You are on page 1of 10

1

TÜRK DİLİ I

GÜZ DÖNEMİ

DERS NOTU
2

TÜRK DİLİ I GÜZ DÖNEMİ DERS KONULARI

HAFTA KONU SAYFA


1. HAFTA Dilin Tanımı ve Dil, Kültür ve Düşünce İlişkisi 3
2. HAFTA Yeryüzündeki Diller ve Sınıflandırılması 10
3. HAFTA Türkçenin Tarihi Gelişimi 19
4. HAFTA Türkçenin Tarihi Gelişimi
5. HAFTA Türk Edebiyatının Tarihi Gelişimi 32
6. HAFTA Türk Edebiyatının Tarihi Gelişimi
7. HAFTA Türk Edebiyatının Tarihi Gelişimi
8. HAFTA Türk Edebiyatının Tarihi Gelişimi
9. HAFTA Ses Bilgisi 80
10. HAFTA Şekil Bilgisi 86
11. HAFTA Sözcük Bilgisi 101
12. HAFTA Sözcük Bilgisi
13. HAFTA Cümle Bilgisi 132
14. HAFTA Cümle Bilgisi
3

DİLİN TANIMI VE DİL, KÜLTÜR VE DÜŞÜNCE İLİŞKİSİ


Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve
ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış
bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş sosyal bir yapıdır.
Doğal bir vasıta
Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir vasıtadır. İnsanlar duygularını,
düşüncelerini, fikirlerini, hükümlerini birbirlerine nakletmek, meramlarını birbirlerine
anlatmak için dil denilen vasıtaya başvururlar. Fakat dil insanların kullandığı herhangi bir
vasıtaya benzemez. Onun vasıtalığı sadece anlaşmayı temin etmesi bakımındandır. Fertler ve
nesiller arasında anlaşma vasıtası olarak iş görür. Fakat bu işi görürken daima kendine has
özelliklere sahiptir. İnsanlar ona istedikleri gibi hükmedemezler. Onu olduğu gibi kabul
etmeğe, onu bir vasıta olarak kullanırken onun özelliklerine dikkat etmeğe, onun niteliklerine
uymağa mecburdurlar. Çünkü dil suni bir vasıta, maddi bir vasıta, bir alet değildir. O, doğal bir
vasıtadır. Vasıta vazifesi görür, fakat doğal bir varlığı vardır. Dil bu bakımdan canlı bir vasıtaya
benzer. Mesela at da bir vasıtadır, otomobil de bir vasıtadır. Fakat insan otomobile istediği
şekilde hükmedebilir, at karşısında ise ancak onun tabiatına uygun hareket etmek zorundadır.
Otomobile istediği şekli verir, onun biçimini istediği şekle sokar, onu istediği gibi kullanır,
isterse uçuruma sürükleyebilir. Fakat atın biçimini değiştiremez, onu istediği gibi kullanamaz,
istediği yere sevk edemez. İşte dilin vasıtalığı böyle bir vasıtalıktır, atın vasıtalığı
gibidir. Anlaşmayı sağlamak bakımından bir vasıta gibi iş görür, fakat doğal bir varlığa sahiptir.
Canlı bir varlık
Doğal bir varlık olan dilin kendisine mahsus birtakım kanunları vardır. Bunlar dil kurallarıdır.
Dil kuralları, dilin yapısına hâkim olan, dilin yapısından doğan birtakım prensiplerdir. Bunlar
dille birlikte mevcut olup onun yapısının özelliklerini ifade ederler. Dil canlı bir varlıktır. Zaman
zaman birtakım değişiklikler, kendi bünyesinden doğan çeşitli sebeplerle bazı gelişmeler
gösterir. Bu değişiklikler ve gelişmeler ona, uzun tarihi boyunca, daima serpilen ve zaman
içinde akıp gelen bir manzara verirler. Bu yüzden dilin tarihinde birtakım aşamalar, birtakım
gelişme safhaları göze çarpar. Fakat bütün bu değişiklikler ve gelişmeler dil kuralları
çerçevesinde meydana gelir. Dile yeni kelimeler kazandırmak için dışarıdan yapılacak
4

müdahalelerin de daima bu kurallar çerçevesinde olması gerekir. Kendi kanunlarına aykırı


zorlamaları dil hiçbir zaman benimsemez. Canlı bir varlık olarak yapısı, fertlerin ve toplumların
istedikleri şekilde karışmalarına müsait değildir. Onun fertlere ve toplumlara tâbi olmayan bir
düzeni vardır. Bu düzeni meydana getiren şey kendi kanunları, kendi kurallarıdır. Bu kurallar
dışına çıkacak bir müdahale dile hiçbir şey kazandırmaz. Dil ancak kendi bünyesine uygun
normal bir müdahaleyi kabul eder. Normal bir müdahale ise sadece dilin doğal gelişme yolunu
açık tutmaktır. Yani dışarıdan dile, ancak, dilin doğal gelişmesini önleyen bir durum varsa,
müdahale edilmelidir. Zira bazen bünyesini saran yabancı unsurlar, zararlı otlar gibi, dilin doğal
gelişmesine engel olurlar. Böyle durumlarda dilin doğal gelişme yolunu açık tutmak için
yabancı unsurları temizlemek üzere dile dışarıdan yardım etmek mümkündür ve lâzımdır.
Böyle bir yardım ise ancak dile kendi kuralları içinde kalarak faydalı olabilir. Çünkü dil kendi
kanunları, kendi kuralları içinde gelişen canlı bir varlıktır.
Gizli antlaşmalar sistemi
Dil bir gizli antlaşmalar sistemidir. Canlı ve cansız varlıkları karşılayan kelimeler üzerinde,
kelimelerin birbirleri ile ilişkileri ve fikirleri anlatmak için yapılan kelime sırası üzerinde bir
toplumun, bir kavmin, bir milletin bütün fertleri gizli anlaşmalar, gizli sözleşmeler yapmış
durumdadırlar. Bu suretle bir toplumun bütün fertleri bir varlığı hep aynı kelime ile karşılarlar.
Meselâ Türkler bildiğimiz sert cisme taş, suya su, ışığa ışık demek için âdeta sözleşmişlerdir. Bu
sözleşmeyi, bu gizli anlaşmayı her toplum, her kavim ayrı bir şekilde yapmış, böylece her
milletin ayrı bir dili olmuştur. Aynı varlığa Türkler taş, Farslar seng, Araplar hacer demişlerdir.
Aynı duygu ve düşünceleri anlatmak için kelimelerin ilişkisi ve sıralanışı da bu milletlerde başka
başkadır. Çünkü her milletin ayrı bir gizli antlaşmalar sistemi vardır. Bir milletin bütün fertleri
arasında mevcut olan bu gizli anlaşma ve sözleşmelerin temeli bilinmeyen zamanlarda
atılmıştır. Dil, insanla birlikte var olageldiğine göre bu gizli anlaşmaların kökleri ilk insanlara
kadar gider. Yalnız, bu gizli anlaşmaların doğuşu ve içeriği bilinmemektedir. Varlıkların ve
hareketlerin sözlerle karşılanışı gibi bu karşılayışın ayrı milletlere göre farklı oluşunun da
sebepleri ve içeriği tam olarak bilinmemektedir. Bu hususta dillerin doğuşunda tabiattaki
sesleri taklidinin önemli bir yeri olduğu düşünülmektedir. Bugün her dilde ses taklidinden
doğdukları belli olan bazı kelimeler de mevcuttur. Fakat böyle bir kaç istisna dışında büyük
kelime birliklerinin herhangi bir ses taklidi izi taşımadıkları da bellidir.
5

Sosyal ve millî müessese


Dil sosyal bir müessesedir. Fertlerin üstünde, bütün bir toplumun malı olan ve bütün bir
toplumu içine alan kuvvetli bir yapıdır. Toplumların en büyük dayanağı dildir. Bir toplumu
ayakta tutan, bir toplumun varlığını sağlayan, devam ettiren, bir toplumda sarsılmaz bir birlik
yaratan yapı olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür. Bu bakımdan dil milleti teşkil eden
unsurların başında gelir. Bir milleti bazen tek başına ayakta tutar, millî benliği muhafaza ederek
onu yok olmaktan, eriyip başkalaşmaktan kurtarır. Demek ki dil bir milletin en büyük millî
müessesesidir. Bu sosyal ve millî müessesenin malzemecisi ise seslerdir, yapısı seslerden
örülmüştür. Sesler yan yana gelerek kelimeleri ve kelime dizilerini meydana getirir. O hâlde dil
seslerden yapılmış bir bina, seslerden kurulmuş bir yapı, büyük bir sesler sistemi, seslerden
örülmüş sosyal bir müessesedir.
DİL, KÜLTÜR VE DÜŞÜNCE İLİŞKİSİ
Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan doğal bir araçtır. Dil, diğer insanlarla bütün
ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir araç olarak hayatımızın her
aşamasında vardır. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber
yaşıyoruz.
Kültür ise bir milletin tarih boyunca ortaya koyduğu ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü
maddi ve manevi özelliklerdir. Kültür, bir toplumun duyuş, düşünüş ve yaşayış biçiminin bir
sonucudur. Kültür, bir toplumun kimliğidir, onu diğer toplumlardan ayıran değerlerdir.
Dil her şeyden önce sosyal ve millî bir varlıktır. Millî damgası en belirli olan kültür unsurudur.
Dil bazı insanların veya zümrelerin değil, bütün milletin ortak malıdır. Fertlerin üstünde, bir
milleti ilgilendirir. Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini oluşturur. Bir milleti ayakta
tutan, bireyleri birbirine bağlayan, sosyal yaşamı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru
besleyen bir unsur olarak dilin kültür yaşamında oynadığı rol çok büyüktür.
Dil öncelikle kültürel unsurların ortaya çıkması için ortam hazırlar. Kültür ve sanat
etkinliklerinin çoğu dille gerçekleştirilen etkinliklerdendir. Bu bakımdan dil, kültür alanının
oluşmasını sağlar. Dolayısıyla kültür, dil tarlasında biten, büyüyen ve meyve veren bir ağaca
benzetilebilir. Dil, kültür öğelerinin korunmasına olanak sağlar. Kültür öğeleri dil yardımıyla
kayda geçirilir. Dil yoluyla yaygınlaşır.
Dil, bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi, değer ölçüleri, folkloru, müziği,
edebiyatı, bilimsel birikimi, dünya görüşü o milletin kültürünün birer parçasıdır. Bütün bu ortak
değerler dil aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarılır. Kültürel değerler yüzyılların süzgecinden
6

süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü
orada saklamakta ve gelecek kuşaklara intikal etmektedir. Gelenek ve görenekler, dünya
görüşü, din, sanat, tarih vb. dil sayesinde nesilden nesile aktarılmaktadır. Kültür, bu sayede
kesintiye uğramadan varlığını devam ettirmektedir.
Toplumlar yüzyıllar boyu maddi ve manevi alanda, kültürel değere sahip olan çok sayıda eser
üretmişlerdir. Bu eserler gelecek kuşaklara dil sayesinde aktarılır. Örneğin İslamiyet’ten önceki
döneme ait olan ve Türk kültürünün önemli bir parçası olan destan, koşuk, sagu, savlar, Orhun
Yazıtları dil sayesinde günümüze kadar yaşamışlardır. Günümüz insanları o eserleri okuyarak o
dönemle ilgili bilgi sahibi olabilmektedir. Bu bilgilenme dil sayesinde olmaktadır. Bu bakımdan
dil önemli bir kültür taşıyıcısıdır.
Kişiyi nasıl, inançları ayakta tutuyorsa bir milleti de dünya milletleri arasında ayakta tutan, ona
canlılık veren kültür değerleridir. Kültüre dinamizm kazandıran unsur ise dildir. Dil olmazsa
kültür durağanlaşır, canlılığını yitirir. Bu bakımdan dil bir milletin ruhu gibidir. Ruh gidince ceset
işe yaramaz.
Dil ile kültür arasındaki ilişkiyi şu şekilde özetleyebiliriz:
• Dil ile kültür birbirini tamamlayan ayrılmaz bir bütündür.
• Kültür ve dil bir milletin en önemli ortak özelliklerindendir.
• Kültür ve dil, toplumu oluşturan bireylerin iletişiminde önemli rol oynar.
• Bir toplumun oluşmasında ve ayakta kalmasında ortak dil ve kültürün önemli bir payı
vardır.
• Hem dilin hem de kültürün kendine özgü kuralları ve özellikleri vardır.
• Dil ve kültür geçmiş ile gelecek arasında bir köprü vazifesi görür.
• Kültür ve dil bir toplumun yaşayış biçiminden önemli izler taşır.
• Dil ve kültür bir toplumun oluşmasında ve varlığını sürdürmesinde önemli etkendir.
Zeynep Korkmaz, dil ve kültür arasındaki ilişki için şunları söylemiştir: “Dil, bir milletin duygu
ve düşünce tarzı; tarihi ve toplum şuuru ile birlikte yol almaktadır. Bu sebeple, fertler
arasındaki ortak duygu ve düşünce akımı dille kurulabilmekte; dolayısıyla, milli birlik ve
beraberlik de, toplumun fertlerini birbirine perçinleyen dil ile sağlanabilmektedir. Dil, aynı
zamanda bir kültür taşıyıcısı ve kültür aktarıcısıdır. Çünkü, bir milletin kültür hazinesini
oluşturan tarihi, coğrafyası, din anlayışı, müziği, sanatı, edebiyatı, ilim ve tekniği, dünya görüşü
ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri, tarihin ve yüzyılların süzgecinden geçe
geçe, dünden bugüne ve bugünden yarına ancak dil ile aktarılabilmektedir”
7

Dilin bütünleştirici bir yanı vardır, aynı dili konuşan fertler arasında bir ortaklık vardır. Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” özdeyişi kültürün önemine
işaret etmektedir. İlk yazılı kaynaklardan Türk Edebiyatı’nın klasiklerine kadar bütün eserler
Türk kültürüne kaynaklık eder. Dil, millî kültürün taşıyıcısıdır. Dil vasıtasıyla aynı toplumda
yaşayan bireyler geçmişleri hakkında bilgi edinir.
Türk milleti zengin bir kültüre sahiptir; dil, bu zenginliğin nesilden nesile aktarılmasında asli
unsurdur. Dil, kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. Bir milletin dili o milletin gelişmişliğini ya da
gelişmemişliğini de gösterir. Dili gelişmemiş bir milletin, kültürü de gelişmemiş demektir.
Dil, bir milletin düşünüş tarzı hakkında fikir verir, o dili kullanan bireylerin nasıl düşündüğü,
nasıl bir mantığa sahip oldukları hakkında ipuçları verir.
Kültürün ayrılmaz parçası olan yazılı edebiyat eserleri, yazıldığı dönemin zihniyeti, dili, tarihi
ve geleneğini yansıtır. Bu eserleri okuyan, anlayan bir birey, kendi özünü öğrenir ve bunları
kendinden sonraki nesillere aktarmaya çalışır. Örneğin; Türk kültürünün, ne kadar gelişmiş
olduğunu gösteren ilk yazılı kaynaklarımız olarak adlandırdığımız, tarihte Türk adının ilk defa
geçtiği 8. yüzyıl eserimiz Orhun Abideleri hem Türk dili hem Türk kültürü açısından çok
önemlidir. Yazıldığı döneme ait dili bilmeden, Orhun Abidelerinin ait olduğu devlet olan
Göktürk Devletinin kültürü, sosyal hayatı, dünya görüşü hakkında bilgi sahibi olamayız.
Sonuç olarak şunlar söylenebilir ki, bir toplumun sözlü ve yazılı bütün kültür değerleri, dile
aktarılır. Bundan dolayı, dil bir toplumun geçmişinin bir yansımasıdır.
Dil-Düşünce İlişkisi
İnsanları diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de düşünme yetisine sahip olmalarıdır.
Bilinçli olarak gerçekleştirilen fikir uğraşısı olan düşünce dille ifade edilir. Dil böylece
düşüncenin aktarıcısıdır. Düşünce aktarımı dil dışında başka araçlarla da gerçekleşir: resim,
müzik, heykel, davranış vb. Ancak dil, bunlar arasında en işlevsel olanı, insan zihnine en fazla
hareket alanı bırakanıdır. Dil dışında hiçbir ifade biçimi insana karmaşık ve soyut düşüncelerini
dil kadar ayrıntılı olarak ifade etme fırsatı vermez.
Dil ve düşünce arasında sıkı bir bağ vardır. Dil, düşüncenin ifade edilmesinde önemli bir role
sahiptir. Aristotales, Politika adlı yapıtında insanı logos’u olan canlı bir varlık; logos’u ise; söz,
dil, düşünce ve akıl olarak tanımlamaktadır. Sözcüğü en küçük anlamlı söz birimi olarak ilk
olarak tanımlayan yine aynı bilim adamıdır. Bu kavramlar içinde, dil ve düşünce birbiriyle
kaynaşmıştır. Düşünme; çıkarımlar yapma, kavramlar ve önermeler arasında bağlantılar
kurmadır. Bu yönüyle dil, düşüncenin çok önemli bir aracıdır. Kimi düşünürlere göre dil,
8

yalnızca düşünmenin aracı değil, tersine düşünceyi yaratan bir etkinliktir. İnsan, varlığını ancak
düşüncesi sayesinde anlar, bilir. Descartes’ in “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözünün ifade
ettiği gerçek de budur.
İnsan hissettiklerini, düşüncelerini dil vasıtasıyla dışa vurur. Dil, kişinin kendini ifade etmesinde
rol oynar. Kişi, ne kadar dile hakimse , duygu ve düşüncelerini o kadar iyi dışa vurur. Dil ve
düşünce arasında iç içe bir bağ söz konusudur. Dil düşünceyi, düşünce de dili besler.
İnsanlar, kendilerini daha iyi ifade etmek için hep arayış içinde olmuşlardır. Sahip oldukları
fikirleri, duygularını kullandıkları dil aracılığıyla ifade ederler. Bu yüzden, gelişmiş bir dile sahip
birey, kendini rahat bir şekilde ifade edebilir.
Dilin Millet Hayatındaki Yeri ve Önemi
Bir milletin başından geçen gelişmeler, dillerine yansır. Bir millet, tarihî ve sosyolojik açıdan,
neler yaşamışsa bunlar o milletin dilinde yaşamaktadır. Bir araştırmacı bir topluluğun hayatını
incelemek istiyorsa, o araştırmacının çıkış noktalarından biri araştırdığı topluluğun dilidir.
Örneğin, denize kıyısı olan ülkelerin dilinde balıkçılıkla ilgili kelimelerin fazla oluşu şaşırtıcı
değildir.
Dilin kültür taşıcılığı işlevi olduğu için, bir milletin sahip olduğu tarihi, coğrafyası, dini, sanatı,
edebiyatı, felsefesi, teknolojisi dil aracılığıyla bir başka topluma aktarılır.
Bir millete ait gelenek, görenek, sahip olduğu din, ahlak, o milletin diline yansımaktadır.
Örneğin bizde “gelin çıkarmak” tabiri vardır. Gelinin düğün sabahı, baba evinden çıkarılması
anlamına gelmektedir ve bu geleneğin bir yansımasıdır, aynı gelenekten gelen insanların
anlayabileceği bir kullanımdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK, Türkiye Cumhuriyeti devletini kurduktan sonra, yaptığı çalışmalarda
dile ayrı bir önem vermiştir. 12 Temmuz 1932 yılında daha sonra adının Türk Dil Kurumu olarak
değişeceği Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasını sağlamıştır. Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin
amacı, "Türk dilinin öz güzelliğini ve varlığını ortaya çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında
değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak belirlenmiştir. Yine Atatürk, adını kendilerinin
verdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini 1935 yılında TBMM'de kabul edilen yasa ile kurmuş ve
bu fakülte 9 Ocak 1936'da eğitim öğretime açılmıştır.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün şu sözü dilin millet hayatındaki yerine işaret etmesi bakımından
önemlidir:
9

“Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sonu gelmez kötü
durumlar içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısacası kendini millî
yapan dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
Yine Yahya Kemal Beyatlı’nın “Bizi ezelden ebede kadar, bir millet halinde koruyan, birbirimize
bağlayan bu Türkçedir.” sözü ve Peyami Safa’nın “Dilini kaybeden bir millet her şeyini
kaybetmiş demektir.” sözü dilin bir millet için önemini en güzel şekilde ortaya koymuştur.
Bir milletin dili bozulursa kültüründe sıkıntılar ortaya çıkar. Düşünce, sanat ve edebiyat
alanlarında çöküntü başlar. Dil asıl işlevi olan insanlar arasında anlaşma aracı olma özelliğini
yerine getiremez. Kitleler birbirlerini anlayamaz hâle gelir ve yavaş yavaş kopmalar başlar. Bir
milleti içten yıkma yönteminde işe önce dilden başlanır. Yeni neslin kültürel değerleri
öğrenmemesi ve bireylerin, kuşakların birbiriyle sağlıklı iletişim kurmalarını engellemek bir
milletin sonunu hazırlar. Bu sebeple dilimize sahip çıkmalı ve yabancılaşmanın etkilerinden
korumak için elimizden geleni yapmalıyız.

Kaynakça
AKSAN, D., Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2009.
ERGİN, M., Üniversiteler için Türk Dili, Bayrak Yayım, İstanbul, 1990.
KORKMAZ, Z., Türk Dili Üzerine Araştırmalar (1. Cilt), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1995
10

You might also like