You are on page 1of 7

SEMBOL KAVRAMI VE MĐTOLOJĐ’DE ÜREME/ DOĞURGANLIK

SEMBOLLERĐ

Đnsan bir sembol evreninin içinde ya amaktadır. Çevremizi ku atan her ey;
sayılar, renkler, ekiller birer semboldür. Tarihsel her bir olguyu insanoğlu
simgelerle/sembollerle kavrar. Semboller insanların her çağda, her toplumda, her ko ul
içinde yarattığı ileti im biçimlerinin ilk anahtarlarıdır. Đnsanoğlu yazıyı bulmadan önce
simgeyi/sembolü bulmu tur. Suyu, ağacı, bereketi, gücü, nasıl bir simge/sembol ile
anlatabileceğini dü ünmü tür. Sembol kavramını yazar Necmettin Ersoy öyle
tanımlıyor; ‘Belirli bir insan, nesne, grup ya da dü ünceyi veya bunların birle imini
temsil eden ya da bunların yerine geçen ileti im öğesidir. Bir ba ka deyi le, bir nesnenin
imajı olan veya soyut bir eyi göz önüne seren bir nesne veya canlıdır. Örneğin köpek
sadakatin, terazi adaletin sembolüdür’(Ersoy 2000,12).Yazarın bir ba ka tanımlaması
öyledir:‘Temsili bir kar ılığa uyarak, bir ba ka eyi ifade eden, hazır olmayan veya
algılanması olanaksız olan bir eyi, doğal bir ortamda zihne davet eden her ki isel i aret
bir ‘sembol’ ‘simge’dir. Bunlar bir desen, bir e ya, bir resim, isim, diyalog, alegori, ki i,
kurulu olabilir. Sembol/simge, yakı tırmak, yansıtmak, benzetmek, bir araya toplamak
olarak da tanımlanabilir. Bir simgenin/sembolün kendisinin ne olduğu değil, iletmek
istediği mesaj önemlidir’(Ersoy 2000,12).
Sembol/simge insanın doğrusunun yabancıla tığı imgesel bir içeriktir. Öznenin sembol
içerisinde gizlediği gizli anlamı, tek tek ele alınan imgesel öğelerin analizi ortaya
çıkarabilir. Simgeler/semboller açık ve net olmaktan öte kapalı ve örtülüdürler.
Simge/sembol, gerçekliğe ili kin, yoğun duygu ve ussallığı kapsayan, anlam
ili kilendirmeleriyle anlamlandırılan bir nesne, bir biçimdir. Bu biçim, bilmecemsi
öğelerle, görünmezliğin, gizemin kendisi haline dönü mü olabilir. Fromm’un söylediği
gibi “Bir sembolün özel anlamı, ancak kullanıldığı olay ve ki inin tecrübesi ı ığında
anla ılabilmektedir”(Fromm 1990,28).Ki isel bağlam yorumda egemen unsur
olduğunda simgenin bireysel açıdan değerlendirmesi gerekir. Örneğin, güne in doğu u,
doğanın somut ve sürekli olarak kendini yenileyi ini temsil ederken; bireysel
yakla ımda benzer bir ekilde düzenli olan ba ka bir süreci temsil edebilir.
Jacobi’ye göre sembol;
‘Almanca (Sınn bıld)payla tığı iki alanı da çarpıcı bir biçimde belirten bir bile iktir:
Sınn ya da anlam bilinçli mantıklı alanla ilgilidir. Bild ya da imge bilinçdı ı mantık dı ı
alana aittir’ (Jacobi 2002:132).
Simge/sembol, Frolov’un ifadesiyle; ‘hem i areti(imi) hem de imgenin gizil güçlerini
(potansiyellerini) bir araya getirir; bunları ileti im bağlamında gerçekle tirir’(Frolov
1990:131). Dolayısıyla en basit simgesel bir ifadenin bile aslında geni ve derin bir
içeriğe sahip olduğu söylenebilir.
Modern psikolojinin kurucusu J.Lacan da semboller için öyle der: ‘Semboller
yapısalla mı bir dil’dir.Sembollerin nereden geldiğini değil,ne anlatmak istediklerini
çözmek gerekir’(J.Lacan,Laplance J.,Pontalis J.B. 1967:474).
Đmgelerle dü ünmenin tarihi insanlık tarihi ile ba lar. Büyü içerikli imgeler, neolitik
dönem insanının ya amının bir yaratımıdır. ‘ Đmgeler, simgeler, efsaneler psikenin
sorumsuz yaratıları değillerdir; bunlar bir gerekliliğe cevap vermekte ve bir i levi yerine
getirmektedirler’(Eliade, XIX). Tarih öncesi tarafından kutsanan olay ve olguların
resimlerin ve heykellerin yapılma amaçlarının, kullanılan simgelerle/sembollerle gizil
güçleri etkileyerek, hedeflenen sonuca ula mak olduğu dü ünülmektedir Dünyanın
deği ik yerlerinde benzer ekillerde ortaya çıkan simgelerin/sembollerin insanlığın ortak
iletileri olduğu ve söz konusu biçimlerin evrensel bir boyuta sahip olduğunu
söyleyebiliriz. Mitolojik temalar aynı zamanda insanoğlunun evrensel tarihine kök
salmı simgelerdir. Güney Pasifik’teki Trobriand Adaları’nın yerli halkı arasında uzun
yıllar çalı an ara tırmacı Bronislaw Malinowski,Myth Đn Primitive Psychology adlı
yapıtında ‘ya ayan mitoloji’yle Đlgili tecrübesini öyle anlatır: ‘Đlkel toplumda, mit
yalnızca bir masal değil, aynı zamanda ya anan bir gerçektir. En eski çağlarda var
olduğuna, ondan sonra da dünyayı ve insanların kaderini daima etkilediğine inanılan bir
gerçek. Bu öyküleri uydurulmu ya da ya anmı olaylar olarak ayakta tutan, yalnızca
merak değildir. Tersine yerliler için bu mitler ba langıca ait, daha büyük daha önemli
bir gerçeğin ifadesidir. Đnsanoğlunun bugünkü hayatı, kaderi ve çalı ması bu gerçeklik
aracılığıyla yönetilir; ayrıca insanlar bir yandan ayinlerin ve ahlaki eylemlerinin
amacını, bir yandan da davranı larına yön veren eyi bu gerçekliğin bilgisinden çıkarır’
(Mascetti1990:12).
Mitoloji bize simgeler aracılığıyla seslenir, yani günlük hayatımızdan tanıdığımız
kavram ve resimleri kullanır, ama bunlar, mitolojik bağlam içinde, her zamanki
anlamlarına ek olarak yan anlamlara sahiptir. Mitolojik simge/sembol, her zaman
kullandığımız dilde betimlenmesi zor, gizli, bilinmeyen bir eyler ima eder. Mitolojik
simgecilik genellikle akılcı anlayı ın ötesindedir; duygularımızı psikolojik patlamayla
harekete geçiren kavramları temsil eder.’Tarif edilemez’ olanı tarif edebilmek için sıkça
simgesel bir dile ba vuruyor olmamız, insanoğlunun simgesel bir mitoloji yaratmaya
yönelik bilinçdı ı eğiliminin bir göstergesidir.(Mascetti 1990,15)
Kendi dı ımızda var olan gerçeklik ve onu ruhsal bir olay olarak görmemize yol açan,
bu gerçeklikle ilgili algımız zihinsel dünya tarafından içerilmekten çok, oraya
‘tercüme’edilmektedir. Ama bu tercüme hem bilinçli hem de bilinçdı ı düzeylerde
gerçekle ir. Öyle olaylar vardır ki, her ne kadar biz onları bilinçli olarak hatırlayamasak
da, bir biçimde sezgi, derin dü ünce ya da rüya anlarında bilinçaltında yeniden yüzeye
çıkabilir. Mitoloji, belleğin sezgisel, bilinçaltı düzeyiyle kar ıla tırılabilecek simgesel
bir dildir ve bireysel bilinçdı ından çok, kolektif bilinçdı ının içeriğini açığa çıkarır.
Mitlerle, simgeler/semboller karma ık bir ili ki içerisinde olduklarından genelde birlikte
anılmı lardır. Mit ve simge ili kisini S.Freud ve öğrencisi Jung farklı bakı açıları ile
yorumlarlar.
‘Freud: bilinçaltını, bilincin bir uzantısı olarak görmesine kar ılık, Jung tam tersine,
esas olarak öncelikle bilinçdı ını alır; bilincin ise bilinçdı ında geli ip onun bir uzantısı
olarak ortaya çıktığını savunur. Bilinçdı ı da, insanlığın en eski çağlarından beri
geçirdiği deneyimlerin ve dü ünsel süreçlerin dil, din, ırk, v.s gözetmeden ortak olan
kolektif bir birikimidir. Böylece Jung, bu imajların insanların ortak malları olduğunu ve
rüyaların olduğu kadar, çok eski dönemlerde ortaya çıkan mitlerin de özünü
olu turduğunu öne sürmekte ve paleopsikolojiyi söz konusu ederek her türlü sembolik
dü ünceyi psi ik kalıtımla ili kilendirmektedir’(Ate 2001:18).
G.Durand, mitleri ve simgeleri dini ve sosyal içerikli çizgiler olarak görür ve bunların
sınıflandırılmasına ağırlık verir (Durand 1980).LeviIStrauss’un temel tezi’de, kültür
ürünlerinin görünü te çok çe itlilik gösterdiği halde, yüzeyin altında yapısal düzeyde
evrensel birtakım öğelere sahip bulunduğudur. Böylece yüzeyde kalan biçim doğru bir
yöntemle ele alınıp çözümlendiğinde, tüm kültürlerde ortak olarak bulunan unsurlara
ula ılabileceğini, kültür yapısının esas mesajının da bu düzeyde bulunduğunu
söyler(Ate 2001:9).
Bildiri konumumuz olan kadının en derinde, özünü olu turan, biçim bulduğu ilk imgeye
kadar indiğimizde kar ımıza çıkan ilk imge ana tanrıça imgesidir ve ana tanrıça mitine
tarihte bir dizi güçlü simge/sembol e lik eder.
Ana tanrıça simgeciliği Asya’da Umay adı ile anılırken Sibirya’dan Malta’ya, doğudan
batıya yayılım göstermi , Avusturya’da Willendorf adı ile anılıp oradan Fransa, Đtalya,
Đspanya, Güney Amerika’ya kadar dünyanın her bir bölgesinde tapınım görmü tür.
Anadolu’da ise Artemis ve Kibele olarak anılmı tır. Dünyanın birçok yerinde
gördüğümüz Ana Tanrıça mitlerinin ve simgelerinin üst paleolitik dönemlerde ortaya
çıkan bir inancın ürünü olduğu dü ünülmektedir.
Ana Tanrıça’nın doğurgan gücünün yansıtıldığı ve bu gücü içinde ta ıdığına inanılan
tanrıça heykelcikleri, özellikle kutsal törenlerde ve ritüellerde kullanılmaktaydı. Tören
esnasında birer simge/sembol haline gelen heykelciklerdeki büyüsel gücün kadınlara
geçtiğine inanılırdı. Yeniden doğma isteği ile bu heykelcikler mezarlara ölülerle birlikte
gömülürlerdi. Bu heykelcikler, bereketi arttırması için tahılların içine konmu , ana
rahmini simgeleyen mağaranın en gizli noktalarında tapınım için kullanılmı lardı.
Biçimsel anlamda çe itlilik gösterseler de üreme organlarının abartılı görünümleri
hemen hepsinde ortaktı. Doğal olarak bu tanrıça simgelerinin hepsinin belli hikâyeleri
vardı ve ayinler sırasında mitsel simgeleriyle anlatılmaktaydılar. Toprağın ana, ölümün
ve gömülmenin de ana rahmine dönü olduğu fikri insanoğlunun kaderiyle ilgili
mitolojik ve dinsel bakı ı yansıtmaktaydı. Doğum, hayat, ölüm, yeniden doğu , tohum
ekme, ürünün büyümesi, hasat ve kı boyunca ölüm biçiminde bir döngü izlemekteydi.
‘Eski çağlarda ya ayanlar, her yaratılı ın bir kozmogomi(evren doğum)ediminin bir
yansıması olduğuna inanırlardı; buna göre her yaratılı dünya ve hayatın kendisinin ilahi
yaratılı ının bir tekrarı idi. Bitkilerin ve ürünlerin her ilkbaharda yeniden yaratılı ı,
hayatın yeniden ba layacağını gösterdiğinden, zamanın yeniden doğu unun simgesiydi.
Bir çocuğun doğu u da ku kusuz aynı dü üncenin bir ba ka ifadesidir’ (Mascetti
152).Bebeği besleyen sıvının yani süt’ün esas kaynağı olan göğüsler, özellikle Üst
Paleolitik dönem heykellerinde abartılarak gösterilmi tir. Bu abartılı vücut hatlarına
sahip olan heykelcikler de yüz hatlarına ait olan hiçbir ayrıntı ya belirtilmemi tir ya da
çok silik olarak gösterilmi tir. M.Ö 25.000.yıla tarihlenen Wilendorf Venüsü bu
tanrıçaların dünya da tanınmı en belirgin örneğidir(Resim 1). Bir ayin e yası olduğu
dü ünülen heykel, insan ya amının çok kısa olduğu bu dönemlerde doğum olgusunun
önemine dikkat çekmektedir.
Đnsanın doğumunu temel alan, doğurgan kadın teması, göğüslerin yanı sıra rahmi de ön
plana çıkaran göstergelerle özde le tirilerek mitolojik simgelerle anlatılmı tır (Ate
2001:84).Hayat ağacı, yüzyıllar boyunca kar ımıza kadının ve ya am vermenin bir
sembolü olarak çıkmı tır. Hayat ağacı bir anlamda doğurmayı sağlayacak olan
plasenta’dır. M.Ö özellikle bitki dalları kadın figürünün içerisinde resmedilmekteydi.
Anadolu, Sümer, Hint, Eski Đran, Altay, Eski Çin mitolojilerinde de bitki dalları ve ağaç
sembolizmi doğurganlığın bir göstergesidir. Eski Çin inanı ına göre; ‘Her kadının
içinde bir ağaç ta ıdığına ve annelerin karınlarında bulunan bu ağaçlardan çocuk
doğurduklarına inanılırdı.’ (Frazer 1949:258)(Resim 2).
Anadolu’da Üst PaleolitikIMezolitik dönem inançları ve sembollerinin devamı olarak,
Çatalhöyük, ana tanrıça inancının en yoğun ya andığı ve ilk yerle ik ya am biçimini
olu turan insan topluluğu’dur. Abartılı vücut hatları ile kar ımıza çıkan tanrıçalara, üst
Paleolitik dönemden gelen boğa ve inek kültü’nün bir sembolü olan boynuz e lik
etmektedir. Boynuz’un sembolik e le tirmedeki bu anlamı esas olarak doğumun
gerçekle tiği organik öğelere yani rahme benzer bir görünüm sunmasından
kaynaklanmaktadır. Bu nedenle ilkçağ insanlarının inançlarında bazı hayvanlar çok
büyük önem ta ımaktaydılar. Boynuz, tanrıça’nın elinde ya da ba ının üzerinde ona
ifade katarken, boynuz’ları arasına çocuk sembolü yerle tirilmi inek ve boğa ba ları bu
hayvanların tanrıça’nın kutsal hayvanları olduğunun birer göstergeleriydiler (Resim
3)(Resim 4).
Kadının inek ba ı ile sembolize edilmesi dünyanın her yerinde ve tüm Neolitik
dönemde yaygın bir ekilde kar ımıza çıkmaktadır. M.Ö.4000 yıllarına ait Ukrayna’da
bulunan çizimde kadın figürü inek portresi içine çizilmi tir(Resim 4).Mitolojilerde
kadının inek ile olan en çarpıcı örneğine Yunan mitolojisinde rastlarız. Zeus’un karısı
Hera’ nın ineğe dönü mesi ve inek kılığına girmesi, döllenmeye bağlı olarak onun
rahim ekline dönü tüğünün göstergesidir.
Uzakdoğu ve Eski Mısır mitolojilerinde de tanrıça’yı inek ile sembolize eden örneklere
çokça rastlıyoruz. Mısır’da Đsis ve Hator’da Ay ve inekle sembolize edilirdi.(Resim 5)
(Resim6)
Tanrıça’nın kutsal hayvanlarından bir diğeri Üst Paleolitik duvar resimlerinden itibaren
Neolitik dönemde de görülen leopar’dır. Leopar, sahip olduğu sembolik anlamı esas
olarak üzerindeki beneklerden almaktadır. Benekler, kanı ifade etmektedir. Leopar,
Çatalhöyük’teki ve Hacılar’daki örneklerinde tanrıça ile birlikte sanki onun bir
parçasıymı gibi biçimlendirilmi tir(Resim 7).
YumurtaIKu IKadın ili kilendirmesinde tarih öncesi çağlara baktığımızda ku ba lı
insan vücutlu ya da ku vücutlu ve insan ba lı tanrıça motiflerine rastlarız(Resim 8).
Lespugue tanrıça’sı (M.Ö.21.000)bu dü üncenin en eski örneklerindendir. Tarihi süreç
içerisinde ku ların hemen hepsi önem kazanmı tır. Asya’nın genelinde kutsanmı tır.
Kırgızlar da ki Humay ku u, kendini yakan ve küllerinden yeniden doğan ZümrütIü
Anka Ku u ve Mısır’daki Phonix ku ları ile yakın bir anlam ta ır. Akbaba ile ilgili
inançlar Kızılderililerde oldukça önem ta ımaktadır. Afrika’daki birçok kabilede
doğurganlığı kutsanan ergin genç kızın boynuna deveku u yumurtası asılır buna ku un
kanı ve sembolik çizimleri e lik eder.
Kadın cinselliği, kadının ili ki olmaksızın kendi kendine üremesi, kadının dönemlerinin
ay’ın ritmi ile ili kilendirilmesi, bunların hepsi ana tanrıça mitolojisinin ana
motifleridir. Gece, gündüz, mevsimlerin dönü ümü gibi gündelik olaylar mitoloji de
büyük önem kazanır. Örneğin Ay, evreleriyle adet dönemini ve kadının üç çağını
hatırlatması nedeniyle mitoloji de ve tanrıçanın simgeleri arasında önemli bir yer tutar.
Hilal bakireyi, dolunay olgunluğa eri mi kadını ve menopoz evresini de bilge kadını
simgeler. Ay, doğurgan kadın yumurtasını temsil etmektedir. Tanrıça Đnanna, Umay,
Đsis, Đ tar, Artemis, Diana, Selene Ay ile özde le tirilmi lerdir. Sümer, Babil, Hint,
Yunan, Roma, Eskimo, Estonya, Yenisey veYakutlar v.b gibi birçok toplum Ay’ı üreme
ile ili kilendiren toplumlardır. Dolunay, Eski Mısır’da ve Yunan’da doğurganlığın en
uygun zamanı idi. M.S.3 yüzyılda ya amı olan Suriyeli bir NeoPlatoncu , Porphyrios’a
göre Ay’ın deği en evrelerini ve bu evrelere bağlı güçleri simgeleyen,tanrıça Hekate idi.
Eski Yunan da Hekate,ayın deği en evrelerini simgelerken bir yandan da yumurta’nın
olu umu,bozulması ve yok olu unun sembolik bir anlatımıdır.Hekate ile ilgili
ritüeller,bu evrelerle ilgili olarak kurgulanmaktaydı.(Resim9)
Tarih öncesi dönem insanlarının en önemli tutkularından olan ‘doğum’, ‘üreme’,
‘kadın’ temaları aynı zamanda inci,ağaç,ku ,spiral,yılan,ay,geyik….gibi varlıklarla da
sembolle tirilmi tir. Bu simgele tirilmi /sembolle tirilmi biçimlerle yapılan
kompozisyonlar ise Đlkçağların mitolojikIsembolik kurgularının birer yansıması olarak
görülebilir. Döllenme, üreme, doğurma olgularının mitolojik anlatımları onlara e
dü ecek bir imaj kullanarak gerçekle tirilmi tir(Resim 10). Bu nedenle çoğunlukla
doğadan seçilen bir imaj bu olguların mitolojik anlatımının hayata geçirilmesidir.
(Ate 2001:65–70)Örneğin ana rahmi cenini hayatının ilk evrelerinde ku atan simgesel
daire motifi ile temsil edilir. ‘Đstiridyeler, deniz kabukları, sümüklü böcek, inci suya
ili kin kozmolojilerde olduğu kadar, cinsel simgecilik alanında da dayanı ma
içindedirler. Nitekim bunların hepsi de sularda, ayda ve kadında yoğunla mı olan
kutsal güçlere ortak olmaktadırlar; bunlar ayrıca, çe itli nedenlerden ötürü bu güçlerin
amblemleridir: deniz kabukları ile kadın üreme organları arasındaki benzerlik;
istiridyeleri, suları ve ayı birle tiren ili kiler; nihayet istiridyenin içinde olu an incinin
jinekolojik ve embriyolojik simgeciliği ifade eder’ (Eliade,143)(Resim 8).
Sümerlilerde inci, doğurganlığın bir simgesi iken Yunanlılar da evliliğin sembolü idi.
Eski Đran’da kırılmamı inci bekâreti ifade etmekteydi (Chevalıer,Gheerbrant,743I744).
Mısır, Tibet, MedIKimmer, Hindistan, Asteklerde, Japonya ve Çin, Meksika, Đskoçya,
Đngiltere, Afrika da da tanrıça ve doğum inci ve istiridye ile
ili kilendirilirdi(Mackenzıe,46). Genellikle süs e yası ve takı olarak kullanılan deniz
kabukları ve inci Japonya ‘da ve Eski Mısır’da ölülerle birlikte mezara konularak
yeniden doğumu simgelemekteydiler. Hindistan’da ölünün ağzına bırakılan inci ise
yeniden doğumun bir ba ka göstergesi idi. Aynı ekilde deniz kabukları da mezar
içlerine, tabut üzerine konulurdu. Birçok uygarlıkta, mekân içi ve dı ında da deniz
kabuğu kullanma âdeti çok yaygındır(Chevalıer, Gheerbrant,742).
Đnsanların yarattıkları ilk anıtların çoğunda kullandıkları dolambaç ve sarmal biçimleri
de ana rahminin bir ba ka ifadeleridir. Mitolojik anlatılardaki benze tirme tutumunun
bir yansıması olarak, kadının doğurgan rahmi küplerle
özde le tirilmi tir(Lorblanchet,38). Küp, kazan, çanak, çömlek ana tanrıça’nın
sembolleri idiler. Ölülerin küp içinde defnedilmesi geleneği, ana rahminin içine yeniden
yerle tirilerek yeniden doğumun gerçekle mesini dilemekle anlamlandırılabilir.
Hitit’lerde ölen krallar yakılarak külleri bu küplerin içerisine konulurdu. Ölüler küpler
içerisine hoker vaziyeti dediğimiz fetüs pozisyonun da yerle tirilirlerdi. Özellikle
Frigya’lılarda gördüğümüz bu küp mezarlar en tipik örneklerden biridir.(Resim 11)
(Resim 12)
Tarih öncesi dönemlerde e le tirme kurgusunun en belirgin olarak görüldüğü yılanımsı
ekiller, genellikle phallos ve yumurtalarla birlikte kompoze edilmi tir. Bu da yılan ile
sperma arasında kurulan e le tirmenin bir belirtisidir. Spermanın yumurta etrafında
dönerek yumurtayı döllediği dü üncesi bu e le tirmeyi spiral çizimleri ile döllenmeye
mahsus kılmı tır. Üst Paleolitik ve Neolitik dönemlerde görülen tanrıça ve kadın
formlarının üzerinde sıkça rastladığımız bu yılanımsı ekiller ve spiraller, doğum –
üreme olgusunun birer göstergesidir(Resim 13) (Resim 14). M.Ö 6000’lerde
Çatalhöyük’te kar ımıza çıkan spiral tanrıça’nın göbeğinde görülür. Spiral ile
özde le en yılan figürü, doğum ve üremenin bir sembolü olmanın yanı sıra dünyanın
birçok yerinde olumlu, koruyucu ve uğurlu sayılan bir hayvan dır.(Eyuboğlu,77)Aynı
zamanda yeniden doğmanın da bir sembolü dür yılan. Sümer, Mısır tanrıça’ları ile
Athena ve Girit tanrıça’ları yılanlarla birlikte temsil edilmi lerdir. Yunanistan,
Hindistan, Brezilya, Afrika’da, Avustralya yerlilerinde doğurganlık ile ilgili olarak
yapılan ritüeller de yılan sıkça kullanılırdı. Aztek, Mısır, Yunan mitolojilerinde tanrıçaI
ku IyumurtaIyılanIbölünmeIçocuk birbirini takip eden birlikte anılan kurgulanan
kompozisyonlardır.
Yumurta, Üst Paleolitik çağlardan ba layarak üremenin bir anlatımı olarak ifade
edilirken Laussel’de bulunan bir kaya kabartmasında kadında gerçekle en yumurta’nın
bölünmesini iki parçaya ayrılmı simetrik kadın kompozisyonlarında canlandırılmı tır.
Üst Paleolitik dönemlerde ba layan bu sembolik anlatım tekniği onu takip eden Neolitik
dönemlerde de tekrar edilmi , kimi zaman birden ikiye ve çoğula bölünen giderek artan
insan kompozisyonları, insanın kendi kendisini yeniden üretmesidir. Tüm orta doğu
yaratılı mitolojileri bu dü ünceyi benimsemi tir(Resim 15) (Resim 16) (Resim17).
Kaotik bölünme ve sürekli deği im tüm ilkellerin mitolojilerin de de kullanılan bir
motiftir. Kaplumbağa, ilkel sembolizm’de kutsanan hayvanlardan biridir. Bunun en
önemli sebebi üzerindeki kabuğun biçiminden kaynaklanmaktadır. Kabuğun üzerindeki
altıgen motif, aynı eklin çoğalmasını ifade etmektedir. Yani yumurtanın bir anlamda
çoklu bölünmesini ifade etmektedir. Özellikle Orta Asya, Çin, Japonya’da kaplumbağa
bu anlamda önemli bir figürdür.
Genellikle tanrıçaların ellerinde ta ıdıkları meyveler onlarla anılmı tır. Bu meyvelerden
en önemlisi ‘nar’dır. Hitit tanrıçası Kubaba,Hellenler de Hera ve Afrodit’in ve
Demeter’in sembolü nar’dır.Nar,bereketin sembolü olan bir meyve’dir.Nar tek bir
parça olarak gözüken ancak içi yüzlerce parçadan meydana gelen bir yapıya sahiptir.Bu
olu um mitolojide üreme ile özde le tirilmi tir.Bir Vietnam mitolojisine göre
‘nar,açıldığında yüzlerce çocuk verir’(Servıer,126).Bu durumda yumurta’nın sonsuz
bölünme potansiyelini temsil eder(Resim 18).
Sonuç olarak, eski çağların yeryüzündeki izleri silinse de bu bilgiler, mitolojilerle
günümüze dek ta ınmı tır. Semboller ise tarih sahnesine mitolojilerden bağımsız olarak
çıkmamı lardır. Daha doğrusu mitolojiler, sembollerin üretilmesine sebep olmu lardır.
Yüzyıllar boyunca hiç kaybolmadan günümüze dek gelen bu sembollerin ilk ortaya
çıktığı uygarlıklarda ya amın ve hayata bakı ın birer göstergesi olduğunu ve toplumsal
hafızanın onları yeniden üretmi olduğunu günümüzde görmekteyiz. Günümüzde çoğu
süsleme unsuru olarak yer alan birçok sembolün kökenine indiğimizde ortaya çıktıkları
uygarlıklarda ne gibi i levler yüklendikleri açıktır. Mitolojilerin en büyük
özelliklerinden biri, gözle görülüp takip edilemeyen mikro kozmik olayları Gulliveriyen
bir mantıkla, büyük panolar halinde anlatmasıdır.(Oğuz,591)
Tarihin kayıp dönemlerinde e le tirme ve kar ıt prensiplerin birlikte gösterilmesiyle
olu turulan bu kurguların daha sonraki tarih dilimlerinde de tekrarlanarak sürdüğü göz
önünde bulundurulursa, söz konusu edilen göstergeler arasında ne denli güçlü sembolik
bağların olduğu anla ılır. Mircea Eliade ‘Simgenin, efsanenin, imgenin, manevi hayatın
özüne ait olduklarını; bunları gizlemenin, sakatlamanın, geriletmenin mümkün
olduğunu, ancak asla yok edilmeyeceklerini’ söyler (Eliade, XVIII).

KAYNAKÇA

1IATEW, Mehmet. Mitolojiler ve Semboller.2001.Đstanbul, Aksiseda Matbaası.

2ICHEVALIER, J.GHEERBRANT, A.Dictionnaire des Symboles.1997.Paris

3IDURAND, G.Les Structures Anthropolojiques de l’Imaginaire.1980.Paris.

4IERSOY, Necmettin. Semboller ve Yorumları.2000.Đstanbul, Zafer Matbaası.

5IELĐADE, Mircea. Đmgeler Simgeler (çev. Mehmet Ali Kılıçbay).1992.Ankara, Gece


yayınları.

6IEYUBOĞLU,Đ.,Z.Anadolu Đnançları/Anadolu Mitolojisi.1987.Đstanbul

7IFRAZER, J.G. ‘The Magic Art and the evolution of King’ II s.26’dan aktaran
M.Eliade ‘Traite d’Historie des Religions’.1949

8IFROLOV, B. ‘Tarih Öncesi Sembolizmin Đlkeleri’.1990.Felsefe Dergisi

9IFROMM, E. ‘Rüyalar, Masallar, Mitoslar’.1990.Đstanbul

10IJACOBĐ, Jolande. C.G Jung Psikolojisi (çev. Mehmet Arap).2002.Đstanbul, Đlhan


yayınevi.
11ILACAN, J,J,Laplance,J.B.Pontalıs.Vocabularie de la Phychanalys.1967.Paris

12ILORBLANCHET, M.Art Rupestre Austrlaien in Archeologia.1980.no:147

13IMACKENZIE, D.A.Çin ve Japon Mitolojisi (Çev. Koray Atken).1996.Ankara,


Đmge Yayınevi.

14IMASCETTĐ,M.,D.Đçimizdeki Tanrıça,Kadınlığın Mitolojisi (çev.Belkıs Çorakçı).


1990.Đstanbul, Doğan Kitapçılık A.W.

15IOĞUZ, B.Türkiye Halkının Kültür Kökenleri.1980.Đstanbul

16ISERVIER, J.L’Homme et Đnvisible.1994.Paris.

You might also like