Professional Documents
Culture Documents
Zeynep Direk*
' Jean-Pierre Vemant, Les origines de la pense'e grecque. PUF 1990, s. 100.
212
açıklama biçimlerini terkedip “rasyonel düşünce” ile iş görmeye
başlamışlardır. Vazgeçtikleri şey görüngüleri ölümsüz, doğa üstü
tanrıların arasında olup biten olaylara, savaşlara, uzlaşmalara dayanarak
açıklama biçimidir. Vernant’a göre presokratikler ilk “fizikçilerdir” ve
onlarin yaptıkları açıklama varhğın bütününün “pozitif ’ bir açıklamasıdır.
Vernant’ın aktardığı bu argüman onun kendi argümanı değildir elbette,
oldukça klasik bir yaklaşırndır ve]. Burnet tarafından temsil edilir.
Bu argümanı Heidegger’e dayanarak sorgulamak mümkündür. Heidegger
onu, Eski Yunan’a modernliğe ait kavramlarla bakarak Thales,
Anaksimenes ve Anaksimandros gibi düşünürlerin yaşadığı varhk
deneyimini çarpıttığı için eleştirecektir. l) Mitle felsefe arasında yapılan
ayrım, felsefi düşünce “rasyonel açıklama”, “bilimsel açıklama” gibi
terimlerle nitelendiği için sorumludur. İlkin “rasyonel açıklama” denen
şeyin tarihsel kaynağında logar kavramı bulunur. Ama logo: ile “rasyonel
açıklama” arasındaki hermenötik mesafe oldukça uzaktır. 2) “Bilimsel
açıklama” gibi bir kavramı presokratiklere ilişkin olarak kullanmak,
onların bizim anladığımız modern anlamda, hatta Aristoteles’in anladığı
anlamda “bilim” yapmadığını yeterince ciddiye almamaktır. Öncelikle
presokratiklerin pin/Jir kavramına bakıldığında ortaya bambaşka bir doğa
anlayışı çıkar. Öyleyse “fızikçilik”, “pozitiflik” gibi kavramlar presokratik
düşünürleri yanlış temsil eden kavramlardır.2 3) Presokratik düşünürlerin
evrenin oluşumuyla ilgili mitolojik açıklamalardan ne kadar koptukları
şüphelidir. Presokratikler hala doğanın kutsallıktan kopmadığı bir çerçeve
içinde bulunurlar.
8 Bkz. Robert Bemasconi, “Hegel Ashanti Mahkemesinde” Irk Kavramını Kim İcat
Etti?, Metis 2000.
218
karşılaşma, Alınan İdealizminin kendi terimleriyle olmuş bir
karşılaşmadır—Batı Hint’le bütünüyle yabancı, anlamadığı bir düşünce
gibi karşılaşmarmştır.9
Din ile felsefe arasında bir sınır çizgisi çekildiğinde, gündeme nedense
hep ilk önce Hint geldiğinden bu konu üstünde biraz durmak istiyorum.
Hegel Felsefe Tarihi Üstüne Derslerw’de Hint felsefesinin gerçekten
“felsefe” olup olmadığını tartışmış ve Hint felsefesinin Hint dininden
amaçları bakımından ayrı olmadığını söylemiştir. Bu amaç insanın hayatta
çektiği acılardan kurtulmasıdır. “Doğu Felsefesi” adh bölümü yazdığında
Hegel’in elinde bulunan Friedrich Schlegel’in yaymladığı “Hint Dili ve
Bilgeliği Üzerine Deneme”“ o zamanlar Hint üzerine yapılan araştırmayı
derleyen, yeni bir biçimde sentezleyen bir eserdir. Schlegel, Hint
felsefesinin bütünüyle Eski Yunan felsefesine eş koşulrnasını
onaylamadığı halde, Hint Edebiyatına Eski Yunan edebiyatına verildiği
kadar değer verilmesi gerektiğini söylemektedir. Ona göre, nasıl 15. ve
16. yüzyıllarda Eski Yunan kültürünü yeniden canlandıran bir Rönesans
olmuşsa, 19. yüzyılda da bir Hint Rönesansı olrnahdır. Sanskritçe,
Schlegel’e göre son derece felsefi bir dildir. Hegel ile Schlegel arasındaki
bir fark da şudur: Schlegel, Batı’daki tüm felsefenin Hint’ten
kaynaklandığını öne sürdüğü halde Hegel, Hint ile Avrupa arasında felsefi
bir bağ olduğu görüşünü reddeder. Böyle bir bağ varsa bile, yazılı
kaynaklar buna tanıklık etmediği için bu ilişki, “felsefe öncesi” olanın
statüsünde kahr.
Hegel, Hint felsefesinin Hint dininden doğduğunu ve Hint dinini içinde
taşıdığını vurgular. Bu noktada Aydınlanma’yı izlediği için, ona göre Orta
Çağ’da yapılan felsefe de bir Hıristiyan dogmatizrni olınaktan öteye
gidemez. Hegel için Hint felsefesi Hint dini demektir ama buna rağmen
'2 G.W.F. Hegel, “Über die unter dem Namen Bhagavad-Gita bekannte Episode des
Mahabharata von Humboldt,” Berliner Schriften 1818-1831, Theorie Werkausgabe,
cilt 11 (Frankfurt: Suhrkamp, 1976).
'3 Thomas Colebrooke’un bu makalesi için bkz: Essays on the Religion and
Philosophy of Hindus (Delhi: Indological Book House, 1972, ss. 143-64.
220
imkanına açık olduğunu söylemek mümkündür.”14 Bugün Hind
düşüncesini hiç tereddüte düşmeden felsefe olmayanın tarafına koymak
Hegel’in gerisine düşmektir.
Hint felsefesinin felsefe olmadığını söyleyen argümanın görmezden
geldiği önemli bir husus da şudur: Hint felsefesinin iddiası yalnızca dinin
gereklerini yerine getirerek kurtuluşa ulaşılamayacağıdır. Hint felsefesinin
kurtuluşa ulaşma yöntemiyle Hint dininin kurtuluşa ulaşma yönterrıinin
farkh olduğu ortadadır. Hegel Felsefe Tarihi Üstüne Dersler’de yaptığı
Sankya Yoga tartışması bağlamında, Hint düşünürlerinin gözünde dinsel
ritüelleri yerine getirmenin, kurban vermenin yeniden dünyaya gelmekten
kurtarmadığını, buna ancak felsefi düşünceyle ulaşılabileceğinin altını
çizmektedir. Dinin amacım dinsel yaşam değil, felsefe yerine getirir.
Hegel’in göremediği en önemli şey, belki de yeniden doğum düşüncesinin
felsefenin toplumsal anlamda dinsel yaşama koyduğu mesafeyi
gösterdiğidir. Yeniden doğum düşüncesi bilgeliği, kendini bilmeyi o kadar
önemser ve yükseltir ki, yeniden doğum doktrini bilge olmaya bir ömrün
kafi gelmediğini söyler adeta. Hint felsefesine göre, kurtuluşa ulaşmak
için atman ile brahman arasındaki birliği idrak etmek gerekir ki, bu da bilge
olmaktan, kendini bulmaktan ve ampirik benliğin aşılmasından geçer.
Felsefenin neden Eski Yunan’da başladığını açıklamak için öne sürülen
daha naif başka bir argüman da şudur: Eski Yunan’da demokrasi vardı.
Fikirlerin kamusal alana çıkarılıp rahatça tartışılabildiği bir atmosfer vardı.
Böylece ritüele bağlı olmayan bir bilme biçimi çıkabildi ortaya. Bunun
için fizikçi filozoflar, dinin ritüeller dünyasını kolaylıkla gözardı
edebildiler. Bu argüman dini, mitik düşünceyi ve despotizmi bir yana,
bunların tam karşısına da felsefeyi ve demokrasiyi koyup, felsefenin
başlangıcını bu kez politik bir argümanla, Eski Yunan’la sınırlamak
istemektedir. Felsefenin başlangıcını demokrasiye bağlayan argümanın da
en önemli savunucusu Hegel’dir. 0, Adam Smith’in de kullandığı bir
argüman aracılığıyla felsefenin neden bazı yerlerde ortaya çıkmayıp başka
yerlerde ortaya çıktığını açıklarken, Doğu’da felsefe olamayacağını, zira
felsefenin ancak tarihte bir takım siyasi kurumların yanısıra ortaya
çıktığını ve bu kurumların da yalnızca Batı’da bulunduğunu ilan eder.15
'6 Bkz. M. L. West, Early Greek Philosophy and the Orient (Oxford, Oxford
University Press, 1971).
" Robert Bernasconi, “Philosophy’s Paradoxical Parochialism: The Reinvention of
Philosophy as Greek”, Cultural Readings o f Imperialism: Edward Said and the
Gravity of Histor_v_, yayınlayan Keith Ansell-Pearson, Ben-ita Parıy and Judith
Squires, ( Londra: Lawrence & Wishart) s. 212.
'“ A.g.e., s. 218.
'9 Martin Bemal, Black Athena : The Afroasiatıic Roots of Classical Civilization,
Cilt I, (Londra: Rutgers University Press 1985)
223
cemaati, Eski Yunan’ın rui generi: bir uygarlık olduğuna inanmayı tercih
etmişlerdir. Bilimin ilerlemesiyle, yeni olguların ortaya koyulmasıyla mı,
yoksa bir “paradigma” değişikliği olarak mı açıklayacağız bunu? Martin
Bernal’in tezi bunun bir paradigma değişikliği olduğudur. Onsekizinci
yüzyılın son çeyreğinde Yeni Model geçerli olmuş, entelektüel cemaat
Eski Yunan uygarlığının Batı’dan gelen işgalin sonucu olduğuna
inanmıştır. Martin Bernal’e göre Eski Model, antik çağ çalışmaları
alanında yeni gelişmelerin ortaya çıkması yüzünden gözden düşmerniştir;
yürürlükte olan dünya görüşüne uyum sağlayamadığı için bir yana
atılmıştır. Başka bir deyişle, ondokuzuncu yüzyılın ırk ve ilerleme
paradigmalarıyla uzlaşmadığı için terkedilmiştir. Eski Model’in tahribatı
ve yıkılması, bilim tarihçilerinin “dışsal sebepler” dediği şeye
dayanmaktadır.
Bernasconi’nin hatırlattığı çok önemli bir nokta şudur: Onsekizinci
yüzyılın başında yaygın olan felsefe anlayışı neydi? Bu tarihte felsefe tarihi
bir tür kültürel çoğulculuk modeli çerçevesinde okunuyordu. Bu
dönemin en önemli felsefe tarihi kitabı Brücker’in Historia Critim
Pbilamp/yı'ae adh eseridir.20 Bu eser İbranilerin, Kaldelilerin, Perslerin,
Hintlilerin, Eski Arapların, Fenikelilerin, Mısırlıların, Etiyopyalıların,
Keltlerin, Etrüsklülerin ve Eski Romalıların felsefelerini gözden
geçirdikten sonra Yunan felsefesine geçiyordu. Brücker’in önerdiği şey
felsefede bir tür eklektisizmdi. Diderot’nun ansiklopedisindeki
eklektisizm tanımı Brücker’in felsefe anlayışına ışık tutar, çünkü ondan
kaynaklanır: Eklektik filozof, zihinlerin çoğunu tabii hale getiren
önyargıların, geleneğin, antikitenin, evrensel kabulün üstünden atlayabilen
fılozoftur. Bu sıçrama yeteneği sayesinde, eklektik, kendi kendine
düşünmeye cesaret eder. Farklı felsefelerdeki ilkelere geri dönerek onları
tartışırken, yalnızca deneylerini ve aklını dikkate alır. Uğraştığı felsefeleri,
hiçbirini ayrıcalıklı kılmadan çözümler ve böylece kendine ait tikel ve
domestik bir felsefe yaratır. Onun derdi, insan ırkının hocası olmak değil,
öğrencisi olmaktır. Başkalarını reforme etmekten çok kendini reforme
etmektir. Brücker, moden felsefenin eklektik bir felsefe olduğunu
düşünür ve bu yüzden onu ekollere bölmeye bile yeltenmez. Ona göre
Bruno, Bacon, Campanella, Hobbes, Descartes ve Leibniz eklektik
“ A.g.e.
226
yorumlamışlardır, esas olan onu değiştirmektir.” Sanki felsefe tek tek
filozof kişilerin dünyayı, gerçekliği algılayış biçimiyrrıiş ve bu algılayışlar
ne kadar çok kişi felsefe yaparsa o kadar çoğaltılabilirmiş gibi. Felsefeyi
böyle anlarsak o zaman “iyi ama bu ne işe yarıyor?”, “bu yorumlamanin
bir amacı yok mu?” ya da “yalnızca kişinin kendisine mi bir faydası
oluyor?” gibi soruları sormak kaçınılmaz görünüyor. Elbette Marx’ın
burada belli bir anlayışı, eklektik felsefe anlayışını hedeflediğini ve
eklektisizme karşı olan Kant ve Hegel çizgisini sürdürdüğünü söylemek
için yeterli dayanağırnız yoktur ama bundan da kuşkulanmak gerekir.
Hegel kendisinden ve belki de Kant’tan önce gelen felsefenin şekilsizliği
ile savaşır. Bu şekilsizliği felsefeye bir gelişme duygusu kazandırarak
aşacaktır. Bunu da, çağdaşlarından gördüğü felsefeyi bir anlatı haline
getirme pratiğini benimseyerek başarır. Hegel Kant’tan aldığı “gelişme”
fikrini ileriye taşımıştır, ama onun “kozmopolitanizm” fıkrini
paylaşmamıştır. Anlatısını, tarihi kimlikler üstünden kurgulamiştır,
özellikle de Eski Yunan ve Alman kimlikleri üzerinden. Bu kimliklerin
nasıl kurulduğunu görmek için Martin Bernal’in “Yunan Dostluğu”
bölümünü okumakta fayda var. Sonuç olarak, Kant’ın felsefesinin de
Hegel’in felsefesinin de vardığı sonuç aynıdır: İkisi de eklektisizmi
reddederek Avrupa felsefesinin önde gelirliğini güvence altına almıştır.
19. yüzyılın başında Avrupa’da verilen bir karar sonucunda, 20. yüzyılda
Avrupa’da “Batı felsefesi” bir pleonazm—sözcük fazlası olan ifade—
haline gelmiştir. Schopenhauer ve onun gibi birkaç düşünürü bir yana
koyarsak, 19. yüzyıldan sonra Hint ve Çin’e ait düşünceler, kaale
alındıkları zaman bile “felsefe” muamelesi görmezler. Bunun anlamı
şudur: Bu düşünceler, felsefenin geçmişteki gelişimini ve dolayısıyla da
geleceğini anlamak için hiçbir işe yaramazlar. “Nasıl oldu da 19. yüzyılda
oldu bu?” diye sorarsak yine Bernasconi’ye dayanarak şunu söyleyebiliriz:
Kant’ın felsefesi Avrupalılara felsefenin ne olduğu, ne olması gerektiği
hakkında bir standart sunmuştur. Kant’ın 18. yüzyılda ortaya çıkan felsefi
eseri, 19. yüzyılın felsefeye bakışını belirlemiştir. Bu modele uymayan her
düşünce “felsefe olmayan”ın tarafında kalır.
Bernascorıi’ye göre, bu kanonu sorgularken ve onsekizinci yüzyılın
sonunda felsefeden dışlanmış olan kültürel felsefi materyali yeniden
felsefeye dahil etmeye çalışırken yapılması gereken şeylerden birisi de,
modernitenin başlangıcına dönerek Avrupa’lı filozofların varlığından bile
haberdar olmadıkları ya da çok az bildikleri felsefeler karşısında nasıl
227
davrandıklarına bir göz atmaktır. Örneğin, 1 Ching, Yoga Sutra,
Bhagavadgita, Hermetica karşısında Avrupah düşünürlerin gösterdikleri
tepkiler hiç de o kadar basit değildir. Anlattığımız hikaye, yalnızca
Avrupalı filozofların Avrupa merkezciliklerine işaret etmekle sınırlı
kaldığında, Batı kültürünün Doğu ya da başka kültürlerle karşılaşmasını
fazlaca basitleştirmiş oluruz.27 Avrupalılar Avrupah olmayanı içlerine
almaya, kendilerinin kılmaya çalışıyorlar, ama karşılaşmayı kendi
terimleriyle belirleyebildikleri sürece geçerli oluyor bu. Batı felsefesiyle
diğer felsefeler arasında gerçek bir diyalog olabilmesinin imkanı, bu
karşılaşmalarda yaşanan şeyi ve kurulan ilişkileri doğru betimleyerek
oluşturabiliriz.
III-Yunan dostluğu
Kara Athena’nın “Yunan Dostluğu” bölümünde Martin Bernal, 1790 ve
1830 yılları arasında Protestan Kuzey Almanya’daki entellektüel gelişim
üstünde durmaktadır. Bu dönemde Friedrich August Wolf tarafından
Antik Çağ bilimi (Altertumwiı'remcbay’î) kurulur ve Wilhelm von Humboldt,
Antik Çağ çalışmalarını eğitimin çekirdeği haline getiren reformunu
gerçekleştirir. Bu reform etik ve estetik nedenlere dayanır. Eski Yunan’ı
çalışmanın amacı onu bilmek değildir, önemli olan eğitim sürecinin
kendisidir. Bu süreçte Alman ve Eski Yunan kimlikleri arasında bir
yakınlık kurulur—aslında hem Alman hem de Eski Yunan kimliği inşa
edilmektedir. Yunanlılar yalnızca tarihsel araştırmanın nesnesi değildir,
onlar tarihin çemberinden çıkıp, tarihi aşmışlardır çünkü araştıranın
onlarla ilgileniş biçimi, onların kaderlerini belirleyen olayların tarihsel
olarak açıklanmasıyla sınırlı değildir. Dünyanın başka halklarına ve
kültürlerine uygulanan standartlar onlara uygulanmaz, çünkü araştıranın
araştırılanla özel bir ilişkisi olduğunu hesaba katmalıdır. Yunanlıların hem
sanatsal hem de felsefi açıdan tanrısallaştırılmalarının sebebi, araştıranın
olmak istediği şeyi onların üstünden anlatıyor olmasından kaynaklanır. Bu
yüzden, birçok işgalden ve kültürel alışverişten, dilsel ve ırksal
karışmadan söz eden Eski Model gitgide daha tahammül edilmez hale