Professional Documents
Culture Documents
2.1. Mantığın Amacı amacı, tanım ve kıyasın doğru olanını yanlış olanından ayırt etmektir; diğer bir ifade ile düşünürken
yanlışa düşmekten kişiyi alıkoymaktadır
2.2. Mantığın Önemi ve Uygulama Alanları Pratik hayatta, bilim alanı, teorik alanda, felsefi alanda
2.3. Mantığın Faydaları İbn Sina mantığın faydasının, doğru tanım ile doğru kıyısı, bunların çeşitlerini, ayrıca yanlış tanım ile
yanlış kıyası ve bunların çeşitlerini bize öğretmek olarak kabul eder. Farabi ise mantığın hataya düşmenin mümkün olduğu
bütün hususlarda düşünce kuvvetini doğru yöne sevk ettiğini ifade ederek, Gazali’de olduğu gibi mantığı, bilgilerimizin
doğruluğunu kontrol etmek için bir teraziye benzetir. Ayıca Farabi’ye göre mantık, aklı düzeltmeğe ve yanlış yapılması
mümkün olan noktalarda insanı doğruya yönelttiği gibi, yanlış yapan bir kimsenin ma’kullerde yanlış yapıp yapmadığından
emin olması için bir takım kanunlar vererek kontrol görevi yapar. Ebu Bişr Matta (870-940) ile Ebu Said el-Seyrafi (893-979)
arasında geçen mantık ve gramer ile ilgili bir tartışmada Matta da, mantık ile doğru sözün yanlış olandan, doğru anlamın da
yanlış anlamdan ayırt edilebileceğini ifade ederek mantığı bir teraziye benzetir
3.1. Mantığın Tarihçesi mantığın m.ö. 4. y.yılda sistemleştiğini görüyoruz. Aristoteles öncesi Grek dünyası isimler; Thales,
Anaxsimenes, Parmenides, Heraklit, Anaxagoras, Demokritos, Parmenides, Zenon, Herakleitos Pretogoras, Sokrates
3.1.1. Aristoteles’te Mantık aristotoles mantık ifadesini değil “analitik” ifadesini kullanmıştır. Mantık ifadesi ilk defa
Stoacılar tarafından kullanılmıştır, eserleri; Kategoriler(Katigorias), Önermeler (Peri-Hermeneias), I. Analitikler(I.
Analutika /Kıyas),II. Analitikler(II. Analutika/Burhan), Cedel (Topika), Sofistik Deliller(Sofistika), Hitabet (Retorika), Şiir
(Poetika). Aristoteles’in bu eserlerine Porphyrios’un İsagoci adlı eseri de eklenerek mantık külliyatı toplam 9 eser halinde
kabul edilir
3.1.2. Batıda Mantık İlk defa Beotius (470-525) Aristoteles’in Kategoriler ve Önermeler adlı eseri ile Porphrios’un
İsagoci’sini tercüme etti. Albertus Magnus ve Aquino’lu Thomas etkili olmuş önemli isimlerdendir. Bacon ve Descartes’in
metot konusu üzerinde önemle durmaları üzerine, metot konusu mantığın bir bölümü olarak kabul edilmiştir. 17. y.yılda Port-
Royal mantığında metot konusu çok sistemli bir şekilde ele alındı. Bacon, tümevarımı öne çıkararak deney ve gözlemin
önemi üzerinde durmuştur. Ortaçağda Avrupa’da Aristoteles mantığının önemli temsilcileri arasında Albert
Magnus (ö. 1280), Thomas Aquinas (ö. 1274), Duns Scotus (ö. 1308) ve Ockhamlı William (ö. 1347)
zikredilebilir.Ortaçağda Batı’da Aristoteles’in mantık anlayışı bağlamında klasik mantık hakim olmuştur.
Yeniçağın doğa bilimi anlayışı çerçevesinde F. Bacon (ö. 1626) ve benzerleri, kıyasa karşı koymuş, onun yetersizli
ğini iddia ederek tümdengelime karşı tümevarım yolunu savunmuştur. Bunlara göre, Aristotelesçi kıyas,
varolanları tekrar eden bir düşünme yöntemi olarak bilimin ispat yöntemi olamaz. Bu nedenle .
Aristoteles mantığının yoğun eleştirilere maruz kalması ve gözden düşmesi, Batı’da “Sembolik mantık”ın
gelişmesine yol açmıştır. Leibniz, bu alanda bir takım çalışmalar başlatsa da asıl sembolik mantık
çalışmaları, De Morgan (18061876) ve özellikle de Boole (18151864) ve Stanley Jevons (18351882) ile
başlamıştır. Bu kişiler, matematiği örnek alarak mantığı yeniden kurmaya çalışmışlardır; mantığı matematik
gibi sembolleştirerek modern mantığın temellerini atmışlardır. Klasik mantığı matematikle
temellendirmenin yetersiz kalması sonucu bazı mantıkçılar, yeni bir matematik ve mantık arayışı içine
girdiler. G. Frege (18481925), matematiğin mantıktan çıkartılabileceğini öne sürerek sembolik mantık
çalışmalarına hız verdi. Rusell (18721970) ve Whitehead’in (18611947) çalışmaları da
lojistik denen yeni bir mantığa yol açtı. Ayrıca Lukasiewicz (18781956), üç değerli mantığı geliştirdi. Reichenbach
(18911953) ise, sonsuz sayıda doğruluk değerli olasılık mantığını kurdu. J. Neumann (19031957), W. J. Bochenski
(1902), ve K. R. Popper (19021994) gibi mantıkçılar da mantığa önemli katkılar
3.1.2. İslam Dünyasında Mantık Yunan mantık eserlerini Arapça’ya tercüme eden en önemli
isimlerden bazıları şunlardır: 1. Abdullah ibn elMukaffa (ö. 757), 2. Yahya ibn elBitrîk (ö. 830), 3. Huneyn ibn İsha
k (ö. 877), 4. İshak ibn Huneyn (ö. 910), 5. Ebu Osman Said ibn Yakub edDımeşkî (ö. 920), 6. Ebû Bişr Matta ibn
Yunus (ö. 940), 7. İbrahim ibn Abdullah (ö. 940), 8. Yahya ibn Adi (ö. 973). Yunan mantık eserlerinin Arapça’ya
çevirilmesi hareketinin ilk dönemlerinde, Porphyrios’un (ö. 304) İsagoji’si (Isagoge) ile Aristoteles’in
Kategoriler, Önermeler
ve Birinci Analitikler gibi eserlerine odaklanılmıştır.Dokuzuncu ve Onuncu yüzyıllar, sadece çeviri hareketine tanık
olmamış; aynı zamanda mantık üzerine yapılan şerh, özet ve müstakil telif eserlerinin ortaya çıkışına da
sahne olmuşturMüslüman mantıkçılar, mantık alanında ortaya koydukları ürünlerle etkileri
modern dönemlere kadar kesintisiz devam eden büyük bir devrim gerçekleştirmişlerdir. Ünlü İslâm mantıkçılarında
n bazıları şunlardır: elKindî (ö. 873), Fârâbî (ö. 950), İbn Sînâ (ö. 1037), Gazzâlî (ö. 1111), İbn Rüşd (ö. 1198), Fah
reddin erRâzî (ö. 1210), Esîrüddin elEbherî (ö. 1264),Nasireddin etTusî (ö. 1274), Necmeddin elKâtibî elKazvînî (ö
. 1276), Kadı Siracüddin elErmevî (ö. 1283), Kutbuddin erRâzî (ö. 1364), Sadeddin etTeftâzânî (ö. 1390), Cürcânî (
ö. 1413), Fenarî (ö. 1430), İsmail Gelenbevî (ö. 1790). GazzâlîAristo mantığını Kur’anî bir kalıba dökme
teşebbüsüyle alakalıdır. O, elKıstâsü’l müstakîm adlı eserinde oldukça ilginç bir çabaya girmekte ve
mantıktaki bazı kavram ve ilkelere Kur’an’dan temeller bulmaya çalışmaktadır.
3.2. Bazı İlk İslâm Mantıkçıları ve Çalışmaları
3.2.1. Kindi İlk İslâm filozofu Kindidir.İslam dünyasında ilk defa mantığı sadece alet ilimlerinden biri olarak kabul eden
filozof Kindi olmuştur. mantığın İslâm dünyasına girmesinden sonra, mantık alanında Arapça olarak ilk eserleri yazan ve
İslâm toplumunda ilk defa filozof unvanını alan ve aynı zamanda Meşşai okulunun da kurucusu olan Kindi’dir. O, eserlerinde
Aristoteles’in fikirlerine yer verenlerin ilki olarak tanınır. Kindi,
İlk Felsefe Üzerine adlı risalesinde klasik mantıkta son derece önemli olan beş tümeli yani tür, cins, fasıl, hassa ve araz-ı
amm’ın her birini ayrı ayrı tanımlayarak incelemektedir.Kindi “Tarifler Üzerine” adlı risalesinde de felsefi bir takım
kavramların tanımını yaparak İslâm felsefesi ve mantığa katkıda bulunmuştur. Böylece çok kısa da olsa bir terimler sözlüğü
oluşturma çabası ortaya koymuştur
3.2.2. İhvanu’s-Safa İhvanu’s-Safa, 970-1030 yılları arasında, İslâm kültür dünyasında felsefeyi “batini bir akide” gibi
yaymaya çalışan gizli bir cemiyetin adıdır. felsefelerini Resailü İhvanu’s-Safa adı verilen 51 risalede toplamışlardır. Eklektik
metotla ortaya konulan ve X. yüzyılda Arapça’nın konuşulduğu ülkelerde bilinen ilimlerin ve felsefi görüşlerin adeta bir
ansiklopedisi niteliğini taşıyan bu eserlerinden dolayı, İhvanu’s-Safa İslâm Felsefesi tarihinde “İslâm Ansiklopedistleri”
adıyla da anılır. Felsefenin konusuna giren ilimleri matematik, mantık, tabiat ve teoloji (ilahiyat) olmak üzere dörde ayırırken,
mantığın ayrı bir ilim olduğu görüşündedirler, üç mantıki metot olan tahlil, tanım (had) ve burhan üzerinde de önemle durur.
Onlara göre tahlil şahısların (ferdi olan şeylerin); had türlerin, burhan ise cinslerin hakikatlerinin bilgisini sağlar. İhvanu’s-
Safa’ya göre mantık “nutk” kökünden türemiştir. Nutk ise insanın fiillerindendir. İhvanu’s-Safa, İsagoci’deki, beş tümel
konusunu diğer mantıkçılardan biraz farklı olarak ele alır; onlar cins, tür, ayrım, hassa, ilinti’ye altıncı olarak bir de şahsı
eklerler
3.2.3. Farabi Aristoteles’in Organon’u Arapça’ya tercüme edildikten sonra onun üzerine ve müstakil olarak
yapmış olduğu mantık çalışmalarıyla mantığı Arapça’da yeniden kuran filozof Fârâbî olmuştur. İslâm felsefe gelene
ğinde kurucu bir role sahip olan Fârâbî (ö. 339/950), felsefenin neredeyse bütün alanlarında özgün ve yaratıcı
ürünler ortaya koymuş eşsiz filozoflardan biridir. Gerek klasik gerekse modern biyografi yazarları tarafından
ona nispet edilen eserlerin sayısı 100’ü aşmaktadır. Kendisinden önceki mantık geleneğine son derece vakıf
olan Fârâbî, “ilk muallim” (mu‘allimi evvel) Aristoteles’in mantık eserlerine pek çok şerh yazdığı gibi, çok
sayıda oldukça özgün ve etkili müstakil eserler de kaleme almıştır. İbn Haldûn (ö. 732/1332) da Fârâbî’nin
ününün gerisinde onun mantıktaki başarısının yattığını düşünmekte ve Aristoteles’ten sonra “ikinci muallim”
(mu‘allimi sânî) unvanı ile anılmasını haklı olarak esasen bu alandaki başarısına bağlamaktadır. Fârâbî,
İhsâ’ü’l‘ulûm (İlimlerin Sayımı) adlı eserinde her bir bölüm bir kitaba karşılık gelmek üzere
mantığı sekiz bölüme ayırır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1. Mekûlât (Kategoriler), 2. İbâre
(Önermeler), 3. Kıyas (Birinci Analitikler), 4. Burhân(İkinci Analitikler), 5. Cedel (Topika), 6. Hikmeti Mümevveh
e (Sofistika), 7. Hitâbet (Retorika), 8. Şiir (Poetika).Ona göre, doğru ve tutarlı düşüncenin
ilke ve kurallarını koyan mantığın esası dördüncü bölüm olan Burhân’dır. Zira Burhân, kesin ve zorunlu bilginin
ilke ve kurallarını vermekte, felsefeyi mükemmel hale getiren kaideleri içermektedir. Fârâbî’ye göre mantığın ilk
üç bölümü, Burhân’a sadece bir giriş ve hazırlık olma özelliği göstermekte; son dört bölüm ise, bir
yandan Burhân’a alet hizmeti görürken diğer yandan burhâna ve kanıta dayalı kesin bilgi ile
zanna, mugalataya, ikna ve hayâle dayalı kesinlikten uzak düşünce ve görüşleri ayırt etmeye yönelik işlev
görmektedir.Fârâbî göre insanın hem teorik hem de pratik anlamda kendini gerçekleştirmesi ve böylece
mutluluğa ermesi kesin bilgiyle mümkün olur. Böyle bir bilgiye ise ancak mantıkla ulaşılabileceğinden mantık,
tartışmasız bir öneme sahip olup vazgeçilemezdir
3.2.4. İbn Sina İlk kez Aristoteles’in kurduğu ve daha sonra da Fârâbî’nin geliştirip Arapça’da yeniden kurduğu
mantığı, İbn Sînâ’nın yetkinleştirip neredeyse ona son şeklini verdiği söylenebilir. Onun büyük kitabı eşŞifâ’nın
mantık bölümü, belki de mantık tarihinin en geniş, en kapsamlı ve en ayrıntılı mantık kitabıdır
3.3. Tanzimattan Sonra Türkiyede Bazı Mantık Çalışmaları Modern mantık Üniversitelerimize Reichenbach’ın İ. Ü. Edebiyat
Fakültesinde 1938 yılında Lojistik dersleri ile girmiş, 1942’den itibaren Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde, 1965’ten beri
de ODTÜ’de okutulmaya başlanmıştır
4.5.1. Özsel (Zati) Kavramlar Özsel ile bir şeyin mahiyetine (neliğine) ve hakikatine dahil olan ve mananın anlaşılması
kendisine bağlı olan kavramlar kastedilir. Mesela, siyahlık için “renk”; at ve ağaç için “cisimlik”; at ve insan için “canlılık”
böyledir. Özsel kavram, genel ve özel olmak üzere iki kısma ayrılır. Genele cins, özele ise tür (nevi) denir.“Bu insan, canlıdır
ve beyazdır” dendiğinde beyazlığın ve canlılığın insana olan nisbetinin farklı olduğu görülür. Canlının insana nisbeti özseldir.
Çünkü insanın varlığı canlı olmasına bağlıdır. Beyazlığın insana nisbeti ise ilintiseldir. Dolayısıyla beyaz rengi olmasa da
insanın varlığı mümkündür
4.5.2. Ayrılmaz (Lazım) Kavramlar Ayrılmaz nitelik, nesnenin özden ayrılmamasıdır. Fakat nesnenin hakikat ve
mahiyetinin anlaşılması bu niteliğe bağlı değildir. Güneşin doğuşu anında atın, bitkinin ve ağacın gölgesinin düşmesi böyledir
4.5.3. İlintisel (Arızi) Kavramlar İlinti, bir şey ile sürekli birlikte bulunması zorunlu olmayıp, ayrılması düşünülebilen
niteliktir. Eğer ilintinin konusu özel ise, buna “has ilinti” denir. İnsanın gülen olması gibi. Eğer ilintinin konusu başkalarını
içine alacak şekilde genel ise buna da “mutlak ya da genel (amm) ilinti” denir. İnsan için yiyen denilmesi böyledir
4.6. Kavramlar Arası İlişkiler Ayrıklık: İki kavramdan her biri diğerinin hiçbir ferdini içine almamasına ayrıklık denir.Hiçbir
kuş insan değildir Hiçbir insan kuş değildir. Eşitlik: İki kavramdan her biri diğerinin bütün fertlerini karşılarsa bu kavramlar
arasında eşitlik oluşur. Her cisim boşlukta yer tutar.Her boşlukta yer tutan cisimdir.Tam-girişimlilik: İki kavramdan sadece
biri diğerinin bütün fertlerini içerirse bu iki kavram arasında tam girişimlilik oluşur. Bütün incanlar canldır. Bazı canlılar
insandır. Eksik girişimlilik: İki kavramdan her biri diğerinin sadece bazı fertlerini içerirse buna eksik girişimlilik denir.Buna
göre bir kavram diğer bir kavrama göre ele alındığında ya daha genel ya daha özel ya tamamen farklı ya da eşit olmaktadır.
Bazı canlılar beyazdır. Bazı beyazlar canlıdır.
5.1. Beş Tümel
Beş tümel mantıkçılar tarafından özsel ve ilintisel olmak üzere iki kısım halinde ele alınır. Özsel (zati) olan nitelik, cins, tür ve
ayırım (fasl) olmak üzere üçe ayrılırken, ilintisel nitelik (araz), özel ilinti ve genel ilinti olmak üzere iki kısma ayrılır.Cins,
kendisinden daha genel bir şey olmayan özsel olarak isimlendirilir.Cevher (Cinslerin cinsi),Cisim Büyüyen,
Canlı, İnsan=Türlerin Türü. Tür:altında daha özeli olmayan özsel olarak isimlendirilir. “O nedir?” sorusunun cevabı olarak
zikredilir. İnsan, at, deve. Ayrım (Fasl): Cevherinde (özünde) “O hangi şeydir?” sorusunun cevabı olarak nesnelere
yüklenebilen tümeldir. Yerden biten bir şeye işaretle “Bu nedir?” diye sorulduğunda, “O, bir cisimdir” demek gerekir “O bir
cisimdir” sözüne bir ilave yaparak “O büyüyen bir cisimdir” denmelidir. Böylece “büyümeyen” şeylerden kaçınılmış olunur.
İşte bu kaçınmaya “ayırım” denir. Hassa: Özsel olmayan bir yükleme ile yüklenebilen, tek bir hakikatin altında bulunan şeye
hassa denir.” Yürümek ve yemek canlının bütün fertlerine ait olan hassalardır. Porphyrios, dört tür hassanın varlığına dikkat
çeker: 1. Türün bazı fertlerine ait olan hassa. İnsan için hekimlik ve geometri ile uğraşmak gibi. 2. Türün bütün fertlerine ait
olan hassa. İnsan için iki ayaklı olmak gibi. 3. Türe belli bir anda ait olan hassa. İhtiyarlıkta saçların ağarması gibi. 4. Türün
bütün fertlerine ait olan ama sürekli olmayan hassa. İnsanın gülmesi gibi. Kindi’ye göre hassa, bir türü ve onun kapsamındaki
her şahsı ifade eder ve bir şeyin mahiyetini bildirir, fakat mahiyetini bildirdiği şeyin parçası değildir. Farabi’ye göre, özü
bakımından olmayarak bir şeyin bir şeyden ayrıldığı şeye “hassa” denir. “Gülmek” ve “boyu dik olmak” insanın hassalarıdır.
İbn Sina’ya göre ise hassa, özsel olarak değil, ilintisel olarak “O hangi şeydir?” sorusunun cevabı olarak söylenen, tek bir türe
delalet eden tümeldir. İlinti (Araz-ı amm): Kendisine nisbet edilen şey sadece kendisinde bulunmayan, başka varlıklarda da
bulunan nitelik “genel ilinti” olarak isimlendirilir. Gazali, genel ilintiye şu örneği vermektedir: İnsan, özü itibariyle attan
farklıdır. Siyahlık da özü itibariyle beyazlıktan farklıdır. Bu siyah, şu siyahtan özü ve yapısı itibariyle farklı değildir. Fakat
siyahlardan biri, mürekkepte diğeri ise kargada bulunur. Siyahlığın kargaya nisbet edilmesi, karga için ilintisel bir durumdur.
5.2. Kategoriler
5.2.1. Aristoteles’te Kategoriler Ona göre kategoriler cevher, nicelik, nitelik, görelik, nerelik, zaman, durum, sahip olma,
etki ve edilgi olmak üzere on tanedir.Cevher: Cevher, varlığı kendisini niteleyene bağlı olmayan ve kendi kendine ayakta
duran şeydir, insan ve ağaç gibi. Cevher, kendi kendine var olmak bakımından ilintilerden farklıdır. İlintilerin kaybolmasıyla
varlığını kaybetmez.Nicelik: Her biri doğası gereği bir ve bireysel bir şey olan iki veya daha fazla tamamlayıcı öğeye
bölünebilen şeye nicelik denir. Diğer bir ifade ile nicelik kaç, nice sorularının cevabı olan kategoridir. Mesela, iki dirsek uzun,
üç dirsek uzun.Görelik: “Biri diğerine kıyas ile söylenen iki şey arasında ayniyle ve kendisiyle vaki bir
nisbettir.” Diğer bir ifade ile babalık, kardeşlik, evlatlık, komşuluk, arkadaşlık, paralellik, sağında ve solunda bulunma
şeklinde karşıtların bulunmasından dolayı cevherde meydana gelen ilintidir.Nitelik:“fertlerle ilgili olarak “O nasıldır?”
sorusunu soran birisine verilebilecek bir cevaptır” şeklinde tanımlanır. Diğer bir ifade ile nitelik kendisiyle bir şeyin nasıl
olduğu söylenen terimdir, ak, gramerci gibi.Etki: Bir tesir edicinin diğer bir şeye tesir ettiğinde, tesir ediciye ilinti olan haldir.
Kesiyor, kırıyor, seviyor.Edilgi: Bir şeyin başka bir şeyle etkilenmesiyle, ona ilinti olan haldir. Kesiliyor, kırılıyor, seviliyor.
Durum: Bir şeyin bazı parçalarının diğer parçalarına veya kendisinin dışında bulunan şeylere göre ilinti olan halidir. Mesela,
ayakta durmak, oturmak, yatık olmak gibi.Zaman: Ne zaman? sorusuna cevap olan kategoridir. Bir şeye, bir zamanda
bulunmasıyla ilinti olan haldir. Dün, geçen yıl, gelecek hafta gibi.Mekan:altta ve üstte olması şeklinde nesnenin bir mekanda
bulunması ya da cevherin, kendisinde bulunduğu mekana nisbet edilmesidir. Mekan, “O nerededir?” sorusunun cevabı olarak
da tarif edilebilir. Mesela “Ali nerededir?” sorusuna, “O evdedir, çarşıdadır”.Sahip olma: Herhangi bir şeye sahip olma, bir
şeyin başka bir şeye sahip olması ile ona ilinti olan halidir, ayakkabıları ayağındadır, silahlıdır gibi.
5.2.2. Stoa Mantığında Kategoriler Stoacılar genellikle dört çeşit genel cins (general genus/kategori) kabul etmişlerdir. Asıl
neden:(substratum) kategorisi belirlenmemiş, soyut bir oluş ve bir objenin esas maddesidir.Nitelik: Nitelik kategorisi belirsiz
bir maddeyi belirli hale getiren bir kategoridir.Durum ve durumlar arası bağlantı:kategorileri, asıl (essential) olmayan veya
şey kavram ile tesadüfen ilişkili olan her şeyi içerir. Böylece ölçü/hacim, nitelik, yer, zaman, sahiplik, hareket, aksiyon, özel
durum gibi, bir şeyin kavramına esas olarak ya da ârazi olarak bağlı olan kategorilerdir.
5.2.3. Kant ve Ernest von Aster’a Göre Kategoriler kategoriler, nicelik, nitelik, görelik ve modalite olmak üzere dört kısma
ayrılır. Bunlar da kendi aralarında üçer kısma ayrılırlar, böylece on iki kategori elde edilmiş olur. Niceliğe göre: birlik, çokluk,
tümlük (bütünlük).Niteliğine göre: gerçeklik, olumsuzluk, sınırlılık. İlişkilerine göre (görelik): töz (cevher ve ilinti), neden
(nedensellik ve bağımlılık), birliktelik (ortaklık veya karşılıklı eylem). Kipliğine göre: olanak (imkân ve imkânsızlık), varoluş
(varolma ve varolmama), zorunluluk (zorunluluk ve olumsallık)
Bir şeyin yakın cinsi ile yakın ayrımından yapılan tanımdır. “İnsan konuşan canlıdır” tanımında “canlı”, “insan” kavramının
yakın cinsi, “insan”, tür “düşünme” ise insanın ayrımıdır.
Eksik Özsel Tanım (Hadd-ı Nakıs):
Bir şeyin uzak cinsi ile yakın ayrımından yapılan tanımdır. “İnsan düşünen cisimdir” tanımında “cisim”, insanın uzak cinsi,
düşünen ifadesi ise onun yakın ayrımıdır.
Tam İlintisel Tanım (Resm-i Tam):
Bir şeyin yakın cinsi ile hassasından yapılan tanımdır. “İnsan, gülme özeliği olan canlıdır”, tanımı gibi. Bu tanımda canlı
insanın yakın cinsi gülme özelliğine sahip olma ise onun hassasıdır.
Eksik İlintisel Tanım (Resm-i Nakıs):
Bir şeyin uzak cinsi ile ilintisinden yapılan tanımdır. “İnsan uyma özeliği olan cisimdir” gibi. Bu tanımda “cisim” uzak cins,
uyuma ise ilintidir. Gazali gibi bazı filozoflar tanımı lafiz (adsal), resmi (ilitisel/tasviri) ve hakiki olmak üzere üç kısım
halinde ele almışlardır. Tanım bu üç çeşidi de “ne/ nedir?” sorusunun cevabı olarak ortaya konabilmektedir
6.2.2. Lafzi (Adsal) Tanım Sadece sözcüğün açıklanmasının yapıldığı tanım şeklidir
6.2.3. Resmi (İlintisel/Tasviri) Tanım Resmi tanım daha çok fıkıh usulü ve kelamda kullanılan bir tanım şeklidir. Bir şeyin
şeyin hakikatini değil, onun biçimsel şeklini tanımlamaya resmi tanım denir. Mesela, “Hamr nedir?” diye sorana, “hamr,
köpük ile atılan, sonra mayalanmış hale dönüşen ve küpte saklanan sıvıdır” denilmesi böyledir
6.2.4. Hakiki Tanım Bir şeyin bütün zati niteliklerini ortaya koyarak onu tanımlamaya “hakiki tanım” denir.Mesela, “Hamr
nedir?” diye sorana, “hamr, üzümden sıkılarak elde edilen sarhoş edici içkidir” denmesi böyledir.
6.3. Tanımın Şartları 1.Tanımın, cins ve ayırımdan yapılması gerekir; “O büyüyen bir cisimdir”. 2.Tanım tam olmalıdır.
Mesela, bitkiyi tanımlarken “O büyüyendir, cisimdir” değil, tersine “O cisimdir, büyüyendir” demek gerekir. 3.Tanım ne çok
uzun ne de çok kısa olmalıdır. Yani tanımda yakın cins bulunduğunda uzak cinsi zikretmekten kaçınılmalıdır; şarabın
tanımında “O, cisimdir, sarhoş edicidir ve üzümden elde edilmiştir” denir. Fakat bu tanım bozuktur ve şarabın hakikatini
tasvire yetmez. Doğrusu “O sarhoş edici içecektir” şeklinde olmalıdır. 4.Bir şeyi kendisinden daha açık olmayan bir şeyle
açıklamamak gerekir. 5.Tanım yapan kişinin özsel, ilintisel ve ayrılmaz nitelikler arasındaki farkı iyi bilmesi gerekir
6.Tanım döndürme yolu ile döndürülebilmelidir
Özelliğin dört anlamı vardır.
İlkin bütün bir türe ilişkin olmayıp, tek bir türe ilineksel olarak ait olan şeydir: örneğin, insan için hekimlik yapmak ya da
geometri ile uğraşmak gibi. Sonra, tek bir türe ilişkin olmadan, bütün bir türe ilineksel olarak ait olan şeydir, insanın iki ayaklı
olması gibi. Bir de tek bir türe, bütün bir türe ve sadece belirli bir anda ait olan şeydir: yaşlanınca saçı sakalı ağarmak her
insana özgüdür. Dördüncüsü, tüm bu koşulların aynı anda bir araya gelmesidir: tek bir türde, hepsinde ve her zaman olmak,
insan için gülme yetisi gibi
uyumak ayrılabilir bir ilinektir; siyah olmak, karga ve Etiyopyalı için tümüyle ayrılamaz bir ilinek olduğu halde, beyaz bir
kargayı ve konunun kendisi ortadan kalkmasa bile, rengini yitiren bir Etiyopyalıyı tasarlamaya engel değildir
8.1.1. Önermenin Tanımı “doğrulaması ve yanlışlaması yapılabilen sözdür”. haber cümleleri “önerme” ve “kesin söz (el-
kavlu’l-cazim)” olarak isimlendirilir. Buna göre “önerme (haber), bir kimsenin arazla değil, zatla doğrudur veya yanlıştır
dediği şeydir.” Yani önerme, kendisiyle doğrudur veya yanlıştır sonucuna varılan yargıdır. Aristoteles, “önermeyi, bir şey
hakkında bir şey tasdik etmek veya bir şey hakkında bir şey inkar etmektir” şeklinde tanımlarken, Farabi, öncül ve önermenin
hükümlerden meydana geldiğini ifade ederek, “öncül” ve “önerme”yi “öyle bir sözdür ki onda bir şeyle bir şey hakkında
hüküm verilir” şeklinde tanımlar. İbn Sina ise önermeyi, “kendisini doğru ve yanlış hükmünün takip etmesi bakımından iki
şey arasındaki nisbettir” şeklinde tanımlar.Ebheri ve Katibi önermeyi, “söyleyeni hakkında ‘söylediği doğrudur veya
yanlıştır’ demeye elverişli sözdür” şeklinde tanımlar. Önerme, zatı itibariyle iki tekil parçaya ayrılır. Birincisi, “haber” diğeri
ise “kendisinden haber verilen”dir. “Zeyd ayaktadır” dendiğinde Zeyd, kendisinden haber verilen, ayaktadır kısmı ise
haberdir.Gazali, “Nahivcilerin önermenin ilk kısmını “mübteda” ikinci kısmını ise “haber”; kelamcıların birini “vasıf” diğerini
“mevsuf”; mantıkçıların birini “konu (mevzu)” diğerini “yüklem (mahmul)”; fakihlerin ise birini “hüküm” diğerini
“mahkumun aleyh” olarak adlandırdıklarını ifade eder. Farabi ve Ebheri de yüklemli önermenin birinci kısmını konu, ikinci
kısmını ise yüklem olarak tanımlamaktadırlar. Onlara göre şartlı önermenin birinci bölümüne ise mukaddem, ikinci kısmına
da tali denir.
8.1.2. Önermenin Yapısı Bir önermenin gerçekleşebilmesi için üç unsur gereklidir: Konu, yüklem ve üçüncü olarak
yüklemi konuya bağlayan bağ. Mesela, “Alem hadistir” önermesini ele aldığımız da “alem” konu, “hadis” yüklem, “tır” ise
bağdır
8.2. Önermenin Çeşitleri
8.2.1. Oluşumları Bakımından Önermeler
8.2.1.1. Yüklemli Önermeler bir mananın başka bir manaya yüklenmesi veya bir manaya yükleme yapılmadan hükmün
kendisinde gerçekleştiği şeydir; “Alem hadistir”, “Alem hadis değildir” önermeleri gibi,konu ve yüklemden meydana gelir
8.2.1.1. Şartlı Önermeler
8.2.1.1.1. Bitişik Şartlı Önermeler şartlı önermede mukaddem (önbileşen) ve talinin (ardbileşen) olumluda birleşmesi
ve olumsuzda birleşmemeleri ile hükmolunursa bunlara bitişik şartlı önermeler denir.Mesela, “Eğer güneş doğarsa, yıldızlar
gizlenir. “eğer güneş doğarsa” ifadesi mukaddem olarak isimlendirilir. Şart edatı olan “eğer…ise” sözcüğü kaldırılırsa geriye
“güneş doğar” ve “yıldızlar gizlenir” ifadeleri kalır. Bu cümlelerin herbiri tek başına birer önermedir. yıldızlar gizlenir”
ifadesi, tali olarak isimlendirilir
8.2.1.1.2. Ayrık Şartlı Önermeler “Alem ya hadistir ya da kadimdir” önermesinde iki yüklemli önerme bir araya
getirilerek ayrık şartlı formuna sokulmuştur. Ancak bu şartlı önermeyi oluşturan önermelerden bir tanesi doğrudur. Yani biri
diğerinden ayrılmak durumundadır. Kelamcılar bunu, “sebr ve taksim” olarak isimlendirirler. Ayrık şartlı önermelerin bazen
iki, bazen üç veya daha fazla bölümleri olabilir. Mesela, “Bu sayı, şu sayıya ya eşittir ya ondan küçüktür ya da ondan
büyüktür. Bitişik şartlı önermelerle yüklemli önermeler arasındaki farklar; a. Bitişik şartlı önerme iki parçadan (cüz) yani
birer önerme olan mukaddem ve taliden meydana gelir ve yüklemli önermenin aksine bunların her birini, tekil bir terim ile
ifade etmek mümkün değildir. b.Yüklemli önermede konu hakkında “O yüklem midir?” diye sormak mümkündür. Mesela,
“İnsan canlıdır” denildiğinde “İnsan canlı mıdır?” diye sorulabilir. Fakat bitişik şartlı önerme hakkında bu soruyu sormak
mümkün değildir. Bitişik şartlı önermeler ile ayrık şartlı önermeler arasındaki farklar Ayrık şartlı önerme, iki parçadan
yani mukaddem ve taliden meydana gelir; bunların her biri şart edatı kaldırıldığında birer önermedir. Mesela, “Alem ya
sonralıdır ya da öncesizdir” denirse, daha sonra da bunlar “Alem ya öncesizdir ya da sonralıdır” şeklinde döndürülürse anlam
değişmez. b.Bitişik şartlı önermede tali, mukaddeme bitişmesi, bir nitelik olarak bulunması ve ona ters düşmemesi anlamında
mukaddeme uyar. İbn Sina ayrıntılı bir şekilde incelediği önermeleri önce bitişik ve ayrık şartlı diye ikiye ayırmakta, ayrık
şartlı önermeleri de “hakikiye”, “maniatü’l-cemi” ve “maniatü’l-hulu” olmak üzere üçe ayırmaktadır.
8.3. Nitelikleri Bakımından Önermeler Yüklemli olumlu önermeler: “Alem sonradan olmadır” Yüklemli olumsuz
önermeler: “Alem sonradan olma değildir Bitişik şartlı olumlu önermeler: Mukaddem ve talinin olumluda birleşmesi ile
meydana gelir; “Eğer güneş doğarsa gündüz olur. Bitişik şartlı olumsuz önermeler: Bitişikliğin yani, mukaddem ile tali
arasındaki gerekli bitişikliğin kaldırılmasıdır; “Eğer güneş doğmuş ise gündüz değildir”. Ayrık şartlı olumlu önermeler:
Mukaddem ile tali arasında bir ayrılığın gerçekleşmesi ile olur. “Merkep ya erkektir ya da dişidir”, “Alem ya kadimdir ya da
hadistir. Ayrık şartlı olumsuz önermeler: Mukaddem ile tali arasındaki ayrıklığın kaldırılmasıdır “Merkep ya erkektir ya da
siyah olur değildir” ve “Alem ya kadimdir ya da cisim olur değildir”.
8.4. Nicelikleri Bakımından Önermeler el-Mustasfa ve Mihakku’n-Nazar adlı eserlerinde niceliklerine göre önermeleri
(hakkında hüküm verilene izafetle) tekil, muhmel, tümel ve tikel olmak üzere dört kısma ayıran Gazali, Miyaru’l-İlm ve
Mekasıdu’l-Felasife adlı eserlerinde tekil ve tekil olmayan/tümel olarak ikiye ayırmakta, diğer önermeleri de bu ikincisinin
altında izah etmektedir. Gazali, konularına (nicelik) göre önermeleri ikiye ayırmaktadır:
a.Tekil önerme (kaziye-i şahsiye): Belirli bir şey hakkında olan yani konusu şahsi olan önermelerdir. Mesela, “Bu siyah
arazdır”, “Zeyd alimdir.
b.Tekil olmayan önerme (kaziye-i gayri şahsiye):“Belirsiz (muhmel)” ve “Belirli (mahsure)” olmak üzere ikiye ayrılır.
Belirsiz önerme: Konunun bütün fertlerine veya bir kısmına hüküm yüklendiğini açıklayan önermedir. Örneğin, “İnsan
hüsrandadır” ve “İnsan hüsranda değildir.
Belirli önerme: Belirli önerme niceliği (konusu) açıkça ifade edilen önermedir. ikiye ayrılır.
Eğer hüküm konunun tamamına yüklenirse “tümel önerme (mahsureti külliye)” olarak isimlendirilir; “Bütün
insanlar canlıdır” gibi.
Eğer hüküm konun bir kısmına yüklenirse “tikel önerme (mahsureti cüziye)” olarak isimlendirilir; “Bazı canlılar
insandır” gibi. Buna göre dört çeşit önerme karşımıza çıkmaktadır: Tekil (şahsi), belirsiz (muhmel), tümel (mahsureti
külliye) ve tikel (mahsureti cüziye). Belirli önermeleri olumluluk ve olumsuzluk bakımından dört guruba ayırılır. Şöyle ki:
Tümel olumlu (A): “Bütün insanlar canlıdır.
Tümel olumsuz (E): Hiçbir insan taş değildir.
Tikel olumlu (I): “Bazı insanlar kâtiptir.
Tikel olumsuz (O): “Bütün insanlar kâtip değildir. Böylece yukarıda zikrettiğimiz önerme çeşitlerinde göz önünde
bulundurduğumuzda karşımıza sekiz çeşit önerme çıkar: Tümel olumlu, tümel olumsuz, tikel olumlu, tikel olumsuz, tekil
olumlu, tekil olumsuz, belirsiz olumlu, belirsiz olumsuz. Niceliliklerine göre şartlı önermeleri ise şöyle ele alabiliriz:
Bitişik şartlı önerme, tümel ve tikel önermeler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:
1.Tümel bitişik şartlı önerme; “Her ne zaman güneş doğarsa gündüz olur” önermesi gibi.
2.Tikel bitişik şartlı önerme; “Bazen güneş doğduğu zaman, hava bulutlu olur” önermesi gibi. Ayrık şartlı önerme de tümel
ve tikel olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:
1.Tümel ayrık şartlı önerme; “Her cisim ya hareket halindedir ya da durgundur.”
2.Tikel ayrık şartlı önerme; “İnsan ya denizde olur ya da denizden ayrılır
9.3.1. Karşı Olma Bütün insanlar iki ayaklıdır (A) Doğru Hiçbir insan iki ayaklı değildir (E) Yanlış
Bazı öğrenciler başarılıdır (I) Doğru Bazı öğrenciler başarılı değildir (O) Doğru
Bütün insanlar ölümlüdür (A) Doğru Bazı insanlar ölümlüdür (I) Doğru
Bütün insanlar canlıdır. (A) Doğru Bazı insanlar canlı değildir. (O) Yanlış
Hiçbir insan canlı değildir. (E) Yanlış Bazı insanlar canlıdır. (I) Doğru
9.3.2. Döndürme
Hiçbir ezeli bileşik değildir- Hiçbir bileşik ezeli değildir. Bütün siyahlar renktir. -Bazı renkler siyahtır
Bazı renkler siyahtır. - Bazı siyahlar renktir
Her insan canlıdır - Her canlı olmayan, insan olmayandır Hiçbir insan taş değildir -Bazı taş olmayan, insan olmayan değildir
Bazı insanlar filozof değildir - Bazı filozof olmayanlar, insan olmayan değildir
10.1. Kıyas
10.1.1. Kıyas ve Tanımı Kıyas, önermelerden meydana getirilmiş ve bunların kabulü ile zorunlu olarak diğer bir önermeyi
sonuç olarak veren sözdür. Aristoteles kıyası, “kıyas bir sözdür ki kendisine bazı şeylerin konulmasıyla, bu verilerden başka
bir şey, sadece bu veriler dolayısıyla gerekli olarak çıkar” şeklinde tanımlamaktadır. Farabi’ye göre ise “kıyas, ortaya konulan
bir takım öncüllerden yapılmış olan bir sözdür.” Bu öncüller birleştirildiği zaman onlardan arazi olarak değil, zati olarak ve
zorunlu bir şekilde başka bir şey meydana gelir
10.1.2. Kıyasın Yapısı ve Unsurları
Doğru bir kıyasın oluşabilmesi için doğrulaması ve yanlışlaması yapılabilen en az iki öncülün olması gereklidir. Bir öncülün
oluşabilmesi için de en az iki “bilgiye (marifet)” ihtiyaç vardır; bu bilgilerden biri “konu”, diğeri de “yüklem”dir. Böylece
kıyas, iki öncülden ve her öncül de biri diğerine nisbet edilen iki bilgiden oluşur. Kıyasta esas olan terimler özelikle de orta
terimdir. Bir örnek üzerinde belirtmek gerekirse:
Bütün insanlar ölümlüdür (Büyük önerme)
O.T. B.T.
Aristoteles insandır(Küçük önerme)
K.T. O.T.
O halde Aristoteles ölümlüdür(Sonuç)
K.T. B.T.
10.1.2. Kıyasın Şartları 1.İki olumsuz öncülden kıyas yapılamaz 2.Her kıyasta, büyük, küçük ve orta olmak üzere üç terim
bulunmalıdır 3.Bir kıyas en az iki öncülden meydana gelir 4.Kıyasın her üç şeklin de; iki olumsuz, iki tikel, küçük öncülü
(önerme) olumsuz ve büyük öncülü tikel olan kıyaslar sonuç vermez. 5.Bir kıyasın gerçekleşebilmesi için öncüller arasındaki
bağı kuran orta terimin olması gerekir, orta terim olmazsa kıyas gerçekleşmez. 6.Orta terim sonuç önermesinde
bulunmamalıdır. 7.İki öncülden biri mutlaka tümel önerme olmalıdır. İki tikel öncülden kesinlikle sonuç çıkmaz. 8.Yüklem
yani büyük terim konudan daha genel veya ona eşit olmalıdır
10.2. Kıyas Çeşitleri M=orta terim P=büyük terim S=küçük terim
10.2.1. Yüklemli Kıyas Birinci şekil: yüklemli kıyasta orta terim, birinci öncülde yüklem, ikinci öncülde konu olursa
birinci şekilden bir kıyas meydan gelir. Bu şeklin küçük önermesi olumlu, büyük önermesi ise tümel olmalıdır. Birinci şeklin
dört modu vardır. Birinci mod: Bu mod, iki tümel olumlu öncülden oluşur ve sonucu tümel olumlu olur. Bütün cisimler
bileşiktir. Bütün bileşikler hâdistir. O halde bütün cisminler hâdistir
İkinci şekil: Orta terimin iki öncülde de yüklem olarak yer aldığı kıyaslara ikinci şekilden kıyaslar adı verilir. İkinci şekilde
iki öncülden birinin olumsuz, büyük önermenin tümel olması gerekir. Bu şeklin dört modu vardır: Birinci mod: Küçük öncülü
tümel olumlu, büyük öncülü tümel olumsuz, sonucu tümel olumsuzdur. Bütün cisimler bileşiktir. Hiçbir ezeli bileşik değildir.
O halde hiçbir cisim ezeli değildir
Üçüncü şekil: Orta terimin her iki öncülde birden konu olduğu kıyasa üçüncü şekilden kıyas denir. Bu şekilde küçük önerme
olumu, sonuç daima tikel olmalıdır. Bu şeklin altı modu vardır: Birinci mod: Küçük önermesi ve büyük önermesi tümel
olumludur, tikel olumlu bir sonuç verir. Bütün hareket edenler hâdistir. Bütün hareket edenler cisimdir. O halde bazı
hâdisler cisimdir.
Stoacılara göre akıl yürütme kesin (sonuçlandırıcı) ve kesin olmayan (sonuçsuz) olmak üzere ikiye ayrılır: 1.Kesin akıl
yürütme (conclusive argument): Özgül bir biçimde sonuca götüren akıl yürütmedir. Hem gündüz hem de gece olması
yanlıştır, Gündüzdür, O halde gece değildir. 2. Kesin olmayan akıl yürütmeler (unconclusive argument): Sonucun
karşıtı olan önerme, öncüllerin bileşimiyle/bağlaç uyumsuz olmayan akıl yürütmedir.Yani sonucun çelişiğinin, öncüllere
karşıt olmadığı akıl yürütmedir, Eğer gündüz ise hava aydınlıktır. Gündüzdür. Öyleyse Dion geziniyor
11.1. Şartlı kıyaslar
11.1.1. Bitişik şartlı kıyaslar büyük önermesi bitişik (muttasıl) şartlı olan kıyastır. İki moddur.
a) Birinci mod: Eğer âlem hâdis ise onun bir yaratıcısı vardır. Âlem hâdistir. O halde onun bir yaratıcısı vardır
b) İkinci Mod: Bitişik şartlı kıyasın ikinci modu, birinci moddan büyük öncülü bakımından değil, istisna edilen hüküm
bakımdan ayrılır. Buna göre, bitişik şartlı kıyasta mukaddem istisna edildiğinde (aynen bırakıldığında) birinci mod, talinin
karşıtı istisna edildiğinde ikinci mod meydan gelir ve mukaddemin karşıtı sonuç olarak çıkar. Eğer Tanrı tek değilse, âlemin
bir nizamı olmaz. Hâlbuki âlemin bir nizamı vardır. O halde Tanrı tektir
11.1.2. Ayrık şartlı kıyaslar Gazâlî, ayrık şartlı kıyasları “teanüd metodu” olarak isimlendirmektedir. büyük öncülü ayrık
şartlı ve küçük öncülü istisna edilmiş yüklemli önermelerden oluşan kıyastır. Bu tür kıyaslarda “ya...ya da” ve onun yerini
tutan şart edatı taliyi mukaddemden ayırır. “Bu sayı ya çifttir ya da tektir” önermesi gibi. Şartlı kıyaslarda küçük öncül, hem
bitişik hem de ayrık şartlıda istisna harfi ile birleştirilen ve müstesna olarak isimlendirin yüklemli önermedir. Örnek: Âlem ya
kadimdir ya da hâdistir. Âlem hâdistir. O halde âlem kadim değildir.
12.1. Bileşik Kıyaslar öncül sayısı ikiden fazla olan kıyaslar, bileşik kıyas olarak isimlendirilir. Gazali’ye göre peş peşe gelen
arada sonuçları zikredilmeyen veya birçok öncülden aynı sonuca varılan kıyaslar bileşik kıyaslardır. Bileşik kıyaslarda her
kıyas şeklinden bir öncül zikredilir ve bazısı bazısının üzerine getirilerek tek bir sonuca varılır
Âlem ya ezelidir ya da sonradan olmadır. Eğer ezeli ise sonradan olan şeylere bitişik değildir. Fakat âlem cisim olması
hasebiyle sonradan olan şeylere bitişiktir ve cisim sonradan olan şeylere bitişik değilse, ondan hali (onunla bir ilgisinin
olmaması) olması gerekir. Sonradan olan şeylerden ari olan bitişik değildir ve hareket etmesi mümkün değildir. O halde âlem
sonradan olmadır
12.1.1. Hulfi Kıyas Usulcülerin “kıyasu’l-aks” mantıkçıların ve felsefecilerin ise “kıyasu’l-hulf” olarak isimlendirdikleri
hulfi kıyas, öncüllerden birinin doğru diğerinin de yanlış veya şüpheli ve sonucun yanlışlığının apaçık olması, bu yanlışlığa da
yanlış olan bir öncül ile varılması durumunda gerçekleşir. Bütün nefisler cisimdir. Bütün cisimler bölünendir. O halde bütün
nefisler bölünendir. Kısaca hulfi kıyas, hasmın görüşünü alıp öncül yapmak ve ona doğru olan bir başka öncül eklemektir.
Böyle bir kıyastan yanlış sonuç çıkar. Sonucun yanlış olması öncüllerden birinin yanlış olmasından kaynaklanır. İşte bu
duruma hulfi kıyas denir
12.1.2. Dilem şartlı ve ayrık önermelerin birleşmesiyle kurulan bir kıyas türüdür. Megara Okulu, diğer mantık okullarına
miras olarak kalan birçok paradoksun kaynağı olarak kabul edilir. Antikçağın çeşitli yazarlarına göre, genelde bilinen yedi
paradokstan, özellikle Eubulides’e atfedilenler diğerlerinden farklı bir yapıdadır. Bunlar dört taneye indirgenebilir; I.Yalancı
Paradoksu: II.Tanınmayan Adam Paradoksu III.Kel Adam Paradoksu IV.Boynuzlu Adam Paradoksu: stoacıların paradoksu;
Üstü örtülü paradoks: Megaralıların kel adam paradoksuna benzemektedir Hiç kimse paradoksu: Diogenes, bu paradoksun
bir safsata olduğunu ifade eder; Ben ne isem sen değilsin. Ben bir insanım. Öyleyse sen insan değilsin. Uyuşuk paradoks:
Aslında bu paradoks Megarılara aittir. Stoacılar bu paradoksu şu şekilde ifade ederler: Bu hastalıktan kurtulmak sizin
yazgınızsa, doktoru getirseniz de getirmeseniz de, hastalıktan kurtulacaksınız. Aynı şekilde, bu hastalıktan kurtulmamak sizin
yazgınızsa, doktoru getirseniz de getirmeseniz de, bu hastalıktan kurtulmayacaksınız. Yalancı paradoksu: Cicero ve Gellius
bu paradoksu basit bir cümlede şöyle dile getirirler: “Eğer yalan söylediğini doğru söylüyorsan, yalan söylüyorsun”. Timsah
paradoksu:
12.2. Düzensiz Kıyaslar
12.2.1. Nakıs (eksik öncüllü) Kıyaslar 1-Birinci öncülün terk edilmesi: a-Meşhur olduğu için birinci öncülün terk
edilmesi: Bu evli (muhsan) olduğu halde zina yapmıştır. O halde ona recm gerekir” önermesi böyledir. Hâlbuki bu kıyasın tam
şekli şöyledir: Evli (muhsan) iken zina eden herkese recm gereklidir. Bu kişi, evli iken zina etmiştir. O halde ona da recm
gerekir. b-Tartışmalı olduğu için birinci öncülün terk edilmesi: şığar (değiş tokuş yaparak mehirsiz evlenmek) nikahı ile ilgili
olarak; “Şığar nikahı fasittir, çünkü o, yasaklanmıştır” denir. Hâlbuki bunun tamamı şöyledir: Yasaklanan her şey fasittir.
Şığar nikâhı yasaklanmıştır. O halde şığar nikâhı fasittir. c-Kafa karıştırmak (telbis) amacıyla birinci öncülün terk edilmesi:
Gazali, Kur’an delilerinin çoğunun bu şekilde olduğunu ifade ederek, “Şayet yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı
ikisi de bozulurdu” ve “Eğer onların dedikleri gibi, başka tanrılar olsaydı onlar arşın sahibine gitmenin yolunu ararlardı”
ayetlerini örnek olarak göstermektedir.
2-İkinci öncülün terk edilmesi: a-Kafa karıştırmak amacıyla ikinci öncülün terk edilmesi, “Filan kişi ile içli dışlı olma”
“Çünkü hasetçilerle içli dışlı olunmaz” ifadeleri tam bir kıyası ifade etmez. Bunun tamam olabilmesi için şu ilavenin
yapılması gerekir: Bu adam hasetçidir (kıskanç). Hasetçi ile içli dışlı olunmaz Öyleyse bu adamla içli dışlı olunmaz
bYalanın gizli kalmasını amaçlamak için ikinci öncülü terk etmek: Şu kaledeki şahıs haindir kaleyi teslim edecektir. Çünkü
onu düşmanla konuşurken gördüm. Bu kıyasın tam şekli şöyledir: Düşmanla konuşan herkes haindir kaleyi teslim edecektir
Bu şahıs düşmanla konuşmaktadır O halde bu şahıs haindir kaleyi teslim edecektir. Bu fıkhi kıyasta çok kullanılan bir tarzdır.
c-Açıklığından dolayı ikinci öncülün terk edilmesi, Şu iki şey birbirine eşittir. Çünkü o ikisi aynı şeye eşittir. Bu kıyasta küçük
öncül ve sonuç zikredilip büyük öncül terk edilmiştir. O da şudur: “Aynı şeye eşit olan şeyler birbirine eşittir.” Buna göre bu
kıyasın tam şekli şöyledir: Şu iki şey birbirine eşittir. Aynı şeye eşit olan şeyler birbirine eşittir. O halde şu iki şey aynı şeye
eşittir, konuşmalardaki ve kitaplardaki kıyasların çoğu bu şekildedir.
3-Sonucun terk edilmesi Hz peygamber şöyle buyurmuştur: Kişi nasıl yaşarsa öyle ölür. Kişi nasıl ölürse öyle haşredilir.
Bu iki öncülün sonucu, O halde kişi nasıl yaşarsa öyle haşredilir, önermesidir. Öncüllerden birinin veya sonucun
zikredilmemesinin çeşitli sebepleri vardır. Bazıları şöyle zikredilebilir: 1.Dinleyiciyi konuşmaya veya düşünceye ortak etmek.
2.Her şeyi açıkça söylememe isteği. 3.Edebi üslup ve ustalık için. 4.Herkes tarafından bilindiği için 5.Tartışmalı olduğu için
6.Kafa karıştırmak için 7.Yalanın gizli kalmasını amaçlamak için 8.İhtiyaç duyulmadığı için
12.2.2. Delilli (müdellel) Kıyaslar “Çift dikişli” kıyas denir. Örnek: I. Öncül: Heva ve hevesine tabi olanın kalbi daima
ızdırap içindedir. Delil: Çünkü bir taraftan vicdanı onu ayıplar, diğer taraftan o kişi isteklerini durduramaz. II. Öncül:
Kalbinde ıstırap bulunan kimsede mutluluk yoktur. Delil: Çünkü mutluluk kalp huzurunu gerektirir. Sonuç: Öyleyse heva ve
hevesine tabi olan kimse mutlu olamaz.
13.1. Tümevarım
13.1.1. Tam Tümevarım bir bütünü oluşturan her parçayı inceleyerek bütün hakkında hüküm vermektir. Tam tümevarım
kesinlik ifade eder. Çünkü kendisinden birinci şekilden bir kıyas kurulabilir. Tam tümevarımda tikellerin her biri tek tek
araştırılarak tümel bir hükme varılır. Eğer araştırılması gereken tikellerden birine bile ulaşılamazsa tam tümevarım
gerçekleşmez
13.1.2. Eksik Tümevarım Eksik tümevarım, çoğunlukta görülen bir niteliğin geride kalanlarda da olmasıdır. Eksik
tümevarım kesinlik ifade etmez. Örneğin bir adam gider, at, deve, fil, haşerat, kuşlar,.... gibi bir takım canlılar üzerinde
araştırma yapar. Hepsinin ayaklı olduğunu görür. Fakat bu arada yılan, solucan,... gibi canlıları görmemiştir. Yalnız ayaklı
canlıları gören bu adam, “Bütün canlılar ayakla yürürler” hükmüne varır
13.2. Analoji Gazali’ye göre “Bilinmeyenin bilinen ile değer kazanmasına analoji” denir. Analoji, gördüğümüz bir şeyin
hükmü ile görmediğimiz şey hakkında hüküm vermektir. İbn Sina’ya göre analoji, “muayyen şey üzerine verilmiş bir
hükümdür, bu hükmün verilmesinin sebebi ise diğer bir şeyin veya şeylerin de muayyen olmasıdır. Bu hüküm aralarındaki
benzer manadan dolayı tümeldir.” Gazali, fıkıhçıların ve kelamcıların bu çeşit akıl yürütmeye “fıkhi kıyas” dediklerini
belirterek, onun kesin bilgi ifade etmediğini fakat diyaloglarda kalbi rahatlatmaya ve karşıdakini ikna edebilecek bir özelliğe
sahip bulunduğunu zikreder. analojide dört unsurun bulunduğunu ifade ederler. 1.Kendisine benzetilen (müşebbeh-ün bih),
asıl olan unsur budur. 2.Benzetilen (müşebbeh), bu unsur asıl değil ikinci derecedendir. 3.İkisi arasında bulunan ortak anlam,
buna “illet” denilir. 4. Benzetme (teşbih) buna da “hüküm” denilir. Bu asıl hakkında sabit olan ve analoji yoluyla fer’a da
uygulanmak istenen unsurdur. Mesela, Yer gezegeninin atmosferi vardır ve üzerinde canlılar yaşar; Merih’te de atmosfer
vardır. O halde Merih’te de canlılar yaşar.
Bu örnekte Merih; benzetilen, yer gezegeni; kendisine benzetilen, atmosfer; illet, canlıların yaşaması ise sonuç hükmüdür.
diyalektikçiler, iki yöntemle analojiyi açıklamayı denemişlerdir. 1.Tard ve aks yöntemi. 2.Sebr ve taksim yöntemi.
14.1.2. Beş Sanatta Kullanılan Öncüller evveliyat, mahsusat, mütevatirat, vehmiyyat, musellemat, maznunat, mucerrebat,
tecrübiyyat, meşhurat, muşebbihat, muheyyelat, makbulat, görünürde meşhur, fıtriyyat (kıyası kendisinde bulunan önermeler)
14.2. Yakini ve Yakini Olmayan Öncüller
14.2.1. Yakini Öncüller Yakini öncül, yakini doğruluk ifade eden bilgilerden meydana gelir. Yakin, bir şeyi tereddütsüz
olarak bilmek ve onun hakkında kesin bir görüşe sahip olmaktır
Evveliyyat: Evveliyat, sırf akli olan yani aklın, his ve tahayyülden yardım almaksızın vardığı ve tasdik ettiği öncüllerdir.
Mesela, “İki birden daha çoktur”
Mahsusat: Mahsusat; renkleri, tatları, kokuları, sesleri, sertlikleri, yumuşaklıkları... ayırt etmek gibi beş duyu ile bilinen
şeydir. Mesela, “Kar beyazdır”, “Ay yuvarlaktır”, “Kömür siyahtır”, “Ateş yakıcıdır”, “Buz soğuktur” Dış duyu ile algılanan
nesnelerin bilgisine “dış duyulurlar”, iç gözlemlerle elde edilen bilgilere de “iç gözlemler” denir. Bunlardan birincisine
“hissiyat”, ikincisine “vicdaniyat” da denmektedir.
Mucerrebat: Mucerrebat, insanın defalarca aynı şeylerle karşılaşıp bu karşılaştıklarından elde ettiği bilgilerdir. Mucerrebatla
ilgili öncüller, duyu ve akıl ile elde edilir. Ateşin yakıcı, ekmeğin doyurucu, şarabın sarhoş edici olduğunu mucerrebat ile
biliriz; “Ekmek doyurucudur”, “Su susuzluğu gidericidir”, “Ateş yakıcıdır” “Boyun kesmek öldürücüdür”
Hadsiyat: Hads zihnin bir şeyi ani kavraması (sür’at-ı intikal) demektir. Hadsi bilgi, zihinde çok hızlı gizli bir kıyas
vasıtasıyla meydana gelir. Akıl, kendisinden şüphe edemediği için onu tasdik etmek zorunda kalır; Ay ışığını güneşten alır
Mucerrebat genel tecrübelere dayanırken, hads akılın makulleri doğrudan algılamasıdır.
Fıtriyat: Orta terimi zihinde meydana gelen bilgilerdir. Fakat orta terim, zihinden silindiğinde kişi onun vasıtasız ve
evveliyattan bir bilgi ile elde edildiğini zanneder. Ancak araştırma sonucunda bu tür bilgilerin orta terimle bilindiğinin farkına
varır. İki altının üçte biridir” önermesi de bir orta terim ile bilinir, şöyle ki; üç kısma eşit olarak bölünen her sayının bölümleri
bir birine eşittir, her kısım bölündüğü sayının üçte biridir. Altı üçe bölündüğünde üç eşit kısım ortaya çıkar. O halde iki altının
üçte biridir
Mütevatirat: Bir topluluğun haber vermesi ile elde edilen bilgilerdir. Görülmediği halde mesela, Mısır, Mekke, Malezya,
Güney Afrika, Türkiye ve beş vakit namazın sayısı, mütevatir olarak kabul edilen bilgilerdir. Mütevatir bilgi, duyu ile
algılanan bilgiden farklıdır.
14.2.2. Yakini Olmayan Öncüller vehmiyyat, musellemat, maznunat, meşhurat, muşebbihat, muheyyelat, makbulat,
görünürde meşhur şeklinde sıralanabilir. Gazali, yakini olmayan öncül çeşitlerini fıkhiyat için uygun olan ve fıkhiyat için
uygun olmayanlar şeklinde ikiye ayırmaktadır. Fikhiyat için uygun olanlar meşhurat, makbulat ve maznunat; fıkhiyat için
uygun olmayanlar ise muşebbihat, vehmiyyat ve muheyyelat’tır
14.3. Akliyyât ve Fıkhiyyât Ayrımı
14.3.1. Fıkhiyyâtta Kullanılan Öncüller Meşhurat: “şöhretleri ve genelin görüşü dolayısıyla kendilerine güvenilen
bilgilerdir” diğer bir ifade ile “Meşhurat, doğrulanmaları ya herkesin veya çoğunluğun tanıklığını ya da halk kitlelerinin veya
seçkin insanların tanıklığını gerektiren derlenmiş görüşlerdir.” Mesela, “Yalan söylemek çirkindir”, “Haksızlık etmek
kötüdür”, “Adalet gereklidir”, “Zülüm çirkindir” gibi önermeler meşhurattandır. Meşhurattan olan bilgiler bazen doğru, bazen
yanlış olabilir. tıpçıların yanında meşhur olmayan bir bilgi marangozların yanında meşhur, marangozların yanında meşhur
olmayan bir bilgi de tıpçıların yanında meşhur olabilir. Meşhurattan olan öncüllerle evveliyattan olan öncüller zaman zaman
birbiriyle karıştırılabilir; ancak bunlar arasındaki farkı şöyle açıklamak mümkündür: Akıllı fakat eğitim görmemiş, herhangi
bir fikre doğru yönlendirilmemiş ve kendi haline bırakılmış bir insan varsayılarak ona, “İnsan öldürmek kötüdür”, “İnsanı
kötülükten kurtarmak güzeldir” gibi önermelerin doğruluğu sorulduğunda bunları reddetmesi mümkündür. Fakat “Aynı anda
bir şey hem olumlu hem de olumsuz olamaz”, “İki birden daha çoktur” gibi önermelerde tereddüde düşmesi veya reddetmesi
mümkün değildir. Çünkü bu önermeler evveliyattandır. Buna göre evveliyattan olan öncüllerin üzerinde görüş birliği varken,
meşhurattan olan öncüller üzerinde görüş birliği yoktur
Makbulat: iyi ve seçkin insanlardan, ileri gelen bilginlerden ve önceki usta bilginlerden alınmış öncüllerdir. Diğer bir ifade
ile makbulat, sayıları tevatür sayısından az olan bir topluluk veya adaleti yahut bol bilgisiyle başkalarından ayırt edilen bir
kişinin söylediklerini tasdik ederek inandığımız öncüllerdir.
Maznunat: “Tersi de olabilir” diye düşünülmekle beraber zannı galip veren öncüllerdir. Mesela, gece dışarı çıkan kişiye; “O
haindir, eğer hain olmasaydı gece dışarı çıkmazdı” veya “Falanca düşmanı çağırıyor, öyleyse o da çağırdığı düşman gibidir”
önermeleri zanna dayandıkları için maznunattandır. çelişiğinin gerçekleşme imkanı vardır.
14.3.2. Fıkhiyyâta Uygun Olmayan Öncüller muhayyelat, vehmiyyat ve musellemat. Ancak Gazali, el-Mustasfa ve
Mihakku’n-Nazar adlı eserlerinde bunlardan sadece vehmiyyatı ele alırken, Miyaru’l-İlm’de, fıkhiyata uygun olmayan
öncülleri muşebbihat başlığı altında ele almaktadır
Musellemat: el-Mustasfa, Mihakku’n-Nazar ve Miyaru’l-İlm’de musellemat ayrı bir başlık halinde ele alınmamakla beraber
Makasıdu’l-Felasife’de beş sanatta kullanılan öncüllerin önerme çeşitlerinden biri olarak incelenmektedir. Musellemat,
hasımın kabul ettiği veya sadece iki hasım arasında meşhur olan öncüllerdir. Bu tür öncüller sadece iki hasım arasında
kullanılır ve bunlar, meşhur öncüllerden sadece genel ve özel olma bakımından ayrılırlar. Meşhur öncülü herkes, musellematı
ise sadece hasım kabul eder
Vehmiyyat: Bunlar geçersiz öncüllerdir. Fakat kuşkuya yer vermeyecek şekilde zihine yerleşmişlerdir. “Evren boşluğa veya
doluluğa varıp durur, yani evrenin gerisinde ya boşluk ya da doluluk vardır”
Muhayyelat: Yalan olduğu bilinen öncüllerdir. Fakat bu öncüller, sevdirmek veya nefret ettirmek suretiyle nefsi etkilerler.
Muhayyelat, niteliklerinin ortak olmasından dolayı bir şeyi iyi veya kötü bir şeye benzetmektir. bir kimseye hacamatçının
kabından bal sunulsa, onu yemekten sakınır. Bunun sebebi, hayalinde o kabın hacamat için kullanıldığını düşünmesidir
Ahmed Ercan
28.01.2014