You are on page 1of 22

ÜNİTE 1 DERS NOTLARI

DİL

Dil, bir anda düşünemeyeceğimiz kadar çok yönlü, değişik açılardan bakınca farklı özelliklere sahip
olduğu görülen, kimi sırları bugün bile çözülememiş büyülü bir varlıktır. O gerek insan, gerek toplum,
gerekse de insan ve toplumdan ayrı düşünülemeyecek olan bilim, sanat, teknik gibi bütün alanlarla
ilgili bulunan aynı zamanda onları oluşturan bir kurumdur. Bir toplumu ulus yapan bağların en
güçlüsü dildir. Bireyleri, ulusuna, yurduna, geçmişine sıkı sıkıya bağlar; kuşaktan kuşağa aktarılarak
gelen dil, bireyi geçmişle gelecek arasındaki zincirin bir halkası durumuna getirir.

İnsan açısından bakınca insanın dünyadaki yerini ve değerini belirleyen odur. Konuşma yeteneği,
dolayısıyla dil; insanı insan yapan niteliklerin başında gelir. Bireyin duygularını, düşüncelerini,
isteklerini, bütün incelikleriyle açığa vurmasına yaşamını sürdürebilmesine olanak sağlar. Bir an
düşünülecek olursa dil olmadan bir ince duyguyu, bir şiiri, önemli bir olayı, bir buluşu, bizim için
unutulamayacak kadar değerli bir anıyı, bir fizik ya da kimya olayı nasıl anlatılabilir, nasıl kâğıda
dökülebilir? Yüzyıllar boyu bilimde, teknikte elde edilen gelişmeler; günümüzde başkalarına,
gelecekte ise sonraki kuşaklara nasıl aktarılabilir? Bir ulusun konuştuğu dil nasıl oluyor da kimi zaman
birkaç yüzyıl kimi zaman daha kısa bir süre içinde değişiyor, birtakım sözcükler unutulurken yenileri
türüyor?

Eski Yunanlılarda Sokrates döneminde dildeki sözcüklerin göstergeleri ile bu sözcüklerin yansıttığı
kavramlar arasındaki bağlantının doğa vergisi mi yoksa insanlar tarafından yaratıldığı tartışılmıştır.
Aslında bu tartışma Sokrates’ten önce de tartışılmaya başlanmıştır. Kimi düşünürler bu bağlantının
doğuştan var olduğunu savunurken kimi düşünürler ise sözcüklerle onların ifade ettiği kavramlar
arasında böyle bir bağın doğuştan olmadığını, bu bağın daha sona o dili konuşan insanlar tarafından
oluşturulduğunu, bu nedenle her kavramın tek bir dilsel tasarımı olmadığını ileri sürmüşlerdir. Örnek
vermek gerekirse ağaç kavramının İngilizcede tree, Latincede ligno, Almanca baum, Çekçe strom,
Korece namu şeklinde ifade edilmesi, her milletin aynı kavrama farklı sesleri kullanarak isim verdiği
durumunu göstermektedir. Dünyada konuşulan bütün dillerdeki toplam 50 kadar değişik ses içinden
her dil, kendine özgü seslerden bir dizge oluşturmakta, bu seslerle on binlerce sözcük türetilebilmekte,
belirli sayıdaki ekler, büküm ve sözdizimi kurallarıyla sayısız yeni yapılar elde edilmektedir.

Eldeki verilere göre sistematik anlamda dil ile ilgili ilk çalışmaları Hindistanlı bilginler yapmıştır.
M.Ö. VI. yüzyılda Panini, ‘sekiz bölüm’ anlamındaki Astādhyāyī adlı kitabında Sanskritçenin
morfoloji(biçimbilim), sentaks(söz dizimi) ve semantik(anlambilim) açısından incelemiştir.
Çalışmasında dört bine yakın dilbilgisel kural belirlemiştir. Bilinen ilk dilci Panini olsa da o, kitabında
kendi çalışmasından önce mevcut olan Unadisutra, Dhatupatha ve Ganapatha gibi metinlere atıfta
bulunur. Bunun anlamı Hindistan’da Panini’nin çalışmasından evvel dil çalışmalarının yapıldığı
gerçeğidir. Bir başka Hintli dilci olan Yaska, Nirukta adlı eserinde kökenbilgisi üzerinde durarak
kelime türleri ve kelimelerin anlamlarıyla ilgilenmiştir. Yaska kelimeleri dört gruba ayırmıştır:

1) Nāma ‘isimler’
2) Upasarga ‘ön ekler’
3) Ākhyāta ‘fiiller’
4) Nipāta ‘edatlar’

Yaska aynı zamanda Eflatun Aristo tartışmasından daha evvel isim-cisim ilişkisi üzerine fikir beyan
etmiş bir âlimdir.

Eski çağlar da yapılan dil incelemelerinin tümü dilin biçimi ile ilgilidir. Anlamı inceleyen belki de tek
çalışma, Platon’un(Eflatun) Kratylos Diyaloğu’dur. M.Ö. V. yüzyılda yazılan bu eserde Hermogenes
ile Kratlyos bir araya gelip Sokrates’e adların doğa tarafından mı yoksa insanlar arasında belirli bir
anlaşma ve uzlaşmadan sonra mı oluştuğunu sorarlar. Sokrates de nesnelerin orijinal adlandırmalarını
sanatçının sanat eserini oluşturması örneğiyle açıklar(doğalcı). Kratlyos kendinden önce yaşamış
Heraklitos’un görüşlerini(doğalcı) savunurken Hermoneges ise kendinden önce yaşamış olan
Demokritos’un görüşlerini(yapaycı) savunur. Eflatun, hocası Sokrates’in isim-cisim ilişkisi
konusundaki düşüncelerini devam ettirmiştir. Kratlyos Diyaloğu’nda ayrıca sözcüklerin kökenine
inilerek kökenbilimsel önerilerde de bulunulmuştur.

M.Ö. IV. yüzyılda Aristo, dillerin doğal değil yapay olduklarını, isim-cisim bağlantısının Eflatun’un
savunduğu gibi sebepli olmadığını savunur. Ayrıca sesliler, sessizler, kelime türleri birçok konuda
fikir beyan eder. Poetika adlı eseri dil yönünden mühimdir. Aristo’dan aşağı yukarı iki yüzyıl sonra
Bergama ve İskenderiye dil okulları kurulur. Tekne Grammatike(Dilbilgisi Tekniği) adlı bir eser
yazan Dionysius Thrax(Trakyalı Diyonis), kelime türlerini bugünküne çok yakın bir şekilde tasnif
etmiştir.

Heraklitos ve Eflatun gibi filozoflar dildeki kelimelerin gösterdikleri nesnelerle doğuştan bir bağ ile
bağlandıklarını ileri sürerken; Aristo, Antisthenes, İbni Cinnî, Roscelin ve Ferdinand de Saussure gibi
bilginler isimlerle cisimler arasında doğal bir bağın olmadığını görüşünü savunmuşlardır. Bunlara ve
bunun gibi düşünenlere genel bir tabirle “adcı” veya “nominalist” demek mümkündür. Nominalistlere
göre isimler ve isimlerin gösterdikleri nesneler arasında herhangi bir ilişki yoktur. “Doğalcılar” ise
nesneler ile onları ifade eden kelimeler arasındaki anlamlı, doğal bir ilişki olduğunu ileri sürerler.
Modern dilbilim dünyasında adcıların sayısı doğalcılardan fazladır; çünkü eğer nesne ile isim
arasındaki bağ keyfi olmayıp doğal olsaydı aynı nesneye aynı isim verilerek dünyadaki tüm dillerin
birbirinin aynısı olması sonucu ortaya çıkacaktı. Oysa günümüzde dünya yüzünde binlerce dil vardır
ve bir nesnenin her dildeki ismi öteki dilden farklıdır. Doğada bulunan ve Türkçede taş kelimesiyle
ifade edilen nesne için İngilizler stone, Araplar hacer, Farslar seng, Japonlar işi, Koreliler dol, Grekler
petra, Gürcüler k’vis, Ruslar kamen demektedir. Bu da her toplumun nesnelerin isimlerini kendi
istekleri doğrultusunda belirlediklerini göstermektedir.

Ad ile gösterdiği nesne yahut kavram arasında anlam bağı varmış gibi gözüken durumlar daha çok
yansıma kelimeler için söz konusudur. Dilbilimde onomatopoeia diye adlandırılan ve tabiat taklidine
dayanan seslerde bile dünya dilleri arasında tam bir mutabakat olduğu söylenemez. Her dilde
yansımadan türetilmiş kelime grubundaki hayvan seslerinin doğal olarak birbirlerinin aynısı olması
beklenirken bu kelimeler bile tam benzerlik göstermez. Türkçede horoz sesini gösteren ‘ü ürü ü’
kelimesi ile birçok dilin aynı sesi karşılayan kelimesi arasında oldukça büyük farklar vardır. Horoz
sesinin bazı dillerdeki karşılıklarına bakalım:

İngilizce: cock a doodle doo Fransızca: cocorico, kikiriki


Rusça: kukareku Korece: kokiyo
Japonca: kokekokkoo Mandarin Çincesi: o’o’o

Köpek havlaması için de tam bir tutarlılık yoktur:

Katalan: bup-bup Mandarin Çincesi: wang-wang


Danca: vov-vov Daç dili: woef
İngilizce:bow-bow, woof, arf Fransızca: ouah-ouah
Hintçe: bhı-bhı Endonezya dili: gong-gong

Yine de yansımadan türeyen kelimeler ile bu kelimelerin gösterdiği sesler arasında bir nedenlilikten
söz edilebilir. Miyav yahut meow kelimesini görünce veya sesini duyunca kedi sesi olduğu
anlaşılmaktadır. Oysa masa varlığı ile masa kelimesi arasında böyle bir nedenlilik yoktur. Örneğin
yaz- fiili ile yazma, yazar, yazım, yazgı, yazıcı, yazıt, vb. kelimeleri arasında bir ilişki vardır; fakat
yazma fiiline niçin yaz isminin verildiği bilinmemektedir( Nedensizlik İlkesi/ Göstergenin
nedensizliği).

Romalılar tarafından yapılan dil çalışmaları da Yunanlıların yaptığı çalışmalardan farklı değildir.
Romalılar da dilin işlevinden yani anlam bileşeninden çok onun biçimiyle ilgili çalışmalar
yapmışlardır. Bu dönemde daha çok Latince ile Grekçenin karşılaştırılması yapılmıştır. Bu
karşılaştırmalar genellikle adı geçen dillerin sözdizimlerine ilişkin yapılmış olan çalışmalardır. M.Ö. I.
yüzyılda Varro isimli âlim De Lingua Latine(Latin Dili) adlı eserini yazar. Varro, hayvan örnekleri
üzerinden hareketle insanların en yakın olduğu şeyleri isimlendirmede ayrıntıya girdiği fikrini ortaya
koymuştur. Mesela hayatın doğrudan doğruya içinde olan hayvanların dişilik-erkeklik konusunda
adlandırılmasında ayrıntıya girildiğini vurgulamıştır (teke-keçi, koyun-koç, horoz-tavuk gibi). Grekçe
Yunanca ilişkisine dikkat çeken Varro, etimoloji(kökenbilimi) açısından önemli bir filozoftur. Yine I.
yüzyılda Quintilianus, IV. yüzyılda Donatus ve V. yüzyılda Prescianus, Romalı gramerciler olarak
bilinir.

IVIC ise XX. yüzyıl bilimin karakteristik niteliklerinden biri olarak yüzyılımızın alanlararası ortak bir
çalışma dönemi oluşuna değinir. Dil konusunun yukarıda değinilen özellikleri düşünüldüğünde
dilbilimde ortak çalışmalara yönelmeyi çok doğal karşılamak gerekir; çünkü amaç ve yöntem
açısından kimi zaman değişik tutumları ve yaklaşımları bulmakla birlikte, farklı alanların uzmanları
için dil, her yönü kaplayan her adımda karşılaşılan her alanın önde gelen sorunlarından biri olarak
belirmektedir.

1) Dilin Tanımı

Konuşmanın ve dilin şimdiye kadar pek çok tanımı yapılmıştır. Platon, Kratylos Diyaloğu adlı
eserinde dili “ Kendi özel düşüncelerini sesin yardımıyla, özne ve yüklemler aracılığıyla anlaşılabilir
duruma getirmek.” biçiminde tanımlamıştır. Andre Martinet, dili “İnsanın kendi bilgi ve deneylerini,
anlamsal bir kapsamı ve bir ses karşılığı olan birliklere her toplumda bir başka biçimde açıkladığı
bildirişme aracıdır.” şeklinde tanımlar. Doğan Aksan ise “Düşünce, duygu ve isteklerin bir toplumda
ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını
sağlayan çok yönlü çok gelişmiş bir dizgedir.” der. Bu tanımlar içinde en kabul görüleni Muharrem
Ergin’e aittir. Muharrem Ergin’e göre dil “İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta,
kendine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli
bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli bir anlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimai bir
müessesedir.”

2) Dilin Özellikleri

Dil, bir sistemdir: Dil konuşma ve dinleme işlevlerini gerçekleştirmek üzere birbirleriyle bağlantılı
ses, biçim, söz dizimi, anlam vb. alt sistemlerin oluşturduğu, üzerinde inceleme yapılabilen bir
bütündür. Dil sisteminin işleyişi yalnızca kendi yasalarına bağlıdır. İnsan, tek bir zaman ekini, tek bir
kişi ekini bile değiştiremez, dilin üretim yollarının dışına çıkamaz.

Dilin temeli sestir, doğal olarak öncelikle sözlü anlatım aracıdır: Konuşma seslerinin tek başlarına
bir anlamı yoktur; ancak dilin temeli seslerin belirli dizilişlerde oluşturduğu yapılara dayanır. Tarihi
gelişim bakımından söz yazıdan çok daha eskidir. Sözlü dili kayıt ve kontrol altına almak; duygu,
düşünce ve mesajları zamandan ve çevreden bağımsız biçimde aktarmak üzere yazı keşfedilmiştir.

Dilde nedensizlik ilkesi esastır: Anlam bakımından, doğadaki bir varlık olan ağaç, gösterilen; bu
varlığı ifade etmek için kullanılan “a.ğ.a.ç” sözcüğü gösteren; gösteren ile gösterenin zihinde
uyandırdığı kavrama gönderge; üçünün arasındaki ilişkiye ise gösterge denir. Bütün dillerde gösterge
nedensizlik ilkesine dayanır. Ağaç sözcüğü ile doğadaki ağaç arasında hiçbir nedensellik ilişkisi
bulunmaz (göstergenin nedensizliği).

İlkel dil, gelişmiş dil ayrımı yoktur: Yeryüzünün tarihi ve veya modern bütün dilleri gerçek anlamda
çok gelişmiş sistemlerdir. İlk yazılı belgelerin ait olduğu dil olan Sümerce, Hititçe ve pek çok antik
dilin gramerleri yazılmıştır. Bunların hiçbiri modern dillerden geri değildir. Bazı dillerin grameri
karmaşık, bazı dillerin ise daha basittir. Gramer bakımından basit veya karmaşık olan bütün diller;
bütün itibarıyla her türlü ileri teknoloji araçlarından daha çok gelişmiştir.

Dilin üretim yetisi sınırsızdır: Dilin üretim gücü; konuşurların sınırlı sayıda yolla, sınırsız sözcük
oluşturma, cümle kurma ve anlama yetisidir. Matematikte on temel sayı ile sonsuz işlem yapabilme
niteliğine benzer biçimde dilin, ses, biçim, söz dizimi gibi kuralları çerçevesinde yeni sözcükler ve
cümleler üretebilir, üretilenler anlaşılabilir.

Her dil, ait olduğu toplumun gereksinimlerine cevap verebilecek yeterliktedir: Yeryüzündeki her
dil, sınırsız üretim yetisine sahip olması itibarıyla konuşurlarının değişen ihtiyaçlarına karşılık
verebilecek, ait oldukları toplumun gereksinimlerini karşılayabilecek, kültürel mirasını sonraki
kuşaklara aktarabilecek nitelikte ve yeterliktedir. Dil, zamanın ve koşulların değişmesine kolaylıkla
uyum sağlar.

Dil, toplumsal katmanlara göre değişir: Dil, klasik terminolojideki ifadesiyle lehçe, şive, ağız gibi
değişke’lerden oluşur. Bu değişkelerden biri ön plana çıkarak yazı dili haline gelir. Diğer değişkeler de
konuşuldukları coğrafyaların ya da toplulukların iletişim aracı ve kimliklerinin simgesi olma işlevi
kazanır. Dil zamana, coğrafyaya ve toplumsal katmanlara bağlı olarak sürekli değişir ve gelişir; kimi
değişler kaybolurken kimi yeni değişkeler ortaya çıkar. Cinsiyete, yaş grubuna, mesleklere ve
toplumsal katmanlara bağlı olarak dil de değişir, farklılaşır. Dilin yaş gruplarının yanı sıra okullara
değin farklılaştığı biliniyor. Meslek ve sanat gruplarının dilleri de birbirinden farklıdır.

Ana dili, öğrenilen değil edinilen ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir sistemdir: Dil bilimci
Chomsky’ye göre çocuklar doğuştan gelen dil edinim aygıtı ile dilin kurallarını işiterek edinirler. Bu
bakımdan bütün diller; kuralları teker teker öğrenilen değil, çocuk yaşta farkında olmadan edinilen,
insan türüne özgü evrensel sistemlerdir. Bu dil edinim aygıtının işlevi tamamen ortadan kalkmamakla
birlikte, yaşın ilerlemesiyle zayıflamaya başlar.

Dil, toplumsal ve ulusal bir kurumdur: Dil konuşurlar arasında ulusal duygunun gelişmesini
dağlayan, insanlara ortak ülküler etrafında aitlik ve dayanışma duygusu veren bir değerdir. Dil,
konuşurlar için kültürel ve kimlikle ilgili ortak değerleri ifade eder.
Dil, insanı konu alan her bilim dalıyla yakından ilgili doğal bir iletişim aracıdır: Doğal insan
dilinin bir çalışması olan dil bilim; eğitim bilimleri, antropoloji, sosyoloji, dil öğretimi, bilişsel
psikoloji, felsefe, bilgisayar bilimleri vb. alanlarla yakın ilişkisi bulunan bilim alanıdır.

Dil, hem araç hem malzeme hem de bu aracı ve malzemeyi kullanan sistemdir: Dil, insanın
günlük iletişiminden bilimsel çalışmalara kadar her türlü faaliyetini gerçekleştirmesini sağlayan bir
iletişim aracı olmasının yanı sıra dil bilim, dil bilgisinin ve insanı keşfetmek isteyen diğer bilim
alanlarının malzemesidir.

Diller arasında benzerlikler ve ortaklıklar olabilir: Diller arasındaki benzerlik ve ortaklıklar aynı
genetik kaynaktan gelişmenin temas sonucu yapılan kopyaların ürünü veya rastlantısal olabilir.
Örneğin Türkçedeki erkek kardeş anlamındaki birader sözcüğü Boşnakça brati, Farsça berāder ve
İngilizce brother sözcükleriyle sesçe yakın ve anlamca aynı olmasının nedeni de Türkçenin bu
sözcüğü Boşnakça ve İngilizce ile birlikte Hint-Avrupa dilleri ailesinde yer alan Farsçadan
kopyalamasıdır.

DİL VE KÜLTÜR

Kültür denilince daha ziyade bir milletin tarihi boyunca yarattığı eserler anlaşılır. Bu doğrudur.
Kültürü teşkil eden unsurların hemen hepsi tarih içinde, asırlar boyunca nesillerin işlemesi ile
meydana gelir ve mükemmeliyete ulaşır. Dil, edebiyat, musiki, mimarî, din ve devlet müesseselerini
inceleyince bu durum açıkça örülmektedir. Tarih, binlerce yıllık deneme ve hayat tecrübesinin
mahsulüdür. Tarihi en iyi gösteren yerler: şehirler, müzeler ve kütüphanelerdir. Kültürü bütün
teferruatıyla gösteren bu üç varlık da tarihin mahsulü ve aynasıdır. Şehir, müze ve kütüphane bir
milletin asırlar boyunca yarattığı eserleri ihtiva eder. Bundan dolayı, bir milletin kültür ve medeniyeti
hakkında en iyi fikri bize onun şehirleri, müzeleri ve kütüphaneleri verir. Bu nedenle Türk kültürü
hakkında canlı bir fikir verilmek istenirse bireyleri öncelikle Türk kültürü ve medeniyetinin geliştiği
şehirlerde, müzelerde ve kitaplıklarda dolaştırmak gerekir.

İslam medeniyetinin kültürlerini mukayeseli olarak inceleyen Massignon, İslam felsefesine, ilmine ve
musikisine Türk asıllı fikir ve ilim adamlarının düzen verdiklerini söyler. Bilindiği gibi, bu fikir ve
ilim adamlarının çoğu eserlerini Arapça ve Farsça yazmışlardır. Türklerin İslam âlemindeki rolünü
tespit etmek için üç dili de çok iyi bilmek gerekir. Fakat Türklerin düzenleyici zihniyetleri Osmanlı
İmparatorluğu devlet teşkilatı ve kanunnameleri ile mimarisinde de görmek mümkündür. Dünyada
hiçbir mimari, Osmanlı mimarisi kadar düzenli, ahenkli ve güzel değildir. Toplumun sahip olduğu
kültür; mimaride, yönetimde, musikide, edebiyatta, dilde kısacası hayatın her alanında kendisini
hissettirir.

Türkler İslam medeniyeti çevresine girdikten sonra, bu medeniyeti öğrendikleri kavimlerden Fars ve
Araplardan binlerce kelime Türkçeye girmiştir. Anadolu’ya gelindikten sonra burada yaşayan ve
Müslüman olmayan kavimlerin dillerinden de yüzlerce kelime Türkçeye girmiştir. 19. yy’dan sonra
Türkçe, Batı medeniyetlerini benimsemeye başlayınca Batı dillerinden binlerce kelime girmiştir. Bu
da kültür ve medeniyet arasındaki münasebeti göstermektedir. Sınır, ırgat ve efendi gibi kelimelerinin
Rumcadan alınması, sadece dil değil kültürün dildeki etkisini göstermektedir. Her millet dilini ve
kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Akan bir nehir gibi, içinden geçtiği her topraktan bazı unsurları
alır. Her medeni milletin konuşma ve yazı dili karşılaştığı medeniyetlerden alınma kelime ve
deyimlerle doludur. Bu açıdan, her milletin dili, o milletin çağlar boyunca yaşadığı tarihin âdeta özeti
durumundadır. Dile ancak bu şekilde bakılırsa bir mana kazanır.

DİL VE TOPLUM

Bir dilde ne kadar kelime varsa o milletin dünya görüşü o kelimelerle sınırlıdır. İnsanoğlu bildiği ve
dikkat ettiği varlıklara, duygu ve düşüncelere ad koyar, bilmediklerinin o dilde adları da bulunmaz. Bu
nedenle diller sadece yapıları bakımından değil, kelime kadroları bakımından da birbirinden ayrılırlar
ve bu ayrılık kültür ve medeniyet farkını da ortaya çıkarmaktadır. Arapçada devenin renk nüanslarını
anlatan yüze yakın kelime vardır. Bunun sebebi, devenin Arapların hayatında önemli bir yere sahip
olmasıdır. Bizde ise devenin rengi ile ilgili tek bir sözcük bulunur(devetüyü rengi). Türkçede hayvan
isimleri Türkçe olmasına karşılık, bitki adları yabancıdır. Bu durum da yaşayış tarzıyla ilgilidir.
Türkçede ot, ağaç, çiçek gibi bazı bitki adları vardır; fakat bunların sayısı eski çağlardan beri tarımla
uğraşan kavimlerden kesinlikle daha azdır.

Bir dilin sözlüğü o dili kullanan toplumun geniş anlamda kültürünü, sanatını, yaşama biçimini
yansıtır. Sözgelimi dilini bildiğimiz ama kendisini tanımadığımız bir toplumun sözlüğünü inceleyerek
o toplumun nasıl bir toplum olduğunu anlayabiliriz. Göktürk Yazıtlarında en çok geçen kavramlar
bodun(kavim, ulus, halk), kağan(kağan), sü(asker, ordu), sülemek(asker göndermek), sünüş(çarpışma,
savaş), sünüşmek(çarpışmak, savaşmak), yagı(düşman) gibi kavramlardır ki, bunlar o Türklerin o
çağdaki savaşlarla dolu, hareketli yaşayışının aynasıdır.

Alman filozofu Heidegger’in dil hakkında derin manalı, güzel bir sözü vardır: “Dil insanın evidir.”
der. Evin başlıca özelliği tabiat içinde olmakla beraber tabiattan ayrı, insan için, insana göre bir mekân
teşkil etmesidir. Evin bütün yapı malzemesi tabiattan alınmıştır; fakat değiştirilmiş ve yeni bir şekle
sokulmuştur. Alain Badiou ise “Evin dışı tabiata, içi ise insana göredir.” der. Bu söz de doğrudur.
Çatı, duvar, pencere, temel, sıva, kapı ve panjur dış ile ilgilidir, ev içi ise denilebilir ki insanın
kalıbıdır. Evler iklim çeşitlerine göre olduğu kadar kavimlerin medeniyet şekillerine göre, sosyal
tabakalara ve şahısların servet, ziynet ve zevklerine göre değişik şekiller arz eder. Dil de böyle değil
midir? Her millet kendi dilini kendi ihtiyaçlarına kültür ve medeniyet seviyesine, zevkine göre yaratır.
Dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır. Dilin bütünü milletin
evidir. Bin bir odalı ev! Milletler dillerini tıpkı medeniyetler gibi kurar ve geliştirir. Dil de bağlı
olduğu toplumun özelliklerine göre şekillenir, bu açıdan dil ve toplum arasındaki ilişki yadsınamaz.
Önemli: Dil, toplumsal yönlendirmede de önemli işlevi olan bir kurumdur. Toplumsal gelişmelerin
istenilen yönde olmasında dilin payı da büyüktür. Yasalar ve yönetmelikler buna örnek olarak
gösterilebilir.

Dilin belli başlı üç işlevi vardır:

a) İletişim kurma,
b) Bilgi aktarma,
c) Düşünceyi geliştirme (hatta mümkün kılma)

DİL VE İLETİŞİM

En kısa tanımıyla dil ve iletişim, iki taraf arasında gerçekleşen bilgiyi aktarma ve bilgiyi
anlamlandırma işlemidir. İletişim yalnız insanlar arasında değil diğer canlılar arasında da gerçekleşir.
Örneğin, arıların iletişimi bilim dünyası tarafından ayrıntılarıyla incelenmiştir. Anlamlı birtakım
hareketlerden yararlanarak balözünün kovana uzaklığı, miktarı, yönü, öncü arı tarafından öteki arılara
bildirilebilmektedir. İletişim hayvan-hayvan, insan-insan, insan-hayvan arasında da gerçekleşebilir.
Yunusların çok yüksek titreşimli sesler(sonar sistemi) vasıtasıyla deniz altında haberleştikleri ve 32
işaretten oluşan bir iletişim dizgelerinin bulunduğu saptanmıştır. Yapılan araştırmalar sonucu belirli
bir eğitimle maymunların 300 civarındaki kelimeyi öğrenebildikleri ortaya çıkmıştır. Bunlara rağmen
bütün canlılar arasında en gelişmiş iletişim insanlar arasında gerçekleştirilir. Haberleşmeyi
içgüdüleriyle gerçekleştiren bazı tür hayvanların yanında insan dili, kuşaktan kuşağa aktarılabilen
toplumların çeşitli özelliklerini yansıtan toplumun kültür varlığı sayılan köklü bir düzene sahiptir.
Öteki canlılar sabit, kalıplaşmış, zaman içerisinde değişmeyen bir iletişime sahipken insanoğlu üretken
ve değişken bir iletişime sahiptir.

İnsanlar arasındaki iletişim çeşitleri “sözsüz iletişim, sözlü iletişim, yazılı iletişim, basılı iletişim,
görsel iletişim” gibi başlıklara ayrılmaktadır. Sözsüz iletişim konuşmaya ve yazıya dayanmayan
iletişimdir. Söz kullanılmadığı halde iletişim maksadıyla yapılan her şey “sözsüz iletişim”e girer.
Vücut teması(tokalaşma, kucaklaşma, kafa tokuşturma, omuz atma vb.), beden dili(jest, mimik,
ceketini düğmeleme, bacak bacak üstüne atma, vb.), araç kullanımı(bayraklar, rozetler, amblemler,
takılar, giysiler, araba, yat, kat vb.) ve mekân kullanımı(Batı’da genel kanaate göre insanların iki
kolunu yana açıp kendi etrafında dönmesiyle çizdiği hayali çizgi onun kişisel alanını[personel space]
oluşturur.) sözsüz iletişimin en mühim bölümleridir. Konuşma, “sözlü iletişim” grubunda yer alırken
yazılı iletişimde mektup, telgraf ayrıca telefon ve bilgisayarla mesajlaşma yer alır. “Basılı iletişim”de
kitap, gazete, dergi vb. basılı materyaller bulunurken başta televizyon olmak üzere reklam, afiş, resim
gibi göze hitap eden bütün materyaller de “görsel iletişim”e örnek olarak gösterilebilir. İletişimde yer
alan unsurlar verici, alıcı, mesaj(ileti), kanal(oluk/araç), dönüt(geri bildirim) ve bağlamdır:
1) Verici: Bilgi kaynağıdır, iletişim sürecini başlatır.
2) Alıcı: Vericinin bir araçla gönderdiği anlam yüklü kodları, mesajları çözüp algılayıp tepki
vermesi beklenen taraftır. Alıcı durumdaki kişi/taraf kendi mesajını verme noktasına gelip
öteki tarafla iletişime geçtiği anda kendisi verici konumuna gelir.
3) Mesaj: Vericinin alıcıya göndermek istediği fikir, bilgi, haber, ileti, vb.
4) Kanal: Vericinin göndermek istediği mesajı göndermeye yarayan vasıtadır. Yukarıda iletişim
çeşitleri altında sıralanan tüm öğeler, mesajın yüklendiği araç olabilir. Yazı, resim, cümle,
kitap, hareket, işve, naz, jest, mimik, belli bir anlam kodlaması aracı olarak verici ile alıcı
arasında tabiri caizse mekik dokur.
5) Geri Bildirim: Geri bildirim yön itibariyle alıcıdan vericiye doğru gerçekleşen bir durumdur.
Geri bildirimin esas işlevi alıcının kaynaktan gelen iletiyi algılayıp algılamadığını
göstermektir. İyi bir iletişim gerçekleştirebilmek için geribildirim şarttır; çünkü geri bildirim
adeta iletişimin son raporu gibidir.
6) Bağlam: Bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz
konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim veya birimler bütünü,
kontekst(www.tdk.gov.tr). Sözcükler, söylendikleri bağlam içinde anlam kazanır ve
yorumlanır.

Önemli: İletişim tek taraflı olursa buna bilgilendirme ‘enformasyon’ denir. Bilgilendirmede geri
bildirimin olması beklenemez.

DİL VE DÜŞÜNCE

Dil, insanlığın yüzyıllardan beri denediği ve edindiği gerçekleri ve hikmetleri saklayan bir hazinedir.
Her gün, her yerde milyonlarca kişi tarafından olayları yoklamak, araştırmak, münasebetleri bağlamak
ve çözmek, anlamak ve anlatmak için o bu ince alet, tabiattaki varlıklar kadar gerçektir. Dil ve
düşünce, birbirlerini bütünleyen iki olgudur. Düşünce ile sözcükleri arasındaki bağ, bir bakıma dil ile
dünya arasındaki bağdır. Dil ve düşünme arasındaki ilişki sorunu üzerinde en eski düşünürlerden
günümüzdeki bilginlere kadar pek çok kimsenin zihin yorduğu görülür. Platon düşünme ve konuşma
eylemlerinin aynı şey olduğunu, yalnız içinden konuşmanın ruhun, sesi açığa vurmadan kendi kendine
konuşma sayılabileceğini belirtir. Martinet de örgütlenmiş bir düşüncenin ancak dille var olabileceğini
vurgular.

Daha çok IX. yüzyılın dilbilimcileri dil ve düşünmenin iki ayrı işlev, nitelikleri ayrı iki ruhsal eylem
olduğunu savunmuştur. Kimi bilginler de onları birbirine çok sıkı bağlı birlikte oluşmuş değişik ruhsal
işlevler olarak benimserler. Günümüz dilcilerinden Langacker, düşünmenin dil olmadan da mümkün
olduğunu savunarak müzik besteleme, heykel yapma gibi bazı işlerin dile bağlı olmadığını belirtir.
Kimi zaman düşüncelerimizi anlatacak sözcük bulamayışımızı da hatırlatarak “Eğer dil olmadan
düşünülemez ise böyle bir sorun ortaya çıkmazdı.” yargısıyla düşünmenin dilden ayrı var olabileceği
görüşüne eğilim göstermektedir. Öte yandan dildeki simgelerin özellikle adalet, demokrasi, özgürlük
gibi soyut kavramlarda önem taşıdığını kabul eder. Görüldüğü üzere dille düşünceyi birbirinden
ayırmak gerçekten zordur. Özellikle soyut kavramları acaba dil olmadan, dile başvurmaksızın
düşünmek, kolaylıkla anlatmak mümkün müdür?

Birey küçük yaştan itibaren konuşmayı öğrenir; fakat ana dilini düşünmeden konuşur. İnsanlar da çoğu
zaman konuşurken söyledikleri üzerinde düşünmez. Günlük konuşmada da düşünce, sözden sonra
gelir. İlk olarak yola çıkılır ve her şey yolda bulunur. Bireylerin genellikle düşünmeden konuşmasına
rağmen, eğer dile hâkimse, söylediklerinin saçma olmaması; yüzyılların akıl ve deneyimleri ile
oluşmuş olan bir dili kullanmasından kaynaklanmaktadır. Gerçek düşünce faaliyeti ise söylediğini
bilmekle başlar. Düşünmek, kelimelerle kavramlar arasında münasebeti ortaya çıkarır.

DİLLERİN DOĞUŞU

Dillerin doğuşu ve kökeni ile ilgili çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunları “efsanevî-mitolojik
görüşler, dinî görüşler ve felsefî-ilmi görüşler” biçiminde tasnif etmek mümkündür. Bu görüşleri ileri
sürenlerin bir bölümü dilleri çok kökenli(polijenistler), bir bölümü ise tek kökenli(monojenistler)
olarak değerlendirmektedir. Çok kaynak teorisine göre dillerin tümü farklı köklerden gelmektedir. Tek
kaynak teorisine göre ise yeryüzünde konuşulan doğal dillerin tümü ilk dünya dili “proto-world
language” denilen tek bir dilden yayılmıştır. Aristo’dan beri insanların bir bölümü dilin Tanrı ya da
doğa tarafından verilmiş olduğunu savunurken bir bölümü ise beşeri olduğunu, insanlar tarafından
üretildiğini iddia etmiştir. İnsan dilinin doğuşu ve gelişmesi gibi ilk dilin nasıl bir dil olduğu ve bugün
hangi dilin veya dillerin bu ilk dilin temsilcisi olduğu konusu dilbilimin ve felsefenin henüz tam
anlamıyla çözemediği bir sorundur.

Dünyada konuşulan ilk dilin hangisi olduğunu kestirmek için deneyler de yapılmıştır. M.Ö. 5. yy’da
yaşayan ünlü tarihçi Heredot’un kaydettiğine göre M.Ö. 7. yy’da Mısır hükümdarı Psammetik, yeni
doğmuş iki çocuğu yanlarında hiçbir söz söyletmeden büyüttürmüş, 3 yıl sonra çocukların ilk sözcüğü
duyulmuştur: bekos. Araştırılınca bu sözcüğün Frigya dilinde ekmek anlamına geldiği bulunmuştur.
Bunun üzerinde Mısır hükümdarı ilk dilin gereksinimden doğduğunu ve ilk konuşulan dilin Frigya dili
olduğunu iddia etmiştir. Bu tür denemeler zaman içinde tekrar yapılmıştır; fakat bu ilkel denemelerle
elde edilen bilgilerin doğru olmadığı kanısına varılmıştır. Günümüzde yapılan araştırmalar, hiçbir söz
duymadan büyüyen bir çocuğun konuşamayacağını gösterir(kritik dönem).

Kritik Dönem: Yaşamın belirli zaman dilimlerinde belirli bireysel özellikler ortaya çıkar. Kritik
dönem, bu dönemde ilgili davranışların kazanılması gereken, kazanılmadığında ise telafisi çok zor
olan ya da mümkün olmayan gelişim dönemidir. Konuşma için belirlenen kritik dönem 1-5 yaş
arasıdır.
Dillerin nasıl ortaya çıktığına dair kaynaklarda şu kelimelere sıkça rastlanır: Bow-bow(yansıma
teorisi), pooh-pooh(ünlem teorisi), yo-ho-ho(iş teorisi), ding-dong(tepki teorisi), la-la(müzik teorisi)
vs. ortaya atılmış olan teorilerin her birini tek tek ele alıp inceleyecek değiliz; zira dillerin doğuşu ile
ilgili teoriler spekülatif olmaya mahkûmdur. Bunun en önemli nedeni ise elde kesin bir kaydın
olmamasıdır. Dilin doğuşu ile ilgili teoriler genel olarak şu başlıklar halinde açıklanabilir:

Dillerin Doğuşu ile İlgili Teoriler

1) Yansıtma Kuramı: Hangi dil ele alınırsa alınsın hepsinde doğadaki sesleri taklit etmeye
yönelen öğelere rastlanır. Bu öğeler; insan ve ses bağırmalarıyla kükreme, havlama gibi
hayvan seslerini yansıttıkları gibi ses çıkaran her türlü varlığın seslerini taklit etmeye de
yönelirler. Yansıtma kuramına göre insanlar ilk olarak doğadaki sesleri taklit ederek
konuşmaya başlamıştır. Ör: Türkçede kedi için kullanılan miyavlamak eyleminin başka
dillerdeki karşılıkları(Alm. Miauen / Fr. Miauler / İng. mew) göz önünde bulundurulursa
bütün dillerde görülen ortak bir eğilimin belirtisi olduğu ortaya çıkar.
2) Ünlem Kuramı: Bu kurama göre dilin temelleri insanın ilkel coşkularının bilinçsiz
anlatımlarıdır. İnsanların çeşitli olaylar karşısında ruh ve bedenle ilgili duyguların(kızgınlık,
acı vd.) etkisiyle çıkardıkları ünlemler sonradan sözcüklere dönüşmüş ve çeşitli kavramları
karşılamıştır.
3) İş Kuramı: 19. yy’ın sonlarına doğru kimi bilginler dilin doğuşunda ortak çalışma, birlikte iş
yapmanın etkili olduğunu savunmuştur. Bunlardan L. Noire, insanda düşünme ve konuşma
yeteneğini uyandıran genel etkenin ortak çalışma olduğunu ileri sürmüş, yapılan ilk işin
kazmak olduğunu, ilk insan seslerinin bununla ilgili olduğunu iddia etmiştir. Konuşma,
insanların birlikte iş yaparken çıkardıkları seslerden doğmuştur. Birlikte çalışmayı güdülemek
için çıkarılan hı!, hay!, hop!, eh! gibi sesler, dilin temelini oluşturur.
4) Dini Kuram: Dili insanlara Allah’ın(tanrıların) öğrettiği görüşüne dayanan dinsel/ilahi
görüşleri kapsar. Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim’de nesnelerin adlandırılışıyla ilgili çeşitli
pasajlar bulunur: “Ve Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere
göstererek, ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin’
dedi.”(Bakara Sûresi:31)

DİLİN TÜRLERİ

1) Lehçe
Dilin yazılı metinlerle takip edilemeyen çok eski bir döneminde ayrılan ve önemli ses
bilgisi(fonetik) ve şekil bilgisi(morfolojik) farklılıkları gösteren koludur(Gülensoy, 1995: 40).
Türkologlara göre Çuvaşça ve Yakutça lehçe, diğer kollar şivedir. Zira Çuvaşça ve Yakutça
arasındaki farklılık ile diğer kollar arasındaki farklılık aynı değildir. Türkçeye en uzak kollar,
bu ikisidir.
2) Şive
Metinlerle takip edilebilen dönemde ayrılan ve lehçeye göre daha az ses bilgisi ve şekilbilgisi
farklılıkları gösteren kollardır. Türkî Cumhuriyetlerde kullanılan diller( Kazak Türkçesi,
Azerbaycan Türkçesi, Özbek Türkçesi vd.), Türkçenin şiveleridir.
3) Ağız
Bir şive içinde mevcut olan ve söyleyiş farklarına dayanan küçük kollara, bir memleketin
çeşitli bölge ve şehirlerinin kelimeleri söyleyiş bakımından birbirinden ayrı konuşmalarına
verilen addır. Ör: Karadeniz ağzı, Konya ağzı, İstanbul ağzı.

Önemli: Ağızlarda sadece söyleyiş farkı, şivelerde ses ve şekillerde küçük değişiklikler, lehçede ise
ses ve şekil yanında kelime farklılıkları da bulunur.

Önemli: XIX: -XX. yüzyıla kadar, kendi tabi çizgisinde oluşup gelişen üç temel yazı dili kolu mevcut
iken Rusya’nın takip ettiği “böl-parçala-yönet” siyaseti ile bu sayı, günümüzde yirmiyi aşmıştır.
Sosyalist yönetim kendi temel felsefesine aykırı olarak Türk boyları arasında mikro milliyetçiliği
teşvik etmiş ve boyların ağızlarını yazı dili durumuna getirmiştir. Bu görüşün teorisyeni İlminskiy’dir.
İlminskiy, Türk ülkelerinde ve bölgelerinde açılan Rus okulları vasıtasıyla Türk çocuklarını
Ruslaştırmayı ve Hristiyanlaştırmayı amaçlıyordu. Bunun için de Türkler için açılan okullarda bir
yandan Rusça öğretilirken öte yandan da Türk boylarının ağız ve lehçeleri birbirinden farklı Kiril
alfabeleri ile müstakil birer dil gibi öğretiliyordu. Bugün Türk dünyasında gayritabii bir şekilde oluşan
ve sayısı yirmiyi aşan yazı dilinin varlığı, bu Sovyet-Rus siyasetinin bir sonucudur.

4) Ana Dil (Kök Dil)


Ata dil olarak da bilinen ve bir dilin veya dil ailesinin tarihi gelişim sürecinde kuramsal olarak
var olduğu düşünülen en eski şeklidir. Kendisinden, başka başka dillerin türediği kök dildir.
Örneğin bütün Türk yazı dilleri veya lehçeleri kuramsal İlk Türkçe(İT:Milada kadar) ve Ana
Türkçe(AT:Milat-M.S. 5. yy) dönemlerinden geçmiştir. İlk Türkçe, bütün Türk dillerinin
anasıdır. İlk Türkçe döneminde aileden ilk ayrılan üye Ana Bulgarcadır(Eski Çuvaş Türkçesi).
Ana Türkçe ise Modern Çuvaşça dışında bütün Türk dillerinin anasıdır. Ana Türkçe
döneminde aileden ayrılan ikinci üye ise Yakut Türkçesidir. Avrupa, Hindistan ve İran’da
konuşulan bütün modern diller, binlerce yıl önce konuşulduğu varsayılan Hint-Avrupa ana
dilinden gelişmiştir. Bunun dışında Roman dillerinin kökeni Latincedir. Fransızca, Portekizce,
İspanyolca ve İtalyanca kendisinden türediği için Latince de ana dildir.
5) Ana Dili
Bireyin annesinden, aile ve yaşadığı çevreden öğrendiği ilk dildir. Birinci dil, asıl dil olarak da
nitelendirilir.
6) Yazı Dili
Eserlerde, kitaplarda yazılı materyallerde kullanılan dildir. Yazı dili bir medeniyet dilidir.
Yazı dili bir kavmin kültür dili, edebiyat dili olduğu için ona edebî dil de denir. Bu nedenle bir
dil sahası içinde veya bir memlekette, şive ve ağızlar çeşitli olduğu halde, bir tek yazı dili
bulunur. Mesela geliyorum kelimesi Karadeniz Bölgesinde celeyrum, doğu illerinde geliyom-
gelim, Ege tarafında geliverem gari, konuşma dilinde gelcem şeklinde kullanılmasına rağmen
yazı dilinde bütün yörelerde İstanbul Türkçesinde yazıldığı gibi yazılır: geliyorum.
7) Konuşma Dili
Günlük hayatta, evde, sokakta kullanılan tabii dildir.

Önemli: Her yazı dili bir konuşma dilinden doğmuştur; ama bazı zamanlar yazı dili, dayandığı
konuşma diline bile yüzde yüz uymaz. Yazı dili konuşma diline göre daha muhafazakârdır, konuşma
dilindeki gelişme ve değişmeler yazı diline hemen aksetmez. Dillerin tarihi seyrini takip etmek için
yazı dilinden yararlanılır. Bir dilin asırlar içinde akıp giden yapısını incelemek için yazı dili kullanılır.

Konuşma dilinde anlatılmak istenen şeyi ifade için vurgu ve ses tonundan yararlanılır, ayrıca jest ve
mimiklerden de faydalanmak mümkündür. İletişimin bir unsuru olduğu için söylemek istenen
anlaşılmadığı takdirde hemen o an geri dönüp açıklama yapmak mümkündür. Konuşurken dilin
ölçülerine yüzde yüz uyulmaz, dil kaidelerine ve kelime sırasına dikkat edilmez; bu nedenle konuşma
dili günlük hayatta kullanılan canlı, doğal bir dildir. Yazı dilinde ise dilin ifade vasıtası sadece dildir.
Ortada sesli bir dil yoktur, tek taraflıdır, söylenen sözün bıraktığı etkiyi hemen görmek mümkün
değildir. Bu nedenle anlatılmak istenenin tam olarak anlaşılması için yazı dili ayrı bir özen ister. Dilin
bütün icaplarını göz önünde bulundurmak, dil kaidelerine bağlı kalmak, kelime ve cümle sıralarını
karmaşıklığa yer vermeyecek şekilde yerli yerine koymak gerekir. Bu nedenle konuşma dili
gelişigüzelken yazı dili düşünceye dayalı kuralları olan daha resmi özelliklere sahiptir.

8) İzole Dil
Tek başına kalmış genetik akrabası olmayan dil demektir. Esas anlamıyla izole dil, genetik
olarak dünyada hiçbir dil ile ilişkisi kurulamayan dildir. İspanya’nın Bask bölgesinin dili
Baskça ve Japonya’da konuşulan Aynu dilinin hiçbir dil ailesine mensup olmadığı, bu nedenle
izole diller olduğu düşünülür. Pakistan’da konuşulan Buruşaski dilinin de izole dil olduğu
varsayılır. Bunun yanında bir dil ailesine mensup olduğu halde ailenin küçük gruplarına dâhil
olmayan dilleri de ikinci derece izole dil olarak kabul etmek gerekir. Arnavutça, Ermenice,
Yunanca gibi diller, Hint-Avrupa dil ailesine mensup oldukları halde yakın dereceden
akrabaları olmayan dillerdir. Örneğin Fransızca, İspanyolca-Romence, Portekizce, İtalyanca
gibi diller bir alt grup kurarlar; aynı şekilde Kazak, Türkiye, Türkmen, Tatar, Özbek, Uygur,
Azerbaycan Türkçeleri de kendi aralarında grup kuran kardeş diller iken Arnavutça, Ermenice
ve Yunanca birinci dereceden yakın akrabası olmayan tek başlarına kalmış dillerdir.
9) Doğal Dil
Diller ortaya çıkışları yahut fonksiyonları bakımından çok çeşitlidir. Dil başlığı altında bir liste
yapılırsa onlarca isim ortaya çıkar. Şiir dili, bilgisayar dili, yazı dili, çocuk dili, yapay dil, gizli
dil, işaret dili, beden dili, matematik dili, vd. dillerin bu kadar çeşitli olmasına rağmen doğal
diller dil dünyasında en büyük yeri kaplar. Doğal diller; Türkçe, Çince, Rusça, Arapça,
Gürcüce, Ermenice, İngilizce, Moğolca, vd. gibi temellerinin ne zaman atıldığı bilinmeyen,
bireylere mal edilmeyip toplumlara mal edilen, belirli bir kişinin oturup sonradan icat etmediği
dillerin tümüdür. Bu açıdan doğal dillerin kendiliğinden ortaya çıktığı varsayılır. Gramer adı
verilen kuralları vardır. Her isteyen bu kuralları kendi kafasına göre değiştiremez. Doğan
insanlar kendi toplumları içinde dili hazır bulurlar. Doğal yollarla ortaya çıkan bu diller,
zaman içerisinde doğal ya da kasti sebeplerle kaybolabilirler.
10) Yapay Diller
Tarihin belirli bir zamanında kendiliğinden ortaya çıkmayıp belirli insanların bilinçli
müdahalesi sonucu ortaya çıkan dillerdir. Yapay dillerin çoğu her ne kadar doğal diller
kullanılarak yapılmışsa da ortaya çıkış yolları ve ortaya çıkaranları belli olan dillerdir. Bu
diller bir projenin veya şahsi gayretlerin sonucu oluşturulurlar.
Bâleybelen/ Balibilen, dünyadaki ilk yapay dil olarak kabul edilir. Mehmet Muhiddin (1528-
1604) tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nda ortak bir kültür dili oluşturma gayesiyle 1574’te
oluşturulmuştur. Muhiddin, Balibilen dili ile birçok eser yazar. Talebeleri Balibilen’i devam
ettirmeye çalışır; ancak Muhiddin’in ölümüyle bu dil de kullanılmaz olur.
Balibilen dünyanın ilk yapay dili olsa da dünyada yapay dil denince ilk akla gelen muhakkak
ki 1887 yılında Polonyalı göz doktoru Ludwik L. Zamenhof tarafından oluşturulan
Esperanto’dur. Çocukluğunda çeşitli uluslardan çocukların okuduğu bir okula giden ve
anlaşma zorluğunu çok erken tadan Zamenhof tarafından üretilen Esparanto’nun kendi
dilindeki anlamı “ümit eden”dir. Bu dil, en çok bilinen ve benimsenen yapay dildir. Bugün
bile birçok ülkede bu dili yaymayı, öğretmeyi amaçlayan kuruluşlar bulunur. Kimi ülkelerde
bu dilde dergi ve gazete yayımlanmaktadır. Bunun haricinde L. De Beaufront’un
arkadaşlarıyla hazırladığı İdo(1907), Universal ve Occidental(1922) dilleri; ayrıca
Volapük(1879), İala, Novial ve Interlingua(1903) gibi diller de yapay dil sınıfına dâhildir.
Haliyle, doğal dillere nazaran yapay dilleri konuşur sayısı ve kullanımı oldukça kısıtlıdır. Adı
üstünde yapay oldukları için doğal yayılma alanları bulamayan bu tarz diller kısır bir hayat
sürdürüp kaybolmaya mahkûmdur.
11) Ölü Dil
Bazı diller zaman içerisinde bazı topluluklar tarafından konuşulup sonra tarih sahnesinden
silinmişlerdir. Bu dillere ölü diller denilir. Dillerin ölmesi bazen toplulukların yok oluşuna
bazen de konuşurların başka dilleri tercih etmesine dayansa da birinci sebep daha yaygındır.
Ölü dil tabiri, bazı diller için farklı anlama gelebilir. Bunun sebebi, kimi dillerin bir daha
dirilmemek veya konuşulmamak üzere ölmesi; bazılarının ise muazzam değişikliklere
uğrayarak farklı biçimlerde hayatlarına devam etmeleri ile ilgilidir. Sümerce ve Hititçe tam ölü
dillere örnek iken Latince ve Sanskritçe form değiştiren dillere örnektir. Birçok Kızılderili dili
dâhil olmak üzere Sümerce, Hititçe, Hotanca, Soğdça, Toharca gibi dillerin yanında yüzlerce
dil bir şekilde tarih sahnesinden silinmiştir. Bunların bazıları yazılı kaynaklar bırakırken
bazıları konuşulduktan sonra tamamen yok olup gitmişlerdir. Modern hayatın dil konusundaki
tek tipleştirme baskısı dünya dillerinin hızla azalacağını göstermektedir. Bölgelere göre ölü
diller şu şekildedir:
Batı ve Orta Avrupa: Keltçe
İtalya: Estrükçe
Trakya: Trakça
Mezopotamya: Sümerce, Elamca, Akadca
Anadolu: Luvice, Urartuca, Firigce, Hititçe, Lidyaca, Likyaca

Önemli: Ölen dil dirilir mi? Konuşuru olmadığı için ölen dilleri tekrar diriltmek bugünkü şartlara
göre imkânsız bir iştir. Bu konuda başarılı gibi görünen bir örnek vardır. O da özel bir duruma sahip
olan İbranicedir. Aslında İbranice tamamen öldükten sonra tekrar hayata geçen bir dil değildir. Resmi
dil olmasa da yüzyıllardır dünyanın neredeyse her tarafına dağılmış olan Yahudiler İbraniceyi farklı
versiyonlarıyla kesintiye uğramadan konuşuyorlardı. 1900’lü yılların başında temelleri atılıp 1948’de
İsrail Devleti’nin resmen kurulmasıyla darmadağınık haldeki bu dil, devletin resmi dili olarak
kullanılmaya başlanınca ve tedrisat dili haline gelince toparlanıp tamamen yok olmaktan kurtuldu.
Unutulmamalıdır ki devleti olan bir dilin yaşama şansı devletsiz dillere göre çok daha fazladır.

12) Özel Dil


Özel dil, bir toplumda bireyin içinde bulunduğu sınıfa, yaşa, özellikle de mesleğe göre
belirlenen dillerden her biridir. Balıkçıların kendi aralarında konuştukları balıkçı dili, kalaycı
dili özel dil örneğidir.

Önemli: Jargon, aynı meslek grubunun veya topluluktaki insanların ortak dilden ayrı olarak
kullandıkları özel dil veya söz dağarcığıdır. Tıp jargonu, bu gruptaki dillere örnek olarak gösterilebilir.
Jargonun tanımı özel dil ile aynıdır, argo ise özel dillerin bir alt koludur. Bu nedenle, jargon ile özel
dil aynı anlamı taşırken jargon ile argo aynı kavrama karşılık gelmez.

13) Argo
TDK’nin Türkçe sözlüğünde(www.tdk.gov.tr) argo bir dil türü olarak değil “1. Her yerde ve
her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği
söz veya deyim, 2. Serserilerin külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim” açıklamasıyla
sözlüksel bir birim olarak açıklanmaktadır. Argonun prestiji standart dile göre çok düşüktür ve
herkes tarafından kullanılmaz. Örneğin, okutmak kelimesi satarak elinden çıkarmak;
hacılamak cebe indirmek, el koymak; kafa ütülemek çok laf edip tedirgin etmek kelime ve
kelime gurupları argoda özellikle gençler tarafından sıkça kullanılmaktadır.
14) Resmî Dil
Bir ülkenin tamamında veya bir bölgesinde yönetim dili olarak kullanılan ve yasal statüsü
bulunan dildir. Türkiye’nin resmî dili Türkçedir. Devlet dili İspanyolca, bütün İspanya’da
geçerli resmî dildir. Baskça ve Katalanca ise konuşuldukları özerk bölgelerde İspanyolcanın
ardından ikinci resmî dil olarak kabul edilirler. Kimi ülkelerin anayasalarında ülkenin resmî
dili/dilleri bildirilmişken ABD, İsveç, Almanya gibi kimi ülkelerde ise böyle bir kayıt yoktur.
ABD’de İngilizce, İsveç’te İsveççe ve Almanya’da Almanca fiilen resmî dillerdir.
Arapça, Çince, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Rusça; Birleşmiş Milletler örgütünün resmî
dilleridir. İngilizce ve Fransızca, BM sekretaryasının çalışma dilleridir. Bir delege, bu resmî
dillerden herhangi biriyle konuşma yapabilir ve konuşma diğer resmî dillere eş zamanlı olarak
çevrilir. Aynı şekilde resmî belgeler bu altı dilde yayımlanır. Zaman zaman delegeler
hitaplarını yazılı ve sözlü olarak resmî olmayan dillerle de yapabilirler. Bu durumda ilgili
kurul, bu metnin ya da konuşmanın altı resmî dilden birine çevrilmesini sağlamak zorundadır.
Avrupa Birliğinin ise 28 üyesi ve 24 resmî dili ve çalışma dili bulunmaktadır. Nisan 20016’da
Türkçenin de katılmasıyla resmî dil sayısı 25’e çıkmıştır. Kimi ülkelerin aynı dilleri bildirmesi
nedeniyle resmî dil sayısı toplam üye ülke sayısından daha azdır. Herhangi bir dilin resmî dil
veya çalışma dili statüsünün bulunması, ilgili AB kurumlarına gönderilebilecek her türlü
belgeye gönderilen dilde cevap alınabileceği ve AB’nin her türlü resmî belgenin bu dillerde
yayımlanacağını ifade eder. AB Avrupa Komisyonu genel süreçlerde İngilizce, Fransızca ve
Almanca kullanmakta, Avrupa Parlamentosu da üyelerinin ihtiyaçlarına göre farklı dillere
çeviri hizmeti sağlamaktadır.
15) Uygarlık Dili
Bir uygarlığın, kültürün yayılmasına aracılık eden başka dilleri de etkileyen gelişmiş dildir.
Uluslararası ticaret, bilim, diplomasi, eğitim, seyahat gibi amaçlarla farklı ülkelerdeki dillerin
konuşurları tarafından ortak anlaşma amacıyla kullanılır. IX. yüzyılda İngiltere’nin XX.
yüzyılda ise ABD’nin süper güç olmaları; siyasetten silahlı kuvvetlere, bilimden ekonomiye
sağladıkları üstünlük, İngilizceyi tartışmasız bir biçimde küresel dil haline getirmiştir. Bu
statü özellikle Amerikan geleneklerinin kültür ve yaşam biçiminin dünyanın pek çok ülkesinde
yayılmasına yol açmıştır.
Orta çağlarda Batı dünyasında Latince, İslam dünyasında Arapça, Rusya ve çevre ülkelerinde
kullanılan Rusça, uygarlık dili olarak örnek gösterilebilir. Sahip oldukları güç ile çevresindeki
milletleri de etkileyen bu diller, uzun süre büyük bir topraklara hükmetmiş, bazıları ise hâlâ
hükmetmektedir.
16) Ölçünlü Dil (Standart Dil)
Devlet; çok sayıda sözlü dilin yarattığı karmaşada hükmetme, denetleme ve icra gücünün aracı
olarak, aynı zamanda egemenliğini simgeleyecek çatı görevinde bir üst dile ihtiyaç duyar.
Genel olarak yazı dili, edebî dil şeklinde adlandırılan bu üst dile ölçünlü dil adı verilir.
Ölçünlü dil, bir bakıma aynı dilin çatısı altındaki değişkenlerin ortak dili, lingua francasıdır.
Ölçünlü dil, tarihsel gelişmeler sonucunda İstanbul, Paris, Londra, Tahran gibi politik ve
kültürel merkez olarak kabul edilen kentlerin prestijli dillerinin kodlandırılıp işlevlinin yazılı
ve sözlü alanda genişletilmesi ve toplumca benimsenmesiyle oluşur. Bölgeler üstü ölçünlü dil
şu aşamalarla gelişir: seçim > kodlama > yerleştirme > seçkinleştirme.
Ölçünlü dil, genellikle örgün eğitim ve kitle iletişim araçları aracılığıyla bir tür yardımcı
olarak edinilir. Resmi ortamlarda kullanılan ölçünlü dil ile gayriresmî ortamlarda kullanılan
dil, anlatım aracı oldukları toplumsal çevreleri itibarıyla birbirini tamamlar.

Önemli: Ölçünlü dil kavramı; halk arasında kullanılan kendi dilinin, bölgesel ya da toplumsal
ağızlarının ölçün dışı, yalnız, bozuk, değersiz vb. olumsuz biçimde algılanmasına yol açabilir. Oysa
yeryüzündeki diller bütün değişkeleriyle birlikte ait oldukları kültürün değerlerini tarihin bilinmeyen
dönemlerinden itibaren bugüne taşıyan, dilbilimsel bakımdan da kendi ölçünlerine sahip iletişim
sistemleridir.

17) Bilim Dili


Bilimsel yapıtlarda kullanılan kendine özgü terminolojisi ve söylemi ve söylemi bulunan
dildir. Eski dönemlerde Latince bilim dili olarak kullanılmıştır. Günümüzde hâlâ tıpta ve
botanik alanında organ, kemik ve bitki adların bu dille ifade edilmesi, Latincenin bilim dili
olmasıyla mümkündür. Günümüzde ise Latincenin yerini İngilizce almıştır. Bilimsel makale
ve yazılar genellikle İngilizceyle yazılmaktadır. Ayrıca dünya üzerinde alan ile ilgili yazılan
diğer yazılara ulaşmak için, literatür taraması yapmak için de yine İngilizceye ihtiyaç vardır.

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Bir dilin dünya dilleri arasındaki yeri ve değeri dünya çapındaki yaygınlığı, diplomasi dili, uygarlık
dili, geçer bölge dili, resmî dil, ulusal dil ve yazı dili olmasıyla ölçülür. Türkçe çok eski tarihlerden
beri yukarıda sayılan bütün özelliklere sahip olarak bugüne kadar varlığını korumuştur. Dolayısıyla
Türkçe dünya çapında prestijli, yaygın ve işlevselliği yüksek bir dil olarak değerlendirilebilir.
Nitekim UNESCO tarafından yapılan tespite göre günümüzde Çince(1.200 milyon), İngilizce(407
milyon), İspanyolca(266 milyon) ve Hintçeden(182 milyon+Urduca 223 milyon) sonra dünyada en
çok konuşulan beşinci dil 200 milyon konuşanı ile Türkçedir.

Türkçe günümüzde edebiyat ve bilim dili olarak kabul edilen birçok dilden daha eskidir ve daha eski
yazılı metinlere sahiptir. Yunan-Latin dilleri hariç Avrupa’da Türkçeden daha eski yazılı metne sahip
herhangi bir dil yoktur. Ural ve Altay dilleri arasında da en eski yazı dili Türkçedir. İngilizcenin ilk
yazılı metni 8. yy’a ait kısa bir metindir. Fransızca ve Almancanın ilk yazılı metinleri 9. yy’a aittir.
Bugünkü İtalyanca 17. yy’da oluşmuş Latince kökenli bir dildir. Macarcanın ilk metni(Tihanyi
Vakıfnamesi M.S. 1057) 11. yy’a aittir. Altay dillerinden Japoncanın ilk metni M.S. 712(Nihon Şoki),
Moğolcanınki 1225, Tunguzcanınki 1412, Koreceninki ise 1443 tarihlidir. Sümer tabletlerindeki
Türkçe kelimeler dolayısıyla Türkçe, yaşayan dünya dilleri arasında en eski yazılı metne sahip olarak
kabul edilebilir. Bu görüşü bir kenara bıraksak bile M.S. 687-689 tarihlerine ait olduğu tespit edilen
Çoyr Yazıtı belirtilen bütün metinlerden daha eskidir.

DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI

Diller ses, biçim, yapı, sözdizimi, sözvarlığı vd. yönlerden kimi benzerlikler göstermektedir. Böyle
dillere akraba diller denilmektedir. Dünyada konuşulan diller genellikle iki açıdan
sınıflandırılmaktadır: 1) biçim bakımından diller, 2) kaynak(akraba ilişkileri) bakımından diller.

1) Biçim (Yapı) Bakımından Diller


a) Yalınlayan (Tek Heceli) Diller: Bu dillerde çekim yoktur, sözcükler ek almaz; ancak
tümce içindeki yerlerine ve başka sözcüklerle ilişkilerine göre çeşitli anlam ve görevler
üstlenir. Ör: Çince, Tibetçe, Vietnamca, Siyamca, Endonezyaca, Baskça...
b) Bitişen (Eklemeli) Diller: Bu dillerde sözcüklerin kökleri ek alır, yeni sözcükler eklerle
türetilir. Ör: Türkçe, Moğolca, Korece, Japonca, Fince, Macarca, Estçe…
c) Bükünlü (Çekimli) Diller: Bu dillerde çekim sırasında sözcüğün kökü değişir.
Almancada trinken(içmek), trank(iç!), getrunken(içti, içmişti). Arapçada kavl(söz),
ka:le(dedi), ye:kulü(der, söyler), kul(de!) şeklindedir. Hami-Sami dil ailesine mensup
olanlar kök bükümlü, Hint-Sami dil ailesine mensup olanlar ise gövde bükümlüdür.

2) Kaynak( Kökenleri, Akrabalık ilişkileri) Bakımından Diller


I. Hint-Avrupa Dilleri
 İtalik diller: Latince
 Roman dilleri: Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Katalanca,
Rumence vd.
 Germen dilleri: İngilizce, Almanca, Flamanca, Hollandaca, İsveççe, Danca,
Norveççe, İzlandaca
 Baltık dilleri: Letonca, Litvanyaca
 Slav dilleri: Rusça, Ukraynaca, Beyaz Rusça, Lehçe, Çekçe, Slovakça,
Bulgarca, Makedonca, Sırpça-Hırvatça, Slovence
 Kelt dilleri: Gaelce(İrlandaca, İskoçça), Bretonca, Galce
 Hint-İran dilleri: -Hint-Ari dilleri: Sanskritçe, Hintçe, Urduca, Bihari,
Assamca, Guceratça, Saylanca, Pencapça, Keşmirce, Çingene dilleri, Bengali,
-İran dilleri: Farsça, Peştu, Kürtçe, Tacikçe vd.
 Öbür diller: Arnavutça, Yunanca
II. Kafkas Dilleri
 Güney Kafkas dilleri: Gürcüce, Lazca
 Kuzeybatı Kafkas dilleri: Abazaca, Abhazca, Ubıhça, Adigece/Çerkesçe,
Kabartayca
 Kuzeydoğu Kafkas dilleri: Çeçence, İnguşça, Lezgice vd.
III. Ural Dilleri
 Fin dalı: Fince, Estonca, Laponca
 Ugor dalı: Macarca, Samoyedce, Vogulca
IV. Altay Dilleri
Türkçe( Türkiye Türkçesi, Azerice, Özbekçe, Kazakça, Yeni Uygurca, Tatarca,
Türkmence, Kırgızca, vd.) Moğolca, Tunguzca
V. Japonca
VI. Korece
VII. Çin-Tibet Dilleri
 Çin dilleri: Çince
 Tibet-Birman dilleri: Tibetçe, Birmanca
VIII. Malaya-Polinezya Dilleri
Malayca, Madagaskarca, Cavaca, Tahitice, Hawaice
IX. Eskimo-Aulet Dilleri
Eskimoca
X. Amerika Yerlileri Dilleri
 Kuzey Amerika yerli dilleri: Atabask dilleri(Navahoca, Apaşça), Algonkin
dilleri, Penuti dilleri, Aztek-Tano dilleri
 Orta Amerika yerli dilleri: Mayaca, Oto-Mange dilleri, Taraskoca
 Güney Amerika yerli dilleri: Keçuva-Aymara dilleri, Tupi-Guarani dilleri vd.
XI. Hami-Sami Dilleri(Afrika-Asya dilleri)
 Sami dilleri: Arapça, İbranice, Maltaca, Aramca, Süryanca, Amharca,
Akkadca, Babilce, Asurca vd.
 Hami dilleri: Berberi dilleri(Tuaregce vd.)
 Mısır dilleri: Eski Mısırca, Orta Mısırca, Geç Mısırca, Koptça vd.
 Kuşi dilleri: Somalice vd.
XII. Afrika Dilleri
 Nijer-Kongo dilleri: Çad dilleri(Hausaca vd.), Bantu dilleri(Svahilice,
Kongoca, Ruandaca, Zuluca vd.), Adamaua dilleri(Gabya dilleri)
 Nil-Sahra dilleri: Sudan dilleri
 Hoisan dilleri: Boşimanca, Hotantoca
XIII. Eski Anadolu Dilleri
 Hititçe, Lidyaca, Likyaca, Frigyaca, Hattice, Urartuca, Karyaca vd.
XIV. Baskça

TÜRK YAZI DİLLERİNİN VE LEHÇELERİNİN TASNİFİ

Türk lehçelerinin tasnifi, Türklük bilgisinin önemli sorunlarından birisidir. Türk boyları ve lehçeleri
arasındaki karışma ve geçişmeler dolayısıyla lehçeleri bütünüyle birbirinden ayırmak da oldukça
zordur(Mahmut, 1990: 21-25). Türk lehçelerinin tam ve bilimsel bir tasnifinin yapılabilmesi için;

1) Her lehçenin dilbilgisi bakımından ayrıntılı olarak incelenmesi,


2) Lehçelerin bütün yönleriyle karşılaştırılması, birleşen ve ayrılan yönlerinin ortaya konması,
3) Lehçelerde görülen dil özelliklerinin o lehçeyi konuşan boya ait olup olmadığının tarihî ve
etnolojik çalışmalarla tespit edilmesi,
4) Her lehçenin en eski ve en yeni dil malzemesinin karşılaştırılması ve böylece o lehçenin tarihî
gelişimi ile eğiliminin tespit edilmesi, gerekir.

Türk dillerinin tasnifi ile ilgili ilk olarak Kaşgarlı Mahmut’un, İlya Nikolayeviç Berezin’in tasnifleri
bulunurken daha sonra Bekir Çobanzade, Reşit Rahmeti Arat, Aleksandr Samoyloviç, Andrey
Kononov, W. Radloff gibi pek çok Türkolog Türk dilbilimci tarafından çeşitli tasnifler yapılmıştır.
Talat Tekin ise kendinden önce yapılmış olan tasnifleri değerlendirmiş, eksik yönlerini ortaya
koyduktan sonra kendi tasnifini vermiştir. Tekin’e göre telaffuzdaki farklılıklar göz önünde
bulundurularak kelimelerin söylenişine göre Türk dillerinin sınıflandırılması şu şekildedir:

1) r-l grubu: Çuvaşça


2) hadaq grubu: Halaçça
3) atah grubu: Yakutça
4) adaq grubu: Tuvaca (Karagas Türkçesi ile birlikte)
5) azaq grubu: Hakasça, Sarı Uygurca
6) tağlığ grubu: Kuzey Altay Türkçesi
7) tūlu grubu: Kırgızca
8) tağlıq grubu: Özbekçe, Yeni Uygurca
9) tawlı grubu: Tatarca, Başkurtça, Kazakça, Karakalpakça, Nogayca, Kumukça, Karaçay-
Balkarca, Baraba Tatarcası, Kırım Tatarcası,
10) tağlı grubu: Salarca
11) dağlı grubu: Türkçemce, Horasanî, Özbekçe, Türkçe, Gagavuzca

Johanson ve Csató, coğrafi, genetik ve tipolojik ölçütleri esas alarak yaptığı sınıflandırmada Türk
dillerini altı gruba ayırır:

1) Güneybatı (GB) Oğuz Türkçesi: Bu grup kendi içinde batı(b) ve doğu(d) olmak üzere ikiye
ayrılır. GBb grubunda Gagauzca, Türkiye Türkçesi ve Azerice; GBd grubunda ise Türkmence
yer alır. Salırca/Salarca tarihî olarak Oğuz grubundan gelişmiştir.
2) Kuzeybatı (KB), Kıpçak Türkçesi: Kıpçak grubu, batı(b), kuzey(k) ve güney(g) alt
gruplarından oluşur. KBb grubunda Kumukça, Karaçay Balkarca, Kırım Tatarcası ve
Karayca; KBk veya Volga(İdil) grubunda Kazan Tatarcası ve Başkurtça; KBg veya Altay
Türkçesi ile güçlü genetik bağlarına karşın Kazakçaya çok yakın olan Modern Kırgızca da bu
grupta değerlendirilebilir.
3) Güneydoğu (GD), Uygur Türkçesi: Bu grup da kendi içinde batı(b) ve doğu(d) olmak üzere
ikiye ayrılır. GDb grubunda Özbekçe ve Özbekçenin değişkeleri, GBd grubunda Modern
Uygurca, Sarı Uygurca ve Salırca/Salarca yer alır. Ancak bu iki dil, grubun özelliklerinden
sapma gösterir.
4) Kuzeydoğu (KD), Sibirya Türkçesi: KD grubu kendi içinde kuzey(k) ve güney(g) alt
gruplarından oluşur. KDg grubunda Sahaca(Yakutça) ve Dolganca vardır. Ayrışık(heterojen)
olan KDg grubu da 4 alt gruba ayrılır. a) Sayan Türkçesi: Tuvaca ve Tofaca, b) Yenisey
Türkçesi: Hakasça, Şorca ve ilgili değişkenler; c) Çulım Türkçesi, Küerik vd. değişkeler; d)
Altayca ve değişkeleri. Yok olmak üzere bulunan Mançurya’daki Fü-yü Kırgızcası
Kırgızcanın bir değişkesi olarak kabul edilmesine karşın Yenisey Türkçesine; Sarı Uygurca da
güney Sibirya grubuna daha yakındır.
5) Çuvaşça, Ogur/Bulgar grubu: İlk Türkçe döneminde Türk dillerinden ayrılan Çuvaşça bu
grubun tek yazı dilidir.
6) Halaçça, Argu Türkçesi: Orta İran’da konuşulan Halaççanın Divanü Lugâti’t Türk’te
Arguca olarak anılan dilin devamı olduğu düşünülmektedir.

Bir dil coğrafyasının yönetim, ticaret, siyaset, bilim ve edebiyat merkezli durumunda olan şehrinin ya
da bölgesinin ağzı, genellikle yaygınlaşır; diğer ağız bölgelerinin mensuplarınca da benimsenir ve
toplumun ortak dili haline gelir. Ortak dil durumuna gelen ağız, kendi özgün kelime kadrosundan bir
dereceye kadar sıyrılır ve diğer ağızlardan uygun bulduğu dil malzemesini alır. Böyle olduğu içindir ki
ortak dil, diğer ağızlara göre daha büyük bir zenginliğe ve daha iyi bir anlatım yeteneğine sahiptir. Bu
nedenle bir bölgede farklı ağızlar olmasına rağmen ortak kullanılan dil tektir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR

Aksan, D. (2003). Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim. Ankara: TDK Yayınları.

Aksan, D. (2006). Anlambilim. Ankara: Engin Yayınevi.

Buran, A., Alkaya E. (2007). Çağdaş Türk Lehçeleri. Ankara: Akçağ Yayınları.

Çotuksöken, Y. (2011). Uygulamalı Türk Dili. İstanbul: Papatya Yayınları.

Demirci, K. (2014). Türkoloji İçin Dilbilim Konular Kavramlar Teoriler. Ankara: Anı Yayıncılık.

Gülensoy, T. (1995). Türkçe El Kitabı. Kayseri: Bizim Gençlik Yayınları.

Johanson, L. & Csató Ẻva Ả. (2006). The Turkic Languages, Routledge, London-New York.

Kaplan, M. (2005). Kültür ve Dil. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Kılıç, V. (2009). Anlambilime Giriş. İstanbul: Papatya Yayıncılık.

Komisyon, (2007). Türk Lehçeleri Grameri (Ed. Ahmet Bican Ercilasun).Ankara: Akçağ Yayınları.

Mahmut, E. (1990). Türk Lehçelerinin Bugünkü Sorunları Hakkında Bazı Düşünceler, Milli Kültür
Dergisi, S.78, s. 21-25.

TDK, Güncel Türkçe Sözlük ,


http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5742ae866d6b54.811
60619 adlı adresten 15.05.2016 tarihinde erişilmiştir.

You might also like