You are on page 1of 18

1.

DİLLERİN KÖKENİ
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA

XX. yüzyılın ikinci yarısından sonra, insan bilimi (antropoloji) ve ruh bilimi
(psikoloji) gibi bilim dallarının gelişmesi, dil bilimi çalışmalarına da yeni bir boyut
kazandırmış ve dilin doğuşu sorununa dair ortaya konulmuş kuramları yeniden
yorumlamak ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Çünkü insan dilinin doğuşu, bir yandan insanın
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

fiziksel yapısıyla, öte yandan konuşma mekanizması da beynin çalışması ile ya-
kından ilgilidir. İnsanın konuşma mekanizmasının gelişip nasıl bugünkü durumuna
geldiğini, fiziksel antropoloji konu edinmektedir. Düşünme mekanizmasının nasıl
çalıştığı ise, nöro-psikoloji tarafından ele alınmaktadır. Bu yüzden dil bilimi
çalışmaları bu iki bilim dalının verilerinden yararlanmak durumundadır.
İnsan dilinin ortaya çıkışı, yazının öğrenilmesi ve dillerin çeşitliliği gibi
konular, insanları daima meraklandırmış ve dilin kaynağı ile ilgili pek çok mitolojik
yorumlar yapılmasına sebep olmuştur. Dilin nasıl ortaya çıktığı sorusu, eski
devirlerden başlayarak insan zihnini meşgul etmiştir. Dil nasıl meydana gelmiştir? İlk
konuşmalar nasıl gerçekleşmiştir? Dilin kaynağı nedir? Acaba bütün diller tek bir
dilden mi, yoksa farklı kaynaklardan mı türemiştir? İlk konuşulan dil hangisidir?
Konuyla ilgili çalışmaların başlangıcı milâttan önceki yüzyıllara kadar
uzanmaktadır. Tarihin karanlık dönemlerine ait ilk bilgiler, daha çok efsanelere
dayanmaktadır. Yapılan araştırmalar, ilk insanların bundan bir milyon yıl kadar önce
yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Oysa yazı ve eldeki yazılı metinler çok yakın
dönemlere aittir. Bu nedenledir ki eldeki yazılı bulgular insanlık tarihinin çok küçük
bir devresini aydınlatabilecek niteliktedir. Bu durum dilin ortaya çıkışı konusunda
kesin bir kanaat sahibi olmayı güçleştirmektedir. İlk insan dilinin hangi yolla oluştuğu
sorusu üzerine Eski çağda Hintli, Yunanlı ve Romalı bilgelerden günümüze değin
1. DİLLERİN KÖKENİ
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA

1. 1. DİLİN KAYNAĞINA DAİR EFSANEVÎ BİLGİLER


Çinlilerdeki efsaneye göre, bir su kaplumbağası, sırtındaki çizgili şekillerde
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

imparatorun önüne çıkmış ve ona yazıyı öğretmiştir. Bâbillilere göre, yarı balık,
yarı insan olan bir deniz canavarı, sudan çıkarak insanlara yazıyı öğretmiştir.
Hint mitolojisine göre, baş tanrı Brahma, kendi görünüşlerinden bir tanesi olan
Vac aracılığı ile insan dilini yaratmıştır. Herodot'un anlattığına göre milâttan
önce, VII. yüzyılda yaşamış olan Mısır hükümdarı Psammetik, yeryüzünde
kullanılan en eski dilin hangisi olduğunu öğrenmek için bir deney yaptırır.
Psammetik'in emriyle yeni doğmuş iki bebekler alınıp, hiç kimse ile
konuşturulmadan büyütülecektir. Sözü geçen çocuklar alınır, insanlardan uzak,
yanlarında hiç kimse olmayan bir yerde tutulurlar. İki yıl gibi bir süre geçtikten
sonra, birden bire çocukların "bekos " kelimesini çıkarttıkları görülür. Bunun
üzerine bu kelimenin hangi dile ait olduğu araştırılır. Araştırmacılar Mısır dilinde
bulunmayan bu kelimenin Frigya dilinde "ekmek" anlamına geldiğini öğrenirler.
Çocuklar bu söz ile karınlarının acıktığını söylemek istemişlerdir.
Bütün bu efsaneler, dillerin kökeni konusunun eskiden beri insanların ilgisini
çektiğini ortaya koymaktadır. Ancak insan dili üzerindeki sistemli çalışmaların
yapılması ve belli kuralların konulması, çok daha sonraları gerçekleşebilmiştir.
1. DİLLERİN KÖKENİ
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA

1. 2. DİLİN KAYNAĞINA DAİR FELSEFÎ YORUMLAR


Dil ile ilgili çalışmaların ilk örneklerine Eski Hint'te, Eski Yunan'da
rastlanmaktadır. Klasik dönemlerde dil incelemeleri daha çok dinî metinlerle
birlikte yürütülmüştür. Zaman içinde dillerde meydana gelen değişmelerle,
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

dualar ve dinî metinler farklı yorumlanmaya başlayınca, bu metinleri doğru


okuyabilmek ve bir kısım kurallar koymak amacıyla bazı dil çalışmaları
yapılmıştır. İşte bu amaçla, başta dinî metinler olmak üzere, bir kısım edebî
metinleri doğru yorumlama amacıyla dil çalışmalarının yapıldığı görülmektedir.
Ayrıca, özellikle Eski Yunan'da, sosyal hayatta halk kitlelerini etkilemek için de
dilin gücünden yararlanma yoluna gidilmiştir. Böylece dildeki kelimelerin ortaya
çıkışı ve dilin gelişmesi üzerinde değişik görüşler ileri sürülmüş, tartışmalar
yapılmıştır.
Dilin kökeni hakkındaki felsefî yorumlar genellikle iki görüş etrafında
yoğunlaşmıştır. Bunlar doğuştancı görüş ve deneyimci görüştür. Doğuştancılar,
konuşma yeteneğinin insanda doğuştan var olduğunu; deneyimciler ise dilin
sonradan tecrübe ile kazanıldığını ileri sürmektedirler. Felsefi tartışmaların
çoğunda dil, doğrudan doğruya bir inceleme konusu olarak değil, evrenin
mahiyetini tanımaya çalışan felsefenin bir parçası olarak ele alınmıştır. Dili, bilgi
değeri bakımından inceleyen ilk düşünür Eflatun olmuştur. Dil çalışmalarının,
felsefe tartışmalarından ayrılarak, doğrudan doğruya dilin kullanılışına
yönelmesi, Sokrates zamanında başlamıştır. Eflatun ve Sokrates’in başını
çektiği ilk dönem tartışmalarında dilin yapısı, doğrudan inceleme konusu
1. DİLLERİN KÖKENİ
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA

1. 3. DİLİN KAYNAĞINA DAİR KUTSAL BİLGİLER


Dillerin doğuşu konusunda kutsal kitaplarda da bilgiler bulunmaktadır.
Bunlardan biri Tevrat'ta yer alan Babil ile ilgili olanıdır. Bâbil Kulesi, karışıklığın ve
bütün dünya dillerinin tek kaynaktan türemiş olduğu yolundaki görüşün sembolüdür.
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Tevrat’taki anlatıya göre Nuh tufanından önce tek bir kavim, tek bir dil vardı. Ayrıca
Tevrat'ta Tanrı'nın canlılara ad koymak için Âdem’i görevlendirdiği ve Âdem’in
adlandırmasına göre her canlının bir adının olduğu bilgisi de yer almaktadır. İncil'de
de kelâmla ilgili kayıtlar bulunmaktadır.
Mahlûkatın isimlendirilmek üzere Hz. Âdem’in huzuruna getirilmesi ve
onun tarafından isimlerinin konulması hadisesi Kuran-ı Kerim'de şu şekilde
anlatılmaktadır: "Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları (isimleri öğretilen
şeyleri) meleklere gösterip: Haydi sözünüzde sadık iseniz, bana şunları adlarıyla
haber verin buyurdu. Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin
bize öğrettiklerinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz âlim ve hâkim olan (her
şeyin iç yüzünü bilen, her şeyi yerli yerince yapan) ancak sensin, dediler. (Bunun
üzerine) Ey Âdem! Onların isimlerini (eşyanın isimlerini) bunlara (meleklere) haber
ver buyurdu. Âdem onların isimlerini bunlara haber verince (Allah): Ben size,
muhakkak göklerde ve yerde görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da
öte gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim, buyurdu." Kuran-
ı Kerim'de ayrıca dillerin kaynağı hakkında şu hüküm de yer almaktadır. "Rahman (o
çok merhametli olan Allah), Kuran'ı öğretti, insanı yarattı ve ona beyanı (duygularını
düşüncelerini açıklama yeteneğini) verdi."
Her üç kutsal kitabın verdiği bilgiye göre dil, insanlara doğuştan verilmiş
ilâhî bir lütuftur. Nitekim pek çok filozof da bu görüşe yakın yorumlarda
1. DİLLERİN KÖKENİ
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA

1. 4. DİLİN KAYNAĞINA DAİR TÜREYİŞ KURAMLARI


İnsanın menşei hakkında herkesçe kabul edilebilir bir bilimsel izah yoktur. Bu
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

konuya dair yapılan izahlar çoğu zaman ideolojik tartışmaların gölgesinde


kalmıştır. Hayatı ve canlıların varlığını kalıtım ve doğal ayıklama ile açıklayan
evrim kuramına dair yürütülen tartışmalar bir yana bırakılırsa bu kuramın ana
fikri ilk insanın ilkel bir varlık olduğudur. Hem biyolojik hem de fizyolojik
özellikleriyle bugünkü insandan çok geri bir varlık olduğu kabul edilen ilk
insanlar aşama aşama gelişip değişerek bugünkü olgun insana
dönüşmüşlerdir. Bu ilkel varlıkların başlangıçta konuşma yeteneğine haiz
olmadıkları, birçok yetenekle birlikte konuşma yeteneğini de sonradan
kazandıkları varsayımı genel kabul olarak takdim edilmektedir.
Dili meydana getiren kelimelerdir. Dilin doğuşu demek bir bakıma kelimelerin
doğuşu demektir. Öyle ise dilin kökenini araştırmak, kelimelerin nasıl
oluştuklarını araştırmak demektir. Bu bakımdan dilin kaynağı konusunda,
üzerinde durulması gereken en temel noktalardan biri, kelimenin ne olduğu ve
nasıl oluştuğu konusudur. Kelimeler, zihnimizde yarattığımız herhangi bir şeyi
açığa vurmak için kabullendiğimiz birer ses kalıbından ibarettir. Bu ses
kalıpların nasıl oluştuğuna dair çeşitli varsayımlar ve görüşler ortaya atılmıştır.
Bu görüşlerin önemlileri şunlardır:
1. DİLLERİN KÖKENİ
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA

1. 4. DİLİN KAYNAĞINA DAİR TÜREYİŞ KURAMLARI


1. 4.1. Yansıma (Taklit-Onomatopée) Kuramı
XX. yüzyılın başlarında ortaya çıkan bu kurama göre, insan dilinin olu-
şumundaki baş etken ses taklididir. İnsan, çevresindeki doğa olaylarını,
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

hayvanların ve ses çıkaran bütün eşyanın seslerini taklit etmek suretiyle dili
meydana getirmiştir. Kurama göre ilkel insanlar önceleri tabiattaki sesleri uzun
süre taklit ettiler. Bu taklit sürecinde seslere hâkimiyet gelişti ve dil oluştu.
1. 4.2. Ünlem Kuramı
Bu varsayıma göre, kelimelerin birçoğu, insanların duygulanmaları sırasında
çıkarmış oldukları seslerden veya ünlemlerden oluşmuştur. İnsanlar çeşitli
durumlar karşısında, ruh ve bedenle ilgili duygularının etkisiyle, hayret veya
hayranlık ifade eden sesler çıkarırlar. İnsanların konuşma yeteneğini ünlemlerle
öğrendiklerini iddia eden bu kuram insanların önceleri içgüdüsel olarak
ünlemleri kullandıklarını savunur. Kullanılan bu ünlem nitelikli seslerin zamanla
kelimelere dönüştüğü iddia edilir.
1. 4.3. İş Kuramı
Bu kurama göre, dildeki ilk kelimeler, insanların bir arada, toplu halde iş
görürken, anlaşma amacıyla çıkardıkları seslerden oluşmuştur. Bu kuramla
konuşma ve düşünme yeteneği uyandıran etmenin ortak çalışma olduğu kabul
edilmektedir. Ortak yaşamak ortak iş yapmayı, ortak çalışmak da iletişimi
gerektirir düşüncesinden hareket eden bu kurama göre, ilkel insanlar ortak
çalışmalarda kullandıkları iş bildirişimiyle konuşma yeteneğini ve dili
1. DİLLERİN KÖKENİ
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA

1. 4. DİLİN KAYNAĞINA DAİR TÜREYİŞ KURAMLARI


DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

1.4.4. Jest Ve Mimik Kuramı


Beden hareketlerini temel alan bu kurama göre, insanlar kimi duygularını ifade
edebilmek için çeşitli beden hareketleri yapmaktadırlar. Bu hareketlerin ağızda
konuşma organlarına yansıması ile kelimeler meydana gelmiştir. İnsanlar önce
mimik ve jestleri aracılığıyla anlaşmışlar, sonra mimik ve jestlere karşılık gelen
sesleri üreterek konuşma yeteneğine ulaştılar.

1.4.5. Müzik Kuramı


Bu kurama göre kelimeler insanların söyledikleri şarkılardan oluşmuştur. İlkel
insanlar güç işler görürken, ritmik birtakım sesler çıkararak çalışmalarını
kolaylaştırıyorlardı. Sonradan bu sesler iş yaparken söylenen şarkılar biçimine
girmişlerdir. İşte ilk kelimeler de bu şarkılardan türemiştir. Bu görüş toplu iş
görmelerde çalışanları gayrete getirmek üzere üretilen müziklerin sözlerinin
zamanla bağımsız ses ve sözcükler haline geldiğini ileri sürer.
1. DİLLERİN KÖKENİ
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA

1. 4. DİLİN KAYNAĞINA DAİR TÜREYİŞ KURAMLARI


DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

1.4.6. Güneş-Dil Kuramı


Bu kurama göre ilk insanların dikkat ve ilgilerini üzerine çeken ilk nesne
güneştir. İlk insanlar dış dünyaya ait nesneleri güneşe göre algılamışlardır.
Dünyadaki bütün nesneler büyüklük, küçüklük; parlaklık, sönüklük; yakınlık,
uzaklık vs. itibarıyla güneşe göre kavranırlar. İlk insanlar güneşi inceleye
inceleye somut ve soyut kavramları anlamaya başladılar. Böylece somut ve
soyut varlıklar güneşle ilişkilendirilerek adlandırıldılar. Bu görüş Fransız bilim
adamı Hilaire de Barenton tarafından ortaya atılmıştır. Bu görüşe göre, dinlerin
ve toplumların kökeni Sümerlerdir. Bütün dillerin de atası Sümercedir. Bu
kuram 1931 yılından itibaren Türk Dil Kurultay’larında Atatürk’ün önerileriyle
tartışılmış ve Türkçe ile Sümerce arasında akrabalık ilgisi ispatlanmaya
çalışılmıştır. Sümerlerin de Türk oldukları ve bütün medeniyetlerin Türklerin
eseri olduğu biçiminde kabullere sebep olan bu görüş, bir süre sonra
yumuşatılmıştır. Ancak yapılan araştırmalar Sümerce İle Türkçe arasındaki
irtibatın küçümsenemeyecek ölçüde olduğunu da göstermiştir.
1. DİLLERİN KÖKENİ
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA

1.4. DİLİN KAYNAĞINA DAİR TÜREYİŞ KURAMLARI


DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

1.4.7. Diğer Kuramlar


Dilin kökeni konusunda başka görüşler de bulunmaktadır. Ancak bunların
hiçbiri tek başına dilin doğuşu sorununu tam olarak aydınlatamamıştır. Hatta bu
kuramların bir çözüm üretmediğini gören Paris Dil Kurumu 1866 yılından sonra
dil türeyişi ile ilgili hiçbir bildiriyi kabul etmeyeceğini açıklamıştır.
Dilin doğuşuna ait varsayımlar tek tek ele alınmak yerine, bütün bu kuramlar
antropoloji, psikoloji ve dil biliminin verilerine göre bir arada değerlendirilirse,
daha bilimsel ve konuyu aydınlatıcı yargılara ulaşılabilir. Çünkü dilin söz
varlığını oluşturan materyal içerisinde, ileri sürülen varsayımların hepsi ile ilgili
oluşumlara rastlamak mümkündür. Meselâ dilde ses taklidi öğelerin sayısı hiç
de az değildir. Aynı biçimde söz varlığının bir kısmını da ünlemlerin oluşturduğu
görülmektedir. Ayrıca, insanların topluca iş görürken, birtakım ritmik sesler
çıkardıkları da bir gerçektir. Yani bu kuramlardan her biri, bir parça da olsa
gerçek payı taşımaktadır.
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA 2. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

2.1. YERYÜZÜNDE DİLLER


DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Dil, her kavmin âlemi kendi zevkine göre seslendirmesi olduğuna göre
yeryüzündeki kavimler kadar dil var demektir. Yeryüzündeki diller bugün
bağımsız olarak kullanılıyorlarsa da birçoğunun arasında yakınlık ve akrabalık
bulunmaktadır. Dillerin çok uzun bir geçmişi vardır. İnsanlık tarihinin geçmiş
asırlarına bakıldığında dil sayısının azaldığı, birçok dilin aynı kaynakta birleştiği
görülmektedir. Fakat en eski medeniyetleri kurmuş toplulukların dillerinden
günümüze ulaşmış belgeler bulunmadığından dillerin ilk şekillerinden haberdar
olabilmemiz şimdilik mümkün görünmemektedir. Yaşayan dillerin birbirleriyle ve
en eski metinlerle karşılaştırılması dünya dillerinin az sayıda birtakım ana
dillerden doğmuş olduğunu gösteriyor.
Dil akrabalığı bir takım ölçütlere dayanır. Akraba dillerin ses, biçim, yapı ve söz
dizim bakımından birbirleriyle benzeşen dillerin akrabalığına hükmediliyor. Dil
akrabalığında özellikle biçim ve sözvarlığı benzerlikleri önemlidir. Yeryüzündeki
diller genellikle biçim ve köken bakımından incelenir ve tasnif edilir.
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA 2. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

2.1. YERYÜZÜNDE DİLLER


2.1.1. ÖLÜ DİLLER
Dünyada tarih boyunca pek çok dil kullanılmıştır. Bu dillerin bir bölümü yazılı
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

hiçbir iz bırakmadan yok olmuş, bir bölümünden ise geriye yazılı belgeler
kalmıştır. Günümüzde konuşulan dillere yaşayan diller, ortadan kalkmış
olanlara da ölü diller adı verilir. Tarihten silinmiş sözlü dillere ilişkin veriler
yoktur. Birçok eski uygarlığın dili de artık yeryüzünde kullanılmaz hale gelmiştir.
Bu tür dillerden geriye kalan metinler uzmanlar tarafından okunabilmektedir.
Ölü dillerden kalan metinlerin bazıları çok yakın tarihlerde çözülebilmiştir. Bir
bölümünün ise çözümlenmesi çalışmaları sürdürülmektedir. Ölü dillerin
başlıcaları şunlardır: Sümerce, Hititçe, Lâtince, Sanskritçe, Etrüskçe,
Tohorca…
2.1.2. KÖK (ANA) DİLLER
Dil biliminde, bir dil ailesine kaynaklık eden dile kök dil (anadil) verilmektedir.
Dünya üzerinde kullanılmakta olan 6000 civarında dil, daha az sayıda kök
dilden çoğalmıştır. Yapılan çalışmalar dünyadaki bütün dillerin, az sayıdaki kök
dilden çoğaldığını göstermektedir. Türkçe, Moğol, Mançu-Tunguz, Kore ve
Japon dilleriyle ortak bir kökten gelmektedir. Bu dillerin tamamına kaynaklık
eden ya da bu dillerin köken bakımından bağlı bulunduğu bir kök dil olarak Ana
Altay Dili düşünülmektedir.
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA 2. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

2.1. YERYÜZÜNDE DİLLER


2.1.3. DİL AKRABALIKLARI
Yaşayan diller, birtakım eski dillerin farklılaşmasından meydana gelmişlerdir.
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Bu duruma göre aynı ana dilden türeyen diller arasında bir akrabalık bağı
vardır. Bu bağ, dillerin ses düzeni, biçim ve yapı, söz dizimi, sözvarlığı
açısından ortaya çıkan benzerlikler olarak tespit edilmektedir. Aynı kök dilden
gelen, aynı kaynaktan çıkarak gelişen dillerin oluştuğu akraba dil gurubuna dil
ailesi denilmektedir. Köken bakımından yapılan tasnif, bilinmeyen devirlere
uzayan, aynı kök dile bağlanan akrabalığı esas alır. Bu akrabalık, dillerin ses,
şekil ve cümle yapılarıyla köken bilgisi açısından geriye gidildikçe aynı anadile
ulaşmalarıyla oluşur. Dil ailesi terimi köken akrabalığını ifade eder. Bu
akrabalık aynı kökene bağlı dilleri konuşan milletlerin aynı soydan geldiklerini
göstermeyebilir. Aynı soydan gelen ve dilleri akraba olan milletler bulunduğu
gibi, dilleri akraba olduğu halde soy bakımından hiçbir ilişkileri olmayan milletler
de mevcuttur. Dünyada 6000 civarında yaşayan dil vardır. Bunların bir kısmı
milyonlarca insan tarafından konuşulurken, bir kısmı yalnızca birkaç yüz insan
tarafından bilinmektedir. Dünya üzerinden ortak bir kök dilde buluştukları
düşünülen 27 dil öbeği tespit edilmiştir. Bu öbeklerden hiçbirine dâhil
edilemeyen diller de mevcuttur. Yeryüzündeki dil ailelerinin başlıcaları şunlardır:
Hint-Avrupa dilleri, Çin-Tibet dilleri, Hami-Sami dilleri, Bantu dilleri, Altay dilleri,
Ural (Fin-Ogor) dilleri, Kafkas dilleri, Avusturonezya dilleri ve Amerika Yerli
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA 2. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

2.1.4. TÜRK DİLİNİN AİLESİ


Karşılaştırmalı dil incelemelerinin geliştiği 18. Yüzyılın başlarından itibaren Ural ve
Altay dillerinin bir Ural-Altay kök dilinden geliştiği ve Türkçenin de bu ailenin bir üyesi
olduğu öne sürülmüştür. 19. yüzyıl boyunca süren çalışmalar sonucunda Ural (Fin-
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Ugor) dillerinin akrabalığı kanıtlanmış, ancak Ural dilleriyle Altay dilleri arasındaki
akrabalık belgelenememiştir. Çalışmalar neticesinde araştırmacılar Ural dilleriyle
Türkçe arasında bir biçim akrabalığı tespit edememişlerse de Macarca ile Çuvaş
Türkçesi arasında çok eskilere uzanan yoğun dil ilişkilerinin bulunduğu bilinmektedir.
Altay dilleri arasındaki akrabalık 19. Asrın ortalarından beri ciddi olarak ele alınmaya
başlanmıştır. Altay dilleri arasında akrabalık olgusu tartışmalıdır. Akrabalığı
belgeleyen hususların bir kısmı bu dillerde örneklenememiştir. Örneğin küçük sayı
adlar, mevsim ve zaman adları, organ adları, akrabalık kavramları gibi akrabalık
belgesi sayılan hususlarda örtüşme görülmez. Gene de daha çok taraftar toplayan
görüş bu dillerin Ana Altayca denilen ortak bir kök dile bağlanmasıdır. Henüz tam
olarak ortaya konmamış olmasına rağmen Türkçe, Moğolca, Mançuca-Tunguzca,
Korece, Japonca dilleri Ana Altay dilinden çoğalmış akraba diller sayılırlar. Türkçe ile
akrabalığı kesinleşmiş olan diller Moğolca, Mançuca ve Tunguzcadır. Dillerin kaynak
ve köken bakımından tasnif edilmesi de temelde biçim ve yapı benzerliklerine
dayanır. Biçim ve yapı benzerliklerine ses ve söz dizimi benzerlikleri de eklenince
diller arasındaki akrabalık ihtimali de güçlenir. Akrabalığın ispatı için sözcüklerin eski
şekillerinde benzerlik gerekir. Bu benzerlikler sayı, akrabalık ve organ adlarında ve
kişi zamirlerinde aranır. Bu tür kelimeler dillerin ana sözcükleri olduğu için bunların
arasındaki benzerliklerin alıntı olmayacağına hükmedilir.
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA 2. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Kaynaklara göre yapılan tasniflerle dil ailelerinin tam olarak tespit edilmesi
mümkün değildir. Çünkü birçok dilin tarihin eski dönemlerine ait metinleri yoktur
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

ya da günümüze ulaşmamıştır. Kaynağa ve kökene göre yapılan tasniflerde


Türkçe Ural-Altay dil ailesinin bireyi sayılır. Ancak bu öbeğe giren diller
arasındaki benzerlikler akrabalığı kanıtlayacak kadar somut değildir. Ural-Altay
ailesi Ural ve Altay olmak üzere iki kola ayrılır. Bu aile adını iki dağ silsilesinden
alır. Ancak tüm çalışmalara rağmen bu ailenin akrabalığı kesin biçimde
kanıtlanamamıştır.
Türk Dili Ural-Altay ailesinin Altay kolunda yer alır. Altay sözü Türkçe altın,
Moğolca Altan sözleri ile aynı kökten gelir. Türkçe, Moğolca, Tunguzca ile kimi
bilginlere göre Korece ve Japonca Altay dil ailesini oluştururlar. Türkçe,
Moğolca ve Tunguzca arasındaki ortak öğeler daha yoğundur. Buna rağmen
kimi bilginler bu diller arasındaki yakınlıkları dahi akrabalık için yeterli
bulmazlar. Sözgelimi bu diller arasında sayı ve akrabalık adlarında ortaklık
yoktur.
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA 2. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Altay dilleri arasında akrabalığı düşündüren ortaklıklar şunlardır.


 Bu dillerde ünlü uyumu vardır.
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

 Altay dilleri ünlü bakımından ünsüzlere göre daha zengindir.


 Altay dillerinde kelimeler çift ünsüzle başlamaz.
 Kelimelerde cinsiyet ayrımı yapılmaz.
 Kelime yapımı ve çekimi son ekle olur.
 Eylem tabanları emir, isim tabanları tekil durumda bulunurlar.
 Sayı sıfatlarından sonraki isimlere çokluk eki getirilmez.
 Söz diziminde, belirtenler önce gelir ve şekil değiştirmez.
 Cümle kuruşlunda özne başta yüklem sonda bulunur.
 Altay dilleri Arassında birçok ortak kelime ve dil bilgisi unsuru mevcuttur.
Mesela birinci ve ikinci şahıslar; Türkçede ben-sen, Moğolcada bi-çi,
Tunguzcada bi-si şeklindedir.
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA 2. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

 Re’leşme: Altay dilleri arasında birtakım ses kuralları bulunduğu


DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

saptanmıştır. Varlığı kesinleşen ses kurallarından biri re’leşme ya da


rotasizm olayıdır. Bu ses kuralının özü, Genel Türkçedeki z sesinin Moğol ve
Tunguz dilleriyle birlikte Çuvaş lehçesinde r sesine dönüşmesidir.
 Le’leşme: Varlığı kesinleşen ses kurallarından biri de le’leşme ya da öbür
adıyla lamdasizmdir. Genel Türkçenin ş sesi, Moğolcada ve Çuvaş
Türkçesinde l sesi ile karşılanır.
 Farklı görüşler bulunmakla birlikte daha çok kabul edilen görüş Türkçenin,
Altay dil ailesinine mensup olduğudur. Altay Dilleri teorisinin kurucusu olarak
Fillandiyalı G.J. Ramstedt kabul edilir. Bu bilgin Türk, Moğol ve Kore dilleri
üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmıştır. Altay dilleri teorisine göre Türkçeye
en yakın dil Moğolcadır. İkinci derecede yakın dil ise Mançu-Tunguzcadır.
Son yıllarda Korece ile birlikte Japonca da Altay dilleri grubuna dâhil
edilmiştir. Kore dilinin akraba dil olduğu hemen hemen kesinlik kazanmıştır.
Japoncanın akrabalığı üzerine yapılan çalışmalar henüz sonuçlanmamıştır.
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA 2. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

2.2. YAPISAL DİL TÜRLERİ


Yeryüzündeki diller arasında çeşitli yakınlıklar vardır. Tarihi, siyasi, kültürel ve
sosyal sebeplerle oluşan etkilenmelerin dışında kökenleri bakımından da
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

birbirleriyle akrabalık ilişkisi taşıyan dil öbekleri oluşur. Dil akrabalığı ortak bir
ana dilden gelişi ifade eder. Dil akrabalığı, akraba dilleri konuşan ulusların aynı
soydan geldikleri anlamında gelmez. Aynı soydan gelen ve dilleri akraba olan
uluslar bulunmakla birlikte, ırk bakımından birbiriyle hiçbir ilişkisi olmayan,
ancak aralarında kültür ilişkisi, kültür bağları görülen uluslar da vardır.
Aydınlanan ilişkilerin, bağların varlığı, bu tür dillerin kurduğu topluluğa aile adını
vermemize yol açar. Dünyadaki dillerin genellikle iki açıdan, iki yönden
sınıflandırılması gelenek olmuştur. Diller arasındaki yapı benzerliklerine dayalı
sınıflandırma, 19. yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanır. Biçim özellikleri
dikkate alınarak yapılan bu sınıflandırmaya göre yeryüzündeki diller üç büyük
öbek oluştururlar.
2.2.1. Yalınlayan Diller (Tek Heceli Diller)
Bu dillerde sözcükler ek almazlar. Yapısal değişikliğe uğramazlar. Kelimeler ek
almaz ve şekilleri değişmez. Kelimelerin görevleri ve çoğu zaman anlamları
cümle içerisindeki yerlerinden anlaşılır. Bu dillerde anlam ayrımı vurgu ile
yapılır. Mesela Çincede “ta” sözcüğü cümledeki yerine ve vurgusuna göre
“büyük, büyüklük, çok büyük, büyütmek” anlamlarına gelir. Çince, Vietnamca,
Himalaya ve Afrika dilleri, Bask ve Cava dilleri bu gruba girerler.
DİLLERİN KÖKENİ VE TÜRKÇENİN DÜNYA 2. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

2.2.2. Eklemeli Diller (Bağlantılı-Bitişken Diller)


Bu dillerde kelimeler birbirinden kolayca ayrılabilen kök ve eklerden oluşur.
Kelime çekimi ve yeni kelime türetimi eklerle yapılır. Ekler kökün ahengine
DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

uyarlar. Ekler yeni anlamda sözcükler türettikleri gibi sözcüğün diğer


sözcüklerle de ilgisini kurabilirler. Ön ekli ve son ekli olmak üzere iki gruptur.
Evde, evli, evcil, evler, eve, evsiz, evden kelimelerinde bu durum görülebilir.
Türkçe biçim bakımından bağlantılı (eklemeli) dillerin son ekli grubunda
yer alır. Bu dil öbeğinde Türkçeden başka Moğolca, Mançuca, Korece,
Japonca, Fince, Macarca, Samoyetçe gibi dillerin yanı sıra kimi Asya ve Afrika
dilleri de girer. Öbeğin en belirgin özelliği değişmeyen bir köke görevleri olan
ekler ve yapısal öğeler getirilmesidir.
2.2.3. Bükümlü Diller (Çekimli Diller)
Bu dillerde kök ve ekler birbiriyle kaynaşarak tanınmayacak kadar değişirler.
Ekler kelimenin başına, ortasına ve sonuna gelebilmektedir. Kelimeler
çekimlenirken ve yeni kelimeler türetilirken kelimenin ünlüleri değişir.
Kelimelerin ek yerleri pek belli olmaz. Arapça “nzm” kökünden “nizam, intizam,
muntazam, nazım, manzum, tanzim” kelimeleri üretilmesi gibi. Arapça,
Yunanca, Romen ve Germen dilleri bu gruba girerler.

You might also like