You are on page 1of 89

7.

ÜNİTE
Türk Dili I
DİLLER ARASI ETKİLEŞİM VE
TÜRKÇE
GİRİŞ

En geniş ölçekte ülkeler ve toplumlar arasındaki kültürel, siyasi


ve ticari ilişkiler, en dar ölçekte ise farklı diller konuşan kişiler
arasındaki bireysel temaslar, evlilik ya da yabancı dil öğrenimi vb.
etkenler, beraberinde, diller arasında birtakım etkileşimlere yol açar.
Dil etkileşimlerinin yoğunluğu ve süresi zaman içerisinde, çeşitli
etkenlere bağlı olarak artar ya da azalır. Ayrıca etkileşimin yönü,
sınırları ve boyutları da durağan değildir.
Öyle ki, belirli bir zamanda yoğun temas içerisinde bulunan
toplumların dilleri arasındaki etkileşimler göç, savaş, din değiştirme,
saygınlık, duygusal yakınlık kurma çabaları vb. gibi birbirinden oldukça
farklı nedenler sonucunda azalabilir, hatta var olan etkileşimler
tamamen ortadan kalkabilir.
Bu duruma örnek olarak, Orhon ve Uygur Türkçesi
dönemlerinde Türkçenin Çince, Soğdca ve Sanskritçe ile olan
etkileşimlerinin İslamiyet'in kabulünün ardından nispeten azalması ve
yerini Arapça ile Farsçaya bırakması verilebilir.
Toplumların bir kültür alanına girmeleri, bir inancı
benimsemeleri, yazının da değişmesini, farklı yazıların benimsenmesini
sağlayabilmektedir. Özellikle Türk dili bu açıdan değerlendirildiğinde
geçmişte Türkçenin yazımı için pek çok abece kullanıldığı görülür.
İlk yazılı kaynağımız Orhun yazıtlarında kullanılan ve bir bölümü
Türk damgalarından gelen harflerden oluşan Göktürk yazısı ulusal
abecemizdir. Ancak daha sonra farklı kültür ve inançların etki alanına
giren Uygurlarla birlikte başka abeceler de kullanılır olmuştur. Mani,
Soğut (Soğd), Brahmi, Tibet gibi yazı sistemleriyle Türkçe yazılabilmiştir.
Türklerin islâm dinini kabul etmeleriyle birlikte Arap kaynaklı
yazı bin yılı aşkın bir süredir Türk dilinin çeşitli yazı dillerinin kağıda
dökülmesinde kullanılmıştır. Türkçe için Grek, Ermeni, İbrani, Süryani
yazıları da kullanılmıştır.
Batı ile ilişkiler sonucunda tanıştığımız Latin abecesi Türkçeyi
ifade etmekte en uygun yazı olduğu düşüncesiyle kullanılmaya
başlanmıştır.
Geçen yüzyılda Sovyetler Birliği yönetimi altındaki Türk soylu halklar
Latin yazısını kullanırken sonradan Kiril yazısına geçirilmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, başta Venedikliler olmak
üzere çeşitli halklarla başlayan ticari, siyasi ve kültürel yakınlaşmalar
da, aynı şekilde Türkçenin İtalyanca, Rumca gibi dillerle etkileşim
sürecine girmesi sonucunu doğurmuştur. Türkçenin diğer dillerle olan
etkileşimleri sonraki dönemlerde de öncelikle Fransızca ve Almanca ile
devam etmiştir. Bu etkileşimler, günümüzde ise İngilizce ile devam
etmektedir.
Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren ulaşım ve iletişim
olanaklarının artmasıyla birlikte ülkeler arasındaki sınırların bir bakıma
ortadan kalkması, diller arası etkileşimin seyrini de değiştirmiştir.
DİLLERİN ZENGİNLİK ALANLARI

Dilbilimci Prof. Dr. Doğan AKSAN ise, “Bir dili zengin ya da


yoksul olarak nitelemek için akla ilk gelen ölçütler konusunda şu dört
soruyu soruyor:
1‐ Bir dildeki sözcük sayısı, özellikle kültür dili sayılan dillerle
karşılaştırıldığında ne durumdadır?
2‐ Bir dil, doğadaki nesneleri, evreni, insan davranışlarını ayrı ayrı
adlandırabiliyor, soyut kavramları yeterince karşılayabiliyor, bilimde,
teknikte, sanatta oluşan kavramları kendi ögeleriyle anlatabiliyor mu?
3‐ Aynı kavram alanında çeşitli sözcüklere, değişik anlatım yollarına 
sahip mi?
4‐ Bir dilin söz varlığı acaba hangi ölçüde kendi sözcüklerinden 
oluşuyor?
Hemen ardından da şunları ekliyor: “Bugün kültür dili, bilim dili olarak
nitelenen Almanca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca gibi
diller, bütün alanlarda, yüzyıllardan beri gerçekleşen gelişmeleri
bünyelerine yansıtabilmiş, genel ve özel kavramlarla bir eğitim‐öğretim
dili oluşturabilmiş, soyut kavramlar ve eşanlamlı ögeler açısından da
zenginleşmişlerdir.”
Sözlükte yer alan sözcüklerin kökenlerine bakıldığında, kültür
etkileşimi ve başka nedenlerle o dile girmiş binlerce sözcük bulunur.
Hiç bir dil, etkilenmemiş, arı ya da katışıksız değildir. Bu arada Sapir’in
şu sözlerinin altını çizmek gerekiyor: “Bir dilin bir başka dil üzerindeki
en yalın etkisi sözcük alışverişidir; ancak bu genellikle tek yönlüdür.
Eğer kültür akışı varsa büyük olasılıkla sözcük akışı da kaçınılmaz
olacaktır."
İkinci ölçüt; dilin kendi içinde evrendeki varlıkları, soyut kavramları,
bilim, teknik, sanat vb. dallarının kavram ve terimlerini, insan
davranışlarını söze ve yazıya aktarabilme yeteneği idi.
Prof. Aksan’ın bu konudaki sözleri: “Anadilimizin geçmişi ve
bugünü göz önünde tutularak, kimi terim eksikliklerine karşın, en eski
dönemlerinden bu yana Türkçe’nin genel kavramlara da ulaşabilmiş
ayrıntılı bir anlatım dili olduğunu söyleyebiliriz.
Türkçe, kavramların anlatımında daha ayrıntıya girme eğilimi
içindedir. Örneğin Hint‐Avrupa dillerindeki renk adlarının, parlamak,
ışıldamak anlamına gelip varsayılan ortak “ghel” köküne uzandığı
görülür. (yeşil‐mavi‐gri‐sarı gibi).
Türkçemizde bu durum, en eski belgelerde de yer aldığı gibi
değişik anlatım yolları gösterir:
Yaş’tan yaşıl (yeşil), sema anlamına gelen kök (mavi), boz, sarıg (sarı)
kızıl, ak ve ak’ın eş anlamlıları olan ürün, konur (kestane, kızıl
kahverengi) gibi sözcüklerin yanısıra doğadaki belli nesnelere dayanan
renk tonları da oldukça zengindir: vişneçürüğü, pişmişayva, camgöbeği,
gülkurusu, narçiçeği, kavuniçi, yavruağzı, limonküfü, civcivsarısı,
samansarısı, sütbeyaz(ı),
karbeyaz(ı), kirlibeyaz, ördekbaşı, açıkyeşil, fosforyeşili, çimenyeşili,
yemyeşil, devetüyü (bej, krem, somon v.b.) Ayrıntılı anlatım özelliği
akrabalık adlarında da görülür.
Fransızca Almanca, İngilizce’de, kayınbirader, bacanak, enişte,
elti, yenge, görümce, baldız gibi kavramlar cinsiyete göre tek
göstergeyle karşılanmaktadır.
Doğadaki nesneler, bitki ve hayvanlar konusunda da Türkçede
kavram zenginliği vardır. Daha eski ve şimdiki kültürümüzde, önemli
yeri olan at, koyun, keçi, sığır gibi hayvanların cins, yaş, renk, işlev ve
değişik niteliklerine göre Anadolu ağızlarında daha kullanılmakta olan
sekseni aşkın sözcük bulunmaktadır.
Türkçe’nin bitişken bir dil olma özelliği nedeniyle bir ad ya da
eylem, kökü değişmeksizin art arda getirilen, işlevleri farklı eklerle hem
eylem çekimleri, hem sözcük yapımları gerçekleşmektedir.
Örneğin iş‐le‐t‐me‐ci‐lik, gel‐eme‐y‐e‐bil‐ir‐ler‐mi? gibi.
Dahası, Türkçedeki ‘gelmeyebilirler’ ile ‘gelemeyebilirler’ arasındaki
anlam inceliğini, bildiğimiz Batı Dillerinde dilin yapısını zorlamadan
belirtmek güçtür.
Ayrıca, çobanaldatan, uludoğan, uzunkuyruk, karatavuk, sarıgırtlak
gibi kuş adları; çobançantası, horozibiği gibi bitki isimleri; gidiş‐geliş,
alışveriş, öngörü, bilgisayar, biçerbağlar, akaryakıt v.b. gibi adlaşmış
ikilemelerle sıfat ya da zarf işlevi gören açık saçık, yorgun argın, oflaya
püfleye, koşa koşa, şapur şupur, horul horul gibi ikilemeler dilimizde
yer alan binlercesinden hemen akla gelen birleşik sözcükler oluyor.
Çok sayıda deyim, atasözlerimiz, ilginç yer adlarımız
Türkçemizin zenginliğini gösteriyor.
Üçüncü ölçüt; aynı kavram alanında çeşitli sözcük ve değişik anlatım
özelliğine gelince Prof. Aksan’ın verdiği örnekler: işitmek, duymak,
dinlemek eylemleri yanında, kulak vermek, kulak kesilmek, kulak
kabartmak, kulak misafiri olmak, kulağına çalınmak, kulağına gelmek
gibi deyimlerdir.
Dördüncü ölçüt, bir dilin sözvarlığının hangi ölçüde kendi
sözcüklerinden, öz ögelerinden oluştuğu konusudur.
Gelişmiş bir kültür dili sayılan İngilizcenin sözvarlığının en büyük
bölümünün yabancı kaynaklı ögelerden toplandığı bilinmektedir. Bu
konuda kimi araştırmacılara göre Anglo‐sakson sözcük sayısı % 20,
kimine göre % 14’tür.
1944 yılında Amerikalı Frank Colby’nin saptaması ise: % 35 Fransızca, %
25 Anglo‐sakson, % 16 Latince, % 14 Eski Yunanca, % 10 öteki dillerdir.
Yunan, Latin, Fransız, Slav ve doğu kökenli alıntılar önemli bir toplam
oluşturmaktadır.
Her dil, belirli yönleriyle öne çıkar.
Kimi dillerin ünlüleri sayıca çoktur kimi dillerin ünsüzleri, kimi dillerde
ses uyumları güçlüdür, kimi dillerde ses uyumu söz konusu bile değildir.
Kimi diller vurguludur, kimi dillerde vurgu belli belirsizdir, kimi dillerin
söz varlığı birkaç yüz binden oluşur, kimi dillerde ise birkaç bin sözcük
bulunur.
Bütün bunları dilin kendi özellikleri olarak kabul etmek, kimi
alanlarda öne çıkan yönlerini ise iç zenginliği olarak değerlendirmek
gerekir.
Türkçenin güçlü yanları ve iç zenginliği olarak 
değerlendirebileceğimiz alanları da bulunmaktadır. Bunlar Türk dilinin 
tarihsel derinliği, coğrafi yaygınlığı, söz varlığının genişliği, ilişki ve 
nezaket sözlerinin yoğunluğu, akrabalık adlarının çeşitliliği, 
atasözlerinin çokluğu ve anlatım gücüdür.
TARİHSEL DERİNLİK VE COĞRAFİ YAYGINLIK
Dünya tarihinde medeniyetler arası etkileşime en çok maruz
kalmış dillerden biri de Türk dilidir.
Türkün yaşam biçimi, inancı, hayata bakış açısı, birçok
medeniyetle iç içe olmasını sağlamıştır. Türkler tarih boyunca çok farklı
coğrafyalarda hâkimiyet kurmuş ve yüksek kültür çevreleri
oluşturmuştur.
En eski yazıtı 687 tarihli Çoyr yazıtıdır. Daha sonra onu Bilge
Kağan Kül Tigin ve Tonyukuk abidelerinin yanı sıra irili ufaklı birçok yazıt
takip eder.
Göktürk, Uygur, Karahanlı yazı dilleri altında 13. yüzyıla kadar tek bir yazı
dili halinde varlığını sürdüren Türk dili bundan sonra farklı coğrafyalarda
Harezm, Kıpçak, Oğuz gibi farklı lehçelere ayrılmaya başlar.
13. yüzyılın başında Moğol göçleriyle Orta Asya edebî dilinden 
uzak olan Oğuz Türkleri Anadolu ve İran coğrafyasına yerleşerek burada 
kendi dillerini zaman içinde yazı dili haline dönüştürürler. Daha sonra 
Eski Oğuz Türkçesi diğer adıyla Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlı ve 
Azerbaycan Türkçesi şeklinde iki kola ayrılır. 
Doğuda kalan Türkler ise Harezm Türkçesinin devamı olarak Çağatay
yazı dilini meydana getirir. 19. yüzyıla kadar Türk dili Çağatay ve Osmanlı
Türkçesi olarak iki ana yazı dili halinde varlığını sürdürür.
Bugün ise Türk coğrafyası 20‐90 doğu boylamları ile 33‐65
kuzey enlemleri arasında doğudan batıya 6‐7 bin, kuzeyden güneye 3
bin kilometrelik bir alanı kaplamaktadır.
Türkler Türk dilinin Çuvaşça, Yakutça ve Türkçe şeklinde üç ana
lehçesini konuşmaktadır.
Türkçe, Güneybatı grubunda Türkiye, Gagauz, Azerbaycan ve Türkmen;
kuzeybatı grubunda Tatar, Başkurt, Kırgız, Kazak, Karakalpak, Nogay,
Karaçay‐Balkar, Kumuk, Karaim; güneydoğu grubunda Özbek, Uygur,
Sarı Uygur; kuzeydoğu grubunda, Tuva, Hakas, Altay yazı dilleri ve ana
lehçe olan Çuvaş, Yakut yazı dilleriyle birlikte yaklaşık 200 milyon kişi
tarafından konuşulmaktadır.
SÖZ VARLIĞI VE ANLATIM GÜCÜ

Bir dilin söz varlığı denilince; o dile ait sözcükler, deyimler, kalıp
sözler, atasözleri, terimler ve çeşitli anlatım kalıplarının hepsi
kastedilmektedir.
Aksan, birer kültür dili sayılan İngilizce, Fransızca gibi diller ile
Türkçenin karşılaştırmasını yapmıştır.
Gelişmiş bir kültür dili sayılan İngilizcenin söz varlığının en
büyük bölümünü yabancı kaynaklı ögelerin oluşturduğunu belirtmiştir:
«Bu dil, kimi araştırmacılara göre %20, kimilerine göre ise %14 arasında
İngilizce kökenli sözcük içermekte, Yunan, Latin, Fransız, Slav ve doğu
kökenli alıntılar önemli bir toplam oluşturmaktadır.»
D. Aksan, Türk Dil Devriminden sonra yabancı kökenli
sözcüklerin azaldığına ve bunların yerine Türkçelerinin yerleştiğine
dikkat çekmekte ve bunu Türkçenin gücüne bağlamaktadır.
2000 yılında, dört ayrı günlük gazetenin üç aylık sayıları üzerinde
yapılan inceleme, Türkçe oranının %74 dolayında olduğunu
göstermektedir.
Türkçenin zengin bir kültür dili olduğunu belirleyen Aksan, bilinçli
işlenmesi durumunda da söz varlığı açısından bu zenginliğini
koruyacağını savunmaktadır.
Doğan Aksan, sonuç olarak bir dilin zengin bir kültür dili olup
olmadığına bakılırken söz varlığının yanında, anlatım inceliklerinin ve 
gücünün değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir: 
“Sonuç olarak şunu belirtebiliriz ki, söz hazineleri yerli ve
yabancı pek çok ögeyle kabarmış, zengin dil, kültür dili diye nitelenen
dillerin yanında Türkçe, mayasından, yapısından gelen nitelikleriyle
kendine özgü, çok güçlü ve şiirli anlatım olanakları, anlatım yolları
bulunan zengin bir dildir.”
ATASÖZLERİ VE ANLATIM GÜCÜ

Atasözleri ve deyimler anlatıma açıklık kazandıran ve renk katan


söz varlığı ögeleridir.
Her dilin söz varlığında deyimler vardır. Her millet, kendine özgü
yaşam felsefesini atasözleri adlı küçük kalıplara sığdırmış ve bu küçük
ifade birimlerini insan hayatını düzenlemeye araç etmiştir.
Ortak kültür birikimleri ile beslenerek meydana gelen ve kültür yoluyla
sezilen atasözleri, bir milletin kültür yapısını resimleyen belgelerdir.
Ömer Asım Aksoy’un da belirttiği gibi; “Atasözleri sosyoloji, 
felsefe, tarih ve ahlaki yönden incelenmesinin yanı sıra psikolojik
yönden inceleme ve araştırma konusu edilmeye değer millî varlıklar
deyiş güzelliği, anlatım gücü, kavram zenginliği bakımından çok önemli
dil yapılarıdır.” 
Kaşgarlı Mahmut’un eseri Divânü Lügati’t‐Türk’teki «aç ne
yemes, tok ne temes; kanıg kan birle yumas; tag tagka kavuşmas, kişi
kişige kavuşur» atasözleri küçük farklılıklarla bugün de aynen
kullanılmaktadır.
AKRABALIK ADLARINDA ÇEŞİTLİLİK

Yakınlık ve akrabalık ilişkilerine geçmişten beri önem veren


Türkler, İslamiyet’le tanıştıktan sonra İslam’ın akrabayla ilişkiyi
önemseyen, akrabayı gözetmek gerektiğini vurgulayan kabulleri
çerçevesinde akrabalık ilişkilerini genişletip geliştirmişlerdir.
Toplumsal hayatta insanlar birbirine amca, kardeş, dayı, teyze,
abla, abi gibi hitaplarla seslenir. Bunun sosyal ve psikolojik yönü kadar
kültürel bir yönü de bulunur.
Türk kültüründe büyüklere adlarıyla hitap etmemek ve adları
hanım, bey gibi bir unvanla veya amca, teyze gibi bir akrabalık adıyla
kullanmak, gelenektir.
Mehmet Ziya Binler’in hazırladığı “Türk Dünyası Aile ve
Akrabalık Terimleri Sözlüğü”nde Türk lehçe ve ağızlarında yer alan 6850
kelime ve terim bulunur.
Türkçe akrabalık adları bakımından birçok dile göre daha fazla
sözvarlığına sahiptir. Başka dillerin tersine dilimizde akrabalık
ilişkilerinden birçoğu (baldız, görümce, bacanak, elti gibi) ayrı kavramlar
halindedir. Ancak torun kelimesini kız ve erkek torun olarak
detaylandıracak kadar zengin akrabalık adlarına sahip diller de (örn.
Urdu dili) bulunmaktadır.
Tarihî seyir içerisinde akrabalık terimlerini Orhun
Abidelerinden başlayarak takip etmek mümkündür.
Gömeç, çalışmasında Köktürk belgelerinde kang, ög, ini, eçü
gibi günümüzde kullanılan akrabalık adlarının kökeni olan sözcükleri
tespit etmiştir. Aynı yazar bir başka makalesinde ise DLT’deki akrabalık
sözcüklerini belirlemiştir.
Türkçe, akrabalık adlarının sadece sayıca fazlalığı olarak değil,
eş anlamlıları bakımından da zengin bir dildir. Türkçe kökenli veya
yabancı dillerden dilimize geçmiş akrabalık durumunu karşılayan birçok
eş anlamlı sözcük bulunur.
Örnekler:
• Abla
• Abi (Ağa, Ağabey, Ede, Efe) 
• Baba (Peder) 
• Amca Kızı (Böle, Emmi Kızı, Kuzin, Yeğen) 
• Amca Oğlu (Amcazade, Böle, Emmi Oğlu, Kuzen, Yeğen) 
• Amca (Emmi) 
• Analık (Üvey Anne) 
• Anne (Valide) 
• Anneanne (Ebe)
• Babaanne
• Bacanak
• Baldız
• Besleme (Besleme Kız, Beslemelik, Beslek) 
• Büyükanne (Kadınnine, Nine)
• Çocuk (Bala, Çağa, Etfal, Evlat, Kerime, Kız, Kızan, Mahdum, Oğul, 
Oğlan, Sabi, Sübyan, Tıfıl, Uşak, Velet) 
• Damat (Güveyi, İç Güveyisi)
• Teyze
• Teyzezade (Böle, Kuzen, Yeğen) 
• Torun (Ahfat, Döl Döş, Oğul Uşak) 
• Üvey Baba (Babalık) 
• Üvey Kardeş (Taygeldi) 
• Yenge (Bula, Gelin Abla) gibi.
İLİŞKİ VE NEZAKET SÖZLERİ
Bilindiği gibi her toplumun, bireyleri arasında iletişim kurmak
amacıyla, belirli zaman ve durumlarda kullanımı gelenek olmuş hazır
söz kalıpları vardır. 
Bu sözler dilbilimde kalıp sözler ya da ilişki sözleri terimiyle
karşılanmaktadır .
İnsanlar arasındaki ilişkilerde kullanılan selamlaşma, vedalaşma, iyi ya
da kötü dilek sözleri, saygı ve nezaket gereği söylenen sözler kalıp
sözler arasında yer alır . 
Türk kültürünün söz varlığına yansıyan boyutu pek çok kavram
alanında kendisini gösterir. En açık örneklerinden biri, ilişki sözlerinin
Türkçedeki çeşitliliği ve zenginliğidir.
Hayatın her anında yaşanan olaylar için Türkçede ayrı ayrı ilişki sözleri
bulunmaktadır: Tıraş olana, yıkanana sıhhatler olsun,
Bir işle uğraşana kolay gelsin,
Evlenenlere bir yastıkta kocayın,
Çocuğu olana Allah analı babalı büyütsün,
Beklediği kişi geldiğinde veya uzun süredir beklenen bir iş 
gerçekleştiğinde gözün aydın,
Bir bardak su verene su gibi aziz ol vb.
Gıyabında bir kişiden övgü ile söz edileceği zaman dinleyenlerin
alınmaması için sizden iyi olmasın, olumsuz davranışları bulunanları
örnek verirken sizi tenzih ederim, sözüm meclisten dışarı, dinleyeni
iğrendirebilecek bir yerin pisliğini anlatırken yüzünüze güller türünden
nezaket sözleri de başka dillerde örneği pek görülmeyen ifadelerdir.
İlişki ve nezaket sözleri, gündelik hayatta, iş dünyasında
insanlarla doğrudan ve sağlıklı bir iletişim kurmamıza yardımcı
olabilecek dil zenginliğimizdir.
DÜNYA DİLLERİNİN TÜRK DİLİNE ETKİSİ

Köklü bir geçmişe sahip olan Türkçe, Türklerin, tarih içerisinde


değişik toplumlarla karşılaşması ve onlardan etkilenmesi ile farklı
dillerin etkisine girmiştir.
Her dönemde, diller birbirini etkilemiş ve sözcük alışverişinde
bulunmuştur. Ancak, kimi zaman bu alışveriş, bir dilin diğerine baskısı
şeklinde olmuştur.
Türklerin İslamiyetle tanışmaları, Arap kültürüne ilgi
duymalarıyla birlikte, Türkçe Arapçanın etkisi altına girmiştir. Oysa aynı
dönemlerde 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud, Türkçenin bir gün dünya
dili olacağına inanarak, Araplar’a Türkçeyi öğretmek amacıyla Divanü
Lügati’t Türk adlı sözlüğünü hazırlamıştır.
15.yüzyılın sonlarından 20.yüzyılın başlarına kadar devam eden
dönemde ise, dil eğitimi denince akla Arapça ve Farsça dillerinin
eğitimi gelmiş, dilbilgisi kuralları olarak da bu iki dilin kuralları
öğretilmiştir. Ancak, aynı dönemlerde Anadolu halkı, ninnilerini ve
ağıtlarını Türkçe söylemeye devam etmiştir.
Yunus Emreyle başlayan halk edebiyatı; Hacı Bektaşi Veli,
Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan gibi sanatçılarla devam
etmiş, bu sanatçılar halka halkın diliyle seslenerek, Türkçenin
gelişimine katkıda bulunmuşlardır.
Osmanlı Türkçesi, saray ve çevresindekilerin, aydınların
konuşma ve yazı dili olmuş, halk her zaman Türkçe konuşmuştur.
Tanzimat Döneminde batıyla ilişkiler sonucunda da Fransızca
sözcükler Türkçeye girmiş, fakat bir önceki dönem gibi dilin yapısını
zorlamamış, etki sözcük düzeyinde kalmıştır.
2. Dünya savaşından sonra süper güç haline gelen Amerika’nın
bilim ve teknoloji alanlarında ilerlemesine paralel olarak kültürel
anlamda da gelişmesi, birçok ülke dili ile birlikte Türkçeyi de etkisi
altına almıştır.
Ülkemizde yabancı dille eğitim yapan kurumlar 1950’den sonra
birbiri ardı sıra açılmıştır. Bu kurumlarda yabancı dille eğitim verilirken,
o dilin kültürü de çocuklarımıza verilmiştir. Günümüzde de
ilköğretimden üniversiteye kadar pek çok okulda, İngilizce ile eğitim
devam etmektedir.
Azerbaycan Türkçesi, son iki yüz yıl içerisinde Rusçayla çok sıkı
dil alakaları yaşamıştır.
Azerbaycan Türkçesinde, Rusçadan alınan veya Rusça
vasıtasıyla çeşitli Batı dillerinden alınan çok sayıda kelime
kullanılmaktadır.
Bugün bazı iç görünümlü nitelikteki atasözü ve deyimlerimizin
etimolojilerinin belirlenmesinde söz konusu dil alakalarından
yararlanmak mümkündür.
Hem dil dışı hem de dil içi etkenlerin etkileşimiyle gerçekleşen somut
dil alakalarının değerlendirilmesi bakımından Fransız bilgini J.
Vandries`in aşağıda yer alan görüşü de ilgi çekicidir: “Hiç bir zaman her
hangi bir dil yabancı etkileşim olmadan gelişemez; tam tersi komşu
dillerin onu etkilemesi genelde onun gelişiminde büyük önem taşır.
Dillerin birbiriyle temas halinde olması tarihi bir gerekçedir ve 
bu temas bir dilin diğerini etkilemesine yol açmaktadır.
Türklerin dünya halkları birlikteliğindeki kültürel ilişki ve sosyal
bağlarının kökenleri, en eski çağlara kadar uzanır. En eski
dönemlerden beri gerek siyaset gerekse din ve ticaret, millet ve 
halkların birbiriyle kültürel ve sosyal ilişkisini sağlamıştır. Bu ilişkiler
ise, akabinde bir takım somut bilişsel etkileşimlerin ortaya çıkmasına
yol açmıştır. 
Bunların başında ise kuşkusuz dil alakaları gelmektedir. Milletler ve 
halklar, tarih boyunca birbirinin dillerini öğrenmiş ve birbirinin
dilinden yararlanmışlardır. 
ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİNDE YABANCI DİLLERİN
ETKİSİ
Türk dilinin kuramsal olarak Proto Türkçe diğer bir deyişle Ana
Türkçe döneminden sonra gelen ve Türkçenin yazılı metinlerle bilinen en
eski devresi Eski Türkçe olarak adlandırılmaktadır.
Bu dönem bugünkü bilgilerimiz ışığında Türk dilinin en eski yazılı
belgelerinin bulunduğu devreyi kapsamaktadır. Bu dönem ayrıca
Türkçenin işlek bir yazı dili olarak kullanıldığını da belgelendirebildiğimiz
en eski dönemidir.
Bu döneme ait yazılı belgeler incelendiğinde, yazı dili tarihinin, edebî dil
olarak çok eskilere kadar gittiği açıkça görülmektedir.
Eski Türkçe döneminde siyasî coğrafyaya hâkim unsur, 6.
yüzyılın ortalarında Batı Moğolistan’daki Altay dağları bölgesinde
yaşayan ve aynı tarihte Çin’in kuzeyinde bugünkü Moğolistan’da, büyük
bir devlet kuran (550‐630, 680‐745) Eski Türkler yani Köktürklerdi.
Bu dönemdeki söz konusu Türkçe de bu Köktürklerin diliydi. Ayrıca bu
dil 8. yüzyıl ortalarında Moğolistan’daki Köktürk egemenliğine son
vererek orada bir devlet kuran Uygurlarla (745‐840), Şincan’daki Tarım
havzasında Koço‐Turfan Uygur devletini (850‐ 1250) kuran yerleşik
Maniheist ve Budist Uygurların da diliydi.
Teknik olarak Eski Türkçe dönemi kendi içinde Köktürkçe ve 
Uygurca olarak ikiye ayrılmaktadır.
Bu iki dönem arasındaki farklar fazla olmayıp, Eski Türk çağında 11.
yüzyıla kadar tek Türk yazı dili geleneği hâkim olmuştur. Aynı yazı dili
bazı fonetik farklılıklarla ve değişen alfabelerle sürekliliğini korumuş ve
işlek bir edebî dil olarak varlığını sürdürmüştür.
Uygurca yazma eserlerin çoğu Soğd yazısının işlek biçiminden
geliştirilmiş Uygur alfabesiyle yazılmıştır. Bu alfabe Türklerin Türk dilini
yazmak için kullandığı ikinci alfabedir.
Bunun yanında az da olsa bir kısım metinler Mani alfabesi ile
yazılmıştır.
Yerleşik hayattaki Uygurlar Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlık
çevresinde çok zengin bir edebiyat yarattılar. Bu dinlere ait dinî eserler
Uygurcaya çevrilmeye başlandı. Birçok din kitabı Soğdca, Çince,
Toharca, Sanskrit ve Tibetçeden Uygurcaya çevrildi.
YABANCI DİLLERİN TÜRKİYE TÜRKÇESİNE
ETKİSİ

Önceleri Çince, Sanskritçe, Soğdca, Toharca gibi dillerden


etkilenen Türkçenin söz varlığının, İslam uygarlığı çevresinde ise
Arapçadan, Farsçadan, etkilenmeye başladığı gözlenir. Bununla Birlikte
Batı oğuz Türkçesi temelinde gelişen ve Türkiye Türkçesinin ilk dönemi
olan Eski Anadolu Türkçesinde Arapça, Farsça alıntılar yine de belirli bir
düzeyde kalmıştır.
Türkçede karşılığı bulunan sözcüklerin yerine de alıntı sözlerin
kullanılması halk dilinden kopuk bir yüksek zümre dilinin doğuşuna yol
açmıştır.
Göz sözcüğü yerine dide, kaş sözcüğü yerine ebru, dudak sözcüğü
yerine leb, yıldız sözcüğü yerine necm, kevkeb, ahter veya sitare gibi
pek çok Arapça ve Farsça sözcük Türk dilini etkilemiştir.
OSMANLI TÜRKÇESİNDE YABANCI DİLLERİN
ETKİSİ
Bu etkilenme yalnızca söz varlığıyla sınırlı kalmamıştır. Yabancı
dil bilgisi ögeleri ve kuralları da giderek artan bir yoğunlukta Türkçeye
geçmeye başlamıştır.
Osmanlı Türkçesi olarak adlandırdığımız Türkçenin 16.
yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar olan döneminde Arapça, Farsça
dil bilgisi kuralları ve ögeleri de dilin yapısına etki etmeye başlamıştır.
Örnek: Kitaplar yerine kütüb, şairler yerine şuara, yetimler yerine
eytam, memurlar yerine memurin gibi.
• Türkçede ikili çokluk bulunmamasına, bu durumun sayı sıfatlarıyla
kurulan tamlamalarla ifade edilmesine karşın Arapçadan ikili çokluk
biçimin de alıntılanmasına örnekler: iki devlet yerine devleteyn, iki
taraf yerine tarafeyn, iki muhterem yerine muhteremeyn vb.
• Tamlamalarda tamlayanın tamlanandan önce gelmesi kuralı
Türkçenin en belirgin özelliği iken Farsçadan ve Arapçadan geçen
tamlamalarda tamlananın önce, tamlayanın sonra gelmesine
örnekler: İslâm dini yerine din‐i İslâm, İstanbul şehri yerine şehr‐i
İstanbul, Osmanlı Devleti yerine Devlet‐i Osmaniye, mülkün mâliki
yerine mâlikü’l ‐mülk vb.
• Eklemeli bir dil olan Türkçede bütün eklerin son ek olmasına, ön ek
bulunmamasına karşın Farsçadan, Arapçadan ön ek ve edatların
alıntılanmasına örnekler: bî‐baht ‘bahtsız’, na‐mert ‘mert olmayan,
alçak’, hem‐cins ‘türdeş’, lâ‐mekân ‘mekânsız’, gayrimenkul ‘taşınmaz’
vb.
• Söyleyişte Türkçeleşen âbnûs, dîvâr, enbâr, nerdübân sözleri abanoz,
duvar, ambar, merdiven gibi alıntılar bütün ısrarlara karşın halkın
benimsediği biçimlerle söz varlığımıza yerleşmiştir.
• Osmanlı Türkçesi döneminde Arapçanın söz varlığından, kurallarından
ve özelliklerinden yararlanılmıştır. Uçak için tayr kökünden tayyare,
gezegen için seyr kökünden seyyare, ülkü için fikr kökünden mefkûre
türetilmiştir.
Farsça nazük sözünden Arapça çekim kurallarına göre nezaket
sözünün türetilmesi ilginç bir örnektir. Farsça ve Arapçada nezaket diye
bir sözcük yokken Osmanlı Türkçesinde türetilen bu sözcük, günümüz
Türkçesinde hâlâ kullanılmaktadır.
BATI DİLLERİNİN TÜRKÇEYE ETKİSİ

Önceleri batıya ilgisiz kalan Osmanlı Devleti, sonraları Avrupa


ülkelerine sefirler yollamaya başlamıştır.
Fransa, Almanya ve Rusya'yı anlatan sefaretnamelerde pek çok
yabancı kelime geçmektedir.
Kapitülasyonlar dolayısıyla Fransa ile kurulan dostça ilişkiler sonunda
bu dilin Türkçe üzerinde ciddi etkileri belirmeye başlamıştır.
Tanzimat'tan sonra bile Batı denince çoğunlukla Fransa
anlaşılmıştır. Birçok aydın bu ülkenin dil ve kültürü ile yakından
tanışmıştır. Bugün bile Batı dillerinden alınan kelimelerin çoğu
Fransızcadaki telaffuzuna göre kullanılmaktadır.
Tanzimat'a kadar dış ülkelerde beş elçiliği bulunan Osmanlı
Devleti, Tanzimat döneminde dokuz elçilik daha açmış ve birçok Avrupa
başkentine Türk elçiler göndermiştir. Diplomatlarımız yalnız yabancılarla
yaptıkları yazışmalarda değil, kendi aralarında da Fransızca kullanmaya
başlamışlar, bir sonraki aşamada ise Fransızcayı Hariciyenin resmi dili
kabul etmişlerdir.
• Tanzimat nesli dediğimiz aydınlar zümresi dil meselesi üzerine
dikkatle eğilmek ihtiyacını duydukları zaman Türkçenin içinde
bulunduğu durum şu idi :
• Yazı dili ile konuşma dili arasında, hem kelime hazinesi, hem de
ifade şekli bakımından derin bir uçurum vardı.
• Konuşma dili temiz bir Türkçe, yazı dili ise yabancı unsurlarla dolu,
zevksiz ve anlaşılmaz bir Osmanlıca idi.
• Okullarda Türkçe dersleri okutulmayıp, bunun yerine çocuklara
Arapça ve Farsça ile bu dillerin dilbilgisi kuralları öğretilmekteydi.
• Tanzimat devri aydınlarının başlattıkları dil hareketi var olan
kötü şartları ortadan kaldırmak gayesini taşımaktadır.
Tanzimat'tan beri de batı dillerinin, ağırlıklı olarak da önce
Fransızcanın sonra da İngilizcenin etkisi altına girmiştir.
Diğer batı dilleriyle olan etkileşim ise olağan etkileşim sınırlarını
geçmemiştir. Batı dillerinden gelen etkileşim, tıpkı İslami dönemdeki
gibi, kelime düzeyini aşmış, ek alma ve söz dizinini etkileme düzeyine
ulaşmıştır. Batı dillerinden, önce isimler ve sıfatlar alınmış, sonra sıra
zarflara, ünlemlere gelmiştir. Örneğin, ortaklıkları gösteren
yazışmalarda ve özellikle evlenme ve nikâh davetiyelerinde, yazı
dilindeki kullanılışıyla çok sık görmeye başladığımız İngilizce & "and"
bunun habercisi olarak görülmektedir.
Güncel sorunlarımızın en önemlilerinden biri de yabancı (batı)
kökenli sözcüklerin (talk show, mega, medyatik, hit, konsensüs,
konteks, konsept, reyting ve daha yüzlercesi) dilimizde giderek artma
eğilimi göstermesidir.
"1862'lerde yazı dilimizdeki 100 sözcüğün 33'ü Türkçe, 67'sini yabancı
sözcükler teşkil etmekteydi. 70 yıl sonra yani Türk Dil Kurumunun
kurulduğu 1932'de yazı dilimizdeki Türkçe sözcük oranı %43'e
ulaşmıştır.
Dil devriminden kırk altı yıl sonra 1978'de %85'i bulmuştur. Şimdi ise
bu oran yine geriye doğru hızla gitmektedir.
Batı uygarlığı ile girdiğimiz temaslar neticesinde pek çok sözcük
dilimizde kendine bir yer bulabilmiştir.
Türkçeye İtalyancadan giren sözcükler : abluka, acente, alabora antika,
avanta, Avrupa, badana, balo, banka, barbunya, bilet bomba, borsa,
cıvata, ciro, conta, çaçaron, çıma, çikolata, çimento, dalavere, dalyan,
damacana, depozito, düet, dümen vb.
Türkçeye Fransızcadan giren sözcükler : abajur, abone, ajanda,
aktüalite, amorti, atlet, atölye, bagaj, biblo, bisküvi, bronşit, büro,
daktilo, dejenere, dekoratör, direkt, disiplin, editör, egzotik, ekstra,
elips, empoze, etüt vb.
Türkçeye Yunancadan giren sözcükler : aforoz, afyon, alfabe, anahtar,
anormal, aristokrasi, barbar, barut, bezelye, biyopsi, bodrum, cımbız ,
çerez, çinakop, defne, delta, demokrat , efe embriyo, fanus, fasulye,
fesleğen, fırın, fidan, fiske, fol, halat harita, Hıristiyan, hipodrom, hora,
hülya vb.
Türkçeye Latinceden giren sözcükler : ağustos, akvaryum, arena,
balina, biber, boğa, dekar, doçent, doktrin, enginar, fakülte, fok,
gladyatör, iskele, kalsiyum, kandil, kanser vb.
Türkçeye İngilizceden giren sözcükler : aerobik,aysberg, bar, basketbol,
biftek, blucin, buldok, caz, center, cips, faul, film, full‐time, feribot,
Fiber,finiş, flaş, flört, folklor vb.
HER YABANCI SÖZCÜK OLUMSUZ BİR
ETKİLENME MİDİR?
Türk dilinin tarihsel gelişimi içerisinde ilişkide bulunduğu başka
pek çok dil bulunmaktadır. İlk kez karşılaşılan ve kullanılan aygıtları,
ürünleri, kavramları gösteren radyo, telefon; patates, kivi; kravat, broş;
döviz, enflasyon gibi sözcükler ister istemez dilin söz varlığına
girmektedir.
Dilin öz kaynaklarıyla karşılanamayan bu tür bilgi alıntıları, dillerin
kazancı ve zenginliği olarak görülmektedir.
Türkçedeki üzüntü, acı, sıkıntı sözlerinin yanı sıra Arapça veya Farsça
kökenli hüzün, keder, dert, yeis, gam, teessür, ızdırap, elem gibi alıntı
sözcükler, ince anlam farklılıklarıyla söz varlığımızın kazancı olmuştur.
 Dilimizin söz varlığında karşılığı bulunmasına rağmen tamamen özenti
sonucu kullanılan center, consensus, trend vb. gibi sözcükleri
algılamamak gerekir.
TÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ

Türkçenin komşu dilleriyle de sıkı bağlantısı olduğunu söylemek


hatalı olmayacaktır.
Türkçe, özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde, komşu ülke
dillerine pek çok sözcük vermiş, onlardan da almıştır. Söz gelimi Eski
Türkçede büyücü anlamındaki “arvaşçı” sözü Rusçaya “vraç”, Macarcaya
da “orvos” şekilleriyle girmiş ve bu dillerde doktor anlamını almıştır. Yine
Türkçede vadi, yarık anlamlarını taşıyan oprı sözcüğü Rusçaya ovrag
biçimiyle aynı anlamda geçmiştir.
Başka bir çarpıcı verinti örneği ise Eski Türkçedeki
“köşik”/”köşige” sözcüğüdür.
Sözcüğümüz gölgeli, loş, köşk anlamını taşır ve dilden dile geçmiştir. Söz
gelimi Arapçada “keşk”/“kuşk”, Farsçada “kûşk”, İngilizce, Almanca ve
Rusçada “kiosk”, İtalyancada “chiosco”, Fransızcada “kiosque”
biçimlerini almıştır ve aşağı yukarı benzer anlamdadır.
Dilimizin bir bilgi ve kültür dili olmasına kanıt olarak giyinme ve
beslenme konusunda Arapça, Farsça, Rusça, Romence, Bulgarca, Sırp‐
Hırvatça, Arnavutça, Yunanca, Macarca gibi dillere 1529 sözcüğü
vermesini gösterebiliriz.
Yoğurt, köşk, çakal gibi bazı sözcükler birkaç dile birden
geçmiştir.
Türkçeden en fazla sözcüğün geçtiği dil Sırpçadır. Bir zamanlar
dokuz bine yakın sözcüğün bulunduğu belirlenmiştir. Bugün Sırpçada
sayısı yedi bine yaklaşan Türkçe alıntıdan badžànak ‘bacanak’, bàlta
‘balta’, dùšek ‘döşek’, jòrgan ‘yorgan’, kàjmak ‘kaymak’, òdžak ‘ocak’
bunlardan yalnızca birkaçıdır.
Bulgarcadan Türkçeye geçen yirmi iki söze karşılık Bulgarcada
ajràn ‘ayran’, bej ‘bey’, boyadžiya ‘boyacı’, gjuvèc ‘güveç’, djuzen
‘düzen’, djušeme ‘döşeme’ gibi yaklaşık altı yüz Türkçe alıntı
kullanılmıştır.
Türkçedeki bir Arnavutça alıntı söze karşılık Arnavutçada birkaç
yüz Türkçe alıntı belirlenmiştir.
Macarca on beş alıntıya karşın Türkçenin bu dile verdiği sözcük
sayısı bine yakındır. Bu sözcükler içerisinde Türkçe ile tarihsel ilişkileri
bulunan Macarların en eski dönemlerinde Türkçeden alıntıları
Türkolojinin ilgi çekici konularından biridir.
Alıntıladığımız herhangi bir sözcük olmamasına karşın
Rumenceye verdiğimiz Türkçe sözlerin sayısı da birkaç yüzdür.
Rusçadan Türkiye Türkçesine geçen otuz dokuz söze karşılık
Rusçanın Türk yazı dillerinden lehçelerinden alıntılarının sayısı bin beş
yüzün üzerindedir.
Tüm bu ifadelerden sonra dilimizdeki verinti sözcüklerinin
sayılarak bitirilmeyeceğini biliyoruz.
Bu konudaki en kapsamlı çalışmalardan birini Prof. Dr. Günay Karaağaç
“Verinti Sözlüğü” adlı eseriyle yapmıştır. Eserde Rusçaya 2 bin 500,
Bulgarcaya 3 bin 500, Sırpçaya 9 bin, Rumenceye 3 bin, Farsçaya 3 bin,
Çinceye 300, Ukraynacaya 800, Finceye 118 kelime verildiği açıkça
belirtilmiştir.
Sonuç olarak Türkçe, diğer dillerden sadece sözcük ve bilgi alan
bir dil değil, pek çok sözcük ve bilgi veren bir dildir. Türkçenin gücüne bir
de bu yönden bakmak oldukça isabetli bir bakış açısı olacaktır.
TÜRK DİLİNİN YAYILMA ALANLARI

Türk dili bugün batıda Balkanların uçlarından doğuda Büyük


Okyanus’a, kuzeyde Kuzey Buz Denizinden, güneyde Tibet’e kadar
uzanan çok geniş bir alanda dağınık olarak konuşulmaktadır.
Türk dili tarihî gelişim seyri içinde dilin kendi doğal yapısından
kaynaklanan değişmeler yanında çeşitli coğrafî dağılımlar, farklı sosyo‐
kültürel çevrelerle ilişki gibi dış faktörlerle bütün dillerde olduğu gibi
bir yandan değişmiş, bir yandan da kollara, diyalektlere ayrılmıştır.
Türkler tarih sahnesine çıktıkları dönemlerde bugünkü Moğol,
Mançu ve Tunguzların atalarıyla, güneyde Çinlilerle, batıda Fin‐
Ugorlarla temas hâlinde bulunmuşlardır. Daha sonra batı ve
güneybatıya yayılan Türkler Hint, İran ve Bizans medeniyetleri ile
tanışmışlar ve İslâmiyet ile tanışmalarından sonra da Arap ve İran
muhiti ile sıkı ilişki içine girmişlerdir.
Çin, Sanskrit ve Slav dillerinden de Türkçeye birçok kelime
girmiştir. Ancak tüm bu saydığımız dillerle Türkçenin yapıca ilişkisi
yoktur.
Bunun yanında Fin‐Ugor, Moğol, Tunguz, Kore ve Japon dilleri için aynı
şeyi söyleyemiyoruz. Bu dillerin bazılarıyla Türk dilleri arasında önemli
benzerlikler vardır.
Türkçe; Moğolca ve Mançu‐Tunguzca, bunun yanında son
yıllarda dâhil edilen Kore ve Japon dilleri ile birlikte Altay dil ailesinin bir
üyesidir.
Proto*‐Ogur kolunun bugünkü modern alandaki tek temsilcisi Çuvaş
lehçesi; tarihsel temsilcisi ise Eski Bulgar Türkçesidir. Bulgar Türkçesi, 5.
ve 6. yüzyıllarda Kuzey Kafkasya’da ve Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan
Bulgar Türklerinin dili idi.
Bugün elimizde Bulgar Türkçesiyle ilgili çok sınırlı bir dil malzemesi
vardır. Bu tarihî dil bilgileri bugün eski Bulgarca ile Çuvaşça arasındaki
ilişkiyi ortaya koyması bakımından önemlidir.
*Kurulmuş veya tasarlanmış dil.
Çuvaşça dışında kalan bütün tarihî ve modern Türk yazı dilleri
ise z/ş yönünde gelişme gösteren Proto‐Oguz kolunu temsil etmektedir.

Türk dilinin en eski yazılı kaynaklarının olduğu Eski Türkçe


(KökTürk‐Uygur), Orta Türkçe (Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Çağatay, Eski
Anadolu Türkçesi) tarihî yazı dilleri dönemi ile Çuvaşça dışındaki
bugünkü yazı dilleri ve ağızları bu kola aittir.

Eski Türk (Eski Türkçe dönemi) çağından bugüne kalmış olan


Türk‐runik yazılı belgeleri oldukça geniş bir coğrafî alana yayılmıştır:
Güney Sibirya’da yukarı Yenisey yöresinde, Abakan‐Minusinsk ve Tuva
bölgesinde, Kuzeydoğu Sibiryada Baykal gölü ve Lena kıyısında,
Moğolistan’ın türlü yörelerinde
(en çok Orhon ve Selenga ırmakları boyunda) Kırgızistan ve
Kazakistan’ın türlü yörelerinde yer almaktadır.
Eski Türk çağında 11. yüzyıla kadar tek Türk yazı dili geleneği
hâkim olmuştur. Aynı yazı dili bazı fonetik farklılıklarla ve değişen
alfabelerle sürekliliğini korumuş ve işlek bir edebî dil olarak varlığını
sürdürmüştür.
Uygurca yazma eserlerin çoğu Soğd yazısının işlek biçiminden
geliştirilmiş Uygur alfabesiyle yazılmıştır. Bu alfabe Türklerin Türk dilini
yazmak için kullandığı ikinci alfabedir. Bunun yanında az da olsa bir
kısım metinler Mani alfabesi ile yazılmıştır.
Yerleşik hayattaki Uygurlar Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlık
çevresinde çok zengin bir edebiyat yarattılar. Bu dinlere ait dinî eserler
Uygurcaya çevrilmeye başlandı. Birçok din kitabı Soğdca, Çince,
Toharca, Sanskrit ve Tibetçeden Uygurcaya çevrildi.
Ayrıca Geç Uygur dönemine ait, Uygurların sosyal ve ekonomik
düzenleri ile ilgili sivil belgeler de bugün için elimizde yer alan önemli
belgelerdendir.
Bu döneme ait eserler, 19. yy sonu 20. yy başında Çin’e,
Şincan’a yapılan geziler sırasında elde edilmiştir. Bu eserler bugün
Avrupa merkezlerinde özellikle Doğu Almanyada, Berlinde, Londrada
British Museumda, Pariste Bibliotek Nasyonelde, Leningratta Asya
müzesinde, Pekinde, ayrıca Japonyada Kyotoda bulunmaktadır.
Orta Türkçe dönemi (11‐16.yy) başlamıştır. Bu dönemde Orta
Asya steplerinden çıkan Türk toplulukları Avrasya ve ön Afrika
coğrafyasına yayılmaya başlamışlardır.

Ogurlar ve Kıpçaklar, Kıpçak bozkırlarına (Deşt‐i Kıpçak) ve Mısır‐Suriye


bölgesine; diğer eski Türk toplulukları batıya, Avrasya derinliklerine;
Uygurlar güneye, Şincan’a; Oğuzlar ise güneybatıya, İran, Anadolu ve
Balkanlara yönelmişlerdir.

Böylelikle Türk dilli toplulukları, Avrasya ve Afrika coğrafyasında, çok


sayıda siyasî oluşumun, devletin içinde, en eski dönemlerden itibaren
tarihsel gelişmeleri belirleyici birer öge olarak tarih sahnesinde yer
almışlardır.
• Oldukça uzun bir süreci kapsayan Orta Türkçe dönemi içinde,
sınırları yer yer birbiri içine geçen çeşitli yazı dilleri oluşmaya
başlamıştır. Bu dönem çeşitli Türk yazı dillerinin oluşma dönemidir. Bu
dönemdeki yazı dillerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
• Karahanlı Türkçesi (11‐13. yy)
• Harezm Türkçesi (14.yy)
• Kıpçak Türkçesi (Altın Orda Kıpçak Türkçesi) (13‐16. yy), Memlûk
Kıpçak Türkçesi (14‐16. yy), Ermeni Kıpçakçası (16‐17. yy)
• Eski Anadolu Türkçesi (13‐15. yy)
• Çağatay Türkçesi (15‐19.yy)
Genel çizgileriyle Selçuklu Devletinin yıkılışından Osmanlı
Devletinin kuruluşuna kadar geçen dönemi kapsayan 13‐15.
yüzyılardaki Oğuz Türkçesi temelinde Batı Türk yazı dili, Doğu Türk yazı
dilinden ayrı, müstakil bir gelişme seyri göstermiştir.

Anadolu bölgesinin geçirdiği siyasi ve sosyal gelişmelere paralel olarak


Eski Anadolu Türkçesi kendi içinde üç alt bölüme ayrılır.
1. Selçuklu Dönemi Türkçesi (11‐13.yy)
2. Beylikler Dönemi Türkçesi (14.‐15yy)
3. Osmanlı Türkçesine Geçiş Dönemi (15.yy ortaları)
Çağatay Türkçesi dönemi (15.yy‐19.yy sonu) Orta Türkçenin
son dönemini temsil eden Çağatay Türkçesi ise 15. yüzyıldan 20. yüzyıl
başlarına kadar devam eden yazı dili dönemidir.
Çağatayca Rus ve Sovyet politikasının doğal bir gereği ve
sonucu olarak var olan ağızların ve lehçelerin yazı diline
dönüştürülmesi ile, yerini Modern Özbekçeye ve Yeni Uygurcaya
bırakarak tarih sahnesinden çekilmiştir.
( Yeni Türkçe dönemi‐16.yy ve sonrası) Balkanları, Anadolu’yu
ve Azerbaycan’ı içine alan ve Oğuz temelinde şekillenen Batı Türk yazı
dili ile Uygur‐Karluk ağzı temelinde şekillenen İdil‐Ural ve Orta Asya
sahasını içine alan Doğu Türk yazı dilidir.
Her iki yazı dilinin sınırları çeşitli sosyal, siyasî ve coğrafî
hareketlenmelerle birbirine yer yer geçmiş, aralarındaki organik bağı
korumuş, ayrıca bulunduğu coğrafya içinde etnik unsurlarının da yazı
diline dahil edilmesiyle yazı dili gelişim süreçleri tamamlanmıştır.
Modern Türk dili dönemi (20.yy‐) Modern Türk Dili alanı
Balkanlardan Büyük Okyanusa, Kuzey Buz Denizinden Tibet'e kadar
uzanan çok geniş bir alandır.

Bugün Türk lehçelerinin büyük bir kısmı devlet dili, yazı dili, edebî dil,
edebiyat dili, vb. statüsünde kullanılmaktadır.

Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan


Cumhuriyetleri; Rusya Federasyonu içinde Tataristan, Başkurdistan,
Çuvaş, Kabartay‐Balkar, Karaçay‐Çerkes, Dağıstan, Tuva, Saha (Yakut),
Altay, Hakas Cumhuriyetlerinde belirtilen statüye sahiptir.
GÜNEY‐BATI TÜRK LEHÇELERİ (OĞUZ)

• Türkiye Türkçesi
• Azeri Türkçesi
• Gagauz Türkçesi
• Türkmen Türkçesi
• Horasan Türkçesi
Oğuz lehçelerinin konuşulduğu coğrafyayı ve tahmini konuşur 
sayılarını şu şekilde verebiliriz:
1. Türkiye Türkçesi

• Türkiye (70.000.000)
• Bulgaristan (tahminen 1.000.000)
• Kıbrıs (150.000)
• Avusturalya (40.000)
• Makedonya (80.000)
• Romanya (24.000)
• Eski Yugoslavya topraklarında (tahmini 20.000)
• Yunanistan (tahmini 150.000)
• Batı Avrupa ülkeleri (2.000.000 üstünde)

• 2. Azeri Türkçesi
• Azerbaycan (6.000.000)
• Ermenistan (40.000)
• Gürcistan (300.000)
• İran (13.000.000)
• Irak (400.000)
3. Gagauz Türkçesi 4. Türkmen Türkçesi
• Moldova (150.000) • Türkmenistan (3.000.000)
• Bulgaristan (5000) • Afganistan (380.000)
• Kazakistan (1000) • İran (500.000)
• Romanya (bilinmiyor) • Irak (400.000)
• Rusya Federasyonu (10.000)
• (Kafkaslar) 5. Horasan Türkçesi
• Ukrayna (32.000) • İran (2.000.000)
KUZEY‐BATI ~ KIPÇAK TÜRK LEHÇELERİ

• Tatarca • Karaçay‐Balkarca
• Başkurtça • Kumukça
• Kırgızca • Karayimce
• Kazakça • Kırım Tatarcası
• Karakalpakça • Nogayca
1. TATARCA

• ABD (1000) • Türkiye (25.000)
• Avrupa ülkeleri (8000) • Finlandiya (1000)
• Ukrayna (86.000) • Kazakistan (340.000)
• Tacikistan (72.000) • Romanya (24.000)
• Rusya Fed. Başkurdistan 
• Rusya Fed. Tataristan 
(1.000.000)
(2.000.000)
• Çin (5000)
• Bulgaristan (11.000)
Başkurtça Kazakça

• Rusya Fed. Başkurdistan  • Kazakistan (7.300.000)
(1.000.000) • Afganistan (2000)
3. Kırgızca • Çin (1.000.000)
• Kırgızistan (2.400.000) • Moğolistan (100.000)
• Afganistan (500) • Türkmenistan (80.000)
• Çin (140.000) • Özbekistan (900.000)
• 5. Karakalpakça • Kumukça
• Özbekistan (450.000) • Rusya Fed. Kafkaslar (300.000)
• Afganistan (2000) • 9. Karayimce
• 6. Nogayca • Litvanya (50)
• Rusya Fed. Kafkaslar (77.000) • Polonya (20)
• 7. Karaçay‐Balkarca • Ukrayna (6)
• Rusya Fed. Kafkaslar (70.000)  • 10. Kırım Tatarcası
(Karaçayca) • Kırım (200.000)
• (40.000) (Balkarca)
GÜNEY‐DOĞU ~ UYGUR ~ KARLUK LEHÇELERİ

• Özbekçe
• Uygurca
• Sarı Uygurca
• Salarca
• Özbekçe • Yeni Uygurca

• Özbekistan (16.000.000) • Çin (8.300.000)
• Afganistan (1.400.000) • Kazakistan (245.000)
• Çin (15.000)
• Moğolistan (1000)
• Kazakistan (350.000)
• Sarı Uygurca
• Kırgızistan (600.000)
• Çin (5000)
• Tacikistan (1.000.000)
• Salarca
• Türkmenistan (350.000)
• Çin (74.000)
KUZEY‐DOĞU ~ SİBİRYA TÜRK LEHÇELERİ

• Yakutça (Sahaca) • Yakutça (Sahaca)
• Tuvaca • Rusya Fed. Yakutistan
(400.000)
• Hakasça
• Tuvaca
• Altayca
• Rusya Fed. (Altay bölgesi ve 
Güney sibirya) (200.000)
• Moğolistan (6000)
• Çin (400)
• Hakasça • Çuvaşça bugün Türk dilleri 
arasında bir üst‐lehçe 
konumundadır ve lehçe tasnifinde 
• Rusya Fed. Hakas otonom  ayrı bir grupta değerlendirilmelidir.
cum. (58.000)
• Çuvaşistan (900.000)
• (10.000) (Şorca)
• Tataristan (135.000)
• Altayca
• Başkurdistan (119.000)
• Rusya Fed. (52.000) (Oyrotça, 
Teleütçe)
HALAÇLAR

• Orta İran’da konuşulan bu Türk lehçesi yakın tarihte Alman Türkolog 
G. Doerfer tarafından keşfedilmiştir (1968).
• İran (28.000)
• Halaççanın bir yazı dili yoktur.
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK
KAYNAKLAR
• Aydın Güler, Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi, 2010.
• Aksan, D. (1972). Türk Dili Zengin Bir Dil midir?, Türk Dili, 248, s. 119‐
123
• A. Melek ÖZYETGİN, TARİHTEN BUGÜNE TÜRK DİLİ ALANI, Ankara.
• Ahmet Turan SİNAN, Sezgin DEMİR, DİL BİLİMİNİ SEVDİREN ADAM: 
PROF. DR. DOĞAN AKSAN (1929‐2010), Turkish Studies International 
Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or 
Turkic Volume 5/4 Fall 2010.
• Ayşe BAŞÇETİNÇELİK, DİL TOPLUMUN ONURUDUR, Çukurova
Üniversitesi Rektörlüğü Türk Dili Bölümü.
• BARUTCU ÖZÖNDER, F. Sema, “Eski Türklerde Dil ve Edebiyat”, 
Türkler, C.III, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, 481‐501. 
• Cengiz TOSUN, Dil Zenginliği, Yozlaşma ve Türkçe, Journal of Language 
and Linguistic Studies Vol.1, No.2, october 2005 
• Dilek ERENOĞLU, GÜVÂHÎ’DEN GÜNÜMÜZE ATASÖZLERİ VE 
DEYİMLER, Turkish Studies International Periodical For the 
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 
Fall 2007.
• F. Sema Barutcu Özönder, “Eski Türklerde Dil ve Edebiyat”, Türkler, 
C.III, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, 481‐501;. 
• Gülseren TOR , MERSİN'DEN BİRKAÇ KALlP SÖZ (İLİŞKİ SÖZÜ) 
ÜZERİNE , Adana,2012.
• Günay Karaağaç, Dil, Tarih ve İnsan, Akçağ Yay. , Ankara 2005, s.102‐
103
• Günay Karaağaç, a.g.e. , s.106
• Günay Karaağaç, a.g.e. , s.113
• Halûk Akalın, Süer Eker, Vahit Türk, Serap Cavkaytar, Sema
Aslan Demir (2015). Türk Dili-I , Anadolu Üniversitesi Yayınları,
No: 3178, Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 2069, Eskişehir,
s.189-202
• İsa SARI, DİL ETKİLEŞİMİ BAĞLAMINDA SES‐ANLAM EŞLEMESİ VE 
TÜRKÇEDEKİ ÖRNEKLERİ, T ü r k K ü lt ü r ü 2013/1: 1‐27. © Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 2013.
• Murat Aka, AHAT ÜSTÜNER, TÜRKÇENİN TARİHΠGELİŞMESİ, ELAZIĞ, 
2012, 262 S.  Turkish Studies ‐ International Periodical For The 
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, 
Fall 2012, p. 3371‐3374, ANKARA‐TURKEY 
• Nermine MEMMEDOVA, AKRABA OLMAYAN DİLLERİN BİRBİRİNE 
ETKİSİ VE BU ETKİLEŞİMİN SONUÇLARI, Millî Folklor, 2009, Y›l 21, 
Say› 83
• Selim EMİROĞLU, TÜRKÇE SÖZLÜKTEKİ AKRABALIK ADLARININ 
TASNİFİ, Turkish Studies ‐ International Periodical For The Languages, 
Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall 2012, p. 
1691‐1710, ANKARA‐TURKEY
• Semih Tezcan “En Eski Türk Dili ve Yazını”, Bilim, Kültür ve Öğretim
Dili Olarak Türkçe, TTK yayınları, Ankara 1978, 271‐383

You might also like