Professional Documents
Culture Documents
SAAT ONÜCTE,
SAYIN
GENERALİM
(Bir Sovyet İstihbaratçısının Romanı)
(İKİNC! BASIM)
Türkçeye çeviren:
T. Deliorman
SOSYAL YAYINLAR
Babıali Cad. No. 14 İstanbul ® :
5283314—5225213
BU ROMAN VE YAZARI ÜZERİNE
GEREKLİ BİRKAÇ SÖZ
DİRİ ÖLÜ
çok, beş yüz kadar iyi deriler, çoğu da gön. Kapıdan girdik-
ten sonra hemen sağda beş fıçı kloroform var. Andrey :
— O kadar çok mu? diye hayretle sordu. Tarantoviç'in
dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Andrey, düştüğü
zor durumdan bir an önce kurtulmak için:
— Belki de kloroform değil bunlar? dedi.
— Hem de halisi... Ayrıca, üç yüz çift kadar iş cekefö
var. Hepsi de askeri levazım mühürü ile mühürlü. Elli çuval
kadar portakal kabuğu da bulacaksınız.
— Portakal kabuğu mu?
— Evet. Eczacılar tarafından aranıyor.
Andrey, asıl konuya girdi:
— Bırakın portakal kabuğunu da, şu kokain sorunu üze
rine daha ayrıntılı bilgi verin. Hem de tabanca konusunu
anlatın. Nereden elinize geçti bu?
— Suharevka çarşısından satın aldım. Orada böyle şey
ler istediğiniz kadar çok. Kendi güvenliğim için aldım. Çün-
kün namuslu insanlar, geceleri evlerinden dışarı çıkamıyor
lar.
Tarantoviç, birden uyuklamaya başladı. Konuşkanlığı
yok oldu. Davet beklemeden bir iskemleye yığıldı. Bulanık,
ölü bakışlarını Andrey'e çevirdi:
— Bir paket! Hiç olmazsa bir paketçik! diye yalvarmaya
başladı.
Andrey, kokaini çekmecesine koydu. Tarantoviç yerin-
den fırladı ve:
— Namussuz, ver şunu! Tanrım gibi yalvarıyorum sa
na: ver! diye çığlık kopardı.
Andrey nöbetçileri çağırdı. Tarantoviç boş bir çuvala
dönmüş, dudakları mosmor olmuştu. Ağlayan bir sesle yal-
varıyordu:
— Neyin ekşitecek! Niçin vermiyorsun? —Kapıdan çı
karken haykırdı— Damarlarımı keseceğim. Başına dert aça
cağım, it.
22
Baba, nezaketle:
— Buyurun, yiyin, dedi.
Ana da ekledi:
— Afiyet olsun! Zaten atacağız bunları...
Lavrov, ters ters bakınca, polis, elindeki yarım bıiyan
yere fırlattı.
— Haydi, Martinov, kalkalım.
Baba, anayı kucakladı, Nataşa'yı öptü, Petka ile An«irey'
in, büyük adamlarmış gibi ederini sıktı ve:
— Ananıza yardım edin ha! dedi.
Aradan iki hafta geçmişti, ana bir gün fabrikadan er-
ken döndü eve. Kocasının tutuklanmasından sonra taşoma-
ya başladığı başörtüsünü sessizce çıkardı, sandığın kzapa-
ğını açarak eşyalarını gözden geçirmeye koyuldu. Yalnız
büyük bayramlarda giydiği yünlü yeşil entarisi, düğmeli is-
karpinleri ve kocasının siyah ceketi en üstteydi. Cekete dik-
katle bakınca ağlamaya başladı: Güveler didik didik etmişti
ceketi.
Petka ile Nataşka da, işin n© olduğunu anlamadan bir
ağızdan bir ağlama tutturdular. Petka, sadece kız karcleşi-
ne eşlik etmek için, isteksiz isteksiz ağlıyor ve ağabeyine
yan gözle bakarak «Bu curcunayı durdurmanın zamanı gel-
medi mi daha?» demek istiyordu.
Andrey, anasının sandığı açışının nedenini anlam_ıştı.
Önceki gün, pınar başında komşusuna şöyle diyordu aımasi:
— Zaten, ilk önce beni işten çıkaracaklarını biliyord~um.
Baş kontrolör, şu şişko it, vardiyadan sonra bir saat «dır-
landı: «Dokuduklarında pekçok ilmik kaçığı var, Martino-
va» dedi. Sanki ben ilmikleri kasten kopanyormuşum ...
Aynı günün akşamı Anisya Stoletova gelmişti onlara.
Bin dokuz yüz beş yılı yazındaki grev sırasında mitingle-rde
cesaretli konuşmalar yaptığı için. herkesin «halk vekili» de-
diği Anisya şu haberi getirmişti: Dokumacılar, işten soaıra
fabrika müdürünü yanlarına çağırmışlar, ananın işten atıl-
mamasını rica etmişler. Müdür, buna karşı olmadığını, faJkat
33
— Söyle nerede?
— Almadım! Neden dövüyorsunuz beni?
_ Uyuntu! Soru sorma bana. Ben soruyorum, köppoğ-
lu, sen yanıtlayacaksın... Kerpetensiz sökeceğim dişlerini...
Ev sahibi bey, Andrey'in paltosunu sokağa fırlattı.
Çocuk, merdivenler üstünde sabahladı. Bir aralık öğ-
renci ile genç kız yanından geçtiler. Andrey, uyuyormuş gi-
bi davrandı.
Aşçı kadının sonradan Matröşa halaya anlattığına göre,
Andrey'in sokağa atılmasından sonra, öğrenci, başörtüsünü
sandığın arkasında bulmuş.
Şoför yakındı:
— Gece gündüz demeden çalışıyorum. Bütün eyalet ka-
zan, ben kepçe... Bir bakıyorsun Kuntseva'dayım, bir bakı-
yorsun Vsehsvetsko'da. Önceki gün Tuşino'ya iki kez gön-
derildim. Oysa arabanın bütün parçalan dökülüp gidiyor.
Andrey dalgındı, aklı kendi işlerindeydi: «Babam evde-
dir herhalde»...
Tüm Rusya Şuraları Dördüncü Olağanüstü Kongresi on
dört Martta Moskova'da başlamıştı. Babası, Îvanovo-Vozne-
sensk delegesi olarak başkente gelmişti.
Şoför devam ediyordu yakınmalarına :
— Bari bana gördürülen işler de işe benzese... Sürtük
leri dolaştırıyor, sarhoşları topluyorum. Belki de, şimdi ser
best kalıp evime gideceğimi sanıyorsun. Nerede o mutluluk
bende! Ermolaevska'ya gidip Germanov yoldaşı alacağım,
— Kimi?
— Germanov'u. Kodamanlardan biri. Büyük şef. Vozd-
vijenka'daki büyük bina deniz askerleriyle birlikte onun
emrinde. Şimdi onu madamının evinden almaya gideceğim.
Yaya yürümez hiç. Baltıklı olmasına karşın, bir avuç göl
cükte boğulmaktan korkar.
Andrey'in evi önüne gelmişlerdi, arabadan çakarak şo-
förün elini sıktı:
— Teşekkür ederim, dedi.
__Gerçekte ben sana teşekkür etmeliyim.
Masada babasının yanında siyah saçlı, iri yan bir adam
vardı. Sol şakağında, yanağından çenesine uzanan kan kır-
mızısı bir yara izi vardı. Babası •.
— Tanıştırayım sizi, dedi, benim Andrey bu-
Siyah saçlı adam, küreği andıran iri elini uzattı:
— Düşen.
Misafir, bundan sonra Andrey'le hiç ilgilenmedi. Sanki
eve gelen kişi ev sahibi değil de, onların başbaşa yaptık-
lan söyleşiyi bölen yabancının biriydi.
_ Galiba sen anlaşmayı hiç de okumamışsın, Martinov.
44
— Elbette... Bekliyorlar.
Anfim Bolotin girdi içeri. Andrey, Şurya'dan ayrılışın-
dan beri görmemişti onu, Buna karşın derhal tanıdı babası-
nın arkadaşını.
Anfim, Andrey'i kucaklayıp öptü:
— Şuna bak, aslan gibi olmuş oğlumuz bizim. Nadya,
ona çıkışmaya hazırlanmıştım. Bizim Ivanovo-Voznesensk
genç kızla dolu. Oysa Andrey, tutmuş, Moskovalı bir kızla
evlenmiş.
— Ben Kinişmenliyim, dedi Nadya.
— Öyleyse sözüm yok. Tamam. Sen de bizimsin.
Baba, Anfim'e sordu:
— Konuştular mı seninle?
— Ikmık ettim. Fakat Sverdlov: «Ivanovo-Voznesensk'-
te yeteri kadar Bolşevik var. Yaroslav'da ise...» dedi.
Düşen, yeni bir tartışmaya yol açmak isteyen bir tu-
tumla sordu:
— Başka neler dedi Marat?
Baba, konuşmaya bir başka yön vermek için araya gir-
di:
— Tanıştırayım sizi. Bolotin yoldaş. Bu da, Yaroslav'dan
Düşen.
Anfim elini uzattı. Düşen'in yara izi yine kıpırdadı.
Bolotin dingin bir sesle:
— Galiba hemşeri çıkacağız sizinle, Düşen yoldaş, dedi,
ne arıyorsunuz burada?
Düşen sinirli bir halde diretti:
— Daha neler dedi «amansız» Sverdlov?
Bolotin gülümsedi:
— Yakov Mihayloviç, bizde, Ivanovo - Voznesensk'de
menşeviklere hiçbir zaman inanılmamıştır, dedi. Sizde,
Yaroslavl'da ise menşevikler çokçadır ve...
Düşen:
— Tamamlayın sözünüzü, diye âdeta bağırdı. Sverdlov
yoldaşın size bir öneride bulunmamış olması olanaksızdır.
47
— Büromda.
— Neden kasaya teslim etmediniz?
— Memurun makbuzları yoktu, bu yüzden almadı.
— Pekâlâ. Serbestsiniz. Dava evrakını ve değerli eş
yayı Filatov'a teslim edin. O, biraz sonra yanınıza gelecek.
Peters yoldaş, Profesör Puhov'a ait tabakayı Cerjinski'nin
sekreterine teslim etmenizi rica etti.
Bir saat sonra hizmetçi, ÇeKa Başkanı Cerjinski'nin bü-
tün cekistleri toplantıya çağırdığını bildirdi.
Cerjinski'nin küçük kabini çekistlerle doldu. Herkes için
iskemle yoktu, kimisi pencere altı tahtalara ilişti.
Cerjinski'nin bürosunun kenarına oturmuş olan Alek-
sandroviç titizlikle kalemini sivriltiyordu.
Cerjinski, Rusya imparatorluğu haritasının yanıbaşına,
duvara dayanmıştı. Haritanın şurasına burasına renk renk
bayrakçıklar iğnelenmişti.
Cerjinski:
— Sizi dinliyoruz, Peters, dedi, Doronin, siz de daha
yakına gelin.
Bütün gözler, arkadaşlarıyla birlikte Petrograt'tan gel-
miş olan Doronin'e çevrildi. Peters'e kötü kötü bakan Do-
ronin sapsan idi.
Peters konuşmaya başladı:
— Doronin yoldaş, üç gün önce, Çarlık Ordusu eski al
baylarından Yastrebov'a gönderildi. Yastrebov, general
Kornilov'un emriyle Rostov-Don'dan gelmiş. Ayrıntılara
girmiyeceğim, sadece şunu söyleyeceğim : Albay Yastrebov
bizim düşmanımızdır. Lesnaya sokağında, ondokuz numa
rada oturan akrabası Poluhina'mn evine misafir olmuş. Ka
dın, Yastrebov'un düşmanca eylemlerinden habersiz olduğu
için, bunu, kız kardeşinin kocası olarak kabul etmiş.
Aleksandroviç:
— Konudan uzaklaşma, Peters yoldaş, diyerek sözünü
kesti.
Peters, dinginlikle karşılık verdi:
54
— Şimdilik bunlar.
Içerdekiler, çatık kaşla susuyordu. Sadece Aleksandrov
kalemini sivriltmeye devam ediyordu. Sanki olup bitenler
kendisini hiç ilgilendirmiyordu.
Cerjinski sözü aldı:
— Bugün genç bir çekist arkadaşımız, adını söylemeye
ceğim, sorun adında değil... Bugün, yeni bir çekist arkada
şımız, büyük bir karaborsacının sorgusunu yürütmekten vaz
geçti. Günümüzde Moskova'da ekmek sorununun ne kadar
zor bir sorun olduğunu anlatmayı gerekli görmüyorum sîze.
Her gün erginlere iki yüz ellişer gram, çocuklara da üç yüz
ellişer gram ekmek verebilmemiz için Moskova'ya yirmi bir
vagon un gelmesi gerekiyor. Oysa dün onsekiz vagon un ve
bir vagon da darı verildi. Yarın memurlar ve bu arada biz
bir gram dahi ekmek almayacağız, hepsi işçi ve çocuklara
gidecek. İşte böyle bir zamanda suçlular, Moskova'dan, yüz
lerce insanın beslenebileceği unu kaçırmak istemişler. Gizli
besin maddeleri depoları açığa çıkarıldı, pek çok altın ele
geçti.
Yeni arkadaşımız sorguyu yürütmekten vazgeçti, çünkü,
yıllarca önce, arkadaşımız çocukken, baş sanık kendisini hiç,
bir neden olmadan, gaddarca dövmüş. Arkadaşımız, sanığın
kişiliğinde o adamı tanımış ve soruşturmayı yürütmeye hak-
kı olmadığına karar vermiş. —Burada Cerjinski sesini yük-
seltti:— Duyuyor musunuz, yoldaşlar? Soruşturmayı sürdür-
meye hakkı yok. «Dayanamıyacağımdan korkuyorum» demiş
bu arkadaşımız. Doğru bir davranış bu! Çekiştin kişisel ola-
rak taraf tutmaya hiç hakkı yoktur. Ben, Doronin'in davranışı
üstüne konuşmak istemiyorum. Kendisine ÇeKa'da görev
vermekte yanılmışız anlaşılan. Bu yanlışlığı düzelteceğiz el-
bette... Silâh yanınızda mı, Doronin?
— Evet.
— Bırakın masaya!
Doronin, brovningini isteksizce masaya koydu.
— Görev rovelveriniz nerede?
— Evde.
56
— Soruşturma işini.
Filatov gülümsedi:
— Gizli, demek... Bravo! Yamansın! Herhalde hoşlandı
senden. Hoşça kal. .
Malgin girdi odaya:
— Derhal Petrovka'ya, Solodovnikovski pasajına koş!
Bir kargaşa çıkmış orada, dedi.
Merkez İşçi Kooperatiflerinin bütün mağazaları, iki gün
önce, erginler için olan iaşe kuponlarının beşte bir kesitleri
karşılığında iki yüz ellişer gram tuzlu sığır eti, ikinci kesit-
leriyle yüz yirmi beşer gram bitki yağı, çocuk kuponlarının
ikinci kesitleriyle de ikişer yumurta dağıtacaklarını ilân et-
mişlerdi.
İlk günü dağıtım olaysız geçti. Gerçi bazı mağazalarda
müşteriler et tayınının kemikleri de kapsayıp kapsamadığı
üzerinde tartışmalar yaptılar. Moskova Şehir Komitesi, öğ-
leye doğru, kemikleri kapsamadığını, bazı kalabalık ailelere
kemiklerin ayrıca satılabileceğini bildirdi.
On altı Mart günü saat onaltıya doğru satışların durdu-
rulması zorunluğu ortaya çıktı, çünkü, et ve yumurta va-
gonları, bir istasyonda çakılıp kalmıştı.
Solodovnikovski pasajında tuzlu sığır eti erkenden, saat
onüçe varmadan bitmişti. Kuyrukta boşuna beklemiş olan
kadınlar, bu durum karşısında dehşetli kızmışlar, mağazaya
hücum ederek, mağaza altındaki depoya girmişler ve beş fıçı
tuzlu et, henüz kesilmiş iki sığır ve onbeş sandık da yu-
murta ortaya çıkarmışlardı.
Satıcılar arka kapıdan sıvışmış, mağaza yöneticisi ise
iyice bir dayak yemiş, canını zorlukla kurtararak bürosuna
kapanıp kapıyı kilitlemişti.
Üç kadın, önlük takarak tezgâh başına geçmişti. Biri ka-
siyerlik yapıyor, kuponları hızlı hızlı keserek paraları alı-
yordu.
Bir Çekiştin mağazaya geldiğini öğrenen yönetici ba-
şını kapıdan uzattı, yüzü şiş ve mosmordu. Başını uzatır
uzatmaz üzerine iri bir kemik fırlatıldı.
60
Audrey:
— Yoldaşlar, dedi, devrimci düzeni bozmayalım!
— Geç kaldın, delikanlı! —diye bağırdı «satıcı»lardan
biri—. Düzeni yoluna koyan bizleriz.
Andrey, yöneticiye:
— Gelin buraya! emrini verdi.
— Bu yılanlar oradayken çıkamam.
Kasiyer kadın, bir yandan makasla kuponlan keserken:
— Az geldi galiba! —diye haykırdı—. Biz yılansak, sen
de domuzsun. Korkma, dokunmayacağız artık!
Uzun tartışmalardan sonra yönetici nihayet cesaretini
topladı ve deliğinden çıktı. Gerçekten de domuza benziyor-
du. Yassı kafası, yağ bürümüş, kısa, kalın boynuna yapış-
mıştı. Ufacık gözleri kötü kötü bakıyordu.
— Benimle gelmeniz gerekiyor, dedi Andrey.
Yönetici korku dolu bir sesle:
— Peki, mal nolacak? —diye sordu—. Sorumluluğunu
ben taşıyorum. Kasanın da...
Kasiyer kadın yine söze karıştı:
— Korkma. Biz her şeyin hesabını yapacağız, tutanak
da yapacağız.
Ve tezgâh altından çantayı çıkarıp açtı. Para ile doluydu
çanta. Yönetici:
— Benim kişisel paralarım onlar, dedi.
Kuyrukta gülüşmeler oldu;
— Maaş mı aldın yoksa? Bravo! Kazancın yerinde ma
şallah...
— Soyadınız ne, vatandaş?
— Filatov.
— Adınız?
— Mefodiy Spiridonoviç.
— Nerede oturuyorsunuz?
— Trubna'da.
Yöneticinin adı, Kiril, Afanasiy, Nikodim gibi bir ad ol-
61
1918, MART
SUÇLULAR CEZALANDIRILACAK
1918, NİSAN
F. : 7
98
VİKTOR İVANOVİÇ
Otel kâtibi:
— Misafirliğiniz pek kısa sürdü, size doyamadık, dedi.
— Allaha şükür ©ski dostlar ortaya çıktı, onlarda ka,
lacağım.
Savinkov'un tanışları az değildi: Fransız Konsolosu
Grönar, Askeri Ateşe General Lavern, General Riçkov ve
Albay Perhurov...
ŞOPEN'DEN VALS
YAZARI JSTOTU
Kitabın önsözünde de belirttiğim gibi, Andrey Mihaylo-
viç Martinov'la dost olmuştuk. Yazdığım bölümleri kendi-
sine okuyor, o da bana zaman zaman tavsiyelerde bulunu-
yor, bazı düzeltmeler yapmamı öneriyordu.
Graf Mirbah'm Moskova'ya gelişiyle ilgili bölümü oku-
duğum zaman şunları söyledi:
— Üsteğmen Oto fon Bone ile yıllar sonra bir daha
karşılaştım. Bambaşka bir durum içinde... Berlin'de, 1944'te,
vatan haini Vlasov'un karargâhında...
126
1918 , MAYIS
ŞAİRLER KAHVESİ
VİKTOR İVANOVİÇ
POLİTİK DOĞRUL-
TUSUNU DEĞİŞTİ-
RİYOR
Lidya Nikolaevna:
— Herhalde, ikinci kattaki Denejkinlerdedir.
Ve yineledi:
— Denejkinlerde. Bizim yönetici kadında.
— Seröjka, gülüm.
— Dur hele. Kapı çalmıyor... Duyuyor musun?
— Altınım benim, kim arayacak bu saatte bizi?
— Kulak ver. Senin milisyonerin galiba. Derhal defet.
— Yat sen gülüm, yat. Ben şimdi bakarım.
Ve tam bu sırada dışarıdan:
— Vatandaş Puhov! Sergey Aleksandroviç! sesi geldi.
— Benim! Ne var?
— Giyinin derhal. Sizi tutuklama karan ile geliyoruz.
Sergey'in elleri titremeye başladı.
— Sizin ceketiniz mi bu, vatandaş Puhov?
— Benim.
— Boyun atkınızı unuttunuz, vatandaş Puhov.
— Benim değil o...
Hazırcevap ve cesur görünmeye çalışıyordu:
— Beni kendi boyunbağımla mı şeyedeceksiniz?
Milisyoner bu anıştırmayı sert bir sesle yanıtladı:
— ÇeKa'da asmazlar, vatandaş Puhov, gerekirse kur
şuna dizerler.
Malgin, sert sert milisyonere baktı ve sustu.
— Hazır mısınız, vatandaş Puhov? Gidelim, ha?
— Hazırım, hazırım.
— Haydi öyleyse yürüyelim.
Kendini tutamayan Ana Födorovna Sergey'e doğru
koştu:
— Seröja! Sergey Aleksandroviç!
Puhov, başını bile çevirmedi, merdivenden inmeye baş-
ladı. Anası, parmaklıklara dayanmış:
— Seröja!... diye haykırıyordu.
Şatura'dan dönüdükten sonra, oğlunun tutuklandığını ka-
rısından öğrenen Profesör, telefona uzandı, sonra vazgeçti:
176
Frunze, gülümsedi:
— Hatta oraya. Etiyopya'ya gitmek niyetindeyseniz, Rus
doktorlara benden selâm götürün. Çünkü orada birçok Rus
doktor var. Fakat, siz giderseniz, Etiyopyalıların sevineceği
ni hiç de sanmam.
— Nedenmiş o?
— Nasıl bir diplomaya sahip olduğunuzu bilmiyorum,
fakat yaşınızdan bir öğretim üyesi olduğunuz anlaşılıyor.
Oysa, tiyatro balkonlarındaki öğrenciler gibi davranıyor
sunuz.
Bir ses: «Bravo!» diye haykırdı ve bütün salondan al-
kışlar yükseldi. Frunze, elini kaldırarak, henüz sözünü ta-
mamlamadığını bildirmek istedi:
— Yaptığım kabalıktan ötürü özür dilerim. Fakat biz
buraya, ciddi bir olay dolayısı ile birbirimizin görüşünü din
lemek için toplanmış bulunuyoruz, palyaçoluk yapmak için
değil. Toplantının bundan sonra şöyle geçmesini öneriyo
rum: Sorular sorulsun, görüşler ortaya konsun. Müsaade
ederseniz, sorular ve konuşmalara ben de katılayım. Karar
sırasında toplantıdan çıkayım. Bu önerime razı iseniz, so
rularınızı bekliyorum.
Andrey'le Malgin.'in yakınında bir genç oturuyordu,
herhalde üniversite öğrencisiydi. Frunze'nin konuşmasını
dikkatle dinlemiş, hatta notlar almıştı.
Andrey, kaderin, kendisini bu gençle birkaç defa kar-
şılaştıracağını nereden bilsindi! Bir defa İvanoyo - Vozne-
senskde ve bir defa da 1945 baharında Berlin'de...
Eve dönerlerken, Malgin, Frunze'ye şaka biçiminde ri-
cada bulundu:
— Mihail Vasilieviç, benim tarım fakültesine yazılmam
için ilginizi rica edeceğim.
— Hiç merak etmeyin. Size de yer bulunacaktır. Çün
kü bizim çocukların çoğu mühendis olmak istiyor.
Moskova'daki Alman Elçiliği müsteşarı, ertesi gün,
Rusya Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Dışişleri
183
1918 , HAZiRAN
sanı sık boğaz ediyorsunuz. Ben size çuval dolusu para ve-
receğim, buna karşılık sizin bana vereceğiniz şey, sadece
bir kâğıt parçasıdır.
Bütün bunlara karşın adamı kandırdılar.
Gizli senedi, Yoan'ın, Piyatnitska 18'deki evinde imza-
lamayı kararlaştırdılar. Yoan orada bütün ikinci katı em-
rinde bulunduruyordu.
İki şişe halis votka ile bir şişe manastır şarabı sağla-
dılar. Gerekli olan her şeyi hazırladılar.
Konuştular, yeni iktidara ağız dolusu sövdüler. «Kur-
tarıcı Isa» kilisesi papazı kafayı çektikten sonra bir din tar-
tışması ortaya attı:
— işte size «büyük iktidar», fakat Allah tarafından de
ğil. Öyleyse bu cezayı bize veren Allah hangi Allahtır? Açık
layın bakalım, sayın akademisyenler?
«Akademisyenlerin açıklamaya vakitleri yoktu. Para-
lan dikkatle sayıyor ve Pogaröv'ün, aralarına sahte bank-
notlar sokuşturup sokuşturmadığını gözden geçiriyorlardı.
Baş «tacir» Vostorgov, tüccarın önüne, divan üzerine, on iki
gümüş ve altın kilise haçı sıraladı, iki değerli zinet göster-
di. Pogaröv, haçlara bakmadı bile. Taşlan evire çevire göz-
den geçirdi ve hatta kokladı. «Ne yazık ki, büyültecim ya-
nımda değil. Bileydim alırdım» diye üzüldü. Yoan'da, güç-
lü, on defa büyülten büyülteç vardı. Pogaröv, taşları bu-
nunla da gözden geçirdikten sonra:
— Siz beni Allanın sersemi yerine koyuyorsunuz, dedi.
— Rica ederim. Sizin gibi saygın bir adamı, nasıl ser
sem yerine koyabilirim!
— Bu taşlann hepsi sahte. Açıkçası, çakıl bunlar.
— Nasıl olur, efendim!
Birbirlerine ağır sözler söylediler, kavga ettiler, sonra
yatıştılar. Vostorgov, kendini haklı çıkarmaya çalışı-
yor:
— Ben gerçek diye aldım. Deneysizliğin acısını çekiyo
rum. Bazı şeyciklerim daha var. Bugünkü kanşıklık döne
mi için son derecede gerekli, diyordu.
190
— Getir görelim.
Yoan, yepyeni tabancalar ortaya çıkardı:
— Yüksek fiyat istemiyeceğim.
Tam bu sırada kapı hafifçe tıklatıldı. Yoan'ın evişlerini
yöneten prenses Şçarbatova, bir gölge gibi içeri girdi. Yoan,
prensese her zamanki nazik bakışları ile baktı, fakat geniş
gülümsemesi, görkemli kızıl sakalı arasında kayboluverdi.
Çünkü, prenses telâşlıydı:
— Dışarıda sizi bir takım gençler arıyor. Gerekli bir iş
için diyor far. Kendileri ÇeKa'danmış...
PROVA
— Soyadınız?
— Blümkin.
Maşa tüm listeyi gözden geçirdi:
— Burada adınız yok, Blümkin yoldaş. Ama, ben, Ser-
gey'in payını size vereceğim. Bugün gelmeyecek o. Siz de
söyleyin de, adınızı listeye geçirsinler.
— Olur.
Maşa, bir parça balık, iki bonbon, yüz yirmi beş gram
yulaf ekmeği verdikten sonra, Blümkin'e boş bir bardak
uzattı:
— Çay masada. İstediğiniz kadar içebilirsiniz.
Blümkin, şaka ile karışık :
— Nedir bu, kahvaltı mı, yoksa öğle yemeği mi? diye
sordu.
— Hayır, bütün gün için. —diyen Maşa aynı şakacı
tonla takıldı—. Bakın size koskoca bir balık parçası ver
dim. Martinov yoldaşa sadece kuyruk kesimi kaldı.
Blümkin, çay içmedi, balık parçasını ekmeğin üzerine
koyarak büfeden çıktı. Maşa, ardından:
— Tam bir at hırsızı! demekten kendini alamadı-
Aradan birkaç gün geçince, Blümkin'le Andrey, kori
dorda ya da büfede karşılaştıkça birer eski tanış gibi se
lamlaşmaya başladılar. Blümkin, sıcakkanlı, neşeli, şakacı
bir adamdı. Çekişlerin çoğu, onun, Sol Esser (Sosyalist dev
rimci partisi üyesi) olduğunu, ÇeKa Başkan Yardımcısı
Viyaçeslav Aleksandroviç'in verdiği özel ödevleri yaptığını
biliyorlardı artık.
Blümkin, büfeye, fotoğrafçı Andreev'le gelmeye başla-
dı. Fakat, aradan iki haftaya yakın bir süre geçmişti ki,
Andreev ÇeKa'dan koğuldu: Bir gün işe sarhoş gelmiş,
kendisinden görev kartını göstermesini isteyen kapıdaki
nöbetçiye sövmüş.
Andrey'le Blümkin bir gece geç vakit daireden birlikte
çıktılar.
— Eve mi gidiyorsunuz? Nerede oturuyorsunuz?
— Aynı yönde oturuyoruz.
205
ti, fakat hiçbir şey göremedi, özenli bir el, yeşil perdeyi pen-
cere üzerine çekmişti.
Martinov birkaç dakika daha bekleseydi, ÇeKa Başkan
Yardımcısı Aleksandroviç'in, onun ardından Sol Esserler
Merkez Komitesi üyesi Kamkov'un, daha birkaç dakika son-
ra da uzun etekli Mariya Spiridonova'nın aynı binaya gir-
diklerini görecekti.
Sol Esserlerin «parti stajları» azdı, altı ay kadardı. Bu
parti, örgütsel olarak, 1917 yılının Aralık ayı başında yap-
tığı Birinci Kongresinde kurulmuştu. O zamana dek, açıkça
burjuva mevzilerinde yer alan Sosyalist Devrimciler Parti-
sinin sol kanadı sayılırdı. Başlıbaşına bir parti kuran sol
Esserler, devrim terimlerini, kahraman ve sürü teorisini öte-
kilerden miras aldılar. Bu mirasın korunmasında, Merkez
Komitesi üyelerinin ve özellikle Mariya Spiridonova'nın bü-
yük yardımı oldu.
Mariya Spiridonova, 1906 yılında Co zaman henüz yir-
mi iki yaşındaydı), Tambovsk gericilerinin önderi ve o böl-
gedeki Yahudi kıyımlarının elebaşısı olan adamı öldürdü
ve ömür boyu ağır hapse mahkûm oldu. Şubat Devrimin-
den sonra, Sol Esserlerin en ünlü konuşmacısı haline geldi
ve çok geçmeden partinin liderliğine yükseltildi. İşçi sınıfı
ve marksizmle hiçbir ilgisi bulunmadığı için, Bolşeviklere
karşı derin bir nefret duyuyor, onların Rus devletini yönete-
miyecekleri kanısını besliyordu. Bu yüzden, kendi partisinin
Sovyet hükümetiyle koalisyon kurmasına ve bu hükümete
birkaç üye ile katılamya yarım ağızla razı oldu. Böylece,
kendi partisinden Proşyan Posta ve Telgraf Halk Komiserli-
ğine, Kolegaev Tarım Halk Komiserliğine, Şteyinberg Adalet
Halk Komiserliğine getirildi.
Haftalar, aylar geçiyor, fakat Bolşevikler politika sah-
nesinden çekilmeye hiç de niyetli görünmüyorlardı, tam
tersi, günden güne güçleniyorlardı. Sol Esserlerin, Rusya'nın
en etkili partisi olma umutlan ise bir türlü gerçekleşemi-
yordu.
Ve bunlar, kamuoyunun dikkatini partileri üzerine çek-
207
— Evet, tanıyorum.
Aleksandroviç, üzerinde Cerjinski'nin on beş imzası bu-
lunan bir kâğıdı Spiridonova'nın önüne koydu:
— Onun imzasına benziyor mu bunlar?
— Hem de çok. Kim taklit etti?
Aleksandroviç, belirli bir övünme ile:
— Ben —dedi—. Birkaç günümü aldı bu iş. Antetli kâ
ğıt bende var. Metni de ben yazacağım. Ksenofontov Cer
jinski'nin imzasını görünce, hemen kendi imzasını basacak.
Ben de mühürleyeceğim. Mühür bende duruyor.
Kamkov:
— Fena değil, diye gülümsedi.
Spiridonova ilgi ile sordu :
— Sonra?
Blümkin gülümseyerek yanıtladı:
— Sonrası gayet basit. Andreev'l© birlikte elciliğe gi
deceğim. Ben, ÇeKa mensubu olarak. Andreev de Devrim
Mahkemesi temsilcisi sıfatı ile.
Spiridonova, endişe dolu gözlerle Andreev'e baktı ve
sert bir sesle söylendi:
— Umut ederim ki, Andreev ayık olacaktır! Sonra?
— Mirbah'ın bizi kabul etmesini isteyeceğiz.
— Elçiliğin planı var mı elinizde?
— Var. Görebilirsiniz, işte. Şu küçük oda, sekreterin
bulunduğu ilk kabul odasıdır. Oradan, daha büyük kabul
odasına geçilir. Ve Mirbah, bizi, herhalde orada kabul ede
cektir. Mirbah, şu ikinci kapıdan girecektir. Kabul odası
birinci katta. Kat, yüksek değil. İşimizi gerçekleştirdikten
sonra şu pencereden atlayıp kaçacağız.
Spiridonova odada sinirli sinirli dolaşmaya başladı:
— Ah, bir başarabilsek! Bu, bizim öyle bir zaferimiz
olacak ki... Hele bir prova yapalım. Orada ne gibi mobilya
var, öğrendiniz mi?
— Evet, öğrendik. Ortada, yuvarlak bir mermer masa
var. Şurada, sekreterin odasına açılan kapının yanında kü-
209
1918, TEMMUZ
BEŞ TEMMUZ
— Grekov, dedi.
Katya, 5 Temmuz Cuma günü kocasından bir mektup
aldı. Anfim, Şuralar Beşinci Kongresine gitmeyeceğini, bu
yüzden kendisini beklediğini yazıyordu. Katya, yakın arka-
daşı, genç Bolşevik Pplya Voronova'ya, giderek, çocuklarına
her zamanki gibi gözkulak olmasını rica etti ve akşam
Yaroslavl'a hareket etti.
Tren ağır ilerliyor, istasyonlarda uzun uzun, diğer tren-
lerle karşılaşmaları bekliyordu. Yalnız Nerehta'da bekleme
bir saatten fazla sürdü.
Yarovlavl'a, gece yansından sonra, bir buçuğa doğru
varıldı. Katya, ıssız sokaklarda hızlı hızlı «Bristol» oteline
doğru yürümeye başladı.
Kotorosal nehri üzerindeki köhne köprüden geçerken,
büyük bir binanın köşesinde bir kalabalık gördü. Askeri
üniformalı biri, ona kabaca sordu :
— Boynuzların nereye götürüyor seni, hey budala ka
dın?
Katya, subay üniformasının omuzlarında altın yaldızlı
apoletleri görünce dehşetle irkildi. Gerçeği söylemenin sa-
kıncalı olacağını anlayan Katya acele acele konuştu:
— Eve gidiyorum. Evim, Rojdestvenska'da.
— Marş! Daha hızlı yürü!
Katya, birinin «İmdat! Milis!» diye bağırdığım ve silâh
sesleri duydu.
Otelin kapısı kilitliydi. Katya, kalın camı hızlı hızlı tık-
lattı. İgnatiç adlı sakallı kapıcı göründü:
— Geliyorum , güvercinim, geliyorum —diyordu. Ka
pıyı açtı ve Katya'yı her zamanik nezaketiyle karşıladı— Ko
can biraz önce geldi? «Bu sabah bizim karı gelmiş olacaktı»
diye söyleniyordu. Oysa sen gece yarısından sonra geliyor
sun. Buyur, gir içeri. Seni görünöe kim bilir nasıl sevine
cektir!
Anfimin odası ikinci kattaydı. Katya, koşarcasına oda-
ya vardı, kocası yoktu. Açık pencerenin perdesi esen yel-
den savruluyordu. Katya, divana yığıldı, kalbi delice çar-
218
ALTI TEMMUZ
Aynı gece, Mariya Spiridonova, Blümkin'e:
— Bugün. Öğleden sonra. Başarılar dilerim, dedi.
Ve işler, provadaki gibi yürümeye başladı.
Ne var ki, beklenmedik olaylar da meydana geldi. Bü-
tün mahalle gümbürtü ile sarsıldı. Cam kırıkları etrafa
savruldu. Mirbah. birden ölmedi. Blümkin, elçinin sırtına
kurşun sıkmak zorunda kaldı. Ve Mirbah, cansız yere se-
rildi. Doktor Eihter'le teğmen Müler de korkudan yere yat-
tılar. Teğmen, soğukkanlılığını kaybetmedi, ateş açtı.
Hafifçe yaralanan Blümkin ve kendisine hiçbir şey ol-
mayan Andreev, pencereden atlayarak otomobile koştular.
Andreev, Blümkin'i arka kanapeye iterek, şoföre bağırdı:
— Tröhsvetitelka'ya,... Popov'un birliğine...
Uzaklaştıkları zaman Blümkin sordu:
— Her şeyi alabildin mi?
— Şapkalarımız, çantalar, belgeler ve görev kimlikleri
miz kabul salonunda kaldı.
Blümkin ağır bir küfür savurdu. Andreev, sapsarıydı,
gözbebekleri, henüz bir porsiyon kokain almış bir esrarke-
şinkiler gibi genişlemişti, dudakları mosmordu. Güçlükle
konuşabildi:
Popov:
— Yürüyün, yürüyün! diye haykırıyordu.
Kamkov ve Karelin birden ciddileştiler. Sadece Çere-
panov'un dudaklanndaki küstahça gülümseme olduğu gibi
duruyordu.
Cerjinski sordu:
— Nereye gidiyoruz? Bizi kurşuna mı dizeceksiniz, ya
da alçakça bir planınız mı var?
Popov:
— Yürüüü, —diye bağırdı— ne yapacağımızı şimdi öğ
reneceksiniz.
Çerepanov, alaycı bir sesle:
— îyi geceler, Cerjinski, dedi arkalarından.
Avluda bir deniz askeri, erlere, arabadan, insan basma
iki kutu olmak üzere, konserve dağıtıyordu. Yeni kaputlu,
yeni palaskah takım komutanlarından biri, arkadan, yüksek
sesle:
— Etli mi konserveler? diye sordu.
— Elbette etli. Sadece ikinciler bezelyeli.
— Onları sen ye!
Gevrek kuyruğu da vardı. Herhalde henüz getirmişlerdi
: Bütün avlu gevrek kokuyordu. Saymadan, tartmadan,
kime ne düşerse veriyorlardı. Boyunlarına gevrek dizilerini
takmış erler, çekistlere karşı ilerliyorlardı, yüzlerinde tatlı
bir gülümseme vardı, çünkü gevrek dizilerinin büyüklerini
almışlardı. Çekistlerle alay ediyorlardı:
— İstiyor musunuz ha?
— Onlara şimdi daha güzel bir ziyafet çekecekler.
Dış kapıdan onlara doğru silâhlı bur genç koşuyor ve .
— Çizme getiriyorlar. Dizilin sıraya! diye bağırıyordu.
Popov okkalı bir küfür savurdu:
— Ah, itler, tam da zamanını buldular.
Ve sert bir komut verdi:
— Sola dön!
Sola saptılar ve kızıl tuğlalı duvarla karşılaştılar.
Danilov Bölgesi Askeri Komiserliğinde her günkü gün-
227
Ve Aleksandroviç'i defettiler.
Yenilginin kaçınılmazlığını anlamış olan Popov'un er-
leri, emirleri isteksizce yerine getirmeye, nedenli nedensiz
soğup saymaya başladılar. İçecek ne varsa —votka, ispirto
ve politura— daha akşamdan tükenmişti. Sabahlayın ayılan-
lar, ayık düşünmeye koyuldular. Kurnazları, sözcüğün ger-
çek anlamıyla kaçacak delik aramaya başladılar ve duvarda
bir delik açarak belâ yerinden uzaklaştılar.
Sverdlov'un önerisiyle, ayaklanmacılara bir elçi gön-
derildi. Elçinin getirdiği öneri kısaydı: «Teslim olun, başka
kurtuluş yolu yok!» Popov, kendisinin affolunmayacağını
göz önünde bulundurarak, öneriyi reddetti. Elçi yanların-
dan ayrılırken birkaç ayaklanmacı peşinden koştu. Popov,
erlerine, ateş açmalarını emretti. Fakat, makinalı tüfek eri
öyle bir karşılık verdi ki, küfür ustası olan Popov bile şa-
şırıp kaldı. Buna karşın, elçinin arkasından gidenlere ateş
etti. Makinalı tüfek eri, komutanının suratına iki tokat in-
dirdi :
— Kendi adamlarımızı da mı öldürmeye başladın, it!
Etraflarında ayaklanmacılar vardı, Popov ise insanlar
arasında daima cesurdu.
— Devrim adına! diye haykırarak makinalı tüfek eri
nin göğsünü kurşunla doldurdu.
Tam bu sırada toplar gürlemeye başladı. Topçu subayı
Ananın tarafından seçilen mevzilere işçiler ve Kızıl Ordu
erlerince geceleyin yerleştirilmiş toplar, doğruca Popov'un
karargâhını dövüyordu. Mermiler, savunma hattını harman
ediyordu.
Ayaklanmacılar, ilk mermilerden sonra çil yavruları gi-
bi dağıldılar. Birçokları, tüfeklerini atıp, ellerini kaldırarak,
kendilerine karşı ilerlemekte olanlara doğru yürümeye baş-
ladı. Bir kısmı da Kursk İstasyonuna, Moskova İkinci İstas-
yonuna ve Vladimir şosesine doğru kaçtı.
İlk top atışından on beş dakika sonra, Moskova bölge
şuraları şu telefongrafı aldılar: «Tüm bölge şuraları ve
işçi örgütleri, olabildiği kadar silâhlı birliği ve kısmen de
236
— Yaşıyorsun!
— Daha çok yaşayacağız!
— Doğru söyle, korktun mu?
— Geçmişe mazi derler.
«Çeka Başkanına yol verin!» diyen deniz eri, onları gö-
rünce kaçmaya başladı, Andrey peşine takıldı. Deniz eri ta-
bancasını fırlatarak ellerini kaldırdı:
— Ateş etme, yoldaş. Ateş etme!..
Peters :
— Git uyu! Biraz kendine gel! diyerek Andrey'i evine
gönderdi. Fakat, uyuyamadı Andrey. İlk önce babası, biraz
sonra da Frunze geldi, Andrey tutukluyken meydana gelen
olayların ayrıntılarını anlattılar. Sol esserler, hiçbir fabrika
da destek bulamamışlar. İşçi müfrezeleri, sabah erken Bol-
şoy Tiyatronun ve Kremlin'in önüne gelmişler, başkaldırıci-
ların silâh kullanmalarına olanak vermemişler. Frunze'-
nin, Telgraf Santralinden esserleri koğan işçi müfrezesine
komutanlık ettiği konusuna hiç değinmediler.
238
gece önce kendisine, bir kova içinde büyük bir canlı balık
vermiş, küçükken kendisine Allanın her günü balık yağı
içirdikleri için. balık yemediğini söylemişti.
Balıktan nefret eden bayan doktorla genç bir adam ya-
ralıyı tavana götürdüler. Bundan sonra genç adam aşağı
indi ve kocakarıya, komiseri sakladıkları yeri kimseye söy-
lememesi için sıkı sıkıya uyanda bulundu:
— Hele bir söyle, kafam kopanrız. Anladın mı?
— Anladım. Söylemiyeceğim.
— Komiserin çizmeleri nerede?
— Bilmiyorum. Birisi almış olmalı.
Genç adam bir an düşündükten sonra :
— Bulacağız! dedi.
Kocakarı adamakıllı korktu: «Ya bulurlarsa? Beni kim-
bilir ne yaparlar.» Ve çizmeleri sakladığı yerden çıkardı -.
— Bunlar onun ayağına olur mu acaba? Olursa, aJm.
— Tam ayaklarına göre.
Bir araba geldi. Üç hamal otele girdi -.
— Ölü var mı burada?
Kocakarı sevinçle yanıtladı:
— Var. Alın, götürün hemen.
Katya'nın ölüsünü arabaya attılar. Orada daha birkaç
ceset vardı.
Kocakarı haç işareti yaptı •. «Allaha şükür, artık İgna-
tici kandırmak kolay olacak: alıp götürdüler, diyeceğim.»
Ve, çaldığı eşyaları daha güvenli bir yere saklamak için oda-
sına koştu. Saklamazsa, İgnatiç hepsini alır, satar ve içkiye
yatırırdı.
— Bir çift eski çizmeyi kara borsa fiyatı ile satın almak
dostluk ilişkileriyse, evet...
— Neden satın aldınız bu çizmeleri?
— Çünkü yalınayak dolaşmak istemiyordum. «Bolşe
vikler, eski subayları bakın ne hale getirdiler» sözünü söy
letmek istemiyordum.
— Başkaldırı günü neredeydiniz?
— Evde. Malaryam yine depreşti. Titreme nöbetleri ge
çiriyorum. Kinin bulamıyorum. Dün bütün gün bahçede
yattım. Komşulara sorabilirsiniz.
«YANDIK!...»
di, yalnız çocuklara, o da iki yüz elli gram değil, yüz yirmi
beş gram, verildi.
Andrey, dar pencereli küçük bekleme odasında gence-
cik kıza sordu:
— Frunze Yoldaş burada mı?
— Burada. Siz kimsiniz?
— Moskova'danım. ÇeKa'dan.
— Martinov Yoldaş mısınız siz? Buyurun. Sizi soru
yordu. Beni tanımadın mı, Andrüşa?
Andrey şöyle bir baktıktan sonra:
— Sima! diye haykırdı. Ve kızkardeşinin arkadaşını ku
cakladı.
— Biraz önce Nataşa buradaydı. Mihail îvaniç'e pata
tes getirmişti.
— Hangi Mihail îvaniç'e?
— Ne demek hangi Mihail Ivanoviç? Babanız.
— Burada mı o?
— Burada.
Andrey hızla kapıyı açtı. Frunze'nin odası insanla do-
luydu. Hepsi, kim bu böyle giren, diye başlarım kapıya çe-
virdiler.
Frunze, Andrey'e başı ile oturmasını işaret etti. Boş is-
kemle yoktu ve Andrey, pencere boşluğuna oturdu. Babası
yanına sokuldu, elini sıktı ve fısıltı ile sordu:
— Nereden geliyorsun? Ne kadar kalacaksın?
— Murom'dan.
Murom sözcüğünü çok hafif bir sesle söylemiş olmasına
karşın, duyuldu yine.
— Durum nasıl orada?
Andrey sevinçle:
— Her şey yolunda, dedi. Ve anladı ki, Murom'da her
şeyin yolunda olduğu haberi, burada oturan insanlar için
son derecede önemli ve gönül açıcıdır.
Frunze:
— Devam edelim yoldaşlar. —dedi— Sözü, Politeknik
Enstitüsünü Örgütleme Komitesi Sekreteri Çernov Yoldaşa
veriyorum. Hafta içindeki yenilikleri anlatın.
256
ı
269
mam. Fakat, telâş etme. Bizim evde sana da bir yer bulu-
nur.
Anacığını, Petka'yı, Nataşa'yı görmek. Andrey için ne
büyük bir mutluluktu! Petka, artık Petka değildi, ikinci
Sovyet bölüğü Komutan Yardımcısından herkes, saygı ile,
Bölük Komutan Yardımcısı Martinov Yoldaş, diye söz edi-
yordu.
Nataşa da, okul tatilini işde geçiriyordu. Fabrikatör
Vitkov'un Sovetska sokağındaki evinde yeni açılan çocuk
yuvasında çalışıyordu. Nataşa övündü :
— Açılış töreninde Frunze bile bulundu. Ben kesinlikle
karar verdim, Antonida Nikolaevna gibi öğretmen olaca
ğım.
Annesi, Derbenev fabrikasının Fabrika Komitesinde ça-
lışıyordu. Onun da kendi iş alanından bildirecek haberleri
vardı:
— Dün bütün dokunan kumaşları yazdık. Artık doku
nan bütün kumaşlar halkın malı.
Yol arkadaşı, akşam geç vakit geldi, karnını doyurdu ve
teşekkür etti. Ana, Pötar'ın eve geldiği zaman uyuduğu ba-
rakada misafire bir yatak serdi.
Andrey, ertesi sabah Frunze'nin yanına gitti. Telefon
sık sık çalıyordu. Bu yüzden rahatça konuşamadılar. Frunze
kulaklığı alıyor, «affedersiniz» deyip kapatıyor ve konuşma-
sına devam ediyordu.
— Siz de ekleyin: Kararı yerine getirmeyenler, on ka
tını ödeyeceklerdir. Evet, evet, on katını ve daha fazlasını.
Söyleyeceklerim bunlar.
Frunze bu sözlerini Andrey'e şöyle açıkladı:
— Son derecede yoksul olanlara, yani asker eşlerine,
savaş tutsaklarının ailelerine ve işsizlere yardım fonu kuru
yoruz. Bütün tüccarladan kazançlarının yüzde ikisini, tüm
fabrikatörlerden her işçi için birer ruble vermelerini istedik.
Ve yalnız kendi kazançlarınızdan haa, işçilerin aylıkların
dan değil, dedik. Onlar işte buna razı olmuyorlar.
273
F. : 18
274
Mart 1943
Diyalektik okuduk
biz,
fakat, Hegelden değil, Savaş
gümbürtüleri arasında, burjuva
kurşunlar altında
kaçarken.
Andrey Martinov'un sınıf arkadaşları, 1926 yılı yazında,
saatlerce sırada bekledikten sonra Cerjinski'nin tabutu
önünden geçtiler. Sütunlu Salonun çıkış kapısında Andrey'i
Peters durdurdu: - Gel, dedi.
Saygı duruşuna nöbetine gireceklerin oluşturduğu oda-
da, Peters, bu işi yöneten kişiye :
— Martinov, bizim arkadaşımızdır, dedi.
Andrey put gibi duruyordu, gözleri tam karşısında bu-
lunan Peters'in gözlerindeydi. Cerjinski'nin yüzünü görme-
mek için böyle yapıyordu. Feliks Edmundoviç'in ölümüne
bir türlü inanamıyordu. Onun, «Şimdi senin yaşında olsay-
dım» sözü aklından çıkmıyordu.
ALMAM ÇİZMESİ
ı, öte ile örtülü, iki kulplu uzun bir sepet yatıyordu. Ve se-
petten etrafa yiyecek kokuları yayılıyordu.
Kompartımandaki koca kafalı ile yüzünde yanık izi bu-
lunan yol arkadaşı sığınağa herkesten sonra geldiler.
Koca kafa, etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra, se-
petin yanında duran, uzun mavi önlüklü Almanla konuş-
maya başladı. Önlüklü adam, peçeteyi açtı, kremvirşleri gös-
terdi ve hızlı hızlı bir şeyler söyledi. Koca kafa, iki Rus'un
yanı başında bulunduğunu anımsamış olacak ki, sustu,
Vlasov, Ştrikfeld'e fısıltı ile:
— Rusların sığmağa girmeleri yasak mıdır, diye sordu,
Ştrikfeld kaçamak yanıt verdi:
— Yönergede açıkça söylenmiş değildir.
Sırtlarında Sovyet askeri ceketi bulunan iki genç, kim
olduğunu bilmedikleri generale sessiz bir sempati ile baktı-
lar. Herhalde tutsak sanmışlardı.
On dört yaşlarında, pijamalı bir kız telâşla içeri girdi.
Yaşlı bir Alman kadını ona koştu. Kadın, ilk önce kıza sa-
rıldı, sonra yüzüne sert iki şamar indirdi ve oturduğu yere
sürükledi.
Uçaksavar toplan pek yakından ateş ediyorlardı, arka
arkaya iki bomba patlayışı duyuldu. Yaşlı Alman kadını
kızın kulaklarına, pamuk tıkamaya çalışıyor, torunu başını
sağa sola çevirerek razı olmuyordu.
İnsanların balık istifi bulundukları sığınağın havası git-
tikçe dayanılmaz bir hal alıyordu, îçerdekiler yetişmiyormuş
gibi, aralıksız yeni yeni insanlar geliyordu. Herhalde bir tren
•daha gelmişti.
Birden derin bir sessizlik hüküm sürmeye başladı. De-
mek ki, bombardıman sona ermişti. Sık sık «Panoptikum»
sözcüğü duyuluyordu. Biri, «Panoptikum»un bombalanmış
olduğunu bildirdi.
Ştrikfeld üzüldü:
— «Panoptikum, Fridrihştrasenin pasajıdır. Gösterece
ğim size. Yanından geçeceğiz. Yazık!
Nihayet çıkış başladı. İlk önce, yaşlı Alman kadını ye-
318
Jilenkov -.
— Ama bana demişlerdi ki... gibi sözlerle kendini haklı
çıkarmaya çalışıyordu.
— Bana da sizin akıllı bir adam olduğunuzu söylemiş
lerdi...
Jilenkov, saç ve sakalı uzamış Soldatenkov'u görünce,
onun, Yüzbaşı Smirııov olduğunu derhal anladı. Kendisiyle
son defa, 1941 yılının Ekim ayında, Smolensk ilinin Sem-
levo ilçesi yakınlarındaki ormanda karşılaşmışlardı.
Jilenkov, o zamanlar tuğkomiserdi ve otuz ikinci Or-
duda Askeri Ştıra üyesiydi. Bu ordu, Ekim 1941'de çok güç
durumdaydı. 16'ncı, 19'uncu, 29'inci ve 24'üncü ordularla
birlikte Viyazma bölgesinde çember içindeydi.
Jilenkov, politik yönetici Veselovski, Askeri Şura Sek-
reteri, politik yönetici Minaev, Kurmay Karargâhından Bin-
başı Korovin ve Yüzbaşı Smirnov, yanlarında bir grup Kı-
zıl Ordu eri olduğu halde karargâhtan kopmuşlar ve or-
mana sokulmuşlardı.
Kısa süren bir toplantıda, ilçe merkezi Semlevo yönün-
de çekilmeyi kararlaştırdılar.
Korovin'le Minaev önde yürüyor, erler onları izliyordu.
Veselovski, biraz geride kalmış olan Jilenkov'un bazı
kâğıtları yırtmakta olduğunu gördü -.
— Geri kalıyorsunuz Komiser Yoldaş, diye bağırdı.
Jilenkov:
- Yürüyün. Size yetişeceğim ben —diye yanıtladı ve
Veselovski'ye kötü kötü baktıktan sonra bağırdı— Niçin du-
ruyorsunuz? Yürüyün demedim mi size?
Veselovski birkaç adım attıktan sonra başını çevirdi:
Jilenkov, sırt çantasından çıkardığı buruşuk bir er ceketi
giyiyordu. Sonra pantalonunu değiştirdi, şapkasını çamura
attı ve yıldızı bulunmayan bir bereyi başına geçirdi. Vese-
lovski, Askeri Şura üyesinin, yine çantasından çıkardığı bir
pamuklu paltoyu giyişini hayret ve dehşetle seyretti. Ve
kendi kendine söylendi: «Her şeyi önceden hazırlamış bizim
yaman komiser...»
328
— Rütbeniz?
— Er.
— Soyadınız?
— Maksimov.
— Adınız?
— Ivan.
Çavuş, Hekman, tutsağı getirmiş olan er Keder'e muzaf-
ferane bir bakışla baktı:
— Demez miydim size, Rusya'da serçelerden fazla İvan-
lar var diye...
— Komünist misiniz?
— Asla. Komsomol üyesi bile değildim.
Hekman kuşku ile sordu:
— Neden? Rusya'da herkes komsomol olmak zorunda
dır.
— Ben soylu bir ailedenim... Yani fon... Almadılar
beni...
Jilenkov'un söylediği tek doğru söz buydu. Ne komso-
mola, rie de partiye alınırken ne de başka olaylarda soylu kö-
kenini hiçbir zaman belirtmemiş olan Jilenkov, gerçekte
soylu kökenliydi. İçinde gizli bir yaraydı bu Bir gün gerçek
geçmişini öğrenecekleri, yalan söylediği için partiden ve
işinden atacakları korkusu içinde yaşıyordu daima. Özellikle
il parti konferanslarında son derecede tedirgindi. Bu konfe-
ranslarda denetim komisyonlarına genellikle eski komünist-
ler, son derecede ciddi ve kılı kırk yaran insanlar seçilirdi.
«Bir de kökenimi araştırmaya kalkışırlarsa...» diye ödü ko-
puyordu.
Konferanslara kendini seçtirmeyebilirdi elbet. Ya da de-
legelikten gönüllü olarak çekilebilirdi. Ne var ki, «Jilenkov
delegelikten neden çekildi acaba? Açığa çıkamsmdan kork-
tuğu pislikleri var mutlak» diyeceklerinden korkuyordu.
Bundan başka, konferansa katılmaması, kendisini nutuk
söylemekten yoksun edecek, gölgede bırakacak, kariyerine
engel olacaktı. Oysa Jilenkov iliklerine kadar kariyeristti.
Kendisini birçoklarından daha akıllı görüyordu. Bölgesinde-
330
Hitler. İki iki dört eder gibi kesin bir gerçek bu Komiser
olduğum için beni bir direkte sallandıracaklar. Durmamalı,
bir şeyler yapmalı. Yoksa bir tahta kurusu gibi ezecekler, to,
zumu savuracaklar. Bir iz bile kalmayacak benden.»
Ve kızıl ordu eri üniforması sağlayarak fırsat kollamaya
başladı.
— Doğum tarihiniz?
— Bin dokuz yüz on, Her Subay.
Çavuş Hekman, hoşlandığı savaş tutsağının yanlışını dü-
zeltti (Er Keler yanında olmasaydı bunu yapmayacaktı.)
— Çavuşum ben, Maksimov, subay değil. Mesleğiniz?
— Benim mi? İyi direksiyon kullanırım.
Çavuş sevindi:
— Auto? Zer gut! Çalışmak ister misin?
Jilenkovc: «Mezara gitmektense çalışmak daha iyi. İle-
ride neler olur, allah bilir...» diye düşündü ve sonra:
— İsterim elbette, dedi.
— Zer gut.
— Elimden geldiği kadar çabalayacağım, Her Subay...
Hekman'a bu kez de subay dedi, çünkü, yağlı yemeğin
daha lezzetli olacağını biliyordu.
Jilenkov, geceyi, diğer savaş tutsakları gibi dışarıda ge-
çirmedi, Semlevo kıyısındaki bir boş evde, iki Alman şoförle
birlikte yattı.
Şoförler, sabah erken erken kahvaltı almaya gittiler.
Jilenkov'a, margarin sürülmüş, üstüne de domuz söğüşü
konmuş büyük bir sandviç verdiler. Et, kâğıt gibi inceydi
ama:, ne de olsa etti. Ayrıca bir bardak da kahve uzattılar.
«Yaşanabilir... Hele bakalım, ileride ne olacak...»
Şoförlerden biri, sakalları uzamış, yanağı sargılı, yüzü
gülmeyen, yaşlı bir adam, Jilenkov'u büyük bir kamyonun
yanma götürdü, yönetim sistemini gösterdi. Yola çıktılar.
Jilenkov, ilk gün yükleyici olarak çalıştı, ikinci gün direksi-
yona geçirdiler ve 252. Alman Tümeninin ardından cepane
taşımaya başladı.
334
«UTANMIYOR MUSUN?!»
Kapı çalındı.
— Kim o?
— Zakutni... Açın, Andrey Andreeviç...
— Anahtarım yok. Födor İvaniç'te anahtar.
Zakutni güldü:
— Kilit altında mı tutuyor sizi bu kütük? Şimdi gidip
bulurum onu ben...
Vlasov, onun buraya, imparatorluk Güvenlik Dairesinin
büyük şeflerinden biri tarafından gönderildiğini sonradan
anlayacaktı. Çünkü Zakutni, Vlasov'un tutsak generallerle
yaptığı konuşmalar üzerinde ayrıntılı sorular soruyordu.
— Ponedelin, açıkça görülüyor ki, işimize yaramıyacak.
Snegov da aynı soydan. Bırakın onları, Andrey Andreeviç.
Ben size bir general daha hazırladım: Dokuzuncu Ordu Ko
mutanı Mihail Födoroviç Lukin. Eski Çarlık Ordusu teğ
menlerinden.
— Bir zamanlar Moskova Garnizon Komutanlığı yap
mış olan Lukin mi?
— O. Yalnız, Hamelburg'da değil. Ya Lukenvalde'de, ya
da Vusturay'da. Bulacağız.
— Ah bir razı olsa... Lukin bu... Şaka değil, bütün or
du tanıyor onu.
GENERAL LUKİN
Solomentsev:
— Ah, sersemler... Korkuyorlar, diye bağırdı.
Feliks Martinov, o sırada tehlike diye bir şey düşünmü-
yordu, buna vakti yoktu. Patlayıcı madde ile dolu şişelere
ve önceden hazırladığı bomba dizisine bir göz attı.
Biraz sonra daha dört Alman tankı belirdi. Öndekileri
kovaîıyormuş gibi hızla ilerliyorlardı.
Solomentsev:
— Ateş! komutunu verdi.
Üç tank daha göründü. Taburun karşısında şimdiyedek
böyle bir şey görülmüş değildi.
Feliks Martinov, komutu duymadı, duyumsadı ve şunu
anladı ki, bu tanklardan hiç olmazsa birisi durdurulmazsa,
olasılıkların en korkuncu başlarına gelecek: Arkadaşları
makinalı tüfek ateşi altında geri kaçmaya başlayacaklar ve
hepsi de kurşun yağmuru altında can verecek, tankların al-
tında, ezilecek...
Öne sürünmeye başladı; ne düşmanın, ne de kendiki-
lerin ateş seslerini duyuyordu, tankın geniş çelik göğsün-
den başka hiçbir şey görmüyordu. Hafifçe doğruldu, olanca
gücü ile bombaları sağ tırtıla fırlattı. Sonra ıslak toprağa
âdeta yapıştı. Tek bir şey gördü: Tank yanıyordu.
Yine sürüne sürüne, arkadaşlarının yanına döndü. Si-
pere kaydı ve soluk soluğa :
— Tamam! dedi.
Bu sırada korkunç bir gürleme oldu ve Feliks kendini
kaybetti.
Kendine geldiği zaman, gündüz müydü, gece miydi, an-
layamadı. Homyakov, yanı başında bir şeyler yapıyordu.
Başını daha da kaldırınca bir ölüyü siperden çıkarmakta ol-
duğunu gördü. Solomentsev'di bu ölen.
Feliks:
— Vitya! diye haykırmak istedi. Beceremedi, sadece bo
ğuk bir hırıltı çıktı ağzından. Hokyakov bu hırıltıyı duy
muştu.
— Vitya, yardım et bana...
363
MOSKOVA'DA
İlk gün iki kez sorguya çekildim. İlk önce bir oberley-
tenant (üsteğmen) konuştu benimle. Bölük komutanı ol-
duğunu anladım. Bilinen sorulan sordu: Soyadım, adım,
rütbem. Almancam işime çok yaradı: Subay, çevirmen© so-
rusunu anlatırken ben yanıtımı hazırlıyordum.
389
— Buyurun, baylar.
Maykopski ile görüşmeyi son derecede arzu ediyordum,
çünkü onun güvenini kazanmalıydım. Ne yazık ki, Jilenkov*
un gelişi bu konuşmayı engelledi. Jilenkov, dalkavukça bir
gülüşle içeri girdi. Ben bir an şaşkınlık geçirdim. Onun
yanında konuşursam, belki de kendimi tutamaz, ağzımdan
gereksiz bir söz kaçırırdım. Çünkü buradaki rolümü yeni
yeni benimsiyordum. Moskova'da, hayinlerle nasıl yaşaya-
cağımı düşünmek başkaydı, burada onlarla yüzyüze olmak
başka.
Jilenkov, örgülü apoletti yeni bir Alman generali üni-
forması giymişti. Çizmeleri ayna gibi parlıyordu. Yüzünde
bir sevinç maskesi vardı:
— Sevgili Vadim Viyaçeslavoviç, biraz önce öğrendim
ve derhal koşup geldim, diyordu, hayır demiyor, bülbül gibi
şakıyordu.
Maykopski'yi iki yanağından da öptü. Üçüncü öpücüğü
adamın çenesine rasladı.
— Hepimiz için büyük bir sevinç bu... dedi.
Anisin'i sadece başı ile selâmlamakla yetindi. Bana şöyle
bir baktı.
Maykopski :
— Andrey Andreeviç nerede? Henüz dönmedi nıi? diye
sordu.
— Dönmesine döndü ama, keyfi hiç de yerinde değil.
Kendisini kimse kabul etmemiş: Ne SS Raysführeri, ne de
Bay Ribentrop... Führerden hiç söz etmeyelim... Bizim An
drey Andreeviç suçevrimine yakalanmış bir eşyayı andırı
yor. .. Mali güçlükler içinde kıvranıyor.
Maykopski bana elini uzattı:
— Özür dilerim, Bay Nikandrov, ne yazık M gitmem ge
rekiyor.
Esban kompartımanında, Viktoriyaştaraseye gelinceye
kadar Anisin'i teselli etmeye çalıştım.
— Üzülmeyin... Olur böyle şeyler...
Anisin, dalgın dalgın yüzüme baktı:
399
İkinci belge:
«SS Komutanı Hamptşturmführer Bay Rudolf Eger'e,
Komutanlıkta verdiğiniz emir gereğince ve General
A.A. Vlasov'un Pskov'a gelmesi dolayısı ile, İvan Sömonoviç
Bojenko'yu, işçi sınıfının temsilcisi olarak konuşması için
hazırladım. Kendisi eski bir tüccar ailesindendir. Harkov
ilinin Pesoçin köyünde doğmuş, savaştan önce, Leningrat'ın
(Petrograt'ta) Ligovka sokağında 25 numaralı hanede otur-
muştur. Suiistimal suçu ile Sovyet idaresi tarafından mah-
kûm edilmiş ve cezaevinde cezasını çekmiştir. Belirli bir
süre komutanlığımız emrinde çalışmıştır. Hâlen yedektedir
(İdari işlerde kullanılması düşünülmektedir).
Bojenko, insan arasına çıkacak bir kılığa sokuldu: Sa-
kal traşı yapıldı, yeni bir kostüm verildi, içkiyi fazla kaçı-
rırsa cezalandırılacağı bildirildi. «Vatan İçin» gazetesi re-
daktörünün yazdığı konuşma, Bolenko'ya ezberletildi. Şim-
di konuşmaya hazır durumdadır. Saygılar.
Pskov ile Polis Müdürü G. Gorojanski.»
Üçüncü belge:
«Pskov, 8 Mayıs 1943
Devlet sim öneminde gizli belge.
İmparatorluk Güvenliği Genel Müdürlüğü, IV. SS Dai-
resi.
Şturmban führer Kurt Lindov,
Berlin, Prens Albrehtştrase, 8
Aziz dostum Kurt,
Kulağımıza gelen söylentilere göre, Kara Kuvvetleri Ka-
rargâhına bağlı Propaganda Şubesi, tutsak edilen Rus ge-
nerallerinden biriyle meşgul oluyormuş. Fakat, burada ta-
nık olduğumuz olaylar, bu söylentileri kat kat aştı. General
Vlasov'u birkaç gün önce buraya getirdiler. Sersemin
biri, bu ziyaret dolayısı ile halka aile başına yannışar litre
votka satılmasını emretmiş. (Bu hıyarın adını ayrıca bildi-
riyorum). Hiçbir zaman arzu edilmeyen büyük kuyruklar
meydana geldi. Rus polisler, her zamanki gibi, kuyrukları
414
— Aldılar.
— Bay Kudriyavtsev bana doğruyu söylemenizi istiyo
rum.
Gözlerine baka baka konuşuyorum. Dudaklarını yalıyor,
ağzı kurumuş yani. Yeni bir soru soruyorum:
— Ailenizin ev adresini söyler misiniz?
— Razin sokağı, numara sekiz.
— Yineleyin lütfen.
— Razin sokağı, numara sekiz.
— Ailenizin Razin sokağı numara sekizde oturduğunu
saylıyorsunuz. Olanak dışı bu... Razin sokağı, savaştan bi
raz önce belirdi. Daha önceleri orası boş bir alandı. Sonra
aileniz...
— Evet, evet, sürgün edilmişti. Ben eşimin ailesinin ad
resini yazdım.
— Soyadları?
— Smirnov'lar. Mihayl Aleksandroviç ve Zoya Aleksan-
drovna.
— Eşinizin adı?
— Lüba. Lüba Aleksandrovna.
— Babası Mihayıl olduğuna göre Aleksandrovna ola»
maz.
Bocalamaya başladı:
•— Bu onun üvey babası. Asıl babasının adı Aleksandr.
— Karınız simdi nerede?
— Bilmiyorum. Bin dokuz yüz kırk ikiden beri görme
dim kendisini.
— Eşinizin ana ve babası nerede çalışıyorlardı?
— Babası «İşçi Zaferi»nde, annesi de «Kızıl Perekop»ta.
— Ne iş yapıyorlardı?
- işçiydiler. Babası fıçıcı, annesi de çamaşırcı.
— Gerçeklen ne zaman söyleyeceksiniz, Bay Kudriyat-
sev?
— Gerçekleri söylüyorum.
— Şimdi dinleyin beni, Bay Kudriyavtsev, eğer gerçek
Kudriyavtsev'seniz. Okulda Komsomol üyesi miydiniz? Han
gi okulu bitirdiniz?
428
— Orta.
— Neredeydi bu okul. Adresi, numarası?
— Anımsamıyorum.
— Sokağını da mı?
— Sokağını da.
— Anlaşıldı, Kudriyavtsev, siz, orta öğreniminizden
sonra gönüllü olarak askeri okula girmişsiniz? Bitirmişsiniz
ve subay olmuşsunuz. Partiye de üye olmuşsunuz. Son rütbe
niz neydi?
— Orada yazılıdır. Yüzbaşı.
— Kuşkuluyum.
— Sizin bileceğiniz iş... Ben, gerçekten yüzbaşıyım?
— Bence binbaşısınız... Okulu bitirince teğmen oldu
nuz. İki yıl sonra, üsteğmen. Doğru mu?
— Zengin hayaliniz var.
— Buyurun, gidin.
— Nereye?
— Konuşmamız burada sona eriyor.
— Yalnız bu kadar mı? Neden?
— Sizi neden mi çağırdım? Tanışalım diye.
Ağır ağır konuşuyorum, biliyorum ki, söylediklerimin
hepsi de onun için son derecede önemli.
— Sovyet geri cephesine göndermek için bir grup top
luyorum...
Oltaya yakalandı: Gözleri çakmak çakmak. Sözler ağ-
zımdan tane tane çıkıyor:
— Buyurun, gidin, Yüzbaşı... Bize böylesi gerekli değil.
Gözlerindeki parıltı söndü. Sanki biri akımı kesti, ba-
kışları kinleşti. Fakat besbelli ki, iradeli, sakin konuşuyor,
sanki hiçbir şey olmamış gibi.
— «Böylesi» dediniz. Kastınız ne, sorabilir miyim?
— Anket kartınız tamamiyle uydurma. Siz, orada yaz
dığınız kişi değilsiniz.
Kalktı, hazırol durumuna geçti. Büyük bir nezaketle.-
— Müsaadenizle, dedi.
— Buyurun, gidin, Yüzbaşı.
429
— Sizi dinliyorum.
— Yarbay Orlov'la bağlantı kurulamadı.
Almanya'da saat dörttü. Kül rengi bir sabahtı. Her şey
kül rengindeydi: Bulutlar, beton yol, araba ve hatta suba-
yın gözleri...
Kül rengi beton yolda uçar gibi ilerleyen kül renkli ara-
bada kilometraj ibresi sağdaki kırmızı çizgiye dayanmıştı. O
gece yaralı olarak ele geçirdikleri Yarbay Aleksey Orlov'u
kolları bağlı, Berlin'e götürüyorlardı.
Subay ve şoför susuyorlardı. Kendine gelmiş olan Orlov
şunu bir türlü anlıyamıyordu -. Ona mı öyle gelmişti, yoksa
gerçekten de öyle miydi: Askerler, kendisini arabaya doğru
sürüklerken galiba Rusça konuşuyorlardı.
— Sorun.
— Sovyet Orduları taarruza ne zaman başlayacak?
— Hangi Sovyet Ordusu?
— Bagramyan'ın Baltık Cephesi ile Rokosovski'nin Be-
lorusya Cephesi.
— Size bir akıl vereyim mi?
— Verin.
— Moskova'ya, Genel Kurmay Başkanlığına telefon
edin. En doğrusunu onlar biliyor. Ben yanıltırım sizi.
— Teşekkür ederim verdiğiniz akla. Mutlaka telefon
edeceğim. Yalnız, bana., Genel Kurmayın telefonlarından
birini söyleyin. Hangisini olursa.
— Şu unutkanlığım olmasa... Size bir sorum var.
— Sorun.
— Rusya'dan ayrılalı ne kadar oldu?
— Neden sordunuz?
— Bir acayip konuşuyorsunuz da.
— Yanlış vurguluyorum, değil mi? Rusya'dan çoktan
ayrıldım. 1918 yılında. O zaman altı yasandaydım. Babam
şöyle diyordu: «Tanrı'ya şükür, kurtulduk. Boğucu sıcak,
tifo, açlık, Çe-Ka.» ikinci Dünya Savaşına kadar Paris'te
oturdum. Doğum yerim Kozlov'dur.
— Yani Miçurinsk.
— Sizin için Miçurinsk, benim için Kozlov. Söyleyin
allan aşkına, şehir adlarını değiştirme tutkusu nereden geldi
size? Nijni Novgorot ne güzel bir ad! Siz bunu Gorki yaptı
nız. Neden? Gorki'yi ben de seviyorum. Özellikle «Ayak Ta
kımı Arasında» adlı yapıtını. «İnsan demek, kıvanç demek
tir!» iyi ama, neden koskoca bir şehir onun adını taşımalı
dır? Yahut da Viyatka'yı alalım. Ne şirin bir ad Viyatka!
Siz, Kirov yaptınız. Moskova sokak ve caddelerine de yeni
adlar taktınız: Vozdvijenka, Ostojenka... Frunze adı, Zna-
menka adından nesiyle daha güzeldir? Sizin Genel Kurma
yınız hâla orada mı bulunuyor?
— Bilmiyorum.
F. : 29
450
— Neyi bilmiyorsunuz?
— Frunze caddesinin önceleri Znamenka olduğunu.
— Görüyorum ki, hiçbir şey bilmiyorsunuz. Bizi dinle
yen biri olsa, sanacak ki, Moskova'dan dün gelen, siz değil,
ben'im! Moskova'nın nerede bulunduğunu da bilmediğinizi
söylerseniz, buna hiç şaşmam.
— Bunu biliyorum. Moskova yerinde duruyor.
— Propaganda mı yapıyorsunuz?
— Sizin hiçbir zaman göremiyeceğüıiz Moskova'ya iliş
kin sorunuzu yanıtlıyorum.
— Savaştan önce «Pravda»da bir yazı okumuştum. Bun
da, Rusya'da, Moskova'yı ömründe görmemiş pek çok insa
nın bulunduğu belirtiliyordu.
— Onlarla sizler arasında küçücük bir fark var:
Onlar, Moskova'yı her an görebilirler, yeter ki istesinler.
Oysa siz Moskova'ya hiçbir zaman gidemiyeceksiniz. Muha
fızlar arasında getirilirseniz, o başka.
— Gideceğim Moskova'ya!
— Sizin bu çocukça saflığınız hoşuma gidiyor. Alman
lar da 1941'de Moskova için böyle konuşuyorlardı. Şimdi
1944. Güvendiğiniz dağlara kar yağdı.
Astafiev içten güldü:
— Kim kimi sorguya çekiyor? Ben mi sizi, yoksa siz mi
beni?
Orlov, dinginlikle:
— îyi ama siz beni boşuna sorguya çekeceksiniz, ilginç
hiçbir şey söylemiyeceğim.
— Öyle bir söyleyeceksiniz ki...
— îskenc&ye mi başlayacaksınız yani? Hiç tavsiye et
mem. Çünkü o zaman tamamıyle susacağım.
Astafiev tabakasını çıkardı:
— Müsaade eder misiniz?
— Hayret ediyorum size. Bir yandan işkenceye başla
mak istiyorsunuz, öte yandan benden sigara içme müsaa
desi istiyorsunuz.
— Alışkanlık. Buyurmaz mısınız?
451
uyandı. Fakat, bir kaç yıl önce Kira ile birlikte gittiği Yal-
ta'da, «Aeroflot» sanatoryumundaki adamı anımsadı bir-
denbire. Bu adam, oraya dinlenmeye değil, eğlenmeye, ne-
şeli bir balayı geçirmeye gitmişti.
— Tanımadın mı beni, Aleksey îvanoviç? Ha? Galiba
konuşmak istemiyorsun? Fakat, boşuna...
«Vlasov bu herhalde. O zaman yarbaydı. Evet, evet, o.»
— Neden istemiyeyim... istiyorum! İnsan vatan haini
ile konuşma olanağını her gün bulamaz.
Kapı açıldı, assubay bir koltuk getirdi, bıraktı, görün-
meyen tozlarını yeni ile sildi. Vlasov oturdu. Orlov
gülümsedi:
— Kusursuz eğitmişsiniz.
— Herkes görevini canla başla yapmak zorundadır.
— Böyle aforizmalar yazılmalı. Mermer üzerine hem
de. Vatan haininin görevini nasıl yerine getirdiği herkesçe
bilinmeli.
— Size bu işler kolay görünüyor. Vatan haini deyip işin
içinden çıkıyorsunuz. Hayat, çok daha karmaşık. Bu karan
vermeden önce ne kadar düşündüğümü kimse bilmez.
— Kendinizi haklı çıkarmaya mı çalışıyorsunuz?
— Gereksinimim yok buna. Kime karşı haklı çıkaca
ğım?
— Rusya'ya, halka...
Vlasov gözlüğünü çıkardı, camlarını hızlı hızlı silmeye
koyuldu. Orlov, Vlasov'un, Yalta'da denize bile gözlükle
girdiğini anımsadı. Kira, bir gün, yan şaka sormuştu: «Siz,
galiba uykuya da gözlükle yatıyorsunuz?» Vlasov, ciddi cid-
di : «Alışmışım» diye yanıt vermişti.
Gözlük, kendisini gerçekten de daha talimli gösteriyor-
du. Gözlüksüz, kalın dudaklı geniş alt çenesi daha belirgin
ortaya çıkıyor, pıtırlı yüzünün üst kesimindeki kirpiksiz kü-
çümencik gözleri kıpır kıpır kırpışmaya başlıyor, içkiyi se-
ven küçük çaplı bir adamın fizyonomisi ortaya çıkıyordu.
— Rusya'ya karşı suçlu durumunda değilim. Onun, bu
kâbustan özgür ve güçlü çıkmasını istiyorum. Rusya'nın
hakkı var buna.
460
— Söyleyin, yüzbaşı...
— Yüzbaşı değil, hauptşturmführer. Mademki bunları
öğrenmek istiyorsunuz, belleyin nihayet.
— Söyleyin, hauptşturmführer, siz erkek misiniz, yok
sa...
— Pekâlâ, gidiyoruz.
Frav Belinberg biraz Rusça biliyordu. Kocası ona şu
emri vermişti: «Öğren! Moskova'yı aldıktan sonra, Kırım'da
bir malikâna sahibi olacağız.» Her Vlasov da çatpat Al-
manca öğrenmişti. Ştrikfeld'in de onlara yardımı oldu. Bu
adam bir numaralı bir pezevenk olmaya adaydı.
Sekiz gün sonra birbirlerine aşk ilân ettiler. Meğer
Adela da Vlasov'dan hoşlanmış. Vlasov da Adela'dan. Ne
yazık ki, Adela, artık yılların çizgilerini gizlemeyi başara-
mıyordu, cildi tazeliğini yitirmişti, yüzünde yağ sivilceleri
vardı. «Eh, olsun, yüzünden su içecek değilim ya...» diyor-
du Vlasov. Yalnız, zekâsını biraz abartmıştı Ştrikfeld. Oysa,
olağan bir fravdı, basitti, Hitler için ölmeye hazırdı, vata-
nın yararına olursa faterland için de ölebilirdi. Her Vlasov'-
un eşi olmalı mıydı? Neden elmasındı!
Vlasov'un dinlenme kartını imzalarken :
— Her başlangıcın bir sonu var! diye gülümsedi. Bu
kartta şunlar yazılıydı: «Hastanın sağlık durumunda be
lirgin bir iyileşme var. Fiziksel bakımdan güçlendi, iyimser
liği arttı». Frav şef, kartın «kilo almış mı, vermiş mi» ha
nesine, hafifçe içini çekerek: «Hayır» diye yazdı. Kadınca
güldü ve işaret aprmağını salladı: «Aşkta da insan sağlığını
korumalı, sevgilim!»
Düğün takvimi konusunda bazı engeller ortaya çıktı.
Aralık ayından önce yapılamayacaktı. Çünkü, Adela, kocası-
nın ölümü üzerinden en az iki yıl geçmeyince evlenmiyece-
ğine dair and içmişti. İki yıl, Aralık ayının yirmi dördünde
doluyordu. Sonra, âri ırkından birinin Islavla evlenmesi ya-
saktı. Bu sorun'un çözümünü, Adela'nın kardeşi, Vlasov'un
gelecekteki kayınbiraderi oberştrumbanführer Ferdinant
üzerine aldı. SS Rayhsführeri Himler'in yardımını rica
edecekti.
468
Kira, sakin:
— Hayır, dedi.
— Evet! yiyeceksin! Yoksa kafanı kıracağım.
Aşçı kadın peşkirle başını kuruluyordu, gözleri Kira'-
daydı:
— Defol! diye bağırdı.
Kira, «ne de olsa hafif atlattık» düşüncesiyle barakaya
döndü. Galya ile İra ona koştular:
— N'oldu?
— Hiç. Bağırıp çağırdılar.
Bu sırada «işkembe-i Kübra» içeri girdi ve:
— Kalk! Saf düzeni, marş! komutunu verdi.
Olup bitenden haberi olmayan kadınlar, söve saya ve
isteksiz isteksiz sıra oldular. Şef, Kira'yı öne çıkararak, nu-
tuk atmaya başladı. Topluluk önünde söz söylemek, yapabi-
leceği işlerin en ağırıydı onun için. Terliyordu:
— Bu kancık, hırsızın biri. Bu rezil, frav aşçıyı aldat
mış. Frav iyi bir kadın. Bize lezzetli yemekler pişiriyor. Bu
ise domuz. Domuz gibi yemesini seviyor. —Kira'ya çürük,
kara bir patates uzattı— Haydi ye bakayım.
Kira, Minskli üniversite öğerncisi Lida Volkova'ya bak-
mamak için kendini zorluyordu. Patatesleri onun için çal-
mıştı. Kazan dairesinde çalışan Lida bunları orada pişire-
cekti. Kira, onun dayananııyacağından, gerçeği açıklayaca-
ğmdan korkuyordu. Ondan sonra, Allah göstermesin, ona
da işkence edeceklerdi.
Kadınların gözleri Kira'daydı. Bazıları acıyarak, bazı-
ları da merakla bakıyordu. Kira, birden, çürük patates ye-
menin hiç de güç bir iş olmadığı kararına vardı. Kendini
zorlayarak büyük bir parçasını ısırmalı, yutarken başka bir
şey düşünmeliydi. Tavandan sarkan elektrik lambası kaç
mumluktu acaba? Yirmi beş veya on beş?
Patatesi içi bulanmadan yedi. Hatta gülümsemeyi ve
«İşkembe-i Kübra»ya alaycı bir sesle «teşekkür ederim»,
«mersi» demeyi düşündü. Sonradan vazgeçti: «Boşuna... Bu
hayvanın üzerinde etkisi mi olacak sanki...»
499
Sadece:
— Tamam, demekle yetindi.
«İşkembe-i Kübra: «Rahat!» «komutunu verdi. Sonra
Kira'ya yaklaştı. «Dayak faslı başlıyacak şimdi» düşüncesi
geçti Kira'nın aklından. Öteki:
— Alacağın olsun senin, dedikten sonra dışarı çıktı.
Kira yatağına uzandı. Yanı başında Lida için için ağlıyordu.
— N'olursun yapma, Lidoçka...
Gecenin geç vaktiydi, herkes uyuyordu. Galya Kira'nın
başucuna geldi :
— Bravo sana! diye fısıldadı.
— Başüstüne efendim.
Astafiev, bir gazete alarak masa önüne oturdu, Orlov,
gazetenin adını gördü : «Gönüllü».
Ujakin Orlov'un önüne örtüyü yerleştirdi.
«Demek ki buradaki adın Ribakov ha, teğmen Ujakin?
Kim olduğunu sana şimdi anımsatacağım...»
— Ujakin, ahpapça bir traş isterim ha... Eski dostça...
Berberin elleri titremeye başladı. Sesi çatal çutal çıktı:
— Bana mı söylediniz?
— Sana, Ujakin, sana.
Berber iyice afalladı, sarardı, önündeki araçları karış-
tırmaya koyuldu, sonra bir ustura alıp ışığa tuttu. Teğmen
Astafiev konuşmayı duyunca yanlarına gelmişti:
— Ribakov, bırakın usturayı yerine.
Ujakov, bıraktı.
— Kollarını yukarı kaldır, Ribakov! Eller yukarı! —Ka
pıyı ayakla iterek bağırdı— Nöbetçi!
Derhal bir subay içeri girdi.
— Bay Sevastiyanov, assubay Ribakov"u tutuklayın, gö
türün gereken yere.
— Başüstüne.
— Derhal bir berber gönderin.
— Başüstüne.
— Tedbirsiz davrandınız, Bay Orlov. Ribakov sizi piliç
gibi doğrayabih'rdi.
— Ujakov mu? Yapamaz. Korkağın biridir.
— Daha kötü ya...
— Gazetenize bir göz atabilir miyim?
— İlgilendiriyor mu sizi?
— Neden ilgilendirmesin!
— Değmez çünkü. Jilenkov'un yazı işleri müdürlüğü sı
rasında bir şeye benziyordu. Şimdiki yazı işleri müdürü ise,
prens Baryatinski - Erastov'dur. Paris'ten tanırım kendi
sini. Mankafanın biridir.
«Gönüllü» başlığının altında, «Kurtuluş hareketi savaş-
çıları için günlük gazete» yazısı vardı. Orlov, başlıkları oku-
du : «Cephelerde», «Alman birlikleri yeni yeni mevziler ka-
506
«Evet, o. Kira.»
— Alöşa!
Kira, Orlov'u'n boynuna atıldı. Anlaşılmaz şeyler söy-
lüyordu.
— Onlar getirdi beni buraya. «Şimdi göreceksin onu»
dediler.
— Kira! Gözlerime inanamıyorum... Sevgilim!
— Alöşa! Ne zamandan beri buradasın? Seröja nerede?
— Nerede olabilir! Kineşma'da büyükannesinin yanın
da.
— En son ne zaman gördün?
— İki - üç hafta önce.
— Hasta değil ya?
— Kira, hâlâ gözlerime inanamıyorum.
— Söyle, Seröja sağlam mı?
— Sapasağlam. Kira! Ağlama, Kira! Ağlama, Kira!
— Kendimi tutamıyorum. Çok çektim. Nasıl oldu, ben
de anlayamadım. Seni ararken kamyon hareket etmiş. Sen
gördün mü onları? Seröja"yı ve annemi?
— Kira, anlat, anlat.
— Nasıldı?
— Okula gidiyor. Hem de iki okula, müzik okuluna.
Anlat bana, konuş, hayatım benim.
— Zifiri karanlık, soğuk bir geceydi sanki... Nasıl sağ
kalabildim? îliklerime kadar nefret ediyorum onlardan. An
nem nasıl? Çok mu yaşlanmış?
— Seröja ihtiyarlamasına müsaade etmiyor. Öyle iş
tahlı ki bizim oğlan.
— Gördün onları demek?
— Kira, ağlama, sevgilim.
— Kendimi tutamıyorum. «Şimdi kocanızı göreceksiniz.
Etkileyin onu» dedi bana.
— Kim o?
— Kim olacak? Vlasov. «Her ikinizin de sağ kalmanızı
istiyorsan etkile kocanı.» dedi. Alöşa, söyle ne yapayım sa
na? «Sizi dinlemezse diri diri yakacaklar kocanı» dedi.
— Ellerinden geliyor bu işler...
509
_
522
İki gün sonra Astafie intihar etti. İlk önce, bunu niçin
yaptığını bir türlü anlayamadık. Tnıhin, hüzünlü bir
sesle:
— Mahşerde öğreneceğiz, diye söylendi.
Astafiev'le olumlu bir konuşmanın yolunu bulamadı
ğım için üzgündüm.
Aradan bir süre geçtikten sonra, Klava Kozhine olayı
şöyle anlattı bana:
— Kira'nın ölümünden sonra bambaşka bir adam ol
muştu. Susuyor ve içiyordu. Benimle de konuşmak istemi
yordu. Zaten bana karşı son derecede nazikti, okşayıcıydı,
Kira'nın ölümünden sonra çocuklaştı âdeta : Başını dizleri
me koyuyor, ellerimi öpüyor ve sessizce ağlıyordu.
Son gece dili çözüldü, konuşuyor konuşuyordu... Bir
aralık, «Klava, haydi birlikte ölelim» dedi. Gözleri hüzün
doluydu, yanakları gözyaşlarıyla ıslaktı. Sonra, herkese söv-
meye başladı. «İğreniyorum bu süprüntülerden. Kusacağım
geliyor bu Vlasov'u görünce. Korkağın biri, Alman uşağı...-»
diyordu. Sizin için de, Pavel Mihayloviç aynen şunları söyle-
di : «Eninde sonunda öldüreceğim. Mutlaka öldüreceğim.»
Bunlan size açıkladığım için beni hoş görün, Pavel Mihay-
loviç. Sonra kendini lânetlemeye başladı: «Sersemin biriyim
ben. Kafa değil bu bendeki susak, susak!» Yine Vlasov aklına
geldi: «Aç gözlü o... Bir de kadın budalası...» diye haykırdı.
Çarlık generallerinden birinin, geçenlerde Yugoslavya'dan
komiteye pekçok mücevher getirdiğini anlattı ve şöyle
dedi: «Ah bir görseydin, Klaşa, Vlasov'un açgözlü ba-
kışlarını... Kuduz köpek gibi salyaları akıyordu. Mutlaka
çalacak bu mücevherleri. Truhin, bunların bankaya yatırıl-
masını önerince, Vlasov'un, «ne işi var bankanın bunlarla!
«diye bir haykırışı vardı ki, küçük dilini yutardın bir duy-
525
— Gelecek,gelecek.
— Biz ne olacağız?
— Siz misiniz, Muziçenkp Yoldaş?
— Benim, îvan Pavloviç. Bir gün yurda dönecek mi
yiz, dersin?
— Bu heriflerin elinden sağ kurtulabilirsek, döneceğiz,
elbet.
— Bir şey yapamazlar bize, göreceğiz zaferi...
— Kim o? Sevçuk, sen misin?
— Hayır, Sotenski... Şevçuk çoktan uyudu.
— Uyumadım, uyumadım. Bir şey yapamazlar...
— Mihail Födoroviç, uyudun mu?
— Sizin gibi şeytanlar buradayken uyunur mu?
— Haydi uyuyalım öyleyse...
Allah kahretsin, Zakutni de nerden aklıma geldi? Vus-
trav'da, buraya gönderileceğimiz günlerden birinde çıkıp
geldi:
— Merhaba, Mihail Födoroviç!
— Ne istiyorsun?
— Sizinle konuşmam gerekiyor.
— Konuş.
— Mihail Födoroviç, Andrey Andreeviç Vlasov'un öne
risini boşuna reddediyorsunuz. İki canlı mısınız? Herkes
gibi bir canlısınız. Ve bu candan her an yoksun edilebilir
siniz.
— Vlasov mu gönderdi seni?
— Hayır, kendim geldim. Acıyorum size. Pisi pisine ölüp
gideceksiniz.
— Kendine acı, Zakutni.
— Demek ki kararınız kesin? Bize katılmayacaksınız
yani...
— Amma yapışkanmışsın, Zakutni.
Biraz daha oturdu. Göbeîs'e ilişkin bir fıkra anlatnmya
çalıştı. Oysa gözleri umutsuzluk doluydu, düşkün durum-
daydı, yüzü gülenıiyordu.
F. : 34
530
I
539
1945 YAKLAŞIRKEN
ÖÇ
sorunu
uydurma,
Viktor —
\Adolfovtf.
Olur..
değil mi?
- Uydurma olur rtmu ^ Radyogram geldi. General
Peç, Andrey Andreeviç'v ,^ bu_vvl saat on üçte bekliyor. «Saat
on üçte, efendimiz...» \Anmısa^ımz mı?
— Neyi?
— Leoıtft Andreev';»in Asıla^ı Yediler öyküsünü...
— Neler söylüyors^ unuz ^ a llah aşkına!...
— Evet, evet, siz y-vedincisi değilsiniz sahi... Benim vali
ze göz kulak olmayı ur^nutmayı<1 lütfen.
«Ne yapmalıyım? ^ N& y ^alıyım? Kaçacak, alçak, ka-
çacak...»
— Müsaade eder n\ûsiniz ef ^ndimiz?
•Yto6nevar'Ka^"mzolov?
- Anlaşılan Ameı^rikalılar^ gidecegız--- Müsaadenizle
biraz dışarı çıkacağım.
- Kaçmak niyetir^ nde j^^ yoksa sen de?
— Nasıl olur, efentıdimiz Dovgas belki de dönmüştür.
Saatimi alınıştı.
- Git> ama fazla eylenme-
«Ne yapayım, n© eQsdeyim? ^imdi saat on bir byÇuk- Res-
ler yalan söylemediyse jOTnJv ki, bir buçuk saat sonra Peç'-
in yanımda olacağız, j arun. saa ,tlik
1 bir zamanım var. Ameri-
kalılara yaklaştık mı ö. namussuzu. Diri teslim et-vu-j-
mem onlara, adına mayacağım. «Sovyet devleti
ölüme mahkûm diyeceğim.
Kamzolov döndü: «. uömeK* __
— Hayır.
— Gitti saatim... ^ Efendim^- Seneral hazretleri geliyor
lar.
Vlasov, şatonun T\ mer^yg^ılerinde durmuştu. Her za-
manki gibi yan askeri ^ unif orHıası ile idi. Gözlerinde iri göz-
lükleri, elinde bir valijniz yardı
Bekledikleri arabajlna 1(J. Yöneticisi Dovgas'tı. Kamzolov
ona yumruğunu ^öaiiamc^ Dovgas saati gösterdi. Ara-
587
de sanki kanlı bir mask vardı. Truhin'in eski emir eri Assu-
bay Noreyko, elinde tabanca, Kurkin'in ardından geliyordu.
Her şeye karşı genellikle ilgisiz olan Truhin bile bu adam-
dan kurtulmak istemiş ve:
— Bu herif hem sersem, hem de gaddar, demişti.
Noreyko, koşarak Vlasov'un arabasının önüne geçti,
put gibi durdu, kırmızı benekli kahve rengi gözlerini be-
lerterek :
— Çalılıklar arasına gizlenmişti. Yakaladık. Anladığıma
göre Sovyet birliklerini bekliyordu.
— Kim güzelleştirdi bunu böyle? Sen mi?
— Evet, generalim. Yaralı olduğu halde kaçmaya çalı
şıyordu. Uslandırdım kendisini...
Vlasov arabadan çıkarak Kurkin'in yanına gitti, sessiz-
ce süzdükten sonra ağır ağır sordu:
- Bay Kurkin, bundan sonra ne yapmak niyetinkie ol-
duğunuzu sorabilir miyim? Bildiğiniz gibi hastanemiz yok.
Doktorlarımız da, yine bildiğiniz gibi, yok. Sizi burada bı-
rakırsam herhalde öleceksiniz. Fakat birden bire değil. Acı
çeke çeke. İyi ama, ne diye acı çekeceksiniz?
Kurkin konuşacak halde değildi. Birbirine yapışmış
mosmor dudaklarını zorlukla araladı v© duyulur duyulmaz
bir sesle :
— Ne duruyorsunuz, itler, vurun beni... diye mırıMan-
dı.
Vlasov arabasına doğru yürüdü, kapıyı açmak üzerey-
ken başını geri çevirdi ve :
— Norçyko, gerekeni yap, emrini verdi.
Ve ekledi:
— Karnına çek kurşunu alçağın. Derhal ölmesin köpoğ
lu köpek, kan kusa kusa gebersin. Haydi sür arabayı...
596
SON
SOSYAL YAYINLAR
BİLİM DİZİSİ
EN İYİ YAZAR/EN İYİ ÇEVİRİ