Professional Documents
Culture Documents
Heredot’un mitler için söylediği ‘‘tarihi değeri olmayan, güvenilmez söz’’ tanımının üzerinden
geçen yüzlerce yıl Heredot’u yalanlamaya yetti. Şükür ki yetti çünkü Avrupa aydınlanmasının
eril dilini çok önceden kuran katalizör mantaliteden biri olan Heredot’u savunacağız diye birçok
ilmi veriyi çöpe atmamız, yok saymamız, uydurma dememiz ya da kulak ardı ederek önemsiz
anlatılar olarak bir yana bırakmamız gerekmiyor. Kaldı ki ‘gerçek’ kabul edilen tarih ilminin
Antik Yunan’dan bu yana ne kadarının gerçek olduğu da ciddi tartışmalara konu oluyor. Başta
dinler tarihi olmak üzere, tarih, arkeoloji, sanat tarihi, antropoloji, psikoloji ve özellikle de son
yüzyıla damgasını vuran psikanliz gibi baba bilim dalları bütün verilerinde mitlere mutlak
surette atıf yapıyor dahası mitlerin insanlığımızın serüveninde oynadığı rolü hayatımızın içine
taşımak noktasında da cesaretli davranıyor. Ne demek istiyorum? Binyıllar öncesinden
anlatılagelen ‘hikaye’nin hem kahramanları hem yapısal düzeneği hem de taşıyıcı kolonları
bugün hayatımızın her alanında var. Modadan ekonomiye, halkla ilişkilerden reklama,
pazarlama tekniklerinden bilinç okuma yöntemlerine, müzikten edebiyata, sanattan postmodern
her türlü sanatsal faaliyete mitleri görmek mümkün. Mit böylece bir yandan kendisini var
ederken, bir yandan da geçmişle olan bağımızı kuvvetli tutmamız için bize yardım ediyor. Bu,
mitlerde zaman söz konusu olduğunda eşsüremlilik dediğimiz ‘süreklilik gösteren şimdiki
zaman’ yasasının bir gereğidir. Ritüel de buradan beslenir. Tabi bu satırları Heredot’u tarihin
en büyük yalancılarından birisi olarak kabul ediyorsanız onaylarsınız, değilse lüzumsuz bir yazı
olarak koyun köşeye, daha önemli yazılara odaklanın, zaman önemli. Daha önemli yazılar
derken mesela miti bu kötü kaderinden kurtaran ünlü antropolog Malinovski’nin miti nasıl
gördüğüne bakmak çok daha geniş ve toleranslı bir ufuk sağlayabilir.
Heredot’u tarihteki eril dili muhkemleştiren- ki sadece Heredot değil- mitleri manipüle eden bir
mit maker (mit-yapıcı) ve en büyük yalancılardan birisi olarak kabul eden bu yazıda, mitin
Heredot’un savunduğu gibi uydurma ve güvenilmez bir söz olmadığını ispatlamaya
girişmeyeceğim, bunu birçok yazıda zikrettiğimizi hatırlıyorum. Bu yazı mitin bugün
hayatımızdaki izlerine odaklanmış durumda. Bunun için en verimli alan edebiyat, yani anlatı.
Bugünün anlatısında (hikaye, öykü, roman v.b.) mitoloji, insanlığın kendi kökenlerine uzanan
bir malzemeler bütünü olarak bir dip dalga şeklinde varlığını sürdürüyor. Onsuz bir anlatının
olamayacağını aşağıda vereceğimiz örnekler ortaya koyacaktır. Çünkü en temelde mitler köken
açıklayıcılar, dünyaya ve insan dair anlam vericiler, ritüel koruyucular, simge depoları ve
hafıza koruyuculardır. Bu özellikleriyle mitler en çok zihinsel üretimler olan ilham alanları
yani edebi yapıtlarda, anlatıda kendine yer bulur ve izini buradan devam ettirir.
Edebiyat ve Mit
Edebiyatın mit ile kurduğu dirsek temasında mitin ‘kutsallığını yitirmiş öykü’ tanımı ağır basar.
Kutsallığının daha çok dinler tarihi ile ilgili kuramlarda öne çıkması normaldir. Edebiyat ise
onun daha çok anlatı-öykü yönü ile yani neyi anlattığı ile ilgilenir. Bu bakımdan edebiyatın
beslenme kaynaklarının en önemlilerinden birisi mit ve mitolojidir. Sözlü edebiyatın çok daha
yoğunluklu olarak bu kaynaktan beslenmesi doğaldır. Fakat yazıya geçildikten sonra modern
ve postmodern dönemlerde mitten beslenmenin ölçüsünün değiştiğini görüyoruz. Modern
dönem dediğimiz Aydınlanma kriterlerinin doğmatik bilim görüşü yanında sözle aktarılmış,
ispatlanması mümkün olmayan, yazılı verilere dayanmayan, söylence kültürünün çeşitli
varyantlar oluşturarak ana kaynak itibariyle izini kaybettirdiği anlatıların bir kıymet-i harbiyesi
elbette olamazdı. Modern edebiyatın bir yandan yansıtmacı ve sert gerçekçilik izdüşümleri
üzerinden bir yandan da insanı mikro ölçekte anlama üzerine kurulmuş psikanalitik ruhsal
çözümlemelerle, çok katmanlı insanı çözme gayreti arasında elbette mit gibi belirsiz ve kaygan
bir zemine sahip kaynağın esamesi okunamazdı. Ona sahip çıkan yine de romantikler oldu. Her
türlü aşağılanmayı, yadırganmayı ve yargılamayı göze alarak (Dante’nin İlahi Komedya’sına
‘skolastik safsata’ denilmesi gibi) romantikler anlatının mitsel kaynaklarına kısıtlı da olsa sahip
çıktılar. Fakat ne ki postmodern edebiyatın ışığı romantiklerin üzerine düştüğünde romantikler
çoktan o büyülü suları terketmiş, son büyülü hikayelerini bitiriyorlardı. Büyülü gerçekçiliğin
adındaki zıtlık ise postmodernin modernden aldığı bir öç gibi dayandı kapımıza. Gerçeğin
içinde yarattığı ikircikliği onu bir bıçak gibi keserek arasına büyülü dünyayı yerleştirmesini
bilen Latin Amerikalı yazarlar birer ‘öç perisi’ gibi yetiştiler imdada. Şimdi postmodern
anlatıların oluk oluk ana mecraya, okyanusa aktığı bu dönemde biz en yeni anlatılarda kadim
sırları kendisinde gizleyen Gılgamış Destanı’nı, en bizden hikayelerde Kybele’nin, Artemis’in,
Hititli ana tanrıça kültünü, en bilindik anlatılarda Arakne’nin bitmeyen örgüsünü,
Penelophe’nin sadakatini ve zekasını, Zeus’un dizginlenemez haşarılığını, Ak Ene’nin gizemli
sesini, Manas’ın, Kanıkey’in en gerçek hikayesini okuyoruz. Postmodern edebiyat buna
intertextualite (metinlerarasılık) diyor. Metni metne bağlayarak bir köprü oluştuğunu ve bu
köprünün üstünden altından mitlerin yürüdüğünü görüyoruz. Kalın urganlarla, ince pamuk
iplikleriyle ya da üflesen uçup gidecek karahindiba kömeçleri gibi narin bağlarla birbirine
eklemlenmiş anlatılar vardır. Modern ve postmodern dönemde anlatıda mitin durumunu bu
şekilde çok kestirmeden özetleyerek Türk edebiyatında anlatının mitolojik kaynaklarına
yönelelim.
Önceki yüzyılın başında görülen cepheleşme, kimlik kavgaları, kamplaşma, dışlama, yok
sayma ya da görmezden gelme gibi insan ve insan edimlerini ayrıştıran ve çatışma kültürünü
besleyen hiçbir unsurun öneminin kalmadığı bir dönem olan postmodern dönemde mitoloji
özelinde geçmişle kurulan bağa baktığımızda yan mahalledeki ayşe teyzeyi anlatan bir romanda
İran mitolojisinden çıkıp gelmiş Rüstem’i, sofranızın başında oturan Sümer tanrıçalarından
birini, roman kahramanıyla konuşan bir İnka tanrısını, izini sürdüğünüz bir Hitit mitolojik
figürünü ya da herhangi bir mitolojik unsuru görebilirsiniz. Üstelik bu durum, anlatının
kalitesini, çok yönlülüğünü, veri zenginliğini ve insana dokunurken onun hikayesinin kadim
köklerle kurduğu bağın ortaya çıkardığı bütünlük duygusunu yansıtması bakımından önem
arzeder. Bugün gelinen noktada Türk anlatısı, geleneği ile kurduğu bağ neticesinde artık kök
metinlere sahip çıkmakta ve kadim medeniyetlerin mitolojik birikimlerinden beslenerek
kendisini zenginleştirmektedir.
Bu verilere baktığımızda, Türk edebiyatında hikaye, öykü şiir ya da romanda kullanılan mitlerin
kaynaklarına dair çok yönlü bir beslenme olduğunu söylemek mümküdür. Buna göre, Fars,
İslam ve diğer Yakındoğu medeniyetlerinin mitolojik birikimlerinden beslenen Divan
edebiyatının, araya kültürel kırılma girmiş olsa bile Tanzimat’la Yunan ve Latin mitolojik
birikimine eklemlendiğini görmekteyiz. Osmanlı aydınlarının, kendilerini değişim döneminde
hızlıca toparladığını ve Türk mitolojisiyle kurdukları bağ üzerinden kendi kültürel köklerini
Türk anlatısına taşıdıkları ve bu çerçevede önemli eserler verdikleri söylenebilir. Bu birikime
eklenen bir başka mitolojik kaynak bütün bir Akdeniz havza medeniyetlerinin mitolojik
birikimidir. Anadolu’nun kadin medeniyetlerinin mitolojik birikimini anlatılara yansıtan
yazarlar postmodern eğilimlerle karşılaştıklarında artık masada Divan edebiyatından bu yana
taşıyıp getirdikleri bütün bir dünya mitolojisini buldular. Bu pozisyon, Türk anlatı geleneğinin
her ne kadar medeniyet değişimi ile sekteye uğradıysa da bu kırılmayı kısa sürede telafi ederek
yoluna devam ettiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Anlatının Sınırsızlığı ve Anlatı Kaynaklarının Sınırsızlığı
Postmodern edebiyatın özel durumuna ilişkin birkaç kelam etmek mit söz konusu olduğunda
elzemdir. Postmodern felsefenin en belirgin özelliklerinden birisi anlatının biçimsel ve içerik
olarak sınırlarının olmadığını varsaymasıdır. Bu kabul bizi bir yandan biçimsel kuralların
olmadığı uzun, ortak, kısa, kıpkısa (küçürek) anlatılara taşırken bir yandan da içerik
sınırsızlığıyla başbaşa bırakır. Anlatıda içeriğin sınırsızlığı iki şekilde kendini gösterir. Birincisi
içeriğe dair anlatının sınırsızlığı ikincisi içerikteki anlatının kaynaklarına dair sınırsızlık. İşte
tam da burada mitin interdisipliner yüzlerini anlatının içinde görürüz. Mesela bir anlatıda
tarihsel ve gerçek bir figürün mitik dönemin bir kahramanıyla birlikte katıldığı mitik bir savaşı
okuyabiliriz. Ya da dinler tarihi içinden bir ilahi-kahramanın, mitik bir figürle diyaloğunu, bir
antropolojik tezin mitik bir kahraman üzerinden tahlilini, polisiye bir kurgunun kahramanının
mitsel bir tanrı ya da tanrıça ikonuyla mücadelesini okuyabiliriz. Burada tarih, din, antropoloji
mit ile doğrudan ilişki kurar. Mitolojik hikayeyi ister kurgunun bir unsuru olarak tasarlar isterse
anlatının temel bir yapı teması halinde sunar. Anlatının sınırsızlığı, türler arasındaki sınırların
kalktığı; didaktik anlatının kurguya, şiirin düz anlatıya, masalın ironiye, halk kültürünün tarihe
kolay geçiş sağladığı sınırsızlıktır. Anlatının kaynaklarına dair sınırsızlıkta ise bütünüyle
insanlık tarihinin hafıza deposu olan miti ve mitoloji biliminin verilerini buluruz. Gerçi modern
edebiyatta da anlatının kaynaklarında sınırsızlık vardır fakat modern edebiyat birinci şıkka yani
anlatının sınırsızlığı maddesindeki geçişkenliklere tutarlı bir mesafe koyar. Bu mesafe türler
arasında geçişe izin vermez ya da çok sınırlı kurallarla (bilinç akışına benzer geri dönüşler gibi)
müsaade eder. Bu nedenle postmodern anlatılarda görülen geçişkenliğin normalliğini modern
edebiyat anlatılarında görmek mümkün değildir. Modern edebiyat türler arasındaki
geçişkenliğe koyduğu kota ile anlatının kaynaklarının sınırsızlığını da engellemiş olur. Mesela
konumuz olan mittler, her anlatı metninin içinde yer alabilir ama modern edebiyat, sınırlarının
izin verdiği ölçüde onu bir metne dahil edebilir. ( Miti metne dahil etmeyi bir unsur olarak var
kılma değil- ki bunu modern anlatıda görüyoruz- anlatının temel parçalarından biri haline
getirme şeklinde kastediyoruz.) Modern edebiyatın bu tutarlı sınırlılığı yapısı itibariyle
anlatının kaynaklarının sınırsızlığına da doğal olarak izin vermez. Halbuki postmodern
edebiyat, anlatının sınırsızlığı ile anlatının kaynaklarının sınırsızlığına meydan verdiği için
mitler her anlatıda ister bir unsur olarak isterse de anlatının blok halinde temel bir bileşeni
olarak varolabilirler. (Postmodern edebiyatın bunu metinlerarası ilişki düzleminde
değerlendirmesiyle buna ilişkin problematiklerin varlığına dair şerhi koyarak, yazının
sınırlarını aşan bu konuyu noktalayalım). Hülasa edecek olursa; postmodern dönemde Türk
anlatısı, dönemin kendine has nitelikleri nedeniyle mitsel kaynaklarını daha rahat kullanır
olmuştur. Modern edebiyatın yapısı gereği işlevsel olmayan geçişgenlik, bugün postmodern
metinlerin kök metinlerle bağ kurmasında önemli bir basamak olarak görülmektedir. Bu da
kadim medeniyetleri bağrında taşımış olan, mirasının zenginliği ile anlatı geleneğimize geniş
ufuklar sağlayan bir kültürün Türk anlatısı yoluyla geleceğe aktarılması anlamına gelir.
Sonuç
Türk anlatı geleneğinin zengin birikimi Batılılaşma serüveni ile sekteye uğrasa da, beslenme
kaynakları itibariyle görünen çeşitlilik hikaye-roman- şiir gibi temel anlatı türlerine yansımıştır.
Mitolojinin edebiyatın temel beslenme kaynaklarından biri olarak görülmesinin tarihi çok
geçmişe dayansa da özellikle yabancı kültür havzaları ile etkileşimlerin olduğu dönemlerde bu
etkiler de artmıştır. Türk edebiyatı bir yandan Divan edebiyatı geçmişiyle İran, İslam ve Doğu
medeniyet havzasının sözlü kültür içinde taşıyıp getirdiği mitolojiden ziyadesiyle etkilenmiş,
öte yandan yeni bir kültürel alana açılan Tanzimat’la birlikte Yunan ve Latin tarih ve esatiriyle
tanışmıştır. Yunan mitolojisinin meydana getirdiği tartışmalar Türkçülük akımının etkisiyle
kökenlere dönme fikrinin kendisini temsil etmesine meydan vermiş, böylece Türk
mitolojisinden yararlanma fikri ortaya çıkmıştır. Böylece Türk mitolojisi, Osmanlı bakiyesi
Divan edebiyatının Fars ve İslam birikiminin yanına eklenen Yunan ve Latin esatiriyle birlikte
yeni devletin ulusal kültür politikası inşa etme sürecinde üçüncü bir beslenme kaynağı olarak
Türk anlatısına yeni bir ufuk sağlamıştır. Kısa sürse de Nev Yunanlilik akımıyla alınan yol,
milli bir edebiyatın odaklandığı ve yeni devletin ulus kimlik inşaasında öne çıkartılan Türk
mitolojik birikimi, Akdeniz kültürel havzasıyla bütünleşme işaretlerinin verildiği Anadolu
mitolojileri ve bugün postmodern etkiyle bütün bir dünya mitolojisi, sağlam bir geleneğe sahip
olan Türk anlatısının mitolojik kaynakları olarak masada durmaktadır. Kurgu yazarlarının bu
kaynaktan beslenmeleri hem Türk anlatısını güçlendirecek hem de kadim medeniyetlerin
mirasını geleceğe taşıma noktasında önemli bir basamak olacaktır.
Kaynaklar
Aydın Afacan. Şiir ve Mitologya- Cumhuriyet Dönemi Şiirinde Yunan ve Latin Mitologyası.
Doruk Yayınları, 2003.
Aysun Çetin. Tanzimattan Cumhuriyete Türk Aydınlarının Mitolojiye Bakış Tarzı. Ege
Üniversitesi SBE, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 1993.
Cengiz Batuk. ‘‘Mit, Tarih ve Gerçeklik Sorunu Üzerine Notlar’’, Milel ve Nihal, İnanç, Kültür
ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, C:6, S:1, 2009.
Cennet Bozkurt (Bars). 1980-1995 Arası Türk Hikayesinde Mitolojik Unsurlar, Pamukkale
Üniv. SBE, Yüksek Lisans Tezi, Denizli, 2013.
Dursun Ali Tökel. Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar. Akçağ Yayınları, 2000.
Ebru Vural Arslan. Türk Romanında Mitoloji (1923-1960). Süleyman Demirel Üniversitesi,
SBE, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2016.
H.Hilal Akman. Tarihi Romanlarda Türk Mitolojisi (1908-1960). Marmara Üniversitesi SBE
Doktora Tezi. İstanbul, 2013.
John Fiske. Mitler ve Mit Yapanlar. Çev. Utku tuğlu. Öteki Matbaası, 2002.