You are on page 1of 5

DİL – KÜLTÜR İLİŞKİSİ

Dil ve Kültür yüzyıllardır birlikte ilerleyen, gelişmeleri birbirlerine borçlu olan iki kavramdır. Dil, insanlar arasında iletişimi
sağlayan bir araçtır. Kültür, ise bir milletin tarih boyunca ortaya koyduğu ve nesilden nesile birikerek dil vasıtasıyla aktardığı
maddi manevi bütün özelliklerdir.

İnsan bütün ihtiyaçlarını, hislerini, düşüncelerini dil ile başkalarına aktarır. Dil ile düşünür. Bu özelliğiyle dil, insan kimliğinin
ve kültürünün oluşmasında en önemli unsurdur. Kültürel birikim de insanlar arasında kuşaktan kuşağa konuşarak, dil
aracılığıyla aktarılıyor.

Bir toplumun oyunları, yemekleri, inançları, eğlenceleri, görgüleri, ahlakları, düğünleri vs. aklınıza ne geliyorsa hepsi o
toplumun kültürünü meydana getirir. İşte bu unsurlar nesilden nesile dil aracılığıyla aktarılır. Bir milleti millet yapan
değerlerin başında dil vardır. Türk toplumunun en önemli ortak özelliği dildir.

Dil ile kültür arasındaki ilişkiyi şu şekilde özetleyebiliriz:

– Dil ve kültür bir sandalyenin ayakları gibidir. Hangisini çıkarırsanız çıkarın o sandalye düşer.

– Dil, kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasındaki en önemli araçtır.

– Dil de kültür de toplumun yaşayışından izler taşır.

– Dil de kültür de bir milleti millet yapan en önemli unsurlardandır.

Türkçe, tarihi çok eskilere dayanan bir dil olduğu için çeşitli aşamalardan geçmiş ve belirli bölünmeler yaşamıştır. İşte bu
bölünmeler neticesinde Lehçe, Şive ve Ağız gibi farklı oluşumlar meydana gelmiştir.

LEHÇE

Bir dilin tarihin en eski dönemlerinde ayrılmış koludur. Bu dönemler tarihin bilinmeyen dönemlerine denk gelir. Tespit etmek
için yeterli derecede belge, kaynak yoktur. Bu sebeple bu dönemdeki ayrılışın sebepleri üzerine çok fazla yorum yapılamaz.
Tarihin çok eski dönemlerinde bu ayrılma yaşandığı için bir dilin iki lehçesi arasında hem ses hem de biçim olarak ciddi
farklılıklar görülür.

Türkler çok farklı coğrafyalarda yaşadıkları, hüküm sürdükleri için Türkçenin eski dönemlerini aydınlatma konusunda yeterli
derecede belge bulmak zordur. Türkçenin bilinen iki lehçesi vardır: Çuvaşça ve Yakutça.

ŞİVE

Bir dilin tarihi bilinen dönemlerinde ayrılan kollarına şive denir. Bu ayrılık yakın zamanlarda olduğu için sebepleri net olarak
ortaya koyulabilir. Türkçenin çok sayıda şivesi vardır. Türkmence, Azerice gibi Orta Asya dilleri Türkçenin birer şivesidir.
Şiveler arasındaki farklılıklar lehçede olduğu kadar farklı değildir. Biçim olarak, sözdizimi olarak farklılık yok denecek kadar
azdır. Fakat seslerde, söyleyişte birtakım değişiklikler vardır.

AĞIZ: Biz aslında bugün “ağız” kelimesinin yerine nedense “şive” kelimesini kullanıyoruz. Ağız, bir dilin farklı coğrafi
bölgelerindeki söyleyiş farklılığıdır. Örneğin Karadeniz Ağzı, Ege Ağzı, İç Anadolu Ağzı, Konya Ağzı gibi. Ağız farklılıkları yazıya
geçirilmez. Sadece söyleyişte kalır.

ARGO: Toplumun belirli bir çevresinin kendine has deyimler ve sözcüklerle oluşturduğu özel bir dildir.

KONUŞMA DİLİ:

İnsanların günlük yaşamlarında iletişim kurmak için kullandıkları dile konuşma dili denir. Konuşma dili yazı diline göre kurallar
konusunda daha esnektir. Çünkü insan yazarken daha çok düşünür. Konuşurken pratiklik ve hızlılık esasına göre
konuştuğumuz için yazı diline göre daha fazla hata yapabiliriz. Konuşma dilinde kurallar ikinci plandadır. Hızlı konuşmak esas
olduğu için bazen hece yutumu yapılabilir. Örneğin “geliyorum” demek yerine “geliyom” denebilir. Konuşma dilindeki bu
farklılıklar yazı diline aktarılmaz.

YAZI DİLİ:

Bir dilde, toplumda ortaklığı sağlamak için kullanılan ortak dile yazı dili denir. Konuşma diline göre daha kurallı ve katıdır.
Konuşma dilindeki farklılıklar yazıya geçirilmez. Yazı dili bir ülkenin her yerinde aynıdır. Yazı dili bir konuşma dilinin ortak yazı
dili seçilmesi ile oluşur. Türkçemizin yazı dili alınan bir kararla İstanbul Ağzıdır. Gazetelerde, dergilerde, makalelerde ve
kitaplarda, resmî yazışmalarda bu ortak yazı dili kullanılır. İkilik yoktur.
DİL – KÜLTÜR İLİŞKİSİ NEDİR?

İnsanlar arasındaki iletişimin en temel araçlarından biri olan dil, milletlerin geçmişten devraldıkları bir mirastır. Dil yoluyla
insanların birbirlerini, geçmişten bugüne ve de geleceğe yönlendirmesi sağlanmaktadır. Ortak dil ortak kader birliği demektir.
Aynı dili konuşan insanların aynı geçmişe sahip oldukları, aynı kültür paylaştıkları, aynı alışkanlık ve değerlere sahip oldukları
bilinmektedir.

Dil bir milletin kültürel değerlerinin başında gelir. Aynı dili konuşan insanlar millet denilen sosyal varlığın temelini oluşturur.
Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir vasıta olduğu için, insan topluluklarını bir yığın veya kitle olmaktan kurtararak,
aralarında duygu ve düşünce birliği olan bir toplum hâline getirir... Dolayısıyla dil ferde toplumunun bağışladığı en büyük
miras ve donanımdır. Bu donanıma yabancılaşma insanların içinde yaşadıkları topluma yabancılaşmasını da beraberinde
getirmektedir.

Çünkü insanların yaşadıkları topluma yabancılaşmadan, ona uyum sağlayarak yani sosyalleşerek hayatlarını devam
ettirmeleri, o toplumun kültürünü, inanç ve değerlerini benimsemeleriyle gerçekleşmektedir. Bu ise nesillere dil yoluyla
aktarılabilmektedir.

Bütün insan kültürünün temelini oluşturan ve insan topluluğunu yaratan dildir. Dilini yüceltemeyen toplumların zamanla
başka kültürlerin tutsaklığında debelenmesi ve kültürünü unutarak yabancılaşması kaçınılmazdır. Çünkü "dil ve kültürde bir
şeyler iyi gitmediği zaman bütün kurumlarda da bir şeyler iyi gitmemeye başlar."

Dil kültürü oluşturan önemli unsurların başında yer alır. Bu konumuyla dil, bir toplumun kültürü içinde şekillenen tüm
birikimleri temsil edecek işlev yüklenmektedir. Günlük alışkanlıklar, öfkeler, sevinçler ve değer yargıları dil yoluyla ifade
edilmekte ve tanımlanmaktadır. Bu işlevi nedeniyle de dil ve kültür arasında kaçınılmaz bir bağ bulunmaktadır. Bu nedenle de
dil ile kültür sürekli etkileşim içindedir.

"Kültür hayatının sağlıklı gelişiminde, benimsenebilir bir dil..., ortak bir dünya görüşü ve hayat anlayışı, anlaşılabilir bir sanat
ve edebiyat telakkisi... gibi unsurların vazgeçilmez bir yeri vardır." Sanatta ve edebiyatta kullanılan dilin anlaşılabilirliği, bu
alanlarda verilecek eserlerle halka inilebilmeyi sağlayacaktır.

"Dil ile ortaya konulan sanat eserleri, diğer alanlara göre daha belli ve göze çarpar nitelikte bir kültür taşıyıcısıdır. Dilin
öğrenilmesi toplumsal/kültürel çevreyle ilgilidir. Çocuğun toplumsal yani dilsel çevresi olmadan dil edinmesi olası
görülmemektedir. Başka bir ifadeyle, dilsel etkileşim, toplumsal/kültürel bağlamın varlığıyla gerçekleşir ve değer kazanır.

Bireylerin birbirleriyle anlaşmalarında, problemlerinin hallinde dilin önemi büyüktür. Edebiyatta, şiirde, sanatta, tiyatroda
halk kitlelerine ulaşacak yani halkın anlayacağı dilden eserler vermek hem halkın bilinçlenmesi hem de eserlerin uzun süre
anlaşılırlığını koruması açısından önemlidir. Geçmişten bugüne intikal eden sözlü ve yazılı kültür ürünlerinin bugüne kadar
varlığını sürdürmelerindeki en büyük etken anlaşılır, sade ve halkın genelinin anlayabileceği bir dille yazılmış, söylenmiş
olanlarıdır.

Dil sadece kelime ve dil bilgisi kurallarından ibaret değildir, her ikisinin de toplamından daha fazla anlamlara ve işlevlere
sahiptir. İnsanların kültüründen, günlük yaşamından, tarihinden ve dünyayı algılama biçimi olan hayat felsefesinden yoğun
olarak etkilenir. Dil sadece kelime ve dil bilgisi kurallarına indirgendiğinde soyut, anlamsız, işlevsiz ve günlük hayatta karşılığı
olmayan harf kümelerine dönüşecektir.

İnsanların anlam dünyaları, hayat felsefeleri ve kültürleri konuştukları dille o kadar iç içe geçmiş ve birbirlerini o kadar
etkilemektedir ki bunları ayrı düşünmek her ikisinin de anlamsız kalmasına yol açacaktır. Toplumsal yapı içerisinde gelişen,
teknolojik gelişmelerden etkilenen ve kültürünü yeniden üreten insan, bu özelliğiyle yaşadığı toplumun kültürel dokusuna ve
hayat felsefesine de etki etmekte, bir anlamda onu dönüştürmektedir. Bir dilin kelime hazinesini zenginleştiren, edebi
yönden estetik ürünler çıkarmasına zemin hazırlayan, yapı olarak esnekliğe ve istisnalara imkân tanıyan o dili konuşan
insanların kültürü ve yaşam felsefesidir. Dil ve kültür, birbirlerini tamamlayan ve anlamlı kılan iki önemli öğedir.

Dil öğretiminde yaşanan sıkıntılardan en önemlisi, öğretilen yabancı dili sadece kelime ve dil bilgisi kurallarından ibaret
sanmak, kültürel ve günlük yaşam kısmını ihmal etmekten kaynaklanmaktadır. Oysa dil kelimelerin ve dil bilgisi yapılarının
rastgele bir araya gelmesinden oluşmaz; kelimelere ve yapılara anlam katan onların kullanıldığı bağlamdır.

Dört temel becerinin (okuma, dinleme, konuşma, yazma) kazandırılması hedeflenen dil öğretiminde, iki temel beceri
(okuma, dinleme), dilde üretilen sesli ve yazılı mesajların anlamlı hale getirilmesiyle kazanılmaktadır. Bu mesajların içeriğinde
günlük yaşamdan, kültürel öğelerden ve hayat felsefesinden kesitler bulunacak ve mesaj bir bütün olarak çözülecektir.

Bir dilin kelime sayısı ve edebi zenginliği o dilin konuşulduğu ülkenin kültürel zenginliği ile yakından ilgilidir! Dolayısıyla etkili
bir dil öğretimi, o dili konuşan insanların kültürel ve toplumsal yapılarının öğrenilmesi ve anlaşılmasıyla gerçekleştirilebilir.
DİL VE KÜLTÜR İLİŞKİSİ

Dil, duygu ve düşüncenin adeta kabıdır. Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi, dil kabına veya kalıbına dökülür ve bu
dil kabı ile yerden yere, nesilden nesile aktarılır. Yazı, dilin sesini kaydeden bir vasıta olarak dilin bir parçasıdır. Fakat kültür,
söz ile de bir millet arasına yayılır. Dil, kültürün temeli olduğuna göre, bir milletin dil ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kültür
kavramına girer.

Dilin duygu ve düşünce ile dolmasının sebebi, günlük hayata çok yakın olmasıdır. Aslında dili yaratan hayat, daha doğrusu
sosyal hayattır.

Dil deyince, konuşulan ve yazılan bütün kelime ve cümleleri anlamak lazımdır. Halk günlük hayatında kelimeleri menşelerine
göre ayırmaz. Onu ilgilendiren, kelimelerin manası, işe yaramasıdır. Dilin kültürle güçlü bir ilişkisi vardır. Bir toplumun maddi
ve manevi alanda ortaya koyduğu eserlerin tümüne kültür denir.

Kültürel varlıklar dil sayesinde aktarılır. Bir ülke sınırları içerisinde dil farklı biçimlerde kullanılabilir. Bu farklılık konuşma dili
ile yazı dilinde görülür. Konuşma dili de lehçe, şive ve ağız gibi bölümlere ayrılır.

DİL VE KÜLTÜR İLİŞKİSİ

Dil, millî hafızanın, millî hatıraların, duyguların ve düşüncelerin, bütün maddî ve manevî değerlerin, bütün buluş ve
yaratışların ortak hazinesidir. Millet denilen insan topluluğunun en önemli sosyal varlığıdır. Kültürün ilk ve temel unsurudur.

Kültür, varlığını nesilden nesile aktarıma borçludur. Kültürün nesilden nesile geçmesi, böylece devamı ve yaşaması kültür
taşıyıcı eserler, eğitim ve öğretim yolu ile olur. Onun içindir ki kültür eserleri, eğitim ve öğretim, kültürün hayat şartıdır.
Dolayısıyla eğitim ve öğretimin esas görevi kültürün aktarımını ve devamını sağlamaktır.

Bir milletin fertleri arasındaki ortak duygu ve düşünce akımı dille kurulabilmektedir. Bu akım dünden bugüne, bugünden
yarına dille aktarılmaktadır. Bundan dolayı dil, aynı zamanda bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi,
coğrafyası, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, ilmi, dünya görüşü ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak
değerleri yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü
orada saklamaktadır.

Gelenek ve görenekler, dünya görüşü, din, sanat, tarih vb. dil sayesinde nesilden nesile aktarılır. Zaten bütün bu unsurların
teşekkül edebilmesi için milletin meydana gelmiş olması lazımdır. Milletin ve öteki kültür unsurlarının oluşmasında en başta
gelen dildir.

Kültür denilince ilk akla gelen şey dildir. Dil, millet denilen sosyal varlığı birleştirmektedir. Fertler arasında duygu ve düşünce
birliği vücuda getirmektedir. Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince daha sağlam bir birlik meydana geliyor. Çünkü
yazı sayesinde duygu ve düşünceler hem zaman hem de mekân içinde yayılıyor.

Edebiyatın temel malzemesi de dildir. Bir şair duygu ve düşüncelerini kendi milletinin fertlerine ancak dili ile ulaştırabilir. Bir
yazar, bir bilim adamı, bir devlet adamı, bir filozof görüşlerini topluma dil yolu ile yayabilir. Destanlar toplum hayatını
derinden etkilemiş şahıs ve olayların efsaneleşerek günümüze kadar uzanmış canlı tablolarıdır. Deyimler Türk mantığının, dil
felsefesinin sembolleridir. Kutadgu Bilig ile Divanü Lûgatit Türk kültür hazinelerimizin en eski olanlarından sadece ikisidir. Bu
eserlerden Türklerin yaşama şekilleri, dünya görüşü, gelenek ve görenekleri vb. öğreniyoruz. Bütün bu bilgiler bize dil
vasıtasıyla intikal etmiştir.

Dil, milletler arasında da kültür taşıyabilmektedir. Zorunlu kültür değişmelerinde de dil unsuru mutlaka vardır. İnsanları bir
araya getiren dildir. Bir millet başka bir milletle temas etmek suretiyle birtakım kelimeler alabilir. Her kelime kültüre ait bir
unsur olduğu için, alındığı şekliyle olmasa bile o milletin kültüründen izler taşıyacaktır. Günümüzde ulaşım ve iletişimin hızla
gelişmesi kültür alışverişlerini de hızlandırmıştır

Kültürün nesilden nesile aktarılması, diğer milletlere tesir etmesi, yaşaması ve gelişmesi dil sayesinde mümkün
olabilmektedir. Milleti meydana getiren unsurların başında gelen dil, aynı zamanda kültürün oluşması ve yaşamasında da en
büyük görevi üstlenmiş durumdadır.

KONUŞMA DİLİ: Günlük yaşamımızda konuşurken kullandığımız dildir. Bu dilin özelliği, yalnızca konuşulan dil olarak kalmış ve
bir kültürel üretimin dar bir alanda taşıyıcı olmuştur. Diğer yandan yazı dilini besleyen en önemli kaynak da sözlü kültür ve
konuşma dilidir. Bir ülkenin hemen her bölgesinde birbirinden ayrı söyleyişlere ve sözcük ayrılıklarına dayanan ağızlar
bulunabilir. Bu durumda da konuşma dili, o dili konuşan toplumların her bölgesinin az çok kendi ağız yapısına dayanan
günlük doğal dilidir. Antep'te konuşan kişi Antep ağzını, Edirne'de konuşan kişi Edirne ağzını kullanır. Bölge ağızları, bilim
araştırmalarında ya da tiyatro, roman gibi yapıtlarda konuşturulan kişilerin ağızlarını belli etmek, yansımalar yapmak
istenince yazıda gösterilebilir.

YAZI DİLİ: Kültürel üretimin dilidir. Yazılı ürünlerde kullanılır. Yazı dili, o dili konuşan insanların, lehçe ya da ağızlarından
birisinin kaynak alınması sonucu standart biçime getirilmesiyle oluşur. Yazı dili olma niteliğini taşıyan ağzın, bir ülkenin
kültürel ürünlerin üretim yeri olarak gelişen bölgesinin ağzı olması ve konuşma dillerinin de en gelişmiş olanı arasından
seçilmiş bulunması gerekliliği bulunmaktadır. Türkçenin yazı dili, İstanbul ağzına dayanmaktadır. Bir ülkenin çeşitli konuşma
dilleri ve ağızları bulunmasına karşılık, bir tek yazı dili bulunmaktadır. O ülkede yaşayan kişiler, okuyup yazarken bu ortak dili
kullanmaktadır. Konuşma diline göre en önemli ayırt edici özelliği bu dilin tutucu olmasıdır. Olağan koşullarda, dışarıdan baskı
olmaksızın dile ilişkin özelliklerini kolay kolay yitirmemesidir. Aynı ülke içinde konuşulan lehçe ve ağızların alabildiğine
değişikliğe uğramasını önlemesidir.

AĞIZ: Bir ülkede geçerli olan genel bir şive içinde, o ülkenin çeşitli bölge ve kentlerindeki konuşma dilinde görülen söyleyiş
farklarıdır. Günlük kullanımda şive ile ağız birbirine karıştırılmaktadır. Oysa ağız, tanımda da görüldüğü gibi, şive içinde ele
alınmaktadır. Söyleyiş farkları da salt bölgeler ya da kentler arasında görülmez. Köyler arasında bile bu tür ayrılıklara
rastlanabilir. Söz konusu olan, biçimsel bir başkalık değil, bir ses değişimidir.

Ağız dediğimiz bu söyleyiş farklarının oluşumunda, kişilerin konuşma ve işitme organlarından coğrafî özelliklere, toplumsal
yaşayışa dek çeşitli etkenler söz konusudur. Belli ve ortak bir eğitimden geçen kişilerin, konuşmalarındaki bölgesel söyleyiş
ayrımlarını düzeltmeseler bile, aynı yazı dilini kullandıkları görülür. Türk edebiyatında da genellikle tiyatro, roman ve öyküde,
kişileri konuştururken ağza başvurulmaktadır. Bu, konularını toplumsal olaylardan alan ve belli bir bölgede geçen yapıtlarda
yaygın bir biçimsel özelliktir.

ŞİVE: Bir dilin kültür düzeylerine göre gösterdiği değişiklik. Şiveler arasındaki değişiklikler temelde ses özellikleridir. Buna
göre bilinen şiveler, belirli koşullarda ve dilin herhangi bir döneminde ana dilden ayrılarak, dilin geneldeki gelişimiyle birlikte
bir de kendi içlerinde özel bir gelişim çizgisi izlemişlerdir. Bunların başlıca ayrımlarını oluşturan ses, ek ve sözcük özellikleri o
dönemin dil malzemeleri ile açıklanabilir. Azerice, Türkmence Türkçenin şiveleridir.

LEHÇE: Bir dilin, tarihî gelişim sürecinde, bilinen dönemlerden önce o dilden ayrılmış ve farklı biçimde gelişmiş kollarına
lehçe denir. Lehçelerdeki değişik özellikler, ayrılış dönemleri bilinemediği için açıklanamamaktadır. Örneğin, Türk dilinden
bilinmeyen bir dönemde ayrılan Yakutça ve Çuvaşça iki ayrı lehçedir.

ARGO: Eskiden, daha çok kaba dil karşılığı olarak külhanbeyi, ayak takımı ağzı için kullanılırdı. Bu anlayış büyük ölçüde
değişmiştir. Bugün, külhanbeyi, hırsız, denizci, şoför argosu yanında esnaf, sanatçı argoları da ortaya çıkmıştır. Argo sözcükler,
ortak dilin ya da bir yabancı dilin sözcüklerine özel anlamlar yükleyerek, yabancı dilden alınan bazı sözcüklerin yapısını bilinçli
olarak bozarak elde edilir. Argo, sanıldığının tersine, anlam değişiminin güçlü olduğu, nükteli, etkili bir dildir. O kadar ki, argo
sözcükler, öbekler, zamanla ortak dilin söz varlığına da girer, ulusça kullanılır.

• dümen (hile, dolap),


• dümen yapmak, yelkenleri suya indirmek, dikine tıraş (yalanlarla dolu gevezelik),
• palavra (uydurma söz ya da haber; uzun ve boş konuşma),
• omuzlamak (alıp götürmek),
• yuvarlamak (bir şey yemek),
• boşlamak (vazgeçmek, peşini bırakmak),
• kırmak (okuldan kaçmak),
• inek (çok çalışkan olmak) gibi sözcük ve öbekler argodan anadilimize geçmiştir.

DİL ve KÜLTÜR
DİL
Dil, en basit tanımıyla insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir iletişim aracıdır. “İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan
tabii bir vasıta; kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen
zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimai bir müessesedir.” (Muharrem Ergin) Dil, herşeyden
önce bir anlaşma aracıdır. Doğal bir araç olan dil de kendine özgü kurallarına göre kullanılmalı ki asıl işlevini yerine
getirebilsin.

Dilin Özellikleri

1. Anlaşma aracıdır:
Dilin birinci ve asıl işlevi anlaşma aracı olmasıdır.
2. Doğallık
3. Kuralları vardır
4. Canlılık
5. Gizli antlaşmalar sistemi olması
6. Milletin ortak malı olması
7. Sosyallik

DİLİN MİLLET HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ


Bir milleti ayakta tutan, onun varlığını ve devamını sağlayan, millî şuuru besleyen, bir millete mensup olma hazzını veren ve
bireylerini birbirine yaklaştırarak onlar arasında birlik yaratan unsur olarak dilin, millet hayatındaki yeri çok önemlidir. Öyle ki
milletin varlığı, dilin varlığıyla mümkündür. Millî varlığın korunmasıyla dilin korunması arasında çok sıkı bir ilgi vardır.
Bir milletin dili bozulursa kültüründe sıkıntılar ortaya çıkar. Düşünce, sanat ve edebiyat alanlarında çöküntü başlar. Dil asıl
işlevini (insanlar arasında anlaşma aracı olma) yerine getiremez. Dil, milletin manevi gücünün aynasıdır. Bir milletin kültürel
değerlerini oluşturan ve o milleti ayakta tutan; edebiyatı, sanatı, bilim ve tekniği, dünya görüşü, ahlak anlayışı, müziği...
geçmişten günümüze ancak dil sayesinde aktarılmaktadır. Dolayısıyla dilin korunmasıyla millî varlığın korunmasını aynı
seviyede algılamak gerekir.

KÜLTÜR
Atatürk’ün ifadesiyle kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek,
zekâyı terbiye etmektir. Kültür, milletin fertleri arasında sosyal akrabalık bağını oluşturan (başta dil olmak üzere tarih, din, örf
ve âdetler, hukuk sistemi, müzik, güzel sanatlar, ekonomi, ahlak anlayışı ve dünya görüşü... gibi) maddi ve manevi değerlerin
tümüdür ve bu değerler kültürün başlıca unsurlarını oluşturur. Bunlar o milletin fertlerini birbirine bağlarken, diğer
milletlerden ayırır; içeride birleştirici, dışarıya karşı ayırıcı rol üstlenir.
Kültürün Özellikleri
1. Millîlik
2. Süreklilik
3. Özgünlük
4. Ortaklık
5. Canlılık ve Doğallık
6. Uyumluluk
7. Özünün Değişmezliği
DİL – KÜLTÜR İLGİSİ
Millî kültürün temel unsuru olan dil, bir taraftan kültürü beslerken diğer yandan kültürle beslenir ve kültürel değerleri
sonraki nesillere aktarmada çok önemli bir işlevi yerine getirir. Maddi, manevi kültürel değerlerin oluşmasında ve
aktarılmasında dilin inkâr kabul etmez bir rolü vardır. Bir dilin gücünü, söz varlığını, estetiğini, sınırlarını… o milletin kültürü
belirler. Dolayısıyla ana dilini iyi öğrenmeye çalışan bir kişi, milletinin dünya görüşünü, bakış açısını, anlayışını, felsefesini
kısaca millî kültürünü de öğrenmiş olacaktır. Kelimelerin anlamları, o toplumun kültürel değerleriyle bağlantılıdır. Bu anlam
incelikleri, kültürün dildeki yansımalarını da örnekler. Arapın (şems+iye:güneşlik) Almanın yağmurluğa (regenschirm)

DİL – DÜŞÜNCE İLGİSİ


Düşünceler, dille somut bir hâle dönüşür. Düşüncenin yansımaları en güzel şekliyle dilde açığa çıktığına göre, dili olmayan
insanın düşünmeden yoksun bir varlıktan farkı kalmaz. İnsan, her biri bir nesnenin göstergesi olan kelimelerle düşündüğüne
göre, diğer bir deyişle düşüncesini kelimelerle biçimlendirdiğine göre, düşünce ufkunun genişlemesi o dilin kelimelerini ve
imkânlarını iyi bilmeye bağlıdır. Bu yüzden dil ve düşünce bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrılamaz.

SÖZÜN ÖZÜ
Dil: İnsanlar arasında iletişimi sağlayan, kendine göre kuralları olan doğal bir araç, seslerden örülmüş bir sistemdir.
Kültür: Bir milletin maddî ve manevî değerlerinin hepsinin ortak adıdır. Dil başta olmak üzere, tarih, din, örf ve âdetler, hukuk
sistemi, müzik, güzel sanatlar, ekonomi, ahlâk anlayışı ve dünya görüşü kültürün unsurlarındandır. Millîlik, süreklilik,
özgünlük, canlılık, doğallık, ortaklık ve bütünüyle değişmezlik kültürün belli başlı özellikleridir. Bir milletin tarih sahnesindeki
varlığını devam ettirebilmesi kendi diline sahip çıkması, onu korumasıyla mümkündür. Bu sebeple konuya gereken
hassasiyetin gösterilmesi şarttır.

Türkçe, dünyanın en güzel, en zengin, en büyük dillerinden biridir. Asırlarca üç kıtada konuşulmuş, yazılıp okunmuştur. İlk
şekli ile kalmamış, gelişmiştir. Kendi kendisini yenilemiş, tazelemiş ve zenginleştirmiştir. Çok mantıklı, çok ahenkli, ifade
kabiliyeti çok yüksek bir dildir. Sanki bir bilginler kurulu oturmuş, ölçüp biçerek meydana getirmiştir. Her Türk çocuğu bu
mükemmel dili, bu güzel Türkçeyi en aziz bir varlık olarak sevmeli ve ona saygı duymalıdır. Onun kadrini, kıymetini bilmelidir.
Onu sadece kulaktan dolma şekliyle, çevresinden öğrendiği gibi kullanmakla kalmayıp, onun bütün yapısını, kanunlarını,
kaidelerini hakkıyla tanıyıp bilmelidir. Ona iyice sahip olmak, onu en doğru, en güzel ve en tesirli şekli ile kullanmak için,
kısacası iyi konuşmak ve iyi yazmak için bu şarttır. -Muharrem Ergin-

DİL VE KÜLTÜR
Prof. Dr. Mehmet Kaplan

You might also like