Professional Documents
Culture Documents
XIX. yüzyılın sonlarıyla XX. yüzyılın başlarında Alman dilcisi W. Oehl’ün aralarında
bulunduğu kimi bilginler dilin doğuşunu ses taklitlerine dayandırmışlardır. Bütün diller
incelendiğinde, doğadaki sesleri taklit ettikleri görülmektedir. İnsan çevresindeki doğa
olaylarını, hayvanların ve ses çıkaran bütün eşyanın seslerini taklit etmek suretiyle dili
oluşturmuştur. Türkçemizdeki, miyavlamak, hırlamak, melemek, kükremek sözcükleri
hayvan seslerini taklit ederek oluşturulmuştur. İnsan seslerini taklit ederek oluşan
eylemlere de rastlıyoruz. Üflemek, horlamak, inlemek gibi. Bunun dışında yine belli bir
sesin betimlenmesinden de sözcükler ortaya çıkmıştır. Takırtı, gümbürdemek, şırıldamak,
çatırdamak.
b- Ünlemleri Temel Alan Görüş
XIX. yüzyılın sonlarında L. Noiré gibi kimi bilginler, dilin doğuşunda ortak
çalışma, birlikte iş yapmanın etkili olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Bu kurama
göre, dildeki ilk sözcükler, insanların bir arada, toplu halde iş yaparken, anlaşma
amacıyla çıkardıkları seslerden oluşmuştur. İnsanların toplu halde iş yaparken;
yapılan işi kolaylaştırmak üzere birtakım ritmik sesler çıkardıkları gerçektir. İlkel
kavimlerde iş yapılırken ritmik seslerin çıkarıldığı, şarkılar söylendiği de görülen bir
olaydır. Örneğin birlikte bir şey kaldırırken hop sesini kullanmaları ya da kazmak gibi
sözcükler bu kuramı desteklemektedir. Ancak iş yapılırken iş yapılırken çıkan sesler
gibi, bu seslerinde dilin kaynağı olacağı görüşünü benimsemek kolay değildir.
ç- Jest ve Mimikleri Temel Alan Görüş
Alman bilgini Wilhelm Wundt, Völkerpsyhologie isimli eserinin ilk cildini dil
konusuna ayırmış ve dilin doğuşu sorununun bazı noktalarını aydınlatılmasını sağlayan
yargılara varmıştır. Wundt, ruhbilimin verilerinden yararlanmış, jest ve mimikleri temel alan
görüşü ortaya atmıştır. Bu görüşe göre insanlar bazı duygularını anlatabilmek için çeşitli
beden hareketlerini yapmaktadırlar. Bu hareketlerin ağızda konuşma organlarına yansıması
ile sözcükler meydana gelmiştir. Ağızdan çıkan ilk sesler önce içgüdüselken daha sonra,
zaman içinde bilinçli olarak kullanılan bir anlatım aracı olmuşlardır. Wundt’un görüşüne
katılan bir başka bilginde J. Vendryes’dir. Vendryes’e göre insan, başlangıçta doğal refleksler
biçiminde bazı sesler çıkarmışlar; bunları, belirtme değerini fark ederek sonradan bilinçli
olarak kullanmışlardır. Örneğin; kızgınlık belirtisi olan hom hom yapmasından homurdamak,
bir şeyi üflerken püf püf yapmasından üflemek sözcüklerinin çıkması gibi.
d- Müziği Temel Alan Görüş
Dilin doğuşu konusunda ortaya atılan bir başka varsayımda; dille müziğin
aynı kaynaktan çıktığıdır. Bu görüşü ileri sürenlere göre sözcükler, insanların
söyledikleri şarkılardan oluşmuştur. İlkel insanların birlikte iş yaparken, ritmik
birtakım sesler çıkararak çalışmaları ve iş yaparken söylenen şarkılar biçimine
dönüşmüştür. İşte sözcükler, bu şarkılardan türemiştir. Sözcüklerin sesleriyle
anlamları arasında ilişki bulunduğu görüşünü benimsemişlerdir.
Yazı dilinin, konuşma diline göre toparlayıcı bir özellik taşır. Çünkü
konuşma dili birçok lehçe, şive ve ağızlara ayrılır. Yazı dili; konuşma diline
bağlı olarak gelişmekle birlikte, tamamen konuşma diline bağlı kalmaz. Bağlı
olduğu konuşma dilinin dışındaki farklı şive ve ağızlardan gelme sözcükleri ve
şekilleri bünyesine alıp, başka kaynaklardan yararlanarak ülkenin ortak dili
haline gelir.
Yazı dilinin tarihini incelemek kolaydır; çünkü yazıya geçmiştir.
Elimizde belgeler bulunur. Bu belgelerden dildeki gelişme ve değişmeler
izlenebilir. Konuşma dilinde bu olanak söz konusu değildir. Konuşma
dilinin tarihi gelişimini; ancak, özel yazılmış kitaplardan izleyebiliriz ki,
geçmiş devirlerde bu yolda yazılmış kitap sayısı azdır.
d-Özel Dil:
Argo sınıf dili, meslek dili, avcı dili, asker dili, öğrenci dili, gemici dili,
tüccar dili, marangoz dili, matbaacı dili, hukuk dili gibi belli bir grup
tarafından bütün diller içinde bulunan ve kullanılan özel dil sınıfındandır.
Özellikle Fransa, İtalya, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde bu konuyla ilgili
çeşitli araştırmalar yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir.
Genelde toplumun aşağı tabakasında kullanılan argo, hemen her
ülkede, okumuş, yetişmiş kişiler arasında da tutunabilmekte, ayrıca
bunlar arasında argonun değişik türleri de ortaya çıkmaktadır. Bundan
dolayı argo ulus sınırı tanımaz.
Bu değişiklik sadece dilin sesleri, ekleri ve söz varlığı için geçerli değildir.
Yüzyıllar önce canlı yaşayan dillerden olan Sümerce, Hititçe, Aramca gibi diller,
zaman içerisinde söz varlıklarını kaybederek ölü diller durumuna düşmüşlerdir. Bu
dillerin varlıklarını da arkeolojik kazılardan elde ettiğimiz bulgulardan anlıyoruz.
c- Dil sosyal bir varlığa sahiptir.
Her dilde geçerli olan kurallar ve yasalar vardır. Dil sistemli bir yapıya
sahiptir. Hangi dil olursa olsun, dili oluşturan unsurlar belirli bir sistem içinde yana
yana gelirler. Bu unsurlar, dil adını verdiğimiz bütünü oluştururlar. Ses kalıpları içine
yerleştirdiğimiz sözler dilin bütünü oluşturmaz. Bu sözcüklerin anlamı, yani duygu
ve düşünce haline gelebilmesi ancak dilbilgisi kurallarıyla gerçekleşebilir.
Dil kuralları dilin hayatını ve gidişini düzenler. Bu kurallar, o dilin tarihi gelişiminden, kendi
yapısından, işleyişindeki özeliklerinden ve o dili konuşan bireylerin dil anlayışından ortaya çıkar. Dili
başıboş bir varlık olmaktan kurtaran, dili yaşama ve gelişme şartlarını ortak bir düzene bağlayan bu
ölçülerdir.
d- Dil gizli antlaşmalar sistemidir.
T.C
BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
TÜRK DİLİ BÖLÜMÜ BAŞKANLIĞINA,
GÖRÜKLE/BURSA
2019-2020 Eğitim Öğretim Yılı Güz Döneminde Bursa Uludağ Üniversitesi Senatosunun aldığı
karar doğrultusunda ilçelerdeki Meslek Yüksekokulları ve ikinci öğretim Türk Dili derslerinin UKEY
sistemi üzerinden verilmesi karara bağlanmıştır. UKEY sisteminin altyapısı yetersiz olduğu için resmi
ders programı saatlerinde yer alan bazı dersler, ders saatinde yapılamamıştır. Bu nedenle dersler boş
oda bulunan saat ve günlerde yapılmıştır. Bu derslerin yapıldığı gün ve saatler aşağıda belirtilmiştir.
30.09.2019
İMZA
16.06.2017
İMZA
Öğr. Gör. Gülnaz Çetinoğlu
Ek 1. Sınav Tutanağı
2. Sınav Kâğıdı
3. Optik Formu
16.05.2017
İMZA
Beyza İşbaşaran
Ek 1. Doktor Raporu
DİLEKÇE ÖRNEĞİ 4
T.C
BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
GEMLİK ASIM KOCABIYIK MESLEK YÜKSEKOKULU MÜDÜRLÜĞÜNE,
GEMLİK/BURSA
01.12.2019
İMZA
Hilal Çetinkan
3. Türk dilinin dünya dilleri arasındaki yerini bugünkü durumunu ve yayılma alanlarını örnek verebilme
Teorik Uygulama
1 Dersin amaç ve hedefleri, içeriği yararlanılacak kaynaklar ve yarıyıl ders planının tanıtımı -
Prof. Dr. Mustafa Özkan, Dr. Osman Esin, Dr. Hatice Tören, Yükseköğretimde Türk Dili, Filiz Kitabevi,
İstanbul, 2001.
Prof. Dr. Kemal Yavuz, Prof. Dr. Kazım Yetiş, Prof. Dr. Necat Birinci, Üniversitede Türk Dili ve
Kompozisyon Dersleri, Bayrak Yayınevi, İstanbul,1999.
Prof Dr. Muharrem Ergin, Üniversiteler İçin Türk Dili, Bayrak Yayınevi, İstanbul, 2001.
Porf. Dr. Zeynep Korkmaz, Prof. Dr. Ahmet Ercilasun, Prof.Dr. Hamza Zülfikar, Prof. Dr. İsmail Parlatır,
Prof.Dr. Mehmet Akalın, Prof Dr. Tuncer Gülensoy, Prof Dr. Necat Birinci, Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri, Yargı
Yayınevi, Ankara,2001.
Prof. Dr. Şerif Aktaş, Yrd. Doç. Dr. Osman Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, Akçağ Yayınevi, Ankara,2001.
Bir yarı yılda ara sınav, yarıyıl sonu sınavı ve bütünleme sınavı olmak üzere üç sınav yapılır. Bir dersin
ara sınavının yarıyıl/yıl sonu ham başarı notuna etkisi % 40, yarıyıl/yıl sonu veya bütünleme sınavının etkisi de
%60’tır. Bir dersin yarıyıl/yıl sonu veya bütünleme sınavına girmeyen veya girdiği halde sınavdan yarıyıl/yıl sonu
sınav limiti (YSSL) altında not alan öğrenciler başarısız kabul edilir ve başarı notu olarak doğrudan (FF) notu
verilir.
Ara Sınav 1 40
Kısa Sınav - -
Ödev - -
Yıl Sonu Sınavı 1 60
Toplam 2 100
Yıl içi çalışmalarının Başarıya Oranı
40
Toplam 100
Bir dersin sınavına girebilmek için o derse kayıt yaptırmak, devam
şartını sağlamış olmak ve derse bağlı uygulamalarda başarılı olmak gerekir.
Başarı dereceleri, harf notları, ağırlık katsayıları ve diğer işaretler aşağıdaki gibidir.
Mükemmel AA 4.00
Pekiyi BA 3.50
İyi BB 3.00
Orta CB 2.50
Geçer CC 2.00
Koşullu Geçer DC 1.50
Koşullu Geçer DD 1.00
Başarısız FD 0.50
Başarısız FF 0.00
Sınav sonuçlarına itiraz
Ara sınav, yarıyıl/yıl sonu ve bütünleme sınavlarının sayısal
notlarındaki maddi hatanın düzeltilmesi için öğrenci, sınav sonucunun
ilânını takip eden üç iş günü içinde dersin kodunun ait olduğu idari
birime yazılı olarak başvurabilir. Bu başvuru öğretim elemanına iletilir.
Eğer maddi hata mevcut ise, ilgili yönetim kurulunun onayı ile öğretim
elemanınca not düzeltilir.
1. Kültür Nedir?
Batı dillerinde 15. yüzyıldan beri bilinen kültür sözcüğü, birbirine yakın
bir çok anlamda kullanılmış, günümüze gelinceye kadar yüzden fazla tanımı
yapılmış bir kavramdır. Bu kadar çok tanımlanması onun çok geniş bir
kullanım alanı olduğunu göstermektedir.
Kültür sözcüğünün aslı, Latince’de Cultura, ziraat” toprağı ekip, biçip ürün
almak” anlamına gelmektedir. Bu sözcüğün Latince’de kullanılan mecazi bir anlamı
daha vardır; terbiye etme, yetiştirme. Bunlar, bugün gerek dilimizdeki gerekse diğer
dillerdeki kullanılan anlamlarına yakındır.
Kültürün dilimizde birkaç kullanılışı vardır:
3-Fen bilimlerinde, toprağı ekip biçme, yetiştirme, üretme anlamında kullanılışı. Kültür mantarı,
boğaz kültürü, bakteri kültürü.
Kültür sözcüğünün bunların dışında gerçek anlamı ile ilgili yüzden fazla tanımı yapılmıştır.
Bilim adamlarının farklı kültür tanımları vardır. Bizde bu kavramı ilk olarak inceleyen Ziya Gökalp’tir.
Ziya Gökalp, kültür sözcüğü yerine “hars” sözcüğünü kullanmış, kültürün milli olduğunu söylemiş,
kültür ve medeniyeti birbirinden ayırmış, maddi kültürün uygarlık ile birleştiği noktalar olduğunu
savunmuştur.
Aslında, bir topluluğa ait sosyal değerler kültürü oluştururlar, denilebilir. Bu
sosyal değerler, yüzyıllar boyunca ortak olarak yaşayan insanların var ettikleri çeşitli
davranış biçimleridir. Elbette ki bu davranış biçimlerinin oluşmasında rol oynayan
faktörler vardır. İnançlar, gelenekler, görenekler, ahlâk anlayışı, adalet sistemi, dil,
edebiyat, sanat, eğitim vb. kültürü oluşturan yapı taşlarıdır. Bunlar, o ulusun
yüzyıllar boyunca oluşturduğu, toplumu ayakta ve bir arada tutan bağlarıdır.
Bir ulusun tarihi süreç içerisinde edindiği yaşam bilgisi, deneyimleri, bilim ve
sanat alanında yaptığı çalışmaları, buluşları, eserleri, zaferleri; dil, tarih ve edebiyat
aracılığı ile bir sonraki kuşaklara aktarılır. Yeni kuşaklar, geçmişten aldıkları bu mirası
iyi bir biçimde değerlendirmeli ve üzerine kendi yaşadıkları çağın getirdiklerini
eklemelilerdir.
Ulusların varlıklarını sürdürmelerinde “kültür”ün önemi büyüktür.
Kültür değerlerini; zamanın olumlu değişiklikleri ile zenginleştiren uluslar,
dünya ulusları arasındaki yerlerini sağlamlaştırırlar. Dünyada güçlü ulus
olmanın bir yolu da kültür değerlerine sahip çıkmaktır.
İlkel ya da gelişmiş, her toplumun mutlaka bir kültürü vardır. Bir
toplumun yaşama biçimi nasıl ise; anlayışları, hukukları, inançları, değer
yargıları, çalışma biçimleri, üretim, tüketim, resim, dans vb. onların kültürünü
oluşturur. Yabancı bir ülkeye gidildiğinde insanların davranış biçimleri,
yemekleri, giysileri, arkadaşlık, dostluk anlayışları, evlilikleri, çocuklarına
verdikleri eğitim; bunların hepsinde nasıl farklılıklar olduğu daha iyi anlaşılır.
Bir topluluğu ulus haline getiren, onu diğer uluslardan ayıran,
geçmişten gelerek varlığını devam ettiren temel ögeler olan, dil, din,
gelenekler, görenekler, tarih, sanat, edebiyat, dünya görüşü, hukuk gibi
yüzyıllar boyunca bireylerin bir arada olmalarını sağlayan, o ulusa özel yaşam
unsurları bütününe kültür denir.
Kültür, maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır:
Maddi kültür; ev, eşyalar, giysiler gibi fiziksel nitelikli olanlara denir.
Manevi kültür; hukuk, gelenekler, dil, değer yargıları gibi yaşamı (sosyal
yapıyı) düzenleyici nitelikte olanlara denir.
Kültürü; ögelerine, bu ögelerin oluşum noktalarına, kullanım biçim ve
alanlarına göre de şu şekilde gruplara ayırabiliriz:
1.Bireysel kültür: Bir toplumun üyesi olarak, bireyin yaşam biçimini oluşturan
kültüre denir.
3.Ulusal kültür: Toplumun yaşam biçimini oluşturan kültüre ulusal kültür denir.
4.Evrensel kültür: Doğrudan doğruya bir ulusa ait olmayan, genel olarak kullanılan
ögelerin oluşturduğu kültüre evrensel kültür denir. Bilim, teknik gibi.
Kültürün tanımı, çeşitleri ile ilgili olarak ortaya çıkmış olan ve kullanılan diğer
kavramları da burada açıklamakta yarar görüyoruz:
4.Kültür şoku: Yabancı bir ülkede, farklı bir kültürde karşılaşılan, kendisine çok uzak olan
davranış ve değerler karşısında bireyin yaşadığı şaşkınlık, yalnızlık, kaybolmuşluk duygusu.
Kültür Ögeleri
Dil
Tarih, bir ulusun kültürünün oluşma sürecinde ve oluştuktan sonraki geçirdiği evredir. Bir
ulusun geçmişidir. Tarih; kültürün bütün ögelerinin oluşturulduğu bir süreç, kültürü
oluşturan bir öge ve aynı zamanda da diğer bütün kültür ögelerini içinde taşıyan özelliği ile
bireyler arasında sosyal bir bağlantı kurmaktadır.
Geçmişi olmayanın geleceği de olamaz. İnsanların bir ulus halinde yaşamalarının, ortak
duygulara sahip olmalarının en önemli sebebi, ortak bir geçmişe sahip olmaları ve bu
geçmişi birlikte oluşturmuş olmalarıdır. Sevinçleri, üzüntüleri, savaşları, barışları, zaferleri,
yenilgileri birlikte yaşayan; bir çok ortak soruna birlikte katlanan bireyler; bunlarla bir tarih
yaratmışlardır. İnsanlar, olumlu ve olumsuzlukları yaşarken geçmişte bir bağ oluşturmuşlar
ve bu da bugünkü ortak yaşamın temeli olmuştur. Ulusun geleceği söz konusu olduğunda
bireylerin aynı duygular ile hareket etmelerinin açıklaması da bu gerçekte yatmaktadır.
Sanat
İnsanın temel gereksinimlerinden biri de bir sanat dalı ile ilgili çalışmalardır. İlk çağlardan
günümüze insanlar yeme, içme, barınma, iletişim kurma gibi yaşamsal ana maddeleri
karşılamak için çareler aramış, yollar bulmuşlardır.
Maddi gereksinimler, bir insanın yaşamını tam anlamı ile sürdürmesi için yeterli değildir.
İnsan, karnını doyurduğu gibi ruhunu da doyurmak zorundadır. İnsanın ruhunu doyurmak
için başvurduğu yollar, sanat eserlerini oluşturmuş ve insanoğlu bununla da yetinmemiş
zevk ve duygularını dışarıya vuracak yolları diğer yaşamsal ögeler ile birlikte geliştirmiştir. İlk
insanların iletişim kurma biçimlerden birinin duvar resimleri yolu ile olduğunu varsayarsak;
sanat tarihinin insanın varolduğu günden itibaren başladığını söyleyebiliriz.
Edebiyat
Dil, kültürü yüzyıllar boyunca devirden devire taşıyan, onu ayakta tutan en
önemli ögedir. Dilin anlattıkları bir ulusun bütün geçmişidir. Duygular, düşünceler,
yaşanan iyi ya da kötü olaylar dil ile anlatılmış, yaşatılmıştır. Dildeki anlatım
biçimleri zamanla geliştirilerek eserlere dönüşmüştür. Böylece “edebiyat, dil ile
yaşam bulan; dil ise edebiyat ile zenginleşen bir sanattır” diyebiliriz. Şiirde bizi
heyecanlandıran, duygulandıran, coşturan, bir romanda bizi düşündüren, hayaller
kurduran ifadeler dil ile oluşturulur.
Edebiyat, yaşamın bütün yönlerini sözcükler aracılığı ile sanatsal bir anlatımla
ayakta tutar.
Hukuk
Toplumdaki en küçük birim olan aile içindeki ilişkilerden, genel anlamda toplumda bireylerin
birbirleri ile olan ilişkilerini ve devlet anlayışını de içine alan bir ögedir. Bir kültürün mensubu olan
birey, içinde yaşadığı kültürün etkisi altında kişiliğini geliştirir. Bu çerçevede bir dünya görüşüne
sahip olur. Bu özellik ile paralel olarak bazı konularda değişik görüşlere karşı katı bir tavır içine
girebilir. Vazgeçemediği bu davranışların altında kendi kültüründen gelen değerler (değer yargıları)
yatmaktadır.
Genel olarak her toplumda olmazsa olmaz olarak kabul edilen ahlâk kavramının işlevi
değişmez ancak içerdikleri farklılık gösterir. Ahlâk anlayışının kuralları her toplumda değişik
uygulanır, her toplumun günlük yaşamında yanlışlar-doğrular, ahlâksızlık olarak kabul
edilenler ve tepki gösterilen olaylar değişir.
Yukarıda verdiklerimiz kültürün asıl ögeleridir. Bu ana başlıkların altında, toplumda her
zaman kendisini çok fazla hissettirmeyen küçük ögeler; ayrıntılarda yer alırlar. Her
toplumda, basit, küçük alışkanlıklar, anlayışlar, giyim tarzındaki ayrıntılar gibi
sayamayacağımız kadar çok ikinci, üçüncü öge bulunmaktadır. Bunlar, yukarıdan aşağıya
önemlerine göre sıralanırlar.
Kültürün Özellikleri
1) Kültür millidir.
Bir kültürün ögeleri, birdenbire var olmamış, zaman içinde çeşitli sebepler
ile ortaya çıkmış yavaş yavaş şekillenmişlerdir. Bunların kültür ögeleri haline
dönüşmesi uzun bir tarihsel süreçte gerçekleşmiştir. Ögeler; bilinmeyen,
tespit edilemeyen bir zaman içerisinde ortaya çıkmış, gelişmiş, değişmiş ve
yaygınlaşarak yerleşmişlerdir. Bu değişim ve gelişim kültür var olduğu sürece
devam eder. Kültür süreklilik özelliğine sahiptir, aralıksız devam eder. Bir
boşluk, duraklama söz konusu olamaz.
4) Kültür değişkendir ancak özü değiştirilemez.
Bir kültür değişebilir ancak özü değiştirilemez. Eğer kültürün özü değişirse o kültürün
tamimiyle yok olması anlamına gelir. İnsanların doğal olarak yarattıkları temelden bir değişikliğe
uğratıldığında o, kültürden söz edilemez, başka bir topluluk olarak kabul edilir.
İlk çağlardan günümüze kadar kültürlerin hiç birisi olduğu gibi kalmamış zaman içinde
değişiklik geçirmişlerdir. İnsanlar doğup büyüdükleri çevrenin özelliklerini farkına varmadan
değiştirirler. Bir sonraki kuşağa da bu değişmiş yaşam ögelerini, kendi zamanlarının şartları içinde
yaşamak kalır. Böylece yavaş yavaş davranış biçimleri ve anlayışlar farklılaşır. İlk çağlardan günümüze
kadar kültürlerin hiç birisi olduğu gibi kalmamış zaman içinde değişiklik geçirmişlerdir. İnsanlar
doğup büyüdükleri çevrenin özelliklerini farkına varmadan değiştirirler. Bir sonraki kuşağa da bu
değişmiş yaşam ögelerini, kendi zamanlarının şartları içinde yaşamak kalır. Böylece yavaş yavaş
davranış biçimleri ve anlayışlar farklılaşır.
Kültür Değişmeleri
Kültür, ulusları bir arada tutan, yaşam biçimlerini belirleyen
ögelerden oluşur. Her toplumun, kendi koşulları içerisinde
gereksinimlerine cevap veren bu ögeler ve bunların uygulanış
biçimlerinde yavaş yavaş ortaya çıkan ve yerleşen değişiklikler olur.
Toplumun yaşam biçiminin her alanında ortaya çıkan bu değişikliklere
kültür değişmeleri denilir. Kültür değişiminde uygarlığın doğuşu ve
gelişimine ilişkin öne sürülen iki kuram vardır.
A. Evrim Kuramı
Kültürün toplumların ilk vahşi dönemlerinden günümüze kadar
çeşitli aşamalardan geçerek sürekli bir ilerleme ve gelişme gösterdiği
kabul eden görüştür. Bu görüşe göre, kültürel gelişme kesin kurallara,
yasalara bağlı olarak belli ve düzenli bir aşamalar sırasına göre
kendiliğinden olmaktadır. Dolayısıyla ilkel kalmış ya da az gelişmiş
toplumların kültürlerinde söz konusu evrimin değişik evrelerini bulmak
mümkündür.
B. Yayılma Kuramı
Toplumsal ve kültürel değişmeyi bir kültürden ötekine geçen
ögelere ve bu ögelerin yaygınlaşıp tutunmalarına bağlayan görüştür.
Ögelerin geçişi yüzünden de değişik toplumlarda birbirine benzeyen
kültürel özellikler görülmektedir.
Yabancı kültür toplulukları ile ilişkide bulunan toplumlarda herhangi bir iç ya da dış zorlama
olmaksızın baş gösteren değişiklikler. Uluslar, her çağda bir şekilde birbirleri ile iletişim kurmuşlardır;
kültür, turizm, ekonomi, siyasal, dinsel konularda karşılıklı ilişkiler, alış-verişler olmuştur, olacaktır.
Hatta, buna bir noktada zorunlulardır, denilebilir. Buna, içinde yaşadığımız çağda, iletişim alanında
ne kadar hızlı bir değişim yaşandığı da eklenirse durumun kaçınılmazlığını daha iyi kavrayabiliriz.
Radyo, televizyon, internet gibi hemen herkesin değişik amaçlar ile her gün kullandıkları
medya aracılığı ile kültürler arasındaki iletişim an be an daha yoğun yaşanmaktadır. Bu, kültürler
arasındaki etkileşimi hızlandıran önemli bir faktördür. Bu etkileşim; önce güncel olayları,
alışkanlıkları değiştirmeye başlar. Doğal olarak bu değişiklik; yavaş yavaş kültürün ögelerinde
yayılmaya başlar. İnsan ilişkileri, aile yapısı, alışkanlıklar yerini yenilerine bırakır. Bu engellenemez
değişim, insanın kendini ifade etme, iletişim kurma aracı olan dilde de aynı anda kendini gösterir.
b. Zorunlu Kültür Değişmesi:
Serbest kültür değişmelerinin dışında, bir başka ulusun zorlamasıyla kasıtlı olarak ya da siyasal
iktidarların çeşitli sebeplerle uyguladıkları kültür değişiklikleri vardır.
Baskı kurmak isteyen ulusun kendi kültürlerini; yavaş yavaş ikna yoluyla , zorla-baskı ile veya
çeşitli değişik yollar deneyerek elde etmek istedikleri ulusun insanlarına kabul ettirdiği kültür
değişimleridir. Günümüzde, bazı uluslar kendi kültürlerini çeşitli yollarla yaygınlaştırarak başka
uluslar üzerinde söz sahibi olmak için her fırsatı değerlendirmektedirler. Bu iyi niyetli olmayan
karışma, toplumun tamamen yabancılaşmasına, başka toplumların esareti altına girmesine yol açar.
Saldırıya uğrayan, toprakları başka bir ulus tarafından silah gücüyle elde edilen veya çeşitli
yollarla baskılara uğrayan ulusların kültürleri büyük değişiklikler yaşar. Bu uluslar, kendi değerlerini
tamamen yitirip esaret altında yaşayıp zamanla yok olurlar.
5) Kültür işlevseldir.
Kültür, toplumda birlikte yaşayan bireylerin ortak gereksinimlerini karşılayan ögelerden oluşur.
Her bir ögenin bir görevi vardır. Karşılaşılan sorunlar çözülürken geçmişte yaşanılan benzer olaylar
örnek alınır. Yeni çözüm yolları aranırken daha önceki uygulamalar sonucunda edinilen deneyimler,
bulunan çözümler kişiyi ortak bir davranışa iter. Birey belli birtakım kurallara uymak zorunluluğu
duyar.
Kültürün toplum yaşamındaki işlevselliği bağlayıcı bir özelliği de beraberinde getirir. Toplum
içindeki davranışları, kültür yönlendirir. Birey toplumdaki bazı davranışlara, adetlere karşı çıkabilir.
Bunların yanlışlığını savunup kanıtlayabilir. Ancak birey bir gün o toplumun kurallarına uymak
gereğini duyabilir ya da bu o anda ona mantıklı gelir. Toplum ile her konuda ters düşemez; gün gelir
gittiği, yaşadığı yere uygun davranmak gereğini kendisi hisseder.
6) Kültür toplumun ortak malıdır.
İnsan olmazsa toplum olmaz; toplum olmazsa da kültür olmaz. Bireye değil,
topluma aittir. Herkes bir toplumda yaşamanın getirdiği sorumluluğu taşır, taşımak
zorundadır. Toplumun yaşadığı yer ve bir zaman içinde oluştuğundan dolayı; kültür
bir kişinin değil, topluluktaki bütün insanların ortak davranışlarını yönlendiren
birikimlerdir. Farklı kişilikler de toplumsal anlayışın içerisinde gelişir Özel yaşamında
ne yaparsa yapsın toplum içinde o toplumun belli değerlerini önemsemek
zorundadır. Zira, toplumun dil, tarih, edebiyat, sanatında yıllar boyunca toplumun
her bir bireyinin, yaşanan her zamanın ve yerin izleri vardır. Kültür, kuşaktan kuşağa
aktarılan bir mirastır. Her kuşağın kültür üzerinde hakkı ve sorumluluğu vardır.
7)Kültür ahenkli bir bütündür.
Ulus olabilmek için kültür ögelerinin hepsinin olması şarttır. Dili, gelenek
ve görenekleri, tarihi, sanatı, hukuku olmayan bir topluluğa ulus denilemez.
Bunların da bir bütünün parçaları olarak dengeli, uyumlu olması gerekir. Her
öge ölçülü olarak görevini yerine getirerek, yaşamın akışına yardımcı
olmalıdır. Kültürün ögelerinin birinde olabilecek yetersizlik veya tam tersine
aşırılık, diğer ögeleri zayıflatır, onlara zarar verir, bu da toplumda dengesizlik
yaratır, sarsıntı ve boşluklara sebep olur. Dengenin olmaması veya uyumun
bozulması kültürün ahengini bozar.
8)Kültür doğal, canlı bir varlıktır.
Kültür doğar, büyür, kendini geliştirerek yaşar. İnsanların çeşitli temel gereksinimlerini
karşılamak için kendiliğinden yavaş yavaş ortaya çıkmış doğal bir varlık olarak, geçtiği
yollarda zaman zaman daralarak veya genişleyerek yaşamını sürdürmektedir. Her kültürün
kuralları vardır. Kültürlerin tarihsel sürecinde kendisine özel birtakım kurallar oluşmuştur.
Zaman içerisinde bu kurallar değişikliğe uğrasa da genel anlamda kültür, yaşamını bu
kurallar çerçevesinde sürdürür. Kurallara ters düşen karışmalar, kültürün doğasına aykırıdır
ve ona zarar verir. Böyle bir durumda tepki doğar ki, bu da huzursuzluğa, bunalıma sebep
olur, kültürün gelişmesini engeller.
Her canlı varlık gibi değişikliğe uğrar, karşılaştığı durumlardan yarar ya da zarar görebilir.
Bir yerde olduğu gibi durmaz. Akıp giden yaşamın ta kendisidir.
9) Kültürün var olma sebebi kuşaktan kuşağa aktarılmasıdır.
Kültürünü tanıyarak yetişen bireyler, kişilik sahibi olurlar. Kültürünü bilinçli olarak
sindiren, iyi eğitim almış, okuyan kişiler, doğruları, yanlışları daha iyi ayırır, uluslarına
gelebilecek zararlı durumları daha çabuk fark ederler ve daha çabuk önlem alırlar. Bilinçli,
sezgi gücüne sahip oldukları için, başka kültürlerden gelebilecek tehlikeli yaklaşımlar, hangi
biçimde olursa olsun kendilerini kaptırmazlar. Toplumdaki bazı insanlar, birtakım
güzelliklerin peşinden gidebilir ve bunun sâdece o anda yaşamın bir gereği olduğunu
düşünebilir, ardından gelebilecek düzeltilmesi zor yanlışları anlamayabilirler. Bu da kültürü
yok olma noktasına getirebilir. Böyle yanlışlara düşmemek için kültürünü tanıyan, eğitimli
bireyler yetiştirilmesi gereklidir.
11) Kültür başlangıç aşamasında kalmaz.
Kültür süreklidir. Tarihsel olma özelliğinde de bunu açıklamıştık. Ancak az sayıda da olsa bazı toplumlar;
oluştuktan sonra olumsuz koşullardan dolayı sâdece ortak bazı paylaşımlarda bulunurlar. Doğal olarak bu
toplumların sağlam bir sosyal varlık göstermeleri olanaksızdır. Dolayısıyla kültür olarak gelişemezler, ilkel
şartlarda yaşamlarını sürdüren topluluklar olarak kalırlar. Kültür sosyal, ruhsal, biyolojik bir varlıktır.
Her ulusun kültürü kendi insanına uygun olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Bu özelliğiyle bireyin
rahat etmesini, mutlu olmasını sağlamalıdır. Her toplumun bireyinin yaşama koşulları farklı olduğuna göre,
çözümlerde farklı olacaktır. Bundan dolayı iyi kültür, kötü kültür, değerli kültür, değersiz kültür şeklinde bir
değerlendirme yapmak yanlıştır. Ancak başlangıç aşamasında kalmış ve ruhsal eksiklikleri bulunan gelişmemiş
kültürler ile gelişmiş kültürlerden söz edebiliriz. Gelişmiş ve varlığını devam ettiren kültürlerde; yetişen kimlik
sahibi insan, toplumun bütün ögeleriyle varlığı, etkili, güçlü olması aranmalıdır.
Kültür ve Uygarlık
Dilimizde kullanılan kültür ve uygarlık, sözcükleri sık sık karıştırılıp birbirlerinin yerine
kullanılmaktadır. Yıllarca, uygarlık sözcüğü, genel anlamda toplumların yaşamları ile ilgili her konuyu
açıklamak için kullanılmıştır.
Bilindiği gibi uygarlık anlamında batı Avrupa dillerinde kullanılan sözcük «civilasition» doğu
İslâm dünyasında ise medeniyettir. Latince «civilis», yurttaşlara ilişkin haklar, ayrıcalıklar anlamında
olup bundan türetilen «civiliser» deyimi, «barbarlık» durumundan çıkmayı belirliyor, toplumun
genel özelliklerini ifade ediyordu. Bizde bugün de yaygın olarak uygarlık yerine kullanılan
«medeniyet» sözcüğü, Arapçadan dilimize geçmiştir. Arapça şehir anlamına gelen «medine»
sözcüğünden türetilmiştir. Şehirdeki yaşam tarzı, şehirlilik anlamındadır. Türk Dil Devrimi’nin sonra
ise uygarlık ifadesi dilimizde yerini almıştır.
Aslında uygarlık ve kültür arasında çok sıkı bir bağlılık
bulunmaktadır. Gerek kültür, gerekse uygarlık kavramları ile ilgili
birbirine yakın olmakla birlikte öncelik, sonralık, içerik, içeriği oluşturan
ögeler açısından farklı görüşler ortaya atılmış ve savunulmuştur.
5)Kültür, bir ulusa ait ortak değerlerdir; uygarlık ise ulusların ortak değerleridir.
Kültürün en önemli ögesi olan dil, insanların temel gereksinimlerinden birisini karşılamak
üzere kendiliğinden doğal olarak ortaya çıkmıştır. Diğer kültür ögelerinin içinde daha farklı
bir yere sahip olan, topluluğu ulus haline getiren dildir. İnsanoğlunun iletişim kurma
gereksinimi, toplulukları oluşturmuş ve zamanla bu toplulukların ulus haline gelmesinin
temelini atmıştır. Yazı dili de bütün değerlerin kuşaktan kuşağa taşınmasını sağlamıştır. Yazılı
belgeler olmasaydı geçmişimizi bilmemiz, bugünümüzü korumamız olanaksız olurdu.
Kültürün ögelerinin oluşmasında önemli bir yere sahip olan dil, aynı zamanda bu ögeleri
taşıyan, ayakta tutan bir iletişim aracıdır. Bunları farklı bir dilde anlatmak zor hatta çoğu
zaman olanaksız olabilir. Ulusların bütün değerleri dil ile yaşam bulmaktadır.
Ulus olabilmek için, ortak kültürel değerlere sahip olmak gerekir.
Bunun da birinci olmazsa olmaz şartı aynı dili kullanmaktır. Dilin, ulusun
bireyleri arasında birleştirici, bütünleştirici bir rolü vardır. Her kültür dilinin
özel söyleyiş biçimleri, atasözleri, deyimleri vardır. Toplumların acılarını,
sevinçlerini, sevgi ve saygısını anlatma tarzı birbirinden başkadır. Bir yabancı
dili öğrenip o dili kullanan ulusun insanları ile konuşabilirsiniz; fakat ortak
ruha sahip olamaz, birçok ortak duyguyu paylaşamazsınız. Dil, ortak bilinci
oluşturan, ulusun birliğini sağlayan, bütünleştirici özelliğe sahiptir. Özellikle,
her ulusun kendi diline çok iyi sahip çıkması gerekir. Zira dil, en önemli ögedir.
Çinli filozof Konfüçyus’un (MÖ.552-479) kendisine sorulan “Bir ülkeyi yönetmeye
çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?” sorusuna verdiği yanıt, bu konunun önemini
açıklamaktadır. Konfüçyus yanıtında, ”Hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle işe başlardım;
çünkü dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz, düşünce iyi anlatılamazsa,
yapılması gerekenler doğru yapılmaz, töre ve kültür bozulur, bunlar bozulunca adalet yanlış
yola sapar, adalet yoldan çıkarsa şaşıran halk, ne yapacağını bilemez.” der.
Atatürk, milli kimliğin oluşmasındaki en önemli iki ögenin dil ve tarih olduğunu,
özellikle dilin önemini sık sık vurgulamış çıkartılan yasalar (3 Mart 1924, Tevhid-i Tedrisat
Kanunu) ile eğitim birliğini sağlamış, 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurarak
Türkçeyi milli benliğine ve aslında bulunan güzelliklere kavuşturmayı, zenginleştirmeyi,
sadeleştirmeyi, geliştirmeyi, dilde bağımsızlığı sağlamayı amaçlayarak dil devrimini
başlatmıştır.
TÜRK YAZI DİLİNİN
TARİHİ DÖNEMLERİ
Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. Konuşma
dilinin tabiatından olmak üzere ülkede, birbirinden az çok farklı ağızların
bulunması normaldir. Yazı dili, bir kültür dili olarak birleştirici bir özelliğe
sahiptir. Üniversitelerde Türk dili derslerinin okutulma gerekçelerinden
biri de konuşma dilini mümkün olduğu kadar yazı diline yaklaştırmak
olduğu için ortak dille yazmaya ve konuşmaya özen gösterilmelidir.
Tarihin çok eski dönemlerinden beri birbirinden uzakta ve geniş bir
coğrafyada varlığını sürdüren Türklerin dili, bir ana kaynaktan doğmakla
birlikte bu uzun zaman içinde ve farklı bölgelerde bazen az, bazen de çok
değişiklikle varlığını sürdürmektedir.
Türkçenin belgelerle takip edilen ilk dönemi olup 13. yüzyıla kadar olan
zamanı içine alır. Türkçenin bütün dönemleri hesaba katıldığında hem ses ve biçim
bilgisi hem söz varlığı bakımından en saf ve duru dönemidir.
Türkçenin, Türk yazısının elimizde bulunan en uzun, en eski ve en önemli ürünleri, 8. yüzyıldan kalan Orhun
Yazıtları ve onlardan daha eski oldukları anlaşılan, genellikle kısa mezar taşı niteliği taşıyan Yenisey Yazıtlarıdır. Bugünkü
Moğolistan’da, Orhun Nehri yakınlarında bulunan Kül Tigin (732) ve Bilge Kağan(735) yazıtlarından başka, dönemin ünlü
veziri Tonyukuk’un kendi adına diktirdiği, Ulan Bator yakınlarında bulunan iki taş, Orhun Yazıtları’nın başlıcalarıdır. Bu
dört taş yazıt, iki kağanın ve bir vezirin ağzından, Türk kavimleri ve yabancılarla yapılan savaşların, gösterilen özverilerin
anlatıldığı, ulusa öğütler de içeren hitabeler niteliğindeki belgelerdir. Bunlara, biraz daha eski oldukları anlaşılan Ongin,
Küli Çor Yazıtlarını ve 7. yüzyıl sonlarına(688–991) ait olduğu düşünülen kısa ve eksik Çoyren Yazıtını ekleyebiliriz.
Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur:
Kazakistan'da Esik kurganından (Altın Elbiseli Adam) çıkan bakır tas üzerindeki Köktürk işaretli kısa yazının okunuşu
doğrulanırsa Türk yazı dilinin belgeleri Çoyrın (veya Çoyr) bengü taşından 1200 yıl kadar daha önceye gidecek demektir.
Orhun ve Yenisey Yazıtları’nda kullanılan, sağdan sola doğru yazılan 38 harflik alfabe Uygur alfabesini kullanan
Uygurlar döneminde de bazı metinlerde kullanılmıştır.
Uygur Devri (8-10. yüzyıllar)
Göktürk Devletini 745’te yıkarak yerleşik hayata geçen ve Uygur Devletini kuran Uygur
Türkleri, sahip oldukları farklı inançlarla geniş bir kültür alanı oluşturmuşlardır. Yeni bir din
arayışıyla Budizm’i benimseyen Uygurlar, Uygur yazısı ve Mani, Brahmi yazılarıyla taş ve
kâğıt üzerine yazılmış metinler kütük basması eserler bırakmışlardır. Doğu Türkistan’daki
kazılarda ortaya çıkarılan yüzlerce sandık eserin çoğu, dinî nitelikli olmakla beraber
aralarında tıp, falcılık, astronomi ve şiirle ilgili olanlar da vardır.
Tıp, astronomi, fal- falcılık ve dinsel konuları içeren bu eserler; Göktürk alfabesinin
yanında soğut kökenli 18 harfli Uygur, Mani ve Brahmi yazılarıyla yazılmıştır. Bu
dönemin eserleri şunlardır:
1. Irk Bitig (Fal Kitabı)
Göktürk alfabesiyle yazılmış, Mani dinine ait bir fal kitabıdır.
Radloff ve Malov tarafından Uygur harfleriyle yayımlanan, Budizmin kutsal kitabı olan bu eser;
Burkancılığın inanç ve felsefesini, Buda’nın vaazlarını içermektedir. Yaklaşık yedi yüz sayfa olan eserin aslı
Sanskritçe olup, önce Çinceye, daha sonra Çinceden Uygurcaya tercüme edilmiştir.
Buda dininin inanç, felsefe ve ilkelerini anlatan bir eserdir. Sade bir dil kullanılmıştır.
4. Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi düşünceli kardeş ile kötü düşünceli kardeş)
Budizmi sevdirmek için yazılmış, iki kardeşin efsanevi yaşam hikâyesini anlatan eserdir.
5. Turfan Metinleri
Tıp, falcılık, astronomi, tarım ile ilgili parça parça yazılardan oluşmaktadır.
Karahanlı Devri(10-13. yüzyıllar)
Doğudan batıya göçen Oğuz Türklerinin 10. yüzyılda İslâmiyet’i kabul
etmesiyle Türk devletleri, eski kültür sahalarından ayrılıp yeni bir kültür alanına
girmişlerdir. Oğuz Türklerinin Doğu ve Batı Türkistan’da kurdukları ve13. yüzyıla
kadar devam eden Karahanlı Devleti’nde konuşulan dile Hakaniye Türkçesi ya da
Karahanlı Türkçesi denilmektedir.
Karahanlılar İslâmiyet ile yeni bir kültür dairesine girmekle birlikte eski
kültür izlerini de taşımaktadırlar. Bu bakımdan Karahanlı dili, Uygur yazı dilinin
İslami kültür ile kaynaşmasıyla oluşmuş bir yazı dilidir.
Eski Türkçenin Karahahanlı devrine ait önemli eserlerinden bahsedecek
olursak bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Kutadgu Bilig-Yusuf Has Hacip
11. yüzyıldan itibaren İslâm medeniyetine giren Türk milletinin yeni şartlara rağmen kendi milli
varlık ve şartlarına bağlı kalması sayesinde bu dönemde önemli eserler verilmiştir. “Mesut olma bilgisi”
anlamına gelen ve siyasetname niteliği taşıyan bu eser 6645 beyit olup 1069-1070 yılında devrin önde
gelen bir bilgini ve fikir adamı olan Yusuf Has Hâcip tarafından yazılmıştır.
Çok az rastlanan Arapça ve Farsça sözcüklerin dışında eser, sade Türkçenin izlerini taşır. Eserde
halk arasında yaygın olarak kullanılan edebi söyleyişlerle deyim ve atasözlerine de oldukça fazla yer
vermiştir.
Karşılıklı konuşma tarzının kullanıldığı bu eserde “Kün togdı”, “Ay Toldı”, “Ögdilmiş” ve
“Odgurmuş” olmak üzere dört kavramı temsil eden dört kişi konuşturulmuştur. Bunlardan, Ögdilmiş aklı
temsil eder ve vezirin oğludur. Ay Toldı, saadeti temsil eder ve vezirdir. Kün Togdı, adaleti temsil eder ve
hükümdardır. Odgırmış ise kanaati temsil eder ve vezirin kardeşidir.
2. Dîvanı Lügati’t-Türk-Kaşgarlı Mahmut
Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan ansiklopedik Türk dili sözlüğüdür. Türk ulusunun
büyüklüğünü anlatmak, Araplara Türkçeyi öğretmek için yazılmıştır. Eserde o zamanın Türk
dünyasına ait geniş açıklamalar vardır. Türkçe sözcüklere Arapça karşılıklar verilmiştir. Dilbilgisi,
sözcük açıklamaları, cümleler, atasözleri, şiirler ile zenginleştirilmiştir. Bu eser, yalnızca bir sözlük
değil, 11. yüzyıl Türklüğünün kültür ve medeniyeti hakkında bilgi veren ansiklopedik bir eserdir.
Eserde Müslüman olmayan Türklerin kullandıkları sözcüklere yer verilmemiştir. Türk halk şiirinin
en eski örnekleri, çeşitli halk edebiyatı ürünleri ilk kez burada yazılmıştır. Yazmaya başlamadan
önce Türk illerini gezmiş, çeşitli araştırmalar yapmış, doküman toplamış, kullanılan sözcükleri
derlemiştir.
Karahanlılar döneminde Türkçe ilk kez Arap alfabesiyle yazılmış ve bunun ilk uygulayıcısı
da 11 yüzyılda Kaşgarlı Mahmut olmuştur. Divânı Lügati’t Türk adlı eserinde Kaşgarlı Mahmut
Arapça imla kurallarını uygulamıştır.
3. Atebetü’l-Hakayık-Edip Ahmet Yükneki
Ahmet Yesevi’nin Dîvân-ı Hikmet adlı eseri; dinî, tasavvufî özlü sözleri içeren
mecmua niteliğinde bir eserdir. Bu eser, genellikle 5–25 arasında değişen dörtlüklerden
oluşmuş, 12’li hece ölçüsü ile halk dilinde yazılmış, uyak ve redifler sıkça kullanılmıştır.
Karahanlı Türkçesine çok önemli hizmetlerde bulunan Ahmet Yesevi, Arap ve Fars
dillerinin etkisinde kalmamış kendi ana dilini diğer dillerden üstün tutmuştur. Yazdığı
şiirler büyük değişikliklere uğramıştır. Türk diline büyük hizmetleri dokunan Yesevi, ana
dilini diğer dillerden üstün tutma geleneğine bağlı kalmıştır.
İslâmiyetin Türkler tarafından kabulüyle birlikte Türk dili ve Türk kültürü farklı bir
sahaya girmiştir. İslâmiyet’in daha çabuk yayılması için Kuran tercümeleri yapılırken
Türkçe de bundan nasibini almış, yeni İslâmi terimlerle ve deyimlerle daha da
zenginleşmiştir.
Türkler İslâmiyet’in kabulüyle birlikte fıkıh, tefsir, hadis gibi dini içerik taşıyan pek
çok eser yazmış, Türk edebiyatına ve Türk diline kazandırmışlardır. Bu eserlerin edebi
açıdan ziyade dil açısından önemi büyüktür.
Kuran tercümeleri, klasik bir edebi dilin kurulmasında bir taraftan önemli bir rol
oynamaktayken diğer taraftan da Türkçenin daha kusursuz bir hal almasına yardımcı
olmuştur.
5. Orta Türkçe Devri (13–15. yüzyıllar)
Türk yazı dilinin Eski Türkçeden yeni yazı dillerine geçiş dönemine Orta Türkçe dönemi adı
verilmektedir. İlk İslâmi eserlerin verildiği ve Türklerin İslâmiyet’i kabulüyle birlikte yeni bir kültür çevresine
de girdikleri Karahanlı dönemini bu devreye katan, 11. yüzyılın başlangıcıyla bu dönemi başlatan dilbilimciler
de vardır.
Eski Türkçeyle yeni Türkçeyi birbirine bağlayan geçiş dönemidir. Bu dönemde bütün Orta Asya’da
kullanılan Türkçeye, Ortak Türkçe, Müşterek Orta Asya Türkçesi adları da verilmiştir.
Türk dili ve Türk kültüründe önemli değişmelerin olduğu bu dönem, Harezm Türkçesi ile temsil edilir.
Harezm Türkçesi, 13. ve 15. yüzyıllarda Batı Türkistan’daki yazı diline verilen isimdir. Harezm ya da Harizm
Türkçesi diye de adlandırılan bu dönemde Harezmlilerin 11. yüzyılda ayrı bir dil konuştukları, bu dili XIII.
yüzyıla kadar da aynı dili korudukları eldeki kaynak ve bilgilerden anlaşılmaktadır.
Harezm şivesi ve dönemin Türk şivelerine tercümeleri yapılmış olan Mukaddimetü’l Edeb,
içerdiği deyim, terim ve sözcüklerle Türk kültür hayatı bakımından önemli bir veri kaynağıdır.
Arapça öğretmek amacıyla pratik bir sözlük niteliği taşıyan eser, Arapça sözcük ve kısa
cümlelerden oluşmuştur.1127–1114 yılları arasında yazılmış olan eser, isimler, fiiller, harfler, isim
çekimleri ve fiil çekimlerinin ayrıntılı bir şekilde yer aldığı beş bölümden oluşmaktadır.
Divan-ü Lügati’t Türk’ten sonra Orta Türkçenin en zengin sözcük kaynağı olarak kabul
edilen eser, bünyesinde 3500 sözcük barındırmaktadır.
5. Muhabbetnâme-Harezmi
Harezmin karma şivesiyle yazılmış en önemli eserlerdendir. Dönemin ve bölgenin dil özelliklerini
taşımakla birlikte, Kıpçak şivesinin izlerini de taşımaktadır. Yazarı kesin bilinmemekle birlikte Horezmi (bazı
kaynaklarda Harezmi) isminin yer alması bunun mahlas olduğunu düşündürmüştür. Arap ve Uygur harfleriyle
yazılmış iki nüshası bilinmektedir. Mefâîlün mefâîlün Feûlün kalıbıyla yazılan Muhabbetnâme’de bazı gazel
ve şiirler de yer almaktadır.
6. Revnakü’l İslam-?
İslâmın parlaklığı diye de adlandıracağımız bu eser, Türkmen şivesinin temsilcisidir. Okullarda dahi
bir dönem ders kitabı olarak okutulan bu eser halk arasında da büyük ölçüde rağbet görmüştür. Hicri 869
milâdi 964/65 yılların da yazılmış bu eser manzum olup yazarıyla ilgili bilgimiz bulunmamaktadır.
6. Yeni Türkçe Devri(15–20. yüzyıllar)
Orta Türkçe döneminde farklı özelliklere sahip olan yazı
dillerinin, şivelerinin edebi dil olarak gelişme gösterdiği ve 15.
yüzyıldan zamanımıza kadar devam eden dönem olarak
nitelendirilmektedir. Bu dönem dilini Orta Türkçe döneminden ayrı
tutmak zordur. Bunun yanında çeşitli etkilerle dilin farklılaştığı
dönemleri de unutmamak gerekir. Böylece Kıpçak, Azeri, Osmanlı,
Çağatay, Türkmen edebiyatlarının dillerini de bu dönemden ayrı
tutmamak gerekir.
11. yüzyıla kadar Altaylardan Hazar ve Karadeniz’in kuzeyine, hatta Orta
Avrupa ve Balkanlara doğru giden Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra ve İran
devletlerinin de ortadan kalkmasıyla 11. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak bugünkü
Azerbaycan, İran üzerinden Anadolu’ya doğru yönelmeye başlamışlardır. Sonunda
13. yüzyılda Azerbaycan ve Anadolu yeni bir Türk yurdu hâline gelmiştir. Türklerin
batıda Anadolu’ya, kuzeyde Karadeniz’in kuzeyi ve batısına kadar yayılmaları,
buralarda yeni kültür merkezleri oluşturmaları, o bölge halkının ağzı ile eserler
yazmaları sonucunda Türk yazı dili çeşitlenerek yayıldığı bölgelere göre biri Kuzey
Batı(Kıpçak), Kuzey Doğu Türkçesi(Çağatay), diğeri Batı Türkçesi(Oğuz) olmak
üzere iki kola ayrıldı. 13. yüzyılda Türkçenin ikinci bir yazı dili ortaya çıktığı için
bu yüzyıl Türkçenin bir dönüm noktası olarak da değerlendirilir.
Kuzey Türkçesi (Kuzeybatı Türkçesi, Kıpçak Türkçesi)
Kıpçakların hangi tarihten itibaren Kıpçak yöresinde yerleştiklerine ait
elimizde kesin bilgi olmamakla beraber Rusların Lavrentiy adlı eserlerinde 1054
tarihi verilmektedir. Sarı saçlı olmaları sebebiyle Kuman şeklinde de adlandırılan
Kıpçaklar, XIII. yüzyılda Moğol saldırılarına rağmen yaşadıkları bölgeyi terk
etmemiş, daha sonraları büyük hâkimiyet kurmuşlardır.
O dönemde Memlük devletinin başında Türk hükümdarın olması ve
içlerinde de Türklerin sayısının fazla olması Türkçeye karşı ilginin artmasına
neden olurken, Araplara Türkçeyi Öğretmek amacıyla yazılan eserlerin yanında
Farsça ve Arapça yazılmış pek çok eserin de Türkçeye tercümeleri yapılmış,
Kıpçak Türkçesiyle birçok eser yazılmıştır.
Suriye, Mısır ve Memlük yörelerinde rastladığımız bu dönem eserleri daha çok Araplara
Türkçeyi öğretmek ve Hristiyanlığı yaymak amacıyla yazılmış eserlerdir. Daha sonraları okçuluk,
atıcılık, atçılık gibi askeri konuları işleyen eserler yanında edebi nitelik taşıyan eserler de yazılmıştır.
Çoğu Memlük Kıpçakçasına ait olan bu dönem eserleri konu bakımından ele alındığında dinî eserler,
ilmî eserler, edebî eserler ve sözlük-dil bilgisi niteliğindeki eserler olmak üzere gruplandırılabilirler.
Codex Cumanicus
Eser Latince bir girişten sonra, Latin, Fars ve Kuman dillerinden oluşturulmuş ve üç ayrı
sütunda verilen sözlükten oluşmuştur. Bu ilk bölümde verilen sözcükler isimler, sıfatlar, filler ve
zarflardan örneklerle çeşitlendirilmiştir. Yaklaşık 1560 sözcükten oluşan alfabetik sözlükte,
bölümlerin bazılarında çok daha ayrıntı bulunabilmektedir.
1391 yılında Saraylı Seyf tarafından Sadi’nin Gülistan adlı eserinden yaptığı tercüme bir
eserdir. Mısır’da yazılmış olmasına rağmen, tercüme eden kişinin Saraylı olması sebebiyle Altınordu
Kıpçakçasıyla yazılmıştır. Dil bilgisi ve söz varlığı bakımından önemli olan bu eserde, tercüme
olmasına rağmen Seyf birtakım eklemeler de yaparak kendi dil özelliklerini de yansıtmıştır.
Husrev ü şîrîn
Bugün Kıpçakça yerini Tatarca, Kırgızca, Kazakça, Başkurtça gibi Türk şivelerini yerini
bırakmıştır.
Doğu Türkçesi(Kuzeydoğu Türkçesi, Çağatay Türkçesi)
1405 tarihinde Timur’un vefatından sonra kurduğu devlet,
oğullarına ve torunlarına kalmış bu da iç karışıklıklara neden olmuştur.
Timur’un oğullarından Şahruh 1409–1449 yılları arasında Horasan ve
Semerkant şehirlerini ele geçirmiş, Çin ve Hindistan ile birçok ticari
ilişki kurmuşlardır. Bu dönemde Semerkant da bir kültür merkezi haline
gelmiştir. Bu dönemde oluşan Türkçe Çağatay Türkçesi olarak kabul
edilir. Bu dönemde çağın en büyük dilcisi olarak kabul edilen Mir Ali
Şir Nevâi dönemi diye de adlandırılır.
Muhakekemetü’l-Lügateyn-Ali Şir Nevâi
Ali Şir Nevâî bu eserinde, Türkçeyi edebi dil olarak kullanmayan,
Farsça yazan çağdaşlarına bir mesaj vermek istemiş, ediplerin eserleri
Türkçeyle yazmaları yönünde telkinler vermeye çalışmıştır.
Bir çeşit dil bilgisi kitabı olan bu eser, sadece Türk dili hakkındaki
görüşleri ile değil Türk kültürü hakkında başka değerli bilgiler de içermesi
bakımından da çok önemli eserdir. Çünkü Nevâî, bu eserinde Türkçenin ne
denli üstün bir dil olduğunu ispatlamaya kalkışırken ve delilleri sıralarken,
Türklerin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşantısı içerisinde geçen pek
çok terim ve kelime kullanarak açıklamıştır.
Ali Şir Nevai dışında Sekkakî, Lütfî, Gedâî, Hüseyin Baykara, Şiban
Han, Muhammed Salih, Babürşah ve Çağatay edebiyatının eski hızını
kaybetmeye başladığı 17. yüzyıl temsilcisi olarak Ebu’l- Gazi Bahadır
Han bu döneme damgasını vuran sanatçılardır. Bahadır Han Şecere-i
Türkî (Türk Şeceresi) ve Şecere-i Terâkime (Türkmen Şeceresi) adlı
eserleriyle tanınmaktadır.
2)Osmanlı Türkçesi
13. Yüzyılın başlarından 15. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu ve Rumeli’de kullanılan, Oğuz temelindeki
Türkçe olup Batı Türkçesinin ilk dönemini oluşturur.
Eski Anadolu Türkçesi, dil bilgisi şekilleri bakımından kısmen Eski Türkçeye bağlı olmakla birlikte, Kuzey
ve Doğu Türkçelerine göre hızlı bir gelişme gösterdiği için bu dönemde yeni gramer şekilleri ortaya çıkmaya
başlamıştır.
Eski Anadolu Türkçesini Anadolu’daki siyasi ve sosyal gelişmelere bağlı olarak kendi içinde Selçuklu
Dönemi Türkçesi, Beylikler Dönemi Türkçesi ve Osmanlı Türkçesine Geçiş Dönemi Türkçesi olmak üzere üç döneme
ayırmak mümkündür.
Anadolu Selçukluları döneminde bilim dili Arapça, resmî dil Farsça olduğu için Türkçeyle dinî, ahlaki
özellikler taşıyan ve daha çok, halka seslenen eserler yazılmıştır. Selçuklu devletinin parçalanmasından sonra ortaya
çıkan Anadolu Beyliklerinde ise beylerinde millî geleneklere ve Türkçeye önem vermeleri sonucunda dil ve edebiyat
açısından verimli bir dönem başlamıştır.
Arapça ve Farsça unsurların henüz fazla olmadığı bu dönemin Eski Türkçeden ayrılan özellikleri olmakla
birlikte bugünkü Türkiye Türkçesinin de temelini oluşturur.
2)Osmanlı Türkçesi
15. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı
devletinin sınırları içinde kullanılan yazı dilidir.
1)Yazı dili ile konuşma dili arasındaki farkı ortadan kaldırmak, bunun için de İstanbul ağzını temel
almak
4)Dilimize yerleşmiş Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçe söylendikleri gibi yazılması. Bütün Arapça
sözcüklerin atılması gerekmediğinden, bilim terimi olarak Arapça sözcüklerin kullanılmasına devam etmek.
2)Konuşma dili ile yazı dili, aydın dili ile halk dili arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırmak,
dile millet varlığı içinde birleştirici ve bütünleştirici bir özellik kazandırmak.
3)Eğitim ve öğretimi milli eğitimin gerekli kıldığı milli bir eğitim diline kavuşturmak.
5)Dile sözcük türetme yolları açısından işlerlik kazandırmak, böylece Türkçeyi milli
kültürümüzün eksiksiz aktarıcısı durumuna getirmek, çağdaş uygarlık düzeyinin gerekli gördüğü
bütün kavram ve deyimleri karşılayabilecek hale sokarak işlek zengin bir kültür dili haline getirmek.
Latin alfabesi ilk defa 1928 tarihinde Azeri Türkler tarafından kullanıldı.
Toplam 29 harf bulunmaktadır. 8’i sesli harf kalan 21 harf ise sessiz harftir.
Latin alfabe sisteminden bulunan “q x, w” harfler Türkçe dil yapısına uymadığı için kaldırılmıştır.
5) Kiril Yazısı:
Türklerin kullandığı alfabeler arasında bulunan Kiril alfabesi Eski
Sovyet Birliği sınırları içerisinde yaşayan Türklere Stalin tarafından zorla
kabul ettirilmiş bir alfabedir. Özellikle 1937-1940 yıllarında bu alfabeyle
Türklere baskı kurulmuş ve zorla milli kimliklerini kaybettirmeye
çalışmışlardır. Türkler arasında 20 çeşit Kiril alfabesi kullanılmıştır. Halen
bugün bazı Türk kavimleri Kiril alfabesini kullanmaktadır. 38 harften
oluşmaktadır. 11 adet sesli harf bulunmaktadır. 7 sessiz harften oluşur.
A. Asya Kolu
Tibet-Burma ve Tay-Çin olmak üzere iki kola ayrılan büyük bir dil
ailesidir. Çin ve Tibet dilleri bu aile içinde yer alır
4. Bantu Dilleri:
b. Samoyetçe
7. Altay Dilleri:
ben yazmak
(soru sözcüğü)
Göz-lük-çü-ler baş-la-t-tır-dık-tan
Bu dil grubu içerisinde Türkçe başta olmak üzere Altay dillerinden Moğol, Mançu-Tunguz,
küçük ayrılıklarla Japon ve Kore dili, Ural dillerinden Fin, Macar, Samoyet dillerini sayabiliriz. Bazı
Afrika ve Asya dilleri de bağlantılı dillerin arasında gösterilebilir. Altay dilleri sondan bağlantılı
(eklemeli) bir dildir.
Ketebe: yazdı/ keteb-tü: ben yazdım/ keteb-tüma: siz ikiniz yazdınız/ üktüp:
yaz/ li-yektüb: yazsın/Katib: yazan/ mektub: yazılmış şey/ mekteb: okul
4. Sayı sıfatlarından sonra gelen isimler genellikle teklik şeklindedir üç ev, sekiz
kardeş gibi.
5. Altay dilleri eklemeli dil yapısında oldukları için sözcük kökleri sabittir. Türetme
yeni eklerle yapılır. Zengin bir ek sistemi vardır.
6. Diller arasında aynı şekilden kaynaklandığı tespit edilen ortak ekler vardır.