You are on page 1of 64

FELSEFE

İlkçağ Felsefesi
Metinleri

Prof.Dr. Cengiz ÇAKMAK

aUZeF
İstanBUl ÜnİVersİtesİ açIk ve UZaktan eğİtİM FakÜltesİ
ÖZET

Bu derste, Batı Düşünce Tarihinin başlangıcı olarak kabul edilen dönemin ele alınması ve bu dönemde yeralan
düşünür ver filozofların karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.

ABSTRACT

The main objec of this class is to study on the period regarded as the beginning of western philosophy history
and evaluate thinkers and philosophers within this period in a comparative sense.
1.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
ÖZET
İlk hafta felsefenin tanımı, niteliği, neliği incelendikten sonra felsefe öncesi mitolojik düşüncenin genel
yapısı ve özellikleri üzerinde durulacaktır. Batı felsefenin bu ilk doğuş yeri olarak ele alınan Eskiçağ Yunan
dünyasının felsefi düşünceyi oluşturma seriveni değerlendirilecektir. Son olarak ise mitoloji-evren ilişkisi
incelenip mitolojinin insan hayatında hangi soruları yanıtladığı ele alınacaktır.

BİRİNCİ BÖLÜM

FELSEFENİN NELİĞİ VE MİTOLOJİK DÜŞÜNCENİN İNCELENMESİ

1.GENEL ANLATIM: FELSEFENİN NELİĞİ VE KONULARI ELE ALIŞ BİÇİMİ HAKKINDA GİRİŞ.

Felsefe terimi yunanca philo-sophos’tur. Felsefenin Yunanda başlaması ile Yunan felsefesi ayrı şeydir.
“Felsefe Yunana özgü bir düşünce etkinliği midir?” sorusunu göze almıyoruz. Felsefe sadece Yunan dünyasına
özgü değildir. Yunan felsefesi, felsefe anlamına gelmez. Ama sonuçta belli dönemde ortaya çıkmış düşünsel
tutuma Yunan felsefesi deniyor. Felsefe Yunan’da başlamıştır, kabulünü tartışmadan kabul ediyoruz.

Felsefe dediğimiz etkinlik Thales’le başlamış (M.Ö.600), ama o dönemde felsefenin adı yok. Philosophos
adı bu dönemde kullanılmıyor. Bu etkinliğin adı daha çok doğa araştırmaları olarak geçiyor. Felsefe terimi
Thales’ten 100 yıl sonra ortaya çıkar. İlk kez Pytagorasçılar tarafından kullanılmıştır. Philosophos terimi daha
sonra Herakleitos’un bir fragmanında geçer: bu terim bilgeliği seven yiğitler olarak geçer. Terim gerçek
anlamını Platon ve Aristoteles’te bulacaktır.

Felsefe, bilgiyi ya da bilgeliği sevmektir. Sophia, dini bilgelik, hikmet anlamlarına gelmektedir. Yunan
dünyasında sophos’un birinci anlamı ustalaşmak, maharet ve beceri sahibi olmak demektir. Bir kişi çalışarak
tecrübe kazanır, ustalaşmak için tecrübesinin gelişmesi gerekmektedir.

Yunan dünyasında arete (erdem) kelimesi de ustalık, kabiliyet anlamlarına gelir. Sophos kelimesi M.Ö.
800-700 arasında Homeros’ta kullanılmıştır. Homeros’ta sophos kelimesi bir insanın yetişmesinden dolayı
kazandığı kabiliyet anlamına gelir.

Sophos kelimesi yunan dünyasında; teknik beceri anlamına gelir ve pratik bir değer taşımaktadır.
Sophos yiğitlik, savaşçılık anlamına gelmektedir. Yunan dünyasında savaşçılık, kahramanlık anlamına
geliyor. O dönemde M.Ö. 900-700 de aristokratik bir düzen var.

Sophos:

1.yiğitlik,

2.teknik beceri,

3. oturmasını, kalkmasını, sözünü bilme anlamına gelir.

Homeros’un destanlarında savaşçıların iki özelliğini görürüz:

1.Savaşçılık, yiğitlik.

2.Konuşmadaki ustalık.

Sophos kelimesinin içindeki sözünü bilme haddini bilmek demektir. Yunan dünyasında bu hep temel
olacaktır.

Sophos’un ikinci anlamı ahlaki ustalık, yaşama ustalığıdır. Yani oturup kalkmasını, insanlara nasıl
davranılması gerektiğini bileceğiz. Nefsi terbiye etmek gerekir. Biz varlık olarak maddi zemine dayanmak
zorundayız. Bilgeliğin ahlaki yönünde bedenin denetimi önemlidir. Zaten Yunan dünyasında denge önemlidir.
Denge olmak zorundadır. Bedenin ölçülü biçimde yaşanmasının anlamı, hayata bir derinlik katmaktır.
Bilge insanlar açlığa vb. durumlara tahammül ederler ve bu da uzun bir çalışma ile olur. Burada tecrübe
çok önemlidir. Tecrübe insanlara tahammül etmeyi yani onları taşımayı öğretir. Bilgelik, sizin gibi olmayanı
taşımaktır.

Geniş bir hayat tecrübesi içinde gezmek gerekir. Theoria’nın ikinci anlamı gezmektir. Bu işin de piri Yunan
dünyasında Ksanophanes’tir. Ahlaki ustalığın olabilmesi için toplumun ve kendi içimizin gözlemlenmesi
gerekir.

Sophos’lukta olay uzun yaşamak değil, tecrübe zenginliğidir. Burada Herakleitos başından geçenlerden
ibret alacaksın, diyor.

Yunan dünyasında 800’lerden 500’lere gelirken bazı büyük dönüşmeler ortaya çıkar. Bu dönüşmeler
özellikle toplumsal, ekonomik ve buna bağlı olarak siyasi hayattaki değişmelerdir. Bu yıllarda Yunan
dünyasında düşünme ufku, mitolojik düşünmedir. Mitolojik düşünmenin kendine özgü akli bir yönü vardır.
2.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
2. BÖLÜM

2.MİTOLOJİK DÜŞÜNCENIN ANA HATLARIYLA ANLAŞILMASI.

2.1.Mitolojik Düşünme:

1. Kendisinin içinde yaşayan insanlara teorik çözümler getirmektedir.

Mythos, bir yaşama ve düşünme tarzı, dünyayı anlama ve yaşama tarzıdır. Mitolojik düşünme,
“Nerdeyim? Evren nedir? Bu dünya nasıl meydana geldi?” gibi sorulara cevap verir.

Mitolojik düşünme, kök meselesinde çözümler getirmiştir. Mitolojik düşünme insan aklının kanatlarını
engelleyen bir düşünmedir.

Mitolojik düşünmede ifadeler arasında sıkı bir bağ kurulmaz, bağ hep gevşek bırakılır. Mitolojik
düşünme, ilk olayla en son olay arasında bağ kurar.
2. Evrendeki her şeyi kişileşmiş ve canlı olarak görür. Onların gözünde evrendeki her şey, her obje ya da
varlık bir “sen“dir. Mitolojik düşünmedeki bağ “ben“ ve “sen“ bağıdır. Bu bağ birbirini bağlayan iki
varlıktır.

Mitolojik düşünmede tabiatla konuşulur, diyalog kurulur, saygı duyulur. Fakat bizim düşünmemizde
ben, sen bağı yok, ben o bağı vardır. O cansızdır, benim irademin malzemeleri olarak vardır.

Mitolojik düşünmenin özü, içinde yaşadığım doğaya, çevreye saygılı olmalıyım. Bu düşünmede fazla
neden de aranmaz.

1.İçinde bulunduğu toplumun bütün teorik varlıksal sorunlarına cevap verir. Onlara bir evren tablosu
sunar.

2.İnsanlara kendilerinin ne olduğunu söyler, onlara dünyadaki anlamlarının ne olduğunu gösterir.

3.İnsanların toplumsal ilişkilerde nasıl davranması gerektiğini gösterir.

4.Bir yaşama tarzıdır. Nerde mitolojik düşünme varsa orada bir hayat vardır. Toplumdaki her türlü şeyin
başlangıçtan çözümünü bulur. Mitolojik düşünme insanların bütün sorunlarını çözer. Sorunların olmadığı
yerde felsefe olmaz. Yunan dünyasına artık mitoloji yetmez. Felsefe bir zorunluluktan dolayı ortaya çıkar.

Mitolojik düşünme, her düşünmeler gibi bize varlık, hayat, ahlak, doğa, ölüm, tanrı konularında cevaplar
verir. Yani mitolojide de düşünme var. Ama bu temel sorularda, “Varlık nedir? Hayatın anlamı nedir? Ölüm
nedir?” diye sormaz. Bunlar onlar için çok açıktır.

Bu yüzyıllarda Yunan dünyasında bu çerçevede çöküyor. Artık insanları tatmin edici bir düşünme
çerçevesi yok.

Yunan şehir devletlerinde yeni bir gelişme ortaya çıkmış. Mitolojik düşünmenin zemini sabit zeminlerdir.
Yunan dünyasında mitolojik düşünmeyi benimseyen grup toprak sahibi aristokratlardır. Bunların da şairi
Homeros’tur. Toprak zamanla temel zenginlik olmaktan çıkıyor. Onun yerine para geçmeye başlıyor.
Burada yeni bir düşünme tarzı ortaya çıkıyor. Eski yaşama tarzı artık yetmiyor. Mitosun sıcaklığından, ana
rahminden dışarı çıkmış durumdalar. Artık insanlar Homeros’un görüşleri ile tatmin olmuyorlar. Burada
aristokrat sınıf güç kaybediyor. İşçiler önce zanaatçılık yapıyorlar. Bunlar bir süre sonra para biriktiriyorlar.
Mal biriktiriyorlar ve gemicilik yapıyorlar. Felsefenin çıkışı topraktan metaya (para) geçiş gibidir. Felsefe
tarihinde topraktan metaya geçişin tarihini görebiliriz. Süreç topraktan paraya bir geçiştir. Gemicilik felsefenin
başlangıcında önemli bir noktadır. Değişik medeniyetler sorgulanmış olur ve kendi inancımızla ilişkilerine
bakarız. O dönemin gemicileri tüccardır. Gemicinin işi rüzgârları, gökyüzünü kollamaktır.
Her kültürün, toplumun kendine özgü bir dünya görüşü vardır. Bunun da anlamı o toplumun doğayı,
toplumu, insanı, tanrıları, öte dünyayı, hayatı anlamlandırmasıdır. Toplumu meydana getiren insanların bu
konulara ilişkin fikirleri vardır. Bir takım sorulara cevap verirler. İnsanlık tarihi açısından bakınca karşımıza
çıkan ilk bütüncül düşünme mitolojik düşünmedir. Mitolojik düşünme ilk bakışta çocuksu, saçma bir düşünce
olarak gözükür. Ama gerçekten hayatı o koşullar içinde anlamlandıran bir düşünmedir. Mitolojik düşüncede
neden bulma denen bir tutum var (etiolojik açıklama). Mitolojiler, insan düşüncelerinin hayata ilişkin ince
kıvrımlarını yakalarlar. Mitolojik düşünme insan, tanrılar, hayat, doğa vb. konularda sorular soruyorlar ve
cevaplar üretiyorlar. Başlangıçta her zaman için belli maddeler ya da varlıklar var. Yani ezeli ile ebedi bir şey
var. Bunların nasıl yaratıldığı sorulmuyor.

Mitolojik düşünmede ezeli ebedi madde var. Bu ezeli ebedi madde yaratılmamıştır. Yani yoktan var
etme yok. Bütün bunların arkasında başka bir varlık olabilir diye düşünemiyorlar. Bu madde bugünkü
maddeye benzemez. Bu madde canlı, ruhlu ve tutsaktır. Bu maddeyle birlikte mevcut olan bir irade, akıl bu
maddeyi harekete geçiriyorlar. Düzenlenmesinde etkili oluyor. Bu madde bu akıl gücü tarafından şekillenip
planlanıyor. Yani evrenin rastgele geldiğini düşünmüyorlar. Mitolojik düşünme bütün toplumlarda aynı
biçimde ortaya çıkmaz.

Khaos’tan kosmos meydana geliyor. Yunan tanrıları kosmosu düzenlemezler. Kosmosun içinde yer
alırlar.

Mitolojik düşünme, insanlarda ortak bir yapıya sahip ama hepsi aynı şeyi anlamıyorlar. Yani evrensel
değildir, sadece yapıca evrenseller. Bu farklılıklar da felsefeyi ortaya çıkaracak. Miletos okulu da insana özgü
değil, Yunan dünyasına özgü birtakım anlayışları vardır.

Yunan dünyasının da iki temel adamı var: Homeros ve Hesiodos. Yunan dünyasının felsefesi ortaya
çıkmadan önce bu sorulara cevap vermiş olan Yunan mitolojik düşünceleri var. Yunan felsefesinin temel
problemleri de bu mitolojik düşünmelerden ortaya çıkacaktır.

Homeros; aşağı yukarı M.Ö. 800’lerde yaşadığı söyleniyor. Destanlarında 1200’lü, 1100’lü yılları anlatıyor.
Bunlar bir toplumun efkârından çıkmış açıklama biçimleridir. Bu öyküler, Yunan dünyasının belkemiğini
oluşturuyorlar. Homeros’un eserlerine yakından baktığımızda bütün bu sorulara cevap verdiğini görürüz.
Homeros belli bir anlamda Yunan dilinin temsilcisidir.

Yunan dünyasında vahiy biçiminde ortaya çıkmış bir din yoktur. Homeros’un kitabına çok saygı
duyulmasına rağmen kutsal bir değeri yoktur. Bu bakımdan kabul görmüyor. Bu anlamda yunan dünyasında
kurumlaşmış bir din de yoktur. Yunan dünyasında 3 tür din vardır:
- Halkın kendisinin yaşadığı din. Burada her evin, klanın kendine özgü bir tanrısı vardır. Yunan dininin
özelliği örgütlenme üzerinde kurulur.
- Homeros ile Hesiodos’un eserlerinden bize gelen Yunan din anlayışı. Homeros’un anlattıkları herkes
tarafından aynı şekilde kabul görmüyor. Yunan dünyasında vahiy bilgisi yok ama bol miktarda mantike
(esinlenme) var. Bunu en çok Sokrates’te görürüz. Yunan dünyasında formel bir vahiy yok ama esinlenme
biçiminde tek kişinin kalbine ilham etme şeklinde vahiy vardır. Homeros ve Hesiodos’un din anlayışları
pek tatmin edici değildir.

Yunan dünyasında bir de misterie’ler denen tarikat yapısında dinler ortaya çıkıyor. Bunlar özel kapalı bir
biçimde yapılan ibadetlerdir. Bunların başında Demeter dini gelir. Bu, daha çok öbür dünya ve din konusunda
uzmanlaşmıştır. Daha sonra bu dine Dionissos’çu gelenek eklenmiş. Bunlar orta sınıfın ve alt tabakanın ilgisini
çekiyorlar. Yunan dünyasının felsefesi ortaya çıkarken temel taşlarına bakarsak, din parçalıdır.

Yunan dünyasının temel taşları şunlardır:

1.Başlangıçta hep ezeli ve ebedi bir madde vardır.

2.Bu başlangıç maddesi belli bir zamanda bildiğimiz düzeni evren olan kosmosa dönüşmüştür.
3.Bu madde canlıdır. Bu maddenin canı var. Yunan dünyasında can kelimesinin adı psykhe’dir. Bu ruh
ilahi bir ruh değil, bir meteordur.

Homeros’ta temel madde okeainos’tur ve su da hareket halindedir. Yani hareketin kaynağını aramıyor.

Hesiodos’ta ise temel madde khaos’tur ve hareket etme, görevini eros’a yüklüyor.

Homeros sudan kosmosa geçişi anlatamıyor, ama bize evrenin yapılışını bildiriyor.

Yunan felsefesi bir düşünce tutumu olarak arka tarafında yunan mitoloji tarihi vardır. O yüzden mitolojik
düşünceyi de bilmek gerekir. Yunan felsefesini anlamak için bu gerekiyor. Yunan mitolojisinin iki temel taşı
Homeros ve Hesiodos’tur. (Felsefi düşünce içinde doğup geliştiği dünya ile çatışmaya başlar, ama bu kavga
değildir.)

Mitolojik düşüncede dünya görüşünün temel kabulleri söz konusu yapılmaz. Bu görüşler örtüşmüştür.
Tanrıların varlığı söz konusu yapılmıyor. Felsefe içinden çıktığı dünya konusuna eleştiri konusu yapıyor,
oradaki temel kabulleri deşiyor.

Yunan felsefesini anlayabilmek için üç temel noktayı iyi bilmek gerekir.

1.Yunan mitosları,

2.Mısır ve Mezopotamya medeniyetindeki çalışmalar,

3.Yunan dünyasındaki arphik ve Dionissosçu dinsel akımlar

Yunan mitoslarına özellikle evrenin yaratılışı ve doğa noktasında bakınca karşımıza çıkan tablo:

1.Evreni meydana getiren temel bir malzeme var. Buradaki madde Descartes’tan sonraki cansız madde
değil, canlı ve kutsal bir maddedir.

2.Bu madde başlangıçta bir kargaşa ve karışıklık içinde (khaos) belirsiz sınırsız, niteliksiz bir maddedir.

3.Bu madde belirli bir zaman içinde kosmosa dönüşüyor. Yani düzenli, belirli, sınırlı evren haline
dönüşüyor. Çünkü bu madde canlıdır. Kendiliğinden bir biçimde evren haline dönüşüyor. Bu, yunan
mitolojisinin yaradılış konusundaki temel kabulüdür.
3.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
3. BÖLÜM

Sonuç:

Bu evrendeki her şey canlı ve bilinçlidir. Doğal olaylar arasındaki ilişkiyi nedensellik açısından değil,
mitolojik olarak açıklamadır. Doğadaki her varlığın nedeni doğal olmayan bir güçtür. Yalnız doğadaki
olayların bir düzeni var, ilahi bir düzeni var. Bu düzeni aşan her kimse tanrı da dâhil cezalandırılır. (Mitolojik
düşünmenin özelliklerinden biri insanlar içinde bulunduğu, toplumsal ilişkileri doğaya yansıtırlar.)

1.Doğadaki her olayın nedeni kutsal ya da doğa-üstü bir varlıktır.

2.Doğaüstü varlıkların ortaklaşa çalışmasında düzen vardır. Çalışmadıkları zaman afetler olur.

Mitolojik düşünmede khaos’tan kosmos’a geçişin nasıl olduğu bilinmiyor. Bunu sormuyorlar. Yunan
felsefesinin önünde yunan mitolojik dünya görüşü vardır.

Homeros’un dünyasında toplumsal hayat, hiyerarşik bir yapı gösterir. Toplumun yöneticileri soylu
ailelerden gelirler ve soyları tanrıya bağlıdır. Bu dünyadaki en büyük sophos yiğitlik, savaşçılık, cesarettir. Bu
dünyadaki erdemlerden birisi de haddini bilmektir. Çünkü bu dünyaya göre herkesin belirli erdemleri vardır.
Bu erdemin anlamı herkesin belirli alışkanlık ve yetileri var. Erdemlerin doğuştanlığı fikrinin sorgulanmasının
felsefede uzun yıllar sonra tartışma konusu olacak. Kralın erdemi yönetici olmaktır. Bu dünyadaki diğer bir
erdem sözünü bilmektir. Erkekler açısından savaşçı, oturup kalmasını, sözünü bilmek gerekir. Bu dünyanın
iki temel sophia’sı güzel savaş yapmak ve güzel konuşmaktır.

Homeros’un dünyası karamsar bir dünyadır. İnsanlar, sürekli tanrıların keyfi davranışlarından şikâyet
ederler. Çünkü insanın kaderini tanrılar belirliyor. Homeros, burada beylerin adaletsizliğini gösteriyor. Öbür
dünyada bir cennet tasavvurları yok. Ancak birkaç tane insan ezeli ve ebedi hayatı tadabilir.

En büyük ceza yer altı dünyasına girmek. Onun için güneşin ışıklarından mahrum olmamak da bir
erdemdir. Ama ölümden korkmuyorlar, bunu kabullenmişler, mümkün olduğunca geç gitmek istiyorlar.

2.Kötülük: Bir kardeş öldüğünde diğerinin onun öcünü alması. Bu, dostlar arasında da geçerlidir. Bu
yüzden kan davaları çoktur. Ölü bir insan için en kötü şey kanının yerde bırakılmasıdır. Böyle bir din anlayışı
taklit edilecek bir anlayış değildir. Yunan dünyasının din görüşü insanlara tatmin sunmuyor.

Homeros’un destanlarındaki bilgi anlayışı; iki temel bilgi türü var:

1.İlahi ve tanrısal bilgi.

2. İnsan bilgisi.

İlahi bilgi, her şeyi bilen, olan, biten olmuşu ve olacağı bilmenin bilgisidir. İnsan bilgisi ise sınırlı bir
bilgidir. Asla hakikatin kendisini bilemez. Bu Aristoteles’e kadar böyle sürüp gidecek. Ancak insan bilgisi
ikiye ayrılır:

a.Kulaktan duyma bilgi

b.Doğrudan görmenin bilgisi

Doğrudan görmenin bilgisi bir olaya doğrudan doğruya şahit olmak yani emprik olarak görmek,
deneylemenin bilgisidir. Bu nedenle yunan dünyasında bu, temel bilgidir. Doğrudan doğruya görmediklerinin,
algılamadıklarının bilgisine inanmıyorlar.

Kulaktan duyma bilgi, araştırılmadan duyulan bilgidir. Yunanlılar, bu bilgiye pek itibar etmiyorlar.
Ancak bir de bunun dışında başka türlü bir bilgi var: vahiy bilgisi.

Homeros: Doğru ya da yanlış ne söylüyorsam, bunları ben Musalar’dan öğrendim, diyor. Bütün şairler
vahiy bilgisinden pay aldıklarını söylüyorlar.
Homeros’un tanrı anlayışı: Homeros’un tanrı anlayışı insan biçimlidir. Yani tanrılar insan şeklinde
varlıklardır.

Ama onlar ölümsüz, biz ise ölümlüyüz. Yalnız tanrıların yiyecekleri özel yiyeceklerdir. İnsan biçimli
olmakla kalmıyor, insanların bütün inançları onlarda da var. Tanrılar, insanlar arasındaki savaşlara da
katılıyor, taraf tutuyorlar.

Doğa anlayışı: Homeros’ta her şeyin temeli, başlangıcı okyanustur, uçsuz bucaksız bir sudur. Bu okyanus
ve de kubbe olayını düşündüğümüzde kubbeyi düşünebilmesi soyutlama yapabildiğini gösterir. Evren
anlayışı üç katlıdır: Yer altı, yeryüzü ve gökyüzü. Yeryüzünde zamanla Zeus’un katlettiği titreyen canavarlar
bulunur. Eğer sarsıntı oluyorsa bu, bunların tepinmesidir. Titanlar var mı, yok mu diye sormuyorlar.

Hesiodos: Aşağı yukarı M.Ö. 750-650 arasında yaşamış. Hesiodos’un döneminde Yunan dünyasında
toprakta çalışan insanlar şehirlere gelmişler. Çünkü toprak artık verimli olmamıştır. Toprak sahipleri daha
çok pay istemişler. Onun için de şehre gelmişler. Üç yüz sene kadar sürekli kavga var ve doğrudan da
hep Persler basınç yapıyorlar. Köylü kısım şehirde zanaat öğreniyorlar. Bir biçimde ticaretle uğraşıyorlar.
Gemiler yapılıyor ve Doğu Akdeniz’de Fenikeliler ve Mısırlılarla alışveriş yapıyorlar. Bunun sonucunda yeni
kültürlerle tanışınca ufukları genişleyecek. Ticaretle ve gemicilikle zenginlikler artmaya başlıyor. Yunan
dünyasında zenginlik toprak miktarı ile ölçülüyor. Bu yeni kesim zenginleşince iktidar kavgası başlıyor ve
toprak el değiştiriyor ve büyük kavgalar gürültüler çıkıyor. İşte burada Hesiodos ortaya çıkıyor.

Hesiodos da bu yeni sınıfın üyesidir. Daha sonra demokrasiye geçiliyor (eşit yönetim). Hiyerarşik yapı
yıkılıyor ve daha sonra bunlar, artık o zamanki dini görüşlere itibar göstermiyorlar.

Hesiodos da Homeros gibi karamsar biri. Dünyada hep kavga ve eşitsizlik vardır. Ancak Hesiodos’ta
erdemler değişmiş. Önceden savaşçılık erdemken artık çalışkanlık, düzenlilik, yasa erdem olmuştur.

Hesiodos’la beraber bir tarih bilinci ortaya çıkar. Hesiodos’a göre insanlık tarihi altın, huzurlu bir çağdan
giderek yozlaşarak demir çağına doğru tersine bir evrim geçiriyor. Hesiodos ‘a göre insanlar başlangıçta
hiçbir zahmete girmeksizin istedikleri her türlü nimetten faydalanıyordu ve insanlar mutlu bir şekilde yaşıyor
ve ölüyorlardı.

Hesiodos’ta bir problem var: Prometheus problemi. Metheus akıl demektir. Pro ön, önde, gelen anlamı
var. Kökenini bilmiyoruz; ama Zeus’la Prometheus arasında bir husumet var. Bunun da kökeninde amcaoğlu
davası var. Promethius, Zeus’un amcaoğludur. Prometheus, sürekli Zeus’un iktidarını zedelemek istiyor.
Bunun üzerine Prometheus cezalandırılmış, daha sonra da Herkül bunu kurtarıyordu.

Yunan dünyasında tanrılarla insanlar ilişki içindeler ve tanrılar çoğu zaman daha baştan itibaren
kandırılabilir olarak gözüküyor. Bu sebeple filozofların önünde engel teşkil etmiyorlar. Bunun yanı sıra sürekli
insanlarla tanrılar arasında bir kavga mevcut. Bunun anlamı batı dünyası açısından dindışı kurumlara doğru
gidiştir. Batı dünyası asla Sami kökenli dini (Hristiyanlık) kabul etmemiştir.

Prometheus, felsefe tarihinin piri olarak görülür. Yani düşünmenin sınırı hırsızdır. İdeal dünya ile reel
dünyayı birbirinden ayırmış. Promethius, insanlara bilgeliği, tekniği ve insan olmayı öğreten bir tanrıdır.
Ama bu tanrının özelliğinde bir ikiyüzlülük, bir kandırma yatar.

Herodos’un bilgi anlayışı: Hesiodos’ta tanrısal bir bilgi var. Vahiy konusunda Homeros’u eleştirir. Çünkü
Homeros; yalan yanlış ne biliyorsam her şeyi tanrılardan öğrendim, diyordu. Hesiodos, ben de tanrılardan
öğrendim, ama bana onlar doğruyu ve hakikati söylemeyi öğrettiler, diyor.

Hesiodos’ta insan biçimli, karakterli tanrı fikri var. Hemen hemen bütün ilkçağ filozoflarında tanrısal
esin var ve her biri doğruyu söylediklerini sasavunuyorlar.

Hesiodos’un doğa anlayışında düzen ve yasa hâkimdir. Özellikle gökyüzündeki yasa sarsılmaz bir
yaradır. Hesiodos’un kosmoloji ve doğa anlayışında temel madde kosmostur. Bundan diğer maddeler zaman
içinde çıkarak evren meydana gelmiş.
Gerek Hesiodos ve gerekse Homeros’un fikirleri Yunan felsefesine şu kabulleri sağlamıştır:

1. Homeros’ta doğuştan erdem fikri.

2. Hesiodos’un kötümser tarih anlayışı.

3. İnsan bilgisi-tanrı bilgisi ayrımı.

4. Doğada bir düzen olduğu fikri.

5. Kulaktan duyma bilgi-doğrudan görmenin bilgisi ayrımı.

6. Evrenin temel maddesinin ezeli ve ebedi olduğu fikri.

7. Bu madde belli bir zaman içinde oluşum ve dönüşümlerle kosmos haline dönmüştür fikri.

8. Ana maddenin canlı olması onun dönüşümünü sağlamıştır.

9. Bu belirsiz, sınırsız, şekilsiz madde belirli, sınırlı, şekilli kosmos haline dönüşmüştür.

Yunan düşüncesi ya da felsefesi bu kabullerin işlenmesi sonucunda ortaya çıkacak. Ancak Yunan
felsefesi düşüncesi bu kabullerin çoğunu değiştirmeden kabul edecektir. Yapılan değişiklik kabullerin kuruluş
biçiminde ortaya çıkacak. Bu kuruluş biçiminde mitos yerine rasyonel kullanış tarzına geçecek.

Yunan felsefe düşüncesi ortaya çıkmadan önce sırasıyla birtakım tarihsel, ekonomik, siyasal dönüşmeler
oluyor. Bununla beraber düşünsel çerçevede değişme oluyor. Felsefeden önceki düşünmeye mitolojik düşünme
diyoruz. Bunların bir takı temel kabulleri var. Bunlar dünyayı anlamada iş yapan temel kabullerdir. Bu kabuller
çok ender olarak soruşturma konusu yapılırlar. Zaten felsefe de farkında olmadan en ufak şeyin soruşturması
yapılır. Felsefenin de temel bir takım kabulleri vardır. Bireylerin dayandığı kabuller rastgele kabuller değil,
içinde yaşadıkları toplumdan çıkardıkları kabullerdir. Bu kabulleri de tartışma konusu yapmamışlar.

Bu kabuller: Yunan düşüncesi başlamadan önce belli temel konularda kabuller var: Yaradılış ve doğa
hakkındaki kabul:
1. Bu kabuller içinde madde ezeli ve ebedidir. Yani yoktan var etme yok. Var olan bir madde de yok
olamaz.
2. Bu madde başlangıçta bir karışıklık içinde ve bir süreç içinde düzenli bir yapı (kosmos) haline dönüşüyor.

3. Bu madde aynı zamanda kutsal ve canlı bir maddedir. Aynı zamanda bu madde evrendeki bütün
varlıkların malzemesini ve kütlesini oluşturur. Yani gördüğümüz dünyada ne varsa başlangıçtaki
malzemeden yapılmıştır.

Düzenli evrende hüküm süren bir yasa var. Bu da ilahi bir yasadır. Bu da doğadaki düzenliliği belirtmek
için söylenmiş bir sözdür. Ancak daha sonra doğadaki olayların nedenini başka bir güçle yani bize göre doğal
olmayan bir güçle açıklıyorlar.

Evrenin yapısını çıplak gözle bakınca üç kısma ayırırız: Gökyüzü, yeryüzü ve sular. Ancak gökyüzü
ile yeryüzü arsında da bir hava olayı vardır. Yani sıradan yalınkat bir insanda dört tane temel konu vardır.
Gökyüzüne çıplak gözle bakınca bir kubbe biçiminde görürüz. Bu insanlar da bunu görmüşler. Demek ki
birinci konu gökyüzüdür. Bu olaylar onlar için önemli. Gökyüzündeki yıldızların dönme hızına göre takvim
oluşturacaklar. Takvim gerek ibadet gerekse tarımın düzenlenmesi için gerekli bir unsurdur. Hemen hemen
bütün kültürlerde gökyüzü incelenmiş ve takvimin yıldızlara bağlanması çok önemli. Daha sonra insanların
ilgisini yeryüzü çekmiş. Çoğunlukla insanlar yeryüzünü kendi bulundukları yerden incelemişler ve kendi
bulundukları yeri evrenin merkezine koymuşlar. Evrenin taşıyıcısı da çoğu zaman sular olmuş. Taşıyıcı
değişebilir bunlar evrenin yapısını gökyüzü, sular ve yeryüzü biçiminde canlandırmışlar ve bu tablo felsefeye
miras kalmıştır.

İnsanın yaratılışı ile ilgili önkabuller:


Bu konuların tipik özelliği en kök sorun sorunlarla uğraşmalarıdır. Şu an bile bunların cevaplarını
veremeyiz ve bu soruları hep soracağız. Buna benzer sorular insan hakkında da olmuş; insan nasıl ortaya
çıkmış?

Yunan dünyasında maddenin yaratılmasında tanrı yok. Ama yine de doğadaki olaylara bir müdahalesi
var.

Homeros’ta insanın nasıl yaratıldığına ilişkin bir bilgi yok. Hesiodos’ta ise eskiden bir soy varmış (Altın
çağ). Bunu kronus yaratmış. Bu soy cennette yaşamış bir soydur. Bir tek ipucu budur. Kronus, bir malzemeden
insanı şekillendirdi, diyor.

Yunan dünyasında daha sonraki kaynaklarda insanın yaratılışının iki türlü öyküsü var: Bir tanesi
kendiliğinden meydana geliyor. Ağaçlarda, topraklarda yetişiyor verimli, nemli, balçıklı bir topraktan insanın
çıktığını söylüyorlar.

İkincisi, Dionysos denen bir tanrı var. Bu tanrı neşenin, sevincin, çılgınlığın ve şarabın tanrısıdır. Bu
tanrıyı titanlar yani doğadaki acımasız ve kaba güçler bir gün yutuyorlar. Zeus da bunun üzerine hepsini
yakıyor. Yakınca bir kül yığını ortaya çıkıyor. O külü daha sonra su ile karıştırıyor ve insanı yaratıyor. Bu
mitolojide; insanın bünyesinde titanik güçler var. Devler, canavarlar, kaba ve doğal güçler. Bu, hemen hemen
bütün kültürlerde bedeni aşağılama biçiminde olmuş. Demek ki insanın bir yönünde kötü yönler var. İnsanda
ikinci bir yön var. İnsanın içinde tanrı Dionysos var. Yani ilahi, ölümsüz bir yönü var. Demek ki 1. Madde
yönüm, 2. Tanrısal yönüm var. Tanrılar da adalet taşıdıklarına göre insanlarda da adalet var. Bu da Batı
Felsefesinde Dionysizmin ortaya çıkmasına yol açacak. Felsefede başlangıçta birinci görüşe sahip çıkıyor.
Daha sonra doğuyla temas incelenince ikinci görüşle birlikte ahreti öte dünya ve ruh anlayışı ortaya çıkıyor.

Başlangıçta Homeros ve Hesiodos’ta ceza ve ödül bu dünyada veriliyor. Bu dünyada öç alma var. Burada
ikin temel nokta çıkıyor: ölümden sonraki hayat fikri. Başlangıçta Homeros ve Hesiodos’ta çok silikken Yunan
felsefesinde; insanın ruhu sonradan yaptıklarından sorumludur fikri ortaya çıkıyor ve bu fikir Mısır’dan
geliyor. Dolayısıyla bu fikirlerinden dolayı dünyadaki hareketlere dikkat etmek gerekir. Bunun sonucunda
Yunan dünyasında arınma ve ahlak anlayışında temiz olma anlayışı çıkacak, öbür dünya gibi çifte bir ruh
anlayışını getirmiş.
1. Ruh gücü (Hint’ten geliyor) ruh göçünde şimdi köpek gibi yaşadıysam öbür hayatımda köpek oluyorum.

2. Ölümden sonraki ceza ve ödül fikri. Bir grup insan başlangıçta hayvanlar gibi olduklarını düşünüyorlar,
zamanla evrimleşip, kültürleştiğini düşünüyorlar. Bir kısım da insanın zamanla aşağılaştığını düşünüyor.
Felsefe de bunlarla başlıyor.

Öncelikle doğrudan doğruya gözlemini yaptıkları konular ilgilerini çekiyor. Ahlak konusuyla pek
ilgilenmiyorlar. Öte dünya konusuna hiç girmemişler. Çünkü bunlar inanç konusudur. Onlar daha çok içinde
bulundukları durumları inceliyorlar.
4.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
4. BÖLÜM

THALES VE YEDİ BİLGELER

1.FELSEFENIN BAŞLANGIÇLARINA YERLEŞTİRİLEN THALES VE YEDİBİLGELERİN ELE


ALINMASI.

1.1.Thales

M.Ö. 600’de Miletos’ta felsefe ile karşılaşıyoruz. Burası o günkü Ege’nin merkezinde. Bütün ticaretin-
hem karayolunda hem de deniz yolunda- merkezi konumundadır. Ticaretle zenginleşmişler. Böylece değişik
kültürleri tanımışlar ve bunlarda bir coğrafya bilgisi, meteoroloji ve gökyüzü bilgisi gelişmiş ve bunlar bu üç
konudaki olayların kendi içlerindeki bir süreç olduğuna inanmışlar. Doğa olaylarını mecburen gözlemliyorlar.
Daha sonra kültürleri tanıyorlar, fikir alışverişinde bulunuyorlar.

Bunlar Mısır ve Mezopotamya’da geometri, matematik, tıp ve doğa bilimleri konularında hikmetleri
ve sofia’yı alıyorlar. Ellerindeki malzeme genişliyor. Bu aldıkları bilgilerle içinde hazır olarak bulundukları
kabulleri var. İşte bu kabullerle bu bilgiyi yoğurmaya başlıyorlar.

Bu gezip görme olayına histerie deriz. Gezip görmek, bilgi toplamak anlamına gelir.

Sophia’nın dört temel anlamı var:


1. Teknik beceri, savaşçılık. Bu bütün toplumların bilgelerinin bir tavrıdır.

2. Ahlaki ustalık, yaşama ustalığı. Bu da hemen hemen bütün toplumlarda var.

Thales, hem birinci anlamda sophia’ya sahip. Hem de ahlaki anlamda bir yaşama ustasıdır.

3. Bu anlamda artık teorik ustalık, bilgi ustalığı anlamındadır. Theoria genel bir görüş elde etmek. Dünyayı
topyekün görebilmektir. Özellikle güzel varlıkları anlamaktır. Theoria’da doğrudan doğruya gündelik
hayata ait kaygılar yok. Teknik, gündelik ihtiyaçlarla ilgilidir. Ahlakın da gündelik hayatla bağı vardır.
Üçüncü anlamda sophia’da ise artık gündelik hayatta bir bağlantı yok. Yunan dünyasında pratik
kaygıların dışında gündelik işlere girişiyorlar. Çünkü bir dünya, evren tablosu çıkarmak istiyorlar.
Mısır’da ve Babil’de bu yok. Çünkü onlarda zeminde din var. Yunan’da ise din olmadığı için kendine bir
din kuruyor, buna ihtiyaç vardır. Bir yere kök salmak istiyorlar.

Yunan dünyasının başlangıçtaki teorik ustalığı çok zayıftır. Önce pratik amaçlı bir teorik ustalığı var.
Ama sonra hem bilgiyi alıp bununla bilimi inşa etmeye başlıyor. Artık dünyayı anlamak için, ona bir açıklama
için bir şeyler yapılıyor. Çünkü öbürlerinde zaten hazır bir dünya verilmiş. Artık dünyanın kendisini anlamak
istiyorlar. Bu sadece 300 yıl içinde bugünkü Güneş sistemini ortaya çıkarırlar. Bütün malzemeyi Mısır ve
Mezopotamya’dan alıp daha matematiksel hale getiriyorlar.

Yunan dünyasındaki filozoflar bu üç sophosu birlikte taşımış insanlardır.

M.Ö. 600 Miletos şehrinin özelliği; Yunan dünyasındaki demokratik yapıların ortaya çıktığı bir şehirdir.
Bu şehirlerin ticaretle sıkı bir ilişkisi var. Bu şehirde ortaya çıkan Yunan felsefesinin ilk filozofu Thales’tir.
Thales’in öncesinde temel fikir: bir ana madde var. Bu maddeden evren meydana gelmiş.

Thales’in temel sorusu: Evrenin ana maddesinin ne olduğudur?. Yani mitolojinin cevabı onu tatmin
etmemiş. Evrenin ana maddesinin su olduğunu söylemek yeni bir şey değildir. Her şey sudan meydana
gelir, diyor. “her şey”den bu gördüğümüz evreni kast eder. Onun gözünde evren suyun üzerinde yüzen bir
tepsidir. Burada Homeros’tan farkı yok. Yani doğada gördüğümüz her şey sudan meydana gelmiş. O halde
neden felsefeyi Thales’le başlatıyoruz? Thales, sudan evrenin nasıl meydana geldiğini açıklayamıyor.

Thales’in üç temel fikri var:

Her şeyin temeli ana maddesi sudur. Bu su sadece içilen su değil, sıvı anlamına gelir. Yunan dünyasında
su eski mitolojilerde yaratma gücü taşır, suyun üretici, hayat verici bir yönü var. Su değişik hallerde
bulunabiliyor. Dönüşmeyi hareketi yansıtabiliyor. Gerek Homeros’ta gerekse Hesiodos’ta khaos ile okyanus
kişileşmiş bir varlık olarak da düşünülebiliyordu.

Thales’le birlikte doğanın kendisi de kutsaldır. Thales’te kutsallık kâinatın kendisine giydirilmiştir.
Tek şart su kişileşmiş bir varlık değil. Suyu rasyonel olarak kullanır. Thales’te sudan su olmayanların nasıl
meydana geldiği açıklanamamış.

Yeryüzü sonsuz bir suyun üzerinde yüzen bir çanaktır, diyor. Yani Thales, Homeros’un fikirlerini devam
ettiriyor. Yalnız su diye bir tanrı olduğunu söylemiyor. Zaten bunlar yeni görüşler değildir. Kâinattaki her şey
ruhlarla, tanrılarla doludur, diyor.

Thales’te eğer başlamışsa bir tek suyun gözlem maddesi olarak seçilmesi ve suyun kişileşmiş olmaması
fikri yeni bir olaydır.

Thales’in ilk güneş tutulmasını önceden hesapladığı söylenmiş. Bunu matematik ve geometrik olarak
tasarlayamaz. Bunları bilmesinin tek kaynağı doğudaki bulgulardır. Binlerce yıllık gözlemden sonra aradaki
ritmi yakalamışlar veya bu Thales’e aktarılmış da olabilir.

Thales’in mühendis, tüccar, gözlemci, matematikçi olduğu yani bunlarla uğraştığı kesindir. Yunan
dünyasındaki en önemli yönü doğudaki matematik ve geometri bilgisine sahip olmasıdır.

Yunan felsefî tutumun arkasında Yunan mitolojik düşüncesi var. Bunun yanı sıra Mezopotamya’dan
gelen astronomi bilgileri de var. Bu ikinci tutumu Yunan felsefesi değişik biçimde bir araya getiriyor. Bunlar
da ilk Miletos’ta ortaya çıkar.

Yunan felsefesinin ilk filozoflarının (Sokrat öncesi filozoflar) metinlerine doğrudan doğruya sahip değiliz.
Hepsi aktarma bilgidir. Elden ele bir geçiş var, bu da filozofların nasıl düşünüp düşünmediği konusunda bir
şüphe yaratıyor. Bu dönemde dogmatik bir dönemdir. Aynı zamanda rasyonalist bir dönemdir.

Dogmatizmin birinci özelliği, akla karşı aşırı bir güven duymaktır. Dogmatizm, felsefi anlamda aklın
ortaya koyduğu sonuçlara karşı özel bir güven duymaktır.

Dogmatizm, ikinci anlamda insanın bilme konusundaki yetilerine ve bilgilerine karşı aşırı bir güven
duymadır. Yani düşünülen her şeyin doğru olduğuna karşı bir güven duyuluyor.

Dogmatizmin diğer bir anlamı; belli bir görüşe sorgusuz sualsiz bağlanmaktır. Bu anlamı bizi
ilgilendirmiyor.

Dogmatizmin pratik hayatta bir faydası vardır. Belli bir anlamda dogmatizm bir ilkedir. Dogmanın
ölçütü insanı geniş zamanda mutlu kılıp kılmamasıdır. Üçüncü anlamda dogmatizmin yararlı olduğu yönler
olduğu gibi insanları düşünmekten alıkoyma özelliği de vardır.

Yunan felsefesinde akla karşı dogmatik bir tutum var. Akla ve insan bilgisine çok güveniyorlar.

Yunan felsefesi dediğimizde birkaç aşaması var:


1. Dogmatik dönem: Bu dönem (Miletos Okulu) Ksenophes’e kadar devam eder.
2. Ksenophanes, Herakleitos’la birlikte eleştirel dönem başlar. Dogmatizmin panzehiri eleştiridir. Eleştiri,
bir bilginin ortaya konulan ifadenin doğru olup olmadığını araştırmaktır. Yani kayıtsız koşulsuz bir
önermenin doğru olduğuna inanmamak. Bir önermenin doğru olduğuna inanmak onu doğru yapmaz.

Eleştiri, bir bilginin ortaya konduğu yapının doğruluğunun gözden geçirilmesidir. “Bilgi eleştirisi 1.
Bilgi nedir? 2. Doğru nedir?” sorularını sorar. Bir de gündelik eleştiri var. Eleştirinin öz Türkçesi tenkittir.
Tenkitin anlamı, gerçek parayla (nakit) sahte parayı yani hakiki bilgi ile bilgi gibi görüleni ayırt edebilmektir.
3. Soru, doğrunun ölçütü nedir? Sorusu sorulur.

Bu dönemin bu özelliği de monist olmalarıdır. Varlığın temelindeki her şeyi tek bir malzemeden
tüketmektir.
3. Bu dönemde çokçu filozoflar vardır. Empedokles, Anoksagoros, Demokritos.

4. Bu dönemde tekrar eleştirel filozoflar devreye girer. Bunlar bilgi ve kültür konularındaki dogmaları da
eleştirirler: Sofistler.
5. Bu dönem sistematik dönemdir. Bu dönem filozofları; Sokrates, Platon ve Aristoteles.

Birinci dönem 600’lerde başlar. 5. dönem 350’lerdir.

6. Sistematik dönemden sonra Helenistik dönem var. Aristoteles’ten Augustinus’a kadarki dönemdir
(M.Ö. 350 - M.S. 450)

Miletos düşüncesinin arkasında Yunan mitolojik düşüncesi ve Mısır, Mezopotamya bilgelikleri


bulunur. Astronomi, tıp, cebir, geometri konularına eğilirler. Bu şehirde siyasi, ekonomik dönüşmeler
olmuş ve bu dünya görüşü bu bireylere yetmez olmuş. Bunlar yeni bir dünya tablosu kurmak istiyorlar.
Thales, Anaximandros, Anaximenes; temel kabullerini mitolojiden devşiriyorlar. Temel kabulleri:

Gördüğümüz her şey belirli bir maddeden oluşmuş. Yani her şeyin temeli olan bir madde var. Bunların
gözünde yoktan var olma, vardan da yok olma yoktur. Gördüğümüz çokluğun ortasında olan bir madde
var. O halde bir madde var ve bu madde gördüğümüz çokluk hatta bütünlük dünyasına dönüşmüş.

Sorular şunlardır:
1. Kâinatı meydana getiren temel malzeme ya da madde nedir?

2. Bu temel malzeme nasıl kâinat ya da düzenli evren haline dönüştü? Bu soru özellikle Anaximandros’ta
sorulmuş.
3. Evren ya da kâinatın yapısı nedir? Bu soruları sorduklarına göre mitolojinin kabullerini almıyorlar
demektir. Mitologyalarda Hesiodos’ta kosmosun nasıl meydana geldiği bellidir.

Mitos’ta iki temel soru var.


1. Kendinden doğum yapan khoas var (Hesiodos).

2. Normal doğum.

Bu iki doğma olayı, evreni meydana getiriyordu.

3. Tanrıların savaşı

Bu düzen iyice yerine oturtuyor. Demek ki Miletoslular bu üç kabulü kabul etmemişler.

Thales’te her şeyin ana maddesi sudur. Thales’te sudan su olmayanların nasıl meydana geldiğinin
cevabı yoktur. Yani ana maddeden kosmosun nasıl ortaya çıktığının cevabı yoktur.
5.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
5. BÖLÜM

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ANAKSİMANDROS’TAN KSENOPHANES’A KADARKİ FİLOZOFLAR

1.ANAKSİMANDROS’UN DÜŞÜNCELERİNİN ELE ALINMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ.

Thales’i anlamak için Anaksimandros’un görüşlerine bakmalıyız. Anaksimandros’ta evreni meydana


getiren temel madde aperion’dur. Anaksimandros, Batı Felsefe Tarihinde ilk defa “Doğa Üzerine” (Peri
Physeos) adlı kitap yazan kişidir.

Yunan felsefesinde physos bizim bugün anladığımız fizikle aynı anlama gelmez, ilk filozoflarda
kitaplarının konusu hep doğa hakkındadır. “Evrenin yaradılışı, nasıl meydana geldiği, ana maddesi nedir?”
gibi sorular. Sonra yeryüzü, bitkiler, hayvanlar... İnsan nasıl meydana geldi, yer sarsıntıları, jeolojik olaylar,
kimya konularına giriyor. Yani kültürel konular, din, dil, düşünme hariç her şeyi inceliyor.

Neden hep doğa olayları felsefeye girmiş de inanma olayları girmemiş? Çünkü bu konular onlara
içinde yaşadıkları kültürde hazır olarak verilmiş. Homeros’un doğa hakkında verdiği bilgiler yanlış.
Çünkü bunlar gezginci olduğu için bunu anlıyorlar. Gözlemsel olarak dünyayı görüyorlar ve Homeros’un
söyledikleri yanlış çıkıyor. Bunlar belli kabulleri alacaklar ve bunların doğru olup olmadıklarını sormuyorlar.
Geometri dedüktif bir işlemdir. Aksiyomlardan önermelere ve kanıtlara gitme yoludur.

Her düşünme tutumunun başlangıcında kabuller vardır. Kabullerden hareketle ortaya konulmuş
iddialar (teorem) vardır. Daha sonra bu teoremleri temellendireceğimiz kanıtlar vardır. Bu kanıtlar
empirik, tarihsel, dini, bilimsel yada formel olabilir. Ondan sonraki aşamada da sonuçlar var. Sonuçlardan
sonra insanlar sonuçlarla meseleleri çözemeyince kabulleri değiştirilir. Ta ki bu kabullerle ulaşılan sonuçlar
çözüm sağlayabilsin.

1.Kabullerle iddialar arasındaki bağa;

2.İddialar ile sonuçlar arasındaki bağa,

3. Son olarak da topyekün sonuçlara bakmalıyız. Mitolojik düşünmede bunlar arasındaki bağlar
gevşektir. Yunanlılar bu sorulara cevap verirken geometrik düşünme tavrını alıyorlar. Bu model tutarlı bir
bilgi verir. Bunların derdi tutarlılıktır. Tutarlılık sağlayınca doğru bilgiye ulaştıklarını düşünüyorlar.

Anaksimandros’un ilk dünya haritasını yaptığı söyleniyor. Ama bu yanlıştır. Çünkü ondan önce
Babil’de yapılmış.

Anaksimandros, kâinatı meydana getiren temel madde sorusuna apeiron cevabını veriyor.
Anaksimandros’tan önce khaos ve su cevabı verilmiş. Her üç görüş de bir kâinat olduğunu, bunun da
temelinde dünya, gökyüzü olduğunu biliyorlar.

Felsefe Yunan’da doğa felsefesi olarak başlar. Bunun da anlamı doğal neden bulmaktır. Onun için
maddenin de doğaya yakın olması gerekir. Bir ana ilkede bir maddenin tanrı olmasında, tanrısal olmasına
bir geçiş yapılmış.

Anaksimandros, Thales’in yaptığı gibi ana maddeyi bir tanrı olarak görmüyor. İlahi ve ezeli olarak
görmüştür. Ama Thales’ten çok farklı bir madde seçmiş ve onda süreç doğal olmak zorundadır. Yani
evrenin meydana gelişindeki süreci gözlemlenebilir olarak açıklayacak. Demek ki Anaximandros’un 1. İşi:
Ana maddeyi kişilikli bir varlıktan çıkarmak olmuş. 2. İşi: Hesiodos’taki tanrıların çiftleşmesi olayını bizim
görebildiğimiz bir süreçler çizgisine indirgemiştir.

Aperion 1. anlamda sınırsızlıktır. Kelimenin kökü peras: Sınır demektir. A olumsuzluk ekidir. Ama
bu nasıl bir sınırsızlık. Okyanusa çok benziyor. Yani mekânca sınırsızlık, bütün her yeri kaplıyormuş gibi
görünür. Bu aynı zamanda nicelik olarak da sınırsızlıktır. Aperion, öyle bir şey ki bütün nesne ve niteliklerin
kendisinin içinde toplandığı bir yanardağ lavı, bir mağma gibidir. Aperion’un en önemli noktası belirsiz
olmasıdır. Çünkü bütün nitelikler ve nesneler onda birleşmiş.

Nitelik, bir nesne tarafından taşınmak zorundadır, ama nesne, nitelik olmadan da var olabilir. İşte
Yunan dünyasında başlangıçta nesne ve nitelik ayrımı yoktur.

Aperion, hem bütün nesneleri hem de derinlikleri barındırıyor. Aperion, bizim gözlem dünyamızdaki
bir nesne değildir. biz böyle bir maddeyi sadece tasavvur ediyoruz. Aperion, gerçekten Yunan felsefesinde
önemli bir adım. Bütün metafizik düşüncelerinin akacağı yerdir. Aperion’un mitolojideki bütün özellikleri
almış. Aperion’la Anaximandros tam anlamıyla bir çekirdeği düşünmüş. Çekirdek de belirsizdir. Ama yine
de burada bir doğal olay var. Doğanın kendi doğumu vardır. Onların açıklamaya çalıştığı physis, doğmak,
çoğalmak, akmak anlamına gelir. Çünkü doğa çoğalan, doğuştan anne anlamına gelir. Yunan felsefesinin
başlangıcındaki terim physis’tir. Bundan önce kosmos açıklanmalı.

Anaximandros, başlangıçta aperion vardı diyor. Aperion, karmaşık, sınırsız bir yığındır. Bu yığının
ayrışması lazım. Ayrışmak için de hareket olmalı. Bunun için de aperion ile beraber bir girdap vardır diyor.
O dönemde dönen şeyler çarkı, çömlemki çarklarını anımsatır ve bu dine dönmeye başlayınca 2 tane nesne
ve nitelik ortaya çıkar:

1-sıcak, 2-soğuk

Sıcak, hem bir madde, nesne ve hem de niteliktir. Soğuğun ağır, sıcağın hafif olduğunu biliyoruz.
Çünkü doğal olayları gözlemliyoruz. Modeli çekirdek, döllenmiş yumurta modeli ve çıkrık modelidir.
Ama Hesiodos’ta model yok. (Bugünkü bilimde de model kurmak gerekir.) 3. Aşamada soğuk bir küre
biçimindedir. Çünkü bunlar için mükemmel şekil küre biçimindedir. Soğuk bu aşamada evrenin merkezine
sıcak da çevreye yayılıyor. 4.aşamada sıcak soğuk olanı buharlaştırmaya başlıyor. Bunun sıcağı yenmesi
sonucunda bir kısmı buharlaşıyor, bir kısmı da su haline dönüyor. Daha sonra bu suyun soğuk kısmı
toprak oluyor. Onun gözünde sıcak ateştir. Soğuk hava, ıslak su, kuru topraktır.

Kâinatın meydana gelmesi için önce aperion’dan toprak, hava, su, ateş meydana geliyor. Yunan
dünyasında nerede bir madde varsa mutlaka bunun temelinde 4 temel unsur vardır. Bu uzun yıllar
kimyanın ve maddi cisimlerin temeli olacaktır. Aperion, bu dördünü kendisinin içinden çıkaran bir varlıktır.
Bu dört küre iç içe geçiyorlar, dönüyorlar. Bu dönme aşamasında (5. Nokta) sıcak ile soğuk, ıslak ile kuru
arasında sürekli bir kavga var. 5. Aşamada dış küre ateştir ve ateş giderek soğumaya başlar ve soğudukça
kabuklaşıyor. Bir de lavı örnek olarak almış. Bu kabuk kısmı evrenin dışını oluşturur. Daha sonra toprak
evrenin merkezinde yığılıyor (en ağır olduğu için), ama hala sıcak ve kurudur. Hava da burayı kaplıyor.
Bir süre sonra çukur yerlerde sular oluşuyor ve bunlar da yeryüzündeki denizleri oluşturuyor. Daha
sonraki aşamada merkezdeki toprak döngüsü için silindir biçiminde oluyor ve silindirin de üzerinde dünya
oluşuyor. Bu büyük kürenin merkezinde kararsız bir haldedir. İlk defa bu, yeryüzünün hiçbir kaideye
dayanmadan gösterilmesidir. Dünya tam merkezdedir. Merkezkaç sisteminden dolayı dengelidir.

Daha sonra bu hava tabakaları evrenin üzerinde bir deniz simidi oluşturuyor ve bunun bir deliği var
ve bu ateş püskürüyor. 2. Bir halka da ateş püskürüyor. 3. halkada da beş tane gezegen var.

Bu dönen daireler görünmüyor. Çünkü hava ile kaplı. Bu noktada sıcak varlıktan canlılığın meydana
geldiğini düşünmüş. Başlangıçta bütün canlılar suyun içindeydi, diyor. Daha sonra bu güneş ışınları
toprağı şekillendirdikçe suların miktarı azalır ve bu durumda bir kısmı da suya çıkar. Böylece canlılık ilkin
suda başlamış.
Yunan dünyasında bir türden bir türe geçiş yok. Bütün türler başlangıçta sabittir. İnsanın şimdiki
hali başlangıçtaki gibi değildir, diyor. Bunu söylediğine göre nasıl bir açıklama yapacak. Açıklaması şu:
Anaksimandros’a göre başlangıçta insan balık benzeri bir varlığın karnındadır. Burada insan 13-14 yaşına
kadar büyütülmelidir. Karaya çıkınca kesesi patlıyor ve insanla kadından insanlar meydana geliyor.

Aperion bu durumda nereye gitti? Aperion sınırsız, ama evren sınırlıdır. Bütün apeiron kosmosun
yaratılışında kullanılmıştır. Belki başka dünyalar da vardır. Aperion, bizim evrenimizin dışında bulunuyor.
Bu açıklamalar bilimsel değildir. rasyoneldir. Rasyonel olması onun bilimsel olmasını gerektirmez. İşte
felsefeyi başlatan bu tablodur.

Önemli fikirler: Yeryüzünü merkeze koyması, çemberlerden dolayı yörünge fikrine inanması ve
geometrik bir düzen kurmasıdır. Doğayı açıklamada bir geometrik düzeni, sistemi temel almış.

Bu halkalar periyodik olarak açılıp kapanıyor ve açıldığı zaman ay tutulması oluyor. Bu tablo rasyonel,
fakat bilimsel değildir. Ay tutulmasının periyotlarını Mezopotamya’dan almış. Burada rasyonel kurgu var.
Bu, Batı biliminin temelidir.

Bu tabloda doğaüstü bir süreç, olay yok. Kutsal bir güç, Tanrı yok. Apeiron’un dışında hiçbir tanrısal
güç yok. Apeiron, her şeyi doğurabiliyor.

Bu tabloda doğal olaylar model olarak kullanılsa da bunun anlamı bilimsel açıklama modeli değildir.
Çünkü bu tabloyu denetlemek için de deneyler yapılmış. Her şey akla güvenilerek yapılmış. Ama bu tablo
Yunan düşüncesinin modeli olacak.

Miletos okulunun son düşünürü Anaksimenes’tir. Miletos okulunun en temel konularından birincisi
evrenin nasıl oluştuğunu açıklamaktır. İkincisi evreni meydana getiren en temel malzeme nedir?

Anaksimandros’ta evreni oluşturan temel madde apeiron’u niteliksiz, şekilsiz, belirsiz olarak açıklıyor.
Aperion’dan hava, su, ateşin meydana geldiğini açıklamak istiyordu. Çünkü Yunan felsefesinin fiziği 4
temel unsurdan oluşur. Evrendeki her şey dört unsurun bir araya gelmesiyle oluşur. Yani duyu algısında
karşımıza çıkan dünyanın unsurları bu dört temel unsurdan dolayıdır. Görünüş dünyasında yani algıda
nesneler bize farklı bir şekilde gözüküyor. Öyleyse Anaksimandros’ta görünüş ve gerçeklik ayrımı ortaya
çıkıyor. Ben nesnelerin görünüşünü duyu algılarımla kavrarım. Anaksimandros’a göre nesnenin gerçekliği
akılla kavranır. Değişme görünüş dünyasında ortaya çıkar. Ben de dahil her şey değişiyor. Ama şimdi
toprak, hava, su, ateş şu anlamda değişmiyorlar: bunlar miktarı ne ise aynı olarak kalır, sadece yerleri
değişiyor. Anaximandros ya da Anaximenes’in sorunu geçişi ya da değişmeyi açıklamak değil. Onlar ana
maddeden dört unsura geçişi açıklamak istiyorlar. Bir nesnenin değişmesini açıklamak değil amaçları.
Ana maddeden kosmosa geçiş sürecini açıklamak istiyorlar. Bu noktada Anaximandros düşünce tarihinde
Anaximenes açısından bir ikilik ve gerilik yaratıyor. Anaksimenes’in görevi de bu ikiliği çözebilmektir.

Toprak, hava, su, ateşin bir niteliği var, ama apeiron’un yok. Niteliği olmayan ama kütlesi olan bir
madde (apeiron) nasıl olacak? Olamaz. Anaximenes’in sorunu Anaksimandros’un apeiron gibi niteliksiz bir
varlıktan, kütleden toprak, hava, su, ateş gibi belirli nitelikleri olan dört unsura geçişi eleştiriyor. Yunan
felsefesinde kosmosu meydana getiren temel taşlar toprak, hava, su, ateş olacaktır.
6.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
6. BÖLÜM

2.ANAKSIMENES’İN DÜŞÜNCELERİNİN ELE ALINMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Anaksimenes için felsefe tarihinde gerileme denir. Çünkü apeiron gibi soyut bir maddeden somut bir
maddeye dönmüş. Apeiron’da kütlesellik anlamında somuttur ama niteliği yoktur. Anaksimenes bir yanda
kütlesi olan niteliği olmayan bir madde düşünülemeyeceğini söylemiş. Onun yerine bu dört unsurdan
birini apeiron’un yerine koymuş. Bu bir seçenek olayı değil, burada bir okul olayı var. Apeiron mutlaka
bir şey olmalı diyor. Bunu anlayamayacağından havayı seçiyor. Hava Yunanca aither ve aer kelimeleriyle
karşılanır. Aithe’deki hava yoğun, serin, karanlık havadır. Aer ise soğuğa, buğuya, sise, buhara, buluta
bildiğimiz soluduğumuz havaya kadar bütün terimleri kapsıyor.

Anaksimenes’in sürekli gözlemlediği bir olay var: Su, buhar, buz ilişkisi. Bu üç olay sürekli birbirine
dönüşüyor. Bu süreç meteorolojik bir süreçtir. Yağmur, nem ısısı, buğu, çığ, rüzgâr, kar biçiminde sürekli
bir dönüşme var. Anaksimenes evrendeki oluş ve düzeni bu üç ögeye göre kuruyor. Bu, sürekli dönüşme
fikrini açıklayacak bir model oluşturuyor. Su havaya göre daha belirgin bir malzemedir. Hava ise Yunan
dünyasında kutsal ve aynı zamanda ruhun maddesidir.

Eski mitolojik görüşlerde insanın ruhu ile soluğu hep örtüşmüştür. Yunan dünyasında başlangıçta
ruh ve nefs (pnauma) canlılık anlamına geliyor. Canlılığı sağlayan ruhtur. Ana madde canlıdır. O zaman
ana maddeyi hava yapıyor. Hava hem evrenin maddesidir hem de evrendeki ruhtur. O zaman evren
ruhu ile benim ruhum aynı malzemeden yapılmış. O zaman ben evreni düşünebilirim. Evren ruhunu da
düşünebilirim.

Anaksimenes, arkasındaki mitolojik yükü ve hava buharının dönüşmesini hesaba katacak havayı
temel malzeme yapıyor. Anaksimandros’un ikililiğini de ortadan kaldırmış oluyor. Yunan dünyasında,
Ege dünyasında mevsimlere geçişler çok belirgindir.

Zıtlıkların mücadelesi bütün düşünürlerde vardır. Başlangıçta ezeli, ebedi, kutsal bir hava vardır,
diyor. Hava iki temel sürece maruz kalır:

1-Isınma (sıcak). 2- Soğuma (soğuk)

Evrendeki bütün mücadele değişme sürecini zıtlıklarda görüyorlar. Hava ısınınca genleşir. Sıcakla
beraber genleşme, soğukla beraber yoğunlaşma olur, diyor. Eğer hava soğursa sırasıyla sis, nem, çiğ, su
olur, ama burada hava ile su buharını karıştırıyor. Su daha da soğudukça buz olur. Soğuma ile beraber
yoğunlaşma da vardır, su soğudukça genleşir. Demek ki bu süreci yanlış açıklıyor. Dediği doğru ama
sudan buza geçişte büzülme değil genleşme olur. Bu deney eksikliğinden dolayıdır. Deney eksikliği daha
çok akla çok güvenilen durumlarda olur. Deney olmadığı sürece insan aklını en tepeye koyar, bunun adı
dogmatizmdir.

Buz biraz daha soğuduğunda toprak olur. Su buharından suya geçiş olur ama sudan toprağa geçiş
mümkün değildir. Demek ki Anaksimenes, sıçrama yapıyor ve asla sudan toprak meydana gelir mi diye
sormuyor. Bu, kendinden önceki temel kabulleri sorgusuz sualsiz kabul etmeye dayanır.

Hava ısınırsa genleşir, buhar haline gelir. Buhar yakıcıdır. Yakıcı olan her şey ateştir. O zaman
hava ısınınca ateş olur. Onun derdi dört temel unsuru meydana getirmektir. Anaksimandros’un değişme
modeli apeiron’dan yani bir potansiyelden, imkândan aktüel duruma geçiş, imkandan gerçekleşmeye geçiş
biçimindedir. Bu yıllar sonra Aristoteles’in potansiyel aktüel öğretisini oluşturacaktır.

Anaksimenes’de ise bu dönüşme modeli var. Hava dönüşümlerle toprak, ateş, su olur. Bunu da
Herakleitos’da göreceğiz.

Bunun yanında Anaximonos’un bize kazandırdığı diğer şey; apeiron Yunancada bir sıfattır. Aer ise
Yunanca’da bir isimdir. Sıfat mutlak bir şeye yüklenir. Aer ise bir taşıyıcıdır. Bu anlamda birincisinde
nitelik, ikincisinde töz (taşıyıcı) söz konusudur. Sıfat ifade eden terimler ana madde yapılamaz. Çünkü
onu mutlaka bir şeyin yapması gerekir. Taşıyıcı olan havadır.

Anaksimandros’un ikilisi şurada bozulur: Anaksimenes: Sizin su dediğiniz 70 birimlik havadır, diyor.
Siz yanlış kullanıyorsunuz, diyor. Sonuçta her şey bir havadır. Niteliksel değişmeyi niceliksel değişmeyle
temellendiriyor.

Anaksimenes’in bize kazandırdığı en önemli fikir, evrendeki değişmenin niceliksel yönü olabileceği
fikrini bize kazandırmış olmasıdır. Anaximenes’in gözünde değişim ve dönüşüm havanın değişik
oranlarda niceliksel olarak değişmesinden başka bir şey değildir. Niteliksel değişmeyi niceliksel değişme
ile açıklamış. Kosmos, havanın değişik biçimlerde ortaya çıkmasıdır.
Anaksimenes’in evren tablosu gerçekte Anaximandros’unkine göre bir gerilemedir. Ama başka bir
ilerleme de var. Gerileme kısmı; Yunan dünyasında evrenin şekli küredir. Anaksimenes de Anaksimandros
gibi yeryüzünü evrenin merkezine yerleştiriyor. Anaximenes ‘te hava yastık anlamına gelen bir biçimde
kullanılmış. Hava yeryüzünün bir yastığıdır. Hava yeryüzünün üzerinde yüzüyor. Yeryüzü, hava içinde
yüzüyor. Havanın kaldırma kuvvetini biliyor. Bu bir gerileme olabilir. Çünkü hala bir kaynak arıyor.

Anaksimenes’e göre: Ayı dünyanın çevresinde hava yüzdürüyor. Bu, yörünge fikridir. Bu bir
ilerlemedir. Anaksimandros’ta yörünge çemberdir. Artık ay belli bir daire çizerek yeryüzünün üzerinde
yüzüyor. Yeryüzünün batısında çok büyük dağlar var, diyor. Güneş ve ay bunların arkasına geldiğinde
batıyor. Bunlar naif ama çocuksudur, ama yol açıcı oluyor.

Miletos okulunda felsefe var mı? Felsefenin işi düğüm çözmek ve sırrı anlamaktır. Felsefe muamma
ile sır arasındaki ayrımı bilmek zorundadır. Muamma, insanın düşünme etkinliklerinden, yanlış
düşünmelerinden ortaya çıkan karışıklıklardır. Felsefe bu karışıklıkları çözer. Ama evrenin de bir sırrı
vardır.

1.Miletos’ta mitolojik düşünme hala devam ediyor. Sırasıyla önce seçtikleri ana madde canlıdır,
tanrısaldır. Tanrısal ve canlı olanın da belli bir düşüncesi ya da buna benzer bir özelliği var. Bu anlamda
mitolojik düşünme devam eder.

2.Evrende ilahi bir yasa vardır ve bu yasanın bir denge üzerine kurulduğunu düşünürler. Miletos
Okulu da toplumsal bir takım kavramları doğuya aktarıyorlar (Adalet gibi).

Herakleitos ise, büyük bir kavga vardır, diyor. Çünkü Miletos Okulu demokrat sınıftır. Herakleitos
ise aristokrattır, demokratları sevmez. Demek ki ikinci anlamda mitolojik düşünce vardır. Toplumsal
kavramları doğaya uyguluyorlar. Toplumda bir denge vardır.

Miletos’tan logosa geçişte ya da mitolojiden felsefeye geçiş, dinden bilime geçiş anlamına gelmez.
Çünkü ortada din de bilim de yok. Üstelik en temel kabullerde Miletos Okulu mitolojinin temel kabullerini
değiştirmemiş.

Milotos Okulu, evrenin oluşması sürecinde mitolojik düşünmenin tanrısal güçlerini devre dışı
bırakmış, evrenin oluşumunu doğal süreçlerle açıklamış ve süreç bakımından mitolojinin dışına çıkmıştır.

Miletos Okulu’nda bilim var mı? Miletoslular, gerek astronomide gerekse ilkel anlamda doğa
konularında belli görüşler oluşturmuşlar. Spetulatif görüş deneye ve deneye dayanmaksızın bazı görüşler
sunmaktır ve bu spekülatif düşünme düzeltilebilir yönlere de sahip.

Milotos Okulu da bugünkü anlamda deneye dayalı. Matematik üzerine dayalı bir bilim elbette yok.
Miletoslular gözlemde ve rasyonel açıklamada ne kadar güçlüyseler de deneyde hiçbir şekilde başarılı
olamamışlardır. Olsa olsa bilim düşüncesinin küçük kırıntıları mevcuttur. (Milotos okulunda rasyonel
açıklama özellikle spekülatif rasyonel açıklama var.)

Dine karşı hiçbir eleştirel tutum yok, hiç umursamamışlar. Eleştirileri doğrudan doğruya o dönemin
mitolojik görüşlerine yöneltmemişler, onlar daha çok başka bir işin peşinden koşmuşlar. Hatta büyük
çoğunluğu Yunan din anlayışına dönmüştür. Bunlar en çok doğayla uğraşıyorlar. Bunlarda doğaya ilişkin
spekülatif felsefe vardır.

Spekülatif felsefenin üç temel ana konusu vardır:


1- Kosmosla ilgili: Evrenin nasıl meydana geldiği gibi konular.

2- Ruhla ilgili: Ruh ölümlü müdür? Ruhun maddesi nedir? Ruhla madde arasında bir ilişki
var mı?
3- Evrenle ilgili, ilahi bir varlıkla mı oluşturulmuştur?

Bu anlamda felsefe yapmıyorlar. Ruh ve tanrı sorununu imana bırakmışlar. Kosmosla da bilimler
yaraşıyor. Bu anlamda spekülatif felsefesini düşünerek Miletos okulunda felsefe vardır diyebiliriz.
7.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
7. BÖLÜM

3. PYTHAGORASÇILARIN DÜŞÜNCELERİNİN ELE ALINMASI VE DEĞERLENDIRİLMESİ

Pers saldırılarıyla Batı Anadoludaki topraklar işgal ediliyor. Bu insanlar Yunanistan’dan İtalya’ya
göç ediyorlar. Bu göçte iki gelenek ortaya çıkıyor:
1. İtalya geleneği.

2. İonya geleneği, spekülatifler, bilimsel değildirler. Doğayla ilgilenmişlerdir. İtalya ise din
ağırlıklıdır, mistiktir. Gerçek anlamda bilimin, bilim felsefeliğinde meydana gelmesinin olduğu yerdir.
Bilimin doğduğu yer İonya olarak gösterilse de asıl olarak İtalya’da doğmuştur. Pythagoras daha çok dini,
mistik konularla uğraşmış, matematikle uğraştı denmesinin sebebi okulun matematikle uğraşmasıdır.
Pythagorasçılık bildiğimiz anlamda bir tarikattır. Pythagoras’ın matematik yönü bir söylentidir. Ama
okulu ve öğrencileri matematikte çok başarılı olmuşlardır. Bu bir tarikat okuludur ve gizlidir. Zorba
bir okuldur. Devlete karşıdır. Bilginin aristokratlığına inanıyorlar.

Pythagoras okulunda insan belli bir çaba sonucunda ruhen belirli bir seviyeye gelebilir. Platon da
buradan esinlenmiştir. Onların sonu tiranlıktır. Tiranlıkta, zorbalar seçimle işbaşına gelirler. Pythagorasçılar,
aristokrasiye inanıyorlar ama doğuştan soyluluğa inanıyorlar. İki temel ayak üzerine biçimlenmişlerdir:

Philosophia; 1-praxis, 2- theoria.

Praxis: Yunan dünyasında ahlaki yaşama ustalığına denir. Yaşantıda usta olmaktır. Ana uğraşları
budur. Bunun iki yolu vardır:

1-Perhiz uygulayarak (Bedence ustalaşmak).

2-Ruhun arınmasını sağlayarak

Pyhtogoras, orphik akımdan etkilenmiş. Orphizm: Yunan kaynaklı bir düşünüştür. Ruh bedenden
bedene geçer. Beden ruhun hapishanesidir. Beden kötüdür. Ruhun bedenden kurtarılması gerekir. Bunun
için de birtakım ayinler yapılmalıdır. Ruhu arındırmak extacy ile mümkündür. Bu da kendinden geçmedir.
Bunun olması için aşırı eylemde bulunmak gerekir (içki, dans vb.). Buna Yunan dünyasında KATHARSİS
denir. Bu sayede ruhun özgür olacağı düşünülür.

İki amaç vardır:


1- Bedenden ayrılmak,

2- Bedenden kurtulup, ilahi bir yapının içinde erimek. Onların gözünde beden insanı köle
yapar. (Beden: mezar taşı)

Pythagos’a göre iki tür arınma vardır:


1. Bedensel arınma; temelinde perhizier vardır. Çünkü beden insanı köleleştirir. En özgür
insan bedenin ihtiyaçlarını en aza indiren insandır. Bunun için de jimnastik önemlidir. Çünkü sağlıklı
bedene inanıyorlar. Yani bedenin tembelliklerinden kurtulması bununla mümkündür. En iyi diyet
uzmanları burada yetişiyor. Tıp ilmi bir teori olarak Pytagoras’ta ortaya çıkar. Burada Mısır’ın etkisi
vardır. Buradan o ilmi alıp bilim seviyesine getiriyorlar.

Pythagorasçıların et yememek, yere düşen bir şeyi almamak, ateşi demirle karıştırmamak gibi inançları
vardır. Bunlar açık pazar yerlerinde de gezmezler. Et yememe sebepleri reankarnasyona inanmalarıdır.
Onlara göre kâinattaki her şey kardeştir. Bunlar bedensel arınmada bedeni ezmiyorlar.
2. Ruhun arınması: En önemlisi bilimdir. Bunun için ayrıca tefekkürlere dalmak gerekir ve
seyir vardır. Kâinatı düşünmek vardır. Bunun içinde 2 temel bilgi vardır:
1-Müzik (ruhla dengeyi sağlamak).

2-Matematik. Bunların hepsi ahlakî bir çerçevede olmalıdır. Okula alınan gençler bedensel ve ruhsal
bir terbiyeden geçiyorlar. “Okul” kelimesini ilk olarak bunlar kullanmışlardır.

Okul kişinin ruha ulaştığı yerdir. İlk birkaç yıl soru sormak yasaktır. Çünkü bir altyapı oluşturulmak
isteniyor. Okula bir saldırıda ilk önce yetişkinler öldürülüyor.

Burada müzik, matematik, astronomi ve tıp öğretiliyor. Bunlar dünya kültürüne de büyük katkı
sağlar.

En büyük tıpçı ALKMAİON’dur. Bunların Alkmaion’u lokmandır. Bu adam ahlaklı ve hikmetli bir
adamdır. Philophia terimini de ilk kullananlar bunlardır.

Sokrates: İhtiyaçları en az olan kişiler tanrıya en yakın olan kimselerdir, der.

Theoria: bilimsel anlamda bilgi başlıyor. Bu okul Pythagoras’ın ölümünden sonra yıkılıyor,
bütün bilim adamları da öldürülüyor. Birkaç kişi kurtuluyor. Bunlar Yunanistan’ın değişik kesimlerine
dağılıyorlar ve gittikleri yerlerde yeni okullar açıyorlar.

Bu insanlarda aşırı bir sır var. Ne yapsalar da söylemiyorlar. Sebebi de kişileri düşünmeye teşvik
etmektir. Muamma ve sır farklıdır. Yerçekimi muammadır ve çözüldü, ama sır çözülemez, gizlidir.

Pythagoras’ın Felsefe Anlayışı

Evrenin temel malzemesi sayıdır. Sayıdan da önce farklı şeyler vardır. Pythagoras’a göre evrenin ana
maddesi çifttir:
a) Sınırsız madde (hava)

b) Sınırlı madde (ateş)

Evren bu iki maddenin bir araya gelmesiyle oluşur.

Bunlar sembolik düşünen adamlardır. Evrenin temel malzemesi sayıdır. Bunlardaki sayı bir tür
atomdur. Yani evreni meydana getiren en küçük maddedir. Bu da1’dir. bu bildiğimiz sayı olan 1 değildir.
Onlarda:

1 sayısı (.) nokta

2 sayısı--- ( doğru)

3 sayısı (üçgen)

4 sayısı ise cisme karşılık gelir. Bu da üçgen prizmadır.

Bunların bir araya gelmesiyle bütün evren, kosmos meydana gelir. Onlara göre kosmos her tarafı
ölçülü, uyumlu bir yapıda yapmıştır. Yani kosmos geometrik bir yapıdadır.

Pythagoras’a göre her şey niceliklerden oluşmuştur. Her şeyin sayılardan oluşması evreni matematiksel
ifadelerle anlayabileceğimiz anlamındadır. Modern bilimin temeli budur. Evrenin matematiksel olması;
insanın ruh yapısıyla evrenin yapısının özdeş olduğu sonucuna da görütmektedir.

Pythagoras’ın ıvır zıvır lafları arasındaki temel gerçekleri:


1. Evren, matematiksel bir dille yazılmıştır.

2. Evrenin yapısıyla ruhun yapısı özdeştir.

3. Ruh kendisini meydana getiren matematiksel ağ ile evrenin yapısını açıklayabilir.

- Evrendeki bütün varlıklar oran ve ölçüye göre yaratılmışlardır.


- Var olan sadece cisimsel değildir. Var olan gerek dış dünyada gerek zihnimizde olandır.

- Benim ruhumla evren özdeş, ben evreni bilebilirim.

Pythagoras’ın Evren Modeli

Evrenin merkezinde sonsuz bir ateş yanar. Bütün (göksel) cisimler bu ateşin çevresinde dönerler.
Bu ateşin yörüngesinde dönen karşı dünyadır. Bu cisimler küre olmakla beraber; kendi çevrelerinde
dönmüyorlar. Dünya küre biçimindedir. Dünya bir merkezin çevresinde dönüyor ama kendi çevresinde
dönmüyor. Onun için insanlar dünyanın merkezindeki ateşi göremiyorlar. Evrenin merkezindeki ateş,
karşıdaki yörüngesinde karşı dünya, ondan sonra ay ve gezegenler vardır. Peki, onlar döndüğüne göre
neden ses duyulmuyor. Çünkü o ses birbirinin içine girmiştir. Onu en çok dinleyenler duyabilir, herkes
duyamaz. Bu uyumu ancak erbabı olanlar anlar.

1. Dünya küre biçiminde ve evrenin merkezinde değil.

2. Bir merkezin çevresinde dönüyor. Büyük kaşifler ve matematikçiler bu okuldan gelmiştir.


Burada bilimle din her zaman aynı gitmiştir. Matematik ve şifresel sayı sistemini kurmuşlardır. Bunun
araştırılmasını istiyorlar. Tıpta ilerlemişlerdir.

Miletos şehrinin felsefesinde spekülatif ve saf akıl kullanımı ağırlıklıdır. Bunlarda gözlem ve
spekülasyon vardır. Dünya hakkında, kâinat hakkında deneylemeden belli bir görüş oluşturuyorlar.
Bu tutum o dönemin çok tanrıcı dünyasında olayları tanrılara gerek duymadan yapıyorlar. Ama
bütün kabullerini mitolojiden almışlar. Doğal olayların açıklanmasında doğal bir yol izlemişler. Akılla
denetlemeden ortaya temel bilgi koyamayacaklarını düşünüyorlar.

Felsefenin en önemli problemlerinden biri bilgi ile bilgi olmayan arasındaki ayrımdır. Bilginin ne
olduğu bilinmeden bilginin ne olduğu bilinemez.
Bilimin özellikle pozivitizmin İonya’da olduğu söylenir. Bilimin positivist olduğunu söylemek
spekülatiftir. İonya felsefesi ile birlikte dinden bilime geçiş oldu denemez. Mitostan logosa geçiş oldu
denebilir. Çünkü onların çerçevesi zaten dinseldir. Bilim’in içine hikmet ve ahlak da girer ama bilim bir
takım oyunudur, tekniktir. Gerçek anlamındaki bilimin içinde hep bir ahlak olayı vardır ve dinsel bir
düşünüş vardır. Gerçek anlamda bilim dinsel görüşün olduğu yerden çıkıyor: Pitagorasçılar tarafından.
Bunların bir matematik yatkınlıkları var. Ayrıca ahlak arkaya alınmadığı zaman da tıp vardır. Gerek
matematik, geometri ve deneysel ağırlıklı tıp Pitagorasçı okuldan çıkıyor. Bunlar ayrıca dinsel bir öğüttür.
Bilimin ortaya çıktığı yer burasıdır, burada bilim ile din, ahlak iç içedir. Ama çağımızdaki bilim bunları
ayırmaya çalışıyor. Bunların üçü birden gereklidir. Şimdi bilim, ahlakî olanla bağlı değil.

Felsefe Tarihinin kendisi de bir felsefedir. Bizde felsefe tarihi hep 19.yy’dan anlaşılmış. Gerçek
anlamda ateizm bu yüzyılda çıkmıştır. Gerçek anlamda bilimin, felsefenin ve dinin ortaya çıktığı topluluk
Pitagorasçı tarikattır.
8.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
8. BÖLÜM

4. KSENOPHANES’İN DÜŞÜNCELERİNİN ELE ALINMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Bugünkü İzmir dolaylarında doğmuş. 530’larda zirvesine ulaşmış. Eski Yunan’da filozofların zirvesi
40 yaşından sonradır. Demek ki 570 doğumlu oluyor bu durumda.

Ksenophanes’in Antik dönemdeki varlığı, bir takım teorileri çürütüyor. Mitos’tan lagos’a geçişten
bahsediliyor. Bununla dinsel düşünüşten bilimsel düşünüşe ya da felsefi düşünüşe bir geçiş olduğu
söyleniyor. Gerçekten de filozoflar arasında büyük bir kavga var. Bu da felsefe tarihlerine din ile bilimin
kavgası diye konulmuştur. Buna şairlerin ya da ozanların kavgası denmiş. Başlangıçta Miletoslu filozoflarla
tıpçıların kavgası.

Alkmaion: Ben ancak deneyebildiğim, gözlemleyebildiğim konularda konuşabilirim, diğerlerini


tanrıya havale ederim. Gerçeğin kendisini ben anlayamam. Bizim işimiz görünüşlerle yaraşmaktır.
Gerçeğin kendisi hakkında bir inancımız var, diyor. Alkmaion Kur-an’daki Lokman’dır.

İkinci büyük kavga; şairlerin kavgasıdır. Ksanophones bildiğimiz anlamda filozof değil, gezgin bir
ozandır ama büyülenmiş ozanlardan değil. Bu, klasik ozan geleneğini yeni bilgelik tarzıyla kaynaştırmıştır.
Rakipleri Homeros ile Hesiodos’tur.

- Ksenophanes’le birlikte Yunan dünyasında:

1. İlk defa eleştiri kavramının farkına varılıyor.

2. Ksenophanes’le birlikte Yunan dünyasına tek tanrıcı ve tüm tanrıcı bir inanış giriyor.
Tümtanrıcı=Doğa ile tanrı özdeş.

Ksanophanes: Ben bütün Yunan diyarlarını gezdim, diyor. Historie yapmış, özellikle Mısır’a ve Doğu
Akdeniz’deki Finike limanlarına gitmiş. Mısırda bir tek tanrı anlayışı (Ra) var. Bunun yanı sıra onun
döneminde tek tanrıca Yahudilik başlamış durumdadır. Yahudilerle karşılaşmasa bile tek tanrı anlayışını
Mısır’dan almış. Yunan dünyası, gerek bilimlerde gerekse diğer konularda Mısır’dan etkilenmiş.

Gerçek anlamda felsefe Ksenophanes’le başlar. Çünkü gerçek anlamda felsefe “kendini bil!”, “haddini
bil!” dir. Bunun da temeli eleştiridir.

Eleştiri Yunanca’da krisis; ayırma demektir. Bilgi ile bilgi olmayanı ayırmaktır.

Ksenophanes felsefesini iki temel noktada ele alıyoruz:

1. Eleştirel yönü. 2. Tanrı anlayışı

- Ksenophanes’in eleştirisi iki temel noktaya dayanır:

Yaşadığı dönemin koşullarına yönelik: Ksenophanes, yaşadığı dönemin tanrı anlayışını eleştiriyor.
İnsanlar tanrıları kendilerine benzetmişler. Bu anlamda insan biçimli –antropomorfik- tanrı anlayışına
eleştiri getirmiş. Bizim gibi elleri, ayakları, kolları, bacakları olduğunu düşünüyorlar, diyor.

Öncelikle dönemin insan merkezli anlayışını eleştiriyor ve insanlar, tanrıların kendilerine


benzediklerini nereden biliyorlar diye soruyor. Bu, belli bir tanrı anlayışı doğrultusunda yapılan bir
eleştiridir (monoteist). Bunu araştırırken şunu anlatıyor:

İnsanlar sadece kendi dünyalarından hareketle gerçeklik hakkında tahminlerde bulunuyorlar,


diyor. Gerçekliği böyle sanıyorlar, diyor. Siz tanrıları kendi dünyanızdan hareketle anlayamazsınız.
Deney dünyasından kalkarak tanrılar hakkında konuşamazsınız, siz başka bir sahayı deney dünyasından
hareketle anlamaya çalışıyorsunuz, demektedir.
Deney bilgisiyle siz bu sorunun cevabını bulamazsınız, diyor. Bu eleştiriye giderken Ksenophanes,
başlangıçta Yunan dünyasında varlığı görünüş-gerçek (asıl) diye iki kısımda inceliyor. Görünüşlerin
bilgisine ancak aisthesis (duyu algısı) ile ulaşabiliriz. Gerçeğe ise alethia (peçesini soymaktır.) ile ulaşılacağını
söylüyor. Gerçeğin üzerinde bir örtü var ve bu örtüden hareketle gerçeğe ilişkin tahminde bulunuyorum,
bu boş bir görüştür, diyor. Gerçeği görmenin başka bir yolu vardır, diyor. (Yunan dünyasında yaratıcı
tanrı yok, tanrı gerçeği içinde kimi zaman onunla özdeş, kimi zaman da onun içinde diye düşünülüyor.)

Yunan dünyasında ta baştan itibaren varlığın iki temel yönü vardır. Bu felsefe varlık üzerine
kuruludur. Bu varlık veridir, yaratılmış değil. Tanrı tarafından var edilmemiş.

Varlığın iki yönü var:

1) Gerçek esas yönü

2) Görünüş

Görünüş bunların gözünde duyu verisi ile kavranır. Gerçek ise akılla kavranır. Bu akıl bizim
bugün düşündüğümüz akıldan farklı bir şeydir. Bizim düşündüğümüz akıl, işlevsel, formeldir. Yunan
dünyasındaki ise dinsel yani varlığın kendisini kavrayabilecek bir akıl, fıtri bir akıl (nous)’dır. Hristiyan
dünyası bunu yok edecek. Akıl Hristiyan dünyasında önemli değildir, kilise egemendir. Yunan dünyasının
temeli; kosmosia nous’un birbirlerini anlayabilecek, birbirleriyle konuşabilecek durumlarda olduklarını
düşünüyorlar. Buradaki dinsel sezgidir.

İkincisi; akıl dediğimiz bizim bugün bildiğimiz bir tür işlem yapma, formal akıldır. Doğruyu yanlışı
bilen çıkarımlar yapan akıldır. Buna da dianaina (gidimsel akıl) denir. Bizde Yunan akılcılığı denince, hep
bunu anlıyoruz ama, Yunan’da akla özel bir anlam yüklenmiş. Ksenophanes de bu gelenekten geliyor.

Homeros ve Hesiodos, duyumlardan hareketle gerçek alanına ilişkin bir görüş ileri sürmüşler.
Ksenophanes: bunun böyle olduğunu nerelerden biliyorlar, diyor.

Bunlar her türlü ahlaksızlığı, hırsızlığı, zinayı, içki içmeyi tanrıya atfetmiş, diyor. İki şekilde bunları
kıstırmış:

1.Tanrıyı kendi bedenlerine;

2. Tanrıyı kendi ahlaklarına benzetmişler. Bunları hangi hakla yapıyorlar, diyor. Demek ki birinci
eleştiri; Homeros ve Hesiodos’un tanrı anlayışı. Onların insan biçimci, çok tanrıcı anlayışlarını eleştiriyor.

Gerçek anlamda Mitos’tan lagos’a geçiş Ksenophanes ile olmuş. Bu saldırıyı rasyonel bir kavga ile
yapmış. Daha fazla deneyi olanın bilgisi de çoktur, der.

Ksenophanes, tanrı anlayışlarını eleştirirken; insanlar görünüşten hareketle tanrıya ilişkin


tanımlamalarda bulunuyorlar, diyor. Bunun böyle olduğuna diğer toplumların başka başka şekil çizmeleri
sonucu ulaşmış. Neden farklılık var? Bununla kültürler arasındaki farkı görüyor ( kültür rölativizmi). O
zaman bu kültürlerden doğrusu hangisidir, diyor.

Bir şeyin doğru olduğunu kanıtlamak yanlış olduğunu kanıtlamaktan daha zordur. Bir şeyin
doğruluğu için kanıt bulmak daha zordur.

Farklı kültürlerin ayırımına varıyor. Her kültür gerçeğe ilişkin farklı yazımlardan oluşur, diyor. Bu
noktada en yanlışının yunan ki olduğunu söylüyor. Onların tanrısı tanrı tanımına uymuyor, diyor. Esas
eleştirisi ise bilgi eleştirisidir. Birinci tür eleştiri, mitostan logosa geçiş daha yüksek bir din duygusu için
yapılmış.
9.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
9. BÖLÜM

Ksenophanes’e göre bilgi ikiye ayrılır:

1. Tanrısal bilgi

2. İnsan bilgisi var (epistemenin ayrımı).

Tanrı, her yerde bulunur, diyor. İnsan varlığın her yerinde bulunamaz, bir kısmında bulunur.
Buradan hareketle bütün varlığı bildiklerini iddia ediyorlar, diyor. Tanrı ise bütün varlığın her yerindedir.

Ksenophanes’e göre bilginin olabilmesi için gezip görmek, araştırmak gerekir. Daha çok gezen, gören
daha çok bilgiye sahiptir. Kimin tecrübesi, deneyi daha fazlaysa onun bilgisi daha fazladır. Tanrı her yerde
olduğuna göre her şeyi görür. Tanrı bütünü görür ve bütünü işitir. O zaman onun bilgisi benimkine göre
daha geniştir. Çünkü ben her şeyi gören değilim. Gerçeğin, varlığın bilgisine sadece tanrı sahiptir. İnsanın
bilgisi ise birtakım görünüşlerden ibarettir, yani kısmidir. O zaman birinci ölçüt, bütün Yunan dünyasının
temel ölçütüdür.

Yunan dünyasında bilmek, görmek demektir (eide). Bu daha sonra idea olacak. Video kelimesi de
aynı kökten gelir. Yunan dünyasında bilginin temeli görmedir. Bu sebeple o seyahatlere çıkıyor.

Tanrılar insanlara bütün her şeyi vermediler, az şey verdiler, sonra insan burada ilerledi. Dolayısıyla
bilgide ilerleme olduğunu düşünüyor.

Bilinmeyenin sınırı gittikçe artar. Bilginin tam halis hali varlığın bütününün kavranması ile olup
buna ancak tanrı sahip olur. Demek ki hiçbirimiz ben gerçeği bilemem, diyor, ancak bir kısmını biliriz. Bir
kısmından hareketle gerçeğin bütününe ilişkin görüşler söylüyor.

İnsan bilgisini de ikiye ayırır:

1. Doğrudan görmenin bilgisi.

2. Kulaktan duymanın bilgisi.

Doğrudan görmenin bilgisi, tanıma bilgisidir, bu Ksenophanes’e göre temel bilgidir. Bilgi olabilmesi
için görülen şeyin deneylenmesi gerekir. Bunu gerçek saymayın, bu bir tariftir, diyor. (Bir önermeyi
doğrulamak, yanlışlamaktan daha zordur. Bilim önermeleri yanlışlama üzerine kuruludur.)

Doğrudan görmenin bilgisini ikiye ayırıyor:

Tecrübe etmek. Duyu deneyinin bilgisi bize görünüşü verir. Duyu deneyinin bilgisinin ölçütü deney
verisidir.

Kulaktan duyma bilgi, ikinci el bilgidir. Burada otoriteye (Homeros ve Hesiodos) saldırır.
Başkalarından duyduğun bilgi değil, kanaattir (doksadır). Doğrulanmamış birtakım yargılardır.

İnsanların büyük bir kısmı doksalarda yaşar. Bilginin doğrulanması doksanın yanlışlanmasına
yarıyor. Dünya hakkında konuşacaksanız o zaman gerekçelerini de vereceksiniz. Benim koyduğum
kanıtlar da senin tarafından kabul edilmeli.

Ksenophanes: Bizim bilgimiz deneyle artar, diyor. Bunlar varsayımsaldır. Doğrudan görme bilgimiz
deneyle artar. Bu da kendini sürekli genişletir.

Ksenophanes, bilginin temeli deneydir. Deneysel bilgi de kesindir, diyor. Ksenophanes insan
bilgisinde ikinci yönü bildiriyor (34. Fragman).

“Kesin hakikati ya da hakikatleri şimdiye kadar hiçbir insan görmedi ve bundan böyle de
görmeyecektir. Kesin hakikatten kastı tanrıların doğası ve kâinatın esas yapısıdır. Tanrının yapısı ve
kâinatın esas yapısını şimdiye kadar hiç kimse göremedi. Benim zikretmiş olduğum kâinatın asil ve tanrının
doğasına ait hakikatleri hiç kimse görmedi ve bunu da böylece göremeyecek. Tutun ki insanlardan biri
başarıp da hakikatin ne olduğunu söylese de yine kendisi bilmiyordur. Ne söylediğini (yani söylediklerini
kanıtlıyoruz) söyledikleri sadece sanılardır, yani sanmış olduğunu söyler.”

Bizim bilgimizin sınırı deneydir. Deneyin ötesinde söylediklerimiz bir kanaattir. Deneyi aşan konular
ise, Tanrıların doğası, kâinatın tasviridir. Bunlar deney ve akılla da bilinemez. Akılla ortaya konulanlar
birer tahmindir. Bazı tahminlerin diğer tahminlere göre değeri daha fazladır. Öncelikle deney dünyasında
zamanla daha iyisini yapabilirsiniz, diyor. Yığılan bir bilgi değil, düzenli bir biçimde düzeltilen bir bilgidir.
Ama ne yaparsanız yapın gerçeğin bilgisini bilemezsiniz. Emprik bilgi arttıkça bilgisizlik artıyor. O zaman
görünüşler bilgisine ve buradan tahmin yapılacağına inanıyor. Belli görüşlerden hareketle başka görüşleri
açıklayabilirim.

Ksenophanes’e bilinmeyen bir şeyin kanıtlanamayacağını nereden biliyorsun diyorlar. Yani


bilinmeyenin bilinemeyeceğini nasıl biliyorsun, deniyor. Ksenophanes’in cevabı: benim söylediklerim de
bir tahmindir. Tanrı evrenle özdeştir, tektir, düşüncesiyle her şeyi yönetir, diyor. Bizim bilgimiz deney ve
akılla sınırlı. Buradaki bilgiler doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir olmalı. Buradaki bilgi herkese açıktır.
Ama insan her zaman öteye geçmek ister. Öte ise kâinatın aslıdır. İşte buraya ilişkin yaptıklarımız birer
tahmindir. Bilimsel bir metafizik, spekülatif bir teoloji yapılamaz, diyor. Bunlar insan aklının zorunlu
olarak ortaya koyduğu düşüncelerdir, diyor. Bunu yıllar sonra Kant ve Wittgenstein da söyleyecek.

Onun derdi; insan denetlenebilir bilgide nerede duracağını bilecek. Bu dünya akılla ya da deneyle
kontrol edilecek. Bu kanaatler dünya hakkındadır. Felsefe bu tip kanaatlerle boğuşur. Bizim açımızdan
bunların hiçbir bilgisel değeri yoktur. Bizim işimiz doksa ile bilgi alan arasındaki ayrımı yapmaktır.
Felsefenin birinci işi budur.

Varlığın beni açımdan bilinebilir kısmı iki bölüme ayrılır:

1-Kanaatler: Bunlar dünya hakkında insanların söyledikleri şeylerdir.

2-Deneyle temellenen bilgiler: Bunlar ihtimali bilgilerdir. Bunlar değişebilir yüksek orandaki
doğrulanabilir bilgilerdir.

Felsefenin birinci işi bu ikisini birbirinden ayırabilmektir. Kanaatlerin bilgi diye yutturulmasına
karşı çıkmaktır. Kanaatlerle deneylemiş bilgi ayırt edilmeli. Bu ikisi de görüşler hakkında konuşuyor. Bir
de gerçek var. Gerçek hakkında ortaya koyduğumuz görüşler de bir kanattır.

Görüşler dünyasında kimin daha iyi tahmin yaptığını anlayabiliriz. Ama gerçeklik alanında kimin
daha iyi tahmin yaptığını kim gösterecek? İşte felsefeniz ikinci işi her türlü sınırsal taşmayı engellemek.

Yunan dünyasındaki nous, bizim gerçekliği görmemizi sağlıyor. Onu kendi kalbimle aklediyorum,
ama bu araya ilişkin bir kanıt değil. Kalbiyle akledenler için onun fikri kesindir. Gerçeklikte gördüklerimizi
kanıtlayamayız, burada ne yanlış ne de doğru var. Burada praxis var. Ben ancak kendi yaşamımı kurarım.
Buradaki doğru felsefi anlamda değil, makul anlamda doğrudur. Bütün büyük filozoflar evrenin aslını
bununla gördüğünü düşünüyorlar.

Yunan düşüncesinin başlangıcında temel ilke doğanın yapısını açıklama kaygısıdır. Bu anlama ve
açıklama çalışmasında gözlem ile aklı kullanıyorlar. Yani ortaya koydukları görüşlerin eleştirisini deneyle
yapmıyorlar. Akla aşırı bir güven duyuyorlar. Akla aşırı bir güven duymalarından dolayı dogmatik bir
tavır takınıyorlar. Bu görüşü eleştiren Ksenophanes’tir. Antik Yunanda ilk defa bilgi eleştirisini yapıyor.
Amaç bilgi ile bilgi olmayan ayrımını ortaya çıkarmaktır. Yani bilgi ile kanaat arasındaki ayrım önemlidir.
Bilgiyi aşan birtakım konular var. Orası da inancın konusudur. “biliyorum” da ise kanıtlama yapmak
gerekiyor. Felsefe yapıyor olmak; gerekçe vermek, akıl yürütmektir.

Ksenophanes ilk defa felsefe tarihinde bilginin ölçütünü koyuyor ve bunun dışında kalanları
kanaat olarak belirtiyor. Bazı inançlar zaman içinde bilgiye çevrilebiliyor ya da çürütülebilir ama, bazı
inançlar ise sonsuza kadar inançtır, bu da imandır. İman da insanı mutlu kılar, ama bazı anlamda değil,
manevi bir boyutu olan bir saadettir bu mutluluk.

Ksenophanes’ten itibaren felsefe tarihinde iman konusuyla doğrudan doğruya ilgilenmiyoruz.


Biz bilgiyle ilgileniyoruz. Felsefecinin işi bildiklerimizi bir kere daha gözden geçirmektir. İkincisi ise sadece
senin dediğin değil, sadece benim dediğim değil diye düşünülünce sorun halledilir.
10.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
10. BÖLÜM

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

HERAKLEİTOS VE PARMENİDES’İN GÖRÜŞLERİNİN İNCELENMESİ

1.HERAKLEİTOS’UN DÜŞÜNCELERİNİN ELE ALINMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Felsefe tarihinde çok sevilen bir filozoftur. Hegel, Marx gibi adamlar onu çok sevmiş ama onu doğru
olarak anlamamaışlardır. Bildiğimiz gibi Yunan felsefesinin özü değişimi anlamaktır.

Herakleitos ile ilgili bilinenler onun özsel yönü değil daha önce söylenmiş şeylerdir. Herakleitos’ta
bunların anlamları başkadır. Onun bu konuyla doğrudan doğruya ilişkisi yok. Doğrudan doğruya doğa
felsefesi yapmıyor. Bir de Herakleitos’un çok bilinen bir yönü daha var: Logos öğretisi. Herakleitos’u
anlamak için onun mizacını anlamak lazım. Felsefesi, teoryası ile hayatını birleştirmiş dört beş filozoftan
biridir.

Herakleitos aristokratik bir aileden geliyor. Mizacı sinirli, ailesinin ilk çocuğu. Eski Yunanda miras
ailenin ilk çocuğa kalır ama o bunları geri çevirmiş ve kardeşine bırakmış.

Ona göre zaman kimini kral kimini köle yapar, herkes buna razı olmalıdır. Aristokrat olduğundan
dolayı zenginleşen bir grup ile halk arasında kavga var. Aristokratlar soylu olduğu için yönetme hakkımız
var diyorlar. Öbür grup ise demokrasi yandaşlarıdır. Kölelerin demokraside oy verme hakkı yoktur.
Aristokratlar toprağı satmıyorlar, diğerleri de bunu almak için kavga ediyorlar. Herakleitos, iki grubu da
sevmiyor. Demokratları çok gürültülü buluyor, aristokratları ise fazla seviyesiz buluyor.

Herakleitos doğrudan doğruya bir şeyi öğretici tarzda yazmaz. Onun metinlerini okurken aktif
olmak gerekir. Amaç aradaki muammaları çözerek anlama ulaşmaktır. Öğretmeyi sevmiyor.

Herakleitos’a peygamber de denir ama bu Farsçadaki peygamber kelimesi değildir. Yunanda


peygamber bir tür mania’ya sahip insandır. Mania ilahi olarak kendinden geçmektir. Maniada bir büyülenme
var. Tanrısal bir büyülenmedir bu. Eski Yunanda mania’sı olmayan insan adam sayılmıyor. Herakleitos’un
sarası olduğu söylenir. Saralı insanlarda da bu tip kendinden geçmenin olduğu söylenir.

Herakleitos’a ağlayan filozof denir. Çünkü o bir ülkeye gitmek istiyor, o da varlık ülkesidir. O sanki
bir yerden kopartılmış, oraya dönmek isteyen bir adam gibidir.

Melankolik olduğu söyleniyor çünkü dağlarda geziyor. Herakleitos dağlarda araştırma yapıyor (Hira
Dağı araştırma dağıdır.). İnsanların kurtulmasının yolu içinde bulunduğu koşullara tevekkül etmektir.
Bedensel hazlardan uzak durmak gerekir. Bir diğer lakabı da budala, üstelik budala denmeyecek bir adam.
Arada sırada agorada insanlarla çarpışmış. Orada zenginlere aşağılık adamlar olduklarını söylemiştir.

O dönemde Herakleitos adı verilmiş bir adam var. Bu adam delidir. Heraklitos ise deli değil.
Agoradaki adamlar Herakleitos’a deli damgası vurmak için deli olan birisine Herakleitos adını takmışlar.

Fikirleri:

1.Bilgi ve Felsefe Anlayışı

2.Doğa Anlayışı

3.Ahlak ve Yaşama Anlayışı

Doğa Üstüne diye bir kitabı var. Bu kitap kaybolmuş ve bize 100 tane cümle kalmıştır. Bu sebeple
Herakleitos ile ilgili kurulan görüşler baştan eksiktir.
Herakleitos ilk defa Yunan Felsefesinde uyaksız yazan adamdır. Yunan felsefesinin tipik özelliği
ölçülülük ve uyaklılıktır. Ayrıca yazılarında muammalı yanı kafa karıştırıcıdır. Wittgenstein Kur’an ve
Herakleitos’un tarzı birbirine çok benziyor. Herakleitos bir fragmanda kendi yazımı için şöyle der: 92-93
fr.

Delfi’deki tanrıça ne konuşur ne de saklar, o sadece işaret eder. Yani benim yazı tarzım size doğrudan
doğruya bir şey anlatmaz. Ben sadece gösteriyorum, düşünmenizi sağlamak istiyorum. Belli bir dürtü
sağlayıp düşünme hareketine geçirmeyi istiyor.

Bilgi anlayışı: iki tür insandan bahsediyor:

1.Anlamasını bilmeyenler

2.Anlamasını bilenler

Anlamasını bilenler, araştırıcı kişilerdir, diğerleri ise sağır gibidirler. İşitseler bile anlamazlar.
Varlıkları ile yoklukları birdir. Onlar yanı başlarında olan olağanüstü şeyleri bile bilmezler. Olaylardan
ders almasını, tecrübe kazanmasını bilmezler. İnsanların çoğunluğunun özelliği budur. Bunlar evrendeki
uyumu da göremezler. Karanlık içinde yaşarlar, diyor. Bunlar, ruhları ateşten uzaklaşan insanlardır. Çünkü
bunlar yanı başlarındaki nuru, ateşi görmeyen insanlardır.17. fragman: “Birçok insanın başından bir sürü
olay geçer, ama bu olayları bir türlü anlayamazlar, sanki anlamış gibi gezerler. İnsanlara logosa uymak gerektiğini
söyledim, ama onlar beni anlamadılar. Çünkü onlar benim sesime kulak vermediler. Onlar uykuda yaşayanlar gibidir.
Evrendeki yasaya, ortak olana uyun dedim. Onlar bana uymadılar. Sanki her birinin özel görüşü varmış gibidirler.”

“Bu insanlar evrendeki ilahi yasayı anlamayan insanlardır. Evrendeki ilahi yasaya uygun olarak yaşamalı
her insan.(14.fr.) Bütün insanların yasaları ilahi yasadan beslenmeli.” Yani ilahi bir yasaya göre bir yasa kurun
diyor. Herakleitos’ta tabiat kanunu ile ilahi kanun aynıdır. İslam dünyasında bunları İbn-i Rüşd ayırmış.

Herakleitos: “İnsanların yasaları ilahi yasaya göre düzenlenmeli.” diyor. İnsanların büyük çoğunluğu
evrendeki ilahi yasayı görmüyor. Bu anlamda Herakleitos, tek tanrıcı Ksenophanes’çi görüşü devam
ettiriyor. Evren ile tanrıyı özdeşleştiriyor. Buna da logos diyor.
1. İnsanlar bu yasayı anlamadığı gibi çevrelerinde olup biten olayları da anlamıyorlar. Kör gibiler,
olaylardan ibret çıkaramıyorlar.
2. Anlamaların tipik özelliği subjektif olmalarıdır. Sanki her şeyi bilirmiş gibi davranıyorlar.

3. Bilim yaparken objektif olunmalı, felsefede de objektif olunmalı.

4. Herakleitos’a göre insanlar yarım yamalak bilgilerle bilim yapmaya çalışıyor.

5. Düşünme gücü (akıl) bütün insanlarda ortaktır. Herkes anlayabilir ama insanlar bunu köreltiyorlar.
İnsanlar zamanla o aydınlığı köreltiyorlar. Bunu da tembelliklerinden dolayı yapıyorlar.
6. Anlamayan insanlar, hayvanlar gibi yaşıyorlar. Bu da bedensel tutkulara aşırı bağlılıktır. Bunlar
akıllarını geliştirmek yerine bedendeki ihtiyaçları yerine getiriyorlar.

1.Arzuların gerçekleşmesi en kötü şeydir.

2.Arzuların karşısında kazandığımız şey ruhu satmaktır. Yani bedeninizi satmayın, efendisi olun diyor.
Hayvanlar gibi yaşadıkları için sanat, bilim felsefesi üretmeye zamanınız kalmaz. Önce ruhunuzu kurtarın
diyor. En kötü ruh sulu ruhtur. En iyi ruh kuru ruhtur. En büyük olan savaş insanın kendi nefsini, tutkularını
yenmesidir.

Herakleitos anlamayan insanları üç gruba ayırıyor:


1- Her büyük laf karşısında ağzı açık bakılan budalalar gibidir. Ayak takımı yaşama tarzıyla aşağılık olan
adamlardır. Yaşama tarzı ile kendisini aşağılık kılmış insanlardır. Yoksa fakirliğe bir şey demiyor. Onun
soyluluktan kastettiği düşünme soyluluğudur.
Her büyük laf kötüdür demiyor. Her büyük laf karşısında bakmayı eleştiri yapıyor. Ama insanlar
tembeldir. Kendileri yerine başkaları konuşur diyor. 104. Frag. : “Nedir ki onların aklı ya da inançları.
Onlar halk türkücülerine kanıyorlar ve toplumu kendine öğretmen yapıyor ve hiçbir şey de bilmiyorlar,
çünkü çok’un kötü azın ise iyi olduğunu bilmiyorlar.”

Çokluk ölçü olamaz, ölçü iyi adil olandır. Senin görevin araştırmak, doğru olanın yanında olmaktır.
Araştırıcı ve aktif ol diyor. Demek ki insanların büyük çoğunluğu ortalarda dolaşan fikirlere hayranlık
duyuyorlar. Hiçbir zaman bunu araştırmıyorlar. İnsanların büyük çoğunluğu düşünme tembelidir. Ana
baba sözünden çıkmayan benim yanıma gelmesin diyor. Yani birinci grup insanlar otoritelerden bilgilerini
elde ediyorlar.
2- Bu gruptaki insanlar tanımadıklarına havlayan köpeklerdir. Yani bunlar budalalara göre daha
tehlikelidir. Bunlar saldırganlar, her şeyi ben bilirim diyorlar. Başkalarına saygı göstermiyorlar. Belli
bir düşünce oluşturmuşlar ve bunu doğru olarak kabul ederler. Sonuçta tanımadıklarına havlayan
köpekler farklı olanı kabul etmeyen insanlardır.

Filozof, farklı bir düşünüşte olduğunu söylemelidir. Eğer yaşama tarzınızdan memnun değilseniz,
dünyayı değiştiremezseniz hayat tarzınızı değiştirmelisiniz. Ama insanların çoğu bunu yapamıyor. Eğer
düşünmenizde problem varsa düşünme tarzınızı değiştireceksiniz. Bu gruptaki insanlar belli bir dünya
görüşüne sahip olmuşlar. Bunu dışında bir şey yapmak istemiyorlar. Bunun dışında bir şey yapmak
isteyenleri engellemek istiyorlar.
3- Bu grup filozoflar ile şairlerdir; Homeros ile Hesiodos, Ksenophanes ile Pitagoras. İnsanların en
aptalı Homeros’tur. Onun bir salak olduğunu söylüyor ama siz ondan öğreniyorsunuz. O burada
Ksenophanes’in tavrını devam ettiriyor. Aynı şekilde Hesiodos’a saldırır. Bunlar toplumu zehirlemişler.
Çünkü bunlar otoritedir. Siz tabii ki çevrenizdeki insanlardan öğreneceksiniz ama onları eleştirin diyor.
Bizi kışkırtan bir yönü var. Homeros ve Hesiodos’un fikirlerinden hareketle bilge olamazsınız diyor.

Pitagoras eleştirisi; Pitagoras için yalancıların başı diyor.


Ksenophanes’e insan çok şey görmekle bilge olamaz, diyor Herakleitos. Ksenophanes ise insan ne
kadar görürse bilgilenir, diyor. Heraklitos’un gözünde bilgiyi toplamak değil anlayarak bilgiyi elde etme
amacı var.

Polymathos: çok bilmektir. Herakleitos polymathos’un yerine botnes: derinliğine bilmek i getirir.

Filozof olmak için, bilge olmak için anlamak gerekir, çoğaltmak ve üretmek gerekir, yapıyı
yoğuracaksınız. Çünkü bilgide olmada aktif olmayı söylüyor.

4- Eleştirel yönü çok önemli. Anlayan aktif olarak öğrenmelidir.

40. frag. : “Çok şey bilmek insanı akıllı yapmaz. Eğer böyle olsaydı Hesiodos ile diğer hocalarımız ve Ksenophanes
ile Hekataios bilge olurlardı.” diyor.

129. frag.: “Menasortus’un oğlu Pitagoras insanlar içinde en fazla araştırma yapan kişidir, (burada takdir
ediyor) ama o da bütün bilgeliğini başkalarının kitaplarından aldığıyla yapmıştır. En kötü sanat bilgiyi yığmaktır.”

Demek ki Pitagoras’ın araştıran kişiliğini görmüş. Doğunun bilgeliklerini okumuş ama bunları
anlamadığını söylüyor. İnsanların büyük çoğunluğu bilgilerini üç biçimde elde eder:

1-Başkalarından öğrendikleridir. Herakleitos bu noktada bu bilgileri tamamıyla yanlış olmadığını


ama bunları eleştirel olarak gözden geçirmeli diyor.

2-İnsanlar bilgilerini tecrübede ya da deneyden elde ederler. Ancak bu noktada insanlar tecrübe etmeyi
görmeyi bilmiyorlar. Ben duyulanı görüleni bilgide tercih ederim ama insanlar görmesini bilmiyorlar.
(Ksenophanes’i kast ediyor.) Çünkü Herakleitos’un gözünde doğa bir kitaptır, ayetlerle okunur.

İnsanların büyük çoğunluğu görmesini bilmiyorlar. Çünkü doğa bizimle konuşur. Ona kulak vermeli.
“Ruhları barbar olanlar doğanın dilini anlamazlar.” Barbar bir dili bilmeyen insanlar yani Yunancayı
bilmeyen insanlar. “Ruhları barbar olan insanlar için gözler ve kulaklar kötü tanıktır.”

Gözler ve kulaklarla biz doğayı, varlığı anlamaya çalışırız. Tabiat toplum insanlar sizle konuşurlar.
Eğer sen onu bilmiyorsan anlamlandıramazsın. İşte doğanın dilini ruhlarını hazırlamamış insanlar
anlamazlar diyor.

Tek başına deney, görme, işitme insanı bilge yapmaz. Önemli olan bunları değerlendirecek kavrayış
olmalıdır. Sorun görmek değil, görmesini bilmektir. Demek ki insanların büyük çoğunluğu görme ve
işitmeyi kullanmasını bilmiyor.

3-İnsanın kendi kendini araştırması, kendi içinden bilgileri devşirmesidir.

Herakleitos: “Kendimi keşfettim.” diyor. Yıllarca yaşadım ve boşuna yaşamışım, diyor. Kendilerinden
uzak bir ayrılık içinde olan kişiler aynı zamanda varlıkla ayrılmış kişilerdir. Çünkü kendiniz diye suni bir
yapıyı geliştirirseniz o gerçektir, ama asıl olan asla ölmez. Onu siz sıradan bir hayatla başkalarından aldığınız
bir hayatla aynı kalırsınız. Yani özünüz gitmiştir. Her insan ona göre kendini keşfetmekle sorumludur.

35.fr.: “Bilgeliği seven yiğitler gerçekten çok araştırmacı olmalıdır.” diyor. “Altın arayanlar çok toprak
kazarlar, ama çok az altın bulurlar.”

1.cümle: Neyi aradığını bilmezsen onunla karşılaşınca onun aradığın şey olduğunu da bilmezsin,
diyor. Elinizde bir harita olacak ve onu sonra sonra düzelteceksiniz ve hedefe ulaşılacak. Ama sorunun
başka bir tarafı da var, bu bir birikimin sonucudur.

2.cümle: Aranılan şey, gerçek, hakikat. Toprak, yıllarca içinize doğmuş bilgiler. Toprak yıllarca
sizin altınınızı saklamış. Size ana babadan, otoriteden gelmiş kişiler. Bilginin başladığı yer sizin kendinizi
bilmedeki sınırı anlamaktır. “Kendini bil!” ne kadar bildiğini anlamaktır. Herkesin aklı olduğuna inanıyor
bu aklınızı ortaya çıkaracaksınız. Demek ki Herakleitos’ta bilginin başlangıç noktası topraktır. Toprağınızı
araştırınız ve kendinizin ne olduğunu bildikten sonra doğayı araştırın, doğanın ne olduğunu öğrenin
sonrada eskiden kenara attığınız filozofların kitaplarına yine bakın, diyor. Herakleitos’ta bilgi önce içinize
bir şeyler atılıyor. 2. Noktada bunlar atılıyor.3. Noktada bunlara tekrar dönülüyor. 4. Noktada bunların ne
olduğunu tanıyacaksınız. Önce kendinizi keşfettiniz.

Yunan dünyasının iki temel taşı:

1-Düşünmeye önem veriliyor.

2-Bedene özen göstermek

Bedeni bir takım tutkuların altında ezmemek be bedeninizin esiri olmamak gerekir. Yani orta yolda
olunacak ya da popüler kitapları okuyacaksınız. Artık siz evreni anlamaya başlıyorsunuz.

Evrende bir yasa var. Evrendeki görünüşün sakladığı bir giz var. Size açılmayı bekliyor. Bu noktada
bilgi yargılarını açmış önyargılardan kurtulmuş insanlar artık araştırmaya başlayabilirler. Bu araştırmanın
2 ucu vardır:

1-İnsanın ruhunu araştırması

2-Kâinatın ve kâinatın sınırlarının araştırılması. Biri iç diğeri dışın araştırılmasıdır.

Ksenophanes ile birlikte Yunan dünyasına doğa felsefesinin yanı sıra bilgi felsefesi de girer. Bilgi
eleştirisi başlar. Başlangıçta doğanın araştırılması vardır. Ksenophanes ile birlikte bilgi problemi, bilgide
ölçüt ve bilgide değer problemi gündeme gelir.

Felsefenin en önemli problemi bilgidir. Ksenophanes’te yığmacılık var, aktif değil. Toplayıcılık var.
Herakleitos da ise böyle değildir. Bunları bilip bunlardan hareketle kendiniz yapacaksınız. Herakleitos
gerçekten bilim, felsefe, sanat, dindeki zirvelere hitap ediyor. Büyük bir tırmanış yolculuğu istiyor.
Öğrendiklerini bildiğini sanmakla bir şey yapamazsın. Bunları oku ama araştırmacısı ol. Felsefe tarihi
fikirlerin yıkılması ve yeniden yapılmasının tarihidir. Herakleitos ilk defa aktif bilgi edinmeyi ortaya
çıkarıyor.
11.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
11. BÖLÜM

Üç tür bilgi edinme yolu vardır:

1-Otoriteler; bunlar filozoflardır. Bunların yanlış olduğunu söylemiyor ama buradan hareketle bilge
olamazsınız diyor. İşin hem teorisini hem pratiğini istiyor. Hem anlayacaksın hem de öyle yaşayacaksın.
Burada sıradan insanlara değil araştırmasını bilenlere yöneliyor. Otoriteleri tamamen atmayacaksın,
eleştirel, seçmeli bir gözle onları araştıracaksınız. Bu bugünkü pedagojinin temelini yaratır.

a. Duylarla öğrenme, tartışmadır. Kulaktan duyma bilgi var. Bu yunanda ikincil bir bilgidir. Doğruluğu
su götürür, tartışmalıdır. Bunu Ksenophanes de söylüyordu.

b. Algılamanın bilgisi, tanımlama bilgisi. Yunanda çok gören bilir görüşü var. Herakleitos bunu
değiştirir. Çok şey görmek onu bilge kılmaz. Gördüğünüz şeyin ne olduğunu anlamalısınız, diyor. Duyular
bize belli bir dünyadan bilgileri getiriyor. İşte bunları konuşturmak gerekir. İnsanlar, tecrübelerini sınamayı,
eleştiri yapmayı bilmiyorlar. Olaylardan hiçbir şey çıkaramıyorlar. O zaman Herakleitos’ta sadece duyu
verilerinde kalınca pasif bir öğrenme içindesiniz. Aktif olmak gerekir. Neyi gözlemlediğinizi bilmelisiniz.
Bilim adamları ve filozoflar böyle çalışmalı.

1-İçe dönme. Ksenophanes’in burada içe dönmek dediği şey akıldır. Akıl bilgisi gündeme girer. İnsan
“dış”arısı ile yani doğa ile insanın temasını duyu algısı sağlar. Yani duyu algısı bize bir takım malumatlar
getiriler. Bu bilgimizin birinci yönüdür. İkinci yönü bu duyu verilerini işleyecek yönü, yani akıldır. Bilgi
bu ikisinin birlikteliğinden gelir. Bu yıllar sonra Kant’ta ortaya çıkacak. Bu anlamda Herakleitos tek başına
duyu algısının ( aisthesis) bilgi vermeyeceğini söylüyor. Bu sebeple ikisinin birlikte çalışması gerekir.

“Ruhları barbar olanlar için gözler ve kulaklar kötü tanıktır.” diyor. Herakleitos’ta “ben”, “psyke”
ve “varlık” iç içe geçmiş gibidir. “Ben” in iki temel yönü var. Bunlardan biri aishesis’tir. Yani varlıkla belli
bir anlamda fiziksel bağ kuran yöndür. Noesis de bunu işleyebilecek yöndür. Herakleitos’a göre her şey
bir logostur. Bu logosun bir kısmı bendedir. Yani ben bir küçük logosum. Aynı zamanda bunun tezahür
ettiği bir yer var, bu da kosmostur. Bunlar birbirlerini anlayabilirler. Benim algılama yapılarım gerçekliği
düzenleyebilir. Aramızda bir uyum gerçekleşmiş, köpeğin algı formları benimkilerden farklı olduğu için
onun gerçekliği farklıdır.

Logos: küçük logos+ kosmos

Herakleitos’a göre benim formlarım ile yani mantıksal yapı ile dünyanın mantıksal yapısı arasında
uyum vardır. Bunlar birbirlerini dengeleyecek şekildedir. Onun değimiyle zıtların birliğidir.

Herakleitos, kosmosu bir kitaba benzetiyor. Onun felsefesinin temeli budur. Kainat kitabında yazılan
kainatın tezahürüdür. Duyu algısı yazıya denk geliyor. Bu benim aklıma görünür kısmı.

İkincisi ben de bir kitabım, ben bir küçük kitabım. Bunların yazıları aynı olduğu için birbirlerini
anlayabilirler.

Yunan felsefesi baştan itibaren dinseldir. Şu anlayış var: Kosmos ilahi bir yapıdır ve onun hem içinde
hem dışında yer alan nous bunu anlayabilir. Bu kitabı okuyabilir. İkisi arasında bir bağ var ve tanrı ikisini
de kuşatır. Bu zamanla bazı filozoflarda çözülecek.

Kâinat kitabının dilini bilmek gerekir. Görünüşler bu kitaptaki yazılardır. Yazı ile mana birbirinden
kopmaz. Mana sadece o dili bilen için çıkacak. Sadece duyu verisi yetmez, bunu okuyabilecek bir okul
gerekir. O zaman tek başına duyu algısı kâinatı anlamaya yetmez. Hem modern anlamda bilgi teorisi
anlatıyor, hem de bunu anlatırken işin maneviyatını aktarıyor.

Onun derdi bu değil, başka bir şeydir. Bu aşamaya geçerken kendimi keşfettim, sınırlarımı buldum
diyor.

İkincisi madenci gibi kazıdım ve altınımı buldum, diyor.


İnsanın kendini keşfetmesi neleri anlamasıdır? Hem duyular hem akıl araçtır. Amaç ise kosmosu
anlamaktır. Filozofları anlamak için olan bu hazırlık epistemolojik hazırlıktır. Amaç kosmosu yani evrende
olup biteni kâinatı anlamaktır.

Herakleitos’tan öncekiler sadece duyuları ile bakıyorlardı. Kainatın görünür kısımlarını görüyorlardı.
O halde kosmosu anlamak topyekün varlığı anlamaktır. Sanatıyla, dini ile birlikte kosmosu anlamak gerekir.

Herakleitos: Kosmosta bir yasa vardır, diyor. Bu yasa lagostur. Onun amacı evrendeki her şeyin bir
olduğunu anlamaktır. Bu noktada logos ile tanrı özdeşleştiriliyor. Logosun anlamları yasa, akıl, cümle,
düşünce oranı toplama, ölçü, anlamaktır. Çok yüklü bir kelimedir.

Evrende kosmosta hüküm süren yasa var. Bu kosmosla da özdeştir. Üstelik kosmos ateşten yapılmıştır
(ateş=pür).

Logos-tanrı= kosmos (görünüş)= ateş (pür).

Sadece duyuları ile iş yapanlar kosmosun görünüşünü bilirler. Amaç, kosmosu ve kosmostaki ilahi
yasayı anlamaktır. Her şeyin nedeni bu ilahi yasadır. İnsanlar, bu ilahi yasayı anlamadılar, diyor. Sanki
evrendeki her şeyi rastgele sanıyorlar. Bu yasa doğa yasası ve akıl yasasıdır. İkisini birlikte düşünüyor.
B yasa hem fizik dünyada hem aklımda hem de ilahi alanda hâkimdir. İnsanlar bunu anlamamakta
direniyorlar. Evrende her şey belli bir ölçüye göre oluşur, diyor. Ölçüye uymazsan cezalandırılırsın. Bu
fikir kırıntı biçiminde Ksenophanes’te vardı. Ksenophanes’e göre bir varlık var ki düşünmesiyle her şeyi
istediği hale getirir. İstemek, bir planlamayı getirir. Ol deyince oldurur. Bu varlık her şeyi planlamıştır.

Artık Ksenophanes’le birlikte kosmos düşüncesine aklı olan, iradesi olan varlık yerleştiriliyor. Bu
varlık kosmosun içinde mi, dışında mı, açık değildir. Hayatta tanrının gözünde her şey kötüdür. Yasayı
anlayanlar kâinatın her yönünü görürler.

Herakleitos, bilge bir insan hayatın her yönünü görür. Tanrıyla olaylara bakınca olaylarla yaşamayı
öğreneceksiniz, diyor. Belirli bir gerçekle yaşamayı öğreneceksiniz. Ancak değiştiremeyeceğiniz gerçekler
var. Değiştiremeyeceğiniz gerçekler dünyanın yasası mantığıdır. Yapacağınız şey ona uygun yaşamaktır,
dünyayı değiştiremezsiniz. İnsanın yasası adil olmak, zulüm etmemektir, diyor.

Eski filozoflar evrimci bir görüşe sahip. Evren belirli bir zamanda belirsiz bir maddeden kosmos
haline dönüşmüştür. Herakleitos’ta ise onu hiç kimse yaratmadan o hep mevcuttu. Kosmos şekil kazanmış
bir enerjidir. Bu enerjiyi yer değiştiriyor. Kosmos değil, kosmostaki nesneler yer değiştiriyor. Kosmosun
yasası ve çerçevesi değişmiyor. Ancak bunun içindeki objeler yer değiştirerek yeni varlıklar ve olaylar
oluyor. Yer ve objeler sabittir. Değişen onların sürekli yer değiştirmesidir. Herakleitos’un evreni böyle bir
evrendir. Bütün bu yapı ateşten meydana gelmiş. Bütün bu yapının dinamiğinde ise zıt objeler vardır. Bu
yapıdaki objeler iki türden yapılmış: (+) ve (–) objeler. Evrende her şey zıt unsurların bir araya gelmesiyle
oluşmuş. Bunlar rastgele değil, belli bir yasaya göre bir araya geliyorlar.

Evrendeki bütün değişme bu zıt unsurların YER DEĞİŞTİRMESİ’dir. Böyle bir şemada bir
planlanmışlık olduğunu söyleyebiliriz.

Kosmostaki her şey ateşten yapılıyor. Ama bunların etkisi yani logosun etkisidir. Ana madde hem
değişmenin altındaki kalıcı unsurdur hem de değişmenin kendisidir.

Herakleitos’un felsefesinde “Her şey akar” görüşüne takılınmış. Aslında kendisi her şey akar
dememiş. Bu kurallar içinde her şey yer değiştirir, diyor. Herakleitos’ta
1. Kosmos, ilahi yasanın hüküm sürdüğü alan.

2. Kosmosun ana maddesi ateştir.

3. Bu ateş logosla özdeş görülmüş. Yani ateş hem ana madde hem de değişmenin kendisi görülmüş.

4. Evrendeki her şey zıt unsurların bir araya gelmesiyle oluşur.


5. Evrendeki bütün değişme, zıt unsurları yer değiştirmesidir.

Herakleitos’ta iki temel değişme var; 1. Ateşin, toprak, hava, suya dönüşmesidir. Buna büyük değişme
denir. Her şey belli ölçüdeki ateştir. Bu görüşünde bir yenilik yoktur. 2. Bu görüşü ise yeniliktir. Tikel
nesnedeki değişmeyi açıklıyor. Her nesne zıt unsurlardan meydana getirilmiş. Bunlar birbirlerine hâkim
olmak ister. Değişme bu zıt unsurlardan bir tanesinin nesnenin hâkim konumuna gelmesi, diğerinin de
nesnenin içine itilmesidir. Birisi diğerini yenmiştir. İkisi aynı anda olmuyor. Örneğin saçın beyazlaşması,
yeni bir durum değildir, beyazlık benim saçımda vardı, aktüel haline geldi. Bu anlamda zıt unsurlardan
biri aktüel olarak, öbürü de imkân olarak vardı. İkisi aynı anda ortaya çıkmıyor. Onun derdi bu değil.
Bunu Anaximenes de söylemişti. Herakleitos, bu zıt öğretisiyle ahlak konusuna girer. Onun derdi ahlaktır.
Yaşama felsefesini ortaya koymaktır. Dünyayı ahlak ve estetik açıdan da görmek istiyor. Öğretisinin iki
parçasını buraya monte ediyor.

1.Anlayan ruh

2.Yasaya uygun davranan

Herakleitos, uygun konuşun veya buna uygun yaşayın, diyor. Davranışlarınızı yasaya uygun yapın.
Hayvanlar için fizikî doğa yasası, insanlar için doğa yasası vardır, diyor. Anlamayı devreye sokuyor.
Anlamayan biri için her şey çelişkilidir. İyi ve kötüdür, güzel ve çirkindir, diyor. Üstelik bunlar anlamadıkları
için sadece bir kısmını görür ama tanrıca bakan biri için her şey iyidir. Anlayan insan bu zıtlıkların üstüne
çıkıp her şeyi anlayan bir insandır. Burada doğrudan bir zorunluluk hüküm sürer, diyor. Doğaya uyacaksın
diyor. İnsanlara manevra sahası bırakmıyor. Öbür yandan insanın kişiliği kendi kaderidir, diyor. Yani
kaderimiz bizim tarafımızdan belirleniyor. “Hayat dama oynayan bir çocuktur. Kimini köle kimini kral yapar.”
diyor.

Herakleitos, doğuştan soylu ya da soysuz olunduğuna inanmıyor. Belirli bir ailede doğmuş olmak
sizin elinizde değil, diyor. Bu anlamda insanın yapabileceği bir şey yok. Ama bundan sonraki aşamada
biz kendi imkanlarımızı yapacağız. Önce kaderimizi kabul edeceğiz. Sonra iş bizde başlıyor. Bu aşamadan
itibaren kişiliğiniz kaderiniz olacak, diyor.

Herakleitos, zıtlıkları bütün halinde gör, diyor. Sen akıllı bir varlıksın. Akla uygun davran, diyor.
Akla uygun kaderini taşımaktır. Ölçülü olacaksın. Sana verilen imkanlar üzerinde düşüneceksin. Bunları
kullanırken de elindeki ölçü, adalet, bilgelik, ölçülülük ve yiğitliktir. Bu anlamda sürekli kendini aşmaya
çalışacaksın, diyor.

İnsanların büyük çoğunluğu tutkularının kölesi olur, diyor. En büyük savaş insanın kendisinin nefsini
kırmasıdır. Evrende bir çatışma var. En büyük savaş ise içinizdeki savaştır, diyor.
1- Herakleitos’a göre ahlaklı olmak için insanların evrenin yasasına uymaları gerekir. Evrenin yasası
bize bilge olmayı buyuruyor. Bilgiyi hem toplamak hem eleştirmek hem de bununla yaşamak
gerekir.
2- Diğer yandan adil olacaksın, yani tutkularına hâkim olacaksın. Adaletten şaşmamalısın.

3-Ölçülü olmalısın. Hem konuşmada hem düşünmede hem de davranmada.

4-Yiğit olmalısın. Korkak bir adam bunların hiçbirini yapamaz.

Herakleitos’a göre bütün yasalar ilahi yasaya göre düzenlenmelidir. Bu anlamda şeriatçıdır. Şeriat,
evrende hüküm süren yasadır. Bütün yasalar bu ilahi yasaya göre düzenlenmelidir. Bu da 4 tane unsurdur:
Adalet, bilgelik, ölçülülük, yiğitlik.

Bütün dinlerde bu dört unsur olmadan olmaz. Biz bunlara ek olarak (5) tanrıyı koyabiliriz. Tanrı
yoksa bu dört yasa da çöker gider.
12.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
12. BÖLÜM

2.PARMENİDES’İN DÜŞÜNCELERİNİN ELE ALINMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Parmenides’in ortaya koyduğu felsefe Elea felsefesi olarak anılır. Elea felsefesi elli bir çerçeve içinde
İtalya’daki Pitagoras okulunun fikir olarak bir devamıdır. Organik olarak devamı değildir.

O dönemde felsefe yapabilmek için belli bir güce sahip olmak gerekir. Parmenides de aristokrat bir
aileden geliyor.

Parmenides’ten sonra felsefi düşünce artık etkisi gibi değil, artık yeni düşünüş tarzları ortaya çıkıyor.

Daha öncekiler varolan sorunu üzerinde uğraşırlar. Varolan, mevcut olan bir şeydir. Zaten Elealılar
da bu noktayı yakalayacaklar. Ama ondan öncekilerin açık noktaları vardır. Onların görüşleri; 1. Yokluktan
var olan meydana gelmez. Hiçlikten varlık ortaya çıkmaz. Ya da varolan bir şey yok olmaz. Bunu
değiştirmiyorlar. Yani madde ezeli ve ebedidir. 2. Görüşleri: Herşeyin kökeni tek bir maddeden gelmiştir.
Bir yandan her şey var ve bu tek’ten birden meydana geliyor. Birden çok meydana geliyor. 3. Görüşleri:
Birden çok’a geçişte (kâinat çokluğun meydana getirdiği bir bütündür.) bir değişim vardır.

Kosmostaki her türlü varlığın temel unsuru dört unsurdur. Değişme, ortaya çeşitlilik, yeni bir
şey çıkarıyor. Bu Yunandaki büyük değişme tablosudur. Değişme eskiden varolmayan bir şeyin daha
sonra ortaya çıkmasıdır. Varolmayanın sonradan ortaya çıkmasıdır. Aynı zamanda varolan bir şeyin de
varolmamasıdır. Burada bir çelişki var. İşte Elealı Parmenides burada uygulamalı felsefe yapmaya başlıyor.

Parmenides: Siz bu üç öncülü de doğru sayarsanız çıkan sonuç tutarsızdır, diyor. O halde değişme
yoktur. Öyleyse her şey ezeli ve ebedi ise hiçbir şey vardan yok olmaz, yoktan varolmaz ise, değişmede bir
şeyin kaybolup yeni bir şey olması ise o halde değişme yoktur, diyor. Çünkü ara öncül ile sonuç tutarsızdır.
Mantıksal olarak düşünüyor. Bu dört unsur arasında değişme olup olmadığını kimse sormaz, diyor.
Deneyden gitmiyor, mantıkla gidiyor. Argümanlı düşünüyor. Onların görüşlerini onların temel kabulüne
göre çürütüyor.

Buradan hareketle ikinci konuya geçer: Her şey “bir”se bu nasıl çoğalacak. “bir”den “çok” olmaz,
diyor.

Parmenides Felsefesinin Temelleri:

a) Herşey ezeli ve ebedidir. Yoktan varlık, varlıktan yokluk meydana gelmez.

b) Herşey “bir”dir, sadece “bir” vardır. Bundan hareketle:

c) Değişme yoktur. Buradaki “bir” bir küredir. Toprak, hava, su ateş gibi bir şey değildir.

Değişim problemini Yunan filozoflarının argümanlarına dayanarak değişimin olmadığını kanıtlıyor.


Mantıkça haklıdır. Değişmenin olmadığını kanıtladıktan sonra yapılması gerekenler nelerdir?

Değişme Yunancada kinesis’tir. Kinesis’in anlamları:


1- Mekândaki yer değiştirme (hareket) bir yerden bir yere gitmek.

2- Niceliksel değişme, çoğalıp azalması.

3- Niteliksel değişme, bir şeyin özelliklerinin değişmesi.

4- Temel mahiyetinin değişmesi, başka bir varlık haline gelmesi.

a) Görünüş (değişme) aldanıştır. Görünüş zihnimizin yarattığı bir dünyadır.

b) Gerçek ise değişmez. Gerçeği akılla kavrarız. Aklı olan insan gerçeğin bir olduğunu kavrar. Duyular
(aisthesis) ise aldanıştır. Varolmayan şeyleri varmış gibi gösteriyorlar.
Felsefe Tarihine Getirdiği Problemler:

1- Bir-çok problemi. Bir nesne nasıl oluyor da birçok yerde bulunabiliyor. Bu aşamaya kadar nesne
ile nitelik ayrımı yapılıyor. Elalılardan sonra bu problem ortaya çıkıyor. Elealılara kadar nesnesi
olmayan bir varlık düşünemiyorlar. Elealılardan sonra değişmenin tanımı değişecek ve nesne ile
nitelik arasındaki ayrım belirlenecektir.

Nesne taşıyıcıdır. Bu anlamda bir nesne sadece bir yerde bulunur. Belli bir kütlesi, ağırlığı olan
nesnedir. Bunun üzerinde nitelikler vardır. Nitelik nesneden bağımsız halde bulunamaz. O zaman nesnede
nasıl bulunur?
2- Nesne olmak nedir? Birşeyin mevcut olması ne anlama gelir?

3- Değişme yoktur. Duyusal bir anlayıştır.

4- Görünüş mevcut değildir, sanal bir durumdur.

5- Gerçek ile düşünce özdeştir.

Parmenides’ten sonra felsefe tarihi bir-çok ilişkisini çözecek. Herkes “bir”in (gerçek) değişmez
olduğunu söyler, çokluk değişir. Çokluk görünüştür. Görünüş değişir. Bir olan ise gerçek olanla özdeştir.
Gerçek değişmez ve hakiki olandır, akılla kavranılır. Görünüş ise algıyla kavranılır.

Eleadan sonraki felsefenin en temel problemleri gerçeklik ile görüşü ayırmak ve doğa bilimlerine
giden yolu açmaktır.

Parmenides: “Düşündüğüm her şey vardır, var olmayan bir şeyi düşünemezsiniz ve konuşamazsınız.”
Felsefesinin birinci temeli budur.

Düşünmek bir hüküm vermektir (logostur). Buradaki düşünme psişik anlamda değil. Logos, konuşma,
düşünme ve cümle anlamlarına gelir. Bu da yargıdır.

Konuşmak hüküm vermektir. Hüküm vermek de bir yüklemdir. Böyle bir nesnesi olmayan düşünme
ve cümle konuşma olamaz diyor.

Yanlış hüküm vermek var olmayan bir şeye hüküm vermektir. Var olmayan bir şey hakkında
konuşulamayacağına göre yanlış konuşmak mümkün değildir diyor. Var olmak ile düşünmek arasında
bağ kurmaktır.

Birinci sorusu: Nesne, obje nedir? Felsefenin asıl konusu budur. Nesne ile sadece filozoflar uğraşır.
“Nesne nedir?” ile “Var olan nedir?” aynı şeydir. Nesne sadece fizik olan bir şey değildir. Fizik nesne
ayrı bir şeydir. Nesnenin en temel özelliği mevcudiyetidir. Onun her türlü özelliğini alabilirsiniz. Ama
mevcudiyetini alamazsınız. Nesnenin birinci nitelikleri olan koku, tat, renk. Her nesnenin yüzeyi birbirinden
farklıdır. Yani fizik nesnenin kendisi renksizdir. Böyle bir nesneyi düşünebilirim. Bunu mantıkça ve
teknikçe düşünebilirim. Geriye atınca kütlesi var. Kütlesi bana ait değil, onu ben kendim yapıyorum.
Kitabı kütlesiz düşünebilirim. Kitabı şimdi şekle indirdim. Bu şekli de yok edebilirim. Şimdi artık sadece
kitapla uğraşıyorum. Kitap kavramı bir düşüncedir. Kitap kavramı kalınca onun varlığı kalır. Bir nesnenin
varlığını elinden alamazsınız.

Parmenides’e göre ne kadar ad varsa o kadar nesne vardır. İşte bir nesnenin en önemli özelliği
özelliği, onun varlığıdır, var olmasıdır. Bu noktada ben varolmayan bir şeyi düşünemem, diyor. Nesnelerin
varoluşları hep aynı düzlemde midir?

Bu noktadan bakınca konu hakkında düşünebildiğim her şeydir. Düşünbildiğim herşey de bir
varolandır. Varlık anlamında bunların hepsi aynıdır. Varlıkları değil, varlığıyla uğraşıyoruz. Nesnenin
nitelikleri ile doğa bilimleri uğraşır. Parmenides’in felsefeyi doğa bilimlerinden ayırdığını söyleyebiliriz.

Onun felsefesinin en temel sorusu var olmak nedir? Var olanlar arasındaki fark nedir? Bir kalemin
var olması ile bir sayının var olması arasındaki farkı ayıramıyorlar. Bunu Platon yapacaktır Nesneyi
nitelikleriyle düşündükleri için problemi çözemiyorlar.

1.Düşünebildiğim, hayal edebildiğim her şey vardır.

2.Düşünebildiklerimin, hayal edebildiklerimin dışına çıkmam.

3.Bunlar vardır, ama gerçek midir? Gerçek olsa bile fiziksel olarak gerçek midir? Parmenides,
felsefesini bu yolla çiziyor. Ona göre konu, varolan ve nesne aynı şeydir.

Parmenides: nesnenin en temel özelliği var olmasıdır ama bu var olmasının hangi anlamda olduğunu
söylemiyor. Yani fizik nesne mi, hayal mi, mitolojik, teorik, zihinsel ya da inanma nesnesi olup olmadığını
söylemiyor. Bunların ortak özelliği var olmaktır. Var olmasını sağlayan şey düşünmedir. Yani düşünmek
ile var olmayı özdeş görüyorlar. Parmenides, buradan hareketle felsefesini inşa ediyor. Düşündüğüm her
şey var olandır ve bu da gerçektir. Ama ne tür bir gerçek olduğunu söylemiyor.

Bir nesneyi niteliksiz bir biçimde düşünebildiğimin fikrini bize veriyor. Yıllar sonra matematik
felsefesi, bilim felsefesine giden yolu bize açacak.

Fizik nesnenin hacmi ona aittir. Ama benim algımdan bu nesnenin görünüşü bağımsız değildir. Ama
nesnenin kendisi benim algılamamdan bağımsızdır. Onun görünüşü bana bağlıdır ve benim gördüğüm
görüntüyü benden başkası göremez. Yani fizik nesnenin kendisi algılamaya bağlı değil. Ama onun
görünüşü algılayana bağlıdır. Sayıların mevcudiyeti ne dış dünyada ne de algılayana bağlıdır. Sayıları
algılayan zihinlerden de dış dünyadan da bağımsız varlıklardır. Üçgenlerin varlığı bana bağlı değildir. Bir
üçgenin tasavvuru ile benim tasavvurum aynı düzlemde değildir. Üçgen benim ölümümle yok olmayacak.
Çünkü dış dünyadaki varlıklardan oluşmaz. Her geometrik nesne mekânda inşa edilir. Bunlar zihne ait
değildir. Ama akla aittir. Ama sen akla değil akıl sana hâkimdir. Üçgenler aklın yapısından dolayı zorunlu
icatlardır. Matematik objeler benim onu düşünmem tavrımdan bağımsızdır.

Parmenides: “Varolmayan bir şey düşünülemez” Gerçek ve düşünce özdeştir. Biz gerçeği ancak
akıl yoluyla kavrarız. Akıl sana geldi ve gidecek. Akıl sana aittir. Bize kavramlar dünyasını açıyor. Biz
nesnelerin nitelikleriyle, algısıyla değil kavramıyla uğraşırız. Kavram da aklımın bir icadıdır. Gerçek
ile düşünceyi özdeş kılıyor. Düşünen burada akıldır. Onun gözünde iki tür dünya var: 1. Düşünülebilir
dünya akılla kavranır. Gerçeğin dünyasıdıdr. Varlık gerçektir. Gerçek ise düşünülebilir olandır ve akılla
(noesis) özdeştir. 2. Gerçek olmayan, hakiki olmayan, kendi başına bir mevcudiyeti bulunmayan saha yani
görünüştür. Görünüş bizim duyulmamamızın algılamamızın yani zihnimizin yarattığı bir durumdur. Bu
beni aklımın yarattığı hastalıklı bir durumdur, bir vehimdir. Zihnimin bir hayali ürünüdür.

Cengiz Çakmak’a göre görünüş olması için zemin olmalı. Parmenides’e göre gerçek akılla kavranılır.
Bu dünyada akılla objeler örtüşmüştür.

Gerçekten de görünüşler bir vehimdir. Parmenides için önemli olan kavramlar dünyasıdır. Kavramları
aklım keyfi olarak icat edemez. Her şey bir kurala bağlıdır.

Görünüşler tam anlamıyla bir sanal dünyadır ve bunların gerçeklik zemini yoktur. Gerçekten onların
görüntüsü bana bağlıdır. Bu anlamda tam da yerinde söylüyor. Görünüşler insan dünyasının ürettiği bir
dünyadır. Bu noktada felsefe tarihinde baştan beri su altından giden görünüş ve gerçek ayrımını belirliyor.
Parmenides, algıdan hareketle nesnelerin değiştiğini söyleyemezsiniz, diyor. Görünüş dünyasının sahte
olmadığını ve görünüş dünyasında hareketin sahte olmadığını kanıtlamalıyız.

Nesne nedir? Nesne elle tutulur, gözle görülür demek değildir. Bu tanım bir kısım nesnelerin
tanımıdır, özellikleridir. Elle tutulup gözle görülür olma niteliklerdir. Nitelikler renk, koku, tat, sertlik,
yumuşaklık, şekil, ses ve kütledir. Nitelikleri de kendi içinde ayırmak gerekir. Bazı nitelikler nesnenin
temel özellikleridir, bazıları nesneye yapışıktır.

Bir nesneyi renksiz düşünebiliriz, ama bir rengi nesnesi olmadan düşünemeyiz. Renk muhakkak
herhangi bir şeydir. Kırmızı bir nesne düşünebiliriz ama kırmızılığın kendisini nesnesiz olarak bilemeyiz.
Tek başına gerçek bir varlık olarak onu bilemem. Nitelikler ikiye ayrılır:
1-Birincil Nitelikler

2-İkincil Nitelikler

Birincil nitelikler doğrudan doğruya nesnenin kendisine ait olan şeylerdir. Bir şey gözle görülüp
elle dokunulabilir ise mutlaka belli bir mekânı doldurmalıdır. Onun doldurduğu nesneye başka bir nesne
giremez. Ancak mekan içindeki boşluğa girer. Demek ki nesnenin en temel özelliği yer kaplamasıdır bu
anlamdaki nesneye cisim ya da fizik nesne diyoruz.

İkincil nitelikler renk, koku, tat vb. nitelikler ancak fizik nesnelerin ikinci nitelikleridir. Üçgenlerde
böyle bir ikincil nitelikler yoktur. Nesne fizik nesneden daha geniştir. Masa, ağaç, üçgen; kanatlı at, melek,
bunların her biri bir varolandır. Bu varolanların ortak özellikleri:
1- Cisimlilik yani yer kaplama, sadece masa ve ağaç yer kaplar.

2- Canlılık: ağaç canlıdır.

3- İkincil nitelikleri olanlar masa ve ağaçtır. Kanatlı at bizim hayalimizde yarattığımız objedir.
Cisimsellik ve ikincil nitelikler ancak fizik ve canlı nesnelere aittir.

Bütün bunların hepsinde ortak olan özellik varolmaktır. Üçgenin varolması ile masanın varolması
arasında fark vardır. Bunu Parmenides, Platon ve Aristoteles görecek.

Nesneleri iki noktada kendimize konu ederiz:


1. Bilgisel yönden

2. Varlıksal yönden

Bilgisel yönden bir nesneyi konu etmek, onun ne olduğunu bilmektir. Nesnenin ne olduğunu bilmek
onu bir kavramın altına düşürebilmektir. Nesneyi tanımla kavramla çerçeve içine alıyoruz. Bilgisel olarak
nesne tanımına ve kavramına sahip olduğumuz her şeydir. Tanımına ve kavramına sahip olduğumuz
nesneye şey deriz. Şey herhangi bir şekilde mevcut, nesne ise artık tanımını bildiğimiz şeydir.

Varlıksal yönden nesneye yaklaştığımızda önce reel ya da gerçek nesne diye bir tanım açarız. Gerçek
nesne nedir? Varolabilmek için kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan nesnedir, yani kendi
başına mevcut olan, biz onu düşünsek de düşünmesek de varolmaya devam eden nesnedir. Ne, kendi
başına varlıksa o gerçek nesnedir.

Kendi başına varolan nesnelerin birinci grubuna yer kaplayan varolanları koyuyoruz. Yani hiçbir
insan bulunmasa da bu nesnelerin mevcudiyedi de devam edecek. Bu anlamda bir grup filozof için fizik
nesneler gerçektir. Bunlara fizikolist, realist filozoflar deriz. Bunların dışındaki grupta bazı filozoflar
bunları kabul etmemekte kimi de kabul etmeden gerçek nesneye geometrik ya da kavramsal nesneleri
koyarlar. Mesela üçgenleri düşünmesek de mevcutturlar. Çünkü onlar psikolojik olarak düşünmemizden
bağımsızdır.

Bazı filozoflar soyut dediğimiz bir takım matematiksel geometrik nesnelerin gerçek olduğunu söyler.
Bunlar onları algılamamızdan bağımızdır, derler. Bunlara ideal nesne diyelim. İdeal nesnenin en temel
özelliği yer kaplamamalarıdır, mekânları vardır, ama yerleri yoktur. Mesela Kant matematik nesnelerin
mekânı zamandır, der.
1- Fizik nesneler var. Bunlar cisimselliklerinden dolayı kendi başlarına mevcutlar, ama bunların
ikinci nitelikleri algılayana bağlıdır.
2- İdeal nesneler var. Bunlar fizik bir mekânı kaplamazlar ama en az onlar kadar bir mevcudiyetleri
vardır. Fizik nesnelerle ideal nesnelerin varoluş tarzları farklıdır.
3- Zihinsel nesneler. Birisinin bendeki tasavvurudur. Bu tasavvur kendi başına nesne değil benim
onu düşünmeme bağlıdır. Ben ölünce tasavvurum benimle birlikte ölür. Zihinsel nesnelerin en
önemli özelliği, onları algılayana bağlı olmasıdır. Bunlar varlıklarını benim onları düşünmeme
borçlular. Bunların ikinci özellikleri başkalarına kapalıdır. Objektif değildir. Fizik nesne herkesin
tasavvuruna açıktır, ama zihinsel nesne benden başkasının tasavvuruna açık değildir. Bu anlamdaki
tasavvurlar benim üzerime etki eden fizik nesneye bağlı ama ortaya çıkışları benim algılamama
bağlıdır. Bir de bunu dışında,
4- Hayali nesneler: Yani hayali varlıklar var. İnsan türünün zaman içinde gerek edebiyat gerek sanat
ve gerekse mitoslarda yarattığı varlıklardır. Zihinsel tasavvurum bana ait, ama kanatlı at tasavvuru
bana ait değildir. Bunlar insan zihninin uzun yıllar boyunca yarattığı objelerdir (nesnelerdir).

Nesne deyince elimizde birden fazla elemanı olan bir küme var. Nesne fizik nesne ile özdeş değil.
Fizik nesne sadece duyularımıza, algılarımıza konu olurlar e mevcudiyetleri yer kaplamalarına bağlıdır.
Demek ki nesne kavramı daha geniştir.

5-Dini nesneler.

Bu beş çeşit nesnenin ortak özelliği onların mevcudiyetidir. Bunlar hangi manada vardır? O zaman
sorularımız nesne nedir? Bir nesnenin varolması ne anlama gelir? Nesnelerin varolma dereceleri nelerdir?

Gerçek nesne her zaman varoluşu olan nesne demek değildir. gerçek nesne kendi başına mevcut olandır.
Ama kendi başına mevcut olan her nesne varoluşu bulunan nesne demek değildir. Varoluşu bulunan bütün
nesneler gerçek nesnedir, ama bütün nesneler gerçek nesne değildir.

Bir nesnenin varoluşu olması demek üç boyutun içinde bulunması demektir. Mekân, zaman ve bilgide
bulunması anlamına gelir. Varoluşu bulunan nesneler sadece fizik nesnelerdir. Gerçek nesnelerin ise bir
varoluşları yok. Varoluşun bulunması için hem zaman hem mekân hem de duyumda ortaya çıkması gerekir.
Matematik nesnelerin mekânı, zihinsel mekândır.

Parmenides, düşündüğüm herşey vardır derken bunları hep birlikte düşünüyor, ayrım yapmıyor.

Varolmayan bir şeyi düşünmek mümkün müdür? Varolmayan bir şey hakkında düşünmek öznesiz bir
cümle kurmak demektir. Yunancada özne, yüklem ve kopuks var. Önemli olan varolanın hangi düzeyde
varolduğudur?

Bir şeyin varoluşa sahip olmasıyla varolması başka bir şeydir. Elealı Parmenides’in iki yolu vardır:

1.Ölümlülerin yolu

2.Tanrıların yolu

Ölümlülerin yolu her şeyin öyle olduğunu sananlar, Tanrıların yolu ile de filozofu kast eder, yani
düşünmesini bilenler.

Varlığı düşünmenin iki yolu olduğunu düşünüyor:

1.Hakikat yolu

2.Sanı yolu

Hakikat yolu nous ile kavranır. Sanı yolu ise aisthesis (duyum) ile kavranır. Elealıdan sonra, artık felsefe
yoluna ve rayına oturur. Felsefe yapmanın yolu değişir. Felsefe Parmenides’e kadar çocuksu tavırlarla
yürüyordu. Bundan sonra ise mantıksal argümanlar giriyor.

Elealıdan önce varlığın onların gözünde bir görünüşü vardır. Görünüş değişen, hareketli ve çokluk
gösterir. Varlığın aslı esası gerçeği “bir”di. Ya suydu, ya havaydı ya ateş ya da apeiron’du. Bunlar değişmezdi
hep aynı kalıyordu. Varlığın gerçek kısmını akılla karıyordum. Parmenides ise buradan başlıyor. Ondan
öncekiler hakikat algıyla kavranmaz diyorlardı. Hakikat (su ise) algı da karşıma çıkmıyor. Parmenides algıda
bir problem var diyor. Algıdan hareketle hakikati kavrayamam diyor.
Aklı felsefe yapmanın merkezine koyuyor. Yunan felsefesinde hiçbir şey yoktan var olmaz, vardan da
yok olmaz, görüşü vardır. Temel görüş buydu. O zaman su nasıl su olmayan haline dönüşür, diyor. O halde
değişme olmamalıdır. Parmenides, mantıksal argümanlarla düşünüyor. Onların birinci kabullerine göre
ilkelerini zedeliyor. Varolan bir şeyden başka bir şey meydana gelmez, diyor. Buradan hareketle,

1.Akılla kavradığımız varlık Bir’dir.

2.Akılla kavradığımız varlık değişmez’dir.

3.Akılla kavradığımız varlık çoğalamaz.

4.Akılla kavradığımız varlık hareket edemez. Yani değişmezdir. Çünkü değişim varolan bir şeyin yitirilip
varolmayan bir şeyin kazanılmasıdır. O halde değişme yoktur. Bu noktadan itibaren Parmenides’ten sonra
gelen filozoflara hareketin varlığını mantıksal olarak kanıtlama görevi düşüyor. Elealılardan sonra hareket
nedir? Sorusu bilinçli bir biçimde sorulacak ve bunun izi sürülecek. Hareketi tamamlamak için varlıktan
yokluk, yokluktan da varlık çıkmaz, öncülüne saldıramazsınız, bu öncülü değiştirmek gerekir.

Elealılardan sonraki bir grup,


1. Değişme varlığın yokluk, yokluğun da varlık olması değil, zaten mevcut olan bir şeylerin bir araya gelip
ayrıştırılmasıdır, diyorlar.

Hareketi kurtarabilmek için bu çerçevede kalınca varlık anlayışında monist görüşten çokçu görüşe
geçmek zorundasınız. Onlar, varlığı bizim gibi düşünemiyorlar. O zaman varlığı çoğaltacaksınız.
2. Değişme, zaten mevcut olan bir şeyin aktüel hale gelmesidir. Bunu Herakleitos’un fikirlerinden çıkarırlar
ve bunu en sonuna kadar Aristoteles götürür.

Felsefi tartışmada öncelikli kabuller vardır. Kabullerin doğru olup olmaması sonraki bir olaydır.
Öncüllerle çıkarımlar arasındaki bağlantıda tutarlılık olmalı. En son aşamada doğru olup olmadığına bakarız.
Elalıların,
1- Yönü: Hakikat akılla kavranır. Zaten baştan beri hepsi bunu yapmıştır.

2- Yönü: Değişme yoktur. Çünkü a ve b tanımlarından hareket ederseniz değişme varolan şeyin
varolmayan, varolmayanın da varolan haline gelmesi ise değişme yoktur diyor.

Bundan sonraki filozofların işi bu çerçevede kalınca artık değişmenin varlığını kanıtlayacaksınız. Yunan
dünyasında şimdiye kadar değişmenin kaynağı harekettir. Parmenides’ten sonra artık maddenin canlılığı fikri
kalkıyor. Artık hareket kendiliğinden maddenin içinde değil. Bu fikri son noktasına Demokritos götürecektir.

Filozoflar gözümüzün önünde olanı kanıtlamaya çalışırlar. Felsefenin işi herkesin bildiğini zannettiği
şeyi kanıtlamaktır.

1.Yönü: Değişmeyi kurtarabilmek için Elealı “Varlık BİR’dir” demiştir. Bir şey ezeli ve ebedi ise o vardır,
o birdir. O zaman Elea sonrasına kalan ikinci iş varlık problemi. Varlık üzerinde artık bilinçli şekilde düşünme
izlenir. İki yol var: Ya varlığı çok yapacaklar ya da Aristoteles gibi varlığı kavram düzeyinde düşünecekler.

2.Yönü: duyu dünyası mademki hakikati vermiyor, o zaman aldanıştır. Sanal bir dünyadır. Yani
görünüşler gerçek değildir. Daha sonraki filozoflar görünüşü kurtarmak isteyecekler. Görünüşü kurtarırsanız
doğa felsefesine devam edebilirsiniz. Artık iş görünüşün varlığını kurtarmaktır. Bu problemi de Platon,
Theaitetos Diyalog’unda çözecek.

3.Yönü: Bu noktada artık kendisi argümanlar kuruyor.

1. “Varolmayan bir şey düşünülemez.” diyor. Bu doğrudur.

2.“Yanlış konuşmak varolmayan bir şeyi dile getirmektir.”

Bu iki öncülün ikisi de doğru ise “Yanlış konuşmak mümkün değildir.” sonucu çıkar. Bu Yunan
felsefesinin derdi olacak.

Bu öncüller sonucunda ulaşılan; “Düşündüğüm herşey doğrudur.” Bu problem Yunan felsefesinde anlam
probleminin çıkmasına yol açıyor. Bu öncüldeki varolma kavramı deşiliyor ve bu kavramdan hareketle
sofistlerin felsefesi ortaya çıkıyor.

Gorgias, Elealıların dediği türden bir hakikat yoktur. Olsa bile biz bunu duyularımızla bilemezdik ve
aktaramazdık, demek istiyor.

Yanlış düşünmek objeler arasındaki bağları yanlış kurmaktır, yanlışlık yargıda ortaya çıkar. A, B’dir,
dediğimiz sürece yanlış ve doğru ortaya çıkar. Yanlış konuşmak iki ayrı kavramı birbirine uygun olmayan
bir şekilde bağlamaktır. Platon: Yanlış düşünmek varolmayan bir şeyi söylemek değil uygun olmayan özene,
yüklem bağını kurmaktır, diyor.

Felsefi tutum cümleleri a ve b’dir, formuna indirmeye çalışmaktır. Bunun da adına analitik çözümleyicilik
denir.

Artık Parmenides ile birlikte felsefe bir doğa felsefi olmaktan çıkıp bir metafizik ve ontoloji haline gelmeye
başlıyor. Filozofların konusunu fizik nesneler değil, varolanlar çekmeye başlamış. Varolan nedir sorusu artık
felsefinin gündemindedir. Daha önce fizik nesne, doğa nedir? sorusu vardı. Şimdi ise varlık nedir? sorusu var.
Elealı Parmenides’in felsefesi yolları açmıştır.

Herakleitos ile Parmenides’i birbirine konuşturduğumuzda felsefi yola giriyoruz. Bu iki adamı birlikte
tutabilenler de yol almışlar. Hegel, Nietzsche, Platon, Augustinus gibi.

Elealı Parmenides, Yunan düşünce tarihinde bir dönüm noktasıdır. Artık rastgele konuşma dönemi
kapanıyor, görüşlerimize mantıksal argümanlarla temellendirmemiz gerekiyor. Parmenides’in açtığı yol, belirli
çerçeve içinde Platon’a kadar devam ediyor. Parmenides’ten öncekiler mantıksal açmazlardan kurtulamıyorlar.
Çünkü kitlesel varlık anlayışını değiştiremiyorlar. Parmenides’te varlık soyut değil, kütlesel ve küresel bir
varlıktır. Varlığı dev bir nikel küre gibi düşünüyorlar, dışı yok. Bu anlamda her şey bir doluluktur. Varlık
dediği bir doluluk kümesidir, yani boşluk yoktur.

Bu varlık anlayışını aşabilmenin iki yolu olmuş:

1. Platoncu aşma.

2. Tek tanrıcı aşma, yani bunun dışında tanrı olduğunu düşünmek.


13.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
13. BÖLÜM

Parmenides’in Kabulleri:

1- “Varlıktan yokluk, yokluktan varlık meydana gelmez.” Bu zaten bütün Yunan felsefesinin temelidir.

2- “Varlık birdir.” Zaten herkes ondan önce varlığın kökeninin tek bir madde olduğunu söylüyordu.
“Varlık birse her zaman bir olmaya devam eder.” Ona kadarkilerin hepsi monistti. Bunlardan hareketle:
3- “Varlık değişmezdir.” diyor.

4- “Görünüşler (değişme ve çokluk) yanıltıcıdır, sanaldır.”

5- Düşünmek ile varolmak arasında bir özdeşlik kuruyor. “Düşündüğüm herşey vardır, varolmayan bir
şey düşünülemez.” Diyordu. Bu sorunu da daha sonra Platon çözecektir.
6- Yanlışlığın mümkün olamayacağını onun önerilerinden ortaya çıkarıyoruz.

Platon, Sofist, Theaitetos ve Kratylos Diyalogu’nda yanlış konuşmak sorununu çözüyordu. Sofistler
yanlışın mümkün olamayacağını kendilerine temel olarak alıyorlar. O zaman bilim yapmaya, felsefe yapmaya
gerek yoktur.

Yanlışlık problemini Platon çözecektir. Elealılardan sonra gelen filozoflar özellikle Empedokles,
Anaksagoras ve Demokritos ilk dört sonuçla uğraşıyorlar.

Birinci öncül Yunan dünyasında asla tartışma ve eleştiri konusu yapılmamış, buna dokunmuyorlar.
Dokunabilecekleri, ikinci, üçüncü, dördüncü öncüllerdir. Yani bunların üç temel işlevi var. Üç konuda
iş yapmak zorundadırlar. Bunların birinci işi hareketin var olduğunu, gerçek olduğunu kanıtlamaktır. Bu
aşamaya kadar filozofların gözünde hareket zaten vardır. Bu felsefe tutumuna uygun bir tutum değildir.
Şimdi birinci soru, hareketin kanıtlamasını yapmak.

İkincisi, hareketin kanıtlamasını yaptıktan sonra artık varlık analayışında bir değişiklik olacaktır. Artık
varlığın bir olduğu değil, çokluktan meydana geldiğini kanıtlamak gerekir. Çokluk doğada kendini gösteren
bir durumdur, ama görüşler aldatıcıdır, diyordu.

Üçüncü görüşün belirli bir anlamda gerçekliğini kanıtlamak, varlığını kanıtlamak yani üç temel
misyonları var. Varlık baştan beri iki şekilde ele alınmıştı: 1.Görünüş. 2.Gerçek (Esas)

Gerçek dedikleri ya suydu, ateşti, apeirondu vs. ve bunlar bir maddeydi. Görünüşler ise nesnelerdi. Ama
nesnelerde su, hava vb.yi göremiyorduk. O zaman biz gerçeği “akılla (noesis)” kavrarız. Bu akıl Descartes
sonrası akıl değildir. Görünüşü aisthesis ile kavrarız. Gerçeğin bilgisi epistemedir. Episteme, durağanlıktan
gelir. Bilgide durağanlık olmalı, daha sonraki adı ise kavramlaştırmadır. Görünüşlerde ise akış ardır. Buranın
da malumatı doksa’dır. Doksa da kanaattir, bilgi değildir. bu ayrımı bütün filozoflar yapıyor.

Parmenides’ten sonraki aşamanın adı varlığın ufalanmasıdır. İkinci öncüle saldırıyorlar. Emprik varlık
tek bir varlıktan yapılmamış, birlikten çok’a geçiliyor ve biz hakikati akıl yoluyla biliriz. Ancak görünür
nesnelerde bu dört unsurun (gerçek Epmedokles’te toprak, hava, su, ateştir) görünüş bu dört unsurun
meydana getirdiği nesnelerdir. Mesela ağaç, insan gibi. Empedokles’in bunu yapmasının nedeni:

Geleneksel manada Yunan dünyasında maddeyi meydana getiren dört unsurdur, bu birinci amacıdır.
Sorun şu: Eğer Empedokles tek varlık anlayışıyla toprak suyu meydana getiriyorsa o zaman hepsini birlikte
tutayım diyor. Çünkü amaç değişmeyi de açıklamaktır.

1.O halde birinci amacı, değişmeyi açıklamak.

2.Görünüşleri bir nebze olsun kurtarmak istiyor.

Toprak, hava, su, ateş değişmez olarak, ezeli ve ebedi olarak vardır. Yani hiçbir şey yoktan var olamaz,
yoktan varolamaz öncülüyle birlikte bunlar hep ezeli olarak ardır. Bunların miktarı ne azalır ne de çoğalır.
Varlık çoktur ve varlığı meydana getiren unsurlar ezeli ve ebedi olarak vardır.

Değişme varolan bir şeyin yok olması, yok olanın da varolmasıydı. Empedokles değişmenin tanımını
değiştiriyor. Değişim, dört temel unsurum yer değiştirmesi ya da biraya gelip ayrışmasıdır. Dört unsur değişik
biçimlerde kombinezonlar oluşturur, ama miktarı her seferinde yine aynıdır. Bu kombinezonlar değiştikçe
farklı nesneler ortaya çıkar. (Birleşikte unsurlar gözükmüyor, karmaşıkta ise unsurlra gözüküyor.)

Mesela bir insan toprak, hava, su ve ateşin belli bir oarnda meydana getirdiği bir nesnedir. Eğer o
ölürse kaybolan onun meydana getirdiği kombinezondur. Burada bir problem var. Görünüşü de kuratarıyor.
Görünüş yanıltıcı bir şey değildir. Toprak, hava, su ve ateşin belli oranlarda bir araya gelmesiyle oluşur. Ama
biz bunları duyularla göremeyiz. Görünüşü kırtardı, ama duyulara karşı bir güvensizlik var.

1.Görünüş

2.Değişmeyi kurtardı.

Şimdi bir problem var: Değişme olması için hareket gerekir. Elealılarla birlikte artık madde canlı olarak
görülmüyor. Maddenin kendisi canlı değilse o zaman hareket gerekir. Değişmenin kaynağındaki hareket
aranmalıdır, burada. Bu görüşlerin çoğu yanlıştır, ama tutarlıdır.

Görünüşün artık ontolojik bir zemini var. Hareketin kaynağı konusunda gümlüyor. Empedokles’e göre
hareketin kaynağı sevgi ve nefrettir. Bunlar psişik terimlerdir. Sevgi ve nefreti bir mecudiyet olarak görüyor.
Bunları seçmesinin iki nedeni var:

1.Mitostan kopmayış. Bunlar mitolojik unsurlardır. Ona göre sevgi ve nefret bir hareket ettirici güçtür.

2.Rasyonel bir seçim. Buna göre seven insanların bir arada olduğunu, sevmeyenlerin uzaklaştığını
görmüş. Sevgi, toprak, hava, su ve ateşi bir araya getiriyor, bütünlük olur. Nefret bunları ayırır. Nesnenin
kendisi yani görüntüsü gider ama unsurlar devam eder.

İlk hareket ettirici kaynak mitolojik ve psişik bir durumdur. Emplodoks’e göre toprak, hava, su ve ateş
ve dahi nefretle sevgi bir arada duruyorlardı. Daha sonra nefret yani ayırıcı güç unsurları birbirinden ayırdı.
Ama bu arada sevgi de unsurlar nefret ayırırken bir araya getirdi. Bu bir araya getirme ve de gitme döneminde
nefret ayırıyor ve sevgi bir araya getiriyor. Bu arada unsurlar rastgele ve orantısızca bir şekilde meydana
geliyor. Burada da düşünebildiğimiz bütün nesnelerin parçaları meydana geliyor. Daha sonra sevgi e nefretin
kavgasında birisi bunları birleştirmeye başlıyor ve hilkat garibeleri meydana geliyor. Düşünebildiğimiz
anlamda binlerce parça meydana getiriliyor ve bunlar zamanla bırakılıyor. Zamanda ne oluyor? Bu yaratıkların
bir kısmı çevrelerine uyum sağlayamıyor ve gidiyor. Bu mitos varlıkların onun gözünde nesnel bir temeli var.
Dinazorlar ve benzeri hayvanları görmüş. Onun teorisi iki şekilde yorunlanabilir:

BEŞİNCİ BÖLÜM

ANAKSAGORAS İLE ATOMCU GÖRÜŞLERİN ORTAYA ÇIKMASI

1.ANAKSAGORAS’IN DÜŞÜNCELERİNİN ELE ALINMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Varlık sayısız sayıda küçük tohumcuktan oluşur. Spermata’lardan oluşur. Her nesnenin küçük bir
tohumcuğu vardır. Anaksimandros’un modeline dönüş vardır. Anaksagoras’a göre her şey başlangıçta bir
küre içinde duruyordu. Bütün tohumcuklar duruyordu. Burada iki yenilik vardır: 1-Bu tablo birleşikken
karmaşık hale getiriyor. Değişme spermataların bir araya gelmesi ve ayrışmasıdır, değişik oranlarda. Ancak
doğal dünyada hiçbir şey saf değildir. Mutlaka başka parçacıklar da vardır. Ancak bu tek spermata saf ve
katıksızdır. Çünkü Yunan dünyasında parçalardan meydana gelmeyen nesneler (yalın nesneler) ölümsüzdür.
Bu sebeple nous yani akıl ölümsüzdür.

Doğal nesnelerin hepsi belirli oranlarda katışıklıdır. Sadece akıl (nous) saftır, diyor.

Değişme, bu parçacıkların yer değiştirmesidir. Bunu Herakleitos’tan almış. Kemik, dediğimiz şey kemik
ve ilik parçacıklarından meydana gelmiş. Görünüşle gerçeği neredeyse özdeşleştirmeye çalışıyor.

2.Yenilik: Hareketin kaynağı noustur. Yunan dünyasında insanın düşünmesinde üç yön vardır: canlılıkla
duyulmama ve nous yönü. Nous yönü birkaç filozof tarafından ölümsüz kabul edilecektir.

Spermataların yanı sıra saf, çok duru, çok hassas incelikli tohumlar da vardır. Bunlar noustur. Bu nous
Yunan dünyasında irade ve akıl gücüdür. Hareket ettirici güç olarak görülüyor. Çünkü belirli bir şeyi yapmak
iradeye bağlıdır. Yani nousa belirli bir değer veriyor. Burada Herakleitos’a dayanır. Yeni bir şey söylemiyor,
yeni bir düzenleme yapıyorlar.

Herakleitos: Evrenin amacı, düzeni var. Bu planı yapan da logos’tur, diyor.

Herakleitos’tan önce Ksenophanes vardı: Bir olan Tanrı her şeyi hareket ettirir diyordu. Akıl hareket
ettirir. Bu fikir Homeros Destanları’nda var. Herakleitos’ta evrenin bir gayesi var ve bu amaç da logos
tarafından belirlenmiş.

Anaksagoras,

1.Nousu hareket ettirici güç olarak görüyor.

2.Aynı zamanda nous belirli yerlerde evreni planlıyor.

Hem hareket ettiriciyi biliyor hem de değişmenin bir planlayıcısı olduğunu söylüyor. Bunu ilk defa
yapan kişidir. Buna gayecilik denir. Yani evrenin bir gayesi var. Şimdi insanın amacı bu gayeyi anlamaktır.
Olayları önceden değil, sonradan da anlamlandırabilmek yapılıyor.

Başlangıçta nous bunları hareket ettiriyor. Bunlar dağılıyor ve daha sonra kosmos meydana getiriyor.
14.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
14. BÖLÜM.

2.DEMOKRİTOS’UN DÜŞÜNCELERİNİN ELE ALINMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Demokritos zaman olarak hem Sokrates’ten önceki dönemlerinde yaşamış, hem de Sokrates’ten sonraki
kültür filozoflarındandır. Bu zamana kadar hep doğa ile uğraşılıyordu. Tama bir geçiş adamıdır. Demokritos’ta
hem doğa hem kültür konuları ölçülü olarak işlenmiştir.

Demokritos, felsefe tarihinde en geniş kapsamlı yazardır.

Felsefenin temeli mutlu yaşam, bilgini yaşamıdır. İki tür haz vardır:

1.Bedensel hazlar: bunları ölçülü yaşayacaksın. Bedeni ne ezeceksin ne de çok rahat bırakacaksın.

2.Zihinsel hazlar: kalıcı olan hazlardır. Varlığı temaşa edeceksin.

Demokritos’un eserleri yok deniliyor. Bunun nedenleri şunlardır:

Bugün de aynı problem olan bir dünyadan geliyor. Yunanlı değil Makedonyalıdır. Onun döneminde
Yunan dünyası siyasi anlamda karışıktır. Çünkü Atinalı olmayanları saymıyorlar.

Platon bütün filozoflardan bahsetse de ondan hiç bahsetmiyor. Bu sebeplerden dolayı haksızlığa uğruyor
ve eserleri yok ediliyor. Çünkü gerek Platon gerekse Aristoteles onun eserlerini kullanıyor. Aristoteles ona
karşı çok saygılı. Demokritos’un:

1.Varlık Anlayışı

2.Bilgi Anlayışı

3.Ahlak Anlayışı

Demokritos yahut Elealılardan sonraki felsefenin temel problemi hareketin varlığını kanıtlamak,
görünüşü kurtarmak ve algı dünyasındaki çokluğu ve değişimi temellendirmektir.

Elea Felsefesinde varlık “bir”di ve cisimsel bir küre olarak dşünülmüştü. Yani belli bir mantıksal
argümanlarla varlığın bir olduğu ve varlığın boşluk kalmayacak şekilde her şeyi doldurduğunu düşünüyorlardı.
Tabi böyle bir durumda değişme olmaz.

Elealıdan sonraki filozoflar varlığın çok olduğunu söylemişlerdir. Empedokles sudan toprağın meydana
gelmeyeceğini anlamıştı ama toprak da kemikten meydana gelmez. Anaksagoras bu sorunu gördüğümüz her
şeyin bir tohumu olduğunu söyleyerek aşmaya çalıştı. Ama bu ekonomik değildi sorunlarımızı çoğalttı. Bu
noktada Demokritos sorunu çözmek istiyor. Cisimsel, kütlesel küreyi parçalıyor, en alt düzeye indiriyor. Bu
varlık dediğimiz şey küçük parçacıklardan meydana gelmiştir, diyor. Elalıların söylediği her türlü özelliği bu
küçük parçacığa atfediyor. Varlığı ufalıyor. Varlığın en temel özelliği sıkılık, bozulmazlık, bir yeri doldurma,
değişmez, dönüşmez, ezeli ve ebediydi. Elalıların varlığa atfettiği bütün özellikler bunlardı. Demokritos bu
görüşü paramparça ediyor ve bu özellikleri bu parçalara atfediyor: atom. Kelime anlamı olarak bozulmaz,
parçalanmaz demektir. Varlığı küçük birimlere indirgeniyor. Bu birimlerin özellikleri

1.Sıkılık; ezeli ve ebediliktir. Yani Yunan dünyasının dört ilkesini meydana getiriyor. Ezeli ve ebedi ve
hiçbir güç tarafından yaratılmamış.

2.Varlık sıkılık, doluluk anlamına geliyordu. Bu küçük birimler belirli bir mekanı doldururlar ve onların
mekanına başka bir şey giremez.

3.Bu birimler birbirine dönüşmezler.

4.Bozulmaz ve parçalanmazlar. Başlangıçta ne ise şimdi ve gelecekte de odur. Bu anlamda varlığın


korunumu ilkesi konuyor. Fark olarak yaptığı bu bütünsel varlığı parçalara ayırıyor. Bu arlığın küçültülmüş
hali atomdur. Parmenides’in varlıkla ilgili söylediği her şeyi, DEmokritos atomlar için söylüyor. Atomlar
parçalanmaz, dönüşmez, değişmez, ezeli ve ebedi varlıklardır. Buraya kadar sorun yok. Demokritos bunların
hepsi aynı malzemeden yapılmıştır, diyor. Elealı da bunu söylüyordu. Elealının varlığı içi dolu bir cetvel gibidir.
Demokritos ise bu çuvalın içinden milyonlarca küçük bilye çıkarıyor. Bunların esas önemli özelliği doluluktur.
Yunan dünyasının gözünde birleşik olan belirli unsurlardan meydana gelmiş olan parçalar bozulabilir diyorlar.
Çünkü bunların parçalanamamasının sebebi yekpare olmasıdır. Çünkü atomlar parçalardan meydana
gelmemiştir. Yunanda esas mesele olan boşluk konusunda gündeme geliyor. Elea felsefesinin en büyük
sorunu boşluğun varlığını kabul etmiyorlardı. Boşluk olamzsa bunlar birbirleriyle kaynaşırla e Elealı varlık
anlayışına benzer. İşte Demokritos boşuğun varlığını kanıtlamaya çalışıyor. Boşluğu rölativ yokluk olarak
tanımlıyor. Mutlak yokluğa o da inanmıyor. O zaman arlık doluluk ve boşluktan meydana gelir. Deokritos’un
varlık anlayışı iki temel unsurdan meydana gelir: DOLULUK. Yani küçük parçacıklar ve bu parçacıkların
birbirinden ayrıldığı boşluktan meydana gelir. Demokritos: BOŞLUK, atomun yer almadığı konum demektir.
Demokritos’un dünyasında mekân boş olarak düşünülemiyor, nesnelerle birlikte düşünülüyor. Boşluğa kendi
başına bir varlık ermiyor. Boşluk iki atom arasında yer alan varlık demketir. Biz ise bugün bir yeri nesnesiz
olarak düşünürüz ama nesneyi mekânsız düşünemeyiz.

Demokritoss arlığı parçalıyor ve bunlar arasındaki mesafe boşluktur. Boşluk atomların doldurmadığe
yerdir. Varlık anlayışı, doluluk ve boşluktan oluşur.

Halledilmesi Gereken İki Konu:

Anaksagoras’ın yol açtığı enflasyon: küçük birimler, atomlar sayıca sayılamazlar. Ancak bunların;

a.Hepsi aynı malzemeden yapıl ış bu malzeme ona göre doluluktur. Bir şeyi doldurma. Bu daha sonraki
yıllarda madde olabilir.

b.Bu atomlar birbirlerinden sadece şekilleriyle ayırt edilebilir. Kimisi cilalı taş gibi yuvarlak, pürüzsüz,
kimisi pürüzlü köşeli, kimisi üçgen prizma şeklinde kimisi çengelli, kimisi delikliymiş. Yani bunlar
birbirlerinden şekilce farklıdır.

c.Bunlar birbirlerinden büyükleri bakımından farklıdır. Kimisi daha büyük, kimisi daha küçükmüş.
Demokritos demiyor, ama c ve b şıklarını birlikte düşünürsek d’de hangi özellik farklı olabilir: ağırlık.
Bunu daha sonraki atomcular söyleyecek. Ağırlık konusunu kendisi söylemiyor.

Bu tabloyla varlığı meydana getiren nedir? Sorusuna cevap vermiş oldu. Şimdi kâinat, çokluk nasıl
meydana geldi sorusunacevap erecek. Demokritos’a göre atomlar ezeli ve ebdi bir düşüş, bir hareket
içindedirler. Demokritos, İyonya Felsefesinin geleneğini devam ettiriyor. Atomlar cansız maddelerdir. Canlılık
görüşünü zedeleyen Parmenides’ti. Elealıdan sonra geleneler geçmiştekilerle Elealınınki birleştirecek yeni
bir yol arıyorlar. Demokritos atomlarla beraber bir hareket de ardır. Diyor. Sonsuz bir düşüş var. Öyle bir
düşme ki merkezden yayılıyor. Bu atomlar başangıçta çarpma ve itme (bir araya gelme) ilişkisi içindedirler.
Milyonlarca küçük parçacıklar bir yerlerden düşüyorlar e birbirlerine çarpıyor ve bazıları bir araya gelip
bazıları uzaklaşıyor. Bu noktada ezeli ve ebedi hareket ile atomları aynı zamanda düşünüyor. İkisinin birlikte
ortaya çıktığını düşünüyor. Kendisi farkında olmadan mutlak mekânı da düşünüyor. Böyle bir durumda
yayılma var ve bu durum sürekli olarak vardır. Bu atomlardan bir kısmı öyle bir yapı meydana getiriyor ki
bizim kâinatımız meydana geliyor. O da kâinatı bir kule şeklinde düşünüyor.

Diğer atomlar ne yaparlar? Başka kâinatlar da varolabilir, diyor. Kâinatların sayısını sınırsız düşünüyor.
Kâinatın meydana gelmesinde atomlar kendi aralarında bir araya gelecek yapılar oluşturuyır. Atomlar ve atom
kümeleri. Bu atom kümeleri nesneleri meydana getiriyor. Yeryüzünü tepsi biçiminde düşünüyor. Demek ki
toprak belli atomların bir araya gelmesinden oluşmuş. Daha sonra da belli atomlar suyu meydana getiriyor.
Sonra da belli atomlar gezegenleri meydana getiriyor. Sürekli birbiriyle örtüşen atomlar ateşi, çok hareketli
atomlar güneşi, ayı meydana getiriyor. Bazıları da canlıları dolayısıyla bitki, hayan ve ruhu meydana getiriyor.
Artık herşey aynı malzemeden yapılmış, herşey atomlardan meydana gelmiş. Bu birleştirilmiş bir doğa
felsefesidir. Her şeyi tek bir yapıya indirgiyor. Her şeyin atom bileşiklerinden meydana geldiğini söylüyor.
O zaman herşey birbirlerine benzemelidir. Ama benzemiyor. Demokritos’ta gördüğümüz herşey her nesne,
her varlık atomların birleşmesinden meydana gelmiştir. Ancak nesneler birbirlerinden farklı olduğuna göre
bu durumda farklılığı yaratan şey nedir? Farklı nesne grupları = atom bileşikleri demektir. Demokritos eski
geleneği devam ettiriyor. Onlar da su, toprak diyordu. Bu anlamda daha materyalist değil.

Nesnelerin farklılığı nerede ortaya çıkar?

1-Farklılık atomların birleşme tarzında ortaya çıkabilir. A atomları, B atomları ve C atomları birarya
geldiğinde toprak meydana gelsin. Aynı atomlar farklı şekillerde birleşirlerse su meydana gelebilir. Demek ki
farklı nesnelerin meydana çıkmasının yönü aynı nesnelerin farklı biçimlerde birleşmesidir. Bugünkü kurama
yakın.

2-Farklılığı meydana getiren farklı atom düzenlenişleridir. Benzer atomların bir araya gelmesi farklı
nesneler veriyor.

3-Diğer bir sebep, atomların nesnelerin düzenlenmesindeki konumudur. Aynı atomlar öyle şekilde
düzenlenebilir ki farklı bir nesne verebilir. Demek ki farklılığın meydana gelmesinde değişik bileşikler benzer
atonların bir araya gelmesi (AAAA) ve atomların nesnelerin içindeki konum farklılıklarından dolayıdır.

Ruh atomları da aynı cinsten ama en parlak en cilalı atomlardır. Ruhun açıklanması konusunda klasik
felsefeden uzaklaşıyor, ruh da atomlardan medana gelmiştir. Burada farklılık nerden meydana geliyor?

Homeros’a göre ruh dumandan öeydana gelen bir yapı idi. Herakleitos ateş diyordu ruha ateş ve atom
demek farklı değildir. demokritos atomlarınb gözle görülemeyeceğini akılla bilineceğini söylüyor.

Ruh atomlarının hafif atomlar olduğunu uçuşacaklarını söylüyor. Ruh öldüğü zaman parçalara ayrılır
ve havalanır. Yunan dünyasında ölümsüzlük parçalanmak demektir. Deme ki ölümsüzlüğe inanmıyor, ruh
beden öldğü zaman çözülüyor, dağılıypr ve uçuşuyor. Ruh atomlarının yok olduğunu söylüyor. Demokritos
ruhun ölümlü olduğunu ve parçalara ayrıldığını söyleyen ilk adamdır Yunan’da bu onun ahlak anlayışına da
geçer.

Şimdi değişmeyi anlatmalı ve görünüşü kurtarmalıdır. Demokritos’ta:

a.Niceliksel değişme var (Demokritos’ta aslında bütün değişmelerin kökü nicelikseldir.)

1.Bütün değişmeler atonların yer değiştirmesidir.

2.Bütün değişmeler bir araya gelip ayrışmasından meydana gelir.

Bir nesne büyüyorsa yeni atomlar kazanıyor, küçülüyorsa eksiliyor. Yani atomlar birleşiyor ve ayrışıyor.
Bu durumda nesnenin özdeşliği bozulmaz. Nesne yine aynı nesne olarak kalır. Bu durmumda varlık eksilip
çoğalmaz. Yani varlık ezeli ve ebdei değişmezdir. Değişen varlığın yer değiştirmesinden dolayı kimisi ağır
kimisi hafif kalır.

b.Nesnelerin niteliklerini değiştirmesi. Ağaç yeşidir ve bir süre sonra sarı oluyor nitleiksel değişmeler
nesnenin özdeşliğini kaybettirmez. O zaman niteliksel değişmenim kaynağı yine nicelikseldir. Niceliksel
değişmeler belli bir oranda devam ettiği sürece nesnenin özelliği kaybolamz. Yani özdeşlik devam eder.
Nesnedeki niteliksel değişmeyi görünüşünden anlarız. Niteliğin değişmesi ancak gözlemlediğimiz zaman
ortaya çıkar. Nesnenin niteliksel değişmesi, benim algılamamda yarttığı etkiden ortaya çıkar.

c.Özsel değişme bir nesnenin artık o nesne olma özelliğini yitirmesidir. Bu durumda nesne yok olmuyor,
nesne çözülüyor, başka bir hale dönüşüyor. Özsel değişme atomların ya bütünüyle ayrışarak başka nesne
gruplarına gitmesi ya da atomların en temellerinin yer deiştirmesidir.

Aslında bütün değişmeleri niceliksel değişme ile açıklıyor. Burada demokritos’un getiridği farklı görüş
şu: butrada bütün olaylar fiziksel süreçlerdir. Yani herhangi bir akıl, irade yoktur. Etki tepkilerden başka bir
şey yok. Yani burada mekanik bir fikir getiriyor, Yunan dünyasına. Bu şu ana kadar açıkça söylenmemiş bir
durumdur. Bu anlamda mekanik ve maddeci bir zihniyete sahip.
Başlangıçtan beri Yunan felsefesi varlığı iki biçimde kuruyor:

1.Varlığın aslı. Bu anlamda ona gerçek diyoruz.

2.Bir de bu aslın görünüşü var.

Gerçek yani varlığın aslı akıl ya da düşünme ile kavranıyor. Gönüşü ise algı, duyum (aisthesis) ile
kavranıyor. Bu noktada da hemen hemen hepsi sofistlerin bir kısmı hariç varlığın, gerçeğin akılla kavranılacağını,
esas olanın bu olduğunu söylüyorlar. Ancak parmenides ile birlike görünüş varlıktan kopartılıyor. Bizim bir
hayalimiz olarak görüyordu. Demokritos, bu ikisini birleştirmek istiyor.

Demokritos’a göre varlığın aslı atomlar ve atomların düzenlenişleridir. Gerçek atomların düzenlenişinden
meydana geliyor. Ben atomları algılarımla, duyumlarımla algılayamam, idrak edemem, doğrudan doğruya
algıma konu yapamıyorum. O zaman görünüş nasıl ortaya çıkar? Bunun antik temeli nedir? Çünkü
Parmenides’te görünüşün kendi başına bir mevcudiyeti yoktu. Sadece akıldan gitse Elealıların durumuna
düşer. Aklın önemli olduğunu söylüyor. Hakikat, atomlardır ve akılla kavranır. Ama duyumlarda bize
yardımcı olur. Akıl ile duyumlar arasında bir uyum yapmak istiyor.

Görünüşün ortaya çıkması için önce nesne olmalı. Nesne atomlardan meydana gliyor. Bu nesne fizik
nesnedir. Atomlar nesnenin esasıdır. Görünüşün ortaya çıkması için ikinci koşul algılamadır. Demek ki algı
da gerekir. Yani bir bilinç, zihin gerekiyor.

Demokritos, görünüş, nesnenin fizik yapısının benim duyu organlarım üzerinde etkisinden meydana
gelir. Ben atomları göremem ama atomlar benim üzerimde bir etki yaratıyor. Bu etkiden dolayı da görünüş
ortaya çıkar. Burada nesnenin iki temel özelliğinden bahsediyor. 1-Nesnenin kendisi. 2-Benim oraganlarım
üzerindeki etkisi. İkinci nitelikler algılayana bağlıdır. İkinci nitelikler ona göre renk koku, sertliktir. Bunlar
uzlaşımsaldır. Doğrudan doğruya nesnenin kendisi değildir. Benim üzerimdeki etkisinden dolayıdır.
Deokristos’un görünüş dediği eidoa’dır. (suret) nesnedeki atomlar benim gözüme etki yapıyor ve görme oluyor.
Burada fiziksel bir açıklama yapıyor. Ölçüm ve deney yapamadığından dolayı görünüşü akılla kurtarıyor.
Yunan dünyasının en büyük eksikliği deneysel denetleme olmadığı için akılda kalıyorlar. Demokritos, bu
görüşün tam tersi bir biçimde ahlak anlayışı getiriyor.

İdealist ahlak anlayışı var. Bilgeliğin insanı mutlu edeceğine inanıyor. Yunanlılar bilgiyi bizim gibi
anlamıyorlar. Bilgi bizim için bir güçtür, yarardır. Yunanda bilginin iki temel yönü var: birinci keyif yönü.
Bilmek için bilmek. Bu önemli bir şeydir. Başlangıçta temel bilgi anlayışı budur. İkinci yunanda bilgi pratik
hayatı mutlu kılmalı. Yani bireysel anlamda sizi mutlu kılmalı. Bu anlamda buna yaşama bilgeliği diyoruz.
Bu Yunan sophia’sının en önemli yönüdür. Hayatın önemi ustalaşmaktır. Buradaki önemi hayatı mutlu,
uyumluve huzurlu bir biçimde yaşamamızdır. Bunun için de Yunan bilgeliğinin temelinde yaşama bilgeliği
yatar. Bu da hayatı bütün olumsuzluklarına rağmen sırtlayıp götürmketir. Demokritos da bilgece, ölçülü ve
dengeli olmak gerektiğini söyler. Bu da azla yetinmek, ölümden korkmamaktır. Kendini her türlü zorluğa
alıştıracaksın, diyor. Bu sebeple sizin hayatınızı anlamlandırmanız gerekir.

You might also like