaît un grand succès, la crochu, un bec crochu, des ongles crochus). §
critique est unanime dans l'éloge). S. er. Eleştiri Atomes crochus: mec. Sevgi, sempati (Il n'y a pas
crocodile 349 croissant
d'atomes crochus entre ces deux garçons). Avoir Rime croisée: Çapraz uyak. Race croisée: Başka
les mains crochues: Hırsız olmak, eli uzun olmak. kanlarla karışmış ırk, melez ırk. Veste croisée:
Avoir les doigts crochus: Cimri olmak; aç gözlü Kuruvaze ceket,
olmak. croisée 1. Pencere (Regarderpar la croisée). 2.
crocodile er. hayb. 1. Timsah (Crocodile du Nil). 2. İki şeyin birbirinin üzerinden geçtiği yer, kesişme
Timsah derisi (Un sac en crocodile). 3. (Demir yeri, kavşak, makas yeri (La croisée des chemins).
yollarında) İşaret aygıtı. § Larmes de crocodile: croisement er. 1. Çaprazlaşma, çaprazlaştırma, üst
Yalancı göz yaşları (Verser des larmes de üste atma (Croisement des jambes). 2. Karşılaşma
crocodile). (Le croisement des deux voitures sur une route). 3.
crocodiliens er. ç. hayb. Timsahlar, timsahgiller. Kesişme yeri, kavşak (Croisement des chemins.
crocus er. Safran türü. S'arrêter au croisement). 4. Irk karışması;
croire gçl. 1. İnanmak (Croire une nouvelle, une melezleşme, melezleştirme (Améliorer une race
histoire, un conte). 2. İnanmak, güvenmek, bel de bovins par des croisements).
bağlamak (Vous pouvez croire cet homme). 3. croiser gçl. 1. Çapraz tutmak, çaprazlamak, üst üste
Sanmak (On croirait qu'il dort). 4. Croire qn, atmak (Croiser les jambes, croiser les bras). 2.
qch...: Birini, bir şevi... sanmak (On l'a cru mort. Kenarları altlı üstlü gelecek biçimde
Nous croyons les autres plus heureux qu'ils ne düğmelemek, bağlamak (Croiser un habit, une
sont). 5. Croire f. qch: -diğini sanmak (Il croyait écharpe). 3. -i kesmek, -ile kesişmek (La voie
être le seul héritier. Tu crois avoir trouvé la ferrée croise la route). 4. Karşılaşmak, yanından
solution). S. "Tasavvur etmek, düşünmek (Vous geçmek (Je l'ai croisé dans la rue. Un train qui en
ne pouvez pas croire à quel point j'ai été touché de croise un autre). S. Birleştirip karıştırmak
ce geste). 7. Croire à qch, en qch: -e inanmak (Croiser deux races de chevaux. Croiser une race
(Croire en une chose, croire aux promesses d'un avec une autre). 6. Çaprazlamasına koymak
ami. Je ne crois plus à rien). 8. Croire à qch: (Croiser sa fourchette et son couteau sur son
-sanmak; -olasılığınainanmak (Lemédecincrutà assiette à la fin du repas). 7. gsz. (Gemi) Aynı
une pneumonie. Personne ne croyait à la guerre). sularda dolaşıp kol gezmek (La flotte croise dans
9. Croire en qn: Birine inanmak, güvenmek, bel la Méditerranée). 8. (Giysinin) İki kanadı çapraz
bağlamak (Je crois en mes amis. Il faut croire en gelmek, üst üste binmek (Veste qui croise bien). §
soi). 10. Croire à, en: (Dinsel anlamda) İnanmak, Croiser les bras: Kollarını kavuşturmak. Croiser
iman etmek (Croire en Dieu, croire à l'Evangile, les jambes: Ayak ayak üstüne atmak. Croiser la
au Messie).% A l'en croire, à vous en croire: Onun, baïonnette: Süngüye davranmak. Croiser les
sizin dediğinize bakılacak olursa (A l'en croire, épées: Kılıç kılıca gelmek. Rester les bras croisés:
tout est perdu). Croire qn sur parole: Birinin Eli böğründe kalmak. § Se croiser: 1. Kesişmek
sözüne inanmak, sözü -için senet olmak (Je te (Deux chemins qui se croisent). 2. (Ortaçağda)
crois sur parole). Croire au père Noël: tkz. Pek saf Haçlılara, haçlı seferlerine katılmak. § Se croiser
olmak, hayale kapılmak, olmayacak duaya âmin les bras: mec. Kollarını kavuşturup beklemek,
demek. En croire à qn: -e kulak vermek, sözünü hiçbir şey yapmamak,
dinlemek (Si vous m'en croyez, prenez un autre croisette diş. Küçük haç.
trajet). Faire croire qch à qn: Bir şeyi birine croiseur er. Kruvazör.
yutturmak, inandırmak. Ne pas en croire ses yeux, croisière diş. 1. Geminin kol gezmesi. 2. Kol gemisi.
ses oreilles: Gözlerine, kulaklarına inanamamak 3. Gemiyle yapılan turistik gezi (Partir en
(Je n'en croyais pas mes yeux). Se croire...: croisière. Organiser une croisière en Turquie).
Kendini... sanmak (Il se croit très fort, tu te crois croisillon er. 1. Haç kolu. 2. (Marangozlukta)
un génie). Se croire quelqu'un: Kendini adam Kayıt, çapraz, gergi, çapraz bağlama. 3. Kesişme
sanmak, kendini bir şey sanmak. yeri.
croisade diş. 1. Haçlı seferi. 2. mec. 'Savaşım, croissance diş. 1. Büyüme, yetişme (La croissance
mücadele (Croisade contre l'alcoolisme. Lancer d'un enfant, des plantes). 2. Büyüme, gelişme,
une croisade contre la vie chère). serpilme; artma (La croissance d'une ville). §
croisé er. 1. Haçlı seferine katılan, haçh. 2. Damalı Taux de croissance économique: Ekonomik
kumaş. kalkınma hızı.
croisé,e 1. Çapraz. 2. Croisé de qch: -ile karışmış croissant er. 1. Ayça, "hilâl. 2. Ayça biçiminde
(Une famille non croisée de sang étranger). § Feu çörek, ayçöreği (J'ai pris deux croissants et un café
croisé: ask. Çapraz ateş. Mots croisés: Bulmaca. au petit déjeuner). 3. Türk bayrağı. 4. mec.
croissant 350 crotte
Türkiye. 5. mec. İslâm dünyası. § Le croissant croquer gsz. 1. Yenirken kıtır kıtır ses çıkarmak,
rouge: Kızılay, kıtırdamak (Des frites qui croquent, fruit vert qui
croissante s. Artan, gittikçe artan (Le nombre croque). 2. gçl. Kıtır kıtır yemek (Croquer des
croissant des naissances). bonbons, des biscuits. Croquer une pomme, des
croisure diş. 1. (Kimi kumaşlarda) Çapraz dokuma. noisettes). 3. Harcamak, sarfetmek; har vurup
2. ed. Çapraz uyaklılık. harman savurmak (Croquer de l'argent. Il a déjà
croît er. Yeni doğan kuzularla bir sürünün croqué plus d'un million dans cette affaire.
büyümesi. Croquer un héritage). 4. Çırpıştırıvermek, birkaç
croître gsz. 1. Büyümek, gelişmek (Un enfant qui çizgide resmini yapıvermek (Croquer un portrait,
croît réguilèrement. Une ville qui croît). 2. un paysage). § Joli à croquer: Çok güzel (Elle est
Bitmek, yetişmek (La vigne et l'olivier croissent jolie à croquer). Croquer le marmot: Çok
sur les côtes d'Egée). 3. Croîtreen qch: -ce artmak, beklemek, beklemekten canı çıkmak. Croquer
-bakımından çoğalmak (Croître en nombre, en une note: müz. Bir nota atlamak. En croquer: tkz.
volume, en étendue). § Ne faire que croître et İhbar etmek. En croquer à la préfecture: argo. 1.
embellir: Habire artmak, maşallah durmadan Polise haber vermek. 2. Röntgencilik yapmak;
fazlalaşmak (Sa sottise ne fait que croître et anahtar deliğinden gözetlemek. Etre à croquer:
embellir). Mauvaise herbe croît toujours: Acı Çok güzel olmak, kıtır kıtır yenecek kadar güzel
patlıcanı kırağı çalmaz, olmak (Elle est à croquer).
croix diş. 1. Çarmıh (Mettre, attacher, clouer qn sur croquet er. 1. Pek katı bir tür peksimet. 2. Tahta
la croix, en croix: Çarmıha germek). 2. Haç (Croix yuvarlakları tokmakla sürerek oynanılan bir
gammée, ansée, pattée). 3. mec. Hıristiyanlık, İngiliz oyunu, kroke.
hıristiyan dünyası (La lutte de la croix et du croquette diş. I. Kızartma köfte (Croquette de
croissant). 4. Sıkıntı, acı, cefa, çile (Chacun a sa pommes de terre). 2. Bir tür çikolata.
croix, chacun porte sa croix). 5. Nişan (Il n'a pas croqueur,euse ad. Kıtır kıtır yiyen, açgözlülükle
encore la croix et serait jaloux de l'obtenir. La croix yiyen. § Croqueur de poules: Tilki. Une croqueuse
de la Légion d'honneur). § Croix de Saint- de diamants: Çok para yiyen, harcatan metres,
Jacques: bitb. Bir tür nergis zambağı. Croix de croquignole diş. 1. Kurabiye. 2. Buruna vurulan
Jérusalem: Bir süs çiçeği. Croix du Sud: gökb. fiske.
Güneyhaçı denilen takımyıldız. Croix Rouge: croquis er. 1. Taslak, kroki. 2. Özet (Faire un rapide
Kızılhaç. Signe de croix: İstavroz çıkarma (Elle a croquis de la situation).
fait un signe de croix). Faire une croix sur qch: -in crosne fknon]er. Ballıbabagillerden, kök yumruları
üzerine çizgi çekmek, -den hepten vazgeçmek. sebze gibi kullanılan, Japonyadan çıkma bir bitki.
Jouer à croix ou pile: Yazı tura oy namak, yazı tura cross-country, cross er. İng. Engelli kırkoşusu.
atmak. Mettre les bras en croix: Kollarını crosse diş. 1. Piskopos âsası (La mitre et la crosse
kavuşturmak, sont les symboles du pouvoir épiscopal). 2. Ucu
cromlech (knomlck] er. Büyük bir taşın çevresinde kıvrık, oyun çomağı, çevgen. 3. Çomakla
dizilmiş daha küçük taşlardan oluşan eski bir tür oynanan oyun, çevgen oyunu. 4. Kıvrım. 5.
anıt, "kromlek. Dipçik (Appuyer la crosse du fusil contre l'épaule
crôneer. Maçuna. pour tirer. Assommer quelqu'unàcoup de crosse).
croquant er. 1. tor. IV. Henri ve XIII. Louis § Chercher des crosses à qn: hlk. Birine çatmak
zamanında ayaklanmış köylü. 2. tkz. Köylü, için bahane aramak. Mettre, lever la crosse en
hödük, hırbo. l'air: Teslim olmak,
croquant,e -f Kıtır kıtır eden (Cornichons crossé s. Âsa taşıyabilen, âsalı (Abbécrossé).
croquants). crossergç/. i . Çevgenle sürmek (Crosser une balle,
croque au sel (à la) bel. Sade tuzla (Cuire à la croque une pierre). 2. hlk. Birine karşı çok sert
au sel). davranmak, horlamak,
croquembouche diş. Gevrek pasta, gevrek çörek, crotale er. 1. (Eskiden) Çalpara. 2. Çıngıraklı yılan,
croque-mitaine er. Umacı, croton er. Haşişetülmülûk denilen ve hekimlikte
croque-mort er. hlk. Cenaze taşıyıcı, ölü gömücü. § kullanılan bir bitki,
Avoir une figure de croque-mort: Uğursuz bir crotte diş. 1. Hayvan pisliği, dışkı, fışkı (Crotte de
suratı olmak, lapin, de chèvre, de brebis. Crotte de cheval). 2.
croquenot er. hlk. Ayakkabı, pabuç, Yol ve sokaklardaki çamur. 3. Çikolatalı şeker
croque-note er. Kötü çalgıcı, gıygıycı. (Crotte de chocolat). 4. Değersiz şey, beş para
crotter 351 cru
etmez şey. § C'est de la crotte: tkz. Bir boka croustade diş. 1. Kızartılmış, kıtır kıtır ekmek
yaramaz, beş para etmez. Ne pas se prendre pour kabuğu. 2. Sıcak, kıtır kıtır börek,
une crotte: tkz. Kendini bir bok sanmak, croustillant,e s. 1. Gevrek, kıtır kıtır (Une gallette
crotter gçl. 1. Çamurlamak (Crotter un parquet avec croustillante). 2. mec. Açık saçık (Une histoire
des chaussures sales). 2. gsz. (Hayvan için) croustillante).
Terslemek, pislemek. § Se crotter: Kir pas içinde croustille diş. 1. Ekmek kabuğu parçası. 2. İncecik
kalmak, çamurlanmak. doğranarak kızartılmış patates,
crottin er. 1. Dışkı, fışkı. 2. Topak keçi peyniri, croustiller gsz. 1. Çiğnenirken kıtır kıtır etmek (Des
croulant,e s. 1. Çökme tehlikesi olan, yıkılmak biscuits qui croustillent). 2. Kıtır kıtır bir şeyler
üzere olan (Des murs croulants, une maison yemek.
croulante, une autorité croulante). 2. er. tkz. croûte diş. 1. Ekmek kabuğu (Manger la croûte el
İhtiyar, moruk (Il n'aime pas sortir avec les laisserlamie). 2. Kabuk (La croûte d'une plaie. La
croulants). croûte terrestre). 3. Bulamaç ( Croûte au fromage,
croulement er. Çökme, yıkılma (Le croulement aux champignons). 4. tkz. Kötü resim ( Ce peintre
d'une maison, d'une civilisation, d'une ne fait que des croûtes). S. İşlenmemiş deri, ham
espérance). deri (Un sac en croûte). 6. mec. tkz. Dar kafalı,
crouler gsz. 1. Çökmek (Un mur qui croule, une burnunun ötesini göremeyen adam. § A la
société qui croule). 2. Yıkılmak (Une maison qui croûte!: tkz. Haydi yemeğe, haydi bir şeyler
croule). 3. (Çulluk için) Bağırmak, ötmek. § Faire atıştıralım. Casser la croûte: tkz. Bir şeyler
crouler: Yıkmak, çökertmek (Le tremblement de atıştırmak, yemek yemek. Gagner sa croûte: tkz.
terre a fait crouler les immeubles. Faire crouler un Ekmeğini kazanmak, geçimini sağlamak,
projet). Se laisser crouler: Olduğu yere croûter gsz. hlk. Yemek yemek,
yıkılıvermek (A cette terrible nouvelle, il se laissa croûteux, euse s. Kabuk bağlamış (Dermatose
crouler sur une chaise). croûteuse).
croup [knupl er. Kuşpalazı (Cet enfant est mort du croûton er. 1. Francalamn ucu (Il adore manger le
croup). croûton). 2. Kızartılmış ekmek parçası (Omelette
croupade diş. Atın arka ayaklarını karnına çekerek aux croûtons). 3. mec. tkz. Moruk, bunak, aptal,
atlaması. kafasız adam (Un vieux croûton).
croupe diş. 1. Sağrı (La croupe du cheval). 2. tkz. croutonner (se) tkz. Canı sıkılmak, sıkıntıdan
Kocaman kalçalar. 3. Dağın şişkin yamacı, karnı patlamak, efkârlanmak.
(L'ennemi avait établi un poste d'observation sur croyable s. İnanılabilir, inanılır (Ce n'est pas
une croupe dominant la vallée). § En croupe: croyable).
Terkide. Monter en croupe: Terkiye binmek. croyance diş. 1. İnanış, inanma (La croyance à la
Prendre qn en croupe: Birini terkisine almak, grandeur de l'homme. La croyance dans
croupetons (à) bel. Çömelmiş olarak, çömelerek (Il l'absurdité de l'existence). 2. Sanı, "zan (La
se tint à croupetons pour souffler sur la flamme). croyance qu'on pourra revenir vivant du combat).
croupi, es. Durgun ve kokmuş (Eau croupie). 3. İnanılan şey, inanç, "akîde (Il faut respecter
croupier er. (Kumarhanede) Oyun görevlisi, toutes les croyances). 4. İnan, iman (La croyance
"krupiye. en Dieu).
croupière Kuskun. § Tailler des croupières à qn: croyant,e ad. İnanan, inanı olan, "mümin (Les
Birinin başına iş açmak, vrais croyants n'agissent pas ainsi). | Le
croupion er. tkz. 1. Kuyruk sokumu. 2. (Kuşlarda) commandeur des croyants: "Emirül-mümin.
Kuyruk çıkıntısı, Halife.
croupionner gsz. tkz. Yürürken kıçını oynatmak, cru er. 1. Artma, artış. 2. Üzüm ürünü, o yılki ürün.
orak biçmek, 3. Bağ, üzüm bağları (Visiter un cru célèbre. Les
croupir gsz. 1. Kokuşmuş bir yaşam sürmek, grands crus de France). 4. Bölge, yöre (Je me suis,
yaşayıp gitmek (Il croupit dans son ignorance, adressé à un paysan du cru). § De son cru, de son
dans sa paresse). 2. (Durgun su) Bozulmak, propre cru: Kendi kafasından, kendinin
kokuşmak (L'eau qui croupit au fond d'une uydurduğu ( Cette pièce est de mon cru. Il racontait
mare). des nouvelles de son cru).
croupissant,e s. Kokuşmuş, durgun, ölü gibi (Eau cru,e s. 1. Pişmemiş, çiğ (Aliments crus, manger de
croupissante, une vie croupissante). la viande crue). 2. mec. Gerçekçi, açık, dobra
croupon er. Sığır köselesi. (Une réponse crue, des mots crus, faire une
cruauté 352 cubique
çekmek, ağzını aramak, ağzından laf almak. Quel cul!). § Bas du cul, bout de cul: Bücür. Cul
(Cuisiner un suspect au cours d'une enquête). par dessus la tête: Tepe taklak (Tomber, renverser
cuisinier,ère ad. 1. Aşçı (Tablier de cuisinière. Un cul par dessus la tête). Cul de plomb: Enseci
mauvais cuisinier). 2. er. Yemek kitabı, meırur, göbekli memur. Cul terreux: Köylü,
cuisinière diş. 1. Aşçı kadın. 2. Yemek sobası, hödük, kıçı boklu. Gros cul: Asker cıgarası. Un
yemek fırını, °kuzina. 3. Izgara, lèche-cul: Yalak, dalkavuk, yağcı. Avoir le feu au
cuissage er. Derebeyin, evlenen her yeni gelinle ilk cul: Kıçı tutuşmak, kıçına ateş düşmek. Avoir qch
geceyi geçirmesi (Droit de cuissage). au cul, dans le cul: -den tiksinmek, iğrenmek,
cuissard er. 1. Kalça zırhı. 2. Çorabın, budu örten nefret etmek. Avoir du poil au cul: Yiğit olmak,
kısmı. mert olmak, taşağı altı okka olmak. Avoir des
cuisse<% Oyluk, but. § Se croire sorti de la cuisse de couilles au cul: Çok taşaklı olmak, sapına kadar
Jupiter: tkz. Burnu kaf dağında olmak, kendini erkek olmak. Donner un coup de pied au cul:
sadrazamın sol taşağı sanmak, Kıçına bir tekme atmak. En avoir plein le cul:
cuisseau er. Dana budu. Bıkmak, gına getirmek. Etre comme cul et
cuisse-madame diş. Bir tür armut, chemise: Aralarından su sızmamak, yedikleri
cuisson diş. 1. Pişirme, pişirim (La cuisson du pain içtikleri bir olmak. Faire cul sec: Fondip yapmak,
par le boulanger). 2. Pişme, pişim (Cette viande bir dikişte kadehi bitirmek. Lécher le cul à qn: -in
demande une cuisson prolongée). 3. Pişirme, kıçını yalamak, -e çok dalkavukluk etmek. Péter
fırına verip sertleştirme (Cuisson des briques, des plus haut que le cul: Başından büyük işlere
poteries, de la porcelaine). 4. mec. Sızı, yanma, girişmek. Se décarcasser, se démancher, se
cuissot er. Av hayvanı budu (Cuissot de chevreuil, dévisser le trou du cul: Kıçını yırtmak, çok çaba
de sanglier). göstermek. Se taper le cul par terre: Gülmekten
cuistancediş. hlk. Mutfak, katılmak. Taper le cul par terre, faire un tape-cul:
cuistre er. 1. (Eskiden) Çeşnicibaşı. 2. tkz. Bilgiç, Kıç üstü düşmek. Tirer au cul: Kaytarmak, işten
ukalâ. 3. Sonradan görme, türedi. 4. s. Ukalâ, kaçmak. Tomber sur le cul, en rester sur le cul:
kendini beğenmiş (Il est un peu cuistre). Şaşırıp kalmak, şaşkınlıktan ağzı bir kanş
cuistrerie diş. 1. Bilgiçlik, ukalâlık, kendini açılmak.
beğenmişlik. 2. Sonradan görmelik, türedilik. culasse diş. 1. (Toplarda) Kama. 2. (Tüfekte) Sürgü
cuit, e s. Pişmiş (Aliment cuit, légumes cuits. Terre kolu. 3. Motor kapağı. § Bloc de culasse: Kama
cuite). § Etre cuit: hlk. Yanmak, Keremin arpa payı.
tarlası gibi yanmak, şapa oturmak. C'est du tout cul-blanc er. Yağmurkuşu; kuyruksallayan.
cuit: Bu iş tamam, yüzde yüz olmuş bil, bu cepte culbutage er. Takla atma.
keklik. culbute diş. 1. Takla. 2. Düşme, yuvarlanma,
cuite diş. 1. Fırınlama, pişirme, pişirim (La cuite de devrilme. 3. mec. Yıkım, yıkılma, batma, iflâs. §
la porcelaine). 2. tkz. Kafayı çekme, sarhoşluk. § Faire une culbute, des culbutes: Takla atmak.
Avoir sa cuite: tkz. Kafayı bulmak, sarhoş olmak, Faire la culbute: 1. Batmak, iflas etmek (Ce
cuiter (se) gsz. tkz. Kafayı bulmak, sarhoş olmak, banquier a fait la culbute). 2. Bir malı maliyet
cuivre er. 1. Bakır (Mine de cuivre, casseroles en fiyatının, alış fiyatının iki katına satmak,
cuivre). 2. ç. Bakır eşya, bakır kap kaçak (Faire culbuter gsz. 1. Takla atmak, devrilmek, devrilip
briller les cuivres). 3. Bakırdan resim kalıbı ve düşmek (Sa voiture a culbuté. Le pêcheur a culbuté
böyle bir kalıpla basılmış resim. 4. Nefesli bakır dans l'étang). 2. gçl. Devirmek (Les manifestants
çalgı (On entend trop les cuivres dans cet ontculbuté les tables et leschaises du restaurant).
orchestre). § Cuivre jaune: Tunç. 3. Yenmek, bozguna uğratmak (Culbuter une
cuivré, es. 1. Bakır kırmızısı, bakırrenginde (Ilala armée, des troupes). 4. Devirmek, düşürmek
peau cuivrée, un teint cuivré). (Culbuter un ministre, un cabinet).
cuivrer gçl. 1. Bakır kaplamak. 2. Bakır rengi cul-de-basse-fosse er. Zindan,
vermek, yakmak (Le soleil les cuivre). cul-de-jatte er. 1. Kötürüm. 2. Kesik bacaklı,
cuivreux, euse s. 1. İçinde bakır bulunan, bakirli cul-de-lampe er. 1, Kemer yada kubbe sarkıtması.
(Un alliage cuivreux). 2. Bakırdan. 3. Bakırımsı, 2. (Kitaplarda) Süs resmi,
bakırı andıran, cul-de-poule (en) Yumuk, büzük, tavuk götü gibi
cul er. hlk. 1. Kaba, kıç, göt (Tomber sur le cul). 2. (Avoir la bouche en cul-de-poule).
Dip (Le cul d'une bouteille, d'une lampe, d'un cul-de-sac er. 1. Çıkmaz sokak, çıkmaz (S'engager
pot). 3. s. ve ad. Enayi, aptal (Il est un peu cul. dans des culs-de-sac). 2. mec. Çıkmaz, açmaz
culée 355 cumuler
(Cette entreprise est un cul-de-sac). Ayin yapma. Liberté de culte: İbadet özgürlüğü).
culée diş. Kemer ayağı (La culée d'un arcboutant, 4. Saygı, derin say gı ; büyük se vgi. § A voir un culte
d'une voûte). pour: -i taparcasına sevmek, saymak (Il avait un
culergsz. 1. Geri geri gitmek ( Nager ùculerj. 2. den. culte pour sa mère). Avoir le culte de qch: -i çok
Siya etmek, sevmek, canından çok sevmek (A voir le culte de la
culex er. Tatarcık, patrie, de la justice, du passé, de la tradition).
culière diş. Paldım. Rendre, vouer un culte à: -e karşı derin bir saygı
culinaire s. Aşçılığa yada mutfağa değgin (Art duymak (Il vouait un véritable culte à son père).
culinaire). Avoir le culte de l'argent: Paraya tapmak, çok
culminant, e s. En yüksek (Le point culminant para gözlü olmak,
d'une montagne, d'une crise). § Point culminant: cultisme er. Üslupta aşırı özen.
gökb. Bir yıldızın, bir yerin meridyen cultivables. Ekime, işlenmeye elverişli; işlenebilir,
düzleminden geçerken ulaştığı en yüksek nokta, ekilebilir; *ekenek (Terres cultivables).
yücelim noktası, cultivateur, trice s. ve ad. 1. Çiftçi, tarımcı. 2. er.
culmination diş. gökb. Yücelim. Küçük saban,
culminer gsz. gökb. Yücelim noktasına ulaşmak; cultivé, es. 1. İşlenmiş (Terrecultivée). 2. Kültürlü,
doruk noktasına varmak, *ekinli (Un homme très cultivé).
culot er. 1. Dip, alt (Culot d'une lampe, culot de cultiver gçl. 1. İşlemek (Cultiver un champ, un
bougie). 2. (Mimarlıkta) Bezek göbeği. 3. jardin). 2. Yetiştirmek (Cultiver la vigne, des
(Pipoda) Zift, tütün zifti. 4. Maden diplik. 5. céréales, des plantes). 3. mec. İş edinmek,
Yumurta kabuğunu en son kırıp çıkan civciv. 6. uğraşmak, merak sarmak, kendim vermek
tkz. En küçük evlât, tekne kazıntısı. 7. Sınıf (Cultiver la musique, la littérature). 4. Geliştirmek
sonuncusu; bir sınavı sonuncu olarak kazanan (Cultiver un goût, un don). 5. Arayıp sormak
aday. 8. Pişkinlik, yırtıklık, yüzsüzlük, küstahlık. (Cultiver ses amis). § Se cultiver: Kendim
§ Avoir du culot: Pişkin olmak, yüzsüz olmak, yetiştirmek, geliştirmek, kültürünü artırmak,
doğrusu pek cesur olmak. Avoir le culot de f. qch: cultuel, le s. Dinle ilgili, ibadetle ilgili (Associations
-mek cesaretini, yüzsüzlüğünü göstermek (Il a eu cultuelles, édifice cultuel).
le culot de partir sans faire son travail). cultural, e s. Toprağın işlenmesine değgin
culotte diş. 1. Kısa pantolon, külot. 2. Pantolon (Procédés culturaux, façons culturales).
(Acheter à un enfant des culottes longues). 3. culture diş. 1. Tarım (Pays de petite, de grande
Kadın donu. 4. Sığır budu. 5. Çatal boru. 6. tkz. culture. Culture familiale. Culture intensive,
Kumarda yutulma. § Culotte de peau: Eski asker; culture extensive. Culture fruitière, culture sèche).
dar kafalı asker. Faire dans sa culotte: Korkudan 2. Yetiştirme (La culture des bananes, des
donuna yapmak. Trembler dans sa culotte: Çok abeilles). 3. ç. Ekin tarlaları, ekilmiş arazi (La
korkmak, ödü bokuna karışmak. Porter la route traverse de riches cultures. La ferme est
culotte: Dediği dedik olmak, buyurmak, sözü située au milieu des cultures). 4. Kültür, *ekin,
geçmek (Dans ce ménage, c'est la femme qui *ekinç (Unefemme de haute culture. lia une solide
porte la culotte). culture. La culture orientale, occidentale). § La
culotté, e s. tkz. 1. Yüzsüz, pişkin, küstah. 2. culture physique: Beden eğitimi,
Kararmış (Cuir culotté). 3. Zift bağlamış (Pipe culturel, le s. Kültürel, kültürle ilgili, "ekinsel,
culottée). *ekinçsel (Relations culturelles entre deux pays).
culotter gçl. 1. Pantolon giydirmek (Culotter un cumin er. Kimyon.
enfant). 2. Kullana kullana.karartmak. 3. İçini zift cumul er. 1. Birkaç şeyi bir elde toplama (Cumul
bağlatmak, karartıp tıkamak (Culotter une pipe). de fonctions, de charges). 2. huk. Birleştirme,
§ Se culotter: Pantolonunu giymek, birleştirilme, içtima ( Cumul des peines: Cezaların
culottier, bre ad. Pantoloncu, birleştirilmesi).
culpabilité diş. 1. Suçluluk (Sentiment de cumulard er. hkr. Birkaç işi, birkaç görevi elinde
culpabilité. Etablir la culpabilité d'un accusé). 2. toplayan kişi.
huk. "Cezai ehliyet, yeterlik, cumulatif, ive s. Birkaç şeyin bir araya gelmesinden
culte er. 1. Tapma, tapmma, tapınış, "tapınç (Le oluşan; bir araya gelen, birbirine eklenen
culte du feu, des morts). 2. Din; mezhep (Liberté (Facteurs cumulatifs).
des cultes. Le culte musulman, catholique, cumuler gçl. Elinde toplamak, üzerinde toplamak,
protestant). 3. Âyin, ibadet (Exercice de culte: yüklenmek (Cumuler des fonctions, trois
cumulus 356 curriculum vitae
görmüyorum. N'entraver que dal: Hiçbir şey hatun. 4. (Kayıklarda kürek bağlanan) Iskarmoz.
anlamamak). 5. Toprak tokmağı. 6. (İskambilde) Kız (La dame
dallage er. 1. Kapaklık döşeme (Dallage de de pique). 7. (Satrançta) Ferz. 8. (Tavla
marbre). 2. Kapaklık döşemesi, döşeme (Le vase oyununda) Pul. 9. (Dama oyununda) Dama deniş
s'est cassé en tombant sur le dallage). taşı. § Jeu de dames: Dama oyunu, dama. Aller à
dalle diş. I . Döşeme taşı, kapak taşı, kapaklık dame: 1. Damaya çıkmak, dama demek. 2. hlk.
(Dalles de granit gris). 2. argo. Boğaz. 3. argo. düşmek.
Que dalle, que dal: Hiçbir şey. § Avoir la dalle en dame iinl. 1. Yok canım! Deme (Il n'est pas content?
pente: argo. İçmeyi sevmek, içkiye düşkün -Dame! après tout ce que vous lui aviez dit!). 2.
olmak. N'entraver que dalle: argo. Hiçbir şey Öyle ya, elbette, öyle! (Ils sont partis? -Dame
anlamamak, anladıysa arap olmak. Se rincer la oui!).
dalle: hlk. İçmek, boğazı yağlamak, dame-d'onze-heures diş. Tükrükotu .
daller gçl. Kapak taşı döşemek, kapaklık döşemek, dame-jeanne diş. Damacana,
-in döşemesini yapmak (Daller une salle, une damer gçl. 1. (Dama oyununda) Dama demek,
cuisine). dama yapmak, bir taşı damaya çıkarmak (Damer
dalleur er. Döşeme işçisi, kapaklık döşeyen işçi. un pion). 2. Toprağı bastırmak, toprağı tokmakla
dalmate s. ve ad. Dalmaçyalı; Dalmaçya ve bastırıp sıkıştırmak (Je damais la terre des deux
dalmaçyalılara değgin, pieds). 3. gsz. Damaya çıkmak, dama demek
dalmatie diş. Dalmaçya. (Pion qui dame). § Damer le pion à qn: Birinin
dalmatique diş. 1. Eski Roma imparatorlarının pabucunu dama atmak, birini bastırmak,
beyaz gömleği. 2. Kimi papazların giydiği âyin altetmek; birine üstün gelmek, taş çıkartmak,
giysisi. damereter. Kadın gibi süslenip kadın gibi davranan
dalot, daleau er. 1. (Yollarda) Yer altı oluğu, erkek, kadınsı,
"mazgal. 2. (Deniz teknelerinde) Güverte damier er. 1. Dama tahtası. 2. Damalı bezek (Tissu
sularının denize akmasını sağlayan delik, lomboz en damier).
deliği. damnable s. 1. Cehennemlik. 2. İnsanı
daltonien, ne s. ve ad. Renk körü. cehennemlik eden (Opinion damnable). 3.
daltonisme er. Renk körlüğü, Kargışlı, kargınmış, lanetlenmiş. 4. Ayıp, iyi
dam er. 1. (Eski) Zarar. 2. (Dinsel anlamda) karşılanmayan (Coutumes damnables).
Tanrı'yı hiçbir zaman görememe (Peine du dam). damnation diş. 1. Cehennem azabı. 2.
§ Au dam de, au grand dam de: -in zararına, Cehennemlik olma. 3. "Lânet olsun. Allah
damage er. Toprağı bastırma, belâsını versin, canı cehenneme" gibi öfke yada
daman er. hayb. Yabanfaresi. kayaporsuğu. umutsuzlukla savrulan bir sövgü.
damas er. 1. Damasko. 2. Taban kılıç. 3. Mürdüm damné, e [dane]s. ve ad. 1. Cehennemde yanan (Le
eriği. supplice des damnés). 2. Şeytan gibi adam, iblis. 3.
damasquinage er. 1. Telkâri kakma. 2. Telkâri Körolası, kahrolası, pis. lânet (Cette damnée
kakmacılık. fièvre m'a tenu au lit). § C'est ton âme damnée:
damasquiner gçl. Telkâri yapmak, gümüş yada altın Bütün şeytanlıklar onun başının altından çıkıyor,
tel takarak bir demiri süslemek (Damasquiner le sana bütün bu kötülükleri yaptıran o. Crier
manche d'un couteau). comme un damné: Ciyak ciyak bağırmak, saca
damasquineur er. Telkâri kakmacı, basmış çingeneler gibi bağırmak. Etre l'âme
damasquinerie diş. Telkâri kakmacılık, damnée de qn: Birine körü körüne bağlı o'mak,
damassé, e s. 1. Damasko çiçekli, damasko gibi biriyle cehenneme bile olsa gitmek. Souffrir
dokunmuş (Une nappe damassée). 2. er. comme un damné: Cehennem azabı çekmek,
Damasko (kumaş). 3. Taban çelik tarzında su damner[dane]gçl. l.Cehennemazabınauğratmak.
verilmiş (çelik), 2. Cehennemlik etmek, büyük günaha sokmak. §
damasser gçl. 1. Damasko tarzında çiçekli, resimli Faire damner qn: Birini çok üzmek, çok
dokumak. 2. Çeliğe taban tarzında su vermek, kızdırmak. § Se damner: 1. Cehennemlik olmak.
damassure diş. Damasko gibi kumaşlardaki süsler; 2. Se damner pour qn: -in aşkından yanıp
bu süslerin işlenmesi, tutuşmak.
dame diş. 1. Hanım, kadm, bayan (Coiffeur pour damoiseau er. 1. (Eskiden) Genç soylu, soylu
dames). 2. Evli kadın (Est-ce une dame ou une delikanlı, genç "asilzade. 2. (Şimdi). Toy çapkın,
jeune fille?). 3. (Eskiden) Soylu bir kimsenin eşi, çapkın taslağı delikanlı.
danıoiselle 361 dartre
danıoiselle diş. (Ortaçağda) Soylu gençkız; genç classique, danse folklorique). 2. Oyun havası (Les
soylu hanım, danses norvégiennes de Grieg). § Danse de Saint-
danaîde diş. Parlak renkli bir Afrika gündüz Guy: Kore hastalığı, oynama hastalığı. Donner
kelebeği. une danse à qn: -e iyi bir dayak atmak, ağzının
dancing er. Dans salonu (Aller au dancing). payını iyice vermek. Entrer en danse: mec. tkz. 1.
dandin er. tkz. Ağzı açık, alık, sarsak, Harekete geçmek. 2. İşin içine girmek, oyuna
dandinement er. 1. Salına salına yürüme. 2. Badi girmek, bir harekete katılmak. Mener la danse:
badi yürüme, Gizli ve toplu bir hareketi yönetmek,
dandiner gsz. 1. Salına salına yürümek. 2. gçl. danser gsz. 1. Oynamak, dans etmek (Jenesaispas
Hafifçe ve acemice sallamak (Les filles danser). 2. Hoplamak, sıçramak, zıplamak
dandinaient leurs tailles serrées). § Se dandiner: (Danser de joie). 3. gçl. -i oynamak, -dansı
Sarsak sarsak sallanmak, tuhaf bir biçimde iki yapmak (Danser une valse, une java). § Faire
yanına sallanmak (Un élève qui récite sa leçon en se danser l'anse du panier: Yaptığı alışverişlerden
dandinant). biraz para kırpmak, başkası hesabına aldığı bir
dandy er. Ing. Şıklık, düşkünü, moda düşkünü, şeyin fiyatını fazla gösterip para çalmak. Faire
züppe. danser les écus: Parayı çar çur etmek. Faire danser
dandysme er. Aşırı şıklık, moda düşkünlüğü; qn: Birini çok hırpalamak. Ne pas savoir sur quel
züppelik. pied danser: Ne yapacağını, ne halt edeceğini
danger er. Tehlike (Un remède sans danger. Danger bilememek. Quand le chat n'est pas là, les souris
de mort). § Courir un danger: Bir tehlike ile karşı dansent: Kedinin olmadığı yerde sıçanlar hora
karşıya bulunmak (Tu cours un grand danger). teper.
Etre en danger: Tehlikede olmak (La patrie est en danseur, euse ad. 1. Oynayan, dans eden. 2. Dans
danger). Mettre qch en danger: -i tehlikeye meraklısı. 3. Dans sanatçısı, oyuncu, çengi
sokmak, tehlikeye atmak (Mettre sa vie, sa (Danseuse de ballet.Danseuse orientale). § Danseur
réputation en danger). Il y a du danger à f qch: de corde danseuse de corde: İp cambazı,
-mekte tehlike var (Il y a du danger à passer par dastesque v. Dante'ye özgü. Dante tarzında ağır ve
là). Il n'y a pas de danger: tkz. Olacak şey değil, ulu (Poésie dantesque. Vision dantesque).
olamaz (//n'y a pas de danger qu 'il en fasse autant: danube er. Tuna, Tuna nehri,
Böyle davranmasına, bunu yapmasına olanak danubien,ne s. 1. Tunali. 2. Tuna'ya değgin,
yok. Tu crois qu'il nous aiderait? -Il n'y pas de daphné er. Yaban defnesi,
danger). daphnie diş. Supiresi.
dangereusement bel. Tehlikeli şekilde (Il est darbouka, derbouka diş. Ar. Darbuka,
dangereusement blessé, malade). dard er. 1. Kargı, mızrak. 2. Sivri dil (Dard d'un
dangereux, euse s. 1. Tehlikeli (Maladie scorpion, d'un serpent). 3. (Böceklerde) İğne
dangereuse, chemin dangereux, aventure (Dard d'une abeille). 4. mec. İğneli söz, iğne. 5.
dangereuse). 2. Zararlı, zarar verebilir (Un fou hlk. Gümüşlübalık.
dangereux, une doctrine dangereuse). § Il est darder gçl. 1. Mızrakla vurmak, mızraklamak. 2.
dangereux de f. qch: -mek tehlikelidir (Il est Kuvvetle atmak, salmak, fırlatmak (Le soleil
dangereux de se pencher au dehors). dardait ses rayons). 3. Darder qch contre: Bir şeyi
danois, e s. ve ad. 1, Danimarkalı; Danimarka ve -e yöneltmek, atmak, fırlatmak (11 darda ses
danimarkalılara değgin. 2. er. Danimarka dili. 3. flèches contre eux). 4. Dikletmek, kirpi dikenleri
Danimarka asıllı bir cins köpek, gibi yapmak (Un cactus qui darde ses épines). §
dans ilg. 1. İçinde, -de (Il est dans la chambre). 2. Darder ses regards sur: Bakışlarını -in üzerine
Sonra (Il reviendra dans trois jours). 3. -e, içine dikmek (Il dardait sur nous ses regards
(Tomber dans la misère). 4. (Miktarlar için) menaçants).
Yaklaşık olarak, aşağı yukarı ; dolaylarında (Cela dare-dare bel. tkz. Çabucak, °alel acele,
coûte dans les deux cents francs). palaspandıras (Il est parti dare-dare pour tâcher de
dansant, e s. 1. Danslı (Thé dansant, soirée les rattraper).
dansante). 2. Dans eden; oynayan, oynaşan (Un dariole diş. Bir tür pasta,
choeur dansant). 3. İnsanda oynama, dans etme darne diş. Balık dilimi (Une darne de colin).
isteği uyandıran (Une musique dansante). darse, darce diş. İç liman,
danse diş. 1. Dans, oyun (Faire une danse. Pas de dartois er. Bir tür yufkah pasta,
danse, figure de danse. Musique de danse. Danse dartre diş. Birçok deri hastalıklarının ortak adı,
dartreux 362 de
itibaren, -den başlayarak (Du 5 mars au 24 juin. Söylemek, dile getirmek (Déballer ses sentiments,
Du marin au soir). 8. -egöre (De l'avis de tous). 9. ses secrets; déballer la vérité).
-lik, kadar (Avancer de trois pas. Retarder de déballeur,euse ad. I. Denk açıcı <Les déballeurs ont
quarante minutes). 10. -den, arasında (Ilestdemes oublié de vider une des caisses). 2. er. İşportacı,
amis). 11. -üzerine, -e dair, -hakkında (De la gezgin satıcı,
mode, de l'inégalité). 12. -yerinde, yerine (Si déballonner (se) tkz. Balonu sönmek, pısmak.
j'étais de Paul, je n'agirais pas ainsi). 13. (Belirtili débandade diş. Bozgun, kaçışma, dağılma (La
ad takımlarında)-in (Le livre de Jean, la maisonde retraite devint une débandade. Ce fut une
Paul). 14. (Belirtisiz ad takımlarında belirtilenin débandade folle avec des cris et des rires). § A la
başına gelerek nitelik gösterir ) (Une chemise de débandade: Darmadağınık, karmakarışık bir
soie, une table de fer, laville de Paris). 15.De...en: biçimde (Tout va à la débandade).
-den-e (Debrancheenbranche, de place en place). débander gçl. 1. Sargısını çözmek, açmak
16. -li (Il est de Marseille. D'où êtes-vous?). (Débander une blessure, uneplaie. Onluidébande
dé er. 1. Yüksük. 2. Çok küçük içki kadehi, yüksük les yeux). 2. Gevşetmek (Débander un arc). 3.
kadarküçük kadeh (Heriki anlam içindéàcoudre Bozguna uğratmak, darmadağın etmek
da kullanılır). (Débander une armée). § Se débander: 1.
dé er. 1. Zar, oyun zarı (Agiter et jeter les dés. Le Gevşemek (Son arc s'est débandé). 2. Bozguna
trictrac se jouent avec les dés). 2. Küçük küp uğramak, dağılmak (L'armée se débanda devant
(Couper des carottes en dés). § Coup de dés: l'ennemi).
Tamamiyle raslantıya, şansa bırakılmış iş; şans, débaptiser gçl. Adını değiştirmek (Débaptiser une
rastlantı, "talih (Ila mis sa vie entière sur un coup rue, une école).
de dés). Les dés sont jetés: Zarlar atılmıştır artık, débarbouillage er. Elini yüzünü yıkama,
dönüş yok. débarbouiller gçl. -in elini yüzünü yıkamak
dead-heat [dE(e)dit] er. İng. Yarışı başabaş eşit (Débarbouiller un enfant). § Se débarbouiller: 1.
bitirme.§ Faire deat-heat:Yanşatları için) Yarışı Elini yüzünü yıkamak. 2. tkz. İşin içinden
başbaşa bitirmek, eşit gelmek, çıkmak, paçasını kurtarmak (Laisse-le se
déambulation diş. Dolaşma, gezinme, yürüme, débarbouiller tout seul).
déambulatoires. Gezintiyle ilgili, gezintiye değgin, débarcade diş. argo. Hapisten kaçma, firar,
déambuler gsz. Gezinmek, dolaşmak (Les touristes débarcadère er. 1. (Denizde, ırmakta) İskele. 2.
déambulent à travers la ville). (Demiryolunda) Rıhtım, peron,
débâcle diş. 1. Buzların çözülmesi (La débâcle débarder gçl. 1. Rıhtıma çıkartmak, boşaltmak. 2.
polaire donne naissance à de formidables Odunu ormandan, taşı ocaktan taşımak,
icebergs). 2. mec. Çözülme, çökme, yıkım, iflâs, débardeur er. İskele hamalı, yükçü.
bozgun (La retraite de Russie amena la débâcle du débarqué,e s. ve ad. Gemiden çıkmış yada taşıttan
premier Empire. La débâcle d'une entreprise, inmiş kimse. § Un nouveau débarqué: Memlekete
d'une fortune. La percée ennemie provoqua la yeni gelmiş acemi bir kimse,
débâcle de l'armée). débarquement er. 1. ask. Çıkarma, çıkma
débâcler gçl. 1. Açmak (Débâcler un port). 2. gsz. (Débarquement de Normandie; débarquement
Buzları çözülmek (La rivière débâcle). des troupes). 2. Boşaltma, indirme; boşalma,
débagouler gsz. 1. Kusmak. 2. gçl. mec. hlk. inme (Formalités de débarquement. On l'a arrêté à
Söylemek, savurmak (Débagouler les mêmes son débarquement). § Le débarquement des
inepties. Débagouler des injures). Anglais: argo. "İhtilâm, arabayı devirme,
débâillonner gçl. 1. (Birinin ağzındaki) Tıkacı débarquer gçl. 1. İndirmek, boşaltmak (Débarquer
çıkarmak. 2. mec. -e konuşma özgürlüğü vermek les passagers, les marchandises). 2. Çıkarmak,
(Quand vont-ils débâillonner le pays?). karaya çıkarmak (Débarquer un corps
déballage er. 1. (Denk yada sandık) Açma, expéditionnaire sur les côtes ennemies). 3. mec.
boşaltma (Déballage des verres). 2. İşporta malı. Atmak, uzaklaştırmak, başından savmak
3. İşportacı sergisi, işportacı tablası. 4. tkz. (Débarquer un ministre incapable, débarquer un
Açılma, içindekini boşaltma, baklayı ağzından collègue gênant). 4. gsz. Çıkmak, inmek, ayak
kaçırma. basmak (Débarquer à Istanbul. Débarquer chez
déballer gçl. 1. (Denk, sandık, bavul) Açmak, un ami). § Les Anglais ont débarqué: Şeytan
boşaltmak (Le camelot ouvrit sa valise et aldattı, ihtilâm olduk, arabayı devirdik,
commença à déballer sa marchandise). 2. tkz. débarras er. 1. Başından savma, kurtulma. 2.
débarrasser 364 débiter
Gereksiz eşyaların konduğu yer, sandık odası, débaucher gçl. 1. Sefahete sürüklemek. 2. Baştan
débarrasser gçl. 1. Karışıklıktan, dağınıklıktan çıkarmak, ayartmak (Débaucher les jeunes filles,
kurtarmak; derleyip toplamak, düzene koymak les jeunes gens). 3. İşini bıraktırmak. 4. İşinden
(Ona débarrassé le grenier pour y aménager une çıkarmak, atmak, yol vermek (Débaucher les
salle de jeu). 2. Débarrasser qn de qch: a) Birinin ouvriers).
-sini almak (Débarrasser un visiteur de son débecter, débéqueter gçl. hlk. İğrendirmek,
manteau). b(Alaylı)Birinin-siniçalmak,aşırmak tiksindirmek (Ton comportement nous débecte).
(Les voleurs l'ont débarassé de son argent). 3. débet er. 1. Borç kalıntısı. 2. (Kamu
Birini -den kurtarmak (Débarrasser quelqu'un muhasebesinde) Açık, zimmet (Arrêt de débet.
d'une corvée, d'une mauvaise habitude). § Se Mise en débet d'un comptable).
débarrasser de: -den kurtulmak, yakasını débile s. 1. Güçsüz, dermansız, takatsiz (Un
sıyırmak (Se débarrasser d'une affaire ennuyeuse, vieillard débile). 2. Cılız, zayıf (Un enfant débile,
de l'ennemi). une intelligence débile). 3. ad. Geri zekâlı (C'est
débarrer gçl. Açmak, sürgüsünü yada kol demirini un débile; un débile mental).
kaldırmak (Débarrer une porte). débilement bel. Güçsüz güçsüz,
débat er. 1. Tartışma, "münakaşa (Débat vif, débat débilitant,e s. Güçsüzleştiren, zayıflatan, güçten
orageux. Conférence suivie d'un débat). 2. takattan düşüren; moral bozucu (Oisiveté
Görüşme, müzakere (Débatsparlementaires). 3. débilitante, le climat tropical est débilitant).
huk. ç. Duruşma. § Entrer en débat sur qch: débilitation diş. Güçten düşürme, güçsüzleştirme,
-üzerinde tartışmaya girişmek. Entrer dans le vif zayıflatma.
du débat, dans le cœur du débat: Tartışmanın en débilité diş. Güçsüzlük, zayıflık, cılızlık, güçten
önemli, en can alıcı noktasına girmek, düşme, zekâ geriliği,
debater [de(i)batœR] er. İng. Usta tartışmacı, iyi débiliter gçl. 1. Güçsüzleştirmek, güçsüz
müzakereci (Bunun yerine fransızca karşılığı olan düşürmek, zayıflatmak, cılızlaştırmak. 2. mec.
"débatteur" yeğlenir). Moral bozmak. § Se débiliter: Güçsüz düşmek,
débâter gçl. (Hayvanın) Semerini çıkarmak cılızlaşmak; morali bozulmak,
(Débâter un âne). débine diş. hlk. Sefalet, yoksulluk (Etre, tomber
débâtir gçl. 1. Yıkmak. 2. Sökmek (Débâtir une dans la débine).
jupe). débiner gçl. tkz. Çekiştirmek, aleyhinde
débatteur er. Usta tartışmacı, iyi müzakereci, konuşmak. § Débiner le truc: argo. Bir gizi
débattre gçl. Tartışmak, görüşmek, "müzakere açıklamak. § Se débiner: tkz. Tüymek, kaçmak,
etmek (Débattre un prix, une question). § Se kirişi kırmak (Il s'est débiné avant l'arrivée de la
débattre: 1. Çırpınmak (Le pêcheur, tombé dans police).
la rivière, se débattait parmi les herbes). 2. Se débit er. 1. Satış, sürüm (Cette boutique a beaucoup
débattre avec: -ile uğraşmak (Se débattre avec ses de débit). 2. Satış yeri (Débit de tabac, débit de
soucis quotidiens). Se débattre contre: -e karşı boissons). 3. Tomruklan gereğince biçip kereste
savaşmak, mücadeleetmek (Se débattre contre les yapma (Débit d'un chêne en planches). 4. Su, gaz,
difficultés : de la vie. On se débat en vain contre les elektrik gibi şeylerin belli bir zamandaki
bassesses et les trahisons). miktan, verdi, "debi (Le débit d'un fleuve
débauchage er. İşten çıkarma, yol verme (Les s'exprime en mètres cubes à la seconde). 5.
difficultés financières et la mévente ont entraîné le Konuşma tarzı, konuşma (Un conférencier qui a
débauchage d'une centaine d'ouvriers). un débit rapide, lent, monotone). 6. (Hesap
débauche diş. 1. Sefihlik, sefahet (Vivre dans la defterinde) Borç sayfası, borç. § Mettre qch au
débauche. Mener une vie de débauche). 2. débit de qn: Bir şeyi birinin borcuna yazmak,
Ahlâksızlık, fuhuş (Excitation des mineurs à la ceremesini ona çektirmek (Je vais mettre tous ces
débauche. Entraîner une femme à la débauche). 3. frais à son débit).
Aşırılık, abartma (L'auteur se livre à des débitable s. Kereste haline getirilebilir, parçalara
débauches d'imagination. Une débauche de aynlabilir.
couleur, de poésie). 4. Une débauche de: Bir débitage er. Kereste haline getirme,
sürü... (Un catalogue qui présente une débauche débitant,e ad. Satıcı, "bayi (Débitant de tabac, de
de modèles). boissons).
débauché,e s. vead. Sefih (Une femme débauchée. débiter gçl. 1. Satmak, sürmek (Débiter des
Un débauché). marchandises. Un buffet de gare qui débite des
débiteur 365 déborder
débudgétisation diş. Bütçeden çıkarma, bütçe dışı peuple décadent, un art décadent. Une civilisation
bırakma (Débudgétisation de certains décadente). 2. (Yazında) Simgecilik akımının
in vestissements). öncüsü, karamsar (Poètes décadents, l'école
débudgétiser gçl. Bütçeden çıkarmak, bütçe dışı décadente). 3. er. ç. Simgecilik okulunu
bırakmak (Débudgétiser un investissement). hazırlayan karamsar yazar ve sanatçılar,
débusquer gçl. 1. (Av hayvanı) Ormandan dışarı décadi er. Fransız devrim takviminde on günlük
uğratmak (Débusquer un lièvre). 2. gsz. haftanın son günü.
Ormandan dışan çıkmak (Le sanglier a décaèdre 1. er. On yüzeyli cisim. 2. s. On yüzeyli,on
débusqué). 3. gçl. mec. Bir yerden atmak, yüzlü.
sığındığı yerden çıkarmak, kovmak, décaféinergçl. Kafeinini almak, kafeinsizleştirmek
débuter 1. Başlangıç (Ilestalité depuis le début desa (Décaféiner le café).
maladie. Le début d'un discours, d'un entretien, décagonal, e s. Ongen biçiminde (Un prisme
d'un livre, d'un événement). 2. Başlama, ilk décagonal).
adımları atma, başlangıç dönemi (Le début d'une décagone er. Ongen,
carrière. Il a fait ses débuts au Théâtre National). 3. décagramme er. Dekagram, on gram.
(Kimi oyunlarda) İlk el. § Au début: Başlangıçta, décaissement er. Sandıktan yada kasadan çıkarma,
ilkin (Il s'est mis à sourire, au début, je n'ai pas décaisser gçl. 1. Sandıktan yada kasadan çıkarmak
compris pourquoi). Au début de: -in (Décaisser des marchandises). 2. Kasadan
başlangıcında (Il sera ici au début du mois çekmek (Décaisser une somme d'argent).
prochain). Du début à la fin: Baştan sona. décalage er. 1. Dengeleme, dengeye getirme
débutant, e s. ve ad. 1. (Bir işe, bir mesleğe) Yeni (Décalage d'un meuble, d'une horloge). 2. Zaman
başlayan, yeni giren, "müptedi. 2. diş. Yüksek yada mesafe bakımından fark (Un décalage de dix
sosyeteye ilk kez giren genç kız (Bal des minutes, un décalage de cent mètres). 3. Uymama,
débutantes). tutmama, fark (Un décalage entre le motet le sens,
débuter gsz. 1. (Kimi oyunlarda) İlk oynamak, ilk entre le signe et l'idée).
oynayan kendisi olmak. 2. Débuter par: -ile décalcifiant, e s. Kireç azaltıcı, kireç miktarını
başlamak (Son discours débute par une citation). düşürücü (Régime décalcifiant).
3. Débuter dans: -e yeni girmiş olmak, yeni décalcification diş. Kireçsizlendirme, kireç
başlamak (Débuter dans la vie. Débuter dans la miktarını düşürme,
haute société). 4. Bir mesleğe ilk başlamak (Cet décalcifier gçl. Kirecini azaltmak, kireç miktarını
acteur a débuté dans un film policier). 5. gçl. düşürmek (Le citron décalcifie l'organisme).
Débuter qch par: Bir şeyi -ile başlatmak, açmak décalcomanie diş. 1. Cam yada porselen üzerine
(Débuter la séance par un discours). çıkartma ile resim geçirme. 2. Çıkartma resim,
deçà ilg. Deçà et delà: Oraya buraya; şurda burda décaler gçl. 1. İleri yada geri almak (Décaler une
(Aller, courir deçà et delà, deçadelà). En deçà de: maison, un meuble). 2. Dengelemek, denge
-in berisinde (En deçà de la rivière). En deçà, par durumuna getirmek (Décaler une horloge). 3.
deçà: Beride, Décaler de: -kadar ileri yada geri almak (Décaler
décacheter gçl. X. Mühürünü sökmek, mühürünü un repas d'une demi-heure). 4. Payandalarını
bozmak. 2. Açmak (Décacheter une lettre). almak.
décadaire s. On günde bir olan. décalitre er. Dekalitre, on litre,
décade diş. 1. Onluk. 2. (Fransız Devrimi décaiogue er. On Emir, "Evamir-i aşere; Sina
takviminde hafta yerine kabul edilen) On günlük dağında Tanrı'nın Musa peygambere verdiği
zaman. 3. On bölümlük bir yapıtın her bir bölümü söylenilen on kutsal buyruk,
(Les décades de Tite-Live). 4. On yıllık zaman (Je décalotter gçl. (Bir şeyin) Üstünü açmak, tepeliğini
parle de la dernière décade du XVIII. siècle). kaldırmak.
décadence diş. 1. Çökme, çöküş (Les raisons décalquage er. (Bir şeklin) Kopyasını çıkarıp başka
économiques de la décadence d'un empire). 2. bir yere geçirme, çıkartma yapma,
Gerileme, düşkünleşme başlangıcı. 3. Roma décalque er. Taklit, kopya.
İmparatorluğunun son dönemi, çökme yılları décalquer gçl. Kopyasını çıkarıp başka bir yere
(Les poètes de la décadence). § Etre, tomber en geçirmek, çıkartma yapmak (Décalquer un
décadence: Gerilemek, çökmekte olmak, dessin, un tableau).
décadent, e s. 1. Gerilemekte, çökmekte olan, décalvant, e .v. Kelleştirici.
gerileyici (Période décadente d'un pays. Un décamètre er. Onmetre, "dekametre.
décamper 369 décemment
3. Doğru dürüst, yolunca yordamınca (Etre vêtu cause de décès). Acte de décès: Ölüm kâğıdı, ölüm
décemment, réciter décemment un poème). ilmühaberi.
décemvir er. (Eski Roma'da) Onlar Meclisi üyesi, décevant, es. 1. Düş kırıklığına uğratıcı, düş kırıcı
décemviral, e s. Onlar Meclisine değgin, (Un voyage décevant, un résultat décevant). 2.
décemvirat er. (Eski Roma'da) Onlar Meclisi, Aldatıcı, yanıltıcı (Une apparence décevante).
décence^. 1. Utanma duygusu, *edep,°haya (Elle décevoir gçl. 1. Sarsmak, bozmak (Il a déçu mes
parle de tout, sans jamais blesser la décence). 2. espérances, ma confiance). 2. Düş kırıklığına
İncelik, kibarlık (Vous pourriez avoir la décence uğratmak (Tu m'as déçu).
de vous taire après ce que vous avez fait). 3. Yol déchaîné,e s. 1. Kudurgan, çok şiddetli, zincirden
yöntem, yol yordam (Etre vêtu avec décence). boşanmış gibi (Les vents déchaînés, les flots
décennal, es. 1. On yıl süren, on yıllık (Un plan déchaînés). 2. Çok kızmış, kudurmuş (Cet enfant
décennal). 2. On yılda bir olan, on yıldalık (Prix est déchaîné). f
décennal). déchaînement er. 1. Boşaltma, sel gibi ortalığı
décennie diş. On yıllık süre, on yıl. kaplama (La guerre provoque des déchaînements
décent, e s. 1. Yoluna yordamına uygun, yol de haine). 2. Kudurganlık, zincirden boşanma (Le
yönteme uygun, yolunca, yollu yöntemli (Une déchaînement des flots, des vents). 3. Büyük öfke,
tenue décente). 2. Doğru dürüst (Elle joue du kızgınlık, kudurup köpürme,
piano d'une manière décente). 3. Kibar, nazik, déchaîner gçl. 1. Zincirden boşandırmak, serbest
ince (Une société décente). 4. Uygun, "münasip bırakmak, alabildiğine ortaya salmak (Déchaîner
On cherche à tenir l'examen à un niveau décent. Il les tempêtes, les passions, la colère). 2. mec.
serait plus décent de ne rien répondre). Kışkırtmak, uyandırmak, alevlendirmek
décentralisateur, trice s. ve ad. Yerinde yönetici, (Déchaîner la haine. Déchaîner l'opinion
•yadözekçi "ademi merkeziyetçi (Politique publique contre quelqu'un). § Se déchaîner: 1.
décentralisatrice. Les décentralisateurs). Zincirden boşanmak, şiddetle başlamak (La
décentralisation diş. Yerinden yönetme, "ademi tempête s'est déchaînée). 2. Kızıp köpürmek (Il
merkeziyetçilik, *yadözekçilik (Décentralisation s'est déchaîné contre les politiciens).
politique, administrative). déchanter gsz. tkz. Alt perdeden almak, aşağıdan
décentraliser gçl. Yetkisini genişletmek, daha almak, yelkenleri suya indirmek (Ils commencent
özerk kılmak, *yadözekleştirmek. à déchanter).
décentrement er. fiz. (Merceklerde) "Merkez déchaperonner gçl. (Avcı kuşların) Başlığını
kayması, "merkezini kaydırma, özek kayması, çıkarmak (Déchaperonner un faucon).
özeğini kaydırma, décharge diş. 1. Yük indirme, yük boşaltma. 2.
décentrer gçl. Merkezini, özeğini kaydırmak. § Se Döküntü yeri (L'entrepreneur a évacué le tas de
décentrer: Merkezi, özeği kaymak, gravats à la décharge). 3. Yayhm ateş (Une
déception diş. Düş kırıldığı (Eprouver, causer une première décharge abattit quelques assaillants). 4.
déception). (Evlerde) Gereksiz eşya yeri. 5. (Mimarlıkta)
décercler gçl. Çemberim çıkarmak (Décercler un Kurtbacağı denilen ve eğretiye almakta
tonneau, une cuve). kullanılan sehpa. 6. Makbuz, alındı (Je vous laisse
décérébré,e i. mec. Beyinsiz, kafası çalışmayan ce colis, mais vous voudrez bien me signer une
(Des élites décérébrées). décharge). 7. mec. Hınç alma, kurtlarım dökme.
décérébrer gçl. Beynini çıkarmak (Décérébrer un 8. Boşalım, içini dökme. 9. Aklama, ibra. §
chien, une poule). Décharge électrique: Elektrik boşalması. Donner
décerner gçl. 1. Çıkarmak, kesmek (Décerner un décharge à qn: Birini aklamak, temize çıkarmak,
mandat d'arrêt: Bir tutuklama müzekkeresi "ibra ètmek. Payer à la décharge de qn: Birinin
kesmek). 2. Décerner qch à qn: Birine .. .vermek zimmetine ödemek. Témoin à décharge: Lehte
(Décerner un prix, une médaille, une récompense tanık.
à quelqu'un). déchargement er. 1. Boşaltma (Le déchargement
décervelage er. 1. Beynini patlatma. 2. d'un camion, des briques, d'une cargaison, d'un
Beyinsizleştirme, aptallaştırma, wagon). 2. (Silâh) Boşaltma, içindeki mermiyi
décerveler gçl. 1. Beynini patlatmak. 2. mec. çıkarma (Déchargement d'une arme à feu).
Beyinsizleştirmek, aptallaştırmak, déchargeoir er. f. Bir yerde toplanan fazla suyun
décès er. Ölüm, "vefat (Tout décès doit être constaté aktığı yer yada oluk. 2. Dokuma tezgâhında
par le médecin de l'état civil. Magasin fermé pour kumaşın sarıldığı silindir, sarmı, selmin. 3. Buhar
décharger 371 déchiqueter
makinalarında buhar boşaltma borusu, 2. Etleri çekilmek, kökleri açığa çıkmak (Dents
décharger^/. 1. Yükünü boşaltmak (Déchargerun qui se déchaussent).
bateau, un mulet). 2. (Silâh) Boşaltmak (De déchausseuse diş. Asmaların dibini açmaya yarayan
retour au cantonnement, les soldats avaient küçük saban,
déchargé leurs armes). 3. Ateş etmek, déchaussoir er. Ağaçların dibini açmaya yarayan
kurşunlarını ateş edip boşaltmak (Le bandit a âlet.
déchargé son revolver sur ses poursuivants). 4. déchard, es. hlk. Parasız, sefil, züğürt.
Vergisini hafifletmek; vergiden bağışık tutmak dèche diş. hlk. Parasızlık, züğürtlük; sefalet (Etre
(Décharger un contribuable). 5. Boşaltmak, dans la dèche).
indirmek (Décharger des marchandises, du déchéance diş. 1. Güçten düşme, düşkünlük,
charbon). 6. Rahatlandırmak, rahatlatmak güçsüzlük (Déchéance intellectuelle. L'alcool l'a
(Décharger sa conscience). 7. Elektrik yükünü mené à une déchéance totale), 2. İktidardan
tüketmek. 8. Lehine tanıklık etmek (Décharger düşme, düşürülme (Proclamer la déchéance d'un
un accusé). 9. Décharger qn de qch: Birini -den souverain). 3. Gözden düşme. 4. (huk). Çıkarma,
kurtarmak, bağışık tutmak (Déchargerunporteur çıkarılma; kaldırma, kaldırılma; "iskat
d'un fardeau. Décharger un employé de certains (Déchéance de la nationalité: Vatandaşlıktan
travaux). 10. gsz. Solmak, renk atmak (Un tissu çıkarma, vatandaşlıktan çıkarılma. Déchéance de
qui décharge au lavage). § Décharger son coeur: la puissance paternelle: Velayetin kaldırılması).
İçini boşaltmak, derdini söylemek, içini dökmek. déchet er. 1. Fire (Il faut tenir compte du
Décharger sa bile, sa rate: Safrasını dökmek, pourcentage du déchet). 2. Artık, kalıntı (Le
kızmak, huysuzlanmak. Décharger sa colère sur boucher a ajouté des déchets pour le chien de la
qn: Öfkesini -den almak; öfkesini-e boşaltmak, § maison. Déchet de fonte, déchet d'étoffe). 3. mec.
Se décharger de qch: -den kendini kurtarmak, Değerden düşme, gözden düşme. 4. mec. İnsan
-den çekilmek (Se décharger d'un travail, de müsveddesi, düşük adam ( C'est un pauvre déchet,
certains travaux). c'est un déchet de l'humanité).
déchargeur er. Boşaltma işçisi; iskele hamalı, décheveler gçl. Birinin saçım bozmak,
yükçü. déchiffonner gçl. Buruşukluğunu gidermek,
décharné, e s. 1. Etsiz, etleri dökülmüş (Squelette kırışıklığını gidermek (Déchiffônner un tissu).
décharné). 2. Pek zayıf, kuru (Visage décharné, déchiffrable s. Sökülebilir, çözülebilir,
doigts décharnés). açıklanabilir,
décharner gçl. 1. Etini çıkarmak (Déchanter un déchiffrage, déchiffrement er. Sökme, çözme,
cadavre). 2. Çok zayıflatmak (Cette maladie l'a anlama, açıklama, okuma (Les lettres effacées
bien décharné). rendaient difficile le déchiffrement. Le
déchaumage er. Anız bozma, déchiffrement des inscriptions antiques).
déchaumer gçl. Anız bozmak (Déchaumer un déchiffrer gçl. 1. Şifresini çözmek (Déchiffrer un
champ). message, une dépêche diplomatique). 2. Okumak,
déchaumeuse diş. Nadas sabanı ; anız bozma sabam, sökmek, çözmek (Une écriture difficile à
déchaussage er. Dibini açma, köklerini açıkta déchiffrer. Champollion a déchiffré les
bırakma (Déchaussage des plantes). hiéroglyphes). 3. (Bir notayı) Bir bakışta okuyup
déchaussé, t s. 1. Ayakkabısız, ayakkabısı çalmak (Déchiffrer un morceau). 4. Açığa
çı karılmış ( Pieds déchaussés ). 2. Etleri dökülmüş, çıkarmak, meydana çıkarmak (Déchiffrer une
kökü açıkta kalmış (Dents déchaussées). 3. intrigue). 5. Açıklamak, "ifşa etmek (Déchiffrer
Temelleri çürümüş (Mur déchaussé). un secret). 6. Anlamak, çakmak, kavramak (J'ai
déchaussement er. 1. Etleri çekilme, kökü açıkta déchiffré ses intentions). 7. Déchiffrer qn: -in
kalma (Déchaussement d'une dent). 2. Temel kimliğini ortaya çıkarmak,
etrafındaki toprağı çekilme ( Déchaussement d'un déchiffreur, euse ad. Şifre çözücüsü, şifre açıcı, şifre
mur). memuru.
déchausser gçl. 1. Birinin ayakkabısını çıkarmak déchiquetage er. Parça parça etme, parça parça
(Déchausser un enfant). 2. Dibini açmak, olma; doğrama, doğranma; kıyma, kıyılma,
köklerini dışarı çıkarmak (Déchausser un arbre, déchiqueté, e s. 1. Kenarı tırtıklı (Feuille
une plante). 3. Temelinin etrafındaki toprağı déchiquetée). 2. Parçalanmış, param parça (Une
açmak (Déchausser un mur). § Se déchausser: 1. chemise déchiquetée).
Ayakkabılarını çıkarmak (Je vais me déchausser). déchiqueter gçl. 1. Parçalamak, doğramak, parça
déchiqueture 372 décimal
décollé du peloton). 7. tkz. Çok zayıflamak, iğne décomposer gçl. 1. kim. Ayrıştırmak (Décomposer
ipliğe dönmek (Comme il a décollé depuis sa de l'eau par électrolyse. Le prisme décompose la
maladie.'). 8. (Ekonomi) Kalkınma atılımına lumière solaire en ses couleurs fondamentales). 2.
girmek (L'économie du pays décolle). § Se Décomposer qch en: Bir şeyi -e bölmek, ayırmak
décoller: (Yapışmış bir şey) Sökülmek, kalkmak, (Décomposer une phrase en propositions, un
ayrılmak (L'affiche s'est décollée.La rétine s'est nombre en facteurs premiers). 3. Bozmak,
décollée). çürütmek, kokutmak (La chaleur décompose les
décolletage er. 1. (Bitkilerin) Tepesini, üst kısmını matières animales). 4. Bozmak, kötüleştirmek
budama. 2. (Teknik) Yuva açma, yatak açma. 3. (La souffrance décompose ses traits). § Se
Kollarını ve yakasını açma (Décolletage d'une décomposer: 1. Kokuşmak, bozulmak, çürümek
robe). (La viande s'est décomposée). 2. Bozulmak,
décolleté, e s. 1. Kolları ve yakası açık (Robe kötülemek (Son visage se décompose).
décolletée). 2. Açık kollu ve yakalı giymiş (Une décomposition diş. 1. kim. Ayrışma, ayrışım,
femme décolletée). 3. er. Entari yakası. 4. er. ayrıştırma (Décomposition d'une matière
Entarinin açık yerlerinden görünen ten (Elle a un chimique, de la lumière par le prisme). 2. Dağılma,
beau décolleté). bozulma, kokuşma (Décomposition d'un
décolleter gçl. 1. Açık kollu ve yakalı giydirmek, cadavre). 3. Kokuşma, gerileme, batmaya yüz
dekolte giydirmek. 2. Bir entariyi açık yakalı tutma, soysuzlaşma (Décomposition d'une
biçmek, yakasını geniş açmak. 3. (Bir bitkinin) société).
Tepesini budamak (Décolleter des betteraves). 4. décompresser gçl. Basıncını azaltmak; basıncını
(Teknik) Yuva açmak, yatak açmak, gidermek.
décolonisation diş. Sömürgelikten kurtulma, décompression diş. Basınçtan kurtarma; basınçtan
bağımsızlaşma, kurtulma.
décoloniser gçl. Sömürgecilikten çıkarmak, décomprimer gçl. Basınçtan kurtarmak yada
bağımsızlaştırmak (Décoloniser un pays). basıncını azaltmak (Décomprimer de l'air).
décolorant, e s. ve er. Renk soldurucu (L'eau de décompte er. 1. Hesapözeti, hesap ayrıntıları. 2. Bir
javel est un décolorant). hesaptan düşürülmesi gereken miktar. 3. mec.
décoloration diş. Renk atma, renk attırma; solma, Düş kırıklığı (Eprouver du décompte). 4. mec.
soldurma; renk yitimi, renksizlenme Sayma, hesaplama (La poésie populaire n'est pas
(Décoloration des cheveux, d'un tissu). astreinte à la rime ni au décompte syllabique).
décoloré,e s. 1. Rengi atmış, soluk (Etoffe décompter gçl. 1. Hesaptan indirmek, hesaptan
décolorée). 2. Boyama ile sarışın yada ak yapılmış düşmek (Décompter les frais de voyage). 2. gsz.
(Des cheveux décolorés). 3. mec. Yavan, renksiz, (Çalar saat) Tam saatinde çalmamak, yanlış
ruhsuz (Un style décoloré). çalmak (Pendule qui décompte).
décolorer gçl. 1. Rengini almak, renksizleştirmek. déconcentration^. 1. kim. Yoğunluğunu azaltma.
2. Rengini soldurmak (Le soleil a décoloré les 2. (Yönetim) Yerel özerklik; karar yetkisinin,
rideaux). 3. mec. Yavanlaştırmak, tatsız tuzsuz merkeze bağlı olarak, yerel yönetimlere
bir hale getirmek. § Se décolorer: 1. Rengini bırakılması.
atmak, solmak. 2. mec. Yavanlaşmak. 3. déconcentrer gçl. 1. kim. Yoğunluğunu azaltmak
Saçlarını sarıya boyatmak (Elle s'est décolorée). (Déconcentrer un liquide). 2. (Yönetim) Karar
décombres er. ç. Yıkıntı, ören, moloz (Les morts yetkisini yerel yönetimlere bırakmak
restés sous les décombres). (Déconcentrer l'autorité ministérielle). 3. (Nüfus)
décommander gçl. 1. (Bir siparişi) Geri almak Yoğunluğunu azaltmak (Déconcentrer une zone
(Décommander un pantalon). 2. Ertelemek yada urbaine). 4. (Dikkatini) Dağıtmak,
iptal etmek (Décommander un repas, une toplayamamak (Déconcentrer son attention). §
invitation). § Se décommander: Randevusunu Se déconcentrer: Dikkati dağılmak, kendini bir
iptal etmek. konu üzerinde toplayamamak.
décompléter gçl. Eksik bırakmak, tümlüğünü déconcertant,e s. Şaşırtıcı, hesaplan alt üst edici
bozmak (La perte de ce timbre a décomplété sa (Une nouvelle déconcertante, une attitude
collection). déconcertante).
décomplexer gçl. 1. Aşağılık duygusundan déconcerter gçl. 1. Şaşırtmak (Se réponse nous a
kurtarmak. 2. mec. Sıkıntısını gidermek, déconcertés). 2. Hesaplarını alt üst etmek. 3.
sıkıntıdan kurtarmak. Birliği, uyumu bozmak. 4. Keyfini kaçırmak (Un
déconfit 376 décorner
décorticage er. Kabuğunu çıkarma (Décorticage du découplé). 2. Rahat, davranışlarında serbest (Des
riz, des amandes). enfants découplés).
décortication diş. 1. Kabuğunu yontma, sökme découpler gçl. 1. (İkişer ikişer bağlanmış av
(Décortication d'un arbre à la raclette). 2. Bir köpeklerini avın ardına salmak üzere) Çözmek
organı, kendisini saran zardan, kabuktan ayırma (Le veneur découple les chiens). 2. mec.
(Décortication du cœur, du rein). Kovalatmak, izletmek, iz sürdürmek,
découpoir er. Kesme makinası, keski,
décortiqué,e s. Korteksi alınmış, ameliyatla beyin
découpure diş. 1. Kırpma, oyma. 2. Kırpıntı. 3.
zarı çıkarılmış (Chien, chat décortiqué).
Girinti çıkıntı (Les découpures d'une côte
décortiquer gçl. 1. Kabuğunu çıkarmak rocheuse). 4. Parça, kırpılmış parça,
(Décortiquer un arbre, un fruit, des graines). 2. décourageant, e s. Cesaret kırıcı; yılgınlık verici,
Didik didik etmek, çok derin incelemek bezdirici,göz korkutucu (Un résultat
(Décortiquer un texte, une phrase). décourageant, nouvelle décourageante; un enfant
décorum er. 1. Yol yöntem, kurallar, protokol décourageant par son inertie).
(Respecter le décorum. Ici, pour le décorum, ilfaut découragement er. Cesareti kınlma, gözü korkma;
se séparer des femmes). 2. Etiket, saraylıların yılgınlık, bezginlik (Il s'est laissé aller au
yaşama yöntemi, découragement).
décote diş. 1. Vergi bağışıklığı 2. Bir paranın düşük décourager gçl. 1. Cesaretini kırmak, gözünü
kurla değerlendirilmesi, korkutmak; yılgınlık ve bezginlik vermek (Cette
découcher gsz. Evinden başka bir yerde gecelemek, nouvelle nous a découragés. Un professeur qui
dışarda gecelemek, dışarda kalmak (Je décourage les élèves). 2. mec. Kesmek,
découchais pour la première fois). durdurmak, azaltmak (Froid et hautain, il
découdre gçl. 1. Sökmek (Découdre un bouton, une décourageait la familiarité). 3. Décourager qn de
doublure). 2. Karnını deşmek, yırtmak (Cerf qui qch: Birini -den yıldırmak, bezdirmek
(Décourager un jeune homme d'une entreprise
découd un chien). § En découdre: gsz. Boğaz
hasardeuse). 4. Décourager qn de f. qch: Birini
boğaza gelmek (Ils étaient prêts à en découdre).
-mekten bezdirmek, yıldırmak; -mek isteği
découler gsz. 1. Azar azar akıp durmak, sızmak. 2. bırakmamak (Il m'a découragé de travailler). § Se
Découler de qch: -den doğmak, çıkmak, ileri décourager: 1. Cesareti kırılmak, gözü korkmak;
gelmek (Toutes ces erreurs découlent d'une faute bezginlik yada yılgınlığa düşmek. 2, Se
de traduction). décourager de qch: -den bezmek, yılmak. 3. Se
découpage er. 1. Kesme, parçalama (Découpage décourager de f. qch: -mekten yılgınlığa düşmek,
d'un gâteau, d'un poulet). 2. Bölgelere ayırma ( Le bezmek.
découpage électoral consiste à établir des
découronnement er. Tacını alma, tahttan indirme,
circonscriptions électorales). 3. Kenarları kesilip
hükümdarlıktan düşürme,
çıkarılacak renkli resim (Acheter des découpages
découronner gçl. 1. Tacını almak, hükümdarlıktan
à un enfant). 4. (Sinemacılıkta) Çevirim
düşürmek (La Révolution a découronné le roi). 2.
senaryosu; kesim, Bir şeyin tepesindekini almak, tepesini koparmak
découpé, e s. 1. Kesilip ayrılmış (Un article (La tempête découronne les arbres). 3. mec.
découpé). 2. bitb. Tırtıklı, kenarları kirpikli Aşağılamak, ayaklar altına almak (Découronner
(Feuille découpée). les gloires).
découper gçl. 1. Parçalara ayırmak (Découper un
décours er. 1. gökb. Ayın küçülme dönemi. 2.
gigot, un poulet). 2. Çevresi boyunca kesmek, Hastalığın savuşma evresi, hastalığın geçmeye
kırpmak (Découper un métal suivant un profil başlaması.
donné). 3. Kesip ayırmak (Découper un article décousu,e s. 1. Dikişi sökülmüş, sökük (Chemise
dans un journal). 4. Karaltısını düşürmek, décousue, ourlet décousu). 2. Bağlantısız,
siluetini yansıtmak (A l'horizon, les montagnes birbirini tutmaz, ipe sapa gelmez (Une
découpent leur crêtes fines). § Sedécouper: Karaltı conversation décousue, des idées décousues). 3.
halinde belirmek (Les montagnes se découpent er. Bağlantısızlık, tutmazhk, bağıntısızlık (Le
sur le ciel clair). décousu et l'absurdité de la réaction).
découpeur, euse ad. 1. Oymacı. 2. diş. Kesme décousure diş. 1. Dikiş söküğü, sökük. 2. Av
makinası, keski (Découpeuse à bois). köpeğinde diş (domuz dişi) yada boynuz (geyik
découplé, e s. 1. Boylu boslu (Jeune homme bien boynuzu) yarası.
découvert 378 décri
décrier gçl. 1. Saldırmak, eleştirmek, kınamak (On décrotteur er. 1. Kundura boyacısı. 2. Kökleri,
décrie sa conduite). 2. Kötülemek, yermek, yumruları temizleme makinası.
aşağılamak (Décrier un livre, un auteur). décrotteuse, décrottoire diş. Çamur fırçası,
décrire gçl. 1. Betimlemek "tasvir etmek (Décrire décrottoir er. Ev kapılarının yanında, ayakkabı
un paysage, un animal, une plante, une ville). 2. çamurlarının silinmesi için konulan demir ızgara,
Çizmek, izlemek (L'oiseau décrit des cercles dans çamurluk.
le ciel. La route décrit une courbe). décrue diş. 1. Sulann çekilmesi, inmesi. 2. İnen,
décrochage er. 1. İndirme; indirilme. 2. ask. çekilen su miktarı (La décrue des eaux atteint un
Düşmanla teması kesme, geri çekilme. 3. mètre). 3. Düşme, azalma, inme.
Çalışmayı bırakma. 4. (Radyo) Bağlantı décruer gçl. (Ham ipeği yada ipliği) Yıkamak,
kopukluğu. 5. (Uzay aracı) Yörüngeden çıkma, décruser gçl. (Ham ipeği yada ipliği) Yıkamak,
décrocher gçl. 1. (Asılı duran bir şeyi) İndirmek décryptage er. Şifre anahtarını bilmeden şifreli bir
(Décrocher un tableau). 2. (Kancadan, metni çözme,
çengelden) Çıkarmak, kurtarmak. 3. (Birini) Al décrypter gçl. Şifre anahtarını bilmeden şifre ile
aşağı etmek. 4. Kaldırmak, eline almak yazılmış bir şeyi çözmek (Décrypter un texte, un
(Décrocher le récepteur téléphonique). 5. tkz. message).
Kapmak, elde etmek; koparmak (Décrocher une déçu,e s. 1. Atlatılmış gerçekleşememiş (Espoirs
bonne situation). 6. gsz. ask. Geri çekilmek, déçus). 2. Düş kırıklığına uğramış (Un homme
düşmanla teması kesmek. 7. tkz. Çalışmayı, işi déçu, une femme déçue).
bırakmak. 8. Telefonu açmak. 9. Décrocher qch décubitus [dekybitys] er. (Vücut için) Yatış. §
de qch: a) Bir değeri öbüründen ayırmak Décubitus dorsal: Sırt üstü yatış. Décubitus
(Décrocher le dollar de l'or), b) -i yörüngeden latéral: Yana yatış. Décubitus ventral: Yüzü
ayırmak (L'astronaute qui décroche son vaisseau koyun yatış.
de l'orbite terrestre. 10. gsz. Décrocher de: a)-den de cujus [dekyzys] er. Kalıt bırakan, miras bırakan,
ayrılmak (Décrocher d'un parti politique). b)-den "muris (La volonté du de cujus).
kopmak, -ile aradaki mesafeyi çok açmak déculasser gçl. Kamasını çıkarmak, sürgü kolunu
(Athlète qui décroche du peloton).§ Décrocher la çıkarmak (Déculasser un canon, un fusil).
timbale: Birçok kimsenin göz diktiği bir şeyi elde déculottage er. Pantolonunu çıkarma,
etmek ; açıkgözlük edip parsayı toplamak. Bâiller déculottée diş. Küçültücü yenilgi, aşağılanma, rezil
à se décrocher la mâchoire: Çenesi sökülürcesine olma.
esnemek, ağzını alabildiğine açıp esnemek,
déculotter gçl. Pantolonunu çıkarmak (Déculotter
décrochez-moi-ça er. hlk. 1. Kullanılmış giysi. 2.
un enfant). § Se déculotter: 1. Kendi pantolonunu
Eskici dükkânı, çıkarmak. 2. mec. tkz. Bayağılaşmak,
décroiser gçl. Ayırmak, çaprazmı çözmek, aşağılaşmak,
çaprazını bozmak ( Décroiser les bras, les jambes. déculpabilisation diş. 1. Suçluluk duygusundan
Décroiser les fils d'un métier). kurtarma, suçluluk duygusundan kurtulma. 2.
décroissance diş. Azalma, eksilme, düşme Suç saymama, suç sayılmama,
(Décroissance de la natalité, de la production). déculpabiliser gçl. 1. -i suçluluk duygusundan
décroissantes. Azalan, eksilen, düşen, kurtarmak. 2. -i suç saymamak (Cette loi
décroissement er. Kısalma; küçülme déculpabilise plusieurs situations considérées
(Décroissement des jours; décroissement de la jusqu'ici comme criminelles).
Lune). déculturation diş. Kültürsüzleşme.
décroît er. Ayın küçülme dönemi (La Lune est dans décuple s. 1. On kat büyük, on kat çok (Certaines
son décroît, sur son décroit). productions ont eu un rendement décuple de celui
décroître gsz. Azalmak, eksilmek, düşmek, qui était prévu). 2.er. On kat büyüğü, on kat çoğu,
küçülmek (Ses forces décroissent chaque jour. Le on katı (Il a gagné le décuple de ce qu'il avait
niveau de la rivière décroît). dépensé. Tu seras remboursé au décuple).
décrottage er. Çamurunu silme, kirini pasını décuplement er. On katına çıkarma; on kat artma,
temizleme. décupler gçl. 1. On kat artırmak, on katına
décrotter gçl. 1. Çamurunu silmek, temizlemek çıkarmak (Décupler une somme, sa fortune). 2.
(Décrotter des chaussures). 2. mec. hlk. Birini mec. Çok artırmak, pek çoğaltmak (La colère
görgüsüzlükten kurtarmak, yontmak, adam décuplait ses forces). 3. gsz. On kat artmak, çok
etmek (C'est elle qui l'a décrotté un peu). yükselmek (Nos dépenses ont décuplé en quelques
décurie 380 dédoré
dédorer gçl. Yaldızını çıkarmak, parlaklığını défaillance diş. 1. Ortadan çekilme, yok olma. 2.
gidermek. § Se dédorer: Yaldızı çıkmak, Bayılma, baygınlık (Sa défaillance s'explique par
parlaklığı gitmek, son jeûne prolongé). 3. Güçten düşme, güçsüzlük,
dédouanement er. Gümrükten çekme, çıkarma, bitkinlik (Après une brève défaillance, il s'est vite
dédouaner gçl. 1. Gümrükten çıkarmak, ressaisi). 4. Zayıflık (Défaillance de mémoire, de
gümrükten çekmek (Dédouaner une caractère, d'attention). § Sans défaillance:
marchandise, une voiture). 2. Dédouaner qn: Eksiksiz, kusursuz (Accomplir un devoir sans
Birini eski saygınlığına kavuşturmak, aklamak. § défaillance). Avoir une défaillance, tomber en
Se dédouaner: Eski saygınlığına kavuşmak, défaillance: Baygınlık geçirmek, düşüp bayılmak,
aklanmak, yeniden gözde biri olmak (Il cherche à défaillante s. 1. Yok olan, tükenen, kalmayan
se dédouaner par sa gentillesse). (Race défaillante). 2. Gücü azalan, gücü tükenen,
dédoublage er. Bir benzerini çıkarma. § Dédoublage zayıf, zayıflamış (Une mémoire défaillante). 3.
de l'alcool: (Su katarak) Alkolderecesini indirme, Kendinde olmayan, baygın (Un malade
dédoublement er. 1. İkiye bölme, iki bölüme ayırma défaillant). 4. Hazır bulunmayan, gelmeyen (Un
(Dédoublement d'un train). 2. Bir şeyi iki témoin défaillant, un candidat défaillant).
bakımdan ele alma. défaillir gsz. 1. Yok olmak, tükenmek, kalmamak.
dédoubler gçl. 1. İkiye bölmek, iki bölüme ayırmak 2. Güçten düşmek, gücü tükenmek. 3. Azalmak,
(Dédoubler une classe, un train). 2. Astarını eksilmek, zayıflamak (Sa mémoire, ses forces
çıkarmak (Dédoubler un manteau). § Se commencent à défaillir). 4. Bayılmak, baygınlık
dédoubler: 1. İkiye bölünmek. 2. ruhb. Ruhsal geçirmek (Il était sur le point de défaillir quand il
kişiliğindeki bütünlüğü, birliği yitirmek. 3. arriva au terme de sa longue marche). 5. (Bir
Kendini ikiye ayırmak, iki yerde bir anda yerde) Hazır bulunmamak, gitmemek. § Défaillir
bulunmak (Je ne peux pas me /dédoubler). de: -den bayılmak (Défaillir de faim, de peur, de
dédramatisation diş. Dramatik olmaktan çıkarma; joie).
pek abartmama (Dédramatisation d'un jeu, delà défaire gçl. 1. Bozmak (Défaire sa coiffure). 2.
mort). Sökmek (Défaire un mur pierre par pierre). 3.
dédramatiser gçl. Dramatik olmaktan çıkarmak; Açmak, çözmek (Défaire un paquet, un nœud,
pek abartmamak (Dédramatiser une pièce de une cravate). 4. Kaldırmak, toplamak (Défaire la
théâtre. Dédramatiser la mort). table, son lit). 5. Bozmak, geçersiz saymak
déductibilité diş. İneli ri leb i I irli k. düşürülebilirlik (Défaire un contrat, un mariage). 6. Bozmak,
(Déductibilité d'un impôt). bozguna uğratmak (Défaire l'ennemi, une
déductible s. İndirilebilir; düşürülebilir (Frais armée). 7. Défaire qn de qch: Birini -den
déductibles de l'assiette de l'impôt). kurtarmak (Défaites-moi de cet importun.
déductif,ive i. mant. fels. Tümdengelime değgin, Défaire un pays d'un tyran). § Se défaire: 1.
tümdengelimli (Méthode déductive, Bozulmak (Sa coiffure s'est défaite). 2. Çözülmek,
raisonnement déductif). açılmak, sökülmek (Un nœud qui se défait, une
déduction diş. 1. (Bir hesaptan) İndirme, çıkarma, couture qui se défait). 3. Se défaire de qn: Birinden
düşme (Faire déduction des arrhes versées). 2. (Bir kurtulmak, başından savıp kurtulmak (Se défaire
şeyden) Çıkarılan sonuç, varılan sonuç (Il me d'un gêneur, d'un importun).4. Se défaire de qch:
semble que vos déductions sont un peu -den kurtulmak (Se défaire d'un vice, d'un défaut,
hasardeuses). 3. mant. fels. Tümdengelim, d'une mauvaise habitude). S. Se défaire de qch:
déduire gçl. 1. (Bir hesaptan) İndirmek, düşmek, -den satıp kurtulmak, -i elden çıkarmak (Se
çıkarmak (Déduire d'un compte les sommes déjà défaire d'un cheval).
versées). 2. Belli bir sıraya göre ve ayrıntılarıyla défait,es. 1. Bozulmuş, çözülmüş (Un nœud défait,
anlatmak (Il ne faut pas moins d'adresse à déduire une coiffure défaite). 2. Solgun, yorgun,
un grandsujetqu'à en déduire un petit). 3. Déduire zayıflamış, çökmüş (Un visage défait, une mine
qch de qch: a) -den... sonucunu çıkarmak (On défaite). 3. Bozguna uğramış (Une armée défaite).
peut déduire de ses paroles qu'il se ralliera à notre défaite diş. 1. Bozgun, yenilgi (La défaite d'une
avis), b) -dençıkarmak, düşmek, indirmek (Nous armée. Une défaite électorale). 2. Kaçamak yolu,
devons déduire de ce bénéfice les frais de route). uydurma bahane (Il cherche des défaites). § Subir,
déesse diş. Tannça. essuyer une défaite: Bozguna uğramak. Mettre
de facto bel. "Fiilen, *edimsel olarak qn, qch en défaite: Bozguna uğratmak, yenmek
( Gouvernement reconnu de facto). (Mettre une armée en défaite).
défaitisme 382 défendre
-e karşı kendini savunmak. 4. Se défendre de, déférence^. Saygı (Il nous traite avec déférence). §
contre: -den kendini korumak (Se défendre du Par déférence pour qn: -e olan saygıdan, -e karşı
froid, contre la pluie). 5. Se défendre de f.qch: duyulan saygıdan ötürü (Je l'ai fait par déférence
-digini yadsımak, kabul etmemek, inkâretmek (Il pour vous).
se défend d'avoir vendu tous ses livres). 6. Ne déférent,es. 1. Saygılı. 2. Taşıyıcı, boşaltıcı (Cana!
pouvoir se défendre de f.qch: -mekten kendini déférent). § Etre, se montrer déférent enversqn: -e
alamamak (Il n'a pas pu se défendre de sourire). karşı saygılı olmak, saygılı davranmak,
défenestration diş. 1. (Kişileri) Pencereden atma. déférer gçl. 1. Déférer qch à qn: Birine bir şey
2. (Adli tıp) Yüksek bir pencereden kazayla yada vermek (Déférer une décoration à un général). 2.
itilerek düşme, Déférer qn à qch: -e vermek, sevketmek (Déférer
défens,défends er. Ormandan odun kesme yasağı, un coupable à la justice. Déférer une affaire au
défense diş. 1. Koruma, savunma (La défense d'une tribunal). 3. gsz. Déférer à qch: -e katılmak,
ville, d'unpays. Ministère de la Défense Nationale. uymak (Déférer à la décision de son ami, au
Défense Nationale. Défense passive). 2. jugement d'un auteur, au désir de sa famille).
Dayanma, direnme, karşı koyma. 3. Yasaklama, déferlage er. Açma (Déferlage d'une voile, d'un
yasak (Défenses bizarres d'une société). 4. pavillon).
(Mahkemede) Savunan taraf. 5. (Fil, yaban déferlant,e s. Kudurgan, zincirden boşanmış gibi
domuzu, mors gibi hayvanlarda) Keskin diş, (Vagues déferlantes. Les armées déferlantes de
savunma dişi (Les défenses du sanglier). 5. Deniz l'envahisseur).
teknelerinin bordalarına sarkıtılan yastık, déferlement er. 1. Çarpma, dövme, çarpıp kırılma
usturmaça. § Défense de f.qch: -mek yasaktır (Le déferlement des vagues sur les rochers). 2. Sel
(Défense de fumer, d'entrer, d'afficher). Défense gibi boşanma, sel gibi gelme (Le déferlement des
légitime: Yasalı savunma, "meşru müdafaa. Droit barbares en Gaule).
de la défense: Savunma hakkı. Assurer la défense déferler gçl. 1. (Yelkenleri) Açmak (Déferler une
de qn: (Mahkemede) Birinin savunmasını voile, un pavillon). 2. gsz. Sel gibi akın etmek,
yapmak, üzerine almak (Un avocat assurera la dalga dalga yayılmak ( La foule déferle sur la place.
défense de l'accusé). Avoir de la défense: argo. İşin La haine déferle). 3. gsz. Çarpıp çatlamak (Les
içinden sıyrılmasını bilmek, pek becerikli olmak. vagues déferlent sur les rochers).
Faire défense à qn de f. qch: Birine -meyi déferrage, déferrement er. 1. Nal sökme. 2.
yasaklamak. Prendre la défense de: -i savunmak, Prangasını çıkarma, zincirlerini çıkarma,
korumak (Prendre la défense du faible, des déferrer gçl. 1. Nallarını sökmek (Déferrer un
opprimés). cheval). 2. Pırangasını, zincirlerini çıkarmak
défenseur er. 1. Savunucu, "müdafi (Les défenseurs (Déferrer un prisonnier). 3. Demir kaplamalarını
ont repoussé les assaillants. Les défenseurs d'une sökmek (Déferrer une caisse, une porte).
ville). 2. Tutan, destekleyen, savunan, savunucu défervescence<% 1. (Sayrılıkta) Ateşin düşmesi. 2.
(Défenseur d'une idée, d'une thèse). 3. Koruyucu kim. Kaynaşma yokluğu, kaynaşmanın azalması,
(Défenseur des faibles, des opprimés). 4. Sanık défeuillaison diş. Yaprak dökümü,
avukatı, savunma avukatı. §Se faire le défenseur défeuiller gçl. Yapraklarını yolmak (Défeuiller un
de: -in savunuculuğunu, koruyuculuğunu yapmak arbre). § Se défeuiller: Yaprak dökmek (Arbres
(Se faire le défenseur d'une théorie, des pauvres). qui se défeuillent).
défensif,ives. Korunma yada savunma için yapılan; défi er. 1. Meydan okuma. 2. Vuruşmaya çağırma.
savunma, "tedafüi (Un pacte défensif une alliance 3. Défi à qch: -e meydan okuma, -i hiçe sayma
(Défi au danger, à la mort. Je considère cet acte
défensive. Armes défensives).
comme un défi à mon autorité). § Lancer un défi à,
défensi vediş. Korunma durumu, savunma durumu.
contre: -e meydan okumak (Un lutteur forain qui
§ Etre, se tenir sur la défensive: H e r türlü saldırıya
lance des défis à tous les assistants). Mettre qn au
hemen karşılık verecek durumda olmak, saldırıya
défi de f.qch: Biriyle -miyeceğine bahse girmek
karşı koymaya hazır beklemek,
(Je le mets au défi de faire ce travail en deux
défensivement bel. Savunma amacıyla, kendini
heures).
savunmak için.
défiance diş. Güvensizlik, inanmama (Accueillir
déféquer gçl. 1. Arıtmak, durultmak, süzmek une nouvelle avec défiance. Eveiller, inspirer la
(Déféquer une liqueur par précipitation). 2. gsz. défiance). § Mettre qn en défiance:
Dışarı çıkmak, büyük abdestini yapmak, sıçmak. Kuşkulandırmak, pirelendirmek.
défiant 384 defleurir
défiant,es. Güvensiz, kuşkucu, çabuk pirelenen (Il Chef). § Défiler dur à la parade: argo. Ölmek,
a un air défiant). cartayı çekmek. § Se défiler: l.Düşmanateşinden
défibrage er. Liflerini çıkarma, korunuk bir yere saklanmak 2. mec. tkz. Tehlikeli
défibrer gçl. Liflerini çıkarmak (Défibrer la canne à bir anda kaçmak, tüymek, kirişi kırmak (Je
sucre). comptais sur eux, mais ils se sont tous défilés. Il
déficeler gçl. İplerini çözmek (Déficeler un paquet). s'est défilé avant la fin de la cérémonie).
déficience diş. 1. Bedensel yada zihinsel yetersizlik. défilocher gçl. Tiftiklemek, ditmek,
2. Zayıflık (Déficience musculaire. Déficience de défini,e s. 1. Tanımlanmış. 2. Belli, belirli (Un
mémoire, d'attention). événement qui s'est produit à une époque bien
déficient,e s. 1. Yetersiz (Une argumentation définie. Il a une tâche bien définie à remplir) .3. er.
déficiente). 2. Zihince ve bedence geri, zayıf Belirgin, belirginlik (La définition doit
(Rééduquer les enfants déficients). s'appliquer à tout le défini). § Article défini: dilb.
déficit er. 1. Eksiklik (Déficit physiologique). 2. Belirli tammhk. Passé défini: dilb. Belirli geçmiş
Açık (Il a un déficit de plusieurs millions). §Déficit zaman.
budgétaire: Bütçe açığı. Combler un déficit: Bir définir gçl. 1. Tanımlamak, "tarif etmek (Définir un
açığı kapatmak. Etre en déficit: Açığı olmak, açık mot). 2. Belirtmek, ortaya koymak (Définir les
olmak (L'Etat, le budget est en déficit). causes d'un phénomène). 3. Saptamak, "tesbit
déficitaire s. 1. Açık, açığı olan (Un budget etmek (Définir une politique). 4. Définir qn: -in
déficitaire). 2. Yetersiz, eksik (Une récolte karakterini çözümlemek, kişiliğinin özelliklerini
déficitaire. Année déficitaire en blé, en raisin). belirtmek.
défier gçl. 1. Vuruşmaya çağırmak. 2. Meydan définissable s. Tanımlanabilir, anlatılabilir, dile
okumak (Défier la mort, le danger). 3. Vız gelmek getirilebilir,
(Sa réputation défie la calomnie). 4. Défier qn à définissantes dilb. Tanımlayan,
qch: Birine -de meydan okumak (Défier définitif,ive s. 1. Kesin (Les résultats définitifs d'un
quelqu'un aux échecs, à la course). 5. Défier qn de concours. Une réponse définitive. Leur séparation
f.qch: Birinin -meyeceğine bahse girmek (Je te est définitive). 2. Son, kesin (Une victoire
défie de distinguer la copie de l'original). § Se définitive. Edition définitive d'une œuvre). § En
défier de: 1. -e güvenmemek, inanmamak, bel définitive: Kısacası, uzun sözün kısası (En
bağlamamak (Les femmes se défient des hommes définitive, qu'est-ce que vous voulez dire?).
en général. Se défier des rumeurs non confirmées). définition diş. 1. Tanımlama, tanım, "tarif
2. -den kuşkulanmak (Je me défie de moi-même). (Définition d'un mot, d'un concept). 2.
défiguration diş. Biçimsizleştirme, biçimini bozma, Betimleme, "tasvir. 3. (Sinema, televizyon)
défigurer gçl. 1. Bozmak, biçimsizleştirmek, Seçiklik; ekran tarama çizgi sayısı.
çirkinleştirmek ( Des larmes défigurent son visage. définitionnel,le s. Tanıma değgin, tanımsal,
L'automne a défiguré notre jardin. La variole l'a définitivement bel. 1. Kesin olarak, kesinlikle (Ilesi
défigurée). 2. mec. Bozmak, saptırmak, parti définitivement). 2. Kısacası, uzun sözün
değiştirmek (Défigurer une pensée, la vérité). kısası (Définitivement, que voulez-vous en
défilage er 1. İplikleri alma, kaldırma. 2. (Kâğıt faire?).
yapımında paçavraları) Tiftikleme. déflagrant, e s. Tutuşup patlayıcı (Matières
défilé er. 1. Dargeçit, boğaz, argıt ( Défilé entre deux déflagrantes).
montagnes). 2. Geçit töreni (Assister au défilé du déflagration diş. Tutuşup patlama; tutuşma,
29 Octobre. Le défilé des troupes victorieuses). 3. patlama (La déflagration d'un explosif. La
Moda gösteri geçidi, giyim gösterisi. 4. Topluluk, déflagration a fait sauter une fenêtre).
grup (Un défilé de manifestants, de visiteurs, de déflagrer gsz. Tutuşup patlamak,
témoins). déflation diş. "Deflasyon, piyasada bulunan para
défilement er. ask. Havale siperi, miktarının azaltılması, para şişkinliğinin
défiler gçl. 1. (İpliğe geçirilmiş bir şeyi) İplikten giderilmesi, 'inginlik,
boşaltmak (Défiler un collier). 2. Çekmek, tane déflationnistes. Para şişkinliğini gidermeye değgin,
tane çekmek (Défiler son chapelet). 3. ask. para şişkinliğini giderici,
Havale siperi yapmak. 4. gsz. Sıra ile geçmek, ard défléchir gçl. 1.-in yönünü değiştirmek, saptırmak.
arda geçmek (Défiler deux par deux). 5. Geçip 2. gsz. Yön değiştirmek, sapmak,
gitmek (Les jours défilent avec monotonie). 6. défleurir gçl. 1. Çiçeklerini düşürmek. 2.
Geçit yapmak (Défiler musique en tête devant le Meyvaların üzerindeki buğuyu, ince tüyleri
déflexion 385 dégagé
bozmak (Défleurir des pèches en les manipulant). ödemek (Il m'a défrayé). § Défrayer la
3. mec. Körpeliğini gidermek. 4. gsz. Çiçeklerini conversation: 1. Bir konuşmayı canlandırmak,
dökmek, solmak, renklendirmek. 2. Bir konuşmanın konusu
déflexion diş. Sapma, yön değiştirme; saptırma, yön olmak.
değiştirme. défrichage, défrichement er. Toprağı açma, tarla
défloraison, défleuraison diş. Çiçek dökümü, haline getirme (Défrichement des forêts, des
çiçeklerini dökme, marécages, des landes).
défloration diş. Kızlığını bozma, "bikrini izale etme. défricher 1. gçl. Bir toprağı açmak, tarıma elverişli
déflorer gçl. 1. Kızlığını bozmak, "bikrini izale hale getirmek (Défricher une forêt, unelande). 2.
etmek (Déflorer une jeune fille). 2. İffetsizliğe mec. Açmak, aydınlatmak (Défricher un sujet).
sürüklemek. 3. mec. Bayağılaştırmak (Déflorer défricheur er. i. Tarla açıcı. 2. (Bir soruyu)
un sujet). Aydınlatıcı.
défoliation diş. Yaprak dökümü, défriper gçl. Buruşukluğunu, kırışıklığını gidermek
défolier gçl. Yaprakları döktürmek, (Défriper un vêtement en le mettant sur un cintre).
y apraksızlaştırmak. défrisement er. 1. Kıvcırcıklığını giderme,
défonçage, défoncement er. 1. Dibini delme, dibi düzleştirme (Défrisement des cheveux). 2.
delinme. 2. Kirizma, Kızdırma, canını sıkma,
défonce diş. Derin sarhoşluk; dalıp gitme; défriser gçl. 1. Kıvrıklarını açmak, kıvırcıklığmı
uyuşturucu alıp kendinden geçme, gidermek, düzeltmek (Le temps humide défrise
défoncé, e 1. Delinmiş, deiık (Unsommier défoncé). les cheveux. Le coiffeur lui a défrisé les cheveux).
2. Çukurlarla dolu (Une route défoncée). 2. mec. hlk. Hoşuna gitmemek, kızdırmak,
défoncer gçl. 1. Dibini delmek (Défoncer un umudunu kırmak (Il y a quelque chose qui te
tonneau, une caisse). 2. Kırmak. Vurarak kırmak défrise?).
(Défoncer une porte). 3. Kirizma yapmak, derin défroissable s. Kırışıklığı, buruşukluğu çabuk
sürmek (Défoncer un champ, un terrain). 4. geçen.
Yıkmak, bozmak, çukur çukur yapmak défroisser gçl. Buruşukluğunu, kırışıklığını
(Défoncer une route). gidermek, düzeltmek,
défonceuse diş. Kirizma sabanı, pulluk, défroncer gçl. Kırışıklığını, buruşukluğunu
déforestation diş. Ormansızlaştırma, orman kırımı, gidermek (Défroncer une étoffe). § Défroncer le
déformateur, trice s. Bozucu, saptırıcı, özünü sourcil: Kaşlarının çatıklığı geçmek, öfkesi
değiştirici (Une interprétation déformatrice). geçmek.
déformation diş. 1. Biçimini değiştirme, défroque diş. 1. Din adamının "terekesi, bırakıt (La
biçimsizleştirme, bozma (Déformation des corps défroque d'un moine). 2. Eski giysi, pılı pırtı
soumis à des forces). 2. Biçimi bozulma, (S'habiller avec les défroques d'un vieil oncle).
biçimsizleşme 3. Saptırma, özünü değiştirme, défroqué, es. vead. Papazlığı bırakmış, eski papaz,
bozma (La déformation de la pensée d'un auteur). papaz eskisi (Un défroqué).
déformer gçl. 1. Biçimini bozmak, défroquer gçl. 1. Birini papaz kılığından, dolaysiyle
biçimsizleştirmek (Miroir qui déforme les images. papazlıktan çıkarmak. 2. gsz. Papaz kılığını
Déformer ses chaussures). 2. Bozmak, özünü çıkarıp atmak, papazlığı bırakmak. § Se
değiştirmek, saptırmak (Déformer une idée). § Se défroquer: Papaz kılığını çıkarıp atmak, papazlığı
déformer: Bozulmak, biçimini yitirmek, bırakmak (Luther se défroqua).
biçimsizleşmek, défruiter gçl. Meyve tad ve kokusunu almak
défoulement er. Boşalma, içindekileri dışa vurma, (Défruiter de l'huile d'olive). § Se défruiter:
rahatlama. Meyvesizleşmek, meyvelerini yitirmek,
défouler (se) gsz. Boşalmak, içindekileri dışa défunt, e s. ve ad. 1. Ölen, ölü, "merhum;
vurmak, rahatlamak, "müteveffa (Sa défunte mère. Défunt son frère.
défournage, défournement er. Fırından çıkarma, Les enfants de la défunte. Prière pour les défunts).
défourner gçl. Fırından çıkarmak (Défourner du 2. s. mec. Ölmüş, ortadan kalkmış, tükenmiş
pain, des poteries). geçmişe karışmış (Royauté défunte. Leurs amours
défraîchir gçl. Soldurmak, tazeliğini gidermek (Le défunts).
soleil défraîchit les étoffes claires). § Se défraîchir: dégagé, e s. 1. Açık (Un ciel dégagé, front dégagé,
Solmak, tazeliğini yitirmek, nuque dégagée). 2. Serbest, geniş(Vue dégagée). 3.
défrayer gçl. Birinin masraflarını üzerine almak, Rahat, sıkıntısız, serbest, özgür (Un air dégagé,
dégagement 386 dégermer
dégingandé,e .«. tkz. Sarsak (Il est vraiment dégorgement er. 1. Akma, boşalma (Dégorgement
dégingandé). de la bile). 2. Boşalma, dökülme (Dégorgement
dégingander gçl. 1, Sarsaklaştırmak. 2. d'un canal, d'un égout, d'une gouttière). 3.
Çırpıştırmak, üstün körü yapıvermek. 3. gsz. Yıkama, temizleme (Dégorgement des laines, des
Sarsak bir hal takınmak, cuirs).
dégivrage er. Buzunu çözme, dégorgeoir er. I. Fazla gelen suyun akıtıldığı yer,
dégivrer gçl. Buzunu çözmek, buzunu temizlemek döküldüğü yer (Dégorgeoir d'un étang). 2. Bir
(Dégivrer un réfrigérateur. Dégivrer une glace kanalı tıkayan maddeleri çıkarmaya yarayan
d'automobile). aygıt. 3. Oltayı balığın boğazından çıkarmaya
déglaçage, déglacement er. Buzlarını kırma, yarayan alet. 4. (Topçulukta) Falya iğnesi,
buzlarını alma, buzsuzlaştırma. dégorger gçl. 1. Sızdırmak (Egout qui dégorge de
déglacer 1. Buzlarını kırmak, buzsuzlaştırmak, l'eau sale). 2. Açmak, tıkanıklığını gidermek
buzlarını almak (Déglacer une route). 2. (Dégorger un évier, un égout). 3. Yıkamak
Parlaklığını almak, donuklaştırmak (Déglacer du temizlemek, yabancı maddelerden arıtmak
papier). (Dégorger du cuir, de la laine). 4. Kanını,
déglinguer gçl. tkz. Bozmak, berbat etmek pisliklerini temizlemek için suya bastırmak
(Déglinguer une chaise, une bicyclette). (Dégorger de la viande, des abats). S. gsz.
dégluer gçl. -in yapışkanlığını gidermek. § Se Dökülmek, boşalmak (Un égout qui dégorge dans
dégluer de qch: -den kurtulmak, yakasını la mer). 6. mec. Boşalmak (Sa fureur dégorgea en
sıyırmak, paçasını kurtarmak (Se dégluer d'un un torrent d'injures). 7. gsz. Kusmak. 8. gsz.
embarras). Yıkandığında, kiri dökülmek, rengini salmak
déglutir gçl. Yutmak (Déglutir un aliment, une (Cuir qui dégorge). § Se dégorger: Akmak,
bouchée). dökülmek, boşalmak (Rivière qui se dégorge dans
déglutition diş. Yutma (La salive aide à la la mer).
déglutition). dégoter, dégotter gçl. tkz. 1. (Birini) İşinden
dégobiller gçl. gsz. tkz. Kusmak (Il ne cesse pas de kovmak, atmak, kapı dışarı etmek. 2. Bulmak,
dégobiller. Il a dégobilté son repas). sağlamak (Où as-tu dégoté ce bouquin?).
dégoiser gçl. tkz. 1. Söylemek (Dégoiser dégoudronner gçl. Katranını almak,
d'interminables discours). 2. gsz. tkz. Konuşmak katransızlaştırmak; ziftini almak,
(Il dégoise encore!). ziftsizleştirmek.
dégommage er. 1. Zamkını çıkarma, dégoulinade diş. Sızıntı (Uya des dégoulinades sur
zamksızlaştırma. 2. tkz. işinden çıkarma, dışarı les murs).
atma. dégoulinement er. Sızma, sızıntı yapma (Le lent
dégommer gçl. 1. Zamkını çıkarmak, dégoulinement des dalots).
zamksızlaştırmak (Dégommer une enveloppe). 2. dégouliner gsz. hlk. Sızmak, damla damla akmak
tkz. İşinden çıkarmak, dışarı atmak (Dégommer (L'huile qui dégouline d'un bidon mal bouché).
un administrateur). dégourdi,e s. ve ad. Uyanık, açıkgöz, becerikli,
dégonflage er. hlk. Cesaretsizlik, korkaklık, son anasının gözü (Il est très dégourdi. C'est un
anda korkup çekilme, pısma (Son dégonflage a dégourdi).
fait échouer l'entreprise). dégourdir gçl. 1. Uyuşukluğunu gidermek,
dégonfle diş. Kaçma, yan çizme, uyuşmuşluğunu gidermek (La chaleur du f'eunous
dégonflé,e s. 1. Havası boşalmış, sönmüş (Pneu a dégourdi les doigts). 2. Ilıtmak, ılıştırmak
dégonflé). 2. s. ve ad. Korkak, ödlek, son anda (Dégourdir un liquide, dégourdir de l'eau). 3.
korkup çekilen, pısmış, balonu sönmüş, foslaşmış (Birinin) Gözünü açmak (Nous l'avons un peu
(Il ne voulait pas passer pour un dégonflé. Il est dégourdi).. § Se dégourdir: 1. Gözü açılmak,
dégonflé). enayiliği geçmek. 2. Uyuşmuşluğu geçmek,
dégonflement er. Hava kaçırma, sönme, inme dégourdissement er. Uyuşukluğunu giderme,
(Dégonflement des pneus). dinçleştirme.
dégonfler gçl. 1. Şişkinliğini indirmek, havasını dégoût er. 1. Bıkkınlık (Le dégoût de la vie). 2.
boşaltmak, pörsütmek, söndürmek (Dégonfler İğrenme, tiksinti (Une sauce qui cause du dégoût
un ballon, unpneu). 2. mec. Sıkıntısını gidermek. pour certains. Son dégoût pour la viande est
§ Se dégonfler: 1. Direnmekten vazgeçmek, surmontable). § Avoir, éprouver, ressentir du
foslamak, yelkenleri suya indirmek. 2. Korkmak. dégoût pour: -e karşı tiksinti duymak, -den
dégoûtamment 388 dégringolade
tiksinmek (On ne ressent que du dégoût pour un débauche dégrade l'homme). 4. Kemirmek,
être si vil). Manger jusqu'au dégoût: Tıksırıncaya oymak, içten çürütmek (Les eaux dégradent ces
kadar yemek, rochers). S. Yoğunluğunu düşürmek, azaltmak,
dégoûtamment bel. İğrenç bir biçimde (Il mange gitgide açmak (Dégrader une lumière, une
dégoûtamment). énergie, une couleur). § Se dégrader: 1.
dégoûtant,e s. 1. Berbat, tatsız tuzsuz (Un plat Küçülmek, alçalmak (Il se dégrade en acceptant ce
dégoûtant). 2. İğrenç, iğrendirici (Un homme compromis). 2. Yoğunluğunu, değerini yitirmek
dégoûtant). 3. Can sıkıcı, usandırıcı (Un travail (L'énergie se dégrade selon le principe de Carnot).
dégoûtant). 4. Kaba, açık saçık, "müstehcen (Il 3. (Renk, ışık) Gitgide açılmak (Les tons se
raconte des histoires dégoûtantes). dégradent doucement).
dégoûtation diş. 1. İğrenme, tiksinme. 2. İğrençlik, dégrafer gçl. Kopçalarını çözmek (Dégrafer son
pislik, tiksinilecek şey. manteau). § Se dégrafer: Kopçaları çözülmek,
dégoûté,e v. ve ad. 1. Güçbeğenir, titiz, açılmak (Une robe qui se dégrafe).
"müşkülpesent. 2. Dégoûté de: -den bıkmış, dégraissage er. Temizleme, yağ lekelerini çıkarma
usanmış (Il est dégoûté de vivre, de la vie). § Faire (Dégraissage de la laine, d'un vêtement).
le dégoûté: Titizlik etmek, hiçbir şeyi kolay kolay dégraissants s. ve er. Yağ lekelerini çıkaran, leke
beğenmemek, temizleyici.
dégoûter gçl. 1. Bıktırmak, usandırmak, bıkkınlık dégraisser gçl. 1. Fazla yağlarını almak (Dégraisser
vermek (Ce travail me dégoûte). 2. İğrendirmek, un boeuf, un porc. Dégraisser un bouillon, une
tiksindirmek (Cet insecte le dégoûte). 3. Dégoûter sauce). 2. Temizlemek, lekelerini çıkarmak
qn de qch: Birini -den tiksindirmek, usandırmak (Dégraisser un costume. Donner un manteau à
(Ce livre m'a dégoûté de la société. Cet homme dégraisser). 3. Kabasını almak, düzeltmek,
nous dégoûte de l'humanité). 4. Dégoûter qn de inceltmek (Dégraisser une pièce de bois).
f.qch: Birini -mekten usandırmak, tiksindirmek dégraisseur, euse ad. Temizleyici, lekeci, kuru
(C'est un travail qui vous dégoûte de travailler). § temizleyici.
Se dégoûter de qch, de qn: 1. -den bıkmak, degré er. 1. Basamak (Je gravis, d'un pas lourd, les
usanmak, tiksinmek (Il prétend qu'il ne se degrés de mon escalier. Monter, gravir les degrés
dégoûtera jamais de ces gâteaux. Tout le monde se du trône, du pouvoir). 2. Düzey, seviye (Ces deux
dégoûte de lui). 2. Se dégoûter de f.qch: -mekten exercices sont du même degré de facilité). 3.
bıkıp usanmak, gına getirmek. Aşama, "kademe (Les degrés de l'échelle sociale).
dégouttant,e s. Suları damlayan, suları akan (Un 4. Diploma, öğrenim belgesi (Avoir, prendre tous
imperméable dégouttant de pluie). ses degrés). 5. Derece (Parvenir au plus haut degré
dégoutterez. Damlamak, damla damla akmak (La de la gloire. Equation du premier degré, du second
pluie dégoutte le long du mur. La sueur lui degré. Angle de 60 degrés. Degré d'un baromètre.
dégouttait du front). Le thermomètre marque trente degrés à l'ombre.
dégradants s. Alçaltıcı, aşağılatıcı, küçültücü, Degré de concentration d'un alcool. Vin de 12
dégradateur er. Fotoğrafların çevresindeki gölgeyi degrés). § Au plus haut degré: Son derece (Il est
gitgide azaltmak için kullanılan ortası açık levha, avare au plus haut degré). Jusqu'à un certain
yayma çerçevesi, degré: Belli bir dereceye kadar (Je suis gentil
dégradation diş. 1. Rütbelerini sökme (La jusqu'à un certain degré). Par degrés: Derece
dégradation d'un officier). 2. Zarar verme, bozma derece, adım adım, aşama aşama, "tedricen
(La dégradation d'un monument par l'humidité). (S'avancer par degrés vers un but).
3. Alçaltma, küçültme, aşağılama (Dégradation dégressif,ive s. Kerte kerte azalan, gittikçe azalan,
de l'homme par la débauche) 4. Küçülme, gittikçe düşen (Impôt dégressif, tarif dégressif).
alçalma, bayağılaşma (Tomber dans la dégressivité diş. Derece derece azalma, kademe
dégradation). 5. (Renk, ışık) Git gide kademe düşme (La dégressivité d'un impôt).
yoğunluğunu yitirme, zayıflama, açılma dégrèvement er. Vergi indirimi (Obtenir un
(Dégradation d'une couleur, d'une lumière). dégrèvement).
dégrader gçl. 1. Rütbesini sökmek (Dégrader un dégrever gçl. Vergisini indirmek, vergi indirimi
officier). 2. Zarar vermek, bozmak, "harap etmek yapmak (Dégrever un contribuable. Dégrever un
(Des vandales ont dégradé ces sculptures produit, une industrie).
anciennes. La pluie a dégradé le mur). 3. dégringolade diş. 1. Yuvarlanma, yuvarlanıp
Alçaltmak, aşağılatmak, küçültmek (La düşme (Il s'est relevé de cette dégringolade avec
dégringoler 389 dehors
görünüş, görünüş (Il a les dehors d'un héros de anlamda) Yemek (Un bon déjeuner, arrosé de vins
l'Antiquité). § Au dehors: Dışardan, dıştan fins). 4. Kahvaltı tepsisi. § Le petit déjeuner:
bakılınca (Au dehors, il est aimable, mais au fond Kahvaltı. Déjeuner de soleil: 1. Güneşte çabucak
c'est un homme dur). Au dehors de: -in dışına (lia solan kumaş. 2. Pek süreksiz şey, saman alevi gibi
placé tout son argent au dehors de son pays). De şey.
dehors, par dehors: Dışardan (J'entends sa voix, il déjeunerez. 1. Kahvaltı etmek (Il est parti travailler
appelle de dehors). En dehors: 1. Dışarıya, sans déjeuner). 2. Öğle yemeği yemek; yemek
dışarıya doğru (Ne vous penchez pas endehors). 2. yemek (Inviter un ami à déjeuner).
Bunun dışında, bundan başka, bundan fazla déjouer gçl. Bozmak, başarısız bırakmak (Déjouer
olarak (Vous avez tout dit, il n'y a rien en dehors) un complot, une intrigue. J'ai déjoué son jeu.
En dehors de: -in dışında (Cela s'est passé en Déjouer les plans de l'ennemi).
dehors de moi. C'est en dehors de la question). déjucher gsz. 1. Tünekten inmek. 2. gçl. Tünekten
Aller dehors: Dışarı çıkmak, sokağa çıkmak. indirmek (Déjucher une poule).
Mettre, jeter qn dehors: Birini kapı dışarı etmek. déjuger(se) Yargısını, kararını değiştirmek (Après
Rester, coucher dehors: Açık havada yatmak, une affirmation aussi solennelle, il peut
geceyi yıldız palasta geçirmek. Sauver les dehors: difficilement se déjuger).
Görünüşü, "zevahiri kurtarmak, de jure bel. Hukuken (Reconnaître de jure un
déicides, vead. 1. Tanrıyı öldüren, Tanrıya kıyan, gouvernement).
Tanrı katili (Un peuple déicide). 2. er. Tanrı delà ilg. 1. Ötesinde, -den öteye (Porter delà les
katilliği. 3. er. mec. Dinsel inançları ortadan mers ses hautes destinées). 2.Par delà: Ötesinde,
kaldırma (Une révolution qui procède au ötesine (Par delà les mers, par delà les temps). 3.
déicide). bel. Ötede (Contournez le champ et attendez-moi
déictiques. veer. dilb. Gösterici, par delà). 4. Au-delà: Ötede, biraz uzakta (Vous
déification diş. Tanrılaştırma (La déification des voyez la poste, la boulangerie est un peu au-delà).
empereurs romains). 5. Au-delà de: -in ötesinde (S'en aller au-delà des
déifier gçl. 1. Tanrılaştırmak (Les Romains mers. Sa maison est au-delà de la nôtre). 6.
déifièrent la plupart de leurs empereurs). 2. Çok L'au-delà er. Öteki dünya. § Promettre par delà
yüeeltmek, ululaştırmak, tapmak, son pouvoir: Gücünün ötesinde şeyler vadetmek.
déisme er. fels. Tanrıyı yalnızca bir ilk neden olarak Se mettre un peu en delà: Biraz öteye geçmek,
ileri süren ve ona başkaca hiçbir nitelik ve güç délabialisation diş. dilb. Düzleşme; düzleştirme
tanımayan ussal din öğretisi, yaradancılık, délabialiser gçl. Düzleştirmek. § Se délabialiser:
"ilâhiye. Düzleşmek.
déiste s. ve ad. fels. Yaradancı, deist. délabré, e s. 1. Yıkık dökük, harap, viran (Un
déité diş. (Söylencede) Tanrı, tanrıça (Les déités édifice délabré). 2. Yırtık pırtık (Vêtement
grecques). délabré). 3. Bozuk, kötü (Une santé délabrée).
déj»bel. i.Şimdiden,dahaşimdiden(7/esrdé/àcim/ délabrement er. 1. Yıkık döküklük, haraplık
heures. Ils ont déjà fini leur travail). 2. Daha önce, (Délabrement d'un édifice). 2. Eski püskülük,
çoktan ( Quand il arriva, son ami était déjà parti). yıpranmıştık. 3. Bozukluk, bozulma, kötüleşme
3. Henüz (Je l'ai déjà rencontré ce matin) A. Ne (Le délabrement de sa santé, de ses affaires).
çabuk! (La cloche a sonné. Déjà! Il est dix heures. délabrer gçl. 1. Harabetmek, viran etmek, yıkıp
Déjà!). dökmek (Le temps a délabré cet édifice). 2.
déjanter gçl. Janttan, ispitten çıkarmak (Déjanter Bozmak (Délabrer sa santé par des excès). § Se
un pneu). § Se déjanter: Janttan çıkmak (Son pneu délabrer: 1 Harap olmak, viran olmak, yıkılıp
s'est déjanté). dökülmek (La maison se délabre). 2. Bozulmak
déjection diş. biy. 1. Dışkıları boşaltma, boşaltım. (Sa santé se délabre).
2. ç. Dışkı. 3. (Yanardağ için) Püskürtü, atık. délahyrinthergçl. Çözmek, aydınlığa kavuşturmak
déjeter gçl. Eğmek,eğriltmek, bükmek (Le vent a (Les personnages qui nous délabyrinthent nos
déjeté tous les arbres). § Se déjeter: Eğrilmek, sentiments).
bükülmek (Sa colonne vertébrale s'est déjetée, sa délacer gçl. Bağını çözmek, bağcıklarını çözmek
taille s'est déjetée). (Délacer ses chaussures, délacer un corset).
déjettement er. Eğrilme, bükülme, délai er. Süre, "mühlet (Votre réponse doit nous
déjeuner er. 1. Kahvaltı (Prendre du thé, du café au parvenir dans le délai de dix jours). § Délai congé,
lait pour le déjeuner). 2. Öğle yemeği. 3. (Genel délai depréavis: huk. Feshi haber verme süresi.
délainage 391 déléguer
Délai de grâce: Son mühlet. Délai de prescription: de la farine) 2. mec. Şişirme, sulandırma, gereksiz
Zaman aşımı süresi. Délai d'épreuve: Deneme uzatma (Un 'y a que du délayage dans ce devoir de
süresi. Délai d'opposition: İtiraz süresi. littérature). § Faire du délayage: Şişirmek, şişirme
Prorogation du délai: Sürenin uzatılması. Sans yapmak, boş sözlerle uzatmak,
délai: Geciktirmeksizin, hemen, çabucak, délayer gçl. 1. Suyla, bir sıvıyla karıştırmak
ivedilikle (Il faut partir sans délai). A bref délai: (Délayer de la chaux, du plâtre, du mortier.
Yakında, kısa süre içinde (Nous prendrons une Délayer de la farine dans l'eau, délayer du chocolat
décision à bref délai). en poudre dans du lait). 2. Şişirmek, uzatmak,
délainage er. (Derilerden) Yün sökme, yünlerini sulandırmak (Délayer une pensée, une idée, un
koparma. discours).
délainer gçl. (Derilerin) Yünlerini sökmek, deleatur er. "Şilinsin " anlamına Lâtince bir söz olup
yünlerini koparmak, prova düzeltmelerinde kaldırılacak yazılara
délaissées, vead. Kendi başına bırakılmış, yüzüstü konulan işaretin adıdır,
bırakılmış, kimsesiz (Un enfant délaissé, femme déléaturer gçl. Kaldırmak, çıkarmak, atmak
délaissée). (Déléaturer une préface).
délaissement er. 1. Yüzüstü bırakma, yüzüstü délébile s. Silinebilir, çıkarılabilir (Encre délébile).
bırakılma (Il est mort dans un délaissement délectables. 1. Tadı güzel, lezzetli (Mets délectable.
complet). 2. Yardımsızlık, kimsesizlik (//.vep/om; Un vin délectable). 2. Çok hoş, nefis (La fraîcheur
de ce délaissement insupportable). 3. Vaz geçme, du soir était délectable).
bırakma (Délaissement d'un héritage). délectation diş. Tat çıkarma, büyük zevk (Boire
délaisser gçl. 1. Yüzüstü bırakmak, terketmek avec délectation. Jouir avec délectation d'un
(Délaisser une femme). 2. Bırakmak (Délaisser un spectacle).
travail ennuyeux, délaisser les sciences pour les délecter gçl. Büyük bir zevk vermek, sevindirmek,
lettres). 3. huk. -den vazgeçmek (Délaisser un büyülemek (Il délectait l'assistance de ses histoires
héritage, un droit). humoristiques). § Se délecter: 1. Büyük bir zevk
délaitage, délaitement er. (Yağın) Ayranını almak, bayılmak. 2. Se délecter à qch, de qch: -den
çıkarma, ayranını alma. büyük birzevk almak, -e bayılmak (Se délecter à la
délaiter gçl. (Yağın) Ayranını çıkarmak, ayranını contemplation d'un coucher de soleil. Use délectait
almak. du silence qui régnait partout). 3. Se délecter à
délaiteuse diş. Ayıan çıkarma makinesi, f.qch: -mekten büyük bir zevk almak, -meye
délardement er. 1. (Domuz etinin) Dış yağını bayılmak (Il se délecte à raconter ses souvenirs).
çıkarma. 2. (Bir şeyin) Keskin köşelerini yontma. délégant,e ad. huk.l. Yetki veren (kimse). 2. huk.
délarder gçl. 1. (Domuz etinin) Dış yağını almak. 2. Havale eden.
(Bir şeyin) Keskin köşelerini yontmak, délégataire ad. huk. 1. Yetkili kılınan (kimse). 2.
délassant, e s. Yorgunluk alıcı, dinlendirici (Un huk. Havale edilen, "muhal-ün-leh.
exercice délassant, une promenade délassante, une délégation diş. 1. Yetkili kılma, yetkilendirme;
lecture délassante). vekil tayin etme, vekâlet (Personne qui agit par
délassement er. 1. Yorgunluk giderme, dinlenme délégation, en vertu d'une délégation). 2. Yetkili
(J'ai besoin de délassement). 2. Dinlendirici şey kılınmışlık, yetkililik, "vekillik. 3. Yetkililer
(La musique, la lecture sont des délassements). kurulu, elçi kurulu, "heyet, "delegasyon (Envoyer
délasser gçl. Yorgunluk almak, dinlendirmek (La une délégation. Président d'une délégation). §Par
musique délasse l'esprit). § Se délasser: délégation: "Vekâleten, yerine (En l'absence du
Dinlenmek. patron, c'est un secrétaire qui signe le courrier par
délateur, trie e ad. Hafiye, jurnalci, *giziletimci. délégation).
délation diş. Hafiyelik, jurnalcilik, *giziletim, délégué,e ad. (Bir iş görmek için) Yetki ile
"giziletimcilik. gönderilmiş kimse, delege, "murahhas, temsilci
délavage er. Islatma, suya batırma, sudan geçirip (Nommer, désigner un délégué. Délégué à un
rengini açma. congrès international. Délégué syndical; les
délaver gçl. 1. Sudan geçirip rengini açmak; rengini délégués du peuple à une assemblée).
attırmak (Délaver un tissu. Les pluies avaient déléguer gçl. 1. Delege olarak göndermek. 2.
délavé l'écriteau). 2. Su altında bırakmak, (Kendi adına iş görmek üzere birini) Yetkili
ıslatmak (L'inondation a délavé les terres). kılmak, yetkilendirmek, "vekil tayin etmek. 3.
délayage, délayement er. 1. Sulandırma (Délayage Déléguer qch à qn: Bir şeyi birine aktarmak,
délester 392 délier
délier le cordon des souliers de qn: Birinin délit er. 1. Suç, "cürüm (Délit connexe: Bağıntılı,
0
ayağının tozu olamamak, -in eline su bile murtabit suç. Délit consommé: Tam suç. Délit
d ö k e m e m e k . Sans bourse délier: Tek kuruş continu: Sürekli, °mütemadi suç. Délit continué:
ödemeden, metelik harcamadan, Zincirleme, °müteselsil suç. Délit contre la
délimitation diş. Sınır koyma, sınırlama; sınırım personnalité de l'Etat: Devletin kişiliğine karşı suç.
belirtme (La délimitation d'une frontière, d'un Délit contre les bonnes moeurs: Cinsel ilişki
champ). suçları. Délit de droit commun: Adi suç. Délit de
délimiter gçl. 1. Sınır koymak, sınırlarını belirtmek fausse monnaie: Kalpazanhksuçu. Délit électoral:
(Délimiter l'emplacement d'un champ, délimiter Seçim suçu. Délit pénal: Cünha, ağır cezalı
la frontière entre deux pays). 2. Sınırlamak (Le olmayan suç. Délit de presse: Basın suçu. Délit
conférencier a commencé par délimiter son sujet). politique: Siyasal suç). 2. Bir taşın taş ocağındaki
3. Belirtmek, sınırlarını çizmek (Délimiter les yatağına dik gelen yanı. § Le corps du délit: Suç
attributions d'un envoyé). 4. Çevirmek, âleti. Le flagrant délit: Suçüstü. Etre pris en
sınırlamak (Clôtures qui délimitent une flagrant délit: Suçüstü yakalanmak. Prendre qn
propriété). en flagrant délit: Birini suçüstü yakalamak (Nous
délinéament er. Bir şeklin kenar çizgisi, çevre l'avons pris en flagrant délit. Je vous prends en
çizgisi. flagrant délit de mensonge).
délinéergf/. (Bir şeyin) Kenar çizgisini çizivermek, délitage, délitement er. 1. İpek böceğinin kerevetini
çevresini çizgiyle belirtivermek. değiştirme. 2. Bir taşı katmanlaşma yönünce
délinquance diş. Suç işleme, suçlu olma, suçluluk yarma.
(Délinquance juvénile. Rapport entre la déliter gçl. 1. (Taşları, taş ocağındaki) Yatak
délinquance et l'alcoolisme). duruşuna dik bir duruşta kullanmak. 2. (Bir taşı)
délinquant, es. vend. Suçlu ( Les jeunes délinquants. Katmanlaşma yönünce yarmak. 3. Kerevetini
Les délinquants s'exposent à des poursuites değiştirmek (Déliteries vers à soie). § Se déliter: 1.
pénales. L'enfance délinquante). Nemlenip ufalanmak (La chaux se délite). 2. mec.
déliquescence diş. 1. Nem kapıp sulanarak Dağılmak (Le cénacle de ses fidèles s'est délité).
bozulma. 2. mec. tkz. Bozulma, yozlaşma, délitescence hek. 1. İnme, sönme (Délitescence
kokuşma (Régime en déliquescence, société en d'une tumeur, d'une éruption). 2. Nemlenip
déliquescence). 3. Bunama, çökme. § Tomber en ufalanma, dağılma (Délitescence de la chaux).
déliquescence: Gerilemek, bozulmak, délitescent, e s. Nemlenip ufalanan, dağılan.
yozlaşmak, kokuşmak, délivrance diş. 1. Kurtarma, kurtulma, kurtuluş;
déliquescentes. 1. Nem kapıp bozulan. 2. mec. tkz. özgürlüğüne kavuşturma (Délivrance d'un
Bozulmuş yozlaşmış, kokuşmuş (Une société prisonnier, d'un pays). 2. Rahatlama, rahat bir
déliquescente, un régime déliquescent). 3. soluk alma, rahatlık (Tu ne peux pas imaginer cette
Bunamış, çökmüş (Un vieillard déliquescent). délivrance après un aveu, après un pardon. Enfin,
délirant, es. 1, Sayıklayan (Un malade délirant). 2. ce travail est achevé: quelle délivrance!). 3. Doğum
Sayıklatan, sayıklatıcı (Fièvre délirante). 3. yapma, doğurma (Quand approcha le temps de sa
Sınırsız, ölçüsüz (Cet écrivain a une imagination délivrance, elle partit pour Paris avec son mari). 4.
délirante). 4. Delice, çılgın ( Une joie délirante). S. Verme, teslim (Délivrance d'un diplôme, d'un
Esritici, baş döndürücü. 6. Saçma, gerçekle ilgisiz certificat. Délivrance de la chose vendue à
(Exiger cela, c'est délirant). l'acheteur).
délire er. 1. Sayıklama (Les délires d'un malade). 2. délivrer gçl. 1, Kurtarmak, özgürlüğüne
Coşkunluk, taşkınlık, kendinden geçme (Les kavuşturmak (Délivrer un pays, les prisonniers.
prisonniers, dans un vrai délire, portaient en Délivrer un captif en payant rançon). 2. Délivrer
triomphe leurs libérateurs). § Etre, entrer en qn de: Birini -den kurtarmak (Délivrer quelqu'un
délire: Coşmak, kendinden geçmek. C'est du d'un importun, d'un rival, d'une maladie, d'un
délire: Saçma, péril, d'une obligation). 3. Délivrer qch à qn:
délirer gsz. 1. Sayıklamak (Le malade délire). 2. Birine bir şey vermek, teslim etmek (Délivrer un
Saçmalamak, saçma sapan konuşmak (Tu passeport à un commerçant. Délivrer un diplôme,
délires). 3. Délirer de: -den coşmak, uçmak, un certificat à un étudiant). § Se délivrer: 1.
kendinden geçmek (Il délire de joie). Kurtulmak, özgürlüğüne kavuşmak. 2.
délirium tremens [delirjsm titanes] er. Lat. Verilmek, teslim edilmek (Les passeports se
(Alkoliklerde görülen) Titremeli sayıklama. délivrent ici). 3. Se délivrer de: -den kurtulmak (Se
déloger 394 demande
délivrer de ses liens, d'un danger, d'un gêneur). démagnétisation diş. Mıknatıslılığını giderme,
déloger gsz. 1. Çekipgitmek, ayrılmak, çıkmak, yer mıknatıssızlaştırma.
değiştirmek (Le propriétaire veut occuper à démagnétiser gçl. Mıknatıslılığını gidermek,
nouveau son appartement, il va nous falloir mıknatıssızlaştırmak.
déloger). 2. Déloger de: -den ayrılmak, çekip démagogie diş. Halk avcılığı, laf ebeliği, demagoji.
gitmek, kaçmak, tüymek (Déloger d'un § Faire de la démagogie: Demagoji, halk avcılığı
appartement, de chez soi. Délogez de là!). 3. gçl. yapmak ( Les candidats aux élections font souvent
tkz. Atmak, çıkarmak (Lepropriétaire veut nous de la démagogie). Verser qch dans la démagogie:
déloger). 4. Déloger qn de: Birini -den atmak, Demagojiye dökmek, lafa boğmak (Il verse tout
çıkarmak, kapı dışarı etmek (Déloger l'ennemi de dans la démagogie).
ses positions. Déloger un lièvre de son terrier). § démagogique s. Halk avcılığı niteliğinde,
Déloger sans tambour ni trompette: Gizlice demagojiye değgin, laf ebeliği yapan ( Un discours
tüymek, kimseye haber vermeden çekip gitmek, démagogique, programme électoral
taşınmak. démagogique).
déloyal, es. 1. Doğruluğa aykırı, yolsuz, dalavereli, démagogue ad. 1. Halk avcısı, laf ebesi, demagog
hileli (Manœuvre déloyale,concurrence déloyale). (Le démagogue est le pire ennemi de la
2. Hain, kötü niyetli (Etre déloyal envers un parti, démocratie). 2. s. Demagoji yapan, laf ebesi, halk
une cause. Un adversaire déloyal). avcısı, demagog (Un politicien démagogue, un
déloyalement bel. Haince, kötü niyetle, dalavereyle orateur démagogue).
(Agir déloyalement). démaigrir gçl. İnceltmek, kalınlığını azaltmak
déloyauté diş. 1. Doğurluğa aykırılık, yolsuzluk, (Démaigrir une poutre).
dalaverecilik. 2. Hainlik, kötü niyetlilik. démaigrissement er. İnceltme, kalınlığını giderme,
delphinaptère blanc er. hayb. Akbalina. démaillage er. (Örülmüş bir şeyi) Sökme,
delphinaptéridés er. ç. hayb. Küçükyüzgeçli démailler gçl. (Örülmüş bir şeyi) Sökmek. § Se
yunusbalığıgiller. démailler: Sökülmek, kaçmak (Son bas s'est
delphinidés er. ç. hayb. Dişli balinalar, démaillé).
delta er. 1. Eski Yunan abecesinin A biçimindeki démailloter gçl. Kundağını açmak, kundaktan
dördüncü harfi, delta. 2. coğr. Çatalağız, "delta çıkarmak (Démailloter un bébé).
(Le delta du Nil, delta du Rhône). demain bel. 1. Yarın (Je me couche de bonne heure,
deltaïque s. Deltaya değgin, delta ile ilgili, demain je dois me lever tôt. Mon père reviendra
çatalağızlı (Plaine deltaïque. Riz deltaïque,culture demain). 2. er. Yarın, gelecek, "istikbal (Le
deltaïque). monde de demain. Une Turquie qui regarde déjà
deltoïde er. 1. Omuz kası. 2. s. Omuz kasına değgin. vers les demains lumineux).§ Après-demain:
deltoïdien,ne s. Omuz kasıyla ilgili (Artère Öbür gün, öbürsügün. A demain!: Yarına, yarın
deltoïdienne). görüşürüz (Au revoir, à demain!). Ce n'est pas
déluge er. 1. Tufan (L'arche de Noé échappa au demain la veille: Bu iş hemen olacak değil, bugün
déluge). 2. Zorlu yağmur, sağnak (Au bout de six yarın olacak bir şey değil bu; ha deyince hemen
jours de déluge, la pluie diminue d'intensité). 3. olacak değil. Demain il fera jour: Acelesi yok,
Büyük su taşkını. 4. mec. Bol miktarda, tufan gibi sabah ola hayrola. De quoi demain sera-t-il fait?:
(Déluge de maux, de malheurs). 5. mec. Sel, sel Gün doğmadan neler doğar. Il ne faut pas
gibi, bir sürü (Un déluge de paroles, de remettre à demain ce qu'on peut faire le jour
compliments; un déluge de larmes, de sang). § même: Bugünün işini yarına bırakma,
Après moi le déluge: Benden sonra tufan, benden démanchement er. Sapını çıkarma; sapı çıkma,
sonra çaylar kurusun. Remonter au déluge, être démancher gçl. 1. Sapını çıkarmak (Démancher une
d'avant le déluge: Nuh nebiden kalma . hache, un outil). 2. Ayırmak, parçalamak
déluré, es. 1. Uyanık, açıkgöz, becerikli (Un-enfant (Démancher une chaise). § Se démancher: 1. Çok
déluré). 2. mec. tkz. Yüzsüz, yırtık (C'est une fille zahmetlere girmek, canı çıkmak. 2. Se démancher
délurée). pour: -için kendini helak etmek, canı çıkmak (ilse
délurer gçl. 1. Uyandırmak, gözünü açmak, démanche pour nous faire plaisir).
saflıktan kurtarmak. 2. mec. tkz. demande diş. 1. İstek, "arzu (Notre première
Yüzsüzleştirmek, arsızlaştırmak. demande, c'est la paix) 2. İsteme (Demande
délustrer gçl. Cilasını bozmak, parlaklığını d'emploi). 4. Dilekçe (Rédiger, adresser une
gidermek. demande. Dossier de demandes). S. Sipariş,
demandé 395 démarche
ısmarlama (Livrer sur demande). 6. (Ekonomide) qu'à vous être utile). Ne pas demander mieux:
İstem, "talep (L'offre et la demande: Sunu ve Canına minnet olmak, istediği zaten o olmak
istem, °arz ve talep). 7. Soru (Leçon par demandes (Vous voulez partir? -Je ne demande pas mieux).
et réponses). 8. huk. Dâva (Demande accessoire: Ne pas demander mieux que de f.qch: -mek camna
°Fer'i dâva, yan dâva. Demande connexe: minnet olmak, istediği de zaten -mek olmak (Je ne
0
Murtabit, bağıntılı dâva. Demande de débat oral: demande pas mieux que d'aller le voir. Il ne
°Murafaa talebi,duruşma istemi. Demande en demandait pas mieux que de démissionner). Je ne
dommages-intérêts: "Tazminat talebi, tazminat te demande pas l'heure qu'il est: tkz. Sana ne, sen
dâvası, zarar ödenmesini isteme. Demande en ne karışıyorsun, sen kendi işine bak. § Se
révision: Temyiz talebi. Demande principale: Aslî demander: 1. Kendi kendine sormak (Je me
dâva. Demande reconventionnelle: °Mütekabil demande ce qu'il va faire). 2. Şaşmak, bir türlü
dâva. Karşıt dâva, karşılıklı dâva). § Demande en anlayamamak (On se demande pourquoi il a agi
mariage: Kız isteme. A la demande de qn, sur la ainsi).
demande de qn: -in isteği üzerine. A la demande demandeur,eresse ed. Davacı, dava eden.
générale: Genel istek üzerine, °umumi arzu démangeaison diş. 1. Kaşınma, kaşıntı (L'eczéma
üzerine. Belle demande!: tkz. Amma da soru ha! cause des démangeaisons). 2. Büyük istek, aşırı
Bu da sorulacak şey mi! Sormaya ne gerek ! Tabü! heves (Démangeaison de parler). § Avoir une
(Cet habit me va bien?— Belle demande!) Faire la démangeaison de f.qch: -meyi çok istemek (J'ai
demande en mariage: Kız istemek. Former une des démangeaisons de décrocher le téléphone pour
demande: Bir dava açmak (Former une demande lui dire la vérité).
en divorce, former une demande en dommages- démanger gsz. Kaşınmak, kaşındırmak (La tête me
intérêts). démange. Sa cicatrice le démange. Ça lui
demandé,e s. Çok aranan, çok istenen (Articles démange dans le dos. La peau lui démange). § La
demandés. Chemises demandées). main me démange: Şöyle bir yumruk atmak
demander gç/. 1. İstemek (Demander une aide, une istiyorum. La langue lui démangeait: Konuşmak
autorisation). 2. Dilemek, istemek (Demander istiyordu, konuşmaya can atıyordu, konuşmadan
une faveur avec humilité). 3. Sormak (Demander edemeyecekti,
la date d'une réunion). 4. Gerektirmek, istemek démantèlement er. 1. Surlarını yıkma. 2. Yıkıp
(Le voyage demande trois heures) 5. Dava açmak, dağıtma, parçalama,
"talep etmek (Demander des dommages-intérêts). démanteler gçl. 1. Surlarını yıkmak (Démanteler un
6. Demander qch à qn: a) Birinden bir şey istemek fort). 2. Dağıtmak, yıkmak, parçalamak
(Demander à son ami un livre), b) Birine bir şey (Démanteler une monarchie, une organisation. La
sormak (Je lui demande la raison de son absence). police a démantelé un gang redoutable).
7. Demander à qn de f.qch: Birinden -meşini démantibuler gçl. 1. Çenesini çıkarmak, çenesini
istemek (Je lui demande de venir à temps). 8. kırmak. 2. mec. Kırmak, bozmak, işe yaramaz
Demander à f.qch: -mek istemek, -mek arzusunu duruma getirmek (Démantibuler un meuble).
göstermek (// demandait à être introduit auprès du démaquillante 1. s. Makyaj silmeye, çıkarmaya
président. Ces animaux demandent à vivre au yarayan (Crème démaquillante, lait
grand air). 9. Demander après qn: Birini arayıp démaquillant). 2. er. Makyaj temizleme sütü.
sormak (Personne n'a demandé après moi démaquiller gçl. Makyajını silmek, makyajını
pendant mon absence). § Demander l'aumône: çıkarmak (Démaquiller un acteur, ses yeux).
Sadaka istemek, dilenmek. Demander la démarcatif,ive s. Sınırlayıcı,
permission, l'autorisation de f.qch: -mek izni démarcation diş. 1. Sınır çekme; sınır (Je ne
istemek. Demander pardon à qn: Birinden özür reconnais pas de démarcation absolue entre la terre
dilemek. Demander la tête de qn: Birinin kellesini et l'océan). 2. İki şeyi bir birinden ayıran kesin
istemek, öldürülmesini istemek. Demander la çizgi, ayrım (La démarcation des partis
note, l'addition: (Otelde, lokantada, kahvede) politiques). § Ligne de démarcation: Sınır çizgisi,
Hesabı istemek. Demander qn en mariage: démarchage er. (Alıcının ayağına) Mal ve hizmet
Evlenme teklifinde bulunmak. Demander à qn götürme, kapı kapı dolaşıp alıcı arama,
plus qu'il n'en peut faire: Birinden yapamayacağı démarche diş. 1. Yürüyüş, gidiş (Une démarche
bir şey istemek, gücü dışında şeyler istemek. Ne légère, assurée, digne). 2. Yol yöntem, tutum (Par
demander qu'à f.qch: -mekten başka bir şey des démarches différentes, ils arrivent à des
istememek, istediği -mek olmak (Je ne demande conclusions analogues). 3. Gelişme biçimi, "seyir
démarcheur 396 dément
démenti er. 1. Yalanlama, "tekzip (Le bruit avait (J'accepterai tout ce que vous voudrez sauf de me
couru que le prix de l'essence allait augmenter; le démettre de ce qui est ma fonction d'homme).
gouvernement a fait publier un démenti). 2. démeublé, e s. Mobilyasız. § Bouche démeublée:
Bağdaşmayan şey, yalanlayıcı şey (Se présence est Dişsiz ağız.
un démenti de la nouvelle de sa maladie). § démeubler gçl. Mobilyasını kaldırmak,
Donner, opposer un démenti à qch: Bir şeyi demeurant (au) bel. Zaten, hem sonra, öyle de olsa
yalanlamak (Donner un démenti formel à une (Je ne pense pas que la séance soit longue; au
accusation, à une nouvelle). demeurant, rien ne vous empêche de partir).
démentiel, le s. 1. Delice, saçma, ipe sapa gelmez demeure diş. 1. Konut, barınak, ev (Etablir sa
(C'est un projet démentiel). 2. Bunamayla ilgili, demeure en province). 2. (Eski) Gecikme
bunakça, bunamaya değgin (Ambition (Voyons donc ce que c'est, sans plus longue
démentielle). demeure). 3. huk. Direnim, "temerrüt (Demeure
démentir gçl. 1. Yalanlamak, "tekzip etmek du créancier, demeure du débiteur). § Demeure
(Démentir une nouvelle, une rumeur, une céleste: Uçmak, "cennet Demeure sombre Tamu
accusation). 2. Tersini söylemek, yalancı duruma "cehennem. La dernière demeure: Sin, *gömüt,
düşürmek (Démentir un témoin. Ne me démentis "mezar, "ebedi istirahatgâh. La mise en demeure:
pas en disant que tu n'étais pas là). 3. -in tam tersi, Uyarı, ihtar, protesto, ültimatom (C'est une
zıddı olmak, -ile bağdaşmamak (Ses beaux yeux véritable mise en demeure). A demeure: Sürekli
ne démentent pas sa beauté inégalable). § Se olarak, sabit olarak (S'installer à demeure à la
démentir: 1. Kendi kendini yalanlamak. 2. campagne). En demeure: Direngen, "mütemerrit
Bitmek (Son amitié pour moi ne s'est jamais (Un débiteur en demeure) Etre en demeure:
démentie. Un effort qui ne s'est pas démenti Direngen olmak, mütemerrit olmak. Mettre qn
pendant des années). en demeure de f.qch: Birini -meye zorlamak, -mek
démerder(se) gsz. tkz. Paçasını kurtarmak, işin zorunluğunda bırakmak (Je l'ai mis en demeure
içinden çıkmak, çulunu sudan kurtarmak, başının d'exécuter ses engagements).
çaresine bakmak. demeurerez. 1. Oturmak (Je demeure à Ankara).
démérite er. Ayıp, kusur, suç (Où est son démérite 2. Kalmak (Je suis demeuré là jusqu'à minuit. Ils
dans cette affaire?). sont demeurés à l'état sauvage. Je suis demeuré
démériter gsz. 1. Kusur işlemek, kusuru olmak, perplexe). 3. Durmak (La question demeure
kusurda bulunmak (Il n'a jamais démérité. En obscure). 4. Demeurer à qn de: Birine -den
quoi a-t-il démérité?). 2. Démériter de qn, auprès kalmak (Cette villa lui est demeurée de ses
de qn, aux yeux de qn: Birinin yanında değerini parents). § Demeurer en place, en repos: Y e r i n d e
yitirmek, birinin gözünden düşmek, durmak, rahat durmak. Demeurer étranger à qch:
démesure diş. Ölçüsüzlük, aşırılık, Bir şeye yabancı kalmak. Demeurer court: Şaşırıp
démesuré, e s. 1. Kocaman, sonsuz, sınırsız (Un kalmak, söyleyecek söz bulamamak (Il est
empire démesuré). 2. Ölçüsüz, aşırı (Orgueil demeuré court devant les objections). En
démesuré. Il a des prétentions démesurées). demeurer d'accord avec qn: Biriyle mutabık
démesurément bel. Ölçüsüzce, aşırıca, çok fazla kalmak, uyuşmak. En demeurer là: O kadarla
(Des bougies démesurément longues. Il exagère kalmak, olduğu gibi kalmak, daha fazla bir
démesurément mes bonnes qualités). ilerleme gösterememek (Les choses en demeurent
démettre gçl. i. Yerinden çıkarmak (Il m'a démis le là). Ne pas demeurer en reste, en arrière: Geri
poignet. Démettre un os, un membre). 2. (Bir kalmamak, -den geri kalmamak,
dâvayı) Reddetmek. 3. Démettre qn de qch: demi,e ad. 1. Buçuk, yarım (Deux demis valent un
Birinin -sini reddetmek (Démettre quelqu'un de entier. Ne pouvant en avoir une, j'en ai pris une
son appel). 4. Démettre qn de qch: Birini -den demie. Pendule qui sonne les demies). 2. er. Bir
çıkarmak, atmak, kovmak (Démettrequelq'un de bardak bira (Prendre un demi). 3 .s. Yarım,buçuk
son emploi, de ses fonctions). § Se démettre: 1. ( Une douzaine et demie. Un centimètre et demi. Il
İstifa etmek, görevini bırakmak. 2. Se démettre est sept heures et demie). § A demi: bel. Yarım,
qch: -si çıkmak (Il s'est démis le poignet). 3. Se yarıya kadar, yarısına kadar (A deminu. Enfant à
démettre de qch: -den istifa etmek, ayrılmak (Il demi mort. Ouvrir un tiroir à demi). Faire qch à
s'est démis de ses fonctions. Se démettre d'une demi: Bir şeyi yarım yapmak, eksik yapmak
charge, d'un emploi). 4.Se démettre de qch: -den (Ceux qui font les révolutions à demi ne font que
vazgeçmek, -i bırakmak, -e sırt çevirmek creuser leurs tombeaux).
demi-bas 398 démissionner
demi-bas er. Yarım boğazlı kadın çorabı, dizin comprendre à demi-mot: Leb demeden leblebiyi
altına kadar çıkan kadın çorabı, anlamak.
demi-botte diş. Yarım boğazk çizme, kısa konçlu déminage er. (Bir alandaki) Mayınlan temizleme,
çizme. déminer gçl. (Bir alandaki) Mayınlan temizlemek,
demi-cercle er. 1. Yarım çember. 2. Grafometre, taramak (Déminer un port).
iletki, açıölçer, déminéralisation diş. Vücuttaki madensel tuzlan
demi-circulaire s. Yanm çember biçiminde, azaltma; vücuttaki madensel tuzların azalması,
demi-deuil er. Yas süresinin son yarısında giyilen déminéraliser gçl. (Vücuttaki) Madensel tuzlan
akh karalı yada koyu renk giysi, azaltmak, yitirmek. § Se déminéraliser: Madensel
demi-dieu er. 1. Yan tann, Eski Yunanlılann bir tuzlannı yitirmek (Son organisme se
tann Ue bir insanın melezi saydıkları kişi. 2. déminéralise).
Büyük kahraman, demi-pause diş. müz. Yarım durak,
demi-douzaine diş. Yanm düzine, demi-pension diş. 1. Yan pansiyon, yan "barıncak,
demi-droite diş. mat. Yanm doğru, bir öğün yemek yiyerek kalma, bannma (Prendre
démieller gçl. Balını almak, babm süzmek la demi-pension dans un hôtel). 2. Yan pansiyon
(Démieller la cire). ücreti. 3. (Okullarda) Yalnız öğle yemeği verme
demi-finale diş. Yan final (Notre équipe a remporté düzeni.
la demi-finale). demi-pensionnaire ad. Yemekli yatısız (Etudiant
demi-fond er. Orta mesafe (Course de demi-fond). demi-pensionnaire).
demi-frère er, Ana yada baba ayn kardeş, demi-portion diş. Yanm porsiyon,
demi-gros er. Yan toptancılık (Maison qui fait le demi-quart er. Yarım çeyrek, çeyreğin yansı,
demi-gros). demi-reliure diş. Yalnız arkası meşinli kitap kabı.
demi-grossiste ad. Yarı toptancı, démis,e s. Yerinden çıkmış, yerinden oynamış
demi-guêtre diş. Kısa tozluk, (Remettre en place un poignet démis).
demi-heure diş. Yarım saat (J'ai attendu une demi- demi-saison diş. İlkbahar yada sonbahar. §
heure. L'autobus passe toutes les demi-heures). Vêtement de demi-saison: İlkbahar yada
demi-jour er. Gün ağarması, tan sökmesini andıran sonbaharda giyilen giysi,
cılız aydınlık, alacakaranlık, demi-sang er. Yarım kan, yalnız anası yada babası
demi-journée diş. Yarım gün. saf kan olan at.
démilitarisation diş. Askersizleştirme, askerden demi-savant er. Yarı bilgin.
arıtma, askerden arıtılma (Démilitarisation d'un demi-sels. 1. Az tuzlu (Fromage demi-sel). 2. ad. Az
pays). tuzlu peynir. 3. argo. Kendi işinin yanı sıra
démilitariser gçl. Askersizleştirmek, askerden pezevenklik de yapan kişi.
arıtmak (Démilitariser un pays, une région). demi-sœur diş. Ana yada baba ayn kızkardeş.
demi-litre er. Yarım litre, demi-solde diş. 1. Yarım aylık (Officier en demi
demi-louis er. On franklık eski bir altın sikke, -solde: Yarım aylıklı subay). 2. er. Yarım aylıkla
demi-lune diş. 1. (İstihkâmcılıkta) Ay tabya. 2. görevden çekilmiş subay,
Yarım teker şeklinde meydanlık yada mobilya. 3. demi-soupir er. müz. Yarım solukluk durak; yarım
s. Yarım çember biçiminde (Table demi- lune, solukluk durağı gösteren işaret,
commode demi-lune). démission diş. 1. İstifa, "çekilmelik. 2. mec.
demi-mal er. tkz. Küçük zarar, hafif kaza. Çekilme, el ayak çekme. § Accepter la démission
demi-mesure diş. 1. Yarım ölçü (Demi-mesure de de qn: Birinin istifasını kabul etmek. Donner sa
graines). 2. Yarım tedbir, yarım önlem (C'est tout démission: İstifasını vermek. Donner sa
ou rien, j'ai horreur des demi-mesures). démission de qch: -den elini ayağını çekmek (A
demi-mondaine diş. Kibar fahişe, votre âge, on ne donne pas ainsi sa démission de
demi-monde er. Kibar fahişeler çevresi. toute activité dans la vie).
demi-mort,e s. Yarı ölü (Elle est demi-morte de démissionnaire s. ve ad. İstifa eden, "müstafi,
froid). görevinden çekilen (Ministre démissionnaire).
demi-mot er. Örtmece söz, yumuşatıcı söz (Après démissionner gsz. 1. İstifa etmek (Le ministre a
avoir cherché des demi-mots pour mitiger démissionné pour raison de santé). 2.
l'annonce fatale...) § A demi-mot: Gerisini Démissionner de qch: -den istifa etmek (Un
söylemeye gerek kalmadan, leb demeden officier qui démissionne de l'armée). 3. mec.
(Comprendre une lettre à demi-mot). Entrendre, Vazgeçmek, bırakmak, elini eteğini çekmek (Sije
demi-tarif 399 démonstratif
ne réussis pas celte [ois, je démissionne). 4. gçl. démolir gçl. 1. Yıkmak (Démolir un mur, une
Démissionner qn: a) Birini istifa ettirmek, istifaya maison). 2. mec. Yıkmak, geçersiz kılmak
zorlamak, b) Kovmak, kapı dışarı etmek, (Démolir une doctrine, un système, une théorie).
demi-tarif s. ve er. Yarı tarife, yüzde elli indirimli 3. Kırmak (Démolir l'autorité, le crédit,
(Billet à demi-tarif, abonnement à demi-tarif). l'influence de quelqu'un). 4. Bozmak, harap
demi-tasse diş. Kahve fincanı, etmek (Démolir une voiture, un appareil de radio,
demi-teinte diş. Koyu ile açık arası (renk), ara renk. un jouet). 5. Démolir qn: tkz. Dayaktan pestilini
demi-ton er. müz. Yarım ton. çıkarmak, ağzını burnunu dağıtmak. 6. mec. tkz.
demi-tour er. ask. 1. Geriye çark {Il salua, exécuta Mahvetmek, bitirmek (La chaleur et le travail
un demi-tour rapide). 2.mec. Cayma, geri dönme. combinés l'ont démoli). 7. Démolir qn: mec. Birini
§ Faire demi-tour: Sözünden caymak, geriye çark yıkmak, adını iki paralık etmek (Chercher à
yapmak. démolir un écrivain).
démiurge er. Platon felsefesinde evreni düzenleyen démolissage er. 1. Yıkma. 2. mec. Yıkma, ününü
tanrı, *epitken, *demiurgos. silmeye çalışma (Démolissage d'un romancier).
demi-vierge diş. Her haltı yiyen ama bakire kalan démolisseur, euse ad. Yıkıcı; yapı yıkıcısı,
genç kız, anasının kızı. démolition diş. 1. Yapı yıkma. 2. ç. Yıkıntı, yıkıntı
démobilisable s. Terhis edilebilir, malzemesi.
démobilisation diş. Terhis, "salıverme démon er. 1. (Eski Yunanlılarda) Bir kimsenin, bir
(Démobilisation générale). kentin, bir ülkenin alın yazısını çizen iyi yada kötü
démobiliser gçl. Terhis etmek, salıvermek, tanrı. 2. (Eski Yunanlılarda) Her insanın içindeki
démocrates, vead. Demokrat, demokrasi yanlısı, tanrısal vicdan sesi. 3. (Şimdi) İblis, şeytan (Le
démocrate-chrétien, ne s. ve ad. Hıristiyan démon tenta Eve sous la forme du serpent). 4. mec.
demokrat. Kötü ruhlu kişi, iblis, şeytan (Cette femme est un
démocratie diş. Demokrasi f La démocratie repose vrai démon). 5. Yaramaz, yumurcak, cin (Cet
sur le respect de la liberté et de l'égalité des enfant est un petit démon). § Avoir de l'esprit
citoyens). comme un démon: Cin gibi olmak. Etre habité,
démocratique s. Demokratça, demokrasiye uygun possédé du démon: Perilenmek, cin tutmak,
(Régime démocratique, république cinlenmek. Faire le démon: Gürültü patırtı
démocratique). etmek.
démocratiquement bel. Demokratça, démonétisation diş. 1. (Bir parayı) Geçerlikten
démocratisation diş. Demokratlaştırma; kaldırma, geçersiz kılma. 2. mec. Değerden
demokratlaşma düşme, değerini düşürme,
démocratiser gçl. 1. Demokratlaştırmak. 2. Halka démonétiser gçl. 1. (Bir parayı) Geçerlikten,
yaymak, halka mal etmek, "tedavülden kaldırmak (Démonétiser les pièces
démodé,es. Modası geçmiş; geçerliğini yitirmiş (Un d'or). 2. mec. Değerini düşürmek, gözden
chapeau démodé; idées démodées, théorie düşürmek (Démonétiser quelqu'un, une théorie).
démodée). démoniaque s. 1. Şeytanlara, cinlere, perilere
démoder gçl. Modasını geçirmek, modadan değgin (Superstitions démoniaques). 2. Şeytanca,
çıkarmak. § Se démoder: Modası geçmek (Ce iblisçe (Un machiavélisme démoniaque). 3. s. ve
genre de costume se démode très lentement). ad. Cinli perili; perilenmiş, cinlenmiş (La
démographe er. Nüfusbilim uzmanı, "nüfusbilimci. guérison d'un démoniaque).
démographie diş. 'Nüfusbilim. démonisme er. Cinlere, perilere inanma,
démographique s. 1. "Nüfusbilimsel. 2. Nüfusla démonologie ^ . C i n l e r l e , perilerle uğraşma bilimi,
ilgili (Croissance démographique: Nüfus artışı). "cinbilim.
demoisselle diş. 1. (Eskiden) Soylu kız yada soylu démonstrateur, trice ad. 1. Uygulamacı öğretmen;
biriyle evlenmiş kadın. 2. (Daha sonraları) uygulamacı. 2. Bir şeyi reklam için yapan. 3. s.
Kentsoylu kadın. 3. (Şimdi) Bekâr kadın (Rester Gösterişçi (Consommateur démonstrateur).
demoiselle). 4. Yetişkin kız. 5. Yusufçuk, démonstratif,ive s. 1. Ortaya koyan, tanıtlayan,
kızböceği. 6. Kaldırım tokmağı, kaldırımcı "isbatlayıcı (Argument démonstratif, raison
tomruğu. § Demoiselle d'honneur: 1. Kraliçe yada démonstrative). 2. Gösterişçi, dışadönük (Un
imparatoriçe nedimesi. 2. Kilise ve belediyede enfant démonstratif, une personne
geline eşlik eden kız, sağdıç kız. Demoiselle de démontsrative). 3. (Söz sanatında) Sivriltici,
Numidie: Telli turna. göklere çıkaran yada yerin dibine batıran 4. dilb.
démonstration 400 dénationalisation
takırdamak, dişleri birbirini dövmek (Claquerdes kenarındaki ince ince dişler. 3. Testere dişi gibi
dents de froid, de fièvre, de peur). Déchirer qn à tepecik (Les dentelures d'une montagne). 4.
belles dents: Birini adamakıllı eleştirmek, birine (Mimarlıkta) Dantela biçiminde bezek, dişleme,
çok fena yüklenmek. Donner un coupdedentàqn: dentergç/. Diş koymak, diş takmak,
Birini çok sert eleştirmek. Etre sur les dents: 1. denticule er. 1. Küçük diş. 2. (Mimarlıkta) Sıra
Çok sıkışık durumda olmak, kıçından solumak. 2. dişçik bezeği
Çok yorgun olmak, bitkin olmak, yorgun argın dentier er. Takma diş (Öter son dentier).
olmak. Faire ses dents, percer ses dents: (Çocuk dentifrice er. 1. Diş macunu (Tube de dentifrice). 2.
için) Diş çıkarmak. Grincer des dents: Dişlerini s. Diş temizleyici (Pâte, savon, poudre, eau
gıcırdatmak. Manger, croquer à belles dents: dentifrice).
Büyük bir iştahla yemek. Montrer les dents: dentine diş. Diş minesi.
Dişlerini göstermek, tehdit etmek, gözdağı dentiste ad. Diş hekimi, dişçi (Aller chez le dentiste.
vermek. Ne pas desserrer les dents: Ağzını Cabinet de dentiste, fauteuil de dentiste).
açmamak, tek kelime söylememek. N'avoir rien à dentisterie diş. Dişçilik, diş hekimliği,
se mettre sous la dent: Yiyecek hiçbir şeyi dentition diş. 1. Diş çıkarma, diş çıkarması (La
bulunmamak. Prendre le mors aux dents: Gemi première dentition de l'enfant dure jusqu 'à huit ans
azıya almak. Parler entre ses dents: Ne dediği environ). 2. Dişler, bütün dişler (Il a une belle
anlaşılmamak, birşeyler mırıldanmak. Se casser dentition).
les dents sur qch: -in hakkından gelememek,» denture diş. 1. (Hayvan yada insanın) Bütün dişleri.
altından kalkamamak (Se casser les dents sur une 2. (Tekerleğin) Bütün dişleri, dişlileri,
difficulté). Se faire arracher une dent: Dişini dénucléarisation^. Nükleer silahsızların yapım ve
çektirmek. Se laver les dents: Dişlerini yıkamak. biriktirimini yasaklama; nükleer silahsızlardan
Se nettoyer, se curer les dents: Dişlerini kürdanla arındırma, nükleer silahsızlandırma,
karıştırmak, temizlemek. Serrer les dents: dénucléariser gçl. Nükleer silahların yapım ve
Dişlerini sıkmak, biriktirimini yasaklamak, nükleer silahlardan
dentaire diş. Dişotu; diş ağrılarına karşı kullanılan arındırmak, nükleer silahsızlandırmak
bir bitki. (Dénucléariser les grandes puissances,
dentaires. 1. Dişe değgin, dişle ilgili (Soin dentaire, dénucléariser une zone).
prothèse dentaire, chirurgie dentaire). 2. dénudé,e s. 1. Çıplak (Bras dénudé). 2. Üzerinde
Dişçilikte ilgili (Ecole dentaire). hiçbir şey olmayan, çıplak, kıraç, bitkisiz (Sol
dental,e s. i.dilb. Dişsel (Consonnesdentales). 2. dénudé. Crâne dénudé). 3. Dénudé de qch: -den
diş. Dişsel ses. arınmış (Un style dénudé de tout artifice).
dent-de-lion diş. Karahindiba, dénuder gçl. 1. Açık bırakmak, açıkta bırakmak
denté, e s. Diş diş olan, dişli (Roue dentée, feuille (Une robe qui dénude les bras, le dos). 2. Çıplak
dentée). bırakmak, giysisiz bırakmak (Si mon vêtement
dentée diş. Dişleme, şöyle bir diş atma. dénude autrui, j'irai nu). § Se dénuder:
dentelaire diş. Kökü diş ağrılarına karşı kullanılan Soyunmak, çıplaklaşmak (Les gens se dénudent
mavi çiçekli bir bitki, sur les plages).
dentelé,e s. 1. Kenarı diş diş kesilmiş, kenan dişli, dénué, e l . Yoksul (Unefemme dénuée). 2.Dénuéde
dantel kesmeli, dantel kesimli (Feuille dentelée, qch: -den yoksun (Il est dénué de tout,
pièces dentelées). 2. Girintili çıkıntılı (Côte d'imagination, d'esprit. Des rumeurs dénuées de
dentelée). tout fondement).
denteler gçl. Kenarını diş diş kesmek, diş diş dénuement, denûment er. Yoksunluk, yoksulluk,
yapmak. yokluk (Vivre, être dans un grand dénuement. Un
dentelle diş. Tentene, dantel, dantela (Corsage de dénuement moral).
dentelle). dénuer gçl. Yoksun etmek, yokluk içinde
dentellerie diş. Dantelacılık. bırakmak. § Se dénuer de qch: Kendini -den
dentellier,ère s. ve ad. Dantelacı, dantela işleyen yoksun bırakmak (Il s'est dénué de tout pour élever
kadın 2. diş. Dantela makinası. 3. s. Dantelaya ses enfants).
değgin (Industrie dentellière, commerce dénutritions. Beslenme bozukluğu, besi eksikliği,
dentellier). déodorant er. Koku giderici, pis kokuları giderici,
dentelure diş. 1. Diş diş kesme, kenarını diş diş °deodoran.
yapma, dantel kesme, tırtıl. 2. bitb. Yaprakların déontologie diş. Meslek ahlâkı (Déontologie
déontologique 404 dépasser
çizmeden yukarı çıkmak. Dépasser les bornes, les dépeigner gçl. (Birinin) Saçlarını bozmak,saçlarını
limites de: -in sınırını aşmak, ileri gitmek (Tu dağıtmak.
dépasses les bornes de la bienséance). § Se dépeindre gçl. 1. Sözle anlatmak; betimlemek, göz
dépasser: 1. Birbirini geçmek (Les coureurs önünde canlandırmak (Dépeindre la situation. Ce
cherchent à se dépasser). 2. Kendi kendini aşmak romancier dépeint bien ses personnages).
(Ses efforts pour se dépasser sont louables). dépenaillé, e, s. 1. Yırtık pırtık, lime lime (Un livre
dépassionner gçl. Yatıştırmak, ılımlı bir havaya dépenaillé, une veste dépenaillée). 2. Yırtık pırtık
sokmak ( Les efforts du premier ministre turc pour giyinmiş, hırpani (Il était tout dépenaillé; un
dépassionner le problème de Chypre. mendiant dépenaillé).
Dépassionner un débat). dépendance diş. 1. İlişki, bağlantı (Il y a une
dépatouiller (se) tkz. 1. Bataktan kurtulmak, dépendance évidente entre la végétation et le
çamurdan çıkmak. 2. mec. Paçasını kurtarmak, climat). 2. ç. Eklentiler, ek yapı (Les dépendances
işin içinden çıkmak, d'un hôtel, d'une ferme). 3. Bağımlılık, buyruk
dépatrier gçl. Vatansız bir insan durumuna altı, "emir kulluğu (Cette dépendance commançait
düşürmek, vatansızlaştırmak. à lui peser. Un emploi où Ton est sous la
dépavage er. Kaldırım sökme (Dépavage d'une dépendance complète d'un patron). § Etre dans la
rue). dépendance, sous la dépendance de: -in buyruğu
dépaver gçl. Kaldırımlarını sökmek (Dépaver une altında olmak, -e bağımlı olmak. Mettre, tenir qn
rue). dans la dépendance: Birini buyruk altında
dépaysé,e s. Tedirgin, rahatsız, şaşkınlık içinde (Je tutmak, bağımlı kılmak, buyruk altına almak,
me sens dépaysé dans cette ville). dépendant, es. 1. İlişkili, bağlı, bağıntılı (Ces deux
dépaysement er. Tedirginlik, rahatsızlık, şaşkınlık choses sont dépendantes l'une de l'autre). 2.
(Dépaysement d'un élève qui change d'école). Bağımlı, bağlı (Une position dépendante. Il est
dépayser gçl. 1. (Eski) Ülkesini, çevresini dépendant). 3. Etre dépendant de qn: -in buyruğu
değiştirmek, bir başka ülkeye kaldırmak, altında olmak, -e bağımlı olmak,
çevresinden uzaklaştırmak, yerinden yurdundan dépendeur, euse ad. Asılı olan bir şeyi indiren
etmek. 2. Tedirgin etmek, rahatsız etmek, (kimse). §Dépendeurd'andouilles:/i/&. İri yarı ve
şaşkınlık içine düşürmek (Son nouvel emploi Ta gülünç adam; izbandut gibi adam.
dépaysé.). dépendre gsz. 1. Dépendre de: -e bağlı olmak
dépeçage, dépècement er. Bölme, parçalama, (L'issue de la bataille dépend de cette manoeuvre.
parçalara ayırma (Dépeçage d'un mouton, Le succès dépendra de votre ténacité. Cela dépend
dépècement d'un empire). des circonstances). 2. Ait olmak, bağlı olmak (Ce
dépecer gçl. Bölmek, parçalara ayırmak (Dépecer lac dépend de notre ferme. Territoires qui
un boeuf, un territoire, un pays). dépendent de la France). 3. -in buyruğu altında
dépêche diş. 1. Resmi yazı, mesaj (Dépêche olmak, -e bağımlı olmak (Tous ces paysans
chiffrée, diplomatique. Recevoir, envoyer une dépendent de leur seigneur. Pays qui dépend
dépêche). 2. Telgraf (Il a reçu une dépêche lui économiquement d'un autre). 4. gçl. (Asılı olan
annonçant la mort de sa mère). bir şeyi yada birini) İndirmek, askıdan almak
dépêcher gçl. 1, Çabuk yapmak, çabuk bitirmek, (Dépendre une personne). § Ça dépend: Belki;
çırpıştırmak (Dépêcher un travail). 2. İşini görüp bakalım, belli olmaz (Est ce que tu viendras?- Ça
savmak (Ce messager attend, il faut le dépêcher). dépend). Il dépend de qn de f. qch: -mek -e bağlıdır
3. Öldürmek, canını cehenneme yollamak (Il dépend de vous d'accepter ou de refuser). Ne
(Dépêcher son adversaire). 4. Dépêcher qn auprès dépendre que de soi-même: Başına buyruk olmak,
de qn: Birini -e göndermek; koşturmak, salmak kendi kendinin efendisi olmak, Allahtan başka
(Dépêcher un messager auprès d'un général. Il m'a kimseye minneti olmamak (Je ne dépends que de
dépêché auprès de vous pour avoir votre réponse). moi-même).
§ A dépêche compagnon: Tez elden ve üstün körü. dépens er. ç. Mahkeme harcı, mahkeme masrafları
§ Se dépêcher: 1. Acele etmek, elini çabuk tutmak (Il a été condamné aux dépens. Payer les dépens). §
(Dépêche-toi, le train part). 2. Se dépêcher de Aux dépens de: 1. -i n hesabına, -in sırtından (Vivre
f.qch: -mekte acele etmek (Il s'est dépêché de aux dépens d'autrui. Un parasite qui vit aux dépens
finir). de ses hôtes). 2. -in zararına (lia accepté ce travail
dépeigné, e s. Saçları taranmamış, saçları darma supplémentaire aux dépens de ses loisirs. Tout
dağınık. bonheur au dépens d'autrui me paraît haïssable).
dépense 406 dépit
dépense diş. 1. Gider, masraf (Dépense du ménage, kurtulmak, yakasını sıyırmak (5e dépêtrer d'une
dépense imprévue. Les menues dépenses. Un père difficulté, d'un gêneur).
qui règle les dépenses de son fils). 2. Kiler, azık dépeuplé, e s. Issız, bomboş, in cin yok (Un village
ambarı (Ces pommes étaient au fond d'une dépeuplé).
dépense). 3. Harcama, sarfiyat (Dépense dépeuplement er. 1. Boşalma, ahalisiz kalma,
d'électricité. Dépense d'énergie, de forces, de ıssızlaşma ( Dépeuplement d'une ville, d'unpays).
temps). § Dépenses publiques: Devlet giderleri; 2. İçinde hayvan kalmama (Dépeuplement d'une
kamu harcamaları. Avoir l'initiative de la forêt, d'un étang).
dépense: Kesenin ağzını elinde tutmak, dépeupler gçl. 1. Ahalisiz bırakmak, halkını
masrafları Kendisi yapmak. Couvrir une dépense: dağıtmak, ıssızlaştırmak, bomboş kılmak (La
Bir masrafı karşılamak. Equilibrer dépenses et famine a dépeuplé le pays.). 2. Hayvanlarından,
revenus: Gelirlerle giderlerini denkleştirmek, balıklarından, kuşlarından yoksun bırakmak
denk düşürmek. Ne pas regarder à la dépense: Pek (Dépeupler une forêt, un étang). § Se dépeupler:
cömert olmak, eli açık olmak. Pousser qn à la Issızlaşmak, boşalmak, oturanlanndan yoksun
dépense: Birini masrafa sokmak, israfa kalmak (Un pays qui se dépeuple).
sürüklemek. Regarder à la dépense: Pek tutumlu déphosphoration diş. Fosforsuzlaştırma, fosforunu
olmak, eli sıkı olmak, alma.
dépenser gçl. 1. Harcamak, sarfetmek (ila dépensé déphosphorer gçl. Fosforsuzlaştırmak, fosforunu
tout son argent). 2. Vermek, kullanmak, almak.
harcamak (Dépenser ses forces, son courage pour dépiauter gçl. tkz. Derisini yüzmek, derisini almak
mener à bien une entreprise. Il a dépensé ses jeunes (Dépiauter un lapin, un renard).
années à apprendre ce métier). § Dépenser sans dépiécer gçl. (Eskimiştir) Parçalamak, parçalara
compter: Hesapsız para harcamak, har vurup ayırmak.
harman savurmak. Ne pas dépenser un sou: dépigeonnage er. Güvercinlerden arıtma,
Metelik harcamamak, güvercinlerden kurtarma, güvercinsizleştirme
dépensier, ère s. ve ad. 1. Tutumsuz, savurgan, (Dépigeonnage de Paris).
"müsrif (S'il était moins dépensier, il serait très dépilageer. (Sepilenecekderinin) Kıllarını,yününü
riche aujourd'hui). 2. Vekilharç (Dépensier d'un düşürme (Dépilage d'une peau).
couvent). dépilatif,ive s. Kıl düşürücü, tüy dökücü,
déperdition diş. 1. Yok olma, yitime uğrama, yitme dépilation diş. Kıl düşürme; kılları dökülme,
(Une opération chimique qui se fait sans dépilatoires, ve er. Kıl düşürücü (ilâç),
déperdition de substance). 2. Azalma, eksilme, dépiler gçl. 1. Kıllarını, saçını, yününü düşürmek
yok olma (La mauvaise isolation entraîne une (Dépiler les peaux.C'estla fièvre tyhoïde,qui l'a
grande déperdition de chaleur. Déperdition de dépilé ainsi). 2. (Maden ocağında işlenmiş bir
force, de lumière). galerinin) Direklerini sökmek,
dépérirez. 1. Zayıflamak, erimek, saranp solmak dépiquage, dépicage er. (Ekini) Harmanda yada
(Cet enfant dépérit faute de soins. Plante qui harman makinesinde dövme,
dépérit faute de soleil). 2. Bozulmak (Santé qui dépiquer gçl. 1. Dikişlerini yada işlemelerini
dépérit). 3. Yıkıma, iflâsa doğru gitmek, çökmek sökmek (Dépiquer une robe). 2. Harmanda yada
(Affaire qui dépérit; une culture qui dépérit). harman makinesinde dövmek (Dépiquer le blé, le
dépérissement er. 1. Zayıflama, erime, saranp riz).
solma. 2. Bozulma. 3. Çökme, iflasa doğru gitme. dépistage er. 1. Tarama, arama, araştırma
dépersonnalisation diş. Kişiliksiz hale getirme, (Dépistage de la tuberculose). 2. İz sürme, izini
kişiliksizleştirme. bulma (Dépistage d'un malfaiteur).
dépersonnaliser gçl. Kişiliksiz hale getirmek. dépister gçl. 1. ( Avın) İzini sürmek, izinden bulmak
Kişiliksizleştirmek. § Se dépersonnaliser: (Dépister un sanglier). 2. mec. İzini sürerek,
Kişiliksizleşmek, kişiliğini yitirmek, yakalamak (Dépister un criminel). 3. Taramak,
dépêtrer gçl. 1. (Bir hayvanın) Ayak bağını, tarayıp saptamak, aramak (Dépister une
kösteğini, bukağısını çıkarmak. 2.Dépêtrer qn, maladie). 4. İz şaşırtmak, yanıltmak (Dépister la
qch de: Birini, bir şeyi -den kurtarmak (Je ferai police. Une ruse destinée à dépister les soupçons).
mon possible pour le dépêtrer de cet engagement si dépiter. Gücenme, küskünlük, kızma, canı sıkılma
dangereux. On a eu du mal à dépêtrer la pauvre (Il a éprouvé un certain dépit de voir qu'on lui
bête de ce filet). § Se dépêtrer de qch: -den préférait un candidat plus jeune). § En dépit de: -e
dépité 407 déplombage
karşın, "rağmen (En dépit de sa jeunesse, il a un olmak (Il s'est déplu dans cette ville. Je me déplais à
jugement très sûr. Tu as agi en dépit de mes la campagne).
conseils). En dépit du bon sens: Çok kötü (Cette déplaisant,e s. 1. Sevimsiz, hoşa gitmeyen, iğrenç
affaire est dirigée en dépit du bon sens). Avoir du (Un homme déplaisant). 2. Can sıkıcı, rahatsız
dépit, éprouver du dépit: Kızmak, acı d u y m a k . edici (Bruit déplaisant).
Causer du dépit à qn: -i kızdırmak, -in içini déplaisir er. Hoşnutsuzluk, sıkılma, canı istememe
burkmak (La réussite de son rival lui cause du CC'est avec déplaisir que je fais ce travail).
dépit). Concevoir du dépit de qch: -e kızmak, -den déplanification diş. Planlamacılık yada
acı duymak. güdümcülüğün kaldırılması,
dépité, e.f. 1. Kızmış, kızgın, 2. Dépité de:-e kızmış, déplantage er. (Bir bitkiyi) Yerinden sökme,
-den alınmış (Il est revenu très dépité de n'avoir déplanter gçl. 1. (Bir bitkiyi, bir ağacı) Yerinden
rien obtenu. Elle était dépitée du mépris témoigné à sökmek, köklemek. 2. Başka yere dikmek üzere
son égard). yerinden sökmek, köklemek (Déplanter un
dépiter gçl. Gücendirmek, kızdırmak, canını piquet. Déplanter de jeunes plants pour les
sıkmak (Cet échec l'a bien dépité). § Se dépiter: repiquer). 3. Ağaçsızlandırmak, ağaçlarını
Gücenmek, kızmak, canı sıkılmak (Je me dépitai sökmek (Déplanter une colline). 4. mec. Yerinden
de telle sorte contre l'ingratitude du siècle). uzaklaştır ıak.
déplacé, es. 1. Yerinden oynamış, yeri değiştirilmiş déplantoir er. Fidan, bitki kökleyecek kürek,
(Meuble déplacé, livre déplacé). 2. mec. Yersiz, kökleme .<üreği.
uygunsuz, sırasız (Intervention déplacée, paroles déplâtrage er. Alçısını sökme, alçılarını çıkarma,
déplacées, question déplacée). déplâtrer gçl. 1. Alçılarını sökmek, çıkarmak
déplacement er. 1. Yer değiştirme (Déplacement (Déplâtrer un mur). 2. Alçıdan çıkarmak
d'air). 2. Yerinden oynatma; görevini değiştirme (Déplâtrer une jambe, un bras).
(Déplacement d'un fonctionnaire). 3. (Geminin) déplétion diş. 1. Azalma, birşeyin miktarının
Su içinde kalan hacmi, tonilatosu. 4. Yolculuk, azalması (Déplétion des stocks). 2. hek. Bir
yola çıkma, dolaşma (Etre en déplacement. Les organda birikmiş sıvı yada kan miktarının
frais de déplacement). S. Kayma, kaydırma azalması, buna bağlı bitkinlik, halsizlik,
(Déplacement sémentique: Anlam kayması). dépliage, dépliement er. Katlanmış bir şeyi açma.
déplacer gçl. 1. Yerini değiştirmek (Déplacer un dépliant, e s. 1. Katlanabilen, kırma, açılıp
fauteuil). 2. Yerinden oynatmak, görevini katlanabilen (Fauteuil dépliant formant canapé).
değiştirmek (Déplacer un fonctionnaire). 3. mec. 2. er. Katlanmış harita, broşür, prospektüs gibi
Değiştirmek, başka yöne kaydırmak (Déplacer şeyler; *katlanık.
une question, un problème). 4. (Gemi) -kadar déplier gçl. 1. (Katlanmış bir şeyi) Açmak (Déplier
tonilatoluk olmak (Navire qui déplace 500 une serviette, déplier une carte routière). 2. Açıp
tonneaux). § Se déplacer: 1. Yer değiştirmek sergilemek (Déplier sa marchandise). § Se
(Défense de se déplacer pendant le cours). 2. déplier: Açılmak (Parachute qui se déplie pendant
Devinmek, hareket etmek (Les poissons se le saut).
déplacent à l'aide de nageoires). 3. Yolculuk déplissage er. Kırmaları açma, kıvrımları açma,
etmek (Il se déplace toujours en avion). 4. Se düzleme.
déplacer de qch à: -den-e gitmek (L'airse déplace déplisser gçl. Kırmaları açmak, kıvrımları açmak,
des régions de haute pression aux régions de basse düzlcmck ( Déplisser une étoffe, un vêtement). §Se
pression). déplisser: Düzleşmek, kıvrımları açılmak,
déplaire gçl. 1. Déplaire à: -in hoşuna gitmemek, -e kıvrımları geçmek (Cette jupe se déplisse
hoş gelmemek (Cet aliment lui déplaît. Votre facilement).
conduite déplait à ma famille). 2. Gücendirmek, déploiement er. 1. Açma, açılma (Déploiement des
kızdırmak (Il a tout fait pour nous déplaire). § Il voiles). 2. Yayma, yayılma (Déploiement d'une
déplaît à qn de f.qch: -mek birinin hoşuna armée). 3. Gösterme, gösteri (Déploiement de
gitmiyor (Il lui déplait d'agir ainsi. Il me déplaît forces militaires. Un grand déploiement
d'entendre des choses pareilles). Ne vous en d'amabilité). 4. (Askeri birlik, silâh vb.)
déplaise: Gücünüze gitmesin, hatırınız kalmasın. Yerleştirme, yerleştirilme (Déploiement de
N'en déplaise à: -e karşın, rağmen (N'en déplaise à troupes militaires. Déploiement des missiles
ces messieurs, je ne partage pas ces idées). § Se nucléaires en Europe).
déplaire: Hoşlanmamak, sıkılmak, rahatsız déplombage er. 1. Üstündeki kurşun mühürü
déplomber 408 déposer
sökme (Déplombage d'un compteur électrique). dépollution diş. Kirliliğini azaltma yada giderme,
2. Dolgusunu çıkarma (Déplombage d'une dent). temizleştirme.
déplomber gçl. 1. Üstündeki kurşun mühürü déponent, e s. Biçim bakımından geçişsiz olduğu
sökmek (Déplomber un colis). 2. Dolgusunu halde anlamca geçişli olan (fiil),
çıkarmak (Déplomber une dent). dépopulation diş. 1. Şenliksiz, ahalisiz bırakma,
déplorable s. 1. Acınacak, acıklı (Il est dans une ıssızlaştırma. 2. Şenliksiz kalma, oturanları
situation déplorable). 2. Kötü, iğrenç, kınanacak azalma, boşalma, ıssızlaşma (Dépopulation d'une
(Un goût déplorable, une conduite déplorable). région, d'un pays).
déplorablement bel. Acınacak şekilde, çok kötü déport er. 1. huk. Yargıcın kendini reddetmesi. 2.
şekilde. Depor, borsada esham için verilen kira.
déplorer gçl. 1. Acımak, yanmak (Déplorer laperte déportation diş. 1. (Siyasal nedenlerle) Sürgün,
d'un ami. Déplorer les victimes d'un accident). 2. sürgüne gönderme (Crime politique puni de
Üzülmek (]'ai déploré votre absence). 2. Déplorer déportation). 2. Bir yabancı ülkede toplama
de f. qch: -diğine üzülmek (Je déplore d'avoir à kampına gönderme (Les Nazis organisèrent la
vous gâter les illusions où vous vous complaisiez). déportation des Juifs, des résistants, en
déployer gçl. 1. Açmak, yaymak (Déployer une Allemagne).
carte, une étoffe. L'oiseau déploie ses ailes.). 2. déporté, e s. ve ad. 1. Sürgün edilmiş, sürgün. 2.
Açıp yaymak, sergilemek, bir tabla üzerine Toplama kampına alınmış, gönderilmiş (La
yaymak (Déployer des marchandises, des bijoux). plupart des déportés furent exterminés par les
3. ask. Savaş düzenine sokmak (Déployer une Nazis).
armée, des troupes). 4. Göstermek, harcamak déportement er. 1. Uygunsuz gidiş, uygunsuz
( Déployer un grand effort. Déployer toute sa force yaşayış, "sefahet (Lesfemmes que leurs passions et
pour obtenir un bon résultat). S. (Askeri birlik, leurs déportements ont rendues illustres). 2.
silâh vb.) Yerleştirmek (Déployer des missiles (Taşıtlar için) Yoldan çıkma, yoldan sapma
nucléaires dans une région). § Rire à gorge (Déportement d'un véhiculé).
déployée: Kahkahalarla gülmek § Se déployer: 1. déporter gçl. 1. (Siyasal nedenlerle) Sürgün etmek,
Açılmak (Drapeau qui se déploie au vent). 2. ask. sürgün cezasına çarptırmak (Déporter un
Savaş düzenine girmek (Des troupes qui se écrivain, un député). 2. Toplama kampına
déploient). göndermek (Les Nazis ont déporté les juifs en
déplumé, e s. 1. Tüyleri dökülmüş, yolunmuş. 2. Allemagne). 3. (Taşıtları) İzlediği yoldan
hlk. Saçları dökülmüş, dazlak (Un homme çıkarmak, saptırmak (Un fort vent latéral a
déplumé). déporté l'avion. Le choc a déporté la voiture dans
déplumer gçl. Tüylerini yolmak (Déplumer un le virage). 4. gsz. (Taşıtlar için) Yolundan
oiseau, une poule). § Se déplumer: 1. Tüylerini çıkmak, yoldan çıkmak (Sous l'effet du vent
dökmek, tüyleri dökülmek (Les oiseaux qui se violent, sa voiture a déporté).
déplument). 2. hlk. Saçlan dökülmek (Tu déposant, es. 1. Yargıç katında tanıklık eden, ifade
commences à te déplumer). veren. 2. Para yatıran, °mudi.
dépoétiser gçl. Şiirli yanını bozmak, şiirsizleştirmek dépose diş. Kaldırma, yerinden çıkarma, sökme
(Une technicité qui dépoétise le sujet). (Dépose d'un châssis, dépose d'une serrure).
dépolir gçl. Cilâsını gidermek, donuklaştırmak déposer gçl. 1. Yere bırakmak, koymak (Déposer
(Dépolir l'or, l'argent) § Se dépolir: Cilâsı un fardeau. Déposer une fleur sur une tombe). 2.
dökülmek (Cette glace commence à se dépolir). Vazgeçmek, bırakmak, el çekmek (Déposer la
dépolissage er. Cilâsını giderme, cilâsı gitme; couronne, le pouvoir). 3. Vermek, koymak,
donuklaştırma, donuklaşma, bırakmak, teslim etmek (Déposerses bagages à la
dépolisseur, euse ad. Camları buzlu cam haline consigne. Déposer des marchandises à l'entrepôt,
sokan işçi. en consignation). 4. Yatırmak, koymak (Déposer
dépolitisation diş. Siyasa dışı bırakma, siyasadan de l'argent à la banque). S. Atmak, koymak
uzak tutma (Dépolitisation des syndicats). (Déposer sa signature. Déposer une marque). 6.
dépolitiser gçl. Siyasa dışı bırakmak, siyasadan Hal etmek, tahttan indirmek (Déposer un roi)."7.
uzak tutmak, siyasa karıştırmamak (Dépolitiser (Dilekçe, önerge vb.)Vermek,sunmak (Déposer
les syndicats, une institution, un sujet, un débat). ùne motion, un projet de loi au bureau de
dépolluer gçl. Kirliliğini azaltmak yada gidermek l'Assemblée). 8. Yerinden çıkarmak, kaldırmak
(Dépolluer une région industrielle). (Déposer un tableau). 9. gsz. Çökelti bırakmak.
dépositaire 409 dépouiller
rüsup bırakmak (Ce vin dépose beaucoup). 10. dépotoir er. 1. Lağım sularından gübre çıkarılan
gsz. Tanıklık etmek, ifade vermek. § Déposer les fabrika. 2. Çöplük (Un terrain que l'on utilise
armes: Silahları bırakmak, savaşı kesmek. comme dépotoir). 3. mec. tkz. Hurdalık, döküntü
Déposer son bilan: İflas etmek, batmak, batkıya eşya yeri (Cette pièce sert de dépotoir).
düşmek. § Se déposer: Çökmek, konmak (Les dépouille diş. 1. (Yılan gömleği gibi) Hayvan
poussières se déposent sur les meubles). soyuntusu. 2. Post, pösteki (Dépouille d'un lion).
dépositaire ad. 1. İnal, "mutemet, kendisine 3. Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, bırakıt,
inanılıp bir şey bırakılan kimse (Dépositaire d'un "tereke (Dépouille d'un curé). 4. ç. Ganimet. 5.
trésor, d'une lettre). 2. (Bir firma için) Temsilci, Dépouille, dépouille mortelle: mec. Ölen bir
satıcı (Il est le seul dépositaire des voitures kimsenin cesedi (Saluer la dépouille mortelle d'un
Renault). 3. (Bir şeyi) Elinde tutan, elinde grand homme). § S'arracher les dépouilles de qn:
bulunduran kimse (Le Président de la République (Ölen birinin) Bırakıtını, kalıtını, malını
est le dépositaire de l'autorité de l'Etat). § mülkünü kapışmak,
Dépositaire de l'autorité publique: Kamu dépouillé, e s. 1. Yaprakları dökülmüş, çıplak
görevlisi, memur. Faire de qn le dépositaire de (Arbre dépouillé). 2. Sade, süssüz, ağırbaşlı (Un
qch: Bir şeyi güvenip birine söylemek, vermek ( 11 style dépouillé). 3. Dépouillé de: -den yoksun,
a fait de moi le dépositaire de tous ses secrets). -den arıtılmış (Un homme dépouillé de mérites; un
déposition diş. 1. Tahttan indirme, hal etme style dépouillé de tout artifice).
(Déposition d'un roi, d'un sultan). 2. İfade dépouillement er. 1. Malından mülkünden etme,
(Déposition d'un témoin. Faire, signer sa malından mülkünden olma; yoksunluk (Vivre
déposition. Condamner quelqu'un sur la dans le dépouillement). 2. Titizlikle inceleme
déposition d'un témoin). 3. Tanıklık. § Déposition (Dépouillement d'une correspondance, d'un
de croix: İsa peygamberin çarmıhtan indirilmesi. rapport. Dépouillement des auteurs classiques). 3.
déposséder gçl. Déposséder qn de qhc: Birini -den Sayma, "tasnif etme (Dépouillement des votes.
yoksun bırakmak, bir şeyi birinin elinden almak Procéder au dépouillement du scrutin). 4.
( Déposséder un gros propriétaire de ses domaines. Süssüzlük, sadelik (Dépouillement d'un style).
On l'a dépossédé de ses biens. Il a été dépossédé de dépouiller gçl. 1. Yüzmek, derisini yüzmek
sa place.). (Dépouiller un lièvre). 2. Kabuğunu soymak
dépossession diş. Elinden alma, elinden alınma (Dépouiller un arbre). 3. Vazgeçmek, bırakmak,
(Depossession d'un privilège). sıyrılmak (Dépouiller tout amour propre,
dépôter. 1. Koyma, bırakma (Dépôt d'une gerbe sur dépouiller son orgueil). 4. Çıkarmak (Dépouiller
une tombe). 2. İnam, "emanet (Confier un dépôt à ses vêtements). 5. İncelemek (Dépouiller un
un ami). 3. Verme, bırakma (Dépôtd'un manteau document, un livre, un auteur). 6. Saymak, "tasnif
au vestiaire, dépôt d'un testament chez un notaire). etmek (Dépouiller les votes, un scrutin). 7.
4. Depozito, "önödence. 5. Garaj (L'autobus Soymak (Les voleurs l'ont dépouillé). 8. Malını
vient de quitter le dépôt). 6. Ambar, depo, mülkünü elinden almak, soyup soğana çevirmek
'koruncak (Dépôt de marchandises, d'ordures). (Jacques ne voudrait pas dépouiller les enfants de
7. Nezaret, nezarethane, gözaltı, gözaltı evi sa soeur). 9. Dépouiller qn de qch: a) Birinin -sini
(Conduire un prévenu au dépôt). 8. ask. Depo çıkarmak ( Dépouiller un enfant de son manteau).
kıtası. 9. Çökelti, rüsup (Dépôt de tartre sur les b) Birinin -sini çalmak, soymak, elinden almak
parois de la bouillote). 10. hlk. İrintoplağı.ll. Sel (Les voleurs l'ont dépouillé de son portefeuille.
bırakıntısı. 12. Mevduat, 'yatırga (Dépôts à Des escrocs l'ont dépouillé de ses économies), c)
préavis: İhbarlı mevduat, haberliyattrga. Dépôts à Birini -den etmek, yoksun bırakmak (Dépouiller
terme: Vadeli mevduat, süreli yatırga. Dépôts à quelqu'un de son emploi, de ses droits). 10.
vue: Vadesiz mevduat, süresiz yatırga. Dépots Dépouiller qch de qch: a) Bir şeyin -sini soymak,
d'épargne: Tasarruf mevduatı, artırım yatırgası). kesip atmak (Dépouiller un poisson de ses écailles,
§ Dépôt de mendicité: Yoksulları çalıştırma un arbre de ses branches). b) Bir şeyi -den arıtmak,
yurdu. Mandat de dépôt: Tutuklama buyruğu. kurtarmak (Dépouiller un style de tout artifice). §
Se dépouiller: 1. Üstündekileri çıkarmak;
dépotage, dépotement er. Saksısını, kabını
soyunmak, çıplaklaşmak. 2. Varını yoğunu elden
değiştirme.
çıkarmak 3. Se dépouiller de qch: a) -i çıkarmak
dépoter gçl. 1. Toprağa dikmek üzere saksısından
(5e dépouiller de ses vêtements), b) -den
çıkarmak (Dépoter un géranium). 2. Kabını
soyunmak, -i dökmek (Un arbre qui se dépouille
değiştirmek (Dépoter un liquide).
dépourvoir 410 dépuration
dépurer gçl. Temizlemek, arıtmak (Dépurer le d'esprit). 3. Düzenini bozma, tedirgin etme,
sang. Dépurer un métal). rahatsızlık verme. §. Etre en dérangement:
députation diş. 1. Elçi olarak, temsilci olarak Bozulmak, arızalı olmak,
gönderme. 2. Heyet, kurul (Une députation de dix déranger gçl. 1. Karıştırmak, bozmak, düzenini
personnes). 3. Temsilcilik; milletvekilliği bozmak (Déranger les fiches, les papiers.
(Candidat à la députation). Déranger les livres d'une bibliothèque). 2.
député er. 1. Saylav, milletvekili, "mebus (Les Bozmak, çalışmaz hale getirmek (Déranger un
députés de la majorité, de l'opposition. Un député appareil distributeur. Le transport a dérangé la
qui dépose un projet de loi). 2. Elçi, delege, heyet bascule). 3. Bozmak, değiştirmek, kötüleştirmek
üyesi, kurul üyesi. 3. Temsilci (Les députés du (L'orage a dérangé le temps. Le temps est
clergé, de la noblesse aux Etats généraux). dérangé). 4. Bozmak, karıştırmak, alt üst etmek
députer gçl. 1. Saylav olarak, milletvekili olarak (Cet incident dérange tous nos projets). 5.
göndermek. 2. Temsilci olarak göndermek, özel Rahatsız etmek (Excusez-moi de vous déranger.
bir görevle göndermek (On a décidé de députer Ne le dérangez pas, il sommeille). 5. Bozmak (Ce
trois parlementaires auprès du commandement repas lui a dérangé l'estomac). 7. Baştan
eruiemi pour entamer des négociations de paix. çıkarmak, ayartmak (Cette jeune fille qui vous
Députer des représentants à une assemblée). dérange). 8. Etre dérangé: tkz. Barsaklari
déraciné, e s. 1. Köküyle birlikte sökülmüş, bozulmak, ishal olmak. § Se déranger: 1. Yerini,
köklenmiş (Arbre déraciné). 2. ad. Doğduğu işini, uğraşısını değiştirmek (Je ne me suis pas
çevreden kopmuş, elgin, köksüz, gurbetçi, dérangé pour de l'argent). 2. Rahatsız olmak (Ne
déracinement er. 1. Köküyle sökme, kökleme; vous dérangez pas pour moi).
köküyle sökülme, köklenme (Le déracinement dérapage er. (Taşıtlar için) Kayma, tekerleği
des arbers). 2. mec. Söküp atma, yoketme, yerden kesilme (La voiture a fait un dérapage sur
ortadan kaldırma ( Déracinement des préjugés). 3. la route mouillée).
Çevresinden kopma, elginlik, gurbetçilik déraper gsz. 1. (Gemi için) Demir taramak. 2.
(Déracinement des hommes). (Taşıt için) Kaymak, tekerleği yerden kesilmek
déraciner gçl. 1. Kökünden sökmek, köklemek (Ma voiture a dérapé dans le virage. Ces pneus
(L'orage a déraciné les arbres). 2 .mec. Kökünden empêchent de déraper). 3. Kaymak (Ses semelles
temizlemek, kökünü kazımak, ortadan ont dérapé sur le bitume). 4. mec. (Ekonomi)
kaldırmak, yoketmek (Déraciner les abus, les Denetimden çıkmak; yapılan tahminlerden
préjugés). 3. Déraciner qn: Birini doğduğu uzaklaşmak.
çevreden koparmak, yerinden yurdundan etmek, déraser gçl. 1. Alçaltmak, üstünü almak (Déraser
gurbetçi yapmak, un mur).
dérager gsz. Öfkesi geçmek, yatışmak, dératé, e s. ve ad. Dalağı alınmış. § Petite dératée:
déraidir gçl. Yumuşatmak, sertliğini gidermek, Fenlenmiş (küçük kız). C'est un dératé: Deli
déraillement er. 1. Raydan çıkma (Déraillement fişeğin biri. Courir comme un dératé: Kıçına neft
d'un train). 2. mec. Yoldan çıkma, doğru yoldan sürülmüş gibi kaçmak,
sapma. dérater gçl. Dalağını almak, dalağını çıkarmak,
dérailler gsz. 1. Raydan çıkmak (Les wagons ont dératisation diş. (Bir evin, geminin) Sıçanlarını yok
déraillé et se sont renversés). 2. mec. Yoldan etme, sıçansızlaştırma.
çıkmak, doğru yoldan sapmak, dératiser gçl. Sıçanlardan arıtmak, sıçanlarını yok
déraison diş. Akılsızlık, aptallık, saçmalık, etmek, sıçansızlaştırmak (Dératiser une maison,
déraisonnable s. Akılsızca, aptalca, saçma (Une un bateau).
décision déraisonnable, une conduite dérayer gsz. (İki tarla arasında sımr olarak)
déraisonnable). Hendek açmak,
déraisonnablement bel. Akılsızca, aptalca (Se dérayure diş. (İki tarla arasındaki) Hendek,
conduire déraisonnablement). derby er. İng. 1. Her yıl İngiltere'de yapılan büyük
déraisonner gsz. Saçmalamak, sapıtmak, ipe sapa at yanşı; at koşusu. 2. İki komşu kent arasındaki
gelmez şeyler söylemek (Tu déraisonnes encore). futbol karşılaşması,
dérangement er. 1. Karıştırma, bozma (Un courant déréaliser gçl. -in gerçeklik niteliğini yitirtmek, -i
d'air qui cause du dérangement dans les papiers). gerçeklikten uzaklaştırmak (Un jeu qui déréalise
2. Karışma, bozulma, bozukluk (Une ligne la vie).
téléphonique en dérangement. Dérangement derechef bel. Yeniden, yeni baştan, bir daha, bir kez
déréglé 412 dernier
daha (Il attire derechef mon attention sur ce sujet). hek. Vücudun bir yerindeki kan birikmesini yakı,
déréglé, e s. 1. Bozuk, bozulmuş, çalışma düzeni şişe gibi bir araçla başka bir yere çekme. 3. dilb.
aksayan (Une machine déréglée, mécanisme Türetme; türem e (Former unmotpar dérivation).
déréglé. Appétit déréglé, estomac déréglé). 2. 4. mat. Bir fonksiyonun türevini alma. 5.
Düzensiz, dağınık, dengesiz (Une vie déréglée). 3. (Elektrikte) Kol. 6. Sapma, yolundan çıkma
Ahlâkça gevşek (Moeurs déréglées). 4. Aşırı, (Dérivation d'un avion sous la poussée du vent).
ölçüsüz, sınırsız (Ambition déréglée, imagination dérive diş. 1. Sapma (Angle de dérive, navire en
déréglée). dérive). 2. Uçak dümeni. § A la dérive: Akıntıya
dérèglement er. 1. Bozulma, iyi çalışmama kapılarak, rüzgârın önünde yaprak gibi, olaylar
(Dérèglement d'une machine, d'un mécanisme. nereye sürüklerse oraya, başıboş, kendini
Dérèglement de l'estomac, du pouls). 2. mec. koyvererek (Vivre à la dérive. Plusieurs caisses
Ahlâk gevşekliği (Vivre dans le dérèglement). 3. sont parties à la dérive. Entreprise qui va à la
Düzensizlik, dağınıklık, dengesizlik, dérive. Il se sentait aller à la dérive).
dérégler gçl. 1. Bozmak, çalışmasını aksatmak, dérivé, e s. 1. Türemiş, çıkmış, yapılmış (Mot
düzenini bozmak (Dérégler une machine, une dérivé). 2. Dérivé de: -den türemiş, çıkmış,
montre, unmécanisme. L'orage a déréglé le temps. yapılmış (Mots, corps, produits dérivés d'un
Dérégler l'estomac, l'appétit). 2. mec. Çığırından autre). 3. er. dilb. Türev. 4. er. mat. Türev. 5. er.
çıkarmak, yolunu sapıttırmak, bozmak (Dérégler Bir şeyden elde edilmiş, türetilmiş madde (Les
les moeurs, la conduite). dérivés de la houille).
dérelier gçl. Cildini çıkarmak (Dérelier un livre). dériver gçl. 1. Yatağını değiştirmek (Dériver un
déréliction diş. Terkedilmişlik duygusu, yalnız cours d'eau). 2. dilb. Türetmek, türetme yoluyla
kalmışlık. elde etmek (Dériver un mot). 3. Türevini almak
déridage er. Bir yüzün kırışıklıklarını giderme; yüz (Dériver une fonction). 4. gsz. Sapmak, rotadan
germe, yüz gerdirme, ayrılmak (Navire qui dérive. Avion qui dérive). S.
dérider gçl. 1. Kırışıklıklarını, buruşuklarını gsz. mec. Kendini kapıp koyvermek (Je suis
gidermek, germek (Dérider un visage).2. mec. détaché, je dérive, quelle force m'entraîne?) 6.
Yüzünü güldürmek, neşelendirmek (Cette Dériver de qch: -den türemek, -den gelmek (Ce
anecdote réussit à le dérider. Rien ne me déride ces mot dérive du latin, du grec, de l'arabe). 7. Dériver
jours-ci). § Se dérider: Gülümsemek, yüzü de: -den çıkmak, doğmak (Rien d'excellent ne peut
gülmek, neşelenmek, dériver de l'expérience d'autrui. Le théâtre profane
dérision diş. Alay, acı alay (Il l'appelait par dérision dérive du théâtre religieux).
"mon cher maître". Rire, geste de dérision). §C'est dermatite, dermite diş. hek. Cilt yangısı, deri
une dérision: Gülünç bir şey bu ! C'est une dérision yangısı.
de f.qch: -mek gülünç olur, -mek alay etmek dermatologie diş. hek. Cilt hekimliği,
demektir (C'est une dérision de prétendre qu'il a dermatologiste, dermatologue ad. Cilt hastalıkarı
fait son travail). Tourner qch en dérision: -i alaya hekimi, cildiyeci,
almak (Il est malséant de tourner en dérision des dermatose diş. Cilt hastalığı,
choses respectables). derme er. anat. Altderi.
dérisoire i. 1. Alaylı, "istihzah (Un regard dermeste er. Güvelerin de içinde bulunduğu böcek
dérisoire). 2. Gülünç, saçma (Il n'a pu opposer türü.
que des arguments dérisoires). 3. Çok ucuz, çok dermique s. anat. Altderiye değgin (Tissu
düşük, sudan ucuz, gülünç (Un prix dérisoire. dermique).
Acheter, vendre à un prix dérisoire). dernier,ère s. ve ad. 1. Son, sonuncu (Lire un livre
dérisoirement bel. Gülünç derecede, gülünç jusqu'à la dernière page. Dépenser jusqu'à son
biçimde, çok (Des crédits dérisoirement dernier sou. Faire un dernier effort). 2. En üst (Au
insuffisants). dernier degré. Le dernier point). 3. En kötü, en
dérivatif, ive s. 1. hek. Kan çekici. 2. dilb. Türetici düşük, en bayağı (Marchandise de dernière
(Suffixe dérivatif). 3. er. Düşünceyi başka qualité). 4. Geçen (L'an dernier, la semaine
alanlara çekici şey, oyalayıcı şey (Le travail est un dernière). 5. ad. Sonuncu (Il est le dernier de la
dérivatif à ma douleur). classe. Une guerre est toujours la dernière des
dérivation diş. 1. Yatağını değiştirme (Barragepour guerres.'). § En dernière analyse: Son çözümde.
la dérivation des eaux. Creuser un canal de Pour la dernière fois: Son olarak, son defa olarak.
dérivation pour approfondir le lit d'un fleuve). 2. En dernier: Sonuncu olarak hepsinden sonra
dernièrement 413 dérouter
(Nous nous occuperons de lui en dernier. Il vient en dérogatoire s. huk. Kaldırıcı, ilga edici (Force
dernier). Avoir le dernier mot: Son söz kendisinin dérogatoire. Acte dérogatoire, clause
olmak. Etre à sa dernière heure: Son dakikalarını dérogatoire).
yaşamak, ölmek üzere olmak, déroger gsz. Déroger à qch: 1. Aykırı davranmak,
dernièrement bel. Bu yakında, son günlerde, karşı gelmek (Déroger à la loi, à une règle, à une
geçende (Il est venu me voir tout dernièrement). convention). 2. -e yakışmayan bir biçimde
dernier-né, dernière-née ad. En küçük evlât (Les davranmak (Déroger à son rang, à sa naissance, à
derniers- nés sont plus choyés que leurs frères et ses convictions). 3. Küçülmek, alçalmak (Il
soeurs). croirait déroger en faisant ce métier).
dérobade diş. 1. (At için) Huysuzluk, yolundan déroidir gçl. Yumuşatmak,
sapma, harınlık. 2. mec. Kaçma, atlatmaya dérougir gçl. Kırmızılığını gidermek,
çalışma, kaytarma, kaçamak (Votre geste n'est dérouillée diş. hlk. Dayak, kötek; dayak atma,
qu'une dérobade). dayak yeme (Prendre, recevoir une dérouillée).
dérobé, e s. 1. Çalınmış, araklanmış, aşırılmış dérouiller gçl. 1. Pasını çıkarmak (Dérouiller un
(Receler des objets dérobés). 2. Gizli (Escalier canon de fusil). 2. mec. Canlandırmak,
dérobé, porte dérobée). § A la dérobée: Gizlice, uyuşukluğunu gidermek (Dérouiller sa
kaçamaktan (Je le regardais à la dérobée). mémoire). 3. Dérouiller qn: hlk. Dayak atmak,
dérober gçl. 1. Gizlice almak, aşırmak, araklamak kötek çekmek. 4. gsz. hlk. Dayak yemek, kötek
(Dérober une montre, un vêtement) 2. Dérober yemek. § Se dérouiller les jambes: Ayaklarının
qch à qn: Birinin -sini aşırmak, çalmak (Un uyuşukluğunu gidermek (Il s'est dérouillé les
pickpocket lui avait adroitement dérobé son jambes en marchant).
portefeuille). 3. Dérober qch à qn ...: Bir şeyi déroulement er. 1. Dürülü bir şeyi açma, yayma
birinden kapmak; elinden, ağzından almak (II (Déroulement d'un câble, d'une pelote de ficelle).
aurait bien voulu me dérober mon secret. Tu veux 2. Cereyan etme, oluşma, gelişme, gelişim (Le
lui dérober le fruit de ses efforts). 4. Dérober qn, déroulement des événements; le déroulement de
qch à: Birini, bir şeyi -den kurtarmak; saklamak, l'action dans une pièce de théâtre).
gizlemek (Dérober un coupable aux poursuites dérouler gçl. 1. Dürülü bir şeyi açmak, yaymak
judiciaires. Un rideau qui dérobe aux regards le (Dérouler une pièce d'étoffe, une bobine de fil,
fond de la pièce. Tu lui as dérobé la réalité). S. dérouler un store). 2 .mec. Gösterme 1 ;, gözönüne
Kaçırmak, geri çekmek(Ellevoulutm'embrasser, sermek (Le film déroule son intrigue). 3. Gözden
mais je dérobai mon front). § Se dérober: 1. (At geçirmek, birbiri ardınca düşünmek (Déroulerles
için), Huysuzluk etmek, binicisini dinlememek, événements de la journée. Je déroule toutes nos
harınlamak. 2. Se dérober à: -den saklanmak, paroles, nos regards, nos silences). § Se dérouler:
gizlenmek, kaçmak (5e dérober à la police, se 1. Cereyan etmek, oluşmak, gelişmek (Tous les
dérober aux regards). 3. Se dérober à qch: -den événements se sont déroulés devant nos yeux). 2.
kaçmak, kaytarmak, kaçınmak (Se dérober au Birbiri ardınca yeniden canlanmak (Lessouvenirs
travail, à un devoir, à une obligation). 4. Se se déroulent dans sa tête). 3. (Dürülü, çöreklenmiş
dérober sous: -altından kaymak, çökmek (Elle bir şey) Açılmak (Le boa se déroule et siffle).
croyait sentir les tapis, le parquet se dérober sous déroutant, es. 1. İzini şaşırtan, yol şaşırtıcı. 2. mec.
ses genoux. J'avais l'impression que le sol se Şaşırtıcı, afallatıcı (Une question déroutante, des
dérobait sous mes pas). contradictions déroutantes).
dérochage er. (Bir madeni) Temizleme, pasını déroute diş. 1. Bozgun (Une retraite qui tourne en
alma. déroute). 2. mec. Perişanlık, yıkım (Le résultat des
dérochement er. Kaya sökme, élections fait apparaître la déroute d'un grand
dérocher gçl. 1. (Bir madeni) Temizlemek, kirini, parti). § Mettre en déroute: Bozguna uğratmak
pasını almak (Dérocher un métal au moyen de (Mettre l'ennemi en déroute).
borax, d'acide suifurique). 2. Kayalarını sökmek déroutement er. İzleyeceği yolu değiştirme
(Dérocher un terrain, le lit d'une rivière). 3. gsz. (Déroutement d'un avion par suite d'une avarie).
Kayadan kayıp düşmek, dérouter gçl. 1. İzini kaybettirmek, yolunu
dérogation diş. 1. Aykırılık (Dérogation à un traité, şaşırtmak (Une petite maison assez éloignée pour
aux lois). 2. huk. Kaldırma, ilga (Dérogation dérouter les importuns). 2. mec. Şaşırtmak,
tacite: "Ztmnî ilga, altık kaldırma, kapalı kafasını karıştırmak (Dérouter un candidat par
kaldırma). des questions inattendues. Cette réponse m'a peu
derrière 414 désaffection
dérouté). 3. Önce düşünülmüş olan yolunu, Désabuser qn de qch: Birini -den çevirmek,
yönünü değiştirmek (Dérouter un train, un avion, -konusunda uyarmak, gözünü açmak (Il faut que
un bateau). le monde vous désabuse du monde). 3. gsz.
derrière İlg. 1. Arkasına, arkasında, arkasından Yanıldığını görmek, uyanmak, gözü açılmak,
(Avoir les mains derrière le dos; se cacher derrière désaccord er. 1. (Seslerde) Uyumsuzluk
un arbre. Tout le monde marchait derrière lui). 2. düzensizlik, akortsuzluk. 2. Geçimsizlik,
bel. Arkadan, arkada (Robe qui se boutonne anlaşmazlık (Désaccord entre mari et femme.
derrière. Allez devant, j'irai derrière). 3. er. Arka, Désaccord entre les partis). 3. Zıtlık, birbirini
arka taraf (Le derrière d'une maison. Porte de tutmazlık, aykırılık (Désaccord entre une théorie
derrière. Roue de derrière). 4. er. Geri, kıç et les faits). § Etre en désaccord avec qn sur qch:
(S'asseoir, tomber sur le derrière). 5. er. ç. Artçı Biriyle bir konu üzerinde anlaşmazlık halinde
birlikler (Les derrières d'une armée). 6. er. ç. olmak, uyuşamamak (Je suis en désaccord avec
Arka, geri (Assurer ses derrières, protéger ses eux sur la définition des réformes).
derrières). § De derrière, par derrière...: -in désaccordé, e s. 1. Uyumu, düzeni bozulmuş;
arkasından (Ilsortit de derrière la haie. Passez par karmakarışık duruma gelmiş (Tout est
derrière cette maison). Par derrière: Arkadan (11. désaccordé). 2. Akortsuz, akordu bozuk (Piano
m'a poignardé par derrière. Il nous regardait par désaccordé).
derrière, llditdu mal de ses amis par derrière. Ilest désaccorder gç/. 1. Aralarını bozmak (Les questions
resté derrière). Etre derrière qn: mec. Kollamak, d'intérêt matériel ont désaccordé ces deux
göz kulak olmak (Il faut être toujours derrière lui). familles). 2. Akordunu bozmak (L'humidité
Laisser qn loin derrière soi: Birini çok gerilerde désaccorde les pianos). 3. Uyumu, ahengi
bırakmak, çok geçmek (J'ai laissé tous mes bozmak.
anciens camarades loin derrière moi). Avoir... désaccoutumance diş. Bir alışkanlığı yitirme, bir
derrière soi:... arkasında olmak, kendisini alışkanlıktan kurtulma,
desteklemek (Il a tous ses partisans derrière lui). désaccoutumer gçl. Désaccoutumer qn de f.qch:
déruraiisation diş. Kırsal kesimde nüfus azalması, Birini -mek alışkanlığından kurtarmak (Il faut le
derviche er. Derviş. désaccoutumer de mentir). § Se désaccoutumer de
dès ilg. 1. -den beri (Il pleut dès le 20 mars. Dès le f.qch: -mek alışkanlığından kurtulmak, -meyi
début, il s'est montré hostile au projet). 2. -den bırakmak (Je me suis désaccoutumé de fumer).
itibaren, -den başlayarak (Dès le deuxième désacralisation diş. (Bir şeyi) Artık kutsal olarak
échelon, le salaire est suffisant. Dès Adana, le görmeme; artık kutsal olarak görülmeme,
temps est devenu très beau). § Dès que: -diği andan désacraliser gçl. Kutsallığını gidermek, artık kutsal
itibaren, -er -mez (Dès qu'il sera arrivé, vous olarak görmemek,
m'avertirez: O gelir gelmez, bana haber désadaptation diş. Uyamama, uyumsuzluk,
verirsiniz). § Dès lors: 1. Hemen, derhal (Dès lors, uyabilme yeteneğim yitirme. •
il décida de partir) .2.0 zamandan beri, o gün bu désadapté, es. Uyumsuz, çevresine uyamayan (Un
gündür (Il avait été vexé, dès lors, ilse tint sur la garçon désadapté).
réserve). 3. mec. Öyleyse, şu halde (lia fourni un désadapter gçl. Uyumunu yitirtmek. § Se
alibi, dès lors, on peut reconnaître son innocence). désadapter de qch: -e uyamamak (Se désadapter
Dès lors que: -diği andan itibaren, -diğine göre, d'un milieu).
madem ki... (Dès lors qu'il avoue sa faute, ellelui désaéré, e s. Havası alınmış, havasızlaştırılmış
sera pardonnée). (Béton désaéré).
désabonnement er. Aboneliğini kesme; désaérergçl. -in havasını almak, -i havasızlaştırmak
abonelikten çıkma, (Désaérer du béton).
désabonner gçl. Abonelikten çıkarmak (Veuillez désaffectation diş. Kullanmama, yapılış amacına
me désabonner). § Se désabonner de qch: -in göre kullanmama (Désaffectation d'un
aboneliğinden çıkmak (Je me suis désabonné de immeuble).
cette revue). désaffecter gçl. (Kamu hizmetinde bulunan binalar
désabusé e, e s. Uyanık, gözü açılmış, için) Kullanmamak, yapılış amacına göre
désabusement er. Uyanma, gözü açılma, kullanmamak (Désaffecter une école, une
désabuser gçl. 1. Kötü ve yanlış yoldan çevirmek caserne).
uyandırmak, gözünü açmak (Il gardait encore désaffection diş. Sevgisizlik, soğukluk (La
quelques illusions, je l'ai vite désabusé). 2. désaffection du peuple pour le régime).
désaffectionner 415 désarmer
l'offre et la demande). 2. mec. Dengesizlik, düşmek (Il ne faut pas désespérer, tout
düzensizlik, sapıklık, kaçıklık, s'arrangera). 2. Désespérer de qch: -den umudunu
déséquilibrées, vead. Sapık, kaçık, dengesiz (C'est kesmek (Je ne désespère pas de lui. Il désespérait
un déséquilibré. Une femme déséquilibrée). de ma guérison). 3. Désespérer de f.qch: -mekten
déséquilibrer gçl. 1. Dengesini bozmak, umudunu kesmek (Il ne désespère pas de réussir
dengesizleştirmek2. Sapıttırmak, kaçıklaştırmak un jour. Je commençais à désespérer de te revoir).
(Ce malheur l'a déséquilibré). 4. gçl. Umutsuzluğa düşürmek (Elle est d'une
déséquiper gçl. 1. (Gemi için) Armasını çıkarmak, adresse à désespérer un diplomate). 5. Acılara
silahlarını sökmek (Déséquiper un navire). 2. salmak, çok üzmek (5a paresse désespère ses
Donatımını, silahlarını almak (Déséquiper un parents. La mort de sa mère l'a désespéré). § Se
soldat). désespérer: Umutsuzluğa düşmek, kendini
désert er. 1. Çöl (Désert de Gobi. Désert de sable, umutsuzluğun kucağına bırakmak,
désert de pierres). 2. Issız yer, kuş uçmaz kervan désespoir er. 1. Umutsuzluk, karamsarlık (La vérité
geçmez yer. i Prêcher dans le désert: Çölde va'z sur la vie, c'est le désespoir. Dans un moment de
etmek, söyleyip söyleyip kimseye dinletememek. désespoir, il avait voulu se suicider). 2. Büyük acı,
désert, e s. Issız (Village désert, rue déserte). büyük üzüntü (S'abandonner au désespoir. Se
déserter gçl. 1. Bırakıp gitmek, terketmek, kaçmak plonger, se jeter, sombrer dans le désespoir:
( Les jeunes désertent ces villages). 2. Ayrılmak (Il Acılara gömülmek, acılara düşmek. 3. İnsanı çok
a déserté le parti dont il était membre depuis kızdıran şey, ifrit edici (Cet enfant est le
longtemps). 3. Yadsımak, ihanet etmek, sırt désespoir). | Le désespoir des peintres: 1.
çevirmek (Déserter une cause). 4. gzs. Kaçmak, Taşkıran otu. 2. mec. Öykünülemez, benzeri
firar etmek (Une bonne partie de l'armée a yapılamaz şey (Teint qui est le désespoir des
déserté). § Déserter à l'ennemi: Düşmana peintres). En désespoir de cause: Başka çare
kaçmak. kalmayınca (En désespoir de cause, il en est venu à
déserteur er. 1. Kaçak, firari, asker kaçağı. 2. mec. consulter les rebouteux). Etre au désespoir de
Dönek, dönme, f.qch: -diğine çok üzülmek (Jesuis au désespoir de
désertification, désertisation diş. 1. Çölleşme. 2. ne pas pouvoir vous satisfaire). Faire, être le
Issızlaşma, oturanı kalmama (Désertification désespoir de qn: -i çok üzmek, -için üzüntü
d'un village). kaynağı olmak (Il fait le désespoir de ses parents.
désertion diş. 1. Asker kaçaklığı, firarlık, kaçaklık. Cet enfant est mon désespoir). Tomber dans le
2. Döneklik, dönmelik; bir inancı, bir örgütü désespoir: Umutsuzluğa düşmek,
bırakma. § Désertion à l'ennemi: Kaçıp désétatisergç/. Devlet payını azaltmak (Désétatiser
düşman safına geçme, une industrie).
désertique s. Çöle değgin; çölü andıran, çölümsü désexualiser gçl. Cinsel nitelikten uzaklaştırmak
(Climat désertique). (Désexualiser un sentiment).
désescalade diş. İnme, düşme, iniş, düşüş déshabillage er. Soyundurma, soyunma
(Désescaladepolitique, sociale, militaire). (Déshabillage des mannequins).
désespérance diş. Umutsuzluk. déshabillé er. Ev kılığı, sabahlık. § En déshabillé:
désespérant,e s. 1. Umut kırıcı, umutsuzluğa mec. Süssüz, sade.
düşürücü (Cet enfant est désespérant, nous n'en déshabiller gçl. 1. Giysilerini çıkarmak, soymak
ferons jamais rien). 2. Kötü, berbat (Il fait un (Déshabiller un enfant). 2. mec. Bütün
temps désespérant). çıplaklığıyla ortaya koymak, göstermek (La
désespéré,e s. ve ad. 1. Umudu kırılmış, fonction du poète c'est de déshabiller l'homme). §
umutsuzluğa düşmüş, umutsuz (C'est un vrai Déshabiller qn du regard: Birini gözüyle soymak.
désespéré. Il n'est jamais désespéré). 2. Üzgün, § Se déshabiller: Soyunmak; giysilerini çıkarmak
çok üzülmüş (Je suis désespéré de vous avoir fait (Se déshabiller pour se coucher. Se déshabiller au
attendre). 3. Acı ve umutsuzluk ifade eden (Un vestiaire).
regard désespéré). 4. Umutsuzca, aşırı Une déshabituer gçl. Déshabituer q n de qch: Birini
tentative désespérée). S. Umut kalmamış, bitmiş, -alışkanlığından vazgeçirmek, birinin -alışkısını
umutsuz (Le malade est désespéré. La situation est kırmak (Il m'a déshabitué de l'alcool). § Se
désespérée). déshabituer de qch, de f.qch: -alışkanlığından,
désespérément bel. Umutsuzca, -mek alışkanlığından vazgeçmek; -mek huyunu
désespérerez. 1. Umudunuyitirmek, umutsuzluğa bırakmak (Se déshabituer de l'alcool, de fumer).
désherbage 420 désincarner
désistement er. 1. Vazgeçme, "feragat. 2. Bir üzülmüş, -mek-ten üzgün (Je suis désolé d'avoir
seçimde adaylığım geri alma (Le désistement du tardé à vous répondre).
candidat démocrate). désoler gçl. 1. Yıkmak, taş taş üstünde bırakmamak
désister (se) gsz. 1. Vazgeçmek, "feragat etmek. 2. (Désoler un pays. Les pillards désolant la
Se désister de qch: -den vazgeçmek, -den feragat campagne). 2. Üzmek, üzüntü vermek (Ses
etmek (Se désister d'une action). 3. Se désister en paroles m'ont désolé). 3. Etre désolé de qch, de
faveur de qn: Birinin lehine adaylıktan f.qch: -e üzülmek, -diğine üzülmek (Le monde est
vazgeçmek (Il s'est désisté en faveur du candidat désolé de la mort de ce grand homme. Je suis désolé
républicain pour faire échec à leur adversaire de vous refuser). § Se désoler: 1. Üzülmek, üzüntü
commun). duymak (Nete désole pas, rien n'est perdu). 2. Se
désobéir gsz. 1. Dinlememek, karşı gelmek, désoler de qch, de f.qch: -e üzülmek, -diğine
takmamak, itaatsizlik etmek (Ces enfants ont üzülmek (Je me désole de ne pouvoir t'aider).
désobéi). 2. Désobéir à qn, à qch: -i dinlememek, désolidariser gçl. Désolidariser qch de qch: Bir şeyin
takmamak; -e karşı gelmek, itaatsizlik etmek -ile bağıntısını kesmek, ilişkisini koparmak (En
(Désobéir à la loi, à un ordre, à ses parents). débrayant, on désolidarise le moteur de la
transmission). § Se désolidariser de, d'avec: -den
désobéissance diş Dinlememe, karşı gelme,
saymama, takmama, sözdinlemezlik "itaatsizlik, ayrılmak, -den kopmak, -ile aralanndaki bağı
désobéissant, e s. "İtaatsiz,karşı gelen,sözdinlemez, koparmak (Je me désolidarise de lui sur ce point.
dinlemeyen, saymayan (Un enfant désobéissant). Se désolidariser de ses amis, d'avec ses collègues).
désobiigeance diş. Kincilik, sevimsizlik, désopilant, e s. Güldürücü, güldüren (Une histoire
désobligeante s. Kinci, sevimsiz, kaba (Une désopilante. Cet acteur est désopilant).
réponse désobligeante. Tu as été désobligeant désopiler gçl. 1. hek. Tıkanıklığını gidermek,
envers moi). açmak. 2. Güldürmek, şenlendirmek,
keyiflendirmek. § Désopiler la rate: Gülmekten
désobliger gçl. Kırmak, üzmek, gönlünü kırmak, kmp geçirmek. § Se désopiler: Gülmekten
hoşnutsuzluk yaratmak (Il m'a désobligé en
katılmak, keyiflenmek,
refusant).
désorbitation diş. Yörüngesinden çıkarma;
désobstruction diş Açma, tıkanıklığını giderme,
yörüngesinden çıkma,
désobstruer gçl Açmak, tıkanıklığım gidermek
désorbité, e s. 1. Yörüngesinden çıkmış. 2. mec.
(Désobstruer un canal, un passage, une conduite.
Yaşamı kaymış, şaşkın, ne yapacağını bilmez
Désobstruer l'intestin en purgeant).
duruma düşmüş. 3. (Göz) Yuvasından çıkmış,
désoccupé,e s. İşsiz, aylak, désorbiter gçl. 1. -i yörüngesinden çıkarmak. 2.
désodorisante s. 1. Koku giderici (Un produit mec. Yaşamını kaydırmak, şaşkınlaştırmak, ne
désodorisant). 2. er. Koku giderici madde yapacağını bilmez duruma düşürmek. § Se
(Utilliser un désodorisant pour détruire toute désorbiter: 1. Yörüngesinden çıkmak (Un astre
odeur de transpiration). qui se désorbité). 2. (Göz) Yuvasından çıkmak,
désodoriser gçl. Kokusunu gidermek, désordonné, es. 1. Düzensiz (Un élève désordonné,
désoeuvré, e s. ve ad. İşsiz, işsiz güçsüz, aylak (Une une vie désordonnée).2. Aşırı, taşkın (Dépenses
foule de désoeuvrés. Un enfant désoeuvré).
désordonnées). 3. ad. Düzensiz kişi (C'est un
désoeuvrement er_ İşsizlik, işsiz güçsüzlük, aylaklık désordonné).
(Il a fait cela par désoeuvrement. Son désordonner gçl. 1. Düzenini bozmak, karma
désoeuvrement renforçait sa tristesse). kanşık duruma getirmek. 2. Kargaşalık salmak,
désolant, e s. Üzücü, üzüntü verici (Une nouvelle désordre er. İ. Düzensizlik, dağınıklık, karışıklık
désolante. Il fait un temps désolant). (Désordre des idées). 2. Düzensiz yaşam (Il vit
désolation diş. 1. Yıkım (Ilpleurait la désolation de dans le désordre). 3. Kargaşa, ayaklanma (De
son pays). 2. Büyük üzüntü, perişanlık (Cette graves désordres ont éclaté). § Etre en désordre:
nouvelle a plongé toute la famille dans la Karmakarışık durumda olmak, düzensizlik içinde
désolation). 3. Kıraçhk, yabanlık (La désolation olmak. Mettre qch en désordre: Darmadağımk
du paysage). yapmak, karma karışık duruma sokmak,
désolé, es. 1. Üzüntü verici, ıssız ve üzüntülü (Un désorganisateur, trice s. ve ad. Çığırdan çıkanca;
endroit désolé). 2. Üzülmüş, üzüntülü (Une bozucu; çürütücü (Principe désorganisateur).
femme désolée). 3. Désolé de f.qch: -diğine désorganisation diş. Bozma; çığırından çıkarma;
désorganiser 423 dessein
karma karışık duruma getirme (Désorganisation dessablement er. Kumunu alma; kumunu
d'une administration, d'une armée. Nation en temizleme; kumsuzlaştırma.
complète désorganisation). dessabler gçl. Kumunu kaldırmak,
désorganiser gçl. Bozmak, çürütmek; düzenini kumsuzlaştırmak, kumunu temizlemek,
bozmak, dağıtmak, çığırından çıkarmak, karma dessaisir gçl. (Birinin bir hakkını, bir yetkisini) Geri
karışık duruma getirmek (Le cancer désorganise almak ((Dessaisir un tribunal d'une affaire). § Se
les tissus qu'il envahit. Désorganiser les plans de dessaisir de qch: -i geri vermek, bırakmak, -den
quelqu'un. Désorganiser une armeé, un régime, vazgeçmek (5e dessaisir d'un gage, d'un
un parti). § Se désorganiser: Bozulmak çürümek, document, d'un titre).
dağılmak, karma karışık duruma gelmek, dessaisissement er. (Bir yetkiyi, bir hakkı) Geri
désorientation diş. 1. Yolunu, yönünü şaşırtma; alma ; geri verme. § Jugement de dessaisissement:
yolunu, yönünü şaşırma, Görevsizlik kararı, yetkisizlik kararı,
désorienté, es. 1. Yolunu yönünü şaşırmış. 2. mec. dessalé, e s. 1. Tuzu alınmış, tuzsuzlaştırılmış,
Şaşırıp kalmış, afallamış, tuzsuz (Des harengs dessalés). 2. hlk. Düzenci,
désorienter gçl. 1. Yolunu, yönünü şaşırtmak kurnaz. 3. hlk. Pişkin, kaşarlanmış, alnının
(Désorienter une personne, un animal). 2. mec. damarı çatlamış (Un mec dessalé).
Şaşırtmak, afallatmak (Ces méthodes nouvelles dessalement, dessalage er. Tuzunu alma, tuzunu
désorientent les vieillards). çıkarma, tuzsuzlaştırma; tuzu alınma, tuzu
désormais bel. Bundan böyle, bundan sonra, artık çıkarılma, tuzsuzlaştırılma.
(Désormais, je ne fumerai plus). dessaler gçl. 1. Tuzunu almak, tuzunu çıkarmak,
désossé, e s. 1. Kemikleri çıkarılmış, ayıklanmış tuzsuzlaştırmak (Dessaler de la morue en la faisant
(Dinde désossée et farcie). 2. mec. Katılığı tremper. Dessaler l'eau de mer). 2. hlk. Yüzünü
giderilmiş, yumuşak (Une religion désossée). gözünü açmak, acemilikten kurtarmak (Dessaler
désossement er. Kemiklerini, kılçıklarını çıkarma; une femme, un enfant).
kemiksiz, kılçıksız duruma gelme, dessangler gçl. Kolanını çözmek (Desanglen un
désosser gçl. 1, Kemiklerini, kılçıklarını çıkarmak cheval, un âne). § Se dessangler: Kolanından
(Désosser un poisson, une épaule de mouton). 2. kurtulmak, kolanını atmak (Le cheval s'est
mec. Didik dikik etmek, çok derin incelemek dessanglé).
(Désosser un texte, une phrase). § Se désosser: desséchant, es. 1. Kurutucu (Un vent desséchant). 2.
(Kemiği) Ekleminden çıkarmak (Un acrobate qui Kupkuru, duyarsız bir duruma getiren (Etudes
se désosse). desséchantes, une doctrine desséchante).
désoxydant, e s. veer. Pas çıkarıcı, dessèchement er. 1. Kurutma, kuruma
désoxyder gçl. Pasını çıkarmak (Désoxyder un (Dessèchement de la peau). 2. Kuruluk. 3.
métal). Zayıflama, iğne ipliğe dönme. 4. Duyarlığını
désoxygénation diş. Oksijensizleştirme, yitirme, içi çöle dönme, duyarsızlaşma (Un
oksijensizleşme. dessèchement affreux du coeur a entraîné
désoxygéner gçl. Oksijensizleştirmek; oksijenini l'oblitération de la conscience).
azaltmak; oksijensiz bırakmak, dessécher gçl. 1. Kurutmak, kavurmak (Chaleur,
despote er. 1. Zorba hükümdar, "müstebit. 2. mec. vent qui dessèche la végétation). 2. Zayıflatmak,
Zorba, dediği dedik (Cet enfant est un despote). 3. iğne ipliğe döndürmek. 3. mec. İçini kurutmak,
s. Zorba, her istediğini yaptıran, dediği dedik duygusuz kılmak, duyarsızlaştırmak. § Se
olan, kazak (Un mari despote). dessécher: 1. Kurumak (La peau se dessèche au
despotique s. Zorba; zorbaca, despotça (Un soleil. Sa bouche se dessèche d'émotion). 2.
souverain despotique; un caractère despotique). Zayıflamak (Elle s'est desséchée de chagrin). 3.
despotiquement bel. Zorbaca, despotça, Duyarlığını yitirmek, duygusuzlaşmak (Il avait
müstebitçe (Agir, gouverner despotiquement). peur de se dessécher à force de science).
despotisme er. Zorbalık, despotluk; istibdat, dessein er. Tasarı, niyet (lia des desseins secrets). §
desquamation diş. hek. (Deri) Pul pul dökülme A dessein: Kasten, mahsus, bile bile (Je l'ai fait à
(Desquamation due à la rougeole). dessein). A dessein de: -mek niyetiyle, için (Il l'a
esquamer gçl. hek. Pul pul dökmek. § Se fait à dessein de vous plaire). Dans le dessein de:
desquamer: Pul pul dökülmek (La peau se -mek niyetiyle (lia agi dans le dessein d'humilier
desquame après la rougeole). tout le monde). Avoir des desseins sur: -de gözü
esquels, desquelles —> lequel olmak (lia des desseins sur votre poste). Avoir le
desseller 424 dessous
dessein de f.qch: -mek niyetinde olmak. Former le dessinateur, trice ad. 1. Resimci, resimleyici
dessein de f. qch: -meyi düşünmek, tasarlamak; (Dessinateur de mode, de livres). 2. Desen
-meye niyet etmek, ressamı, "çizimci (Cepeintreestplutôtdessinateur
desseller gçl. Eyerini çıkarmak, eyerini kaldırmak que coloriste). 3. Desenci, çizimci, desen çizen
(Desseler un cheval). (Dessinateur industriel).
desserrage er. Gevşetme (Desserrage d'une vis). dessiner gçl. 1. -in resmini çizmek (Dessiner un
desserrement er. Gevşeme. paysage, un chat, un oiseau). 2. Belirtmek
desserrer gçl. Gevşetmek (Desserrer une vis, un (Vêtements qui dessinent les formes du corps). 3.
écrou). § Desserrer les dents: Ağzını açmak, mec. Çizmek (Dessiner un caractère). 4. -halinde
k o n u ş m a k . Ne pas desserrer les dents: Hiç belirmek, şeklinde görünmek (La route dessine
konuşmamak, ağzından tek söz çıkmamak, ağzını une courbe). S. gsz. Resim yapmak (Dessiner au
açmamak. § Se desserrer: Gevşemek ((L'écrou crayon, au pinceau. Il dessine de mémoire et non
s'est desserré). d'après le modèle). § Se dessiner: 1. Belirmek,
dessert er. 1. Yemek sonunda yenilen meyva, tatlı oluşmak (Projets qui commencent à se dessiner.
gibi şeyler, soğukluk (Servir le dessert). 2. mec. Unsouriresedessinasur ses lèvres). 2. Görünmek,
Yemeğin sonu, son, bitim (Il sont arrivés au ortaya çıkmak (Dans leur attitude se dessinait une
dessert). tendance à la réconciliation).
desserte diş. 1. Sofra artıkları. 2. Bulaşık masası. 3. dessoler gçl. 1. Tırnağını kesmek (Dessoler un
Papaz vekilliği, papazlık etme. 4. (Yol, ulaşım cheval, un mulet). 2. Ekim düzenini değiştirmek,
aracı) Uğrama, bağlantı sağlama, ekim almaşığı yapmak (Dessoler un champ).
dessertir gçl. (Mücevher taşını) Kaşından, dessouder gçl. Lehimini eritmek, lehimini
yuvasından çıkarmak <Dessertir un brillant de son çıkarmak.
chaton). dessoûler gçl. 1. Ayıltmak, sarhoşluğunu gidermek
desservant er. Bölge papazı, (On l'a dessoûlé en lui jetant de l'eau à la figure. La
desservir gçl. 1. (Sofrayı) Kaldırmak, toplamak peur l'a dessoûlé). 2. gsz. Ayılmak, sarhoşluğu
(Desservir la table. Vous pouvez desservir). 2. geçmek (Il ne dessoûle pas).
mec. Zarar vermek, aleyhine olmak (Ma dessous bel ve ilg. 1. Alta, altta, altına, altında,
franchise m'a toujours desservi). 3. -de papazlık altından (La clôture était très haute, j'ai réussi à
etmek, papazlık hizmetlerini görmek (C'est le passer dessous. Il dormait sur la table, il est tombé
vicaire qui dessert les hameaux les plus éloignés). dessous. Regardez cette pierre, il y a sûrement une
4. Uğramak, geçmek, ulaşımını sağlamak (Le vipère dessous). § Au-dessous: Aşağıda (Il n'y a
ehemin de fer ne dessert pas encore ce village. Cet personne au-dessous). Au-dessous de: -in
ombinus dessert toutes les gares de la ligne). aşağısında, altında (Le village est au-dessous de la
dessiccatif, ive s. ve er. Kurutucu, kavurucu montagne. La température tombe au-dessous de
(L'acide sulfurique est un dessiccatif). zéro. Le film est interdit aux enfants au-dessous de
dessiccation diş. 1. Kurutma, suyunu alma seize ans). Ci-dessous: Aşağıda, biraz aşağıda
(Dessiccation des fruits, du lait. Dessiccation des (Vouz trouverez ci-dessous les indications
solides par étuvage). 2. Su yitirimi, kuruma (La nécessaires). De dessous: Altta, alttaki, altından
dessiccation des terres argileuses). (L'appartement de dessous est libre. J'ai sorti
dessiller gçl. Açmak (Dessiller ses yeux, ses beacoup de poussière de dessous l'armoire). En
paupières). § Dessiller les yeux de qn, à qn: Birinin dessous: Altta, altında (Soulevez ce livre, le billet
gözünü açmak, uyandırmak (Je lui ai dessillé les est en dessous). Agir en dessous: Kalleşçe,
yeux). § Se dessiller: Açılmak (Alors mes yeux se arkadan hareket etmek; yüze gülüp arkadan
dessillèrent; je sentis mon malheur). vurmak. Regarder en dessous: Belli etmeden,
dessin er. 1. Resim (Leçon de dessin, professeur de gizlice bakmak, Rire en dessous: Belli etmeden
dessin. Les dessins de Picasso). 2. Resim sanatı gülmek, kıs kıs gülmek. Là-dessous: Bunun
(Le dessin n'est pas la forme, il est la manière de altında (ila offert de m'aider, il y a quelque chose
voir la forme). 3. Tasarı, taslak, plan (Le dessin là-dessous. Le chat s'est caché là-dessous). Par-
d'un ouvrage). 4. Örnek, süs, "desen (Tissu à dessous: Altında, altından (Passerpar-dessous la
dessins). 5. Çerçeve (Le dessin d'une fenêtre). § clôture. Il le prit par-dessous les bras et le souleva
Les arts du dessin: Mimarlık, heykelcilik, resim ve de terre). 2. er. Alt (Le dessous du pied, de la main,
oyma sanatlan.Dessin animé: (Sinema) Canlı d'une assiette). 3. er. Gizli yan, iç yüzü (Les
resim, çizgi film. dessous de la politique). 4. er. ç. Kadın çamaşırı
dessous-de-bras 425 destiner
(Elle porte des dessous en dentelle). § Bras dessus, main, d'une table, d'un tissu). 3. Örtü (Dessus-de-
bras dessous: Kol kola. Sens dessus dessous: Alt lit: Yatak örtüsü). 4. Üstünlük (Ils ont eu le dessus
üst. Avoir le dessous: Alt olmak, yenilmek. dans le combat). 5. er. müz. İnce, tiz ses, § Avoir le
Connaître le dessous des cartes: İşin iç yüzünü dessus: Yenmek, kazanmak, üstün gelmek.
bilmek. Etre dans le troisième dessous, être dans le Prendre le dessus: Üstünlüğü ele geçirmek.
trente sixième dessous: Çok kötü bir d u r u m d a Reprendre le dessus: (Bir sayrılık yada acı söz
olmak. Etre au-dessous de tout: Hiçbir değeri konusu olduğunda) Yenmek, atlatmak, kendini
olmamak, ciğeri beş para etmemek, elinden hiç toparlamak, iyileşmek. Le dessus du panier:
bir iş gelmemek. Mettre qch sens dessus dessous: Mahn en iyisi, kaymağı. Il n'y a rien au-dessus:
Bir şeyi alt üst etmek, altını üstüne getirmek. Üstüne yok, bundan iyisi olamaz. Etre au- dessus
Prendre le dessous: Alttan almak, des affaires: İşi iş olmak,-işleri tıkırında olmak.
dessous-de-bras er. Koltukluk, subra, déstalinisation diş. Stalin'e özgü zorbaca
dessous-de-plat er. Tencere altlığı, ""altlık, yöntemleri bırakma; "kişilere tapma"ya son
dessous-de-table er. Satıcıya ödenen narh fazlası; verme.
bir çıkar sağlamak amacıyla fazladan ödenen destin er. 1. Alın yazısını düzenleyen kuvvet, "kader
para; "rüşvet, avanta, (Les hommes ont inventé le destin afin de lui
dessuintage er. Yapağının yağını alma. attribuer le désordre de l'univers). 2. Yazgı, alın
dessuinter gçl. (Yapağının) Yağını almak, kirini yazısı.*mukadderat (Personnene peut échapper à
pasını temizlemek (Dessuinter de la laine avant de son destin. Il a eu un destin tragique). 3. (Büyük
la filer). harfle yazılınca) Kader tanrısı. 4. Gelecek, kader
dessus bel. ve ilg. 1. Üste, üstte, üstüne, üstünde, (Le destin d'un ouvrage littéraire). S. mec. Yaşam,
üstünden (ila marché dessus sans le voir. Prenez ömür (Finir son destin: Ömrünü tamamlamak.
l'enveloppe, l'adresse est marquée dessus. Cesiège Nous tissons notre destin, nous le tirons de nous
est solide, tu peux t'asseoir dessus. Il lui est tombé comme l'araignée sa toile).
dessus). § Avoir le nez dessus: Tam yakınında destinataire ad. Alacak olan, gönderilen, kendisine
olmak, burnunun dibinde olmak (Ne cherche pas bir şey gönderilen (Destinataire d'un colis, d'une
tonstylo, tuaslenez dessus). Mettre le nez dessus: lettre).
1. (Bir şeyi) Çok yakma, burnunun dibine destinateur er. dilb. Gönderen.
koymak. 2. Rastlantıyla bulmak. Mettre la main destination diş. 1. Yapılış amacı, kullanılış amacı
dessus: Yakalamak, ele geçirmek, enselemek. (La destination des pyramides d'Egypte est encore
Mettre le doigt dessus: T a m üstüne basmak, incertaine. Le Lycée, transformé en hôpital
bulmak. Au-dessus: Üstünde, üstüne (Ma valise pendant la guerre, a été rendu ensuite à sa
est solide, mettez la vôtre au-dessus). Au-dessus destination première). 2. Yön (On emmena les
de: Üstünde, -den üstün, -den yukarı, -den çok prisonniers vers une destination inconnue). 3.
(Poser une lampe au-dessus du bureau. Le colonel Ayırma, kullanma (Destination d'une somme
est au-dessus du capitaine. Les enfants au-dessus d'argent). 4. Gönderilecek yer; gidilecek,
de sept ans payent place entière). Ci-dessus: varılacak yer (Remettre une lettre à sa destination:
Yukarda (Vous avez lu ci-dessus les raisons de Bir mektubu gönderildiği yere teslim etmek.
mon refus). De dessus: Üstte, üstünde, üstünden Arriver, parvenir à destination). § A destination
(Enlève tes papiers de dessus la table. Il ne lève pas de: -e doğru, yönüne doğru, -e gidecek (Prendre
les yeux de dessus son livre). En dessus: Üstte, üst un billet d'avion à destination d'Istanbul. Un train
tarafta (Ce tissu est écossais en dessus et uni en à destination d'Ankara).
dessous. Dans cette bibliothèque les auteurs grecs destinée diş. 1. Alın yazısı, yazgı, "mukadderat (Il a
sont en dessus, les auteurs latins en dessous). Là- eu une heureuse destinée. La destinée humaine). 2.
dessus: 1. Üstüne (Prenez cette feuille et écrivez Kader, alnına yazılanlar (Changersa destinée). 3.
là-dessus). 3. Bunun üzerine (Là-dessus, il m'a Yaşam, ömür. 4. Gelecek, kader (La destinée
quitté brusquement). Par-dessus: Üstüne, d'une oeuvre d'art). § Finir sa destinée: Ömrünü
üstünden (Il fait froid, mettez un chandail par- tamamlamak, ölmek. Se faire sa destinée à soi-
dessus votre chemise. Sauter par-dessus. Il lisait le même: Kaderini kendi eliyle yazmak. Tenir entre
journal par-dessus mes épaules). Par-dessus tout: ses mains la destinée de qn: Birinin kaderi -in
Özellikle. Avoir par-dessus la tête de qch: -den elinde olmak (Il tient ma destinée entre ses mains).
bıkmak, gına getirmek (J'en ai par-dessus la tête, Unir sa destinée à qn: -ile evlenmek.
de toutes ces comédies). 2. er. Üst (Le dessus de la destiner gçl. 1. Destiner qn à qch: Birini -e
destituer 426 détacher
(Détacher ses lettres en écrivant. Détacher alınmış bir verginin geri verilmesi,
nettement les syllabes. Détacher les notes). 9. détaxer gçl. Vergisini indirmek yada kaldırmak
Détacher qn à qn: Birini -e g ö n d e r m e k (Je lui ai (Détaxer un produit, une denrée).
détaché mon frère). 10. Détacher qch de: Bir şeyi détecter gçl. Bulup ortaya çıkarmak (Un appareil à
-den çevirmek, ayırmak (Il avait peine à détacher détecter les mines. Détecter un poste émetteur
ses yeux de ce tableau). 11. Geçici göreve atmak; clandestin).
geçici olarak bir başka göreve atamak (Détacher détecteur er. 1. (Radyoda) Bulucu (alet) (Un
un fonctionnaire). § Ne pouvoir détacher ses yeux, détecteur de mines). 2. Bulup ortaya çıkaran
ses regards, ses pensées, son attention de: (kimse) (Certains médecins sont des détecteurs, ils
Gözlerini, bakışlarını, kafasını, dikkatini -den ne songent qu'au diagnostic).
ayıramamak. § Se détacher: 1. Bağım çözmek, détection diş. Bulup ortaya çıkarma (Détection d'un
bağım koparmak (Le chien s'est détaché). 2. poste émetteur clandestin, détection des gaz
Belirmek ( Une belle figure se détache sur un fond toxiques,des nappes de pétrole).
gris). 3. Se détacher de: a) -den kopmak, ayrılmak détective er. İng. 1. İngiliz polisi. 2. Polis hafiyesi,
(Les fruits qui se détachent d'un arbre), b) -den "dedektif, 3. El fotoğraf makinası.
soğumak, kopmak, artık sevmez olmak (Ils se déteindre gçl. 1. Rengim soldurmak (Le soleil
détachent l'un de l'autre), c) -den uzaklaşmak, déteint les tissus). 2. gsz. Solmak, renk atmak,
arayı açmak, ayrılmak (Un coureur qui se détache boyası çıkmak (Cette étoffe déteint facilement). 3.
du peloton), d) -den kopmak, vazgeçmek, -e karşı Déteindre sur a) Rengini -e geçirmek,
artık ilgi duymamak (Il s'est détaché du monde, bulaştırmak (Cette gravure a déteint sur la page
des plaisirs). suivante). b). -i etkilemek (Les époques déteignent
détacheur er. Lekeci, temizleyici, sur les hommes qui les traversent).
détail er. 1. Perakende satış (Prix de détail. dételage er. (Bir hayvanın) Koşumunu çözme,
Commerce de détail, magasin de détail). 2. koşumlarını çıkarma,
Ayrıntılı hesap, ayrıntılı hesap pusulası (Voulez- dételer gçl. 1. Koşumunu çözmek, koşumdan
vous le compte global ou le détail des dépenses). 3. çıkarmak (Le cocher dételle son cheval. Dételer
Ayrıntı (Il connaît tous les détails. Un petit détail une voiture, une charrue). 2. gsz. (Çalışmayı, işi)
peut avoir de grandes conséquences). 4. Önemsiz Bırakmak,durmak (Il a travaillé toute la journée
şey (C'est un détail). S. ask. Levazım; ordonat sans dételer).
(Officier de détail). § En détail: Ayrıntılarıyla, détendeur er. Basınç azaltıcı (alet),
ayrıntılı olarak (Ilm'a raconté l'histoire en détail). détendre gçl. 1. Gevşetmek (Détendre un arc, un
Entrer dans le détail: Ayrıntılara i n m e k . Faire le ressort, une corde). 2. Gevşetmek, sinirlerini
détail, faire de la vente au détail: Perakendecilik dinlendirmek (Quelques jours au bord de la mer
yapmak, perakende satış yapmak, m'ont détendu). 3. Yatıştırmak, gerginliğim
détaillant, e ad. Perakendeci, gidermek (Une plaisanterie qui détend
détailler gçl. 1. Perakende satmak (Lemarchandne l'atmosphère). 4. Basıncını azaltmak (Détendre
détaille pas les verres de ce service). 2. un gaz). § Se détendre: Gevşemek, yatışmak,
Ayrıntılarıyla anlatmak, belirtmek (Il nous a gerginliği kalmamak (Les rapports se sont
détaillé son plan). détendus entre les adversaires. Je me suis bien
détaler gsz. Kaçıvermek, tabanları yağlamak, détendu à la campagne).
tüymek (Les voleurs ont détalé dès qu'ils ont détendu, e s. 1. Gevşetilmiş, gevşemiş (Ressort
entendu un petit bruit). détendu). 2. Yatışmış, dinginleşmiş, gevşemiş
détartrage er. Tortu, çökelti ve kireç gibi şeylerden (Muscle détendu, esprit détendu, une atmosphère
arıtma, temizleme (Détartrage des radiateurs, des détendue).
dents).
détenir gçl. 1. Elde bulundurmak, elde tutmak
détartrer gçl. Tortu, çökelti ve kireç gibi şeylerden (Détenir le pouvoir, le record du monde). 2.
arıtmak, temizlemek (Détartrer une chaudière, le Alıkoymak, haksız yere tutmak (Détenir un gage,
radiateur d'un moteur. Se faire détartrer les dents un délinquant).
par le dentiste). détente diş. 1. (Silahta) Tetik (Appuyer sur la
détaxation diş. 1. Vergi indirimi 2. Haksız olarak détente. La détente d'un fusil, d'un pistolet). 2.
alınmış bir verginin geri verilmesi; vergi iadesi (Gazlarda) Genleşme (La détente d'un gaz
(Demander une détaxation). produit un refroidissement du gaz). 3. Gevşeme,
détaxe diş. 1. Vergi indirimi. 2. Haksız olarak yumuşama (On observe une certaine détente dans
détenteur 428 détonner
leurs relations). 4. Dinginlik, yatışma, gevşeme Doğurmak, neden olmak, yol açmak, sağlamak
(Détente après une crise). S. Dinlenme (Ces (Les progrès de l'industrie déterminent quelque
enfants ont besoin d'une détente. Permission de adoucissement dans les moeurs). 6. Déterminer qn
détente). § Etre dur à la détente:Eli sıkı olmak, à f.qch: Birini -meye karar verdirmek,
cimri olmak, azmettirmek (Cet événement m'a déterminé à
détenteur, trice ad. *Elmen, "zilyet, agir ainsi). 7. Déterminer qn à qch: Birini -e karar
détention diş. 1 Elde bulundurma, elmenlik, verdirmek (Nous l'avons enfin déterminé à ce
"vaziülyetlik. - 2. Tutukluluk yada hapis; voyage). § Se déterminer: 1. Karar vermek (Il est
tutuklama, tutuklanma; "tevkif (Arrestation el temps de se déterminer). 2. Se déterminer à qch, à
détention d'un criminel). f.qch: -e karar vermek, -meye karar vermek (A
détenu, e s. ve ad. Mevkuf, mahpus, kalebent. § quoi vous déterminez- vous? Il s'est déterminé à
Détenu condamné: Mahpus, yargı giymiş hapisli. partir).
Détenu préventif: Mevkuf, tutuklu déterminisme er. fels. Gerekircilik, "icabiye,
détergent, es. 1. Temizleyici (Remèdedétergent). 2. "muayyeniyetçilik.
er. Temizleme ilâcı, temizleyici 'kirsöken (Un déterministes, ve ad. fels. Gerekirci,
détergent). déterrage er. X. Sabanın demirini topraktan
déterger gçl. 1. Temizlemek (Déterger une plaie, un çıkarma. 2. (Hayvanları) İninden çıkarma,
ulcère). 2. Bir temizleyiciyle yıkayıp temizlemek, déterré, e ad. Gömütten çıkarılmış ölü. § Avoir l'air
détérioration diş. Bozma, bozulma; yıpratma, de déterré, avoir une mine de déterré: Ölü suratlı
yıpranma (Détérioration de la situation olmak, ölü gibi solgun olmak,
internationale. Détérioration d'une machine, d'un déterrement er. Topraktan yada gömütten çıkarma
appareil, des marchandises). (Déterrement d'un mort).
détériorer gçl. 1. Bozmak (Détériorer une machine, déterrer gçl. 1. Topraktan yada gömütten çıkarmak
un appareil. La jalousie a détérioré leurs (Déterrer un arbre, un mort). 2. mec. Bulup ortaya
relations). 2. Yıpratmak, "harabetmek (Il a çıkarmak (J'ai déterré dans les archives de
détérioré sa santé par des excès. L'humidité l'ambassade une lettre).
détériore les murs). § Se détériorer: Bozulmak, déterreur er. 1. Topraktan yada gömütten çıkaran
yıpranmak, harabolmak. (Un déterreur de cadavres). 2. mec. Bulup ortaya
déterminabie s. Belirlenebilir, belirtilebilir, çıkaran (Un déterreur de manuscrits).
déterminant, e s. 1. Belirten, gösteren; yargıya détersion diş. hek. İlâçla temizleme,
vardıran, sağlayan, neden olan (Motif détestables. 1. Tiksinti verici, tiksindirici, tiksinç,
déterminant, cause déterminante). 2. er. dilb. iğrenç (Une potion détestable). 2. Çok kötü,
Tamamlayan. 3. mat. Belirten, "determinant, berbat (Il fait un temps détestable. Tu as un
déterminatif, ive s. 1. Belitme, belirtici (Adjectifs caractère détestable).
déterminatifs). 2. er. dilb. Tamlayan, détestablement bel. İğrenç bir biçimde, çok kötü (Il
détermination diş. 1. Belirtme, gösterme joue détestablement).
(Détermination de la longitude d'un lieu). 2. détestation diş. Tiksinme, iğrenme, tiksinti,
Saptama, belirleme (Détermination d'un détester gçl. 1. Tiksinmek, iğrenmek (Je déteste le
phénomène, d'un acte). 3. Karar (J'ai pris mille mensonge, la'calomnie). 2. Détester f.qch, de
déterminations à ce sujet). 4. Azim, kararlılık. f.qch: -mekten tiksinmek, iğrenmek (Je déteste
(Agir avec détermination). attendre. Il déteste de fumer),
déterminé, e s. 1. Belirli (Il se promenait sans but déliter gçl. Gererek yaymak,
déterminé. Il faut une quantité déterminée de force détonant, e s . 1. Patlayıcı, bösücü (Mélange
pour soulever un poids déterminé). 2. Kararlı, détonant). 2. er. Patlayıcı madde,
azimli (C'est un homme déterminé). 3. er. dilb. détonateur er. (Patlayıcı maddeyi) Patlatıcı,
Tamlanan (Le déterminé et le déterminant). ateşleyici; ateşleme fitili,
déterminer gçl. 1. Belirtmek, göstermek, ortaya détonation diş. Patlama, bösme (Détonation d'une
çıkarmak, meydana koymak (Déterminer le sens bombe, d'un obus).
d'un mot, les détails d'une entreprise). 2. détoner gsz. Patlamak, bösmek.
Saptamak (Nous avons déterminé la conduite à détonner gsz. 1. müz. Falso yapmak, perdeyi
tenir. Déterminer une date). 3. Hesaplamak, şaşırmak. 2. mec. Uyuşmamak, aykırı düşmek
tahmin etmek (Cette distance est difficile à (Ce fauteuil classique détonne dans un salon
déterminer). 4. dilb. Belirtmek, tamamlamak. 5. moderne).
détordre 429 détrousser
détordre gçl. Bükülmüş birşeyi açmak (Détordredu eleştirme (Détraction İt une personne, d'une
linge). § Se détordre: Açılmak (Câble qui se doctrine).
détord). détraqué, e s. ve ad. 1. Bozuk, bozulmuş (Une
détorsion diş. (Bükülmüş bir şeyi) Açma, açılma, pendule détraquée. Une santé détraquée). 2.
détortiller gçl. Birbirine karışmış bir şeyi çözmek, Dengesiz, kafadan çatlak, kaçık (C'est un
açmak ( Détortiller une ficelle, des fils emmêlés). détraqué).
détour er. 1. Büküntü, kıvrım, kıvnntı (La rivière détraquement er. 1. Bozulma, bozukluk
fait un petit détour. Le chemin fait plusieurs (Détraquement d'un mécanisme). 2. mec.
détours avant d'arriver au village). 2. mec. Karmakarışıktık, düzensizlik (Détraquement
Dolambaç, bin dereden su getirme (Le femmes d'une société).
usent de longs détours pour arriver à leur but). détraquerai. 1. Bozmak, sakatlamak (Détraquer
Sans détour: Dolambaçsız, açık açık, kem küm un moteur, une montre. Détraquer sa santé). 2.
etmeden (Parler sans détour). mec. Sapıttırmak, kafasını bozmak. § Se
détourné, es. 1. Sapa, tenha (Un sentier détourné). détraquer: Bozulmak, bozmak (Le temps se
2. Dolambaçlı (Prendre des moyens détournés détraque). Se détraquer l'estomac, les nerfs:
pour arriver à ses fins) 4. Dolaylı, doğrudan Midesi, sinirleri bozulmak,
doğruya olmayan (Reproche détourné, allusion détrempe diş. 1. Çeliğin suyunu alma. 2. Tutkallı
détournée). boya (Peindre en détrempe, à la détrempe). 3.
détournement er. 1. Yönünü değiştirme Tutkalboya (resmi),
(Détournement d'un cours d'eau), 2. Para çalma, détremper gçl. 1. (Çeliğin) Suyunu almak. 2.
aşırtı, 'ihtilas, zimmete geçirme (Le Sulandırmak, bir sıvı karıştırıp ıslatmak
détournement constitue un abus de confiance). 3. (Détremper de la chaux, du mortier. Détremper
Ayartma, kaçırma (Détournement de mineur). 4. des couleurs). 3. Islatmak (Lapluie a détrempé le
Kaçırma (Détournement d'un avion). § sol). 4. mec. Yumuşatmak (Une quiétude
Détournement de pouvoir: Yetki aşımı, confortable l'a bien détrempé).
détourner gçl. 1. Yolunu, yönünü değiştirmek détresse diş. 1. Sıkıntı, üzüntü (Sa détresse se lisait
(Détourner un cours d'eau). 2. Çalmak, aşırmak sur sa figure). 2. Yıkım, felâket (Etre dans la
(Détourner des fonds, des valeurs). 3. Başka yana détresse). 3. Tehlike (Signal de détresse).
çevirmek (Détourner les yeux, la tête, le détriment er. Z a r a r , ' d o k u n c a . § Au détriment de:
regard). 4. Kaçırmak (Détourner un avion). S. -in zararına, aleyhine (Une telle conduite sera à
Détourner qn de qch, de qn, de f. qch: Birini -den, votre détriment. On ne peut pas abaisser les prix au
-mekten çevirmek, uzaklaştırmak, caydırmak, détriment de la qualité).
vazgeçirmek (Je l'ai enfin détourné de son projet. détritique s. Döküntülerden oluşmuş (Roches
Cela ne me détourne pas de poursuivre mes détritiques).
recherches. Il a essayé de détourner de moi mes détritus er. 1. yerb. Döküntü, çer çöp çökeleği. 2.
amis). 6. Détourner qch sur: Bir şeyi -in üzerine mec. Döküntü, kırıntı, çer çöp (Un courant d'air
çevirmek (Détourner les soupçons sur une autre traversa la salle et éparpilla les détritus).
personne). § Se détourner de: 1. -den ayrılmak, détroit er. Boğaz (Détroit du Boshpore, détroit des
sapmak (La rivière se détourne de son cours). 2. Dardanelles).
-den caymak, vazgeçmek (Se détourner d'un détromper gçl. 1. Yanılgıdan kurtarmak (Il a cru
projet, d'un plan). que le compliment s'adressait à lui; personne n'a
détoxication diş. Zehirden arıtma, zehirleri dışarı osé le détromper). 2. Détromper qn de qch: Birini
atma, zehirsizleşme. -yanılgısından kurtarmak (Vous avez une opinion
détoxiquer gçl. Zehirden arıtmak; zehirsiz hale dont je veux vous détromper). § Se détromper:
getirmek, zehirsizleştirmek. inanmamak, aldanmamak (Si vous pensez que je
détracter gçl. Çekiştirmek, kötülemek, aleyhinde vais m'incliner, détrompez-vous).
atıp tutmak (Détracter les mérites d'un grand détrôner gçl. 1. Tahttan indirmek, düşürmek,
artiste). devirmek (Détrôner un roi, un tyran). 2. mec.
détracteur, trices. vead. Çekiştirici, kovcu, aleyhte Gölgelemek, gözden düşürmek, silmek,
bulunan, karşı olan (Il a triomphé de tous ses saygınlığını yitirtmek (Sa théorie a détrôné toutes
détracteurs. Les partisans et les détracteurs d'un les autres. Les plastiques ont détrôné le caoutchouc
projet de loi). dans bien des emplois).
détraction diş. Çekiştirme, aleyhinde olma, détrousser gçl. Yolunu kesip soymak (Détrousser
détrousseur 430 devant
un voyageur, un prdtneneur, un passant). hemencecik. Entre les deux: İkisi arası, ne o ne bu.
détrousseur er. Soyguncu, yol kesici, haydut, Ne faire ni un ni deux: Hemen karar vermek, hiç
détruire gçl. 1. Yıkmak, "harabetmek (Détruire une tereddüt etmemek. Jamais deux sans trois:
ville par les bombardements. Détruire un pont, un Üçlemeden olmaz, Tanrı üçüncüsünden saklasın.
mur, un édifice). 2. Yok etmek, ortadan deuxième s. 1. İkinci (Le deuxième étage. La
kaldırmak (Détruire une armée. Détruire une deuxième classe). 2. ad. İkinci (Je suis arrivé le
lettre, un argument). 3. Çürütmek, geçersiz deuxième. Elle est née la deuxième).
kılmak (Détruire une théorie. Cela détruit votre deuxièmement bel. İkinci olarak, ikincisi,
thèse). 4. Bastırmak (Détruire une rébellion). 5. deux-pièces er. Etek ceketten oluşan kadın giysisi,
Kırmak, boşa çıkarmak (J'ai détruit son orgueil, döpiyes.
ses prétentions). §Se détruire: 1. İntihar etmek. 2. deux-points er. (Noktalamada) İki nokta,
Birbirini çürütmek, geçersiz kılmak. 3. Birbirini dévaler gçl. 1. -i inmek (La voiture dévale lapente. Je
öldürmek, yok etmek, dévalais l'escalier trois à trois). 2. İndirmek
dette diş. Borç, verecek (Dette alimentaire: Nafaka (Dévaler un sac à terre). 3. gsz. Dévaler de: -den
borcu. Dette alternative: Seçimlik borç, birdençok inmek (Les laves dévalaient de la montagne).
şeylere düşen borç. Dette caduque: Zaman dévaliser gçl. Soymak; eşyasını, parasını çalmak
aşımına uğramış borç. Dette d'argent: Para borcu. (Dévaliser une maison. Les voleurs l'ont
Dette de jeu, dette d'honneur:Kumar borcu. Dette dévalisé). § Se faire dévaliser: Parasını, eşyasını
flottante: Dalgalı borç. Dette produisant intérêt: çaldırmak; soyulmak,
Faizli borç. Dette solidaire: Müteselsil borç. Dette dévalorisation diş. Değerini yitirme, değerinden
de reconnaissance: Minnet borcu. Dette exigible: düşme; değerini azaltma (La perte d'une pièce
Muaccel borç. Dette simulée: Muvazaalı borç. entraîne la dévalorisation d'une collection).
Dette véreuse: Tahsili şüpheli borç. Dette dévaloriser gçl. Değerini azaltmak, değerini
privilégiée: Öncelikli borç, rüçhanlı borç. § düşürmek (Dévaloriser une marchandise, une
Contracter des dettes, faire des dettes: monnaie). § Se dévaloriser: Değeri azalmak,
Borçlanmak, borca girmek. Etre accablé de değerden düşmek, değersizleşmek (Monnaie,
dettes, être perdu de dettes: Borca boğulmak, marchandise qui se dévalorise. L'argent se
borç içinde yüzmek. Etre criblé de dettes: Uçan dévalorise en période d'inflation).
kuşa borçlu olmak. Etre en dette avec qn: Birine dévaluation diş. *Değer-düşürümü; *değer-
borcu olmak. Payer sa dette à la nature: Ölmek. düşümü, devalüasyon (Dévaluation du dollar, du
Payer sa dette à la société: İdam edilmek, asılmak. franc, de la livre turque).
Payer sa dette à son pays: Askerliğini yapmak. dévaluer gçl. (Paranın) Değerini düşürmek (Le
Payer, rembourser une dette: Bir borcu ödemek, gouvernement a décidé de dévaluer la livre).
deuil er. 1. Yas kılığı, yas belirtisi (Vêtement de devancement er. 1. İleri olma; ileri alınma. 2. ask.
deuil). 2. Cenaze alayı (Mener, conduire lé deuil). Kendi kurasından önce gönüllü olarak askere
3. Üzüntü, acı, °keder (Sa mort fut un deuil pour le gitme.
pays). 4. Ölüm, yitik, kayıp (Nous avons eu devancer gçl. 1. Geçmek, arkada bırakmak
plusieurs deuils dans notre famille cette année). 5. (Devancer ses rivaux. Cet élève a devancé tous les
Yas. § Etre en deuil: Yaslı olmak. Faire son deuil1 concurrents). 2. -den önce gelmek (Ilm'a devancé
de qch: -in yokluğuna katlanmak, -den au rendez-vous). 3. -den erken kalkmak
vazgeçmek (Ilfitsondeuildesesprojets). Porterie (Devancer le jour, l'aurore). 4. -den önce
deuil: Yas tutmak. Porter le deuil de qch: -in davranmak, ön almak (J'allais dire lamêmechose,
üstüne bir bardak su içmek, -si yitip gitmek (Il mais tu m'as devancé). § Devancer l'appel: ask.
porte le deuil de ses illusions). Kendi kurasından önce gönüllü olarak askere
deux s. veer. l.s. İki (Il à mangé deux pommes. Mes gitmek.
deux yeux). 2. Birkaç, bir iki (Sa maison est à deux
devancier, ère ad. Öncel, °selef (Galilée fut le
pasd'ici. Vous y serez en deux secondes). 3. İkinci
devancier de Newton. Il a marché sur les traces de
(Tome deux). 4. Farklı, ayrı (L'amour et l'amitié,
ses devanciers).
cela fait deux). S.er. İki C Un et un font deux; deux et
devant ilg. 1. Önüne, önünde // regardait devant lui.
deux font quatre). 6. er. Ayın ikinci günü (Il vient
Les enfants jouent devant la maison). 2. Karşısına,
ici tous les deux du mois. Nous sommes le deux
karşısında (lia comparu devant le tribunal. Tous
aujourd'hui). 7. İki rakamı (Le deux romain, le
les hommes sont égaux devant la loi). 3. Önce (La
deux arabe). § En moins de deux: Çabucak,
poule ne doit point chanter devant le coq). 4. -in
devanture 431 devers
lettres. Il garde tous les documents par-devers lui). sapmak, ayrılmak (Dévier de son chemin, de ses
dévers er. 1. Eğim; meyil (Le dévers d'une pièce de principes). 3. gçl. Saptırmak, yolundan ayırmak,
bois). 2. (Virajlarda) Yolun yan yükseltisi (Les başka yöne çevirmek (On a dévié la route pour
dévers d'une route). effectuer des travaux. Le prisme dévie les rayons
déversement er. 1. Dökme, akıtma, boşaltma (Le lumineux).
déversement des eaux d'un lac). 2. Yana yatış, devin, devineresse ad. Kâhin, 'bilici (Consulter un
eğrilme (Le déversement des couches devin). § Je ne suis pas devin: Kâhin değilim ya, ne
géologiques). olacağını bilemem,
déverser gçl. 1. Akıtmak, dökmek, boşaltmak (Le devinable s. Önceden kestirilebilir, tahmin
lac déverse ses eaux dans la vallée). 2. Atmak, edilebilir.
boşaltmak (L'avion a déversé des tonnes de deviner gçl. 1. Bulmak, keşfetmek, önceden tahmin
bombes sur la ville). 3. İndirmek, boşaltmak (Les etmek, kestirmek (Devmer un secret, la pensée de
trains déversaient des flots de voyageurs). 4. son interlocuteur. Deviner l'avenir en consultant le
Déverser qch sur, dans: Bir şeyi -e dökmek, -in marc du café). 2. Anlamak, sezmek (Je devine où
üstüne boşaltmak (Il déverse son enthousiasme il veut en venir: Ne demek istediğini seziyorum,
dans ses lettres. J'ai déversé ma colère sur lui). § Se anlıyorum). 3. Çözmek, çözümlemek (Oeudipe
déverser: Akmak, boşalmak (lise déverse dans le devina l'énigme du Sphinx).
bassin). devinette 1. Bilmece (Résoudre une devinette).
déversoir er. Savak (Déversoir d'un barrage, d'un 2. Bulmaca (Poser, proposer une devinette).
étang). dévirer gçl. den. Ters yöne çevirmek (Dévirer le
dévêtir gçl. Giysisini çıkarmak, soymak, cabestan).
soyundurmak (Dévêtir un enfant pour le coucher). dévirginiser gçl. Kızlığını bozmak,
§ Se dévêtir: X. Soyunmak, giysilerini çıkarmak déviriliser gçl. Erkeksi özelliğini gidermek,
(On se dévêtit quand ilfait très chaud). 2. Se dévêtir kadınsılaştırmak.
de qch: -i dökmek, -den soyunmak (Les arbres se devis er. 1. (Eskiden) Söyleşi, »sohbet. 2. (Yapı
sont dévêtus de leurs feuilles). için) Keşif defteri; ayrıntılı gider listesi
déviance diş. X. Sapma, normal yoldan ayrılma. 2. (Demander, établir un devis).
ruhb. Sapıklık; sapmışlık, sapma, dévisager gçl. 1. Yüzünü tırmalamak. 2. Yüzüne
déviant, e s. ve ad. 1. Sapmış, normale aykırı dikkatle ve uzun uzun bakmak (Il dévisagea le
düşmüş. 2. ruhb. Sapık, visiteur avant de l'inviter à s'asseoir).
déviateur,trice s. vead. Saptırıcı, devise diş. 1. Bir isteği özlü bir biçimde dile getiren
déviation diş. 1. Sapma, yönünü değiştirme, söz yada yazı, 'istence (Plutôt souffrir que
yolundan ayrılma (Déviation d'un avion, d'un mourir, c'est la devise des hommes). 2. Yabancı
bateau, d'un rayon de lumière). 2. Eğrilme, para, döviz (Cours officiel des devises).
anormal biçimde yerini değiştirme (Déviation deviser gsz. 1. Söyleşmek, yarenlik etmek (Nous
d'un organe, de l'utérus, de la colonne vertébrale). devisions gaiement). 2. Deviser de qch: -den söz
3. mec. Sapınç, sapma (Il est accusé de déviation etmek (Deviser du passé).
doctrinale). dévissage er. 1. Vidalarını sökme. 2. (Dağcılık)
déviationnisme er. Sapmacılık. Kayıp düşme,
déviationnistes, vead. Sapmaci (Lesdéviationnistes dévisser gçl. 1. Vidalarını çıkarmak (Dévisser un
de droite et de gauche). écrou, une serrure). 2. Sökmek, açmak (Dévisser
dévidage er. Yumaklama, ipliği yumak yada çile le bouchon d'un tube). 3. gsz. Ayağı kayıp
yapma. düşmek. § Se dévisser la tête, le cou: Geriye
dévider gçl. 1. İpliğini yumak yada çile yapmak, bakmak için kafasını, boynunu alabildiğine
elemek (Dévider du fil, une pelote de laine). 2. çevirmek.
Çekmek, parmaklarının arasından tane tane de visu bel. Lat. Gördükten sonra, görerek (5e
geçirmek (Déviderson rosaire: Tespih çekmek). § rendre compte de visu. Ils s'assurent de visu que la
Dévider son chapelet, son écheveau: İçinde n e justice est observée).
varsa söylemek, yüreğim serinletmek. Dévider le dévitalisation diş. Cansızlaştırma, sinirini alma
jars: argo. Kaba konuşmak, argo konuşmak, (Dévitalisation d'une dent à couronner).
dévidoir er. İplik çıkrığı, elemge, dévitaliser gçl. Cansızlaştırmak, sinirini almak
dévier gsz. 1. Sapmak, yolundan ayrılmak (La balle (Dévitaliser une dent).
adévié. La doctrine a dévié). 2.Dévierdeqch:-den dévitaminer gçl. Vitaminsizleştirmek.
dévitrification 433 dévotion
dévoué,e s. 1. Candan; yürekten bağlı, "sadık (Une şeytan! Hay Allah! (Diable, la prudence.'). §
femme dévouée). 2. Dévoué à: -e bağlı, sadık Diable incarné: Şeytanın tâ kendisi. Un bon
(Secrétaire dévoué à son patron, domestique diable: İyi a d a m . Un grand diable: Kocaman,
dévoué à une maison). 3. Özverili, "fedakâr, azman, sırık gibi adam. Un pauvre diable:
dévouement er. 1. Özveri, esirgemezlik, "fedakârlık Zavallının biri. Un diable de: Tuhaf, acaip (Un
(Le dévouement des soldats a sauvé la patrie. diable d'homme. Un diable d'affaire). La beauté
Grâce au dévouement des employés, le service a pu du diable: Aldatıcı güzellik. Au diable: 1.
être assuré normalement). 2. Bağlılık, "sadakat (Il Cehenneme! Cehennem olsun! Allah kahretsin!
porte à son père un indéfectible dévouement). 3. 2. Çok uzakta, cehennemin dibinde (Habiter au
Kendini verme, kendini adama (Dévouement diable). Au diable vauvert: Çok uzakta, dünyanın
d'un savant à son oeuvre). bir ucunda (Demeurer au diable vauvert). A la
dévouer gçl. Dévouer qch à: 1. -e v a k f e t m e k diable: Baştan savma (Travail fait à la diable). Du
(Dévouer sa vie à la science). 2. Adamak, vermek, diable: Çok, alabildiğine (Ilfait un froid du diable,
sunmak (On dévouait aux dieux infernaux ilfait un vent du diable). Endiablé: Çok, aşırı (Ilest
quiconque passerait le Rubicon). 3. Uğruna paresseux en diable). C'est là le diable: İşin güç
vermek, feda etmek. § Se dévouer: 1. Kendini bir yanı burası. Ce n'est pas le diable: Kolay, pek güç
şeyin uğruna vermek, kendini feda etmek. 2. Se bir şey değil. C'est le diable à confesser: Deveye
dévouer â: a) Kendini -in uğruna vermek, feda hendek atlatmak gibi bir şey bu. C'est le diable et
etmek, kendini -e adamak (Se dévouer à la son train: Karmakarışık bir iş bu, iş arap saçına
science, à la patrie), b) -e bağlanmak (Se dévouer döndü. Avoir le diable au corps: 1. Kabına
corps et âme à une cause. Se dévouer à un maître). sığmamak, tutkuların tutsağı olmak. 2. Her türlü
dévoyé,e s. Baştan çıkmış, doğru yoldan ayrılmış, kötülüğü yapabilecek yaratılışta olmak. Faire le
yoldan sapmış (Un jeune homme dévoyé). diable à quatre: 1. Çok gürültü yapmak, kafa
dévoyer gçl. Baştan çıkarmak, doğru yoldan şişirmek. 2. Düzensiz, karmakarışık bir yaşam
ayırmak (Dévoyer une femme). § Se dévoyer: sürmek. Envoyer qn, qch au diable: Başından
Baştan çıkmak, doğru yoldan ayrılmak, savmak, d e f e t m e k . Loger le diable dans sa bourse:
dextérité diş. 1. El uzluğu, beceriklilik. 2. mec. Meteliği olmamak, meteliğe kurşun atmak. Ne
Uzluk, ustalık (Manierlepinceauavecdextérité. II connaître, ne craindre ni Dieu ni diable: Ne
avait une grande dextérité à traiter les affaires Allahtan korkmak ne kuldan utanmak. Signer un
délicates). pacte avec le diable: Şeytanla anlaşması olmak, işi
dextralité diş. Sağlakhk, sağ eliyle yazma ve iş gücü kötülük olmak. Se faire l'avocat du diable:
yapma, Şeytanın avukatı olmak. İler tutar yanı olmayan
dextre diş. Sağ el. şeyleri s a v u n m a k . Tirer le diable par la queue:
dextrement bel. Ustalıkla, Geçim sıkıntısı çekmek. Le diable m'emporte,
dextrine diş. Nişasta zamkı, si...: -isem şeytan çarpsın, arap olayım (Le diable
dextrorsum s. ve bel. Lat. Soldan sağa doğru (Fil m'emporte si j'y comprends un mot).
enroulé dextrorsum). diablement bel. Çok, son derece (Ce travail est
dextrose er. Glikoz. diablement difficile).
dey er. (Eskiden) Cezayir hükümet başkanı, dayı. d i a b l e r i e 1 . Büyü. 2. Yaramazlık, şeytanlık (La
dia (!) ünl. Atlan sola doğru yürütmek için diablerie de cet enfant est lassante). 3. Dümen,
arabacıların kullandığı bir bağınş, deh. § entrika, dolap (Il y a quelque diablerie là-
N'entendre ni à hue ni à dia: Laf dinlememek, ne dessous).
desen kâr etmemek. L'un tire à hue et l'autre à diablesse diş. 1. Dişi şey tan. 2. Şey tan karı, cadaloz.
dia: Her biri bir yana çekiyor, herkes bildiğini diablotin er. 1. Küçük şeytan, şeytan yavrusu (Le
okuyor, diable entouré de diablotins). 2. mec. Yaramaz,
diabète er. Şeker hastalığı, şeytan gibi çocuk, şeytanın art ayağı (Qu'est-ce
diabétique s. 1. Şeker hastalığına değgin (Coma que ces diablotins ont encore manigancé?).
diabétique). 2. ad. Şeker hastası, diabolique s. 1. Şeytandan gelen. 2. Çok kötü,
diabétologue ad. Şeker hastalığı uzmanı, iblisçe (Une intrigue diabolique. Une ruse
diable er. 1. Şeytan. 2. Ağır eşya taşımaya yarayan, diabolique). 3. Şeytanca, şeytansı (Un sourire
iki küçük tekerlekli alçak el arabası. 3. Ateş diabolique, une figure diabolique).
borusu. 4. Kestane yada patates pişirmeye diaboliquement bel. Şeytanca (Tu as agi
yarayan bir çeşit çömlek, güveç. S. ünl. Hay kör diaboliquement).
diabolo 435 diapason
Parmak izi. L'examen des empreintes digitales savurmak, israf etmek (Dilapider un héritage, une
permet de découvrir les malfaiteurs). fortune). 2. Aşırmak, çalmak, ihtilas etmek
digitale diş. bitb. Yüksükotu. (Dilapider les fonds de la société).
digitaline diş. Kalp sayrılıklarında kullanılan bir dilatabilité diş. fiz. Genişleyebilirlik;
ilaç, dijitalin, yüksükotu özü (La digitaline est un genleşebilirlik, genleşirlik (Dilatabilité des gaz).
poison violent). dilatables, fiz. Genişleme özelliği olan,genleşebilir
digité,e s. Parmak biçiminde, parmak gibi(Feuilles (Les corps dilatables sous l'effet de la chaleur).
digitées). dilatateur, trice s. 1. fiz. Genleştirici. 2. er. hek.
digitiforme s Parmak şeklinde, Genişletici (cerrah aleti),
digitigrade s. hayb. 1. Parmaklarına basarak dilatation diş. 1. fiz. Genleşme, genleştirme
yürüyen (Carnassiers digitigrades). 2. ç. ad. Kedi (Dilatation des gaz, d'un solide). 2. Genişleme,
köpek gibi parmakları üstüne basarak yürüyen hacmini büyütme, şişme (Dilatation d'un ballon,
hayvanlar. d'un pneu qu'on gonfle). 3. mec. Ferahlık, iç
dignes. 1. Değer, değimli, yaraşır, yaraşık, lâyık. 2. açılması.
Digne de: -e ıdeğcr, -e yaraşır, -e lâyık (Un film dilater gçl. l.fiz. Genleştirmek (Dilater un métal,
digne d'éloges. Un tel geste ne serait pas digne de un gaz, un liquide). 2. Genişletmek, büyütmek
vous). 3. Saygın, saygıdeğer, onurlu, namuslu (Il (Dilater un tuyau, la pupille de l'oeil). 3.
est resté très digne dans son malheur. Une femme Ferahlandırmak, sevince boğmak (Cette bonne
digne). 3. Ciddi, ağırbaşlı; vakur (Il a un air très nouvelle lui dilata le coeur. Une plaisantrie qui
digne). dilate la rate). § Se dilater: 1. Genleşmek (Les rails
dignement/;?/. 1. Gereğince, gerektiği gibi,yakışan se dilatent au soleil). 2. Ferahlamak, oh demek
biçimde (Il a été dignement récompensé). 2. (Son coeur se dilata de joie). § Se dilater les
Ağırbaşlılıkla, saygıdeğer bir biçimde (Il agit poumons: Derin derin soluk almak, ciğerlerini
toujours dignement). hava ile doldurmak. Se dilater la rate: Bol bol
dignitaire er. Yüksek orunlu kimse, ulu kişi. gülmek.
dignité diş. 1. Onur, "haysiyet (Respecter la dignité dilatoire s. huk. 1. Dâvayı uzatıcı, savsaklayın;
humaine). 2. Saygınlık, saygıdeğerlik, "vekar ertelemeyi gerektiren (Les nuınoeuvres dilatoires
(Perdre sa dignité). 3. Kendine saygı, özsaygı (II de l'opposition ont fait reporter le vote au
manque de dignité). 4. Ağırbaşlılık (lia gardé son lendemain). 2. Oyalayıcı, kaçamak (Ils'en est tiré
calme avec dignité). 5. Yüksek orun, büyük bir par une réponse dilatoire).
görev (Il méprise les dignités. Il a été élevé à la dilection diş. Temiz sevgi, içten sevme (La dilection
dignité de grand-croix de la Légion d'honneur). du prochain).
digression diş. Konu dışı söz yada yazı (Les dilemme er. mant. ikilem, "kıyası mukassim
digressions trop longues rompent l'unité du sujet). (Comment sortir de ce dilemme? La culpabilité de
2. gökb. Bir gezegenin güneşten uzaklaşması. Dreyfus, ou bien l'infamie de l'état-major: voilà
digue diş. 1. Büğet, bent (Digues fluviales). 2. mec. dans quel dilemme imbécile on a renfermé ces
Engel (Le flot accumulé, renversant toutes les officiers).
digues du devoir et de la loi. Mettre une digue à dilettante ad. "Özengen, amatör, hevesli (On a
l'ambition). 3. Mendirek. § Etre en digue-digue: besoin ici de travailleurs et non de dilettantes). §
argo. Şaşırıp kalmak, afallamak. Tomber en En dilettante: Özengen olarak, "amatörce (Faire
digue: argo. Bayılmak, un travail en dilettante ).
diktat er. Al. Zorla kabul ettirilen şey, 'buyurma, dilettantisme er. 'Özengenlik, "amatörlük,
"dikta. "hevesi ilik (Ilfait de la peinture par dilettantisme).
dilacération diş. Yırtma, parçalama, paralama, diligemment bel. Özenle, özene bezene,
dilacérer gçl. Yırtmak, parçalamak, paralamak, diligence diş. 1. Özen, dikkat. 2, (Eskiden) Yolcu
dilapidateur, trice s. vead. 1. Savurgan, har vurup arabası (Conducteur de diligence. Prendre une
harman savuran, müsrif (Dilapidateur des diligence). 3. Çabukluk, acele, "sürat (Quelle
finances publiques). 2. Aşırıcı, "muhtelis. diligence! En quelques minutes le travail est
dilapidation diş. 1. Savurganlık, har vurup harman accompli). § A la diligence de: huk. -in isteği
savurma, "israf (Dilapidation d'un héritage, d'une üzerine. En diligence: Çabucak, hemen (Partez en
fortune). 2. Aşırma, aşırttı, "ihtilas (Il était accusé diligence). Faire diligence: Acele etmek, çabuk
de dilapidation des deniers publics). olmak (Faites diligence afin que nous puissions
dilapider gçl. 1. Saçıp savurmak, har vurup harman transmettre la marchandise dans les délais).
diligent 440 dinosaure
dinosauriens er. ç. Dev sürüngenler takımı, taşıl diplôme er. 1. İmtiyaz beratı. 2. Diploma (Obtenir
sürüngenler takımı, un diplôme. Il n'a aucun diplôme. Diplôme
dinothérium er. Bir tür taşıl memeli, d'études supérieures). 3. Diploma sınavı (Passer
diocésain, e s. Piskoposluğa değgin, un diplôme, se présenter à un diplôme).
diocèse er. Piskoposluk, diplômé, e s. ve ad. Diplomalı; mezun (Infirmière
diode diş. "Işıtaç, diyot. diplômée. Les diplômés de la Faculté des Lettres).
dioïque s. bitb. İkievcikli. diplômer gçl. -e diploma vermek ; mezun etmek (Le
dionée diş. bitb. Sinekkapan, jury les a tous diplômés).
dionysiaque s. 1. (Eski Yunanda) Şarap tanrısı diplopie diş. hek. Çift görme hali.
Baküs'e değgin (Le culte dionysiaque). 2. er. ç. dipneustes er. ç. hayb. Çift-akciğerliler.
İlkbahar ve sonbaharda Baküs adına düzenlenen dipodidéser. ç. hayb. Arap-tavşamgiller.
şenlikler, kutlanan bayramlar. 3. s. Esin ve coşku diprotodontes er. ç. hayb. İki ön-dişliler.
ile ilgili (Si la poésie est dionysiaque par ses dipsadidés er. ç. hayb. Susatangiller.
origines, elle est apollinienne dès qu'elle est dipsomanes. vead. İçkiye kanmaz (hasta),
poésie). dipsomanie diş. İçkiye kanmazlık hastalığı,
dioptrie diş. fiz. Diyoptri; bir metrelik bir odak diptère s. ve ad.l. hayb.Çifte kanatlı, iki kanatlı. 2.
uzaklığı olan bir merceğin gücü. Çevresi çift sıra sütunlu Yunan tapmağı,
dioptriques. vediş.fiz. l.s. Işığın kırılma konusu ile diptyque er. Menteşeli iki levha halinde tablo, iki
ilgili (Instrument dioptrique, système dioptrique). kanatlı tablo,
2. diş. Fiziğin, ışık kırılması konusunu işleyen dire gçl. 1. Söylemek, demek (Dire la vérité. Dire
bölümü. oui, dire non, dire bonjour, dire au revoir, dire des
diorama er. Karanlıkta seyrettirilen bir tür ışık bêtises, dire la même chose, dire le contraire. Il dit
oyunu. qu'il est malade. J'ai quelque chose à vous dire. Il
diorite diş. yerb. Diyorit, derinlik kayacı, dit ce qu'il pense). 2. Dire qch à qn: Birine bir şey
dipétale diş. bitb. İkitaçyapraklı. söylemek (Je lui ai dit la vérité. Tu l'as dit à tout le
diphasé, es. fiz. İki fazlı, "ikievreli. monde). 3. Dire à qn de f.qch: Birine -meşini
diphtérie diş. hek. Kuşpalazı, difteri, söylemek, salık vermek, buyurmak (Je lui ai dit
diphtérique s. 1. Kuşpalazına, değgin (Sérum d'attendre). 4. Dire qch de: Hakkında...
diphtérique). 2. ad. Kuşpalazlı, difterili (hasta), düşümek, konusunda... demek (Que dites-vous
diphtongaison diş. dilb. İkili ünlüleşme, de celle histoire? Que diriez-vous d'un voyage à
diphtongue diş. dilb. İkili ünlü, tek hece halinde Istanbul?). S. Açıklamak, açığa vurmak, dile
çıkarılan iki ünlü, diftong, getirmek ( Dire ses idées, ses projets, sonopinion).
diphtonguer gçl. dilb. İkili ünlüleştirmek. 6. Önermek, bildirmek (Dites votre prix). 7.
diplodocus er. İkinci zamanda yaşamış bir dev Anlatmak, söylemek (Je vais vous dire toute
sürüngen. l'aventure. Dites-moi comment cela s'est passé). 8.
diplomate er. 1. Diplomat (Le diplomate représente Önceden haber vermek (Dire l'avenir). 9.
son gouvernement auprès de l'étranger). 2. Bir tür Galiba... olmak,... sanmak,... gibi görünmek
pasta. 3. s. ve ad. Kurnaz, usta, becerikli (Ils'est ( On dirait qu'il vient chez nous. On dirait un fou).
montré très diplomate dans cette circonstance 10. Okumak, "inşad etmek (Dire un poème, dire
délicate). des vers). 11. (Dinsel anlamda) Okumak,
diplomatie dif 1. Diplomatlık (C'est à la diplomatie yapmak, çekmek (Dire la messe, dire ses prières,
de résoudre le différend). 2. mec. Kurnazlık, dire son chapelet, dire son bréviaire). 12. Yazmak,
beceriklilik, ustalık (Il a fallu beaucoup de bildirmek (Je vous ai dit dans ma lettre que je ne
diplomatie pour l'amener à renoncer à son projet). viendrai pas. Que dit Larousse à ce sujet?). 13.
3. Hariciyecilik, hariciye mesleği (Il s'est engagé Göstermek (Horloge qui dit l'heure exacte). 14.
dans la diplomatie). Anlamlı olmak (Son silence dit beaucoup). 15.
diplomatique s. 1. Diplomatlığa değgin (Mission Hoşuna gitmek (Est-ce que cela vous dit?). 16.
diplomatique. Ce pays a rompu ses relations -için bir anlam taşımak (Cela ne lui dit rien). § Se
diplomatiques avec son voisin). 2. Ustaca, dire: 1. Kendi kendine söylemek, içinden demek
becerikli, kurnazca (Une réponse diplomatique. (Je suis perdu, se dit-il). 2. Birbirine demek,
Son intervention n'était pas diplomatique). söylemek (Ils se sont dit bonjour). 3. Denmek,
diplomatiquement bel. 1. Diplomatça. 2. Ustaca, söylenilmek (Cela ne se dit pas). 4. Kullanılmak,
kurnazca (Agir diplomatiquement). söylenilmek (Cette expression ne se dit plus). 5.
dire 442 dirigeable
Kendisinin .... olduğunu savlamak, ileri sürmek on dit: Denildiği gibi, derler ya. Qu'en dira-t-on:
(ilse dit notre ami). § Avoir à dire sur qch, à qch: -e I. El âlem ne der? 2. er. Dedikodu. C'est trop
itirazı olmak, -e karşı söyleyecek bir çift sözü dire, c'est beaucoup dire: Bu kadarı da fazla,
olmak (Avez-vous quelque chose à dire à cela. abartılıyor. Tenez-le pour dit: Benden söylemesi,
J'a vais beaucoup à dire là-dessus). Avoir son mot à söylemedi de mey i n. Rien à dire, il n'y a rien à dire:
dire: Söyleyecek sözü olmak. Dire à qui veut Söylenecek bir şey yok. Le coeur me le dit: İçime
l'entendre: Önüne gelene söylemek. Dire des doğuyor. Si le coeur vous en dit: Canınız isterse,
blagues: Palavra atmak, uydurup uydurup ağa gönlünüz dilerse,
söylemek. Dire la bonne aventure: Fala bakmak. dire er. Söz, söyledik, deyiş, dedik, denen şey (Le
Dire le fin mot: Baklayı ağzından çıkarmak. Dire dire des experts, le dire des témoins). § Au dire de,
pis que pendre: Öldürmekten beter sözler selon le dire de: -in söylediğine göre, -in
söylemek, zehir gibi laflar etmek. Dire à qn ses söylediğine bakılırsa (Au dire des économistes, la
quatre vérités: Birine ne mal olduğunu yüzüne situation est encourageante).
söylemek. Dire du bien de qn: Birinin hakkında iyi direct,e s. 1. Doğru, dolaşıksız, dolambaçsız (Un
şeyler söylemek, lehine konuşmak. Dire du mal chemin direct, une accusation directe). 2.
de qn: Birinin hakkında kötü şeyler söylemek, Doğrudan doğruya, aracısız, dolaysız
aleyhinde konuşmak. En dire long: Pek anlamlı ( Complément direct. Prendre une part directe dans
olmak (Son dernier geste en dit long). Vouloir dire: une affaire). 3. Duraksız, hiçbir yerde durmayan
... anlamına gelmek, demek olmak (Que veut dire (Train direct pour Ankara. Autobus direct pour
ce mot? Avis veut dire opinion). Se laisser dire que: Ankara). 4. er. (Boksta) Doğru vuruş,
... söylendiğini duymak, ... diği kulağına gelmek directement bel. 1. Doğrudan doğruya (Venez
•(Je me suis laissé dire qu'il allait démissionner). directement chez moi). 2. Taban tabana', bütün
Savoir ce qu'on dit: Ne dediğini bilmek, ağzından bütün (Deux caractères qui s'opposent
çıkanı kulağı işitmek (Tu ne sais pas ce que tu dis). directement). 3. Aracısız (Directement du
Cela va sans dire, il va sans dire: Kuşku yok, pek producteur au consommateur).
doğal, söylemeye gerek yok. Pour ainsi dire: directeur, trice s. 1. Ana, temel, başlıca (Idée
Sanki, adeta. Autant dire: Sanki, adeta. Comme directrice d'un texte. Tracez les lignes directrices de
qui dirait: Sanki, adeta, tıpkı. A vrai dire, à dire ce sujet). 2. Yönetimle ilgili, yönetime değgin
vrai: Doğrusunu isterseniz, gerçeği söylemek (Comité directeur). 3. ad. Yönetici,yönetmen,
gerekirse. A l'heure dite: Söylenilen, °müdür (Directeur d'une école, directeur du
kararlaştırılan saatte. Pour tout dire: Kısacası, personnel, directeur technique).
uzun sözün kısası. C'est tout dire: Açıklamaya direction diş. 1. Yönetim, yönetme, çekip çevirme,
gerek var mı, belli işte. Ce n'est pas pour dire: abrama (On lui a confié la direction de l'entreprise,
Söylemek istemezdim ama, övünmek gibi de la société). 2. Yöneticilik, yönetmenlik,
olmasın ama. Ce n'est pas une chose à dire: "müdürlük (Il fut nommé à la direction du
Söylenecek şey değil ama; söylenmese daha iyi. personnel). 3. Yön (Chercher sa direction.
C'est dit: Tamam, söz, anlaştık. Que tout soit dit: Donner une bonne direction à une affaire). 4.
Her şeyi konuşalım, bir daha bu konuya (Otomobilde) "Yönelteç, direksiyon. § Dans la
dönmeyelim, aramızda gizli kapaklı bir şey direction de, en direction de: -yönünde, yönüne,
kalmasın. Tul'asdit: Doğru, haklısın, tam üstüne -e giden (Train en direction de Paris).
bastın. D n'y a pas à dire que... : Gerçek olan şu ki, directive diş. Yönerge, "talimat, "direktif (Se
söz götürmez bir şey varsa o da şu ki. A ce qu'on conformer aux directives reçues). § Donner des
dit: Söylenenlere bakılırsa. Ce disant: Bunu directives à qn: -e talimat vermek. Recevoir des
derken. Ceci dit: Bunu söyledikten sonra. Soit dit directives de qn: Birinden talimat almak,
en passant: Bu arada şunu da belirtelim ki. Entre directoire er. tar. Direktuvar; Fransada 1795-1799
nous soit dit: Söz aramızda. Aussitôt dit, aussitôt
yılları arasındaki siyasal yönetimin adı.
fait: Der demez yapıldı. C'est plus facile à dire
direetorat er. Yönetmenlik, yöneticilik,
qu'à faire: Söylemesi kolay, yapması güç. Dire
"müdürlük.
que: Hem de, bir de derler ki. On dirait que:
directoriales. 1. Yöneticiliğe değgin, müdürlükle
Tıpkı, sanki, adeta. Mon petit doigt me l'a dit:
ilgili. 2. Direktuvara değgin.
Kuşlar söyledi. Quoi qu'on en dise: Ne denirse
directrice diş. geom. 1. Doğrultman, "müveccih. 2.
densin, her şeye karşın. Autrement dit: Başka bir
Kadın yönetmen, bayan müdür, "müdire.
deyişle. Pour mieux dire: Daha doğrusu. Comme
dirigeable s. Güdümlü, güdülebilir (Un ballon
dirigeant 443 discorde
dirigeable). disciplinairement).
dirigeants s. ve ad. Yönetici (Les classes discipline diş. 1. Disiplin, "inzibat, *sıkıdüzen,
dirigeantes. Les dirigeants d'un parti, d'une (Conseil de discipline. Discipline militaire.
entreprise). Enfreindre la discipline. Se plier àla discipline. lia
diriger gçl. 1. Yönetmek (Diriger une usine, un abandonné son projet par discipline de parti). 2.
théâtre, une école, les affaires publiques, un débat, Yöntem, yol yordam (La discipline cartésienne:
une discussion). 2. Denetlemek, tutmak, Descartes yöntemi). 3. (Üniversitede okutulan)
gemlemek (Diriger ses mouvements, ses Bilim kolu, ders (Quelle discipline enseignez-
instincts). 3. Sürmek (Diriger un bateau, une vous?). 4. Falaka (Des coups de discipline).
voiture). 4. Diriger qch vers, sur, contre: -e doğru disciplinés s. Disiplinli, »sıkıdüzenli (Soldats,
yönelmek, -e çevirmek, -e doğru göndermek écoliers disciplinés).
(Diriger le troupeau vers les prés. Diriger ses discipliner gçl. 1. Disiplin altına almak, sıkıdüzene
regards vers son voisin. Diriger un colis sur Paris. sokmak, yola getirmek ( Discipliner une école, une
Il dirigea son attention sur moi. Diriger un canon armée, un enfant). 2. Eğitmek (L'éducation
vers l'objectif. Diriger son pistolet contre discipline les instincts).
l'adversaire). § Se diriger vers: -e yönelmek, -e discobole er. (Spor) Disk atıcısı, diskçi.
doğru ilerlemek (Le bateau s'est dirigé vers le discoïdes. Disk biçiminde (Corpuscule discoïde).
port). discontinus s. 1. Arada bir kesilen, aralıklı, kesik
dirigisme er. Güdümlü tutum, 'güdümcülük, kesik, kopuk kopuk (Bruit discontinu, travail
dirigistes, vead. Güdümcü (Méthodes dirigistes, les discontinu). 2. dilb. Süreksiz,
pays dirigistes). discontinuation diş. Kesiklik, kopukluk,
dirimant,e .v. (Bir sözleşmeyi) Bozmayı gerektiren, discontinuer gçl. 1. Ara vermek (Discontinuer une
engelleyici (Empêchement dirimant du mariage: poursuite). 2. gsz. Kesilmek, durmak. § Sans
Evlenmeyi engelleyici, bozucu durum). discontinuer: Aralıksız, durmadan (Il pleut sans
dirimer gçl. (Bir sözleşmeyi) Bozmak, ortadan discontinuer. Travailler sans discontinuer).
kaldırmak, geçer saymamak, discontinuité diş. Arası kesilme, kopma, kopukluk,
discernable s. Ayırt edilebilir, ara verme (La guérison retarde parla discontinuité
discernement er. 1. Seçme, ayırdetme du traitement).
(Discernement de la vérité d'avec l'erreur. disconvenance diş. Uymazlık, tutmazlık, uygun
Discernement des nuances). 2. Ayırdetme yetisi, olmama (Disconvenance d'âge, dégoût).
sağduyu (Il manque de discernement). 3. İleriyi disconvenir gsz. 1. Uygun gelmemek, aykırı
görme, tedbirlilik (Agir avec discernement). düşmek, uymamak (Ces deux propositions
§Capacité de discernement: huk. Sezginlik, disconviennent). 2. Ne pas disconvenir de qch: -i
"temyiz kudreti (Capacité de discernement pour yadsımamak, inkâr etmemek (Je ne disconviens
contracter mariage). Capable de discernement: pas de l'utilité de cette mesure). 3. Disconvenir à
Sezgin, "mütemeyyiz (Toutepersonne capable de qn: -in işine gelmemek, hesabına uygun
discernement a l'exercice des droits civils). düşmemek ( Cette offre disconvient à mes parents).
discerner gçl. 1. Seçmek, ayırdetmek (Discerner les discophiles. vead. Plaksever, plak düşkünü,
douleurs, un bruit lointain). 2. Discerner qch de discophilie diş. Plakseverlik, plak düşkünlüğü,
qch, qch d'avec qch: Bir şeyi -den ayırdetmek discord 1. er. Anlaşmazlık, uyuşmazlık. 2. s.
(Discerner le vrai du faux, discerner le vrai d'avec Düzensiz, akordu bozuk (Piano discord).
le faux, discerner le crime et l'innocence). discordance diş. 1. Uyumsuzluk, uymazlık,
disciple er. 1. Öğrenci, çırak. 2. Bir öğretiden yana tutmazlık, uyuşmazlık (Discordance des
olan, yandaş, 'öğretili, "tilmiz (Les disciples de caractères, des opinions, discordance de
Platon, de Hegel). couleurs). 2. mec. Düzensizlik, "ahenksizlik,
disciplinable s. Disiplin altına alınabilir, sıkıya discordants s. 1. Uyumsuz, uyuşmaz, birbirini
alınabilir (Un enfant peu disciplinable). tutmaz (Caractères discordants, couleurs
disciplinaire s. 1. Disipline, sıkıdüzene değgin, discordantes). 2. Düzensiz, ahenksiz. 3. Ahengi
•sıkıdüzensel, "inzibatî (Prendre des mesures bozuk, akordu bozuk (Instruments de musique
disciplinaires. Punition disciplinaire). 2. er. discordants).
İnzibat askeri, discorde diş. Uyuşmazlık, anlaşmazlık,
disciplinairement bel. Disiplin bakımından, disiplin geçimsizlik, "nifak (Il sème la discorde partout). §
kurallarına göre (Une faute sanctionnée Pomme de discorde: Sürekli anlaşmazlık konusu.
discorder 444 discutable
discorderez. 1. (Çalgının) Düzeni, akordu bozuk ağız sıkılığı (Je compte sur votre discrétion, car je
olmak. 2. mec. Uyuşmazlık halinde olmak, ne voudrais pas que cela soit divulgué). § A
anlaşamamak, uyuşamamak. discrétion: istenildiği kadar, canının istediği
discothécaire ad. Plaklık görevlisi, kadar (Manger, boire à discrétion). A la discrétion
discothèque <% 1. Plaklık, plak rafı, plak dolabı. 2. de: -in keyfine bağlı, insafına kalmış (Nous
Diskotek, dans kulübü, sommes à votre discrétion).
discoureur,euse ed. Söylevci, söylev çekmesini discrétionnaire s. Kendi keyfine, insafına kalmış;
seven, çenesi düşük, sınırsız (Le poète a des pouvoirs discrétionnaires).
discourir gsz. 1. Konuşmak, gevezelik etmek, çene § Pouvoir discrétionnaire: huk. Takdir yetkisi,
çalmak. 2. Söylev vermek, konuşmak, nutuk discrimination diş. 1. Ayırdetme, ayırma
çekmek (Il discourt sur la morale. Il discourait (Discrimination entre l'essentiel et le superflu). 2.
devant un cercle d'admirateurs). Ayrım, ayırıcılık, ayrımcılık (Discrimination
discours er. 1. Söz, konuşma, lakırdı, gevezelik (J'ai raciale). § Sans discrimination: Ayrım
assez de tes discours frivoles). 2. Söylev, nutuk gözetmeden, eşit olarak (Appliquer une loi sans
(Un discours politique. Discours électoral). 3. discrimination ).
dilb. Söylem. § Discours direct: Dolaysız anlatım. discriminatoires. Ayrım gözetici, ayrım yapıcı, ırk
Discours indirect: Dolaylı anlatım. § Adresser un ayrılığı yapan (Des mesures discriminatoires).
discoursàqn: -e bir konuşma yapmak (Lemairea discriminer gçl. Ayrım gözetmek, ayrım yapmak,
adressé un discours aux nouveaux mariés). ayırmak.
Prononcer un discours: Bir söylev vermek. disculpation diş. Temize çıkarma, aklama; temize
discourtois,e s. Nezaketsiz, kaba (Un homme. çıkma, aklanma (Disculpation d'un accusé).
discourtois, des paroles discourtoises). disculper gçl. 1. Temize çıkarmak, aklamak
discourtoisement bel. Nezaketsizce, kabaca, (Disculper un accusé). 2. Disculper qn de qch:
discourtoisie diş. Nezaketsizlik, kabalık, Birini -den aklamak (Disculper un ami des
discrédit er. 1. Değerden düşme, değersizleşme. 2. accusations dirigées contre lui). § Se disculper: 1.
Saygınlığını yitirme, gözden düşme. § Jeter qn, Temize çıkmak, aklanmak. 2. Se disculper de qch:
qch dans le discrédit: Gözden düşürmek, -den temize çıkmak, aklanmak (Se disculper
değerden düşürmek. Tomber dans le discrédit, d'une accusation). 3. Se disculper aux yeux de qn,
être en discrédit: Gözden düşmek, saygınlığını auprès de qn: -in gözünde suçsuz olduğu ortaya
yitirmek. çıkmak, kendini -e bağışlatmak (Il s'est disculpé à
discréditer gçl. 1. Gözden düşürmek, değerden nos yeux, auprès de ses amis).
düşürmek, saygınlığını yitirtmek (Cette discursif, ive s. 1. Dağılan, dağınık, kopuk kopuk
malhonnêteté l'a discrédité aux yeux de son (Un récit discursif). 2.mant. Gidimli, yargılamaya
entrourage). 2. Değerini düşürmek, dayanan, önermeden önermeye geçerek sonuca
önemsizleştirmek (Discréditer un papier- varan (La pensée discursive s'oppose à la pensée
monnaie, une signature. Discréditer une théorie). intuitive).
§ Se discréditer: Gözden düşmek, saygınlığını discussion diş. 1. Tartışma, "münakaşa (Il a fallu
yitirmek (Il s'est discrédité par ses dénonciations). d'interminables discussions pour arriver enfin à un
discret,ète s. 1. Kibar, ağırbaşlı, ölçülü (C'est une accord). 2. Görüşme, "müzakere, tartışma
personne discrète, elle ne se mêlera pas de vos (Discussion d'un projet de loi, du budget à
affaires). 2. Ağzı sıkı (Tu es une fille discrète, nous l'Assemblée). 3. Çekişme, kavga, dalaş (Il a des
avons des secrets ensemble). 3. Pek hafif, belli discussions avec tous ses voisins). § Discussion
belirsiz (Son style présente de discrètes touches byzantine: Bizans tartışmaları, hiçbir sonuca
d'archaïsme). 4. Aralıklı, kesik kesik, ayrı ayrı varmayan gereksiz tartışma. Entrer en discussion
(Les nombres sont des quantités discrètes). 5. dilb. avec qn: -ile tartışmaya girmek. Mettre qch en
Ayrık. discussion: Üzerinde tartışma açmak; bir şeyi
discrètement M . 1. Gizlice (Il entre discrètement. Je tartışmak, görüşmek. Soulever une discussion:
la regardais discrètement). 2. Kibarca, Tartışma yaratmak, tartışmaya yol açmak. De la
ağırbaşlılıkla (S'habiller discrètement). 3. Hafifçe discussion jaillit la lumière: Gerçek, düşüncelerin
(Il a fait discrètement allusion au mauvais tour çarpışmasından doğar, "müsademei efkâr barikai
qu 'on lui avait joué). hakikati doğurur,
discrétion diş. 1. Kibarlık, ağırbaşlılık, ölçülülük discutable s. 1. Tartışılabilir (Méthode, opinion
(Agir, répondre avec discrétion). 2. Ağzı sıkılık, discutable). 2. Tartışma götürür, şüpheli (Un film
discuté 445 disparate
distension diş. 1. Germe; gerilme (Distension de la Belli olmak, tanınmak (Son style se distingue par
peau). 2. Gevşeme (Distension d'une corde, des la pureté). 4. Se distinguer de: -den ayrılmak,
liens). aralarından sivrilmek (ilse distingue de ses autres
distillateur er. İmbik çalıştırıp sağladığı malları camarades par son esprit créateur).
satan kimse. distordre gçl. Bükmek, çarpıtmak. § Se distordre:
distillation diş. İmbikten çekme, damıtma Bükülmek, çarpılmak (La bouche se distord dans
(L'alcool est unpruduit de distillation). l'attaque d'épilepsie).
distillatoire s. Damıtmaya yarar, distorsion diş. 1. Çarpılma, bükülme, yana kayma
distiller gçl. 1. İmbikten çekmek, damıtmak (Distorsion de la face, de la bouche). 2.
(Distiller de l'eau, du pétrole). 2. mec. Saçmak, (Telefonda) Ses bozukluğu. 3. (Optikte) Işın
yaymak (Distiller son venin, la tristesse, l'ennui). sapması. 4. Uyumsuzluk, dengesizlik (Distorsion
3. Hazırlamak, yapmak (L'abeille distille le miel). entre l'offre et la demande d'un produit). 5.
4. mec. Süzmek, özünü çıkarmak, çok ince bir (Sinema, televizyon) Biçimbozumu; bozum;
biçimde işlemek ( Cet auteur distille sa pensée). 5. bozulma.
gsz. Damla damla akmak, damlalaşmak. distraction diş. 1. huk. Çalma, zimmete geçirme,
distillerie dij. 1. *Damıtımevi. 2. Damıtma işlemi, "ihtilas (Distraction de l'argent). 2. Dikkatsizlik,
distinct,es. 1. Başka, ayrı, farklı. 2. Distinct de: -den dalgınlık (Je me suis trompé de maison par
farklı, ayrı (La politique n'est pas distincte de la distraction). 3. Eğlenme, vakit geçirme (Dessiner
morale). 3. Seçik, belirli (Parler d'une voix par distraction). 4. Eğlence (Il vous faut un peu de
distincte). distraction. Le jeu, la promenade sont nos
distinctement bel. Seçikçe, açık açık (Voir, distractions quotidiennes).
entendre, parler distinctement). distractivitédiş. Dikkatini toplayamazlık,dikkatini
distinctif, ive s. Ayırdedici, belirtici (Signe toplama yeteneğinden yoksunluk,
distinctif, marque distinctive). distraire gçl. 1. Çalmak, zimmetine geçirmek,
distinction diş. 1. Ayırdetme, ayırma, seçme (La ihtilas yapmak (Distraire une somme d'argent). 2.
distinction est facile entre un loup et un renard). 2. Eğlendirmek (Distraire ses hôtes, un enfant
Ayrılık, ayrım, fark (Les distinctions sociales ne malade). 3. Dağıtmak, başka yöne çevirmek
peuvent être fondées que sur l'utilité commune). 3. (Distraire l'attention). 4. Oyalamak, rahatsız
Ayırıcılık (Créer des distinctions entre les etmek (Cet élève distrait sans cesse ses camarades).
personnes). 4; Rütbe (Une personne de la plus 5. Dalgınlaştırmak (L'amour l'avait distrait). 6.
haute distinction). 5. Kibarlık (Avoir de la Distraire qn, qch de: Birini, bir şeyi -den ayırmak
distinction). 6. Nişan (Obtenir une distinction. ( Distraire une voiture d'un convoi, lime distrait de
Décerner une distinction à un savant). § Sans mes travaux, de mes occupations). § Se distraire:
distinction: Ayrım gözetmeden (Il reçoit toute le 1. Eğlenmek, dinlenmek (J'ai besoin de me
monde sans distinction). distraire). 2. Se distraire de: a) -den ayrılmak (Se
distinguâmes. 1. Ayrı tutulabilir, üstün tutulabilir. distraire d'une troupe), b) -den caymak, kopmak
2. Görülebilir, ayırt edilebilir, gözle seçilebilir, (Se distraire d'un travail, d'un projet).
distingués s. 1. Seçkin, yüksek, üstün, kalbur üstü distraits s. 1. Dalgın, dikkatsiz (Il est très distrait.
(Il fréquente les personnes et les milieux Regarder d'un oeil distrait, manger d'un air
distingués). 2. Kibar, nazik (Une femme distrait). 2. Üstünkörü, yüzeysel (Jeter un regard
distinguée, un sourire distingué). distrait sur un journal). 3. ad. Dalgın (kimse),
distinguer gçl. 1. Görmek, seçmek (Je commence à distraitement bel. Dalgınca, dalgın dalgın (Il
distinguer les montagnes. Je distingue mon ami au m'écoutait distraitement. Regarder distraitement).
milieu de la foule). 2. Tanımak, seçmek, distrayants s. Eğlendirici, oyalayıcı, dinlendirici,
ayırdetmek (Distinguer les sons, les odeurs, les iç açıcı (Film distrayant).
goûts). 3. Distinguer qn, qch de: Birini, bir şeyi distribuable s. Dağıtılabilir, "tevzi edilebilir
-den ayırmak, ayırdetmek, seçmek (Distinguer le (Bénéfice distribuable).
bien du mal, le vrai du faux). 4. Distinguer qch de distribuer gçl. 1. Dağıtmak (Distribuer des
qch: Bir şeyi -den ayrı kılmak, ayırmak (La raison prospectus, des tracts dans la rue. Distribuer des
distingue l'homme des animaux). § Se distinguer: prix, despostes, des titres). 2. Distribuer qch à: Bir
1. Belirmek, belirli olmak, açıkça görülmek (Les şeyi -e dağıtmak, vermek (Distribuer des armes
montagnes se distinguent). 2. Kendini göstermek, aux soldats, distribuer des cartes aux joueurs). 3.
sivrilmek (Se distinguer par son intelligence). 3. Bölüm bölüm ayırmak, sıralamak (Distribuer
distributaire 451 divertir
logiquement les points d'un exposé). 4. Sağa sola divagations d'un fou. Divagations d'un malade).
savurmak (Distribuer des coups de poing). divaguer gsz. 1. Başıboş dolaşmak (Divaguer çà et
distributaire s. ve ad. huk. Dağıtımda pay alan. là). 2. Taşmak, yatağından çıkmak (Rivière qui
distributeur, trice ad. 1. Dağıtan, dağıtıcı, divague). 3. Saçmalamak, saçma sapan şeyler
dağıtımcı (Distributeur de film, de prospectus). 2. söylemek (Tu divagues). 4. Sayıklamak (Un
Dağıtıcı alet, dağıtımcı, *dağıtmaç (Distributeur malade qui divague).
d'essence). divan er. 1. Sedir, divan (S'allonger sur le divan). 2.
distributif, ive s. Bölüştürücü, dağıtıcı. § Justice tar. Divanı hümayun (Le sultan fit assembler un
distributive: Dağıtıcı adalet, divan). 3. Osmanlı hükümeti; Osmanlı devleti,
distribution diş. 1. Dağıtım, dağıtma, bölüştürme Osmanlı İmparatorluğu,
(Distribution de prospectus, de vêtements, dive bouteille diş. İçki; şarap,
d'essence. Distribution du travail, de journal, de divergence diş. 1. mat. Iraksama. 2. mec. Ayrım,
brochure). 2. Bölümleme, bölümlere ayırma, ayrılık (Divergence de vues, d'opinions, d'idées,
sıralama (Distribution de chapitres dans un livre). de goût).
3. Dağıtım düzeni (Distribution des eaux, de divergent,e s. 1. mat. Iraksak. 2. Birbirinden
l'électricité dans une ville). 4. dilb. Dağılım, ayrılan, ayrı, farklı (Suivre des voies divergentes.
distributionnalisme er. dilb. Dağıtımcılık. Opinions divergentes).
distributionnel,le s. 'Dağılımsal. diverger gsz. 1. mat. Iraksamak. 2. Ayrılmak (Nos
distributivement bel. Ayrı ayrı, bölüştürcü bir routes divergent). 3. mec. Uyuşmamak, ayrılmak,
biçimde. aykırılık göstermek (Nos opinions divergent sur ce
district er. 1. Bir mahkemenin dâvalarına point).
bakabildiği çevre, yargı çevresi (Un juge ne peut divers,e s. 1. Değişken, değişik (Des fleurs de
juger hors de son district). 2. Kaza (Chef-lieu de couleurs très diverses. Une terre qui est diverse
district: Kaza merkezi). comme le peuple qui l'habite). 2. Çeşitli, türlü,
distyle s. Çift sütunlu (Porte distyle). başka başka (Frais divers, dépenses diverses.
dit,es. 1. Denen, söylenen, lâkaplı (Jean dit le Bon). Parler sur les sujets les plus divers). 3. Birçok,
2. er. Orta çağda küçük günlük konuları işleyen hayli, nice (Diverses personnes m'en ont parlé).
oyun (Le dit de Pouille). 3. (Eski) Söz (Les dits diversement bel. Çeşitli biçimde (Fait diversement
mémorables de Socrate). 4. Ledit, ladite, lesdits, interprété par les commentateurs).
lesdites: Adı geçen, yukarda sözü edilen, "mezkûr diversification diş. Çeşitlendirme, çeşitlenme,
(Ledit vendeur, ladite maison, lesdits hommes, diversifier gçl. Çeşitlendirmek (Un peintre qui aime
lesdites, femmes). diversifier ses sujets).
dithyrambique s. 1. Ditiramba değgin, ditiramp diversiforme s. Şekli değişebilir, değişken biçimli,
biçiminde (Poème dithyrambique). 2. Aşırı diversion diş. 1. ask. Şaşırtma hareketi (Opérer une
övücü, göklere çıkaran (Louanges, paroles diversion avant d'attaquer). 2. Oyalama;
dithyrambiques). oyalanma (Un travail régulier sera une diversion à
dito bel. s. tic. Yukarıda adı geçenin aynı, "keza. son ennui).
diurèse hek. Sidik çoğalması, idrar bollaşması, diversité 1. Çeşitlilik (Diversité des goûts. Il était
diurétique s. hek. 1. Sidik arttırıcı, sidik getirici, grisé par la diversité de la vie). 2. Ayrılık,
idrarsöktürücü.2.er. Sidik söktürücüilaç,işetici. değişiklik, farklılık (Diversité d'opinion,
diurnal er. Gündelik dua kitabı, d'interprétation. Diversité des deux religions).
diurne s. 1. Gündüz yapılan (Travaux diurnes). 2. divertir gçl. 1. Eğlendirmek (Le film m'a bien
Bir günlük, bir gün süren (Mouvement diurne diverti). 2. Divertir qn de: Birini -den
d'un astre). 3. Gündüz ortaya çıkan, yalnız uzaklaştırmak, koparmak (Elle l'a diverti de sa
gündüzleri görünen (Rapaces diurnes, papillons famille). 3. Divertir qn de: Birini -den çelmek,
diurnes, fleurs diurnes). caydırmak, ayırmak (Divertir quelqu'un d'une
diva diş. (Eski) Ünlü şarkıcı kadın, occupation, d'un projet). 4. Çalmak, zimmetine
divagateur, trices. Saçmalayan, saçma sapan şeyler geçirmek (Divertir de l'argent, une partie d'une
söyleyen. succession). Se divertir: 1. Eğlenmek (Nous nous
divagation diş. 1. Taşma, yatağından çıkma sommes bien divertis hier soir). 2. Se divertir de
(Divagations des eaux). 2. Başı boş dolaşma qn, de qch: -ile alay etmek, eğlenmek (Il se divertit
(Divagation des animaux, du bétail). 3. de nous, de mes vêtements). 3. Se divertir à f. qch:
Saçmalama, saçma sapan sözler sayıklama (Les -mekle oyalanmak, eğlenmek (Il se divertissait à
divertissant 452 dix-neuf
doge er. Eski Venedik yada Ceneviz les doigts de qch: -e pişman olmak (Use mordait les
cumhurbaşkanı, duka. doigts de son imprudence). Toucher qch du doigt:
dogmatique s. 1. fels. tnaksal, °nassî (Philosophie Apaçık görmek, hemen anlamak (Toucher du
dogmatique). 2. mec. Kesin (Un ton dogmatique, doigt le but, la fin). Y mettre les quatre doigts et le
un esprit dogmatique). 3. er. İnakçı (C'est un pouce: Dört elle sarılmak. Entre l'arbre et
dogmatique). 4. diş. Bir dindeki inaklar (La l'écorce, il ne faut pas mettre le doigt: Etle kemiğin
théologie se divise en dogmatique et en morale). arasına girilmez,
dogmatiquement bel. 1. İnaksal olarak. 2. Kesin doigté er. 1. müz. Parmak basış, parmak gezdiriş
olarak. ( Ce pianiste a un excellent doigté). 2. El uzluğu (Le
dogmatiser gsz. 1. Din inaklarını öğretmek, doigté d'une dactylo, d'un graveur). 3. mec.
yaymak. 2. mec. Kesin olarak konuşmak (Un Ustalık, beceriklilik, yol yöntem bilme (Cegenre
pédant qui dogmatise sur tout). d'affaire demande du doigté).
dogmatisme er. fels. 1. İnakçılık, "nassiye, doigter gsz. müz. 1. Parmak basmak, parmak
dogmatizm. 2. mec. Kesinleme, kesin söz, kesin gezdirmek (Sa manière de doigter est incorrecte).
konuşma, 2. gçl. Parmakların nasıl basılacağını göstererek
dogmatiste s. ve ad. İnakçı, dogmatist. çalmak (Doigter un passage).
dogme er. fels. 1. İnak, °nas, dogma (Le dogme de doigtier er. Parmak kılıfı (Doigtier de cuir).
l'immortalité de l'âme. Le dogme marxiste du doit er. (Hesap defterinde) Verecek hanesi, borç
matérialisme dialectique). 2. Bir dindeki inaklar, hanesi,
düşünce ve inançlar bütünü (Les théologiens qui dol er. Dolan, hile.
scrutent le dogme). dölce [daltjej bel. müz. Tatlı ve yumuşak,
dogre er. Kuzey denizinde kullanılan bir tür balıkçı dölce vita diş. Tatlı yaşam, tatlı hayat, dolçe vita.
gemisi. dolcissimo bel. müz. Çok tatlı ve yumuşak,
dogue er. 1. Bir tür buldog köpeği. 2. Sert adam, doléance diş. ç. Sızlanma, yakınma, şikâyet (Jen'ai
öfkeli adam, hır gürcü, pas le temps d'écouter leurs doléances).
doigter. 1. Parmak (L'homme a cinq doigts à chaque dolent,e s. Sızlanan, yakınan (Un vieillard dolent.
main). 2. Parmak biçiminde uzanan bölüm, Une voix dolente).
parmak (Les doigts d'un gant). 3. Çok az şey, doler gçl. Fıçıcı keseriyle yontmak,
parmak kadar şey, kıl payı (Il s'en est fallu d'un dolichocéphales, ve ad. Uzun kafalı,
doigt). 4. Un doigt de: Azıcık, bir parmak (Boire doline diş. coğr. Koyak, kokurdan, düden, obruk,
un doigt de vin). § A un doigt de, à deux doigt de: dollar er. Dolar.
Çok yakınında, pek yakından (La balle est passée dolman er. Dolman, önü işlemeli asker ceketi,
à un doigt du coeur. Le projectile est passé à deux dolmen er. Dolmen; iki tanesi dikili, üçüncüsü de
doigts de son visage). Avoir des doigts de fée: Eli uz bunların üzerine kapak gibi yatırılmış üç kocaman
olmak, çok becerikli olmak. Connaître, savoir taştan oluşan taş çağı mezarı,
qch sur le bout du doigt: Su gibi bilmek, çok iyi doloire er. 1. Fıçıcı keseri, barda. 2. Harç karma
bilmek, ezbere bilmek. Etre à deux doigts de qch, çapası.
de f.qch: -in eşiğinde olmak, -meşine ramak dolomie, dolomite diş. yerb. Dolomi, doğal
kalmak (Il fut à deux doigts de la mort. J'ai été à kalsiyum ve magnezyum karbonatı,
deux doigts de réussir). Etre comme les deux doigts dolorismeer. fels. Acıcılık, "elemiye.
de la main: Birbirine çok bağlı olmak. Faire dolosif, ive s. Dolanlı, hileli, aldatmaca
marcher qn au doigt et à l'oeil: Birini elinde (Manoeuvres dolosives).
sopayla idare etmek, istediği biçimde yönetmek. dom fdâ] er. İspanyol soylularına verilen birünvan,
Fourrer ses doigts partout: Her şeye el atmak, her Don (Dom Garcie de Navarre).
şeye dokunmak. Lever le doigt: (Söz almak için) domaine er. 1. Yurtluk, "malikâne (Il est régisseur
Parmak kaldırmak. Mettre le doigt sur qch: -i d'un domaine de cent hectares). 2. Beylik arazi. 3.
bilivermek, keşfetmek, üstüne basmak. Montrer mec. Alan (Le domaine de la science). 4.
qn du doigt, au doigt: Birini herkesin içinde alaya Uzmanlık alanı, yetki alanı (Son domaine, c'est
almak. Ne faire oeuvre de ses dix doigts: Hiçbir şey l'histoire du Moyen Age. Cette question n'est pas
yapmamak. Obéir, servir au doigt etàl'oeil: Harfi de mon domaine). 5. Emlâk (Domaine national:
harfine, tam, nasıl denmişse öyle itaat etmek, Milli emlâk. Domaine privé: Özel emlâk). §Dans
hizmet etmek. Se mettre le doigt dans l'oeil: Bile le domaine de: -konusunda, alanında (Il a réalisé
bile lades demek, körcesine aldanmak. Se mordre de grands progrès dans le domaine de la science).
domanial 455 dommage
récompense au vainqueur). 3. Çok ucuza satmak, sur: -e çarpmak (Le navire alla donner sur les
bedava vermek (On ne le vend pas, on le donne). écueils). 36 .gsz. Vurmak,girmek (Le soleil donne
4. Donner qch pour, à: Uğruna vermek, feda dans la cour). 37. gsz. Donner dans: a) Kendini
etmek, hasretmek (Donner sa vie, son sang pour vermek, dalmak, işi -e dökmek (Donner dans le
la patrie. Donner tout son temps à une oeuvre). 5. luxe, dans le snobisme), b) Düşmek (Donner dans
Vermek, ayırmak (Il m'a donné toute sa journée). le piège, dans l'embuscade, dans le défaut, dans le
6. Donner qch pour, contre: Bir şeyi... ridicule). 38. gsz. Donner sur: -e bakmak, nazır
karşılığında vermek; verip...almak (Donner son olmak (Ma fenêtre donne sur la rue; une maison
cheval pour un âne, contre un mulet). 7. Vermek, qui donne sur la mer). 39. gsz. Gevşemek, kendini
ödemek (Combien donne-t-il à ses ouvriers?). 8. salmak (Ce tissu va donner. Cette toile donne à
Donner qch à f.qch: Bir şeyi -meye vermek l'usage). §Sedonner: 1. Verilmek ( Une telle chose
(Donner ses chaussures à réparer, un devoir à ne se donne pas). 2. Se donner à: kendini -e
faire). 9. Donner qch à: -e götürüp vermek, teslim vermek, yoluna adamak, "hasretmek (Se donner à
etmek (Donner une lettre à son destinataire). 10. Dieu. Se donner à sa patrie, à une cause, à un parti,
Bulmak, sağlamak (Donner du travail à un au travail). 3. Oynanmak, temsil edilmek. (Ce
chômeur). 11. Düzenlemek, vermek, yapmak soir, une bonne comédie se donne ici). 4. Se donner
(Donnerunbal, uneréception, unefêteàsesamis). qch: a) Birbirine... vermek (Se donner des
12. Oynamak, temsil etmek (Donner une cadeaux, des baisers), b) Kendine... vermek (lise
comédie, une tragédie). 13. Söylemek, açıklamak, donne de grands airs). S. Se donner pour: Kendini
vermek (Je vais vous donner tous les détails sur ce ...sanmak (II se donne pour progressiste). §
sujet). 14. Göstermek, bulmak, ileri sürmek Donner à entendre qch à qn: Birşeyi birine ima
(Donner un prétexte, des raisons). 15. Bildirmek etmek, anıştırmak. Donner accès à: -in girmesine
(Voulez-vous me donner l'heure exacte). 16. izin vermek. Açılmak.. Donner à pleines mains:
Vermek, yapmak (Donner une conférence, un Avuç dolusu vermek, bol bol vermek. Donner à
cours). 17. Bulaştırmak, geçirmek (Jeluiaidonné qn son paquet: Birinin ağzının payını vermek.
mon rhume. Donner sa maladie à tous les membres Donner audience à qn: Biriyle görüşmeyi kabul
de la famille). 18. Vermek, bahşetmek, lütfetmek etmek. Donner avis à qn de qch: Birine bir şeyi
(Donnez-moi un peu de temps, un peu de répit). haber vermek, bildirmek. Donner beau jeu à qn:
19. Vermek, doğurmak (Elle a donné deux fils à Karşısındakine fırsat vermek, eline koz vermek.
son mari, la reine a donné un héritier au trône). 20. Donner carrière à: -e tam bir serbestlik vermek.
thbar etmek, ele vermek, bildirmek (Le voleur a Donner confiance à: -de güven uyandırmak, -e
donné ses complices à la police). 21. Donner qn à: güven vermek. Donner cours à: Boşaltmak,
Birini -e vermek, -ile evlendirmek (Donner sa fille dökmek, serbest bırakmak (Donner libre cours à
à un avocat). 22. Donner à qn de f.qch: Birine ses larmes). Donner dans l'oeil à qn: -in gözüne
-meyi nasibetmek (Le Ciel nous a donné de çarpmak, dikkatini çekmek. Donner décharge à
souffrir). 23. Donner à f. qch: -tirmek, -meye yol qn de qch: Birini... yükümlülüğünden
açmak, -meyi gerektirmek. (Cela donne à kurtarmak, bağışık tutmak. Donner de la peine à
penser). 24. Yayınlamak, çıkarmak (Cet écrivain qn: Üzmek. Donner de l'eau bénite de cour: Boş
donne un roman par an). 25. Vermek, vaitlerde bulunmak. Donner de l'épée dans l'eau:
uyandırmak (Ça lui donne le goût des sciences). Havanda su dövmek, boşa pala sallamak. Donner
26. Donner à f. qch: -meye yol açmak, neden des fèves pour des pois: Aldığından fazlasını
olmak (Donner à rire, à réfléchir). 27. Çıkarmak, vermek, faiziyle ödemek. Donner du fil à retordre
koymak (Donner des lois). 28. Vurmak, à qn: -in başına çorap örmek, çok sıkıntılar
yapıştırmak (Donner un soufflet, un coup de pied vermek. Donner de la tête contre: Kafasını -e
à un arrogant). 29. Girişmek (Donner un assaut). çarpmak. Donner du relief à: -e bir renk, bir
30. Yol açmak, sonuç vermek (Je me demande ce canlılık vermek. Donner essor à: -i dışarı vurmak.
que ça va donner). 31. Tahminetmek (Quel âge lui Donner gain de cause à qn: Birine hak vermek,
donnez-vous? On lui donne trente ans). 32. haklı bulmak, haklı çıkarmak. Donner l'accolade
Donner pour: ... sanmak (On le donne pour à qn: Boynuna sarılmak, kucaklayıp öpmek.
coupable. Donner une chose pour vraie). 33 .gsz. Donner la chair de poule: Ürpertmek, tüylerim
Verim vermek, ürün vermek (Les blés n'ont pas diken diken etmek. Donner la chasse à:
donné cette année). 34. gsz. Savaşmak, saldırıya Kovalamak, izlemek, ardına düşmek. Donner la
geçmek. (L'armée va donner). 35. Donner contre, colique: Karın ağrısı vermek, canını çok sıkmak.
donner 458 dorage
Donner la main à qn: -e elini uzatmak, vermek. yardım etmek, omuz vermek. Donner un coup de
Donner la mort à: Öldürmek. Donner la note à: main à: -e yardımda bulunmak, yardım etmek.
Yol göstermek, önderlik etmek. Donner la Donner un coup de patte: İmalı bir söz söylemek,
question à: İşkence etmek. Donner la parole à: -e şöyle bir dokundurmak, iğnelemek. Donner un
konuşması için söz vermek. Donner l'assaut à: -e coup d'oeil à, sur: -e şöyle bir göz atmak. Donner
saldırmak, hücum etmek. Donner la préférence à: un démenti à: -i yalanlamak, "tekzip etmek.
-i yeğlemek, "tercih etmek. Donner la preuve de: Donner une danse à: -i azarlamak, cezalandırmak.
-in ustası, ehli olduğunu göstermek. Donner la vie Donner une leçon à: Birine iyi bir ders vermek,
à: Doğurmak, dünyaya getirmek. Donner le azarlamak, ağzının payını vermek. Donner une
branle à: -i sarsmak, canlandırmak, harekete poignée de main à qn: -in elini sıkmak, -ile
getirmek. Donner le bras à: -in koluna girmek. tokalaşmak. Donner un oeuf pour avoir un boeuf:
Donner le change à: -i kandırmak, aldatmak. Kaz gelecek yerden tavuğu esirgememek. Donner
Donner le coup de grâce à: -e son darbeyi un os à rogner à qn: Birinin önüne bir kemik
indirmek. Donner le coup de l'étrier: Son bir atmak, -e sus payı vermek. Donner un savon à qn:
kadeh içki içmek. Donner le jour à: Doğurmak, -i iyice azarlamak, haşlamak, eşekten düşmüş
dünyaya getirmek. Donner le sein à: Emzirmek, karpuza döndürmek. Donner un suifàqn: -i iyice
meme vermek. Donner les mains à: -i kabul azarlamak, paylamak. Ne savoir où donner de la
etmek; -e el atmak, girişmek. Donner l'essor à: -i tête: Ne halt edeceğini bilememek. § S'en donner:
geliştirmek, -e yeni bir atılım vermek. Donner Çok eğlenmek. Se donner du beau temps: Keyif
l'éveil à: -i uyarmak. Donner l'hospitalité à: -i çatmak. Se donner la mort: İntihar etmek,
konuklamak, misafir etmek. Donner libre cours kendine kıymak. Se donner la main: El ele
à: -i tutmamak, serbest bırakmak. Donner lieu à: vermek, el ele tutuşmak. Se donner le mot:
-e yol açmak, neden olmak, "mahal vermek. Sözleşmek, birbirine söz vermek,
Donner naissance à: Doğurmak, meydana donneur, euse ad. 1. Veren (Donneur d'avis,
getirmek; neden olmak, yol açmak. Donner prise donneur d'ordre). 2. Dağıtan, veren (Donneur de
à: -e yol açmak, neden olmak. Donner quittance à cartes). 3. Veren, kan verici (Un donneur;
qn de qch: Birine bir şey için makbuz vermek. donneur de sang). 4. hlk. Muhbir, ele verici. 5.
Donner raison à qn: -e hak vermek, haklı bulmak. Bağış yapmasını seven, eli açık, 'cömert,
Donner rendez-vous à qn:Birine randevu vermek. don quichotte er. Dünyayı düzeltme savında,
Donner sa main à qn: -ile evlenmeyi kabul etmek. tutkusunda olan, donkişot (Jouer les don
Donner sa mesure: Asıl karakterini belli etmek, Quichottes: Donkişotluk etmek).
neyin nesi olduğunu ortaya koymak. Donner sa don-quichottisme er. Dünyayı düzeltme merakı,
parole d'honneur: Namus sözü vermek, şerefi donkişotluk.
üzerine and içmek. Donner sa signature à qch: -e dont add. De qui, duquel, delaquelle, desquels,
imzasını koymak; onaylamak, benimsemek. desquelles yerine kullanılan adıl; eylemin aldığı
Donner ses huit jours à qn: Birini işten kovmak, ilgeç de olunca bu kullanılır ve genellikle "ki
işinden çıkarmak. Donner ses suffrages à: Oyunu ondan, ki onun" anlamına gelir. (Les événements
-e vermek; -i seçmek. Donner signe de vie: dont on parle: Söz edilen olaylar. Le femme dont le
Yaşadığını gösterecek bir şey yapmak; sağlığının mari ne travaille pas: Kocası çalışmayan kadın).
iyi olduğunu bildirmek. Donner son assentiment donzelle diş. Kendini beğenmiş ve gülünç kadın
à: -e rıza göstermek. Donner son compte à qn: -in
yada genç kız.
hesabını görmek, hesabını ödeyip başından
dopage er. Doping yapma; güçkatım yapma,
savmak. Donner suite à qch: -i sonuçlandırmak.
canlandırıcı ilâç alma. Doping yaptırma,
Donner sujet de f. qch: -mek olanağını vermek,
uyandırıcı ilâç yaptırma; güçkatımı yaptırma,
fırsatını vermek. Donner sur le nezàqn: -ile burun
doper gçl. 1. Doping yapmak, güçkatımı yapmak
buruna gelmek. Donner sur les doigts à qn: Birini
(Doper un cheval). 2. Uyandırıcı, canlılık verici
cezalandırmak. Donner sur les nerfs à qn:
ilâç vermek (Se doper avant un examen. Ses
Sinirlendirmek, sinirlerini bozmak. Donner tête
camarades l'ont dopé avant la course).
basse dans: Gözü kapalı -e girişmek. Donner tort
doping er. Ing. Doping, 'güçkatımı (Administrer un
à: Haksız bulmak, suçlu çıkarmak. Donner un bon
doping, prendre un doping).
pli à qn: -e iyi bir huy kazandırmak, güzel bir biçi m
dorade diş. 1. Fransa kıyılarında halkın çeşitli
vermek. Donner un coup de collier: Son bir atılım
balıklara verdiği ad. 2. Mercan balığı,
daha yapmak. Donner un coup d'épaule à: -e
dorage er. Yaldızlama, parlatma; yaldızlanma,
doré 459 dos
qn, derrière le dos de qn: Birinin arkasından bir richement sa fille). 2. Gelir vakfetmek (Doter un
dakika ayrılmamak, hep izlemek. Faire le gros hôpital, une école). 3. Doter qch de qch: Bir şeyi
dos: Sırtını kamburlaştırmak, saldırıya hazır -ile donatmak, bir şeye... vermek (Doter une
duruma geçmek (Le chat fait le gros dos). Faire armée d'armes modernes. Doter une usine de
froid dans le dos à qn: Birinin gözünü pek machines modernes). 4. Doter de: -ile süslemek,
korkutmak, içine büyük korku salmak. L'avoir zenginleştirmek (La nature a doté son esprit de
dans le dos: Başaramamak, başarısızlığa, düş brillantes qualités). 5. Etre doté de: -ile
kırıklığına uğramak. Mettre qch sur le dos de qn: donanmak.
Bir şeyin suçunu -in sırtına yüklemek. Passer la douaire er. Kocanın karısına sağladığı dulluk geliri,
main flans le dos de qn: -in sırtım sıvazlamak, -e douairière diş. 1. Kocasından kendisine dulluk
iltifat etmek. Renvoyer dos à dos: Hiçbirine hak geliri kalan yaşlı kadın. 2. Kibar dul.
vermemek (Renvoyer les deux parties dos à dos). douane diş. 1. Gümrük (Agent des douanes. Faire
Se mettre qn à dos: Birini kendine düşman etmek. sortir une marchandise de l'entrepôt de la douane.
Tourner le dos à: 1. Arkası -e dönük olmak (Les Formalités de douane. Passer à la douane). 2.
acteurs ne doivent pas tourner le dos au public). 2. Gümrük vergisi (Marchandise exemptée de
-e sırt çevirmek, yüz vermemek (Tous ses amis lui douane. Avec la douane, cet article est presque
ont tourné le dos). aussi cher ici que dans le pays d'origine).
dosable s. Dozu ayarlanabilir, dozlandınlabilir, douanier er. Gümrük memuru, gümrükçü
'düzelenebilir. (Douanier qui fouille une valise).
dosage er. Dozunu ayarlama, * düzeleme (Faire un douanier,ère s. Gümrüğe değgin (Tarif douanier,
dosage). politique douanière).
dose diş. 1. Doz, *düze; bir maddenin bir bileşiğe, douar er. Arap obası (Le douar comptait vingt
bir karışıma giren yada girmesi gereken miktarı tentes).
(Une forte dose de poison). 2. Ölçü, miktar doublage er. 1. Astar geçirme, astarlama (Doublage
(Mettre une petite dose d'ironie dans son discours). d'un vêtement). 2. (Bir gemiye) Maden kaplama
§ Avoir une fameuse dose de paresse: tkz. Pek geçirme. 3. (Sinemada) Sözlendirme (Doublage
tembel olmak. Dépasser la dose: Dozunu d'un film).
kaçırmak, ölçüyü aşmak, double s. 1. Çift, iki (Double exemplaire. Un mot à
doser gçl. 1. Dozunu ayarlamak, *düzemek (Doser double sens). 2. İki kat (Le prix de cet article est
un remède). 2. mec. Düzenlemek, ayarlamak (II double de ce qu'il était il y a dix ans). 3. İki yüzlü,
dose habilement l'éloge et la remontrance. Doser dalkavuk (Personne double). 4. İki yanlı çalışan,
ses efforts en fonction du but à atteindre). iki yana da hizmet eden (Agent double). S. er. İki
doseur er. Doz ayarlama aygıtı, dozlama aygıtı, kat (Dix est le double de cinq). 6. er. Kopya (Ilm'a
"düzeleme aygıtı, *düzeleyici. remis cet exemplaire du manuscrit, et il a gardé le
dossard er. (Sporcuların) Sırt numarası, double. Double d'un objet d'art). 7. er. Tıpatıp
dosse diş. Kereste biçilirken kabuklu kalan ilk ve benzeri (Le double d'une personne). 8. bel. İki kat
son parça, kapak, (La nuit, on paie double. Un travail qui compte
dossier er. 1. Dosya (Mettre ses papiers dans un double. Je commence à voir double). § En double:
dossier. Examiner un dossier. Constituer un İki nüsha, iki kopya. Etre à double face: İki yüzlü
dossier sur une affaire). 2. Arkalık (Le dossier olmak. Jouer quitte ou double: Ya fit olmak yada
d'une chaise). iki katım vermek üzere bahse girişmek. Mettre les
dossière diş. 1. (Koşumda) Sırt kolanı. 2. (Zırhta) bouchées doubles: 1. İki kat yemek yemek. 2.
Sırtlık. Hızlı çalışmak, iki kişinin yapacağı işi yapmak,
dot [dot] diş. Çeyiz, drahoma (Epouser une jeune doublé,e s. 1. İkilenmiş^ yinelenmiş (Colonne
fille pour sa dot). doublée, lettre doublée). 2. Astarlanmış, astar
dotal,e s. Çeyize değgin, drahomaya değgin (Les geçirilmiş (Robe doublée, veste doublée de
revenus dotaux). mouton). 3. Seslendirilmiş (Un film américain
dotation diş. 1. Kamu yararına çalışan kurumlara doublé). 4. Doublé de: -de eklenmiş (C'est une
ayrılmış gelir, vakıf gelir (Dotation d'un hôpital). malhonnêteté doublée d'une sottise. Un habile
2. Donatma, verme (Dotation d'un service en politicien doublé d'un remarquable orateur). S. er.
véhicules). 3. (Devlet başkanı, kral v.b. için) Kaplama (Doublé or, doublé argent). 6. er.
Ödenek, "tahsisat, Bilardoda, bilyamn kenara çarptıktan sonra
doter gçl. I . Çeyizlemek, çeyiz vermek (Doter karambol yapması.
doublement 461 douillettement
doublement bel. 1. İki bakımdan, iki nedenle, iki douceur diş. 1. Tatlılık (La douceur du miel, d'un
yüzden (Tu es doublement fautif. Je vous suis fruit). 2. Tatlılık, hoşluk (La douceur d'un
doublement reconnaissant). 2. er. İkileme, éclairage, d'un parfum). 3. Yumuşaklık (La
çiftleme (Doublement de la lettre T devant une douceur d'une peau, du velours, la douceur de la
finale muette). 3. er. ask. Çift sıra yapma, erleri température). 4. Dinginlik (Contempler la
ikişer sıra yapma, douceur du soir). 5. diş. ç. Şeker, şekerleme
doubler gçl. 1. İki katına çıkarmak (Il a doublé sa (Offrir des douceurs à un enfant). 6. diş. ç. Tatlı
fortune). 2. İkişer ikişer sıralamak, oturtmak sözler (Dire des douceurs à une femme). § Par la
(Doubler les soldats, les élèves). 3. Astar geçirmek douceur: Tatlılıkla, iyilikle (Apprivoiser un
(Doubler une robe). 4. Kalmak, ikinci kez animal par la douceur). En douceur: Yavaşça,
okumak (Doubler la classe). S. Geçmek, arkada usulcacık (S'éclipser, filer en douceur). Plus fait
bırakmak, sollamak (Doubler une voiturer, un douceur que violence: Tatlı dil yılanı deliğinden
camion). 6. Yerini almak, gelemiyen bir çıkarır.
sanatçının yerine oynamak (Doubler un acteur). douche diş. 1. Duş (Salle de douches. Cabinet de
7. İkinci bir dilde seslendirmek ( Doubler un film). toilette avec douche. Douche froide, chaude,
8. Doubler qn:W&. Birine ihanet etmek. 9. gsz. İki tiède). 2. mec. tkz. Paylama, papara. §
katına çıkmak, artmak (Les impôts ont doublé Administrer, donner une bonne douche à qn:
cette année). § Doubler la classe: Sınıfta kalmak. 2. Birini iyice paylamak. Prendre une douche: Duş
Doubler le pas: Adımlarını sıklaştırmak, hızlı yapmak. Recevoir une douche: Paylanmak, azar
yürümek. Doubler le cap: 1. Bir burunu aşmak, işitmek, paparayı yemek,
geçmek. 2. mec. Tehlikeyi atlatmak, köşeyi doucher gçl. 1. Duş yaptırmak (Doucher un enfant,
dönmek. un malade). 2. Islatmak (Lapluie les a douchés).
doublet er. 1. Foyah yalancı elmas. 2. Zar atmada 3. tkz. Azarlamak, paparayı yedirmek (Son père
çift. 3. dilb. Bir dilde, aslı aynı olan iki sözcükten l'a douché). 4. Düş kırıklığına uğratmak, keyfini
her biri, *eşil. 4. Çift. yarıda bırakmak, başından kaynar sular dökmek
doubleur, euse 1. ad. Sınıfta kalan öğrenci, çift dikiş (Cette mauvaise nouvelle l'a douché). § Se
yapan. 2. (Tiyatro, sinema) Yedek oyuncu, doucher: Duş yapmak,
doublon er. 1. İspanyol altını. 2. (Basımcılıkta) İki doucheur, euse ad. Duş yaptırıcı, duşçu (Les
kez dizilmiş sözcük, harf yada satır, doucheurs d'un établissement thermal).
doublure diş. 1. Astar (Mettre une doublure de soie). doucine diş. 1. (Mimarlıkta) Armudi silme. 2.
2. Yedek oyuncu (Doublure pour les scènes Armudi silme rendesi,
dangereuses d'un film). § Fin contre fin ne vaut doucir gçl. Parlatmak, cilalamak, cila vermek,
rien pour doublure: İki cambaz bir ipte oynamaz, doucissage er. (Aynaları, madenleri) Parlatma,
douce-amère diş. Yaban yasemini, cilalama.
douceâtres. Yavan bir tatlılığı olan. doué,e s. 1. Yetenekli (Un enfant doué). 2. Doué
doucement bel. 1. Tatlılıkla (Je lui ai expliqué pour qch: -i yeteneği olan (Il est doué pour la
doucement le problème). 2. Yavaşça, usul usul musique). 3. Etre doué de: -ile donatılmış olmak,
(Parler doucement. Il marchait doucement pour doğuştan, -e sahip olmak (Il est doué d'une bonne
ne pas faire de bruit). 3. Yavaş yavaş, hiç acele mémoire).
etmeden (Travailler doucement). 4. Şöyle böyle douelle diş. 1. Bir kemerin eğri yüzeyi. 2. Fıçı
(Les affaires vont doucement). tahtası.
doucereusement bel. 1. Yavan bir tatlılıkla. 2. İyilik douer gçl. Douer qn de qch: Birine... vermek ; birini
taslayarak. -ile donatmak (La nature a doué cet enfant d'un
doucereux,euse s. 1. Yavan bir şekilde tatlı (Une grand talent).
saveur doucereuse). 2. mec. Kendini yumuşak douille diş. 1. Sap deliği (Douille d'une bêche). 2.
huylu gösteren, iyilik taslayan (C'est un homme Fişek kovanı. 3. Duy, elektrik ampulününün
doucereux qui me déplaît). § Faire le doucereux: takıldığı yer.
İyilik taslamak, douillet,te s. 1. Yusyumuşak, yumuşacık ve rahat
doucet, te s. Yumuşak huylu yada kendini yumuşak (Lit douillet, oreiller douillet. Un nid douillet). 2.
huylu gösteren, mec. Narin, ürkek, aşırı duyarlı, çıtkırıldım (line
doucette diş. Frenk salatası, faut pas être si douillet).
doucettement bel. tkz. Yavaşçacık, usulca, usul douillette diş. Çocuk hırkası, papaz hırkası,
usul. douillettement bel. Rahatlık içinde, pek nazla,
douilletterie 462 douzièmement
doyen,ne ad. 1. (Bir kurumda) Yaş yada kıdem étrangère par une politique d'immigration).
bakımından başta gelen, en yaşlı, en kıdemli. 2. draineur,euse s. ve er. 1. Akaçlama işçisi. 2. s.
Dekan (Le doyen de la Faculté des Lettres). 3. Drenaj yapmaya yarayan, akaçlayan (Charrue
Manastır başkanı, başpapaz, draineuse).
doyenné er. 1. Manastır başkanlığı. Başpapazlık. 2. draisienne diş. Bisiklete benzer eski bir binit,
diş. Ağızda eriyiveren bir çeşit tatlı ve sulu armut, draisine diş. Drezin, demiryolu üzerinde kol gücü
doyenneté diş. En yaşlılık, yaşça en büyüklük, yada motorla işleyen küçük araba,
drachme Drahmi. Yunan parası, dramatiques. 1. Dramla ilgili, tiyatroya değgin (Art
draconien,ne s. 1. Eski Atinalı yasa koyucusu dramatique, oeuvre dramatique). 2. Tiyatro ile
Dracon'a değgin (Lois draconiennes). 2. mec. uğraşan (Auteur dramatique). 3. Coşturucu,
Çok sert, şiddetli, "zecrî (Prendre des mesures heyecan verici (Un sujet dramatique. Intensité
draconiennes). dramatique d'une scène). 4. Tehlikeli, çok kötü,
drag er. 1. Sürek'avı tarzında yarış. 2. Bu gibi "feci (La situation est dramatique. Une erreur
yarışları seyretmek için kadınların bindikleri dramatique). 6. er. Dram türü. 7. Üzgüsel,
araba. üzünçlü.
dragage er. 1. Taraklama, tarak dubasıyla dramatiquement bel. Acı bir şekilde (L'affaire se
temizleme (Dragage d'une rivière, d'un bassin). termina dramatiquement).
2. Tarama (Dragage de mine: Mayın tarama). 3. dramatisant,e s. Abartan, dramlaştıran (Une
tkz. Askıntı olma, tavlamaya çalışma, attitude dramatisante).
dragée diş. 1. Badem şekeri (Croquer une dragée. dramatisation diş. Dramlaştırma, oyun haline
Offrir des dragées aux enfants). 2. Av saçması. getirme (Dramatisation d'un récit).
§Tenir la dragée haute à qn: Bir şeyi birine dramatiser gçl. 1. Dramlaştırmak, oyun haline
pahalıya mal etmek, kolay kolay vermemek, getirmek, oyunlaştırmak. 2. Abartmak, pek
dragéifier gçl. İlâçların üstüne bir şeker tabakası acıklı gibi göstermek (Il nefaut rien dramatiser, la
geçirmek, draje haline getirmek, situation n'est pas perdue. Il dramatise le moindre
drageoir er. Badem şekeri kabı, şekerlik, incident).
drageon er. (Ağaçlarda) Kök sürgünü, dramaturge er. Dram yazarı, oyun yazarı,
drageonner gsz. (Ağaç) Sürgün vermek, kök dramaturgie diş. 1. Oyun yazarlığı, tiyatro
sürgünü vermek, yazarlığı. 2. Oyun yazma sanatı. 3. Tiyatro
dragon er. 1. Ejderha. 2. Dragon süvarisi. 3. mec. yapıtları.
Sert adam, canavar, ejder. 4. mec. Eli maşalı drame er. 1. Dram. 2. Tiyatro yapıtı (Drames de
kadın. 5. Hint kertenkelesi, Lessing). 3. mec. Kıya, cinayet (Les journaux ont
dragonne Kılıç püskülü, longument relaté ce drame passionnel). 4. Yıkım,
dragonnier er. bitb. Yalancı kardeşkanı ağacı, felâket (La rupture du barrage fut un drame
drague diş. 1. Tarak dubası yada tarak küreği. 2. terrible). 5. *Üzgü, "üzünç. § Drame lyrique:
Deniz dibinde sürüklenerek kullanılan balık ağı, Opera. En faire un drame: tkz. İşi çok abartmak,
sürtme ağı. 3. Mayın arama yada yok etme aygıtı. bir felâketmiş gibi göstermek (Il ne faut pas en
draguer gçl. 1. Tarak dubası yada tarak küreğiyle faire un drame). Faire de qch un drame: -i bir
temizlemek (Draguer une rivière, une baie, un felâket gibi göstermek, çok abartmak (Ilestprétà
bassin). 2. Mayın taramak (Draguerdes mines). 3. faire un drame d'un petit incident).
mec. tkz. Askıntı olmak, tavlamak (Draguer des drap er. 1. Yünlü kumaş, çuha (Coupon de drap.
filles dans la rue). Vêtement de drap). 2. Çarşaf (Drap délit). §Drap
dragueur er. 1. Mayın tarama gemisi. 2. tkz. Kadın mortuaire: Tabut örtüsü. Etre dans de beaux
avcısı, kızlara balta olan çapkın, draps: Çok güç bir durumda olmak. Etre entre
drain er. Akaç. deux draps: Yatakta olmak, yatağa girmek.
drainage er. 1. Akaçlama (Drainage d'une prairie, Mettre qn dans de beaux draps: Birini çok güç
d'un marais. Drainage d'une plaie). 2. Biriktirme, durumda bırakmak, başına işler açmak. Se
kendi elinde toplama (Drainage des capitaux, de mettre, se fourrer dans les draps: hlk. Yatağa
l'or). girmek, yatmak. Tailler en plein drap: Dilediği
draine, drenne diş. Ardıçkuşu. gibi davranmak,
drainer gçl. l.Akaçlamak (Drainer un marais, une drapeau er. 1. Bayrak (Salut au drapeau. Le
prairie. Drainer une plaie). 2. mec. Toplamak, drapeau national est le symbole de la patrie). 2.
kendine çekmek (Drainer la main-d'oeuvre Sancak, bayrak (Le drapeau d'un armée, d'un
draper 464 drille
régiment). § Drapeau rouge, drapeau noir: İhtilâl dressage er. I. Dikme, kurma (Dressage d'une
bayrağı, korsan bayrağı. Drapeau blanc: Teslim tente). 2. (Hayvanlarda) Eğitme, "terbiye etme;
bayrağı. Arborer, hisser le drapeau: Bayrak evcilleştirme (Dressage des animaux de cirque). 3.
çekmek, bayrak dikmek. Etre sous les drapeaux: Çok sıkı eğitim, hayvan terbiyesi gibi sert eğitim
Askerde olmak, askerlik görevini yapmak. (la l'éducation se confond avec le dressage).
Garnir qch de drapeaux: Bir şeyi bayraklarla dresser gçl. 1. Dikmek, dik tutmak, kaldırmak (Le
süslemek. Mettre les drapeaux en berne: cheval dresse les oreilles. Dresser la tête, le
Bayrakları yarıya indirmek. Mourir pour le menton. Dresser un mât). 2. Kurmak (Dresser une
drapeau: Yurt uğrunda ölmek. Planter un tente. Dresser un monument, une statue). 3.
drapeau: hlk. Para vermeden, hesabı ödemeden Kurmak, hazırlamak (Dresser la table, le
sıvışıp gitmek. Porter le drapeau: Bayraktarlık couvert). 4. mec. Düzenlemek, kurmak, "tertip
etmek, öncülük etmek, bir şeyin ilk etmek (Dresser une embûche, un piège). 5.
destekleyicilerinden olmak. Se ranger sous les Düzeltmek (Dresser une pierre, une planche, une
drapeaux de qn: -in safına geçmek, yanına pièce de métal). 6. Yazmak, kaleme almak,
katılmak. tutmak, düzenlemek (Dresser un procès-verbal,
draper gçl. I. Kumaşlara bürümek, giysi gibi un contrat, dresser une liste). 7. "Terbiye etmek,
üstüne kumaş geçirmek (Draper une statue, un eğitmek, yarandırmak; evcilleştirmek (Dresser
mannequin). 2. Kıvrımlar düşürmek, kıvrımlar des animaux de cirque; dresser des bêtes féroces).
yapacak biçimde düzenlemek (Couturier qui 8. Dresser qn contre: Birini -e karşı kurmak,
drape une étoffe. Draper un tissu, une tenture). § doldurmak, kışkırtmak (On l'a dressé contre
Se draper: 1. Sarınmak, bürünmek (Se draper moi). 9. Dresser qn à qch: Birini -e hazırlamak,
dans sa cape). 2. Se draper dans qch: -ile şişinmek, yetiştirmek (Dresser un jeune soldat au métier des
böbürlenmek (Se draper dans sa vertu, dans sa armes). 10. Dresser qn, qch à f. qch: Birini, birşeyi
probité). -cek şekilde eğitmek (Dresser un chien à rapporter
draperie diş. 1. Çuhacılık, kumaşçılık. 2. Çuha, le gibier. Dresser deux chevaux à trotter
kumaş (Un coupon de draperie anglaise). 3. ensemble). § Dresser l'oreille à: -e kulak
Kıvrımlı giysi. 4. (Resim ve heykelde) Giysi kabartmak. Dresser un piège à: -e karşı bir tuzak
kıvrımları; giysilerin ve kıvrımlarının kurmak. Dresser la tente: mec. tkz. Kamışını
belirtilmesi. kaldırmak. Faire dresser les cheveux sur la tête à
qn: -in tüylerim diken diken etmek; ödünü
drapier,ère s. ve ad. 1. Kumaşla ilgili (Ouvrier
patlatmak. § Se dresser: I. Dikelmek (Un ours qui
drapier, marchand drapier). 2. Çuhacı, kumaş
se dresse sur ses pattes de derrière). 2. Yükselmek,
yapımcısı yada satıcısı,
dikilmek (Le château fort se dresse au sommet
drastiques, hek. 1. İç sürdürücü (ilâç); müshil. 2.
d'une colline). 3. Se dresser contre: -e karşı
Sert, köklü, zorlayıcı (Des mesures drastiques.
koymak, -in karşısına dikilmek (Se dresser contre
Une réforme drastique).
un abus, une injustice, une guerre, un
drawback er. îng. Yapılı bir madde yurt dışına
envahisseur). § Se dresser sur ses ergots:
çıkarılırken ham maddesi için önceden ödenmiş
Horozlanmak,
bulunan gümrük resminin geri verilmesi, "reddi
dresseur, euse ad. Hayvan terbiyecisi, hayvan
rüsum.
drayer gçl. Sepileme sırasında derinin kalınlığını eğiticisi (Dresseur de chien, de fauves).
eşitlemek, derinin kalınlığını her yerinde eşit dressoir er. Sofra takımı dolabı.
duruma getirmek, dreyfusard,es. vead. Dreyfüs'çü,Dreyfüsyanlısı,
drayoir er. drayoire diş. Sepici bıçağı, dreyfusisme er. Dreyfüscülük, Dreyfüs yandaşlığı,
dreadnought er. İng. Dretnot, 305 milimetrelik on dribble er. (Sporda) Çalım, topla oynayıp çalım
tane topu bulunan eski bir zırhlı tipi. yapma.
drêche diş. 1. (Biracılıkta) Arpa posası. 2. dribbler gçl. 1. (Futbolda) Sürmek (Dribbler le
(İspirtoculukta) Patates yada tahıl posası, ballon). 2. Çalım yapıp geçmek (Dribbler un
drège diş. 1. Deniz derinliklerinde avlanmak için joueur). 3. gsz. Top sürmek (Voici deux avants qui
kullanılan büyük ağ. 2. Keten tohumlarının arrivent en dribblant).
ayırmaya yarayan demir tarak, dribbleur er. (Futbolda) Çalımcı, çalım yapmayı
drelin er. Çıngırak sesini yansılayan bir söz.trink seven.
trink. drille 1. er. (Eskiden) Asker. 2. diş. Bir tür delgi.
drenne, draine diş. hayb. Ardıç kuşu. 3. ç. Kâğıtlık paçavra. § Bon drille: Neşeli adam,
driller 465 droit
hoş adam. Vieux drille: Eski hovarda, hukuku. Droit de procédure: Usul hukuku. Droit
driller gçl. Delgiyle delmek; çelik kalem yada tığ de procédure civile: Hukuk mahkemeleri usulü.
kalemle delmek, Droit de procédure pénale militaire: Askeri ceza
drisse diş. (Gemide) Sancak yada yelken çekmeye usulü hukuku. Droit des gens: Devletler hukuku.
yarar ip, kandilisa. Droit des minorités: Azınlıklar hukuku. Droit des
drogman er. Tercüman. obligations: Borçlar hukuku. Droit des
drogue diş. 1. (Eczacılık, kimyacılık, boyacılık gibi successions: Miras hukuku. Droit international de
işlerde kullanılan) Ecza. 2. İlâç (Toutes les travail: Uluslararası iş hukuku. Droit interne: İç
drogues que lui ordonne son médecin lui font plus hukuk. Droit islamique: İslam hukuku. Droit
de mal que de bien). 3. Kocakarı ilâcı ( Prendre une maritime: Deniz hukuku. Droit militaire: Askeri
drogue, vendeur de drogues). 4. mec. Berbat şey hukuk. Droit national: İç hukuk, ulusal hukuk.
(Cette boisson est une vraie drogue). S. Droit naturel: Doğalhukuk. Droit objectif: Nesnel
Uyuşturucu madde (Un traficant de drogue). hukuk. Droit pénal: Ceza hukuku. Droit pénal
drogué,es. vead. Uyuşturucu kullanan, uyuşturucu militaire: Askeri ceza hukuku. Droit privé: Özet
tutkunu. hukuk. Droit public: Kamu hukuku, °amme
droguer gçl. 1. Bol ilâç vermek, ilâç tıkıştırmak (11 hukuku. Droit romain: Roma hukuku. Droit
ne faut pas droguer les enfants). 2. gsz. tkz. Çok rural: Arazi hukuku. Droit des morts: Ölüler
beklemek, beklemekten canı çıkmak. § Faire hukuku. De plein droit: Hukuken, hukuk
droguer qn: tkz. Birini bekletmek, bekletmekten bakımından. Philosophie du Droit: Hukuk
canını çıkarmak. § Se droguer: 1. İlâç almak, çok felsefesi. Règle de droit: Hukuk kuralı. Voies de
ilâç içmek (Il s'est détruit la santé à force de se droit: Hukuk yolları). 2. Hak (Droit absolu: Salt
droguer). 2. Uyuşturucu kullanmak, uyuşturucu hak, "mutlak hak. Droit acquis: Kazanılmış hak,
madde almak, müktesep hak. Droit aliénable: Devredilebilir
droguerie diş. 1. Ecza ticareti. 2. Ecza deposu, ecza hak. Droit banal: Genel kullanım hakkı. Droit
satılan yer. cessible: Devredilebilir hak. Droit conditionnel:
droguet er. Kabartma nakışlı kumaş (Droguet de Koşula bağlı hak. Droit d'accès: Giriş hakkı.
soie). Droit d'action: Dâvahakkı. Droit d'asile: Sığınma
drogueur er. tkz. Çok ilâç vermesini seven hekim, hakkı. Droit d'auteur: "Telif hakkı, 'yapıt hakkı.
droguistes, vead. Ecza tüccarı; ecza satan, Droit de cité: Hemşehrilik hakkı. Droit de
droit,e s. 1. Doğru, sağlam, yerinde (Une pensée commerce: Ticaret hakkı. Droit de conquête: Fetih
droite, un jugement droit. Le droit chemin). 2. Dik hakkı. Droit de contrôle: Denetleme hakkı. Droit
(Une tige droite. Angle droit. Ecriture droite). 3. défense: Savunma hakkı. Droit de grâce: Affetme
Sağ (La main droite; l'aile droite d'une armée). 4. hakkı. Droit de jouissance: "İntifa hakkı,
bel. Doğru, doğruca, dosdoğru (Marcher, aller yararlanma hakkı. Droit d'éligibilité: Seçilme
tout droit. Le poète va droit au coeur). § La droite hakkı. Droit de patrimoine: "Mamelek hakkı,
voie: Kurtuluş yolu, selamet yolu. Le droit malvarlığı hakkı. Droit de pétition: Şikayet hakkı.
chemin: Doğru yol. Aller droit à qch: Doğruca -e Droit de péremption: Şufa hakkı. Droit de
gitmek (Aller droit au but). Etre le bras droit de priorité: Öncelik hakkı, rüçhan hakkı. Droit de
qn: Birinin sağ kolu olmak, en yakın, en güvenilir privilège: Öncelik hakkı, rüçhan hakkı. Droit de
adamı olmak. Rester dans le droit ehemin: propriété: Mülkiyet hakkı. Droit de recours:
Namuslu yaşamak, doğru yoldan hiç ayrılmamak. Cayma hakkı, °rücu hakkı. Droit de rétention:
Se tenir être droit comme un I, comme un piquet, Hapis hakkı. Droit de retour: Cayma hakkı, rücu
comme un pieu: Kazık gibi dimdik durmak, hakkı. Droit de suffrage: Seçme hakkı. Droit de
droit er. 1. Türe, "hukuk (Droit administratif: İdare veto: Veto hakkı. Droit d'expropriation: İstimlak
hukuku. Droit aérien: Hava hukuku. Droit hakkı, kamulaştırma hakkı. Droits du citoyen:
bancaire: Bankacılık hukuku. Droit boursier: Yurttaşlık hakları. Droit d'usage d'arme: Silah
Borsa hukuku. Droit cambiaire: Kambiyo kullanma hakkı. Droit d'usage public: Genel
hukuku. Droit civil: °Medeni hukuk, yurttaşlar yararlanma hakkı. Droit électoral: Seçim hakkı.
yasası. Droit commercial: Ticaret hukuku. Droit Droit inaliénable: Devredilemez hak. Droit légal:
commun: Kamu hukuku, °amme hukuku. Droit Yasalhak, kanunîhak. Droitlégitme: °Meşru hak.
constitutionnel: Anayasa hukuku. Droit , Droit individuel: Kişisel hak. Droit politique:
coutumier: Gelenek-görenek hukuku. Droit Siyasal hak. Droit principal: Temel hak. Droits
criminel: Ceza hukuku. Droit de famille: Aile ' civiques: Medeni haklar, siyasal haklar. Droits de
droite 466 dû
la minorité: Azınlık hakları. Droits de l'homme: dans sa tête. Une drôle d'odeur, un drôle de fruit).
İnsan hakları. Droits naturels: Doğal haklar. 4. ad. Tuhaf adam, rezil herif, bayağı (C'est un
Droits fondamentaux: Temel haklar. 3. Vergi, drôle). § Ne pas être drôle: Güç olmak, pek de hoş
resim (Droit ad valorem: Değer üzerinden olmamak (La situation n'est pas drôle. Cen'estpas
gümrük vergisi. Droit de chaussée: Yol vergisi, yol drôle de se retrouver seul).
parası. Droit de douane: Gümrükvergisi. Droit de drôlement bel. 1. Hoş, eğlenceli bir şekilde (Il
magasinage: Ambar parası, °ardiye resmi. Droit racontait drôlement toutes ses aventures). 2.
de timbre: Damga resmi, damga vergisi. Droit de Tuhaf, acayip şekilde (Un clown qui grimace
tonnage: Liman resmi). 4. Tüze, "adalet. § Ayant drôlement). 3. Çok, son derece (Les prix ont
droit: Hak sahibi. Acquérir le droit de f.qch: -mek drôlement augmenté. Il fait drôlement froid).
hakkını elde etmek, kazanmak. Avoir le droit de drôlerie diş. 1. Güldürücü söz, maskaraca şey
f.qch: -mek hakkına sahip olmak, -mek hakkı (Dire, raconter des drôleries). 2. Tuhaflık,
olmak. Avoir droit à qch, à f.qch: -e, meye hakkı acayiplik (La drôlerie d'une réponse, d'un
olmak. Conférer, accorder à qn le droit de f.qch: personnage, d'une situation).
Birine -mek hakkı vermek. Faire droit à qch drôlesse diş. Hayâsız karı.
Yerine getirmek, karşılamak (Faire droit à une drôlet,te s. Tuhaf, acaip, gülünç (Une personne
demande). Faire son droit: Hukuk öğrenimi drôlette. Il est assez drôlet).
yapmak. Priver qn de ses droits: Birini dromadaire er. Hecin devesi, tek hörgüçlü deve.
haklarından yoksun bırakmak. Revendiquer, droper gsz. argo. Kaçmak, tüymek, kirişi kırmak,
soutenir ses droits: Hakkını istemek, hakkını droper, dropper gçl. 1. Bırakmak, terketmek,
savunmak. La force prime le droit: Hak ekmek, yüz üstü bırakmak (Droper une femme).
kavinindir, güçlü olan her zaman haklıdır, 2. Koparmak, kesmek, ihmal etmek (Dropper
droite diş. 1. Sağ yan, sağ yön (Se diriger vers la une relation). 3. gsz. Öğrenimini, mesleğini
droite). 2. (Meclislerde) Sağ kanat, sağ (La droite bırakmak; toplum dışı yaşamak,
d'une assemblée politique. Toute la droite a voté droppage er. Paraşütle asker yada malzeme indirme
pour lui). 3. Sağ el. 4. geom. Doğru, doğru çizgi (Zone de droppage).
(Par deux points on peut faire passer une droite et droséra er. bitb. Drozera, böcekyiyen (bitki),
une seule). § L'extrême droite: Aşırı sağ. Adroite: sinekkapan.
1. Sağda, sağdan (Regarder à droite. Tourner à drosser gçl. Kıyıya sürüklemek; hızını kesmek,
droite). 2. ask. Sağa çark; sağa dön! A droite de: yolundan saptırmak (Courant qui drosse un
-in sağında, A droite et à gauche: Sağda solda, navire; un cyclone qui drosse le bateau jusqu'au
şurda burda. De droite: Sağcı... (Un journal de sol).
droite. Un parti de droite). Etre de droite: Sağcı dru,e s. 1. Sık, gür (Une barbe drue. Les blés sont
olmak. Prendre la droite, tenir sa droite: (Taşıtla) drus cette année. Herbe haute et drue). 2. Güçlü,
Yolun sağından gitmek, sağ yanı tutmak, gürbüz, semiz. 3. Neşeli. 4. bel. Sık, bol, çok (La
droitement bel. Açık açık; dürüstçe, namusluca pluie, la neige tomble dru. L'herbe pousse dru).
(Parler droitement; juger droitement). druide er. (Keltlerde) Papaz, din adamı,
droitier,ère s. ve ad. 1. Solak olmayan, sağ eliyle iş druidiques. Kelt papazlarına değgin,
gören (La plupart des humains sont droitiers. Un druidisme er. Kelt papazlarının dini.
droitier). 2. ad. tkz. Sağcı (Les droitiers le drumlin er. coğr. Buzullarla örtülmüş bölgelerde
détestent). uzunca, yerine göre değirmice alçak tepe.
droitisme er. Sağcılık, druperfi;. bitb. Zeytinsiyemiş, etli ve tek çekirdekli
droitisteş. vead. Sağcı. yemiş.
droiture diş. 1. Doğruluk, dürüstlük, denserik (La dry s. ve er. İng. 1. Sek (içki). 2. Cin ve vermutla
droiture de caractère, d'esprit). 2. Sağduyu. § En yapılan kokteyl,
droiture: Doğru, doğruca, dosdoğru, dryade diş. 1. Orman perisi. 2. bitb. Gülgillerden
drolatique s. Eğlenceli, tuhaf, güldürücü (Un bir dağ çiçeği,
personnage drolatique, une figure drolatique. Un du ilg. 1. (De le yerine) -in (Le cahier du garçon, la
conte drolatique). cravate du professeur). 2. -den (Il revient du
drôle s. 1. Hoş, eğlenceli (Raconter des histoires Japon).
drôles). 2. Tuhaf, gülünç, acayip (Vous êtes drôle. dû,due s. ve er. 1. Borçlu olunan (Somme due,
Je trouve drôle qu'il ait oublié de nous prévenir). 3. argent dû). 2. er. Alacak (Réclamer, demander
Drôle de...: Tuhaf, acayip... (Ila une drôle d'idée son dû). 3. Borç (Payer son dû). § En due forme,
dualisme 467 dur
en bonne et due forme: Usulüne uygun şekilde uygun biçimde (Il a été dûment informé de la
hazırlanmış (Acte en due forme, contrat en bonne décision le concernant). 2. tkz. İyi, uygun şekilde
et due forme). Etredû à: -den ileri gelmek, -e bağlı (Il est reparti dûment approvisionné).
olmak, nedeni... olmak (Maladie due à un dumping[dœnpin]er. İng. Damping, "düşürüm.
microbe. Malheur dû à l'imprudence). dundee fdœndi] er. İng. Büyük yelkenli,
dualisme er. fels. İkicilik. dune diş. Kumul.
dualiste s. ve ad. fels. 1. İkiciliğe değgin (Théorie dunette diş. Kıç güverte.
dualiste, religion dualiste). 2. İkici, ikicilik yanlısı, duo er. müz. 1. Düo. 2. mec. tkz. Karşılıklı ve aynı
dualité diş. İkilik. anda söylenen şey (Duo d'injures).
dubitatif, ives. Şüphe anlatan, kuşku taşıyan (Une duodécimal,e s. Onikişer sayılan yada onikiye
réponse dubitative. Il a parlé sur un ton dubitatif). bölünebilen.
dubitativement bel. Şüphe taşıyan bir biçimde, duodénal,es. Onikiparmak barsağına değgin,
kuşkuluca (Répondre dubitativement). duodénite diş. hek. Oniki parmak barsağı yangısı,
duc er. 1. Dük, duka. 2. Puhukuşu. 3. Arkasında duodénum er. Onikiparmak barsağı.
uşak yeri bulunan, dört tekerlekli, hafif bir gezinti dupe s. ve diş. 1. Bön, enayi (On le prend pour
arabası. dupe). 2. Aldanmış, aldanır; tez kanar, tez
ducal,e s. Düke, dukaya değgin; dukalığa değgin kandırılır. § Etre dupe de qch: -e kanmak,
(Palais ducal). aldanmak, yutmak (Je ne suis pas dupe de ses
ducat er. Duka altını, compliments). Etre la dupe de: -in kurbanı olmak,
ducaton er. Eski bir gümüş para. -e kanıp aldatılmak, oyuna gelmek (ila été la dupe
duché er. Düklük, dukalık, d'un escroc).
duchesse diş. 1. Düşes; dük karısı. 2. Büyük duper gçl. Aldatmak, kandırmak, dolandırmak;
çalımlar satan kadın. 3. Ağızda eriyen bir tür enayi yerine koymak (On l'a dupé. Tu es facile à
armut (Des poires duchesse). duper). § Se laisser duper: Kanmak, aldatılmak,
ducroire er. (Komisyoncunun satıcıya karşı) dolandırılmak, oyuna gelmek,
Ödeme yükümlülüğü ve bunun ücreti, dükruvar. duperie <% 1. Aldatma, aldatmaca (L'amourn'est
ductile s. fiz. Kopmadan tel haline gelebilen, qu'une duperie d'un moment. Ne vous fiez pas à
*telleşir (On file les métaux ductiles). cette prétendue garantie, c'est une duperie). 2.
ductilité diş. Telleşirlik (La ductilité de l'or permet Aldanma, aldatılma, kanma, oyuna gelme,
de l'étirer en fils très fins). dupeur, euse ad. Aldatan, aldatıcı (Les dupeurs et
duègne diş. 1. (İspanyada) Bir kızı yada genç bir les dupés).
kadını gözetleyip korumakla görevli yaşlı dadı, duplex s. ve er. 1. Aynı anda hemen haber verme,
kâhya kadın. 2. Cadaloz. 3. (Tiyatroda) Cadaloz hemen haber alma olanağı sağlayan uziletişim
rolü. dizgesi (Emission radiophonique en duplex.
duel er. 1. Düello (Se battre en duel. Faire un duel Emission duplex). 2. er. İkikatlı daire,
avec quelqu'un). 2. Yarışma, "rekabet (Deux duplicata er. İkinci nüsha, kopya, suret (Le
orateurs en duel d'éloquence). 3. Savaş (Duel duplicata d'un diplôme, d'une quittance).
économique. Duel d'artillerie). 4. dilb. İkil (Le duplicateur er. Yazı çoğaltma makinesi, "teksir
grec classique a un duel). makinesi.
duelliste er. Düellocu, düello düşkünü, duplication diş. İki kat etme, iki katlı yapma,
duettiste ad. müz. Düettocu, düocu. duplicité diş. 1. İki katillik. 2. İki yüzlülük (La
duetto er. müz. Düetto, küçük düo. duplicité de cet homme se lit sur son visage).
dugon, dugong er. hayb. Denizineği, duquel adıl. Fiil "De" ilgeci aldığında kullanılan ve
duite diş. (Dokumacılıkta) Atkı, argaç, genellikle "ki onun, ki ondan" anlamına gelen
dulcification diş. Tatlılaştırma, adıl.
dulcifıergçl. Tatlılaştırmak, dur, e s. 1. Katı, sert (Métal dur, roche dure, blé dur,
dulcinée diş. (Don Kişot'un düşünde yaşattığı viande dure). 2. Güç (Ce problème est dur pour
sevgilinin adına anıştırma ve alay yoluyla) Sevgili. moi). 3. Ağır (Un sommeil dur). 4. Çiğ, çok sert
dulie diş. Melekleri ve ermişleri ululama (Culte de (Une lumière dure). S. mec. Sert, acımasız (Un
dulie). coeur dur, une loi dure). 6. Dur à qch: -e dayanıklı
dum-dum [dum dum] diş. Dum dum kurşunu (Une (Il est dur au mal, àlamaladie, àlapeine). 7.Durà
dum-dum; balle dum-dum). f. qch: -mesi güç (Instrument dur à manier.
dûment bel. 1. Gerektiği gibi, gereğince, usulüne Légumes durs à cuire). 8. bel. Sıkı, tüm gücüyle
durabilité 468 dynamique
(Travailler dur). 9. er. Katı madde (Le dur est le attitude. Le durcissement de l'opposition).
mou). 10. er. Sert içki, rakı (Prendre un verre de durée diş. 1. Süre, müddet (Bonheur de courte
dur). 11 .er. (Eski) Tren (Il a pris son dur à temps). durée. Une durée de vingt jours. S'abonner à un
12. diş. Kuru toprak, çıplak toprak, kara toprak journal pour la durée des vacances). 2. Sürme,
(Coucher sur la dure). 13. ad. tkz. Huysuzun teki, sürüp gitme (La route est déviée pendant la durée
rezilin biri, pis, kaba, yüzsüz, bıçkın, kabadayı. des travaux). 3. Zaman (L'espace et la durée).
14. er. ç. Toplama kampı. § Mer dure: Kısa dalgalı durement bel. 1. Sertlikle, sertçe (Parler, répondre
deniz. Paroles dures: Acı sözler. Tête dure: Kalın durement). 2. Acıyla, acı çekerek (Ressentir
kafalı. Un coeur dur: Katı yürekli, taş yürekli. A la durement la mort d'un ami, les effets d'une crise
dure: Sertlikle, sert koşullar içinde (Elever un économique).
enfant à la dure). Avoir l'oreille dure, être dur dure-mère <% anat. Beyin zarlarının en kalını ve en
d'oreilles: Kulağı ağır işitmek. Avoir la tête dure: dışta olanı, sert-zar.
Kalın kafalı olmak. Avoir la vie dure: Kedi canlı durer gsz. 1. Sürmek, "devam etmek (Le spectacle a
olmak, acıya, sayrılığa karşı dayanıklı olmak. En duré trois heures. Si cette sécheresse dure, les
dire de dures à qn: -e çok acı sözler söylemek. En récoltes seront maigres). 2. Dayanmak, dayanıklı
faire voir de dures à qn: -e çok çektirmek, çok olmak (Des chaussures qui durent encore). 3.
acılar vermek. Etre dur, se montrer dur pour qn, Tutunmak, sürmek (Cette mode ne durera pas). 4.
envers qn: -in yaşamını zindan etmek, -e çok Durer i qn: -e uzun gelmek, çok uzun sürüyor gibi
çektirmek, yapmadığını komamak. Etre dur à la görünmek (Le temps lui dure). 5. Uzun sürmek
détente: Eli sıkı olmak, pinti olmak. Etre dur à (L'hiver a duré cette année). 6. Yaşamak (Il s'est
cuire: Dayanıklı olmak. Rendre, faire la vie dure à fait admirer tantqu 'ont duré s es frères. Je dure sans
qn: Birine karşı çok kötü davranmak, -e çok vieillir. Qui veut durer doit endurer). 7. tkz.
çektirmek. Etre dur avec qn: -e karşı sert Kalmak (Je ne peux pas durer plus d'une journée
davranmak. dans cette ville). § Faire feu qui dure: Yaşamını
durabilité diş. Dayanıklılık, kalıcılık; uzun düzene koymak; parasını ve sağlığını esirgeyerek
sürebilme. kullanmak.
durable s. Uzun süren, sürekli, dayanıklı (Un dureté diş. 1. Sertlik, katılık (La dureté du fer, du
souvenir durable, un monument durable, une marbre, de la barbe). 2. Sertlik, şiddetlilik (Dureté
oeuvre durable; biens de consommation du climat, la dureté d'un châtiment). 3. mec.
durables). § Faire oeuvre durable: Kalıcı bir iş Sertlik, haşinlik (La dureté d'un père envers ses
yapmak, kalıcı bir yapıt bırakmak, enfants; dureté d'un caractère). 4. mec. Katılık,
durablement bel. Sürekli olarak, kalıcı bir biçimde, duygusuzluk (Dureté de coeur. Dureté d'âme, de
duralumin er. Alüminyum, magnezyum ve regard). 5. ç. Sert ve dokunaklı sözler, acı söz (Il
bakırdan oluşmuş hafif ve dayanıklı bir alaşım, nous a dit des duretés).
duramen er. Ağaç kütüğünün sert olan özek kısmı, durhams. vead. İyi bir sığır cinsi,
kütük özeği. durillon er. Köksüz nasır, küçük nasır (Il a des
durant e. Süresince, boyunca (Durant la nuit, durillons au pied).
durant l'hiver). duvet er. 1. (Kuşlarda) Yumuşak tüy (Duvet du
durcir gçl. 1. Sertleştirmek (Durcir l'acier. L'âge cygne). 2. Civciv tüyü (Duvet des poussins). 3.
durcit les artères. La fatigue durcit les traits du Kuş tüyü (Oreiller de duvet, matelas de duvet). 4.
visage). 2. Kalınlaştırmak, sertleştirmek (Durcir (Gençlerin yüzündeki) Sarı tüy, ayva tüyü, ülger
sa voix pour réprimander un enfant). 3. (Sa lèvre supérieure se couvrait déjà de duvet). 5.
Katılaştırmak, sertleştirmek (La chaleur durcit la Meyve tüyü (Le duvet d'une pêche, d'un coing).
terre). 4. Arttırmak, şiddetlendirmek (L'ennemi duveté,e s. Tüylü (Pêche duvetée).
durcit sa résistance). S. mec. İyice pişirmek, duveter(se) gsz. Hafif tüylenmek, ayva tüyleri
herşeye karfcı dayanıklı kılmak (La vie Ta durci). § çıkmak (Ses joues commencent à se duveter).
Se durcir: Sertleşmek; kalınlaşmak; katılaşmak; duveteux,euse s. San tüylü, ayva tüylü (Un fruit
şiddetlenmek; iyice pişmek, duveteux, un tissu duveteux).
durcissement er. 1. Katılaşma, katılaştırma; dyke er. İng. yerb. Dayk, yerin derinliklerinden
koyulaşma; koyulaştırma (Le durcissement du gelerek yerkabuğunun içine duvar gibi dikine
ciment, de l'argile). 2. Şiddetlenme, artma (Le sokulan bir çeşit damar,
durcissement de la résistance ennemie). 3. dynamiques, ve diş. 1. Dinamik. 2. fels. Güzel. 3.
Sertleşme, sertleştirme (Durcissement d'une ruhb. Dirik.
dynamiquement 469 dytique
*
e
e er. Fransız abecesinin beşinci harfi ve ünlülerin olmak. Faire de F eau: (Gemi için) İçecek su
ikincisi. ikmali yapmak. Faire venir l'eau à la bouche de qn:
eau diş. 1. Su (Eau de pluie, eau de source, goutte -in ağzının suyunu akıtmak. Mettre de l'eau dans
d'eau.pot à eau, moulin à eau, eau distillée, eau son vin 1. Şarabına su katıp yoğunluğunu biraz
souterraine, eau minérale, eau potable, eau kesmek.. 2. F.ski sertliği kalmamak; isteklerini,
impotable, eau de rose, eau de lavande, eau özençlerini biraz azaltmak, gevşemek,
oxygénée). 2. Yağmur (Il est tombé beaucoup yumuşamak. Mettre un navire à l'eau: Bir gemiyi
d'eau) 3. Ter, sidik, tükürük, gözyaşı gibi vücut denize indirmek. Naviguer, être dans les eaux de
salgısı (Suer sang et eau: Kan ter içinde kalmak) 4. qn: Birinin dümen suyunda gitmek, o ne derse
ç. Kaplıca (Aller aux eaux). § Eaux mères: İçinde onu yapmak. Porter de l'eau à la rivière: Tereciye
billurlaşma olan eriyikler (Les eaux mires des tere satmak. Prendre les eaux: Kaplıca kürü
marais salants). Eau lourde: Ağır su, atom enerjisi yapmak. Puiser de l'eau: Kuyudan su çekmek.
işlerinde kullanılan bir çeşit su. Eau-de-vie: Rakı. Rester le bec dans l'eau: Şaşınp kalmak, için
Les grandes eaux: Bir parktaki fıskiyeler. Eaux içinden çıkamamak. Se noyer dans un verre d'eau:
territoriales: Karasuları. De la plus belle eau: 1. Denizi geçip çayda boğulmak. Se ressembler
Saydam, lekesiz. 2. Eşsiz, üstüne yok, eşi benzeri comme deux gouttesd'eau:Çokbenzemek,elmanın
olmayan, görülmemiş (Un diamant de la plus belle yansı biri yarısı öbürü olmak. Suer sang et eau:
eau. Un escroc, un imbécile de la plus belle eau). Kan ter içinde kalmak. Se laver à grande eau,
Aller aux eaux: Kaplıcalara gitmek. Amener de à l'eau froide, à l'eau chaude: Bol suyla, soğuk
l'eau au moulin de qn: -in ekmeğine yağ sürmek, - suyla, sıcak suyla yıkanmak. Tomber à feau Suya
in işine yaramak, eline silah vermek. Avoir l'eau düşmek, boşa çıkmak, gerçekleşmemek. C'est
à la bouche: Ağzının suyu akmak. Etre comme une goutte d'eau dans la mer Devede kulak,
l'eau et le feu Ateşle su gibi olmak, huylan denizde damla. Il passera de l'eau sous les ponts: O
birbirine taban tabana zıt olmak. Etre en eau: Ter zamana kadar köprülerin altından çok sular
içinde kalmak. Etre comme un poisson dans l'eau: geçer. L'eau va à la rivière: Para parayı çeker,
Çok mutlu olmak, yaşamından pek hoşnut eau-de-vie^'. İçilen ispirto, alkol, likör, rakı(Eau-
eau-forte 471 ébourgeonnoir
de-vie de riz. Cerise à t eau-de-vie, prendre un verre ébéniste er. İnce işler yapan marangoz,
d'eau-de-vie). ébénisterie diş. 1. İnce marangozluk. 2. İnce
eau-forte diş. kim. 1. Nitrik asit, kezzap. 2. Yedirme marangoz işi.
kazı resim, ıslak kazı, °ofort. éberlué, e s. Şaşırıp kalmış. Etre éberlué de qch: -e
eaux-vannes diş. ç. Çirkef, lâğım suyu. şaşırıp kalmak (Ils étaient tous éberlués des tours
ébahi, e s. Şaşakalmış, şaşkına dönmüş, ağzı açık du prestidigitateur).
kalmış. éberluer gçl. Şaşkına çevirmek, şaşkınlıktan ağzını
ébahir gçl. Şaşırtmak şaşkına döndürmek (Voila açık bırakmak,
une nouvelle qui m'ébahit). § S'ébahir: 1. éblouir gçl. 1. Gözünü kamaştırmak, gözünü almak
Şaşakalmak, şaşkına dönmek, ağzı açık kalmak. (Cette splendeur nous éblouissait. La lumière
2. S'ébahir de qch, de f.qch: -e şaşakalmak, -diğine m'éblouit). 2. mec. Gözünü boyamak (Tu te
pek şaşmak (Je me suis ébahi de sa nomination à ce trompes si tu crois m éblouir par tes promesses). 3.
poste.„ S'ébahir d'être tour à tour populaire et mec. Büyülemek, şaşırtmak (Il avait ébloui ses
impopulaire). voisins par le luxe de ses voitures. La grâce de cette
ébahissement er. Şaşma, şaşakalma, ağzı açık kalma jeune fille éblouit tout le monde). § Etre ébloui de
(Ton ébahissement se lit sur ton visage). qch: -den gözü kamaşmak, -e şaşıp kalmak (Nous
ébarbage er. Pürüzünü, çapağını alma; temizleme. avons été éblouis de leur propreté).
ébarbergfZ Pürüzünü, çapağını almak; temizlemek, éblouissant, e s. 1. Göz kamaştırıcı (Une blancheur
ébarbeur er. ébarbeuse diş. Çapak (alma) makinası. éblouissante). 2. mec. Şaşırtıcı, şaşkına
ébarboir er. Çapak (alma) kalemi, döndürücü (Il a une intelligence éblouissante).
ébarbure diş. Pürüz, çapak gibi temizleme kınntısı. éblouissement er. 1. Göz kamaşması (Eblouissement
ébats er. ç. 1. Çılgınca eğlenme, oyna şma fLes ébats causé par le soleil). 2. Göz kararması. 3. mec.
des cygnes dans le lac). 2. Eğlence. § Prendre ses Şaşkınlık, hayranlık (1M magnificence du
ébats: Eğlenmek (Prendre ses ébats sur la plage). spectacle lui causa un éblouissement). § Avoir des
ébattre (s') gsz. Çılgınca eğlenmek, oynamak éblouissements, être pris d'un éblouissement: Gözü
(Ijes enfants s'ébattent dans le pré). kararmak, başı dönmek,
ébaubi, e s. tkz. Gözleri fal taşı gibi açılmış, çok şaş- ébonite diş. Sıcağa ve soğuğa karşı dayanıklılığı
mış (Il est resté tout ébaubi en voyant ce cadeau artırılmış kauçuk, ebonit,
inattendu). éborgnage er. Bir bitkinin gereksiz tomurcuklarını
ébauchage er. Taslaklama. koparma.
ébauche diş. 1. Taslak (Une œuvre à l'état d'ébauche. éborgnement er. Bir gözünü kör etme; bir gözü kör
Présenter la première ébauche d un projet. Faire olma.
une ébauche). 2. mec. Başlangıç (Cette rencontre éborgner gçl. 1. Bir gözünü kör etmek (Il éborgna
est l'ébauche des relations culturelles plus son valet du bout de son épée). 2. Gereksiz
développées). tomurcuklarını almak (Eborgner un arbre
ébaucher gçl. l.Taslağını yapmak,Itaslaklamak fruitier). 3. (Bir yapının) Görüş alanını
(Ebaucher un roman, une statue). 2. Tasarlamak, kapatmak, bakışını körleştirmek.§ S'éborgner: 1.
kafasında kurmak (Ebaucher des plans de Kendi gözünü kör etmek (J'ai failli m'éborgner).
vengeance). 3. Hafifçe belirtmek (Ebaucher un 2. Birbirinin gözünü oymak (Ils vont s'éborgner!).
sourire). 4. Yontmak, traş etmek, kabasını almak ébouillantage er. Haşlama.
(Ebaucher un diamant, une poutre). § S'ébaucher: ébouillanter gçl. Haşlamak (Ebouillanter des
Yavaş yavaş biçimlenmek (.L'œuvre' s'ébauche légumes).
lentement). éboulement er. yerb. 1. Kayşa, yer göçmesi. 2.
cbaucheur er. 1. (Birşeyi) Yontan, traşeden, kabası- Yıkılış, yıkılma, çökme. 3. Yıkıntı,
nı alan işçi (Ebaucheur de pierres, de verres). 2. ébouler gsz. 1. Yıkılmak, çökmek. 2. yerb. Göçmek,
Taslakçı. kayşamak. 3. gçl. Yıkmak, çökertmek. §
ébauchoir er. 1. (Heykelcilikte) Çamur kalemi, tas- S'ébouler: Yıkılmak, çökmek (La falaise s'est
lak kalemi. 2. (Marangozlukta) Oyma kalemi, éboulée).
ébaudir gçl. Keyiflendirmek neşelendirmek. § éboulis er. yerb. Kayşat, döküntü,
S'ébaudir: Keyiflenmek neşelenmek, ébourgeonnage ébourgeonnement er. Ağaçların
ébénacées diş. ç. bitb. Abanozgiller, fazla tomurcuklarını alma.
ébène diş. Abanoz (Coffret d'ébène. Noir comme'. ébourgeonner gçl. Fazla tomurcuklarını almak
l'ébène). (Ebourgeonner un arbre fruitier, une vigne).
ébénier er. Abanoz ağacı. ébourgeonnoir er. Tomurcuk bıçağı.
ébouriffant 472 écalure
ébouriffant, e s. tkz. İnanılmaz, olağandışı, çok ébruitement er. Kulaktan kulağa yayılma (Il faut
şaşırtıcı, us almaz, inanılmayacak kadar tuhaf empêcher l'ébruitement de cette nouvelle).
(Aventures ébouriffantes. Son livre a connu un ébruiter gçl. Kulaktan kulağa yaymak, herkese
succès ébouriffant). duyurmak (Ebruiter une nouvelle, un secret). §
ébouriffé, e s. (Saçlar için) Dağınık, karma karışık; S'ébruiter: 1. Kulaktan kulağa yayılmak,
kabarık, diken diken, duyulmak. 2. S'ébruiter de qch: -den sızmak,
ébouriffer gçl. 1. Karmakarışık etmek (Ebouriffer duyulmak (De cette affaire, rien ne s'était ébruité).
ses cheveux). 2. mec. Şaşırtmak, şaşkına çevirmek ébulliomètre, ébullioscope er. fiz. Ebülyoskop,
(Son aventure m'a ébouriffé). bir cismin kaynamaya başladığı sıcaklık
ébourrer gçl. Yolmak, kıllarını almak (Ebourrer derecesini ölçmeye yarayan alet, *kaynarlıkölçer.
une pie au,). ébulliométrie diş. *Kaynarlıkölçüm.
ébouter gçl. Ucunu kesip kısaltmak, ucunu almak ébullition diş. 1. Kaynama (La température
(Ebouter un bâton). d'ébullition. Retirer l'eau dufeu avant l'ébullition).
ébranchage, ébranchement er. Dal budama, dal 2. mec. Coşkunluk. § Etre en ébullition: 1.
kırma, dal kesme, Coşkunluk içinde olmak (Toute la ville était en
ébrancher gçl. Budamak, dallarını kesmek ébullition). 2. Ayaklanmak, devrim yapmak,
(Ebrancher un arbre). kaynamak (Le pays est en ébullition).
ébranchoir er. Budama bıçağı, çekme, éburné, e; éburnéen, ne s. Fildişi renginde yada
ébranlement er. 1. Sarsılma, sarsıntı (Ebranlement fildişi kıvamında (Substance éburnéenne).
causé à l'immeuble par t explosion). 2. Sarsılma, écacher gçl. 1. Ezerek kırmak (Ecacher une noix). 2.
bozulma, kalmama (Ebranlement de la confiance, Yassiltmak. 3. Yaprak makinasından geçirmek,
ébranlement de la santé). 3. Sallanma, sallantıda düzleştirmek (Ecacher un fil).
olma (L'opposition croit à l'ébranlement du écaillage er. 1. Üstündeki pullan ayıklama
régime). 4. Yıkım, çökme, büyük iç sarsıntısı (La (Ecaillage des hm très). 3. Çatlama, boyasını atma
mort de son père fut pour lui un grand (Ecaillage d une poterie, d'un tableau).
ébranlement). écaille diş. 1. Böcek pulu, balık pulu, hayvan pulu
ébranler gçl. 1. Sarsmak, sarsıntı vermek, sallamak (Ecailles de poisson). 2. Bağa (Ecaille de la tortue).
(La détonation ébranla les vitres). 2. mec. 3. Yumuşakçaların kabuğu (Ecaille de moule,
Sarsmak, bozmak (Cet argument a ébranlé sa écaille d huître). 4. Kabuk (Des écailles de peinture
condition. Tu as ébranlé ma confiance). 3. Çok sèche). 5. Kaplumbağa kabuğu; bakalit (Un
sarsmak, yıkmak, çökertmek (La mort de sa mère peigne en écaille blonde; lunettes à monture
l'a ébranlé). § S'ébranler: Sarsılmak, sallanmak, d'écaillé). 6. (Mimarlıkta) Balık pulu biçiminde
sallantıda olmak, bezeme. § Les écailles lui sont tombées des yeux:
ébrasement er. Işık şevi açma (L'ébrasement etime Gözünün önündeki perde kalktı, gerçeği
fenêtre, d'un portail). görmeye başladı.
ébraser gçl (Daha çok ışık alması için bir kapının, écailler gçl. 1. Pullarını yıkmak, ayıklamak (Ecailler
bir pencerenin kenar duvarlarını) Dışarıdan un poisson). 2. Kabuğunu açmak, çıkarmak
içeriye doğru genişletmek, ışık şevi açmak, (Ecailler des huîtres). 3. Balık pulu biçiminde
ébrasure diş. (Kapı yada pencere duvarlarında) bezeklerle kaplamak (Ecailler un dome). §
Dışandan içeriye doğru genişlik, ışık veriş, S'écailler: Pulları, kabukları kalkmak, kavlamak
ébrécher gçl. 1. Çentiklemek, kertik koymak, çizik (Une peinture qui s'écaille. Un mur qui s'écaille).
yapmak. 2. mec. Azaltmak, eksiltmek, budamak écaillier, ère ad. Istiridyeci, midyeci,
(Ebrécher sa fortune). écailleux, euse s. 1. Pullu (Poisson écailleux). 2.
ébréchure diş. Çentik, kertik, çizik (Les ébréchures Kavlayan, kabuk atan, kabuğu pul pul dökülen
d'une assiette). (Ardoise écailleuse).
ébriété diş. Sarhoşluk, çakırkeyflik (Les agents écaillure diş. 1. Kabuğu dökülmüş yer (Un plafond
ont emmené au poste un individu en état d ébriété). qui présente des écaillures. Les écaillures d'un
ébrouement er. Atın, ürkünce hırıldar gibi ses crépi). 2. Bir sürüngen yada balığın bütün pulları,
çıkarması. Hayvanların, hapşırır gibi écale diş. 1. Ceviz gibi yemişlerin yeşil kabuğu,
burunlarından hava boşaltması, gövek. 2. Bakla gibi sebzelerin dış kabuğu,
ébrouer (s') gsz. 1. Hırıltılı ses çıkarmak (Un cheval soymantı.
qui s'ébroue). 2. (Suda boğulur gibi olurken) écaler gçl. Bir yemişin dış kabuğunu soymak
Hırıldamak, kırk saymak (Leplongeur s'ébroue en (Ecaler des noix).
sortant de l'eau). écalure diş. (Kimi çekirdeklerde) Sert kabuk
écang 473 échange
karşılık olarak, -in karşılığında (En échange de son -in elinden kaçıp kurtulmak (Echapper à la police,
silence sur cette affaire, on lui avait promis une à ses gardiens), b) -in ağzından kaçmak,
participation au bénéfice). istenmiyerek söylenmiş olmak (Il regrette les
échangeable s. Değiş tokuş edilebilen, karşılıklı paroles qui lui ont échappé. Ce mot m'a échappé).
olarak değiştirilebilen, verilip karşılığında başka c) -in aklına gelmemek, -i ansıyamamak,
şey alınabilen, anımsayamamak (Son prénom m'a échappé), d) -
échanger gçl. 1. Değiş tokuş etmek, takas etmek den yakasını sıyırmak, -e düşmemek (H échappait
(Echanger des marchandises). 2. Echanger qch à ta peur par manque d'imagination. Le
pour, contre: Bir şeyi -ile değiştirmek, takas compositeur a échappé à la vulgarité). 4. Echapper
etmek;... verip... almak (Il a échangé son stylo à qn: in gözünden kaçmak (Rien ne lui échappe).
contre un portefeuille). 3. -ile karşılıklı olarak 5. Il échappe à qn de f.qch: İstemiyerek -mek, -diği
yapmak (Les hommes échangeaient des gözünden kaçmak (Il lui a échappé de me tutoyer
plaisanteries dans le café du village. Echanger des en public. Il ne m'a pas échappé que vous étiez
lettres. Echanger des coups de canon). mécontent). § Echapper juste, échapper de justesse:
échangiste er. 1. Alışverişini değiş tokuşlu olarak Zor kurtulmak. L'échapper belle: Paçayı ucuz
yapan tüccar, takasçı, değişçi. 2. Sarraf, kurtarmak (Tu l'as échappé belle). §S'échappen 1.
échanson er. İçki sunucu, içki dağıtıcı, sâki. Kaçmak, firar etmek (Il y a des prisonniers qui
échantillon er. 1. ""Örneklik (Un échantillon de s'échappent). 2. Sıvışıp gitmek, gizlice ortadan
parfum. Le représentant laisse des échantillons de kaybolmak (Elle s'échappa pour aller chercher des
tissus à ses clients). 2. mec. Örnek; simge (Elle est rafraîchissements). 3. S'échapper de: j)-densızıntı
un charmant échantillon de la beauté desfemmes de yapmak, sızmak, kaçmak (Eau, gaz jui s'échappe
Malaga). 3. Bir yapıda kullanılan kerestenin d'un tuyau), b) -den kaçmak, firar etmek
kalınlık ve sağlamlık derecesi, dayanıklılık örneği (S'échapper d'une prison. Un enfant qui s'échappe
(Ces deux pièces sont ele même échantillon). § de chez lui).
Vente sur échantillon: Örnek üzerine satış. Juger écharde diş. Ete batmış kıymık (Retirer, extraire
de la pièce par l'échantillon: Kenarına bakıp bezini une écharde).
almak. échardonnage er. (Tarlanın) Dikenlerini söküp
échantillonnage er. 1. Örneklik ayırma. 2. Örneklik ayıklama.
dermesi, örnekleme, échardonner gçl. (Tarla için) Dikensizleştirmek,
échantillonner gçl. Örneklik ayırmak, örnek olarak dikenleri söküp ayıklamak (Echardonner un
seçmek (Echantillonner des draps). champ, un teırain).
échanvrer gçl. Kenevir tellerini saptan ayırmak, échamage, écharnement er. (Derilerin iç yüzündeki)
échappatoire diş. Kaçamak, kurtuluş yolu, sıyrılma Et parçalarını temizleme, kazıma,
çaresi (Chercher des échappatoires, trouver une écharner gçl. (Derilerin iç yüzündeki) ht parçalarını
échappatoire). temizlemek (Echarner les peaux).
échappé, e s. ve ad. Kaçak, kaçkın (Un échappé de écharpe diş. 1. Omuzdan bele çaprazolarak takılan
prison). yada bele sarılan nişan kurdelası. 2. Atkı; baş
échappée diş. 1. Kaçış, kaçma, kısa süreli yolculuk, örtüsü (Mettre une écharpe. Nouer, enrouler une
kaçamak (Faire une échappée à la campagne, le écharpe). 3. (Yaralı kol için) Askı (Il avait te bras
dimanche après-midi). 2. Kısa süre (Ce charmant gauche en écharpe). § Echarpe d'Iris: Gökkuşağı.
poète qu'on ne retrouve que par échappées dans son En écharpe: 1. Yandan. 2. Omuzdan geçme. Avoir
oeuvre). 3. Sızıntı, hafifçe görünme (Echappée de le bras en écharpe: Kolu askıda olmak. Avoir le
lumière, échappée de soleil). 4. Önü açık, uzun ve coeur en écharpe: Yüreği yaralı olmak. Prendre
dar aralık (Echappée de garage). 5. (Spor) qch en écharpe: -e yandan çarpmak, -i yandan
Gruptan kopma, vurmak (Lt? train a pris l'autocar en écharpe).
échappement er. 1. Kaçış, kaçma (Tout autre Porter qch en écharpe: Çaprazlama takmak,
échappement m'était refusé). 2. Bir motorda écharper gçl. i. Ağır yaralamak (Les hommes que la
yanmış gazları dışarı atma sistemi, egzoz (Le guerre a écharpes). 2. Parçalamak, linç etmek (Im
tuyau d échappement d'une voiture. La soupape foule voulait écharper l'assassin). § Se faire
d'échappement). 3. Saat maşası (Horloge, montre écharper: tkz. Hakaretler görmek, bin bir belâya
à échappement). uğramak.
échapper gsz. 1. Echapper de: (Eskimiştir) -den échasse diş. 1. Cambaz ayaklığı, ayakçak. 2. hlk.
kaçmak, kurtulmak (Echapper des mains de ses Çırpı bacak, ince ve uzun bacak. 3. Bir tür çulluk.
gardiens. Echapper d'un danger). 2. Echapper à: a) § Etre monté sur des échasses: mec. 1. Çırpı
échassiers 475 échelon
bacaklı olmak. 2. Kendini pek büyük görmek, échéance). § A brève échéance: Kısa vadeli; kısa
échassiers er.ç,hayb. Uzun bacaklı kuşlar, s iiredef Crédit à brève échéance; des projets à brève
échauboulé, e s. İsilikli. échéance). A longue échéance: Uzun vadeli; ıızuıı
échauboulure elif. İsilik. sürede (Crédits à longue échéance. Des entreprises
cchaudage er. (Bitkiler için) Sıcaktan kavrulma, dont l'issue est à longue échéance).
yanma, échéancier er. Alacak verecek defteri; vâde defteri,
échaudé er. Çörek. échéant, e s. Vâdesi gelen. § Le cas échéant:
échaudé, e .v. Sıcaktan kavrulmuş; haşlanmış Gerektiğinde, gerekince, gerekirse (Il peut vous
yanmış (Blé échaudé). conseiller et, le cas échéant, vous aider).
échauder gçl. 1. Sıcak suya batırmak, sıcak suyla échec er. 1. Başarısızlık (Subir un échec, essuyer un
yıkamak (Echauder ta théière de porcelaine avant échec: Başarısızlığa uğramak. Apres son échec
de faire le thé) 2. (Kabuğunu soymak yada à l'examen, il est très malheureux). 2. Güç durıım,
tüylerini yolmak için) Kaynar suya atmak sıkışık durum, terslik. 3. (Satrançta) Şah deme
(Luire échec et mat: Şah deyip mat yapmak). §
(Echauder des légumes, une volaille). 3. Haşlamak.
Faire échec à qn: 1. Birini mat etmek. 2.
4. mec. Zarara uğratmak. 5. mec. Kazık atmak
Başarısızlığa uğratmak. Mettre, tenir qn en échec:
pahalıya oturtmak. Aklını başına getirmek. § Se
Birini sıkışık duruma sokmak, güç duruma
faire échauder, être échaudé: Kazığı yemek, şapa
düşürmek.
oturmak.Chat échaudé craint l'eau froide: Sütten
ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. échecs er. ç. 1. Satranç takımı (Des échecs en ivoire,
échaudoir er. (Mezbahada) Kaynar su teknesi, en ébène). 2. Satranç oyunu (Jouer aux échecs.
haşlama teknesi, Faire une partie d'échecs: Satranç oynamak), ij
echaudure diş. Kaynar su yanığı, haşlanma, Mettre en échecs: 1. Satranç oyununda bir taşı
tehdit etmek. 2. mec. Kösteklemek, engellemek,
échauffant, e s. Peklik yapıcı, peklik yapan
échelette diş. Taşınır küçük merdiven,
(Aliments échauffants).
échelier er. Tek ayaklı taşınır küçük merdiven,
échauffé er. Kızışık kokusu, maya kokusu,
échelle diş. 1. El merdiveni, dayama merdiveni
échauffement er. 1. Isınma (L'échauffement du sol).
(Dresser, appuyer une échelle contre un mur.
2. Kızışma (L'échauffement des céréales, du
Monter sur une échelle, à l'échelle. Echelle
charbon). 3. Ekşimeye yüz tutma. 4. (Vücutta)
d'incendie, échelle de corde, échelle pliante). 2.
Ateşlenme (Une luxation qui cause un
Ölçek, "mikyas (Echelle d'une carte). 3. Aşama,
échauffement du coude). 5. Peklik. 6. mec.
kademe (L'échelle des salaires, des traitements.
Kızışma, yüksek heyecan,
Echelle mobile: * Oynak ölçü). 4. (Bir ölçü
échauffer gçl. '. Isıtmak, kızdırmak (Le soleil
aletinde) Bölümler dizisi, derece (Echelle d'un
échauffé le sol. La fermentation échauffe le foin thermomètre). 5. miiz. Iskala (Echelle de sons.
humide). 2. Kızıştırmak, şiddetlendirmek (Un Echelle diatonique, harmonique). 6. Aşama sırası,
incident qui échauffe le débat). 3. mec. Coşturmak, *öncelge, "hiyerarşi (S'élever dans l'échelle
tutuşturmak (Echauffer tes cœurs, les sociale. Etre en haut de l'échelle). 7. Uğrak, liman.
imaginations). 4. hlk. Peklik vermek. § Echauffer § Echelle sociale: Toplum sınıfları. Faire échelle:
la bile: Kızdırmak. Echauffer les oreilles à qn: Gemi için) Bir yere uğramak. A l'échelle de: -in
Birini kızdırmak, öfkelendirmek, canını sıkmak. çapında (Il a une réputation à l'échelle du pays,
S'échauffer: 1.Isınmak (Un sportif qui s'échauffe à l'échelle mondiale). Sur une grande échelle, sur
avant la compétition). 2. Kızışmak, şiddetlenmek, une vaste échelle: Büyük ölçüde, büyük çapta.
canlanmak (La discussion commence à s'échauffer). Faire la courte échelle à qn: 1. Birinin bir yere
échauffourée diş. 1. Kavga, kapışma (Echauffdurées çıkması için ona omuz vermek. 2. mec. Birinin
entre la police et les manifestants). 2. ask. Küçük yükselmesine yardım etmek. Faire monter qn à
çarpışma. 3. Akılsızca bir işe girişme. 4. l'échelle: mec. tkz. Birini işletmek, tiye almak.
Kargaşalık, Montera l'échelle: mec.tkz. Kızmak,köpürmek.
édiauffure diş. (Sıcaktan) Deri kızartısı, Tirer l'échelle après qn, qch: -in üstüne olmamak,-
échauguette diş. Gözcü kulesi, den iyisi bulunamamak (Après lui, i! faut tirer
èche, esche, aiche dif. Oltaya takılan yem, olta yemi. l'échelle, i1 n'y plus qu'à tirer Féchelle: Bu işte onun
échéance diş. 1. Süre bitimi, vâde (Echéance d'un üstüne yok, ondan iyisi olamaz).
loyer, d'une traite. Un débiteur aux abois échelon er. 1. El merdiveni basamağı. 2. mec.
à t'approche des échéances). 2. Süre bitiminde Basamak, "kademe, aşama (Un fonctionnaire qui
ödenen borç, para (Faire face à une lourde est promu du cinquième au sixième échelon.
échelonnement 476 éclabousser
S'élever par échelons). 3. ask. Bir birliğin İngiliz Maliye Bakanı. En échiquier: Dama dama.
arkasındaki birlik. Aşamalı düzen birliği § A dama tahtası biçiminde (Arbres plantés en
l'échelon de: -çapında (A l'échelon d'une région; à échiquier).
l'échelon national). écho er. I. Yankı (L'écho lui renvoya son appel). 2.
échelonnement er. Sıraya koyma, ard arda sıralama; Karşılık, yanıt, cevap (Sa protestation est restée
sıralanma, sıraya konulma, sans écho). 3. Bilgi, haber (A vez-vous eu des échos
échelonner gçl. 1. Ard arda dizmek (Echelonner des de la réunion qui s'est tenue hier). 4. Yansıma, dile
gendarmes sur tout le parcours du cortège officiel). getiriliş (Sesparoles n'étaient qu'un simple écho de
2. Sıraya koymak, belli sürelere yaymak ses sentiments. On trouve dans ce roman l'écho des
(Echelonner des payements). 3. Echelonner qch sun angoisses de Tépoque). 5. Söyleyen, yineleyen
Bir şeyi -e yaymak, süresini -e göre düzenlemek kimse. 6. Birini körükörüne taklit eden kimse. 7.
(Echelonner un travail sur un an). § S'échelonner: Dedikodu sütunu (Les échos d'un journal). § A
1. Sıralanmak, ard arda dizilmek. 2. S'échelonner tous les échos: Her yana, her yanda, dört bir yana.
sun e- yayılmak, bitme süresi -e göre Her yanda, dört bir yanda. Faire un écho, susciter
düzenlenmek (Un ouvrage dont la publication des échos: Yankı uyandırmak (Son roman a
s'échelonne sur cinq ans). suscité de grands échos). Se faire l'écho de qch: -i
écheneides er. ç. hayb. Yapışkanbalıkgiller. yaymak (Se faire t écho d'une rumeur, dune
échenillage er. (Bir ağacın) Tırtıllarını temizleme, nouvelle).
écheniller gçl. 1. Tırtıllarını temizlemek, tırtıldan échoir gsz. 1. Vâdesi gelmek, süresi dolmak (Le
arıtmak (Echeniller un arbre). 2. mec. Yabancı ve terme échoit le quinze juillet. Payer son loyer
zararlı öğelerden temizlemek, à terme échu). 2. Echoir à qn: (Piyango, kalıt gibi
écher, escher, aicher gçl. Yem takmak (Echer une şeyler) -e düşmek (Le lot qui lui échoit le meilleur.
ligne). Il lui est échu une maison en héritage). § Si le cas y
écheveau er. 1. Çile, yumak (Un écheveau de laine, de échoit, s'il y échet: Gerekirse, gerektiğinde,
soie). 2. mec. Düğüm, düğüm noktası (Démêler, gerekince.
débrouiller t écheveau d'un récit, d'une intrigue). § écholalie diş. ruhb. Karşıdaki ne söylerse onu
Cest un écheveau inextricable: mec. Arap saçı; yineleme sayrılığı, »yankıca,
çözülmesi güç, içinden çıkılmaz bir iş bu. échoppe diş. 1. Küçük dükkân, dükkâncık (Une
échevelé, e s. 1. Saçı başı dağınık (Une femme échoppe de cordonnier). 2. Çapla, üğkalem,
échevelée). 2. Dizginsiz, frensiz, çılgınca, çelikkalem.
alabildiğine (Un romantisme échevelé, une danse échopper gçl. Çapla ile kazımak,
échevelée). échotier er. (Bir gazetede) Dedikodu yazarı,
écheveler gçl. 1. Saçını başını dağıtmak, bozmak. 2. échouage er. 1. (Gemi için) Karaya oturtulma. 2.
mec. Dağıtmak, alan taran etmek (Le grand vent Geminin tehlikesizce karaya oturabileceği yer.
échevelait les nuages). échouement er. (Gemi için) Karaya oturup kalma,
échidné er. hayb. Karincayiyen. karaya çakılma, karaya oturma,
échidnés er. ç. hayb. Karincayiyengiller. échouer gsz. 1. (Gemi) Karaya oturmak, kuma
échine diş. Sırt, omurga, belkemiği (Le chat frotte oturmak (Echouer sur un écueil, près du port). 2.
son échine contre le mur).§ Avoir l'édiine souple: Başarısızlığa uğramak, başaramamak (Echouer
Her şeye eyvallah demek, dalkavuk yaratılıştı d l'examen. Les attaques ennemies ont échoué
olmak. Courber l'échiné, plier l'échine: Boyun devant notre résistance. Ses plans et ses projets ont
eğmek, kabul etmek, teslim olmak, échoué). 3. Varmak, gelmek, düşmek (Au bout
échinée diş. Domuz sırtı. d'une journée de recherche, il échoua dans une
échiner gçl. 1. Belini kırmak. 2. mec. Dövmek, petite auberge. Comment ces papiers ont échoué
dayaktan canını çıkarmak. 3. Canını sur mon bureau?). 4. gçl. Kıyıya çekmek, karaya
çıkarırcasına yormak, yorgunluktan bitirmek. § yada kuma oturtmak (Echouer un bateau au
S'échiner à f . qch: -mek için çok yorulmak, cam rivage).
burnundan gelmek (II s'est échiné à porter ce écimage er. Tepesini budama,
bois). écimer gçl. Tepesini budamak (Ecimer un arbre, une
échinoderme er. hayb. Derisidikenli. plante).
échinodermes er. ç. hayb. Derisidikenliler. éclaboussement er. Sıçratma, sıçrama, saçılma
échiqueté, e s. Damalı. (Eclaboussement de boue, d'écume).
échiquier er. 1. Satranç tahtası 2. mec. Tartışma éclabousser gçl. 1. Sıvı, çamur, kan vb. sıçratıp
alanı, yarışma yeri. § Chancelier de l'Echiquier: bulaştırmak (La voiture en roulant dans le ruisseau
éclaboussure 477 éclat
a éclaboussé les passants). 2. Saçılıp kirletmek (La Birini -konusunda aydınlatmak (Il m'a éclairci
bouteille lui a glissé des mains, et le vin a éclaboussé sur la situation économique). § S'éclaircir: 1.
le mur). 3. mec. Lekelemek, tehlikeye atmak, Açılmak (Le ciel s'éclaircit). 2. Aydınlanmak,
üstüne sıçramak, bulaşmak (Le scandale a anlaşılmak, ışığa kavuşmak (La question s'est
éclaboussé tous ses amis). 4. mec. Kıskandırıp éclaircie). 3. Belirginleşmek (Sa voix s'éclaircit). 4.
çatlatmak (Il veut éclabousser ses voisins). 5. Etre Seyrelmek (Les gens partaient, la foule
éclaboussé de qch: -e bulanmak, -içinde kalmak s'éclaircissait).
(Son blanc plumage était éclaboussé de sang). éciaircissage er. 1. (Eski) Parlatma (Eclaircissage
éclaboussure diş. 1. Sıçrıntı; sıçramış çamur, des verres). 2. Seyreltme,
zifos, boya, kan, sıvı vb (Un peintre qui porte une édairclssement er. Açıklama, aydınlatıcı bilgi
blouse pour protéger ses vêtements des (Tai besoin d'éclaircissements sur ce projet).
éclaboussures. Des éclaboussures de sang, d'encre). édaire diş. bitb. Kırlangıçotu.
2. mec. tkz. Leke (Il a été mêlé à ce procès et en a éclairé, e s. ve ad Aydın, bilgili, görgülü (Ce
reçu quelques éclaboussures). livre s'adresse à un public éclairé. Les éclairés ne
éclair er. 1. Şimşek (Voilà un éclair qui luit). 2. sont pas contents de la situation).
Parıltı (Un éclair d'intelligence, de bon sens). 3. Bir édairement er. 1. Açıklık, aydınlık. 2.
tür pasta (Eclair au chocolat, éclair au café). 4. (s. Aydınlanma, ışıma,
değişmez) Yıldırım, çok hızlı (Uneguerre éclair). § édairer gçl. 1. Aydınlatmak, ışık vermek (Le
La fermeture éclair: Cırcır, fermuar. Avec la soleil éclaire la Terre. Les phares éclairent la
rapidité de l'éclair: Yıldırım hızıyla, çok hızlı. route). 2. Işıtmak (Une joie subite éclaira son
Rapide comme l'éclair: Yıldırım gibi, çok hızlı. visage et ses regards). 3. Klavuzluk etmek, eşlik
Lancer des éclairs: Ateş fışkırmak (Ses yeux edip yol göstermek (La nuit est noire, je vais vous
lançaient des éclairs). éclairer jusqu'au bout de l'allée). 4. Açıklamak,
éclairage er. 1. Aydınlatma, ışık verme; aydınlığa kavuşturmak, anlaşılır kılmak (Eclairer
aydınlanma (Eclairage au gaz; éclairage direct, un problème, une situation, un texte). 5. Eclairer qn
indirect. L'éclairage de la salle est réalisé par des sur qch: Birini -konusunda aydınlatmak (Le
tubes fluorescents). 2. Aydınlatılma; ışık, alınan journal éclaire ses lecteurs sur la situation
ışık miktarı (L'éclairage de cette pièce est économique). 6. gsz. Yanmak, ışıldamak (Une
suffisant. Ce tableau n'est pas dans un bon lampe qui. éclaire mal; la bougie avait baissé, elle
éclairage). 3. mec. Anlatma biçimi, görüş açısı, éclairait pourtant). § S'édairen I. Yanmak,
açı (Envisager un probleme sous un différent ışıklanmak (Un phare qui s'éclaire et s'éteint
éclairage). alternativement). 2. Aydınlanmak (S'éclairerà la
édairagisme er. Işıkçılık, ışıklandırmacılık. bougie). 3. Aydınlanmak, ışımak (Son visage
édairagiste er. Aydınlatma işlerinde s'éclaira). 4. Açıklanmak, aydınlanmak, belli
uzmanlaşmış teknisyen; ışıkçı, olmak (La question s'est éclairée grâce à la mise
éclairant, e s. 1. Aydınlatıcı, ışık verici (Le au point que vous avez faite). 5. S'éclairer sur qch: -
pouvoir éclairant d'un gaz). 2. mec. Aydınlatıcı, konusunda bilgi edinmek, aydınlanmak,
açıklayıcı, ışık tutucu (Il a fait une explication édaireur er. 1. İzci. 2. Keşif eri, öncü (Détachement
éclairante). d'éclaireurs). 3. Klavuz gemi. 4. s. Keşif görevi
édaircie diş. 1. Bulutlu havada gökteki açık yapan (Avion éclaireur).
yer. 2. Kapalı havada kısa süreli bir düzelme éclampsie diş. hek. Havale (sayrılık),
(Profiter dune éclairciepour sortir). 3. (Ormanda) édamptique 1. s. hek. Havaleye değgin; havale
Alan, ağaçsız yer; öbür fidanların gelişmesi için geçirmiş. 2. ad. Havaleli (Un éclamptique).
cılız fidanları kesip yer açma, seyreltme. 4. Kısa édanche diş. Koyun etinin kol tarafı, kol.
süreli iyileşme, düzelme (Une vie sans éclaircie). éclat er. 1. Parça, kopuntu, kopan parça (La route
édaircir gçl. 1. Koyuluğunu azaltmak, açmak était encombrée d'éclats de roches. Il était blessé
(Eclaircir une teinture, un teint). 2. Seyreltmek par un éclat d'obus. Un grand éclat de bombe). 2.
(Eclaircir une futaie, un bois,des arbres. Lecoiffeur Büyük gürültü, gürleme (Eclat de tonnerre). 3.
lui a éclairci les cheveux). 3. Sulandırmak, Parıltı, parlaklık (Eclat d'un diamant. L'éclat de la
yoğunluğunu gidermek (Eclaircir une sauce, un lumière l'aveuglait). 4. "Skandal, ,*utanca (Faire
potage). 4. Belirginleştirmek (Eclaircir sa voix). 5. un éclat). 5. Göz alıcılık, görkem (L'éclat dune
mec. Aydınlatmak, ışığa kavuşturmak, açmak, cérémonie). § Action d'éclat: Kahramanlık; yengi,
anlaşılır kılmak (Eclaircir un problème, une önemli eylem. Eclat de rire: Kahkaha. Pousser un
question, un mystère, ses idées). 6. Eclaircir qn sur: éclat de rire: Bir kahkaha atmak. Rire aux éclats:
éclatant 478 écoinçon
yada pencerelerde köşe (aşı. 3. Köşe mobilyası, à la banque). 4. Düzen, düzenleme, yapı, kuruluş
écolc diş. 1. Okııl (Ecole maternelle, ccole primaire, (L'économie du corps humain, l'économie d"une
école supérieure. Ecole normale primaire: œuvre théâtrale). § Avoir des économies: Birikmiş
İlk öğretmen okulu; écolc normale professionnelle, parası olmak. Faire des économies: Para
école normale supérieure. Ecole de guerre. Ecole de biriktirmek.
danse, de musique, de secrétariat). 2. Öğrenciler économique s. 1. *Tutumbilimsel, "iktisadî,
(Toute l'ccole est réunie dans la cour). 3. Ders, "ekonomik (Le système économique d'un pays.
öğretim; öğretmenlik (Elle a fait f écolc dans ce Traverser une crise économique). 2. Keseye uygun,
village pendant vingt ans). 4. mec. Öğrenci, çırak; az masraflı, tutum sağlayan (Le chauffage est très
bir öğreti yada düşünceden yana olanlar (Les économique ici). 3. diş. Ekonomi bilimi, ekonomi
différentes écoles existentialistes). 5. mec. Çığır, politik.
okul (l'école romantique, i école de Platon). § A économiquement bel 1. İktisatça, ekonomi
l'école de: Okulunda, yanında, yolunda (Un bakımından (Unpays économiquement pauvre). 2.
officier qui apprend l'art de la guerre à l'école d'un Kıt kanaat, çok idareli (Vivre économiquement).
chef prestigieux). Etre à bonne école: Usta elinde économiser gçl. 1. Ölçülü harcamak, idareli
olmak, iyi ellerde olmak. Faire école: Yandaşları, kullanmak (Economiser ses provisions, son temps).
öğrencileri olmak; düşüncelerini yaymak, çığır 2. Artırmak, biriktirmek, bir kenara koymak
açmak. Faire l'école: Ders vermek, öğretmenlik (Economiser de T argent. J'économise cent francs
yapmak. Faire l'école buissonnière: Okuldan par mois).
kaçmak. Renvoyer qn à l'école: Birine "git kumda économiste ad. İktisatçı, *tutumbilimci.
oyna, senin daha bir fırın ekmek yemen gerek" écope diş. Çamçak.
demek. Sentir l'école: Bilgiçlik taslamak; çiğlik écoper gçl. 1. Çamçakla boşaltmak (Ecoper l'eau
etmek; bilgiç bilgiç konuşmak, d'une embarcation). 2. mec. hlk. İçmek. 3.
écolier, crc ad. 1. Öğrenci. 2. İlkokul öğrencisi Uğramak, çekmek, görmek (Ecoper une punition).
(Tablier d'écolier). 3. mec. Çömez, çırak, acemi 4. gsz. Canı yanmak, başkasının cezasını çekmek
(Tu es encore un écolier). § Le ehemin des écoliers: (C'est son voisin qui a fait la faute, et c'est lui qui a
lin uzun yol. Prendre le chemin des écoliers: (Bir écopé).
yere) Fn uzun yoldan gitmek, écorçage, écorcement er. Kabuk soyma (Ecorçage
écologie diş. Çevrebilim. d'un arbre).
écologique .v. Çevrebilimsel; çevreyle ilgili (Les écorcediş. l . A ğ a ç kabuğu (L'écorce du bouleau,
problèmes écologiques). du peuplier. Faire un sifflet en écorce de
écologiste ad. Çevrebilimci, çevrebilim uzmanı, châtaignier). 2. Kimi meyvaların kabuğu
éconduire gçl 1. Başından savmak, kovmak, yol (L'écorce de melon, de citron, d'orange). 3. mec.
vermek (Econduire un visiteur importun). 2. Görünüş (Un paysan d'écorce assez rude). §
Reddetmek, dileğini kabul etmemek (Econduire Ecorce terrestre: Yer kabuğu. Il ne faut pas juger
un solliciteur trop tenace). de l'arbre par l'écorce: Görünüşe aldanmamak.
économat er. 1. Veçilharçlık, kâhyalık. 2. Satış écorcer gçl. Kabuğunu soymak (Ecorccr un arbre,
mağazası. un fruit).
économe ad. I. Vekilharç, kâhya. 2. s. Tutumlu. § écorché er. Derisi yüzülmüş vücut; Güzel Sanatlar
Etre économe de qch: -de pek cimri davranmak (Il Akademisi öğrencilerinin model olarak
est économe de ses louanges). kullandıkları, derisi yüzülmüş insan yada hayvan
économétricien er. Ekonometri uzam, ekonometrici yontusu, *soyuk. § Un écorché vif: Aşırı duygulu
(Kimi kez ekonometr de denmektedir), kimse.
économétrie diş. Ekonometri; ekonomik olayların écorchement er. (Bir hayvanın) Derisini yüzme,
açıklanmasında kuramsal çalışmaların deneylerle derisini soyma.
doğrulanmasını sağlayan matematiksel yöntem, écorcher gçl. 1. Derisini yüzmek, derisini soymak
économétrique s. Ekonometriye değgin, (Ecorcher un lapin, une anguille). 2. Sıyırmak,
économie diş. 1. °İktisat, "ekonomi, *tutumbilim berelemek (Sa chute lui a écorché le genou.
(Ministrère de t Economie Nationale. Economie Ecorcher le mur en poussant un meuble). 3. mec.
Nationale. Economie capitaliste, libérale, mixte. tkz. Kazıklamak, soymak, pahalıya oturtmak
Economie dirigée, économie planifiée). 2. (Ecorcher un client). 4. Başını gözünü yararak
Tutumluluk (Son esprit d'économie est parfois konuşmak, hatalı konuşmak (Ecorcher une
proche de l'avarice). 3. ç. Biriktirilmiş para, bir langue; il écorché le français). 5. Kötü telaffuz
kenara konan birkaç kuruş (Mettre ses économies etmek (Ecorcher un nom, un mot). § Ecorcher les
écorcherie 480 écrasé
oreilles: Kulak tırmalamak (Des sons discordants 3. Görünmeden dinleyebilirle yeri. 4. Dinleme,
qui écorchent les oreilles). Ecorcher l'anguille par telefon yada radyo konuşmasını dinleme (Ici
la queue: Bir işe tersten başlamak. § S'écorcher: Radio Paris, ne quittez pas l'écoute) 5. ç. (Kimi
Sıyrılmak, berelenmek (II s'est écorché le bras en hayvanlarda) Kulaklar (Les écoutes du sanglier). §
grimpant au rocher). Se faire écorcher: tkz. Etre aux écoutes: Kulağı kirişte olmak. Rester à
Kazıklanmak, soyulmak, çok para ödemek (Nous l'écoute: Telefon yada radyoyu kapamamak,
nous sommes fait écorcher dans ce restaurant). dinlemek.
écorcherie diş. Kanarada hayvanların derisini écouter gçl. i. Dinlemek (Les élèves écoutent le
yüzme bölümü, prof esseur). 2. Ecouter qn: -in sözünü dinlemek (Si
écorcheur er. 1, Deri yüzücü. 2. mec. tkz. tu m'écoutais, tu n'agirais pas ainsi). 3. Uymak, -
Soyguncu, kazıkçı, pahacı, den başka bir şey dinlememek (11 n'écoute que son
écorchure diş. Sıyrık. devoir). 4. İyi karşılamak, kabul etmek, yerine
écorner gçl. 1, Boynuzlarını kırmak. 2. Köşesini getirmek (Dieu a écouté nos prières, nos vœux). §
kırmak, köşelerini kütleştirmek (Ecorner üne Ecouter de toutes ses oreilles: Bütün dikkatiyle
pierre, un livre). 3. tkz. Bir kısmını yemek, dinlemek, hepten kulak kesilmek. Ecouter aux
harcamak (Ecorner une somme, son capital, sa portes: (Bir konuşmayı) Kapı ardından gizlice
fortune). dinlemek. N'écouter que d'une oreille: Yarım
écornifler gçl. tkz. Otlakçılık etmek, beleşçilik ederek kulakla dinlemek, pek dikkatle dinlememek. §
sağlamak (Ecornifler quelques repas chez de S'écouter: 1. Kendi sözünü dinlemek, kendi
vagues amis). bildiği gibi davranmak (Si je m'écoutais, je n'irais
écorniflerie diş. Otlakçılık, beleşçilik, pas à cette conférence). 2. Kendini dinlemek,
écornifleur, euse ad. 1. Otlakçı, beleşçi. 2. Asalak, sağlığı konusunda pek kaygılı olmak (Ne t'écoute
écornure diş. Bir şeyden kırılarak kopmuş parça pas tant, tu iras mieux). § S'écouter parler: Kendi
(Ecornure d'une pierre, d'un meuble). sözlerinden hoşlanmak, konuştuğunu beğenmek,
écossais, e s. ve ad. 1. İskoçyaya değgin, İskoç écouteur, euse ad. 1. Gizli dinleyici, bir konuşmayı
(Les lacs écossais, dans écossaise, tissu écossais). merak dürtüsüyle gizlice dinleyen kimse. 2.
2. lskoçyah, İskoç (Un écossais, une écossaise). 3. Telefon almacı, almaç, "ahize (Le téléphone
.s. İskoç dokumasından yapılmış; damalı (Une sonna, elle pressa l'écouteur sur sa joue).
jupe écossaise). 4. er. İskoç dili. écoutille diş. (Gemilerde) Ambar ağzı.
écosser gçl. 1. Badıcını ayıklamak (Ecosser des écouvillon er. 1. Fırın silme küreği, saplı silgi, fırın
haricots, des petits pois). 2. hlk. Harcamak sileği. 2. ask. Top silgisi, tomar,
(Ecosser de l'argent). écouvillonnage er. Silgi ile temizleme, *silgileme.
écot er. 1. Yapılacak masrafta herkese düşen pay, écouvillonner gçl Silgi ile temizlemek,
masraf payı (Chacun paiera son écot). 2. Dalları écrabouillage, écrabouillement er. tkz. Ezme, pestil
iyice alınmamış ağaç kütüğü, £İbi yapma.
écoté, e s. Dalları alınmış, kökten budanmış, écrabouiller gçl. tkz. Ezmek, pestil gibi yapmak (La
écoulement er. 1. Akma, akış (Chéneau pour voiture a écrabouillé un chat sur la route).
l'écoulement des eaux d un toit). 2. (Bir yerden) écran er. 1: Sıcaklık siperi (Ecran de cheminée). 2.
Çıkış (Faciliter f écoulement de la foule). 3. Siper (Faire un écran de sa main). 3. »Görüntülük,
Piyasalama, piyasaya sürme, sürüm beyazperde (Les images apparaissent sur l'écran).
(L'écoulement de faux billets). 4. Akıntı, meni 4. Sinema (Les vedettes de l'écran). 5. (Renkli
akması. fotoğrafta) Renk ayırma camı, renk süzgeci,
écouler gçl. 1. Satmak, piyasalamak, sürmek süzgeç § Le petit écran: Televizyon. Faire écran
(Ecouler une marchandise). 2. Piyasaya sürmek à qch:-e engel ölmak; görülmesine,anlaşılmasına
(Ecouler de faux billets). § S'écouler: 1. Dışarıya engel olmak (La maladresse du style fit écran à sa
' akmak (L'eau de pluie s'écoule par cette rigole). 2. pensée). Porter qch à l'écran: -i film haline
Geçmek, geçip gitmek (Les années s'écoulent, ta getirmek, -den bir film yapmak (Porter un roman
vie s'écoule). 3. S'écouler de: -den çıkmak (La à l'écran).
foule s'écoulait des lieux de plaisirs). écrasant, e s. Ezici (Travail écrasant, supériorité
écourter gçl. 1. Kısaltmak (Ecourter sa barbe). 2. écrasante, avec une majorité écrasante).
Kuyruğunu kesmek (Ecourter un chien, un écrasé, e s. Basık, ezik (Un nez écrasé). § La rubrique
cheval). 3. Kısa kesmek, süresini azaltmak des chiens écrasés: tkz. Bir gazetenin önemsiz
(Ecourter un séjour, son voyage, son discours). olaylar bölümü. Faire les chiens écrasés:
écoute diş. 1. Gözcü, nöbetçi. 2. Gözcü kulübesi. (Gazeteci için) Önemsiz, uyduruk şeyler yazmak.
écrasement 481 écrouler
écrascmcnl er. 1. Hzme; ezilme (L'ecrasement des était écrit que j'aurais des ennuis dans cette
grains de blé sous la meule. L'écrasement de ta affaire). Ce qui est écrit est écrit: Yazılan
jambe a nécessité l'amputation). 2. mec. Ezme, bozulmaz, alnımıza ne yazılmışsa o olur.
ortadan kaldırma, yok etme (L'écrasement des écrit er. 1. Yazılı belge (On n'a pas pu produire un
révolutionnaires• de l'ennemi). seul écrit contre l'accusé). 2. Yapıt, kitap (Les
écrasc-merde er. argo. Postal, ayakkabı, écrits des anciens auteurs), i. Yazılı sınav (Il a eu
écraser gçl. 1. Ezmek (Ecraser des pommes. Ecraser une bonne note à l'écrit). 4. ç. huk. Evrak, kayıt. §
un insecte entre ses doigts). 2. Ezmek, çiğnemek Par écrit: Yazılı olarak (Je veux que vous m'en
(Ecraser un chien; tu m'as écrasé un pied). 3. mec. donniez l'ordre par écrit).
Ağır gelmek, ezmek (Les impots lourds écrasent le écrit, e s. 1. Yazılı (Examen écrit). 2. Yazı; yazı ile
peuple). 4. Kırmak, yok etmek, ortadan ilgili (Langue écrite).
kaldırmak, ezmek (Ecraser la résistance ennemie, écriteau er. İri harflerle yazılan el ilânı (11 a mis un
une rébellion, un adversaire). S. tkz. Sonuna kadar écriteau pour annoncer que sa maison était
basmak, yüklenmek (Ecraser les pédales de frein). à vendre).
6. Etre écrasé de qch: -in altında ezilmek, pestili écritoire diş. Yazı takımı.
çıkmak (Le peuple était écrasé d'impôts. Etre écriture diş. 1. Yazı (L'invention de l'écriture est
écrasé de travail, de fatigue). § En écraser: hlk. une des plus grandes conquêtes de l'Humanité). 2.
Uyumak, derin uykularda olmak. En écraser un: Yazı biçimi, yazı (L'écriture hyérogliphique.
argo. Yellenmek. Ecrase!: argo. Aldırma, boş ver! cunéiforme, arabe, grecque, gothique). 3. Üslup,
écraseur, euse ad. 1. (Eskiden) Kötü arabacı. 2. biçem (Un roman d une écriture recherchée). 4. ç.
(Şimdi) Kötü şoför, acemi sürücü, (Bir tüccarın) Hesap işleri, muhasebe (La maison
écrémage er. Kaymağını alma (Ecrémage du tait). a engagé un employé aux écritures. Tenir les
écrémer gçl. 1. Kaymağını almak (Ecrémer te lait). écritures). 5. Evrak, kayıt (Employé aux écritures).
2. mec. Bir şeyin en iyi kısmını almak, kaymağını 6. (Büyük harfle yazıldığında) Kutsal kitaplar,
almak (Ecrémer une bibliothèque, une collection, İncil (Citer un passage de l'Ecriture. Jésus a
une affaire). déclaré qu'il venait accomplir les Ecritures).§
écrémeuse diş. Kaymak makinası. Ecritures publiques: Resmi yazılar, kayıtlar,
écrêter gçl. 1. Tepesini almak, en üst kısmını écrivailler gsz. tkz. Niteliksiz yazılar yazmak, kötü
budamak (Ecrêter les épis de maïs). 2. Görüntüyü yazmak (it écrivaille dans un petit journal local).
engelleyici yükseklikleri gidererek düzleştirmek écrivailleur, euse ad. Kötü yazar, *yazarsı, yazar
(Ecrêter une route). 3. mec. Fazlalıklarını taslağı.
gidererek eşitleştirmek, écrivaillon er. Kötü yazar, yazarsı, yazar taslağı,
écrevisse diş. 1. Tatlı su İstakozu. 2. Demirci écrivain er. Yazar. § Ecrivain public: "Arzuhalci,
kıskacı, büyük kıskaç. § Etre, devenir rouge *dilekçeci.
comme une écrevisse: Yüzü İstakoza dönmek, écrivasser gsz. Niteliksiz yazılar yazmak, kötü
İstakoz gibi kızarmak. Marcher, aller comme une kötü yazmak,
écrevisse: İlerleyecek yerde gerilemek, bir adım écrivassier, ère ad. tkz. Kötü yazar, yazarsı, yazar
ileri iki adım geri gitmek, taslağı.
écrier (s') gsz,. Haykırmak (Il s'écria qu'il écrou er. 1. Cıvata somunu. 2. Tutuklama tezkeresi.
n'accepterait jamais). § La levée d'écrou: Tutuklunun salıverilmesi,
écrin er. Mücevher kutusu; mücevher çekmecesi écrouelles diş. ç. Sıraca sayrılığı,
(Offrir un collier dans un écrin. Ranger l'argenterie écrouelleux, euse s. ve ad. Sıracalı,
dans les êcrins). écrouer gçl. 1. Tutuklamak, hapsetmek. 2.
écrire gçl. 1. Yazmak (Ecrire une lettre, un livre). 2. Tutukevinin defterine geçirmek,
Yazmak, mektupla bildirmek (Je lui ai écrit que écrouir gçl. (Bir madeni) Döverek sertleştirmek,
j'étais malade). 3. Ecrire qch à qn: Bir şeyi birine écrouissage er. (Bir madeni) Döverek
yazmak, mektupla bildirmek (Je lui ai écrit la sertleştirme.
mort de son père). 4. Ecrire à qn de f. qch: Birine écroulement er. 1. Yıkılma, çökme (L'écroulement
mektup yazarak -meşini istemek (Je leur ai écrit d'un pont, dune maison). 1. Yıkılış, çöküş,
de venir chez nous). § Ecrire comme un chat: geçersizleşme (L'écroulement de ta féodalité, d'une
Kargacık burgacık yazmak. Ecrire à la diable: théorie).
Karışık bir üslupla yazmak.C'est écrit, il est écrit: écrouler (s')gM. 1.Yıkılmak,çökmekföe.? maisons
Kaçınılmaz bir şey bu, yazgı böyle istemiş, alına qui s'écroulent lors d'un séisme). 2. mec. Yok
böyle yazılmış (Ha raté son examen, c'était écrit. Il olmak, gümlemek (Ses projets se sont écroulés). 3.
écroûter 482 édicter
mec. Geçerliğini yitirmek, geçersiz kalmak (La écumeux, euse s. Köpüklü (Des ruisseaux de sang
thèse de l'accusé s'écroule devant cette preuve). 4. écumeux).
tkz. Olduğu yere yığılmak (L'homme, gravement écumoire diş. Kevgir.§ Comme une écumoire: Delik
blessé d'une balle, s'écroula). § Etre écroulé: tkz. deşik, kalbura dönmüş (Il était troué comme une
Gülmekten kaşıklan çatlamak, écumoire par les balles).
écrouter gçl. 1. Kabuğunu kaldırmak, kabuğunu écurer gçl. (Çukur şeyleri) Temizlemek (Ecurcr un
soymak. 2. (Toprağı) Yüzeyden sürmek, puits). § Ecurer son chaudron: argo. Günah
écru, e s. Ağartılmamış, yıkanmamış, ham (Toile çıkarmak, kusurlarını itiraf etmek,
écrue, soie écrue). écureuil er. Sincap (Il est vif comme un écureuil).
ectoderme i. ve er. Dışderi. § Ecureuil volant: Uçar-sincap.
cctoparasite s. ve er. Dışasalak (Insectes ectoparasites). écureuils er. ç. hayb. Sincapgiller,
ectoplasme er. 1. Dışplazma. 2. Bir medyumun écurie diş. 1. Ahır, tavla. 2. Bir kişiye ait bütün
vücudundan çıktığı söylenen uçucu madde, yarış atları (11 a une écurie célèbre). 3. (Otomobil
écu er. 1. Bir çeşit kalkan. 2. Eski bir Fransız parası. yanşında) Aynı marka otomobil kullanan
3. ç. Varlık, para § Avoir des écus: Varlıklı, paralı yanşmacıların tümü. 4. tkz. Çok pis yer, ahır gibi
olmak. yer (Sa chambre est une véritable écurie). § Entrer
écubier er. (Gemilerde) Zincir yada halat deliği, quelque part comme dans une écurie: Dingonun
loça. ahırına girer gibi girmek. Nettoyer les écuries
écueil er. 1. (Denizde) Su yüzeyine yakın gizli d'Augias: Bütün pislik, kokuşmuşluk ve
kayalık, kör kayalar (Le bateau risque de se briser yolsuzluklara son vermek; temizlik ve düzen
sur les écueils). 2. mec. Engel, tehlike (Lapolitique getirmek, hale yola sokmak. Sentir l'écurie: Ahır
agricole présente des écueils). 3. Sakınca (Le kokusu almış at gibi acele etmek, bir şeyin
principal écueil de cette méthode, c'est sa lenteur). bitimine doğru hızlanmak,
écuelle diş. Çanak (Donner une écuelle de lait au chat). écusson er. 1. Arma levhası. 2. Sınıfını ve birliğini
écuellée diş. Çanak dolusu (Une écuellée de soupe). belirtmek üzere asker giysilerine dikilen kumaş
éculé, e s. l.Topuklan aşınmış (Des savateséculées). arma. 3. bitb. Göz yada tomurcuk aşısı,
2. mec. Cılkı çıkmış, kullanıla kullanıla écussonner gçl. 1 .bitb. Göz aşısı yapmak, tomurcuk
bayağı laşmış (Des plaisanteries éculées). aşısıyla aşılamak (Ecussonner des rosiers). 2.
écumage er. Köpüğünü alma (Ecumage d'un (Asker giysisine) Kumaş arma dikmek,
bouillon, des confitures). armalamak.
écumant, e s. 1. Köpüklü, köpük çıkaran (Les vagues écussonnoir er. Aşı bıçağı,
écumantes). 2. Köpük kaplı (Bouche écumante). 3. écuyer er. 1. (Eskiden) Bir şövalyenin hizmetindeki
mec. Köpüren, öfkeli, ateş püsküren. 4. Ecumant soylu delikanlı. 2. Henüz şövalye olmamış soylu
de: -den köpüren (Ecumant de colère) delikanlı. 3. Binicilik öğretmeni. 4. At eğitimcisi.
écume diş. 1. Köpük (La mer, en se retirant, laisse de 5. At cambazı,
l'écume sur la plage. Quand la confiture est faite, écuyère diş. 1. (Ata) Binici kadın. 2. Kadın at
on retire l'écume). 2. Köpük, salya (La fureur lui cambazı,
mettait t écume à la bouche). 3. (At, boğa gibi eczéma er. Mayasıl, egzema.
hayvanlarda) Ter. 4. Lületaşı ( Une pipe en écume). eczémateux, euse s. 1. Mayasıllı, egzemalı. 2.
5. Tortu, döküntü, en aşağı tabaka (Ecume de la Mayasıla değgin,
plèbe carthaginoise). § Ecume de mer: Lületaşı, edelweiss [edelvajs,~ves] er. bitb. İki bin metreden
écumer gçl. 1. Köpüğünü, tortusunu almak yüksekte Alp ve Pirene dağlarında biten,
(Ecumer le sirop, un liquide). 2. Soymak, haraca bileşikgillerden bir bitki, aslanayağı.
kesmek, -de korsanlık etmek (Ecumer les mers, les éden er. Cennet gibi yer, yeryüzü cenneti (Ce pare
cotes. Ecumer une ville, une région). 3. gsz. est un éden).
Köpüklenmek (La mer écume). 4. Ecumer de qch: édénique s. Cennete özgü, cennet gibi, cenneti
-den köpürmek, kudurmak (Ecumer de rage, de andıran.
colère). 5. Ecumer de f. qch: -diğine çok kızmak (Il édenté, e i. 1. Dişleri dökülmüş, dişsiz (Une bouche
écumait d'être ainsi réduit à l'impuissance). édentée). 2. er. ç. hayb. Dişsizler; dişsiz memeliler
écumeur, euse s. ve ad. 1. s. Köpük dolan, familyası.
köpüklenen (Bouche écumeuse) 2. ad. Korsan, édenter gçl. Dişini kırmak (Edenler un peigne, une
soyguncu (Les écumeurs de mer. Des écumeurs scie).
littéraires). § Ecumeur de marmites, de tables: édicter gçl. 1. Yayımlamak (Edicter une loi). 2.
Asalak, beleşçi, "parazit. Kesin olarak ilân etmek (Il fut édicté que cette
édicule 483 effacer
faute serait punie d'emprisonnement à perpétuité). éducateur, trice ad. 1. Eğitimci. 2. s. Eğiten,eğitici
cdicule er. (Ayakyolu; tütün, gazete satış yeri gibi) (L'influence éducatrice de l'école).
Yol üstü kulübe, kulübecik, éducatif, ive s. 1. Eğitimle ilgili, eğitimsel (Système
édifiant, es. 1. Örnek, örnek alınacak (Vie, conduite éducatif d'un pays). 2. Eğitici, eğitsel (Des films
édifiante. Ouvrage édifiant). 2. (Alaylı) éducatifs).
Aydınlatıcı, bilgi verici (Voilà un témoignage éducation diş. 1. Eğitim (Ministère de l'Education
édifiant sur les moeurs de l'époque). Nationale). 2. Eğitme, çalıştırıp geliştirme,
cdificateur, trice s. ve ad. Yapıcı; kurucu, alıştırma (Education des réflexes, éducation de la
édification diş. 1. Yapma, yapılma; kurma, mémoire, des sens). 3. Görgü, eğitim (Avoir de
kurulma; dikme, dikilme (L'édification d un l'éducation, manquer d'éducation).
monument, d'un immeuble). 2. Tasarlayıp' éducationnel, le s. Eğitimsel, eğitime değgin
gerçekleştirme, kurma, yaratma (L'édification (Système éducationnel).
d'une théorie, d'un système, d'une science). 3. édulcorant, e s. ve ad. Tatlandırıcı (La saccharine
Aydınlatma, aydınlanma, bilgilendirme, est un édulcorant artificiel).
bilgilenme (Ses aveus suffisent à notre édulcoration diş. Tatlandırma, tatlılaştırma,
édification). 4. Örnek olma; örnek alma. édulcorer gçl. 1. (Bir ilâcı) Tatlılaştırmak,
édifice er. 1. Büyük yapı, önemli yapı (Cet hôpital tatlandırmak (Edulcorer un sirop, une tisane). 2.
est un superbe édifice). 2. mec. Kuruluş, yapı (Une
Sivri ve dokunaklı yanlarını giderip hafifletmek,
révolution qui renverse l'édifice de la société). §
yumuşatmak (Edulcorer une doctrine, un texte, un
Edifice public: Resmî bina, devlet dairesi.
discours).
Apporter sa pierre à l'édifice: Bir işin yapılmasına
éduquer gf/. 1. Eğitmek, yetiştirmek (Lesprofesseurs
yardım etmek, çorbada tuzu bulunmak,bir taş da
o koymak. sont chargés déduquer leurs élèves). 2. Çalıştırıp
édifier gçl. 1. Yapmak, dikmek, °inşa etmek geliştirmek, eğitmek (Eduquer tes réflexes:
(Edifier un monument, un immeuble, un hôpital). 2. éduquer la volonté par une vie rude).
mec. Kurmak, yaratmak tasarlayıp éfaufiler gçl. (Bir kumaştan) İplik çekmek,
gerçekleştirmek (Edifier une théorie, un plan, un éfendi, effendi er. T. Efendi,
système: édifier l'avenir à l'imitation du passé). 3. effaçable s. Silinebilir (Un dessin à la craie facilement
mec. İyice aydınlatmak, ayaklarını suya erdirmek effaçable).
(Ses paroles m'ont édifié). 4. Din ve erdem effacé, e s. 1. Soluk,silinmiş, parlaklığını yitirmiş
konusunda örnek olmak (Ces pieuses gens (Couleurs effacées, une teinte effacée). 2. Silik,
édifiaient les habitants de la ville). gölgede kalan (Une personne effacée).
édile er. (Büyük kentlerde) Belediye başkanlık effacement er. 1. Silme, silinme (L'effacement d'un
divanı üyesi, souvenir. Cette inscription est peu lisible à cause de
édilité diş. Belediye başkanlık divanı üyeliği, son effacement partiel). 2. Siliklik, gölgede kalma,
édit er. Buyrultu, ferman (Edit de Nantes). ortada görünmeme (I! passa sa vie dans
éditer gçl. 1. Basmak, yayınlamak (Editer des l'effacement).
poésies, l'œuvre d'un écrivain). 2. Denetleyip effacer gçl. 1. Silmek (Effacer le tableau, un mot). 2.
gözden geçirerek basıma hazır duruma getirmek Unutturmak (Effacer une mauvaise impression, un
(Editer le texte d'un auteur. Cette Bible a été éditée affront, un souvenir). 3. Gölgede bırakmak (Elle
par une commision de spécialistes). efface par son esprit toutes les autres femmes). 4.
éditeur, trice s. ve ad. Yayıncı (Une grande maison İçeri çekmek, çökükleştirmek (Effacer ses
éditrice. Il a proposé son oeuvre à un éditeur épaules, son corps). S. Effacer qn, qch de qch:
célèbre). Birini, birşeyi -den silmek (On l'a effacé de la
édition diş. 1. Baskı, "bası, basım (Ce roman en liste). § S'effacer: 1.Silinmek, izi kalmamak (Les
est à sa quatrième édition). 2. Yayıncılık, yayın traces des roues se sont effacées). 2. Gölgede
işleri (Travailler dans l'édition). 3. Yayın, çalmak, kendini geri çekmek, saklanmak (II
éditionner gçl. Bir yayına baskı sayı ve numaralarını s'efface pour laisser passer sa femme. Il s'efface
koymak. dans un coin de porte). 3. S'effacer de qch: -den
éditorial er. Başyazı (Les journaux ont consacré leur silinmek. 4. S'effacer devant qn: -karşısında
éditorial à la déclaration présidentielle). silinmek, gölgede kalmak (II faut que le virtuose
éditorialiste ad. Bir gazete yada dergide başyazı s'efface devant le compositeur). 5. S'effacer
yazan kimse, başyazar, derrière qch: -arkasına saklanmak, arkasına
édredon er. 1. Pufla tüyü. 2. Pufla ayak örtüsü, gizlenmek (Un romancier qui s'efface derrière ses
éducable s. Eğitilebilir, eğitime gelen. personnages).
effaçure 484 effigie
majorité gouvernementale s'effrite à chaque vote). olmak, -ile bir olmak (La renommée de cet auteur
effroi er. *Ürkü, büyük korku, "dehşet (L'éruption égale celle de son devancier). 4. Egaler qn, qch en
volcanique remplit d'effroi tous les habitants des qch: Birine, birşeye -de denk olmak, yetişmek
environs). (Aucun des concurrents n'a pu l'égaler en rapidité.
effronté, e s. ve ad. Yüzsüz, yırtık, küstah (Une Tu ne peux pas l'égaler en beauté). 5. Egaler qn, qch
réponse effrontée. Une bande d'effrontés). à: Birini, bir şeyi -e eşit görmek, denk tutmak (Tu
effrontément bet. Yüzsüzce, yırtıkça, küstahça égales une toute petite ville à Istanbul. // égale
(Mentir, regarder, répondre effrontément). Rimbaud à Baudelaire). § S'égaler: 1. Eşit olmak.
effronterie diş. Yüzsüzlük, yırtıklık, küstahlık, 2. S'égaler à: Kendini -e denk görmek eşit
effroyable 5. Korkunç, ürkütücü (Une misère sanmak (II s'égale aux grands auteurs).
effroyable). égalisateur, trice s. Eşit kılan, beraberlik sağlayan
effroyablement bel. Korkunç, ürkütücü biçimde (Marquer un but égalisateur. Règlement qui a sur
(Une affaire effroyablement compliquée). les prix une action égalisa trice).
effusion diş. 1. Akma, akıtma; dökme, dökülme égalisation diş. 1. Eşitleme, eşit kılma (Egalisation
(Une révolution sans effusion de sang). 2 mec. Sevgi des conditions sociales). 2. Düzelme; dıizl eştirme
gösterisi.İçini dökme, açılma (Après les premières (Egalisation du terrain). 3. Eşit olma, berabere
effusions, elles se mirent à se raconter leurs kalma, beraberlik (L'équipe qui obtient
aventures). l'égalisation).
éfourceau er. Kütük, kalas taşımaya yarayan iki égaliser gçl. 1. Düzenlemek, dengelemek (Egaliser
tekerlekli araba, les prix). 2. Eşitleştirmek, eşitlemek (Egaliser tes
efrit er. İfrit. chances, les conditions) 3. Düzleştirmek (Egaliser
également, égayement er. Eğlendirme, eğlenme, le sol, un terrain). 4. gsz. (Spor) Eşitliği sağlamak,
égailler (s') gsz. Dağılmak, saçılmak (Les berabere kalmak, beraberliği elde etmek,
soldats en déroute s'égaillèrent dans les bois). égalitaire s. Toplumsal ve siyasal eşitlik isteyen,
égal, e i. 1. Eşit (Tous les citoyens sont égaux devant toplumsal eşitlikten yana, eşitçi (Une doctrine
la loi). 2. Değişmez, düzenli (Marcher d'un pas égalitaire).
égal). 3. Sakin, dengeli, sık sık değişmeyen (Un égalitarisme er. Eşitçilik,
homme d'un caractère égal). 4. Düz (Un terrain égalitariste s. ve ad. Eşitçi, eşitlik yanlısı,
égal). 5. "Tarafsız, yansız (Une justice égale). 6. égalité diş. 1. Eşitlik (Egalité politique. Egalité des
tkz. Önemsiz, pek önem taşımayan (La chose est conditions sociales). 2. Düzlük (Egalité du sol. du
égale). 7. Egal à: -e eşit, denk (La base de ce terrain). 3. Değişmezlik, düzenlilik (Egalité du
triangle est égale à sa hauteur. Sa probité est égale pouls). § Etre à égalité: Eşit puanları olmak,
à son dévouement). 8. ad. Boydaş, öğür, °akran (Il berabere olmak (Les joueurs sont à égalité). A
est familier avec ses égaux). § A l'égal de:-kadar égalité de: -1er eşit olduğunda (A égalité de mérite,
derecesinde. D'égal à égal: Eşit koşullar içinde, le plus âgé doit avoir ta préférence). Sur pied
eşit olarak (S'entretenir avec quelqu'un d'égal à d'égalité: Eşit koşullar içinde, eşit olarak
égal). Sans égal: Eşsiz, eşi benzeri bulunmayan (11 (S'entretenir avec quelqu'un sur pied d'égalité).
a un courage sans égal). Etre égal à qn: hlk. -için égard er. 1. İlgi yada saygı gösterme. 2. Göz önüne
önemsiz olmak, -e vız gelmek (Ça m'est égal. Tout alma, hesaba katma. 3. ç. İlgi, saygı (Son âge lui
lui est égal). N'avoir d'égal que qch: -den başka eşi, donne droit à certains égards). § A l'égard de: 1. -e
benzeri olmamak; ancak -ile karşılaştırılabilmek karşı (Ce commerçant est gentil à l'égard de ses
C Un courage qui n'a d'égal que sa prudence). Rester clients). 2. -e göre, -in karşısında (Un néant à
égal à soi -même: Hep aynı kalmak, değerinden l'égard de l'infini). 3. -ile ilgili olarak, -in
lliç bir şey yitirmemek (Tu restes toujours égal konusunda (Prendre des sanctions à l'égard des
à toi-même). coupables). A cet égard: Bu bakımdan, bu açıdan
A tous les égards: Her bakımdan. A certains
égalable s. Erişilebilir, aynısı yapılabilir (Un record
égards: Bazı bakımlardan. A aucun égard: Hiç bir
difficilement égalable).
bakımdan. Eu égard à: -i düşünerek, göz önünde
également bel. 1. Eşitçe, eşit olarak (Tous les
bulundurarak (Tu dois agir autrement, eu égard à
citoyens sont également admissibles à toutes
sa maladie). Par égard pour: -i düşünerek, göz
dignités). 2. Aynı zamanda, de (Ilfaut lire ce livre
önünde bulundurarak (Par égard pour sa jamille,
et celui-là également).
on a étouffé t affaire). Sans égard pour: -c
égaler gçl. 1. Eşit olmak (Dix divisé par deux égale
aldırmadan, -i dinlemeden, nedir demeden (Il a
cinq). 2. Erişmek, *eşitlemek, -in aynını yapmak
agi sans égard pour notre amitié). Avoir égard à
(J'ai égalé son record). 3. -e denk olmak, eşit
487 égrapper
qch: -i düşünmek, göz önünde bulundurmak (Tu égoeentrisme er. ruhb. 'Beniçincilik; *benözekçilik.
dois avoir égard aux circonstances). égoïne diş. Küçük el testeresi, kaptırma,
égaré, e .v. 1. Şaşkın, dalgın (Des regards égarés). 2. égoïsme er. Bencillik, bencilik,
Yitmiş, yolunu şaşırmış (Une br ebis égarée). égoïste s. ve ad. Bencil (Un enfant égoïste,c'est un
égarement er. 1. Yitme, "kaybolma (L'égarement égoïste).
d'un document). 2. Yolunu şaşırma. 3. Şaşkınlık égoïstement bel. Bencilce, bencillikle (Agir
(Dans son égarement, il ne songeait même pas à égoïstement).
tirer le signal d'alarme). 4. Yanılma. 5. Yolsuzluk, égorgement er. Boğazlama, öldürme (Egorgement
düzensizlik. d'un animal).
égarer gçl. 1. Yanlış yola saptırmak, yolunu égorger gçl. 1. Boğazlamak (Egorger un animal, une
şaşırtmak, yanıltmak (Un faux témoignage qui personne). 2. Öldürmek, boğazını kesmek
égare les enquêteurs) 2. Bozmak, doğru yoldan (Egorger un enfant avec un rasoir). 3. mec. Çok
çıkarmak (Une lecture qui peut égarer les jeunes üzmek, canını çıkarmak. 4. mec. Kazıklamak,
gens). 3. Yitirmek, bulamamak, koyduğu yeri fazla para almak (Egorger un client).
' unutmak (J'ai égaré mon stylo). § S'égarer: 1. égorgeur, euse ad. Boğazlayarak, boğazını keserek
Yitmek, yolunu şaşırmak (Les enfants qui se sont öldüren; kıyıcı (Le jury est sans pitié pour les
égarés en jouant dans la forêt). 2. Yolundan égorgeurs).
sapmak, yön değiştirmek (La discussion s'égare). égosiller Îs')gj2.1.Boğazınıyırtarcasına bağırmak
3. Yitmek, yerinde bulunamamak (Plusieurs (I! s'égosillait vainement pour se faire entendre
livres se sont égarés au cours du déménagement). 4. dans ce tumulte). 2. Gırtlak patlatmak, soluk
Şaşırmak, yanılmak, yanılgıya düşmek (1!s'égare tüketmek. 3. S'égosiller à f. qch: -mekten soluğu
dans de vaines digressions). kesilmek, gırtlağı patlamak (Il s'égosillait à lui
égayant, e .y. Neşelendirici, neşe katıcı, sevindirici, expliquer le cas).
égayer gçl. 1. Şenlendirmek neşelendirmek, neşe égotisme er. Benlikçilik; hep kendinden söz etme.
katmak, güldürmek (Le conjérencier égaya 'benbencilik,
l'auditoire par quelques anectotes piquantes). 2. égotiste v. vead. Benlikçi; hep kendinden söz eden,
Süslemek (Egayer une maison, un récit). 3. Egayer 'benbenci.
qch de: Bir şeyi -ile süslemek, hoş bir hava vermek égout er. 1. Bir yerden akan su, sızan sıvı (Les
(Egayer de quelques plaisanteries un entretien êgouts d'un toit). 2. (Bir damın) Saçak kiremitleri,
sérieux). § S'égayer: 1. Eğlenmek, gülüşmek, saçak (Toit à deux égouts) 3. Dam akıntısı. 4. Su
neşelenmek. 2. -e gülmek (L'auditoire s'égaya lâğımı, kanalizasyon (Les égouts se déversent
longuement de ce lapsus de l'orateur). 3. S'égayer à parfois dans la mer). 5. mec. Batakhane, ahlâkça,
f. qch: -siyle eğlenmek, -sine gülmek (Il s'égayait à bozuk yer. 6. mec, Çirkef, batak, iğrenç şey (11
le voir danser comme un fou). traite mon œuvre dégoût).
égéen, ne s. 1. Ege denizine değgin (Civilisation égoutier er. Lağımcı.
égéenne). 2. ad. Egeli, égouttage, égouttement er. Suyunu alma; suyu
égérie diş. Birine akıl hocalığı eden kadın, alınma (L'égouttage du fromage blanc).
égide diş. 1. Söylencede Pallas'ın kalkanı. 2. égoutter gçl. 1. Süzmek, suyunu akıtmak, suyunu
Koruyuculuk; koruma, himaye, § Sous l'égide de: almak (Egoutter la vaisselle. Egoutter du fromage.
-in koruyuculuğunda, -in "himayeleriyle (Une Egoutter le linge). 2. gsz. Sızmak, suyu damla
exposition organisée sous l'égide du damla akmak (Le linge égoutte. Laisser lefromage
gouvernement). égoutier). § S'égoutter: 1. Sızmak, suyu damla
églantier er. Yabangülü ağacı, kuşburnu ağacı, damla akmak (Les arbres s'égouttent après la
églantine diş. Yabangülü, kuşburnu, pluie. Le linge s'égoutte). 2. S'égoutter de qch: -den
église diş. 1. Kilise (Le clocher de l'église). 2. (Büyük damla damla sızmak (L'eau de pluie qui s'égoutte
harfle) Hıristiyanlık; Hıristiyanlık dünyası. 3. d'un manteau).
Papazlar sınıfı (Appartenir à l'Eglise). 4. égouttoir er. Tabak, şişe gibi şeylerin suyunu
Hıristiyan mezheplerinin her biri (L'Eglise süzdürmek için kullanılan destek, süzek
catholique. Les Eglises protestantes, orthodoxes). (Egouttoir à vaisselle, à bouteilles; égouttoir à
églogue diş. Çoban türküsü; bir çeşit küçük kır fromage).
şarkısı (Les églogues de Virgile). égoutture diş. Sızıntı, bir şeyden sızan sıvı; bir kapta
ego er. ruhb. Ben. kalan son damlalar,
égoccntrique s. ve ad. ruhb. 'Beniçincil; *benözekçil égrappage er. (Üzümleri) Salkımdan koparma,
(C'est un égoccntrique; un réflexe égocentrique). égrapper gçl. Salkımdan koparmak (Egrapper des
égrappoir 488 élan
d'honneur). 7. Yücelik, soyluluk (Une grande élimer gçl. Eskitmek, yıprandırmak (Elimer
élévation de sentiment; élévation de l'âme, de une chemise, une veste).
l'esprit). 8. Hıristiyan âyininde papazın élimination diş. 1. Eleme, çıkarma, dışarda
hamursuzla şarabı kaldırdığı an. 8. (Resimde) bırakma (Elimination d'un concurrent, d une
Önden görünüş, équipe), l.ftzy. (Vücuttan) Çıkarma,atma,°ıtrah.
élévatoire s. Kaldırıcı, yükseltici, éliminatoire s. 1. Eleyici, dışarda bırakıcı (Note
élève ad. 1. Öğrenci (Les élèves sortent de éliminatoire, une épreuve éliminatoire). 2. diş.
école. Un bon élève, une mauvaise élève). 2. Eleme sınavı, eleyici yarışma,
Öğrenci, çırak, yetiştirme (Raphaël fut un élève du éliminer gçl. 1. Elemek, dışarda bırakmak
Pérugin. Platon, t élève de Socrate). 3. (On a éliminé ta moitié des candidats). 2. Eliminer
Yetiştirilmekte olan hayvan yada bitki, qn, qch de qch: Birini, bir şeyi -den elemek, -in
élevé, e s. 1. Yüksek, yüce (Une colline élevée. dışında bırakmak (Eliminer une équipe de la
Acheter à un prix élevé). 2. mec Seçkin, yüksek Coupe. Eliminer un candidat de l'examen). 3.
düzeyli (Un style élevé). 3. Eğitim görmüş, Vücuttan çıkarmak, °ıtrah etmek,
eğitimli, yetiştirilmiş. § Bien élevé,e:; s. ve ad: élingue diş. den. (Yükleri yısa ederken bunları
Terbiyeli. Mal élevée: s. ve ad. Terbiyesiz, sarmak için kullanılan) Sapan,
élever gçl. 1. Yükseltmek (Elever te niveau de élinguer gçl. den. (Yükü) Sapana sarıp yısa
vie de la population). 2. Arttırmak (Elever te prix etmek.
des denrées). 3. Elever qn, qch à qch: Birini, bir şeyi élire gçl. Seçmek (Elire un président, un
-e yükseltmek, terfi ettirmek, çıkartmak (Elever député). § Elire domicile quelque part: Bir yere
quelqu'un au trône, aux plus hautes charges). 4. yerleşmek, bir yeri kendisine ikametgâh olarak
Yapmak, kurmak, dikmek (Elever un monument, seçmek.
une maison). 5. -de bulunmak, -e girişmek (Elever élision diş dilb. Sondaki ünlünün kaldırılması;
une protestation, une contestation, une critique). 6. düşme, silinme, silme,
Eğitmek, yetiştirmek (Elever des enfants, élever ta élite diş. 1. Seçkin topluluk, kalburüstü takım,
jeunesse dans le respect des traditions). 7. kaymak tabaka (L'élite de la société parisienne). 2.
Beslemek, yetiştirmek (Elever des moulons, des ç. Seçkinler, seçkin kimseler. § D'élite: Seçkin,
vaches). § Elever le ton: Sesinin tonunu yüksek nitelikli (Un chef militaire d'élite).
yükseltmek, tehdit edici bir biçimde konuşmak. élixir er. İksir ( Elixir de longue vie).
Elever la voix: Sesini çıkarmak, konuşmak. Elever elle adıl. ,(11 ve Lui adıllarının dişili) O (Elle
à la brochette: Büyük bir özenle yetiştirmek. travaille).
Elever qn, qch jusqu'au ciel, jusqu aux nues: ellébore er. bitb. Çöpleme.
Göklere çıkarmak, çok övmek. Elever qn sur le ellipse diş. 1. mat. Elips. 2. dilb. *Eksilti, bir
pavois: Örnek olarak göstermek, omuzlarda sözün anlaşılması için bulunması zorunlu
taşımak, § S'élever: 1. Yükselmek, çıkmak. 2. olmayan bir yada birkaç sözcüğün eksik
Yapılmak, kurulmak, dikilmek. 3. S'élever à qch: söylenmesi.
-e çıkmak, yükselmek, erişmek (La facture s'élève ellipsoïdal,e s. Elipsoidal, elipsoit biçiminde,
à mille francs. S'élever à un grade supérieur). 4. ellipsoïde er. Elipsoit.
S'élever contre: -e karşı çıkmrfk, cephe almak elliptique s. 1 mat. Eliptik, elips biçiminde.
(S'élever contre la politique gouvernementale, (Orbite elliptique). 2. dilb. °Eksiltili (Un siyle
contre les abus). elliptique).
éleveur, euse ad. 1. Yetiştirici, besleyici elliptiquement bel. 1. Elipsi andırırcasına, elips
(Eleveur de bestiaux, de chevaux). 2. diş. Kuluçka biçiminde olarak. 2. Eksiltili olarak,
makinasından çıktıktan sonra civcivlerin élocution diş. Konuşma biçimi, söyleyiş,
konduğu sıcak bölme. 3. Şarapların anlatış (Elocution lente, rapide). § Avoir l'élocution
mayalanmasını denetleyen kimse (Propriétaire facile: Kolay, rahat konuşabilmek,
éleveur). éloge er. 1. Övgü. 2. Övme yazısı, övme
élevure diş. (Deride) Kabarcık, söylevi. § Combler qn d'éloges: Birini övgülere
elfe er. (İskandinav söylencesinde) Hava perisi, boğmak, çok övmek. Faire l'éloge de: -i övmek (11
élider gçl. dilb. Sonundaki ünlüyü kaldırmak; m'a fait l'éloge de son nouveau secrétaire).
silmek (Elider un mot, une voyelle). élogieusement bel. Överek, övgülere boğarak,
éligibilité diş. Seçilme lıakkı, seçilebilirlik, élogieux, euse s. 1. Övmeli, övgülü, övgü dolu
éligible s. 1. Seçilebilir, seçilme hakkı olan. 2. (Il a reçu un rapport d'inspection très élogieux). 2.
Eligible à qch: -e seçilebilir. Övücü (11 a parlé de vous en termes élogieux).
éloigné 492 émancipation
éloigné, e s. 1. Uzak (Il arrivait d'une province élucidation diş. Açıklama, aydınlatma (L'élucidation
éloignée. Un avenir éloigné. Un parent éloigné). 2. d'un mystère).
Eski, geçmiş, çok uzak (A une époque bien élucider gçl. Açıklamak, aydınlatmak (Elucider
éloignée). § Eloigné de: -den uzak, -mekten uzak une question, une difficulté, un problème).
(Se tenir éloigné du feu. Je suis très éloigné de élucubration diş. 1. Dur durak bilmeden çalışma.
cette conception. Iln'étaitpas éloigné de croire que 2. alay. Didine çabalaya ortaya konan ama pek
l'affaire réussirait). bir değer taşımayan yapıt, didinti. i. alay. Saçma,
éloignement er. 1. Iraklık, uzaklık, mesafe ipe sapa gelmez söz yada yazı. zırva (Je ne prends
(L'éloignement faisait paraître la maison pas au sérieux ses élucubrations).
miniscule). 2. Uzaklaşma, uzaklaştırma (L'exil élucubrer gçl. 1. (Yapıt, yazı için) Didine çabalaya
n'est pas seulement l'éloignement du sol de la meydana getirmek. 2. İpe sapa gelmez biçimde
patrie). 3. Her şeyden elini eteğini çekme, bir söylemek yada yazmak, zırvalamak,
kenara çekilme. 4. mec. (Eski) Tiksinti, éluder gçl. 1. Aldatmak, atlatmak (Quelque belle
hoşlanmazlık (Cela m'a donné le plus ruse pour éluder ici les gens). 2. Atlatmak, yan
d'éloignement pour tes dévots). çizmek, ustalıkla içinden sıyrılmak (Eluder une
éloigner gçl. 1. Uzaklaştırmak. 2. Bir kenara difficulté, un problème). >
çekmek (Eloignez ce fauteuil qui me bouche le élusif, ive s. Kaçamak (Une réponse
passage). 3. Ertelemek, daha uzak bir tarihe élusive).
atmak (Eloigner une échéance. Cet incident va élysée er. 1. (Söylencede) Cennet. 2. mec. Cennet
éloigner la signature des accords). 4. gibi yer, ferah yer. § L'Elysée, Palais de l'Elysée:
Seyrekleştirmek, araya uzun zaman sokmak (Fransa) Cumhurbaşkanlığı Sarayı,
(Eloigner ses visites). 5. Eloigner qn, qch de: a) élyséen, ne s. Cennet gibi, cenneti andıran; cennete
Birini, bir şeyi -den uzaklaştırmak, uzağa değgin.
koymak (Eloigner sa chaise de la table), b) -den élytre er. (Kimi böceklerde) Dış kanat (Les élytres
ayırmak, uzaklaştırmak, saptırmak (Ce détour du hanneton).
nous éloigne de notre but), c) -den sürmek, émaciation diş. Aşırı zayıflık,
uzaklaştırmak (On fa éloigné de la capitale), § émacié, e s. Aşırı zayıf, süzülmüş, kadidi çıkmış (Un
S'éloigner: 1. Uzaklaşmak. 2. S'éloigner de t -den
visage émacié; une personne émaciée).
uzaklaşmak, ayrılmak, kopmak, sapmak
émacier gçl. Çok zayıflatmak, çökertmek. §
(S'éloigner d une ville, de sa famille, de son but).
S'émacier Çok zayıflamak, süzülmek, çökmek
élongation diş. 1. hek. (Bir üyede
(Son visage s'est émacié).
beklenmedik) Uzama, uzunlaşma. 2. gökb.
émail er. 1. Mine. 2. Mineli şey. 3. (Çanak çömlekte)
•Uzanım; Gezegen-Yer-Güneş üçlüsünün
Sır ( Une baignoire en fonte revêtue d'émail blanc).
oluşturduğu açı; Yer'den gezegene ve Güneş'e
émaillage er. Mineleme; sır sürme, sırlama
bakan iki doğrultu arasındaki açı. 3 . f i z . Sarkacın
(L'émaillage de la fonte).
vardığı en yüksek noktanın çeküle dek olan
émailler gçl. 1. Minelemek; sır sürmek, sırlamak,
yolunun uzunluğu, *uzanım.
sır geçirmek (Emailler un bracelet, un vase). 2.
élonger gçl. 1. Uzatmak (Elonger un câble, un
mec. eski Renk renk süslemek; öbek öbek
cordage). 2. hek. Çekip uzatmak, uzunlaştırmak
serpilip süslemek (Les astres émail/aient le ciel.
(Elonger un nerf).
Mille fleurs naissantes émail/aient les tapis verts).
éloquemment bel. Uz bir dille, "belâgatle (Parter
3. Emailler qch de: -ile süslemek, -ile doldurmak
éloquemment). (Emailler son discours de citations. Cet élève a
éloquence diş. 1. Dil uzluğu, °belâgat. 2. Sözgenlik, émaillé son devoirs de fautes). 4. mec.
"hitabet. 3. mec. Anlam, anlamlılık, dil Serpiştirmek, ötesine, berisine saçmak.
(L'éloquence <tune mimique, l'éloquence des émaillerie diş. Minecilik.
chiffres). émailleur, euse ad. Mineci,
éloquent, e s. Uzdilli, belâgatli (Un orateur éloquent). émaillure diş. 1. Mine işi. 1. Mine işçiliği,
2. Sürükleyici, akıcı (S'exprimer en termes émanation diş. 1. Çıkma, yayılma, türüme, "intişar
éloquents). 3. Anlamlı, kendiliğinden konuşan (Emanation de gaz) 2. mec. Belirme, ortaya çıkma
(Ces chiffres sont éloquents). (Une politique qui apparaît commet rémanation de
élu, e s. ve ad. 1. Oyla seçilmiş kimse, seçimle gelmiş la volonté populaire). 3. fels. Türüm, "südur.
kimse, seçilen (Les électeurs et les élus). 2. émancipation diş. 1. Ergin tanıma, ergin tanınma,
Tanrının sevgili yaratığı. § Le peuple élu: Yahudi "rüşt (L'émancipation d'une fitle mineure qui se
kavmi. marie). 2. Özgürlüğüne kavuşma, özgürlüğüne
émancipé 493 embarras
3. Seçmek, -e girmek (Embrasser un métier, une kaplanmak, çalılaşmak (Un champ à l'abandon
carrière). 4. İçermek, kapsamak, kaplamak, içine qui s'est embroussaillé).
almak (Ses recherches embrassent un domaine très embrumer gçl. 1. Sisli, dumanlı, puslu kılmak;
large). § Qui trop embrasse mal étreint: İki karpuz sislendirmek, puslandırmak. 2. mec. Karartmak,
bir koltuğa sığmaz. § S'embrasser: Kucaklaşmak, kederlendirmek (Des fronts qu'embrume le souci).
öpüşmek (Deux amoureux qui s'embrassent). embrun er. Dalga savuruntusu, deniz serpintisi, su
embrasseur, euse j. ve ad. Öpmeyi, sarılmayı seven: serpintisi (La mer était forte et le pont était couvert
öpüşken (Il n'est guère embrasseur). d'embruns).
embrasure diş. 1. Açıklık, aralık (Embrasure embryogénie diş. Embriyon oluşum ve gelişimi,
d'une porte, d'une fenêtre). 2. Mazgal deliği. 3. embryologie diş. biy. Embriyoloji,
den. Lombar deliği, embryon er. biy. 1. Embriyon, oğulcuk, cücük,
embrayage er. 1. Makinayı motöre bağlama. 2. °rüşeym. 2. mec. Çekirdek, tohum (Une idée qui
Bağlama düzeni, kavrama düzeni (Türkçede contient l'embryon d'une nouvelle théorie).
yanlış da olsa buna "debreyaj" denir), embryonnaire s. 1. Embriyona değgin, embriyona
embrayer gçl. 1. Makinayı motöre bağlama. 2. hlk. özgü (La vie embryonnaire du poussin dans l'oeuf).
Yeniden işe başlamak. § Embrayer une gonzesse: 2. mec. Gelişmesinin ilk basamağında olan;
argo. Bir kız tavlamak, çekirdek halinde, tohum halinde (L'entreprise est
embrèvement er. (İki tahtayı birbirine) Verevine encore au stade embryonnaire).
geçirme. embu, e s. 1. Soluk, solmus, rengi atmış (Couleurs
embrever gçl. (İki tahtayı birbirine) Verevine embues, un tableau embu). 2. er. Renkleri solmuş
geçirmek. bir tablonun donuklaşmış hali.
embrigadement er. 1. Tugay haline getirme. 2. embûche diş. 1. Tuzak, pusu, oyun (Il a déjoué les
Birleştirme, toplama, embûches de ses adversaires), 2. ç. Engel, güçlük
embrigader gçl. 1. ask. Tugay haline getirmek, (Une démarche pleine d'embûches).
tugay halinde birleştirmek. 2. Bir yönetim altında embuer gçl. Buğulandırmak, buğulatmak (Son
birleştirmek, toplamak, haleine avait embué la vitre).
embrocation diş. hek. 1. Yağlı ilâç sürme, yakı embuscade diş. Pusu, tuzak. § Dresser, tendre une
- sürme. 2.Yağlı ilâç, yakı (Embrocations utilisées embuscade contre qn: -e karşı tuzak kurmak.Etre,
pour les massages). se tenir en embuscade: Pusuda olmak, beklemek.
embrochement er. 1. Şişe geçirme. 2. Şişleme, Mettre qn en embuscade: -Birini pusuya yatırmak.
süngüleme. Se mettre en embuscade: Pusuya yatmak. Tomber
embrocher gçl. 1. Şişe geçirmek (Embrocher un dans une embuscade: Tuzağa, pusuya düşmek,
poulet, des morceaux de viande). 2. Şişlemek, embusqué er. Savaşta kendine tehlikesiz bir hizmet
süngülemek, kılıç saplamak (Embrocher un sağlamış asker,
ennemi). § S'embrocher: Birbirini öldürmek, embusquer gçl. Pusuya yatırmak (Le chef de section
süngülemek, şişlemek, a embusqué ses soldats au coin d'un bois). §
embrouillamini er. tkz. Düzensizlik, karmakarışıkhk. S'embusquer 1. Pusuya yatmak. 2. Savaşta
embrouillement er. 1. Karıştırma, karışıklık, karma kendine tehlikesiz bir hizmet sağlamak,
karışık olma (L'embrouillement inextricable de la éméché, e j. tkz. Hafifçe sarhoş, çakırkeyf.
situation. Je ne comprends rien à cet émécher gçl. 1. Fitil haline getirmek. 2. Çakırkeyf
embrouillement). 2. mec. Güçlük, zorluk, yapmak.
embrouiller gçl. 1. Karıştırmak, karmakarışık énteraude diş. Zümrüt (Un collier d'émeraudes). 2.
etmek (Embrouiller les fiches, les cordons, un s. Zümrüt yeşili (Des rubans émeraude).
écheveau de laine). 2. Anlaşılmaz hale getirmek émergence diş. 1. Çıkış, yüze çıkma, toprak yada su
(Embrouiller une phrase, une idée). 3. Embrouiller yüzüne çıkma (Le point d'émergence tfune
qn: -in kafasını karıştırmak (Tu m'as embrouillé). source). 2. biy. Çıkıntı. 3. mec. Birdenbire ortaya
§ S'embrouiller Şaşırmak, zihni karışmak (Il çıkma, görünme (Emergence d'un fait historique).
s'embrouille dans ses explications). émergent, e s. Çıkan, yüze çıkan, su yada toprak
embroussaillé, e s. 1. Çalılarla kaplanmış, çalılaşmış yüzüne çıkan (Les îles sont des têtes de montagnes
(Un champ embroussaillé). 2. Dağınık, émergentes). § Année émergente: Bir dönemin
karmakarışık olmuş (Des cheveux başlangıç yılı.
embroussaillés). émerger gsz. 1. Yüze çıkmak, suyun yüzüne
embroussailler gçl. Çalılarla kaplamak, çıkmak (L'îlot émerge à marée basse). 2. Emerger
çalılaştırmak. § S'embroussailler: Çalılarla de qçh: -den çıkmak, -den doğmak, ortaya
émeri 497 emmancher
çıkmak (Le soleil qui émergeait d'une nuit sombre émigré, e s. ve ad. Göç etmiş, göçmen (Les émigrés
éclairait le fleuve. La vérité finit par émerger de politiques ont constitué un gouvernement en exil).
tant de dépositions contradictoires). émigrer gsz. 1. Başka bir ülkeye göç etmek (De
émeri er. Zımpara (Poudre d émeri. papier cF émeri). nombreux citoyens ont émigré à F étranger). 2.
§Etrc bouché à l'émeri: mec. tkz. Çok dar kafalı (Hayvanlar için) Toplu halde göç etmek (Les
olmak, anlayışı kıt olmak, kafasız olmak, cigognes émigrent).
émerillon er. 1. hayb. Bozdoğan. 2. Fırdöndiilii émincer gçl İnce dilimler halinde kesmek (Emincer
çengel. un oignon).
émerillonné, e s. Şen, neşeli, canlı, éminemment bel. Çok yüksek ölçüde, yüksek
émeriser gçl. Zımpara tozu ile kaplamak, düzeyde.
i mérite s. 1. (Eski) Emekli 2. mec. Yetkili, değerli, éminence diş. 1. Yükseklik, tepe (Monter sur une
seçkin (Un physicien émérite). éminence pour observer les environs). 2. mec.
émersion diş. 1. Yüze çıkma, su yüzüne çıkma. 2. Üstünlük. 3. (Büyük E ile) Karadinallere verilen
gökb. »Gölgeden çıkma, yeniden görünme, unvan (Son Eminence le cardinal). § Eminence
émerveillement er. Hayran olma, hayrette kalma grise: Bir kişi yada partiyi perde arkasından
(Contempler avec émerveillement les tableaux dans yöneten kimse, gizli el.
un muséç). éminent, e s. 1. Seçkin, yüksek, çok değerli (Mon
émerveiller gçl. Hayran etmek, hayrette bırakmak éminent collègue. Un homme éminent, une place
(La beauté du paysage émerveilla les touristes. Cet éminente). 2. Yükselen, sivrilen, çıkıntı yapan,
enfant émerveille tout le monde). § S'émerveiller: 1. éminentissime s. Pek yüksek, pek üstün, pek değerli,
Hayran kalmak, hayret etmek. 2. S'émerveiller de émir er. (Müslüman ülkelerde) Emir (L'émir Abd-el-
qch: -e hayran kalmak, hayret etmek Kader).
(S'émerveiller du talent d'un artiste, de la beauté émirat er. Emirlik (L'Etat des Emirats Arabes
d'un paysage). Unis).
émétique s. 1. Kusturucu (Une préparation émissaire er. 1. Bir iş için gönderilen özel görevli,
émétique). 2. er. Kusturucu ilâç (Prendre un aracı (Les rebelles avaient envoyé deux émissaires
émétique). pour discuter F armistice). 2. Boşaltma kanalı. § Le
émetteur, trice s. ve ad. 1. (Para, tahvil vb.)Çıkaran bouc émissaire: Abalı, kendisine her suç
(Banque émettrice). 2. Verici (Emetteur de yüklenilen kimse,
télévision). 3. Verici istasyon, émission diş. 1. (Para tahvil vb için) Çıkarma
émettre gçl. 1. Çıkarmak, piyasaya çıkarmak (La piyasaya çıkarma (L'émission de timbres-poste,
Banque de France a émis une nouvelle série de d'un emprunt). 2. Dışarı çıkarma (L'émission
billets. Emettre des emprunts, un chèque). 2. d'urine, de sperme). 3. Yayma, çıkarma
Vermek, çıkarmak, yaymak (Cette lampe émet (L'émission de fausses nouvelles). 4. Yayın; radyo
une lumière douce. Le violon émet des sons aigus). yayını, televizyon yayını (Nos émissions sont
3. Dile getirmek, söylemek (Emettre un avis). 4. terminées. Nous avons assisté à une émission très
Yayın yapmak (Un poste qui émet sur ondes intéressante. Emission radiophonique, émission
courtes). télévisée•).§ Banque d'émission: Emisyon bankası,
émeu, émou er. Avustralya'da yaşayan bir tür tepeli banknot çıkarma yetkisi olan banka. Emission
devekuşu. pirate: (Radyo) Korsan yayın,
émeute diş. Ayaklanma, isyan (La manifestation émissole diş. Bir tür küçük köpekbalığı,
tourna à l'émeute). emmagasinage er. Ambara koyma, ambarlama,
émeuticr, ère ad. İsyancı, ayaklanan (Disperser les emmagasiner^-/. I. Ambara koymak,ambarlamak
émeutiers). (Emmagasiner des marchandises). 2. Belleğinde
émiettement er. Ufalama, ufalanma, tutmak, zihnine yerleştirmek (Emmagasiner les
èmietter gçl. Ufalamak, dağıtmak (Emietter du pain, souvenirs, des connaissances).
son énergie), § S'émietter: Ufalanmak, dağılmak, emmaillotement er. Kundaklama, kundağa sarma,
parçalanmak (Un patrimoine qui s'émiette). emmailloter gçl. 1. Kundaklamak, kundağa sarmak
émigrant, e s. ve ad. Göçmen (On a interdit aux (Emmailloter un bébé). 2. mec. Sıkı sıkı sarmak
émigrants d'exporter leurs capitaux). (Emmailloter un doigt blessé).
émigration diş. 1. (Dışarıya, başka bir ülkeye) emmanchement er. Sap takma (L'emmanchement
Göç (La situation économique médicore de ce pays d'un outil).
provoque une émigration importante). 2. (Kuşlar) emmancher gçl. 1. Sap takmak (Emmancher un
Göç; göç etme. balai, une pelle). 2. mec. Sokmak, takmak, içine
emmanchure 498 émouvoir
koymak (Emmancher une bougie dans le (Emoluments du notaire). 4. (Miras) Pay, hisse,
chandelier). 3. mec. Yoluna koymak, rayına émonctoire er. anat. Salgı kanalı,
oturtmak (Emmancher une affaire, une émondage er. Budama.
discussion). émonder gçl. 1. Budamak (Emonder un arbre). 2.
emmanchure diş. Giysinin kol deliği, mec. Fazlasını atmak; ayıklamak, temizlemek,
emmêlement er. Karıştırma, karışım, émondeur er. Budayıcı, budama işçisi,
emmêler gçl. 1. Karıştırmak (ila davantage emmêlé émondoir er. Budama makası, budama bıçkısı,
l'affaire). 2. Birbirine karıştırmak, dolaştırmak émotif, ive s. 1. Heyecana değgin heyecana bağlı (Un
(Emmêler les fils d'un écheveau, les cordons d'un choc émotif. Troubles émotifs). 2. Çabuk
rideau). heyecanlanan (Elle est très émotive, elle rougit et
emménagement er. (Yeni bir eve, daireye) Yerleşme, se trouble pour un rien). 3. ad. Çabuk
emménager gçl. Yerleşmek (Les nouveaux locataires heyecanlanan kimse (Un émotif, une émotive).
ont emménagé dans l'appartement du quatrième). émotion diş. 1. Heyecan (Eprouver une grande
emmener gçl. 1. Götürmek (Je vous emmène au émotion). 2. Telâş (Une certaine émotion
théâtre ce soir). 2. (Askerlik ve spor) Yönetmek commençait à gagner le peuple). 3. Duyarlık,
(Les avants était bien emmenés par le capitaine). duygululuk (La poésie ne peut exister sans
emmenthal er. Bir tür peynir, Fémotion).
emmerdant, e i tkz. Can sıkıcı, berbat (Un film émotionnel, le s. Heyecana bağlı, heyecandan ileri
emmerdant, une affaire emmerdante). gelen (Une réaction purement émotionnelle).
emmerdement er. tkz. Büyük sıkıntı, çok can sıkıcı émotionner gçl. 1. Heyecanlandırmak. 2.
şey (J'ai des emmerdements). Telaşlandırmak,
emmerder gçl. tkz. 1. Canını sıkmak, çok sıkıntı émotivité diş. Çabuk heyecanlanma, çabuk telâş ve
vermek, üzmek (II nous a emmerdés avec ses üzüntüye kapılma (Son bégaiement est un trait
histoires) 2. Aldırmamak iplememek, vız gelir d'émotivité).
demek (J'emmerde tous ces idiots). § S'emmerder: émotter gçl. (Tarlanın) Keseklerini kırmak,
Sıkılmak, canı sıkılmak, émotteuse diş. Kesek kırma makinesi,
emmerdeur, euse ad. tkz. Sıkıcı adam, baş belâsı, émouchoir er. Sineklik, sinek yelpazesi,
emmétrope s. ve ad. (Göz yada kişi) Görmesi émoudre gçl. Çarka vurmak, çarkta bilemek
normal. (Emoudre un couteau).
emmétropie diş. hek. Görmesi normal olma;görme émoulage er. Çarka vurma, çarkta bileme,
normalliği. émouleur er. Bileyici.
emmieller gçl. 1. Bal katmak, bal sürmek, émoulu, e s. Bilenmiş. § Frais émoulu: Yeni mezun,
ballamak. 2. mec. Tatlılaştırmak, yumuşatmak çiçeği burnunda. Frais émoulu de qch: -den yeni
(Emmieller ses paroles). 3. hlk. Can sıkmak, kafa mezun olmuş (II est tout frais émoulu de la Faculté
ütülemek. de médecine). Se battre à fer émoulu: Yepyeni, pırıl
emmitoufler gçl. Kürklere, giysilere sarmak; kalın pırıl silahlarla savaşmak,
ve sıcak giydirmek (Emmitoufler un enfant). § émousser gçl. 1. Körletmek, keskinliğini gidermek
S'emmitoufler: Kalın ve sıcak giyinmek, iyice (Emousser une épée, un fleuret). 2. mec.
giyinmek. Hafifletmek azaltmak, küflendirmek (Emousser
emmouscailler hlk. Can sıkmak, kafa ütülemek, un sentiment, un souvenir). § S'émoussen
emmurer gçl. 1. Dört duvar arasına kapatmak, Körelmek.
hapsetmek. 2. Duvar içine almak, çevresine émoustillant, e s. Keyiflendirici,
duvar çekmek, émoustiller gçl. Keyiflendirmek, keyif vermek
emmuseler gçl. Burunsalık takmak, (Le vin commençait à émoustiller les invités).
émoi er. Heyecan, coşku (La vue de la jeune fille le émouvant, e s. 1. Heyecan verici, heyecanlandırın
remplit dun doux émoi). § Etre en émoi: Büyük bir (Un film émouvant), 2. İçe dokunan,
heyecan içine düşmek, ayağa kalkmak (Un duygulandırıcı (Une cérémonie émouvante).
cambriolage a eu lieu ce matin; le quartier est en émouvoir gçl. 1. Kıpırdatmak, hareket ettirmek
émoi). (Aucun souffle n'émouvait le maigre platane), 2.
émollient, e s. Yumuşatıcı (Remède émollient). 2. Heyecanlandırmak, heyecan vermek (Cesparoles
er. Yumuşatıcı ilâç (Prendre un émollient). m'ont ému). 3. Kışkırtmak, coşturmak, heyecana
émolument er. 1. Yarar, kâr. 2. ç. Maaş, aylık, getirmek (Emouvoir la foule). 4.
ücret (Ses modestes émoluments ne lui permettent Duygulandırmak, içine dokunmak, yüreğini
pas de faire des économies). 3. Harç, masraf sızlatmak (Le récit de ses malheurs avait ému ses
empaillage 499 empester
Vous ne vous lavez donc jamais!). (Sous l'empire de la colère, il se mit à l'injurier).
empêtrer gçl. 1. Bukağılamak, köstek takmak, empirer gsz. 1. Daha kötüleşmek, berbata gitmek
kösteklemek (Empêtrer un animal). 2. Empêtrer (L'état du malade a empiré). 2. gçl. Daha
qn dans: Birini -e sokmak, bulaştırmak (C'est lui kötüleştirmek (Le traitement n'a J'ait qu'empirer le
qui m'a empêtré dans cette drôle d'affaire). 3. mal).
Sıkmak, sıkıntı vermek. § S'empêtrer dans qch: 1. empirique s. 1. *Görgül, yalnız görgüye dayanan
-e saplanıp kalmak, -in içine düşmek, -e (Un remède empirique. Découvrir la solution d'un
gömülmek (S'empêtrer dans un dogme, dans la problème par des procédés empiriques). 2. fels.
neige, dans des mensonges). 2. S'empêtrer de: -e Bilimsel olmayan deneylere dayanan, * görgîil. 3.
bulaşmak, çatmak, yakasını kaptırmak (Il s'est er. Deneyci filozof yada öğreti. 4. er. Hekim
empêtré d'une femme qui lui rend la vie dure). taslağı, olçum (Mon père qui ne croyait guère aux
emphase diş. 1. Tumturak, tumturaklılık (Parler médecins, envoya chercher l'empirique).
avec emphase. Un discours plein d emphase). 2. empiriquement bel. Görgül olarak, görgülere
(Duyguların belirtilmesinde) Aşırılık, abartma dayanarak, deneylere dayanarak (Résultat obtenu
(Un dévouement sans emphase). empiriquement).
emphatique s. Tumturaklı (Un style emphatique, un empirisme er. 1. fels. Deneycilik, görgücülük.
ton emphatique). 2. (Eski) Olçumluk, hekim taslaklığı.
emphatiquement bel. Tumtarakh, tumturaklı empiriste s. ve ad. 1. Görgücülüğe özgü. 2.
olarak. Görgücü.
emphysème er. hek. Anfızem; dokular arasında emplacement er. 1. Yer, mevki (Fixer l'emplacement
hava toplanması nedeniyle şiş meydana gelmesi, d'une usine). 2. Arsa (On a construit un immeuble
empiècement er. (Gömlek, bluz gibi giysilerde) sur l'emplacement de l'ancien théâtre).
Göğüsle boyun arasına eklenen parça, roba. emplâtre er. 1. Yakı, lâpa. 2. mec. tkz. Lâpacı
empierrement er. Taş döşeme (Empierrement d'un (Cet emplâtre-là n'a rien fait pour nous aider). 3.
ehemin). argo. Dayak, kötek, sille,
empierrer gçl. Taş döşemek (Empierrer un ehemin, emplâtrer gçl. argo. Dayak atmak, sille tokat
un bassin, un fossé). girişmek.
empiétement er. 1. Başkasının malına el uzatma, emplette diş. 1. Satın alma (Faire l'emplette d'un
°gasp, "tecavüz (Empiétement sur le terrain appareil photographique). 2. Satın alman şey (Elle
d'autrui. 2. mec. Yetkisini aşma, yetkisi dışına a rapporté ses emplettes dans un grand panier). §
çıkma. Faire des emplettes: Alış veriş yapmak, öteberi
empiéter gsz. Empiéter sur: 1. -e tecavüz etmek, -e satın almak.
haksız olarak el koymak (Empiéter sur les droits emplir gçl. 1. Doldurmak (Emplir une bouteille, un
d'autrui. Empiéter sur le champ de son voisin). 2. bidon). 2. Emplir qn de qch: -içinde bırakmak, -e
-in sınırını aşmak (Un bon citoyen n'empiète sur la boğmak (Le spectacle nous a emplis d'admiration).
liberté de personne). § S'emplir: 1. Dolmak. 2. S'emplir de qch: -ile
empiffrer (s') gsz. tkz. 1. Tıkınmak, karnını dolmak (La chambre s'emplissait de clarté bleue).
doyurmak. 2. S'empiffrer de qch: -i tıkınmak, -ile emplissage er. Doldurma,
karnını tıkabasa doldurmak (S'empiffrer de emploi er. 1. Kullanma, kullanış (L'emploi d'u
gâteau). remède, d'un mot). 2. İş (Chercher un emploi. Iles
empilement er. İstif (Empilement de livres). sans emploi). 3. Bir oyuncunun aldığı rol (Teni
empiler gçl. 1. İstif etmek, üst üste yığmak (Empiler l'emploi du jeune premier. // a l'emploi du valet). 4.
des assiettes, des livres, des vêtements). 2. tkz. Kullanım, istihdam (Le volume d'emploi: İstihda
Aldatmak, kazıklamak (Un vendeur malhonnête hacmi. Plein-emploi: Tam istihdam. Sous-emploi
nous a empilés). § S'empiler: Üst üste yığılmak, Düşük istihdam. Sur-emploi: Aşırı istihdam), ij
istif olmak (Les livres s'empilent sur un bureau). § Double emploi: Gereksiz yineleme. Avoir 1
Se faire empiler: Aldatılmak, kazıklanmak, physique de l'emploi: 1. Tipi rolüne uygun olma
empire er. 1. İmparatorluk (L'Empire Ottoman. 2. mec. Yaptığı işe biçilmiş kaftan görünmek
Le partage de l'empire d'Alexandre). 2. Güc, erk Faire double emploi: Gereksiz yinelenme
(Des réflexes qui échappent à l'empire de la (Quand un mot fait double emploi avec un autr
volonté). 3. "Nüfuz, sözügeçerlilik (Il a un grand dans une phrase, on dit qu'il y a pléonasme).
empire sur ses amis). 4. Etki. § Pour un empire: employable j. Kullanılabilir,
Dünyaları verseler (Je ne céderai pas ma place employé, e ad. Görevli, "memur, "müstafide
pour un empire). Sous l'empire de: -in etkisiyle (Les employés d'un ministère. Employé de banque.
employer 501 emporter
Une employée des postes. Employé de commerce). Bozmak, zehir etmek (Il a empoisonné ma joie,
employer gçl. 1. Kullanmak (Employer un outil, notre soirée). 4. Zehir katmak, zehir sürmek,
un instrument, un mot). 2. Employer qn, qch à qch: zehirlemek (Empoisonner une boisson, un puits, un
Birini, birşeyi -de, yolunda, uğrunda, için étang, les eaux. Empoisonner une flèche). 5. Çok
kullanmak (Employer une somme à rachat (f une kötü kokutmak (Le marais empoisonnait le
voiture. Employer toute son énergie à une tâche). 3. village). 6. gsz. Pis kokmak (De la viande avariée
Employer qn, qch à f. qch: Birini, birşeyi -mekte qui empoisonne. 7. tkz. Canını sıkmak (7/
kullanmak, -mek için harcamak (J'ai employé m'empoisonne avec ses réclamations). §
toute une journée à rédiger mon courrier). 4. S'empoisonner: Canı sıkılmak, bunalmak (On
Çalıştırmak, "istihdam etmek ( Cette usine s'empoisonne ici).
emploie dix mille ouvriers. Je vais Remployer au empoisonneur, euse ad. 1. Zehirleyici, zehirle
restaurant). § S'employer: 1. Kullanılmak ("Cemot öldüren kimse. 2. tkz. Çok kötü aşçı. 3. mec.
ne s'emploie plus). 2. S'employer à qch: -e Zehirleyici, bozguncu, zararlı düşünceler
çalışmak, çabalamak, için uğraşmak (S'employer aşılayan kimse. 4. tkz. Can sıkan kimse, sıkıcı
à la recherche d'une solution). 3. S'employer pour adam.
qn: -için çaba göstermek, desteklemek, lehinde empoissonnement er. Balıklandırma (L'empois-
çalışmak (Ses amis se sont employés pour lui en sonnement d'un étang).
intervenant auprès des autorités). 4. S'employer à f. empoissonner gçl. Balıklandırmak (Empoissonna-
qch: -meye çalışmak, çabalamak (Il s'est employé une rivière, un lac).
à réparer les dégâts). emporté, e s. Öfkeli, sert, çabuk kızan (Unefemme
employeur, euse ad. İşveren (L'employeur et le emportée).
salarié). emportement er. 1. Öfke, kızgınlık (Il discute avec
emplumé, e s. Tüylerle kaplı, tüylerle donatılmış, emportement). 2. (Eski) Heyecan, coşkunluk,
emplumer gçl. Tüylerle kaplamak, tüylerle taşkınlık (Les emportements de l'imagination. Il
donatmak. s'est donné avec emportement à la science).
empocher gçl. 1. Cebine koymak, cebe indirmek, emporte-pièce er. 1. Zımba. 2. mec. Sözünü
almak (Empocher de l'argent. Il empoche deux sakınmayan (kimse). § A l'emporte-pièce: Açık,
mille francs par mois). 2. tkz. Yemek, -e uğramak kesin, dobra dobra (Avoir un caractère à
(Ha empoché quelques horions dans ta bousculade). l'emporte-pièce. Mots, phrase, style à f emporte-
§ Empocher des coups: Dayak yemek, sille, tekme pièce).
yemek. emporter gçl. 1. Kendisiyle götürmek, beraberinde
empoignade diş. Çekişme, sert tartışma; kavga, götü rmek (Emporter des provisions de bouche pour
empoignant, e s. Dokunaklı, heyecanlı, le voyage). 1. Alıp götürmek, koparıp götürmek
empoigner gçl. 1. Tutmak, avcunun içine almak, (Le tempête a emporté la toiture). 3. Götürmek,
eliyle kavramak (Empoigner une pioche). 2. Tutup taşımak (On emporte les blessés dans
sıkmak (Il sauta sur son adversaire et l'empoigna l'ambulance). 4. Zaptetmek, ele geçirmek
au collet). 3. tkz. Yakalamak, enselemek (Emporter une position ennemie). 5. Öldürmek,
(Empoigner un voleur, un malfaiteur). 4. götürmek (La tuberculose emporta son père). 6.
Dokunmak, coşturmak, heyecan vermek (Le mec. Kapıp sürüklemek (Le courant emporte la
dénouement empoignait les spectateurs). §. barque). 7. Kazanmak, elde etmek, sağlamak
S'empoigner: Kavga etmek, yaka paça birbirine (Emporter un prix, un avantage). § Emporter le
girmek. morceau, emporter la pièce: Parsayı kapmak,
empois er. (Nişasta ile yapılmış) Kola. dilediği şeyi elde etmek. L'emporter: Üstün
empoisonnant, e s. tkz. Çok can sıkıcı, bunaltıcı, gelmek yenmek, kazanmak. L'emporter sur: -e
empoisonnement er. 1. Zehirleme, ağılama; üstün gelmek, -i yenmek, bastırmak (Les Français
zehirlenme, ağılanma (Empoisonnement dû à des l'ont emporté sur les Allemands. L'amour l'a
champignons vénéneux). 1. mec. Zehirleme, zararlı emporté sur l'amitié). Ne pas l'emporer en paradis:
düşünceler aşılama. 3. tkz. Can sıkıntısı, Yaptığı yamna kalmamak (Tu ne l'emporteras pas
bunalma, sıkıntı, bunalım (fai déjà assez en paradis). Se laisser emporter par qch: -e
d"empoisonnements). kapılmak, kendini kaptırmak (Se laisser emporter
empoisonner gçl. 1. Ağılamak, zehirlemek, par la colère). Autant en emporte le vent: Hiçbir iz
zehirleyerek öldürmek (Elle a empoisonné son kalmayacak, hiçbir etki bırakmayacak. Rüzgâr
mari). 2. mec. Zehirlemek, zararlı düşünceler . gibi geçip gidecek. § S'emporter: 1. Kızmak,
aşılamak (Empoisonner les jeunes esprits). 3. öfkelenmek, tepesi atmak 2. S'emporter contre: -e
empoté 502 émule
güden, °rakıp; eşit, denk (On reconnaît en lui le encadreur er. 1. Çerçeveci. 2. (Bir kurs yada stajda)
digne émule de son maître). Öğretim görevlisi (Les encadreurs d'un stage).
émulsion diş. 1. Sütsü, sübye. 2. (Sinemacılıkta) encagement er. Kafes içine koyma,
Duyarkat. encager gçl. 1. Kafes içine koymak (Encager
émulsionner gçl. 1. Sütsüleştirmek, sübyeleştirmek; un oiseau, une bête). 2. mec. Hapsetmek, dört
sütsü hale getirmek, sübye haline getirmek. 2. duvar arasına kapamak,
(Fotoğrafçılıkta) Duyarkat geçirmek, encaissable s. Tahsil edilebilir, alınabilir (Somme
en ilg. 1. -e (Aller en France, passer en Angleterre). immédiatement encaissable).
2. -de, içinde (Etre en prison. Nous sommes en encaissage er. Kasaya koyma,
juillet). 3. -ile (Expliquer en quelques mots). 4. - encaisse diş. Cüzdanda yada kasadaki para, eldeki
halinde (Vivre en paix, être en guerre avec un pays). para yada değerler (L'encaisse d'une maison de
5. -şeklinde, biçiminde (Des perles en poire). 6,-li, - commerce). § Encaisse d'or: Altın yedeği. Encaisse
giymiş (Etre en pyjama). 7. -dilinde; -ce olarak métallique. Kâğıt para karşılığı (altın ve gümüş),
(Ecrire en français). 8. -bakımından (Une terre encaissement er. 1. Sandıklama, sandıklara koyma.
fertile en blé. Un aliment riche en protéine). 9. -in 2. Kasaya koyma. 3. Tahsil etme, alma, tahsil
(En hiver, il fait froid). 10. -iken (En partant). 11. - "ahzukabz (Remettre un chèque à I encaissement').
erek (Il a trouvé son chemin en cherchant). 12. - 4. (Irmak yada yol için) Dar ve dik boğazdan
olarak (Ilparle en connaisseur. J'ai reçu un livre en geçme, yarma içinden geçme,
cadeau). 13. adıl. Ondan, bundan, onlardan, encaisser gçl. 1. Sandıklamak, sandıklara koymak.
bunlardan (Tu as bien fait de me prévenir, je lui en 2. Kasaya koymak. 3. Almak, "tahsil etmek
parlerai dès que je le verrai. Ces livres ne servent (Encaisser de l'argent, une grande somme). 4. tkz.
plus à rien, il faut nous en débarrasser). 14. adıl Yemek, uğramak, sineye çekmek (Encaisser des
Oradan, buradan (Il était à la maison, il vient juste coups, des injures). 5. tkz. Sevmek, hoşlanmak,
d'en sortir). 15. Ondan, o yüzden, onun yüzünden tahammül etmek (Je ne peux pas encaisser cette
(La maladie est grave, il risque d'en mourir. T ai femme. Il n'encaisse pas les bourgeois). 6. İki
trop de soucis, je n'en dors plus). yandan sıkıca sarmak, çevrelemek (Les bois qui
énallage er. Dilbilgisi şekillerinden biri yerine encaissent la route).
başka birini kullanma, *değişikleme. encaisseur er. 1. Tahsildar; para alıcı (L'encaisseur
énamourer gçl. Kendine aşık etmek, gönlünü du gaz et de l'électricité). 2. Mutemet,
kapmak. § S'énamourer de qn: -e aşık olmak, encan (à I') bel. Açık artırma ile, açık artırmaya
vurulmak, tutulmak (Toutes les jeunes filles koyarak (Vente à l'encan. Des meubles vendus à
s'énamouraient de lui). l'encan). § Etre à l'encan: mec. Kapanın elinde
encablure diş. Deniz milinin onda biri, aşağı yukarı kalmak, kim daha çok para verirse onun olmak
200 metre. (La justice était à f encan). Mettre, vendre qch à
encadrement er. 1. Çerçeve, pervaz (L'encadrement l'encan: Bir şeyi açık artırmaya koymak, açık
d'un tableau, d'une glace, dun panneau). 2. artırmayla satmak,
Çerçeveleme, çerçeve geçirme. 3. ask. Kadrosunu encanaillement er. Bozulma, bayağılaşma, alçalma,
tamamlama (L'encadrement des troupes). 4. ask. encanailler (s') gsz. 1. Bozulmak, bayağılaşmak,
Kadroya alma. 5. (Ekonomide) Sınırlandırma; alçalmak, düşmek (Un homme qui s'encanaille
sınırlandırılma (Encadrement du crédit). 6. mec. dans des milieux louches. Le style de cet auteur
Çerçeve (L'encadrement de toute œuvre, c'est son s'encanaille dans ses derniers romans). 2. Kötü
époque). kişilerle düşüp kalkmak (Bourgeois s'encanaillent
encadrer gçl. 1. Çerçevelemek (Encadrer un tableau, dans des bistrots).
une photographie). 2. Çevirmek, çerçeve içine encapuchonner gçl. Kukulete geçirmek, kukulete
almak, çevrelemek (Des cheveux nattés qui giydirmek. § S'encapuchonner: Kukulete giymek,
encadrent un visage mièvre). 3. Etrafını sarmak encart er. Kitap yada dergilerin içine konulan
(Les bois qui encadrent un château). 4. Encadrer basılı kâğıt, ilân (Un encart publicitaire).
qn: Aralarına almak (Deux gendarmes encadraient encartage er. 1. Kitap yada dergi arasına koyma,
le voleur). 5. ask. Kadrosunu tamamlamak koyup gönderme. 2. Bir kartona tutturma,
(Encadrer une troupe). 6. ask. Kadroya almak encarter gçl. 1. Bir kitap yada dergi arasına
(Encadrer les recrues). § Ne pouvoir encadrer qn: koymak, koyup göndermek. (Encarter un
argo. -in yüzünü görmeye bile tahammül prospectus dans une revue). 2. Bir kartona
edememek; -i hiç sevmemek (Je ne peux pas tutturmak (Encarter des boutons).
encadrer cet homme). en-cas, encas er. Gerektiğinde kullanılabilecek, işe
encaserner 504 enchanter
yarayabilecek nesne yada kişi (On voyait dans İv d'encensoir, manier l'encensoir: Çok övmek,
jeune duc de Chartres comme un cn-cas övgülere boğmak,
monarchique, si Louis XVI tombait). 2. Bir tiir encéphale er. anat. Kafaiçi.
geniş şemsiye. 3. Her olasılığa karşı evde hep encéphalique s. Kafaiçine değgin,
hazır bulundurulan hafif yemek, encéphalite diş. hek. Kafaiçi yangısı,
encaserner gçl. 1. Kışlaya koymak, yerleştirmek encéphalographie diş. hek. Kafaiçi filmi alma,
(Encaserner les recrues). 2. mec. Bir yere °ansefalografi.
sıkıştırmak, dar bir yere tıkıştırmak, encerclement er. Kuşatma, sarma, çevirme, çember
encastrement er. 1. Gömme, geçirme, takma, içine alma; kuşatılma sarılma, çevrilme, çember
içine oturtma. 2. (Tahtada, madende) Yuva, içine alınma (Encerclement de t ennemi.
lâmba, kertik, L'Allemagne pense à rompre son encerclement).
encastrer gçl. Gömmek, takmak, yerleştirmek, encercler gçl. Kuşatmak, sarmak, çevirmek, çember
içine sokmak (Encastrer une glace dans le mur, içine almak (Encercler une ville. İM police a
encastrer un mécanisme dans son boîtier). § encerclé le quartier).
S'encaster: Geçmek, girmek (Une petite voiture enchaînement er. 1. Art arda geliş, birbirini izleyiş
qui est venue s'encastrer sous le camion). (Un curieux enchaînement de circonstances a
encaustiquage er. Cilalama, produit cet effet inattendu). 2. Bağlantı, bağ
encaustique diş. (Mobilya yada döşeme için) (L'enchaînement des effets et des causes).
Cila (Une odeur d'encaustique monte du parquet enchaîner gçl. 1. Zincire vurmak, zincirle bağlamak
luisant). (Enchaîner un lion, un esclave). 2. mec. Bağımlı
encaustiquer gçl. Cilalamak (Encaustiquer les kılmak, susturmak, özgürlüğünü elinden almak
meubles, les parquets). (Enchaîner la presse). 3. Sıralamak, sıraya
encavement er. Mahzene koyma, mahzenleme. koymak, birbirine bağlamak (Enchaîner des mots,
encaver gçl. Mahzene koymak, mahzenlemek. des idées). 4. mec. Sıkı sıkıya bağlamak, çivi gibi
enceindre gçl. Kuşatmak, çevirmek, etrafını çakmak (Une mystérieuse destinée l'enchaînait
sarmak. § Etre enceint de: -ile çevrili olmak, ici). 5. (Tiyatroda) Sözü bir yerden alıp ileri
kuşatılmak (La ville était enceinte de puissantes götürmek. § S'enchaîner: (Belli bir mantık
murailles). ölçüsüne göre) Sıralanmak, gelişmek, birbirine
bağlanmak (Les épisodes de ce roman s'enchaînent
enceinte diş. 1. Çevre, kuşatan şey (Franchir le mur
très naturellement).
d'enceinte). 2. Sur, kale duvarı (Les enceintes de
enchanté, es. 1. Büyülü, sihirli (La jlûte enchantée).
l'ancien Paris). 3. Kapalı yer, etrafı çevrili alan
2. Enchanté de qch, de f. qch: -den, -mekten pek
(Animaux vivant dans Tenceinte d" un parc). 4.
mutlu, pek hoşnut (Je suis enchanté de mon séjour
Salon (L'enceinte du tribunal. Enceinte réservée
ici. Enchanté de faire votre connaissance).
aux personnages officiels).
enchantement er. 1. Büyü (Un vieux magicien qui
enceinte s. diş. Gebe, yüklü, "hamile (Une femme
faisait, par enchantement, pousser des arbres et des
enceinte. Elle est enceinte de cinq mois).
fruits). 2. Büyük hayranlık, coşku, esriklik (Cette
encens er. 1. Günlük, "buhur, kokulu tütsü. 2. mec.
musique lui causait un enchantement
Övgü. § Donner de l'encens à: -i övmek, göklere
inexprimable). 3. Çok güzel şey, büyüleyici şey,
çıkarmak. Offrir de l'encens: Günlük yakarak
"harika (Ce spectacle est un véritable
Tanrıya kulluk göstermek,
enchantement). § Par enchantement, comme par
encensement er. 1. Günlük yakma; (bir şeyin
enchantement: Hiç beklenmedik bir biçimde,
önünde) buhurluk sallama. 2. mec. Yüceltme,
büyü yapılmışçasına, bir mucize olmuş gibi (La
ululama. 3. Övme, göklere çıkarma, dalkavukluk
douleur a disparu comme par enchantement).
etme. 4. (At için) Başını eğip kaldırma,
enchanter gçl. 1. Büyülemek (Etle ne pouvait pas
encenser gçl. 1. Günlük yakarak yüceltmek,
s'échapper, il l'avait enchantée comme une bête). 2.
önünde buhurluk sallamak (Encenser f autel de
Hayran bırakmak, son derece sevindirmek
l'église. Le prêtre fait le tour du catafalque,
(L'annonce de ce jour de congé a enchanté tous les
l'encense). 2. Övmek, göklere çıkarmak (On a
élèves). 3. Esritmek, coşturmak, kendinden
encensé ses mérites). 3. gsz. Buhurluk sallamak
geçirmek (La beauté du paysage m'a enchanté). §
(On nous apprenait à encenser élégamment). 4. gsz.
S'enchanter: 1. Çok sevinmek, kendinden geçmek
(At) Başını eğip kaldırmak,
(Il s'enchantait à l'idée qu'il était l'arbitre de la
encenseur, euse ad. 1. Buhurluk taşıyan. 2.
France). 2. S'enchanter de: -c bayılmak, -den çok
Dalkavuk, övgücü. hoşlanmak.
encensoir er. Buhurluk. § Donner des coups
enchanteur 505 encochement
enchanteur, eressc s. ve ad 1. Büyücü (Merlin ayağına dolaşmak (Le cheval s'est enchevêtré). 2.
l'Enchanteur. L'enchanteresse C'ircé). 1. Birbirine dolaşmak, karışmak (Les branches qui
Büyüleyici, çok güzel, baş döndürücü (Une fille s'enchevêtrent). 3. mec. Arap saçına dönmek,
enchanteresse, un paysage enchanteur, une karmakarışık bir hal almak (Une intrigue qui
musique enchanteresse). s'enchevêtre). 4. S'enchevêtrer dans qch: -in
enchâssement er. Yerleştirme, takma, içinden çıkamaz duruma düşmek, -in içinde
enchâsser gçl. 1. (Bir çerçeve yada kaş içine) kaybolmak (S'enchevêtrer dans ses explications).
Yerleştirmek, takmak (Enchâsser un brillant dans enchifrené, e s. (Nezle yada sinüzitten) Burnu
le chaton d'une bague). 2. Araya sokmak (Ilcite, il tıkanmış,
enchâsse de belles pensées). 3. (Kilisede ermişlerin enchifrènement er. Burun tıkanıklığı,
kalıntı ve kemiklerini) Çekmeceye koymak. enchymose diş. hek. Deride kızartı, °ankimoz.
_>nchâssure diş. (Bir şeyin içine takıldığı, enclave diş. (Başka bir toprakla) Kuşatılmış toprak,
yerleştirildiği) Yuva, yatak, iç toprak (Le comtat Venaissin constituait une
enchatonnement er. Yuvasına, yatağına yerleştirme, enclave en territoire français).
içine oturtma, enclavement er. (Bir başka toprakla) Kuşatılmış
enchatonner gçl. Yuvasına, yatağına oturtmak, olma, iç içe olma.
içine yerleştirmek (Enchatonner une pierre enclaver gçl. 1. Dörtbir yandan sarmak, içine
précieuse). almak, çepeçevre kuşatmak (Un domaine qui
cnchausser gçl. (Sebzeleri) Dona karşı korumak için enclave un champ de la ferme voisine). 2. Arasına
samanla örtmek, sokmak (Enclaver un pronom complément entre le
enchemisage er. Kılıf geçirme, gömlek geçirme, sujet et le verbe). 3. İç içe sokmak (Le
enchemiser gçl. Kılıf geçirmek, gömlek geçirmek prestidigitateur a enclavé ses deux anneaux).
(Enchemiser un livre). enclenche diş. Hareket kolu, hareket düğmesi,
enchère diş. Artırma, açık artırma. § Acheter, enclenchement er. Hareket ettirme, çalıştırma,
vendre qch aux enchères: Bir şeyi açık artırmadan enclencher gçl. Hareket ettirmek, çalıştırmak,
almak, açık artırmayla satmak. Mettre qch aux işletmek (Enclencher un mécanisme).
enchères: Bir şeyi açık artırmaya koymak (Mettre enclin, e s. 1. Eğilimli, hevesli. 2. Enclin à qch, à f.
aux enchères une collection de timbres). qch: -e eğilimli, -meye eğilimli (Il est enclin à la
enchérir gsz. 1. (Eski) Pahalanmak, fiyatı artmak. paresse. Etle est trop encline à s'amuser).
2. Enchérir sur qn: -den dalıa çok artırmak, daha encliquetage er. Çarkın dönmesini önleyen mandal,
yüksek fiyat vermek (Enchérir sur son voisin). 3. çakıldak.
Enchérir sur qch: a) Artırarak pey sürmek, -i encliqueter gçl. Dönmesini durdurmak, çakıldakla
yükseltmek (Il hésitait à enchérir sur ce prix). b)-in durdurmak (Encliqueter un mécanisme).
sınırını aşmak, -den daha ileri gitmek (Une enclore gçl. Duvar, çit, parmaklık ile çevirmek,
description qui enchérit sur la réalité. Tu enchéris kuşatmak, sarmak (Enclore un terrain. Le mur qui
sur les devoirs tracés par la loi). enclôt le jardin).
enchérissement er. Pahalanma, fiyatı yükselme; enclos er. 1. Duvarla, çitle çevrilmiş toprak. 2.
fiyat artışı. Çit, çevre duvarı (Un endos de pierres sèches).
enchérisseur er. Pey süren, artıran, artırmada enclouer gçl. hek.. 1. Çivi ile tutturmak, içine çivi
bulunan; açık artırmaya giren, koymak (Enclouer des os fracturés). 2. Çivi
enchevêtrement er. 1. Birbirine dolaşma, karışma batırmak, çiviyle yaralamak (Enclouer un animal
(Un enchevêtrement de fils de fer). 2. mec. qu'on ferre). 3. ask. (Topu) Namlusuna özel
Karışıklık, karmakarışıktık (Démêler çiviler sokarak işlemez duruma sokmak
l'enchevêtrement dune pensée. L'enchevêtrement (Enclouer un canon).
de l'intrigue). enclouur;' [okluyu] diş. (Atın ayağında) Nal çivisi
enchevêtrer gçl. I. Yular takmak (Enchevêtrer un yarası.
cheval). 2. (Döşeme kirişlerini) Çelik denilen ara enclume diş. 1. Örs (Le forgeron frappe sur
parçalarıyla bağlamak. 3. Karıştırmak, l'enclume. Enclume de cordonnier, de couvreur). 2.
karmakarış yapmak, birbirine dolaştırmak (Orta kulakta) Örs kemiği. § Etre entre l'enclume
(Enchevêtrer les ferrailles. Un pêcheur qui et le marteau: Etle kemik arasında kalmak, aşağı
enchevêtre sa ligne dans celle du voisin). 4. mec. tükürsen sakal yukan tükürsen bıyık durumunda
Karıştırmak, içinden çıkılmaz hale getirmek, kalmak,
arap saçına döndürmek (Enchevêtrer une idée, une encoche diş. Kertik,
situation). § S'enchevêtrer: 1. (At için) Yuları encochement er. Kertikleme.
encocher 506 encourir
encocher gçl. Kertiklemek, kertik koymak, olmak (Certains faits vont à Fencontre de cette
encoignure diş. 1. Duvar köşesi (Le voleur se théorie).
dissimula dans une encoignure. Le lit était placé encorbellement er. Cumba (Des encorbellements
dans l'encoignure). 2. Köşe rafı, köşe dolabı, brodés de sculptures arabesques. Des maisons en
encollage er. 1. Çirişleme, zamklama, tutkallama. encorbellement).
2. Çiriş, zamk, tutkal, gibi yapıştırıcı madde, encorder (s') gsz. (Dağcılar) Aynı halatla birbirine
encoller gçl. Çirişlemek, zamklamak, tutkallamak. bağlanmak.
encoBeur, euse ad. 1. Tutkallama, zamklama, encore bel. I. Hà\à(Noussommes encore en hiver. Tu
çirişleme işlerinde çalışan işçi. 2. diş. Tutkallama es encore là?). 2. Henüz (Il ne faisait pas encore
makinası. nuit. Je ne suis pas encore prêt). 3. Daha (Prenez
encolure diş. 1. (At gibi hayvanlar için) Boyun encore une assiette de soupe). 4. Daha da (Il est
(Flatter Fencolure d'un cheval). 2. Erkek boynu encore plus bête que je ne pensais. Ce volume est
(Un homme de forte encolure). 3. Yaka numarası, bien petit; nous conseillons à Fauteur de le réduire
yaka açıklığı (Une chemise d'encolure 42). 4. Giysi encore). 5. Yine, yeniden (Il a encore perdu au jeu.
yakası (Encolure montante, encolure large). Il a encore acheté une nouvelle voiture). 6. Bununla
encombrant, e s. 1. Kalabalık eden, yol yada yer birlikte, hem, yine de (Tout ceci est terrible, encore
tıkayan (Despaquets encombrants). 2. Can sıkıcı, ne sait-on pas tout. Il nous met tous en retard et,
rahatsız edici (La présence encombrante d'un encore, c'est lui qui proteste). § Encore une fois: Bir
voisin. Une richesse encombrante). daha, bir kez daha (Répétez encore une fois).
encombre (sans) bel. Bir engelle, güçlükle Encore si, si encore: Bari, hiç olmazsa (Si encore il
karşılaşmadan, kazasız belâsız (Le voyage s'est était beau! Mais il est laid. Encore s'il faisait un
effectué sans encombre. Il venait de subir sans effort, on lui pardonnerait). Encore que: -diği
encombre son dentier examen). halde, -sine karşın (Il n'aide personne, encore qu'il
encombré,e s. Tıkanık, hemen hemen hiç boş yer soit très riche. Encore que le froid fût très vif, il
olmayan, dolu (Le salon est encombré. Le marché sortait de bonne heure pour une promenade dans ta
est encombré. C'est une carrière encombrée). campagne). Et encore!: Daha ne, daha ne olsun,
encombrement er. 1. Tıkanıklık, doluluk, boş yer daha ne istersiniz! (On vous en donnera cinq cents
olmama (L'encombrement du bureau nous a francs, et encore! Il pourra s'en tirer tout juste, et
obligés à passer dans le salon. L'encombrement du encore!).
marché, d'une carrière). 2.Yol tıkanıklığı, trafik encorné, e s. Boynuzu olan, boynuzlu,
kalabalığı (Les encombrements m'ont retardé, fai encorner gçl. Boynuzlamak, boynuz vurmak (Le
été pris dans un encombrement). 3. Bir eşyanın taureau a encorné le cheval du picador).
kapladığı yer (Déterminer l'encombrement d'un encornet er. Mürekkepbalığı, "kalamar,
meuble. L'encombrement d'un appareil de encourageant, e s. 1. Yüreklendirici, cesaret verici
chauffage). (Le résultat est encourageant). 2. İsteklendirici,
encombrer gçl. 1. Tıkamak (Des valises qui özendirici, teşvik edici,
encombrent le couloir. Une troupe de chameaux encouragement er. 1. Yüreklendirme, cesaret verme,
encombrait la rue). 2. Doldurmak, kaplamak, boş cesaretlendirme (Des cris d'encouragement
yer bırakmamak (Trop de nouveaux venus jaillissent à F adresse des coureurs). 2.
encombrent cette profession. Un amas de İsteklendirme, özendirme, "teşvik, yardım,
paperasses encombrait la table). 3. Encombrer qch destek (Il a reçu peu d'encouragements. Les
de: -ile doldurmak, tıkamak (Tu encombres ta encouragements de l'Etat à l'épargne. Prix
mémoire de détails inutiles). § S'encombrer de qn, d'encouragement). 3. Yüreklendirici yada
de qch: -ile kendini sıkıntıya sokmak, -i yanında isteklendirici, özendirici şey.
götürüp rahatsız olmak; -ile kafasını boşuna encourager gçl. 1. Yüreklendirmek, cesaret vermek
doldurmak (Il n'a pas voulu s"encombrer de ses (Tes paroles m'ont beaucoup encouragé). 2.
enfants pour ce voyage. line s'encombre pas de tant İsteklendirmek, özendirmek, teşvik ètmek,
de scrupules. A quoi bon s'encombrer de tant de yardım etmek, destek olmak (Encourager tes
souvenirs?). jeunes talents). 3. Encourager qn à f. qch: Birini -
encontre (à F) bel. 1. Ters (C'est là raisonner tout à meye teşvik etmek (Je Fai encouragé à continuer).
Fencontre). 2. Buna karşı, bunun aksine (Je n'ai encourir gçl. 1. Uğramak, başına gelmek, "maruz
rien à dire à Fencontre). 3. ilg. A rencontre de: -in kalmak (Encourir des reproches, une amende, un
tersine (Il a agi à Fencontre de mes conseils). § malheur). 2. -e çarpılmak (L'accusé encourt la
Aller à l'encontre de qch: -ile ters düşmek, -e aykırı peine de mort). 3. Üzerine çekmek, uğramak
encrage 507 endocrine
endurance diş. 1. Dayanırlık, dayanıklılık. cnergisant, e hek. 1. s. Güçlendirici, güç verici, erke
(L'endurance physique; l'endurance d'un coureur, verici (L'action énergisante d'un médicament). 2.
d'un moteur). 2. Katlamrlik, °tahammiil er. Güçlendirici ilâç, enerji artırıcı ilâç (Prendre
(Supporter avec endurance les critiques perfides). des énergisants).
endurant, e s. Dayanıklı (Il faut ctre endurant énergumène ad. 1. Cinli, perili, cinlenmiş,
pour vivre sous un pareil climat). perilenmiş (kimse). 2. mec. Tepesi atmış, gözü
endurci, e s. 1. Katılaşmış, taşlaşmış, duygusuz kararmış, delirmiş (Un énergumène qui emplit la
(Je n'ai jamais vu d'âme aussi endurcie que la maison de ses cris).
vôtre). 2. Pişmiş, kaşarlanmış, çok tecrübeli (Ilest énervant, e s. 1. (Eski) Sinirleri yatıştırıcı,
endurci dans te mal. Un célibataire endurci. Des gevşeklik verici (Une musique énervante). 2.
pécheurs endurcis). 3. Kökleşmiş, eski (Ses Sinirlendirici, sinir bozucu (Un bruit énervant).
instincts de rond-de-cuir endurci). énervation diş. 1. (Eski) Sinirlerin yatışması,
endurcir gçl 1. Sertleştirmek (Endurcir ses gevşeme, yatışma. 2. hek. (Bir organın) Sinirini,
muscles). 2. Katılaştırmak, duygusuz kılmak (Les sinirlerini alma, sinirsizlendirme. 3. (Eskiden)
malheurs avaient endurci son âme). 3. Endurcir qn Dizlerin, bacakların sinirlerini yakmak suretiyle
à qch: Birini -e alıştırmak, -e karşı dayanıklı yapılan işkence,
kılmak (Un long entraînement l'avait endurci à la énervé, e s. ve ad. 1. Kızmış, sinirlenmiş,
j'atigue. Endurcir un enfant à la peine, au froid, à la öfkelenmiş (Ne lui demandez rien, il est très
sueur). § S'endurcir dans qch: 1. -de pişmek, énervé). 2. Sinirli (kimse) (Quel énervé!).
kaşarlanmak, tecrübe kazanmak, yoğrulmak énervement er. Sinirlenme, öfkelenme, kızma,
(S'endurcir dans la guerre, dans le crime, dans le kızgınlık (N'attachez pas d'importance à des mots
malheur). 2. S'endurcir à qch: -e karşı dayanıklılık prononcés dans un moment (f énervement).
kazanmak, -e alışmak (S'endurcir à la peine, à la énerver gçl. 1. Gücünü kesmek,
fatigue). güçsüzleştirmek, zayıflatmak (Les coutumes qui
énervaient les ressorts de l'Etat).2. Sinirlendirmek,
endurcissement er. 1. Dayanırlık, dayanıklılık,
kızdırmak (Tes paroles m'énervent beaucoup). 3.
alışkanlık (L'endurcissement à la douleur, à la
(Eskiden) Kas kirişlerini keserek işkence yapmak
misère). 2. Duygusuzluk, duyarsızlaşma,
(Enerver un condamné). § S'énerver: 1.
katılaşma, taşlaşma (L'endurcissement d'un
Sinirlenmek. 2. S'énerver de qch, de f. qch: -e
coeur).
sinirlenmek; -diğine sinirlenmek (Il s'énervait de
endurer gçl. 1. Çekmek, uğramak, "maruz
l'indifférence des gens. Je m'énerve de rester ici
kalmak (Endurer la faim, la fatigue, le j'roid). 2.
sans rien faire).
Dayanmak, tahammül etmek (Je ne peux plus
enfaîteau er. Mahya kiremiti.
endurer son bavardage, cette misère).
enfaîter gçl. Bir damın mahyasını örtmek,
endymion er. bitb. Kiryasemini.
enfance diş. 1. Çocukluk, çocukluk çağı (II a
énergéticien er. Enerji uzmanı, *erkebilimci.
eu une enfance heureuse). 2. Çocuklar (L'enfance
énergétique s. 1. Erkeye değgin, enerjiyle ilgili
est insouciante. L'enfance délinquante). 3.
(Puissance, théorie énergétique) 2. diş. Erke
Başlangıç, emekleme çağı (Une littérature qui
kuramı, *erkebilim, "enerjetik.
était encore dans son enfance). § Tomber en
énergie diş. fiz. 1. Erke, "enerji (L'énergie
enfance: İhtiyarlayıp çocuksu olmak, bunamak,
électrique, thermique). 2. Güc (Il frappait sur
enfant ad. 1. Çocuk (Un enfant obéissant, une
l'enclume avec énergie. // a perdu toute son
enj'ant malheureuse. Un enfant gâté. Livre
énergie). 3. İçgücü, yılmazlık, yüreklilik,
d'enfants, jardin d'enfants, voiture d'enfant). 2.
gözüpeklik, "cesaret (Il a supporté ce malheur avec
Evlât, çocuk (Enfant légitime, enfant prodige,
beaucoup d'énergie).
enfant unique, enfant illégitime). 3. Torun, -in
énergique .ç. 1. Şiddetli, sert (Une résistance
soyundan gelen kimse (Les enfants cF Adam). 4.
énergique. Elever une énergique protestation). 2.
mec. Ürün, sonuç (Le succès fut souvent un enfant
Etkili (Un remède énergique. Prendre des mesures
de l'audace. Ce livre est enfant de la hâte). 5.
énergiques contre la vie chère). 3. Güçlü (Un
Yurttaş (Un pays doit sa prospérité au courage de
chef énergique). 4. Yılmaz, gözüpek, cesur (Un
ses enfants). 6. Saf kimse, bön (Vous êtes des
homme énergique n'a jamais peur en face du
enfants si vous croyez tout ce qu'il vous promet). 7.
danger pressant).
.v. Saf, tez kanan, çocuk, çocuksu (Elle est restée
énergiquement bel. Var gücüyle, yılmadan,
très enfanl. Ha un côté enfant). § Enfant de la balle:
ürkmeden (Lutter énergiquement. Soigner
Baba mesleğinde yetişen çocuk. Enfant naturel:
énergiquement une maladie).
enfantement 510 enflammer
Piç. Enfant de l'amour: Piç, anası babası belli Hasmının kılıcına saldırmak. 2. mec. Kendi
olmayan çocuk. Enfant de choeur: 1. Kilise oyununa gelmek, kendi sözü ile tutulmak,
törenlerinde papaza yardım eden çocuk. 2. Saf enfeu er. Kilise duvarlarındaki mezar yuvası,
kimse, tez kanan, bön. Enfant adoptif: Evlâtlık enfieller gçl. 1. Acılık vermek. 2. Enfıeller qn
Enfants d'Apollon: Ozanlar. Enfanst de Mars: contre: Birine -e karşı çok kötü duygular
Askerler, savaşçılar. Enfant du peuple: Halk
besletmek;, içini zehir doldurmak (Qui m'a done
çocuğu. Faire l'enfant: Çocukluk etmek,
enftellé ainsi contre toi?).
çocukça davranmak, ciddilikle bağdaşmaya-
cak şeyler yapmak (Ne faites pas F enfant). enfiévrer gçl. 1. Ateşini yükseltmek (Cet effort
Prendre qn pour un enfant: Birini çocuk yerine a enfiévré le malade). 2. mec. Coşturmak (Des
koymak, enayi sanmak (Tu me prends pour un discours qui enfièvrent l'assistance). § S'enfiévrer
enfant). Prendre les enfants du Bon Dieu pour pour qch: -e karşı ilgi duymak, heveslenmek
des canards sauvages: Herkesi kör âlemi sersem (S'enfiévrer pour la politique).
sanmak, herkesi enayi yerine koymak. C'est un enfilade diş. Sıra, dizi (Une enfilade de maisons, de
jeu d'enfant: Çocuk oyuncağı, çok kolay bir şey couloirs).
bu. enfilage er. İpliğe geçirme, ipliğe dizme
enfantement er. 1. Doğurma, doğum yapma, (L'enfilage des pertes).
doğum (Les douleurs de l'enfantement). 2. mec. enfiler gçl. 1. İplik geçirmek, iplik takmak
Oluşturma, oluşma; meydana getirme, meydana (Enfiler une aiguille). 2. Dizmek, ipliğe geçirmek
gelme; yaratma, yaratılma (L'enfantement d'une (Enfiler des pertes, des anneaux). 3. Sokmak
oeuvre). (Enfiler une tige dans un trou, enfiler son bras dans
enfanter gçl. 1. Doğurmak (Enfanter un fils, unefûle). une crevasse). 4. Giymek, üzerine geçirmek
2. Oluşturmak, yaratmak meydana getirmek (Enfiler un vêtement, une veste, un pantalon). 5. -
(Enfanter une œuvre, un livre). den geçmek (Enfiler une rue, une porte, un couloir).
enfantillage er. Çocukluk, çocukça şeyler, çocukça 6. tkz. Yemek, içmek, mideye indirmek (Enfiler
davranış (Vous perdez votre temps en enfantillage. un bon repas, un verre de vin). 7. (Eski) Aldatmak,
C'est de F enfantillage). kazıklamak, kandırmak (Il m'a enfilé). 8. ask
enfantin, e s. 1. Çocukça, çocuksu, çocuklara (Topçulukta) Yan ateşine almak. 9. argo. Enfiler
özgü (Un rire enfantin, un geste enfantin). 2. mec. qn: -ile cinsel ilişkide bulunmak; -i düzmek,
Basit, çocukça (Un problème enfantin). becermek (Enfiler une femme). § S'enfiler: 1. (Bir
enfariner gçl. Unlamak, un içinde bırakmak, yerden geçmek, çıkmak (S'enfiler dans l'escalier).
uğralamak. 2. S'enfiler qch: -i yemek, gövdeye indirmek (II
enfer er. 1. Tamu, "cehennem (Les méchants s'est enfilé une dizaine (f huîtres).
vont en enfer). 2. mec. Çok acı çekilen yer, enfin bel. 1. Sonunda, en sonunda, "nihayet
dayanılmaz şey, cehennem (Son foyer est devenu (Après de longues recherches,il alenfln trouvé.Tuas
un enfer, Sa vie est un enfer). 3. ç. (Söylencede) enfin compris!). 2. Kısacası, uzun sözün kısası,
Ölümden sonra ruhların gittikleri yer. § D'enfer: sizin anlayacağınız (Des arbres arrachés, des
Cehennem gibi, cehennemi andıran (Mener une moissons perdues, des routes inondées: un vrai
vie i enfer. Un bruit d'enfer). désastre enfin). 3. Bununla birlikte, ama, yine de
enfermer gçl. 1. Kapatmak, tıkamak (Enfermer (Cela me paraît difficile; enfin, vous pouvez
un enfant dans une pièce). 2. Hapsetmek, içeri toujours essayer). 4. Eh, ne yapalım (Enfin, on
tıkmak, kodese atmak (Enfermer un malfaiteur). verra bien. Enfin, c'était inévitable). 5. Hele şükür!
3. Kilit altına almak, saklamak (Enfermer les (Enfin! La cloche a sonné).
papiers dans le tiroir du bureau). 4. Sıkıştırmak enflammé, e s. 1. Tutuşmuş, alevler içinde
(Enfermer un concurrent). 5. Kapsamak, içermek, (Une torche enflammée). 2. Cayır cayır yanan,
içine almak (Son compliment enfermait un peu alev alev yanan (Des magasins enflammés). 3.
d'ironie). § Etre bon à enfermer: Deli olmak, Azmış (Une blessure enflammée). 4. mec Ateşli,
tımarhanelik olmak. Enfermer le loup dans la coşkun (Un discours enflammé. Il a une nature
bergerie: Kediye ciğer teslim etmek, kurda enflammée).
kuzuyu emanet etmek. § S'enfermer: 1. Çekilmek, enflammer gçl. 1. Tutuşturmak, parlatmak,
kapanmak (S'enfermer chez soi). 2. S'enfermer yakmak (L'incendie a enflammé les quartiers
dans qch: -de ayak diretmek, ısrar etmek lointains. Enflammer la paille avec une allumette).
(S'enfermer dans son silence, dans sa résolution). 2. Alev alev kızartmak, ateş gibi yapmak (Un
enferrer gçl. Kılıç saplamak, süngü saplamak éclair de colère enflammait ses yeux et ses joues). 3.
(Enferrer son adversaire). § S'enferrer: 1. Azdırmak, tahriş etmek (Enflammer une blessure.
enflé 511 enfumer
(Enfumer une ruche, des abeilles. Enfumer le renard savez pas à quoi vous vous engager). 8. S'engager à
pour te chasser de son terrier). f. qch: -meye söz vermek, -meyi üzerine almak (II
engagé er. Gönüllü asker. s'est engagé à rembourser la somme en deux ans. Il
engagé, e ,v. Güdüçılü, güdümlenmiş; bağlantılı, s'est formellement engagé à faire de ce pays une
bağlı (Un écrivain engagé, une littérature engagée). fédération).
engageant, e s. Çekici, sevimli (Une jeune femme le engainer gçl. 1. Kına sokmak, kılıfa koymak
regardait d'un air engageant). (Engainer un poignard). 2. Sarmak, kılıfla sarmak
engagement er. 1, Rehin (Engagement des créances: (Engainer une statue).
Alacaklar üzerinde rehin). 2. Yüklenme, °taahhüt engazonnement er. Çimleme, çimen ekme, çimcnlcme.
(Engagement à court terme, engagement de engazonner gçl. Çimlemek, çimenlemek, çimen
change). 3. Anlaşma, "mukavele (Onpeut trouver ekmek.
des acteurs sans engagement). 4. Yatırma, yatırım engeance diş. 1. (Hayvanlar için) Soy, ırk. 2.
(Cette entreprise exige l'engagement de gros (Hakaret olarak) Hayvan gibi adam, hayvan
capitaux). 5. Girme, giriş (L'engagement du train soyu! (Quelle maudite engeance!)
dans le tunnel). 6. Verilen söz, °vaat (Respecter ses engelure Soğuk ısırması, aşırı soğuğun yol açtığı
engagements). 7. Güdüm, güdümlülük; bağlantı, yara bere (Les mains rougies par les engelures).
bağlanma (L'engagement en littérature). 8. engendrement er. Dölleme, doğurma,
Gönüllü yazılma (L'engagement dans une armée). engendrer gçl. 1. (Erkekler için) Döllemek, birinin
9. ask. Çarpışma (L'adversaire a perdu une dünyaya gelmesi olanağını sağlamak (Selon la
dizaine d'hommes au cours de cet engagement). Bible, Abraham engendra Isaac). 2. mec.
10. Tutma, hizmete alma (L' engagement du Doğurmak, yol açmak, neden olmak (La guerre
personnel). engendre bien des maux). § Ne pas engendrer la
engager gçi. 1. Rehine koymak (Elle vient d'engager mélancolie: Neşeli olmak, etrafına neşe saçmak (I!
ses bijoux). 2. Bağlamak, yükümlülük altına n'engendre pas la mélancolie).
sokmak (Le diplomate ne veut rien dire qui puisse engerbage er. Demetleme, demet yapma,
l'engager). 3. -si adına söz vermek, -sini ortaya engerber gçl. Demetlemek, demet yapmak,
koymak (J'engage mon honneur). 4. Tutmak, engin er. 1. Alet, aygıt, makine, gereç (Engin de
hizmete almak (Engager un cuisinier. Je t ai chasse, de pêche. Grâce à des engins perjectionnés.
engagé comme secrétaire). 5. Sokmak (Engager la la reconstruction de ce quartier a été très rapide). 2.
clef dans la serrure. Engager sa voiture dans une Güdümlü mermi; flize (Suivant leurs points de
ruelle). 6. Girişmek, başlamak (Engager la départ et d arrivé, on distingue des engins sol-sol,
discussion. Engager des négociations). 7. Sokmak, sol-air, mer-air). 3. tkz. Takım taklavat, tuhaf
bulaştırmak, karıştırmak (Engager quelqu'un dans nesne (Ilporte sur son épaule un drôle d'engin). 4.
une affaire). 8. Yatırmak, koymak (Engager les ask. Araç (Engins blindés). § Engin spatial: Uzay
dépenses nécessaires, engager un gros capital). 9. aracı.
Sürüklemek, içine sokmak (Le gouvernement a englober gçl. 1. İçinde toplamak, kapsamak (Un
engagé le pays dans un grand conflit, dans la récit qui englobe tous les grands événements
guerre). 10. Engager qn à qch: Birine -i salık politiques des vingt dernières années). 2. Almak,
vermek, -e çağırmak, davet etmek (Je vous engage katmak, "ilhak etmek (Les Romains englobent le
à ta plus grande prudence). 11. Engager qn à f. qch: petit pays de Judée dans leur empire). 3. Bir arada
Birine -meyi salık vermek; birini -meyeçağırmak, saymak (Réquisitoire qui englobe tous les accusés).
davet etmek, teşvik etmek (Maral engageait les engloutir gçl. 1. Yutmak, oburca yemek (Il a
soldats à massacrer les chefs.. On l'a engagé à englouti cinq tartines au petit déjeuner. II voit tes
continuer ses recherches). § S'engager: 1. Kendini élèves engloutir viandes et légumes). 2. Batırmak
güdümlemek, güdümlenmek, bağlanmak, (La tempête a englouti le navire), i.mec. Yutmak,
bağımlanmak (Une écrivain qui s'engage). 2. harcamak, yoketmek, batırmak (II a englouti une
Girmek (Le train s'engage dans le tunnel). 3. grande fortune). § S'engloutir: Batmak, sulara
Girişmek, başlamak (S'engager dans des gömülmek (Le bateau s'est englouti dans la mer).
pourparlers). 4. Girişmek, atılmak, içine girmek engloutissement er. Yutma, yutulma; batma, yok
(S'engager dans la lutte). 5. Girmek, görev almak olma.
(S'engager dans F armée). 6. Asker olmak, engluage, engluement er. 1. Ökse sürme, koruyucu,
gönüllü asker yazılmak (Je n'étais pas yapışkan bir madde sürme.2. Ökse, yapışkan
mobilisable, j'ai voulu m engager). 7. S'engager à madde.
qch: -e söz vermek, sözüyle bağlanmak (Vous ne engluer gçl. 1. Ökse sürmek, koruyucu yapışkan
engommage 513 engueuler
un domestique). § S'engueuler: Birbirine bağırmak, enjeu er. 1. Kumarda ortaya sürülen para, miza,
birbirine sövüp saymak (Deux chauffeurs qui kav (Ilproposa de doubler notre enjeu. Les enjeux
s'engueulent). sont élevés, le gagnant va remporter une somme
enguirlander gçl. 1. Çelenklerle süslemek. 2. tkz. coquette). 2. mec. Bir girişim yada yarışmada
Tatlı sözlerle kandırmaya çalışmak, piyazlamak, kazanılacak yada yitirilecek para. Kazanılması
iyice bir donatmak (Je l'ai enguirlandé!). 3. mec. umulan şey (L'enjeu de cette guerre, c'est notre
Azarlamak, paylamak (L'autre s'emporte et indépendance).
l'enguirlande). enjoindre gçl. 1. Buyurmak. 2. Enjoindre qch à
enhardir gçl. Yüreklendirmek, cesaret vermek qn: Birine bir şey buyurmak. 3. Enjoindre à qn de f.
(Obscurité douce qui enhardit l'amour timide). § qch: Birine-meyi buyurmak (Je lui ai enjoint de se
S'enhardir: 1. Yüreklenmek, cesaret bulmak (H conformer à vos directives).
s'est enhardi jusqu'à lui parler). 2. S'enhardir à f. enjôlement er. Yüze gülme, dil dökme, tatlı
qch: -meye cesaret etmek, yürek bulmak, sözlerle kandırma,
enharnacher gçl. 1. (Ata) Koşum vurmak. 2. mec. enjoler gçl. Yüze gülmek, tatlı sözlerle kandırmak,
Gülünç kılığa sokmak, gülünç bir biçimde enjôleur, euse s, ve ad. Kandırıcı (Méfiez-vous de cette
giydirmek. enjôleuse. Des mots enjôleurs).
énigmatique s. 1. Bilmece gibi; anlaşılması güç enjolivement er. Güzelleştiren şey, süs.
(Une question énigmatique. Il garde un silence enjoliver gçl. 1. Güzelleştirmek, süslemek (Les
énigmatique). 2. Gizemli, esrarlı (Un visage moulures qui enjolivent le plafond). 2. Enjoliver qch
énigmatique. C'est un personnage énigmatique). de: Bir şeyi -ile daha da güzelleştirmek,
énigme diş. 1. Bilmece (Poser une énigme renklendirmek (A chaque nouveau récit, il enjolive
à quelqu'un. Déchiffrer une énigme). 2. Sorun, l'aventure de quelques nouveaux détails).
anlaşılması güç şey (C'est une énigme pour tout le enjoliveur, euse ad. 1. Süsleme meraklısı; bir öykü
monde). 3. Giz, gizem, "esrar, "muamma (Cet yada serüveni anlatırken süsleyip
homme est une énigme, on ne saitjamais à quel mot renklendirmesini seven kimse. 2. er. Otomobili
il obéit). § Parler par énigmes: Bilmece gibi güzelleştiren süs parçalan,
konuşmak, kapalı ve anıştırmalı konuşmak, ne enjoué, e s. Sevimli, neşeli, neşe saçıcı (Un caractère
dediği pek belli olmamak, enjoué; une fillette enjouée).
enivrant, e s. Esritici, baş döndüren, sarhoş edici enjouement er. Sevimlilik, neşelilik, neşe saçıcılık,
(Une gloire enivrante). neşe (Un ton plein d'enjouement).
enivrement er. Esrime, başı dönme, sarhoş olma, enkystement er. "Kistleşme, kist bağlama;
sarhoşluk (Dans le premier enivrement dun succès, kınlanma, kın bağlama,
on croit que tout est aisé). enkyster (s') gsz. Kist bağlamak; kistleşmek; kın
enivrer gçl. 1. Sarhoş etmek (Le vin l'avait enivré). bağlamak, kınlanmak,
2. Coşturmak, başını döndürmek, esritmek (La enlacement er. 1. Sarma, sarıp sıkma, kucaklaşma
gloire ne doit pas t'enivrer. Sa beauté m'enivrait. (O quel baiser! Quels enlacements fous!). 2.
Le sang enivre le soldat). 3. Enivrer qn de qch: -ile Birbirine geçme, dolanma (Un enlacement
başını döndürmek, sarhoş etmek (Enivrer une inextricable de fleurons, de rinceaux).
femme de bonheur). § S'enivrer: 1. Sarhoş olmak. enlacer gçl. 1. Sarmak, sıkmak, sarıp sıkmak,
2. mec. Esrimek, başı dönmek, kendinden kucaklamak (Le danseur enlace sa cavalière). 2.
geçmek. 3. S'enivrer de qch: -den başı dönmek, - Bağlamak, sıkmak (Le cordon qui enlace ces
ile sarhoş olmak (S'enivrer de ses gloires. Je livres). 3. Birbirine geçirmek, birbirine dolamak.
m'enivrais des odeurs). § S'enlacer: 1. Birbirine sıkı sıkıya sanlmak (Des
enjambée diş. Büyük adım, uzun adım, adım (11 amoureux qui s'enlacent. Deux lutteurs qui
s'avance à grandes enjambées). § D'une enjambée: s'enlacent). 2. Birbirine geçmek, birbirine
Bir adımda (D'une seule enjambée, il a franchi dolanmak (Les rues, les branches qui s'enlacent à
l'obstacle). à une autre).
enjamber gçl. 1. Üstünden atlayıp geçmek enlaidir gçl. 1. Çirkinleştirmek (La colère nous
(Enjamber un obstacle). 2. Üstünden geçmek, enlaidit). 2. gsz. Çirkinleşmek (J'ai vu qu'elle avait
aşmak (Pont qui enjambe une rivière; viaduc qui enlaidi). § S'enlaidir: Çirkinleşmek,
enjambe une vallée). 3. gsz. Enjamber sur qch: 1. enlaidissement er. Çirkinleştirme; çirkinleşme,
-taşmak,geçmek (Cette poutre enjambe sur le mur enlèvement er. 1. Kaldırma, toplama (L'enlèvement
du voisin). 2. ed. -ile artlama yapmak (Un vers qui des ordures). 2. Kaçırma, kapıp götürme (Il est
enjambe sur le suivant). accusé d'enlèvement d'enfant). 3. Alma, ele
enlever 515 énoncé
geçirme, kapma (L'enlèvement d'une place pat Tezhipli şekil, kitap süsü. 3. mec. Yüzdeki
l'ennemi). kızarıklık, beniz kızıllığı,
enlever gçl. 1. Kaldırmak, toplamak (Enlever les enneigé,e s.Karlı,karla kaplı (Montagnes enneigées).
ordures, les bagages. Enlever un fauteuil pour le enneigement er. Kar durumu, karlılık, yerdeki kar
mettre dans la chambre). 2. Çıkarmak (Enlever une (L'enneigement, au début de l'hiver, était suffisant
tache à la benzine). 3. Enlever qch de qch: Bir şeyi pour les skieurs).
-den çıkarıp atmak (Enlever une phrase d'un ennemi, e s. ve ad. 1. Düşman, yağı (Nos troupes
discours). 4. Kaçırmak, kapıp götürmek (Enlever ont capturé de nombreux ennemis. L'armée
un enfant, une jeune fille). 5. Almak, ele geçirmek, ennemie, les canons ennemis). 2. Hasım, karşı,
kapmak (Enlever une position, une tranchée, une düşman (Il se fait toujours des ennemis. Il est
ville). 6. Kazanmak, elde etmek (Enlever la ennemi de la musique moderne, de la politique
victoire, tous les suffrages). 7. Çalmak, "icra gouvernementale. Le mieux est l'ennemi du bien. Il
etmek (Enlever un morceau de musique). 8. est l'ennemi du peuple numéro un). § Ennemi
Öldürmek, alıp götürmek, götürmek (La peste a mortel: Can düşmanı. Passer à l'ennemi: Düşman
enlevé son père). 9. Enlever qch à qn: a) Birinin safına geçmek, düşmana katılmak. Tomber entre
-siniıçıkarmak,almak (Enlever les amygdales à un les mains de l'ennemi: Tutsak düşmek,
enfant), b) Birinin -sini elinden almak, geri almak ennoblir gçl. Yüceltmek, soylulaştırmak, daha bir
(On lui a enlevé le commandement), c) Birinin -sini güzelleştirmek (La vertu ennoblit l'homme).
yok etmek, kırmak (Tu lui as enlevé tout courage. ennoblissement er. Soylulaşma, yücelme;
Il m'a enlevé tout espoir, tout appétit), d) Birinin soylulaştırma, yüceltme (L'ennoblissement d'une
-sini elinden almak, götürmek, öbür dünyaya nature sans noblesse est possible).
götürmek (La maladie lui a enlevé trois enfants). ennuager gçl. 1. Bulutlarla kaplamak,
10. Hızla koşturmak, uçar gibi dörtnala bulutlandırmak. 2. Saydam, hafif puslu şeyleri
kaldırmak (I! enlève, d'un coup de fouet, le petit giydirmek; puslu bir havaya büründürmek
cheval) § S'enlever: 1. Kalkmak, yerinden (Ennuager une femme de tulles). § S'ennuager:
oynamak (Cela ne s'enlève pas facilement). 2. Bulutlanmak (Le ciel s'ennuage).
Çıkmak (Une tache qui ne s'enlève pas). 3. Uçar ennui er. 1. Can sıkıntısı, usanç (Prendre un livre
gibi koşmak (Voilà te beau cheval qui s'enlève). pour tromper son ennui). 2. Üzüntü, sıkıntı, "belâ
enliasser gçl. Bağlamak, topluca bağlamak, demet (Il a eu un ennui de santé. Il a un gros ennui avec sa
yapıp bağlamak (Enliasser des lettres). voiture. Cela peut lui attirer des ennuis). 3. İşin acı
enlisement er. 1. Kuma yada çamura batma, yanı, işin kötüsü (L'ennui, c'est que ce projet est
gömülme (Des sables mouvants où Ton risque irréalisable). 4. Güçlük, sıkıntı (Avoir des ennuis
l'enlisement). 2. mec. Çökme, batma, yok olma d'argent).
( Une crise économique qui provoque T enlisement de ennuyé,e s. Canı sıkılmış, sıkıntılı (Je suiJ bien
certaines entreprises). ennuyé).
enliser gçl. 1. Kuma, çamura batırmak (Ilaenlisésa ennuyer gçl. 1. Canını sıkmak, rahatsız etmek,
voiture). 2. mec. Çıkmaza sokmak, içinden başım ağrıt mak (H m'ennuie avec ses exigences). 2.
çıkılmaz duruma getirmek (Une longue procédure Bıktırmak, usandırmak (La longueur du voyage
qui enlise un procès). 3. Enliser qch dans: Bir şeyi -e nous a ennuyés). 3. mec. Esnetmek, uyutmak
gömmek, batırmak, -de yok etmek, tüketmek (Conférencier qui ennuie son auditoire). §
(Enliser ses forces dans la vie bureaucratique). § S'ennuyer: 1. Canı sıkılmak, üzülmek (Il s'ennuie
S'enliser: 1. Batmak, gömülmek (Sa voiture s'est dans cette petite ville). 2. S'ennuyer de qn, de qch:
enlisée'dans le marécage. S'enliser dans le sable, Birini, bir şeyi özlemek (Un enfant qui s'ennuie de
dans la routine). 2. mec. Batağa saplanmak, ses parents. Il s'ennuyait de sa ville natale). 3.
çıkmaza girmek (L'enquête policière s'enlise). 3. S'ennuyer de f. qch, à f. qch: -mekten bıkmak,
mec. -in içinde bocalayıp durmak (Il s'est enlisé usanmak (Les amoureux ne s'ennuient jamais
dans des explications confuses). d'être ensemble. Il s'ennuyait à attendre).
enluminer gçl. 1. Canlı renklerle boyamak, canlı ennuyeusement. bel. Can sıkıcı bir şekilde, can
bir renk vermek (Enluminer le visage). 2. Renk sıkarak, usandırarak,
renk resimlerle süslemek, "tezhip etmek ennuyeux, euse s. 1. Can sıkıcı (Un voisin ennuyeux.
(Enluminer un livre). 3. mec. Kızıllaştırmak, Une question ennuyeuse). 2. Bıktırıcı, usandırıcı
kızartmak (Le vin enluminait les visages). (Un conférencier mortellement ennuyeux).
enlumineur, euse ad. "Tezhipçi, süsleme sanatçısı, énoncé er. 1. Önerme, önerme tümcesi, *sözce
enluminure diş. 1. Tezhip sanatı, tezhipçilik. 2. ("L'oiseau chante" est un énoncé élémentaire). 2.
énoncer 516 enrager
Anlatım, terim, ifade; asıl metin (Se reporter à enquêter gsz. Enquêter sur qch: -üzerinde
l'énoncé de ta loi. Cet élève a ma! interprété le sujet soruşturma yapmak (Plusieurs inspecteurs ont
du devoir, faute d'avoir lu attentivement l'énoncé). enquêté sur ce crime). § S'enquêter de: ...üzerinde
3. Açıklama, ilân etme (On ne vous fera entrer que bilgi toplamak, -in ne olduğunu sorup
pour l'énoncé du jugement). soruşturmak,
énoncer gçl. Açıklamak, anlatmak, dile getirmek enquêteur, euse s. ve ad. Soruşturucu, araştırıcı;
(Enoncer une vérité, un théorème, un jugement). § soruşturma yapan kimse, soruşturmacı (Un détail
S'énoncer: 1. Açıklanmak, anlatılmak (Cette idée qui avait échappé à la perspicacité des enquêteurs).
pourrait s'énoncer mieux). 2. Düşüncesini, dileğini enquiquinant, e s. tkz. Can sıkıcı, sıkıcı (Un voisin
anlatmak, dile getirmek (Enoncez-vous plus enquiquinant, une histoire enquiquinante).
clairement). enquiquiner gçl. tkz. Canını sıkmak,iflahını kesmek
énonclation diş. Açıklama, anlatma, dile getirme; (Il nous enquiquine avec ses histoires. Ce travail
»sözceleme (L'énonciation des faits). m'enquiquine). § S'enquiquiner: 1. Canı sıkılmak,
enorgueillir gçl. Kibirlendirmek, gururlandırmak, iflahı kesilmek. 2. S'enquiquiner à f. qch: -inekten
(Ces succès ne doivent pas t'enorgueillir). § canı çıkmak, iflâhı kesilmek (Je vais
S'enorgueillir: 1. Kibirlenmek, gurur duymak. 2. m'enquiquiner à refaire tous les calculs).
S'enorgueillir de qch, de f. qch: Bir şeyden, bir şey enquiquineur, euse s. ve ad. Can sıkan kimse, baş
yapmaktan gurur duymak (S'enorgueillir de ses belâsı (7ai eu du mal à me débarrasser de cet
succès. Il s'enorgueillit d'être te premier à avoir enquiquineur).
réalisé un tel exploit). enracinement er. Kökleşme, yerleşme
énorme s. 1. Kocaman, çok büyük, dev gibi (Un (L'enracinement d un préjugé, d une erreur).
homme énorme. Un rocher énorme obstruait la enraciner gçl. 1. Kökleştirmek, kök tutturmak,
route). 2. mec. Çok büyük, korkunç, akıl almaz, dikmek (Enraciner un arbre, une plante). 2. mec.
olağanüstü (Il a remporté un succès énorme. Une Yerleştirmek (Des préjugés qui sont enracinés dans
énorme injustice). cette société provinciale). § S'enraciner: 1.
énormément bel. Çok, aşırı derecede (Nous avons Kökleşmek, kök salmak (Les arbres fruitiers
énormément ri. Il a énormément d'argent). s'enracinent difficilement dans un mauvais terrain).
énormité diş. 1. Kocamanlık, aşırı büyüklük, 2. mec. Yerleşmek (Les mauvaises habitudes,
aşırılık. 2. Ağırlık, çirkinlik (L'énormité dune comme les plantes nuisibles, s'enracinent
injure). 3. Çirkin söz, kötü davranış (En entendant facilement). 3. Uzun süre kalmak, bir konukluğu
cette énormité, il a éclaté de rire). 4. Büyük yanlış, çok uzatmak (Il ne faut pas laisser s'enraciner un
bağışlanmaz hata (Un livre plein d'énormités). § voisin importun).
Dire une énormité: Bir densizlik etmek, çam enragé, e s. 1. Kuduz, kudurmuş (Un chien enragé).
devirmek. 2. Çılgın, yaman (Un chasseur enragé). 3. s. vead.
énouer gçl. (Kumaşın yüzündeki) Düğümleri, Enragé de qch: -e düşkün, meraklı (Un enragé du
pürüzleri temizlemek, football, de courses automobiles, de romans
enquérir (s') gsz. 1. Araştırmak, öğrenmeye policiers). § Manger de la vache enragée:
çalışmak (Il s'enquérait si les planètes étaient Yoksunluk içinde olmak, yoksul bir yaşam
habitées). 2. S'enquérir de qch: a) -üzerinde bilgi sürmek.
edinmek, bilgi toplamak; soruşturmak, enrageant, e s. mec. İnsanı çılgına çeviren, kudurtan,
öğrenmek, sorup araştırmak (Vous vous êtes çok sinirlendirici (Un contretemps enrageant).
enquis des formalités exigées par ce voyage à enrager gsz. 1. Kudurmak, kuduz olmak (Un chien
l'étranger?), b) -i sormak, -in halini hatırını qui enrage). 2. Enrager de qch: -den çılgına
sormak (Il s'est enquis de ma santé. Il s'enquérait dönmek, çok acı çekmek (Il enrage du ma! de
de tout te monde). dents). 3. Enrager de f. qch: -diğine çok üzülmek,
enquête diş. 1. Yoklama, bilgi toplama, sondalama kudurmak (f enrageais de ne pas pouvoirfournir la
(L'enquête d'un journal sur les opinions de ses preuve de mon innocence). § Faire enrager qn: 1.
lecteurs). 2. Sorüşturma (Le gouvernement a Çatlatmak, çılgına çevirmek, kudurtmak, çok
nommé une commission d'enquête. Enquête sinirlendirmek (Un élève qui fait enrager ses
parlementaire, enquête préparatoire, enquête prof esseurs. Cet enfant fait enrager ses parents. Je
préliminaire, enquête disciplinaire, enquête vivrai pour faire enrager mes ennemis). 2.
policière). § Faire une enquête sur: -üzerinde Takılmak, şaka etmek, kızdırmak (Pour le faire
soruşturma yapmak. Ouvrir, engager une enquête enrager, il lui disait qu'il avait oublié sa
sur: -üzerine soruşturma açmak. commission).
enraiement 517 enrouer
enraiement, enrayement er. Durdurma, önleme; olmak (Je me suis enrhumé en attendant dehors).
durdurulma, önlenme (L'enraiement d'une enrichi, e s. ve ad. Yeni zengin, yeni zenginleşmiş
épidémie). kimse (Les enrichis ont acheté tous ces immeubles).
enrayage er. 1. (Hski) (Tekerlekleri, aracı) enrichir gçl. 1. Zenginleştirmek (Enrichir une
Frenleme, hareketsiz hale getirme. Takılma. 2. société, un pays, un homme). 2. Enrichir qn, qch de
Tutukluk yapma, tıkanıklık yapma (L'enrayage qch: Birini, birşeyi -ile süslemek, daha da
d'une arme à feu, /'enrayage d'un mécanisme). § zenginleştirmek, renklendirmek (Enrichir un livre
Sabot d'enrayage: Takoz, de gravures magnifiques. Enrichir son récit de
enrayer gçl. 1. (liski) Tekerlek parmaklarını termes pittoresques). § S'enrichir: 1.
yuvalarına geçirmek. 2. (tski) Araba tekerleğinin Zenginleşmek, zenginlemek (I! s'est enrichi en
dönmesini pabuç denen demirle yada frenle très peu de temps). 2. S'enrichir de qch: -
durdurmak (Enrayer une roue). 3. mec. bakımından zenginleşmek, -si artmak (Avancer
Durdurmak, önlemek, önünü almak (Enrayer en âge, c'est s'enrichir d'habitudes).
une épidémie, une grippe, la progression cl un mal). enrichissant, e s. Zenginleştirici, bilgi ve görgü
4. Tutukluk yapmasına yol açmak, tutukluk arttırıcı (Une lecture enrichissante).
yaptırmak (Un grain de sable qui enraie un fusil). § enrichissement er. 1. Zenginleştirme; zenginleşme
S'enrayer: 1. Tutukluk yapmak, tıkanıklık (Une écrivain qui travaille beaucoup pour
yapmak (Son fusil s'est enrayé. Un mécanisme qui l'enrichissement de la langue. L'enrichissement
s'enraie). 2. Durdurulmak, önlenmek, önü d'un pays grâce à l'industrie) 2. Zenginleştirici
alınmak (L'épidémie s'est enrayée). öge, kazanılan şey, kazanç (Cette expérience sera
enrayoir er. (Araba tekerleğinin dönmesini pour vous un enrichissement. Les derniers
durdurmak için) Papuç denen demir, takoz, enrichissements d'un musée).
enrayure dif. 1. Sabanın açtığı ilk iz, ilk saban izi. enrobage, enrobement er. (Bir şeyin üstünü).
2. Tekerlek parmakları, çark parmakları, Koruyucu bir tabaka ile kaplama; kaplayıcı
enrégimenter gçl. 1. ask. Alaya almak, alay içine tabaka (L'enrobage des pillules, des fruits).
almak. 2. mec. Bir partiye, bir topluluğa yazmak, enrober gçl. 1. Koruyucu bir tabaka ile kaplamak,
enregistrement er. 1. Kayıt, kaydetme (Les frais üstünü kaplamak (Enrober des pillules, des fruits).
d'enregistrement d'un contrat). 2. "Tescil, sicile 2. Enrober qch de qch: Bir şeyin üstünü -ile
geçirme. 3. Sicil dairesi, sicil idaresi (Un employé kaplamak (Enrober les amandes de sucre. On
de l'Enregistrement). 4. Plağa yada banda alma enrobe certains médicaments amers <f un produit
(Enregistrement du son, d'une émission à moins désagréable au goût). 3. Tatlı sözler katıp
transmettre en différé). 5. mec. Belleğinde tutma, biraz yumuşatmak (Enrober un reproche, une
kafasına yerleştirme, demande).
enregistrer gçl. 1. Kaydetmek, kayda geçirmek (Le enrochement er. (İnşaatlarda) Dolgu maddesi olarak
bureau chargé d'enregistrer les réclamations des kullanılan kaya, beton blokları,
usagers. Faire enregistrer ses bagages). 2. Sicile enrochergf/. Dolgu kaya yada beton bloklar üzerine
geçirmek, "tescil etmek. 3. Yazmak, belirtmek, oturtmak (Enrocher les piles d'un pont).
not etmek (Enregistrer sur son agenda les noms et enrôlement er. 1. Askere alma (L'enrôlement des
adresses des correspondants. Enregistrer un volontaires). 2. (Bir topluluk yada partiye)
événement dans son journal). 4. Plağa yada banda Yazma, yazılma; alma, alınma (L'enrôlement
almak (Enregister un discours, une chanson). 5. dans une équipe de football).
mec. Belleğinde tutmak, kafasına yerleştirmek. 6. enrôler gçl. 1. Aske're almak (Enrôler les volontaires).
Saptamak, gözlemlemek (On a enregistré 2. Enrôler qn dans qch: Birini -e almak,
quelques chutes de neige. On enragistre une kaydetmek; -in içinde toplamak (Je vais l'enrôler
tendance à la hausse des prix sur les marchés). dans notre parti. On l'a enrôlé dans t équipe de
enregistreur, euse s. veer. 1. Yazıcı, kaydedici (alet). football). § S'enrôler dans qch: -e yazılmak,
(Thermomètre enregistreur, un appareil girmek, kaydolmak (Il s'est enrôlé dans le corps
enregistreur. Un enregistreur de pression, de expéditionnaire, dans un parti).
temps). 2. er. Sicil memuru. § Enregistreur de vol: enrouement er. Ses kısılması, sesi kısılma,
Uçuş kayıt aygıtı, kara kutu. enroué, e s. Sesi kısılmış, sesi kısık; kısık (Je suis
enrhumé, e s. Nezleli, nezle olmuş (Je suis très
enroué depuis hier. Une voix enrouée).
enrhumé).
enrouer gçl. Sesini kısmak, sesini kısıklaştırmak
enrhumer gçl. Nezle etmek (La moindre humidité (Ses cris l'ont enroué). § S'enrouer: Sesi kısılmak
suffit à enrhumer mon père). § S'enrhumer: Nezle fU s'est enroué à force de crier).
enroulement 518 enserrer
enroulement er. 1. Sarma, dolama; sarılma, enseigne qu'il abuse de l'imparfait du subjonctif. A
dolanma (L'enroulement d'un ruban, des feuilles de bon vin point d'enseigne: I y i mal için reklam
la pomme de terre). 2. Sarmal bezek (Les gerekmez, iyi mal kendini gösterir; görünen köy
capricieux enroulements tracés par un peintre). kılavuz istemez,
enrouler gçl. Sarmak, dolamak (Enrouler du fil sur enseignement er. 1. Öğretim, öğrenim
une bobine. Enrouler un journal autour d une (L'enseignement des tangues vivantes.
bouteille. Enrouler un drapeau autour de sa Enseignement primaire, secondaire, supérieur,
hampe). § S'enrouler: 1. Sarılmak, dolanmak (Le privé, technique). 2. Öğretmenlik mesleği (Entrer
film s'enroule sur la bobine. Il s'enroula dans ses dans l'enseignement).
couvertures). 2. S'enrouler à qch: -i dolanmak, -e enseigner gçl. 1. Ders vermek, ders okutmak
tırmanmak (La route s'enroule à la colline comme (H enseigne maintenant à la Sorbonne). _ 2.
une plante grimpante). Öğretmenlik yapmak, öğretmen olmak (Diplôme
enrubanner gçl. Kurdele ile sarmak, bezemek requis pour enseigner). 3. Okutmak (Il enseigne le
(Enrubanner une boîte de chocolat). § français dans un lycée). 4. Göstermek, kanıtlamak
S'enrubanner: Nişan takmak, aldığı nişanı (L'histoire nous enseigne que la dictature conduit à
takmak (Les conscrits s'étaient enrubannés). la guerre). 5. Enseigner qch à qn: Birine bir şey
ensablement er. 1. Kum yığını. 2. Kumla dolma öğretmek, okutmak, göstermek (Enseigner les
(L'ensablement dune crique). 3. Kuma oturma mathématiques aux jeunes élèves). 6. Enseigner à f.
(L'ensablement dun bateau). qch: -meyi öğretmek. 7. Enseigner à qn à f. qch:
ensabler gçl. 1. Kumla örtmek, kumla Birine -meyi öğretmek (Cette petite mésaventure
doldurmak yada tıkamak (Inondations qui lui enseignera à être plus prudent).
ensablent ta campagne. La marée a partiellement ensemble er. 1. Bütünü, hepsi (Cette décision
ensablé l'épave). 2. Kuma oturtmak (Ensabler un concerne l'ensemble du personnel). 2. Bütünlük
bateau). § S'ensabler: 1. Kumla örtülmek, (Ce roman manque d ensemble). 3. Topluluk (Un
tıkanmak (Un port qui s'ensable). 2. Kuma ensemble de chanteurs, de musiciens.) 4. Birlik,
oturmak (Le bateau s'est ensablé). uyum (Une chorale qui chante avec un ensemble
ensachage er. Çuvala, pakete, torbaya parfait). 5. Takım (Un ensemble de plage. Un
doldurma; torbalama, paketleme, ensemble décoratif. Mobilier qui constitue un bel
ensacher gçl. Çuvala, torbaya, pakete, ensemble). § Vue d'ensemble: Toplu bakış. Dans
koymak, torbalamak (Ensacher du grain, des l'ensemble: Genel olarak, ayrıntılara pek
bonbons). inilmediğinde, aşağı yukarı (Dansl'ensemble, ce
film est fidèle à la réalité). § 5. bel. Birlikte,
ensanglanter gçl. 1. Kana bulamak, kan içinde
beraber (Ils sont sortis ensemble. Nous avons
bırakmak (Les guerres, les troubles qui ont
réfléchi tous ensemble à cette question. Ils vivent
ensanglanté le pays). 2. mec. Lekelemek. 3. ed.
ensemble). 6. bel. Aynı zamanda (Ces deux arbres
Kan rengi vermek, kan kırmızı göstermek (Les
ont fleuri ensemble). § Aller ensemble: Uyuşmak,
clochers que le soleil couchant ensanglantait de
birbirine uymak (Des meubles qui vont ensemble
ses feux).
dans un salon). Etre bien ensemble: İyi geçinmek,
ensauvager gçl. Yabanlaştırmak, yabanıllaştırmak,
aralarında kavga gürültü olmamak. Etre mal
"vahşileştirmek (Quelques semaines de
ensemble: İyi geçinememek, birbirleriyle hep
campagne les ont ensauvagés).
kavga edip durmak,
enseignant, e s. 1. Öğretici, öğretimle ilgili. 2. ad.
ensemblier er. Döşem ressamı, döşem mimarı,
ç. Öğretmenler topluluğu, öğretmenler, öğretim
ensemencement er. Tohum ekme, ekim.
üyeleri (Les revendications des enseignants). § Le
ensemencer gçl. 1. Tohum ekmek, ekmek
corps enseignant: Öğretmenler, öğretim kurulu,
(Ensemencer une terre) 2. Balıklamak, balık
enseigne diş. 1. Dükkân tabelası (Enseigne
yumurtası atmak (Ensemencer une rivière, un
lumineuse dun cinéma. Une grande paire de
étang). 3. hek. Kültür yapmak, bir kültür
lunettes sert d'enseigne à un opticien). 2. Bayrak
ortamına mikrop ekmek,
(Marcher enseignes déployées). 3. *Belirge,
enserrer gçl. 1. İçine almak, sarmak, çevirmek
ongun, "alâmet. 3. er. ask. Deniz teğmeni.
(Une étroite vallée que la montagne enserre de
(Enseigne de vaisseau). § A bonne enseigne:
partout comme un mur). 2. Sıkıca sarmak, sarıp
Garantili, iyi nitelikli olduğu saptandıktan sonra
sıkmak; sıkmak (Une ficelle enserre le paquet de
(11 n'achète qu'à bonne enseigne). A telle enseigne
livres. Le corset qui lui enserrait le buste. 11
que, à telles enseignes que: O derece ki, öyle ki, o
l'enserrait dans ses bras).
kadar ki (Il affecte un tangage très châtié, à telle
ensevelir 519 entasser
ensevelir gçl. 1. Kefenlemek (Ensevelir un. gelmek, sonradan gelmek (ljes jours qui
mon). 2. Gömmek, toprağa gömmek (Après la s'ensuivirent furent des jours de malheurs). § Il
bataille, on se hâta d'ensevelir les morts). 3. (Kar, s'ensuit que... Bundan şu sonuç çıkmaktadır ki...
toprak vb) Altında bırakmak (L'avalanche avait (Il s'ensuit que le morceau le plus applaudi passe
enseveli plusieurs villages). 4. mec. Saklamak, pour le plus beau).
gizlemek (Je vais ensevelir ma honte dans la nuit entablement er. 1. (Yapıda) Saçaklar. 2.
profonde). § S'enselevir dans qch: -e çekilmek, (Mobilyada) Tepe pervazı,
gömülmek (S'ensevelir dans la retraite, dans la entacher gçl. Lekelemek, leke sürmek (Cette
solitude). condamnation entache son honneur. Entacher la
ensevelissement er. 1. Kefenleme, kefene gloire, la réputation de quelqu'un). § Entaché de
sarma. 2. Gömme, toprağa gömme. 3. Bürünme, qch: içinde., bulunan, -kapsayan, taşıyan (Un
saklanma, gizlenme (Cet ensevelissement des calcul entaché d'erreur). § Un acte entaché de
veuves sous des crêpes et des châles). 4. (Toprak, nullité: Geçersiz belgit; °butlan ile malûl tasarruf,
kar vb.) Altında kalma, entaillage er. Kertme, yarma,
ensiforme s. bitb. Hançerbiçim, *kılıçsı (Feuille entaille diş. 1. Kertik, yarık (jPratiquer une
ensiforme). entaille dans une pièce de bois). 2. Bıçak yarası,
ensilage er. Silolama, sarpınlama; siloya kesik (La lame glissa sur ta branche et lui fit une
koyma, sarpınlara koyma, large entaille dans la main).
ensiler gçl. Silolamak, sarpınlamak; siloya entailler gçl. 1. Kertiklemek, kertmek, kertik
koymak, sarpınlara koymak, koymak (Entailler un arbre, une poutre). 2.
ensoleillé, e .v. Güneşli (Un jour ensoleillé). Kesmek, yaralamak, yara açmak (11 lui a entaillé
ensoleillement er. Güneşlilik, güneş alma. le visage. Il s'est entaillé le doigt).
ensoleiller gçl. 1. Güneş ışığıyla doldurmak. entame diş. 1. (Yenilecek bir şeyden kesilen) İlk
2. Güneş gibi parlatmak, ışıtmak (Un sourire dilim, ilk parça (L'entame du pain, du roti). 2.
ensoleillait son visage). 3. Sevinç ve mutluluğa (Briçte) Oyuna başlama (L'entame à pique).
boğmak (Un grand amour ensoleillait leur vie). entamer gçl. 1. Kesip bir parça almak, bir parça
ensommeillé, e s. 1. Uykulu (Des yeux kesmek (Entamer un pain, un pâté, une pièce de
ensommeillés). 2. mec. Uyuşuk, drap). 2. Kesmek, sıyırmak, çizmek (Entamer la
ensorcelant, e s. Büyüleyici, büyüleyen (Un peau, la chair. Le coup lui entama l'os). 3.
regard ensorcelant). Başlamak, el atmak, ele almak (Entamer un
ensorceler gçl. i. (Birine) Büyü yapmak (Les travail, les négociations, la lecture d'un livre). 4.
paysans prétendaient que le bonhomme avait Dokunmak, zarar vermek, lekelemek (Entamerla
ensorcelé son voisin). 2. Büyülemek, kendinden réputation, Thonneur de quelqu'un). 5. Sarsmak
geçirmek (Sa beauté m'avait ensorcelé). (Tu as entamé mes convictions). 6. Kemirmek,
ensorceleur, euse ad. 1. Büyü yapan, büyücü. çürütmek (La rouille entame le fer). 7. Sarmak,
2. İnsanı büyüleyen, kendinden geçiren; ayartıcı, kaplamak (Le feu n'a pas pu encore entamer le vieil
yoldan çıkarıcı (Cette actrice est une arbre). 8. Yarmak, yarıp geçmek (Les blindés
ensorceleuse). 3. s. Büyüleyici, ayartıcı, baştan réussirent à entamer ta première ligne de
çıkarıcı (Un sourire ensorceleur, un regard résistance).
ensorceleur). entartrage er. İçini kireç bağlatma; içi kireç
ensorcellement er. 1. Büyücülük, büyü. 2. bağlama.
Büyüleme, büyü, çekicilik (Il ne résistait pas à entartrer gçl. İçini kireç bağlatmak (Cette eau
l'ensorcellement de ce pays étrange). entartre les chaudières. Eau calcaire qui entartre
ensuite bet. 1. Sonra, daha sonra, ondan les tuyaux, les radiateurs).
sonra, ardından (Faites la vaisselle; ensuite, passez entassement er. 1. Yığın (Des entassements
l'aspirateur dans la salle à manger. Il entreprit des de fruits sur les tréteaux du marché). 2. Üst üste
études de médecine, il devint ensuite vétérinaire). 2. yığma, istifleme, yığma (L'entassement des
ilg. Ensuite de qch: -den sonra, -in ardından. marchandises dans un entrepôt). 3. Üst üste
Ensuite de quoi: Ondan sonra, sonra da yığılma, sıkışma (L'entassement d'une famille
(Documentez-vous d'abord sur le sujet, ensuite de pauvre dans une seule pièce).
quoi, vous pourrez présenter un plan de travail). entasser gçl. 1. Üst üste koymak, yığmak, yığın
ensuivre (s') gsz. Ardı sıra gelmek, sonucu yapmak (Entasser des livres sur son bureau). 2.
olmak, doğmak (La phrase était ambiguë, une İstif etmek (Entasser des marchandises). 3.
longue discussion s'ensuivit). 2. Arkasından Biriktirmek (Entasser de l'argent). 4. Doldurmak,
ente 520 entériner
sıkıştırmak, tıkmak (Entasser les prisonniers dans anlamak (S'entendre en musique, en affaires. Il
un wagon à bestiaux). § S'entasser: (Dar bir yere) s'entend bien à ce travail). 5. S'entendre avec qn: -
Sıkışmak, balık istifi gibi olmak (Douze familles ile anlaşmak, uyuşmak (Une s'entend pas avec ses
nègres s'entassent dans cinq ou six pièces. Des voisins). 6. S'entendre sur qch: -üzerinde
étudiants qui s'entassent dans un amphithéâtre). anlaşmaya varmak, uzlaşmak (Us se sont enjin
ente diş. 1. Kalem aşısı. 2. Aşılı ağaç. 3. Boya entendus sur ce problème). 7. Uyuşmak,
fırçası sapı. anlaşmak, iyi geçinmek (Us s'entendent très bien).
entendement er. 1. fels. Anlık, "müdrike, 8. S'entendre à f. qch: -mekte usta olmak, eşi
anlama yeteneği (Essais sur l'entendement bulunmamak, -meyi çok iyi becermek (Ils'entend
humain). 2. Us, "akıl, sağduyu, zekâ (Celadépasse admirablement à rendre accessibles au grand public
l'entendement. Perdre l'entendement). les questions les plus complexes). § S'entendre
entendeur er. Anlayan, kavrayan (Les bons- comme larrons en foire: İki ahbap çavuş gibi
entendeurs pourront profiter à cette lecture). § A anlaşmak. S'entendre comme chien et chat: Hiç
bon entendeur, salut: Anlayana sivrisinek saz, anlaşamamak, araları kedi köpek gibi olmak,
anlamayana davul zurna az. ikide bir hırlaşıp durmak. S'entend, cela s'entend:
entendre gçl. 1. İşitmek, duymak (Entendre un Peki tabii, kuşkusuz, elbette. Tu ne t'entends pas!:
bruit. H entend mal de l'oreille droite). 2. Dinlemek Ne dediğinin farkında mısın, ağzından çıkanı
(Le juge a entendu les témoins). 3. İstemek, kulağın işitsin!
dilemek, beklemek (fentends qu'on m'obéisse, entendu, e s. I. Kararlaşmış, sonuca bağlanmış
j'entends être obéi. 1! n'entendait pas changer (C'est une affaire entendue). 2. Bilgiççe,
l'ordre social). 4. Anlamak (Je ne vous entends pas, kasıntılı (Un air entendu, un sourire entendu.
expliquez-vous mieux. J'entends bien que vous Je vois ce que c'est, dit-il d'un air entendu).
n'êtes pas responsable). 5. Yorumlamak, - 3. Entendu à qch, en qch: -de usta, becerikli, uz,
anlamına almak (Comment entendez-vous cette "ehil (Un homme entendu à tout. Il est entendu en
phrase?). 6. Kastetmek, demek istemek mécanique). § Bien entendu: Kuşkusuz, tabii,
( Qu'entendez-vous par là? Qu'est-ce que tu entends elbette (Bien entendu, si vous nous aidez, vousaurez
par ce mot?). 7. Kaldırmak, götürmek, votre part de bénéfice. Tu viens avec moi? -Bien
dayanmak, hoş görmek (Entendre la plaisanterie). entendu!). Entendu; c'est entendu: Tamam,
8. Bilmek, -den anlamak (Entendre le commerce, anlaştık, anlaşıldı. Faire l'entendu: Kasılmak,
la politique, l'algèbre). § A l'entendre: Dediğine bilgiçlik taslamak, kendini bir şey sanmak.
bakılacak olursa. Entendre à demi-mot: Leb enténébrer gçl. Karanlıklara boğmak, zindana
demeden leblebiyi anlamak. Entendre le pour et le çevirmek, karartmak (Ses vitraux coloriés
contre: Lehte ve aleyhte söylenenleri dinlemek. enténébraient la chapelle. Elle m'a enténébré la
Entendre les deux cloches: İki yanı da dinlemek. vie).
Entendre raison: Laftan anlamak, doğru söze hak entente diş. 1. Yorum, anlam (Phrase à
vermek. Entendre parler de qch: -i duymak, -den double entente). 2. Çok iyi bilme, anlama, çakma
haberi olmak;... kulağına gelmek. Laisser (L'entente des affaires). 3. Anlaşma, uzlaşma
entendre, donner à entendre: İzlenimini, kanısını, (Arriver, parvenir à une entente. Conclure des
düşüncesini uyandırmak, -demeye gelmek (Ce ententes commerciales). 4. Uyum, uyuşma, iyi
mot pourrait donner à entendre que tout cela ne sert geçinme (il règne entre eux une entente parfaite).
à rien. Ton geste laisse entendre que tu n'es pas 5. Birleşme, bir araya gelme, "ittifak (Entente
d'accord). Ne rien entendre à qch: -den hiçbir şey contre quelqu'un).
anlamamak, -den hiç çakmamak. Ne pas vouloir enter gçl. 1. Çelik aşısı, kalem aşısı yapmak
entendre parler de qch: -in sözünün bile edilmesini (Enter un prunier). 2. Enter qch sur qch: -e
istememek. Ne pas l'entendre de cette oreille là: dayandırmak (Ils entent sur cette extrême
Hiç oralı olmamak, söylenene hiç kulak politesse un esprit de règle. Enter un faux
asmamak. Il n'est pire sourd que celui qui ne veut raisonnement sur un autre). 3. (Doğramacılıkta)
pas entendre: Asıl sağır kendi bildiğine gidendir. Birbirine geçirmek (Enter deux pièces de bois
Que Dieu vo.us entende: Tann ne muradınız varsa d'une charpente).
versin. § S'entendre: 1. Anlaşılmak (Ce mot peut
?ntéralgie diş. Barsak ağrısı.
s'entendre de diverses manières). 2. Duyulmak,
entérinement er. Kararla onaylama, "resmen
işitilmek (Ta voix ne s'entend pas à plus de trois
tasdik.
mètres). 3. Kullanılmak (Ce terme ne s'entend
entériner gçl. 1. Kararla onaylamak, "resmen
plus). 4. S'entendre à qch, en qch: -den çok iyi
tasdik etmek (Le tribunal entérine les rapports
entérique 521 entoiler
d'expert. Entériner une décision, un jugement, un ta foule). 3. Hayranlık (Un enthousiasme aveugle.
usage). 2. Benimsemek, kabul etmek, Parler d'un artiste, d'un ouvrage avec
entérique s. hek. Barsaklara değgin, barsakla enthousiasme).
ilgili. enthousiasmer gçl. 1. Esritmek, vecde
entérite diş. hek. Barsak yangısı, getirmek (La musique l'enthousiasme très
entérocoque er. Barsak mikrobu, facilement). 2. Coşturmak, heyecana getirmek
enterrement er. 1. Toprağa verme, gömme (Un orateur qui enthousiasme la foule). 3. Hayran
(L'enterrement d'un mort, d'un cadavre). 2. Cenaze bırakmak, hayranlık uyandırmak. §
alayı (Un enterrement passait lentement dans la S'enthousiasmer 1. Esrimek, coşmak, vecde
rue). 3. Toprağa gömme töreni (L'enterrement de gelmek (Il s'enthousiasme aisément). 2.
ce grand homme a attiré une foule immense). 4. S'enthousiasmer pour: -e karşı büyük bir ilgi
Cenaze masrafı. 5. mec. Yıkılma, suya düşme, duymak; hayran kalmak, tutulmak, vurulmak
boşa çıkma (C'est l'enterrement de toutes les (S'enthousiasmer pour un projet; s'enthousiasmer
espérances. L'enterrement d'un projet de loi, d une pour un artiste).
entreprise, d'un rapport). § Avoir une mine enthousiaste s. ve ad. 1. Coşmuş, kendinden
d'enterrement, une tête d'enterrement: Çok geçmiş, vecd içinde (Les spectateurs enthousiastes
üzüntülü olmak, evinden ölü çıkmış gibi olmak, acclamaient les joueurs. Le grand acteurfut dixfois
enterrer gçl. 1. Toprağa vermek, gömmek rappelé par une salle enthousiaste). 2. Pek içten,
(Enterrer les morts). 2. Toprak altında saklamak, sıcak (Un éloge enthousiaste. Il m'a fait un accueil
toprağa gömmek (Enterrer ses armes dans son enthousiaste). 3. Enthousiaste de: -e düşkün,
jardin). 3. Saklamak, gizli tutmak (Enterrer un hayran, meraklı (Un partisan enthousiaste des
secret, un chagrin dans son coeur). 4. mec. tkz. Ört nouvelles doctrines).
bas etmek, (Enterrer un scandale). 5. Hasır altı enthymème er. fels. Örtük tasım,
etmek, uyutmak, unutturmak (Enterrer un entiché, e s. Entiché de qch: -e düşkün, tutkun,
projet). § Enterrer sa vie de garçon: Bekârlığa meraklı (Un petit groupe de jeunes gens entichés de
elveda demek, bekârlığının son tadını çıkarmak. littérature).
11 nous enterrera tous: O hepimizi gömer, o entichement er. Düşkünlük, tutku, merak
hepimizden çok yaşayacak. § S'enterrer: 1. (Son entichement pour cette philosophie n'a duré
Gömülmek. 2. Dünyadan el etek çekmek, que peu de temps).
köşesine çekilmek (Il s'est enterré dans un petit enticher gçl. Enticher qn de qch: Birinin içinde
village). -e karşı bir tutku, bir heves uyandırmak (Qui vous
entêtant, e s. Baş döndüren, esriten (Une aentichéde cette opinion?). § S'enticher de qch:-e
odeur entêtante). karşı bir heves duymak; -e gönlünü kaptırmak,
en-tête er. (Kâğıtta, zarfta) Başlık (Papier à tutulmak, vurulmak (S'enticher de graphologie.
en-tête). S'enticher d'un acteur).
entêté, e s. ve ad Dikkafalı, inatçı, entier, ère s. 1. Tüm, tam (Un gâteau entier.
entêtement er. Dikkafalılık, inatçılık, inat (Il est Manger un pain entier). 2. Bütün (Il occupe la
d'un entêtement incroyable). maison entièrt. Il y est resté une semaine entière.
entêter gçl. 1. Baş döndürmek, esritmek, başa Sa fortune entière n'y suffirait pas). 3. Değişmez,
vurmak (Ce parfum m'entête. Un vin qui entête). 2. sarsılmaz (Ma confiance en lui reste entière). 4.
mec. .Kibirlendirmek, başını döndürmek (La Değişmemiş, olduğu gibi (La difficulté reste
gloire l'a entêté). § S'entêter: 1. İnat etmek, entière). 5. İğdiş edilmemiş (Cheval entier). 6. er.
dikkafalılık etmek. 2. S'entêter à f. qch: -mekte mat. Tam sayı ( Quatre quarts font un entier). 7. er.
ayak diretmek, inat etmek (II s'entêtait à nourrir Bütün, bütünlük. § En entier. Bütün olarak
des rancunes et des chimères). 3. S'entêter de qn, de (Ecouter une symphonie en entier). En son entier,
qch: -den başka birşeyi gözü görmemek; aklı fikri dans son entier: Tümüyle, eksiksiz (Rapporter un
hep -de olmak, kafasında hep... olmak, -e dört passage en son entier).
elle sarılmak (S'entêter d'un préjugé). entièrement bel. Bütünüyle, "tamamiyle,
enthousiasmant, e s. Coşturucu, esritici, coşku "tamamen (Détruire entièrement une ville. Il est
verici. entièrement responsable de cette situation).
enthousiasme er. 1. Coşma, kendinden entité diş. fels. 1. Kendilik, "zatiyet. 2. mec.
geçme, "vecit (Un poète qui écrit dans Bireyliği olan bir varlık gibi düşünülen şey (La
l'enthousiasme). 2. Coşkunluk, taşkınlık (La Patrie, 1 Etat, la société sont des entités).
nouvelle de la victoire déchaîna l'enthousiasme de entoiler gçl. Beze yapıştırmak, bez kaplamak
entoir 522 entr'aimer
sevişmek. "konsomatris,
entrain er. 1. Neşe, coşku (Un garçon plein d'entrain. entrave diş. 1. Köstek, bukağı (Un cheval qui brise
Une fête qui manque d'entrain). 2. Canlılık (IM ses entraves). 2. Zincir (Les entraves d'un
conversation manque d'entrain). § Avoir de prisonnier, dun esclave). 3. Köstekleyici şey,
l'entrain: Canlı, neşeli biri olmak, etrafa neşe engel, ayak bağı (Cette toi est une entrave à la
saçmak. liberté de la presse. Une barrière douanière qui
entrainable s. İstenilen yana çekilebilir, çabuk constitue une entrave au commerce).
etkilenebilir (La foule est entraînable). entraver gçl. 1. Köstek vurmak, bukağı takmak
entraînant, e s. Sürükleyici (Un style entraînant, (Entraver un cheval). 2. mec. Engellemek,
musique entraînante). kösteklemek, engel olmak, tıkamak (Entraver les
entraînement er. 1. Sürükleme, çekip götürme, décisions, les initiatives, les projets de quelqu'un.
güç (L'entraînement des passions, des habitudes). Rien ne l'a entravé dans sa tentative. Entraver la
2. Coşkunluk, ateşlilik (On peut tout dire dans circulation). 3. argo. Anlamak, çakmak (Je
l'entrainement dune discussion). 3. Çalışma, n'y entrave rien).^ Entraver que pouic,entraver que
çalıştırma, alıştırma, °idman (Entrainement d'un dalle: argo. Hiç, ama hiçbir şey anlamamak,
boxeur, d'un athlète. Match, terrain entre ilg. 1. Arasında, arasına; -de, -e (L'herbe
d'entraînement). qui pousse entre les pierres. Prendre un enfant entre
entraîner gçl. 1. Sürüklemek, alıp götürmek (Le ses bras). 2. Arası (Couleur entre le gris et le bleu.
torrent entraîne des arbres sur son passage. Le Nous passerons chez vous entre 6 et 1 heures. Entre
courant entraîne le navire vers la cote). 2. Bir le coucher et le lever du soleil. Personnes entre deux
kenara çekmek, götürmek (I! m'entraîna dans un âges). 3. Arasından (L'eau passe entre deux
coin de jardin pour me faire quelques confidences). rochers. Choisir entre plusieurs solutions. Lequel
3. Çekmek (La locomotive entraîne les wagons). 4. d'entre vous accepte?). § Brave entre les braves:
Coşturmak, ardından sürüklemek (Son éloquence Yiğitler yiğidi. Entre nous: a) Söz aramızda, b) Biz
entraîne les foules). 5. Doğurmak, yol açmak bize, aramızda yabancı olmadan (Nous sommes
(Cela peut entraîner de graves conséquences). 5. entre nous; nous dînerons entre nous). Entre autres:
Çalıştırmak, alıştırma yaptırmak, idman Başka şeyler arasında, başkalan arasında,
yaptırmak (Entraîner un athlète, un cheval, une özellikle (Sur celte question. Uya, entres autres, un
équipe de football). 1. Entraîner qn dans qch: Birini livre remarquable d'un savant italien). Entre deux
kendisiyle birlikte -in içine sokmak, -e vins: Çakirkeyf. Entre deux: Ne iyi, ne kötü; ikisi
sürüklemek (Entraîner un ami dans le complot, arası. Entre chien et loup: Alaca karanlıkta. Entre
dans la ruine, dans le vice). 8. Entraîner qn à qch: a) ciel et terre: Havada, boşlukta. Entre cuir et chair:
Birini -e çalıştırmak, hazırlamak (Un moniteur qui Etle deri arasında. Entre la poire et le fromage:
entraîne des jeunes gens à la natation. Des exercices Yemeğin sonuna doğru, yemeğin bitmesine
qui entraînent les élèves à la dissertation), (b) Birini yakın. Entre quatre murs: a) Dört duvar arasında,
-e sokmak, itmek, sürüklemek (II nous entraîna b) Kodeste. Entre quatre yeux: İki kişi arasında;
à des dépenses. // vous entraînera à la ruine). 9. gizli kapaklı. Entre l'arbre et l'écorce, il ne faut pas
Entraîner qn. à f. qch: Birini-meye zorlamak, mettre le doigt: Et tırnaktan ayrılmaz, etle kemik
sürüklemek (Cette erreur vous entraînera à prêcher arasına girilmez. Soit dit entre nous: Söz
la guerre. Il esseya de m'enlraîner à signer le aramızda. Etre entre les mains de: (Bir işin
contrai). § S'entraîner: 1. Çalışmak, çalışma yapılması) -in elinde olmak, -e bağlı olmak. Etre
yapmak, idman yapmak (Un boxeur qui entre la vie et la mort: Öldü ölecek durumda
s'entraîne). 2. S'entraîner à qch: -c çalışmak, -için olmak. Etre pris entre deux feux: İki ateş arasında
çalışmak, hazırlık, idman yapmak (S'entraîner kalmak. Enfermer quelqu'un entre quatre murs:
à la natation, à la marche à pied, à la discussion). 3. Birini kodese atmak. Laisser qch entre les mains
S'entraîner à f. qch: -mek için çalışmak, hazırlık, de qn: Bir şeyi -in eline bırakmak. Lire entre les
idman yapmak (Ils'entraîne à rester impassible, à lignes: Satırların arasını okumak, yazıda açıkça
prendre la parole en public). yazılmamış olan anlamı çıkarmak. Nager entre
deux eaux: İki cami arasında kalmak, kararsızlık
entraîneur er. 'Çalıştırıcı, alıştıncı, "idmana,
içinde olmak. Parler entre ses dents:
"antrenör (L'entraîneur d un boxeur, d une équipe
Mırıldanmak. Prendre qn entre deux feux: İki ateş
de football). § Entraîneur d'hommes: Ardından
arasına almak, iki yandan da saldırmak,
yığınları sürükleyen önder, komutan.
entrebâillement er. Aralık (L'entrebâillement de
entraîneuse diş. (Bar, pavyon gibi yerlerde)
la porte, de la fenêtre).
Müşterilerle dans edip içki içen kadın.
entrebâiller 524 entremêler
entrebâiller gçl. Aralamak, biraz açmak Billet d entrée, carte d'entrée. Entrée gratuite). 2.
(Entrebâiller une porte, une fenêtre). § Giriş yeri (Entrée d une maison, d une cour, d'un
S'entrebâiller: Biraz aralanmak, hafifçe açık jardin, d un tunnel). 3. Küçük sofa, sofa (Veuillez
kalmak. attendre dans l'entrée). 4. Giriş ücreti, girmelik
entrechat er. 1. (Bir oyuncu için) Ayaklarını (Payer une entrée au cinéma). S. mec. Başlangıç
birbirine çırparak hafifçe zıplama; zıplama. 2. (Dès r entrée du printemps, Hpart s'installer dans sa
mec. Kurnazlık, cambazlık, maison de campagne). 6. Sofraya ilk getirilen
entrechoquement er. Birbiriyle çarpışma; çarpışma yemek (Entrées froides, chaudes. L'entrée précède
(L'entrechoquement des idées). le roti). 7. ç. (Bir yere istediği zaman) Girme,
entrechoquer gçl. Birbirine çarpmak (Il entrechoque kalma, kabul edilme (Il a ses entrées chez nous,
des cailloux pour faire du feu). § S'entrechoquer: dans la maison de mon onde, dans ce théâtre). § A
Çarpışmak, tokuşmak, birbiriyle çarpışmak (Les l'entrée de: -in başlangıcında (A f entrée de la vie,
wagons se sont entrechoqués. Les idées de l'hiver).
s'entrechoquent. Cliquetis des verres qui entre-égorger (s') gsz. Birbirini boğazlamak,
s'entrechoquent). boğazlaşmak,
entrecolonne, entrecolonnement er. Direkler arası, entrefaite diş. (Yalnız şu deyimde kullanılır) Sur
*dikinler arası, ces entrefaites: Bu sırada, tam bu anda (Ils étaient
entrecôte diş. Pirzola. en train de se disputer, sur ces entrefaites, survint
entrecoupé, e s. Kesik kesik (Il répondait par des un de leurs amis qui les sépara).
paroles entrecoupées). entrefilet er. (Gazetelerde) Kısa fıkra,
entrecouper g(7. 1. Şurasından burasından kesmek. entregent er. 1. Görgü kuralları, bir toplulukta
2. Entrecouper qch de qch: Bir şeyi -ile kesmek, nasıl davranılacağını bilme (Vous êtes honnête
yarıda bırakmak, aralık vermek (Entrecoupa- un homme, et vous savez f entregent). 2. mec.
récit de rires; entrecouper une longue étape de Girginlik, işini bilirlik. § Avoir de l'entregent:
quelques haltes). § S'entrecouper: Kesişmek (Deux Girgin olmak, işini yürütmesini bilmek,
lignes qui s'entrecoupent). entrelacement er. Birbirine geçirme; birbirine
entrecroisement er. Çaprazlaşma; çaprazlaştırma. geçme, birbirine dolaşma; girişiktik (Un
entercroiser gçl. Çaprazlaştırmak (Entrecroiser entrelacement de fils, de lignes, de souvenirs).
des fils, des rubans). § S'entrecroiser: entrelacer gçl. Birbirine geçirmek, birbirine
Çaprazlaşmak; birbiriyle birçok yerde kesişmek dolaştırmak (Entrelacer des Jïls, des rubans). §
(Un réseau de routes qui s'entrecroisent). S'entrelacer: Birbirine geçmek, birbirine
entrecuisse er. Bacak arası. dolaşmak (Les vignes sauvages, les coloquintes
entre-déchirer (s') gsz. 1. Birbirini paralamak, s'entrelacent au pied de ces arbres. Les brandies
birbirini yemek (Des loups acharnés à s'entre- s'entrelacent).
déchirer). 2. mec. Birbirini yermek, birbirinin entrelacs er. Girişik harfler, girişik süsler (Les
gözünü oymak (Les artistes ne font que s'entre- entrelacs de fart arabe).
déchirer,). entrelardé, e s. 1. Yer yer yağlı (Une côtelette
entre-détruire (s') gsz. Birbirini yıkmak, entrelardée). 2. Entrelardé de qch: mec. Arasına...
°harabetmek, "mahvetmek, serpiştirilmiş (Un discours entrelardé de citations).
entre-deux er. 1. Ara, aralık, iki şeyin arası (Dans entrelarder gçL 1. Lop etin içine kuyruk yağı vb.
les entre-deux de vos doigts). 2. Orta (Etre dans şeyler yerleştirmek (Entrelarder de la viande.
l'entre-deux). 3. Ara danteli (La garniture de ce Entrelarder une volaille). 2. Entrelarderqchdeqch:
chemisier estfaite d'entre-deux de valenciennes). 4. mec. Bir şeyin arasına... serpiştirmek (Entrelarder
(Balıkta) Başla kuyruk arası (L'entre-deux de un compte rendu de critiques. Entrelarder son
morue). 5. (Basketbolda) Hava atışı; hakemin iki discours de citations).
oyuncu arasında topu atarak oyunu başlatması, entre-ligne, entreligne er. Satır arası, satır aralığı,
entre-deux-guerres er. İki savaş arası, savaş arası entre-louer (s') gsz. Birbirini övmek, birbirine övgü
dönem. düzmek,
entre-dévorer (s') gsz. Birbirini yemek, birbirini entreluire gsz. Yarı parlamak,
mahvetmek. entre-manger (s') gsz. Birbirini yemek,
entrée diş. 1. Girme, giriş (L'entrée d'un visiteur entremêlement er. Birbirine karıştırma; birbirine
dans le salon. Entrée d une armée dans un pays. karışma.
Entrée d'un train en gare. Entrée dans un parti, entremêler gçl. 1. Birbirine karıştırmak (Entremêler
dans une affaire. Entrée libre, entrée interdite. dans un récit des épisodes comiques et des scènes
entremets 525 entretenir
une femme). 5. Entretenir qn de qch: Birine -den bırakmak, azıcık açmak (Entrouvrir une porte,
söz etmek (Il m'a entretenu de ses intentions). § une fenêtre). § S'entrouvrir: Aralanmak, azıcık
S'entretenir: 1. Konuşmak, görüşmek açılmak).
(S'entretenir par téléphone . Les deux présidents se entuber gçl. hlk. Dolandırmak; aldatmak; kazıklamak
sont entretenus à l'occasion d'une conférence (Il s'est fait entuber).
internationale). 2. S'entretenir avec qn: -ile enturbanné, e s. Sarıklı.
konuşmak, söyleşmek, çene çalmak. 3. enture diş, 1. (Aşılanacak ağaçta) Aşı yarığı. 2.
S'entretenir de qch: -den söz etmek (Ils se sont (Marangozlukta) Anahtarlı ekleme,
entretenus de l'attitude à adopter en cette énucléation diş. 1. Çekirdeğini çıkarma,
circonstance). çekirdeksizleştirme. 2. hek. Çıkarma, kesip alma
entretenu, e s. 1. Aynı durumda tutulmuş (Ondes (Enucléation d une tumeur).
entretenues, oscillations entretenues). 2. Metres, énucléer gçl. 1. Çekirdeğini çıkarmak,
kapatma olarak yaşayan (Une femme entretenue). çekirdeksizleştirmek (Enucléer un fruit). 2. hek.
3. Bakımlı, iyi tutulmuş, iyi bakılmış (Une voiture Kesip almak, çıkarmak (Enucléer une tumeur).
bien entretenue, une maison mal entretenue). énumératif, ive s. Sıra ile belirtici, sayıp gösteren
entretien er. 1. Sürdürme, devam ettirme (Eternel (Une liste énumérative des postes vacants).
entretien de haine et de pitié). 2. Bakım énumération diş. Sayım, döküm, sayıp gösterme,
(L'entretien d'une machine, dune route, d'un sıralama (Il nous a fait une énumération détaillée
jardin. Frais d entretien). 3. Bakma, besleme, de ses démarches. Enumération des objets).
gereksinimlerini sağlama (L'entretien d'une énumérer gçl. 1. -in sayımını, dökümünü yapmak,
famille, dun enfant). 4. Konuşma, söyleşi (Sur qui bir bir saymak. 2. Sıra ile saymak, söylemek,
a porté votre entretien? Us ont prolongé leur sıralamak (Enumérer les stations d'une ligne de
entretien). 5. »Görüşü, görüşme, mülâkat (Un métro. Enumérer les romans dun auteur, les
ambassadeur qui sollicite un entretien du ministre clauses dun traité).
des affaires étrangères). § Avoir un entretien avec énurésie diş. hek. Çişini kaçırma, çişini altına yapma
qn: Biriyle görüşmek, konuşmak, söyleşmek.
(Enurésie nocturne des enfants).
Accorder un entretien à: -e bir mülâkat vermek.
envahir gçl. 1. Zorla almak, istilâ etmek (Envahir
Demander, solliciter un entretien: Bir "mülâkat,
un pays, une ville). 2. Kaplamak, bürümek (Les
bir görüşme isteğinde bulunmak,
eaux ont envahi la plaine. Les orties ont envahi tout
entretoise diş. (Teknikte) Bağlama kuşağı,
le fond du jardin). 3. Kapışmak, ele geçirmek (La
entretoiser gçl. (Teknikte) Kuşakla bağlamak,
foule envahit les gradins du stade). 4. Sarmak,
entre-tuer (s') gsz. Birbirini öldürmek,
bastırmak, içini kaplamak (Le sommeil m'envahit.
entre-voie diş. (Demiryollarında) İki yol arası,
Une grande peur Pavait envahi).
entrevoir gçl. 1. Hayal meyal görmek, şöyle bir
envahissant, e s. 1. İstilâ eden, "müstevli (Armée
görmek (On entrevoit dans la pénombre les arbres
envahissante). 2. Ağır basan, bastıran, içe oturan,
du parc). 2. Entrevoir qn: Biriyle şöyle ayak üstü
salgın gibi yayılan (Une ambition envahissante,
bir konuşmak, kısaca görüşmek. 3. Sezinler gibi
une mode envahissante, des soucis envahissants). 3.
olmak (Entrevoir la vérité, la solution, les
Kaplayan, bürüyen (Des herbes envahissantes). 4.
difficultés)
tkz. Rahatsız edici, saygısız, başkasının gizliliğine
entrevous er. İki kiriş yada iki direk arası, karışan (Un voisin envahissant).
entrevue diş. 1. Görüşme. 2. Buluşma, "buluşum, envahissement er. 1. İstilâ (L'envahissement d'un
randevu (Fixer une entrevue. Je peux vous ménager pays). 2. Kaplama, bürüme, her yanı sarma
un entrevue avec le directeur). § Avoir une entrevue (L'envahissement.d un port par le sable, d'un jardin
avec qn: -ile bir görüşme yapmak, buluşmak (Les par les mauvaises herbes).
délégués syndicaux ont eu une entrevue avec le envahisseur er. 1. İstilâ eden, "müstevli, "istilacı
ministre). (Repousser, chasser l'envahisseur. Un peuple qui
entrisme er. (Parti, sendika v b . için) Sızma résiste vaillamment aux envahisseurs). 2. s. Her
(L'entrisme est une vieille tactique des yanı saran, kaplayan (Les virus envahisseurs).
groupuscules). envasement er. Çamurla dolma, çamur doldurma
entropion er. (Göz kapağında) İçe kıvrılma, (L'envasement d un canal).
entrouvert, e s. Yarı aralanmış, azıcık açık (Porte, envaser gçl. 1. Çamurla doldurmak (Envaser un
fenêtre entrouverte). § Rester la bouche port, un canal). 2. Çamura batırmak (Envaser une
entrouverte: Şaşmak, ağzı açık kalmak, barque). § S'envaser: 1. Çamura batmak (Nous
entrouvrir, entr'ouvrir gçl. Aralamak, aralık nous sommes envasés). 2. Çamurla dolmak (Un
enveloppant 527 envie
canal qui s'envase, un port qui s'envase). Azmak (La blessure s'est envenimée).
enveloppant, e s. 1. Saran; kuşatan (Un manteau très envergure diş. 1. den. Yelken eni. 2. Kanat yaylımı,
enveloppant. Un mouvement enveloppant: iki kanadın uçtan uca mesafesi (L'envergure d'un
Kuşatma hareketi). 2. mec. Çekici, büyüleyici, oiseau, d'un avion). 3. mec. Çap, büyüklük,
sürükleyici (Une voix enveloppante. La kapsam (Une réforme de grande envergure). 4.
conversation a pris un tour enveloppant). mec. Kavrama gücü, kavrayış, zekâ (Cet homme
enveloppe diş. 1. Kabuk, dış zar (L'enveloppe des manque d'envergure). § Prendre de l'envergure:
petits poids s'appelle la cosse). 2. Zarf (Mettre une Gelişmek, büyümek, genişlemek (Il a commencé
lettre dans une enveloppe). 3. Örtü, kılıf (Enveloppe modestement, mais son commerce a pris de
qui recouvre un meuble, un oreiller). 4. mec. l'envergure).
Görünüş, dış görünüş (Sous cette rude enveloppe envers ilg. -e karşı, -için (Ilest généreux envers nous;
se cachait un coeur sensible). être plein d'indulgence envers tes prisonniers). §
enveloppement er. 1. Sarma, anbalaj yapma Envers et contre tout, envers et contre tous:
(L'enveloppement de chaque bibelot est nécessaire Herşeye karşın, herkese karşın, tüm engellere
avant le transport). 2. ask. Kuşatma, çevirme karşın (Je défendrai son innoncence envers et
hareketi (Une manoeuvre qui vise à contre tous).
l'enveloppement de l'armée ennemie). envers er. 1. (Bir şeyin) Ters yüzü, arka yüzü, tersi
envelopper gçl. 1. Sarmak, sarmalamak, (L'envers d'une étoffe, d'une assiette, dune
paketlemek (Le frutier enveloppa les oranges avec médaille, d'une monnaie, cf unefeuille de papier). 2.
un journal). 2. Sarmak, bürümek, kaplamak (Les (Bir şeyin) İç yüzü, görünmeyen yanı (Découvrir
ténèbres enveloppent la terre. Le brouillard nous l'envers des choses, dune affaire). 3. Tam tersi,
enveloppe de tous côtés). 3. ask. Kuşatmak, aksi, zıddı (Les défauts sont F envers inévitable des
çember içine almak (EnvelopperF armée ennemie). qualités). § A l'envers: bel. 1. Ters (Il a mis son
4. mec. Örtmek, gizlemek, anlaşılmaz duruma chandail à l'envers. Un portrait mis à F envers. Les
sokmak (Envelopper sa pensée, ses paroles). S. roues tournent à l'envers). 2. Karmakarışık
Envelopper qn, qch de: a) Birini, bir şeyi... ile durumua, alt üst olmuş (Mes locataires ont laissé
çevirmek, kuşatmak,... içine almak (Il voulait ma maison à F envers). 3. Tersine (Le monde va à
nous envelopper de son influence), b) -e bürümek, - l'envers). Aller à l'envers: Ters gitmek, iyi
ile gizlemek, saklamak, örtmek (Envelopper un gitmemek (Tout va à F envers, les affaires vont à
crime de mystère. Envelopper ta réalité de fictions, l'envers). Avoir la tête à l'envers, avoir l'esprit à
d'un voile). 6. Enveleopper qn, qch dans qch: a) l'envers: Kafası ters işlemek. Faire des progrès à
Birini, bir şeyi -e sarmak (Envelopper des bonbons l'envers: Tersine ilerlemek, ilerleyecek yerde
dans du papier. Envelopper un enfant dans des gerilemek. Faire qch à l'envers: -in tersini
langes, dans une couverture), b) Birini bir şeyin yapmak, -i tersine yapmak (Ilfait tout à F envers).
içine sürüklemek, katmak, sokmak (Envelopper Prendre qch à l'envers: Bir şeyi ters anlama almak,
quelqu'un dans une accusation, dans un crime). § yanlış anlamak (Tuas pris mes paroles à F envers).
S'envelopper dans qch: 1. -e bürünmek, sığınmak, envi (à F) bel. 1. Birbiriyle yarışırcasına (Des
-in içine girmek (S'envelopper dans sa dignité; candidats qui promettent à F envi toutes sortes
s'envelopper dans des couvertures). 2. S'envelopper d'avantages à leurs électeurs. Les femmes imitant
de qch: -ile kendini saklamak, gizlenmek toutes, à T envi, F impératrice Eugénie). 2. A l'envi
(L'amour véritable s'enveloppe toujours des de: ilg. -ile yarışırcasına (Ils me fouettaient dans
mystères de la pudeur). mon enfance comme à l'envi t un de F autre).
envenimé, e s. 1. Azmış (Une blessure envenimée). 2. enviable s. İmrenilecek, imrenilecek gibi,
Zehir gibi, çok sert, it yese kudurur (Des paroles imrenmeye değer (Une position, une situation
envenimées). enviable. Un sort peu enviable).
envenimement er. 1. Azdırma; azma envie diş. 1. Kıskançlık, çekemezlik (Ses reproches
(L'envenimement d'une plaie). 2. Zehirlenme; ne sont pas justifiées, c'est l'envie qui lefait parler).
zehirleme. 2. İstek, dilek, °arzu,"heves(C'estl'enviedevisiter
envenimer gçl. 1. Azdırmak (Envenimer une cette ville pittoresque qui lui a fait faire un détour.
blessure, une plaie, un mal). 2. Kızıştırmak, Envie de manger, de sauter). 3. (Deride) Doğuştan
şiddetlendirmek (Ces paroles agressives ont leke. 4. Şeytan tırnağı. 5. Aş erme (Envie d une
envenimé le débat.Envenimer une querelle). 3. femme grosse). § Avoir envie de f. qch: -mek
Zehir, ağı katmak; zehir sürmek (Certains isteğini duymak (Tai envie de me promener un
sauvages enveniment leurs flèches). § S'envenimer: peu). Avoir envie que: -meşini istemek, dilemek
envier 528 envoûter
qui envoûte les touristes). sauce épaisse. Des ténèbres épaisses. Un brouillard
envoûteur, cusc ad. Büyü yapan, büyücü, épais). 4. Sık (Chevelure épaisse; une foule épaisse).
envoyé, e ad. 1. Aracı, elçi, delege (Envoyéporteur 5. bel. Sık, sık olarak, çok (Semer épais. Il n'y en a
d'un message. Recevoir avec honneur les envoyés pas épais). 6. er. Kalınlık,
d'un gouvernement étranger). 2. Muhabir épaisseur diş. 1. Kalınlık (L'épaisseur de la peau de
(L'envoyé spécial d'un journal). § Envoyé en l'éléphant: T épaisseur d un livre, d'un papier, d'un
possession: Mirası teslim alan. C'est bien envoyé: tissu). 2. Koyuluk, yoğunluk (L'épaisseur du
Oh oldu, canıma değsin, çok iyi oldu. Vous êtes brouillard, d'une sauce, d'un liquide). 3. Sıklık
l'envoyé du ciel: Tam zamanında geldiniz, Hızır (L'épaisseur de la chevelure, du feuillage, de
gibi yetiştiniz, l'herbe). 4. İç, derinlik (L'épaisseur dune armoire.
envoyer gçl. 1. Göndermek, yollamak (Envoyer Creuser une niche dans l'épaisseur d'un mur).
un message, une lettre, un télégramme, un colis, un épaissir gçl. 1. Kalınlaştırmak (De grosses
cadeau, une carte de voeux). 2. Envoyer qch à qn: couvertures qui épaississent le lit). 2.
Birine bir şey göndermek (Envoyer des fleurs à un Koyulaştırmak, yoğunlaştırmak (Epaissir un
ami). 3. Atmak, fırlatmak (Envoyer un projectile, sirop, une sauce en ajoutant de la farine). 3. gsz.
une fusée dans la Lune, le ballon dans les buts Kalınlaşmak (Sa taille a épaissi). 4. gsz.
adverses). 4. Vurmak, indirmek, aşketmek, Yoğunlaşmak, koyulaşmak (La peinture
atmak (Envoyer une gifle, un coup de pied à commence à épaissir. Dès que la crème épaissit,
quelqu'un). 5. Envoyer qn f. qch: Birini -meye otez-la du feu). § S'épaissir: 1. Sıklaşmak (Sa
göndermek (Envoyer un enfant faire des courses, chevelure s'épaissit, la foule s'épaississait. 2.
chercher du pain. 11 a envoyé son frère chercher un Yoğunlaşmak, koyulaşmak (L'ombre s'épaissit, le
médecin). § Envoyer promener qn, envoyer paître brouillard s'épaississait, le sang s'épaissit).
qn, envoyer qn sur les roses: Birini kovmak, épaississant, es. vead. Koyulaştırıcı,yoğunlaştırıcı.
atlatmak, başından savmak. Envoyer qn dans épaississement er. 1. Koyulaşma, yoğunlaşma
l'autre monde: Öldürmek, canını cehenneme (L'épaississement du brouillard, du sang, d'un
yollamak, öbür dünyayı boylatmak. Envoyer qn liquide). 2. Kalınlaşma (Epaississement de la
au diable: Şiddetle azarlayıp kovmak, defetmek. peau).
Envoyer qn à terre: Yere yıkmak, yere düşürmek.
épanchement er. 1. Yağma, yağış (Féconds
Envoyer ses amitiés à qn: Birine sevgi ve
épanchements de pluie et de rosée). 2. Akma,
selâmlarını göndermek. Envoyer qn en l'air:
akıtma. 3. hek. Sıvı; organizmada sıvı toplanması
Yenmek, yere sermek, paçasını aşağı almak. Ne
(Epanchement pleural). 4. Açılma, derdini dökme,
pas envoyer dire qch à qn: Bir şeyi birinin yüzüne
içini açma (Tai besoin d'épanchement).
açık açık söylemek, dan diye söylemek (Je ne le lui
épancher gçl. 1. Akıtmak, boşaltmak (Unefontaine
ai pas envoyé dire). § S'envoyer: 1. Birbirine
épanche son eau pure). 2. Açıklamak, dışa
göndermek (Ils s'envoient régulièrement de
vurmak, dile getirmek, söylemek, açmak
longues lettres). 2. S'envoyer qch: a) (Bir angarya
(Epancher ses peines, ses inquiétudes). § Epancher
yada istenmeden yapılan bir iş için) Tek başına
sa bile: Öfkesini boşaltmak. Epancher son cœur à
yapmak, yalnız kendisi yapmak (S'envoyer une
qn: Derdini -e dökmek, için açmak. § S'épancher.
corvée, un travail pénible), b) Yemek, içmek,
1. Akmak, dökülmek (Je sentais comme une
mideye indirmek (S'envoyer un verre de vin, un
fontaine de miséricorde qui s'épanche du haut du
bon repas). 3. S'envoyer qn: tkz. Biriyle yatmak,
ciel dans mon coeur). 2. Toplanmak, -e akmak (Le
cinsel ilişkide bulunmak (Une blonde qui
sang s'est épanché dans l'estomac). 3. İçini
s'envoyait le jeune étudiant).
dökmek, derdini dökmek (Tu as besoin de
envoyeur, euse ad Gönderen, gönderici, yollayıcı.
l'épancher. Il s'épanche dans ses lettres). 4.
éocène s. ve ad. yerb. Eosen,
S'épancher à qn, auprès de qn: Birine açılmak,
éolien, ne s. 1. Rüzgârla işleyen (Machine éolienne,
derdini -e dökmek,
roue éolienne). 2. Rüzgâra değgin (Energie, force
épandage er. 1. Serpme, saçma (Epandage du
éolienne). 3. Rüzgârın etkisiyle olan, rüzgâra
fumier). 2. coğr. Suların yayıldığı düzlük. 3.
bağlı (Erosion eolienne).
Lâğım sularının süzülerek temizlendikleri alan;
épacte (//'.>. Güneş yılı ile ay yılı arasındaki gün farkı,
çöplerin atıldığı alan.
épagneul, e ad. İspanyol köpeği,
épandeur, euse ad. Asfalt dökme makinesi, gübre
épais, ses. 1. Kalın (Un mur épais, papier épais, une
épaisse tranche de pain). 2. Kaba (Une plais mterie saçma makinesi,
épaisse, un mensonge épais). 3. Koyu, yoğun (Une épandre gçl. 1. Saçmak, serpmek, serpiştirmek
(Epandre du fumier, des engrais). 2. mec. Etrafına
épanneler 530 épaule
saçmak, dağıtmak, yaymak (Epanche la bonté). qch à qn: Birini -den kurtarmak, -den bağışık
épanneler gçl. Kabasını almak, yontmak, tutmak (On a préféré lui épargner la honte de cet
tasarlamak (Epanneler un bloc de pierre, un bloc de aveu. Epargner un travail, une peine à un malade).
marbre). éparpillement er. Saçma, saçılma; dağıtma,
épanorthose diş. ed * Dönüş, °rücu; söylediği bir dağılma; dağınıklık (L'éparpillement des efforts:
sözü hemen reddedip onun yerine daha l'éparpillement de papiers, de plumes;
güçlüsünü söyleme sanatı, !éparpillement des baigneurs sur la plage).
épanoui, e s. 1. Açmış, açılmış (Une rose épanouie). éparpiller gçl. 1. Saçmak, dağıtmak, savurmak
2. Işıl ışıl (Un visage épanoui, un sourire épanoui). (Le vent a éparpillé tes papiers, les feuilles mortes).
3. Gelişmiş, serpilmiş (Un corps épanoui). 2. Dağıtmak, yaymak, doğru dürüst
épanouir gçl. 1. -i açmak; açtırmak (Une plante qui kullanamamak (Eparpiller ses forces, ses efforts,
épanouit ses fleurs. Le paon épanouit sa queue. Le son attention, son talent). § S'éparpiller: 1.
soleil avait épanoui les tulipes). 2. Açmak, Saçılmak, dağılmak, savrulmak (La cendre s'est
ferahlandırmak, neşelendirmek, ferahlık vermek éparpillée). 2. Kendini dağıtmak, daldan dala
(Cette bonne nouvelle lui avait épanoui le visage. atlamak, sürekli olarak bir işle uğraşmamak (IIne
L'espérance épanouit le coeur. Cela m'a épanoui). fait que s'éparpiller).
3. Geliştirmek (Ce nouveau genre de vie l'a épars, e s. Dağınık (Cheveux épais; fragments
épanoui). § S'épanouir; 1. Açılmak (Les fleurs épars d une oeuvre).
s'épanouissent au soleil). 2. Işıl ışıl olmak, ışımak épatamment bel. tkz. Çok güzel, hayret edilecek
(Son visage s'est épanoui de joie). 3. Gelişmek, şekilde (Ce costume vous va épatamment).
serpilip boylanmak (Cet enfant ne peut pas épatant, e i. tkz. Çok güzel, şaşılacak, hayran
s'épanouir dans le milieu où il vit). kalınacak (Il fait un temps épatant. Une soirée
épanouissement er. 1. Açma, açılma épatante, une jèmme épatante).
(L'épanouissement d'une rose). 2. Işıma, ışıl ışıl épate diş. tkz. Şaşırtma, şaşalatma.§ Faire de l'épate,
olma (L'épanouissement dun visage). 3. Çok ince des epates: Etrafını şaşırtmaya, şaşalatmaya
dallara ayrılma (L'épanouissement d'un nerf d'un çalışmak, hayrete düşürmek,
vaisseau). 4. Ferahlama, açılma, neşelenme épaté, e s. 1. Yassı, basık, pat (Un nez épaté).
(L'épanouissement du coeur). 5. Gelişme 2. tkz. Çok şaşmış, hayretten ağzı bir karış açılmış
(L'épanouissement d'une civilisation, d'un art). (Il avait un air épaté). 3. Etre épaté de qch, -de f.
épargnant, e s. ve ad. 1. Tutumlu (Je ne suis pas qch: -e, -diğine çok şaşmak, hayret etmek,
épargnant. Une femme épargnante). 2. Para épatement er. 1. Basıklık, yassılık, patlık
biriktiren kimse; tasarruf sahibi (L'inflation ruine (L'épatement du nez). 2. tkz. Büyük şaşkınlık,
les petits épargnants). şaşıp kalma, şaşalama, hayretten ağzı bir karış
épargne diş. 1. Para biriktirme, tutum, "tasarruf açık kalma.
(Une législation qui tend à encourager l'épargne. épater gçl. 1. Ayağını kırmak (Epater un verre). 2.
La caisse d'épargne). 2. Tasarruf (La (Eski) Sırt üstü düşürmek. 3. tkz. Şaşırtmak,
modernisation des moyens de production a entraîné şaşalatmak, hayrete düşürmek (Cette nouvelle
une épargne de temps considérable). 3. ç. Birikmiş m'a épaté, ce résultat nous a épatés).
para, biriktirilmiş para, "tasarruf (Il vit de ses épaulard er. Büyük bir cins yunus balığı, falyanos,
épargnes; placer ses épargnes). épaule diş. 1. Omuz (La jardinier va à son travail, la
épargner gçl. 1. Epargner qn: -e karşı iyi davranmak, bêche sur l'épaule). 2. (Kasaplıkta) Hayvanın kol
hoşgörülü davranmak, kıyıcı olmamak kısmı, kol (Une épaule de mouton, de veau). § Avoir
(Epargner son adversaire, son ennemi). 2. -i la tête sur les épaules: Makul olmak, aklı başında
öldürmemek, canını bağışlamak, kurtarmak (La olmak, ne yapıp ne ettiğini bilmek. Avoir les
guerre a épargné ces populations. L'épidémie ne l'a épaules tombantes: Düşük omuzlu olmak.
pas épargné). 3. Hatır gönül dinlemek, saymak, Changer son fusil d'épaule: Düşünce, kanı, tasarı,
saygı göstermek, -e dokunmamak (Iln'a épargné yöntem, meslek değiştirmek. Donner un coup
personne dans sa critique. Epargner la vieillesse, d'épaule à qn, prêter l'épaule à qn: Birine yardım
l'amour propre de quelqu'un). 4. Tutumlu, ölçülü etmek, omuz vermek, destek olmak. Etre large
kullanmak (Epargner le sucre, sa force). 5. d'épaules: Geniş omuzlu olmak. Faire toucher les
Biriktirmek, bir kenara koymak (Epargner de épaules: (Güreşte) Sırtını yere getirmek. Hausser
l'argent). 6. Esirgemek (Il n'épargnera rien pour les épaules, lever les épaules: O m u z silkmek. Peser
vous donner satisfaction. La police n'épargne aucun sur les épaules: Omuzlarına ağır gelmek, -in
effort pour retrouver les coupables). 7. Epargner yükünü taşıyamamak (İM vie lui pesait sur les
épaulée 531 épicer
épaules. Cette responsabilité me pèse sur les éperdu, e s. 1. Çılgın, çılgına dönmüş (Une veuve
épaules). Porter qn sur ses épaules: Birinin yükünü éperdue de douleur; il est éperdu de joie). 2. Aşırı,
taşımak, bütün angarya ve sıkıntılarını çekmek. çok büyük (Une reconnaissance éperdue).
Regarder, traiter qn par-dessus les épaules: Birine éperdument bel. Çılgınca (Etre éperdument
yüksekten bakmak, birini küçümsemek, amoureux).
épaulée diş. Omuz verme, yardım, éperlan er. Lapina balığı.
épaulement er. 1. Omuzlama duvarı 2. ask. Toprak éperon er. 1. Tepkiç, "mahmuz (Les éperons d'un
tabya. coq. Faire sonner ses éperons). 2. Çıkıntı tabya. 3.
épauler gçl. 1. Omuzuna dayamak (Epauler un fusil, Duvar desteği. § N'avoir ni bouche ni éperon: Ne
une carabine). 2. Omuz vermek, yardım etmek, söz ne dayak kâr etmemek; duygusuz ve aptalın
desteklemek (Mes amis m'ont épaulé dans cette teki olmak.
entreprise). éperonner gçl. 1. Tepkiçlemek, "mahmuzlamak
épaulette diş. 1. "Apolet, »omuzluk (Les galons (Eperonner un cheval). 2. mec. Dürtüklemek,
des officiers sont posés sur les épaulettes). 2. dürtmek, kışkırtmak (L'ambition éperonne
(Kadın giysilerinde) Omuz askısı, l'homme). 3. Mahmuz takmak (Etre botté et
épave diş. 1. Yitik eşya (Rassembler les épaves au éperonné).
bureau des objets trouvés de la gare). 2. Denize épervier er. 1. Atmaca. 2. Serpme, kurşunlu balık
batmış eşya, "enkaz, denizin karaya attığı eşya ağı.
(Une épave de navire à demi ensablée). 3. Kalıntı, épervière diş. bitb. Farekulağı,
döküntü, kırıntı (Les épaves d'un empire, d'une épeuré, e s. Korkmuş, ürkmüş, korku içinde olan.
fortune, d'un bonheur). 4. Büyük bir yoksulluğa épeurer gçl. Korkutmak, ürkütmek, içine korku
düşmüş kimse, düşkün (Depuis sa ruine, il n'est salmak.
plus qu'une épave). éphèbe er. Yakışıklı delikanlı, güzel delikanlı,
épée diş. 1. Kılıç (Se battre à tépée). 2. mec. Askerlik éphélide diş. Deride leke.
(Il quitta la robe pour l'épée). 3. Yüreklilik, éphémère s. 1. Bir gün yaşayan, bir gün süren, bir
yiğitlik, kahramanlık (Il doit son élévation à son günlük (Des insectes éphémères). 2. Geçici (Un
épée). 4. Silâh gücü. § Epée de Damodès: succès éphémère, bonheur éphémère). 3. er.
Demokles'in kılıcı; her an gelebilecek bir tehlike. Susineği.
Une bonne épée: j İyi kılıç kullanan kimse, yiğit éphéméride diş. 1. *Gökgünlüğü, gökcisimlerinin
adam, kahraman. Un coup d'épée dans l'eau: yerlerini, konsayılarını, uzaklık ve parlaklık gibi
Boşuna çaba. Avoir l'épée sur la gorge: Bir şeyi niceliklerini yılın günlerine göre veren değerler
zorla, söke söke almak, gösterdiği büyük çaba çizelgesi. 2. Değişik günlerde, aynı gündeki
sonucu elde etmek. Mettre à qn l'épée dans les olayları derleyen yazılar. 3. Her gün bir yaprağı
reins: Birini çok sıkıştırmak, güç duruma koparılan duvar takvimi,
sokmak, iki ayağını bir pabuça sokmak. Passer épi er. 1. Başak (Un épi de blé, d'orge, de seigle). 2.
au fil de l'épée: Kılıçtan geçirmek. Poser l'épée: Başak biçiminde çiçek. 3. Dik duran, yatışmayan
Savaşı durdurmak, silahları bırakmak. Rendre saç tutamı. 4. Bir ırmağın sürüklediği kum ve
son épée: Kılıcını teslim etmek, yenilgiyi kabul çakılları tutmak için dikilen direkler, ırmağın
etmek. Se blesser de son épée: Kendi kendine sularına yön veren dikme. § En épi:
kötülük etmek, ne ettiyse kendine etmek, kendi Verevlemesine, yanlamasına (Voitures garées en
edip kendi bulmak, épi). Etre en épi: Başağa durmak, başaklanmak,
épeiche diş. Bir tür ağaçkakan, başak tutmak (Les blés sont en épi). Deux
épeire diş. Avrupada görülen bir tür örümcek, moineaux sur un épi ne sont pas longtemps amis: İki
épéiste er. Kılıç eskrimcisi; delici kılıççı, epeci. canbaz bir ipte oynamaz,
epeler gçl. 1. Bir sözcüğün içindeki harfleri bir bir épiage, er. épiaison diş. Başaklanma, başak tutma,
söylemek (Voulez-vous épeler votre nom). 2. épicarpe er. Meyva kabuğu,
Hecelemek, *seslemlemek, heceleye heceleye épice diş. Baharat.
okumak (Epeler un texte grec). 3. Okuma
épicé, e s. 1. Baharlı, baharat katılmış (Un repas
yazmayı sökmek, okumaya başlamak,
bien épicé). 2. mec. Açık saçık, içinde çok argo
épellation diş. Heceleme, *seslemleme.
sözcükler bulunan (Un récit épicé).
épenthèse diş. dilb. İçtüreme.
épicéa er. bitb. Lâdin, bir tür köknar,
épenthétique s. dilb. İçtüremeye değgin,
épicentre er. Deprem merkezi,
épépiner gçl. (Meyve yada sebzenin) Çekirdeklerini
épicer gçl. 1. Baharat koymak (Epicer un repas,
çıkarmak (Epépiner une pomme, une tomate).
une sauce). 2. mec. Açık saçık sözcükler katmak
épicerie 532 épine
épître diş. 1. Koşuklu mektup. 2. (Alay) Mektup, un liquide. Eponger l'encre renversée sur la table).
*nâme (Il m'a envoyé une longue épître). 3. 2. Kurulamak (Il épongea son visage en sueur.
Hıristiyanlıkta havarilerin yazdığı mektuplar S'éponger le front avec un mouchoir). 3. mec.
(lîpitrès de Saint Paul aux Corinthiens). Çekmek, yutmak, fazla olanını vergi ve
épizootie diş. Salgın hayvan hastalığı, tahvillerle almak (Eponger une circulation
éploré, e i. 1. Ağlayan, gözyaşı döken, iki gözü iki monétaire). § S'éponger: Yüzünün yada alnının
çeşme (Elle s'est enfouie toute éplorée. Air, visage terini silmek,
éploré). 2. Pek üzgün (Une veuve éplorée, une voix éponte diş. Maden damarı cidarı,
éplorée). éponyme s. 1. Adı bir şeye verilen, adını bir şeye
éployé, e s. Açılmış (Une aile éployée, un journal veren (Athénê, déesse éponyme d Athènes). 2. ad.
éployé). (Eski Yunan'da) Adını yıla veren yargıç kral.
éployer gçl. Açmak (Eployer ses ailes). § S'éployen épopée diş. ed. 1. Destan (Epopée naturelle, épopée
Açılmak (Les ailes s'éploient pour la volée). primitive: ilkel destan. Epopée artificielle: Yapma
épluchage er. 1. Ayıklama, kabuğunu soyma destan). 2. mec. Kahramanlıklar, kahramanlıklar
(Epluchage des légumes, des oranges, des pommes zinciri, "efsane (L'épopée napoléonienne).
de terre, des fruits). 2. Didik didik etme, çok sıkı époque diş. 1. Çağ, zaman (Nous vivons une drôle
inceleme (Epluchage d'un compte). dépoque. Les mœurs dune époque). 2. Dönem,
éplucher gçl. 1. Ayıklamak, kabuğunu soymak (L'époque révolutionnaire. L'époque de Louis
(Eplucher des légumes, desfruits, des crustacés, des XIV). 3. Sıra, zaman (A F époque de son mariage,
haricots verts, des pommes de terre, des noix, des tétait une femme séduisante). 4. Tarih (Sur
crevettes). 2. mec Didik didik etmek, çok sıkı F époque de mon retour, je ne vous dirai rien. L'an
incelemek (Eplucher un compte, un article, un dernier, à la même époque, fêtais à Paris). S.
texte). Mevsim, zaman (L'époque des semailles, des
éplucheur, euse s. 1. Ayıklayıcı, ayıklamaya ya- vendanges) 6. Yaş, dönem (L'époque critique de la
rayan; soymaya yarayan (Couteau éplucheur). 2. femme). 7. ç. Kadınların aybaşı günleri (Les
er. Sebze, meyve ayıklama, soyma âleti (Un époques dune femme). § Faire époque: Unutulmaz
éplucheur électrique). 3. er. Bir şeyi çok sıkı bir anı bırakmak, önemli bir tarih olmak (La
inceleyen, didik didik eden kimse, bataille dHernani a fait époque dans la littérature).
épluchure diş. Ayıklanan sebze yada meyve épouiller gçl. Bitlerini ayıklamak, bitlemek
kabuğu, ayıklantı, soyuntu (On donne souvent les (Epouiller un enfant, un animal). § S'épouiller.
épluchures aux cochons). Bitlenmek, üstündeki bitleri ayıklamak (Un
épointage er. Ucunu kırma, ağzını köreltme, mendiant qui s'épouille).
épointement er. Ucu kırılma, ağzı körelme époumoner (s') gsz. 1. Kendini yormak, soluk
(Epointement d'un couteau). tüketmek. 2. Boğaz patlatmak. § S'époumoner à f.
épointer gçl. Ucunu kırmak, ağzını köreltmek qch: -mek için soluk tüketmek, boğaz patlatmak
(Epointer une aiguille, m couteau, un outil, un (Il s'époumone à ameuter la foule. Pourquoi
crayon). t'époumonerais-tu à dissiper un doute?).
épousailles diş. ç. alay. Düğün, evlenme töreni,
éponge diş. 1. Sünger (Les éponges naturelles sont
épouse diş. Karı, eş (Il se promenait sur le boulevard
le squelette corné d'animaux marins. Laver la
carrosserie dune voiture avec une éponge. Pêcheur au bras de son épouse).
d'épongés). 2. Nal ucu. 3. Nal ucunun hayvanın épousée diş. Gelin.
dirseğinde meydana getirdiği ur. 4. ç. hayb. épouser gçl. 1. -ile evlenmek (Elle a épousé un
Süngerler (Eponges calcaires: Kalkerli süngerler. architecte. Il a épousé la fille de son professeur). 2.
Eponges conteuses: Keratinli süngerler. Eponges mec. -e katılmak, -i paylaşmak, benimsemek (Il
silicieuses: Camsı süngerler). § Serviette éponge: épouse les opinions de son ami. Epouser uni idée,
Havlu. Tissu éponge: Havlu kumaş. Avoir une une croyance). 3. -e uymak, iyi oturmak, sarmak
éponge dans le gosier, boire comme une éponge: (Robe qui épouse les formes du corps). 4. Kendini
Çok içmek, us almayacak biçimde içmek. Passer vermek, sıkıca bağlanmak (Epouser une étude). §
l'éponge sur qch: -in üzerine sünger çekmek, S'épouser: Birbiriyle evlenmek, evlenmek (Ils se
olmamış saymak (Passer l'éponge sur un défaut. sont épousés l'an dernier).
Passons l'éponge et restons amis). Presser l'éponge: épouseur er. Evlenme delisi, önüne gelen
(Bir kimsenin) Yararlı nesi varsa alıp yüzüstü kadına evlenme öneren (kişi),
bırakmak, limon gibi sıkıp suyunu almak, époussetage er. Tozunu alma, silme (Epoussetage
éponger gf/. 1. Süngerle yada bezle silmek (Eponger des meubles).
épousseter 535 épuisé
épousseter gçl. Tozunu almak, silmek (Epousseter courageusement leur rude épreuve. Que dépreuves
des meubles, des bibelots, les coussins, les tapis). t'attendent encore!). 4. mec. Ölçüt, denek taşı (Le
époussette diş. 1. Temizleme fırçası. 2. At gübresi, danger est F épreuve du courage). 5. Yarışma, yarış
fışkı. (Les épreuves dun championnat, les épreuves des
épouvantable s. 1. Tüyler ürpertici, pek korkunç jeux olympiques, épreuves d athlétisme). 6. Sınav,
(Un crime épouvantable, une mort épouvantable). yoklama (Epreuves éliminatoires, épreuve écrite,
2. Çok kötü, berbat (II fait un temps épreuve orale). 7. (Basımcılıkta) Prova (Corriger
épouvantable). les fautes sur une épreuve. Revoir, corriger une
épouvantablement bel. Korkunç şekilde (II est épreuve. Première épreuve, seconde épreuve). 8.
épouvantablement laid). İşkence, hakaret, sınama (Subir des épreuves pour
épouvantai! er. 1. Bostan korkuluğu (Des être admis dans une société secrète). § A l'épreuve
épouvantails à moineaux. Epouvantail en forme de de: -e karşı dayanıklı (Vêtement à l'épreuve du
mannequin recouvert de haillons). 2. Çok çirkin feu). A toute épreuve: Çok dayanıklı, sağlam,
adam. 3. mec. Korkuluk. 4. İğrenç şey, korkunç sarsılmaz (Une patience à toute épreuve. Un
şey ( On nous avait fait un épouvantait de cette ville, blindage à toute épreuve). Etre à l'épreuve: Çok
or elle a un certain charme). sağlam, dayanıklı olmak (Si sa santé n'était pas à
épouvante diş. Büyük korku, "dehşet, ürkü. l'épreuve, elle serait fort ébranlée). Faire l'épreuve
§ Etre saisi d'épouvante: Büyük korkuya, ürküye de qch: Sınamak, dayanıklılığını, etkisini ölçmek.
kapılmak. Semer, répandre l'épouvante: Büyük Mettre qch à l'épreuve: Bir şeyi sınamadan
korku salmak, ürkü salmak, geçirmek, denemek (Il veut mettre votre courage à
épouvanter gçl. 1. Çok korkutmak, büyük bir korku l'épreuve).
salmak, ürkü salmak (Un massacre qui épris, e s. Epris de: 1. -e düşkün, tutkun (Etre épris
épouvantait les malheureux prisonniers. Les armes de justice. Un homme épris de son métier). 2. -e
atomiques épouvantent les peuples). 2. Şaşkına aşık, vurgun (Il est très épris de cette femme).
çevirmek, hayrette bırakmak (La beauté de cette éprouvant, e s. Dayanılması güç (Un climat
statue m'épouvante). 3. Etre épouvanté de: -e şaşıp éprouvant).
kalmak, hayret etmek, şaşkına dönmek (Je suis éprouvé, e s. 1. Sınanmış, denenmiş, denemeden
épouvanté de cette hausse des prix). § geçmiş, güvenilir (Des vertus éprouvées. Un ami
S'épouvanter 1. Çok korkmak, ürküye kapılmak. éprouvé, un courage éprouvé). 2. Çok çekmiş,
2. S'épouvanter de qch, pour qch: -den çok başından geçmedik olay ve felâket kalmamış
korkmak, ürküye kapılmak, (C'est un homme très éprouvé).
époux er. 1. Koca, eş (Un époux infidèle). 2. er. ç. éprouver gçl. 1. Sınamak, denemek, sınamadan
Karı koca, eşler (Les époux se doivent fidélité, geçirmek (Eprouver le courage, les qualités de
secours et assistance). § L'époux céleste, répoux de quelqu'un. Eprouver un ami). 2. Üzmek, acı
l'Elise: İsa peygamber, vermek, mutsuz kılmak (La perte de son père fa
épreindre gçl. (Eski) Sıkıp suyunu çıkarmak, bien éprouvé). 3. Saptamak, görmek, anlamak
özsuyunu almak için sıkmak (Epreindre du verjus, (fat souvent éprouvé futilité de cette précaution H
des herbes. Epreindre du jus de sésame, épreindre éprouva qu'on ne pouvait sefier à eux). 4. Çekmek,
un citron). karşılaşmak, uğramak (I! a éprouvé bien des
épreintes diş. ç. hek. Buruntu, sık sık dışarı çıkma difficultés avant de réussir). 5. Duymak (Eprouver
gereğini duyuran barsak sancısı, karın ağrısı, un besoin, un désir, un remords, un regret.
éprendre (s') gsz. 1. S'éprendre pour: -e tutkun Eprouver, de la honte, de la haine).
olmak (Il s'était épris d'un grand amour pour la éprouvette diş. Deneykab.
liberté). 2. S'éprendre de qn: Birine vurulmak, aşık épucer gçl. -in pirelerini ayıklamak (Epucer un
olmak (Plusieurs jeunes gens s'étaient épris de chien). § S'épucer: Pirelerini ayıklamak (Un singe
cette femme). 3. S'éprendre «le qch: Bir şeyi qui s'épuce).
sevmeye başlamak, benimsemek (S'éprendre épuisable s. Bitebilir, tükenebilir,
d'une doctrine, d'un travail). épuisant,e s. Çok yorucu, öldürücü, bitirici, tüketici
épreuve diş. 1. Sınama, deneme, dayanıklılığını (Un travail épuisant. Des marches épuisantes dans
ölçme (Procéder à l'épreuve d'un moteur. Faire la neige).
i épreuve d'une machine, d'un pont). 2. Deney, épuisé, e s. 1. Tükenmiş; üretme gücü kalmamış
•deneyim "tecrübe (Une vie pleine dépreuves. (Edition épuisée, terre épuisée). 2. Çok yorgun,
Passer par de dures épreuves). 3. Felâket, yıkım bitkin (Un nageur épuisé). 3. Epuisé de: -den bitkin
(Des prisonniers de guerre qui surmontent düşmüş (Il est épuisé de fatigue, de douleur).
épuisement 536 équidistant
épuisement er. 1. Tükenme, bitme; tüketme, bitirme kareleştirmek, kare biçimine sokmak. 2. Dik açı
(L'épuisement d'un stock. Exploiter une mine biçiminde yontmak, çaplamak, gövdeyi kesmek
jusqu'à épuisement). 2. Verimliliği kalmama, (Equarrir un bloc de marbre, une poutre). 3.
kıraçlaşma (L'épuisement du sol). 3. Kuruma, Derişini, etini, yağını, kemiğini ayırmak üzere
kurutma (L'épuisement des eaux d'une mine). 4. hayvanı parçalamak (Equarrir un animal de
Bitkinlik, yorgunluk (Tomber dans F épuisement). boucherie, un cheval). 4. mec. Yontmak,
épuiser gçl. 1. Bitirmek, tüketmek, sonuna dek kabalıklarını almak (Ilfaut ïéquarrir).
kullanmak (Epuiser une mine, un filon; épuiser les équarrissage, équarrissement er. 1. Dik açı
réserves, les munitions, un stock). 2. Kurutmak, biçiminde yontmak (Equarissement dun bloc de
suyunu çekmek (Epuiser une citerne, un bassin, pierre, dune poutre). 2. Derisini, etini yağını,
une source). 3. Çok yormak, yorgun ve bitkin kemiğini, ayırmak üzere parçalama (Equarissage
düşürmek (Ce travail m'a épuisé). 4. Bıktırmak, des animaux).
usandırmak, öldürmek (Son bavardage nous équarrissoir er. 1. Al, eşek kasabının doğrama
épuise). 4. İciğini ciciğini çıkarmak, her yanını bıçağı. 2. At, eşek gibi hayvanlar kanarası,
incelemek (Epuiser un sujet). § S'épuiser: 1. équateur er. "Ekvator. *eşlek (Equateur céleste:
Bitmek, tükenmek (La provision de blé commence Gök eşleği Equateur galactique: Gökada eşleği).
à s'épuiser). 2. Gücü tükenmek, bitkinleşmek, équation diş. Denklem. § I. mat. Equation à deux
güçsüzleşmek, çökmek (Le malade s'épuise de inconnues: İki bilinmiyenli denklem. Equation
jour en jour). 3. S'épuiser en qch: -ile kendini bicarrée: İkikat-karcli denklem. Equations de
yormak, tüketmek (S'épuiser en efforts inutiles, Diophant: Diofan denklemleri. Equation du
en conjectures). 4. S'épuiser à f. qch: -mek için premier degré, du second degré: Birinci dereceden,
boşuna soluk tüketmek, kendini yormak (Il s'est ikinci dereceden denklem. Equation linéaire:
épuisé à vous répéter que c'est inutile. Je me suis Doğrusal denklem. Equation logarithmique:
épuisé à bêcher le jardin). logaritmalı denklem. Equation rapportée à son
épuisette diş. 1. Balıkçı kepçesi. 2. Sandaldan sommet: Köşel denklem. Equation à ses axes:
su boşaltmaya yarayan çamçak. Merkezi denklem. Equations réciproques: Karşıt
épuration diş. 1. Arınma; arıtma (Epuration des denklemler. Equation réduite: indirilmiş
eaux naturelles, des eaux d'égout, des huiles, des denklem. Equations simultanées: Eşanlı
pétroles. Epuration de la langue). 2. Ayıklama, denklemler. 2. fiz. Equation de l'espace: Yol
atma, "tasfiye (L'épuration des fonctionnaires. formülü. Equation générale des gaz: Gazların
Comité d'épuration). 3. İyileştirme, düzeltme; genel denklemi. 3. kim. Equation chimique:
iyileşme, düzelme (Epuration des mœurs).. Kimyasal denklem. Equation de décomposition:
' épure diş. Yapılacak bir şeyin ölçekli resmi, ayrıntılı Bozunma denklemi. Equation globale: Toplu
çizim. denklem 4. gökb. Equation du temps: Zaman
épuré, e s. 1. Arıtılmış (Liquide épuré). 2. denklemi. Equation d'état: Hal denklemi,
Yetkinleştirilmiş, yanlışlardan arıtılmış (Un style équatorial, e i. gökb. 1. Ekvatoral, * eşleksel;
épuré). ekvatora, eşleğe değgin (Climat équatorial.
épurement er. Arıtma, yetkini eştirme (Epurement Coordonnées équatoriales d'un astre). 2. er. Yıldız
du style). dürbünü.
épurer gçl. 1. Arıtmak (Epurer de l'eau. Epurer un équatorien, ne s. ve ad Ekvator Cumhuriyetine
gaz, un liquide, un minerai). 2. İyileştirmek, değgin; Ekvatorlu.
geliştirmek, düzeltmek, yetkinleştirmek (Epure- équerre diş. 1. Gönye (Equerre de dessinateur, de
le goût, la langue, les moeurs, le style). 3. menuisier, de maçon) 2. Dik açılı şey. § En équerre:
Ayıklamak, atmak, "tasfiye etmek (Epurer une Dik açı yapacak biçimde (Athlète qui monte à la
administration, le personnel d un ministère. Epura- corde lisse, les jambes en équerre). D'équerre: Dik
un indésirable). 4. Epurer qn, qch de:-den arıtmak, açılı (Nullepièce n'est d'équerre dans cette maison.
kurtarmak (On ne peut pasl'épurer de ses défauts). Une aile de bâtiment d'équerre avec la façade).
§ S'épurer: Arınmak, düzelmek, iyileşmek, daha équestre s. 1. Biniciliğe değgin (Des exercices
iyi olmak (Les moeurs s'épurent. Le goût s'épure équestres). 2. Bir kimseyi at üstünde gösteren
dans une compagnie aussi distinguée). (Une statue équestre).
équanimité diş. Soğukkanlılık, dinginlik, équeuter gçl. (Meyvanın) Sapını koparmak
sükûnet (Elle accueille avec équanimité la (Equeuter des cerises).
vieillesse qui vient à grands pas). équiangle s. Eşit açılı (Un triangle équiangle).
équarrir gçl. 1. Dördül yapmak, dördülleşıirmek; équidistant, e s. Eşit uzaklıkta olan (Villes
équilatéral 537 équivoque
2. Kurmak, oluşturmak (Eriger un tribunal, une mec. Kaçamak, belli belirsiz (Un regard errant, un
commission). 3. Eriger qn, qch en: -haline sourire errant).
getirmek; payesi vermek (Eriger une église en errata er. Yanlış doğru çizelgesi (Faire un errata,
mosquée . Eriger un criminel en héros. Il veut des errata).
ériger ses opinions en règle générale). § S'ériger en: erratum er. Yanlış.
Kendine... süsü vermek;... geçinmek, olarak erratique s. 1. hlk. Sabit olmayan, *dolaşkan, yeri
ortaya çıkmak (Il s'érige en moraliste). yada zamanı belli olmayan (Une douleur
ermitage er. 1. Keşiş kulübesi. 2. mec. Issız kır evi erratique). 2. coğr. Sapkın (Blocs, roches
(L'ermitage de Jean-Jacques Rousseau). 3. Ücra erratiques).
yer, kuş uçmaz kervan geçmez yer (Vivre dans un erre diş. 1. Yürüyüş. 2. ç. Bir hayvanın izleri (Les
ermitage). erres d'un cerj). 3. Hız. § Aller à grand'erre aller à
ermite er. 1. Keşiş, "târiki dünya (Mener une vie belle «re: Pek hızlı gitmek. Diminuer ferre d'un
d'ermite. Les ermites de Thébaïde). 2. Toplumdan vaisseau: Geminin yolunu azaltmak. Suivre les
uzak yaşayan adam, * münzevi (C'est un véritable erres de qn, aller sur les erres de qn: Birinin izinden
ermite, il reste toute la journée dans son cabinet de gitmek, yolunu izlemek, birinin düşünce ve
travail). § Vivre en ermite, vivre comme un ermite: davranışlarını benimsemek,
Keşiş gibi yaşamak, dünyadan elini ayağını errements er. ç. 1. "Gidişat, genel tutum. 2. Yanılgı,
çekmek. yanılma (Retomber dans ses anciens errements).
éroder gçl. Aşındırmak (Acide qui érode un métal. errer gsz. 1. Başıbaş dolaşmak, aylak aylak
Les pluies ont érodé cette statue). dolaşmak (Un mendiant qui erre sur les chemins.
érosif, ve s. Aşındırıcı (Facteurs érosifs. L'action Les nuages erraient dans le ciel). 2. Gezinmek, bir
.érosive de la mer). yitip bir görün mek (Son regard errait sur les objets
érosion diş. Aşınma, aşındırma; *aşınım, du salon. Un sourire errait sur ses lèvres). 3. mec.
*aşındırım (Erosion du sol: Toprak aşınması. Yanılmak, yanılgıya düşmek,
Erosion chimique: Kimyasal aşınma. Erosion erreur diş. 1. Yanlış düşünce (Ce serait une erreur
fluviale: Akarsu aşındırması. Erosion glaciaire: d'orienter cet élève vers des études littéraires
Buzul aşındırması. Erosion marine, érosion des supérieures). 2. Yanlışlık, yanılgı, hata (Erreur de
vagues: Deniz aşındırması. Erosion normale: jugement, erreur de tactique. Trouver une erreur
Akarsu işlemesi. Erosion nivale: Kar sıyırması. dans un texte, corriger les erreurs. Liste d'erreurs).
Erosion régressive, érosion remontante: Geriye 3. Yanlış, yanılgı (Erreur defait: Özdeksel yanılgı.
aşınma. Erosion verticale: Derine aşınma. Surface Erreur judiciaire: Tüzel yanılgı. Erreur de calcul:
d'érosion: Kesik düz; yontuk yüz). § Erosion Hesap yanlışlığı. Erreur en impots: Vergi
monétaire: Para aşınması, paranın satın alma yöntemsizliği. Erreur probable: Olasılı yanlış.
gücünün azalması, Erreur récupérative: Denkleştirici yanlış). 4. ç.
érotique s. 1. Aşka değgin, *sevisel (Poésie érotique). Uygunsuz davranışlar (Erreurs de jeunesse. Il a
2. Cinsel istek uyandırıcı, °kösnül (Stimulant bien des erreurs à se faire pardonner). § Erreur de
érotique). 3. er. Aşk ozanı, *sevi ozanı § Délire fait,erreur matérielle: huk. Maddî hata.Par erreur:
érotique: Sevi taşkınlığı, Yanlışlıkla (Nous avons pris par erreur la route qui
érotisation diş. 1. Cinsel isteğe dönüştürme, menait à ta rivière). Etre dans l'erreur, tomber dans
kösnülleştirme (Erotisation de /'angoisse). 2. ruhb. l'erreur: Yanılgı içinde olmak, yanılmak,
Kösnül duyarlaşma. yanılgıya düşmek. Faire erreur: Yanılmak, hatâ
érotiser gçl. I. hek. Cinsel içtepinin bağlı olduğu etmek. Induire qn en erreur: -i yanıltmak,
sinir sistemini uyarmak (Les hormones érotisent le yanılgıya düşürmek. Tirer qn d'erreur: -i
système nerveux). 2. Cinsel bir nitelik vermek, yanılgıdan kurtarmak,
kösnülleştirmek. erroné, e s. Yanlış (Un calcul erroné, une adresse
érotisme er. 1. Cinsel şeylere aşırı düşkünlük, erronée, une conclusion erronée).
kösnüllük. 2. Cinsel yan (L'érotisme dans ! oeuvre erronément bel. Yanlış olarak, yanlış bir biçimde
de Baudelaire). (Juger erronément).
erotomanie diş. Aşk çılgınlığı, cinsel saplantı; ersatz er. 1. Başkasının yerine kullanılabilen, başka
kösnül sayrılık, bir malın yerini alabilen, eş etkili, eş değerli (Les
erpétologie, herpétologie diş. hayb. Sürüngenler ersatz de café, ersatz de l'opium). 2. tkz. Taklit,
bölümü, *sürüngenbilim. düşük değerli, uyduruk şey (Un ouvrage de
errant, e s. 1. Başıboş, serseri (Un chien errant). vulgarisation qui distribue un ersatz de science. La
2. Göçebe (Mener une vie errante). 3. Gezici. 4. petite correspondance des journaux de modes, qui
érubescence 540 escampette
est pour les jeunes filles un ersatz d'homme). grandes manoeuvres de l'escadre de Méditerranée.
érubescence diş. Kızarma, kızarmaya başlama, Escadre aérienne. Une escadre de bombardement).
érubescent, e s. Kızaran, kızarmaya başlayan escadrille diş. Filotilla.
(Fruits érubescents, tumeur érubescente). escadron er. 1. Süvari birliği, süvari bölüğü.
éructation diş. Geğirme. 2. mec. Sürü, takım, alay (Un escadron de rats, de
éructer gsz. 1. Geğirmek. 2. gçl. Savurmak, basmak, jolies filles, de malentendus).
söylemek (Eructer des injures, des menaces). escalade diş. 1. Merdiven dayayarak saldırı, bir
érudit, e s. f. Bilgisi derin, bilgili (Un historien kaleye merdivenler dayayarak saldırıya geçme. 2.
érudit. Il est érudit en archéologie). 2. ad. Büyük Bir yere tırmanarak girme (Les voleurs ont
bilgin, uzman (Une discussion entre les érudits). commencé par l'escalade du mur de clôture). 3. ask.
érudition dış. Derin bilgi (Son érudition en droit Tırmanma hareketi (L'escalade américaine au
romain est complétée par une large culture Viet Nam). 4. Tırmanma, tırmanarak çıkma
générale). (L'escalade d'une montagne, d'un rocher). 5. mec.
érugineux, euse .v. Pas renginde, bakır çalığı, Tırmanma, tırmanış (Escalade des prix, de ta
éruptif, ive i. 1. hek. Döküntülü (Fievre éruptive, violence). § Faire l'escalade de qch: -e tırmanmak
maladie éruptive). l.yerb. Püskürük; püskürmeye (Faire l'escalade d'un piton rocheux).
değgin (Roches éruptives: Püskürük külteler; escalader gçl. 1. Merdiven dayayarak
phénomènes éruptifs: Püskürme olayları). saldırmak, saldırıya geçmek (Escalader une
éruption diş. 1. hek. Döküntü (La rougeole est forteresse). 2. Aşmak (Escalader te mur pour sort ir
caractérisée par une éruption de taches rouges). 2. de la caserne). 3. -e tırmanmak (Escalader une
yerb. Püskürme (L'éruption de la lave d'un volcan. montagne, un pic). 4. mec. -e kadar yükselmek,
Volcan en éruption). 3. mec. Taşma (Eruption de escale diş. 1. İskele, konak, menzil (Arriver à
joie, de colère). l'escale). 2. Mola, ara, konaklama, iskele yapma
érysipélateux, euse s. hek. 1. Yılancığa değgin, (Visiter une ville pendant t escale). § Faire escale:
yılancıkla ilgili (Inflammation, tumeur Mola vermek, konaklamak; iskeleye yanaşmak,
érysipélateuse). 2. ad. Yılancıktı, yılancığa uğramak (L'avion fait escale à Londres. Le bateau
tutulmuş kimse, fera escale à Istanbul).
érysipèle, érésipèle er. hek. Yılancık, escalier er. Merdiven (Monter, descendre
érythémateux, euse s. hek. Kızartılı (Lupus l'escalier, les escaliers). § Avoir l'esprit de
érythémateux). l'escalier: tkz. Kafası ağır çalışmak, geç
érythème er. hek. (Deride) Kızartı, kavramak, jötonu biraz geç düşmek,
ès e. (Eski)... konusunda, alanında (Docteur escalope diş. 1. Et yada balık dilimi (Escalope
ès lettres, ès sciences: Yazın doktoru, bilim de veau, de thon, de gibier). 2. ç. argo. Kulaklar,
doktoru). escamotage er. 1. El çabukluğu ile yok etme
esbroufe diş. tkz. Çalım, avurt zavurt § A (Escamotage d'une carte, d'un mouchoir. Tour
l'esbroufe: Karambola getirerek, boğuntuya d'escamotage d'un prestidigitateur). 2. Aşırma,
getirerek (Vol à tesbroufe. Enlever une affaire à çalma, araklama (Escamotage d'un portefeuille).
l'esbroufe). Faire de l'esbroufe: Çalım satmak, 3. Yutma, söylememe, es geçme.
avurt zavurt etmek (Ilfait de t esbroufe, en réalité, escamoter gçl. 1. El çabukluğu ile yok etmek
il n'a aucune fonction importante dans cette ( Un prestidigitateur qui escamote unfoulard devant
maison). les spectateurs). 2. Aşırmak, çalmak, araklamak,
esbroufer gçl. tkz. 1. Avurt zavurt ederek söz a part ma k (Un voleur lui a escamoté son
geçirmek, gözünü boyayarak kandırmak (II portefeuille). 2. Gizleıjıek, saklamak, görünmez
cherche à nous esbroufer). 2. argo. Karambola duruma sokmak (Les brumes escamotent la
getirerek, boğuntuya getirerek aşırmak, montagne). 4. Yapmamak, atlatmak, yan çizmek,
çarpmak. kaçmak (Cet élève a escamoté son devoir.
esbroufeur, euse s. ve ad. tkz. Çalımcı, Escamoter une leçon. Il n'escamote aucune
numaracı, göz boyayıcı, avurt zavurtlu. difficultéj.S.Yutmak, atlamak, es geçmek,
escabeau er. 1. Aralıksız basık iskemle, tabure. gargaraya getirmek (Escamoter un mot, une
2. Yüksek bir yere erişmek için kullanılan syllabe. Escamoter une note au piano).
basacak, ayakçak (Monter sur un escabeau pour escamoteur, euse ad. l.Iiokkabaz.2.Usta hırsız,
nettoyer les vitres). gözden sürmeyi çalan.3Arakçı, aşırıcı, hırsız (Un
escabelle diş. (Eski) Arkalıksız basık iskemle, escamoteur de montres).
escadre diş. Hava yada deniz filosu (Les escampette diş. tkz. Kaçma, tüyme, tabanları
escapade 541 escorte
prisonnier a été conduit au tribunal sous bonne espacé, e s. Aralıklı (Arbres espacés dans une
escorte). Faire escorte à qn: -e eşlik etmek (Ses clairière. Quelques coups de canon espacés te
amis lui ont fait escorte jusqu'à la gare). tirèrent de sa prostration).
escorter gçl. 1. -e muhafızlık etmek, koruma espacement er. 1. Aralama, aralıklı kılma, aralık
görevliliği yapmak (Des cavaliers escortaient le verme (Espacement des colonnes dans un
souverain. Escorter un bateau de transport). 2. bâtiment). 2. Aralıklı dizme, seyrekleştirme
Eşlik etmek (Un homme qui escorte une jolie (L'espacement des mots, des lignes d'un texte.
femme). 3. -ile birlikte olmak (Nos vœux vous L'espacement des visites, des paiements). 3.
escortent). Aralık, erim, "mesafe (Réduire l'espacement entre
escorteur er. Muhafız gemisi, refakat gemisi, deux arbres).
escot er. Bir tür yünlü kumaş, espacer gçl. 1. Aralıklı dizmek; aralarını açmak
escouade diş. ask. 1. Manga. 2. Küçük topluluk, (Espacer tes mots, les lignes). 2. Seyrekleştirmek,
kafile, grup (Des escouades de touristes aralık vermek (Espacer ses visites. Espacer les
parcourent les rues). arbres d'une allée). § S'espacer: Seyrekleşmek;
escourgeon, écourgeon er. 1. Erken yetişen bir arası uzamak (Ses lettres s'espacent).
arpa. 2. Döven kayışı, espada diş. Boğa güreşlerinde, görevi boğayı
eserime diş. Eskrim, kılıç oyunu (Faire de l'escrime. öldürmek olan oyuncu,
Un champion d'escrime). espadon er. 1. Ağır ve iki ağzı keskin eski bir kılıç.
escrimer (s') gsz. 1. S'escrimer sur qch: -üzerinde 2. hayb. Kılıçbalığı.
çok çalışmak, çok uğraşmak (Un élève qui espadrille diş. Üstü keten, tabanı ipten örme
s'escrime sur son devoir). 2. S'escrimer à f. qch: kundura.
-mek için çok çalışmak, boşuna kürek sallamak espagnol, e s. ve ad. 1. ispanyol (Musique
(S'escrimer à faire des vers, à jouer du piano). § espagnole). 2. er. İspanyolca (Les Espagnols
S'escrimer des mâchoires, de la mâchoire: Büyük parlent l'espagnol).
bir iştahla yemek yemek, espagnolette diş. İspanyolet,
escrimeur, euse ad. Eskrimci, kılıç oyuncusu, espalier er. 1. Dalları bir duvara yada bir tel
escroc er. Dolandırıcı. bölmeye bağlanmış meyva ağaçları sırası. 2.
escroquer gçl. 1. Dolandırmak (I! m'a escroqué. (Kadırgalarda) Kürekçibaşı.
Escroquer de l'argent). 2. Escroquer qch à qn: esparcette diş. bitb. Korunga, evliyaotu, eşekotu.
Birinin -sini dolandırmak; birinden... koparmak espèce rf/y. 1. Tür, "nevi, soy (Parmi les canards, on
(Il nous a escroqué à tous le peu d'argent que distingue des espèces sauvages et des espèces
nous avions. Escroquer, un dîner à quelqu'un). domestiques. L'espèce humaine est apparue sur la
escroquerie diş. Dolandırıcılık, Terre il y a environ un million d'années). 2. Çeşit,
esculape er. tkz. Hekim, ünlü hekim, tür (Les différentes espèces de verres, d'assiettes.
esgourde diş. argo. Kulak (Ouvre tes esgourdes). La calomnie est la pire espèce de mensonge). 3.
ésotérique diş. fels. 1. *İçrek, içerde olan, "derunî Cins (Bonne espèce de fruits). 4. Bir dâvanın
(Une doctrine ésotérique. Les données ésotériques temel konusu, dâva. 5. f. Maden para (Espèces
de la Cabale). 2. Belirli bir topluluk üyelerinden d'or). § Cas d'espèce: özel durum, ayrık durum,
başkasının anlayamayacağı, kapalı, karanlık (Un "istisnaî durum. L'espèce humaine: İnsanlar,
langage ésotérique, une poésie ésotérique). insan soyu. Les saintes espèces: Kutsanmış ekmek
ésotérisme er. fels. »İçrekçilik, "bâtinîlik. ve şarap. De même espèce: Benzer, aynı cins (Ce
espace er. 1. Uzay (Exploration, conquête de rayon de bibliothèque contient des livres de même
l'espace. Lancer une fusée dans l'espace. espèce). De toute espèce: Her türlü (Il y a dans
Voyageurs de l'espace). 2. Alan, "saha (Espaces l'atelier des outils de toute espèce). En l'espèce:
verts. Espace vital). 3. Ara, aralık (Espace entre Bu durumda, bu durum karşısında, böyle bir
deux lignes. Laisser un espace entre deux objets). durumda. Espèce de...: (Sövgü, kızgınlık)
4. Boşluk (Regarder dans l'espace). 5. Uzaklık, ...herif; seni... seni (Espèce d'idiot! Espèce de
erim, "mesafe (Espaces égaux entre les arbres chien! J'ai eu tort de me fier à cette espèce
d'une allée) 6. Süre (Pendant le même espace de d'abruti). En espèces: Nakit olarak, para olarak
temps. Je ne peux pas faire cela dans un si court (Préférez-vous être payé par chèque ou en
espace de temps). 7. diş. (Dizgide) Aralık (Mettre espèces?). Une espèce de...: ...gibi bir şey,
une espace forte entre deux mots). gibilerinden bir şey (H habite une espèce de
espérable 543 esprit
mouvais esprit: Kötü niyetli olmak. Avoir l'esprit s'est esquinté un doigt en voulant dépanner so
ailleurs: Dalgın olmak, kafası başka yerde olmak. moteur. Il s'est esquinté la santé, la vue). 2,
Avoir l'esprit large, étroit: Geniş düşünceli S'esquinter à f. qch: -mekten canı çıkmak (I,
olmak, dar kafalı olmak. Avoir le bon esprit de f. s'esquinte à travailler).
qch: -mekle iyi etmek (Il a eu le bon esprit de ne esquisse diş. 1. İlk taslak, taslak (Esquisse d'u
pas revenir). Avoir la présence d'esprit: poème, d'un roman). 2. Özet, ana çizgi, genel
Hazırcevap olmak. Avoir l'esprit prompt, la nitelik (Tracer l'esquisse d'une époque, d'un
promptitude d'esprit: Tez kavramak, çabuk société). 3. İz, gölge (11 est parti sans l'esquiss
anlamak. Avor l'esprit de l'escalier: Geç d'un regret). 4. (Resimde) Deneme, ilk çalışm
kavramak, güç anlamak, anlayışı kıt olmak. taslağı (Des esquisses de Rafaël).
Avoir l'esprit vif: Zeki, cin gibi olmak. Avoir esquisser gçl. 1. (Resimde) Taslağın
l'esprit de suite: Bir şeyi sonuna dek kovalamak, yapmak,kurşun kalemle ilk taslağını çizme
sonunu getirmek, ardını bırakmamak, "takip (Esquisser un portrait, un paysage). 2. An
fikri olmak. Avoir l'esprit à qch, à f. qch: 1. -i çizgilerini belirtmek, genel niteliklerini çizmek,
sevmek, -mekten hoşlanmak (Il n 'apas l'esprit au özetlemek (Esquisser l'histoire d'une révolution,
jeu. Je n'ai pas l'esprit à m'amuser). 2. Dikkat le tableau d'une époque). 3. mec. Girişmek,
etmek (Il n'a pas l'esprit à ce qu'il fait). Etre sain yapmak (Esquisser un geste, un mouvement.
de corps et d'esprit: Eli ayağı tutmak, ruh ve Esquisser un sourire, une moue). § S'esquisser:
beden sağlığı yerinde olmak. Etre simple d'esprit: Belirmek, belli olmak, ortaya çıkmak (La
Bön, saf, aptal olmak. Etre bien dans l'esprit de solution commence à s'esquisser).
qn: -in gözüne girmiş olmak. Faire de l'esprit: esquive diş. Savma, başından atma, sıyrılma,
Nükte yapmak. N'être pas un pur esprit: O da kurtulma.
insan olmak, onun da canı olmak, o da etten
esquiver gçl. Savmak, başından atmak; -den ustaca
kemikten yapılmış olmak (Je ne suis pas un pur
sıyrılmak, kurtulmak (Esquiver un bavard.
esprit). Perdre ses esprits: Kendinden geçmek,
Esquiver une difficulté, une corvée). § S'esquiver:
bayılmak. Perdre l'esprit: Usunu yitirmek, deli
Görünmeden gitmek, sıvışmak, kaçmak, tüymek,
olmak. Rendre l'esprit: ölmek, "ruhunu teslim
essai er. l.ed. Deneme (Les essais de Montaigne). 2.
etmek. Reprendre ses esprits: Kendine gelmek,
Sınama, deneme, denemeden geçirme (L'essai de
ayılmak. Rester dans l'esprit: Kafasında,
l'appareil a donné entière satisfaction. Essais de
belleğinde kalmak (Ceci m'est resté dans l'esprit).
laboratoires. Essai de machines, de moteurs). 3.
Trotter dans l'esprit à qn: -in kafasında dolaşıp
Girişim (Au deuxième essai, le champion a battu
durmak, kafasını kurcalamak (Cette phrase me
son record). § Mettre à l'essai: Denemek,
trotte dans l'esprit). Venir à l'esprit: -aklına
sınamak (Il veut mettre mon courage à l'essai. On
gelmek (Il m'est venu à l'esprit de nouveaux
l'a mis à l'essai dans ce nouveau service). Prendre
projets).
qn à l'essai: Denemek için yanına alıp
esquif ir. Küçük sandal, kayık,
çalıştırmak, kesin anlaşma imzalamadan
esquille diş. Kırık kemik parçacığı, kemik kıymığı,
çalıştırmak (Prendre un collaborateur à l'essai).
esquimau, aude s. ve ad. Eskimo; eskimolara
essaim er. 1. Bir kovanda yaşayan arı topluluğu. 2.
değgin (Chien esquimau. Une esquimaude). 2. er.
(Arı kovanından ayrılan) Oğul. 3. mec. Sürü,
Eskimoca, eskimo dili. 3. er. Eskimolarınki gibi
kalabalık, topluluk (Un essaim de mouches. Un
kalın küçük çocuk giysisi,
essaim d'écoliers).-
esquintant, e s. tkz. Çok yorucu, öldürücü, bitirici
essaimage er. Oğul verme dönemi,
(Un voyage esquintant). essaimer gsz. 1. Oğul vermek (Cette ruche a
esquinté, e s. 1. Bozulmuş, harabolmuş. 2. Çok essaimé. Les abeilles essaiment au printemps). 2.
yorgun, bitkin, Şubeler açmak (Entreprise qui essaime, société
esquinter gçl. tkz. 1. Çok yormak, canını çıkarmak commerciale qui essaime). 3. Dağılmak, yayılmak
(Ce voyage m'a esquinté). 2. Bozmak, (Famille nombreuse qui essaime dans tous tes
harabetmek, işlemez duruma getirmek (Il a coins d'une région). 4. gçl. Uzaklara göndermek
esquinté son stylo, sa montre). 3. Çok fena (Société qui essaime des groupes).
eleştirmek, iler tutar yerini bırakmamak essart er. Yeni açılmış tarla,
(Esquinter un livre, une pièce de théâtre). § essarter gçl. Açmak; ağaçlarını, çalılarını almak
S'esquinter qch: 1. -sini yaralamak; bozmak (Il (Essarter un champ).
essayage 545 essuyer
grande perte. Essuyer des reproches, des dédains, de son estampille: -e kendi damgasını vurmak,
un refus. Essuyer une tempête, le feu de estampiller gf/. Damgalamak, mühürlemek; damga
l'ennemi). § Essuyer les larmes de qn: Birini yada mühür vurmak (Estampiller un produit
avutmak, teselli etmek, göz yaşlarını dindirmek. manufacturé, un briquet, un tapis).
Essuyer les plâtres: Yeni yapılmış bir eve ilk girip estarie, starie diş. den. İstarya; gemiye, yük
oturmak. § S'essuyer: 1. Kurulanmak (S'essuyer boşaltma ve yükleme için tanınan süre.
en sortant du bain). 2. S'essuyer qch: -sini silmek ester gsz. huk. Ester en justice, ester en jugement:
(S'essuyer le menton, la bouche, le front). Dava açmak, mahkemeye başvurmak (La femme
est er. I. Doğu, gündoğusu (Mosquée orientée vers mariée peut ester en justice sans autorisation de
l'est). 2. Doğu Avrupa ülkeleri, Doğu bloku son mari).
(Relations entre l'Est et l'Ouest). 3. (s. değişmez) ester er. kim. Ester.
Doğu (La côte est de la Corse). § A l'est: Doğuda. estérification diş. kim. Esterleşme, esterleştirme.
A l'est de: -in doğusunda (Les pays à l'est de estérifier gçl. Ester haline getirmek, esterleştirmek.
l'Europe). esthète s. ve ad. *Güzelci, "estet; güzelden anlayıp
establishment [Establijment] er. Ing. 1. Kurulu güzel şeyleri iş edinen kimse,
düzenden yana olanlar; tuzu kurular. 2. Kurulu esthéticien, ne ad. *Güzelduyucu, estetikçi,
düzen. esthétique diş. 1. *Güzelduyu, "estetik, güzelliği ve
estacade diş. Su içinde kazıklar, sallar ve zincirlerle güzelliğin insan ruhundaki etkilerini konu olarak
sağlanan engel, büğet, "bent(Estacade qui ferme alan felsefe kolu (L'esthétique de Platon, de
l'entrée d'un port, d'un chenal). Hegel). 2. Güzellik anlayışı, *güzelduyubilim
estafette diş. 1. Posta tatarı, ulak. 2. Posta yada (Une statue conforme à l'esthétique moderne). 3.
emir götüren asker, posta eri. Güzellik (L'esthétique d'un visage. Sacrifier
estafier er. I. (Eski) Efendisinin palto ve l'utilité à l'esthétique). 4. s. »Güzelduyusal,
silahlarını taşıyan silahlı uşak.2. hkr. Koruma güzelduyuya değgin, estetik (Les qualités
görevlisi, goril. esthétiques d'une oeuvre littéraire. Il n'a pas un
sens esthétique très développé). 5. s. Güzel, hoş
estafilade diş. (Genellikle yüzde) Bıçak yarası;
(Cette voiture a une carrosserie plus esthétique
ustura yada traş bıçağı yarası (Il portait la
que celle du modèle précédent). 6. s. Güzelliğe
cicatrice d'une estafilade reçue sur la joue droite.
değgin, güzellikle ilgili (Chirurgie esthétique).
Se faire une estafilade en se rasant).
esthétiquement bel. Güzelduyu açısından, güzellik
estagnon er. Teneke yada bakır güğüm, bakımından; güzel bir şekilde, "zevkle
estaminet er. Küçük kahvehane, köy kahvesi. § (Esthétiquement, c'est une réussite. Des fleurs
Pilier d'estaminet: Kahvelerde vakit geçiren esthétiquement disposées dans un vase).
sarhoş, ayyaş. Kahve kuşu. esthétisme er. *Güzelcilik, »güzelduyuculuk,
estampage er. 1. Baskı kalıbıyla basma (Estampage "bediiyye; öğretileri, gerçeklerinden çok
des monnaies, des bijoux). 2. mec. tkz. güzelliklerinden ötürü benimseme eğilimi,
Kazıklama, dolandırma, estimable s. 1. Saygıdeğer, saygın (Un homme
estampe diş. 1. Baskı kalıbıyla basılmış şekil, baskı estimable par sa probité). 2. Değerli (Un auteur,
işi, "oymabaskı, basma. 2. Basma kalıbı, baskı un peintre estimable. C'est un ouvrage estimable
kalıbı. et sérieux).
estamper gçl. 1. Kalıp yada klişesini basmak estimateur er. Değer biçici, değerlendirici,
(Estamper une inscription). 2. mec. tkz. "muhammin,
Kazıklamak, dolandırmak, parasını çarpmak (II estimatif, ive s. Değer biçmeye değgin, değer
vous a bien estampé). § Se faire estamper: gösterici; "tahminî (Un devis estimatif: Değer
Kazıklanmak (Se faire estamper au restaurant). gösterici bir keşif defteri).
estampeur er. 1. Kalıp basmacısı, oymabaskıcı. 2. estimation diş. 1. Değer biçme, fiyatını saptama
mec. tkz. Kazıkçı (N'allez pas chez ce (Estimation d'un mobilier, d'une œuvre'd'art par
commerçant, c'est un estampeur). un expert). 2. Tahmin, tahmin etme, hesaplama
estampillage er. Damgalama, mühürleme, (Estimation du nombre des habitants dans une
estampille diş. Damga, mühür (La lettre portait ville. D'après mon estimation, le parcours peut
l'estampille de Paris). § Donner son estampille à s'effectuer environ en deux heures).
qch: -i kendi mührü ile onaylamak. Marquer qch estime diş. 1. Saygı; saygı gösterme, değer verme (II
estimer 547 estonie
a toujours agi avec une droiture qui lui a valu geçirmek (II estive tous les ans à la campagne).
l'estime même de ses adversaires. Cet homme estoc er. 1. ince kılıç, kamçı kılıç. 2. Kılıç ucu. 3.
n'est pas digne d'estime. J'ai une grande estime Çotuk, kesilmiş ağacın topraktan yukarda kalan
pour cet ouvrage). 2. Rağbet, itibar (Les sports kısmı. § Couper qch à blanc estoc: Kökünden
sont en grande estime dans les pays scandinaves). kesmek, dibinden kesmek. Frapper d'estoc et de
3. (Eski) Tahmin. § Estime de soi-même: Kendine taille: 1. Kılıcın hem ucu hem ağzı ile vurmak. 2.
karşı saygı, özsaygı. A l'estime: Tahminen, mec. Rasgele, gelişigüzel vurmak, kılıç çalmak,
tahminî olarak, yuvarlak hesap (Evaluer te poids estocade diş. 1. Kılıç darbesi. 2. mec. Beklenmedik
d'un paquet à l'estime). Avoir de l'estime pour: -e ve şiddetli saldırış (Un témoin désarçonné par tes
karşı saygısı olmak. Avoir, tenir qn en grande estocades de l'avocat). § Donner l'estocade à: -in
estime: Birine karşı büyük saygısı olmak, büyük işini bitirmek, öldürmek, öldürücü darbeyi
saygı duymak (J'ai cet homme en grande estime, vurmak.
je te tiens toujours en grande estime). Baisser estomac er. 1. Kursak; mide (Estomac des oiseaux.
dans l'estime de qn: -in gözünden düşmek, -in Remède pour l'estomac. Ulcère à l'estomac. J'ai
gözündeki saygınlığını yitirmek. Etre en grande des brûlures d'estomac. La faim lui donnait des
estime: Çok tutulmak, rağbet görmek, itibar crampes d'estomac). 2. Göğüsle karın arası,karın
görmek, rağbette olmak. Monter dans l'estime de boşluğu (Boxeur qui frappe à l'estomac). 3.
qn: -in gözünde yükselmek, saygınlık kazanmak. GÖzüpeklik, yüreklilik, "cesaret. § A l'estomac:
Obtenir l'estime de qn: -in saygısını kazanmak. Bağırıp çağırarak, vurup kırarak, alıp keserek (II
estimer gçl. 1. Değer biçmek, fiyat biçmek (Un a réussi à le décider en y allant à l'estomac). Avoir
expert qui estime un objet d'art. Estimer le cours de l'estomac: Yürekli, gözüpek, "cesur olmak.
d'une valeur, d'une marchandise). 2. Tahmin Avoir l'estomac creux: Midesi boş olmak, aç
etmek, kestirmek (Estimer le nombre des blessés, olmak. Avoir l'estomac dans les talons: Karnı zil
une distance). 3. Sanmak (J'estime que vous avez çalmak. Avoir un estomac d'autruche: Taş yese
suffisamment travaillé aujourd'hui). 4. Saygı eritmek. Ouvrir l'estomac: Acıktırmak, iştahı
duymak, beğenmek (J'estime beaucoup ce kabartmak, açlık duygusu vermek (L'odeur de la
professeur). 5. Estimer f. qch: -digini sanmak, viande m'ouvrait l'estomac).
düşünmek, kanısında olmak (J'estime avoir estomaqué, e s. tkz. 1. Çok şaşmış, şaşırıp kalmış.
acquis le droit de parler). § S'estimer: 1. Kendi \ Estomaqué de qch: -e şaşıp kalmış (J'étais
değerini bilmek, kendine saygısı olmak, özsaygısı estomaqué d'une telle conduite).
olmak. 2. Kendini pek değerli sanmak, kendini estomaquer gçl. tkz. Şaşırtmak, şaşkına çevirmek,
beğenmek 3. S'estimer...: Kendini... görmek, şaşkınlık vermek (Sa conduite a estomaqué tout le
saymak (Je m'estime satisfait du résultat. Il monde). § S'estomaquer: 1. Gücenmek, alınmak.
s'estimait perdu. Estimez-vous heureux d'en être 2. Konuşmaktan, bağırmaktan bir hal olmak,
quitte à si bon compte). estompage er. coğr. (Haritacılık) Gölgeleme,
estivage er. Yazlağa götürme, yaylaya çıkarma yalama.
(Estivage des bestiaux). estompe diş. Estomp; karakalem resim yaparken
estival, e s. 1. Yazla ilgili, yaza değgin, yaz, yazlık kullanılan ve kendi üzerine sarılmış kâğıt yada
(La moisson est un travail estival. La moyenne de meşinden oluşmuş ucu sivri kalem,
la température estivale. La mode estivale). 2. estomper gçl. 1. (Karakalem resimde)Gölgeleri
Yazın doğan, yazın yetişen, yaz, yazlık estompla işlemek. 2. Hafif gölgelendirmek (La
(Légume, fruité estival). brume estompait le paysage). 3. Hafifleştirmek,
estivant, e ad. Yazı deniz kıyısında, kaplıcalarda silikleştirmek, tatlılaştırmak, sertliklerini
yada yaylada geçiren kimse, yazlığa çıkan, yaz gidermek (Estomper un dessin, un paysage, une
tatiline giden (Les estivants affluent sur les silhouette). § S'estomper: 1. Silikleşmek, belli
plages). belirsiz bir duruma gelmek (Les montagnes
estivation diş. hayb. (Kimi hayvanlann) Yaz s'estompent dans le lointain). 2. Silinmek, artık
uykusu. pek belli olmamak, canlılığını yitirmek (Le
estive diş. İstif, gemide yükü istifleme (Charger en souvenir de ces événements commençait à
estive). s'estomper dans son esprit. Les haines
estiver gçl. 1. Yaylaya çıkarmak (Estiver des s'estompent avec le temps).
troupeaux). 2. gsz. Yazlamak, yaz tatilini estonie diş. Estonya.
estonien 548 étager
estonien, ne s. ve ad. 1. Estonyalı; Estonya ve établi, e s. 1. Sağlam, oturmuş (Il a une réputation
Estonyalılara değgin. 2. er. Estonca, eston dili. établie). 2. iyice yerleşmiş, benimsenmiş,
kökleşmiş (Un usage établi, des préjugés établis).
estoquer gçl. 1. Kılıç ucuyla vurmak. 2. Öldürmek, 3. Kurulu, yerleşik (L'ordre établi: Kurutu
işini bitirmek, son darbeyi vurmak (Un matador düzen). 4. Yürürlükte olan (Les lois établies, les
qui estoque un taureau). coutumes établies),
estourbir gçl. tkz. Öldürmek, canını cehenneme établir gçl. 1. Yerleştirmek, oturtmak (Dieu
yollamak. commença d'établir un peuple sur la terre. Etablir
estrade diş. 1. (Eskiden) Yol. 2. Peyke, kerevet, seki l'aile droite de son armée sur un bon terrain). 2.
(Estrade d'une salle de classe. Estrade réservée au Kurmak, açmak (Etablir une usine, une
jury, à l'orchestre). § Battre l'estrade: Yolları imprimerie, une maison). 3. Kurmak,
kolaçan etmek, düzenlemek, hazırlamak (Etablir un système, un
estragon er. bitb. Tarhunotu. gouvernement. Etablir une administration, un
estramaçon er. Uzun ve iki ağzı keskin kılıç, impôt, une liste, un rapport). 4. Sağlamak
estrapade diş. 1. Eskiden denizde, suçluyu birkaç (Etablir la paix, la tranquillité, la sécurité). 5.
kez gemiden suya salma yada karada bir direğe Başgöz etmek, evlendirip yerleştirmek (Etablir sa
çekip koy verme cezası. 2. Bu cezalar için fille, son fils). 6. Ortaya koymak, göstermek
kullanılan gemi direği yada darağacı. 3. Bir (Etablir l'innocence d'un accusé. Etablir la
cimnastik oyunu, différence entre deux choses). 7. Getirmek,
estrope diş. den. Iskarmoz ipi. yerleştirmek, oturtmak (Etablir son neveu à la
estropié, e s. ve ad. Sakat (Un estropié qui demande tête d'une entreprise). § S'établir: 1. Yerleşmek
l'aumône). (Je vais m'établir à Istanbul). 2. Evlenmek,
estropier gçl. 1. Sakat etmek, sakatlamak (Un başgöz olmak, kapılanmak (Il s'est enfin établi).
automobiliste qui a estropié un piéton. Ce coup 3. Oturmak, iyice yerleşmek, kök salmak (Cette
lui a estropié le bras). 2. mec. coutume s'est établie). 4. Çalışmak, dükkân
Bozmak,sakatlamak, değiştirmek (Estropier un açmak (Un menuisier qui s'établit à son compte).
mot étranger, les paroles de quelqu'un). § 5. S'établir...: -lik etmek, kendi kendine... payesi
S'estropier: Sakatlanmak, bir yerini sakatlamak vermek (Il s'établit juge de nos actes).
(Il s'est estropié en tombant d'une échelle). établissement er. 1. Kurma, yerleştirme
estuaire er. coğr. Haliç. (L'établissement du camp dans cette vallée s'est
fait en quelques heures). 2. Yerleşme
estudiantin, e s. Öğrencilere değgin, öğrencilikle
(L'établissement des Français dans les Indes.
ilgili (La vie estudiantine. Fréquenter les milieux
L'établissement de l'ennemi dans une position
estudiantins).
fortifiée). 3. Evlendirme, kapılandırma, başgöz
esturgeon er. hayb. Mersinbalığı.
etme (Il met de l'argent de côté pour
et bağ. 1. Ve (Un ami fidèle et loyal. Toi et moi. Le
l'établissement de ses filles). 4. Saptama, ortaya
père et le fils. Taisez-vous et écoutez). 2. Ya (J'ai
koyma (L'établissement des faits reprochés à
accepté, et vous?: Ben kabul ettim, ya siz?). 3.
l'accusé incombe à la partie adverse). S.
Hem de (Il parle l'anglais, et couramment:
Doldurma, hazırlama, düzenleme
İngilizce konuşuyor, hem de takıntısız. II
travaille, et comment: Çalışıyor, hem de nasıl!). (L'établissement des feuilles de paie). 6. Sömürge
4. Ile (Le loup et le chien: Kurtla köpek). 5. De (Les établissements portugais). 7. Kurum,
(Et le riche et le pauvre: Zengini de yoksulu da). "müessese (Il travaille dans un établissement
6. Hem... hem de (Et tu es fautif, et tu cries: Hem commercial).
suçlusun, hem de bağırıyorsun). 7. (Il y a dan étage er. I. Kat (Une maison à trois étages. Habiter
sonra gelen bir ad yinelendiğinde) ...var... -cik au premier, au deuxième, au troisième étage). 2.
var (Il y a maison et maison: Ev var evcik var. II yerb. Kàtman. § Les gens de bas. étage: Ayak
y a homme et homme: Adam var adamcık var). takımı.
étabie diş. (Sığır vb için) Ahır (Le bétail est à étagement er. Kat kat dizme, kat kat sıralanma
l'étable. Une étabie à vaches, à cochons). (Etagement des vignes sur les côtes du Rhône).
étabier gçl. Ahıra çekmek (Etabler les vaches, tes étager gçl. 1. Kat kat dizmek, üst üste koymak,
boeufs). sıralamak (Etager les draps dans l'armoire). 2.
établi er. Tezgâh (Etabli de menuisier). Bölümlemek, bölüm bölüm ayırmak (Les prix
étagère 549 étamine
sont étages de façon à s'adresser à toutes les (Gösteriş için) Sayıp dökmek, ortaya sermek
bourses). 3. Taksitlere ayırmak. § S'étager: (Etaler ses mérites, ses qualités, ses richesses). 6.
Birbiri arkasına sıra sıra dizilmek (Les maisons (Kâğıt oyununda) Açıp göstermek (Etaler ses
s'étagent au flanc de la colline). cartes). 7. Açıklamak, gizlememek, herkese
étagère diş. 1. Etajer, kat kat rafları olan kapaksız söylemek (Etaler ses projets). 8. Sıraya koymak,
ve taşınır dolap. 2. argo. Göğüs. § Avoir des ard arda sıralamak; taksitlere ayırmak (Etaler les
oranges sur l'étagère: argo. Portakal gibi réformes sur plusieurs années. Etaler les
memeleri olmak, vacances. Etaler ses paiements). 9. den.
étai er. 1. Payanda, dayanak, destek (Des étais de Dinginleştirmek; yükselmesini, kabarmasını
chêne soutenaient le toit. Soutenir par des étais). önlemek (Etaler une voie d'eau). 10. den.
2. mec. Dayanacak, güvenecek şey yada kimse, Dayanmak, karşı koymak, direnmek (Etaler le
destek. 3. den. Direği tutan halat, istralya, vent, le courant). 11. gsz. den. Dinginleşmek,
étalement, étayage er. Payanda vurma, yatışmak, durulmak (La marée étale, la mer
payandalama, destek vurma, destekleme étale). § S'étaler: 1. Yayılmak, saçılmak (Toute
(L'étayage d'une maison, d'un mur). l'encre s'est étalée sur le tapis). 2. Yayılmak,
étain er. 1. Kalay. 2. Kalaydan yapılmış süs eşyası, kendini bırakmak, kurulmak, yayılıp oturmak (II
étal er. 1. Kasap kütüğü, kasapların üzerinde et s'est étalé dans un vaste fauteuil). 3. Düşmek,
doğradıkları tahta. 2. Kasap dükkânı. 3. (Pazar yere serilmek (Il a glissé sur le verglas et s'est étalé
satıcılarının mallarını sergiledikleri) Tezgâh, de tout son long). 4. Sıralanmak, ard arda
sergi, tabla. sıralanmak, bir sıraya göre düzenlenmek (Cette
étalage er. 1. Sergileme, vitrin yada tablaya dizme année, les vacances du personnel s'étalent sur
(L'étalage des marchandises sur la voie publique). trois mois). 5. Taksitlere ayrılmak (Les paiements
2. Camekân, sergi, vitrin, tabla (Les étalages d'un s'étalent sur six mois). 6. Yayılmak, serilmek (La
grand magasin. S'attarder devant les étalages. ville s'étale sur la plaine). 7. Kendini göstermek,
L'étalage d'un bouquiniste). 3. Sergi vergisi gösteriş yapmak, ortaya çıkarmak (Il s'étale avec
(Payer l'étalage). 4. mec. Gösteriş, gösteri vanité).
(Etalage de luxe). § Faire étalage de qch: -i sayıp étalier er. Kasap çırağı.
dökmek, göstermek (Faire étalage de ses qualités, étalon er. 1. Aygır, damızlık aygır, tohumluk at
de ses mérites, des ses connaissances). (Etalon pur sang, demi-sang. Dépôt d'étalons). 2.
étalager gçl. Sergilemek, vitrine dizmek, Tohumluk (Âne étalon, bélier étalon, taureau
vitrinlemek. étalon. Arbre étalon). 3. Ayar, ölçü (Les systèmes
étalagiste ad. 1. Sergici, işportacı, tablacı. 2. Vitrin monétaires sont basés sur l'étalon-or).
düzenleyicisi, vitrinci. étalonnage, étalonnement er. (Tartı ve ölçüleri)
étale s. 1. Durgun (La mer était étale. Le fleuve, la Ayarlayıp damgalama,
rivière est étale). 2. mec. Dingin, sessiz (La étalonner gçl. 1. (Tartı ve ölçüleri) Ayarlayıp
journée était étale comme une mer inoffensive). damgalamak. 2. Ayarlamak (Etalonner un
3. er. Dinginlik, durgunluk; dinginleşme, yatışma appareil, un instrument).
(L'étale de la marée, étale de flot). étamage er. 1. Kalaylama. 2. Sır sürme, sır geçirme,
étalement er. 1. Serme, yayma, dağıtma (Etalement sırlama.
de papiers sur une table. Etalement d'un tas de étambot er. (Gemide) Kıç bodoslaması,
fumier sur une terre). 2. Belirli zamanlara ayırma, étamer gçl. 1. Kalaylamak (Etamer une casserole,
bölme, taksitlere ayırma (Etalement des étamer le cuivre, la tôle). 2. (Ayna yapmak için
paiements, des vacances). cama) Sır Sürmek, sır geçirmek, sırlamak,
étaler gçl. 1, Sergilemek, vitrinlemek (Un étameur er. Kalaycı.
commerçant qui étale à sa devanture des étamine diş. 1. Etamin; pamuk, keten yada ipekten
chaussures, des appareils mécaniques etc). 2. seyrek dokunmuş bir çeşit ince kumaş. 2. Elek
Açmak, yaymak, sermek (Etaler un tapis, un bezi, ince elek (Passer une farine, une poudre, un
journal. Etaler au linge dans un pré pour le faire liquide à l'étamine). 3. mec. Sıkı inceleme (Tout
sécher). 3. Sürmek (Etaler de la crème, de la ce qui s'offre à moi passe par l'étamine). 4. bitb.
pommade, de-la peinture. Etaler du beurre sur du Erkek organ, erkeklik organı. § Passer à
pain. 4. mec. Yıkmak, devirmek, yere sermek l'étamine, par l'étamine: mec. Sıkı bir
(D'un coup de poing, il a étalé son adversaire). S. incelemeden geçmek, çok sıkı bir sınavdan
étampage 550 étatiste
état-major er. 1. Kurmay fEtat-major général: yanında, safında (Se ranger, combattre sous
Genelkurmay. Chef d'état-major: Kurmay l'étendard de quelqu'un). Lever l'étendard de la
başkam. Officier d'état-major: Kurmay subay). révolte: İsyan bayrağını çekmek,
2. mec. Beyin takımı, kurmay heyeti (L'état- étendoir er. 1. Bir şey sermeye yarayan ip yada sırık
major d'un parti, d'un syndicat, d'un ministre). (L'étendoir pour le séchage du linge). 2. Serme
étau er. 1. Mengene, kıskaç. 2. argo. Kadının ferci, yeri, kurutma yeri; çamaşır serme yeri.
edep yeri. § Etre pris, serré comme dans un étau: étendre gçl. 1. Yaymak, sermek (Etendre du linge
Kıskaç içine alınmak, kıstırılmak. Mettre la tête à sur un pré pour le faire sécher. Etendre un tapis
l'étau: argo. Cinsel ilişkide bulunmak, sur le sol). 2. Açmak, uzatmak (Etendre les bras
étayage er. Payanda vurma, payandalama (Etayage en croix pour barrer le passage à quelqu'un.
d'une maison). L'oiseau étend ses ailes). 3. Yatırmak, uzatmak
étayer gçl. 1. Payanda vurmak, destek vurmak (Etendre quelqu'un sur le sol, sur son lit). 4.
(Etayer un mur, une voûte). 2. mec. Desteklemek Sulandırmak, yoğunluğunu azaltmak (Etendre
(Etayer une conviction, un raisonnement). § une sauce, un liquide, un vin). 5. Genişletmek,
S'étayer sur qch: -e dayanmak (Cette thèse s'étaie büyütmek (Il voudrait étendre sa propriété en
sur les recherches les plus récentes). achetant des terres attenantes). 6. Sınavda
et caetera [etsetera] er. (etc. yazılır) Ve başkaları, ve döndürmek, çaktırmak (Examinateur qui étend
benzerleri, vb. un candidat). 7. Sürmek (Etendre du beurre sur
été er. Yaz (Le soleil d'été. Vacances d'été. Tenue une tranche de pain). 8. Yere sermek, devirmek,
d'été). § L'été de la Saint-Martin: Pastırma yazı. düşürmek (Un boxeur qui étend son• adversaire).
En été: Yazın, 9. Etendre qch à: Bir şeyi -e yaymak (Etendre les
éteignoir er. 1. Mum söndürmek için kullanılan bienfaits d'une découverte à tous les pays. §
teneke külah. 2. mec. Neşe kaçıran, bayram S'étendre: 1. Kendini salmak, salınmak (Tissu qui
bozan (Il est toujours triste, c'est un éteignoir). § s'étend au lavage). 2. Uzamak (L'ombre des
En éteignoir: Koni şeklinde, külah biçiminde, arbres s'étend le soir). 3. Uzanmak, yayılmak,
éteindre gçl. 1. Söndürmek (Eteindre le feu. yatıp uzanmak (S'étendre sur un lit, sur le sol). 4.
Eteindre une bougie, une chandelle, une torche, Uzayıp gitmek (Des rangées d'arbres s'étendaient
les phares, l'incendie). 2. Işığını söndürmek le long d'un fleuve. S'étendre à perte de vue). 5.
(Eteindre une chambre, un couloir). 3. Kapamak Yayılmak (L'épidémies'est rapidement étendue).
(Eteindre la radio, la télévision). 4. mec. 6. S'étendre à, sur, jusqu'à: -e dek yayılmak, -i
Yatıştırmak, söndürmek (Le temps a éteint sa kaplamak (Cette domination s'est ensuite étendue
haine). 5. Gidermek (Eteindre sa soif). 6. à l'ensemble. La domination romaine s'est
Bitirmek, sona erdirmek, sıfıra indirmek (Ce étendue sur tout le monde méditerranéen. Et sa
dernier remboursement a éteint sa dette). 7. bonté s'étend sur toute la nature).
Soldurmak (Le soleil éteint les couleurs). § étendu, e s. 1. Geniş, büyük, yaygın (Une forêt très
S'éteindre: 1. Sönmek (Le feu s'éteint, les étendue). 2. Yatmış, uzanmış (Un homme étendu
lumières s'éteignent). 2. Yok olmak, tükenmek, dans son fauteuil, sur le lit). 3. Zengin, geniş (Il
bitmek, sönmek (Un amour qui s'éteint). 3. a un vocabulaire étendu, une connaissance
Yitmek, bitmek, yok olmak, yitip gitmek, étendue). 4. Sulandırılmış (Un liquide étendu, une
sönmek (Son souvenir ne s'éteindra jamais). 4. sauce étendue).
Ölmek (Elle s'éteignit dans les bras de sa fille). 5. étendue diş. 1. Enginlik (L'étendue de la mer,
Solmak, parlaklığını yitirmek (Une couleur qui l'étendue illimitée des savanes). 2. Alan, "saha,
s'éteint). yayılma alanı (La mer est une grande étendue
d'eau salée). 3. Erim, mesafe (L'étendue de la
Steint, e s. 1. Sönmüş (Volcan éteint, astre éteint).
vue). 4. Süre (Un remords l'a poursuivi pendant
2. Solmuş, parlaklığını yitirmiş (Couleur éteinte,
toute l'étendue de sa vie). 5. Yüz ölçümü,
les yeux éteints). 3. Kısık, boğuk (Une voix
büyüklük (Cette ferme est te double de l'autre en
éteinte). 4. Bitmiş, tükenmiş, bitik, çökmüş (Une
étendue). 6. Büyüklük, genişlik, oran (Sa
personne éteinte).
conversation révèle l'étendue de sa culture.
Uendage er. 1. Serme (L'étendage du linge). 2.
Evaluer l'étendue des dégâts). 7. mat. fels. Uzam,
Çamaşır serme ipleri,
yayıhm. 8. Kapsam, °şümul (Etendue d'un
itendard er. 1. Sancak. 2. Bayrak. § Sous
engagement).
l'étendard de: -bayrağı altında, komutasında,
éternel 552 étincelle
éternel, le s. 1. fels. tlksiz ve sonsuz, "öncesiz éthéré, e 1. fiz. Esirimsi (Substance éthérée). 2.
sonrasız, "ezeli ve ebedi (La croyance en un Dieu mec. Temiz ve hafif (Une pâle jeune fille au
éternel). 2. Sürekli (La vie est un éternel regard éthéré). 3. kim. Etere değgin, eterli, eteri
recommencement). 3. Sonsuz, bengi, "ebedi andıran (Une odeur éthérée).
(Zone des neiges éternelles). 4. Bitmez tükenmez éthérification diş. Eter haline getirme, eterleştirme;
(Se perdre dans d'éternelles discussions). 5. eterleşme.
Herzamanki, alışılmış (Son éternelle cigarette à la éthérifier gçl. Eter haline getirmek, eterleştirmek,
bouche. Il répondit de son éternel air ennuyé). 6. éthérisation diş. hek. Eterle uyuşturma
er. (Büyük harfle) Tanrı (Invoquer, louer (Ethérisation générale, locale).
l'Eternel). 7. er. Kalıcılık, kalıcı, kalıcı olan şey éthériser gçl. hek. Uyuşturmak, eterle uyutmak
(Il ne faut pas sacrifier l'éternel au périssable). 8. (Ethériser un malade).
diş. bitb. Herdemtaze. § La ville éternelle: Roma. éthéromane s ve ad. Eter tiryakisi,
Le Père éternel: Tanrı. Le repos éternel, le éthéromanie diş. Eter tiryakiliği,
sommeil éternel: Ölüm, sonsuz uyku. éthiopie diş. Etyopya, Habeşistan,
éternellement bel. 1. Herzaman, sürekli olarak éthiopien, ne s. ve ad. Habeş, Etyopyah;
(C'est un pays où il pleut éternellement). 2. Habeşistan'a ve Habeşlere değgin (Un éthiopien,
Sonsuzluğa dek, "ebediyen (L'Ecriture dit que le tangue éthiopienne).
Christ dure éternellement). éthique s. 1. Törel, "ahlâkî (Jugements éthiques.
éterniser gçl. 1. Ölümsüzleştirmek, sonsuzluğa dek Les développements éthiques d'un roman). 2. diş.
sürdürmek, "ebedileştirmek (Cette découverte Töre; törebilim, "ilmi ahlâk (L'éthique
éternisera la mémoire de ce grand savant). 2. bourgeoise ne dérive pas de la Providence).
Sürüncemede bırakmak, uzatıp durmak éthnie diş. Budun, "kavim,
(Eterniser un procès). 3. Çok uzatmak, éthnique s. Budunsal, "kavmî.
sürdürmek (Eterniser une discussion). § ethnographe ad. *Budunbetimci, "kavmiyatçi.
S'éterniser: 1. Çok uzamak, sürüp gitmek, ethnographie diş. »Budunbetim, "kavmiyat.
bitmek bilmemek (La guerre s'éternise. Une crise ethnographique s. Budunbetimsel, "kavmî.
politique qui s'éternise). 2. hlk. Çok kalmak, éthnologie diş. *Budunbilim, "ırkiyat,
eylenmek (Nous ne pouvons pas nous éterniser éthnologique s. *Budunbilimsel.
ici, on nous attend ailleurs). 3. Ötümsüzleşmek éthnologue ad. *Budunbilimci.
(Un savant qui s'éternise par ses découvertes). éthologie diş. "Irabilim, "ilmi seciyye.
éternité diş. fels. 1. İlksizlik ve sonsuzluk éthologique 5. "Irabilimsel.
(L'éternité de Dieu). 2. Sonsuzluk, bengilik, éthylène er. kim. Etilen.
"ebediyet. 3. Ahiret, öbür dünya (.Songez à vous
étiage er. coğr. (Akarsularda) Suyun çekilmesi,
préparer pour l'éternité). 4. Çok uzun süre, uzun
soğulma; çekik su, çekik durum,
zaman (Il y a une éternité que je ne l'avais vu.
étier er. (Tuzlalarda) Deniz suyu kanalı,
Cette heure d'attente m'a paru une éternité). § De
étincelant, e 5. 1. Parlak, ışıl ışıl (Un soleil
toute éternité: Eskiden beri, oldum olası,
étincelant). 2. Canlı, çakmak çakmak (Un regard
"ezelden beri, çok eskilerden beri.
étincelant). 3. Diri, parlak (Couleurs
éternuement er. Aksırık, aksırma, hapşırık,
étincelantes).
jıapşırma. étinceler gsz. 1. Parlamak, ışıldamak (Lesdiamants
éternuer gsz. Aksırmak, hapşırmak, étincellent. La verrerie étincelle sous les lustres).
étésien s. İmbat, meltem (Vents étésiens). 2. Balkımak, harelenmek (La surface de la mer
étêtage, étêtement er. (Ağacın) Tepesini alma, étincelle au soleil). 3. Etinceler de qch: ...saçmak
budama. (Etinceler d'esprit. Ses yeux étincellent
étêter gçl. 1. (Ağacın) Tepesini budamak (Etêter des d'intelligence, de haine).
saules). 4. (Çivi vb) Başını koparmak (Etêter une étincelle diş. 1. Kıvılcım (Jeter des étincelles. Une
épingle, un clou). étincelle électrique). 2. mec. Parıltı, ışıltı (Une
éteule diş. Anız. étincelle d'intelligence, de génie). 3. mec. Önemli
éthane er. kim. Etan. sonuçlar doğuran küçük neden. § Faire des
éthanol er. kim. Etanol. étincelles: tkz. İlle kendini göstermek, üzerine
éther er. 1. fiz. Esir. 2. Eter, lokmanruhu. 3. dikkat çekmek için gülünç ve gereksiz davranışlar
(Şiirde) Hava. yapmak. Jeter des étincelles: Kıvılcım saçmak.
étincellement 553 étonnant
étincellement er. Işıldama, panldama, parlama, l'étoffe). 3. Konu (L'étoffe d'un roman). 4. mec.
étiolé, e s. 1. Solmuş, sararmış (Fleurs étiolées, Yetenek, cevher. § Avoir l'étoffe de: -niteliği,
feuilles étiolées). 2. mec. Zayıflamış, sararıp yeteneği, cevheri olmak (Il a l'étoffe d'un chef,
solmuş (Un enfant étiolé). d'un héros).
étiolement er. 1. Solma, sararma (L'étiolement étoffé, e s. 1. Dolgun, tombul, semirik (Une
d'une plante, d'une fleur). 2. Zayıflama, sararıp demoiselle étoffée). 2. İyi döşenmiş, ağır, zengin,
solma (L'étiolement d'un enfant). 3. Çöküş, süslü (Une maison étoffée). 3. Gür, tok (Une voix
azalma (Etiolement de l'esprit, des facultés étoffée).
intellectuelles). étoffer gçl. 1. Süslemek, zenginleştirmek,
étioler gçl. 1. Soldurmak, sarartmak (L'obscurité boşluklarını gidermek (Etoffer un récit, une
étiole les plantes). 2. Zayıflatmak, sarartıp dissertation). 2. Daha belirgin bir kişilik
soldurmak (Le manque de grand air étiole les kazandırmak (Etoffer un personnage). §
enfants). § S'étioler: 1. Solmak, sararmak (Une S'étoffer: Toplamak, şişmanlamak (Ils'est étoffé
plante qui s'étiole en appartement). 2. depuis qu'il fait du sport).
Zayıflamak, sararıp solmak (La jeune fille étoile diş. 1. Yıldız (Etoile à enveloppe: Kabuklu
s'étiolait dans un logement insalubre). 3. mec. yıldız. Etoile circumpolaire: Batmayan yıldız.
Çökmek, azalmak, düşmek, gücünü yitirmek Etoile de comparaison: Dayanak yıldızı. Etoile
(L'esprit, la mémoire s'étiolent dans l'oisiveté). double, binaire: Çiftyildiz. Etoile de Matin:
étiologie diş. fels. hek. 1. Nedenbilim. 2. Neden, Sabah yıldızı. Etoile du Soir, Etoile du Berger:
nedenler (L'étiologie d'une maladie). Akşam yıldızı, Çoban Yıldızı. Etoile filante:
étiologique s. 1. Nedenbilimsel. 2. Nedensel, Akan yıldız. Etoile fixe: Duran yıldız. Etoile
nedenlere değgin, jeune: Genç yıldız. Etoile polaire: Demirkazık,
étique s. 1. Arık, cılız (Une vache étique. Une Kutup Yıldızı. Etoile principale: Başyıldız. Etoile
plante étique). 2. Bir deri bir kemik, canlı cenaze pulsative: Zonklayan yıldız. Etoile standard:
(Il est devenu étique). Ayar yıldızı). 2. Yıldız biçiminde süs, yıldız (Un
étiquetage s. Etiket koyma, etiketleme, généra! à trois étoiles). 3. Yıldız, şans, talih, baht
étiqueter gçl. 1. Etiket koymak, etiketlemek (Il a toujours eu confiance en son étoile. Son
(Etiqueter une marchandise). 2. Damgalamak, étoile a pâli). 4. Birçok yolların açıldığı büyük
...damgası vurmak (Après son intervention, on alan, kavşak (C'est une sorte d'étoile où
l'a aussitôt étiqueté. On l'a étiqueté comme concourent quelques allées). 5. Parlak sanatçı,
anarchiste, comme socialiste). yıldız (Une étoile de cinéma). § Etoile de mer:
étiquette diş. 1. Etiket (Coller une étiquette sur un hayb. Denizyıldızı. A la belle étoile: Açık havada,
livre. Mettre une étiquette sur un sac, sur un yıldız palasta (Coucher à ta belle étoile). Etre né
colis). 2. mec. "Teşrifat, törensel davranış sous une mauvaise étoile: Şanssız olmak, bahtı
(Supprimer toute sorte d étiquette). 3. mec. kara olmak.
Damga (Un homme politique qui refuse de se étoilé, e s. Yıldızlı (Un ciel étoilé, une nuit étoilée).
laisser attribuer une étiquette déterminée). § La bannière étoilée: Amerikan bayrağı,
étirage er. Çekip uzatma (Etirage des métaux à la étoilement er. 1. Yıldızlanma, yıldızlarla kaplanma
filière, des peaux). (L'étoilement du ciel se faisait peu à peu, étoile
étirement er. 1. Gerinme. 2. Germe (L'étirement par étoile). 2. Yıldız biçiminde çatlama
des bras). (L'étoilement d'une vitre).
étirer gçl. 1. Çekip uzatmak (Etirer les métaux, les étoiler gçl. 1. Yıldızlarla donatmak (Les astres qui
cuirs, le verre). 2. Germek, açmak (Etirer ses étoilent le ciel). 2. Yıldız biçiminde çatlatmak
bras, ses jambes). § S'étirer: 1. Gerinmek (Je (Etoiler une glace, une vitre). § S'étoiler:
m'étire quand je m'éveille). 2. Kendini salmak, Yıldızlarla donanmak (Le ciel s'étoile).
gevşemek, çözülmek (Un tissu qui s'étire. Les étole diş. 1. Papazların âyin boyun atkısı. 2.
nuages s'étirent). Kadınların süs boyun atkısı, boyun kürkü (Une
étireur, euse ad. 1. (Maden deri vb.) Çekme işçisi. étole de vison).
2. diş. (Maden, deri) Çekme makinası. étonnamment bel. Şaşılacak denli, şaşılacak ölçüde
étisie, hectisie diş. Arıklık, cılızlık, aşırı zayıflık, (Il a étonnamment vieilli).
étoffe diş. 1. Kumaş (Etoffe de laine, de coton, de étonnant, e s. 1. Şaşırtıcı, şaşkınlık verici (Une
soie). 2. mec. Gereç, harç (Il n'a pas épargné nouvelle étonnante). 2. Olağanüstü, usalmaz (Un
étonnement 554 étourdissant
étonnant succès, une femme étonnante). 3. sous les décombres). § Etouffer qch dans l'œuf::
Şaşılacak (Un homme étonnant). -i daha doğmadan boğmak, bastırmak, ortadan
étonnement er. 1. (Eskiden) Sert sarsıntı. 2. (Şimdi) kaldırmak (Etouffer un complot dans, l'ueuj).
Şaşma, şaşkınlık (Il m'a rempli d'étonnement). § Etouffer de rire: tkz. Gülmekten katılmak. §
Ne pas manifester d'étonnement: Şaşkınlık S'étouffer: 1. Tıkanmak, boğulur gibi olmak
göstermemek, (S'étouffer en mangeant, en avalant de travers).
étonner gçl. 1. (Eskiden) Yıldırımla vurulmuşa 2. Birbirini boğmak (Ils se sont étouffés).
çevirmek. 2. Çok sarsmak, çatlatmak, çatlak étouffoir er. 1. Kor söndürme kabı. 2. (Piyanoda)
açmak (Etonner une voûte, un diamant). 3. Titreşimleri durduran mekanizma. 3. mec.
. Şaşırtmak, hayrete düşürmek (Ce départ inopiné Havasız oda.
a étonné tout te monde. Un vieillard qui étonne étoupe diş. 1. Kıtık. 2. Üstüpü. § Avoir les cheveux
son entourage par sa vivacité d'esprit). 4. Etre comme de l'étoupe: Saçları çalı gibi olmak.
étonné de: -e şaşmak, hayret etmek (Je suis Mettre le feu aux étoupes: Herkesi birbirine
étonné des succès de cet élève). § S'étonner: 1. katmak; ortalığı kızıştırmak,
Şaşmak (S'étonner à la vue d'un spectacle, à étouperg/f. Kıtıkla doldurmak, üstüpü ile tıkamak
l'annonce d'une nouvelle. Ne t'étonne pas s'il te (Etouper un bateau, étouper les fentes d'un
trahit un jour). 2. S'étonner de qch, de f. qch: -e tonneau). § S'étouper les oreilles: Kulaklarına
şaşmak; -diğine şaşmak (Il s'étonne de tout. Je pamuk tıkamak,
m'étonnais de ne voir personne sur la place en étoupille diş. (Topun yada taş lağımının) Yemleme
plein midi). fitili.
étouffage er. İpekböceği tırtıllarını öldürme; arıları étoupiller gçl. (Topa) Yemleme fitili koymak,
geçici olarak havasız bırakma, étourderie diş. Yelteklik, hoppalık, şaşkınlık,
étouffant, e s. Boğucu (Une chaleur étouffante. düşüncesizlik (Il a agi par étourderie). §
Une atmosphère familiale étouffante). Commettre, faire, une étourderie: Düşüncesizlik
étouffée diş. Buğulama. § A l'étouffée: Buğulama etmek.
olarak, haşlama (Cuire à l'étouffée. Viande à étourdi, e s. ve ad. Düşüncesiz, yeltek, hoppa,
l'étouffée). şaşkın (Un étourdi, une étourdie. Une jeune fille
étouffement er. 1. Soluğu tıkanma, boğulma, étourdie). § A l'étourdie: Düşüncesizce, şaşkınca,
soluksuz kalma (Crise d'étouffement causée par hoppaca (Agir, courir à l'étourdie).
l'asthme). 2. Havasızlık (Mourir d'étouffement). étourdiment bel. Düşüncesizce, şaşkınca; ölçüp
3. ö r t bas etme, gizleme (L'étouffement d'un biçmeden (Agir, parler étourdiment. Se lancer
scandale, d'une affaire). 4. Bastırma, bastırılma étourdiment dans une affaire).
(L'étouffement d'une révolte, d'un complot). étourdir gçl. 1. Sersemleştirmek (Un choc sur ta tête
étouffer gçl. 1. (Havasızlıktan) Boğmak (Il s'est l'a étourdi). 2. Serseme çevirmek, kafasını kazan
défait du bâillon qui l'étouffait). 2. Boğmak, gibi yapmak (Tout ce brouhaha m'étourdit). 3.
boğazlamak, boğarak öldürmek (Le malfaiteur a Başını döndürmek, sarhoş gibi etmek (Les éloges
étouffé sa victime). 3. Söndürmek (Etouffer un l'ont étourdi. Ces parfums m'étourdissent). 4.
incendie). 4. Bastırmak, duyulmasına engel Etourdir qn de qch: -ile serseme çevirmek (Ces
olmak (Etouffer un bruit. Un tapis qui étouffe les petits garçons nousétourdissent de leur babillage).
pas). 5. Tutmak (Etouffer un bâillement, un 5. Etre étourdi de qch: -den başı dönmek, sarhoş
soupir, un sanglot). 6. Sarmak, boğmak, olmak (Etre étourdi de gloire, de fortune). §
büyümesine engel olmak (Les mauvaises herbes Etourdir la douleur: Ağrıyı, acıyı uyuşturmak.
qui étouffent les fleurs). 7. Bunaltmak (Ces Etourdir l'eau: Suyu hafifçe ılıştırmak. Etourdir
chaleurs m'étouffent). 8. Susturmak (Etouffer la viande: Eti şöyle bir ateşe göstermek,
l'opposition, l'opinion publique). 9. Bastırmak öldürmek, hafifçe pişirmek. § S'étourdir: 1.
(Etouffer une révolte). 10. Örtbas etmek, hasıraltı Sarhoş olmak, kendini unutmak, kendi kendini
etmek (Etouffer un scandale, une affaire). 11. avutmak (Chercher à s'étourdir pour oublier son
Gizlemek, içine atmak, tutmak (Etouffer ses chagrin, ses soucis). 2. S'étourdir de qch: -ile
sentiments, ses émotions). 12. Etouffer qn de: sarhoşa dönmek, sersemlemek (S'étourdir de
Birini -lere boğmak (On l'étouffait de caresse, paroles).
d'étreintes). 13. gsz. Havasızlıktan bunalmak, étourdissant, e s. 1. Şaşırtıcı, şaşkınlık verici (Un
boğulur gibi olmak (Il commençait à étouffer succès étourdissant). 2. Sersemletici (Un bruit
étourdissement 555 être
kârda, yine de, ne de oisa, ne olursa olsun étrennes au concierge). § Avoir l'étrenne de qch -i
(Toujours est-il qu'on n'est pas d'accord sur les ilk kez kullanmak, tatmak, siftah etmek,
concessions à faire). En être encore là: Hâlâ étrenner gçl. 1. İlk kez kullanmak, giymek, tatmak,
koyduğu yerde otlamak, hâlâ o eski havalarda siftah etmek (Etrenner une robe, un costumé, une
olmak. En être pour qch: -si yamna kâr kalmak, valise). 2. gsz. hlk. Kahra uğramak, azarlanmak,
-sini yitirmek (En être pour sa peine, pour son dövülmek (On a frappé les responsables,
argent) En être: Katılmak, iştirak etmek (Nous malheureusement c'est lui qui a étrenné).
organisons une réception, en serez-vous?). En étrésillon er. Kazılarda yan toprağı tutmak için
être à: -e varmak, gelmek, erişmek; -de olmak konulan payanda,
(Nous en sommes à la moitié du chemin. Ils en étrésillonnement er. Payandalama.
sont à ta page 343). Ne pas être sans f. qch: -mez étrésillonner gçl. Payandalamak.
olmamak (Vous n'êtes pas sans savoir que la étrier er. 1. Üzengi. 2. anat. Üzengi kemiği. § Avoir
situation est grave). Y être: Anlamak, kavramak le pied à l'étrier: Gitmek üzere olmak; mesleğinde
(J'y suis: Anladtm. Vous n'y êtes pas: başarı yoluna girmek. Boire le coup de l'étrier:
Anlamadınız, kavrayamadınız). Yola çıkmadan son bir kadeh içmek. Etre ferme
être er. 1. Varlık, yaratık, var olan şey; insan sur ses étriers: 1. Durumu sağlam olmak. 2.
bilincinden bağımsız olarak var olan (Les êtres Düşünce ve kararlarında kesin olmak. Mettre le
vivants. L'être et le néant). 2. Kişi, kimse (Un être pied à l'étrier à qn (Bir işin başlangıcında) Birine
aimé. Un seul être vous manque, et tout est yardımcı olmak, işini kolaylaştırmak. Perdre,
dépeuplé). 3. tkz. Adam, herif (C'est un être quitter, vider les étriers: 1. Ayağı üzengiden
bizarre. Quel drôle d'être!). 4. İç, yürek, °derun çıkmak. 2. mec. Düşmek, devrilmek. Tenir
(Nous étions bouleversé au profond de notre l'étrier à qn: mec. Birine kolaylık sağlamak,
être). § L'Etre suprême, l'Etre éternel: Tanrı. ekmeğine yağ sürmek,
L'Etre fini: İnsan. De tout son être: Yürekten, étrille diş. 1. Kaşağı (Panser une jument avec une
çok içten (Désirer quelque chose de tout son être).
étrille). 2. hayb. Bir cins çağanoz,
Donner l'être à qn: Doğurmak, vücut vermek,
étriller gçl. 1. Kaşağılamak (Etriller un cheval). 2.
étrécir gçl. Daraltmak. § S'étrécir: Daralmak (La
Hırpalamak, dövmek (Etriller un enfant, une
vallée s'étrécit). femme). 3. hlk. Kazıklamak, çok pahalıya
étrécissement er. Daraltma; daralma, satmak (Etriller un client). § Se faire étriller:
étreindre gçl. 1. Kucaklayıp sarılmak, kollarında Kazıklanmak, çok para ödemek (Nous nous
sıkmak (Il étreignit longuement son fils qu'il avait sommes fait étriller dans cet hôtel).
cru perdre). 2. Sarılmak, tutunmak (Etreindre étripage er. 1. (Bir hayvanın) İçiriklerini, iç
une épave qui vous sauve de la noyade). 3. organlarını çıkarma (L'étripage des animaux dans
Sarmak, kaplamak (Le regret du passé étreignait les abattoirs. Etripage des poissons). 2. mec. tkz.
son coeur. Une vive émotion nous a étreints). 4. Öldürme, barsaklarını dökme,
Sımsıkı yakalamak, kavramak, sarmak (Un étriper gçl. 1. (Bir hayvanın) İçiriklerini, iç
lutteur qui étreint son adversaire). § S'étreindre: organlarını çıkarmak, temizlemek (Etriper un
Kucaklaşmak, birbirine sarılmak (Les deux lièvre, un poulet, un poisson). 2. Etriper qn: tkz.
amants s'étreignirent). Bıçaklamak, barsaklarını deşmek, öldürmek §
étreinte diş. 1. Sıkma (L'étreinte d'une main). 2. S'étriper: tkz. Birbirini bıçakla yaralamak,
Sıkıştırma, çember, sarma (L'armée resserre son birbirini öldürmek,
étreinte autour de l'ennemi). 3. Sarma, kaplama étriqué, e s . 1. Dapdaracık, dar (Un complet
(L'étreinte de la douleur). 4. Kucaklama, étriqué. Un paletot étriqué). 2. Pek sınırlı, küçük
kucaklaşma; sarma, sarılma (S'arracher aux (Un esprit étriqué. Mener une vie étriquée).
étreintes de quelqu'un: Birinin kollarından étriquer gçl. 1. Daraltmak, kısaltmak (Les corsets
kendini kurtarmak). étriquent la taille de nos femmes). 2. İnce
étrenne diş. 1. Siftah, ilk kez kullanma (Cet objet göstermek; zayıf göstermek (Cette coupe de veste
est neuf, vous en aurez l'étrenne). 2. Armağan, vous étriqué). 3. Yontmak, inceltmek (Etriquer
hediye; andaç (Je vous donne cela en étrenne). 3. une pièce de bois).
ç. Yılbaşı hediyesi, bayram armağanı (Les étrivière diş. Üzengi kayışı (Allonger, raccourcir les
facteurs sont venus chercher les étrennes. Il a eu étrivières). § Donner les étrivières, les coups
de belles étrennes. N'oubliez pas de donner des d'étrivières à qn: Birini kayışla dövmek.
étroit 557 étymon
étroit, es. 1. Dar (Rue Étroite, fenêtres étroites, biçilmiş, iyi hazırlanmış, dikkatli, hesaplı (La
vêtement étroit, épaules étroites). 2. mec. Dar, coupe de cette robe est très étudiée). 2. Yapmacık,
sınırlı, dar görüşlü (Avoir l'esprit étroit). 3. Sıkı özentili, zorlama (Un geste étudié. Il affectait une
(J'ai avec lui des relations étroites. Les liens nonchalance étudiée).
étroits de l'amitié). 4. Kesin (Il a assuré une étudier gçl. 1. Öğrenmek, öğrenmeye çahşmak,
étroite coordination entre deux services. Une okumak (Etudier te piano, le français). 2.
étroite obligation. Un étroit devoir). § A l'étroit: İncelemek (Etudier un problème, la nature, le
1. Sıkışık bir halde, sıkışarak, sıkışmış (Ils sont coeur humain. Etudier un projet, un dossier, un
logés bien à l'étroit. Je suis à l'étroit dans ce plan). 3. Araştırmak, bulmaya çalışmak (Etudier
costume). 2. Darlık içinde, kıt kanaat, yoksulca les moyens d'en sortir). 4. gsz. Okumak, öğrenim
(Vivre à l'étroit). yapmak (Il a étudié dans une université anglaise).
étroitement bel. 1. Sıkışık bir halde, sıkışarak (H est 5. gsz. Çalışmak, el alıştırması yapmak, temrin
logé étroitement). 2. Sıkıca, sıkı sıkıya (Respecter yapmak (Ce pianiste étudie plusieurs heures par
étroitement ses engagements). 3. Yakından jour). § S'étudier: 1. Kendi kendini incelemek (A
(Surveiller quelqu 'un étroitement). force de s'étudier, il a deviné la cause de ses
étroitesse diş. 1. Darlık (L'étroitesse d'une rue). 2. maladies). 2. Kendine pek dikkat etmek, kendini
mec. Darlık, sınırlılık (L'étroitesse d'esprit. pek önemli görmek (Cette actrice s'étudie trop,
L'étroitesse des penséss). elle manque de naturel). 3. Birbirini incelemek,
étron er. Katı pislik, insan yada hayvan pisliği (Les ölçüp biçmek, tartmak (Des adversaires qui
étrons de chien). s'étudient). 4. S'étudier i f. qch: -meye çok
étrusque s. ve ad. 1. Etrüsk; Etrüskelere değgin (Le dikkat etmek, çalışmak, özen göstermek (II
peuple étrusque, l'art étrusque). 2. er. Etrükskçe, s'étudie à satisfaire tout le monde).
Etrüsk dili. étui er. Kılıf, kutu (Etui à violon, à cigarettes, à
étude diş. 1. İrdeleme, inceleme, "tetkik "tebebbu. lunettes).
2. İnceleme (L'étude d'un projet, d'une question, étuvage, étuvement er. Etüvden geçirme, etüvleme.
d'un contrat, du coeur humain, d'un texte). 3. étuve diş. 1. Hamam halveti, hamam (Etüve des
Çalışma (Se consacrer à l'étude du grec. thermes romains. Chaleur d'étuve). 2. Hamam
Abandonner l'étude du piano). 4. Hazırlayıcı gibi sıcak yer, çok sıcak yex(Quelleétuve! ouvrez
çalışma, çalışma (Peintre qui fait des études de les fenêtres). 3. Etüv (Etuve à désinfection, à
main). 5. Çalışma saati, "mütalâa saati (Faire ses stérilisation. Passer la literie d'un malade à
devoirs à l'étude. Maître d'étude). 6. Çalışma l'étuve).
odası, "mütalâa odası (L'étude était une grande étuvée diş. 1. Buğulama, buğuda pişirme. 2.
salle ornée d'un poêle classique). 7. İnceleme, Buğulama (yemek) (Une étuvée de pigeons). § A
araştırma (Avant de se lancer dans ta fabrication L'étuvée: Buğulaması yapılmış, buğuda
de ce produit, on a procédé à des études de pişirilmiş, haşlama (Aliments à l'étuvée, pommes
marché) 8. Noter kalemi, noterlik 9. (Bir konu de terre à l'étuvée).
üzerinde) Özel çalışma, inceleme yapıtı (I! a étuver gçl. 1. Etüvden geçirmek. 2. Sıkıca kapalı
publié une étude sur le vocabulaire politique). 9. tencerede kendi buharıyla pişirmek, buğulama
ç. Öğrenim, "tahsil (Etudes obligatoires, yapmak (Etuver des pigeons).
gratuites. Etudes primaires, secondaires, étymologie diş. dilb. 1. *Kökenbilim. 2. Sözcük
supérieures. Etudes de médecine, de droit). § Etre kökü, sözcük kaynağı (La plus grande partie des
à l'étude: İncelenmekte olmak, incelemeye mots français ont une étymologie latine).
sunulmak (Ce projet est à l'étude). Faire ses étymologique s. 1. "Kökenbilimsel (Dictionnaire
études: Okumak, öğrenim yapmak (Il a fait ses étymologique). 2. Sözcüğün köküne, kaynağına
études à ta Faculté de Médecine). Mettre qch à değgin, köksel, kaynaksal (Le sens étymologique
l'étude: -i incelemeye sunmak, inceletmek (Mettre d'un mot).
un projet de loi à l'étude). étymologiquement bel. Kökenbilim bakımdan; kök
étudiant, e ad. 1. Üniversite öğrencisi (Les étudiants bakımından, kaynak bakımından (Vertu signifie
de ta faculté des sciences. La vie d'étudiant). 2. s. étymologiquement force).
Öğrencilere özgü, öğrencilikle ilgili (Il a un air étymologiste ad. "Kökenbilimci, kökenbilim
étudiant. La vie étudiante). uzmanı,
étudié, e s. 1. İyice hesaplanmış, iyice ölçülüp étymon er. dilb. Köken.
eucalyptus 558 évader
prison, d'un camp de prisonniers), b) -den geçmek (Elle s'évanouit à la vue du sang). 3.
sıvışmak, çekip, gitmek (S'évader d'un salon, S'évanouir de qch: -den düşüp bayılmak
d'une maison), c) -den bilerek kaçmak, (S'évanouir d'émotion, de douleur,
kurtulmak, uzaklaşmak (S'évader de sa d'épuisement).
condition, de ses soucis). 3. mec. Kaçıp gitmek, évanouissement er. 1. Yok olma, yitip gitme
kendini atmak, şöyle bir dolaşmak (S'évader (L'évanouissement des rêves, des illusions, des
quelques heures à la campagne, le dimanche après souvenirs). 2. Baygınlık, bayılma (Il a eu un
midi). évanouissement en apprenant cette terrible
évaluable s. Tahmin edilebilir, hesaplanabilir, nouvelle. Revenir d'un évanouissement
kestirilebilir (Une foule difficilement évaluable). prolongé).
évaluation diş. 1. Değer biçme, değerlendirme. 2. évaporable s. Buharlaşabilir, buğulaşabilir, uçup
Hesaplama, tahmin etme, kestirme, "tahmin gidebilir.
(Evaluation d'une distance, d'une longueur). évaporation diş. 1. Buharlaşma, buğulaşma, uçup
évaluer gçl. 1. Değer biçmek (L'arbitre a évalué les gitme (Evaporation spontanée des eaux naturelles
dommages). 2. Tahmin etmek, kestirmece à l'air libre). 2. Buharlaştırma, buğulaştırma (On
hesaplamak, kestirmek (Evaluer un volume, une obtient du sel par évaporation de l'eau de mer).
distance). évaporatoire s. Buharlaştırıcı, buğulaştırıcı,
évanescence diş. Uçan kaçan nitelikte olma, évaporé, e s. ve ad. tkz. H o p p a , yeltek, uçarı (Une
"siliniklik. jeune fille évaporée. C'est une évaporée, on ne
évanescent, e 5. Uçan kaçan, gittikçe küçülüp peut pas se fier à elle).
gözden yiten, silinik (Image évanescente. évaporer gçl. Buharlaştırmak, buğulaştırmak,
Impression évanescente). uçurmak (Evaporer lentement un liquide). §
évangéliaire er. Kilise duaları kitabı, S'évaporer: 1. Buharlaşmak, buğulaşmak, uçup
évangélique s. 1. İncile değgin (Doctrine gitmek (Les liquides volatiles s'évaporent
évangélique. La morale évangélique). 2. tncile facilement. Toute l'eau du linge s'est évaporée).
uygun. 3. ad. Protestan (Les évangéliques). 2. mec. Uçup gitmek, yok olmak, dağılmak (Ses
évangélisateur, trice s. ve ad. Hıristiyanlığı yayıcı bonnes résolutions se sont évaporées). 3. mec.
(La mission évangélisatrice de l'Eglise. Un tkz. Sırra kadem basmak, u ç u p gitmek, ortadan
évangélisateur). kaybolmak (A peine arrivé, il s'évapore. Ce livre
évangélisation diş. Hıristiyanlaştırma, İncil yoluna ne s'est tout de même pas évaporé!). 4. mec. tkz.
getirme; İncil yoluna girme, Isa öğretisini Hoppalaşmak, havalanmak,
benimseme. évasé, e s. Geniş ağızlı (Amphore évasé. Jupe
évangéliser gçl. Hıristiyanlaştırmak, Isa öğretisini évasée. Entonnoir évasé).
kabul ettirmek, İnci yoluna getirmek (Evangéliser évasement er. 1. Ağzını genişletme, deliğini
une nation, un pays). genişletme (L'évasement d'un entonnoir, d'un
évangéliste er. Kilisece geçerli sayılan dört İncilden tube, d'un trou). 2. Genişleme, ağzı genişleme,
herhangi birinin yazarı, bunlar Matta, Markos, genişlik, genişleşme (L'évasement des flancs).
Luka, Yohanna adlı dört havaridir, évaser gçl. Ağzını, deliğini genişletmek (Evaser un
évangile er. 1. İsa'nın öğretisi (Des missionnaires tube, un trou, un tuyau, un conduit). § S'évaser:
partis pour prêcher l'évangile dans des pays Ağzı genişlemek, genleşmek (Manches qui
lointains). 2. (Büyük harfle) İncil (Les quatres s'évasent au poignet).
Evangiles reconnus par l'Eglise catholique sont évasif, ive s. Kaçamak, kaçamaklı (Une réponse
ceux de saint Mathieu, saint Marc, saint Luc et évasive).
saint Jean). 3. mec. Temel kitap (Ce petit livre évasion diş. 1. Kaçma (Toute évasion de cette
était devenu son évangile politique). § Parole prison paraît impossible). 2. mec. Kaçma,
d'Evangile: Tanrı kelâmı, yüzde yüz doğru söz, kurtulma, dışına taşma (Evasion hors de la réalité
doğruluğu üzerinde tartışma yapılmaz söz (Tout par le sommeil. Besoin d'évasion). 3. Kafasını
ce qu'il dit n'est pas parole d'évangile). dinleme, birazcık dinlenme (Ils ne dédaignent pas
évanouir (s') gsz. 1. Yitip gitmek, yok olmak, les livres qui donnent des chances d'évasion). 4.
ortadan çekilmek (Fantôme qui se manifeste et Kaçma; kaçırılma (Evasion des capitaux à
s'évanouit brusquement. Sentiments, souvenirs l'étranger).
qui s'évanouissent). 2. Bayılmak, kendinden
évasivement bel. Kaçamak olarak, kaçamaklı
évêché 560 evhémérisme
lavait les mains au robinet de l'évier). yapmak (Escadre qui évolue). 2. Dönüp d u r m a k ,
evincement er. Bertaraf etme, temizleme, atma, gösteri yapmak, dönüşler yapmak (Danseuse qui
ayağını kaydırma, évolue sur une scène). 3. Doğal akışını, gelişimini
évincer gçl. 1. Malını elinden almak, malından izlemek (Maladie qui évolue). 4. Gelişmek (Il a
etmek. 2. Bertaraf etmek, ayağını kaydırmak, beaucoup évolué. La situation évolue en notre
atmak (Evincer ses adversaires). 3. Evincer qn de faveur). 5. Çeşitli değişikliklere uğramak,
qch: Birini -den atmak, bertaraf etmek, ayağını değişmek, evrimlenmek, evrim göstermek (La
kaydırmak (II est parvenu à l'évincer de cette chirurgie a beaucoup évolué depuis le siècle
place. Evincer un candidat de la liste). 4. Etre dernier. Conception qui évolue. La civilisation
évincé de: -den atılmak, -in dışında bırakılmak (I! évolue sans cesse),
a été évincé de la liste). évolutif, ves. 1. Evrimsel (Mouvement évolutif). 2.
évitable 5. Sakınılabilir, kaçınılabilir, önlenebilir Evrimlenen, çok sık değişen (Maladie évolutive).
(Un danger évitable). 3. Evrim sağlayabilen, evrimleştirici.
évitement er. (Az kullanılır) Sakınma, kaçınma. § évolution diş. 1. (Asker yada donanmada) Manevra
Gare d'évitement: (Demiryollarında) Yan makas, (Les évolutions des troupes au cours d'une
éviter gçl. 1. Sakınmak, kaçınmak (Eviter un bataille. Les évolutions d'un avion au-dessus
évolutionnisme 562 exaltation
exalté, e s. ve ad. 1. Coşkulu, coşkun (Il est trop (Cette réplique le mit au comble de
exalté, une âme exaltée). 2. ad. Çok coşmuş, l'exaspération). 2. (Hastalıkta) Azma,
kendinden geçmiş, gözü dönmüş (Un exalté qui şiddetlenme (Exaspération d'un mal, d'une
harangue la foule). 3. Yoğun, çok yoğunlaşmış, douleur). 3. Yoğunlaşma, artma (Exaspération
taşkın (Sentiments exaltés). d'un sentiment, d'un désir, d'un besoin).
exalter gçl. 1. Yüceltmek, ululamak, göklere exaspérer gçl. 1. Çok kızdırmak, pek
çıkarmak (Exalter les vertus des combattants öfkelendirmek, çileden çıkarmak (I! commence à
morts pour la patrie. Exalter les grands m'exaspérer. Ta paresse m'exaspère). 2.
bienfaiteurs de l'humanité). 2. Yükseltmek, Azdırmak, artırmak, şiddetlendirmek,
yüceltmek (Exalter l'homme). 3. Kendinden yoğunlaştırmak (Exaspérer une douleur, un désir,
geçirmek, başını döndürmek (Une musique qui un sentiment, un besoin). § S'exaspérer: 1.
nous exalte). 4. Coşturmak (Les grandes Kızmak, öfkelenmek, çileden çıkmak. 2. A z m a k ,
aventures exaltent la jeunesse). § S'exalter: şiddetlenmek, artmak yoğunlaşmak. 3.
Coşmak, kendinden geçmek (Il s'exaltait en S'exaspérer de f. qch: -meşine kızmak,
racontant ses exploits). exaucement er. (Bir dilek yada isteği) Kabul etme,
examen er. 1. İnceleme, araştırma (L'examen des yerine getirme (L'exaucement d'une prière, d'un
empreintes digitales. L'examen des documents voeu).
anciens). 2. Muayene (Examen médical, examen exaucer gçl. Kabul etmek, yerine getirmek (Exaucer
sérologique). 3. Yoklama (Examen écrit, examen une prière, un vœu, un souhait, une demande, un
oral). 4. Sınav (Examen d'entrée, examen de fin désir).
d'études. Passer un examen). § Examen de ex cathedra bel. Lat. Bilgin bir tavırla, ders verir
conscience: "Vicdan muhasebesi. Etre collé,
gibi (Parler ex cathedra).
refusé à un examen: Sınavda başarılı sayılmamak,
excavateur, trice ad. Kazı makinası, *kazmaç,
kalmak. Etre reçu à un examen: Sınavda başarılı
*kazar-atar.
sayılmak, geçmek. Faire son examen de
excavation diş. 1. Kazı, kazma (L'excavation d'un
conscience: Vicdan muhasebesi yapmak. Se
puits). 2. Ç u k u r , oyuk (L'excavation produite par
présenter à un examen: Sınava girmek,
une bombe).
examinateur, trice ad. Ayırtman, sınav yapan
excaver gçl. Kazmak (Excaver le sol, le flanc d'un
kimse, "mümeyyiz, coteau).
examiner gçl. 1. İncelemek, araştırmak (Examiner excédant, e s. 1. Çok kızdırıcı, sinirlendirici, illet
les demandes, des documents, une oeuvre edici (Un enfant excédant). 2. Çok yorucu,
littéraire). 2. Muayene etmek (Le médecin öldürücü, bitirici (Un travail excédant).
examine les malades). 3. Yoklamak, sınavdan excédent er. Artan kısım, fazla, artık, fazlalık
geçirmek, -in sınavını yapmak (Le professeur (L'excédent de la production, du budget). § Etre
examine les élèves, le jury examine les candidats). en excédent: Fazla gelmek, fazlası olmak, artmak
4. Süzmek, uzun uzun bakmak, incelemek (Il m'a (Un budget en excédent. Cette année la
examiné de la tête aux pieds.) 5. Examiner qn sur production de blé est en excédent).
qch: Birini -den sorguya çekmek, sınava çekmek excédentaire s. A r t a n , fazla gelen (Une récolte
(L'abbé examina Julien sur la théologie). § excédentaire de blé. Ecouler la production
S'examiner: Kendine uzun uzun bakmak, kendini excédentaire sur les marchés exterieurs).
incelemek (S'examiner dans la glace). excéder gçl. 1. Geçmek, -den fazla olmak (Un
exanthémateux, euse; exanthématique s. hek. appartement dont le prix n'excède pas cent mille
Döküntülü (Eruption, rougeur exanthémateuse, francs. Une durée qui excède dix ans). 2. Aşmak,
typhus exanthématique). sınırını geçmek (Excéder son pouvoir, ses
exanthème er. hek. (Hastalık sırasında derideki) pouvoirs). 3. Kızdırmak, sinirine d o k u n m a k (Sa
Döküntü, kızıl döküntü, présence m'excède). 3. Çok yormak, bitirmek,
exarque er. (Bizans İmparatorluğu döneminde bitkin düşürmek (Ce travail m'a excédé). 4.
Afrika ve ltalya'daki) Genel vali. Excéder qn de qch: Birini -den bitirmek, canını
exaspérant, e s. Çok kızdırıcı, sinirlendirici, çıkarmak (Excéder quelqu'un de fatigue, de
öfkelendirici (Un mutisme exaspérant, un garçon travail, de coups). 5. Etre excédé de qch: -den
exaspérant). bitmek, canı çıkmak (Etre excédé de fatigue, de
exaspération diş. 1. Kızma, sinirlenme, öfkelenme travail). § S'excéder: 1. Çok yorulmak, bitmek,
excellemment 564 excès
bitkin düşmek. 2. S'excéder de qch: -den bitmek, exactement semblables, excepté que celui-ci est
canı çıkmak (S'excéder de fatigue, d'insomnie). plus lourd. Nous avons eu beau temps, excepté
excellemment bel. Çok iyi, eksiksiz, eşsiz bir qu'il a un peu plu vers midi).
biçimde (Vous avez excellemment résumé le excepter gçl. 1. Ayrık tutmak, ayrıklamak, istisna
problème. Il dessine excellemment). etmek (Si l'on excepte une petite partie, la route
excellence diş. 1. Üstünlük, eşsizlik (Grâce à est excellente). 2. Excepter qn, qeh de qch: Birini,
l'excellence de sa vue, il avait remarqué ce détail bir şeyi -in dışında tutmak, -e katmamak, -den
minime. L'excellence d'un vin). 2. Yetkinlik, ayrıklamak, "istisna etmek (On a excepté les chefs
eksiksizlik, "mükemmellik (S'ils connaissent de l'amnistie. Excepter quelqu'un d'un blâme
l'excellence de l'homme, ils en ignorent la collectif). § S'excepter: 1. Kendini katmamak,
corruption). 3. (Büyük harfle) Büyükelçi ve kendini ayrıklamak. 2. S'excepter de qch:
bakanlara verilen ünvan, Sayın Bakan, Sayın Elçi Kendini -in dışında tutmak, -den ayrıklamak.
(Excellence, son Excellence). § Par excellence: En exception diş. 1. Ayrıklık, ayrıksılık, ayrık tutma,
üstün, en üstün derecede; özellikle, her şeyden "istisna (Tout le monde sera soumis au même
önce (Victor Hugo est un écrivain romantique par régime, on ne fera d'exception pour personne). 2.
excellence. Il s'intéresse par excellence à Olağanüstü şey, olağanüstü durum (La neige en
l'histoire). mai est une exception dans cette région. Tribunal
excellent, e s. 1. Üstün, eşsiz, mükemmel (Un d'exception, lois d'exception). 3. huk. Defî;
excellent violoniste). 2. Çok iyi, çok güzel, tadına itiraz; iddia, sav (Exception de contrariété avec la
doyum olmaz (Un vin excellent, ces fruits sont Constitution). § A l'exception de: -in dışında, -
excellents). den başka. Exception faite pour: ...ayrık
excellentissime s. Çok üstün, eşi benzeri tutulacak olursa, "istisna edilirse. Sans exception:
bulunmayan, iyinin iyisi, A y r ı k l a m a y a p m a k s ı z ı n , i s t i s n a s ı z . Faire
exceller gsz. 1. Exceller en qch, dans qch: -de eşsiz exception à qch: -in dışında kalmak, -e "istisna
olmak, çok başarılı olmak (Ce peintre excelle teşkil etmek (Cela fait exception à la règle
dans le portrait. Cet élève excelle en générale). L'exception confirme la règle: Ayrıklık
mathématiques). 2. Exceller à f. qch: -mekten kuralı bozmaz,
eşsiz olmak, -meyi çok iyi becermek, başarmak (11 exceptionnel, le s. 1. Ayrıksı, ayrık, "istisnaî (C'est
excelle à conter des histoires drôles). un cas exceptionnel. Une autorisation
excentrer gçı. Merkezini, eksenini değiştirmek exceptionnelle). 2. Olağanüstü (Des circonstances
(Excentrer une pièce à tourner). exceptionnelles). 3. Beklenmedik (C'est une
excentricité diş. 1. gökb. Dışmerkezlik réussite exceptionnelle). 4. Üstün, eşsiz (César fut
(Excentricité de l'orbite d'une planète). 2. un chef exceptionnel). 5. er. Ayrık durum,
Merkezden uzaklık (L'excentricitéd'un quartier). olağanüstü şey (Le merveilleux n'était pas pour
3. Ayrıksılık, tuhaflık, "acaiplik, "gariplik (Ilfait lui l'epceptionnel, c'était l'état normal).
des excentricités). exceptionnellement bel. 1. "İstisnaî olarak,
excentrique s. 1. "Dışmerkezli, iç içe ama ayrıklama yapılarak (C'est exceptionnellement
merkezleri ayrı (Cercles excentriques). 2. qu'on le reçoit). 2. Olağanüstü, görülmemiş
Merkezden uzak, kenar (Quartiers excentriques derecede, son derece (Il est exceptionnellement
d'une ville). 3. Ayrıksın, t u h a f , "acaip, "garip beau).
(Un homme, une femme excentrique; une toilette excès er. 1. Artıklık, fazlalık; artık, fazla (L'excès
excentrique, danse excentrique). 4. ad. T u h a f , de l'offre sur la demande. Excès d'urée dans le
acaip kimse (C'est un excentrique qui fait tout sang). 2. Aşma, sınırını taşma (Cet acte constitue
autrement que tout le monde). 5. ad. tkz. Kaçık, un excès de pouvoir). 3. Aşırılık (L'excès en tout
dengesiz, bir tahtası eksik, est un défaut. Maintenant, vous tombez dans
excepté e. t . -den başka; -hariç, -in dışında (Il avait l'excès inverse). 4. Taşkınlık, ölçüsüzlük, aşırılık,
tout prévu, excepté ce cas. Tout le monde était aşırı davranış (Les excès des troupes,
content, excepté lui). 2. s. (Ad yada ad soyundan d'occupation). § Excès de pouvoir: huk. Yetki
bir sözcükten sonra geldiğinde) -den başka, -in aşımı. A l'excès: Ölçüsüzce, çok aşırı (Boire à
dışında, "hariç (Eux exceptés, personne n'a l'excès). Avec excès: Ölçüsüzce (H mange, il
entendu parler de cela). 3. Excepté que: bağ. -si dépense avec excès). Sans excès: Aşırılığa
dışında, -mesi hariç (Ces deux paquets sont kaçmadan, ölçülü olarak.
excessif 565 exclusif
excessif, ive s. 1. Aşırı,çok fazla (Un discours d'une karşı kışkırtmak, ayaklandırmak, "tahrik etmek
longueur excessive. Un froid excessif). 2. (L'orateur excitait la foule contre les affameurs).
Ölçüsüz, ölçüyü kaçıran, aşırılığa varan (Parole 5. Coşkulandırmak, "heyecan vermek (Ces
excessive, opinion excessive). 3. Taşkın, lectures l'excitent beaucoup). 6. H o ş u n a gitmek,
ılımlılıktan uzak, aşırı (Les méridionaux sont sarmak (Le travail ne l'excite pas beaucoup). 7.
souvent excessifs. Il a une nature excessive). 4. Cinsel istek uyandırmak, "tahrik etmek (Cette
Çok büyük (I! nous a reçus avec une excessive femme excite tout le monde). 8. Exciter qn à qch:
bonté). Birini -e teşvik etmek (Exciter les gens à la révolte,
excessivement bel. 1. Çok fazla, ölçüsüze, aşırı les mineurs à la débauche). 9. Exciter qn à f. qch:
(Manger excessivement). 2. Pek, çok (Il est Birini -meye teşvik etmek, itmek (L'idée de
excessivement intelligent). d'ouvrir de nouvelles idées l'excitait à travailler
excipergsz. huk. 2. İtiraz etmek. 2. Exciperde qch: davantage). § S'exciter: 1. Kızmak, sinirlenmek.
-i öne sürmek, ileri sürmek (Pour sa défense, il a 2. Cinsel bir istek duymak, "tahrik olmak. 3.
excipé d'un précédent. Exciper de sa bonne foi). S'exciter sur qch: tkz. -den büyük bir parsa
excipient er. İlaçlara kıvam vermek için katılan koparmak, büyük bir çıkar sağlamak,
etkisiz madde, dolgu maddesi, exclamatif, ive s. Ünlemli, haykırışlı (Le ton
exciser gçl. hek. Kesip çıkarmak, kesip almak exclamatif d'une phrase. Proposition
(Exciser une tumeur). exclamative).
excision diş. hek. 1. Kesip çıkarma, kesip alma exclamation diş. 1. Haykırış (La foule poussait des
(L'excision d'un kyste). 2. Kadın sünneti (Rites exclamations de joie). 2. Ünlem (Point
d'excision). d'exclamation: Ünlem imi).
excitabilité rf/;. biy. 1. Uyanlganhk, uyanlabilirlik. exclamer (s') gsz. 1. Haykırmak, -diye bağırmak (I!
2. Alınganlık, tezkızarlık. s'exclama soudain: J'ai compris). 2. S'exclamer
excitable s. biy. 1. Uyarılgan, uyarılır, uyanlabilir. de:-den haykırmak .bağırmak (S'exclamer de joie,
2. mec. Alıngan, tez kızan (Quand les hommes d'admiration).
sont trop malheureux, ils deviennent excitables). exclure gçl. 1. Hesaptan çıkarmak, bir yana a t m a k ,
excitant, e 5. hek. 1. Uyarıcı (Le café est excitant). ihmal etmek, düşünmemek (J'exclus votre
2. İsteklendirici, coşku verici, istek uyandırıcı, participation à cette affaire. On ne peut pas
"tahrik edici (Une femme excitante, une beauté exclure l'hypothèse d'un suicide). 2. -i ortadan
excitante). 3. er. Uyarıcı ilaç (Prendre, absorber kaldırmak, -i reddetmek, engellemek, önlemek, -e
un excitant). engel olmak (Le refus de cette condition exclut
toute possiblité d'accord). 2. Exclure qn, qch de
excitateur, trice ad. 1. Kışkırtıcı, kızıştırıcı
qch: Birini, birşeyi -den çıkarmak, atmak,
(Excitateur de troubles), 2. fiz. Boşaltan,
kovmak, dışarı atmak (Exclure les perturbateurs
excitation diş. 1. Uyarma (Le stimulus est la cause
de ta salle, exclure un élève de l'école, exclure
physique de l'excitation). 2. Excitation à qch: -e
quelqu'un d'un syndicat, d'un parti). § S'exclure:
kışkırtma, tahrik, "teşvik (Excitation des
Birbiriyle bağdaşmamak, uyuşmamak, birbirine
militaires à la désobéissance. Excitaiton à la
ters düşmek (Deux idées qui s'excluent. Actions
haine, à la violence). 3. Çağırma, isteklendirıne,
qui s'excluent l'une l'autre).
yüreklendirme, itme, "teşvik (Excitation au
exclusif, ive s. 1. (Bir kimseyi) Yerinden
travail, à l'action). 4. Coşturma, kızıştırma,
çıkarabilici, yerinden atabilici, kovabilici (Le
azdırma, istek uyandırma, "tahrik (Excitation
directeur a un droit exclusif). 2. Bir tek kişi yada
sexuelle). 5. Kızma, kızgınlık (Son excitation se
topluluğa ait (Privilèges exclusifs, droits
lisait sur son visage). § Excitation de Hertz: fiz.
exclusifs). 3. Tekelci, tekelde olan, tekelden
Hertz titreşim üreteci,
(L'Etat se réserve le droit exclusif de vendre le
excité, es. i. Sinirlenmiş, kızmış, kızgın (Ilétait 1res
tabac). 4. Yalnız bir firmanın yapıp satabildiği
excité). 2. ad. Kudurmuş, gözü dönmüş (Une
(Modèle exclusif). 5. Kesin, ödün vermez (C'est
bande d'éxcités. Un excité).
un homme très exclusif dans ses goûts). 6. Sırf,
exciter gçl. 1. Uyarmak (Exciter les nerfs). 2.
yalnız, salt, bir tek (On m'a envoyé ici avec la
Kızdırmak, takılmak (Exciter un chien pour le
mission exclusive de m'informer de cette
faire aboyer). 3. Doğurmak, uyandırmak, yol
question). 7. Özel, ayrı, hepsinden ayrı (En
açmak (Sa richesse excitait la jalousie de ses
matière d'art, il porte un intérêt exclusif à la
voisins. Exciter l'appétit). 4. Exciter contre: -e
exclusion 566 exécrer
sevmemek (Exécrer te style d'un auteur, une Homme d'exécution: Tuttuğunu koparan kimse,
odeur, un homme). eline aldığı şeyi başaran kimse,
exécutable 5. Gerçekleştirilebilir, uygulanabilir exécutoire s. huk. 1. İcraya konulabilen (Force
(Plan, projet exécutable). exécutoire d'un acte). 2. İcra h ü k m ü ,
exécutant, e ad. 1. Uygulayıcı, °icracı (Ce n 'est pas exégèse diş. Metin yorumlaması; yorum, y o r m a ,
un créateur, mais un simple exécutant). 2. çözme, çözümleme (Exégèse biblique, exégèse
(Müzikte) Çalan, söyleyen, icracı, icra eden (Un littéraire, historique). § Faire l'exégèse de qch: -i
orchestre de cinquante exécutants. C'est un yorumlamak, çözmek, -in yorumunu yapmak
grand compositeur, mais un médiocre (Faire l'exégèse d'un discours politique, d'une
exécutant). dépêche diplomatique).
exécuter gçl. 1. Yapmak, gerçekleştirmek, yerine exégète er. Yorumcu (Un passage de Platon qui a
getirmek (Exécuter un projet, un plan, un déconcerté les exégètes).
ordre). 2. Uygulamak (Exécuter la loi). 3. müz. exégétique s. Yorumlu, yorumlamalı, yorumsal
Çalmak, icra etmek (Exécuter un morceau de (Une analyse exégétique. Méthode exégétique).
musique. L'orchestre a exécuté la sixième exemplaire s. 1. Örnek, örnek olabilen, örnek
symphonie de Beethoven). 4. huk. Çektirmek, gösterilen (Père, mère, épouse exemplaire). 2.
"infaz etmek (Exécuter une peine). 5. ask. Zor Ders olsun diye yapılan, ibretlik (Châtiment
altında tutmak, ezmek (Exécuter un peuple, une exemplaire).
colonie). 6. Exécuter qn: a) -in ölüm cezasını exemplaire er. 1. Nüsha, kopya (Imprimer, tirer
uygulamak, -i idam etmek, kurşuna dizmek, un livre à dix mille exemplaires. Exemplaire
kafasını kesmek (Exécuter un condamné), b) -in unique. Les exemplaires d'une gravure). 2.
malını icra eliyle sattırmak (Exécuter un Örnek, örneklik (Je conseille à cet auteur de se
débiteur), c) ö l d ü r m e k (Bandits qui exécutent un choisir pour exemplaire ces sortes d'ouvrages.
mouchard), d) mec. Suçlu bulmak, suçlamak, De beaux exemplaires d'une plante).
mahkûm etmek (Exécuter un auteur), e) (Spor) exemplairement bel. 1. Örnek olacak şekilde,
Yenmek (Il a exécuté le boxeur anglais en deux örnek gösterilecek biçimde (Vivre
rounds). § S'exécuter: 1. Borcunu, ödevini exemplairement). 2. İbret olsun diye (Il a été
yerine getirmek. 2. Karar vermek (Je lui ai piré puni exemplairement).
de m'aider, il s'est exécuté sans trop se faire exemple er. 1. Örnek, "misal (Donnez-moi un
prier). exemple. Voici un exemple de sa bêtise). 2.
exécuteur, trice s. ve ad. Yapan, yerine getiren, Örneklik, "eşantiyon, "model (Ce garçon est
gerçekleştiren, uygulayan (Le prince est l'exemple du bon élève). 3. Örnek olarak seçilen
l'exécuteur de la loi de Dieu. La puissance parça, tümce yada sözcük (Exemples tirés de
exécutrice). § Exécuteur des hautes œuvres: bons auteurs. Exemple de grammaire). § A
Cellat. Exécuteur testamentaire: Bir vasiyeti l'exemple de: Gibi, -örneği, "misillû (Agir à
yerine getirmek üzere vasiyeti yapanın gösterdiği l'exemple de son père). Par exemple: 1. ö r n e ğ i n ,
kimse. meselâ (Dans ce pays la vie est très bon marché,
exécutif, ive s. 1. Yasaları yürüten, yürütücü, par exemple, une paire de chaussures coûte
yürütmeye değgin, "icraî (Le pouvoir exécutif: moitié moins cher qu'ici). 2. Yalnız, ne var ki
Yürütme gücü). 2. er. huk. Yürütme gücü. (On mange très bien dans ce petit restaurant; pqr
exécution dis. 1- Uygulama, yerine getirme exemple, il ne faut pas être pressé). 3. (Ünlem
(L'exécution d'un projet, d'une loi, d'un ordre). olarak) Bak sen, olur şey değil, bu da nesi! (Par
2. Yapma, yapım (L'exécution d'un pont, d'une exemple, je ne m'attendais pas à cela! Ah ça! par
statue). 3. müzik. Çalma, yorumlama, icra exemple, il ne l'emportera pas en paradis!). P o u r
(L'exécution d'un morceau, d'une symphonie). l'exemple: Ders olsun diye, ibret olsun diye
4. ask. Ordu tarafından bir yer halkının zor (Punir, châtier un homme pour l'exemple). Sans
altında tutulması. 5. İcra yoluyla malını exemple: Eşsiz, eşi benzeri görülmemiş (Une
sattırma (Exécution d'un débiteur). 6. huk. aventure sans exemple). Citer qn, qch en
Çektirim, infaz (L'exécution d'un jugement, exemple: -i örnek olarak göstermek. Donner
d'une peine capitale). 7. huk. İdam etme, l'exemple de qch: -i ilk olarak yapmak, örnek
öldürme, asma (L'exécution d'un condamné). § olarak yapıp göstermek. Prendre exemple sur: -i
Exécution militaire: huk. Kurşuna dizme. kendine örnek almak (Prenez exemple sur
exemplification 568 exhaustif
votre frère). Suivre l'exemple de qn: -e homme. Sa manie s'exerçait sur les autres).
öykünmek, -in yolundan gitmek. Servir exercice er. 1. Alıştırma, temrin, çalışma, "egzersiz
d'exemple à: -e örnek olmak, örneklik etmek, (Exercices de traduction, exercice du fusil.
exemplification diş. Örnekleme, L'exercice des jambes, de la mémoire). 2.
exemplifier gçl. Örneklemek, örneklerle süslemek, Yapma, etme, uygulama, "icra etme (Se livrer à
exempt, e s. Exempt de: 1. -den " m u a f , bağışık (I! l'exercice de la médecine. L'exercice du pouvoir
est exempt du service militaire. Un soldat exempt l'a rendu autoritaire). 3. Beden eğitimi,
de corvée. Etre exempt d'impôt. Une revue cimnastik (Le médecin lui a recommandé de faire
exempte de timbre). 2. -den uzak, "masun (On un peu d'exercice). 4. Kullanma (L'exercice d'un
n'est jamais exempt d'un accident. Un métier droit). 5. (Bütçenin) Uygulanma süresi, bütçe
exempt de risques). dönemi (L'exercice budgétaire ne coïncide pas
exempter gçl. Exempter qn de qch: 1. Birini -den avec l'année budgétaire). 6. Talim (l es soldats
muaf t u t m a k , bağışık tutmak (Exempter un vont à l'exercice. Le lieutenant fait faire
jeune homme du service militaire. Exempter les l'exercice à sa section).
petits salaires d'impôt). 2. -den kurtarmak, exerciseur er. Cimnastik aleti,
k o r u m a k , uzaklaştırmak (Son goût du travail exérèse diş. hek. Çıkarıp alma, kesip alma
l'exemptait de la paresse). (L'exérèse d'une tumeur).
exemption diş. Bağışıklık, bağışık tutulma, exergue er. 1. Madalyanın yazı yada tarih yeri. 2.
"muaflık, "muafiyet (Exemption d'impôt, de mec. Ad, başlık (Mettre un proverbe en exergue
service militaire. Demander une exemption). à un texte).
exequatur er. Lat. 1. Konsoloslara gittikleri exfoliation diş. Pul pul dökülme, yaprak yaprak
ülkelerce verilen çalışma izni. 2. Bir yabancı dökülme (Exfoliation de l'écorce d'un arbre). 2.
mahkemece verilen kararın yürütülmesini hek. Ölü dokuların yaprak yaprak düşmesi,
onaylamak için kullanılan formül; "tenfiz exfolier gçl. 1. (Bir bitkinin) Yapraklarını
kararları. koparmak. 2. Yaprak yaprak dilmek (Exfolier
exercé, e s. Yatkın, ustalaşmış, usta, becerikli (Une une pierre, un tronc d'arbre). § S'exfolier:
fausse note qui n'échappe pas à une oreille Yaprak yaprak dökülmek, kabuk atmak, pul pul
exercée. Il a une main exercée. L'oeil exercé d'un dökülmek.
observateur). exhalaison diş. Bir yer yada cisimden çıkan gaz,
exercer gçl. 1. Yetiştirmek, çalıştırmak, alıştırma buhar, koku gibi şeyler, yayıntı (Exhalaisons
yaptırmak, alıştırmak (Exercer des soldats. odorantes).
Exercer le corps, la mémoire). 2. Yapmak, exhalation diş. 1. (Koku, gaz vb) Çıkarma, yayma.
etmek, icra etmek (Excercer un commerce, un 2. hek. Solurken b u h a r ç ı k a r m a ,
métier, la médecine). 3. Yerine getirmek, "ifa exhaler gçl. 1. Çıkarmak, yaymak (Exhaler une
etmek (Exercer ses fonctions). 4. Denemek, odeur, un parfum délicat, une vapeur légère;
sınamak, sınamadan geçirmek (Il veut exercer exhaler une fraîcheur, une chaleur, un son). 2.
ma patience). 5. Kullanmak (Exercer son Ortaya vurmak, dile getirmek (Exhaler sa
autroité, son pouvoir, son droit, un privilège). 6. mauvaise humeur, ses regrets, ses plaintes). §
exercer qn à qch: Birini -e çalıştırmak, alıştırmak, S'exhaler: 1. Çıkmak, yayılmak (Fumées,
yetiştirmek (Le professeur exerce ses vapeurs qui s'exhalent). 2. S'exhaler de: -den
élèves à la conversation en anglais. Exercer un çıkmak, yayılmak (Une odeur de moisi s'exhale
jeune homme à la boxe). 7. Exercer qn à f. qch: du soupirail).
Birini -meye çalıştırmak, alıştırmak (Exercer un exhaussement er. Yükselme, yükseltme
chien à apporter le gibier). § S'exercer: 1. (Exhaussement d'un mur, d'un édifice).
Egzersiz yapmak, çalışma yapmak (Le bon exhausser gçl 1. Yükseltmek (Exhausser un mur,
pianiste s'exerce tous les jours). 2. S'exercer à une digue). 2. Exhausser qch de...: Bir şeyi...
qch: -çalışmak (S'exercer au piano, au violon). kadar yükseltmek, -lik yükseltmek (Exhausser
3. S'exercer à f. qch: -meyi öğrenmek, -meye une maison de trois étages). 3. mec. Yüceltmek,
alışmaya çalışmak (Je m'exerce à respecter yükseltmek (La douleur exhausse les âmes en les
strictement l'horaire que je me suis imposé). 4. épurant).
S'exercer sur, contre: -de kendini göstermek (La exhaustif, ive s. T a m a m , eksiksiz (Une étude
malignité publique s'est exercée contre le pauvre exhaustive, liste exhaustive).
exhaustion 569 existant
existants). 2. Var olan (Une chose existante). 3. exophtalmie diş. hek. Göz yuvasının dışarıya
ad. Canlı varlık, yaşayan varlık (Tout existant doğru çıkması, göz fırlaması,
naît sans raison et meurt par rencontre). 4. er. exorbitant, es. 1. Pek aşırı, sınırı aşan, çok
Mevcut para yada eşya, mevcut (Existant en ölçüsüz (Prix exorbitants, sommes exorbitantes,
portefeuille, en magasin). prétentions exorbitantes). 2. Yasasız, usulsuz,
existence diş. 1. fels. Varoluş. 2. Varlık, yolsuz (Privilèges exorbitants).
"mevcudiyet (J'avais oublié votre existence. exorbité, e s. Yuvalarından fırlamış (Les yeux
Déceler l'existence d'une tumeur. Ouvrage sur exorbités).
l'existence de Dieu). 3. Yaşam, "hayat; yaşantı, exorcisation diş. Dualar okuyup şeytan yada
yaşama biçimi (Mener une existence misérable. cinsleri kovma,
Changer d'existence en se mariant). 4. Canlı exorciser gçl. 1. Dualar okuyarak yada kilisede
varlık, yaşayan kimse, kişi (Il n'y a vraiment que yapılan ayinlerle bir kimsenin bedenine girdiği
le mariage pour unir deux existences). sanılan şeytanları yada cinleri kovmak
existentialisme er. fels. Varoluşçuluk, (Exorciser un demon). 2. Başından atmak -den
existentialiste s. ve ad. fels. Varoluşçu, kurtulmak (Exorciser un mal, un démon. Un
existentiel, le s. Varlığa değgin; varoluşa değgin, gouvernement qui s'efforce d'exorciser
exister 1. Var olmak, mevcut olmak (L'année l'inflation).
dernière cette maison n'existait pas. Cette plante exorcisme er. 1. Şeytan yada cinleri kovmak için
existe en Turquie aussi). 2. Yaşamak (Depuis okunan dua ve yapılan âyin; büyü. 2. mec. Bir
qu 'il existe, cet homme n 'a connu que la misère. sıkıntı yada belâdan kurtulma yolu, kurtuluş (II
Pour les arbres, exister c'est durer). 3. Değer espérait trouver dans la tendresse le seul
taşımak, önemi olmak (Sesprojets sont à longue exorcisme efficace).
échéance, pour lui le temps n'existe pas). exorde er. 1. (Bir söylevde) Söz başı. 2. Başlangıç,
ex-libris er. Lat. Bir kitaba, iyesinin kim olduğunu
konuya giriş,
belirtmek üzere vurulan marka (Collection d'ex-
exoréique s. coğr. Akışlı; akarsuları denize
libris).
ulaşabilen (Région exoréique: Akışlı bölge).
exocarpe diş. bitb. Dışkabuk. exosmose diş. fiz. bitb. Dışa geçişme, içten dışa
exocet er. hayb. Uçanbalık. geçişme.
exode er. 1. (Büyük harfle) tsrailoğullarının exotériqne s. fels. Dışrak, "alenî, genel ve herkesin
Mısır'dan göçü. 2. Toptan göç (On appelle olabilen,
"exode rural" l'émigration des ruraux vers les exothermique s. kim. Isıveren,
villes. L'exode des citadins en été). exotique 5. Ülke işi olmayan, dış ülkelerle ilgili
exoderme er. anat. Dışderi. bulunan, eldışı, *yabancıl, *yabansıl (Plantes
ex officio bel. lat. Re'sen. exotiques, danses exotiques, roman exotique).
exogamie diş. Dıştan evlenme; evlenecek exotisme er. Eldışılık, "yabancıllık, *yabansilhk.
kimsenin, eşini, üyesi bulunduğu topluluğun expansibilité diş.fız. Genleşirlik, genişleyebilirlik.
dışından seçmesi kuralım temel alan evlilik expansible s. fız. Genleşir, genişleyebilir (Les gaz
düzeni. sont expansibles•).
exomorphisme er. yerb. Dışbaşkalaşım. expansif, ive s. fız. 1. Genleşici (La force expansive
exondation diş. exondement er. Sel sularının de la vapeur). 2. Açık yürekli (Un homme
çekilmesi (Exondation des champs). expansif. Il est d'un naturel expansif). 3.
exonder (s')gsz.Selsularından kurtulmak (Champs Duygularını gizlemeyen, yüreği avucunda.
qui s'exondent). expansion diş. 1. fiz. Genleşme, hacmi büyüme
exonération diş. Bağışık tutma, bağışık tutulma; (Expansion d'un gaz par élévation de la
bağışıklık, "muafiyet (Exonération fiscale; température). 2. Yayılma, yayılım (La politique
obtenir une exonération d'impôt). d'expansion). 3. Gelişme, büyüme (Une
exonérer gçl. 1. Vergiden bağışık tutmak, vergi dışı industrie en pleine expansion. L'expansion d'une
bırakmak (Exonérer un contribuable, certaines ville, d'une économie). 4. mec. Açılma, içini
marchandises, certains revenus). 2. Exonérer qn, dökme, derdini söyleme (Besoin d'expansion).
qch de qch: -den bağışık tutmak (Exonérer un expansionnisme er. "Yayılımcılık.
étudiant des droits d'inscription. Exonérer expansionniste ad. 1. Yayılma politikası güden,
certains articles de la taxe). •yayılımcı; emperyalist. 2. s. Yayılımcı;
expatriation 571 expérimenter
qui expérimente sans cesse). expirer gçl. 1. Soluk vermek; soluğuyla dışarı
expert, e s. 1. Yetişmiş, eli uz, usta (Un ouvrier çıkarmak (Expirer de l'air vicié. Les chevaux
expert). 2. Expert en, dans qch: -de usta, yetkili, expiraient par les nasaux une vapeur blanche). 2.
uzman (Il est expert dans cet art, dans cette gsz. Ölmek, son soluğunu vermek (H est sur le
science). 3. Expert à f. qch: -mekte usta (Il est point d'expirer). 3. gsz. Sona ermek, süresi
expert à manier l'épée). bitmek (Mon passeport expire le 15 septembre. Il
expert er. Uzman, bilirkişi (Expert assermenté près nous a accordé un délai qui expire après
les tribunaux. Consulter un expert. La demain).
compagnie d'assurance a envoyé un expert pour explétif,ive s. dilb. Anlatımın gücünü artırmak için
estimer les dégâts). § A dire d'expert: 1. söze katılan ama anlam bakımından zorunlu
Bilirkişilerin dediğine göre. 2. Kesin olarak, olmayan, zorunsuz (sözcük), kıtık,
expertement bel. Ustaca, beceriklilikle, explicable 5. 1. Açıklanabilir (Une erreur
expertise diş. 1. Bilirkişi incelemesi (L'expertise a explicable par ta fatigue de l'ouvrier). 2. Nedeni
établi que ce tableau est une copie). 2. Bilirkişi anlaşılabilir, pek haklı (Il en a éprouvé un dépit
raporu (Evaluation d'un dommage par expertise. bien explicable).
Jugement ordonnant l'expertise). explicatif, ive 5. Açıklayıcı (Note explicative jointe
expertiser gçl. 1. Bilirkişiye baktırmak, bilirkişiye à un appareil).
havale etmek (Expertiser les dégâts). 2. Değer explication diş. 1. Açıklama (Explication de texte.
biçmek, değerini saptamak (Faire expertiser un Explication jointe à un texte). 2. Yorum (La
tableau, des meubles). fameuse explication des songes de Pharaon). 3.
expiation diş. 1. (Eski) Tanrıların öfkesini Neden, "sebep (Quelle est l'explication de ce
yatıştırmak için düzenlenen adak sunma töreni. retard dans le courrier'/). 4. Açıklama, açıklayıcı
2. Ceza (La justice lui a infligé une lourde bilgi, "izahat (Exiger une explication. Il m'a
expiation de ce moment d'égarement). 3. Günah demandé des explications sur le congrès. Je n 'ai
ödeme, "kefaret, cezasını çekme (Le remords pas d'explication à te donner). 5. Tartışma,
d'une faute entraîne un désir d'expiation). 4. "münakaşa (Comme chaque fois qu'il doit y
G ü n a h ödemek için verilen yada yapılan şey, avoir une explication entre nous, j'ai commencé
bedel, karşılık. § En expiation de: -in "kefareti par faire sortir les enfants). § Avoir une
olarak, -in bedeli olarak, karşılığı olarak (Il se explication avec qn: 1. Biriyle görülecek hesabı
consacre aux oeuvres charitables en expiation de olmak, -den soracak hesabı bulunmak. 2. Biriyle
ses fautes passées. Châtiment infligé en expiation tartışmak, ağız kavgası etmek,
d'un crime). explicites. 1. Belli, açık, aydınlık (Le texte de ta loi
expiatoire s. G ü n a h ödeyici (La messe est un est très explicite sur ce point. Parler en termes
sacrifice expiatoire). explicites). 2. fels. Belirtik, "sarih,
expier gçl. 1. (Bir suçu, bir günahı) Ödemek, explicitement bel. Açıkça, açık açık (1! a formulé
kefaretini ödemek (Un assassin qui expie son sa demande explicitement).
crime par la prison perpétuelle). 2. (Bir şeyin) expliciter gçl. Açıkça bildirmek, kesin olarak
Cezasını çekmek (H expie ses imprudences). belirtmek (Expliciter une interdiction, une
expirant, e s. 1. Can veren, can vermek üzere olan, condition).
ölmek üzere, can çekişen (Un malade expirant. expliquer gçl. 1. Açıklamak (Expliquer un texte
S'efforcer de ranimer une industrie expirante). 2. difficile, un théorème). 2. Yorumlamak
Bitkin, ölgün, ölümsek (Il m'a répondu d'une (Expliquer un rêve, une énigme, un symbole). 3.
voix expirante). Expliquer qch à qn: Bir şeyi birine anlatmak
expirateur s. ve er. anat. Soluk verici, soluk göstermek, ayrıntılarıyla açıklamak (Expliquer
sağlayıcı (Muscles expirateurs). ses projets, ses pensées à ses supérieurs.
expiration diş. 1. Soluk verme (Inspiration et Expliquer à quelqu'un le maniement d'une
expiration). 2. Sona erme, bitme; süre bitimi voiture, les règles d'un jeu). 4. Söylemek,
(L'expiration d'un bail, d'un mandat, d'une bildirmek (Expliquez-lui que nous comptons sur
trêve). § A l'expiration de: -in bitiminde, sona lui). 5. Haklı göstermek, nedeni olmak (Un goût
erdiğinde (A l'expiration de son bail, il est de la vérité qui explique le pessimisme des
menacé d'expulsion). Venir à expiration: Sona dernières années de sa vie. La difficulté des
ermek, süresi bitmek. travaux explique le coût de l'opération). §
exploit 573 explosion
S'extasier sur qch: -e hayran kalmak, karşısında commerce extérieur). 2. Extérieur à qch: -in
kendinden geçmek (S'extasier sur l'éclat d'un dışında kalan (Des considérations extérieures au
bijou, sur l'interprétation d'une symphonie). sujet). 3. Yapmacık, dıştan, içtenlikten uzak
extatique s. 1. Esrimeye değgin, °vecdi, esrimeyi (Une pitié tout extérieure).
andıran (Une attitude extatique). 2. Esritici, extérieur er. 1. Dış (L'extérieur et l'intérieur.
kendinden geçirici, hayran bırakıcı (Un regard L'extérieur délabré d'une maison). 2. Dış
extatique). 3. Esrik, kendinden geçmiş (Une görünüş, görünüş (Cet homme a un extérieur
personne extatique). agréable). 3. Dış ülkeler, yabancı ülkeler
extemporané, e s. hek. i . Önceden hazırlanmış (Relations avec l'extérieur). 4. (Sinema) Dış
(Médicament extemporané). 2. O anda yapılan çekim, dışarda çekilen sahneler, açık havada
(Analyse extemporanée, au cours d'une yapılan çekimler (Les extérieurs de ce film ont
opération). été réalisés à Istanbul). 5. Kılık, giyim (Il a un
extemporanément bel. O anda; hemen, derhal extérieur négligé). § A l'extérieur: Dışarda
(Médicament à administrer cxteinponménwiit). (Rentrez les chaises dans les maisons, ne les
extenseur s. ve ad. biy. i . Açıcı, uzatıcı, laissez pas à l'extérieur). A l'extérieur de: -in
gerginleştirici (Muscle extenseur). 2. er. dışında (Terrains vagues à l'extérieur de la ville).
(Cimnastik âleti) Yay. extérieurement bel. 1. Dıştan (La maison est très
extensibilité diş. Uzayabilirlik, gerilebilirlik jolie extérieurement). 2. Görünüşte
(Extensibilité de certains métaux, de fibres (Extérieurement il parait gai).
végétales). extériorisation diş. Dışa vurma, »dışavurum, dile
extensible s. Uzayabilir, gerilebilir, yayılabilir (Le getirme (L'extériorisation d'un sentiment,
caoutchouc est extensible). l'extériorisation des aspirations intimes).
extensif, ive s. 1. Uzatıcı, gerginleştirici, yayıcı extérioriser gçl. Dışa vurmak, açığa vurmak,
(Force extensive). 2. Yaygın, geniş ölçüde •dışavurumlamak, dile getirmek (Extérioriserses
yapılan (La culture extensive). 3. dilb. sentiments, sa joie, sa douleur). § S'extérioriser:
Genişlemiş (Sens extensif d'un mot). Açığa vurulmak, dışa vurulmak, dile getirilmek
extension diş. 1. Uzama, uzatma; germe, gerilme; (Sa colère ne s'extériorise pas).
yayma, yayılma (L'extension des muscles, des extériorité diş. Dışta oluş *dışardalık, »dıştalık.
jambes). 2. A r t m a , artırma (Le directeur a exterminateur, trice s. ve ad. Yok edici, kökünü
obtenu du conseil d'administration une kazıyıcı, öldürücü (Des représailles
extension de ses pouvoirs). 3. dilb. Genişleme exterminatrices. L'ange exterminateur: Ölüm
(Extension de sens, extension sémentique: meleği).
Anlam genişlemesi). 4. Gelişme, büyüme, extermination diş. Yok etme, kökünü kazıma; yok
yayılma (Cette industrie a maintenant une olma, kökü kazınma, °mahv (L'extermination
extension considérable). d'un peuple, d'une race).
exténuant, e s. Çok yorucu, bitirici,öldürücü, exterminer gçl. 1. Yok etmek, kökünü kazımak,
bitkin düşürücü (Un travail exténuant, des "mahvetmek (Exterminer les rats, un peuple, une
efforts exténuants). race). 2. mec. şaka. Gebertmek, öldürmek,
exténuation diş. Çok yorulma, çok yorma; canına okumak (Je vais l'exterminer!). §
bitkinleşme, bitkinleştirme; bitkinlik, S'exterminer à f. qch: tkz. -mekten canı çıkmak,
dermansızlık (Poursuivre son effort jusqu'à gebermek (Il s'exterminait à travailler).
complète exténuation. Etat d'exténuation). externat er. 1. Yatısız okul, gündüzlü okul. 2.
exténuer gçl. 1. Bitkin düşürmek, bitkinleştirmek, Gündüzlülük, yansızlık. 3. (Hastanelerde)
çok yormak (Cette longue marche l'avait Yatısız hekimlik öğrenciliği,
exténué. Ce lourd travail m'exténue). 2. Etre externe s. 1. Dış, dıştaki (La face interne et lafac
exténué de qch: -den bitmek, bitkin düşmek, externe d'un couvercle. L'angle externe. Le
canı çıkmak (Je suis exténué de fatigue). § causes externes d'une maladie). 2. Dışarda
S'exténuer: 1. Bitkin düşmek, bitmek, canı (Médicament pour l'usage externe. 3. ad. Yatısı
çıkmak. 2. S'exténuer à f. qch: -mekten canı öğrenci, gündüzlü. 4. (Hastanelerde) Yatısı
çıkmak, bitkin düşmek (S'exténuer à crier). genç hekim.
extérieur, »s. 1. Dış (Escalier extérieur, la exterritorialité diş. Ülke dışı sayılırlık, diplomati
politique extérieure, le monde extérieur, le dokunulmazlık (Privilèges d'exterritorialité).
extincteur 577 extraordinaire
extincteur, trice s. 1. Yangın söndürücü (Un extraction diş. 1. Söküp çıkarma, çekip çıkarma
produit extincteur, un appareil extincteur). 2. er. (L'extraction d'une dent). 2. Çıkarmak
Yangın söndürme âleti (Un extincteur à mousse (Extraction du sable de rivière, extraction de la
carbonique). houille). 3. mat. Kök alma (Extraction de la
extinction diş. 1. Söndürme, sönme (Extinction racine carrée, de la racine cubique). 4. Soy, soy
d'un feu, d'un incendie). 2. Yok olma, sönüp sop, "sülâle (Il cache son extraction. Etre de
gitme (Extinction d'une race, d'une famille). 3. haute extraction, de basse extraction). S. kim.
Zayıflama, azalma, bitme (L'extinction de Çekme, ayırma (Extraction d'une essence par
l'enthousiasme, du génie créateur). distillation).
extinguible s. Söndürülebilir, sönebilir, extrader gçl. (Yabancı suçluyu) Geri vermek, geri
extirpable s. Çıkarılıp alınabilir, kökü kazınabilir göndermek (Extrader un assassin).
(Tumeur facilement extirpable). extradition diş. Suçluların geri verilmesi, "iadei
extirpateur er. 1. (Bir hastalık yada yolsuzluğun) mücrümin.
Kökünü kazıyıcı. 2. (Zararlı otları yolmak için) extra-fin, e s. 1. Çok ince, çok küçük (Aiguilles
Kökleme pulluğu, extra-fines). 2. Çok üstün (Qualité extra-fine.
extirpation diş. 1. Kökünü kazıma, yok etme Chocolats extra-fins).
(L'extirpation des abus). 2. Kökünden sökme, extra-fort, e s. 1. Çok sert, çok acı (Moutarde
temizleme (L'extirpation des mauvaises herbes). extra-forte). 2. er. Kenar şeridi, "ekstrafor
3. hek. Kökünden çıkarıp alma (L'extirpation (Extra-fort en soie).
d'un polype). extraire gçl. 1. Çekmek, elde etmek (Extraire un
extirper gçl. 1. Köküyle birlikte sökmek, kökünü gaz par distillation. Extraire l'essence des fleurs).
kazımak, temizlemek (Extirper les abus, les 2. mat. Hesaplamak, almak (Extraire la racine
vices, les préjugés. Extirper les mauvaises carrée, la racine cubique d'un nombre). 3.
herbes). 3. Çıkarıp almak (Extirper une tumeur). Özetlemek (Extraire la quintessence d'un long
4. Extirper qn de: tkz. Birini -den zorla çekip traité). 4. Extraire qch de qch: Bir şeyi -den
çıkarmak (Extirper un paresseux de son lit). 5. çıkarmak, almak (Extraire la houille d'une mine.
Extirper qch à qn: Bir şeyi birinden güçlükle Extraire des passages de plusieurs ouvrages.
almak, elde etmek, koparmak (Extirper un Extraire le jus d'un fruit). 5. Extraire qch à qn:
renseignement à un agent). Bir şeyi -in ağzından almak (Il voulait lui extraire
extorquer gçl. Extorquer qch à qn: Bir şeyi ses secrets). 6. Extraire qn de qch: Birini -den
birinden zorla almak, koparmak (Extorquer de çıkarmak, kurtarmak (Extraire les cadavres et les
l'argent aux parents d'un enfant). blessés de dessous les décombres).
extorqueur, euse ad. Zorba, bir şeyi zorbalıkla elde extrait er. 1. Öz, "ruh (Extrait de lavande, de
eden. quinquina). 2. "Hülâsa, *özüt (Extrait de
extorsion diş. Zorbalıkla alma, koparma viande). 3. Özet (Lire quelques extraits d'un
(L'extorsion d'une signature, d'un ouvrage pour en avoir une idée. Donner l'extrait
consentement). d'un discours). 4. Seçme parçalar, seçmeler
extra er. 1. Olağandışı yemek (Nous allons faire un (Extraits de Rousseau à l'usage des classes.
petit extra, nous dînerons au Champagne. Il avait Extraits des poètes du XV ème siècle). 5. Suret,
fait un extra pour accueillir ses invités). 2. Fazla kopya (Extrait de naissance: Nüfus cüzdanı
çalışma, ek çalışma, fazla "mesai (Un ouvrier sureti. Extrait mortuaire: ölüm bildirimi sureti.
peintre qui fait des extra le samedi chez des Extrait de mariage: Evlenme cüzdanı sureti).
particuliers). 3. Geçici bir süre için alınan extrajudiciaire s. Mahkeme kararı olmadan
yardımcı, hizmetçi (Les jours de réception, la yapılan, yargı dışı.
maîtresse de maison engage un extra). extra-légal, e s. Yasa dışı.
extracteur er. (Silâhlarda) Kovanı geri çekme extra-muros bel. ve s. Kent dışı (Une promenade
düzeni. extra-muros).
extractible s. Çıkarılabilir (Graisse extractible par extranéité diş. Bir yabancının belli bir ülkedeki
l'éther). hukuksal durumu,
exlraclif, ive s. Çıkarıcı (Machine extractive). § extraordinaire s. 1. Olağanüstü (Prendre des
Industrie extractive: Maden zenginliklerini mesures extraordinaires. Une beauté
işleyen sanayi, maden çıkarma sanayii. extraordinaire, des qualités extraordinaires). 2.
extraordinairement 578 eyra
Olağandışı, alışılmamış, görülmemiş (Il n'a pas extrêmement bel. Son derece, pek, çok (Une
eu une seule belle journée dans le mois d'août, opération extrêmement difficile. Cet incident me
c'est un fait extraordinaire dans cette région). 3. contrarie extrêmement).
İnanılmayacak, şaşılacak (Il raconte des extrême-onction diş. (Hıristiyanlar'da) Ölmek
aventures extraordinaires). 4. Tuhaf, acaip, üzere bulunan birine kutsal yağlar sürülerek
gülünç (Cela n 'a rien d'extraordinaire). 5. Çok yapılan dinsel hizmet,
büyük (Il a une taille extraordinaire. Appétit, extrême-orient er. Uzakdoğu,
force extraordinaire. Un succès extraordinaire). extrême-oriental, e s. ve ad. Uzakdoğu'ya değgin;
6. tkz. Çok güzel, nefis (Un repas, un vin Uzakdoğulu,
extraordinaire). extrémisme er. Aşırılık, aşırılıktan yana olma,
extraordinairement bel. 1. Tuhaf şekilde, acaip bir •aşırılıkçılık (Extrémisme en politique).
şekilde (I! est vêtu extraordinairement). 2. Çok, extrémistes, vead. Aşırı, aşırılık yanlısı, *aşırılıkçı
pek fazla (Ses doigts sont extraordinairement (Un extrémiste prêt à jouer le tout pour le tout).
longs). extrémité diş. 1. Uc (L'extrémité du doigt, de la
extra-parlementaire s. Parlamentodışı (Commission rue). 2. Sınır (L'extrémité d'un champ, d'un
extra-parlementaire). bois). 3. Güç durum, nazik durum, tehlikeli
extrapolation diş. 1. Dışdeğer bulma, verilen iki durum (Dans cette extrémité, il était prêt à
değerin dışına düşen sayıyı orantı yoluyla bulma. consentir à tout). 4. Taşkınlık, saldırganlık (On
2. Genelleştirme, craint qu'il ne se porte à quelque extrémité). 5.
extrapoler gsz. 1. Dışdeğer bulmak, dışdeğerini ç. Eller ayaklar (Il avait tes extrémités glacées).
hesaplamak. 2. Genelleştirmek, genel sonuçlara extrinsèque s. Dıştan gelen, dışa bağlı, *dışınlı
varmak. (Causes extrinsèques d'une maladie. Valeurs
extra-utérin, e s. hek. Rahim dışında oluşan, extrinsèques d'une chose).
rahim dışı (Grossesse extra-utérine:Dış gebelik).
exubérance diş. 1. Aşırı bolluk (Exubérance de la
extravagance diş. 1. Zirzopluk, zırvalık, çılgınlık,
végétation. Exubérance des images dans un
saçmalık. 2. Saçma sapan şey, zırva (Il a encore
poème). 2. mec. Taşkınlık, mizaç taşkınlığı
fait quelque extravagance).
(Manifester ses sentiments avec exubérance. Il ne
extravagant, e s. 1. Saçma, zırva, çılgınca, ipe sapa
s'est livré à aucune exubérance).
gelmez (Idées extravagantes, une théorie
exubérant, e s. 1. Pek bol (Végétation exubérante).
extravagante). 2. ad. Kaçık, deli, dengesiz (Ne
2. mec. Taşkın (Une joie exubérante. Caractère
vous occupez pas des menaces de cet
exubérant).
extravagant).
extravaguer gsz. Zırvalamak, saçmalamak, saçma exultation diş. Aşın sevinç, sonsuz mutluluk, pek
sevinme (Je vois déjà l'exultation barbare de mes
sapan konuşmak,
ennemis).
extravasation diş. hek. Damar dışı kan yada serum
sızıntısı; sıvı yada salgının dışa akması, exulterez-1- Pek sevinmek, etekleri zil çalmak (Il
extravaser (s') gsz. Sızmak, dışa akmak (Le sang, exultait en voyant que les résultats confirmaient
ta bile s'extravase. La sève, ta résine s'extravase). exactement ses prévisions). 2. Exulter de f. qch:
extrême s. 1. En uç, en son, en uçtaki, en sondaki -diğine pek sevinmek, etekleri zil çalmak (Nos
(S'avancer jusqu'à l'extrême bord de ta falaise. voisins exultaient de nous voir ainsi nous
Il a attendu la date extrême pour payer ses affaiblir).
impôts). 2. Aşırı (L'extrême droite, l'extrême exutoire er. 1. hek. İşletme yakı, temelli yakı (Les
gauche). 3. Çok büyük, sonsuz (J'y ai pris un exutoires ne sont plus guère employés que dans
plaisir extrême). 4. Ölçüsüz, ılımsız, sınır bilmez l'art vétérinaire). 2. mec. Sıkıcı bir şeyi savma
(Il est extrême en tout). S. er. Uc (Il passa d'un çaresi, kurtuluş yolu (C'est un bon exutoire à sa
extrême à l'autre). 6. er. Karşıt, zıt. 7. ç. mat. colère).
Yanlar, dışlar (Les extrêmes d'une proportion). ex-voto er. Adak (Suspendre des ex-voto).
§ A l'extrême: Ölçüsüzce, aşırıca, çok, pek fazla eye-liner [ajlajnaer)er.lng. Kaş kalemi; göz
(Un enfant turbulent à l'extrême). Pousser qch à makyaj kalemi; göz kozmetiği, far (Maquiller
l'extrême: Bir şeyi çok büyütmek, son noktasına les yeux avec un peu d'eye-liner).
dek götürmek (Je ne veux pas pousser cette eyra er. Güney Amerika'da yaşayan ve pumayı
querelle à l'extrême). andıran bir memeli etobur, eyra.
f
F,f er. yada diş. (Hf okunur) Fransız abecesinin Uydurma, uydurmaca, çıkarma, ortaya atma
altıncı harfi olup Türkçedeki f sesini verir, (Fabrication de fausses nouvelles). 4. Nitelik
fa er. müz. Fa ( Concerto en fa majeur. Clef de fa). (Draps de bonne fabrication. Ces deux produits
fable diş. 1. ed. "Öykünce. masal; simgelerle, sont de même fabrication).
eşyayı canlılaştırma, hayvanları dile getirme gibi fabricien er. Kilise mütevellisi,
yollarla çekici bir biçim verilmiş kısa öykü. 2. fabrique diş. 1. Fabrika (Cette fabrique groupe
(Büyük harfle) Mitoloji, 'söylence , 3. Uydurma, plusieurs ateliers). 2. (Bir resim tablosunda) Yapı,
maval, martaval, masal, yalan (Tu me racontes ev (Paysage avec des fabriques). 3. Y a p ı m , imalat
des fables, line sait plus quelle fable inventer). 4. (Avoir des meubles au prix defabrique. Ce drap est
ed. K o n u (Il faut une fable riche de matière pour de bonne fabrique). 4. Fabrique, fabrique
faire une tragédie). § Etre, devenir la fable de: -in d'église, yada conseil de fabrique: Kilise gelirleri
alay konusu olmak (Il est devenu la fable du yönetim kurulu, "mütevelli heyeti (Ila été nommé
quartier. Ce prince sera la fable de toute l'Europe). président du conseil de fabrique).
fabliau er. Ortaçağda söylenen kısa ve koşuklu halk fabriquer gçl. 1. Yapmak (Fabriquer des outils, des
öyküsü. chaussures, des jouets). 2. Üretmek, "imal etmek,
fablier er. Masal dergisi, "öyküncelik . y a p m a k (Nous fabriquons des verres en grande
fabricant, e ad. 1. Fabrika sahibi, "fabrikatör. 2. série). 3. Basmak, çıkarmak (Fabriquer de la
"imalatçı, 'yapımcı (Fabricant de tissus, de fausse monnaie). 4. U y d u r m a k (Fabriquer une
papier, de tapis). fausse nouvelle). 5. tkz. Yapmak, halt etmek
fabricateur, trice ad. 1. (Eski) Fabrikatör ; yapımcı, (Qu'est-ce que tu fabriques encore?: Gene neler
imalatçı, 2. (Şimdi) Uydurmacı, uydurukçu yapıyorsun, ne haltlar karıştırıyorsun?).
(Fabricateur défaussés nouvelles), i Fabricateur fabulateur, trice s. ve ad. 1. Uydurmacı,
de fausse monnaie, de faux papiers: Kalpazan, uydurukçu, kafasından olmadık şeyler uydurma
sahte para basan, hastası (Les enfants sont souvent des fabulateurs.
fabrication diş. 1. Yapım, "imalat (Défaut de Quelle faculté fabulatrice!).
fabrication. Fabrication à la main, à la machine. fabulation diş. 1. Uydurmaca, uydurukçuluk,
Atelier de fabrication). 2. Yapma, hazırlama (La kafasından olmadık şeyler yaratma (Cet enfant a
fabrication de ce gâteau a demandé une heure). 3 . le goût de lafabulation). 2. Efsane, efsaneleştirme
fabuler 580 fâcherie
(L'attitude de l'accusé justifia la fabulation restons face à face). Face à face avec: -ileyüzyüze,
adoptée par la ville). karşı karşıya (lise trouva face à face avec un ancien
fabuler gsz. Kendi kendine olmadık efsaneler camarade. Nous sommes face à face avec un grand
uydurmak, masallar yaratmak, danger). Cracher à la face de qn: -in yüzüne
fabuleusement bel. 1. Masallarda olduğu gibi. 2. tükürmek, -e tuu demek. Examiner qch sous
İnanılmayacak kadar, son derece, sözle toutes ses faces: -i bütün yönleriyle incelemek.
anlatılmaz derecede (Il est fabuleusement riche). Faire face à: a) -e karşı koymak, karşı durmak
fabuleux, euse s. 1. Masala değgin, masallardaki (Faire face à l'ennemi, à des assaillants), b) -e
gibi, masalsı (Les animaux fabuleux). 2. bakmak, -in karşısında olmak (Ma chambre fait
*Söylencel, *söylencesel, efsanevi (Un héros face à la mer), c) -i karşılamak, yerine getirmek
fabuleux). 3. Kafadan uydurma, düzmece, (Faire face à une dépense, à ses engagements).
"hayali (Un personnage fabuleux). 4. Perdre la face: Rezil olmak, kepaze olmak,
İnanılmayacak, şaşkınlık verici, masal gibi (Des gülünç duruma düşmek. Regarder qn en face: -e
aventures fabuleuses). gözünü dikerek bakmak, dik dik bakmak. Sauver
fabuliste er. Masal yazarı, "öykünceci. la face: Görünüşü kurtarmak, "zevahiri
façade diş. 1. Yapının yüzü, alnaç, "cephe (La kurtarmak, hamamın namusunu kurtarmak. Se
façade d'une maison. La façade de marbre des cacher la face, se voiler la face: Utançtan yada
palais). 2. Dış görünüş, gösteriş (Il n'a qu'une tiksintiden yüzünü kapamak, avuçlarını yüzüne
façade d'honnêteté). 3. hlk. Yüz, surat (On lui a kapamak.
démoli la façade). § De façade: Sahte, yapmacık, face-à-face er. Karşılıklı konuşma, karşılıklı
uyduruk (Patriotisme de façade. Tout ce luxe de görüşme, karşılıklı tartışma (Un face-à-face
façade cache une misère réelle). Derrière lafaçade: télévisé entre les deux candidats à la présidence).
İçerde. Se refaire la façade: hlk. Makyaj yapmak, face -à-main er. Saplı gözlük,
face diş. 1. Yüz (Avoir une face large, étroite. Un facétie [fasesi] diş. Şaklabanlık, kaba şaka, matrak
singe qui a une face humaine). 2. (Sikkelerde) (Faire des facéties. Il fut victime d'une facétie. Les
Resimli yüz; yüz (La face d'une médaille, d'une filles et les garçons échangeaient des facéties).
monnaie). 3. Yüzey, "satıh, yüz (La face de la facétieux, euse s. 1. Şaklaban, şakacı, matrak (Un
terre, la face de l'océan). 4. biy. mat. Yüz (Les homme facétieux. Il a un air facétieux). 2.
faces d'un prisme. Face dorsale d'une feuille). 5. Güldürüçü, matrak (Un livre facétieux).
mec. Şekil, renk, yön (L'affaire change de face. facette diş. Façeta, traş edilmiş elmasın yüzlerinden
Les choses ont bien changé de face). 6. Açı, yön, her biri (Tailler les facettes d'un brillant). § A
bakım (Examiner une question sous toutes ses facettes: Çok yönlü (Un homme à facettes. Unstyle
faces). § Face de rat, face d'oeuf: hkr. Maymun à facettes). Yeux à facettes: "Faset göz, petek göz
suratlı. A la face de: -e karşı, -in yüzüne karşı (Les yeux à facettes chez les insectes).
(Nous le proclamons à la face de l'univers). De facetter gçl. Traş etmek, façetalı yontmak (Facetter
face: a) Önden, "cepheden (Un portrait de face. un brillant).
Une photographie prise de face). b) Gidiş yönünde
fâché, e s. 1. Canı sıkılmış, üzgün (Il a un air fâché).
(Retenir dans le train une place de face). En face: a)
2. Fâché de: -e üzülmüş, -diğine üzülmüş (Je suis
Doğrudan doğruya, yüzüne, açıkça (Il le lui a dit
fâché de ce contretemps. Nous sommes fâchés de
en face), b) Çekinmeden, korkmadan (Regarder
n'avoir pu l'aider). 3. Fâché contre qn, avec qn:
lamort, le péril enface), c) Ne ise öyle, olduğu gibi,
-ile küs (Je suis fâché avec lui).
kendini kandırmaya çalışmadan (Il faut voir les
fâcher gçl. 1. Üzmek (Sa maladie nous a bien
choses en face). En face de: a) -in karşısında (Ils 'est
fâchés). 2. Kızdırmak, sinirlendirmek (Par ses
assis en face de moi. Ma maison est en face de la
bouderies, elle me fâche toujours). § Se fâcher 1.
sienne), b) -in önünde karşısında, yanında (En
Kızmak (Ton pére va se fâcher). 2. Küsüşmek,
face du directeur, il n'ose rien dire). En face décela:
(Ils se sont fâchés). 3. Se fâcher de qch: -e
Buna karşılık, bunun yanında (D'un côté le luxe
üzülmek. 4. Se fâcher contre: -e kızmak,
des grands propriétaires, et, en face de cela, la
darılmak. 5. Se fâcher avec qn: -ile küsüşmek,
misère des paysans).Face à: -e karşı., yüzü -e karşı,
araları bozulmak, darılmak, gücenmek. •
-in karşısında (Chambre d'hôtel face à la mer. Un
fâcherie diş. 1. Kızgınlık, sinirlenme (La fâcherie
orateur parlant face à la foule). Faceàface: Karşı
que lui donnait quelque perte de ses biens). 2.
karşıya, yüz yüze (Les deux adversaires se
Küskünlük, dargınlık, kırgınlık, güceniklik
retrouvèrent face à face. Les mains dans les mains,
(Fâcherie provenant d'un malentendu).
fâcheusement 581 factice
fâcheusement bel. Can sıkacak şekilde, fena halde Nasıl, ne şekilde, ne yolla (De quelle façon cela
(Visage fâcheusement laid). s'est-il produit? De quelle façon allez-vous en
fâcheux, euse s. 1. Üzücü, can sıkıcı (Une fâcheuse Afrique?). D'une façon générale: Genel olarak,
aventure. Tomber dans une situation fâcheuse). 2. genellikle. De toute façon, de toutes les façons: Ne
ad. C a n sıkıcı kişi (lia reçu la visite d'un fâcheux). olursa olsun, her hal ve kârda. De façon que, de
facial, e s. Yüzle ilgili, yüze değgin (Nerf facial, telle façon que: Öyle ki, o şekilde ki (Agissez de
paralysie faciale). § Valeur faciale (Parada) façon que vous méritiez l'estime de tous les gens).
Saymaca değer, itibari değer, Sans façon: 1. "Tekellüfsüz, yapmacıksız,
faciès er. 1. Beniz (Faciès pâle). 2. Görünüş, genel patavatsızca (Il s'assit sans façon sur le bureau.
görünüş, "sima (Il a un faciès repoussant). C'est un homme sans façon). 2. Y a l v a r t m a d a n ,
facile s. 1. Kolay (Un problème facile. Un travail numaraya kaçmadan, rahatça, içtenlikle (Il a
facile. Un texte facile). 2. Kolay gibi görünen, accepté sans façon mon invitation). 3. er.
rahat, akıcı (Un style facile. Musique facile). 3. "Tekellüfsüzlük, teklifsizlik (Agir avec sans
hkr. Ucuz, özen gösterilmeden yapılmış (C'est de façon). Faire des façons: Numara yapmak, cilve
la littérature facile). 4. Uysal, uzlaşıcı, her şeye yapmak, yapmacık davranışlarda bulunmak (Elle
uyan (Un caractère facile. Un homme facile). 5. fait des façons. Ne faites pas de façons et venez
"Hafif meşrep, fındıkçı (Femmefacile, fille facile). dîner à la maison). C'est une façon de parler: Söz
6. Facile à f. qch: -mesi kolay ( Une voiture facile à gelişi. C'est une façon de penser: Bu da bir görüş,
conduire. Un texte facile à comprendre). 7. bel. façonnage, façonnement er. Biçimlendirme, biçim
R a h a t r a h a t , en az (Il y a bien dix kilomètres facile v e r m e , düzeltme (Le façonnage des bois abattus.
jusqu'à ce village). Le façonnage des esprits pour un régime
facilement bel. Kolayca, kolaylıkla, hemen (Il se totalitaire).
vexe facilement. Cette matière se casse facilement). façonner gçl. 1. Biçimlendirmek, biçim vermek,
facilitation diş. Kolaylaştırma, düzeltmek (Façonner du marbre, un tronc
facilité diş. 1. Kolayhk, rahatlık (Facilité d'un d'arbre). 2. (Toprağı) İşlemek, nadas etmek
travail). 2. Sadelik, akıcılık (Se laisser prendre par (Façonner une terre, un champ). 3. Y a p m a k ,
la facilité d'une musique). 3. O l a n a k , fırsat (Avoir "imal etmek (Façonner une clé, une pièce
la facilité de faire un voyage, de rencontrer métallique). 4. Yetiştirmek, eğitmek (La vie l'a
quelqu'un). 4. İyilik, iyilikseverlik. 5. ç. Kolayhk, bien façonné. Façonner un enfant). 5. Façonner
olanak (Facilités de crédit. Des facilités de qn, qch à qch: -e alıştırmak (Façonner les gens au
transport). 6. Facilité à f. qch, pour f. qch: -mek travail).
kolaylığı, yeteneği (Il a une grande facilité à se façonnier, ère s. ve ad. 1. "Tekellüflü, "tekellüfçü,
plier à une discipline). kuralcı, özentili, gösteriş budalası (Une femme
faciliter gçl. 1. Kolaylaştırmak (Il a facilité notre bien façonnière. L'éducation façonnière des
travail). 2. Faciliter qch à qn: Bir şeyi birisi için riches). 2. El emeği karşılığı çalışan, parça başına
kolay hale getirmek, birinin -sini kolaylaştırmak, çalışan işçi (Un ouvrier façonnier. Une
façon diş. 1. Biçim "şekil, (Façon de penser, de se façonnière).
conduire, d'agir). 2. (Toprağı) Sürme,çapalama, fac-similé er. Tıpkıbasım (Des fac-similés. Fac-
nadas (Terre qui demande trois façons). 3. E l similé en phototypie).
emeği, işçilik, dikiş parası (Payer la façon d'un factage er. 1. "Taşıtımcılık, nakliyecilik (Service de
vêtement). 4. (Terzilikte) Biçki, dikiliş şekli factage et de camionnage). 2. T a ş ı t ı m , nakliye,
(J'aime lafaçon de cette robe). 5. T a r z ( L a façon de eşya taşıma işi. 3. Taşıma parası, taşıtım ücreti
donner vaut mieux que ce qu'on donne. Vos ordres (Payer le factage). 4. Posta dağıtımı,
sont charmants, votre façon de les donner est plus facteur er. 1. (Müzik aletleri) Yapıcısı, yapımcı
aimable encore). 6. ç. Tavır, hal (Ses façons me (Facteur de pianos, d'orgues). 2. N e d e n , e t k e n ,
déplaisent. C'est un homme vif qui a des façons "amil (Un facteur de succès. Un facteur moral.
brusques). 7. Gösteriş, n u m a r a (Ilfait des façons). Facteurs de l'équilibre). 3. mat. Çarpan
§ A la façon de: Gibi, tarzında (Il parlait à la façon (L'inversion des facteurs ne change pas la valeur
d'un orateur). Une façon de: Bir çeşit, bir tür, gibi d'un produit). 4. Başkası adına ticaret yapan,
bir şey ( Une façon de secrétaire que j'ai amené avec kabzımal, aracı (Facteur des Halles).
moi). De façon...: ...şekilde (Il écrit de façon facteur, trice ad. Posta dağıtıcısı, dağıtıcı (Je guettai
lisible). De façon à f. qch: -cek şekilde (Il se dans la rue lefacteur qui devait apporter une lettre).
déplaça de façon à être vu). De quelle façon?: factices.l. Yapma, yapay, "suni, sahte (Un diamant
facticement 582 faiblard
fainéantise diş. Tembellik, miskinlik, avarelik (Ce Légion d'Honneur). 29. Faire qn, qch à qch:
mauvais résultat est dû à votre fainéantise). Birini, bir şeyi -e alıştırmak (Son mari l'a faite à
faire gçl. 1. Yapmak, inşa etmek (Faire une maison, l'idée d'habiter la banlieue). 30. Faire de qn...:
un mur). 2. Yapmak, hazırlamak, pişirmek (Faire Birini.. .yapmak (L'amour a fait d'elle une femme
un gâteau, faire la salade, faire un rôti au four). 3. heureuse. Le mariage a fait de lui un autre homme.
Y a p m a k , dikmek (Faire un vêtement, une robe). Il veut faire de son fils un avocat). 31. Faire de
4. Y a p m a k , yaratmak (Dieu, selon la Genèse, a qch...: Bir şeyi... haline getirmek (Faire un
fait le monde en six jours. Dieu a fait l'homme à son hôpital d'un bâtiment privé. Il a fait de ce vieux
image). 5. Yapmak, düzenlemek, temizlemek château un grand musée). 32. Faire f. qch: -tirmek
(La femme de ménage a fait le bureau. Faire un lit). (Il a fait venir sa soeur chez lui. Faire pleurer sa
6. D o ğ u r m a k (La chatte a fait ses petits. Faire un femme. Faire dormir les enfants). 35. Faire qch
enfant). 7. (Tiyatroda) -rolü oynamak, -olmak pour qn: Birine bir yardımda, bir hizmette
(Dans cette pièce, il faisait le père). 8. O l m a k (Il bulunmak (Est-ce que je peux faire quelque chose
fera un bon ingénieur. Il promet de faire un brillant pour vous?). 36. Etre fait à qch: -e alışmak (Je ne
avocat). 9. Faire le...: a) -lik etmek (Faire l'idiot, suis pas encore fait à son caractère. Il est fait aux
faire l'enfant, faire le malin), b) -gibi yapmak subtilités du métier). § Avoir beaucoup à faire:
(Faire le malade. Faire le mort). 10. Y a p m a k , Yapacak çok işi olmak; çok meşgul olmak. En
işlemek (Faire une faute, faire un crime). 11. faire à sa tête: Başına buyruk davranmak,
Söylemek (Faire un discours). 12. -öğrenimi bildiğini okumak. Faire bien de f. qch, faire mieux
yapmak (Faire de la médecine, de la géographie, de f. qch: -mekle iyi etmek (Tu as bien fait de
de l'anglais). 13. Yapmak, °ifa etmek (Faireson démissionner. Tu feras mieux de partir dès
service militaire, faire son devoir). 14. (Müzik) maintenant). Faire eau: (Gemi, tekne v.b) Su
Ç a l m a k , çalışmak (Faire de la musique, du piano, almak, su çekmek. Faire de l'eau: (Gemi) İçme
du violon). 15. (Spor) Yapmak, oynamak (Faire suyu almak, içme suyu ikmali yapmak. Ne pas
du tennis, du ballon, de la gymnastique). 16. savoir quoi faire: Ne yapacağını bilememek.
V u r m a k , atmak (Faire du pied, du coude, du N'avoir rien à faire avec qn: Biriyle hiçbir ilişkisi
genou à quelqu'un). 17. (Hastalık) Olmak, olmamak, bir alıp vereceği olmamak. N'avoir que
geçirmek, geçirmekte olmak, -e yakalanmak faire de qch: -e hiç ihtiyacı olmamak, -i istememek
(Faire un rhume, faire de la fièvre. Faire de (Je n'ai que faire de son aide). Ne faire que f. qch:
l'albumine, faire de la tension). 18. (Yer yada Durmadan -mek, işi gücü -mek olmak (Il ne fait
ülkeler için) Görmek, dolaşmak, gitmek, que bavarder). Ne faire que de f. qch: Az önce
k a t e t m e k (J'ai fait toute l'Europe. Je ferai la -mek (Il ne fait que de rentrer) Savoir y faire:
France pendant les vacances. Il a fait toutes les Açıkgöz olmak, gemisini kurtarmasını bilmek.
boutiques du quartier). 19. Ağırlığında yada (Kişisiz fiil olarak hava durumu ve vakit için) a) II
boyunda olmak, -kadar gelmek (Mon frère fait 75 fait...:Hava ...dır (Il fait chaud, il fait froid, ilfait
kilos. La route fait 15kilomètres). 20. Fiyatı... frais, il fait soleil), b) Il fait...: Vakit... -oluyor (Il
olmak (Ce livre fait 30 francs). 21. V e r m e k , -de fait jour, il fait nuit, il fait soir). § Ce qui est fait est
b u l u n m a k (Faire l'aumône, faire la charité). 22. fait: Olan oldu. C'en est fait de: a) ...biui(C'enest
M e y d a n a getirmek (La route fait un coude. Sa fait de la viefacile), b) -mahvoldu, yandı, çuvalladı
robe fait des plis). 23. Teşkil etmek, oluşturmak (C'en est fait de moi. C'en est fait de son frère).
( Les montagnes font un amphithéâtre autour de la C'est bien fait: Oh oldu, iyi oldu, canıma değsin
ville. Ces fruits font un excellent déjeuner). 24. ( C'est bien fait pour toi!). Il n'y a plus rien à faire:
E t m e k , -e eşit olmak (Deux et deux font quatre. Yapacak bir şey yok, elden ne gelir! Rien à faire!:
Six fois cinq font trente). 25. S ü r m e k , d a y a n m a k , O kadar, tamam, söyleyecek bir şey yok. § Se
gitmek (Ce costume m'a fait trois ans. Ce disque faire: 1. Kendi kendini yetiştirmek (Cet homme
fait une heure d'audition). 26. (Ardından bir sıfat s'est fait tout seul). 2. Gelişmek, yetişmek (Ilamis
yada tanım ilgeci almayan bir ad geldiğinde) a) des années à se faire. Cette jeune fille se fait). 3.
-görünmek (Tu fais très jeune. Je fais un peu vieux. Olmak, olgunlaşmak ( Les fruits se font. Ce vin ne
Elle fait déjà très femme), b) -izlenimi b ı r a k m a k s'est pas fait encore). 4. Yapılmak (La soudure se
( Costume qui fait mode d'autrefois. Votre cravate fait par un procédé nouveau. Cela ne se fait pas
fait très sérieux). 27. Yetiştirmek (Cette école fait entre amis). 5. Se faire qn: -1er edinmek (Se faire
de très bons techniciens). 28. Faire qn...: Birine des amis, des ennemis). 6. Se faire qch:
-lik payesi vermek (On l'a fait chevalier de la -kazanmak, sağlamak (Se faire mille francs par
faire 585 fait
mois). 7. Se faire...: -olmak (Se faire vieux. Ils'est important). 4. G e r ç e k (Je m'incline devant les
fait médecin). 8. M o d a olmak (Les gilets se font faits. Les théories s'écroulent parfois devant les
beaucoup cette année). 9. Se faire f. qch: Kendine faits). § Erreur de fait: huk. Özdeksel yanılgı,
-tirmek (Se faire masser, se faire raser). 10. Se faire "maddi hata. Hauts faits: Başarılar, savaş
à: -e alışmak (Se faire à un nouveau métier, à la başarıları, kahramanlıklar (Les livres d'histoire
discipline). § S'en faire: Aldırmak, üzülmek. Ne sont pleins des hauts faits de nos aïeux).
pas s'en faire: Aldırmamak, üzülmemek, vız gelip Gouvernement de fait: Meşru olmayan hükümet.
tırıs gitmek (Ne vous en faites pas!). Le fait du prince: Keyfi karar, ağa keyf. Le fait
faire er. 1. Üslup, *biçem, tarz ( Le faire d'un artiste, accompli: Oldubitti, "emrivaki: Voie de fait: Zor
d'un écrivain). 2. Fiil, eylem, yapma (Ilya loin du ve şiddet yolu. Faits d'armes: a) Askeri başarı,
dire au faire:Söylemek başkayapmakbaşka;sözle yengi, b) Çok önemli bir iş, görülmedik bir başarı
eylem arasında çok ayırt var). (Il n'a pas accompli un fait d'armes en s'acquittant
faire-part er. Davetiye, "çağrılık (Faire-part de de ses obligations). C'est un fait: Bu bir olgudur,
mariage. Je lui ai envoyé un faire-part. Faire bu bir gerçektir. Au fait!: "Sadede gelelim, işin
imprimer des faire-part). özüne gelelim. Au fait: Ne var ki, kim bilir, iyi
faisabilité diş. Yapılabilirlik, gerçekleştirilebilirlik. düşünülecek olursa (Je n'ai reçu aucune lettre de
faisable s. Yapılabilir, gerçekleştirilebilir (ün lui, mais, au fait, il n'a peut-être pas mon adresse).
travail faisable). De fait, par le fait, en fait: Gerçekten, gerçekte (Il
faisan er. 1. Sülün. 2. s. ve diş. Dişi sülün (Poule m'a expliqué qu'il ne pouvait rien faire pour moi,
faisane, une faisane). 3. er. argo. Dolandırıcı, parlefait, il avait des ordres à exécuter). Du fait de:
faisandage er. (Eti, av etini) Çürütme, -yüzünden, -den dolayı (Du fait de sa maladie, il a
faisandé, es. 1. Çürümeye başlayan (Viande manqué plusieurs cours). Du fait que: -diği için,
faisandée). 2. mec. Çürümüş, kokmuş -diğine göre (Du fait que j'admettais la possibilité
(Littérature faisandée. Des milieux faisandés). de le faire naître artificiellement, j'en avais
faisandeau er. Sülün yavrusu, sülün pilici, implicitement reconnu l'illusion). De ce fait:
faisander gç/. (Eti, av etini) Çürütmek, Bundan dolayı, bunun için (Le contrat n'est pas
faisanderie diş. Sülüncülük, sülün yetiştirme, signé, et de ce fait, il est nul). En fait: Oysa, ne ki,
faisandier er. Sülüncü, sülün yetiştiricisi, oysa ki ( O n prévoyait environ dix mille francs de
faisceau er. 1. Demet (Faisceau de branches). 2. réparation, en fait, il y en a eu pour près de vingt
mat. Bağlama. 3. Tüfek çatısı. § Lier, nouer en milles). En fait de: Konusunda (En fait de
faisceau: Demet halinde bağlamak, demet haline nourriture, il n'est pas très exigeant). Le fait est
getirmek. Former les faisceaux: ask. Silah que: Gerçek şu ki. Le fait que...: -mesi, -olması
çatmak. Mettre les fusils en faisceau: Silah (Le fait que Napoléon est mort en exil:
çatmak. Napolyon'un sürgünde ölmesi. Le fait que vous
faiseur, euse ad. 1. Yapıcı, yapan (Un faiseur de soyez mon ami: Benim dostum olmanız). Tout à
meubles, de barrages, de pont, de livres, fait: Büsbütün, tamamen, tamamıyla. Aller au
d'opéras). 2. mec. hlk. Düzenbaz, üçkâğıtçı fait, venir au fait: Sadede gelmek, sadede
(Méfiez-vous, c'est un faiseur). girişmek, işin özüne girmek. Dire son fait à qn:
faisselle diş. Peynir süzme sepeti, Biri hakkında ne düşündüğünü açık açık yüzüne
fait, e s. 1. Olgun, olgunlaşmış, iyice oturmuş (C'est söylemek. Etre sûr de son fait: Savlarının, ileri
un homme fait). 2. Olmuş, kıvamını bulmuş (Ce sürdüğü şeylerin doğru olduğundan emin olmak.
fromage n'est pas assez fait. Les vins ne sont pas Etre au fait de qch: -den haberi olmak,
faits encore). 3. Fait pour: Tam -e göre, biçilmiş -konusunda bilgisi olmak. Mettre qn au fait de
kaftan (Voilà un homme fait pour vous. Il est fait qch: Birini -den haberli kılmak, birine
pour ce métier). 4. Tout fait, toute faite: a) Hazır -konusunda bilgi vermek. Mettre qn devant le fait
(Costume tout fait), b) Basma kalıp (Dhrases accompli: Birini oldubitti karşısında bırakmak.
toutes faites). S. hlk. Yakalanmış, enselenmiş (La Prendre fait et cause pour qn, qch: Birinden, bir
police a entouré la maison, il est fait comme un rat. şeyden yana olduğunu açıkça göstermek, -den
Rends-toi, tu es fait). yana olmak, -i savunmak. Prendre qn sur le fait:
fait er. 1. Olmuş bir şey, "olgu, "vakıa (Nier un fait). Birini suçüstü yakalamak. Rester devant le fait
2. İş, şey (Un fait singulier. Ceci n'est pas mon accompli: Oldubitti karşısında kalmak. Se mettre
fait). 3. Olay (Donner un résumé des faits. Ce au fait: Durumu kavramak, durumu anlamak,
changement de majorité est un fait politique durum hakkında bilgi sahibi olmak.
faîtage 586 familiariser
faîtage er. 1. Çatı omurgası, mahya kirişi. 2. Dam kaldı ki... sin, az kalsın .. .çekti (Peu s'en est fallu
çatısı, çatı. que les deux voitures ne se tamponnent. Il s'en est
faîte er. 1. (Yapıda) Çatı (Le faîte d'une maison) 2. fallu de peu que je ne me misse à genou. Peu s'en est
T e p e , d o r u k ( G r i m p e r au faite d'un arbre. Le faîte fallu qu'il ne perdît sa place).
d'une montagne). 3. mec. En yüksek nokta, falot er. 1. El feneri, çekme feneri. 2. Argo. Savaş
d o r u k , e n üst d e r e c e (Etre au faîte des honneurs, k u r u l u , "harp divanı (Je vais vous passer au falot).
de la gloire). falot, es. 1. Gülünç, kaba (J'avais cet empressement
faîteau er. Çatı süsü. falot que montrent les hommes au milieux des
faitière diş. 1. Mahya kiremidi. 2. (Çatıda) Çatı troubles domestiques). 2. Neşeli, güleryüzlü (Un
penceresi, ışık yeri. peuple falot). 3. Silik, kişiliksiz (Un personnage
fait-tout, faitout er. İki saplı kapaklı tencere, falot).
faix er. 1. Y ü k (Le paysan pliait sous le faix du falourde diş. Odun demeti, odun yükü.
fagot). 2. mec. Yük, ağırlık (Le faix des falsificateur, trice a d 1. Sahteci. 2. Kalpazan,
obligations). 3. Yeni yapılmış bir binada çöküntü. falsification diş. 1. Niteliğini bozma, hile katma,
4. hek. (Doğumda) Son, etene, "tağşiş (Falsification du lait par addition d'eau). 2.
fakir er. Hint dervişi, fakir, Taklit etme, sahtesini yapma (Falsification des
fakirisme er. Fakirciiik, fakirizm, monnaies, d'undocument, d'une pièce d'identité).
falaise diş. yerb. coğr. Yar, yahyar. 3. mec. Değiştirme, bozma, çarpıtma
falbala er. 1. Farbala, entari yada perde gibi şeylerin (Falsification de l'histoire, de la vérité). 4 . mant.
kenarlarına dikilen kırmalı yada büzgülü süs, Bir önermenin yanlışlığının ortaya çıkarılması,
fırfır. 2. Aşırı süs; aşın süslülük, aşın süslenme, falsifier gçl. 1. Bozmak, değiştirmek, kalem
falconidés er. ç. hayb. Kartalgiller, oynatmak, "tahrif etmek (Falsifier un document,
falerne er. Eski çağlarda pek tutulan bir şarap, un passeport). 2. Hile k a t m a k (Falsifier dulait). 3.
fallacieusement bel. Aldatıcı bir biçimde, Sahtesini yapmak, basmak (Falsifier des
fallacieux, euse s. 1. Aldatıcı, °sahte, yalan monnaies, des billets de banque). 4. mec.
(Promesses fallacieuses. Argument fallacieux). 2. Değiştirmek, aslından uzaklaştırmak, çarpıtmak
Düzenci, entrikacı (De fallacieux (Falsifier la pensée d'un philosophe).
commentateurs). faluche diş. Kara kadifeden yapılan öğrenci beresi,
falloir kişisiz. 1. Gerekmek, gerekli olmak (Il faut falzarer. hlk. Pantolon.
travailler. Il faut un ouvrier ici). 2. Il f a u t qch à q n : famé, e s. Ün almış, adı çıkmış. § Bien famé: Adı
Birine ...gerekmek, "lâzım olmak (Il leur faut un iyiye çıkmış. Mal famé: Adı kötüye çıkmış (Rue
équipement complet. Il lui faut du repos). 3. Il f a u t malfamée, maison mal famée).
à qn f. qch: Birinin -mesi gerek (Il lui faut quitter faméliques, vead. 1. Aç, karnı aç, açlık çeken (Un
cette région). 4 . 0 faut que...: -mesi gerek (Il faut mendiant famélique). 2. Açlıktan kadidi çıkmış,
que tu finisses ton travail. Il faut qu'il parte). § çok zayıf (Un chien famélique).
Comme il faut: 1. bel. Uygun şekilde, doğru fameusement bel. 1. (Az kullanılır) Ünlü bir
dürüst, nasıl gerekiyorsa öyle (Tiens-toi à table şekilde. 2. Çok, pek (Votre repas était
comme il faut. Il a agi comme il faut). 2. s. fameusement bon).
Eksiksiz, m ü k e m m e l (Voilà un homme comme il fameux, euse s. 1. Ünlü (Un nom fameux). 2.
faut. C'est un bourgeois comme il faut). S'il le f a u t : Fameux pour, par qch: -siyle ünlü, tanınmış (Une
Gerekirse, gerektiğinde. § S'en falloir: 1. Eksik région fameuse pour ses fromages. Un homme
olmak, daha gerekmek. 2. S'en falloir de qch: fameux par ses débauches). 3. Çok büyük,
-eksik olmak, daha... istemek, gerekmek (Jen'ai görülmedik (Tu as fait une fameuse gaffe). 4.
pas pu réunir la somme, il s'en faut de la moitié, de Eşsiz, benzersiz, çok güzel (Il est fameux, votre
cinq mille francs. Je ne vous donne pas tout, il s'en vin).
faut d'un dixième. Il s'en faut de trois mètres que
familial, e s. Aileye değgin (La vie familiale.
l'échelle atteigne à la hauteur convenable). Il s ' e n
Réunion familiale, liens familiaux, allocations
faut de beaucoup, il s'en faut bien: Daha çok eksiği
familiales).
var, daha çok ister. Tant s'en faut, il s'en faut:
familiariser gçl. Familiariser qn avec qch: Birini -e
Tersine, tam tersine (Il n'est pas sot, tant s'en
alıştırmak (Familiariser un soldat avec le
faut). Peu s'en faut: Ramak kaldı, az kaldı, onun
maniement des armes). § Se familiariser: 1.
gibi bir şey (Ilestperdu, ou peu s'en faut). Peu s ' e n
Evcilleşmek, alışmak (Un oiseau qui se
est fallu que...: Il s'en est fallu de peu que...: Az
familiarise). 2. Se familiariser avec: -e alışmak;-i
familiarité 587 fanfreluche
iyi kullanmak (Se familiariser avec le danger, avec la nuit un fanal à la main).
le bruit de la rue. Se familiariser avec une langue fanatique s. ve ad. 1. Bağnaz, "mutaassıp (Un
étrangère). partisan fanatique). 2. F a n a t i q u e de: -e çok
familiarité diş. 1. Alışkanlık, yakınlık (Il a acquis düşkün, -i çok seven (Il est fanatique de musique,
une certaine familiarité avec l'anglais. Une longue de peinture). 3. Hayran (Les fanatiques de
familiarité avec les oeuvres classiques). 2. İçtenlik, Racine).
yakınlık (Des camarades qui habitent en commun fanatiquement bel. Bağnazca, bağnazlıkla,
vivent dans la plus grande familiarité). 3. Senli "taassupla.
benlilik, içli dışlılık (Je lui parle avec familiarité). fanatiser gçl. Bağnazlaştırmak, bir şeyi körü
4. Teklifsizlik (Il nous traite avec une familiarité
körüne yapacak duruma getirmek (Fanatiser les
déplacée). 5. ç. Teklifsizce davranış, foules).
familier, ères. 1. Yakın, senli benli, içli dışlı (Ilssont fanatisme er. 1. Bağnazlık, "taassup (Fanatisme
mes plus familiers amis). 2. Tanıdık, bildik,
religieux). 2. mec. Körü körüne hayranlık, aşırı
alışılmış, alışık bulunulan (Une voix familère. düşkünlük.
Vivre au milieu d'objets familiers). 3. Kolay,
fanchoner. (Köylü kadınların örttüğü) Başörtüsü,
alışkanlık haline gelmiş, rahat (Le maniement de fandango er. Kastanyetle oynanan bir İspanyol
cet outil lui est devenu familier). 4. Sade (Unstyle
dansı ve bunun havası,
familier).6. Familier avec: -ile içli dışlı, senli benli fane diş. 1. Dökülmüş yaprak, "gazel. 2. (Patates,
(Je suis familier avec lui). 7. Familier à: -in bildiği,
havuç gibi bitkilerde) Yaprak (Fanes de carottes,
-e yabancı olmayan, "aşina, -için kolay, alışılmış de pommes de terre, de radis, de haricots).
(Cette langue lui est familière). 8. ad. Dost,
fané, e s. 1. Solmuş (Une rose fanée, des fleurs
tanıdık, yakın kimse (Les familiers d'une fanées). 2. Solgun (Un visage fané). 3. Solmuş,
maison). 9. ad. mec. Gedikli, her zaman giden r e n k atmış (Une étoffe fanée, couleur fanée).
(Les familiers d'un club, d'un café).
faner gçl. 1. (Biçilmiş otları kurutmak için) Evirip
familièrement bel. 1. İçtenlikle, dostça (Ils çevirmek (Faner de l'herbe, de la luzerne). 2.
s'entretiennent familièrement). 2. Teklifsizce, içli S o l d u r m a k , p ö r s ü t m e k (Le vent chaud a fané les
dışlı, senli benli, roses. Son regard fanait toute chose). 3.
familistère er. (Fransanın kimi bölgelerinde) Ucuz Soldurmak, rengini attırmak. § Se faner: 1.
satış yapan tüketim kooperatifi, ucuz satış S o l m a k , p ö r s ü m e k ( L e s fleurs se sont fanées dans
mağazası. le vase sans eau. Sa beauté s'est fanée). 2. mec.
famille diş. 1. Aile (Fonder une famille. Chef de Parlaklığım, parıltısını yitirmek (Sa jeunesse s'est
famille. La vie de famille). 2. Çoluk çocuk (Elever fanée; l'éclat de ses cheveux s'est fané).
sa famille). 3. Soy, sop (Nom de famille. Ils sont de faneur, euse s. 1. (Biçilmiş otu kurutmak için)
la même famille). 4. H a n e d a n (La famille des Eviripçeviren işçi. 2. diş. Ot kurutma makinesi (II
Habsbourg). 5. Topluluk (La grande famille des vient d'acheter une faneuse).
gens de lettres). 6. bitb.hayb. Familya (Les familles fanfan ad. tkz. Yavru, minnoş, cici, yavrucuk
des bovidés, des rosacés). § Fils de famille: İyi aile (Fanfan, soyez sage).
çocuğu. Il faut laver son linge sale en famille: Kol fanfare diş. 1. Borularla çalınan kısa bir asker
kırılır yen içinde; aile içinde olup bitenler dışarı havası. 2. Savaş havası (Sonner le réveil en
sızmamah, insan kan kusar kızılcık şerbeti içtim fanfare). 3. Avda geyikleri yerlerinden uğratmak
der. için çalınan hava. 4. Bando, mızıka takımı (La
famine diş. Kıthk (Période de famine. La fantine fanfare municipale). 5. Abartmalı övgü.
règne dans le pays). § Salaire de famine: Ç o k fanfaron, ne s. ve ad. 1. Yalancı kahraman, sahte
düşük ücret. Crier famine: Sıkıntıdayım diye kabadayı (Il estfanfaron). 2. Övüngen, palavracı.
yanıp yakılmak, geçinemediğinden yakınmak, § Faire le fanfaron: Kabadayılık taslamak, sahte
fan er. Beğenen, hayran (Louis Armstrong et ses kahramanlık yapmak,
fans). fanfaronnade diş. 1. Sahte kahramanlık,
fanas, vead. tkz. H a y r a n (Elle en est fana. Un, une kabadayılık. 2. Övüngenlik, palavracılık,
fana). farfaralık.
fanage er. (Biçilmiş çayırı) Kurutma, fanfaronner gsz. (Eskimiştir) Palavra sıkmak,
fanal er. 1. (Eski) Kıyı yada liman feneri. 2. farfaralık etmek,
(Gemilerde) Borda feneri. 3. (Lokomotif yada fanfreluche diş. İncik boncuk, değersiz süs eşyası
otomobilde) Büyük fener. 4. Fener ( Circuler dans (Mettre ses fanfreluches. Il y a trop de fanfreluches
fange 588 faraud
Faire le faraud: Fiyaka yapmak, caka satmak, altında) Bel vermek, çökmek (Un mur qui far de).
farce diş. 1. Dolma içi, dolma içine konan 7. den. (Yelin etkisiyle) Şişmek (Voile qui farde).
hazırlanmış kıyma. 2. Sebze kıyması. 3. Kaba İ Se farder: Düzgün sürmek, makyaj yapmak
güldürü, fars ("Le Médecin malgré lui" de Molière (Une femme qui se farde outrageusement).
est une farce). 4. Kaba şaka; şaka (Les élèves font fardier er. Ağır yükleri taşımak için kullanılan alçak
des farces à leurs maîtres). 5. mec. Güldürü, araba, domuz arabası,
gülünecek şey (La vie est une farce). 6. Uygunsuz farfadet er. Cin, peri.
davranış, saygısızlık, "münasebetsizlik. 7. s. farfelu, e s. 1. Kaçık, tahtası noksan, deh (Il est
Tuhaf, gülünç, komik (J'irai voir Mme Foucaud, farfelu). 2. Tuhaf, acaip, garip (Idées farfelues).
ce sera amer et farce, surtout si je la trouve farfouiller gsz. 1. Farfouiller dans qch: -i eşelemek,
enlaidie). § Etre le dindon de la farce: Budala karıştırmak (Farfouiller dans une commode, dans
yerine konmak. Faire une farce à qn: Birine bir les affaires de quelqu'un). 2. gçl. -i eşelemek,
şaka yapmak, oyun oynamak (On lui avait caché karıştırmak (On a farfouillé mes papiers).
son chapeau pour lui faire une farce). faribole diş. tkz. Boş lakırdı, saçma sapan söz
farceur, euse ad. 1. Soytarı, maskara. 2.Zirzop. 3 .s. (N'écoute pas ses fariboles).
Şakacı, matrak (Il est très farceur). farinacé, e s. Unu andıran, unumsu (Substances
farci, e s. 1, tç doldurulmuş, -dolması (Tomates farinacées).
farcies: Domates dolması). 2. Farci de qch: -ile farine diş. 1. U n (Farine de blé, de maïs). 2. Toz, un
dolu (Il est farci de préjugés. Il a la tête farcie de (Farine de moutarde). § De la même farine: Aynı
poèmes). soydan, aynı cinsten, aynı hamurdan (Des gens de
farcin er. hek. Sakağı, "ruam. la même farine). Se faire rouler dans la farine: tkz.
farcir gçl. 1. İç doldurmak (Farcir les tomates, une Aldatılmak, kandırılmak, kazıklanmak,
volaille, un poisson). 2. Farcir qch de: Bir şeyi-ile fariner gçl. 1. Unlamak. 2. Un etmek, un haline
doldurmak, tıkabasa doldurmak (Il a farci son getirmek. 3. gsz. Unlu bir görünüm almak (Peau
livre de citations. Il nous a farci la tête d'une foule qui farine, dartre qui farine).
d'idées). § Se farcir qch: 1. a) Bir şeyi doldurmak farineux, euse s. 1. Unlu; un görünümünde, un
(Se farcir la tête d'inutilités), b) Mideye indirmek, tadında (Une sauce farineuse). 2. İçinde un
yemek (Se farcir un bon repas), c) Yapmak, bulunan, un yapısında. 3. Un sürülmüş gibi olan,
yapmak zorunda kalmak (Il s'est farci tout le ak tozlu, akçıl (Plantes, feuilles farineuses). 3. er.
travail). 2. Se farcir qn: Birine dayanmak; ç. Unlu sebze, nişastalı sebze (Les haricots, les
kahrını, nazını çekmek (Il n'est pas facile de se lentilles, les pommes de terre sont des farineux).
farcir un ivrogne). farinier er. Uncu, un tüccarı,
fard er. 1. (Yüze sürülen) Düzgün (Cette femme farniente er. Tatlı tembellik, tatlı gevşeklik (Vivre
n'utilise aucun fard). 2. Yapmacık, k a ç a m a k au soleil dans le farniente).
(Parler sans fard). § Mettre du fard: Düzgün faro er. Brüksel birası.
sürmek. Piquer un fard: Kızarmak, utançtan farouches. 1. Yabani, vahşi, *yabanıl (Les animaux
kıpkırmızı kesilmek, farouches). 2. Ürkürük, çekingen, insanlardan
fardage er. (Alışverişte) Kötü bir malın yüzünü kaçan (Un enfant farouche). 3. Sert, kaba,
mostralıkla süsleme, acımasız, yırtıcı (Un tyran farouche, un peuple
fardé, e s. Düzgün sürmüş, düzgün sürülmüş, farouche). 4. Şiddetli, sert (Opposer une farouche
boyanmış (Une femme fardée, des joues fardées, résistance).
yeux fardés). farouchement bel. Şiddetle (Il s'y est farouchement
fardeau er. 1. Yük (Porter un fardeau sur ses opposé).
épaules). 2. mec. Ağır yük, ağırlık, yük (Le fascia er. biy. Akzar.
fardeau des impôts, des dettes). fascicule er. 1. Cüz, fasikül, *böle (La publication
farder gçl. 1. Düzgün sürmek, boyamak, makyaj d'un ouvrage par fascicules). 2. O t bağı, ot
yapmak (Farder le visage d'un artiste. Farder les demeti.
yeux, les joues, les lèvres). 2. mec. Süslemek, fascinant, e s. Büyüleyici, çok çekici (Un regard
allayıp pullamak (Farder sa pensée, la vérité). 3. fascinant, une beauté fascinante).
Ayıbını örtmek. 4. (Alışverişte) Kötü bir malın fascinateur, trice s. ve ad. 1. ad. Büyü yapan,
yüzünü mostralıkla örtmek (Farder sa büyüleyen, büyücü. 2. s. Büyüleyici (Un geste
marchandise>. 5. gsz. 1. Ağır gelmek (Charge qui fascinateur).
farde sur l'arrière d'une voiture). 6. gsz. (Ağırlık fascination diş. 1. Büyüleme (Elle a sur lui un
fascine 590 fatiguer
qch: -den, -mekten bıkmak, usanmak (Il s'est Kerkenez. Faucon hobereau: Delice doğan). 2.
fatigué de sa femme. On se fatigue des meilleures Eski bir çeşit küçük top.
choses. On se fatigue d'entendre toujours les fauconneau 1. Doğan yavrusu, şahin yavrusu, çavlı.
mêmes choses). 2. Eski bir çeşit hafif top.
fatras er. Karmakarışık şeyler yığını, yığın (Un fauconnerie diş. 1. Doğancıhk, şahincilik, avcı kuş
fatras de papiers sur son bureau. Un fatras de yetiştiriciliği. 2. Doğanla yapılan av, doğan avı,
notions philosophiques). şahin avı. 3. Doğan, şahin yetiştirilen yer,
fatuité diş. Kendini beğenmişlik, doğanlık, şahinlik,
faubert er. (Gemilerde kullanılan) fp süpürge, fauconnier er. Doğan yetiştiricisi, doğancı,
usturpa. faufil er. Teyel ipliği,
faubourg er. Dış mahalle, kenar mahalle, varoş, faufilage er. Teyelleme.
faubourien, ne s. ve ad. 1. Kenar mahalleli, dış faufiler gçl. 1. Teyellemek (Faufiler une manche).
mahalleli. 2. Kenar mahallelere özgü, kaba (Il a 2. mec. Ustaca sokmak, sokuşturmak (Parmi ces
un accent faubourien). pièces d'argent, il en a faufilé une fausse). § Se
faucard er. Uzun saplı tırpan; tırpan, faufiler: Sokulmak, girmek, ustaca sızmak (5e
faucarder gçl. Tırpanla biçmek, faufiler dans une foule, dans une réunion, entre les
faucardeur er. Tırpancı, tırpanla biçen, pierres).
fauchage er. 1. (Tırpanla, orakla) Biçme (Le faufiiure diş. 1. Teyel. 2. Teyelleme.
fauchage d'un pré). 2. ask. Tarama, tarama atışı faune er. (Söylencede) Kır tanrısı.
yapma. faune diş. hayb. Belli bir bölgede yaşayan
fauchaison diş. 1. Biçme; orak yada tırpanla biçme hayvanların topu, direy,
(La fauchaison des luzernes). 2. Orak mevsimi, faunesque s. Kır tanrılarını andıran; kıllı, sakallı,
ekin biçme zamanı, saçları çalı gibi (Un visage faunesque).
fauche diş. 1. Orak yada tırpanla biçme. 2. tkz. faunesse diş. (Söylencede) Kır tanrıçası,
Parasızlık, züğürtlük (Plus un sou, c'est la faussaire ad. 1. Kalpazan, sahte para basan (Un
fauche). 3. tkz. Hırsızlık (Il y a de la fauche dans ce faussaire qui fabrique des billets de banque). 2.
magasin). 4. Çalman mal, hırsızlık malı (Ton Sahteci, düzenci, taklitçi, bir şeyin sahtesini
cochon, c'est de la fauche). düzenleyen (Un faussaire de signature).
fauché, es. 1. Biçilmiş (Blésfauchés. Pré fauché). 2. faussement bel. 1. Haksız olarak, gerçeğe aykırı
tkz. Meteliksiz, parasız, züğürt (Je suis fauché ces olarak (Il est faussement accusé de vol). 2.
jours-ci). § Etre fauché comme les blés: Beş parası Yapmacıktan, yalandan (Un air faussement
olmamak, meteliğe kurşun atmak, modeste).
faucher gçl. 1. (Orakla, tırpanla) Biçmek (Faucher fausser gçl. 1. Bozmak, yanlış olmasına yol açmak,
l'herbe, le foin. Faucher du blé. des céréales). 2. değiştirmek (Une erreur qui fausse le résultat,
mec. Yıkmak, yok etmek, alıp götürmek (La mort fausser un calcul, fausser la réalité). 2. Bozmak,
fauche tout). 3. mec. Biçmek, öldürmek ( U n tiren işe yaramaz hale getirmek (Fausser une serrure,
rafale qui fauche les assaillants). 4. tkz. Çalmak, une lame). 3. Çevirmek, değiştirmek (Il a faussé le
araklamak, apartmak (On lui a fauché mille sujet). 4. Yanlış yorumlamak, kötü yorumlamak
francs). 6. gsz. Ön ayaklarından birini yarım daire (Fausser le sens de la loi). S.müz. Yanlışokumak,
çizecek şekilde atmak, çolak yürümek (Un cheval falsolu okumak (Fausser une note). § Fausser
quifauche). 7.gsz. ask. (Topyadamakinalı tüfek) l'esprit de qn: Birinin kafasını çarpıtmak, yanlış
Tarama ateşi açmak, taramak. § Faucher l'herbe düşünme yoluna saptırmak. Fausser compagnie à
sous les pieds de qn: mec. tkz. Birinin ayağını qn: a) Randevuya gitmemek, b) Birini ekmek,
kaydırmak, ayağının altına karpuz kabuğu yolda birlikte giderken birdenbire onu bırakıp
koymak. gitmek. c) -e kalleşlik etmek, -i yüzüstü bırakmak.
faucheur, euse ad. 1. Orakçı, ekin biçici. 2. tkz. Fausser sa voix: Sözünde durmamak, verdiği,
Hırsız, arakçı. 3. diş. mec. Ölüm. 4. diş. Biçer, sözden dönmek. Fausser la voix: Sesini
ekin biçme makinası (Il conduisait la faucheuse). değiştirmek. § Se fausser: müz. Falso yapmak (5a
faucheux, faucheur er. Uzun ayaklı tarla örümceği. voix se faussa un peu).
§ Avoir des jambes de faucheux: Uzun ve ince fausset er. 1. Baş sesi, kadın sesini andıran ince bir
bacakları olmak, ses, çok tiz ses. 2. Fıçı tıpası (Tirer du vin au
faucille diş. Orak (Moissonner à la faucille). fausset).
faucon er. 1. Doğan, şahin (Faucon crécerelle: fausseté diş. 1. Yalanlık, düzmelik, gerçekten
faute 592 faveur
candidat. Vous agissez souvent en sa faveur). fébriles. 1. (Sayrılıkta) Ateşe değgin (Pouls fébrile,
Avoir la faveur de qn: Biri tarafından korunmak, courbe fébrile). 2. Ateşi olan (Il est fébrile
kayrılmak (Il a la faveur du roi). Accorder une aujourd'hui). 3. Sinirli (Une impatience fébrile. Il
faveur à qn: Birine bir lütufta bulunmak. Faire à faisait preuve d'une inquiétude fébrile ). 4 . mec.
qn la faveur de f. qch: Birine -mek lütfunda Coşkulu, "heyecanlı, ateşli (Une personne
bulunmak (Faites- moi la faveur d'intervenir pour fébrile).
moi auprès du ministre). fébrilement bel. Coşkuyla, ateşli ateşli,'hararetle,
favorables. 1. Uygun, elverişli (Ilattend le moment fébrilité diş. Coşkululuk, ateşlilik (Parler avec
favorable). 2. İyilikçi, kayralı, lütufkâr (Jecompte fébrilité).
sur lui, car il m'a toujours été favorable). 3. fécal, e s. Dışkıya değgin, *dışkısal (Matières
Favorable à: -den yana, -in lehinde (Il été fécales).
favorable à notre projet. Les dieux lui étaient fèces diş. ç. 1. Tortu, çökelti. 2. İnsan dışkısı, bok.
favorables). 4. Favorable pour f. qch: -meye fécond, e s. 1. Döllenebilir, döl verebilir,
uygun, -mek için elverişli (Le temps est favorable doğurabilir (Les mulets ne sont pas féconds). 2.
pour faire une promenade). Doğurgan (Les lapins sont très féconds). 3.
favorablement bel. Olumlu bir biçimde, olumlu Verimli (Terres fécondes, une graine féconde. Un
olarak, uygunca (Son discours a été favorablement écrivain fécond). 4. mec. Bol, gür, zengin,
accueilli). t ü k e n m e z (Ecrire sur un sujet fécond). 5. Fécond
favori, te s. 1. En çok beğenilen, gözde olan, en çok en qch: -bakımından zengin (Journée féconde en
sevilen (C'est mon auteur favori. Un mot favori). événements).
2. Kazanması umulan, kazanacağı sanılan (Il est fécondabilité diş. 1. Döllenebilirlik, döltutabilirlik.
parti favori). 3. er. Gözde (Cet acteur est le favori 2. Doğurganlık,
du public). 4. er. (At koşularında) Güvenilen at, fécondant, e s. Dölleyici.
yarışta birinci geleceği umulan at (Il a joué le fécondateur, trices. ve ad. Dölleyici, dölleyen.
favori). 5. er. ç. Favori, yüzün iki yanında fécondation diş. Dölleme; döllenme (La
bırakılan sakal (II porte des favoris). 6. diş. fécondation artificielle. La fécondation des
Hükümdar gözdesi, "ikbal (Le sultan et ses fleurs).
favorites). féconder gçl. 1. Döllemek (Féconder une femelle).
favoriser gçl. 1. Kayırmak, korumak, "iltimas 2. Verimli kılmak, verimlileştirmek (Ce fleuve
etmek (L'examinateur a favorisé ce candidat). 2. féconde la plaine). 3. Zenginleştirmek (Laculture
Kamçılamak, "tahrik etmek (Favoriser une féconde l'esprit. Les passions fécondent
passion, un sentiment). 3. Kolaylaştırmak (La l'intelligence du poète).
faiblesse du pouvoir favorisa l'insurrection). 4. fécondité diş. 1. Dölleyicilik, doğurtkanlık. 2.
Tutmak, yardımcı olmak, desteklemek Doğurganlık (Une femme douée d'une grande
(Favoriser un parti, une entreprise). 5. Favoriser fécondité). 3 . Verimlilik (Fécondité d'un sol). 4.
deqch: -ile donatmak (La nature l'a favorisé de ses Bolluk, gürlük, zenginlik (Fécondité de
dons). l'imagination).
favorite diş. Hükümdar gözdesi, "ikbal, fécule diş. kim. Kök nişantası, fekül (Fécule de
favoritisme er. Kayırmacılık, adam kayırma, pomme de terre).
"iltimas, féculence diş. 1. Tortululuk, çökeltililik. 2.
favus [favys] er. hek. Kel. Nişastalılık, feküllülük.
fayard er. bitb. Kayınağacı. féculent, e s. 1. Tortulu, çökeltili (Un liquide
fayoter, i.hlk. Kurufasuly t (Manger des fayots. Un féculent). 2. Feküllü, nişastah (Des aliments
gigot avec des fayots). 2. s. ve ad. *Çabacil, féculents). 3. er. Feküllü, nişastah sebze (Les
"gayretkeş (C'est un fayot). féculents font grossir).
fayoter, fayotter gsz. ask. argo. Çabacılık etmek, féculer gçl. -in fekülünü çıkarmak (Féculer des
"gayretkeşlik etmek (Il fayotte pour se faire bien pommes de terres).
voir, pour avoir une permission). féculerie diş. Fekül fabrikası, nişasta fabrikası,
féal er. Sadık dost. fédéral, e s. 1. Federasyona değgin (Pacte fédéral
fébricule diş. hek. Hafif ateş yükselmesi, entre plusieurs Etats). 2. Birleşik (République
fébrifuges. 1. Ateş kesici, ateş düşürücü (Remèdes fédérale, l'Allemagne fédérale). 3. F e d e r a s y o n a
fébrifuges). 2. er. Ateş düşürücü ilaç (Administrer bağlı (Police fédérale, justice fédérale).
un fébrifuge). fédéraliser gçl. Federasyon halinde birleştirmek;
fédéralisme 594 féminin
federasyon niteliği vermek, federasyon haline feinté les joueurs de la défense, il a marqué un but).
getirmek. 2. mec. tkz. Aldatmak, oyuna getirmek, tongaya
fédéralisme er. Federalizm. Devletler federasyonu bastırmak (Il a été plus habile que moi, il m'a
yöntemi. feinté).
fédéraliste s. ve ad. 1. Federalizme değgin feinteur er. 1. Numaracı. 2. (Spor) Çalımcı,
(Doctrines, tendances fédéralistes). 2. ad. feintise diş. Numaracılık, gösterişçilik,
Federalizm yanlısı, feld-maréchal er. Feldmareşal,
fédératif, ive s. Federatif, Devletler federasyonu feldspath er. yerb. Feldispat.
yoluna d a y a n a n (Un Etat fédératif, un république fêlé, e s. Çatlak (Une assiette fêlée). § Avoir le
fédérative). cerveau fêlé, la tête fêlée: Kafadan çatlak olmak,
fédération diş. Federasyon (Fédération biraz kaçık olmak,
européenne. Fédération sportive, fédération fêler gçl. Ç a t l a t m a k (Fêler une vitre, une assiette, un
ouvrière. Fédération française de football). verre). § Se fêler: Ç a t l a m a k (La glace s'est fêlée).
fédéré, e s. 1. (Bir federasyona) Üye (Les Etats félicitation diş. Kutlama, "tebrik etme, tebrik
fédérés forment les Etats-Unis). 2. ad. (Fransız (Lettre de félicitations). § Toutes mes félicitations:
Devrimi sırasında) Federasyon üyesi (Les fédérés Sizi yürekten kutlanm. Adresser ses félicitations à
de 1792). § Le mur des fédérés: 1871 Komün qn: -i kutlamak, -e tebriklerini sunmak,
J
hareketi sırasında ayaklanan askerlerin önünde félicité diş. Büyük mutluluk, mutluluk (Son visage
kurşuna dizildikleri Père-Lachaise mezarlığı exprime une félicité sans mélange).
duvarı. féliciter gçl. 1. Kutlamak, "tebrik etmek (Féliciter
fédérer gçl. Federasyon haline sokmak. § Se fédérer: un ami à l'occasion de son mariage). 2. Féliciter qn
Federasyon halinde birleşmek, pour qch, de qch: Birini -den dolayı kutlamak (On
fée diş. 1. Peri, peri kızı (Fée bienfaisante, fée l'a félicité pour son action courageuse. Je te félicite
méchante. Conte de fées). 2. mec. G ü z e l ve akıllı de ta perspicacité). 3. Féliciter qn de f. qch: Birini
kadın, melek (Elle est la fée du logis). 3 .s. Büyülü -diğinden dolayı kutlamak (Je vousfélicite d'avoir
(Un objet fée). § Travail, ouvrage de fée: agi si sagement). § Se féliciter de qch, de f. qch: -e
Olağanüstü ince ve güzel iş. Vieille fée: Cadaloz. sevinmek, -diğine çok sevinmek (Il se félicitait de
Avoir des doigts de fée: Çok becerikli olmak, on l'heureuse issue de l'affaire. Je me félicite d'avoir
parmağında on hüner olmak, suivi ses conseils).
féerie diş. 1. (Eski) Büyücülük. 2. Peri sanatı, peri félidés er. ç. hayb. Aslangiller; kedigiller,
oyunu. 3. Periler âlemi. 4. (Tiyatroda) Peri félin, es. 1. Kediye değgin, kediyi andıran, kçdiye
oyunu. 5. mec. Çok parlak seyirlik, benzeyen (La race féline). 2. Kedi gibi esnek,
féerique s. 1. Perilere değgin, periler âlemine kıvrak (Une danseuse à la grâce féline). 3. mec.
değgin (L'Orient féerique des Mille et une Nuits). Kedi huylu, yaltak ve hain. 4. er. Aslangillerden
2. (Tiyatroda) Peri oyununa değgin (Spectacle hayvan.
féerique). 3. mec. Olağanüstü,çok güzel,pekhoş. félinité diş. Kedi huyluluk, yaltak ve hanilik,
feignant, e, faignant, es. ve ad. hlk. Tembel (C'est nankörlük, ikiyüzlülük,
un feignant). fellah er. Arap köylüsü, fellah,
feindre gçl. 1. -lik taslamak, kendini., imiş gibi fellation diş. Erkeğin cinsel organını emme.
göstermek (Feindre la joie, l'enthousiasme, félon, ne s. ve ad. Hain; nankör,
l'étonnement, la tristesse, la maladie). 2. Feindre f é l o n i e H a i n l i k ; nankörlük,
de f. qch: -iyormuş gibi yapmak, -gibi görünmek felouque diş. Filika.
(Il feint d'écouter, de pleurer). 3 . gsz. D u y g u ve fêlure diş. 1. Çatlak, çatlaklık (Fêlure d'un vase). 2.
düşüncelerini başkasından saklamaya çalışmak mec. Kırgınlık (Les querelles entre amants créent
(Inutile de feindre). des fêlures que rien ne ressoude). 3 . Hafif delilik,
feint, e s. Yapmacık, yalana, "sahte (Une douleur çatlaklık.
feinte, une joie feinte). femelle diş. 1. Dişi (Lafemele et le mâle. La chèvre
feinte diş. 1. Aldatmaca, aldatıcı oyun, çalım est la femelle du bouc). 2. tkz. Kadın, karı, avrat
(Tromper un boxeur par une feinte habile). 2. ( Les femelles du bord nous suivaient des yeux). 3.
Gösteriş, aldatmaca, yapmacık (Ce prétendu s. Dişi (Uncanarifemelle, une souris femelle). 4 .s.
départ n'était qu'une feinte). § Faire une feinte à (Teknikte) Dişi (Une prise femelle, un tuyau
qn: mec. tkz. Birini aldatmak, oyuna getirmek, femelle).
feinter gçl. 1. Atlatmak; çalımlamak (Après avoir féminin, es. 1. Kadına değgin, kadmaözgü (Grâce
féminisant 595 fer
féminine, charme féminin). 2. Kadını a n d ı r a n , fendre gçl. 1. Y a r m a k (Fendre du bois avec une
kadınımsı (Il a des traits un peu féminins). 3.dilb. hache). 2. Çatlatmak, çatlak çatlak yapmak (La
Dişil (Adjectif féminin, pronom féminin). 4. er sécheresse a fendu le sol). 3. Yarıp geçmek
dilb. Dişil (Ce nom est du féminin). § Rime (Fendre la foule. Le navire fend les flots ). § Fendre
féminine: Açık uyak. le coeur, l'âme: Yüreğini sızlatmak, içini
féminisant, es. Kadınlaştırıcı; dişileştirici (Action parçalamak ( Ce spectacle me fend le coeur). Il gèle
féminisante de l'hormone femelle). à pierre fendre: Çok şiddetli don var, her yan
féminisation diş. Kadmlaştırma, kadınlaşma; donmuş. Se fendre la pipe: Katıla katıla gülmek,
dişileştirme, dişileşme, kahkahalarla gülmek. § Se fendre: 1. Yarılmak
féminiser gçl. 1. Kadınlaştırmak; dişileştirmek. 2. (Sous l'effet du tremblement de terre ce gros rocher
dilb. "Dişilleştirmek, dişil hale sokmak. § Se s'est fendu). 2. Ç a t l a m a k (Le vase s'est fendu). 3.
féminiser: Kadınlaşmak, dişileşmek, hlk. Paraya kıymak (Il ne s'est pas fendu, ce
féminisme er. "Feminizm, kadın yandaşlığı, kadın cadeau n'a pas dû lui coûter cher). 4. Se fendre de
haklarını savunurluk. qch: -e kıymak, -i vermek, sunmak, ısmarlamak
féministe s. ve ad. Kadın haklarını savunma (Il s'est fendu d'une bouteille).
akımından yana olan, "feminist, kadın yandaşı, fendu, es. 1. Kırılmış (Du boisfendu). 2. Yarık, açık
féminité Kadınlık;dişilik, (Jupe fendue derrière). 3. Çatlak, çatlamış
femme diş. 1. Kadın (Les femmes n'ont pas le droit (Marbre fendu).
de vote dans certains pays). 2. E ş , k a n (Il est sorti fenêtrage er. (Bir yapıda) Bütün pencereler, cam
avec sa femme). § Bonne femme: 1. Koca kan, çerçeve (Le fenêtrage d'un édifice).
yaşlı kadın. 2. Kendi halinde kadın, halktan bir fenêtre diş. 1. Pencere (L'appartement à trois
kadın. Femme au foyer, femme d'intérieur: Ev fenêtres. Regarder par la fenêtre). 2. Pencere
kadını. Femme de lettres: Edebiyatçı kadın, yazar çerçevesi (Ouvrir la fenêtre). § Jeter son argent
çizer kadın. Femme de charge: Kâhya kadın, par les fenêtres: Parasını saçıp savurmak, har
kalfa. Femme de chambre: Oda hizmetçisi, vurup harman savurmak,
ortalık hizmetçisi. Femme de ménage: Gündelikçi fenêtrer gçl. 1. Pencere açmak (Fenêtrer un
kadın. Femme du monde: Yüksek tabakadan bâtiment). 2. Delik açmak (Fenêtrer une
kadın, "sosyete kadını. Remèdes de bonne femme: compresse, un plâtre).
Kocakarı ilâcı. Etrefemme, devenir femme: Artık fenil er. Ot ambarı,
kız olmamak, cinsel ilişkide bulunmuş olmak, fennec er. hayb. Çöltilkisi.
I kadın olmak. fenouil er. bitb. Rezene.
femmelette diş. 1. Sıska kadın, cılız kadın. 2. mec. fente 1. Yarık (Fente dans un vieux mur). 2. Çatlak
Gevşek adam, nanemolla (Il tremble, c'est une (Fente de l'écorce terrestre, d'une surface). 3.
femmelette). A r a l ı k , yarık (Mettre son oeil aux fentes des
fémoral, e s. hek. Uyluk kemiğine değin, palissades).
fémur er. hek. Uyluk kemiği (Il s'est cassé le fémur). fenugrec er. bitb. Boyotu, çemen,
fenaison diş. 1. Ot biçimi. 2. Ot biçme dönemi, féodal, e s. 1. Derebeyliğe değgin, "feodal (Le
fendage er. Yarma, çatlatma (Le fendage du régime féodal, une société féodale). 2. er.
diamant, de l'ardoise). D e r e b e y , ağa (Dans certains pays, les terres
fendant er. 1. (Kılıçoyununda) Kılıcın keskin appartiennent encore à de grands féodaux).
yüzüyle vuruş. 2. Ünlü bir İsviçre şarabı. 3. Asıp féodalement bel. Derebeyce, feodalca.
kesen, palavracı. § Faire le fendant: Asıp kesmek, féodalisme er. Feodallik, feodalizm,
mangalda kül bırakmamak, palavra sıkmak, féodalité diş. 1. Derebeylik. 2. mec. Büyük
fendard, fendart, fendant er. argo. Pantolon, tutumsal güç, para babalığı (Lutter contre les
fendeur er. Odun kırıcısı, kömür kırıcısı, féodalités par une législation antitrust).
fendillement er. Çatlama (Le fendillement de la fer er. 1. Demir (Industrie du fer). 2. Demir tuzu
peau). (Les épinards contiennent du fer). 3. Kılıç. 4. ç.
fendiller gçl. Çatlatmak (Le grand froid fendille les Zincir, pıranga. 5. Demir kısmı (Le fer et le
pierres). § Se fendiller: Çatlamak, çatlak çatlak manche d'une pelle). 6. T e m r e n (Le fer d'une
olmak (La terre se fendille. La peau se fendille sous lance, d'une flèche). § Fer forgé: Dövme demir.
l'effet du froid). Fer à friser: Saç maşası. Fer à repasser: Ütü. Fer à
fendoir er. Yarma aleti, yarmaya yarayan alet; souder: Havya. Fer à cheval: Nal. De fer: 1. Çok
kama, sepetçi kaması. sağlam, demir gibi (Il a une santé de fer). 2.
fer-blanc 596 fermeté
Sarsılmaz (Il a une volonté de fer). 3. Çok sert champ). 2. Çiftlik, yapı ve topraklanyla birlikte
(Une discipline de fer. C'est un homme de fer). çiftlik (Les produits de la ferme). 3. Çiftlik kirası,
Avoir une main de fer dans un gant de velours: kesenek, "iltizam. 4. Çatı makası, çatı bağlaması.
Kadife eldiven içinde demir yumruk taşımak. § Ferme modele: Örnek çiftliği. Donner qch à
Croiser le fer avec qn: -ile çarpışmak, kılıçla ferme: Kiraya vermek (Donner ses terres à ferme).
dövüşmek. Donner un coup de fer à qch: -i Prendre qch à ferme: (Bir araziyi) Kesenekle
ü t ü l e m e k (Il a donné un coup de fer à son almak, kiralamak (Prendre une propriété à
pantalon). Etre dans les fers: Zincire vurulmak, ferme).
pırangalanmak, tutsak kılınmak. Mettre qn aux fermé, es. 1. Kapalı (Porte fermée). 2. İçine kapalı;
fers: Birini zincire vurmak. Porter le fer dans la içedönük (Il a l'air fermé). 3. Fermé à -e kapalı;
plaie: Çok enerjik yollara baş vurmak. Tomber les -den pek anlamayan, -i pek bilmeyen (Il est fermé
quatre fers en l'air: Sırt üstü düşmek, nalları à la pitié. Un garçon fermé aux mathématiques). 4.
havaya dikmek, mec. Kapalı, dışa kapalı (Une société fermée).
fer-blanc er. Teneke. fermement bel. 1. Sıkıca, sıkı sıkıya (Tenir
ferblanterie diş. 1. Tenekecilik. 2. Tenekeci fermement un objet dans ses mains). 2. Kesin
dükkânı 3. Teneke eşya. olarak (Il est fermement décidé).
ferblantiers, ve ad. Tenekeci. ferment er. 1. May a (Mettre du ferment dans du lait
tir'ıediş. 1. (Eski Romalılarda) Dinsel tatil günü. 2. pour faire du yaourt). 2. mec. T o h u m , n e d e n ( Un
(Katolik kilisesi takviminde) Cumartesi dışındaki ferment de discorde, de haine, de jalousie).
günler (La seconde férié: Pazartesi, la troisième fermentable s. Mayalanabilir,
férié: Sali, la quatrième férié: Çarşamba, la fermentatif, ive s. Mayalandırıcı.
cinquième férié: Perşembe, la sixième férié: fermentation diş. 1. Mayalanma (La fermentation
Cuma). du jus de raisin). 2. mec. Kaynaşma, kızışma,
férié, e s. Tatil, tatil olan, çalışılmayan (Les jours coşma (Fermentation de Paris, des esprits).
fériés). fermenter gsz. 1. Mayalanmak (Le moût du raisin
férir gçl. (Yalnız şu deyimde geçer) Sans coup férir: fermente dans la cuve). 2. mec. Kızışmak,
1. Kan dökmeden, silah patlatmadan. 2. kaynaşmak, coşmak (Les esprits fermentent).
Kolaylıkla, güçlüğe uğramadan (Le fermentescibles. Mayalanabilir,
gouvernement a obtenu le vote de confiance sans fermer gçl. 1. Kapamak (Fermer une porte, une
coup férir). fenêtre, un robinet, sa valise, sa main). 2. '
ferler gçl. den. Toplamak, istinga etmek (Ferler les Kapatmak, sona erdirmek, son vermek (Fermer
voiles). une discussion). 3. İçeri almak, içeri kapatmak
fermage er. Çiftlik kirası, kesenek. (Fermer les poules). 4 Kesmek, kapatmak
fermail er. Kopça, toka, kancalı iğne gibi kapamaya (Fermer l'eau, l'électricité, le gaz). 5. Fermer qch
yarayan şey, kapamaç, de: Bir şeyi -ile çevirmek (Fermer une ville de
fermant, e s. Kapanan § A jour fermant: Gün remparts). 6. Fermer qch à: Bir şeyi -e kapamak
batarken. A portes fermantes: Kale kapdan (Fermer son coeur à la pitié). 7. gsz. Kapalı olmak
kapamrken. ( Ce magasin ferme deux jours par semaine). 8. gsz.
K a p a n m a k (Cette porte ferme mal). § Fermer la
ferme s. 1. Katı, sert (Viande ferme, sol ferme). 2.
D i r i , sert (Des tomates fermes. Elle a des seins
bouche: Ağzını kapamak, susmak. Fermer la
fermes). 3. Sağlam, dayanıklı (Un bébé ferme). 4.
bouche à qn: Birininin ağzım kapatmak, birini
Kesin, kararlı (Marcher d'un pas ferme). S. susturmak. Fermer les yeux sur qch: -e göz
"Metin, sarsılmaz (Un vieillard ferme devant le
yummak, -i görmezlikten gelmek. Fermer les
danger). 6. İradesi kuvvetli ( Un homme ferme). 7.
yeux à la vie: Yaşama gözlerini kapamak, ölmek.
Kesin (Vente ferme, achat ferme). 8. Ferme avec
Fermer la marche: Sıranın sonunda olmak.
qn: -e karşı sert (Il est ferme avec ses enfants). 9.
Fermer boutique: Ticaretten çekilmek. Fermer
bel. Sıkı, esaslı (Travaillerferme. Discuter ferme).
les yeux: 1. Uyumak. 2. Ölmek. Fermer sa porte:
10. bel. Kesin olarak (Vendre ferme, acheter
Kimseyle görüşmemek, kimseyi kabul etmemek.
ferme). § Terre ferme: coğr. Anakara, "kıta. De § Se fermer: 1. Kapanmak (Sesyeuxseferment. La
plaie s'est fermée). 2. Se fermer à -e kapılarını
pied ferme: Hiç çekinmeden, korkmadan,
gerilemeden (Il attend la critique de pied ferme).
kapamak, -in girmesine izin vermemek (Pays qui
se ferme aux étrangers).
Tenir ferme: Sıkı durmak, iyi dayanmak,
ferme diş. 1. Çiftlik binası (Uneferme située en plein fermeté diş. 1. Sertlik, sıkılık, kıvanıldık (Fermeté
fermeture 597 féru
des chairs; pâte qui a de la fermeté). 2. Sağlamlık ferrement er. 1. (Eskiden) Pırangaya vurma, zincire
(Fermeté de l'esprit, du jugement. Fermeté de vurma. 2. Nallama. 3. (Birşeyde) Demir kısım,
caractère, d'âme). 3. Sarsılmazlık, değişmezlik, ferrer gçl. 1. Demir takmak, demir geçirmek
"metanet, soğukkanlılık (Montrer de la fermeté). (Ferrer une roue, un bâton). 2. Nallamak (Ferrer
4. Kesinlik (Répondre avec fermeté). un cheval, un mulet). 3. Altına demir parçaları
fermeture diş. 1. Kapama aracı, kapama düzeni, çakmak (Ferrer un soulier). § Ferrer le poisson:
k a p a m a ç (Fermeture d'une porte, d' un coffre-fort, Balığı oltaya geçirmek,
fermetures automatiques). 2. Kapatma, ferret er. 1. (Kaytanda, kordonda) Uç demiri. 2.
kapanma; kapatış, kapanış (La fermeture (Taşta) Budak,
annuelle des théâtres). 3. Kapanış saati, kapanma ferretier, ferratier er. Nalbant çekici,
zamanı (Il est arrivé après la fermeture des ferreux, euse s. kim. Demirli (Sulfate ferreux).
bureaux). § La fermeture éclair: Fermuar, cırcır ferrifêre s. Demirli, içinde demir bulunan (Terre
(Jupe à fermeture éclair). ferrifère).
fermier, ère ad. 1. Çiftlik sahibi, çiftlik kiracısı (Un ferriques. kim. Demirli, demir (Chlorureferrique).
riche fermier). 2. s. Çiftlikte yapılan, çiftlikte ferronnerie diş. 1. Demir işliği, demirhane. 2.
yetiştirilen (Beurre fermier, poulet fermier). § Demir eşya (Décoration deferronnerie). 3.Soğuk
Fermier général: Vergi kesenekçisi, "mültezim, demircilik.
fermoir er. Kapama aygıtı, kapamaç (Fermoir d'un ferronnier, ère s. ve ad. Demir eşya yapımcısı ; demir
bracelet, d'un poudrier). eşya işlerinde çalışan işçi; demir eşya satıcısı,
féroces. 1. Yırtıcı (Bêtes féroces). 2. Yavuz, kıyıcı, ferronnière diş. Ortasında bir mücevher bulunan
kan dökücü (Un homme féroce). 3. Sert, acımasız alın zinciri.
(Un examinateur féroce). ferroviaire s. Demiryoluna değgin (Réseau
férocement bel. Acımadan, kıyarcasına, gözünün ferroviaire, compagnie ferroviaire).
yaşına bakmadan (Critiquer férocement un ferrugineux, euse s. Demirli, çelikli, içinde demir
adversaire). tuzlan bulunan (Eaux ferrugineuses, boues
férocité diş. 1. Yırtıcılık (La férocité du tigre). 2. ferrugineuses, roches ferrugineuses). 2. er.
Yavuzluk, kıyıcılık, kan dökücülük (La férocité Demirli ilâç.
d'un tyran). 3. Sertlik, acımazhk (Critiquer avec ferrure diş. 1. (Bir şeydeki) Demir kısım (Les
férocité). ferrures d'une porte). 2. Nallama,
ferrade diş. 1. Sığır dağlama, sığırları damgalama. ferry-boat er. İng. "Feribot, araba vapuru, arabaları
2. Sığırları dağlama dolayısiyle düzenlenen yada vagonları bir yakadan öbür yakaya
şenlik. geçirmeye yarayan gemi.
ferrage er. 1. Nallama (Ferrage d'un cheval). 2. fertiles. 1. Verimli, bitek (Terrefertile). 2.Fertileen
Demir geçirme (Ferrage d'une roue). qch: a) -bakımından zengin (Un écrivain fertile en
ferraille diş. 1. Demir kırıntıları, hurda demir (Un métaphores), b) -si çok, -bakımından verimli
tas de ferraille, commerce de ferraille). 2. U f a k (Terre fertile en blés, pays fertile en vignes). 3. biy.
para, bozuk para (Je vous donne toute ma Doğurgan (Une femelle fertile). 4. Yaratıcı,
ferraille). § Mettre qch à la ferraille: Atmak, yaratma gücü olan (Une imagination fertile).
hurdaya çıkarmak, fertilement bel. Verimli olarak,
ferraillement er. 1. Kılıçla vuruşma, kılıçla fertilisable s. Verimli kıhnabilir, bitekleştirilebilir.
dövüşme. 2. Şakırtı, şıkırtı, fertilisant, e s. Verimlileştiren, bitekleştiren,
ferrailler gsz. 1. Kılıçla vuruşmak. 2. mec. tkz. verimli kılan,
Çekişmek, atışmak. 3. Şangırdamak, fertilisation diş. Verimlileştirme, bitekleştirme,
şıkırdamak. verimli kılma,
ferrailleur er. 1. Hurdacı, demir hurdacısı. 2. fertiliser gçl. Verimlileştirmek, bitekleştirmek,
Acemi kılıçoyuncusu. 3. Atışmayı, çekişmeyi verimli kılmak (Les cendres fertilisent la terre).
seven kimse, 'çekişken, fertilité diş. 1. Verimlilik, biteklik (La fertilité d'un
ferrants. Maréchal-ferrant: Nalbant, sol). 2. mec. Verimlilik, yaratcıhk, zenginlik. 3.
ferré, es. 1. Demirli, demir geçirilmiş (Bâton ferré, topb. Doğurganlık (Une grande fertilité
des coffres ferrés). 2. Naili, nallanmış (Cheval d'imagination).
ferré). 3. Ferré en qch, sur qch: -de çok bilili, çok féru, e s. 1. Tutkun, vurgun. 2. Féru de: -e tutkun,
güçlü (Il est ferré en histoire ancienne. Tu n'es pas vurgun, düşkün, -i çok seven (Il est féru de cette
ferré sur ce sujet). § Voie ferrée: Demiryolu. femme. Etre féru d'une science, d'une idée).
férule 598 feu
férule diş. 1. Şeytantersi ağacı. 2. Eskiden bayram etmek (La nature est en fête). Faire la fête:
öğrencileri cezalandırmak için kullanılan değnek Alem yapmak, yiyip içip eğlenmek, felekten bu-
yada kayış. 3. mec. Baskı, sulta. § Etre sous la gün çalmak. Faire fête à qn: Birini ağırlamak, çok
férule de qn: -in sultası altında olmak, iyi karşılamak. Ne pas être à la fête: Çok sıkıntılı ve
fervemment bel. Tutkuyla, coşkuyla, °aşk ve şevk güç bir durumda bulunmak. Se faire une fête de:-e
ile. çok sevinmek, bayram etmek. Souhaiter la fête à
fervent, es. 1. Ateşli, coşkulu, tutkulu (Un disciple qn: Birinin doğum gününü kutlamak. Ce n'est pas
fervent, un amour fervent, une prière fervente). 2. tous les jours fête: Her gün düğün dernek olmaz
ad. Hayran, çok seven (Les fervents de ya.
Beethoven). fête-dieu diş. Katoliklerin şaraplı ekmek yortusu,
ferveur diş. 1. Ateşlilik, coşku, tutku (Aimer avec fêter gçl. 1. Kutlamak, -in bayramını kutlamak
ferveur). 2. İçten sevgi, yürekten çaba, aşk ve şevk (Fêter le Jour de l'an. Fêter la naissance d'un
(Accomplir un travail avec ferveur). enfant. Fêter une victoire). 2. Fêter qn: Birini
fesse diş. 1. Kaba et, kıç, sağrı. 2. (Eski gemilerde) ağırlamak, çok iyi karşılamak (Fêter le
Kıç. 3. argo. Kadın § Maison de fesse: argo. vainqueur).
Genelev ; buluşumevi. Attraper qn par la peau des fétiche er. 1. Fetiş, put, "tapıncak. 2. Nazarlık, uğur
fesses: Birini, kaçarken arkasından yakalamak. boncuğu (Porter un petit fétiche autour du cou).
Botter les fesses à qn: -in kıçına tekme vurmak, fétichisme er. 1. Fetişizm, putçuluk, "tapıncakçılık.
dövmek. Poser ses fesses: Oturmak, kıçı yer 2. mec. Tapma, tapınma (Il pousse jusqu'au
görmek. Serrer les fesses, avoir chaud aux fesses: fétichisme son amour pour sa mère).
Korkmak, kıçı terlemek, ödü patlamak, fétichistes, ve ad Fetişist, putçu, "tapıncakçı.
fessée diş. Kaba etlere vurma, kıçına kıçına vurma, fétide s. 1. Çok pis kokulu (Respirer un air fétide).
dayak (Un enfant qui a reçu une bonne fessée. 2. İğrenç, tiksinç, mide bulandırıcı (L'odeur
Donner une fessée à un enfant). fétide des marais).
fesse-mathieu er. 1. Tefeci, "murabahacı. 2. Pinti, fétidité diş. Pis kokululuk, pis koku; iğrençlik,
cimri, eli sıkı. tiksinçlik.
fesser gçl. Kıçına kıçına vurmak, kaba etlerine fétu er. 1. Saman çöpü. 2. mec. Değersiz şey.
vurarak dövmek (Fesser un enfant). fétuque diş. yada er. bitb. Domuzayrığı.
fessier, ère s. 1. Kaba etlere değgin, kıça değgin feu er. 1. A t e ş (Les explorateurs allumaient un feu, le
(Région fessière, muscles fessiers). 2. er. K a b a et soir, pour éloigner les bêtes sauvages). 2. Sıcaklık,
kası (Les petits fessiers, les grands fessiers). sıcak (Les feux de l'été). 3. Isı, sıcaklık, "hararet,
fessu, e s. (Az. Kocaman kalçalı, koca kıçlı, ateş (Le feu lui monta au visage). 4. Aydınlık, ışık
festif, ive s. Bayrama değgin, (Les feux de la ville, des projecteurs). 5. L a m b a
festin er. Şölen (Faire un festin). (Les feux d'une voiture, d'un navire, d'un avion).
festival er. Şenlik, festival, 6. F e n e r (Les feux de la côte. Feu fixe, feu
festivité diş. Dernek, şenlik, bayram, eğlence tournant). 7. Yıldız (Les feux de la nuit, de
(Festivités à l'occasion d'une foire, d'un l'aurore). 8. Yangın (Le feu a détruit ta grange). 9.
anniversaire). Parıltı, ışıltı (Les feux d'un diamant. Le feu du
feston er. 1. Çiçek yada yaprak zinciri (Murornéde regard). 10. Ateş rengi (L'oiseau de feu). 11.
festons). 2. Fisto (Faire des festons à un jupon). Ateşte yakılma cezası (Il a été condamné au feu).
festonner gçl. 1. Çiçek ve yapraklarla süslemek. 2. 12. Savaş (Aller au feu). 13. Aile, ocak, yuva, ev,
Fisto takmak (Festonner un col). "hane (Hameau de cinquante feux). 14. O c a k ,
festoyer gçl. 1. (Eskimiştir) Ağırlamak, şölen şömine (Se chauffer devant le feu. S'installer près
vermek. 2. gsz. Bayram etmek, şölende yiyip du feu). 15. Feu!: ask. (Komut) Ateş! 16. hlk.
içmek, alabildiğine eğlenmek, Silah, tabanca (Il a sorti son feu). § Feu follet:
fêtard, e ad. tkz. Gününü gün eden, yiyip içip Bataklıklarda yada gömütlüklerde geceleri
eğlenen. görünen hafif parıltı. Feu de Bengale: Şenlik
fête diş. 1. B a y r a m . (Fête nationale, religieuse). 2. fişeği. Feu d'artifice: Maytap, şenlik fişeği. Les
Şenlik. 3. (Birinin) Doğum günü. 4. Eğlence, feux de la rampe: Sahne ışıkları. Feu grégeois:
eğlenti (Fêtes du carnaval. Les fêtes de fin Bizans ateşi, Bizanslıların düşman gemilerine
d'année). 5 . G ü n (Fête des mères: Anneler günü). karşı kullandıktan suda yanan ateş: Feu de paille:
§ Etre à la fête: Sonsuzca mutlu olmak, içi içine Saman alevi, çok kısa süren şey, birden parlayıp
sığmamak. Etre en fête: Çok sevinçli olmak, hemen sönüveren şey. Arme à feu: Ateşli silah.
feu 599 feuilleton
Bouche à feu: Top ve havan topu gibi ateşli silah. feuillage er. 1. (Bir ağaçta) Yapraklar (Feuillage
Coup de feu: (Bir, iki el) Ateş; kurşun, mermi, d'un chêne, d'un saule). 2. Yapraklı kesilmiş
silah (ila entendu un coup de feu. Il a reçu un coup dallar (Se faire un lit de feuillage). 3. Yaprak
de feu dans la jambe). Au feu! : Yangın var, imdat! bezeme, yapraklama, yaprak süsü (Feuillages
De feu: Ateşli, coşkulu, kaynayıp taşan d'un chapiteau).
(Tempérament de feu. Quelle âme de feu!). feuillaison diş. Yaprak açma, yapraklanma,
Allumer du feu, faire du feu: Ateş yakmak. Avoir feuillant, feuillantine ad. Citeaux tarikatında rahip
qch en feu: -si ateşler içinde olmak, yanmak (ila yada rahibe.
les joues en feu. J'ai la gorge en feu). Avoir du feu feuillard er. 1. Fıçı çemberi yapmaya yarayan dal. 2.
dans les veines: Sıcak kanlı olmak, çabuk ve Demir çember,
şiddetli tepki göstermek. Avoir le feu au derrière: feuille diş. 1. Yaprak (Les feuilles des arbres
Kıçı tutuşmak, acele etmek. Avoir le feu sacré: tombent). 2. Kâğıt, y a p r a k (Feuille blanche,
Büyük bir çaba göstermek. Craindre qn, qch feuille écrite, face d'une feuille). 3. mec. G a z e t e
comme le feu: -den cin demirden korkar gibi (C'était une feuille d'extrême gauche qui le citait
korkmak, çok korkmak. Cuire à feu doux: Hafif souvent avec ferveur). 4. argo. K u l a k . § Feuille de
ateşte pişirmek. Cuire à grand feu: Harlı ateşte chou: hlk. Önemsiz gazete, varakpare. Feuille de
pişirmek. Conquérir qch par le fer et par le feu: -i vigne: 1. Asma yaprağı. 2. Kadının edep yerini
silah zoruyla ele geçirmek. Donner du feu à qn: örtmek için kullanılan asma yaprağı biçimindeki
(Birine sigarasını yakması için) Ateş, kibrit; örtü. Feuille morte: Kuru yaprak, gazel. Feuille
çakmak vermek. Donner le feu vert à: -e yeşil ışık d'impôt: Vergi kâğıdı. Feuille de présence: (Resmi
yakmak, her türlü izni vermek. Etre en feu: kuruluşlarda) Yoklama kâğıdı, imza kâğıdı.
Yanmak (Le bois est en feu. La maison était en Feuille de paye: Bordro, ödeme çizelgesi. Etre dur
feu). Etre sans feu ni lieu, n'avoir ni feu ni lieu: de la feuille: hlk. Kulağı biraz ağır işitmek, hafifçe
Yersiz yurtsuz olmak. Etre tout feu tout flammes sağır olmak. Glisser qch dans les feuilles: argo. Bir
pour: -e karşı içinde büyük bir çaba ve istek şeyi birinin kulağına söylemek, güvenip kulağına
olmak. Etre entre deux feux, être pris entre deux fısıldamak. Trembler comme une feuille: Yaprak
feux: İki ateş arasında kalmak. Faire feu: Ateş gibi titremek, tir tir titremek,
etmek. Faire feu de tout bois: Her çareye baş feuille, e s. Yapraklı (Arbres feuillés).
vurmak, baş vurmadık yol kalmamak. Faire feu feuillée diş. 1. (Bir ağaçtaki) Yapraklar, yapraklı
des quatre fers: Elindeki tüm olanakları dallar (La pluie ne perce pas la feuillée de ces gros
kullanmak, her yola başvurmak. Faire long feu: chênes). 2. Yapraklı dalların sağladığı korunak;
Uzun sürmek, uzun süre devam etmek. Faire yapraklı dallar altındaki gölgelik (Danser sous la
mourir qn à petit feu: Üze üze bitirmek, işkence feuillée). 3. ç. Yapraklı dallardan yapılmış
ede ede öldürmek. Jouer avec le feu: Ateşle gölgelik.
oynamak. Jeter de l'huile sur le feu: Yangına feuille-mortes, değişmez. Kuru yaprak renginde,
körükle gitmek. Jeter feu et flamme: Ateş feuiller gsz. 1. Yaprak açmak, yapraklanmak (Les
püskürmek. Mettre le feu à qch: -i yakmak, -e ateş arbres commencent à feuiller). 2. gçl. -de yuva
atmak. Mettre qch au feu: -i yakmak, ateşe a ç m a k (Feuiller une planche).
vermek. Mettre qch à feu et à sang: -i ateş ve kana feuillet er. 1. Defter, kitap yada katlanmış kâğıt
bulamak. Mettre qch sur le feu: Ateşe koymak, yaprağı (Les deux faces d'un feuillet). 2.
ısıtmak. N'y voir que du feu: Hiçbir şey (Marangozlukta) Yaprak tahta. 3. hayb. anat.
anlamamak. Ne pas faire long feu: Uzun Kırkbayır.
sürmemek, hemencecik bitivermek. Ouvrir le feu feuilletage er. Yufka açma, hamuru yaprak olacak
sur: -e ateş açmak. Péter du feu, péter le feu: biçimde açma.
Büyük bir gücü, erki olmak; büyük bir etkinlik feuilleter gçl. 1. (Kitap yada dergi gibi şeylere göz
içinde olmak. Prendre feu: Öfkelenip parlamak. atmak için) Yapraklarını karıştırmak (Feuilleter
Recevoir le baptême du feu: Savaşa ilk kez un livre, une revue, un cahier). 2. ( H a m u r ) Y u f k a
katılmak. açmak, hamuru yaprak olacak biçimde açmak
feu, es. Ölü,ölmüş, "merhum, "müteveffa (Lafeue (Feuilleter de la pâte).
impératrice a gardé la Hongrie. Son feu père. Feu feuilleton er. 1. Gazetede, her gün belli bir alanla
ma tante m'a laissé sa fortune). ilgili olarak çıkan yazı, makale (Il est chargé du
feudataire ad. Tımar sahibi. feuilleton littéraire). 2. " B ö l ü m c e , "tefrika (Jeliele
feudiste er. Derebeylik hukuku uzmanı. roman-feuilleton de ce journal).
feuilletoniste 600 ficher
(Ficher des coups, une paire de gifles). 5. V e r m e k fidéicommis er. huk. İlerde başka birine vermesi
(Ça me fiche le cafard). § Ficher par terre: 1. için bir kimseye mal bırakma,
Düşürmek, yere atmak (J'ai fichu par terre un fıdeismeer. fels. 'İnancılık, "imaniyye.
vase). 2. -in içine etmek, -i suya düşürmek, fidéiste s. ve ad. fels. İnancı,
bombok etmek (Cette pluie fiche par terre notre fidéjusseur er. huk. Kefil,
projet de promenade). Ficher qn à la porte: fidéjussion diş. huk. Kefalet,
Kovmak, kapı dışarı etmek. Ficher qn dedans: 1. fidéjussoire s. Kefalete değgin,
Aldatmak, oyuna getirmek, mandepsiye fidèle s. 1. Bağlı, "sadık (Un ami fidèle). 2.
bastırmak (C'est ce changement de nom qui m'a Efendisine bağlı (Serviteur fidèle, domestique
fichu dedans). 2. İçeri atmak, kodese tıkmak, fidèle). 3. Gerçekten sapmayan, doğru (Historien
hapsetmek (Tâchez d'obéir, ou je vous fiche fidèle, traduction fidèle). 4. Yanılmaz (Il a une
dedans, dit l'adjudant). Ficher le camp: Çekip mémoire fidèle). 5. Fidèle à: -i tutan, -in eri olan, -e
gitmek, defolmak. Ficher la paix à qn: -i rahat bağlı, sadık (Il est fidèle à ses promesses, à sa
bırakmak, rahatsız etmemek, dokunmamak parole; à ses amis). 6. ad. Tutan, yandaş (Les
(Fiche-moi la paix!). § Se ficher de qn, de qch: 1. fidèles du gouvernement). 7. ad. Sürekli izleyen,
-ile alay etmek, -e gülmek, -in üstüne gülmek (On "sadık müşteri ( C'est un fidèle des concerts. Elle est
se fiche de lui depuis sa mésaventure). 2. -e une fidèle des Galeries). 8. ad. Bir dine bağlı olan,
aldırmamak, vız gelip tırıs gitmek (Il se fiche "mümin ( La mosquée était pleine de fidèles).
complètement de mes conseils). fidèlement bel. Bağlılıkla, doğrulukla, "sadakatle
fichier er. 1. Fiş takımı. 2. Fiş kutusu, fiş dolabı, (Traduire fidèlement un texte. Il a fidèlement
fichiste er. Fişçi. rempli son devoir).
fichtre ünl. tkz. Vay canına! fidélité diş. 1. Bağlılık, sadakat (Serment de
fichtrement bel. Son derece, çok (Ce vin est fidélité). 2. Doğruluk, gerçeğe uygunluk (Fidélité
fichtremènt bon). d'une traduction). 3. Fidélité à: -e bağlı kalma,
fichu er. (Kadın) Boyun atkısı, baş örtüsü, puşu. uyma, -in eri olma (Fidélité à une promesse, à sa
fichu, e s. tkz. 1. Bitmiş, hapı yutmuş, umut parole).
kalmamış, çuvallamış, boku yemiş (Il est bien fiduciaire s. 1. Saymaca değerli. 2. er. huk.
malade, il est fichu). 2. İşe yaramaz duruma 'Güvenilir kişi, "yediemin, "yediadil. § Acte
gelmiş, hal kalmamış, berbat olmuş (5a voiture est fiduciaire: Güvene dayalı tüzel işlem. Circulation
fichue). 3. Çok kötü, berbat, felâket (Il a un fichu fiduciaire: Kâğıt paranın sürümü. Héritier
caractère). 4. Önemli, esaslı, çok büyük (Ilya une fiduciaire: Ön kalıtçı, ön "mirasçı. Monnaie
fichue différence). § Etre fichu de f. qch: -cek fiduciaire: Kâğıt para.
durumda olmak,-mek gücünde olmak (Il n'est pas fief er. 1. tar. Tımar; has. 2. mec. Yurtluk,
fichu de gagner sa vie). "malikâne. 3. mec. Ustalık alanı, uzmanhk alam
fictif, ive s. 1. Düşsel, yapıntılı, 'kurgusal (L'égyptologie est le fief de ce savant).
imgelemden yaratılmış,''mevhum (Unpersonnage fieffé, e s. hkr. (Kusur sayılan konularda) Eşsiz, bir
fictif). 2. Uyduruk, aslı olmayan, yalan, numaralı, fermanlı (Ivrogne f i e f f é , menteur
yalancıktan (Promesses fictives. Une scène de fieffé)-
séparation fictive). 3. Saymaca, "itibarî (Valeur fiel er. 1. Öd, "safra. 2. mec. Gizli düşmanlık, hınç,
fictive de la monnaie). 4. er. Düş, düşsel; imgesel kin (Un discours plein de fiel). 3. mec. Acı,
(Il mêle le réel au fictif). üzüntü.
fiction diş. 1. (Eski) Yalan ( Si la fiction est excusable, fielleux, e uses. 1. Ödedeğgin. 2. mec. Acı, zehir gibi
c'est où il faut feindre de l'amitié). 2. ' Y a p ı n t ı ; (Paroles fielleuses).
düşsel yaratı; kurgu, kurmaca (La vérité est fiente diş. Hayvan dışkısı, kuş pisliği (Fiente de
supérieure à toutes les fictions). 3. Varsayım pigeon, de volaille, d'aigle, de vautour. Fiente de
(Fiction légale: Yasal varsayım). 4. Düşsel evren, vache).
gerçek dışı (Il vit dans la fiction ). § Science-fiction: fıentergsz. (Hayvan için) Dışkılamak, pislemek,
'Bilim-kurgu . fier (se) gsz. 1. Güvenmek, inanmak, bel bağlamak.
fictivement bel. Yapıntı olarak, düşünde kurarak, 2. Se fier à: -e güvenmek, inanmak, bel bağlamak
imgeleminde yaratarak, kafada, düşte, (Je me fie à vous. lise fie à la chance).
düşüncede (Transportons-nous fictivement au fier, ères. 1. Kendini beğenmiş küstah (Depuis qu'il
temps des Celtes). a fait fortune, il est devenu fier). 2. Gururlu,
ficus er. İncir ağacı. kibirli, kurumlu. 3. Kendine saygılı, soylu,
fier-à-bras 602 figure
yüksekduygulu,mert (Ilest trop fier pour accepter fifty-fifty bel. tkz. Yarı yarıya (Partager fifty-fifty).
de l'argent). 4. Yürekli, korkusuz, mert. 5. tkz. figaro er. tkz. Berber,
Ünlü (C'est un fier imbécile). § Fier comme figement er. Donma; dondurma,
Artaban: Pek gururlu, burnu havada. Etre fier de: figer gçl. 1. D o n d u r m a k (Le froid a figé l'huile dans la
-ile övünmek, -den göğsü kabarmak, "iftihar bouteille). 2. mec. Çok şaşırtmak (5a réponse m'a
e t m e k (Il est fier de son fils, de sa famille). Faire le figé). 3. gsz. Donmak (Lasauceafigé dans l'assiette).
fier: Pek şişinmek, fiyaka satmak, üstünlük § Figer le sang: Çok korkutmak. $ Se figer: 1.
taslamak. Ne pas être fier: Alçakgönüllü olmak, Donmak. (L'huile se fige). 2. (Belli bir durumda)
fler-à-bras er. Palavracı, yalancı pehlivan, Öylece kalmak, hiç değişmeden öyle kalmak,
kabadayı taslağı, d o n u p kalmak (La sentinelle s'est figée au garde-à-
fièrement bel. 1.Gururla,kurumla,kurum satarak. vous. Se figer dans le passé, dans les traditions).
2. Yüreklilikle, korkmadan (L'accusé a fièrement fignolage er. Özenle çalışıp bitirme, düzeltme (Le
riposté à ses adversaires). 3. tkz. P e k , çok, fignolage d'un dessin).
adamakıllı (Il est fièrement content. Je m'ennuie fignoler gçl. 1. Özenle çalışıp bitirmek,
fièrement ici). eksikliklerini gidermek, düzeltmek (Fignoler un
fiérot, e s. 1. Kendini beğenmiş, kendini bir şey travail, un texte, un tableau). 2. gsz. hlk. Süslenip
sanan (Il est un peu fiérot). 2. Fiérot de qch: -e püslenmek, takıp takıştırmak,
çocuk gibi sevinen (Il est fiérot de son succès). § figue diş. İncir. § Mi figue mi raisin: Şöyle böyle,
Faire le fiérot: Bilgiçlik taslamak, kendini birşey biraz iyi biraz kötü (Il m'a fait un accueil mi figue
sanmak. mi raisin. Un sourire mi figue mi raisin). Faire la
fierté diş. 1. Gurur, kibir, kurum, kendini figue à qn: tkz. -ile alay etmek ; vız geler tırıs gider
beğenmişlik (Il montre trop de fierté à l'égard de demek, -e hiç aldırmamak,
ses amis). 2. Yüksek duygu, mertlik, onurluluk. 3. figuerie diş. İncir bahçesi.
Yüreklilik, korkusuzluk, yiğitlik (Ily a une belle figuier er. İncir ağacı. § Figuier de Barbarie: Frenk
fierté dans sa réponse). 4. Ö v ü n c e , övünülecek şey inciri.
(C'est sa fierté). § Faire la fierté de: -in övüncesi figurant, e ad. 1. (Tiyatro ve sinemada) Figüran. 2.
olmak, yüzakı olmak, göğsünü kabartmak (Cet mec. Gösterişten başka görevi olmayan kimse,
enfant fait la fierté de sa famille). Tirer sa fierté de göstermelik.
qch:-ileövünmek,göğsükabarmak, iftihar etmek, figuratif, ive s. 1. Simgelerle gösteren, simgesel
fiesta diş. Eğlence partisi; şenlik; eğlence (L'Ancien Testament n'est que figuratif). 2. (Bir
(Organiser une fiesta. Ils ont fait la fiesta). nesnenin) Biçimini gösteren (Plan figüratif). 3.
fieu er. (Köylü dilinde) Oğul, erkek çocuk, Betili; içinde insan, hayvan ve doğa öğeleri yer
fièvre diş. 1. (Sayrılıkta) Ateş (La fièvre du malade alan, figürcü (Art figuratif, peinture figurative).
monte, baisse. Il grelottait de fièvre). 2 . Karışıklık, figuration diş. 1. Betileme, belli bir biçim içinde
"telâş (Dans la fièvre du départ, il a oublié son anlatma. 2. (Tiyatro ve sinemada) Figüranlar. 3.
portefeuille). 2. mec. "Heyecan, coşkunluk Figüranlık § Faire de la figuration: Figüranlık
(Parler avec fièvre). 4. Fièvre de: -e karşı büyük etmek.
istek, tutku, susamışlık (Fièvre de l'or. Quelle est figurativement bel. Simgesel bir biçimde,
cette fièvre d'écrire qui me prend aujourd'hui?) § figure diş. 1. Beti,"şekil (Les figures d'un tableau).
Avoir la fièvre, avoir de la fièvre: Ateşi olmak, 2. Resim (Un livre orné défigurés). 2. Y ü z (Sa
fiévreusement bel. Coşkuyla, coşkunlukla, figure, un peu longue, était expressive. Sa figure
heyecanla, hani hani (Il se prépare fiévreusement s'allongea). 4. ed. Yanaçlar, değişik yollar; bir
au départ). düşünceyi daha iyi, daha canlı ve renkli anlatmak
fiévreux, euse s. 1. Ateşli (Un malade fiévreux, une için alışılmış yollardan saparak sözcüklerin
maladie fiévreuse. Il a les mains fiévreuses). 2. diziminde yada anlamında yapılan değişiklikler
Coşkulu, "hummalı, harıl hani (Une activité (Figures modifiant le sens des mots. Figures de
fiévreuse). 3. Sıtmalı, sıtma yapan (Un endroit construction: Yapt yanaçlan. Figures de mots:
fiévreux, un climat fiévreux). Sözcük yanaçlan). 5. Simge, "remiz. 6. Mecaz. 7.
fifille diş. (Çocuk dilinde) Kız. (Dansta) Hareket, çalım, "figür (Figure de ballet,
fifine diş. argo. (Kadınlarda) Aybaşı bezi. de danse). 8. Önemli kişi. § Casser la figure à qn:
fifre er. müz. Çığırtma, "fifre, -in ağzını burnunu dağıtmak. Cracher à la figure
fifrelin er. Ufak şey önemsiz şey; ufak para (Cela ne de qn: -in yüzüne tükürmek. Faire figure: Önemli
vaut pas un fifrelin: Beş para etmez). bir kişi olmak. Faire figure de: -gibi görünmek,
figuré 603 filé
-olarak geçinmek, -lik etmek (Il fait figure d'idiot. cousu de fil blanc). Ne pas avoir inventé le fil à
Le libéralisme fait figure de doctrine démodée). couper le beurre: mec. tkz. Pek ahım şahım birşey
Faire bonne figure: Sevimli bir yüzü olmak; yapmamak, pek parlak zekâlı olmamak. Ne tenir
hoşnut görünmek. Faire triste figure, faire piètre qu 'à un fil : Pamuk ipliğiyle bağlı bulunmak (5a vie
figure: Keyfi yerinde olmamak, kötü durumda ne tient plus qu'à un fil). Perdre le fil: İpin ucunu
olmak; çok sıkışık durumda olmak, işi başından kaçırmak; ne söyleyeceğini, ne yapacağını
aşkın olmak, unutmak. Passer au fil de l'épée: Kılıçla
figuré, e s. 1. Betili, şekilli, resimli (Chapiteau öldürmek, kılıçtan geçirmek. Tenir lesfilsde: İpin
figuré). 2. *Eğretili, mecaz, mecazlı (Les sens ucunu elinde tutmak, ipler -in elinde olmak (II
figuré d'un mot) .3 .er. Eğretileme, "mecaz anlam. tenait tous les fils de cette conspiration).
I Au figuré: Eğretili olarak, mecaz anlamda (Ce filable s. İplik haline getirilebilir, tel haline
mot est employé au figuré). getirilebilir (Matières filables).
figurément bel. 1. Simgelerle, canlı ve renkli olarak fil-à-fil er.<fegçmez.Çoksağlamyünlükumaş,°filafil.
(Parler figurément). 2. Eğritili olarak, eğretili filage er. Yün eğirme, iplik haline getirme,
anlamda ( Ce mot est pris figurément). filaire diş. hayb. 1. B ö c e k , k u r t (Filaire deMédine:
figurer gçl. 1. Betimlemek, resmini yapmak, Medine kurdu). 2. (Elektrikte) Telli (Appareils
çizmek (Figurer des montagnes sur une carte). 2. filaires).
Simgelemek, •-in simgesi olmak (Le drapeau filament er. anat. 1. (Kas, sinir gibi şeylerde) İnce
figure la patrie). 3. gsz. (Tiyatro ve sinemada) tel, iplicik. 2. Elektrik ampulünün içindeki
Figüranlık yapmak, önemsiz bir rol oynamak (II incecik tel (Lefilament de cette ampoule est grillé).
figurait souvent et gagnait quelques sous). 4. gsz. filamenteux, use s. anat. İplik iplik olan, iplicikli.
Bulunmak, yer almak; kendini göstermek (Votre filandlère Yün eğiren kadın, iplik eğirici,iplikçi.
nom ne figure pas sur la liste. Figurer dans une filandre diş. 1. Et siniri, sebze siniri. 2. (Havada
cérémonie). § Se figurer: 1. Sanmak (Il se figure uçuşan) Şeytan örümceği,
qu'il va réussir. Il se figure pouvoir écarter ses
filandreux, euse s. 1. (Et vb. için) Sinirli (Cette
adversaires). 2. Düşünmek, tasarlamak (Figure- viande est filandreuse). 2. mec. Çapraşık ve uzun
toi un homme seul dans la nuit).
(Un exposé filandreux).
figurine diş. Küçük resim; küçük yontu (heykel), filant, e s. 1. Akıp yayılan, sızan, akan (Liquide
fil er. 1. iplik (Fil de coton, fil de laine). 2. Tel (Les
filant, sauce filante). S Etoile filante: Akanyıldız.
fils d'un câble. Fils télégraphiques, fils
Pouls filant: Çok zayıf nabız,
téléphoniques, fils électriques). 3. (Taşlarda)
filanzane er. Madagaskar'da, dört kişi tarafından
Çatlak, d a m a r (Cette tablette de marbre a un fil). 4.
omuzda taşınan yolcu iskemlesi,
(Kesici aletlerde) Keskin yön, ağız (Le fil d'un
filasse diş. 1. Üstüpü. 2. s. Donuk sarı, soluk sarı
couteau, d'uneépée). 5. Akış, akış yönü (Suivrele
(Des cheveux filasse).
fil d'un fleuve). 6. Akış, "seyir, gelişim (Le fil des
filateur er. İplik fabrikası sahibi, yöneticisi.
événements, des idées). 7. Telefon makinesi,
telefon (Il l'entendait rire au bout du fil). § Fil à filature diş. 1. İplik fabrikası. 2. İplikçilik,
coudre: Dikiş ipliği. Fil à plomb: Çekül. Fil de la fil-de fériste ad. İp canbazı.
vierge: (Havada uçuşan) Şeytan örümceği. Fil file diş. 1. Dizi, sıra (File de personnes qui attendent
d'Ariane, fil conducteur: Çıkış yolu,ipucu. Filde au guichet). 2. Ard arda diziliş, kuyruk (Suivons la
fer: Demir tel. Fil de fer barbelé: Dikenli tel. Coup file de voitures qui roule comme un fleuve). § Chef
defil:Telefon konuşması. Aufilde: -boyunca (Au de file: Sıra başı, grup başı, bir iş yada hareketin
fil des années). De fil en aiguille: Şundan bundan, başında olan kimse. Feu de file: ask. Yaylım ateşi.
dereden tepeden (Parler de filen aiguille). Avoir Ligne de file: den. Pruva hattı. A la file, en file:
un fil sur la langue: Dilinde hafif bir pelteklik Arka arkaya, ard arda, birbiri arkasından
olmak. Avoir un fil à la patte: Çalışma ve (Débiter ses phrases à la file. Marcher à la file.
davranışlarında özgür olmamak, ayağında bir bağ Objets enfile). En file indienne: Birbirinin arkası
bulunmak (Depuis qu'il a épousé cette fille, il a un sıra, tek sıra halinde (Avancer enfile indienne).
fil à la patte). Donner du fil à retordre à qn: -e Prendre la file: Bir sırada en arkaya geçmek, bir
güçlük çıkarmak, pösteki saydırmak. Donner, sıranın arkasına geçmek. Se mettre à la file: Sıra
passer un coup de fil à qn: -ile telefon konuşması olmak, tek sıra olmak.
yapmak, -e telefon etmek. Etre cousu defilblanc :
filé er. 1. Dokuma ipliği. 2. Sırma, altın yada gümüş
Gün gibi ortada olmak, pek belli olmak (Malice
tel.
fller 604 fille
fller gçl. 1. İplik haline getirmek, eğirmek (Filer de filetage er. 1. Haddeden çekme, haddeden geçirme.
la laine, du coton). 2. (Böcekler için) Örmek 2. (Vidaya) Yiv açma. 3. Kapanla kaçak olarak
(L'araignée file sa toile). 3. H a d d e d e n geçirmek avlanma.
(Filer de l'or, de l'acier, du verre). 4. den. ( H a l a t , fileter gçl. 1. (Tel, sırma gibi şeyleri) Haddeden
palamar) K o y v e r m e k (Filer un câble, les amarres). çekmek. 2. Yiv açmak (Fileter un axe).
S. Uzun uzun anlatıp işlemek, geliştirmek (Filer fileur, euse ad. İplik yapan, iplikçi, eğirici. 2. İplik
une métaphore, une image, une scène). 6. müz. fabrikası sahibi
(Sesin, notanın) Tonunu yavaş yavaş yükseltmek filial, es. Evlâtla ilgili, evlâda değgin, evlâttan gelen
yada azaltmak. 7. hlk. Vermek, sökülmek (File- (Amour filial, respect filial).
moi cent francs). 8. Filer qn: Birini gözetlemek, filiale diş. (Bir banka yada tecimevine bağlı) Şube
gizlice izlemek (Policier qui file un suspect). 9. (Cette firme a constitué plusieurs filiales en
gsz. A k m a k , sızmak (Un sirop qui file, lelaitfile). province).
10. gsz. T ü t m e k (Une lampe qui file). 11. gsz. filiation diş. 1. Soy zinciri, "nesep (Filiation
-kadar yol almak, saatte hızı... olmak (Ce bateau paternelle: Baba tarafı, baba yanından soy.'
file trente nœuds: Bu gemi saatte otuz mil yol Filiation maternelle: Ana tarafı, ana yanından
alıyor). 12. gsz. G i t m e k , k o ş m a k (Il fila vers la soy). 2. mec. Zincirlenme, sıralanma, birbiri
sortie. Filer comme une flèche). 13. Sıvışmak, ardınca gelme (La filiation des événement, des
savuşmak, çekip gitmek. 14. Çabuk geçmek, akıp idées).
gitmek (Le temps file). § Filer un mauvais coton: filicinées diş. ç. bitb. Eğreltiotugiller.
Sağlık durumu kötüye gitmek, durumu tehlikeli filière diş. 1. (Tel çekilen) Hadde. 2. (Vida yivi
olmak. Filer des jours d'or et de soie: Mutluluk ve açılan) Çelik pafta. 3. mec. Hadde. 4. (Örümcek,
erinç içinde yaşamak. Filer le parfait amour: ipekböceği vb.) İplik çıkarma organı. 5.
Sürekli bir balayındaymış gibi yaşamak. Filer par Zincirleme ticaret, ciro yoluyla aktarılan teslim
la tangente: Çabucak kaçmak, sıvışmak, tüymek. emri. § Passer par la filière: 1. Haddeden geçmek.
Filer à l'anglaise: Kimseye sezdirmeden sıvışıp 2. mec. Hiyerarşinin bütün basamaklarından
gitmek. Filer doux: Sessiz yumuşak görünmek. geçmek, adım adım ilerlemek, tezgâhtan
Filer doux avec qn: Çekindiği için biriyle iyi geçmek.
geçinmek. filiforme s. 1. İpliğimsi, ipliksi (Antennes
filet er. 1. Ağ (Filet de pêche). 2. (Sporda) Ağ filiformes).2. mec. Ç ö p gibi,çok mcc(Des jambes
(Envoyer la balle dans le filet). 3. Saçı t u t t u r m a k filiformes). 3. Çok zayıf, çok düşük (Pouls
için kullanılan ağ, file (Filet à cheveux). 4. filiforme).
(Kasaplıkta) Fileto (Filet de boeuf, de porc, de filigrane er. 1. (Kuyumculukta) Telkâri iş. 2.
poisson). 5. tekn. Vidanın burmah kısmı (Filet (Kâğıtçılıkta) (Kâğıt hamuruna vurulan) Damga,
d'une vis). 6. Uzun ve ince süs, zıh (Filets d'un filigran (Filigrane des billets de banque, des
chapiteau). 7. (Basımcılıkta) Çizgi (Colonnes timbres-postes). § En filigrane: Satırların
séparées par un filet). 8. anat. bitb. İpçik, telcik arasında, arka planda (Son ambition démesurée
(Filet nerveux). 9. K a p a n (Filet pour prendre les apparaissait en filigrane jusque dans ses moindres
oiseaux). 10. mec. Pusu (Tendre un filet: Pusu actions). Lire en filigrane: Satırların arasını
kurmak). 11. Akıntı, sızıntı (Un filet d'eau). 12. okumak; yazılmamış olanı, söylenmemiş olanı
Un filet de: Azıcık, biraz (Un filet de vinaigre). § sezinlemek.
Coup de filet: Polis tarafından yapılan arama flligraner gçl. 1. Telkâri işlemek (Des bracelets
tarama, toplayıp götürme (Tous les complices ont filigranés). 2. Filigran geçirmek,
été arrêtés, c'est un beau coup de filet). Filet à filin er. Üçleme halat, kenevir halat,
provisions: Yiyecek filesi, file, tel sepet. Attirer fille diş. 1. Kız evlât (La mère et la fille; fille ainée,
qn dans ses filets: Birini ağına düşürmeye fille cadette). 2. Kız ( Une belle fille, une jolie fille).
çalışmak; aldatmaya, kandırmaya çalışmak. 3. Hizmetçi (Fille d'auberge, deferme, de cuisine).
Faire un coup de filet: (Polis) Tarama yapmak, 4. Kızoğlankız, "bakire ( Elle ne voulait pas mourir
şüpheli kimseleri toplayıp götürmek. N'avoir pas fille). S. (Kadın manastırlarında) Üye (Filles du
le filet coupé: argo. Çok konuşkan olmak, çenesi Calvaire. Filles du Carmel). § Fille à marier:
düşük olmak. Travailler sans filet: 1. (İp Evlenme çağına girmiş kız, evlenecek kız. Fille
cambazları için) İpin altına ağ gerdirmeden des rues, fille de joie, fille publique: Sokak kızı,
gösterilerini yapmak 2. mec. Büyük tehlikeleri orospu. Fille aînée des rois de France: Fransız
göze almak, tehlikelerle karşı karşıya bulunmak. üniversitesi. Fille aînée de l'Eglise: Fransa. Fille
miette 605 fin
d'Eve: Havva Ananın soyu, kadın. Fille geçme, süzülme. 2. mec. Denetimden geçirme,
d'honneur: Nedime. Jeune fille: Gençkız. Les denetleme (Filtrage des nouvelles).
filles du Parnasse: Esin perileri. Les filles de filtrant, es. Süzücü.
mémoire: Sanat tanrıçaları, Müzler. Lesfillesdela filtrat er. kim. Süzüntü.
nuit: Yıldızlar. Vieillefille: Kalık, evde kalmış kız. filtration diş. 1. Süzme, süzgeçten geçirme;
fillette diş. 1. Küçük kız, kız çocuğu (Une fillette de süzülme, süzgeçten geçme.
cinq ans). 2. Yeni yetme kız, genç kız f Cette enfant filtre er. 1. Süzgeç, süzek (Mettre un filtre à une
fait déjà fillette). 3. hlk. Yarım şişe. citerne pour obtenir de l'eau potable). 2. (Sinema,
filleul, e ad. Vaftiz evlâdı. fotoğraf) Renk süzgeci, süzgeç (Photographier
film er. 1. Filim, filim şeridi (Mettre un film dans un des nuages avec un filtre jaune). 3. Filtre yada
appareil de photo). 2. (Sinema) Filim (Film de café-filtre: Süzme kahve.
cow-boys. Film documentaire. Réaliser, tourner filtrer gçl. Süzmek, süzgeçten geçirmek (Filtrer un
un film). 3. mec. Gelişim, oluşum, akış (Le film liquide, un gaz). 2. Denetlemek, sıkıdenetimden
des événements). 4. tnce tabaka (Film d'huile). § geçirmek (La censure filtre les nouvelles. La police
Film en couleur: Renkli filim. Film muet: Sessiz filtre les passants). 3. gsz. Süzülmek (Les sirops
filim. Film parlant: Sesli filim, filtrent lentement). 4. gsz. mec. Sızmak (La
filmage er. Filme alma, filmini çekme, filim haline nouvelle a filtré jusqu'à nous). 5. Sızmak,
getirme, 'çevirim, arasından geçmek (Lumière qui filtre à travers les
filmer gçl. 1. Filme almak, filmini çekmek; volets).
çevirmek (Filmer une scène en studio, filmer un fin diş. 1. Son, bitiş (La fin d'un roman, d'un film).
enfant). 2. Filim haline sokmak (Filmer un 2. Son, son bulma, sona erme, bitim (La fin de la
roman). journée. La fin d'un malheur). 3. Son, son bölüm,
filmiques. Filimle ilgili, filme değgin, filmsel. son kısım (Ecouter la fin d'un discours, la fin d'un
filmogénie diş. Filmegiderlik. morceau musical). 4. Erek, amaç, niyet (Il a des
filmogénique s. Filmegider. finscachées). S.mec. Yıkılma, çökme, sonaerme,
filmographie diş. Film dizelgesi. yitip gitme (La fin d'un empire). 6. Ölüm (La fin
filmologie diş. Filmbilim. prématurée d'un savant. Il a eu une fin brusque). §
filmothèque diş. Filmlik, film belgeliği, La fin du monde: Dünyanın sonu, kıyamet. Fin de
filocher gsz. tkz. Kaçmak, tüymek, l'indivision: huk. "Şuyuun izalesi, °izale-i şuyu,
filon er. I. coğr. yerb. D a m a r (Un filon de cuivre, ortaklığın giderilmesi. Fin de non-recevoir: 1.
d'argent). 2. Maden ocağı, maden kaynağı huk. Dâva reddi. 2. Aldırmama, kulak asmama.
(Exploiter un filon). 3. tkz. İşi az parası çok iş, Fin ultime, fin dernière: fels. Son erek. A la fin: En
arpalık (Trouver le filon, un bon filon). sonunda, en sonu, "nihayet (A la fin, etle lui a
filoselle diş. Kaba ipek, kamçı başı. pardonné). A lafinde:-in sonunda, bitiminde(4 la
filou er. 1. Usta hırsız, yankesici. 2. Dolandırıcı. 3. findumois, il partira pour Paris). A cette fin, à ces
(Kumarda) Hileci, fins: Bu amaçla, bunun için. A quelle fin?: Ne
filouter gçl. 1. Çalmak, aşırmak, araklamak amaçla, ne için? En fin de compte: Sonunda,
(Filouter une montre). 2. Dolandırmak (Il m'a "neticede. En fin de: -in sonuna doğru, son
filouté). 3. gsz. Kumarda hile yapmak, demlerinde (En fin de journée, en fin de semaine,
filouterie diş. 1. Yankesicilik. 2. Hırsızlık. 3. de saison). Sans fin: 1. Durmadan,
Dolandırıcılık. 4. Kumarda hile. durmamacasma (Il discourait sans fin). 2. Uçsuz
fils [fis] er. 1. Erkek evlât, oğul (ila deux fils et une bucaksız, sonsuz. C'est la fin de tout: Bu tüy dikti,
fille). 2. ç. Torunlar, art kuşaklar, -in soyundan en kötüsü de bu! Avoir, faire un belle fin:
gelenler (Les fils des Gaulois). 3. (Büyük harfle) Kötülüklerden arınmış olarak ölmek, arlı
İsa peygamber. § Fils de Dieu, fils de l'homme: İsa namuslu ölmek (Après une vie de débauche, ils'est
peygamber. Fils à papa: Muhallebi çocuğu, converti et a fait une belle fin). Approcher de la fin:
şımarık zengin çocuğu. Fils de famille: İyi aile 1. Bitmek üzere olmak. 2. Yaşamının sonuna
çocuğu. Fils adoptif: Evlâtlık. Fils spirituel: yaklaşmak, son günlerini yaşamak. Etre en fin de:
Manevi evlât. Les fils d'Apollon: Ozanlar. Les fils -in en sonunda olmak (Ilestenfindeliste). Etre en
de Mars: Savaşçılar, askerler. Tel père, tel fils: fin de course: tkz. Artık güçten soluktan
Oğul kalkar babaya bakar, babası neyse oğlu da o, kesilmek, iş kalmamak. Faire une fin: Evlenmek,
böyle babadan böyle oğul. bekârlığa paydos demek. Mener qch à bonne fin:
filtrage er. 1. Süzgeçten geçirme, süzme; süzgeçten İyi bir sonuca vardırmak. Mettre fin à qch: -e son
fin 606 fini
vermek, -i bitirmek, sona erdirmek. Mettre fin à finance diş. 1. Para (Obtenir quelque chose
ses jours: İntihar etmek. Prendre fin: Son moyennant finance). 2. ç. Eldeki para. Para işleri,
bulmak, sona ermek, bitmek. Tirer à sa fin: Sona para durumu, mali durum (Ses finances vont mal.
ermek üzere olmak (Le règne de la petite L'état de mes finances neme permet pas cet achat).
entreprise tire à safin). 3. Maliye (Ministre des Finances, Ministère des
fin, e s. 1. İnce (Nuances fines. Ecriture fine, pluie finances). 4. Maliyecilik, maliye örgütü (Il est
fine, taille fine, goût fin, tissu fin, sable fin). 2. A n , employé aux Finances). 5. ç. Devlet hazinesi. 6.
katıksız, saf (Örfin). 3. Değerli (Pierresfines). 4. Tecim "ticaret, para işleri (Il est entré dans la
Kurnaz (Un paysan fin). 5. Duygun, "hassas finance). § La haute finance: Para babalan (La
(Oreillefine, nez fin). 6. Sivri (Aiguillefine, oiseau haute finance internationale).
au bec fin). 7. Alaycı, şakacı, kurnazca (Regard financement er. *Akçalama, gerekli parayı verme
fin, un sourire fin). 8. Çok nitelikli, en yüksek (Financement d'une industrie par l'Etat, par le
nitelikte (Vins fins, un repas fin, lingerie fine). 9. capital privé).
Anlayışlı, kavrayışlı, zeki (C'est un garçon très fin financer gç/. 1. * Akçalamak, gerekli parayı vermek
qui comprend à demi-mot) .10. Eşsiz, bitirim (Un (Financer une entreprise, un journal). 2. gsz. P a r a
fin menteur). § Fine gueule: tkz. Ağzının tadını vermek, para ödemek (Le père Goriot a
bilen, yemek düşkünü, obur. Fin limier: tkz. galamment financé pour elle).
Açıkgöz polis, usta polis. Fine mouche: Kurnaz financier, ère. 1. *Akçasal, paraya değgin, akçeye
kadın. Fines herbes: İnce doğranmış maydanoz, değgin, "malî (J'ai des embarras financiers.
dereotu vb. Fin fond: En uzak köşe, en dip bucak Equilibre financier). 2. er. Para babası (Un de ces
(Aller au fin fond de la forêt). Fin mot: Gizli financiers omnipotents plus forts que des rois). 3.
neden. Fine fleur: Seçkin tabaka, kaymak tabaka er. Maliyeci.
(// fait partie de la fine fleur de la société). Le fin du financièrement bel. Para bakımından; malî
fin: En iyi, en eşsiz, üstüne yok, olursa bu kadan b a k ı m d a n (Financièrement, la situation est bonne.
olur. Avoir l'oreille fine: 1. Kulağı delik olmak. 2. Une société financièrement prospère).
Kulağı çok iyi işitmek. Avoir le nez fin: Burnu iyi finasser gsz. Dümen çevirmek, dalavere yapmak,
koku elmak. Jouer au plus fin: Kurnazlık etmek, kurnazlık göstermek,
açıkgözlük etmek. § 11. bel. Tamamiyle, finasserie diş. Düzenbazlık, dalaverecilik,
tamamen (Elle est fin prête). 12 .er. ( B i r ş e y i n ) E n kurnazlık, dümencilik,
katıksızı, en arısı, en incesi (Le fin d'une monnaie finasseur, euse; finassier, ère ad. Dalavereci,
d'or). Fin contre fin ne vaut rien pour doublure: düzenbaz, kurnaz, dümenci,
İki cambaz bir ipte oynamaz, finaud, e s. ve. ad. Kurnaz, çok bilmiş, çanklı
final, e s. 1. Sonuncu, son; sonda bulunan, sonda e r k â n ı h a r p (Un paysan finaud. La petite finaude
gelen (Point final, voyelle finale). 2. Amaç avait tout deviné).
gösteren, amaca değgin (Propositions finales). § finauderie diş. Kurnazlık, çok bilmiştik, çanklı
Cause finale 1. Bir şey yapılırken ulaşdmak erkânıharptik,
istenilen amaç, son erek. 2. fels. Ereksel neden, fine diş. Rakı gibi bir içki (Un verre de fine).
ereklik. finement bel. Çok ince bir biçimde; zekice, ustaca,
finale 1. dilb. (Bir sözcükte) Son hece, son harf. akıllıca (Une phrase finement tournée. Il a
2. (Spor) Son karşılaşma, son maç, final finement calculé son coup. Objet finement
(Disputer la finale, remporter la finale). § En ouvragé).
finale: Son olarak, en sonunda. Se qualifier pour fines diş. ç. Kömür tozu, toz kömür, kömür
la finale: Finale kalmak, kınntısı.
finale er. müz. Bir senfoni,sonatyada operanın son finesse diş. 1. Sivrilik (La finesse d'une pointe). 2.
bölümü, bitiş, Duygunluk (La finesse de l'oreille). 3. Doğruluk,
finalement bel. En sonunda, sonunda, "nihayet (Ils kesinlik (La finesse d'une observation). 4.
se sont finalement réconciliés. Je ne vois pas, Kurnazlık (Il a une finesse paysanne). S. İncelik
finalement, ce qu'il y a gagné). (Finesse d'esprit, dégoût). § Connaître les finesses
finalisme er. fels. Erekçilik, de qch: -in en ince noktalanm bilmek, bütün püf
finaliste s. ve ad. fels. 1. Erekçi. 2. (Sporda) Son nok talanm bilmek. Entendrefinesseà qch: -de bir
yarışmaya kalan, son karşılaşmayı yapan, finalist kurnazlık, kötü niyet görmek,
(ila été deux fois finaliste du tournoi). finette diş. İnce pazen.
finalité diş. gels. Ereklilik. fini, e s. 1. fels. Sonlu, günün birinde sona erecek
finir 607 fissurer
(L'homme est un être fini). 2. Sınırlı (Toutes les maison. Couturière qui fait les finitions).
expériences humaines sont finies). 3. Bitmiş, finitisme er. fels. Sonluluk.
tükenmiş, sona ermiş (Son travail est fini). 4. tkz. finitude diş. Sınırlılık; bitimlilik.
Bitirim, eşi benzeri yok (Un menteur fini, un finlandais, e s. 1. Finlandah. 2. Finlandiya,
voyou fini). 5. Artık bitmiş, tarihe karışmış, Finlandahlara değgin,
modası geçmiş ( Un monde fini, une époque finie). finlande diş. Finlanda.
6. Yetkin, eksiksiz, "mükemmel (Toutce qu'il fait finnois, e s. ve ad. 1. Fin, Finlandah. 2. Finlere
est merveilleusement fini). 7. Bitkin, işi bitmiş, içi değgin (Littérature finnoise). 3. er. Fince (Les
geçmiş (Un homme fini). 8. er. Yetkinlik, finlandais parlent le finnois).
eksiksizli k, "mükemmellik ( Un art qui se refuse au fiole diş. 1. Eczacılıkta kullanılan dar boğazlı küçük
fini). 9. er. Sınırlılık, sonluluk (L'esprit de şişe. 2. mec. tkz. Baş, kafa, kelle. § Se payer la fiole
l'homme peut concevoir l'infini par la négation du de qn: Biriyle alay etmek, üstüne gülmek,
fini. Le fini et l'infini). 10. İşlenmiş, "mamul fiord, fjord er. coğr. Fiyord.
(Produit fini, produits semi-finis). fioriture 1. müz. Ara nağme. 2. Doldurma süs,
finir gçl. 1. Bitirmek, tamamlamak (Finir un travail, çiçekleme (Les fioritures d'un dessin, d'un motif
un devoir, un ouvrage). 2. Bitirmek, tüketmek décoratif).
(Finir son pain, finir tous les plats, finir son verre). firmament er. Gök, gök kubbesi, gökkubbe.
3. Finir de f. qch: -meyi bitirmek, artık -memek firman er. Ferman.
(J'ai fini de travailler). 4 .gsz. Bitmek, sona ermek firme diş. Tecim adı, tecim kurumu adı, "firma,
(Les vacances ont fini). 5. gsz. Ölmek (Finir dans tecimevi (Les grosses firmes de l'industrie
un accident, à l'hôpital). 6. Finir par qch, par f. automobile).
qch: -ile bitmek, sona ermek, -ile bitmek; fisc er. 1. Devlet hazinesi. 2. Vergi dairesi,
sonunda -mek (Le jardin finit par un mur: Bahçe fiscal, e s. 1. Devlet gelirlerine değgin, hazineye
bir duvarla bitiyor, bahçenin sonunda bir duvar değgin. 2. Vergiye değgin (Réforme fiscale: Vergi
var. J'ai fini par comprendre: Sonunda anladım). reformu). § Agent fiscal: Vergi memuru. Année
§ En finir: 1. Kesip atmak, kesin bir tutum fiscale: Malî yıl. Droit fiscal: Vergi hukuku. Lois
takınmak (Il faut en finir). 2. İyi bir sonuca fiscales: Maliye yasalan. Timbre fiscal: Damga
bağlamak, başarmak (Encore un peu de courage, pulu.
tu en auras bientôt fini). En finir avec qch: -i
fiscalisation diş. Vergilendirme; vergilendirilme,
çözüme bağlamak, -den kurtulmak (En finir avec
fiscaliser gçl. Vergilendirmek, vergiye bağlamak
untravail, uneaffaire). En finir avec qn: Başından
(Fiscaliser une tranche de revenus).
atmak, başından savmak, kurtulmak (J'en finirai
fiscalité^. 1. (Devlette) Gelir yasaları (La réforme
avec lui). En finir de f. qch: -meyi bitirmek,
de la fiscalité). 2. Vergilendirme (Une fiscalité
d u r d u r m a k (On n'en finirait pas de raconter ses
excessive).
aventures: Onun serüvenleri anlatılmakla
fissible s. Atom çekirdeğinin bölünmesine yol
bitmez). Finir bien: Mutlu bir çözüme
açabilir.
bağlanmak, iyi bitmek, sonu iyi olmak (Ilaime les
fissiles. Bölünebilir, çatlayabilir.
films qui finissent bien). Finir mal: Sonu acıklı
fission diş. Atom çekirdeğinin bölünmesi,
bitmek, sonu kötü olmak (Tout cela va finir mal.
parçalanması,
Ce garçon finira mal). Ne pas en finir, n'en finir
fissipèdes. hayb. Yarıkayaklı, çatal tırnaklı,
plus: Bitmek bilmemek, uzayıp gitmek (Un
fissipides er. ç. hayb. Yankayakhlar.
discours qui n'en finit pas. Des applaudissements
fissirostres er. ç. hayb. Yankgagalılar familyası,
qui n'en finissent plus).
fissuration diş. Yarılma, çatlama,
f i n i s h [ f i n i f ] er. İng. Varış, bir yanşın son bulduğu
fissure diş. 1. Yarık, çatlak (Fissure dans le sol.
yer yada çizgi (Elle l'a eu au finish). Fissure d'un vase). 2. mec. Çatlak, kopma,
finissage er. Son olarak gözden geçirme, son bir göz kesinti, ayrılma (Il y a une fissure dans leur
atma. amitié).
finissant, e s. Sona ermek üzere olan (Le siècle fissuré, e s. Çatlak, çatlamış (Un rocher fissuré).
finissant, la société finissante). fissurer gçl. 1. Çatlatmak, yarmak, bölmek (L'eau
finisseur, euse ad. 1. Son olarak gözden geçiren. 2. avait fissuré le plafond). 2. Fissurer qch en: -e
(Spor) Yarışı bitiren, bölmek (Les événements fissurent l'Europe en
finition diş. 1. Son olarak gözden geçirme. 2. ç. Son deux blocs). § Se fissurer: 1. Çatlamak (Le sol
çalışmalar, ufak tefek işler (Les finitions d'une fissure). 2. Se fissurer en: -e bölünmek.
fiston 608 flagornerie
fiston er. hlk. Oğul, evlât (Vienspar ici, fiston). sur un problème). 8. Fixer qn sur qch: Birine
flstulaires. 1. Akarcaya değgin, fistüle değgin. 2. tçi kendisini özellikle ilgilendiren bir konuda bilgi
delik (Stalactite fistulaire). v e r m e k (Je l'ai fixé sur vos intentions à son égard).
fistule diş. hek. Akarca, fistül. § Se fixer: 1. Durmak (Son regardse fixa sur moi).
fistuleux, euse s. Akarca doğasında, akarca 2. Yoğunlaşmak, toplanmak (Son attention a de la
yapısında (Ulcère fistuleux). peine à se fixer). 3. Yerleşmek (Il s'est
fistuline diş. bitb. Ökse mantarı, définitivement fixé à Paris). 4. D o n m a k , d u r m a k ,
fistullaridés er. ç. hayb. Hortum-ağızlıgiller. sınırlanmak (Une langue ne se fixera jamais ). 5. Se
five o'clock [fajvokhk] er. İng. İkindi çayı, ikindi fixer sur qch: -de karar kılmak (Mon choix s'est
kahvaltısı, be; çayı. fixé sur cet article).
fixabie s. Saptanabilir, "tesbit edilebilir, fixisme er. fels. 'Saptanımcılık, "istikrariyye.
fixage er. Saptama, tutturma, durağanlaştırma, fixistes. *Saptammci.
"tesbit. fixité diş. Değişmezlik, kımıldamazlık, yerinden
fixateur, trice s. ve ad. Saptayıcı, tesbit edici, oy namazlık, "sabitlik,
fixatif, ive s. 1. Saptamaya yarayan, saptayıcı, fjord, fiord er. Fiyord; dar ve uzun, dallı budaklı,
"tesbit edici; çıkmaz duruma getiren, oynamaz oluk biçimli, içerisini deniz suları kaplamış koy.
duruma getiren. 2. er. (Resimleri) Saptayıcı, fla er. Davula bir hafif bir kuvvetli çifte vuruş,
tesbit edici cila. flac iinl. Şak! pat!
fixation diş. 1. Saptama, "tesbit, tutturma (Fixation flaccidité diş. Gevşeklik, pörsüklük, sölpüklük
d'un poteau en terre. Fixation des taxes. Crochets (Flaccidité d'une chair, d'un tissu, d'un visage).
de fixation). 2. Toprağa yerleşme, oturganlaşma flache diş. 1. (Kerestede) Kenar kusuru. 2.
(La fixation des nomades). (Kayada) Yarık. 3. Kaldırım bozukluğu 4. Su
fixe s. Durağan, kımıldamaz, oynamaz, değişmez, birikintisi, küçük su çukuru,
"sabit (Un point fixe. Il a un domicile fixe). 2. flacherie diş. İpek böceği hastalığı, sütleğen
Çıkmaz, bozulmaz (Couleurfixe). 3. er. (Aylıkta, hastalığı.
ücrette) Temiz para (Ce représentant touche un flacon er. 1. Kapaklı şişe (Flacon d'éther, de
fixe en dehors de ses commissions). § Idée fixe: pillules). 2. Şişe (Flacon de parfum, de liqueur).
ruhb. Saplantı. Le beau fixe: Sürekli olarak iyi flaconnageer. flaconnerie diş. Şişecilik, şişe yapımı,
giden havalar. Etre au beau fixe: I. (Havalar için) flaconnier er. Şişe yapıcı, şişeci,
Sürekli olarak iyi gitmek (Le temps est au beau fla-fla er. Gösteriş, çalım, cafcaf. §. Faire des fla-
fixe). 2. mec. Çok iyi gitmek, hiç bozulmamak fias: Caka satmak, çalım satmak, gösteriş
(Leurs relations sont au beau fixe). yapmak.
fixé, es. 1. (Bir konuda) Bilgisi olan, haberli (Je l'ai flagellation diş. .Kırbaçlama, kırbaçla dövme,
vu à l'oeuvre, et je suis fixé). 2. Kararlı, k a r a r a flagelle, flagellum er. hayb. Kamçı,
varmış, karar kılmış (Pour les prochaines flagellés er. ç. hayb. Kamçılılar,
vacances, je ne suis pas encore fixé). § Etre fixé sur flageller gçl. 1. Kamçılamak, kamçıyla dövmek
qn: Biri üzerinde bir kanıya sahip olmak, tam bir (Flageller un esclave). 2. mec. Kınamak, ,ok sert
kanıya varmış olmak, -in ne olduğunu iyi bilmek, bir dille eleştirmek (Flageller les abus).
fixement bel. Sabit bir biçimde (Regarderfixement). flageolantes. Titreyen, bacakları titreyen (Ilsesent
fixer gçl. 1. Tutturmak, çakmak, "tesbit etmek flageolant). § Avoir les jambes flageolantes:
(Fixer un tableau au mur. Fixer un poteau en Bacakları titremek,
terre). 2. İyice yerleştirmek (Fixer un souvenir flageoler gsz. (Korku, yorgunluk yada
dans son esprit). 3. Saptamak, "tesbit etmek, güçsüzlükten) Titremek (Flageoler sur ses
k a r a r l a ş t ı r m a k (Fixer un rendez-vous, une date, jambes. Ses jambes flageolaient au point qu'il
un délai). 4. Sınırlandırmak, saptamak, tesbit tomba dans un fauteuil).
e t m e k (Le gouvernement a fixé le montant des flageolet er. 1. Bir çeşit perdeli düdük. 2. Börülce
importations). 5. Gözünü hiç ayırmadan bakmak (Flageolets verts). 3. argo. Kamış, penis, yarak,
(Il me fixa longuement. Il fixait la haie d 'où le flagorner gçl. -e dalkavukluk etmek, kıçını,
gibier pouvait sortir). 6 . B a ğ l a m a k , kıpırdayamaz y a l a m a k , yağ ç e k m e k (Pour obtenir ce poste, il
d u r u m a s o k m a k (Le mariage le fixera. Elle flagorna le ministre six mois durant).
cherchait à fixer un mari inconstant). 7. Fixer qch flagornerie diş. Dalkavukluk, yağcılık, el etek
sur: Bir şeyi -in üzerine dikmek, üzerinde öpme, kıç yalama (Il a obtenu ce poste par des
t o p l a m a k (Fixer ses yeux, son esprit, son attention flagorneries).
flagorneur 609 flanc
flagorneur, euse s. ve ad. Dalkavuk, yağcı, el etek poulet, un cochon de lait). 2. mec. Saçıp s a v u r m a k
öpücü, kıç yalayıcı, (Flamber sa fortune). 3. Flamber qn: (Kumarda)
flagrance diş. Göz önündelik, ayan beyanlık, gün Birini soyup soğana çevirmek. 4. gsz. Tutuşmak,
gibi ortadakk, aşikârlık. alev saçmak, yanmak (La maison flambe comme
flagrant, es. 1. Gün gibi ortada, meydanda, aşikâr une torche. Un bois qui flambe). S. Işıl ışıl
(Injustice flagrante. La préméditation est parlamak, kor gibi yanmak (Un soleil de juillet
flagrante. Erreur flagrante, contradiction flambait au milieu du ciel). 6. Flamber pour: mec.
flagrante). 2. Herkesin gözü önünde yapalan, göz -için yanıp tutuşmak, -e karşı büyük bir istek
önünde olan, °aleni. § Le flagrant délit: Suçüstü, duymak.
"cürmü meşhut. Prendre qn en flagrant délit: flamberge diş. Kılıç. § Mettre flamberge au vent:
Birini suçüstü yakalamak, Kılıç çekmek; vuruşmaya hazırlanmak; savaşa
flair er. 1. Koku alma yetisi, 'koklam (Le flair du gitmek.
chien est très fort). 2. mec. Ö n g ö r ü , önsezi (Ce flamboiement er. Alev alev yanma, tutuşma,
détective manque de flair). § Avoir du flair: Burnu alevlenme, panldama (Flamboiement d'un
iyi koku almak, önsezisi olmak, öngörüsü olmak, incendie, du soleil).
sezgisi kuvvetli olmak, flamboyant, es. 1. Parıldayan, parıl parıl parlayan,
flairer gçl. 1. Koklamak (Animal qui flaire sa ışıldayan (Epée flamboyante; des yeux
nourriture; chien qui flaire son maître). 2. flamboyants, des regards flamboyants de haine).
Sezmek, sezinlemek, kokusunualmak (Flairer un 2. Alev alev yanan, tutuşan, alevler içinde,
danger, un piège). flamboyer gsz. 1. Alev alev tutuşmak, alev alev
flaireur, euse s. ve ad. Burnu iyi koku alan, herşeyi yanmak, alevler saçmak (On voyait flamboyer
önceden sezinleyebilen. l'incendie au loin). 2. mec. Işıldamak, parıl parıl
flamand, e s. ve ad. 1. Flaman, felemenk. 2. er. parlamak, yalabımak (Des cristaux qui
Flamanca, felemenkçe. flamboient sous les lustres). 3. Flamboyer de q c h :
flamant er. hayb. Telli turna, flamankuşu. -den p a r l a m a k (Ses yeux flamboyaient de colère).
flambage er. Alevden geçirme, aleve tutma, flamine er. (Eski Romalılarda) Papaz,
alazlama, ütüleme (Flambage d'un poulet). flamingant, e s. ve ad. Flamanca konuşan (La
flambant, es. Alevli, tutuşan (Charbonflambant). Belgique flamingante. Un flamingant).
§ Flambant neuf: Yepyeni, gıcır gıcır (Une voiture flamme diş. 1. Alev, yalaz, yalaza (Flamme d'une
flambant neuf). bougie, d'une lampe). 2. C o ş k u , coşkunluk (Il
flambart, flambard er. 1. Ucu yanık kömür, odun, s'élança avec la flamme de la jeunesse). 3. Parıltı,
eksi, köseği. 2. Şen şakrak kimse. 3. Kalantor. § ışıltı (La flamme de son regard nous dévorait). 4. ç.
Faire le flambard: Övünüp durmak, şişinmek, Yangın (Une maison dévorée par les flammes). 5.
palavra sıkmak, fiyaka satmak, Flama (Flamme de guerre). 6. Veteriner neşteri
flambe diş. 1. Harlı ateş. 2. Eğri kılıç, (Saigner un cheval avec la flamme). 7. mec. Sevi,
flambé, es. 1. Aleve tutularak pişirilmiş, alazlanmış sevgi, °aşk ateşi (Il lui a déclaré sa flamme. Il a fait
(Omelette flambée, crêpes flambées, bananes l'aveu de sa flamme). f Etre en flammes: Yanmak,
flambées). 2. mec. tkz. Suya düşmüş, umut alev alev tutuşmak (Une maison enflammes).
kalmamış, yanmış, çuvallamış, boku yemiş (Cette flammé, e s. Alev gibi dalgalı (Une poterie en grès
affaire est flambée. Tues flambé). flammé).
flambeau er. 1. Meşale, 'yalaz, 'yanarca (Allumer flammèche diş. Kıvılcım (Des flammèches peuvent
un flambeau. Marche aux flambeaux, retraite aux causer l'incendie).
flambeaux). 2. Şamdan (Flambeau d'or, flan er. 1. Bir çeşit pasta, turta (Les enfants adorent
d'argent). 3. mec. Işık f L e flambeau de la foi, de la les flans). 2. Maden pul. 3. hlk. Şaka, matrak,
vérité). $ Se passer le flambeau, se transmettre le ciddi olmayan şey, hava cıva (Tout ce qu'il dit,
flambeau: Meşaleyi birbirine vermek, bir c'est duflan). En être, en rester comme deux ronds
geleneği yada şeyi hiç kesintiye uğratmadan de flan hlk. Şaşırıp kalmak, hayretten dona
sürdürmek. 3. Yükselme; tırmanma, kalmak.
flambée diş. 1. Çalı çırpı ateşi, harh ateş (Faire une fiancer. I . B ö ğ ü r (Le.cheval se couche sur le flanc).
flambée pour se rechauffer). 2. mec. Patlama 2. Y a n ; y a m a ç ( L e flanc d'un navire; le flanc d'une
(Flambée de colère). montagne). 3. Ana göğsü, göğüs (Croit-on que
flamber gçl. 1. Alevden geçirmek, aleve tutmak, dans ses flancs un monstre m'ait porté). 4. ask.
alazlamak, ütülemek (Flamber une volaille, un K a n a t , yan (Le flanc droit d'une armée). § A flanc
flancher 610 fléau
de: -in eteğinde, yamacında (A flanc de coteau). flaques des dernières averses).
Etre sur le flanc: Yatağa düşmek, sayrı düşmek, flash [flaf] er. İng. 1. (Fotoğrafçılıkta) Çekim
sayrılanmak. Mettre qn sur le flanc: -i çok lambası, ışıtaç, flaş. 2. (Sinema) Çarpıcı çekim. 3.
yormak, bitkin düşürmek. Prêter leflancà qch: -e (Basında) Hemen verilen kısa haber, yıldırım
yol açmak, çanak tutmak (Prêter le flanc à la haber.
critique, à la médisance). Se battre les flancs: flash-back [flc fbak] er. İng. Geriye dönüş,
Akıntıya kürek çekmek, boşuna uğraşmak. Tirer flasques. 1. Yumuşak, gevşek, pörsük, sölpük (Des
au flanc: Kaytarmak, işten kaçmak, chairs flasques). 2. mec. Gevşek, güçsüz, kişiliksiz
flancher gsz. 'tkz. 1. Pes etmek, gevşemek, (Un homme flasque).
direnmeyi b ı r a k m a k (Il semblait résolu, mais il a flasque er. 1. (Eskiden) Barut kabı, barutluk. 2.
flanché au dernier moment). 2. Durmak, (Şimdi) Küçük düz şişe.
çalışmamak (Le coeur du malade a flanché flatter gçl. 1. Dalkavukluk etmek, koltuklamak,
brusquement). pohpohlamak, övgülere boğmak (Il flatte tout le
flandrin er. Koca oğlan, iri yarı ama biraz saf ve monde servilement). 2. Eliyle okşamak (Flatterun
beceriksiz adam. chien, un cheval). 3. Olduğundan daha güzel
flâne diş. Dolaşma, gezip tozma (Aimer la flâne). göstermek (Ce portrait la flatte. Cette nouvelle
flanelle diş. Fanila (Mets ta flanelle). § Avoir les coiffure la flatte). 4. mec. Hoş gelmek, okşamak
jambes en flanelle: Pörsük bacaklı olmak, ( Couleurs qui flattent les yeux. Douce musique qui
flâner gsz. 1. Aylak aylak dolaşmak, gezip tozmak flatte l'oreille). 5. mec. Teşvik etmek,
(Flâner dans les rues). 2. O y a l a n m a k , dalga desteklemek, kolaylaştırmak (Flatteries vices, les
g e ç m e k (Un élève qui flâne dans sa chambre au défauts, les manies). 6. Flatter qn de qch: Birini
lieu de faire ses devoirs). -ile o y a l a m a k , u y u t m a k (Ilya longtemp qu'on le
flânerie diş. Aylaklık, gezip tozma, boş gezme, flatte de cette espérance). § Se flatter 1. Hayale
oyalanma. kapılmak (La jeunesse se flatte et croit tout
flâneur, euse s. ve ad. Aylak, işsiz, boş gezen, obtenir). 2. Birbirini pohpohlamak (Ils ne cessent
flanquer gçl. 1. (İstihkâmcılıkta) Yandan pas de se flatter). 3. Seflatterde qch: -ile övünmek
berkitmek. 2. ask. (Bir birliğin) Yanını korumak (lise flatte de sa naissance). 4. Se flatter de f. qch:
(Détachement flanquant une colonne). 3 . -in -ceğini sanmak, -mek umudunda olmak, hayaline
yanında bulunmak, yan tarafında yer almak (Les kapılmak (Il se flatte de démasquer
deux tours qui flanquaient le château en ruine. Les immédiatement les hypocrites).
pavillons qui flanquent le bâtiment central). 4. flatterieDalkavukluk, yaltaklık; pohpohlama,
A t m a k , fırlatmak (Ces jours-ci, il flanque tout en koltuklama.
l'air). S. Flanquer qch de qch: Bir şeyin yanına... flatteur, euse ad. 1. Dalkavuk, yaltakçı, pohpohçu,
y a p m a k (Il a flanqué son pavillon d'un affreux koltukçu (Un vil flatteur. Le flatteur du peuple). 2.
garage). 6. Flanquer qch à qn: Birine... vurmak, s. Çekici, kandırıcı, oyalayıcı (Uneflatteuse erreur
a ş k e t m e k , indirmek (Flanquer une gifle, un coup, emporte nos âmes). 3. s. İyimser, her şeyi günlük
une volée à un enfant). 7. Flanquer qch à qn: güneşlik gösteren (Dresser un bilan flatteur de la
Birine... vermek, getirmek (Le treize lui flanquait situation). 4. s. Hoşa giden, gurur okşayan (Votre
la chance. Il flanquait la peur à tout le monde). 8. confiance me paraît très flatteuse). S. s. Güzel
Etre flanqué de qch: Yanında... bulunmak, -in gösteren, güzelleştiren, olduğundan güzel (Son
arasında b u l u n m a k (Le château flanqué d'une miroir lui renvoyait une image flatteuse).
tourelle à chaque angle. Une route flanquée de flatteusement bel. Dalkavukça, koltuklayarak,
remblais). 9. Etre flanqué de qn: -in eşliğinde, pohpohlayarak.
yanında olmak, -ile beraber bulunmak (Unejeune flatulence diş. (Barsaklarda) Gaz, gaz toplanması,
fille flanquée de sa mère). § Flanquer qn dehors, à flatulent, e s. (Barsaklardaki) Gazdan ileri gelen
la porte: Birini dışarı atmak, kovmak, kapı dışarı ( Colique flatulente).
etmek. Se flanquer par terre: Düşmek, yere flatuosité diş. (Barsaklarda) Gaz (Flatuosité
düşmek. Ça flanque tout par terre: Bu her şeyi causant du ballonnement).
berbat etti, bütün umutlan suya düşürdü, takımı flavescent, es. Sanyaçalan, sarımsı,
yatırdı. fléau er. 1. Harman dövmekte kullanılan ve birer
flapi, es. tkz. Yorgun, bitkin (Nous sommes flapis). ucundan birbirine eklemlenmiş iki değnekten
flaque diş. 1. Birikinti (Une flaque d'eau). 2. Küçük oluşan döveç (Battre le blé avec le fléau). 2.
bataklık, su birikintisi (Le soleil pompait les (Terazi) O k (Fléau d'une balance). 3. mec. A f e t ,
fléchage 611 fleurdelisé
felâket (Les fléaux de la nature. Le fléau de la flemmarder gsz. tkz. Tembellik etmek, işten
guerre, delapeste). 4. Can sıkıcı kişi yada şey, belâ kaçmak.
(Les moustiques sont le fléau de cette région). flemmardise diş. tkz. Tembellik, miskinlik,
fléchage er. Okla gösterme, ok dikme (Fléchage flemme diş. tkz. Tembellik, miskinlik. § Avoir la
d'un itinéraire). flemme: Tembel olmak, tembellik etmek,
f l è c h e ^ . 1. O k (Lancer une flèche avec un arc). 2. çalışmayı sevmemek. Tirer sa flemme:
Kapalı alay, iğneleme (Trépignements du public à Çalışmamak, hiçbir iş yapmamak,
chaque flèche anticléricale). 3. O k işareti, ok (La fléole, phléole diş. bitb. Çayırotu.
flèche sur le panneau indique le sens obligatoire:). İlet er. hayb. Dilbalığı, köpek-dili, dere pisisi,
4. (Minare, kilise, kule gibi yapılarda) Külâh, ok flétan er. hayb. Tütünbalığı.
( Les flèches de la cathédrales 'élancent vers le ciel). flétri, e s. 1. Solmuş, pörsümüş (Fleur flétrie). 2.
5. Araba oku, özek ağacı (La flèche d'une Kuru, yıpranmış (Visage flétri).
charrette, d'un char). 6. (Saatlerde) Akrep. 7. flétrir gçl. 1. Soldurmak, kurutmak (Le venta flétri
Domuz böğründen çıkarılmış yağ parçası. § La les fleurs. L'âge aflétri le visage de cette actrice). 2.
flèche du Parthe: Son anda söylenen acı gerçek, Üzmek, mutsuzluğa düşürmek (Le chagrin avait
birinden ayrılırken yüreğine akıtılan zehir, flétri son âme). 3. Bozmak, kötüleştirmek (Une
söylenen zehir gibi acı söz. En flèche: 1. Hızla, son vie misérable flétrissait son art). 4. (Eskiden
süratle (La voiture partit en flèche). 2. O k gibi, hükümlülere) Dağ vurmak (En France, on
dikine (Le pilote fit monter en flèche son avion). flétrissait les criminels sur l'épaule). 5. mec.
Faire flèche de tout bois: Her çareye baş vurmak, Lekelemek, gölge düşürmek (Flétrir la
her yoldan yararlanmak. Partir comme une réputation, le nom, l'honneur de quelqu'un).
flèche: Son süratle, ok gibi gitmek. Se trouver en flétrissure diş. 1. Solma, solgunluk. 2. mec. Namus
flèche: mec. (Bir topluluk yada partinin öbür lekesi, yüz karası,
üyelerinden) Daha ilerde olmak, önde gitmek, flette diş. Mavna; kayık, sandal,
ileri gelenlerden olmak. fleur diş. 1. Çiçek (Bouquet de fleurs). 2. Yapma
fléché, e s. Okla gösterilmiş, okla belirtilmiş çiçek; çiçek resmi (Un chapeau à fleurs, tissu à
(Itinéraire fléché). fleurs, assiette à fleurs). 3. kim. Çiçek (Fleur de
flécher gçl. Okla göstermek, ok işareti koymak soufre: Kükürtçiçeği). 4. Söz bezeği, şürsel
(Flécher un itinéraire). sözlerle süsleme (Fleurs de rhétorique). 5.
fléchette diş. Küçük ok, okçuk. Kaymak tabaka, seçkin bölüm, en iyi parça (La
fléchir gçl. 1. Bükmek (Fléchir le corps en avant, en fleur d'une société, d'une civilisation, d'un art). 6.
arrière, fléchir les genoux). 2. mec. Y u m u ş a t m a k (Bir şeyin) E n incesi (Fleur de farine, fleur de
(Fléchir ses juges. Il a réussi à fléchir son père). 3. chaux, de plâtre). 7. En parlak dönem, en güzel
mec. Yatıştırmak (Fléchir la colère, la rigueur, la d ö n e m (Il est dans la fleur de sa jeunesse). 8.
fureur de quelqu'un). 4. gsz. Bükülmek, eğrilmek Parlaklık, körpelik, tazelik. 9. ç. Küf (Fleurs de
(Son genou fléchit sous l'effort). 5. G e v ş e m e k , pes vin, de vinaigre). 10. (Köselede) Yüz (La fleur
etmek, boyun eğmek (Sa détermination fléchit d'une peau). § La fleur des poids: tkz. Kıyak
devant le danger). 6. D ü ş m e k , inmek (Les prix adam, şık ve yakışıklı erkek. La petite fleur bleue:
fléchissent). Aşırı duygusallık, duygunluk, romantiklik (Il est
fléchissement er. 1. Bükülme (Fléchissement des épris de petite fleur bleue). Fleur bleue: s. Çok
genoux). 2. mec. Yumuşama, gevşeme. 3. duyarlı, fazla romantik (Il est très fleur bleue). A
Düşme, inme (Fléchissement des cours en fleur de: Hizasında (Rochers à fleur d'eau).
Bourse). Comme une fleur: Kolayca, rahat rahat, hiç
fléchisseur s. anat. 1. Bükücü (Les muscles güçlük çekmeden (Il est arrivé le premier comme
fléchisseurs). 2. er. Bükücü kas. une fleur).Avoir les nerfs à fleur de peau: Çok
flegmatique s. 1. Flegmatik. 2. mec. Soğuk, ağır çabuk sinirlenmek. Couvrir qn de fleurs, lancer
kanlı (Un garçon flegmatique). des fleurs à qn: Birini övgülere boğmak, övmek,
flegmatiquement bel. Soğukça, ağırkanlıhkla. iltifatlar etmek. Etre en fleurs: Çiçeklenmek (Les
flegme er. 1. Suyuk. 2. Balgam. 3. İmbikten ilk arbres sont en fleurs). Faire une fleur à qn: Birine
çıkan damıtık, imbik ağzı. 4. mec. Soğukluk, karşılık beklemeden bir iyilik yapmak. Perdre sa
ağırkanlılık. fleur: Kızlığını yitirmek,
flegmon er. -» phlegmon. fleuraison—» floraison.
flémard,flemmard,es. vead. tkz. Tembel,miskin. fleurdelisé, e s. Zambaklarla süslü, üzerinde
fleurer 612 florence
florès er. Faire florès: Parlamak, başarı sağlamak une sauce flottarde).
(Balzac fait florès plus que jamais). flotte diş. 1. (Denizcilikte) Donanma; filo (Flotte de
floricole s. Çiçekler üstünde yaşayan (Insecte guerre, de commerce). 2. (Havacılıkta) Filo
floricole). (Flotte aérienne). 3. Olta ve balık ağı mantarı. 4.
floriculture diş. Çiçek yetiştirme, çiçekçilik. Şamandıra. 5. hlk. Yağmur (Il tombe de la flotte).
floridées diş. ç. bitb. Kızılsuyosunları. 6. hlk. Su (Piquer une tête dans la flotte. Boire de la
florifère s. 1. Çiçekli (Tige florifère). 2. Çiçeği bol flotte).
(Plante florifère). flottement er. 1. (Su yüzünde) Yüzme. 2.
florilège er. Güldeste, "antoloji, seçme şiirler, Dalgalanma, kaynaşma (Il se produit un certain
* seçki, flottement dans l'Assemblée). 3. Kararsızlık,
florin er. Florin. "tereddüt, ikircim (On observe du flottement dans
florissant, es. 1. Eksiksiz, zengin dört başı bayındır, la conduite de cet homme).
parlak (Pays florissant). 2. Gelişmiş, ilerlemiş, flotter gsz. 1. Su yüzünde kalmak, yüzmek (Le
gelişkin (Commerce florissant). 3. Çok iyi, bouchon flotte sur l'eau). 2. Dalgalanmak (Le
diyecek yok (Santé florissante). 4. Sağlıklı (Un drapeau flotte) 3. Dalga dalga kımıldamak,
teint florissant). o y n a m a k , gezinmek ( Un vague sourire flottait sur
flot er. 1. Dalga (Les flots de la mer, d'un lac). 2. son visage). 4. Gevşek durmak, askıda durmak,
Deniz kabarması. 3. ç. Deniz (Flots tranquilles, sallantıda olmak (Nos couronnes flottent sur nos
agités, écumeux). 4. mec. Sel (Flot de sang, flot de têtes). S. Flotter entre: a) İkisi arası bir şey olmak
larmes). S.mec. Akın, üşüşme, sel gibi akma(Flot (Lafinesseflotteentre le vice et la vertu), b) (İki şık)
de voyageurs, flot de lumière). 6. Yığın, kalabalık Arasında kararsızlık geçirmek, tereddüt etmek,
(Laisser sortir le flot des employés). 7. Büyük sallanmak (Il flottait entre le oui et le non). 6.
miktar, birsürü (Un flot de souvenirs, d'idées). § A Kişisiz. hlk. Y a ğ m u r yağmak (Il flotte: Yağmur
flots, à grands flots: Bol, su gibi, sel gibi, çok yağıyor). 7. gçl. (Kereste tomruklarını) Suya
(Dans cette entreprise l'argent coule à flots. Le salarak taşımak (Flotter du bois). § Bois flotté:
soleil entre à flots). Etre à flot: 1. Su üstüne Suyun sürükleyip getirdiği ağaç, sel kütüğü,
çıkmak, yüzmek (Le navire est à flot). 2. mec. tkz. flotteur er. 1. Suda tomruk sallannı güden işçi. 2. Su
Yalıya çıkmak, işleri yoluna girmek, tehlikeli yüzünde yüzen cisim, şamandıra,
durumu kalmamak. Mettre, remettre qn, qch à flottille diş. Flotilla (Une flottille de pêche, de
flot: 1. Yüzdürmek, su yüzüne çıkarmak canots).
(Remettre un bateau à flot). 2. İşlerini yoluna flou er. Kapalılık, anlaşmazlık, belli belirsizlik (Le
koymak, tehlikeden kurtarmak, yalıya çıkarmak flou d'une pensée).
(Il m'a remis à flot. Remettre une entreprise à flot). flou, e s. Kapalı, belli belirsiz, buğulu, donuk (Une
Se remettre à flot: İşlerini yoluna koymak, işleri idée floue).
yeniden düzelmek, flouer gçl. tkz. Çalmak, aldatmak, dolandırmak (Il
flottable s. 1. Üstünde tomruk yüzebilir (Cours floue tout le monde). § Se laisser flouer:
d'eau flottable). 2. Su üstünde yüzebilen, Dolandınlmak, aldatılmak,
batmayan (Bouéeflottable). flouve diş. bitb. Kokulu çayırotu, kokulu yonca,
flottage er. Kereste tomruklarının suyun akıntısına fluctuant,es. 1. Çalkanan,çalkantılı.2.hek. Oynak
salınarak taşınması. § Flottage à bûches perdues: (Tumeur fluctuante). 3. Sık sık değişen, oynak
Tomruklan teker teker suya salıp taşıma. Flottage (Prix fluctuants. Idées fluctuantes). 4. Kararsız (Il
en trains: Tomruklan sal biçiminde bağlayıp suya est fluctuant dans ses idées).
salarak taşıma, fluctuation diş. 1. Çalkanma, çalkantı, değişip
flottaison diş. (Gemide) Su kesimi (Ligne de durma, oynama (Les fluctuations des prix, du
flottaison). marché, de la Bourse). 2. Kararsızlık (les
flottant, e s. 1. Su üstünde yüzen, yüzer (Glaces fluctuations d'un esprit inquiet).
flottantes, bois flottants, îles flottantes). 2. fluctuer gsz. 1. Dalgalanmak, çalkanmak. 2. Sık sık
Dalgalanan (Cheveux flottant, étendards değişmek, oturmamış olmak,
flottants). 3. mec. Dalgalı, oynak (Dettes fluer gsz. Akmak.
flottantes). 4. Kararsız, çabuk değişen, bir anı bir fluet, tes. 1. İnce, narin (Elle a des doigts fluets). 2.
anına uymayan (Un caractère flottant). Zayıf, ince (Une voix fluette).
flottard, e s. ve ad. argo. 1. Denizcilik okulu fluides, X.fiz. Akışkan (Huile très fluide). 2. Akıcı,
öğrencisi. 2. Suyu bol, çok sulu (Un café flottard, su gibi akan, kolay yakalanmaz (Pensée fluide). 3.
fluidifier 614 foin
Kesin olmayan, elden kolayca kaçabilir (Une les aspirations de toutes les tendances). § Se
situation politique fluide) A. er. Akışkan madde.§ focaliser sur qch: -üzerinde durmak, -üzerine
Avoir du fluide: Önsezisi olmak, geleceği yönelmek (Se focaliser sur les points essentiels).
önceden kestirme yetisi olmak, fôene, fœne diş. Zıpkın.
fluidifier gçl. Akışkanlaştırmak, akışkan hale fœtal, es. Dölüte değini, *dölütsel, ceninle ilgili,
getirmek. fœtus er. Dölüt, "cenin.
fluidité diş. 1. Akışkanlık (Fluidité d'un liquide). 2. foi«% 1. İnan, °iman (Il a perdu la foi. J'ai la foi. Il
Akıcılık (La fluidité d'une mélodie). voit tout avec les yeux de la foi). 2. Din (La foi
fluor er. kim. Flüor. musulmane. Confesser une foi nouvelle.
fluorescence diş. fiz. bitb. Flüorışı, flüoresans, Répandre la foi). 3. Söz, verilen söz, °vaad (Il a
*ışımrlık. violé sa foi). 4. Bağlılık, "sadakat (Aucun de tes
fluorescent, es. fiz. bitb. Flüroışıl, flüoresan *ışmır. amis ne t'a manqué defoi). S. Güven, bel bağlama,
flush Ifloef] er. (Pokerde) Renk, flöş (Quinte inanma (lia trahi ma foi en lui). § La bonne foi: İyi
flush). niyet. La mauvaise foi: Kötü niyet. Profession de
flûte diş. 1. Flüt (Jouer de la flûte) .2. Baston ekmek. foi: Kanış ve inanç açıklaması. Digne de foi:
3. ç. Bacaklar. 4. (Eski) Savaş gemisi. 5. İnce, dar, Güvenilir, inanılabilir (Un homme digne de foi).
uzun ayaklı bardak (Une flûte à Champagne). 6. De bonne foi: 1. İyi niyetli (Un homme de bonne
uni. Tüh, hay Allah kahretsin, yuh! (Flûte, j'ai foi, il est de bonne foi). 2. İyi niyetle (Agir de
perdu mon stylo!). § Flûte de Pan: Musikar bonne foi). De mauvaise foi: 1. Kötü niyetli (Une
denilen ve yan yana dizilmiş bir sıra düdükten femme de mauvaise foi, elle est de mauvaise foi). 2.
oluşmuş çalgı, ağız armonikası. Etre du bois dont Kötü niyetle (Agir de mauvaise foi). En foi de
on fait des flûtes: Her kalıba, her boyaya girmek, quoi: Buna dayanarak (Enfoi de quoi, j'ai signé le
her şeye eyvallah demek. Jouer des flûtes: présent certificat). En toute bonne foi: İçtenlikle,
Koşmak. Se tirer des flûtes: Tabanları yağlamak, hiçbir kötülük düşünmeden. Ma foi, par ma foi,
kaçmak. sur ma foi: Vallahi, inan olsun! Sous la foi du
flûté, e s. Tatlı ve ince (Une voixflûtée). serment: And içerek. Sur la foi de: Tanıklığı
flûteau, flûtiau er. 1. Oyuncak flüt. 2. bitb. üzerine, -in söylediklerine dayanarak, bakarak
Kazayağı. (Il a été condamné sur la foi des témoins). Avoir foi
flûtergsz. 1. Flüt çalmak. 2. (Karatavuk) Ötmek. 3. en: -e güvenmek, inanmak (J'aipleine foi en lui.
hlk. Kafayı çekmek, içmek, Un jeune qui a foi en l'avenir). Ajouter foi à qch: -e
flûtiste ad. Flütçü, flüt çalan, inanmak, güvenmek. Faire foi: Geçerli olmak,
fluvial, e s. Irmağa değgin, nehirle ilgili (EMU "muteber sayılmak (C'est le texte seul qui fera foi).
fluviale, pêche fluviale). Faire sa profession de foi: İnancını, kanısını açıkça
fluviatile s. Akarsularda yetişen, ırmaklarda belirtmek. Jurer sa foi: And içmek, and içerek
yaşayan. söylemek. N'avoir ni foi ni loi, être sans foi ni loi:
flux er. coğr. 1. (Denizde) Kabarma. 2. fiz. Akı, Dini imanı olmamak, vicdansız olmak,
akım (Flux magnétique, flux électrique). 3. hek. foie er. Karaciğer. § Avoir des jambes en pâté de foie:
Akış, akma, gelme (Flux de sang dans la tkz. Pörsük bacakları olmak, bacakları çok
dysenterie. Flux menstruel). 4. mec. Bolluk, yumuşak olmak. Avoir les foies: hlk. Çok
çokluk (Flux de paroles, de protestations). S.mec. korkmak, ödü bokuna karışmak. Se manger, se
Yükseliş, çıkış, yükselme (Le flux et le reflux des ronger les foies: İçi içini yemek, bir sürü kaygüar
événements). duymak, çok kaygdanmak.
fluxion diş. hek. (Vücudun herhangi bir yerinde) foie-de-boeuf er. Ökse mantarı,
Kan yürümesi, kan toplanması, şişme, şiş. foin er. 1. Kuru ot (Il a mis du foin dans les râteliers).
fluxmètre er. Manyetik akı ölçmeye yarayan alet, 2. (Enginarda) Tüy (Foin d'artichaud). 3. ç.
*akıölçer. Biçilecek ot (Couper les foins, faire les foins: Ot
fob tic. huk. Gemide teslim, fob (Vente fob). biçmek). § Bête à manger du foin: Çok aptal,
foc er. (Gemi yelkenlerinden) Flok. eşeğin teki. Avoir du foin dans ses bottes: Hali
focal, e 1. s. Odağa değgin, odaksal. 2. diş. Odak vakti yerinde olmak, zengin olmak. Faire du foin:
( Objectif à focale variable). hlk. Rezalet çıkarmak, bağırıp çağırmak,
focaliser gçl. 1. Bir odakta toplamak, kıyamet koparmak,
"odaksallaştırmak. 2. mec. Aynı yönde foin ûnl. (Eski) Yuf olsun,eksik olsun, olmaz olsun
(Foin de la richesse, s'il faut l'acquérir à ce prix-).
toplamak, bir noktada yoğunlaştırmak (Focaliser
foi rail 615 follement
follet, t e s . vead. 1. Delişmen (Une petite follette). 2. intérêts. Régler une longue-vue en fonction de la
Peri, şeytan (Le follet fantastique erre sur les distance). Entrer en fonctions: Bir mesleğe
roseaux). § Esprit follet: Cin, peri, ev perisi. Feu girmek, bir işe yerleşmek. Etre fonction de qch:
follet: Hafif alev, bir gaz parlamasmdan -bağlı olmak, -ir sonucu olmak (Le
birdenbire çıkan alev. Poil follet: 1. Çenede çıkan développement de l'enfant est fonction de
ilk tüyler, ayva tüyü. 2. Yavru kuş tüyü. Etre l'établissement des connexions nerveuses). Faire
comme un feu follet: Parlak ama güvenilmez fonction de: 1. -lik etmek, -görevi yapmak (Il fait
olmak. fonction de directeur). 2. -in yerini tutmak, -işi
folliculaire er. 1. Gazeteci taslağı, "varakpareci. 2. g ö r m e k ( Ce rideau faitfonction de volets). Quitter
s.anat. Keseciğe değgin, ses fonctions: Emekliye ayrılmak,
follicule er. 1. Badıç. 2. anat. Kesecik, fonctionnaire ad. Görevli, devlet memuru, memur,
fomentateur, trice ad. Kışkırtıcı, düzenleyici fonctionnalisme er. İşlevsellik; işlevselcilik.
(Fomentateur de querelles, un fomentateur fonctionnariser gçl. Memurlaştırmak; devlet
professionnel de troubles). memurluğuna çevirmek (Fonctionnariser les
fomentation diş. 1. hek. (Eski) Lapa vurma médecins, le personnel d'une entreprise).
(Fomentation chaude). 2. mec. Kışkırtma (La fonctionnarisme er. Memur egemenliği; memur
fomentation des haines, des troubles). kafası, memur anlayışı,
fomenter gçl. 1. Sıcak lapa vurmak, lapa çekmek. 2. fonctionnel, le s. 1. mat. Fonksiyonel, "işlevsel
mec. Kışkırtmak (Fomenter des troubles, la (Calcul fonctionnel). 2. Vücut görevlerine
révolte). değgin, bir organın çalışmasıyle ilgili (Troubles
fonçage er. X. Dip geçirme, dip tahtası takma (Le fonctionnels d'un organe). 3. İşlevsel, bir işe
fonçage d'un tonneau). 2. K a z m a (Le fonçage yarayan, bir amaca hizmet eden (Architecture
d'un puits). 3. (Rengi) Koyulaştırma, fonctionnelle, éducation fonctionnelle, meubles
foncé, e s. Koyu renk, koyu (Bleu foncé, rouge fonctionnels).
foncé, peau foncée). fonctionnement er. Çalışma, iş görme, görev
foncer gçl. 1. Dip geçirmek, dip tahtası takmak yapma, işleme (Le fonctionnement d'un organe; le
(Foncer un tonneau). 2. K a z m a k (Foncer un fonctionnement d'une affaire, d'un mécanisme).
puits). 3. Koyulaştırmak (Foncer une teinte. Ellea fonctionner gsz. İşlemek, çalışmak, iş görmek (Une
foncé ses cheveux). 4. gsz. Koyulaşmak (Ses machine fonctionnant sur le courant alternatif. Un
cheveux ont foncé. La lumière grise fonçait peu à organe qui fonctionne mal).
peu). S. gsz. Hızla gitmek, dalmak (Ilfonce à cent fond er. 1. D i p ( L e fond de la mer, d'un puits, d'un
à l'heure dans les virages). 6 . Saldırmak (Cette bête tonneau, d'un verre). 2. Zemin, dipyüzey (Le
veut foncer mais n'ose pas). 7. Foncer s u r q n : -e fond d'un tableau). 3. D i p taraf (Le fond d'une
saldırmak, -in üzerine atılmak, çullanmak scène). 4. D i p t e kalan şey, dip (Boire le fond de
(Foncer suri 'ennemi). bouteille). 5. Temel, esas (Le fond de sa
fonceur, euse s. ve ad. tkz. Korkusuz, gözünü nourriture, ce sont des pommes de terre). 6. Öz,
budaktan sakınmayan, vur deyince öldüren, kapsam, içerik (Le fond d'un exposé, d'un
foncier, ère s. 1. Araziye değgin, toprağa değgin roman) . 7 . Derinlik ( / / n ' y a pas assez defondpour
(Impôt foncier, propriétaire foncier). 2. T e m e l , plonger). 8 . huk. Esas (Le fond du procès. Le
esas, başlıca (Ses qualités foncières n'apparaissent tribunal s'est prononcé sur le fond). § Article de
pas au premier abord). fond: Başyazı. Course defond: Mukavemet yarışı.
foncièrement bel. Köküne kadar, sapına kadar (Il Le fin fond: En ücra yer, en uzaktaki yer. La lame
est foncièrement honnête). de fond: Dipten gelen dalga, alttan gelen hareket
fonction diş. 1. Görev, memuriyet (Une fonction (La lame defond a presque totalement renouvelé
très bien rémunérée. Se démettre de ses fonctions). l'Assemblée lors des élections). Le fond de tiroir:
2. M e vki ( L e titulaire d'unefonction. Etre promu à Elde kalan son çare. A fond: Derinliğine;
une nouvelle fonction). 3. İşleyiş, işleme, çalışma tamamıyla (Etudier un problème à fond. Il connaît
(Fonctions du foie, du cœur). 4. İşlev, rol (La à fond la vie des sultans). Au fond, dans le fond:
fonction du volant est de commander la direction Aslında, gerçekte (On l'a blâmé, mais au fond il
du véhicule). 5. mat. Fonksiyon, "işlev (Fonction avait raison). Au fond de: -in dibinde (Au fond de
algébrique, fonction mathématique). § En lamer). A fond de train: Bütün hızıyla, tek saniye
fonction de: -e göre, -e bağlı olarak, -in yitirmeden. Du fond de: -dibinden,
değişikliklerine uyarak (Agir en fonction de ses derinliklerinden. Du fond du cœur: İçten,
fondamental 617 fonds
yürekten (Je vous remercie du fond du cœur). De la force. Il fonde de grands espoirs sur son fils). 4.
fond en comble: Tepeden tırnağa, baştan aşağı, Etre fondé à f. qch: -mekte haklı olmak, -meye
tamamıyla (Sa maison a été détruite de fond en hakkı olmak (Il est fondé à prétendre que tu abuses
comble). Aller jusqu'au fond des choses: de sa confiance). § Se fonder sur: -e dayanmak
Olayların derinliklerine inmek. Envoyer qch par (Pour affirmer cela, tu dois te fonder sur des
le fond: Batırmak, denizin dibini boylatmak arguments solides).
( Envoyer un navire par le fond). Faire fond s u r : -e fonderie diş. 1. Dökümcülük, dökmecilik. 2.
güvenmek, inanmak, Döküme vi, dökümhane.
fondamental, e s. 1. Temele değgin (Pierre fondeur er. 1. Dökümevi sahibi. 2. Dökümcü,
fondamentale). 2. mec. Başlıca, temel, esas, belli dökmeci (Fondeur de canons).
başlı, ana (L'idée fondamentale d'un système). fondeuse diş. Döküm makinası.
fondamentalement bel. 1. Tamamıyla, baştan aşağı, fondoir er. (Kanarada) Yağ eritme yeri.
tepeden tırnağa (Modifier fondamentalement un fondre gçl. 1. Eritmek; ergitmek (Le soleil a fondu
système). 2. Temelden, esastan, özden (Deux la neige. Fondre un métal, du beurre, du minerai).
conceptions fondamentalement opposées). 2. (Bir sıvı içinde) Eritmek (Fondre du sucre, du
fondant, es 1. Ağızda eriyiveren ( Poires fondantes, sel dans l'eau). 3. Dökmek, dökümünü yapmak
bonbons fondants). 2. Ergimeyi sağlayan, ergitici (Fondre une statue, une cloche, des caractères
( La température de la glace fondante est le zéro de d'imprimerie). 4. mec. Kaynaştırmak (Fondre
l'échelle centésimale). 3. er. Fondan, şekerleme. deux sociétés). 5. Yumuşatmak, ölgünleştirmek
4. er. Ergitici (Alumine, chaux, silice utilisées (Fondre des couleurs). 6. gsz. E r i m e k (La glace
comme fondant). fond à zéro degré. Le beurre fond dans la
fondateur, trlce ad. 1. Kurucu (Fondateur d'un casserole). 7. gsz. mec. Zayıflamak, erimek
empire, d'une ville, d'une société commerciale). 2. (Comme elle a fondu! Ma mère a fondu de cinq
Bağışta bulunan, bağışçı (Fondateur d'un kilos en trois mois). 8 . gsz. Ç ö k m e k , yıkılmak,
hôpital). g ö ç m e k (Et la terre fondra, et on tombera en
fondation diş. 1. Temel ( Creuser les fondations d'un regardant le ciel). 9. gsz. Erimek, tükenmek,
édifice). 2. Kurma, kurulma, "tesis (La fondation hemen bitivermek, geçmek (L'argent lui fond
d'un parti, d'un ordre religieux, d'une cité). 3. dans les mains. Toute sa fatigue avait fondu dans le
Vakıf (La Fondation Thiers). § Fondations sommeil). 10. gsz. Fondre sur: -e saldırmak,
pieuses: Evkaf. Etablir une fondation: Bir vakıf üzerine çökmek, atılmak, çullanmak (Fondresur
kurmak. l'ennemi). § Fondre en larmes: İki gözü iki çeşme
fondé, e s. 1. Haklı, usa yatkın (Une accusation ağlamak. § Se fondre: 1. Erimek, sıvı haline
fondée). 2. Fondé sur: -e dayanan, -e dayalı (Une gelmek (La cire se fond au feu). 2. Birleşmek,
idée fondée sur des bases solides). 3. E t r e fondé à f . k a y n a ş m a k (Maison de commerce qui se fond
qch: -mekte haklı olmak, -meye hakkı olmak dans telle autre, avec telle autre). 3. Yitip gitmek
(Puisque tu ne paies pas tes dettes, je serais fondé à (Silhouette qui se fond dans la brume).
te les réclamer par voie de justice). fondrière diş. 1. (Toprakta) Çatlak, yarık, iz; su
fondé de pouvoir er. huk. "Vekil, yetkili kılınmış birikintisi (L'averse avait creusé des fondrières sur
kimse. la route).
fondé de procuration er. Ticari mümessil, fonds er. 1. Toprak, tarla. 2. "Ticarethane,
fondement er. 1. Temel (Les fondements d'une tecimevi; işletme (Il est propriétaire d'un fonds).
maison, d'un empire). 2. Ana ilke (Les 3. (Büyükçe bir) Para, meblağ (Il a un fonds). 4.
fondements d'une théorie, d'un système). 3. tkz. A n a m a l , s e r m a y e (Il a mangé son fonds avec son
Kıç, m a k a t (Il en éprouvait un mal affreux au revenu). 5. Ö z , esas, t e m e l (Ce garçon a un fonds
fondement). § Sans fondement: Asılsız, gerçek de santé robuste). 6. mec. Zenginlik, varlık (Cet
olmayan (Une accusation sans fondement). Jeter, homme a un grand fonds d'érudition). 7. Eski
poser les fondements de qch: -in temelini atmak; kaynaklar, eski el yazmaları (Le fonds d'une
esasını kurmak, bibliothèque). 8. tic. Ambardaki mal, stok,
fonder gçl. 1. -i kurmak (Fonder un système, un birikim. 9. tic. "Şirket sermayesi, ortaklık
Etat, la démocratie). 2. Bulmak, yaratmak, anamalı. 10. tic. Özel yatırım, belirli bir iş için
"keşfetmek (Einstein a fondé la relativité restreinte gerektikçe ödenmek üzere ayrılıp işletilen para. §
et généralisée). 3. Fonder qch sur: Bir şeyi -e Fonds d'amortissement: Aşınma payı yedeği.
dayandırmak, bağlamak (Fonder son pouvoir sur Fonds de commerce: Tecimevi. Fonds de garantie:
fondu 6X8 force
Force est de f.qch:-mek zorunludur,-mek gerekir forcer gçl. 1. Zorlamak, zorlayarak yada kırarak
(Force est de reconnaître que la vérité est toute açmak (Forcer une porte, uncoffre, uneserrure).
différente). A force: Aradan zaman geçtikçe, 2. Z o r l a y a r a k b o z m a k (Sa femme avait forcé tous
çabalayaçabalaya (A force, il a fini par réussir. Au les tiroirs). 3. Zorla almak, zorla elde etmek (Il
début, cette nourriture le dégoûtait mais à force, il veut forcer ma confiance). 4. B o z m a k (Forcer la
s'y est habitué). A force de qch: -ile, -in sayesinde consigne). 5. Aşmak, ölçüyü kaçırmak (Forcer la
(A force de patience, il finira par réussir). A force dose, la note). 6. Uyandırmak (Forcer
de f. qch: -yapa yapa, ede ede (A force de pleurer, l'admiration). 7. Gelişimini hızlandırmak (Forcer
il a failli perdre ses yeux. Ağlaya ağlaya, nerdeyse des fleurs, des plantes potagères). 8. A ş m a k ,
kör olacaktı). A toute force: Ne pahasına olursa geçmek (Forcer les obstacles). 9. Değiştirmek,
olsun, "mutlaka (II faut à toute force passer par saptırmak, bozmak (Forcer la vérité). 10. Çok
cette route). Dans toute la force du mot, du terme: yormak, çatlatmak (Forcer un cheval). 11.
Sözcüğün tüm anlamıyla. De force: Zorla (Faire Sıkıştırmak, kıstırmak (Forcer un cerf, une bête de
entrer de force un objet dans une caisse). De gré ou chasse). 12. Forcer qnà qch: Birini -e zorlamak (Il
de force: İster istemez, istese de istemese de (De nousforce ausilence). 13. Forcer qnàf. qch: Birini
gré ou de force, on lui enlèvera son masque). En -meye zorlamak (On me force à partir). 14. Etre
force: Kalabalık ve güçlü olarak (Les policiers forcé de f. qch: -meye zorlanmak, -mek zorunda
sont venus en force pour cerner la maison). Par k a l m a k (J'ai été forcé de démissionner). 15. gsz.
force: Zorunlu olarak (II est resté couché un mois Kendini zorlamak, zorlanmak (Il est arrivé sans
par force, avec une jambe cassée). Par la force des forcer). 16. gsz. Şiddetlenmek (La brise force). §
choses: Zorunlu olarak, kaçınılmaz olarak, ister Forcer la porte de qn: Birinin evine zorla girmek.
istemez. Etre à bout de force: Gücü tükenmek, Forcer les voiles: Bütün yelkenleri açmak, pupa
gücü takati kalmamak. Etre de première force: yelken gitmek. § Se forcer: 1. Kendini zorlamak,
Çok yetenekli, üstün nitelikli olmak. Etre de force çaba göstermek (Quelque garçon d'honneur qui
à f. qch: -cek güçte olmak. Faire force: Kendini se force pour faire rire la noce). 2. Se f o r c e r à f . qch :
zorlamak. Faire force de rames: Çala kürek -meye çalışmak, kendini -meye zorlamak (Ilfaut
gitmek. Faire qch par la force de l'habitude: Bir donc se forcer à travailler tous les jours). 3. Se
şeyi alışkanlıkla yapmak, mihaniki olarak forcer à qch: Kendini -e zorlamak (Se forcer à la
yapmak. Ne plus sentir ses forces: Çok güçlü patience, ausilence).
olmak, vururken gücünü hesaplayamamak. forcerie diş. "Sera, limonluk, zorlama tarım
Perdre ses forces: Boşuna çaba harcamak, gücünü yapmada kullanılan camlık,
boş yere tüketmek. Refaire ses forces: Dinlenip forces diş. ç. 1. Kırkı, koyun kırkmada kullanılan
kendini toparlamak, yeniden eski gücünü makas. 2. Tenekeci makası,
kazanmak. La force prime le droit: Kim güçlüyse forcing er. İng. Sürekli zorlama, bastırma. §Faire le
hak onun; hak güçlünündür, forcing: Bastırmak, zorlamak, baskı altına
forcé, e s. 1. Zorlama, zoraki, istemeden (Un a l m a k , sıkıştırmak (Ce boxeur a fait le forcing
sourire forcé. Le mariage forcé). 2. Z o r u n l u , pendant le dernier round).
mecburi, kaçınılmaz (Travaux forcés. forcir gsz. Biraz toplamak, şişmanlamak,
Conséquence forcée). 3. Zorlu, "cebri (Marche forclore gçl. huk. (Yasal sürenin geçmiş olması
forcée). § Culture forcée: 'Zorlama tarım; nedeniyle) Dâva hakkını düşürmek, dâvayı
yetişmeyi, olgunlaşmayı zorla hızlandırarak dinlememek,
yapılan tarım. Avoir la main forcée: İstemeye forclusion diş. huk. Dâva hakkının düşmesi,
istemeye yapmak, eli hiç varmamak, forer gçl. 1. Delmek, delik açmak (Forer une clef,
forcement er. 1. Zorlama; zorlayarak yada kırarak un canon). 2. K a z m a k , açmak (Forer un tunnel,
açma (Le forcement d'un coffre, d'une serrure). 2. un puits).
Zorlayarak aşma, geçme (Le forcement d'un
foresterie diş. Ormancılık; orman işleri,
passage, d'un obstacle).
forestier, ère s. 1. Ormana değgin (Maison
forcément bel. 1. Zorla, gücün (Elle me répondit en
forestière, chemin forestier. Agent forestier, code
souriant forcément). 2. Zorunlu olarak, ister
forestier). 2. er. Orman memuru, ormancı,
istemez ( Cela doit forcément se produire).
foret er. Delgi, "matkap.
forcené, e s. ve ad. Öfkeden deliye dönmüş,
forêt diş. O r m a n (Forêt de chênes, de sapins). §
kudurmuş, çılgın, Forêt vierge: Balta girmemiş orman,
forceps [fsttrseps] er. Lavta (aleti). foreur er. Tünel açma yada kuyu kazma gibi işlerde
foreuse 620 forme
chapeau). 2. Yapı, oluşum biçimi (La forme d'un formellement bel. 1. Açıkça, kesin olarak,
gouvernement). 3. Karaltı, gölge (Une forme kesinlikle (Interdire formellement une
imprécise disparait dans la nuit). 4. Görünüm, manifestation). 2. Biçimsel olarak, biçim
"manzara (Les différentes formes de la vie). 5. bakımından (Raisonnement formellement juste).
Görünüş, kılık (Il accorde beaucoup former gçl. 1. Oluşturmak, meydana getirmek,
d'importance à la forme). 6. fels. Biçim, dış "teşkil etmek (Le vent forme de grandes dunes.
görünüş (Forme et essence). 7. Model, patron, Les vapeurs forment les nuages. Ces murs forment
örnek, kalıp (Forme de modiste. Bottier qui monte un angle aigu). 2. Kurmak (Former un
une chaussure sur une forme). 8. Kalıp (Forme à gouvernement, une société). 3. Tasarlamak,
fromage). 9. İn (Forme du lièvre, du renard). 10. kafasında kurmak (Nous avons formé l'idée de
huk. Şekil, usul (Vice de forme: Şekil noksanlığı, nous associer). 4. Yaratmak (Dieu forma
usul bakımından noksanlık). 11. ed. Anlatı, l'homme àson image). 5. Yetiştirmek (Former un
anlatım biçimi, "uslup (Opposer la forme au apprenti, former des élèves). 6. Geliştirmek
contenu. La forme est la chair même de la pensée). (Former son goût par de bonnes lectures). 7.
12. (Basımcılıkta) Forma. 13. ç. Davranış, Yazmak, kurmak ( Cet enfant forme mal ses lettres.
hareket (Il a les formes rudes). 14.ç. Vücutbiçimi, Il forme bienses phrases). 8. Formerqn, qchàqch:
vücut hatları (Elle a des formes superbes. Sa robe Birini, bir şeyi -e alıştırmak, -e yatkınlaştırmak,
moulait ses formes). 15. f. Nezaket kuralları uygun olarak yetiştirmek (Ce maître
(Respecter les formes. Agir dans les formes). § En incomparable avait formé mon esprit à la
forme de: -biçiminde, şeklinde (Des sourcils en méditation). § Les voyages forment la jeunesse:
forme de virgule). En bonne et due forme: Çok gezen çok bilir. § Se former: 1. Oluşmak,
Kurallara uygun olarak, usulüne uygun şekilde meydana gelmek, "teşekkül etmek (Une croûte se
( Ils ont passé un contrat en bonne et due forme). En forme à la surface du liquide. L'unité nationale
forme, en bonne forme: Yasaya uygun, usulüne s'est formée progressivement). 2. Olgunlaşmak,
uygun. Pour vice de forme: huk. Usul olmak (Les fruis commencent à se former). 3.
bakımından, şekil noksanlığından dolayı (Un Yetişmek, kendini yetiştirmek (C'est en lisant
jugement déclaré nul pour vice de forme). Pour la qu'un homme se forme). 4. Se former en qch:
forme: A d e t yerini bulsun diye, lâf olsun diye (Je -şeklinde toplanmak, şeklini almak, dizilmek (Se
ne l'ai consulté que pour la forme). Sous forme de: former en cortège. L'armée se forme en ordre de
Şeklinde, halinde (Médicament administré sous bataille).
forme de cachets, de pillules). Sous la forme de:
formidable s. 1. Korkunç, iğrenç (Son aspect était
-rolünde, görünümünde, şeklinde (L'acteurparut
formidable et monstrueux). 2. Çok büyük,
cette fois sous la formed'un noble vieillard). Avoir
korkunç, kocaman (La formidable stature de
des formes: Nazik olmak, kibar olmak. Etre en
gorille. Une détonation formidable). 3. mec. tkz.
forme, en pleine forme: Tam formunda olmak (Il
Müthiş, şaşırtıcı, akıl almaz (Un film formidable,
est en forme pour passer ses examens. Cet athlète
un livre formidable. Vous êtes formidable).
est en pleine forme pour courir un cent mètres).
formidablement bel. 1. Korkunç bir biçimde,
Manquer de formes: Nezaketten anlamamak,
korkunç. 2. tkz. Çok (Ça me fait formidablement
davranışlarında kaba saba olmak. Ne plus avoir
plaisir de les voir).
forme humaine: İnsanlıktan çıkmak, insana
formique s. Acide formique: Karınca asidi,
benzer yanı kalmamak. Prendre forme:
formol er. kim. Formol, formaldehit,
Biçimlenmek, bir şeye benzemek (Petit à petit, la
formoler gçl. Formollemek, formolle temizlemek,
masse d'argile prenait forme sous les doigts de
formulaire er. 1. Formül dergisi, formül kitabı
l'artiste). Prendre des formes: Şişmanlamak, kilo
(Formulaire des pharmaciens, des notaires). 2.
almak.
Soru fişi, formüler (Remplir un formulaire).
formé, e s. Olmuş, olgunlaşmış, gelişmiş (Fruit formulation diş. 1. Yazma, kaleme alma (La
formé, épi formé. Une jeune fille formée, un goût formulation d'une ordonnance médicale). 2.
formé). Açıklama, dile getirme, anlatılış (La formulation
formel, le s. 1. Açık, kesin (Une déclaration de cette idée maladroite). 3. Formülleştirme,
formelle, un refus formel). 2. Biçimsel (Beauté formül haline getirme,
formelle d'un poème). 3. Yüzeysel, içtenlikten formule diş. 1. Formül (Formule mathématique,
uzak, yapmacık (Une politesse formelle). 4. fels. algébrique, chimique). 2. Çözüm yolu, çıkış yolu
mant. Biçimsel, °suri (La logique formelle). (Chercher une formule, trouver une bonne
formuler 622 fortraiture
foudre diş. 1. Yıldırım (La foudre éclate, la foudre la pluie sur la vitre).
tombe. Un arbre frappé par la foudre). 2. ç. fouetter gçl. 1. Kamçılamak, kırbaçlamak (Fouetter
Kınama, aforoz (Les foudres de l'Eglise, du un cheval). 2. (Ceza olarak) Kamçıyla dövmek,
Vatican j. § Coup de foudre : 1. Yıldırım aşkı, görür kırbaçlamak (On l'a fouetté jusqu'au sang). 3.
görmez vurulma. 2. (Eski) Beklenmedik felâket. Çırpmak, çalkamak (Fouetter la crème, des
Comme la foudre: Büyük bir hızla, yıldırım gibi. oeufs). 4. Çarpmak, dövmek ( La pluie fouette les
Avoir le coup de foudre pour: -e vurulmak, vitres. Les vagues fouettaient le bateau). S. gsz.
tutulmak, gönlünü kaptırmak, hlk. Çarpmak (La pluie fouette contre les vitres).
foudre er. 1. Büyük fıçı, kadoz ( Un foudre de vin ). 2. 6. gsz. hlk. Pis pis kokmak (Ça fouette dans ton
Yıldırım simgesi olan kırık çizgi (On trouve le escalier). 7. gsz. hlk. Çok korkmak, korkudan tir
foudre sur les écussons de premier empire). 3. tir titremek. § Avoir d'autres chats à fouetter:
•Güçlü kişi. § Un foudre de guerre: Büyük savaşçı. Yapacak başka işleri olmak. Il n'y a pas de quoi
Un foudre d'éloquence: Büyük hatip, fouetter un chat: Bu bir kusur değildir, üzerinde
foudroiement er. Yıldırım çarpması; yıldırımla durmaya değmez,
çarpılma. fou-fou, fofolle s. Kaçık, deli, kafadan sakat,
foudroyant, es. 1. Çarpıcı, şaşırtıcı, sersemleştirici, fougasse 1. ask. Lâğım. 2. Bir tür poğaça,
yıldırımla vurulmuşa döndüren (Une nouvelle fouger gsz. (Yaban domuzu) Burnuyla toprağı
foudroyante, un succès foudroyant). 2. Yıldırım eşmek.
gibi, yıldırım gibi çarpan (Une attaque fougeraie diş. Eğreltiotu tarlası, alanı,
foudroyante, apoplexie foudroyante). 3. Yıldırım fougère diş. bitb. Eğreltiotu. S Fougère à l'aigle:
saçan (Un regard foudroyant). Kartallı eğreltiotu.
foudroyer gçl. 1. Yıldırımla çarpmak (Deux fougue diş. 1. Atılganlık, ateşlilik, ateş. coşku
personnes ont été foudroyées pendant l'orage). 2. (Parler avec fougue. Agir avec la fougue de la
Çarpmak, bir anda öldürmek, elektrik jeunesse). 2. den. (Eskimiştir) Kasırga. 3. den.
çarpmasıyla öldürmek (Elle a été foudroyée par le (Gemide) Mizana direğinin gabya çııbuğı ve
courant à haute tension). 3. mec. Şaşırtmak, yelkeni.
sersemleştirmek, yıldırımla vurulmuşa fougueusement bel. Atılganlıkla, ateşlilikle, ateş
döndürmek (Cette nouvelle m'a foudroyé). 4. gibi, "hararetle,
Yıldırımlar saçmak (Ses yeux me foudroyaient). § fougueux, euse s. 1. Atılgan, ateşli, coşkulu
Foudroyer qn du regard: Birine sert sert, dik dik, (Jeunesse fougueuse. Discours fougueux). 2. Başı
yiyecekmiş gibi bakmak (Il me foudroyait du sert (Un cheval fougueux).
regard). fouille diş. 1. Kazı (L'archéologue qui dirige les
fouée diş. Küçük kuşları avlamak için yada fırını fouilles. Faire une fouille archéologique). 2. Kazı
ısıtmak için yakılan küçük ateş, çalı çırpı ateşi, yeri, kazı alanı (Aller sur la fouille). 3. Arama,
fouet er. 1. Kamçı, kırbaç (Un fouet de cocher). 2. yoklama, üstünü yada eşyasını arama (La fouille
hayb. Kurdelabalığı. 3. (Kuşların kuyruğu yada des bagages. La police a fait la fouille de tous les
kanadındaki) Uzun tüyler (Le fouet de la queue, le suspects).
fouet de l'aile). 4. Kamçılama, kırbaçlama; fouillé, e s . İşlenmiş; iyice incelenmiş, ayrıntılarına
kırbaçla dövme cezası (Jadis on donnait le fouet inilmiş (Une étude très fouillée).
dans les collèges. Le supplice du fouet). 5. Salça fouille-au-pot er. değişmez. 1. Küçük aşçı yamağı. 2.
yada yumurta çırpmaya yarayan alet (Fouet mec. Mızmız adam.
mécanique). § Coup de fouet: 1. Kamçıyla, fouiller gçl. 1. Aramak, taramak, araştırmak (J'ai
kırbaçla vurma. 2. mec. Kamçılama, "tahrik. 3. fouillé toute ma chambre pour retrouver mon
Birden bire gelen ağn. De plein fouet: Düz, portefeuille). 2. Arama tarama yapmak (Lapolice
doğruca (Le vent arrivait de plein fouet sur la fouillait tout le quartier). 3. (Birinin) Üstünü
voile). Tir de plein fouet: Hedefe yapılan düz atış. aramak (La sécurité militaire fouillait tous les
Donner un coup de fouet à: 1. -i kamçı ile, kırbaçla suspects). 4. Kazı yapmak (Les archéologues ont
dövmek, kamçılamak, kırbaçlamak. 2. mec. -i fouillé toute la partie qui entoure le temple
uyarmak, kamçılamak (Médicamentquidonneun romain). 5s Eşelemek, karıştırmak (Les corbeaux
coup de fouet à l'organisme). Faire claquer son fouillaient la terre). 6. gsz. Toprağı eşelemek
fouet: 1. Kamçısını şaklatmak. 2. mec. Kendini (Animaux qui fouillent pour trouver leur
saydırmak, borusunu öttürmek, nourriture). T.gsz. Fouillerdansqch:-ieşelemek,
fouettement er. Çarpma, dövme ( L e fouettement de karıştırmak (Fouiller dans ses poches. Le héron
fouilleur 625 fourche
fouille dans la vase. Fouiller dans le passé, dans Üzerinde yürümek, basmak (Fouler le sol de sa
l'histoire, dans ses souvenirs). § Se fouiller: 1. patrie). 3. Burkmak (Fouler un membre, une
Ceplerini karıştırmak, ceplerini aramak (ilsecrut partie du corps). 4. mec. Kahır içinde yaşatmak,
volé, il se fouilla). 2. tkz. Hava almak, avucunu ezmek (Fouler le peuple). 5. Tokaçlamak,
yalamak (Tu peux te fouiller!). dövmek, çırpmak (Fouler des draps). § Fouler aux
fouilleur, euse ad. 1. Karıştırıcı, araştırıcı; araştırıp pieds: Çiğnemek, aldırmamak, hor görmek,
karıştırmayı seven (Un fouilleur d'archives, de ayaklar altına almak (Fouler aux pieds les lois, les
livres). 2. (Birinin) Üstünü başını arayan, principes). § Se fouler qch: 1. -sini burkmak (Il
ceplerini yoklayan. 3. diş. Büyük pulluk, kotan, s'est foulé le pied, le poignet, la cheville). 2.
fouillis er. 1. Karışık eşya yığını, dağınıklık (Les Yorulmak, yorgunluktan canı çıkmak (Travailler
livres formaient sur la table un fouillis sans se fouler). § Se fouler la rate: hlk. Imam
indescriptible). 2. Bir sürü, bir yığın, bir takım... gevremek, anasından emdiği süt burnundan
(Un fouillis d'idées, de souvenirs confus, gelmek, yorgunluktan canı çıkmak,
d'étoffes). fouleur, euse ad. (Keçe, kumaş, deri) Dövücü
fouinard, e s. ve ad. hlk. 1. Hinoğluhin, anasının çırpıcı, basıcı,
gözü. 2. Meraklı; her şeye burnunu sokan, fouloir er. 1. Tokaç (Fouloir à raisin). 2. Keçeci
fouine 1. Sansar. 2. mec. Kurnaz adam, tilki, tokacı. 3. Keçe basma yeri.
fouiner gsz. hlk. 1. Sıvışmak, korkup kaçmak. 2. foulon er. 1. (Keçe, kumaş, deri) Çırpıcı. 2. Çırpma
Aramak, araştırmak, alt üst etmek (On a fouiné makinesi, tokaçlama aleti,
partout). 3. Fouiner dans qch: -e karışmak, foulque diş. Angıt kuşu, angut. § Foulque noire: Su
burnunu sokmak (Il n'aime pas qu'on vienne tavuğu.
fouiner dans ses affaires). foulure diş. Hafif burkulma; ezik.
fouineur, euse s. ve ad. Meraklı, her şeyi merak four er. 1. Fırın (Four éléctrique. Four à pain du
eden, her şeye burnunu sokan, boulanger). 2. Ocak (Four à chaux, à minerai, à
fouir gçl. Eşelemek, kazmak, karıştırmak (II brique). 3. mec. tkz. Başarısızlık (La
fouissait le sol de son nez). représentation de sa pièce a été un four complet). §
fouisseur, euse s. ve er. Kazıcı, toprak kazıcı (Pattes Petits fours: Kuru pasta, tuzlu kuru pasta. Faire
fouisseuses de la taupe; animaux fouisseurs). four: mec. tkz. Tam bir başarısızlığa uğramak.
foulage er. 1. (Kumaş, deri) Tokaçlama, çırpma, Mettre au four: Fırınlamak, firma vermek.
dövme (Foulage des cuirs, du drap). 2. Ouvrir la bouche comme un four: Ağzını mağara
(Basımcılıkta) Sayfanın ters tarafına çıkan iz (Ily gibi açmak. Sortir du four: Fınndan çıkarmak. O n
a trop de foulage, le cylindre était trop serré). ne peut pas être à la fois au four et au moulin: İki
foulant, e s. 1. Basan, basma (Pompe foulante: karpuz bir koltuğa sığmaz,
Basma tulumba). 2. mec. hlk. Çok yorucu, fourbe s. ve ad. Dalavereci, dolapçı, sinsi, kalleş,
öldürücü (Ce n'est pas un travail bien foulant). fourberie diş. Dalavere, dolap; sinsilik-, kalleşlik
foulard er. 1. Bir tür ince ipekli, fular (Une robe de (Agir avec fourberie, Les fourberies d'un valet).
foulard à pois). 2. Boyun atkısı, boyun mendili. § fourbi er. tkz. 1. Alet edavat, takım taklavat, eşya
Bander en foulard: argo. Kamışı kalkmak, (Il estparti camper avec tout son fourbi). 2. Karışık
foule diş. 1. Kalabalık, halk (La foule s'engouffrait iş, karanlık iş ( Combiner des fourbis).
danslemétro). 2. Yığın,"kitle (Lapsychologiedes fourbir gçl. Silmek, temizlemek, parlatmak
foules). 3. Une foule de...: Bir sürü, bir yığın (Une (Fourbir un objet, les cuivres). § Fourbir ses
foule de clients,de visiteurs, de documents). § En armes: Savaşa hazırlanmak, mücadeleye
foule: Yığın halinde, yığın yığın, sürüyle (Les girişmek için hazırlığını yapmak,
idées viennent en foule). fourbissage er. Silme, temizleme, parlatma,
foulée diş. 1. (Ot yada yapraklar üzerinde) Ayak izi, fourbisseur er. Bıçak, kılıç gibi silahları silip
hayvan ayağı izi (Les foulées du cerf). 2. parlatan kimse,
(Koşucunun) Adım aralığı, adım genişliği (En fin fourbu, e s. 1. (Hayvan için) Ayakları tutuk (Un
de course, il allongea la foulée). § Etre dans la cheval fourbu). 2. mec. Çok yorgun, bitkin,
foulée de qn: -in izinde olmak, -i çok yakından yorgunluktan canı çıkmış (Il se sentait fourbu).
izlemek, ardını bırakmamak, fourbure diş. (Hayvanda) Ayak tutukluğu,
fouler gçl. 1. Çiğnemek, ezmek, sıkıp ezmek fourche 1. Diren, dirgen (Fourche à trois dents.
(Fouler du feutre, du drap, le cuir. Autrefois, on Fourche à foin, à fumier). 2. Bir yolun yada ağacın
foulait le raisin en montant dans les cuves). 2. kollara ayrıldığı yer, çatal ağzı (Suivre un ehemin
fourchée 626 fournir
jusqu'à la la fourche). § Passer sous les fourches dans les jambes, dans les bras).
caudines: Alçalmak, küçülmek, yüz kızartıcı fourmilier er. hayb. Karincayiyen.
durumlara düşmek, fourmilière diş. 1. Kannca yuvası. 2. Kannca
fourchée diş. Bir dirgenlik, bir dirgenin alacağı sürüsü. 3. mec. Kalabalık yer; büyük kalabalık,
kadar (Une fourchée d'herbes). "mahşer.
fourche-fière diş. Uzun saplı ve iki dişli dirgen, fourmi-lion, fourmilion er. hayb. Karınca aslanı,
fourcher gsz. X. Çatallanmak (Arbre qui fourche, yusufçuk böceği,
ehemin qui fourche). 2. (Dil) Sürçmek, kaymak fourmillant, e s. 1. Karınca yuvası gibi kaynayan,
(La langue lui a fourché; sa langue a fourché). 3. çok kalabalık, çok işlek (Un magasin
gçl. Dirgenle karıştırmak (Fourcher la terre, le fourmillant). 2. Karıncalanan, uyuşmuş (Un bras
fumier). fourmillant et douloureux).
fourchet er. (Koyunlarda, sığırlarda) Ayak yangısı, fourmillement er. 1. Kannca gibi kaynaşma (Le
bıcılgan. fourmillement de la rue). 2. Bolluk, çokluk (Un
fourchette diş. 1. Yemek çatalı, çatal (Fourchette à fourmillement d'idées, de fautes).
dessert, à gâteau, à poisson). 2. (Kuşlarda) Lades fourmiller gsz. 1. Karınca gibi kaynaşmak. 2. Çok
kemiği. 3. (Ekonomi) tki uç değer arasındaki fark bol olmak (Les erreurs fourmillent dans ce texte).
(Pour ce secteur, la fourchette de la production est 3. Karıncalanmak (Les pieds me fourmillent). 4.
de 3 à 5 mille tonnes). § La fourchette du père Fourmiller de qch: -ile dolup taşmak, -si çok bol
Adam: Parmaklar. Avoir un joli coup de olmak (Son édition fourmille de fautes. Les
fourchette, être une belle fourchette: İştahı çok boulevards fourmillent de promeneurs).
açık olmak, obur olmak, kaşık düşmanı olmak. fournaise diş. 1. Büyük fırın. 2. Harlı ateş, alevler,
Prendre en fourchette: 1. (Kâğıt oyununda) yangın ateşi (Les pompiers pénétrèrent sans
Makasa almak (Prendre son adversaire en hésiter dans la fournaise). 3. mec. Cehennem gibi
fourchette 2. (Arabayı) tki araba arasına sıcak yer, cehennem (La chambre sous le toit est
sıkıştırmak, kıstırmak, une fournaise en été). 4. mec. Savaşın en kızışık
fourchon er. (Dirgende yada çatalda) Diş. olduğu yer.
fourchu, e s. Çatallı, çatal, çatal ağızlı (Chemin fourneau er. Ocak; fırın § Fourneau à charbon:
fourchu, arbre fourchu). Odun kömürü ocağı. Fourneaudecuisine: Yemek
fourgon er. 1. Yük arabası (Fourgon de sobası, yemek fırını. Fourneau de mine: (Bir
déménagement). 2. (Demiryolunda) Yük lâğımda) Barut yeri. Fourneau d'une pipe: Çubuk
vagonu, furgon (On met les valises dans le lülesi. Haut fourneau: Yüksek fırın, kal ocağı,
fourgon). 3. Ateş karıştırma küreği, ateş küreği fournée diş. 1. Fırında bir defada pişen ekmek
(Le fourgon du boulanger). § Fourgon mortuaire, miktarı, bir fırın ekmek (Le boulanger fait deux
fourgon funéraire: Cenaze arabası, fournées par jour). 2. Bir fırınlık, fırın dolusu; bir
fourgonner gsz. 1. Ateşi köseği ile karıştırmak, ocaklık, ocak dolusu (Une fournée de tuiles). 3.
ateşi köseğilemek. 2. Fourgonner dans qch: -i mec. tkz. (Aynı görevdeki kimseler için) Bir sürü
karıştırmak (Ne fourgonne pas dans mes tiroirs). ( Une fournée de sénateurs, de touristes).
3. gçl. -in ateşini karıştırmak, köseğilemek fourni, e s. 1. Sık, gür (Une barbe fournie, une
(Fourgonner le poêle). chevelure fournie). 2. Dolu, iyice donatılmış, tıka
fourguer gçl. argo. 1. Satmak, okutmak. 2. basa doldurulmuş; malla dolu (Une table bien
Fourguer qch à qn: Bir şeyi birine sokuşturmak, fournie, un magasin bien fourni).
yutturmak (Il nous a fourgué son pain rassis). fournier, ère ad. (Eski) Fırıncı, ekmek fırını sahibi,
fouriérisme er. Fourier toplumculuğu, ortakçılık, fourniers er. ç. hayb. Çömlekçikuşugiller.
ortaklaşacılık, fournil er. Ekmek yapılıp pişirilen yer, ekmek fırını,
fouriériste s. ve ad. 1. Fourier toplumculuğuna fourniment er. 1. (Eskiden) Barut kabı, barutluk. 2.
değgin. 2. Fourier toplumculuğu yanlısı, ortakçı, (Şimdi) ask. Er donanımı,
ortaklaşacı. fournir gçl. 1. Üretmek, çıkarmak (Vignoble qui
fourmi diş. 1. Kannca (Fourminoire, rouge, ailée). fournit un vin estimé). 2. Yetiştirmek (Ecole qui
2. mec. Kannca gibi çalışkan kimse (C'est une fournit des spécialistes, des cadres). 3. Yapmak,
fourmi). § Fourmi-lion: Kannca aslanı. Fourmi çıkarmak, göstermek (L'équipe a fourni un jeu
moissonneuse: Buğday karıncası. Fourmi rouge: remarquable. Fournir une longue course). 4.
Karıncakuşu . § Avoir, sentir des fourmis Azığını vermek, gereksinimlerini
dans: -si kannealanmak (Avoir, sentir des fourmis karşılamak ( F o u r n i r une maison). 5. Fournir qch à
fournisseur 627 t'outre
qn: Birine... vermek, sağlamak (Fournir le vivre iyice saran kadın entarisi,
et le couvert à des réfugiés). 6. Fournir qn, qch de fourrer gçl. 1. Kaplama geçirmek, altın yada gümüş
qch: Birinin, bir yerin -sini karşılamak, sağlamak, kaplama yapmak (Fourrer une médaille, une
vermek (Ce négociant fournit notre restaurant de monnaie). 2. Sargılamak, üstüne sargı sarmak
vins et de boissons. Fournir une armée de vivres). (Fourrer un cordage). 3. Kürk geçirmek, kürk
7. gsz. Fournir à qch: -i karşılamak, sağlamak, -e kaplamak (Fourrer un manteau avec du lapin). 4.
katkıda bulunmak (Sa famille fournit à son Fourrer qch de qch: Bir şeyi -ile kaplamak, kürk
entretien. Il fournissait à tous mes besoins). § geçirmek. 5. Fourrer qn, qch dans qch: Bir şeyi -e
Fournir caution: Kefil göstermek. Fournir des sokmak, koymak (Fourrer ses mains dans ses
garanties: Güvence göstermek, "teminat poches, fourrer son doigt dans son nez). 6.
göstermek. Fourrer qch dans: -e tıkıştırmak, sokuşturmak,
fournisseur, euse ad. 1. Yiyecek vb. üstencisi, sokmak (Fourrer des objets dans un sac). 7. hlk.
"müteahhit. 2. H e p kendisiyle alış veriş edilen A t m a k , tıkmak, koymak (Fourrer un voleur en
tüccar. prison). § Fourrer son nez dans qch: -e karışmak,
fourniture diş. 1. Mal teslimi, mal sağlanması, burnunu sokmak (Ne fourre pas ton nez dans mes
verilen mal (La fourniture du charbon est faite à affaires). § Se fourrer: 1. Sokulmak, girmek (5e
domicile. La fourniture du fourrage, des vivres). fourrer sous les couvertures). 2. Karışmak,
2. Gereç, "malzeme (Les fournitures scolaires). 3. katılmak, bulaşmak, girmek (Se fourrer dans une
Salataya doğranan maydonoz, dereotu gibi mauvaise affaire). Se fourrer qch dans la tête: -i
şeyler. kafasına koymak (Il s'est fourré dans la tête qu'il
fourrage er. (Hayvanlara yedirilen) Ot (Fourrage partirait à pied en vacances). § Ne plus savoir où se
vert, fourrage sec). fourrer: Utançtan nereye saklanacağını
fourrager gsz. tkz. 1. Karıştırarak aramak, bilemememk, utançtan yerin dibine geçmek,
karıştırıp alt üst etmek (Fourrager dans des fourreur er. Kürkçü.
papiers, dans un tiroir). 2. Hayvanlar için ot fourrier er. 1. Konakçı ve iaşeci assubay. 2. (Kötü
biçmek. 3. gçl. -i karıştırmak, dağıtmak bir şeyin) Öncüsü, hazırlayıcısı, önayak olanı
(Fourrager les papiers, sa tignasse). 4. gçl. (Les fourriers de l'hitlérisme, d'une dictature).
Harabetmek (Fourrager un jardin, une prairie). fourrière diş. 1. Herhangi bir nedenle yakalanıp
fourrager, ères. Yem olarak kullanılabilen (Plantes götürülen hayvanların geçici olarak kapatıldıkları
fourragères, betterave fourragère). ahır, yer (Les chiens trouvés sont amenés à la
fourragère diş. 1. Yemlik (bitki). 2. Yemlik bitki fourrière). 2. Yanlış yere park yapmış arabaların
tarlası. 3. Ot arabalarında korkuluk. 4. Ot polis tarafından alınıp götürüldükleri yer (Aller
arabası. 5. (Polis yada subaylarda) Omuz chercher sa voiture à la fourrière).
kordonu. fourrure diş. Kürk (Manteau de fourrure. Vêtement
fourrageur er. 1. Hayvanlar için ot biçen. 2. Dağınık doublé de fourrure).
düzende savaşan süvari, fourvoiement er. Aldanma, yanılma,
fourré er. Sık ağaçlar bölgesi, bitki ve ağaçların en fourvoyer gçl. 1. (Birine) Yolunu şaşırtmak (Le
sık olduğu yer (Fourré d'un bois. Fourré de guide nous a fourvoyés). 2. mec. Yanıltmak (Les
broussailles, de ronces). mauvais exemples l'ont fourvoyé). § Se fourvoyer:
fourré, e s. 1. Sık (Des bois fourrés et bas). 2. 1. Yolunu şaşırmak (Se fourvoyer dans une
Kaplama, üstüne gümüş yada altın kaplama impasse). 2. Yanılmak, aldanmak (En choisissant
geçirilmiş (Médaille fourrée, monnaie fourrée). 3. cette solution, il s'est complètement fourvoyé).
Sık ve kalın tüylü (Un renard bien fourré). 4. İçten fouteau er. hlk. Kayın ağacı,
yada dıştan kürk geçirilmiş (Gants fourrés, foutaise diş. argo. Önemsiz şey, boş şey (C'est de la
chaussons fourrés. Robe fourrée d'hermine). 5. İçi foutaise).
meyve, krema gibi şeylerle dolu (Gâteau fourré à foutoir er. argo. 1. Genelev. 2. Karmakarışık iş,
la crème, aux amandes. Bonbons fourrés). §Coup büyük düzensizlik,
fourré: hlk. Haince saldırı, kalleşçe darbe, foutrai,es. hlk. Olağanüstü, eşsiz,
alçaklık, kalleşlik. Paix fourrée: mec. Sözde barış, foutraques. ve ad. tkz. Kaçık, deli, bir tahtası eksik,
sürekli olmayacak ve kötü niyetlerle dolu foutre gçl. tkz. 1. Cinsel ilişkide bulunmak, düzmek
uyduruk bir barış, (Foutre une femme). 2. Yapmak (Il ne fout rien).
fourreau er. 1. Kın, kılıf (Fourreau d'épée. Tirer 3. Vurmak, atmak, indirmek (Tais-toi, ou je te
l'épée du fourreau). 2. Çok kısa, dar ve vücudu fous une baffel). 4. Koymak, bırakmak (Fous ça
foutre 628 fragment
sur la table). § Foutre qch en l'air: A t m a k , la porte d'un coup d'épaule. Il lui fracassa la
fırlatmak. Foutre qn à la porte: Birini kapı dışarı mâchoire d'un coup de poing). § Se fracasser:
etmek, kovmak, dışan atmak. Foutre le camp: Çarpıp parçalanmak, kırılmak, dağılmak (La
D e f o l u p gitmek. Foutre qn en tôle: Birini kodese barque s'est fracassée surun écueil).
tıkmak. Foutre la paix à qn: -i rahat bırakmak, fraction diş. 1. Koparma, bölme (La fraction du
rahazsız etmemek (Fous-moi la paix!). Foutre qn pain) 2. Parça, bölüm, kesim, "kısım (Une
dedans: 1. Kodese atmak, içeri tıkmak. 2. importante fraction de l'Assemblée). 3. mat. Kesir
Aldatmak, dolandırmak. En foutre plein les yeux (Fraction composée: Bileşik kesir. Fraction
à: -in gözünü boyamak. Ne pas en foutre une continue: Zincirleme kesir. Fraction décimale:
secousse: Hiçbir şey yapmamak, boş boş Ondalık kesir. Fraction décimale à la période
oturmak. § Se foutre de: -ile alay etmek, -e composée: Bileşik periyodu ondalık kesir.
gülmek, -vız gelip tins gitmek, aldırmamak (Je Fraction décimale à la période simple: Basit
m'en fous: Vız gelir. Vous vous foutez de nous, periyodu ondalık kesir). 4. »Bölüngü, fraksiyon
quoi?: Bizimle alay mı ediyorsunuz yoksa?). Se (Les fractions au sein d'un parti).
foutre sur la gueule: Kavga etmek, takışmak, fractionnaires, mat. Kesirli,
atışmak, fractionnel, les. Bölücü (Activité fractionnelle au
foutre er. Meni, sperm, bel. sein d'un parti).
foutrie<% argo. Çok can sıkıcı bir hareket,ineklik, fractionnement er. Bölme, bölünme; parçalama,
eşeklik. parçalanma (La fractionnement des partis.
foutriquet er. hkr. Anlamsız ve yeteneksiz adam, Fractionnement d'une propriété foncière).
Allahın öküzü, eşeğin teki. fractionner gçl. 1. Bölmek, parçalamak. 2.
foutu, e s. tkz. 1. Çok kötü, berbat (II a unfoutu Fractionner qch en: Bir şeyi -e bölmek,
caractère. Je suis dans un foutu état). 2. parçalamak (Fractionner un train en plusieurs
Mahfolmuş, çuvallamış, boku yemiş (Tues foutu. rames). § Se fractionner en: -bölünmek,
La viande est foutue). § Etre bien foutu: Durumu, parçalanmak (L'Assemblée s'est fractionnée en
sağlığı, kılık kıyafeti iyi olmak. Etre mal foutu: trois groupes).
Durumu, sağlığı, kılık kıyafeti kötü olmak. Etre fractionnisme er. 'Bölüngücülük, fraksiyonculuk.
foutu de f. qch: -cek durumda olmak, -meyi fractionnistes. vead. Bölüngücü, fraksiyoncu.
becerebilmek (Il n'est même pas foutu de réussir). fracture diş. 1. Kırık (Fracture du crâne, du bras, de
fox, fox-terrier er. İn hayvanlannı iyi avlayan bir la jambe). 2. coğr. Kınlma, kırık, çatlak. 3.
cins av köpeği, Kınlma (Fracture d'une serrure).
fox-trot er. Dört tempolu bir tür dans, fokstrot, fracturer gçl. 1. Kırmak (Fracturer un os). 2.
foyer er. 1. A t e ş ocağı, ocak (Soiréespassées devant Zorlayıp kırmak (Fracturer une porte, une
le foyer). 2. Ocak önüne serilen yer örtüsü; ocağı serrure, un coffre-fort). § Se fracturer qch: -sini
döşemeden ayıran taş yada mermer bölüm. 3. kırmak, -si kırılmak (Il s'est fracturé la jambe, le
mec. Ev, aile, yuva, ocak (Foyer paternel, foyer poignet).
conjugal). 4. (Tiyatrolarda,' sinemalarda) fragiles. 1. Kolay kırılır, kırılgan (Objets fragiles).
Dinlenme yeri. 5. (Öğrenci v e erler için) Kantin, 2. Nazik, dayanıksız (Cet enfant est très fragile, il
gazino;yurt (Foyer d'étudiants, foyer de soldat, du attrape toutes les maladies. Il a l'estomac fragile).
marin). 6. Merkez (Le foyer de la révolte, de 3. Çabuk bozulabilir, sağlam temele dayanmayan
l'effervescence). 7. Hastalık kaynağı (Foyer (Autorité fragile, puissance fragile, prospérité
tuberculeux. Foyer d'épidémie). 8. fiz. Odak fragile, bonheur fragile).
(Foyer réel, foyer virtuel). 9. ç. Baba ocağı, ana fragilement bel. Zar zor, güç belâ, kıl payı
baba yurdu (Rentrer, retourner dans ses foyers). (Puissance fragilement établie).
frac er. Frak. fragiliser gçl. 1. Kırılganlaştırmak, çabuk kınlır
fracas er. 1. Gürültü, gürültü patırtı (Le fracas d'un kılmak (Le savon alcalin fragilise les cheveux). 2.
torrent, d'un bombardement. Vivre loin du fracas mec. Nazikleştirmek, çabuk bozulabilir hale
de la ville). 2. Çatırtı- (Fracas d'une branche getirmek (Fragiliser un problème).
rompue). § Avec perte et fracas: Çok kabaca (ila fragilité diş. 1. Kırılganlık (Fragilité du verre, du
été chassé avec perte et fracas). cristal). 2. Dayanıksızlık, sağlamlıktan uzaklık
fracassant, e s. 1. Çatırtılı patırtılı. 2. Büyük yankı (Fragilité de la gloire, de la puissance, de la santé,
uyandıran (Une déclaration fracassante). d'une théorie).
fracasser gçl. Çatır çatır kırmak; kırmak (Ilfracassa fragmenter. 1. Kırıntı, parça (Fragmentd'un vase,
fragmentaire 629 frais
d'une statue antique). 2. Bir yapıttan alınan yada couleurs fraîches). 3. Soğuk, soğukça (Il a reçu un
kalan parça ( Fragments d'une lettre. Il me récita un accueil frais). 4. Henüz olmuş, daha yeni, taze
fragment du"Discours de la méthode"). 3. Kalıntı (Une nouvelle fraîche, une blessure fraîche. Les
(Ce fragment de poterie a retenu l'attention des traces fraîches du passage d'un animal). 5. Taze,
archéologues). günlük, bayatlamamış (Des oeufs frais. Un
fragmentaire s. 1. Parçalı, parçalar halinde olan poisson frais). 6. Taze, körpe ( Des légumes frais).
(Oeuvre à l'état fragmentaire). 2. Eksik (Untravail 7. Dinç, diri ( Cet homme est encore très frais pour
fragmentaire). son âge). 8. Saf, temiz, kirlenmemiş (Un
fragmentation diş. Parçalara ayırma, parçalara sentiment frais. Une jeune fille sage et fraîche de
ayrılma; parçalama, parçalanma (Fragmentation coeur). 9. Dinlenmiş, dinlenik (Des troupes
du chromosome. La fragmentation des roches fraîches. Se lever tout frais après un sommeil
sous l'effet du gel). réparateur). 10. Yeni, yepyeni (Un costumefrais).
fragmenter gçl. Parçalamak, parçalara ayırmak 11 .bel. Soğuk olarak, serin serin (Boire frais). 12.
(Fragmenter un bloc de pierre, la publication bel. Henüz, daha yeni (Il est frais débarqué à
d'une oeuvre). Paris. Il est frais émoulu de l'Université). 13. er.
fragon er. Yabani kuşkonmaz, Serinlik, serin hava (On sent le frais, il faut
fragrance diş. Hoş koku. rentrer). 14. er. Serin yer, soğukça yer. 15. er.
fragrant, e s. Hoş kokulu, tatlı bir koku çıkaran, Harç, masraf, gider (Frais de déplacement, frais
frai er. 1. Balıkların yumurtlama dönemi (Lapêche d'habillement. Frais de justice. Frais généraux,
est interdite pendant le frai). 2. Göl ve akarsuları frais indispensables). § Frais de l'instance: Dava
döllenmekte kullanılan çok küçük balık yavrusu. masrafları. Frais d'entretien: Bakım giderleri.
3. (Maden paralarda aşınmadan dolayı) Ağırlık Frais de représentation: Temsil giderleri. Frais
eksilmesi; aşınma, d'hospitalisation: Hastane masrafları. Frais
fraîche diş. A la fraîche bel. 1. Günün serin funéraire: Cenaze masrafları. A grand frais: 1.
saatlerinde, sabah serinliğinde, akşam Çok para harcayarak, büyük masraflara girerek.
serinliğinde (Sortir à la fraîche). 2. (Serinletici 2. mec. Çok yorularak, büyük emekle, büyük
gazoz yada meyve suları satan gezgin satıcıların güçlüklere katlanarak. A peu de frais: Ucuza,
bağırması) Buz gibi, soğuk soğuk! ucuz, az emekle, az masrafla. Aux frais de qn:
fraîchement bel. 1. Henüz, daha yeni (Une rose Masraflar -e ait olmak üzere (Voyager aux frais de
fraîchement éclose. Il est fraîchement arrivé à l'Etat). De frais: A z önce (Etre rasé de frais). En
Istanbul. Une terre fraîchement labourée). 2. être pour ses frais: Boşuna yorulduğuyla kalmak,
Soğuklukla, soğukça, soğuk bir şekilde (Il fut zahmetiyle kalmak, eline hiçbir şey geçmemek,
fraîchement reçu par la population). hiçbir kazancı olmamak. Faire les frais de: 1. -in
fraîcheur diş. 1. Tatlı serinlik (La fraîcheur du soir, konusu olmak, konusunu teşkil etmek(Les
de la nuit, du crépuscule). 2. Serinlik (Trouver un derniers événements faisaient les frais de la
peu de fraîcheur. L'ombre des rochers donnait une conversation). 2. -in ceremesini çekmek, bedelini
fraîcheur délicieuse). 3. Tazelik (La fraîcheur ödemek (Ce sont encore les contribuables qui
d'un œuf, d'un poisson). 4. (Çiçek, meyve ve feront les frais de cette politique). Faire ses frais:
tende) Tazelik, körpelik (La fraîcheur d'un fruit, Masrafını çıkarmak. Faire des frais: Masrafa
d'une fleur, d'un teint). 5. Soğukluk (La fraîcheur girmek, çok para harcamak. Faire les frais:
d'un acceuil). 6. Dirilik, canlılık (La fraîcheur Masrafları görmek, masrafları karşılamak (Il a dû
d'unsouvenir, d'un sentiment). 7. Saflık, temizlik, faire les frais tout seul). Il fait frais: Hava serin;
kirlenmemişlik (La fraîcheur d'un premier hava serinledi. Mettre qch au frais: Bir şeyi
amour, la fraîcheur d'âme). 8. Hafif yel, esinti, soğuğa koymak (Mettre du beurre au frais, un
fratchin er. Taz^ balık kokusu, aliment au frais). Mettre qn au frais: tkz. Birini
fraîchir gsz. 1. den. (Yel için) Şiddetlenmek (La kodese atmak, dama tıkmak. Prendre le frais:
brise fraîchit). 2. (Hava ve su için) Serinlemek ( L e Çıkıp şöyle bir hava almak, biraz serinlemek.
temps fraîchit depuis quelques jours. L'eau fraîchit Rentrer dans ses frais: Masrafını çıkarmak,
dans les gargoulettes). zahmetinin karşılığını görmek. Se mettre en frais:
frairie diş. 1. Eğlentili şölen. 2. Köy bayramı, 1. Masraftan çıkmak, hayli masrafa girmek (II
dernek. s'est mis en frais pour ses invités). 2. mec. Hayli
yorulmak, zahmetlere girmek. 3. Se mettre en
frais, fraîche s. 1. Serin (Un vent frais, une boisson
frais de qch: -ibol bol yapmak (Se mettre en frais de
fraîche). 2. Hoş, iç açıcı (Un parfum frais, des
fraise 630 francisque
coquetterie: Çok şuhluk etmek, bütün şuhluğunu (Parler franc). § Coup franc: (Futbolda) Şerbet
göstermek). vuruş, frikik. Jour franc: (24 saat anlamında)
fraise diş. 1. Çilek (Manger dese fraises pour le Tam gün. § Franc de port: Posta ücreti yada
dessert). 2. Bir deliğin ağzını genişletecek alet, taşıma ücreti gönderen tarafından daha önceden
freze. 3. (Dişçilikte) Tekerlek testere. 4. Dana ödenmiş olan, posta ücreti alınmayan (Lettre
yada kuzu gömleği, yağlı karın zarı (Fraise de veau franche de port, un colis franc de port). A parler
en blanquette). S. (Eskiden) Kırmalı yakalık franc: Açıkçası, açıkça konuşmak gerekirse.
(Fraise à l'espagnole, à la Médicis). 6. Hindinin Avoir ses coudées franches: Özgür olmak, başına
kırmızı deriden yakalığı, hindinin kırmızı buyruk olmak, eli kolu bağlı olmamak. Etre franc
gerdanı. 7. Köprü ayağı çevresindeki kazıklar. 8. comme l'or: Açık sözlü olmak, gizlisi saklısı
hlk. Yüz, surat (Je lui rabats deux baffes en pleine olmamak, yüreği avucunda olmak. Jouer franc
fraise). 9. argo. Kadının edep yeri, fere. § Aller jeu: Oyununu açık oynamak, hiçbir şeyi saklayıp
aux fraises: 1. Çilek toplamaya gitmek. 2. gizlememek, dürüst hareket etmek,
Sevgilisiyle kırlara gitmek. Sucrer les fraises: 1. français, e s. ve ad. Fransız (La langue française, le
Her yanı titremek. 2. Bunamak (Il commence à drapeau français. Un français, une française).
sucrer les fraises). franc-alleu er. (Eskiden) Her türlü vergiden bağışık
fraiser gçl. 1. Kırma kırma katlamak. 2. (Bir deliğin tutulan yurtluk,
ağzını) Genişletmek (Fraiser un trou). 3. (Maden franc-bourgeois er. (Eskiden) Her türlü vergiden
yada tahtayı) İşlemek. 4. (Bir köprü ayağını) bağışık tutulan kentli,
Kazıklarla çevirmek. 5. (Hamuru) El ayası franchement bel. 1. Açık yürekle, içtenlikle, açıkça
altında yuvarlayarak düzgünleştirmek, açmak (Parler, agir franchement). 2. Gerçekten,
(Fraiser la pâte). 6. Ezip kabuğunu çıkarmak, kesinlikle (Sa visite devenait franchement
kabuğunu almak (Fraiser les fèves). désagréable à ma tante). 3. Duraksamadan
fraiseraie, fraisière diş. Çilek tarlası, (Sauter franchement un obstacle).
fraiseur er. Freze kullanan işçi, frezeci, franchir gçl. 1. Atlayıp geçmek, üzerinden atlamak
fraiseuse diş. Freze. (Le cheval a franchi la haie). 2. Aşmak (Franchir
fraisier er. Çilek fidanı. § Fraisier sauvage, fraisier un obstacle, franchir une montagne, les mers.
des bois: Orman çileği, dağ çileği, Franchir les bornes de la décence).
fraisil er. Korlu kül, köz. franchissage er. (Ticaret yada sanayide) Lisans
framboise diş. 1. Ahududu, ağaççileği (Glace à la kullanma hakkı verme,
framboise). 2. Çilek likörü (Boire un verre de franchise diş. 1. Bağışıklık, "muafiyet (Franchise
framboise). douanière, franchise postale). 2. Açık yüreklilik
framboiser gçl. Ağaççileği kokusu vermek, (Agir, parler avec franchise). §Entoutefranchise:
ahududu ile kokulandırmak, Açıkça, açık yüreklilikle,
framboisier er. Ağaççileği, ahududu fidanı, franchissable s. Aşılabilir, geçilebilir (Obstacle
framée diş. (Eski Frankların kullandığı) Bir tür franchissable; rivière franchissable à pied).
kargı. franchissement er. Aşma, geçme (Le
franc er. Frank (Franc français, franc belge, franc franchissement d'une rivière, d'un obstacle, d'une
suisse). montagne).
franc, franque s. vead. Frank (Languefranque. Les francisation diş. 1. Fransızlaştırma, fransızlaşma;
tribus franques. Le quartier des Francs). fransızcalaştırma, fransızcalaşma (Francisation
franc, franches. 1. İçten, açık yürekli, açık sözlü (Je d'une colonie, d'un mot étranger). 2. Bir gemiye
veux être franc avec vous, vous n'avez aucune fransız bandrası taşıma hakkı verme,
chance de réussir. Une franc libertin. Une franche franciscain, e s. ve ad. 1. Assiz'li Françesko'nun
canaille. Un homme franc). 2. Gerçek, tam, eşsiz 1215'te kurduğu tarikatten olan papaz yada
(C'est une franche comédie). 3. Tastamam (Je lui rahibe. 2. Françesko tarikatine değgin,
ai donné dix jours francs). 4. Vergiden bağışık, franciser gçl. 1. Fransızlaştırmak, Fransız niteliği
serbest (Ville franche). 5. Tohumdan yetiştirme vermek (Ce poète a francisé les héros de
(Arbre franc). 6. Katıksız, sade, katışık olmayan l'antiquité). 2. Fransızcalaştırmak (Franciser un
(Une couleur franche, rouge franc). 7. Açık, gizlisi mot, une prononciation).
saklısı olmayan, gizlenmeyen (Il me montre une francisque diş. 1. Eskiden Frankların ve
franche hostilité). 8. Franc de qch: -den bağışık Cermenlerin kullandığı bir tür ay balta, savaş
(Franc d'impôt). 9. bel. Açık açık, dobra dobra baltası. 2. 1940'ta işbirlikçi Vichy hükümetinin
franc-maçon 631 frapper
Frapper un grand coup: Kesin bir karar almak. yapmak (Frauder la douane, frauder l'impôt). 2.
Frapper à la tête: Bir ayaklanmanın elebaşılarını gsz. Hile yapmak, dolap çevirmek (Un candidat
cezalandırmak. Frapper au bon coin: Tam qui fraude à l'examen. Frauder sur une
adamına baş vurmak, en yetkili kişiye danışmak. marchandise, sur le poids des denrées).
Frapper les grands coups: Son çareye başvurmak. fraudeur, euse s. ve ad. 1. Hileci, madrabaz. 2.
§ Se frapper: 1. Kaygılanmak, korku ve kaygıya Kaçakçı.
kapılmak, aldırmak (Ne te frappe pas, je me frauduleusement bel. 1. Hile ile, hileli olarak
débrouillerai). 2. Se frapper qch: -sini dövmek, (Vendre frauduleusement des marchandises). 2.
-sine vurmak (Il se frappait la poitrine en signe de Kaçak olarak, kaçakçılıkla,
repentir). frauduleux, euse s. 1. Hileli (Banqueroute
frappeur, euse s. 1. Vuran, vurucu (Esprit frappeur: frauduleuse. Marché frauduleux). 2. Hileci
Ruh çağırmalarında, geldiğini masaya birkaç kez (Banqueroutier frauduleux).
vurarak belirten ruh). 2 .ad. Para basma işlerinde, fraxinelle diş. bitb. Geyikotu.
kâğıt yada kumaş damgalama işlerinde çalışan frayer gçl. 1. Açmak (Frayer une voie, un passage).
işçi. 2. Frayer qch à qn: Birine .. .açmak (Lapolice lui
frasque diş. 1. Hile, dolap, muziplik, 2. Delice fraya un passage dans la foule). 3. gsz. (Balıklar
davranış, çılgınlık, sapkınlık (Frasques de için) Üremek ( L a perche ne fraie qu 'à l'âge de trois
jeunesse. Son père refusait de payer ses frasques). ans). 4. gsz. Görüşmek, düşüp kalkmak, ilişki
frater er. tkz. 1. Okumamış papaz. 2. Cerrah çırağı. kurmak (Ces deux hommes ne frayent point
3. Berber kalfası, ensemble). 5. gsz. Frayer avec: -ile görüşmek,
fraternel, le s. 1. Kardeşlere değgin, kardeşlikle düşüp kalkmak, ilişki kurmak (Cette famille fraie
ilgili (Amour fraternel). 2. Kardeşçe, dostça, peu avec les voisins). § Frayer la voie à: -e yol
kardeş gibi (Il s'est montré très fraternel avec moi). açmak,-i kolaylaştırmak (Cette découverte a frayé
fraternellement bel. Kardeşçe (Ils se serrèrent la la voie à tous les travaux ultérieurs). § Se frayer
main fraternellement). qch: Kendine... açmak (Se frayer un chemin, un
fraternisation diş. Kardeş olma, kardeşçe yaşama, passage).
kardeşleşme (Nous supprimons tout obstacle à la frayère diş. Balık yuvası; balık yumurtalarının
fraternisation de l'ouvrier allemand et de l'ouvrier döllendiği yer.
français). frayeur diş. Ani korku, ürküntü (Trembler de
franterniser gsz. 1. Kardeşçe yaşamak, kardeşçe frayeur).
geçinmek (Ces enfants commencent à fraterniser). fredaine diş. Delişmenlik, çılgınlık, çılgınca
2. Fraterniser avec: -ile anlaşmak, birlik olmak, davranış (ila fait des fredaines toute sa vie. Il m'a
dostluk kurmak (Les soldats ont fraternisé avec la raconté ses fredaines de jeunesse).
population). fredon er. 1. Şarkı nakaratı. 2. (İskambilde) Üç;
fraternité diş. 1. Kardeşlik (Liberté, Egalité, aynı cinsten üç kâğıt,
Fraternité). 2. İyi geçim, geçimlilik (Une grande fredonnement er. (Şarkı) Mırıldanma,
fraternité règne entre eux). 3. Arkadaşlık, dostluk fredonner gsz. 1. Mırıldanarak şarkı söylemek. 2.
(Fraternité d'armes). 4. Birlik, ortaklık (Ilya entre gçl. -i mırıldanmak, mırıldanarak söylemek
eux une fraternité d'esprit). (Fredonner une chanson, un air d'opéra).
fratricide s. ve ad. 1. Kardeş katili, kardeş kıyıcısı, freezer er. İng. (Buzdolabında) Buzluk v
kardeşini öldüren (On a arrêté un jeune frégate diş. i . den. Firkateyn. 2. hayb. Kutan kuşu.
fratricide). 2. er. Kardeş katilliği, kardeş § Capitaine de frégate: den. Yarbay,
öldürme. § Lutte fratricide: Kardeş öldürüşmesi, freiner. l.Fren,*durduraç (Freinhydrolique. Frein
kardeş kavgası, kardeşler arasında boğuşma, à huile. Le frein à main d'un moteur). 2. mec.
fraude 1. Hile, dalavere (Fraude électorale). 2. G e m . 3. biy. Dilaltı bağı (Frein de la langue). 4.
Oyun, dolap, düzen (Vous machinez des fraudes biy. G e m , gemeik, "lücam. § Mettre un frein à
les uns contre les autres). 3. Kaçakçılık (Fraude qch: -i gemlemek, frenlemek, engelleyip tutmak
fiscale: Vergi kaçakçılığı. Fraude en devises: (Mettre un frein à ses passions). Ronger son frein:
Döviz kaçakçılığı). § En fraude: 1. Kaçak olarak, Kendi kendini yemek, içi içini kemirmek,
kaçakçılıkla (Fabriquer des liqueurs en fraude. istemeyerek ve sabırsızlanarak katlanmak (On l'a
Produit qui passe la frontière en fraude). 2. mis dans un poste secondaire, et il y ronge son
Gizlice. frein).
frauder gçl. 1. -den mal kaçırmak; -kaçakçılığı freinage er. 1. Fren yapma. 2. Fren düzeni.
freiner 633 fret
frètement er. 1. Gemi kiralama. 2. Gemi yükleme, museau: argo. Öpüşme, kocaman bir öpücük,
fréter gçl. 1. (Bir taşıtı) Kiralamak, tutmak (Nous fricassergç/. 1. -in yahnisini yapmak, -iyahniolarak
avons frété un car pour la colonie de vacances. yapmak. 2. mec. Harcamak, savurmak, yiyip
Fréter une voiture). 2. (Gemiyi) Kiraya vermek, bitirmek (Il a fricassé tout son argent). § Se
kiralamak. 3. (Gemiyi) Yüklemek, fricasser le museau: argo. Öpüşmek, emişmek.
fréteur er. (Gemiyi) Kiraya veren ; gemiyi fricatif, ive s. ve ad. dilb. Sürtüşmeli (Consonne
kiralayan. fricative. Les fricatives).
frétillant, e s . 1. Canlı, diri diri, kıpırdak, fıkırdak, fric-frac er. argo. Dolandırıcılık,
yerinde durmadan oynayan (Des poissons friche diş. Sürülmemiş otlu toprak, malaz. § En
frétillants). 2. Frétillant de qch: -den yerinde friche: 1. (Tarla) Ekilmemiş, boş bırakılmış (Ils
duramayan (Il était frétillant d'impatience). achetèrent des terres en friche). 2. Kullanılmayan,
frétillement er. Kımıl kımıl oynama, yerinde yararlanılmayan, işletilmeyen (Intelligence en
duramama, kıpırdaklık, friche, talent en friche). Laisser en friche:
frétiller gsz. 1. Kımıl kımıl oynamak (Un poisson Kullanmamak, boş bırakmak, yararlanmamak,
qui frétille). 2. Frétiller de qch: a) -sini oynatmak işletmemek (Il ne faut jamais laisser en friche les
(Le chien frétille de la queue), b) -denyerinde facultés de la nature).
duramamak (Frétiller de joie, d'impatience). frichti er. hlk. Yemek. § Faire le frichti: Yemek
fretin er. 1. Küçük ve değersiz balık, balıkçıların pişirmek.
yakaladıktan sonra değersiz diye denize attıkları fricot er. tkz. 1. Et yahnisi. 2. Yemek. § Faire le
balık, marya. 2. mec. Değersiz şey yada kişi. fricot: Yemek pişirmek,
frettage er. Demir çember geçirme, çemberleme, fricotage er. tkz. Dalavere, dolap, düzen,
frette diş. 1. Demir çember. 2. (Mimarlıkta) Süs fricoter gçl. tkz. 1. Yahni yapmak (Fricoter un
olarak yapılan kırık çizgili silme, saptırma, lapin). 2. Düzenlemek, hazırlamak, çevirmek
fretter gçl. Demir çember geçirmek, çemberlemek (Qu'est-ce qui'il fricote encore?: Yine ne dolaplar
(Fretter un moyeu, un canon) çeviriyor?). 3. gsz. Dolap çevirmek, dalavere
freudien, ne s. 1. Freud'e özgü, Freud'e değgin, yapmak, karanlık işlerle uğraşmak,
fröytcü. 2. Fröydcülüğe değgin, fricoteur, euse ad. tkz. Madrabaz, dalavereci,
freudisme er. ruhb. Freud yöntemini benimseme, düzenci, dolapçı,
fröydcülük. friction diş. 1. Oğma, oğuşturma (Une friction
freux er. Ekin kargası. énergique avec la serviette sur le dos. Une friction à
friabilité diş. Ufalanıp toz olabilirlik, gevreklik, l'eau de Cologne). 2. cogr. Sürtünme. 3. mec.
ezilgenlik (La friabilité d'une roche). Sürtüşme, çatışma, anlaşmazlık (Tout devenait
friable s. Ufalanıp toz olabilir, gevrek, ezilgen cause de friction entre eux).
(Roche friable, sols friables. Galette à pâte frictionne!, le s. Sürtünmeye değgin, sürtünmeden
friable). ileri gelen (Pertes frictionnelles de l'énergie
friand, e s. 1. Y e m e ğ e düşkün, ağzının tadını bilen mécanique). § Chômage frictionnel: (İki sözleşme
(Excessivement friande, elle aimait à se faire de arasında kalan) Geçici işsizlik,
bons petits plats). 2. mec. İştah verici, ağız frictionner gçl. Oğmak, oğuşturmak (Frictionner
sulandırıcı (De bons plats friands). 3. Friand de un enfant après le bain). § Se frictionner: 1.
qch: a) -e düşkün, -i çok seven (Une chatte friande Kendini oğmak (Se frictionner après la bain) 2. Se
de lait. L'ours est friand de miel. Un enfant friand frictionner qch: -sini oğmak (Se frictionner les
de bonbons), b) -den pek hoşlanan (Etre friand de jambes).
compliments, de poésie). fridolin er. tkz. hkr. Alman,
friand er. 1. Kıymalı saç böreği; lahmacun. 2. frigidaire er. Frigidaire marka buzdolabı;
Kurabiye. buzdolabı. § Mettre qch au frigidaire: 1.
friandise diş. 1. Ağzının tadını bilme, iyi yemeğe Buzdolabına koymak. 2. mec. Rafa kaldırmak,
düşkünlük. 2. ç. Şeker, şekerleme (Donner des uyutmak, bir tarafa atmak (Mettre un projet, une
friandises aux enfants). réforme au frigidaire).
fric er. argo. Para, mangır (Je n'ai pas de fric). frigidarium er. (Eski Roma hamamlarında) Soğuk
fricandeau er. Y e m e ğ e başlarken sofraya çıkarılan suyla yıkanılan bölüm,
et yada balık, frigides. 1. Soğuk ( Une frigide pénombre). 2.mec.
fricassée diş. 1. Piliç yada tavşan yahnisi, yahni. 2. Soğuk, sevmeyen (Un coeur frigide). 3. (Kadın
mec. Çeşitli şeyler karması. § Fricassée de için) Soğuk, cinsel ilişkiden tad almayan, buz
frigidité 635 frison
froideur diş. 1. Soğukluk. 2. mec. Duygusuzluk, fromager er. 1. Peynirci. 2. Peynir süzgeci. 3.
sevimsizlik (La froideur de son tempérament Tropikal bölgelerde yetişen bir tür büyük ağaç.
m'énerve. Tout le monde V accuse de froideur). 3. fromagerie diş. 1. Peynir yapımevi. 2. Peynirci
Umursamazlık, aldırmazlık, soğukluk (Ilm'afait dükkânı. 3. Peynir mahzeni. 4. Peynircilik,
un accueil plein de froideur). 4. mec. Sönüklük, froment er. Has buğday, buğday (La farine de
hareketsizlik (La froideur d'un bal, d'une fête). froment).
froidure diş. Hava soğukluğu; soğuklar, kış. § Au fromental er. bitb. Çayıryulafı.
retour de la froidure: Soğuklar başlayınca, kış fronce diş. Büzgü (Jupe à fronces. Faire des
gelince. fronces).
froissables. Çabuk buruşabilir, buruşkan. froncement er. 1. Çatma (Froncement de sourcils).
froissant, e s. Üzücü, kırıcı, gönül kırıcı (Paroles 2. Kırıştırma (Froncement de front).
froissantes). froncer gçl. 1. Çatmak (Froncer les sourcils). 2,
froissement er. 1. Buruşma, buruşturma; kırışma, Kırıştırmak (Froncer le front, le nez). 3. Büzgü
kırıştırma (Le froissement d'une étoffe, d'un yapmak (Froncer une jupe).
papier). 2. Çıtırtı, buruşma sesi, kırışma sesi (Le froncis er. (Giyside) Büzgüler.
froissement du papier s'entendait du bout de la frondaison diş. 1. Yapraklanma, yaprak açma (Au
classe). 3. mec. Çatışma (Le froissement d'intérêt, moment de la frondaison, la nature reverdit). 2.
de caractère). 4. mec. Kırgınlık, kırılma, kırma; Yapraklar, yeşil dallar (Les oiseaux gazouillent
incinme, incitme; yaralama, yaralanma (Le dans les frondaisons du parc).
froissement d'amour-propre. Mon orgueil s'irrite fronde diş. 1. Çeneksiz bitkilerin yaprağı (Les
de mille infimes froissements). frondes des fougères). 2. Sapan (Lancer une pierre
froisser gçl. 1. Buruşturmak, kırıştırmak (Froisser avec la fronde). 3. Başkaldırma (La fronde
un tissu, un papier). 2. Ezmek (Froisser les parlementaire et la fronde des princes). § Esprit de
herbes). 3. mec. Kırmak, yaralamak, onurunu fronde, vent de fronde: Başkaldırma, ayaklanma,
kırmak, incitmek (Il m'a froissé par son manque kopma (Un vent de fronde soufflait sur les députés
de tact). § Se froisser: 1. Buruşmak,kırışmak. 2. de la majorité ).
ezilmek. 3. mec. tncinmek, alınmak, kırılmak, fronder gsz. 1. Sapanla taş atmak. 2. mec. Baş
onuru yaralanmak. 4. Se froisser de qch: -e kaldırmak, muhalefet etmek, bayrak açmak. 3.
kırılmak, -den alınmak, onuru yaralanmak (II gçl. Şiddetle saldırmak, topa tutmak, çok
s'est froissé de mes paroles). eleştirmek (Fronder le pouvoir, le gouvernement.
frôlement er. Hafifçe dokunma, dokunup geçme (Il Fronder les institutions, les usages établis).
sentait le frôlement des herbes sur ses jambes). frondeur, euse s. ve ad. 1. Saldırgan, eleştirici,
frôler gçl. 1. Hafifçe dokunmak, geçerken hafifçe alaycı, taşlayıcı (Un peuple frondeur, un esprit
değmek (Frôler un passant dans la rue). 2. Sıyırıp frondeur, des propos frondeurs). 2. (Eski)
geçmek (La balle a frôlé ses cheveux). 3. -in çok Sapancı, sapan kullanan er.
yakınından geçmek, değerek geçmek (Frôler les front er. 1. Alın (Un front haut, bas, large, fuyant.
murs, les boutiques). 4. mec. -ile burun buruna Les rides du front). 2. Ön, alnaç, "cephe (Le front
gelmek, karşı karşıya kalmak (Frôler la mort, le d'un bâtiment, d'une montagne). 3. Yüz, baş
ridicule). § Se frôler: Sürtüşmek (Les deux (Baisser lefront, pencher le front). 4. Birlik, cephe
voitures se sont frôlées). (Front populaire. Front de libération nationale).
frôleur v. ve er. Kadınlara sarkıntılık eden sapık, S.ask. Cephe (Les combattants du front). 6 .coğr.
frôleuses. ve diş. Erkeklere askıntı olan (kadın), Alın, "cehpe (Front chaud: Sıcak alın, sıcak
fromage er. 1. Peynir (Fromage de vache, de chèvre. "cephe. Front froid: Soğuk alın, soğuk"cephe). §A
Fromage blanc, fromage fondu). 2. mec. Yağlı la sueur de son front: Alnının teriyle (Il gagne sa
kuyruk, arpalık, çalışması yok parası çok iş (Il a vie à la sueur de son front). De front: 1. Önden,
assez de relations pour obtenir un bon fromage). § cepheden (Attaquer de front). 2. Yan yana (Aller
Fromage de cochon: Bir çeşit domuz köftesi. de front. Deux voitures ne pourraient rouler de
Fromage d'Italie: Dana ve domuz karaciğeriyle front dans cette rue). 3. Birlikte, aynı zamanda,
yapılan bir çeşit köfte. Fromage glacé: Dondurma aynı anda (Mener plusieurs affaires de front). 4.
krema. Entre la poire et le fromage: 1. Yemeğin Doğrudan doğruya, açıkça, dolambaçsız olarak
sonunda. -2. Sofranın en keyifli zamanında, (Attaquer de front une opinion, les préjugés). De
fromager, ère s. Peynire değgin, peynirle ilgili quel front: Ne yüzle, ne cesaretle (De quel front
(Industrie fromagère). ose-t-il nous parler?). Avoir le front de f.qch: -mek
frontail 638 fructifier
yüzsüzlüğünü, cesaretini göstermek (Quoi, vous Pataklamak. 5. Çakmak (Frotter une allumette).
avez encore le front de protester? Il a eu le front de 6. argo. Frotter qn: -i kertmek, -e üstten kamışını
m'accuser de l'avoir trompé). Avoir le front haut: sürtmek (Frotter une femme). 7. Frotter de qch:
Alnı açık olmak, yüzü ak olmak. Baisser, -sürmek (Frotter de pommade, d'huile, de
courber, pencher le front: Utançtan başını yere graisse). S. gsz. Sürtünmek, sürtmek (Pièces d'un
eğmek, yüzünü yere indirmek. Faire front à: 1. -e mécanisme qui frottent). § Etre frotté de qch: -i
karşı koymak (Faire front à l'ennemi). 2. -i üstünkörü bilmek, -den birazcık çakmalc (Il est
karşılamak, -e göğüs germek (Malgré son frotté de latin, de linguistique). Frotterlesoreillesà
inexpérience, il faisaitfront à toutes les difficultés). qn: -i dövmek, pataklamak. Se frotter: 1.
3. -ile karşı karşıya olmak, yüzü -e karşı olmak Oğunmak, vücudunu oğmak. 2. Se frotter qch:
(Une maison qui fait front à la mer. Il tourna sa -isini oğmak, oğuşturmak (Se frotter les yeux, le
chaise et fit front à son voisin). Marcher le front museau). 3. Se frotter deqch. -i üstünkörü bilmek,
haut: Gururla, alnı yukarda yürümek. Mourir, -den birazcık çakmak (Se frotter de latin, de grec).
tomber au front: Savaşta ölmek, şehit olmak. 4. Se frotter à qn: Birine çatmak, sataşmak,
S'éponger, s'essuyer le front: Alnının terini bulaşmak (Il vaut mieux ne pas se frotter à ces
silmek. gens-là). 5. Se frotter à qch, à qn: -e karışmak, -ile
frontail er. A t alınlığı, at başlığının alına gelen görüşmek, düşüp kalkmak (Se frotter à la bonne
bölümü. société, aux artistes). § Se frotter les mains: mec.
frontal, e s. 1. Alına değgin (Os frontal, muscle Ellerini oğuşturmak, sevinmek. Qui s'y frotte, s'y
frontal, fosses frontales). pique: Karışan pişman olur.
frontal er. 1. Alın kemiği. 2. Alın sargısı, alın frotteur er. 1. Parké cilacısı. 2. (Makinalarda)
çatkısı. Sürtüşme yastığı. 3. argo. Otobüs yada
frontalier, ère s. 1. Sınıra değgin, sınırda bulunan tramvaylarda kadınları kerten manyak, kertici,
(Zone frontalière. Ville frontalière, pierre kertme hastası,
frontalière, population frontalière). 2. ad. Sınırda frottis er. Saydam boya katmanı,
yaşayan, sınır halkı (Les frontaliers ont des frottoir er. 1. Cilabezi, cila fırçası. 2. (Makinalarda)
facilités de passage pour la douane). Sürtüşme yastığı. 3. Silgi. 4. Kibrit kutularında,
fronteau er. 1. Alın çatkısı, çatkı. 2. At alınlığı. 3. yakmak için kibritin sürtüldüğü yer (Frottoir à
Alna takılan mücevher, allumettes).
frontière diş. 1. Sınır (Poste de douane installé à la frou-frou, froufrou er. Hışıltı (Le froufrou d'une
frontière. Défendre ses frontières contre robe de soie). § Faire du froufrou: Gösteriş
l'ennemi). 2. s. değişmez. Sınırda olan (Ville, yapmak, caka satmak,
poste, zone frontière). Etre à la frontière de: -in froufroutant, e s. Hırıldayan, hışıltı çıkaran
sınırında olmak (Rêver des choses qui sont à la (Lingeries froufroutantes).
frontière du possible et de l'impossible). froufroutement er. Hışırdatma; hışırdama,
frontispice er. (Bir yapı yada anıtta) Yüz, alnaç, froufrouter gsz. Hışıldamak, hışıltı çıkarmak,
°cephe. 2. (Kitaplarda) Kapak süsü. froussard, e s . vead. hlk. Korkak, ödlek,
fronton er. 1. Kapı girişleri üstündeki süs, alınlık frousse diş. hlk. Korku. § Avoir la frousse:
(Fronton surmontant le portique d'un temple). 2. Korkmak, ödü kopmak,
mec. Giriş bölümü, "dibace (Lesprincipes quisont fructidor er. Fransız devrim takviminin on ikinci ayı
inscrits au fronton de la Constitution). (18 Ağustos-17 Eylül),
frottage er. (Parke) Cilalama, fructifère s. Üzerinde meyva bulunan, meyvalı
frottée diş. hlk. Patak, dayak (Il a reçu une bonne (Rameau fructifère).
frottée). fructification diş. 1. Meyvelenme, meyve tutma,
frottement er. 1. Sürtüşme (Frottement anormal des meyve verme (Saison de fructification). 2. Bir
pièces d'une machine). 2. fiz. Sürtünme. 3. mec. ağaç yada bitkinin üstündeki tüm meyveler (Une
Sürtüşme, çatışma (Le frottement continuel des belle fructification). 3. bitb. Yemiş, meyve,
esprits et des intérêts). 4. mec. Değinme, fructifier gsz. 1. Yemiş vermek, mevye vermek
frotter gçl. 1. Sürtmek, sürtüştürmek, değdirmek (Arbre qui fructifie tardivement). 2. Verimli
(Frotter son bras contre un mur, frotter sa main sur olmak iyi sonuçlar sağlamak, meyvelerini vermek
une table). 2. Cilalamak, parlatmak, silmek (L'idée qu'il avait lancée avaitgermé et fructifié). 3.
(Frotter le plancher, les cuivres, le parquet). 3. Kâr sağlamak, gelir getirmek, gelişmek, artmak
Oğmak, oğuşturmak (Frotter ses yeux). 4. (Eski) (Capital qui fructifie).
fructose 639 fuir
fructose diş. Meyve şekeri, früktoz. d'un héritier). 2. Yoksunluk, yoksun kalma (Il
fructueusement bel. Verimli bir şekilde (Travailler supporte mal les frustrations. Sentiment de
fructueusement). frustration). 3. ruhb. Engelleme,
fructueux, euse s. Verimli, kazançlı, kârlı (Un frustratoire s. Yoksun edici, yoksun kılıcı (Acte
travail fructueux. Un commerce fructueux, une frustratoire).
tentative fructueuse). frustrer gçl. 1. Frustrer qn: Birini bir kalıttan
frugal, e s. I. Yetingen, azla yetinen (Une vie yoksun bırakmak (Frustrer un héritier au profit
frugale, un homme frugal). 2. Yiyecekte titiz d'un autre). 2. Frustrer qch: mec. Kırmak, yarıda
olmayan, yemek seçmez, ne bulursa onu yer. 3. bırakmak, boşa çıkarmak (Frustrer un espoir. Cet
Basit, sade (Un repas frugal). enfant a frustré l'espérance de ses parents). 3.
frugalement bel. 1. Sade bir şekilde, basit bir Frustrer qn de qch: Birini -den yoksun bırakmak
şekilde, yetingence (Vivre frugalement). (Frustrer un héritier de sa part. On l'a frustré du
frugalité diş. 1. Sadelik, basitlik (La frugalité d'un profit de son travail).
repas). 2. Yetingenlik, azla yetinme (La frugalité frutescent, e s. bitb. Odunsu, sapı odun gibi olan
d'un moine). (Plante frutescente).
frugivore s. ve ad. Yemişle beslenen, yemişçil fucacées diş. ç. bitb. Fukusgiller, tulumlu alklar,
(L'ours, le singe sont frugivores. Un frugivore). tulumlu suyosunları.
fruit er. 1. Yemiş, meyve (Fruit mûr, fruit vert. Fruit fuchsia er. bitb Küpeçiçeği.
doux, acide, aigre, aigrelet, parfumé-. Jus de fruit, fucus [fykys] er. Fukus, tulumlu alk, tulumlu
salade de fruit). 2. mec. Verim, kazanç, gelir (Est suyosunu.
-ce possible de perdre, en une heure, le fruit d'un an fuel-oil er. *Yağyakıt.
de travail?). 3. mec. Sonuç (C'est le fruit d'une fugace s. 1. Kaçan, kaçıveren (Bêtes fugaces). 2.
longue expérience). 4. Duvar şevliği. § Fruit Görünmesiyle yitmesi bir olan, geçiverici,
défendu: Yasak meyve; yapılması, yararlanılması uçuverici (Parfum fugace, reflet fugace, beauté
yasaklanmış olan şey (L'attrait du fruit défendu). fugace. Un souvenir fugace).
Fruit sec: 1. Kuruyemiş, kuru meyve. 2. mec. fugacité diş. Geçivericilik, uçuvericilik (Fugacité
İşinde başarı sağlayamamış kimse, bir baltaya sap d'une lueur, d'une impression, d'une couleur).
olamamış kimse. Obtenir les fruits de qch: -in fugitif, ive s. 1. Kaçak, kaçan, "firar eden (Esclave
sonuçlarını toplamak,"semeresini almak, yararını fugitif, forçat fugitif. Un soldat fugitif). 2. mec.
görmek. Geçiveren, geçici, kısa süren (La beauté fugitive
fruité, e s. Taze meyve kokulu (Vin fruité, huile d'une jeune fille. Un bonheur fugitif). 3. ad.
fruitée). Kaçak, "firari (Rattraper des fugitifs).
fruiterie diş. 1. Yemiş saklanılan yer, yemişlik. 2. fugitivement bel. Geçici olarak, kısa bir süre için.
Meyvecilik, manavlık. 3. Manav dükkânı, fugue diş. müz. 1. Füg. 2. tkz. Kaçamak, çapkınlık
yemişçi dükkânı, (Faire une fugue. Ces fugues sont fréquentes). 3.
fruiticuiteur er. Meyve yetiştiricisi, Kaçma, kaçış (Enfant qui fait des fugues).
fruitier, ère s. Meyve veren, meyveyle ilgili, meyve fuguer gsz. Kaçmak, evden kaçmak,
(Les arbres fruitiers, jardin fruitier). fugueur, euse s. ve ad. İkide bir kaçan.
fruitier, ère ad. 1. Yemişçi, manav. 2. er. Meyve ffihrer er. Başbuğ, önder, Hitler'e verilmiş olan
bahçesi. 3. er. Yemiş saklanılan yer, yemişlik, san, diktatör,
yemiş rafı. fiıir gsz. 1. Kaçmak (Ce chien fuit quand on
fruitier, ère ad. 1. (Fransanın bazı bölgelerinde) l'appelle). 2. Çabuk geçmek, geçivermek (Le
Peynirci (Les fruitiers du Jura, de Savoie, llportait temps fuit. Les beaux jours ont fui). 3. Arkaya
le lait à la fruitière). 2. diş. Peynircilik kooperatifi. doğru eğik olmak (Un front qui fuit). 4. İçindekini
3. diş. Peynir yapımevi, kaçırmak, akmak (Le robinet fuit, le réservoir
frusques ç. diş. hlk. Giysi, çul, pılı pırtı (De vieilles fuit). 5. Kaçmak, sızmak (L'eau de ce vase fuit. Le
frusques). gaz fuit). 6. Fuir de: -den kaçmak (Fuir de sa
frustes. 1. Aşınmış, silik (Médaillefruste, sculpture maison, de son pays. Fuir de chez ses parents). 7.
fruste). 2. Kaba, yontulmamış (Un art un peu Fuir devant qch: -den kaçmak; -i yerine
fruste. Manières frustes, un homme fruste). 3. er. getirmemek (Fuir devanı ses responsabilités,
Kabalık, kaba sabalık, yontulmamışlık (Le fruste devant ses obligations). 8. Fuir à qn: Birinin -si
de leurs caractères). kaçmak (Le sommeil me fuit). 9. gçl. Fuir qn:
frustration diş. 1. Yoksun bırakma (Frustration Birinden kaçmak, biriyle karşılaşmak
fuite 640 fumeterre
istememek, birini atlatmak, savuşturmak (Je contre qn, qch: -e verip veriştirmek, çok kızmak,
veux le voir, mais il me fuit). 10. gçl. Fuir qch: a) sövüp saymak (Fulminer contre un dictateur,
-den kaçmak (Fuir le danger), b) -den sakınmak, contre les abus). 3. gçl. Fulminer qch contre: -1er
kaçınmak (Fuir une faute, une erreur). § Se fuir: savurmak, yağdırmak (Fulminer des
Kendi kendinden kaçmak, kendi kendinden imprécations, des reproches contre quelqu'un).
kurtulmak (L'homme, dans le divertissement, fumables. (Sigara vb.) İçilebilir, içilmesi hoş.
cherche à se fuir). fumage er. 1. Gümüşe altın rengi verme. 2.
fuite diş. 1. Kaçma, kaçış (Fuite d'un époux, fuite (Yiyecekleri) İse tutma, isleme (Le fumage des
d'un enfant qui quitte le foyer. Fuite des capitaux à jambons, du lard).
l'étranger. La fuite générale d'une armée). 2. fumant, e s. 1. kim. Dumanlı. 2. Duman çıkaran,
Sızma, akma, kaçak (Fuit d'eau, fuite de gaz, fuite tüten (Un cratère fumant. Bûches encore
électrique). 3. Kaçak deliği, sızma yarığı (Il y a une fumantes). 3. Sıcak sıcak, buhar tüten (Unesoupe
fuite dans le tuyau). 4. (Gizli belge yada sorular fumante). 4. tkz. Çok güzel, eşsiz, enfes (C'est
için) Çalınma, sızıntı (Au ministère de la Guerre, fumant!). 5. hlk. Çok kızmış, tepesi atmış, barut
on a constaté des fuites de pièces. Il y a eu des fuites. gibi ( La directrice était fumante). § Etre fumant de
Les fuites du baccalauréat). 5. mec. colère: Öfke saçmak. Etre fumant de sang: Kan
Kaçamakyolu, kaçamak. 6. Geçip gidiş (La fuite revan içinde olmak,
du temps, des beaux jours). § Etre en fuite: 1. fume-cigare er. Puro ağızlığı,
Kaçak olmak, firarda olmak. 2. Sanık bulunulan fume-cigarette er. Sigara ağızlığı, ağızlık,
bir dâvaya gitmemek. Mettre qn en fuite: fumé, e s. İslenmiş, ise tutulmuş, isli, dumanlı
Kaçırmak ( Le mauvais temps a mis en fuite tous les (Poissons fumés, jambon fumé).
campeurs). Prendre la füite: Kaçmak, tüymek, fumée diş. 1. Duman (Fumée du feu, d'une bougie.
firar etmek. La fumée du tabac). 2. Buğu (Fumée s'élevant
fulgurant, e s. 1. Şimşek çaktıran. 2. Parıltılı, d'un étang, d'une rivière). 3. ç. Sarhoşluk,
çakmak çakmak, şimşek gibi (Un regard esriklik; baş dönmesi, baş döndürme (Les fumées
fulgurant, clarté fulgurante). 3. Şiddetli ve gelip de l'ambition lui montaient à la tête. Les fumées du
geçici (Une douleur fulgurante). 4. Baş vin, les fumées de l'orgueil). 4. (Geyik gibi
döndürücü, yıldırım gibi, çok hızlı (Progrès hayvanlar için) Pislik, bok. § Partir en fumée, s'en
fulgurants, une vitesse fulgurante). aller en fumée, s'évanouir en fumée: U ç u p gitmek,
fulguration diş. 1. Gürültüsüz çakan şimşek, gök boşa gitmek (Tous ses projets sont partis en
parıltısı. 2. mec. Zorlu fışkırma, birdenbire fumée). Il n'y a pas de fumée sans feu: Ateş
parıltıyla ortaya çıkma, olmayan yerden duman çıkmaz,
fulgurer gsz. Şimşek gibi bir an parlayıp geçmek, fumelle diş, argo. Orospu, fahişe, sokak şırfıntısı,
parıldamak, ışıldamak (Une volonté superbe fumer gsz. 1. Tütmek, duman çıkarmak, is
fulgurait dans ses yeux). çıkarmak (La cheminée fume, un volcan qui
fuligineux, euse s. 1. Kurum gibi, kurum renginde, fume, la lampe fume). 2. Buğu çıkarmak (Le
karamsı (Teinte fuligineuse, un enduit fuligineux). potage fume. Vêtements mouillés qui fument
2. Kurum yapan, duman yapan (Une flamme devant le feu). 3. Sigara içmek (Il ne fume jamais).
fuligineuse). 4. hlk. Kızmak, öfkelenmek, tepesi atmak (Son
fuligule morillon er. hayb. Sazlık-balıkçıl-ördeği. père a fumé!). 5. gçl. İse tutmak, islemek (Fumer
fulmicoton er. Pamuk barutu, de la viande, du poisson. Dans certaines régions,
fulminant, e s. 1. Yıldırımlar indiren; yıldırımlar on fume le jambon). 6. gçl. İçmek (Fumer la
saçan, yağdıran (Jupiterfulminant). 2. mec. A t e ş cigarette, la pipe). 7. gçl. Gübrelemek, gübre
püsküren (Une lettre fulminante, un regard dökmek (Fumer un champ, fumer la terre).
fulminant, une personne fulminante de colère). 3. fumerie diş. 1. Tütün tiryakiliği, sigara tiryakiliği (Il
kim. Patlayıcı (Sels fulminants, poudre s'enfonça dans une fumerie sans arrêt). 2. Esrar
fulminante). tekkesi (Une fumerie clandestine).
fulminate er. kim. Fülminat. fumerolle diş. coğr. yerb. Fümerol.
fulmination diş. Kargış; sövgü, sövüp sayma. § fumeron er. 1. Marsık, eksi, köseği. 2. ç. hlk. Uzun
Lancer des fulminations contre qn: Birine ve ince bacaklar,
kargışlar, sövgüler yağdırmak, fumet er. (Yemek, şarap av eti gibi şeylerde) Koku ;
fulminer gsz. 1. Patlamak (La nitroglycérine
hoş koku.
fulmine très violemment par le choc). 2. Fulminer
fumeterre diş. bitb. Şahtereotu.
fumeur 641 fureur
fumeur, euse ad. 1. Sigara içen. 2. Tütün tiryakisi Kimi gömütlerin üstüne dikilen sütun . Mobilier
(Un grand fumeur). 3. Tiryaki (Fumeur d'opium: funéraire: Eski çağlardan kalma gömütlerden
Esrar tiryakisi, esrarkeş). çıkarılan eşya. Drap funéraire: Tabut örtüsü).
fumeux, euse i. 1. İs çıkaran, duman çıkaran, tüten funeste s. 1. Uğursuz, kutsuz, yumsuz (Une tentative
(Flammes fumeuses). 2. Buğulu, puslu (Un ciel funeste, un récit funeste). 2. Ölüm getirici,
fumeux). 3. Baş döndüren, esritici, sarhoş edici ölümcül, ölüme yol açan, öldürücü (Maladie
(Un vin fumeux). 4. mec. Açık olmayan, kapalı, funeste, accident funeste). 3. Üzücü, kötü (Cela
sisli, dumanlı, ne dediği pek iyi anlaşılmayan peut avoir des suites funestes). 4. Funeste à: -e
(Idées fumeuses, explications fumeuses. Un esprit zararlı, -için dokuncalı ( Une politique funeste aux
fumeux, un conférencier fumeux). intérêts du pays. Son audace lui a été funeste).
fumier er. 1. Gübre (Epandre du fumier sur un funiculaire s. 1. Göbekbağına değgin (Hernie
champ. Amasde fumier. 2.hlk. Aşağılık ve iğrenç funiculaire). 2. Kablolarla çekilip işleyen,
şey, süprüntü, pislik. 3. argo. Pis herif, aşağılık kablolu, telli (Chemin de fer funiculaire, tramway
adam. funiculaire). 3. er. Kablolarla çalışan yokuş
fumigateur er. 1. Tütsü yada buğu yapan kimse, demiryolu; kablolu tramvay, füniküler.
tütsücü, buğucu. 2. Tütsü aleti, funicule diş. bitb. Göbekbağı.
fumigation diş. Tütsüleme, buğulama; tütsü, buğu funin er. den. Katranlanmamış halat,
(Faire des fumigations contre le ruhume. fur er. (Eski) Oran, ölçü.. § Au fur et à mesure:
Fumigation des voies respiratoires): Gitgide, gittikçe, aradan zaman geçtikçe (Tout ce
fumigatoire s. Tütsülemeye, buğulamaya yarayan qu'ilapprend, il l'oublie au fur et à mesure). Aufur
(Appareil fumigatoire). et à mesure de: -oranında, ölçüsünde (Dépenser
fumigènes. Duman veren, sis çıkaran (Des grenades son argent au fur et à mesure de ses besoins). Au fur
fumigènes: Sis bombaları). et à mesure que: -dikçe (On s'aperçoit des
fumiger gçl. 1. Dumana tutmak. 2. Tütsüye yada difficultés au fur et à mesure qu 'on avance. Aufur
buğuya tutmak, tütsülemek, buğulamak, et à mesure qu'on lui donne de l'argent, il le
fumiste er. 1. Sobacı. 2. Isı döşemcisi . 3. hlk. dépense).
Üçkâğıtçı, dalavereci (Il est un grand fumiste). 4. furax s. (Okul argosu) Öfkeli, kızmış (Elle est
s. Üçkâğıtçı, karmanyolacı, dalavereci (Elle est furax).
un peu fumiste). furet er. 1. hayb. Gelincik, yaban gelinciği.
fumisterie diş. 1. Sobacılık. 2. Isı döşemciliği (Chasser un furet). 2. mec. Gizlicil, meraklı,
3. hlk. Üçkâğıtçılık, aldatıcılık (C'est de la pure "mütecessis kimse. 3. Topluca oynanan bir oyun,
fumisterie). mendil saklama, yüzük oyunu,
fumivores. veer. Dumanı,isi emen;dumanı,isi yok furetage er. 1. Yaban gelinciği ile tavşan avlama. 2.
eden; "isgideren. Merak etme, ne var ne yok diye araştırma, ortalığı
fumoir er. 1. Et ve balıkların islendikleri yer, isleme yoklama.
yeri. 2. Sigara salonu, sigara içmeye ayrılmış yer fureter gsz. 1. Yaban gelinciğiyle tavşan avlamak.
(Le fumoir d'un théâtre, d'un lycée). 2. mec. Araştırmak, ne var ne yok diye bakmak
fumure diş. Toprağı gübreleme; toprağa katılan ( Fureter de tous côtés). Fureter dans tous les coins,
gübre miktarı, dans les tiroirs).
funambulearf. İp cambazı, fureteur, euse s. ve ad. 1. Yaban gelinciği ile av
funambulesque s. 1. İp cambazına değgin, ip yapan avcı. 2. ad. Araştırıcı, ne var ne yok diye
cambazlığıyla ilgili (Odes funambulesques). 2. karıştırıp bakıcı (Fureteur de bibliothèque). 3. s.
mec. Acaip, tuhaf, garip (Un projet Meraklı, gizlicil, mütecessis ( Des yeux fureteurs).
funambulesque). fureur diş. 1. Aşırı öfke, büyük öfke (Crise de
funèbre s. 1. Cenazeye değgin (Marche funèbre, fureur. Sa fureur ne connaît plus de borne). 2.
service funèbre. Pompes funèbres: Cenaze alayı). Aşırı tutku, aşırı düşkünlük, pek hoşlanma (La
2. İç karartıcı, üzüntü verici, kasvetli, hüzünlü fureur de discuter). 3. Çılgınlık, delilik. 4. mec.
(Les murs funèbres d'une prison. Une couleur Şiddet, kudurganlık (La fureur des flots). S. Esin,
funèbre. Une voix funèbre, un air funèbre). "ilham (La fureur poétique, fureur prophétique). §
f u n é r a i l l e s ^ . ç. Cenaze töreni, A la fureur: Çok, son derece, çılgınca (Il aimait les
funéraire s. 1. Cenaze törenine değgin (Frais femmes à la fureur). Entrer en fureur, se mettre en
funéraires. Magasin funéraire). 2. Gömütle ilgili, fureur: Öfkelenmek, öfke topuklarına çıkmak.
"mezara değgin; tabutla ilgili (Colonnefunéraire: Etre en fureur: Öfkeli olmak, kızmış olmak.
furfuracé 642 fusionner
furfuracé, e s. Kepeği andıran, kepek gibi, Fişek (Lancer une fusée éclairante pour
kepeğimsi (Desquamation furfuracée). reconnaître le terrain de la nuit). 4. Ateşlemeye,
furibard, e s. tkz. Öfkeci, çabuk parlayan, tez patlamaya yarayan düzen (Fusée cylindrique pour
kızan. faire exploser une mine). S. Füze, 'uçul (Une fusée
furibond, e s. ve ad. Pek öfkeli, sık sık kızan, öfkeci s'est posée sur la Lune). 6. Saat leğendesi. 7.
(Il est furibond). Dingil başlığı. 8. İrin yolu. 9. müz. İki nokta
furie diş. 1. Taşkın öfke, büyük öfke (Attaqueravec işaretini birleştiren çizgi. 10 .argo. Kusmuk, tavus
furie). 2. Tutku, aşırı düşkünlük (S'abandonnera kuyruğu (Lâcher une fusée: Kusmak, tavus
la furie du jeu). 3. mec. Şirret, eli bayraklı kadın kuyruğu çıkarmak).
(Deux furies qui se crêpent le chignon). § Etre en fuselage er. Uçak çatısı,
furie: Kızmak, öfkelenmek, kudurmak. Mettre fuseler gçl. İğ biçimi vermek,
qn en furie: Kızdırmak, öfkelendirmek, fuser gsz. 1. Erimek, ergimek ( Cire qui fuse, bougie
kudurtmak. qui fuse). 2. Çıtırdayarak yanmak. 3. Fışkırmak,
furieusement bel. 1. Kudurmuşçasına, büyük bir fışkırarak yükselmek (Les rires fusèrent de toutes
öfkeyle. 2. tkz. Son derece, çok, korkunç parts).
derecede, "dehşetli, fusibilité diş. Erirlik, ergiyebilirlik, ergime, erime
furieux, euse i. 1. Kızgın, öfkeli (Un regard furieux, (Fusibilité des métaux. Degré de fusibilité).
une femme furieuse). 2. Zorlu, şiddetli, kudurmuş fusibles. 1. Erir, eriyebilir. 2. er. tekn. Sigorta,
kudurgan (Uneventfurieux, un torrent furieux, les fusiforme s. İğimsi, iğ biçiminde (Poisson, coquille
vagues furieuses). § Etre furieux contre qn: -e fusiforme).
kızmak, -e kızgın olmak. Etre furieux de qch, de f. fusil er. 1. Tüfek (Fusil de chasse, fusil de gros
qch: -e kızmak, -diğine kızmak, sinirlenmek. Etre calibre. Viser avec un fusil). 2. Çakmak (Pierre à
fou furieux: Çok kızmak, deliye dönmek, deli fusil). 3. Çelik bileği, kasap bileğisi. 4. mec.
divane olmak, Nişancı (C'est un excellent fusil). 5. argo. Boğaz,
furloso i. ît. 1. müz. Öfkeli, taşkın, sert bir havası karın (N'avoir rien dans le fusil: Karnı aç olmak).
olan (Allegro furioso). 2. bel. Taşkınca, sertlikle, § Coup de fusil: argo. Kazık, çok pahalı (Ce
furoncle er. Çıban, kan çıbanı (Ouvrir un furoncle. restaurant, c'est le coup de fusil). Changer son fusil
Il avait un furoncle dans le cou). d'épaule: Düşünce, kanı, meslek, iş değiştirmek.
furonculeux, euse s. 1. Çıban niteliğinde, kan çıbanı Se bourrer le fusil: Karnını doyurmak,
yapısında (Abcès furonculeux). 2. Çıbanlı, fusilier er. Tüfekli ; tüfekli er, "silahendaz.
çıbanlarla dolu (Un malade furonculeux). fusillade diş. 1. Yaylım ateşi (On entendait au loin
furonculose diş. Kan çıbanı hastalığı, les bruits de la fusillade). 2. Kurşuna dizme (Les
furtif, ive s. 1. Gizli, kaçak (Un sourire furtif, il me fusillades continuent encore dans ce pays).
jetait des regards furtifs). 2. Yasak, gizli (Un fusiller gçl. 1. Kurşuna dizmek (Fusiller un espion.
magasin clandestin d'éditions furtives). On l'a fusillé pour trahison). 2. (Az kullanılır)
furtivement bel. Gizlice, kaçına kaçına (S'esquiver Tüfekle öldürmek. 3. Bozmak, harabetmek
furtivement sur la pointe des pieds). (Fusiller un moteur, une voiture). 4. mec. tkz.
fusain er. 1. bitb. İğ ağacı, taflan. 2. Kömürkalem, Bitirmek, çok yormak, rahatsız etmek, iflâhını
füzen (Dessiner un portrait au fusain). 3. kesmek (Les photographes n'ont cessé de la
Kömürkalemle yapılmış resim, füzen (Faire un fusiller de leurs caméras toute la journée). §
fusain). Fusiller qn du regard: Yiyecekmiş gibi bakmak,
fusainiste, fusiniste ad. Kömürkalem ressamı, öfkeyle bakmak,
füzenci. fusion diş. 1 .fiz. kim. Erime, ergime (Lois de la
fusant, e s. 1. Yanarken çıtırdayan. 2. er. Havada fusion. Fusion d'un minerai). 2. Bir sıvının içinde
patlayan obüs. erime (La fusion du sucre dans l'eau). 3. mec.
fuseau er. 1. İğ (Fil d'un fuseau). 2. biy. İğiplik. 3. Birleşme, kaynaşma (Fusion des races. Fusion en
gökb. Dilim (Fuseau horaire: Saat dilimleri). 4. Dieu. Fusion de plusieurs sociétés). Fusion de
Kayakçıların giydiği, bacakları iyice saran ve procès: huk. Dâvaların birleştirilmesi,
ayağın altından geçen dar pantolon, kayak fusionnement er. Birleştirme, birleşme;
pantalonu (Porter un fuseau). 5. hayb. Şeytan kaynaştırma, kaynaşma (Fusionnement de deux
minaresi denilen deniz kabuğu. § Jambes en entreprises, de deux partis politiques).
fuseau: Çöp gibi bacaklar, fusionner gçl. 1. Birleştirmek, kaynaştırmak
fusée diş. 1. İğ sarılı iplik. 2. Havai fişek, maytap. 3. (Fusionner deux syndicats). 2. gsz. Birleşmek,
fustanelle 643 fuyard
kaynaşmak (Les deux syndicats ont fini par futiles. Agir pour des raisons futiles. Une femme
fusionner). 3. gsz. Fusionner avec: -ile birleşmek, futile, un homme futile).
kaynaşmak, futilement bel. B o ş yere, boşuna, "nafile,
fustanelle diş. Efzon etekliği, fistan, futilité diş. 1. Boşluk, kofluk, uydurukluk, işe
fustigation diş. 1. Sopalama, kırbaçlama. 2. mec. yaramazlık. 2. Önemzsizlik, değersizlik. 3. B o ş
Kınama, ayıplama, sözler, zevzeklik, önemsiz şeyler (Sa journée se
fustiger gçl. 1. Değnekle dövmek, sopa çekmek; passe en futilités).
kırbaçla dövmek (Autrefois, on fustigeait les futur, e s. 1. Gelecek, gelecekteki, ileriki (Les
enfants à l'école). 2. mec. Kınamak, ayıplamak, générations futures. La vie future). 2. "Müstakbel,
çekiştirmek, eleştirmek (Fustiger ses gelecekteki, ilerideki, yarının (C'est un futur
adversaires). ministre. Un futur champion). 3. ad. Yavuklu,
fût er. (Silahta) Kundak (Fût d'un fusil). 2. Bir nişanlı (Ma future, mon futur). 4. er. Gelecek,
aletin ağaç kısmı (Fût de charrue, d'un bât, d'un yarın (Il se soucie de son futur). 5. er. dilb. Gelecek
archet; fût de violon). 3. Fıçı (Fût de vin). 4. Sütun zaman (Conjuguer un verbe au futur).
gö\des\(Fût monolithe,fût àcannelures). 5. Ağaç futurisme er. 'Gelecekçilik, "fütürizm.
gövdesi (Un fût de chêne). futuriste s. ve ad. 'Gelecekçi, "fütürist (Un film
futaie diş. 1. Uluağaçlı orman. 2. Uluağaç. § Haute futuriste, poète futuriste).
futaie: Yetişmiş uluağaç. f u t u r o l o g i e ^ . 'Gelecekbilim.
futaille diş. İçki ve sıvı yağlar için fıçı biçiminde kap, futurologue ad. *Gelecekbilimci, gelecekbilim
fıçı. uzmanı.
futaine diş. Mısır kutnusu, dimi, pazen. fuyant, e s. 1. Durmayan, akıp giden (Les eaux
futé, e s. ve ad. Kurnaz, açıkgöz (Un paysan futé. fuyantes). 2. Oynak, kaçak, bir noktada
Une petite futée). durmayan (Regardfuyant). 3. Kaçan, kaçıcı, açık
futée diş. Tahta delikleri kapamak için kullanılan bir durum takınmaktan kaçan (Un homme fuyant,
tutkallı talaş, un caractère fuyant). 4. Çabuk geçen (Le temps
futile s. 1. Boş, kof, uyduruk, işe yaramaz, nafile fuyant).
(Des propos futiles, un discours futile). 2. fuyard, e s. ve ad. 1. Kaçkın, kaçak 2. er. Asker
Değersiz, önemsiz, anlamsız ( Des préoccupations kaçağı; savaş kaçağı (Poursuivre les fuyards).
g
G,g er. Fransız abecesinin yedinci harfi; e ve i'den (Avcıların) Gizlenme kulübesi, gümele.
önce geldiğinde j sesi; a, o ve u'dan önce gabionnage er. Tabya sepetleriyle örtme,
geldiğinde ise g sesi verir. G'den sonra n gabionner gçl. Tabya sepetleriyle örtmek
geldiğinde, Yunancadan alınmış kimi sözcükler (Gabionner un talus).
dışında, ny okunur, gable, gâble er (Mimarlıkta) Sivri tepelik,
gabardine diş. Bir tür kumaş, gabardin (Pantalon de gâchage er. 1. Harç sulandırma, harç karma. 2.
gabardine, imperméable en gabardine). Baştan savma yapma, bozma; ziyan etme (Le
gabare, gabarre diş. 1. Yelkenli, kürekli mavna. 2. gâchage du travail. Gâchage de temps).
Bir tür ığrıp ağı. gâche diş. 1. (Kapı kanatlannda) Sürgü ağızlığı. 2.
gabarit er. 1. Gerçek ölçüde yapım örneği, "model, Mala. 3. argo. İş, görev. 4. Pasta keseceği, pasta
•örneklik. 2. Her türlü ölçü aygıtı; biçim yada bıçağı.
oylumu denetlemede kullanılan ölçü aygıtı. 3. gâcher gçl. 1. (Harç vb için) Sulandırmak, karmak
(Taşıtlarda) Gabari, yükün yükseklik ölçüsü. 4. (Gâcher du plâtre, du mortier). 2. Baştan savma
hlk. tkz. Vjiicut yapısı, boy bos (Une personne yapmak, berbat etmek, bozmak (Gâcher un beau
d'un gabarit respectable. Quel gabarit!). S. mec. sujet, un travail). 3. Boşa harcamak, iyi
Kavrama yeteneği, zekâ düzeyi (Cet enfant ne değerlendirmemek, "heder etmek, "ziyan etmek
dépasse pas le gabarit d'un élève moyen). ( Gâcher sa vie, son temps, ses dons, son talent, son
gabbro er. yerb. Gabro. argent, une occasion). 4. Bozmak, berbat etmek
g a b e g i e ^ . 1. Düzensizlik, karışıklık (Lenouveau (Il nous gâche le plaisir). § Gâcher le métier: Yok
directeur ne tolère plus une telle gabegie). 2. pahasına çalışmak,
Dalavere, dolap, yolsuzluk (La gabegie gâchette diş. 1. Kilit yayı. 2. (Tüfekte) Tetik
administrative). (Appuyer sur la gâchette: Tetiğe basmak, ateş
gabelle diş. 1. (Eski) Tuz vergicisi (Employé des etmek).
gabelles). 2. Dolaylı vergi, "vasıtalı vergi, gâcheur er. Harç karıcı, harç karan işçi.
gabelou er. 1. (Eskiden) Tuz vergicisi. 2. (Şimdi) gâcheur,euse ad. I. mec. Savruk işçi, çolpa, baştan
hlk. Gümrükçü, savma iş yapan. 2. diş. Numaracı kadın, özençli
gabier er. den. Gabyacı. kadın, özençleriyle yaşamı zindan eden kadın. §
gabion er. 1. Tabya sepeti. 2. Gübre sepeti. 3. Gâcheur de papier: Kötü yazar.
gâchis 645 gagner
gâchis er. 1. Yapı harcı, harç. 2.Kargaşa, karışıklık, girişme, bahis. 2. mec. Olmayacak dua (Cela
düzensizlik, karışık durum ( U n gâchis politique. ressemble à une gageure). 3. Olanaksız şey, çok
Nous sommes en plein gâchis). 3. Gereksiz güç şey, olmayacak şey (C'est une gageure! Il a
harcama, "israf (Il y a du gâchis dans cette maison ). accompli la gageure de réussir où tous avaient
gade er. hayb. Mezgit, mezgit balığı, échoué).
gadidés er. ç. hayb. Mezgitgiller, gagiste er. Elinde rehin bulunan kimse. § Créancier
gadin er. argo. Düşme. § Ramasser un gadin: gagiste: Rehinli alacaklı,
Düşmek, yeri boylamak, gagman er. İng. Gülütçü. Bir filmin gülütlerini
gadolinium er. kim. Gadolinyum, hazırlamakla görevli, gülüt yaptırıcı kimse,
gadoue diş. i . Lağım gübresi. 2. Çamur, pislik gagnable s. Kazanılabilir (La partie n'est pas
IPatauger dans la gadoue). gagnable, mieux vaut abandonner).
gaélique s. Gal topluluğuna değgin, Gallerle ilgili gagnage er. (Hayvanlar için) Yayım yeri, otlak,
(L'alphabet gaélique). 2. er. (Kelt dilinin iki otlama alanı,
büyük kolundan biri olan) Galce. gagnant,e s. ve ad. (Oyunda, bahiste) Kazanan
gaffe diş. 1. Gemici kancası. 2. mec. tkz. Pot kırma, (Carte gagnante, numéro gagnant. Le gagnant du
çam devirme, pot, gaf. § Faire une gaffe: Pot gros lot).
kırmak, çam devirmek, gaf yapmak. Faire gaffe: gagne-denier er. Günü gününe kazanıp yaşayan
hlk. Dikkat etmek. Faire gaffe à:-e dikkat etmek, kimse, gündelikçi,
-e karşı uyanık olmak. Porter gaffe: Nöbet gagne-pain er. 1. Geçim kapısı, ekmek parası,
tutmak, geçim yolu (Je cherche à lui procurer un gagne-
gaffe er. Tutukevi gardiyanı, pain honorable. Il a perdu son gagne-pain). 2. Bir
gaffer gçl. 1. Kanca ile tutmak, avlamak (Gaffer un başkasının geçimini sağlayan kişi (Cet enfant
poisson). 2. gsz. Pot kırmak, çam devirmek, gaf demeurait le seul gagne-pain de sa famille).
yapmak, yanılmak (ila gaffé lourdement). 3. gsz. gagne-petit er. değişmez. 1. Küçük esnaf. 2. A z
hlk. Dikkat etmek (Gaffe un peu!). kazançlı kimse (S'attaquer aux gagne-petit plutôt
gaffeur,euse s. ve ad. Çam deviren, ikide bir pot qu'aux gros trafiquants).
kıran, sık sık gaf yapan (Elle est gaffeuse). gagner gçl. 1. Kazanmak (Gagner son pain, sa vie.
gag er. İng. Gülüt, oyuna neşe katan beklenmedik Gagner de l'argent). 2. Elde etmek, kazanmak
gülünçlük, (Gagner un prix, une grande réputation). 3.
gaga s. ve ad. tkz. Bunak, moruk, (İkramiyede, oyunda) Kazanmak (Gagner un lot,
gage er. 1. Tutu, "rehin (Prêter sur gages: Rehin le gros lot, un million à la loterie). 4. Başarılı
karşılığı ödünç para vermek). 2. inanca, güvence, çıkmak, kazanmak (Gagner un match, une
"teminat (Son honnêteté est le gage d'une gestion bataille, la guerre, un procès, un pari). 5. -e
irréprochable. Donner des gages de sa bonne yakalanmak (Gagner un rhume, une grippe, une
volonté). 3. ç. Hizmetçi aylığı (Les gages d'une angine). 6. Kazanmak, iktisat etmek (Gagner du
cuisinière). § A gages: Parayla tutulmuş, kiralık temps, de la place). 7. Sağlamak, elde etmek,
(Tueur à gages: Kiralık katil). Donner des gages: kazanmak (Gagner la faveur, l'estime, l'amitié, le
İnanca göstermek. Etre aux gages de qn: -in coeur de quelqu'un). 8. -e varmak, gitmek,
hizmetinde çalışmak, -e bağımlı olmak. Laisser, ulaşmak (Il gagnera Paris demain). 9. Bien
mettre qch en gage: -i tutu olarak bırakmak, gagner: Hak etmek (Vous avez bien gagné vos
rehine bırakmak (Mettre sa montre en gage). vacances. Un repos bien gagné). 10.-e yayılmak,-i
Prendre des gages: İnanca almak, sarmak, -e geçmek (L'inondation gagne les
gagé,es. 1. Tutulu, rehine konmuş (Créancegagée: maisons. Sa surprise me gagnait). 11. Bastırmak,
Rehnedilen alacak). 2. Haczedilen, hacizli etkisini göstermek (Le sommeil le gagnait. La
(Meubles gagés: Haczedilen taşınır mallar). faim et la fatigue commançaient à nous gagner).
gager gçl. 1. Bahis tutmak, bahse girmek (Je gage 12. Gagner qn à qch: Birini e kazanmak, birinin
qu'il ne pourra pas sortir). 2. İnanca göstermek, -e katılmasını sağlamak (Il faut gagner ce
güvence vermek. 3. Karşılık göstererek inanca journaliste à notre cause). 13. Gagner qn: a)
altına almak (Gager un emprunt, une émission de Birinin gönlünü, sevgisini kazanmak, b) Birini
billets). 4. (Hizmetçinin) Aylığını vermek (Gager yenmek (Il me gagne aux échecs). c) Parayla satın
un valet). 5. Gager de f. qch: -ceği konusunda almak, elde etmek, rüşvetle kendi yanına çekmek
bahse girmek, (Gagner les témoins, gagner ses gardiens). d) -den
gageure \gaıyR ] diş. (Eski) Bahis tutma, bahse hızlı gitmek, -i geçmek (Le temps nous gagne, la
gagneur 646 galalithe
marée nous gagne). 14. gsz. Kazanmak, başarılı gaillard er. Gemi kasarası.
çıkmak, birinci gelmek (Ce cheval a gagné. Quia gaillarde diş. 1. Eski bir dans. 2. (Basımcılıkta)
gagné?). 15. gsz. Yayılmak, yaygınlaşmak Sekiz puntoluk bir tür harf.
(L'incendie gagne. L'épidémie gagne). 16. gsz. gaillardement bel. 1. Neşeyle, güle eğlene,
Gagner sur qn: -i yenmek (Gagner sur son şakrakça, aldırmadan (Supporter gaillardement
adversaire). 17. Gagner sur qch: -i aşmak, un malheur). 2. Yılmadan (Attaquer
geçmek, -e tecavüz etmek (Laboureur qui gagne gaillardement une montée).
sur le champ de son voisin. La mer gagne chaque gaillardie, gaillarde diş. bitb. Kırmızı yada sarı
année sur la côte crayeuse) . 1 8 . Gagner en qch, à f. çiçekli bir tür süs çiçeği,
qch: -de daha iyi olmak, -mekle niteliği gaillardise diş. 1. Şakraklık, neşelilik. 2. Açık saçık
yükselmek, iyileşmek (Ce vin gagne en bouteille, sözler, açık saçık fıkra yada şakalar (Lâcher des
en vieillissant. Ce vin gagne à vieillir. Ilgagneàêtre gaillardises: Açık saçık fıkralar anlatmak).
connu). 19. Gagner à qch, à f. qch: -de, -mekte gaillet er. bitb. Yoğurtotu.
yararı olmak, kârlı çıkmak (Vous y gagnerez. Tu gailleterie diş. Taşkömürü külçesi,
gagneras à démissionner). 20. Gagner de f. qch: gailletin er. Ufalanmış taşkömürü,
Kazancı -mek olmak (A cette sortie, il a gagné gaillette diş. Orta büyüklükte külçeler haline
d'attraper un bon rhume). § Gagner qn de vitesse: getirilmiş taşkömürü,
-den hızlı gitmek, -i geçmek. Gagner du terrain: gain er. 1. Kazanç (Les gains d'un ouvrier, d'un chef
İlerlemek, yayılmak (L'ennemi gagne du terrain d'entreprise. Gain illicite. Il a cédé à l'appât du
dans nos positions. Les idées nouvelles gagnent du gain). 2. Kazanma, yenme, yengi (Gain d'une
terrain). Gagner le large: Engine açılmak. Gagner bataille. Le gain d'un procès. Chances égales de
le Pérou: Çok büyük kazançlar sağlamak, çok gain et de perte). § Avoir la passion du gain:
para kazanmak. Gagner son bifteck: Ekmek Kazanç hırsı olmak. Avoir gain de cause, obtenir
parasını kazanmak, geçiminisağlamak. Gagner le gain de cause: Dâvayı kazanmak, haklı çıkmak.
ciel: Cennetlik olmak, yeri cennet olmak. Gagner Donner gain de cause à qn: Bir işte birini haklı
au vent: (Başka bir gemiye yada karaya göre) görmek, haklı çıkarmak, birine hak vermek.
Yelin estiği yanı tutmak, Tirer du gain de qch: Bir şeyden kazanç sağlamak,
gagneur,euse s. ve ad. Kazanan (Un gagneur de gainage er. Kılıflama, kılıf geçirme,
bataille, de matchs, d'argent). gaine diş. 2. Km, kılıf (La gaine d'un pistolet, d'une
g a g n e u s e ^ , argo. Orospu, épée, d'un poignard. La gaine d'un meuble). 2.
gai,e s. 1. Şen, neşeli, sevinçli (Une soirée gaie. Un Kab, kutu (Gaine d'une horloge). 3. bitb. Kın. 4.
visage gai). 2. Keyifli, çakırkeyf ( Il était un peu gai Lastik korse, kuşak (Gaine-combinaison, gaine-
hier soir). 3. Güldürücü, açık saçık (Des propos culotte). 5. (Üzerine bir sanat yapıtı oturtulan)
gais). 4. H o ş , içaçıcı (C'est la pièce la plus gaie de Ayaklık. 6. Ayakları bir kaba sokulmuş gibi
l'appartement). 5. Uni. Ha gayret! görünen yontucuk (Cheminée ornée de deux
gaïac er. bitb. Peygamberağacı. gaines représentant des personnages). § Gaine de
gaïaco, gayacol er. kim. Gayakol, Schwann: hayb. Schwann kını.
gaiement, gaiment bel. Neşeyle, sevinçle, güle gainer gçl. 1. Kılıf geçirmek. 2. Kılıf gibi sarmak,
oynaya (Chanter gaiement). iyice oturmak (Cette robe vous gaine bien).
gaieté, gaîté diş. 1. Sevinç, neşe (Perdre sa gaieté, gainerie diş. 1. Kın yapımı, kincilik. 2. Kın, kılıf
retrouver sa gaieté). 2. Hoşluk, içaçıcılık (La yapımevi.
gaieté d'une conversation). 3. Eğlence (Les gaietés gainierer. bitb. Erguvanağacı, erguvan.
de la province). § De gaieté de coeur: İsteyerek, gainier,èrearf Kın yapımcısı, kinci; kılıf yapımcısı,
içinden gelerek, gönül hoşluğuyla (Il n'y renonce gala er. Gala (Donner, organiser un gala. Une
pas de gaieté de cœur . On ne va pas à l'assaut de représentation de gala. Un habit de gala, un repas
gaieté de cœur). Mettre en gaieté: Neşelendirmek, de gala).
gaillard, e s. vead. 1. Diri, canlı, dinç (Un vieillard galactiques, gökb. Gökadaya değgin, *gökadasal
encore gaillard). 2. Şen, neşeli (Il a une humeur (Nuage, nébuleuse galactique).
gaillarde). 3. Açık saçık (Tenir des propos galactogène s. Süt salgılanmasını sağlayan, süt
gaillards). § Un gaillard: 1. İri yarı adam, yaman yapıcı,
adam, yiğit. 2. Açıkgöz, çocuk, velet (C'est un galactomètre er. Sütölçer.
gaillard qui promet). Une gaillarde: Hoppa kadın. galactose er. kim. Süt şekeri, laktoz,
Vent gaillard: Serince yel. galalithe diş. kim. Galalit, bir tür plastik madde
galamment 647 galeux
konuşmadığı kişi. Traiter qn comme une brebis süsleme yada korumaya yarayan şerit (Galon de
galeuse: Birine hiç yüz vermemek, birini soie, de laine, d'argent, d'or). § Prendre du galon:
horlamak, aşağılamak, Yükselmek, terfi etmek. Arroser ses galons:
galhauban er. (Gemide) Direkleri iki yandan tutan Terfiini kutlamak, terfi ettiği için arkadaşlarına
ve kıça doğru az eğik olarak gerilmiş bulunan içki ısmarlayıp eğlenmek,
halat, patrisa. galonné er. Subay yada assubay; omuzu demirli,
g a l i c i e n n e s , vead. Galiçyalı. kolu sırmalı.
galiléen,ne s. ve ad. 1. Filistindeki Galile kentli, galonner gçl. Şerit çekmek, şerit geçirmek, şeritle
Galileli. 2. er. İsa peygamber (Le Galiléen). süslemek (Galonner un chapeau).
galiléen,ne s. İtalyan gökbilimcisi Galile'ye değgin galop er. 1. Dörtnal. 2. mec. Dörtnal, çabukluk. 3.
(Système galiléen, conception galiléenne). Bir çeşit hızlı dans. 4. tkz. Paylama, azarlama,
galimafrée diş. 1. Et kırıntılarıyla yapılan bir tür zılgıt, papara. § Courir le grand galop, prendre le
yemek. 2. Pek iştah açıcı olmayan yemek, yal gibi grand galop: mec. Pek hızlı gitmek, çok hızlı
yemek. çalışmak. Partir en galop: Dörtnala gitmek.
galimatias er. 1. Saçma sapan söz, saçmalık (Je ne Prendre le galop, se mettre au galop: Dörtnala
comprends rien à son galimatias). 2. Anlaşılmaz kalkmak. Chassez le naturel, il revient au galop:
iş. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar; can
galion er. Kalyon. çıkmadan huy çıkmaz, ne denli başka türlü
galiote diş. 1. Küçük kadırga. 2. Bombarta. görünmeye çalışsanız, ne olduğunuz yine bir gün
galipette diş. Takla (Faire des galipettes). ortaya çıkar,
galipoter. Çamsakızı. galopade diş. Dörtnala koşuş, koşarak gidiş (Des
galle 1. Mazı, ağaç uru (Galles du chêne). 2. biy. galopades d'élèves attardés). § A la galopade:
Bitki uyuzu. Baştan savma, çırpıştırma, özen göstermeden
gallérie diş. Balkelebeği; bal kovanlarındaki ( C'est un travail fait à la galopade).
peteklere zarar veren bir böcek, galopant,es. 1. Dörtnala giden. 2. mec. Büyük bir
gallican,e s. 1. Özgür Fransız kilisesine değgin (Le hızla ilerleyen, çok hızlı gelişen (Phtisie
rite gallican). 2. er. Papanın salt egemenliğine galopante).
karşı Fransız kilisesinin özgürlüğünü savunan galoper gsz. 1. Dörtnala gitmek (Cheval qui
kişi. galope). 2. mec. Çok hızlı çalışmak (Son
gallicanisme er. Özgür Fransız kilisesi öğretisi; bu imagination galope). 3. Galoper après qn: -in
öğretiye bağlılık, ardından koşup durmak, -i köşe bucak arayıp
gallicisme er. 1. Kurallara aykırı olduğu halde durmak. 4. gçl. Dörtnala kaldırmak, dörtnala
tutmuş bulunan söz, "galatımeşhur. 2. Başka bir sürmek (Galoper un cheval).
dile geçmiş Fransız anlatışı (L'anglais modeme galopeur,euse ad. İyi dörtnala koşan at.
emploie beaucoup de gallicismes). galopin er. 1. Ayak işlerine koşturulan oğlan, ayak
gallinacé,e s. 1. Tavukgillere değgin. 2. er. ç. hayb. hizmetçisi. 2. Aşçı yamağı. 3. ad. Sokak çocuğu,
Tavukgiller, arsız çocuk, velet (Une bande de galopins joue
gallium er. kim. Galyum. dans la cour).
gallo, gallot, gallec er. Brötanya bölgesinde galoubet er. Bir tür kaval,
konuşulan Fransızca, Brötanya ağzı (Le gallo se galuchat er. Köpek balığı derisi,
rapproche du patois de Basse-Normandie). galurin, galure er. hlk. Şapka,
gallois,es. vead. l . G a l ' l i , G a l l e r e d e ğ g i n . 2.er. Gai galvanique s. Galvanizme değgin, galvanik (Pile
dili, Galce. galvanique, courant galvanique).
gallomanie diş. Fransız olan her şeye hayran olma galvanisation diş. kim. Galvanizleme.
hastılığı. Fransız hayranlığı, galvaniser gç/. kim. 1. Galvanizlemek (Galvaniser
gallon er. Galon. du fer, un fil de fer, une tôle). 2. mec. Kışkırtmak,
gallophobes. vead. Fransızsevmez. coşturmak, fitillemek ( Un orateur qui galvanise la
gallophobie diş. Fransızsevmezlik. foule).
galoche diş. 1. Tahta tabanlı ayakkabı, "galoş galvanisme er. fiz. Galvanizm,
(Enfiler une paire de galoches). 2. Lastik galvano er. (Galvanotype sözcüğünün kısaltılmışı)
ayakkabı. § Menton en galoche: Sivri ve kıvrık Elektroliz yolu ile yapılmış resim klişesi, galvano,
çene. galvanocautère er. Galvanokoter,
galon er. 1 .ask. Rütbe şeridi. 2. Perdeleri, giysileri galvanomètre er. fiz. Galvanometre.
galvanoplastie 649 gangue
galvanoplastie diş. fiz. kim. Galvanoplasti. gamme diş. müz. 1. G a m (Gamme ascendante:
galvanotropisme er. hayb. Elektriğe yönelim, Çıkıcı gam. Gamme descendante: inici gam). 2.
galvanotype er. Elektroliz yoluyla yapılmış resim mec. Dizi, "seri, tür, çeşit (Toute la gamme des
klişesi, galvano, sentiments, des couleurs, des vins). § Chanter la
galvaudage er. Boşa harcama, heder etme gamme: müz. Gam yapmak, gam söylemek. Faire
(Galvaudage d'un talent). des gammes: mec. Alıştırmalar yapmak,
galvauder gçl. 1. Beş paralık etmek, bozmak çalışmak. Jouer sur toutes les gammes: Her
(Galvauder son nom, sa gloire, sa réputation). 2. boyaya girip çıkmak, her telden çalmak,
Boşa harcamak, "heder etmek (Galvauder son gammé,e s. Gamalı (La croix gammée: Gamalı
talent, ses dons). 3. gsz. Hiçbir şey yapmadan haç).
sürtüştürüp durmak, sürünüp durmak (Ne restez gamopétales, bitb. 1. Bitişik-taçyapraklı. 2. diş. ç.
pas là à galvauder). § Se galvauder: Beş paralık Bitişik-taçyapraklılar.
olmak, küçülmek, alçalmak, rezil olmak (Se gamosépales, bitb. 1. Bitişik-çanakyapraklı. 2. diş.
galvuder dans une affaire louche). ç. Bitişik - çanakyapraklılar.
galvaudeux, euse ad. (Eski) Serseri, ciğeri beş para ganache diş. 1. (Atlarda) Alt çenenin yanak kısmı.
etmez. 2. hlk. Baş, çene. 3. mec. tkz. Budala ve
gambade Zıplama, takla. § Faire des gambades: yeneteksizadam, öküz. 4.s. tkz. Aptal,budala (II
Takla atmak, oynayıp zıplamak (Faire des est un peu ganache).
gambades dans l'herbe). ganacherie diş. Aptallık, budalalık, enayilik,
gambader gsz. 1. Atlayıp zıplamak, takla atmak, gandin er. Şıklık budalası, kadın tavırlı züppe,
delice eğlenmek (Les enfants gambadent dans le gandoura er. Arap gömleği,
jardin). 2. Gambader de qch: -den zıplamak, gang er. Gangster çetesi, yeraltı dünyası (La morale
yerinde duramamak (Gambader de joie). du gang).
gamberge diş. hlk. Düşünce (Il manque de ganga er. hayb. (Pirene dağlarında bulunan) Bir tür
gamberge). dağtavuğu, bir tür çil. § Ganga çata: Arap tavuğu.
gamberger gsz. hlk. 1. Düşünmek. 2. gçl. Ganga unibanda: Kum bağırtlağı,
Hesaplamak, kurmak, tasarlamak; düzenlemek ganglion er. 1. biy. D ü ğ ü m , boğum. 2. hayb.
(Gamberger un coup). Sinirdüğümü, °ukde. § Ganglion cérébral: Baş
gambette diş. 1. Bir cins çulluk. 2. hlk. Bacak. § sinirdüğümü. Ganglion spinal: Omurilik
Jouer, tricoter, se tirer des gambettes: Kaçmak, sinirdüğümü. Ganglions nerveux: Sinir
tüymek. boğumları. Ganglions viscéraux: Içorgan
gambiller gsz. 1. Bacaklannı sallamak. 2. hlk. Çok sinirdüğümleri.
hızlı dans etmek, ganglionnaire s. anat. Boğumlara değgin,
gambit er. Satrançta elverişli duruma gelmek için "boğumsal; düğümlere değgin, *düğümsel.
taş verme; ganbi. gangrène diş. 1. Kangren ( Une jambe rongée par la
gamelle diş. 1. Karavana; sefertası (Gamelle de gangrène). 2. mec. Çürümüşlük, kokuşmuşluk,
soldat, de campeur). 2. Karavana, karavana kanayan yara (La jalouise est la gangrène du
yemeği. SRammasser une gamelle: hlk. Düşmek, coeur. L'indifférence politique est la gangrène
gamète er. bitb. hayb. Eşeylik gözesi, eşeylik d'une société).
hücresi, cinsellik hücresi, gangréné,es. Kangrenli; kangrenleşmiş.
gamin,e ad. 1. er. (Eski) Çırak, yamak. 2. ad. gangréner gçl. 1. Kangrenleştirmek, kangren
Çocuk, yumurcak (Un gamin, une gamine; se etmek ( Gangréner un membre, une plaie). 2. mec.
conduire comme un gamin. Les gamins de Paris). Bozmak, berbat etmek, kokuşturmak
3. s. Haylaz, yaramaz (Il a un air gamin). (Gangréner un homme, une société. Un seul
gaminer gsz. Çocuklar gibi sokaklarda oynamak; mauvais élève peut gangréner toute une classe).
çocukluk etmek, yaramazlık etmek, haylazlıkla gangréneux, euse s. Kangren niteliğinde (Plaie
vakit geçirmek, gangréneuse, ulcère gangréneux).
gaminerie diş. Haylazlık, yaramazlık, çocukluk; gangster er. Gangster,
çocukça davranışlar, gangstérisme er. Gangsterlik,
gamma er. Gamma. § Rayons gamma: Gamma gangue diş. 1. Maden cevheri etrafındaki madde;
ışınları. temizlenip ayıklanmamış değerli taş (Débarrasser
gammare er. hayb. Su-tespihböceği. une minerai de sa gangue par lavage). 2. mec. Zarf,
gammatherapie(% hek. Gamma ışınlarıyla tedavi. kılıf, örtü (Dégager des idées de leur gangue).
ganochorisme 650 garçonnet
ganochorisme er. biy. Ayrı-eşeylik. garant,e s. ve ad. 1. Kefil (Etre garant d'une
ganochoristique s. biy. Ayrı-Eşeyli. créance). 2. Siyasal bir durumu güvence altına
ganoïdes er. ç. hayb. Parlakpullular, alan devlet; güvenceci devlet (Les garants d'un
mersinbahklari. traité). 3. Kanıtlayın, tanıtlayın (Aristote est le
ganse diş. Kaytan (Ganse de botte. Veston noir garant de cette opinion). 4. İnanca, güvence,
bordé de ganses). "teminat, "garanti (Son passé est le garant de sa
ganser gçl. Kaytanlamak, kaytanla süslemek bonne conduite à l'avenir. Votre amitié est mon
(Ganser un habit, une couverture). meilleur garant). 5. Palanga ipinin serbest kalan
gansette diş. Küçük kaytan, kısmı. § Se porter garant de qch: -in güvencesi
gant er. 1. Eldiven (Une paire de gants. Mettre ses olmak, inancası olmak; -in kefili olmak (Je me
gants, retirer ses gants). § Gants de boxe: Boks porte garant de sa bonne volonté. Le parti
eldivenleri. Gant de crin: (Yıkanmak için) Kese. socialiste allemand se portait garant des intentions
Souple comme un gant: Çok yumuşak başlı, uysal. pacifiques de son gouvernement).
Aller comme un gant à: -e iyi uymak, tıpatıp g a r a n t i e s . İnancah, güvenceli, "teminatlı,
gelmek (Ce rôle lui va comme un gant). Jeter le garantie diş. 1. İnanca, güvence, "teminat, "garanti
gant à qn: -i düelloya çağırmak. Prendre des (Vendre un objet avec garantie. Contrat de
gants, mettre des gants: Çok tedbirli hareket garantie. Ma montre est encore sous la garantie.
e t m e k , çok kibarca d a v r a n m a k . Ramasser le Garantie contre les risques). 2. İnanca altına alma,
gant, relever le gant: Düelloyu kabul e t m e k . güvenceleme; "teminat, "garanti (Pacte de
Retourner qn comme un gant: Birinin inanç ve garantie et d'assistance. Prendre des garanties).
düşüncelerini tam tersine çevirmek, t a m a m e n garantir gçl. 1. -e kefil olmak (Garantir une
değiştirmek. Se retourner comme un gant: İnanç créance). 2. -i kesin kılmak, kesin olarak
ve düşüncelerini t a m a m e n değiştirmek, yüz sağlamayı üstüne almak (Garantir le succès). 3.
seksen derecelik dönüş y a p m a k . Se donner les Güvence altına almak (Les lois garantissent les
gants de f. qch: 1. -yor geçinmek, gibi g ö r ü n m e k libertés, les droits du citoyen). 4. Doğrulamak
(Il se donne les gants d'être objectif). 2. -mek (Garantir les faits). S. Garantir qch à qn: Bir şeyi
yüzsüzlüğünü göstermek, küstahlığında birine kesin olarak sağlamak (Je vous garantis le
b u l u n m a k (Ils se sont donné les gants de lui faire succès). 6. Garantir de qch: -den korumak (Le
faire leur propre travail). C'est bien fait pour ses parapluie nous garantit de la pluie. Ces rideaux
gants!: O h oldu, iyi oldu! garantissent du vent et du soleil). 7. Garantir qn de
gantelet er. 1. Zırh eldiveni. 2. İşçi eldiveni, f. qch: Birini -mekten korumak (L'esprit n'a
ganter gçl. 1. Eldiven giydirmek; eldiven takmak garanti personne d'être fou).
(Main difficile à ganter). 2. İyi uymak, iyi gitmek, garbure diş. Bir çeşit lahana çorbası,
tam oturmak (Ces gants de sport vous gantent garce diş. 1. (Eskiden) Kız. 2. tkz. Orospu. 3. tkz.
bien). 3. Eldiven numarası... olmak, -numaralı Geçimsiz kadın, şirret kadın. 4. Cette garcede...:
eldiven giymek (Ganter du six, du sept). § Se Şu rezil... şu alçak... (Cette garce de vie, cette garce
ganter: Eldiven takmak, de société moderne). § Fils de garce: (Sövgü)
ganterie diş. 1. Eldivencilik. 2. Eldivenci dükkânı; Orospu çocuğu, piç.
garçon er. 1. Oğlan (Les filles et les garçons). 2.
eldiven yapımevi,
Genç, delikanlı (Un garçon de vingt ans). 3. Bekâr
gantier,Ère s. vead. Eldivenci.
erkek, evlenmemiş erkek (Il est resté garçon). 4.
garage er. 1. Garaj (Garage d'automobile,
Çırak, yamak (Garçon coiffeur, garçon boucher,
d'autobus, d'avions. Voiture en garage. Rentrer sa
garçon de magasin). 5. Adam (C'est un garçon
voiture au garage). 2. Otomobil bakım ve onarım
distingué. Un beau garçon). 6. Garson ( Garçon 4e
yeri, servis istasyonu (Atelier de réparation d'un
café, garçon de restaurant, d'hôtel). §Bongarçon:
garage).
İyi adam, neşeli adam, hoş adam. Garçon
garagiste ad. 1. Garajcı. 2. Otomobil bakımevi
d'honneur: Sağdıç. Enterrer sa vie de garçon:
sahibi; servis istasyonu işleticisi,
Bekârlığa veda etmek, evlenmek. Etre, se sentir
garançage er. Kökboyasıyla, kızılkökle boyama,
tout petit garçon auprès de qn: Birinin yanında
garance diş. bitb. 1. Kökboyası, kızılkök. 2. Bir
çocuk kalmak, kendini çok küçük görmek,
çeşit kırmızı renk.
garçonne diş. Oğlansı kız; başına buyruk yaşayan
garancer gçl. Kızılkökle boyamak,
kız.
garancière diş. 1. Kızılkök tarlası. 2. Kızılkök
boyaevi. garçonnet er. Oğlan çocuk, küçük oğlan.
garçonnier 651 garder
bulunmak (Un cyprès garde le cimetière). 14. gemiler için) Barınak. § Gare aérienne:
Beslemek (Garder de l'espoir, garder rancune). (Havaalanlarında)Yolcu ve mal hizmet binaları.
15. Garder qch à qn: Birine ... ayırmak, tutmak Gare maritime: Liman hizmet binaları. Gare
(Gardez-lui une place). 16. Garder qn à qch, à f. routière: Ağır vasıta park yeri.
qch: Birini-e tutmak, -mek için alıkoymak (Ilm'a gare Uni. hlk. l . D i k k a t ! 2 . G a r e à : - e d i k k a t ( G a r e à
gardé au repas, à dîner). 17. Garder qn de qch: la peinture!). § Sans crier gare: Haber vermeden,
Birini -mekten korumak, kurtarmak (Dieu vous sessiz sedasız (Ils sont arrivés sans crier gare).
garde de commettre une telle maladresse!). § garenne diş. 1. (Eski) Sahibinin izni olmadan
Garder qn à vue: Birini gözaltına almak; göz girilemeyen arazi. 2. Adatavşanlarının yaban
hapsine almak. Garder une dent contre qn: -e diş olarak yaşadıkları yer, tavşanlık (Lapin de
bilemek. Garder rancune à qn, contre qn: -e kin garenne). 3. Irmaklarda balık avlamanın izne
beslemek. Garder à qn un chien de sa chienne: bağlı olduğu yer. 4. er. Yaban adatavşanı.
Birinden alacak öcü, hıncı olmak. Garder qch garer gçl. Gara yada garaja sokmak; garaja,
pour la bonne bouche: Ağız tadıyla yemek üzere barınağa çekmek (Garer un train, une voiture, un
yemeğin sonuna saklamak, en sona saklamak. § bateau). § Se garer: Park yapmak; arabasını park
Se garder: 1. Bozulmadan saklanmak, "muhafaza etmek ( L a voiture s'est garée devant l'hôtel. Je me
edilmek ( Ce fromage ne se garde pas plus de deux suis garé dans la rue voisine). 3. Se garer de qch:
jours). 2. Se garder de qn, qch: Kendini -den Kendini -den sakınmak, korumak (Se garer des
sakınmak, korumak, kaçınmak (Il faut se garder voitures, des coups). § Se garer des voitures: argo.
des flatteurs. Se garder du froid, des jugements Uslanmak, yola gelmek, külhanbeyliği
hâtifs). 3. Se garder de f. qch: -mekten sakınmak, bırakmak,
kaçınmak, çekinmek; -memeye dikkat etmek (Se gargamelle diş. hlk. Boğaz, gırtlak,
garder de commettre une erreur, de vendre un gargariser (se) gsz. 1. Gargara yapmak. 2. hlk.
héritage. Gardez-vous de manquer votre train). İçmek, boğazı yağlamak (Un gaillard qui aime à se
garderie diş. 1. Bir korucunun bakmakla görevli gargariser). 3. Se gargariser de qch: mec. tkz. -den
olduğu orman alanı. 2. Özel anaokulu, hoşlanmak, zevk almak (5e gargariser de grands
garde-rivière er. Irmak bekçisi, mots, d'un succès).
garde-robe diş. 1. (Eskiden) Lâzımhklı sandalyenin gargarisme er. 1. Gargara yapma. 2. Gargara
konduğu oda. 2. Giysi dolabı, *giysilik(Mettre un yapmada kullanılan ilâç.
vêtement dans la garde-robe. Ses garde-robes sont gargote diş. 1. Ucuz meyhane, koltuk meyhanesi. 2.
pleines à craquer). 3. Giysi takımları, bir kişinin Küçük ve yemekleri kötü ucuz lokanta. 3. mec.
bütün giysileri (Elle a une garde-robe très riche. Temiz ve rahat yemek yenilemeyen yer.
Renouveler sa garde-robe). § Aller à la garde- gargotier,ère ad. 1. Koltuk meyhanecisi. 2. mec.
robe: Yüznumaraya gitmek, ayakyoluna gitmek. Kötü aşçı.
gardeur,euse ad. Çoban, bekçi (Gardeuse d'oies, de gargouille diş. 1. Üstü açık oluk ağzı, çörten. 2.
dindons). Oluk. 3. argo. Orospu,
garde-voie er. Demiryolu bekçisi, "hat bekçisi, gargouillement er. Gurultu, guruldama (Les
garde-vue er. Aşırı ışığa karşı korunmak için gargouillements de l'estomac).
gözlere takılan siperlik, göz siperliği, gargouiller gsz. 1. Guruldamak (J'ai l'estomac qui
gardian er. (Bölgesel) Sığır çobanı; at çobanı, gargouille, il a les intestins qui gargouillent). 2.
hergeleci. Fokurdamak, sesler çıkarmak (L'eau gargouille
gardien, ne ad. 1. Bekçi, nöbetçi (Poster des dans le robinet).
gardiens à toutes les portes. Gardien de nuit). 2. gargouillis er. Gınltı, parazit (Les gargouillis d'une
Gardiyan (Le gardien de la prison). 3. Çoban, radio).
bakıcı ( Gardien de troupeaux, de bestiaux). 4 .s.ve gargoulette diş. 1. Kulpsuz testi. 2. hlk. Boğaz,
ad. Koruyucu (Ange gardien. La Constitution est gırtlak. § Se rincer la gargoulette: Boğazını
la gardienne des libertés). § Gardien de la paix: ıslatmak, içmek,
(Pariste) Polis memuru. Gardien de but: Kaleci, gargousse diş. Hartuç.
gardiennage er. 1. Gardiyanlık. 2. Liman bekçiliği, garigue, garrigue diş. 1. İşlenmemiş toprak, kıraç
gardon er. hayb. Çamçak, çamça balığı, toprak. 2. Fransa'nın güneyinde, seyrek meşeler
gare diş. 1. Gar, istasyon (Aller à la gare. Gare de ve çalılarla kaplı alanlar,
voyageurs, gare de marchandises. Gare de départ, garnement er. Haylaz, yaramaz, hayta,
gare d'arrivée). 2. (Irmaklarda, kanallarda, garni er. (Kiraya vermek için) Döşeli ev, döşeli oda ;
garni 653 gâté
gâteau er. 1. Pasta, çörek (Gâteau aux amandes, à la gauche s. 1. Sol (Main gauche, pied gauche. Aile
crème. Gâteaux secs). 2. Petek (Gâteau de cire, gauche d'un armée, côté gauche d'un navire).
gâteau de miel). 3. Külçe ( Gâteau déplâtré, gâteau 2.Çarpik (Une table gauche, une règle gauche). 3.
de graines pressées). 4. s. değişmez. Bal gibi, Beceriksiz, "sakar, acemi ( Il est un peu gauche. Un
kaymak gibi, çok yumuşak, çok tatlı, çocukları air gauche, des manières gauches). § A main
şımartan (Papa gâteau, maman gâteau). § Avoir gauche: Sol tarafta, sol yandan. Courbe gauche:
part au gâteau, partager le gâteau: Kazancı yada mat. Uzay eğrisi. Droites gauches: mat. Aykırı
vurgunu bölüşmek. C'est du gâteau: hlk. 1. doğrular. Mariage de la main gauche: Nikâhsız
Bundan kolayına can kurban, çok kolay bir şey evlilik. Se lever du pied gauche: Sol yanından
bu. 2. Y e m e de yanında yat, çok tatlı kâr, esaslı bir kalkmak, aksiliği üstünde olmak,
iş, kaçırılacak fırsat değil! gauche diş. 1. Sol, sol yan (La gauche du centre. Il
gâte-bois er. Kötü marangoz, roulait tout à fait sur la gauche). 2. (Siyasal
gâte-métier er. Yok pahasına çalışan, ucuza çalışan, anlamda) Sol, sol parti (Si la gauche fait une
ucuzcu, politique de droite, ce n'est pas la gauche). 3.ç. Sol
gâte-papier er. Kötü yazar, partiler (Union des gauches). § Extrême gauche:
gâter gçl. 1. Bozmak (La chaleur gâte la viande). 2. A ş ı n sol. A gauche: Solda, sol tarafta, sol tarafa
Çürütmek (Les bonbons gâtent les dents). 3. (Tournez à gauche. Prenez la rue à gauche). A
Çirkinleştirmek, görünümünü bozmak (Une gauche de: -in solunda (A gauche de l'escalier). A
verrue gâte son visage. Cette maison gâte le droite et à gauche: Sağda solda, her yanda. De
paysage). 4. Berbat etmek, bok etmek (Gâter une droite et de gauche: Her yandan, sağdan soldan.
affaire par sa maladresse). 5. Şımartmak (Gâter De gauche: Solcu (Un parti de gauche, une
un enfant). 6. Gâter qn: mec. Birine karşı çok politique de gauche, un homme de gauche).
kibar, çok dikkatli davranmak; -e karşı büyük bir Jusqu'à la gauche: Tamamen, çok, gırtlağına
sevgi ve saygı göstermek (C'est trop, vous me değin (Il est endetté jusqu'à la gauche). Etre de
gâtez). 7. Etre gâté: mec. a) Şanslı olmak, şansı gauche, être à gauche: Solcu olmak, sol
olmak (Quel beau temps! nous sommes gâtés), b) düşünceleri olmak. Mettre de l'argent à gauche:
(Alaylı) A m m a da şansı olmak, ne de kötü talihi Para biriktirmek, birkaç kuruş bir kenara atmak.
olmak, anasından şanssız doğmak (Encore la Passer l'arme à gauche: mec. Ölmek, öteki
pluie! nous sommes gâtés!). § Gâter le métier: dünyayı boylamak,
Ucuza çalışmak, sanatı kepaze etmek, mesleğin gauche er. Sol yumruk (Un crochet du gauche).
şerefini düşürmek. Tout gâter: Herşeyi berbat gauchement bel. Beceriksizce, acemice (Agir
etmek, bir çuval inciri bok etmek. Cela ne gâte gauchement. Imiter gauchement un geste).
rien, ce qui ne gâte rien: Bu da cabası, bu da gaucher,ère s. ve ad. Solak. (Il est gaucher. Un
fazlası, doğrusu hiç de fena değil (Elle est jolie, gaucher, une gauchère).
bien élevée, et de plus, riche, ce qui ne gâte rien). § gaucherie diş. 1. Tutukluk (Il a de la gaucherie dans
Se gâter: 1. Bozulmak, çürümek (Les fruits les manières. La gaucherie de ses gestes m'énerve).
commencent à se gâter). 2. Kötüleşmek, bozmak, 2. Beceriksizlik, "sakarlık (Les gaucheries d'un
bozulmak (Le temps se gâte). 3. Kötü gitmek, paysan).
bozulmak ( L e s choses se gâtent: İşler bozuluyor). gauchir gsz. 1. Çarpılmak, çarpıklaşmak (Règle qui
gâterie diş. 1. Şımartma, şımartıcı söz ve davranış, gauchit, planche qui gauchit). 2. Sakınmak üzere
aşırı sevgi (// n'a que des gâteries pour cet enfant). yana çekilivermek. 3. gçl. Çarpıtmak,
2. Gönül okşamak için sunulan şeker, pasta gibi çarpıklaştırmak (L'humidité a gauchi cette
şeyler yada küçük armağanlar, planche). 4.gçl. Bozmak, değiştirmek, çarpıtmak
gâte-sauce er. Kötü aşçı. (Gauchir une idée, la réalité, un fait, un
gâteux,euse s. ve ad. Bunak, bunamış, beyni sentiment). § Se gauchir: Çarpılmak,
sulanmış (Un vieillard gâteux. Un vieux gâteux). çarpıklaşmak (Cette table s'est gauchie).
gâtifier gsz. Bunamak; bunaklaşmak, bunakça gauchisante s. ve ad. Sola yatkın, sol eğilimli, sola
davranışlarda bulunmak (Il gâtifie avec son petit- sevgisi olan.
fils). gauchissement er. 1. Çarpılma, çarpıklaşma (Le
gâtine diş. Çorak ve bataklık toprak, gauchissement d'une porte sous l'action de
gation diş. hayb. Dişli tirsi, l'humidité). 2. Bozulma, değiştirilme, çarpıtılma
gâtisme er Bunaklık,beyni sulanmıştık, (Le gauchissement inévitable d'un récit transmis
gattilier er. bitb. Y e m e n safranı denilen ağaççık. de bouche en bouche).
gauchiste 655 gazer
gauchiste s. ve ad. Aşırı solcu, ihtilâlci solcu, gavage er. 1. (Hayvanları) Besiye koyma, besiye
gaucho er. (Arjantinde) Sığırtmaç, sığır çobanı, çekme. 2. hek. Hastanın midesine tüple besin
gaudecfr.?. 1. bitb. Sarı renkli bir tür rezeda çiçeği. 2. verme.
Mısır unu çorbası, gave diş. (Pirene dağlarında) Sel.
gaudriole diş. 1. Biraz açık şaka, açık saçık söz, açık gaver gçl. 1. (Hayvanları) Besiye çekmek, besiye
saçık fıkra (Débiter, dire des gaudrioles). 2. koymak (Gaver les oies, un poulet). 2. Gaver qn de
Eğlenme, matrak, dalga geçme (line pense qu'à la qch: a) Birine... yedirmek, tıkıştırmak (Gaver un
gaudriole). enfant de friandises, de confiture), b) Kafasını...
gaufrage er. Çakma işleme, ile doldurmak (Gaver un écolier de
gaufre diş. 1. Bal gümeci. 2. Yassı çörek, connaissances). § Se gaver: 1. Çok yemek yemek,
gaufrer gçl. Isıtılmış kalıplarla kumaş, deri gibi tıka basa yemek. 2. Se gaver de qch: a) -den tıka
şeyler üzerine şekil çıkarmak, çakma işlemek basa yemek, çok yemek (Se gaver de chocolats, de
(Gaufrer un tissu, une étoffe, gaufrer du papier). fraises), b) -ile kafasını doldurmak, -leri çok
gaufrette diş. 1. Küçük gümeç. 2. Bir tür kremalı okumak, çok görmek (Se gaver de romans
bisküvi, "gofret. policiers, de connaissances inutiles, de cinéma).
gaufreur,euse ad. Çakmacı. gaveur,euse ad. 1. Hayvanları besiye çeken, besici.
gaufreuse diş. Çakma makinası, çakma işlemede 2. diş. Kümes hayvanlarını semirtmede kullanılan
kullanılan makina. aygıt.
gaufrier er. Çörek kalıbı, gavial er. hayb. Hint timsahı,
gaufroir er. Çakma kalıbı, gavion, gaviot er. hlk. Gırtlak,
gaufrure diş. Çakma kabartısı, gavotte dış. Eski bir dans; eski bir dans havası,
gaulage er. (Yemişini düşürmek için ağacı) Silkme, gavroche s. ve er. Paris çocuğu, Paris piçi, velet,
silkeleme, sırıkla dövme (Le gaulage des noix). gayal er. Hint yabanöküzü.
gaule diş. 1. Sırık. 2. Olta kamışı. 3. Değnek, uzun gaz er. fiz. kim. 1. Gaz (Gaz carbonique, gaz
sopa. § Avoir la gaule: argo. Kamışı kalkmak, sulfureux, gaz comprimé). 2. ç. Barsak gazı,
çadır kurmak, osuruk (Avoir des gaz). 3. Havagazı (Compteur à
gauler gçl. Yemişini düşürmek üzere bir ağacı gaz, réchaud à gaz, cuisinière à gaz). 4.
sırıkla dövmek, silkmek, silkelemek, ağacı (Savaşlarda, olaylar sırasında kullanılan) Gaz,
dokumak (Gauler un noyer, un châtaignier. zehirli gaz (Masque à gaz. Gaz asphyxiants,
Gauler des noix, des pommes). § Se faire gauler: lacrymogènes). § Bec de gaz: Sokak lambası,
argo. Kendini düzdürmek, ibnelik etmek, sokak feneri. Chambre à gaz: Gaz odası. Gaz en
gaulis er. Dal vermiş ağaç kütüğü, bouteilles: Tüp gaz. A pleins gaz: Tam gazla, son
gaullisme er. (Fransada) General D e Gaulle süratle (Voiture qui roule à pleins gaz). Tomber
politikasından yana olma, D e Gaulle'cülük. sur un bec de gaz: Şapa oturmak. Il y a de l'eau
gaullistes, vead. General D e Gaulle politikasından dans le gaz: mec. tkz. Hava elektrikli, bir patırtı
yana olan, D e Gaulle'cü. çıkacak.
gaulois,e s. ve ad. 1. Galyalı. 2. Galya ile ilgili, gazage er. Tülle kaplama, tüileme.
Galya'ya değgin. 3. er. Galya dili, keltçe. 4. s. gaze diş. 1. Tül (Un rideau de gaze). 2. (Yaraları
Açık saçık (Des propos gaulois. La conversation sarmada kullanılan) Gazh bez (Mettre une
prit un tour gaulois). S. Şakrak, şen (Il a l'esprit compresse de gaze sur la plaie).
gaulois). § Le coq gaulois: Galya horozu, Kelt gazé,es. vead. Zehirli gazla öldürülen (kimse) (Il y
horozu (Fransa'nın simgesi), a eu beaucoup de gazés pendant la Première
gauloise diş. Siyah tütünden yapılan sert bir Fransız Guerre Mondiale).
sigarası. gazéification diş. Gaz haline sokma, gazlaştırma,
gauloisement bel. Saçık saçık; şakrakça (Répondre gazéifier gçl. Gaz haline getirmek, gazlaştırmak;
gauloisement). gazlı hale getirmek,
gauloiserie diş. Açık saçık fıkra,söz (Raconter des gazéiforme s. Gaz halinde (olan),
gauloiseries). gazelle diş. /loyft.Ceylan,ceren, gazel. § Avoir des
gaupe diş. hlk. Pis kadın, pasaklı, yeux de gazelle: Ceylan gözlü olmak, çok güzel
gaurer. hayb. Yabansığırı. gözleri olmak,
gausser (se) gsz. 1. Alay etmek, matrak geçmek gazer gçl. 1. Tülle kaplamak, tüllemek. 2. mec.
(Vous vous gaussez!).!. Se gausser de: -ile alay Örtmek, gizlemek; örtülü, kaplı bir biçime
etmek, matrak geçmek (Tu te gausses de moi?). sokmak (Gazer son opinion). 3. Alevden
gazetier 656 geler
geçirmek, alazlamak. 4. Zehirli gazla öldürmek. murailles: Duvar gekosu. Gecko verrigueux:
5. gsz. Gaza basmak, son süratle gidmek (On a Yassıparmaklı geko).
gazé pour venir chez vous). § Ça gaze: İşler geckonidés er. ç. hayb. Gekogiller.
yolunda, işler tıkırında, işler iyi gidiyor, géhenne diş. I. Tamu, "cehennem. 2. İşkence. 3.
gazetier,ère ad. (Eskiden) Gazeteci, Büyük acı.
gazette diş. 1. Gazete. 2. mec. Çok konuşan, çenesi geignard,e s. 1. Ağlayıp sızlayan, ahlı oflu (Une
düşük kimse, musique geignarde). 2. ad. Ağlaşıp duran,
gazeux,euse s. 1. Gaz halinde olan (Corps gazeux, sızlanıp duran (C'est un geignard).
fluide gazeux). 2. İçinde erimiş gaz bulunan (Eau geignement er. 1. Ağlaşma, sızlanma, yakınma. 2.
gazeuse, boisson gazeuse). 3. diş. Gazoz. İnilti (Entendre un geignement lointain).
gazier,ère s. 1. Havagazına değgin (Industrie geindre gsz. 1. (Çalışırken) Ihlamak. 2. Ağlaşıp
gazière). 2. Havagazı görevlisi, gazcı. durmak, sızlanmak, yakınmak (Il ne cesse jamais
gazoduc er. Gaz boru hattı, de geindre). 3. İnlemek, iniltiler çıkarmak,
gazogène er. 1. Havagazı, yakacak gaz çıkaran fırın. geisha, ghesha diş. (Japonyada) Geyşa,
2. Gaz çıkaran aygıt, gel er. 1. Her şeyi donduran soğuk hava, don ( Le gel
g a z o l i n e ^ . Gazolin. persiste depuis trois jours). 2. Suların donması,
gazomètre er. 1. Havagazı deposu. 2. Gazölçer, donma (Les dégâts causés par le gel. Le gel a fait
gazometre. éclater les tuyauteries). 3. mec. Dondurma;
gazon er. 1. Çim, çimen (Semer du gazon, tondre du dondurulma (Gel des crédits).
gazon ; gazon anglais). 2. Çimenlik (Marcher, se gélatine rfiş. Jelatin,
coucher, s'allonger sur le gazon). gélatine,e s. Jelatinli.
gazonnant,e s. Çim meydana getiren, çimlik gélatineux,euse s. Jelatinsi (Confiture, sauce
(Plantes gazonnantes). gélatineuse).
gazonné,e s. Çimli, çimlerle kaplı (Un talus gélatiniforme s. Jelatini andıran (Tumeur
gazonné). gélatiniforme).
gazonnement, gazonnage er. Çimlendirme, çim gélatino-bromure, gélatino-chlorure er.
ekme (Le gazonnement d'une pente de (Fotoğrafçılıkta) Gümüş bromürlü jelatin,
montagne). gelé,e s. I. Donmuş (Rivière gelée, terre gelée). 3.
gazonner gçl. 1. Çimlendirmek, -e çim ekmek Çok üşümüş, donmuş (Avoir les pieds gelés). 3.
(Gazonner un jardin). 2. gsz. Çimlenmek, Dondurulmuş (Crédits gelés). § Etre gelé
çimlerle kaplanmak (Le prés gazonnent). jusqu'aux os: İliklerine kadar üşümek, çok
gazouillant,e s. 1. Cıvıldayan. 2. Şırıldayan üşümek, donmak,
(Ruisseau gazouillant). gelée diş. 1. D o n m a , don (Les premières gelées
gazouillement er. 1. Cıvıldama, cıvıltı (Le matinales. Le sol est durci par la gelée). 2. Jöle,
gazouillement des oiseaux). 2. Şırıldama, şırıltı pelte. § Gelée blanche: Kırağı. Gelée royale: A n
(Le gazouillement d'une source, d'un ruisseau). sütü.
gazouiller gsz. 1. Cıvıldamak (Les oiseaux geler gçl. 1. Dondurmak, buz haline getirmek (Le
gazouillent). 2. Şırıldamak (Un ruisseau qui froid gèle la buée des vitres. Un temps à geler le
gazouille). 3. mec. Cıvıl cıvıl konuşmak, gak guk mercure). 2. Dondurup sertleştirmek, kaskatı
etmek (Un bébé qui gazouille dans son berceau). yapmak (Le froid gèle le sol). 3. İçe işlemek, iç
gazouilleur,euse s. Bıcır bıcır konuşan, cıvıldaşan dokulara işlemek, dondurmak (Un froid qui gèle
(Un enfant gazouilleur). le nez et les oreilles, les mains et les pieds). 4. Geler
gazouillis er. 1. Cıvıltı (Les gazouillis d'une qn: Üşütmek, dondurmak (Ferme cette porte, tu
hirondelle). 2. Şırıltı (Le gazouillis d'un ruisseau). nous gèles). 5. mec. Dondurmak, sınırlarını
geai er. hayb. Alakarga. değişmez kılmak (Geler les crédits). 6. gsz.
géant,e ad. 1. D e v (Cet individu est un géant. Avoir Donmak, buz tutmak (La rivière a gelé, la lac a
une force de géant). 2. mec. Deha, dev (Les géants gelé pendant la nuit). 7. gsz. Donmak, buz
de la pensée, de l'art) . 3 .s. Kocaman, dev gibi, çok kesilmek (Les fruits, les bourgeons gèlent. Ses
büyük (Un arbre géant, un singe géant, un paquet oreilles ont gelé. Les soldats et les chevaux gelaient
géant). § A pas de géant: D e v adımlarıyla, çok hızlı surplace). 8. gsz. Çok üşümek, buz kesmek (On
( Marcher à pas de géant, avancer, progresser à pas gèle ici). § Il gèle: Hava don yapmış, don var,
de géant). ortalık donmuş. Il gèle à pierre fendre: Hava
gecko er. hayb. Geko, sakangur (Gecko des korkunç soğuk, herşey buz kesmiş, donmuş.
gélif 657 gêne
gélif,ve s. Dondan çatlamış (Arbres gélifs, pierres gemmifêres. 1. İçinde değerli taş cevheri bulunan.
gélives). 2. Tomurcuklu, tomurcuk veren. 3. Çam sakızı
gélification diş. Pelteleşme, veren ( Un pin gemmifère).
gélifier gçl. Pelteleştirmek. gemmiparité diş. Tomurcuk verme,
gelinotte diş. hayb. Dağtavuğu,fındıktavuğu,çil.2. tomurcuklanma; tomurcukluluk.
Besili küçük tavuk, budala, gemmule diş. 1. (Bitkide) İlk tomurcuk. 2. bitb.
gélivure diş. (Ağaçlarda, taşlarda) D o n çatlağı, Bitki taslağı sapçığı. 3. bitb. Büyüme ucu. 4. hayb.
gélose diş. Jeloz. Gemula.
gelure diş. hek. Dokuların donması, don, donuk, gémonies diş. ç. 1. Eski Romada idam edilenleri
gémeaux er. ç. gökb. 1. İkizler, ikizler takımyıldızı. sergiledikleri yer. § Vouer qn aux gémonies: Birini
2. İkizler burcu, yerin dibine batırmak, herkesin içinde rezil
gémellaire s. İkizliğe değgin, ikizlikle ilgili etmek.
(Grossesse gémellaire). gênant,es. 1. Sıkıcı, rahatsız edici (Il devient gênant.
gémellipare s. İkiz doğuran (Femelle gémellipare). Un regard gênant). 2. Engelleyici, ket vurucu; yer
gémelliparité diş. İkizlilik, ikizleri olma durumu; tutucu, tedirgin edici (Une armoire gênante).
ikiz doğurma, gencive diş. Dişeti (Avoir des gencives saines,
gémellité İkizlik. malades). § En prendre un coup dans les gencives:
gémination diş. 1. Çifte çifte olma, ikişerleşme, Ağzına bir yumruk yemek ; ağzına sıçılmak, esaslı
ikizleşme. 2. dilb. İkileme, bir hakarete uğramak,
géminé,e s. İkişerli, çifte çifte (Fenêtres géminées, gendarme er. 1. Jandarma (Il a été arrêté par les
colonnes géminées. Noyaux géminés, organes gendarmes). 2. tkz. Erkek tavırlı kadın. 3.
géminés). (Değerli taşlarda) Kusur. 4. hlk. İslenmiş ringa
géminides diş. ç. gökb. İkizler yağmuru, balığı. § Chapeau de gendarme: Er şapkası
gémir gsz. 1. İnlemek, inildemek (Un malade qui biçiminde kâğıttan şapka. Dormir en gendarme:
gémit). 2. İnler gibi bir ses çıkarmak (Le vent Tilki uykusuna yatmak, uyur gibi yapıp
gémissait dans les arbres). 3. (Kumru ve güvercin uyumamak. Faire le gendarme: Herkesin başına
için) Ötmek, kuğurmak (La colombe, la kâhya kesilmek, her işe olur olmaz karışmak.
tourterelle gémissent). 4. Gıcırdamak (La porte Jouer au gendarme et au voleur: Hırsız polis
gémit, le lit gémit). S. Gémir sous, dans, sur qch: oynamak.
-altında inlemek, -den anası ağlamak ( Gémir sous gendarmer (se) gsz. 1. Diklenmek, gerekli gereksiz
la tyrannie, sous l'oppression. Gémir dans les fers. kızmak. 2. Se gendarmer contre: -e birdenbire
Gémir sur la paille des cachots). 6. Gémir de qch, kızmak, parlamak,
de f. qch: -den yakınmak, sızlanmak (Gémir de gendarmerie diş. 1. Jandarma kuvvetleri,
sonsort). 7. gçl. Sızlanarak söylemek (Gémirune jandarma. 2. Jandarma dairesi, jandarma
plainte). karakolu,
gémissant,e s. 1. İnleyen, inildeyen; sızlayan gendelettre er. tkz. alay. Edebiyatçı,
(Parler d'une voix gémissante). 2. Gıcırdayan gendre er. Damat.
(Les grands chars gémissants). gêne diş. 1. (Eskiden) İşkence. 2. Güçlük, sıkıntı
gémissement er. 1. İnleme, inilti (Pousser des (Eprouver une gêne à respirer). 3. Rahatsızlık,
gémissements de douleur). 2. Sızlanma, sızlanış sıkıntı; rahatsız etme, sıkıntıya sokma (Je ne
(Sa poésie n'est qu'un gémissement). 3. voudrais vous causer aucune gêne. Il n'y a pas de
Kuğurdama (Le gémissement de la tourterelle). gêne entre amis). 4. Utanma, sıkılma, çekinme
gemmage er. Çentikleme (Gemmage des pins). (J'éprouve une certaine gêne devant lui. N'ayez
gemmation diş. bitb. 1. Tomurcuklanma. 2. aucune gêne). 5. Soğukluk (llyaeu un moment de
Tomurcuklanma dönemi, gêne et de silence). 6. Para sıkıntısı, yoksulluk
gemme diş. 1. Değerli taş, "mücevher. 2. (Payer ses dettes et sortir de la gêne). §Sansgêne: 1.
Tomurcuk. 3. Çam sakızı. § Sel gemme: Kaya Yüzsüz, patavatsız (Un homme sans gêne). 2.
tuzu. Umursamadan, rahatça, fütursuzca (Agir, parler
gemmé,e s. Değerli taşlarla süslenmiş, "murassa, sans gêne). 3. er. Yüzsüzlük, patavatsızlık (Le
gemmer gçl. 1. (Sakızını almak için çamları) sans-gêne). Avoir de la gêne à f. qch: -mekte
Çentiklemek. 2. gsz. Tomurcuklanmak, güçlük çekmek, sıkıntı çekmek (Il a de la gêne à
gemmeur s. ve ad. Çam çentikleyici (Ouvrier avaler). Etre, se trouver dans la gêne: Para
gemmeur). sıkıntısı içinde olmak, yoksul olmak. Mettre qn
gène 658 générosité
dans la gêne: -i para sıkıntısına sokmak. Mettre qn généraliser gçl. 1. Genelleştirmek, yaygınlaştırmak
à la gêne: Rahatsız etmek, sıkıntıya sokmak, (Généraliser une méthode, sa pensée). 2.
tedirgin etmek, Genelleme yapmak (lia tendance à généraliser). §
gène er. bitb. G e n , "buyrut (Gène dominant, gène Se généraliser: Genelleşmek; yaygınlaşmak,
récessif). yayılmak (Le progrès technique se généralise de
généalogie diş. 1. 'Soyağacı, "şecere (Faire dresser plus en plus. L'infection a eu le temps de se
la généalogie d'un individu, d'une famille). 2. généraliser).
Soybilim. généralissime er. Başkomutan, başbuğ,
généalogique s. Soyağacına değgin, soyla ilgili. § généraliste s. ve ad. Genel tıp doktoru, pratisyen,
Arbre généalogique: Soyağacı, "şecere (L'arbre uzmanlığı olmayan doktor,
généalogique des Ottomans). généralité diş. 1. Genellik. 2. Çoğunluk, halk
généalogiste er. Soy kütükleri bilgini, 'soybilimci. çoğunluğu (La puissance exécutrice ne peut
génépi er. Yüksek dağlarda yetişen ıtırlı bitkilerin appartenir à la généralité). 3. La généralité de: -in
genel adı. çoğunluğu, -in çoğu (C'est l'opinion de la
gêner gçl. 1. (Eski) İşkence etmek. 2. Rahatsız généralité des hommes. Dans la généralité des cas).
etmek (La fumée me gêne). 3. Sıkmak, dar 4. ç. Genel sözler, yuvarlak sözler (Dire des
gelmek, rahatsız etmek (Ce costume est étroit, il généralités. Se perdre dans les généralités).
me gêne. Ces chaussures vont vous gêner un peu au générateur, trice s. Doğurucu, yaratıcı
début). 4. Ket vurmak, engellemek, işini (Mouvement générateur de désordres).
güçleştirmek (Le manque de temps me gêne). 5. générateur er. 1. Buhar kazam. 2. fiz. Üreteç,
Tedirgin etmek, rahatsız etmek, sıkıntı vermek "Jeneratör,
(Je crains de vous gêner en m'installantchez vous). génératrice diş. mat. Anaçizgi, ana doğru.
6. Bozmak (Gêner les intérêts de quelqu'un). 7. génératif,ve s. dilb. Üretici,
Para sıkıntısına sokmak, sıkıntıya sokmak, güç génération diş. 1. bitb. hayb. D ö l . 2. Üreme
duruma düşürmek (Cette dépense ne va-t-elle pas (Génération par accouplement, par insémination
vous gêner en ce noment?). § Se gêner: 1. artificielle. Organe de la génération chez les
Utanmak, çekinmek, sıkılmak (Faites comme animaux). 3. Kuşak, "nesil (La jeune génération,
chez vous, ne vous gênez pas). 2. Kendini biraz la nouvelle génération, une génération sacrifiée.
sıkmak, sıkıntıya sokmak (Il faut savoir se gêner Cela passera de génération en génération).
un peu si on veut mettre de l'argent de côté). générer gçl. dilb. Üretmek,
général,e s - 1- Genel (Amnistie générale, notion généreusement bel. 1. Cömertçe, bol bol (Verser
générale, idées générales, culture générale, grève généreusement à boire). 2. Mertçe, yiğitçe ( Lutter
générale). 2. Büyük, yüksek dereceli (Fermiers généreusement pour une cause noble). 3. Yüce
généraux, officiers généraux). 3. er. Genel gönüllülükle (Se conduire généreusement envers
(Conclure du particulier au général). 4. diş. un vaincu).
(Tiyatroda) Genel prova ( E t r e invité à la générale généreux, euse s. 1. Eli açık, vergili, cömert (Les
d'une pièce). § En général: bel. Genel olarak; gens généreux font de mauvais commerçants). 2.
genellikle. Mert, bağışlayıcı, yüce gönüllü, "civanmert
général er. 1. General (Général de brigade, de (Vainqueur généreux envers le vaincu). 3.
division, de corps d'armée, d'armée). 2. (Kimi Yürekli, cesur, gözüpek (Il est vraiment généreux
hıristiyan tarikatlarında) Başkan (Le général des dans la lutte). 4. Verimli, bitek (Une terre
Jésuites, des Dominicains). généreuse). S. Yüksek nitelikli, iyi cins (Un vin
généraiat er. 1. Generallik. 2. (Hıristiyan généreux). 6. B o l (Un repas généreux). § Coursier
tarikatlarında) Başkanlık, généreux: Soy at.
générale diş. 1. General karısı (Madame la générique s. 1. Cinse değgin; cinsil. 2. er.
générale). 2. ask. Toplanma borusu, (Sinemacılıkta) Tanıtma yazısı; bir filmde emeği
généralement bel. Genel olarak; genellikle, geçen yapımcı, yönetmen ve oyuncuların adlarını
généralisable s. Genelleştirilebilir (Mesures belirten dizelge.
généralisables). générosité diş. 1. El açıklığı, cömertlik (La
généralisateur,trice s. Her şeyi genelleştiren, générosité est si sacrée chez ce peuple qu'il est
genelleştirici (Il a l'esprit généralisateur). permis de voler pour donner). 2. Gönül yüceliği,
généralisation diş. Genelleştirme, yaygınlaştırma "civanmertlik, bağışlayıcılık (Faire preuve de
(Généralisation d'un conflit). générosité envers un ennemi vaincu). 3.
genèse 659 genre
Yüreklilik, yiğitlik. 4. Bolluk (La générosité d'un Tu as le génie du mal). Etre le bon génie de qn: -in
pourboire). 5. Verimlilik (Générosité d'une sevdiği kişi olmak (Tu es le bon génie du chef).
terre). 6. ç. İyilik, kayra, "ihsan, "lütuf (Il aime à Etre le mauvais génie de qn: -in sevmediği kişi
faire des générosités). olmak (Cet homme a été le mauvais génie de son
genèse diş. 1. (Eski Ahit'de) Yaratılış,"tekvin.2. patron).
mec. Türüm, oluş, "tekevvün; doğuş (La genèse genièvre er. 1. Ardıç. 2. Ardıç içkisi,
d'une idée, d'un sentiment, d'une oeuvre d'art). génique s. bitb. Genlerle ilgili, jenlere değgin,
génésiaque s. Doğuşla ilgili, oluşla ilgili, gensel, jensel (Carte génique des chromosomes).
génésique s. Dölle ilgili, cinselliğe değgin, cinsel génisse diş. Henüz doğurmamış genç inek, düve.
(Instinct génésique). génital,e 5. Cinsel (Organes génitaux. La vie
genet er. İspanyol aygırı, génitale).
genêt er. bitb. Katırtırnağı, géniteur, trice ad. 1. Doğuran, doğurucu (Nos
généticien,ne ad. Kahtımbilim uzmanı, géniteurs: Bizi doğuranlar, ana babamız). 2. er.
'kalıtımbilimci, "genetikçi, Tohumluk (hayvan),
génétique s. ve diş. 1. s. fels. 'Oluşul, oluşla ilgili, génitif er. dilb. Tamlayan durumu, ad
oluşa değgin, "tekevvünî. 2.5. biy. Kalıtıma tamlamasında -in durumu,
değgin, katıhmsal. 3. diş. 'Kahtımbilim (La génocide er. Toplu öldürme, toptan öldürme,
génétique étudie les caractères héréditaires et les 'soykırım (L'extermination des Juifs parles Nazis
variations accidentelles). est un génocide).
génétiquement bel. Genetik olarak; genetik génois,e s. ve ad. I. Cenovah, Cenova'ya değgin;
bakımından, Cenevizli. 2. diş. Bademli kuru pasta,
genette diş. hayb. Misk kedisi, jenet. génotype er. biy. Jenotip, 'soyyapı.
gêneur,euse ad. Sıkıcı, rahatsız edici, tedirgin edici, genou er. 1. Diz (Prendre un enfant sur ses genoux.
genévrier er. bitb. Ardıç, ağacı (Genévrier à Tomber sur les genoux. Un pantalon usé aux
l'ensens: Günlük ardıcı, ispanyol ardıcı. genoux). 2. (Mekanikte) Oynar eklem. § Agenou:
Genévrier oxycèdre: Katran ardıcı). Diz üstü, diz çökerek (Etre à genou, prier à
génial,e s. 1. Dahice, çok üstün, çok parlak (Une genou). Demander qch à genoux, à deux genoux:
idée géniale, une invention géniale). 2. Dâhi, deha Yalvarıp yakarararak bir şey istemek, dilemek
sahibi (Un savant génial, un artiste génial). (Demander pardon à genoux). Etre, tomber aux
génialement bel. Çok ustaca, çok üstün bir şekilde genoux de qn: in ayağına düşmek, ocağına
(Un concerto génialement interprété. Une oeuvre düşmek. Etre sur les genoux: Çok yorgun olmak,
génialement traduite). ayakta duracak hali olmamak. Faire du genou à
génlalité diş. Dâhiyanelik; ekelik, dâhilik, qn: Bacağını -in bacağına sürmek, diziyle -in
génie er. 1. (Söylencelerde) Doğaüstü yaratık, dizine vurmak (Faire du genou à une femme sous
olağanüstü yaratık, tanrı (Le génie des airs, le la table). Fléchir, plier, ployer le genou devant qn:
génie des bois). 2. Melek, peri, cin (Génie -in karşısında diz çökmek; dize gelmek. Se mettre
protecteur, bon génie, mauvais génie). 3. D e h a , à genou: Diz çökmek,
üstün yetenek, 'ekelik (Génie poétique, génie genouillère <% 1. Dizlik. 2. Dizbağı. 3. (Borularda)
musical. Le génie est sans commune mesure avec le Dirsek.
talent). 4. Dâhi, üstün yetenekli, eke ( Lucrèce fut genre er. 1. bitb. Cins (Plusieurs expèces voisines
un génie. Il se prend pour un génie). 5. Ayırıcı forment un genre). 2. Çeşit, tür (Quel genre de
özellik, ayrıcı nitelik ( L e génie d'une langue, d'un chapeau désirez-vous? Je n'aime pas ce genre de
peuple, d'un pays). 6. ask. İstihkâm sınıfı; lunettes. On peut y trouver des vêtements de tout
istihkâmcılık (Un soldat du génie. Il a fait son genre). 3. Tarz, biçim (Le genre de vie). 4.
service dans le génie). § Génie civil: 1. İnşaat (Edebiyat ve sanatta) Tür (Genre dramatique,
mühendisliği. 2. Mühendisler kurulu. De génie: 1. genre anecdotique, genre épistolaire. Les genres
Dâhi, çok üstün nitelikli (Un peintre de génie). 2. littéraires). 5. dilb. Cins, cinslik (Le genre
Dâhice, üstün (Une oeuvre de génie, une idée de masculin, le genre féminin). 6. Davranış, "tavır (Il
génie, une découverte de génie). 3. Eşsiz a un genre prétentieux, un genre déplaisant). §
olağanüstü, şaşırtıcı (C'est un moqueur de génie). Avoir bon genre: Nasıl davranacağım bilmek,
Avoir le génie de qch: -de eşsiz olmak, üstüne terbiyeli ve nazik olmak, davranışlarında seçkin
olmamak, -in ustası olmak (Il a le génie du ve dengeli olmak. Avoir un mauvais genre, un
commerce. Cet enfant a le génie de la destruction. drôle de genre: Tuhaf davranışları olmak. Etre
gens 660 géométral
unique dans son genre: Kendi alanında, kendi de gentillesses). § Avoir la gentilsesse de f.qch:
türünde eşsiz olmak. Faire du genre, se donner du -mek inceliğini göstermek (H a eu la gentillesse de
genre: Yapmacık tavırları olmak, yapmacıklı m'accompagner jusqu'à la gare). Faire à qn la
davranmak. gentillesse de f. qch: Birine -mek lütfunda
gens er. ç. (Bu sözcükten önce gelen bütün sıfatlar bulunmak (Faites-moi la gentillesse d'accepter).
"Les vieilles gens" örneğindeki gibi dişil olur. gentillet,te s. 1. Oldukça sevimli (Un roman
A m a bu sözcükten önce gelen sıfat eril iken bile gentillet). 2. Küçük ve sevimli, cici.
"e" ile sona eriyorsa, ondan önceki sıfatlar da gentiment bel. 1. Kibarca, incelikle (Ilm'a accueilli
"Tous les braves gens" örneğindeki gibi eril olur). très gentiment). 2. Uslu uslu (Les enfants
I . Kişi, insan, kimse (Il connaît beaucoup de gens. s'amusent gentiment).
Il y a des gens qui exagèrent. Seules, certaines gens gentleman er. İng. Çelebi, efendi, centilmen,
savaient ce qui se passait). 2. Yandaşlar, adamlar gentleman's agreement [dzcnttemensagximcnt] er.
(Ce sont nos gens). 3. huk. Uluslar, devletler İng. Centilmen anlaşması,
(Droit des gens: Uluslar, devletler hukuku). § gentry diş. İng. İngilterede armalı ama ünvansız
Gens de: -mensupları, adamları (Gens d'église: soylular sınıfı,
Kilise mensupları, papazlar, rahipler. Gens de génuflecteur, trice s. ve ad. Dalkavuk, yaltakçı,
lettres: Edebiyatçılar. Gens de maison: génuflexion diş. 1. (Saygı yada hayranlık belirtisi
Hizmetçiler. Gens d'épée: Soylular. Gens de robe: olarak) Diz çökme. 2. mec. Diz çöküp yalvarma;
Yargıçlar. Gens d'affaires: İş adamları. Gens de dalkavukluk, yaltakçılık,
mer: Gemiadamlan. Gens de sac et de corde: İpten géocentrique s. gökb. Yermerkezli; yer merkezine
kazıktan kurtulmuşlar). göre düzenlenen, hesaplanan, ölçülen
gens diş.(Eski Roma'da) Aynı atadan gelen eski bir (Mouvement géocentrique d'une planète, système
köke dayanan geniş aile , uruk. astronomique géocentrique).
gent diş. (Eskimiştir. Daha çok alaylı anlamda géocentrisme er. Yermerkezcilik. Yeri evreninin
kullanılır) "Millet, ulus, soy, ırk (La gent merkezi sayma kuramı,
féminine: Kadın milleti. La gent masculine: Erkek géode diş. coğr. 1. İçi billurlu yumru, içinden güzel
milleti. La gent marécageuse: Kurbağa milleti, billurların çıktığı bir yumrutaş. 2. yerb. Jeot,
kurbağalar. La gent moutonnière: Koyunlar). kovuk.
gentiane diş. bitb. Centiyan, kızıl kantaron, géodésie diş. gökb. Yer ölçme bilgisi,
gentianées diş. ç. bitb. Centiyangiller, kızıl •yerölçümbilim.
kantaronlar. géodésien er. Yerölçümü bilgini, *yerölçümcü.
gentil er. 1. (Yahudilere göre) Yad, yabancı. 2. géodésique s. Yerölçümüne değgin, *yerölçümsel.
(Hıristiyanlara göre) Kâfir, dinsiz, payen, géographe ad. Coğrafyacı,
gentil,le s. 1. Sevimli, hoş, güzel, zarif (Une robe géographie diş. Coğrafya,
gentille, cette petite est gentille, une gentille géographiques. Coğrafyaya değgin, "coğrafi (Carte
statuette). 2. Kibar, nazik (Vous êtes très gentil). 3. géographique).
Uslu (Les enfants sont restés bien gentils toute la géographiquement bel. Coğrafi bakımdan,
journée). 4. (Eskiden) Soylu. § Etre gentil avec géoland er. hayb. Küçük martı,
qn, pour qn: -e karşı çok kibar davranmak (Il est gedle diş. Cezaevi, tutukevi, kodes (ila été jeté dans
toujours gentil avec moi, pour ses camarades). une sombre geôle).
gentilhomme er. 1. (Eskiden) Soylu kişi. 2. Kibar geôlier,ère ad. Gardiyan, zindancı,
adam, centilmen (Agir, se conduire en géologie diş. Yerbilim, "jeoloji,
gentilhomme). § Vivre en gentilhomme: İşsiz géologique s. "Yerbilimsel, yerbilime değgin,
güçsüz yaşamak, "jeolojik (Etude géologique d'une région, d'un
gentilhommerie diş. 1. Soylukişilik. 2. Soylu kişiler, terrain).
soylular topluluğu, géologiquement bel. Yerbilimsel açıdan,
gentilhommière diş. (Kırda) Konak, köşk, küçük yerbilimsel olarak,
soylu konağı, géologue er. Yerbilim uzmanı, "yerbilimci,
gentilité diş. Payen toplulukları, géomancie diş. Toprak falı.
gentillesse diş. 1. Sevimlilik, hoşluk, güzellik (La géomancien,ne ad. Toprak falcısı,
gentillesse d'un petit enfant, d'un bibelot). 2. géométral,e s. Boyutları gerçek büyüklükte yada
İncelik, kibarlık, naziklik (Il abuse de notre birbirine göre orantılı olarak gösteren (Plan
gentillesse). 3. Kibar sözler, "iltifat (Il m'a comblé géométral, dessin géométral, coupe géométrale).
géomètre 661 germanophobe
géomètre er. 1. Geometri bilgini, geometrici. 2. diş. (Gerber les blés). 2. İstif etmek (Gerber les
hayb. Bir pervane cinsi, gece kelebeği, tonneaux).
géométrie diş. Geometri (Géométrie dans l'espace: gerbeur, euse s. 1. D e m e t l e m e y e yarayan. 2. diş.
Uzay geometri. Géométrie descriptive: Tasarı Mahzende şarap fıçılarını istif etmekte kullanılan
geometri. Géométrie plane: Düzlem geometri). kaldırma aygıtı,
géométrique s. 1. Geometriye değgin, geometrik gerbier er. D e m e t yığını.
(Espace géométrique, figure géométrique). 2. gerbière diş. Ekin demetlerini taşıma arabası, sap
mec. Düzgün, geometrik biçimlerden oluşmuş arabası.
(Ornementation géométrique). gerboise diş. hayb. Sibirya sıçrayan tavşanı, Arap
géométriquement bel. 1. Geometri yoluyla tavşanı.
(Démontrer, prouver géométriquement). 2. mec. gerce diş. 1. Çatlak. 2. Bir çeşit güve.
Kesin olarak, kesin ve bilimsel bir biçimde, gercement er. Çatlama, çatlaklarla kaplanma (Le
géomorphologie diş. coğr. Jeomorfoloji, gercement de la terre desséchée).
"yerbiçimbilim. gercer gçl. 1. Çatlatmak, yarıklar açmak (Un froid
géomydes er. ç. hayb. Keseli-avurtlugiller, avurdu- vif qui gerce les mains). 2. gsz. Çatlamak, çatlak
keseligiller. çatlak olmak (Des lèvres qui gercent). § Se gercer:
géophage s. ve ad. Toprak yiyici, toprak yiyen, Çatlamak, çatlak çatlak olmak (Mains qui se
géophile er. hayb. Bir çıyan cinsi, gercent).
géophyte diş. bitb. Yercil bitki, gerçure diş. Çatlak, çatlaklık (Il avait des gerçures
géophysicien,ne ad. Jeofizikçi, aux mains. L'écorce d'un arbre couverte de
géophysiques, ve diş. Jeofizik, gerçures).
géopolitiques, ve diş. Jeopolitik, gérer gçl. 1. Y ö n e t m e k (Gérer son capital, sa
géorgie diş. Gürcistan. fortune). 2. Başkasının adına yönetmek, vekil
géorgien,nes. vead. 1. Gürcü. 2.er. Gürcüce,gürcü olarak bakmak (Gérer les biens d'un enfant
dili. mineur). 3. -in müdürlüğünü yapmak (Gérer un
géorgique s. Çiftlik üzerine, çiftçilikle ilgili (Poème hôtel, un magasin).
géorgique). gerfaut er. hayb. Akdoğan, sungur,
géosynclinal er. coğr. Jeosenklinal, *yer teknesi, gériatrie diş. Yaşlanma ile ilgilenen tıpdalı, geriatri.
géothermie diş. Yeriçi ısısı, germain,e s. vead. l . s . Cermenyaya değgin. 2. ad.
géothermiques. Yeriçi ısısına değgin, Cermen, Cermenyalı, Cermen ırkından olan.
géotropisme er. bitb. hayb. Yereyönelim, germain,e s. Aynı ana ve babadan doğmuş, ana
yeredoğrulum. baba bir (Frères germains). § Cousins germains:
gérance diş. Birinin adına işleri yönetme, vekil Kardeş çocukları, yeğenler. Cousins issus de
olarak bir işe bakma, yönetme, yönetim (Gérance germains: Kardeş torunları,
d'une entreprise, d'une société commerciale). germandrée diş. bitb. Kurtluca, yer palamudu, yer
géraniacées diş. ç. bitb. Sardunyagiller, meşesi.
turnagagasıgiller. germanique s. 1. Cermenya'ya ve Almanya'ya
géranium er. bitb. Sardunya, değgin (Les pays latins elles pays germaniques). 2.
gérant,e ad. Bir başkası adına işleri yürüten Cermenlere, Almanlara değgin (Langues
yönetici, "müdür (Gérant d'un magasin, d'un germaniques). 3. ad. Cermen ırkından gelen,
hôtel). § Gérant d'un journal: Bir gazetenin Cermen, Alman. 4. er. Cermence,
sorumlu müdürü, yazı işleri müdürü, germanisation diş. Cermenleştirme,
gerbage er. Demetleme (Gerbage des blés). Almanlaştırma.
gerbe diş. 1. Ekin demeti, demet ( U n e gerbe de blé, germaniser gçl. Cermenleştirmek,
d'avoine). 2. Uzun saplı kesilmiş çiçekler demeti Almanlaştırmak (Germaniser un pays, un mot).
(Offrir une gerbe à une mariée. Gerbe de roses, germanisme er. Alman şivesi, Alman ağzı,
gerbe d'osier). 3. Fışkırıp demet şeklini alan su vb. Almancaya özgü anlatım ve deyim,
(Le plongeur souleva une gerbe d'eau et d'écume. germaniste ad. Cermen dilleri ve Cermen hukuku
Le feu d'artifice retombait en gerbes colorées). 4. uzmanı.
Benzer şeyler dizisi, benzer şeyler demeti (Une germanophile s. ve ad. Alman dostu, Almansever.
gerbede faits, depreuves). § Mettre qch en gerbes: germanophilie diş. Alman dostluğu,
-i demet haline getirmek <Mettre le blé en gerbes). Almanseverlik.
gerber gçl. 1. Demetlemek, demet haline getirmek germanophobe s. ve ad. Alman düşmanı,
germanophobie 662 gibier
gibier. Gibier à plume, gibier à poil. Faire lever le zayıf kız, sınk gibi kız. Danser la gigue: Dans
gibier). 2. Av eti (Manger du gibier). 3. mec. etmek, tepinip durmak,
Kurbanlık kimse, kandırılmaya çalışılan zavallı. § gilet er. 1. Yelek (Porter un gilet, boutonner son
Gibier de potence: İpten kazıktan kurtulmuş, gilet, être en gilet). 2. İç yelek (Un gilet de coton, de
idam kaçkını, flanelle). 3. Uzun kollu, önü açık kadın hırkası
giboulée diş. Çok kez dolu yada karla karışık sağnak (Elle portait un gilet sur sa robe). § Venir pleurer
(Les giboulées de mars). dans le gilet de qn: Birine ağlayıp sızlanarak
giboyeux,euse s. Avı bol, av bakımından zengin ( Un yakınmak ve ondan bir avuntu bulmaya çalışmak.
pays giboyeux). giletier,èread. Yelekçi,
gibus er. Yaylı silindir şapka, güle er. Bön, aptal.
giclée diş. *Sıçrantı, sıçrayıp saçılan sıvı, 'saçıntı, gimblette diş. Küçük simit, halka (Manger des
giclement er. Sıçrayıp saçılma, saçılma, fışkınp gimblettes).
atma (Giclement du sang). gin [d3İn] er. Cin (içki) (Boire du gin).
gider gsz. 1. Zifos halinde saçılmak ( L a boue a giclé gindre, gejndre er. Hamurcu, hamurkâr.
sur les passants). 2. Sıçrayıp saçılmak, fışkınp gingembre er. Zencefil,
akmak (Le sang giclait de sa blessure). gingival,e s. Diş etlerine değgin,
giclet er. bitb. Eşekhıyan. gingivite hek. D i ş etleri yangısı.
gicleur er. Karbüratörde benzin püskürteci, jikle, ginguet,te s. 1. Ekşimsi, ekşimtrak (Vin ginguet).
gifle diş. 1. Tokat, sille, şamar (Donner, flanquer 2.Değersiz, düşük ucuz cinsten (Habit ginguet). 3.
unegifleàqn: -ebirtokatatmak. Recevoir une gifle Basit, ciddilikten uzak (Un esprit ginguet). 4. er.
de qn: -den bir tokat yemek). 2. mec. Hakaret, Ucuz ve kötü şarap (Boire du ginguet).
darbe, tokat (Mon succès a été pour lui une vraie giorno (à) [adzonnojbel. İt. Gündüz gibi (Eclairage
à giorno).
gifle)-
gifler gçl. Tokatlamak, şamar indirmek, sille atmak girafe diş. 1. hayb. Zürafa. 2. gökb. Zürafa, bir
(Gifler un insolent). takımyıldızın adı. 3. (Sinema ve radyoda)
gigantesque s. 1. Kocaman, dev gibi (lia une taille Mikrofon kolu. 4. hlk. Uzun boylu ve sıska adam.
gigantesque. Un arbre gigantesque, un édifice § Peigner la girafe: Uzunboylu ve gereksiz iş
gigantesque). 2. mec. Çok büyük, dev işi; us yapmak, boşuna çalışmak,
almaz, şaşırtıcı (Une oeuvre gigantesque, une girafeau er. hayb. Zürafa yavrusu,
entreprise gigantesque; une bêtise gigantesque). girandole diş. 1. Fıskiye. 2. Çarkıfelek fişeği. 3.
gigantesquement bel. Dev gibi, devce, Kollu şamdan. 4. Elmaslı küpe.
gigantisme er. 1. Aşırı irileşme hastalığı. 2. mec. giration diş. Fırdolayı dönüş,
Aşırı gelişme, devleşme, giratoire s. Fırdolayı dönen, "çembersel
gigantomachie diş. (Söylencede) Devlerin (Mouvement giratoire). § Sens giratoire: Değirmi
tanrılarla savaşı, bir yol kavşağında yada bir engel karşısında
gigogne diş. Kukla tiyatrosu kişilerinden birinin adı arabalann izlemek zorunluğunda bulunduğu
olup şu deyimlerde geçer: Mère Gigogne: Çok yön.
çocuklu ana. Table Gigogne: Birbirinin içine giraıunont, giraumon er. Helvacı kabağı,
geçecek biçimde boy boy yapılmış sehpalar girelle diş. İstrongilos balığı. § Girelle paon:
takımı. Gündüz balığı,
gigolo er. Yaşlı kadınların parayla tuttukları genç girie diş. tkz. Cilve, işve. § Faire des giries: Cilve
âşık, tokmakçı,"jigolo (Elle a un gigolo). yapmak; naz yapmak,
gigoter. 1. But (Gigot d'agneau. Manger du gigot). girofle diş. (Baharat) Karanfil (Clou de girofle de
2. (At için) Arka bacak. 3. (Giysi kollarında) denir).
Omuz başı kabarıklığı. 4. tkz. İnsan bacağı, baldır giroflée diş. bitb. Şebboy. § Giroflée à cinq pattes:
(Avoir de bons gigots). hlk. Beş parmağın izini bırakan şamar,
gigoter gsz. 1. Debelenmek (Un animal qui gigote giroflier er. Karanfilağacı.
avant de mourir). 2. Elini ayağını oynatmak girolle diş. Bir tür yenir mantar,
(Enfant qui gigote. Un bébé qui gigote quand on le giron er. 1. (Oturulmuş durumda) Karınla diz arası
lave). kucak, kucak (Legiron maternel). 2. (Merdiven
gigue diş. tkz. 1. Bacak (Avoir de grandes gigues). 2. basamaklarında) Ayak basacak yer, merdiven
Hızlı bir dans; hızlı dans havası (Une gigue de basamağı genişliği. 3. Eski paralann üzerinde
Bach). § Une grande gigue: hlk. Uzun boylu ve üçgen biçiminde bezek. § Le giron de l'Eglise:
girond 664 glacial
un silence glacial). § Zone glaciale: Kutup bölgesi, glande diş. 1. anat. Bez (Glande accessoire:
glaciation diş. coğr. yerb. 1. Buzullaşma. 2. Yardımcı bez. Glande combinée: Karma bez.
Buzlaşma, buz haline gelme, Glande endocrine: İçsalgı bezi. Glande exocrine:
glacier er. coğr. yerb. 1. Buzul (Glaciers polaires, Dışsalgı bezi. Glande lacrymale: Gözyaşı bezi.
glaciers de montagne). 2. Camcı, aynacı. 3. Glande mamaire: Meme bezi. Glande salivaire:
Dondurmacı (Pâtissier-glacier). Tükrük bezi. Glandes de l'estomac: Mide bezleri.
glacière diş. 1. (Eskiden) Buz kuyusu, yaz için Glande sébacée: Yağ bezi. Glande sexuelle:
kıştan buz saklanılan yer. 2. Buzluk, buzlarla Eşeylikbezi. Glande sudoripare: Ter bezi. Glande
soğuk tutulan yemek dolabı (Mettre de la glace surrénale: Böbreküstü bezi). 2. hlk. B e z yangısı,
dansla glacière. Garder le beurre dans la glacière). bezce, sıraca (Enfant qui a des glandes).
3. Dondurma makinası. 4. mec. tkz. Çok soğuk glandée diş. Meşe palamutu devşirimi, palamut
yer, buz dolabı (Cette chambre est une vraie devşirme.
glacière). glandulaire, glanduleux,euse s. 1. Bezemsi. 2.
glaciologie diş. coğr. Buzulbilim. Bezelere değgin, "bezel (Troubles glandulaires).
glaciologue ad. Buzulbilim uzmanı, "buzulbilimci. glane diş. 1. Yerden toplanan başak demeti. 2.
glacis <-r. coğr. 1. Eğinti, *şev. 2. (Resimde) Saydam Hevenk (Glane d'oignons). 3. er. hayb. Yayın,
boya (Etendre, poser les glacis). yayın balığı.
glaçon er. 1. Buz parçası (La rivière charrie des glaner gçl. 1. (Orakta kalan başakları) Toplamak,
glaçons. Mettre un glaçon dans son verre). 2 .mec. başak devşirmek (Glaner un champ). 2. mec.
tkz. Soğuk adam, soğuk nevale (C'est un vrai Şurda burda arta kalan şeyleri toplamak (Il n'y a
glaçon). plus rien à glaner).
glaçure diş. (Saksı, çanak gibi şeylerde) Sır. glanes er. ç. hayb. Yayınbalığıgiller.
gladiateur er. Gladyatör (Combat de gladiateurs glaneur,euse ad. Başak toplayıcı, başak devşirici.
dans l'arène). glanure diş. 1. Yerden toplanan başaklar. 2 . mec.
glaïeul er. bitb. Kuzgunkılıcı, Daha ö n c e bulgulanmış bir alanda arta kalan
glaire diş. 1. Çiğ yumurta akı (Séparer la glaire et le şeyler.
jaune d'oeuf). 2. Sümük zarı salgısı, zar salgısı, glapir gsz. 1. (Kimi hayvanlar için) Bağırmak,
glairer gçl. (Bir kitabın cildini parlatmak için) pavkırmak, kısa ve tiz bir ses çıkarmak (Le
Yumurta akı sürüp ovmak, renard, le lapin, l'épervier, la grue glapissent). 2.
glaireux,euse s. Yumurta akı gibi, yapışkan ve Ciyak ciyak bağırmak, ciy aklamak (Un
parlak. phonographe glapissait dans un cabaret borgne).
glaise diş. Lüleci çamuru, kil. § Terre glaise: Killi 3. gçl. Ciyak ciyak bağırarak söylemek (Glapir
toprak, balçık, des injures).
glaiser gçl. 1. Balçık sürmek, kil sürmek, balçıkla glapissant,e s. Ciyak ciyak, cırlak (Une voix
sıvamak (Glaiser un bassin). 2. Balçık katarak glapissante).
verimlileştirmek (Glaiser un champ, un terre). glapissement er. 1. Pavkırma, bağırma (Le
glaiseux,euses. 1. Killi, balçıklı (Solglaiseux). 2.ad. glapissement du renard). 2. Ciyak ciyak bağırma,
hkr. Köylü, hödük, ciyaklama, çığlık (Il poussait des glapissements
glaisière diş. Kil yatağı, balçık ocağı, kj} ocağı, aigus).
glaive er. 1. İki ağzı keskin kılıç. 2. mec. Savaş. 3. glaréole diş. hayb. D e n i z kekliği. § Glaréole des
Ölüm yargısı verme hakkı, Tüzenin kılıcı (Le prairies: Bataklık kırlangıcı,
glaive de la loi). § Le glaive spirituel: Kilisenin glaréoles diş. ç. hayb. Bataklık kırlangıcıgiller.
aforozlama hakkı. Tirer le glaive: mec. Kılıçları glas er. 1. Yas çam, çan (Pour qui sonnent les glas?).
çekmek, savaş açmak, 2. mec. Yıkım, çöküntü belirtisi. § Sonner le glas
glanage er. (Oraktan kalan başakları) Toplama, de qch: -in sonunun geldiğini bildirmek,
başak toplama, -yıkımının yaklaştığım göstermek (Sonner le glas
gland er. 1. Meşe palamutu. 2.Palamut biçiminde d'une institution, d'un empire. Cet échec sonne le
kordon püskülü, palamut püskül ( G l a n d de soie, glas de nos espérances).
glandd'or). 3. Penisin baş kısmı. § Gland de mer: glass er. argo. Kadeh. § Siffler un glass: argo. Bir
hayb. Deniz palamutu denilen deniz böceği, kadeh atmak, bir tek içmek,
glandage er. 1. Meşe palamutu toplanılan yer. 2. glatir gsz. (Kartal için) Bağırmak,
(Eski) Meşe palamutu toplama yada domuzları glaucome er. hek. Karasu ( G ö z hastalığı),
meşelikte yayma hakkı. glauque s. Suyeşili, tirşe, maviye çalan yeşil, gök
glaviot 666 gloire
préparée pour ses élus. Elévation à la gloire Böbürlenmek için, gösteriş için (Etaler ses
éternelle). 8. (Hıristiyan ermişlerinin başında) richesses par gloriole. Il a agi par gloriole).
Ayla, baş aylası ( Christ en gloire). 9. Başı aylalı İsa glose diş. 1. Açıklama, yorum; açımlama, "şerh
resmi (Les gloires des peintres de la Renaissance). (Mettre des gloses en marge d'un texte). 2.
10. gökb.Kuşluk vakti, kuşluk. § Gloire à: 1. -e Dayanıksız yorum, kötü niyetle yapılan yorum,
hamdolsun, şükürler olsun (Gloire à Dieu). 2. -e yakıştırma (Les gloses des bavards, des
bin saygı, bin teşekkür ( Gloire à tous ceux qui sont commères).
morts pour la patrie). Pour la gloire: Çıkar gloser gçl. 1. Yorumlamak, açıklamak (Gloser un
gözetmeden, bir şey beklemeden, şan olsun diye texte, un mot). 2. gsz. Gloser sur: -i çekiştirip
(Travailler pour la gloire). Rendre gloire à: 1. -e durmak, -e çeşitli yakıştırmalarda bulunmak,
hamdetmek, şükretmek. 2. -i ululamak, kusur bulmak (Glosersur les gens, sur tout).
yüceltmek, "tebcil etmek. 3. -e saygı göstermek. glossaire er. Eski yada az bilinen sözcükler
Se faire gloire de qch: -ileövünmek. Tirer gloirede sözlüğü, *deyimcelik.
qch: -den kendine övünme payı çıkarmak, glossateur er. Yorumcu, yorumlayıcı; açımlayıcı,
glomérule diş. biy. hayb. Yumacık, yumakçık. "şarih.
gloria er. değişmez. 1. Hıristiyan ayinlerinde glossine diş. hayb. Çeçe (sineği),
okunan bir ilahi (Chanter un gloria, des gloria). 2. glossite diş. hek. Dil yangısı,
Konyaklı kahve (Les tables noires sont poissées glosso-pharyngien, ne s. anat. Dil ve yutağa değgin.
par les gloria). glottal,e 5. dilb. Gırtlaktan çıkarılan; gırtlaksıl.
gloriette diş. 1. Küçük köşk, bahçe köşkü. 2. Büyük glotte diş. anat. (Gırtlakta) "Mizmar, hançere,
kuş kafesi. glouglou er. 1. Lıklık, şişeden boşalan sıvının
glorieusement bel. Şan şeref içinde, şerefle (Les çıkardığı ses. 2. (Hindi için) Bağırma, gulu gulu.
soldats meurent glorieusement pour leurs pays. glouglouter gsz. (Hindi) Bağırmak, gulu gulu
Finir glorieusement sa carrière). etmek (La dinde glougloute).
glorieux, euse;. 1. Görkemli, parlak, şan şeref dolu gloussement er. 1. Kuluçkaya yatmak isteyen yada
(Histoire glorieuse d'un pays). 2. Ünlenmiş, şan civcivlerini çağıran tavuğun sesi, gurk gurk. 2.
şeref kazanmış (Un glorieux conquérant, un tkz. Kih kih, gülme, pik pik gülme; kikirdeme,
général glorieux). 3. s. ve ad. (Din dilinde) pıkırdama.
Cennetlik, Tanrının sevgili kulu. 4. Övüngen, glousser gsz. 1. (Tavuk) Gurk gurk etmek (La poule
kendini beğenmiş (Il a un air glorieux. Il est glousse pour appeler ses petits). 2. Kikirdemek,
glorieux comme un paon). S. Glorieux de: -ile pıkırdamak, kik kik gülmek, pik pik gülmek,
övünen (Etre glorieux de sa naissance, de sa glouteron er. bitb. hlk. Dulavratotu.
richesse, de son rang). glouton er. hayb. Kutupporsuğu.
glorifiable s. Ululanmaya değer, yüceltilmeye glouton,ne s. ve ad. Obur (Un enfant glouton.
yaraşık. Manger comme un glouton).
glorificateur, trice s. vead. Ululayıcı, yüceltici, gloutonnement bel. Oburca; doymak bilmeden
glorification diş. 1. Ululama, yüceltme, ö v m e (La (Manger gloutonnement. Lire gloutonnement).
glorification d'un héros). 2. (Din dilinde) gloutonnerie diş. Oburluk (Cette indigestion est une
Cennetlik ilan , e t m e , cennet mutlululuğuna conséquence de sa gloutonnerie).
eriştirme (La glorification des élus). glu diş. 1. Ökse (Prendre de petits oiseaux à des
glorifier gçl. 1. Ululamak, yüceltmek, ö v m e k , bâtons enduits de glu). 2. mec. Yapışkan adam. §
saygıyla anmak (Glorifier ceux qui sont morts Etre collant comme de la glu: Sakız gibi yapışkan
pour la patrie. Glorifier un héros, une victoire, une olmak, yapıştımı bırakmamak, çok tedirgin edici
découverte). 2. Hamdetmek, şükretmek olmak,
(Glorifier Dieu). 3. D a h a bir güzelleştirmek, gluant,e s. Yapışkan.
daha güzel göstermek (La lumière glorifie les gluau er. Ökse çubuğu (La chasse aux gluaux est
objets). 4. (Din dilinde) Cennetlik kılmak, cennet prohibée).
mutluluğuna eriştirmek ("Je glorifierai glucinium er. kim. Berilyum,
quiconque m'aura rendu gloire"). § Se glorifier de glucomètre er. Şıra şeker ölçeği,
qch, de f. qch: -ile övünmek, -mekle övünmek (La glucose er. kim. Ü z ü m şekeri, glikoz,
France se glorifie de ses grands hommes. Il se glucoside er. kim. Glikozit,
glorifie de n 'avoir jamais cédé). glui er. Çavdar sapı.
gloriole diş. Böbürlenme, boş övünç. § P a r gloriole: ghıme diş. bitb. Kapçık, kavuz.
glumellule 668 godronner
patlayacak olmak (lise gonfle d'orgueil). vermek, yediğini kusmak. Rester dans la gorge à
gonfleur er. Şişirme aygıtı, pompa (Gonfleur à air qn: 1. -in boğazında kalmak, boğazına kaçmak
comprimé). (Cette bouchée faillit lui rester dans la gorge). 2.
gong er. Gong (Le gong a sonné). mec. -i bir türlü kabul edememek, kendisine
gongorisme er. ed. Gongoracıhk, külsücülük; yedirememek, -in içine oturmak (Cela m'est resté
onyedinci yüzyıl başlarında Gongora adlı dans la gorge). 3. mec. -i söylemek isteyip de
İspanyol ozanının kullandığı özenticiliğe verilen söyleyememek, içinde kalmak (Tout m'est resté
ad, aşın süslemecilik, aşırı özenticilik, dans la gorge). Rire à gorge déployée: Katıla katıla
gonguilodes, gongvlodes er. bitb. Alabaş, gülmek. Serrer la gorge à qn: -in boğazını sıkmak.
gonidies diş. ç. bitb. Yeşil yosun hücreleri, Tendre la gorge: Kuzu gibi ölüme boynunu
goniomètre er. "Açıölçer, açıları ölçmeye yarayan uzatmak. Tenir qn à la gorge: Hayatı -in elinde
âlet. olmak; -in hayatım elinde tutmak (Je le tiens à la
goniométrie diş. Açıölçüm, açılan ölçme, gorge).
goniométrique s. Açıölçümüne değgin, gorge-de-pigeon s. ve er. (Renk) Güvercin boynu.
"açıölçümsel. gorgeediş. Yudum (Boire à petites gorgées. Prendre
gonelle, gonnelle diş. hayb. Atlantik kıyılarında une gorgée de café).
yaşayan, yanları benekli bir balık, gorger gçl. 1. Doyurmak, beslemek (La pluie a
gonochorisme er. Ayrı eşeylilik, gorgé la terre. Gorger des volailles pour les
gonococcie diş. hek. Belsoğukluğu. engraisser). 2. Gorger qn de qch: a) Birine tıka
gonocoque er. Belsoğukluğu mikrobu, gonokok. basa... yedirmek (Gorger un enfant de gâteaux).
gonosome er. hayb. Eşey kromozomu, b). Birini -e boğmak (Gorger une femme de
gonze er. argo. Erkek, dost, herif, bonheur. Il l'a gorgée d'or et d'argent). 3. Etre
gonzesse diş. argo. Kadın, aftos, gorgé de qch: -e boğulmak, -ile dolu olmak (Elle
gonzier er. argo. Hovarda, zampara, est gorgée de bonheur. Tous les voyageurs étaient
gord er. (Irmakta) Dalyan, gorgés de souvenirs). § Se gorger de qch: a) Tıka
goret er. 1. Domuz yavrusu. 2. tkz. Pis çocuk; pis ve basa... yemek (Se gorger de pâtisseries), b) -ile
kirli kimse, kirloz. 3. (Gemilerde) Karina dolup taşmak,
süpürgesi. gorgerette diş. Eski bir kadın yakalığı,
gorfouer. hayb. Kuzey denizlerinde yaşayan, ördek gorget er. Oluk rendesi.
büyüklüğünde, perdeayaklı bir kuş. gorgone diş. 1. (Söylencede) Yılan saçlı ejder. 2.
gorg ediş. 1. anat. Boğaz (Chien qui saute à la gorge (Mimarlıkta) Yılan saçlı, ağzıaçık süsleme kadın
d'un voleur. Gorge d'un oiseau, d'un pigeon. Mal başı.
dégorgé). 2. Gırtlak (Serrer la gorge). 3. Gerdan; gorgonzola er. Rokfora benzeyen bir italyan
göğüs, meme (Elle a une gorge abondante). 4. peyniri.
Oyuntu, girinti, oluk (Gorge d'une poulie. Gorge gorille er. hayb. 1. Goril. 2. tkz. Önemli devlet
d'une serrure). S. (Mimarlıkta) Silme oluğu. 6. adamlannın özel koruyucusu,
coğr. (Dağlar arasında) Boğaz, bel. § A pleine gosier er. Boğaz, yutak, gırtlak. § A plein gosier:
gorge: Gırtlağı patlarcasına, yürek dolusu, avazı Avazı çıktığı kadar, gırtlağı patlarcasına (Crier,
çıktığı kadar (Chanter, crier à pleine gorge). Avoir chanter à plein gosier). Avoir le gosier en feu:
un chat dans la gorge: Sesi kısılmak. Avoir le (Baharatlı yemek yada sert bir içki nedeniyle)
couteau sur la gorge: Büyük bir tehdit altında Boğazı yanmak. Avoir le gosier sec: Boğazı
bulunmak, gırtlağına bıçak dayanmış olmak. kurumak, susamak. S'humecter le gosier: tkz.
Couper la gorge à qn: -i boğazlamak, -in boğazını Boğazı yağlamak, içmek, bir kadeh atmak,
kesmek. Faire des gorges chaudes de: -ile alay gosse ad. hlk. 1. Çocuk (Il a une femme et deux
etmek, -i çekiştirmek. Faire rentrer à qn ses mots gosses). 2. s. Küçük çocuk (J'étais encore tout
dans la gorge: Birinin sözünü ağzına tıkamak. gosse).
Mettre à qn le couteau sur la gorge, sous la gorge: gothique s. 1. Got'lara değgin. 2. tkz. Pek eski,
Bıçağı -in gırtlağına dayamak, tehditle istediğini modası geçmiş. 3. Gotik üslupta olan (Sculpture
yaptırmak. Prendre qn à la gorge: 1. -in soluğunu gothique, architecture gothique). 4. er. Gotik,
tıkamak (La fumée nous prenait à la gorge). 2. gotik sanat yada mimarlık. Roman üslubundan
Sıkıştırmak, kıstırmak, gık diyemez duruma sonra gelen abartmah dantela dokusunda
getirmek. Rendre gorge: 1. Kusmak. 2. mec. Geri Ortaçağ mimarlık üslubu (Le premier gothique, le
vermek, yasa dışı yollarla elde ettiği bir şeyi geri gothique tardif). S. diş. Gotik yazı ( E c r i r e en
goton 671 gourer
şaşırmak. 2. Se gourer de qch: -i şaşırmak (Se Etre de bon goût: Sağbeğenisi olmak, ince
gourer de chemin ). beğenili olmak. Etre de mauvais goût: Beğenişiz
gourgandine diş. tkz. Orospu, olmak, kötü bir beğenisi olmak. Faire passer le
gourgane diş. Acı bakla, Yahudi baklası, goût du pain à qn: 1. -in dünyasını zehir etmek. 2.
gourmand,e s. ve ad. 1. Boğazına düşkün, obur -i öldürmek. Mettre qn en goût: tştahlandırmak,
(Elle est gourmande. Il est un grand gourmand). 2. iştahını açmak. Prendre goût à qch: -den zevk
er. bitb. A z m a filiz, piç (Elaguer les gourmands). almak, hoşlanmak. Perdre goût à qch: -den tat
3. Gourmand de qch: -e pek düşkün, -i pek seven almamak, hoşlanmamak, bıkıp usanmak. Se
(Elle est gourmande de choses sucrées, de gibier. mettre au goût du jour: Günün modasına uymak.
Etre gourmand d'honneurs, de flatteries). Trouver qn à son goût: Birini kendi beğenisine
gourmander gçl. Azarlamak, paylamak (Un père uygun bulmak, birinden hoşlanmak. Des goûts et
gourmande son enfant). 2. Tutmak, engellemek, des couleurs, on ne discute pas: Renkler ve
frenlemek (Gourmander ses sentiments). beğeniler tartışılamaz; herkesin kendine göre bir
gourmandise diş. 1. Boğazına düşkünlük, oburluk. beğenisi var.
2. ç. Güzel yemekler. goûter gçl. 1. Tatmak, tadına bakmak (Goûter un
gourme diş. 1. (Atlarda) Sakağı hastalığı. 2. Çocuk aliment, une boisson, un plat, une sauce). 2. -in
egzaması (Cet enfant a la gourme). § Jeter sa tadını çıkarmak (Goûter une gloire, un bonheur,
gourme: Gençlik çılgınlıkları yapmak, kurtlarını un repos). 3. Tadına vara vara yemek, zevkini
dökmek. çıkararak yemek yada içmek (Prenez le temps de
gourmé,es. Kasılan; ağırbaşlılık taslayan (Ilaunair bien goûter ce plat). 4. Sevmek, -den hoşlanmak,
gourmé. Une personne gourmée). zevk almak (Je goûte vivement la poésie). 5.
gourmet er. 1. Ağzının tadını bilen, yemek Goûter à qch: Tadı nasıl diye bir bakmak, tadımlık
içmekten anlayan. 2. Çeşnici, alıp bakmak, tadına bakmak (Goûter à un plat, à
gourmette diş. 1. (Atların gemine takılan) Suluk un vin). 6. Goûter de qch: a) Azıcık yemek, şöyle
zinciri (Mettre la gourmette à un cheval). 2. bir tatmak (Goûtez de ce gâteau), b) -in ne
Halkaları suluk zincirinkiler gibi bağlanmış olduğunu görmek, denemek bilmek, tatmak
bilezik yada saat kösteği; halkalı bilezik (Elle ( Goûter de la prison, goûter des plaisirs de la vie).
portait au poignet des gourmettes d'or). 7. gsz. îkindi kahvaltısı yapmak (Les enfants
gourou, guru er. Brehmen dininde "mürşit, guru. goûtent à cinq heures).
gousse diş. bitb. 1. Baklamsı yemiş, badıç. 2. goûter er. İkindi kahvaltısı (Les enfants ont mangé
(Sarmısakta) Diş (Des gousses d'ail). leur goûter).
gousset er. 1. Koltuk altı. 2. (Eski) Koltuk altında ya goûteur, euse a d 1. Tadıcı, çeşnicibaşı (Goûteur de
da kuşakta taşınan küçük para kesesi. 3. Küçük vin, goûteur d'eau). 2. Ikindi kahvaltısı yapan
cep, yelek cebi. 4. Raf konsolu. § Avoir le gousset (kişi).
vide: Meteliksiz olmak, kesesi boş olmak, goutte diş. 1. Damla (Goutte de pluie, d'eau, de
cebinde beş para olmamak, sueur). 2. tkz. Küçük bir kadeh içki (Boire la
goûter. l.fizy. Tadım, tatma (La langue est l'organe goutte). 3. Hiç, azıcık olsun, en ufak bir damla bile
dugoût). 2. Tat,"lezzet (Le goût d'une sauce, d'un (Il n'y en a plus une goutte. Je n'avais pas pour lui
plat. Ungoûtacide, acre, aigre, amer, doux, fade). une goutte de tendresse). 4. Damla hastalığı,
3. İştah, istek (Manger avec goût). 4. mec. Kanı, "nıkris. S. ç. Damla halinde alınan ilâç (Prendre
düşünce (A mon goût, cela ne vaut rien). 5. Özel ses gouttes). 6. argo. Su, içki, süt. 7. Hiçbirşey (On
eğilim, yetenek (Il a du goût pour les n'y voit goutte. Je n'y comprends goutte). 8. Leke,
mathématiques). 6. Beğeni, sağbeğeni, "zevk benek (Oiseau parsemé de gouttes blanches). §
(Elle s'habille sans goût. Il manque de goût). 7. Goutte à goutte: Damla damla. Jusqu'à la
Üslûp, tarz (Tableau dans le goût moderne). § dernière goutte: Son damlasına dek, bitirinceye
Avoir du goût: Sağbeğenisi olmak, ince beğenisi değin (Boire, épuiser jusqu'à la dernière goutte).
olmak. Avoir du goût pour qch: 1. -i yemeyi Jusqu'à la dernière goutte de son sang: Kanının
sevmek, -e düşkün olmak (Il a du goût pour la son damlasına dek, sonuna dek. C'est la goutte
charcuterie, pour les sucreries). 2. -e karşı özel bir d'eau qui fait déborder le vase: Bardağı taşıran son
eğilimi olmak, yeteneği olmak (Il a du goût pour damla. C'est une goutte d'eau dans la mer, dans
les sciences). Avoir, prendre du goût pour qn: l'océan: Önemsiz, çok küçük şey; denizde bir
Birini sevmek, -den hoşlanmak. Etre au goût de: kum, devede kulak. Avoir la goutte au nez: Burnu
-in zevkine göre olmak, -in hoşlandığı şey olmak. akmak. Boire la goutte: 1. Bir kadeh içmek. 2.
gouttelette 673 grâce
argo. Su yutmak, boğulmak. Ne pas avoir une "idare etmek (Gouverner un peuple, un pays). S.
goutte de sang dans les veines: Güçsüz, kalleş, Etkilemek, etkisi altına almak, -e baskın gelmek
alçak olmak. Se ressembler comme deux gouttes (Une idée surtout le gouverne. C'est la jalousie qui
d'eau: Birbirine tıpatıp benzemek, te gouverne). 6. gsz. ( G e m i ) D ü m e n e uymak. § Se
gouttelette diş. Damlacık. gouverner: Kendi kendini yönetmek (Droit des
goutter gsz. 1. Akmak, damlamak (Les toits peuples à se gouverner eux-mêmes).
gouttaient après l'orage). 2. Goutter de qch: -den gouverneur er. 1. İlbay, vali. 2. Genel yönetmen,
damla damla akmak, sızmak (Eau qui goutte d'un genel müdür (Gouverneur de la banque de
robinet). France). 3. (Sömürgelerde) G e n e l vali. 4. Lala. 5.
goutteux, euse s. ve ad. 1. Damla hastalığına "Mürebbi.
tutulmuş, damlah, "nıkrisli (Un vieillard grabat er. Kötü yatak. § Etre sur le grabat: 1. Hasta
goutteux). 2. s. Damla hastalığına değgin (Une olmak, sayrı düşmek. 2. Varım yoğunu yitirmek,
affection goutteuse). kuru tahtada kalmak.
gouttière diş. 1. D a m deresi. 2. Oluk, çörten (L'eau grabataire s. ve ad. Yatalak (Un vieillard
gargouille dans la gouttière). § Chat de gouttière: grabataire. Une grabataire).
Sokak kedisi, dam kedisi, graben er. yerb. Graben, çöküntü.
gouvernable s. Yönetilebilir (Peuple difficilement grabuge er. 1. Kavga ; dalaşma, ağız kavgası, şamata
gouvernable). (Il y a du grabuge). 2. Bir kâğıt oyunu (Jouer au
gouvernail er. Dümen. § Abandonner le gouvernail: grabuge).
İşleri yüzüstü bırakmak, işin yönetimini grâce diş. 1. İyilik, yardım ( D e m a n d e r , solliciterune
bırakmak. Etre au gouvernail: Suyun başında grâce. Accorder, octroyer une grâce. Obtenir une
olmak, suyun başını tutmak, kilit noktasında grâce). 2. Bağışlama, suçunu bağışlama. 3.
bulunmak. Tenir le gouvernail: D ü m e n i elinde Cezasını bağışlama, °af, "affetme (Le droit de
bulundurmak, yönetimi elinde tutmak. grâce appartient au président de la république.
gouvernant,e s. 1. Yöneten, yönetici (La classe Accorder la grâce àuncondamné). 4. Teşekkür. 5.
gouvernante). 2. er. ç. Ülkeyi yönetenler, siyasal "Hidayet (La grâce a touché ce pécheur). 6. Tanrı
erki elinde bulunduranlar (Il y a les gouvernés yardımı, Tanrının "lütfü ( R i e n n'est impossible à la
d'un côté et les gouvernants de l'autre). grâce). 7. Sevimlilik, çekicilik (Avoir de la grâce).
g o u v e r n a n t e ^ . 1. Dadı. 2. "Mürebbiye. 3. Kâhya 8. İncelik, zariflik (La grâce d'une jeune fille.
kadın. J'admire la grâce de ces fleurs). 9. A m a n dileme;
gouverne diş. 1. Tutulan yol, gidiş. 2. (Uçakta) aman. 10. ç. Y e m e k sonu duası, şükür duası. l l . ç .
Yardımcı kanat, dümen kanadı, Venüsün üç Tanrıça arkadaşı ( Les trois Grâces). §
g o u v e r n é s s. vead. Yönetilen (Les gouvernés). Action de grâces: Tanrıya şükürler (Se recueillir
gouvernement er. 1. Yönetme, çekip çevirme, pour faire son action de grâces). Bonne grâce: İyi
abrama (Gouvernement d'une maison, d'une niyet. Coupde grâce: Öldürücü vuruş,son "darbe.
famille). 2. Yönetim, "idare (Prendre en main le Mauvaise grâce: Kötü niyet. De bonne grâce:
gouvernement d'un pays). 3. Hükümet (Le İsteyerek, seve seve, gönül hoşluğuyla. De grâce:
premier ministre a présenté son gouvernement. Lütfen. Grâce à Dieu: 1. Tanrıya şükür. 2.
Soutenir un gouvernement, faire tomber un Tanrının izniyle. Jeu de grâce: Çember atma
gouvernement). 4. (Eski) Valilik, bir valinin oyunu. Grâce à: -in sayesinde (ila réussi grâce à
yönettiği il. 5. Yönetim biçimi, rejim vous). Avoir la grâce: Yetenekli olmak (Pour
(Gouvernement démocratique, monarchique, créer de telles oeuvres, il faut avoir la grâce). Avoir
républicain). mauvaise grâce à f. qch: -mekte haklı olmamak,
gouvernementals s. 1. Hükümete değgin (La -meye pek hakkı olmamak, -mesi yersiz olmak
politique gouvernementale). 2. Hükümet yanlısı, (Vous avez mauvaise grâce à vous plaindre).
iktidarı destekleyen (Un journal Crier, demander grâce: A m a n demek, pes etmek.
gouvernemental). Demander grâce à qn: -den aman dilemek. Dire les
gouverner gçl. 1. Yönetmek, çekip çevirmek, grâces: Yemekten sonra şükür duası okumak.
abramak (Gouverner une maison, une famille, Donner, porter le coup de grâce à qn: -e son
une femme). 2. Egemen olmak, "hakim olmak, darbeyi indirmek, öldürücü darbeyi vurmak.
tutmak, frenlemek. (Gouverner son coeur, ses Etre, rentrer dans les bonnes grâces de qn: -in
sentiments). 3. Gerektirmek, -i almak (En latin, le gözüne girmek, "teveccühünü kazanmak. Faire &
verbe actif gouverne l'accusatif). 4. Y ö n e t m e k , qn la grâce de f. qch: Birine -mek lütfunda
t
gracier 674 graine
almak (Ton frère réussit en tout, prends -en de la grammaticalité diş. dilb. Dilbilgisellik.
graine). Monter en graine: 1. Kartalmak, tohuma grammatisteer. (Eski Yunanlılarda) Okuma yazma
kaçmak (Plante qui monte en graine). 2. mec. öğretmeni.
Evde kalmak, evlenememek, tohuma kaçmak, gramme er. 1. Gram. 2. Un gramme de: Azıcık, bir
graineterie diş. 1. Hububatçılık. 2. Hububatçı gram, zerre kadar (Il n'a pas un gramme de bon
dükkânı. sens).
grainetier,ère, grenier,ère ad. Hububatçı. gramophone er. Gramofon,
grainier er. Tahıl ambarı, hububat ambarı, grand,e s. 1. iri yarı, kocaman, büyük (Un grand
graissage er. Yağlama (J'ai fais faire le graissage de lion, un grand arbre). 2. Büyümüş, artık büyük
ma voiture). (Vous avez de grands enfants. Tu es maintenant
graisse diş. 1. İç yağı. 2. (Her türlü) Yağ (Graisses grand, mon fils). 3. Geniş, kocaman, büyük (Un
animales, végétales. Faire des frites à la graisse grand appartement, une grande forêt). 4. Şiddetli
végétale. Des graisses minérales. De la graisse (Grand vent, grand froid, grande chaleur). 5.
d'armes. Mettre de la graisse sur une machine) 3. Tam, tastamam (J'ai attendu deux grandes
(Şarap yada birada) Bozulma (Vin atteint de heures). 6. U l u , yüce, büyük (Un grand poète, une
graisse). § Avoir de la graisse: Aşırı yağlı olmak. grande âme). 7. Önemli, büyük (Un grand
Avoir de la mauvaise graisse: Fazla yağlanmış événement, une grande nouvelle). 8. bel.
olmak, fazla yağları olmak, pek semirik olmak. Tamamen, ardına kadar, tam (Porte grande
Etre une boule de graisse, être noyé dans la graisse, ouverte, portail grand ouvert). 9. ad. Büyük,
être bouffi de graisse: Yağ tulumu gibi olmak, çok büyük çocuk (C'est un grand qui l'a fait dans la
şişmanlamak. Prendre de la graisse: Semirmek, cour. Se conduire comme un grand. La cour des
şişmanlamak, yağ bağlamak, grandes). 10. ad. Soylu kişi, soylular (Lutte de
graisser gçl. 1. Yağlamak, yıkayıp yağlamak Richelieu contre les grands). 11. er. Büyük,
(Graisser une machine, une voiture). 2. Yağ lekesi büyüklük (Aimer le grand et l'extraordinaire). 12.
yapmak, lekelemek (Ses cheveux graissent son ç. Büyükler, büyük devletler ( L e s quatre grands).
col. Graisser sa veste). 3. gsz. Bozulmak (Le 13. bel. Pek, çok (Avoir grand faim, grand soif,
collage empêche le vin de graisser). § Graisser ses grand peur, grand besoin* grand tort). 14. U z u n
bottes: hlk. Gitmeye hazırlanmak, çizmelerini boylu (Un homme grand). § Grand-chose:
giyip yola çıkmaya, harekete geçmeye Önemli şey, pek bir şey (Ce n'est pas grand-
hazırlanmak. Graisser la patte à qn: Birine rüşvet chose). Grand jour: Güpe gündüz. Grand Turc:
vermek. Osmanlı padişahı. A grands frais: Büyük
graisseur er. 1. Yağlayıcı, yağcı; yağlama makinesi. masraflarla, çok para harcayarak. A grande eau:
2. s. Yağlayan, yağlayıcı, Bol suyla ( L a v e r à grande eau). A grande vitesse:
graisseux,euse s. 1. Yağımsı, yağ yapısında olan Son hızla, çok hızlı. A grande-peine: Büyük
(Tissu graisseux, tumeur graisseuse). 2. Yağ güçlüklerle, çok güçlük çekerek. Au grand jour:
lekeli, kir pas içinde, lekeli (Une chemise Güpe gündüz. En grand: 1. Doğal büyüklükte
graisseuse, un carnet graisseux). (Un statue en grand). 2. Geniş çapta; ölçüyü geniş
graminacées, graminées diş. ç. bitb. Buğdaygiller, tutarak, her türlü küçük kaygı ve düşünceden
graminidées diş. ç. bitb. Buğdaysılar, uzak kalarak (Faire quelque chose en grand).
grammaire diş. 1. Dilbilgisi (Faute de grammaire, Ouvrir de grands yeux: Gözlerini faltaşı gibi
exercices de grammaire). 2. Dilbilgisi kitabı. 3. açmak. Voir grand: Geniş düşünmek, büyük
Kurallar, genel kurallar (Grammaire de la tasarıları olmak, sorunları büyük bir ölçü içinde
peinture, de la musique). ele almak.
grammairien,ne ad. Dilbilgici, dilbilgisi uzmanı. grand-chose ad. değişmez. 1. Pek bir şey (Cela ne
grjunmaticai,e s. 1. Dilbilgisel, dilbilgisine değgin vaut pas grand-chose: Pek bir şey etmez. Önemsiz
(Analyse grammaticale, exercice grammatical). 2. şey, değersiz şey). 2. Un, une pas grand-chose:
Dilbilgisine uygun, dilbilgisi kurallarına uyan Önemsiz kimse, ciğeri beş para etmezin biri.
(Phrases grammaticales). grand-croix diş. değişmez. 1. Büyük Haç nişanı. 2.
grammaticalement bel. 1. Dilbilgisi bakımından. 2. Büyük Haç nişanı almış kişi.
Dilbilgisine uygun olarak, grand-duc er. Grandük.
grammaticalisation diş. Dilbilgiselleşme; grand-duché er. Grandükahk.
dilbilgiselleştirme. grande-duchesse diş. Grandük kansı yada kızı.
grammaticaliser gçl. Dilbilgiselleştirmek. grandelet,tes. tkz. Büyücek (Garçongrandelet, fille
grandement 676 graphite
grandelette). âyin.
grandement bel. 1. Çok, adamakıllı (Il s'est grand-père er. Büyük baba, dede.
grandement trompé). 2. Rahatça, rahat rahat (Il grands-parents er. ç. (Dede, nine, büyük dayı,
est logé grandement). 3. Bol bol (lia grandement büyük hala gibi) Soy büyükleri, ata ana.
de quoi vivre). 4. Cömertçe, hiçbir şey grand-rue diş. Anayol, büyük cadde,
esirgemeden (Faire les choses grandement). 5. grange diş. 1. Ot, saman ambarı. 2. Tahıl ambarı,
Soylu bir biçimde, yüce ruhlulukla. sarpın.
grandesse diş. 1. İspanyol büyüklerine verilen grangée diş. Ambar dolusu ( U n e grangée de blé).
ünvan. 2. mec. Büyüklük, yücelik (az kullanılır). granit, granite er. yerb. Granit. § Cœur de granit:
grandet,te s. Büyücek. Taş yürekli, acımasız, duygusuz,
grandeur diş. 1. Büyüklük, yücelik (Grandeur d'un granite,es. Pürtüklü, pütürlü (Papiergranité, tissu
conquérant, d'un poète). 2. Güçlülük, granité).
görkemlilik, görkem (Grandeur d'un empire). 3. graniter gçl. Pütürlü bir görünüm vermek,
Genişlik, büyüklük, boy, oylum ( Grandeur d'une pürtüklüleştirmek.
maison, d'une entreprise, d'une main). 4.Unvan, graniteux,euse s. Granitli, içinde granit bulunan,
nişan (Il a l'amour des grandeurs). S. Forma, boy granitiques. 1. Granit yapısında olan (Sol, terrain
(Les livres de toutes les grandeurs). 6. Yücelik, granitique, roches granitiques). 2. mec. Sert, kaya
ululuk, ruh yüceliği, soyluluk ( Grandeur et misère gibi.
de l'homme). § Grandeur nature: Doğal granitoïde s. Graniti andıran, granite benzeyen
büyüklükte (Portrait, statue grandeur nature). (Roches granitoïdes).
Regarder qn du haut de sa grandeur: Birine granivore s. ve ad. hayb. Tanecil; tane ile, yemle
yukardan bakmak, tepeden bakmak, beslenen (Oiseaux granivores. Les granivores).
küçümseyerek bakmak, granulaires. Tanecikli.
grandiloquence diş. Tumturak, cafcaf, granulation diş. 1. Taneleme. 2. Tanecik, pütür,
grandiloquent,e s. Tumturaklı, cafcaflı (Style, pürtük (Surface qui présente des granulations). 3.
discours grandiloquent). hek. (Sümüksel zarların yüzeyinde meydana
grandiose s. 1. Ulu, yüce, çok büyük (Un art gelen) Taneciklenme (Granulations grises,
grandiose, une oeuvre grandiose). 2. Çok güzel, tuberculeuses).
görkemli (Paysage, spectacle grandiose). 3. er. granule er. 1. Tanecik. 2. (İlâç) Küçük hap
Ululuk, yücelik, görkemlilik. (Granules homéopathiques).
grandir gsz. 1. Büyümek (Mon fils a grandi. Une granulé,e s. Tanecikli, pütürlü,
plante qui grandit). 2. Yoğunlaşmak, granuler gçl. Tanelere ayırmak, tanelemek; tane
şiddetlenmek (L'obscuritégrandit. Le vacarme ne haline getirmek, küçük haplar haline getirmek
cessait pas de grandir). 3. Grandir de...: -kadar (Granuler du plomb; granuler une poudre
büyümek, boy atmak (Il a grandi de dix pharmaceutique).
centimètres). 4. Grandir en qch: Daha da ... granuleux,euses. 1. Pütürlü, pürtüklü (Roche, terre
olmak, bakımından yücelmek (Grandir en granuleuse. Papier granuleux). 2. Taneciklenmiş,
beauté, en vertu, en force, en sagesse). S. gçl. Daha tanecikli (Tumeurgranuleuse).
boylu göstermek (De hauts talons la grandissent). granulite diş. yerb. Granülit.
6. gçl. Büyültmek (Microscope qui grandit les grape-fruit, grapefruit er. İng. Kızmemesi,
objets. L'imagination grandit les dangers). 7. gçl. greyfrut.
Büyütmek, yüceltmek (Vertus qui grandissent un graphie diş. Sesleri belli işaretlerle gösterme, yazı
homme. Le pouvoir ne grandit que les grands). 8. (Graphiephonétique, graphie traditionnelle).
gçl. Genişletmek, artırmak (Grandir ses terres, sa graphique s. 1. Yazıya değgin (Signes, caractères
fortune). § Se grandir: Kendini olduğundan graphiques. Système graphique). 2. Çizgeli (Arts
büyük göstermek, boyunu uzatmak; boy atmak graphiques: Çizgeli sanatlar). 3 .er. Çizge, "grafik
(Se grandir en se haussant sur la pointe des pieds). (Il inscrit sur des graphiques les courbes de
grandissante s. Gitgide artan, gitgide büyüyen production de la fabrique). § Graphique
(Une impatience grandissante). curviligne: mat. Çizgi grafiği. Graphique de
grandissement er. 1. Büyültme. 2. Büyüme, colonne: mat. Sütun grafiği. Graphique de figure:
grandissimes, tkz. Kocaman, koskoca, pek büyük, Şekil grafiği,
grand-mère diş. Büyük anne, nine. graphis er. bitb. Yazdikeni.
grand-messe diş. (Hıristiyanlıkta) İlâhili büyük graphite er. yerb. Grafit, yazartaş.
graphiteux 677 gratiné
graphiteux,euse s. Grafitli (Minerai graphiteux). matinée, faire la grasse matinée: Sabah keyfi
graphologie diş. Yazısına bakarak bir kişinin yapmak, pazar keyfi yapmak, uykudan geç
karakter ve geleceğini okuma bilimi, grafoloji, kalkmak. Faire ses choux gras de qch: -den
yazıbilgisi. yararlanmak, kendine bir çıkar sağlamak. Faire
graphologique s. Yazıya değgin; yazıbilgisel (Une gras: Et yemek, etli yemekler yemek. Parler gras:
expertise graphologique). 1. Fransızca konuşurken, r sesini boğazdan
graphologue ad. 1. Yazıbilgisi uzmanı. 2. Yazı çıkarıp ğr gibi söylemek. 2. Açık saçık konuşmak,
uzmanı. kaba konuşmak. D n'ya a pas gras à manger: hlk.
graphomître er. Planların yapımmda, arazi Yiyecek pek bir şey yok. D y a gras: argo. Allahın
üzerindeki açılan ölçmekte kullamlan aygıt, bereketi, yağlı kuyruk var. İstediğiniz kadar var;
grafometre. dolu, tümen tümen. C'est pas gras: argo. O kadar
grappe diş. 1. Salkım (Une grappe de raisin). 2. da değil, yağma yok, bedava mı sandın!
Hevenk f Des oignons sont accrochés en grappes). gras-double er. Sığır işkembesi (Plat de gras-
3. Sürü, yığın, grup (Des grappes d'enfants double).
s'accrochent aux touristes).
grassement bel. 1. Bolluk içinde, lüks ve konfor
grappillage er. 1. (Bağ bozumunda kalan)
içinde, bir eli yağda bir eli balda (Vivre
Salkımları toplama. 2. mec. Çöplenme.
grassement). 2. Cömertçe, bol bol (Payer,
grappiller gsz. 1. (Bağ bozumunda kalan)
rétribuer grassement). 3. Gevrek gevrek, kabaca
Salkımlan toplamak. 2. mec. tkz. Çöplenmek,
(Parler, rire grassement).
şurdan burdan küçük yararlar sağlamak. 3. gçl.
grasserie diş. İpek böceklerinde görülen bir
Toplamak, elde etmek, sağlamak (Grappiller des
nouvelles, des connaissances, quelques sous).
sayrılık.
grappilleur,euse ad. 1. Salkım toplayıcı. 2. grasset er. (Kimi hayvanlarda) Diz (Le grasset du
eşsiz, bitirim, görülüp işitilmemiş (Une histoire Kendini kaşımak, kaşınmak (Il s'est gratté
gratinée). jusqu'au sang). 2. argo. a) Tereddüt etmek, karar
gratiner gsz. 1. (Eskimiştir) (Yemeğin) Dibi verememek, ensesini kaşıyıp düşünmek, b) Hava
tutmak, dibi yanmak. 2. gçl. Fırın güvecinde almak, avcunu yalamak (Tu peux toujours te
pişirmek, kızartmak (Gratiner des pommes de gratter). 3. Se gratter qch:-sini kaşımak (Segratter
terre, de la viande). 2. gçl. (Yemeğin) Dibini la tête, le nez, le dos).
tutturmak. grattoir er. 1. Kazağı, kazıyacak alet. 2. Sistire. 3.
gratis [gratis} bel. tkz. Bedava, beleş (Ona mangé D e m i r paspas. 4. argo. Ustura,
gratis. Travailler gratis). gratture diş. Kazıntı.
gratitude diş. "Minnet, minnettarlık (Sentiment de gratuit,e s. I. Karşılıksız, karşdık beklenmeden
gratitude. Dire, exprimer, témoigner sa gratitude à yapılan (Bienveillance gratuite). 2. Bedava,
qn: Birine minnet duygusunu belirtmek). parasız (Enseignement gratuit et obligatoire.
grattage er. Kazıma (Le grattage des vieilles affiches Entrée gratuite à un spectacle). 3. Temelsiz,
surun mur). dayanıksız (Une affirmation gratuite, une
gratte diş. 1. Ot ayıklama çapası. 2. tkz. Küçük hypothèse gratuite). 4. Nedensiz, usa yatkın bir
ölçüde yolsuz kazanç, anafor, kelepir. 3. tkz. nedeni olmayan (Un acte gratuit).
Uyuz. § Avoir la gratte: Uyuz olmak. Faire de la gratuité diş. 1. Karşılıksızlık, karşılık beklememe.
gratte: Bir anafor bulmak, bir kelepir sağlamak, 2. Bedavalık, beleşlik (La gratuité de
gratte-ciel er. değişmez. Gökdelen, l'enseignement). 3. Temelsizlik, dayanaksızlık
gratte-cul er. değişmez. Yabani gül meyvası, (La gratuité d'une supposition, d'une hypothèse).
itburnu. 4. Nedensizlik (La gratuité d'un acte).
gratte-dos er. Sırt kaşıma çubuğu, gratuitement bel. 1. Karşılık beklemeden, çıkar
gratelle diş. tkz. eski. Uyuz. gözetmeden, iyilik olsun diye (Soigner un malade
grattement er. Kaşıma (De pensifs grattements de gratuitement). 2. Bedava olarak, parasız, beleş
tête). (Les propectus sont distribués gratuitement). 3.
gratte-papier er. tkz. değişmez. 1. Yazıcı. 2. Kötü Bir şeye dayanmadan, dayanaksız olarak, haksız
yazar, acemi yazar. 3. Küçük memur, kırtasiyeci yere (Vous affirmez cela gratuitement). 4.
memur (Des gratte-papier ingrats et paresseux, Nedensiz olarak, birnedeni olmadan (Commettre
fiers de leur bureau). un crime gratuitement).
gratte-pieds er. değişmez. D e m i r paspas, gravatierer. Molozcu.
gratter gçl. 1. Kaşımak (Gratter une plaie). 2. gravats er. ç. Moloz, yıkıntı parçalan; harç
Hafifçe sürmek (Gratter la terre). 3. Eşelemek döküntüsü (Un tas de gravats).
(Chien qui gratte le sol). 4. Silmek, silip çıkarmak grave s. 1. Sert (Le juge était grave). 2. Ciddi,
( Gratter un mot dans le texte). 5. Kazımak ( Gratter ağırbaşlı (Un personnage grave. Son visage prit
un mur au couteau. Gratter la peinture d'une une expression grave. Il devint subitement grave).
cloison, la boue de ses chaussures. Gratter une 3. Çok önemli, ciddi ( La question est grave. Il s'est
inscription, une étiquette). 6. Kaşıntı vermek, abstenu pour une raison grave). 4. Kaygı verici,
kaşındırmak; "tahriş etmek (Mon col de chemise kötü, telaşlandırıcı (Les nouvelles sont graves). 5.
me gratte). 7. tkz. Geçmek, takmak, arkada Tehlikeli, ağır (Une maladie grave. La situation
bırakmak (Coureur cycliste qui gratte ses est grave. Il a subi une opération grave. Une
concurrents. Il ne songe qu'à gratter les autres blessure grave). 6. müz. Kalın, pes (Une voix
voitures sur la route). 8. tkz. Gratter qch sur qch: grave, une note grave).
-den çalmak, tırtıklamak, çarpmak, çöplenmek
graveleux,euse s. 1. Çakıllı (Terre graveleuse). 2.
(Il gratte quelques billets sur chaque commande. Il
Kumlu gibi (Un fruit graveleux). 3. hek. Kum
gratte sur tout). 8 . g s z . hlk. Çalışmak (Ilgratte du
işeyen. 4. mec. Açık saçık (Raconter une anecdote
matin au soir). 9. gsz. Gratter à qch: -i
graveleuse. Tenir des propos graveleux).
tıkırdatmak, hafifçe çalmak (Gratter à la porte).
gravelle diş. hek. Kum hastalığı, böbreklerinde
10. gsz. Gratter de qch: -i kötü çalmak,
kum olma.
cızırdatmak (Gratter du violon, de la guitare). 11.
gravelot er. hayb. Yağmurkuşu.
gsz. Kaşınmak (La tête lui gratte, le nez me gratte).
gravelle diş. hek. Böbrek Kumu.
§ Gratter une vieille plaine: argo. Traş olmak,
gravelure diş. Açık saçık söz, kaba sözcük (Son
sakalını kazımak. Gratter du jambonneau: argo.
discours comportait des gravelures).
(Kadınlar için) Otuzbir çekmek. § Se gratter: 1.
gravement bel. 2. Ciddiyetle, ağırbaşhlıkla
graver 679 greffer
(Marcher, parler gravement). 2. Tehlikeli şekilde, (Mettre des gravures au mur). 4. (Ses, plak) A l m a ,
ağır şekilde (Il est gravement malade, blessé). kaydetme (La gravure de ce disque est mauvaise).
graver gçl. 1. Kazımak, oymak, °hâketmek (Graver § Gravure en creux: Çukur kazı, çukur oyma.
son nom sur un arbre. Graver une inscription sur Gravure en relief: Kabartma kazı, kabartma
un tombeau). 2. Kazımak; basmak (Graver une oyma.
médaille, Faire graver des cartes de visite, des faire- gréer. Arzu, istek, keyif. § A u g r é d e q n : -in keyfine
part). 3. "Kaydetmek (Graver un disque). 4. göre, isteğine uygun, zevkine göre (Avez-vous
Graver qch dans qch: Bir şeyi -e iyice yerleştirmek trouvé la chambre à votre gré). Au gré de qch: -e
(Graver un souvenir dans son coeur, dans sa uyarak, tâbi olarak, göre (Vagabonder au gré de
mémoire. Il grave dans son esprit la date de cet sa fantaisie, de son caprice. Ses cheveux flottent au
événement). § Se graver: İyice yer etmek, gré du vent). A ton gré, à votre gré: Nasıl istersen,
yerleşmek, kazınmak, belli olmak (Ces années de nasıl isterseniz, keyfiniz bilir. Bon gré mal gré:
captivité se sont gravées sur son visage). îster istemez (Il faut l'accepter bon gré mal gré).
graveur er. Kazıcı, oymacı, oyma ressamı, "hakkâk Contre le gré de qn: -e karşın, -in isteğinin tersine
(Graveur sur bois, sur métaux. Graveur de (lia obéi contre son gré. Il agit contre le gré de ses
médailles, de monnaie. Graveur en bijouterie). parents). De gré ou de force: İster iyilikle, ister
gravidique s. Gebeliğe değgin, gebelikle ilgili, kötülükle, gerekirse zorla. De bon gré, de son
gebeliğe bağlı (Ictère gravidique). plein gré: Kendi isteğiyle, kendi rızasıyla. D e g r é à
gravidité diş. Gebelik, gebe kalma, gré: İki tarafın karşılıklı nzasıyla, karşılıklı istek
gravier er. 1. İrikum, çakıllı kum; küçük çakıl üzerine. Savoir gré à qn de qch: Birine -den dolayı
(Retirer un gravier de sa chaussure). 2. Küçük minnet duymak, teşekkür etmek (Je vous sais gré
çakıllar, çakıllı kumlar (Le gravier de l'allée de votre attention ). Savoir mauvais g r é à q n d e qch,
crissait sous ses pas). 3. hek. Böbrek taşı, böbrek de f.qch: Birine -den dolayı kızmak, hoşnut
kumları. olmamak (On vous saura mauvais gré d'avoir dit
gravillon er. Küçük çakıl, ince kumlu çakıl ces vérités).
(Répandre du gravillon sur une route). grèbe er. hayb. Irmak dalgıcı, dalgıç (kuşu),
gravimétrie diş. kim. Tartma, ağırlık ölçme, grec, grecque s. ve ad. 1. Yunan, yunanlı (Les îles
gravir gsz. 1. Gravir sur qch, à qch: (Eski) -e grecques. La civilisation grecque antique). 2.
tırmanmak ( G r a v i r sur une muraille, gravir au Rum. 3. (Eski) Hırsız, hileci. 4. er. Yunanca,
haut d'une muraille, jusqu'au sommet de la rumca (Le grec ancien, le grec moderne).
colline). 2.gçl. -etırmanmak,çıkmak(Gravirune gréciser gçl. Yunanlılaştırmak, Rumlaştırmak,
colline, une montagne, une pente raide, les étages). grécité diş. Yunanlılık, greklik.
gravitation diş. giz. gökb. Genelçekim, yerçekimi gréco-latin,e s. Yunan ve Latin karması,
(Les lois de la gravitation universelle). gréco-romain,e s. 1. Yunan ve R o m a karışımı (Art
gravité diş. 1. Ağırlık (Centre de gravité). 2. greco-romain). 2. spor. Grekoromen (Lutte
Ağırbaşlılık, 'ciddilik (Garder, perdre sa gravité. gréco-romaine).
La gravité du ton, des paroles). 3. Önem, grecque diş. Aşıkyolu; dik köşeli çizgilerin içe ve
önemlilik (Tu ne comprends pas la gravité du dışa bükülerek oluşturdukları geometrik kenar
problème). 4. Tehlike, tehlikelilik (La gravité süsü (Grecque ornant une frise d'architecture).
d'une maladie. Un accident sans gravité). 5. gredin,e ad. Anasının ipini satmış, kopuk, itin teki.
(Seste) Kalınlık, "peslik. gredinerie diş. Kopukluk, itlik,
graviter gsz. 1. (Eski) -e doğru inmek, düşmek gréement er. 1. (Gemiyi) Donatma. 2. Gemi
(Graviter vers la terre). 2. Graviter à qch, vers qch: donanımı.
-e doğru gitmek, yönelmek (L'union gravite à gréer gçl. (Gemi) Donatmak (Gréer un navire en
l'unité). 3. Graviter autour de qch: -in etrafında goélette).
dönmek; dört dönmek (Les planètes gravitent greffage er. Aşı, aşılama.
autour du soleil. Graviter autour d'une personne greffe er. Mahkeme kalemi (Déposer un dossier au
admirée). greffe).
gravois er. ç. Moloz, yıkıntı parçalan; harç greffe diş. 1. Aşı (Cette greffe a bien pris). 2.
döküntüsü. (Birinden bir organ yada parça alıp bir başkasına)
gravure diş. 1. Kazma sanatı, oyma sanatı; kazma, Aşılama, nakil (La greffe d'un rein).
oyma ( L a gravure sur bois, sur cuivre). 2. Kazı işi, greffer gçl. 1. (Ağaç) Aşılamak (Greffer un
oyma işi. 3. Kazı işi resim, oyma resim, "gravür pommier). 2. (Bir organ yada parçayı alıp başka
greffier 680 grésillement
des jardins: Bahçe tırmaştk kuşu. Grimpereaudes gris er. 1. Külrengi, boz, gri (Gris foncé, gris clair.
bois: Orman tırmaşık kuşu). J'aime le gris). 2. (At) Boz, demir kır (Gris
grimpette diş. Dik yokuş. pommelé). 3. Külrengi giysi (S'habiller de gris). 4.
grimpeur, euses. i. Tırmanıcı ( Oiseaux grimpeurs). Tütün (Un paquet de gris).
2. er. ç. hayb. Ağaçkakan, kuku, papağan gibi grisaille diş. 1. Külrengi resim, külrengi kabartmalı
tırmanıcı kuşlar,tırmanıcılar. 3. er. (Spor) Dağcı, taklidi resim. 2. mec. Tekdüzelik, kabartısızlık,
grincement er. 1. Cızırtı (Le grincement d'une sıkıcılık, boğuculuk (La grisaille d'une vie sans
plume sur le papier). 2. Gıcırtı, gıcırdama (Le histoire).
grincement de dents, le grincement d'un essieu). grisailler gçl. 1. Külrengi boyamak. 2. gsz.
grincer gsz. Gıcırdamak (Le sommier du lit grince). Kırlaşmak.
§ Grincer des dents: Dişlerini gıcırdatmak, grisant,e s. Esritici, baş döndürücü, sarhoş eden
grinche er. argo. Hırsız, arakçı, (Une odeur grisante).
grincher gsz. gçl. argo. Çalmak, araklamak, grisard er. 1. Porsuk. 2. Akkavak. 3. Sert kumtaşı,
grincheux,euse s. ve ad. Hırçın; aşırı titiz; mızmız sert küçük çakıl,
(Un vieillard grincheux). grisâtres. 1. Kırımtrak, külrengine çalan (Un ciel
gringalet er. 1. Çelimsizin biri, çelimsiz adam (Elle a grisâtre). 2. tç karartıcı, sıkıcı, üzücü (Ungrisâtre
épousé un gringalet). 2. s. ve ad. Silik, ağırlığı impératif moral).
olmayan (Il le trouvait un peu gringalet. Cenesont grisbi er. argo. Para, mangır (Touchez pas au
que des gringalets à côté de lui). grisbi).
griotte diş. 1. Vişne. 2. Kızıl damarlı somaki, griser gçl. 1. Sarhoş etmek (Le Champagne me grise
griottier er. Vişneağacı. facilement). 2. Esritmek, başını döndürmek
grippage er. (Yağlanmama yüzünden) Tıkanma, (Cette odeur le grisait). 3. Griser qn de qch: -ile
çalışmama, tıkanıklık yapma, durma (Le başını döndürmek, kendinden geçirmek (Ilgrisait
grippage d'un moteur, d'une machine). sa femme de compliments). § Se griser de qch: -den
grippal,e s. Grip hastalığına değgin (Etat grippal; başı dönmek, -ile sarhoş olmak, esrimek (5egriser
infection grippale). de ses succès, d'air pur, de compliments).
grippe diş. 1. Salgın ingin, grip (Epidémie de griserie 1. Çakirkeyflik, çakirkeyf olma. 2. Başı
grippe). 2. mec. Gıcık kapma, hoşlanmama. § dönme, sarhoşluk, esriklik (Griserie dusuccès, du
Avoir la grippe: Gripli olmak, gribi olmak. pouvoir).
Attraper la grippe: Gribe yakalanmak. Prendre griset er. hayb. i . Küçük serçe. 2. Altı-yarıklı balık,
en grippe qn, qch: -den hoşlanmamak; gıcığına bozcamgöz.
gitmek. grisette diş. 1. Boz şayak. 2. Yosma, işçi kız, oynak
grippé,e s. ve ad. 1. Gripli, gribe yakalanmış. 2. kız.
(Acıdan) Yüzü kasılmış, gris-gris, gri-gri er. Muska, nazarlık,
grippement er. (Acıdan) Yüzün kasılması, grisoller gsz. (Tarlakuşu) Ötmek.
gripper gsz. 1. (Yağlanmama nedeniyle) grison,nes. ve ad. l.s. Kır. 2. ad. Kıranta, kır saçlı.
Tıkanmak, tıkanıklık yapmak, çalışmamak, 3. er. Eşek.
durmak (Le moteur va gripper si on ne le graisse grisonnant,e s. 1. Kırlaşmış, kır düşmüş (Avoir des
pas. Les rouages grippent). 2. (Kumaş) cheveux grisonnants). 2. Saçlarına ak düşmüş, kır
Buruşmak, çekmek (Cette étoffe grippe). 3. gçl. -i saçlı, kıranta (Un homme grisonnant).
pençesiyle yakalamak (Le chat vient de gripper un grisonnement er. Kırlaşma, kır düşme
oiseau). 4. hlk. Yakalamak, enselemek (Gripper (Grisonnement des cheveux, des tempes).
un voleur). § Se gripper: Tıkanmak, çalışmamak, grisonner gsz. 1. Kırlaşmak, kır düşmek (Ses
durmak (Le moteur s'est grippé). cheveux grisonnent). 2. Saçlarına ak düşmek,
grippe-sous. veer. Açgözlü,cimri, kırkparayakırk saçları kırlaşmak (Il commence à grisonner sur les
düğüm atan. côtés).
gris,es. 1. Külrengi, boz, "gri (Un mur gris). 2. Kır, grisou er. kim. Grizu. § Coup de grisou: Grizu
kırlaşmış (Il a des cheveux gris aux tempes). 3. patlaması.
(Hava için) Kapalı, bulutlu ( Un ciel gris. Le temps grisoumètre er. Maden ocaklarında grizu oranını
est gris). 4. Tekdüze, "monoton (Une vie grise). S. ölçmeye yarayan alet, *grizuölçer.
hlk. Çakirkeyf (Il est un peu gris). § Il fait gris: grisouteux,euse s. kim. Grizulu.
Hava kapalı. Faire grise mine à qn: Birine karşı grive diş. hayb. Ardıç kuşu. Grive dorée: Sarıasma
soğuk davranmak. (kuş). § Etre soûl comme une grive: Çok sarhoş
grivelé 684 gros
olmak, kör kütük sarhoş olmak. Faute de grives, Korkmak, tabanları yağlayıp kaçmak. Foutre les
on mange des merles: İnsan aradığını bulamayınca grolles: argo. Korkutmak,
bulduğuyla yetinir. Koyunun bulunmadığı yerde grommeler gsz. 1. Homurdanmak (Obéir en
keçiye Abdurrahman Çelebi denir, grommelant). 2. gçl. Homurdanarak söylemek
grivelé,e s. Kırbenekli,ak benekli ( Oiseau grivelé). (Grommeler des injures entre ses dents).
griveler gsz. 1. Çöplenmek, otlakçılık etmek. 2. grommellement er. Homurdanma; homurtu
(Kahve yada lokantada) Ödeyecek parası yokken halinde söylenen söz.
kendine yiyicek içecek ısmarlamak; yiyip içip grondant,e s. Hırlayan, homurdanan; gürleyen
sonra param yok demek, (Fauves grondants et rugissants. La foule
grivèlerie diş. 1. Beleşçilik, otlakçılık. 2. Yiyip içip grondante ne se calme plus).
param yok deme, parasız yeyip içmeye kalkma, grondement er. 1. Gürleme (Le grondement du
griveleur er. Otlakçı, beleşçi, canon, d'un torrent. Un grondement de tonnerre).
grivelure diş. Kır beneklilik, ak ve boz beneklilik. 2. Hırlama (Le grondement du chien).
grivet er. hayb. Sabamaymunu. gronder gsz. 1. Homurdanmak, dırlanmak,
griveton er. tkz. Er. söylenmek (Gronder entre ses dents). 2. (Ayı,
grivois,e s. 1. Açık saçık (Chanson grivoise). 2. er. domuz vb.) Bağırmak, homurdanmak. 3. mec.
(Eskiden) Asker, Gürlemek ( Le canon gronde, le tonnerre gronde).
grivoiserie diş. Açık saçık söz (Dire des 4. mec. Fatlamak üzere olmak, eli kulağında
grivoiseries). olmak (L'émeute gronde). S. gçl. -i azarlamak,
grizzli, grizzly er. hayb. Bozayı, paylamak (Gronder un enfant désobéissant). 6.
grœnendael er. Uzun kara tüylü çoban köpeği, Gronder qn de f.qch, pour f. qch: Birini -diği için
grog er. Kaynatılmış şekerli su ve rom yada şarap azarlamak, paylamak, kulağını çekmek (Nous
karışımı içki (Prendre un grog bien chaud). devons vous gronder d'avoir fait une telle folie. Sa
groggy s. tkz. 1. Yorgun, bitkin, kendinden geçmiş. mère l'a grondé pour être sorti sans pardessus).
2. (Boksta) yumruktan sersemlemiş, grogi. gronderie diş. Azarlama, paylama, çıkışma,
grognard,e5. vead. I. Homurdanıcı, homurdanıp grondeur,euse s. ve ad. 1. Paylamayı seven, onu
duran. 2. er. (Fransanın Birinci İmparatorluk bunu paylayıp duran (Un homme grondeur). 2.
döneminde) Muhafız birliği eri. 3. er. Yaşlı asker, Azarlayıcı, paylayıcı, çıkışıcı (Il nous parla sur un
grognasse diş. tkz. Yaşlı ve çirkin kadın, cadaloz, ton grondeur).
grogne diş. Söylenme, homurdanma, grondin er. hayb. Benekli kırlangıçbalığı.
grognement er. 1. (Domuz, ayı vb. için) Homuftu. groom [g/tum] er. l.(Eski) Ahır uşağı. 2. (Otel,
2. mec. Dırlanma, homurdanma, homurtu (Des Lokanta vb.) Yamak; üniformalı uşak.
grognements de protestation). gros,ses. 1. İri, büyük, kocaman (Un gros arbre. Un
grogner gsz. 1. (Ayı, domuz vb.) Homurdanmak, gros chien. Un gros nez. Une grosse pierre). 2.
bağırmak, homurtu çıkarmak. 2. mec. Ş\şmiş,şiş(Ilavaitlesyeux gros de larmes Avoir la
Söylenmek, homurdanmak, dırlanmak (II joue grosse d'une fluxion. Il se sentait le ventre
grogne, mais il obéit. Il grogne après tout le gros, l'estomac gros). 3. Kaba (Un gros mot. Un
monde). 3. gçl. -i homurdanarak söylemek, gros rire. Il portait de grosses chaussures). 4.
anlaşılmaz bir biçimde söylemek (Grogner des Kalın, etli (Elle a de grosses lèvres). 5. Ağır,
injures, des insultes). önemli (La grosse industrie). 6. Büyük, etkili,
grognerie diş. Sürekli homurdanıp durma, dırdır, "nüfuzlu, zengin (Un gros fermier, un gros
dırlanma. capitaliste, un gros banquier). 7. Çok, aşın, büyük
grogneur, euse s. ve ad. Homurdanıcı, (Un gros mangeur, un gros buveur, un gros
homurdanan, dırdırcı, dırlanan. joueur). 8. Ciddi, önemli (De gros dégâts. Une
grognon,ne s. vead. 1. Homurdanıcı, dırdırcı (Une grossefaute). 9. Gebe (Safemme est grosse de trois
femme grognonne, un enfant grognon). 2. mois. Une grosse de trois mois). 10. Şiddetli
Suratsız, surat asıp duran, (Une grosse fièvre, un gros rhume). 11. Kuvvetli,
grognonner gsz. Homurdanıp durmak, dırlanmak, kalın (Une grosse voix). 12. "Adi, "alelade (Gros
surat asmak, huysuzluk etmek, vin, gros drap). 13. Kötü, kapalı (Grostemps).
groiner. 1. (Domuzda) Yüzün burun kısmı, somak. 14. Dalgalı (Grosse mer). 15. Gros de qch: -i
2. mec. tkz. Hayvansı surat, doğurabilir, -e gebe, -e yol açabilir (Nuée grosse
grole, grolle diş. 1. Alakarga, ekin kargası. 2. hlk. d'orage. Un fait gros de conséquence. Le présent
Ayakkabı, pabuç, postal. § Avoirlesgrolles: argo. est gros de l'avenir). § Un gros bonnet, une grosse
gros 685 grossissement
légume: Kodaman, etkili kişi, önemli kişi. Les grosseur^. 1. Şişmanlık. 2. Büyüklük, boy, oylum
gros travaux: (Bir yapıda) Kaba işçilik, ilk ağızda (Grosseur d'un paquet. Trier les oeufs, les fruits
yapılan işler. Le gros oeuvre: Bir yapının bütün selon leur grosseur). 3. Kalınlık (Une bague à la
duvarları. Les grosses dents: Öğütücü dişler. Le grosseur de son doigt. Des fils de grosseur
gros intestin: Kalın barsak. Avoir les yeux plus différente). 4. Şiş, şişkinlik, ur (Il avait une
gros que le ventre: Açgözlü olmak. Avoir le coeur grosseur à l'aine).
gros: Acılı olmak, üzüntülü olmak. Etre gros grossier, ère s. 1. Düşük nitelikli, değersiz (Un tissu
comme une boule, comme un tonneau: Fıçı gibi grossier. Des aliments grossiers. Travail grossier).
olmak, tostoparlak olmak, şişko olmak. Faire les 2. Kaim, incelikten uzak (Visage aux traits
gros yeux: Gözlerini belertmek. Faire la grosse grossiers). 3. Bayağı, °âdi (Plaisirs grossiers,
voix: Sesini yükseltmek, bağırmak. Faire le gros préoccupations grossières). 4. Kaba, nezaketsiz
dos: (Kedi) Sırtını kamburlaştırmak, sırtını (Un homme grossier dans ses manières. Il est
kabartmak. Jouer gros jeu: Büyük bir tehlikeye grossier, avec les femmes. Faire un geste grossier).
atılmak, büyük bir tehlikeyi göze almak, 5. Üstünkörü, yuvarlak hesap, genel (J'ai une idée
gros bel. 1. Büyük, büyük olarak ( On voit gros avec grossière sur ce sujet). 6. Koyu, büyük, yoğun (Il
ces lunettes). 2. Büyük büyük, iri iri, büyük est d'une ingnorance grossière). 7. Kaba,
harflerle (Ecrire gros). 3. Çok, çok şey (Je gagne edepsizce (Mot grossier. Propos grossiers).
gros dans mon commerce). 4. Pahalı, pahalıya, grossièrement bel. 1. Kabaca, nezaketsizce
çok paraya (Cela coûte gros. Cela va vous coûter (Répondre grossièrement). 2. Aşağı yukarı,
gros). § En gros: 1. Büyük büyük, iri iri, büyük tahmini olarak (Calculer grossièrement un prix de
harflerle (Cela est écrit en gros sur l'écriteau). 2. revient). 3. Özet olarak, ana çizgileriyle (Voilà
Toptan (Vente en gros). 3. Ana çizgileriyle, grossièrement le sujet de la pièce). 4. Çok, açık
ayrıntılara kaçmadan, özet olarak (Dites-moi en şekilde, göz göre göre (Il se trompe
gros ce dont il s'agit. Voilà, en gros, ce que je grossièrement).
voulais dire). 4. Genel olarak, genellikle, aşağı grossièreté diş. 1. Düşüklük, değersizlik
yukarı bütünüyle (C'est fort bien en gros et sous (Grossièreté de fabrication). 2. Kabalık,
réserve de quelques objections). En avoir gros sur nezaketsizlik (On ne peut tolérer de telles
le cœur: hlk. Acılı olmak, üzüntüsü olmak, içinde grossièretés). 3. Bayağılık, adilik (La grossièreté
bir sızısı olmak, de ses manières est choquante). 4. Açık saçık fıkra,
gros er. 1. Şişko, şişman. 2. Kodaman, zengin ve söz (Dire, débiter des grossièretés).
etkili kimse (Les petits payent pour les gros. Les grossirez. 1. Büyümek, irileşmek, gelişmek (Cet
gros s'en tirent toujours, il faut penser aux enfant a grossi depuis qu'il est à la campagne). 2.
difficultés des petits). 3. En önemli kısmı (Le gros Şişmanlamak (Il a grossi de cinq kilos. Suivre un
de travail). 4. Çoğunluk, büyük kısmı, ağırlık (Le régime pour ne pas grossir). 3. (Deniz vb.)
gros de l'assemblée, le gros de l'armée, le gros delà Kabarmak (Le fleuve a grossi à la fonte des
nation). S. En şiddetli zaman (Elle tremblait neiges). 4. Büyümek, artmak, çoğalmak (Ses
comme au gros de l'hiver). 6. Toptan satış, économies ont grossi. La foule des badauds
toptancılık (Ce magasin ne fait que le gros. Prixde grossissait. Bruit qui grossit). 5. gçl. Büyütmek,
gros, commerce de gros). §GrosdeNaples,grosde daha büyük göstermek (La loupe grossit les petites
Tour: Bir tür ipekli kumaş, lettres. Ce vêtement vous grossit). 6. gçl.
gros-bec er. hayb. Kocabaş, bir tür serçe, Artırmak, çoğaltmak (Grossir sa fortune. Les
gros-cul er. argo. Er sigarası; kötü tütün, déserteurs vont grossir le nombre des rebelles). 7.
groseille bitb. Frenküzümü. gçl. Kabartmak (Les dernières pluies ont grossi le
groseillier er. bitb. Frenküzümü fidanı. § Groseillier fleuve). 8. Abartmak, büyütmek (Les journaux
grossissent l'affaire. Votre imagination grossit le
épineux: Bektaşiüzümü.
danger).
grosse diş. 1. Büyük harflerle yazılmış yazı. 2. huk.
tlâm; suret, kopya (Faire une grosse. La grosse grossissant,e s. 1. Git gide büyüyen, artan, çoğalan
d'un contrat, d'un jugement). 3. On iki düzine (Une foule grossissante remplissait la place). 2.
(Une grosse de peignes, de boutons). Kabaran (Un fleuve grossissant). 3. Daha büyük
grosserie diş. 1. Kaba demir işi. 2. Gümüş takımı, gösteren, büyüten, irileştiren (Verre grossissant).
gümüp kap kaçak. 3. Toptancılık, toptan alış 4. Abartan, abartıcı, pireyi deve yapan (Il a une
veriş. imagination grossissante).
grossesse diş. Gebelik. grossissement er. 1. Büyüme, irileşme
grossiste 686 guenille
(Grossissement anormal d'une personne, d'une groupement des enfants d'après leur âge). 3.
tumeur). 2. Büyütme, büyük gösterme, Topluluk (Un groupement politique, syndical).
irileştirme (Le grossissement d'un microscope). 3. grouper gçl. Kümelemek, toplamak, bir araya
Şişmanlama (Suivre un régime alimentaire contre getirmek, "gruplandırmak (Grouper tous les
le grossissement). 4. Abartma, olduğundan mécontents du parti, tous les adversaires du
önemli yada büyük gösterme (Grossissement régime). § Se grouper: Kümelenmek, toplanmak,
d'une affaire par les journaux). bir araya gelmek; gruplanmak (Segrouper autour
grossistes, vead. Toptancı, d'un chef).
grosso modo bel. Genel çizgeleriyle, ayrıntıya groupuscule er. Üç beş kişi, önemsiz ufak topluluk
kaçmadan, özet olarak, aşağı yukarı (Dites-moi (Des groupuscules gauchistes).
grosso modo de quoi il s'agit). grouse diş. Çahhorozu.
grossoyer gçl. Suretini çıkarmak, kopyasını gruau er. 1. Bulgur. 2. Bulgur yemeği, bulgur
çıkarmak (Grossoyer un acte, un jugement, un çorbası.
contrat). gruau, gruon er. hayb. (Az kullanılır) Turna palazı,
grotesque diş. 1. Gülünçlü süsleme; özellikle çiçek grue diş. 1. hayb. Turna, turna kuşu. 2. (Sinema)
dalları, meyveler, perde ve halı örgeleri ile Vinç, stüdyo alıcılarının her türlü devinimini
yapılan güldürücü bir tür süsleme. 2. ç. Gülünç kolaylıkla sağlayan tekerlekli özel yapıda vinç. 3.
biçim, gülünçlü resim, acaip şekil ve resimler Maçuna, vinç (Grue de chantier). 4. tkz. Sokak
(Peintre de grotesques). 3. er. Gülünçlük, acaiplik orospusu. § Faire le pied de grue: mec. Uzun süre
(C'est d'un grostesque inimaginable). 4. s. ayakta beklemek,
Biçimsiz, çarpuk çurpuk (Une figure grotesque). grurie diş. tkz. 1. Orospuluk, "fahişelik. 2.
5. s. Gülünç, acaip, tuhaf (Il se trouve dans une (Eskiden) Kralların ve derebeylerin ormandan
situation grotesque. Une histoire vraiment aldıkları vergi,
grotesque). grues, gruidés diş. ç. hayb. Turnagiller,
grotesquement bel. Gülünç şekilde, tuhaf şekilde, gruger gçl. 1. Dişle kırmak. 2. Kıtır kıtır yemek. 3.
acaip (Il est grotesquement habillé). mec. (Birini) Aldatmak, sömürmek; parasını
grotte diş. Mağara, in (Grotte naturelle, yemek.
préhistorique). grume diş. 1. Ağaç kabuğu. 2. Üzüm çekirdeği,
grouillant,e s. 1. İşlek, müşterisi bol (Les bistrots grumeau er. Pıhtı (Grumeaux de sang. Grumeaux
grouillants de la ville). 2. Kaynaşan, uğuldayan de lait caillé).
(Une foule grouillante). 3.Grouillant de qch: -ile grumeler(se)gsz. Pıhtılaşmak; pihtiylakaplanmak.
dolup taşan (Une rue grouillante de monde, un grumeleux,euse s. 1. Pıhtılı, pürtüklü, kumlu (Peau
magasin grouillant de clients). grumeleuse, poire grumeleuse).
grouillement er. Kaynaşma (Le grouillement de la grutier er. Vinçci, vinç kullanan işçi.
foule). gruyère er. Gravyer peyniri,
grouiller gsz. 1. Kımıldamak (Iln'apas grouillé d'un gué er. coğr. Irmak geçidi, yaylan, yavlan, sığlık
pouce). 2. Kaynaşmak (La foule grouillait sur la (Passer un gué). § On ne change pas d'attelage au
place). 3. Grouiller de qch: -ile dolu olmak, dolup milieu du gué: Çay geçerken at değiştirilmez,
taşmak (Un arbre qui grouille d'insectes. La rue guéable s. Geçit verir, geçilebilen (La rivière est
grouille de monde. Ce magasin grouille de clients). guéable en été).
§ Se grouiller: hlk. 1. Yerinden kımıldamak, guéer gçl. (Irmağı) Geçit yerinden geçmek (Guéer
kıpırdamak (Ne te grouille pas). 2. Acele etmek, un cours d'eau).
çabuk olmak (Allons, grouillez-vous!). guelfe er. (İtalyada) Papa yanlısı, papaların yanını
group [gRup] er. Para çıkını, bir yerden bir yere tutan.
mühürlenmiş olarak gönderilen para çantası, guelte diş. Prim, satış üzerinde verilen yüzde (La
groupe er. Öbek, küme, topluluk, "grup ( Un groupe vente marchait bien, je me faisais de bonnes
social. Appartenir à un groupe politique. Le gueltes).
groupe sanguin. Un groupe de rochers, groupe de guenille diş. 1. Paçavra. 2. mec. Bayağı şey,
mots). § En groupe: Toplu halde, grup halinde paçavra, önemsiz ve geçici şey (Le corps n'est
(Travailler en groupe). qu'une guenille). 3. Yaşlı ve çökmüş adam. 4. p.
groupement er. 1. Kümelenme, toplanma, biraraya Yırtık pırtık giysi, eski püskü giysiler (Une vieille
gelme (Le groupement des partis). 2. femme vêtue de guenilles). § Etre en guenilles:
Kümelendirme, bir araya getirme (Le Paçavralar içinde olmak, yırtık pırtık giysiler
guenon 687 guerre
giymiş olmak (Un mendiant en guenilles). onunla uğraşmayacağım, bıktım usandım). S.gsz.
guenon diş. 1. Bir maymun cinsi. 2. Dişi maymun. 3. Sağalmak, iyi olmak, iyileşmek (Situ veux guérir,
mec. Çok çirkin kadın, maymun suratlı kadın il faut te soigner). 6. gsz. Geçmek, düzelmek,
(C'est une vieille guenon). sağalmak, iyileşmek (Un rhume qui ne veut pas
guépard er. hayb. Çita, birtüryaban kedisi, °gepar. guérir. Sa plaie a guéri vite. Une passion qui ne
guêpe diş. Yabanansı. § Taille de guêpe: İnce bel, guérira pas). § Se guérir: 1. İyileşmek, iyi olmak,
ince beden. Une fine guêpe: Yolsuz kadın, kibar sağalmak (Il se guérira peu à peu). 2. Se guérir de
orospu. Pas folle, la guêpe!: O ne malın gözüdür! qch: -den kurtulmak, yakasını kurtarmak (Il ne
kolay kolay kül yutmaz!, s'est pas encore guéri de ses préjugés).
guêpier er. 1. Yabanarısı kovanı, yabanarısı yuvası. guérison diş. Sağalma, iyileşme, kurtulma, iyi
§ Guêpier vert: Yeşil arıkuşu. § Se fourrer, tomber olma, "şifa (La guérison d'une maladie, d'une
dans un guêpier: Arı kovanına çomak sokmuş plaie, d'un chagrin).
olmak, tehlikeli bir duruma düşmek, guérissable s. Sağalabilir, iyileşir, iyi olur, geçer
guêpière diş. Beli ince gösteren dar korse, (Une maladie guérissable. Un blessé guérissable).
guère bel. Ne,, .guère: l.(Sıfatyadabelirteçönünde guérisseur, euse ad. 1. İyileştirici, sağaltıcı, sayrılık
geldiğinde) Pek... değil, pek öyle... değil, pek geçirici (Les Anglais considèrent la mer comme
de... değil, hiçde... değil (Il n'est guère intelligent; une grande guérisseuse). 2. Üfürükçü, hekimlik
ce ne sera guère difficile. Vous ne l'avez guère bien belgesi olmadan hekimlik yapan kimse (Procès
reçu). 2. (Eylemle birlikte) Pek ...memek (Il intenté par l'ordre des médecins contre un
n 'aime guère cette peinture. Cette coiffure ne lui va guérisseur).
guère). 3. (Ad önünde) Ne... guère de: Pek, o guérite diş. Nöbetçi kulübesi (Factionnaire qui
kadar... (Iln 'a guère de courage. Il ne mange guère monte la garde devant sa guérite).
de poisson). 4. Ne ... guère que: Hemen hemen guerre diş. 1. Savaş, "harp (Guerre de défense,
yalnız... ancak (Il n'y a guère que vous qui guerre de libération, guerre d'agression, guerre de
puisisiez faire cela- Bunu yapabilecek hemen conquête. Guerre terrestre, guerre aérienne,
hemen yalnız siz varsınız, ancak siz varsınız. Cela guerre navale. Guerre chimique, guerre
n'arrive guère qu'en hiver: Bu hemen hemen bactériologique, guerre atomique. Guerre éclair:
yalnız kışın olur). Yıldırım savaşı. Guerre civile, guerre intestine: İç
guéret er. 1. Nadas, nadas edilmiş tarla. 2. (Şiir savaş. Blessé de guerre, mutilé de guerre,
dilinde) Tarlalar, ekinler. § Laisser en guérets: prisonnier de guerre). 2. 'Savaşım, "mücadele,
Nadasa bırakmak, dinlendirmek (Laisser une savaş (Guerre économique, guerre froide, guerre
partie de ses terres en guérets). Lever, relever les idéologique, guerre des nerfs, guerre de
guérets: Nadas kaldırmak. propagande). 3. (Büyük harfle) Milli Savunma
uéri,e s. 1. İyileşmiş, sağalmış (Un malade guéri). Bakanlığı (Ministère de la Guerre de denir). §
2. mec. Etre guéri de: -den bıkmak, illallah demek Gens de guerre: Askerler. Nom de guerre: Takma
(Je suis guéri des bêtes, je n'en veux plus. Il était ad. De bonne guerre: Yasa ve kurallara uygun,
guéri de dépenser pour de pareilles bêtises!). oyunun kurallanna uygun, açıkça, erkekçe (C'est
uéridon er. Tek ayaklı yuvarlak masa. de bonne guerre). De guerre lasse: Uzun bir
guérilla diş. 1. Çete savaşı, "gerilla. 2. Çete (Chef de direnmeden sonra, bıkıp usanarak (De guerre
guérilla). lasse, il a fini par nous recevoir). Aller à la guerre,
uérillero er. Çeteci, "gerillacı, en guerre: Savaşa gitmek. Déclarer la guerre
uérir gçl. 1. İyileştirmek, iyi etmek, sağaltmak (Ce contre: -e karşı savaş ilân etmek. Entrer en
médicament vous guérira). 2. Geçirmek, guerre, dans la guerre: Savaşa girmek. Faire la
düzeltmek, tedavi etmek (Guérir une maladie, un guerre a qn: Birine durmadan sitemlerde
mal, un défaut). 3. Guérir qn de qch: a) Birinin bulunmak, laf çakıştırmak. Faire la guerre à qch:
-sini tedavi etmek .geçirmek (Il m'a guérie de mon -ile mücadele etmèk, savaşmak, -in kökünü
ulcère à l'estomac), b) Birini -den kurtarmak, kurutmaya çalışmak (Faire la guerre aux abus, aux
birinin -sini geçirmek, düzeltmek (Il faut le guérir injustices). Gagner la guerre: Savaşı kazanmak.
de ses obsessions. Pourra-t-on le guérir de sa Mourir à la guerre: Savaş alanında ölmek, şehit
timidité? Rien ne peut le guérir de sa jalousie). 4. olmak, er meydanında ölmek. Obtenir les
Etre guéri de qch: -den bıkmış olmak, usanmış honneurs de la guerre: a) Silahlarını düşmana
olmak, -e karşı hiçbir isteği kalmamış olmak (Je ne teslim etmeden bir kaleden çıkma iznini
m'occuperai plus de lui, j'en suis guéri: Artık sağlamak, b) Bir işin içinden yüzünün akıyla
guerrier 688 guiches
çıkmak. Perdre la guerre: Savaşı yitirmek. Ağız (La gueule d'un métro, d'un haut fourneau,
Revenir de la guerre: Savaştan dönmek. Vivre en d'un tunnel, d'un pot, d'un canon). 3. hlk. Ağız;
guerre avec qn, vivre (être) sur le pied de guerre yüz, surat (Ferme ta gueule!). 4. tkz. Görünüş,
avec: -ile sürekli kavga içinde olmak, -ile didişip görünüm (Ce chapeau a une drôle de gueule). §
durmak (Ils vivent en guerre avec leurs voisins. Il Une fine gueule: hlk. Boğazına düşkün kimse.
est sur le pied de guerre avec tout le monde). A la Avoir une bonne gueule: Eli yüzü düzgün olmak.
guerre comme à la guerre: (Kötü koşulları hoş Avoir une sale gueule: Çirkin, suratsızın teki
göstermek için kullanılır) Her şeye katlanmak olmak. Avoir la gueule de bois: Ağzı yapış yapış
gerek; ne yapalım buna da katlanmamız gerek. Si olmak, ağzı çiriş gibi olmak. Avoir de lagueule:
tu veux la paix, prépare la guerre: Hazır ol cenge argo. Esaslı olmak, kıyak olmak, iyi bir şey olmak
eğer ister isen sulh ü salah; barış isteyen savaşa (Ce tableau a de la gueule). Casser la gueule à qn:
hazır olmalı. -in yüzünü gözünü dağıtmak, çenesini dağıtmak,
guerrier, ère s. 1. Savaşa değgin, savaşla ilgili yüzünü çarşamba çarığına döndürmek. Etre fort
(Champ guerrier; la trompette guerrière a sonné). en gueule: Farfara olmak, çığırtkan olmak,
2. Savaşçı, savaşmayı seven, iyi savaşan (Un söyledikleri hep lafta kalmak. Faire la gueule:
peuple guerrier, une race guerrière). 3. er. Savaşçı, Suratasmak. Se casser la gueule: Düşmek. Sefaire
asker. casser la gueule: Ölmek, öldürülmek. Se jeter
guerroyer gsz. 1. Savaşmak. 2. Guerroyer contre: a) dans la gueule du loup: Kendini aslan ağzına
-e karşı savaşmak (Le seigneur guerroyait contre atmak, büyük bir tehkileye atılmak. Ta gueule!:
ses vassaux), b) mec. -ile mücadele etmek, -ile Kapa çeneni, sus!
savaşmak (Guerroyer contre les abus, contre les gueule-de-loup er. bitb. Aslanağzı (Gueule-de- lion
injustices). 3. gçl. -e karşı savaşmak, ile mücadele da denir).
etmek (Guerroyer un roi, un tyran). gueulement er. Bağırtı, bağırma; haykırış,
guet er. 1. (Eskiden) Gece karakolu, nöbet (Postes haykırma.
de guet. Sentinelle chargé du guet. Guet à cheval, à gueuler gsz. 1. hlk. tkz. Bağırmak, bağıra bağıra
pied). 2. (Şimdi) Gözetleme. § Avoir l'oeil au konuşmak; havlamak(// ne cesse pas de gueuler.
guet, l'oreille au guet: Gözü, kulağı kirişte olmak. La radio gueule). 2. gçl. Bağırarak söylemek,
Etre au guet, faire le guet: Gözetlemek; pusuda haykırmak (Gueuler des ordres, des injures).
olmak, pusuya yatıp kollamak, gueuleton er. Bol yemek (Faire un bon petit
guet-apens er. Pusu. § Attirer qn dans un guet- gueuleton pour fêter un anniversaire).
apens: Birini pusuya düşürmek. Tendre un guet- gueletonner gsz. tkz. Tıka basa yemek yemek, bol
apens contre qn:-e pusu kurmak. Tomber dans un bol yiyip içmek,
guet-apens: Pusuya düşmek, gueuse diş. 1. Yüksek fırından çıkmış durumdaki
guêtre diş. Tozluk. • erimiş demir yığını. 2. Erimiş madenlerin içine
guêtrer gçl. Tozluk taktırmak, -e tozluk takmak. § döküldüğü kum kalıbı; döküm kalıbı,
Se guêtrer: Tozluklarını takmak, gueusaille diş. tkz. Serseri takımı, kopuk takımı, it
guetter gçl. 1. Pusu kurup beklemek (Guetter le takımı, dilenci takımı,
gibier. Le chat guette une souris. Guetter gueusailler gsz. Dilencilik etmek; ondan bundan
l'ennemi). 2. Gözetlemek, kollamak, gözlemek para dilenip serserice yemek,
(Guetter une occasion, guetter le signal, guetter le gueusarder. tkz. Alçak herif, itin teki.
bon moment). 3. Yolunu gözlemek, sabırsızlıkla gueusergsz. Dilenmek, serserice yaşamak,
beklemek (Guetter le facteur; le chien guette son gueuseriediş. 1. Dilencilik. 2. Alçaklık, bayağılık.
maître). 3. Önemsiz, değersiz şey; bayağı şey.
guetteur er. Gözetleyici; nöbetçi. gueux, euse s. ve ad. 1. Dilenci, baldırı çıplak,
gueulante diş. argo. Bağırış, haykırış, "nağra serseri (Mener une vie de gueux). 2. Alçak,
(Elèves qui poussent une gueulante). namussuz, dolandırıcı. 3. diş. Yoldan çıkmış
gueulard er. 1. den. Ses borusu. 2. Yüksek fırın kadın, orospu. § Courir la gueuse: mec. Yoldan
bacası. 3. den. argo. Küçük top. çıkmak, düşük bir yaşantı içine girmek,
gueulard,e s. ve ad. 1. hlk. Açgözlü, obur. 2. hlk. gui er. 1. bitb. Ökseotu. 2. den. Bomba denilen
Farfara, çığırtkan, ağzı kalabalık (Faites taire ce seren.
gueulard!). guibole, gibolle diş. hlk. Bacak,
gueule diş. 1. Hayvan ağzı (La gueule du lion, d'un guiches diş. ç. Perçem, kâkül, zülüf (Avoir des
chien, d'unpoisson). 2. (Fırın, tünel gibi şeylerde) guiches sur le front, porter des guiches sur les
guichet 689 guinder
guingois (de) bel.Ters, tersine, aksine (Tout va de gymnaste ad. 1. (EskiYunan'da ) Beden eğitimi
guingois: Her şey ters gidiyor). öğretmeni. 2. Cimnastikçi (Equipe de
guinguette diş. hlk. Kır kahvesi, kır meyhanesi, gymnastes).
guipage er. Gipür yapma, kabartmalı dantel gymanstique diş. 1. Beden eğitimi, cimnastik (Les
yapma. élèves font de la gymnastique). 2. mec. Alıştırma,
guiper gçl. (Tirşe üzerine) Kabartma şekiller çalıştırma, "egzersiz (Gymnastique de l'esprit, de
yapmak, gipür yapmak, lapensée). 3.s. Cimnastiğedeğgin (Entraînement
guipure diş. Kabartmalı dantel, gipür. gymnastique).
guirlande diş. 1. Yaprak yada çiçekten bezek gymnospermes, bitb. Açiktohumlu.
kordonu, taç (Guirlande de fleurs, guirlande de gymnospermes er. ç. bitb. Açiktohumlular.
diamants). gymnote er. hayb. Elektrikli yılanbalığı.
guise diş. "Tarz, biçim. § A ma (ta, sa, notre votre, gymnotidés er. ç. hayb. Elektrikli-yılanbalığıgiller.
leur) guise: Keyfine göre, istediği gibi, nasıl gymnuretft'j. hayb. Malaya kirpisi,
isterse (Il agit à sa guise. Nous vivons à notre gynandromorphisme er. biy. hayb. Karma
guise). A votre guise: Nasıl isterseniz, keyfiniz eşeylilik.
bilir. En guise de: 1. -in yerine (Il écrivait sur ses gynécée er. 1 (Eski Roma ve Bizans'ta) Harem
genoux en guise de pupitre). 2. -olarak (Il nous a dairesi. 2. bitb. Dişi organ,
servi des sardines en guise de repas. En guise de gynécologie Kadın hekimliği, kadın hastalıkları
consolation, il lui fit cadeau d'un livre). hekimliği; nisaiyecilik.
guitare diş. Gitar, kitara (Mon fils joue de la gynécologique s. Kadın hastalıklarına değgin
guitare). § Avoir une belle guitare: argo. Dolgun (Examen gynécologique).
kalçaları olmak. C'est toujours la même guitare: gynécologiste, gynécologue ad. Kadın hastalıkları
Hep aynı nakarat, hekimi, "nisaiyeci,
guitariste ed. Gitarcı, gitar çalan, gynécomastie diş. Erkeklerde memelerin anormal
guitoune diş. ask. argo. Kamp çadırı, büyümesi.
guivre diş. Yılan. gynécophobie diş. Kadından tiksinme hastalığı,
gulden er. Hollanda altın parası, gulden altını, kadından kaçma, kadın düşmanlığı, kadın
gummifère s. Zamk çıkaran, zamk veren, sevmezlik.
gunite diş. Çimento ve kum karışımı, harç. gypaète er. hayb. Kuzukartalı; uşak kapan denilen
guppy er. hayb. Küçük bir tür akvaryum balığı, akbaba,
gulf-stream er. coğr. Golfstrim, körfez akıntısı, gypse er. yerb. Alçıtaşı, jips.
gus, guss er. ask. argo. Herif, herifçioğlu. gypseux,enses. Alçıtaşı yapısında, alçıtaşından.
gustatif,ive s. 1. Tatmaya değgin, tatsal (Perte de la gypsophile diş. bitb. Ak çiçekli otsu bir bitki,
sensibilité gustative). 2. (Şaka) Çok güzel, gyriner. hayb. Subiti, "girinus.
ağzınıza lâyık, gyromètre er. Yön göstermeye yarayan alet, *yön-
gustation diş. Tatma (Organe de la gustation). göstergesi.
gutta-percha diş. Güteperka, kablo yapımında gyroscope er. 1. Dünya'nın kendi ekseni etrafında
kullanılan kavuçuğa benzer zamklı bir madde, döndüğünü gösteren aygıt, jiroskop. 2. (Gemi ve
guttural,es. 1. Gırtlağa değgin (Artèregutturale). 2. uçaklarda) Dengede durmayı sağlayan düzen,
Gırtlaktan çıkan (Toux gutturale, voix gutturale). dengeleme dizgesi. 3 . f i z . Düzdöner, jiroskop,
3. diş. dilb. Gırtlak sesi, boğazsıl. dönerken eksenini hep bir doğrultuda tutma
gymnase er. 1. (Eski Yunan'da) Beden eğitimi eğiliminde olan nesne,
kurumu, beden eğitimi okulu (Les athlètes grecs gyroscopique s. Düzdönere değgin, jiroskopla
s'entraînaient dans le gymnase). 2. (Almanya'da) ilgili; jiroskopla donatılmış (Effet gyroscopique.
Klasik dillerin okutulduğu ortaöğretim okulu, Compas gyroscopique).
lise. gyrostat/^wjsto/a.Ekseni etrafında hızlı bir dönme
gymnasiarque er. (Eski Yunan'da) Beden eğitimi hareketi yapan cisim, jirosta (Application du
okulu yönetmeni. 2. (Az kullanılır) Cimnastikçi. gyrostat à des fins de stabilisation).
h
H,h er. Fransız abecesinin sekizinci harfi. Buharfya (Homme politique qui conduit habilement une
yokmuş gibi hiçbir ses vermez (h muet), yada négociation. Mener habilement une affaire).
başlarında bulunduğu sözcüklerin kimisinde yine h a b i l e t é 1 . Uzluk, beceriklilik, ustalık (Habileté
hiçbir ses vermemekle birlikte, ulamaya engel demain. Travailfait avec habileté). 2.ç. İncelikler
olur(h aspiré). Örneğin: L hommesözcüğündeki (Les habiletés d'un métier).
h, muet olduğu için bu sözcük lom okunur, ama le habilitation diş. 1. Yetkilendirme. 2. Doçentlik
héros sözcüğündeki aspiré olduğu için lero değil lö sınavı. 3. huk. Ergin kılma, ergin kılınma,
ero okunur. Ayrıca, p,c ve g harfleriyle harf habilité diş. huk. 1. Yetkililik; yeterlilik, yeterlik
grupları yaparak şu sesleri verir: ph=f, ch=ş "ehliyet (Habilité à contracter mariage). 2.
(Yunancadan ve başka eski dillerde geçen Yetenek (Nous n'apportons point en naissant
sözcüklerde) ch=k, ghi=gi, ghe=ge. l'habilité à faire ces choses).
ha ün/. 1. (Şaşma anlatır) A! Ya! (Ha! Cet enfant est habiliter gçl. Habiliter qn à f.qch: Birine -mek
votrefils?:A ! Bu çocuk sizin oğlunuz mu?). 2. Ha! yetkisi vermek, - meye yetkili kdmak,
Ha!: (Gülüş) Hah, hah, hah! yetkilendirmek (Le gouvernement vient
"habanera diş. 1. Havana kaynaklı bir İspanyol d'habiliter le Ministre des Affaires étrangères à
dansı (Danser une habanera). 2. Havana dans signer le traité).
havası (Habanerapour violon). habillable s. Giydirilebilir (Rien ne lui va; il n'es t pas
habiles. 1. Usta, becerikli (Un chirurgien habile, un habillable).
ouvrier habile et expérimenté. L'affaire est entre les habillage er. 1. Giydirme; giyinme (Habillage d'un
mains habiles). 2. Kurnaz, düzenci (Il est trop acteur. Salon d'habillage). 2. (Kullanılış amacına
habile pour être honnête). 3. Habile à f.qch: göre) Hazırlama (Habillage d'une bête de
-mekte usta, çok becerikli, eşsiz (Un homme boucherie, d'une montre, d'un arbre). 3. Döşeme,
habile à tromper. Elle est habile à détourner la kumaşlama, kumaşını geçirme (Habillage d'un
conversation). 4. Habile à qch: -de çok becerikli, fauteuil, d'une chaise). 4. Etiketini yapıştırma,
usta, eşsiz (Etre habile à un jeu d'adresse). 5. etiketleme, kâğıtlama (Habillage d'une
Zekice, ustaca (Une opération habile). 6. huk. bouteille).
Yetkilùlyeterlikli, °ehil. habillé,e s. 1. Giyimli, giyinik (Je ne peux pas vous
habilement bel. Ustaca, uzlukla, beceriklice, zekice recevoir, je ne suis pas habillé. Se coucher tout
habillement 692 habitué
habillé). 2. Şık, güzel (Une robe très habillée). terrestre). 2. Nüfus (La Turquie compte près de
habillement er. 1. Giydirme (L'habillement des cinquante millions d'habitants. Les habitants d'un
troupes). 2. Giyim (Magasin d'habillement). 3. pays, d'une ville). 3. İnsan, adam (Les habitants
Giysi, giyim kuşam, giyim (Un habillement des cavernes. Tous les habitants de la Terre). 4.
bizarre). argo. Bit, pire (Avoir des habitants: Bitlenmek). §
habiller gçl. 1. Giydirmek (Habiller un enfant). 2. Les habitants de l'air: Kuşlar. Les habitants des
(Giyilen şey) İyi gelmek, yakışmak (Ce costume bois: Yaban hayvanlar. Les habitants des eaux:
l'habille bien. Rien ne m'habille). 3. (Birini) Çok Balıklar. Les habitants de l'Olympe: Söylence
eleştirmek, yermek, aleyhinde atıp tutmak (II tanrıları. Les habitants du Parnasse: Ozanlar,
habille tout le monde). 4. Habiller qn de qch: habitat er. 1. (Bitki ve canlılar için) Yetişme yeri,
Birine... giydirmek (Habillez votre fils de laine yurt, yatak. 2. Yerleşme biçimi, yerleşme
pour l'envoyer à la montagne). 5. Kullanış (Géographie de l'habitat. Habitat rural, urbain).
amacına uygun duruma getirmek, hazırlamak 3r Konut; konut koşulları (Amélioration de
(Habiller un poulet, une montre, un arbre, une l'habitat).
bête de boucherie). 6. Özünü, anlamını habitation diş. 1. Oturma (Améliorer les conditions
değiştirecek biçimde süslemek, allayıp pullamak d'habitation). 2. Ev, konut, barınak (Changer
(Habiller un texte, undiscours). 7. Habiller qch de d'habitation. Construire des habitations).
qch: a) -ile kaplamak, çevirmek, döşemek habité,es. Oturulan, içinde insan yaşayan, "meskûn
(Habiller un fauteuil de housses. Habiller un mur (Planète habitée. Château habité).
de plantes grimpantes), b) -ile süslemek (Orateur habiter gsz. 1. Oturmak, yaşamak (Habiter à la
qui habille ses pensées banales de phrases campagne, chez des amis, en banlieue, dans un
sonores). 8. Habiller qn en qch: Birini... kılığına château). 2. gçl. -de oturmak, yaşamak (Habiter
sokmak, biçiminde giydirmek (Habiller un enfant une maison, un palais, un quartier mal famé.
en soldat. Habiller en civil). 9. Etiketini Habiter la ville, la campagne). 3. mec. Sürekli
yapıştırmak, tıpasının üstüne kâğıt geçirmek olarak -de bulunmak, yakasını bırakmamak
(Habiller une bouteille). 10. (Basımcılıkta) Bir (L'enthousiasme habite son cœur. Une douleur
resmin çerçevesine yazı dizmek. § S'habiller: 1. sourde m'habitait). § Habiter au diable:
Giyinmek (S'habiller court, s'habiller long, Cehennemin dibinde oturmak, çok uzakta
s'habiller légèrement). 2. S'habiller de qch: -1er oturmak. Habiter porte à porte: Kapı komşusu
giyinmek (S'habiller de noir, de blanc). 3. olmak; bitişik evde, dairede oturmak,
S'habiller en qch: ... kılığına girmek, (La petite habitude diş. 1. Alışkı, "âdet (Ce qui forme les
fille s'habilla en Colombine). habitudes, ce sont les actes fréquents et réitérés). 2.
habilleur, euse ad. (Tiyatro ve sinemada) Alışkanlık, "itiyat (Il ne faut pas être esclave de ses
Oyuncuları giydiren kimse, giydirici, habitudes). 3. Alışma, alışmıştık (Elle a une
habiter. 1. Resmi elbise, frak (L'habit est de rigueur grande habitude des enfants. L'habitude du
à ce dîner officiel). 2. Giyim, "kıyafet ( Un habit de malheur). 4. Gelenek, görenek, töre (Se
gala. Un habit d'huissier. Habit de deuil. L'habit conformer aux habitudes du pays. Avoir des
militaire). 3. ç. Giysi, "elbise (Mettre ses habits, habitudes de paysan, debourgeois). § D'habitude:
ôter ses habits. Marchand d'habits, brosse à Çoğu kez, genellikle, her zaman (D'habitude, je
habits). § Habit vert: Akademi üyelerinin resmi me lève tard. Il vient d'habitude le mardi. Le café
giyimi. Prendre l'habit: Din adamı olmak, papaz est meilleur que d'habitude). Comme d'habitude:
olmak. Quitter l'habit: Papazlıktan ayrılmak, din Her zaman olduğu gibi. Par habitude:
adamlığını bırakmak. L'habit ne fait pas le moine: Alışkanlıkla, düşünmeden, makina gibi (Iltourna
Sarık sarma ile hoca olunmaz; altın semer vursan par habitude le bouton de la radio). Avoir
eşek yine eşektir, l'habitude de f. qch: -meye alışmak, -mek
habitabilité diş. Oturulabilirlik. alışkanlığı olmak (lia l'habitude de se coucher sur
habitable s. Oturulabilir; içinde yaşanabilir (Une la droite). Avoir l'habitude de qch: ...deneyi
maison habitable. Sous un tel régime politique ce olmak, kullanılmasını bilmek (Acteur qui a une
pays n'est plus habitable). longue habitude de la scène. Je n'ai pas l'habitude
habitacle er. 1. (Şiir) Ev, konut, barınak. 2. den. de cette voiture, de ces méthodes).
Pusula kutusu. 3. (Uçakta) Pilot kabini, habitué,e ad. 1. Sürekli müşteri, gedikli (Le garçon
habitant,e ad. 1. Oturan, eğleşen, "sakin (Les de café servait toujours en premiers les habitués).
habitants de la banlieue, de l'immeuble, du globe 2. Tanıdık, sürekli gelip giden (C'est un habitué de
habituel 693 haillonneux
brouillard). 2. mec. Taç (Un halo de gloire). genou a sérieusement handicapé le coureur
halogénation diş. kim. Tuzverme. cycliste).
halogènes, kim. Tuzveren. "hangar er. Sundurma, hangar (Les hangars d'une
halophiles. coğr. Tuzcul (Plantes halophiles). ferme, d'un terrain d'aviation. Hangar à récoltes,
*halte diş. 1. Mola, ara (La halte est finie, il faut hangar à locomotives).
reprendre la route). 2. İstasyon, durak, "menzil (Il "hanneton er. hayb. 1. Mayısböceği. 2. mec. tkz.
faut arriver de bonne heure à la halte fixée). 3. Uni. Şaşkın.
(Komut) Dur! §Halte-là: 1. (Nöbetçinin yaklaşan "hannetonnage er. Mayısböceklerini yoketme.
bir yabancıya söylediği) Dur! Kimsiniz? 2. Artık "hannetonner gsz. Mayısböceklerini yoketmek.
yeter! İşte o kadar! Dire halte à qch: -e dur demek, "hansart er. Kıyma satırı; kıyma makinesi,
-i durdurmak (Il faut dire halte à l'inflation "hanse diş. Ortaçağda, kimi Alman kentleri
menaçante). Faire halte: Mola vermek, durmak arasındaki ticaret ortaklığı, Hansa birliği,
(Avant d'entreprendre l'escalade du dernier piton, "hanté,e s. Cinli, perili (Château hanté).
les alpinistes firent halte quelques instants). "hanter gçl. 1. -de sık sık görünmek (Fantôme qui
haltère er. 1. Halter. 2. biy. Takmacik. § Faire des hante un lieu). 2. -e sık sık gitmek (Hanter les
haltères: Halter kaldırmak, tripots, les mauvais lieux). 3.-ile görüşmek, düşüp
haltérophiles, ve ad. Halterci, kalkmak (Hanter la noblesse). 4. -in yakasını
haltérophilie diş. Haltercilik, bırakmamak, kafasından hiç çıkmamak, kafasını
"halva er. T. Helva. kurcalayıp durmak (L'idée du suicide le hante. Un
*hamac er. Asma yatak, "hamak (Se balancer dans grand remords le hantait. Les rêves qui hantent son
un hamac). sommeil). § Dis-moi qui tu hantes, je te dirai qui tu
"hamada diş. coğr. Kaya çölü; yalın-ova; es: Bana arkadaşını söyle, senin ne olduğunu
yontukdüz. söyleyeyim.
"hameau er. Küçük köy, köycük, kom. "hantise diş. 1. (Eski) Görüşme, düşüp kalkma. 2.
hameçon er. Olta iğnesi. § Gober l'hameçon, Takınak, saplantı, "musallat fikir (Ila la hantise du
mordre à l'hameçon: Yutmak, aldanmak, zokayı suicide).
yutmak, tuzağa düşmek, haplologie diş. dilb. Hece yutumu, orta hece
hameçonner gçl. (Oltaya) İğne takmak yutumu.
(Hameçonner une ligne). "happement er. 1. Kapma, ağzıyla yakalama. 2.
"hammam er. Hamam, Türk hamamı, Yapışma.
"hampe diş. 1. Bayrak direği, gönder. 2. Fırça sapı, "happer gçl. 1. Kapmak, ağzıyla yakalamak (Chien
tavan süpürgesi sapı. 3. bitb. Bitkisapı, uzun çiçek qui happe un morceau de viande. Le chat bondit et
sapı (La hampe d'un roseau). 4. (Harflerde) happa la souris). 2. mec. Kapivermek (Le train
Kuyruk (La hampe de p, deh.). happa son bras). 3. gsz. Yapışmak, yapışıvermek.
"hamster [amstex ] er. Kızıl tüylü, ak karınlı bir çeşit "happy end er. yada diş. İng. Mutlu son.
dağsıçanı. "haquenée diş. Rahvan kısrak, rahvan at.
"han er. İnsanın bir şey döverken her vuruşta "haquet er. Fıçı, balya taşımak için ince uzun ve
çıkardığı boğuk ses, hınk. § Faire un han, pousser kenarsız araba,
un han: Hınklamak, hınk demek, "hara-kiri er. Harakiri. § Faire harakiri: Harakiri
"hanap [anap] er. (Ortaçağda) Bir tür maşrapa, yapmak.
"hanche diş. 1. anat. Kalça (Hanches étroites, "harangue diş. 1. Söylev (Prononcer une harangue
larges, rondes). 2. (Gemide) Kıç. § Mettre les enflammée). 2. mec. Bıktırıcı, usanç verici söz.
mains, les poings sur les hanches: (Küstahlık yada "haranguer gçl. 1. -e bir söylev çekmek, seslenmek
meydan okumak için) Elini beline dayamak. (Un orateur harangua la foule des ouvriers à, Ja
Rouler des hanches: Kalçalarını oynatmak, kalça sortie de l'usine). 2. mec. -in kafasını ütülemek,
kıvırmak (Marcher en roulant des hanches). kafasını şişirmek (Il nous harangue du matin au
"hand-ball er. Eltopu, hentbol, soir).
"handballeur er. Eltopçu, hentbolcu. "harangueur,euse ad. 1. (Eski) Sözen, konuşmacı,
"handicap er. Elverişsiz durum, engel (Sa faiblesse "hatip. 2. Söylevci, kafa ütüleyici.
en mathématiques est un handicap pour la suite de "haras [axa] er. Hara, aygır deposu,
ses études. Franchir un handicap). "harassant,e s. Çok yorucu, bitkin düşürücü (Une
"handicaper gçl. Elverişsiz duruma düşürmek, besogne harassante).
zarara uğratmak, engellemek (Sa blessure au "harassé,e s. Yorgunluktan canı çıkmış, bitkin.
harassement 696 harmonisation
•harassement er. Çok yorma; büyük yorgunluk, •hargneux,euse s. Hırçın, kudurgan, huysuz (Une
bitkinlik. femme hargneuse, un chien hargneux). § Chien
•harasser gçl. Çok yormak, yorgunluktan hargneux a toujours l'oreille blessé: Bela arayan
bitirmek, halsiz düşürmek, belasını bulur,
•harcelant,e s. Hırpalayıcı, tedirgin edici •haricot er. 1. Fasulye (Planter des haricots). 2.
(Occupation harcelante, créancier harcelant). Fasulye tanesi, fasulye (Haricots blancs, rouges.
•harcèlement er. Hırpalama, tedirgin etme (Guerre Gigot de mouton aux haricots). § Des haricots!:
de harcèlement). tkz. Hava alırsın ! C'est lafindes haricots: Felâket!
•harceler gçl. 1. Hırpalamak, sarsmak, tedirgin Yandık. İşte o zaman kıyamet kopar! Aller
etmek (Harceler l'ennemi). 2. Harceler qn de qch: manger des haricots: argo. Kodesi boylamak,
Birini -lerle usandırmak, bıktırmak, tedirgin dama düşmek, hapse girmek. Courir sur le
etmek (Il nous harcelait de questions). haricot à qn: -in damarına basmak, canını sıkmak,
•harde diş. 1. Yaban hayvan sürüsü (Harde de cerfs, -i kızdırmak, rahatsız etmek (Tu commences à
de daims). 2. Köpekleri dörder dörder yada nous courir sur le haricot avec tes pleurnicheries).
altışar altışar bağlamaya yarayan bağ, köpek Toucher des haricots: hlk. Eline birkaç kuruş
koşum takımı. 3. Koşum köpekleri, geçmek.
•harder gçl. (Köpekleri) Koşumlamak, dörder •haridelle diş. Kurada, külüstür beygir,
dörder yada altışar altışar bağlamak (Harder les •harlediş. hayb. Testeregagalıördek (Harlebièvre:
chiens). Büyük testeregagalı ördek. Harle petite: Küçük
•hardes diş. ç. Pılıpırtı, eski püskü giysiler, testeregagalı ördek).
•hardi,e s. 1. Yürekli, gözüpek, atılgan (Guerriers harmonica er. Armonika,
hardis, alpiniste hardi). 2. Atak, çekinmez. 3. harmoniciste ad. Armonika çalan, armonikacı.
Yüzsüz, utanmaz, küstah (Une fille hardie. Vous harmonie diş. 1. Uyum, "ahenk (L'harmonie des
êtes bien hardi de m'interrompre ainsi). 3. voix, des instruments. L'harmonie des vers, des
Cesurca, atılganca, atakça (Un projet hardi, couleurs). 2. müz. Uyumbilim (Traité
entreprise hardie). 4. Uni. Ha gayret! Göreyim d'harmonie, les règles de l'harmonie classique). 3.
sizi! (Hardi, les gars!). müz. Geniş kadrolu üflemeli sazlar takımı (Un
•hardiesse diş. 1. Yüreklilik, gözüpeklik, concert d'harmonie). 4. Uyuşma, bağdaşma
atılganlık, "cesurluk (Avoir de la hardiesse: (L'harmonie des sentiments). 5. Uyuşma,
Gözüpek olmak. Montrer de la hardiesse: anlaşma, barışıklık (L'harmonie qui règne dans
Yüreklilik göstermek). 2. Yüzsüzlük, utanmazlık, une société, dans une famille). § Harmonie
küstahhk (Quelle hardiesse d'aller dire cela!). 3. vocalique: dilb. Ünlü uyumu. Haramonie
Atakhk, çekinmezlik. consonantique dilb. Ünsüz uyumu. Harmonie
•hardiment bel. 1. Yüreklilikle, korkmadan, imltative: Benzekli uyum, "ahengi taklidi. Etre en
çekinmeden (Parler hardiment). 2. Yüzsüzce, harmonie avec: -ile uyuşmak, bağdaşmak. Mettre
utanmadan, küstahça (Il nie hardiment). qch en harmonie avec: Bir şeyi -e uydurmak
•harem er. Ar. 1. Harem dairesi. 2. Haremdeki (Mettre en harmonie les nouveaux immeubles avec
kadınlar. § Avoir un harem: tkz. Birçok kadınla le caractère propre de la ville). Vivre en parfaite
birden ilişkisi olmak, harmonie avec qn: -ile dirlik düzenlik içinde
•hareng er. hayb. Ringa balığı. § Sec comme un yaşamak, gül gibi geçinip gitmek,
hareng: Sıska, çiroz gibi. Etre serrés comme des harmonieusement bel. Uyumlu olarak, uyumlu bir
harengs: Balık istifi gibi olmak, çok sıkışmak. La biçimde (Univers harmonieusement ordonné.
caque sent toujours le hareng: Şeker, cinsine Chanter harmonieusement).
•çeker. Altın palan vursan eşek yine eşektir. harmonieux,euse s. 1. Uyumlu, "ahenkli (Une voix
•Harengaison diş. Ringa avı; ringa avı mevsimi, harmonieuse. Le développement harmonieux
•harengère diş. 1. Balıkçı kadın, balık satıcısı d'une économie). 2. Hoş, güzel (Un visage
kadın. 2. mec. tkz. Eli bayraklı kadın, harmonieux).
•harenguier er. Ringa balığı avlamakta kullanılan harmoniques. 1. Uyuma değgin, uyumsal. 2. müz.
gemi, ringa av gemisi, Ana sese katılan ses.
•hargne diş. Hırçınlık, huysuzluk, kudurganlık harmoniquement bel. 1. Uyumsal olarak, uyum
(Répondre avec hargne). kurallarına göre. 2. Matematik kurallarına uygun
•hargneusement bel. Hırçınca, huysuzca, olarak.
kudurganca. harmonisation diş. 1. Bağdaştırma, uyuşturma,
harmoniser 697 hâte
uyuşur duruma getirme (Harmonisation des "hart diş. 1. (Sazdan, ince daldan) Bağ. 2.
divers intérêts). 2. müz. Uyum kurallarına Hükümlüleri astıkları ip. 3. mec. İdam cezası,
uydurma. idam.
harmoniser gçl. 1. Uyumlu kdmak, bağdaştırmak, "hasard er. 1. (Ortaçağda oynanan) Bir çeşit zar
uyuşturmak (Harmoniser les intérêts de plusieurs oyunu; zarda kazanan rakam, altı, "şeş. 2. Talih
personnes). 2. müz. Armonisini yapmak, (Caprices du hasard: Talihin cilveleri). 3.
armonize etmek (Harmoniser un chant, un air). § Raslantı, "tesadüf ( C'est unpur hasard, rien n 'était
S'harmoniser: 1. Bağdaşmak, uyuşmak, birbirine calculé. Il ne laisse rien au hasard). 4. Fırsat
uymak (Ces couleurs s'harmonisent bien). 2. (Profiter d'un hasard favorable). 5. ç. Tehlike
S'harmoniser avec: -ile uyuşmak, bağdaşmak (Le (Les hasards de la guerre). § Jeu de hasard: Talih
sentiment s'harmonisait avec le milieu). oyunu; zar, bakara, rulet, piyango gibi talih
harmoniste ad. müz. Uyumbilim uzmanı, oyunları. Heureux hasard: Mutlu raslantı, şans.
harmonium er. müz. Armoniyum. Hasard malheureux: Kötü raslantı, aksilik,
•harnachement er. 1. (Hayvan) Koşum takma, şanssızlık. Au hasard: Rasgele. A tout hasard: Ne
koşumlama. 2. Koşum takımı. 3 .mec. tkz. Ağır ve olursa olsun. Par hasard: 1. Beklenmedik bir
gülünç kılık (Le harnachement des fantassins). biçimde, umulmadığı halde, beklenilmediği
"harnacher gçl. 1. Koşum takmak, koşumlamak halde. 2. Acaba (Auriez-vous par hasard
(Harnacher un cheval). 2. mec. Gülünç bir l'intention de louer votre maison?).
biçimde giydirmek, gülünç kılığa sokmak. § Etre "hasardé,es. 1.Tehlikeli (Une entreprise hasardée).
harnaché de qch: -i giymiş, takmış, sırtlamış, 2. Düşünülmeden yapılmış, sonu belli olmayan
kuşanmış olmak (Il partait pour une excursion en (Une démarche hasardée). 3. (Eski) Açık saçığa
montagne, harnaché de sacs, d'appareils kaçan (Une expression hasardée, une plaisanterie
photographiques et d'objets hétéroclites). Se hasardée).
harnacher: Giyinip kuşanmak; silah ve "hasarder gçl. I. Tehlikeye atmak, tehlikeye
gereçlerini takmak (Soldat, chasseur qui se sokmak (Hasarder sa vie, sa réputation). 2.
harnache). Denemeye girişmek, kullanmak (Hasarder une
*harnacheur er. Koşumcu; koşum takımları yapan, expression). 3. İleri sürmek (Il a craintivement
satan yada takan, hasardé quelques remarques). 4. Sonucun ne
"harnais er. 1. Koşum takımı, koşumlar. 2. argo. olacağına bakmadan girişmek, yapmak
Giysi, çul. § Blanchir sous le harnais: 1. Askerlik (Hasarder une démarche auprès d'un ministre). S.
mesleğinde eskimek, kıdemli olmak. 2. Bir işte, Hasarder de f.qch: -mek tehlikesini göze almak,
bir meslekte, saçağartmak. Saçlarını değirmende -mek yanılgısına düşmek (Il vaut mieux hasarder
ağartmamak. de sauver un coupable que de condamner un
*haro er. Hurra. § Crier haro sur qn, sur qch: -e innocent). § Se hasarder: 1. Rasgele gitmek,
lânet okumak, yuhalamak (Le scandale était tanrıya sığınıp girmek (Se hasarder la nuit dans
public, tous les voisins crièrent haro sur le une ruelle obscure). 2. Se hasarder à f.qch: -mek
malheureux. Crier haro sur la bêtise tehlikesini göze almak, ne olursa olsun -mek (Je
contemporaine). me hasardai à sortir malgré le temps menaçant).
"harpagon er. Cimri, pinti, "hasardeux,euse s. 1. Tehlikeli (Une affaire
"harpail er. harpaille diş. Maral sürüsü, geyik hasardeuse). 2. Serüvenli, raslantılara bırakılmış
sürüsü. (Une vie hasardeuse). 3. Tehlikeye aldırmayan,
"harpe diş. müz. Harp (Jouer de la harpe). atılgan (Il a un caractère hasardeux).
"harpie diş. 1. Söylencede, kadın başlı, kuş gövdeli, "haschisch, hachisch er. Esrar, haşiş,
yırtıcı pençeli bir canavar . 2. hayb. Bir Amerika "haschischin er. Esrarkeş,
kartalı. 3. mec. Şirret kadın, cadaloz, "hase diş. Dişi tavşan,
"harpiste ad. müz. Harp çalan, harpçı. "hast er. (Eskiden) Mızrak,
"harpon er. Zıpkın (Pêche au harpon. Lancer un "hastaire er. (Eski Romada) Mızraklı asker.
harpon). *hasté,e s. Mızrak biçiminde, mızrak gibi (Feuilles
"harponnage, harponnement er. Zıpkınlama. hastées).
"harponner gçl. 1. Zıpkınlamak (Harponner une "hâte diş. Evecenlik, ivedilik, çabukluk, "acele. § A
baleine). 2. tkz. Yakalamak, enselemek la hâte: İvedilikle, çarçabuk, çabucak (Manger à
(Harponner un malfaiteur). la hâte). En hâte: Vakit yitirmeden, hemencecik
"harponneur er. Zıpkın atan, zıpkıncı. (On envoya en hâte chercher le médecin). Avoir
hâtelet 698 hautain
hâte de f.qch: -mekte acelesi olmak (Il avait hâte Les hautes branches d'un arbre). 2. Yukarı (La
de sortir). Mettre de la hâte à f. qch: -meyi haute Normandie, le haut Rhin). 3. Büyük
çabuklaştırmak, hızlandırmak (Il a mis de la hâte à (Calculs d'une haute précision. La haute
achever le travail). bourgeoisie). 4. Yüksek, önemli, yüce (La haute
•hâtelet er. Kebap şişi. société. Les hauts fonctionnaires de l'Etat. La
•hâter gçl. 1. Öne almak (Hâter son départ). 2. Haute Assemblée). 5. Soylu, yüksek (Ilauneâme
Çabuklaştırmak, hızlandırmak (Hâter le pas, haute). 6. Kabarık (La mer est haute). 7. Tiz (Des
hâter un mouvement). § Se hâter: 1. Çabuk olmak. notes hautes). § Le haut fourneau: Yüksek fırın.
2. Acele etmek, telesmek. 3. Se hâter de f. qch: La haute mer: Açık deniz, engin. Les hautes
-mekte acele etmek (line faut pas se hâter de juger latitudes: Kutuplara yakın bölgeler. La haute
les caractères). trahison: Vatan hainliği. Haut en couleur: Diri
*hâtif,ive s. 1. Vaktinden önce olan, erken yapılan. renkli, renkleri canlı; koyu esmer, yanık renkli
2. İvedilikle yapılan, "acele (Un travail hâtif où les (Les paysans hauts en couleur). Haut-le-pied:
fautes abondent. Des précautions hâtives et Koşulmamış (Cheval haut-le-pied; locomotive
inutiles). 3. Vakitsiz yetişen, vaktinden önce haut-le-pied). A haute voix: Yüksek sesle. Avoir'
yetişen (Fruits, légumes hâtifs). la haute main dans qch: -de sözü geçmek. Avoir le
*hâtiveau er. Vaktinden önce yetişen sebze yada verbe haut: Yüksek sesle, buyururcasına
meyve; turfanda meyve, sebze, konuşmak. Etre haut comme trois pommes:
•hâtivement bel. 1. Vaktinden önce. 2. İvedilikle, Küçücük, minnacık olmak. N'avoir jamais une
çarçabuk, hemen, parole plus haute que l'autre: Soğukkanlılıkla,
•hauban er. (Gemide) Direği dik tutan halat, sakin sakin konuşmak. 7. er. Yükseklik ( Ce mur a
çarmık. cinq mètres de haut). 8. er. Üst, yukarı, tepe
•haubaner gçl. (Direği) Çarmıklarla dik tutmak, (Parler du haut de la tribune. Rouler du haut des
•haubert er. (Ortaçağda) Zırhlı gömlek, escaliers. Un oiseau perché sur le haut d'un arbre.
•hausse diş. 1. Yükselme, artma; yükseliş, artış Le haut d'une montagne). § Le Très-Haut: Tann.
(La, hausse de la température, des salaires, des Ulu Tann. De haut: Yüzeyden, derinliğine
prix). 2. Bir şeyi yükseltmeye yarayan nesne, inmeden (Voir, regarder les choses de haut). Du
yükselteç. § Etre en hausse: Artmak, yükselmek haut en bas, de haut en bas: Baştan aşağı, tepeden
(Le baromètre est en hausse. Les cours de la tırnağa (Nettoyer une maison du haut en bas).
Bourse sont en hausse). Connaître des hauts et des bas: Yaşamın acı ve tatlı
•hausse-col er. Eskiden kolluk görevlilerinin günlerini görmüş olmak. Le prendre de haut:
boyunlarına taktıkları ayça biçiminde pirinç Üstten almak, yüksek perdeden konuşmak (Ilest
levha, "ferahi. unitile de le prendre de haut avec moi). Traiter qn
•haussement er. 1. Yükseltme (Le haussement d'un du haut en bas: Birini küçümsemek, hor görmek,
mur). 2. Yükselme, artma (Le haussement du prix -e tepeden bakmak. Tomber de haut, de son haut:
des denrées). § Le haussement d'épaule: Omuz Şaşakalmak. Tomber de tout son haut: Boylu
silkme. boyunca düşmek, iki seksen yere serilmek. Venir
•hausser gçl. 1. Yükseltmek (Hausser un mur, de haut: Yüksek bir kişi yada mevkiden gelmek,
hausser la voix). 2. Kaldırmak (Hausser unstore). tepeden inme gelmek (C'est un ordre qui vient de
haut). 9. bel. Yüksek, yükseğe. Yukan, yukarıya
3. Artırmak, yükseltmek (Hausser les prix, les
(Monter haut, sauter haut). 10. bel. Yüksek sesle
impôts). 4. mec. Değerini yükseltmek, yüceltmek
(Lire tout haut, parler plus haut). 11. bel. Açıkça,
(Cela ne le hausse pas dans mon estime). S. gsz.
çekinmeden (Je le dirai bien haut, s'il le faut.
(Eski) Yükselmek, artmak (Lesprix ont haussé).
Parler haut et clair). § D'en haut: a) Yukardan, b)
§ Hausser le ton: Yüksekten konuşmak,
Gökten, Tanrıdan (La lumière vient d'en haut.
yüksekten atmak, gözdağı vermek. Hausser les
Une inspiration d'en haut). En haut: Yukarıda,
épaules: Omuz silkmek. § Se hausser:' 1.
yukarıya (Il loge en haut et moi en bas). En haut de,
Yükselmek, dikelmek (Se hausser sur la pointe
au haut de: -in başında, tepesinde, üstünde;
des pieds). 2. Yücelmek (Se hausser jusqu'au
başına, tepesine, üstüne (La concierge est en haut
sacrifice).
de l'escalier. L'oiseau s'est posé au haut de
•haussier er. Borsa oyuncusu.
l'arbre). Là-haut: a) Gökte, b) Şurada, karşıda;
•haussière, aussière diş. 1. Üç yada dört kollu halat.
yukarda.
2. (Köylerde) Araba sövesi, yancak.
•haut,e s. 1. Yüksek (Un mur haut de trois mètres. •hautain,e s. Kendini beğenmiş, kurumlu, kibirli,
hautbois 699 hébétude
"mağrur (Un homme hautain et distant. Il prend havanes). 2. diş. Havana. 3. s. değişmez. Açık
des airs hautains). kahverengi (Des couvertures havane).
*hautbois er. müz. Obua. «hâve s. Solgun benizli, zayıf (Visage hâve; des gens
"hautboïste ad. Obuacı, obua çalan. hâves et déguenillés).
*haut-de-chausses er. (Eskiden giyilen) Dize kadar «haveneau, havenet er. (Karides tutmak için
kısa pantolon. kullanılan) Torba ağ.
*haut-de-forme, haute-forme er. Silindir şapka, «havir gçl. 1. İçini pişirmeden dıştan yakmak,
«haute diş. tkz. Yüksek tabaka, kibarlar, kurutmak (Havir la viande). 2. gsz. İçi pişmeden
«hautement bel. 1. Yüksek sesle, açıkça, açık açık dıştan yanmak, kurumak (Viande qui havit).
(Professer hautement ses opinions). 2. Çok, son «havre er. 1. Küçük liman. 2. mec. Barınak, sığınak
derece (Mot hautement caractéristique). (Un havre de liberté, un havre de bonheur, un
*hautesse diş. "Haşmetmeap. havre de salut).
«hauteur diş. 1. Yükseklik (Hauteur d'un mur, «havresac er. 1. (Asker yada avcılar için) Arka
d'une tour). 2. Yücelik, soyluluk (La hauteur de çantası, sırt çantası. 2. Avadanlık çantası,
ses sentiments ne fait pas de doute). 3. Kendini «hé ünl. 1. Hey! Baksana! (Hé, prenez garde). 2.
beğenmişlik, kibir, kurum (Parler avec hauteur). Vah! Eyvah! 3. Hé! Hé!: Eh, kim bilir! (Hé! hé!
4. Tepe (Monter sur une hauteur, gagner les peut-être que oui). 4. Hé bien!: Ya! Peki! Pekâlâ
hauteurs). § La hauteur d'âme: Gönül yüceliği, (Hé bien! de quoi est-il question?).
âlicenaplık. Saut en hauteur: Yüksek atlama. Ala «heaume er. Zırh başlığı, tolga,
hauteur de: a) -düzeyinde, düzeyine, "seviyesine hebdomadaires. 1. Haftalık (Repos hebdomadaire,
(Mettre une chose à la hauteur d'une autre), b) den. journal hebdomadaire). 2. er. Haftalık yayın,
-hizasında, paralelinde, enleminde (Etre à la haftalık dergi yada gazete (Un hebdomadaire
hauteur d'une lie, d'un cap), c) Karşısında, politique).
yanında, yakınında (Arrivé à ma hauteur, il me hebdomadairement bel. Her hafta; haftadan
salua. Il était à la hauteur d'une petite épicerie). haftaya.
Etre à la hauteur: Yetenekli olmak. Etre à la hebdomadier,ere ad. Bir hafta süresince âyin
hauteur de qch, de f. qch: -in üstesinden yapmakla görevli rahip yada rahibe,
gelebilecek yetenekte olmak (Il n'est pas à la hébéphrénie diş. ruhb. Çocuksu bunama. Kişinin
hauteur de résoudre un tel problème). Perdre de la yaşına uygun düşünmeyen davranışlara doğru
hauteur: Alçalmak (Avion qui perd de la gerilemesi biçiminde ortaya çıkan erken bunama
hauteur). Prendre de la hauteur: Yükselmek, türü.
havalanmak (L'avion prend de la hauteur).
hébéphrénique s. ve ad. ruhb. Çocuksu bunamaya
Tomber de sa hauteur: Şaşırıp kalmak, şaşa
değgin; çocuksu bunamaya yakalanmış,
kalmak. Tomber de toute sa hauteur: Boylu
héberge diş. 1. Konut, barınak, ev. 2. (Değişik
boyunca düşmek, iki seksen yere serilmek.
yükseklikte bitişik iki yapı için) Alçak yapının
*haut-fond er. Denizin sığ yeri, sığ, sığlık (Navire
üstünde kalan kısım (Mur d'héberge).
échoué sur des hauts-fonds). hébergement er. Konuk etme, konuklama,
«haut-le-coeur er. değişmez. 1. Mide bulantısı. 2. barındırma (Centre d'hébergement des réfugiés).
mec. Tiksinti, iğrenme. § Avoir un haut-le-coeur: héberger gçl. 1. Konuk etmek, konuklamak,
a) Midesi bulanmak, b) Tiksinmek, iğrenmek. barındırmak (Pouvez-vous nous hébérger la
Donner des haut-le-coeur à qn: -in midesini nuit?). 2. Toprağına kabul etmek, barındırmak
bulandırmak. (Héberger des réfugiés).
*haut-le-corps er. İrkilme. § Avoir, faire un haut-le- hébété,es. 1. Sersemleşmiş, şaşkına dönmüş, şaşkın
corps: İrkilmek, (Des yeux hébétés; il a un air hébété). 2. Hébété de
«haut-parleur er. *Sesbüyültür, oparlör. qch: -den şaşkına dönmüş (Hébété de joie, de
«haut-relief er. Yüksek kabartma, douleur).
«hauturier.ère s. Açıkdenizlere değgin; hébétement er. Sersemleşme, şaşkınlık, şaşkına
açıkdenizlerde çalışan (Pilote hauturier, dönme.
navigation hauturière). hébétèr gçl. 1. Sersemleştirmek, uyuşturmak
«havanaises, ve ad. l.Havanah;Havanaya değgin. (L'alcool hébète le cerveau). 2. Şaşkına çevirmek
2. er. Uzun, ince ve genellikle ak tüylü, küçük boy (Cette nouvelle m'a complètement hébété).
bir cins köpek, hébétude diş. hek. 1. Akıl durgunluğu, zihin
«havane er. 1. Havana purosu (Une boîte de yeteneklerinin çöküşü. 2. Sersemleşme;
hébraïque 700 helvelle
helvétiques, ve ad. 1. İsviçreli. 2. İsviçreye değin. hémophtysiques. 1. Kan tükürmeye değgin. 2. ad.
*hem ünl. 1. (Uzaktakine seslenmek için) Hey! 2. Kan tüküren (hasta),
(Alaylı bir kuşku anlatmak için) Ya!? 3. hémorragie diş. 1. Kanama (Hémorragie nasale,
(Konuşmadan önce boğazı temizlemek için cérébrale). 2. mec. İnsan kaybı (L'hémorragie
çıkarılan ses) Ihın, ıhın (Hem! hem! Approchez causée par une guerre). 3. mec. Yitirme, yitme,
donc). yitim (L'hémorragie des capitaux).
hémarthrosedij. hek. Bir eklemde kan toplanması, hémorragiques. Kanamaya değgin, kanamah.
hématémèse diş. hek. Kan kusma, hémorroïdaires. vead. Basurlu.
hématidrose diş. hek. Kan terleme, terde kan hémorroïdal.e s. 1. Basura değgin (Sang
bulunması, hémerroïdal). 2. Basur memesi bölgesine ait
hématie diş. biy. Alyuvar, (Artères, veines hémerroïdales).
hématine diş. kim. Hematin, hémorroïde diş. Basur memesi, basur,
hématique s. hek. Kan kökenli, kan kaynaklı, hémostase, hémostasie diş. Kan dindirme, kan
hématite diş. yerb. Hematit, dinmesi.
hématologie diş. hek. *Kanbilim. hémostatique s. 1. Kan dindirici (Médicaments
hématologique s. hek. *Kanbilimsel. hémostatique). 2. er. Kan dindirici ilâç.
hématologiste, hématologue ad. "Kanbilimci, hendécagone er. Onbirgen.
kanbilim uzmanı, hendécasyllabe er. Onbir heceli dize.
hématome er. Kan oturması, kan toplanması, *henné er. Kına (Elle avait les mains enluminées de
hématose diş. biy. Kirli kanın temiz kana henné).
dönüşümü, *kan arınımı. "hennin er. Ortaçağ'da kadınların giydiği uzun ve
hématozoaire er. hayb. Kanhayvancığı. sivri başhk.
hématurie diş. hek. Kan işeme, idrarda kan "hennir gsz. Kişnemek (Le cheval hennit).
bulunması. "hennissant,e s. Kişneyen.
héméralopes. vead. Tavukkarası, gecekörü. "hennissement er. Kişneme,
héméralopiediş. hek. Tavukkarası, gecekörlüğü. "hep ünl. Hey! (Hep! vous oubliez cela).
hémichordes er. ç. hayb. Yarıkordalılar. héparine diş. biy. Heparin.
hémicycle er. 1. Yarım çevre. 2. Yarım çevre anfi hépatalgie diş. Karaciğer ağrısı, karaciğer sancısı,
(Hémiycle d'un théâtre). hépatique s. 1. Karaciğere değgin (Avoir une
hémièdres. yerb. Yarıbakışımlı. insuffisance hépatique). 2. ad. Karaciğer hastası.
hémiédrie diş. yerb. Yarıbakışımlılık. (Un, une hépatique). 3. diş. bitb. Ciğerotu,
hémimorphe s. yerb. Yanbiçimli. ciğeryosunu. 4. diş. ç. bitb. Ciğerotları,
hémione er. hayb. Kulan, yabaneşeği. ciğeryosunları.
hémiplégie diş. hek. Yarıminme, yarı °felç. hépatisme er. Karaciğer hastalığı,
hémiplégique s. ve ad. Yarıminmeye değgin; hépatite diş. Karaciğer yangısı,
yanminmeli, yarı felçli, hépatocèle diş. Karaciğer fıtığı,
hémiptères er. ç. hayb. Yarimkanathlar. hépatologie diş. Karaciğerbilim.
hémisphère er. gökb. coğr. anat. Yarımküre hépatomégalie diş. Karaciğer büyümesi,
(Hémisphère septentrional et méridional. Chaque héptacordes. 1. Yedi telli (Lyre heptacorde). 2. er.
méridien divise le globe en deux hémisphères. müz. Yedi sesli gam.
Hémisphères cérébraux). heptaèdres. Yedi yüzeyli,
hémisphérique s. Yarımküre biçiminde, heptagone er. Yedigen.
hémistiche er. ed. Yarımdize; bir orta durağın bir heptamètre s. ve er. Yedi heceli (dize) ; yedilik dize.
dizeyi ayırdığı iki parçadan her biri. heptasyllabe s. Yedi heceli.
hémoglobine diş. biy. Hemoglobin, héraldique s 1. Armacılığa değgin.2. diş. Armacılık,
hémolyse diş. hek. (Kanda) Alyuvar erimesi, armalardan anlama,
"hemoliz. héraldiste ad. Armacılık uzmanı, armacı.
hémolytique s. hek. Alyuvar erimesine yol açan "héraut er. tar. 1. (Eski çağlarda) Çavuş, carcı,
(Anémie hémolytique). "münadi. 2. mec. Haberci, öncü, muştucu (Le
hémopathie diş. Kan hastalığı, héraut d'une nouvelle civilisation).
hémophiles, vead. Kanaması dinmeyen, herbacé,e s. bitb. Otsu (Plantes herbacées).
hémophilie diş. hek. Kanama dinmezliği. herbage er. 1. Ot, yeşillik. 2. Çayır otu. 3. Otlak,
hémophtysle diş. hek. Kan tükürme. herbagement er. (Davan, malı) Çayıra salma,
herbager 702 hérisser
duraksamak, bir karara varamamak (Il hésite sur heures critiques. J'ai connu des heures de
la route à suivre). 3. Hésiter entre: -arasında désespoir). S. Ders (C'est l'heure de français). 6.
duraksamak, tereddüt etmek (Il hésite entre Saat, kol saati (Avez-vous l'heure?). § Heure
divers projets). 4. Hésiter à f.qch: -mekte, locale: Yerel saat. Heures supplémentaires: Fazla
tereddüt etmek, duraksamak, -mekten çekinmek mesai. Une bonne heure, une gr&nde heure: Tam
(Le témoin hésitait à dire la vérité). bir saat. Une petite heure: Bir saate yakın. Heures
hétaïre diş. (Eski Yunan'da) Hafifmeşrep kadın, canoniales: Dua vakitleri, dua saatleri. Heures,
yosma. livre d'Heures: Dua kitabı. La dernière heure:
hétéroclite s. 1. Kuraldan ayrdan, kural dışı. 2. Son saat, ölüm saati. A la bonne heure! Hele
Karışık, karmakarışık, alaca bulaca (Costumes şükür, ha şöyle ! A cette heure, à l'heure actuelle, à
hétéroclites, roman hétéroclite, objets l'heure qu'il est, pour l'heure: Şu anda. A toute
hétéroclites). 3. Tuhaf, "acaip (Il a une mine heure: Her an, sürekli olarak. Al'heure: 1. Saatte
hétéroclite; une personne hétéroclite). (Faire cent kilomètres à l'heure). 2. Saat başı
hétérodoxes, vead. 1. Hak mezheplere aykırı, hak (Ouvrier payé à l'heure). 3. Tam vaktinde (Il
mezhep dışı. 2. mec. Aykırı, uydumcu olmayan arrive toujours à l'heure). A quelle heure? Saat
(Idées hétérodoxes). kaçta? A une heure indue: Uygunsuz bir saatte. A
hétérodoxie diş. Hak mezheplere aykırılık, hak une heure avancée: Geç vakit, gecenin geç
mezhep dişilik, saatinde. Avant l'heure: Vaktinden önce,
hétérogène s. 1. Ayrışık, ayn cinsten (Eléments vakitsiz, erken;g,ençyaşta(Mouriravantl'heure).
hétérogènes d'un corps). 2. mec. Karışık, D'heure en heure: Git gide, gittikçe. D'une heure
benzeşmez, benzemez öğelerden oluşmuş (Une à l'autre: Yakında, çok geçmeden, bir iki saate
classe, une nation hétérogène). kadar. De bonne heure: Erkenden, erken. Sur
hétérogénéité diş. Ayrışıklık, benzeşmezlik, cins l'heure: Derhal, hemen. Tout à l'heure: 1. Az
ayrılığı. önce (Il est sorti tout àl'heure. Tout à l'heure, il est
hétérologue s. Yapı benzerliği göstermeyen, ayn tombé un peu de grêle). 2. Az sonra, biraz sonra,
yapıda; aynı tür ve kökenden olmayan, şimdi, hemen (Il va sortir tout à l'heure). Quelle
hétéromorphe s. Değişik şekilli, çok biçimli, heure est-il?: Saat kaç. Chercher midi à quatorze
hétéromorphisme er. Değişik şekillilik, çok heures: İşi yokuşa sürmek, ille de zorluk
biçimlilik. çıkarmak, işi boş yere zorlaştırmak. Etre à
hétéronomeer. biy. Türedışı, heteronom; yaderkli. l'heure: 1. (Saat için) Ayan doğru olmak
hétéronomie diş. fels. Yaderklik. (L'horloge n'est pas à l'heure). 2. "Dakik olmak,
hétéroplastie diş. Kişiden kişiye, vücut parçası tam vaktinde gelmek. Etre à ses heures: Eşref
aktanmı. saatinde olmak. Mettre qch à l'heure:
Ayarlamak, düzeltmek (Mettre sa montre à
hétérosexualité diş. ruhb. Karşıcinsellik, karşı
l'heure). Passer un mauvais quart d'heure:
cinsin öğelerine cinsel ilgi duyma,
Sıkıntılı dakikalar geçirmek,
hétérosexuelles, ruhb. Karşıcinsel; karşıcinselliğe
heureusement bel. 1. Mutluluk içinde, mutluca
değgin.
(Vivre heureusement). 2. Uygun bir şekilde,
hétérotrophe s. hayb. Dışbeslenen.
başanyla (Terminer heureusement une affaire). 3.
hétérotrophie diş. Dışbeslenme.
Bereket versin, bereket versin ki (Heureusement,
hétérozygotes, hayb. Heterozigot.
le train avait quelques minutes de retard).
hetman er. tar. Hetman, atman.
heureux,euse s. 1. Mutlu (Une femme heureuse. lise
*hêtraie diş. Kayınağacı korusu, gürgenlik.
sent heureux). 2. Talihli, şanslı (Il est heureux au
•hêtre er. bitb. Kayınağacı, gürgen.
jeu). 3. Çok iyi, eşsiz, üstün (Il a une heureuse
*heu ünl. (Bir sözcük yada yanıtı bulmada sıkıntı
mémoire). 4. Başarılı (L'heureuse issue de
çekildiğini belirtir) Öhö, öhö (Quelle est la
l'entreprise). 5. Hayırlı, uğurlu (C'est un heureux
capitale du Brésil?-Heu!... heu!... je ne sais pas).
augure pour l'avenir). 6. İyimser, her şeyi iyi
heur er. (Eskimiştir) Talih, şans, mutluluk (Je n'ai
yanından almaya eğilimli (Il a un heureux
pas eu l'heur de lui plaire).
caractère, une heureuse nature). § Avoir la main
heure diş. 1. Saat (Je travaille huit heures par jour.
heureuse: Eli uğurlu olmak .7 .ad. Mutlu kişi, tuzu
Le train arrive à dix heures). 2. Saatlik mesafe
kuru, zengin (Les heureux de ce monde). 8. er.
(Istanbul est à huit heures d'Ankara par le car). 3.
Hayırlı bir iş, iyilik (Faire un heureux, des
Vakit, zaman (L'heure s'enfuit. C'est l'heure du
heureux: İyilik yapmak, bir hayır işlemek). §Etre
dîner). 4. An, gün, dönem (Lepays a traversé des
heuristique 705 hiérarchiser
hır gür (Je ne veux pas d'histoire). 8. argo. Edep «ho! ünl. 1. (Uzaktan seslenmek, çağırmak için)
yeri, takım taklavat. § Avoir ses histoires: argo. Hey! 2. (Şaşkınlık anlatmak için) O! A!
Aybaşı olmak. Chercher une histoire à qn: Biriyle *hobby [ibijer. *Düşkü, hobi.
kavga çıkarmak istemek, -e çatmak için bahane hobereau er. 1. hayb. Delicedoğan (kuş). 2. (Alay)
aramak (Il me cherche une histoire). Faire des Köyde yaşayan önemsiz soylu,
histoires: Rezalet çıkarmak, olay yaratmak. «hocco er. Hinthorozu. Amerikanhorozu.
Passer dans le domaine de l'histoire: Tarihe «hoche diş. 1. Çetele kertiği. 2. Çentik. 3. Gedik,
karışmak, "mazi olmak. C'est une autre histoire: «hochement er. Sallama; sallanma (Hochement de
Apayrı bir konu bu. C'est toute une histoire: tête).
Anlatması uzun sürer, anlatsam roman olur. «hoche-queue, hochequeue er. Kuyruksallayan,
histologie <% hek. "Dokubilim, dokular bilimi, çobanaldatan kuşu.
histoiogiques. *Dokubilimsel, dokubilime değgin, •hocher gçl. Sallamak (Hocher la tête).
historicité diş. Tarihe uygunluk, tarihsellik, «hochet er. 1. Şıkşık, çocuk oyuncağı (La mère
gerçeklik (Prouver l'historicité d'un document). agitait le hochet pour calmer le bébé en pleurs). 2.
historien,ne ad. Tarihçi, tarih yazarı, Duygu okşayıcı önemsiz şey ( Cet honneur est pour
historier gçl. Küçük şekillerle süslemek (Historier lui le hochet de la vanité).
un chapiteau). «hockey er. Hokey (Hockey sur glace, sur gazon).
historiette diş. Küçük öykü, öykücük, masal, «hockeyeur er. Hokeyci, hokey oyuncusu,
historiographe er. "Olayyazar, olaylar yazarı, hoir er. (Eski) Kalıtçı, mirasçı (Montaigne espérait
"vakanüvis, zamanının tarihini yazmakla görevli un hoir mâle).
kimse. hoirie diş. Kalıt, miras (az kullanılır),
historiographie diş. Olay yazarlık, vakanüvislik. «holà ünl. 1. Yeter artık! Yavaş! Dur (Holà!pas si
historique s. 1. Tarihsel, tarihe değgin (Un vite). 2. Hey! §Mettreleholààqch: -e son vermek,
monument historique, personnage historique). 2. dur demek (Mettre le holà à des dépenses
Tariheuygun. 3. er. Tarihçe, açıklama, öyküleme ruineuses).
(Faire l'historique d'une question). «holding er. İng. Ana ortaklık; denetici ortaklık,
historiquement bel. Tarih bakımından, tarihsel holding.
olarak. *hold-up [oldœp] er. Silahh soygun (Hold-up d'une
istorisme, historicisme er. fels. Tarihselcilik, banque).
geleceğin olduğu gibi geçmişin de şimdiyle «hollandais,e s. ve ad. Hollandalı; Hollanda ve
belirlendiğini savunan öğreti, Hollandalılara değgin,
istoriciste ad. fels. Tarihselci. «hollande diş. 1. Hollanda bezi, ince bir tülbent. 2.
istrioner. 1.(EskiRomada) Palyaço.2.mec. Kötü Uzunca biçimli bir tür papates. 3. Hollanda
oyuncu, kötü aktör. 3. mec. Şarlatan, ikiyüzlü. porseleni. 4. er. iyi cins bir kâğıt. 4. er. Toparlak,
itlérien,ne s. 1. Hitler'e özgü. 2. Hitlerci, nazi kırmızımtrak bir tür Hollanda peyniri,
(Parti hitlérien, jeunesse hitlérienne). «hollywoodien,ne s. Holivud'u andıran;
itlérisme er. Hitlercilik, nazilik. Holivud'daki gibi lüks (Des villas
hittites. l.Hititlere değgin (L'art hittite). 2. ad. hollywoodiennes).
Hitit, Eti. holocauste er. 1. Kurban yakma. 2. Kurban, adak.
iver er. Kış (Sports d'hiver. Nous sommes en 3. Hayır için yapılan bağış. 4. Özveri; fedakârlık.
hiver). § L'hiver de la vie: Yaşlılık, "ihtiyarlık, § Offrir qch en holocauste: -i kurban etmek, adak
livernageer. 1. Kış mevsimi, kış dönemi. 2. Kıştan olarak sunmak (Offrir un bélier en holocauste).
önce toprağın sürülmesi. 3. Sıcak iklimlerde Faire l'holocauste de qch: -i feda etmek (Faire
yağmur mevsimi. 4. Kışın barınılan liman. l'holocauste de son coeur, de ses désirs). § S'offrir
ivernal,e s. Kışa özgü, kışa değgin, kışlık (Froid en holocauste: Kendini feda etmek,
hivernal. Stations hivernales). holothurie hayb. Denizhıyarı,
ivernant,e ad. 1. Kışhkçı, bir yerde kışın kalan «homard er. IstaKoz. § Etre rouge comme un
(Les hivernants ont été nombreux cette année surla homard: İstakoz gibi kızarmak,
Côte d'Azur). 2. Bir kayak evinde kalan (kişi), «home er. İng. İnsanın kendi evi, ev yaşamı
iverner gsz. 1. Kışlamak, kışı geçirmek. 2. gçl. (L'intimité du home).
Kıştan önce sürmek (Hiverner une terre). 3. gçl. homélie diş. 1. Din konuları üzerine söyleşi, dinsel
(Hayvanları) Kış süresince ahıra çekmek söyleşi. 2. Ahlâk üzerine bıktırıcı öğütler,
(Hiverner les bestiaux). homéotherme s. ve ad. hayb. Sıcakkanlı (hayvan).
homérique 708 homomorphisme
homériques. Homeros'aözgü. Homeros'ayaraşır; iyi yürekli adam. Homme de sac et de corde: Alçak
Homeros'a değgin (Poèmes homériques. adam, ipten kazıktan kurtulmuş adam. Homme
Personnage homérique, lutte homérique). § Un sans entrailles: Duygusuz adam. Bon homme: Saf
rire homérique: Katilircasina gülüş, adam, bön. Pauvre homme: Budala, zavallı
homicides, vead. 1. İnsan öldüren (Condamner un adam). § Le Fils de l'homme: 1. İsa peygamber. 2.
chauffeur homicide). 2. er. İnsan öldürme Ademoğlu, insanoğlu. L'Homme-Dieu: İsa
(Homicidepar imprudence). peygamber. Le jeune homme: Genç, delikanlı.
hominidés er. ç. hayb. İnsangiller, Comme un seul homme: Hep birlikte, tek bir güç
hominiens er. ç. hayb. İnsanımsılar, halinde (Agir comme un seul homme. Comme un
hominisation diş. İnsanlaşma, insanımsılıktan insan seul homme, ils se déclarèrent prêts à le suivre).
olma evresine geçiş, Etre homme à f. qch: -cek kimse olmak, -meyi
hominiser gçl. İnsanlaşma evresine geçirmek, başaracak yetenekte olmak (Il n'est pas homme à
hommage er. 1. (Eskiden) Bağımlının derebeyine mentir. Tu es vraiment homme à construire un tel
karşı bağlılık sözleşmesi, derebeyine karşı barrage).
ödevleri (La cérémonie symbolique de l'hommage homme-grenouille er. Kurbağa-adam.
était suivi de l'aveu). 2. Saygı (Recevoir homme-orchestre er. 1. Aynı anda birçok çalgıyı
l'hommage de nombreux admirateurs). 3. Sungu, çalan kişi. 2. Bir alanda yada bir iş yerinde birçok
"takdime. 4. ç. Saygılar (Mes hommages à işi bir arada yapan kişi.
Madame). 5. Belirti, "ifade (J'allais offrir homme-robot er. Robotinsan, robot gibi davranan
l'hommage de mon respect au roi). § En hommage insan.
de qch: -in belirtisi olarak (Daignez agréer ceci en homme-sandwich er. Para karşılığı sırtında ve
hommage de ma reconnaissance). Faire hommage göğsünde ilân taşıyan adam.
de qch à qn: Birine... sunmak (Je lui ai fait homocentre er. mat. Birçok çemberin ortak
hommage de mon livre). Présenter ses hommages merkezi, eşmerkez.
àqn: -e saygılarını sunmak. Rendre hommage à: 1. homocentrique s. Eşmerkezli, ortak merkezli
-e şükretmek (Rendre hommage à Dieu). 2, -e (Faisceau lumineux homocentrique).
saygı göstermek, minnet duymak (Rendre homochromie diş. bitb. hayb. Renkteşlik.
hommage à un grand savant, à un travail homodont er. hayb. Homodont.
scientifique). homogamead. Denkteş evli, denkteş evlenmiş,
hommasses. vead. Erkeksi (Manièreshommasses. homogamie diş. Denkteş evliliği,
Elle s'habille à l'hommasse). homogène s. Birtürden, türdeş; benzeşik;
homme er. 1. İnsan (Les dieux et les hommes). 2. bağdaşık, "mütecanis (Société homogène).
Kişi (Il distinguait trois hommes à l'horizon). 3. Er homogénéisation diş. Benzeşikleştirme,
(Le caporal et ses hommes). 4. Kimse (Homme de bağdaşıklaştırma, türdeşleştirme.
main: Başkasının hesabına suç işleyen kimse, homogénéiser, homogénéifier gçl.
maşa. Homme de paille: Suçu üstüne alan kimse). Bağdaşıklaştırmak, benzeşikleştirmek,
5. argo. Dost, belâlı, tokmakçı. 6. Aranılan türdeşleştirmek.
kimse, tam istenilen kimse (Voilà mon homme). homogénéité diş. Tek çeşitlilik, türdeşlik,
7. Erkek (L'homme et la femme). 8. Koca (Elle a benzeşiklik, bağdaşıklık, "tecanüs
vu son homme). 9. mec. Erkek, yiğit (Ose le (L'homogénéité d'un corps, d'une formation
répéter, situ es un homme). 10. Adam (Hommede politique, d'une classe).
confiance: Güvenilir adam. Homme d'action: homographe s. ve ad. dilb. Eşyazımlı, yazılıştan
Eylem adamı. Homme d'affaires: İş adamı. aynı anlamlan ayn (sözcük),
Homme politique: Siyaset adamı. Homme de homographie^. Eşyazımlılık.
science: Bilim adamı. Homme de loi: Yasa adamı, homographique s. mat. Homografik (Fonction
"kanun adamı. Homme du jour: Günün adamı. homographique).
Homme de la rue: Sokaktaki adam. Homme du homologation diş. Resmen onaylama,
peuple: Halk adamı. Homme de guerre: Savaşçı, homologie diş. kim. Türdeşlik, benzeşiklik.
asker, savaşadamı. Hommedemer: Denizadamı, homologues. Türdeş, benzeşik.
denizci. Homme de lettres: Edebiyatçı, edebiyat homologuer gçl. Resmi olarak onaylamak
adamı. Homme de troupe: Er. Homme d'argent: (Homologuer les tarifs de transport, une
Paragöz, gözü parada olan adam. Hommes des performance, un record).
bois: Orangutan. Homme de coeur: Mert, cömert, homomorphisme er. biy. Biçimdeşlik, benzeryapı.
homonyme 709 honneur
homonyme s. ve ad. dilb. 1. Eşsesli (sözcük). 2. er. Affaire d'honneur: Düello. Champ d'honneur:
Adaş, eşadlı. Savaş alanı, er meydanı. Dame d'honneur:
homonymie diş. dilb. 1. Eşseslilik. 2. Adaşlık, Nedime. Demoiselle d'honneur, garçon
eşadlılık. d'honneur: Düğününde güveye ve geline
homonymique s. 1. Eşsesliliğe değgin. 2. Adaşlığa arkadaşlık eden erkek yada kız arkadaş, sağdıç.
değgin. Honneurs funèbres: Cenaze töreni. Garde
homophones. Sesdeş, eşsesli. d'honneur: Şeref kıtası. Légion d'honneur:
homophonie diş. Sesdeşlik, eşseslilik. Fransanın en büyük nişanı, lejyon donör. Parole
homosexualité diş. 'Eşcinsellik, d'honneur: Şeref sözü. Point d'honneur: Onur
homosexuelle s. ve ad. Eşcinsel, sorunu, şeref sorunu, şeref ve namusa dokunan
homuncule, homoncule er. 1. Simyacıların bir sorun. Tour d'honneur: Şeref turu. En
türettiklerini savladıkları bir peri. 2. mec. Cüce, l'honneur de: -in onuruna (Donner une réception
bastı bacak, insan müsveddesi, en l'honneur des diplomates). En quel honneur?:
homothétie diş. mat. Benzeşim, tkz. Ne için, kimin için, hangi nedenle (En quel
homothétique s. mat. Benzeşimsel. honneur cette nouvelle toilette?). En tout bien tout
homotopie diş. mat. Uzamdaşlık. honneur: Çok iyi niyetlerle, kötülük düşünmeden
homotopique s. mat. Uzamdaş. (Courtiser une jeune fille en tout bien tout
"hongres. 1. İğdiş (Poulain hongre). 2. er. İğdiş at. honneur). Pour l'honneur: Şan olsun diye, para
*hongrer gçl. (Atı) İğdiş etmek, enemek, falan almadan (Travailler pour l'honneur). Sauf
hongrie diş. Macaristan, votre honneur: Hâşâ huzurunuzdan. Avoir
"hongroierie diş. Macar sahtiyancılığı. l'honneur de f. qch: -mekten, -mekle şeref
"hongrois,e s. ve ad. 1. Macar; Macarlara ve duymak. Avoir les honneurs de la première page:
Macaristana değgin (Un hongrois. Musique Adı gazetelerin birinci sayfasında çıkmak.
hongroise). 2. er. Macarca, Donner sa parole d'honneur: Ant içmek, şeref
"hongroyer gçl. Macar sahtiyanı tarzında işlemek sözü vermek. Etre l'honneur de: -in yüzakı olmak,
(Hongroyer les cuirs). övüncesi olmak (Ce savant est l'honneur de son
hongroyeur er. Macar sahtiyanı işçisi, pays). Etre en honneur: Gözde olmak, tutulup
honnête s. 1. Namuslu, dürüst, doğru, temiz (Un beğenilmek; moda olmak (Le roman a été en
juge honnête, un commerçant honnête. Une honneur au XIXe siècle. La taille fine est en
épouse honnête). 3. Doyurucu, "tatmin edici, honneur). Faire un tour d'honneur: Bir şeref turu
yeterli (Obtenir un résultat honnête). 4. Orta, atmak. Faire honneur à qn: -in yüzünü
"vasat, sade (Il a un honnête talent de musicien. güldürmek, yüzakı olmak (Ces nouveaux
Nous avons fait un honnête repas). 5. Nazik, bâtiments font honneur à l'architecte. Elève qui fait
kibar, terbiyeli (Vous êtes bien honnête). honneur à son maître). Faire honneur à qch: -i
honnêtement bel. 1. Namusluca, dürüstçe (Agir tutmak, yerine getirmek, yapmak (Faire honneur
honnêtement). 2. Nezaketle, kibarca (Je vous ai à ses engagements, à ses obligations, à sa parole).
honnêtement mis en garde). 3. Uygun şekilde, Faire à qn l'honneur de f.qch : Birine -mek şerefini
iyice (Son travail est honnêtement payé). 4. bahşetmek (Pouvez-vous me faire l'honneur
Açıkçası, hakçası, açıkça konuşalım d'assister à la cérémonie?). Faire à qn les honneurs
(Honnêtement, n'étiez-vouspas au courant?). de la maison: Birini evine nezaketle kabul etmek.
honnêteté diş. 1. Namus, namusluluk; dürüstlük, Faire honneur à un repas: Bir yemekte karnını
doğruluk (Un homme d'une parfaite honnêteté). iyice doyurmak. Faire honneuràune terre, ranger
2. Nezaket, kibarlık, incelik (Ayez l'honnêteté de une terre à l'honneur: Bir yerin yakınından
le reconnaître). 3. Temizlik, erdemlilik geçmek. Jurer sur l'honneur, sur son honneur:
(L'honnêteté d'une femme). 4. İyilikçilik, Şerefi üzerine ant içmek. Mettre, remettre qch en
honneur er. 1. Şeref (Un homme sans honneur. honneur: -i yeniden değerlendirmek, moda
Jurer sur son honneur). 2. Yüzakı, övünce (Il est yapmak (Remettre les danses folkloriques en
l'honneur de sa famille). 3. Erdem (Son honneur honneur). Mourir au champ d'honneur: Savaş
de femme). 4. Ün, saygınlık (Je n'ai pas mérité cet alanında, er meydanında ölmek. Mettre son point
honneur). 5. Namus, iffet (Cela peut porter d'honneur à qch, à f. qch: -i, -meyi kendisi için bir
ombrage à l'honneur d'une femme). 6. ç. Yüksek şeref sorunu yapmak. Obtenir les honneurs de la
görev (S'élever aux premiers honneurs). 7. ç. guerre: Düşmana, şerefli koşullar altında teslim
(Savaş gemilerinde) Selâm topu, selâm töreni. § olmak, silahını vermeden teslim olmak. Rendre
honnir 710 horde
*hordéacé,e s. Arpaya değgin; arpayı andıran, Kötülükler, iğrençlikler, yıkım (Les horreurs de
arpamsı. la guerre). 6. ç. İğrenç davranışlar, zulüm
•horion er. (Başa yada surata indirilen) Şiddetli (Commettre des horreurs). 1. ç. Ayıp şeyler, açık
yumruk. saçık sözler (Débiter, écrire des horreurs). § Avoir
horizon er. 1. Çevren, ufuk (La plaine s'étend horreur de qch, de f. qch: -den tiksinmek,
jusqu'à l'horizon. Scruter l'horizon). 2. mec. -mekten iğrenmek (J'ai horreur de la guerre, de
Görünüş alanı, ufuk (Ce livre nous ouvre des parler des frivolités). Avoir, prendre qn, qch en
horizons nouveaux). 3. mec. Görünüm, horreur: -den tiksinmek, iğrenmek, -i düşman
"manzara, (L'horizon politique s'assombrit). 4. bellemek, -e kızmak (Il l'avait pris en horreur
mec. Gelecek, gelecekteki durum (L'horizon depuis ce geste indélicat). Faire horreur à qn: -i
international s'éclaircit). § A l'horizon: 1. Ufukta. tiksindirmek, iğrendirmek, midesini
2. mec. Gelecekte, ilerde (On voit se profiler à bulandırmak (Ta conduite m'a fait horreur. Ce
l'horizon la menace d'une crise). Faire un tour médicament lui faisait horreur).
d'horizon de qch: -i kısaca gözden geçirmek, -in horribles. 1. Korkunç, ürkünç, ürkütücü (Spectacle
genel bir özetini yapmak (Faire un tour d'horizon horrible, blessure horrible). 2. Çok kötü, berbat
de la situation internationale). (Il a une écriture horrible, un temps horrible). 3.
horizontal,es. Yatay, *ufkî (Une ligne horizontale). İğrenç, tiksinç (Un caractère horrible, une femme
§ Prendre une position horizontale: tkz. Yatmak, horrible). 4. er. İğrençlik, tiksinçlik (La soif de
uzanmak. l'inconnu et le goût de l'horrible).
horizontale diş. 1. Yatay çizgi (Les horizontales horriblement bel. 1. İğrenç bir şekilde. 2. Çok aşırı
d'un plan). 2. (Eski) Orospu, "fahişe, derecede (Souffrir horriblement. Les fruits sont
horizontalement bel. 1. Yatay olarak, yanlamasına, horriblement chers).
horizontalité diş. Ya t aylık, horrifiant,e s. 1. Korkutucu, yılgınlık verici. 2.
horloge diş. (Cep yada kol saatleri gibi taşınmayan) Tiksindirici, iğrendirici.
Saat, duvar saati (Horloge solaire, horloge à horrifier gçl. Korku salmak, yılgınlık vermek,
sable, horloge à eau. Le tic-tac d'une horloge). § ürkütmek, ürküntüye uğratmak, korkutmak (Les
Avoir une précision d'horloge: Çok dakik olmak. dépenses m'horrifiaient).
Etre réglé comme une horloge: Çok düzenli, saat horriflques. Korkutucu, ürkütücü,
gibi işlemek. horripilant,e s. 1. Tüyler ürpertici. 2. Bezdirici,
horloger,ère s. 1. Saatçiliğe değgin (Industrie usandırıcı, sabır taşırıcı (Un enfant horripilant. Il
horlogère). 2. ad. Saatçi, est horripilant avec ses hésitations continuelles).
horlogerie diş. 1. Saatçilik. 2. Saat fabrikası. 3. horripilation diş. 1. Ürpertme, ürperme; tüyleri
Saatçi dükkânı, diken diken etme, tüyleri diken diken olma (Le
"hormis ilg. -den başka, -den gayrı (Hormis froid provoque 1'horripilation). 2. mec. Can
quelques abstentionnistes, la majorité vota le sıkma, bezdirme, bıktırma, sabır taşırma; canı
projet). sıkılma, bezme, usanma, sabrı taşma,
hormonal,e s. Hormonlara değgin (Subir un horripiler gçl. 1. Ürpertmek, tüylerini diken diken
traitement hormonal). etmek. 2. mec. Can sıkmak, usandırmak,
hormone diş. Hormon (Traitement par les bezdirmek, sabrını taşırmak (Ses propos
hormones). m'horripilent). § S'horripiler: Bezmek,
hormonothérapie diş. hek. Hormontedavisi. usanmak, bıkmak, "gına getirmek,
"hornblende yerb. Hornblent, "horsi/g. 1. -dışı (Fonctionnaire hors cadre. Modèle
horodateur er. Tarih ve saati basıp belirten aygıt, hors série. Exemplaire hors commerce). 2.
horoscope er. Yıldız falı (Lire, consulter son -dışında, -den başka, "hariç (Hors son goût pour le
horoscope: Falına bakmak. Se faire tirer son jeu, vous ne trouverez guère de passion chez lui). §
horoscope: Falına baktırmak. Tirer l'horoscope Hors pair, hors série, hors ligne: Eşsiz, çok üstün
de qn: -in falına bakmak). (Il a un talent hors pair pour esquiver les
horreur diş. 1. Korku, yılgı (Etre saisi d'horreur: difficultés). Etre hors concours: Yarışma dışı
Korkuya kapılmak. Glacé d'horreur, il restait bırakılmak, çok üstün nitelikli olduğu için
muet). 2. Tiksinme (Inspirer au peuple l'horreur yanşma dışı tutulmak. Mettre, déclarer qn, qch
du crime). 3. Korkunçluk, iğrençlik (L'horreur hors la loi: -i yasa dışı ilân etmek. Etre, se mettre
d'un cachot, d'un supplice). 4. İğrenç şey, berbat hors la loi: Yasa dışına çıkmak, yasaları
şey (Cet article de journal est une horreur). 5. ç. tammamak. Hors de: -dışında, dışına (Un jardin
hors-concours 712 houblonner
feu: Yangına körükle gitmek. Mettre de l'huile huîtrière diş. İstiridye yatağı, istiridye tarlası,
dans les rouages: Engelleri, güçlükleri kaldırmak, •hulotte diş. hayb. Alacabaykuş.
köşeleri yuvarlaklaştırmak, sivrilikleri gidermek, »hululement er. (Gece kuşları için) Ötme, bağırma,
ilişkileri yumuşatmak. Mettre, verser de l'huile »hululer gsz. (Gece kuşları) Ötmek, bağırmak,
sur les plaies de qn: -in yüreğine su serpmek. »hum ünl. (Kuşku yada söylemeden geçme isteğini
Sentir l'huile: Çok emek verildiği belli olmak, anlatır) Hıum (Hum! cela cache quelque chose.
özenip bezenilerek yapılmak (Ouvrage qui sent Hum! qu'est-ce que je te disais?).
l'huile). Tomber dans la tache d'huile: argo. »humage er. İçine çekerek yutma; soluğu içine
Evlenmek. çekme.
huiler gçl. 1. Yağlamak (Huiler les rouages). 2. humain,e s. 1. İnsansal, insana değgin (Corps
Zeytinyağı ekmek, zeytinyağı dökmek (Huiler humain, force humaine, respect humain). 2.
une salade). İyiliksever, temiz yürekli ( On ne peut être juste si
huilerie diş. 1. Yağcılık, zeytinyağcılığı (Il s'est on n'est pas humain). 3. İnsan, insan niteliği
enrichi dans l'huilerie). 2. Yağ fabrikası, taşıyan (Les personnages de la pièce restent
zeytinyağı fabrikası, humains). 4. İnsana özgü, insanca (C'est une
huileux,euse s. 1. Yağlı, içinde yağ bulunan (Olives réaction humaine. Il pense à son intérêt, c'est
huileuses). 2. Y ağ, gibi (Un sirop huileux). 3. Yağlı humain). 5. er. ç. İnsanlar (Vivre séparé des
(Cheveux huileux, peau huileuse). humains).
huilier er. 1. Yağcı, yağcılıkla uğraşan kimse. 2. humainement bel. 1. İnsan olarak (J'ai fait tout ce
Sofraya konan yağ ve sirke takımı, qui était humainement possible pour les sauver). 2.
huilier,ère s. Yağcılığa değgin (Industrie huilière). İnsanca (Traiter humainement un inférieur, un
huiron er. hayb. Mersin morinası, esclave).
huis er. (Eskiden) Kapı (On frappe à l'huis). § Le humanisation diş. İnsanlaştırma; insanlaşma, insan
huis clos: Gizli oturum (Tribunal qui ordonne le gibi olma.
huis clos). A huis clos: 1. Gizli oturumla, gizli humaniser gçl. 1. İnsanlaştırmak, insan durumuna
oturum yaparak (Délibérer à huis clos. Audience à sokmak (Humaniser le Christ et diviniser
huis clos). 2. Bütün kapı ve pencereleri kapatarak l'homme). 2. İyileştirmek, insanca kılmak, insan
(Ils continuent à huis clos leurs libations). onuruna yaraşır kılmak (Humaniser les dures
huisserie diş. 1. Kapı. 2. Kapı yada pencere conditions de travail). 3. Yontmak, yumuşatmak,
çerçevesi (Huisserie en bois). kabalığım gidermek (Humaniser une personne
huissier er. 1. Kapıcı. 2. Odacı (Les huissiers d'une brutale). § S'humaniser: Yumuşamak,
faculté). 3. Mübaşir, yontulmak, insan gibi olmak,
•huit s. ve er. 1. Sekiz (Huit maisons. Le huit du humanisme er. "Humanizma, "hümanizm;
mois). 2. er. (İskambilde) Sekizli (Le huit de »insancılık, insanları sevme ülküsü,
pique). 3. s. Sekizinci (Henri huit). § Donner ses humaniste s. ve ad. 1. ed. Yunan ve Latin dil ve
huit jours à qn: -e bir haftalık tazminatını verip edebiyatlan uzmanı. 2. Hümanist; insana,
kovmak; işten atmak, insansever. 3. s. Humanizmaya değgin (Doctrine,
»huitain er. Sekiz dizeli küçük şiir; sekiz dizelik mouvement humaniste). 4. s. fels. İnsana,
kıta, »sekizlik, insanları sevme ülküsüne bağlı (Philosophie
»huitaine diş. 1. Sekiz günlük zaman; hafta (La humaniste).
cause a été remise à huitaine. Il part dans une humanitaire s. fels. İnsanhkçı, insanlığa hizmet
huitaine). 2. Sekiz kadar, aşağı yukarı sekiz (Une amaam güden, insancıl (Philosophie, système
huitaine de pommes). humanitaire).
»huitième s. 1. Sekizinci (La huitième merveille du humanitarisme er. fels. İnsanlıkçıhk.
monde). 2. er. Sekizde bir. 3. ad. Sekizinci humanitaristes. vead. fels. İnsanhkçı.
(Arriver le (la) huitième dans une compétition). humanité diş. 1. İnsanlık (Histoire de l'humanité).
»huitièmement bel. Sekizinci olarak, 2. İyilik, insanca davranış (Traiter un prisonnier
huître diş. hayb. 1. İstiridye. 2. tkz. Aptal, kalın avec humanité). 3. ç. Yunan ve Latin dili ve
kafalı. 3. argo. Balgam. § Huître perlière: İnci edebiyatı. § Faire ses humanités: Klasik dil ve
midyesi. edebiyat okumak, Yunan ve Latin dili ve
huîtrier,ère s. İstiridyeyle, istiridyecilikle ilgili edebiyatı öğrenimi yapmak,
(Industrie htûtrière). humbles. 1. Basit, küçük, "mütevazi (Il n'est qu'un
huîtrier er. İstiridye avcısı. humble fonctionnaire, subalterne. Une humble
humblement 715 hurleur
iconographe er. Resim, heykel, madalya, gibi sanat une vue trop idéaliste).
yapıtlarım inceleme uzmanı, "ikonografi idéalité diş. 1. 'Düşüncellik, "iftikâriyye. 2.
'ikonbilimci, ikonbilim uzmanı, Ülküsellik.
iconographie diş. 1. Resim, heykel, madalya gibi idéation diş. fels. İdeleştirme.
sanat yapıtlarını inceleyen bilim, "ikonografi, idée diş. 1. fels. Düşünce, "idea; 2. Düşün , "fikir
'ikonbilim. 2. Ünlü bir kişiyi konu alan resimler (L'idée de l'infini. L'idée de beauté). 3. Görüş
dermesi. (Les idées politiques de Rousseau). 4. Kafa (Je ne
iconographique s. ikonografiye değgin, sais pas ce qu'il a dans l'idée). 5. Kavram (Il n'a
'ikonbilimsel. aucune idée de la politesse). 6. Örnek (Je vais vous
iconolâtre ad. 'İkonatapar, dinsel resimlere, donner une idée de sa sottise). 7. Niyet, karar
ikonlara tapan, (Changerd'idée). 8. Düşünme, tasarlama (L'idée
iconolâtrie diş. 'İkonataparlık, dinsel resimlere de se retrouver dans cette chambre vide l'attristait
taparlık. horriblement). 9. Kanı (J'ai mon idée sur la
ictère er. Sarılık (hastalığı), question.As-tu une idée de l'endroit où tu iras?). 10.
ictérique s. 1. Sanlığa değgin. 2. ad. Sarılıktı Düşünce (C'est vraiment une belle idée). 11.
(hasta). Konu, tema (Il a pris cette idée chez ses
ictéridés er. ç. hayb. Amerikan sarıasmagiller. devanciers). 12. Özgünlük, özgün düşünce
ictus er. ed. 1. *Bası; vurgu temeline dayanılan (Ouvrageplein d'idées). 13. Keyif, canın istediği
koşukta sesin şiddetinde bir yükseliş diye kabul şey (Agir à son idée; je vivrai désormais à mon
edilen ve dolayısıyla tartının dayandığı vurgu. 2. idée). 14. Özet (Ilya dans ce roman une idée de
"Kriz, bunalım (Ictus apoplectique; ictus émotif). mentalité africaine. Je vais vous en donner une
idéal er. 1. Ülkü (Ilfautavoirunidéal. Il veut réaliser idée). 15. Saçma sapan düşünce (Ce ne sont que
son idéal). 2. En iyi, en iyisi (Aimer et être aimé, des idées). 16. Taslak, tasan (Il en a jeté l'idée sur le
voilà l'idéal). papier). § Association d'idées: ruhb. Çağnşım.
idéal, e s. 1. Ancak düşüncede olan, kafada Idée fixe: ruhb. Saplantı. Idée directrice, idée
tasarımlanan; 'düşüncel, 'tasanmsal (Un monde maîtresse: Ana düşünce, ana fikir. Une idée: hlk.
idéal). 2. Ülküsel. 3. Eşsiz, en iyi, çok güzel (Une Azıcık, biraz (Voulez-vous du café?-Une idée
beauté idéale. Unmariidéal. Trouver une solution seulement). Avoir des idées gaies: İyimser olmak.
idéale). Avoir des idées noires: Kötümser olmak. Avoir
idéalisateur, trice s. Ülküselleştirici, des idées larges, avoir de l'idée: Kafalı olmak, zeki
ülküselleştiren; ülküleştiren. olmak, kafası çalışmak. N'avoir pas la première
idéalisation diş. Ülküleştirme, ülküselleştirme; idée de qch: -konusunda en ufak bir bilgisi
ülküleşme, ülküselleşme; eşsizleştirme, olmamak. Etre large d'idées: Geniş görüşlü
eşsizleşme; çok güzelleştirme (Idéalisation du olmak, hoşgörülü olmak. Ne pas se faire d'idée:
personnage de Napoléon). Anlayamamak. Pouvoir donner des idées à qn,
idéaliser gçl. Ülküleştirmek, ülküselleştirmek; donner des idées à qn: -in cinsel duygulanm
eşsiz bir güzellik vermek (Peintre qui idéalise son kamçılamak, -de cinsel istekler uyandırmak.
modèle. Idéaliser la personne aimée). § Perdre le fil de ses idées: Ne söyleyeceğini
S'idéaliser: Güzelleşmek, eşsizleşmek; ülküsel şaşırmak, ipin ucunu kaçırmak. Se faire des idées:
bir nitelik kazanmak (Il s'est idéalisé dans son Düşler kurmak, olmayacak şeyler düşünmek. Se
œuvre. Le passé s'idéalise dans le souvenir). faire une idée de qch, sur qch: -konusunda bir
idéalisme er. fels. 1. 'Düşüncecilik, idealizm; kanıya varmak. Venir à l'idée à qn: -in kafasından
varlığı düşünceye indirgeyen öğretilerin genel adı geçmek, aklına gelmek (Cela ne lui viendrait
(Idéalisme dogmatique: İnakçı düşüncecilik. même pas à l'idée).
Idéalisme empirique: Görgül düşüncecilik. idéel, les. Kavramsal.
Idéalisme objectif: Nesnel düşüncecilik. Idéalisme idem bel. 1. Onun gibi, "keza (Table de sapin, 10
problématique: Belkili düşüncecilik. Idéalisme francs; idem de chêne, 15francs). 2. hlk. De, "dahi
subjectif: Öznel düşüncecilik. Idéalisme (Vous partez pour la campagne, et moi idem).
transcendantal: Deneyüstü düşüncecilik). 2. identifiables. Kimliği saptanabilir, tanınabilir (Les
Ülkücülük (Son idéalisme est constamment déçu cadavres, atrocement brûlés, n'étaient pas
par la réalité). identifiables).
idéaliste s. ve ad. 1. fels. Düşünceci, düşüncel, identification diş. 1. Kimliğini saptama, tanıma,
idealist (Une philosophie idéaliste). 2. Ülkücü (lia ayırdetme, kimlik saptaması (L'idendification
identifier 721 ignifuge
des voleurs se révéla difficile) 2. dilb. Belirleme, olmayan hastalık, bağımsız hastalık, özsayrılık.
identifier gçl. 1. Kimliğini saptamak, tanımak idiosyncrasie diş. hek. Herkesin kendi mizacına
(Identifier un cadavre). 2. Ne olduğunu anlamak göre gösterdiği tepki, kişisel tepki, özel tepki,
(Identifier des échantillons de pierres). 3. idiot, e s. ve ad. 1. Aptal, alık (Il est complètement
Identifier qch, qn avec, à: -ile özdeşleştirmek, idiot). 2. Aptalca, saçma (Raconter une histoire
özdeş kılmak, bir tutmak (On identifie idiote). § L'idiot du village: Herkesin enayisi,
Robespierre à la Révolution. Identifier ses idées zavallı, kafadan sakat. Faire l'idiot: Saçma sapan
avec celles des autres). § Identifier un nom de lieu: konuşmak, saçmalamak, aptallık etmek. C'est
Bir yerin yeni adına karşılık olan eski adım idiot de f. qch: -mek aptallıktır (C'est idiot de
bulmak. § S'identifier à, avec: -ile özdeşleşmek, refuser).
kendini -ile özdeş kılmak (L'actrice s'identifie idiotement bel. Aptalca, "akılsızca,
avec son personnage. Il s'identifie à son père). idiotie diş. 1. Aptallık, alıklık, geri zekâlılık (Idiotie
identiques. 1.Özdeş, benzer,"aynı (Les deux vases congénitale). 2. Akılsızlık, akılsızca iş yada
sont identiques. Arriver à des conclusions davranış, 3. Saçma sapan söz (Ne dites pas
identiques). 2. Identique à qch: -e benzer, -ile d'idioties). 4. Değersiz, saçma yapıt (Ne lisez pas
özdeş (Ton opinion est identique à la sienne). cette idiotie).
identiquement bel. Özdeş olarak, benzer biçimde, idiotifier gçl. Aptallaştırmak, alıklaştırmak,
"aynen. idiotisme er. dilb. (Bir dile özgü) Deyim, anlatım,
identité diş. 1. Özdeşlik, eşlik, benzerlik, "ayniyet idoine s. alay. Aranılan nitelikte, uygun, yaraşır,
(Identité de goûts, de vues, de sentiments). 2. elverişli (Voilà l'homme idoine).
Kimlik, hüviyet (La carte d'identité. Il voyage sous idolâtre s. ve ad. 1. Puta tapan, *putatapar. 2.
une fausse identité. Découvrir l'identité du Idolâtre de: mec. -e tapan, -i taparcasına seven (Il
voleur). § Pièce d'identité: Kimlik belgesi, était idolâtre de sa patrie).
idéogramme er. "tdeografi usulüyle yazılmış yazı, idolâtrer gçl. Taparcasına, çıldırasıya sevmek
düşünce yazısı, düşüncel yazı. (Idolâtrer ses enfants).
idéographie diş. Bir düşünceyi, sözcüğün seslerini idolâtrie diş. 1. Puta tapma, *putataparlık. 2.
gösteren harflerle değil, resimle yada başka Çıldırasıya sevme, aşın sevgi, tapınma (L'actrice
işaretlerle yazma usulü, 'düşünce yazısı, était pour la foule un objet d'idolâtrie).
idéologie diş. 1. Bir öğretiyi oluşturan temel idolâtrique s. Tapma gibi, tapmayı andıran
düşünceler, topluma yön veren düşünce dizgesi, (Amour, attachement idolâtrique).
"düşüngü, ideoloji. 2. Düşüncelerin doğuş ve idole diş. 1. Put (Culte des idoles). 2. Çok sevilen
gelişmesini inceleyen yöntem, düşünceler bilimi, kimse, gözbebeği. § Etre l'idole de qn: -in
'düşüngübilim. 3. hkr. Boş laflar, saçma gözbebeği olmak. Faire de qn son idole: -i
düşünceler, anlaşılmaz söz yada düşünceler, gözbebeği gibi sevmek,
idéologique s. ideolojiye değgin, ideolojiyle ilgili, idylle diş. 1. ed. İdil, konusunu kır yada çoban
'düşüngüsel (Luttes idéologiques). yaşamından alan kısa sevi şiiri. 2. Temiz sevgi
idéologue er. 1. Bütün felsefeyi ideolojiye bağlayan (Leur idylle dura cinquante ans).
kimse, 'düşüngücü, "ideolog. 2. hkr. idyllique s. 1. ed. İdile değgin. 2. Düşsel bir
Gerçekçilikten uzak düşünür, ayakları yerde güzellikte, pırıl pınl, tertemiz (Un tableau
olmayan kimse. 3. mec. "Akıl babası, "fikir idyllique, une vieillesse idyllique).
babası. if er. bitb. Porsukağacı.
ides diş. ç. Roma takviminde mart, mayıs, temmuz igame er. Genel vali, özel yetkilerle donatılmış
ve ekim aylarının onbeşinci, öbür ayların on genel müfettiş; mülkiye müfettişi,
üçüncü günleri (César fut assassiné aux ides de igloo, iglou[iglu]er. Eskimo kulübesi, buz kulübe,
mars). igname [ignam] diş. Japon patatesi, hint patatesi,
idiolecte er. Kişisel dil, bir kişinin kendine özgü ve ignare s. Çok bilisiz, zır cahil, "eçhel, kara cahil,
yalnız kendisinin bildiği bir dil kullanması, igné,e[igne]s. 1. Ateşten. 2. Ateşimsi.3.yerb. Ateş
idiomatique s. dilb. Deyimsel, etkisiyle oluşmuş (Roches ignées).
idiome er. 1. dilb. Deyim. 2. Bir topluluk yada ignifugation diş. Yanmaz kılma, yanmaz kılınma;
ulusun konuştuğu dil (L'idiome turc: Türkdili). 3. 'yanmazlaştırma, *yanmazlaşma.
Bölgesel dil (L'alsacien est un idiome ignifuge s. 1. Yanmayı, tutuşmayı önleyen;
germanique). yanmadan korur (Substance ignifuge). 2. er.
idiopathie diş. hek. Başka hiçbir hastalığın sonucu Tutuşmayı, yanmayı önleyen madde,
ignifuger 722 illumination
gelebilecek olan (Toutes les possibilités déplore son imbécillité). 2. Aptalca söz yada
imaginables. Cela n'était pas imaginable davranış, saçmalık (Dire des imbécillités, faire une
autrefois). imbécillité). 3. (Eski) Güçsüzlük, cılızlık,
imaginaire s. 1. Kafadan yaratılan, efsane yada imberbe s. 1. Henüz sakalı çıkmamış, tüysüz (Un
masallarda var olan (Romancier qui crée un garçon imberbe). 2. mec. (Hafifsemeyle) Toy,
personnage imaginaire. Animaux imaginaires). 2. ağzı süt kokan,
Kuruntudan doğan, kuruntuluk (Une maladie imbiber gçl. 1. Islatmak, sıvı emdirmek (Imbiber
imaginaire). 3. Düşsel, gerçekdışı (Vivre dans un une compresse). 2. Imbiber qch de qch: Birşeyi -e
monde imaginaire). 4. mat. Sanal (Nombre batırmak, ile ıslatmak; birşeye... emdirmek,
imaginaire: Sanal sayı). 5. er. Düşsel, düşsellik (Il içirmek (Imbiber une éponge d'eau, une étoffe de
est plus sensible à l'imaginaire qu'au réel). vapeur, un tampon d'éther). § S'imbiber: 1.
imaginatif, ive s. ve ad. İmgeleme yetisi güçlü; Emilmek, sızmak, içine girmek (La teinture
imgelemeci, düşçü (Il est un vrai imaginatif . Elle s'imbibe dans la laine). 2. S'imbiber de qch: -i ile
est très imaginative et embellit la réalité). ıslanmak -i emmek, içine çekmek (La terre
imagination diş. 1. İmgelem, imgeleme yetisi, s'imbibe d'eau). 3. tkz. Çok içmek, küpüne
"muhayyile (Avoir de l'imagination: İmgeleme dalmak (S'imbiber de vin).
gücü olmak. Manquer d'imagination: imgeleme imhibitiondiş. Islatma, ıslanma;emdirme,emilme;
gücünden y oksun olmak). 2. Bellek-, kafa (Vision emme.
qui reste dans l'imagination ). 3. Düş, boş düşünce, imbrication diş. Üst üste bindirme, biniştirme; üst
ham hayal (Il fut victime de ses imaginations). 4. üste yığılma, binişme (L'imbrication des
Kuruntu (Sa peur n'est qu'une pure imagination). souvenirs).
imaginé, e s. Uyduruk, kafadan uydurulmuş, imbriqué,e s. 1. Bahk pulları gibi üst üste binmiş,
gerçekdışı (Une histoire imaginée). binişik (Des tuiles imbriquées, plumes
imaginer gçl. 1. Tasarlamak, düşünmek (Imaginez imbriquées). 2. İç içe girmiş, sıkı sıkıya bağlı (Les
la vie que nous pourrions mener avec une telle deux affaires sont si étroitement imbriquées qu'il
fortune). 2. Sanmak, tutmak, "farzetmek est impossible de les dissocier).
(Imaginons un moment qu'il finisse par céder). 3. imbriquer gçl. Kiremit yada bahk pulları gibi üst
fels. İmgelemek, "hayal etmek. 4. Uydurmak, üste bindirmek, biniştirmek. § S'imbriquer: 1.
yaratmak, bulmak (Qu'est-ce qu'il a pu encore Üst üste binmek, binişmek. 2. S'imbriquer dans
imaginer pour taquiner sa soeur?). S. Imaginer de qch: -in içine girmek, katılmak, eklenmek (Des
f. qch: -meyi düşünmek, tasarlamak, kafasında questions économiques sont venues s'imbriquer
kurmak (Il imagine d'acheter une maison). § dans les discussions politiques).
S'imaginer: 1. Sanmak (Il s'imagine qu'il est imbroglio er. 1. Karmakarışık iş, karmakarışık
supérieur à toi). 2. Kendini... sanmak, olarak durum (Démêler un imbroglio). 2. Karışıklık
düşünmek (Il s'imagine à quarante ans). 3. (L'imbroglio politique né des élections). 3.
S'imaginer qch: -i düşünmek, kafasında Düğüm, açmaz, içinden çıkılması güç durum
canlandırmak, tasarlamak (Imagine-toi une (L'intrigue aboutit à un imbroglio que l'auteur
grande maison auborddela mer. Jeme l'imaginais résout brillamment).
autrement). 4. S'imaginer f. qch: -diğini sanmak, imbu, e s. 1. İçine işlemiş, dolmuş, dolu. 2. Etre
kendini -miş olarak görmek (Il s'imagine avoir imbu de qch: a)... içi ne işlemiş olmak (Etre imbu
sauvé le pays).i S'imaginer avoir inventé la d'un sentiment, d'une idée), b)-ile dolu olmak, -1er
poudre: Küçük dağları ben yarattım demek, içinde yüzmek (Il est imbu de préjugés). § Etre
imam, iman er. Ar. İmam. imbu de soi-même: Kendini herkesten üstün
imamat, imanat er. Ar. İmamlık, görmek, kendinden başka kimseyi beğenmemek,
imbattable s. Yenilmez, alt edilmez; aşılamaz imbuvable s. 1. İçilmez (Ce vin est imbuvable). 2.
(Champion, record imbattable). tkz. Çekilmez, dayanılmaz (Cet homme-là est
imbécile s. ve ad. 1. Budala, aptal, avanak (Il faut imbuvable).
être imbécile pour ne pas comprendre cela). 2. imitable s. Benzetlenebilir, "taklit edilebilir (Une
Aptalca, saçma (Des questions imbéciles). 3. signature imitable).
(Eski) Güçsüz, cılız (L'homme, imbécile ver de imitateur, trice s. ve ad. Öykünmeci, öykünen;
terre). yansılayıcı, "taklitçi (Les imitateurs d'un grand
imbécilement bel. Budalaca, aptalca, avanakça, artiste. L'enfant humain est beaucoup plus
imbécillité diş. 1. Budalalık, aptallık, avanaklık (Je imitateur que l'enfant singe).
imitatif 725 immersion
immoralement ebl Törelsizce. Aktöreye aykırı immunologie diş. hek. »Bağışıklıkbilim, imünoloji.
olarak, "ahlâka aykırı, immunologique s. »Bağışıklıkbilimsel,
immoralisme er. fels. "Törelsizcilik, bağışıklıkbilime değgin,
töretanımazlık, "gayriahlâkiyye. immutabilité diş. Değişmezlik,
immoralité diş. Töredışılık, »töresizlik, impact er. 1. Çarpma, çarpışma. 2. mec. Etki,
"ahlâksızlık, patlama, duyulma (L'impact de la nouvelle a été
immoralistes, ve ad. "Törelsizci; »töretanımaz, terrible). § Point d'impact: Çarpma noktası,
immortaliser gçl. Ölümsüzleştirmek, ölümsüz merminin değdiği yer, kurşun izi (On a relevé
kılmak (Cette œuvre immortalisera son nom). § plusieurs points d'impact sur la carrosserie de
S'immortaliser: Ölümsüzleşmek, ölümsüzlüğe l'automobile).
ermek. impair, es. 1. Tek, çift olmayan (Nombres impairs).
immortalité diş. Ölümsüzlük (Immortalité de 2. er. Tek. 3. er. rtz.Beceriksizlik, pot,gaf. § Faire
l'âme). un impair: tkz. Gaf yapmak, pot kırmak, çam
immortel, le s. 1. Ölümsüz (Séjour des dieux devirmek. Jouer à pair ou impair: Tek mi çift mi
immortels, l'âme immortelle). 2. Uzun süren, oynamak.
bitmeyen, bitip tükenmeyen (Un monument impala er. hayb. (Güney ve batı Afrika'da yaşayan)
immortel, un amour immortel). 3. er. tkz. Fransız Antilop, karaca,
Akademisi üyesi. 4. ç. Paganizm tanrıları, impalpable s. 1. Elle tutulamayan, ele gelmeyen
immortelle diş. Çok dayanan kimi bitkilere ve (Ombres impalpables). 2. Çok ince, pek ince
bunların çiçeklerine verilen ad, her dem taze; (Poussière impalpable).
"ölümsüzot, ölmezotu. impaludation diş. 1. Sıtma aşısı yapma. 2.
immotivé, es. 1. Bir nedene dayanmayan, bir amaç (Sivrisinek) Sıtma mikrobu aşılama,
gütmeyen, nedensiz; gerekçesiz (Action impaludé, e s. Sıtmalı (Région impaludée).
immotivée). 2. Haksız, yersiz (Réclamations imparable s. Durdurulması olanaksız, önlenmesi
immotivées). olanaksız (Un coup imparable).
immuabillté diş. Değişmezlik, impardonnables. Bağışlanmaz, "affedilmez (Faute
immuable s. I. Değişmez (Les lois immuables de la impardonnable).
nature). 2. Sürekli, sürüp giden, değişmeyen imparfait er. dilb. Hikâye birleşik zamanı,
(Bonheur, passion immuable). imparfait, es. 1. Tamamlanmamış, bitmemiş, eksik
immuablement bel. Sürekli olarak (Ciel (Une oeuvre imparfaite). 2. Kusurlu, eksikleri
immuablement gris). olan (L'homme est imparfait).
immunisant, e s. Bağışıklık veren, bağışıklık imparfaitement bel. Eksik, yalan yanlış, yarım
kazandıran (Sérum immunisant). yamalak.
immunisation diş. Bağışıklık verme; bağışıklık imparidigités. ve er. Parmakları tek sayılı olan.
kazanma. imparité diş. Teklik, tek sayılı olma.
immuniser gçl. I. Bağışıklık vermek (Immuniser impartageables. Bölünmez, bölünemez,
par le vaccin). 2. Immuniser qn, qch contre: a) -e impartial, es. Yansız, "tarafsız, yan tutmayan (Juge
karşı bağışıklık kazandırmak (La vaccination impartial).
immunise l'organisme contre la variole), b) -e, impartialement bel Yan tutmadan, yansızca,
karşı koru mak, güvence altına almak, -den uzak yansızlıkla, hiçbir yanı kayırmaksızın, "tarafsızca
tutmak (Cet échec l'a immunisé contre le désir de (Agir impartialement).
renouveler une telle demande). 3. Etre immunisé impartialité diş. Yansızlık, yan-tutmazlık,
contre qch: a) -e karşı bağışıklığı olmak, b) -den tarafsızlık (Impartialité de l'historien).
ağzı yanmış olmak, -e tövbeli olmak (Je suis impartir gçl. 1. Vermek, bağışlamak. 2. Impartir
immunisé contre la tentation de venir en aide à cet qch à qn: Birine ...vermek (On lui a imparti un
ingrat). nouveau délai pour payer ses impôts).
immunitaires. Bağışıklıklara değgin (Les réactions impasse diş. 1. Çıkmaz yol, çıkmaz sokak, çıkmaz
immunitaires de l'organisme). (Aufondd'une impasse). 2. mec. İçinden çıkılmaz
immunité diş. 1. Bağışıklık (Le vaccin confère durum, açmaz (Impasse budgétaire. Comment
l'immunité). 2. Dokunulmazlık (Immunité sortir de cette impasse?). § Etre dans une impasse:
parlementaire, immunité diplomatique). mec. Çıkmazda olmak, içinden çıkılmaz bir
immunogène s. Bağışıklık yaratan (Qualité durum içinde bulunmak,
immunogène des antigènes). impassibilité diş. 1. Soğukkanlılık, "telâşsızlık
impassible 728 imperceptible
Attacher, accorder, donner del' importance à qch : mais je m'en irai). N'importe qui: Kim olursa
-e önem vermek. Faire l'homme d'importance, olsun, herhangi bir kimse (N'importe qui pourrait
prendre des airs d'importance: Kendine önemli le faire). N'importe quoi: Ne olursa olsun,
bir adam süsü vermek; kendini önemli biri herhangi bir şey (Il mange n'importe quoi. Ils
sanmak. Se donner de l'importance: Kendini pek causaient de n'importe quoi). N'importe lequel,
beğenmek, önemli biri sanmak. Cela n'a aucune n'importe laquelle: Herhangi biri, hangisi olursa
importance, pasd'importance: Önemi yok, zararı olsun (N'importe lequel d'entre vous. N'importe
yok. laquelle des maisons). N'importe quel, n'importe
important, e s. 1. Önemli (Question importante, quelle: Herhangi bir (N'importe quel pays,
rôle important). 2. İlginç (Cet art serait très n'importe quelle ville).
important à connaître). 3. Büyük, önemli (Un import-export er. 'Dışalım-dışsatım işleri, "ithalat-
héritage important). 4. Yararlı, zorunlu, gerekli ihracat.
(C'est important à savoir). S. Önemli, etkili, importun, e s. 1. Tedirgin edici, can sıkıcı,
"nüfuzlu (Un personnage important, un usandırıcı, bıktırıcı (Un visiteur importun; des
fonctionnaire important). 6. er. İşin önemli yönü, questions importunes). 2. ad. Nezaketsiz, haddini
önemli olan (L'important est de se décider tout de bilmez, usandırıcı kimse (Se débarrasser d'un
suite. L'important est qu'ils soient heureux). § importun).
Faire l'important: Kendine önemli bir adam süsü importunément bel Tedirgin edecek şekilde,
vermek; kendini önemli biri sanmak. usandırarak, rahatsız ederek.
importateur, trice s. vead. *Dışalımcı, dıştan alıcı, importuner gçl. 1. Tedirgin etmek, canını sıkmak,
dışardan mal getirtici, "ithalatçı (Pays usandırmak, rahatsız etmek (Je ne voudrais pas
importateur de blé. Un importateur d'agrumes). vous importuner plus longtemps. Importuner un
importation diş. 1. 'Dışalım, dıştan mal getirme, voisin). 2. Importuner qn de qch: Birini -ile
"ithalât (Licence d'importation). 2. Dışalım malı, rahatsız etmek (Importuner un voisin de ses
dıştan getirtilen mal, ithal malı (Importation en plaintes).
provenance d'Allemagne). 3. (Bir ülkeye, yere) importunité diş. 1. Can sıkma, bıktırma, usandırma
Getirtme, içeri sokma (L'importation de la (Extorquer un consentement à force
pomme de terre en Europe. En France, on craint d'importunités). 2. Nezaketsizlik, uygunsuzluk
l'importation des idées). (L'importunité d'une démarche).
importer gçl. 1. Dışardan getirtmek, dışardan imposable s. Vergilendirilebilir, vergiye
almak, 'dışalımlamak, "ithal etmek (Importer du bağlanabilir (Personnes imposables, revenus
café, du blé). 2. mec. (Bir ülkeye) Getirmek, imposables).
sokmak (Importer une mode, une manière de imposant, e s. 1. Saygı uyandıran (Un vieillard
penser). 3. gsz. Önemli olmak, önemi olmak, imposant. Parler sur un ton imposant). 2.
önem taşımak (Ce qui importe, c'est de conserver Gösterişli, dikkat çekici, görkemli (La mise en
la santé). 4. Importer à qn: -için önemli olmak, scène imposante d'un film). 3. Büyük, hatırı sayılır
önem taşımak (Le passé lui importe moins que le (Une foule imposante, une majorité imposante). 4.
futur). § Il importe de f. qch: -mek önemlidir (Il alay. İri yarı, kocaman (Une imposante
importe de ne pas se tromper). Peu importer à qn: paysanne).
-için önemli olmamak, önem taşımamak (Peu lui imposé, es. 1. Uyulması zorunlu (Prix imposé). 2.
importent les classes sociales). Peu importer à qn Vergilendirilmiş, vergiye bağlanmış
de f. qch: Birisi için -mek önem taşımamak (Peu (Marchandises imposées, personnes imposées). 3.
lui importe d'être en prison). Peu importe: Önemi ad. Vergi yükümlüsü.
yok, önemli değil. Qu'importe!: Ne önemi var! imposer gçl. 1. Vergilendirmek, vergiye bağlamak
Önemi yok! Qu'importe de f. qch, qu'importe (Imposer une marchandise, les revenus, une
que...: -menin ne önemi var, -meşinin ne önemi personne). 2. Gücün benimsetmek, "zorla kabul
var (Qu'importe de souffrir! Qu'importe que ce ettirmek (Imposer sa loi, sa volonté, des
soit un idiot qui les gouverne!). N'importe conditions. Imposer son nom par la réclame). 3.
comment: Nasıl olursa olsun, rasgele, yöntemsiz (Basımcılıkta sayfaları) Formadaki yerlerini
(Il travaille n'importe comment). N'importe alacak biçimde baskıya hazırlamak (Imposer une
quand: Ne zaman olursa olsun (Venez n'importe feuille). 4. Uyandırmak, esinlemek (Imposer le
quand, je suis toujours chez moi). N'importe où: respect). 5. Imposer qch à: a) Bir şeyi -e
Nerede, nereye olursa olsun (J'irain'importe où, benimsetmek, kabul ettirmek (Imposer ses idées à
imposeur 732 imprégnation
Yüzsüzce, utanmazca, saygısızca (Des propos namussuz, alçak (Une femme impure, des pensées
impudents). impures).
impudeur diş. Utanmazlık, sıkılmazlık (Il a impurement bel. Alçakça, namussuzca,
l'impudeur de demander encore de l'argent). erdemsizce, iffetsizce (Vivre impurement).
impudicité diş. Uygunsuzluk, yırtıklık, "iffetsizlik, impureté diş. 1. Pislik, kirlilik, katışıklık,
edepsizlik. bulaşıktık, anlıktan uzaklık (L'impureté d'un
impudique s. Uygunsuz, yırtık, "iffetsiz, edepsiz liquide, de l'air). 2. Bozukluk, bozulma,
(Gestes, manières impudiques). kokuşma, kokuşmuşluk (L'impureté des
impudiquement bel. Uygunsuzca, yırtıkça, mœurs). 3. Alçaklık, rezillik, yüzkarası (Vivre
"iffetsizce, edepsizce, dans l'impureté). 4. Uygunsuzluk, erdemsizlik,
impuissance diş. 1. Güçsüzlük, zayıflık yırtıldık, "iffetsizlik, namussuzluk (L'impureté
(Impuissance à résoudre un problème. d'une femme).
Impuissance de la volonté). 2. Yetersizlik; cinsel imputabilité diş. İsnat edilebilme, isnat
yetersizlik (Impuissance sexuelle. Impuissance edilebilirlik.
par troubles fonctionnels ou névrotiques). imputable s. 1. Imputable à: -e yüklenilebilir,
impuissances. 1. Güçsüz (Il reste impuissant devant bağlanabilir, "isnat edilebilir (Cette erreur est
le désastre). 2. s. vead. Cinsel bakımdan yetersiz; imputable à son inexpérience). 2. Imputable sur:
"iktidarsız (C'est un impuissant, un homme -den alınabilir, sağlanabilir, çıkarılabilir; -in
impuissant). 3. Etkisiz (La justice sans la force est hesabına geçirilebilir, mahsup edilebilir (Somme
impuissante). 4. Impuissant à f. qch: -mekte imputable sur tel chapitre, sur tel crédit).
yetersiz (Il est impuissant à résoudre ce problème). imputation diş. 1. Suç yükleme, suçlama, suç isnadı
impulsif, ive s. ve ad. 1. İtici, "dafi (Force (Imputation de vol. Se justifier d'une imputation).
impulsive). 2. ruhb. Tepili, "tepisel, "ilcai. 3.fels. 2. Hesaba geçirme, "mahsup (Imputation d'un
îtkisel, "ilcai 4. Hemen tepki gösteren, paiement).
düşünmeden davranan, içinden geldiği gibi imputer gçl. 1. Imputer qch à qn, à qch: Bir şeyi -e
davranan, sinirli (Il a les vives réactions d'un yüklemek, bağlamak, vermek,"atfetmek, "isnat
impulsif. Un enfant impulsif). etmek ( On lui impute un crime. Imputer un échec à
impulsion diş. 1. İtiş, itme, defi (Excitation par la négligence). 2. Imputer à qch: ...gibi
impulsion). 2. ruhb. Tepi,°ilca. 3.fels. *İtki,"ilca. düşünmek, olarak düşünmek (Imputer à crime, à
4. mec. Canlandırma, canlılık, diriltme, hız, lâcheté. J'imputais à honte le silence qui régnait).
atılım (Impulsion donnée aux affaires, au 3. Imputer qch à qch, sur qch: -in hesabına
commerce). 5. İçgidü, içten gelen duygu, eğilim geçirmek, -den sağlamak (Imputer les frais
(Céder à ses impulsions). d'hôpitalau budget delà ville. Imputer une somme
impulsivement bel. İçgüdüyle, içgüdüsel olarak; sur le chapitre des frais généraux).
içten gelen bir duyguyla, tepisel olarak, itkisel imputrescibilité diş. Çürümezlik, bozulmazlık.
olarak(//a répondu impulsivement). imputrescible s. Çürümez, bozulmaz (Bois, cuir
impulsuvité diş. Hemen tepki gösterme; imputrescible).
düşünmeden davranma ; içinden geldiği gibi tepki inabordable s. 1. Yanaşılmaz, yaklaşılmaz (En
gösterme; *tepisellik, *itkisellik. hiver, ce port est inabordable). 2. Yanaşılmaz,
impunément bel. 1. Ceza görmeksizin, ceza yanına varılmaz, yanına varalması çok güç (Une
görmeden (Voler, tuer impunément). 2. Zarara personne, un chef inabordable). 3. Çok pahalı,
uğramadan, zarar görmeksizin (On ne lit pas ateş pahası (Les prix sont inabordables. Les fruits
impunément des niaiseries). 3. (Eski) sont inabordables cette année).
Cezalandırmadan, öç almadan (Se laisser offenser inabrogeable s. huk. Yürürlükten kaldınlamaz,
impunément, c'était tout perdre). "lağvedilemez (Lois inabrogeables).
impuni, e s. Cezasız kalan, cezalandırdmayan (Un in absentia bel. "Gıyaben, ilgili kişinin yokluğunda,
coupable impuni; affront impuni). in abstracto bel. Soyut olarak; gerçeği göz önünde
impunité diş. Cezasız kalma, cezalandırılmama bulundurmadan (Raisonner in abstracto).
(Meurtre qui s'exerce avec impunité). inaccentué, e s. dilb. Vurgusuz (Syllabe
impur, e s. 1. Pis, karışık, bulaşık, an olmayan inaccentuée).
(Liquide impur, huile impure). 2. mec. Alçak, inacceptable s. Kabul edilemez (Une offre
rezil, yüzü kara (Un cœur impur, une foule inacceptable).
impure). 3. Erdemsiz, uygunsuz, yırtık, "iffetsiz, inaccessibilité diş. Erişilemezlik, yaklaşılamazlık,
inaccessible 736 inaperçu
incantation diş. Büyü yapma, büyü sözleri söyleme, incartade dş. 1. (Dilde yada davranışta) Sürçme,
okuyup üfleme, yanlışlık (Pardonnez-moi cette incartade). 2.
incantatoire s. Büyüye değgin; büyüleyici (Des Çılgınlık, hatâ (Les incartades de la jeunesse). 3.
paroles incantatoires). Sövgü, zılgıt. 4. (Binicilikte) Atın birdenbire sağa
incapables, vead. 1. Yeteneksiz, beceriksiz (C'est yada sola sapması,
l'homme le plus incapable du monde. Un directeur incasiques. İnkalara değgin,
incapable; un incapable, une incapable). 2. huk. incassable s. 1. Kırılmaz (Verre incassable). 2.
Yeterliksiz, yasal yeterlikten yoksun (Il est Kopmaz, sağlam (Filincassable).
incapable de remplir aucune fonction publique). incendiaire ad. 1. Kundakçı, yangın çıkarıcı (Néron
3. Incapable de qch: Elinden... gelmez (Il est l'incendiaire). 2. s. Yangın çıkarıcı (Balles,
incapable de lâcheté). 4. Incapable de f. qch: a) bombes incendiaires). 3. mec. Bozguncu (Propos,
-cek durumda olmayan (Je suis incapable de me déclarations incendiaires). 4. mec. Yürek
tenir debout), b) -meye elverişsiz (Une terre tutuşturucu (Une blonde incendiaire).
incapable de rien produire), c) -emeyen, -cek incendie er. 1. Yangın (Incendie de forêt. Assurance
güçten uzak (Il est incapable de comprendre ce contre l'incendie). 2. Geniş bir alana yayılmış
qu'on dit. Un enfant incapable de courir). kırmızı, pembe ışıklar (L'incendie du soleil
incapacité diş. 1. Yeteneksizlik; olanaksızlık; couchant). 3. mec. Kargaşalık, savaş (La Serbie
elverişsizlik. 2. Beceriksizlik. 3. huk. Yetersizlik, peut toujours être le brandon d'un incendie
"ehliyetsizlik (Incapacité électorale). européen).
incarcération diş. Hapis, hapsetme, hapsedilme; incendier gçl. 1. Yakmak, ateşe vermek (Incendier
tutuklama, tutuklanma, un village, une forêt). 2. Yakmak, yanık etkisi
incarcérer gçl. Hapsetmek, tutuklamak, dama yapmak (Le vin lui incendia la gorge). 3. Kızıla
tıkmak, içeri atmak (Incarcérer un prévenu). boğmak, kızıl bir renk vermek (Le soleil
incarnadin, e s. Bir çeşit koyu pembe (La bouche incendiait les vitres). 4. mec. Bozgun yaratmak. 5.
incarnadine). tkz. Incendier qn: -in iler tutar yanım
incarnat, e s. ve er. Açık kiraz pembesi (Velours bırakmamak, çok kınamak, sitemlere boğmak;
incarnat. Des rideaux d'un bel incarnat). küfretmek, kalaylamak. § Se faire incendier: tkz.
incarnation 1. (Dinsei anlamda) Tanrının insan Küfürü yemek, kalaylanmak,
olarak meydana çıkması. 2. Cisimleşme, incération diş. Mum kıvamı verme, mum gibi kılma;
"tecessüm; somut örnek (Cet homme est (bir maddenin içine) mum katma,
l'incarnation de la générosité). incertaine s. 1. Şüpheli, kesin olmayan (Résultat,
incarné, e s. 1. Cisimleşmiş, ete kemiğe bürünmüş succès incertain). 2. Kararsız, değişebilir, bel
(Le Verbe incarné: tsa peygamber). 2. bağlanamaz (Temps incertain, appui incertain). 3.
Somutlaşmış, somut örnek, -in ta kendisi (Ce roi Belli olmayan, belirsiz (Contours incertains,
était la légitimité incarnée). 3. hek. Ete batmış lumière incertaine).
(Ongle incamé). incertitude diş. 1. Şüphelilik (L'incertitude d'un
incarner gçl. 1. -in somut örneği olmak, canlı succès). 2. Kararsızlık (Etre, demeurer dans
simgesi olmak; -i temsil etmek (Le magistrat l'incertitude: Kararsızlık içinde olmak, kalmak).
incarne la justice. Ce roman incarne les nouvelles 3. Belirsizlik, belli olmayış (L'incertitude de
tendances littéraires). 2. Canlandırmak, l'avenir).
yorumlamak, oynamak (Incarner un rôle, elle incessamment bel. 1. Ara vermeden, durmadan,
incarne à la scène les ingénus du théâtre de habire (Il change incessamment). 2, Hemen, çok
Marivaux). 3. (Dinsel) İnsan biçiminde ortaya çekmez, az sonra (Il doit arriver incessamment).
çıkarmak (Dieu incarna son fils). § Etre... incessantes. Sürekli, ardı arası kesilmeyen (Pluies
incarné: -in ta kendisi olmak (Il est le vice incarné, incessantes).
le diable incarné, la jalousie incarnée). § incessibilité diş. huk. Başkasına devredilemezlik,
S'incarner: 1. (Doğa üstü bir varlık) İnsan yada "temlik edilemezlik,
hayvan olarak ortaya çıkmak (Le Verbe s'est incessible s. huk. Başkasına devredilemez, "temlik
incarné à l'homme de douleur. Les divinités edilemez (Droit, privilège incessible).
indiennes s'incarnaient dans des corps différents). inceste er. 1. Mahremi ile zina, mahremler arasında
2. Cisimleşmek, somutlaşmak. 3. S'incarner en zina, horanta zinası, yakın akrabalar arası zina. 2.
qch: -de toplamak, dile gelmek (Tous nos espoirs Mahremiyle evlenme. 3. ad. Mahremiyle zina
s'incarnent en toi). yapan yada evlenen.
incestueux 739 incliner
incestueux, euse s. vead. 1. Mahremiyle zina yapan incisive diş. Kesici diş (Les incisives d'un rongeur).
(Un incestueux. Un couple incestueux). 2. incitateur, trice ad. Kışkırtıcı (Un incitateur de
Mahremler arasında olan (Amour incestueux). 3. troubles).
Mahremler zinasından doğan (Enfantincestueux). incitation diş. 1. Kışkırtma; sürükleme (Incitation à
inchangé,es. Değişmemiş, olduğu gibi (Lasituation la révolte, à la violence. Incitation des ouvriers à la
demeure inchangée). débauche). 2. huk. Teşvik (Incitation à la
inchauffable s. Isıtılamaz, ısıtılması çok güç (Un prostitution: Fuhuşa teşvik. Incitation au crime:
salon inchauffable). Suça teşvik).
inchavirable s. Devrilmez (Canot de sauvetage inciter gçl. 1. Inciter qn à qch: Birini -e kışkırtmak;
inchavirable). -e sürüklemek; -e isteklendirmek, "teşvik etmek
incidemment bel. 1. Sırası gelmişken, bu arada (Je (Inciter la foule à la révolte. Inciter les mineurs à la
vous rappelle incidemment la promesse que vous débauche. La publicité nous incite à l'achat). 2.
m'aviez faite). 2. Bir ara (ils parlèrent Inciter qn à f.qch: Birini -meye kışkırtmak,
incidemment de leurs souvenirs communs, mais sürüklemek, isteklendirmek, teşvik etmek
sans s'y attarder). (Inciter le peuple à se révolter. Sa réponse m'incite
incidence diş. 1. Yankı, yansıma, sonuç, etki à penser. La publicité nous incite à acheter).
(L'incidence de la hausse des prix sur le pouvoir İncivil,es. Kaba, nezaketsiz; kabaca, nezaketsizce
d'achat. Vous n'avez pas envisagé les incidences de (Un homme incivil. Répondre sur un ton incivil).
votre décision). 2. fiz. mat. Gelme, °vürut; bir incivilement bel. Kabaca, nezaketsizce,
ışının, bir çizgi yada yüzeyin bir yere erişmesi incivilité diş. Kabalık, nezaketsizlik (Commettre
(Angle d'incidence: Gelme açısı. Point une incivilité).
d'incidence: Gelme noktası). inclémence diş. 1. Yarhgamazhk, bağışlamazlık,
incident er. 1. Olay (Un incident de frontière. Un ""mağfiretsizlik. 2. mec. Sertlik, şiddet
incident sans importance, inopiné, imprévu). 2. (L'inclémence de l'hiver).
Kaza, engel, güçlük (Le voyage s'est passé sans inclément,e s. 1. Yarhgamaz, bağışlamaz,
incident). 3. Karışıklık, olay (Créer, provoquer mağfiretsiz (Juges incléments). 2. mec. Sert
des incidents dans une réunion, dans la rue). 4. (Hiver inclément).
Araya karışan olay, ara olayı, çaparız, inclinaison diş. 1. Eğme, eğilme (L'inclinaison de la
incident,es. 1. fiz. mat. (Bir yüzeye) Gelen ("Rayon tête). 2. Eğiklik (Inclinaison d'une route, d'un
incident, ligne incidente). 2. dilb. Ara (Phrase mur). 3. Eğim (Inclinaison d'une surface, d'un
incidente). 3. huk. Araya karışan, arada çıkan, plan). § Inclinaison magnétique: fiz. Eğim açısı.
arada yapılan, ara (Contestation incidente, Inclinaison du plan de l'orbite: gökb. Yörünge
demande incidente, requête incidente). § Jugement eğikliği.
incident: huk. Ara kararı. Proposition incidente: inclination diş. 1. Eğme (Inclination de tête). 2.
dilb. Ara tümce, Sevgi, *sevi, "aşk (Mariage d'inclination). 3.
incinérateur er. Çöp yakma makinesi, Eğilim, "temayül (Inclination innée, naturelle). §
incinération diş. Yakma, yakıp kül etme Avoir de l'inclination, une certaine inclination à
(Incinération des cadavres). f.qch: -mek eğiliminde olmak, -meye eğilimli
incinérer gçl. Yakmak, yakıp kül etmek (Incinérer olmak (Il a de l'inclination à mentir). Avoir une
les cadavres, les ordures). inclination pour qn: Birine karşı sevgisi olmak.
incirconcis,e s. vead. Sünnetsiz. Faire une inclination de tête: 1. Selâmlamak için
incirconcision diş. Sünnetsizlik. başını eğmek, başıyla selâmlamak. 2. Başıyla
incise diş. 1. dilb. Aratümce. 2. müz. Bir ezginin onaylamak, onama belirtisi olarak başını eğmek.
belirli bir bölümünü meydana getiren notalar. 3. Montrer de l'inclination pour qch: -e karşı eğilim
s. dilb. Ara (Proposition incise). göstermek (Il montre de l'inclination pour les
inciser gçl. Çizerek yarmak (Inciser l'écorce d'un sciences).
arbre, inciser un panaris). incliné,e s. 1. Eğik (Il avait la tête inclinée sur
incisif, ive s. 1. Kesici (Dents incisives). 2. mec. l'épaule). 2. mec. Incliné à f. qch: -mek
Keskin, sert, dokunaklı (Ironie incisive, critique eğiliminde, -meye eğilimli (Je suis incliné à
incisive, style incisif). penser). § Plan incliné: Eğik düzey, "sathı mail,
incision^. 1. Çizip yarma (Incision d'une plaie). 2. incliner gçl. 1. Eğmek (Incliner la tête. Le vent
Yarık çizgi, çentik (Faire une incision à l'écorce incline les épis). 2.1nclinerqnàqch,àf.qch: Birini
d'un arbre fruitier). -e, -meye itmek (Sa meilleure conduite incline le
inclure 740 incommunicable
apaçık, "itiraz kabul etmez (Un succès Sursis d'incorporation: ask. Erteleme, tecil,
incontestable. Preuve incontestable). incorporel, le s. 1. Cisimsiz, cisimle ilgisi olmayan;
incontestablement bel. Su götürmez bir şekilde, hiç vücudu olmayan (L'âme est incorporelle). 2. huk.
kuşkusuz (C'est incontestablement vrai). Özdeksel olmayan, "gayrimaddi (Biens
incontesté, e s. Kabul edilmiş, tanınmış, incorporek).
yadsınmamış (Droits, principes incontestés. Un incorporer gçl. 1. Incorporer qch à qch: -e
chef incontesté). katıştırmak (Incorporer des oeufs à une sauce). 2.
incontinence diş. 1. (Nefisle ilgili ve cinsel işlerde) Incorporer qch à qch, dans qch: -e katmak,
Kendini tutamazlık, uçkuruna sağlam olmayış; eklemek (Incorporer un paragraphe dans un
perhizsizlik. 2. Tutamazlık, tu tamama chapitre. Incorporer un territoire à un empire,
(Incontinence de langage, de parole. Incontinence dans un empire). 3. Incorporer qn à qch, dans qch:
d'urine). Birini -e sokmak, girmesini sağlamak, katmak
incontinent, e s. 1. Elini, belini, dilini tutamayan; (Incorporer un ami à une société, dans une
kendini tutamaz. 2. Sidik tutamayan; sidiğini association). 4. ask. Kıtaya almak (Incorporer un
kaçıran, altına işeyen (Vessie incontinente, enfant conscrit dans un bataillon). § S'incorporer à qch,
incontinent). 3. bel. Hemen (Je veux que tout soit dans qch: -e girmek, katılmak (S'incorporer à un
réglé incontinent). groupe d'amis, dans une association).
incontrôlable s. Denetlenemez, ne olacağı incorrect, es. 1. Yanlış, hatalı, kusurlu (Edition
saptanamaz (Affirmation, témoignage incorrecte. Terme incorrect, réglage incorrect). 2.
incontrôlable). Yakışıksız, yakışık olmayan (Tenue incorrecte).
incontrôlé, e s. Denetimden çıkmış, kontrolden 3. Dürüst olmayan, doğruluktan ayrılan (Il est
çıkmış, söz dinlemez (Forces incontrôlées. Des incorrect en affaires).
bandes incontrôlées de rebelles). incorrectement bel. 1. Yanlış şekilde, kusurlu
inconvenance diş. 1. Yakışıksızlık, olarak (Appareil incorrectement monté). 2.
"münasebetsizlik (Inconvenance d'un geste, d'une Yakışıksızca, "münasebetsizce (Parler
situation). 2. Yakışıksızca davranış yada söz, incorrectement).
"münasebetsizlik, densizlik (Commettre une incorrection diş. 1. Yanlış, "hata, kusur (Il y a
inconvenance). plusieurs incorrections dans ce devoir). 2.
inconvenant, e s. Yakışıksız, yakışık almayan, Yakışıksızlık, münasebetsizlik (Commettre une
münasebetsiz (Propos inconvenant, tenue incorrection).
inconvenante). incorrigible s. 1. Düzeltilemez, sürüp giden (Son
inconvénient er. 1. (Eski) Terslik, "aksilik. 2. incorrigible distraction). 2. Yola gitirilemez,
Sakınca, "mahzur (Avoir, comporter, offrir, düzeltilemez (Un enfant incorrigible).
présenter des inconvénients). § D n'y a pas incorrigiblement bel. Düzeltilemeyecek şekilde;
d'inconvénient à f. qch: -mekte bir sakınca yok (Il yola gelmeyecek kadar,
n'y a pas d'inconvénient à prendre ce remède). Ne incorruptibilité diş. 1. Bozulmazlık
pas voir d'inconvénient à f. qch: -mekte bir (Incorruptibilité d'une substance). 2.
sakınca görmemek, Namusluluk, doğruluktan ayrılmazlık
inconvertible, inconvertissable s. 1. Başka bir din (Incorruptibilité d'un fonctionnaire).
yada inanca sokulamaz; dini inana, düşüncesi incorruptible s. 1. Bozulmaz, çürümez (Bois
değiştirilemez (Uneprotestante inconvertible). 2. incorruptible). 2. mec. Bozulmaz, namuslu,
(Başka bir paraya) Çevrilemez, değiştirilemez dürüst, doğruluktan ayrılmaz (Un juge
(Billet de banque inconvertible). incorruptible).
incoordination diş. * Eşgüdümsüzlük, düzenleme incorruptiblement bel. 1. Bozulmayarak,
yokluğu, işbirliği eksikliği (L'incoordination des bozulmadan. 2. Doğruluktan ayırmayarak,
services administratifs). dürüst kalarak, namusluca,
incorporante diş. Cisimsizlik; cismi olmama, incrédibilité diş. İnanılmazlık (L'incrédibilité d'un
incorporation diş. 1. Katışma; katıştırma récit).
(Incorporation de jaunes d'oeufs dans du sucre). incrédule s. ve ad. 1. Tez kanmaz, güç kanar, zor
2. Katma, ekleme, "ilhak (L'incorporation de inanan; inanmamış, kuşkulu (Ses affirmations me
l'Autriche à l'Allemagne en 1938). 3. Eritme, laissent incrédule. Répondre d'un air incrédule).
sindirme (Incorporation d'une minorité ethnique 2. İnansız, inançsız, "imansız (L'incrédule et le
dans une communauté). 4. ask. Birliğe katılma. § dévot). 3. Incrédule à qch: -e inanmayan,
incrédulité 744 inculture
indésirable s. İstenmez, istenilmeyen (Une indicatif, ive s. 1. Gösterici, haber verici, belirtici
personne indésirable). (L'état indicatif des dépenses). 2. er. dilb. Haber
indestructibilité diş. Yıkılamazlık, kipi, gösterme kipi (En français, l'indicatif a huit
parçalanamazhk, yok edilemezlik, temps).
indestructibles. 1. Yıkılamaz, yok olmaz (Matière indication diş. 1. Gösterme (L'indication d'origine
indestructible). 2. Sürüp giden, sürekli, silinip est obligatoire pour les produits importés). 2.
gitmez (Une solidarité indestructible). Belirti (Sa fuite est une indication de sa
indéterminables. 1. Belirlenemez, belirtilemez. 2. culpabilité). 3. Bilgi (Indication nécessaire pour
Tanımlanamaz, belirsiz (Des cheveux d'une utiliser un objet). 4. hek. Hekimlikçe gereklik,
couleur indéterminable). gerekli görme, gereklilik, yararlılık (Les
indétermination diş. 1. Belirsizlik, açık seçik indications d'un médicament, d'une cure).
olmama, kapalılık (L'indétermination d'une loi, indice er. 1. Belirti, öz, ipucu (Lespremiers indices
d'un texte). 2. Değişkenlik, kararsızlık (Il du printemps. Les indices d'une maladie). 2. fiz.
demeura longtemps dans l'indétermination). mat. Damga, indis, "müşir (Indice de réfraction de
indéterminé, e s. 1. Belirsiz (Remettre une affaire à la lumière. A indice zéro, a indice un). 3. Gösterge
une date indéterminée). 2. Değişken, kararsız (Je (Indice des prix. Indice pluviométrique: Yağış
suis encore indéterminé sur ce point). göstergesi. Indice du coût de la vie: Geçim
indéterminisme er. fels. 'Yadgerekircilik, indeksi).
•belirlenmezcilik, insan iradesinin özgürlüğünü indiciaire s. İndeksle ilgili, göstergeye değgin,
yada elindeliği savunan öğretilerin genel adı, 'göstergesel (Impôt indiciaire).
"lâicabiye. indicibles. Sözle anlatılamaz, dile sığmaz (Une joie
indéterministe s. ve ad. *Yadgerekirci, indicible).
'belirlenmezci, indiciblement bel. Sözle anlatılamayacak kadar,
index er. 1. İşaret parmağı. 2. Dizin, fihrist (Index indien, nes. 1. Hindistana değgin (Le peuple indien.
des auteurs cités). 3. Papalıkça okunması Océan indien, coq indien). 2. Amerika yerlilerine
yasaklanan kitaplar listesi, kara liste CCe livre est à değgin, kızılderililere değgin (Civilisation
l'index). 4. (Kimi aygıtlarda) Gösterme iğnesi, indienne). 3. ad. Hintli. 4. ad. Amerika yerlisi,
gösterici iğne, ibre. 5. Gösterge (Index des prix. kızılderili. 4. gökb. Hintli, bir takımyıldızın adı. §
Index de revenu). § Mettre qn, qch à l'index: 1. -i A la file indienne: Tek dizi halinde, birerle kol
tehlikeli diye işaret etmek, mimlemek, kara (Marcher, avancer à la file indienne).
listeye almak (La police l'a mis à l'index). 2. -i indienne diş. Basma, alaca; dokuma bez (Robe
suçlamak, tefe koymak, dile düşürmek (Sa d'indienne).
trahison le fit mettre à l'index par tous ses amis). indifféremment bel. 1. Aldırış etmeden, ilgisizce,
indexation diş. İndeksleme, dizinleme, soğukkanlılıkla. 2. Ayırt etmeden, ayrım
göstergeleme; parasal ve ekonomik değişmelere gözetmeden, seçmeden (Il est courtois avec tout le
göre değer ayarlaması (Indexation d'un monde indifféremment. Manger indifféremment
emprunt). de tout).
indexer gçl. -in değer değişimlerini belirli indifférence diş. 1. Duygusuzluk, duyarsızlık,
göstergelere göre ayarlamak; göstergelemek, soğukluk (Une indifférence totale la sépare du
dizinlemek,indekslemek (Indexer un emprunt sur monde). 2. Aldırışsızlık, aldırmazlık, aldırmama,
le cours de l'or). küçümseme (Affronter la mort avec indifférence).
indianisme er. 1. Hindu dil ve uygarlığı bilimi, 3. İlgisizlik (Cette proposition n'a rencontré que
"Hindubilim, Hindu diline özgü anlatım, l'indifférence générale). 4. (Ekonomi) Kayıtsızlık
indianiste ad. Hindu dil ve uygarlığı uzmanı, (Courbes d'indifférence sociale). § Affecter,
"Hindubilimci. feindre, jouer l'indifférence: İlgi duymuyormuş
indicateur, trice s. 1. Gösterici, belirtici, bildirici gibi davranmak. Montrer, témoigner de
(Poteauindicateur. Uneplaque indicatrice portant l'indifférence à: -e karşı ilgisizlik göstermek, ilgi
le nom de la rue). 2. ad. Haber verici, ele verici, göstermemek, kayıtsız kalmak,
"muhbir (Cest un indicateur, méfiez-vous de lui). indifférenciation diş. Değişmeme, farklılaşmama,
3. er. Kılavuz kitap, kılavuz (Indicateur des olduğu gibi kalma,
chemins de fer. Consulter l'indicateur). 4. er. indifférencié,e s. Değişmemiş, değişikliğe
Gösterge (Indicateur de pression, indicateur de uğramamış, farklılaşmamış, olduğu gibi kalmış,
direction d'un navire). indifférent, e s. 1. Ayrımsız, "farksız (Il est
indiflerentisnıe 748 indiscipliné
lourde, l'industrie légère). 4. Dalavere, zaman ve her yerde aynı yetkinliği göstermeyen,
madrabazlık. § Chevalier d'industrie: eksikli, hep aynı güzellikte olmayan (Œuvre
Dalavereci, dolandırıcı, madrabaz, inégale. Jeu inégal d'un acteur. Un écrivain très
industriel, le s. 1. "İşleyimsel, *uransal, °smaî, inégal).
sanayie değgin (Développement industriel d'un inégalable s. Erişilmez, yetişilmez, eşsiz (Qualité
pays. Les produits industriels). 2. er. *Işleyimci, inégalable).
"urancı, sanayici, inégalement bel. Eşitsizce (Biens inégalement
industriellement bel. 1. İşleyim yoluyla, sınaî olarak partagés).
(Ce produit est maintenant fabriqué inégalitaire i. Eşitsizlikçi (Une société inégalitaire).
industriellement). 2. İşleyim bakımından, sanayi inégalité diş. 1. Eşitsizlik, eşit olmayış (Inégalité
yönünden (Un pays industriellement avancé). sociale. Inégalité entre les hommes. Inégalité entre
industrieux, euses. 1. Hünerli, usta. 2. Industrieux l'offre et la demande). 2. mat. Sayısal eşitsizlik. 3.
à f. qch: -mekte usta, pek becerikli (Il est Düz olmayış (Inégalité d'une surface, d'un
industrieux à se cacher). chemin). 4. Düzensizlik, düzenli olmayış
inébranlable s. 1. Sarsılmaz (Il a une foi (Inégalité du pouls). S. Değişkenlik, kararsızlık
inébranlable). 2. Kesin, değişmez (Résolution, (Inégalité d'une humeur, d'un caractère).
certitude inébranlable). 3. Sağlam, yerinden inélastiques. Esnek olmayan, esneklikten uzak.
oynamaz, bozulmaz (Masse, colonne inélégamment bel. Kabaca, kabalıkla,
inébranlable. Bataillons inébranlables devant inélégance 1. Zarif olmayış (L'inélégance de son
l'ennemi). aspect). 2. Kabalık (Un procédé d'une parfaite
inébranlablement bel. Sarsılmaz bir şekilde, inélégance).
inéchangeable s. Değiştokuş edilemez inélégant, e s. 1. Zarif olmayan, incelikten uzak
(Marchandises inéchangeables). (Manières inélégantes). 2. Kaba (Un geste
inécoutable s. Dinlenilmeye değmez, çok kötü, inélégant).
kulak tırmalayan (Musique inécoutable). inéligibilité diş. Seçilemezlik.
inécouté, e s. Dinlenilmeyen, kulak ardı edilen inéligibles. Seçilemez (Candidat inéligible).
(Leurs conseils sont restés inécoutés). inéluctable s. Sakınılamaz, kaçınılamaz, önüne
inédit, e s. 1. Yayınlanmamış (Correspondances geçilemez (Destin, sort inéluctable. Conséquence
inédites d'un poète). 2. mec. Yeni, yepyeni, inéluctable).
görülmemiş, bilinmeyen (Il a trouvé un moyen inéluctablement bel. Kaçınılmaz olarak,
inédit de se procurer de l'argent). 3. er. a) inémotivité diş. Coşkulanmazlık.
Yayınlanmamış yapıt (Il a laissé une quantité inempkıyables. Kullanılamaz, kullanışsız (Procédé
importante d'inédits), b) Görülmemiş şey, inemployable).
yepyeni bir şey (C'est de l'inédit). inemployé, e s. Kullanılmamış, yararlanılmamış,
inéducables. Eğitilemez, eğitilmesi çok güç (Public kullanılmayan, yararlanılmayan (Talents
inéducable). inemployés).
ineffable s. Anlatılamaz, sözle anlatılamaz, dile inénarrables. 1. Anlatılamaz, sözle anlatılacak gibi
sığmaz (Un bonheur ineffable). değil. 2. Çok tuhaf, çok gülünç,
ineffaçable s. Silinmez (Trait, empreinte inéprouvé, e s. 1. Sınanmamış, denemeden
ineffaçable. Un souvenir ineffaçable). geçmemiş (Une vertu inéprouvée). 2.
ineffaçablement bel. Silinmez bir biçimde, Duyulmamış, duyumsanmamış, "hissedilmemiş
inefficace s. Etkisiz (Médicament inefficace. Ses (Emotions inéprouvées).
pensées demeurent ;nefficaces). inepte s. 1. Aptal, budala, yeteneksiz, beceriksiz,
inefficacement bel. Etkisiz şekilde. sakar (Un employé inepte). 2. Aptalca, budalaca
inefficacité diş. Etkisizlik (Inefficacité d'un remède, (Une réponse inepte).
d'un vaccin). ineptie diş. Aptallık, budalalık; anlamsızlık,
inégal, e s. 1. Eşit olmayan, eşitsiz (Partage inégal saçmalık (Ce film est une ineptie. L'ineptie de son
des biens. Forces inégales). 2. Düz olmayan raisonnement nous étonna).
(Surface inégale. Rue au pavé inégal). 3. Düzgün inépuisables. 1. Bitmez, tükenmez, kurumaz (Un
olmayan, düzenli olmayan, düzensiz (Pouls sujet inépuisable. Une source inépuisable). 2. Ağzı
inégal d'un fiévreux. Rythme inégal). 4. Sık sık bir açıldı mı susmak bilmez (Un bavard
değişen, bir anı bir anma uymayan, değişken, inépuisable. Il est inépuisable sur ce chapitre).
kararsız; tuhaf, acaip (Humeur inégale). S. Her inépuisablement bel. Bitmez tükenmez bir şekilde.
inépuisé 752 inexploitable
infécondité diş. Kısırlık, verimsizlik (Infécondité Aşağılık (Sentiment d'infériorité). 4. Astlık, ast
d'une plante, d'une terre, d'un animal, d'un olma (On le maintenait toujours dans un état
esprit). d'infériorité). 5. Engel, engelleyici şey. §
infect, e s. 1. Kokmuş, kokuşmuş, sası (Charogne Complexe d'infériorité: Aşağılık duygusu,
infecte, bourbier infect). 2. İğrenç, tiksinç; çok aşağdık kompleksi,
kötü, berbat (Un homme infect. Un repas infect). infermentescible s. Mayalanmaz, bozulmaz
infectant, e s. İltihap yapan, iltihaba yol açan (Virus (Aliment rendu infermentescible).
infectants). infernal, es. 1. Tamusal, "cehennemi; cehenneme
infecter gçl. 1. Mikrop bulaştırmak, değgin (Divinités, puissances infernales). 2.
iltihaplandırmak (Malade contagieux qui infecte Korkunç, yoğun, şiddetli (Chaleur infernale,
ses proches). 2. Pis kokutmak (Usine à gaz qui bruit infernal). 3. İğrenç, çok kötü, iblisçe
infecte l'atmosphère). 3. Bozmak, bulaştırmak (Méchanceté infernale). 4. tkz. Çekilmez,
(Un vil amour du gain infectait les esprits). 4. dayanılmaz, cehennem gibi (Cet enfant est
Infecter qch de qch: Bir şeyi -ile bozmak, berbat infernal. Une vie infernale). § Machine infernale:
etmek (Infecter le pays d'une hérésie). § Bomba. Pierre infernale: Cehennem taşı.
S'infecter: Mikrop kapmak, azmak, infertile s. Çorak, kısır, verimsiz (Terre, champ
iltihaplanmak (La plaie s'est infectée). infertile. Esprit infertile).
infectieux, euse s. hek. *Sasılı; bulaşıcı, "intanı infertilité diş. Çoraklık, kısırlık, verimsizlik,
(Maladies infectieuses). infestation diş. 1. (Eski) Talan, yağma. 2. Kaplama,
infection^. 1. hek. Mikroptan ileri gelen hastalık, sarma, istilâ etme (infestation du corps par des
bulaşıcı hastalık, "intan; iltihap. 2. Pis koku, poux). 3. hek. İltihaplandırma, iltihaplanma,
kokuşma, şaşılık, "ufunet (C'est une infection infester gçl. 1. Talan etmek, yağma etmek; yakıp
dans cette pièce, ouvre la fenêtre). 3. tkz. İğrenç yıkmak (Les pirates infestaient les côtes. Infester
şey, aşağılık iş. un pays). 2. Sarmak, kaplamak, doldurmak, istilâ
infélicité diş. Mutsuzluk. etmek (Les souris infestent la maison). 3. hek.
inféodation diş. Girme, katılma, bağlanma İltihaplandırmak. 4. Etre infesté de qch: -ile dolu
(Inféodation à un parti, à une coterie). olmak, dolup taşmak (Les montagnes sont
inféoder gçl. Inféoder qch à qn: 1. (Derebeylik infestées de pillards).
hukukunda) Bir şeyi birine tımar toprağı olarak infeutrable s. Buruşmaz, keçe gibi olmaz (Tissu,
vermek (Le seigneur inféodait son domaine à son laine, tricot infeutrable).
vassal). 2. Bir şeyi vermek, bırakmak (Inféoder infidèle s. 1. Eşini (karısını yada kocasını) aldatan
ses biens à l'Etat). § S'inféoder à: -e bağlanmak; -e (Un mari infidèle, une femme infidèle). 2.
katılmak, girmek (S'inféoder à un chef. S'inféoder Hakikatsiz, sadakatsiz, vefasız (Des amis
à un parti, à un groupe financier). infidèles). 3. Aslına bağlı olmayan, gerçeğe
inférence diş. mant. Çıkarsama; çıkarım, aykırı, doğruluktan uzak, yanlış (Une traduction
inférer gçl. 1. mant. Çikarsamak. 2. Inférer qch de infidèle. Un récit infidèle). 4. Infidèle à: -e bağlı
qch: Bir şeyden.. .sonucunu çıkarmak, sonucuna olmayan (Etre infidèle à son maître. Infidèle à un
varmak (On peut inférer de ses déclarations que le devoir, àsaparole). S.ad. Hak dininden olmayan,
danger n'a pas disparu. J'infère de ce témoignage inansız, "imansız,
que l'accusé est coupable). infidèlement bel. Aslım değiştirerek,
inférieur, e s. 1. Alt, aşağı (Etages inférieurs. gerçekliğinden saptırarak (Propos infidèlement
Mâchoire inférieure). 2. Inférieur à: -den aşağı, rapportés).
düşük, küçük, -in altında (Note inférieure à la infidélité^. 1. (Eşini) Aldatma, boynuzlatma (Il
moyenne. Six est inférieur au huit). 3. ad. Ast a fait bien des infidélités à sa femme). 2.
(L'inférieur obéit au supérieur). Sadakatsizlik, hakikatsizlik, vefasızlık (Infidélité
infériorisation diş. 1. Aşağılama, aşağılanma; à un maître). 3. Gerçeğe aykırılık, yanlışlık
horlama, horlanma; aşağılık duygusu yaratma, (Infidélité d'une traduction). 4. Tutmama, yerine
aşağılık duygusuna düşme. 2. Küçümseme; getirmeme, bağlı kalmama (Infidélité à la parole
küçümsenme, donnée). 5. Hak dininden olmama; inansızlık,
inférioriser gçl. 1. -i aşağılamak, horlamak, -de "imansızlık.
aşağılık duygusu yaratmak. 2. -i küçümsemek, infiltration diş. 1. Sızma (L'infiltration des eaux de
infériorité diş. 1. Düşüklük (Une infériorité de pluie). 2. Sızıntı,
niveau). 2. Azlık (Infériorité en nombre). 3. infiltrer (s') gsz. 1. Sızmak, girmek (La lumière
infime 755 inflexion
s'infiltre par les fentes. S'infiltreràtravers les lignes infixe er. dilb. İçek, sözcüğün içinde, kimi
ennemies). 2. S'infiltrer dans qch: -in içine durumlarda kökte yer alan ek.
işlemek (La pluie s'infiltre dans la terre). inflammabilité diş. Tutuşkanlık, kolay tutuşurluk
infime s. 1. En aşağı. 2. En küçük, pek küçük, pek (L'inflammabilité du soufre).
ufak (Des détails infimes. Une infime minorité). inflammable s. Tutuşkan, kolay tutuşan, yanar
infini, e s. 2. Sonsuz (Dieu est conçu comme infini). (L'essence, le phosphore sont des matières
2, Çok büyük, sınırsız, uçsuz bucaksız (Pays, inflammables).
horizon, ciel infini). 3. Bitmez tükenmez (Des inflammation diş. 1. Tutuşma, yalazlanma, yanma,
bavardages infinis). 4. Aşırı, ölçüsüz (Prétentions alevlenme. 2. hek. Yangı, "iltihap (Une
infinies). S. er. Sonsuz, sonsuzluk (L'infini inflammation des bronches, de l'intestin). §
géométrique. Calcul de l'infini). 6 .er. Sınırsızlık, Inflammation spontanée: kim. Kendiliğinden
çok büyüklük, sonsuzluk (L'infini des cieux). § A tutuşma.
l'infini: Çok, alabildiğince; soncusca, sonsuz inflammatoire s. hek. Yangılı, "iltihaplanmış,
olarak (Les champs de blé s'étendent à l'infini. iltihaplı (Tumeur inflammatoire).
Varier les hypothèses à l'infini). inflation^. 1. 'Şişkinlik, para şişkinliği, enflasyon
infiniment bel. Sonsuzca, sınırsızca, alabildiğine, (Inflation cachée: Gizli para bolluğu. Inflation de
çok, son derece (Je vous suis infiniment crédit: Sayca şişkinliği. Inflation fugitive:
reconnaissant). Dokuncalı para bolluğu, °tehlikeli enflasyon.
infinité diş. I. Sonsuzluk, sınırsızlık (L'infinité de la Inflation monétaire: Para değer düşümü, °para
puissance divine). 2. Çok, pek çok miktar (On lui enflasyonu). 2. Bolluk, şişkinlik, çokluk (En
posa une infinité de questions). Turquie, il y a une inflation de fonctionnaires). 3.
infinitésimal, e s. 1. mat. Sonsuz-küçük (Calcul hek. (Gaz yada sıvı ile) Şişkinlik, doku şişmesi,
infinitésimal). 2. Çok küçük, son derece küçük, inflationnistes, vead. Para şişkinliğine değgin; para
ufacık (Prendre une dose infinitésimale d'un şişkinliğinden yana olan; "enflasyoncu (Le
médicament). gouvernement mène une politique inflationniste;
Infinitif er. dilb. Eylemlik, "mastar (Verbe à le danger inflationniste. La politique des
l'infinitif. L'infinitif employé comme nom). inflationnistes).
infinitif, iye s. Eylemliğe değgin, "mastarla ilgili infléchir gçl. 1. Eğmek, eğiltmek, bükmek. 2.
(Mode infinitif, proposition infinitive). Kaydırmak, değiştirmek, saptırmak (Il essaie
infinitude diş. Sonsuz olma, sonsuzluk, d'infléchir la politique du gouvernement. Infléchir
infirmatif, ive s. huk. Bozucu, geçersiz kılıcı, le cours des événements). § S'infléchir: 1.
"hükümsüz kılan (Arrêt infirmatif d'un jugement). Eğilmek, bükülmek (Poutre qui s'infléchit). 2.
infirmation diş. huk. Bozma, geçersiz kılma, Kaymak, yönelmek, sapmak (Le cours du fleuve
"hükümsüzleştirme (infirmation d'un jugement). s'infléchit vers le sud. Leur politique s'est infléchie
infirme s. ve ad. 1. Cılız, güçsüz, enez, zayıf. 2. à gauche).
Sakat (Rester infirme à la suite d'un accident). 3. inflexibilité diş. Eğilmezlik, bükülmezlik,
Infirme de qch: -den sakat, -si sakat (Il est infirme esneklikten uzaklık, sertlik (L'inflexibilité d'une
des jambes). règle, d'un caractère).
infirmer gçl. 1. Çürütmek; sakatlığını, zayıflığını inflexibles. 1. Eğilmez, bükülmez. 2. Sert, çelik gibi
ortaya koymak (Infirmer une preuve, un (Caractère inflexible, volonté inflexible). 3.
témoignage). 2. Yalanlamak, doğru olmadığını Acımasız, gözünün yaşına bakmaz, katı (Un juge
göstermek (Les événements ont infirmé son inflexible. Règle, justice inflexible). 4. Inflexible à
optimisme). 3. huk. Bozmak, geçersiz kılmak (La qch: -e aldırmayan, karşısında yumuşamayan (Il
cour d'appel a infirmé le jugement du tribunal). resta inflexible à mes désirs).
infirmerie diş. Revir (Infirmerie d'une caserne. Etre inflexiblement bel. Hiç eğilip bükülmeden; çelik
transporté à l'infirmerie). gibi, kaya gibi; şaşmadan, sapmadan (Suivre
infirmier, ère ad. Hastabakıcı, inflexiblement la même ligne de conduite).
infirmité diş. 1. Cılızlık, güçsüzlük, enezlik, zayıflık inflexion diş. 1. Eğme, bükme (L'inflexion du
(L'infirmité du langage montre l'infirmité de corps. Saluer d'une légère inflexion de la tête). 2.
l'esprit). 2. Rahatsızlık, hastalık (Les infirmités de Yön değiştirme (Les inflexions d'un fleuve). 3.
la vieillesse). 3. Sakatlık (La surdité est unepénible Ses tonunda değişiklik (Elle eut pour s'adresser à
infirmité). 4. mec. Eksiklik, kusur (La timidité est lui une tendre inflexion dans la voix). 4. dilb.
une infirmité de l'esprit). Bükün. 5. mat. fiz. Sapma (Inflexion des rayons
infliger 756 infrarouge
infrason er. fiz. Ses vermeyen titreşim, ses sınırının ingénument bel. Saflıkla, safça, yürek temizliğiyle,
altında kalan titreşim, iç temizliğiyle.
infrastructural, e s. Altyapısal, ingérence diş. Karışma, burnunu sokma,
infrastructure diş. Altyapı, "müdahale (L'ingérence d'un pays étranger dans
infréquentable s. Görüşüp konuşulmaya değmez, la politique d'un Etat).
düşüp kalkılamaz (Des gens infréquentables). ingérer gçl. Yutmak (Ingérer un médicament). §
infroissabilité diş. Buruşmazlık, kırışmazlık. S'ingérer dans qch: -e karışmak, burnunu
infroissable s. Buruşmaz, kırışmaz (Tissu sokmak, "müdahale etmek (S'ingérer dans les
infroissable). affaires d'autrui, dans la vie politique d'un pays).
infructeux, euse s. 1. Meyve vermeyen, meyvesiz ingestion diş. Yutma (L'ingestion d'un médicament,
(Arbreinfructueux). 2. Kısır, verimsiz; sonuçsuz, d'une boisson).
etkisiz, başarısız (Un travail infructueux; ingouvernable s. Yönetilmesi güç (Peuple
recherches, tentatives infructueuses). ingouvernable).
infumable s. tçimi kötü, içilecek gibi değil (Tabac ingrat, es. 1. Verimsiz (Un sol ingrat). 2. Sevimsiz
infumable). (Visage ingrat). 3. s. ve ad. Nankör, iyilik bilmez
infus, e s. 1. İçine işlemiş, yayılmış. 2. Yaratılıştan, (Un fils ingrat. Faire du bien à un ingrat).
doğuştan (Des dons infus). § Avoir la science ingratement bel. Nankörce; nankörlükle,
infuse: (Alaylı) Okumadan bilgin olmak, her şeyi ingratitude diş. 1. Nankörlük, iyilik bilmezlik
anasının karnında öğrenmek, (L'ingratitude des enfants envers les parents). 1.
infuser gçl. Haşlamak, demlemek (Infuser du thé, Verimsizlik (L'ingratitude d'un sol).
du tilleul). 2. Akıtmak, vermek, aktarmak ingrédient er. Bir şeyin bileşimine giren madde,
(Infuser un sang nouveau dans les veines). § ham madde, harç (Ingrédients d'un médicament,
Infuser du sang à qn: Birine kan vermek. Infuser d'une boisson, d'une sauce).
un sang nouveau à: -e yeni bir kan vermek, -i ingression diş. coğr. İç ilerleme; denizin
canlandırmak, diriltmek, karalardaki her türlü çukurluklara sokulması,
infusibilité diş. Isıda erimezlik, ergimezlik. inguérissable s. Onulmaz, iyileşmez; çaresiz
infusibles. Isıda erimez, ergimez. (Maladie inguérissable. Douleur, chagrin
infusion diş. 1. Haşlama, demleme (Infusion du thé, inguérissable).
du tilleul). 2. (Çay, ıhlamur, kahve gibi) İçit, inguinal, e s. Kasığa değgin (Hernie inguinale).
kaynar, kaynatma (Prendre, préparer une ingurgitation diş. Yutma.
infusion). ingurgiter gçl. 1. Yutmak, atıştırmak (Ingurgiter
infusoire er. hayb. 1. Haşlamlı. 2. er. ç. hayb. son repas, un litre de vin, un médicament). 2. mec.
Haşlamhlar. Sindirmeden kafasına doldurmak (Ingurgiter des
ingagnables. Kazanılamaz, mathématiques à haute dose pour rattraper son
ingambe s. tkz. Çevik, atik; eli ayağı tutan (Un retard). 3. Ingurgiter qch à qn: a) Birine bir şey
vieillard ingambe). yedirmek, yutturmak, boğazına tıkmak (On lui
ingénier (s') gsz. S'ingénier à f. qch. pour f. qch: ingurgitait des liqueurs), b) Kafasına doldurmak,
-meye çalışmak, -mek için çaba göstermek tıkıştırmak (On m'ingurgitait de force l'algèbre).
(S'ingénier à trouver une solution). inhabile s. 1. Beceriksiz, yeteneksiz (Un ministre
ingénieur er. Mühendis (Ingénieur chimiste, inhabile). 2. Inhabile à f. qch: -meyi
ingénieur agronome, ingénieur électricien, beceremeyen, -mekte güçsüz, yeteneksiz (Un
ingénieur électronicien, ingénieur du son). vieillard inhabile à régner).
ingénieusement bel. Ustaca, beceriklice, inhabilement bel. Beceriksizce,
ingénieux, euse s. 1. Becerikli, usta (Un homme inhabilité diş. 1. Beceriksizlik. 2. huk.
ingénieux). 2. Ustalıklı, ustalıkla yapılmış Yeteneksizlik,
(Invention, trouvaille ingénieuse). inhabitable s. İçinde oturulmaz (Maison
ingéniosité diş. Beceriklilik, ustalık (Faire preuve inhabitable).
d'ingéniosité). inhabité, e s. İçinde oturulmayan; boş; ıssız
ingénu, e s. ve ad. 1. Saf, içi temiz (Jeune fille (Maison, appartement inhabité. Régions, terres
ingénue. Prendre un air ingénu). 2. Safça (Une inhabitées).
réponse ingénue). inhabituel, le s. Alışılmamış (Il régnait dans la rue
ingénuité diş. Saflık, iç temizliği (Ingénuité de une animation inhabituelle).
l'enfance). inhalateur, trice s. 1. Buğu verici, buğu yapmaya
inhalation 758 initiative
hakkı. Sur l'initiative de, à l'initiative de: -in sövgülere boğmak. En venir aux injures:
önerisiyle, girişimiyle, önayak olmasıyla. Sövüşmek, birbirine sövmek,
Prendre l'initiative de f. qch: -meye girişmek. injurier gçl. 1. Sövmek (Injurier grossièrement un
Prendre l'initiative de qch: -e girişmek, başlamak adversaire). 2. Hakaret etmek (Injurier la
(Prendre l'initiative d'une démarche, d'un mémoire d'un mort). § S'injurier: Sövüşmek,
mouvement). Reprendre l'initiative: Girişimi, birbirine sövüp saymak (Les deux ivrognes
inisiyatifi ele almak, s'injurient sans raison).
initié, e ad. Bir şeyi öğrenmeye yeni başlamış kimse, iqjurieusement bel. Aşağılayarak; sövüp say arak (//
"müptedi (Poésie réservée aux seuls initiés). nous traite injurieusement).
initiergç/. 1. Initierqn: Birine bir dinin, birtarikatin injurieux, euse s. 1. Aşağılayıcı, namusa dokunan.
ilk kurallarını öğretmek, birisini bir derneğe, bir 2. Sövgülü, küfürlü; sövgü dolu, hakaret dolu
tarikata törenle almak (Prêtre chargé d'initier un (Paroles injurieuses, un écrit injurieux).
fidèle). 2. Initier qn à qch: a) Birine bir şeyi injustes. 1. Haksız (Tu as été injuste envers moi). 2.
açıklamak, öğretmek, bildirmek (Initier un ami Adalete aykırı, adaletsiz (Sentence, jugement
aux secrets da la maison), b) Birine bir şeyi injuste). 3. Haksızhk eden, adaletsiz (Société
öğretmek; birini bir şeye alıştırmak (C'est lui qui injuste, un homme injuste). 4. er. Yanlış
m'a initié à la philosophie, à la peinture, à la nage). (Distinguer le juste et l'injuste)
§ S'initier à qch: Bir şeyi öğrenmek, bir şeye yavaş injustement bel. Haksız olarak, haksız yere (ila été
yavaş başlamak, alışmak (S'initier à un métier, à injustement puni).
une méthode). injustice diş. 1. Haksızlık (Etre victime d'une
injectable s. Şırınga edilebilir (Solution injustice. Commettre, faire une injustice). 2.
injectable). Adalete aykırılık, hak hukuka aykırılık;
injecté, e s. 1. Kan yürümüş, kızarmış (Face adaletsizlik ( L'injustice du sort, d'une sentence). §
injectée). 2 İğne yapılmış, şırınga yapılmış Faire injustice à qn: Birine haksızlık etmek, birine
(Organe injecté). 3. Injecté de qch: -den kızarmış karşı haksız davranmak,
(Les yeux injectés de sang). injustifiable 5. Hakh görülemez, doğru bulunamaz
injecter gçl. 1. Şırınga etmek, iğne yapmak (Injecter (Unepolitique injustifiable).
du sérum sous la peau). 2. Katmak, karıştırmak injustifié, e s. Haklılığı gösterilememiş, haksız,
(Injecter du ciment dans le rocher pour consolider yerinde olmayan (Mesure, demande, réclamation
un barrage). 3. Injecter qch à qn: Birine.. .şırınga injustifiée).
etmek, aşılamak (Vous lui injecterez encore un inlassable s. Bıkmaz usanmaz, bıkmak nedir
nouveau centigramme. Tu lui injectes tes idées). § bilmez, yorulmak bilmez,
S'injecter: 1. Şırınga edilmek. 2. Kanlanmak, kan inlassablement bel. Bıkmadan, usanmadan,
yürümek, kızarmak (Ses yeux s'injectent). yorulmak nedir bilmeden,
injecteur er. Şırınga, iğne. inlay er. 1. (Sinema, televizyon) Örtülü bileştirme.
injection diş. 1. Şınnga etme, iğne yapma (Injection 2. (Diş hekimliğinde) Altın dolgu; dolgu
demorphine. Faire une injection de novocaïne). 2. maddesi.
Katma, karıştırma (Injection de ciment dans un inné, e s. Doğuştan, yaratılıştan (Don, goût inné.
ouvrage). 3. Şınnga edilen madde (Ampoule Disposition, inclination innée).
contenant une injection de cocaïne). innéismeer. fels. Doğuştancılık, "fıtriye,
iqjonctif, ive s. Buyurucu; buyruksal; "emredici, innéité diş. Doğuştanlık, yaratılıştanlık (Doctrine
*âmir (Loi injonctive; forme injonctive d'un de l'innéité des idées).
verbe). innervation diş. 1. Sinirlenme, sinirlendirme
injonction diş. Buyruk, buyurma; "emir. (Sensation d'innervation). 2. Sinir dağılımı,
injouable s. Oynanmaz, oynanması çok güç (Une sinirlerin dağdım durumu (Innervation de la
pièce injouable). main, de la face).
injure diş. 1. (Eski) Haksızlık (Faire injure à qn: innerver gçl. anat. Sinirlemek, bir organa sinir
Birine haksızlık etmek). 2. Hakaret (Il m'a fait kollan vermek (Le nerf facial et le nerf trijumeau
l'injure de refuser mon invitation). 3. Sövgü, innervent la face).
"küfür (Proférer des injures. Echanger des innocemment bel. 1. Kötülük düşünmeden, temiz
injures). § L'injure des ans, l'injure du temps: yürekle, saflıkla. 2. Bönce, aptalca,
Zamanın yol açtığı yıpranma, yaşlılık çöküntüsü. innocence diş. 1. Suçsuzluk (Prouver son
Couvrir qn d'injures: Birini kalaylamak, innocence). 2. Yürek temizliğ, içi temizlik, anlık
innocent 760 innopinément
(L'innocence d'un jeune enfant). 3. Saflık (Il İşlenmeyen, ekilip biçimlemep, boş (Terres
abuse de votre innocence). § L'âge d'innocence: inoccupées). 3. İşsiz güçsüz, boş (Personne, vie
Çocukluk çağı. En toute innocence: Saf saf, açık inoccupée).
yüreklilikle, safça, saflıkla II a tout raconté en in-octavo s. 1. Sekiz yaprakhk, on altı sayfalık (Le
toute innocence). format in-octavo). 2. er. Sekiz yaprakhk yada
innocent, e s. ve ad. 1. Suçsuz (Il prétend être onaltı sayfalık kitap, forma,
innocent. Condamner un innocent). 2. İçi temiz, inoculables. Aşısı olan, aşısı yapılabilir (La rage est
iyi yürekli, kötülük düşünmeyen, sâf (Une inoculable).
innocente jeune fille). 3. Sâf, bön, allahlık (Une inoculation diş. hek. 1. Aşı; aşılama, aşı yapma,
bien innocente personne). 4. Masum, zavallı, bulaştırma (L'inoculation de la peste). 2. mec.
çocuk, yavru (Un petit innocent). 5. Temiz, arı Aşılama, yayma (L'inoculation d'une doctrine,
(Un sourire innocent). 6. Zararsız, dokuncasız des idées).
(Une manie bien innocente). 7. Dürüstçe, kötülük inoculer gçl. 1. Inoculer qn: Birine hastalık
düşünmeyen, kötülüğü olmayan (Un baiser bulaştırmak. 2. Inoculer qch à qn: a) Birine...
innocent). 8. Innocent de qch: -de suçu olmayan, bulaştırmak (La morsure du chien lui avat inoculé
suçsuz (Etre innocent d'un crime. Il est innocent de la rage), b) Birine... aşılamak (Nous inoculons
la faute dont il est accusé). nos goûts à la femme qui nous aime). § S'inoculer
innocenter gçl. I. Aklamak, temize çıkarmak, qch: -kapmak, -e yakalanmak, tutulmak
suçsuzluğunu ortaya koymak (Son témoignage (S'inoculer une maladie).
innocenta l'accusé). 2. Haklı göstermek (Il inodore s. Kokusuz (Gaz, fleur inodore).
cherche à innocenter la conduite blâmable de son inoffensif, ive. s. Dokuncasız, zararsız (Homme,
fils). chien, remède inoffensif).
innocuité diş. Zararsızlık, dokuncasızlık inondables. Su basabilir (Terres inondables).
(L'innocuité d'un remède). inondation diş. 1. Su basması, taşkın (Inondation
innombrable s. Sayısız, pek çok; sayılamayacak causée par des pluies). 2. Sular altında bırakma,
kadar çok (Une foule innombrable emplissait la sular altında kalma (Inondation volontaire d'un
salle. D'innombrables tentes couvraient la plage). territoire). 3. Taşan sular fL 'inondation couvra les
innomé,e, innommé,es. Adlandırılmamış, terres basses). 4. mec. "İstilâ, akın (Une
innominé, e s. Adı konmamış, adsız (Os innominé, inondation de produits étrangers sur les marchés
artère innommée). nationaux).
innommable s. l.Adlandırüamaz, ad verilemez. 2. inondé, es. Su basmış, sular altında kalmış, taşkma
Aşağılık, iğrenç (Une conduite innommable). uğramış (Vallée inondée).
innovateur, trice s. ve ad. Yenilikçi, ilerici (Un inonder gçl. 1. Su altında bırakmak (La mer a
innovateur hardi. Une politique innovatrice). rompu les digues et inondé les terres). 2. mec.
innovation diş. 1. Yenilik yapma (L'innovation au Sarmak, kaplamak, doldurmak (Une grande joie
théâtre est très difficile). 2. Yenilik (Aimer, inonda mon cœur). 3. İstila etmek, kaplamak,
craindre les innovations). doldurmak (Les paysans inondent les rues de la
innover gçl. 1. Yenileştirmek, yenilik katmak, ville. Les matières plastiques inondent le marché).
değiştirmek (Innover une mode). 2. gsz. Yenilik 4. Inonder qch de qch: Bir şeyi -e boğmak, -ile
yapmak (Innover en art, au théâtre). doldurmak, doldurup taşırmak (Inonder un'pays
inobservable s. 1. Gözükmez, gözlemlenemez de produits étrangers). 5. Etre inondé de qch: -ile
(Phénomènes inobservables). 2. Uyulamaz dolmak, dolup taşmak, dolu olmak, -e boğulmak
(Préceptes inobservables). (En été, la Turquie est inondée de touristes).
inobservance diş. Uymama, uymazlık; saymama, inopérable s. Ameliyat edilemez (Un blessé
saygı göstermeme, saygısızlık (L'inobservancede inopérable).
la règle.). inopérant, e s. Etkisiz, sonuçsuz (Remède
inobservation diş. -e uymama, -in gereğim yerine inopérant, mesures inopérantes).
getirmeme (L'inobservation des règles, des inopiné, e s. Beklenmeyen, beklenmedik,
conventions, d'un contrat). birdenbire oluveren (Une mort inopinée, une
inobservé, e s. Görülmemiş, gözlemlenmemiş, nouvelle inopinée).
inoccupation diş. İşsizlik, uğraşısızkk; boşluk, inopinément bel. Beklenmedik anda; ansızın,
inoccupé, es. 1. Boş, içinde oturulmayan apansız; birdenbire (Recevoir inopinément
(Appartement, logement inoccupé). 2. l'ordre de partir).
inopportun 761 insatiablement
ekleme (Insertion d'un feuillet dans un livre. d'une oeuvre, d'un spectacle, de la vie).
Insertion d'une note dans un texte). 2. anat. insistance 1. Bekinme, ayak direme. 2. Üstünde
Saplanma, bağlanma, yapışma (Insertion des durma, üsteleme, ısrar (Revenir sur un sujet avec
muscles sur un os). insistance).
insidieusement bel. Kurnazca, aldatarak, faka insistant, e s. Bekinen, ayak direyen, üsteleyen,
bastırarak. "ısrar eden, "ısrarlı (Demandes insistantes,
insidieux, euse s. 1. Aldatıcı, yalan (Promesses regards insistants).
insidieuses, maladie insidieuse). 2. Kurnaz, faka insister gsz. 1. Üstelemek, üstünde durmak, "ısrar
bastıran, tuzağa düşürücü (Serpent, homme etmek (N'insistez pas, il ne comprendra jamais).
insidieux. Il a des manières insidieuses). 2. Direnmek, bekinmek, ayak diremek. 3.
insigne s. 1. Göze çarpıcı, önemli, belli başlı (Il Sürdürmek, "devam etmek (Il avait commencé à
occupe une place insigne dans le monde étudier le piano, mais il n'a pas insisté). 4. Insister
scientifique). 2. er. *Belirge, simge, rozet, sur qch: -in üzerinde durmak, ayak diremek, ısrar
madalya, "amblem (Ilporte toujours l'insigne de la etmek (Il insiste trop sur ce problème). 5. Insister
Légion d'honneur. Arborer à sa boutonnière pour qch; pour f. qch, à f. qch: -için ısrar etmek,
l'insigne d'un parti politique, d'un club sportif). -mekte ayak diremek, bekinmek (Insister pour
insignifiance diş. 1. Anlamsızlık. 2. Önemsizlik, une réponse, pour obtenir une place. Il insiste à
değersizlik (L'insignifiance d'un homme, d'un demander cette place).
événement, d'une oeuvre). in situ M . Lat. Yerinde, doğal ortamı içinde (Plante
insignifiant, es. 1. Anlamsız (Une phrase étudiée in situ).
insignifiante). 2. Önemsiz, değersiz (Homme insociabilité diş. Geçimsizlik; görüşülemezlik.
insignifiant, oeuvre insignifiante). insociable s. Geçimsiz; görüşülemez, düşüp
insincère s. İçtenliksiz, içten olmayan, yapmacık kalkılamaz (Un homme insociable).
(Enthousiasme insincère). insolation diş. 1. Güneşe serme; güneşe tutma;
insincérité diş. İçtenliksizlik, içtenlikten uzaklık, güneşte kalma, güneşlenme (L'insolation d'une
insinuant, e s . 1. Girişken, sokulgan, insanın pellicule photographique. L'insolation prolongée
damarına girmesini bilen (Un jeune homme peut être dangereuse). 2. Güneş çarpması
insinuant). 2. İçe sinen, içe işleyen (Voix (Attraper une insolation). 3. Güneşli havalar,
insinuante). güneşli günler (Insolationfaible des mois d'hiver).
insinuation diş. 1. İçine girme, "nüfuz etme insolemment bel. Küstahça; saygısızca (Parler,
(L'insinuation de l'aliment dans les parties qui le répondre insolemment).
reçoivent). 2. mec. Anıştırma, "ima; anıştırmalı insolence diş. 1. Küstahlık (L'insolence de cette
söz, imâli söz (Procéder par insinuation. génération dépasse toutes les bornes). 2.
Insinuations perfides, mensongères). Saygısızlık (Répondre avec insolence). 3.
insinuer gçl. 1. Demek istemek, ileri sürmek (Il Nobranlık (Il a l'insolence de celui à qui tout
insinue que la mésentente règne dans leur ménage). réussit).
2. Insinuer qch à qn: Birine... "telkin etmek insolent, e s. 1. Küstah, kaba (Un domestique
söylemek, usul usul aşılamak, kafasına sokmak insolent). 2. Saygısız (Parler sur un ton insolent).
(C'est toi qui lui as insinué toutes ces choses). 3. 3. Nobran (Un vainqueur insolent). 4.
Insinuer qch dans qch: Bir şeyi -in içine sokmak Olağanüstü, görülmemiş, işitilmemiş, eşsiz
(Le chirurgien insinua le doigt dans la plaie). § (Santé, joie insolente).
S'insinuer: 1. Sokulmak, girmek (S'insinuer dans insoler gçl. Güneşe tutmak, gün ışığına tutmak,
la foule pour parvenir au premier rang. S'insinuer insolite s. 1. Alışılmamış, "âdet olmamış, tuhaf
partout pour sefaire voir). 2. S'insinuer dans qch: (Tenue, aspect insolite. Votre demande est
-in içine işlemek, girmek, "nüfuz etmek (L'eau insolite). 2. er. Alışılmamış tuhaf şey, tuhaflık,
s'insinue dans le sable. Des idées qui s'insinuent gariplik (Recherche de l'insolite en poésie).
dans l'esprit). § S'insinuer dans les bonnes grâces insolubiliser gçl. Erimezleştirmek, erimez kılmak,
de qn, dans la confiance de qn: Birinin gözüne çözünmezleştirmek.
girmek; -in sevgisini, güvenini kazanmak, insolubilité^. 1. kim. Çözünmezlik, erimezlik. 2.
insipides. 1. Tatsız (Boisson, plat insipide). 2. mec. Çözülemezlik (Insolubilité d'un problème).
Can sıkıcı, yavan, tatsız (Un film insipide). insoluble s. 1. Çözünmez, erimez (Substance
insipidité diş. 1 .Tatsızlık (Insipidité d'un aliment). 2. insoluble dans l'eau). 2. Çözülemez (Unproblème
mec. Cansıkıcılık, yavanlık, tatsızlık (L'insipidité insoluble).
insolvabilité 764 inspirer
insolvabilité diş. huk. Borucunu ödeyemezlik, bittikten sonra boy gösteren tembel,
"aciz. inspection diş. 1. Denetleme, denetim, teftiş
insolvable s. huk. Borucunu ödeyemeyen, °âciz (Inspection de l'armée, des travaux. Tournée
(Débiteur insolvable). d'inspection, rapport d'inspection. Faire, passer
insomniaque, insomnieux, euse s. ve ad. Uykusuz, une inspection. Subir une inspection). 2.
uyuyamayan (Les insomniaques épiaient tous les Denetmenlik, müfettişlik (Obtenir une
bruits). inspection). 3. Denetleme kurulu, "teftiş kurulu
insomnie diş. Uykusuzluk (Souffrir d'insomnie. (Entrer à l'inspection des finances). 4. Yoklama,
Nuits d'insomnie. Remède contre l'insomnie). gözden geçirme (Inspection d'un navire).
insondable s. 1. Pek derin, dibi bulunmaz, dipsiz inspectorat er. (Az kullanılır). Denetmenlik,
(Abîme, gouffre insondable). 2. Anlaşılmaz, "müfettişlik.
kavranamaz, akıl ermez (Douleur, pensée, inspirant, e s. Esinleyici, "ilham verici, ilham edici,
mystère insondable). 3. mec. Sonsuz, çok büyük inspirateur, trice s. ve ad. 1. s. anat. Solumayı
(Une insondable misère, une insondable sağlayan, soluma devinimini yaptıran (Muscles
maladresse). inspirateurs). 2. Esinleyici, esin verici (Idées
insonore s. 1. Ötümsüz, sağır. 2. Sesgeçirmez inspiratrices). 3. diş. Esin kaynağı kadın, esin
(Matériaux insonores). perisi (L'inspiratrice d'un poète). 4. er. Elebaşı,
insonorisation diş. Sesgeçirmez duruma getirme, hazırlayıcı (Inspirateur d'un complot, d'une
* sesgeçirmezleştirme. doctrine).
insonoriser gçl. Ses geçirmez duruma getirmek, inspiration diş. 1. anat. Soluk alma (Alternance de
*sesgeçirmezleştirmek (Insonoriser un studio, un l'inspiration et de l'expiration). 2. Esin, "ilham
appartement). (Inspiration céleste. Inspiration des prophètes, des
insonorité diş. 1. Ötümsüzlük. 2. Sesgeçirmezlik. devins. Attendre, chercher l'inspiration). 3.
insouciance diş. Tasasızlık, aldırmazlık (Vivre, "Telkin, "tavsiye ( Crime commis sous l'inspiration
travailler dans l'insouciance). d'un complice plus âgé. Suivre l'inspiration d'un
insouciant, e s. 1. Tasasız (Il est insouciant comme ami). 4. İti, dürtü (Il agit selon l'inspiration du
un Bohème). 2. Insouciant de qch: -e aldırmayan moment). 5. Düşünce, bir anda kafaya doğan
(Il est insouciant de l'avenir, du danger). düşünce (Tu as eu une mauvaise inspiration en
insoucieux, euse s. 1. Tasasız, dertsiz (Une vie l'invitant). 6. Etki (Musique d'inspiration
insoucieuse). 2. Insoucieux de qch: -e aldırmayan, orientale). § Sous l'inspiration de: -in etkisiyle,
-i kendine tasa edinmeyen (Etre insoucieux du "telkiniyle, "teşvikiyle (C'est sous son inspiration
lendemain). que le comité fut créé).
insoumis, es. 1. Boyun eğmeyen (Tribus, contrées inspiratoire s. Solumaya değgin (Capacité
insoumises). 2. er. Kaçak er, asker kaçağı, inspiratoire).
insoumission diş. 1. Boyun eğmezlik, baş eğmezlik; inspiré, e s. 1. Esinli (Poète inspiré). 2. Inspiré de:
söz dinlemezlik, saymazlık. 2. Asker kaçaklığı, -den esinlenmiş, etkilenmiş ( Une robe inspirée des
askerlik çağrısına uymazlık, modes européennes). 3 .s. vead. Gizemsel bir esin
insoupçonnable s. Kuşkulanılamaz, kuşku altında kalmış, esinli (Prendre un air inspiré pour
götürmez (Probité insoupçonnable). dire des choses banales. C'est un inspiré).
insoutenable s. 1. Savunulamaz, tutulacak yam inspirer gçl. 1. hek. Üflemek, vermek (Inspirer de
olmayan (Opinion, théorie insoutenable). 2. l'air dans les poumons d'un noyé). 2. Hazırlamak,
Dayanılmaz, çekilmez (L'éclat de la lumière -in elebaşısı olmak (Inspirer un complot, un
insoutenable, l'âpreté du soleil insoutenable). attentat). 3. Inspirer qch à qn: a) Birine...
inspecter gçl. 1. Denetlemek, °teftiş etmek esinlemek, ilham etmek (Elle lui a inspiré son
(Inspecter une école, un travail, un bagage). 2. premier roman. Cela lui inspire l'horreur de la
Gözetlemek, dikkatle incelemek, yoklamak, guerre), b) Birinde... uyandırmak, birine
araştırmak (Inspecter l'horizon. Inspecter le ciel ...vermek (Inspirer de l'amour à une personne.
avant départir). Tes actes lui inspirent des soupçons). 4. gsz. Soluk
inspecteur, trice ad. Denetmen, "müfettiş almak. § Inspirer confiance à qn: Birinde güven
(Inspecteur de l'enseignement primaire. uyandırmak, -e güven vermek (Il ne m'inspire pas
Inspecteur des assurances. Inspecteur des confiance). § S'inspirer de: -den esinlenmek,
finances. Inspecteur du travail). § Inspecteur des ilham almak; -den etkilenmek (Le poète s'est
travaux finis: Kahve dövenin hınk deyicisi; iş inspiré d'une légende populaire).
instabilité 765 instiller
instabilité diş. Oynaklık, değişkenlik, kararsızlık, A l'instant où: Tam -dığı anda (A l'instant où
"istikrarsızlık (Instabilité d'une situation. j'allais sortir, le téléphone sonna). D'instant en
Instabilité du caractère, des opinions). instant: Gitgide (D'instant en instant, la
instable s. 1. Değişken, oynak, kararsız, circulation des voitures augmentait). De tous les
"istikrarsız (Paix instable, temps instable, instants: Sürekli, "devamlı (Il faut donner au
caractère instable). 2. Sallanan, sallantılı (Meuble malade une attention de tous les instants). Dès
instable). 3. Bir yerde durmayan, durmadan yer l'instant que: -dığı için, -dığına göre; madem ki
değiştiren (Personne, population instable). 4. ad. (Dès l'instant que vous êtes satisfait, c'est le
Okul disiplinine uyamayan anormal çocuk, principal). En un instant: Bir anda, hemen,
installateur er. Döşemci, tesisatçı, çabucak (En un instant, la grange fut brûlée). Par
installation diş. 1. Atama, atanma, "tayin instants: Zaman zaman (Par instants, je me
(Installation d'un évêque). 2. (Bir eve) Yerleşme demande s'il pense ce qu'il dit). Pour l'instant:
(Fêter son installation). 3. Yerleştirme Şimdilik, şu anda (Je n'en ai pas besoin pour
(L'installation de la salle de bains dans cette petite l'instant). Un instant: Bir dakika, bir saniye (Un
pièce a été très difficile). 4. Döşem, "tesisat instant, je suis occupé).
(Installations électriques, mécaniques). instantané, e s. 1. Bir an süren, bir anlık, kısa (Des
installer gçl. 1. Atamak, "tayin etmek (Installer un visions instantanées). 2. Ansızın, apansız,
pape, unévêque). 2.1nstallerqn qch dans: Birini, birdenbire (Explosion instantanée. La mort fut
bir şeyi -e yerleştirmekf/Vousl'avons installédans instantanée). 3. Şipşak (Photographie
son nouveau logement. Installer un malade dans instantanée). 4. er. Şipşak fotoğraf (Prendre un
son lit). 3. Koymak (Installer une chaise devant la instantané).
porte). 4. Yerleştirmek, döşemek, kurmak, "tesis instantanéité^. Apansızlık,birdenbirelik.
etmek (Installer l'électricité, le gaz, le téléphone). instantanément bel. Anında, hemen o anda,
§ S'installer: 1. Yerleşmek, oturmak (S'installer "derhal, hemen,
chez un ami, à l'hôtel, dans une maison). 2. mec. -e instar de (à I') ilg. Gibi, örneği, "misillu (Il écrit à
iyice yerleşmek, -de yer almak, -den ayrılamamak l'instar de ses prédécesseurs).
(Cette idée obsédante s'est installée dans son esprit. instaurateur, trice ad. Kuran, yapan, düzenleyen,
Il s'est installé dans la mauvaise foi). gerçekleştiren (instaurateur de la justice, de la
instamment bel. "Israrla, üsteleyerek, üstelemeyle liberté).
(Je vous prie instamment d'oublier ces paroles). instauration diş. Kurma, yapma, düzenleme,
instance diş. 1. Bekinme, üstünde durma; yerleştirme,gerçekleştirme (Instauration d'un
üsteleme, "ısrar (Demander avec instance). 2. régime, d'une mode, d'un usage).
"Rica, istek, yalvarıp yakarma (Il a cédé aux instaurer gçl. Kurmak, yapmak, düzenlemek,
instances de ses amis). 3. huk. Dâva, duruşma yerleştirmek, gerçekleştirmek (Instaurer la
(Introduire une instance. Extinction de l'instance). République, une mode, la justice).
4. huk. Mahkeme (L'instance supérieure. Les instigateur, trice ad. Kışkırtıcı, hazırlayıcı ; elebaşı ;
instances internationales). 5, Makam, merci "teşvikçi, "müşevvik (Les instigateurs du complot
(D'autres instances anglaises étaient \ moins furent arrêtés).
pressées). § Instance par défaut: Gıyaben instigation diş. Kışkırtma, ayartma, "teşvik. § A
yargılama. Tribunal de première instance: Asliye l'instigation de qn, sur les instigations de qn: -in
mahkemesi. Etre en instance: Görüşülmekte, kışkırtmasıyla, ayartmasıyla (Le vol a été commis
tartışılmakta olmak; ele alınmak (Le traité est en à l'instigation du plus âgé de la bande. Il agit sur les
instance devant les comités d'experts. Une affaire instigations de sa femme).
en instance: Görülmekte olan bir dâva). Etre en instiguer gçl. 1. Tahrik etmek, kışkırtmak. 2.
instance de f. qch: -mek üzere olmak (Le train est Instiguer qn à f.qch: Birini -meye itmek, tahrik
en instance de partir). etmek (On les a instigués à refuser cet accord).
instant, es. 1. Üstelemeli, ısrarlı (Demande, prière instillation diş. Damlatma, damla damla akıtma
instante). 2. İvedili, tez, sıkıştırıcı, zorlayıcı, "âcil (Laver une plaie par instillation. Instillations
(Besoin instant). nasales).
instant er. An (Chaque instant de la vie est un pas instiller gçl. 1. Damlatmak, damla damla akıtmak
vers la mort): § A l'instant: O anda, hemen (Je l'ai (Instiller un collyre dans l'œil). 2. mec. Yavaş
quitté à l'instant). A chaque instant, à tout instant: yavaş sokmak, telkin etmek (C'est son maître qui
Her an, ikide bir (A chaque instant, on le dérange). lui instille dans la tête ces superstitions).
instinct 766 instrument
alet olarak kullanmak (Il se sert de la religion insulaire s. ve ad. 1. Adalı (Peuple insulaire. Les
comme un instrument pour la politique). Servir insulaires de Bornéo). 2. s. Adaya değgin, adayla
d'instrument à: -e alet olmak, ilgili (Administration insulaire).
instrumentale s. Témoin instrumentais: huk. insularité diş. Adalılık, adalık; bir ülkenin ada yada
İkrar tanığı. takımada oluşu,
instrumental, es. l.huk. Belgesel, belge niteliğinde insuline diş. Şeker hastalığı ilâcı, ensülin,
(Les pièces instrumentales d'un procès). 2. miiz. insulinothérapie diş. hek. Ensülin tedavisi,
Çalgısal, çalgı ile çalınan (Musique ensülinle tedavi,
instrumentale). insultant, e s. Onur kırıcı, "hakaret edici (Propos
instrumentalisme er. fels. Aletçilik, 'araççılık, insultants).
instrumentation diş. Bir müzik parçasını çalgılara insulte diş. 1. Onur kırıcı, "hakaretli söz yada
göre düzenleme, "çalgılandırma. davranış (Dire, adresser des insultes à quelqu'un).
instrumenter gçl. 1. (Bir müzik parçasını) 2. "Hakaret (C'est une insulte à son honneur). §
Orkestrada çalınacak biçimde işlemek Faire une insulte à qn: Birine bir hakarette
(Instrumenter un opéra). 2. gsz. Evrak bulunmak, hakaret etmek. Ressentir qch comme
düzenlemek, belge düzenlemek, une insulte: -i bir hakaret olarak düşünmek, -i
instrumentiste ad. Çalgıcı (Les choristes et les hakaret "telakki etmek,
instrumentistes). insulté, e s. ve ad. Hakarete uğramış (kişi),
insu de (à 1') ilg. -in haberi olmadan (Il est sorti à insulter gçl. 1. Sövmek, saldırmak (On l'insulta
l'insu de ses parents. Elle a fait cette démarche à mort, alors qu'on l'avait célébré de son vivant).2.
l'insu de son mari). Insulter à qn, à qch: -e hakaret etmek, -ile alay
insubmersibilité diş. Batmazhk (Insubmersibilité etmek (Insulter aux dieux, à un culte. Ce luxe
d'un navire). insulte à la misère publique). § S'insulter:
insubmersible s. Batmaz (Navire, canot Birbirine hakaret etmek. Se faire insulter par qn:
insubmersible). -den hakaret görmek, hakarete uğramak,
insubordination diş. Dikbaşhlık, sözdinlemezlik, insulteıırer. Hakaret eden (L'insulteur et l'insulté).
"itaatsizlik, "serkeşlik, insupportable s. 1. Çekilmez, dayanılmaz (Vie,
insubordonné, e s. Dikbaşlı, sözdinlemez, "itaatsiz, douleur insupportable). 2. Çok kötü, "berbat (ila
"serkeş (Collégien insubordonné, troupes un caractère insupportable).
insubordonnées). insupportablement bel. Çekilmez, dayanılmaz
insuccès er. Başarısızlık (Insuccès à un examen. şekilde (Cet ouvrage est insupportablement long).
Insuccès d'un projet). insurgé, e s. ve ad. Baş kaldıran, ayaklanan (Les
insuffisamment bel. Yetersizce, eksik (Il travaille populations insurgées. Les insurgés sont maîtres
insuffisamment). d'une partie du pays).
insuffisance diş. 1. Yetmezlik (Insuffisance insurger gçl. Insurger qn contre: Birini -e karşı
cardiaque). 2. Eksiklik, azlık, yetmezlik ayaklandırmak, başkaldırtmak (Insurger une
(Insuffisance de ressources, insuffisance des nation contre l'injustice). § S'insurger: 1.
salaires). 3. Yetersizlik, yeteneksizlik (Ce Ayaklanmak, baş kaldırmak. 2. S'insurger
comédien est d'une insuffisance flagrante). contre: -e karşı ayaklanmak, baş kaldırmak,
insuffisant, e s . 1, Yetmez, az, eksik (Lumière "isyan etmek (Le peuple s'insurgea contre la
insuffisante, connaissances insuffisantes). 2. dictature).
Yetersiz, yeteneksiz (Il est insuffisant pour cette insurmontable s. 1. Ortadan kaldırılamaz, baş
charge). edilemez, başa çıkılamaz (Difficultés, obstacles
insufflation diş. Üfürme, üfleyerek verme insurmontables). 2. Bastırılamaz, önlenemez
(Insufflation d'air dans les poumons). (Angoisse, aversion, sentiment insurmontable).
insuffler gçl. 1. Üfürmek, üfleyerek vermek insurpassable s. Eşsiz, üstüne yok (Une perfection
(Insuffler de l'air dans la bouche d'un noyé). 2. insurpassable).
Insuffler qch à qn: a)Birine üfleyerek... vermek insurrection diş. Baş kaldırma, ayaklanma, "isyan
(Insuffler de l'oxygène à un noyé), b) mec. (Briser, mater, réprimer une insurrection).
Birine... esinlemek, telkin etmek. Birine... insurrectionnel, le s. Başkaldıncı; başkaldırmaya
vermek (Insuffler à des vaincus le désir de değgin (Esprit insurrectionnel, mouvement
revanche. Cette réussite lui insuffla une nouvelle insurrectionnel).
ardeur). intact, e [ctakt] s. 1. Dokunulmamış, ilişilmemiş,
intactile 768 intelligence
iyi geçinmek, arası iyi olmak. Etre, vivre en Levazım subayı, askeri levazım görevlisi,
mauvaise intelligence avec qn: Biri ile intense s. Yoğun, yeğin, şiddetli (Froid, lumière,
geçinememek, arası kötü olmak, circulation intense).
intelligent, e s. 1. Zelà (Un homme intelligent). 2. intensément bel. Yoğun bir şekilde (Vivre, travailler
Anlayışlı, Zeyrek, akıllı, yetenekli (Il est très intensément).
intelligent en affaires). 3. Zekice, akıllıca (Une intensif, ive s. Yoğunlaştırılmış, yeğinleştirilmiş;
réponse intelligente). şiddetlendirilmiş; pekiştirmeli (Propagande
intelligèntsia, intelligentzia [èteligensja] diş. intensive. La culture intensive vise à obtenir de
Aydınlar, aydınlar sınıfı; beyin takımı; bir hauts rendements).
ülkenin aydınlan, intensification diş. 1. Yoğunlaştırma,
intelligibilité diş. Anlaşılırlık, kavramlırlık, yeğinleştirme; arttırma; pekiştirme
*anlakalırlık (L'intelligibilité d'un (Intensification de la production, des efforts). 2.
raisonnement). (Televizyon, sinema) Koyulaştırma,
intelligibles. 1 .fels. Ancak anlamakla kavranabilir, intensifier gçl. Yoğunlaştırmak, yeğinleştirınek,
*anlakalır, "makul. 2. Anlaşılabilir, anlaşılır, artırmak; pekiştirmek (Intensifier ses efforts). §
kavranılır (S'exprimer d'une manière intelligible). S'intensifier: Yoğunlaşmak, yeğinleşmek,
intelligiblement bel. Anlaşılır bir tarzda, artmak (Son travail s'intensifie. Sa répugnance
anlaşılabilecek şekilde, açık seçik bir biçimde s'intensifie quand son attention se fixe) :
(S'exprimer intelligiblement). intensité diş. 1. Yeğinlik, "şiddet (L'intensité du
intempérance diş. 1. (Eski) Ölçüsüzlük, aşırılık, froid. La tempête perd de son intensité). 2.
ılımsızlık, "itidaisizlik. 2. (Yeme içmede ve cinsel Yoğunluk, keskinlik, gerilim (L'intensité
ilişkilerde) Ölçüyü kaçırma. dramatique d'une pièce de théâtre. L'intensité d'un
Intempérant, es. 1. Ölçüsüz, aşın, ılımsız (Faire un sentiment).
usage intempérant de l'alcool). 2. (Yeme içmede intensivement bel. Yoğun bir şekilde, hani harıl
ve cinsel ilişkilerde) Ölçüyü kaçıran, çok yiyen, (Préparer intensivement un examen).
çok içen. intenter gçl. -e girişmek, -i açmak. § Intenter un
intempérie diş. 1. Hava değişikliği (L'intempérie de procès contre qn: -e karşı bir dâva açmak. Intenter
l'air, des saisons). 2. ç. Bozuk havalar, kötü une accusation à qn, contre qn: -i suçlamak,
havalar (Les agriculteurs ont été victimes des intention diş. 1. Niyet (Il n'avait pas mauvaise
intempéries). intention en agissant ainsi). 2. Dilek, istek, "arzu
intempestif, ive s. Sırasız, vakitsiz, mevsimsiz; ( Contrecarrer les intentions d'un voisin). 3. Amaç,
yersiz, uygun kaçmayan (Démarche intempestive, •güdek, maksat (Résultat qui dépasse l'intention
gaieté intempestive). de son auteur). § A l'intention de: İçin; onuruna;
intempestivement bel. Mevsimsiz olarak, sırasız, yaranna (Organiser une fête à l'intention d'un
yersiz bir şekilde, président. Dire des messes à l'intention d'un
intemporalité diş. Zamana bağlı olmama, zamanla défunt; un film à l'intention des enfants). Dans
değişmeme. l'intention de: -niyetiyle, amacıyla (Je l'ai acheté
Intemporel, le s. Zamana bağlı olmayan, zamanla dans l'intention de revendre). Avoir l'intention de
kayıtlı olmayan, zamanla değişmeyen (Le vrai et f. qch: -mek niyeti olmak, -meyi düşünmek (J'ai
le faux sont intemporels). l'intention de partir ce matin).
Intenable s. 1. Savunulamaz, elde tutulamaz (Place intentionnalité diş. fels. Yönelmiştik,
intenable, position intenable). 2. Dayanilamaz intentionné, es. Niyetli. § Etre bien intentionné, mal
(Chaleur intenable). 3. mec. Çekilmez, intentionné: İyi niyetli, kötü niyetli olmak (Un
dayanılmaz, "tahammül edilemez (Gamin mal critique mal intentionné. Il est toujours bien
élevé, intenable). intentionné).
intendance diş. 1. Kâhyalık. 2. Yönetim görevliliği, Intentionnel, le s. 1. Kasıtlı; isteyerek, bilerek
"idare memurluğu. 3. Yönetme, yönetim yapılan (Délit intentionnel). 2. fels. Yönelimsel.
(Confier à un homme sûr l'intendance de ses Intentionnellement bel. Kasıtlı olarak, bilerek,
biens). 4. Levazım dairesi (Se rendre à isteyerek.
l'Intendance). S. Levazım (Service de interer. 1. Şehirlerarası telefon (Appelez l'inter). 2.
l'intendance. Intendance militaire) . (Futbol) İç (L'inter gauche Jean fut trop
intendant, e ad. 1.Kâhya, kâhya kadın. 2. Yönetim personnel).
görevlisi, "idare memuru. $ Intendant militaire: interaction diş. Karşılıklı etki; etkileşim.
interagir 770 interdit
interagir gsz. Karşılıklı etkileşmek (Les neutrons "kıtalararası (Ligne aérienne intercontinentale).
interagissent avec les champs magnétiques). intercostal, e s. biy. Eğelerarası, kaburgalararası
interallié, e s. *Bağlaşıklararası, müttefiklerarası (Muscles intercostaux).
(Relations interalliées). intercourse diş. den. huk. (İki ülke için) Karşılıklı
Interarmées s. değişmez. Ordulararası olarak limanlardan yararlanma hakkı,
(Compétition interarmées). intercnrrent, e s. Arada olan, arada meydana gelen
intercalaires. 1. Araya sokulan, eklenen (Feuillets (Maladie intercurrente).
intercalaires). 2. gökb. Artık (Jour intercalaire: interdépartemantal, e s. İllerarası, şehirlerarası
Artık gün; dört yılda bir şubat ayma katılan gün). (Chemin de fer interdépartemental).
intercalation diş. Araya sokma, ekleme, katma, interdépendance diş. Karşılıklı bağımlılık; birbirine
koyma (intercalation d'exemples dans un bağlı olma (Interdépendance des événements,
dictionnaire, intercalation d'unpragraphe dans un l'interdépendance des nations).
article). interdépendant, e s. Karşılıklı olarak bağımlı,
intercaler gçl. 1. Araya sokmak, eklemek, katmak, birbirine bağlı,
koymak (Intercaler une phrase dans un texte). 2. interdiction diş. 1. Yasak (Interdiction de sortir, de
(Dört yılda bir şubat ayına bir gün) Katmak. § fumer). 2. Yasaklama (Interdiction d'un film par
S'intercaler: Araya girmek, arasında yer almak, la censure). 3. İşten el çektirme, görevden
intercéder gsz. 1, Intercéder pour: -için °şefaat uzaklaştırma (Interdiction temporaire d'un
etmek, yardım için araya girmek (Intercéderpour fonctionnaire). 4. huk. Yasaklık, "men,
un élève coupable). 2. Intercéder pour qn, qch "memnuiyet (Interdiction de commerce:
auprès de qn: Biri için -den yardım dilemek (Il Ticaretten men. Interdiction de communiquer:
intercède pour vous auprès du patron). Görüşmeden, "ihtilâftan men. Interdiction des
intercellulaires, biy. Hücrelerarası, gözelerarası. droits civiques: Kamu haklarından yasaklık). S.
intercepter gçl. 1. Tutmak, kapmak, almak (La huk. Kısıt, "hacir (Interdiction judiciaire, légale,
police a intercepté le message téléphonique). 2. volontaire).
Tutmak, yakalamak, ele geçirmek (Les services interdigital, e s. biy. Parmaklararasi.
secrets ont intercepté l'agent de liaison. Joueur de interdire gçl. 1. Yasaklamak, yasak etmek
football qui intercepte le ballon). 3. Tutmak, (Interdire un film, un ouvrage, les meetings, les
saklamak, görünmesine engel olmak (Nuage qui jeux de hasard). 2. Engellemek, olanaksız kılmak
intercepte le soleil). 4. (Denizcilik, havacılık) (Leur attitude belliqueuse interdit tout espoir de
Engellemek, yolunu kesmek (Intercepter un paix). 3. İşten el çektirmek, görevden
navire, un avion). uzaklaştırmak (Interdire un officier ministériel
interception diş. 1. Tutma, yakalama, kapma, ele pour six mois; interdire un prêtre). 4. huk. Kısıt
geçirme (Interception d'unmessage, d'une lettre). altına almak, "hacir altına almak (Interdire un
2. Tutma, saklama, görünmesine engel olma homme atteint de folie). 5. (Eski) Şaşırtmak (Ce
(L'interception des rayons solaires par le discours a de quoi m'interdire). 6. Interdire qch à
brouillard). 3. Engelleme, yolunu kesme, qn: Birine bir şeyi yasaklamak, yasak etmek (Le
intercesseur er. 1. ötüncü, "şefaatçi (Les saints sont médecin lui interdit le tabac et l'alcool). 7.
nos intercesseurs auprès de Dieu). 2. Araya giren, Interdire à qn de f. qch: a) Birinin -meşine engel
aracılık eden, "tavassut eden;1 "mutavassıt, olmak (La discrétion m'interdit d'en dire plus), b)
intercession diş. 1, Ötün, "şefaat. 2. huk. Aracı Birine -meyi yasaklamak (Il m'a interdit de sortir).
olma, aracılık, "tavassut, 8. S'interdireqch: -den kaçınmak (Ils'interdittout
interchangeabilité diş. Birbirinin yerine excès: Her türlü aşırılıktan kaçınıyor). § Il est
geçebilirlik, birbirinin yerini tutabilirlik interdit de f. qch: -mek yasaktır (Il est interdit de
(Interchangeabilité des pièces standardisées). fumer).
interchangeable s. Birbirinin yerjne geçebilir, interdisciplinaires. Birçok bilim dalıyla birden ilgili
birbirinin yerini tutabilir (Pneus (Recherches interdisciplinaires).
interchangeables). interdit er. 1. (Kilisece çıkarılan) Ayin yasağı. 2.
interclubs s. değişmez. (Sporda) Takımlararası Yasaklama, yasak (Lever un interdit). 3.
(Rencontre interclubs). Topluluk dışına atma, toplumdışı kılma (Jeter
intercommunautaire s. Toplumlararası l'interdit contre quelqu'un).
(Négociations intercommunautaires). interdit, e s. 1. Yasaklanmış, yasak (Film interdit,
intercontinental, e s. coğr. Karalararası, passage interdit, sens interdit). 2. Ayin yapması
intéressant 771 intérieur
yasak edilmiş (Prêtre interdit). 3. huk. Kısıtlı, Önem, önemlilik (Une déclaration du plus haut
"mahcur (Un aliéné interdit). 4. Şaşırıp kalmış, intérêt. Un renseignement d'un intérêt capital). 10.
apışıp kalmış (La nouvelle m'a laissé interdit. Je ç. Hisse senedi, ortaklık payı (Avoir des intérêts
suis resté interdit devant son ignorance). S. ad. dans une compagnie pétrolière). § Dans l'intérêt
huk. Kısıtlı, mahcur (Incapacité des interdits). § de qn, contre l'intérêt de qn: -İn lehine, aleyhine
Interdi{ de séjour: huk. Sürgün, ülke dışına (Il agit dans notre intérêt, contre ton intérêt). Avoir
sürülmüş; bir yerde kalması yasaklanmış. intérêt à f. qch: -mekte yararı olmak, -mekle iyi
intéressant, e s. 1. İlginç, ilgi çekici (Un livre etmek (Tu as intérêt à te taire). Exciter, susciter
intéressant). 2. Alımlı, dikkatleri üstüne çeken l'intérêt: İlgi uyandırmak. Porter, témoigner de
(Un visage intéressant. Il cherche à se rendre l'intérêt à qn: -e karış ilgi göstermek. Prendre
intéressant). 3. Önemli (Il occupe une position intérêt & qch: -e ilgi duymak. Il y a intérêt à f. qch:
intéressante). 4. Geliri bol, bol paralı, parası iyi -mekte yarar vardır,
(Avoir une situation intéressante). S. Çok alış veriş interface diş. fiz. Arayüzey.
yapan, yağlı (Un client intéressant). 6. Uygun, interférence diş. fiz. 1. Girişim (Interférence des
avantajlı (Je l'ai acheté à un prix intéressant. Une rayons lumineux, des ondes sonores). 2.
affaire intéressante). § Faire l'intéressant: Çalım Birbirinin içine girme, birbirine karışma,
satmak, dikkatleri üstüne çekmeye çahşmak. girişiklik, "tedahül (Interférence des phénomènes
intéressé, e s. 1. İlgili (Les parties intéressées). 2. politiques et économiques).
Çıkarcı, çıkarına düşkün (Un homme intéressé). interférer gsz. 1. fiz. Girişime yol açmak. 2.
3. Çıkar güden, çıkara dayalı (Une amitié Interférer avec: -ile iç içe girmek, birbirine
intéressée). 4. ad. İlgili; ilgili kişi (Ilfaut consulter kanşmak; -e eklenmek, -in üstüne binmek (La
les intéressés). crise agricole interfère avec d'autres problèmes
intéressement er. (Çalışan kimselere) Kârdan pay économiques et crée une situation difficile).
verme. interféromètre er. gökb. Girişim ölçme aracı,
intéresser gçl. 1. -için önemli olmak, önem taşımak 'girişimölçer,
(Le plan économique intéresse l'avenir du pays). interfluve er. coğr. Kıran; birbirine koşut olarak
2. İlgilendirmek, -ile ilgili olmak (Cette loi uzanan iki akarsu arasında kalmış, yüksekçe, üstü
intéresse les mutilés de guerre). 3. Hoşuna gitmek, düzce sırt.
beğenmek (Cefilm nous a intéressés beaucoup. Ce interfoliage er. Bir kitabın sayfaları arasına beyaz
jeune homme intéresse fort ma cousine). 4. İlginç yapraklar yerleştirme,
gelmek (Votre idée nous intéresse beaucoup). 5. interfolier gçl. Bir kitabın yapraklan araşma beyaz
Dikkatini çekmek (Ce professeur ne sait pas yapraklar yerleştirmek,
intéresser les élèves). 6. Intéresser qn à qch: Birini interglaciaire s. coğr. Buzularası; buzullararası; iki
-e yöneltmek, birinde -e karış ilgi uyandırmak buzul çağı arası,
(Son professeur l'a intéressé aux sciences). 7. intergouvememantal, e s. Hükümetlerarası
Intéresser qn à, dans: Birini -e ortak etmek, -den (Organisation intergouvemementale).
pay vermek (Intéresser les travailleurs dans une intérieur, es. 1. İç, içte bulunan (Lapocheintérieure
affaire. Intéresser le personnel aux bénéfices). § d'un veston. La cour intérieure de l'immeuble). 2.
S'intéresser à: ile ilgilenmek, uğraşmak İç, içle ilgili (La politique intérieure. Ministère des
(S'intéresser au sort d'un ami, à sa santé. Personne affaires intérieures). 3. Intérieur à: -in içinde
ne s'intéresse à nous. S'intéresser à la politique, au bulunan (Point intérieur à un cercle).
sport). intérieur er. 1. İç, içindeki (Vider l'intérieur d'une
intérêt er. 1. Çıkar, menfaat (Agirpar intérêt. Il ne botte, nettoyer l'intérieur d'une pipe). 2. İçeri
pense qu'à son intérêt. Intérêt matériel, moral, (L'intérieur d'une boutique). 3. Ev, konut (Un
national). 2. Yarar, fayda (Ce n'est pas votre intérieur modeste mais propre). 4. Yurt içi,
intérêt de vous conduire ainsi). 3. Ürem, "faiz içerdeki (Lutter contre les ennemis de l'intérieur).
(Intérêts composés, intérêt bancaire, taux de S. Aile yaşamı, ev içi (Un tableau d'intérieur). 6.
l'intérêt). 4. Gelir, kazanç payı (Intérêt d'un Ev içi resmi. § Femme d'intérieur: Ev kadını. A
placement). 5. Dikkat (Ecouter avec intérêt une l'intérieur: İçerde (Attendez moi à l'intérieur). A
conférence. Son intérêt fut éveillé par un petit l'intérieur de: -in içinde, içerisinde; içine,
détail). 6. İlgi (Cette découverte suscite un intérêt içerisine (A l'intérieur d'unpalais). De l'intérieur,
considérable). 1. Özgünlük (Un film sans intérêt). parl'intérieur: İçerden, içerden biri olarak (Juger
8. İlginçlik, ilginç yan (Un livre dénué d'intérêt). 9. un parti de l'intérieur).
intérieurement 772 international
intérieurement bel. 1. İçerde, içerden (Lepalais est interloquer gçl. 1. huk. Bir ara kararına bağlamak.
intérieurement décoré de façon magnifique). 2. 2. mec. Şaşırtmak, afallatmak (Cette réflexion l'a
mec. İçinden (Ilproteste intérieurement). interloqué).
intérim er. 1. Görev vekilliği, "vekâlet (Assurer intermariage er. Akraba evlenmesi, akrabalar arası
l'intérim jusqu'à l'arrivée de son successur). 2. evlilik.
Vekillik süresi (L'intérim dura un mois). §Par intermède er. 1. (Tiyatro oyununda) İki perde arası
intérim: Geçici olarak, vekil olarak, "vekâleten eğlence, *araoyun, perde arası eğlence
(Gouverner par intérim, exercer une fonction par (Intermède chanté, dansé). 2. (Olaylar arasında)
intérim). Assurer l'intérim de qn: -in yerine Aralık, kesinti, kopma (L'année passée à
bakmak, -e vekâlet etmek, l'étranger fut un intermède inattendu dans sa
intérimaire s. 1. Vekillikle görülen, vekâleten carrière).
yürütülen (Fonction, charge intérimaire). 2. ad. intermédiaire s. 1. Orta, ara (Une solution
Vekil, vekil görevli (Le tituldire et l'intérimaire). intermédiaire; nous vivons une période
interindividuel,les. Bireylerarası. intermédiaire). 2. ad. Aracı, arabulucu
intériorisation diş. İçine atma, dışa vurmama, (Intermédiaire entre lui et vous). 3. er. Araç,
intérioriser gçl. ruhb. İçine atmak, dışa vurmamak "vasıta (Le langage devenait un intermédiaire entre
(Intérioriser un conflit). l'homme et son travail). 4. er. Aracılık,
interjectif, ive s. dilb. Ünlemle ilgili, "ünlemsel arabuluculuk. § Par l'intermédiaire de:
(Locution inlerjective). Aracılığıyla, yoluyla, "vasıtasıyla, aracıyla (La
interjection diş. dilb. Ünlem. 2. huk. İstinaf; bir nouvelle nous est parvenue par l'intermédiaire
dâvanın, bir üst derecedeki yargıevince bir daha d'une agence). Sans intermédiaire: Aracısız,
görülmesini isteme, temyiz etme. doğrudan doğruya. Servir d'intermédiaire à,
interjeter gçl. (Yalnız şu deyimde kullanılır). pour: -e, için aracılık etmek, arabuluculuk etmek,
Interjeter appel: Bir dâvanın bir üst derecedeki interminable s. Bitmez tükenmez, sonugelmez,
yargıevince bir daha görülmesini istemek, temyiz sonsuz (Cortège, conversation, discours
etmek. interminable).
interligne er. 1. Satır arası (Ajouter, écrire un mot interminablement bel. Bitmek tükenmek
dans un interligne). 2. İki satır arasına yazılan yazı bilmeden, sonu gelmezcesine.
(La loi interdit les interlignes dans les actes interministériel, le s. Bakanlıklar arası (Comité
notariés). 3. diş. (Basımcılıkta) Satırlar arasına interministériel).
konan kurşun yada bakır levha, enterlin. intermittence diş. Bir an kesilme, durma, ara,
interligner gçl. 1. İki satır arasına yazmak kesiklik (Pendant les intermittences de la fièvre •
(Interligner un mot). 2. (Basımcılıkta) Satırlar L'intermittence du coeur, du pouls). § Par
arasına bakır yada kurşun levhalar koyarak intermittence: Ara ara, zaman zaman (Travailler
ayırmak, enterlinlerle ayırmak, açmak par intermittence. On entend par intermittence un
(Interligner une composition). bruit d'avion).
interlinéaire s. Satırlar arasına yazılmış (Notes ' intermittent, es. Kesikli, bir durup bir başlayan, bir
interlinéaires). yitip bir görünen (Le souffle intermittent d'un
interlocuteur, trice ad. Kendisiyle konuşulan malade. Un signal lumineux intermittent).
kimse, muhatap (Votre interlocuteur vous aura intermoléculaire s. Moleküllerarası.
mal compris. Ce gouvernement insurrectionnel intermusculaires. Kaslararasi.
n'était pas considéré comme un interlocuteur internat er. 1. Yatılılık (L'internat lui est très
valable). pénible). 2. Yatılı okul; öğrenci yurdu (Maître
interlocution diş. 1. Konuşma. 2. huk. Ara kararı, d'internat, internat de jeunes filles). 3. Yatılı
interlocutoire s. 1. huk. Ara kararı niteliğinde öğrenciler, yatılılar. 4. (Sayrılarevinde) Doktor
(Jugement interlocutoire). 2. er. huk. Ara kararı, yardımcılığı, stajyer doktorluk. 5. Doktor
interlope s. 1. Kaçakçı, kaçakçılık yapan, kaçak yardımcılığı sınavı, stajyer doktorluk sınavı
(Navire interlope, commerce interlope). 2. mec. (Passer l'internat).
Şüpheli, karanlık işlerle dolu (Le monde interlope international, e s . 1. Uluslararası (Relation,
des femmes équivoques). 3. er. Kaçakçılık yapan conférence, politique internationale). 2. diş.
ticaret gemisi, Uluslararası emekçi birliği. 3. diş. Uluslararası
interloqué, e s. Şaşırıp kalmış, afallamış (Il en est emekçi birliği marşı, enternasyonal. 4. er.
resté interloqué). Uluslararası karşılaşmalara katılan yarışmacı,
internationalisation 773 interprète
rêves, des présages). 3. Açıklayan, dile getiren un ami). 2. Kesilmek, yanda kalmak (L'émission
(Les yeux sont les meilleurs interprètes du cœur). de télévision s'est interrompue).
4. Oynayan; çalan (Les interprètes d'une pièce interrupteur, trice s. vead. l.Birininsözünükesen.
théâtrale. Un grand interprète de Mozart). § Se 2. er. fiz. Anahtar, elektrik akımı anahtan.
faire l'interprète de qn:-in sözcülüğünü yapmak, interruptif, ive s. Kesici, yanda bırakıcı, ara
-in duygularına "tercüman olmak. Servir verdirici.
d'interprète à qn: -e dilmaçlık yapmak, interruption diş. 1. Arasını kesme, arası kesilme;
"tercümanlık etmek, kesintiye uğratma, kesintiye uğrama
interpréter gçl. 1. Yorumlamak (Interpréter un (Interruption d'un travail, des négociations). 2.
songe, un présage). 2. Açıklamak, yorumlamak Konuşanın sözünü kesme (Vives interruptions sur
(Interpréter tendancieusement un texte, un les bancs de l'opposition). § Sans interruption:
document). 3. -gibi düşünmek (Il interprète ce Durmamacasına, durmaksızın (Parler, travailler
silence comme un aveu). 4. (Bir sözden, bir sans interruption).
davranıştan) Anlam çıkarmak (Je ne sais intersection diş. 1. Kesişme, birbirini kesme
comment interpréter sa conduite). S. Oynamak (Intersection de deux rues). 2. mat. Arakesit. § A
(Interpréter un rôle, un personnage). 6. Çalmak l'intersection de: -in kesiştiği yerde, kavşak
(Interpréter un morceau au piano). noktasında.
interprofessionnel,le s. Mesleklerarası, tüm intersexualité diş. biy. 1. Araeşeylilik, aracinsellik.
meslek gruplarım kapsayan (Réunion 2. hek. Karşı cinsin de özelliklerim gösterme,
interprofessionnelle). "hünsalık.
interrègne er. Erk aralığı, bir devletin başkansız intersexuel, le s. biy. 1. Araeşeyli, aracinsiyetli 2.
kaldığı süre, "fitret, "fetret, "hek. Hünsa
interrogateur, trice s. ve ad. 1. s. Soru sorucu (Un intersidéral, e s. Yıldızlararası (Les espaces
regard interrogateur). 2. ad. Smavda soru soran, intersidéraux).
ayırtman. intersigne er. 1. Belirti. 2. İki olay arasında sezgisel
interrogatif, ive s. 1. Sorulu, soru anlatan (Un olarak bulanan gizemli ilişki,
regard interrogatif). 2. dilb. Soru, soruya değgin interstellaires, gökb. Yıldızlararası.
(Pronom interrogatif, forme interrogative). 3. er. interstice er. 1. (Eski) Zaman aralığı, "fasıla. 2.
dilb. Soru sözcüğü, soru terimi. 4. diş. dilb. Soru Küçük aralık (Les interstices d'un plancher, de la
tümcesi (interrogative directe, indirecte). fenêtre).
interrogation diş. 1. Soru. 2. dilb. Soru tümcesi. § interstitiel, le [èteRdisjcl\ s. hek. Küçük aralıklar
Point d'interrogation: Soru işareti, içinde, doku aralannda bulunan (Liquide
interrogatoire er. 1. Sorgu, "istintak (Faire un interstitiel).
interrogatoire à un inculpé). intersyndical, e s. Sendikalararası.
interroger gçl. 1. Sorguya çekmek (La police Intertropical, e s. coğr. Tropiklerarası.
interroge les témoins). 2. incelemek, yoklamak (Il interurbain, e s. Şehirlerarası, 'kentlerarası.
interrogeait le ciel pour savoir s'il ferait beau). 3. intervalle er. 1. Aralık, mesafe (Laisser un large
Interroger qn sur qch: a) Birini ...konusunda intervalle entre deux lignes d'écriture). 2. An, süre,
sorguya çekmek (On l'interrogea sur le vol zaman (Au cours de sa crise, il avait des intervalles
commis à la banque), b) Birisine ... konusunda delucidité. Un court intervalle, il resta silencieux).
sorular sormak, birinin -sini anlamaya çalışmak 3. mec. (Toplumsal durum bakımından) Ayrım,
(Il m'interrogeait sur mes intentions). § fark (La majesté royale a mis entre elle et moi un
S'interroger: Kendi kendine sormak (II immense intervalle). 4. Ara, "fasıla (Après un
s'interroge lui-même surla valeur de ce qu'il écrit). intervalle d'une heure. A intervalles réguliers), f
interrompre gçl. 1. Kesmek, durdurmak Dans l'Intervalle: Bu arada (Je vous téléphonerai
(Interrompre un circuit électrique). 2. Yarıda samedi, dans l'intervalle, finissez ce que je vous ai
kesmek, yarıda bırakmak (Interrompre une demandé). Par intervalles: Zaman zaman, ara
conversation, un travail). 3. Sözünü kesmek ara, arada sırada (Par intervalles on entendait le
(Interrompre brutalement un interlocuteur). 4. bruit d'un avion).
Interrompre qn dans qch: Birinin -sini yanda intervenant, e s. ve ad. huk. Müdahale eden,
kesmek (Il m'a interrompu dans mon travail, dans "müdahil. (Partieintervenante).
mon repos). § S'interrompre: 1. işini, çalışmasını intervenir gsz. 1. Araya girmek, işin içine kanşmak,
yanda kesmek (Il s'interrompit pour aller saluer el atmak, müdahale etmek (La police est prête à
»
intervenir. L'avocat intervient pour poser une intestinal, e s. Barsaklara değgin (Occlusion,
question au témoin). 2. hek. Ameliyat yapmak, perforation intestinale).
müdahale etmek (Après un examen rapide, le intimation diş. huk. (Adliyece yapılan) Uyarma
chirurgien décida d'intervenir immédiatement). 3. bildirisi, "tebliğ, "ihtar,
İşin içine girmek, söz konusu olmak, baş intimes. 1. Öz, "asıl (Sens intime. Lastructureintime
göstermek, ortaya çıkmak (Un accord est des choses). 2. Tam (Il a une conscience intime de
intervenu entre la direction et les grévistes. Un ses propres insuffisances. J'ai la conviction intime
facteur imprévu est intervenu qui modifie la qu'il nous trahira). 3. Sıkı, yakın (Union, liaison
situation). 4. Etkisi olmak, önemli olmak, rol intime). 4. İçli dışlı, senli benli, yakın (Amis
oynamak (C'est un acte où la volonté n'intervient intimes. Ils sont intimes). 5. Özel, kişisel (Vie
pas). S. Intervenir dans qch: -c karışmak, el intime. Des chagrins intimes). 6. Candan,
karıştırmak, el sokmak, müdahale etmek yürekten, içten (Unsentimentintime). 7. Yakınlar
(Intervenir dans une discussion, dans un procès, arasında, dostlar arasında (Un repas intime). §
dans un pays). Avoir des relations intimes avec qn: 1. Biriyle
intervention diş. 1. huk. Müdahale; "tavassut. 2. aralarında cinsel ilişki bulunmak. 2. Biriyle çok
Karışma, el sokma, el karıştırma, araya girme, yakın ilişkileri olmak. Etre intime avec qn: Biriyle
müdahale (Intervention de l'Etat dans le domaine içli dışlı olmak, senli benli olmak, yakın dost
économique. L'intervention énergique de la olmak.
police. Pays qui demande l'intervention d'un intimement bel. 1. İçtenlikle, candan, yürekten,
allié). 3. hek. Ameliyat, müdahale (Une içten (Je suis intimement persuadé de mon erreur).
intervention chirurgicale était possible). 4. mec. 2. Sıkı sıkıya, sıkıca (Personnes intimementliées).
Etki, önem, rol (L'intervention de l'invisible dans intimer gçl. 1. huk. Mahkemeye, yargıevine
notre vie). çağırmak. 2. Intimer qch à qn: Birine -i resmi
interventionnisme er. Müdahalecilik, olarak bildirmek, "tebliğ etmek (Intimer un ordre
*kanşmacıhk. à quelqu'un).
interventionnistes, ve ad. Müdahaleci, 'karışmacı, intimidables. Yıldınlabilir, gözü korkutulabilir.
interversion diş. Sıra değiştirme (L'interversion des intimidant, e s. Yıldırıcı, göz korkutucu (Un
mots dans une phrase). examinateur intimidant).
intervertébral, e s. Omurlararası (Disque intimidateur, trice s. Yıldırıcı, sindirici, göz
intervertébral). korkutucu.
Intervertir gçl. Sırayı bozmak, değiştirmek, sırasını intimidation diş. 1. Yıldırma, gözünü korkutma
değiştirmek, altüst etmek (Intervertir les mots (Son autorité repose sur l'intimidation). 2. Baskı;
d'une phrase. Intervertir les rôles ). "tehdit (Prendre des mesures d'intimidation. User
interview [ëteKvju] diş. tng. Konuşu, görüşme, d'intimidation).
"mülâkat (Demander, accorder une interview. intimider gçl. 1. Yıldırmak, sindirmek (Ilchercheà
Solliciter une interview d'une vedette de cinéma. intimider son adversaire. Ses menaces ne
Donner une interview à la radio. Prendre m'intimidaient pas). 2. Gözünü korkutmak
l'interview d'un ministre). (Examinateur qui intimide les candidats).
interviewer [flàv/uve] gçl. -ile görüşmek, intimisme er. ed. Içtencilik.
konuşmak, konuşu yapmak, mülâkat yapmak intimiste s. ve ad. Içtenci (Poète, peintre,
(Interviewer un homme politique, un artiste, un mouvement intimiste).
écrivain). intimité diş. 1. Derinlik, iç (Dans l'intimité de sa
interviewer, intervieweur er. Görüşümcü, conscience). 2. İçli dışlılık, senli benlilik, yakın
"mülâkatçı, biriyle bir görüşme yapan, dostluk (Ce malheur commun a renforcé leur
intervocalique s. dilb. Ünlülerarası. intimité). 3. Sıkılık, çok yakınlık (L'intimité de
intestat s. ve ad. huk. Vasiyetsiz (Mourir intestat: leurs rapports). 4. Özel yaşam (Pénétrer dans
Vasiyetsiz ölmek). § Héritier ab intestat huk. l'intimité d'un ménage. Dans l'intimité, c'est un
Yasal kalıtçı, "kanuni mirasçı, homme charmant). S. İçtenlik, özdenlik,
intestin er. Bağırsak, barsak (Inflammations, "samimiyet. 6. Hoşluk, sıcaklık, cana yakınlık
maladies, troubles de l'intestin). § L'intestin grêle: (L'intimité d'un petit appartement parisien). §
İncebarsak. Le gros intestin: Kahnbarsak. Vivre dans l'intimité de qn: -in çok yakın dostu
intestin, e s. tç (Guerre intestine, querelles olmak.
intestines). intitulé er. (Kitap, konu, bölüm, yasa vb. için)
intituler 776 intrinsèque
Başlık. intramusculaire).
intituler gçl. Ad vermek, ad koymak; unvan intransigeance diş. Uzlaşmazlık,
vermek; başlık koymak (Comment a-t-il intitulé intransigeant, e s. ve ârf. Uzlaşmaz (Une politique
son livre?). § S'intituler: Adı.. .olmak; kendisine intransigeante. C'est un intransigeant).
...unvanı vermek (Son ouvrage s'intitule: intransitif, ive s. dilb. Geçişsiz (Un verbe
Mémoires de guerre. Les rois d'Orient intransitif).
s'intitulaient cousins du soleil). intransitivement bel. Geçişsiz olarak (Verbe
intolérable s. 1. Çekilmez, dayanılmaz (Douleur, employé intransitivement).
chaleur intolérable). 2. Kabul edilemez intransitivité diş. Geçişsizlik.
(Conditions de paix intolérables). intransmissibilité diş. Geçirilemezlik
intolérance diş. 1. 'Hoşgörüsüzlük, softalık, ulaştınlamazlık, "intikal ettirilemezlik
yobazlık. 2. hek. Dayanmazlık, kaldıramazlık (Intransmissibilité des caractères acquis).
(Intolérance d'un malade aux antibiotiques). intransmissible s. Geçirilemez, ulaştırilamaz,
intolérant, e.9. ve ad. 1; Hoşgörüsüz, softa, yobaz (Il intikal ettirilemez,
a l'esprit intolérant. C'est un vrai intolérant). 2. intransportable s. Taşınmaz.; nakledilemez
Intolérant à qch: -e dayanmaz, *i kaldıramaz (Son durumda olan (Un blessé intransportable).
organisme est intolérant à de tek médicaments). intranucléaires. 'Çekirdekiçi.
intonation diş. 1. Ses perdesi. 2. dilb. Titremleme; intra-utérin, e s. Dölyatağıiçi, rahimiçi (Grossesse
titrem (Intonation affective: Duyuş titremi. normale intra-utérine).
Intonation logique: Anlatım titremi). intraveineux, euse s. Toplardamariçi (Piqûre
intouchable s. 1. Dokunulamaz (Un personnage intraveineuse).
intouchable). 2. ad. Parya, intrépide s. 1. Gözüpek, yılmaz, korkmaz (Des
intoxicant,es. Zehirleyici, zehirleyen, sauveteurs intrépides). 2. Tınmaz, aldırmaz,
intoxication diş. 1. Zehirleme; zehirlenme bozuntuya vermez (Un intrépide bavard, une
(Intoxication par l'oxyde de carbone). 2. mec. intrépide menteuse).
Zehirleme, zararh görülen düşünceler aşılama intrépidement bel. Korkmadan, yılmadan, gözünü
(L'intoxication des esprits par une propagande budaktan sakınmadan,
continuelle). intrication diş. Karmakarışıktık (Intrication des
intoxiquer gçl. 1. Zehirlemek (La drogue les problèmes).
intoxique). 2. mec. Zehirlemek, zararh şeyler intrigant, e s. ve ad. Entrikacı, dolapçı, düzenci,
aşılamak (La propagande intoxique l'opinion dekçi, dalavereci (Une femme intrigante. Une
publique). § S'intoxiquer: Zehirlenmek poignée d'intrigants).
(S'intoxiquer enfumant trop). intrigue diş. 1. (Eski) Güç ve karışık durum (Nous
intra-atomique s. Atomiçi (Energie intra- sommes fort bien sortis d'intrigue). 2. Entrika,
atomique). dolap, oyun, düzen, dalavere (Ourdir une
intracellulaires, anat. Gözeiçi, hücreiçi. intrigue, déjouer une intrigue). 3. Gizli sevişme,
intra-continental, e s. coğr. Karaiçi; anakaraiçi. "aşıktaşlık (Une intrigue scandaleuse,
intradermique s. Deriiçi, derialtı (Injection sentimentale). 4. (Tiyatroda) "Entrig, düğüm,
intradermique). * dolantı (Dénouement d'une intrigue. Intrigue
intraduisibles. 1. (Dilden dile)Çevrilemez, çevirisi compliquée). § Avoir une intrigue avec qn: -ile
yapılamaz (Un mot intraduisible). 2. mec. gizlice sevişmek. Nouer une intrigue contre qn:
Anlatılamaz, dile getirilemez (Une beauté -e karşı bir tuzak hazırlamak,
intraduisible). intriguer gsz. 1. Entrika çevirmek, dolap çevirmek
intraitable s. Söz anlamaz, konuşulamaz, (Ilintriguepourobteniruneplace). 2. gçl. Kafasını
uzlaşılamaz (Un adversaire intraitable). 2. karıştırmak, ne yapacağım bilemez duruma
Intraitable à: -e karşı hırçın (Sa passion de vivre le düşürmek, kuşkulandırmak, düşündürmek (Rien
rendait intraitable à quinconque l'osait avertir de qui puisse intriguer là police). § S'intriguer: 1.
sa mort). Uğraşmak, çalışmak, kendini sıkıntıya sokmak
intramoléculaire s. Molekülleriçi (Liaisons (Il s'intrigue pour eux). 2. Karışmak, burnunu
intramoléculaires). sokmak (// s'intrigue partout).
intra-muros [itnamyROs] bel. La/.Kent içinde,şehir intrinsèque s. Bir şeyin ashnda, özünde bulunan;
içinde (Habiter intra-muros). asil, esas, gerçek, özünlü (Valeur intrinsèque
intramusculaire s. Kasarası, kasiçi (Injection d'une monnaie. Importance intrinsèque d'un fait).
Intrinsèquement 777 invalider
intrinsèquement bel. Aslında, özünde, geçirmiş, *gasıp (Le trône occupé par un intrus).
intriquer gçl. Karıştırmak, karmakanşık etmek, 2. (Bir yere) Çağınimadan gelen, "davetsiz
içinden çıkılmaz duruma sokmak, misafir, "çağnsız konuk,
introducteur, trice ad. 1. (Az kullanılır) Buyur intrusion diş. 1. Haksız, çağnsız yada usulsüz giriş
edici, karşılayıcı. 2. (Bir şeyi bir yere) İlk sokan, (Ils trouvaient mon intrusion dans leur groupe
ilk kullanan (Il a été l'introducteur de ce mot assez indiscrète). 2. Kanşma, burnunu sokma
nouveau). (Instrusion de l'étranger dans nos affaires). 3.
introduction diş. (Birini) İçeriye alma, buyur etme Karıştırma, sokma (L'intrusion de la politique
(L'introduction d'un visiteur). 2. (Bir şeyin) İçine dans les relations familiales). 4. yerb. Derinlik
sokma (Introduction d'une sonde dans taşı; sokulma,
l'organisme). 3. İlk adım, ilk bilgiler, -e giriş intuitif, ive s. 1. Sezgilere değgin, sezgisel
(Introduction à la philosophie). 4. Giriş, önsöz, (Connaissance intuitive). 2. s. ve ad. Sezgili,
giriş bölümü (L'introduction explique la önsezisi olan, sezgileri güçlü (C'est un intuitif. Les
conception de l'ouvrage). 5. Yurt içine sokma, esprits intuitifs).
dışalım, "ithal (Introduction de produits intuition diş. 1. Sezgi ( Comprendre par intuition). 2.
étrangers). § Introduction d'instance: Dava açma. Önsezi, önceden sezme (Avoir l'intuition d'un
Lettre d'introduction: Tanıtma mektubu, danger). § Avoir de l'intuition: önsezisi kuvvetli
introduire gçl. 1. Introduire qn à, auprès de: Birini olmak, burnu iyi koku almak,
-e. almak, buyur etmek; -in yanma sokmak intuitionnisme er. fels. Sezgicilik,
(Introduire un visiteur au salon. Introduire un intuitivement bel. Sezerek, sezgiyle,
ouvrier auprès du directeur). 2. Introduire qn, qch intumescence diş. Şişme (Intumescence d'un
dans: -in içine sokmak, -e sokmak (Introduire sa organe).
main dans la poche. Introduire la clef dans la intumescent,e s. Şişen (Chairs intumescentes).
serrure. Introduire un écrivain dans une société). inuline diş. bitb. kim. İnülin.
3. Introduire qch dans: Bir şeyi -e getirmek, inusable s. Eskimez, aşınmaz, yıpranmaz
sokmak, -de benimsetip yaymak (Introduire des (Chaussures, vêtements inusables).
idées nouvelles dans une science. Indroduire une inusité,e s. 1. dilb. Hiçkimsenin kullanmadığı,
nouvelle mode dans le pays). § 1. S'introduire kullanılmayan (Formes inusitées de l'imparfait du
dans qch: -eğirmek (Le voleur s'est introduit dans subjonctif). 2. Alışılmamış, yadırganan (Des
la maison. S'introduire dans un club, dans une hommes d'une taille inusitée).
association). 2. S'introduire auprès de qn: -in inusuel,le s. (Az kullanılır.) Alışılmamış,
yanına girmek, buyur edilmek (Il s'est introduit inutile s. 1. Gereksiz, yararsız, işe yaramayan
auprès du directeur). (Connaissances inutiles. Paroles, propos, bagages
introït [cftrô] er.Ayine başlarken papazın okuduğu inutiles). 2. Inutile à: -e yararsız, gereksiz
dua. (Individu intuile à la société).
intromission diş. 1. Sokma, sokuş. 2. Sokulma; inutilement bel. Boşuna, gereksiz yere, boş yere,
girme; giriş (Intromission d'air). boşu boşuna (Sang répandu inutilement).
intronisation diş. Başa geçme; başa getirme, tahta inutilisable s. Kullanılamaz, işe yaramaz (Cette
çıkarma (Intronisation d'un roi, d'un pape. voiture est inutilisable).
L'Intronisation du nouveau pouvoir). inutilisé,e s. Kullanılmamı; (Ressources qui restent
introniser gçl. 1. Başa geçirmek, tahta oturtmak, inutilisées).
iktidara getirmek (Introniser un rai, un pape, un inutilité diş. Gereksizlik, yersizlik, yararsızlık,
parti) 2. mec. Çıkarmak, kurmak (Introniser une boşunalık (Inutilité d'une dépense, d'une
mode, une doctrine). démarche).
introspectif, ive s. ruhb. İçebakışla ilgili, invaincu,es. Yenilmemiş, yenilgi nedir bilmeyen,
"içebakışsal. invalidant,e s. Sakat bırakan, sakatlığa yol açan
introspection diş. ruhb. İçebakış. (Maladie invalidante).
introuvable s. 1. Bulunmaz (Objet, personne qui invalidation diş. Geçersiz kılma, geçersizleştirme,
reste introuvable). 2 .mec. Kolay kolay bulunmaz, "iptal (Invalidation d'un contrat, d'une élection).
çok değerli, invalides, vead. 1. Sakat, malûl (Il est resté invalide.
introversion diş. ruhb. *İçedönüklük. Invalide de guerre). 2. mec. Güçsüz. 3. Geçersiz,
introverti,e s. ve ad. İçedönük. hükümsüz (Rendre invalide une loi,une élection).
intrus,e s. ve ad. 1. Bir şeyi haksız olarak ele invalider gçl. Geçersiz kılmak, hükümsüz saymak,
invalidité 778 inversion
°iptal etmek (Invalider une élection, une loi). inventif, ive î. 1. Yaratıcı, bulucu, icat edici (Un
invalidité diş. 1. Sakatlık, malûllük. 2. Geçersizlik, esprit inventif). 2. Becerikli, kafası çalışır
hükümsüzlük, (L'amour l'a rendu inventif).
invar er. (Invariable'ın kısaltması) Sıcaktan invention diş. 1. "İcat, "ihtira, "keşif, "bulgulama
soğuktan uzayıp kısalmayan nikelli çelik, (Invention d'une machine, d'un système, d'une
invariabilité diş. Değişmezlik (Invariabilité de ses technique, d'un art, d'un jeu). 2. Buluş, bulunan
principes). şey (Prendre un brevet d'invention. Les dernières
invariable s. Değişmez (Mot invariable. Il est inventions de la technique). 3. Uydurma, yalan
invariable dans ses opinions). (Cette histoire est tout entière de son invention). 4.
invariablement bel. 1. Değişmeksizin. 2. Her İmgeleme gücü (Il manque d'invention).
zaman, hiç sekmeden (Il est invariablement en inventivité diş. Yaratıcılık; yaratıcı imgelem
retard). (L'inventivité humaine. Cet auteur manque
invasion diş. 1. "İstila (Fuir devant l'invasion d'inventivité).
ennemie. Pays exposé aux invasions). 2. Akın, inventoriage er. Sayımım yapma, dökümünü
ortalığı sarma, ortalığı kaplama (Invasion de yapma, demirbaşa kaydetme (Inventoriage
moustiques, invasion de sauterelles. L'invasion d'archives).
des produits étrangers sur le marché). 3. Salgın, inventorier gçl. (Bir malın) Sayımım yapmak,
yaygınlık (Invasion de mauvais goût). dökümünü yapmak, defterini çıkarmak
invective diş. Sövgü, sövüp sayma. § Se répandre en (Inventorier les manuscrits d'une bibliothèque,
invectives contre qn: -e kalayı basmak, sövüp des marchandises entreposées).
saymak, ağzına geleni söylemek. Accabler qn invérifiable s. Kanıtlanamaz, ispat edilemez
d'invectives: -i sövgüye boğmak, iyice (Assertions invérifiables).
kalaylamak. inversabk s. Devrilmez, dökülmez (Encrier
invectiver gçl. 1. -e sövmek, kalayı basmak inversable).
(L'ivrogne invectivait les passants). 2. gsz. inverses. 1. Ters, tersine (L'ordre inverse des mots.
Invectiver contre: -e atıp tutmak, sövüp saymak Venir en sens inverse). 2. dilb. Devrik
(Invectiver contre les mouchards, les vices). g (Proposition inverse). 3. er. Ters, -in tersi (C'est
S'invectiver: Birbirine sövmek, sövüşmek (Ils se justement l'inverse! Vous avez fait l'inverse). S
sont violemment invectivés dans la rue). Raison inverse, rapport Inverse: mat. Ters
invendable s. Satılmaz, sürümsüz (Marchandises orantıhhk. A l'inverse: Tam tersine. A l'inverse
invendables). de: -in tersine. Aller à l'inverse de qch: -e aykırı
invendu,e s. 1. Satılmamış, elde kalmış (Journaux olmak (Ce projet va à l'inverse de nos intentions).
invendus). 2. er. Satılmamış, elde kalmış mal. Etre en raison inverse de qch: -ile ters orantılı
inventaire er. 1. Varlık defteri, "envanter ve bilanço olmak, -e uymamak, aykırı düşmek,
defteri. 2. Sayım, döküm (Procéder à l'inventaire inversement bel. 1. Tersine, ters (Inversement
des ressources touristiques d'un département). 3. proportionnel: Ters orantılı). 2. Karşılığında,
Demirbaş sayımı, mal sayımı (Faire un inventaire buna karşılık (Je l'aiderai pour son devoir de
en fin d'année). § Dresser, établir l'inventaire: mathématiques, et inversement il me donnera
Demirbaş sayımı yapmak, mal sayımı yapmak. quelques idées pour la dissertation).
Faire l'inventaire de qch: -in sayımım, dökümünü inverser gçl. 1. Devrik yapmak, devrikleştirmek
yapmak; -i saptamak (Faire l'inventaire des dégâts (Inverser une phrase). 2. Tersine çevirmek,
causés par les derniers orages). yönünü değiştirmek, evirmek (Inverser un
inventer gçl. 1. Bulmak, "icad etmek, "keşfetmek mouvement, un courant électrique).
(Les Chinois ont inventé l'imprimerie. Inventer un inverseur er. Elektrik akımım tersine çeviren alet,
instrument, un remède, un mot.) 2. Buluvermek çevirgeç.
(Inventer un moyen de sortir d'une situation inversion diş. 1. dilb. Tümcede sözcüklerin sırasını
difficile). 3. Kafadan uydurmak, uyduruvermek değiştirme, devrikleştirme, devrikleme;
(Inventer une excuse, une histoire), g Ne pas devriklik (Inversion du sujet). 2. hek. (Organ için)
inventer la poudre, le fil à couper le beurre: Pek Yer değiştirme; sapkınlık (Inversion du coeur.
kafalı olmamak, zekâsı pek parlak olmamak, Inversion sexuelle). 3. coğr. Terselme (Inversion
inventeur, trlce ad. Mucid, muhteri (Inventeur de relief: Terselme, yerbiçimiterselmesi. Inversion
d'une machine, d'une science). 2. Bulan, bulucu de température: Sıcaklık terselmesi). 4. kim.
(Inventeur d'un trésor). •Evirtim, "taklib (Inversion dusucre). S, ask. Ters
Invertébré 779 In vivo
alay, "tersineleme. 2. Alay (Ironie fine, légère, irrecevable s. Kabul olunamaz, kabul edilemez
amère, mordante). 3. Alaycılık (L'ironie de (Demande, proposition irrecevable).
Voltaire) § Ironie du sort: Talihin cilvesi, irréconciliable s. 1. Uzlaşmaz, barışmaz
ironiques, l.ed. "Tersineli (Propos ironiques). 2. (Adversaires irréconciliables). 2. Uzlaşılamaz,
Alaylı, alaysılı (Réponse ironique, sourire kendisiyle anlaşmaya varılamaz,
ironique). 3. Alaycı (Il est toujours ironique). irréconciliablement bel. Barışma olanağı
ironiquement bel. Alayh olarak, alay ederek, dalga kalmadan, bir daha barışmamacasına (Ils se sont
geçerek (Il m'a invité ironiquement à montrer mon irréconciliablement brouillés).
habileté à ce jeu). irrécouvrable s. Ödetilemez, alınamaz, "tahsil
ironiser gsz. İşi alaya dökmek, işi alaya almak (II edilemez (Taxes, créances irrécouvrables).
ironise sur mon embarras). irrécupérable s. Eksikliği giderilemez, alıp yerine
ironiste ad. 1. Mizah yazarı. 2. Alaycı, hep alay konulamaz, "telâfi edilemez,
ederek konuşan, irrécusable s. 1. Reddedilemez (Juge irrécusable).
irradiant,es. Yayılan, saçılan (Douleurirradiante). 2. Söz götürmez, kesin (Preuveirrêcusable, signes
irradiation diş. 1. Işm saçma, ışınlama; "ışınım, irrécusables).
ışıma; balkıma (Irradiation du soleil à travers les irrédentisme er. Anayurt dışında kalmış dil ve töre
nuages). 2. Yayılma (Irradiation douloureuse: bakımından aynı olan halkın yaşadığı topraklan
Acının yayılması). 3. mec. Işıma, parlama, anayurda katma doktrini, "irredantizm,
yansıma, yüze vurma (La bonté n'est qu'une irrédentiste s. ve ad. İrredentizm yanlısı,
irradiation du bonheur). 4. Işınlama, ışın "irredantist.
tedavisine tabi tutma (Irradiation d'une tumeur irréductibilité diş. 1. İndirgenemezlik
par les rayons X). (Irréductibilité d'une équation, d'une rente). 2.
irradier gsz. 1. Yayılmak, saçılmak (La douleur du Hakkından gelinemezlik, yenilemezlik
genou irradiait dans toute la jambe). 2. Işımak, (Irréductibilité de l'opposition, d'un caractère).
balkımak (La lumière irradie d'une source). 3. gçl. irréductibles. 1 .mat. kim. İndirgenemez (Fraction,
Işın tedavisine tabi tutmak (Irradier une tumeur équation irréductible. Oxyde irréductible). 2. hek.
maligne). Eski yerine oturtulamaz (Fracture, hernie
irraisonnable s. Akılsız; akılsızca, usa yatkın irréductible). 3. mec. Hakkından gelinemez, alt
olmayan, saçma, edilemez, yenilemez, ortadan kaldınlamaz
irraisonnée s. Düşüncesizce, usdışı (Un geste (Obstacles irréductibles, opposition irréductible;
irraisonné). volonté irréductible).
irrationalisme er. fels. Usaaykinhk, usdışılık. irréel, le s. 1. Gerçekte bulunmayan, gerçekdışı,
irrationalité diş. Usdışılık, usa aykırı olma gerçeksiz (Univers, aspect irréel). 2. er.
(Irrationalité d'un principe). Gerçekdışı (Sa stupidité atteignait aux limites de
irrationnelle s. 1. mat. Kök içinde olan, köklü, l'irréel).
rasyonel olmayan (Equation irrationnelle, irréfléchi, e s. 1. Düşüncesiz (Jeune homme
nombre irrationnel). 2. Usa aykırı, usalmaz, irréfléchi). 2. Düşüncesizce yapılan, düşüncesiz,
saçma, usdışı (Conduite irrationnelle, saçma (Propos irréfléchis, geste irréfléchi).
suppositions irrationnelles). irréflexion diş. Düşüncesizlik, sersemlik (Erreur
irrattrapable s. Giderilemez, telâfi edilemez (Une commise par irréflexion).
bévue irrattrapable). irréformable s. Değiştirilemez, gözden geçirilip
irréalisable s. Gerçekleşemez, gerçekleştirilemez düzeltilemez (Jugement, arrêt, loi irréformable).
(Désir, projet irréalisable). irréfragable s. Reddolunamaz, itiraz edilemez,
irréalisé, e s. Gerçekleşmemiş, kesin (Autorité, témoignage, preuve irréfragable).
gerçekleştirilememiş (Espérances irréalisées). irréfutabilité diş. Çürütülemezlik, "cerh
irréalisme er. Gerçekten uzakhk (Irréalisme d'une edilemezlik.
politique). irréfutable s. Çürütülemez, "cerh edilemez
irréalité diş. Gerçeksizlik, gerçekte bulunmazhk (Argument, preuve irréfutable).
(L'irréalité d'un rêve). irréfutablement bel. Kesin olarak, söz götürmez bir
irrecevabilité diş. huk. "Kabulolunamazlik, biçimde (Prouver irréfutablement une injustice).
"kabuledilemezlik (Irrecevabilité de l'action: irrégularité diş. 1. Düzensizlik, eğribüğrülük
Dâvarun açılmasının kabul edilmemesi, dâvanın (Irrégularité d'un pavage, d'un bâtiment. Surface
dinlenmemesi). qui présente des irrégularités. Irrégularité dans le
irrégulier 782 irriguer
mouvement d'un astre). 2. Kuralsızlık; yasaya geçirici (Une femme irrésistible par son charme).
aykırılık (Irrégularité dans une nomination). 3. 3. Gülmekten kırıp geçirici (Il est irrésistible
Yolsuzluk (Dénoncer les irrégularités dans une quand il raconte son histoire).
gestion). irrésistiblement bel. Dayanılmaz bir şekilde (Le
irrégulier, ère s. 1. Düzensiz; dağınık, eğri büğrü prix de la vie monte irrésistiblement).
(Mouvement irrégulier, écriture irrégulière. irrésolu, e s. 1. (Az kullanılır) Çözülmemiş,
Mener une vie irrégulière). 2. Kurala aykırı, çözümlenmemiş (C'est un problème encore
yasaya aykırı, "usulsüz (Détention irrégulière, irrésolu). 2. s. ve ad. Kararsız (Un caractère
procédure irrégulière). 3. Çalışmasında, irrésolu. Rester irrésolu).
başarısında her zaman aynı olmayan, bir günü bir irrésolution diş. Kararsızlık (Il était plongé dans un
gününü tutmayan (Elève, employé, athlète abîme d'irrésolution).
irrégulier). irrespecter. Saygısızlık (Irrespect des enfants envers
irrégulièrement bel. 1. Yasaya aykırı olarak les parents).
(Perquisition irrégulièrement effectuée). 2. irrespectueusement bel. Saygısızca, saygısızlıkla,
Düzensizce, gelişigüzel (Il travaille irrespectueux, euse s. Saygısız; saygısızca (Manières
irrégulièrement). irrespectueues; tenir des propos irrespectueux; un
Irreligieux, euse s. 1. Dinsiz (Il est irreligieux). 2. enfant irrespectueux).
Dine karşı gelen, dinsizce, dine aykırı (Opinions irrespirable s. Solunamaz, solunulamaz (Air, gaz,
irreligieuses). atmosphère irrespirable).
Irreligion diş. Dinsizlik (Il est accusé d'irréligion). irresponsabilité diş. Sorumsuzluk (Sentiment
Irrémédiable s. Çaresiz, çaresi bulunmaz (Malheur, d'irresponsabilité).
maladie, défaite irrémédiable). irresponsable s. 1. Hiç bir eyleminden sorumlu
Irrémédiablement bel. Çaresiz olarak, olmayan, hiçbir şeyden sorumlu tutulamayan (Le
irrémissible s. Bağışlanamaz, affedilemez (Faute, Président de la République est irresponsable. Les
tort irrémissible). enfants, les aliénés sont irresponsables). 2.
irrémissiblement bel. Bağışlanmaksızın, Sorumsuz.
affolunmayacak şekilde, irrétrécissable s. Çekmez, büzülmez, daralmaz
irremplaçable s. 1. Yerine konulamaz, eşi (Tissu irrétrécissable au lavage).
bulunamaz (Casser un bibelot irremplaçable). 2. irrévérence diş. Saygısızlık,
Yeri doldurulamaz, eşsiz, çok değerli (Un irrévérencieux, euse s. Saygısız (Propos
fonctionnaire irremplaçable). irrévérencieux. Enfant irrévérencieux envers ses
irréparable s. 1. Onarılamaz, giderilemez, "telâfi maîtres).
edilemez, "tamir edilemez (Tort, perte irrévérendeusemnt bel. Saygısızca (Répondre
irréparable. 'Malheur, désastre irréparable). 2. irrévérencieusement).
Hapı yutmuş, bitmiş, işe yaramaz (Moteur, habit irréversibilité diş. Geridöndürülemezlik.
irréparable). irréversibles. Geridöndürülemez.
irréparablement bel. Çaresiz şekilde; irréversiblement bel. Geridöndürülemez şekilde,
onarılamayacak, giderilemeyecek biçimde irrévocabilité diş. Geri alınmazlık, bozulamazhk
(Situation irréparablement compromise. Elle est (Irrévocabilité d'une donation).
irréparablement enlaidie). irrévocables. 1. Geri alınamaz, bozulamaz (Arrêt,
irrépréhensible s. Kınanamaz, hakkında verdict, jugement, donation irrévocable). 2. Geri
söylenecek söz bulunmayan (Homme, conduite getirilemez (Le temps irrévocable a fui).
irrépréhensible). irrévocablement bel. Geri alınmayacak biçimde,
irrépressible s. Bastırılamaz, tutulamaz, önüne bozulmayacak biçimde, kesin olarak (Ma
geçilemez (Force, passion irrépressible). décision est prise, irrévocablement).
irréprochable s. Eksiksiz, kusursuz (Une épouse irrigables. Sulanabilir (Surfaceirrigable).
irréprochable. Fonctionnaire, vie, tenue, irrigateur er. Sulama aleti, bahçe sulama
conduite, moralité irréprochable). tulumbası.
Irréprochablement bel. Eksiksiz biçimde, kusursuz irrigation diş. 1. Sulama (Des canaux d'irrigation.
olarak. Irrigation des terres arides). 2. hek. (Bir organa,
irrésistible s. 1. Dayanılmaz, karşı konulamaz bir yaraya) Su akıtma, su verme,
(Force, puissance, attrait, besoin, désir, passion irriguer gçl. Sulamak, harklarla sulamak (Irriguer
irrésistible). 2. mec. Büyüleyici, kendinden une plaine, une prairie).
irritabilité 783 Isoler
légèrement ivre, à moitié ivre). 2. Ivre de qch: -den pouvoir, du bonheur, du succès).
başı dönmüş, kendinden geçmiş, "mest olmuş ivrognes, vead. Ayyaş, "içkici, bekri, sarhoş (C'est
(Ivre d'amour, de bonheur, de colère, d'orgueil, un vieil ivrogne. Un ivrogne qui titube). § Ivrogne
de succès). § Ivre mort: Zil zurna sarhoş, kör fieffé: Zil zurna sarhoş, kandil gibi. Serment
kütük sarhoş, d'ivrogne: Sarhoş sözü, tutulmayacak ant.
ivresse diş. 1. Esriklik, sarhoşluk (L'air frais ivrognerie diş. Ayyaşlık, "bekrilik, * içkicilik,
dissipera l'ivresse. Noyer son désespoir dans ivrognesse diş. hlk. Ayyaş kadın,
l'ivresse). 2. Başdönmesi, esrime, kendinden ixia diş. Bir tür süsençiçeği.
geçme, büyük coşku (L'ivresse de la victoire, du ixode er. hayb. Kene.
J
J J er. [31] Fransız abecesinin onuncu harfi olup jachères). § Etre, rester en jachère: (Tarla için)
Türkçedeki j sesini verir. § Le jour J: Karar günü, Dinlenmeye bırakılmak, nadasta olmak. Laisser,
saati; bir saldırının yada bir işin yapılmasının mettre en jachère: Nadasa bırakmak, dinlenmeye
kararlaştırıldığı gün (Le jourJ était arrivé, il devait bırakmak,
passer l'oral de son concours). jacinthe diş. bitb. Sümbül,
jabot er. 1. (Kuşlarda) Kursak (Le jabot des jacobin,e ad. 1. Eski bir katolik tarikatından keşiş.
oiseaux, des poules). 2. Göğüs süsü, göğüs 2. (Fransız Devriminde) Aşın devrimci;
danteli. 3. argo. Mide, kursak. § Se remplir le Cumhuriyet yanlısı. 3. s. Devrimci (Professer des
jabot: Tıkınmak, karnını iyice doyurmak, opinions jacobines).
jabotage er. Çene çalma, gevezelik, jacobinisme er. Cumhuriyetçilik; devrimci
jaboter gsz. tkz. 1. Gevezelik etmek, çene çalmak demokratlık,
(Les gens de la petite ville jabotaient). 2. gçl. jacquard er. 1. Bir çeşit eski dokuma tezgâhı. 2. s. ve
Ağzından kaçırmak, söymek (Il m'en a jaboté er. Renk renk yünlerden örülmüş; renk renk
quelque chose). yünlerden örülmüş desenli kazak (Tricot,
jacasse diş. hlk. Geveze kadın, çenesi düşük, chandail jacquard. Porter un jacquard).
jacassement er. 1. (Saksağan için) Ötme, gaklama. jacquerie diş. 1. Derebeylere karşı 1358'de yapılan
2. Gevezelik, çene çalma, Fransız köylü ayaklanması. 2. Köylü
jacasser gsz. 1. Gevezelik etmek, çene çalmak (La ayaklanması; kanlı ayaklanma,
concierge jacassait avec une locataire au bas de jacques er. (Bizdeki köylü Mehmet Ağa, Çanklı
l'escqlier). 2.(Saksağan)Ötmek, erkânıharp gibi) Fransız köylüsünün genel
jacasserie diş. Gevezelik, çene çalma. lâkabı. § Faire le Jacques: İşi saflığa vurmak,
jacassier,îre; jacasseur,euse s. ve ad. Geveze, köylü kurnazlığı yapmak,
çalçene. jacquet er. 1. Tavla oyunu (Faire une partie de
jacent,es. huk. Sahipsiz, "mahlûl, kalıtçısı olmayan jacquet). 2. hlk. Sincap,
(Succession jacente, biens jacents). jacquine diş. hayb. Dişli-tirsibahğı.
jachère diş. 1. (Tarlayı) Dinlendirme, nadas jacquot, jacot, jaco er. hlk. Papağan,
(Champs en jachère). 2. Dinlenmeye bırakılan jactance diş. 1. Övünme, böbürlenme, yüksekten
tarla, nadasa bırakılmış toprak (Labourer des atma (La jactance insupportable d'un imbécile). 2.
jacter 787 jambe
hlk. Gevezelik, çene. d'un mari). 3. Çekemezlik (Ily avait entre eux une
jacter gsz. hlk. Gevezelik etmek, çene çalmak, jalousie professionnelle). § Avoir de la jalousie
jade er. 1. Yeşimtaşı. 2. Yeşimtaşından yapılma süs contre qn: -e karşı kıskançlık duymak, -i
eşyası. kıskanmak, çekememek. Causer, donner de la
jadis bel. 1. Eskiden, vaktiyle (Dans Florence jadis jalousie à qn: -i kıskandırmak, -de kıskançlık
vivait un médecin). 2. s. Eski, geçmiş (Au temps uyandırmak. Concevoir de la jalousie contre qn: -i
jadis: Eski zamanlarda). 3. er. Eski, geçmiş kıskanmak (Elle conçoit de la jalousie contre son
zaman. mari). Exciter la jalousie: Kıskançlık uyandirak.
jaguar [jagwait] er. hayb. Jagar, alacakaplan. jaloux, ouses. vead. 1. Kıskanç (Un homme jaloux,
jaillir gsz. 1. Fışkırmak (Le sang jaillit). 2. Jaillir de une femme jalouse. Un affreux jaloux). 2.
qch: a) -den fışkırmak, çıkmak (Le gaz jaillit des Çekemez (C'est un jaloux qui ne pense qu'à
puits de forage), b) -den yükselmek, gelmek (Les dénigrer les autres). 3. Jaloux de: a) -i kıskanan (Il
rires jaillissaient de partout. Les réponses est jaloux de sa femme), b) -i çekemeyen (Il est
jaillissent de tous côtés). c) -den doğmak, çıkmak, jaloux du succès de ses camarades). c) -e pek bağlı,
ortaya çıkmak (De la discussion peut jaillir une pek düşkün, -in üzerine titreyen (Il est jaloux de
solution. La véritéjaillira de l'apparente injustice). son indépendance, de son honneur), d) -e sımsıkı
jaillissantes: Fışkıran (Source jaillissante). sanlan, -i kaptırmak istemeyen (Etre jaloux de
jaillissement er. Fışkırtma (Jaillissement d'eau, de son autorité, de ses privilèges),
sang, de pétrole). jamaïquain,e s. ve ad. Jamaikalı; Jamaika ve
jais er. Siyah kehribar. §Noircommedujais, comme Jamaikalılara değgin,
jais: Kömür gibi siyah. Des yeux de jais: Simsiyah jamais bel. 1. Hiçbir zaman, asla (Jamais il n'avait
gözler. pensé à vous le dire. Il ne m'a jamais vu). 2. Hiç
jale diş. Büyük çanak; gerdel, (A-t-on jamais vu cela?). 3. Bir gün, herhangi bir
jalet er. Sapan taşı. zaman (Ils désespéraient d'en sortir jamais). § A
jalon er. 1. (Mühendislerin kullandığı) *Dikme, jamais, à tout jamais, pour jamais: Sonsuzluğa
ölçü dikmesi, °şâhis, jalon. 2. mec. Ana nokta, dek, ölünceye dek, "ebediyen (C'est à tout jamais
önemli yer, belirli çizgi (Les jalons d'un exposé). fini entre nous. Adieu pour jamais. Mer à jamais
3. mec. Bir işte ilk adımlar. § Poser, planter des infinie). Jamais de la vie: Asla (Accepterez-vous
jalons: Ortamı hazırlamak, ilk adımları atmak (II sa collaboration? - Jamais de la vie). Mieux vaut
avait posé les jalons d'un rapprochement franco- tard que jamais: Geç olsun da güç olmasın,
allemand). jambage er. 1. (Kapı yada pencere için) Yan dikme.
jalonnement er. Şâhisler dikme (Jalonnement d'un 2. (p,l,q,d,m,n,u gibi harflerde) Dik bacak,
terrain). bacak (Les trois jambages du m).
jalonner gçl. 1. -e şâhisler dikmek (Jalonner un jambe diş. 1. Bacak (Avoir de grandes jambes. Plier
chemin, un front, un objectif). 2. -i belirlemek, lesjambes, croiser lesjambes). 2. Duvariçi dayağı.
belirtmek, doldurmak (Des succès éclatants 3. (Hayvanlar için) Ayak (Les cochons aux
jalonnent sa vie). 3. -boyunca sıralanmak (Des jambes courtes. Jambes fines de la gazelle). 4.
arbres jalonnent l'avenue. Les poteaux (Giysilerde) Bacak (Jambe d'une culotte, d'un
télégraphiques jalonnent la voie de chemin de fer). pantalon). § A toutesjambes: Çok hızlı, son süratli
4. Jalonner qch de qch: Bir şeyi -ile belirtmek, (Courir, s'enfuir à toutes jambes). Avoir les
işaretlemek; boyunca -1er dikmek (Jalonner une jambes brisées, cassées: Yorgunluktan ayaklan
allée de plants de buis). S. gsz. Şâhisler dikmek. kırılmak, ayaklanna karasu inmek. Avoir de
jalonneur er. 1. Şâhisler diken işçi, jaloncu. 2. Bir bonnes jambes: İyi koşmak, bacaklan sağlam
yön yada yeri belirtmek için yol boyunca dikilen olmak. Avoir de mauvaises jambes: İyi
erlerden her biri. koşmamak, bacaklarında iş olmamak. Avoir les
jalousement bel. 1. Kıskançça, kıskançlıkla jambes comme du coton, en pâté de foie: Hantalın
(Observer jalousement les progrès d'un rival). 2. teki olmak, köfte bacaklı olmak. Couper bras et
Titizlikle (Garder jalousement un secret). jambes à qn: -in kolunu kanadını kırmak, -i
jalouser gçl. Kıskanmak (Jalouser son voisin). § Se şaşkınlıktan dondurmak. Donner desjambes à qn:
jalouser: Birbirini kıskanmak (Petits clans qui se -i koşturmak, hızlı hızlı yürütmek (La peur lui
jalousent). donne des jambes). Etre haut des jambes: Uzun
jalousie diş. 1. Kafes, pencere kafesi (Baisser, lever bacaklı olmàk. Etre dans les jambes de qn: -in
les jalousies). 2. Kıskançlık (Jalousie d'un amant, ayaklan arasında dolaşmak, yanından hiç
jambe 788 jardinier
ayrılmamak (Cet enfant est toujours dans mes (L'économie japonaise, costume japonais). 2. er.
jambes). En avoir plein les jambes: Artık Japonca (Apprendre le japonais). 3. er. ç. argo.
yürüyecek hali kalmamak, yorgunluktan bitmek. Para, papel, kayme,
Faire une belle jambe à qn: -in işine yaramamak, japonaiserie, japonerie diş. Japon malı, j apon sanat
-için hiçbir önemi olmamak (Ça lui fait une belle işleri.
jambe). Faire des ronds de jambes: (Hoşa gitmek japonisant,e ad. Japon dili tarihi ve uygarhğı
için) Binbir türlü numara yapmak, her türlü uzmanı, *Japonbilimci.
şaklabanlığı yapmak. Faire une partie de jambe en japonisme er. Japon işleri merakı,
l'air: argo. Cinsel ilişkide bulunmak. Faire belle japoniste ad. Japon işleri meraklısı,
jambe: Vücudunun güzelliklerini göstermek. jappement er. 1. Ürüme (Jappement d'un petit
Jouer des jambes: Koşup gitmek, tabanları chien). 2. (Tilki) Bağırma,
yağlayıp tüymek. N'aller que d'une jambe: (tşler) japper gsz. 1. (Küçük köpek için) Ürümek. 2. (Tilki
Ağır aksak gitmek, pek iyi gitmemek. N'avoir için) Bağırmak, ulumak.
plus de jambes: Artık yürüyecek hali kalmamak, jappeur,euse s. ve ad. Ürüyen, ürüyücü.
yorgunluktan eli ayağı kesilmek. Ne plus pouvoir jaque er. 1. Ortaçağda erkeklerin giydiği bir tür
se tenir sur ses jambes: Ayakta duracak hali ceket. 2. Ekmekağacı meyvası.
kalmamak. Prendre ses jambes à son coup: jaquelin er. jacqueline diş. Geniş kannlı toprak
Tabanları yağlamak, kirişi kırmak, tabanları çömlek.
kıçım döğmek. Tenir la jambe à qn: -in canını jaquemart, jacquemart er. 1. Çalar saatlerde
sıkmak, -i rahatsız etmek. Tirer dans lesjambes de saatleri vuran insan heykeli. 2. Demir döven iki
qn: -e ayakbağı olmak; -i engellemek, demirci şeklinde oyuncak,
kösteklemek. Tomber les jambes en l'air: Nallan jaquette diş. 1. Ceket (Jaquette noire, bordée). 2.
havaya dikmek, sırtüstü düşmek. Traiter qn par- Ciltli bir kitabın üstüne geçirilen kâğıt, gömlek. 3.
dessous la jambe: -i küçümsemek, pek ciddiye (Dişçilikte) Beyaz plastik yada porselen
almamak, pek sallamamak, kaplama, ceket kuron. § Tirer qn par jaquette: -e
jambe,es. Bacaklı. § Bien jambe: Bacakları iyi. Mal çamsakızı gibi yapışmak; yakasını bırakmamak,
jambé: Bacaktan kötü. jaquier, jacquier er. Bir tür ekmekağacı.
jambette diş. 1. Küçük bacak, bacakçık. 2. Açılır jard, jar er. Çakıllı kum.
kapanır cep bıçağı, çakı. 3. (Çatıya vurulan) jardin er. 1. Bahçe (Jardin japonais, jardin anglais,
Destek. jardin zoologique, jardin botanique. Jardin
jambier,ères. 1. Bacağa değgin (Muscles jambiers). d'enfants. Aller au jardin, dans le jardin). 2. mec.
2. er. Kesilmiş bir hayvanın ayaklarını ayrı tutmak Bitek bölge, verimli toprak, ekenek. 3. Seyirciye
için aralarına konan tahta destek, göre sahnenin sağ yanı. § Le jardin de refroidis:
jambière diş. 1. Dizlik (Jambière de toile, de cuir. argo. Gömütlük, mezarlık. Jeter une pierre dans
Jambière des joueurs de hockey). 2. Baldır zırhı le jardin de qn: -e taş atmak, -i iğnelemek. C'est
(Jambière grecque). une pierre dans ton jardin, dans son jardin: Bu taş
jambon er. 1. Jambon, domuz pastırması. 2. mec. sana, ona.
hlk. But. jardinage er. 1. Bahçecilik, bahçıvanlık (Amateur
jambonneau er. Domuz paçası, de jardinage. Produit du jardinage). 2. Bahçelik
jambonnergç/. argo. Pestilini çıkarmak, eşek sudan yer. 3. Zerzevat (Une voiture de jardinage). 4.
gelinceye kadar dövmek, Elmas lekesi,
janissaire er. Yeniçeri. jardiner gsz. (Zevk için) Bahçıvanlık etmek, kendi
jansénisme er. Jansenizm; Jansenius'un kurduğu bahçesini ekip dikmek (Il prend plaisir à jardiner
bağışçılık öğretisi ve tarikatı, pour se distraire).
janséniste s. ve ad. 1. Jansenist, Jansenizm jardinerie diş. Bahçecilikle ilgili her türlü şeyin
tarikatından yana olan. 2. mec. Sıkı, sert satıldığı büyük mağaza,
(Education, morale janséniste). 3. Süssüz, sade jardinet er. Bahçecik, küçük bahçe.
(Reliure janséniste). jardineux,euses. (Değerli taşlarda) Leke (Diamant
jante diş. Tekerleğin çember kısmı, ispit, cant. jardineux, pierre jardineuse).
janvier er. Ocak, ocak ayı (Il reviendra en janvier). jardinier,ère s. 1. Bahçeye değgin; bahçecilikle
japon er. 1. Japonya. 2. Japon porseleni. 3. Fildişi ilgili (Culture jardinière, plantes jardinières). 2.
renginde bir cins güzel kâğıt, ad. Bahçıvan (Un outil de jardinier). 3. diş.
japonais,e s. ve ad. 1. Japon; Japonyalı Jardiniyer; alt bölümünde çiçek yetiştirilebilecek
jardiniste 789 jaunissement
şekilde süslenmiş bir ev içi mobilyası. 4. diş. jaspure diş. 1. Alacalı donuk akik rengi. 2. Alacalı
Çocuk yuvasında çalışan bayan öğretmen, akik rengine boyama,
jardiniste ad. Bahçe bezekçisi. jatte diş. Çanak (Une jatte de lait).
jargon er. 1. Bozuk dil. 2. Anlaşılmayan yabancı dil jattée diş. Çanak dolusu (Une jattée de crème).
(Deux étrangers, à la table voisine, parlent un jauge diş. 1. (Ölçeklerde) Ayar (La jauge d'huile
jargon incompréhensible). 3. D a r bir çerçeveye d'une voiture. La jauge d'essence). 2. Fıçının
özgü dil, argo (Le jargon des médecins, le jargon içindekiniölçmekte kullanılan dereceli çubuk. 3.
du sport). 4. San renkli bir tür elmas. 5. Yemen Ölçü ayan olarak kullanılan fıçı. 4. Çeşitli
taşına benzeyen küçük kırmızı bir değerli taş. ölçülerin adı. 5. İçine fidanlann yan yana dikildiği
jargonner gsz. 1. Bozuk bir dille konuşmak; kank. 6. Bir geminin alabildiği yük miktarı (La
anlaşılmayan bir dille konuşmak; argo jauge des bateaux est exprimée en tonneaux).
konuşmak. 2. (Kaz için) Bağırmak, jaugeage er. 1. Hacmini ölçme (Jaugeage d'un
jarre jars dij. 1. Küp, su küpü. 2. er. ç. Kürklerdeki tonneau, d'un réservoir). 2. Ölçme parası. 3. Bir
sert ve dik kıllar (Les jars, c'est-à-dire les poils geminin alabildiği yük miktannı ölçme,
brillants qui ne prennent pas la teinture). jauger gçl. 1. -in hacmini ölçmek (Jauger une
jarret er. 1. (Bacakta) Diz arkası (Pli du jarret). 2. barrique, un navire, un réservoir, une source). 2.
(Düz yada yuvarlak şeylerde) Çıkıntı; iki mec. Değerini ölçmek, değerlendirmek (Jauger à
borunun birleştiği yerde oluşan dirsek. § Avoir du leur juste valeur les grands écrivains du passé. Je
jarret, avoir des jarrets d'acier: Bacaklan çelik l'ai jaugé d'un coup d'œil). 3. gsz. Hacmi
gibi sağlam olmak, uzun süre yorulmadan koşup ... olmak (Navire qui jauge mille tonneaux).
zıplayabilmek, jaugeur er. 1. Ölçü memuru. 2. Ölçü aleti,
jarretelle diş. Çorap bağı. jaunâtres. Sanmtrak ( Un visage jaunâtre. Desmurs
jarretière diş. 1. Çorap askısı, "jartiyer. 2. Çorap jaunâtres).
bağı. 3. Topçu halatı. 4. Bir tür denizci düğümü. 5. j a u n e s . l . S a n (Fleurs jaunes, feuilles jaunes). 2 .er.
İngiltere'de dizbağı nişanı, San renk, san (Jaune clair: Açık sarı. Jaunefoncé:
jars er. 1. Erkek kaz. 2. (Jar yada Jars yazılır) Hırsız Koyu sarı. Jaune citron: Limon sarısı. Jaune
argosu; külhanbeyi dili. paille: Saman sarısı. Tirer sur le jaune: Sarıya
jas er. 1. den. Çipo. 2. Ağıl. çalmak. Tourner au jaune: Sararmak. Peindre en
jasement er. 1. Gevezelik etme, çene çalma. 2. jaune: Sarıya boyamak). 3. er. San ırktan adam.
Çekiştirme, dedikodu etme. 3. (Saksağan, 4. ad. Patrondan yana işçi, sarı işçi, grev kincisi. S.
papağan için) Bağırma, ötme. s. ve ad. Sarı, etliye sütlüye pek karışmayan,
jaser gsz. 1. Gevezelik etmek, çene çalmak (La fille siyasal bir eğilimi olmayan (Une association
jasait sans cesse). 2. (Saksağan, papağan) jaune • C'est un jaune). 6. bel. Sarı renkte, sarı
Bağırmak, ötmek. 3. (Bebek için). Cıvıldamak, renkle, sanya (Cette enseigne électrique éclaire
gay guy etmek, konuşur gibi sesler çıkarmak jaune). § Fièvre jaune: hek. San humma. Race
(Bébé qui jase dans son berceau). 4. Gevezeliği jaune: Sarı ırk. Rire jaune: Zoraki gülüş,
yüzünden gizli bir şeyi ortaya vurmak (Un istemeden gülme. Syndicat jaune: Sarı sendika.
complice a jasé et la police a mis la main sur toute la Etre jaune comme un citron, comme un coing:
bande). 5. Dedikodu yapmak, çekiştirmek (Les Limon gibi sapsan olmak, ayva gibi sararmak.
visites continuelles qu'il reçoit font jaser les jaunet,tes. 1. Hafif sarı. 2. er. hlk. Altın para, sarı
voisins). 6. Jaser de qch: -konusunda dedikodu lira, sarıkız. Jaunet d'eau: hlk. Sarı nilüfer,
yapmak (Tout le monde en jaserait et rirait de moi). jaunir gçl. 1. Sarartmak; sanya boyamak
jaserie diş. 1. Gevezelik. 2. Cıvıldama, cıvıltı. (L'automne a jauni les feuilles. La nicotine jaunit
jaseur,euse s. ve ad. 1. Geveze, çalçene. 2. er. les doigts). 2. gsz. Sararmak (Les feuilles des
İpekkuyruk kuşu. arbres commencent à jaunir. Papier, dentelle qui a
jasminer. 1. Yasemin. 2. Yasemin kokusu, yasemin jauni).
kolonyası. jaunissante s. Sararan, sararmış (Les épis
jaspe er. Alacalı donuk akik (Vase de jaspe). § Jaspe jaunissants).
sanguin: Kan taşı. jaunisse diş. Sarılık (hastalığı). § En faire une
jasper gçl. Alacalı donuk akik gibi boyamak, alacalı jaunisse: Çok pişman olmak, büyük bir pişmanlık
akik görünümü vermek, duymak.
jaspiner gsz. hlk. Konuşmak, çene çalmak, jaunissement er. Sararma; sarartma (Le
gevezelik etmek. jaunissement des dents, d'un teint).
java 790 jeter
java diş. Bir dans, java. § Faire la java: hlk. Yiyip jésuitique). 2. Cizvitlere yaraşır, Cizvitçe
içip eğlenmek, keyif sürmek, (Formule, procédé jésuitique).
javanais,e s. vead. 1. Javalı, Java adası ve halkına jésuitiquement bel. Cizvitçe; iki yüzlülükle,
değgin. 2. er. Java dili. 3. er. Kuş dili (Parler ikiyüzlüce.
javanais: Kuş dili konuşmak). jésuitisme er. 1. Cizvitlik. 2. mec. İkiyüzlülük,
javel diş. Çamaşır suyu, arıtıcı, Javel çaıuaşır suyu. düzencilik, dalaverecilik,
(Eau de Javel de denir), jésuser. 1.56x76boyundakâğıttabakası. 2. Çocuk
javelage er. 1. Biçilen ekini kucak kucak yere Isa heykeli .3. hlk. Yavru, yavrucuk ; çocuk ; kuzu,
serme. 2. (Yere serilmiş buğday demetlerinin) kuzucuk (Mon jésus).
Sararıp kuruma süresi, jet er. 1. Atma, fırlatma (Armes de jet. Le jet d'une
javeler gçl. 1. (Biçilmiş ekini) Kurumak üzere pierre, d'une grenade). 2. Fışkırma (Un jet de
demet demek sermek. 2. gsz. (Ekin) Kurumak, sang. Il a été brûlé par un jet de liquide bouillant).
sararmak, 3. Demet, huzme (Un jet de lumière. Le jet
javeline diş. Uzun ve ince mızrak, lumineux d'un lampe de poche). 4. bitb. Sürgün,
javelle diş. 1. Bağlanmadan yere serilmiş ekin filiz, dal (Des jets d'un arbre, d'une ronce). 5. Jet
demeti; bir kucak ekin. 2. Tuzladan çekilmiş tuz uçağı, tepkili uçak. 6. (Erimiş maden için)
yığını. Döküm. § Le jet d'eau: Fıskiye. Le premier jet: İlk
javellisation diş. (tçme suyunun) Mikroplannı taslak (Le premier jet d'un poème, d'un article,
Javel suyu ile öldürme; Javel suyu ile arıtma, d'un livre). A un jet de pierre: Bir taş atımı ötede,
javelliser gçl. (içme suyunun) Mikroplannı javel bir taş atımı uzaklıkta. A jet continu: Durmadan,
suyu ile öldürmek; javel ile arıtmak (Javelliser de durmamacasına, sürekli olarak, habire (Débiter
l'eau). des mensonges à jet continu). D'un seul jet, d'un
javelot er. 1. Mızrak. 2. (Atletizm) Cirit (Le lancer jet: Bir çırpıda (Le roman a été écrit d'un seul jet
du javelot). pendant les vacances). Du premier jet:
jayet er. yerb. Kara kehribar, kara samankapan, Birdenbire, hemen, ilk anda, ilk çıkışta, ilk
jazz er. Caz (Orchestre de jazz). adımda (Atteindre la perfection du premier jet).
jazzman er. Cazcı. jetage er. 1. Atma, salma (Le jetage du bois flotté
je add. 1. (Tekil birinci kişiyi göstermek üzere dans les cours d'eau). 2. (Veterinerlikte)
eylemlere özne olarak getirilir. Ünlü ile başlayan Hayvanlarda anormal burun akması,
bir eylemin başında j' biçimini alır) Ben (Je jeté er. 1. Dans adımı. 2. Mobilya örtüsü (Un jeté de
travaille: Ben çalışıyorum). 2. er. fels. B e n , "ene. table brodé).
jeannette diş. 1. Zincir yada kaytana takılıp boyuna jetée diş. Dalgakıran (5e promener, pêcher sur la
asılan küçük haç. 2. Giysi kolu ütülemeye yarayan jetée).
ayaklı yastık, jeter gçl. 1. A t m a k (Jeter une pierre dans l'eau). 2.
jeep [3İp] diş. Cip (otomobili). Fırlatmak, atmak (Jeter sa casquette en l'air, jeter
jéjunum er. biy. Boş bağırsak, quelques graviers contre une fenêtre). 3.
je-m'en-fichisme, je-m'en-foutisme er. tkz. Savurmak, yağdırmak (Jeter des menaces, des
Nemegerekçilik, "nemelâzımcılık. insultes). 4. İçine düşürmek, sokmak, atmak (5a
je-m'en-fichiste, je-m'en-foutiste s. ve ad. tkz. mort jeta sa famille dans le désespoir. Cette
Nemegerekçi, nemelâzımcı. proposition me jeta dans l'embarras). S. Salmak,
je ne sais quoi er. (Değişmez). Bilmem ne, bir şey (II yaratmak, -e yol açmak (Le crime jeta l'effroi dans
y a chez lui un je ne sais quoi qui inquiète). la ville. Cette nouvelle jeta le trouble dans le pays).
jérémiade diş. tkz. Bitmez tükenmez yakınma, 6. Dökmek; dışanya vermek, ortaya dökmek
ağlayıp sızlama (Je suis écœuré de tes jérémiades). (Jeter des larmes. Jeter son venin). 7. Atmak,
jersey er. 1. Jerse (Jersey de laine, de soie). 2. Yün kurmak, yapmak (Jeter un nouveau pont sur le
kazak (Porter un jersey à col roulé qui monte Rhin). 8. Atmak, koymak (Jeter un manteau sur
jusqu'au menton). ses épaules. Jeter son vêtement sur une chaise). 9.
jésuite er. 1. Cizvit tarikatından olan; Cizvit; Cizvit Jeter qch à: -e bir şey vermek, atmak (Jeter un
papazı. 2. mec. hkr. İkiyüzlü, düzenci, dümenci, morceau de pain à un animal du zoo). § Jeter
dalavereci. 3. s. a) Cizvitlere değgin (Art, style l'ancre: Demir atmak. Jeter sa gourme: (Gençlik
jésuite), b) İkiyüzlü, sinsi, düzenci (Il a un air çılgınlıkları yapan gençler için) Gençliğini
jésuite). yapmak, kurtlarını dökmek. En jeter: (Kadınlar
jésuitique s. 1. Cizvitlere özgü (Morale için) Havalı olmak, havası olmak, çekici ve güzel
jeter 791 jeu
olmak. Jeter les bases, les fondations de qch: -in Gay-Lussacse jette dans la rue Claude-Bernard). §
temelini atmak. Jeter le grappin sur: -e çengel Se jeter aux pieds de qn, aux genoux de qn: -in
atmak, kanca takmak. Jeter le trouble dans: -e ayaklarına kapanmak. Se jeter à corps perdu dans
anlaşmazlık tohumu ekmek, "nifak sokmak. Jeter qch: -e balıklamasına dalmak, tehlike falan
uncoupd'œilsur: -e şöyle bir göz atmak. Jeter qch demeden atılmak, büyük bir coşkuyla girişmek.
à la poubelle: Çöp sepetine atmak. Jeter qn hors Se jeter dans la gueule du loup: Kendini göz göre
des gonds, hors de ses gonds: Zıvanadan göre tehlikeye atmak, kendini kurdun ağzına
çıkarmak, çileden çıkarmak. Jeter qn en prison: atmak. Se jeter sur qn à bras raccourcis: -e
Hapse atmak, dama tıkmak. Jeter à terre: Yere şiddetle vurmak; yumruklarım sıkıp -in üzerine
düşürmek, yere atmak, yıkmak. Jeter de la atılmak, saldırmak. S'en jeter un, s'en jeter un
poudre aux yeux: Göz boyamak, göz derrière la cravate: tkz. Bir kadeh yuvarlamak,
kamaştırmak. Jeter de l'huile sur le feu: Yangına bir tek atmak.
körükle gitmek, kızıştırmak. Jeter les dés: Zarları jeteur, euse od. Büyücü.
atmak, gemileri yakmak, kesin karar vermek. jeton er. (Kumarda, telefonda, garsonların kasa ile
Jeter des pierres dans le jardin de qn: -e taş atmak, hesaplaşmasında vb kullanılan) Marka, jöton
söz dokundurmak. Jeter feu et flamme: Ateş (Jeton de téléphone. Jetons servant à la roulette), f
püskürmek. Jeter la pierre à qn: -i suçlamak, Faux jeton: tkz. İkiyüzlü, dalkavuk, düzenci,
töhmet altında bırakmak. Jeter l'argent par la dümenci. Jeton de présence: Huzur hakkı. Vieux
fenêtre: Parasını har vurup harman savurmak, jeton: tkz. Moruk, babalık. Avoir les jetons: hlk.
hesapsız harcamak, sokağa atmak. Jeter le froc Korkmak, ödü kopmak, üç buçuk atmak. Donner
aux orties: Papazlıktan, keşişlikten vazgeçmek. les jetons à qn: -i korkutmak, ödünü patlatmak.
Jeter le gant à qn: -e meydan okumak; -e hodri Prendre un jeton: hlk. Sevişme sahnelerini gizlice
meydan demek ; -i düelloya davet etmek. Jeter des dikizlemek.Sepayer un jeton:Göz banyosu yapmak.
pommes cultes à: -i domates çürüğüne tutmak; jettatore er. ît. Büyücü.
yuhalayıp taşlamak. Jeter qch à la tête de qn, au jettatura diş. ît. 1. Kem göz, nazar 2. Büyü; büyü
nez de qn: -i birinin hep başına kakmak, hep yapma.
gözüne sokmak, hep ortaya dökmek. Jeter des j e u er. 1. Oyun (Interrompre le jeu des enfants. Jeu
perles aux pourceaux, aux cochons: Köpeğe gem de saute-mouton, jeu de marelle, jeu de balle, jeu
vurmak, birine yaraşık olmadığı biçimde de coltin-maillard). 2. Oyun takımı (Un jeu de
davranmak; bilgisini boş yere harcamak; eşeğe cartes, un jeu de dames). 3. Oyun alam (La balle
altın semer vurmak. Jeter qch en moule: -i kalıba est sortie du jeu. Un joueur qui a été mis hors jeu).
dökmek. Jeter qch sur papier: -i kâğıda geçirmek, 4. (İskambilde bir oyuncunun elindeki) Kâğıtlar
yazıya dökmek, yazmak. Jeter les yeux sur qch: (Tenir son jeu dans la main. Ne pas laisser voir son
Gözlerini -e dikmek, -i "far ket mek. Jeter son jeu). S. (Çalgı) Çalış (Le jeu brillant d'un
dévolu sur qch: -e göz koymak, -e göz dikmek, -i violoniste). 6. (Sahnede) Oynayış, oyun tarzı (Le
yeğlemek, seçmek. Jeter sa langue aux chats, aux jeu d'un acteur. Un jeu très sobre). 7. Kumar
chiens: (Bir bilmece vb) Bulamamak, (Aimer le jeu. Se ruiner au jeu). 8. Düzgün
çözememek; çözemeyeceğini kabul edip işleme, çalışma (Le jeu d'un ressort, d'un verrou.
vazgeçmek. Jeter sa poudre aux moineaux: Le jeu des muscles, des doigts). 9. Tam takım (Un
Boşuna yorulmak, dil dökmek. Jeter un sort à qn: jeu de clefs). 10. Oyun, numara (C'est un jeu, ce
-e büyü yapmak. Jeter un voilesur qch: -in üzerine n'est pas sérieux). 11. Aralık, açıklık (Donner du
perde çekmek, sünger çekmek. Jeter bas: 1. jeu à une fenêtre, à un tiroir. Jeu d'un cylindre). 12.
Havaya uçurmak (Jeter bas une cheminée (Kumarda ileri sürülen) Para, koz (Jouer petit jeu,
d'usine). 2. Devirmek, yere yıkmak (Jeter bas un jouergrosjeu. Faites vos jeux). 13. Oyunun kuralı,
arbre). Jeter qch au feu: Yakmak, ateşe atmak uyulması gereken kurallar (C'est le jeu: Kural bu,
(Jeter au feu des lettres compromettantes). Jeter les oyunun kurah böyle. Ce n'est pas de jeu: Olmaz;
brasautourducoudeqn: -i kucaklamak, kollanm oyunun kuralında bu yok, bu kurala uygun değil).
boynuna dolamak. §Sejeter: 1. Atılmak, atlamak § Jeu de mot: Sözcük oyunu (Faire un jeu de mot).
(Se jeter à l'eau, se jeter par la fenêtre). 2. Jeud'esprit: Şaka. Jeu d'enfant: Çocuk oyuncağı,
(Akarsular için) Dökülmek (La Durance se jette basit şey, ciddilikten uzak şey (Ce n'est pas jeu
dans le Rhône). 3. Se jeter dans qch: a) -e atılmak, d'enfant). D'entrée de jeu: Hemen, daha baştan,
girişmek (Se jeter dans une lutte, dans une affaire). başlar başlamaz (D'entrée de jeu, il posa la
b) -ile birleşmek, kavuşmak (L'endroit où la rue question essentielle). Par jeu: Keyf için, zevk için
jeun 792 jeunot
(Agir par jeu. Il l'a fait par jeu). Jeu de main, jeu de ağzına tek bir lokma koymamış olmak,
vilain: El şakası, eşek şakası. Le jeu n'en vaut pas jeune s. 1. Genç (Un jeune homme, une jeune
la chandelle: Kılınan namaz ürkütülen kurbağaya femme, une jeune fille). 2. Taze, dinç (Une jeune
değmez. Heureux au jeu, malheureux en amour: plante, un jeune visage. Restez jeune). 3. Yaşı
Kumarda kazanan sevgide yitirir. Les jeux sont küçük, genç (Un jeune professeur, un jeune
faits : Zarlar atıldı,olan oldu artık,değişebilecek écrivain). 4. Yeni kurulmuş, genç (Unejeune
bir şey yok artık. Avoir beau jeu: Kolaylıkla üstün république, une jeune industrie) 5. Toy,
çıkacak durumda olmak, rahat rahat deneyimsiz, saf (Il est jeune et facile à tromper). 6.
kazanabilecek durumda olmak. Avoir beau jeu de tkz. Az, yetmez, yetersiz (Cent francs! C'est un
f. qch: Rahat rahat -cek durumda olmak (ila beau peu jeune). 7. Küçük, yavru (Jeune chien, jeune
jeu de vous reprocher maintenant votre dédain). chat. Gaieté de jeune animal). 8. Jeune de qch: -si
Bien jouer son jeu: Oyununu iyi oynamak, genç, -si dinç (Etre jeune de corps, de visage, de
numarasını iyi yapmak. Cacher son jeu: Niyetini cœur). 9. bel. a) Genç, genç yaşta (Mourir jeune).
saklamak, numarasını hiç belli etmemek. Entrer b) Gençler gibi (S'habiller jeune). § Faire jeune:
dans le jeu: Oyuna girmek, başlamak, bir işe Genç görünmek, dinç görünmek (Il fait encore
katılmak. Entrer dans le jeu de qn: 1. -in işine jeune). Faire plus jeune que son âge: Yaşından
katılmak, kazancına ortak olmak. 2. -in yanını genç göstermek. Etre jeune dans le métier:
tutmak, -den yana olmak. Entrer en jeu: 1. İşin Mesleğinde henüz toy olmak, deneyimsiz olmak,
içine girmek, karışmak, müdahele etmek (Des acemi olmak. 10. ad. Genç, delikanlı
forces puissantes sont entrées en jeu). 2. mec. Söz (L'intolérance des jeunes. Les jeunes et les vieux).
konusu olmak, işin içine girmek (Il y a d'autres 11. ad. (Hayvanlar için) Yavru (Chatte qui va
facteurs qui entrent en jeu). Etre pris à son propre avoir des jeunes).
jeu: Kendi oyununa gelmek, kazdığı kuyuya jeflne er. 1. Oruç (Le jeûne du Ramadan, du carême.
düşmek. Etre vieux jeu: 1. Modası geçmiş olmak Observer le jeûne: Oruç tutmak. Rompre le jeûne:
(C'est vieux jeu). 2. Beğenisi çağının beğenisine Oruç bozmak). 2. Perhiz (Jeûne prescrit à titre
uymamak, çağının gerisinde kalmak (Il est vieux médical. Le médecin prescrit un jeûne complet
jeu). Faire le jeu de qn: İstemeden -e yardım etmiş pendant trois jours). 3. mec. Yoksunluk (Ne pas
olmak; -in ekmeğine yağ sürmek. Jouer gros jeu: pouvoir lire est un véritable jeûne pour l'esprit).
1. Kumarda büyük parayla oynamak. 2. Tehlikeli jeûner gsz. 1. Oruç tutmak (Les musulmans jeûnent
bir işe girişmek, büyük oynamak. Jouer franc jeu: pendant le Ramadan). 2. Perhiz yapmak (Un
Apaçık olmak, oyunu ortada olmak, saklısı gizlisi malade qui jeûne). 3. Hiçbir şey yememek, aç
olmamak. Jouer double jeux: İkili oynamak, iki acına durmak (Son manque d'argent l'obligeait
yanı da kollamak. Jouer le jeu: Bir şeyin, bir parfois à jeûner tout un jour).
oyunun kurallarına uymak. Jouer le grand jeu: jeunesse 1. Gençlik (Un péché de jeunesse. Dans
Amacma ulaşmak için elinden geleni yapmak, le temps de ma jeunesse). 2. Dinçlik, tazelik,
varını yoğunu ortaya koymak. Mettre en jeu: gençlik ( La jeunesse de son cœur, de son visage). 3.
Tehlikeye sokmak, yitirmeyi göze almak, ortaya (Bir şeyin) İlk yıllan (La jeunesse d'une industrie).
koymak (Mettre en jeu d'importants capitaux). 4. Tazelik, yenilik (La jeunesse d'un vin, d'une
Tirer son épingle du jeu: Bir işten ustaca eau-de-vie, d'un arbre). S. Gençler, gençlik
sıyrdmak, tereyağından kıl çeker gibi sıyrılmak, (Instruire la jeunesse. Lectures, spectacles pour la
paçasını kurtarmak. Se faire un jeu de qch: -in jeunesse). 6. (Eski) Gençkız, körpe, taze
üstesinden kolayca gelmek (Se faire un jeu des (Vieillard qui épouse une jeunesse). 7. ç. Gençlik
difficultés). Se faire un jeu de f. qch: -mekten kolu, gençler (Les jeunesses hitlériennes). §N'être
hoşlanmak, -mekle eğlenmek (Il se fait un jeu de plus de la première jeunesse: Artık genç
contredire son adversaire). Se piquer au jeu: olmamak, yavaş yavaş yaşlanmak. Les voyages
Yılmamak, direnmek, ayak diremek. Voir clair forment le jeunesse: Çok gezen çok bilir. Si
dans le jeu de qn: -in niyetini anlamak, oyununu jeunesse savait, si vieillesse pouvait: Gençler
sezmek. bilmez, yaşhlannsa gücü yetmez,
jeudi er. Perşembe. § La semaine des quatre jeudis: jeunet, te s. tkz. Pek genç, toy; gencecik (Elle est
Çıkmaz ayın son çarşambası; hiçbir zaman (II encore bien jeunette).
vous remboursera la semaine des quatre jeudis). jeûneur, euse ad. Oruç tutan, oruçlu,
jeun (à) bel. Aç karnına, aç acına (Il faut prendre ce jeunot er. tkz. Genç, delikanlı, tıfıl (Un petit
remède à jeun). § Etre à jeun: Aç karrnna olmak, jeunot).
jiu-jitsu 793 joliment
jiu-jitsu er. Japon güreşi. yakasını bir araya getirmek (Je n'arrive pas à
joaillerie diş. 1. Cevahir, mücevher. 2. joindre les deux bouts). § Se joindre: 1.
Cevahircilik, mücevhercilik (Travailler dans la Kavuşmak, birleşmek (Les mains se joignent). 2.
joaillerie) 3. Cevahirci dükkânı, mücevherat Se joindre à: a) -e karışmak (Se joindre à la foule).
dükkânı (Une grande joaillerie parisienne). b) -e katılmak, -ile birleşmek (Il s'est joint à nous
joaillier, ère s. vead. Cevahirci, mücevheratçı. pour demander la levée de la punition), c) -e
job er. tkz. İş (Etudiant qui cherche un job). § katılmak, "iştirak etmek (Se joindre à la
Monter le job à qn: -in kafasını çelmek, kafasını discussion, à la conversation, au débat), d) -e
doldurmak, -i aldatmak, girmek, üye olmak (Se joindre à un parti).
jobard, es. vead. tkz. Aptal, ahmak, enayi, safdil, joint, es. 1. Bitiştirilmiş, bağlanmış ( Objets joints en
jobarder gçl. Aldatmak, kandırmak, enayi yerine faisceau). 2. Kavuşturulmuş, birleştirilmiş
koymak. (Mains jointes pour laprière). 3. Birleştirilmiş, bir
jobarderie, jobardise diş. tkz. Aptallık enayilik araya getirilmiş, birleşik (Efforts joints). 4. Joint
saflık, ahmaklık, à: -e ekli, eklenmiş (Lettre jointe à un paquet.
jockey er. Cokey, binici, Clause jointe à un traité). § Ci-joint: Ekte, buna
jocrisse er. Aptal, enayi, safoğlan. bağh olarak, ilişikte (Vous trouverez ci-joint la
joie diş. 1. Se vinç ("La joie et la douleur. Crisdejoie). copie du document. Ci-joint la copie).
2. Zevk, sevinç kaynağı (C'est une joie de vous jointer. 1. Aralık, açıklık (Remplir un joint avec du
recevoir). 3. ç. Zevk ve eğlence, "nimetler (Les plâtre. Joints d'une fenêtre). 2. Eklem (Le joint de
joies de la vie). 4). ç. mec. Sıkıntı, "dert, cilve (Les l'épaule, du genou). 3. mec. tkz. Püf noktası
joies du mariage. Encore une panne, ce sont les (Chercher, trouver le joint). 4. Conta (Joint de
joies de la voiture!). § A cœur joie: Doyasıya, robinet). 5. argo. Esrar, uyuşturucu,
canının istediğince (Il s'est enfoncé à coeur joie jointée diş. Yan yana iki avucun alabildiği miktar,
dans la méditation). Fille de joie: Orospu, "fahişe. hapaz (Une jointée d'orge).
Bondir, sauter de joie: Sevincinden zıplamak, jointif, ive s. Bitişik, kenarları birbirine değen
havaya sıçramak. Eprouver de la joie: Sevinç (Planches jointives).
duymak. Etre au comble de la joie: Sevincin jointoiement er. *Bitişgeleme, duvar taşlarının
doruğunda olmak, çok sevinmek. Etre transporté arasına harç koyma, "derz etme; derz olma.
de joie: Sevinçten kendinden geçmek. Etre fou de jointoyer gçl. Bitişgelemek, duvar taşlarının
joie, ivre de joie: Sevinçten deli olmak, kendinden araşma harç koymak, derz etmek,
geçmek. Etre en joie: Sevinçli olmak. Mettre qn en jointoyeur er. Derz yapan işçi, derzci,
joie: -i sevindirmek. Ne plus se sentir de joie: "bitişgelemci.
Sevincine diyecek olmamak, çok mutlu olmak, jointure diş. 1. Eklem (Jointure des doigts. Faire
çok sevinmek. Se faire une joie de f. qch: -mek craquer ses jointures). 2. Bitişme yeri; bitişme
kendisi için bir zevk olmak (Il s'est fait une joie de biçimi; *bitişge, *bitişgi.
nous accompagner). S'en donner à cœur joie: joker er. tng. (İskambilde) Joker.
Zevkten dört köşe olmak, sonsuzca sevinmek, joli , e s. 1. Hoş, sevimli, şirin, cici, güzel (Jolie
joindre gçl. 1. Bitiştirmek (Joindre les deux bouts de femme, jolie fille, joli garçon. Elle a de jolies
la ficelle par un nœud). 2. Kavuşturmak (Joindre jambes). 2. Hatırı saydır, önemli, epeyce,
les mains). 3. Birleştirmek (Le sang les avait oldukça çok (Obtenir de jolis résultats. Avoir une
joints, l'intérêt les sépare. Il nous faut joindre nos jolie situation, de jolis bénéfices). 3. (Alaylı, ters
efforts). 4. Bulmak, ilişki kurabilmek, konuşmak anlamda) İyi, doğrusu çok iyi (Tu lui asjoué un joli
(Je l'ai joint par téléphone. Je n'arrive pas à le tour! Elle est jolie, votre idée!). 4. Eğlenceli,
joindre pour lui parler de cette affaire) 5. güldürücü (Un. joli mot). S. er. Hqş, sevimli (Le
Kavuşmak, katılmak "iltihak etmek (Régiment joli et le beau). 6. er. Hoş yanı, hoş taraf; işin hoş
quijoint sa division). 6. Joindre qch à: a) Bir şeyi -e yanı (Le plus joli de l'histoire, c'est que tu es plus
katmak, -ile birleştirmek (Joindre l'utile à ignorant que lui). 7. er. tkz. Çok kötü; doğrusu
l'agréable. Joindre le geste à la parole), b) Bir şey i çok güzel (Ters anlamda) (C'est du joli d'agir
-e eklemek (Je joins à cette lettre un chèque de cent dans son dos!). § Faire le joli cœur: Kibar
francs. Joignez ce témoignage aux autres). 7. gsz. görünmeye çalışmak, kibarlık numarası yapmak,
İyice kavuşmak, kapanmak, birleşmek (Planches joliesse diş. Hoşluk, şirinlik, sevimlilik, cicilik (La
qui joignent bien. Porte qui joint). § Joindre les joliesse de ses gestes).
deux bouts: İki ucunu bir araya getirmek, iki joliment bel. 1. Hoş bir şekilde (Il est joliment
jonc 794 jouer
habillé). 2. Çok, pek (Ça arrangerait joliment nos oynamak. 3. (Bir çalgıyı) Kötü ve isteksiz çalmak,
affaires). joubarbe diş. bitb. Damkoruğu.
jonc er. bitb. 1. Saz, hasirotu (Un panier de jonc). 2. joue diş. 1. Yanak (Se farder les joues. Avoir des
Hezaren baston (Il fouettait l'air avec un jonc dont joues creuses, pendantes, rebondies, rouges,
la pomme d'or brillait). 3. Kaşsız yüzük, düz halka pâles. Avoir de grosses joues). 2. Yan yüz, yanlık
yüzük (Il portait au doigt un jonc d'or). (Joue d'un fauteuil, d'un canapé). § Coup sur la
joncer gçl. Sazla örmek, hasırotuyla örmek, hasır joue: Tokat, sille. Coucher, mettre qch en joue:
geçirmek (Joncer une chaise, un fauteuil). Nişan almak için -i yanağına dayamak (Mettre,
jonchée diş. 1. Törenlerde yere serilen çiçek, dal, coucher en joue un fusil, une carabine). Coucher,
vb. 2. Yere saçılmış şeyler. 3. Lor peyniri. 4. mettre, tenir qch en joue: -e nişan almak
İçinde lor peyniri yapılan saz sepet, (Coucher, mettre, tenir une cible, un ennemi en
joncher;;/. 1. Örtmek, kaplamak, doldurmak (Des joue). Embrasser qn sur la joue, sur les joues:
feuillets déchirés jonchaient le tapis). 2. (Bir şeyin Birini yanağından, yanaklarından öpmek.
üzerinde) Saçılmak, yayılmak, dağılmış Tendre l'autre joue: (İsa'nın yaptığı gibi,
bulunmak (Des débris jonchaient le sol). 3. kendisine bir tokat vurana) Öbür yanağını
Joncher qch de qch: Bir şeyi -ile kaplamak, uzatmak. Se caler les joues: hlk. Yemek,
doldurmak (Joncher un ehemin de fleurs, de avurtlarını şişire şişire yemek. En joue! yada
rameaux). 4. Etre jonché de: -ile kaplanmak, yalnızca Joue!: Nişan al! Nişan!
örtülmek, dolu olmak (Terre jonchée de feuilles, jouer gsz. I . Oynamak (Les enfants jouent dans le
de fleurs. Champ de bataille jonché de cadavres). jardin). 2. Şaka yapmak (Ce n'était pas sérieux,
jonchère, jonchaie, joncheraie diş. 1. Sazlık. 2. Saz c'était pour jouer. Il dit ça pour jouer). 3. (Bitişik,
yığını. yapışık şeyler için) Yerinden oynamak, atmak,
jonction diş. 1. huk. Birleştirme (Jonction des ayrılmak (Panneau de bois qui joue. Meuble qui
causes: Dâvaların birleştirilmesi). 2. Birleşme, joue). 4. İşin içine girmek, etkisi olmak, söz
birleştirme (Point de jonction. Jonction de deux konusu olmak, önem taşımak (La question
routes. Jonction de deux rivières par un canal). 3. d'intérêt ne joue pas entre nous). 5. Kumar
Birleşme yeri, kavuşma yeri. § A la jonction de: -in oynamak (Il boit et il joue). 6. Jouer avec: a) -ile
birleştiği yerde, kavuştuğu yerde (A la jonction oynamak, eğlenmek (Jouer avec sa poupée). b)-i
des deux lignes de chemin de fer). tehlikeye sokmak, -ile oynamak (Il joue avec sa
jongler gsz. 1. Hokkabazlık yapmak, gözbağcılık santé, sa tête). 7. Jouer à qch: (Oyun ve spor)
yapmak, elçabukluğu gösterileri yapmak. 2. Oynamak (Jouer aux cartes, aux dominos, aux
Jongler avec: a) -ile hokkabazlık yapmak, échecs. Jouer à cache-cache, au tennis, au football,
elçabukluğu gösterileri yapmak (Clown qui à saute-mouton, à la marelle). 8. Jouer à qn:
jongle avec des boules), b) -ile u s n e a oynamak Kendine ...süsü vermek, ...geçinmek (Jouer au
(Jongler avec des mots, des idées, des chiffres). grand seigneur, jouer au grandsavant). 9. Jouer de
jonglerie diş. 1. Elçabukluğu, gözbağcılık, qch: a) (Çalgı) Çalmak (Jouer du piano, du
hokkabazlık. 2. (Kötü anlamıyla) Hokkabazlık, violon, de l'acordéon, de la mandoline), b) -i iyi
jongleur, euse ad. 1. Hokkabaz (Les tours d'un kullanmak, -in kullanmasını becermek (Jouer du
jongleur), 2. mec. Hokkabaz;-i ustalıkla kullanan couteau, du bâton, du revolver), c) -i sömürmek,
(Ce poète est un jongleur de mots). 3. er. -den yararlanmak (Jouer de son ascendant, de son
(Ortaçağda) Saz şairi, infirmité), d) -li olmak, -içinde yüzmek (Jouer de
jonque diş. (Uzakdoğuda kullanılan) Yelkenli, malheur, de bonheur, de malchance). 10. Jouer
jonquille diş. 1. Fulya, fulya çiçeği. 2. er. Beyaz ile sur: a) -üzerinde oynamak (Jouer sur les mots), b)
san karışımı renk. 3. s. değişmez. Fulya sarısı; -in üzerinde vurgunculuk yapmak (Jouer sur les
beyaz-sarı (Une robe jonquille). grains) c) -den yararlanmaya çalışmak, umudunu
jordanie diş. Ürdün. -e bağlamış olmak (Jouer sur la victoire, jouer sur
la misère d'autrui). 11. gçl. Jouer qn: -i aldatmak,
jordanien, ne s. ve ad. Ürdünlü; Ürdün ve
oyunagetirmek (Ilm'a joué). 12. gçl. Jouer qch: a)
Ürdünlü'lere değgin,
.. .oynamak, -i oynamak (Jouer unpion, une carte.
jota diş. Bir İspanyol dansı,
Jouer pique), b) Temsil etmek, canlandırmak,
jouable s. Oynanabilir (Cette pièce n'est pas
oynamak (Jouer une tragédie, un rôle), c) Çalmak
jouable).
(Jouer un concerto, jouer Mozart, jouer du
jouailler gsz. 1. Eğlence olsun diye ufak parayla
Mozart), d) -imiş gibi geçinmek (Jouer les
kumar oynamak. 2. (Bir oyunu) Kötü ve isteksiz
jouer 795 joug
jouir gsz.l. Jouir de qch:a)-den yararlanmak,-si var devenues insignifiantes). De jour: 1. Gündüz,
olmak,-in iyesi olmak,-e sahip olmak (Jouir d'un gündüzleyin (Travailler de jour). 2. Nöbetçi,
bien, d'une grande richesse), b) -in tadını nöbette olan (L'officier de jour. Etre de jour:
çıkarmak (Jouir de la vie) c) -e kavuşmak, erişmiş Nöbetçiolmak, nöbette olmak). De tous les jours:
olmak, elde etmek (Jouir des droits civils, d'un Her günkü, her zaman görülen, alışılmış,
droit). 2. Cinsel doyuma ulaşmak, gündelik. Du jour au lendemain: Akşama sabaha
jouissance diş. 1. huk. Yararlanma, "tasarruf, (Du jour au lendemain tout peut changer). De jour
kullanma (Avoir la libre jouissance d'un en jour: Günden güne, gün be gün. D'un jour à
appartement dès son achat. L'usufruitier a la l'autre: Günden güne. Jour et nuit: Gece gündüz.
jouissance d'un bien sans en avoir la propriété). 2. Par jour: Günde (Il gagne cinquante livres par
Tad, zevk ( E p u i s e r toutes les jouissances de la vie). jour). Attenter à ses jours: İntihara kalkışmak.
jouisseur,euse s. ve ad. Zevkine düşkün, vur Donner le jour à: -i doğurmak, dünyaya getirmek ;
patlasın çal oynasın diyen, zevkten eğlenceden -e vücut vermek. Etre clair comme le jour: Gün
başka bir şey düşünmeyen (Elle estjouisseuse. Un gibi açık olmak. Etre comme le jour et la nuit:
jouisseur paresseux et égoïste). Taban tabana zıt olmak, akla kara gibi birbirinin
joujou er. 1. (Çocuk dilinde) Oyun. 2. Oyuncak (Le tersi olmak. Etre dans un jour de gaieté, de bonne
joujou est la première initiation de l'enfant à l'art). humeur: Neşeli bir gününde olmak. Etaler,
§ Faire joujou avec: (Çocuk dilinde) -ile oynamak exposer qch au grand jour: -i açıklamak, gözler
(Faire joujou avec une poupée). önüne sermek, ortaya dökmek. Mettre au jour:
joule er. fiz. Jul. Bulmak, gün ışığına çıkarmak (Ona mis au jour
jour er. 1. Gün ışığı (Laisser entrer le jour dans une les restes d'une ville ancienne). Mettre qch à jour:
chambre). 2. G ü n , güneş (Lespremières lueurs du -i açıklamak, aydınlığa kavuşturmak. Percer à
jour. Le jour se lève, le jour baisse). 3. (Süre jour: (Bir gizi) Bulmak, ortaya çıkarmak,
olarak) G ü n (La conférence durera trois jours). 4. "keşfetmek. Prendre jour: Gün almak, randevu
Gündüz (Le jour et la nuit). 5. Aydınlık, ışık (Le almak. Recevoir lejour, voir lejour, venir aujour:
jour d'une lampe). 6. Pencere, ışık alacak yer, ışık Doğmak, dünyaya gelmek. Se faire jour:
deliği (Percer un jour dans une muraille). 7. Aydınlanmak, ortaya çıkmak (La vérité
Gözenek,"ajur (Faire des jours à un mouchoir). 8. commence à se faire jour). Vivre au jour le jour:
Gün, kabul günü (C'est son jour. J'aimon jour, le Yarınını düşünmeden gününü gün etmek. Voir le
mercredi où je reçois). 9. Hava (Jours d'orage, de jour: 1. Doğmak, dünyaya gelmek (Il a vu le jour
gelée). 10. Kısa bir süre (L'homme vit un jour sur dans un petit village). 2. Gün ışığına çıkmak,
la terre). 11. D ö n e m ; an (Nous avons passé des yayınlanmak (Son roman a vu le jour dix ans après
jours critiques). 12. ç. Yaşam, "hayat (Couler des sa mort).
jours heureux. Finir ses jours). § Demi jour: Zayıf journal er. 1. Günlük, günce (Tenir un journal.
ışık. Faux jour: Gözü aldatan parlaklık, yalancı Ecrire son journal. Le journal de Gide). 2. Dergi
ışık. Un jour: 1. Günün birinde, bir gün (Un jour (Journalde mode. Journaux d'enfants). 3. Gazete
tout changera). 2. (Eski) Kısa bir süre (L'homme (S'abonner à un journal. Crieur, vendeur,
vit un jour sur la terre). Derniers jours, vieux jours: marchand de journaux. Lire le journal, son
Yaşlılık, yaşamın son günleri. Les beaux jours: 1. journal).
İlkbahar. 2. Gençlik günleri. 3. Erinç, refah. Le journalier,ère s 1. Gündelik, her günkü (Travail
jour de l'An: Yılbaşı. L'astre du jour: (Şiir journalier). 2. Gündelikçi ( Ouvrier journalier). 3.
dilinde) Güneş. L'ordre du jour: Gündem. Un ad. Gündelikçi, gündelikle çalışan işçi (Un
beau jour: Günün birinde, bir gün (Un beau jour, journalier, une journalière).
vous verrez ce qui arrivera). L'autre jour: Önceki journalisme er. Gazetecilik (Faire du journalisme).
gün, geçen gün. Chaque jour, tous les jours: Her journaliste ad. Gazeteci.
gün. En plein jour: Güpegündüz. A jour: journalistique s. Gazeteciliğe değgin, gazetecilikle
Gözenekli, ajurlu (Broderie à jour). Au jour le ilgili, gazetecilere özgü (Genre, style
jour: Günü gününe (Gagner sa vie au jour le jour). journalistique).
Du jour: 1. Günlük (Des œufs du jour, nouvelles journée diş. 1. Gündüz, gün (Deux journées entières
du jour). 2. Günün, günümüzün, çağımızın (Le ne lui avaient pas suffi pour faire ce travail). 2.
goût du jour, la mode du jour. L'homme du jour, Günlük iş, çalışma (Aller en journée. Instaurer la
c'est le héros du jour). De nos jours: Günümüzde, journée de huit heures). 3. Gündelik, gündelik
çağımızda (De nos jours, les distances sont ücret. 4. Bir günlük yol (Il y a trois journées de
journellement 797 jugement
vermek (Ses ressources normales ne justifient pas juvénilité de son expression, de ses
son train de vie). 9. (Basımcılıkta bir satira) enthousiasmes).
istenilen uzunluğu vermek (Justifier une ligne). juxtalinéaire s. Metin ile çevirisi yan yana ve satırı
10. (Tanrıbilimde) Günahlarım bağışlamak satırına iki sütun halinde verilmiş (Traduction
(Justifier les pécheurs). 11. Justifier de qch: -i juxtalinéaire).
tanıtlamak, "ispatlamak, -in kamtını göstermek juxtaposables. Yan yana konabilir,
(Justifier de son identité en montrant ses papiers. juxtaposé,e s. 1. Bağımsız, bağlantısız ,yan yana
Justifier de sa qualité). §Se justifier: 1. Aklanmak, konmuş (Ce livre n'est fait que d'idées
kendini temize çıkarmak. 2. Se justifier de qch: juxtaposées). 2. dilb. Bir ilgeçle birbirine
-den aklanmak, temize çıkmak (Se justifier d'une bağlanmamış (Mots juxtaposés, propositions
accusation).
juxtaposées).
jute er. Hint keneviri (Le jute est utilisé dans la juxtaposer gçl. 1. Yan yana koymak (Juxtaposer
fabricationdescordes, des ficelles, des toiles à sac). deux paragraphes, deux phrases). 2. Juxtaposer
juter gsz. tkz. 1. Sulanmak, su kaçırmak (Pêchequi
qch à qch: Bir şeyi -in yanına koymak (Juxtaposer
jute, fruit qui jute). 2. hlk. Söylev çekmek,
une phrase à une autre). § Sejuxtaposer: Yan yana
konuşmak.
gelmek (Les phrases se juxtaposent sans lien).
juteux, euse s. 1. (Meyve vb. için) Sulu (Poire
juteuse). 2. er. ask. argo. Erbaş, juxtaposition diş. Yan yana koyma, yan yana
juvénile s. Gençliğe değgin, gençlere özgü getirme; yan yana konma, yan yana gelme (Un
(Fraîcheur juvénile, sourire juvénile). mot composé estformé par la juxtaposition de deux
juvénilité dis• Gençlik niteliği, gençlik, dirilik (La termes).
k
K,k er. Fransız abecesinin on birinci harfi olup ses kami er. 1. Şintoist dinde tannlar soyu. 2.
bakımından Türk abecesindeki k harfinin (Japonyada) Soyluluk ünvam.
değerindedir, kamichi er. hayb. Güney Amerika'da yaşayan kara
kabuki er. Japonya'da geleneksel tiyatro türü. tüylü uzukbacaklı bir kuş. § Kamichi cornu:
kabyle s. ve ad. Kabil'li; Cezayir'in Kabil Boynuzlukuş.
bölgesinden (Origine berbère des Kabyles. Chien, kamikaze er. (İkinci dünya savaşı sırasında
cheval kabyle). 2. er. Kabil dili, Kabilce, Japonya'da) İntihar uçağı,
kafkaïen,ne s. Çek yazan Kafka'ya değgin; kan, khan er. (Tatarlarda) Han, başbuğ (Khan des
Kafka'nın romanlarındaki o boğucu sıkıntılı tartares).
havayı andıran, kan er. ( Yolculann, kervanlann konakladığı) Han.
kaiser [kajzeR] er. Kayzer, Alman imparatoru, kanat, khanat er. Hanlık,
kakatoès er. Bir tür papağan, kandjar, kangiar er. Hançer,
kakémono er. Kâğıt yada ipek üstüne yapılan ve kangourou er. hayb. Kanguru (La femelle du
duvarlara dikine asılan Japon tablosu, kangourou abrite ses petits dans sa poche
kaki er. 1. Trabzon hurması. 2. s. değişmez. Haki ventrale).
renkte, haki (Toile kaki, vêtement kaki). 3. er. kantien,ne s. Kant felsefesine değin, Kantçı.
Haki renk. kantisme er. fels. Kantçıhk; Kant felsefesi,
kala-azar er. hayb. Kala-azar. kaolin er. Ankil, "kaolin.
kaléidoscope er. 1. Kaleydoskop, göze tutulup kaolinisation diş. yerb. Ankilleşme, kaolinleşme.
çevrildikçe içindeki renkli cam parçalannı beş altı karaté er. Karate (Pratiquer le karaté).
aynaya yansıtarak değişik resimler gösteren bir karbau, kérabau er. Malezya mandası,
boru, oyuncak dürbün, çiçek dürbünü. 2. mec. karstique s. coğr. Karst ile ilgili, karsta değgin
Tatlı duygu ve anılar geçidi, (Phénomènes karstiques: Karst olayları).
kaléidoscopiques. 1. Kaleidoskopa değgin. 2. mec. kava, kawa er. Polinezya biberi; bu biberden
Görünüm ve rengi ışık durumuna göre değişen, yapılan içki.
yanar döner (Une mise en scène kaléidoscopique). kayac, kayak er. 1. Fok derisinden yapılan
kali er. kim. Potas. Groenland balıkçı kayığı. 2. (Spor) Katranlanmış
kaliémie diş. Kandaki potasyum oram. bezden yapılan ırmak yanş kayığı (Descendre une
keepsake 803 krach
l'existence d'une crise). kurdes, vead. 1. Kürt (Tribus kurdes. Les kurdes).
kraken er. iskandinav söylencelerinde geçen bir 2. er. Kürt dili, Kürtçe,
deniz ejderi. kyrielle diş. 1. Dizi (Je ruminais la kyrielle de mes
kronprinz [ksmpRİnts] er. Al. Birinci dünya (mécontentement). 2. Une kyrielle de: Birsürü...
savaşından önceki dönemde Alman (Une kyrielle de paroles, d'injures, de mots).
İmparatorluğu veliahdına verilen unvan, kyste er. Tulum biçiminde ur, kist (Un kyste s'était
kroumir er. Mes, mest. formé à la racine de sa dent gâtée).
krypton, crypton er. kim. Kripton, kystique s. Kiste değgin; kist niteliğinde (Tumeur
kummel er. Kimyon rakısı. kystique).
1
L, 1 er. Fransız abecesinin on ikinci harfi olup "el" yüzden, işte bunun için (Le métro a eu une panne,
diye okunur; Türk abecesindeki 1 sesini verir. de là mon retard. Il n'a pas travaillé, de là son
la - le échec). D'ici là: O zamana değin, bu arada (Venez
la er. müz. Lâ notası; lâ sesi. me voir à Noël, mais écrivez-moi d"ici là D'ici là
là bel. 1. Orada (Les livres ne sont pas là. 2. Oraya vous pourrez toujours juger de la situation). De-ci
(Ne restez pas ici, allez là). 3. O zaman (Là, il de-là: Şurdan burdan, oraya buraya. Jusque-là: O
interrompit son récit et ralluma sa pipe). 4. Bu zamana dek (Jusque-là ne faites rien). Hors de là:
durumda, böyle bir durumda (C'est Thomme qu'il Bunun dışında, bundan başka (Hors de là, il n'y a
fallait là). 5. Bunda, bu işte, bu işin içinde (Ne pas de remède). Par là: 1. Şuradan, oradan (Passez
voyez là aucune malveillance). 6. Burada, bu par là). 2. O yörelerde, oralarda (En Sicile ou
noktada (C'est là la question). 7. Là où: -diği quelque part par là). 3. Bununla, bu sözle (Qu'est-
yerde, -diği yere (Là où est la France, là est la ce que vous entendez par là). Là contre: (eski) Buna
patrie. Je suis allé là où vous avez été). 8. C'est là karşı (Vous dit-on quelque chose là contre?). Par-ci
que...: a) İşte oradadır ki, -diği yer orasıdır (Ah! par-là: Şurdan burdan, şu yada bu vesileyle (Il a
frappe-toi le coeur, c'est là qu'est le génie), b) Işteo trouvé par-ci par-là quelques documents). Là-bas:
anda, o andadır ki (C'est là qu'il sent la partie Orada, karşıda (Il est là-bas). Là-dedans: 1.
perdue). 9. C'est là..., ce sont là...: ...budur, İçerde. 2. mec. Bunda, bunun içinde, bu işte (Je ne
...bunlardır (C'est là votre erreur: Yanılgınız bu, vois rien tfétonnant là-dedans). Là-dessus: 1.
yanılgınız burada. Ce sont là des choses Üzerine, üzerinde (Prenez cette feuille et écrivez
incroyables: İnanılmaz şeyler bunlar). 10. (İşaret là-dessus le motif de votre visite). 2. Bunun üzerine
sıfatı almış bir adın sonuna bağlama çizgisiyle (Là-dessus, il se tut). 3. Bu konuda (Je n'ai rien à
eklendiğinde) O (Ce mur-là: O duvar. Ces dire là-dessus). Là-dessous: 1. Altta (Il s'est caché
maisons-là: O evler). 11. (İşaret adıllarının sonuna là-dessous). 2. Bunun altında, bu işin altında (Uy
geldiğinde) Öteki, ötekiler (Celui-là: Öteki, celles- a là-dessous quelque chose de suspect). Là-haut: 1.
là: ötekiler). 12. ünl. Hey (Hé là, doucement. Là, là, Yukarda, ötede, karşıda (Il demeure là-haut). 2.
restez calme, ce n'est pas encore fait). § Ça et là: Göklerde; öte dünyada (Quand je serai là-haut).
Orda burda, şurda burda. De là: 1. Oradan (H est labadens er. Kolej arkadaşı, yurt arkadaşı,
allé à Paris et de là, en Angleterre. De là au village, labarum er. Bir Bizans bayrağı, Bizans sancağı,
il y a trois kilomètres). 2. Bundan dolayı, bu label er. Bir çeşit etiket (Label de garantie d'un
labeur 806 lâche
vêtement. Label d'origine, label de qualité). çıkılmaz durum (Un labyrinthe de difficultés, de
labeur er. Emek, çaba, zahmetli çalışma (Réussir procédure). 4. anat. Boşluk (Labyrinthe
grâce à un dur labeur). membraneux: Zar boşluk. Labyrinthe osseux:
labial, e s. Dudağa değgin, dudaksıl (Muscle labial) Kemik boşluk).
§ Consonnes labiales: dilb. B, p, m gibi dudak labyrinthique s. 1. Labirente değgin, labirent gibi,
ünsüzleri. içiden çıkılmaz (Un jardin plein dallées
labialisation diş. dilb. Dudaksıllaştırma; dudaksıl- labyrinthiques). 2. anat. İç kulak boşluğuna değgin,
laşma. lac er. 1. Göl (Lac de Genève, lac de cratère). 2.
labialiser gçl. dilb. Dudaksıllaştırmak. § Se argo. Kadının edep yeri (Faire une descente dans le
labialiser: Dudaksıllaşmak. lac: Cinsel ilişkide bulunmak, bir fişek atmak). §
labié, e i. 1. Taç yaprakları dudaksı olan, dudaksı Etre dans le lac, tomber dans le lac: Suya düşmek,
(Fleurs labiées). 2. Çiçekleri dudaksı olan (Plantes sonuç vermemek (L'affaire est dans le lac. Tous
labiées). nos projets sont tombés dans le lac).
labile s. 1. Değişen, değişken, olduğu gibi kalmayan laçage, lacement er. Bağlama, bağcıklarını sıkıp
(Gènes labiles, vitamine labile). 2. Kolay kopan, bağlama (Laçage dune bottine).
düşmek üzere olan (Pétales labiles). 3. Sık sık lacédémonien, ne s. ve ad (Eski Yunanistanda)
unutkanlık gösteren, tıkanıklık gösteren, Ispartalı; İsparta ve Ispartalılara değgin,
tekleyen (Mémoire tabile). lacer gçl. 1. Bağlamak, bağcığını sıkıp bağlamak
labiodental, e s. dilb. 1. Dişsil-dudaksıl. 2. diş. (Lacer ses chaussures). 2. den. (Yelkenleri) Bağ
Dişsil-dudaksıl ünsüz, deliklerinden ip geçirerek birbirine bağlamak
labium er. (Böceklerde) Altdudak. (Lacer une bonnette, une voile).
laborantin, e ad. Laborant, laboratuvar yardımcısı, lacération diş. 1. Yırtma, parçalama (Lacération
laboratoire er. Laboratuvar. d'un livre, des affiches). 2. hek. Deri yırtılması
laborieusement bel. Emekle, çok emek vererek, yada deri ezilmesi,
çalışa çalışa. lacérer gçl 1. Yutmak, parçalamak (Lacérer un livre,
laborieux, euse s. 1. Güç, çok emek isteyen, emekle ses vêtements, les affiches). 2. mec. Çok acı
yapılan (Des recherches laborieuses, une vermek, parçalamak (Ces douleurs lui lacéraient
laborieuse entreprise). 2. Çalışkan (Un professeur le corps).
laborieux). 3. Emekçi, çalışan (Les classes lacerie, lasserie diş. Sap yada sazdan yapılan ince
laborieuses). 4. Sıkıntılı, zahmetli (Une vie kumaş.
laborieuse). lacertiens, lacertiliens er. ç. hayb. Kelerlerden
labour er. 1. (Toprağı) Sürme, işleme (Labour à la kertenkele takımı,
charrue. Labours profonds, superficiels). 2. er. ç. lacet er. 1. Bağcık, ayakkabı bağı; korse bağı
Sürülmüş toprak, (Serrer, lier, nouer ses lacets. Les lacets de ses
labourable s. Sürmeye elverişli, sürülür, işlenir, chaussures sont défaits). 2. Ağ, tuzak ağı (Poser,
labourage er. 1. Çiftçilik (Labourage et pâturage sont tendre des lacets. Prendre un lièvre au lacet). 3.
tes deux mamelles de la France). 2. Sürme, işleme Kement, yağlı kayış. 4. Kıvrıntı, dolambaç (Les
(Labourage dun champ). lacets dun ehemin). § En lacet: Dolambaçlı,
labourer gçl. 1. Sürmek, işlemek (Labourer un kıvrıntılı, zikzaklı (Chemins en lacet). Etre pris
champ, la terre). 2. Çizmek, izler açmak (Jepris un dans ses propres lacets: Kendi kazdığı kuyuya
poignard et fen labourai le bras d Albert. Le visage kendi düşmek, kendi oyununa gelmek,
labouré de coups de griffe). § Se labourer le visage: laceur, euse ad. Ağcı, av yada balık avı için ağ
Yüzü yaralanmak, çizilmek, sıyrılmak, yapan kimse,
laboureur er. 1. Çift süraı (Le laboureur et sa lâchage er. 1. Gevşetme, salıverme. 2. tkz. Yüzüstü
charrue). 2. Çiftçi, bırakma, birden bırakıp gitme; artık
labrador er. yerb. 1. Labrador. 2. Labrador denen ilgilenmeme,
bir av köpeği, lâche s. 1. Gevşek; iyice sıkılmamış (Fil, ressort
labre er. 1. Labros balığı. 2. (Hayvanlarda, lâche. Le noeud est lâche. Serrer une cravate lâche).
böceklerde) Üst-dudak. 2. Bol, biraz geniş, iyice oturmamış (Le veston est
labridés er. ç. hayb. Lapinagiller. un peu lâche aux épaules). 3. Ölük, cansız (Un style
labyrinthe er. 1. Labirent, *dolangaç (Thésée sortit du lâche). 4. Gevşek, zayıf, isteksiz, tembel (Un
labyrinthe grâce au fil d Ariane). 2. Karışıklık, ouvrier lâche au travail). 5. s. vead. Korkak (Cest
dolaşıklık, arap saçına dönmüşlük (Le labyrinthe un lâche qu'il est facile d intimider. Il est lâche et vil
des ruelles dune vieille ville). 3. mec İçinden devant les puissants) 6. s. ve ad. Alçak, kalleş
lâché 807 lacunaire
(C'est le crime d'un lâche. Un grand lâche qui ne partisini çabuk yüzüstü bırakan adam, ipiyle
s'attaque qu'aux faibles. Tu es vraiment lâche). 7. kuyuya imlemeyecek kimse, dönek, kancık,
Alçakça, kalleşçe (Un lâche attentat). lacinié, e s. bitb. Lime lime (Des œillets laciniés
lâché, e s. Üstünkörü, gelişigüzel, baştansavma à F excès).
(Dessin, ouvrage lâché). lacis er. 1. Ağ örgü, kafes örgü (Un lacis de soie).
lâchement bel. 1. Gevşekçe, iyice oturmamış bir 2. anat. Damar yada sinir ağı. 3. Karmaşık yol
biçimde (Une cravate rouge flottait lâchement şebekesi (Lacis de rails).
autour de son cou). 2. Alçakça, kalleşçe (On Fa laconique s. Kısa ve özlü, az sözle çok şey anlatan
assassiné lâchement). 3. Korkakça (Fuir lâchement (Langage, réponse laconique. Un style laconique).
devant le danger). laconiquement bel Kısa ve özlü olarak, özlü sözlerle
lâcher gçl. l.Gevşetmek (Lâcher sa ceinture d'un (Ecrire, répondre laconiquement).
cran). 2. Bırakmak, artık tutmamak (Il lâche le laconisme er. Kısa ve özlülük, öz sözlülük (Le
poignet de F enfant. L'enfant lâcha la main de sa laconisme dune réponse).
mère). 3. Atmak (Les avions ont lâché leurs lacryma-christi er. Güney İtalya'da yapılan değerli
bombes sur la ville. Lâcher un coup de poing, un bir kırmızı şarap,
coup de balle). 4. Bırakmak, ayrılmak (Il a lâché la lacrymal, e s. anat. Gözyaşına değgin (Canal
place qu'il avait). 5. Elinden kaçırmak; düşürmek lacrymal, glande lacrymale).
(Lâcher une proie, un ballon. Lâcher un verre). 6. lacrymatoire er. Eski Romalıların içine gözyaşı
Salıvermek, °azat etmek (Lâcher des pigeons). 7. akıttıkları sanılan kap.
tkz. Söylemek, yumurtlamak, ağzından lacrymogène s. Göz yaşartıcı (Gaz lacrymogène,
kaçırmak (Lâcher un mot grossier, une sottise). 8. grenades lacrymogènes).
tkz. Yüzüstü bırakmak, ekmek; ayrılmak (Lâcher lacs [l>] er. 1. Kaytan. 2. İlmikli tuzak, kement.
sa maîtresse. Femme qui lâche son amant. Lâcher 3. mec. Tuzak (Ils le prendront dans leurs lacs aux
les copains). 9. Salmak, arkasına salmak (Lâcher premières paroles). § Lacs d'amour: « biçiminde
les chiens contre un cerf). 10. Yarıda bırakmak, bükülmüş kaytandan süs. Tomber dans le lacs,
terketmek (Lâcher ses études, lâcher t école). § Les être dans le lacs: mec. Tuzağa düşmek, başı belâya
lâcher: argo. Paraları ödemek, paraları sökülmek. girmek, güç ve sıkıntılı bir durum içinde
Les lâcher avec un élastique: tkz. Eli sıkı olmak, bulunmak.
pek cimri olmak. Lâcher les dés: argo. Zınk diye lactaire s. 1. Süte değgin; emzirmeye değgin
durmak, gazı kesmek. Lâcher une perle: argo. (Conduits lactaires). 2. er. bitb. Sütlü mantar
Yellenmek, bir tane kaçırmak. Lâcher tout dans (Lactaire délicieux, poivré).
son froc. argo. Korkudan altına yapmak. Lâcher lactate er. kim. Sütasidi tuzu.
la bride à qn: -i tam özgür bırakmak, yularını lactation diş. 1. hek. Emzirme, süt verme. 2. Süt
gevşetmek, ipini üstüne atmak, ne halin varsa gör gelmesi, sütlenme, sütün oluşu,
demek. Lâcher pied: 1. Tabanları yağlamak, lacté, e s. 1. Süte değgin (Sécrétion lactée). 2.
kaçmak. 2. Karşı koymayı bırakmak, geri Sütümsü, sütü andıran (Suc lacté, un blanc lacté).
çekilmek, direnmekten vazgeçmek. Lâcher la 3. Sütlü (Plantes lactées). 4. Süte dayalı (Diète
proie pour Foınbre: Dimyata pirince gideyim lactée). § Voie lactée: gökb. Samanyolu,
derken evdeki bulgurdan olmak; elindekini lactescence diş. 1. Sütü andırma, süte benzerlik,
kaçırmak. Lâcher la rampe: Ölmek, zıbarmak, sütümsülük. 2. Sütlülük.
cartayı çekmek. Lâcher du lest: mec. Ödün lactescent, e s. 1. Sütlü, süte benzer bir özsuyu olan
vermek. Lâcher le morceau, lâcher le paquet: argo. (Champignons lactescents). 2. Süt gibi, sütü
Her şeyi itiraf etmek, bülbül gibi ötmek; andıran, sütümsü (Mer lactescente).
arkadaşlarım ele vermek. Ne pas lâcher qn d'une lactifère s. 1. Sütlü, içinde süt gibi bir özsuyu olan,
semelle: Ardını bırakmamak, bir saniye yanından süt veren (Plantes lactifères). 2. Süt akıtan
ayrılmamak (II rte me lâche pas dune semelle). (Conduits lactifères).
lâcher er. Salıverme, koyverme (Le lâcher de lactique s. kim. Ayranda bulunan bir asidin adı,
pigeons, de ballons). laktik (Acide lactique. Ferment lactique).
lâcheté diş. 1. Korkaklık (Céder par lâcheté. Se lacto-densimètre er. Sütün yoğunluğunu ölçmeye
taire par lâcheté devant F injustice). 2. Çalışmada yarayan alet.
gevşeklik, isteksizlik, tembellik (Lâcheté devant lactomètre er. Sütölçer.
l'effort). 3. Alçaklık, kalleşlik (C'est une lâcheté de lactose er. kim. Sütşekeri, "laktoz,
s'attaquer à ce malheureux). lacunaire, lacuneux, euse s. 1. Delik delik; içinde
lâcheur, euse ad. Dostlarını, arkadaşlarını, delikler, boşluklar olan (Tissu lacunaire). 2.
lacune 808 laisser
Eksik, tamamlanmamış, boşlukları olan laideur diş. 1. Biçimsizlik, çirkinlik (Elle est d une
(Documentation lacunaire). laideur affreuse). 2. İğrençlik (La laideur dune
lacune diş. 1. Boşluk (Combler une lacune). 2. action) 3. Çirkin şey, iğrenç yan, çirkin davranış
Eksiklik (Les lacunes dun dictionnaire). 3. (Les laideurs et les infirmités de la vie).
Yetersizlik, eksiklik (Son information présente de laie diş. 1. Kesim yapmak için ormanda açılan yol,
graves lacunes). 4. Tutukluk, unutkanlık (Sa orman patikası. 2. Dişi yabandomuzu (La laie et
mémoire a des lacunes). 5. (Atlarda) Tırnak altı ses marcassins). 3. Dişli taşçı çekici, dişengi.
boşluğu. 6. bitb. Gözearası boşluğu. 7. coğr. lainage er. 1. (Az kullanılır) Koyun yapağısı. 2.
Denizkulağı, "lagün, Yünlü, yün kumaş (Robe de lainage). 3. Yünlü,
lacustre s. Göle değgin; gölde yetişen; göl üzerine yün hırka (Mettre un lainage sur une robe d été). 4.
kurulmuş; gölde yaşayan; *gölcül (Plantes (Yünlüleri) Tarazlama,
lacustre, faune lacustre. Une cité lacustre, un laine diş. 1. Yün (Filer la laine. Tissu de laine. Laine
village lacustre). à tricoter Vêtement en laine). 2. Kıvırcık zenci saçı.
lad [lad] er. (Yarış atı ahırında) Ahır uşağı, "seyis, 3. Kimi bitkilerin üzerindeki tüy. § Se laisser
ladanum er. Laden, çamdan çıkarılan zift gibi kara manger la laine sur le dos: Kendini sömiirtmek,
ve kokulu zamk. kendini savunabilecek güçte olmamak, başına
ladin er. İsviçre, doğu Avusturya ve kuzey İtalya'da vur lokmasını ağzından al durumunda olmak,
konuşulan roman dilleri ailesinden bir diyelek. lainer gçl. 1. (Yünlü kumaşları) Tarazlamak. 2. er.
ladre s. ve ad. 1. Cüzamlı. 2.Duygusuz. 3. Pinti, Kumaş havı.
cimri (Elle est un peu ladre). § Taches de ladre: lainerie diş. 1. Yünlü kumaş yapımı. 2. Yünlü
Atm derisinde pek ince tüylü ve renksiz kısım, kumaş toptancı mağazası. 3. Hayvanların
ladrerie diş. 1. (Eskiden) Cüzam. 2. Cüzamlılar yünlerinin kırkıldığı yer. 4. Bir fabrikada kumaş
yurdu. 3. Domuz cüzamı. 4. mec. tkz. Pintilik, tarazlama bölümü,
cimrilik. laineur, euse ad. Kumaş tarazlayıcı, tarazlama işçisi,
lady [ledi] diş. İng. 1. Lord karısı. 2. Bayan, laineuse diş. Kumaş tarazlama makinesi,
hanımefendi (Une jeune lady). laineux, euse s. 1. Yünü bol (Une étoffé très
lagon er. Kıyılarda deniz birikintisi; gölcük, laineuse). 2. Yünsü, yünü andıran (Des cheveux
lagopède er. hayb. Kartavuğu. laineux). 3. bitb. Tüylü, havlı (Plante, tige
lagot riche, lagothrix er. hayb. Tavşantüylü laineuse).
maymun. lainier, ère s. 1. Yüne değgin, yünle ilgili (L'industrie
lagunaire s. coğr. Denizkulağına değgin. lainière). 2. ad Yüncü, yün tüccarı. 3. ad. Yün
lagune diş. coğr. Denizkulağı. işçisi,
lai er. Lay, Ortaçağda kullanılan bir tür koşuk (Lai laïque-» laïc.
lyrique: Lirik lay. Lai narratif: Öyküleme layı). lais er. 1. Ormanda kesilmeyip bırakılan fidan. 2.
lai, e s. ve ad. Tarikattan olmayan; papaz olmayıp Karanın denizden yada ırmaktan kazandığı yer.
rahip sınıfından olan. laisse diş. 1. Köpek bağı, tasma (Chien qui tire sur sa
laïc, laïque s. ve ad. Layik (L'Etat laïque, laisse). 2. Destan parçası (Les laisses de ta
l'enseignement laïque. Un laïc). Chanson de Roland). 3. Irmakların kıyılarda
laiche, laîche diş. bitb. Nemçe saparnası, bıraktığı toprak. 4. coğr. Denizin her kabarma ve
laïcisation diş. Layikleştirme; layikleşme. inmesinde açık bıraktığı alan (Laisse de basse mer:
laïciser gçl. Layikleştirmek (Laïciser l'Etat, Gidim sınırı. Laisse de haute mer: Gelim sınırı). §
l'enseignement). Mener, tenir qn en laisse: -i dizginde tutmak,
laïcisme er. Layikleştirme; kurumlara layik bir istediği gibi yönetmek, -in özgürce hareket
nitelik kazandırmak isteyen öğreti, etmesine engel olmak, -i burnundan tutup
laïcité diş. Layiklik, layik olma niteliği, keyfince gütmek,
laid, e s. 1. Biçimsiz, çirkin (Une femme laide. Il est laissé, e- pour-compte s. 1. (Ticarette) Sipariş
laid comme un singe). 2. İğrenç (Le vice est laid. koşullarına uymadığı için geri çevrilen
Une laide action). 3. er. Çirkinlik (Le laid et le (Marchandises laissées-pour-compte). 2. mec. s. ve
beau). ad. Herkesin kaçtığı, kimsenin istemediği (nesne
laidement bel. 1. Çirkince, çirkin bir şekilde yada kişi). 3. er. Geri çevrilen mal.
(Tableau laidement encadré). 2. İğrenç bir şekilde, laisser gçl. 1. Bırakmak (Laisser des restes dans son
iğrenççe (Il s'est laidement comporté à mon égard). assiette. Manger les raisins et laisser les pépins). 2.
laideron, ne s. ve ad. Çirkin yüzlü, çehre züğürdü, Bırakmak, unutmak ( f a i laissé mes gants chez
maymun suratlı. lui). 3. Yitirmek, bırakmak (Le renard laissa sa
laisser 809 lait
queue dans un piège). 4. Satmak, bırakmak (Je Kızlığını bozdurmak, kestanesini çizdirmek.
laisse ce tapis pour mille francs). 5. Arkasından Laisser qn dans le doute: -i kuşkuda bırakmak.
bırakmak (Laisser une bonne impression sur ses Laisser qn cuire dans son jus: Ne halin varsa gör
amis). 6. Laisser qn: a) -den boşanmak, aynlmak, demek, kendi yağıyla kavrulmaya bırakmak.
-i bırakmak (Elle a laissé son mari), b) -den Laisser la bride sur le cou: Dizginini bırakmak,
uzaklaşmak, aynlmak (Il a laissé ses parents et ses ipini üstüne bırakmak, serbest bırakmak. Laisser
amis pour voyager). 7. Laisser qn...: Birini la vie sauve à qn: -in canını bağışlamak. Laisser le
...bırakmak; kılmak (Il m'a laissé triste. Je fai champ libre à qn: Meydanı -e bırakmak; -e tam
laissée seule). 8. Laisser qch à 91: a) Birine... kalıt özgürlük vermek. Laisser montrer le bout de
olarak bırakmak (Laisser une maison à ses l'oreille: Ne mal olduğunu göstermek, kendini
enfants), b) ...biri için ayırmak, birine bırakmak tabak gibi ortaya koymak. Laisser passer Feau
(Laisser un morceau de gâteau à son frère), c) sous les ponts: İşi zamana bırakmak, beklemek.
Birine... vermek, bırakmak (Laisser la clé au Laisser pisser le merinos: İşin olup bitmesini
gardien, laisser un gros pourboire au garçon). 9. beklemek, hiç acele etmemek. Laisser qn sur la
Laisser qch à qch: a) Bir şeyi -e bırakmak, bonne bouche: Biri üzerindeki son izlenimi iyi
bağlamak (11 ne laisse rien au hasard), b) Bir şeyi -e olmak. Laisser la paix à qn: -i rahat bırakmak.
vermek, bırakmak °emanet vermek (Laissa1 ses Laisser souffler qn: -e soluk aldırmak,
bagages à la consigne). 10. Laisser qn à: a) Birini -e dinlendirmek. Laisser qch dans f ombre: -i
vermek, bırakmak, koymak, yerleştirmek, karanlık bırakmak, aydınlığa kavuşturmamak.
emanet bırakmak (Laisser ses enfants à Laisser des plumes dans qch: -den yara almak, -de
l'Assistance publique) b) -ile başbaşa bırakmak birçok şey yitirmek. § Se laisser aller: Kendini
(Laissez-la à son travail, à ses occupations). 11. salıvermek, koyuvermek. Se laisser aller à qch:
Laisser qn derrière soi: -i geçmek, geride Kendini -e kaptırmak (Se laisser aller au
bırakmak (Laisser un coureur derrière soi). 12. désespoir, au découragement). Se laisser faire: Ne
Laisser qn f. qch: Birinin -meşine izin vermek (Il yaparlarsa kanşmamak, kendini tatlı şeylere hiç
ne me laisse pas partir). 13. Laisser à f. qch: - karşı gelmeden koyvermek. S'en laisser conter:
tirmek, -meyi gerektirmek, -meye yolaçmak (Ça Karı-kız konusundaki konuşmalara kulak
laisse à penser). 14. Laisser qn à f. qch: -meyi birine kabartmak, böylesi konuşmaları dinlemekten
bırakmak (Je vous laisse à penser quelle fut notre hoşlanmak. Se laisser glisser: Ölmek, cartayı
joie. Je vous laisse à juger). 15. Ne pas laisser de f. çekmek. Se laisser griser par: -den başı dönmek,
qch: -mekten geri kalmamak, -meyi sürdürmek, sarhoş olmak. Se laisser manger la laine sur le dos:
elden bırakmamak (Je ne laissai pas de sentir la Kendini sömürtmek, lokmasını ağzından alsalar
haute sagesse Bien que rivales, elles ne laissaient bir şey dememek. Se laisser faire une douce
pas d'être amies). '§ Laisser courir: Karışmamak, violence: Başlangıçta direnip sonunda kabul
"müdahale etmemek. Laisser tomber qch: 1. -i etmek, istemem yan cebime koy demek,
düşürmek yitirmek (Laisser tomber son laisser-aller er. 1. Kendini salıverme, kendini
portefeuille). 2. tkz. -e aldırmamak, boş vermek koyverme. 2. Aldırışsızlık, sallapatilik, "ihmal.
(Laisse tomber cette histoire). Laisser faire qn:
laisser-passer er. değişmez. Yazılı geçiş izni,
Birini tam özgür bırakmak, dilediğince
"lesepase.
davranmasına izin vermek. Laisser voir qch: Dışa
lait er. 1. Süt (Lait de chèvre, de vache. Une bouteille
vurmak, belli etmek (Laisser voir son trouble, sa
de lait. Faire bouillir le lait. Boire du lait). 2.
colère). Laisser passer qch: -i geçirmek; geçmesine
Rafadan yumurtanın üst kısmındaki
izin vermek (Matière poreuse qui laisse passer
beyazımtrak sıvı. 3. Kimi bitkilerden akan
l'air). Laisser aller qch: -i boşlamak, koyuvermek,
beyazımtrak özsu, süt (Lait de coco, lait des
oluruna bırakmak. Laisser à désirer: Eksik
plantes à caoutchouc). § Café au lait: Sütlü kahve.
olmak, yarım yamalak olmak, daha istemek (Son
Dent de lait: Süt dişi. Frère de lait, soeur de lait:
français laisse à désirer). Laisser de côté: Bir yana
Süt kardeş. Lait de chaux: kim. Kireç sütü. Lait de
bırakmak, aldırmamak üzerinde durmamak.
poule: Yumurta sarısı ile çalkılmış şekerli süt. Lait
Laisser dormir qch: Uyutmak ilgilenmemek,
en poudre: Süt tozu. Petit-lait: Kesilmiş sütün
uğraşmamak. Laisser qch en blanc: (Bir tarih yada
suyu; yayık ayranı. Riz au lait: Sütlâç. Une soupe
ad yerini) Boş bırakmak. Laisser qn en plan, en
au lait: Çabuk kızan adam, öfkeci. Boire du lait,
rade: tkz. Yarı yolda bırakmak, yüz üstü
boire du petit-lait: mec. Zevkten dört köşe olmak,
bırakmak, kalleşlik etmek. Laisser qch tel quel:
büyük bir hoşnutluk duymak, ağzı kulaklarına
Olduğu gibi bırakmak. Laisser cueillir sa rose:
varmak. Se mettre au lait Süt rejimi yapmak.
laitage 810 lamellirostres
Sucer qch avec le lait: -i anakucağından beri vb.) Parça (Lambeau de chair. Affiches en
bilmek, anasından doğarken öğrenmek, lambeaux). 3. mec Bir bütünden alınan parça,
edinmek. bölüm (Des lambeaux de musique, de
laitage er. Süt ve süt ürünleri (Aimer le laitage). conversation). § Etre en lambeaux: Parça parça,
laitance, laite diş. Balık sütü. yırtık pırtık olmak. Mettre qch en lambeaux:
laité, e s. (Balık için) Sütlü (Hareng laité). Parçalamak, yırtmak,
laiterie diş. 1. Sütevi, süthane. 2. Sütçü dükkânı. lambic er. Belçika birası,
3. Sütçülük; süt sanayii; süt ticareti, lambin, e s. ve ad tkz. Ağırkanlı, uyuşuk,
laiteron er. bitb. Yabani marul, yaban marulu, lambiner gsz. tkz. Uyuşukluk etmek, ağırkanlı
laiteux, euse s. 1. Süte değgin (Maladies laiteuses: hareket etmek, tembel davranmak; oyalanmak,
Süt hastalıkları). 2. Sütlü (Plantes laiteuses). 3. Süt olmayacak şeylerle vakit öldürmek (Ne lambinez
gibi, sütü andıran, sütümsü (Une nuit laiteuse. pas en ehemin).
Lumière laiteuse, halo laiteux. Un blanc laiteux). lambourde diş. 1. Taban kirişi. 2. Bir çeşit yumuşak
laitier, ère s. 1. Süte değgin (Industrie laitière, kalker taşı. 3. Ucunda meyve tomurcukları
coopérative laitière). 2. Sağmal (Vache laitière). 3. bulunan küçük dal.
ad. Sütçü (Un laitier. La laitière et le pot au lait). 4. lambrequin er. Sarkıtma saçak,
diş. Sağmal inek (Une laitière, une bonne laitière). lambris er. 1. Duvar kaplaması, lambri. 2. Tavan
5. er. Ergimiş maddenin yüzünde yüzen camsı kaplaması, lambri. § Lambris dorés, riches
madde. 6. er. Bir tür sütlü mantar, lambris: Görkemli bezek; saray, kâşane,
laiton er. kim. Pirinç. § Laiton dur: Sert pirinç. lambrissage er. Duvar kaplaması yapma,
Laiton de soudure: Kaynak pirinci, lambrileme.
laitonner gçl. Pirinç tellerle bezemek; pirinçle lambrisser gçl. Duvar kaplaması geçirmek,
kaplamak (Laitonner une forme de chapeau. lambrilemek, duvarlarını kaplamak (Cette salle
Laitonner un métal). était lambrissée de boiserie de chêne à petits
laitue diş. Marul. panneaux).
laïus er. 1. (Okul argosu) Söylev, "nutuk (Faire un lambrusque, lambruche diş. Yoz asma, yaban asma.
laïus: Söylev çekmek, konuşma yapmak). 2. lame diş. 1. İnce tabaka (Lame de cuivre, de verre,
Yuvarlak ve boş laflar (Ce n'est que du laïus). de bois). 2. (Kesici aletlerde) Ağız (Lame de ciseau,
Iıüusser gsz. tkz. Söylev çekmek, nutuk atmak, de poignard, d'un couteau). 3. mec. Kılıç (Lames de
diskur geçmek (Laïusser pendant plus dune Tolède). 4. Deniz dalgası, kabaran dalga (Il a été
heure). emporté par une lame. Lame de fond). 5.
hüusseur, euse s. ve ad. tkz. Söylevci, "nutukçu, boş Birdenbire patlayan olay. 6. Tıraş bıçağı (Un
ve yuvarlak laflar etmesini seven, çene kavafı, paquet de lames). 7. biy. Lam, yaprak. § Lame à
laize diş. 1. Kumaş eni. 2. den. Yelken şeridi, raser: Tıraş bıçağı. Lame de verre:fiz. kim. Lam.
lallation diş. 1. L sesini pek çıkaramama. 2. Une bonne lame, une fine lame: İyi kılıç kullanan
Bıcırdama, gayguy etme, çocuğun konuşmaya kimse; kılıcı kuvvetli. Visage en lame de couteau:
başlamadan önce anlaşılmaz sesler çıkarması, İnce uzun yüz.
lama er. 1. (Tibetliler ve moğollarda) Lama, Buda lamé, e s. 1. Sırmalı, sırma işlenmiş (Tissu lamé).
rahibi. 2. hayb. Lama (Tissu en laine de lama). 2. er. Sırmalı kumaş (Une robe de lamé).
lamaïsme er. Lamacılık, Tibet budizmi. lamellaire s. 1. Parlak yüzlü (Tissu lamellaire).
lamaüste s. ve ad. Lamacı, Tibet budisti. 2. (Maden kırığı için) Parlak façetalı (Cassure
lamanage er. den. Limanlara giriş ve çıkışlarda lamellaire).
gemilere klavuzluk etme. lamelle diş. 1. İnce, küçük tabaka. 2. bitb. Yaprak,
lamaneur er. Gemi klavuzu, klavuz kaptan, yapracık. 3 . f i z . kim. Lamel (Lamelle de verre pour
lamantin er. hayb. Denizkızı. examen microscopique).
la{narckisme er. biy. Lamarkçılık. lamellé, e s. Tabaka tabaka, yaprak yaprak, kat
lamaserie diş. Tibet'te Lama manastırı, kat; yaprak yaprak ayrılabilen (L'ardoise est
lambda er. Yunan abecesinde L harfini karşılayan lamellée).
harf. lamellibranches er. ç. hayb. Yassısolungaçhlar.
lambdacisme er. L harfini iyi söyleyememe, L sesini lamellicornes er. ç. hayb. Yassiboynuzlular,
pek çıkaramama. yassıboynuzlu böcekler,
lambdoïde s. anat. Lambda dikişi, lamelliforme s. Tabaka halinde, yaprak biçiminde,
lambeau er. 1. Yırtık parçası, yırtık kumaş parçası şerit biçiminde,
(Un lambeau de drap couvert de sang). 2. (Et, kâğıt lamellirostres er. ç. hayb. Süzgeçgagalılar.
lamentable 811 lance
lamentable s. 1. Acınacak, ağlanacak, acı (Le sort Passer au laminoir: mec. Çok sıkı sınavlardan
lamentable des naufragés. C'est une histoire geçmek, başına gelmedik şey kalmamak. Passer
lamentable). 2. tçler acısı, yürekler acısı, çok kötü, qn au laminoir: -i yola getirmek, adam etmek,
berbat (Sort, spectacle lamentable. Résultats lampadaire er. Ayaklı fener, dikme fener; sokak
lamentables). 3. Acılı, üzüntü anlatan (Une voix lambası (Lampadaires d'une place publique, d une
lamentable, parler sur un ton lamentable). ville, d'une rue).
lamentablement bel. Acı bir şekilde, içler acısı bir lampadophore s. ve ad. (Eskiden, dinsel törenlerde)
şekilde; çok kötü bir şekilde (La révolte a échoué Meşale taşıyan,
lamentablement). lampant, e s. 1. Aydınlatmada kullanılan (Pétrole
lamentation diş. 1. İnilti, inleme (Pousser des lampant: Lamba gazı). 2. Duru (Huile lampante).
lamentations). 2. Ağlayıp sızlama, yanıp yakınma lampas er. 1. Bir tür Çin ipeklisi (Des fauteuils
(Ses lamentations perpétuelles sur la dureté de la couverts en lampas à fleurs) 2. (Atlarda) Damak
vie). § Mur des lamentations: (Kudüs'teki) şişmesi. 3. hlk. Gırtlak, boğaz. § Humecter le
Ağlama duvarı. Se répandre en lamentations: lampas: İçmek, boğazı yağlamak,
Ağlayıp sızlamak, yanıp yakınmak, lampe diş. 1. (Eski) Kandil (Lampes d église.
lamenter gsz. 1. Acı acı ötmek, bağırmak (La hulotte Mèche d'une lampe). 2. Lamba (Lampe à pétrole.
lamentait. Le crocodile lamente). 2. gçl. a) -den Lampe de poche, de chevet). 3. Elektrik lambası
yakınmak, sızlanmak (Le chantre désolé (Ampoule dune lâtnpe. Lampe à fluorescence,
lamentant son malheur), b) Acı acı, yanık yanık lampe au néon). 4. (Radyo, televizyon vb.) Lamba
söylemek (Lamenter une chanson bachique). § Se (Lampe de radio. Lampe diode, triode. Lampe
lamenter: 1. Ağlayıp sızlamak, yanıp yakınmak amplificatrice). § Lampe témoin: İşaret lambası,
(Il ne cesse pas de se lamenter). 2. Se lamenter sur: - ikaz lambası; elektrikli bir aygıtın çalışıp
den sızlanmak, yakınmak, "şikâyet etmek (Se çalışmadığını gösteren küçük lamba. S'en mettre
lamenter sur son sort. Se lamenta' sur la mauvaise plein la lampe: hlk. Patlayıncaya kadar yiyip
tenue de son fils). 3. Se lamenter de f. qch: -mekten içmek.
sızlanmak, yakınmak, -diğine üzülmek (Se lampée diş. tkz. Kocaman bir yudum (Une lampée
lamenter d'avoir essuyé un échec). de vin) § A grandes lampées: Lıkır lıkır (Boire à
lamento er. müz. Yanık hava. grandes lampées). D'une seule lampée: Bir
lamie diş. 1. Çocukları yediği söylenen bir efsane yudumda (Absorber son verre d une seule lampée).
devi. 2. hayb. Eti yenir bir tür köpek balığı, lamper gçl. Lıkır lıkır içmek (Lamper une bouteille
di kburunluharh ary as. de vin).
lamier er. bitb. Ballıbaba. § Lamier blanc: lampion er. 1. (Eski) Kandil. 2. Venedik feneri.
Ak ballıbaba. Lamier tacheté: Benekli ballıbaba, § Sur l'air des lampions: Tempo tutarak
laminage er. 1. (Madeni) Yaprak haline getirme, (Demander, réclamer, crier sur l'air des lampions).
yapraklaştırma, haddeden geçirme (Laminage du lampiste er. 1. Lambacı, lamba yapımcısı, lamba
verre foruiu. Laminage à chaud, à froid). 2. mec. satıcısı. 2. (Bir dairede) Işık işleri görevlisi, ışıkçı
Önemsizleştirme, ağırlığını azaltma (Le laminage (Lampiste d'un théâtre). 3. (Demiryollarında)
de f opposition). Fenerci. 4. Hiçbir yetkisi olmayan küçük memur
laminaire diş. Bir deniz yosunu, laminarya. (On a arrêté quelques lampistes, mais les
laminer gçl. 1. (Madenleri) Yaprak yada kol haline principaux responsables courent encore).
getirmek, yapraklaştırmak, "haddeden geçirmek. lampisterie diş. 1. Lambacılık. 2. Lamba onarım
2. mec. Ezmek, pestilini çıkarmak (La dureté delà
yeri (Lampisterie d'une gare).
vie les avait tous laminés. Un régime qui lamine les
lampourde diş. Pıtrak.
citoyens).
lamprillon er. hayb. Taşemen balığı yavrusu,
laminerie diş. (Madenleri) Yapraklaştırma yeri, lamproie diş. hayb. Taşemen, taşemen balığı, bufa
yaprak işliği, "haddehane, balığı (Lamproie marine, fluviale).
lamineur er. 1. Madenleri yaprak yada tel haline lampyre er. hayb. Ateşböceği.
getiren işçi, yaprakçı, "haddeci. 2. s. er. Yaprak lance diş. 1. Kargı, mızrak (Brandir une lance, jeter
haline getirici (Cylindre lamineur). une lance). 2. Mızraklı asker. 3. Hortum ağızlığı.
lamineux, euse s. İnce tabakalar halinde, yaprak 4. Toprak sondası. § Fer de lance: a) Mızrak
yaprak. demiri, temren, b) Mızrak biçiminde demir işi. c)
laminoir er. Madenleri yaprak yada tel haline ask. Vurucu güç, en etkili birlik (Le fer de lance
getirme makinası, yaprak makinası, "hadde d'une armée). Rompre des lances avec qn, contre
makinası (Faire passer le métal au laminoir). § qn: -ile arası bozulmak, tartışmak, -e karşı
lancé 812 langer
çıkmak. Rompre des lances poir qn: -i savunmak, dépenses inconsidérées, dans des explications
desteklemek, confuses. Se lancer dans la lecture dm livre
lancé, e s. Gözde, saygın, herkesin sevip saydığı difficile). 3. Kendini tanıtmak (Il cherche à se
(Tétais très lancé autrefois, je dînais chez le lancer, il est présent à tous les cocktails).
maréchal, chez le prince). lancer er. 1. Avı yerinden uğratma; avın yerinden
lance-bombes er. Bombaatar. uğratıldığı yer ve an. 2. (Spor) Gülle atma, çekiç
lancée diş. Hız, kazanılan hız (Courir, continuer sur atma, disk atma (Courses, sauts et lancers). 3.
sa lancée). § Continuer sur sa lancée: Bir işi ilk Atma (Le lancer de javelot).
hızıyla sürdürmek, lanceron er. Kumbalığı.
lance-flammes er. Alev makinası, *yalazatar. lance-roquettes er. Roketatar,
lance-fusées er. Füzeatar, *uçulatar. lancet er. hayb. Batrak.
lance-grenades er. Kumbarasalar, bombaatar. lance-torpilles er. Torpilsalar.
lancement er. 1. Atma, fırlatma (Lancement de la lancette diş. Neşter.
grenade, du javelot. Lancement dune fusée, d'un lanceur, euse s. ve ad. 1. Atan, atıcı (Lanceur de
satellite artificiel). 2. Suya indirme (Lancement javelot, de poids, de disque). 2. İlk ortaya atan,
d'un navire). 3. Tanıtma, ortaya çıkarma, ileri tanıtan (Lanceur d'une mode, dun écrivain, d'un
sürme (Lancement d'une nouvelle vedette). 4. artiste). 3. Uydu taşıyan füze.
Başlatma, açma (Lancement dune campagne de lancier er. 1. Mızraklı süvari. 2. ç. Eski bir İrlanda
presse). dansı (Danser les lanciers).
lance-missiles er. Füzeatar ,*uçulatar. lancinant, e s. 1. Zonklayan, sancıyan (Douleur
lancéolé, e s. bitb. Temren gibi, temrenimsi, lancinante). 2. Yakayı hiç bırakmayan, tebelleş
temrensi. olan (Souvenirs, regrets lancinants).
lance-pierres er. Sapan, çocukların kuş vurmak lanciner gsz. 1. Zonklamak (Cet abcès au doigt me
için kullandığı sapan, lancine). 2. gçl. Yakasını bırakmamak, tebelleş
lancer gçl 1. Lancer qch vers, sur, à, contre, dans: olmak, bir an kafasından çıkmamak (Cette
Atmak, fırlatmak (Lancer une fusée, lancer le pensée le lancinait depuis le matin).
javelot, le disque, le poids. Lancer une pierre contre lançon er. hayb. Kumbalığı.
un arbre. Lancer son cahier sur le bureau. Lancer la landais, e s. Fransadaki Landes bölgesinden,
balle à son partenaire). 2. Saçmak (Le soleil lance Landes'lı (Berger landais, race landaise).
ses rayons. Ses yeux lancent des éclairs). 3. Suya landau er. 1. (Eski) Kupa arabası, lando. 2. (Bugün)
indirmek (Lancer un navire). 4. Salmak,sürmek, Çocuk arabası,
üzerine sürmek (Lancer un escadron sur l'ennemi. landaulet er. Küçük lando.
Lancer des soldats à l'assaut). 5. İşletmek, lande diş. Geniş fundalık.
çalıştırmak (Lancer un moteur). 6. Atmak, landgrave er. Kimi Alman prenslerine verilen
çıkarmak (Lancer un cri). 7. Tanıtmak, ortaya unvan.
çıkarmak, ileri sürmek (Lancer une vedette, une landier er. 1. Ocak sehpası. 2. bitb. Dikenli
mode, une nouvelle marque, un nouveau modèle). 8. katırtırnağı.
Yayınlamak (Lancer une proclamation). 9. landtag er. (Federal Almanya'da) Eyalet meclisi,
Başlatmak, açmak (Lancer une propagande, une landwehr diş. 1. (1918 tarihine kadar Cermen
campagne de presse). 10. Atmak, vurmak, ülkelerinde) Yedek askeri birlikler. 2. Kara
aşketmek (Lancer une gifle, un coup). 11. ordusu,
Uğratmak, yerinden çıkarmak (Lancer le gibier, laneret er. Erkek doğan.
un cerf). 12. Yoluna koymak, rayına oturtmak langage er. 1. Anlatım, anlatma yolu, dil (Langage
(Lancer une affaire). 13. Çıkarmak, uçurmak, parlé, populaire, argotique. Langage littéraire,
uydurmak, ortaya atmak (Lancer une fausse écrit, noble. Langage administratif, scientifique,
nouvelle, une plaisanterie). § Lancer un pétard: Bir technique). 2. Anlatış, °ifade (Langage des yeux,
balon uçurmak, yalan bir haber ortaya atmak. des passions). 3. Ağız (Le langage de la cour: Saray
Lancer un défi à qn: -e meydan okumak. Lancer la ağzı. Changer de langage). 4. Söz; söylev (En
flèche du Parthe: Sövüp kaçmak, kaçarken son bir amour, un silence vaut mieux qu'un langage). 5.
küfür savurmak. § Se lancer: 1. Hız almak, hızını Ses, ötüş, bağırma (Langage des oiseaux, des
almak (Le sauteur recula pour se lancer). 2. .Se animaux).
lancer dans: -e atılmak, girmek, girişmek, lange er. Kundak bezi (Changer les langes d'un
başlamak (Se lancer dans la rivière. Se lancer dans enfant).
la politique, dans F aventure. Se lancer dans des langer gçl. Kundak bezine sarmak, kundaklamak
langoureusement 813 languissant
yitirmiş (Une industrie languissante). 5. Uzayıp lanugineux, euse s. 1. Yünsü, yünümsü, yünü
giden (Une conversation languissante). andıran. 2. Tüylü, havlı (Feuilles lanugineuses).
lanier er. Av için yetiştirilen dişi doğan, laotien, ne £ ve ad. Laoslu; Laos'a değgin,
lanière diş. Kayış (Lanière d'un fouet, d'un fusil, des lapalissade diş. Herkesin bildiği çok basit bir
bretelles). gerçek, söylenmesi gülünç kaçan bir gerçek
lanifère, lanigère s. Tüylü (Feuilles lanifères). (Deux heures avant sa mort, il vivait encore, est une
laniidés er. ç. hayb. Örümcekkuşugiller. lapalissade).
laniste er. (Eski Romada) Gladiyatör yetiştiricisi, laparotomie diş. hek. Karın açma ameliyatı,
lanlaire (Eski bir nakarat olup yalnız şu deyimde lapement er. Lık lık; lap lap; tıkırdatarak içme.
geçer) Envoyer qn faire lanlaire: -i başından laper gçl. 1. Lık lık içmek, lap lap içmek (Chat qui
savmak, savuşturmak, lape du lait). 2. gsz. Diliyle lık lık yapmak,
lanoline diş. kim. Lanolin. tıkırdatmak, lap lap yapmak (Le chien lapait
lansquenet er. 1. XV. yüzyılda ücretle Fransa'ya bruyamment).
hizmet eden Alman piyadesi. 2. Bir çeşit iskambil lapereau er. Göçen, adatavşanı yavrusu,
oyunu (Jouer au lansquenet). lapiaz, lapié er. coğr. Lapya.
lantanier, lantana er. bitb. Mine çiçeğine yakın bir lapidaire er. 1. Cevahir yontucusu, cevahir işçisi.
bitki. 2. Cevahir parlatmada kullanılan küçük bileği
lanterne diş. I . Fener. 2. (Mimarlıkta) Işık bacası. taşı. 3. s. *Yazıtsal, gömüt taşları üzerindeki
3. (Büyük bir toplantı yerinde) Gizli loca. 4. yazılara değin (Le latin est plus propre au style
Büyük bir çarkı çeviren küçük çark. 5. lapidaire que tes langues modernes). 4. s. mec. Kısa
(Otomobillerde) Işık, ışık lambası (Un ve özlü (Formule lapidaire, réplique lapidaire).
automobiliste qui a oublié d allumer ses lanternes). lapidation diş. 1. Taşa tutma; °recm. 2. Taşa tutarak
§ Lanterne d'Aristote: hayb. Aristo feneri. öldürme cezası, °recmetme (La lapidation de saint
Lanterne des morts: Türbe yada mezar kandili. Etienne). 3. mec. Çok sert eleştirme, örseleme,
Lanterne magique: fiz. Büyülü fener. Lanterne hırpalama.
rouge: 1. (Eskiden) Genelevleri belirtmek için lapider gçl. 1. Taşa tutarak öldürmek, "recmetmek
yakılan kırmızı fener. 2. hlk. Sonuncu, nal (Lapider les adultères). 2. Taşa tutmak (Les
toplayan, bir sıralamanın en sonunda gelen ouvriers se mirent à ramasser des pierres et à
kimse. Lanterne sourde: Hırsız feneri denilen ışığı lapider les gardes). 3. mec. Kötü davranmak, çok
örtülebilen fener. Lanterne vénitienne: Kâğıt sert eleştirmek, hırpalamak,
fener, Venedik feneri. Conter des lanternes: lapidification diş. yerb. Taşlaşma, kayalaşma.
Saçma sapan şeyler anlatmak, zırvalamak. lapidifier gçl Taşlaştırmak, kayalaştırmak. § Se
Eclairer la lanterne de qn: -e gerekli bilgileri lapidifier: Taşlaşmak, kayalaşmak.
vermek. Eclairer sa lanterne: Düşüncesini, demek lapilli er. ç. yerb. Yanardağçakılı, "volkançakılı,
istediğini iyi anlatmak; karanlık bir noktayı iyice "lapilli.
aydınlığa kavuşturmak. Mettre qn à la lanterne: lapin, e ad 1. Adatavşanı (Peau de lapin, fourrure
(Fransız Devrimi günlerinde) -i asmak, idam de lapin). 2. er. Tavşan eti (Civet de lapin, pâté de
etmek, ipe çekmek. Oublier d'éclairer sa lanterne: lapin) § Lapin de choux: Evcil adatavşanı. Lapin
Esas söyleyeceğini unutmak. Prendre des vessies de garenne: Yaban adatavşanı. Pattes de lapin:
pour des lanternes: Şeşi beş görmek, bir şeyi başka Kısa favoriler. Peau de lapin: Tavşan derisinden
bir şey sanarak büyük bir yanılgıya düşmek. Se ucuz kürk. Une mère lapine: Çok doğurgan
mettre en lanternes: (Otomobil) Işıklarını kadın. Un chaud lapin, un lapin: Cinsel gücü fazla
yakmak, lambalarını yakmak, adam, tavşan gibi durmadan çiftleşen kimse.
lanterneau, lantemon er. Kubbe feneri, Courir comme un lapin: Çok hızlı koşmak. Poser
lanterner gsz. 1. Oyalanmak, boş şeylerle vakit un lapin à qn: tkz. -i atlatmak, -e verdiği
öldürmek. 2. gçl. Savsaklamak, oyalamak (Il m'a randevuya gelmemek,
longtemps lanterné). 3. Faire lanterner qn: -i lapiner gsz. (Tavşan için) Yavrulamak, doğurmak,
bekletmek (On va le faire lanterner un peu). lapinière diş. Tavşan kümesi,
lanternier er. 1. (Eskiden) Fenerci, sokak fenerlerini lapinisme er. tkz. Aşırı üreme, tavşan gibi çoğalma,
yakan kimse. 2. (Eski) tkz. Genelev patronu, lapis, lapis-lazuli er. Lacivert taşı.
lanthane er. kim. Lantan (madeni), lapon, ne ad. 1. Laponyalı, lapon. 2. er. Laponca.
lanturlu er. (Alay, küçümseme yada atlatma yollu 3. s. Laponlara değgin.
bir ünlem olarak kullanılır) Düttürürü, vırvırvır, laps [laps] er. Süre (II s'écoula un certain laps de
gırgırgır (Il lui a répondu lanturlu). temps). § Pendant ce laps de temps: Bu süre içinde,
laps 815 larghetto
lasting er. Bir çeşit hafif yünlü kumaş, bölge (Espèce animale qui ne peut vivre sous toutes
latanier er. bitb. Latanya, Hint adalarında yetişen les latitudes). 3. Özgürlük, serbestlik (Vous avez
bir palmiye. toute latitude d'accepter ou de refuser; je vous
latence diş. Gizli kalma, gizlilik; belirtisizlik donne toute latitude d'agir).
(Période de latence d'une maladie). latitudinaire s. ve ad (Ahlâk bakımından) Mezhebi
latent, e s. Gizli kalan, gizli; belirtisiz (Le geniş.
mécontentement latent finit par éclater. Une latomies diş. ç. Eskiden, hapishane olarak
maladie latente. Demeurer à l'état latent). kullanılan taş ocakları,
latéral, e s. Yan, yanal (La porte latérale). lato sensu bel. Geniş anlamda, sözcüğün geniş
latéralement bel. Yandan; yanlamasına (Les rayons anlamıyla,
du soleil entraient latéralement dans les tribunes). latrie diş. Tapma.
latérite diş. yerb. Laterit; dönenceler arasındaki latrines diş. ç. Ayakyolu, yüznumara.
sıcak iklim kuşağında tatlı kiremit kırmızısı lattage er. Lata kaplama; latayla kaplama, pedavra
renkte özel bir toprak çeşidi, tahtalarıyla kaplama,
latex er. 1. kim. Lateks. 2. biy. Süt, bitki sütü. latte diş. 1. Dar ve uzun tahta, lata, pedavra tahtası.
laticifère s. bitb. İçinde bitkisütü bulunan (Cellules 2. Düz süvari kılıcı,
laticifères). latter gçl. Latalarla, pedavra tahtalarıyla kaplamak
laticlave er. 1. Romalı senato üyelerinin cübbeleri (Latter un plafond).
üzerindeki erguvan şerit. 2. Romalı senato lattis er. Lata işi.
üyelerinin giydikleri cübbe. laudanum [lodan3m\ er. Afyonlu bir sıvı ilaç,
latifolié, e s. bitb. Geniş yapraklı, lavdanom.
latifundia, latifundium er. 1. (Eski Romada) Çok laudateur, trice ad. Övgücü, ona buna övgü düzen,
geniş özel topraklar. 2. (Bugün) Eski yöntemlerle laudatif, ive s. 1. Övücü (Termes laudatifs. Inscription
işletilen büyük özel topraklar, latifundia, laudative). 2. ad Övgücü, ona buna övgü düzen
latifundiaire s. Latifundiayla ilgili, latifundiaya kimse.
değgin (Propriété latifundiaire). iaudes diş.ç. Tanrıyı öven bir sabah duası,
latin er. Latince, latin dili (Enseigner le latin). § iauracées diş. ç. bitb. Defnegiller,
Latin de cuisine: Kaba latince. Y perdre son latin: laure diş. tar. (Doğuda) Manastır (La laure de Kiev).
Hiçbir şey anlamamak; şaşırıp kalmak; iflahı lauré, e s. 1. Defne çelenkli, defne çelengi taşıyan,
kesilmek. defne çelengiyle süslenmiş (Empereur lauré, tête
latin, e s. ve ad 1. Latin (Les latins. Le monde latin). laurée). 2. Lauré de qch: -ile süslenmiş (Tête laurée
2. Latinlere değgin; La tinlere özgü (Tempérament d'une médaille).
latin, esprit latin, individualisme latin). 3. lauréat, e s. ve ad. 1. Bir yarışmada ödül kazanan
Latinceyle ilgili, Latinceye değgin (Déclinaisons (Les élèves lauréats. Une étudiante lauréate). 2. ad.
latines, une tournure latine). 4. Batı Katoliği. § Ödül kazanan, ödül alan (Lauréat du prix Nobel.
Voile latine: den. Latin yelkeni, Lauréate du prix Goncourt. Le lauréat dun prix
latinisation diş. 1. Latinleştirme; latinleşme littéraire).
(Latinisation dun pays, d un peuple). 2. Latinceye lauréole diş. Yabani defne.
uydurma, latinceleştirme (Latinisation dun mot). laurier er. bitb. 1. Defne. 2. Defne dalı (Couronne de
latiniser gçl 1. Latinleştirmek. 2. Latinceleştirmek, laurier. Front ceint de laurier). 3. mec Başarı,
Latinceye uydurmak. 3. gsz. Latince paralamak, utku, °zafer (Lauriers du guerrier, du vainqueur.
latince konuşuyor geçinmek. 4. Batı katolik Etre couvert de lauriers). § Etre chargé de lauriers,
kilisesinden olmak, se couvrir de lauriers: Ün kazanmak, şeref
latinisme er. 1. Latinceye özgü söz düzeni. 2. kazanmak. Flétrir ses lauriers: Şerefini kirletmek,
Latinceden alman sözcük yada anlatım, adını lekelemek. S'endormir sur ses lauriers: Elde
latiniste ad 1. Latin dili ve yazını uzmanı. 2. Latince edilen başarılardan sonra hiçbir şey yapmamak,
öğrencisi. bir başarı sağladıktan sonra işi tembelliğe
latinité diş. 1. Latin dünyası, Latin uygarlığı, Latin dökmek. Se reposer sur ses lauriers: 1. Parlak
çevresi (L'esprit de la latinité). 2. Latince başarılarla hakettiği bir erincin içinde bulunmak.
konuşma yada yazma biçimi, 2. Bir başarı sağladıktan sonra artık hiçbir şey
latino-américain, e s. Latin Amerikaya değgin, yapmamak, işi tembelliğe vurmak,
Latin Amerikalı (Les pays latino-américains). laurier-cerise er. bitb. Taflan, karayemiş.
latitude diş. 1. coğr. Enlem (Paris est à 4)f de laurier-rose er. bitb. Zakkum ağacı,
latitude Nord). 2. (Sıcaklık bakımından) İklim, laurier-tulipier er. bitb. Bir tür manolya.
lavable 818 le
lavable s. Yıkanabilir. qch, s'en laver les mains: Bir şeyin sorumluluğunu
lavabo er. 1. Papazın parmaklarını yıkama ayini. 2. üstünden atmak, sayım suyum yok deyip işin
Bu ayinde okunan dua. 3. Papazın parmaklarını içinden çıkmak,
yıkadıktan sonra sildiği bez. 4. Lavabo, *elyunağı laverie diş. 1. Maden filizi yıkama havuzu. 2.
(Lavabo d'une salle de bains). 5. ç. Yüznumara. Modern çamaşır yıkama dükkânı,
lavage er. 1. Yıkama (Lavage du linge, d une lavette diş. 1. Bulaşık bezi; bulaşık fırçası. 2. mec.
voiture). 2. Çamaşır yıkama (Jour de lavage). 2. tkz. Pelte gibi adam, sümsük, sümsüğün teki (Une
hek. (Mide, barsak gibi iç organları) Yıkama vraie lavette). 3. argo. Dil.
(Lavage de l'intestin). 4. Çok sulu yemek, bulaşık laveur, euse ad 1. Yıkayıcı (Laveur de vaisselle dans
suyu (Cette soupe n'est qu'un lavage). § Lavage de un restaurant. Laveur de voiture dans un garage). 2.
tête: mec. Azarlama, paylama, haşlama, diş. Çamaşırcı kadın (Une laveuse au lavoir tapant
lavallière s. Kuru yaprak renginde (Maroquin ferme et dru sur la lessive). 3. diş. Çamaşır
lavalière). 2. diş. Bir çeşit boyunbağı. makinası.
lavande diş. bitb. 1. Lavantaçiçeği. 2. Lavanta, lave-vaisselle er. Bulaşık yıkama makinası.
lavanta kolonyası (Un flacon de lavande). lavis er. Suluçizi; sulandırılmış çini mürekkebi yada
lavandière diş. 1. Çamaşırcı kadın. 2. kara suluboya kullanılarak fırça ile yapılan çizim,
Kuyruksallayan kuşunun bir başka adı. lavoir er. 1. Genel çamaşırhane (Laver le linge, la
lavaret er. hayb. Sombalığına yakın bir göl balığı, lessive au lavoir). 2. Maden yıkama teknesi;
lavasse diş. 1. (Eski) Birden bastıran yağmur, maden filizi yıkama makinası.
sağnak. 2. tkz. (Bugün) Çok sulu içit yada yemek, lavure diş. 1. Yıkama, yıkama işlemi (Lavure du
bulaşık suyu (Ce café est imbuvable, c'est de la minerai). 2. Bir şeyin yıkandığı su (Lavıtre de
lavasse). vaisselle: Bulaşık suyu). 3. Tatsız tuzsuz- çorba
lavatory er. İng. Genel yüznumara, umumi helâ. yada et suyu, bulaşık suyu (Ce n'est pas un potage
lave diş. yerb. Lav (İM lave brûlante descendait du mais une lavure).
cratère). laxatif, ive 5. 1. Barsakları yumuşak tutan,
lavé, e s. 1. Çok sulandırılmış. 2. Yalama usulü yumuşatıcı (Tisane laxative. Les pruneaux, le miel
çiziyle yapılmış (Dessin lavé). 3. mec. Soluk (Des sont laxatifs). 2. er. Yumuşatıcı (ilâç) (Prendre un
yeux d'un bleu lavé). laxatif).
lavement er. 1. Yıkama (Le lavement des mains, des laxisme er. (Din ve ahlâk yönünden) Aşırı hoşgörü,
pieds). 2. Hek. Yıkama, "tenkiye (Un lavement laxistes, vead Aşırı hoşgörülü (Morale laxiste. Un
pour lutter contre la constipation). 3. Kilisede laxiste).
yapılan ayak yıkama ayini. 4. mec. (Eski) laxité diş. Gevşeklik.
Rahatsız edici kimse, karınağrısı (Voilà un vieux layer gçl. 1. İçinden patika geçirmek (Layer une
lavement). forêt). 2. Dişengiyle, dişli taşçı çekiciyle kazıyıp
laver gçl. 1. Yıkamak (Laver la vaisselle. Laver la işlemek (Layer une pierre tombale).
figure etun enfant. Laver une plaie à F alcool. Laver layetier er. Sandıkçı.
le minerai). 2. Temizlemek, silmek, öc alarak layette diş. 1. Hafif tahta sandık; küçük çekmece.
gidermek (Laver un affront, une injure). 3. tkz. 2. Bebek giysi takımı, bebek giyimi (Des articles
Satmak, okutmak, mektep etmek (Il a lavé son de layette dans un grand magasin).
pardessus). 4. Sulandırmak, açmak (Laver une lazaret er. Karantina yeri (Subir une quarantaine au
couleur). 5. Yıkamak, "tenkiye yapmak (Laver un lazaret).
organe interne par des injections). 6. Çıkarmak, lazariste er. Katolik misyonerlerinden bir kısmına
gidermek (Laver une tache). 7. Laver qn de qch: verilen ad, "lazarist.
Birini -den aklamak, temize çıkarmak (Ses amis lazulite diş. Lacivert taşı.
Font lavé d'une telle accusation). § Laver la tête à lazzi er. 1. İtalyan tiyatrosunda güldürücü
qn: -i şiddetle azarlamak, haşlamak, paylamak. pandomima. 2. Alay, şaka, takılma (Il était
Laver son linge sale en famille: Kirli çamaşırlarını toujours F objet des lazzis de ses camarades).
dışarı vurmamak, "kol kırılır yen içinde" diye le, la, les. 1. ( Tanımlık, tanım ilgeci, tanım edatı).
hareket etmek. § Se laver: 1. Yıkanmak (Se laver Adlardan önce geldiklerinde belirtili tanımlık
dans la salle de bains, sous la douche). 2. Se laver görevinde olurlar (Le père, la mère, l'arbre,
qch: -sini yıkamak (Se laver les mains, les pieds, les Fombre, Fhomme, Fhirondelle, les garçons, les
dents, la figure). 3. Se laver de qch: -den aklanmak, filles, les arbres, les hommes, les hirondelles). 2. Bir
temize çıkmak (Se laver d' une accusation, d une eylemin başına yada sonuna geldiklerinde
imputation, d'un soupçon). § Se laver les mains de nesneyi gösteren adıl görevinde olup "onu;
lé 819 légal
Médecine légale: Adlî tıp. Pays légal: Seçim Arme légère. Poids léger). 2. İnce, hafif (Vêtements
hakkına sahip yurttaşların tümü. Régime légal: légers. Une légère couche de vernis. Une neige
Yasal yöntem, "kanuni usul. Voie légale: Yasal légère couvrait le sol). 3. Koyu olmayan, hafif,
yol, "kanuni yol. yoğunluğu az (Vin léger, thé léger, café léger). 4.
légalement bet. Yasal olarak, yasaya uygun olarak; Ağır olmayan, tehlikeli olmayan, hafif (Des
yasa uyarınca, yasaca, "kanunca, "kanunen blessés légers). S. Küçük, önemsiz (La différence
(Assemblée légalement élue. Prononcer légalement est légère. Une faute légère). 6. Çevik (Une balerine
la dissolution de l'Assemblée nationale). légère et souple). 7. Dinlenmiş, dinlenik, dinç (Se
légalisation diş. huk. 1. Yasal kılma, yasallaştırma, sentir léger après une heure de repos). 8. İnce uzun,
yasaya uygun kılma (La légalisation d un acte). 2. narin (Elle a une taille légère). 9. Uçarı (Il a m
Resmi olarak onama, onanma; "resmi tasdik caractère léger). 10. Ciddilikten uzak, ciddi
(Légalisation dune signature). olmayan, düşüncesizce (Porter un jugement léger).
légaliser gçl. huk. 1. Resmi olarak onanmak, doğru 11. Düşüncesiz, ihtiyatsız (Garçon ignorant et
olduğunu belirtmek (Légaliser une signature, une léger). 12. Fingirdek, hafif meşrep (Une femme
procuration). 2. Yasal kılmak, yasallaştırmak, légère). § A la légère: Düşüncesizce, iyice düşünüp
"kanunileştirmek "meşrulaştırmak (De nouvelles taşınmadan, gelişigüzel (Parler, agir à la légère.
élections légalisèrent le régime). S'engager à la légère dans une entreprise). Prendre
légalisme er. *Yasallıkçılık, "meşruiyetçin k, qch à la légère: -i hafife almak, önemsememek,
yasallığa aşırı bağlılık, ciddiye almamak. Avoir la tête légère, une tête
légaliste i. ve ad. Yasallıkçı, "meşruiyetçi, légère: Yarım akıllı olmak, ne yaptığını pek
légalité diş. huk. 1. Yasallık, yasaldık, "meşruiyet bilmemek, boş kafalı olmak. Avoir le sommeil
"kanuniyet (La légalité dun régime. Respecter la léger: Uykusu hafif olmak. Avoir le coeur léger İçi
légalité. Rester dans la légalité). 2. Yasaya rahat olmak, vicdanı rahat olmak. Avoir la main
uygunluk (La légalité dun acte, dune mesure, d'un légère: 1. (Ameliyatta) Eli hafif olmak. 2.
règlement). (Vurmada) Eli çabuk olmak. Etre léger comme
une plume: Tüy gibi hafif olmak.
légat er. 1. Papalık elçisi, Papanın elçisi. 2.
(Eskiden) Papalık valisi, légèrement bel. 1. Hafifçe, ince (Etre vêtu
légataire ad. Kendisine vasiyetle bir mal bırakılan légèrement). 2. Hafif hafif, hafifçe (Toucher
kimse, vasiyetle mal alan (Légataires d'un même légèrement). 3. Az, hafif (Manger légèrement). 4.
testateur). Düşüncesizce, iyice düşünüp taşınmadan (Parler,
légation diş. 1. Papa elçiliği. 2. (Eskiden) Papaca agir légèrement. Prendre une décision un peu
verilen valilik. 3. Orta elçilik (Un secrétaire de légèrement).
légation). 4. Orta elçilik mensupları. 5. Orta elçilik légèreté diş. 1. Hafiflik (La légèreté d'un ballon).
binası (Aller chercher son visa à la légation). 2. Çeviklik (La légèreté d'une danseuse, dune
lège s. den. Boş yada tam yükünü almamış, yükü az balerine). 3. Hafiflik, incelik (La légèreté d une
(Navire lège. Le bateau étant lège, s'élevait sur étoffe, d'un vêtement). 4. İncelik, narinlik, zariflik
l'eau). (La légèreté d'une architecture, d'un ornement). 5.
légendaire s. 1. Yalnız efsane ve masallarda bulunan Düşüncesizlik, hafiflik, ciddilikten uzaklık (Faire
(Personnages légendaires. Un héros légendaire). 2. preuve de légèreté dans sa conduite, dans ses
Masal ve efsanelere özgü, masalı andıran, propos). 6. Uçarılık; hafif meşreplik (Sa
efsaneleri andıran (Une atmosphère légendaire). 3. coquetterie, sa légèreté scandaleuse). 7. Kolaylık,
Pek ünlü, dillere destan (Le chapeau légandaire de akıcılık (La légèreté d'un style).
Napoléon. Un exploit resté légendaire). 4. er. leggings, leggins er. İng. (Bacaklara takılan) Meşin
Masal yada efsane yazarı. 5. er. Masal yada yada bez tozluk.
efsane kitabı, dergisi, leghorn diş. Legorn tavuğu, iyi cins yumurta
légende diş. 1. Ermişlerin yaşamöyküleri. 2. Efsane tavuğu.
(Légendes propres à un peuple. Napoléon est entré légiférer gçl. 1. Yasa koymak, yasamak (Pouvoir de
dans la légende). 3. Madalya yada para yazısı. 4. légiférer). 2. mec. Kurallar koymak, koyduğu
•Altyazı; resimlerin, karikatürlerin altına yazılan kuralları zorla benimsetmek (Ce grammairien
açıklayıcı yazı (Légende d une photographie. prétend légiférer).
Caricature sans légende). légion diş. 1. (Eski Romalılarda) Tümen. 2. Albayın
légender gçl. Altyazılamak, -e açıklayıcı altyazı kumanda ettiği jandarma birliği, jandarma alayı.
koymak (Légender un dessin, une caricature). 3. Une légion de: Bir alay... Bir sürü... (Une légion
léger, ère s. 1. Yeğni, yün gül, hafif (Bagages légers. de cousins). 4. Yabancı uyruklulardan devşirme
légionnaire 821 lendemain
Fransız sömürge birliği (Entrer à la Légion) § 4. Mazur göstermek (Il a tenté de légitimer sn
Légion d'honneur: Asker ve sivillere verilen bir conduite).
Fransız liyakat nişanı (X voir la Légion d honneur. légitimisme er. huk. Yasalılık, "meşruiyet,
Porter sa Légion d honneur). Légion étrangère: légitimiste s. ve ad 1. Yasalılıkçı, "meşruiyetçi
Yabancı uyruklulardan devşirme Fransız (Le parti légitimiste. Un légitimiste convaincu). 2.
sömürge birliği, Birinin hükümdar olması için hükümdar
légionnaire er. 1. (Eski Romalılarda) Lejyon askeri. soyundan gelmesi gereğini savunan kimse,
2. (Fransada) Sömürge birliği askeri. 3. légitimité diş. 1. Yasalılık, "meşruiyet; yasallık,
Lejyondonör nişanı olan kimse, kanuniyet (Légitimité dune union, dun pouvoir).
législateur, trice s. ve ad. huk. Yasa koyucu, kanun 2. Haklılık, doğruluk, yerindelik (Légitimité d une
koyucu (Les intentions, la volonté du législateur. demande, d'une revendication, d une prétention).
Un roi législateur). 2. Bir bilim yada sanatın Iegs[/cg]er. huk. 1. Vasiyetle bağış (Faire un legs
kurallarını koyan kimse. 3. er. Yasama gücü. 4. à une institution charitable). 2. mec. Kalıt, miras,
Yasama gücü üyesi, yasamacı. - d e n kalan şeyler, kalıntı (Le legs du passé).
législatif, ve 1. s. huk. Yasamaya değgin (Assemblée léguer gçl. Léguer qch à qn: 1. Bir şeyi birine
législative: Yasama meclisi Pouvoir législatif: vasiyetle bırakmak (Il légua toute sa collection de
Yasama erki, yasama gücü. Projet législatif: Yasa tableaux au Louvre). 2. Bir şeyi -e bırakmak,
tasarısı. Texte législatif: Yasa metni). 2. er. "devretmek, geçirmek, "intikal ettirmek (Léguer
Yasama gücü (Le législatif et l'exécutif). un goût à ses enfants. Léguer une oeuvre à la
législation diş. huk. 1. Yasa koyma, yasama; yasama postérité). § Se léguer: Geçmek, "devralmak,
yetkisi. 2. Yürürlükteki yasalar, "mevzuat. 3. "intikal etmek; birbirine devretmek, geçirmek
Yasalar bilimi, °hukuk. (Tradition de famille qu'on se lègue).
législature diş. huk. 1. Yasama kurulları, yasama légume er. 1. Sebze, zerzevat (Légumes verts,
erki. 2. (Bir yasama meclisinin) Yasama görevi. 3. légumes secs. Soupe aux légumes, salade de
Yasama görevi süresi, yasama dönemi, légumes). 2. (Yenilen) Yeşillik (Plat de viande
légiste er. 1. Yasaları bilen kimse, yasacı, hukukçu. garni de légumes). 3. diş. Baklagillerin yemişi,
2. t ar. Fransada derebeyliğe karşı krallığın erkini badıç. § Une grosse légume: mec tkz. Kodaman,
geliştirmeye çalışan kral danışmanı. 3. s. önemli kişi (Les grosses légumes du parti). Perdre
Hukukla ilgili (Conseiller légiste: Hukuk ses légumes: argo. (Kadınlar için) Aybaşı olmak,
danışmanı. Médecin légiste: °Adli tabip). légumier, ère s. 1. Sebzeye değgin, zerzevatla ilgili
légitimation diş. 1. Yasalı kabul etme, yasalı kabul, (Culture légumier e). 2. er. Sebze bahçesi. 3. er.
kabul edilme; °meşrulaştırma, meşrulaşma; Sebze tabağı,
yetkilerim kabul etme (Légitimation d'un légumine diş. biy. kim. Legümin, baklagillerin özü,
souverain). 2. (Evlilik dışı doğmuş bir çocuğu)
bitkisel kazein,
Tanıma (Légitimation dun enfant). 3. Doğru
légunrineux, euse s. 1. Baklagillerden olan (Plantes
bulma, haklı görme (La légitimation de sa
légumineuses). 2. diş. bitb. Baklagillerden sebze
conduite). § Lettre de légitimation: °İtimatname.
(La fève est une légumineuse). 3. diş. ç. bitb.
Papiers de légitimation: Kimlik belgesi, kimliği
Baklagiller.
kanıtlayıcı belge,
leitmotiv [laj(£)tmjtiv] er. müz 1. Laytmotif,
légitime s. I. Töreye uygun; yasaya uygun, yasal;
anabezek, anasüs, anamotif. 2. mec. tkide bir
yasalı, "meşru, "kanuni (Lafemme légitime. Union
yinelenip durulan şey, "nakarat,
légitime. Enfant légitime. Faire valoir ses droits
lemme er. mat. Yardımcı teorem,
légitimes sur une succession). 2. Haklı, doğru,
lemming er. hayb. Lemming.
yerinde (Des revendications légitimes. Rien de plus
lemnacées diş. ç. bitb. Sumercimeğigiller.
légitime que cette demande). 3. diş. huk. (Kalıtta)
lémure er. (Eski Romalılarda) "Hayalet, ölen bir
°Mahfiız hisse. § Légitime défense: Yasalı
kimsenin dirileri ikide bir rahatsız eden hayaleti,
savunma, "meşru müdafaa (Etre en état de
lémuridés er. ç. hayb. Makigiller,
légitime défense).
lémuriens er. ç. hayb. Makimsiler, maymunsular,
légitimement bel. "Meşru olarak; haklı ve yerinde
lendemain er. 1. Ertesi gün (Un lendemain de fête est
olarak.
toujours pénible. Il emmena ses amis diner au
légitimer gçl. 1. -i yasalı olarak tanımak, "meşru restaurant, et le lendemain il se sentit la tête très
kabul etmek (Légitimer un souverain). 2. (Evlilik lourde). 2. Gelecek, yarın, "istikbal (Penser à son
dışı doğmuş bir çocuğu) Tanımak (Légitimer un lendemain. Un bonheur sans lendemain). 3. mec.
enfant naturel). 3. Doğru bulmak, haklı görmek. Sonuç C Cette affaire a eu d'heureux lendemains). §
lendit 822 lequel
Au lendemain de: -in ertesi günü, -den hemen Sarkaç ağırşağı, saat sarkacının ucundaki ağırlık,
sonra (Au lendemain de t armistice, de la victoire, lentillon er. Kırmızı mercimek,
ils se mirent à penser aux problèmes économiques). lentisque er. Sakızacağı.
Du jour au lendemain: Bugün yarın, akşamdan lento bel. müz. Yavaş, "lento,
sabaha, şıp diye, hemen (Il changea d'opinion du léonin, e s. 1. Aslana değgin; aslana benzeyen;
jour au lendemain). Etre sûr de son lendemain: aslanı andıran, aslansı, aslanımsı (Une tête
Yarısından emin olmak, léonine). 2. İç uyaklı, yarım dizeleri de uyaklı olan
lendit [tâdil er. Ortaçağda Saint-Denis ile (Vers léonin). 3. mec. Aslan payı, aslan payına
Chapelle arasında her yıl 11-24 haziran dayanan (Partage léonin, contrat léonin, société
günlerinde kurulan büyük panayır. § Lendit léonine).
scolaire: Çeşitli öğretim kurumlarındaki léonure er. bitb. Aslankuyruğu,
öğrenciler arasında yapılan beden eğitimi léopard er. hayb. Pars,
yarışmaları. lépidodendron er. bitb. Pulluağaç.
lénifiant, e s. 1. hek. Uyuşturucu, yatıştırıcı, "teskin lépidolithe er. yerb. Lepidolit.
edici, "müsekkin. 2. mec. Yatıştırıcı (Des propos lépidoptères er. ç. hayb. Pulkanatlılar, kelebekler,
lénifiants). lépidosirène er. hayb. Karamaru; balçik-
lénifier gçl. 1. hek. Uyuşturucu bir ilaçla balığıgillerden eti lezzetli bir balık,
yatıştırmak, dinginleştirmek, teskin etmek. 2. lépidosirènes er. ç. hayb. Balçıkbalığı giller.
mec. Yatıştırmak (Ses douces paroles ont lénifié lépiote diş. Kimi türleri yenebilen mantar,
leur colère). lépisme er. hayb. Kâğıt güvesi, gümüşçün,
léninisme er.Lenincilik, leninizm. léporide er. hayb. Tavşan ve adatavşanı kırması,
léniniste £ ve ad. Leninci, leninist. léporidés, léporides er. ç. hayb. Tavşangiller,
lénitif, ive s. hek. 1. Yatıştırıcı, dinginleştirici lèpre diş. 1. Cüzam (Pustules de la lèpre. Etre atteint
(Remède lénitif). 2. er. Yatıştırıcı ilâç; ağn giderici de lèpre). 2. Bir yüzeydeki yer yer oyuklar (La
(Le miel est un bon lénitif pour la gorge). 3. s. mec. façade des maisons anciennes couverte de lèpre). 3.
Yatıştırıcı, dinginleştirici, dinlendirici (Des heures mec. Cüzam gibi çabuk bulaşan kötü şey (La
lénitives. L'influence lénitive de l'exercice lèpre de Penimi. Le vice est une lèpre).
musculaire). lépreux, euse i ve ad. 1. Cüzamlı (Hôpital pour
lent,e s. 1. Yavaş, ağır (Marcher dun pas lent. lépreux. Une femme lépreuse). 2. Cüzama değgin
S'avancer à pas lents. H a t esprit lent. Un animal (Pustules lépreuses). 3. mec. Oyuk oyuk, dökük
lent. Il est lent dans tout ce qu'il fait). 2. Etkisini dökük, sıvası boyası dökülmüş (Des murs
yavaş yavaş gösteren, yavaş işleyen (Un poison lépreux).
lent. La justice est lente). 3. Lent à f. qch: -mekte léprologie diş. hek. Cüzambilim, leprabilim.
ağır, -mesi geç (Il est lent à se décider, à léprologue, léprologiste er. Cüzambilim uzmanı,
comprendre). cüzambilimci, leprabilimci.
lente diş. Bit sirkesi. léproserie diş. 1. Cüzam hastanesi. 2. (Eski)
lentement bel. Ağır ağır, yavaş yavaş (Avancer Miskinhane, miskinler tekkesi,
lentement). lequel, laquelle, lesquels, lesquelles 1. adıl. Ki o, ki
lenteur diş. 1. Ağırlık, yavaşlık (Parler avec lenteur. onlar (Il y a une édition de ce livre, laquelle se vend
Lenteur desprit. Lenteur à se décider). 2. diş. ç. fort bon marché: Bu kitabın bir baskısı var, ki o çok
Yavaş ve ağır işleyiş (Les lenteurs de la procédure). ucuza satılır: bu kitabın çok ucuza satılan bir
lenticelle diş. bitb. Kovucuk, "adese, baskısı vardır. Je respecte les paysans de ce pays
lenticulaire, lenticuié, e s. Mercimek biçiminde, lesquels travaillent jour et nuit: Bu ülkenin
mercimeksi, mercimeğimsi (Verre lenticulaire). köylülerine saygı duyuyorum, ki onlar gece gündüz
lenticule diş. bitb. Sumercimeği. çalışıyorlar; bu ülkenin gece gündüz çalışan
lentiforme s. Mercimek biçiminde, mercimeksi, köylülerine saygı duyuyorum). 2. a) (Soru adılı
mercimeğimsi. özne olarak)Har.gisi, hangileri (Lequeldes enfants
lentille diş. 1. Mercimek (Un plat de lentilles). 2. est le plus intelligent: Çocukların hangisi en
fiz. Mercek (Lentille à bord épais: Kalın kenarlı zekidir? Laquelle de vos filles réussit mieux:
mercek. Lentille à bord mince: İnce kenarlı Kızlarınızın hangisi daha iyi başarı gösteriyor?
mercek. Lentille convergente: Yakınsak mercek. Lesquels de ces fruits sont plus succulents: Bu
Lentille divergente: Iraksak mercek). 3. ç. meyvelerin hangileri daha suludur), b) (Soru adılı,
(Derideki) Çil (Lentilles brunes, rousses). § nesne olarak) Hangisini, hangilerini (Laquelle de
Lentille d'eau: Su mercimeği. Lentille de pendule: ces cravates préférezrvous?: Bu kravatların
lerche 823 lettre
hangisini yeğliyorsunuz? Lesquels de ces livres soyup soğana çevirmek (On Fa lessivé au baccara.
avez-vous lus?: Bu kitapların hangilerini I! s'est fait lessiver au pocker). 4. argo. (Hırsızlık
okudunuz?). malı eşyaları) Gizlice satmak, okutmak. 5. Etre
lerche bel argo. Çok, fazla, lessivé: hlk. Çok yorgun olmak, bitkin olmak. §
lérot er. hayb. Bahçe uyuklayanı; Avrupa'da dağlık Lessiver la tête à qn: argo. -i azarlamak,
yerlerde ve ormanlarda yaşayan, sırtı koyu boz haşlamak, paylamak,
rengi, karnı beyazımsı bir kemirgen, lessiveuse diş. Çamaşır yıkama makinası; içinde
iesbianisme, lesbisme er. Sevicilik, kadınlararası kirli çamaşır kaynatılan özel kap.
eşcinsellik. Iessiviel,le s. Temizleme ile ilgili, yıkamaya
lesbien, ne s. 1. Midilli adasına değgin (Dialecte değgin (Produits lessiviels).
lesbien). 2. diş. Sevici, eşcinsel kadın, lest er. (Gemilerde, balonlarda) Safra, dengeyi
lèse s. -e karşı (Crime de lèse-humanité, de lèse- sağlamak için gemilerin dibine ve balon
majesté, de lèse-société: İnsanlığa karşı, Devlet sepetlerine konulan ağırlık (Garnir un bateau
başkanına karşı, topluma karşı ağır suç). de lest). §, Jeter du lest: (Kötü bir sonucu
lésé, e s. ve ad. huk. Mağdur, ö n l e m e k için) Ö d ü n v e r m e k ; büyük
léser gçl. 1. Dokunmak, incitmek, yaralamak özverilerde bulunmak. Etre, partir, retourner
(Léser forgueil, F amour-propre de quelqu'un). 2. sur son lest: (Gemi için) Yüksüz olmak, yük
Zarar vermek, zarara uğratmak (Léser les droits, alamadan kalkmak, yüksüz dönmek,
les intérêts de quelqu'un). 3. Yaralamak, "hasara lestage er. (Gemiye) Safra koyma; safra konma,
uğratmak (La balle a lésé l'intestin). leste i. 1.Çevik, dinç (Un vieillard encore leste.
lésine diş. Cimrilik, pintilik, Se sentir leste). 2 Açık saçık (Une plaisanterie un
lésiner gsz. 1. Cimrilik etmek, pintilik etmek (11 peu leste. Un conte leste).
ne lésine pas quand il s'agit de ses propres lestement bel. 1.Çeviklikle, çevikçe (Sauter
distractions). 2. Lésiner sur qch: -den kırpmak, lestement dans l'autobus en marche). 2. mec.
tırtıklamak; esirgemek (Il lésine sur tout ce qu'il Ustalıkla, kolaylıkla (Mener lestement une
achète. Il ne lésine pas sur Féducation de ses affaire).
enfants). lester gçl. l.(Gemiye, balona) Safra koymak
lésineur. euse s. ve ad. (Eski) Cimri, pinti, (Lester un navire, un ballon). 2.mec. tkz.
lésion diş. 1. hek. Doku bozukluğu, "zedelenme, Doldurmak, tıkabasa doldurmak (Lester son
"hasar (Lésion du cerveau, du poumon). 2. huk. estomac, ses poches, son portefeuille).?). Lesté de
"Gabin, alışverişte aldatma, hile (Vente entachée qch: -i yedikten sonra (Lesté de son petit
de lésion. Rescision de la vente pour cause de déjeuner, il est sorti). § Se lester: tkz. Tıkabasa
lésion). yemek.
lésionnaire s. huk. Gabinle ilgili, hileye değgin, létal, e s. Ölüme yol açan, öldürücü (Dose
lésionnel, le s. hek. Zedelenmeye değgin, létale dun produit toxique).
berelenmeyle ilgili (Signe lésionnel). létalité diş. Öldürücülük, ölüme yol açma
lessivable s. Temizletilebilir, çamaşır suyunda (Taux de létalité).
yıkanabilir (Tissu lessivable).
léthargie diş. 1. hek. Baygın uyku. 2. mec
lessivage er. 1. Alkalik su ile yıkama, arıtıcı ile
Uyuşukluk, ölgünlük (Tomber en léthargie, sortir
yıkama (Lessivage des murs, des parquets). 2. mec.
de sa léthargie).
Temizlik (Tai dû procéder à une révision des
léthargique s. 1. hek. Baygın uykuya değgin
valeurs, cela a été un lessivage en grand).
(Etat, sommeil léthargique). 2. s. vead. Uyuşuk (Il
lessive diş. 1. Alkalinli su, boğada suyu, çamaşır
est un peu léthargique. Une, un léthargique).
suyu (Mettre du linge à la lessive: Çamaşırı suyuna
bastırmak). 2. Arıtıcı, çamaşır tozu, boğada lette, letton, e s. ve ad. 1. Letonyali. 2. er.
(Acheter un paquet de lessive). 3. Çamaşır yıkama Leton dili, Letonca.
(Jour de lessive). 4. Yıkanacak çamaşır, yıkanan lettrage er. 1. Harfleme, üzerine harfler dizme,
çamaşır (Laver, battre, rincer la lessive. On avait harf koyma (Lettrage d une carte, dun catalogue).
étendu la lessive sur de longues cordes). 5. mec tkz. 2. Harfler, konan harflerin tümü.
Büyük ziyan. § Faire la lessive: Çamaşır yıkamak, lettre diş. 1. Harf (Lettre majuscule, lettre
lessiver gçl. 1. (Çamaşırı) Boğada yapmak yada minuscule. Lettres dimprimerie, lettres italiques).
alkalik su ile yıkamak. 2. Arıtıcı ile, temizleme 2. Mektup (Boîte aux lettres. Ecrire, envoyer,
suyu yada tozu ile yıkamak, silmek (Lessiver les recevoir une lettre). 3. Sözcüğü sözcüğüne verilen
murs, le parquet). 3. mec. hlk. -i kumarda ütmek, anlam, "lâfız (La lettre de la loi). 4. Belge,
lettré 824 levant
"şahadetname, diploma (Lettre d'apprentissage). lettrisme er. Letrizm, anlamsız söz dizimi ve
5. ç. Yazınsal ekin, edebiyat kültürü (Il a des uyduruk ses ve sözcüklerden kurulu şiir akımı,
lettres). 6. Yazın, edebiyat (Faculté des lettres. leu er. 1. Loup: kurt sözcüğünün bugün artık
Lettres classiques, lettres modernes). § Lettre kullanılmayan eski biçimi. 2. Romanya para
anonyme: İmzasız mektup. Lettre recommandée: birimi, ley. § A la queue leu leu: Birbiri arkasına,
Taahhütlü mektup. Lettre d'avis: Bildirim yazısı, çil yavrusu gibi, Alipaşa döküntüsü gibi.
bildirme mektubu, ihbarname. Lettre de leucémie diş. Hek. Kan kanseri, "lösemi,
bourgeoisie: Hemşerilik belgesi. Lettre de leucémique s. 1. Kan kanserine değgin (Etat
chancellerie: İtimatname. Lettre de change: leucémique). 2. s. ve ad. Kan kanserine
Poliçe, bono, °ödek. Lettre de change en blanc: yakalanmış (Malade leucémique. Un, une
Açık bono. Lettre de commerce: Tecim mektubu, leucémique).
"ticaret mektubu. Lettre de créance: (Elçilere leucocyte er. biy. Akyuvar,
verilen) Güven mektubu, "itimatname. Lettre de leucocytose diş. hek. Kanda akyuvar sayısının
crédit: Sayca mektubu, "kredi mektubu, yükselmesi.
"akreditif. Lettre de commande: Sipariş mektubu. leucopénie diş. Kanda akyuvar sayısının azalması,
Lettre de garantie: *Güvencelik, güvence leur adıl. 1. Onlara (Je leur ai dit qu'ils avaient
mektubu, "teminat mektubu. Lettre ouverte: Açık tort. Tu dois leur répondre). 2. s. Onların (Leur
mektup. Lettre de recommandation: Salık maison, leur jardin). 3. (İyelik adılı) Le leur, la leur,
mektubu, "tavsiye mektubu. Lettre de rente: Gelir les leurs: Onlarınki; onlannkiler (Notre jardin est
senedi. Lettre de vente: İyelendirme belgesi, petit, le leur est grand: Bizim bahçemiz küçüktür,
"temlik senedi. Lettre de voiture: Taşıma belgiti, onlarınki büyüktür. Ma maison est propre, la leur
"nakliye senedi; yük belgesi, "hamule senedi. est sale: Benim evim temizdir, onlarınki pistir. Nos
Lettre patente: Buluş belgesi, "ihtira beratı. Lettre enfants travaillent, les leurs dorment: Bizim
morte: 1. Ölü belge, hükümden düşmüş belge çocuklarımız çalışıyor, onlarinkiler uyuyor). § Les
(Ces documents sont lettre morte) 2. Gereksiz, leurs: Kendi adamları; hısımları, dostları
etkisiz, boş. Homme de lettres Yazıncı, edebiyatçı. yandaşları (Ilsfavorisent les leurs). Des leurs: (Pek
A la lettre, au pied de la lettre: 1. Harfi harfine, az kullanılır) Onların evinde, evlerinde (fêtais des
"harfıyyen, noktası noktasına, olduğu gibi leurs dimanche dernier à dîner).
(Exécuter à la lettre les ordres reçus. Prendre une leurre er. 1. Avcı doğanı geri çağırmak için
expression à la lettre, au pied de la lettre). 2. havaya uçurulan kırmızı meşinden yapma kuş. 2.
Sözcüğün tam anlamıyla (C'est à la lettre un Olta iğnesine takılan yalancı yem. 3. mec.
vaurien). Avant la lettre: Kesin biçimini almadan, Aldatma, aldatmaca, tuzak (Ce beau projet n'est
kesin biçimini almamış (L'enfant c'est l'homme qu'un leurre).
avant la lettre). En toutes lettres: 1. Rakamla değil leurrer gçl. 1. Avcı doğanı geri gelmeye
de harflerle yazarak (Mettez la somme en toutes alıştırmak. 2. mec. Tatlı umutlarla aldatmak,
lettres sur le chèque). 2. Kısaltma yapmadan, oyalamak (Il leurrait le malheureux par des
kısaltmasız (Ecrire un mot en toutes lettres). 3. promesses extraordinaires). § Se leurrer: 1.
Açıkça (Il a écrit en toutes lettres que tu étais un Aldanmak (Ne vous leurrez pas, les études sont
imbécile). Etre écrit en lettres d'on Altın harflerle longues et difficiles). 2. Se leurrer de qch, de f. qch: -
yazılmak, hiç unutulmamak, belleklerde hep ile oyalanmak, kendini aldatmak; -mekle
kalmak. Devenir, rester lettre morte: Gereksiz oyalanmak, kendini aldatmak (Se leurrer d'un
olmak, etkisiz kalmak, hiçbir önemi olmamak. vain espoir. Se leurrer de gagner un jour).
Passer comme une lettre à la poste: Kolaycacık lev, leva er. Bulgar para birimi, leva,
oluvermek, yapılıvermek, kabul edilivermek levage er. 1. Kaldırma (Levage d'un fardeau.
(Excuse, réforme qui passe comme une lettre à la Appareil de levage). 2. Mayası gelme, mayalanıp
poste). taşma (Levage de la pâte).
levain er. 1. Ekmek mayası, maya (Du pain
lettré, e s. ve ad Okumuş, kültürlü, aydın (Un
sans levain. On emploie le levain en boulangerie
médecin très lettré. Un lettré).
pour faire lever te pain). 2. mec. Tohum, maya (Un
lettrine diş. 1. Bir başka sözcüğe bakılması
levain de révolte, de haine, de jalousie).
gerektiğini belirtmek için bir sözcüğün yanına
levant s. 1. Doğan (Soleil levant: Doğan güneş.
konulan ayraç içinde küçük harf. 2. Sözlüklerde
Au soleil levant: Gün doğarken, tan sökerken) 2. er.
sayfaların başına konan sözcük yada o sözcüğün
Doğu (Du levant au couchant: Doğudan batıya). 3.
ilk üç harfi. 3. Fıkraların başında süslü ve büyük
er. (Büyük harfle) Ortadoğu; Yakındoğu (Peuples
punto ile dizilen ilk harf.
levantin 825 levraut
lèvre diş. 1. Dudak (Lèvre supérieure, inférieure. lexicologique s. dilb. *Sözlükbilimsel (Etudes
Lèvres charnues, épaisses, minces, rentrées). 2. lexicologiques).
coğr. Kırılma kanadı. 3. hek. hayb. Ağız, dudak, lexicologue ad. dilb. *Sözlükbilimci.
°şefe (Les lèvres d une plaie, dun coquillage). § Des lexie diş. dilb. Sözlüksel birim,
lèvres: Yalnız söz olarak, sözde kalarak lexique er. 1. Özel sözlük, bir yazarın kullandığı
(Approuver des lèvres, mais non du coeur. Il le dit sözcüklerle ilgili sözlük. 2. Küçük sözlük,
des lèvres, le coeur n'y est pas). Du bout des lèvres: *sözlükcük, »sözlükçe. 3. (Bir dilin) Sözcük
Küçümsemeyle, küçümseyerek, istemeye dağarcığı, sözcük varlığı,
istemeye, içtenlikten uzak olarak, içinden lez, lès ilg. (Eskimiştir). Yanında, yakınında (Plessis
gelmeyerek (Rire, parler, répondre du bout des -lez-Tours).
lèvres). Avoir la mort sur les lèvres: Ölmesi yakın lézard er. 1. Kertenkele. 2. mec. Tembel, miskin.
olmak, bir ayağı çukurda olmak. Avoir le coeur § Faire le lézard, prendre un bain de lézard: Tembel
sur les lèvres: 1. İçi bulanmak, kusacak gibi tembel güneşlenmek,
olmak. 2. Yüreği avucunda olmak, dürüst ve açık lézarde diş. 1. Duvar çatlağı, çatlak (Jjes lézardes
yürekli olmak. Avoir qch sur les lèvres, sur le bord d'une vieille maison.Le mur présente d'inquiétantes
des lèvres: Dilinin ucunda olmak, bilip de o anda lézardes). 2. Döşemelerde kumaş kenarına
bir türlü anımsayamamak. Etre suspendu aux çekilen şerit. 3. Fransız ordusunda assubayların
lèvres de qn: -i büyük bir dikkatle dinlemek, can kullandığı sırma şerit,
kulağıyla dinlemek, nerdeyse ağzının içine lézardé, e s. Çatlak, çatlamış, çatlak çatlak (Une
girmek. Embrasser qn sur les lèvres: -i dudağından maison lézardée).
öpmek. Manger du bout des lèvres: İstemeyreek lézarder gçl. 1. Çatlatmak, çatlaklar meydana
yemek, iştahsız yemek. Ne pas passer les lèvres: getirmek (Les travaux du chantier voisin ont
İçten gelmemek, içten olmamak (Son rire ne passe lézardé tes murs de Fimmeuble). 2. gsz. tkz.
pas les lèvres). Ne pas desserrer les lèvres: Ağzını Aylaklık etmek, tembel tembel güneşlenmek § Se
açmamak, hiç konuşmamak. Pincer les lèvres, se lézarder: Çatlamak (Les murs se sont lézardés).
mordre les lèvres: (Gülmemek için, öfkeden) liage er. Bağlama; bağlanma, bağlanılma(Liagedes
Dudaklarını ısırmak. Se mordre les lèvres de qch: - bottes, des gerbes).
e pişman olmak. S'en mordre les lèvres: Pişman liais er. Seri kalker.
olmak. Se lécher les lèvres: Yalanmak, liaison diş. 1. İlişki, bağ (Liaison damitié, d intérêt,
levrette diş. 1. Dişi tazı. 2. Küçük bir cins tazı. de commerce, d'affaires. Liaison amoureuse. Il a
§ Baiser qn en levrette: argo. Malak emzirmesi des liaisons dangereuses, suspectes). 2. dilb.
yapmak, domaltarak düzmek, becermek, Ulama. 3. ask. "İrtibat (Officier de liaison, agent
levretté, e s. Tazı yapılı, tazı gibi (Jument de liaison). 4. Bağıntı, tutarlık (Manque de liaison
levrettée). dans les idées). S. Birleşme, bitişme. 6.
levretter gsz. (Tavşan için) Doğurmak, (Duvarcılıkta) (Taş yada tuğlaların) Birinin
yavrulamak, ortası alttakinin kenanna getirilerek sağlanan
lévrier er. Tazı (Courir comme un lévrier). bağlama. 7. Derz harcı. 8. (Aşçılıkta) Salçaya
levron, ne ad Tazı yavrusu, koyulaştırıcı madde katma; salçayı koyulaştırıcı
lévulose er. kim. Meyvaşekeri, levüloz. madde. 9. müz. Birkaç sesi kesintisiz çıkarma. 10.
levure diş. Maya mantarı § Levure de bière: Bira Yol, bağlantı (Liaison aérienne entre deux villes). §
mayası. Levure de vin: Şarap mayası, Avoir une liaison: Bir gönül bağı olmak, sevi
levurier er. Bira mayası yapımcısı, bira mayası ilişkisi olmak. Avoir une liaison avec qn: -ile
satıcısı. aralarında sevi ilişkisi, gönül bağı olmak. Etre, se
lexème er. dilb. Sözlükbirim. mettre en liaison avec: -ile temasta olmak, temasa
lexical, e s. 1. Küçük sözlüğe, özel sözlüğe değgin. geçmek. Rompre toute liaison avec: -ile tüm
2. Sözcük dağarcığına değgin (Enrichissement ilişkilerini kesmek,
lexical dune période donnée). liaisonner gçl. 1. (Duvarcılıkta) Derz harcıyla
lexicographe ad. dilb. Sözlük yazan, sözlükçü doldurmak (Liaisonner des joints). 2.
(Littré est un célèbre lexicographe). Birleştirmek, bitiştirmek (Liaisonner des briques,
lexicographie diş. dilb. Sözlük yazarlığı, des pierres).
sözlükçülük, sözlükbilgisi. liane diş. bitb. Sarmaşan.
lexicographique s. dilb. Sözlükçülüğe değgin liant,e s. 1. Esnek, bükülgen, yumuşak (Un bon
(Travaux lexicographiques). carrosse à ressorts bien liants. Bois liant, fer liant).
lexicologie diş. dilb. *Sözlükbilim. 2. mec. Birleştirici, uzlaştırıcı; uysal, yumuşak
liard 827 libérer
(Tıkanmış bir şeyi) Açmak (Libérer un passage. çapkınca bir yaşam sürmek,
Vint estin). 5. Açığa çıkarmak, çıkarmak (Réaction libidinal, e s. ruhb. Libidoya değgin, *sevgeçsel
chimique qui libère un gaz). 6. Erkinleştirmek, (Satisfaction libidinale).
erkin kılmak, serbest bırakmak (Libérer les libidineux, euse s. Kösnül, kösnücül, "şehvetli,
échanges économiques). 7. (Mekanikte) "şehvetperest (Des regards libidineux. Un vieillard
Gevşetmek, boşaltmak (Libérer un levier, un cran libidineux).
de sûreté). 8. Libérer qn, qch de qch: Birini, bir şeyi libido er. ruhb. Libido, *sevgeç.
-den kurtarmak (Libérer un ami d'un engagement, libouret er. Çaparı, çapara,
d'une dette. Libérer un prisonnier de ses liens). § libraire ad 1. Kitapçı (Un, une libraire. Boutique
Libérer sa conscience: (Bir şeyi itiraf ederek) de libraire). 2. (Eskiden) Yayıncı, basımcı (Porter
"Vicdan azabından kurtulmak. § Se libérer: 1. un manuscrit chez le libraire).
(Bir uğraşıdan) Kurtulmak, yakasını kurtarmak, librairie diş. 1. Kitabevi, kitapçı dükkânı (Tenir
erkin kalmak (Je n'ai pas pu me libérer plus tôt). 2. une librairie). 2. Kitapçılık. 3. (Eskiden) Kitaplık
Se libérer de qch: -den kurtulmak, yakasını (La librairie de Montaigne).
sıyırmak (Se libérer d'une dette, dune tutelle, libration diş. gökb. Sallantı, salınım, Ay sallantısı,
d'une tyrannie). libres. 1, Özgür, hür (Les citoyens libres des nations.
libérien, ne s. bitb. Soymuk damara değgin Une presse libre). 2. Erkin, "serbest (La libre
(Tissu libérien). entreprise, la libre concurrence). 3. Karışanı edeni
libertaire £ ve ad. Salt erkinlikçi, salt erkinlik olmayan, başına buyruk (Rester libre). 4.
yanlısı (Doctrines libertaires Un libertaire). Bağımsız (Un pays libre). 5. Tutuksuz,
liberté diş. 1. Özgürlük, "hürriyet (Liberté de tutuklanmamış (Un prévenu libre). 6. Boş,
conscience, liberté politique. Liberté de la presse. uğraşısız, "serbest (Etes-vous libre ce soir?).!. Boş,
Champion, défenseur, martyr de la liberté). 2. tutulmamış (Une chaise libre. Le taxi est libre). 8.
Erkinlik, "serbestlik (Liberté d action, de Rahat, kaygı ve kuşkulardan uzak (Garder
mouvement. Reprendre sa liberté). 3. Salıverme, l'esprit libre, la tête libre). 9. Açık saçık (Des
"tahliye, özgürlüğüne kavuşturma, erkin kılma propos libres, une chanson libre). 10. Libre de qch: -
(Donner la liberté à un esclave, à un prisonnier. den kurtulmuş, -den uzak (Libre d entraves. Esprit
Liberté provisoire accordée à un détenu. Liberté libre de préoccupations, de préjugés). 11. Libre def.
sous caution). 4. Bağımsızlık; özgürlük (Une qch: -mekte özgür, serbest (Il est libre de décider,
grande liberté de jugement. Lutter pour la liberté de tu es libre dagir). § Libre arbitre: fels. Elindelik,
sa patrie). 5. İzin, "müsaade (La vérité n'a pas la "cüz'i irade, iradei cüziyye. Libre pensée: Din
liberté de paraître). 6. Hak (Liberté de la propriété, konusunda özgür düşünce. Libre penseur: Din
du travail. Libertés publiques. Liberté du konusunda özgür düşünen, layik. Papier libre:
commerce). 1. ç. Özerklik (Libertés des villes, des Damgasız kâğıt. Vers libre: Özgür koşuk,
communes. Libertés locales). 8. ç. Ataklık, atakça "serbest nazım. A l'air libre: Açık havada,
davranış. § Mettre qn en libertét, rendre la liberté à dışarıda; açık havaya, dışarıya (Après plusieurs
qn: -i salıvermek, özgürlüğüne kavuşturmak, jours passés dans la grotte, ils remontèrent à l'air
"tahliye etmek. Prendre des libertés avec qn: -ile libre). Avoir libre accès auprès de qn: -in yanına,
çok içli dışlı olmak, -e karşı pek senli benli evine istediği gibi girip çıkmak. Avoir le champ
davranmak. Prendre des libertés avec qch: libre: Dilediği gibi davranabilmek, meydan -in
(Çevirirken, yorumlarken) -e pek bağlı olmak. Avoir le ventre libre: Barsakları iyi
kalmamak (Prendre des libertés avec un texte). çalışmak, peklik çekmemek. Avoir ses entrées
liberticide s. ve ad. Özgürlüğü yok eden, özgürlüğü libres chez qn: -in evine istediği zaman girip
çıkabilmek. Avoir les mains libres pour f. qch: -
ortadan kaldıran,
mekte serbest olmak. Donner libre cours à qch: -i
libertin, e s. ve ad 1. (Eskiden) Dinsiz, inançsız,
tutmamak, boşaltmak (Donner libre cours à sa
inansız. 2. (Şimdi) Çapkın, haylaz, hovarda (Un
colère, à ses larmes). Etre libre comme l'air: Başına
petit libertin que j'ai surpris encore hier avec lafille
tam buyruk olmak, karışanı edeni olmamak,
du jardinier). 3. Açık saçık (Propos libertins, vers
libre arbitre er. fels. Özgür istenç, serbest irade,
libertins, livres libertins).
libre-échange er. Bağımsız tecim değişimi; iki ülke
libertinage er 1. (Eski) Dinsizlik, inançsızlık,
arasında gümrük vergisi yada öbür engellerle
inansızlık. 2. Çapkınlık, hovardalık 3. Açık
sınırlandırılmamış erkin tecimsel değişim,
saçıklık (Un conte dun libertinage accompli). §
"serbest mübadele,
Tomber dans le libertinage: Kötü yollara düşmek.
libre-échangiste s. ve ad Bağımsız tecim değişimi
Vivre dans le libertinage: Çapkınlık etmek,
librement 829 Her
yapamaz duruma sokmak. Lier connaissance de: ...yerine geçmek, yerini tutmak (Il lui tenait
avec qn: -ile ilişki kurmak. Etre lié à qn, avec qn: - lieu de père). Il y a lieu de f. qch: -mek uygundur,
ile senli benli olmak, -in çok yakını olmak. Etre yerindedir, uygun olur, gerekir (Il n'y a pas lieu de
fou â lier: Zır deli olmak, zincirlik deli olmak. Etre s'inquiéter outre mesure). Ce n'est pas le lieu de f.
livré pieds et poings liés à qn: -in insafına qch: -menin sırası değil, yeri değil (Ce n'est pas le
bırakılmak. § Se lier: 1. İlişki kurmak (Il se lie lieu de plaisanter). Ce n'est ni le temps ni le lieu de f.
facilement), 2. Bağlanmak, birbiriyle qch: -menin ne yeridir ne zamanı (Ce n'est ni le
yakınlaşmak, dost olmak (Ils se rencontrent temps ni le lieu de discuter). S'il y a lieu: Gerekirse
souvent mais ils ne se sont pas liés). 3. Se lier avec (Vous appelerez le docteur s'il y a lieu).
qn: -ile birleşmek, bir olmak. § Se lier d'amitié lieu-dit, lieudit er. Özel bir ad taşıyan yer,... denen
avec qn: -ile dostluk kurmak, yer (L'autocar s'arrête au lieudit des "Trois-
lierre er. bitb. Sarmaşık, duvarsarmaşığı. § Lierre Chênes").
terrestre: Yersarmaşığı. lieue diş. Fersah, mil. § Lieue marine: Deniz mili.
liesse diş. Büyük sevinç, düğün bayram. § En liesse: § A cent lieues de qch, de f. qch: -den, -mekten çok
Sevinç içinde, bayram yapan (Unefoule en liesse uzak (Il est à cent lieues de la vertu. Tétais à cent
se répandait dans les rues). lieues de supposer cela). A une lieue de: -den pek
lieu er. 1. Yer (Lieu de naissance. Un lieu sûr, uzakta (Rapprochez-vous, vous êtes à une lieue de
dangereux. Lieu de travail). 2. Orun, mevki; moi). Etre à mille lieues de f. qch: -mekten çok
tabaka (Etre de bas lieu, de haut lieu). 3. ç. Ülke, uzak olmak. Sentir qn d'une lieue: -in geldiğinin
bölge; bu yerler (Les coutumes varient avec les hemen farkına varmak; -in niyetini hemen
lieux. Le maître de ces lieux). 4. ç. Olay yeri (La anlamak (Je l'ai senti d'une lieue). Sentir ...d'une
police s'est rendue sur les lieux). 5. ç. Ev; aile lieue: ...olduğu hemen anlaşılmak (Il sent son
(Aménagement des lieux. Quitter, évacuer, vider les fripon dune lieue: Hinoğlu hin olduğu hemen
lieux). § Lieu public: Genel yer, herkes için açık anlaşılıyor).
olan yer, "umumi yer. Lieu saint: Tapınak; kilise. lieur, euse ad. Demetçi, ekin demetlerini bağlayan
Lieu géométrique: mat. Geometrik yer. Lieux kimse.
d'aisances: Ayakyolu. Lieu d'asile: Kurtuluş yeri, lieuse diş. 1. Demet makinesi, ekinleri demet
aman yeri. Les saints lieux: Kutsal topraklar, yapmaya yarayan makine. 2. s. Demet
Filistin. Lieux communs: Beylik sözler, beylik bağlamaya yarayan (Ficelle lieuse).
düşünceler. Mauvais lieu: Fuhuş evi, adı kötüye lieutenance diş. 1. İkinci başkanlık; başkan
çıkan yer. Sans feu ni lieu: Odsuz ocaksız, yersiz yardımcılığı. 2. Teğmenlik. 3. Vekillik; vekillik
yurtsuz. Au lieu de: -yerine (Employer un mot au etme.
lieu d'un autre). Au lieu de f. qch: -cek yere, -ceğine lieutenant er. 1. İkinci başkan, başkan yardımcısı.
(Travaillez au lieu de pleurer). Au lieu que: -ceğine 2. Teğmen. 3. Vekil. § Lieutenant criminel:
(Au lieu qu'il reconnaisse ses erreurs, il s'entête à (Eskiden Fransada) Cinayet yargıcı. Lieutenant
soutenir l'impossible). En lieu et place de: -in adına, de police: (Eskiden Fransada) Polis müdürü.
yerine. En haut lieu: Yüksek makama, yüksek Lieutenant général: (Eskiden Fransada)
mevkilerde olanlara, büyüklere (Je me plaindrai Tümgeneral. Lieutenant du royaume: (Eskiden
en haut lieu). En premier lieu: Önce, ilkin. En Fransada) Olağanüstü kral vekili. Lieutenant de
second lieu: Sonra, ikinci olarak. En dernier lieu: vaisseau: den. Yüzbaşı,
En sonunda, "nihayet. En temps et lieu: Yerinde lieutenant-colonel er. ask. Yarbay,
ve zamanında. Avoir lieu: Olmak, vuku bulmak lièvre er. 1. Tavşan (Le lièvre déboule vers son gîte).
(Hier, un accident a eu lieu. Le bal aura lieu 2. Tavşan eti (Un civet de lièvre). 3. er. (•
demain). Avoir lieu de f. qch: -mekte haklı olmak, - Tavşangiller. § Lièvre de Patagonie, lièvre des
mesi için haklı bir nedeni olmak (Il a lieu de se pampas: Mara. Lièvre doré: Amerikan tavşanı.
féliciter. Tu n'as pas lieu de te plaindre). Donner Lièvre variable, lièvre changeant: Kar tavşanı.
lieu à qch: -e yol açmak, neden olmak, yer Avoir une mémoire de lièvre: Unutkan olmak,
vermek, fırsat vermek (Son retour donna lieuàdes belleği zayıf olmak. Courir le même lièvre: Aynı
scènes denthousiasme. Son attitude donna lieu à amaç ardında koşmak. Etre poltron comme un
quelques remarques amères). Donner lieu de f. qch: lièvre: Ödlek, tabansız olmak. Soulever, lever le
-mesir.e yol açmak, olanak vermek (La montée de lièvre: Ortaya güç ama önemli bir sorun atmak.
la fièvre donne lieu de craindre une issue fatale). Cest là que gît le lièvre: İşin püf noktası burada,
Etre sans feu ni lieu, n'avoir ni feu ni lieu: Odsuz zurnanın zırt dediği yer işte burası, işin en önemli
ocaksız olmak, yeri yurdu olmamak. Tenir lieu noktası burada bulunuyor. Il ne faut par courir
liftier 831 liguliflore
deux lièvres à la fois: İki karpuz bir koltuğa Hors ligne: Eşsiz, çok üstün (Une intelligence hors
sığmaz. ligne). Dans ses grandes lignes: Kaba taslak, ana
liftier er. Asansör hizmetlisi, asansör yamağı, hatlarıyla. Sur toute la ligne: Tamamen (Etre
ligament er. anat. (Eklemlerde vb.) Bağ. battu sur toute la ligne). Sur la même ligne: Aynı
ligamentaire s. hek. Bağlara değgin (Laxité düzeyde, aynı güçte, aynı değerde. Avoir de la
ligamentaire). ligne: Vücut hatları düzgün olmak, ince yapılı
ligamenteux, euse s. anat. Bağ yapısında (Tissu olmak. Entrer en ligne de compte: Önem taşımak,
ligamenteux: Bağ doku). bir önemi olmak, hesaba katılmak. Etre en ligne:
ligature diş. 1. hek. Bağlama, dikme (Ligature Cephede olmak, savaş hattında olmak. Etre dans
d'un organe). 2. Bağ, dikiş (Faire une ligature à la la ligne de: -in istediği yolda olmak. Faire entrer
jambe d'un blessé). 3. dilb. Birleştirme bağı. 4. qch en ligne de compte: -i hesaba katmak, göz
(Bahçıvanlıkta) Aşı bağı (Fixer par une ligature un önünde bulundurmak. Garder sa ligne: Hatlarını
arbrisseau à son tuteur). 5. Bağ, bağcık (Fixer les korumak, hâlâ ince olmak, henüz
skis avec de fortes ligatures). şişmanlamamış olmak. Lire les lignes de la main,
ligaturer gçl. Bağlamak; dikmek (Ligaturer une dans les lignes de la main: El falına bakmak. Lire
artère). entre les lignes: Satırların arasını okumak, bir
lige s. Körü körüne bağlı, kul köle, candan bağlı yazının altında yatan anlamı kavramak. Lire de la
(Homme lige, vassal lige. Homme lige de son parti, première à la dernière ligne: Baştan sona okumak.
de son chef). Mettre la dernière ligne à qch: -i bitirmek; °hatem
lignage er. 1. Soy (Une demoiselle de haut lignage). çekmek. Perdre la ligne: İnceliğini yitirmek,
2. Bir metindeki dizili satırlar, şişmanlamak. Tirer à la ligne: (Satır hesabı para
lignard er. 1. (Eski) Savunma hattındaki piyade eri. verilen bir yazıyı) Uzatmak, şişirmek,
2. Satır sayısına göre ücret alan gazeteci, lignée diş. Soy sop (Avoir une belle lignée).
ligne diş. 1. Çizgi (Tracer, tirer une ligne. Une ligne ligner gçl. Koşut çizgiler çizmek, çizgili yapmak
verticale, oblique, courbe). 2. Satır (Un texte de (Ligner un papier).
vingt lignes). 3. Sıra, dizi (Une ligne d'arbres le long ligneul er. Kunduracı ipliği, kaytan,
de la route. Ranger les plantes sur plusieurs lignes). ligneux, euse s. 1. Ağaçsı, odunsu (Tissu ligneux,
4. Vücut hatları (Vous ne mangez pas, c'est pour la plantes ligneuses). 2. er. Odunözü, odunun
ligne). 5. Yol, ulaştırma yolu (Ligne aérienne, ligne sertliğini sağlayan madde,
maritime). 6. °Hat (Ligne électrique, ligne lignicole s. hayb Odun, tahta içinde yaşayan
téléphonique). 7. Eski bir uzunluk ölçüsü, (Insectes lignicoles).
başparmağın onikidebiri (Sans perdre une ligne de lignification diş. bitb. Odunlaşma.
sa haute taille). 8. ask. Saf (Ligne de guerre: Savaş Iignifier(se) gsz. Odunlaşmak,
safı). 9. ask. Savunma hattı (Ligne Maginot. lignine diş. kim. Odunözü.
Forcer les lignes adversaires). 10. Olta (Pêche à la lignite er. yerb. Linyit.
ligne. Lancer la ligne). 11. Ekvator, »eşlek (Le lignomètre er. (Basımcılıkta) Satırölçer, satır ölçme
navire a franchi la ligne). 12. Soy (Descendre en cetveli.
ligne directe d'une noble famille). 13. Profil, ligot er. Çıra demeti, küçük bir demet çıra.
yandan görünüş (La ligne du nez). 14. Genel biçim ligotage er. Sımsıkı bağlama, kıskıvrak bağlama,
(La ligne d'une voiture. Quelle est la ligne cette ligoter gçl. Sımsıkı bağlamak, kıskıvrak bağlamak
année dans la mode?). § Ligne brisée: Kırık çizgi. (Les voleurs ont ligoté le gardien).
Ligne droite: Doğru, doğru çizgi. Ligne de côte: ligue diş. 1. Devletler birliği; birlik, lig (La Ligue
Kıyı boyu çizgisi. Ligne de faîte: Doruk çizgisi. arabe). 2. Dernek, topluluk (Ligue des Droits de
Ligne de force: fiz. Kuvvet çizgisi. Ligne de plus l'Homme). 3. (Spor) Küme.
grande pente: mat. En büyük eğim çizgisi. Ligne liguer gçl. Bir birlik içinde toplamak, birleştirmek,
de partage des eaux: coğr. Subölümü çizgisi, bir araya getirmek (Liguer tous les mécontents). §
suçatı. Ligne de changement de date gökb. Se liguer: 1. Birleşmek, birlik olmak. 2. Se liguer
Gündeğişimi çizgisi. Ligne de rappel: mat. contre: -e karşı birleşmek, birlik yapmak. 3. Se
Aradoğrusu. Ligne de terre: Yer ekseni. Lignes liguer avec: -ile birleşmek, birlik olmak,
frontales: mat. Alın doğruları. Lignes isobares: fiz. ligueur, euse ad Birlik üyesi,
Eşbasınç eğrileri. Ligne pure: bitb. Arıdöl. Ligne ligule diş. bitb. Dilcik.
de démarcation: Ayırıcı çizgi, sınır. Ligne de foi: ligulé, e s. 1. Dilcikli (Feuille ligulée). 2. Dilcik
Pusulada geminin eksenini gösteren çizgi. Ligne biçiminde (Fleurs ligulées).
de mire: Nişan çizgisi. Ligne de tir: Atış çizgisi. liguliflore s. Çiçekleri dilcik biçiminde olan (Plantes
lilas 832 limousine
ligulijlores). les deux pays. Fixer les limites d'un champ). 2. Uç,
lilas [IUa]er. 1. Leylak (Lilas violet, Mme). 2. s. değişmez. son, son sınır, c had (Les armées installées aux
Leylak renginde (Une robe lilas). limites de tEmpire romain. La limite d âge). 3. s.
liliacées diş. ç. bitb. Zambakgiller, En son (La vitesse limite des véhicules). 4. s.
lilial, e s. Zambak gibi, apak, bembeyaz (Une Tavan, üstüne çıkılamayacak (Desprix limites). §
jeune fille à la gorge liliale). Sans limites: Sınırsız, sonsuz (Un pouvoir sans
lilliputien, ne [lilipysjë] s. 1. Küçücük, minnacık (Il a limites). Connaître ses limites: Haddini bilmek;
une taille lilliputienne). 2. ad. Cüce. (Dans le pays gücünün, yeteneğinin sınırlarını bilmek.
des lilliputiens). Dépasser les limites: Haddini aşmak, çizmeden
limace diş. 1. Kabuksuz sümüklüböcek, sülük yukarı çıkmak,
salyangozu, 2. mec. Uyuşuk adam, tembel limité, e s. 1. Sınırlı, °mahdut (Tirage limité.
teneke, sümsük. 3. hlk. Gömlek, Surface limitée). 2. Olanakları sınırlı, kıt kanaat
limaçon er. 1. Salyangoz, 2. Arşimet vidası denilen geçinen (Il est assez limité).
ve döndürülerek aşağıdan yukarıya su çekmeye limiter gçl. 1. Sınırlandırmak (Limiter le pouvoir
yarayan aygıtın halk arasındaki adı. 3. anat. d'un chef, la durée de parole des orateurs). 2.
(Kulakta) Salyangoz. § En limaçon: Sarmal, Limiter qch à qch: Bir şeyi -ile sınırlandırmak
°helezoni (Escalier en limaçon: Döner merdiven). (Limiter f enquête aux faits immédiats). § Se
limage er. Eğeleme, törpüleme. limiter: 1. Kendini sınırlamak (Savoir se limiter
limaille diş. Eğe talaşı, eğinti (Limaille de fer). dans son activité). 2. Se limiter à qch, à f. qch: -ile, -
limande diş. 1. hayb. Pisibalığı. 2. den. Halat sargısı, mekle yetinmek, -de kalmak, -mekte kalmak (Je
baderna. § Limande-sole: hayb. Kızıl dilbalığı. vais me limiter à exposer l'essentiel).
limbe er. 1. (Matematik aletlerinde) Dereceli kenar limiteur er. tek. Kısıcı,sınırlayıcı,düşürücü (Limiteur
(Limbe d'un théodolite). 2. (Yıldızlarda) Dış de messe).
kenar, kenar (Limbe solaire). 3. bitb. limitrophe 5. 1. Sınırda yaşayan, sınır üzerinde
Yaprakayası. 4. ç. (Hıristiyanlarca) Vaftiz bulunan (Ces populations limitrophes qui cultivent
olmadan ölen çocukların ruhlarının gittiği yer. S. les champs de bataille). 2. Sınırdaş, komşu, sınır
ç. mec. Belirsiz durum, belirsizlik (Ces projets de komşusu (Villes, pays limitrophes).
réforme sont encore dans les limbes). limnée diş. hayb. Sivri-tatlısu salyangozu,
lime diş. 1. Eğe; törpü (Lime à main, lime à ongles). limnologie diş. coğr. Gölbilim.
2. hayb. Pisibalığı. 3. bitb. Bir tür limon ağacı, acı limogeage er. tkz. Sürme; kızağa çekme; sürülme,
sulu bir tür limon, kızağa çekilme,
limer gçl. 1. Eğelemek; törpülemek (Limer une pièce limoger gçl. tkz. Sürmek; yetkilerini elinden almak,
de fer. Limer ses ongles). 2. mec. Düzeltmek,daha kızağa çekmek (Limoger un commandant, limoger
iyi bir duruma getirmek (Limer ses écrits). un préfet).
limette diş. bitb. Tatlılimon. limon er. 1. Mil, lığ, balçık (Le Nil laisse un limon qui
limettier er. bitb. Tatlılimon ağacı, fertilise la terre. Limon employé comme engrais).
limeur, euse s. ve ad 1. Eğeleyici, törpüleyici; 2. (Eski) Sulu limon. 3. (Arabada) Ok, araba oku.
eğeci, törpücü. 2. diş. Eğeleme makinası, 4. Merdiven böğrü,
törpüleme makinası. limonade diş. Limonata.
limicole s. hayb. 1. Deniz dibindeki çamurlarda limonadier, ère ad. 1. Limonatacı. 2. Kahveci
yaşayan (Annélides limicoles). 2. er. ç. hayb. (Restaurateurs et limonadiers).
Çamurkoşarları. limonage er. (Tarımda) Milleme.
limier er. 1. İri av köpeği. 2. mec Polis, "hafiye, limoneux, euse s. Balçıklı, çamurlu, lığlı (Eau
liminaire s. Bir kitap, bir söylev yada bir limoneuse).
tartışmanın başında yer alan (Déclaration limonier er.bitb. l.Limonağacı.2. Koşum beygiri, araba
liminaire, épitre liminaire). beygiri.
•imitable s. Sınırlandırılabilir, limonière diş. 1. (Arabada) Ok çifti. 2. Çift oklu,
limitatif, ive s. Sınırlayıcı, sınırlandırıcı (Dispositions dört tekerlekli araba,
limitatives d'une loi). limonite diş. yerb. Limonit,
limitation diş. Sınırlama, sınırlandırma; sınırlanma, limousin, e i. ve ad. 1. Limoges yada Limousin
sınırlandırılma (Limitation des naissances. Sans bölgesinden (Un écolier limousin, troubadours
limitation de temps. Apporter des limitations à limousins). 2. er. Duvarcı, moloz duvarcı,
l'exercice du droit de grève). limousinage er. Moloz duvar,
limite diş. 1. Sınır (Le Rhin marque la limite entre limousine diş. 1. Bir çeşit çoban kebesi (Le berger
»
limousiner 833 lippée
lissage er. 1. Yalızlama, perdahlama. 2. (Gemi litanie diş. 1. ç. Kilisede okunan dua, uzun dua
kaplamasına) Kuşak geçirme. 3. (Dokuma (Réciter, chanter des litanies). 2. mec. tkz. Uzun ve
tezgâhında) Gücü düzme, bıktırıcı sözler, tıraş (C'est la litanie éternelle. Une
lisse diş. 1. (Dokuma tezgâhında) Gücü. 2. Mühre, litanie dinjures).
deri parlatmaya yarayan kunduracı aleti. 3. s. litchi, letchi er. Sıcak bölgelerde yetişen bir çam
Kaygan; düz ve parlak; yalız, perdahlı (Pierre cinsi; bu ağacın meyvası.
lisse Une peau lisse. Ecorce lisse du hêtre. Cheveux liteau er. 1. Kurt yatağı, kurt ini. 2. (Havlu ve
lisses). 4. s. Düz (Muscles lisses). bezlerde) Zıh, kenar çizgisi (Un essuie-main à
lisser gçl. 1. Kayganlaştırmak, yalızlamak, liteaux rouges). 3. Çıta.
perdahlamak (Lisser les peaux, les cuirs, les litée diş. Bir inde bulunan yabani hayvan topluluğu,
étoffes. Lisser sa moustache, ses cheveux). 2. bir inlik yabani hayvan (Une litée de marcassins,
(Gemi kaplamasına) Kuşak çekmek, de lapereaux).
iisseur, euse ad. 1. Perdahçı. 2. diş. Perdah makinası. liter gçl. Üst üste dizmek, kat kat sıralamak, istif
lissoir er. Perdah aleti, mühre, etmek (Liter des poissons salés).
listage er. *Dizelgeleme, listeleme, liste haline literie diş Yatak takımı; yorgan, çarşaf, yastık vb.
getirme. (Elle laisse la literie s'aérer longuement à la
liste diş. 1. (Atlarda) Akıtma. 2. *Dizelge, liste fenêtre).
(Son nom n'est pas sur la liste. La liste des livres litharge diş. kim. Kurşun oksit, mürdesenk.
nouvellement entrés à la bibliothèque. Liste lithiase diş. hek. Taş yada kum hastalığı (Lithiase
ouverte, liste close. Etre inscrit sur la liste rénale, urinaire).
électorale). § Liste civile: Hükümdar ödeneği, lithine diş. kim. Lityum oksidi,
"hazinei hassa; devlet başkanlığı ödeneği. Liste lithium er. kim. Lityum.
des mets: Yemek listesi. Liste électorale: Seçim litho diş. (Lithographie'nin kısaltılmışı) Taş baskı,
listesi. Liste noire: Kara liste. Dresser une liste: taşbasma, litografya (Faire encadrer une litho).
Liste düzenlemek, liste yapmak. Faire la listede: - lithocromie diş. Renkli taşbasması, renkli taşbaskı.
in listesini yapmak (Faire la liste des absents). lithographe ad. Taşbasmacı, taşbaskıcı,
Grossir la liste de: -in sayısını arttırmak, -e litografyacı.
eklenmek (Il a grossi la liste des mécontents). lithographie diş. Taşbasma, taşbaskı, litografya,
listel, listels, listeaux er. 1. Pervaz. 2. Küçük lithographier gçl. Taşbaskı ile basmak, taşbasma ile
kabartma. 3. Para yada madalya pervazı, basmak (Lithographier une affiche, un album).
lister gçl. *Dizelgelemek, listelemek, liste haline lithographique s. Taşbaskıya değgin, taşbasmaya
getirmek. . özgü (Encre lithographique).
lit er. 1. Karyola (Lit de fer, lit portatif). 2. Yatak lithologie diş. yer. *Taşbilim.
(Dormir dans son lit. Sauter, sortir du Ut. Un lit de lithologique s. *Taşbilimsel.
plumes). 3. (Akarsularda) Yatak (Fleuve qui sort lithosphère diş yerb. Taşyuvaıı, taşküre.
de son lit. Détourner une rivière de son lit). 4. lithotomie diş. hek. (Sidik torbasında) Taş çıkarma
(Madenlerde) Yatak (Lit d'argile, lit de pierre, lit (ameliyatı).
de carrière). 5. Katman, tabaka (Ut de sables, lit lithotritie [litıtrisi] diş. hek. (Sidik torbası içinde)
de cendres). 6. mec. Evlilik, evlenme (Enfants du Taş ufalama (ameliyatı),
premier lit. Elever les enfants dun autre lit). Lit de litière diş. 1. Ahırda hayvanların yatması için
justice: (Eskiden) Paris parlamentosunda döşenen ot, hayvan yatağı, yataklık. 2. Sedye. 3.
kralların oturduğu taht; (daha sonra) kiralın (Eski) Tahtıravan (Litière orientale. Voyager en
huzurunda yapılan yargı toplantısı. Lit de parade: litière). § Etre sur la litière: Yataklık hasta olmak,
Büyük adamların, öldüklerinde yatırıldıkları hastalanıp yatmak. Faire litière de qch: -e
yatak. Lit du vent, lit de vent: Yelin estiği yön. Au aldırmamak, -i önemsememek, göz önüne
saut du lit: Yataktan kalkar kalkmaz, uyanınca. almamak, hesaba katmamak (Faire litière des
Sur son lit de mort: Ölüm döşeğinde, ölmek conventions, de son honneur).
üzereyken. Aller au Ht, se mettre au lit: Yatağa litige er. 1. huk. Dâva, ihtilaf, uyuşmazlık, niza
girmek, yatmak. Faire son lit: Yatağını yapmak, (Litiges soumis aux tribunaux. Arbitrer, régler,
düzeltmek. Faire lit à part: (Karı koca) trancher un litige). 2. Anlaşmazlık, uyuşmazlık
Yataklarını ayırmak, ayrı yatmak. Garder le lit: (Régler le litige par voie de négociations).
Yatakta hasta yatmak. Mourir dans son lit: Başı litigieux, euse s. Üzerinde uyuşulamayan, kavgalı,
yastıkta ölmek, eceliyle ölmek. Comme on fait son anlaşmazlık konusu olan (Arbitrer une affaire
lit, on se couche: Ne ekersen onu biçersin. litigieuse. Les points litigieux).
litispendance 836 livrée
livrer gçl. 1. Ele vermek, açıklamak, bildirmek lobuleux, euse s. anat. Dilimcikli, loplu (Tissu
(Le voleur arrêté a livré ses complices. Livrer ses lobuleux).
compagnons de lutte par lâcheté. Livrer un secret). local, e s. Yerel, yöresel, yerli, "mahalli (Journal
2. Livrer qn, qch à: a) Birini, bir şeyi -e teslim local, traditions locales). § Couleur locale:
etmek (Livrer un coupable à la police. Livrer son (Sanatta) Yerel renk.
pays à F ennemi), b) -e bırakmak (Livrer une ville local er. Yer, *dernekevi, daire, konut (Locaux
au pillage). § Se livrer: 1. Kendini teslim etmek, insalubres. Locaux commerciaux, administratifs).
kendini vermek (Une femme qui se livre sans localement bel. Yerel olarak; yer yer; sınırlı bir
réserve). 2. Se livrer à qn: -e açılmak, tüm gizlerini bölgede, belli bir yerde (Temps localement
söylemek (Il se livre trop facilement à des brumeux. Douleurs qui se font sentir localement).
étrangers). 3. Se livrer à qn: -e teslim olmak (Le localisation diş. 1. Sınırlandırma; sınırlandırılma
meurtrier se livra à la police). 4. Se livrer à qch: a) (Localisation du conflit dans les Balkans). 2. Yerini
Kendini -e bırakmak, koyuvermek (Se livrer au belirtme; yeri belirtilme (Localisation des
désespoir, à une joie exubérante), b) -e girişmek (Se sensations, des perceptions. Erreurs de
livrer à une enquête approfondie, à l'étude). localisation). 3. Yerelleştirme; yerelleşme,
livresque s. Betiksel, °kitabî, yalnız kitaba bağlı localiser gçl. 1. Sınırlandırmak; yayılmasını
kalmış, kitaptan edinilmiş (Connaissances önlemek (Localiser un incendie, une épidémie, un
livresques, science livresque). conflit). 2. Yerini belirtmek, nerden geldiğini
livret er. l.Kitapçık, küçük kitap. 2. (Koleksiyon saptamak (Localiser un bruit, une rumeur). 3.
vb için) Açıklamalı katalog. 3. Opera güftesi, Yerelleştirmek,
libretto (Livret dun opéra, dune opérette. Auteur localité diş. 1. Yerel özellik (La localité exacte est
de livrets). § Livret de famille: Evlenme cüzdanı. un des premiers éléments de la réalité. Le français
Livret individuel, livret militaire: Askerlik belgesi; s'est modifié suivant les localités). 2. Yer (Une
askerlik sicili. Livret scolaire: Öğrenci sicili; localité malsaine). 3. Köy, kasaba,
öğrenci karnesi. Livret de santé: Sağlık karnesi, locataire ad Kiracı (Cet hôtel prend des locataires au
livreur, euse ad 1. (Tecimde) Teslim memuru mois. Locataire dune terre, d une maison).
(Livreurs d un grand magasin, d une compagnie de locatif, ive s. 1. Kiraya yada kiralamaya değgin
transport). 2. diş. Eşya teslim arabası, (Valeur locative: Kira değeri). 2. Kiracıya düşen,
lixiviation diş. (Suda eriyen maddeleri ayırmak için) kiracının yapması gereken (Risques locatifs.
Kül yıkama, kül süzme, Réparations locatives). 3. er. dilb. -de hali, kalma
llanos [Ijanos] er. coğr. (Güney Amerikada) Otluk durumu. 4. s. dilb. -de haline değgin, kalma
ova. durumuyla ilgili (Cas locatif).
Iloyd [fojd] er. °Loyit; denizcilik, gemici- location diş. 1. Kiralama; kiraya verme, kirayla
lik ortaklarının benimsedikleri ortak ad. tutma (Location dune maison). 2. Kira (Prix de la
loader [lodoer] er. İng. Loader, kamyonlara yük location). 3. (Sinema yada tiyatroda; uçak, gemi,
yükleyen makina. tren gibi taşıtlarda) Yer ayırtma (Location de
lob er. (Tenis) Aşırtma vuruş; topu rakibin loges. Location sous réserve de confirmation). §
üzerinden aşırma (Faire un lob). Donner qch en location: Kiraya vermek. Prendre
lobaire s. anat. Loba değgin, qch en location: Kiralamak, kirayla tutmak,
lobe er. anat. 1. Lob (Les lobes du poumon, du loche diş. hayb. Çopra balığı § Loche de rivière:
cerveau). 2. (Mimarlıkta) Dilim. § Le lobe de Taşısıran. Loche d'étang: Balçikyiyen.
l'oreille: Kulak memesi, loches diş. ç. hayb. Dikenliyüzgeçgiller.
lobé, e s. Loplu, dilimli; dilim dilim (Feuilles locher gsz. 1. (Nal için) Sallanmak, gevşemek,
lobées du chêne, du figuier. Arcades lobées de Fart düşmek üzere olmak (Fer de cheval qui loche). 2.
mauresque). gçl. (Meyvalarını düşürmek için ağacı) Sallamak,
lobélie diş. bitb. Lobelya. silkmek (Locher des noix). § Avoir toujours quelque
lober gçl. 1. (Spor) Atlatmak, topu -in üstünden fer qui loche: Hep bir ufak sıkıntısı olmak,
aşırmak (Lober le gardien de but). 2. gsz. (Tenis) sıkıntıdan bir türlü kurtulamamak. II y a quelque
Aşırtma vuruş yapmak; topu rakibin üzerinden fer qui loche: Aksayan bir yan var, işin
aşırtmak. ilerlemesini engelleyen bir yan var.
lobulaire s. Küçük bir lop biçiminde yada lock er. den. Parakete.
görünümünde, lock-out [hkawt] er. İng. *İşkapatımı, *kapatım,
lobule er. anat. Lopçuk, dilimcik (Lobule du "lokavt.
cerveau). lock-outer gçl. İşkapatımına gitmek, lokavt
locomobile 838 loi
yapmak (Lock-outer les ateliers d une usine). rue du Bac). 2. mec. Bir arada bulunmak, birlikte
locomobile s. 1. Devingen. 2. diş. Lokomobil, bulunmak (La débauche et l'amour ne sauraient
locomoteur, trice s. Kımıldatan, oynatan, loger ensemble). 3. gçl. Yerleştirmek (L'hotelier
devindiren (Muscles locomoteurs). logea les nouveaux arrivés à f annexe de l'hôtel). 4.
locomotif, ve s. Devindirici, devinim sağlayıcı; Barındırmak, oturtmak, konut vermek (Logerles
devinimle ilgili, réfugiés. Je peux vous loger cette nuit). 5. Almak,
locomotion diş. 1. Devinme, devindirme, yedirip yatıracak durumda olmak (Le lycée peut
kımıldatma, oynatma (Muscles de la locomotion). loger une centaine dinternes). § Loger à la belle
2. Bir yerden kalkıp başka bir yere gitme, étoile: Açık havada yatmak, yıldız palasta
yolculuk, gezi (Moyens de locomotion). yatmak, geceyi dışarda geçirmek. § Se loger: 1.
locomotive diş. 1. Lokomotif (Locomotive électrique, Oturmak, kalmak (Il se loge au septième étage). 2.
locomotive à moteur. Atteler une locomotive à un mec. İyice oturmak, yerleşmek (Le remords s'est
train). 2. mec. Başı çeken; önder, lider (La logé dans mon coeur).
locomotive dun mouvement politique). § Fumer logette diş. Küçük baraka, kulübe, loca vb.
logeur, euse ad. Döşeli odalar kiraya veren kimse,
comme une locomotive: Çok sigara içmek, baca
logicien, ne ad. 1. Mantıkçı (Les célèbres logiciens
gibi tütmek.
locotracteur er. Motörle işleyen küçük lokomotif, de l'histoire philosophique). 2. Mantıklı,
locuteur, trice ad. Okuyucu, logicisme er. fels. Mantıklaştırıcılık.
locuste diş. hayb. Yeşilçekirge. logique diş. 1. Mantık (Logique formelle, logique
locution diş. 1. Söyleyiş (Une locution élégante). pure). 2. Mantık kitabı (La logique de Goblot). 3 .s.
2. dilb. Deyim (Locutions propres à une langue). 3. Mantıklı, mantığa uygun, usa yatkın
dilb. Düzsöz. (Raisonnement, conclusion logique). 4. s Mantığa
değgin, mantıksal. 5. Tutarlı (II reste logique avec
loden [bden] er. Bir çeşit kalın keçe kumaş,
lui-même, avec ce qu'il pense).
loess [los] er. yerb. Lös.
logiquement bel. 1. Mantığa uygun bir şekilde,
lof er. den. Yel üstü, orsa (Aller, venir au lof).
akıllıca, doğru dürüst (Discuter, raisonner,
lofer gsz. den. (Gemi için) Orsa etmek, orsalamak,
répondre logiquement). 2. Mantık kurallarına
logarithme er. mat. Logaritma, "tersüs t el (Tables de
göre, normal olarak (Logiquement, les choses
logarithme. Logarithme d un nombre). devraient s'arranger).
logarithmique s. Logaritmaya değgin (Calcul logis er. 1. Ev, konut, barınak; yuva ( Quitter le logis
logarithmique). familial). 2. Konukevi. § Corps de logis: Binanın
loge diş. 1. Kulübe (Loge de bûcheron. Une loge de ana bölümü. La folle du logis: mec. Düş kurma
charbonnier). 2. Kapıcı odası. 3. Loca (Les loges yetisi. Maréchal des logis: Assubay çavuş
de balcon. Louer une loge au théâtre). 4. (Jandarma).
Tımarhane hücresi (Fou enfermé dans une loge). 5. logiste ad. Güzel sanatlar yarışması için tek başına
Mason locası. 6. Küçük çalışma odası. 7. hücreye giren kimse,
(Sirklerde) Hayvan kafesi (Loge du lion). 8. Güzel logistique diş. fels. 1. Mantıksal matematik. 2.
sanatlar yarışmasına girenlerin tek başlarına Simgesel mantık. 3. ask. Lojistik. 4. s. ask.
çalıştırıldıkları oda. 9. (Yemişlerde) Tohum kabı, Lojistik, "ikmal (Moyens logistiques d'une armée).
eşelek (Loges qui renferment les pépins de la logographe er. (Eski) İlk Yunanlı düzyazı yazarları;
pomme). § Etre aux premières loges: En yakından başkaları için söylev ve dilekçe yazan kimse,
görüp tanık olmak durumunda bulunmak, olup logogriphe er. 1. Bir sözcükteki harflerle başka
biteni görecek en uygun yerde olmak, sözcükler yapmak şeklinde bir zihin oyunu,
logeable s. Oturulabilecek durumda, oturulabilir bulmaca. 2. mec. Anlaşılmaz şey, bilmece,
(Un château logeable). logomachie diş. 1. Önemsiz sözcükler üzerine
logement er. 1. Ev, konut; kurum konutu (Problème boşuna tartışıp durma. 2. mec. Boş sözler,
du logement, politique du logement. Trouver un yuvarlak laflar,
logement provisoire. S'installer dans un nouveau logopathie diş. hek. K o n u ş m a bozukluğu,
logement). 2. ask. Konak yeri (Soldats à la logorrhée diş. Konuşma hastalığı, konuşmadan
recherche de logements). 3. ask. Konakçı edememe, konuşma ishali,
müfrezesi. 4. Boşluk, yuva (Logement du logos [logos] er. fels 1. Deyi, Tanrı "kelâmı,
percuteur dans un fusil. Logement du pêne dune "kelâm, "logos. 2. Dünyayı yöneten us.
serrure). loi diş. 1. Yasa (Loi agraire: Toprak yasası. Loi
loger gsz. 1. Oturmak, kalmak "ikamet etmek constitutionnelle: Anayasa. Loi d'application:
(Loger dans un appartement, dans un hôtel. Loger Uygulama yasası. Loi de circonstance, loi
loi 839 loisir
d'exception: Olağanüstü durumlar yasası. Loi agita son mouchoir: Beni görür görmez mendilini
impérative: °Amir hüküm. Loi martiale: Sıkı salladı. Du plus loin qu'il m'en souvienne, je t ai
yönetim. Loi naturelle: Doğa yasası. Loi spéciale: toujours haï). Bien loin que: -mesi şöyle dursun
Özel yasa. Article de loi: Yasa maddesi. Disposition (Bien loin qu'il ait des sentiments hostiles, il
de la loi: Yasa hükmü. Esprit de la loi: Yasanın proclame son estime pour vous). Loin de là: Tam
ruhu. Homme de loi: Hukukçu. Lettre de la loi: tersine; tersine (Il n'est pas désintéressé, loin delà.
Yasanın lafzı. Projet de loi: Yasa tasarısı. Recueil Il n'est pas antipathique, loin de là). Aller loin:
officiel des lois: Resmi gazete. Texte de loi: Yasa (Gelecek zaman olarak kullanıldığında)
metni. Loi sur la presse: Basın yasası. Lois civiles: İlerlemek, başarı göstermek, adam olmak (Ce
Yurttaşlık yasası, ° medeni kanun. Loi pénale: Ceza garçon est intelligent, il ira loin). Aller trop loin:
yasası). 2. Kural (Lois grammaticales, lois Abartmak; çok ileri gitmek, sınırı aşmak,
phonétiques. Lois de la bienséance). 3. Güç (Lois çizmeden yukarı çıkmak. Aller loin, mener loin:
politiques: Siyasal güçler). 4. Hükümranlık, Başa iş açmak, sonu kötü olmak (C'est un conflit
boyunduruk (J'ai rangé sous mes lois une grande qui peut mener loin. Cette affaire peut aller loin).
partie de l'Asie). 5. Din (La loi de Mahomet: Aller plus loin: Daha da ileri gitmek (J'irai même
Muhammed dini, İslâmlık. La loi de Moïse, plus loin et je dirai qu'il te trahira un jour). Aller
L'ancienne loi: Musa dini, Yahudilik. La loi plus loin que qn: -i geçmek, geride bırakmak, -den
nouvelle, la loi de Jésus-Christ, La loi de l'Evangile: daha çok ilerlemek. Etre loin: Bulunduğu yerde
İsa dini,Hıristiyanlık). § Donner la loi: Buyurmak. olmamak, kafası başka yerde olmak. Ne pas aller
Donner des lois: Yasa koymak, yasamak. Faire loin: Ölümü yakın olmak, ayağı çukurda olmak.
loi: Yasa gibi olmak (Ici, sa parole fait loi). Faire Ne pas voir plus loin que son nez, que le bout de son
la loi: Buyurmak, sözünü dinletmek, efendi imiş nez: Burnunun ötesini görememek, çok kısa
gibi davranmak, efendilik etmek (Vous ne ferez görüşlü olmak. Revenir de loin: Kefeni yırtmak,
pas la loi chez moi). N'avoir ni foi ni loi: Dini imanı ölümünün eşiğinden dönmek. Voir loin: İleriyi
olmamak, din yasa tanımamak. Passer en force düşünebilmek, uzağı görmek. A beau mentir qui
de loi: Yürürlüğe girmek: Se faire une loi de f. qch: vient de loin: Gurbette övünmek hamamda türkü
- meyi kendisi için ilke edinmek, yasa bilmek (II söylemeye benzer. Loin des yeux loin du coeur:
s'est fait une loi de ne jamais se mêler delà vie Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. D y a loin
personnelle des autres). C'est la loi et les prophètes: de la coupe aux lèvres: Yemeden sindirmeye
Bu su götürmez bir gerçektir. Nécessité fait loi, kalkmamalı, elle ağız arasında kırk yıllık yol var,
nécessité n'a pas de loi: Gereksinim kişiye her şeyi evdeki hesap çarşıya uymaz. Qui veut voyager loin
yaptırır, aç köpek fınn deler. ménage sa monture: Ağır git ki yol alasın. Qui va
loi diş. Sikke ayarı. doucement va loin: Ağır git ki yol alasın, acele işe
loin bd. 1. (Yer olarak) Uzak, ırak; uzakta, uzağa şeytan karışır. "Erişir menzili maksuduna aheste
(Vous êtes trop loin, rapprochez-vous). 2. (Zaman giden.
olarak) Uzak, uzakta; çok eskilerde (Comme ces lointain, e s. 1. Uzak; uzaktaki (Entreprendre un
années me paraissent loin! L'été n'est pas bien loin). voyage dans un pays lointain. Un passé lointain). 2.
3. Loin de: -den uzakta (Istanbul est loin de Paris). mec. Uzak, dolaylı (Les causes lointaines de la
§ Au loin: Uzakta; uzağa, uzaklara (On aperçoit au Révolution. Il n'y a qu'un rapport lointain entre les
loin un bouquet d'arbres. Il est parti au loin sans deux affaires). 3. er. (Bir tabloda) Ufuk, uzakları
laisser d adresse). De loin: 1. Uzaktan (Regarde de gösteren bölüm (Des lointains bleuâtres,
loin, n'approche pas. Il m'appela de loin). 2. estompés, fondus). 4. er. ç. Uzak bölgeler, ıssız
Eskiden, çok eski zamandan (Cela date de loin. köşeler (Les lointains de la campagne romaine). §
C'est une coutume qui vient de loin). De loin en loin: Au lointain, dans le lointain: Ufukta, karşıda,
Zaman zaman, arada bir, ara sıra (Ils ne se voient uzakta, uzaklarda (Dans le lointain, s'élève un
plus que de loin en loin). Non loin de: -e yakın, -in nuage de poussière).
yanında (Une maison non loin du pont). Pas plus loir er. hayb. Yediuyuklayan. § Dormir comme un
loin qu'hier: Daha dün. Pas loin de qdi: Aşağı loir: Uzun ve derin uyumak, kütük gibi uyumak.
yukarı... (Pas loin de mille francs). Bien loin de loisible s. Elde olan, yapılabilen, yapılması elde
f.qch, loin de f. qch: 1. -mekten çok uzak (Mon Jils olan (Il m'est loisible de refuser: Reddetmek
est loin de me donner satisfaction dans son travail). elimde). § Etre loisible à qn de f. qch: -mek -in
2. -mek şöyle dursun... (Loin de m'aider, il elinde olmak.
m'empêche de travailler). D'aussi loin que, du plus loisir er. 1. Boş zaman, serbest zaman (Mon travail
loin que: -er... -mez (D'aussi loin qu'il me vit, il me laisse peu de loisir). 2. Dinlenme (Il a besoin
lokoum 840 longtemps
d'un long loisir). 3. p. Eğlen œ (Organiser les loisirs. long en large, aller de long en large). De tout son
Des loisirs coûteux). § A loisir, tout à loisir: 1. long: Boylu boyunca, iki seksen (S'étendre,
Sıkıntıya girmeden, dara gelmeden, rahat rahat tomber de tout son long). De longue date: Uzun
(T y penserai à loisir quand je serai seul). 2. zamandan beri (Nous sommes amis de longue
Dilediğince, gönlünce (Aimer à loisir). Avoir le date). De longue haleine: Uzun soluklu, kalıcı
loisir de f. qch: -mek için olanağı, zamanı olmak (Une oevre de longue haleine). Avoir le bras long:
(Je n'ai pas eu le loisir de vous écrire). Donner, Etkili kişi olmak, sözü geçmek, saygın kişi
laisser à qn le loisir de f. qch: Birine -mek olanağı olmak. Avoir les côtes en long: 1. Çok tembel
vermek (Mes occupations ne me laissent pas le olmak. 2. Çok yorgun olmak, yorgunluktan
loisir de vous visiter). bitmek. Avoir les dents longues: 1. Çok acıkmak,
lokoum, loukoum er. Lokum, açlıktan gözü dönmek. 2. Aç gözlü olmak,
lolo er. 1. (Çocuk dilinde) Süt. 2. hlk. Meme, göğüs, doymak bilmemek; paraya, üne çok düşkün
lombago, lumbago er. hek. Lumbago, bel ağrısı, olmak. 3. Çok iddialı olmak, büyük laf etmek.
lombaire 5. 1. Bele değgin (Douleur lombaire: Bel Etre long: mec. Sözü çok uzatmak, çok
ağrısı. Région lombaire: Bel bölgesi). 2. diş. Omur konuşmak(Z)o/me tes ordres, ne sois pas trop long).
(La dernière lombaire s'articule avec le sacrum). En savoir long: 1. Çok şey bilmek, her şeyden
lombard, e s. ve ad. 1. Lombardiyah. 2. er. Lom- haberi olmak. 2.Çok bilgili olmak. 3. Çok bilmiş
bardiya dili, Lombartça. olmak. En dire long. Her şeyi ortaya koymak,
lombes er. ç. anat. Bel, bel bölgesi (Douleur dans les altında çok şeyler yatmak, gerçek duygu ve
tombes). düşüncelerini göstermek, pek anlamlı olmak (Sa
lombric er. hayb. Yersolucam. mine, son silence en dit long). Faire long feu: Uzun
lombricidés er. ç. hayb. Yersolucamgiller. sürmek, uzun süre devam etmek (Son succès ne
lombricoïde s. Solucan görünümlü, solucan gibi. fera pas long feu).
londonien, ne s. ve ad 1. Londralı. 2. Londra ve longanimité diş. 1. Büyük hoşgörü, aşırı
Londralılara değgin, hoşgörürlük, kusura bakmazlık. 2. Acılara
londrès [ladres] er. Özellikle İngilizler için dayanırlık, aldırmazlık,
hazırlanmış uzun yaprak sigarası, Havana long-courrier s. 1. Uzun yolda çalışan, uzun
purosu, yolculuk yapan (Navire long-courrier: Uzun yol
londrin er. Bir tür çuha. gemisi). 2. er. Uzun yol seferi yapan uçak yada
gemi.
long, ue s. 1. Uzun (Un long nez. Longs cheveux.
Chemise à manches longues. Ecrire une longue longe diş. 1. (Bir dana yada oğlak gövdesinin) Alt
lettre. Faire de longues phrases). 2. (Zaman yarısı (Une longe de veau de lait aux champignons).
olarak) Uzun, uzun süren (Une longue maladie. 2. Yular (Mener un cheval par la longe).
Un long hiver, un long passé). 3. Long de...: longer gçl. Boyunca gitmek; boyunca uzanmak
...uzunluğunda (Une corde longue de sept mètres). (Longer un jardin, un parc, un bois. Voiture qui
4. Long à f. qch: -mesi uzun süren, zaman alan, longe la mer. Un sentier longeait la rivière).
geciken (La réponse est longue à venir. Elle a été longeron er. Ana direk, ana mertek (Traverses de
longue à s'habiller). 5. Açık, sıvı, sulu, pek koyu rails posées sur des longerons).
olmayan (Une sauce longue). 6. bel. Uzun, uzun longévité diş. Uzun ömürlülük, ömür uzunluğu;
şekilde (S'habiller long. Femme long voilée). 7. er. uzun yaşama, uzun yaşarlık,
Uzunluk (Un mur de cinq mètres de long). § A la longicorne s. Uzun boynuzlu,
longue: Zamanla, gitgide, aradan zaman geçince longipenne s. Uzun telekli (Oiseau longipenne).
(Tu Foublieras à ta longue). Au long, tout au long, longirostre s. Uzun gagalı,
tout du long: Tamamiyle, uzun uzadıya, eksiksiz; longitude diş. coğr. Boylam.
hiçbir şeyi unutmadan (Lire tout du long un longitudinal, e s. Boylamasına, boyuna, uzunluğuna
roman. Raconter une histoire tout au long). Au long (Faire une coupe longitudinale).
de, le long de, tout le long de, tout du long de: - longitudinalement bel. Boylamasına; boylamasına
boyunca (Le long des rues, des quais, des ponts. olarak (Couper longitudinalement).
Tout te long du jour. Au long de sa vie, tout au long long-jointé, e s. Uzun bukağılı, bukağısı uzun
de sa carrière). A longue échéance: Uzun vadede, bağlanmış (Cheval long-jointé).
uzun vadeli (A longue échéance, on peut entrevoir longrine diş. Taban kirişi (Voie sur longrines des
une solution. Projet à longue échéance). A long ponts métalliques).
terme: Uzun vadeli (Crédit à long terme). De long longtemps bel. Uzun zaman, uzun süre (Parler,
en large: Bir o başa bir bu başa (Se promener de marcher, vivre longtemps) § De longtemps: Uzun
longue 841 lot
süre, uzun bir süre için (Je ne le verrai pas de loqueteux, euse s. 1. Yırtık pırtık, yırtılmış, lime
longtemps). Depuis longtemps: Uzun zamandan lime olmuş (Une veste loqueteuse). 2. Paçavralar
beri, çoktan beri. Il y a longtemps: Çok önce, içinde, giysileri yırtık pırtık (Un vieillard
eskiden, epey oluyor (Il est venu ici, il y a loqueteux). 3. ad Yitik pırtık giyinmiş kimse (Un
longtemps). Il y a longtemps que: Çok oluyor ki, loqueteux).
çoktan beridir ki (II y a longtemps que je t'aime). loranthacées diş. ç. bitb. Ökseotugiller.
longue diş. 1. müz. Uzun nota. 2. dilb. Uzun ünlü; lord er. Lord.
uzun hece. lord-maire er. Londra gibi kimi İngiliz kentlerinde
longuement bel. Uzun uzun; uzun uzadıya belediye başkanı,
(Parler, raconter longuement). lordose diş. hek. Belkemiğinin öne doğru
longuet, te s. 1. Uzunca (Une ode un peu longuette). kamburlaşması, ters kamburluk,
2. er. Piyano yapıcısının kullandığı ince ve uzun lorette diş. Yosma.
çekiç. 2. er. Küçük baston ekmek, ufak fırancala. lorgner gçl. 1. Göz ucuyla bakmak (Lorgner une
longueur diş. 1. Uzunluk (La longueur dune route, femme). 2. Göz dikmek, göz koymak (Lorgner un
d'un tunnel. Mesures de longueur). 2. mec Fazla héritage, une place). 3. gsz. Şaşı bakmak,
söz, gereksiz uzatma (II faut éviter les longueurs lorgnette diş. Cep dürbünü. § Regarder par le petit
dans un texte). 3. (Bir yarışmaya katılan araç yada bout de la lorgnette: Olayları dar açıdan görmek;
hayvanın) Boyunca aralık, boy (Le cheval a gagné dar görüşlü olmak, dar kafalı olmak; pireyi deve
de deux longueurs). 4. mec. Yavaşlık, ağırlık (La yapmak,
longueur des négociations. Les longueurs de la lorgnon er. Kelebek gözlük,
justice). § A longueur de: Tüm ...boyu, bütün... (A lori er. Bir tür Hint papağanı, papualorisi.
longueur de semaine, les prisonniers se débattirent. loriot er. Sarıasma (kuşu),
A longueur de journée). En longueur: loriots er. ç. Sarıasmagiller.
Uzunlamasına (En longueur, la chambre a cinq loris [ h r i ] er. İnce lori; Hindistanda yaşayan
mètres). Saut en longueur: (Spor) Uzun atlama. kuyruksuz bir maymunsu,
Tirer les choses en longueur. İşleri sürüncemede lorrain, es. ve ad Lorraine'li. Lorraine bölgesine
bırakmak, çok uzatmak. Traîner en longueur: değgin.
Çok uzamak, uzun sürmek, sürüncemede lorry er. Demiryolları işlerinde kullanılan bir çeşit
kalmak, alçak araba.
longue-vue diş. Tek dürbün, lors bel. (Eskimiştir) O zaman, o vakit. § Lors de:
looch \Jok] er. Azar azar içilen ilaç. -sırasında, esnasında (Lors de son mariage, il était
looping [lupirjl er. Uçakların havada yaptıkları un petit employé. Lors de votre arrivée dans ce
cambazlıklar, uçak gösterisi (Faire des loopings). village, les gens étaient intrigués). Depuis lors: O
lophophore er. hayb. Altıntavuk. zamandan beri. Dés lors: 1. O zamandan beri, o
lopin er. Parçacık, küçük parça (Cultiver un lopin de gün bu gündür. 2. Bundan dolayı, onun için, şu
de terre). halde. Dès lors que: -diğine göre, madem ki... (Dès
loquace s. Ağzı kalabalık, çenesi düşük, çalçene lors qu'il avoue sa faute, elle lui sera pardonnée).
(Homme, femme loquace). Pour lois: Şu halde, onun için (La situation est
loquacité diş. Ağız kalabalığı, çenesi düşüklük, embrouillée, pour lors, essayons den examiner les
çalçenelik. divers aspects). Lors même que: -se bile (Lors
loque diş. 1. Kumaş parçası, paçavra (Frotter avec même que vous me montreriez cette lettre, je ne
une loque de laine). 2. Yırtık pırtık giysi, çul, pourrais pas croire à sa culpabilité: Bu mektubu
paçavra (Un clochard vêtu de loques). 3. mec. bana gösterseniz bile, onun suçluluğuna
Kalıntı, yıkıntı, °enkaz, bitmiş tükenmiş insan inanamam).
(La peur en avait fait une véritable loque. Une loque lorsque ilg. -diği zaman, -diğinde, ne zaman ki
humaine. Il n'est qu'une loque). 4. Arılarda bir (On fait des discours, lorsqu'il faut agir).
çeşit hastalık. § Etre en loques: 1. Paramparça losange er. mat. 1. Eşkenar dörtgen. 2. Baklava
olmak, lime lime olmak, 2. Paçavralar içinde biçimi (Losange de tissu, de papier). § En losange:
olmak, yırtık pırtık giysiler içinde olmak. Tomber Baklava biçiminde (Pavage en losanges).
en loques: Yırtılmak, yırtık pırtık olmak, lime losangé, e s. Baklava dilimi biçiminde,
lime olmak (Sa veste tombe en loques). losanger gçl. Eşkenar dörtgenlere ayırmak, baklava
loquet er. (Kapı ve pencerelerde) Kol (Manoeuvrer baklava bölmek
le loquet de la porte. Abaisser le loquet). lot er. 1. Pay, hisse (La propriété fut partagée en
loqueteau er. (Kapı ve pencerelerde) Küçük kol. douze lots). 2. İkramiye, piyango ikramiyesi
loterie 842 louis
vingt louis au baccara). loupiote diş. argo. Lamba, ışık, küçük lamba,
louise-bonne diş. Bir çeşit tatlı ve gevrek armut, şamdan (Allumer une loupiote).
louis-quatorzien, ne s. Ondördüncü Louis ve lourd, e 1. Kaba, hantal (Elle est bête, elle est lourde,
dönemine değgin, elle est bavarde). 2. Ağır (Un lourd fardeau, une
loukoum, lokoum er. Lokum, lourde malle). 3. Ağır, ezici, güç (Une lourde tâche,
loup er. hayb. 1. (Köpekgillerden) Kurt (Les une lourde responsabilité). 4. (Silâh, sanayi vb.
hurlements du loup). 2. Kıyafet balolarında için) Ağır (Armes lourdes, artillerie lourde,
takılan siyah yarım maske. 3. (Bir işte) Kusur. 4. industrie lourde). 5. Sert, keskin (Un vin lourd, une
Bir tür balık, köpek yayını (Loup marin de denir). odeur lourde). 6. Lourd de qch: -dolu, yüklü (Une
5. (Çocukları severken kullanılan sevgi terimi phrase lourde de menaces. Une table lourde de
olarak) Koç, yiğit, aslan (Mon loup, mon petit livres, de papiers). 7. Lourd à f. qch: -mesi güç (Une
loup). § Froid de loup: Zehir gibi soğuk (Ilfait un tâche lourde à accomplir). § L'eau lourde: kim.
froid de loup). Loup de mer: Eski denizci, deniz Ağırsu. Poids lourd: 1. Ağır araçlar, ağır yük
kurdu. Saut-de-loup: Geniş hendek. Tête-de-loup: kamyonu. 2. Ağır sıklet. Avoir l'esprit lourd: Kalın
Tavan süpürgesi. A pas de loup: Sessiz adımlarla; kafalı olmak, anlayışı kıt olmak. Avoir la tête
kedi, avına yaklaşır .gibi (Marcher à pas de loup). lourde: Kafası kazan gibi olmak. Avoir la main
Entre chien et loup: Sular kararırken, alaca lourde: 1. (Vurmada) Eli ağır olmak, vurunca çok
karanlıkta. Avoir une faim de loup: Çok acıkmak, acıtmak. 2. Eli açık olmak, cömert olmak, bol bol
açlıktan gözü dönmek. Avoir vu le loup: (Genç vermek. Avoir les yeux lourds: Yorgunluktan,
kızlar için) Artık pek saf olmamak, herşeyi uykusuzluktan gözleri kapanmak. Ne pas en
bilmek, hanyayı konyayı öğrenmiş olmak. Etre savoir lourd: Pek bir şey bilmemek, pek bilisiz
connu comme le loup blanc: Herkesçe bilinir olmak. Ne pas peser lourd dans: -de pek önemi
olmak, herkesin tanıdığı ünlü biri olmak. Hurler olmamak, pek bir ağırlık taşımamak (Ça ne
avec les loups: Herkesin yaptığmı yapmak. Se pèsera pas lourd dans la balance). Peser lourd: 1.
jeter dans la gueule du loup: Kendini aslanın Kilosu fazla olmak, topluca olmak. 2. Peser lourd
ağzına atmak, büyük bir tehlikeye atılmak. Tenir dans qch: -de ağır basmak. 3. Peser lourd sun -e
le loup par les oreilles: Kelleyi koltuğa almak, ağır gelmek (La vie pesait lourd sur ses épaules).
büyük bir tehlikeyi göze almak. La faim fait sortir lourdaud, es. vead. 1. Beceriksiz, ağırkanlı(kimse).
le loup du bois: Açlık insana her şeyi yaptırır, aç
2. Kaba saba (kimse),
köpek fırın deler. Le loup mourra dans sa peau:
lourde diş. hlk. Kapı.
Can çıkmayınca huy çıkmaz. Le loup connaît le
lourdement bel. 1. Beceriksizce, sakarca (Marcher
loup, le voleur le voleur: Biz kırk kişiyiz,
lourdement). 2. Kabaca, aptalca (Se tromper
birbirimizi biliriz. Les loups ne se mangent pas
lourdement). 3. Çok, ağır şekilde (Camion
entre eux: İt itin kuyruğuna basmaz. Quand on
lourdement chargé. Ces charges grèvent
parle du loup, on en voit la queue: İti an değneği
lourdement son budget).
hazırla; iyi adam sözünün üstüne gelir,
lourder gçl. hlk. Kovmak, kapı dışarı etmek,
loupage er. tkz. Kaçırma, yakalayamama; elden
lourdeur diş. 1. Ağırlık (La lourdeur d'un fardeau,
kaçırma (Loupage d'un train, d'une occasion). 2.
des impôts). 2. Ağırlık, sıkıcılık, çekilmezlik (La
Kaçırılan fırsat, elden kaçırılan şey.
lourdeur d'un style). 3. Ağır kanlılık, uyuşukluk
loup-cervier er. 1. hlk. Vaşak. 2. mec. tkz. Mal
(La lourdeur d'un domestique). 4. Hantallık,
canlısı.
ağırlık (La lourdeur d'un édifice, d'une forme). 5.
loupe diş. 1. (Deri altında) Yağ uru. 2. Ağaç uru. Kaba sabalık (La lourdeur d'un paysan).
3. Büyüteç, pertavsız (Travailler, tire à la loupe). 4. loustic er. 1. (Eskiden) Askerleri eğlendirmek
argo. Haylazlık, için orduda bulundurulan soytarı. 2. Muzip,
loupé, e s. tkz. Kaçırılmış, elden kaçırılmış (Chance şaklaban, şakacı. 3. tkz. Herif (C'est un drôle de
loupée). loustic). § Faire le loustic: Muziplikler yapmak,
louper gçl. tkz. 1. (Bir şeyi) Kötü yapmak, şaklabanlık etmek (Elève qui fait le loustic).
başaramamak (Elève qui loupe sa composition de loutre diş. hayb. 1. Susamuru. 2. Samur kürk
français). 2. Kaçırmak (Louper un train, t autobus. (Un manteau de loutre).
Louper l'occasion). louve diş. 1. Dişi kurt. 2. den. Dümen yuvası. 3.
loup-garou er. 1. Kurt suretinde gezdiği söylenilen Ağır taşları kaldırırken tutmaya yarayan iki kollu
gulyabani. 2. (Eski) İnsanlara karışmaktan demir alet, kavraç. 4. (Balıkçılıkta) Bir çeşit
çekinen kimse, ürkürük. sürtme ağı.
loupiot, te ad. tkz. Çocuk, bızdık, kopil. louvet, te s. (At donu için) Kurt tüyü renginde
louveteau 844 luger
hıgeur, euse ad Kızak kayan; kızak sporu yapan, (Les malhonnêtes gens redoutent la lumière). §
kızakçı. Lumière achromatique, lumière blanche spécifiée:
lugubre s. 1. Yas belirtisi olan, ölüm belirtisi olan; Tanımlı renksiz ışıklar. Lumière noire, lumière de
yas bildiren, ölüm bildiren (Glas lugubre). 2. İç Wood: Görünmez morötesi ışınları. Anges de
karartıcı, üzüntülü, üzgünlük verici, "mağmum lumière, enfants de lumière: İyilik melekleri. A la
(Air, ton, mine lugubre). lumière de: -ışığında (Travailler à la lumière du
lugubrement bel. İç karartarak; içi karararak; jour). Commencer à voir la lumière, ouvrir les yeux
üzüntülü bir şekilde, acı acı (La sirène hurle à la lumière: Doğmak, gözünü dünyaya açmak.
lugubrement). Jouir de la lumière: Yaşamak, sağ olmak, bu
lui, elle adıl. 1. O (C'est lui, c'est elle. Lui aussi dünyada olmak. Mettre qch en lumière:
voudrait te connaître. Je sortirai avec lui Tu dois Aydınlatmak, su yüzüne çıkarmak, açıklığa
travailler pour lui. Je ne jouerai plus avec lui). 2. kavuşturmak; yayımlamak, ortaya çıkarmak.
Ona, kendisine (Je le lui ai dit. Nous lui enverrons Perdre la lumière: 1. Kör olmak, dünya ışığından
un paquet). § A lui seul: Tek başına, yalnız başına yoksun kalmak, gözlerini yitirmek. 2. Ölmek,
(Il n'y arrivera jamais à lui seul). De lui-même: öbür dünyayı boylamak. Porter la lumière sur
Kendi başına; kendiliğinden (Il a agi de lui- qch: -i açıklamak, aydınlatmak, aydınlığa
même). En lui-même, par lui-même: 1. Özlüğünde, kavuşturmak. Voir la lumière: Yaşamak, sağ
aslında, "haddizatında. 2. Bizzat kendisi, olmak.
•özkendisi (Qu'il vienne ici pour voir un peupar lumignon er. 1. Lambacık, az ışık veren lamba.
lui-même). 2. (Eski) (Yanmakta olan bir mumda yada
luire gsz. 1. Işımak (L'aurore luit, lejour luit, le soleil kandilde) Fitil ucu.
luit). 2. Parlamak, pırıldamak (Un espoir luit luminaire er. 1. Işıklık. 2. Işıklandırma araçları.
encore). 3. Parıl parıl olmak, balkımak (Les 3. tkz. Her türlü aydınlatma aracı, lamba. 4. mec.
meubles luisaient au soleil). 4. Luire de qch: -den Yıldız.
parlamak, pırıl pırıl olmak (Son front luisait de luminance diş. Işıklılık ; ışınımlılık.
sueur. Ses yeux luisent décoléré, ses regards luisent luminescence diş. fiz. Gazışı.
d'envie). luminescent, e s. fiz. Gazışıl (Tubes luminescents
luisance diş. Parlama, parlaklık, parıltı (Ses cheveux servant à l'éclairage).
ont une luisance légère). lumineusement bel. Apaçık, açıkça, açık bir şekilde
luisant, e s. 1. Parlak, parıltılı; pırıldayan (Des (Il nous fa expliqué lumineusement. Expliquer
meubles luisants. Un regard luisant). 2. Luisant de: lumineusement un problème difficile).
-den parlayan, pırıl pırıl (Des yeux luisants de lumineux, euse s. 1. Işığa değgin (Rayon lumineux,
fièvre. Vêtements luisants d usure). 3. er. Parıltı (Le ondes lumineuses). 2. Işıklı, aydınlık, ışık saçan,
luisant d'une étoffe, du satin). § Le ver luisant: pırıl pırıl (Une enseigne lumineuse. Les rues
Ateşböceği. lumineuses. Une source lumineuse). 3. Açık,
lulu er. hayb. Tarlakuşu, çayırkuşu. ortada, karanlık olmayan (Un raisonnement
lumaehelle diş. İçinde kavkı kırıntıları bulunan bir lumineux). 4. Parlak, "dahice (Une idée
çeşit mermer, lumineuse).
lumbago, lombago er. hek. Lumbago, luministe ad. Işık etkilerini vermede
lumen er. Işık akısı birimi, "lümen. uzman ressam,
lumière diş. 1. Işık (La lumière du soleil m'éblouit. luminosité diş. 1. Işıklılık, parlaklık, aydınlık
La lumière du jour. Année de lumière, vitesse de (La luminosité du ciel). 2. gökb. Aydınlatma gücü
lumière). 2. Aydınlık (Ouvre les volets pour que la (Luminosité d'une étoile).
lumière pénètre). 3. Falya deliği; delik (Lumière lunaire s. 1. Ay'a değgin (Clarté lunaire, sol lunaire,
des canons des anciens fusils). 4. Elektrik, elektrik année lunaire). 2. Aysı, ay gibi, ayı anımsatan, ayı
ışığı, ışık (Ferme la lumière du bureau avant de andıran; değirmi (Une face lunaire, un paysage
sortir. Eteindre la lumière). 5. mec. Işık, lunaire). § Eclipse lunaire: Ay tutulması,
aydınlatma, aydınlık, açıklama (L'auteur jette une lunaire diş. Ayçiçeği, günebakan.
lumière nouvelle sur la question). 6. mec. Çok zeki lunaison diş. Kamer ayı.
ve nitelikli kimse,beyin (Il est l'une des lumières ). lunatique s. ve ad. 1. Gökteki ayın evrelerine göre
du Conseil dEtat). 7. müz. Orgun hava deliği. 8. huyu değişen, aysar (C'est un pauvre lunatique.
(Matematikte, fizik aletlerinde) Gözleme deliği; Une femme lunatique). 2. Sağı solu belli olmayan,
ışıklı delik. 9. ç. Bilgi, kafa ay âm\ığ\( Un prince qui huyu suyu bilinmeyen, dengesiz (Un homme
a des lumières). 10. mec. Açıklık, bellilik, aydınlık lunatique qui vous sourit un jour et ne vous cornait
lunch 846 lutherie
pas le lendemain. Tu es un vrai lunatique). lunure diş. Enine kesilince ağaçta daireler şeklinde
lunch [lœntf]er. tng. 1. Ayak üstü yenen soğuk ve belli olan bir kusur,
hafif yemek. 2. Öğle yemeği, lupanar er. Genelev; *buluşmaevi, *buluşumevi,
luncher gsz. (Çok az kullanılır) 1. Ayaküstü hafif "randevu evi.
bir şeyler yemek. 2. Öğle yemeği yemek, lupercales diş. ç. Eski Romalıların her yıl 15 şubatta
lundi er. Pazartesi (Il reviendra lundi). § Faire le bolluk tanrısı Lupercus onuruna düzenledikleri
lundi: Pazartesi günü çalışmamak, şenlikler.
lune diş. 1. (Gökteki) Ay (La lune nous éclaire la lupin er. Acı bakla, Yahudi baklası.
nuit). 2. Aysarlık, ay evrelerinin etkisiyle lupulin er. Biraya özel tadını veren ve şerbetçiotu
olduğuna inanılan huysuzluk, delilik. 3. hlk. çiçeklerinden alına reçinemsi sarı bir toz.
Ablak yüz. 4. Kamer ayı (Il perdit encore trois lupuline diş. bitb. Sarıyonca.
lunes à équiper les éléphants). § Clair de lune: lupus [Ay/»j>î] er. Bir deri hastalığı (Lupus tuberculeux:
Ayışığı "mehtap (Il fait un très beau clair de lune). Deri veremi).
Au clair de lune: Ay ışığında. Lune d'eau: lurette diş. (Yalnız şu deyimde geçer) Il y a belle
Aknilüfer. Lune de miel: Bal ayı (Il vont passer leur lurette: Çok eskiden, çok zaman önce; epey
lune de miel à Istanbul). Lune rousse: Nisanda oluyor ki.
çıkıp bitkilere kuvvet verdiğine köylülerce luron, ne ad. Şen, şakacı, üzüntü tasa nedir
inanılan ay. Pleine lune: Dolunay. Poisson lune: bilmeyen, yaşamanın tadını çıkaran, "ehli keyf
Aybalığı. Aboyer à la lune: mec. Boşuna (Il a été un fameux luron dans sa jeunesse).
havlamak, yırtınıp durmak. Aller décrocher la lusin, luzin er. den. İnce halat,
lune pour qn: -uğruna, için her şeyi yapmak, lustrage er. Cilalama, parlatma, açkılama (Lustrage
olmayacak şeyleri yapmaya kalkışmak. des étoffes, des glaces).
Demander la lune: Olmayacak, olanaksız şeyler lustral, e s. Temizleyici. § Eau lustrale: (Eskilerde)
istemek. Faire un trou à la lune: Borcunu Kutsal su. Jour lustral: (Eskilerde) Yeni doğan
ödemeden savuşmak. Promettre la lune: çocuğu kutsal su ile yıkayıp adlandırma günü.
Olmayacak şeyler vadetmek. Tomber de la hine: lustration diş. (Eskilerin, bir kişi yada bir yeri arı
Eşekten düşmüşe dönmek, şaşırıp kalmak. kılmak için yaptıkları) Kutsal suyla yıkama
Vouloir prendre la lune avec ses dents: Olmayacak (Lustration des nouveaux-nés à Rome).
bir şeyi gerçekleştirme hevesine kapılmak, lustre er. 1. Parlaklık, cila (Le vernis donne du lustre
luné, e s. 1. Bien luné: Keyfi yerinde (77 est bien au parquet). 2. Parlatma maddesi, cila. 3.
luné aujourd'hui). 2. Mal luné, e: Keyifsiz, Eskilerin beş yılda bir yaptıkları sayım bayramı.
huysuzluğu üstüne (Tu es mal luné ce matin). 4. (Bugün) Beş yıl, beş yıllık sür e (Je nef ai pas vu
lunetier, ère s. 1. Gözlüğe değgin (Industre depuis de nombreux lustres). 5. Ün (Le festival a
lunetière). 2. s. ve ad. Gözlükçü; gözlük redonné du lustre à ta petite ville). 6. Avize (Un
yapımcısı; gözlük satıcısı, lustre de cristal. Le salon est éclairé par un lustre).
lunette diş. 1. (Delikli iskemlelerde) Delik. 2. lustré, e s. 1. Cilalı; parlak, parlatılmış XCheveux
(Giyotinde) Mahkumun başını soktukları delik. lustrés. Ailes lustrées des corneilles). 2. Eskilikten
3. (Kuşlarda) Lades kemiği. 4. (Saatlerde) Cam parlamış, aşınmaktan parlamış (Veste lustrée aux
yuvası. 5. (Arabalarda) Cam (La lunette arrière). coudes).
6. Mermilerin çapını ölçmeye yarayan delikli alet. lustrer gçl. 1. Parlatmak, cilalamak (Le chat lustre
7. (Mimarlıkta) Geçme tonoz. 8. Aydınlık son poil en se léchant. Lustrer les cuirs). 2.
penceresi. 9. (Yüznumaralarda) Delik (Lunette (Eskiterek, yıpratarak) Parlatmak (Lustrer les
des cabinets). 10. Dürbün (Une lunette d approche. manches de son veston sur les pupitres de l'école).
Une lunette astronomique). 11. ç. Gözlük (Des lustrerie diş. Avizecilik.
lunettes de soleil. Etui à lunettes. Lunettes lustrine diş. Parlak ipekli,
à monture d'or. Mettre ses lunettes. Porter des lut [lyt] er. Ateşe vurulan kabları sımsıkı kapamak
lunettes. Un homme à lunettes). için kullanılan sıvama balçığı, fizik balçığı,
lunetté, e s. Gözlüklü, gözlük taşıyan. lutation diş. kim. Fizik balçığı sıvama,
lunetterie diş. Gözlükçülük. luter.gp/. Fizik balçığı sıvamak,
luniforme s. Ay biçiminde, aysı, ayımsı; ayça luth er. 1. Ut, lavta (Jouer du luth). 2. mec. Lirik
biçiminde, ayçamsı. şiir simgesi; şiir yetisi. 3. hayb. Büyük deniz
lunule rf/y. 1. biy. Akçılyay, °lunula, tırnak dibindeki kaplumbağası,
beyazlık. 2. hek. Aycık, küçük ay, tırnak luthéranisme er. Luther öğretisi, Lütercilik.
diplerindeki beyazlık. lutherie diş. Çalgı yapımı; çalgı alım satımı; çalgı
luthérien 847 lyrique
coşkulu, "heyecanlı (Il devient lyrique quand il tiyatro, bestelenmiş yapıtlar oynanan tiyatro;
parle de son auteur préféré). 3. er. Lirik tür. 4. er. opera, operet,
Lirik ozan. § Artiste lyrique: Opera sanatçısı lyriquement bel. Lirik bir şekilde,
(Soprano lyrique). Comédie lyrique: Güldürülü lyrisme er. ed. 1. Liriklik. 2. Lirik şiir (Le lyrisme
opera. Drame lyrique: Dramlı opera Poésie romantique). 3. Lirik dil; lirik üslup (Le lyrisme de
lyrique: Lirik koşuk. 1. (Eski Yunanlılarda) Lir Bossuet). 4. Coşkunluk (S'exprimer avec lyrisme
çalınarak okunan koşuk. 2. (Şimdi) Ditiramb, od sur son bonheur présent).
ve koronun ortak adı. 3. Kişisel duygulan coşkun lysimaque diş. bitb. Aymsafa.
bir dille anlatan koşuk. Théâtre lyrique: Lirik lysol er. kim. Lizol.
m
m er. 1. Fransız abecesinin on üçüncü harfi olup macaroniques. Şaka olsun diye sözcüklerin sonuna
"em" diye okunur ve Türk abecesindeki m sesini Latince ekler getirilerek yazılan (Poésie
verir. 2. Monsieur: Bay sözcüğünün kısaltılmışı macaronique).
(M. Paul Gaujon). 3. (Romen rakamı olarak M) macassar er. Kara damarlı koyu kahverengi
Bin. abanoz.
ma s. (Dişil adlann önüne gelip iyelik belirtir) macchabée er. hlk. Ceset (Repêcher un macchabée
Benim (Ma maison, ma sœur, ma jambe). dans la rivière).
maboul, e 5. ve ad. hlk. Kaçık, deli (Il est macédoine diş. 1. Sebze yada meyve salatası
complètement maboul). (Macédoine de légumes. Macédoine de fruits au
macabres. 1. Ölüme değgin, ölülere değgin (Danse kirsch). 2. mec. Yamalı bohça, salata (Les
macabre). 2. mec. Ölüm gibi ürkünç, iç karartıcı circonstances faisaient de la société, sous l'Empire
(Scène, plaisanterie, humour macabre). § Danse une macédoine). 3. Makedonya,
macabre: Ölüm dansı, macédonien, nés. vead. Makedonyalı;Makedonya
macadam er. Kırma taş döşenip üzerinden silindir ve Makedonyalılara değgin,
geçilerek yapılan yol, "makadam (Rouler sur le macération diş. 1. (Bir sıvıya) Yatırma, emiştirme
macadam). (La houille provient d'une macération des
macadamisage er. Makadamlama; végétaux dans l'eau). 2. mec. Çileye girme,
makadamlanma. macérer gçl. 1. Macérer qch dans qch: Bir şeyi -e
macadamiser gçl. Makadam yöntemiyle yapmak, yatırmak, basmak, emiştirmek (Macérer des
makadamlamak (Macadamiser les rues). cornichons dans du vinaigre). 2. gsz. Macérer
macaque er. 1. Bir maymun türü, makak. 2. mec. dans qch: -de uzun süre beklemek, yatırılıp
tkz. Maymun suratlı, çok çirkin adam (Elle a bekletilmek (Viande qui macère dans une
épousé un vieux macaque). marinade). § Se macérer: mec. Çileye girmek,
macareux er. Bir tür penguen, Tanrı yolunda kendini çileye vermek,
macaron er. Badem kurabiyesi, maceron er. Yaban maydanozu,
macaroni er. 1. Makarna {Manger des macaronis au mach [mak] ad. (Havacılıkta) Ses hızına oranla
fromage, à sauce tomate). 2. hlk. Makarnacı, uçağın hızı (Voler à mach 2, à mach 3: Sesten iki
ftalyan. kez, üç kez daha hızlı uçmak).
machaon 850 mâchurer
machaon er. Kuyruklu kelebek, makinası. Mettre une machine en marche: Bir
mâche diş. Frenk salatası, kış salatası, makinayı çalıştırmak). 2. Yazı makinası (Une
mâchefer er. Kömür dışığı, "cüruf (Le mâchefer est lettre tapée à la machine). 3. mec. Çark,
utlisé pour la fabrication des briques, pour mekanizma (La grande machine de l'Etat. Il est
l'entretien des chemins). difficile d'émouvoir la machine administrative). 4.
mâchelier, ère s. 1. Çeneye değgin (Muscles Otomobil, motosiklet, lokomotif gibi makineli
mâcheliers). 2. diş. Azı, azı dişi (Les mâchelières taşıt. 5. Machine à f. qch: mec. -me aracı, -me
d'en haut, d'en bas). aleti, -me makinası (Ces aventuriers ne sont plus
mâchement (er.) Ağızda çiğneme, que des machines à tuer. Je suis une simple
mâcher gçl. 1. (Ağızda) Çiğnemek) (Mâcher du machine à travailler). § Machine infernale:
pain, de la viande. Mâcher du chewing-gum, du Bomba. Machine de guerre: (Eskiden) Mancınık.
tabac). 2. Keserken koparmak, çiğnemek (Lame La machine ronde: Dünya, yeryüzü, toprak. Une
mal aiguisée qui mâche le bois). 3. Mâcher qch à grande machine: Büyük bir yontu; büyük bir
qn: Bir şeyi hazırlayıp -in önüne getirmek, tablo, büyük bir yapıt. Faire machine arrière,
kolaylayıp sunmak (Il faut tout lui mâcher). § faire machine en arrière: Döngeri etmek, geri
Mâcher à vide: Boşuna uğraşmak, boşa kürek dönmek, yüzseksen derece çark etmek. Taper à la
çekmek. Mâcher la besogne à qn: Lokmayı machine: Yazı makinasında yazmak,
çiğneyip -in ağzına vermek, işi hazırlayıp machiner gçl. (Dolap, dalavere) Düzenlemek,
kotararak önüne getirmek, sunmak. Mâcher les çevirmek, kurmak, hazırlamak (Machiner un
morceaux à qn : -in işini kolay laştırmak, -e y ardımı complot, une trahison. Machiner la mort d'un
dokunmak. Ne pas mâcher ses mots: Kem küm adversaire).
etmemek. Ne pas mâcher qch: Açıkça söylemek, machinerie diş. 1. Bir iş için kullanılan bütün
gizlememek (Ne pas mâcher son opinion). Se makinalar (Entretien de la machinerie d'une
mâcher le cœur: İçi içini yemek, filature). 2. (Gemilerde) Makina dairesi (Le
mâcheur, evsead. 1. Çiğneyen (Mâcheur de tabac). capitaine entra dans la machinerie).
2. hlk. Çok yiyen, obur. machinisme er 1. fels. Makinacılık, canlılara birer
machiavélique [mùkjaveUk] s. 1. Makyavelce. 2. makina gözüyle bakan ve örgenlere bağlı
mec. Usturuplu, ustalıklı;haince, kurnazca; hain, olmayan bir yaşam ilkesini kabul etmeyen öğreti.
kurnaz, anasını bile satar (Une manœuvre, un 2. Makina kullanılması; makinalaşma,
procédé machiavélique. Le machiavélique makinalaştırma (Le machinisme est la base de
Talleyrand). l'industrie).
machiavélisme er. 1. Makyavelcilik. 2. Düzen, machiniste er. (Eski) Makinist (Défense deparler au
dolap; düzencilik, dolapçılık; çıkarı için anasını machiniste) 2. (Tiyatroda) Dekorcu, dekorları
satarbk; hainlik, kalleşlik (Ily a du machiavélisme yerleştiren işçi.
dans la proposition qu'il a faite à ses adversaires). mâchoire diş. 1. Çene (La mâchoire supérieure,
mâchicoulis er. (Ortaçağ kalelerinde) Çıkma inférieure. Serrer les mâchoires). 2. (Kıskaç,maşa
mazgal. gibi aletlerde) Tutak (Mâchoires d'un étau). §
machin er. tkz. Şey (Qu'est-ce que c'est que ce Bâiller à se décrocher la mâchoire: Çenesi
machin-là?: O şey ne?). aynhrcasına esnemek. Jouer, travailler des
machinal,e s. Kurulmuş makina gibi, makina gibi, mâchoires: hlk. Yemek, atıştırmak,
istem dışı (Une réaction machinale. Il tendit la mâchonnement er. 1. Dişlerinin arasında çiğneyip
main vers son verre d'un geste machinal). durma. 2. Geveleme,
machinalement bel. Kurulmuş makina gibi, farkına mâchonner gçl. 1. Dişlerinin arasında çiğneyip
varmadan, istem dışı olarak, makina gibi durmak (Mâchonner le bout de son cigare.
(Chantonner machinalement en travaillant). Mâchonner son crayon en réfléchissant). 2.
machination diş. Düzen, dolap, dalavere (Ourdir Gevelemek (Mâchonner quelques excuses,
une machination. Déjouer les machinations de ses quelques mots).
adversaires). mâchouiller gçl. tkz. Yutmadan çiğneyip durmak
machine diş. 1. Makina (Machine à vapeur: Buhar (Mâchouiller une paille).
makinası. Machine à calculer: Hesap makinası. mâchure diş. 1. (Kumaşlarda) Tüy döküğü
Machine à écrire: Yazımakinası. Machine à laver: (Mâchure du velours). 2. (Meyvalarda) Ezik,
Çamaşır makinası. Machine à laver la vaisselle: bere.
Bulaşık makinası. Machine à coudre: Dikiş mâchurer gçl. 1. Karalamak, kir pas içinde
macis 851 madréporique
bırakmak (Mâchurer du papier, des habits). 2. macula diş. anat. Makula, sarı benek,
Ezmek, zedelemek, berelemek (L'étau qui maculage er. Lekeleme, kirletme, bulaştırma,
mûchure une pièce). maculature diş. Basımda kötü basılmış yada
macis er. Küçük Hindistancevizinin kabuğu, lekelenmiş kâğıt,
macle, macre diş. bitb. Sukestanesi, göl kestanesi, macule diş. 1. Kirlilik, kara, leke (Les macules des
macle diş. 1. yerb. İkiz, "tev'em. 2. Girişik âmes). 2. Kâğıttaki mürekkep lekesi. 3. hek.
billurlaşma, haçımsı billurlaşma. Deride kızarıklık, kızartı, kırmızı leke. 4. Kir,
maclé,e s. Girişik; haçımsı (Cristaux maclés). leke, pislik. 5. gökb. (Güneşteki) Leke. § Agneau
macler gçl. (Cam hamurunu) Karmak (Macler le sans macule: Tanrının kuzusu, İsa.
verre en fusion). § Se macler: Haçımsı maculer gçl. 1. Leke yapmak, lekelemek,
billurlaşmak, karalamak, pisletmek (Maculer sa chemise, une
maçon er. 1. Duvarcı (Outils, matériels du maçon). feuille de papier). 2. Maculer qch de qch: Bir şeyi
2. Mason, farmason. 3. s. mec. Kendi yuvasını -e bulamak, içinde bırakmak, -ile lekelemek
kendi yapan (Abeille maçonne, fourmi maçonne). (Maculer de boue ses vêtements. Maculer d'encre
maçonnage er. 1. Örme, yapma (Le maçonnage une feuille de papier).
d'un mur). 2. Duvarcılık, madame diş. 1. (Eskiden) Hanımefendi. 2. (Şimdi)
maçonner gçl. 1. Örmek, yapmak (Maçonner un Bayan, "hanım (Chère madame. Madame la
mur). 2. Duvar örmek, duvar çekmek (Maçonner Directrice. Madame Janette). 3. (Hizmetçiler
les parois d'un puits). 3. Duvar örüp kapamak dilinde) Evin hanımı. 4. (Eskiden, büyük harfle
(Maçonner une fenêtre, une porte). yazıldığında) Fransa kral ailesinin kadın ve
maçonnerie diş. 1. Duvarcı işi. 2. Duvar kızlarının ünvanı. § Jouer à la madame:
(Maçonnerie de pierres de taille, de briques). 3. Hanımefendilik taslamak,
Masonluk, farmasonluk (Entrer dans la madapolam er. Bir tür patiska, madampol.
maçonnerie). madécasses. vead. Madagaskarlı,
maçonnique s. Masonluğa değgin (Assemblée made in [medin] İng. -de yapılmıştır (Made in
maçonnique). France: Fransa'da yapılmtşnr.)
macque, maque diş. Keten tokacı, filâriz. madeleine diş. 1. Bir çeşit şekerli çörek. 2. Temmuz
macramé er. ö r ü l ü p düğümlenerek yapılan bir tür sonuna doğru, ermiş Madeleine yortusu
kumaş. günlerinde olgunlaşan üzüm, armut, erik ve
macre diş. bitb. Sukestanesi, gölkestanesi. şeftali çeşitleri. § Fleurer comme une Madeleine:
macreuse diş. 1. Kılkuyruk denilen siyah deniz İki gözü iki çeşme ağlamak,
ördeği. 2. Sığırların kol kemiği üstündeki indëfct. mademoiselle diş. 1. Hanım kız, küçük bayan. 2.
macrocéphale s. Koca kafalı, i