You are on page 1of 14

1.1.

Mantığın Kelime ve Terim Anlamı


1.2. Mantığın İlkeleri
1.2.1. Özdeşlik ilkesi “A,Adır”
1.2.2. Çelişmezlik İlkesi “A,A olmayan değildir”
1.2.3. Üçüncü Şıkkın İmkânsızlığı “Aristotoles; bir şey ya vardır, ya yoktur, bunun ortası olmaz”
1.2.4. Yeter-Sebep Prensibi “Leibniz” “her şeyin bir sebebi vardır” ilkeleri a;sebeplilik b;amaçlılık
1.3. Mantığın Konusu “Tasavvur;bir şeyin zihindeki karşılığıdır. Tasdik;iki terimi yaklaş-uzaklaş. onaylamak
1.3.1 tasavvurat “terimler yani beş tümel(İsagoci) ve kategoriler (Kitabu’l-Makulat)”
kategoriler (Aristo’ya göre); cevher, nicelik, nitelik, görelik, zaman, mekan, durum, sahip olma, etki ve edilgi
beş tümel ; cins, ayrım, tür, hassa ve ilinti
1.3.2 tasdikat “Önermeler (Perihermenias/Kitabu’l-İbare), Kıyas (I. Analitikler/Kitabu’l-Kıyas), Burhan (II.
Analitikler/Kitabu’l-Burhan), Cedel (Topikler/Kitabu’l-Cedel), Hitabet (Retorik/Kitabu’l-Hitabe), Şiir (Poetika/Kitabu’ş-Şi’r),
Safsata (Sofistik Çürütmeler/Kitabu’s-Sufistika)

2.1. Mantığın Amacı amacı, tanım ve kıyasın doğru olanını yanlış olanından ayırt etmektir; diğer bir ifade ile düşünürken
yanlışa düşmekten kişiyi alıkoymaktadır
2.2. Mantığın Önemi ve Uygulama Alanları Pratik hayatta, bilim alanı, teorik alanda, felsefi alanda
2.3. Mantığın Faydaları İbn Sina mantığın faydasının, doğru tanım ile doğru kıyısı, bunların çeşitlerini, ayrıca yanlış tanım ile
yanlış kıyası ve bunların çeşitlerini bize öğretmek olarak kabul eder. Farabi ise mantığın hataya düşmenin mümkün olduğu
bütün hususlarda düşünce kuvvetini doğru yöne sevk ettiğini ifade ederek, Gazali’de olduğu gibi mantığı, bilgilerimizin
doğruluğunu kontrol etmek için bir teraziye benzetir. Ayıca Farabi’ye göre mantık, aklı düzeltmeğe ve yanlış yapılması
mümkün olan noktalarda insanı doğruya yönelttiği gibi, yanlış yapan bir kimsenin ma’kullerde yanlış yapıp yapmadığından
emin olması için bir takım kanunlar vererek kontrol görevi yapar. Ebu Bişr Matta (870-940) ile Ebu Said el-Seyrafi (893-979)
arasında geçen mantık ve gramer ile ilgili bir tartışmada Matta da, mantık ile doğru sözün yanlış olandan, doğru anlamın da
yanlış anlamdan ayırt edilebileceğini ifade ederek mantığı bir teraziye benzetir

3.1. Mantığın Tarihçesi mantığın m.ö. 4. y.yılda sistemleştiğini görüyoruz. Aristoteles öncesi Grek dünyası isimler; Thales,
Anaxsimenes, Parmenides, Heraklit, Anaxagoras, Demokritos, Parmenides, Zenon, Herakleitos Pretogoras, Sokrates
3.1.1. Aristoteles’te Mantık aristotoles mantık ifadesini değil “analitik” ifadesini kullanmıştır. Mantık ifadesi ilk defa
Stoacılar tarafından kullanılmıştır, eserleri; Kategoriler(Katigorias), Önermeler (Peri-Hermeneias), I. Analitikler(I.
Analutika /Kıyas),II. Analitikler(II. Analutika/Burhan), Cedel (Topika), Sofistik Deliller(Sofistika), Hitabet (Retorika), Şiir
(Poetika). Aristoteles’in bu eserlerine Porphyrios’un İsagoci adlı eseri de eklenerek mantık külliyatı toplam 9 eser halinde
kabul edilir
3.1.2. Batıda Mantık İlk defa Beotius (470-525) Aristoteles’in Kategoriler ve Önermeler adlı eseri ile Porphrios’un
İsagoci’sini tercüme etti. Albertus Magnus ve Aquino’lu Thomas etkili olmuş önemli isimlerdendir. Bacon ve Descartes’in
metot konusu üzerinde önemle durmaları üzerine, metot konusu mantığın bir bölümü olarak kabul edilmiştir. 17. y.yılda Port-
Royal mantığında metot konusu çok sistemli bir şekilde ele alındı. Bacon, tümevarımı öne çıkararak deney ve gözlemin
önemi üzerinde durmuştur. Ortaçağda Avrupa’da Aristoteles mantığının önemli temsilcileri arasında Albert 
Magnus (ö. 1280), Thomas Aquinas  (ö.  1274), Duns  Scotus  (ö.  1308)  ve Ockhamlı William  (ö.  1347)
zikredilebilir.Ortaçağda  Batı’da  Aristoteles’in  mantık  anlayışı  bağlamında  klasik  mantık hakim olmuştur. 
Yeniçağın doğa bilimi anlayışı çerçevesinde F. Bacon (ö. 1626) ve benzerleri, kıyasa karşı koymuş, onun yetersizli
ğini  iddia ederek  tümdengelime karşı  tümevarım  yolunu  savunmuştur.  Bunlara  göre,  Aristotelesçi  kıyas, 
varolanları  tekrar eden  bir  düşünme  yöntemi  olarak  bilimin  ispat  yöntemi  olamaz.  Bu  nedenle . 
Aristoteles  mantığının  yoğun  eleştirilere  maruz  kalması  ve  gözden  düşmesi,  Batı’da “Sembolik  mantık”ın 
gelişmesine  yol  açmıştır.  Leibniz,  bu  alanda  bir  takım çalışmalar başlatsa da asıl sembolik mantık 
çalışmaları, De Morgan  (18061876) ve özellikle de Boole (18151864)  ve  Stanley  Jevons  (18351882)  ile 
başlamıştır.  Bu  kişiler,  matematiği  örnek alarak  mantığı  yeniden  kurmaya  çalışmışlardır;  mantığı  matematik 
gibi  sembolleştirerek modern mantığın temellerini atmışlardır. Klasik mantığı matematikle 
temellendirmenin yetersiz kalması  sonucu bazı mantıkçılar, yeni  bir  matematik  ve  mantık  arayışı  içine 
girdiler.  G.  Frege  (18481925),  matematiğin mantıktan  çıkartılabileceğini  öne  sürerek  sembolik  mantık 
çalışmalarına  hız  verdi.  Rusell (18721970) ve Whitehead’in (18611947) çalışmaları da 
lojistik denen yeni bir mantığa yol açtı. Ayrıca Lukasiewicz (18781956), üç değerli mantığı geliştirdi. Reichenbach 
(18911953) ise, sonsuz sayıda doğruluk değerli olasılık mantığını kurdu. J. Neumann (19031957), W. J. Bochenski 
(1902), ve K. R. Popper (19021994) gibi mantıkçılar da mantığa önemli katkılar
3.1.2. İslam Dünyasında Mantık Yunan  mantık  eserlerini  Arapça’ya  tercüme  eden  en  önemli 
isimlerden bazıları şunlardır: 1. Abdullah ibn elMukaffa (ö. 757), 2. Yahya ibn elBitrîk (ö. 830), 3. Huneyn ibn İsha
k (ö. 877), 4. İshak ibn Huneyn (ö. 910), 5. Ebu Osman Said ibn Yakub edDımeşkî (ö. 920), 6. Ebû Bişr Matta ibn 
Yunus (ö. 940), 7. İbrahim ibn Abdullah (ö. 940), 8. Yahya ibn Adi (ö. 973). Yunan  mantık  eserlerinin  Arapça’ya 
çevirilmesi  hareketinin  ilk  dönemlerinde, Porphyrios’un  (ö.  304)  İsagoji’si  (Isagoge)  ile  Aristoteles’in 
Kategoriler,  Önermeler 
ve Birinci Analitikler gibi eserlerine odaklanılmıştır.Dokuzuncu ve Onuncu yüzyıllar, sadece çeviri hareketine tanık 
olmamış; aynı zamanda mantık  üzerine  yapılan  şerh,  özet  ve  müstakil  telif  eserlerinin  ortaya  çıkışına  da 
sahne olmuşturMüslüman  mantıkçılar,  mantık  alanında  ortaya  koydukları  ürünlerle  etkileri 
modern dönemlere kadar kesintisiz devam eden büyük bir devrim gerçekleştirmişlerdir. Ünlü İslâm mantıkçılarında
n bazıları şunlardır: elKindî (ö. 873), Fârâbî (ö. 950), İbn Sînâ (ö. 1037), Gazzâlî (ö. 1111), İbn Rüşd (ö. 1198), Fah
reddin erRâzî (ö. 1210), Esîrüddin elEbherî (ö. 1264),Nasireddin etTusî (ö. 1274), Necmeddin elKâtibî elKazvînî (ö
. 1276), Kadı Siracüddin elErmevî (ö. 1283), Kutbuddin erRâzî (ö. 1364), Sadeddin etTeftâzânî (ö. 1390), Cürcânî (
ö. 1413), Fenarî (ö. 1430), İsmail Gelenbevî (ö. 1790). GazzâlîAristo  mantığını  Kur’anî  bir  kalıba  dökme 
teşebbüsüyle  alakalıdır.  O,  elKıstâsü’l müstakîm  adlı  eserinde  oldukça  ilginç  bir  çabaya  girmekte  ve 
mantıktaki  bazı  kavram  ve ilkelere  Kur’an’dan  temeller  bulmaya  çalışmaktadır.
3.2. Bazı İlk İslâm Mantıkçıları ve Çalışmaları
3.2.1. Kindi İlk İslâm filozofu Kindidir.İslam dünyasında ilk defa mantığı sadece alet ilimlerinden biri olarak kabul eden
filozof Kindi olmuştur. mantığın İslâm dünyasına girmesinden sonra, mantık alanında Arapça olarak ilk eserleri yazan ve
İslâm toplumunda ilk defa filozof unvanını alan ve aynı zamanda Meşşai okulunun da kurucusu olan Kindi’dir. O, eserlerinde
Aristoteles’in fikirlerine yer verenlerin ilki olarak tanınır. Kindi,
İlk Felsefe Üzerine adlı risalesinde klasik mantıkta son derece önemli olan beş tümeli yani tür, cins, fasıl, hassa ve araz-ı
amm’ın her birini ayrı ayrı tanımlayarak incelemektedir.Kindi “Tarifler Üzerine” adlı risalesinde de felsefi bir takım
kavramların tanımını yaparak İslâm felsefesi ve mantığa katkıda bulunmuştur. Böylece çok kısa da olsa bir terimler sözlüğü
oluşturma çabası ortaya koymuştur
3.2.2. İhvanu’s-Safa İhvanu’s-Safa, 970-1030 yılları arasında, İslâm kültür dünyasında felsefeyi “batini bir akide” gibi
yaymaya çalışan gizli bir cemiyetin adıdır. felsefelerini Resailü İhvanu’s-Safa adı verilen 51 risalede toplamışlardır. Eklektik
metotla ortaya konulan ve X. yüzyılda Arapça’nın konuşulduğu ülkelerde bilinen ilimlerin ve felsefi görüşlerin adeta bir
ansiklopedisi niteliğini taşıyan bu eserlerinden dolayı, İhvanu’s-Safa İslâm Felsefesi tarihinde “İslâm Ansiklopedistleri”
adıyla da anılır. Felsefenin konusuna giren ilimleri matematik, mantık, tabiat ve teoloji (ilahiyat) olmak üzere dörde ayırırken,
mantığın ayrı bir ilim olduğu görüşündedirler, üç mantıki metot olan tahlil, tanım (had) ve burhan üzerinde de önemle durur.
Onlara göre tahlil şahısların (ferdi olan şeylerin); had türlerin, burhan ise cinslerin hakikatlerinin bilgisini sağlar. İhvanu’s-
Safa’ya göre mantık “nutk” kökünden türemiştir. Nutk ise insanın fiillerindendir. İhvanu’s-Safa, İsagoci’deki, beş tümel
konusunu diğer mantıkçılardan biraz farklı olarak ele alır; onlar cins, tür, ayrım, hassa, ilinti’ye altıncı olarak bir de şahsı
eklerler
3.2.3. Farabi Aristoteles’in Organon’u Arapça’ya tercüme edildikten sonra  onun  üzerine  ve müstakil  olarak 
yapmış olduğu mantık çalışmalarıyla mantığı Arapça’da yeniden kuran filozof Fârâbî olmuştur. İslâm felsefe gelene
ğinde kurucu bir role sahip olan Fârâbî (ö. 339/950), felsefenin neredeyse  bütün  alanlarında  özgün  ve  yaratıcı 
ürünler  ortaya koymuş  eşsiz filozoflardan biridir.  Gerek klasik gerekse modern biyografi  yazarları tarafından
ona nispet edilen eserlerin sayısı 100’ü  aşmaktadır. Kendisinden  önceki  mantık  geleneğine  son  derece  vakıf 
olan  Fârâbî,  “ilk  muallim” (mu‘allimi  evvel)  Aristoteles’in  mantık  eserlerine  pek  çok  şerh  yazdığı  gibi,  çok 
sayıda oldukça  özgün  ve  etkili müstakil  eserler  de  kaleme  almıştır.  İbn  Haldûn  (ö.  732/1332)  da  Fârâbî’nin 
ününün  gerisinde  onun mantıktaki  başarısının  yattığını  düşünmekte  ve  Aristoteles’ten  sonra  “ikinci  muallim” 
(mu‘allimi  sânî)  unvanı  ile  anılmasını  haklı  olarak  esasen  bu  alandaki  başarısına bağlamaktadır. Fârâbî, 
İhsâ’ü’l‘ulûm  (İlimlerin Sayımı)  adlı  eserinde  her  bir  bölüm bir  kitaba  karşılık  gelmek  üzere
mantığı sekiz bölüme ayırır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1. Mekûlât (Kategoriler), 2. İbâre
(Önermeler), 3. Kıyas (Birinci Analitikler), 4. Burhân(İkinci Analitikler), 5. Cedel (Topika), 6. Hikmeti Mümevveh
e (Sofistika), 7. Hitâbet (Retorika), 8. Şiir (Poetika).Ona göre, doğru ve tutarlı düşüncenin 
ilke ve kurallarını koyan mantığın esası dördüncü bölüm olan Burhân’dır. Zira Burhân, kesin ve zorunlu bilginin 
ilke ve kurallarını vermekte, felsefeyi mükemmel hale getiren kaideleri içermektedir. Fârâbî’ye  göre  mantığın  ilk 
üç  bölümü,  Burhân’a  sadece  bir  giriş  ve hazırlık  olma  özelliği  göstermekte;  son  dört  bölüm  ise,  bir 
yandan  Burhân’a  alet  hizmeti görürken  diğer  yandan  burhâna  ve  kanıta  dayalı  kesin  bilgi  ile 
zanna, mugalataya,  ikna ve hayâle dayalı kesinlikten uzak düşünce ve görüşleri ayırt etmeye yönelik  işlev
görmektedir.Fârâbî  göre  insanın  hem  teorik  hem de pratik anlamda kendini gerçekleştirmesi ve böylece
mutluluğa ermesi kesin bilgiyle mümkün olur. Böyle  bir  bilgiye  ise ancak mantıkla ulaşılabileceğinden mantık, 
tartışmasız  bir öneme sahip olup vazgeçilemezdir
3.2.4. İbn Sina İlk kez Aristoteles’in kurduğu ve daha sonra da Fârâbî’nin geliştirip Arapça’da yeniden kurduğu 
mantığı, İbn Sînâ’nın  yetkinleştirip  neredeyse  ona  son şeklini verdiği söylenebilir. Onun büyük kitabı eşŞifâ’nın
mantık bölümü,  belki de mantık tarihinin en geniş, en kapsamlı ve  en  ayrıntılı  mantık  kitabıdır
3.3. Tanzimattan Sonra Türkiyede Bazı Mantık Çalışmaları Modern mantık Üniversitelerimize Reichenbach’ın İ. Ü. Edebiyat
Fakültesinde 1938 yılında Lojistik dersleri ile girmiş, 1942’den itibaren Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde, 1965’ten beri
de ODTÜ’de okutulmaya başlanmıştır

4.1. Kavram Teorisi


4.1.1. Kavram ve Terim kavram, “Bir objenin zihindeki tasavvurudur”; diğer bir ifade ile “nesnelerin tarifi”nin ifadesidir.
Buna fikir (ide) de denir. Kavram dil ile ifade edildiğinde bu, mantıkta terim olarak isimlendirilir.
4.1.2. Terimin Anlama Delaleti
4.1.2.1. Mutabakat Yoluyla Delalet İsmin bir şeye karşılık olarak konmasıdır. Mesela, “duvar” teriminin “duvara”
delaleti, “ev” teriminin, eve delalet etmesi böyledir
4.1.2.2. Tazammun Yoluyla Delalet Tazammun, bir şeyin başka şeyi veya şeyleri içermesidir. “Ev” sözcüğünün, evin
tavanına delaleti tazammundur. Çünkü ev, tavan ve duvarlardan ibaret olduğu için, tavanı da içerir.
4.1.2.3. İltizam Yoluyla Delalet İltizam zihni olarak bir terimin diğer terimi zorunlu olarak gerektirmedir. Mesela, tavan
sözcüğünün duvara delaleti iltizamdır.
4.2. Kavram ve Önerme İlimler temelde tasavvur ve tasdik olmak üzere ikiye ayrılır. Tasavvur, cisim, ağaç, melek, v.b.
kelimelerden kastedilen anlamın algılanması şeklinde, tekil bir ifadenin delalet ettiği özlerin tahkik ve anlama yoluyla idrak
edilmesidir. Tasdik ise “Evren sonradan olmadır”, “Allah’a itaate karşılık mükafatlandırma, günaha karşılık cezalandırma
vardır” gibi yargıları (hüküm) bilmektir. kendisinde doğruyu veya yanlışı bulunduran söz deklarativ sözdür
4.3. Kavram ve Hayal Görülen bir şeyin sureti, göz kapağımızı kapadığımız anda hayalimize yerleşir. Bu duruma “gündüz
uykusu” denir. Görülen bir cismin suretinin hayaldeki nakışlama gücüne “hayal”, bu hayal gücüne de “ortak duyular (his)”
denir. Kısaca ifade etmek gerekirse kavram, bir objenin zihindeki tasavvurdur, tasavvur ise hayalden farklıdır. Çünkü hayal
sadece duyulara dayandığı halde, kavram tasavvur edebileceğimiz her alanla ilgilidir. Dolayısıyla hayal ile kavram aynı şey
değildir
4.4. Kavramın Çeşitleri
4.4.1. Basit ve Bileşik Kavramlar Basit kavram, kendisine tek sözle delalet edilen kavramdır. Mesela “insan”, “hayvan”.
“Abdulmelik” ismi, “Melik’in kölesi” anlamında da anlaşılabilir. Bu durumda, onun zatının tarifi yapılırsa basit, sıfatının tarifi
yapılırsa bileşik olur
4.4.2. Tekil ve Tümel ve Tikel Kavramlar Bir tek şeye delalet eden sözcüğe tekil (muayyen) kavram denir. Mesela
“Zeyd”, “bu ağaç”, “bu at”. Bir anlam altında yer alan birçok şeye delalet eden sözcüklere tümel kavram denir. Siyah, hareket,
at ve insan. Bir grubun bir kısmına delalet eden kavrama tikel kavram denir. “Bazı kitaplar”, “bazı insanlar”
4.4.3. Soyut ve Somut Kavramlar Soyut kavramlar; Beyazlık, insanlık, gençlik. somut kavram; Kalem, genç, kitap
4.4.4. Kolllektif ve Distribütif Kavramlar

4.4.5. Olumlu ve Olumsuz Kavramlar olumlu; akıllı,güzel,sonsuz. Olumsuz; akılsız,kör,fakir


4.4.6. Belirli ve Belirsiz Kavramlar Belirli (muayyen) kavram, duyularla idrak edilen nesnelere karşılık gelen kavramdır.
Ali. Ömer, bu at, bu ağaç. Belirsiz (muayyen olmayan) kavramlar, tümel veya genel olan kavramlardır. Mesela, cisim
kavramı, at, insan ve ağaç kavramları için ortak kullanıldığından tümeldir.
4.5. Birbirleriyle Olan İlişkilerine Göre Kavram Çeşitleri

4.5.1. Özsel (Zati) Kavramlar Özsel ile bir şeyin mahiyetine (neliğine) ve hakikatine dahil olan ve mananın anlaşılması
kendisine bağlı olan kavramlar kastedilir. Mesela, siyahlık için “renk”; at ve ağaç için “cisimlik”; at ve insan için “canlılık”
böyledir. Özsel kavram, genel ve özel olmak üzere iki kısma ayrılır. Genele cins, özele ise tür (nevi) denir.“Bu insan, canlıdır
ve beyazdır” dendiğinde beyazlığın ve canlılığın insana olan nisbetinin farklı olduğu görülür. Canlının insana nisbeti özseldir.
Çünkü insanın varlığı canlı olmasına bağlıdır. Beyazlığın insana nisbeti ise ilintiseldir. Dolayısıyla beyaz rengi olmasa da
insanın varlığı mümkündür
4.5.2. Ayrılmaz (Lazım) Kavramlar Ayrılmaz nitelik, nesnenin özden ayrılmamasıdır. Fakat nesnenin hakikat ve
mahiyetinin anlaşılması bu niteliğe bağlı değildir. Güneşin doğuşu anında atın, bitkinin ve ağacın gölgesinin düşmesi böyledir
4.5.3. İlintisel (Arızi) Kavramlar İlinti, bir şey ile sürekli birlikte bulunması zorunlu olmayıp, ayrılması düşünülebilen
niteliktir. Eğer ilintinin konusu özel ise, buna “has ilinti” denir. İnsanın gülen olması gibi. Eğer ilintinin konusu başkalarını
içine alacak şekilde genel ise buna da “mutlak ya da genel (amm) ilinti” denir. İnsan için yiyen denilmesi böyledir
4.6. Kavramlar Arası İlişkiler Ayrıklık: İki kavramdan her biri diğerinin hiçbir ferdini içine almamasına ayrıklık denir.Hiçbir
kuş insan değildir Hiçbir insan kuş değildir. Eşitlik: İki kavramdan her biri diğerinin bütün fertlerini karşılarsa bu kavramlar
arasında eşitlik oluşur. Her cisim boşlukta yer tutar.Her boşlukta yer tutan cisimdir.Tam-girişimlilik: İki kavramdan sadece
biri diğerinin bütün fertlerini içerirse bu iki kavram arasında tam girişimlilik oluşur. Bütün incanlar canldır. Bazı canlılar
insandır. Eksik girişimlilik: İki kavramdan her biri diğerinin sadece bazı fertlerini içerirse buna eksik girişimlilik denir.Buna
göre bir kavram diğer bir kavrama göre ele alındığında ya daha genel ya daha özel ya tamamen farklı ya da eşit olmaktadır.
Bazı canlılar beyazdır. Bazı beyazlar canlıdır.
5.1. Beş Tümel

Beş tümel mantıkçılar tarafından özsel ve ilintisel olmak üzere iki kısım halinde ele alınır. Özsel (zati) olan nitelik, cins, tür ve
ayırım (fasl) olmak üzere üçe ayrılırken, ilintisel nitelik (araz), özel ilinti ve genel ilinti olmak üzere iki kısma ayrılır.Cins,
kendisinden daha genel bir şey olmayan özsel olarak isimlendirilir.Cevher (Cinslerin cinsi),Cisim Büyüyen,
Canlı, İnsan=Türlerin Türü. Tür:altında daha özeli olmayan özsel olarak isimlendirilir. “O nedir?” sorusunun cevabı olarak
zikredilir. İnsan, at, deve. Ayrım (Fasl): Cevherinde (özünde) “O hangi şeydir?” sorusunun cevabı olarak nesnelere
yüklenebilen tümeldir. Yerden biten bir şeye işaretle “Bu nedir?” diye sorulduğunda, “O, bir cisimdir” demek gerekir “O bir
cisimdir” sözüne bir ilave yaparak “O büyüyen bir cisimdir” denmelidir. Böylece “büyümeyen” şeylerden kaçınılmış olunur.
İşte bu kaçınmaya “ayırım” denir. Hassa: Özsel olmayan bir yükleme ile yüklenebilen, tek bir hakikatin altında bulunan şeye
hassa denir.” Yürümek ve yemek canlının bütün fertlerine ait olan hassalardır. Porphyrios, dört tür hassanın varlığına dikkat
çeker: 1. Türün bazı fertlerine ait olan hassa. İnsan için hekimlik ve geometri ile uğraşmak gibi. 2. Türün bütün fertlerine ait
olan hassa. İnsan için iki ayaklı olmak gibi. 3. Türe belli bir anda ait olan hassa. İhtiyarlıkta saçların ağarması gibi. 4. Türün
bütün fertlerine ait olan ama sürekli olmayan hassa. İnsanın gülmesi gibi. Kindi’ye göre hassa, bir türü ve onun kapsamındaki
her şahsı ifade eder ve bir şeyin mahiyetini bildirir, fakat mahiyetini bildirdiği şeyin parçası değildir. Farabi’ye göre, özü
bakımından olmayarak bir şeyin bir şeyden ayrıldığı şeye “hassa” denir. “Gülmek” ve “boyu dik olmak” insanın hassalarıdır.
İbn Sina’ya göre ise hassa, özsel olarak değil, ilintisel olarak “O hangi şeydir?” sorusunun cevabı olarak söylenen, tek bir türe
delalet eden tümeldir. İlinti (Araz-ı amm): Kendisine nisbet edilen şey sadece kendisinde bulunmayan, başka varlıklarda da
bulunan nitelik “genel ilinti” olarak isimlendirilir. Gazali, genel ilintiye şu örneği vermektedir: İnsan, özü itibariyle attan
farklıdır. Siyahlık da özü itibariyle beyazlıktan farklıdır. Bu siyah, şu siyahtan özü ve yapısı itibariyle farklı değildir. Fakat
siyahlardan biri, mürekkepte diğeri ise kargada bulunur. Siyahlığın kargaya nisbet edilmesi, karga için ilintisel bir durumdur.
5.2. Kategoriler
5.2.1. Aristoteles’te Kategoriler Ona göre kategoriler cevher, nicelik, nitelik, görelik, nerelik, zaman, durum, sahip olma,
etki ve edilgi olmak üzere on tanedir.Cevher: Cevher, varlığı kendisini niteleyene bağlı olmayan ve kendi kendine ayakta
duran şeydir, insan ve ağaç gibi. Cevher, kendi kendine var olmak bakımından ilintilerden farklıdır. İlintilerin kaybolmasıyla
varlığını kaybetmez.Nicelik: Her biri doğası gereği bir ve bireysel bir şey olan iki veya daha fazla tamamlayıcı öğeye
bölünebilen şeye nicelik denir. Diğer bir ifade ile nicelik kaç, nice sorularının cevabı olan kategoridir. Mesela, iki dirsek uzun,
üç dirsek uzun.Görelik: “Biri diğerine kıyas ile söylenen iki şey arasında ayniyle ve kendisiyle vaki bir
nisbettir.” Diğer bir ifade ile babalık, kardeşlik, evlatlık, komşuluk, arkadaşlık, paralellik, sağında ve solunda bulunma
şeklinde karşıtların bulunmasından dolayı cevherde meydana gelen ilintidir.Nitelik:“fertlerle ilgili olarak “O nasıldır?”
sorusunu soran birisine verilebilecek bir cevaptır” şeklinde tanımlanır. Diğer bir ifade ile nitelik kendisiyle bir şeyin nasıl
olduğu söylenen terimdir, ak, gramerci gibi.Etki: Bir tesir edicinin diğer bir şeye tesir ettiğinde, tesir ediciye ilinti olan haldir.
Kesiyor, kırıyor, seviyor.Edilgi: Bir şeyin başka bir şeyle etkilenmesiyle, ona ilinti olan haldir. Kesiliyor, kırılıyor, seviliyor.
Durum: Bir şeyin bazı parçalarının diğer parçalarına veya kendisinin dışında bulunan şeylere göre ilinti olan halidir. Mesela,
ayakta durmak, oturmak, yatık olmak gibi.Zaman: Ne zaman? sorusuna cevap olan kategoridir. Bir şeye, bir zamanda
bulunmasıyla ilinti olan haldir. Dün, geçen yıl, gelecek hafta gibi.Mekan:altta ve üstte olması şeklinde nesnenin bir mekanda
bulunması ya da cevherin, kendisinde bulunduğu mekana nisbet edilmesidir. Mekan, “O nerededir?” sorusunun cevabı olarak
da tarif edilebilir. Mesela “Ali nerededir?” sorusuna, “O evdedir, çarşıdadır”.Sahip olma: Herhangi bir şeye sahip olma, bir
şeyin başka bir şeye sahip olması ile ona ilinti olan halidir, ayakkabıları ayağındadır, silahlıdır gibi.
5.2.2. Stoa Mantığında Kategoriler Stoacılar genellikle dört çeşit genel cins (general genus/kategori) kabul etmişlerdir. Asıl
neden:(substratum) kategorisi belirlenmemiş, soyut bir oluş ve bir objenin esas maddesidir.Nitelik: Nitelik kategorisi belirsiz
bir maddeyi belirli hale getiren bir kategoridir.Durum ve durumlar arası bağlantı:kategorileri, asıl (essential) olmayan veya
şey kavram ile tesadüfen ilişkili olan her şeyi içerir. Böylece ölçü/hacim, nitelik, yer, zaman, sahiplik, hareket, aksiyon, özel
durum gibi, bir şeyin kavramına esas olarak ya da ârazi olarak bağlı olan kategorilerdir.
5.2.3. Kant ve Ernest von Aster’a Göre Kategoriler kategoriler, nicelik, nitelik, görelik ve modalite olmak üzere dört kısma
ayrılır. Bunlar da kendi aralarında üçer kısma ayrılırlar, böylece on iki kategori elde edilmiş olur. Niceliğe göre: birlik, çokluk,
tümlük (bütünlük).Niteliğine göre: gerçeklik, olumsuzluk, sınırlılık. İlişkilerine göre (görelik): töz (cevher ve ilinti), neden
(nedensellik ve bağımlılık), birliktelik (ortaklık veya karşılıklı eylem). Kipliğine göre: olanak (imkân ve imkânsızlık), varoluş
(varolma ve varolmama), zorunluluk (zorunluluk ve olumsallık)

6.1. Tanım Teorisi


6.1.1. Tanım Aristoteles’e göre, en genel anlamıyla tanım, “bir şeyin ne olduğunu açıklamaktır” yani tanım, bazı İslam
mantıkçılarında olduğu gibi “nesnenin mahiyetini ifade eden bir sözdür.” Aristoteles’in bir diğer tanımı da “türde nesnenin
niçin var olduğunu gösteren sözdür” şeklindedir.Tanım anlamında kullanılan “hadd” kelimesi, başlangıçta engelleme, mani
olma anlamında kullanılmaktaydı. Gazali, tanımı(hadd)“nesnenin mahiyetinin künhünü, soranın nefsinde tasavvur ettirmekten
ibarettir” şeklinde tanımlar yani ona göre tanım, cins ve ayrımı birleştirmekten ibarettir.
6.2. Tanım Çeşitleri
6.2.1. Beş Tümel’e Göre Tanım Çeşitleri
Tam Özsel Tanım (Hadd-ı Tam):

Bir şeyin yakın cinsi ile yakın ayrımından yapılan tanımdır. “İnsan konuşan canlıdır” tanımında “canlı”, “insan” kavramının
yakın cinsi, “insan”, tür “düşünme” ise insanın ayrımıdır.
Eksik Özsel Tanım (Hadd-ı Nakıs):

Bir şeyin uzak cinsi ile yakın ayrımından yapılan tanımdır. “İnsan düşünen cisimdir” tanımında “cisim”, insanın uzak cinsi,
düşünen ifadesi ise onun yakın ayrımıdır.
Tam İlintisel Tanım (Resm-i Tam):

Bir şeyin yakın cinsi ile hassasından yapılan tanımdır. “İnsan, gülme özeliği olan canlıdır”, tanımı gibi. Bu tanımda canlı
insanın yakın cinsi gülme özelliğine sahip olma ise onun hassasıdır.
Eksik İlintisel Tanım (Resm-i Nakıs):

Bir şeyin uzak cinsi ile ilintisinden yapılan tanımdır. “İnsan uyma özeliği olan cisimdir” gibi. Bu tanımda “cisim” uzak cins,
uyuma ise ilintidir. Gazali gibi bazı filozoflar tanımı lafiz (adsal), resmi (ilitisel/tasviri) ve hakiki olmak üzere üç kısım
halinde ele almışlardır. Tanım bu üç çeşidi de “ne/ nedir?” sorusunun cevabı olarak ortaya konabilmektedir
6.2.2. Lafzi (Adsal) Tanım Sadece sözcüğün açıklanmasının yapıldığı tanım şeklidir
6.2.3. Resmi (İlintisel/Tasviri) Tanım Resmi tanım daha çok fıkıh usulü ve kelamda kullanılan bir tanım şeklidir. Bir şeyin
şeyin hakikatini değil, onun biçimsel şeklini tanımlamaya resmi tanım denir. Mesela, “Hamr nedir?” diye sorana, “hamr,
köpük ile atılan, sonra mayalanmış hale dönüşen ve küpte saklanan sıvıdır” denilmesi böyledir
6.2.4. Hakiki Tanım Bir şeyin bütün zati niteliklerini ortaya koyarak onu tanımlamaya “hakiki tanım” denir.Mesela, “Hamr
nedir?” diye sorana, “hamr, üzümden sıkılarak elde edilen sarhoş edici içkidir” denmesi böyledir.
6.3. Tanımın Şartları 1.Tanımın, cins ve ayırımdan yapılması gerekir; “O büyüyen bir cisimdir”. 2.Tanım tam olmalıdır.
Mesela, bitkiyi tanımlarken “O büyüyendir, cisimdir” değil, tersine “O cisimdir, büyüyendir” demek gerekir. 3.Tanım ne çok
uzun ne de çok kısa olmalıdır. Yani tanımda yakın cins bulunduğunda uzak cinsi zikretmekten kaçınılmalıdır; şarabın
tanımında “O, cisimdir, sarhoş edicidir ve üzümden elde edilmiştir” denir. Fakat bu tanım bozuktur ve şarabın hakikatini
tasvire yetmez. Doğrusu “O sarhoş edici içecektir” şeklinde olmalıdır. 4.Bir şeyi kendisinden daha açık olmayan bir şeyle
açıklamamak gerekir. 5.Tanım yapan kişinin özsel, ilintisel ve ayrılmaz nitelikler arasındaki farkı iyi bilmesi gerekir
6.Tanım döndürme yolu ile döndürülebilmelidir
Özelliğin dört anlamı vardır.
İlkin bütün bir türe ilişkin olmayıp, tek bir türe ilineksel olarak ait olan şeydir: örneğin, insan için hekimlik yapmak ya da
geometri ile uğraşmak gibi. Sonra, tek bir türe ilişkin olmadan, bütün bir türe ilineksel olarak ait olan şeydir, insanın iki ayaklı
olması gibi. Bir de tek bir türe, bütün bir türe ve sadece belirli bir anda ait olan şeydir: yaşlanınca saçı sakalı ağarmak her
insana özgüdür. Dördüncüsü, tüm bu koşulların aynı anda bir araya gelmesidir: tek bir türde, hepsinde ve her zaman olmak,
insan için gülme yetisi gibi
uyumak ayrılabilir bir ilinektir; siyah olmak, karga ve Etiyopyalı için tümüyle ayrılamaz bir ilinek olduğu halde, beyaz bir
kargayı ve konunun kendisi ortadan kalkmasa bile, rengini yitiren bir Etiyopyalıyı tasarlamaya engel değildir

7.1. Tanımda Hataya Düşülen Yerler


aCins yönünden a.Tanımda cinsin yerine ayırımın alınması: Aşk hakkında, “Aşk, sevginin ölçüyü aşmasıdır (ifratu’l-
mahhabbe)” demek gibi. b. Cinsin yerine maddenin alınması: “Kılıç, kendisi ile kesilen demirdir (kesmeye yarayan
demirdir). c. Cinsin yerine heyulanın alınması (cinsin yerine şu anda mevcut olmadığı halde, önceden mevcut olan şeyin
alınması): “Kül, yakılmış bir ağaçtır”. d. Cinsin yerine, cüzlerin alınması: On sayısının tanımında; “On, beş ile (artı) beştir,
e. Kuvvetin yerine melekenin alınması: İffet sahibi, “şehevi lezzetlerden kaçınma gücü olan kimsedir” dendiğinde kuvvetin
yerine meleke alınmış olur. f. Cinsin yerine türün alınması: Mesela, “şer, insanlara zulüm etmektir” şeklinde yapılan bir
tanımda, zulüm şerrin (kötülüğün) türlerinden biridir g. Zati olmayan ayrılmaz niteliklerin cins yerine konulması: Mesela,
yerin veya güneşin tanımında “bir” ve “var” denilmesi böyledir
bAyrım (fasıl) yönünden Cins olan şeyin ayırımın yerine veya hassa, lazım ya da ilintinin ayırımın yerine konmasıyla
meydana gelir
cİkisi arasındaki ortak bir durum yönünden. a.Bir şeyi, kendisinden daha kapalı olan bir şey ile tanımlamak: Ateşin
tanımında; “ateş, nefse (ruha) benzeyen bir cisimdir” gibi. b. Zıddı, zıt ile tanımlamak: Mesela bilgiyi, “zan olmayan ve
cehalet olmayan şey” şeklinde tarif etmek. c. Bir şeyi, kapalılık açısından kendisine eşit bir şey ile tanımlamak: Mesela
bilgiyi, “bilinen şey” veya “sayesinde kişinin alim olduğu şey” diye tanımlamak. d. Bir şeyi kendisi ile veya bilinme
bakımından kendisinden sonra olan bir şeyle tanımlamak: “Güneşin, gündüzleri ortaya çıkan, ışık veren bir gezegendir”
şeklinde tanımlanması. e. Bağlantı bakımından birbirine denk oldukları halde, aralarında bağlantı (izafet) bulunan iki
şeyi bir birine dayandırarak tanımlamak: Mesela, babayı “çocuğu olan” diye tanımlamak
7.2. Tanımlamada Zihnin En Fazla Zorlandığı Yerler 1.Yakın cinsi almak: hamrın (içki) tanımında, “hamr, sarhoş edeci bir
sıvıdır (mai)” demek böyledir. Sıvı kavramının altında bulunan “şarap” terimi göz ardı edilmiştir 2.Bütün ayırımların özsel
olması: Vücut (varlık) ve zihinde ayrılmayan nitelikler, özsel niteliklere çok fazla benzerler, aradaki farkı anlamak çok
zordur. Böyle nitelikler ayrımın yerine alınıp, özsel nitelik zannedilebilir. 3.Hiçbir özsel ayırım dışarıda kalmayacak
şekilde bütün özsel ayırımları almak:cismin, nefis sahibi ve duygulu olması böyledir. Burada “canlı” teriminde eşitlik
sağlanmıştır ancak, “iradesi ile hareket eden” ifadesi ihmal edilmiştir.4.Ayrımın, türü ayakta tutan (mukavim) ve cinsi de
bölen bir şey olması:Cisim, canlı ve canlı olmayan şeklinde bölündüğü zaman, özsel ayırımla bölünmüş olur. Fakat “cisim
konuşan ve konuşmayandır” şeklinde bir bölme olduğunda, bu bölme özsel ayırımla olan bir bölümleme değildir
7.3. Tanımlanamazlar 1.Tecrübenin doğrudan doğruya verileri tanımlanamaz. Duyumlar (renk, ses, vs.) ve duygular (aşk,
kin, vs.) bu türdendir.2.Duyuların verileri tanımlanamaz.“misk”in kokusunu veya balın tadını tanımlamak istersek, buna
muktedir olamayız. Fakat bölme ve analoji yoluyla, tanımlamak istediğimiz şeyin manasını açıklayabiliriz.3.Üstün cinslerin
yani son derece genel olan, daha üstünde içlemi bulunmayan terimlerin de tanımı yapılamaz. varlık, zaman, mekan gibi
kavramlar üstün cinstir, bunlar tanımlanamaz 4.Fertleri gösteren, türleri olmayan tek şeylerin de tanımı yapılamaz.
Örneğin, İstanbul, Gazali gibi terimleri tasvir edilebilir ama tam tanımları yapılamaz
7.4. Bölme Tanım tanımlananın içlemi ile ilgili iken, bölme kaplamla ilgilidir. Bölme, bir terimin içine aldığı fertleri ortak
niteliklerine göre bir ayrıma tabi tutmaktır.Birincisi: Bir bütünün kendisini oluşturan elemanlarına bölünmesi:Suyun hidrojen
ile oksijene bölünmesi İkincisi: Bir tümelin tikellerine bölünmesi: aile, anne, baba ve çoculara bölünür, dolayısıyla aile anne,
baba ve çocuklar kapsana yani onlardan daha genel bir kavramdır ve aileyi oluşturanlar aileden farklı şeyler değildir.
Bölmenin Şartları 1.Bölme tam olmalıdır. “canlı ya yürüyendir ya yüzendir ya sürüngendir” şeklindeki bir bölme eksik olur.
Çünkü “uçan ve yüzen canlılar” bu bölmenin dışında tutulmuştur. 2.Bölümler, bölünenin aynı veya ona aykırı
olmamalıdır. “çizgi ya doğru olur veya eğri olur” bölmesi doğrudur. Fakat “çizgi ya çizgidir ya da eğri çizgidir” veya “çizgi
ya doğru ya da dairedir” şeklindeki bir bölme yanlıştır. 3.Bölünen terim bölümlerden daha genel olmalıdır. Çünkü parça,
bütünü içine alamaz. Bütün parçaları içine alır. 4.Bölünen terimler birbirlerine döndürülememelidir.
7.5. Sınıflandırma terimleri kaplam derecesine göre ayırmaktır. Başka bir ifade ile varlıkları cins ve türlerine bölerek, onları
bir düzen içinde göstermektir
Sınıflandırmanın Çeşitleri Yapay sınıflandırma: Sınıflandırmaya tabi tutulacak şeylerin, fayda ve kolaylık sağlayacağı
durum gözönünde bulundurularak gelip geçici özeliklerine göre sınıflandırılmasıdır. Kütüphanedeki kitapların ve
konfeksiyolardi elbiselerin sınıflaması. Doğal Sınıflandırma: Sınıflandırılacak şeylerin temel niteliklerini gözönünde
bulundurarak sınıflamayı yapmaktır. Bilimlerde yapılan sınıflandırma doğal sınıflandırmadır.
Sınıflandırmanın Şartları 1Sınıflandırma tam olmalıdır. Sınıflandrılacak şeylerin hiçbirini dışarıda bırakmamak ve
sınıflandırmayı gereksiz yere çoğaltmamak gerekir. 2.Sınıflandırılacak bütün varlıklar sadece ilgili oldukları tür içinde
zikredilmelidir.canlılarla ilgili bir sınıflandırma yapılırken cansızlara sınıflandırma içerisinde yer verilemez.
3.Sınıflandırılacak varlıkların hiçbiri aynı anda iki ayrı tür içinde yer almamalıdır.

8.1. Önerme Teorisi

8.1.1. Önermenin Tanımı “doğrulaması ve yanlışlaması yapılabilen sözdür”. haber cümleleri “önerme” ve “kesin söz (el-
kavlu’l-cazim)” olarak isimlendirilir. Buna göre “önerme (haber), bir kimsenin arazla değil, zatla doğrudur veya yanlıştır
dediği şeydir.” Yani önerme, kendisiyle doğrudur veya yanlıştır sonucuna varılan yargıdır. Aristoteles, “önermeyi, bir şey
hakkında bir şey tasdik etmek veya bir şey hakkında bir şey inkar etmektir” şeklinde tanımlarken, Farabi, öncül ve önermenin
hükümlerden meydana geldiğini ifade ederek, “öncül” ve “önerme”yi “öyle bir sözdür ki onda bir şeyle bir şey hakkında
hüküm verilir” şeklinde tanımlar. İbn Sina ise önermeyi, “kendisini doğru ve yanlış hükmünün takip etmesi bakımından iki
şey arasındaki nisbettir” şeklinde tanımlar.Ebheri ve Katibi önermeyi, “söyleyeni hakkında ‘söylediği doğrudur veya
yanlıştır’ demeye elverişli sözdür” şeklinde tanımlar. Önerme, zatı itibariyle iki tekil parçaya ayrılır. Birincisi, “haber” diğeri
ise “kendisinden haber verilen”dir. “Zeyd ayaktadır” dendiğinde Zeyd, kendisinden haber verilen, ayaktadır kısmı ise
haberdir.Gazali, “Nahivcilerin önermenin ilk kısmını “mübteda” ikinci kısmını ise “haber”; kelamcıların birini “vasıf” diğerini
“mevsuf”; mantıkçıların birini “konu (mevzu)” diğerini “yüklem (mahmul)”; fakihlerin ise birini “hüküm” diğerini
“mahkumun aleyh” olarak adlandırdıklarını ifade eder. Farabi ve Ebheri de yüklemli önermenin birinci kısmını konu, ikinci
kısmını ise yüklem olarak tanımlamaktadırlar. Onlara göre şartlı önermenin birinci bölümüne ise mukaddem, ikinci kısmına
da tali denir.
8.1.2. Önermenin Yapısı Bir önermenin gerçekleşebilmesi için üç unsur gereklidir: Konu, yüklem ve üçüncü olarak
yüklemi konuya bağlayan bağ. Mesela, “Alem hadistir” önermesini ele aldığımız da “alem” konu, “hadis” yüklem, “tır” ise
bağdır
8.2. Önermenin Çeşitleri
8.2.1. Oluşumları Bakımından Önermeler
8.2.1.1. Yüklemli Önermeler bir mananın başka bir manaya yüklenmesi veya bir manaya yükleme yapılmadan hükmün
kendisinde gerçekleştiği şeydir; “Alem hadistir”, “Alem hadis değildir” önermeleri gibi,konu ve yüklemden meydana gelir
8.2.1.1. Şartlı Önermeler
8.2.1.1.1. Bitişik Şartlı Önermeler şartlı önermede mukaddem (önbileşen) ve talinin (ardbileşen) olumluda birleşmesi
ve olumsuzda birleşmemeleri ile hükmolunursa bunlara bitişik şartlı önermeler denir.Mesela, “Eğer güneş doğarsa, yıldızlar
gizlenir. “eğer güneş doğarsa” ifadesi mukaddem olarak isimlendirilir. Şart edatı olan “eğer…ise” sözcüğü kaldırılırsa geriye
“güneş doğar” ve “yıldızlar gizlenir” ifadeleri kalır. Bu cümlelerin herbiri tek başına birer önermedir. yıldızlar gizlenir”
ifadesi, tali olarak isimlendirilir
8.2.1.1.2. Ayrık Şartlı Önermeler “Alem ya hadistir ya da kadimdir” önermesinde iki yüklemli önerme bir araya
getirilerek ayrık şartlı formuna sokulmuştur. Ancak bu şartlı önermeyi oluşturan önermelerden bir tanesi doğrudur. Yani biri
diğerinden ayrılmak durumundadır. Kelamcılar bunu, “sebr ve taksim” olarak isimlendirirler. Ayrık şartlı önermelerin bazen
iki, bazen üç veya daha fazla bölümleri olabilir. Mesela, “Bu sayı, şu sayıya ya eşittir ya ondan küçüktür ya da ondan
büyüktür. Bitişik şartlı önermelerle yüklemli önermeler arasındaki farklar; a. Bitişik şartlı önerme iki parçadan (cüz) yani
birer önerme olan mukaddem ve taliden meydana gelir ve yüklemli önermenin aksine bunların her birini, tekil bir terim ile
ifade etmek mümkün değildir. b.Yüklemli önermede konu hakkında “O yüklem midir?” diye sormak mümkündür. Mesela,
“İnsan canlıdır” denildiğinde “İnsan canlı mıdır?” diye sorulabilir. Fakat bitişik şartlı önerme hakkında bu soruyu sormak
mümkün değildir. Bitişik şartlı önermeler ile ayrık şartlı önermeler arasındaki farklar Ayrık şartlı önerme, iki parçadan
yani mukaddem ve taliden meydana gelir; bunların her biri şart edatı kaldırıldığında birer önermedir. Mesela, “Alem ya
sonralıdır ya da öncesizdir” denirse, daha sonra da bunlar “Alem ya öncesizdir ya da sonralıdır” şeklinde döndürülürse anlam
değişmez. b.Bitişik şartlı önermede tali, mukaddeme bitişmesi, bir nitelik olarak bulunması ve ona ters düşmemesi anlamında
mukaddeme uyar. İbn Sina ayrıntılı bir şekilde incelediği önermeleri önce bitişik ve ayrık şartlı diye ikiye ayırmakta, ayrık
şartlı önermeleri de “hakikiye”, “maniatü’l-cemi” ve “maniatü’l-hulu” olmak üzere üçe ayırmaktadır.
8.3. Nitelikleri Bakımından Önermeler Yüklemli olumlu önermeler: “Alem sonradan olmadır” Yüklemli olumsuz
önermeler: “Alem sonradan olma değildir Bitişik şartlı olumlu önermeler: Mukaddem ve talinin olumluda birleşmesi ile
meydana gelir; “Eğer güneş doğarsa gündüz olur. Bitişik şartlı olumsuz önermeler: Bitişikliğin yani, mukaddem ile tali
arasındaki gerekli bitişikliğin kaldırılmasıdır; “Eğer güneş doğmuş ise gündüz değildir”. Ayrık şartlı olumlu önermeler:
Mukaddem ile tali arasında bir ayrılığın gerçekleşmesi ile olur. “Merkep ya erkektir ya da dişidir”, “Alem ya kadimdir ya da
hadistir. Ayrık şartlı olumsuz önermeler: Mukaddem ile tali arasındaki ayrıklığın kaldırılmasıdır “Merkep ya erkektir ya da
siyah olur değildir” ve “Alem ya kadimdir ya da cisim olur değildir”.
8.4. Nicelikleri Bakımından Önermeler el-Mustasfa ve Mihakku’n-Nazar adlı eserlerinde niceliklerine göre önermeleri
(hakkında hüküm verilene izafetle) tekil, muhmel, tümel ve tikel olmak üzere dört kısma ayıran Gazali, Miyaru’l-İlm ve
Mekasıdu’l-Felasife adlı eserlerinde tekil ve tekil olmayan/tümel olarak ikiye ayırmakta, diğer önermeleri de bu ikincisinin
altında izah etmektedir. Gazali, konularına (nicelik) göre önermeleri ikiye ayırmaktadır:
a.Tekil önerme (kaziye-i şahsiye): Belirli bir şey hakkında olan yani konusu şahsi olan önermelerdir. Mesela, “Bu siyah
arazdır”, “Zeyd alimdir.
b.Tekil olmayan önerme (kaziye-i gayri şahsiye):“Belirsiz (muhmel)” ve “Belirli (mahsure)” olmak üzere ikiye ayrılır.
Belirsiz önerme: Konunun bütün fertlerine veya bir kısmına hüküm yüklendiğini açıklayan önermedir. Örneğin, “İnsan
hüsrandadır” ve “İnsan hüsranda değildir.
Belirli önerme: Belirli önerme niceliği (konusu) açıkça ifade edilen önermedir. ikiye ayrılır.
Eğer hüküm konunun tamamına yüklenirse “tümel önerme (mahsureti külliye)” olarak isimlendirilir; “Bütün
insanlar canlıdır” gibi.
Eğer hüküm konun bir kısmına yüklenirse “tikel önerme (mahsureti cüziye)” olarak isimlendirilir; “Bazı canlılar
insandır” gibi. Buna göre dört çeşit önerme karşımıza çıkmaktadır: Tekil (şahsi), belirsiz (muhmel), tümel (mahsureti
külliye) ve tikel (mahsureti cüziye). Belirli önermeleri olumluluk ve olumsuzluk bakımından dört guruba ayırılır. Şöyle ki:
Tümel olumlu (A): “Bütün insanlar canlıdır.
Tümel olumsuz (E): Hiçbir insan taş değildir.
Tikel olumlu (I): “Bazı insanlar kâtiptir.
Tikel olumsuz (O): “Bütün insanlar kâtip değildir. Böylece yukarıda zikrettiğimiz önerme çeşitlerinde göz önünde
bulundurduğumuzda karşımıza sekiz çeşit önerme çıkar: Tümel olumlu, tümel olumsuz, tikel olumlu, tikel olumsuz, tekil
olumlu, tekil olumsuz, belirsiz olumlu, belirsiz olumsuz. Niceliliklerine göre şartlı önermeleri ise şöyle ele alabiliriz:
Bitişik şartlı önerme, tümel ve tikel önermeler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:
1.Tümel bitişik şartlı önerme; “Her ne zaman güneş doğarsa gündüz olur” önermesi gibi.
2.Tikel bitişik şartlı önerme; “Bazen güneş doğduğu zaman, hava bulutlu olur” önermesi gibi. Ayrık şartlı önerme de tümel
ve tikel olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:
1.Tümel ayrık şartlı önerme; “Her cisim ya hareket halindedir ya da durgundur.”
2.Tikel ayrık şartlı önerme; “İnsan ya denizde olur ya da denizden ayrılır

9.1. Yüklemin Konuyla İlişkisi Bakımında Önermeler (Modalite)


9.1.1. Mümkün Önermeler Bir şeyin kendisinden varlığı ve yokluğunun olmamasıdır. “İnsan kâtiptir”, “İnsan kâtip
değildir” “İmkan-ı has” ve “İmkan-ı âm” olmak üzere ikiye ayrılır. İmkanı has, hem varolma hem de yok olma yönünden
zorunluluğun olmamasıdır. Mesela, “İnsan katiptir” önermesinde, insanın katip olması veya olmaması zorunlu değildir.
İmkan-ı âm ise yalnız bir taraftan yani ya varlık veya yokluk tarafından zorunluluğun olmamasıdır. Mesela, “Her ateş
sıcaktır” önermesinde, ateşin sıcak oluşu zorunludur; fakat sıcak olmaması zorunlu değildir
9.1.2. İmkansız Önermeler Yüklemin konuya olan nisbetinin var olmamasının zorunlu olduğu hallerdir. Mümteni’ye “İnsan
taştır”, “İnsan taş değildir”
9.1.3. Zorunlu Önermeler Zorunlu önermeler, yüklemin konuya nisbeti zorunlu olan önermelerdir. Zorunluya “İnsan
canlıdır”, “İnsan canlı değildir” İbn Sina, zorunluluğun altı şekilde yüklem olabileceğine dikkat çeker1.Zorunluluğun öze ait
olup ezeli ve ebedi olması 2.Zorunluluğun bir şarta bağlı olması. Bağlı olduğu şart ise onun özünün devam
etmesidir. “Bütün insanlar hayvandır (canlı) 3.Konunun bir nitelikle nitelenmesinin devamının şart koşulması. “Her
hareket eden değişkendir” 4.Zorunluluğun konu hakkında yüklem devam ettiği müddetçe devam etmesi. “Zeyd’in
yürümesi zorunludur. 5.Zorunluluğun belirli bir vakitle kayıtlanmış olması.“Ayın tutulması zorunludur. 6.Zorunluluğun
belirli olmayan bir vakitle sınırlı olması. “Her insanın nefes alıp vermesi zorunludur.
İbn Sina’nın zorunluluk hakkındaki zikredilen altılı taksimi modaliteyi zorunluluk, devam, imkan ve fiil olarak kabul eden
müteahhirin tarafından da benimsenmiştir. Gazali’ye göre zorunlu önermeler ikiye ayrılır:
1.Kendisinde şartın olmadığı önermeler: “Allah haydır”
2. Kendisinde konunun varlığı şart koşulan önermeler: “İnsan canlıdır
Şartlı zorunlu önermeler ise üç kısma ayrılmaktadır:
1.Kendisinde konunun varlığının devamı şart koşulduğu önermeler. 2.Konunun bir nitelikle nitelenmesinin devamı
şart koşulan önermeler. “Bütün hareketliler değişkendir”. 3.Kendisinde beli bir zamanın şart koşulduğu önermeler. Bu
tür önermeler, ya “muayyen” ya da “ğayri muayyen” olur. “Ay zorunlu olarak tutulur” önermesinde “ay tutulması” belirli bir
zamanla kayıtlanmıştır . Ateşin sıcak olması zorunlu, soğuk olması imkânsız, sönmesi mümkündür
Müteahhirine göre zorunluluk, devam, fiil ve imkân olmak üzere dörde ayrılmaktadır.
1. Zorunluluk: altı çeşit zorunluluk olduğu kabul edilir:
Konun özünden çıkan zorunluluk: Allah (zorunlu) olarak haydır.
Yüklemin konuya yüklenmesinin zorunluluğu: Her insan var olduğu sürece canlıdır.
Konunun özünün vasıflandırılmasından çıkan zorunluluk: Her katip yazarken zorunlu olarak parmaklarını oynatır.
Belli vakitteki zorunluluk: Ay belli bir vakitte zorunlu olrak tutulur.
Belirsiz vakitteki zorunluluk: Ay gecenin birinde zorunlu olarak tutulur.
Yüklemin şartına balkı zorunluluk: Ali(bilfiil ayakta olma şartıyla) zorunlu olarak ayaktadır gibi.
1. Devam: Nisbetin konudan çözülmemesidir. Devam, ezeli, zati ve Vasfi kısımlarına ayrılır. Örnek: “Her hayvan mevcut
oldukca devamlı olarak camlıdır”
2. Fiil: Olumlu ya da olumsuz nisbetin bilfiil ortaya çıkmasında ibarettir. Örnenk: “Allah bilfiil bilendir”, “Hiçbir taş bilfiil
hareket eden değildir”.
3. İmkân: Bir şeyin kendi zatında varlığının ve yokluğunun eşit olmasıdır. Her zorunlulupun karşısında bir imkân kabul
edilerek çok çeşit imkândan söz edilir. Örnek: “Her insan imkânı ölçüsünde güçlüdür”
9.2. Önermelerde Dağıtıcılık “Bütün çiçekçer sevimlidir” örneğinde konu, tek tek her çiçeği kapsadığından, dağıtılmış
tümeldir; yüklem ise, kaplamının bir kısmıyla alınmış olup anlamını önermenin konusuna hasr ederek bitirmiş değildir, yani
dağıtılmamış tikeldir. Çünkü bütün çiçekler sevimlidir, fakat bütün sevimliler çiçeklerden ibaret değildir. Sonu “dır” ile biten
yüklemler dağıtılmamış tikel, “değildir” ile biten yüklemler ise dağıtılmış tümeldir
Bütün insanlar iki ayaklıdır
(Tümel olumlu/A) Dağıtılmış/tümel Dağıtılmamış/tikel
Bazı öğrenciler çalışkan değildir
(Tikel olumsuz/O) Dağıtılmamış/tikel Dağıtılmış/tümel
9.3. Önermeler Arası İlişkiler

9.3.1. Karşı Olma Bütün insanlar iki ayaklıdır (A) Doğru Hiçbir insan iki ayaklı değildir (E) Yanlış
Bazı öğrenciler başarılıdır (I) Doğru Bazı öğrenciler başarılı değildir (O) Doğru
Bütün insanlar ölümlüdür (A) Doğru Bazı insanlar ölümlüdür (I) Doğru
Bütün insanlar canlıdır. (A) Doğru Bazı insanlar canlı değildir. (O) Yanlış
Hiçbir insan canlı değildir. (E) Yanlış Bazı insanlar canlıdır. (I) Doğru
9.3.2. Döndürme

Hiçbir ezeli bileşik değildir- Hiçbir bileşik ezeli değildir. Bütün siyahlar renktir. -Bazı renkler siyahtır
Bazı renkler siyahtır. - Bazı siyahlar renktir
Her insan canlıdır - Her canlı olmayan, insan olmayandır Hiçbir insan taş değildir -Bazı taş olmayan, insan olmayan değildir
Bazı insanlar filozof değildir - Bazı filozof olmayanlar, insan olmayan değildir

10.1. Kıyas

10.1.1. Kıyas ve Tanımı Kıyas, önermelerden meydana getirilmiş ve bunların kabulü ile zorunlu olarak diğer bir önermeyi
sonuç olarak veren sözdür. Aristoteles kıyası, “kıyas bir sözdür ki kendisine bazı şeylerin konulmasıyla, bu verilerden başka
bir şey, sadece bu veriler dolayısıyla gerekli olarak çıkar” şeklinde tanımlamaktadır. Farabi’ye göre ise “kıyas, ortaya konulan
bir takım öncüllerden yapılmış olan bir sözdür.” Bu öncüller birleştirildiği zaman onlardan arazi olarak değil, zati olarak ve
zorunlu bir şekilde başka bir şey meydana gelir
10.1.2. Kıyasın Yapısı ve Unsurları

Doğru bir kıyasın oluşabilmesi için doğrulaması ve yanlışlaması yapılabilen en az iki öncülün olması gereklidir. Bir öncülün
oluşabilmesi için de en az iki “bilgiye (marifet)” ihtiyaç vardır; bu bilgilerden biri “konu”, diğeri de “yüklem”dir. Böylece
kıyas, iki öncülden ve her öncül de biri diğerine nisbet edilen iki bilgiden oluşur. Kıyasta esas olan terimler özelikle de orta
terimdir. Bir örnek üzerinde belirtmek gerekirse:
Bütün insanlar ölümlüdür (Büyük önerme)
O.T. B.T.
Aristoteles insandır(Küçük önerme)
K.T. O.T.
O halde Aristoteles ölümlüdür(Sonuç)
K.T. B.T.
10.1.2. Kıyasın Şartları 1.İki olumsuz öncülden kıyas yapılamaz 2.Her kıyasta, büyük, küçük ve orta olmak üzere üç terim
bulunmalıdır 3.Bir kıyas en az iki öncülden meydana gelir 4.Kıyasın her üç şeklin de; iki olumsuz, iki tikel, küçük öncülü
(önerme) olumsuz ve büyük öncülü tikel olan kıyaslar sonuç vermez. 5.Bir kıyasın gerçekleşebilmesi için öncüller arasındaki
bağı kuran orta terimin olması gerekir, orta terim olmazsa kıyas gerçekleşmez. 6.Orta terim sonuç önermesinde
bulunmamalıdır. 7.İki öncülden biri mutlaka tümel önerme olmalıdır. İki tikel öncülden kesinlikle sonuç çıkmaz. 8.Yüklem
yani büyük terim konudan daha genel veya ona eşit olmalıdır
10.2. Kıyas Çeşitleri M=orta terim P=büyük terim S=küçük terim

10.2.1. Yüklemli Kıyas Birinci şekil: yüklemli kıyasta orta terim, birinci öncülde yüklem, ikinci öncülde konu olursa
birinci şekilden bir kıyas meydan gelir. Bu şeklin küçük önermesi olumlu, büyük önermesi ise tümel olmalıdır. Birinci şeklin
dört modu vardır. Birinci mod: Bu mod, iki tümel olumlu öncülden oluşur ve sonucu tümel olumlu olur. Bütün cisimler
bileşiktir. Bütün bileşikler hâdistir. O halde bütün cisminler hâdistir
İkinci şekil: Orta terimin iki öncülde de yüklem olarak yer aldığı kıyaslara ikinci şekilden kıyaslar adı verilir. İkinci şekilde
iki öncülden birinin olumsuz, büyük önermenin tümel olması gerekir. Bu şeklin dört modu vardır: Birinci mod: Küçük öncülü
tümel olumlu, büyük öncülü tümel olumsuz, sonucu tümel olumsuzdur. Bütün cisimler bileşiktir. Hiçbir ezeli bileşik değildir.
O halde hiçbir cisim ezeli değildir
Üçüncü şekil: Orta terimin her iki öncülde birden konu olduğu kıyasa üçüncü şekilden kıyas denir. Bu şekilde küçük önerme
olumu, sonuç daima tikel olmalıdır. Bu şeklin altı modu vardır: Birinci mod: Küçük önermesi ve büyük önermesi tümel
olumludur, tikel olumlu bir sonuç verir. Bütün hareket edenler hâdistir. Bütün hareket edenler cisimdir. O halde bazı
hâdisler cisimdir.
Stoacılara göre akıl yürütme kesin (sonuçlandırıcı) ve kesin olmayan (sonuçsuz) olmak üzere ikiye ayrılır: 1.Kesin akıl
yürütme (conclusive argument): Özgül bir biçimde sonuca götüren akıl yürütmedir. Hem gündüz hem de gece olması
yanlıştır, Gündüzdür, O halde gece değildir. 2. Kesin olmayan akıl yürütmeler (unconclusive argument): Sonucun
karşıtı olan önerme, öncüllerin bileşimiyle/bağlaç uyumsuz olmayan akıl yürütmedir.Yani sonucun çelişiğinin, öncüllere
karşıt olmadığı akıl yürütmedir, Eğer gündüz ise hava aydınlıktır. Gündüzdür. Öyleyse Dion geziniyor
11.1. Şartlı kıyaslar
11.1.1. Bitişik şartlı kıyaslar büyük önermesi bitişik (muttasıl) şartlı olan kıyastır. İki moddur.
a) Birinci mod: Eğer âlem hâdis ise onun bir yaratıcısı vardır. Âlem hâdistir. O halde onun bir yaratıcısı vardır
b) İkinci Mod: Bitişik şartlı kıyasın ikinci modu, birinci moddan büyük öncülü bakımından değil, istisna edilen hüküm
bakımdan ayrılır. Buna göre, bitişik şartlı kıyasta mukaddem istisna edildiğinde (aynen bırakıldığında) birinci mod, talinin
karşıtı istisna edildiğinde ikinci mod meydan gelir ve mukaddemin karşıtı sonuç olarak çıkar. Eğer Tanrı tek değilse, âlemin
bir nizamı olmaz. Hâlbuki âlemin bir nizamı vardır. O halde Tanrı tektir
11.1.2. Ayrık şartlı kıyaslar Gazâlî, ayrık şartlı kıyasları “teanüd metodu” olarak isimlendirmektedir. büyük öncülü ayrık
şartlı ve küçük öncülü istisna edilmiş yüklemli önermelerden oluşan kıyastır. Bu tür kıyaslarda “ya...ya da” ve onun yerini
tutan şart edatı taliyi mukaddemden ayırır. “Bu sayı ya çifttir ya da tektir” önermesi gibi. Şartlı kıyaslarda küçük öncül, hem
bitişik hem de ayrık şartlıda istisna harfi ile birleştirilen ve müstesna olarak isimlendirin yüklemli önermedir. Örnek: Âlem ya
kadimdir ya da hâdistir. Âlem hâdistir. O halde âlem kadim değildir.
12.1. Bileşik Kıyaslar öncül sayısı ikiden fazla olan kıyaslar, bileşik kıyas olarak isimlendirilir. Gazali’ye göre peş peşe gelen
arada sonuçları zikredilmeyen veya birçok öncülden aynı sonuca varılan kıyaslar bileşik kıyaslardır. Bileşik kıyaslarda her
kıyas şeklinden bir öncül zikredilir ve bazısı bazısının üzerine getirilerek tek bir sonuca varılır
Âlem ya ezelidir ya da sonradan olmadır. Eğer ezeli ise sonradan olan şeylere bitişik değildir. Fakat âlem cisim olması
hasebiyle sonradan olan şeylere bitişiktir ve cisim sonradan olan şeylere bitişik değilse, ondan hali (onunla bir ilgisinin
olmaması) olması gerekir. Sonradan olan şeylerden ari olan bitişik değildir ve hareket etmesi mümkün değildir. O halde âlem
sonradan olmadır
12.1.1. Hulfi Kıyas Usulcülerin “kıyasu’l-aks” mantıkçıların ve felsefecilerin ise “kıyasu’l-hulf” olarak isimlendirdikleri
hulfi kıyas, öncüllerden birinin doğru diğerinin de yanlış veya şüpheli ve sonucun yanlışlığının apaçık olması, bu yanlışlığa da
yanlış olan bir öncül ile varılması durumunda gerçekleşir. Bütün nefisler cisimdir. Bütün cisimler bölünendir. O halde bütün
nefisler bölünendir. Kısaca hulfi kıyas, hasmın görüşünü alıp öncül yapmak ve ona doğru olan bir başka öncül eklemektir.
Böyle bir kıyastan yanlış sonuç çıkar. Sonucun yanlış olması öncüllerden birinin yanlış olmasından kaynaklanır. İşte bu
duruma hulfi kıyas denir
12.1.2. Dilem şartlı ve ayrık önermelerin birleşmesiyle kurulan bir kıyas türüdür. Megara Okulu, diğer mantık okullarına
miras olarak kalan birçok paradoksun kaynağı olarak kabul edilir. Antikçağın çeşitli yazarlarına göre, genelde bilinen yedi
paradokstan, özellikle Eubulides’e atfedilenler diğerlerinden farklı bir yapıdadır. Bunlar dört taneye indirgenebilir; I.Yalancı
Paradoksu: II.Tanınmayan Adam Paradoksu III.Kel Adam Paradoksu IV.Boynuzlu Adam Paradoksu: stoacıların paradoksu;
Üstü örtülü paradoks: Megaralıların kel adam paradoksuna benzemektedir Hiç kimse paradoksu: Diogenes, bu paradoksun
bir safsata olduğunu ifade eder; Ben ne isem sen değilsin. Ben bir insanım. Öyleyse sen insan değilsin. Uyuşuk paradoks:
Aslında bu paradoks Megarılara aittir. Stoacılar bu paradoksu şu şekilde ifade ederler: Bu hastalıktan kurtulmak sizin
yazgınızsa, doktoru getirseniz de getirmeseniz de, hastalıktan kurtulacaksınız. Aynı şekilde, bu hastalıktan kurtulmamak sizin
yazgınızsa, doktoru getirseniz de getirmeseniz de, bu hastalıktan kurtulmayacaksınız. Yalancı paradoksu: Cicero ve Gellius
bu paradoksu basit bir cümlede şöyle dile getirirler: “Eğer yalan söylediğini doğru söylüyorsan, yalan söylüyorsun”. Timsah
paradoksu:
12.2. Düzensiz Kıyaslar
12.2.1. Nakıs (eksik öncüllü) Kıyaslar 1-Birinci öncülün terk edilmesi: a-Meşhur olduğu için birinci öncülün terk
edilmesi: Bu evli (muhsan) olduğu halde zina yapmıştır. O halde ona recm gerekir” önermesi böyledir. Hâlbuki bu kıyasın tam
şekli şöyledir: Evli (muhsan) iken zina eden herkese recm gereklidir. Bu kişi, evli iken zina etmiştir. O halde ona da recm
gerekir. b-Tartışmalı olduğu için birinci öncülün terk edilmesi: şığar (değiş tokuş yaparak mehirsiz evlenmek) nikahı ile ilgili
olarak; “Şığar nikahı fasittir, çünkü o, yasaklanmıştır” denir. Hâlbuki bunun tamamı şöyledir: Yasaklanan her şey fasittir.
Şığar nikâhı yasaklanmıştır. O halde şığar nikâhı fasittir. c-Kafa karıştırmak (telbis) amacıyla birinci öncülün terk edilmesi:
Gazali, Kur’an delilerinin çoğunun bu şekilde olduğunu ifade ederek, “Şayet yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı
ikisi de bozulurdu” ve “Eğer onların dedikleri gibi, başka tanrılar olsaydı onlar arşın sahibine gitmenin yolunu ararlardı”
ayetlerini örnek olarak göstermektedir.
2-İkinci öncülün terk edilmesi: a-Kafa karıştırmak amacıyla ikinci öncülün terk edilmesi, “Filan kişi ile içli dışlı olma”
“Çünkü hasetçilerle içli dışlı olunmaz” ifadeleri tam bir kıyası ifade etmez. Bunun tamam olabilmesi için şu ilavenin
yapılması gerekir: Bu adam hasetçidir (kıskanç). Hasetçi ile içli dışlı olunmaz Öyleyse bu adamla içli dışlı olunmaz
bYalanın gizli kalmasını amaçlamak için ikinci öncülü terk etmek: Şu kaledeki şahıs haindir kaleyi teslim edecektir. Çünkü
onu düşmanla konuşurken gördüm. Bu kıyasın tam şekli şöyledir: Düşmanla konuşan herkes haindir kaleyi teslim edecektir
Bu şahıs düşmanla konuşmaktadır O halde bu şahıs haindir kaleyi teslim edecektir. Bu fıkhi kıyasta çok kullanılan bir tarzdır.
c-Açıklığından dolayı ikinci öncülün terk edilmesi, Şu iki şey birbirine eşittir. Çünkü o ikisi aynı şeye eşittir. Bu kıyasta küçük
öncül ve sonuç zikredilip büyük öncül terk edilmiştir. O da şudur: “Aynı şeye eşit olan şeyler birbirine eşittir.” Buna göre bu
kıyasın tam şekli şöyledir: Şu iki şey birbirine eşittir. Aynı şeye eşit olan şeyler birbirine eşittir. O halde şu iki şey aynı şeye
eşittir, konuşmalardaki ve kitaplardaki kıyasların çoğu bu şekildedir.
3-Sonucun terk edilmesi Hz peygamber şöyle buyurmuştur: Kişi nasıl yaşarsa öyle ölür. Kişi nasıl ölürse öyle haşredilir.
Bu iki öncülün sonucu, O halde kişi nasıl yaşarsa öyle haşredilir, önermesidir. Öncüllerden birinin veya sonucun
zikredilmemesinin çeşitli sebepleri vardır. Bazıları şöyle zikredilebilir: 1.Dinleyiciyi konuşmaya veya düşünceye ortak etmek.
2.Her şeyi açıkça söylememe isteği. 3.Edebi üslup ve ustalık için. 4.Herkes tarafından bilindiği için 5.Tartışmalı olduğu için
6.Kafa karıştırmak için 7.Yalanın gizli kalmasını amaçlamak için 8.İhtiyaç duyulmadığı için
12.2.2. Delilli (müdellel) Kıyaslar “Çift dikişli” kıyas denir. Örnek: I. Öncül: Heva ve hevesine tabi olanın kalbi daima
ızdırap içindedir. Delil: Çünkü bir taraftan vicdanı onu ayıplar, diğer taraftan o kişi isteklerini durduramaz. II. Öncül:
Kalbinde ıstırap bulunan kimsede mutluluk yoktur. Delil: Çünkü mutluluk kalp huzurunu gerektirir. Sonuç: Öyleyse heva ve
hevesine tabi olan kimse mutlu olamaz.

13.1. Tümevarım
13.1.1. Tam Tümevarım bir bütünü oluşturan her parçayı inceleyerek bütün hakkında hüküm vermektir. Tam tümevarım
kesinlik ifade eder. Çünkü kendisinden birinci şekilden bir kıyas kurulabilir. Tam tümevarımda tikellerin her biri tek tek
araştırılarak tümel bir hükme varılır. Eğer araştırılması gereken tikellerden birine bile ulaşılamazsa tam tümevarım
gerçekleşmez
13.1.2. Eksik Tümevarım Eksik tümevarım, çoğunlukta görülen bir niteliğin geride kalanlarda da olmasıdır. Eksik
tümevarım kesinlik ifade etmez. Örneğin bir adam gider, at, deve, fil, haşerat, kuşlar,.... gibi bir takım canlılar üzerinde
araştırma yapar. Hepsinin ayaklı olduğunu görür. Fakat bu arada yılan, solucan,... gibi canlıları görmemiştir. Yalnız ayaklı
canlıları gören bu adam, “Bütün canlılar ayakla yürürler” hükmüne varır
13.2. Analoji Gazali’ye göre “Bilinmeyenin bilinen ile değer kazanmasına analoji” denir. Analoji, gördüğümüz bir şeyin
hükmü ile görmediğimiz şey hakkında hüküm vermektir. İbn Sina’ya göre analoji, “muayyen şey üzerine verilmiş bir
hükümdür, bu hükmün verilmesinin sebebi ise diğer bir şeyin veya şeylerin de muayyen olmasıdır. Bu hüküm aralarındaki
benzer manadan dolayı tümeldir.” Gazali, fıkıhçıların ve kelamcıların bu çeşit akıl yürütmeye “fıkhi kıyas” dediklerini
belirterek, onun kesin bilgi ifade etmediğini fakat diyaloglarda kalbi rahatlatmaya ve karşıdakini ikna edebilecek bir özelliğe
sahip bulunduğunu zikreder. analojide dört unsurun bulunduğunu ifade ederler. 1.Kendisine benzetilen (müşebbeh-ün bih),
asıl olan unsur budur. 2.Benzetilen (müşebbeh), bu unsur asıl değil ikinci derecedendir. 3.İkisi arasında bulunan ortak anlam,
buna “illet” denilir. 4. Benzetme (teşbih) buna da “hüküm” denilir. Bu asıl hakkında sabit olan ve analoji yoluyla fer’a da
uygulanmak istenen unsurdur. Mesela, Yer gezegeninin atmosferi vardır ve üzerinde canlılar yaşar; Merih’te de atmosfer
vardır. O halde Merih’te de canlılar yaşar.
Bu örnekte Merih; benzetilen, yer gezegeni; kendisine benzetilen, atmosfer; illet, canlıların yaşaması ise sonuç hükmüdür.
diyalektikçiler, iki yöntemle analojiyi açıklamayı denemişlerdir. 1.Tard ve aks yöntemi. 2.Sebr ve taksim yöntemi.

14.1. Beş Sanat ve Tarifleri


14.1.1. Beş Sanatın Tarifi
Burhan: kesinlik taşıyan öncüllerden oluşan; yakin ve sadık kıyastır. (burhani kıyas)
Cedel: kendisinde hata bulunabilen, meşhurattan olan öncüllerden meydana gelen kıyastır. (cedeli kıyas)
Muğalata: doğru olmayan fakat doğru olduğu kolaylıkla düşünülebilen yanlış öncüllerden oluşan, muhatabı aldatmak için
kullanılan kıyastır.
Hitabet: kendisine güvenilen bir kişiden alınıp kabullenilmiş veya tahmine dayalı zanni öncüllerden oluşan kıyastır. (hitabi
kıyas)
Şiir: ruhun rahatlamasına veya sıkılmasına yol açan; muhayyelat türü öncüllerden oluşan kıyastır.

14.1.2. Beş Sanatta Kullanılan Öncüller evveliyat, mahsusat, mütevatirat, vehmiyyat, musellemat, maznunat, mucerrebat,
tecrübiyyat, meşhurat, muşebbihat, muheyyelat, makbulat, görünürde meşhur, fıtriyyat (kıyası kendisinde bulunan önermeler)
14.2. Yakini ve Yakini Olmayan Öncüller
14.2.1. Yakini Öncüller Yakini öncül, yakini doğruluk ifade eden bilgilerden meydana gelir. Yakin, bir şeyi tereddütsüz
olarak bilmek ve onun hakkında kesin bir görüşe sahip olmaktır
Evveliyyat: Evveliyat, sırf akli olan yani aklın, his ve tahayyülden yardım almaksızın vardığı ve tasdik ettiği öncüllerdir.
Mesela, “İki birden daha çoktur”
Mahsusat: Mahsusat; renkleri, tatları, kokuları, sesleri, sertlikleri, yumuşaklıkları... ayırt etmek gibi beş duyu ile bilinen
şeydir. Mesela, “Kar beyazdır”, “Ay yuvarlaktır”, “Kömür siyahtır”, “Ateş yakıcıdır”, “Buz soğuktur” Dış duyu ile algılanan
nesnelerin bilgisine “dış duyulurlar”, iç gözlemlerle elde edilen bilgilere de “iç gözlemler” denir. Bunlardan birincisine
“hissiyat”, ikincisine “vicdaniyat” da denmektedir.
Mucerrebat: Mucerrebat, insanın defalarca aynı şeylerle karşılaşıp bu karşılaştıklarından elde ettiği bilgilerdir. Mucerrebatla
ilgili öncüller, duyu ve akıl ile elde edilir. Ateşin yakıcı, ekmeğin doyurucu, şarabın sarhoş edici olduğunu mucerrebat ile
biliriz; “Ekmek doyurucudur”, “Su susuzluğu gidericidir”, “Ateş yakıcıdır” “Boyun kesmek öldürücüdür”
Hadsiyat: Hads zihnin bir şeyi ani kavraması (sür’at-ı intikal) demektir. Hadsi bilgi, zihinde çok hızlı gizli bir kıyas
vasıtasıyla meydana gelir. Akıl, kendisinden şüphe edemediği için onu tasdik etmek zorunda kalır; Ay ışığını güneşten alır
Mucerrebat genel tecrübelere dayanırken, hads akılın makulleri doğrudan algılamasıdır.
Fıtriyat: Orta terimi zihinde meydana gelen bilgilerdir. Fakat orta terim, zihinden silindiğinde kişi onun vasıtasız ve
evveliyattan bir bilgi ile elde edildiğini zanneder. Ancak araştırma sonucunda bu tür bilgilerin orta terimle bilindiğinin farkına
varır. İki altının üçte biridir” önermesi de bir orta terim ile bilinir, şöyle ki; üç kısma eşit olarak bölünen her sayının bölümleri
bir birine eşittir, her kısım bölündüğü sayının üçte biridir. Altı üçe bölündüğünde üç eşit kısım ortaya çıkar. O halde iki altının
üçte biridir
Mütevatirat: Bir topluluğun haber vermesi ile elde edilen bilgilerdir. Görülmediği halde mesela, Mısır, Mekke, Malezya,
Güney Afrika, Türkiye ve beş vakit namazın sayısı, mütevatir olarak kabul edilen bilgilerdir. Mütevatir bilgi, duyu ile
algılanan bilgiden farklıdır.
14.2.2. Yakini Olmayan Öncüller vehmiyyat, musellemat, maznunat, meşhurat, muşebbihat, muheyyelat, makbulat,
görünürde meşhur şeklinde sıralanabilir. Gazali, yakini olmayan öncül çeşitlerini fıkhiyat için uygun olan ve fıkhiyat için
uygun olmayanlar şeklinde ikiye ayırmaktadır. Fikhiyat için uygun olanlar meşhurat, makbulat ve maznunat; fıkhiyat için
uygun olmayanlar ise muşebbihat, vehmiyyat ve muheyyelat’tır
14.3. Akliyyât ve Fıkhiyyât Ayrımı
14.3.1. Fıkhiyyâtta Kullanılan Öncüller Meşhurat: “şöhretleri ve genelin görüşü dolayısıyla kendilerine güvenilen
bilgilerdir” diğer bir ifade ile “Meşhurat, doğrulanmaları ya herkesin veya çoğunluğun tanıklığını ya da halk kitlelerinin veya
seçkin insanların tanıklığını gerektiren derlenmiş görüşlerdir.” Mesela, “Yalan söylemek çirkindir”, “Haksızlık etmek
kötüdür”, “Adalet gereklidir”, “Zülüm çirkindir” gibi önermeler meşhurattandır. Meşhurattan olan bilgiler bazen doğru, bazen
yanlış olabilir. tıpçıların yanında meşhur olmayan bir bilgi marangozların yanında meşhur, marangozların yanında meşhur
olmayan bir bilgi de tıpçıların yanında meşhur olabilir. Meşhurattan olan öncüllerle evveliyattan olan öncüller zaman zaman
birbiriyle karıştırılabilir; ancak bunlar arasındaki farkı şöyle açıklamak mümkündür: Akıllı fakat eğitim görmemiş, herhangi
bir fikre doğru yönlendirilmemiş ve kendi haline bırakılmış bir insan varsayılarak ona, “İnsan öldürmek kötüdür”, “İnsanı
kötülükten kurtarmak güzeldir” gibi önermelerin doğruluğu sorulduğunda bunları reddetmesi mümkündür. Fakat “Aynı anda
bir şey hem olumlu hem de olumsuz olamaz”, “İki birden daha çoktur” gibi önermelerde tereddüde düşmesi veya reddetmesi
mümkün değildir. Çünkü bu önermeler evveliyattandır. Buna göre evveliyattan olan öncüllerin üzerinde görüş birliği varken,
meşhurattan olan öncüller üzerinde görüş birliği yoktur
Makbulat: iyi ve seçkin insanlardan, ileri gelen bilginlerden ve önceki usta bilginlerden alınmış öncüllerdir. Diğer bir ifade
ile makbulat, sayıları tevatür sayısından az olan bir topluluk veya adaleti yahut bol bilgisiyle başkalarından ayırt edilen bir
kişinin söylediklerini tasdik ederek inandığımız öncüllerdir.
Maznunat: “Tersi de olabilir” diye düşünülmekle beraber zannı galip veren öncüllerdir. Mesela, gece dışarı çıkan kişiye; “O
haindir, eğer hain olmasaydı gece dışarı çıkmazdı” veya “Falanca düşmanı çağırıyor, öyleyse o da çağırdığı düşman gibidir”
önermeleri zanna dayandıkları için maznunattandır. çelişiğinin gerçekleşme imkanı vardır.
14.3.2. Fıkhiyyâta Uygun Olmayan Öncüller muhayyelat, vehmiyyat ve musellemat. Ancak Gazali, el-Mustasfa ve
Mihakku’n-Nazar adlı eserlerinde bunlardan sadece vehmiyyatı ele alırken, Miyaru’l-İlm’de, fıkhiyata uygun olmayan
öncülleri muşebbihat başlığı altında ele almaktadır
Musellemat: el-Mustasfa, Mihakku’n-Nazar ve Miyaru’l-İlm’de musellemat ayrı bir başlık halinde ele alınmamakla beraber
Makasıdu’l-Felasife’de beş sanatta kullanılan öncüllerin önerme çeşitlerinden biri olarak incelenmektedir. Musellemat,
hasımın kabul ettiği veya sadece iki hasım arasında meşhur olan öncüllerdir. Bu tür öncüller sadece iki hasım arasında
kullanılır ve bunlar, meşhur öncüllerden sadece genel ve özel olma bakımından ayrılırlar. Meşhur öncülü herkes, musellematı
ise sadece hasım kabul eder
Vehmiyyat: Bunlar geçersiz öncüllerdir. Fakat kuşkuya yer vermeyecek şekilde zihine yerleşmişlerdir. “Evren boşluğa veya
doluluğa varıp durur, yani evrenin gerisinde ya boşluk ya da doluluk vardır”
Muhayyelat: Yalan olduğu bilinen öncüllerdir. Fakat bu öncüller, sevdirmek veya nefret ettirmek suretiyle nefsi etkilerler.
Muhayyelat, niteliklerinin ortak olmasından dolayı bir şeyi iyi veya kötü bir şeye benzetmektir. bir kimseye hacamatçının
kabından bal sunulsa, onu yemekten sakınır. Bunun sebebi, hayalinde o kabın hacamat için kullanıldığını düşünmesidir

Ahmed Ercan
28.01.2014

You might also like