You are on page 1of 86

James

BOND
lan Fleming
Altın Tabancalı
Adam

TAY YAYINLARI
JAMES BOND: 3

Tay Yayınları, Klodfarer C a d . 16 Kat: 3


T ü r b e [İstanbul (1984) Telefon: 528 43 84
Orijinal adı: T H E MAN W I T H T H E G O L D E N G U N

Türkçesi:
Gülay ÖZBATI

Dizgi : Eldim Ofset / F i l m : G ü m ü ş Reprodüksiyon


Baskı: AlnerDGündüz O f s e t / K a p a k Baskısı: Seçil Ofset
I. B Ö L Ü M

" S İ Z E YARDIM E D E B İ L İ R M İ Y İ M ? "

Gizli Servis'in sırlarının çoğu, serviste çalışan en


yetkili kişilerden bile gizlidir. Servis'in b ü t ü n sırlarını
bilenler yalnızca M. ile yardımcısıdır. "Savaş K i t a b ı "
adıyla anılan ve en gizli sırları içeren dosyayı t u t m a k
M.nin yardımcısının işidir. Her ikisinin de ölümü ha-
linde, yerlerine gelecek kişilerin bu dosyayı inceleyeD
rek Servis'in b ü t ü n gizli işlerini öğrenmeleri a m a ç l a n •
mıştır.
Örneğin James Bond gibi Gizli Servis'e yıllarını
vermiş bir ajan bile, Servis'in halkla ilişkilerinin nasıl
y ü r ü d ü ğ ü n ü , Servis'in içine sızmaya kalkışan d ü ş m a n
ajanlarına ya da Gizli Servis elemanlarına karşı girişiD
lebilecek suikast girişimlerine karşı ne gibi önlemler
alındığını bilmez.
Bond, Gizli Servis'in bu savunma m e k a n i z m a l a -
rının nasıl d ö n d ü ğ ü n ü ancak, kasım ajanın o soğuk
sabahında görecekti.
Savunma Bakanlığı, santralındaki kız, bağlantıda
olduğu hattı beklemeye aldı ve yanındaki arkadaşına:
— James Bond olduğunu söyleyen bir m a n y a k
daha, dedi. H a t t a kod numarasını bile biliyor. M. ile

7
bizzat görüşmekte ısrar ediyor.
Santral şefi olan kız omuz silkti. James B o n d ' u n
J a p o n y a ' d a k i bir görev sırasında öldüğü basında
açıklanalı bir yıl o l m u ş t u . Ve bu bir yıl b o y u n c a sık
sık bu tür iddialarla karşılaşmışlar, çok sayıda telefon
almışlardı. Bunlardan biri de her ay arayan kaçık bir
kadındı. Kadın, her ayın dolunay zam a n ı n d a , c e n n e t e
giderken Satürn gezegeninde takılıp kaldığını iddia et-
tiği B o n d ' d a n aldığı mesajları Gizli Servis'e iletmesi
için santrala bildiriyordu. Santral şefi y a n m d a k i n e :
— Onu irtibata bağla, dedi.
İrtibat Servisi, Gizli Servis'in halkla ilişkilerinde
ilk elemenin yapıldığı yerdi. Santral m e m u r u , tekrar
hatla ilişkiye geçti:
— Bir dakika efendim, sizi birine bağlayacağım.
Belki bir yardımı olabilir, dedi.
Yatağının kenarında oturmakta olan James
Bond:
— Teşekkür ederim, dedi kısaca.
Bu uzun ve esrarengiz ayrılıktan sonra kimliğini
Gizli Servis'e kabul ettirmesinin oldukça güç olacağı-
nı t a h m i n ediyordu zaten. Leningrad'ın Nevsky ProsD
pekt Bulvarı'ndaki m o d e r n klinikte kendisini aylarca
tedavi eden sevimli "Albay Boris" de bu k o n u d a ken-
disini uyarmış, bu tür güvenlik önlemleri ve gecikme-
lerle karşılaşacağını hatırlatmıştı. H a t t ı n öbür ucun-
dan bir erkek sesi geldi:
— Yüzbaşı Walker k o n u ş u y o r . Size nasıl yardım
edebilirim ?
James Bond, sabırla, tane tane konuşm aya başla-
dı:
— Binbaşı James Bond k o n u ş u y o r . Kod n u m a -
ram 007. Lütfen beni M.ye ya da sekreteri MoneyD
penny'ye bağlar mısınız? Bir randevu almak istiyorum.
Yüzbaşı Walker telefonun yan tarafındaki iki

8
düğmeye bastı. Bunlardan biri telefon k o n u ş m a s ı n ı
b a n d a alır, diğeri de Scotland Yard'm Özel Şube Ha-
rekât O d a s ı ' n d a k i nöbetçi subayına alarm verirdi.
Böylece Özel Şube'nin telefon eden kişinin yerini sap-
taması ve derhal peşine bir adam takması m ü m k ü n
olurdu. Ancak bu s a p t a m a n ı n yapılabilmesi için tele-
fon k o n u ş m a s ı n ı n en az beş dakika sürdürülmesi ge-
rekliydi. Şimdi bu iş de, Askeri H a b e r a l m a ' d a savaş
esirlerini sorguya çekmekle ün yapmış ve çok zeki bir
kişi olan Yüzbaşı Walker'e d ü ş ü y o r d u .
— Korkarım ki, sözünü ettiğiniz kişilerin ikisini
de tanım ı y o r u m , dedi. Yanlış n u m a r a y a telefon etme-
diğinizden emin misiniz?
James Bond, Gizli Servis'in dışarıyla haberleşme-
sini sağlayan başlıca ana hat olan Regents P a r k n u m a -
rasını bir kez daha sabırla tekrarladı. Aslında birçok
şeyi olduğu gibi, o n u m a r a y ı da u n u t m u ş t u . Ona uD
n u t m a m a s ı için F r a n k Westmacott a d ı n a düzenlenmiş
sahte İngiliz p a s a p o r t u n u n birinci sayfasına çok kü-
çük harflerle yazdıran da Albay Boris'ti.
Yüzbaşı Walker samimi bir ses tonuyla:
— Evet, dedi. N u m a r a d a bir yanlışlık olmadığı
anlaşıldı. Fakat yine de kendisiyle konuşmak istediğiniz
o iki kişiyi hatırlayamıyorum. Kimdi bu kişiler? Şu
M. dediğiniz kişi örneğin? Burada, Bakanlık'ta o
isimde bir kişinin b u l u n d u ğ u n u hiç s a n m ı y o r u m .
— H arf harf kodlamam ı ister misiniz? U n u t m a -
yın ki, herkese açık genel bir h a t t a n k o n u ş u y o r u m .
Yüzbaşı Walker, karşı tarafta konuşan adamın
sesindeki güvenden epey etkilenmişti. Bond duysun
diye başka bir düğmeye bastı, bir zil çaldı. Sonra:
— Bir dakika bekleyebilir misiniz acaba? dedi.
Öbür h a t t a n arıyorlar da.
Ardından h e m e n kendi şubesinin şefiyle ilişkiye
geçti:

9
— Rahatsız ettiğim için özür dilerim efendim.
Fakat karşımda James Bond olduğunu söyleyen biri
var. M. ile görüşmek istiyor. Ben gerekli b ü t ü n ön-
lemleri aldım, telefonu Özel Şube'ye de bağladım.
M ü m k ü n s e siz de bir dakika dinleyebilir misiniz? Te-
şekkür ederim, efendim.
îki oda ötede, Gizli Servis'in Güvenlik Şubesi Şefi
yığılan işlerden bunalmıştı. "Tanrı cezasını versin"
diyerek bir düğmeye bastı. Masasının üzerindeki ho-
parlör derhal canlandı. Güvenlik Şefi m a s a s ı n d a taş-
laşmış gibi o t u r d u . Şu a n d a tek istediği şey bir sigara
içmekti. A m a şimdi, odası Yüzbaşı Walker'e ve ken-
dine James Bond süsü veren o deliye açıktı. Yüzbaşı
Walker'in sesi net bir şekilde duyuldu m i k r o f o n d a n .
— Çok üzgünüm efendim, beklettiğim için özür
dilerim. Şimdi k o n u m u z a dönelim. H a n i şu randevu
istediğiniz M.ye yani. Güvenlik k o n u s u n d a kaygılan-
m a n ı z a hiç gerek yok. Bize o n u n h a k k ı n d a biraz daha
bilgi verebilir misiniz?
James Bond kaşlarını çattı. Bunun farkında de-
ğildi ve biri neden kaşlarını çattığını sorsa açıklayaD
m azdı. Nedenini bilmeden sesini alçalttı ve:
— M. dediğim kişi, Amiral Sir Miles Messervy'
dir, dedi. Kendisi S a v u n m a Bakanlığı'nda bir şubenin
başında b u l u n u y o r . Odası sekizinci k a t t a . N u m a r a s ı
da hatırladığım kadarıyla on ikiydi. M o n e y p e n n y
a d ı n d a bir sekreteri vardı. Güzel bir kız. Esmer güzeli.
M.nin yardımcısının adını da vereyim mi? Hayır mı?
Peki, devam edelim. Bugün, günlerden ç a r ş a m b a , ö r -
neğin, Servis kantinindeki yemeğin ne olacağını da
söyleyebilirim. M u t l a k a biftek ve böbrek ızgara var-
dır.
Güvenlik Şefi, kendisini Yüzbaşı Walker'e bağla-
yan direkt telefonun ahizesini aldı. Yüzbaşı Walker
aynı a n d a James B o n d ' a :

ıo
— Bir dakika, }dne öteki t e l e f o n d a n arıyorlar.
Bir dakika sürmez efendim, dedi ve yeşil telefonu
alıp şefiyle k o n u ş m a j ' a başladı:
— O ızgara böbrek ve biftek hikâyesi hiç h o ş u m a
gitmedi, dedi Güvenlik Şefi. Sert'e bağlayın o n u . H a -
yır hayır, iptal edin ilk emri. Y u m u ş a k ' a bağlayın.
Zaten 007'nin ö l ü m ü n d e baştan beri bazı gariplikler
sezmiştim. Bir kere ö l ü m ü n e ait hiçbir kesin kanıt yok
elimizde. S o n r a son defa görüldüğü o J a p o n adaşının
halkı da hep bir şeyler saklıyor gibi. James h a k k ı n d a -
ki b ü t ü n s o r u ş t u r m a b o y u n c a h e p , hiçbir şey bilmi-
yorlar gibi bir t u t u m takındılar. Her şey m ü m k ü n d ü r .
Beni gelişmelerden sürekli h a b e r d a r edin, t a m a m mı?
Yüzbaşı Walker tekrar James B o n d ' l a bağlantıya
geçti:
— Beklettiğimiz için bağışlayın. Bugün çok yüklü
bir gün. Neyse, k o n u m u z a dönelim. Yani sözünü etti-
ğiniz s o r u ş t u r m a işine. Korkarım size bizzat yardım
edemeyeceğim. D a h a doğrusu bizim şubemiz yardım
edemeyecek. Ama size yardım edebileceğini sandığım
kişinin adresini vereceğim. Binbaşı T o w n s e n d aradığı-
nız kişi h a k k ı n d a size bilgi verebilir u m a r ı m . Kalemi-
niz var mı? Yazın.Kensington Cloisters, No 44. Bana
beş dakika izin verin, kendisiyle görüşüp size yardımcı
olmasını rica edeyim. Kabul mü?
James Bond canı sıkılmış bir halde:
•İPeki, çok teşekkür ederim, dedi.
Ahizeyi yerine koydu ve dakikası dakikasına tam
on dakika bekledi. S o n r a ahizeyi aldı, tekrar n u m a r a -
yı istedi.
Bond Ritz O t e l i ' n d e kalıyordu. O r a d a kalmasını
da Albay Boris istemişti. B o n d ' u n K G B arşivindeki
dosyası onu son derece lüks bir hayat yaşayan biri ola-
rak tanıtıyordu. Dolayısıyla da L o n d r a ' d a kaldığı otel
bu t a n ı m a uygun olmalıydı.

11
Bond asansörle otelin Arlington C a d d e s i ' n e ba-
kan kapısına indi. H e m e n az ileride bir gazete satıcısı-
nın y a n ı n d a duran a d a m , ceketinin altına gizlediği mi-
nicik bir Minox fotoğraf makinesiyle profilden bir fo-
toğrafını çekti. Bond birkaç basamak inip otel kapıcı-
sına kendisine bir taksi çağırmasını söylediği zaman
da az ilerdeki bir dükkânın ö n ü n d e duran "Kırmızı
G ü l l e r " F i r m a s ı ' n a ait bir çamaşır kamyoneti içine
gizlenmiş teleobjektifti bir Canonflex fotoğraf maki-
nesi "çık" etti. Bond taksiye binip hareket edince kam-
yonet de ardından takibe başladı. Kamyonetin
içindeki bir adam d u r u m u telsizle sürekli olarak Özel
Şube H a r e k â t O d a s ı ' n a bildiriyordu.
Kensington Cloisters, 44 no'lu yapı kırmızı tuğla-
dan, Viktoria ü s l u b u n d a eski bir binaydı. Bir zaman-
lar i m p a r a t o r l u k G ü r ü l t ü y l e Mücadele Derneği tara-
fından kullanılmıştı. Kapısında hâlâ çoktan feshedi-
len o derneğin tabelası b u l u n u y o r d u . Gizli Servis boş
binayı ingiliz Milletler Topluluğu ilişkiler Bürosu ka-
nalıyla satın almıştı. Binanın geniş ve eski tip bir bod-
r u m u vardı. Bu bodrum restore edilerek t u t u k l u hücD
releri b ö l ü m ü haline getirilmişti. Binanın arka kapısı
sakin ve bahçeli evlerin bulunduğu bir mahalleye açılı•
yordu scanned by darkmaltl
Kırmızı Güller F i r m a s ı ' n ı n kamyonetindekiler
James B o n d ' u n binanın ön kapısından girdiğini gör-
düler. Sonra, Canonflex, ile çekilen filmler içindeki
karanlık o d a d a banyo edilirken, k a m y o n e t normal bir
hızla Scotland Yard'm yakınlarındaki garajına yol-
landı.
Bond:
— Binbaşı Townsend ile randevum var, dedi.
— Buyurun efendim, sizi bekliyorlar. Yağmurlu-
ğunuzu alabilir miyim?
İriyarı kapıcı B o n d ' u n t r e n ç k o t u n u bir askıya

12
astı, askıyı da kapının yanındaki bir sıra k a n c a d a n bi-
rine taktı. Bond, Binbaşı T o w n s e n d ' i n odasına alın-
dıktan sonra, yağmurluğu derhal birinci kattaki laboD
r a t u v a r a gidecek, kumaşı dikkatle incelenerek nerenin
malı olduğu s a p t a n a c a k t ı . Bu a r a d a ceplerden de toz
ve hav örneği alınacak ve d a h a sonra araştırılmak üze-
re kaldırılacaktı.
— Lütfen beni izler misiniz efendim?
Yeni boyanmış, duvarları ahşap k a p l a m a daracık
bir k o r i d o r d a n yürüdüler. Bu koridordaki tek pence-
renin a r d ı n d a bir flüoroskop gizliydi. Yerdeki halının
üzerine basılır basılmaz flüoroskop harekete geçer ve
k o r i d o r d a n geçen kişinin üzerinde h e r h a n g i bir silah
olup olmadığını saptardı. Koridor, üzerlerinde " A "
ve " B " yazan iki kapıyla son b u l u y o r d u . Kapıcı " B "
kapısını vurdu, sonra B o n d ' u n içeri girmesi için yana
çekildi.
Burası, hoş m a n z a r a l ı , ferah ve t a b a n ı gri halıyla
kaplı bir odaydı. Krem rengi duvarlara asılı askeri fo-
toğrafların pahalı çerçeveleri vardı. Şöminenin üze-
rinde çeşitli yarışmalarda kazanılmış çok sayıda kupa
göze çarpıyordu. Ayrıca biri hoş bir k a d ı n a , öbürü de
üç sevimli çocuğa ait iki fotoğraf vardı kupaların ya-
n ı n d a . Bir b ü r o d a n çok sevimli bir lobi gibi döşenmiş
olan o d a d a bir vazo,yazı masası, ve dosya dolabı var-
dı. O d a n ı n ortasındaki masada bir vazo dolusu çiçek,
şöminenin ö n ü n d e de r a h a t iki koltuk b u l u n u y o r d u .
En az oda kadar sempatik ve rahat olan uzun boylu
bir a d a m , B o n d ' u görünce yerinden kalktı ve elindeki
T h e Times Gazetesi'ni halının üzerine bırakarak du-
daklarında tatlı bir gülüşle B o n d ' a doğru y ü r ü d ü ,
dostça bir havayla elini sıktı.
Yumuşak adam dedikleri buydu.
— Buyurun, şöyle koltuğa o t u r u n lütfen, dedi.
Sigara almaz mısınız? Fakat yanlış hatırlamıyorsam

13
sizin kullandığınız m a r k a d a n yok. Sadece Senior Ser-
vis var şu anda.
Binbaşı T o w n s e n d , B o n d ' u n üç yaldız halkalı
M o r l a n d Special sigaralarına olan d ü ş k ü n l ü ğ ü n e laf
arasında değinmiş gibi yaptıktan sonra genç a d a m ı n
tepkisini izlemiş ve B o n d ' u n yüzünde beliren kayıtsız
ifadeyi de gözden kaçırmamıştı. Bond bir sigara aldı
ve binbaşının uzattığı ateşte yaktı. Sonra iki koltuğa
karşılıklı o t u r d u l a r . Bond koltukta dimdik duruyor-
du.
Binbaşı T o w n s e n d :
— Eh, dedi. Size nasıl bir y a r d ı m d a bulunabili-
rim?
Oysa Bond k o r i d o r u n öbür t a r a f ı n d a k i " A "
odasına alınmış olsaydı, gördüğü m u a m e l e çok d a h a
farklı olacaktı. O d a d a , tıslayarak yanan bir gaz soba-
sı çirkin bir masa ve masanın iki y a n m a k o n u l m u ş iki
t a h t a sandalye ile çıplak floresan ampullerinden baş-
ka bir şey yoktu. Eski emniyet müfettişi olan Sert
A d a m ' m (Bir Glaskow K a r a k o l u ' n d a , bir sanığa yapı-
lan çok ağır m u a m e l e d e n dolayı iftiraya uğradıktan
sonra resmi polislikten ayrılmıştı) B o n d ' a karşı davra-
nışı m u t l a k a çok farklı olacaktı. Eğer Bond o odaya
alınmış olsaydı, Bay Robson olarak t a n ı n a n adam
o r a d a kendisini k o r k u t m a k ve ü r k ü t m e k için b ü t ü n
yolları deneyecekti. Son derece haşin, z o r b a c a bir sor-
gu, tehdit. H a t t a Bond inatçı davranırsa b o d r u m katı-
na indirilip hafif tertip dayak ve işkence yoluna baş-
vurulması da m ü m k ü n d ü .
Gizli Servis'e sızmak isteyenleri ve d ü ş m a n ajan-
larını iyi niyetlilerden ayırabilmek için başvurulan son
eleme işte buydu. Binada b u l u n a n bazı görevliler de
gelen m e k t u p l a r ı ayırmak ve değerlendirmekle görev-
liydiler. Kurşun kalemle ya da çeşitli renkte mürek-
keplerle yazılmış olan ve içlerinde birer fotoğraf b u l u •

14
nan m e k t u p l a r cevapsız kalıyordu. T e h d i t ya da haka-
ret m e k t u p l a r ı Özel Şube'ye devrediliyordu. İçlerinde
ciddiye alınması gereken bilgiler b u l u n a n m e k t u p l a r ,
İngiltere'nin en yetenekli yazı u z m a n ı t a r a f ı n d a n ha-
zırlanmış bir r a p o r l a birlikte "gereği yapılmak ü z e r e "
Gizli Servis'in İrtibat Şubesi'ne yollanıyordu. Gelen
koliler önce hızlı bir şekilde Knightsbridge Kışlaları'nD
daki Bomba D e m o n t e E k i b i ' n e yollanıyordu. Kısacası
b i n a d a kılı kırk yaran bir çalışma vardı. Gizli Servis'
in güvenliği ve çeşitli sızmaların önlenmesi için elden
gelen her şey yapılıyor, ne e m e k t e n , ne de p a r a d a n ta-
sarruf d ü ş ü n ü l ü j ' o r d u . Elbette ki, Gizli Servis'in d a h a
çok yurtdışındaki işlerde görevlendirdiği bir elemanı
olan James B o n d ' u n b ü t ü n bu güvenlik çalışmaların-
dan haberi yoktu. H a b e r i olması için bir neden de
yoktu. F a k a t Albay Boris, Gizli Servis'in bu çalışma-
larını b ü t ü n ayrıntılarıyla biliyordu. Ç ü n k ü d ü n y a n ı n
bütün büyük ülkelerinin gizli servisleri rakipleri olan
gizli servislerin halkla ilişkilerini incelerlerdi. Albay
Boris de James B o n d ' u n " t e m i z " kâğıdını alıp eski
şefinin b ü r o s u n a girmesine tekrar izin verilinceye ka-
dar geçmesi gereken aşamaları ve uğrayacağı m u a m e -
leleri bir bir anlatm ıştı www.cizgiliforum.com

Bu yüzden James Bond Binbaşı T o w n s e n d ' i n


kendisine nasıl yardım edebileceği s o r u s u n a cevap
vermeye h a z ı r l a n ı r k e n , bir an d u r a l a d ı . Yumuşak
A d a m ' a baktı, sonra bakışlarını şöminedeki alevlere
çevirdi. Binbaşı T o w n s e n d ' i n dış görünüşü kendisine
verilen bilgilere tıpatıp uyuyordu. Kendisine o an söy-
lemesi için ezberletilmiş şeyleri söylemeden önce Al-
bay Boris'e bu a ş a m a n ı n hazırlığı için yüz üzerinden
doksan puan verdi. O ablak, dost bakışlı yüz, soluk
ela gözler, askeri bıyıklar, ince siyah bir k o r d o n u n
u c u n d a göğsünden aşağıya sarkan çerçevesiz m o n o k l ,
geriye doğru t a r a n m ı ş seyrek kır saçlar, iyi dikilmiş

15
kruvaze mavi ceket ve p a n t o l o n , yakası kolalı bir
gömlek ve t ü m e n hatırası bir kravat. Albay Boris'in
yaptığı tarif tam t a m ı n a t u t u y o r d u . Bir n o k t a dışında.
.Albay Boris, o dost g ö r ü n ü m l ü gözlerin bir çifte n a m -
lusu kadar soğuk ve sert bakışlı olduğunu ve dudak-
lardaki ince ve zalim ifadeyi söylemeyi u n u t m u ş t u .
James Bond sabırsızlandı:
— Son derece basit bu. Kimim diyorsam oyum.
Doğal olarak ne y a p m a m gerekiyorsa, onu yapıyo-
r u m . G ö r e v i m , d ö n d ü ğ ü m ü M.ye bildirmektir, dedi.
— Buna kuşku yok. F a k a t şunu da anlamalısınız
ki, hemen hemen bir yıla yakın bir süredir örgütle ha-
berleşmeniz kesilmiş b u l u n u y o r . Ve dosyanıza resmen
"kayıp, m u h t e m e l e n ö l d ü " kaydı düşüldü. H a t t a
ölüm haberiniz T h e Times G a z e t e s i ' n d e bile yer aldı.
Kimliğinizi kanıtlayacak herhangi bir belge ya da ka-
nıt var mı elinizde? Fotoğraflarınıza çok benzediğinizi
itiraf etmeliyim. Fakat sizi d a h a üst m a k a m l a r l a iliş-
kiye geçirmeden önce d u r u m d a n kesin olarak emin ol-
m a m ı z gerekiyordu. Beni anlayacağınızı u m a r ı m .
— Sekreterim Mary G o o d n i g h t a d ı n d a bir genç
kızdı. Beni görürse derhal tanıyacaktır. Ayrıca Gizli
Servis'te çalışan yüzlerce insan tanır beni.
— Miss G o o d n i g h t yurtdışında bir göreve a t a n d ı .
Bana Gizli Servis M e r k e z i ' n i n iç yapısını ana hatlarıy-
la şöyle kabaca tarif edebilir misiniz?
Bond istenileni yaptı.
— T a m a m , peki Bayan Maria F r e u d e n s t a d t kim-
dir?
— D a h a doğrusu kimdi diye s o r m a k istiyorsu-
nuz?
— Evet, Bayan F r e u d e n s t a d t öldü gerçekten.
— Ben de çok yaşayacağını u m m u y o r d u m zaten,
îki taraflı çalışan bir casustu. Bize çalışıyormuş gibi
g ö r ü n ü r k e n K G B hesabına casusluk y a p ı y o r d u . 100.

16
Şube'ye bağlı idi. Size b u n d a n fazlasını söylersem te-
şekkür almam sanırım.
Binbaşı T o w n s e n d bu son derece gizli bilgiler
karşısında yenik d ü ş m ü ş t ü . İstediği cevabı almıştı.
Dosyayı k a p a t a n bir cevaptı bu. James Bond olması
lazımdı karşısındaki a d a m ı n .
— E h , yavaş yavaş anlaşmaya başladık, dedi.
Şimdi sadece n e r e d e n geldiğinizi ve b u n c a z a m a n ne-
rede olduğunuzu öğrenmek kaldı. O n d a n sonra sizi
fazla alıkoymayacağım.
— Çok özür dilerim. Bu sorularınızın cevabını
ancak M.ye verebilirim.
— Yaa, dedi, Binbaşı T o w n s e n d . Yüzünde dü-
şünceli bir ifade belirdi. Eh, izin verin de bir iki yere
telefon edeyim. Bakalım yapabileceğimiz bir şey var
mı?
Ayağa kalktı ve konuşmasını s ü r d ü r d ü :
— Bugünkü Times'i g ö r d ü n ü z m ü ?
Gazeteyi alıp B o n d ' a verdi. P a r m a k izlerinin ga-
zete kâğıdının üzerinde net bir şekilde kalabilmesi için
kâğıt özel bir kimyasal işlemden geçirilmişti. Bond ga-
zeteyi aldı.
— Sizi d a h a fazla bekletmeyeceğim, dedi binbaşı
ve çıktı.
Binbaşı Tovvnsend odanın kapısını kapadı ve ko-
ridoru geçti. Bay R o b s o n ' u yalnız bulacağını bildiği
" A " odasına girdi.
— Rahatsız ettiğim için kusura b a k m a Fred. Şu
zımbırtını kullanabilir miyim?
Masanın gerisinde o t u r a n iriyarı adam dişlerinin
arasındaki pipoyu ç ı k a r m a d a n h o m u r d a n d ı , sonra yi-
ne elindeki EveningCStandart Gazetesi'nin at yarışları
sayfasına daldı.
Binbaşı Tovvnsend yeşil telefonun kulaklığını al-
dı, kendisini l a b o r a t u v a r a bağladılar.

17
— Ben Binbaşı T o w n s e n d . H e r h a n g i bir haber
var mı?
Dikkatle dinledi, sonra teşekkür e d e r i m , dedi.
Kendisini Güvenlik Şefi'ne bağladılar.
— Bana sorarsanız e f e n d i m , bu a d a m ı n 007 ol-
ması gerekir. F o t o ğ r a f l a r ı n d a n biraz d a h a zajafça.
P a r m a k izlerini en kısa z a m a n d a size yollayacağım.
H e r z a m a n k i gibi... Koyu mavi tek düğmeli ceket ve
aj'nı k u m a ş t a n p a n t o l o n , beyaz gömlek, ince siyah ör-
me kravat, siyah m a k o s e n . . . F a k a t giydiklerinin hepsi
de yeni alınmış. Sırtındaki yağmurluk dün
B u r b e r y ' d e n alınmış. F r e u d e n s t a d t h a k k ı n d a k i soru-
yu s o r d u m , doğru cevap verdi. F a k a t b u n d a n sonraki
soruların cevaplarını a n c a k M.ye verebileceğini söylü-
yor. F a k a t ne olursa olsun h o ş l a n m a d ı m bu işten. Si-
garanın birini s ö n d ü r m e d e n birini yakıyor. Gözleri
cam gibi.D algın, d o n u k bir ifade var gözlerinde. Kori-
d o r d a n geçerken farkettirm eden aldığımız r a d y o s k o p i
de ceketinin sağ dış cebinde bir t a b a n c a taşıdığını gös-
terİ3'or. G a r i p bir silah, sanki kabzası yok gibi. Bana
kalırsa bu a d a m ı n h a s t a bir hali var. M .nin o n u kabul
etmesini kendi a d ı m a doğru bulm u y o r u m . F a k a t o za-
m a n da onu nasıl k o n u ş t u r u r u z b i l e m e m .
Sözlerine ara verdi bir süre dinledi ve:
— Çok iyi, e f e n d i m , telefon b a ş ı n d a bekleyece-
ğim, R o b s o n ' u n paralelindeyim.diye cevap verdi.
O d a y a derin bir sessizlik ç ö k t ü . îki a d a m ı n arala-
rı pek iyi sayılmazdı. Binbaşı T o w n s e n d dalgın bakış-
larını gaz sobasının alevine dikti, bitişik o d a d a bekle-
yen a d a m ı e n i k o n u m e r a k ediyordu. Biraz sonra tele-
fon çaldı.
— Evet e f e n d i m , t a m a m e f e n d i m . Sekreteriniz
servis g a r a j ı n d a n bir a r a b a yollayabilir mi efendim?
Çok teşekkür e d e r i m , e f e n d i m .
Bond k o l t u ğ u n d a h â l â aynı şekilde d i m d i k oturu-

18
yordu. T h e Times Gazetesi de açılmamış halde kucaD
ğmdaydı. Binbaşı Townsend neşeli bir sesle:
— Eh, bu işi de hallettik, dedi. M.den mesaj ge-
tirdim. Senin sağsalim o l m a n d a n dolayı son derece
m e m n u n olmuş. Yarım saate kadar seni kabul edebi-
lecek. Yardımcısı da M. ile k o n u ş t u k t a n sonra öğle
yemeğini birlikte yiyip yiyemeyeceğinizi soruyor.
James Bond ilk defa olarak gülümsedi, a m a göz-
lerindeki donuk bakışı aydınlatmayan cılız bir gülüştü
bu.
— Büyük incelik göstermiş. Ama korkarım ki,
serbest olam ayacağım. Kendisine söyler misiniz? de-
di.

19
II. BÖLÜM

GİRİŞİM

M.niıı yardımcısı şefinin masasının ö n ü n d e


d u r d u , kararlı bir ses tonuyla:
— Sizin yerinizde olsam, bunu kesinlikle yap-
mazdım efendim, dedi. Ben görüşebilirim o n u n l a ,
veya bir başkası. Ama sizinle görüşmesi hiç h o ş u m a
gitmiyor. Bu işte bir bityeniği seziyorum. K a n ı m c a
007 öbür t a r a f a geçmiş. Bu adamın Bond o l d u ğ u n a
kuşku yok. Güvenlik Şefi az önce p a r m a k izlerinin
ona ait olduğunu bildirdi. Sonra çekilen resimlerdeki
kişi de tanıdığımız B o n d . . . Banda alman ses de o n u n .
Fakat mide bulandıran şeyler var. Örneğin Ritz Oteli'
ndeki odasında b u l d u ğ u m u z sahte p a s a p o r t . T a m a m ,
hadi buraya sessiz sedasız d ö n m e k için böyle bir çare-
ye başvurdu diyelim. F a k a t elindeki son derece pro-
fesyonelce hazırlanmış bir p a s a p o r t . Tipik bir K G B
ü r ü n ü . Sonra p a s a p o r t u n üzerindeki son kayıt da Batı
Almanya'ya ait. Önceki gün d ü ş ü l m ü ş . N e d e n Batı
Almanya'ya gitdiği zaman B ya da W İstasyonlarına
başvurmamış? Her iki şubenin şefi de B o n d ' u n eski
dostlarıdır. Özellikle Berlin'de b u l u n a n 016. Sonra
neden L o n d r a ' y a gelince doğru evine gitmemiş? OraD

20
da May a d ı n d a yarı kahya yarı hizmetçi bir kadın var-
dı. May onun öldüğüne hiçbir z a m a n i n a n m a d ı . Bond
k a y b o l d u ğ u n d a n bu yana kadın kendi biriktirdiği pa-
raları h a r c a y a r a k , evi her an o n u n d ö n ü ş ü n e hazır tut-
tu. N e d e n Ritz Oteli'ne gidip kalıyor? Sonra üzerinde-
ki yepyeni elbiseler. Ne diye gerek duymuş onlara?
Pekâlâ üstündekilerle buraya gelebilirdi. Eğer üstü
başı çok berbat d u r u m d a y s a , en n o r m a l i b a n a bir tele-
fon etmesiydi. Evimin n u m a r a s ı n ı biliyor. Karşılıklı
bir iki kadeh bir şeyler içer, k o n u ş u r d u k . Anlatacağı
hikâyeyi gözden geçirir, sonra da gelir r a p o r u m u ve-
rirdim. Ama o b ü t ü n bunları yapmıyor. Davranışları
örgüte sızmak isteyenlerin davranışlarını anımsatıyor
insana. Bilmelisiniz ki, Güvenlik Örgütü de fena hal-
de kaygıda.
M.nin yardımcısı sözlerine ara verdi. Şefine laf
anlatmasının olanaksız olduğunu anlamıştı. D a h a ko-
n u ş m a y a başladığı a n d a , M. koltuğu ile yana d ö n m ü ş
ve pencereden L o n d r a ' n ı n siluetini seyretmeye koyul-
m u ş t u . Ama yardımcısı sözlerini inatla s ü r d ü r d ü :
— Bu işi b a n a bıraksanız, d i y o r u m . İki d a k i k a d a
Sir James M o l o n y ' i buraya çağırabilir, 007'yi de göz-
lem ve tedavi için P a r k ' a kaldırtabilirim. Hem de hiç
kimseyi rahatsız etmeden yapabiliriz b u n u . 007'ye
"Önemli Kişi" muamelesi yaparak filan.Kendisine ani-
den bir toplantıya çağırılmış olduğunuzu söyleyebili-
rim. Güvenlik Örgütü 007'nin epeyce zayıflamış oldu-
ğunu bildiriyor. Bir nekahet dönemi geçirirse hem bi-
raz kilo alır, hem de kendisini t o p a r l a r d ı . Bu da siz-
den uzak t u t m a k için pekâlâ bir özür olabilirdi. Zor-
balık filan etmeye kalkarsa yatıştırıcı iğneler yaptıra-
biliriz. James çok iyi d o s t u m d u r benim. İleride b ü t ü n
bunları onun iyiliği için yaptığımızı anlayacaktır. Ta-
bii yapabilirsek bu işi demek istiyorum.
M. koltuğunda ağır ağır öne d ö n d ü . Gizli Servis'

21
te on yıldan fazla bir süredir iki numaralı adam olarak
çalışmanın yarattığı gerginliği, yorgunluğu açığa vu-
ran yüzdeki ifadeye baktı. Sonra gülümsedi:
— Teşekkür ederim, dedi. F a k a t bu iş sandığın
kadar kolay değil k o r k a r ı m . Ben 007'yi son görevine
özel hayatındaki bazı dertlerden uzaklaştırmak için
yollamıştım. İş ne şekilde sonuçlandı, h a t ı r l ı y o r s u n •
dur. O kadar basit bir işin Blofeld ile bir meydan sa-
vaşı şeklinde sonuçlanacağı hiç aklımıza gelmemişti.
007'nin o işten sonra bir yıla yakın z a m a n o r t a d a n
kaybolacağı da. Şimdi aradan geçen bu bit yılda neler
olup bittiğini öğrenmemiz gerekiyor. Aslında 007 yer-
den göğe kadar haklı. Kendisini o göreve ben gönder-
dim. Görev dönüşü r a p o r u n u d o ğ r u d a n bana vermek
istemesinden d a h a doğal bir şey olamaz. Ben onu ta-
nırım. Çok inatçıdır. Benden başka kimseyle konuş-
mayacağını söylüyorsa, konuşmaz. Konuşmamızı sen
de dinlersin, bitişik o d a d a n . Bir iki becerikli adamımı-
zı da tetikte bulundur. Bir zorbalığa kalkışırsa içeri gi-
rin ve yakalayın. Silahına gelince, o konuyu ben halle-
derim. Şu Tanrının cezası şeyi denediniz mi?
— Denedik efendim, kusursuz çalışıyor. F a k a t . . .
M. elini kaldırdı:
— ö z ü r dilerim d o s t u m . Bu bir emirdir.
Dahili telefonun üzerinde bir ışık yanıp söndü.
— H e r h a l d e o. H e m e n içeri yolla, olur mu?
— Emredersiniz efendim.
M.nin yardımcısı dışarı çıktı, arkasından kapıyı
kap attı.
James Bond ayakta Bayan M o n e y p e n n y ' y e belli
belirsiz gülümseyerek bekliyordu. G e n ç kızın yüzü
kaygılıydı. James Bond bakışlarını M.nin yardımcısı-
na kaydırıp, " M e r h a b a Bili" dediği z a m a n da yüzün-
de yine o dalgın gülümseme vardı. Elini de uzatmadı
eski dostuna. Bili T a n n e r de kendisine son derece yaD

22
pay gelen bir içtenlikle:
— M e r h a b a James, dedi. Epe}'' oldu görüşmeydi.
O sırada g ö z ü n ü n ucuyla Bayan M o n e y p e n n y '
nin B o n d ' a belli etmeden olumsuz bir işaret yaptığını
gördü. Sonra sekreterin gözlerinin içine dimdik baktı.
— M. derhal 007'yi görmek istiyor.
Bayan M o n e y p e n n y son bir çabayla u m u t s u z bir
yalan söyledi:
— Ama M.nin beş dakikaya kadar Başbakanlık'
taki t o p l a n t ı d a bulunması gerek, biliyorsunuz, dedi.
— Evet, fakat M. bir özür bulup o toplantıya ka-
tılamayacağını bildirmeni istiyor.
M.nin yardımcısı B o n d ' a d ö n d ü :
— Peki James, gir içeri. Öğle yemeğini benimle
yiyemeyeceğin için ü z ü l d ü m . M. ile işini bitirdikten
sonra gel de beş on dakika dedikodu yapalım.
Bond:
— H ayhay,dedi ve omuzlarını geri attı,sonra üze-
rinde meşgul ışığı yanmaya başlayan kapıdan içeri gir-
di.
Kapı B o n d ' u n arkasından kapanır k a p a n m a z Ba-
yan Moneypenny hıçkırarak elleriyle yüzünü örttü.
Umutsuzca:
— Oh Bili, dedi, çok garip bir hali var. Nasıl
k o r k t u m , bilemezsin.
Bili T a n n e r :
— Sakin ol Penny, dedi. Ne m ü m k ü n s e yapaca-
ğız.
Çabucak b ü r o s u n a girerek kapıyı kapadı. Masa-
sının başına geçip, bir düğmeye bastı. Kendisini
M.nin odasına bağlayan sistem çalışmaya başladı.
Odanın içi M.nin sesiyle doldu.
— Hoşgeldin James, tekrar aramıza d ö n m e n ne
güzel. Hele şöyle karşıma otur da, anlat bakalım.
Bili T a n n e r telefonu açıp Güvenlik Şefi'ni istedi.

23
James Bond M . n i n masasının ön t a r a f ı n d a her
z a m a n oturduğu koltuğa kuruldu. Bir anılar firtması
beyninin içinde tıpkı bozuk bir film makinesinden fena
halde çizilip kesilmiş bir film şeridi gibi d ö n d ü .
Bond beynini bu anılar fırtınasından k u r t a r m a y a
çalıştı. Bütün dikkatini söylemesi ve yapması gereken
şeylerde yoğunlaştırmalıydı. Hiçbir şey dikkatini daD
ğıtm am alıydı.
— Korkarım ki, hâlâ hatırlayamadığım çok şey
var, efendim. J a p o n y a ' d a k i son görevim sırasında ka-
fama (Sağ şakağına d o k u n d u ) çok şiddetli bir darbe
yedim. Sonra Vladivostok rıhtımlarında polis tara-
fından yakalandığım ana kadar bilincim b ü t ü n ü y l e
karanlık. Hiçbir şey h a t ı r l a m ı y o r u m . Oraya nasıl gel-
diğimi hiç bilmiyorum. Bana oldukça sert davrandı-
lar. O arada k a f a m a ikinci bir defa d a h a v u r m u ş ol-
malılar. Ç ü n k ü birdenbire gerçek kimliğimi ve sandı-
ğım gibi bir Japon balıkçısı olmadığımı hatırlayıver•
dim. Tabii o z a m a n mahalli polis beni K G B ' y e devret-
ti. P a r m a k izlerimi telefotoyla Moskova'ya geçip hak-
kımda soruşturmaya başladıkları zamanki heyecanla-
rını görmeliydiniz. Beni hemen şehrin kuzeyindeki
Vtoraya Reçka'daki askeri h a v a a l a n ı n d a n bir uçağa
koyarak yola çıkardılar. Orada h a f t a l a r c a sürekli sor-
guya çektiler. D a h a doğrusu sorguya çekmeye çalıştı-
lar. Ç ü n k ü hiçbir şey hatırlayanı ıyordum. Ancak ken-
di bildikleri bazı şeyleri söyleyerek h a t ı r l a m a m a yar-
dımcı oldukları zaman bir şeyler söyleyebiliyordum.
Ancak bunlar da o l d u k ç a belirsiz ve ayrıntı niteliğinde
bilgiler olabiliyordu. Tabii, c a n l a n çok sıkıldı b u n a .
M.nin kaşları hafifçe çatılmış, gözlerinin arasın-
da da ince bir çizgi m e y d a n a gelmişti.
— M u t l a k a öyle olmalı, dedi. Ve sen de hatırla-
yabildiğin her şeyi onlara söyledin mi? Doğrusu pek
cömert davranmışsın.

24
— Bana her k o n u d a gayet iyi davrandılar efen-
dim. D a h a iyisi can sağlığı. Sonra L e n i n g r a d ' d a k i o
enstitüye yolladılar. O r a d a da b a n a " Ö n e m l i Kişi"
muamelesi yaptılar. En t a n ı n m ı ş beyin u z m a n l a r ı en
yeni teknikleri kullandılar üzerimde. Hayatım boyun-
ca kendileri aleyhine çalışmış o l m a m , o n l a r d a en kü-
çük bir düşmanlık duygusu u y a n d ı r m a m ı ş gibiydi.
Sonra başka kişiler de geldiler. Bana siyasi durum ve
dünya şartları k o n u s u n d a k i görüşlerini anlattılar. Do-
ğu ile Batı'nın dünya barışı için elele vermesi gereklili-
ğinden söz ettiler. Doğrusu anlattıkları çok mantıki
şeylerdi. O güne kadar meseleyi hiç bu açıdan düşün-
memiş o l m a m a şaşırdım. Birçok k o n u d a beni ikna et-
tiler.
Bond, masanın öbür t a r a f ı n d a , şimdi içlerinde
birer öfke kıvılcımı taşıyan berrak mavi gözlere dim-
dik baktı:
— Söylemek istediğim şeyleri kavradığınızı san-
mıyorum efendim, dedi.Siz bütün hayatınız boyunca
birilerine karşı mücadele e t t i n i z . H â l â da aynı şeyi ya-
pıyorsunuz. Ve bu savaşınızda beni de bir maşa gibi
kullandınız. Çok şükür ki artık bu defter k a p a n d ı .
M. sert bir tonla:
— Kapandığı kesin, dedi. Herhalde Kore SavaşlaD
n ' n d a Çinlilerin eline esir düşüp beyinleri yıkanan sa-
vaş tutsaklarına ait raporlar da okumayı unuttuğun şey-
ler arasındaydı. Ruslar o kadar gönülden barış istiyor-
larsa KGB'ye ne ihtiyaçları var? Son tahminlere göre,
şu a n d a d ü n y a d a Sovyet Gizli Servisleri hesabına çalı-
şan yüz binden fazla insan var. L e n i n g r a d ' d a senin
gözlerini boyayan, bu örgüt işte. Geçen ay M ü n i h ' t e
öldürülen H o r c h e r ile S t u t z ' d a n söz ettiler mi sana?
— Ah, evet, söz ettiler efendim. ( B o n d ' u n sesinin
tonu sabırlıydı.) Ne yapsınlar, batının gizli servisleri-
ne karşı kendilerini korumaları gerek. Siz bütün bu

25
faaliyetlere son verdiğiniz t a k d i r d e , onlar da KGB'yi
derhal lağvetmekten m e m n u n olacaklardır. Bu konu-
da gayet açık konuştular benimle.
— iki yüz tümenlerini, denizaltı filolarını ve kıta-
lararası füzelerini de beraber lağvedecekler h e r h a l d e ,
değil mi?
M. bunları hırıltılı bir sesle s o r m u ş t u .
— Tabii, efendim.
— E h , o insanları o kadar makul ve sevimli bulD
duysan, neden o r a d a kalmadın? Kalanlar var. BurD
gess öldü, fakat pekâlâ gidip Maclean ile kalabilirdin.
— Buraya d ö n ü p barış için mücadele etmemin
d a h a önemli olduğuna karar verdik, efendim. Siz ve
ajanlarınız bana yeraltı çalışmasında çok işe yarayabi-
lecek beceriler öğrettiniz. Onlar da bu becerileri barış
uğruna nasıl kullanabileceğimi açıkladılar.
James B o n d ' u n eli doğal bir şekilde ceketinin sağ
dış cebine gitti. M.de aynı derecede rahat bir tavırla
koltuğunu m a s a s ı n d a n biraz uzaklaştırdı ve sol eli
koltuğun kolu altında b u l u n a n bir düğmeye gitti.
M. ecelin odasına girip karşısında o t u r m a k t a ol-
duğunu ve bu ölüm davetini kendi k o l t u ğ u n d a kabul
etmesi gerekeceğini anlamıştı. Bunu bilerek:
— Mesela ne şekilde? diye sordu.
B o n d ' u n bütün sinirleri gerilmişti. D u d a k l a r ı
bembeyazdı. Gri mavi gözleri donuk bakışlarla M.ye
bakıyordu. K o n u ş u r k e n , sözcükler kendi iradesi dı-
şında gırtlağından k o p u p geliyor gibiydi.
— Mesela savaş tahrikçileri tasfiye edilebilirse iyi
bir başlangıç olurdu, efendim. Listede bir n u m a r a l ı
adam da şu...
B o n d ' u n sağ elinde siyah kısa namlulu t u h a f bir
t a b a n c a belirdi. F a k a t sıvı zehir t a b a n c a n ı n n a m l u -
sundan fişkırdığı a n d a , tavandaki yarıktan aşağıya
kurşun işlemez c a m d a n k o c a m a n bir perde indi, hidD

26
rolik tıslamasıyla yerdeki yuvasına gömülerek d u r d u ,
ö l d ü r ü c ü kahverengi sıvı zararsız bir şekilde camın
ortasına çarptı. C a m ı n a r d ı n d a n M.nin yüzünü kapa-
m a k için refleksle k o l u n u kaldırdığı görüldü.
M . n i n yardımcısı hızla odaya dalmıştı. H e m e n
a r d ı n d a n da Güvenlik Şefi geliyordu. B o n d ' u n üzeri-
ne atıldılar. F a k a t o n u n kollarını kavradıkları a n d a
James B o n d ' u n başı göğsüne düşmüştü bile. T u t m a -
mış olsalardı k o l t u ğ u n d a n yere kayacaktı.. Bir h a m -
leyle onu ayağa kaldırdılar. Bond t a m a m e n baygın
d u r u m d a y d ı . Bir ölüden farkı yoktu. Güvenlik Şefi
havayı kokladı. Telaşla:
— Siyanür kokusu bu, dedi. Derhal b u r a d a n çık-
malıyız. Çabuk olun.
T a b a n c a halının ü s t ü n d e düştüğü yerde duruyor-
du. Güvenlik Şefi bir tekmede onu uzaklaştırdı. Sonra
cam kalkanın arkasından çıkıp gelen M.ye kesin bir
sesle:
— Lütfen burayı hemen terkeder misiniz, efen-
dim? dedi. Derhal. Öğle yemeği saatinde burayı te-
mizletirim .
Bu bir emirdi. M. açık kapıya gitti. Bayan MoD
neypenny perişan bir halde ayakta d u r u y o r d u . James
Bond sürüklenerek M.nin yardım cismin odasına taşı-
nırken dehşetle bu sahneyi seyretti.
— Kapatın şu kapıyı Bayan M o n e y p e n n y , dedi'
M. sert bir sesle. N ö b e t ç i doktoru da derhal çağırın
gelsin. Çabuk tut elini kızım. Karşımda öyle aval aval
d u r m a . Kimse bu olayla ilgili tek kelime duymayacak,
anlaşıldı mı?
Bir isteri nöbeti geçirmek üzere olan Bayan Mo-
neypenny bu sesle birden t o p a r l a n d ı . Boğuk bir "peki
e f e n d i m " den sonra kapıyı çekip kapattı ve derhal da-
hili telefona u z a n d ı .
M. yardımcısının odasına girip kapıyı kapadı.

27
Güvenlik Şefi B o n d ' u n b a ş u c u n d a diz ç ö k m ü ş t ü .
B o n d ' u n b o y n u n d a k i kravatla yaka düğmesini gevşet-
ti. Bond kan ter içindeydi. Soluklar, kesik kesik hırıl-
tıyla çıkıyordu b o ğ a z ı n d a n .M. bir an başını eğerek
Güvenlik' Şefi'ne baktı. Sonra bakışları yerde yatan
vücudun ötesindeki duvara kaydı. Tekrar yardımcısı-
na d ö n d ü . Ne yapacağını bilen bir insanın ses tonuyla:
— Eh, hepsi bu k a d a r , dedi. Benden önceki Gizli
Servis Şefi o koltukta öldü. Basit bir mermiyle hem
de. O mermiyi de aşağı yukarı aynı şekilde çıldırmış
bir servis elemanı atmıştı. Tabii, delirenlere karşı yasa
koymak m ü m k ü n değil. Doğrusu o zırhlı cam çok iyi
iş gördü. Neyse şimdi işimize bakalım. Bu konu kesin-
likle dışımıza sızmayacak.
— Bana hemen Sir James Molony'yi b u l u n .
007'yi de P a r k ' a kaldırtm. Bir ambulans çağırılsm.
Muhafızlar m ü m k ü n olduğu kadar dikkat çekmesin.
Ben d u r u m u Sir Molony'ye öğleden sonra bizzat açık-
layacağım. D u r u m kısaca şu: KGB, 007'yi ele geçir-
miş. Beynini yıkamışlar. Zaten onların eline geçtiğin-
de hasta d u r u m d a y m ı ş . Bir çeşit hafıza kaybına uğra-
mış bir haldeymiş. Bütün bildiklerimi size d a h a sonra
anlatırım. Şimdi 007'nin eşyalarını Ritz Oteli'nden
aldırtm, hesabını da ödeyin. Ve basma da bir açıkla-
ma yapın. Şu tür bir açıklama: " S a v u n m a Bakanlığı
bir süre önce kaybolan ve geçen kasım ayında J a p o n -
ya' da görevli bulunduğu sırada öldüğü sanılan Ja-
mes B o n d ' u n Sovyetler Birliği'ndeki çok tehlikeli ge-
zisinden son derece faydalı bilgilerle d ö n m ü ş olduğu-
nu açıklamaktan m e m n u n o l d u ğ u n u . . . h a y ı r hayır,kı-
vanç duyduğunu deyin, bildirir. Geçirdiği zor günler-
den dolayı Binbaşı B o n d ' u n sağlığı oldukça b o z u k t u r .
Halen doktorların gözetimi altında nekahet d ö n e m i n i
geçirmektedir."

M. sözünün b u r a s ı n d a buz gibi bir yüzle gülüm -


seyerek:
— O "faydalı bilgiler" sözü Semicastni Yoldaş ile
ekibinin hiç h o ş u n a gitmeyecektir. Sonra basın bülte-
ninin altına bir de " D i k k a t " notu ekleyin. Yazı İşleri
Müdürleri için. "Güvenlik nedenleriyle yukarıdaki
açıklamaya hiçbir ekleme yapılmaması ya da çok az
yapılması ve Binbaşı B o n d ' u n b u l u n d u ğ u yerin sap-
tanması için girişimde b u l u n u l m a m a s ı özellikle rica
o l u n u r " . T a m a m mı? dedi.
Bili T a n n e r M .ye yetişebilmek için b ü t ü n hızıyla
yazıyordu. Dikte işinin bitiğini anlayınca başını blok-
n o t u n d a n kaldırıp baktı. Şaşırmış bir hali vardı.
— Ama nasıl olur? 007 aleyhine hiçbir dava aç-
mayacak mısınız? Vatana ihanet ve cinayet girişimi...
Askeri M a h k e m e ' y e vermeyecek miyiz?
— Elbette vermeyeceğiz, dedi M. boğuk bir sesle.
U n u t m a y ı n , 007 hastaydı. Davranışlarından sorumlu
t u t u l a m a z . Bir insanın beynini yıkamak m ü m k ü n s e , o
beyni yıkayıp tekrar eski haline getirmek de m ü m k ü n
olmalı. H e r h a l d e bu işi yapabilecek en uygun insan da
Sir Molony'dir. 007'yi şimdilik yarım maaşla yine eski
şubesinin k a d r o s u n a alın. Ve geçen bir yıl içinde birik-
miş maaşlarıyla bütün masraf ve t a z m i n a t l a r ı n ı da al-
masını sağlayın. K G B ' n i n sinirleri, adamlarım dan "bi-
rini benim aleyhime çevirebilecek kadar sağlamsa, be-
nim sinirlerim de aynı adamı onların aleyhine çevir-
meye kalkışacak kadar sağlamdır. Biliyorsunuz, 007
bir z a m a n l a r çok iyi bir ajandı. Tekrar aynı derecede
iyi olmaması için hiçbir neden yok. Öğle yem eğinden
sonra S c a r a m a n g a hakkındaki raporu getirin b a n a .
007 tekrar eski haline gelebilirse S c a r a m a n g a tam
onun dişine uygun bir rakip.
Bili T a n n e r karşı çıktı.
— Fakat bu d ü p e d ü z James'i ölüme yollamaktır
efendim. S c a r a m a n g a ' n m h a k k ı n d a n 007 bile geleD

29
mez.
M.nin sesi çok b o ğ u k t u .
— Bu sabah giriştiği suçtan m a h k e m e y e verilse
007 ne ceza yerdi dersiniz? Yirmi yıl mı? En az demek
istiyorum yani. Savaş m e y d a n ı n d a d ü ş m a n l a savaşır-
ken ölsün d a h a iyi. Bu işi başarırsa tekrar eski mevki
ve şerefini kazanmış olur. Biz de ona yeniden güvene-
bilir ve geçmişte olanları unutabiliriz. Kararım kesin-
dir.
Kapı vuruldu, nöbetçi d o k t o r odaya girdi. M.
d o k t o r u selamladı ve t o p u k l a r ı n ı n ü s t ü n d e kaskatı
dönerek açık kapıdan hızlı adımlarla çıkıp uzaklaştı.
Bili T a n n e r , uzaklaşan adamın arkasından baktı.
H afifçe:
— Bu a d a m d a kalp değil, taş var, dedi.
Sonra yine o her z a m a n k i titizliği ve çalışkanlı-
ğıyla işinin başına d ö n d ü . O sadece verilen emirleri
uygulardı. N e d e n diye s o r m a k o n u n görevi değildi.

30
III. BÖLÜM

"PİŞTOV" SCARAMANGA

M. Blades K u l ü b ü ' n d e her z a m a n k i öğle yemeği-


ni yedi. Izgara pisibalığı, a r d ı n d a n nefis bir şeftali. Ve
her zamanki gibi yalnız başına pencere ö n ü n d e k i kol-
tuklardan birine o t u r m u ş , The Times Gazetesi'nin
sayfalan arkasına gizlenmişti. Z a m a n zaman gazete-
nin sayfalarını çeviriyordu, a m a tek bir kelime okudu-
ğu yoktu. O sırada Porterfıeld, Blades K u l ü b ü ' n ü n
övünç kaynağı olan güzel kadın başgarson Lily'ye
eğilmiş:
— ihtiyarın bugün garip bir hali var. M u t l a k a
önemli bir derdi olmalı, diyordu.
Porterfield a m a t ö r bir psikolog olduğunu söyle-
yerek övünür d u r u r d u . Kulüp üyelerinin çoğunun
dostuydu, herkesin derdini, sırlarını dinlemeyi sever-
di. Bu yüzden de b ü t ü n müşterileri yakından tanırdı.
E m e k t a r uşakların birçoğu gibi, efendilerinin istekle-
rini ve duygularını çok çabuk anlardı. Lily ile dünya-
nın en zengin soğuk büfelerinden birinin a r d ı n d a fisılD
daşıyorlardı.
— Sir Miles'm içtiği o k o r k u n ç içki nedir bilir mi-
sin? dedi bilgiç bir ifadeyle. Şarap Komitesi'nin şarap

31
listemize girmesine bile izin vermediği kırmızı Cezayir
şarabı. O şarabı sadece Sir Miles'm hatırı için kulüpte
b u l u n d u r u y o r l a r . Neyse, bir keresinde b a n a d o n a n -
m a d a iken o içkiye " Ö f k e l e n d i r e n " adını taktıklarını
anlatmıştı. Bu şaraptan biraz fazlaca içilince son dere-
ce öfkelendirirmiş insanı. Her neyse, Sir Miles'a hiz-
met ettiğim şu on yıl boyunca hiçbir zaman o şaraptan
yarım şişeden fazla ısmarlamamıştır.
Porterfield'in yüzünde sanki fala bakmış da ora-
da k o r k u n ç bir felaket işareti görmüş gibi y a p m a bir
ciddiyet ifadesi belirdi. Devam etti:
— Ama bugün ne oldu biliyor m u s u n ? İhtiyar
bana " P o r t e r f i e l d , " dedi. "Bir şişe öfkelendirici getir
bana, anlıyor m u s u n ? Bir şişe d e d i m . " Tabii ben bir
şey demedim. Derhal gidip kendisine bir şişe getirdim.
F a k a t sözlerime mim koy, Lily. Bu sabah m u t l a k a Sir
Miles'ı çok sarsan bir olay olmuş. Kalıbımı basarım
çok kötü bir şey olmuş.
O sırada M. salonun dibinden bir elini kaldırdı ve
Porterfıeld'e işaret ederek hesabını istedi.. Porterfield
sözünü yarıda keserek o n a doğru yürüdü. M. her za-
m a n k i gibi hesap fişine dikkat etmeden hesabını beş
sterlinlik bir b a n k n o t l a ödedi. Ç ü n k ü parasının üstü-
nü yepyeni b a n k n o t l a r ve pırıl pırıl bozukluklarla al-
m a k t a n çok hoşlanırdı. Blades K u l ü b ü ' n d e üyelere
daima yeni basılmış b a n k n o t ya da madeni paralarla
ödeme yapmak köklü bir gelenekti.
Porterfield, M.nin masasını geri çekti. M. kal-
kıp hızlı adımlarla kapıya yürürken bir y a n d a n da
kendisini selamlayanlara dalgın baş işaretleriyle karşı-
lık veriyordu.
Saat iki olmuştu. Eski siyah P h a n t o m modeli
Rolls Royce onu sessizce ve süratle kuzeye doğru gö-
türdü. Berkeley M e y d a n ı ' n ı geçtiler. Oxford C a d d e s i '
ni katederek Wigmore Caddesi yoluyla Regent P a r k ' a

32
geldiler. Yol b o y u n c a M. pencereden dışarı hiç bak-
m a d ı . Başında melon şapkası, arka k o l t u k t a dimdik
o t u r m u ş dalgın gözlerini şoförün ensesine dikilmişti.
O sabah b ü r o s u n d a n çıktığından beri belki yü-
züncü kez, verdiği kararın doğru o l d u ğ u n a kendini
i n a n d ı r m a y a çalıştı. James B o n d ' u yeniden eski hali-
ne d ö n d ü r m e k m ü m k ü n olursa, ki d ü n y a n ı n en ünlü
sinir u z m a n ı olan Sir M o l o n y ' n i n b u n u başaracağına
emindi, onu tekrar Çifte Sıfir Şubesi'ndeki n o r m a l
görevine vermenin saçma bir şey olacağını biliyordu.
Geçmişte olanlar affedilebilinirdi a m a u n u t u l a m a z d ı .
En azından uzunca bir süre u n u t u l a m a z d ı . B o n d ' u n
hiçbir şey olmamış gibi Servis'te elini kolunu sallaya-
rak dolaşması olayı bilenler için hiç de hoş olmayan
bir durum yaratacaktı. Hele hele B o n d ' u n M . n i n kar-
şısındaki koltuğa yeniden oturması olayı bilenler için
en azından bir süre akıl alır iş değildi. Oysa James
Bond, belirli bir hedefe yöneltilebilindiği takdirde son
derece etkili bir silahtı. Eh, hedef de karşılarmdaydı
ve yok edilmek için kaşınıp d u r u y o r d u . Bond, M.yi
kendisini bir maşa gibi kullanmakla suçlamıştı. Aslı
aranırsa, bu Servis'te çalışan herkes gizli bir amaç uğ-
r u n a kullanılan bir maşaydı. Şu anda önlerinde duran
mesele ancak bir cinayetle halledilebilirdi. James
Bond şimdiye kadar silahşor olarak büyük bir yetenek
olduğunu kanıtlamış ve Çift Sıfırlı Ajan sıfatını kazan-
mıştı, işte şimdi karşısında bu ye ten eklerini kullan-
mak ve Servis'in güvenini yeniden k a z a n m a k için bir
firsat vardı. Başarırsa eski k o n u m u n a ve şöhretine ye-
niden kavuşacaktı. Başaramazsa da hiç değilse şere-
fiyle ve görev başında ölmüş olacaktı. Kazansın ya da
kaybetsin, bu plan bir çeşit sorunu çözmenin
yoluydu. M. b u n u n üzerinde bir daha d u r m a m a y a ka-
rar verdi. A r a b a d a n indi, asansörle sekizinci kata çık-
tı, k o r i d o r u n s o n u n a y ü r ü d ü . Bürosuna yaklaştığında

33
hiç bilmediği bir koku geldi b u r n u n a .
Koridorun sonundaki özel kapıdan girmek için
a n a h t a r ı n ı kullanmadı, sağa d ö n ü p Bayan MoneyD
p e n n y ' n i n kapısından girdi. Bayan M o n e y p e n n y her
zamanki gibi işe gömülmüş d u r u m d a y d ı . Ayağa kalk-

— Nedir bu berbat koku Bayan Moneypenny?


— Adını bilmiyorum efendim. Güvenlik Şefi, Sa-
vaş Bakanlığı Kimya Savaşı Büro su'n d an bir ekip ge-
tirtti. Büronuzu yeniden kullanabileceğinizi söyledi.
Fakat bir süre d a h a pencerelerinizin açık kalması geD
rekliymiş. Onun için ben de kaloriferi biraz d a h a aç-
tırdım. Bay T a n n e r henüz yemekten d ö n m e d i , fakat
talimatlarınızın hepsinin yerine getirilmiş olduğunu si-
ze bildirmemi istedi. Sir James saat dörde kadar bir
ameliyattaymış. D ö r t t e n sonra telefonunuzu bekleye-
cek. İstediğiniz dosya da b u r a d a efendim.
M. sağ üst köşesinde kırmızı bir yıldız bulunan
kahverengi dosyayı aldı.
— 007 ne alemde? Kendisine gelebildi mi? diye
sordu.
Bayan M o n e y p e n n y ' n i n yüzünde kıl kıpırdamı-
yordu.
— Sanırım gelmiş efendim. Nöbetçi d o k t o r yatış-
tırıcı bir ilaç verdi. Öğle tatilinde de gelip bir sedyeyle
götürdüler. Üzerini örtmüşlerdi. Servis a s a n s ö r ü n d e n
garaja indirdiler. D u r u m u h a k k ı n d a herhangi bir şey
sorm adım.
— Güzel, neyse bana diğer evrakı getirin. Bugün
epey vakit kaybettik zaten.
M. istediği dosya e l i n d e , b ü r o s u n a girdi. Bayan
M o n e y p e n n y evrakı getirip M.ye verdi. G ü n l ü k yazış-
maları okuyup paraf atarken ve not alırken yanmasın-
da d u r u p bekledi. Yıllar yılı giyilen bahriyeli kasketle-
rinin cilaladığı öne eğilmiş saçsız kafaya baktı. Son on

34
yıldır birçok kez yaptığı gibi yine m e r a k l a d ü ş ü n d ü :
Bu a d a m ı seviyor m u y d u ? Yoksa o n d a n nefret mi edi-
yordu? Karar vermek güçtü. Ama bir k o n u d a kesin
e m i n d i ; Bu a d a m a h a y a t ı n d a tanıdığı ya da duyduğu
b ü t ü n erkeklerden d a h a fazla saygı d u y u y o r d u .
M. dosyayı geri verdi.
— Teşekkür e d e r i m . Şimdi b a n a bir çeyrek saat
izin verin, sonra benimle g ö r ü ş m e k isteyenlerin hepsi-
ni kabul edeceğim. Sir J a m e s ' e edeceğimiz telefon
hepsinden önemli tabii.
M. kahverengi dosyayı u z a n ı p aldı ve açtı. Bir
y a n d a n da dalgın dalgın p i p o s u n u d o l d u r m a y a başla-
dı. Bir kibrit çakıp ç a n a ğ ı n a t u t t u , sonra k o l t u ğ u n d a
geri yaslanarak o k u m a y a başladı:
" F R A N C İ S C O ( P A C O ) " P İ Ş T O V " SCARAD
M A N G A " B u başlığın a l t ı n d a , d a h a k ü ç ü k p u n t o l u
harflerle şunlar yazıyordu: " K G B ' n i n k o n t r o l ü altın-
da b u l u n a n kiralık bir katildir. K ü b a ' n ı n başkenti HaD
v a n a ' d a k i DSS idaresinde çalışır, fakat Karayip ve
O r t a Amerika devletlerindeki diğer örgütler hesabına
da bağımsız olarak iş y a p a r , özellikle SS, C I A ve
diğer dost h a b e r a l m a örgütlerine karşı cinayetler işle-
miş, çok sayıda kişiyi yaralamıştır. C a s t r o ' n u n iktida-
ra geldiği 1959 yılından beri faaliyete devam etmekte-
dir. S c a r a m a n g a ' n ı n yıkıcı faaliyetlerini C a s t r o ' n u n
desteklediği a n l a ş ı l m a k t a d ı r . Polisçe a l m a n b ü t ü n ön-
lemlere rağmen tam bir h a r e k e t serbestisine sahip ol-
duğu bilinmekte ve y u k a r d a adı geçen bölgelerde ken-
disinden hem çok k o r k u l m a k t a hem de hayranlık bes-
l e n m e k t e d i r . Faaliyetleriyle o bölgede bir efsane hali-
ne gelmiştir. Bölgede kendisine "Altın T a b a n c a l ı
A d a m " adı verilmiştir. Bu isimle anılmasının nedeni
taşıdığı t a b a n c a d ı r . Bu t a b a n c a , altın k a p l a m a , uzun
n a m l u l u , yarı o t o m a t i k bir 45'lik C o l t ' t u r . özel kur-
şunlar kullanır. Bu kurşunların çekirdeği ağır, yumuD

35
şak 24 ayar altındır. G ö m l e k l e r i de g ü m ü ş t ü r . M e r m i
uçları, etkiyi a r t ı r m a k için d u m d u m k u r ş u n l a r ı n d a
olduğu gibi h a ç şeklinde çizilmiştir. Bu cephaneyi ScaD
r a m a n g a bizzat kendisi imal etmektedir. 267 (İngiliz
G u y a n ı ) , 398 ( T r i n i d a t ) , 843 (Jamaika) 768 ve 735
( H a v a n a ) n u m a r a l ı ajanlarımızın ö l ü m ü n d e n ScaraD
m a n g a s o r u m l u d u r . Bu kiralık katil ayrıca SS'ten 090
n u m a r a l ı Bölge Teftiş Subayı'nı iki dizinden yaralaya-
rak emekliye şevkine neden o l m u ş t u r . (Yukarıda anı-
lan k o n u l a r l a ilgili olarak S c a r a m a n g a ' n m M a r t i n i k ,
Haiti ve P a n a m a ' d a k i k u r b a n l a r ı n a ait kayıtlar için
Merkez Arşivleri'ne başvurulabilinir.)
E Ş K A L İ : Yaş 42 civarında. Boy 1.95 m. înce
u z u n , atletik yapılı. Gözleri açık ela. Saçları kısa ke-
silmiş, kızılım sı. U z u n favori bırakıyor. U z u n yüzlü,
avurtları çökük, yüzü ciddi ifadeli, k u m r a l , k a y t a n bı-
yıklı. Kulakları iri ve kafasına yapışık. İki elini de ay-
nı ustalıkla kullanabiliyor. Elleri iri ve güçlü. T ı r n a k -
lan son derece bakımlı, m a n i k ü r yaptırıyor.
A Y I R I C I Ö Z E L L İ K L E R İ : Sol göğsünün altında
ü ç ü n c ü bir m e m e başı var. ( N o t : Vodu ve benzeri
yerel m e z h e p l e r d e v ü c u t t a ü ç ü n c ü bir m e m e başı, o
kişinin tehlikelere karşı k o r u n d u ğ u n a ve olağanüstü
bir cinsel güce sahip o l d u ğ u n a işaret sayılır.) D o y m a k
bilmeyen bir cinsel isteği vardır; fakat kadın seçmez,
her tiple ilişki kurabilir. Çoğu kez adam ö l d ü r m e d e n
önce cinsel ilişkide b u l u n u r . Ç ü n k ü cinsel ilişkinin ni-
şancılık yeteneğini geliştirdiğine i n a n ı r . ( N o t : Birçok
profesyonel tenisçinin, g o l f c ü n ü n , atıcının ve sporcu-
n u n da aynı i n a n c ı paylaştığı bilinmektedir.)
K Ö K E N İ : Aynı adı taşıyan Katalanyalı bir aile-
nin oğludur. Ailesi geçimini sirk yöneticiliği ile ka-
z a n m a k t a y d ı . 16 yaşma kadar ailesiyle birlikte yaşa-
mış, o yaşta, ilerde sözü edilecek olaydan s o n r a A B D '
ye kaçmıştır. O r a d a çeşitli çetelerde ufak tefek işler

36
alarak bu alanda kendini ispatlamış ve s o n u n d a NevaD
d a ' d a k i Spangled Çetesi hesabına çalışan profesyonel
bir silahşor o l m u ş t u r . S c a r a m a n g a Las Vegas'taki TiD
ara O t e l i ' n d e çetenin k u m a r h a n e s i n d e k u m a r masala-
rını gözetmekle görevli olarak çalışmıştır. G e r ç e k t e
yaptığı işse, k u m a r d a hile yapanları, çetedeki anlaş-
mazlıklarda zararlı hale gelenleri temizlemektir. 1968
yılında D e t r o i t ' i n M o r Ç e t e s i ' n d e n rakibi olan RaD
m o n Rodriguez ile yaptığı bir düello s o n u n d a A B D '
den k a ç m a k z o r u n d a kalmıştır. Bu düello Las Vegas'
taki T h u n d e r b i r d golf sahasının ü ç ü n c ü bölgesinde ay
ışığında yapılmıştır. S c a r a m a n g a rakibinin d a h a ilk
kurşunu sıkmasına fırsat vermeden onu kalbinden iki
kurşunla öldürmeyi becermiştir. Uzaklık 20 adım. Bu
düellodan sonra kendisine 100 bin dolar ödül verildiği
sanılıyor. D a h a sonra Las Vegas'ta kazandıkları ser-
vetleri Karayip bölgesinde kârlı yatırımlara d ö n ü ş t ü r -
mek isteyen çeteler hesabına bu bölgede uzun seyahat-
lere çıkmıştır. G a y r i m e n k u l alım s a t ı m l a r m d a k i ileri
görüşlülüğü ve ticari k o n u l a r d a k i becerikliliği sayesin-
de bu a l a n d a da dikkati çekmiş ve kısa bir süre sonra
D o m i n i k d i k t a t ö r ü Trujilo ve Küba d i k t a t ö r ü Batista
hesabına çalışmaya başlamıştır. Sonra da H a v a n a ' y a
yerleşmiş ve siyaset rüzgârlarının hangi yöne eseceğini
sezerek Batista hesabına çalışmayı s ü r d ü r ü r k e n CastD
ro ile de gizlice ilişki k u r m u ş t u r . Devrim öncesindeki
bu sezgisi ve ikili oynaması sayesinde, devrimden
sonra DSS (Küba Gizli Servisi) içinde önemli bir ko-
num elde etmeyi başarmıştır. Küba Gizli Servisi'nde
kazandığı bu k o n u m u n getirdiği yetki ve o l a n a k l a r d a n
yar arlan arak da yukarıda sözü edilen cinayetleri işle-
miştir.

K U L L A N D I Ğ I P A S A P O R T L A R : K ü b a diplo-
matik p a s a p o r t u dahil çeşitli p a s a p o r t l a r . . .
G İ R D İ Ğ İ K I L I K L A R : Dış g ö r ü n ü ş ü n ü gizlemeD

37
ye ve kılık değiştirmeye hiçbir z a m a n gerek d u y m a z .
Adının etrafında yaratılan efsane, bir film yıldızı ka-
dar ünlü oluşu ve hiç sabıkasının b u l u n m a m a s ı , ona
kendi bölgesinde tam bir hareket serbestliği sağlamak-
tadır. Bu bölgedeki a d a l a r d a ve O r t a A m e r i k a ' d a k i
cumhuriyetlerde h a y r a n l a r ı pek çoktur. (Örneğin Ja-
m a i k a ' d a Rastafari) ve bu ülkelerdeki etkin baskı
gruplarını k o n t r o l ü altına alarak kendisine gerekli
yardım ve k o r u n m a y ı sağlamaktadır. B u n d a n başka
S c a r a m a n g a , yukarıda sözü edilen grup ve kişilerin
kirli paralarıyla gayrimenkul alım satımlarına giriş-
mekte ve dolayısıyla onların resmi temsilcisi sıfatıyla
bölge dahilinde her yere r a h a t ç a girip çıkabilmekte-
dir. Ayrıca diplomatik p a s a p o r t taşıması da bu konu-
da kendisine büyük kolaylık sağlamaktadır.
KAYNAKLAR: Sınırları kesin olarak bilinme-
mekle birlikte olanakları çok geniştir. Diners Kulüp
cinsinden çeşitli kulüplerin kredi kartlarını kullana-
rak yolculuk etmektedir. Gerektikçe, K ü b a ' n ı n aslın-
da çok sınırlı olan döviz k a y n a k l a r ı n d a n da dilediği
kadar döviz elde etmekte hiçbir güçlüğe uğramadığı
görülm ektedir.
D A V R A N I Ş L A R I N A YÖN V E R E N D Ü R T Ü -
L E R : ( C . C . ' n i n y o r u m l a r ı ) M . s ö n m ü ş p i p o s u n u tek-
rar d o l d u r d u ve yaktı. O b ö l ü m e kadar o k u d u ğ u şey-
ler S c a r a m a n g a h a k k ı n d a zaten bildiği şeylerdi. Pek
yeni bir şey öğrendiği söylenemezdi. Asıl b u n d a n son-
raki kısım ilginçti. " C . C . " r u m u z u , O x f o r d ÜniversiD
tesi'nin eski bir tarih p r o f e s ö r ü n ü n kimliğini gizlemek
için kullanılan bir r u m u z d u . C . C . Gizli Servis Merke-
z i ' n d e , küçük a m a M.ye göre fazla lüks olan bir b ü r o -
ya sahipti. Arada bir, aklına estikçe b ü r o s u n a geliyor
ve S c a r a m a n g a dosyasına benzer dosyalan ele alıp in-
celiyor, bilgi t o p l u y o r , çeşitli yerlere yazılar yazarak
sorular soruyor ve gerekli malzemeyi t o p l a d ı k t a n sonD

38
ra da o t u r u p dosya h a k k ı n d a bir çeşit bilirkişi r a p o r u
hazırlıyordu. M. p r o f e s ö r ü n pasaklı h a l i n d e n , yaşa-
ma t a r z ı n d a n ve düzensiz çalışmasından pek h o ş l a n -
m a z d ı , a m a keskin zekâsına, y o r u m u y l a ve bilgisiyle
olaylara getirdiği yeni b o y u t l a r a , yargılarındaki isabe-
te saygı duym a k t a n da geri d u r m a z d ı . Dolayısıyla
şimdi C . C . n i n S c a r a m a n g a dosyasıyla ilgili değerlen-
dirmesini de m e r a k ediyordu. Dosyayı o k u m a y ı keyif-
le s ü r d ü r d ü .
"Bu adam beni çok ilgilendirdi" diye yazıyordu
C . C . "Dolayısıyla her z a m a n k i n d e n d a h a geniş bir
s o r u ş t u r m a y a p t ı r d ı m . Ç ü n k ü bir kiralık katilin, halk
arasında böyle p o p ü l e r o l a n ı n a ve hayranlık toplaya-
nına çok ender rastlanır. Scaram a n g a ' n m hiç t a n ı m a -
dığı kişileri, sırf p a t r o n l a r ı d ü ş m a n olduğu için emir
karşılığında böylesine kılı k ı p ı r d a m a d a n , soğukkanlı-
lıkla öldürebilmesinin, gençliğinde başından geçen
korkulu bir olayla yakın ilgisi olduğu k a n ı s ı n d a y ı m . "
" S c a r a m a n g a gençliğinde, babası E n r i c o Scara-
m a n g a ' n m yönettiği seyyar aile sirkinde ufak tefek
rollere çıkıyordu. D a h a o z a m a n d a n keskin bir nişan-
cıydı. A k r o b a t l a r ekibinde dublörlük yapıyor ve insan
piramidi n u m a r a s ı n d a çoğu z a m a n en alttaki o olu-
y o r d u . Ayrıca, b a ş ı n d a sarığı, hintli giysileriyle sirkin
en ö n ü n d e giden fil sürücüsü r o l ü n ü de o y n u y o r d u .
Sürdüğü fil Max a d ı n d a bir erkek fildi. Yap-
tığım a r a ş t ı r m a sonucu öğrendiğime göre, erkek fille-
rin, yılın belli dönemlerinde kulaklarının arkasın-
da bir salgı birikintisi oluşurmuş ve bu hayvanı oldukça
huzursuz ettiği için bu birikintinin sık sık temizlenme-
si gerekirmiş. Sirkin Trieste'ye yaptığı bir t u r n e sıra-
sında, Max'in kulağının arkasında söz konusu salgı
birikintisi o l u ş m u ş , a n c a k ihmal sonucu farkedilip teD
mizlenememiş. Sirkin büyük çadırı, sahili takip eden
demiryolu k e n a r ı n d a k i bir kasabanın y a k ı n ı n d a kuD

39
r u l m u ş m u ş . işte o gece, kanımca genç S c a r a m a n g a '
nm o n d a n sonraki hayatını derinden etkileyen ola)''
p a t l a k vermiş. O gece M a x birdenbire p a r l a m ı ş , genç
Scaram anga'yı üzerinden atmış ve k o r k u n ç çığlıklarla
ö n ü n e geleni çiğneyerek,etrafına ölüm saçarak seyirci-
lerin arasından geçmiş ve demiryoluna doğru yokuş
aşağı son sürat koşmaya başlamış. (O z a m a n ı n gazete-
leri, filin k o ş u s u n u , pırıl pırıl dolunayın a l t ı n d a tüyler
ürpertici bir g ö r ü n t ü şeklinde anlatıyorlar.) Yerel po-
lis derhal a l a r m a geçmiş. Silahlı polisler arabayla filin
peşinden gitmişler ve kısa bir süre sonra zavallı file ye-
tişmişler. Bu sırada y o r u l m u ş ve taşkınlığı geçmiş olan
şanssız fil, sakin bir şekilde bekliyormuş. Oysa, su-
cusu t a r a f ı n d a n kuzu kuzu sirke döndürülebileceğini
bilmeyen polisler derhal hayvana yaylım ateş açmış-
lar. Çeşitli yerlerinden y a r a l a n a n hayvan t e k r a r azmış
ve koşmaya başlamış. Polisler de arabayla izleyerek
ateşe devam etmişler. Fil nihayet sirkin k u r u l d u ğ u
m e y d a n a geldiğinde bir an yuvası olan büyük çadırı
tanır gibi olmuş. P a n i k halinde kaçışan seyircilerin
a r a s ı n d a n ıssız sirk m e y d a n ı n a gelmiş, kan kaybından
gücü t ü k e n m i ş bir halde pistin ortasında d u r m u ş ve
yarım kalmış n u m a r a s ı n a kaldığı yerden devam etmiş.
M ü t h i ş acı çektiği için z a m a n zaman h o r t u m u n u kal-
dırarak k o r k u n ç çığlıklar atıyormuş. Bu sırada elinde
tabancasıyla m e y d a n a gelen genç S c a r a m a n g a bir ta-
raftan hayvanı y a t ı ş t ı r m a k için "fil diliyle" emirler
verirken, bir t a r a f t a n da b o y n u n a k e m e n t geçirerek
onu yere yıkın aya çalışıyormuş. M a x b i r an delikanlı-
yı tanır gibi olmuş (gerçekten de çok acıklı bir sahne
o l m a l ı ) . G e n c i n çıkıp başına oturması için h o r t u m u n u
indirip ö n ü n e u z a t m ı ş . F a k a t tam o sırada polisler el-
lerinde silahlarla ringe girmişler. Polislerin başındaki
komiser h a y v a n a iyice yaklaştıktan sonra birkaç karış
uzaklıktan t a b a n c a s m d a k i b ü t ü n mermileri filin sağ

40
gözüne boşaltmış. Ve M ax can çekişerek yere yığılmış.
Gerçekten de gazeteler, fili çok sevdiği anlaşılan
genç S c a r a m a n g a ' n m t a b a n c a s ı n ı çektiği gibi komise-
ri tam kalbinden v u r d u ğ u n u ve seyircilerin arasına da-
lıp kaçtığını yazdılar. Polisler, seyircileri v u r m a kay-
gısıyla S c a r a m a n g a ' y a ateş edememişler, ö n c e güneye
inerek N a p o l i ' y e gelen S c a r a m a n g a o r a d a n gizlice bir
gemiye binerek A m e r i k a ' y a gitmiş.
" ö z e t l e m e k gerekirse, k a n ı m c a S c a r a m a n g a ' n m
son yılların en zalim silahşoru haline gelmesinde en
önemli rolü oynayan, yaşadığı bu k o r k u n ç olaydır.
Çok sevdiği filinin acımasızca öldürülmesi, bu genç
insanın içinde b ü t ü n insanlıktan öç alma isteği uyan-
dırmış ve bu istek hiç dinmem iştir. Yaşadığı acı olayla
derinden yaralanmış olan genç, filin birçok masum in-
sanı yaraladığını ve bu olayın asıl s o r u m l u s u n u n hay-
vanın bakımını ihmal eden bakıcısı, yani kendisi ol-
duğunu düşünmeyen ya da suçluluk duygusu içinde
d ü ş ü n m e k t e n kaçınarak ruhsal dengesi bozuk bir in-
san haline gelmiştir. Bu tahlilimde gerçeklerden uzakD
laşmamış ve fanteziye k a ç m a m ı ş o l d u ğ u m u u m a r ı m . "
M. piposuyla düşünceli düşünceli bur-
n u n u kaşıdı. Yabana atılır bir tahlil değildi bu. T e k r a r
dosyaya d ö n d ü :
"Adı geçen k i ş i n i n " diye yazıyordu C . C . "cinsel
gücüyle yaptığı iş arasındaki ilişki k o n u s u n d a da bazı
varsayımlar ileri sürülebilir. Hem a m a t ö r , hem de
profesyonel için, t a b a n c a n ı n bir cinsellik sembolü ol-
duğu şeklindeki teze dikkat çekmek isterim. Freud ta-
rafından ileri sürülen bu teze göre, silahlara karşı du-
yulan aşırı ilgi bir tür fetişizmdir. Ben bu tezin ciddi-
ye alınmasının gerekliliğine gerekliliğine i n a n ı y o r u m .
S c a r a m a n g a ' n m özellikle gösterişli silahlara olan düş-
künlüğü, gümüş ve altın mermiler kullanması, bu te-
zin etkisinde o l d u ğ u n u açık bir şekilde g ö s t e r m e k t e •
dir. K a n ı m c a S c a r a m a n g a , h a k k ı n d a söylenenlerin
tersine cinsel b a k ı m d a n güçsüz ve sorunlu bir erkektir
ve bu kompleksinin bir sonucu olarak silahlara bir fe-
tiş derecesinde bağlılık d u y m a k t a d ı r . S c a r a m a n g a ' n m
cinsel b a k ı m d a n n o r m a l bir erkek olmadığı k o n u s u n -
daki inancımı destekleyen bir başka kanıt da Time
Dergisi'nde yeralan bir biyografi yazısında bulun-
m a k t a d ı r . T i m e , S c a r a m a n g a ' n m özelliklerini sayar-
ken, a d a m ı n ıslık çalamadığını belirtiyor. Pek bilimsel
bir teori olmasa da, ıslık çalam ayan erkeklerde eşcin-
sel eğilimler olduğu y o l u n d a halk arasında yaygın bir
inanç vardır. (Bu inancın doğru olup olmadığına oku-
yucu karar verir. C . C . ) ( M . ç o c u k l u ğ u n d a n beri ıslık
çalmamıştı. F a r k ı n d a o l m a d a n d u d a k l a r ı n ı büzdü.
Ağzından berrak bir ıslık notası çıktı. R a h a t l a m ı ş bir
halde " h a h " dedi ve okumayı s ü r d ü r d ü . )
"Bu nedenle S c a r a m a n g a ' n m halkın inandığı gi-
bi bir K a z a n o v a olmadığını öğrenirsem, bu benim için
hiç de sürpriz o l m a y a c a k . Silahşorun ruhsal duru-
muyla ilgili incelememizi biraz daha genişletecek olur-
sak, Adler psikolojisinin incelediği bir alana girmemiz
gerekecek. Adler'e göre, bir insanın silahla etkinlik
k u r m a k istemesinin a r d ı n d a , aşağılık kompleksi yat-
m a k t a d ı r . Burada, H a r o l d L. Peterson adlı bir yaza-
rın Paul H a m l y n t a r a f ı n d a n hazırlanan resimli "Silah
K i t a b ı " n a yazdığı önsözden bir bölüm a k t a r m a k isti-
yorum :
İnsanlığın yarattığı bin bir türlü araç içinde insa-
noğlunu silah kadar büyüleyen, etkileyen pek az şey
vardır. Aslında silah basit bir m a k i n e d i r . Oliver
Winchester'in söylediği gibi silah m e r m i atan bir m a -
kinedir. F a k a t bu basit m a k i n e n i n gittikçe d a h a etkili
bir araç haline gelmesi ve gerek menzil uzunluğu ge-
rekse hedefe tam isabet k o n u s u n d a gittikçe artan gü-
cü, o n a olağanüstü bir psikolojik çekicilik k a z a n d ı r •

42
mıştır.
Ç ü n k ü bir silaha ve o n u n ustalıkla k u l l a n m a ye-
tisine sahip olmak, o kişinin g ü c ü n ü ve etkisini artı-
rır. Etkinlik alanını k o l u n u n uzanabildiği uzaklığın
bin k a t m a çıkarır. H a v a d a parlayan kılıç, gerilmiş bir
kol u c u n d a k i mızrak ve kiriş, s o n u n a kadar çekilmiş
bir ok, onu kullanan insanın g ü c ü n ü n son sınırını gös-
terir. Silahın gücü ise kendi içindedir ve bu gücün ser-
best bırakılması için k ü ç ü c ü k bir h a r e k e t yeterlidir.
N a m l u nereye yöneltilirse m e r m i oraya gider, silahı
k u l l a n a n ı n istek ve niyetleri de büyük bir hızla hedefe
ulaşır. Ulusların rotasının ve insanlığın kaderinin çi-
zilmesinde silah belki de b ü t ü n diğer a r a ç l a r d a n d a h a
fazla rol o y n a m ı ş t ı r . "
C . C . ' n i n y o r u m u şöyle son b u l u y o r d u :
" F r e u d ' ü n teorisine göre, silahı t u t a n ı n kol boyu
erkek cinsel organının b o y u n u temsil eder. K o n u y u
d a h a fazla derinleştirmeden diyebiliriz ki, k o n u m u z
olan S c a r a m a n g a , k a n ı m c a baba s e m b o l ü n e ( O t o r i t e -
yi temsil eden m a k a m a karşı örneğin) bilinçaltında
isyan eden bir p a r a n o y a k ve büyük olasılıkla eşcinsel
eğilimleri olan bir fetişisttir. S o n u ç olarak şimdiye ka-
dar yürüttüğü yıkıcı faaliyeti de göz ö n ü n e alarak bu
a d a m ı n faaliyetine gerekirse o n u n kullandığı insanlık
dışı araçları da k u l l a n a r a k ve en hızlı bir şekilde son
verilmesini ö n e r i y o r u m . Bu önerinin gerçekleşebilme-
si için o n u n kadar cesur ve pervasız bir gizli ajan bu-
lunması gerekiyor ki, sanırım oldukça güç bir i ş . " İm-
za C . C .
R a p o r u n s o n u n d a en altta Karayip ve O r t a Ame-
rika Şubesi Şefi C . A . ' n m "Aynı g ö r ü ş t e y i m " n o t u ve
parafı vardı. M.nin yardımcısı da o n u n altına kırmızı
m ü r e k k e p l e " g ö r ü l m ü ş t ü r " n o t u n u koymuş ve p a r a f
etmişti.
M. belki beş dakika dalgın dalgın boşluğa baktı.

43
Sonra dolma kalemine uzandı, yeşil mürekkeple altı-
na " H a r e k e t e geçilsin" diye yazdı, onun altına da ita-
lik harflerle otoriter bir " M " yazdı.
Beş dakika daha son derece sessiz bir şekilde otur-
du. Acaba James B o n d ' u n idam fermanını mı imzala-
mıştı?

44
IV. BÖLÜM

Y I L D I Z FALI

Sıcak bir öğleden sonrasını J a m a i k a ' n ı n Kings-


ton H a v a a l a n ı ' n d a geçirmekten d a h a iç sıkıcı pek az
şey vardır. Eldeki ödeneğin t a m a m ı pistin ek i n ş a a t ı n a
h a r c a n m ı ş , transit yolcu s a l o n u n u n k o n f o r u için pek
az şey yapılabilmişti. J a m e s Bond bir BWIA uçağıyla
bir saat önce T r i n i d a d ' d a n gelmişti. H a v a n a ' y a u ç m a k
için bineceği C u b a n Airways a k t a r m a uçağına d a h a
iki saat vakit vardı. Ceketiyle kravatını çıkarmış, ra-
hatsız sıranın ü z e r i n d e bir karış suratla o t u r u y o r d u ,
öğle yemeğini u ç a k t a yemişti, bu saatte içki de i ç i l •
m ezdi. Sıkıntılı bir şekilde karşısındaki turistik eşya
satan d ü k k â n ı n vitrinini süzdü. D ü k k â n pahalı par-
fümler, içkiler ve aşırı derecede süslü püslü bir sürü
ıvır zıvırla doluydu. H a v a çok sıcaktı. K i n g s t o n ' a iki
saatte gidip dönmesi imkânsızdı. Kısacası, bu salonda
k o r k u n ç bir iki saat geçirmekten başka çaresi y o k t u .
Şimdiden sırılsıklam kesilmiş mendiliyle y ü z ü n ü gözü-
nü sildi, içinden t u m t u r a k l ı bir küfür etti.
Bond turistik eşya satan d ü k k a n a gitti. O r a d a n
bir gazete alıp bekleme s a l o n u n a d ö n d ü . Sıkıntısını
biraz olsun dağıtmak için gazeteyi baştan aşağıya o k u •

45
du. Yıldız falında kendi burcuna bile baktı; " N E Ş E -
L E N İ N ! G ü n size hoş bir sürpriz getirecek ve çok iste-
diğiniz bir şey gerçek olacak. Fakat şansınızı ele geçir-
mek için büyük firsat karşınıza çıktığı zaman ona iki el-
le sıkıca sarılın, sakın k a ç ı r m a y ı n . " Bond sıkıntılı bir
şekilde güldü. D a h a H a v a n a ' y a vardığı gece ScaraD
m a n g a ' n m izini bulacak değildi herhalde.
Bond gazetenin arka sayfasındaki ilanları çevirdi.
Aniden bir ilan ilgisini çekti. Tipik bir "eski" J a m a i k a
ilanıydı bu. İlanı o k u d u :

AÇIK A R T I R M A İLE S A T I L A C A K .
L İ M A N C A D D E S İ 77, K İ N G S T O N .

28 Mayıs
Ç A R Ş A M B A G Ü N Ü , Saat 10.30'da
Cornelius Brown t a r a f ı n d a n ipotek edilmiş
AŞK YOLU N O : 3 1/2
SAVANNAH LA MAR
Villası Açık a r t ı r m a k a n u n u n a uygun şekilde
satışa çıkarılacaktır.
Mükellef bir m a l i k â n e ile etrafında geniş bir ara-
ziyi kapsayan SAVANNAH LA MAR'ın kuzey sınırı
4 n u m a r a l ı Aşk Yolu'na açılır.

T H E C D . AL E X AN D E R C O . L T D .
L İ M A N C A D D E S İ , 77 K İ N G S T O N .
T E L E F O N : 4896.

Saatine baktı, G l e a n e r ' i baştan sona o k u m a k bir


saatini almıştı. Ceketiyle çantasını aldı.
Ağır ağır yürüyerek " C o n c o u r s " yazan b ö l ü m e
girdi. Birçok h a v a y o l u n u n bürosu yanvana b o m b o ş
d u r u y o r , tezgâhların üzerindeki reklam p a n o l a r ı ve
firmaların küçük bayrakları bataklık m e l t e m i n i n ge-
tirdiği tozları t o p l u y o r d u .
En o r t a d a gelen giden yolculara ait mesajlarla

46
m e k t u p l a r ı n k o n u l d u ğ u bir b a n k o d u r u y o r d u . Bond
her z a m a n k i gibi kendisine bir haber bırakılıp bırakıl-
madığını merak etti. Bütün hayatı b o y u n c a hiçbir za-
m a n h a v a l a n m d a bir mesaj ya da m e k t u p a l m a m ı ş t ı ,
a m a yine de harf sırasına göre gruplandırılmış mek-
t u p l a r a bir göz attı. " B " harfi altında hiçbir şey yok-
tu. T a k m a adı olan " M a r k H a z a r d " a d ı n a ait "H "
harfinin altında da.
B o n d ' u n bakışları diğer zarfların üzerinde gezindi.
Birdenbire d o n a k a l d ı . Belirsiz bir şekilde etrafına ba-
kındı. Kübalı karıCkoca g ö r ü n ü r l e r d e y o k t u . Başka
kimse de kendisine b a k m ı y o r d u . Bond birden elini
uzattı ve üzerine " S c a r a m a n g a , BOAC uçağıyla Li-
m a ' d a n gelecek y o l c u " adresi yazılı zarfi mendiliyle
sardığı gibi cebine indirdi. Birkaç dakika d a h a olduğu
yerde kaldı, sonra ağır ağır tuvaletin " e r k e k l e r " kıs-
mına yürüdü.
İçeri girince kapıyı kitleyip o t u r d u . Zarfin ucu
yapışık değildi. İçinde ingiliz Batı Hint Adaları Hava
Yolları'na ait bir mesaj formu vardı. F o r m d a düzgün
bir el yazısıyla şöyle yazıyordu: " 1 2 . Î 5 ' t e Kingston'
dan alman mesajdır: Örnekler yarın öğleden itibaren
S.L.M N o : 3 1/2'de hazır o l a c a k t ı r . " i m z a yoktu al-
tında. Bond içinden kısa ve kesik bir zafer k a h k a h a -
sı attı. S . L . M . . . Savannah La M ar. M ü m k ü n m ü y d ü
bu acaba? M u t l a k a o olmalıydı. Eh, işte s o n u n d a tav-
lada düşeş gelmişti. Tam z a m a n ı n d a hem de. Ne yazı-
yordu G l e a n e r ' d e k i b u r c u n d a ? işte, gökten zembille
inmişti bu iz. Ve Bond b u r c u n d a yazdığı gibi bu ize
dört elle sarılacaktı. Mesajı tekrar o k u d u , sonra dik-
katle katlayarak zarfına yerleştirdi. Cebindeki ıslak
mendili kahverengi zarfin üzerinde leke bırakmıştı.
Ama bu sıcakta, o nem lekesi birkaç d a k i k a d a kurur-
du. Bond tuvaletten çıktı, sallana sallana m e k t u p l a r ı n
bulunduğu b a n k o y a gitti. G ö r ü n ü r d e kimseler yoktu.

47
Mesajı tekrar " S " harfinin altındaki eski yerine koy-
du. Küba Hava Yolları Bürosu'na gitti, H a v a n a ' y a gi-
decek u ç a k t a ayırttığı yerini iptal etti. S o n r a da
BOAC p a v y o n u n a gitti. Oradaki tarifeyi gözden ge-
çirdi. Evet u ç a k , ertesi günü 13.15'te gelecekti.
Bu arada kendisinin de hazırlık yapması ve yar-
dım bulması gerekiyordu. Birden J istasyonu şefinin
adını hatırladı. D o ğ r u c a telefon kulübesine gitti ve Ja-
maika Yüksek Komiseri'nin bürosuna telefon etti.
Binbaşı Ross ile görüşmek istediğini söyledi. Bir daki-
ka sonra öbür uçtan bir kadın sesi duyuldu:
— Ben Binbaşı Ross'un yardımcısıyım. Yardım
edebilir miyim?
Duyduğu ses tanıdık bir sesti, a m a ç ı k a r a m a d ı
Bond.
— Bizzat Binbaşı Ross ile görüşmek isterdim.
L o n d r a ' d a n bir arkadaşıyım.
Karşı t a r a f t a k i kızın sesi birdenbire heyecanlan-
dı:
— Korkarım ki, Binbaşı Ross şu a n d a J a m a i k a '
dan çok u z a k l a r d a b u l u n u y o r . Benim yapabileceğim
bir şey var mı acaba? Bir d u r a k l a m a oldu. isminiz
neydi demiştiniz?
— ismimi falan v e r m e d i m , fakat aslında...
Öbür uçtaki ses, heyecanla kesti k o n u ş m a s ı n ı :
— T a m a m t a n ı d ı m , James'sin sen!
Bond bir k a h k a h a attı:
— Vay anasını! inanılır şey değil. Sensin ha,
G o o d n i g h t ! N e arıyorsun b u r a d a ?
— Ne yaptığımı tahmin edersin. Döndüğünü
d u y d u m , fakat hasta s a n ı y o r d u m . Ne güzel bir sürp-
riz bu! Sen nereden telefon ediyorsun?
— Kingston H a v a a l a n ı ' n d a n . Şimdi beni dinle
güzelim, y a r d ı m a ihtiyacım var. Sohbeti sonra yapa-
rız. H e m e n not alabilir misin?

48
— Tabii, bir saniye m ü s a a d e , kalemi alayım, evet
hazırım.
— Her şeyden önce bir arabaya ihtiyacım var.
Yürüsün de ne m o d e l olursa olsun. O n d a n sonra da
F r o m ' d a k i en önemli kişilerin adını öğrenmek isti-
y o r u m . Biliyorsun, S a v a n n a h La M a r i n üst tarafın-
daki W I S C O malikânesinin. Ayrıca o bölgenin ayrın-
tılı bir haritasını ve J a m a i k a parasıyla yüz p a u n d a
ihtiyacım var. S o n r a da şu müzayedeci Alexander'a
telefon et. Bugün G l e a n e r ' i n arka sayfasında o mali-
kânenin satışıyla ilgili ilan h a k k ı n d a ne öğrenebiliyor •
san öğren. Villayı almayı d ü ş ü n d ü ğ ü n ü söyle. Aşıklar
Yolu, N o : 3 1/2. Açık artırmayla ilgili ayrıntıları ga-
zeteden o k u r s u n . O n d a n sonra da h e m e n M o r g a n LiD
m a n ı ' n a gel. Geceyi o r a d a geçirir ve birlikte akşam
yemeği yeriz. Hem de sabaha kadar da o t u r u r k o n u -
şunuz. T a m a m mı?
— Tabii, fakat önemli bir konu var. Ne giyeyim
gelirken?
— Dar bir elbise. Düğmeleri de fazla olmasın.
Mary G o o d n i g h t bir k a h k a h a attı.
— İşte şimdi kimliğin konusundaki bütün şüpheleri
şildin, dedi. Şimdi şu söylediğin işlerle ilgileneyim.
Yedi civarında g ö r ü ş ü r ü z . H o ş ç a k a l .
James Bond b o ğ u l m a k üzereydi.Ter içinde küçük
kulübeden çıktı. Mendiliyle tekrar yüzünü ve boynu-
nu sildi. Vay canına. Ne rastlantı! Mary G o o d n i g h t
ha! "00 " şubesinde çalıştığı eski günlerde sekreteri olan
Mary. Gizli Servis M e r k e z i ' n d e kendisinin yurtdışın-
da olduğunu söylemişlerdi. D a h a fazla da soru sorma-
mıştı. Belki de kendisi kaybolduğu sırada Mary bir
değişiklik olsun diye yurtdışında bir görev istemişti.
F a k a t ne şanslı bir karşılaşmaydı bu! Şimdi bu yaban-
cı diyarda güvenilir bir yardımcısı, bir müttefiki var-
dı. Hey gidi Gleaner hey! Bond çantasını Küba Hava

49
Yolları bölmesinden aldı, binadan çıktı. El sallayarak
bir taksi çağırdı. Arabaya atladı ve şoföre " M o r g a n
L i m a n ı " dedi. Sonra arkasına yaslanarak terinin ku-
rumasını bekledi.
Bond, Palisadoes B u r n u ' n u n u c u n d a , Port Royal'
de küçük.rom antik bir otel biliyordu. Sahibi de bir za-
manlar H a b e r a l m a d a çalıştığı için Bond'u görmekten
m e m n u n o l m u ş t u . Onu limana bakan ve havalandır-
ma sistemi iyi çalışan bir odaya çıkardı. Sonra:
— Bu sefer neyin peşindesin? dedi. Kübalılarla
mı, yoksa kaçakçılarla ilgili bir iş mi?
— Iş için değil.Transit geçiyorum b u r a d a n . Ista-
kozunuz var mı?
— Tabii.
— öyleyse bir iyilik edin bana da akşam yemeği-
ne iki İstakoz ayırtın. Erimiş yağda kızartılacak. Son-
ra sizin o spesiyal ve çok pahalı ciğer ezmenizden de
bir porsiyon istiyorum, t a m a m mı?
— T a m a m . Bir ziyafet falan mı var? Buzlu şam-
p a n y a da ister misiniz?
— F e n a fikir değil. Şimdi bir duş yapıp biraz da
kestirmem gerek. Şu Kingston H a v a a l a n ı denen yer
insanı perişan ediyor doğrusu.
James Bond saat altıda uyandı. Önce nerede ol-
duğunu a n l a y a m a d ı . Sonra yattığı yerde d ü ş ü n d ü ve
hatırladı. Sir James M o l o n y , bir süre hafızasının geç
çalışacağını söylemişti. P a r k Kliniği'nde geçirdiği
günler, uygulanan E C T tedavisi ve sonra k e n t t e bir
malikânede geçirdiği nekahet dönemi doğrusu çok çe-
tin olmuştu. Otuz gün içinde siyah k u t u d a n beynine
yirmi dört darbe indirilmişti. Tedavi t a m a m l a n d ı k t a n
sonra Sir James, aslında A m e r i k a ' d a on sekiz şoktan
fazlasına izin verilmediğini itiraf etmişti. Bond kara
kutuyu ve şakaklarına konan katodları ilk gördüğü
z a m a n dehşet içinde kalmıştı. Şok tedavisi sırasında

50
hastaların yatağa kayışlarla bağlandığını, yüksek vol-
tajın etkisiyle kasılan ve kıvranan v ü c u d u n yataktan
fırladığını d u y m u ş t u . F a k a t bu ilkel tedavi artık çok
gerilerde kalmıştı. Şimdi şoktan önce p e n t a t o l l e de-
nen iğne yapılıyordu. Bu iğne sayesinde şok sırasında
vücutta küçük bir k ı p ı r d a n m a dışında hiçbir hareket
g ö r ü l m ü y o r d u . Tedavinin sonuçları d ü p e d ü z muci-
zeydi. O hoşsohbet psikoterapist, B o n d ' a R u s y a ' d a
neler yaptıklarını, beynini nasıl yıkadıklarını ve ken-
disinin M .yi ö l d ü r m e s i n e r a m a k kaldığını etraflıca an-
latmıştı. Bütün bu k o r k u n ç hikâyeleri dinleyince
B o n d ' u n KGB'ye karşı duyduğu kin yeniden alevlen-
mişti. P a r k ' a girdikten altı h a f t a sonra, kendi canice
planları için beynini esir almış olan o insanlarla bir an
önce h e s a p l a ş m a k t a n başka bir isteği yoktu. Beyni te-
davi edildikten sonra sıra, v ü c u d u n u tekrar eski for-
m u n a sokmaya gelmişti. G ü n l e r c e M a i d s t o n e polis
atış p o l i g o n u n d a sonu gelmeyen atış ve silah talimleri
yapmıştı. Ve nihayet bir gün M.nin yardımcısı poligo-
na gelip çalışmalarını seyretmiş ve o n u n l a birlikte bir
gün geçirdikten sonra altında yeşil m ü r e k k e p l e parafı
olan talimatı vermiş, ayrıca M.nin şans dileklerini ilet-
mişti. O n d a n sonra sıra, L o n d r a H a v a a l a n ı ' n a doğ-
ru heyecanlı o t o m o b i l yolculuğuna gelmişti. O r a d a n
bineceği uçak, kendisini d ü n y a n ı n öbür yarısına götü-
recekti.

Bond bir duş d a h a yaptı, gömleğini, p a n t o l o n u -


nu giydi, ayağına da sandaletlerini geçirdi, ağır ağır sa-
hildeki bara gitti. Kendisine buzlu sek bir duble Wal-
ker de Luxe ısmarladı, sonra r ı h t ı m d a denizdeki ba-
lıklara pike yapan pelikanları seyre daldı. Bir duble
d a h a ısmarladı, içkiyi hafifletmek için suyla içti, son-
ra Aşıklar Yolu 3 1/2 n u m a r a l ı köşkü, h a v a a l a n ı n d a
okuduğu mesajda sözü geçen örneklerin neler olduğu-
nu ve S c a r a m a n g a ' y ı nasıl haklayabileceğinidüşünme

61
ye başladı. Emir aldığı dakikadan beri kendisini dü-
şündüren bir konu vardı: "Şu adamı t e m i z l e " diye
emir vermek gayet kolaydı, fakat Bond hiçbir z a m a n
soğukkanlılıkla a r k a d a n adam ö l d ü r m e k t e n hoşlan-
mamıştı. Oysa dünyanın en hızlı silah çeken a d a m ı n ı n
karşısına geçip de "Silahına d a v r a n " demek de düpe-
düz intihardı. Neyse, bakalım gelişmeler ne göstere-
cekti. Yapılacak ilk iş b ü r ü n d ü ğ ü kimlikten kurtul-
maktı. Diplomatik p a s a p o r t u n u G o o d n i g h t ' a teslim
edecek ve "Transworld C o n s o r t i u m " e l e m a n l a r ı n d a n
Mark Hazard olacaktı. Bu firma kamuflaj için ideal
bir firmaydı. Kendine Batı Hint Adaları Şeker Şirketi
ile iş yapmaya gelmiş bir işadamı süsü verecekti. Ç ü n -
kü J a m a i k a ' n ı n nispeten ıssız batı bölgelerinde "Kai-
ser Bauxite" şirketinden başka faaliyette b u l u n a n tek
tesis oydu. Ayrıca T h u n d e r b i r d Oteli'nin inşaatıyla
işe başlayan ve d ü n y a n ı n en güzel sahillerinden birini
geliştirmeyi hedefleyen Negril Projesi de vardı. Kendi-
sine pekâlâ inşaat için yer arayan zengin bir adam süsü
de verebilirdi. Altıncı hissi kendisini yanıltmıyorsa,
burcundaki kehanet gerçekten doğruysa ve o r o m a n t i k
Aşıklar Yolu'ndaki köşkte S c a r a m a n g a ile karşılaşır-
sa, d u r u m a göre bu seçeneklerden birinde karar kıla-
caktı.
Chanel No 5 kokan çıplak bir kol B o n d ' u n boy-
n u n a dolandı. Bond b o y n u n a dolanmış kolu t u t m a k
için uzandığı sırada kesik bir ses kulağına:
— Oh, James, özür dilerim, diye fısıldadı. Daya-
namayıp sana sarıldım. Geri d ö n m e n o kadar harika bir
şey ki!
Bond elini yumuşacık çenenin altına koyup kal-
dırdı, kendine doğru yaklaştırdı, dudaklarını yarı
aralık d u d a k l a r a gömerek onu b ü t ü n ihtirasıyla ö p t ü ,
sonra:
— N e d e n bu işi yapmaya daha önce d ü ş ü n m e d i k

52
G o o d n i g h t ? dedi. Ü ç yıl a r a m ı z d a bir k a p ı d a n başka
bir şey y o k t u . Neler d ü ş ü n ü y o r d u k acaba o z a m a n ?
G e n ç kız o n d a n uzaklaştı. Altın rengi saçları ba-
şını çevreliyor ve aşağılara inerek b o y n u n u kucaklı-
y o r d u . Hiç değişmemişti Mary. Yine her z a m a n k i gibi
hafif bir m akyaj yapmıştı. F a k a t teni güneşten yan-
mıştı. Alev alev y a n a n mavi gözleri yine eskisi gibi
pervasız b a k ı y o r d u . Bakmıyor, m e y d a n o k u y o r d u bu
gözler. Sakinken bile insanı delirtecek k a d a r ateşli du-
d a k l a r d a da yine aynı çılgın g ü l ü m s e m e vardı. Ancak
ü s t ü n d e k i elbiseler çok farklıydı. L o n d r a ' d a y k e n giy-
diği o ciddi ifadeli bluzla eteklik yerine, şeker pembesi
kısa etekli bir elbise giymiştiC) B o y n u n d a da bir dizi in-
ci vardı. Elbisesi, göğüs ve kalça k ı s ı m l a r ı n d a oldukça
dardı. B o n d ' u n kendisini alıcı gözle s ü z d ü ğ ü n ü gö-
rünce gülümsedi Mary.
— Düğmeler a r k a d a aşağıda kuyruk s o k u m u hi-
zasında, dedi. T r o p i k istasyonların tek tip ü n i f o r m a s ı
bu.
— Çok iyi. Sana bir sorum var, o n d a n sonra gidip
yem eğim izi yer ve birbirimize hayat hikâyelerimizi an-
latırız. Hem u n u t m a d a n sorayım, şefin Ross nereler-
de?
Mary G o o d n i g h t ' i n y ü z ü n d e tasalı bir ifade belir-
di:
— Sana d o ğ r u s u n u söyleyeyim, ben de bilmiyo-
r u m . G e ç e n h a f t a bir iş için T r i n i d a d ' a gitti. ScaraD
m a n g a a d ı n d a bir a d a m ı b u l u p yerini tesbit edecekti.
S c a r a m a n g a bu çevrede faaliyette b u l u n a n bir kiralık
katildir. H a k k ı n d a fazla bir şey bilmiyoruz. Merkez
nedense kendisinin izlenmesini istiyor.
M a h z u n bir ifadeyle gülümseyerek:
— Kimsenin b a n a bu tip k o n u l a r d a bilgi verdiği
yok aslında. A k ş a m a kadar masa başı işi y a p ı y o r u m .
Binbaşı R o s s ' u n iki gün önce dönmesi gerekirdi, fakat

53
h â l â d ö n m e d i . Servis M e r k e z i ' n e kırmızı alarm yolla-
rını ak z o r u n d a k a l d ı m . K e n d i s i n e bir h a f t a d a h a zam an
t a n ı m a m ı istediler, dedi.
— Neyse o n u n b u r a l a r d a b u l u n m a m a s ı n a m e m -
nun oldum. Yardımcısı d a h a çok işime y a r a r b e n i m !
Son bir soru; bu Aşıklar Yolu 3 1/2 n u m a r a h a k k ı n d a
neler öğrenebildin?
M a r y G o o d n i g h t kızardı.
— Ne öğrendim h a ? Ne işler açtın b a ş ı m a o soru
yüzünden. Açık a r t ı r m a y ı y a p a c a k olan A l e x a n d e r ,
ne k a d a r sıkıştırdıysam hiçbir şey söylemedi. Onun
üzerine Özel Şube'ye başvurmak zorunda kaldım.
Vallahi en a z ı n d a n b i r k a ç a}' b a k a m am o n l a r ı n yüzü-
ne. H a k k ı m d a neler d ü ş ü n e c e k l e r , kim bilir. O köşk
bir şey... bir şey. Nasıl diyeyim, bir genelevmiş.
G e n ç kızın bu u t a n g a ç halini g ö r ü n c e B o n d bir
k a h k a h a koyverdi. S o n r a genç kızla alay etti.
— K e r h a n e miymiş yani?
— J a m e s , o ne biçim söz? L ü t f e n , bu k a d a r ka-
balık e t m e k şart m ı ?

54
V. B Ö L Ü M

AŞIKLAR YOLU NO 3 1/2

J a m a i k a ' n ı n güney kıyıları kuzey kıyıları kadar


güzel değildir. K i n g s t o n ' d a n Savannah La M a r ' a ka-
dar giden yolun 200 km.si son derece bozuktur. Marj'
G o o d n i g h t B o n d ' a yol göstermek ve ufak tefek arıza-
lar o l d u ğ u n d a yardım etmek üzere birlikte gelmek is-
temiş, Bond da hayır diyememişti.
İspanyol şehri, May P e n , Timsah G ö l ü , Kara Ne-
hir, öğle yemeğini yedikleri Beyaz Ev H a n ı . . . K:zgm
güneşte o n c a yolu katettikten sonra, nihayet öğleden
sonra saat dört sularında d ü m d ü z bir yola çıktılar ve o
yol kendilerini bahçeleri leylaklarla dolu küçük villa-
ların b u l u n d u ğ u yere getirdi. Burası, halk dilinde Sav
La M ar denilen mütevazi küçük kıyı kasabasının
"şık" bir banliyösüydü.
Sahil b o y u n d a k i eski mahalle dışında Sav La
M ar, tipik bir J a m a i k a kasabası değildi. Pek hoş bir
yer olduğu da söylenemezdi. Şekerkamışı çiftlikleri-
nin ileri gelenleri için inşa edilen villalar soğuk m a n z a -
ralı olmasına karşın insanda saygı uyandıran binalar-
dandı. Birbirleriyle dik kesişen d ü m d ü z caddeler, Ja-
m a i k a ' n ı n kasaba ve şehirlerinin havasına hiç uymaD

55
yan bir p l a n l a m a n ı n ü r ü n ü y d ü .
Bond ilk garajda d u r d u , depoya benzin doldurtD
tu, sonra M ar}' G o o d n i g h t ' a bir araba kiralayıp onu
geri yolladı. G e n ç kıza görev k o n u s u n d a hiçbir bilgi
vermemişti. Sadece " K ü b a ile ilgili bir iş" gibilerin-
den belirsiz bir şey söylemiş, Mary de tek soru sorma-
mıştı. Bond gerek duyduğu a n d a kendisiyle ilişkiye
geçeceğini ve işini bitirince de hemen kendisini araya-
cağını söyledi. Mary, b u n d a n fazla bilgi verilmeyece-
ğini bilirdi, tşini bilen bir insan tavrıyla tozlu yoldan
hızla hareket etti. Bond da arabasını ağır ağır rıhtım
b o y u n a sürdü. Aşıklar Yolu'nu buldu. Burası rıhtım-
dan dirsekler yaparak kıvrıla kıvrıl a yukarı çıkan ve iki
y a n ı n d a h a r a p d ü k k â n l a r l a evler b u l u n a n bir yoldu.
Çevrenin coğrafi d u r u m u n u kafasına iyice yerleştir-
mek için o bölgede bir tur attı, sonra arabayı sahilde,
balıkçı teknelerinin kızağa çekildiği bir k u m s a l d a
park etti. Kapıları kilitledi, kumlar üzerinde sarhoşlar
gibi yalpalayarak y ü r ü d ü , Aşıklar Yolu'na geldi. Et-
rafta çok az insan yardı. G ö r ü n e n üç beş kişi de fakir
balıkçılardı. Bond b a h a r a t kokan küçük bir bakka
d ü k k â n ı n d a n bir paket Royal Blend sigarası aldı. 3
1 / 2 n u m a r a n ı n nerede o l d u ğ u n u sordu. Bu soruyu
sorduğu adam kendisine biraz m e r a k l a baktı.
— Bu yol üzerinde, d a h a ilerde. Yüz m e t r e kadar
y u k a r d a , sağ taraftaki büyük ev, dedi.
Bond caddenin gölgeli tarafına geçti, o t a r a f t a n
ağır ağır yürümeye devam etti. Sigara paketini açtı ve
kendine eski J a m a i k a ' d a n bir köşeyi seyre dalmış bir
turist süsü vermek için sigara yakarak etrafına bakın-
dı. Sağ t a r a f t a sadece bir tek büyük ev vardı. Bond evi
incelerken sigarayı y a k m a k t a bir hayli oyalandı.
Bir z a m a n l a r belki de bir tüccarın köşkü olan bu
ev, m u t l a k a önemli bir yerdi. İki katlıydı. Balkonlar
binayı çepeçevre sarıyordu. Ahşap bir yapıydı, fakat

56
d a m ı n d a k i kiremitler g ü m ü ş gibi p a r l ı y o r d u . Pencere-
lerin boyası d ö k ü l m ü ş t ü . Köşkün c a d d e b o y u n c a uza-
nan avlusunda ince uzun boyunlu tavuk sürüleri ve
sıska üç J a m a i k a köpeği oynaşıyordu. Köpekler cad-
denin karşı t a r a f ı n d a n B o n d ' a tembel tembel bakıp
kaşınıyorlardı. Arka avlunun gerilerinde t a m a m e n
çiçek açmış çok güzel bir Lignum Vitae ağacı vardı.
Bond, ağacın en azından ev kadar eski o l d u ğ u n u t a h -
min etti. Belki de elli yaşında vardı. U luluğuyla ve gü-
zelliğiyle o köşkün malıydı. Ağacın gölgesinde m e -
lez bir kız yaylı bir koltuğa o t u r m u ş , dergi o k u y o r d u .
Otuz m e t r e uzaklıktan bile kızın pek cici bici bir şey
olduğu belliydi. Kız b i n a n ı n arka t a r a f ı n a doğru döD
nünceye kadar Bond y ü r ü d ü . Kız gözden kaybolana
d u r d u ve evi dikkatle inceledi.
Köşkün açık giriş kapısına ahşap bir merdivenle
çıkılıyordu. Kapının üzerindeki pervazda o cadde üze-
rindeki evlerin pek azından b u l u n a n k o c a m a n beyaz
bir plaka vardı. P l a k a d a koyu mavi bir zemin üzeri-
ne beyaz r a k a m l a r l a 3 1/2 yazılmıştı. Kapının iki ya-
nındaki k o c a m a n iki pencereden sol t a r a f t a k i p a n j u r -
luydu ve p a n j u r l a r ı da kapalıydı. Sağ t a r a f t a k i pence-
rede ise panjur yoktu. Tozlu bir c a m d a n başka bir şey
g ö r ü n m ü y o r d u . Kapının üzerinde döner bir tabelada
güneşten solmuş harflerle " H ü l y a l a r Diyarı Kumar-
h a n e s i " yazılıydı. O pencerenin etrafına da Red Stripe
birasının, Royal Blend, F o u r Aces sigaralarının ve
C o c a C o l a ' n m reklam afişleri yapıştırılmıştı. Elle bo-
yanmış bir tabelanın üzerinde " H a z ı r Yemekler",
o n u n altında da "her gün taze sıcak h o r o z çorbası bu-
l u n u r " yazıları o k u n u y o r d u .
Bond yürüyüp caddeyi geçti, merdiveni çıktı,
açık giriş kapısına asılı boncuklu perdeyi araladı, içeri
girince tezgâha y ü r ü d ü . Vitrinli tezgâhta b u l u n a n bir
tabak k u r u m u ş tarçmlı çöreği, paketlenmiş m u z cipsD

57
lerini ve reçel kavanozlarını incelerken, dışardan ayak
sesleri geldi. Bahçedeki ağacın altında o t u r a n kız içeri
girdi. Boncuklu perde kızın ardından şıngırtıyla kapan-
dı. G e n ç kız bir melezdi. Bir tutam ipek siyah saçın al-
tında çekik pervasız ela gözler vardı. Soyunda m u t l a k a
bir Çinli olmalıydı. Sırtına son derece frapan pembe
bir elbise geçirmişti. Bu renk, tenine çok uyonuştu. El
ve ayak bilekleri incecikti. Kibarca gülümsedi. Gözleri
B o n d ' u okşar gibiydi.
— îyi akşamlar!
— îyi akşamlar, bir Red Stripe içebilir miyim?
— Hayhay.
Kız tezgâhın arka t a r a f ı n a gitti. Buzdolabını aç-
mak için eğildiğinde bir an güzel göğüsleri g ö r ü n d ü .
Bond, istese b u n a engel olabileceğini biliyordu genç
kızın. Buzdolabının kapağını diziyle iterek k a p a d ı , bi-
rayı açtı ve tezgâhın üzerine temizce bir bardağın ya-
n m a koydu.
— Bir şilin altı peni, efendim, dedi.
Bond parayı ödedikten sonra tezgâhın ö n ü n e bir
t a b u r e koyarak o t u r d u . G e n ç kız kollarını b a n k o n u n
üzerine koyup o n a b a k a r a k :
— Transit mi geçiyorsunuz? diye sordu.
— Öyle sayılır. D ü n k ü G l e a n e r ' d e b u r a n ı n satılık
o l d u ğ u n a dair bir ilan o k u d u m . Bir gelip göreyim de-
dim. Güzel, k o c a m a n bir ev. Sizin mi burası?
Kız güldü. O z a m a n güzelliğini bozan dişleri çıktı
ortaya. Dişlerinin uçları ham şekerkamışı çiğnemek-
ten sivrilmiş ve keskinleşmişti.
— N e r e d e o günler! Ben...nasıl diyeyim .. .bura-
nın bir a n l a m d a m ü d ü r ü y ü m . Bir kere bu kahve var,
sonra d a h a başka n u m a r a l a r ı m ı z da var. Belki duy-
m uşsunuzdur.
B o n d ' u n yüzünde saf bir ifade belirdi:
— Ne gibi n u m a r a bunlar?

58
— Kızlar. Altı yatak odası var y u k a r d a . Gayet te-
mizdir. T o p u topu bir p a u n d alıyoruz. Şimdi Sarah
var y u k a r d a . Çıkıp kendisiyle t a n ı ş m a k ister misiniz?
— Hayır, bugün istemem, teşekkür ederim, H a v a
çok sıcak. Burada yalnızca bir tek kız mı b u l u n d u r u -
yorsunuz?
— Lindy de var. Ama nişanlandı. İri yapılı bir
kızdır. O n u n tipindeki kızlardan hoşlanıyorsanız ya-
rım saate kadar işi biter. Saat altı sularında falan. O
z a m a n ortalık da d a h a serinlemiş olur.
— Ben senin tipindeki kızlardan h o ş l a n ı r ı m , adın
ne senin bakayım?
Kıkır kıkır güldü genç kız.
— Ben sadece sevdiğim erkekle y a t a r ı m , p a r a için
yapmam o işi. Burasını sadece idare ettiğimi söyledim
size. Tifîy benim a d ı m .
— Seyrek rastlanan bir isim. Nasıl böyle az rast-
lanan bir isim koymuşlar sana?
— A n n e m i n altı kızı olmuş. .H epsine çiçek isimle-
ri vermiş. Violet, Rose, Cherry, Pansy ve Lily diye.
Sonra ben d o ğ m u ş u m . Bana verecek çiçek ismi kal-
m a m ı ş . Bunun üzerine "Yapay çiçek" a n l a m ı n a gelen
"Artificial" adını koymuş.
Tifîy sözünü kesip B o n d ' u n gülmesini bekledi.
Bond gülmeyince hikâyesine devam etti:
— Okula başladığım z a m a n arkadaşlarım b u n u n
komik bir isim olduğunu söyleyerek benimle alay et-
meye başladılar. Nihayet ismimi kısaltıp Tifîy dediler.
O n d a n sonra da öyle kaldı.
— Yine de bence çok cici bir isim, dedi Bond. Be-
nim adım da, M a r k .
Tifîy'' fin gir d ey er ek:
— Yoksa o ismin asıl sahibi gibi siz de bir aziz
misiniz? dedi.
— İlk defa böyle bir şeyle itham ediliyorum doğD

69
rusu. Bir iş nedeniyle F r o m e ' a gelmiştim. A d a n ı n bu
tarafı çok h o ş u m a gittiği için b u r a d a kiralık bir yer
aramayı d ü ş ü n d ü m . F a k a t denize d a h a yakın bir yer
istiyorum. Biraz dolaşıp araştırmam gerekecek anlaşı-
lan. Odalarınızı geceliğine mi kiralıyorsunuz?
Kız d ü ş ü n d ü .
— Tabii, o da m ü m k ü n . Neden olmasın? F a k a t
burayı biraz fazla gürültülü bulabilirsiniz. Bazen içki-
yi kaçırmış müşterilerimiz olur. S o n r a evin su tesisatı
da çok eskidir.
B o n d ' a biraz d a h a yaklaştı, sesini a l ç a l a t a r a k :
— Burayı kiralamanızı kendi a d ı m a tavsiye et-
mem. Ev berbat d u r u m d a . Kiremitler çok kırık.
D a m ı a k t a r m a k için en azından bir beş yüzlük, h a t t a
binlik h a r c a m a n ı z gerekecek, dedi.
— Uyardığın için teşekkürler, Tiffy. F a k a t niçin
satıyorlar buraya? Polisle başları derde falan mı girdi?
— Hayır, öyle bir şey yok. Biz b u r a d a saygıdeğer
bir yer işletiyoruz. N e d e n i şu.. G l e a n e r ' d e k i ilanda
adı yazılı olan Bay B r o w n ' i n , kendisi benim p a t r o D
n u m d u r , bir karısı var..
— Evet?
— Bayan Brown, d a h a doğrusu Bayan Agatha
Brown d a h a önce p r o t e s t a n d ı . Kısa bir süre önce kaD
tolik oldu. Hem de koyu bir katolik. O n u n için şimdi,
ne kadar yasalara uygun ve dürüst bir şekilde yönetiD
lirse yönetilsin, bizim burası gibi evlerden h o ş l a n m ı -
yor. C a d d e n i n karşı t a r a f ı n d a b u l u n a n katolik kilise-
sinin d a m ı n ı n da tıpkı b u n u n k i gibi aktarılması gere-
kiyor. Bayan Brown bir taşla iki kuş v u r m u ş olacak.
Kocasına buraya k a p a t ı p satmaya, b u r a d a n kendi his-
sesine düşecek parayla da katolik kilisesinin d a m ı n ı
a k t a r m a y ı d ü ş ü n d ü ğ ü n ü söylemiş.
— Ne yazık. H a l b u k i gayet hoş ve sakin bir yere
benziyor. Peki burası satılırsa sen ne olacaksın?

60
— H e r h a l d e K i n g s t o n ' a taşınırım. O r a d a k i kar-
deşlerimden birinin yanın a giderim. Belki büyük ma-
ğazalardan birinde bir tezgâhtarlık b u l u r u m . Sav La
M a r ' d a hayat yok.
Ela gözleri biraz h ü z ü n l e n d i .
— F a k a t burayı çok arayacağım da kesin. Bura-
nın halkı eğlenceye d ü ş k ü n d ü r , Aşıklar Yolu da se-
vimli bir caddedir. Bu yol üzerinde o t u r a n l a r ı n hepsi
birbirleriyle d o s t t u r . Nasıl diyeyim, b u r a d a bir, bir...
— Atmosfer var.
— T a m a m . H e r h a l d e öyle bir şey var. Tıpkı eski
J a m a i k a gibi bir yer yani. Sanırım J a m a i k a da vaktiy-
le burası gibi bir yerdi. Herkes birbiriyle dosttu. Baş-
ları derde girdiği z a m a n birbirlerine yardım ederler-
miş. Devamlı müşterilerimiz parasız kaldıkları z a m a n
kızlarımız onlarla bedava bile yatarlar.
Ela gözler, soran bakışlarla B o n d ' a baktı.
— Çok düşünceli bir davranış doğrusu. F a k a t iş
açısından pek iyi olmasa gerek, değil mi?
Tifîy güldü:
— Eh, bizimki de tam anlamıyla iş sayılmaz as-
lında. Kamu hizmeti gibi bir şey. Su gibi, elektrik gibi,
sağlık ve milli eğitim hizmetleri gibi...
Sözlerini yarıda kesip om u z u n u n üzerinden du-
var saatine baktı. Saat 5.45'i gösteriyordu.
— Hey Tanrım! Öyle bir lafa daldım ki, May ile
Joe'yu u n u t t u m . Yemek saatleri geldi, dedi.
Hemen pencereye gidip camı aşağı indirdi. Birden
iki siyah küçük kuş k a h v e h a n e n i n içine girdi. H a v a d a
tur atarak ötmeye başladılar. Çığlıkları dünyada
hiçbir k u ş u n k i n e b e n z e m i y o r d u . Sonra tezgâhın üstü-
ne B o n d ' u n elinin az ötesine k o n d u l a r .
Tifîy tezgâhın arka tarafına geçti, ç a n t a s ı n d a n
iki peni çıkardı, paraları kasaya koyup hesaba yazdı,
sonra sinek pislikleriyle dolu camın gerisinde bulunan

61
raftan tarçmlı iki çörek aldı. Kuşlar kızın elinden çö-
rek kırıntılarını kapıp yediler. Bu fasıl bittikten sonra
da tezgâhın üzerine pislediler. Hallerinden çok mem-
n u n g ö r ü n ü y o r l a r d ı . Tifîy bir bez alıp b a n k o n u n üze-
rini temizledi. S o n r a :
— Biz onlara klingCkling diye ad taktık ama bu-
ranın okumuşları o n l a r a J a m a i k a sığırcığı diyorlar.
Çok sokulgan hayvanlardır. J a m a i k a ' n ı n ulusal kuşu
uzun kuyruklu Doktor Kuşu'dur, fakat ben bunları da-
ha çok seviyorum. O kadar güzel o l m a m a l a r ı n a rağ-
men a d a n ı n en insana yakın kuşları b u n l a r d ı r . Üstelik
de çok komik şeyler. Bunu da biliyormuş gibi bir hal-
leri var. Yaramaz siyah hırsızlar b u n l a r , dedi.
KlingCklingler gözlerini çöreklerin d u r d u ğ u yerden
ayırmıyor, yemekleri zamansız sona erdiği için de acı
acı ötüyorlardı. James Bond cebinden iki peni çıkar-
dı, kıza vererek:
— İlginç hayvanlar, dedi. Tıpkı oyuncaklara
benziyorlar. O n l a r a bir ziyafet de b e n d e n çek olmaz
mı?
Tifîy parayı kasaya kaydetti, iki çörek d a h a çı-
kardı t e z g â h t a n .
— Joe ve May. îkiniz de beni dinleyin şimdi. Bu
kibar beyefendi demin Tiffy'ye çok nazik d a v r a n d ı .
Şimdi de size öyle davranıyor. O n u n için p a r m a ğ ı m ı
gagalamak yok. Tezgâhın üstünü de pisletmeyeceksi-
niz. Yoksa bir d a h a ziyaretimize gelmez.
Kuşları besleme faslının yarısına gelmişti ki, kız
bir ses dinlermiş gibi başını yana eğerek kulak kabart-
tı. Yukarda bir yerde döşeme tahtaları gıcırdıyordu,
sonra merdivenden inen ayak sesleri geldi. Anide Tifü
fy'nin canlı yüzünde bir gerginlik ve durgunluk belirdi.
Bond'a:
— İnen L i n d y ' n i n d o s t u d u r , diye fısıldadı.
Önemli bir a d a m d ı r . Buranın iyi müşterisidir. Fakat

62
kendisiyle yatmıyorum diye beni pek sevmez. Onun
için kaba k o n u ş u r bazen, dedi.
Kuşları açık pencereye doğru kovaladı.
— Çok gürültü yapıyorlar diye May ile Joe'yu da
sevmiyor.
Kuşlar, yarım çöreğin hâlâ tezgâhın üzerinde
d u r d u ğ u n u görmüşlerdi. Şöyle bir h a v a l a n d ı k t a n son-
ra kanat çırparak yeniden indiler. Tiffy B o n d ' a dön-
dü:
— Sizden çok rica ederim, gelen ne derse desin
ses çıkarmayın. Sessiz sessiz o t u r u n . E t r a f ı n d a k i in-
sanları çileden ç ı k a r m a k t a n zevk duyar. S o n r a d a . . .
Bir an d u r d u , değişik bir ses t o n u y l a devam etti:
— Bir Red Stripe d a h a içer miydiniz bayım?
Odanın arka t a r a f ı n d a k i bir kapıyı kapayan b o n -
cuklu perde şıngırdadı. Bond çenesini sağ avucunun içi-
ne almış, tezgâhın ö n ü n d e o t u r u y o r d u . Arkasına yas-
landı. P a n t o l o n kemerinin iç t a r a f ı n d a k i Walther
P P K ' n i n varlığını hissedince r a h a t l a d ı . Sağ eliyle sila-
hının kabzasını kavramaya hazırdı. Sol ayağını tabu-
renin ayaklığından yere kaydırdı.
— Fena olmaz, dedi.
Sol eliyle ceketinin düğmelerini açtı, yine aynı elle
mendilini çıkardı, y ü z ü n ü n terini sildi.
— Ölükaldıran rüzgârı esmeden önce saat altı su-
larında hava hep böyle bunaltıcı sıcak oluyor, dedi.
— Ölükaldıran geldi bile bayım. Rüzgârını ala-
madınız galiba.
James Bond başını ağır ağır k o n u ş a n kişiye çevir-
di. Büyük salon alacakaranlıktı. Bond loş ışıkta uzun
boylu a d a m ı n yalnızca siluetini görebildi.'îçeri giren
adam elinde bir valiz taşıyordu. Valizi yere bıraktı,
tezgâha geldi. Pabuçlarının tabanı kauçuk olmalıydı,
çünkü hiç ses çıkarmıyordu yürürken. Tiffy tezgâhın
gerisinde sinirli sinirli kıpırdandı, sonra bir düğme

63
" ç ı t " etti. Duvarlardaki küflü duylara takılı yarım
düzine kadar zayıf ampul, yanıverdi.
Bond r a h a t bir ifadeyle:
— Yüreğimi ağzıma getirdiniz, dedi.
S c a r a m a n g a gelip tezgâha yaslandı. Gizli Servis'
in arşiv b ö l ü m ü n d e k i fişten verilen eşkâl tam t a m ı n a
doğruydu. F a k a t o eşkâlde bu iri yapılı a d a m ı n kedi
kadar çevik olduğundan, geniş omuzlarından, dar
kalçalarından ve soğuk d o n u k bakışlardan söz edil-
memişti. Sırtında gayet iyi dikilmiş tek düğmeli haki
renk bir takım elbise, ayaklarında da kahverengili be-
yazlı bir ayakkabı vardı. Boynuna kravat yerine beyaz
ipek bir fular bağlamış, fuları da gömleğine m i n y a t ü r
t a b a n c a şeklinde altın bir kravat iğnesiyle t u t t u r m u ş -
tu. Bu kıyafetin insana gülünç gelmesi gerekirdi, a m a
adam zarif yapısından dolaya hiç de öyle g ö r ü n m ü y o r -
du.
— Ben bazen insanların yüreklerini değil de
ayaklarını harekete geçiririm. Onları dans ettirir son-
ra da a y a k l a r ı n d a n v u r u r u m .
Amerikan aksanıyla konuştuğu İngilizcesinde.
zerre kadar yabancı şivesi yoktu.
Bond:
— Oldukça katı bir ö n l e m , dedi. N e d e n yapıyor-
sunuz b u n u ?
— Son keresinde beş bin dolar için yapmıştım.
Galiba benim kim o l d u ğ u m u bilmiyorsunuz. Şu ekşi
suratlı kız adımı söylemedi mi size?
Bond Tiffy'ye baktı. Korkudan donakalmıştı.
— N e d e n söylesin, dedi Bond. Ben de neden bil-
mek isteyeyim?
Bir altın parıltısı hızla yanıp söndü Scaramanga'
nın elinde. Şimdi elindeki t a b a n c a n ı n u c u n d a k i ufak
siyah namlu B o n d ' u n göbeğine çevrilmişti.
— Bunun y ü z ü n d e n . Hem sen b u r a d a ne aradığı-
nı anlat bakalım, yabancı. Senin gibi şehirli bir beyza-
denin 3 1/2 n u m a r a y a gelmesi biraz garip bence. Aslı-
na bakarsan Sav La M a r ' a düşmesi de garip. Sakın
polisten falan olmayasın? Veya polisin yakın dostla-
rından falan? Ha?
— Kam er adî
Bond y a p m a bir hayret ifadesiyle ellerini havaya
kaldırdı. Tiffy'ye doğru dönerek:
— Kim bu a d a m ? Silah zoruyla Jamaika'ya tek
başına fethe kalkışmış biri mi? Sirkten kaçmış bir pal-
yaço mu yoksa? Sor bakalım şuna ne içer? Kim olursa
olsun o t a b a n c a çekişi güzel n u m a r a y d ı doğrusu.
Adamın bir dakika önce tetiği çekip v ü c u d u n u
delik deşik etmesine r a m a k kaldığını biliyordu Bond.
Silah yasasıyla yaşayan fedailerin g u r u r u n a d o k u n m a -
mak gerekirdi. Bir an kendini k a r n ı n a bir kurşun ye-
miş, elinde t a b a n c a s ı n a uzanacak kadar hal k a l m a m ı ş
d u r u m d a yerde kıvranırken hayal etti. Tiffy'nin yü-
zünde artık deminki güzellikten eser kalmamıştı. Yü-
zü gerilmiş, d o n u k bakışlarla B o n d ' a b a k ı y o r d u . Bu
meçhul erkek h o ş u n a gitmişti. Fakat deminki sözler-
den sonra, a d a m ı ölü farzediyordu. îdam fermanı
çoktan hazırlanıp imzalanmıştı kızın g ö z ü n d e . KlingD
klingler, Joe ile May de aynı elektrikli havayı sezmiş-
lerdi. Kulakları sağır eden sesler çıkararak havalandı-
lar, gecenin karanlığında kaybolmak isteyen hırsızlar
gibi açık pencereye yöneldiler.
45'lik C o l t ' u n uğultusu kulakları p a r a l a d ı . İki
kuş d a r m a d a ğ ı n oldu. Tüyleri ve pembe et parçaları
ıssız caddeye şarapnel parçaları gibi dağıldı.
Bir an, kulakları d o n d u r a n bir sessizlik çöktü
odaya. James Bond bir milim bile k ı p ı r d a m a d ı . Ger-
gin havanın dağılmasını bekleyerek olduğu yerde kal-
dı. Tifîy küfürle karışık bir çığlık atarak B o n d ' u n
Red Stripe şişesini kaptı ve beceriksiz bir hareketle firD

65
lattı. Salonun arka t a r a f ı n d a bir cam şangırdadı. TiflD
fy o cılız isyan h a r e k e t i n d e n sonra b a n k o n u n a r d ı n d a
dizlerinin üstüne çöktü ve hıçkırıklarla boğularak bir
sinir nöbeti geçirmeye başladı.
James Bond birasının kalanını içti, ağır ağır aya-
ğa kalktı, S c a r a m a n g a ' y a doğru y ü r ü d ü . Tam onun
y a n ı n d a n geçerken, adam sol kolunu ağır bir hareket-
le uzattı, B o n d ' u pazısından yakaladı. T a b a n c a s ı n ı n
n a m l u s u n u b u r n u n a doğru kaldırdı, zarif bir hareketle
dağılan d u m a n ı kokladı. D o n u k bakışlı ela gözleri bir
garip bakıyordu:
— Ö l ü m ü n kokusu bir başkadır bayım, dedi. Bir
denemek istemez miydiniz?
Pırıl pırıl parlayan tabancayı B o n d ' a adeta bir
gül sunarmış gibi uzattı.
Bond durduğu yerde sanki taş kesilmişti.
— Kendine gel, dedi. Çek elini k o l u m d a n .
S c a r a m a n g a ' n m kaşları çatıldı. O yavan, kurşun
gibi bakışlarla B o n d ' u sanki ilk kez g ö r ü y o r m u ş gibi
süzdü. Sonra bıraktı k o l u n u .
Bond tezgâhın arkasına d o l a n d ı . Scaramanga'
nm kendisini alaylı bir gülüşle izlediğini gördü. Tiffy'
nin y a n m a eğildi. G e n ç kız tekmelenmiş bir köpek
yavrusu gibi acı hıçkırıklarla ağlıyordu. Caddenin
aşağılarında bir yerde h o p a r l ö r d e n bir kalipso sesi gel-
meye başladı.»
Bond a d a m ı n gözlerinin içine baktı:
— Teşekkür ederim. Ö l ü m ü n k o k u s u n u çok iyi
bilirim. Ve sana Berlin ü r ü n ü kokuyu salık veririm.
Ama 1945 yalının ü r ü n ü olsun.
Dostça, a m a ince bir alay taşıyan ifadeyle güldü:
— Ama sen o tarihte ö l ü m ü n k o k u s u n u t a d a m a D
yacak kadar gençtin h e r h a l d e . . .

66
VI. B Ö L Ü M

KOLAY KAZANÇ

B o n d , Tiffy'nin sağ yanağına sertçe iki t o k a t attı.


S o n r a da sol yanağına. Kızın yaşlı gözlerindeki bakış
n o r m a l e d ö n m e y e başladı. Elini y a n a ğ ı n a g ö t ü r d ü ,
hayretle B o n d ' a baktı. Bond ayağa kalktı. Bir bez alıp
m u s l u k t a ıslattı. S o n r a eğildi, bir k o l u n u genç kızın
v ü c u d u n a dolayıp, ıslak bezle hafif hafif yüzünü sildi.
Kızı ayağa kaldırdı, tezgâhın arkasındaki rafın üzerin-
de d u r a n el çantasını eline verdi:
— H a y d i , artık u z a t m a Tiffy, dedi. O güzel yü-
zünün makyajını tazele bakayım. Biraz sonra müşteri-
ler gelmeye başlayacak. Bu evin bir n u m a r a l ı h a n ı m ı
müşterilerin karşısına güzel bir yüzle çıkmalı...
Tiffy çantasını açarken S c a r a m a n g a ' y a baktı. O
biçimli d u d a k l a r vahşi bir sırıtmayla gerildi. Sadece
B o n d ' u n duyabileceği k a d a r h a f i f b i r sesle, yılan tıslar
gibi:
— O aşağılık herifin hesabını göreceğim. Yu-
k a r d a tepede E d n a Ana var. P o r t a k a l Tepesi tarafın-
da. Büyücülerin en müthişidir. Yarın oraya gidece-
ğim. Birkaç gün sonra bu herif neye uğradığını anla-
y a m a y a c a k , dedi.

67
Bir ayna çıkararak makyajını tazelemeye başladı.
Bond elini cebine attı. Cebinden birer sterlinlik beş
b a n k n o t çıkarıp saydı. Onları kızın ç a n t a s ı n a tıktı:
— Burada olup bitenlerin hepsini u n u t . Bu pa-
rayla kendine cici bir k a n a r y a alabilirsin. Sana arka-
daşlık eder. Hem sonra yem verirsen çok geçmeden
bir, iki klingCkling kuşu d a h a gelir s a n a . O n l a r ı da alış-
tırırsın.
Kızın o m u z u n u okşayarak o r a d a n ayrıldı. Tekrar
S c a r a m a n g a ' n m y a n m a geldi.
— Az önce yaptığını sirkte yapsaydın (Sirk sözü-
nü kasıtlı olarak ikinci kez kullanmıştı) iyi bir n u m a r a
olurdu, fakat kıza çok d o k u n d u . Üç beş kuruş ver
ona.
S c a r a m a n g a a ğ z ı n m m içinde geveleyerek:
— D a h a neler, dedi.
S o n r a kuşkuyla B o n d ' a baktı:
— Hem sonra nedir bu sirk lafları? dedi. Sen şu
olduğun yerde kal da sorularımı cevapla bakalım. Po-
listen misin? H a l i n d e bir polis havası var. Değilsen bi-
le ne arıyorsun b u r a d a ?
— Kimse b a n a emir vermeye kalkışamaz, dedi
Bond. Emri hep ben veririm.
Odanın ortasına yürüdü ve bir masaya o t u r d u :
— Gel otur da o m u z u m a yaslanıp d u r m a . Ben
p a y a n d a değilim, dedi.
S c a r a m a n g a omuz silkti, bir iki büyük adım attı,
iskemlelerden birini kaptı çevirdiği gibi b a c a k l a r ı n ı n
arasına soktu, sonra tersine o t u r d u ve sol k o l u n u is-
kemlenin arkalığının üzerine sarkıttı. Sağ kolunu ise
kalçasının üzerine, fildişi tabancasının y a n m a koydu.
B o n d , bir silahşor için b u n u n m ü k e m m e l bir pozisyon
olduğunu bilirdi. Bir çatışma olduğu t a k d i r d e iskem-
lenin m a d e n i arkalığı v ü c u d u n hayati n o k t a l a r ı n ı bir
kalkan gibi k o r u r d u . Ç o k dikkatli ve çekirdekten yeD
ü ş m e bir adam olduğu kesindi karşısındakinin. Bond
her iki elini de masaya koyarak neşeyle:
— Hayır, dedi. Polisten falan değilim. Adım
M a r k H a z a r d . " T a r n s w o r l d C o n s o r t i u m " adlı bir şir-
ket hesabına çalışıyorum. F r o m e ' d e W İ S C O şeker
çiftliğinde işim vardı. Bilir misin o çiftliği?
— Bilir misin ne demek? Ne işin vardı o r a d a ?
— Sen de ne tez canlı adamsın b i r a d e r ! Önce sen
söyle bakalım, kimsin, ne iş yaparsın?
— S c a r a m a n g a a d ı m . Francisco S c a r a m a n g a . İş-
çi ilişkileri üzerinde çalışırım. Adımı duymuşluğun
var mı?
Bond kaşlarını çattı:
— Var diyemem. D u y m u ş olmam mı gerekiyor-
du?
— D u y m a m ı ş olanların çoğu öbür dünyaya göç
ettiler.
— Benimkini d u y m a m ı ş olanların çoğu da öbür
dünyaya göç ettiler.
Bond arkasına yaslandı. Bacak bacak üstüne atıp
bir eliyle ayak bileğini kavradı. Bu haliyle k a l a n t o r
kulüp üyelerine benziyordu. Alaycı bir sesle s ü r d ü r d ü
konuşm asını:
— Sekiz sıra madalyalı, cepheden yeni gelmiş bir
k a h r a m a n edasıyla k o n u ş m a s a n d a h a iyi edeceksin.
Örneğin, yedi yüz milyon Çinliden hiçbiri senin ya da
benim adımı d u y m u ş değildir. Küçücük bir havuzda
yaşayan bir k u r b a ğ a d a n başka nesin ki?
S c a r a m a n g a karşılık vermedi. Düşünceli bir ta-
vırla:
— Evet, dedi. Karayipleri oldukça ufak bir göl
sayabilirsin. F a k a t bu gölde de nefis balıklar yakala-
nabilir. "Altın T a b a n c a l ı A d a m " . Böyle derler b a n a
buralarda...
— T a b a n c a işçi sorunlarını halletmekte çok praD

69
tik bir araçtır. F r o m e ' d a bir hayli işimize yarayabilir-
sin.
— Başınız dertte mi yoksa o r a d a ?
S c a r a m a n g a bu işe sıkılmış gibiydi.
— Evet, şekerkamışı t a r l a l a r ı n d a d u r m a d a n yan-
gınlar çıkıyor.
— Senin işin o konuyla mı ilgili?
— Aşağı yukarı. Çalıştığım şirketin uzmanlık
a l a n l a r ı n d a n biri de sigorta soruşturmasıdır.
— îş yerinde güvenlik önlemleri ha? D a h a önce
de rastladım senin gibi işlerde çalışanlara. Şimdi seni
g ö r ü n c e neden polis k o k u s u aldığımı a n l a d ı m .
S c a r a m a n g a önsezisinde y a n ı l m a m ı ş o l d u ğ u n u
anlayınca bayağı keyiflenmişti. R a h a t l a m ı ş bir ses t o -
nuyla sordu:
— Peki bir s o n u ç verdi mi bari s o r u ş t u r m a n ?
— Birkaç Rastafari y a k a l a d ı m . Hepsini temizle-
yip b u r a l a r d a n uzaklaşmak çok d a h a h o ş u m a giderdi
a m a iki gözleri iki çeşme sendikalarına b a ş v u r d u l a r .
M ü s l ü m a n oldukları için kendilerine k ö t ü m u a m e l e
yapıldığından şikâyet ettiler. Bunun üzerine aleyhleri-
ne başlatılan işlemi d u r d u r d u k . Senin anlayacağın,
y a k ı n d a yeniden başlar yangınlar. İşte bu yüzden de-
min F r o m e ' d a bileğine ve silahına güvenen bir a d a m ı n
çok işimize yarayabileceğini söyledim. Senin mesleğin
de aşağı yukarı bu sanırım, değil mi?
S c a r a m a n g a B o n d ' u n hafif alaylı bir ifadeyle
sorduğu bu soruyu d u y m a z l ı k t a n geldi. Cevap vermek
yerine:
— Silah taşır mısın? diye s o r d u .
— Tabii, Rastafarilerin peşinden silahsız gidilir
mi?
— Ne tip silah taşırsın?
— W a l t h e r P P K . 7.65'lik.
— Evet, etkili silahtır.

70
S c a r a m a n g a tezgâha d ö n d ü :
— Hey, soğuk kedi! Kendine geldiysen iki Red
Stripe getir bize.
T e k r a r masaya d ö n d ü . B o n d ' u n gözlerinin içine
bakarak:
— Bundan sonra ne yapacaksın?
— Bilmem. L o n d r a ile ilişkiye geçip bu bölgede
halletmemi istedikleri başka bir iş olup olmadığını so-
racağım. F a k a t acelem yok. Aslında bir b a k ı m a ser-
best çalışıyor sayılırım. Benimki işin çıkmasına bağlı.
N e d e n sordun? Bir teklif falan mı var?
Tifîy tezgâhın a r d ı n d a n çıkıp y a n l a r ı n a gelene
kadar cevap vermedi a d a m . S o n r a gelip üzerinde şişe-
lerle bardaklar b u l u n a n metal tepsiyi B o n d ' u n ö n ü n e
koydu. Bir kerecik başını çevirip b a k m a m ı ş t ı ScaraD
m a n g a ' y a . S c a r a m a n g a havlar gibi kesik bir k a h k a h a
attı. Elini ceketinin iç cebine attı. T i m s a h derisi bir
c ü z d a n d a n bir yüz dolarlık çıkarıp masanın üzerine
koydu.
— H a d i bakalım artık barışalım güzelim. Arada
bir şu bacaklarını aralasan d a h a cici bir kız o l u r d u n .
Haydi gül bakalım, etrafım da asık suratlı insanlardan
hoşlanm am.
Tifîy b a n k n o t u aldı:
— Teşekkür ederim bayım, dedi. Paranızı nasıl
harcayacağımı bilseniz çok şaşırırdınız.
A d a m a uzun sert bakışlarla baktı, sonra topukla-
rının üzerinde d ö n ü p uzaklaştı.
S c a r a m a n g a omuzlarını silkti. İki adam da bar-
daklarını d o l d u r u p içtiler. S c a r a m a n g a cebinden lüks
bir p u r o tabakası çıkardı, içinden ince kalem gibi bir
yaprak sigarası alıp yaktı. D u m a n ı d u d a k l a r ı n ı n ara-
sından hafif hafif bıraktı, sonra ince d u m a n ı b u r u n
deliklerinden tekrar çekti. Bu işi birkaç kez tekrarladı.
Bir y a n d a n da B o n d ' u sözüyordu Nihayet:

71
— Şöyle ayaküstü para k a z a n m a k ister misin?
diye sordu. Bin dolar mesela.
— N e d e n olmasın? dedi Bond.
Bir an d u r a k l a y ı p , " m ü m k ü n d ü r " diye devam
etti. "Senin y a k ı n ı n d a k a l m a k fırsatı y a r a t a c a k s a ka-
bul d o s t u m " demek istiyordu.
S c a r a m a n g a bir süre k o n u ş m a d a n sigarasını içti.
Dışarıda bir araba d u r d u . K a h k a h a l a r l a gülen iki
adam hızlı adımlarla merdivenleri çıktılar. Boncuklu
p e r d e d e n içeri girer girmez gülmeleri kesildi. Kıyafet-
lerinden işçi oldukları anlaşılıyordu. B a n k o y a doğru
sessizce gittiler, Tifîy ile fisıldaşarak k o n u ş m a y a baş-
ladılar. İkisi de tezgâhın üstüne birer p a u n d koydular.
S o n r a beyaz a d a m l a r ı n m ü m k ü n olduğu kadar uza-
ğından bir tur atarak salonun a r k a s ı n d a k i b o n c u k l u
p e r d e d e n geçip gözden kayboldular. Bond a d a m l a r ı n
biraz u z a k l a ş t ı k t a n . s o n r a yeniden gülüşürek konuş-
m a y a başladıklarını d u y d u .
S c a r a m a n g a gözlerini bir an bile B o n d ' u n yüzün-
den ayırmam ıştı.
— Başım da bir dert var, dedi. O r t a k l a r ı m d a n ba-
zıları bu N egril projesiyle ilgilenmeye başladılar. Ara-
zinin en s o n u n d a k i Kanlı Körfez adı verilen yer. Bilir
misin orasını?
— Haritayı incelerken g ö r d ü m . Hemen Yeşil
Ada L i m a n ı ' n m berisinde değil mi?
— T a m a m . Senin anlayacağın, bu işte benim de
bazı hisselerim var. O n u n için o r a d a bir otel inşa et-
meye başladık Birinci katını, lobisini, k o n f e r a n s salon-
larını, r e s t o r a n ı n ı filan da t a m a m l a d ı k . F a k a t o sırada
turist akını hafifledi... Amerikalılar, K ü b a ' y a fazla
yakın olduğu için eskisi gibi adaya sık gelmi-
yorlar. Tabii ki, d a h a başka nedenler de vardır. Ban-
kalar da güçlük ç ı k a r t m a y a başladı. P a r a sıkıntısı be-
lirdi. Beni anlayabiliyor m u s u n ?

72
— D e m e k canını sıktı bu inşaatın d u r u m u ?
— T a m a m . O n u n için birkaç gün önce geldim.
T h u n d e r b i r d O t e l i ' n d e kalıyorum. En önemli ortak-
lardan beş.altısı inşaat yerinde bir t o p l a n t ı için u ç a k l a
geliyorlar. Yani inşaatı ve o bölgeyi gözden geçirmek
için. S o n r a kafa kafaya verip b u n d a n sonra ne yapa-
cağımızı kararlaştıracağız. O a d a m l a r ı en iyi şekilde
ağırlamak istiyorum. O n u n için K i n g s t o n ' d a n nefis
bir k o m b o ekibi, kalipso, limbo şarkıcıları, güzel kız-
lar getirttim. Ne m ü m k ü n s e yaptım y a n i . . . G r u p ha-
linde denize girip yüzeceğiz. î n ş a a t sahasının en
önemli özelliklerinden biri de bir z a m a n l a r şekerkamı-
şı taşıyan ufak bir tren h a t t ı olması. î n ş a a t yerinden
Yeşil Ada L i m a n ı ' n a kadar uzanır. O l i m a n d a da 13,5
m e t r e b o y u n d a bir Criscraft R o a m e r tipi m o t o r u m
var. Derin deniz balıkçılığı için. O tekneyle de denizde
ayrıca gezintiye çıkacağız. Anlıyor m u s u n ? Çok iyi
vakit geçireceğiz.
— Onlar da bu a r a d a o kadar eğlenecek ve o ka-
dar m e m n u n kalacaklar ki, senin hisselerini de satın
alacaklar, öyle mi?
S c a r a m a n g a öfkeyle kaşlarını çattı:
— Ne m ü n a s e b e t ! Sana bin doları böyle garip dü-
şüncelere kapılasm diye v e r m i y o r u m , anladın mı?
— Niçin veriyorsun öyleyse?
S c a r a m a n g a bir iki dakika p u r o n u n d u m a n ı n ı ağ-
zından çıkarıp b u r n u n d a n geri çekmeye devam etti.
Bu hareket onu yatıştırıyor gibiydi. Alnındaki kırışık-
lar kayboldu.
— Bu o r t a k l a r d a n bazıları zorlu kişilerdir. Hepi-
miz hissedarız bu işte. Fakat hissedar olmak dost ol-
mak değil tabii. Anlıyor m u s u n ? Herbirinin kendi çı-
karı açısından neler d ü ş ü n d ü ğ ü n ü a n l a m a k için bazen
onların ikisini ü ç ü n ü toplayıp özel olarak görüşmek
isteyeceğim. Küçük toplantılar yapacağım yani. Belki

73
bu sırada öbürleri, yani özel toplantıya k a t ı l m a y a n l a r
b u n d a n kuşkulanıp toplantıya zorla girmek isteyebilir-
ler. Seni m u h a f ı z olarak çalıştırmayı d ü ş ü n ü y o r u m .
Eh, ne de olsa güvenlik işlerinden anlıyorsun. Yaptı-
ğın iş de az çok b u n a benziyor. T o p l a n t ı l a r d a n önce
odaları k o n t r o l edip gizli m i k r o f o n vs. yerleştirilip
yerleştirilmediğini k o n t r o l edebilir, t o p l a n t ı sırasında
da kapının ö n ü n d e bekleyerek kimsenin y a k l a ş m a m a -
sını, a d a m l a r l a yalnız k a l m a m ı sağlayabilirsin, diye
d ü ş ü n d ü m . Çakıyor m u s u n m a n z a r a y ı ?
Bond kendini tutam ayarak güldü:
— Yani bir çeşit fedailik y a p t ı r m a k istiyorsun ba-
na? öyle mi?
S c a r a m a n g a ' n m kaşları yine çatılmıştı:
— B u n d a o kadar garip ne var bayım? ö n e r d i ğ i m
p a r a iyi p a r a değil mi? Üstelik, T h u n d e r b i r d gibi lüks
bir otelde üç dört gün yan gelip eğleneceksin. S o n u n -
da bin dolar. Bu teklifte o kadar acayip olan ne var
ki?
Scaram anga yaprak sigarasını m a s a n ı n altına attı
ve hınçla bastırarak ezdi.
Bond d ü ş ü n ü y o r m u ş gibi ensesini kaşıdı bir süre.
G e r ç e k t e n de d ü ş ü n ü y o r d u . . . Hem de nasıl! Scara-
manga'nm kafasından geçenlerin hepsini kendisine
a n l a t m a d ı ğ ı n ı çok iyi biliyordu.
Bond bir sigara y a k a r a k :
— Ben sadece senin gibi ustaca silah k u l l a n a n bi-
risinin m u h a f ı z t u t m a k istemesine g ü l d ü m , dedi. Fa-
kat d u r u m a bakılırsa, çok eğlenceli bir iş olacak. Ta-
bii, kabul ediyorum, geleceğim. Ne z a m a n başlıyorum
işe? Arabam yolun aşağısında d u r u y o r .
S c a r a m a n g a ceketinin kolunu sıyırıp altın kol
saatine baktı.
— Saat 6.32, dedi. Arabam gelmiş olmalı. Haydi
gidelim. Yalnız bir n o k t a y ı u n u t m a m e ç h u l a d a m :

74
Çok çabuk tepem a t a r , bilesin. Anlaşıldı mı?
Bond r a h a t bir ifadeyle:
— D e m i n k i masum kuşların başlarına geleni gör-
d ü m , dedi. Birbirimize kızmamız için ben bir n e d e n
göremiyorum.
S c a r a m a n g a kayıtsız bir sesle:
— Peki öyleyse, dedi.
İkisi de kalktılar. S c a r a m a n g a salonun arka tara-
fına yürüyerek valizini aldı. Geniş adımlarla ön kapı-
ya doğru ilerledi ve m e r d i v e n d e n indi.
Bond çabucak tezgâha gitti.
— Hoşça kal Tiffy'', dedi. inşallah bir gün
yine yolum bu t a r a f l a r a düşer de gelirim. Biri gelip be-
ni soracak olursa, Kanlı Körfez'deki T h u n d e r b i r d
O t e l i ' n d e o l d u ğ u m u söyle, olmaz mı?
Tiffy' elini uzatıp ürkek bir hareketle yakasına
dokundu:
— O r a d a çok dikkatli olun Bay M a r k . O otel
gangster parasıyla çalışıyor. Kendinize çok dikkat
edin olmaz mı?
Hafifçe eğilerek fısıldadı.
— O adam bugüne kadar karşılaştığım insanların
en k ö t ü s ü d ü r . O valizin içinde esrar var. Rasta bu sa-
bah getirip bıraktı o n u n için. Kokladım, esrar kokusu
var.
G e n ç kız alelacele fısıldadığı bu bilgilerden sonra
çabucak geri çekildi.
— Sağolasm Tiffy', dedi Bond. Edna Ana'ya
söyle, o n a sıkı bir büyü yapsın. Bir gün sana anlatırım
nedenini. U m a r ı m firsat olur. Haydi hoşça kal.
Evden hızla çıkıp merdivenlerden indi ve caddeye
çıktı. Kırmızı bir T h u n d e r b i r d spor araba egzozu lüks
bir deniz m o t o r u gibi sesler çıkararak binanın ö n ü n d e
onları bekliyordu. Şoför bir Jamaikalıydı. Gayet şık
giyinmişti, kafasında bir kasket vardı. Otomobilin telD

75
siz a n t e n i n d e takılı kırmızı ufak bir bayrağın üzerinde
altın harflerle " T h u n d e r b i r d O t e l i " yazılıydı. ScaraD
m a n g a şoförün y a n ı n d a o t u r u y o r d u .
Sabırsızlanarak:
— Bin arkaya, dedi. Seni arabanı bıraktığın yere
g ö t ü r ü r ü z . O n d a n sonra da a r k a m ı z d a n gelirsin. Yol
biraz ileride düzeliyor.
James Bond arkaya bindi. Tam S c a r a m a n g a ' n m
arkasına o t u r d u . Adamı eski G e s t a p o , şimdiki K G B
usulüyle h e m e n oracıkta ensesinden vurup v u r m a m a D
yı d ü ş ü n d ü . F a k a t birçok n e d e n d e n dolayı y a p a m a d ı
b u n u . Bir kere, öteden beri soğukkanlı bir şekilde ci-
nayet işlemek yapısına uygun değildi. İkincisi içinde bu
a d a m ı temizleme z a m a n ı n ı n d a h a gelmemiş o l d u ğ u n a
dair bir önsezi vardı. Ü ç ü n c ü s ü S c a r a m a n g a ' y ı öldü-
rürse, şoförü de hemen oracıkta öldürmesi gerekecek-
ti ki, b u n u istemiyordu. Bu nedenlere bir de gecenin
yumuşaklığı ve caddenin aşağısmdaki h o p a r l ö r d e n ge-
len müzik sesi eklenince içinden " h a y ı r " dedi. Araba
Aşıklar Y o l u ' n d a n aşağıya, deniz kıyasına inerken bu
" h a y ı r " m hem emre karşı gelmek hem de büyük bir
çılgınlığa kalkışmak olduğunu çok iyi biliyordu...

76
VII. B Ö L Ü M

HAYALÎ MÜLK

Karanlık bir gecede bir yere, özellikle d a h a önce


hiç görmediği yabancı bir diyarda bir yere geldiği za-
m a n en cesur, en gözüpek insan bile sıradan bir turis-
tin duyduğu çekingenliği ve ürkekliği duyar.
James B o n d , J a m a i k a ' n ı n coğrafyasından iyi kö-
tü a n l a r d ı . Yol b o y u n c a , sol t a r a f ı n d a denizin oldu-
ğunu biliyordu. Öndeki arabayı takip ederek gözalıcı
bir k a p ı d a n girip iki y a n ı n d a genç Royal palmiyeleri
dikili geniş bir bulvardan yukarıya doğru çıktığı sıra-
da, çok y a k ı n d a k i p l a j d a n gelen dalga seslerini duy-
du. Şekerkamışı t a r l a l a r ı n ı n . T h u n d e r b i r d Oteli'ne ait
araziyi çeviren yeni yüksek duvarın h e m e n ötesinde
başladığını t a h m i n etti. Tepelerin a r d ı n d a n hafif bir
bataklık kokusu da geliyordu. O tepeleri yolda gelir-
ken ay ışığı altında belli belirsiz g ö r m ü ş t ü . F a k a t bu
tahminlerin dışında, nerede b u l u n d u ğ u ve yaklaştığı
yerin nasıl bir yer olduğu k o n u s u n d a en küçük bir bil-
gisi y o k t u . Bu durum B o n d ' u n b ü t ü n h u z u r u n u kaçıD
rıyordu.
Bir gizli ajan için ilk ilke b u l u n d u ğ u yerin coğraf-
yasını iyi bilmek, o yere giriş çıkış k o n u s u n d a bilD

77
gi sahibi olmak ve dış dünyayla ilişki sağlamaktır. Ja-
mes Bond bir saattir bilinmeyen bir semte doğru ara-
ba sürdüğünü ve kendisiyle ilişkiye geçebilecek en ya-
kın kimsenin de elli kilometre uzaktaki genelevde çalı-
şan bir kız olduğunu d ü ş ü n d ü k ç e rahatı kaçıyordu.
D u r u m u hiç de parlak değildi doğrusu.
Öndeki arabanın ışıklarını yedi, sekiz yüz metre-
den gören biri düğmelere basmış olmalıydı. Ç ü n k ü
birdenbire ağaçlar arasında parlak ışıklar yandı ve ni-
hayet son virajı da aldıktan sonra otel g ö r ü n d ü . Işık-
l a n d ı r m a gayet ustalıkla yapılmıştı. D a h a t a m a m l a n -
m a m ı ş i n ş a a t a ait iskeleler zifiri k a r a n l ı k t a kaldığı
için gözükmüyor, otelin biten giriş katıyla cephesi ön
plana çıkıyordu. Büyük, pembe ve beyaz renklerle de-
kore edilmiş giriş b ö l ü m ü , otele asil bir g ö r ü n ü ş veri-
y o r d u . Bond dış kapıdaki diğer a r a b a n ı n a r k a s ı n d a
d u r d u ğ u z a m a n cephedeki pencerelerin gerisinde ışıl
ışıl yanan avizelerin altında siyahlı beyazlı m e r m e r ze-
mini gördü. O sırada şef garson yanındaki siyah ce-
ketli kırmızı p a n t o l o n l u Jamaikalı maiyetiyle birlik-
te telaşla merdivenlerden indi. S c a r a m a n g a ' y a büyük
bir saygı ve ilgi gösterdikten sonra bavulları alıp kü-
çük bir konvoy halinde hole girdiler. Bond m ü r a c a a t
m asasında uzatılan fişe adını " M a r k H a z a r d " , a d r e s i -
ni de Transworld C o n s o r t u m ' u n sicilli t i c a r e t t e kayıtlı
adresi Kensington Caddesi olarak yazdı.
O sırada S c a r a m a n g a otelin m ü d ü r ü olduğu anla-
şılan bir a d a m l a k o n u ş u y o r d u . Temiz yüzlü, zarif gi-
yimli bu gencin Amerikalı olduğu belliydi. S c a r a m a n -
ga B o n d ' a d ö n d ü :
— Batı K a n a d ı ' n d a k i 24 n u m a r a d a kalacaksın,
dedi. Ben de h e m e n yanındaki 20 n u m a r a d a y ı m . İste-
diklerini o d a servisine söylersin. Sabah o n d a görüşü-
rüz. A d a m l a r da K i n g s t o n ' a öğle sularında gelecekler,
t a m a m mı?

7S
Bakışlarından alacağı cevaba hiç aldırmadığı bel
liydi. Bond " T a m a m " diye cevap verdikten sonra va
lizini taşıyan komilerden birini izleyerek kaygan mer-
mer holü geçti, lobinin sol t a r a f ı n d a k i bir kemerden
girip baştan aşağı mavi Wilton halısı ile k a p l a n m ı ş
uzun beyaz bir k o r i d o r d a n y ü r ü d ü . H a v a d a taze bo-
yayla J a m a i k a sedirinin kokusu vardı. Kapılar ve
elektrik tesisatı son derece zevkle yapılmıştı. B o n d ' u n
odası hemen hemen k o r i d o r u n en s o n u n d a , soldaydı.
20 n u m a r a da o n u n tam karşısındaydı. Odaya girince
içerde klima cihazının çalıştığını gördü. Burası gayet
hoş çift yataklı, m o d e r n bir yatak odasıyla gri beyaz
bir b a n y o d a n ibaretti. Bond klimanın düğme-
sini k a p a t a r a k camı açtı. Bir an uçsuz bucaksız denizi,
göz alabildiğine uzanan kumsalı ve palmiyeleri seyre
daldı. Bond sol t a r a f t a , giriş kapısından dağılan sarı
ışıkta, birisinin arabayı çalıştırdığını gördü. T a h m i -
nen otelin arka t a r a f ı n d a k i park yerine gidiyor ol-
malıydı. T e k r a r odasına d ö n d ü . Odaya yukarıdan aşa-
ğıya çok dikkatli bir şekilde k o n t r o l etti. Kuşku uyan-
dıran tek şey, iki kişilik yatakla telefonun hemen yuD
karsında duvarda b u l u n a n büyük tabloydu. Tablo Ja-
maika pazarından bir görüntüyü resmediyordu. Ma-
halli bir ressam t a r a f ı n d a n yapılmıştı anlaşılan. Bond
tabloyu kaldırdığında arkasındaki duvarın m a u n ol-
duğunu gördü. S o n r a telefonu incelemek için cebin-
den bir çakı çıkardı. Ahizeyi o y n a t m a d a n dikkatlice
onu ters çevirip yatağın üzerine koydu. Hiç gürültü
y a p m a d a n telefonun altındaki kapağı çıkardı. Tabla-
nın iç t a r a f ı n d a ufak bir mikrofon vardı. Bu mikro-
fon iki kabloyla telefon içindeki ana kabloya bağlanı-
yordu. Bond telefonun alt kapağını yine vidaladı, son-
ra hiç ses y a p m a d a n eski yerine koydu. Bu aleti tanı-
yordu. Transistorlu bir dinleme cihazıydı. Odanın ne-
resinde olursa olsun, n o r m a l bir konuşmayı alabilecek

79
güçteydi. Yatmadan önce sofu bir katolik gibi yüksek
sesle dua etmek geldi aklına. T a m , merkezi ses.Nalma
cihazının faaliyet p r o g r a m ı n a uygun bir açılış olurdu
doğrusu.
James Bond üç beş p a r ç a eşyasını valizden çıkar-
dı, sonra oda servisine telefon etti. Jamaikalı bir ses
cevap verdi. Bond, bir şişe Walker de Luxe Burbon ıs-
m a r l a d ı , üç bardak buz ve saat dokuz için de Benedict
usulü y u m u r t a söyledi. Sonra soyundu, tabancasıy-
la kılıfını bir yastığın altına soktu, zile basıp komiyi
çağırdı. Elbiselerini ütüye gönderdi. Önce sıcak sonra
soğuk bir duş aldı. Ayağına bir külot geçirene kadar
b u r b o n u da geldi.
James Bond b a r d a ğ ı n a buz ve üzerine de üç par-
mak b u r b o n koydu. Pencerenin ö n ü n e bir sandalye
çekti, o n u n y a n m a alçak bir masa koydu, valizinden
Jack Kennedy'nin "Fazilet M ü c a d e l e s i " adlı kitabını
aldı ve rasgele açtı. E d m u n d G. Ross'un "Eğilip açık
mezarımın içine b a k t ı m " sözleriyle başlayan b ö l ü m ü
açılmıştı. Gidip pencere ö n ü n e o t u r d u . Burbonu iki
y u d u m d a içti, boğazında ve midesinde tatlı bir y a n m a
duydu. Bardağını tekrar d o l d u r d u , bu defa d a h a hafif
bir içki y a p m a k için d a h a fazla buz koydu. Arkasına
yaslandı ve S c a r a m a n g a ' y ı düşünmeye başladı.
S c a r a m a n g a ' d a m u t l a k a bu o d a n ı n bir yedek
a n a h t a r ı vardır diye d ü ş ü n d ü . Bond, ertesi gün kapısı-
nın altına sokmak için bir takoz y a p m a y a karar verdi.
Bu gecelik, valizini dikine bir şekilde kapının arkasına
dayadı. Sonra valizin ü s t ü n e üç içki kadehi koydu.
Bu, çok basit bir k a p a n d ı . Ama oldukça etkiliydi.
Böylelikle elinde yedek a n a h t a r da olsa, birisinin oda-
sına sessizce girmesi m ü m k ü n değildi. S o n r a ş o r t u n u
ayağından çıkardı ve çırılçıplak yatağa girip uykuya
daldı.
S a b a h a karşı iki civarında kan ter içinde bir kâD

80
busla u y a n d ı . D ü ş ü n d e bir kaleyi s a v u n u y o r d u . Çev-
resinde başkaları da vardı. Ama bunlar kaleyi koru-
mak yerine etrafta amaçsızca dolaşıyor, s a v u n m a için
çaba h a r c a m ı y o r l a r d ı . Bond onları y a r d ı m a çağırdığı
z a m a n da d u y m a m ı ş gibi davranıyorlardı. S c a r a m a n D
ga, kalenin dışında, açıktaki ovada m u a z z a m bir altın
t o p u n y a n ı b a ş m d a bir sandalyeye tersine o t u r m u ş t u .
Z a m a n z a m a n uzun p u r o s u n u n ateşini t o p u n arkasın-
daki bir noktaya değdiriyordu. T o p t a n bir alev sütunu
yükselmesine rağmen hiç ses çıkmıyordu. S o n r a fut-
bol topu b ü y ü k l ü ğ ü n d e bir şarapnel havaya yükseli-
yor ve gelip k o r k u n ç bir çatırdıyla kalenin içine düşü-
yordu. B o n d ' u n elinde ise bir okla yaydan başka silah
yoktu. Elindeki oku da k u l l a n a m ı y o r d u . Ç ü n k ü ne
z a m a n oku elindeki yayın üzerindeki oyuğa yerleştirip
çekmek istese, ok elinden kayıp yere d ü ş ü y o r d u . Ken-
di beceriksizliğine k ü f r e d i y o r d u . Neredeyse m u a z z a m
bir şarapnel d u r d u ğ u yere düşecekti. S c a r a m a n g a bir
kez d a h a uzun p u r o s u n u t o p u n ateşleme yuvasına do-
k u n d u r d u . Siyah top n a m l u d a n havaya yükseldi. Bu
kez doğruca B o n d ' a doğru geliyordu. Tam o n u n
ö n ü n d e bir yere düştü, sonra gittikçe büyüyerek ya-
vaşça ona doğru gelmeye başladı. Bu arada gittikçe kı-
salan fitilden d u m a n ve kıvılcımlar saçılıyordu. Bond
kendini k o r u m a k için bir kolunu kaldırmak istedi, ko-
lu m ü t h i ş bir acıyla gece masasının y a n ı n a çarptı,
uyandı.
Bond y a t a k t a n çıktı, soğuk bir duş yaptı ve bir
b a r d a k su içti. Tekrar yatağına d ö n d ü ğ ü n d e kâbusu
unutmuştu, çabucak uykuya daldı ve sabahın
7.30'una kadar mışıl mışıl uyudu. Uyandığı z a m a n
k ü l o t u n u giydi, kapının arkasına kurduğu barikatı
kaldırıp k o r i d o r a çıktı. Sol taraftaki bir kapı doğruca
bahçeye açılıyordu. Bond bahçeye çıktı. Çiğ d ü ş m ü ş
yeşil sahayı geçerek plaja doğru y ü r ü y o r d u ki, sağ ta-


raftaki palmiyelerin arasından acayip bir ses duydu.
D ö n ü p o tarafa doğru y ü r ü d ü . G ü r ü l t ü y ü yapan ScaD
r a m a n g a idi. Elinde kırmızı bir b o r n o z t u t a n yakışıklı
bir zenci yanıbaşmda d u r u r k e n S c a r a m a n g a da bir
tramplen üzerinde egzersiz yapıyordu. Gerilmiş bran-
da üzerinde sıçrarken vücudu ter içinde kalmıştı.
Nefis bir jimnastik gösterisiydi bu. G ö ğ s ü n ü n
üzerindeki üçüncü m e m e başı, açık bir hedef oluştu-
r u y o r d u . Bond çevresinde palmiyeler b u l u n a n hilal
şeklindeki beyaz kumsala düşünceli düşünceli indi.
S c a r a m a n g a ' n m a n t r e n m a n ı n a kafası takıldığı için dü-
ş ü n d ü ğ ü n d e n d a h a fazla denizde kaldı.
Yüzme faslı bittikten sonra odasında hızlı ve ha-
fif bir kahvaltı etti ve giyindi. Sıcak y ü z ü n d e n isteksiz
isteksiz koyu mavi takımını giydi, silahlandı, sonra
otelin etrafında bir yürüyüşe çıktı. D u r u m u çabuk
kavradı. Geceleyin b i n a n ı n ışıklı cephesi y ü z ü n d e n in-
şaatın yarısını görememişti. Lobinin öbür tarafın-
daki Doğu K a n a d ı ' n m sıvası ve boyası ne yapılıyor-
du. Otelin ana gövdesi D"T" şeklindeki binanın kuy-
ruğunu oluşturan r e s t o r a n , gece k u l ü b ü , o t u r m a
salonları a l e l a c e l e hazırlanmıştı. En gerekli eşyalarla,
halılarla, ışıklandırma düzeni ve rasgele k o n u l m u ş
mobilyalarla kostümlü bir provaya h a z ı r l a n m ı ş gibiy-
di. F a k a t felaket bir şekilde boya ve talaş k o k u y o r d u .
Belki de elli işçi aynı a n d a çalışıyordu. İşçilerden kimi
perdeleri asıyor, kimisi elektrik süpürgeleriy'le ortalı-
ğın t o z u n u alıyor, kimisi de elektrik düzenini t a m a m l ı -
y o r d u . F a k a t asıl i n ş a a t t a , otelin arka t a r a f ı n d a , bir
devin terkedilmiş oyuncaklarını a n d ı r a n ç i m e n t o kaD
rıştırıcısıyla k o m p r e s ö r l e r d e , demir karkaslar üzerin-
de çalışan bir tek kişi y o k t u .
Bond otel alanından biraz d a h a ileri y ü r ü d ü .
Arabasının nerede o l d u ğ u n u görmek istiyordu. Ara-
bayı Batı K a n a d ı ' n m arkasındaki ıssız bir park y e r i n •

K2
de buldu. G ü n e ş biraz sonra a r a b a n ı n üzerine gelecek-
ti. Bond onu d a h a ileriye büyük bir k a u ç u k ağacının
altındaki gölgeliğe aldı. Benzin d u r u m u n u k o n t r o l et-
ti, kontak a n a h t a r ı n ı da cebine attı. Şimdilik ancak bu
kadar güvenlik önlemi alabilirdi.
Bond saatine bir göz attı, sonra ağır ağır geri
d ö n d ü . Sol t a r a f t a sırf o tesisleri gizlemek amacıyla
dikilmiş, a m a h e n ü z büyüm em iş k ö r p e z a k k u m l a r ı n
gerisinde m u t f a k l a r , ç a m a ş ı r h a n e ve otel personelinin
lojmanları, kısacası lüks otellerin arka sokağı vardı.
Bond bir müzik sesi duydu. Bir J a m a i k a kalipsosunun
kalp atışlarını a n d ı r a n bir temposu vardı müziğin.
M u h t e m e l e n k o n u k l a r ı eğlendirmek için tutulan
Kingston k o m b o s u prova yapıyordu. Bond binayı do-
lanıp ön t a r a f a geldi, büyük lobiye girdi. S c a r a m a n g a
m ü r a c a a t masasında m ü d ü r l e k o n u ş u y o r d u . B o n d ' u n
ayak sesini d u y u n c a d ö n ü p baktı ve başıyla k a b a c a se-
lamladı. Bir gün önceki gibi giyinmişti. B o y n u n d a k i
beyaz eşarp holün görkemine pek u y g u n d u . M ü d ü r e
"Öyleyse t a m a m " diyerek doğruldu, B o n d ' a d ö n d ü :
— Gel gidip bir k o n f e r a n s s a l o n u n a göz atalım,
dedi.
Bond onu izleyerek restoran kapısından girdi, sağ
t a r a f t a lobiye açılan başka bir k a p ı d a n geçip duvarları
baştan başa kadeh ve tabaklarla dolu bir başka lobi-
ye çıktılar. S c a r a m a n g a önden yürüyerek ilerde bir
oyun ya da m e k t u p odası haline getirilecek olan salo-
na girdi. Bu o d a d a şarap rengi bir halının tam ortası-
na k o n u l m u ş yuvarlak masayla etrafına yerleştirilmiş
yedi beyaz m a r o k e n koltuk vardı. Her koltuğun hiza-
sında m a s a n ı n üzerine bloknotlar ve kurşunkalemler
k o n u l m u ş t u . Tam kapıya bakan koltuğun Cherhalde
S c a r a m a n g a ' n m k o l t u ğ u n ö n ü n d e beyaz bir telefon
bulunuyordu.
Bond odayı dolaştı. Pencereleri, perdeleri gözden

83
geçirdi, duvarlardaki elektrik duylarına, prizlerine
baktı. Sonra:
— Bu elektrik düğmelerinin ve prizlerin altlarına
m i k r o f o n yerleştirilmiş olabilir, dedi. S o n r a tabii tele-
fonda da bir dinleme cihazı olabilir. Bir b a k m a m ı is-
ter m isin? scanned by darkmalt 1
S c a r a m a n g a B o n d ' a bakarak:
— Hayır, gerek yok. İçinde dinleme cihazı var,
ben yerleştirdim. Konuşulanların elimde bir kaydı ol-
ması gerek.
— Pekâlâ öyleyse. Benim nerede b u l u n m a m ı isti-
yorsun?
— Kapının dışında. O r a d a o t u r u p bir dergi oku
ya da z a m a n geçirecek başka bir şey bul. Bugün öğle-
den sonra dört sıralarında bütün ortaklarla genel bir
toplantı yapacağız. Yarın da belki d a h a küçük çapta
iki üç t o p l a n t ı olacak, a m a hepsi katılmayacak. Sade-
ce iki üç tanesi. O t o p l a n t ı l a r sırasında kimse bizi ra-
hatsız etmemeli, anlaşıldı mı?
— D u r u m a bakılırsa işim gayet basit. Artık başı-
na bela olabilecek kişilerin isimlerini ve kabaca kimi
temsil ettikleri k o n u s u n d a k i bilgileri b a n a vermenin
z a m a n ı gelmedi mi?
— Şöyle otur da bir kalem al eline, dedi Scara-
m a n g a . Sonra odanın içinde ağır ağır volta a t m a y a
başladı:
— ö n c e Bay H e n d r i k s var. H o l l a n d a l ı d ı r . Avru-
palıları, d a h a çok İsviçrelileri temsil ediyor. O n d a n
yana endişe etmene gerek yok. Ç ü n k ü t a r t ı ş m a d a n
hoşlanan bir tip değildir. S o n r a Sam Binion var.
Detroitli.
— Mor Çete'den mi?
Scaramanga volta atarken birden d u r d u . Oldukça
sert bakışlarla B o n d ' a baktı.
— Bu saydıklarımın hepsi de son derece, saygıdeD

84
ğer beyefendilerdir, bay bilmem neyin nesi.
— Adım H a z a r d ' d ı r .
— Peki, Bay H a z a r d olsun. K o n u k l a r ı m saygıde-
ğer kişilerdir, anladın mı? Bu t o p l a n t ı n ı n N e w
York'ta Mafıa liderlerin yaptığı A p a l a c h i a n toplantısı
gibi bir şey olacağı falan gelmesin aklına. Hepsi de na-
muslu işadamlarıdır d o s t l a r ı m ı n . Şu Sam Binion me-
sela? Emlakçilik yapar. Kendisi ve dostları en azından
iki yüz milyonluk bir serveti temsil ediyorlar.
— Peki sen kimleri temsil ediyorsun Bay ScaraD
m anga?
— Karayip bölgesindeki servetleri.
— Küba kaynaklı mı?
— Karayip bölgesindeki dedim. K ü b a da KaraD
yiplerde değil mi?
— C a s t r o parası mı, Batista parası mı?
Yine kaşları çatılmıştı S c a r a m a n g a ' n m . Sağ elini
y u m a r a k B o n d ' a ters ters baktı:
— Sana fazla ü s t ü m e v a r m a d e d i m , beyzadem,
işlerime b u r n u n u sokup d u r m a , yoksa bil ki canın ya-
nacak.
Ve artık kendisine hakim o l a m ı y o r m u ş gibi to-
puklarının üzerinde d ö n d ü , hızla o d a d a n çıktı.
James Bond gülümsedi. T e k r a r ö n ü n d e k i listeyi
incelemeye başladı. Listedeki isimlerin gangsterler
dünyasının en ileri gelen k o d a m a n l a r ı n a ait olduğunu
hissediyordu. F a k a t kendisini en fazla ilgilendiren
"Avrupa parasını" temsil eden Bay Hendriks'ti.
Bond, "Bu a d a m ı n gerçek ismi H e n d r i k s ise ben de
a r a p o l a y ı m " diye geçirdi içinden.
Kaleminin kâğıt üzerinde bıraktığı izleri o r t a d a n
kaldırmak için b l o k n o t u n ü s t ü n d e n üç sayfa yırttı,
sonra o d a d a n çıktı, lobiye geldi. Otelin giriş kapısın-
dan giren iri kıyım bir adam danışmaya yaklaşıyordu.
Yaz sıcağında giydiği yünlü takım y ü z ü n d e n b o n c u k

85
b o n c u k terlemişti. Dışardan bakan biri için sıradan
bir insandı. Antwerpli bir elmas tüccarı, bir Alman
dişçi, isviçreli bir b a n k a m ü d ü r ü . . . Hepsi olabilirdi.
Soluk, sert çeneli yüzde kimliğini açığa vuran en ufak
bir ipucu yoktu. Ağır evrak çantasını masasının üzeri-
ne koydu, sonra boğuk bir O r t a Avrupalı şivesiyle:
— Adım H e n d r i k s , dedi. Bana bir oda ayrılmış
olması gerekir.

86
VIII. B Ö L Ü M

"SANDVİÇLERİ İKRAM ET"

Arabalar birbiri a r d ı n d a n gelmeye başladı. ScaD


r a m a n g a k o n u k l a r ı karşılamak için bekliyordu. Ge-
lenler ev sahibine ya " P i ş t o v " ya da "Bay S" diye hi-
tap ediyorlardı. Sadece Bay H e n d r i k s hiçbir şey söyle-
me di on a www.cizgiliforum.com
Bond m a s a d a k o n u ş u l a n l a r ı duyabilecek bir
uzaklıkta d u r u y o r , tiplere ve yüzlere bakıyor, ezberle-
diği isimlerin kimlere ait olduğunu kestirmeye çalışı-
yordu. Aslında hepsi de aynı h a m u r d a n yoğurulmuş
gibiydiler. Esmer tenli, sinekkaydı tıraşlı, boyları bir
seksen civarında, cılız bir gülümsemeyle a r a l a n m ı ş
dudaklar ve sert bakışlı bir çift göz. Komiler, ellerin-
deki evrak çantalarını almak istediler, a m a hiçbiri ver-
meyle y a n a ş m a d ı . Sonra Doğu K a n a d ı ' n d a k i odaları-
na dağıldılar. Bond cebindeki listeyi çıkardı, kafasına
iyice yerleşmiş olan H e n d r i k s dışında bütün diğer
isimlerin hizasına birtakım notlar düştü.
Gengerella'nın karşısına, "İtalyan menşeli, kaba, du-
daklarını ş a p ı r d a t ı y o r " ; R o t k o p f a " K ü t boyunlu, ta-
m a m e n dazlak, y a h u d i . " Binion'a "Kepçe kulaklı,
sol yanağından çenesine inen bir yara izi var, y ü r ü r ü

87
ken topallıyor G a r f i n k e l ' e " E n zorbası. Dişleri ka-
rarmış, sağ koltuk altında silah t a ş ı y o r " ve nihayet
P a r a d i s e ' a da "Aktör tipli. Kendinden emin, küstah,
d u d a k l a r ı n d a daima yapay bir gülümseme var, par-
m a ğ ı n d a da tek taşlı bir yüzük taşıyor" diye yazdı.
S c a r a m a n g a geldi yanına.
— Ne yazıp d u r u y o r s u n ?
— Onlar h a k k ı n d a ufak notlar alıyorum.
— Ver bakalım şu notlarını.
S c a r a m a n g a kesin bir tavırla elini B o n d ' a uzattı.
Bond listeyi ona verdi. S c a r a m a n g a listeye yukarıdan
aşağı bir göz attı ve geri verdi.
— Anlaşıldı, dedi. F a k a t farkettiğin o silahı özel-
likle belirtmene hiç gerek yoktu. Ç ü n k ü bunların hiç-
biri silahsız gezmez. H e n d r i k s dışında. Bu a d a m l a r
yurtdışına çıktıkları z a m a n çok sinirli olurlar.
— N e d e n acaba?
S c a r a m a n g a o m u z silkti.
— Belki de yerli h a l k t a n çekiniyorlar.
— Yerli h a l k t a n çekinen son insanlar vaktiyle bu
bölgeleri işgal eden Kırmızı Ceketlilerdi. O n u n üzerin-
den de yüz elli yıl geçti.
— Her neyse, b a n a ne? On iki civarında b a r d a
görüşürüz. Seni yardımcım diye tanıtacağım o n l a r a .
— Mükemmel.
S c a r a m a n g a ' n m kaşları çatıldı. Bond da ağır ağır
kendi odasının b u l u n d u ğ u tarafa y ü r ü d ü . Bu a d a m ı
sürekli iğneleyecekti. Ta ki, o n u n sinirlerini iyice bo-
zup silahlı bir düelloya davet ettirinceye k a d a r . Ancak
şimdilik Bond ne kadar sinir b o z m a y a çalışırsa çalış-
sın S c a r a m a n g a o n a k a t l a n a c a k gibi g ö r ü n ü y o r d u .
Ç ü n k ü B o n d ' a ihtiyacı vardı. Ama, elbette artık daha
fazla dayanamayacağı bir an gelecekti. Bu a n d a tanık-
lar da hazır bulunmalıydı. O z a m a n B o n d ' u n çok kü-
çük de olsa bir avantajı olacaktı. Ç ü n k ü planı kendisi

88

You might also like