Professional Documents
Culture Documents
Ruh-Beden Tarihinden
Bilinç-Beyin Tarihine
Antikçağdan Bilincin Yeniden Keşfine
2000 Yıllık Bir Öykü
Önsöz…
Bilimin tüm dalları tarihsel olarak iç içedir. Her ne kadar günümüzde çok alt
birimlere ayrılsa da... Ruh-beden ve zihin-bilinç-beyin tarihi konusu uzun bir
konu olarak ele alındı. “Ruh-beden/zihin-bilinç-beyin” tartışmaları tarihsel
süreçte, din bilim, felsefe, psikoloji, sinirbilimi, matematik ve fizik konusuyla
sıkı ilişki içindedir. Dolayısıyla, bu konu aynı zamanda belirtilen bilim
alanlarının da tarihidir. Değişik alanlardaki bilimsel gelişmelerin, kendilerinden
çok uzak görünen bilimsel alanlar üzerine etki ederek, o alanlara yeni
düşüncelerin ortaya çıkmasına nasıl sebep oldukları açık olarak görülecektir.
Zamansal süreçte, bilimsel yöntem ve bakışının nasıl değiştiği ve şimdiki
tartışmalarımızın çok da farklı boyutta olmadığını göstermek, gelecekte nelerle
karşılaşabileceğimizi ortaya koymak esas amaçtır. Geçmiş 2500 yıl boyunca
doğrudan olmasa da felsefeciler düşünce üretmişlerdir. Geçmişi tekrardan
kaçınmak amacı ile geçmişte söylenenlere göz atılmalıdır. Yoksa birçok keşfi ya
da fikri yeni zannedebiliriz. Yine yüzyıllar öncesinde sorulmuş soruların çoğu
hala gündemdedir. Sorular aynı olmasına karşın yanıtlarda değişiklikler vardır.
Değişimi görüp geleceğe yönelik çıkarımlar da yapabiliriz. Bu bilimin mevcut
durumu hakkında bizde daha iyi bir anlayış oluşturacaktır.
Felsefe tarihini dikkate almadan felsefe problemlerini irdelemenin
asla imkânı yoktur. Bu tarih aynı zamanda kültürel, dinsel ve sosyal etkilerin de
tarihidir. Akla uygun bir şeyler söylemek için tarihçeyi göz ardı demeyiz. Geriye
bakma aynı zamanda şu an içinde bulunduğumuz durumu daha iyi anlamamızı
sağlayacak ve geleceğe yansıtmalar yapabilmemiz mümkün olacaktır. Halen
kullanmakta olduğumuz kavramlar temelde yüzyıl başlarında oluşturulmuştur
ve “kavramsal kökenlerimiz”i bilerek aynı yanlışlara düşmemek gerekir.
Kafamız buluşların yeniliği ile meşgulken geçmişten bir şeyler öğrenme fırsatını
kaçırmamak için tarihsel kaynaklarımızı unutmamak zorundayız. Bu aynı
zamanda bilimin tarihidir. Bu nedenle konu geniş tutulmuştur. Düşünce adına
ortaya dökülmüş her şey olmasa da, boş sözlerden (flatus vocis) kaçınarak,
açmazları da göstererek, öznelci kuramları da ele alarak olabildiğince geniş
tutuldu. Kişilerin biyografilerine değil, ana fikirlerine yer verildi. Yine tüm ilgi
alanlarındaki çalışmalarına değil, daha çok zihin-bilinç/beyin konusundaki
görüşler ele alındı.
Henüz dünyada belli bir son bildiren hiçbir şey olmadığı gibi, dünyanın en son
sözü de, dünya üzerine en son söz de henüz söylenmiş değildir; dünya açık uçlu,
bütünüyle de özgürdür, her şey hala gelecekte yatıyor, hep de gelecekte
yatacak.
Dostoyevski
|4
Şekil. MÖ 1500 yılında Mısır’da kaleme alınmış olan Edwin Smith Papirüsü’nde şöyle
yazar: “Eğer boyun incinmesi almış bir kişiyi muayene ederseniz... ve her iki kol ve
ayağında hissin kaybolduğunu, bunları hareket ettiremediğini ve onun idrarını
tutamadığını tespit ederseniz... Bu bir boyun omurgasının yer değiştirmesinin neden
olduğu omurilik kesilmesinden dolayıdır. Bu tedavi edilemeyen bir durumdur...”1 Yandaki
hiyegrolif, tarihte ilk yazılı BEYİN kelimesidir. Sağdan sola doğru okunur. Resim yazısı
“üzerinde saçı ve iki kulağı olan kafa açılıp-kesildiği zaman içinden uçup giden kuş-şey”
olarak okunabilir. Uçup giden şey, bilinç-ruh ya da canlılığı sağlayan şeydi (Çizim:
Tarlacı).
1Edwin Smith Surgical Papyrus, Case 31. Thebes, c. 1550 BC. Breasted, J. H. (ed.) The Edwin Smith Surgical Papyrus.The
University of Chicago Press, 1930.
2Kramer SN. Tarih Sumer’de Başlar. Çev: Çiğ Mİ. Türk Tarih Kurumu Yay.1998; 63
|6
Ebediyet: ey dünyadayken benim olan kalbim, bana karşı tanıklık etme, yüce
tanrının yanında beni dava etme
Platon
Felsefe tarihi ve hatta bilimsel düşünüş tarihi Platon (MÖ 427-
347) ile başlar. Ruh-beden tartışmaları esas olarak, Fedon/Ruh
Üzerine4 (MÖ 360) adlı eserinde gözlenir. Bu eserdeki ifadeleri
hocası olan Sokrates’in (MÖ 469-399) görüşleri olarak
nitelenebilir. Yunanlı filozof Sokrates “En önem taşıyan şey,
insanın ruhudur; çünkü bu ruh, evrenin tümel ruhundan bir
parçadır, ezeli ve ebedi vasıflara haizdir” diyerek, onu cisimden
ayrı tutar. Ona göre, âlem ruhunun bir parçası olan insan ruhu
ölümsüzdür ve tanrısaldır.
Platon, Fedon’da geniş olarak ruhu ve bedeni tartışma
konusu yapar. Uyanıklığın uykunun karşıtı olması gibi, yaşamın
karşıtı ölümdür. Bedenin karşıtı da ruhtur. Bu Platon’daki
karşıtlar düşüncesidir. Karşıtların her ikisi ruh ve beden gibi
birbirinden yaratılır. Uyanıklığın uykudan, uykunun uyanıklıktan
yaratıldığını ve yaratma süreçlerinin birinci durumda uyanma
ikinci durumda uykuya dalma olduğunu öne sürer.
Platon’a göre ruhlarımız biz doğmadan önce vardır. Tüm
ruhlar eşit olarak yaratılmıştır. Ruh görülemez ve beden
görülebilir olandır. “O zaman ruh bedenden daha çok görülemez
olan gibidir ve beden daha çok görülebilir olan gibidir.”
Görülemez olan zaman içinde bir değişime uğramadığı halde,
görülebilir olan beden sürekli olarak değişime uğrar. Cisimsel
olan beden tümüyle çözülebilir-yok olabilir olmasına karşın, ruh
bütünüyle çözünemezdir. İnsan öldüğünde dünyada kalan
çözünebilir parçası olan bedeni çözünür ve bozunur. Ama
görülemez olan parçamız olan ruh, görülemez ayrı bir yere,
Tanrının dünyasına gider. Oraya vardığında ise mutludur ve
yanılgıdan, budalalıktan, korkudan, kötülüklerden özgürdür. Ruh
kendisiyle birlikte diğer dünyaya eğitiminden ve
yetiştirilmesinden başka bir şey götürmez. Platon, Fedon’da
ruhun başka bedenlere ve hayvanların bedenlerine göçünden
(ruh göçü) de bahseder. O’na göre, hayatlarında kendilerini
oburluk, zorbalık ve sarhoşluğa verenler büyük bir ihtimalle
eşeklerin ya da diğer hayvanların bedenlerine geçeceklerdir.
Dolayısıyla ruh birçok bedeni eskitir. Ruh herhangi bir yolla
bedeni kullansa, o zaman beden tarafından hiçbir zaman aynı
kalmayan şeylere çekilir. Ruh ve beden bir arada birleşmişken,
doğa bedeni hizmet etmeye ve yönetilmeye, ruhu yönetmeye ve
efendi olmaya belirler. Ancak, sadece ruh bedeni kullanmaz,
bedenin de ruh üzerine etkisi olur. “Ruh bedenin duygularına
boyun mu eğer yoksa onlara karşı mı çıkar? Demek istiyorum ki,
beden ateşli ve susuzken, ruh ona karşı çıkıp onu su içmekten,
açken yemek yemekten uzağa çekmez mi ve ruhun bedene
sayısız başka yollarla karşı çıktığını görmez miyiz? Elbette.”
|8
Antikçağ Ne Demektir?
Tarihsel çağların başlangıcından, Roma
imparatorluğunun çöküşüne kadar olan dönemi kapsar.
Genellikle, Yunan-Roma uygarlıklarını hatırlatır. Üç
önemli yerel kısma ayrılır. 1. Tarihöncesi antikçağ;
Bilgilerin dolaylı kaynaklara dayandığı tarihöncesi, 2.
Doğu antikçağı: Eski Doğu ve Ön Asya uygarlıklarının
tarihi, 3. Hıristiyan antikçağı: Geç imparatorluk (284-
385) dönemi için kullanılır. Antikçağdan Ortaçağa geçiş
tarihi tartışmalıdır. Ancak, Doğu imparatoru
Ramulus’un tahttan indirildiği MS 476 olarak kabul
edilir.
Hipokrat
Antikçağın büyük hekimlerinden olan Hipokrat (İstanköy 460-
Larissa 377) zamanının tıp bilgisini özümseyip, klinik
uygulamaya koyan ilk kişidir. Elbette ki, zihin ve beyin adına ilk
söylemleri de Hipokrat’ta aramamız gerekir. “Şunu biliniz ki
keyif, sevinç, kahkaha, neşe ve üzüntü, acı, ümitsizlik ve keder
yalnızca beyinden çıkar (kaynaklanır). Özellikle düşünme,
anlama, görme ve işitmeyi, neyin doğru neyin yanlış olduğunu,
neyin tatlı neyin acı olduğunu öğreniriz... Daha da ileri olarak
5 Bennett MR. The early history of the synapse: from Plato to Sherrington. Brain Research Bulletin 1999;50: 95-118
| 10
Aristoteles
Aristoteles’in (MÖ 384-322) psikoloji konusundaki iki temel
eseri vardır: varlık konusundaki ünlü eseri Metafizik ve diğeri
Ruh Üzerine, Peri Psykhe veya Latince De Anima’dır.
Aristoteles’in en önemli özelliği, onun sağduyuya olabildiğince
yakın bir düşünür olmasıdır. Metafiziği çok büyük ölçüde mantık
konusundaki görüşlerine ve biyoloji alanındaki çalışmalarına
dayanır. 'Var olmak' onun gözünde, hakkında konuşulabilecek ve
tam olarak tanımlanabilecek bir şey olmaktır. Buna karşın
biyoloji alanındaki çalışmaları açısından, 'var olmak' dinamik bir
süreç, bir değişme süreci içinde olmak anlamına gelir. Var olan
her şey somut bir birey olarak var olur ve her şey maddeyle
formun bir birliği olarak ortaya çıkar.
Aristoteles, beden ve ruhun işlevleri hakkında kökten
farklı bir bakış açısı geliştirmiştir. Aristoteles’e göre, ruh ya da
psyche göz önüne alınması gereken bir yapıdır. Bu yapı
düşünceler için akıldan oluşur. Neden yapıldığı, hareketi nasıl
yaptığı, onu ortaya nasıl koyabileceğimiz ve onun var oluşunun
son akıl gibi kavramları oluşturmuş ve sorgulamıştır. Kaslarımızı
ele alacak olursak; kas liflerinden yapılır, etkisel neden bu liflerin
bir araya gelmesine neden olur ve kasın kendi yapısını oluşturur.
Sonuçta oluşan bu kas kasılarak uzuvda hareket oluşturur.
Organların yapısı veya ruh bir materyal değildir; fakat organların
doğasındadır ve organlardan ayrı olarak var olamaz. Bu yolla
Aristoteles, Platon'un yaptığı "zihinsel" ve "fiziksel" ayrımdan
farklı olarak "yaşayan" ve "ölü" ayrımını öne sürer. Bu nedenle,
zihin kavramı Aristoteles’te geniş bir tartışma alanı bulmaz. Ona
göre, ruhun yaşayan bir şeyden kaybı, var oluşunun
sonlanmasıdır.
| 11
Galenos
Galenos Klaudiosis ya da Galen (İzmir, Bergama MS 131-201)
büyük ölçüde Hipokrat'tan etkilenmiştir. İkisi de, varsayımsal
olan dört özsuyun (kan, safra, nem ve tükürük) ve üç nefesin ya
da pneumanın (karaciğer, kalp, beyinde) varlığı üzerinde normal
işlevleri ve hastalık durumlarını oturtmuştur. Galen, özellikle
hayvanlar üzerinde yaptığı anatomi çalışmaları ile sinir sistemi
hakkında birçok bilgiler elde etmiştir. Aristoteles ile birlikte, 12.
yy ortasına kadar tüm tıp dünyasını etkisi altına almıştı.
Galen, Aristoteles'in kavramsal şemasını devam ettirdi.
Dört element bedenin doku ve organlarını oluşturuyordu. Beşinci
element olan "canlandırıcı nefes", ruh için aracı olarak
davranıyor, organlara yaşam ve hareket veriyordu. Solunumla
alınan canlandırıcı nefes soluk yolları ile akciğere, akciğerler
arası toplayıcı damarlar ile de kalbe ulaşıyordu. Genişlemiş kalp
| 14
9 Bennett MR. The early history of the synapse: from Plato to Sherrington. Brain Research Bulletin 1999;50: 95-118
| 15
Yunan Felsefesinde
Zihin-Beyin/Beden Kavramı
Var Mıydı?
Antikçağ felsefesinde Aristoteles, Platon ve Sokrates’te, bilinç-
beden sorunu yerine “ruh, psyche-ή” tartışmaları gözlenir.
Daha sonra Yunan felsefecilerini takip eden İslam felsefecilerinde
de kısmen aynı kavramsal planda değerlendirilmesine rağmen,
ruh kavramı farklı dönemlerde farklı bakış açılarıyla ele
alınmıştır. Ruh bazen “can” ile bir tutulmuş, bazen de başka bir
şeye bağlı kalmaksızın kendi başına, öz varlık olarak
tanımlanmıştır.
Yunan felsefesini ele alıp işlediği konular bakımından
gelişmesini görmek istersek, şunla karşılaşırız: İlk döneminde
Yunan felsefesi tamamıyla bir doğa felsefesidir. Bundan sonra
insana karşı uyanan ilgi klasik dönemin geniş sistemlerine yol
açmıştır. Bu sistemlerde Tanrı, insan ve doğa, bir düşünce
bağlantısı içinde kavranmak istenmiştir. Aristoteles’in kendi
felsefesiyle okulunda gelişen ve biriken çok zengin bilgi kadrosu,
tek tek bilimlerin bağımsızlığına her bilgi kolu üzerinde ayrıca
çalışmalara yol açmıştır. Hıristiyanlığın ortaya çıkmasıyla bu
dönem kapanmış, böylece Antikçağ felsefesi sona ermiştir.
Felsefe bir bakıma kendi öz tarihidir. Bu tarih, tıpkı felsefi
görüşler gibi, ulusal veya daha doğrusu ulusallaştırıcı vasıflarla
| 16
12 Platon. Savunma, Fedon. Çev. Aziz Yardımlı, Deniz Canefe. İdea yay. İstanbul 1997.
13 Caston V. Aristotle on consciousnes. Mind 2002;111(444):751-804
| 18
Eter-Spirit-Psyhikon-Pneuma
Eter kelimesi Yunanca “aither” ve de “aietheou/eternal
hareket”ten gelir. Heraklitus ve Aristoteles tarafından da bu
kelimeler kullanılmıştır. “Elastik eter” sıkıştırılabilirliği ifade
etmek için Newton’un kullandığı bir ifadedir. Elastik, hava ve
gazların “kendiliğinden genişlemesi” anlamında kullanılmıştır.
Bugünkü anlamı ise epey farklıdır. Newton’un eteri hava ile
benzer olmasına karşın, Descartes’ta sıvı şeklindedir.
Spirit kelimesi, Latince “spiritus/soluk” kökeninden gelir.
Ortaçağ tıbbında “animal spirits/can ruhu”nun esasını ifade eder.
17. yüzyılda şarap veya terpentin gibi maddelerin
distilasyonunun ürünleri için kullanıldı. Descartes, “animal
spirit”i “çok uçucu sıvı” olarak tanımlar ve kendi teorisindeki
hidrolik sıvı olarak ele alır [Burada önemli bir noktaya da
değinmek gerekir. Türkçe çeviri yapılmış bazı kitaplarda, “animal
spirit” maalesef hiç ilgisi olmadığı halde “hayvan ruhu, hayvansal
ruh” olarak çevrilmiştir. Bkz. Modern Psikoloji Tarihi, Kaknüs
yay, 2001 ve Ruhbilimin Öncüleri, İdea Yay, 1990]. Bunun
şaşılacak kadar çok örneği var. “Animate” Latince kökünde ve
İngilizcede; canlı, canlandırma ve hareket eden anlamındadır.
Dilsel kök olarak canlılıkla “hayvan/animal” aynı köken
kelimelerle ifade edilmiştir. Cansızlar için ise “inanimate”
kullanılmıştır. Dolayısıyla, “animal spirit”in esas karşılığı
“canlandırıcı - can ruhu”dur. Thomas Willis’e göre ise distilasyon
sonrası elde edilen uçucu sıvı gibi değildir. Bu özellikle Galen’in
| 19
15 Bass GF. Tunç çağının ihtişamı. National Geographic Türkye. Kasım 2001;79
16 Halikarnas Balıkçısı. Anadolu Tanrıları. Bilgi yay. 1985;22.
| 22
Eski Mısır
Frigya-Sümer-Hitit
İslam Felsefesi
17Patter R. Black Athena, Afro-Centrism, and the History of Science. Lefkowitz MR ve Ropers GM (Editör). Black Athena
Revisited. Chapel Hill, NC: University of North Carolina Press, 1996.
18Halikarnas Balıkçısı. Anadolu Tanrıları. Bilgi yay. 1985;34.
| 24
Thales Milet
Anaksimandros Milet
Anaksimenes Milet
Pisagor Sisam adası
Ksenophanes Kolophon
Herakleitos Efes
Hekataios Milet
Kadmon Milet
Anakharis Trakya
MÖ 5. ve 4. yüzyıl arası
Anaksagoras Kilizman
Herodot Halikarnas
Hipokrat İstanköy
Protagoras Trakya
Skylaks Muğla
Epikür Sisam
Diojen Sinop
Demokritos Trakya
Leukippos Trakya
Ktesisas Knidos
Kleantes Ayvalık
Herakleidis Ereğli
Theophrastos Midilli
Ephoros Çandarlı
Theopompos Sakız
Helenistik devir ve Roma devri
Diphilos Sinop
Pausanias Salihli
Strabon Amasya
Galen Bergama
Arrianos Bursa
Cassius Dio İznik
Epiktetos Hierapolis
Dionysios Halikarnas
20 Schaefer BE. The origin of the Grek constelleations. SciAm Kasım 2006;70-75.
| 26
| 27
2000 Yıllık
Kelimeler ve Kavramlar
Kargaşası...
Şi.im.ti, te.e.ma, psyche, pneuma,
öz, töz, tin, ruh,
nephesh, nefs, istanza(na),
zihin, bilinç…
Pneuma
“Pneuma”, Yunanca “pneo”dan köken alır ve soluk, üflemek
kelimesinden gelir. Uyanıklık ve yaşamak için soluk almak
gerektiğinden, pneuma sadece rüzgâr ya da soluk değil, diğer
yaşamsal işlevler olan duyular, düşünceleri de kapsar. İncil’de
Tanrı’yı tanımlamak için de kullanılır (John 4:24).21 Erasistratus
(MÖ 304-250) pneuma’yı ikiye ayırır; kalbe canlandırıcı ve
beyine psişik pneuma’yı yerleştirir. Platon, pneuma’yı hem
rüzgâr hem de soluk olarak kullanır. Thetus, rüzgâr olan
pneuma’yı kişilerin farklı öznel duyusal algılamalarının (sıcak,
soğuk) aracısı kabul eder. Diyogenes ise evrensel bir kaynak
gördüğü havayı tüm yaşayan şeylerin ruhu (psyche) olarak
görür. Olasılıkla vücuttaki toplardamarları tanımlayarak,
bunlarla bedene dağıldığını söyler.
Psyche
21 Stead C. “Pneuma” E.Craig (Edt). Routledge Encyclopedia of Philosophy. London: Routledge, 1998.
| 28
22 Long AA. “Psyche” E.Craig (Edt). Routledge Encyclopedia of Philosophy. London: Routledge, 1998.
| 29
Can
İncil de, ‘can’ ve ‘ruh’ sözcüklerinin anlamları arasında bir
farklılık vardır; ruh ve can ‘birbirinden ayrılabilir’ (Heb 4:12).
‘Ruh’ için İbranice ve Yunanca sözcükler (ruach ve pneuma),
aşağıdaki şekillerde de tercüme edilebilirler: yaşam, zihin, nefes,
ruh, rüzgâr. Tanrı kendi ruhunu, insanı da içeren doğal yaratılışı
sürdürmek üzere kullanır. Bu bakımdan, insanın içinde olan
Tanrı’nın ruhu, onun içindeki yaşam gücüdür. "Ruhsuz beden
ölüdür" (James 2:26). "Tanrı, yaşam nefesini (ruh) içine Âdemin
burnuna üfledi ve insan yaşayan bir can (yaratık) oldu" (Genesis
2:7). Bununla ilişkili olarak da Eyüp, "Tanrı’nın ruhu benim
burun deliklerimdedir" demektedir (Job 27:3). Böylelikle, İncil
ifadesine göre içimizdeki yaşam ruhu doğumda verilir ve beden
canlı kaldığı sürece kişi ile kalır. Tanrı’nın ruhu herhangi bir
şeyden geri çekildiğinde ise ölüm olur. Ölümde, "Toprak (beden),
önceden parçası olduğu yeryüzüne dönecek ve ruh da onu veren
Tanrı’ya geri dönecek" (Ecc 12:7). İncil’de ‘can’ olarak tercüme
edilen İbranice “nephesh” ve psyche’dir. Böylelikle ‘can’, kişi,
beden ya da nefsi ifade etmektedir. ‘Can’, ‘kişi’ ya da bir kişiyi
oluşturan tüm şeylerin özetidir. Tanrı’nın yarattığı hayvanlar,
"hareket eden yaratıklar… Yaşayan her yaratık" (Genesis 1:20-
21) ifadesindeki ‘yaratık’ olarak çevrilen İbranice sözcük,
‘nephesh’ olup; bu, örneğin Genesis 2:7’deki gibi, ‘can’ olarak da
çevrilebilir: "ve insan yaşayan bir can oldu."23
Ruh
İslam düşüncesinde, ruh farklı anlamlar içermesine karşın,
insana canlı ve bilinçli varlık denilmesine yol açan bir öğe olarak
kabul edilir. Sık kullanılan ruh ile nefis arasında bir ayrım vardır.
Aynı şekilde akılla zihin arasında da bir ayrım yapılmıştır. Zihin
(intellect) dünyevi, dolayısı ile sınırlı bir aklı ifade ederken, akıl
23İncil’in Temelleri. Bir Çalışma Elkitabı. Gerçek Hıristiyanlığın sevgi ve huzurunun açıklanışı
Heaster H. Turkish Edition. Christadelphian Advancement Trust 2000
| 30
Öz
Bunlardan “öz”, bir kimsenin benliği, tinsel varlığı, zat, nefis
olarak tanımlanır ve bir şeyin temel içeriği olarak düşünülür.
Tanımlaması Aristoteles’e kadar uzanır. Ona göre, bir şeyin temel
özelliğini ya da tözünü oluşturan şeydir: “İlk anlamında varlık
tözü gösterdiği ölçüde özdür”. Bir tözün özünü belirlemek, onun
sonlu sayıda olması gereken temel unsurlarını belirlemektir:
“Özde bulunan yerine getirilecek fiillerin sonlu sayıda olması
gerekir.” Buna karşın Platoncu öz kavramı değişikliğe uğrayarak
Descartes’ta yeniden ortaya çıkar. Descartes özleri ölümsüz ve
değişmez sayarak şöyle der: “Bir üçgen tasarladığım zaman,
benim zihnimin dışında, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir üçgen
olmasa bile, bu durum, bu şeklin belli bir yapısı ya da biçimi ya
da özü olmasına engel değildir; değişmez ve ölümsüz olan bu öz
| 32
Töz
Töz ise öze çok yakın, görece ayrışmamış ve yapılmamış, biçim
aracılığıyla ortaya konan fiziksel ve ruhsal gerçeklik kavramıdır.
Aristoteles’e göre, töz (usuia) “birinci anlamda, maddedir, yani
kendisinden belirli bir şey olmayandır; ikinci anlamda, maddeyi
belirli bir varlık olmaya zorlayan şekil ya da biçimdir; üçüncü
anlamda da, madde ile biçimin bileşimidir.” Bu üçüncü anlam ise
en önemlisidir: “Sözcüğün en temel, ilk ve başlıca anlamında töz,
ne bir özneye yüklenen, ne de bir öznede bulunandır: örneğin,
bireysel insan ya da at gibi...” Spinoza ve Descartes’ta en üstün
töz Tanrı’dır. Spinoza: “Töz deyince kendisinden var olan ve
kendinden kavranan, yani kavramı başka bir şeyin kavramına
gerek duymayan şeyi anlıyorum” diyerek bir tözün başka bir töz
tarafından yaratılamayacağını öne sürer. “Var olmak bir tözün
doğasında vardır” der. Hegel’de ise töz (substanz) somut özü
belirtir. Buna göre daha önceki görüşlerden farklı olarak, tözü
değişmez değil, kendi kendine hareket edebilen şeyin tinsel ilkesi
olarak ele alır: “Canlı töz aslında özne olan varlıktır, ya da....
somut bir biçimde gerçek olan varlıktır.” Belki de tanımlama
kargaşasındaki durumun tespitini en iyi Berkeley yapar: “Tözleri
bir yana atıyorum. Tözü zihne uygun dünyanın dışına atmakla
| 33
Tin
Gelelim “Tin”e. Tin, insan varlığının, bedene, maddeye karşıt
olarak, cisimsel olmayan bölümüdür. Bu etkinliğin ürünü olan
düşünce (noesis) ifadesi de aynı kökten gelir. Bazılarına göre,
entelektüel yetenekleri belirtir. Genelde çağdaş Alman
edebiyatında her yerde bulunan tin (geist), tamamen şüpheli ve
bu yüzden nerede karşılaşılırsa ehliyetinin sorulması gereken bir
arkadaştır. Geist kelimesinin kökeni, Arapça ve simya kaynaklı
“gas”, yani spiritus ve daha da eskisi pneuma kelimesidir. Platon,
Aristoteles ve Yunan felsefesinde tin (nus), gerçek bir düşünsel
etkinliğe karşılıktır. Ya da soluk anlamına gelen anemosla
bağlantılı animus, sis ya da hava anlamını da taşır.
Tin ile maddesel olan arasındaki bu karşıtlık, 19. yy’a
kadar felsefi tartışmaların başlıca konusu olmuştur. Descartes
şöyle der: “Öyleyse gördüğüm her şeyin yanlış olduğunu var
sayıyorum, yalanlarla dolu belleğimin bana sunduğu her şeyin
gerçek dışı olduğuna inanıyorum, hiçbir duyuma sahip
olmadığımı düşünüyorum; beden, şekil, uzam, hareket ve yerin
yalnızca zihnimin yapıntıları olduğuna inanıyorum.” Dolayısıyla,
tin dışında hiçbir şey gerçek değildir: “Bundan böyle zorunlu
biçimde gerçek olmayan hiçbir şeyi kabul etmiyorum; öyleyse
ben.... yalnızca düşünen bir şeyim, yani bir tinim.” Yine
Descartes’a göre tin, bir şeyi düşünmemizi sağlayan şeydir:
“Ruh sözcüğü bilgisiz kişilerce kullanıldığından iki ayrı
anlama geldiğini ve bu ilk edim ya da insanın bu temel
biçimi olarak alındığında, yalnızca düşünmemizi sağlayan
ilke olarak anlaşılması gerektiğini söyledim: bu iki
anlamlılık ve belirsizlikten kurtulmak için onu genellikle
tin diye adlandırdım. Çünkü ruhun bir bölümüne değil,
bir bütün olarak tüm düşünen ruha tin diyorum.”
24 Copleston Felsefe Tarihi. Berkeley-Hume. Cilt 5, bölüm b. Çev.Aziz Yardımlı. İdea Yay. 1998;23-24
| 34
Akıl, Zihin ve Us
Sözlük anlamı olarak akıl ise; 1. Bilip tanımayı, yargılamayı ve
ilkelere göre davranmayı sağlayan, insana özgü yeti, 2. Doğru
davranmayı, doğru yargı vermeyi sağlayan düşünme biçimleri ve
ilkelerin bütünü; sağduyu, bilgelik, ayırt etme yetisi, 3. Normal
durumları ve işleyişleri bakımından ele alınan düşünsel yetilerin
bütünü, ayırt etme yetisi, 4. Bellek, algı, düşünme vb. zihinsel
yetilerden her biridir.25
Zihin (Arapça, zihn): 1. İnsanın yaşamı boyunca edindiği
bilgileri depolayıp saklamasını ve daha sonraları güncel yaşama
uygulayarak kullanmasını sağlayan işlevlerin tümü, 2. Hafıza,
bellek, 3. Anlayış, kavrayış. 4. Us’un eşanlamlısı. Bilinçle,
zihin=aklın (mind) farklı kavramlar olduğunu da belirtmek
gerekir. Akıl yani logos, bilgi edinme yetisi, bilip tanıma ve
yargılama yetisidir. Akıl beynin kontrolünü ve bilinçli algıyı
yapan, dışarı yansıtan programıdır. Bilincin dışa yansıması akıl
aracılığıyla ortaya çıkar. Akıl yalnızca bilinçli olduğumuz zaman
fark edilebilir. Bilinçsiz olduğumuzda akıl anlamsızdır. Bu
nedenle bilinç, belirli bir aklın, kişiselleştirilmiş bir beynin o anki
birinci el, birinci şahıs deneyimi olarak görülebilir ve eşlik eden
bilinç, akla can katar.26
25 Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, “Akıl” maddesi. Gelişim Yayınları. 1986. s:262, cilt:1
26 Greenfield S. İnsan Beyni. Varlık yayınları. 2000; 154.
| 36
| 37
Doğuya Bakış
İslam Felsefesi
El-Kindi
Aristocu İslami felsefe okulunun kurucusu ve mantıktan
matematiğe, fizikten müziğe kadar uzanan, 270 adet bilimsel
inceleme yazarı bir insan; Yusuf Yakub İbn İshak el-Kindi ya da
sık kullanılan adı ile Kindi (MS 800-870).27 Kindi’ye göre
varlıklar, duyularla algılanabilenler (tikeller) akılla
algılanabilenler (tümeller) ve vahiy yolu dışında hakkında bilgi
edinilemeyenler (ilahi varlıklar) olarak sınıflanıyordu. Kindi, ruh
hakkında belirgin bir yorumda bulunmuyordu ve Aristoteles'in
Ruh Üzerine (Peri Psykhes) adlı eserindeki akıl (nous) anlayışını
benimsemişti. İlk Felsefe adlı eserinin önsözünde, şeriat
bilginlerine karşı felsefeyi savundu ve şeriatla felsefeyi
bağdaştırmaya çalıştı. Gerçek bilginin ancak felsefe ile
bulunabileceğini savundu. Felsefe ile edinilen bilgi ile
peygamberler aracılığıyla gelen bilginin aynı olduğunu, aradaki
tek farkın felsefecinin gerçeğe ulaşmak için daha uzun zaman
sarf etmesinden başka bir şey olmadığını söyledi. Altmış yaşına
geldiğinde, kalabalığın önünde, görüşlerinden dolayı beş kez
kamçılandı. Uzun süreli bir içe dönüş ve belki de depresyondan
sonra 72 yaşında dünyadan ayrıldı.
Farabi
İbni Sina
Farabi’nin fikirlerini geliştiren İbni Sina’da (MS 980-1037)
deneyci felsefe ön plana çıkar. Modern dünyanın sibernetikçisi
olan Norbet Wiener olarak da görülür.30 Aristoteles felsefesinden
yararlanarak cisim ve nefsden bahseder. İbni Sina'nın geliştirdiği
kuramının kaynağı Aristoteles (İslam felsefecileri Aristoteles’e
“mantığın üstadı” derlerdi) ve Yeni Platonculuktur. İbni Sina
varlıkları kozmolojik bakımdan akıl, ruh (nefs) ve cisim olarak
üçe ayırıyordu. Kozmik Akıl, İlk Varlıktı ve zorunluydu. Sırasıyla
bir sonraki Akıl, bu Akla ait gök katının (felek) ruhu ve bu gök
katının cismi çıkar. Bütün düşünülenler vardır ve var olanlar
tasarlanabilen düşünülür biçimlerdir. Bu nedenle, düşünmekle
var olmak özdeştir (sonradan gelen Descartes’ın ‘düşünüyorum
öyleyse varım’ ifadesini hatırlatır). Sina’ya göre atomcu görüşün
ileri sürdüğü nitelikte bir boşluk yoktur. Uzay ise, bir nesnenin
kapladığı yerin iç yüzüdür. Varlık kavramı altında toplanan
bütün nesnelerin değişmeyen, sınır ve niteliklerini koruyan belli
bir yeri vardır. Fiziğin konusu madde ve biçimden oluşan
nesnelerdir. Biçim, maddeden önce yaratılmıştır. Maddeye bir
töz özelliği kazandıran biçimdir. Maddeden sonra ilinek gelir.
Biçimler maddeye, ilinekler ise töze katılır. Bütün nitelikler de
birinci nitelikler ve ikinci nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır.
Birinci nitelikler nesnelere bağlıdır, ikinciler ise, nesnelerden
ayrı olarak varlığını sürdürür. İbni Sina'ya göre, nesnel evrende
bulunan güç ve devinimin temelini ikinci nitelikler oluşturur.
Nesneler, kendilerinde bulunan gizli güçle devinime geçerler. Bu
güç ise, doğal güç, öznel güç, tinsel güç olmak üzere üç türlüdür.
Doğal güç, nesnede doğal biçim ve yerlerle ilgili nitelikleri taşır.
Çekim ve ağırlık bu türdendir. Öznel güç, nesneyi devingen ya da
durağan duruma getirir. Bunda da, bilinçli ya da bilinçsiz olma
özelliği bulunur. Tinsel güç, herhangi bir organın, aracın yardımı
Gazali
Yalnız döneminin değil, bütün İslâm düşünce tarihinin en önde
gelen düşünürlerinden Gazali (1058-1111) kelâmcılar, sûfiyye,
Batıniler ve özellikle Yunan kaynaklı felsefe dahil, devrinin bütün
düşünce şekillerini olabildiğince öğrenmiş ve eleştiriden
geçirmiştir.33 El-Munkiz'u-mine'd-Dalâl, düşünce hayatını ve
kendisinin geçirdiği manevî basamakları anlattığı eseridir. Bu
eser değeri bakımından Augustin'in Les Confessions (İtiraflar);
Descartes’ın Metod Üzerine Konuşmalarına ve Rousseau'nun
31 http://www.kultur.gov.tr/kultursanat/tb-sina.html
32 Hodbhoy P. İslam ve Bilim. Cep Kitapları, 2.baskı, 1993; 168.
33 De Boer, Islâm'da Felsefe Tarihi, Çev. Kutlay Y. s.109
| 43
İbn Arabi
İslam felsefeci İbn (Muhyiddin) Arabî, 1165’te Endülüs’ün
Mürsiye şehrinde doğmuş, 16 Ekim 1240’te 78 yaşındayken vefat
etmiştir. Fususu’l-Hikem adlı eseri en ilginç yapıtlarından
birisidir. İbn Arabi, Fususu’l-Hikem adlı eserinde ruh ve
bedenden, evrenin ve dünyanın oluşumundan, evrimden, insanın
bilinçli ve bilinçsiz olması durumundan bahsederek, bilinçli
olmanın getirdiği farkı ortaya koyar:
Fuzuli
Türk Divan şairlerinden olan Fuzuli’nin (MS 1480–1556)
anlayışına göre, insan biri gövde, öteki ruh olmak üzere iki ayrı
özden kurulu bir varlıktır. Gövdenin toprak, yel (hava), od (ateş)
ve su gibi dört oluşturucu öğesi vardır. Ruh ise tanrısaldır,
gövdede, gene Tanrı buyruğuyla bir süre kaldıktan sonra,
kaynağına, tanrısal evrene dönecektir. Bu nedenle ölümsüzdür.
İnsanın yeryüzünde yaşadığı sürece ruhunun kutsallığına yaraşır
biçimde davranması, doğruluk, iyilik, erdem, güzellik gibi
değerlerden ayrılmaması, özünü bilgiyle süslemesi gerekir.
| 47
İslam Dünyasında
Söndürülen Güneş!
René Descartes
42 Descartes R. Tabiat Işığı ile Hakikat Arama. Çev: M.Karasan. MEB yay. S:19-20, Ankara 1946.
43 Descartes R. İlk Felsefe Üzerine, Metafizik Düşünceler. S:22-23, Çev:M.Karasan, Maarif Mat.Ankara 1945
| 53
44 Hegel’s Lectures on the history of philosophy. Vol 3, Humanities Press, 1983, s:221-252.
45 Descartes R. Felsefenin İlkeleri. Say Yay. Çev: M.Akın,1998;59.
| 54
John Locke
John Locke’un (1632-1704) An Essay Concerning Human
Understanding/İnsan Zihni Üzerine Bir Deneme (1690) adlı
kitabında açıkladığı felsefesi, bilgilerin kaynağının deneyde ve
duyumlarda olduğunu, ruhun da bunlara dayanarak düşünceyi
oluşturduğunu öne sürer. Duyum ve düşünce Locke’un
ikiciliğinin temelini oluşturur. Locke tarafından zihnin atıl
maddenin bir unsuru olabileceği üzerinde durulmuştur. Ancak,
Locke, bunun yaratılıştan gelen bir unsur olduğunu
düşünmüyordu.53
Locke’a göre, insan bilgi sahibi olan bir varlıktır ve
bilgisini sonradan deneyim yoluyla kazanır. Biri dış deneyim,
diğeri de iç deneyim olmak üzere iki tür bilgi kaynağı olduğunu
söyler. Birincil nitelikler biz onları algılayalım ya da
algılamayalım nesnenin kendi içinde vardır; bir elmanın şekli,
boyutu, ağırlığı gibi. İkincil nitelikler ise tecrübeye bağlıdır.
Bunlar nesnenin aslında yoktur. Renk, koku, tat, ses gibi
özellikler sadece algılayan kişinin algısında vardır. Algılayan
kişinin algısından bağımsız her tür nitelik birincil niteliktir.
Locke ideleri de iki gruba ayırır; basit ve karmaşık
(kompleks) ideler. Basit ideleri, dış dünyadaki cisimlerin ve
onların niteliklerinin duyu organlarımız üzerindeki etkisi yoluyla
elde ederiz. İnsan zihni bu basit ideleri birbirleriyle çeşitli
şekillerde birleştirdiği zaman karmaşık ideleri oluşturur. Yani
duyusal girdilerle edindiğimiz basit ideleri karmaşık hale
çeviririz. Böylece basit ideleri ilişkilendiririz. Zihindeki
birleştirme ve ilişkilendirme; algı, bellek, ayırt etme ve birbiriyle
52 Bennett MR. The early history of the synapse: from Plato to Sherrington. Brain Research Bulletin 1999;50: 95-118
53 Trusted J. Fizik ve Metafizik. Akıl Çağı. İnsan Yay. 1995, İstanbul. S:182.
| 59
Jan Swammerdam
Galen’den beri “hareket eden can ruhu kavramı” hala geçerliğini
sürdürürken ve canlıların tam olarak makine/otomat olarak
düşünüldüğü dönemde, adı sanı birçok kitapta olmayan, genç bir
biliminsanı ortaya çıktı: Jan Swammerdam (1637-1680). 54
Galen’den beri devam eden 1500 yıllık tabu can ruhlarına
(animal spirits) ve kalbin bedenin yönetim merkezi olduğu
düşüncesine karşı çıktı. Ama anlaşılan, tarihin seyrinde sesini
çok uzaklara ulaştıramadı.
1664 yılında, canlı ve anestezi yapılmamış bir kurbağanın
kalbini keserek, hareketleri üzerinde herhangi bir etkisinin
olmadığını, ancak eğer beyni çıkarılırsa hareketin kaybolduğunu
gösterdi. Bu deneyden yola çıkarak kalbin hareket için zorunlu
olmadığını – en azından bir kurbağada – beynin gerekli olduğunu
54 Cobb M. Exorcizing the animal spirits: Jan Swammerdam on nerve function. Nat Rev Neursci 2002;3:395-400.
| 60
Thomas Willis55
Thomas Willis (1621-1675), nöroloji çalışmalarının modern
zamanlardaki şefi ve kurucusudur. Willis’in ünlü eseri olan
Cerebri Anatome’nin (1664) 19. bölümünde sinir iletimi teorisi
ele alınır. Bu kitapta “nöroloji (neurologie)” kelimesinin ilk
tanımını ve isimlendirmesini yapar. Sinir sisteminin anatomisini,
çağına göre çok ileri düzeyde inceler. Yazıları daha çok klinik ve
otopsi deneyimleri üzerinedir. Daha sonraki iki esas çalışması
olan De motu musculari (1670) ve De anima brutorum’da (1672)
da sinir iletimine değinir. Willis’e göre sinir lifleri solid yani içi
doludur. Tüp şeklinde boş değildirler (bu düşünce daha sonra
Newton’un sinir iletimi teorisinde de görülür). Ancak, Willis
eserlerinin hiçbirinde, hiçbir zaman sinir liflerinin tam boş ya da
dolu olduğunu, kesin bir dille öne sürmemiştir. Bu takma adlar,
daha sonra gelenler tarafından Descartes’ın hidrolik basınçla
hareket eden kas fikrine tezat oluşturmak için öne sürülmüştür.
55Eadie MJ. A pathology of the animal spirits-the clinical neurology of Thomas Willis (1621-1675). Part I.- Background,
and disorders of intrinsically normal animal spirits. Journal of Clinical Neuroscience 2003;10(1):14-29.
| 61
Çünkü hidrolik bir sistem ancak içi boş tüpçüklerle çalışabilir, içi
dolu sinir liflerinde çalışamazdı.
Galen zamanından Willis zamanına kadar beynin işlevleri
beyin içi boşluklara (ventriküller) atfedilmişti. Willis beynin
işlevlerini, ilk kez beyin içi boşluklardan alıp, beyin ve beyinciğe
yerleştiren kişidir. Boşlukların beynin kendisini destekleyen,
koruyan sıvıdan daha fazla bir işlevi olmadığını belirtmiştir.
Willis’in sinir sisteminin içsel düzenlenişi hakkında en ufak bir
bilgisi yoktu. Ancak, bakış açısına göre, dışarıdan gelen bilgi
çevresel sinirler, omurilik ve beyin sapı yolu ile beynin
derinliğinde yer alan bölgeye (corpus striatuma) girer ve istemli
devinimsel hareketleri oluşturmak üzere kaslara ulaşırdı.
Kaslara ulaşan, dönemin vazgeçilmesi olan “canlandırıcı ruh” idi.
Can ruhunun yeri, Descartes’tan farklı olarak Willis’te, her iki
beyin yarı küresini birleştiren büyük orta bileşkedeydi.
Beyincikle ilgili olan ise beyin sapına (pons) yerleşikti.
Willis, mikroskobik anatomiyi erken keşfedenlerdendi ve
mikroskoptaki sinir liflerinin görünüşünü 1664’te tanımlamıştı.
Bu tanımlamaya rağmen henüz sinir hücreleri görülememişti ve
sinir hücreleri bilinmiyordu (Descartes ise mikroskop
kullanmamıştı). Ancak, daha sonra Borelli 1681’de Willis’inkine
benzer bir tanım yaptı: “Sinir lifleri ne tam olarak dolu, sert ve
geçirgen, ne de içleri boş tüpçükler şeklindedir. ...Belli
süngerimsi yapılarla doludur.” Willis’in sözleri ile:
56Eadie MJ. A pathology of the animal spirits-the clinical neurology of Thomas Willis (1621-1675). Part I.- Background,
and disorders of intrinsically normal animal spirits. Journal of Clinical Neuroscience 2003;10(1):14-29
| 64
Pierre Gassendi
Gassendi (1592-1655), Descartes’ın en ateşli karşıtı olarak
bilinir. Bazı yakın zaman yazarlarınca iyi bir fizikçi olmadığı,
kötü bir matematikçi olduğu ve daha ziyade ikinci sınıf bir
felsefeci olduğu, bilim tarihinde önemli bir kişilik olmadığı,
herhangi bir kanun bile bulamadığı öne sürülse de57 mantıklı
karşı çıkışları açısından değerli bir biliminsanıdır. Eğer
Descartes’ın adı evrensel koordinat sistemi, Willis’inki beyin
anatomisi, Newton’unki ölçme birimi ve kuvvet’i çağrıştırıyorsa,
Gassendi’nin adı Paris’in bir arka sokağı ve Ay’daki bir krater
57 Koyré A. Newtonian Studies. Cambridge, MA: Harvard Univ Press 1965; s:176
| 65
Ruhun Kısımları
George Berkeley
Bir rahip olan George Berkeley (1685-1753) sıradan hiçbir
insanın sorgulamayacağı kadar açık olanı yadsıyor ve açık
olmayanı öne sürüyordu. Kendisi metafizikçiydi. Descartes’ı
beğenmeyip eleştiriyordu. Etkisi altında kaldığı felsefeci ise
Locke idi. Felsefesi birçok çağdaşı tarafından düşlemsel bir
saçmalık olarak görüldü. Berkeley, bizim doğrudan algıladığımız
her şeyin kendi zihnimizdeki düşünceler (ideler) olduğunu,
doğuştan düşünceler bulunmadığını, tüm idelerimizin algısal
deneyin sonucu olduğunu savunmuştur. Özet felsefesi esse est
percipi’dir (var olmak algılanmaktır).
59 Copleston Felsefe Tarihi. Berkeley-Hume. Cilt 5, bölüm b. Çev.Aziz Yardımlı. İdea Yay. 1998;22-37.
| 68
60 Copleston Felsefe Tarihi. Berkeley-Hume. Cilt 5, bölüm b. Çev.Aziz Yardımlı. İdea Yay. 1998;29-32
| 69
Isaac Newton
Çoğu kişinin Newton’u (1642–1727) bir fizikçi olarak bilinirse
de, Newton her konu ile ilgilenmiştir ve buna sinir sistemi de
dahildir. Sinir iletisi üzerine, Newton’un yazılarının önemli bir
kısmı Principia Mathematica ve Optics’te bulunur. Yazdığı
bölümler nispeten kısa olmasına karşın, 18. yüzyıl bilimi
üzerinde önemli etkide bulunmuştur. Newton, Principia
Mathematica’nın sonraki basımlarına eklemeler yapmış, ruh ve
61 Copleston Felsefe Tarihi. Berkeley-Hume. Cilt 5, bölüm b. Çev.Aziz Yardımlı. İdea Yay. 1998;54
| 70
64 http://humanum.arts.cuhk.edu.hk/humftp/E-text/La_Mettrie/machine.html
| 75
David Hume
Hume (1711-1776), görgücülük (ampirizm) akımının
kurucusudur. 1748’de İnsan Zihni Üzerine Felsefi Denemeler
(Philosophical Essays Concerning Human Understanding) adlı
eserini yazdı. Eseri geniş kapsamlı olarak insan zihnini ve onun
özelliklerini gözden geçirir. Berkeley’den farklı olarak, Hume’da
cisimler insan zihni ya da algısından bağımsız olarak sürekli
vardır: “Beyaz olarak gördüğümüz ve sert olduğunu hissettiğimiz
bu gerçek masanın, algılarımızdan bağımsız ve onu algılayan
zihnimiz için de dış bir şey olduğuna inanılır. Bizim varlığımız
ona bir varlık bağışlamadığı gibi yokluğumuz da onu yok edemez.
Varlığını tekbiçimli ve bütün olarak, kendisini algılayan ya da
seyreden akıllı varlıkların durumundan bağımsız olarak korur. ...
Görmekte olduğumuz masa biz ondan uzaklaştıkça kaybolur
görünür; fakat bizden bağımsız olarak var olan gerçek masa
hiçbir değişim geçirmez; bu nedenle zihne sunulan onun
görüntüsünden başka bir şey değildir. ... Herhangi bir varlığın var
olmaması, istisnasız olarak, onun var oluşu kadar açık ve belirgin
bir fikirdir. Bir şeyin var olmadığını öne süren bir önerme, yanlış
da olsa, onun var olduğunu ileri süren önermeden daha az
düşünülebilir ve anlaşılabilir değildir.”65
Bizi cisimlerin sürekli ve ayrı var oluşuna iten us değildir.
Algılarımız dışına çıkarak onları onlardan ayrı bir şey ile
karşılaştıramayız, oysa insanlar “biricik nesnelerin algıları
olduklarını sanırlar.” Algılar ve nesneler arasında bir ayrım
vardır. Algılar kesintilidir ve algılayan özneye bağımlıdır,
nesneler ise sürekli ve bağımsız olarak vardır. Ancak, “kol ve
bacağımıza bakarken algıladığımız şey bedenimiz değil, duyular
yoluyla giren belli izlenimlerdir.”
Hume tüm zihinsel içeriği deneyimden üretir. “Algı”
kelimesini genel olarak zihinsel içeriği kaplamak üzere kullanır.
65 Hume D. İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma. Çev: S.Öğdüm. İlke yay. 1.Baskı, 1998;161, 173.
| 76
66 Hume D. İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma. Çev: S.Öğdüm. İlke yay. 1.Baskı, 1998;20
| 78
67 Copleston Felsefe Tarihi. Berkeley-Hume. Cilt 5, bölüm b. Çev. Yardımlı A. İdea Yay. 1998;82-83
| 79
Felice Fontana
Antoni Leeuwenhoek (1632–1723) mikroskobu kullanarak
sinirlerin yapılarını tanımlayan ilk kişiydi: "Sıklıkla ve zevk
almayarak, sinirlerin gözlemlediğim yapısı çok ince
tanımlanamayan yapıda, sinirin tüm uzunluğu boyunca uzanan
silindirik damarlardan oluşur." Bu damarlar içi boş tüplerden
ibaretti ve bu düşünce bir bakıma, sinirlerde akan hayvan
ruhuyla ilişkili olan Descartes’ın düşüncesi ile uyumluydu. Bu
boş tüpler ile sinirler arasındaki ilişki Felice Fontana'nın (1730–
1805) detaylı çalışmalarıyla çözüme kavuştu. Mikroskopta 700
kat büyütme ile sinirleri inceledi:
70 Bennett MR. The early history of the synapse: from Plato to Sherrington. Brain Research Bulletin 1999;50: 95-118
| 81
Şekil. 18. yüzyılda sinir liflerinin yapısı. Leeuwenhoek’un küçük sinir liflerini
gösteren çizimi (solda). Birçok “damardan” oluşan sinir lifleri görülmekte.
Felice Fontana tarafından çizilmiş sinir lifleri (sağda). Lifler, ince, uzun
silindirik yapılardan oluşmaktadır.
Luigi Galvani
Galvani (1737-1798) sinir biliminin kurucusu olarak kabul edilir.
Bir yıldırımdaki elektriği tel ile taşıyıp, bir kurbağanın siyatik
sinirini bu elektrikle uyararak ayakta hareket oluşturmuştur. Bu
nedenle Galvani, biyolojik elektrik ve hareket etme/canlılık
arasında ilk bağlantı gösteren kişi olmuştur. Kendi dönemindeki
ve önceki biliminsanları, hayvan davranışında elektriğin etkisini
anlamaya daha az çaba harcamışlardır. Ancak, elektrik balığı,
çiftlik hayvanları, çocuklar, ayrılmış havyan parçaları, garip
biyomekanik birleştirmeler ve el gücüyle oluşturulan elektrik
üreteçleri Galvani’nin dikkate değer çalışmalarıdır. Buna ilave
olarak da, Galvani’nin yeğeni olan Aldini’nin de elektriğe olan
ilgisi epey ileri derecedeydi. Aldini, cinayetlerle kesilmiş kafaları
elektrikle uyarmak gibi bir ün elde etmişti. Mary Shelley’in
kaleme aldığı Frankenstein (1818) adlı öykünün, bu gibi
| 82
71Wallace W. The vibrating nerve impulse in Newton, Willis and Gassendi: First steps in a mechanical theory of
communication. Brain and Cognition 2003;51:66-94.
| 83
İkinci Madde
…anatomi bilginleri demişlerdir ki: Beynin kendisinden biten
sinirlerin hepsi, yedi çift sinirdir. Birinci çifti koklama başlangıcı
olan, meme ucuna benzer iki çıkıntı yakınında beynin ön
boşluğun içindendir ki (şimdiki adı olfaktör sinir), o bir küçük
boşluktur. İkincisi, çiftin solundan biten teki sağına, sağından
biten teki soluna gelip, biri birine kavuşup, çapraz şekilde
kesişmiştir (şimdiki adı optik kiazma). Sonra bükülüp, sağdan
biten sağ göze, soldan gelen sol göze gitmiştir. Camsı adı verilen
rutubeti kuşatmak için ağızları geniştir. Bu kesişmenin üç yararı
vardır: Biri, iki gözün birine akan ruh, öbürüne dahi akmasın.
Birine afet erdiğinde, öbürü onun yerini tutsun. Onun için bir göz
kapandığında, açık gözün görüşü kuvvet bulur. Zira kapalı gözün
nuru ona akar. İkinci faydası, iki gözün kavraması birlikte olup,
ikisinin görüşü, kesişme içinde tek görüş olsun (şimdiki adı 3
boyutlu görüş). Ta ki görünen bir nesne müşterek çizgide bir
şekillensin.
Friedrich Nietzsche
| 85
Gustav Fechner
Gustav Fechner’e (1801–1887) ününü psikofizik üzerine yaptığı
çalışmalar kazandırmıştır. Yaşamının son zamanlarında,
büyüklük sanrıları ile Tanrının kendisini tüm gizemleri çözmek
73 Schultz DP, Schultz SE. Modern psikoloji Tarihi. Kaknüs yay, 2001;94-99.
| 87
74Karakas S ve Bekçi B. Zihin-beden ilişkilerini ele alan bilim dallarının doğuşu ve gelişimi. NeuroQuantology
2003; 2: 232-265
| 89
Resim. 18. yüzyılın ilk yarısında sinir hücreleri ve sinir hücresi ana uzantısı olan
aksonun çizimleri.
(A) Sinir hücreleri
(B) Beyincikteki Purkinje hücreleri
(C) Ve (D) Kolliker's Handbuch der Gewebelehre des Menschen’den bir sinir
hücresi (1852).
| 90
Edmund Husserl
Husserl (1859-1938) “Her bilinç, bir şeyin bilincidir” diyerek
önemini vurgular. Husserl, zihin oluşturucu işlevselliğe önem
verir. Zihinsel yaşam hem evreni hem de evrenin bir parçası
olarak kendisini oluşturur. Oluşturulan bu nesneler, evren ve
evrene ait kendilik hep daha temel bir şeye, bir özneye bağlıdır.
Husserl, zihinsel sürecin bir şeyin farkındalığı olduğunu
savunmuştur. Bununla ilişkili olarak da zihinsel süreçlerle
nesneler arasındaki ilişkiyi “yönelmişlik/niyetsellik” olarak
adlandırmıştır. Yöneltici süreçler iki temel tipe ayrılırlar: 1. etkin,
2. edilgin ya da otomatik zihinsel süreçler. Etkin zihinsel süreçler
içlerinde yaşayan bir benliğe sahiptir. Edilgin zihinsel süreçlerin
içinde yaşayan bir benlik bulunmaz. Etkin olan benlik, zihinsel
yaşamın yalnızca bir parçasına yerleşiktir. Benlik nesnelere
odaklanan, onlara anlam veren ve ilgilenen öğedir. Benliğin
içinde bulunduğu bu süreçler tamamen bilinç teması ile ilgilidir.
Bu nedenle Husserl’da zihinsel yaşam ve benlik farklıdır. Bireysel
zihinsel yaşam büyük ölçüde “benliksiz” zihinsel süreçlerden
kuruludur. Zihinsel süreçler bir kez oluştuklarında var olmayı
sonlandırmazlar. Zihinsel yaşamın şimdiki zamanı geçmiş
tarafından yenilenir. Zihinsel yaşamın gelecek süreçleri
oluşmadan önce, şimdiki zamanda yer alan zihinsel süreçler
tarafından “a priori” öncelenir. Böylece ardışıklıkla bir iç zaman
doğar ve zihinsel yaşamın kesiklikleri bir bütün olarak algılanır.
Friedrich Hegel
Hegel (1770-1831) “Bilincin içinde taşıdığı gerçek, kendinin
bilincidir” diyerek akılla bilinç ilişkisini ortaya koymuştur. Bilinç
üç ayrı kavramdan oluşur: deneysel beni oluşturan öğelerin
bütünü, yani “ruhsal yaşantıların dokusu” olarak bilinç; “bu
ruhsal yaşantıların iç algılaması” olarak bilinç; “her türlü edim”
ya da yönetimsel yaşantıya verilen kavrayıcı ad olarak bilinç.
Husserl’a göre, bilinç ve dünya eşzamanlı verilerdir. Özü
bakımından bilincin dışında olan dünya, yine özü bakımından
ona bağlıdır. Ve Husserl, bilinci hiçbir şeye indirgenemeyecek bir
olgu olarak görür.
| 92
Alphonse Forel
Forel (1841-1912), 1885’te özel bellek yetenekleri üzerine
tartışarak “insanın bilinçsiz belleğinin çok büyük olduğunu” öne
sürdü. Piyano çalmanın da bir çeşit bilinçsiz belleğin bir örneği
olduğunu belirterek “devinimsel belleğin” başlangıçta tam olarak
bilinçli olduğunu ve daha sonra bilinçsiz tekrar ettiğini yazdı.
Yine, bunaması olan hastaların yeni beceriler öğrenme ve
bellekte tutmalarının zor olduğunu, ertesi gün bunları
kendilerinin önceki deneyimleri olarak bilinçli hatırlamalarının
mümkün olmadığına dikkat çekti. Bu fikri ile bellek ve bilinç
arasındaki ilişkiyi ilk fark edenlerdendi.
Paul Flechsig
Flechsig (1847-1929), “Beyin ve Ruh” adlı kitabında (1896)
beyni ruhun organı olarak ele aldı. Daha önceki felsefecilerden
etkilenerek üstün zihinsel yeteneklerin beynin artmış
kıvrımlarından kaynaklandığını öne sürdü. Bu dönemlerde,
Korsakoff hastalığına yakalanan hastalardan elde edilen
izlenimlerle, zaman algısının bu hastalarda bozulduğunu, orta
beyin yapıları, önbeyin bölgesi ve beyin kabuğunun bilincin
fiziksel temeli olabileceğini öne sürdü. Flechsig’e göre bilinç
doğrudan sinir hücresel çalışmayı yansıtıyordu. Çünkü, kısa da
olsa, oksijen yokluğu bilinç kaybına neden oluyordu. Tek sinir
hücresinin bir olayı yansıtabilmesinin akıl almaz olduğunu,
aslında “binlerce, yüz binlerde ve milyonlarca sinir hücresinin”
temsiliyetiyle ilişkili olduğunu öne sürdü. Yine “çağrışım
merkezleri” terimini sinir bilimine sokarak, bu merkezlerin
etkisinin bilinçsiz olduğunu, bilinç eyleminin bilinçsiz iki
durumun (alt ve üst bilinç) bir sandviçi olduğunu yazdı. En üst
bilinç en üst çağrışımların bir temsiliyetini oluştururken, alt
bilinç basit reflekslerden ibaretti. Bilincin bulunduğu yer olarak
da önbeyin loblarını gösterdi ve bilinçli deneyim için duyusal
beyin kabuğu alanlarının da vazgeçilmez olduğunu öne sürdü.
Özellikle dokunsal duyuyu alan beyin kabuğu alanlarının kendine
farkındalık görevi olduğunu belirtti.75
Korsakoff Hastalığı
Bilinç bulanıklığı, geçmişe ait bellek kaybı, yeni bellek oluşturamama ve
anlamsız-boş konuşmalarla karakterli beynin bir yozlaşma hastalığıdır.
Ani olarak veya yavaş seyirli olarak tiamin (B1) vitamini eksikliğinden
kaynaklanır. Bu eksikliğin kaynağı da genelde aşırı ve uzun süreli alkol
alımıdır. Tiamin, beyindeki enerji kaynağı olan glikoz yıkım yollarında
kullanılan ara maddedir. Eksikliğinde, beyin hücreleri ciddi şekilde
zarar görerek yukarıdaki klinik tablo oluşur.
Bilincin
Deneysel Dönemine Geçiş
Wilhelm Wundt
Deneysel çağda, hayvan deneyleri bilincin her yönünü
araştırmak için uygun değildi. İnsanlardaki araştırmalar öznel
deneyimlere dayanıyordu. Bilincin deneysel olarak
araştırılmasının, 1876’da psikolog Wilhelm Max Wundt (1832-
1920) tarafından başlatıldığı söylenebilir. Wundtçu psikolojinin
ana konusu tek kelimeyle BİLİNÇ’ti. Wundt “…bir gerçeğin
araştırılmasındaki ilk adım bu gerçeği oluşturan unsurların tek
tek tanımlanması olmak zorundadır” diyerek işe başlar. Bu
yöntem aslında Gazali, sonradan Descartes’ın yöntemiydi:
bütünü parçalara bölerek anlamak. Dolayısı ile bilincin
elemanlarını aramak gerekiyordu. Wundt’un sistemi zihin (veya
bilincin) kendi kendini düzenleyebilme yeteneği üzerinde
yoğunlaştığından iradecilik olarak da adlandırıldı.
Wundt’a göre psikolojinin konusu dolaysız yaşantılar
olmalıydı. Dolaylı yaşantılar ise, deneyimin kendisi hakkında
bilgi vermekten ziyade bir şey hakkında bilgi ve malumat sağlar.
Bu normal günlük yaşantımızın alışagelmiş algı şeklidir. Oysa bir
çiçeği gördüğümüzde yaşadığımız kırmızı deneyimi, zihnin
organize edeceği unsur ve bilinç durumlarını oluşturur. Bir
deneyimi yaşayan kişinin dışında başkalarının gözlemesi
mümkün değildir. Bu nedenle psikolojinin kullanacağı yöntem
içebakış (introception) ya da içsel algı (internal perception)
olmalıdır.
| 96
76 Schultz Dp, Schultz SE. Modern Psikoloji Tarihi, Kaknüs yay, 2001.
| 97
Edward Titchener
Titchener (1867–1927), Wundt’un sadık bir takipçisi olmasına
karşın, sistemi kökten değiştirdi ve yapısalcılık (structuralism)
adı altında kendi yaklaşımını geliştirdi. Wundt’un yolundan
giderek bilincin parçalarından ya da atomlarından bilincin
kendisine ulaşmayı hedefledi. Titchener’e göre de, psikolojinin
ana konusu bilinç deneyimleri ve yaşantılarıdır. Bilinci, belirli bir
zamanda var olan yaşantılarımızın, deneyimlerimizin tamamı
şeklinde tanımlamıştır. Zihni ise bizim ömrümüz boyunca biriken
yaşantılarımızın toplamı olarak ele almıştır. Bilincin bir anda
ortaya çıkan zihinsel süreçleri, zihnin ise bu süreçlerin tamamını
kapsaması dışında, zihin ve bilinç birbirine benzerdir.
Titchener’in iç gözlemi Wundt’unkinden tamamen farklıdır. Daha
çok parçalar üzerine vurgu yaparken, hocası Wundt bütün
üzerinde durmuştu.
Titchener temelde üç bilinç durumu varlığına
inanmaktaydı: duyumlar, imgeler ve duygusal durumlar.
Duyumlar algının temel unsurlarıdır. Ses, koku ve görüntülerle
77Karakas S & Bekçi B. Zihin-beden ilişkilerini ele alan bilim dallarının doğuşu ve gelişimi. NeuroQuantology 2003; 2:
232-265
| 98
William James
Felsefeci, tıp doktoru, fizyolog ve psikolog olan William James
(1842–1910), The Principles of Psychology/Psikolojinin
| 100
78 Schultz Dp, Schultz SE. Modern Psikoloji Tarihi, Kaknüs yay, 2001;200-212
| 102
79Watson J. Davranışçının bakışı ile psikoloji/Psychology as the behaviorist views it. Psychological Review 1913;
20:158-177
| 104
Charles Sherrington
Scherrington (1857-1952), Doğasındaki İnsan (1938) adlı
kitabında, aklın canlılıktan da farklı bir şey olduğunu şöyle ifade
eder: “...Bir akıl sorunu olduğu zaman, sinir kendisini yadsınamaz
bir hücre üzerine merkezleştirmekle tamamlayamaz. O, daha çok,
büyük bir özenle, her birimi bir hücre olan milyon katlı bir
demokrasi oluşturur... Ama yine de akla döndüğümüz zaman
bunların hiçbiri yoktur. Tek bir sinir hücresi asla minyatür bir
beyin değildir. Bedenin hücresel yapısı onun akıldan bir ipucu
olmasını gerektirmez. Madde ve enerji, taneli yapıda ve böylece
yaşam yapıcı gibi görünüyor ama akıl öyle değil.” diyerek 80
bedensel canlılıkla aklın farklı etmenlere bağlı olduğunu öne
sürer.
82Winken PJ, Bruyn GW (editor). Handbook of Clinical Neurology. Disorders of higher nervous activity. M.Jouvet. Coma.
Nort-Holland Pub.Co. 1969:64
| 108
84Current Awareness: Spotlight on consciuosness. The 1996 Ronnie MacKeith Lecture. Developmental Medicine and
Child Neurology 1997;39:54-62.
| 111
85Karakas S ve Bekçi B. Zihin-beden ilişkilerini ele alan bilim dallarının doğuşu ve gelişimi. NeuroQuantology 2003; 2:
232-265
86Dekacour J. An introduction to the biology of consciousness. Neuropsychology 1995;33:1061-1074.
| 113
Nörofelsefe’nin Doğuşu
Ampirik zihin
Zihin
Felsefesi
Birinci kişi bakış açısı Zihinsel özellikler
Şekil. Zihin, zihinsel durumlar olarak belirlenir ve birinci kişi tarafından (öznel)
ulaşılabilirdir (first-person). Farklı olarak beyin, sinirsel durumlarla
belirlenebilir ve bu üçüncü kişi bakış açısı ile ulaşılabilirdir (third-person).
Üçüncü kişi bakış açısı diğer kişiler üzerine yoğunlaşır. Diğerlerinin beyin
durumlarını kendi beynini dışarıda bırakma ile ele alınır. Birinci kişi bakış açısı
yalnızca kişinin kendi beynine ulaşmayı sağlar (duygularımızı hissederiz).
Kendi beyin maddesi ve sinirsel durumlarına ulaşmayı sağlamaz. Böylece
birinci kişi bakış açısı (zihinsel) ile üçüncü kişi bakış açısı (maddesel beyin)
bakışı ayrışır.
3. Teorik nörofelsefe
Felsefi ve sinirbilimsel teoriler arasındaki bağlantı için
yöntemsel stratejiler ve esaslar geliştirme üzerine yoğunlaşır.
Teorik nörofelsefe “sinirbilimi felsefesi” ile yakın ilişkidedir.
Psikolojinin, fiziğin felsefesi gibi sinirbiliminin felsefesi
“sinirbilimindeki ana konular üzerine” yoğunlaşma girişimidir.
Buna göre teorik nörofelsefe, hem sinirbilimi felsefesi hem de
“nörofelsefenin felsefesi”ni kapsar.
| 118
Kuantum Felsefesi
Kuantum
Felsefe Mekaniği
NöroFelsefe NöroKuantoloji
Sinirbilimi
Şekil. Şekilde iki sinir hücresinin verdiği emir ya da bir hareket yönü için
vektörleri (çizgisel uzaysal) ve bunların oluşturduğu ortak hareket yönü (-----)
görülmektedir.
ilişkili olarak “içsel geçerlilik” anlamına gelir. İkincisi, deneye dayalı (ampirik)
yalanlamadır ve ampirik uyumlulukla ilişkili olarak “dışsal geçerliliği” sorgular.
Üçüncüsü ise disiplinler arası yalanlamadır ve çapraz disiplinler arası geçerliliği
sorgular (Northoff, G. Philosophy of the Brain, 2003).
| 123
92Squires EJ. What are quantum theorists doing at a conference on consciousness? arXiv:quant-ph/9602006v1, 9 Feb
1996.
| 125
NöroKuantolojinin Doğumu
Yetmiş yıl kadar önce, kıyıda köşede başlayan kuantum fiziği-sinir
sistemi tartışmalarına ait ilk makaleler ve fikirler sadece fizik
dergilerinde ya da sinirbilimleri dergilerinde yayımlanmaya başlandı.
Çoğunluğu -ilginç olarak- fizik dergilerinde yer aldı. Büyük
kopukluklara ve birbirinde habersiz kalmaya neden olan bu tutum,
Türkiye’de yayımlanmaya başlanan, “NöroKuantoloji” ya da İngilizce
adı ile NeuroQuantology” dergisi, sinirbilimleri ve kuantum fiziği
fikirlerini tek bir dergide toplamak amaçlı, bu kitabın yazarı, Dr. Sultan
Tarlacı editörlüğünde yayıma başladı (2002). Dergi, çocukluk çağında
| 126
olmasına karşın, konuya ilgi duyanlarca büyük ilgi ile karşılandı. Dergi
2008 yılında saygın indekslere kabul edildi. Temel odağı “bilinç ve sinir
sisteminde kuantum fiziğinin olası işleme mekanizmaları” olan dergi,
buna bağlı olan her türlü kavramı “bilimsel çerçevede” ele almaktadır.
Çünkü bilinç ve bilinç-beyin sorunu sadece bir düğüm değil, “Gordiyon
düğümü” gibi çok karmaşık bir düğümdür.
Her disiplin bilimsel yöntemlerin uygulanışı açısından aynı
paydada buluşsa bile, kendi önüne koyduğu sorunları çözme yolunda
kendine özgü yöntemler ve sorun çözme yolları geliştirmelidir. Bilimsel
kuramların ve varsayımların ait oldukları alan ile öteki alanlar
arasındaki ilişkilerini kurabilme olayına “karşılıklı bağlantı kurma”
ilkesine uyma denir. Dolayısıyla NöroKuantoloji kuantum fiziği
kurallarını sinir bilimlerine uygulama açısından korrespondenz bir
alanın adıdır. Aynı zamanda da, NöroKuantoloji, önbilim (ProtoScience)
olarak da görülebilir.
Thomas Kuhn’a göre, eğer olağandışı bilim dönemindeki
araştırma, bilimsel topluluk tarafından kabul edilen yeni bir kurama yol
açarsa, bu durum bilimde yeni bir evreye yol açacağından, bilimsel bir
devrim gerçekleşmiş olur. Yine “Her yarım nesilde bilimde bir şeyler
yenilenir,” ifadesi uyarınca, artık sinir sisteminde kuantum
mekaniği/fiziği işleyişinin kendini göstermesi gerekiyordu. Sinir
sisteminde kuantum mekaniği işleyişini arama, böyle bir devrimin ayak
sesleridir.
Zihin-Bilinç/Beyin ilişkisini açıklamak için bize yeni teorilerin
gerektiği açıktır. Bu teorilerin, zihni-bilinci tam olarak dışarıda
bırakmaması ama ikicilik gibi de elle tutulamayan bir “ruh”u devreye
sokmaması gerekmektedir. Ya da maddecilik gibi her şeyin madde
etkileşimlerinden kaynaklandığını iddia edip, sonra da acı, endişe, istek,
sevgi, gıdıklanma, nefret, tat-koku gibi deneyimleri nasıl
yaşayabildiğimiz konusunda sessiz kalmamalıdır. Yeni teori, ne
monistik (tekçi) ne de düalist (ikici) olmalıdır. Yegâne çözüm
maddeciliğin ya da ikiciliğin formları değildir. Bize gereken her iki
teoriyi bir araya getiren bir yaklaşımdır ve bunu sağlayacak olan da
modern bilimin gözdesi kuantum fiziğidir. Bu konuda umutsuzluğa
kapılmaya gerek yoktur ve zihin/bilinç-beyin problemi çözülebilirdir.
Bu kitabın ardından gelecek olan devamında (Kuantum Beyin: Sinir
Sisteminde Kuantum Fiziği İşleyişi), bu konudaki bakış açıları ele
alınacak ve geleceğin bilimini, “gelecek gelmeden” sezinleyeceksiniz.
| 127