You are on page 1of 11

1.

HAFTA

Kavramsal Hazırlık: Mit/Mitos Nedir? Mitoloji


Nedir? Mitlerin Kaynağı

Mythos ve Mythologia

İlkin Söz vardı, der Kitap. Bunu Platon duysa, söz mü, hangi söz, diye sorar. Çünkü eski Yunan
dilinde söz kavramını vermek için bir değil, üç sözcük vardır: Biri “mythos”, öbürü “epos”,
üçüncüsü “logos”. Mythos söylenen veya duyulan sözdür, masal, öykü, efsane anlamına gelir.
Ama mythos’a pek güven olmaz, çünkü insanlar gördüklerini, duyduklarını anlatırken birçok
yalanlarla süslerler. Bu yüzdendir ki Herodot gibi bir tarihçi mythos’a tarih değeri olmayan
güvenilmez söylenti der, Platon gibi bir filozof da mythos’u gerçeklerle ilişkisiz, uydurma, boş
ve gülünç bir masal diye tanımlar. Epos daha değişik bir anlam taşır: Belli bir düzen ve ölçüye
göre söylenen, okunan sözdür, epos insana tanrı armağanıdır, güzelim süslü sözleri bir araya
getirerek büyüler dinleyicilerini bir ozan. Ozanın sözünü tanımlayan epos böylece şiir, destan,
ezgi anlamına gelmiş ve o gün bugün epik ve epope diye Batılı dillerin hepsinde yerini almıştır.
Mythos’la epos arasında ilkinden bir yakınlık vardır, mythos söylenen sözün, anlatılan öykünün
içeriği ise, epos da onun doğal olarak aldığı ölçülü, süslü ve dengeli biçimidir. Epos ne kadar
güzelse, mythos o kadar etkili olur, epos’la mythos’un bu başarılı evlenmesidir ki, ilkçağdan
kalma efsanelerin ürün vere vere günümüze dek yaşamasını ve mythos kavramının çağlar ve
uluslararası bir nitelik kazanarak ölmezliğe kavuşmasını sağlamıştır. Ama bir de logos vardı.
Onun sözcüğünü başta Herakleitos olmak üzere İonya düşünürleri eski deyimiyle
“physiologoi”, yani doğa bilginleri yapmıştır. Onlara göre logos gerçeğin insan sözüyle dile
gelmesidir. Logos bir yasal düzeni yansıtır, insanın bedeninde ve ruhunda bir logos bulunduğu
gibi, evrenin ve doğanın da logos’u vardır. Logos insanda düşünce, doğada kanundur, her yerde
ve her şeyde vardır, ortaklaşa ve tanrısaldır. Logos’u bulmak, sırlarını göz önüne sermek, insan
sözüyle dile getirmek düşünürün asıl ödevidir. Logos kavramıyla açılan bu çığır dosdoğru bilime
varmış, öyle ki logos-logia bugün herhangi bir araştırma dalında bilgini ve bilimi dile getirmek
için kullanılan birer ek olmuştur. Mythos’la epos uyumlu bir bütün içinde birleştikleri halde,
onlarla logos arasında ilkinden ve gün geçtikçe kesinleşen bir karşıtlık baş göstermiştir.
Birbirine zıt iki akım almış yürümüştür. Ege kıyılarında filiz veren destanlar, övgüler, ezgilerin
yanında, gene İonya’da doğup gelişen bilim kolları: Fizik, matematik, yer ve gök bilimi, tarih ve
coğrafya. Bilginler mythos’un uydurduğu epos’un dile getirdiği tanrı masallarını hor görür,
yerdikçe yerer, evreni ve insanı anlatmakta bu türün yalancı ve zararlı yollara saptığını ileri
sürer dururlar. Ne var ki evren tanımını dile getirmek için bu bilginlerin çoğu da epos biçimine,
yani destana özgü heksametron ölçüsüne başvurmaktan alamazlar kendilerini. Yalnız
Herakleitos düzyazıyla dile getirir düşüncesini.

Platon’un tutumu daha da ibret vericidir. Homeros’u tanrılar üstüne yalanlar uydurdu,
topluma zararlı efsaneler düzdü-diye suçlamakla başımızı şişiren bu filozof “Devlet”, ya da
“Gorgias” gibi en önemli diyaloglarının sonunda gerçeğin gerçeğini, tanrılar katındaki hakikati
gözümüzün önüne sermek, fiziküstü kanıtlarla tanımlamak istedi mi, bir mythos uydurur. Ne
yapsın ki mythos’tan ayrı düşünemez, düşüncesi mythos kalıbına kendiliğinden girer. Mythos
Yunan düşüncesiyle özdeştir denebilir hem yalnız Yunan mı, insan düşüncesi ve onun ürettiği
dille özdeş olsa gerek ki, Homeros’tan bugüne dünya sanatçıları mythos’u kendilerine
tükenmez bir esin kaynağı olarak almışlardır. Ama “mythologia” sözcüğünde mythos’la
logos’un, karşıt bu iki kavramın birleştiğini görmüyor muyuz? Mythologia efsaneler bilimi
anlamına gelmez mi? Hem gelir, hem de gelmez. Erken ilkçağda “mythologein” diye bir fiil
vardır, masal anlatmak demektir, sözlü gelenekle dilden dile aktarılan efsanelerin ozanlarca
sürdürülmesini de belirtir. Mythologia kavramı da aynı anlama gelir. Hem masal ve efsanelerin
toplandığı kitap için, hem de ilkçağın sonlarında “mythographos”, yani mythos yazarı denilen
derleyicilerin yaptığı iş için kullanılır. Ama mythologia bugün taşıdığı geniş ve kapsayıcı anlama
gelmemiştir. İlkçağın hiçbir döneminde. Mythos, çok tanrılı bir dinin tanrıları üstüne anlatılan
efsane, mythologia da bu efsanelerin bir araya geldiği kitap olduğuna göre, mythologia ilkçağın
din kitabı olmak gerek, oysa değildir ve hiçbir zaman olmamıştır. Çünkü bu efsaneler İnanç -
tek tanrılı dinlerde söz konusu edilen inanç – düzeyine yükselmemiştir. Sözlü ya da yazılı yazın
ve sanat kollarının hepsinde durmadan konu edinilip işlenen ve işlendikçe değişen mythos’lar
ne kadar ozan, yazar, sanatçı varsa, o kadar biçim almış, bu nedenle hiçbir zaman belli bir dinin
tek kitabı halinde toplanamamıştır. Böyle bir çeşitlilik, böylesine öğreti ve yöntem yokluğu, bu
tür başıboşluk, özgürlük ve özerklik başka hiçbir din ve efsanelerinde görülmemiştir. İlkçağ
mythos’u laiktir, din adamının değil, sanatçının uğraşıdır, onun anlamı, yön ve biçimi din
alanında verilmez, sanat alanında verilir. Asıl yaratıcısı da sözdür ve söz ustasıdır. Mythos,
epos, giderek logos bile birleşmişlerdir onun doğup gelişmesine. Gerçekle ilişkisi olup
olmadığına gelince, mythos’un gerçeğini sözün dışında aramak boşunadır. Asıl gerçek insan
sözünün içinde, özünde, şiirindedir. Bunu anladığı içindir ki, ilkçağ insanı sözle birbirinden
renkli, büyüleyici ve inandırıcı yapıtlar yaratabilmiş ve sözün bir kitap içinde donmasını
önleyerek, çağdan çağa, insan kanı gibi sıcak sıcak akmasını, böylece canlılığını sonsuzluğa dek
aktarmasını sağlamıştır.

Kaynak: Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1996, s.2-3.


Mitos ve Mitologya nedir?

“Mitos (mythos), Yunancada söz öykü anlamına gelir. Mitoslar, ilkel insan topluluklarının
evreni, dünyayı ve tabiat olaylarını kişileştirerek yorumlamak, henüz sırrını çözemedikleri
hayatın ve evrenin çeşitli görüntülerini bir anlam kolaylığına bağlamak ihtiyacından doğmuş
öykülerdir.

Tabiatüstü ve fizikötesi kuvvetler yanı sıra, tabiat kuvvetleriyle savaşa girmiş, onları yenmiş
veya yenememiş ilk yiğitlerin kimlik ve kişiliklerini belirtmesiyle de mitoslar, epos'lara, yani
destanlara malzeme olur, destanları oluştururlar. En kısa tanımıyla mitoslar; tabiat
kuvvetlerinin kişileştirilmesi, canlı varlıklar veya ölümsüz tanrılar halinde tasarlanması; eposlar
ise tarihten önceki insan topluluklarının ilkel tarihleri olduğuna göre, mitoslarla eposlar
arasında yer yer aynı malzemeyi kullanmak, aralarında bağlantılar olan konuları değişik
oranlarda ve farklı açılardan işlemek bakımından bir kesişme görülür: Destan kahramanları,
mitoslardaki tanrılar ve tanrısal kuvvetlerle hayattaki insanlar arasında köprüler kuran
kişilerdir.

İlk çağların insanlarında tabiat kuvvetlerinin fizik ve etik etkilerini yansıtan mitoslar, dinlerin
de başlangıcıdırlar; ilkel insanın fizik atılımlarına ek olarak metafizik ve psikolojik davranış ve
yönsemelerini de belgelerler. Taşıdıkları sezgi gücü, yer yer insan yaradılışındaki zaaf ve
tutkuları, çağlar üstü bir kesinliğe, çok yönlü bir kullanış imkânına bağlamış olmalarıyla
mitoslar, bugün de sanatın yararlandığı bir ilham ve kültür kaynağıdırlar. Mitoslar bilgisi ve
mitosların sistemli bir şekilde toplamı demek olan mitologyanın bütün öteki milletlerin ilkçağ
efsanelerinden önce akla, bu tür Yunan ve Latin öykülerini getirmesi, Yunan ve Latin
mitologyalarının yüzyıllardır Avrupa sanat ve edebiyatını en geniş ölçüde beslemekte
olmalarından geliyor.”

Kaynak: Behçet Necatigil, Mitologya, Gerçek Yayınevi, 1989, s.11.

Yunan ve Latin mitologyası ilk defa kimlerin, hangi eserlerinde yazıya geçti?

Bu soruyu cevaplandırmadan önce Ege Medeniyeti'nin ne olduğunu, ne zaman doğduğunu


hatırlatmamız lâzım.
Ege Medeniyeti, Ege denizine serpili adalarla Yunanistan, Makedonya ve Trakya'nın doğu;
Anadolu'nun batı ve güneybatı kıyılarını içine alan bölgede gelişmiş medeniyettir. Bu
medeniyetin ilk beşiği Girit Adası oldu.

Bu konuda en derli toplu açıklamayı Felicien Challaye'in Dinler Tarihi (Çev. Şamili Tiryakioğlu,
1960) isimli eserinde bulabiliriz. Challaye, kitabının, Yunanistan’ın Dini bölümünde şunları
yazıyor:

«MÖ Üçüncü binyılla birinci binyıl arasında Girit'te, sonra da Peloponnesos'ta muhteşem
medeniyetler vücut buldu ki, bunlara sırasıyla Ege, Minoe, ve Mykenai medeniyetleri denir.
MÖ üç bin yılına doğru Egeliler Girit'te bir imparatorluk kurmuşlardı ki sonradan bunun nüfuzu,
denizlerin uzak bölgelerine kadar yayıldı. Bu bir deniz egemenliği idi ki, en büyük genişleme
devresi için buna, o devrin en büyük hükümdarı, efsanevî Minos'un adına izafetle, Minoe deniz
egemenliği denir. Bu deniz egemenliği bilhassa Peloponnesos üzerinde derin bir etki yapmıştır.
Mykenai'nin sarışın Akhaya'lıları kültürlerinin büyük bir kısmını esmer Egelilerden aldılar:
1600'e doğru ilk Mykenai devri başladı. Asıl Giritte ise Akhayalılar, 1400'e doğru üstünlüğü ele
aldılar. Mykenai kralı Agamemnon'un idaresi altında birleşen Akhayalılar uzun bir kuşatmadan
sonra Troya'yı zapt ederek Hitit imparatorluğunu yok ettiler. Fakat sonradan onlar da istilaya
uğradılar. 1100 yılına doğru kuzeyden gelen ve en zorluları Dor'lular olan başka Hind-
Avrupalılar Akhaya'lıları Attika'ya ve adalara sürdüler. Bununla beraber istilâcılar, temsilcilerini
kovdukları ya da yok ettikleri bu medeniyetin üstünlüğünü anlayacak kadar zeki idiler; nitekim
bu medeniyetin inançlarıyla âdetlerini benimseyiverdiler. Yunanistan'ın dinini incelemek için
kutsal bir kitap kullanmaya imkân yoktur: Zira böyle bir kitap yoktu ve zorla kabul ettirilen bir
dogma da hiçbir zaman var olmadı. Başlıca kaynaklar, Yunan edebiyatının eserleridir. Bunların
başında Homeros'un, yahut bu adla gösterilen yazarın veya yazarların İlyada ve Odysseia adlı
eserleriyle Hesiodos'un şiirleri vardır.» Challaye'in Dinler Tarihi'nden bu satırları derli toplu bir
hatırlatma olduğu için aldık buraya Yoksa Ege ve Yunan medeniyeti konusunda temel ve
sıhhatli bilgiler için, Prof. Arif Müfit Mansel'in Türk Tarih Kurumu yayınlarından, Ege ve Yunan
Tarihi'nin (1947, 2. baskı 1963) okunması gerekir.

Kaynak: Behçet Necatigil, Mitologya, Gerçek Yayınevi, 1989, s.15-16.

Homeros ve Hesiodos'un kimlikleri konusunda neler biliyoruz?

HOMEROS — İsa'dan önce dokuzuncu yüzyılda yaşadığı kabul edilen, fakat kimliği kesinlikle
bilinmeyen Yunan şairidir. Derlediği veya yazdığı iki büyük destan (biri on altı bin mısra tutan
İlyada, öteki on iki bin mısralık Odysseia / konuları ilerde özetlenecektir.) Yunan mitologyası
için hem ilk, hem de en büyük yazılı kaynaktır, İlyada destanının Azra Erhat ile A. Kadir
tarafından, Türkçeye son ve en başarılı çevirisi tek kitap halinde de yayımlandı. (1967).
HESİODOS — İsa'dan önce sekizinci yüzyılda yaşamış. Yoksul bir çiftçinin oğludur. Aiolia'nın
Kyme şehrinden (Foça'nın kuzeydoğusunda), Yunanistanda Boiotia'nın Askra şehrine göç
etmiş. Helikon yamaçlarında koyun güderken musalar, yani ilham perileri ona şairlik
bağışlamışlar. Nerde öldüğü kesinlikle bilinmiyor, İşler ve Günler (Türkçesi Suat Yakup Baydur,
1948) ile Tanrıların Yaratılışı (Theogonie) isimlerinde iki uzun şiiri, Yunan mitologyasının,
Homeros destanlarından sonra, en değerli yazılı belgeleri sayılıyor. Buraya, mitosları ilk
işleyenlerden bazı Yunan şairlerini daha ekleyebiliriz:

SAPPHO — İsa'dan önce 7-6. yüzyıllarda Lesbos (Midilli) adasında yaşamış, ilk Yunan kadın
şairi. Şiirleri, Cevat Çapan (1966) çevirisi olarak Türkçede kitap halinde de çıktı.

PİNDAROS — Thebai'li şair, İsa'dan önce 518-446 yıllarında yaşamış.

KALLİMAKHOS — Kyrene'li şair (MÖ 310-240).

THEOKRİTOS — İsa’dan önce 3. yüzyıl başlarında yaşamış Syrakusa'lı Yunan şairi. Bukolika isimli
eseriyle pastoral şiirin ilk büyük öncüsü. Yunan Çoban Şiirleri adıyla Türkçeye de çevrildi bu
şiirler. Gerek bu, gerekse başka şiirlerinde mitosları değerlendirdi Theokritos.

Kaynak: Behçet Necatigil, Mitologya, Gerçek Yayınevi, 1989, s. 17.

Eserlerinde mitologyayı da işlemiş ilk Latin şairleri kimlerdir?

VERGİLİUS — MÖ 70-19 yılları arasında yaşadı. Bukolika adı altında topladığı şiirleri Theokritos
örneğini geliştiren pastoral şiirlerdir. (Türkçeye son çevirisi, Sığırtmaç Türküleri adıyla, İsmet
Zeki Eyüboğlu tarafından, 1962). Vergilius'un mitologyayı daha geniş kucaklayan eseri Aeneis
destanıdır. Bu destanın yeni bir çevirisini de Doç. Dr. Oktay Akşit yaptı (1968). Lucretius (MÖ
98-55) ve Latinlerin en büyük şairlerinden sayılan Horatius (MÖ 658) da bu konuda
Vergilius'tan sonra hatırlanacak Roma şairleridir.

Kaynak: Behçet Necatigil, Mitologya, Gerçek Yayınevi, 1989, s.18.


Tragedya, komedya şairleri

Mitosları büyük sanat güçleriyle asıl onlar sonraki yüzyıllara aktardılar. Yunan Edebiyatında
İsa’dan önce 5. yüzyılda, Attika'lı şairler diye de anılan üç büyük tragedya şairi: Aiskhylos,
Sophokles, Euripides tragedya ve gene o yüzyılda Aristophanes komedya türünde ün saldılar.
Aiskylos 90, Sophokles 123, Euripides 92 oyun yazmış ama hepsi günümüze gelememiş bu
eserlerin. Aiskhylos ile Euripides'ten yedişer, Sophokles'ten de 19 oyun kalmış bugüne.
Aristophanes'in mevcut oyunları ise 11 tane. Bu oyunların hepsi, birkaç kere, Türkçeye de
çevrildi. Latin edebiyatında 10 eseriyle en ünlü tragedya şairi Seneca (MÖ 4 - İS 65), en tanınmış
komedya yazarı ise 21 eseriyle Plautus (MÖ 244-184)'tur. 17. yüzyıl Fransız klasisizminin büyük
tiyatro yazarı Racine, eserlerinin çoğunun konusunu Eski Yunan'dan aldı, Yunan tragedyasını
benimsedi, başarıyla taklit etti. Çağdaşı Corneille ise Romalılara hayrandı. Bu yüzden,
Corneille'in eserlerinde de Latin mitos ve tragedyalarının etkileri görülür.

Kaynak: Behçet Necatigil, Mitologya, Gerçek Yayınevi, 1989, s.18.

Mythos Yaratıcıları

“Herodot der ki, tanrı soylarını sayıp döken, tanrılara adlarını veren, niteliklerini tanımlayan ve
efsanelerini anlatan, Homeros'la Hesiodos'tur. Yani çok tanrılı ilkçağ dininin yaratıcıları,
peygamberleridir onlar demeye getirir. Ne var ki bu yaratıcılığın neye yarayacağını bilmez,
bilemez Herodot. Yunan mythos'unun yazına vurulması, evet, Homeros ve Hesiodos'la başlar,
ama orada kalmaz, Homeros'la Hesiodos'un yarattıkları tanrı soylarına ve efsanelerine - ki bu
konuda ilk iki yaratıcının bile söyledikleri birbirini tutmaz - ekler, katkılar yapılır, yazın türleri
çoğaldıkça mythoslar da yeni anlatımlar ve yorumlarla zenginleşir. Destan çağını îonya'da da,
Yunanistan'da da "melos" denilen lirik şiir türleri izler, çalgı eşliğiyle tek kişinin, ya da bir
koronun söylediği bu ezgilerde de mythos önemli bir yer tutar, "hymnos" denilen övgülerde
başlıca konudur. Hele tragedya ile mythos yeniden doğar, tragedya yazarlarının elinde bir daha
yitiremeyeceği bir öz ve anlamla yüklenir: İnsanlık dramının aynası, simgesi oluverir. Konusunu
gerçek olaylardan alan bir iki tragedya dışında - ki bunlar da büyük tepkiyle karşılanmış ve
tutunamamıştır - tragedyanın tek kaynağı mythos'tur. Destandan tragedyaya tür ve görüş
ayrılığının gerektirdiği büyük bir farklılık vardır. Destanda başrolü oynayan tanrılar arka plana
itilir, yeni tanrılar, yeni kahramanlar ön plana alınıp tragedya yazarının seyircilerine yaşatmak
istediği dramın gereklerine göre aydınlanır. Dram insan dramıdır ama ipleri gene de tanrıların
elindedir, onları destanda olduğu gibi bir dağın tepesinden savaşı yönetir ya da bir insanın
ölüm kalımını tartıya vurur görmeyiz, amaç ve eylemleri saklı kalır, anlaşılmadığı oranda da
korkunçtur; tragedya tanrıları, bilerek ya da bilmeyerek işlediği bir suç için insanı yıkıma
götüren amansız yazgıyı, lanete uğramış bütün bir soyun zincirleme suç ve cezasını simgeler.

Tragedyanın bu açıdan aydınlattığı mythos böylece alabildiğine zenginleşir, ama iş bununla da


bitmez: Bin bir kent devletine ayrılmış olan Yunanistan'ın her bölgesi yerli mythos'unu
yaratmak ve yaşatmak hevesindedir. Koruyucu olarak seçtiği bir tanrı üstüne kendi bölgesiyle
ilgili efsaneler uydurmakta ya da olan efsaneleri kendi din ve devlet politikasına göre
yorumlayıp değiştirmektedir. Efsane çemberleri böylece genişledikçe genişler: Troya savaşı
çemberine Atina, Thebai, Korinthos çemberleri katılır, Odysseus'un serüvenleri destanına
Argonaut'lar destanı eklenir, Dor ırklı boylar lon mythos'unun kişileriyle boy ölçüşecek bir
destan kahramanı yaratıp bütün efsanelerini Herakles diye bir yarı tanrının çevresinde
toplarlar. Mythos böylece içinden çıkılmaz girift ve karmaşık bir toplam oluverir. Bu çokluğu
aydınlığa kavuşturmak için gerçekten bir mythos bilimine gerek vardır: O sırada, yani Yunan'ın
klasik denilen parlak çağı sona erip de yaratıcılığı azaldığı, sanat gücünün tükenmeye yüz
tuttuğu Hellenistik denilen dönemde efsaneleri toplama ve derleme işine girişilir. İskenderiye
ve Bergama kitaplıklarının kurulup çalışmaya açıldığı elyazmalarının alabildiğine çoğaltılıp
eleştirildiği dönemdir. Bu dönemde türeyen mythos yazarları bir yandan başta Homeros olmak
üzere büyük yazın yapıtlarını şerhler, notlar ve açıklamalarla kopya etmeye, bir yandan da
efsaneler toplayıp kitaplar yazmaya koyulurlar. Bunların efsane derlemeleri bizim için önemli
bir kaynaktır. Roma İmparatorluğu döneminde de efsane düzme süreci canlıdır. Roma, Yunan
mythos'undan esinlenerek kendi din ve mitolojisini kurmak hevesine kapılır. Yunan tanrılarını
kendi yerli tanrılarıyla bir tutarak adlarını değiştirir, efsanelerin kimini benimser, kimini atar,
kimini yerli efsaneleriyle karıştırır. Ta ilkçağın sonuna kadar bu böyle gider. Yunan-Roma
mitolojisi dediğimiz bütün bu kaynaklardan ve daha sayamadığımız başkalarından alınmış,
toplanmış, özetlenmiş efsane, masal ve öykülerin toplamıdır.”

Kaynak: Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1996, s.3-4.

Mit Nedir?

İnsanoğlu ta başından beri mitler yaratmıştır. Arkeologların ortaya çıkardığı Neandertal


insanının gömütlerinde silahlar, aletler, kurban edilmiş hayvanların kemikleri bulunmuştur,
bunlar gelecekteki dünyanın kendi yaşamlarına benzediğine inandıklarını anlatır bize.
Neandertal insanları, ölmüş can yoldaşlarının şimdi keyfini sürdüğü yaşam hakkında
birbirlerine öyküler anlatmış olabilirler. Ölüme bakışlarının ortak yaşam sürdükleri diğer
canlılardan farklı olduğuna kuşku yok. Hayvanlar birbirlerinin ölümünü seyretseler de bu
konuya pek kafa yormazlar. Oysa Neandertal insanının gömütleri, ölümlü olduklarının bilincine
vardıklarında, bu gerçeğe bir takım karşı-öyküler türeterek cevap verdiklerini gösterir bize. Can
yoldaşlarını büyük bir özenle gömen Neandertaller gözle görülür, somut dünyanın tek
gerçeklik olmadığını düşünmüş olmalılar. Demek ki insanoğlu çok erken tarihlerden başlayarak
günlük deneyimlerinin ötesine geçen fikirler üretme yeteneğiyle diğer canlılardan ayrılmıştır.

Bizler anlam arayışına girmiş varlıklarız. Köpekler, bildiğimiz kadarıyla, ne köpekgillerin içinde
yaşadıkları koşullar yüzünden acı çeker, ne dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan köpeklerin
durumundan kaygı duyar, ne de yaşamlarını bambaşka bakış açısından görmeye çalışırlar. Oysa
insanoğlu kolay umutsuzluğa kapılır; en başından beri yaşamlarımızı daha geniş bir sahneye
yerleştirmemizi sağlayan, temelinde yatan anlamı ortaya çıkaran ve aksi yönde onca can sıkıcı
ve altüst edici kanıtlar bulunmasına karşın, bize yaşamın bir anla mı ve değeri olduğu
duygusunu veren öyküler uydurmuştur.

İnsan aklına özgü bir başka tuhaflık da mantık çerçevesinde açıklayamadığımız fikirler ve
deneyimler edinme becerisidir. Bize gözümüzün önünde durmayan ve ilk algıladığımızda
nesnel varlığı olmayan bir şeyi düşünme olanağı sağlayan hayal gücüne sahibiz. Hayal gücü
dinleri ve mitolojiyi üreten bir yetenektir. Mitlere dayalı düşünceye günümüzde iyi gözle
bakılmaz; akıldışı ve zevkine düşkünlük olarak kabul edilip göz ardı edilir. Ancak bilim
adamlarının yeni bilgilere ışık tutması ve etki gücümüzü sınırsız kılan teknolojiyi üretmesi de
hayal etme yetisiyle ilintilidir. Bir zamanlar yalnızca mitler dünyasında yaşanabilen uzaya
yolculuk ayda yürümek, bilim adamlarının hayal gücü sayesinde gerçekleşmiştir. Mitoloji de
bilim de insanoğlunun ufkunu genişletir. Bilim ve teknoloji gibi mitolojinin de, bu dünyadan
elini ayağını çekmekle değil, dünyada daha etkin yer edinmekle ilgili olduğunu göreceğiz.

Neandertal gömütleri mitle ilgili beş önemli noktaya işaret eder. İlki, çoğu zaman ölüm
deneyimi ve yok olma korkusuna dayandıklarıdır. İkincisi, hayvan kemikleri, gömütün yanında
bir kurban kesildiğini gösterir. Mitoloji dinsel geleneklerden ayrı tutulamaz. Mitlerin çoğu
onlara can veren tapınma ortamından çıkarıldıklarında anlamsızlaşır, dindışı alanlarda
anlaşılmaz olur. Üçüncü nokta, Neandertal mitinin nedense insan yaşamının bitiminde, mezar
başında anımsanmasıdır. En güçlü mitler aşırılıkları konu edenlerdir; bizi yaşadığımız
deneylerin ötesine geçmeye zorlarlar. Hepimiz şu ya da bu biçimde hiç görmediğimiz bir yere
gitmek ve hiç yapmadığımız bir şeyi yapmak zorunda kalmışızdır. Mit de bilinmeyenle ilgilidir
işte; dile getirmek için uygun sözcükleri bulamadıklarımızla ilgilenir. Dolayısıyla, mit büyük
sessizliğin can alıcı noktasına iner. Dördüncü olarak mit laf olsun diye anlatılan bir öykü
değildir. Nasıl davranmamız gerektiğini öğretir bize. Neandertal gömütlerinde ölünün bazen
cenin pozisyonunda yatırıldığı görülür, bu da yeniden doğuşu çağrıştırır: bundan sonrası ölen
kişiye bağlıdır. Doğru anlaşılırsa, mitoloji bizi, ister bu dünyada olsun ister öbür dünyada, uygun
adımı atmak için doğru ruhsal ya da psikolojik duruşa getirir.
Sonuncusu, mitoloji tümüyle kendi dünyamızla birlikte varolan ve bir şekilde onu destekleyen
başka bir düzlemden söz eder. Tanrılar dünyası adı da verilen, gözle görünmez, ama daha güçlü
bu gerçekliğe inanış, mitolojinin temelidir. Ayrıca bilimsel açıdan modern olmamızdan önce
bütün toplumlardaki mitoloji, töre ve toplumsal düzenlemeler hakkında bilgi vermesi ve
günümüzde daha geleneksel toplumları etkilemeyi sürdürmesi nedeniyle "kalıcı (kadim)
felsefe" adını da alır. Kalıcı felsefeye göre, bu dünyada yaşanan her şeyin, işittiğimiz ve
gördüğümüz ne varsa hepsinin, bizimkinden çok daha zengin, güçlü ve daha dayanıklı olan
tanrılar dünyasında mutlaka bir sureti vardır. Yeryüzündeki her varlık kendi aslının, özgün
biçiminin yalnızca soluk bir gölgesi, noksan kalmış bir örneğidir. Ölümlü, kırılgan insanoğlunun
gizilgücünün açığa çıkması ancak bu göksel yaşama girmesiyle mümkün olur. Mitler, insanların
sezgileriyle algıladıkları bir gerçeğe belirgin bir biçim ve kalıp verirlerdi. Meraklarını gidermek
ya da öyküleri eğlenceli olduğu için değil, erkeklerle kadınlar bu güçlü varlıkları taklit etsinler,
kendileri de tanrısallığı yaşasınlar diye insanlara tanrıların nasıl davrandıklarını gösterirlerdi.

Bilimsel kültürümüzde tanrısal kavramı biraz hafife alınır. Antik dünyada "tanrılar" soyut
kişilikleri olan, tümüyle metafizik bir yaşam süren doğaüstü varlıklar olarak görülmezlerdi.
Mitoloji, günümüzdeki anlamıyla teolojiyle değil insan yaşamıyla ilgiliydi. Tanrıların,
insanoğlunun, hayvanların ve doğanın ayrılamayacak şekilde birbirlerine bağımlı ve aynı
yasalara bağlı oldukları, aynı ilahi tözden yapıldıkları düşünülürdü. Başlangıçta tanrılar
dünyasıyla erkekler ve kadınlar dünyası arasında varlıkbilimsel açıdan hiçbir uçurum yoktu.
Göksel varlıklardan söz edilmesi, yeryüzündeki yaşamın dünyevi yönünden konuşulmasıyla
eşanlamlıydı. Tanrıların varlığı bir fırtınadan, denizden, akarsudan, ya da sevgi, öfke, cinsel
istek gibi, kadın ve erkekleri, dünyayı farklı gözlerle görmek üzere başka boyutlara taşıyan
güçlü duygulardan ayrı tutulmazdı.

Dolayısıyla, mitoloji insanın içinde yaşadığı sorunlu durumla baş edebilmesine yardım etmek
üzere kurgulanmıştı. İnsanlara dünyadaki yerlerini ve doğru yönü bulmaları için yardım ederdi.
Hepimiz nereden geldiğimizi öğrenmeye can atarız, ancak ilk atalarımız tarih öncesinin sisli
ortamında kaybolduklarından, biz de tarihsel olmasa da, atalarımızın çevre koşullarına,
komşularına ve geleneklerine karşı takındıkları tutumları açıklayabilmek için mitler
üretmişizdir. Ayrıca nereye gittiğimizi de bilmek isteriz, bundan dolayı ölüm sonrası yaşamı
anlatan öyküler uydururuz - oysa göreceğimiz gibi, insanoğluna ölümsüzlük yakıştıran mitler
öyle çok değildir. Biz insanlar sıradan tasalarımızın ötesine geçtiğimizde o görkemli anları
açıklamaya çabalarız. Tanrılar, aşkınlık deneyiminin açıklanmasına katkıda bulunurlardı. Kalıcı
felsefe, yaratılıştan gelen duyularımızı dile getirerek, insanoğlunda ve somut dünyada gözle
görünenden ötesi olduğunu anlatır.

Günümüzde "mit" sözcüğü genellikle gerçek olmayan bir şeyi tanımlamak üzere kullanılır. Ufak
tefek suçlar yüklenen bir politikacı söylenenlerin "mit" olduğunu ileri sürerken, hiç
yaşanmadığını vurgulamaktadır. Yeryüzüne inen tanrılardan, mezar taşlarının üzerinde
yürüyen ölülerden, ya da düşmanların kovaladığı ayrıcalıklı insanların kaçışını kolaylaştırmak
için mucizevi bir biçimde iki ye yarılan denizlerden söz edildiğini duyduğumuzda, bu öyküleri
inanılmaz, besbelli uydurma diye kulak arkası ederiz. On sekizinci yüzyıldan bu yana tarihe
yönelik bilimsel bir yaklaşım geliştirmekteyiz; her şeyden önce neler olup bittiğiyle
ilgileniyoruz. Fakat modern-öncesi dünyada, insanlar geçmişle ilgili yazılar yazdıklarında, daha
çok bir olayın ne anlama geldiğini irdelerlerdi. Mit de bir anlamda eskiden yaşanmış, aynı
zamanda hep yaşanan bir olaydı. Tarihe kesin bir zaman dizinsel çerçevede baktığımız için
böyle bir durumu tanımlayan herhangi bir sözcük dağarcığımızda bulunmaz; ancak mitoloji
tarihin ötesinde insanın varoluşundaki zamansızlığa işaret eden, gelişigüzel olayların çapraşık
akışından çıkıp gerçeğin özüne şöyle bir göz atmamızı sağlayan bir sanat biçimidir.

Aşkınlık deneyimi insan yaşamının bir parçası olagelmiştir. Duygularımıza kapıldığımızda,


ayaklarımız bir an olsun yerden kesildiğinde, kendimizden geçmeye (esirmeye) bakarız. Böyle
zamanlarda alıştığımızdan daha duyarlı yaşarız, bütün duyularımız açıktır, insanlığın bütün
yükünü omuzlarımızda hissederiz. Esirmenin en geleneksel araçlarından biri dindir, ne var ki
insanlar aradıklarını tapınaklarda, sinagoglarda, kiliselerde ya da camilerde bulamadıklarında,
başka yerlere yönelirler: arayışlarını sanat, müzik, şiir, rock, dans, uyuşturucu, seks veya spor
aracılığıyla sürdürürler. Şiir ve müzik gibi mitoloji de, ölüm ve yok olma olasılığı yüzünden
kapıldığımız umutsuzluk karşısında bile, bize coşku verebilmelidir. Artık bunu sağlayamayan bir
mit tükenmiş, işlevini yitirmiş demektir.

Buna göre, miti, insanoğlunun akıl çağına geldiğinde bir kenara bırakabileceği bir şey,
gelişmemiş bir düşünce şekli olarak görmek yanlış olur. Mitoloji, tarihi ilk belgeleme girişimi
de değildir, üstelik anlattığı masalların nesnel gerçeklik taşıdıklarını savunmaz. Roman, opera
ya da bale gibi mite de yalandan inanılır; parçalanmış, trajik dünyamızı yücelten, "ya olsaydı?"
gibi felsefeye, bilime ve teknolojiye en önemli yeniliklerin gelmesine yol gösteren bir soru
sorarak yepyeni olanakları görmemize yardım eden bir oyundur. Ölen can yoldaşlarını yeni bir
yaşama hazırlayan Neandertaller, bütün mit yaratıcılarının ortak yanı olan aynı manevi
düzmece oyununu oynamışlardı belki de: "Ya bu dünya yalnızca varolanlardan ibaret değilse?
Bu durum bizi psikolojik açıdan, uygulama bakımından ve toplumsal olarak nasıl etkilerdi?
Daha farklı mı olurduk? Bütünleşir miydik? Peki, dönüşüm geçirdiğimizi anladık diyelim, bu
durum, mitlere inanmakla bir şekilde haklı olduğumuzu, mantıksal açıdan kanıtlayamasak bile,
onların bize insanlık hakkında önemli bir şeyler anlattıklarını göstermez mi?"

Oyun oynama yeteneğini elinde tutma konusunda insanoğlu tektir. Doğal olmayan koşullarda
yaşamaları dışında, öteki hayvanlar yaban hayatın acı gerçekleriyle karşı karşıya geldiklerinde
daha önceki eğlence anlayışlarını yitirirler. Yetişkin insanlarsa değişik olasılıklarla oyunun tadını
çıkarmayı sürdürür, çocuklar gibi hayal dünyaları kurmaktan vazgeçmezler. Sanat alanında akıl
ve mantığın sınırlarından kurtulmuş olan biz insanlar, yaşamlarımızı zenginleştirdiğine, bize
önemli ve tümüyle "gerçek" bir şey söylediğine inandığımız yeni kalıplar düşünür ve onları
harmanlarız. Mitolojide de bir varsayım ortaya atar, inanç sistemleri aracılığıyla ona can verir,
davranışlarımızı ona göre ayarlar, yaşantımıza etkisi üzerine kafa yorar, derken dünyamızın
huzur bozucu bilmecesinde yepyeni bir ipucu yakaladığımızı keşfederiz.

Öyleyse mit gerçeklere dayalı bilgi verdiği için değil, etkili olduğu için gerçektir. Ancak, eğer
hayatın derin anlamına yepyeni bir ışık tutmuyorsa, başarısız olmuş demektir. Yok, eğer işe
yararsa, açıkçası, zihnimizden ve gönlümüzden geçenleri değiştirmemizi zorlar, yeni bir umut
verir ve bizi daha dolu yaşamaya iteklerse, demek ki geçerli bir mittir. Mitoloji bizi ancak
gereklerini yerine getirmemiz koşuluyla dönüştürecektir. Kendi durumumuza uyarlamadığımız
ve yaşamımızın gerçekliği kılmadığımız sürece, mit de başlamadan önce bize karışık ve sıkıcı
gelen bir oyunun kuralları kadar anlaşılmaz ve uzak görünecektir.

Günümüzde mitlere yabancılaşma beklenmedik ölçülerdedir. Çağcıllık öncesi dünyada mitoloji


olmazsa olmazdı. Yalnızca insanların yaşamlarından bir anlam çıkarmalarına yardım etmekle
kalmamış, insan aklının onlar olmaksızın ulaşamayacağı alanları açığa çıkarmışlardı.
Psikolojinin ilk biçimiydi mit. Yeraltı dünyasına inen, labirentlerde yollarını bulan ve
canavarlarla çarpışan tanrıların ya da kahramanların başlarından geçenlerin öyküleri ruhun
gizemli işleyişine ışık tutmuş, insanlara içlerinde kopan fırtınalarla nasıl baş edeceklerini
göstermişti. Freud ve Jung ruhun çağdaş araştırmasına girdiklerinde içgörülerini açıklamak
üzere içgüdüsel olarak klasik mitolojiye başvurmuş ve eski mitlere yeni yorumlar getirmişlerdi.

Görülmedik bir durum değildi bu. Bir mitin kalıplaşmış tek bir uyarlaması bulunmaz. Koşullar
değiştikçe, sonsuz gerçeği ortaya çıkarmak adına öykülerimizi başka türlü dile getirmemiz
gerekir. Mitolojinin tarihçesinde erkeklerle kadınların ileri doğru attıkları her adımda,
mitolojilerini gözden geçirdiklerini ve onu yeni koşullara uydurduklarını göreceğiz. Bundan
başka insan doğasının pek fazla değişmediğini ve toplumların içinde kurgulanan bu mitlerden
çoğunun bizlerinkinden pek farklı olmadığını, hala en temel korkularımızı ve isteklerimizi
yansıttıklarını anlayacağız.

Kaynak: Karen Armstrong, Mitlerin Kısa Tarihi, 2005, s.7-13.

You might also like