You are on page 1of 224

.

Marksizm Öncesi
,ı..'A!M.t:l!lf• isyancı Gelenek ve ·

j,:4u;�[i'tıf..!t'i:.� Günümüze Yansımalar.


H a l u k Ge rge r (1948, A nkara)

197l'de Beyrut Amerikan Üniversitesinden mezun oldu. ABD John Hopkins


Üniversitesinde uluslararası ilişkiler dalında yüksek lisans yaptı, Stockholm
Üniversitesi ve Oxford Üniversitesinde lisansüstü eğitim gördü. Ankara Üni­
versitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde doktora yaptı. Aynı fakültede öğretim
üyesiyken, 6 Kasım 1982'de görevine son verildi.
Aydınlar Dilekçesi'nin ( 1984) Yazmanlar Kurulu üyesiydi; " Dilekçe
Davası"nda Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yargılandı ve aklan­
dı. İnsan Hakları Derneği kurucularındandır. Çeşitli gazete ve dergilerde
yazdı. ôzgür Gündem gazetesi yayın kurulu başkanlığında bulundu. 1986-94
yılları arasında, BM Dernekleri Dünya Federasyonu Yönetim Kurulu ve 1993
New York Körfez Savaşı Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi üyeliğinde bu­
lundu. Darmstadt Teknik Üniversitesinde ve Darmstadt Uygulamalı Bilim­
ler Üniversitesinde misafir profesör olarak ders verdi. Deniz Gezmiş anısına
düzenlenen bir toplantıya yolladığı yazılı mesaj nedeniyle 26 Ekim 1994'te
tutuklandı, 16 ay hapis yattı. 1 998 yılını da Güdül Cezaevi'nde geçirdi.
Yayınlanmış kitaplarından başlıcaları şunlardır: Soğuk Savaş'tan Yumuşama­
ya (1980, Işık Yayıncılık); Mayınlı Tarlada Dış Politika (1982, Hil Yayınları);
Nükleer Tehlike (1983, Bilim ve Sanat Yayınları); Yıldız Savaşları: Teknolojisi,
Sorunları, Tehlikeleri (1985, Kalem Yayıncılık); O Yıllar (1987, Dost Kitabevi);
Emekçiye Mektuplar-1: Yeni Dünya Düzeni, Türkiye ve Sosyalizm (1994, Belge
Yayınları); Emekçiye Mektuplar-2: Türkiye'nin Düzeni ve Kürt Sorunu ( 1 995,
Belge Yayınları); Türk Dış Politikasının Ekonomi Politiği: "Soğuk Savaş"tan
"Yeni Dünya Düzeni"ne (1998, Belge Yayınları; Genişletilmiş ve güncelleşti­
rilmiş 3. basım: 201 2, Yordam Kitap; Almancası: Die türkische Auflenpolitik
nach 1945, Neuer ISP Verlag, 2004); Kan Tadı: Belgelerle ABD'nin Kara Kita­
bı (2003, Ceylan Yayınları; 6. basım: 2012, Yordam Kitap); ABD, Ortadoğu,
Türkiye (2006, Ceylan Yayınları; Genişletilmiş ve güncelleştirilmiş 5. basım:
2012, Yordam Kitap; Almancası: Widerstand im Nahem Osten: Die Politik der
USA, der westmachte und der Turkei gegen die arabischen Lander von 1945 bis
in die Gegenwart, Frankfurt, Zambon Verlag, 2013); Sık Sorulan Sorular (2007,
Ceylan Yayınları), Canavarın Ağzında: ABD Komünist Partisi Tarihi, 1919-
1959 - Cilt 1: Kuruluş ve Çocukluk Dönemi; Cilt il: Çocukluk Hastalığından Er­
genlik Krizlerine; Cilt 111: Çürüme ve Çözülüş (2015, 201 7, 2018, Yordam Kitap).
Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce Özgürlüğü Ödülü ( 1995); Çağdaş Gazete­
ciler Derneği İnsan Hakları Ödülü (1994, 1998); Hellman-Hammett Düşünce
Özgürlüğüne Katkı Ödülü (1996); Çağdaş Gazeteciler Derneğ i Yılın Araştır­
ması Ödülü (2006, ABD, Ortadoğu, Türkiye kitabıyla) sahibidir.
ANTİ-MARKSİST
DEVRİMCİLİK

• Marksizm Öncesi İsyancı Gelenek


ve Günümüze Yansımaları

Haluk Gerger
Yordam Kitap: 419• Anti-Marksist Devrimcilik• Haluk Gerger

ISBN 978-605-172-533-8 •Kitap Editörü: Volkan Alıcı

Kapak ve iç Tasarım: Savaş Çekiç• Sayfa Düzeni: Gönül Göner

Birinci Basım: Mart 2022

Haluk Gerger, 2022; C Yordam Kitap, 2022

Yordam Kitap Basın ve Yayın Tlc. Ltd. Ştl. (Sertifika No: 44790)

Çaıalçeşme Sokağı Gendaf Han No: 19 Kat: 3 34110 Cağaloğlu - İstanbul

Tel: 0212 528 19 10 W: www.yordamkitap.com


• • E: info@yordamkitap.com
www.facebook.com/YordamKitap •www.twitter.com/YordamKitap

www.instagram.com/yordamkitap

Baskı: Pasifik Ofset (Sertifika No: 44451)

Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 311

Baha İş Merkezi A Blok Kat: 2

34310 Haramidere I İstanbul


Tel: 0212 412 17 77
ANTİ- MARKSİST
DEVRİMCİLİK
Marksizm Öncesi İsyancı Gelenek
ve Günümüze Yansımaları
İÇ İ N D E K İ L E R

TEŞEKKÜR 9

ÖNSÖZ 11

1. GİRİŞ 13

il. SERENCAM 17
A . Zorlu Yolculuk. 17
B. Hal-i Pürmelal 20

III. KOMÜNİST DÜŞÜNCEYE DOÖRU 24


A. Komünizm Ütopyası 24
B. Kapitalizmin Şafağında Avrupa 29
C. Ütopik Sosyalizm 37
D. Fransız Devrimi, Babeuf ve Dezhamy 39

iV. MARKSİZM ÖNCESİ KOMÜNİZM 50


A. Ortak Tanımlayıcı Özellikler 51
B. Marx ve Engels'in Tanımları 62
C. Marx ve Engels'in Teorik-Felsefi Eleştirileri 65
D. Öncü Kişilikler ve Marksizmle Çatışmalar 83
1. Blanqui-Marx ilişkisi 83
2. Bir Zanaatkdr: Weitling 94
3. Bir Prusya Subayı: Willich 106
4. Bir Tuhaf Kişilik: Neçayev 111

v. MARKSİST HAREKETE SIZMA 124


VI. UYGULAMADA HAM KOMÜNİZM 134
A. Sovyet Modeli 135
1. Stalin ve Ham Komünizm 135
2. Kadrolar-Ham Komünizm ilişkisi 139
3. Çöküşte Kadrolar 148
B. Bir Ham Düş Gerçeğe Dönüşüyor:
Pol Pot ve Kamboçya Deneyimi 155

Vll. SONUÇ VE DEGERLENDİRME 164


A. Günümüzde Anti-Marksist Devrimcilik 165
B. Ham Komünist Devrimciliği Üreten Koşullar 182
C. Av Sahasından Örnekler: İki Özel Kesim 188
1. Avcılara Bir Ôrnek: Aydın Sorunsalı 188
2. Kurbanlara Bir Ôrnek: Göçmen Meselesi 194

VIII. SoNsöz 199

EK: DEMOKRASİ SORUNU 214


TEŞEKKÜR

Bu çalışmada özellikle iki kişiye çok şey borçluyum. Hacı


Orman ve Volkan Alıcı ile yoğunlaşarak süren uzaktan sohbet­
lerimiz ana ilham kaynağım oldu. Bu tartışmalarda biriktirdikle­
rimden ve önüme açılan rotalardaki arayışlarımdan da elinizdeki
kitap şekillenmeye başladı. Her ikisi de yazdıklarımı defalarca
okudu, eleştiri ve önerilerini iletti. Ufkumu genişleten eleştirile­
rinin çoğunun gereğini yerine getiremedim, önerilerini hakkıyla
kitaba yansıtamadım, anlaşamadığımız noktalar oldu ama mü­
dahalelerinin hepsinden çok şeyler öğrendim. Onlarsız bu kitabı
yazamazdım. Ne kadar teşekkür etsem azdır.
Volkan ayrıca.kitabın editörlüğünü de yaptı. Tartışılan konu­
lara hakimiyeti ve işindeki uzmanlığıyla pek çok yükünü üstlendi
çalışmanın.
Değerli dostum Dr. Cengiz Arın ilk taslağı, imlasından dip­
notlarının kontrolüne kadar, hoca titizliğiyle okudu. Çalışmanın
gündeme getirdiği soru ve sorunların önemli olduğunu ve tartı­
şılması gerektiğini belirterek cesaretlendirdi beni. Zahmetleri için
teşekkür ediyorum.
Son olarak, ekonomik krizin sektörü vurduğu bu zor zaman­
larda çalışmayı yayınlamayı üstlenen Hayri Erdoğan'a ve kapağın­
dan sayfa düzenine, basımından dağıtımına, kitaba emeği geçen­
lere şükranlarımı sunuyorum.
ÖNSÖZ

Bu çalışmanın konusu, kökenleri daha eskilere dayanmakla


birlikte, esas olarak 1830-1850 arasında yaygın ve güçlü biçimde
ortaya çıkan Marksizm öncesi komünist düşünce, hareket ve ona
dayalı devrimciliktir.
İddiam odur ki, Marx ve Engels'in zamanında çok mücadele et­
tikleri ve yenilgiye uğrattıkları bu zihniyet daha sonraları Marksist
hareket içine sızmış, bazı dönemlerde ve yerlerde hegemonik bir
konum dahi elde edebilmiştir. Temel tezim ise, kendisine karşı ya­
bancı öğelerden arındırıldıktan sonra Marksizmin devrimci dina
miklerinin sağlıklı temellerde yeniden harekete geçirilebilmesinin
yolu, bu zihniyetle hesaplaşmaktan geçmektedir.
Yapmaya çalıştığım, bu saptamalara kendi çapında bir ideolo­
jik müdahaledir. Bu çalışma, sosyalist deneylerin çöküşünün ve
yeniden inşanın dolaylı yoldan da olsa düşünülmesine bir vesile
olmaktan, yenilenmenin başlangıç adımlarının bir boyutunun ha­
tırlatılıp tartışmaya açılmasından başka bir amaç ve iddia içermi­
yor. Bu noktada hemen belirtmeliyim ki, günümüzdeki Marksizm
içi sağ ya da sol sapma konusu tümüyle bu çalışmanın kapsamı
dışındadır.•
Kitabın içeriğini düzenlerken, esas olarak okurla bilimsel sos­
yalizmin iki kurucusu Marx ve Engels arasında bir aracı olmak

Daha önce de Ekim Devrimi ve onun inşa modeline Avrupa Marksizmi içinden
iki eleştirel tepki gelmişti. Bunlardan biri, Kautsky ile özdeşleşen "sağ" çıkış, öte­
kiyse Pannekoek, Gorter gibi Marksistlerin, Lenin'in deyişiyle asol çocukluk"
itirazlarıydı. Bunlardan asağ sapma" olanı sonunda Marksizmin dışına, "sol" olanı
da hareketin dışına düştü.
12 ı An ti-Marksist Devrimcilik

istedim. Kendi cümlelerimle ifade etmeden ve savlarıma ağırlık


vermeden önce, bu çalışmayı okura, birinci elden hareket eden bir
tür "belgesel seçki" gibi sunmayı yeğledim. Bunun için de soru­
nun doğrudan muhatabı olmuş ikilinin mücadelelerini, mümkün
olduğunca geride durup zaten benimsediğim saptamalarıyla doğ­
rudan iletmeye çalıştım. Okura sıkıcı gelebilecek uzun alıntıların
bir nedeni bu doğrudan atıf tercihi. Elbette sonrasında, ilhamı­
nı yine onlardan almış kendi görüşlerimi de yazdım ama benim
yorumlarımdan ziyade araştırma sonuçlarının dokunulmadan
okura aktarılması önemlidir. Dolayısıyla bu çalışma, öncelikle,
konuyla ilgili öğretici kaynakların taranarak okura sunulması ça­
bası olarak görülmelidir. Bana göre bu, kitabın asıl yararlı yanını
oluşturmaktadır.
1

GİRİŞ

İçinde bulunduğumuz bunalım döneminde, Marksist toplum


projesine yeniden bakmaya başlamanın ilk adımı, onun unutul­
muş hümanist-moral değerlerinin, uygarlık ve kültür duyarlılı­
ğının, insanın insanlaşması sorunsalındaki felsefi derinliğinin,
analitik/bilimsel yetkinliğinin eleştirel bir perspektifle tartışmaya
açılması olmalıdır.
Marksizmin; liberalizme, kimlikçiliğe, milliyetçiliğe ve benzeri
akımlara kendini kaptırmış ve devrimci çerçevenin dışına düşmüş
odakların ya da reformizmde hayat arayan eğilimlerin yanı sıra,
bu türden sapmalara karşı gelişen "devrimci" görünümlü ama
özünde Marksizme yabancı, hatta zararlı düşünce ve pratiklerden
de arındırılması artık acil bir ihtiyaca dönüşmüştür.
Bunlar, kapitalizmin ilk dönemlerinde ortaya çıkan, henüz
olgunlaşmamış, tutarlı bir dünya görüşüne sahip olmayan, bi­
limsel bir temele oturmamış, tepkisel, çileci ve ahlakçı, isyankar/
devrimci akımlar, yapılanmalar, projelerdi. Özel mülkiyete karşı,
mutlak eşitlikçi ve ortak komünal yaşam yanlısıydılar. Bu akım­
lar, özünde kapitalizme karşı tepkilerle ortaya çıkmış olmaları­
na karşın sistemi, sosyal formasyonu ve onun yasalarını anlaya­
mamışlardı. Eşitlik arayışları, burjuva devriminin "herkes eşit
yaratılmıştır" ilkesinin genelleştirilerek hayata geçirilmesiyle sı­
nırlıydı. Bu amaca, bir yazarın dediği gibi, her kötülüğün nedeni
14 1 Anti-Marksist Devrimcilik

sayılan özel mülkiyete ilişkin "saf düşmanlık" eşliğinde, eşitliğin


hayatın her alanına "acımasızca uygulanması" yoluyla ulaşmayı
hesaplıyorlardı. 1
Kapitalizmin gelişim mekanizmalarını ve içinde kendi yok
oluşunun dinamiklerini barındırdığı gerçeğini bilemeden, son­
rasında da gerçekçi ve geçerli bir inşa programı olmadan kapita­
lizme karşı çıkmanın başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmazdı.
Bu akımlar devrimci dinamikler ve koşullarla, kapitalizm son­
rasıyla, sosyalist inşayla, sınıfsız topluma geçişle ilgili değillerdi.
Kapitalizm sonrası toplumların yapısı, insanın nihai kurtulu­
şuyla bağları, dahası bu kurtuluşun bizzat karakteriyle ilgili ger­
çekçi, akılcı görüşler ve öngörülerden de yoksundular. Sonuçta,
nereden bakılırsa bakılsın, bilimsel bir projesi yoktu hiçbirinin.
Bu temel konu ve sorunlara yanıtları, sonunda Marksizm ve -ni­
hayet pratiğin de ışığında- Marksizm-Leninizm verdi.
Bu akımlar başlangıçta "Marksizm öncesi"ydiler. Sonra
"Marksizm dışı"na düştüler. Marksizm öncesi komünist zihniyet,
liderleri, ideologları, örgütlenmeleriyle birlikte Marksizm karşı­
sında yenilgiye uğrama sürecinde, bilimsel sosyalizmin kurucu­
ları Marx ve Engels'i çok uğraştırdı. Direndiler, saldırganlaştı­
lar. İyi niyetler, haklı tepkiler ve soylu amaçlarla ortaya çıkmış
olsalar da, zaman içinde Marksizm karşıtlığıyla daha gerici bir
karakter edindiler. Sonunda da hayatiyetlerini yitirip bir tür bit­
kisel yaşama geçtiler.
Ortaya çıktıkları dönemde ilerici-devrimci bir rol oynamış­
lardı. Doğuşlarından yükselişlerine dek etkileri önemli ama sı­
nırlıydı. Sonraları, tarih dışına düşüp orada donup kaldıklarında
hırçınlaşıp zavallılaştılar. 1917 sonrasından başlayarak hareke­
tin içinde ya da gölgesinde zararlı oldular ama kuşatılmışlardı.
Zamanla içine sızmış oldukları sol-proleter harekette güçlendikçe

1 David Resnick, "Crude Communism and Revolution", 1he American Political Sci­
ence Review, C. 70, No: 4, l 976, s. l 138.
Giriş ı ıs
ve belirli yer ve alanlarda hegemonik konuma yükseldikçe zararlı
olmaya başladılar. 2
Bu çalışmanın çıkış noktası olan "Nereden başlamalı?" sorusu­
na yanıt, Marksizm öncesi komünist zihniyet ve buna bağlı dev­
rimci eylemciliğin Marksizm ile ilişkisi ve çelişkisinin tartışılma­
sında yatıyor. Amacım, erken komünist düşünce ve pratiklerinin
somut biçimde saptanması, bilimsel sosyalist düşünce sistematiği­
nin bunlardan ayıklanarak zararlı etkilerinden kurtarılması gere­
ğine dikkat çekmektir.
Ne var ki, bu zihniyet ve pratiği, -kritik önemine karşın­
Marksizme ilişkin tartışmalarda Marksistler ya da karşıtlarınca
yeterince gündeme getirilmedi, literatürde neredeyse hiç yer al­
madı. Böylece bir eleştirel tahkimat yapılamadı, düzeltme çabası
geliştirilemedi, savunma alanları bütünüyle terk edildi, kısacası
meydan boş bırakıldı. Böylesine göz ardı edilince, zihniyetin ken­
disi de özeleştiri imkanlarından yoksun kaldı.
Koşullar dışında, bu zihniyetin yeniden üretilmesine imkan
vermiş olan başka nedenler de var.
Bunlardan birincisi, burjuva söylemdeki "Sosyalizm kötüdür,
daha kötüsü olamaz, sapkın denilen zaten gerçeğidir" temasının
hakim kılınmasıydı. Bu komünizm anlayışının Stalin, Mao, Enver
Hoca ve tüm radikal-devrimci solla özdeşleştirilip onların içinde
eritilmesi, onun farklı bir model/akım olma özelliğinin yadsın­
masından geçiyordu ve bu da başarıldı. Marx öncesi komünizm
bahsinde hep reel sosyalizm türlerinin öne çıkarılıp örnek olarak
işlenmesi, teorik eleştirisinin burjuva saldırısının kakofonisi içinde
duyulmaz olmasını, nihayetinde gündemden düşmesini getirdi.
İkinci etmen, bu zihniyetin sözünü ettiğimiz hegemonik konu­
munun koruyuculuğuydu. Eleştirisinin devrimciliğe karşı refor­
mistlik göstergesi sayılması, her tür keskinliğin geçer akçe olması-
2 Buna karşılık, "sol"daki öteki isyancı hareket -anarşizm- ise kendi bağımsız
varlığını sürdürdü. Anarşistler küçük ve izole örgütlenmeler halinde önceleri "ey­
lemle propaganda", daha sonraları da ideolojik-teorik karşı duruş ile sızmayı değil,
Marksizmle (ve Leninizmle) açık mücadeleyi seçtiler.
16 j Anti-Marksis t Devrimcilik

nın koruyucu zırh altına alınması imkanını yarattı. Devrimcilikle


özdeşleştirilince de tartışılması ve eleştirilmesi bir tabuya, günaha
dönüştü.
Üçüncü olarak, sosyalist kampın 1970'lerde açığa çıkan bölün­
mesinden sonra, Sovyet tarafınca Maoizm ve Sovyet karşıtı radikal
Batı Solu'na karşı kullanılmasıyla, eleştirisinin ciddiyetini yitir­
mesi, itibar kaybına uğraması ve suçlanan taraflarca bastırılması,
bir iftira aracı olarak görülüp gündemden düşürülmesi gerçekleş­
ti. Giderek, eleştirel çıkışlar "Sovyet reformizminin kara çalması"
olarak lekelenip bir kenara atıldı.
Dördüncü neden olarak, Lenin'in daha farklı kesimleri, düşün­
celeri, zihniyeti eleştiren "sol çocukluk hastalığı" tartışması içinde
gölgelenmesi, eriyip kaybolması sayılabilir.
Beşinci olarak, ciddiye alınması gereken bir sorun olarak gö­
rülmedi. Tezleri Marksizm-Leninizm tarafından zaten çürütüldü
kanaatinden hareketle tarih dışı ve marjinal sayıldı ya da öyle sa­
nıldı denebilir. Lümpen ve deklase kesimlerde, köylülükte, genç­
likte gelip geçici moda, eski kapitalizmin gidici kalıntısı diye du­
dak büküldü; egzantrik aydınların fantezileri, dikkat çekmek için
öne sürdükleri ucuz ve keskin tuhaflıkları olarak görüldü vb.
Nihayet, gelişmemiş toplumların geriliğinin göstergesi olarak
algılandı, önemsiz diye göz ardı edildi.
Bu durumda, yenilgiye uğratılmış ama yok olmamış hasımla
mücadeleye yeniden başlamak gerekiyor.
Bugün, "Nereden başlamalı?" sorusuna cevap olarak, başa git­
mek ve Marx'ın komünist olarak ilk ideolojik mücadelesine geri
dönmek anlamlı görünüyor.
Baştan başlamadan bugünün yenilgisi ve çürümesi anlaşıla­
maz, atlatılamaz.
il

SER ENCAM

A. Zorlu Yolculuk
1917'de dünyanın en büyük ülkesi Rusya'da Komünist Parti
önderliğinde proletaryanın devlet iktidarını ele geçirmesi sonucu
tarihin ilk işçi-köylü devleti kuruldu. Yeryüzünün altıda birine
denk gelen bu hacimsel ihtişam, Ekim Devrimi'nin insanın nihai
kurtuluşu sürecindeki yeri, tarihsel anlamı ve politik-sosyal önemi
yanında sönük durur. Kısacası, fiziki haşmet ruhun görkemi kar­
şısında küçük kalır.
Sonraki yıllarda komünist partilerin önderliğindeki rejimler
Avrupa' da, Asya'da, Afrika' da, yeryüzünün üçte birini kapsayan
bir alanda iktidara geldi, sosyalist inşaya yürüyüşlerinin ilk adım­
larını atmaya başladı.
"Dünyayı sarsan on gün"ün sonunda, bir simge olarak Rus
Çarı'nın tarihin çöplüğüne düşüşünü, Tamil kökenli H indistanlı
ozan Subramania Bharati "Himalaya Dağları'nın devrilmesi"ne
benzetmişti. 1
Dünyayı sarsan on günde Himalayalar'ı deviren Ekim
Devrimi'nin açtığı yolda, örneğin 1949'da Çin'de, komünistle­
rin uzun yürüyüşü sonrasında, o zaman 2,5 milyar olan dünya
nüfusunun beşte birinden fazlası, beş yüz milyonu aşkın insan,
kapitalist-sömürgeci boyunduruktan kurtulup özgürlüğe dev bir
adım attı.

https://www.thehindu.com/news/national/subramania-bharati-the-eternal-revo­
lutionary/article 19670435.ece
18 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

Bunalımın kasıp kavurduğu Avrupa'nın her yerinde, zamanın­


da "krize çare" diye Hitler'i besleyip Sovyetler Birliği'nin üzerine
sürmeyi planlayan İngiltere ve Fransa gibi ülkeler paylaşım sava­
şına tutuşmuşken, komünist direnişçiler faşizme karşı sahadaydı­
lar. Fransa' da Nazi idam mangaları karşısında "Yaşasın Sovyetler
Birliği!" diyerek dik duran Ermeni gençlerden Yunanistan' da
ölüme rebetikolar eşliğinde koşan komünist partili militanlara,
faşizmin Almanya kalesinde vuruşan Alman devrimcilerden so­
nunda Mussolini'yi ayaklarından sallandıran İtalyan partizanlara
devrimciler bedenlerini faşist barbarlığa karşı "kalkan ve ok" yap­
mışlardı. İkinci Paylaşım Savaşı'nda Sovyetler Birliği 27 milyon
insanını kaybetti. Faşist saldırgana karşı, cephede ve gerisinde, en
önlerde vücutlarını siper edenler Sovyet Komünist Partisi'nin üye­
leriydi. Nazi Genelkurmayı'nın komünist savaş esirlerinin derhal
infaz edilmesi talimatı sadece faşist nefretten değil, aynı zamanda
korkudan da kaynaklanıyordu.
Emperyalizmin yeni hegemonu Amerika Birleşik Devletleri'nde
gerçek sendikacılığı ve toplu sözleşme düzenini, l 930'larda ABD
Komünist Partisi, üyelerinin canıyla-kanıyla dayatmıştı. O sen­
dikalar sonraları, büyük Soğuk Savaş saldırısında "Batı kampı"
üyesi ülkelerdeki sendikal yapılarda CIA'nın tetikçi kolu olarak
çalışırken, Amerikalı komünistler bir yandan içerideki ırkçılığa
karşı mücadelenin önderliğini yapıyor, öte yandan da yeni evrensel
saldırının dünyanın dört bir yanındaki kurbanlarıyla dayanışma
içinde barış mücadelesi veriyordu.
Sömürge topraklarda ulusal kurtuluş savaşlarının her birinde
önder kadrolar komünistlerden ve Marksizm-Leninizmden etkile­
nenlerden oluşmaktaydı.
Burnu büyük sömürgeci Fransa'yı Ho Amca önderliğinde top­
raklarından kovan Vietnam halkı, sonra da, daha önce hiç görül­
memiş bir ateş gücünü tarihin tanık olmadığı ölçülerde kullanan
işgalci ABD ve işbirlikçilerini bozguna uğrattı.
Marksizmden olumlu etkilenmiş ulusal kurtuluşçuların ön­
derlerinden ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı
Serencam ı 19
Patrice Lumumba, "uygar" Belçika sömürgeciliğinin köle emeğine
isyan edince katledilmişti. Bu cinayet yeni isyan dalgalarını ateş­
lerken dillerde Lumumba'nın yazdıkları yankılanıyordu:

Ve insanlara dediler ki,


bir başka
yabancı köle gemisi
Pamuğun Tanrı sayıldığı
Doların kral olarak yönettiği
Uzak kıyılara açıldı.
Orada,
Günbatımından şafak vaktine
hiç bitmeyen, yıkıcı çalışmaya
mahkum sana,
Ahirette cennet vadeden
dualara kurban edilirken sen,
ilahilerinde Tanrılarını
yüceltmeni öğrettiler.

En iyi bildiğimiz Türkiye örneğiyle devam edebiliriz. Özellikle


1960'larda, yeni sosyalist bilincin öncüsü gençlerin, aydınların,
küçük burjuvazinin, işçi ve emekçilerin, onların örgütlerinin
antiemperyalist mücadeleye, bağımsızlık arayışlarına, halklarla
dayanışmaya, sendikal hareketin ve ilk sosyalist örgütlenmele­
rin doğuşuna canları pahasına yaptıkları katkılar yadsınamaz.
Burjuvazinin ve devletinin sonraki sistematik saldırıları ve terö­
rüne karşı öncü direniş, faşizme karşı savaş, ulusal baskılara kar­
şı, emeğe kalkan ve yoksul köylü yığınlara dost ittifaklar inşası,
direnişler direngen ruhi şekillenmeyi toplumsal belleğe kazıdı.
Zamanla, değerler hegemonyasında açılan gediklerle, sosyalizm,
sınıf mücadelesi, sınıf bilinci, sınıfsız toplum gibi kavram ve de­
ğerlerin toplumsal kavrayışta yer etmesinin; kültürel sıçramanın,
örgütlenme bilincinin yerleştirilmesinin fiili örnekleri yaratıldı.
Teori emekle, mücadeleyle, özveriyle, binbir kahramanlıkla dev­
rimci praksise dönüştürüldü.
20 ı An ti-Marksist Devrimcilik

Örnekleri çoğaltmak mümkün ama gereksiz . . .


Himalayalar'ı devirdikten ve "Devrimler Çağı"nı açtıktan
sonra, uzun ve yürek burkan bir çürüme sonucunda Sovyetler
Birliği'nin tarih sahnesinden silinmesiyle başlayan büyük çöküş
ise, Platon'un açgözlülük ve hırsa yenik düşen cennet Atlantis'inin
dev okyanus dalgalarınca yutulup karanlığa gömülmesi gibiydi.
Rus şair Yevtuşenko'nun "Hoşçakal Kızıl Bayrağımız Bizim" şii­
rindeki gibi:

Artık var olmayan bir ülkede doğduk biz


Ama biz, o Atlantis'te yaşayan canlılardık . . .

Büyük Çöküş' ün, daha doğrusu çürüyüp lime lime olmuş cese­
din devasa boyutlarıysa, emeğin ve insanın yitirdiklerinin yanın­
da devede kulak kalır.
Ve bir gün, burjuvazinin sözcülerince ilan edildi ki, "Devrimler
Çağı" bir daha açılmamak üzere kapanmıştı. "Tarihin Sonu"na ge­
linmişti.

B. Hal-i Pürmelal
Hayat elbette böyle işlemedi. Arsız ve şımarık bir cüretle "tari­
hin sonu"nu ilan edenleri, bizzat hizmetlisi oldukları kapitalizm,
krizleri, savaşları, yıkımları, art arda nükseden ölümcül hastalıkla­
rı eşliğinde hayatın acımasız gerçekleriyle yüzleşmeye mecbur etti.
Efendilerince de, içinde kendi yok oluşunun tohumlarını taşıyan, öl­
meye yazgılanmış olanın ömrünü uzatmaya koşuldular bir kez daha.
Tanrıların lanetlediği ve cezalandırdığı Sisifos gibi bunlar da, kendi
eserleri olan "yeryüzünün lanetlileri"nin korkusuyla, imkansızı ba­
şarma yolunda çırpınma hükmüne çarptırıldılar yeniden.
Bu tespit ve yargı yine de, tarihsel perspektiften bakıldığında,
geçici de olsa, kapitalizmin sosyalizm, burjuvazinin proletarya,
emekçiler ve insanlık karşısında büyük bir zafer kazandığı gerçe­
ğini ortadan kaldırmıyor. Bunun burjuvaziye çare olamayacağını,
kapitalizmin yapısal sorun ve krizlerine çözüm getiremeyeceğini
yaşayarak görüyoruz. Hatta proleter hareketin çok yönlü frenle-
Serencam 1 21
yiciliğinin ortadan kalktığı, hakim sınıfların emekçi korkusuyla
terbiye edilip dizginlenemediği koşullarda bunalımların artıp de­
rinleşeceğini de varsayabiliriz.
Ne var ki, burada çözüm yoktur. Bu noktada sosyalist çözüm,
sosyalist hareketin krizine çare aramak, kapitalist barbarlığa karşı
tek seçenek olarak kendini yeniden güçlendirmektir.
Yıkım ve bilimsel sosyalizmin içine düşürüldüğü kriz sadece
işçi sınıfını, emekçileri ya da komünistleri vurmadı. Uluslararası
frenlerinden, toplumsal zincirlerinden boşalan burjuvazinin ev­
rensel saldırısı insanlığı her yerde vurdu. Genel bir ahlak buna­
lımı, moral çöküş, toplumsal norm ve değerlerin yozlaşması, de­
mokratik kurumların özlerini ve hayatiyetlerini yitirmeleri, savaş,
vahşi sömürü ve baskı, ırkçılık, çevre kirliliği, göç krizi vb. olgular
burjuva basınının magazin sayfalarını süsler hale geldi.
Kar güdüsünün doymak bilmez hortumu insanlığı yutmaya
devam ediyor. Demokrasi, neredeyse devlet (toplum) kesesinden
rüşvet alıp vermeye, hak mücadelesinden sadaka peşinde koşmaya
dönüştü. Politikacılar toplumsal varlıktan rüşvet dağıtıyor, seç­
menler de oylarını buna göre kullanıyor.
İşçi sınıfı ve genel olarak da emekçiler, içine kıstırıldıkları sö­
mürü çarkının çaresizlik girdabında hak, hukuk, özgürlük, eşitlik,
adalet gibi değerlerden feragat etmeye zorlandı. Tarihsel özne gö­
revinden uzaklaştırılıp demokrasinin içini boşaltan yağmaya kı­
rıntılar karşılığında ortak yapılırken, nihai tercihini büyük bira­
derine biat etme yönünde kullanan küçük burjuvazi gibi, bireysel
(ve bencil) tüketici olarak pazarda rol almaya sürüklendi.
İnsanlık ideallerinin, sınıfsal taleplerin yerini tüketici gereksi­
nimleri aldı. Bireyler tüketim skalasındaki yerleriyle sınıflandırılır
oldular. Ufukları böylece sınırlandırılmış işçi ve emekçiler, ABD' den
Türkiye'ye, Macaristan' dan Brezilya'ya, Polonya' dan Filipinler'e, geri­
ciliğin oy deposu, popülizmin toplumsal tabanı oldu.
Bireysel tüketicinin sisteme -liberal büyük burjuvaziye- tep­
kisi, popülist şarlatanlara destek biçiminde ortaya çıkıyor. Sınıf
değiştiremese de, tüketim skalasında üstlere çıkmak ve yaşam
22 1 A nti-Marksist Devrimcilik

biçiminde üst sınıfları taklit eden küçük burjuva tarza coşkuyla


özenmek işçi ve emekçileri olumsuz biçimlerde etkiliyor.
Marx 18 Şubat 1865'te Engels'e yazdığı bir mektupta, Alman
sosyal demokrat Johann von Schweitzer'e 13 Şubat'ta gönderdiği
bir mektubu da ekliyordu. Bu mektubunda Marx, Bismarck hü­
kümetinin işçi sınıfı korkusundan bazı sosyalizan yasalar çıkar­
tabileceğine ilişkin Lassalle ve çevresindekilerin ham hayallerine
ilişkin, "İşçi sınıfı partisinin onuru, bu illüzyonları, kofluğu (ba­
lonun patlaması) tecrübeyle sabit olmadan önce de reddetmesini
gerektirir," diye yazıyor ve asla unutulmaması gereken şu tespitini
ekliyordu: "işçi sınıfı ya devrimcidir ya da bir hiçtir."2
Bu saptama, burjuvazinin işçiye nasıl baktığının, kapitalizmin
ona verdiği değer ve yaşam koşullarının bugün özellikle vurgulan­
ması gereken özlü ifadesiydi.
20. yüzyılın büyük bölümüne damgasını vuran işçi sınıfının ve
onun öğretisinden olumlu etkilenen -yoksul köylüler, sefalete itilen
zanaatkarlar, emekçiler, bezmiş küçük bu·rjuvazi, geleceksiz bıra­
kılmış öğrenciler, aydınlar, köleleştirilmiş bağımlı halklar- sınıf ve
tabakalardan milyarlarca insanın küreselleşme süreciyle başlayan
yeni intikamla ne hallere düşürüldüğünü yaşayarak görüyoruz.
Uzaklara gitmeye gerek yok; konumu gereği sistem lehine
önyargılarla yüklü, dünyanın en büyük finans kuruluşlarından
Credit Suisse'in Araştırma Enstitüsü'nce hazırlanan 2020 raporu­
na göz atmak yeterli olacaktır: 2019 sonunda Kuzey Amerika ile
Avrupa, birlikte dünya yetişkin nüfusunun yüzde 17'sini oluştur­
masına karşın toplam varlığın (zenginliğin) yüzde SS'ine sahip.
Dünya nüfusunun %l'ini oluşturan zengin zümre, dünyadaki net
varlığın neredeyse yarısını, %43,4'ünü elinde bulunduruyor.3
2 Kari Marx, Friedrich Engel;, Collected Works, C. 42, London, Lawrence and Wis­
hart Electric Book, s. 96. (Bundan böyle MECW Electric); https://lwbooks.co.uk/
marx-engels-collected-works/read-and-search-online
3 https://www.google.com/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=&ved=2ah
UKEwiFhe357pzOAhVxh_OHHRL4COYQFnoECAYQAQ&url=https%3A%2F%2F
www.credit-suisse.com%2Fmedia%2Fassets%2Fcorporate%2Fdocs%2Fabout-us%2
Fresearch%2Fpublications%2Fglobal-wealth-report-2020-en.pdf&usg=AOvVaw2u
B7smxwX7h 1 Rgez9bLspG
Serencam 1 23
Ülkeler içindeki tablo daha da ürkütücü. Dünyanın en büyük,
en güçlü, en ileri kapitalist ekonomisi ABD' de, Amerikan Merkez
Bankası'nın iyimser verilerine göre, 2020 yılında ülkedeki serve­
tin yüzde 30,4'ü nüfusun yüzde l'inin mülkiyetinde. Buna karşılık
toplumun en alttaki yarısı toplam birikimin yüzde ikisinden daha
azına, sadece %1,9'una sahip.4
ABD' de ortalama yıllık ücreti 50.000 dolar olarak hesaplar­
sak, bu miktar Jeff Bezos'un 41, Warren Buffet'ın 52 saniyede, Bili
Gates'inse 6 dakika 35 saniyede kazandığı paraya denk geliyor.
Eylül 2021' de Türkiye' deki asgari ücreti 380 dolar olarak hesap­
larsak, Bezos ile Buffet'ın bu parayı kazanması için bir, sadece bir
saniye beklemeleri gerekirken, zavallı Bili Gates iki saniyeye ihti­
yaç duyuyor. 5
Ayrıca unutmamak gerekir ki, bugün en az bir milyar insan
günde bir dolardan az kazanıyor. Dünya Bankası'na göre, insan­
lığın neredeyse yarısına denk gelen 3,4 milyar insan günde sade­
ce 5,5 dolarla geçinmek zorunda.6 2 milyar insan temiz içme suyu
bulamazken, Amazon eski CEO'su Jeff Bezos, Virgin Galactic'in
sahibi Richard Bronson kendi özel roketleriyle uzaya gidiyor, zen­
ginler için uzay turizmi programlanıyor.
20. yüzyılın ilk yarısının, "Devrimler Çağı"nın rövanşı işte
böyle alınıyor.

4 h t t p s : // w w w . fe d e r a l r e s e r ve . gov/ r e l e a s e s / z l / d a t a v i z / d fa / d i s t r i b u t e /
chart/#quarter:O;series:Net%20worth;demographic:networth;population: l ,3,5,7;u
nits:levels;range:2-005.2,2020.2
5 Okur kendisi de bu hesapları yapabilir: https://uk.rs-online.com/web/generalDis­
play.html?id=i/you-vs-billionaire
6 https://www.worldbank.org/en/news/press-release/2018/ l O/ l 7/nearly-hal f-the­
world-l ives-on-less-than-550-a- day
III

KOM ÜNİST DüşüNCEYE Do<iRu

A. Komünizm Ütopyası
"Komünist toplum" düşüncesi insanlık kadar eskidir, denir.
İnsanlığın sınırlı kaynaklarla birlikte yaşama (toplum) zorunlulu­
ğu, uyum, huzur, istikrar, adalet, eşitlik arayışlarının da temelini
oluşturmuştur her devirde. Örneğin Platon, yönetici sınıfların özel
mülkiyete (ev, toprak, altın, gümüş, vb.) sahip olmasına karşıydı.
Toplu yerleşim yerlerinde yaşayıp yemeklerini ortak yemekhane­
lerde yemelerini öneriyordu, çocuklarının da ebeveynlerce değil,
ortak komünlerde yetiştirilmelerini savunmaktaydı. Platon'a göre,
özel mülkiyet ve aile kurumu bencilliğin, açgözlülüğün, moral
zaafların ana kaynaklarıydı. Halka hizmetle mükellef adil ve iyi
bir yönetim, uyum ve istikrarı ancak mülkiyetin yasaklanmasıy­
la sağlayabilirdi. Görüldüğü gibi burada sınıflı toplumun ortadan
kaldırılmasından ziyade, belirli bir ortak mülkiyet temelinde sür­
dürülebilmesinin ekonomik-sosyal altyapısının oluşturulması ve
egemenlik sisteminin korunması istenmekteydi.
Eski Mısır, eski Yunan, Hindistan ve daha pek çok coğrafyada
antikiteden kalma ortak mülkiyete dayalı ya da belki daha doğru
bir deyişle mülkiyetin olmadığı "komünal" toplulukların yaşamış
olduğu biliniyor.
Eski Hıristiyan topluluklarında da, bir manastır yaşamı çer­
çevesinde, ortak emek ve mülkiyete dayalı düzen projeleri hayata
geçirilmişti.
Komünist Düşünceye Doğru ı ıs
lSOO'lerin Reformasyon döneminde Orta Avrupa'daki komü­
nizm düşüncelerini incelediği çalışmasında Kari Kautsky ilginç
bir saptamada bulunuyordu: "Komünizm [insan] ırkının çocuk­
luğundan başlar ve neredeyse bütün ulusların sosyal temelini
oluşturmuştur."1
Başka kültürlerde de ortaklaşa emek ve eşit paylaşılan mülki­
yet ilişkilerine ilişkin tezler oluşturulmuş, projeler denenmiştir.
Yunus Emre'nin 700 yıl önce söylediği gibi, "Mal sahibi mülk sahi­
bi / Hani bunun ilk sahibi" hatırlatması, insanoğlunu hep meşgul
edegelmiştir.
Kuran' da da şöyle denir:
Malı aşırı derecede seviyorsunuz. Hayır, bu böyle olmamalı. Yer
dağılıp parça parça olduğunda; Rabbin (emri) gelip melekler de
saf saf dizildiğinde; O gün cehennem de getirildiğinde, insan işte
o gün yaptıklarını birer birer hatırlayacaktır. 2

Aristofanes'in kahramanı Praksagora şöyle der:


Kısaca şemam şöyledir: İnsanlık mutluluğun araçlarına ortaklaşa
sahip olmalıdır. B öylece özel mülkiyet son bulur. Başkası açlıktan
inlerken birinin harcayacak çok [parası] olması tümüyle yanlış­
tır; birinin mezarı için toprağı yokken ötekinin refah içinde dö­
nümlerce toprağı işlediğini görüyoruz . . . . Bu artık son bulacaktır:
Bundan böyle herkes her şeye sahip olacaktır. 3

Günümüzden 500 yıl önce Thomas More, Ütopya adını verdiği


yapıtında, paranın olmadığı, toprağın ortaklaşa işlendiği, üretici­
lerin ihtiyaçları oranında toplumsal mülkiyetten pay aldığı, uyum
ve adaletin, eşitlik ve huzurun hüküm sürdüğü hayal ülkesini bu
eski kaynaklardan esinlenerek yaratmıştır:

Kari Kautsky, Communism in Central Europe in the Time of Reformation, çev. J. L.


ve E. G. Mulliken, London, T. Fisher Unwin, 1897, s. 2; https://archive.org/details/
communismincentr00kautuoft/mode/2up
2 Fecr suresi, 20- 23.
3 Aktaran, Cedric J. Robinson, An Anthropology of Marxism, second edition, North
Carolina, North Carolina University Press, 2019, s. 91.
26 1 Anti-Marksist Devrimcilik

[H]er yerde 'senin benim' ilkesi ile karmaşık olduğu kadar kötü­
lüğe elverişli bir toplum düzeni kurulmuştur. . . . Mülkün tekelde
ve mutlak olduğu bir devlette eşitlik kurulamaz, çünkü orada
herkes türlü yollarla kazanabildiği kadar kazanmakta haklı gö­
rür kendini ve ulusun zenginliği, ne kadar büyük olursa olsun
önünde sonunda başkalarının yoksulluğuna göz yumacak küçük
bir azınlığın eline geçer. . . . Mülk sahipliğini ortadan kaldırmak,
memleketin zenginliğini eşitçe doğrulukla dağıtabilmenin ve in­
sanlığı mutluluğa kavuşturmanın biricik yoludur. Mülkiyet hakkı
toplumsal yapının temeli oldukça, en kalabalık ve en işe yarar sınıf
yoksulluk, açlık ve umutsuzluk içinde yaşayacaktır.4

Daha Fransız burjuva devriminden önce Jean Jacques Rousseau


şöyle yazmaktaydı:
İnsan aklı daha çok aydınlandıkça, hünerler ve sanayi daha yetkin­
leşti. Hemen ardından ilk rastlanan ağaç altında uyumak ya da ma­
ğaralara çekilmeyi bırakarak, taştan yapılmış sert ve kesici bir çe­
şit balta bulundu, odun kesmek, toprağı kazmak, ağaç dallarından
kulübeler düşünüldü; bu sonradan balçık ve çamurla sıvandı. Bu,
ailelerin kurulmasını, birbirinden ayırt edilmesini meydana getiren
bir çeşit mülkiyet benimseten ilk devrim dönemi oldu; işte bu mül­
kiyetin ortaya çıkması ile hemen birçok kavga ve çatışma doğdu. 5

Fransız Devrimi'nde de Jakoben önder Maximilien Robespierre,


24 Nisan 1793'te Konvansiyon Meclisi'nde yaptığı konuşmada özel
mülkiyeti eleştirecekti:
Mülkiyetin uygulanmasında en büyük özgürlüğü sağlayacak mad­
deleri çoğalttıkça çoğalttınız. Ama bu mülkiyetin meşru niteliğini
belirleyecek tek bir sözcük bile söylemediniz. Öyle ki, bildiriniz
insanlar için yapılmış görünmüyor; zenginler, soyguncular, borsa
simsarları ve zorbalar için yapılmış görünüyor. 6

4 Thomas More, Utopia, çev. Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol, Cem Yayınevi,
İstanbul, ı997, s. 56-57'den aktaran Coşkun Can Aktan, "Mülkiyet Hakları Felse­
fesin, Hak-iş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, c. 7, sayı 18, 2018, s. 197.
5 J. J. Rousseau, insanlar Arası Eşitsizlitin Kaynatı. çev. R. N. İleri, İstanbul, Say
Yay ınları, 2010, s. 1 37-138'den aktaran age., s. 199.
6 Agy.
Komünist Düşünceye Do(lru j 27
Yüzyıllar boyu özel mülkiyet her ideolojiden, düşünceden, sı­
nıftan, medeniyetten, kültürden, dinden, ırktan insan tarafından
eleştirilmiş, herkesin kendi kafasına göre uydurduğu ya da haya­
lini kurduğu bir "komünizm" düşüncesi ve özlemi hep var olagel­
miştir. Bazen sınıflı toplumu daha sağlam temeller üzerinde sür­
dürmek ve egemen sınıfları korumak; bazen adil ve uyumlu bir
toplum yaratmak; bazen cenneti yeryüzüne indirmek, Tanrı'nın
talebine boyun eğmek; bazen de ezilen, sömürülen yığınları hare­
kete geçirmek ve daha iyi, insana yaraşır bir hayat inşa etmek için.
Sonraki yüzyıllarda isyanlar, savaşlar, devrimler yaşanmıştır
insanoğlunun bu türden talep ve arayışları uğruna . . .
Avrupa' dan başlayarak ekonomide, ona bağlı olarak da bilimde,
sosyal hayatta, politik bilinçte, eğitimde, kültürde, kısacası hayatın
her alan ve boyutunda ilerlemeler, gelişmeler, devrimci dönüşümler
ortaya çıktıkça, bu arayışların politik-toplumsal çerçevesi. sosyoe­
konomik altyapısı da değişti. Feodalizmin çözülmesi, İngiltere' de
Cromwell kalkışmasıyla feodalite-yeni burjuvazi çelişkisini derin­
leştirdi' ve burjuvazi, Fransız Devrimi'yle coğrafyayı sarsan bir
biçimde politik güç olarak arenaya çıktı. Kapitalist üretim-payla­
şım ilişkilerinin egemen olmaya başlaması ve sanayileşme, teknik
ilerleme, kentleşme gibi olguların toplumsal hayatı, düşünce dina­
miklerini, politik hareketleri kökten değiştirmesiyle yeni bir dönem
başladı. Kapitalizmin ortaya çıkması aynı zamanda işçi sınıfının,
modern proletaryanın da tarih sahnesinde yerini alması demekti.
İşçi sınıfı, burjuvazinin aksine, kendiliğinden gelişen prati­
ğin neticesinde değil, bilinçli bir tercihin, "yapay", zoraki olarak,
dış müdahale sonucu oluşturulmuş bir sınıftır. Üretim aracından
(topraktan) kopartılmış, kentlere göçe zorlanmış üreticilerin açlık,
kent dışına vahşi hayvanlara yem olarak sürülme ya da zindanda
ölüm seçenekleriyle karşı karşıya bırakılmaları sonucu alınterleri-

7 Cromwell Devrimi'yle (1648 İngiliz Devrimi) İngiltere' de kapitalizmin (ve burju­


vazinin) gelişmesi arasındaki bağ konusunda bkı. Christopher Hill, •ttistorians on
the Rise of British Capitalism•, Science 6' Society, C. 14, No. 4, 1950, s. 307-321.
(https://www.jstor.org/stable/40400023?seq=l#metadata_info_tab_contents)
28 1 A nti-Marksisr Devrimcilik

ni meta olarak pazara, kapitalistlere sunmak zorunda kalmalarıyla


başlamıştır sınıfın hayat serüveni.
Eski bir yazımdan alıntıyla vurgulamak isterim:
Evet, bir zamanlar işçi yoktu. İnsan ve toprak, üretici ile üretim
aracı birbirinden kopuk değildi. İnsan vardı ama işçi yoktu. Son­
ra, insan topraktan koparıldı. İnsan, üretim aracından kopmuştu;
artık aç ve açıkta, yoksun ve yoksuldu. Onu kentlere, tüccarın,
burjuvazinin kalelerine (burg'lara) sürdüler, vahşi hayvanlar gibi.
Vahşi hayvanlar gibi kovalandılar, avlandılar, zincirlere vuruldu­
lar, kent dışındaki karanlıklarda ölümlere sürüldüler, sokak orta­
larında vuruldular, kilise önlerinde asıldılar ya da şanslı olanları,
kadın, çocuk, yaşlı, hasta, farelerin cirit attığı lağımlı sular içindeki
vebalı, lanetli mahallelere tıkılıp 17-18 saat "üretim"e koşuldular,
işçiliğe mahkum edildiler. İnsan yitti, işçi sınıfı oluştu. 8

Sonuçta birbirine bağlı iki sınıf oluştu; işçinin var olması için
kapitalistin, yani üretim araçlarına sahip ve işgücünü satın alıp
sömürerek kar eden burjuvazinin olması gerekirken, onu yaşatıp
yeniden üreten proletarya da denklemin öteki olmazsa olmaz ta­
rafını oluşturdu.
Aslında kapitalizmin kendisi de özel bir oluşumdur:
İlk olarak, kapitalizmin insan doğasının ya da hatta 'trampa, ta­
kas ve değiş tokuş' gibi yüzlerce yıllık toplumsal eğilimlerin bile
doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olmadığını hatırla[mak gerekir].
Kapitalizm, çok özgül tarihsel koşulların geç ve yerel bir ürünü­
dür. Kapitalizmin genişleme dürtüsü onun insan doğasına ya
da tarih ötesi bir yasaya uygunluğunun sonucQ değil, kendine
özgü iç hareket yasalarının ürünüdür. Ve bu hareket yasaları
yaşamın temel gereksinimlerinin sağlanmasına ilişkin olarak
insanın doğayla olan metabolizmasında [metabolik ilişkide] bir
dönüşümü gerektirmiştir.'

8 Haluk Gerger, "Devrim mi, O da Ne?", Yol, 15 Ekim 2008. (Kaynak: Mavi Defter
internet dergisi.)
9 "Ellen Meiksins Wood, 1he Origin ofCapitalism, New York, Monthly Review Press,
1999, s. 1 17 [Kapitalizmin Kökeni, çev. A. Cevdet Aşkın, Yordam Kitap, İstanbul,
2021].
Komünist Düşünceye Do(Jru 1 29
Yani emeği metalaştırırken, insanla doğa arasına da "para-ser­
maye" kamasını sokmuştu kapitalizm.
Böylece mülkiyet yoksunluğu ile özü emek olan özel mülkiyet,
emek-sermaye karşıtlığında eşitlenmiş oldu. Bu temelde gelişen ve
içinde kendi yıkımının tohumlarını taşıyan üretim tarz ve ilişki­
leri, işçi sınıfının tarihsel-stratejik konumunu da belirlemiş oldu.
Marx, 1844 Şubat'ında kaleme aldığı "Hegel'in Hukuk Felsefesinin
Eleştirisine Katkıya Giriş"te proletaryanın bu tarihsel misyonunu­
na ilişkin konumunu şöyle yazıya dökmüştü:
. . . [Ö]zel bir haksızlığa değil, haksızlığın ta kendisine uğradığı için,
özel bir hakkın davasını gütmeyen, bundan böyle artık tarihi değil,
yalnız insani bir haklılık gerekçesi ileri sürebilecek olan . . . nihayet
toplumun bütün diğer kesimleri karşısında kendini özgür kılma­
dıkça ve böylelikle toplumun bütün diğer kesimlerini de özgürleş­
tirmedikçe özgürlüğünü kazanması mümkün olmayan, tek keli­
meyle, insanın topyekun yitişi olduğu için ancak insanın topyekun
kazanılmasıyla kendini kazanabilecek sınıf proletaryadır.
[İnsanın] kurtuluşunun başı felsefe, yüreği proletaryadır. ıo

B. Kapitalizmin Şafağında Avrupa


Fransız burjuva devriminin İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirgesi'ndeki özel mülkiyetle ilgili öneri meclis toplantısının
dinleyici galerilerinin iyice boşaldığı geç saatlere alınmıştı ve şöy­
leydi: "Bütün politik birliklerin amacı, insanın doğal ve müktesep
haklarının korunmasıdır. Bunlar özgürlük, mülk, güvenlik ve is-

10 Kari Marx, "lntroduction to A Contribution to the Critique of Hegel's Philosophy


of Rightn, Deutsch-Französische Jahrbucher, Şubat, 1844; https://drjkoch.org/Soc%20
of%20Religion/Readings/Oppression/Marx%20Hegel%20Critique'l620lntro.pdf
Bu paragraf, kitabın Türkçe çevirisinde şöyle: ". .. özel bir haksızlığa değil ama
haksızlığın kendisine uğratıldığı için özel hak istemeyen, artık tarihsel bir nitelikle
değil ama yalnızca insana! nitelikle övünen . . . son olarak kendini toplumun bütün
öteki alanlarından kurtarmadan ve dolayısıyla toplumun bütün öteki alanlarını
kurtarmadan kendini kurtaramayan, kısacası, insanın bilimsel yitimi olan ve öy­
leyse insanın bütünsel bir yeniden fethi olmadıkca kendini yeniden fethedemeyen
bir alanın oluşmasında yatıyor . . . . Bu kurtuluşun başını felsefe, kalbini proletarya
oluşturuyor." Kari Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesininin Eleştirisi, age., s. 207-209.
30 ı Anri-Marksisr Devrimcilik

tibdata direniş hakkıdır." Son dakikadaysa, bazı üyeler buna bir ek


daha önerdiler: "Kutsal ve dokunulmaz bir hak olduğundan, adil
ve öncelikli tazminat ödenmesi koşuluyla hukuki olarak belirlen­
miş açık bir kamusal ihtiyaç olmaksızın hiç kimse mülkiyet hak­
kından yoksun bırakılamaz."11
Burjuva devrimi elbette hükmünü icra etmekteydi. Özel mül­
kiyetlerini toplumdan kaçırmış olanlar, şimdi onun yasasını da
kamuoyundan kaçırarak gece vakti boş localar önünde meclisle­
rinden geçiriyorlardı: Sefalet okyanusundaki küçük adacığında
özel mülkiyet, "kutsallık ve dokunulmazlık" kazanmaktaydı.
Avrupa'da 1800'li yılların ilk yarısı sanayileşmeye geçiş süre­
ciydi. Bu dönemin vahşi birikiminin sistemin kurbanları bakımın­
dan ne denli acılı geçtiği biliniyor. Yoksul köylüler ve zanaatkarlar
işsizliğe ve açlığa mahkum edilerek proletarya saflarına katılır­
ken, yeni tip atölyelere ve fabrikalara tıkılmış işçiler, makinelere
gösterilen özene dahi layık görülmüyor; çocuk, kadın, yaşlı, hasta
demeden, yarı aç ve ölesiyle çalışmaya koşuluyorlardı. Giderek sa­
nayideki makineleşme, yeni tekniklerin geliştirilmesi ve birikimle
daha da güçlenen blok karşısında eğitimsizlik, çaresizlik, uzun ça­
lışma saatleri, yoksunluk ve yoksulluk içinde yaşamaya mahkum
edilenlerden oluşan bir tür köle sınıf yaratılmıştı.
Kapitalist birikim, yasa, vicdan, insani sorumluluk tanıma­
dan, sosyal haklarla çalışanların korunmasını, asgari yaşam
imkanlarının sağlanmasını hoyratça göz ardı ederek, hatta çalı­
şanların yaşam hakkına saygı gösterme zorunluluğu bile duyma­
dan, çılgınca zora dayalı büyüme yasasını uyguluyordu. Marx'ın
ifade ettiği gibi, eğer para, "bir yanağında doğuştan bir kan lekesi
olduğu halde dünyaya [gelmişse] bu durumda sermaye tepeden tır­
nağa kana ve pisliğe bulanmış olarak" gelmişti ve hükmünü icra
etmekteydi. 1 2

11 Christopher Pierson, /ust Property, C. 2: Enlightement, Revolution, and History,


Oxford University Press, Oxford, 2016, s. 104.
12 Kari Marx, Kapital, C. l, age., s. 727.
Komünist Düşünceye Doğru ı 31
Bu dönemin hakim zihniyetinin vahşi doğası, kapitalist biriki­
min, karın maksimizasyonu güdüsünün ve özel mülkiyetin yıkıcı
dinamiklerinin doğal sonucuydu. Sorun, bu gidişe karşı çıkacak
gücün, birikimin, teorik ve örgütsel imkanların henüz oluşmamış
olmasındaydı. Meydanı boş bulmuş kan emiciler koalisyonu sade­
ce aklını değil, insanlığını da yitirmişti.
1832' de, yoksullukla ilgili yasa tasarıları konuşulurken kaleme
alınan bir rapora göre, "varlıklı sınıflar, yoksulluğu hafifletme yo­
lundaki herhangi bir girişimin yeni disiplini bozacağına inanıyor­
lardı. Eğer yoksul insanlar çalışmadan herhangi bir şekilde gelir
elde edebilirlerse, 'avare, tembel, hilebaz ve değersiz' olurlar, 'her
türlü tedbir alışkanlığını, özsaygıyı ve nefse hakimiyeti' kaybeder
ve bir 'tembellik ve itaatsizlik ruhu' geliştirirlerdi."13
Nüfus artışıyla ilgili yazdıklarıyla tanınan Thomas Malthus'a
göre, ellerine para geçerse yoksullar daha fazla çocuk yapar, eski­
sinden beter hale düşerlerdi.
Liberal işadamı Jean-Baptist Say ise yoksulluğun suçunu yük­
sek ücret talebinde görmekteydi; "yoksullara yardım, mahrumi­
yet hissini hafifleterek yalnızca [zam isteğini) teşvik edebilirdi.
Yoksullukla baş etmenin tek yolu, yoksulu daha yoksul yapmaktı!"14
19. yüzyılın ilk yarısında, gözleri ve yürekleri özel mülkiyetle
mühürlenmiş varlıklı sınıf mensuplarının ve onların hizmetlileri­
nin bu çılgın düşünceleri elbette yeni isyankar tepkileri ve arayış­
ları ateşleyecekti. Engels şöyle anlatıyor:
Bu dönemde (1834 veya 1835) cumhuriyetçi işçiler arasında yeni
bir doktrin ortaya çıktı. Demokratik projelerinde başarılı olduk­
tan sonra bile, daha yetenekli ve daha eğitimli liderlerinin aldat­
macalarına devam edeceklerini ve siyasi hoşnutsuzluklarının ne­
deni olan sosyal durumlarının herhangi bir politik değişiklikle
asla düzelmeyeceğini gördüler. Büyük devrimin tarihine döndü-

13 D. McNally, Against the Market, Londra, 1993, s. lOl'den aktaran Chris Harman,
Halkların Dünya Tarihi: Taş Çağından Yeni Binyıla, çev. Uygur Kocabaşoğlu, Yor­
dam Kitap, İstanbul, 2010, s. 316.
14 Agy.
32 1 An ti-Marksist Devrimcilik

ler ve Babeuf'un komünizmine hevesle sarıldılar. Fransa' da mo­


dern komünizmin kökeni hakkında güvenle ileri sürülebilecek
tek şey budur; mesele önce Paris banliyösü Saint-Antoine'nin ka­
ranlık sokaklarında ve kalabalık pasajlarında, kısa süre sonra da
komplocuların gizli toplantılarında tartışıldı. Kökeni hakkında
daha fazla bilgi sahibi olanlar, 'hukukun güçlü kolundan' kaçın­
mak için bilgilerini kendilerine saklamaya çok dikkat ederler.
Ancak komünizm hızla Paris, Lyon, Toulouse ve krallığın di­
ğer büyük ve imalatçı kentlerinde yayıldı; çeşitli gizli dernekler
birbirini takip etti; içlerinde ' Travailleurs Egalitaires' [Eşitlikçi
Çalışanlar] ve Hümaniteryanlar en önemlileriydi. Eşitlikçiler,
büyük devrimin Babeuf'çuları gibi 'kaba bir grup'tu; dünyayı bir
emekçi topluluğu haline getirmeyi, uygarlığın, bilimin, güzel sa­
natların vb. her türlü inceliklerini yararsız, tehlikeli ve aristok­
ratik lüksler olarak karalamayı amaçladılar; bu, tarih ve ekonomi
politik konusundaki tam bilgisizliklerinden zorunlu olarak kay­
naklanan bir önyargıydı. Hümaniteryanlar özellikle evlilik, aile
ve benzeri kurumlara yönelik saldırılarıyla biliniyorlardı. Hem
bu ikisi ve hem de öteki iki veya üç parti çok kısa ömürlü oldu. 15

19. yüzyılın ikinci çeyreğinden başlayarak klasik ütopik sosya­


lizm düşünce ve yaklaşımlarının aşınmaya ve aşılmaya başlama­
sı, doğrudan proletaryayı özneleştiren ilk komünist arayışlar için
ekonomik, sosyal ve politik altyapıyı oluşturdu. Eric Hobsbawm
şöyle anlatıyor:
1830 devrimleri son derece genel vahim bir dönemin, yaygın eko­
nomik ve toplumsal rahatsızlığın ve hızla değişen toplumsal koşul­
ların ilk ürünleriydi. Bunu başlıca iki sonuç izledi. Birincisi; 1789'u
örneğine uygun olarak, kitlelerin siyasi yaşama girmesi ve kitle
devrimi bir kez daha olanaklı hale geldi, dolayısıyla yalnızca giz­
li kardeşlik cemiyetlerine bel bağlamak bir zorunluluk olmaktan
çıktı. Ekonomik çöküntünün halkta yol açtığı rahatsızlık ile Resto­
rasyon monarşisinin politikalarının sonuçsuz kalmasının birlikte
yarattığı tipik bir bunalım durumu yüzünden Paris'teki Bourbon-

15 Friedrich Engels, "Progress of Social Reform on the Continentn, MECW Electric


içinde, C. 3, s. 396-397.
Komünist Düşünceye Do{lru ı 33
lar devrildi. Kitlelerin oldukça hareketli olduğu 1830 Temmuz'u
Paris'i, ne öncesinde ne de sonrasında görülmedik sayıda ve yerde
barikatlar kurulduğuna tanık oldu. (Gerçekten de 1830, barikatı
halk ayaklanmasının simgesi haline getirdi. Barikatın Paris'teki
devrimci tarihi en azından 1588'e kadar uzanmakla birlikte, 1789-
94 arasında önemli bir rol oynamamıştı.) İkinci sonuç; kapitaliz­
min ilerlemesiyle 'halk'ın ve 'çalışan yoksullar'ın -yani barikatları
kuranların- giderek 'işçi sınıfı' olarak endüstri proletaryasıyla öz­
deşleşmeleriydi. O nedenle, ortaya bir proleter-sosyalist devrimci
hareket çıktı."16

Binbir türlü yetersizlik, olumsuzluk, sınırlılık içinde tarih, mo-


dern proletaryanın yolunu açmaktaydı:
Avrupa' da 1830'lu yıllar sosyalist siyasi düşünce açısından oldu­
ğu kadar siyasi tarih açısından da son derece önemli bir döneme
tekabül eder. [B]u süreçte halk kitlelerinin siyasetin öznesi
olduğu fikri otuz yılı aşkın bir aradan sonra yeniden yaygınlık
kazanmıştır. ... Bu dönemde zanaatkarlar ve fabrika işçileri (ör­
neğin tekstil fabrikalarında çalışan işçiler) halen ortak bir �şçi
hareketi meydana getirmemişti; tüm çalışanları içeren bir sınıf
hareketinin oluşması için XIX. yüzyılın son çeyreğini beklemek
gerekti. Buna karşılık, 1830' dan itibaren meslek erbabı kimliğin­
den çok sınıf aidiyeti söyleminin daha çok ön plana çıktığı göz­
lemlenebilir. 1839 ve 1840 yılları sosyalist düşüncenin tarihi
açısından da merkezi öneme sahiptir. �tienne Cabet'nin Voya­
ge en Icarie (İkarya'ya Seyahat), Louis Blanc'ın Organisation du
travail (Emeğin Örgütlenmesi) ve Proudhon'un Qu'est-ce que la
propriete? (Mülkiyet Nedir?) kitapları bu dönemde yayınlandı. . . .
Baskı koşullarının getirdiği göreli sessizlik koşullarının hılkim
olduğu 1834-1839 dönemini takiben 1839 yılından itibaren gerek
işçi hareketlerinde, gerekse sosyalist düşüncede büyük bir can­
lanma yaşandı. Mayıs 1839' da Auguste Blanqui'nin inisiyatifiyle
beş yüz silahlı devrimci Paris Belediyesi'ni ele geçirmeye çalışa­
rak başarısız bir darbe girişiminde bulundu. Blanqui idam cezası

16 Eric Hobsbawm, Devrim Çagı, 1789-1848, çev. Bahadır Sina Şener, Dost Kitabevi
Yayınları, Ankara, 2003, 3. Baskı, s. 1 3 1 .
34 1 A n ı -Marksist Devrimcilik

aldı, ancak ceza daha sonra müebbet hapis cezasına çevrildi.


1840'ta ise büyük bir grev dalgası yaşandı.17

Engels de 1843'te şu bilgiyi veriyordu:


Fransa' da, Fourier'cileri ve öteki daha az radikal sosyal reform­
cuları saymazsak, yarım milyondan fazla komünist vardır;
İsviçre'nin her yanında, İtalya'ya, Almanya'ya, hatta Macaristan'a
misyonerler gönderen komünist dernekler vardır; ayrıca, uzun ve
sorunlu gelgitlerin ardından nihayet Alman felsefesi de komü­
nizmde karar kılmıştır. 18

Paris'te gizli derneklere sızmış bir polis ajanı, "1840 civarında


Paris ciddi biçimde komünizmle enfekte olmaya başladı," diye ra­
por verirken, bir liberal yazar da, "Daha birkaç yıl önce isyanlar
Cumhuriyet adına yapılırken bugün sloganları mülkiyet ortak­
lığı!" diye şikayet ediyordu. Demokrat bir yazarın 1840'taki göz­
lemiyse şöyleydi: "Paris, Lyon, Rouen gibi şehirlerdeki neredeyse
bütün işçiler az ya da çok komünistlerin ya da eşitlikçilerin mez­
hebine bağlıdır." 1 9 Marx'ın da okumuş olduğu Lorenz von Stein,
Fransa' daki sosyalist ve komünist hareketleri incelediği 1848 ta­
rihli kitabında şöyle yazmaktaydı:
Önceden derneklerin dar çevresinde sıkışmış komünist hareket
1839' dan itibaren bütün Fransa' da ve mülksüz sınıflarda hızlı bir
ilerleme [kaydetti]. Şimdi rahatlıkla denebilir ki, önceleri komü­
nizm derneklerle olan bağıyla ortaya çıkarken, artık dernekler ko­
münizmle bağlantılı olarak oluşuyor... [K]omünist düşünce ve teo­
riler bütün işyerlerine ve işçilerin yaşadıkları yerlere girme yolunu
bulmuştur ve gelecekle ilgili ajitasyonu en aciz durumdakilerini
bile etkilemiştir. . . . Son isyandan sonra sanki proletarya şimdiden
sonra artık kendi başına kaldığını ve zor görevlerinin üstesinden
birlikte düşünerek gelmek zorunda olduğunu hissetmiştir. . . . Ar-

17 Ateş Uslu, "Avrupa'da Erken Dönem Sosyalist Teori ve İşçi Hareketleri (1830-
1840)", Akademik incelemeler Dergisi, c. 9, sayı l , 2014, s. 4, 21-22.
18 Friedrich Engels, "Progress of Social Reform . ", age., s. 392.
..

19 Michael Löwy, The Theory of Revolutionary Communism in the Young Marx,


Haymarket Books, Chicago, 2005, s. 66, dn. 5.
Komünist Düşünceye Do{!ru ı 35
tık bu gerçeği kimse gizleyemez: Halk yeni birlikler oluşturarak,
yeni devrimleri düşleyerek ve Kral'ın bile hayatına kastetmek üze­
re elini kaldırma cesareti göstererek kendine özgü bir hayatı yaşa­
maya başlamıştır. 20

Böyle olunca, uğruna devrim yaptığı demokrasi, burjuvazi için


tehlikeli olmaya başlamıştı. "Burjuva demokrasisi"nin karşısında
artık burjuvazi vardı. "Burjuva monarşisi" de denilen 1830-48 dö­
neminin liberal başbakanı Guizot şöyle demekteydi ayağa kalkmış
emekçilere:
[B]unca zamandır demokrasi bayrağı altında yer verilmiş ilkeler
ve duygular konusunda yanıltıcı bahanelere de gerek yoktur. Bir
zamanlar demokrasi olan, şimdi anarşi demektir; demokrasi ruhu,
bugün devrim ruhundan başka bir şey değildir, uzun zaman da
öyle kalacaktır.2 1

Sonunda sabır taşı çatladı ve kıta çapında patladı isyan, ama


henüz her bakımdan zayıf olan ezilenler yenilgiye uğratıldı.
Hakim sınıfların intikamı acı oldu. Şiddet yine kol gezmeye baş­
ladı Avrupa' da.
Ardından bu sefer Paris'te isyan bayrağı yine dalgalandırıldı ve
yine toy isyancılar yenildi. Yenile yenile yenmesini öğrenme süreci
başlamıştı modern proletaryanın.
Komün bastırıldıktan sonraki intikam saldırısı korkunçtu.
Alistair Horn şu bilgiyi veriyor: "Paris'in yüzü birkaç yıl garip şe­
kilde değişti; evleri boyayanların yarısı, tesisatçıların yarısı, tuğla
döşeyenler, ayakkabıcılar ve çinko kaplayıcılar yok oldu."22
Marksizm öncesi " komünist" düşünceler bu bataklıkta filizle­
nen çiçekler gibiydi.
Yine de sosyal/politik hareketliliğin genel ve baskın karakteri­
ni unutmamak gerekir. Kuşkusuz, sosyalizme yönelmeye başlayan
bir eğilim de vardı ama,

20 Aktaran, age., s. 67.


21 Aktaran, Eric Hobsbawm, age., s. 133.
22 A. Horne, The Fail of Paris, s. 556'dan aktaran Chris Herman, age., s. 366.
36 1 A n ti-Marksisr Devrimcilik

[ç]alışan yoksulların en etkin, savaşçı ve siyasal bakımdan bilinç­


li kesimleri, yeni fabrika proletaryası değil, vasıflı zanaatkarlar,
bağımsız artizanlar, sipariş üzerine evde çalışan orta ölçekli iş­
çilerle, daha büyük bir baskı altında olmanın dışında Endüstri
Devrimi'nden önce nasılsa öyle yaşamaya ve çalışmaya devam
eden insanlardı. İlk sendikalar, hemen hemen kaçınılmaz biçim­
de matbaacıların, şapkacıların, terzilerin vs. sendikalarıydı. Le­
eds gibi bir kentte Çartist önderliğin çekirdeği, sonradan el
dokumacısı olmuş bir doğramacıdan, bir çift matbaa ustasından,
bir kitap satıcısından ve bir yün tarakçısından oluşmaktaydı.
Owen'ın işbirliği [kooperatiflerle ilgili] öğretilerini benimseyen­
ler arasında bu tür 'artizanlar', 'makinistler' ve el işçileri çoğun­
luktaydı. tık Alman işçi komünistleri, gezgin zanaat ustaları; ter­
ziler, doğramacılar ve matbaacılardı. 1848 Paris'inde burjuvaziye
karşı ayaklananlar, (1871 Komünü'nde olduğu gibi) proletaryanın
semti Belleville değil, eski artizanlar semti Saint-Antoine'ın sa­
kinleriydi. 23

Tam bu noktada hatırlatalım ki, yeni komünizan hareketin


içinde oluşmaya başladığı bataklığın kurutulmasının önü açılmış,
proletaryanın tarih sahnesindeki belirleyici rolünü oynamaya baş­
lamasının eşiğine gelinmişti; 1848 başında Komünist Manifesto,
1867' de de Kapital'in birinci cildi yayımlandı. İsyanlara bilimsel
yol açılmaya başlamıştı. Bu sefer cehenneme giden yolun iyi niyet
taşlarıyla döşenmesi değil, kurtuluşa giden yolların asıl sahiplerin­
ce akıl ve vicdanla, taş taş üstüne koyarak inşası söz konusuydu.
Vahşi doğada çilelerle filiz veren Marksizm öncesi komünist dü­
şünce de yavaş yavaş tarih sahnesindeki görünür rolünden perde
arkasındaki uykusuna geçiyordu; isyankar kahramanlığı miadı­
nı doldururken ilham verdiği bilimsel sosyalizm tarih sahnesine
çıkıyordu. Tabiri caizse, proleterliğe "düşürülme"ye isyan eden
zanaatkarların "artizan komünizmi"nden "proleter komünizm"e
geçişin yolu döşeniyordu.

23 Erk Hobsbawm, age., s. 233.


Komünist Düşünceye Do(lru ı 37
C. Ütopik Sosyalizm

Ütopik sosyalizm, 18. yüzyılın somut koşulları içinde esas ola­


rak zihni tasavvurlarla adalet, eşitlik, uyum arama ihtiyaçlarına
yanıtlar bulma çabalarıyla ortaya çıktı.
Önce, "çileci (ascetic), hayatın bütün hazlarını kötüleyen,
Ispartalılara özgü bir komünizm [düşüncesi oluştu] . Ondan
sonra üç büyük ütopyacı geldi: orta-sınıf hareketini, onunla yan
yana ilerleyen proletarya hareketinden hala daha anlamlı bulan
Saint-Simon, Fourier ve kapitalist üretimin en çok geliştiği ül­
kede, ve bunun doğurduğu uzlaşmaz karşıtlıkların etkisinde, sı­
nıf ayrılıklarının giderilmesi konusundaki önerilerin sistemli ve
Fransız materyalizmiyle doğrudan doğruya bağlantılı olarak işle­
yip tüketen Owen. Üçünün de ortak bir yanı vardır: Hiçbiri, tarihi
gelişimin o arada yarattığı proletaryanın çıkarlarının temsilcisi
olarak ortaya çıkmamıştır. Onlar da, Fransız filozofları gibi, önce
belirli bir sınıfı değil, tersine, hemen bütün insanlığı kurtarmak
istemişlerdir..."24
Henri de Saint-Simon'un (1760-1825) Bir Cenevre Sakininden
Çağdaşlarına Mektupları 1802'de, Charles Fourier'nin (1772-1837)
Dört Hareket Teorisi 1808 yılında, Robert Owen'ın (1771-1858)
Yeni Toplum Görüşü 1813'te yayımlandı.25
Bu sürecin en önemli özelliği, özel mülkiyetin bir kez daha
-bu sefer kapitalist oluşuma karşı- tartışmaya açılmasıydı.
Kapitalizmin özüne inen bu yeni perspektif, tarihsel ilerlemenin
stratejik bir dönemeci, devrimci gelişmelere giden ilk güzergahın
açılması olarak kabul edilebilir.
Zaman içinde çerçevesi birbirinden çok farklı, çelişkili form­
larla ilerleyen bu arayış ve çözüm sürecinin, sosyalist düşüncenin

24 Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, çev. Öner Ünalan, Sol
Yayınları, Ankara, 1974, s. 52. Aktarılan paragrafta orijinal metindeki "Fourier"
ismi atlanmıştır, ben ekledim.
25 Söz konusu yapıtlardan sadece Robert Owen'ın kitabı Türkçeye çevrildi (YKY,
1995; Kaynak Yayınları, 2016). -ed.n.
38 1 An ti-Marksist Devrimcilik

ve örgütlenmenin işçi sınıfıyla organik bir bağlantı çabası içinde


gelişmesi ancak 1830-40'lı yıllarda başlamış, bu yönelimin olgun­
luğa kavuşması yıllar sürmüştür.
Ütopyacıların ortak paydalarının en önemlisi, henüz bilimsel
bir altyapıya kavuşamamış olmalarıydı. Bunun için kapitalizmin
ve onun dolayımıyla proletaryanın gelişmesi, bu altyapı-üstyapı
ilişkisinin dinamiklerinden bilimsel sosyalizm (Marksist) akımı­
nın doğması gerekecekti. Düğüm buradaydı:
Büyük ütopik sosyalistler de -Claude Saint-Simon ve özellikle Ro­
bert Owen- 'en kalabalık ve en yoksul sınıf'a, yani proletaryaya
dikkatlerini çevirmişlerdi. Ancak ütopist sosyalistler, proletarya­
nın yalnızca en çok acı çeken, en yoksul sınıf olduğu, korunmaya
muhtaç olduğu ve bunu da kültürlü üst sınıfların üstlenmesi ge­
rektiği varsayımlarına dayanarak akıl yürütmüşlerdi. Proletarya­
nın yoksulluğunda yalnız yoksulluğu görüyorlardı, bu yoksulluk­
ta yatan devrimci olanakların, burjuva toplumunun çürüyüşünün
ürünlerinin farkına varamamışlardı. 26

Böyle olunca da sistemin kör kuyularında kaybolmak kaçınıl­


maz oluyordu.
Yine de şunu eklemek gerekmektedir: Ütopik sosyalizm,
Marksizmin esin kaynaklarından biridir ve Marksistler bunu
hiç inkar etmemişlerdir. Örneğin, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel
Sosyalizm kitabına 1882' de yazdığı önsözde Engels şöyle demek­
teydi:
Biz Alman sosyalistleri, kökümüz yalnız Saint-Simon, Fourier ve
Owen'dan değil, aynı zamanda Kant, Fichte ve Hegel'den çıktığı
için gurur duyuyoruz. 27

26 David Riazanov, K. Marx - F. Engels: Hayat ve Eserlerine Giriş, çev. Ragıp Zarakolu,
Belge Yayınları, İstanbul, 1990, 2. Baskı, s. 59.
27 Aktaran, age., s. 44.
Komün ist Düşünceye Do�ru j 39
D. Fransız Devrimi, Babeuf ve Dezhamy
Sonradan Gracchus adını alacak olan François-Noel Babeuf,
Robespierre'in ve Jakobenlerin 1794 Tem muz'unda infazıyla
başlayan zenginlerin gerici darbesi sonrasında radikalleşerek
"beyaz terör"e karşı isyan bayrağını açan ve özel mülkiyetin
lağvedilmesini savunan bir devrimci olarak siyaset sahnesinde­
ki yerini aldı. Babeuf, toplumun bölü nmüşlüğünü kısaca şöyle
özetlemekteydi:
Birbirlerine taban tabana zıt iki taraf [var]: Her ikisinin de cum­
huriyet istediğini gayet iyi anlıyorum ama biri onun burjuva ve
aristokratik olmasını isterken, öteki taraf halkçı ve demokratik
cumhuriyet [talep ediyor].28

Babeuf ilk dönemlerde "öncelikle 1793 Anayasasının restoras­


yonunu savunuyor, bu açıdan da kendisini sadece Robespierre'in
halefi olarak görüyor ve şöyle diyordu: 'Devrim bitmemiştir, çünkü
zenginler bütün değerli şeylere el koyup tek başlarına yönetirken
yoksullar köleler gibi çalışmakta ve devletin gözünde bir hiç ko­
numdadır.'" Temmuz 1795 tarihli bir mektubunda da şöyle yaz­
maktaydı:

Gömleksiz, elbisesiz, ayakkabısız; keten ve kenevir lifini, yün ve


ipeği hazırlayan, dokuyan, giysileri yapan, deriyi tabaklayan, kun­
dura yapanları izliyorum. Sonra da, hiçbir şeyden yoksun olmayan
küçük azınlığı, toprak sahiplerini düşünüp hiç iş yapmayan ve bir
kesimin bütüne karşı eski komplosunu hep yenilenen yollarla can­
landırmak ve tazelemek için hesap yapmaktan, tertipten, hileden
zevk alanlardan oluşan bu azınlığı izliyorum. Öyle bir komplo ki,
kendi emeklerinin doğal meyvelerini sahiplenenler dışında sıra­
dan insanlar çalışmaya koyuluyor ve ürünleri kriminal speküla­
törlerce büyük miktarlarda stoklanıyor. Emeğin ücretini düşük

28 Aktaran, Jean Leger, "Babeuf et la Naissance du Communisme Ouvrier", Social­


ism ou Barbarie, No. 2, 1949'dan İngilizceye çeviren David Broder, "The Con­
spiracy of Equals and the Birth of Communism"; https://thecommune.wordpress.
com/2010/10/13/the-conspiracy-of-equals-and-the-birth-of-communism/
40 ı A n ti-Marksisr Devrimcilik

tutmak için durmaksızın bastıran bunlar, hırsız dostları tüccar­


larla birleşip her şeyin fiyatını sadece kendilerinin ödeyebileceği
düzeylerde sabitliyorlar. Böylece pek çok (işçilere ait) el hiçbir
şey tutamaz, hiçbir şeye dokunamaz oluyor ve gerçek üreticilere
. . . sadece doğanın ürünlerinin köpüğü ya da bereketsiz kırıntıları
kalıyor.29

Babeuf daha sonra arkadaşlarıyla birlikte Eşitler Hareketi'ni


başlattı ve 1796' da Eşitler Manifestosu'nu yayınladı. Manifesto' da
şöyle deniliyordu:
FRANSIZ HALKI,
On beş yüzyıl boyunca köle olarak ve dolayısıyla da mutsuz bir
hayat yaşadınız. Güç bela soluk alabildiğiniz son altı yıldır da ba­
ğımsızlık, özgürlük ve eşitlik hayali kurarak yaşıyorsunuz.
EŞİTLİK! Doğanın ilk dileği, insanın temel gereksinimi, tüm akla
yatkın birlikteliklerin olmazsa olmazı! .. Her yerde ve her zaman,
işlerini az ya da çok bilen yamyamların egemenliği altında yaşa­
yan zavallı insan ırkı, bütün hırsların nesnesi ve zalimlerin önüne
atılan yem olarak kullanıldı. Her yerde ve her zaman kendisine
söylenen avutucu sözlerle sindirildi insanlar. İnsan belleğinin
anımsayamayacağı zamanlardan bu yana büyük bir ikiyüzlülükle
yineleyip duruyorlar: "Tüm insanlar eşittir!" Ve yine o zamanlar­
dan beri son derece aşağılayıcı ve vahşi eşitsizliğe dayalı bu düzen
i nsan ırkı üzerindeki baskısını pervasızca sürdürüyor. . .
Hepimiz eşit değil miyiz? B u temel ilke tartışmaya açık değildir.
Zira ancak deliliğin pençesine düşmüş biri gündüzü gece olarak
tanımlayabilir. . .
Tıpkı eşit doğduğumuz gibi, eşit olarak yaşamak ve eşit olarak öl­
mek istiyoruz; ya gerçek eşitliği elde ederiz ya da ölürüz . . .
Fransız Devrimi daha büyük, daha görkemli ve nihai nitelikli baş­
ka bir devrimin muştusundan başka bir şey değildi.

29 Ulysses G. Weatherly, "Babuf's Place in the History of Socialism", American Eco­


nomic Association, Papers and Proceedings of the Nineteenth Annual Meeting, Feb.,
1907, 3rd Series, Yol. 8, No. l, Providence, R. 1., December 26-28, 1906 (Feb., 1907).
s. 1 1 5 - 1 16; https://www.jstor.org/stable/2999898
Komünist Düşünceye Doğru ı 41
Halk karşı saflarda yer alan kralların ve din adamlarının ceset­
lerine basarak yürüdü. Şimdi onların koltuğuna oturmuş ve bu
ikiyüzlü politikanın sürdürücüsü olan yeni zalimlere de aynısını
yapacak. . .
İhtiyacımız olan şey yalnızca insan ve Yurttaş Hakları
Bildirgesi'nde yer alan o "hakların eşitliği" değildir. Bu eşitliğin
aramızda, evimizin çatısı altında [yaşamlarımızın ayrılmaz bir
parçası] olmasını istiyoruz. Bu eşitlik için, yalnızca ona bağlılık
göstereceğimiz yepyeni bir başlangıç yapmak için her şeye rıza gös­
teririz. Gerekiyorsa, bütün sanatları alaşağı edelim; yeter ki gerçek
eşitlik sağlansın!..
Bizler, daha yüce ve daha adaletli bir şeyi amaçlıyoruz: Ortak
mülkiyet ya da mülkiyet ortaklığına dayalı toplum! Artık bireysel
toprak mülkiyeti olmayacak: Toprak kimseye ait değildir. Toprağın
ürünlerinden herkesin ortak bir biçimde yararlanmasını talep edi­
yor ve istiyoruz: Ürünler herkesindir.
tlan ediyoruz ki, [bizler] artık azınlıkların en küçüğü için geniş
halk yığınlarının çalışmasına ve ter dökmesine rıza göstermeye­
ceğiz . . .
Böylesi büyük bir plan bugüne değin ne gündeme getirildi ne de
uygulamaya kondu. Sağda solda yalnızca çok az sayıdaki birkaç
akıllı adam fısıltıyla ve titrek sesleriyle dile getirdi bunu. Hiçbiri­
nin tüm gerçeği dillendirebilecek cesareti yoktu . . .
Gelin adalet ve mutluluk isteyenleri eşitlik talebi altında örgüt­
leyelim. Şimdi EŞİTLERİN CUMHURİYETİ'ni kurma zamanıdır
ve bu büyük ev tüm insanlara açıktır. Bizden aldıklarını geri ve­
recekleri gün gelip çatmıştır. Yüreği kan ağlayan aileler! Gelin ve
doğanın tüm çocukları için kurduğu ortak sofraya oturun.
Geçmişten gelen alışkanlıklar, köklü korkular Eşitlerin
Cumhuriyeti'nin kurulmasını bir kez daha engellemek isteyecektir.
Hiç kurban vermeden ve kimseyi kurban etmeden gerçekleşecek
ve tüm ihtiyaçları karşılayacak olan gerçek eşitliğin örgütlenmesi
ilk başlarda herkesi memnun etmeyecektir. Benciller ve gözünü
hırs bürümüş olanlar öfkeden deliye dönecekler. Hak etmedikleri
halde güç sahibi olanlar bu "adaletsizlik" için kıyameti kopara-
42 1 A n ti-Marksist Devrimcilik

caklar. Bugüne kadar diğerlerinin çektiği acıları umursamayanlar


azınlığın mutluluğunu, bireysel zevklerini ve kişisel rahatlarını
kaybetmesi karşısında büyük üzüntü duyacaklar. Mutlak güce ta­
panlar ve keyfi otoritenin yardakçıları gerçek eşitliğin önünde o
mağrur başlarını eğmekte zorlanacaklar. Ôngörüsüzlüklerinden
dolayı ortak mutluluğun engellenemez gelişini anlamakta zorluk
çekecekler. Ama aslında zaten ellerinde tuttukları mutluluk için
verdikleri mücadeleyi kazanmanın şaşkınlığını yaşayan mutlu
halk yığınları karşısında durumlarından hoşnutsuz olan birkaç
bin kişi ne yapabilir ki?
Bu gerçek devrimin ertesi gününde [zaferi kazananlar] kendile­
rine şaşkınlıkla şunu soracaklar: "Ne yani, ortak mutluluğun elde
edilmesi bu kadar kolay mıydı? Tek yapmamız gereken bunu talep
etmek miydi? E, neden bunu daha önce yapmadık ki? Gerçekten
bizi bu talebi defalarca dile getirmek zorunda bırakmalı mıydılar?"
Evet, hiç kuşku yok ki, yeryüzünde kendisi kadar zengin ya da
kendisiyle denk birinden daha güçlü olan bir kişi bile olsa denge
bozulur; suç ve mutsuzluk dünyaya hakim olur. . .
1793 'teki [sözleşme] gerçek eşitlik için büyük bir adımdı ve bugü­
ne dek ona hiç bu kadar yaklaşamamıştık. Ama o da ne temel ilke
olarak ortaya koyduğu resmen kabul edilme hedefine yaklaşabildi
ne de ortak mutluluğa ulaşabildi.
FRANSIZ HALKI,
Gözlerinizi ve gönüllerinizi mutluluğu n bereketine açın! Bi­
zimle birlikte EŞİTLERİN CUMHURİYETİ'ni tanıyın ve ilan
edin!3°

Babeuf ve arkadaşları ayrıca gizli bir örgüt kurdular ve ayak­


lanma planlarını geliştirmeye başladılar. Fakat "Eşitler Komplosu"
diye bilinen bu etkinlikler sonucu tutuklandılar. 20 Şubat 1797' de
özel bir m ahkemede yargılan m aları başladı. Babeuf (Alexander
Darthe ile birlikte) ölüme mahkum edildi. 27 Mayıs 1797'de,
"tiranlığın balta"sı dediği giyoti nle boynu vurularak infaz edil-

30 M. Abidor'un İngilizce çevirisi temel alınarak Nihat Koçyiğit tarafından Türkçeye


çevrilmiştir (Şubat, 2010); https://www.marxists.org/turkce/babeuf/esitlerin­
komplosu.htm
Komünist Düşünceye Doğru ı 43
di. Ailesine bıraktığı son mektubunda, Babeuf, "tertemiz bir
vicdan"la, huzur içinde kendini "erdemin koynundaki uyku"ya
bırakmaya hazır olduğunu yazıyordu. 31
Babeuf hakkında birbirinden oldukça farklı değerlendirmeler
yapıldı, hala da yapılmakta. Onu Jakoben orta sınıfların sözcü­
sü olarak gören de var, Marksizm öncesi komünist düşüncenin
ilk temsilcisi sayan da. Ortak kanı, devrimler tarihindeki önemi­
nin yadsınamayacağı ve proleter özlü olmayan ütopik sosyalizm
geleneğinin temsilcisi, erken komünist akımın ilk öncülerinden
olduğudur.
Örneğin, Profesör Werner Sombart, Fransa' da 18. yüzyıl so­
nundan 19. yüzyıl ortalarına kadar süren hareketleri değerlendi­
rirken şöyle bir genellemede bulunuyor: ". . . temelde orta sınıf hare­
keti; politik özgürlük istiyorlar ve proleterler açısındansa, kitleler
orta sınıfların kavgasını yürütüyor."32
Babeuf, Proudhon' dan önce ve henüz kömünizan düşünceleri
tam oluşmadan şöyle demişti: "Maliklerin toplumsal üretimin bi­
reysel olarak adil hissesinden fazlasına sahip olması hırsızlık ve
gasptır, dolayısıyla ellerinden alınması adildir."33
Bir araştırmacıya göre, Babeuf'un düşünce sistemi "ütopizmden
-eksik de olsa- ilk ayrışmadır ve tarihsel önemi buradadır."34 Bir
başka yazara göre de, "öğretisinin büyük orandaki muğlaklığına ve
mistizmine karşın . . . Babeuf'un sistemi . . . ütopik idealizmle değil
. . . militan politik sosyalizmle" bağlantılı olarak ele alınmalıdır. 35
Babeuf'u "ilk devrimci komünist" olarak nitelendiren R. B.
Ross, yine de Babeuf hareketinin "yeni ilerici, sosyalist bir ekono-
31 Bronterre, Buonarroti's History: Babeuf's Conspiracy for Equality, London, H.
Hetherington, 1836, s. 428. Bu kitap, Babeuf'un yoldaşlarından İtalyan Philippe
Buonarroti tarafından Babeufla ilgili o zaman elde edilebilen bütün bilgi ve
belgeleri içeriyor. 1836'da İngilizce yayımlanan bu eşsiz kitabı İnternet üzerinden
Google Books'tan edinmek (indirmek) mümkün.
32 Aktaran, Ulysses G. Weatherly, age., s. 1 1 3.
33 Aktaran, Age., s. 1 19.
34 K. D. Tönnesson, ulhe Babouvists: From Utopian to Practical Socialism", Past &
Present, No. 22, 1962, s. 60; https://www.jstor.org/stable/649938
35 Ulysses G. Weatherly, age., s. 1 24.
44 1 Anti-Marksist Devrimcilik

mik düzenin habercisi olmaktan ziyade, geleneksel sınıfların dev­


rim sırasında hızlanan kapitalist gelişmenin zorluklarına uç tepki­
si" olduğu yönündeki saptamaların yabana atılmaması gerektiğini
belirtiyor. Ona göre,
Babeuf pratik bir devrimci olarak başladı ve bir ütopik hayalci
olarak bitirdi. Babeuf'un komünizmi, belirgin biçimde statik
bir köylü ve zanaatkar ekonomisi bağlamında oluşturulmuş bir
sistemdi ve çözümleri de kaçınılmaz olarak bununla biçimlenmiş,
hatta bu ekonominin gerekli çerçevesinin ana hatlarını korumaya
göre kurgulanmıştı. Köylüler tarlalarını biçmeyi ve zanaatkarlar
atölyelerinde bulunmayı sürdüreceklerdi. Sadece, idari ve teknok­
ratik bürokrasiye yer açmak üzere, büyük toprak ve finans sahiple­
ri yok olacaktı . . . . Babeuf'un sınıf ve sınıf mücadelesi anlayışı, ça­
tışmanın doğasının zamandan bağımsız, ahlaki ve mutlak olduğu
ve 'üretim tarzı'ndakı değişimlerle belirlenmediği özünde statik
bir ekonomiye uygundu. 36

Michael Löwy'nin tespitiyse şöyledir:


Bir gizli örgütün isyancı komplosuyla iktidarı ele geçirmek. Be­
lirleyici rol, aydınlanmış [bilinçli] komplocularla, kitlelerin dev­
rimci deneyimini ikame eden muzaffer darbeye (putsch) verilir. . . .
Babouvizmin [Babeuf'çuluğun] işçi hareketine ve gizli yapılanma­
lara yayılması bu formdaydı.37

Bu dönemde, "radikal demokrasiden yana toplumsal grupların


karmaşık ve garip bir alaşım göstermeleri gibi, buna da dayandığı
Fransız Devrimi modeline göre kesin bir etiket vermek kolay de­
ğildir. Her ne kadar en iyi Jakobenci 1793 Anayasası ile temsil edi­
lebilecek olsa da, içinde 1792-93'te Jirondenlik, Jakobenlik, hatta
Baldırıçıplaklık diye adlandırılabilecek unsurlar bir araya toplan­
mıştı. Üçüncüsünün esin kaynağıysa, il. Yıl'ın Devrimi, Thermidor
dönemi sonrası ayaklanmalar, hepsinden önce de modern komü­
nist geleneğin siyaset sahnesine çıkışına damgasını vuran aşırılık
36 Rose, R. 8., Gracchus Babeuf 1he First Revolutionary Communist, Stanford
University Press, Bloomington, 1978, s. 338-340.
37 Michael Löwy, age., s. 70.
Komünist Düşünceye Do(Jru ı 45
yanlısı Jakobenlerin ve ilk komünistlerin önemli ayaklanması,
Babeuf'un Eşitlerin Nifakı hareketiydi. Bu, Baldırıçıplaklığın ve
sol kanat Robespierre'ciliğin çocuğu olmakla birlikte, birincisin­
den sadece orta sınıflara ve zenginlere karşı küçük ama güçlü bir
nefret duygusunu almıştır. Siyasi bakımdan Babeuf'çu devrimci
model, Robespierre ve Saint-Just geleneği içinde yer almaktaydı."38
Babeuf hareketinin Jakobenlerle ilgisi ve bağı da bir başka tar­
tışma konusudur. Moral prensipleri ve temizliğiyle daha üstün,
düşünsel derinliği bakımından daha düzeyli olduğu gerçeğini göz
ardı etmeden, Jakobenizmle günümüzün genel "sol popülizm"iyle
ya da Türkiye' deki "ulusalcı sol "la bir paralellik kurabiliriz.
Jakobenizm kuşkusuz daha ilerici, daha sol, daha samimi, daha
düzeyliydi. Koşutluk, belki belli sınırlar içinde, sınıfsal kompo­
zisyon, ideolojik varsayımlarla konum, perspektif ve nihai amaç­
lar bakımından bir kaba fikir verebilmek için kurulabilir ancak.
Kuşkusuz Babeuf, ne denli Jakobenizmden etkilenmiş ya da onun­
la ideolojik hısımlığa sahip olmuş olursa olsun, sosyalist-komünist
toplum ütopyasına, bugünün popülist/ulusalcı soluyla karşılaştırı­
lamayacak ölçüde yakındı.
Hobsbawm'ın da belirttiği gibi, o dönemde "proleter ve Jakoben
bilinç birbirlerini tamamladılar."39 Bu çerçevede, Babeuf ayrıca
kendi kişisel gelişimi içinde devrimcilik doğrultusunda büyük atı­
lım gerçekleştirmiş, Marx öncesi komünizm düşüncesi saflarında
mümtaz bir yer edinmişti. Nitekim, Marx ve Engels de salt eşitlik
kavramı üzerinde durup komünizm sözcüğünü hiç kullanmamış
olsa da, Babeuf'u ilk komünist düşüncelerin öncülerinden ve 1830-
40 yıllarındaki henüz olgunlaşmamış hareketin ilham kaynakla­
rından biri olduğuna işaret etmişlerdir.40
Babeuf'un infazından sonra, 1830'lu yıllara dek Fransa' da bu
temelde bir hareketlilik olmadı. 1828 yılında, Babeuf'un yoldaşı

38 Eric Hobsbawm, age., s. 1 27.


39 Age., s. 230.
40 Örneğin bkz. K. Marx, F. Engels, Kutsal Aile: Ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi,
çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara, 1976, s. 344.
46 1 Anti-Marksist Devrimcilik

ve onunla birlikte yargılanıp mahkum olduktan sonra bir afla ce­


zaevinden çıkan İtalyan asilzade Phillipe Buonarroti, Babeuf'u ve
Eşitler Komplosu hareketini anlatan belgesel kitabını Brüksel' de
yayımladı. 1830 isyanlarının ateşinde Babeuf'çuluk böylece yeni­
den ayağa kalktı.
Buonarroti yargılanırken, yargıçla arasında şöyle bir diyalog
olmuştu:

"Komplocu muydun?" diye sordu yargıç.


"Evet," diye yanıtladı Buona rroti .
"Seni komploya yönlendiren saik neydi?"
"İnsanlık aşkı."
"Seni yönlendiren ilkeler neydi?"
"İnsan hakları."
"Ama bugünkü anayasayı ilga niyetinde miydin?"
"Evet! Ve ölünceye kadar tiranlara karşı mücadele edeceğim.
Köleliği yeniden restore etmek iki milyon insanın kanını
akıtmaya değer miydi?"
"Ama sen yabancı değil misin?"
"İnsan doğasına hiçbir insan yabancı değildir."41

Kitaptaki önsözünde Buonarroti şöyle yazmıştı:


Mahkılm edilmemizden hemen önce Vendome Yüksek Mahkeme­
si [sanık] sandalyesinde, boyunlarına düşecek olan aristokratik
baltanın gölgesi altında, Babeuf ile Darthe, garip bir biçimde par­
ti ruhunun yanlış temsil edip çarpıttığı ortak niyetlerimizin tam
raporunu yayımlayarak anılarının intikamını alacağımı belirten
bir notumu aldılar. Şimdi yaşamımın sonlarına gelmişken, çeşitli
şartların daha önce yerine getirmemi engellemiş olduğu bu borcu
kapatma zamanı gelmiştir.

Aradan geçen bunca yıl sonra kitabının bu denli büyük etkide


bulunacağını herhalde bilemezdi Buonarroti. Böylece o da yeniden
Paris'e dönecek ve devrimci etkinliklerine devam edecekti.

41 Buonarroti, age., s. x-xi.


Komünist Düşünceye Do{)ru ı 47
Bu geçiş süreci ayrıca idealizmden materyalist felsefenin dün­
ya görüşüne geçişi de içermekteydi. Bu noktada, Marx'ın "kaba
materyalist" olarak tanımladığı ve ütopik sosyalist Cabet' den ay­
rıldıktan sonra Blanqui'ci harekete katılan Theodore Dezamy'nin
düşüncelerine bakılabilir.
Dezamy de, özel mülkiyet ve paranın derhal lağvından ve bir
merkezi otoritenin gözetiminde herkese gerekli dağıtımın ya­
pılmasından yanaydı. Siyasal faaliyetlerini, kurduğu "Eşitlikçi
Komünistler" örgütüyle yürüten Dezamy'nin hazırladığı "yasalar",
görüşleri hakkında yeterli bilgiyi verir.
Dezamy'nin "yasalar"ının bazı bölümleri şöyle:
Temel Yasalar:
Madde 1.Hangi ırk, renk ya da coğrafyadan olursa olsun bütün
insanlar kardeşçe yaşayacaklardır.
Madde Fiilen kullandıkları dışında hiçbir şey herhangi bir kim­
2.
seye ait olmayacaktır.
Madde 3. Toplumda tek ve özel bir bölge olacaktır. Bir arazi bütün
komünlerin bütün mal ve mülklerinden oluşur.
Madde Bölgenin merkezi idaresi, büyük bir özenle bütün ko­
4.
münlerin sürekli olarak eşit varlık konumunda olmasını gözete­
cektir.
Madde 5. Toplumun bütün ürettikleri ve zenginliği, kesintisiz ola­
rak herkesin tasarrufunda olacaktır. Her şahıs bölge çapında ihti­
yacı olan her şeyi, yani gerekli, yararlı ve keyif veren her şeyi tam
serbestlikle bolca kullanabilecektir.
Madde 6. Amacı kamu yararı olan her iş sosyal eylemdir. Toplum
hepsini eşit biçimde saygıdeğer kabul eder.
Madde Her sağlıklı insan (erkek, kadın ve çocuk), zevkine, ihti­
7.
yacına ve bireysel yeteneğine göre belirlenmiş fiziki ve entelektüel
becerilerini topluma katkı olarak sunabilmek için özgürce birkaç
işte çalışmaya özendirilir.
Madde 8. Toplum eşitler dışında kimseyi tanımaz. Bütün kurum,
mevzuat, uğraşlar ve özellikle eğitimde toplum bu ilkeyi hiç göz-
48 1 Anti-Marksist Devrimcilik

den kaçırmayacaktır: kalbi ve beyni en küçük zaaftan, tahakküm,


imtiyaz, üstünlük, öncelik, hakimiyet, yani kısacası herhangi bir
ayrıcalıktan uzak tutmak.
Ekonomi ve Dağıtıma İlişkin Yasalar:
Madde 1. Herkes mümkün olduğu ölçüde eşit, düzenli ve uyumlu
toprağa sahip komünlere bölüştürülecektir.
Madde Şayet bir komün verimsiz bir bölgedeyse, gelişmesi için
2.
bütün imkanlar kullanılacaktır. Temel yasada belirtildiği gibi
komşu komünler geçimini sağlayacaktır. . .
Madde Bütün komünler ürün taşımacılığı, öteki kamusal etkin­
3.
likler ve festivaller ya da tiyatro gösterilerinin sıklığı ve çeşitlili­
ğiyle sürekli iletişim ve dostane ilişkiler içinde olacaktır.
Madde 4. Parçalı haneler ortaklaşa barınağa dönüştürülecektir.
Her kömün sadece tek bir mutfağa sahip olacaktır. Yemekler, ça­
lışma, eğitim ve spor komünal bazda yapılacaktır. Her yetişkin ki­
şinin (erkek ya da kadın) bireysel yatağı olacak, çocuklar komün
yatakhanesinde kalacaklardır.
Sanayi ve Kırsala İlişkin Yasalar:
Madde 5. 1. Dünya çapında sanayi orduları kurulacak ve bunlar
devasa kültürel, ağaçlandırma, sulama kanalları, demiryolları, li­
man ve rıhtım inşaatları projelerini üstlenecektir.
Cinslerin ilişkisi:
Madde 5. Toplum [community] tek ve sadece bir aileden, tek ve
biricik haneden oluşacaktır. Bütün üyelerini eşit biçimde sonsuz
ilgiyle koruyacaktır.
Hijyen Yasaları:
Madde. 3. Sanayi ordularının dünyanın genel iklim koşullarının
[climatological] iyileştirilmesi için işbirliği yapması beklenir.
Kamu Düzeni:
Madde 1. Üretim mamüllerinin taşınması işi, yalnızca bu işi ya­
panların sokakta olduğu saatlerde yapılacaktır.
Madde Büyük binaların içinde yayalar, belirlenmiş kalıba göre
2.
ya sağdan ya da soldan yürüyeceklerdir.
Ko mün ist Düşünceye Do\')ru ı 49
Politik Yasalar:
Madde Politik eşitlik, eğitim ve refahtaki eşitlikten asla soyut­
2.
lanamaz.
Madde 3. Belirli bir yaşa gelen herkes politik tartışmalara katıl­
makta özgür olacaktır. Yaşlılar ve ergenlerin, görüşlerini açıkla­
maya, aynı özgürlük doğrultusunda ama değişik ölçülerde, doğ­
rudan ya da yazılı olarak belirtmeye uygun ve yetkin sayıldıkları
ilan edilir.42

Dezamy 1848 devrimleri sürecinde Blankist harekete katıldı ve


bu dönemde uzun süre Marksizm dışı ilkel "devrimcilik"in mer­
kez üssü Blanqui önderliğindeki hareket oldu.

42 Paul E. Corcoran, (Ed.), Before Marx: Socialism and Communism in France, 1830-
48, London, The MacMillan Press Ltd., 1983, s. 191-195.
iV

MA RKSİ ZM ÖNCESİ KOM ÜNİZM

Kapitalist sanayileşmenin ilk sürecinde, 1830'lu yıllara gelindi­


ğinde, bu çalışmanın konusunu oluşturan Marksizm öncesi komü­
nist düşünceler döneme özgü biçimleriyle ve Fransız Devrimi'nden
kalma kimi ilkelerle yeniden oluşmaya başladı. Bu komünizmin
zaman, mekan ve içerik bakımından birbirlerinden farklı çok sa­
yıda türleri vardı.
Engels şöyle anlatıyor:
Henüz gelişmemiş bir sınıfın bu devrimci başkaldırılarına karşılık
olarak teorik belirtiler vardı: 16. ve 17. yüzyıllarda ideal toplum
koşullarının ütopik tasarımları; 18. yüzyılda gerçekten komünist
teoriler [�tienne-Gabrial Morelly ve Gabriel Bonnot de Mably].
Eşitlik istekleri artık siyasi haklarla yetinmiyordu; bireylerin top­
lumsal durumlarını da kapsamına alıyordu. Ortadan kaldırılması
gereken, yalnız sınıf ayrıcalıkları değildi, tersine, sınıf ayrılıkla­
rının kendileriydi. [Sonradan gelenlerin] hepsine göre, sosya­
lizm, salt gerçeğin, sağduyunun ve adaletin anlatımıdır ve kendi
gücüyle dünyayı fethetmesi için yalnızca bulunmuş olması gere­
kir. Ve salt gerçek, uzaydan ve zamandan bağımsız olduğu için,
nerede ve ne zaman bulunacağı yalnızca bir rastlantıdır. Bununla
birlikte, salt gerçek, sağduyu ve adalet, farklı her okulun kurucu­
sunda farklıdır. Ve her birinin kendine özgü salt gerçeği, sağdu­
yusu ve adaleti, onun öznel anlayışı, yaşama koşulları, bilgisinin
ve zihni eğitiminin ölçüsü ile belirlendiği için, bu salt gerçekler
çatışmasında, onların karşılıklı olarak birbirini çelmesinden baş­
ka bir son olamaz. Bundan dolayı, bir hiç olan bu sondan, ancak
bir çeşit seçmeci (eklektik), ortalama ve Fransa' daki ve İngilte-
Marksizm öncesi Komünizm ı s.ı
re' deki sosyalist işçilerin pek çoğunun zihnine günümüze kadar
gerçekten yön vermiş bir sosyalizm çıkabilirdi. Bundan ötürü, bir
kanının en çeşitli renklerine izin veren şaşırtıcı bir karışım; farklı
çığırlar açanların itirazın en azına yol açan eleştirel demeçlerinin,
iktisadi teorilerinin, toplumun geleceği konusundaki tasarımları­
nın şaşırtıcı bir karışımı; tek tek bileştirenlerinin (mürekkipleri­
nin) belirli keskin kenarları, tartışma akıntısında tıpkı bir derede
yuvarlaklaşmış çakıllar gibi aşındıkça, daha da kolay kükreyen bir
karışımı ortaya çıkabilirdi."1

Şimdi artık bu komünizmin ve onun kaba devrimciliğinin ge­


nel hatlarını, ortak özelliklerini ayrıntılı biçimde somut kişisel ör­
neklerle belirlemeye geçebiliriz.

A. Ortak Tanımlayıcı Özellikler


Owen ve Saint-Simon gibi ilk ütopistleri ve Marx ile Engels'in,
"[Fransa' da] komünizmin en tanınmış ama en yüzeysel temsilcisi"2
olarak tanımladıkları Etienne Cabet'yi de dışarıda bırakarak, 18.
yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına dek yaygın ve etkin olan erken
komünist düşüncenin temsilcilerini ortak bir paydada birleştirip
genel belirleyici özelliğiyle tanımlamak gerekirse, "özel mülkiyet"
kavramından hareket edilebilir. Özel mülkiyetin ilgası, erken ko­
münist düşüncenin çıkış noktası, temel hedefi ve proletarya kav­
ra� ına dayanan eylemciliğiyle birlikte o zamanın kritik ayırt edici
özelliğiydi.
Etienne-Gabriel Morelly'ye (1717-1778) göre, özel mülkiyet,
"gösteriş, ahmaklık, kibir, ihtiras, gaddarlık, ikiyüzlülük, melun­
luk" gibi bütün kötülüklerin anasıydı. "Her türden kötülük . . . sa­
hip olma ihtirası"ndan kaynaklandığına göre, ortadan kaldırılırsa
"barış ve kardeşliğin" egemen olduğu bir dünya yaratılabilirdi.
Bunun için, bu tür konuları özgür tartışmaya açmak ve "bilge in­
sanlara özel mülkiyet duygusunu besleyen hataları ve önyargıları

Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm . . . , age., s. 51-52, 65.


2 K. Marx ve F. Engels, Kutsal Aile, s. 351.
52 1 An ti-Marksisr Devrimcilik

eleştirme" olanağı tanınmalıydı. Çocuklar 16 yaşına kadar aileler­


den alınmalı ve ahlaklı insanlar olarak yetiştirilmeli, sadece insan­
ların en temel ihtiyaçları için mülkiyete izin verilmeliydi. "Bütün
ürünler, yaşam ihtiyaçlarını karşılamak üzere yurttaşlara dağıtıl­
mak üzere kamuya ait depolarda muhafaza" edilecekti. Gençler
21 yaşından 25 yaşına kadar çiftliklerde çalışacaktı. Kırk yaşında
emekli olunabilecek ve devlet emeklilerin ihtiyaçlarını karşılaya­
caktı. Ticaret yasak olacak ve örneğin depolarda uzun süre muha­
faza edilemeyecek yiyecekler, sadece bir günlük ihtiyaç miktarında
ancak kamu pazarlarındaki üreticilerden temin edilebilecekti. Her
yurttaş on yaşında yeteneği olduğu alanda eğitilmeye başlanacak,
15 ya da 18 yaşında da evlenecekti.3
İkinci olarak, özel mülkiyetin (ve paranın) ortadan kaldırıl­
masıyla "mutlak eşitlik" ülküsünün hemen uygulamaya geçirilişi
bu düşüncenin bir başka temel hedefidir. Babeuf'un yandaşların­
dan Sylvain Marechal'in şu sloganı açıklayıcıdır: "İnsanlar ara­
sında cinsiyet ve yaş dışında hiçbir farklılık olmasın."4 Fransız
Devrimi'nin önde gelen Jakobenlerinden Saint-Just'ün, bütün in­
sanların aynı kıyafeti (üniforma) giymesi önerisi de bu eşitlik an­
layışının doğal uzantısıdır. 5
Dönemin yoksulluk koşullarıyla da birleştiğinde, erken komü­
nist düşüncedeki eşitlik kavramının çileci basitliği erdem gören,
azap çekmeyi yücelten anlayışında "yoksullukta eşitlemek" öne
çıkmaktaydı. Her türden farklılığı ya da kişisel tercihi, mahkum
edilmesi gereken lüks arayışı ve dolayısıyla da "insani bozulma"
olarak algılayanların projelerinde, herkesi gelirde, ihtiyaçta, tüke-

3 Will Durant ve Ariel Durant, 1he Story of Civilization, vol. X: Rousseau and
Revolution, New York, Simon and Schuster, 1967, s. 81. Morelly'nin oldukça
ayrıntılı projesinin (Code af Nature) metni için bkz. https://www.marxists.org/
subject/utopian/morelly/code-nature.htm
Ayrıca, Albert Fried, Ronald Sanders (ed.), Sodalist 1hought: A Documentary
Histary, revised ed., New York, Columbia University Press, 1992, s. 17-31.
4 Aktaran lan H. Birchall, 1he Spectre of Babeuf. London, Macmillan Press, Ltd.,
1997, s. 1 36; Marechal'in aEşitler Manifestosu'nun tam metni için bkz. s. 167-174.
5 Age., s. 1 36.
Marksizm Öncesi Komünizm ı 53
timde tam eşitleme ("düzleme/hizalama") hedefi stratejik ilkeydi.
Yetenekten, harcanan emekten, yapılan işten, topluma katkıdan,
ihtiyaçtan, tercihten tümüyle soyutlayarak ve maddi zemini bü­
tünüyle göz ardı ederek her alanda mutlak eşitliği dayatmak ayırt
edici bir özellikti. Bir kalası rendelercesine ya da toprağı düzleş­
tirircesine toplumu yoksulluk içindeki mutlak eşitlik düzleminde
biçimlendirmeyi öngören yaklaşım, yontulmamış komünizm pro­
jesinin temel yapı taşlarından birini oluşturmaktaydı.
Yoksulluk, erdemli ve bilge insanla neredeyse özdeşleştirilmiş­
ti. İyi insanlardan oluşan bir toplumun yaratılmasında, giderek
insanlığın yüce hasletlerinin ortaya çıkarılıp egemen kılınmasın­
da yoksullukta eşitlik temel ölçüt olmuştu. Bunun uzantısı olarak
da basit ve temel ihtiyaçlarla sınırlandırılmış bir yaşam tarzı, ko­
münist toplum düşüyle özdeşleştirilmiş, ana amaca dönüşmüştü.
Böylesi bir toplum mühendisliği içkindi zihniyete.
Bu zihniyet, dönemin üretim araçlarının geriliği çerçevesinde,
insanı ve toplumu katı bir disiplin içinde biçimlendirmeyi kurgu­
layan, baskıcı, zora dayalı bir düzen projesini zorunlu kılmaktay­
dı. Marksizm öncesi komünizm projesi, ilk düşünür ve aktivist­
lerinin tüm iyi niyet ve saflığına karşın, doğası gereği kontrol ve
baskıyı, yani dikta rejimini kaçınılmaz kılmaktaydı. Çünkü in­
sani ihtiyaç, duygu ve hatta zaafların bastırılması zoru gerektirir.
Minimumda eşitlenmiş toplumun gerektirdiği denetim kendi ba­
şına şiddet araçlarını zorunlu kılar. Projenin ve sürecin merkezi
yönetimi ilahi ahlakla donatılmış meleklerden değil insanlardan
oluşacağına göre, burada insanın kurtuluşu yerine bozulmasının
altyapısına giden yolların döşenmesi kaçınılmazdır. Sınıfsız top­
lumun öngördüğü devletsiz sınırsız özgürlük burada sadece eko­
nomik altyapıda değil, kültür, eğitim vb. alanlarda da mevcut de­
ğildir. Toplumsal rıza böylesi koşullarda ancak merkezi otoritenin
şiddetiyle istikrara dönüştürülebilir.
Örneğin Mably (1709-1785), "Bugün hiçbir insani güç, kaçı­
nılmak istenen istikrarsızlıklardan daha fazlasına neden olmadan
54 1 An ti-Marksist Devrimcilik

eşitliği yeniden tesis edemez," diyor ve yığınların geriliğinden do­


layı demokratik bir düzene geçişin mümkün olamayacağını söylü­
yordu. Ona göre, komünist toplum bir ideal olarak belirlenmeli ve
zaman içinde insan davranışlarının rekabetten işbirliğine doğru
evrilmesi beklenmeliydi. Aslolan, "zenginliği ya da hatta mutlulu­
ğu bile değil, mutluluğu getirebilecek tek şey olan erdemin gelişi­
mini sağlamak"tı.6
Açıktır ki, bu tepeden inme vaazlarla biçimlendirme projesinin
altı bütünüyle boştur. İçine düşmesi kaçınılmaz boşluğun dibin­
deki cehennem ateşinde kargaşa, kavga, isyan, şiddet, bencillik,
insanı insanlıktan çıkartan çıkar ve sahiplenme anarşisinin azabı
çöker toplumun üzerine. Sonra da "terbiye edici kurtarıcılar" çı­
kar ortaya. Bu türden komünizm projelerinde de hep bir kurtarıcı,
önder, komite, otorite ya da benzeri biçimlendirici/denetleyici me­
kanizma öngörülmüştür. Ortaklaşa üretilen ve paylaşılan şeylerin
dağıtımı bu düzenin hayati boyutunu oluşturduğu için kararları
verecek, kotaları belirleyecek ve denetimi yapacak bir "merkez"
elbette öne çıkmaktadır. İnsan zaaflarına odaklanmış, kişisel ola­
nı reddeden, azap çekmeyi asil bir varoluş biçimi olarak yücelten,
özgürlüğü tehlikeli sapmaların kaynağı gören anlayışta, kişi ya da
kurum olarak "merkez", belirleyici bir yer tutar.
İtalyan Bounarroti'den Rus Neçayev'e, Fransız Marechal'den
Alman Weitling'e erken komünizmin tüm ideologlarında, halkın
önceki düzenlerce cahil bıraktırılınış ve değerler sisteminin çar­
pıtılmış olması gibi nedenlerden dolayı, devrim sonrasında "halk
yeniden adam oluncaya kadar" iktidarın toplumun gerçek çıkarla­
rını gözetecek ve yeni cennet düzenini kuracak seçkin/üstün dev­
rimci kişi ya da kişilerce üstlenilmesi ilkesi temel gereklilik olarak
öne çıkarılmıştır.
Erken komünist dü� üncelerin hemen hepsinde özel mülkiyete
ve kapitalist gelişmeye direniş, kentleşmeye karşıtlık, şehir yaşam

6 Will and Durant, age., s. 83-84. Mably için ayrıca bkz. J. K. Wright, "Conversations
With Phocion: The Political Thought of Mably", History of Political 1hought, C. 13,
No. 2, 1992, s. 391-415.
Marksizm öncesi Komünizm ı ss
tarzına düşmanlık ve kırsal/köy temelli komünal yaşama özlem
birlikte seyrediyordu. Örneğin, Babeuf'çuların bir bölümü güzel
sanatları "insan doğası ve ihtiyaçları dışında" bir gereksizlik ola­
rak görürken, bu tür uğraşları sadece bir "rahatlama" aracı olarak
kabul edilebilir buluyorlardı. Benzer biçimde, "insan doğasına ay­
kırı" olduğu gerekçesiyle, "lüks" yaşamdan silinmeliydi. Hareketin
militanları, yayınladıkları bir bildiride de gelişme kavramını,
ilerlemenin varlığını oybirliğiyle reddettiklerini açıklamışlardı.
Onlara göre "ilerleme denen şey, sürekli çoğalan ve birbiriyle mü­
cadele eden iyi ile kötü "nün devinimiydi, "iyinin tam gelişimine
olanak tanımayan bir engel"di.7
Kautsky de, üretim araçlarında değil de tüketim mallarında­
ki ·ortak mülkiyetin, "her zaman özel mülkiyetin kabulünü talep
eden bir eğilimi içeren özel hane, yani aile yapısı"na uymadığını
belirtiyordu. Bu eğilime eşlik eden sınırlı üretim koşullarından
hareketle de bu tür komünist anlayışlarda evliliğe, ayrı aile yaşa­
mına tepkinin yaygın olduğuna işaret ediyordu. 8
Jean Meslier, "1733 tarihli Ahit'inde, ulusal ürünün eşit olarak
paylaşılacağı ve erkeklerin ve kadınların istedikleri gibi çiftleşip
ayrılacakları komünist bir toplum için çağrıda [bulunmuş]; bu
arada, birkaç kralın öldürülmesinin yararlı olacağını da [belirt­
meyi ihmal etmemişti).''9
Koşullarca yaratılmış geçici insani zaaflara ve sapmalara karşı
toplumu gözetim altına alan düzenlemeler zorunluluk olarak ortaya
çıkınca gerisi maneviyata kalıyordu. Sınırlandırılmış maddi hayat
koşullarını disiplinle dayatmaya uyarlanmış mekanizmalar eşliğin­
de moral yaklaşımlar da biçimleniyordu; ahlakçılık belirleyici bi­
çimde damgasını vuruyordu ideolojiye. Hayatın emekle elde edilmiş
nimetlerinin hakça paylaşılması, sömürüden azade toplumsal refah,

7 Stephanie Roza, "Communist and Neo-Babouvist Readings of the Enlightenment


and the French Revolution'', E. Vallance (ed.), Remebering Early Modern Revolutions
içinde, London, Routledge, 2018, s. 142.
8 Kari Kautsky, age., s. 1 5.
9 Will Durant ve Durant, age., s. 80.
56 \ An ti-Marksisr Devrimcilik

özgürlük, barış, eşitlik vb. yönündeki ilerlemelerin yolunu açma


perspektifi değil de, "çile çekerek ruhun kurtarılması" misyonuyla
sınırlandırılmış bir idealist bakış açısı hakimdi genelde. Zamanla
bazıları kaba bir materyalizme ancak ulaşabilecekti en fazla.
Kültüre, (zamandan, coğrafyadan, sınıftan bağımsız olarak)
uygarlığın insanlığa mal olmuş değerlerine, eğitime ve eğitimli-
1ere, özellikle de entelektüel üretime düşmanca bir şüpheyle yak­
laşmak da adeta alamet-i farikasıydı bu zihniyetin. Engels'i yine­
lersek, "uygarlığın, bilimin, güzel sanatların vb. her türlü incelik­
lerini yararsız, tehlikeli ve aristokratik lüksler olarak karalamak"
genel yaklaşımdı.
Bu zihniyetin aydın düşmanlığı bütünüyle temelsiz ve haksız
değildi. Sorun, pek çok şeyde olduğu gibi bu düşmanlığı da mut­
laklaştırma, sınıfsal kökenini ve ayrıcalıklı konumunu içtenlikle
-ve pratiklerinde de- reddedenlere karşı sağlıksız, bağnaz bakış­
taydı. Öyle ki, ileride göreceğimiz gibi, Marx ve Engels'e de "entel"
diye saldıranlar bile oldu. Aslında "Marksizm" ya da "Marksist"
terimlerini ilk başta Marx'a ve takipçilerine, yani bilimsel sosya­
lizm yanlılarına karşı bu erken komünistler icat etmişlerdi. Bu
sözcükler son derece eleştirel, saldırgan, kötüleyici ve aşağılayıcı
anlamda kullanılmaktaydı.10
Acelecilik, gerçeklikten kopuş, devirmede ve inşada koşullar­
dan nerdeyse tümüyle bağımsız, iradeye dayalı, sabırsız, toy, he­
yecanlı ve sorumsuz ataklık bir başka ortak özellikti. Mutlak eşit­
liği üretici güçleri hiç dikkate almaksızın derhal hayata geçirmek,
bu amaca doğru da devrimi ve toplumsal dönüşümü "çelikleşmiş
irade"ye sahip sınırlı sayıda eylemciyle hemen gerçekleştirmek,
mistik fanatizmlerinin bir başka sonucuydu. Devrimciliği meslek
edinmişlerle sınırlı salt eylemci yapılanmalar, profesyonel adan­
mışlar marifetiyle; bilimsel-teorik araçları bir yana bırakarak,
isyancı pratikle, proleter değil de plebyen hassasiyet ve tepkileri
harekete geçirecekler, kurtuluşu sağlayacaklardı!
10 David Walker ve Daniel Gray, Historical Dictionary of Marxism, Maryland, The
Scarecrow Press, ine., 2007, s. xxv,
M a rksizm öncesi Komünizm ı 57
Marx, babasına yazdığı bir mektupta, "ben düşünceyi gerçek­
liğin kendisinde görmeyi [benimsedim]," diyordu.1 1 Konumuz ba­
kımından nedir gerçekliğin hayati unsurları? Üretim tarzı, üretim
ilişkileri, üretici güçler, yani içinde yaşanılan sosyal formasyonun
bütün gerçek yansımaları ve belirleyici sonuçları. Ham komünist
zihniyette bunların hiç yeri yoktu. Dönem (ve gerçeklikleri) kavra­
mı da yoktu. Esas olarak ilhamı antikiteden, eski Hıristiyanlıktan,
mistik düşlerden, zihinde üretilmiş ütopyalardan alınmış düşün­
celer ve bu çürük temel üzerinde inşa edilmiş projeler, modeller,
tasarımlar vardı. Bilim ve akıl değil, duygu ve insiyaki güdüler
hakimdi.
Düşlerle gerçekleri karıştırmak, kendi dar dünyasının bağnaz­
lığı içinde gerçeklikten kopmak bu türden yapılanmaların kaçınıl­
maz sorunudur. Eylemlerinin, amaçlarının tersine gelişmelere yol
açması da kaçınılmazdır. Örneğin, üretici güçlerin gelişimi soru­
nundan bihaber bir düşüncenin hayata bakışı ve toplumsal hayatı
planlama yönelimleri, önceden belirlenip sınırlandırılmış ihtiyaç­
tüketim kalıpları içinde bu alandaki ilerlemeyi durdurmak, geliş­
meyi boğmaktan başka sonuç veremezdi.
Engels 1874 yılında, bu zihniyettekilerin ultra keskinlikleri ve
bağnazlıkları üzerine, bir Blankist bildiriyi eleştirirken şöyle yaz­
mıştı:
"Biz komünistiz," [diye yazıyorlar Blankici-komüncüler, bildi­
rilerinde] "çünkü biz, zafer gününü uzaklaştırmaktan ve kölelik
dönemini uzatmaktan başka bir sonuç vermeyen aradaki aşama­
lardan, uzlaşmalardan geçmeden, amacımıza ulaşmak istiyoruz."
Alman komünistleri, kendilerinin değil, tarihsel gelişmenin ya­
rattığı bütün ara-aşamaların ve bütün uzlaşmaların ötesinde son
amacı, yani sınıfların kaldırılmasını ve toprağın ve üret.im araçla­
rının özel mülkiyetine yer vermeyen bir toplumsal düzenin kurul­
masını açıkça görebildikleri için komünisttirler. Otuz üç Blankici
ise, aradaki aşamaları ve uzlaşmaları yakıp kül ettikleri anda so­
runun çözümleneceği ve günün birinde "ihtilal yeniden başladığı"

11 Marx ve Engels, Collected Works, C. 1, Moscow, International Publishers, 1975, s.18.


58 1 Anti-Marksist Devrimcilik

ve iktidar ellerine düştüğü taktirde -buna kesin olarak inanmak­


tadırlar- "hemen ertesi gün komünizmin kurulacağını" hayal et­
tikleri için komünisttirler. Eğer bu iş hemen yapılamıyorsa, demek
ki komünist değildirler. Kendi sabırsızlıklarını teorik iddia olarak
ileri sürmek ne çocukça bir saflık!12

Buradaki haklı tepkiler, mevcut düzene ilişkin doğru tespitler,


isyankar ruh hali, eylemci kişilik, devrimci mücadele iradesi, soy­
lu amaçlar inkar edilemez. Ne var ki, kaba devrimciliğin uzantı­
ları olan etkin unsurların düşünsel/ideolojik kaynaklarının akla
ve bilime uzak nitelikleri de ortadaydı. Böyle olunca da, niyetten
bağımsız olarak, doğaları gereği, yapıcı bir projeleri söz konusu
olamıyordu. Zamana ve koşullara bağlı nesnel sınırlılıklar; iradi/
volantarist öznellik; bilimle zayıf bağlar; tepkisellikle örülmüş
maceracı tarz; dinle, geçmişle, eskimiş düzenlerle nihilizme varan
idealist bağlar; kapitalist gelişmenin altyapı ve üstyapıyı radikal
biçimde değiştiren/dönüştüren çok yönlü dinamiklerini göreme­
me; bu kaçınılmaz gidişe uygun taktik ve stratejilerde tıkanıklık­
lar ve benzeri olumsuzluklar da söz konusuydu.
Basitleştirilmiş çözümleme, tepkisel, zihni-iradi yaklaşımlar,
gerçeklikten kopuk "çözümnler, değerlerin nihilist yadsınması
vb. özelliklerin "devrimcilik" kavramının içine yerleştirilmesi
kökten yanlıştır kuşkusuz. Tek başına özel mülkiyete karşıtlık ya
da "çileci, kaba eşitlik" arayışları, Engels'in deyimiyle "oldukça
ilkel ve yapay" zihniyetleri, Komünist Manifesto' da belirtildiği
gibi, onları "ister istemez gerici" yapar. 1 3 Manifesto şöyle belirli­
yor: "Hıristiyan çileciliğine azıcık sosyalizm karıştırmaktan daha
kolay bir şey yoktur. Hıristiyanlık da özel mülkiyete, evlenmeye,
devlete şiddetle karşı koymamış mıydı?" 14 Sadece bunlar "devrim­
cilik", "komünistlik", ya da hatta sadece "ilericilik" için bile yet-

ı2 Aktaran, V. İ. Lenin, 'Sol' Komünizm: Bir Çocukluk Hastalıtı. çev. Muzaffer Erdost,
Sol Yayınları, Ankara, 1999, 6. Baskı, s. 62-63.
13 Kari Marx, Friedrich Engels, Komünist Manifesto, çev. Nail Satlıgan, Yordam Kitap,
İstanbul, 2014, 2. Baskı, s. 73. (Bundan böyle Komünist Manifesto.)
14 Age., s. 66.
Marksizm Öncesi Komünizm ı 59
miyor elbette. Marx ile Engels, Hıristiyanlıktan örnek vermişler
ama aslında bu tür "özel mülkiyet karşıtlığı ve eşitlik" anlayışını
hemen her dinde bulmak mümkün. Kuran-ı Kerim'de Nur sure­
sinin 42. ayeti şöyle diyor: "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır."
Zuhruf suresinin 85. ayetinde de şöyle yazıyor: "Göklerin, yerin ve
ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah
ne yücedir!"15
Salt para üzerinde durarakgörüntüler üzerinden analizler, yo­
rumlar ve çıkarsamalar yapmaya dönük anlayışm bu temel üzerin­
de oluşturduğu yapılanmalar ve giriştiği eylemlilikler de ters te­
pen özellikler içerir. Özel mülkiyetin gerçekten aşılamaması gibi,
yapay para çözümlemeleri de son tahlilde kapitalist formasyonun
mekanizmalarına yarar:
Pratik gereksinimin ve özel çıkarların tanrısı paradır önünde
hiçbir tanrı varlığını sürdüremez. Para insanın tüm tanrılarını
aşağılar ve onları metalara çevirir . . . her şeyin evrensel, kendinde
oluşmuş değeridir. Bu yüzden de tüm dünyayı, hem insan dünya­
sını, hem doğayı özgül değerinden yoksunlaştırır. Para, insanın
işinin ve insanın varoluşunun yabancılaşmış özüdür, bu yabancı
öz insana hükmeder ve insan da ona tapınır.16

Bu çerçevede, sermaye ve onun formasyonu kapitalizmde para


özel bir aracıdır aynı zamanda. Metalaşmış emeğin yarattığı de­
ğer, kapitalizm mekanizmasındaki meta piyasası dolayımıyla
"emek-zaman"ın belirlediği mübadele değerinden harcanan eme­
ği gizleyen fiyata, yani paraya, ardından da nihayet sermayeye
dönüşür. Emeğin ve üreticiler arası toplumsal ilişkilerin sosyal
karakteri, artık değer ve emek sömürüsü de böylece "fiyat-para"
içinde saklanmış olur. Komünistler bu "gizleme"yi açığa çıkart­
makla yükümlüdürler. Bu da, erken komünizmin darlığını aşan
bir teorik bilinçle görüntünün ardındaki öze bakmakla mümkün
olabilir.
15 https://rnatematikproblemi.com/kuranı-kerim-354-sayfa, https://
matematikproblemi.com/kuranı-kerim-494-sayfa
16 Kari Marx, Yahudi Sorunu, Sol Yayınları, Ankara, 1977, s. 48.
60 ı Anti-Marksist Devrimcilik

Katı olan her şeyi buharlaştıran kapitalizme karşı parlak düşler,


isyancı ruhlar, eylemci kişilikler, cesur insanlar, köktenci duygu­
lar, devrimci söylemler bir sığınaktı erken komünistlere. İşçiden,
köylüden, emekten, yoksuldan yana; sömürücülere, mülkiyete el
koyanlara, onların kurumlarına, düzenlerine karşı idealist birey­
ler çözüm olacaktı bu komünist zihniyette. Acil talepleri, nihai
amaçları, yol ve yöntemleri, örgütlenme önerileri, pratikleri, genel
zihniyet, tarz ve hayata bakışlarıyla, ütopyalarının bütün farklılığı
ve çeşitliliği içinde, yeryüzünün ilk komünistleri bu türden idea­
list düşünceleri paylaşıyorlardı. Bütün yetersizliklerinin engelleyi­
ci, saptırıcı, hatta geriletici dinamikleri harekete geçirme riskleri
yanında, yine de kabul etmek gerekir ki, kendi dönemleri içinde
bir çağı açmış, örnek oluşturmuşlardı.
Marx ile Engels'in "ham, kaba, yontulmamış komünizm" di­
yerek eleştirdiği bu erken sosyalist akımlara ve onların Marksizm
karşısındaki konumlarına ilişkin farklı görüşler de ileri sürül­
müştür.
Örneğin, ABD'li Afro-Amerikan akademisyen Cedric
Robinson, eski Yunan ve Hıristiyan geleneklerinin ayrıntılı incele­
mesinden hareket ederek, bir düşünce ve ideal olarak sosyalizmin,
ekonomik, politik vb. her bakımdan ezenle ezilenin olduğu sosyal
çerçevenin bir sonucu olduğunu belirtmiştir. Ona göre, Marksizm,
toplumsal yaşamın çeşitli düzlemlerinde ortaya çıkan çok boyut­
lu ezen-ezilen arası sömürü ve baskı ilişkilerinin çeşitliliği için­
de oluşmuş geleneği saf dışı bırakarak komünizmi (ve devrimi),
kapitalizm ile burjuvazi-proletarya denklemi içine sıkıştırmış,
dolayısıyla da (Avrupa-merkezci) Batı dünyası içine hapsetmiştir.
Böylece, proletaryanın gölgesi altında kalan yeryüzünün öteki ezi­
lenleri ve mücadeleleri dışlanmıştır. Robinson, Marksizmin sosya­
lizm geleneğinin çok çeşitli ve yeryüzüne yayılmış akımlarından
sadece biri olarak ele alınarak hegemonyasının reddedilmesi ge­
rektiğini iddia etmiştir.17

17 Cedric J. Robinson, age.


Marksizm öncesi Komünizm ı 61
Marksizm öncesi komünist akımların Fransız temsilcileri­
ne haksızlık yapıldığını öne süren Paul Corcoran ise, bunların
"ütopikten ziyade romantik" olarak değerlendirilmeleri gerek­
tiğini savunur, pek çoğunun unutulmasını ya da "dipnotlara
indirgenme"sini bir tür vefasızlık olarak nitelendirir.18
Corcoran, erken Fransız sosyalist ve komünistlerin düşünsel
kaynaklarının 1789 Fransız Devrimi'nin "özgürlük, eşitlik ve kar­
deşlik" ilkeleri, örgütsel prensiplerinin de "ortaklık ve toplumsal­
lık" (association-community) olduğundan hareketle, "moral kay­
gının ana öznesinin yoksullaştırılmış yığınlar" olduğunu belirtir.
Genel amaçları ise şöyle özetler:
Laissez-faire [bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler] ekonomisi . . .
üretim ve dağıtımın merkezi yönetimiyle değiştirilecektir. Ayrıca­
lık, bireycilik ve eşitsizliğin bütün tezahürleri ortadan kaldırılmalı­
dır. Eğitim, evlilik, aile ve din komünal amaçlara hizmete adanmış
toplumsal kurumlara dönüştürülecektir. Bu erken sosyalistler, en­
düstriyel gelişmeden yükselen bir kentli proletarya ile birlikte, top­
lumun antagonistik sosyal sınıflara bölündüğünü de saptıyorlardı.
Yeni kapitalist sınıfın kendisini zalim bir servet aristokrasisi olarak
konumlandırdığı genel olarak kabul ediliyor ve buradan sosyalist
dönüşümün özel mülkiyeti ilga etmeyi içerdiğine geçiliyordu.
Bu dönüşüm için önerilen araçlar, politik eylem çeşitliliği boyun­
ca değişiyordu. Bazı sosyalistler devletin zor yoluyla yıkılmasını
planlayan gizli örgütlerin üyesiydi. Ötekiler uluslararası işçi bir­
liklerinin örgütlenmesini hayati ilk adım olarak görüyorlardı. Sa­
yıca fazla olmayan bazılarıysa, sosyalist yasamaya, idari reformlara
ve yeniden yapılandırılmış bir ekonomiye umut bağlamışlardı. Di­
ğerleriyse, pratik deneylerin başarısı ve sistemin üzerine oturduğu
bilimsel temelin kanıtlanmasıyla zaferinin garantilenmesi sonucu
yeni sosyal "sistem"in yaygınlaşmasına [ve] böylece kendiliğinden
bir dönüşüme umut bağlamışlardı. Taktiklerden bağımsız olarak,
ortak varsayım, yeni sosyalist toplumun oluşması kaçınılmazdı,
zaferi insanlığın önlenemez ilerlemesiyle garanti edilmişti.19

18 Paul E. Corcoran, age., s. x-xi.


19 Age., s. 1-2.
62 1 Anti-Marksist Devrimcilik

B. Marx ve Engels,in Tanımları


Bu komünist zihniyetle ve somut biçimleriyle Engels Manchester
ve Londra' da, Marx ise Belçika' dan sınır dışı edilince 1844 yılında
göçmek zorunda kaldığı Paris'te tanıştı. İkisi de henüz sosyalist
ya da komünist olarak tanımlanamazdı. Engels 24, Marx 26 ya­
şındaydı.
Marx ve Engels, 19. yüzyılın erken (Marksizm öncesi) komü­
nist düşüncesini çeşitli sıfatlarla tanımladı.
Marx 1843'ün Eylül ayında Arnold Ruge'ye yazdığı bir mek­
tupta, "dogmatik soyutlama" olarak tarif ediyordu "gerçekte var
olan komünizm"L Aynı mektupta Marx çok önemli bir yaşam
ilkesini de belirliyordu ki bu, eleştirdiği dönemin komünizmin­
den bilimsel sosyalizme geçişinde çok önemli bir rol oynayacaktı:
"Var olan her şeyin acımasız eleştirisinden söz ediyorum; hem
yaratacağı sonuçlardan hem de aynı biçimde, zamanın güçleriyle
çatışmaya girmekten korkmamak anlamında acımasız."20
Engels de bundan bir ay sonra yazdığı bir yazıda, bu erken ko­
münist düşünceyi, "yontulmamış, ilkel ve yapay" olarak nitelendi­
riyordu.21
İleride ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz 1844 Elyazmaları'ndaysa
Marx, "ham/kaba" (Almanca "rohe") sıfatını kullanıyordu.
Engels, 23 Ekim 1846' da Marx'a yazdığı bir mektupta, "kaşık
(mide) komünizmi", "ekmek ve tereyağı komünizmi" benzetmele­
rini kullanarak, insani gelişmeye ve toplumsal ilerlemeye değil de
işkembeye odaklanmış, salt aç karınları doyurmayı hedef edinmiş
zihniyete atıfta bulunuyordu.22 Lenin ise bu terimi, Marksizm ön-

20 https://www.marxists.org/archive/marx/works/1843/letters/43 09-alt.htm
_

21 Engels, "Progress ofSocial Reform . . . ", age. 394 ve David McLellan, Marxism Befare
Marx, second ed., London, The Macmillan Press Ltd., 1980, s. 182.
22 MECW Electric, C. 38, s. 87. Bunu 1913'te yazdığı ve 28 Kasım 1920'de Pravda'da
da yayımlanan bir makalesinde Lenin de aktarıyor: V. 1. Lenin, "The Marx-Engels
Correspondence", Collected Works, C. 19, 4•h English Ed., Moscow, Progress
Publishers, 1968, s. 557.
Marksizm öncesi Komünizm ı 63
cesi komünizmin "anti-proleter, küçük burjuva ve yontulmamış
. . . bütün türleri için geçerli olduğunu" belirtiyordu. 23
Kullanılan sıfatlardan biri de, "baraka komünizmi"ydi. Bu te­
rim zaman zaman "kışla komünizmi" diye de kullanılıyor. Burada
"baraka" sözcüğüyle askerlerin ya da o zamanlar yaygın olduğu gibi
işçilerin yaşadığı barakalar kastediliyor olsun, anlatılmak istenen
açık; dışarıya kapalı, güdümlü, tepeden denetim altında bastırılmış,
yoklukta eşitlenip hizaya sokulmuş, en basit ihtiyaçlarla sınırlan­
mış ortak mülkiyetçi komün düzeni içinde tekdüze yaşam. Marx ve
Engels, "baraka komünizmi" kavramını ilk kez, 1848 yenilgisinden
sonra ülkeden kaçanları ele aldıkları Sürgündeki Büyük Adamlar
adlı çalışmalarında kullandılar. 24 Kavramın sonraki kullanımıysa,
1870'te Rus devrimci-anarşist Neçayev'in "komünist" projesinin
("Gelecekteki Sosyal Sistem'in Ana Temelleri") eleştirisiydi:
Baraka komünizminin ne kadar da güzel bir modeli! Her şey var
burada: ortak yemekhaneler ve yatakhaneler, müfettişler; eğitimi,
üretimi ve tüketimi, yani kısacası bütün sosyal etkinlikleri denet­
leyen yetkililer ve her şeyi taçlandırmak üzere yüce önder olarak
Komitemiz - isimsiz, kimselerce bilinmez. Bu gerçekten de en saf
otorite karşıtlığı. 25

Nihayet, 1894'te "Rusya' da Sosyal İlişkiler" makalesine son­


radan yazdığı sonuç yazısında Engels, bir kez daha " baraka
komünizmi"nden (barracks-room communism) söz ediyordu.26
Marx ve Engels, bu tür komünizmi tanımlamak için "akılsız/
akıl yoksunu, olgunlaşmamış/çiğ" gibi sözcükleri de kullanmış­
lardır.
Bu kaba/ham, yontulmamış komünist akım, ütopik sosyaliz­
min bir tür ayrıksı, köktenci, eylemci, uzlaşmaz üvey evladı olarak
değerlendirilebilir.

23 Agy.
24 Bkz. MECW Electric, C. l l , s. 314.
25 MECW Electric, C. 23, s. 543.
26 Engels, "Afterword", Collected Works, C. 27, London, Lawrence & Wishart, Electric
Book, 2010, s. 423.
64 1 Anti-Marksist Devrimcilik

Marx ile Engels'in komünizme geçiş evrelerinde bu düşünceler­


le tanışmaları kritik bir dönemeci oluşturuyor. İki genç, o yaşlara
sığdırılması güç birikimleri, teorik çalışmaları ve pratiğe dönük
enerjileriyle sürgünde hayatlarının yeni bir evresine adım atar­
ken çıkış noktaları zamanın sosyalist-komünist projeleri oluyor.
Tanıdıkça etkileniyorlar, etkilendikçe seviyorlar; sevdikçe kızıyor,
kızdıkça uzaklaşıyor, uzaklaştıkça yakınlaşıyorlar; giderek bir üst
düzlemde bütünleşiyorlar: Ham komünizmin acımasız eleştirisin­
den bilimsel-gerçek kurtuluş teorisine ulaşıyorlar. Her ikisi açısın­
dan da müthiş bir kişisel serüvenin insanlık tarihinin kritik bir
dönemeciyle böylesine özdeşleşmesi, insanın hayal gücünü aşıyor.
Ama hayatın tuhaf gerçeklerinden biri bu; insana ait her şey, bili­
me sığmıyor.
Engels, Komünist Manifesto'nun 1888 tarihli baskısına yazdığı
önsözde bu ilişkiyi özlü bir biçimde anlatıyor:
Yazıldığı sırada sosyalist manifesto diyemezdik biz ona. 1847'de
sosyalistler denildi miydi, ilkin, çeşitli ütopyacı sistemlerin ta­
raftarları akla geliyordu: İngiltere'de Owen'ciler, Fransa'da Fou­
rier'ciler. Bunların her ikisi de, ne zamandır, sadece birer tarikat
durumuna düşmüşlerdi ve yavaş yavaş ortadan siliniyorlardı. Bir
de sosyalist diye bilinen bir alay sosyal şarlatan vardı ki bunlar
da, derme çatma onarımlar yoluyla, sermayeye ve Ura hiç mi hiç
zarar vermeksizin, her türlü sosyal derdi giderme iddiasıyla ortaya
atılmışlardı. Her iki halde de işçi sınıfı hareketinin dışında adam­
lardı bunlar ve daha çok, "okumuş" sınıflardan destek sağlamaya
bakıyorlardı. İşçi sınıfının, salt siyasi devrimlerin yetersizliğine
inanan ve toptan bir sosyal değişiklik gereğini resmen benim­
seyen her kesimi o sıralarda kendisine komünist diyordu. Kaba
saba, yontulmamış, salt içgüdüsel bir komünizmdi bu; ama dava­
nın özünü kavramıştı ve . . . güçlüydü işçi sınıfı arasında. 1847' de
sosyalizm bir orta sınıf hareketi, komünizm bir işçi sınıfı hare­
ketiydi. Sosyalizm, hiç değilse Kıta Avrupası'nda, "itibarlı" sayı­
lıyordu; komünizm bunun tam karşıtıydı. Biz baştan beri "işçi sı­
nıfının kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olmalıdır" görüşünde
olduğumuzdan, bu iki isimden hangisini benimsememiz gerektiği
Marksizm öncesi Komünizm ı 65
ortadaydı. O günden beri de bu isme sırt çevirmekten her zaman
uzak durmuşuzdur. 27

C. Marx ve Engels'in Teorik-Felsefi Eleştirileri

Şimdiye kadar değindiğimiz bütün eleştirileri, somut kişi ve ör­


gütlenmeler temelinde çeşitli örneklerle uzatmak mümkün. Ne var
ki, çelişkili çeşitliliği içinde Marksizm öncesi komünizmin sorun­
ları, belirleyici bütünlüğü çerçevesinde, görüntüleri aşarak, daha
derinlerde, felsefi-teorik özünde aranmalı - ideada değil, somut
gerçeklikte; niyette değil, yolları döşenmiş kaçınılmaz sonuçta; iç­
güdülerde değil, akılda; amorf ilişkilerde değil, sınıfsal bağlar dü­
ğümünde; zaman ve mekandan soyutlanmış biçimde değil, üretim
tarzında belirlenmiş tarihsellik zemininde. Gerçeği ve insani çö­
zümü hurafelerin, öznelliğin, salt duyguların, önyargıların dipsiz
kuyularında arayan zihniyet karşısında, yitmiş insanı, insani du­
yarlılığın ışığında bilimle donanarak bulmaya yönelmiş bir yakla­
şıma ihtiyaç var. Michael Löwy'nin yazdığı gibi, "bu sentez ancak
mekanik materyalizmin, zanaatkar mirasın, komplocu alışkanlık­
ların, Jakoben ve mesiyanik eğilimlerin, küçük burjuva radikalizm
kaynaklı zihin bulanıklığının aşılmasıyla mümkün olabilirdi."28
Bunu Marx ile Engels başaracaklardı.
Tam da bunun için, böylesi derinlikli bir çözümleme için, doğ­
rudan Marx'a dönmek, sözü ona bırakmak gerekiyor.
Marx, yontulmamış komünizm eleştirisine önce mülkiyet ve
özel mülkiyet kavramıyla başlıyor. Bu doğal, çünkü daha önce de
belirtildiği gibi, bu olgu ham/kaba komünizmin de çıkış (başlan­
gıç) ve varış (son) noktasını oluşturuyor.
Marx her şeyden önce, "burjuva ve ilkel komünist görüşleri
aşarak, . . . materyalist diyalektik yoluyla, özel mülkiyetin hem nes­
nel olarak belirlendiğini hem de tarihsel olarak sonlu olduğunu;
'insan yaşamının kendini gerçekleştirmek için önce özel mülkiyete

27 Komünist Manifesto, age., s. 93-94.


28 Michael Löwy, age., s . 85.
66 1 A n ; -Marksist Devrimcilik

[i'ıtiyaç duyduğunu], şimdiyse [onun] bastırılmasını gerekli [kıldı­


i.,ını]' ve onun tarihsel olarak yok olmaya, . . . 'ekonomik hareke­
tiyle kendi yok oluşuna sürüklendiği'ni kanıtlamak için özel mül­
kiyetin derinlikli bir analizine ihtiyaç duyulduğunu gösterdi."29
Marx, ham komünist düşüncenin zaman ve mekandan kopuk­
luğundan hareketle özel mülkiyet kavrayışının temelsizliğini şöyle
gösteriyordu:
[H]ala olgunlaşmamış komünizm, özel mülkiyete karşı birtakım
bağlantısız tarihi olaylar arasında, kendine tarihi bir tanıtlama -
varoluş alanında bir'tanıtlama- arar durur ve tarihi süreçten tek
tek aşamalar çekip çıkararak, kendi tarihi şeceresi tanıtlanmış
diye ilgiyi bunların üzerine toplamaya çalışır. Bu tutumuyla,
bu sürecin büyük kısmının kendi iddialarıyla çeliştiğini ve böyle
bir şey eskiden olmuşsa bile, geçmişte olmasının, özsellik iddiasını
yalanladığını açıkça gösterir.30

Kısacası, yalın bir biçimde ifade etmek gerekirse, kaba komünist


düşünce/teori, özel mülkiyete karşıt görünen birbirleriyle bağlantı­
sız ve ilgisiz olgular arasında, tarihsel süreçten tekil aşamaları kopa­
,
rıp bağlam dışı analizler yoluyla kendisi için kanıt üretmeye çalışır.
Oysa Christopher Pierson'ın belirttiği gibi, "Marx'ı asıl ilgi­
lendiren, bütün üretimin genel ön koşulları denen şeyler (ve do�
layısıyla da 'genelde' mülkiyet) değil, belirli bir üretim tarzındaki
özgül mülkiyet biçimleridir [Yazar bu noktada Marx'ın Felsefenin
Sefaleti kitabından şu alıntıyı veriyor]: 'Her tarihsel çağda mülki­
yet, birbirinden değişik sosyal ilişkiler silsilesinde, farklı biçim­
lerde oluşmuştur. Bir bağımsız ilişki, bir ayrı kategori, soyut
ve sonsuz tasarım olarak bir mülkiyet tanımı yapmaya kalkmak
sadece metafiziğin ya da hukukun yanılsaması olabilir.'"31

29 L. Pozina, Marxism 'versus Crude Communism, Moscow, Novosti Press Agency


Publishing House, 1975, s. 45. Marx'tan alıntılar (İngilizce) 1844 El Yazmaları ve
Kutsal Aile'den.
30 Kari Marx, 1844 El Yazmaları, çev. Murat Belge, İletişim Yayınları, İstanbul, s. 1 l l .
31 Christopher Pierson, ]ust Property, C. 2 (1he Enlightement, Revolution, and History),
Oxford, Oxford University Press, 2016, s. 169; Marx alıntısı: Kari Marx, 1he Poverty
of Philosophy, New York, Prometheus, 1995, s. 168.
Marksizm Öncesi Komünizm ı 67
Marx, Fransız Burjuva Devrimi'nin koyduğu yasalardan ha­
reketle, "İnsanın özel mülkiyet hakkı, demek ki diğer insanlarla
ilintisiz, toplumdan bağımsız biçimde, dilediği gibi (a son gre) ser­
vetinden yararlanma ve onu tasarruf hakkıdır, özel çıkar hakkıdır.
Bu bireysel özgürlük ve onun uygulanımı sivil toplumun temelini
oluşturur," diyor ve "Bu, her insanın öteki insanlarda, özgürlüğünün
gerçekleştirimini değil, sınırını bulmasına yol açar," saptamasına,
oradan da, "egoist" insanın, "kişisel çıkarlarının ve özel kaprisleri­
nin sınırlarına çekilmiş" bireyin acınası haline ulaşıyor. 32
Ne var ki, özel mülkiyet olgusunun günün (kapitalizmin) ko­
şullarında sermayeye dönüşmesinin ayırt edici özellikleri ve so­
nuçları ham komünizmde gözden kaçırılmaktadır. Oysa özel mül­
kiyetin hayati rolü burada ortaya çıkmaktadır ve bütün çözümle­
meler bu noktadan hareket etmeli ve metalaşmış emeğe ulaşmalı­
dır Marx'a göre. Sonuçta, günün nesnel ve öznel çerçevesini çizen
bu gerçekliktir. Sermaye olarak özel mülkiyet, yani burjuva özel
mülkiyet, üretim araçlarının kritik bir parçası olarak, emek gücü­
nü bir ücret karşılığında kiralar ve onun ürettiği değer üzerinden
kar eder; sermaye, birikim, sömürü çarkını döndürür. Marx'ın be­
lirttiği gibi, "mülksüzlük ile özel mülkiyet antitezi, emek ve serma­
ye antitezi olarak kavranmadıkça, etkin bağlantısı, içsel ilişkisi ile
anlaşılamamış, belirsiz bir antitez olarak kalır - bir çelişki olduğu
henüz anlaşılamamış bir antitez."33
Özel mülkiyeti aşmanın yolu, emekle birlikte özel mülkiye­
tin ortaya çıkıp gasp edilmesine tepkiden geçer, özel mülkiyetin
inkarından değil. Özünde ham komünist düşüncede de aslolan bu
tepkidir, özel mülkiyetin inkarı ya da ilgası değildir. Bu tepkiyle
sınırlı ve bir başka tür özel mülkiyet durağına giden rotayı da atla­
manın yolu, yani özel mülkiyetin olumlu aşılmasıysa, onun bilin­
cimize kazınmış ve egemen olmuş, insanlığımıza musallat edilmiş
zehirli büyüsünden kurtulmaya bağlıdır. Üretim araçları üzerin-

32 Kari Marx, Yahudi Sorunu, age., s. 33·35.


33 Age., s. 107.
68 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

deki özel mülkiyetin kaldırılması, bunların toplumsallaştırılması,


bu uzun ve meşakkatli yolculuğun başlangıcıdır. Marksist kurtu­
luşun stratejik dönemeci buradadır. Özel mülkiyet bağımlılığında
yitmiş içimizdeki insanı yeniden kazanmanın tek yolu da budur.
Ne var ki, sermayenin egemenliği, kaba komünizm dahil, dü-
şünce dünyasını da tutsak almaktadır:
Özel mülkiyet bizi öyle sersemletmiş ve tek yanlı kılmıştır ki,
ancak malik olduğumuz nesne bizimdir -bizim için sermaye ola­
rak var olduğunda ya da doğrudan doğruya sahip olunduğunda,
yendiğinde, içildiğinde, giyildiğinde, içinde oturulduğunda vb.-,
sözün kısası, tarafımızdan kullanıldığında bizimdir. Mülkiyetin
bütün bu dolaysız gerçekleşmelerini özel mülkiyet yaşama araçları
sayar ve araç olarak hizmet ettikleri hayat özel mülkiyetin hayatı;
emek ve sermayeye dönüştürür. Bütün bu fiziksel ve zihni duy­
gular yerine, böylece, bütün bu duyuların yabancılaşması, malik
olma gelmiştir. İnsanın, iç zenginliğini dış dünyaya vermesi için
bu saltık yoksulluğa indirgenmesi gerekiyordu.34

Yontulmamış komünist düşüncede, kendisini üzerinde var et­


tiği "sahip olma" güdüsü ve bunu aşamayan toplumsal çerçevede
ortaya çıkan özel mülkiyete imrenme duygusu itici güç kazanır.
Özel mülkiyet de, nüansa yabancı, ayrıntıyı önemsemeyen, kes­
tirmeci, toptancı tarzda bütün tarihsel-yapısal bağlamlarından
kopartılıp "imrenme/özenme" temelinde programatik çerçeveye
oturtulur. Ne var ki, evdeki hesaplar çarşıya uymaz. Marx bunu
şöyle anlatır:
Genel kıskançlığın bir güç olarak kendini meydana getirmesi bir
maskedir ve bunun arkasında açgözlülük kendini yeniden oluştu­
rur ve doyurur, ancak bunu başka bir yoldan yapmış olur. Her özel
mülkiyet parçasının düşünceleri -her parçanın içinde yatan- or­
tak bir düzeye indirgeme isteği ve kıskançlık şekline girerek hiç
değilse bütün daha zengin özel mülkiyete karşı çıkar, öyle ki bu
istek ve kıskançlık sonunda rekabetin özünü meydana getirir.
Kaba komünizm, önceden tasarlanmış bir asgariden başlayarak

34 Kari Marx, 1844 El Yazmaları, age., s. 1 1 5-1 16.


Marksizm öncesi Komünizm ı 69
bu ortak düzeye indirgeme isteğinin ve kıskançlığın son noktasına
varmasından başka bir şey değildir. 35

Ham komünist projeden iki belirleyici sonuç çıkmaktadır.


Birincisi, özel mülkiyetin ilgası yanıltıcıdır ve aslında mülkiyet,
sermaye olarak yüksek bir basamağa ulaştırılmaktadır. Özel mül­
kiyet genelin olur, Marx'ın deyişiyle "evrensel özel mülkiyet" dü­
zeninde "topluluk evrensel kapitalist" konumuna yerleşir. İkinci
olarak, "işçi kategorisi [de] ortadan kaldırılmaz, bütün insanları
içine alacak şekilde genişletilir."36
Marx bu noktada evlilik ve kadının durumuna ilişkin bir ben-
zetmeden hareket eder:
[E]vrensel özel mülkiyeti [bu yabani/kaba form biçimde] özel
mülkiyetin karşısına çıkarma hareketi, evliliğin (evlilik şüphesiz
ki özel mülkiyetin bir şeklidir) karşısına, bir kadının toplumsal
ve ortak mülkiyet olduğu kadınlar topluluğunu çıkarmak gibidir.
Kadınlar topluluğu fikri bu henüz bütünüyle kaba ve düşüncesiz
komünizmin gizini (sırrını) ele vermektedir. Kadın nasıl evlilik­
ten genel fahişeleşmeye geçiyorsa (fahişeleşme, işçinin genel fahi­
şeleşmesinin özgül anlatımıdır ve bu ilişkiye yalnız fahişe değil,
onu fahişeleştiren de -bu ikincisininki daha büyük bir alçalma­
dır- düştüğüne göre kapitalist vb. de bu kategoriye girerler}, bütün
servet dünyası da (yani insanın nesnel tözü) özel mülkiyet sahibi­
nin tek başına evlilik ilişkisinden topluluk içinde genel fahişeleş­
me durumuna geçmiş olur. 37

Kaba komünizmin özel mülkiyeti olumsuzlamasının yapaylığı


burada ortaya çıkmaktadır:
İnsanın kişiliğini her alanda olumsuzlamakla, bu tip komünizm
özel mülkiyetin mantıklı anlatımından başka bir şey değildir ve
olumsuzlama da zaten buradadır. Özel mülkiyetin böylece or­
tadan kaldırılmasının insanların gerçekten mülkiyete sahip olma­
sından ne kadar uzak olduğu, bütün kültür ve uygarlık dünyasının

35 Age., s. 109.
36 Age., s. 108.
37 Agy.
70 ı An ti-Marksist Devrimcilik

soyut bir şekilde olumsuzlanmasıyla anlaşılmaktadır; yoksul ve


bir şey istemeyen insanın doğal olmayan basitliğine geri dönül­
mektedir, oysa bu insan özel mülkiyetin ötesine geçmek bir yana,
özel mülkiyete varmayı bile başaramamıştır. Topluluk, sadece bir
emek topluluğudur ve topluluk sermayesinden herkese eşit ücret
verilmektedir - topluluk evrensel kapitalisttir. İlişkinin iki yanı
da hayali bir evrenselliğe yükseltilmiştir - emek, herkesin içine
konduğu bir durum, sermaye ise toplumun kabul edilmiş evren­
selliği ve gücüdür. 38

İşte tam da bu noktada ham komünizmin acıklı yanılgısı orta-


ya çıkıyor ve Marx trajediyi şöyle ifade ediyor:
Özel mülkiyetin [bu şekilde] ilk ortadan kaldırılışı -ham komü­
nizm- böylece, kendini olumlu topluluk olarak yerleştirmek is­
teyen özel mülkiyetin alçaklığının yüzeye çıkışının bir şeklidir
sadece. . . . [H]ala özel mülkiyetin etkisindedir (yani insanın yaban­
cılaşmasının etkisindedir). Her iki şekilde de komünizm insanın
kendine dönüşü ya da kendisiyle yeniden bütünlenmesi, insanın
kendine yabancılaşmasının aşılması olduğunu bilir; ama henüz
özel mülkiyetin olumlu özünü ve gereksinmenin insani özelliğini
kavrayamadığı için, özel mülkiyetin tutsağı olur ve etkisinden kur­
tulamaz. Kavramı anlamış, ama özünü kavrayamamıştır.39

Avineri'nin özlü biçimde özetlediği gibi, "bu [ham komünizm],


dağıtıcı [distributive - dağıtımla iştigal eden] bir komünizmdir -
hala ürünler dünyasının sınırlı olduğunu ve nesnel olarak belirlen­
diğini düşünüp bir 'minimum'a oturmuş komünizm. Mülkiyetle
ilişkisini hala bir nesneyle ilişki gibi görüyor. Bu komünizm tüke­
tim bilmecesini çözmeden ve üretimin insanın yaratıcı potansiyel­
lerinin sonsuz açılımından başka bir şey olmadığını anlamadan
düzenlemeye çalışıyor. Marx'a göre böyle bir komünizm, zorunlu
olarak çileciliğe, düşük hayat standardından bir erdem çıkarmaya
yönelir. İnsan ihtiyaçlarını salt çıplak varoluşsal minimuma indir-

38 Age., s. 108-109.
39 Age., s. l l0-1 1 1 . Kullandığımız çeviride, orijinal metindeki "alçaklığının� sözcüğü
atlanmış, ben ekledim.
Marksizm öncesi Komünizm ı 71
ger. Böyle bir toplumda komünizm, ortak yaşamın mütekabiliyeti
[mutuality] değil, sadece bir çalışma ve ücretler topluluğu demektir.
Bir mülkiyet nesnesi olarak sermaye ile ilişki, mülkiyet şimdi ar­
tık bireysel değil kolektif olsa da, aynen kapitalist toplumda olduğu
gibi kalır. Marx'a göre toplum, ücret sistemini ortadan kaldırmayan
ve fakat genelleştiren bir evrensel kapitalist olarak ortaya çıkar. O
halde, bir ücret için çalışmak, yabancılaşmanın en ayırt edici un­
surlarını barındıran bu kaba komünizmin evrensel ilkesidir."40
Kaba komünizmin, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ile
tasarlanan yoksullukta insanı ve olumlu hasletlerini bulma ya da
açığa çıkarma arayışının olumsuzlama özelliğini, Marx'ın "basit
gereksemelerin sınırlandırdığı duyuların anlamı[nın] da kısıtlı"
olduğu saptamasına verdiği şu örnekten çıkartılabilir:
Aç kalmış bir insan için besinin insani şekli değil, besin olarak
soyut özü var olabilir ancak. Böyle bir besin en kaba saba bir bi­
çimde de elde edilebilir ve aç kalmış bir insanın yemek yemesiyle
bir hayvanın yemesi arasındaki ayrımın ne olduğunu söyleyeme­
yiz. Yoksul, sıkıntı içindeki adamın gözü en güzel oyunu bile gör­
mez; madenleri işleyen insan onların yalnızca piyasa fiyatlarını
düşünür, madenin güzelliğini ya da benzersizliğini düşünmez.
Madenler biliminden haberi yoktur. Dolayısıyla insan özünün
nesneleştirilmesi, hem kuramsal hem de pratik bakımdan, insa­
ni hayatın ve doğal hayatın büyük zenginliğini karşılayan insa­
ni duyular yaratmak anlamına geldiği kadar, insanın duyularını
insanileştirmek anlamına da gelir.4 1

Yeterince gelişmemiş üretici güçler temelinde "devrimci bir


içgüdü"yle kendiliğinden anlık oluşan tepkilerin sınıfların kaldı­
rılması dışındaki eşitlik taleplerinin haklılığı ancak ve sadece kah­
redici "toplumsal eşitsizlikler"de bulunabilir.42 Ham komünist dü-

40 Shlomo Avineri, The Social and Political 1hought of Kari Marx, Cambridge,
Cambridge University Press, 1968, s. 244.
41 K. Marx, 1844 El Yazmaları, age. s. l l8.
42 Friedrich Engels, Anti-Dühring, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara, 1977, 2.
Bask ı, s. 291-292.
72 j An ti-Marksist Devrimcilik

şüncenin mutlak eşitlik vurgusundaki insanı düşürme, gelişmeyi


boğma, tercihleri, gerçek ihtiyaçları ve pek çok uygarlık/kültür
değerlerini öznel-iradi otoriterinin tepeden disipliniyle belirleyip
baskılaması, sadece üretici güçlerin gerilemesini ve genel durgun­
luk ile bunalım getirir. Engels'in belirttiği gibi, "sadece üretici güç­
lerin belirli bir gelişme düzeyinde toplumsal üretim tarzında
kalıcı durgunluk, hatta gerilemeye neden olmadan üretimi, sınıf
ayrılıklarının kaldırılmasını . . . kalıcı yapacak ölçüde yükseltmek
mümkün olabilir."43 Zaten otoritenin zoruyla dayatılmaya kalkışıl­
sa bile, son çözümlemede, "hukuk, hiçbir zaman, toplumun ikti­
sadi durumundan ve ona tekabül eden uygarlık derecesinden daha
yüksek olamaz."44
Özel mülkiyetin ilk ortadan kaldırılışı ham komünizmdir.
Ham komünizm derken komünizmin özel mülkiyetten tam olarak
sıyrılamadığı, insanların yabancılaşmayı tüm yönleriyle aşamadı­
ğı durum kastedilir. Bu olgunlaşmamış bir komünizmdir ki gerçek
bir dönüşümü içermez. Özel mülkiyeti ve yabancılaşmayı tam an­
lamıyla bertaraf eden ve tam bir dönüşümü sağlayan komünizm
gerçek komünizmdir.
Marx, eleştirilerinin ardından çözümü de gösterir. Özel mül­
kiyet duygusundan kurtulmanın ve yabancılaşmanın aşılması -bu
ikisinin birden bertaraf edilmesi- gerçekleşmeden gerçek bir dev­
rimci dönüşüm beklenemez. Sorun, özel mülkiyetin kaba komü­
nizmdeki ilk olumsuzlanmasıyla çözülemediğine göre, olumsuzun
da olumsuzlanması gerekmektedir. Bu, gerçek komünizmdir; "ta­
rihin çözülmüş bilmecesi"45 olan komünizm:
Özel mülkiyetin, ya da insanın kendine yabancılaşmasının olumlu
şekilde aşılması ve dolayısıyla insani öze insan tarafından ve insan
için gerçekten sahip olunması olarak komünizm; böylece toplum-

43 Friedrich Engels, "On the Social Relations in Russia", içinde Marx, Engels, Selected
Works, C. 2, Moscow, Progress Publishers, 1969, s. 387.
44 K Marx, F. Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, çev. M. Kabagil, Sol
Yayınları, Ankara, 1969, s. 33.
45 K. Marx, 1844 El Yazmaları, age., s. 1 1 1 .
Marksizm öncesi Komünizm ı 73
sal (yani insani) bir varlık olarak insanın kendisine tam dönüşü
olan komünizm - daha önceki gelişmelerin bütün servetiyle [we­
alth - zenginliğiyle, birikimiyle] gerçekleştirilen bilinçli bir dö­
nüş. Bu komünizm, tam gelişmiş doğalcılık [naturalizm] olarak
hümanizmle eşittir ve tam gelişmiş hümanizm olarak doğalcılıkla
eşittir; insanla doğa ve insanla insan arasındaki çatışmanın gerçek
çözümüdür - varoluşla öz, nesneleşme ile kendini pekiştirme, öz­
gürlük ile zorunluluk, birey ile tür arasındaki kavganın gerçek çö­
zümüdür. ... İnsan hayatına sahip çıkılması anlamında özel mül­
kiyetin olumlu şekilde aşılması, böylece, bütün yabancılaşmaların
olumlu şekilde aşılması demektir - yani, insanın dinden, aileden,
devletten vb., kendi insani, yani toplumsal varoluş tarzına dön­
mesi demektir. . . . [Ö]zel mülkiyetin olumlu aşılması -yani, insani
öze, insani hayata, nesnel insana ve insani başarılara, insan tara­
fından ve insan için duyusal şekilde sahip çıkılması- dolaysız, tek
yanlı bir doyum alarak anlaşılmamalıdır - bu, sadece sahip olma,
malik olma değildir. İnsan tümel özüne tümel bir tarzda, yani bü­
tün bir insan olarak sahip çıkar.46

Marx böylece ilk kez komünizme kişisel geçişini de ifade etmiş


olur.47
Özel mülkiyetin özünü, üretim tarzı ve ilişkileri bağlamında
ele almadan kavramak mümkün değildir. Bu noktada anahtar,
emek kavramıdır. Emek, "özel mülkiyeti dışarıda bırakan öz­
nel öz", buna karşılık sermaye, "emeği dışarıda bırakan nesnel
emek"tir ve bu beraberlik bir çelişki yumağı olarak "özel mülki­
yeti meydana getirir." Bu, yaşamsal önemde bir saptamadır, çünkü
sonunda, "kendi çözümüne doğru ilerleyen dinamik bir ilişki or­
taya çıkar."4 8 Bu bağ ve ilişki dinamiği anlaşılmadığı sürece, özel
mülkiyete ilişkin, onun ilgası dahil, görüş ve savlar havada kalır,
anlamsızlaşır, hatta sosyoekonomik gelişme bakımından zararlı
olur. Kaba komünizm böylesi bir çerçevede hareket ettiğinden özel
mülkiyetin ilgasına yaklaşımı sakattır:

46 Age., s. 1 1 1- 1 15.
47 David McLellan, Marx Before .. ., age., s. 184.
48 K. Marx, 1844 El Yazmaları, age., s. 107.
74 j Anti-Marksist Devrimcilik

[M]addi mülkiyetin egemenliği öylesine büyüktür ki, özel mülki­


yet olarak sahip olunamayacak her şeyi yok etmek istemektedir.
Yeteneği, vb. zorla soyutlamak istemektedir. Çünkü biricik hayat
[ve] varoluş amacı doğrudan doğruya fiziksel şekilde sahip olmak­
tır. İşçi kategorisi ortadan kaldırılmaz, bütün insanları içine ala­
cak şekilde genişletilir. Özel mülkiyet ilişkisi, topluluğun şeyler
dünyasıyla ilişkisi olarak süregelir.49

Oysa kaba komünizmin gözden kaçırdığı bu nokta, özel mülki­


yet ile emek ilişkisinin özelliği, kritik önemdedir. Sermaye olarak
özel mülkiyet, ücret-kar formunda para ve metalaşmış emek ilişki­
sini bir yazar şöyle özetliyor Marx'a atıfla:
"Birbirlerini karşılıklı olarak dışlayan" bu bütünüyle karşıt uç­
ları, emek ve sermayeyi, uzlaştırma girişimi, diyor Marx, "her
birinin kendine karşıtlığı"ndaki çelişkili bütünlüklerini yansı­
tan, "düşmanca karşıtlıklar"ıyla sonuçlanır. Kapitalist tarafında:
O emeğe el koyma dışında sermaye biriktiremez, ancak ödenen
ücretler onun sermayesinden özveride bulunmak anlamına gelir.
Öte tarafta: Emekçi, üretim araçlarının sahibiyle meta değişimi
dolayımıyla yabancılaşmış bir kaynak olacak emek-gücünü kendi
"sermaye"si olarak kullanmadıkça geçimini sağlayamaz.
Bunun nedeni tam olarak nedir? İki taraf da, olmadığı her şey
halinde, ötekine karşı bütünüyle olumsuz konumlandırılırmıştır.
Zıtlıkların karşılıklı olarak birbirlerini destekleyen iç içe geçişi
yoktur (cinsiyetler arasındaki farklılığın olumlu anlamda birinin
diğerine ihtiyaç duymasında olduğu gibi): Özel mülkiyetin sömür­
gen ilişkisi içinde karşılıklı tiksinti vardır. Bu ilişkinin kendisi­
ni geliştirmesine alan sağlayan aracılar (ücretler, kar vb.) sadece
çelişkili bütünü kendinde içselleştirdiği için, her birinin diğeriyle
özdeşliğini belirler. 50

Bu durumda, "Yabancılaşmış emeğin özel mülkiyetle ilişki­


sinden çıkan bir başka sonuç da, toplumun özel mülkiyetten, vb.

49 Age., s. 108.
50 Chris J. Arthur, Dialectics of Labour: Marx and his Relation to Hegel, Oxford, Basil
Blackwell, 1986, s. 29-30; https://chrisarthur.net/dialectics-of-labour-marx-and­
his-relation-to-hegel/dialectics-of-labour-chapter-2-private-property/
M arksizm öncesi Komünizm ı 75
kölelikten kurtulması, işçilerin kurtulması gibi politik bir biçim­
de anlatımını bulmaktadır; bunun böyle olması, yalnızca onların
kurtuluşunun önemli olmasından değil, işçilerin kurtuluşunun
evrensel insanlığın kurtuluşunu içermesinden ileri gelmekte­
dir; işçilerin kurtuluşu insanlığın kurtuluşunu içerir, çünkü iş­
çinin üretimle ilişkisinde insanın köleliğinin bütünü vardır ve
köleliğin her ilişkisi bu ilişkinin sadece biraz değişik bir şekli ve
sonucudur."51
İşçi-insan kavrayışı temelinde ele alındığında, proletaryanın
kurtuluşuyla insanın kurtuluşu arasındaki organik bağı özel mül­
kiyetin aşılması gerçek anlamına kavuşturur:
Özel mülkiyetin aşılması bu yüzden tüm insan duyularının ve
yüklemlerinin tam kurtuluşudur; ama bu kurtuluş, bu duyular ve
yüklemler, öznel ve nesnel bakımdan, insani oldukları için gerçek­
leşir. Göz, insani bir göz olmuştur ve nesnesi de, toplumsal, insani
bir nesnedir. ... Bunun sonucunda gereksenme [ihtiyaç] ve doyum
bencil özelliklerini yitirir, doğa da basit kullanılma yararlılığını
yitirerek insani yararlılık olur. 52

Özel mülkiyetin olumlu aşılması yanında emeğin de yabancı­


laşmadan kurtarılmasıyla örülecek nihai kurtuluş, insanlığından
kopartılmış insanın özünü keşfetmesi, ona kavuşması, bir başka
diriliştir:
Toplum nasıl insan olarak insanı üretiyorsa, o da toplumu üret­
mektedir. Etkinlik ve tüketim [enjoyment] gerek içerikleri gerekse
varoluş tarzları bakımından toplumsaldırlar: Toplumsal etkinlik
ve toplumsal tüketim; doğanın insani özü ilkin yalnız toplumsal
insan için vardır; çünkü yalnız burada doğa onun için -onun öteki
için varoluşu ve ötekinin onun için varoluşu- insan dünyasının
hayat öğesi olarak, insanla bağ şeklinde var olur; yalnız burada
doğa onun insani varoluşunun temeli olarak var olur; yalnız bu­
rada onun kendi doğal varoluşu insani varoluşu olur ve doğa in­
sanlaşır. Böylece toplum insanla doğanın tamamlanmış töz birliği

51 Age., s. 87-88.
52 K. Marx, 1844 El Yazmaları, age., s. 97.
76 1 Anti-Marksist Devrimcilik

-doğanın gerçek dirilişi- insanın doğalcılığı ile doğanın insancıl­


lığının (hümanizm) tamamlanışıdır. 53

Özel mülkiyetin olumlu aşılması kavramı, önce Komünist


Manifesto' da somut bir biçimde formülleştirilir: "Komünistler
teorilerini tek bir cümlede özetleyebilir: özel mülkiyetin kaldı­
rılması." Bu formül de şöyle açılır: "Komünizmi ayırt eden, ge­
nel olarak mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetin
kaldırılmasıdır."54
Marx daha sonra bu olumlu aşmanın başlangıcını, yani "mülk­
süzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi"ni Kapital' de açtı. Eugen
Dühring'in eleştirisinde, Kapital' den alıntılarla, Engels de anla­
mayanlara anlattı:
Marx şöyle der: "Bu, yadsımanın yadsınmasıdır. Bu, üretici için özel
mülkiyetin yeniden kurulması değildir, ancak ona, kapitalist dö­
nemde edinilen elbirliği ve toprak ile üretim araçlarının ortak sahip­
liği temeline dayanan kişisel mülkiyeti sağlar. Kişisel emekten doğan
dağınık özel mülkiyetin, kapitalist özel mülkiyete dönüşmesi, halen
toplumsallaşmış üretime fiilen dayanan kapitalist özel mülkiyetin
toplumsal mülkiyete dönüşmesinden kuşkusuz kıyaslanamayacak
kadar daha uzun süreli, daha şiddetli ve çetin bir süreçtir."
Hepsi bu. Demek ki, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi
aracıyla ortaya çıkan durum, bireysel mülkiyetin, ama toprak ve
emek tarafından üretilmiş üretim araçlarının toplumsal mülkiyet
temeli üzerinde yeniden kurulması olarak belirleniyor. Anlaması­
nı bilen herkes için, bu, toplumsal mülkiyetin toprak ve öbür üre­
tim araçlarını, ve bireysel mülkiyetin de ürünleri, yani tüketim
nesnelerini kapsamına aldığı anlamına gelir. Ve sorunu altı ya­
şındaki çocukların bile anlayabileceği bir duruma getirmek için,
Marx, 56. sayfada, "kendi işlerini ortak üretim araçları ile gören
ve bütün bireylerin kendi işgüçlerini bilinçli olarak o topluluğun
birleşik işgücü olarak kullanan, özgür insanlardan kurulmuş bir
topluluk tablosu [der)."

53 Age., s. 1 1 3.
54 Komünist Manifesto, age., s. 54.
Ma rksizm öncesi Komünizm ı 77
"Bizim topluluğumuzun toplam ürünü, toplumsal bir üründür.
Bunun bir kısmı yeni üretim araçları olarak iş görür ve toplumsal­
lığı devam eder. Ama öteki kısmı, üyelerce yaşamı sürdürme aracı
olarak tüketilir."
Marx, ancak iktisadi ve tarihsel tanıtlamasını bitirdikten son­
radır ki, şöyle devam eder: "Kapitalist üretim biçiminin ürünü
olan kapitalist mülk edinme biçimi, kapitalist özel mülkiyeti
yaratır. Bu, mülk sahibinin emeğine dayanan kişisel özel mül­
kiyetin ilk yadsımasıdır. Ama kapitalist üretim, bir doğa yasa­
sının kaçınılmaz zorunluluğu ile kendi yadsınmasını doğurur.
Bu, yadsımanın yadsınmasıdır."55

Tarihin lokomotifinin yolu belirlenmeye başl a mıştır artık:

1 . Yabancılaşmanın her türlüsünün tüm amillerini yaşamdan silerek


insanın içindeki yitmiş insanı ortaya çıkartmak,
2. Herkesi işçileştirmek değil, zorla (gasp, açlık ve baskıyla) ortaya çı­
karılan işçiliği, ücretli emek kategorisini yok etmek, işçinin özgür
üreticiye, sınıflı toplumun özgür üreticilerin birliğindeki sınıfsız
topluma dönüşmesi,
3. Yoksullukta değil, mutlaklığın kör kuyusuna düşmeden, her alan­
da, ulaşılan sosyoekonomik altyapının elverdiği oranda, en üst
düzlemde eşitliği sağlamak,
4. Doğa-insan-toplum birliğini sağlamak.

Eşitlik sorunsalına gelince . . . Burjuva (ve ham komünizm) eşit­


liği, içinde "eşitsizlik" taşır. "Gotha Programının Eleştirisi"nde
Marx bunu şöyle açıklıyor:

[E]şit hak, ilke olarak, burjuva hukukundan başka bir şey de­
ğildir, oysa bugün eşdeğerler arasındaki değişim metalarda ancak
ortalama olarak mevcuttur ve bireysel durumlarda söz konusu de­
ğildir. ... Üreticinin hakkı sunmuş olduğu emekle orantılıdır; bu­
radaki eşitlik emeğin ortak ölçü birimi olarak kullanılmasından
ibarettir. Ama bir fert fizik ya da moral bakımından bir başkasın­
dan üstün olabilir, aynı zaman içinde çok emek sarf etmiş olabilir

55 Friedrich Engels, Anti-Dühring, age., s. 226-227 ve 231.


78 1 Anti-Marksist Devrimcilik

ya da daha uzun süre çalışabilir; ve emeğin bir ölçü hizmetini ye­


rine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu tespit edilmelidir, yok­
sa bir birim olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir iş kar­
şılığı eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı gözetmez, çünkü
bir insan herkes gibi bir emekçidir; ama bireylerin yeteneklerinin
eşitsizliğini açıkça tanır ve verimli çalışma yeteneğini bir imtiyaz
olarak kabul eder. Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe
dayanan bir haktır. Niteliği gereği, hak, ancak aynı ölçü birimi
kullanıldığında söz konusu olabilir. . . . Bu durumda . . . her şeyden
tecrit ederek sadece emekçi olarak hesaba katıldıklarında ortak bir
birimle ölçülebilirler. Öte yandan; bir işçi evlidir, öteki değildir;
birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır vb. . . . Bu durumda eşit
emek sarf ettikleri halde ve dolayısıyla sosyal tüketim fonundan
eşit ölçüde yararlanma imkanına sahip bulundukları halde, biri
fiiliyatta ötekinden çok almaktadır, biri ötekinden daha zengin­
dir vb. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için eşit hak
olmamalıydı. 56

Burjuva yazarlar, Marx'ın özel mülkiyetin "olumlu aşılması"


tezine, tabiri caizse bir "Hegelyan takla" atarak, "olumsuzlamanın
olumsuzlanması" yoluyla, aşmış olduğunu iddia ettiği Hegelci di­
yalektikle ulaştığını yazarlar genellikle. Böylece, "olumlu aşma"nın
havada kaldığı tezinden hareketle ve reel sosyalist deneylere de işa­
ret ederek, özel mülkiyet hırsıyla insan doğası arasında kopmaz
bağlar kurarlar. Burjuvazinin ideologları ayrıca, bencilliği ve bi­
reysel çıkar güdüsünü, insan doğasına içkin ve onun ilahi uzan­
tısı olarak, ilerlemenin, gelişmenin itici gücü olarak yorumlar­
lar. Dayatılmış yıkıcı bir güdüyü, onun her alandaki ilerlemenin
önünde engel oluşturan karakterini kutsarlar.
Buradan da kapitalizmin insan doğasına uygun bir düzen ol­
duğu, sosyalizmin hayatın gerçekleriyle bağdaşmayan, insan natu­
rasıyla inatlaşan bir zorlama olduğu sonucuna ulaşırlar. Bu arada
"yoksullukta eşitlemeci ve çileci" anti-Marksist zihniyeti, Marksist
sosyalizmin kendisiymiş gibi gösterirler.

56 K. Marx ve F. Engels, Gotha . . . , age., s. 31-33.


Marksizm öncesi Komünizm ı 79
Kabul etmek gerekir ki, Marx için toplumsal koşullardan aza­
de soyut bir insan doğası yoktur. İnsan davranışlarına yön veren
değerler sistemi esas olarak ekonomik altyapı üzerinde yükselmiş
sosyokültürel ve politik yapılanmaların çizdiği genel toplumsal
çerçeve içinde belirlenir. Marx'a göre, doğa tarafından değil de
sosyal formasyona içkin çıkar nedeniyle dayatılmış işbölümü ile
özel mülkiyet, dinamik, birbiriyle iç içe geçmiş bir sebep-sonuç
ilişkisi içinde yabancılaşmayı, insanın yitimini üretir. Dolayısıyla,
bencilliği ve buna dayalı mülkiyet ve güç hırsının temellerini in­
san doğası yerine toplumsal koşullarda, sosyoekonomik ve politik
özellikleriyle düzenin/sistemin kendisinde aramak gerekir.
Kaynak israfı; keşif ve icatların, teknolojik gelişmelerin dar sı­
nıfsal çıkarlar uğruna heba edilmesi; gerektiğinde bastırılması, kö­
tüye kullanılması; nükleer enerji gibi imkanların yaşamın gelişimi
için, örneğin tıpta kullanımı yerine yaşamı ortadan kaldıracak si­
lahların üretilmesine hasredilmesi; başta insan olmak üzere üretici
güçlerin yıkımı; yatırımın ve temel üretim etkinliğinin ihtiyaç ye­
rine kar getirisine göre düzenlenmesi; zararlı tüketim talebi bile bi­
linçli olarak yaratılıp kışkırtılırken örneğin ilaç sektöründe olduğu
gibi acil gereksinimlerin getiriyi düşürecekleri düşüncesiyle üretil­
memesi; varlık içinde yokluğun dayatılması ve benzeri pek çok has­
talık, kapitalizmin olmazsa olmaz özelliklerdir, insana ve doğaya
düşman öz yıkıcılıkla malul karakterinin başat unsurlarıdır.
Kapitalizmde toplumun büyük çoğunluğuna dayatılan yırtıcı
rekabetle örülmüş ortamdaki güvensizlik duygusu, kıt imkanlar
içinde kendini koruma ve varlığını sürdürme çırpınışı, ister iste­
mez bencil duyguları öne çıkartır. Bu verili durum, insanın hem­
cinsleriyle bağlarını, bireysel ve toplumsal ilişkilerini belirler.
Bozucu yaşam biçimi, bir cangıldaki vahşi hayatta kalma müca­
delesini andıran ilişkiler ağı, kişiyi ve toplumu biçimlendirir. Bu
kıran kırana hayatta kalma, üste çıkma, dar ama hayati içerik
kazandırılmış çıkarlar arasındaki çatışmalar, kendini koruma ge­
reksinimi ile karşısındakilerin benzer güdülerinin karşı karşıya
80 ı Anti-Marksist Devrimcilik

gelmesi, dayatılmış günü kurtarma mecburiyetine dayalı en dar,


en acil, en temel ihtiyaçların uzun vadeli toplumsal uyum ve çı­
karla çelişmesi, fırsattan yararlanma zorunluluğunun dayatılması
ve yıkıcı rekabetin, giderek amacın her türden araca meşruiyet ka­
zandırarak ahlaki-moral temelleri aşındırması gibi pek çok neden
genel çürütücü dinamikler üretir, bunları hayatın doğal uzantısı
haline getirir. İnsan insanın kurdu olur: Akıllı olan köşeyi döner;
her koyun kendi bacağından asılır; altta kalanın canı çıkar; sonun­
da, sistem hayatı kendisine benzetir.
Kapitalizm, yıkıcı, insanlıktan çıkartıcı, çürütücü karakterini
sadece emekçilere dayatmakla kalmaz, burjuvaziyi de bu girdap
içinde insani açıdan öğütür. Kıyıcı rekabette, sömürü oranını ar­
tırarak karın maksimizasyonunu gerçekleştiremeyen burjuva için
tek seçenek vardır; o da, zaten başkalarının birikimlerine el koyan
tefecilikle ortak yatırımcı için iflastır, pusuda bekleyen rakipler­
ce yutulmaktır, yani ölümdür. Tekelleşme, emekçilerin sırtından
oynanan bu ölümcül Rus ruletinin teknik adıdır. Bu denli kıyı­
cı mekanizmanın kendi dışındakilere dayattığı yaşam koşulları
üzerinde daha fazla durmanın gereği yok bu çalışma kapsamında.
Sistemin özü budur. Emeğin uzun ve zorlu mücadelelerinin törpü­
lemesiyle gizlenmiş gerçeklik hiç göz ardı edilmemelidir.
Burjuvazinin çarpıtmalarına bir ilk yanıt olarak Manifesto' da,
özel mülkiyetin aşılması sürecinde hedefin kişisel değil, üretim
araçlarının, yani burjuva özel mülkiyetinin olduğu özellikle vur­
gulanmıştır. Ama Marksizm görevin gereğini burada bırakmaz.
Marx'ın soyut felsefi-teorik değerlendirmelerinin somut karşılık­
ları mevcuttur. Marksist sosyalizm projesi paylaşımcı, dayanış­
macı altyapısıyla "pozitif aşma" sorunsalına çözüm yolunu açar.
Sosyalist düzen ideolojik, normatif, ahlaki yaptırımlar ve özen­
dirmelerle, sistematik eğitimle örülmüş bilinçli müdahaleler eşli­
ğinde bu yolda ilerler. İnsan doğasına içkin olsa bile, koşulların
da etkisiyle kışkırtılan bencillikleri, zaafları dizginlemeye, sınır­
lamaya, gereksiz ve anlamsız hale getirip önlerini kesmeye yöne-
Marksizm öncesi Komünizm ı sı
lirken dayanışmacı-paylaşımcı özelliklerin ve benzer değerlerin
önünü açar. Düzen, üretici güçleri kapitalizmin prangalarından
kurtararak geliştirir ve bunun oluşturduğu altyapı da ortaklaşma­
cı sisteme stratejik katkılarda bulunur. Özel değerler sistemi, yıkıcı
rekabetin hayatın her alanından silinmesini mümkün kılan mad­
di-moral düzenlemeler eşliğinde gelişir. Marksist projede tüketim,
haz, tercih, özel ihtiyaç vb. insani itkilerle toplumsal olan arasın­
daki optimum denge pek çok mekanizmayla kurulur.
Marx'ın düşünce sistematiğinde devrimci hedef, insan ru­
hunun prangalardan kurtulmasıdır. Bu prangalar dış dünyanın
zincirlerinden oluşmaktadır, insana içkin değildir. Dolayısıyla
sorun insanı terbiye etmek değildir; insanı bozan ekonomik alt­
yapı ve buna tekabül eden üstyapıdır düzeltilmesi gereken. Özel
mülkiyetin olumlu aşılması, içindeki insanı yitiren insanın onu
yeniden bulma serüveninin kritik dönemecidir. Yüzyılları aşan
bu yitme sürecinin aşılması elbette uzun, engebeli, zorlu bir ortak
çabayı; bilimle, sabırla, dayanışmayla, devrimci praksisle, radi­
kal dönüşümlerle örülmüş demokratik-sosyalist inşa çabalarını
gerektirir. Sınıfsız topluma giden nihai insani kurtuluşun yolu
böyle döşenecektir. Özel mülkiyet hırs ve gaspının yasalarla ya­
saklanması başlangıçtır, fakat yetersizdir; insan bilincinden si­
linmesini sağlayacak olan, ekonomik-sosyal devrimci yapısal dö­
nüşümlerdir.
Marksizmde, ham komünizmin Weitling gibi pek çok ideolo­
ğunca benimsenmiş "doğası gereği iyi insanlar"ın düzeni olan ko­
münizmin hemen ve kolayca yerleşeceği varsayımı yoktur. Marx,
insan doğasındaki bencillik ve ondan kaynaklanan itkileri olum­
lu/ilerletici de görmez. Buna karşılık Marksizm, insan doğasının
törpülenebileceği, önemli ölçüde olumlu kanallara açılabileceği,
sınıflı toplumdan kalan derin izlerin zamanla giderilebileceği ko­
nusunda karamsar olmamanın ötesinde hayli iyimserdir. Ama te­
peden inme, yukarıdan kontrol ve manipüle edilen bir sosyal mü­
hendislik projesi değildir Marksizm.
82 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

Sonuçta belirleyici öğe, temel dinamik, sonucu yaratan meka­


nizma ortaklıktır (komün). Bu, bireyi yücelten, dışsal olumsuz­
luklardan kurtarıp özgürleştiren, doğayla bütünleştirip insani
özüne kavuşturan bir ortaklıktır. İdeolojik araçlarla, bilinçli mü­
dahalelerle, ekonomik, politik, yasal, sosyal düzenlemelerin itici
işlevleriyle yürüyen genel işleyişin en önemli öğesiyse, üretimin
her boyutunda toplumsal örgütlülüğünün yanında, dağıtım-pay­
laşım-tüketim zincirinin planlanması, işleyişi, idaresi ve denetimi,
yani yönetmede ortaklık olarak ortaya çıkar. Demokratik katılı­
mın, her aşamadaki karar alma süreçlerinin, yani devlet ve iktidar
olgusunun gerçekten demokratikleşmesinin -zaman içinde bütü­
nüyle "toplumsallaşarak" sönümlenmesi hedefine yönelmiş biçim­
de- hakim olması, özel mülkiyet yıkıcılığının yaşamın bütün alan
ve boyutlarından silinmesini, insan davranışlarına dayatılmasını
kaçınılmaz kılan dinamiklerden arındırılmasını mümkün kılar.
Kurtuluşun beyni felsefe, yüreği proletaryayla toplumsal düzlemin
somut pratiğinde ve örgütlenmesinde böyle buluşur; özel mülkiye­
tin gerçek-olumlu-nihai aşılması sadece zihinde kalmaz, hayatın
gerçekliğinde de böyle gerçekleşir. Soyut somuta dönüşür, somut
da gerçeklikte yansıttığı soyut değeri maddi yaşamda yeniden üre­
tir, vicdanlara kazır. Sınıfsız topluma giden yoldaki temel engeller
artık aşılmıştır. . .
Bu bölümde son söz yine Marx'ın olmalı:
Komünist toplumun daha yüksek bir aşamasından, bireylerin iş­
bölümüne ve onunla birlikte kafa emeği ile kol emeği arasındaki
çelişkiye kölece boyun eğişleri sona erdiği zaman; emek sadece bir
geçim aracı değil, ama kendisi birinci ihtiyaç aracı haline geldiği
zaman; bireylerin çeşitli biçimde gelişmeleriyle, üretici güçlerin de
arttığı ve bütün kolektif kaynakları gürül gürül fışkırdığı zaman,
ancak o zaman burjuva hukukunun dar ufukları kesin olarak aşıl­
mış olacak ve toplum bayraklarının üstüne şunu yazabilecektir:
'Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyaçlarına göre!'57

57 Age., s. 33.
Marksizm öncesi Komünizm ı 83
D. Öncü Kişilikler ve Marksizmle Çatışmalar

1. Bla nqui-Marx ilişkisi


Blanqui cefakar, fedakar, duygulu, coşkulu bir eylem adamıy­
dı. Zulme, adaletsizliğe ve eşitsizliğe durmaksızın başkaldıran, her
türlü ezaya katlanan, direniş kararlılığını hiç yitirmeyen, yılgınlık
ya da korku bilmeyen, soylu amaçlar ve insan onuru için engel ta­
nımayan özel bir kişilikti.
Engels, Paris Komünü'nde kaçmak zorunda kalan Blankist un-
surlara ilişkin bir yazısında, Blanqui'yi ve hareketini şöyle anlatıyor:
Blanqui özünde politik bir devrimcidir. O, yalnızca duygularıyla,
insanların acılarına duyduğu sempatiyle sosyalisttir, ama ne sos­
yalist bir teorisi ne de toplumsal çareler için kesin pratik önerile­
ri vardır. Siyasi faaliyetinde esas olarak bir "eylem adamı"ydı ve
uygun bir anda politik bir güç darbesiyle küçük ve iyi örgütlen­
miş bir azınlığın, başlangıçtaki birkaç başarı ile halk yığınlarını
muzaffer bir devrim gerçekleştirmek üzere peşine takabileceğine
inanıyordu. Tabii ki, böyle bir grubu Louis Phillippe'in saltana­
tı altında ancak gizli bir topluluk olarak örgütleyebilirdi. Sonra
genellikle komplolarda olan şey doğal olarak gerçekleşti. Patla­
manın yakında başlayacağına dair boş vaatlerle sürekli frenlen­
mekten bıkmış olan adamları sonunda tüm sabırlarını yitirdiler,
isyankarlaştılar ve sadece ya komployu dağıtmak ya da görünürde
herhangi bir provokasyon olmaksızın bırakmak alternatifiyle kar­
şı karşıya kaldılar. Blanqui'nin, bir devrimin küçük devrimci
azınlığın girişimiyle yapılabileceği varsayımı, kaçınılmaz olarak
girişimin başarısından sonra bir diktatörlüğün gerekliliğini de
getirir. Bu elbette bütün bir devrimci sınıfın, proletaryanın değil,
devrimi yapan ve daha önce kendisi bir veya birkaç kişinin dikta­
törlüğü altında örgütlenmiş olan küçük azınlığın diktatörlüğüdür.
O halde, Blanqui'nin önceki neslin bir devrimcisi olduğu­
nu görmekteyiz. Devrimci olayların gelişmesine ilişkin bu
anlayışlar, en azından Alman işçi partisi için çoktan demode
oldu ve olgunlaşmamış ya da fazla sabırsız emekçiler dışında,
Fransa' da da pek sempati bulmayacaktır. [Küçük azınlık-
84 j Anti-Marksist Devrimcilik

ların hemen devrim yapmasına dayalı] ilkelerin insanı çare­


sizce firari yaşamının bütün kendini aldatmasının kapanına
ve bir yanlıştan ötekine savrulmaya götüreceği kesindir.
[Blanqui'nin rolünü oynamaya heves edenlere hatırlatalım ki]
salt iyi niyetle az şey başarılabilir. Blanqui'nin devrimci iç­
güdüsü ve hızlı karar [alma yetisi] herkeste yoktur.58

Engels için Blanqui, "sadece duygularıyla sosyalist" olan, "hal­


kın çektiklerine sempati"yle yaklaşan ama "sosyalist bir teoriye de,
sosyal çözümler için belirli pratik çözümlere" de sahip olmayan
bir "eylem adamı"ydı. 59
Eric Hobsbawm'ın yargısı da bu yöndedir:

Toplumsal çözümleme ve kuram açısından, sosyalizmin zorunlu­


luğunu ileri sürmenin ve .sömürülen işçilerin oluşturduğu prole­
taryanın sosyalizmin mimarı, orta sınıfın (artık üst sınıf yoktu)
sosyalizmin başlıca düşmanı olacağı biçimindeki keskin gözlemi
dışında, Blankistliğin sosyalizme katkısı yok denecek kadar azdı.
Siyasal strateji ve örgütlenme açısındansa Blankistlik, devrimci­
liğin geleneksel organı olan gizli nifak kardeşlik cemiyetlerini -
geçerken belirtelim, Restorasyon dönemine özgü törenselliğinden
ve karnaval kıyafetlerinden soyarak- proletaryanın koşullarına ve
Jakoben devrimin geleneksel yöntemi olan ayaklanmayı ve merke­
zi halk diktatörlüğünü işçilerin davasına uydurdu. Modern sosya­
list devrimci hareket, Blankistlerden, siyasal iktidarı ele geçirmesi
gerektiği (onlar da bunu Saint-Just, Babeuf ve Buonarroti'den al­
mışlardı), bunu da (Blanqui'nin ortaya attığı bir terim olarak) 'pro­
letarya diktatörlüğü'nün izlemesi gerektiği görüşünü aldı. Blan­
kistliğin zayıflığı, kısmen Fransız işçi sınıfının zayıflığı demekti.
Büyük bir kitle hareketinin yokluğunda Blankistlik, Carbonarici
öncelleri gibi ayaklanmalarını boşlukta planlayan, o nedenle de
-1839 ayaklanma girişiminde olduğu gibi- sık sık başarısızlığa
uğrayan bir seçkin hareketi olarak kaldı.60

58 "The Program of the Blanquist Fugitives from the Paris Commune", International
Socialist Review, C. IX, ve https://blanqui.kingston.ac.uk/critical-assessments/
friedrich-engels/
59 Agy.
60 Eric Hobsbawm, age., s. 1 38.
Marksizm öncesi Komünizm ı ss
Blanqui'nin, bütünüyle bu yanlarına indirgenemezse de, ham
komünist düşünceye özgü aceleci, hesapsız kitapsız, sorumsuz,
maceracı bir yanı vardı. Teoriyi, bilimi, analizi küçümseyişi, ger­
çeklikle umursamaz ve üstünkörü ilişkisi, sosyal formasyona ve
gelişim dinamiklerine olan ilgisizliği ve bilgisizliği, indirgemeci,
duygusal, basit dünya görüşü ciddi zaaflarıydı. Bunlar onu ham
komünizme bağlayan rabıtalardı. Bu bakımdan elbette Marx'la ta­
ban tabana zıt konumdaydı. Ama konunun daha önemli bir başka
yanı daha var. Onu da bir yazar şöyle ifade ediyor:
. . . Aşırı Jakoben cumhuriyetçiliğin biçimi. Bu, Büyük [Burjuva]
Devrim'in gerçekleşmemiş düşlerinin sürekli peşinde koşmayı,
özgürlük, eşitlik ve kardeşliğe (monarşi ve Kilise'nin [egemenliği)
yıkılması, ordu [yapısı] dahil feodalizmin tüm öteki özelliklerinin
yok edilmesi veya dönüştürülmesi) anlamlı bir içerik verecek yol­
ları aramayı içermekteydi. Bu kazanımlar genel, zorunlu, laik bir
eğitimle pekiştirilecek ve sonunda da bu, Blanqui'ye göre bütün
istismarların kökeni olan cehaleti [yaşamdan] silecekti. Sosyal ve
ekonomik düzlemdeyse, süreçteki son dönemeç bir tür eşitlikçi ko­
münizm olacaktı ama iyi toplum vizyonuna 'Blankist' sözcüğünü
eklemenin onun tanımlanmasına herhangi bir yardımı olamaz.61

Bu geleneği birleştiren öğelerden biri olarak elitist komplo­


culuğun tipik bir örneğine, Blankist örgüt Mevsimler Birliği'ne
Blanqui tarafından yazıldığı düşünülen üyelik yeminini vermek
yararlı olabilir:
Üye, yemin törenine gözleri bağlı olarak getiriliyor. Başkan üyeyi
tanıtan görevliye soruyor: Bize getirdiğin yeni kardeşimizin adı
nedir? ...
Yeni üyeye: Yurttaş, yaşın kaç, mesleğin nedir, doğum yeri ve
ikematgahın? Geçimini nasıl sağlamaktasın? Şimdi atmakta oldu­
ğun adım ve üstlendiğin angajman üzerinde düşündün mü? Hain­
lerin öldürüldüğünün tam olarak ayırdında mısın? O halde, burada

61 Jolyon Michael Howorth, "The Myth of Blanquism under the Third Republic (1871-
1900)", 1he Journal of Modern History, C. 48, No. 3, 1976, s. 41; https://www.jstor.
org/stable/ 1878809
86 1 Anti-Marksist Devrimcilik

neler olduğunu kimseye anlatmayacağına yemin et yurttaş.

Başkan aşağıdaki soruları sorar:


1. Krallık ve krallar hakkında ne düşünüyorsun?
Onlar insanlığa, kaplanın öteki hayvanlara olduğu kadar tehli­
kelidir.
2. Şimdilerde aristokratlar kimlerdir?
Doğum hakkıyla aristokratlık Temmuz 1830'da kaldırıldı. Yeri­
ne onun kadar açgözlü olan para aristokrasisi geçti.
3. Monarşiyi kaldırmakla yetinmeli miyiz?
Bütün aristokratlar devrilmeli, bütün ayrıcalıklar lağvedilmeli­
dir.
4. Onun yerine ne koymalıyız?
Halkın kendisinin iktidarını, yani cumhuriyeti.
5. Aristokrasinin olduğu gibi, yükümlülük üstlenmeden hak sahi­
bi olanlar halkın bir parçası mıdır?
Asla parçası kabul edilmemelidirler. İnsan vücuduna kanser
neyse onlar da sosyal yapıya öyledirler.
6. Halk devrimden hemen sonra kendisini yönetebilecek kapasite­
ye sahip midir?
Toplumsal durum kangren olduğundan sağlığına kavuşması
için güçlü [heroic] tedavilere ihtiyaç vardır. Halkın bir süre dev­
rimci iktidara ihtiyacı olacaktır.
7. Özetle, ilkelerin nedir?
Monarşinin ve bütün aristokrasinin kökünü kazımalı ve yerine
cumhuriyeti, yani eşitliğin iktidarını koymalıyız. Ama bu iktida­
ra ulaşmak için halkın haklarını kullanabilmesini garantileyecek
devrimci zoru kullanmalıyız.

Yurttaş ... saflarımıza katılmaya karar vererek üstlendiğin bütün


tehlikeleri bir kez daha düşünmek için hala zaman var. Kısme­
tinden özveride bulunmayı, özgürlüğünü yitirmeyi ve hatta belki
ölümü göğüsleme kararlığında mısın? Yanıtın gücünün kanıtıdır.
Ayağa kalk yurttaş ve bu yemini et:
"Cumhuriyet adına, bütün krallara, bütün aristokratlara ve in-
Marksizm öncesi Komünizm ı 87
sanlığa karşı bütün zalimlere sonsuz nefret [duyacağıma] yemin
ederim. Halka, samimiyet ve kesinlikle, hainler olarak cezalandı­
racağım aristokratlar hariç bütün insanları kardeş belleyeceğime
yemin ederim. Eşitlik düzenini ve halkın egemenliğini gerçekleş­
tirmek için şayet bu fedakarlık gerekliyse, hayatımı vereceğime,
hatta [giyotin] platformuna tırmanacağıma yemin ederim."
Başkan eline bir hançer verir. "Bu yemini bozarsam, bir hain ola­
rak öleyim, bu hançerle katledileyim. Bu birliğin üyesi olmayan
herhangi birine, en yakın akrabama bile en küçük bilgi verirsem
hain muamelesi görmeyi kabul ediyorum .."62.

Blanqui'nin 1832' deki yargılanmasında duruşma tutanağından


bi.r bölümle devam edebiliriz:

Yargıç: Mesleğin ne?


Blanqui: Proleter.
Yargıç: Bu bir meslek değil.
Blanqui: Meslek değil derken neyi kastediyorsunuz? Emeğiyle ge­
çinen ve bütün politik haklarından yoksun bırakılmış otuz milyon
Fransızın mesleğidir. . .
Benim gibi proleter otuz milyon erkek ve kadın Fransıza yasama
hakkına sahip olduklarını söylediğim için yargılanıyorum . . .
Burada yargıçların huzurunda değil, düşmanların önünde bulu­
nuyorum. Bu durumda kendimi savunmamın yararı yoktur. . .
Evet baylar, bu zenginlerle yoksulların bir savaşıdır; zenginler sal­
dırgan taraf olduklarından bunun böyle olmasını istediler.63

Blanqui'nin ardından gelen savunması tümüyle ağır vergi yükü


ve bu yolla yoksullardan zenginlere servet transferi üzerinde kuru­
luydu. Sömürü, kar, ücret, artı değer vb. hiçbiri yoktu. Bütünüyle
bir sınıf olarak burjuvazi hedef değildi. Tek düşman aristokrasiydi.
Özne ise yoksullardı: mülksüz köylüler, işçiler, zanaatkarlar, dar
gelirliler, atölyesini ya da işyerini kaybetme ve iflas riski altında
yaşayan, gelirini de büyük oranda kaybeden küçük dükkan sahip-

62 Corcoran, age., s. 34-35.


63 Age., s. 36.
88 1 Anti-Marksis t Devrimcilik

leri, bağımsız çalışanlar, terziler, esnaf, şoförler vs. bütün yoksul­


lar. Verdiği sayıdan da belliydi bu: "Ben dahil 30 milyon proleter,"
diyordu Blanqui, yani kendini de proleter olarak tanımlıyordu.
Bu yargılamanın sonunda bütün sanıklar beraat etti ama savcının
itirazı üzerine Blanqui savunmasındaki bazı cümleler yüzünden
(örneğin, "Bu, zenginlerle yoksulların savaşıdır") bir yıl hapis, 200
frank para cezasına çarptırıldı.64
Blanqui'de, modern proletaryanın henüz tarih sahnesine ilk
adımlarını attığı zamanının koşulları nedeniyle sınıf kavramı
bulanıktı. Bu durum hareket ve örgütlere de elbette yansımaktay­
dı. Blankist hareketin de taraftar ve üye tabanı zaten esas olarak
"deklase" olarak tanımlanan tutunamayan burjuva, daha doğrusu
küçük burjuva unsurlardan oluşmaktaydı. Yukarıda değindiğimiz
savunmasında da Blanqui, zanaatkar, küçük dükkan sahipleri vb.
ile proletaryayı genişletirken, esas sömürücü hedef olarak da salt
aristokrasiyi hedef alıyordu. Burjuvaziye ilişkin görüşüyse 'şöyleydi:
Burjuvazi elit bir azınlığı oluşturur: sağlam, huzursuz, gayretkeş
ve coşku dolu; Devrim'in özü, ruhu, hayatı. Yığınları yeniden oluş­
turan, canlandıran ve heyecanlandıran fikirlerin sürekli fışkırdığı
aydınlık kaynaktır. Proletaryanın bayrağını kim dikti? Yenilgile­
rinden sonra onu ayağa kim kaldırdı? Eşitlik doktrinlerinin yara­
tıcısı, önderi kimdir? Halka burjuvaziye karşı savaşımında önder­
lik eden kimdir? Burjuvazinin kendisi. Yalnızca Devrimi Eşitlik
zaferine ulaştırdıktan sonra duracaklardır. Ama bayrağındaki
arma nedir? Demokrasi? Hayır. Proletarya. Çünkü liderleri olma­
sa da askerleri proletaryadır. 65

Yine de haksızlık yapmamak için eklemek gerekir ki, sınıfla­


ra ilişkin bulanıklığı, meseleyi hiç kavrayamadığını göstermez.
Nitekim, Blanqui bir konuşmasında, burjuvazinin aristokrasiyle
"ortak düşman"a, yani halk güçlerine karşı işbirliği yapacaklarını,

64 Age., s. 36-47.
65 Aktaran, Edward S. Mason, uBlanqui and Communism", Political Science Quarterly,
C. 44, No. 4, 1929, s. 507; https://www.jstor.org/stable/2143015?seq=lO#metadata_
info_tab_contents
Marksizm öncesi Komünizm ı 89
burjuvazinin "halka duyduğu nefreti saklamadığı"nı belirtirken
1852' deki bir mektubunda da, asillere karşı mücadelede ortaklık
etmiş olan proletarya ile burjuvazi arasında, "zafer sonrasında mü­
cadelenin başladığı"ndan söz ediyordu.66
Hal Draper'ın dediği gibi, "Blanqui, öncelikle bir aktivist ve
aktivistlerin başkomutanı [generalissimo] olarak bu hareketin
tipik örneğiydi. Toplumsal analiz ve devrimci siyasetin ('teori')
genel sorunları üzerinde zaman kaybetmeye militanca karşıydı.
Militanlarıyla birlikte aşikar olarak görüneni kabul etmekteydi:
Halkın büyük bölümü toplumsal düzen tarafından umut kesile­
cek ölçüde çürütülmüş olduğuna göre, kendilerine rağmen kurta­
rılmalıydı. Halkın yararı için çalışan Erdemli Şef önderliğindeki
dürüst devrimciler grubunun geleneksel ani darbe [coup de mains]
(komplo) yöntemiyle devrim yapacak İyi İnsanlarca kurtarılmak.
İyi İnsanlar (sosyolojik terimle devrimci elit) sonra da halkı (bir
gün) demokratik olarak yönetebilecek noktaya ulaşıncaya kadar
eğitecek yeni devrimci rejimi kuracaktı."67
Marx devrimci pratiği devrimci teoriden çıkartırken, Blanqui
salt pratikle yetiniyor, kaynaklara, örneğin Babeufa geri dönüyordu.
Babeuf, Cambridge Üniversitesi profesörlerinden, pek çok bi­
limsel buluşa ve ilerlemeye katkıda bulunmuş, felsefe alanında de­
rinlikli fikirleri yayımlanmış, dünyanın en büyük matematikçi ve
fizikçilerinden biri olan Isaac Newton'un yerçekimini keşfetme­
sinde en az akıl kadar dikkatini bu konu üzerinde odaklaştırmış
olması ve dolayısıyla ilgisinin rolü olduğu düşüncesinden hareket­
le, "Her şey çalışmamızın odaklandığı nesneye bağlıdır," diyordu.
Yani örneğin herhangi bir devrimci, merada koyun otlatırken ilgi
ve dikkatini devrime ya da sürüye değil de yerçekimi meselesine
verse, iş sadece elmanın kafasına düşmesine kalırdı. Haklı bir hak-
66 Daniel Bensaid ve Michael Löwy, "Auguste Blanqui, heretical communist", çev.
Philippe Le Golf, Radical Philosophy, No. 185, 2014, s. 31. Bu yazının Türkçe çevirisi
için bkz. http://imdatfreni.org/auguste-blanqui-heretik-komunist-daniel-bensaid­
michael-lowy/
67 Hal Draper, Kari Marx's Theory of Revolution, C. 3: The Dictatorship of the
Proletariat, Delhi, Aakar Books, 201 1, s. 125.
90 ı Anti-Marksist Devrimcilik

kaniyet, adalet ve eşitlik talebinden aklı, bilimi, eğitimi bu denli


küçümsemeye sıçrayış, Babeuf'tan Blanqui'ye ve oradan da günü­
müze uzanan ham düşüncelerin ortak paydalarından biridir. 68
Bu türden zaafları iyi biliyor ve eleştiriyor olsa da, Marx,
Paris Komünü'yle ilgili yazarken "proletarya partisinin gerçek
önderleri"nden69 saydığı Blanqui'yi biliyor, izliyor, hapisteyken
ona hukuki ve mali yardım için çaba gösteriyordu. Blanqui'nin ise
Marx'ı okuduğuna dair hiçbir işaret yoktu. İlgisini çekmiyordu te­
ori, çözümleme, bilim. Hareket ve eylemdi onu darbe maceraları­
na sürükleyen.
Kendisiyle hep ilgili olmasına karşın sadece Marx'a değil,
Marksist teori oldukça ileri somut gelişmeler kaydetmiş, Marx ve
Engels'in temel eserleri basılmış olmasına rağmen Marksizme de
hep soğuk ve uzak kaldı Blanqui. Tarihsel materyalizmle tam çe­
lişik ölçüde "idea"ya belirleyicilik atfeden Blanqui'nin gelip tıkan­
dığı bu son nokta garip görünebilir ama tesadüf değildir. Blanqui
cesur, fedakar, samimi ve onurlu bir devrimci olmakla birlikte esas
olarak bir eylemciydi ve teoriye olabildiğince uzaktı. Daha doğru­
su, iradeye verdiği önem ölçüsünde tepkiliydi teoriye. Toplumdan
kopuk olduğu ölçüde elitistti; devrimi çelik iradeli militanlarla ya­
pacak, ardından düşülkeyi, üstün düşünceyle donanmışların dev­
rimci diktatörlüğüyle, halkı terbiye ederek kuracaktı. Devrim son­
rasıyla ilişkisi de bu kadardı. İnşanın değil devirmenin üzerinde
odaklanmıştı. Dolayısıyla aslında bu iki farklı kişiliğin birbiriyle
ilgili yaklaşımları kendi açılarından tutarlıydı.
Stanley Moore, Blanqui tarafını iyi tahlil ediyor:
Marx ve Engels, dönemindeki Fransız komplocuları üzerine
1848
iki kitap incelemesinde, komplocu liderlerin karakteristiği olan
sosyal gerçeklerin tanınmasının reddi üzerine şunları yazmışlar­
dır: 'Bu komplocular kendilerini devrimci proletaryayı örgütle­
mekle sınırlamazlar. Onların işi gücü, devrimci gelişme sürecini

68 Bounarroti, age., s. 1 1 .
69 Kari Marx, Louis Bonaparte'ın 1 8 Brumaire'i, çev. Erkin Özalp. Yordam Kitap,
lstanbul, 2016, s. 29.
Marksizm Öncesi Komünizm ı 91
engellemekten, bu süreci yapay krizlere itmekten, devrim koşulla­
rı olmaksızın irticalen devrim yapmaktan ibarettir. Onlara göre,
devrim için gerekli tek koşul, onların kendi komplolarının yete­
rince örgütlenmesidir. Onlar devrim simyacısıdırlar. . .' 1850' den
sonra, Marx'ın ve Engels'in ekonomik krizin sonunun aynı za­
manda devrimci krizin sonuna işaret ettiği, ve bir başka ekono­
mik krizin bir başka devrim için zorunlu koşul olduğu üzerindeki
ısrarları, Blanqui'nin izleyicileri ile ilişkinin nihai olarak kesilme­
sine neden olmuştur. Kendi izleyicilerinin kusurlarını paylaştığı
ölçüde, Blanqui'nin politikaya yaklaşımı tarihsel materyalizmin
bakış açısı ile çatışıyordu.70

Marx'ın tavrını da Meriç Şengül iyi değerlendiriyor:


Marx, 1850 tarihli Fransa'da Sınıf Savaşımları'nda küçük burjuva
sosyalizminin bir eleştirisini yaptıktan sonra şöyle devam ediyor:
proletarya bu sosyalizmi küçük-burjuvaziye bırakırken; farklı
a• • •

sosyalist liderlerin her birini, toplumsal altüst oluşun, biri diğeri­


ne karşı çıkarılmış geçiş noktalarından birine kendini beğenmiş
bağlılık olarak ortaya çıkarırken proletarya gitgide devrimci bir
sosyalizmin çevresinde, bizzat burjuvazinin Blanqui adını taktığı
komünizm çevresinde toplanıyor. Bu sosyalizm, genel olarak, sınıf
farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayan­
dıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim
ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağlantıların ortadan
kaldırılması, bu toplumsal bağlantılardan doğan bütün düşünce­
lerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ila­
nıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatör­
lüğüdür." Marx, sınıfa bakıyor ve onu tahlil ediyor. Blanqui ise,
Marx'ın tahlil yeteneğinin ve politik tespitlerinin bilimsellik dü­
zeyine yaklaşamıyor bile, fakat bu tespitlerin geliştirilmesinde bü­
yük rol oynuyor. Blanqui sınıf savaşımı içinde ve onun dalgalan­
malarına ayak uydurarak yol alıyor, yukarıda değinildiği gibi işçi
sınıfının yalın bir sesi oluyor. Onun, belli bir mesafeyi aşmaksızın,
önünde gidiyor ve Marx, önde gittiği bu süre zarfında Blanqui'yi,

70 Stanley Moore, •Three Tactics, The Background in Marx", Monthly Review Press,
New York, 1963, s. l l-33'ten çeviren Sina Güneyli, Teori ve Politika; https://www.
teorivepolitika.net/index.php/arsiv/item/848-marx-ve-azinlik-devrimi
92 f Anri-Marksisr Devrimcilik

sınıfın doğal lideri olarak görüyor. Tespitlerini bunun üzerinden


gerçekleştiriyor.71

Bu hareket hep Marksizm karşısında konumlandı; önceleri


açıktan ve dışarıdan, yenilgiye uğradıktan sonra da bir bölümüy­
le kamuflajla sızarak içeriden. Günümüze kadar da, yontulmamış
devrimciliğin bütün kalıntılarının, tüm tür ve olumsuzluklarının
tek bir şemsiye altındaki bütünü (sentezi) dahilinde görev yaptı.
Elbette artık bu artıklar, Babeuf, Blanqui ya da zamanlarının öteki
devrimcileriyle kıyaslanamaz ölçüde gerici ve yıkıcı işlevlerle dona­
tıldılar. Bu bakımdan o devrimci önderlerle de bir bağları kalmadı.
Onların anılarını kirletmek de bir başka sonucu oldu bu provokatif
yıkıcılığın. Tek bir örnek bu durumun ne türden korkunç boyutla­
ra ulaşabileceğinin hazin bir göstergesidir. Bir "radikal sosyalist"
olarak politik hayatına başlayan Benito Mussolini'nin kurduğu ve
yöneticiliğini yaptığı faşist yayın organı Il Popolo d'Italia gazete­
sinin logosunda Blanqui'nin şu sözleri yer almaktaydı: Chi ha del
ferro ha del pane. ("Elinde silah olanın ekmeği de olur.")72
Blanqui'ye yapılan haksızlıklar, onun üzerinden Marx ile
Lenin'e de yapılmıştır.
Kautsky'nin bile dönekliğine dayanamayıp mahkum ettiği
Eduard Bernstein'ın Marx'ta Blankizmin etkilerini "saptaması"nın
elbette ciddiye alınır bir yanı yoktur. Bunun bugün bile, arada
mahcup biçimde de olsa, kimi burjuva yazarlarca dillendirilmesini
bir kara propaganda çabası olarak nitelendirip geçebiliriz.
Teoride ve pratikte özellikle devrim kavramına tarihsel katkı­
lar yapan Lenin de, esas olarak bu özel konumu nedeniyle iftira­
ların hedefi olmuştur. Lenin bu yüzden Blanqui üzerinde -olum­
suzluklarına odaklanarak- gereğinden fazla durmak zorunda kal­
mıştır. Bunun başlıca iki nedeni vardır. Birincisi, başta Plehanov,
Menşeviklerin ve Avrupalı sosyal demokratların doğrudan kendi-

71 »Meriç Şengül, "Sosyalizm Tarihinden iki Portre: Babeufve Blanqui», Gelenek, No.
63, 2000; https://gelenek.org/sosyalizm-tarihinden-iki-portre-babeuf-ve-blanqui/
72 https://en.wikipedia.org/wiki/Louis_Auguste_Blanquhttps://blanqui.kingston.
ac.uk/c
Marksizm öncesi Komünizm ı 93
sine "Blankist" iftirası atmalarına yanıt verme, kendini savunma
ihtiyacıdır. İkincisiyse, Bolşeviklerin içindeki bu türden eğilimleri
mahkum etmektir. Eleştirilerinin çoğunu da zaten 1917 öncesin­
de yazmıştır. (Bunlar sol kamuoyunda iyi bilindiği için üzerinde
durmaya gerek yok.)
Sol' dan Marx'a ve Lenin'e Blankist bağlar üzerinden gelen kara
çalmaysa, esas olarak devrimden kaçan sosyal demokrat refor­
mistlerin, il. Enternasyonal solunun, yerleşik Blanqui önyargıla­
rından yararlanarak, haklılık payı yüksek Marksist-devrimci te­
melli bir eleştirel kaygıdan hareket etmekten ziyade, aksine bizzat
iki yaşamsal amacı, "devrim" kavramını ve proletarya iktidarını
yıpratmak için uydurulmuş yalanlardı.73
Marksistlerle Blanqui yandaşları arasında zaman zaman cephe
ittifakları, taktik işbirlikleri vb. oldu ama bu bir noktadan öteye
hiç gitmedi, hep farklı yollardan uzak, soğuk, arada hasmane iliş­
kilerden geçtiler. Aşılmış olanla günün geleceğe uzanan hareketini
bağdaştırmaya çalışmak ancak arsız işi olur ki, yararlı bir sonuç çı­
karamaz. Aşılmış olanı saygıyla anmak, tarihin seyrindeki olumlu
konum ve katkılarına vefayla yaklaşmak, onların tarafında ama
nesnel çözümlemelerle incelemek, hakkaniyetli yaklaşmak elbette
gereklidir; ama işte sadece bu kadar. Kuşkusuz, varsa, öğrenilecek
şeyleri de inkar etmemek şarttır. Niyetler iyi, amaçlar soylu olabi­
lir. Kişiler, önderler, militanlar arasında güzel insanların varlığı
tartışılamaz. Konumuz işin bu yanları değil.
Blanqui, Marksizm dışı anlayışın içinde günümüzdeki ardıl­
larınca da en fazla inkar edilen bir Marksizm öncesi devrimcidir.
Yontulmamış sol'da Blanqui pek çok olumlu yanıyla değil, özel­
likle ardıllarının yeniden ürettikleri zaaflarıyla benimsenmiş ve
kötü biçimlerde, gizlice taklit edilmiştir. Blankicilik, aynı soydan
gelmiş olmalarına ve bütün yakınlıklarına karşın, güni.imüz ham
komünistlerinin, düşünsel hegemonyalarını riske atmayı zorlama-

73 Bu stratejik noktaya dikkat çeken bir Türkçe kaynak için bkz. "Bir isyan Teknisyeni:
Auguste Blanquin, Komünistlerin Gözüyle Portreler, Köz Yayınları, İstanbul, 2007, s.
23-34, ve özellikle 31-33.
94 j Anti-Marksist Devrimcilik

mak için ve Lenin korkusundan uzak durmaya özen gösterdikleri


bir simgeye dönüşmüştür. Marksizm dışı devrimciler/komünist­
ler, Lenin'in iyi bilinen eleştirileri sonucu Blanqui'ye sahip çıka­
mazlardı ve Marksizm karşıtı görüşlerini örten maskede en fazla
zorunlu/sahte Blankizm reddiyesi makyajını kullanabilirlerdi.
Bu konuda Hal Draper şöyle yazıyor:
[Blanqui'yle ilgili olsun olmasın] saygınlıkla başı dönmüş bazı
cahil tarihçilerin görüşü olan, Blank�st türü komplocu darbecilik
eğilimlerinin kimi 'vahşi adamlar'ın tuhaf ve irrasyonel saçmalı­
ğı olduğu düşünülmemelidir. Blankizm, ilkel devrimciliğin basit
bir versiyonuydu; o kadar ki, bir çocuk bile anlayabilirdi. Sen ve
arkadaşların statükoyu beğenmiyorsanız, eh, onu geldiği yoldan,
yani silah zoruyla alaşağı etmeye yönelirsin. Bunu karmaşıklaştırıp
zorlaştıracak düşünceler sadece 'teori' dir. Ne kadar kolay ve man­
tıklı bir fikir bu! 'Modası geçmiş Marksizm'in yerine geçmek üzere
sürekli yeniden keşfedilen ve yeni bir teori olarak ilan edilen ve ta
günümüze kadar gelen bir şey bu. Dünyanın pek çok yerinde sos­
yalizmin neden hala çocuk bezli bir dev olmasının sebeplerinden
biri olan devrimci hareketin çocukluk hastalığını temsil ediyor.74

2. Bir Zanaatkar: Weitling


Bir Alman terzi olan Wilhelm Christian Weitling, Marx'ı en
fazla uğraştıran yontulmamış kişiliklerden biriydi. Aşağıdaki
uzun alıntı, kaba hatlarıyla onu iyi özetlemektedir:
Blanqui'den etkilenen Weitling'in düşünceleri, komünizme ba­
rışçıl yoldan geçileceğine inanmayışı bakımından, çağdaşı olan
ütopyacılardan ayrılıyordu. [Y]eni toplum, Weitling'e göre an­
cak zor kullanılarak gerçekleştirilebilirdi. Mevcut toplum ne ka­
dar çabuk yıkılırsa, halk da o kadar çabuk kurtulacaktı. Weitling'e
göre, en iyi yöntem, mevcut toplumsal düzensizliği en aşırı nokta­
ya çıkartmaktır. Çivi çiviyi söker! Weitling'e göre, bugünkü toplu­
mu batırma konusunda güven duyulacak en sağlam devrimci sınıf,
proletaryanın en aşağı tabakası, soyguncular da dahil lümpen pro-

74 Draper, age., s. 1 27.


Marksizm Öncesi Komünizm ı 95
letaryadır . Weitling'e göre, proletarya farklı çıkarları olan ayrı
. . .

bir sınıf değildi; proletarya halkın ezilen kesimlerinin ya.lnızca


bir bölümünü oluşturmaktaydı. Bu yoksul kesimler arasında ise,
lümpen proletarya en devrimci unsurdu. Weitling, hala, soygun­
cularla haydutların mevcut düzene karşı savaşta en güvenilir un­
sur olduğu yönündeki düşüncesinin borazancılığını yapmaktan
vazgeçmemişti. Propaganda çalışmasına pek önem vermiyordu.
Gelecekte küçük bir akıllı insanlar grubunca yönetilen bir komü­
nist toplum biçiminin doğacağına inanıyordu. Kitleleri kazanmak
için dinin yardımına başvurmanın zorunlu olduğunu sanıyordu.
Komünizmi, daha sonraki eklentilerinden arındırılmış bir Hıris­
tiyanlık olarak göstermiş, İsa'yı komünizmin habercisi yapmıştı.75

Weitling'e oldukça sempatiyle yaklaşan yaşamöyküsünün yaza­


rı Cari Wittke'nin tespitleri de oldukça öğreticidir. Wittke'ye göre,
Weitling, "ekonomik determinizm yasası hakkında hiçbir şey bil­
meyen, kısır görüşlü bir ütopyacı[ydı] .. O, duygulara ve yüreğe
. .

hitap ediyordu . ... Bir misyon sahibi peygamber olarak Weitling,


kuşkusuz bir tür fanatikti. ... [İnancının] bilimsel olarak kanıtlan­
ması gerekmiyordu . ... Kapitalizmin modern dünyada ilerlemenin
bir aracı olarak üstlendiği rolü anlamıyordu: Hiç büyük ölçekli sa­
nayi görmemişti. Geçim olanaklarının tam olarak anlamadığı yeni
güçler tarafından ciddi biçimde zora sokulduğunu, bu yeni güçle­
rin onu vasıfsız bir kentli proleter seviyesine indirmekle tehdit et­
tiğini sezen bir lonca zanaatkarının psikolojisine sahipti. . . . [S]ınıf
mücadelesini önermiyor, her sınıftan iyi niyetli insanlara sesleni­
yordu. Zengin ve güçlülere de, yoksul ve çaresizlere de seslenmeye
hazırdı . ... Weitling doğru biçimde bir ütopyacı olarak sınıflandı­
rılmışsa da, belki esas olarak ütopiklerle Marksistler arasında orta
yerde durmaktaydı . ... 'Bilimsel' olmadığı kesindi"76
Sınıf ve sınıf çatışması kavramlarından uzak olduğu için,
"Weilting, insanlığın komünizm için hep 'hazır' olduğuna ve

75 Riazanov, age., s. 64-65 (vurgular yazarın).


76 Cari Wittke, The Utopian Communist: A Biography ofWilhelm Weitling, Nineteenth­
Century Reformer, Baton Rouge, Lousiana State University Press, 1950, s. 107-l lO.
96 1 Anti-Marksist Devrimcilik

dolayısıyla güçlü duygusal ajitasyonun hemen 'bir fırtına gibi'


patlayacak devrime yol açabileceğine inanıyordu. Barışçıl propa­
ganda . . . ilgili herkesin cesaret ve coşkusunu ortaya çıkaracaktı.
Çok farklı nedenlerle de olsa, örneğin sempati duyan prensler,
işçiler, kadınlar ve yoksullar, komünizme çalışmak için bir araya
getirilebilirlerdi."77
Bütün zaaflarına karşın, Weitling bir ara oldukça etkin bir dev­
rimci önderdi. Yazıları, projeleri, devrimci retoriği, Almanya ve
Avrupa' da yankı uyandırmış, hatta Marx'ın da olumlu bir biçimde
ilgisini çekmişti. Düşünceleri, Babeuf'çuluğun Almanya'ya ula­
şan bir uzantısı olarak da kabul edilebilir. Weitling, aynı zamanda
Blanqui'ye benzer bir eylemci ve örgütçü olduğu için özel bir yer
edinmişti ham komünist hareket içinde:
Weitling'in görece tarihsel önemi, Auguste Blanqui'yle birlikte . . .
kıta proletaryasının devrimci eğiliminin en aktif devrimci unsu­
runu temsil etmesiydi. Bu dönemde, Marx ile Engels'in ilk basılan
yapıtlarından hemen önce gelişen proleter hareketin önderiydi.
Tarihte bir yeri varsa . . . bu, ütopik komünizmin tutarlı ve bütün­
cül sistemini kurabilmiş tek proleter olmasındandır.78

Weitling öne çıkan yanlarından biri, din (Hıristiyanlık) ile ko­


münizm ütopyası arasında kurduğu bağdı. Neredeyse bütün tek
tanrılı dinlerde görülen bayat "Mülk Allah'ındır" söylemi, onun
da ağzında sürekli çiğnediği bir sakızdı: "Hıristiyanlık, baskı, aşı­
rılık ve yoksunluğun değil, özgürlük, itidal ve mutluluğun dinidir.
İsa özgürlüğün peygamberidir. . . . [Etrafınızda gördüğünüz bütün
güzellikler ve nimetler] Tanrı tarafından yaratılmıştır ve ortak
mülkümüzdür."79

77 Christine Lattek, Revolutionary Refugees: German Socialism in Britain, 1840-1860,


London, Routledge, 2006, s. 24.
78 Hans Mühlestein, "Marx and Utopian Wilhelm Weitling", Science & Society, C. 12,
No. l, 1948, s. 1 13; https://www.jstor.org/stable/40399878
79 Aktaran, Roland Baer, "Wilhelm Weitling, The First German Communistn; https://
mronline.org/2010/10/21/wilhelm-weitling-the-first-german-communist/
Marksizm Öncesi Komünizm ı 97
Weitling, Kilise'ye giden, günah çıkartan, dualar eden bir
dindar değildi, hatta agnostikti bile denebilir ama İsa'nın dün­
yaya yeniden gelişi söylencesine bir tür inancı vardı ve "komü­
nizm Tanrı'nın hükümdarlığı gibi kaçınılmaz ve güçlü olacak"tı. 80
Dine dayalı propagandayı yoksul kesimlerle ilişki kurmak, onları
yönlendirmek, düzene karşı kışkırtmak, komünizme yakınlaş­
tırmak için güçlü araç olarak kabul ediyor, egemenlerin elinden
alınıp ezilenlerce kullanılması gereken bir silah olarak görüyordu.
Egemenler dini, hasta acılı günlerini huzur içinde geçirsin diye
morfin niyetine kullanırken, Weitling bununla ona hayatiyet ka­
zandırmayı amaçlayan Lokman Hekim gibiydi. Ne var ki, bu çak­
ma hekimde zehir, ilaç yerine kullanılabiliyordu. Sınıflı toplumun
sınıf temelinin sağlam harçlarından ve hakim sınıfların yönetme
araçlarının başlıcasından olan dini hurafelerle insanları besleyip
kurtuluşa yönlendirmek ile hasta bünyeye deva ilaç diye zehir zerk
etmek arasında pek fark yoktur elbette. Zihinde oluşturulan te­
melsiz düşünceye dinin temel oluşturması nasıl anlamlandırıla­
bilir? Yığınları, dolandırıcı yönetici sınıfların yöntemleriyle uyu­
tup sonra da kalkışmaya yöneltmek gerçekten kaba bir yol, kaba
bir proje, gayya kuyusunun karanlığına atılmış yontulmamış bir
umut taşı olabilir ancak. Burada duyguların saflığı, niyetlerin
temizliği, isyankar ruhun güzelliği çok da anlam ifade etmiyor.
Hatta cehenneme giden yolun parlak görünümlü taşlarla döşen­
mesine benziyor. Kuşkusuz, "devrimci mücadele açısından sömü­
rüye dayalı bir toplumsal düzenin meşruiyetini sarsmak ve kendi
meşruiyetini güçlendirmek için, mücadelenin meşruiyetine tarih
ve üretken insan emeği gibi seküler kaynaklar göstermek yerine,
ezilenlerin daha kolay içselleştirip inanabilecekleri varsayılan ila­
hi ve tarih ötesi bir adalet fikri sunmak politik açıdan çekici bir
oportünizm biçimidir. . . . [Ne var ki,] düzenin alelade bir ideolojik
aygıtından ibaret göremeyeceğimiz, düzen dışında da kendiliğin-

80 Wittke, age., s. 38 ve 57.


98 1 Anı -Marksist Devrimcilik

drn üreme dinamikleri olan sol ilahiyatçılık . . . mutlak anlamda


<,ıkmaz sokaktır."81
Weitling üzerinden bakıldığında durum daha da vahimdi,
çünkü bütün bu retoriği içinde sonunda kendisini Tanrı tarafın­
dan seçilmiş bir Mesih gibi görmeye başlamıştı. Böyle olunca da,
İsa-Mesih/Çoban-Sürü inancının özündeki elitist, otoriter, antide­
mokratik eğilim, tek adam ve etrafındaki biatçıların önderliğin­
de sürünün eşitlik cennetine yürüyüşü projesine dönüşmekteydi.
Hayal gücü ve insanları bunlara inandırma güdüsü yüksekti. Bir
ara, İsviçre' de 40 bin kişilik bir silahlı güçle devrim yapacağı fan­
tezisini yayacak, profesyonel katilleri ve hırsızları serbest bırakıp
"hırsızlık yapan proletarya"yı topluma salarak "tek bir devrimci
vuruş"la devrimi hızlandırmayı planlayacak kadar kendinden
geçmişti. Yaşamöyküsünün yazan Wittke, sonraları, aldığı eleşti­
rilerin de etkisiyle "dengesini bulduğu"nu ve bu türden fantezile­
rinden uzaklaştığını yazıyor. 82
Bir başka araştırmacıysa, bu "denge" konusunda farklı düşü­
nüyor:
Weitling Paris'teki dostlarına yazdığı mektuplarda, "Cehennem
gazaplarını çözerek Cennet Krallığını kurmanın çeşitli yollarını"
telkin ediyordu. . . . [Bu görüşleri] arkadaşlarında hayret ve nefret
uyandırdı ve hele hırsız proletaryayı toplumun üzerine salıverme­
yi teklif ettiğinde dehşete düştüler. Weitling kadar 'zeki ve
20.000
cesur1 katil ve hırsızı seferber edebileceğini düşünüyordu. Muha­
bere ettiği kimseler arzu edilen bir sonucun 'cizvit taktikleri' ile
elde edilemeyeceği düşüncesinde idiler. Eğer katiller ve hırsızlar
mağrurane kendilerine komünist unvanı verirlerse bu davaya
tamir edilemez zararlar verebilecekti. Onların moral seviyeleri
Weitling'in koyduğu örnekle ıslah olmayacak kötülükle elde et-

81 Nevzat Evrim Onat, "Weitling'den Günümüze Sol İlahiyatçılığın Diyalektik


Eleştirisi'', Madde, Diyalektik ve Toplum, C. 3, sayı 4, 2020, s. 345-346; http://
b i l i mveayd i n l a n m a . org/content I i mages/pd f/md t /md tc 3s 4/weit1 i ngden­
gunumuze-sol-ilahiyatciligin-diyalektik-elestirisi.pdf
82 Wittke, age., s. 44.
Marksizm öncesi Komünizm ı 99
tikleri kazançları bir siyasi hareketin kullanması için teslim et­
meyecekleri [düzeydeydi) . Bu mektuplar teatisi, Marx ve Engels'in
haberi olmadan 1843'te cereyan etti. Bunların, Weitling'in bir sis­
tematik düşünür [kapasitesi] ve ehliyeti hakkında kuşkuları var­
dı. Eylem için sağlam ve düşünüp taşınılmamış bir esas olmadan
halkı ayaklandırmanın hileli olacağını iddia ediyorlardı. Fakat
Weitling Paris'teki dostlarının delilleri ile fikrini değiştirmedi ve
'soylu hırsız' daha sonraki yıllarda da yazılarında tasvir edilmeye
devam etti. 1848 İhtilalinin yenilgisinden sonra yayınlanan baş­
lıca eseri Garantien der Harmonie und Freitheit'in yeni bir baskı­
sında bu kavgada ölen bir hırsızın mukaddes bir davada bir şehit
olduğu hususunda kamuoyunun ikna edilmesi gerektiğini yazdı.
Böyle bir adamı ihbar eden, hiçbir zaman halkın intikamından
kurtulmuş olmamalı ve onun intikamını alanlara himaye ve melce
verilmelidir [diye yazdı.) 83

Sonuçta şunu söylemek yanlış olmayacaktır: "[Weitling] mis­


yon sahibi bir peygamber olarak, kuşkusuz bir tür fanatikti. Dini
tutkuya benzer inancı, 'eylem ve hareket'ti; bu sadece ilan edile­
bilecek [bir inançtı]. Bilimsel olarak doğruluğunun gösterilmesi
gereksizdi."84 İnsanların doğru kararlar alabilme zekasına karşı
kuşkuluydu ve dolayısıyla da demokratik süreçlere kendi kişisel ve
örgütsel yaşamında da tahammülsüzdü. Tartışmalardaki yıkıcı öf­
kesi ve saldırganlığı şu sözlerinde yankılanırdı: "Buraya barış getir­
meye gelmedim, kılıcımla geldim" ve "Bu topraklara ateş saçmaya
geldim, onun yanmasından başka ne amacım olabilir?" Buradan
ulaştığı son nokta "megalomani"ydi. Mesih rolü burada ortaya çık­
maktaydı. 85
Weitling sisteminin bir bilinçaltı eğilimi [de] kültüre olan anti­
patiydi. Kapitalistlerin ayrıcalıklarına karşı olmak, proleter

83 Yılmaz Altuğ, "Terörizm Sorunu", lstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası,


C. 52, No. 1-4, 1 987, s. 67; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/95708
84 Wittke, age., s. 108-109.
85 Hans Mühlestein, "Marx and Utopian Wilhelm Weitling", Science & Society,C. 12,
No. 1, !948, s. 1 17-1 18; https://www.jstor.org/stable/40399878
100 ı Anti-Marksist Devrimcilik

sınıf duygularının doğal bir ifadesidir. Ne var ki, onun yeteneğin


ayrıcalıklarına olan karşıtlığı, Alman göçmenler topluluğu içinde
genel olarak Metternich'in gizli polis ajanı rolünü oynamış Alman
entelektüelleriyle yaşanmış olumsuz deneyimlerin ürünüydü. Ge­
çerli ve özel olarak proleter nedenlere karşın, Weitling'in 'okumuş'
ve 'görgülü'lere gittikçe artan güvensizliği, 'dar eşitlikçi komü­
nizm' ve 'kültüre karşı husumet'ince belirlenmişti. 86

Ama basitliği kalıcıydı. Daha önce değindiğimiz gibi,


Weitling'den yarım yüzyıl önce Babeuf'çu Marechal, "Eşitlik ol­
sun da bütün sanat yerle bir olsun!" demişti. Weitling de şöyle yi­
nelemekteydi bu ilkelliği:
Erkenden çalışmaya başlamak ve düşük bir ücret almaktan bize
ne? Buna alışık değil miyiz? Bir başkasının daha iyi durumda ol­
madığını bilirsek, herkes aynı sorunları ve tatminleri paylaşıyorsa,
mutlu ve rahat olmalıyız.87

Formel bir eğitimi olmayan, teoriye uzak, akıl ve bilimden zi­


yade duyguya, eyleme, hurafelere dayanan Weitling kaçınılmaz
olarak eklektik ve tutarsızdı da. Radikalizmini hep eylem çağrıla­
rında ve toy sabırsızlığında ortaya koymaktaydı:
Genelde hep önerildiği gibi, hepimiz yeterince aydınlanana kadar
beklemeyi istemek, meseleden bütünüyle vazgeçmek demektir,
çünkü toplumda en azından eşitsizlik ve özel çıkarlar arası çatış­
ma sürdüğü sürece bütün bir halk asla eşit ölçülerde aydınlanmaya
ulaşamayacaktır. 88

Böyle olunca, Jakoben tavır ya da mesih arayışları kaçınılmaz


oluyordu: Weitling devrimci durumda halkı, "işçileri örgütleyen
bir diktatör" ve "ordusunu yöneten dük"le paralellikler kurarak
bir ustanın maharetle çalıştıracağı makineye benzetiyordu.

86 Agy.
87 Agy., s. l l9.
88 Aktaran, M. Löwy, 1he 1heory of .. , age., s. 76.
Marksizm öncesi Komünizm 1 101
Nihayetinde, devrim neden bir monarkın işi olmasın ki? Weiting
böylesi bir şeyin hiç de olanaksız olabileceğini düşünmüyordu ve
bunun imkan dahilinde olduğu tezini tarihten bir örnekle destek­
liyordu: "Isparta' da kral iki defa ortak mülkiyet [düzeni] kurmuş­
tu.300 yılda bunların örneğini izleyecek kimse yok mudur?"89

Yanıtı da hazırdı; en azından kendisi vardı:


Birincinin öğretilerini yerine getirmek üzere ikinci bir mesih ge­
lecek. Eski sosyal düzenin çürümüş yapısını imha edecek, gözyaşı
nehirlerini nisya denizine akıtacak ve yeryüzünü cennete çevire­
cektir.90

Riazinov, Weitling'le ilgili önemli bir özelliğe dikkat çekiyor:


Weitling'in çok yetenekli bir işçi olduğunu, kendi kendini yetiş­
tirdiğini ve büyük bir edebi yeteneğe sahip olduğunu, ama bütün
otodidaktlarda (kendi kendini eğitenlerde) görülen açmazlarla
karşılaştığını unutmamalıyız. Kendi kendini eğiten biri kafasında
hep yepyeni bir şeyler çıkarmaya, bazı karmaşık aygıtlar icat etme­
ye kalkışma eğilimindedir. Bu tür insanlar çok kez, büyük çabalar
harcadıktan sonra, Amerika'yı yeniden bulmak gibi bir aptalca
duruma düşmeye mahkıimdurlar.91

Otodidaktlarda aydınlara karşı sıkça görülen hazımsızlık ve


kompleks, kaba komünizmde zaten fazlasıyla var olan okumuş
karşıtlığı ve eğitime önyargılı yaklaşımla buluşmuş, Weitling'in
şahsında Marx'a yönelmişti. Marx, onun hayalciliğini "bir bağ­
naz soyutlama" olarak eleştirirken o, "Heinzen'in Marx'ın dipnot­
suz yarım sayfalık bir yazıyı yazamayacağı yönündeki yorumuna
katılırdı"92 çünkü kafayı buna takmıştı. İkisi arasındaki çelişki ve
kopuş, "ekonominin, bilimsel soyutlamanın ve Hegel diyalektiği­
nin ustasıyla dünyayı düzeltmek için farklı bir düşüncesi olmayan
kısır görüşlü insan kardeşliği peygamberi arasındaki çatışmayı

89 agy.
90 agy.
91 Riazanov, age., s. 65·66.
92 Wittke, age., s. 1 10.
102 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

temsil ediyordu. [Bu kopuş] bilimsel ekonomik yasalarla belirlenen


sınıf çatışmasının destekçisi ile sevgi ve ilim cennetine inanmış bir
yeni Mesih'in çarpışmasıydı."93
Marx'ın Weitling'le çatışmasının arka planı, özetlediğimiz bü­
tün bu görüş ve tavırlarında yatmaktaydı. İnsanların yaşamları ve
gelecekleri üzerinden oyun oynayan kumarbaz ataklığını Marx
reddediyordu. Kabul etmek gerekir ki, küçük burjuva hayaller
ve tatminlerle insanların çaresizliklerinden yararlanmak, umut­
larıyla oynamak kendinden menkul bir hak ve yetkiye dönüşür.
Radikalizmin temelsiz masabaşı ultra keskinliğine, sorumsuz tat­
minlerine ve bencil kariyer hesaplarına malzeme olmak bu hayatın
yükünü çekenlerin yazgısı olmamalı. İşte tam da bu nedenlerle or­
taya çıkmıştı Weitling'le Marx arasındaki anlaşmazlıklar.
Bir kişilik çatışması da söz konusu olabilir ama temeldeki so­
run ideolojik anlaşmazlıklarda yatıyordu. Buna ek olarak yine
dünya görüşü, ideoloji ve sosyal önyargılar kaynaklı değerlendir­
meler de rol oynuyor kavgada. Bunlar okumuş/aydın düşmanlığın­
da, bilimsel sağduyu karşıtlığında, tarihsel perspektif yoksunu dar
görüşlülükte kristalleşiyordu. Tabandaki yaygın hissiyatlar ve bilgi
eksikliği, güçlü politik kozlar olarak Marx karşıtlarınca suistimal
edilip kullanılmaktaydı mücadelede. Bilgi, analitik yetenek, tarih
bilinci, bilimsel disiplin gibi etmenler küçümseniyor, hatta red­
dediliyordu. Henüz olgunlaşmamış, çoğu proleterleşmeye tepkili
zanaatkar ve küçük burjuva kökenli taban ile tavan bu noktalarda
Marx'a karşı kolaylıkla birleşiyordu. Yokluklar içinde, insanüstü
emekle kurtuluşun yasalarını araştırmaya göz nuru döken Marx,
onların gözünde, bir eli yağda bir eli balda, masabaşı rahatlığının
tadını çıkaran parazitlerden biriydi.
1836' da, Babeuf ve Blanqui gibi Fransız devrimcilerden etkilen­
miş, daha çok zanaatkar kökenli bazı Alman göçmenler Brüksel.'de
Adiller Ligası (Haklılar Birliği) adıyla bir dernek kurdular. Örgüt
zaman içinde gelişti ve Avrupa'da pek çok merkezde şubeleri ku-

93 Age., s. 1 12.
Marksizm öncesi Komünizm ı 103
rulmaya başlandı. Weitling'in de içinde yer aldığı liga, Hıristiyan
komünizmi ve eylemci kaba devrimcilik geleneğini temsil etmek­
teydi. Kardeşliğe, adalete, eşitliğe dayalı Tanrı'nın Krallığı'nı, yani
cenneti yeryüzünde kurmaktı açıklanmış amaç. Gizli ve doğrudan
eyleme dayalı örgütlenme biçimi benimsenmişti.
Marx ve Engels bu sırada, sanılanın aksine, zaman ve emekle­
rini sadece teoriye, felsefe ve bilime adamış değillerdi; doğrudan
devrimci pratiğin, devrimci dayanışmanın ve örgütlenme çabala­
rının da aktif bir biçimde içindeydiler. Bu çabaları doğrultusunda
1846 yılında, Avrupa' daki komünistleri bir araya getirecek ulus­
lararası nitelikte bir proletarya partisinin kurulması çabalarının
eşgüdümünü üstlenecek Brüksel Komünist Haberleşme (İletişim)
Komitesi'ni kurdular.
Bu arada, Adiller Ligası üyelerinden de Marx He Engels'e örgü­
te üyelik talepleri gelmekteydi.1 Örgütün pek çok ileri geleni, yon­
tulmamış devrimci eğilimin sonunun, maceracılığın ve bilimdışı
yönelimlerin çıkmaz sokaklarda sonuçsuz kalacağını, yıkımdan
başka bir şey getiremeyeceğini sezmeye başlamışlardı. Marx ile
Engels'in yazı ve konuşmaları üzerlerinde olumlu etkiler oluştur­
maya başlamıştı.
1847 yılı ortalarında bu ortaklık Komünistler Birliği'nin kurul­
masıyla sonuçlandı. Marx ile Engels örgütün 29 Kasım' daki ikinci
kongresine katıldı. Bu kongrede bir "Komünist Parti Manifestosu"
hazırlanması görevi Engels'le birlikte Marx'a verildi. Gündelik
yaşamın ve siyasal mücadele pratiğinin içindeki çalışmaları­
nın bir sonucu olarak da, Marx'ın araştırmalarının ilk başyapıtı
Manifesto, üyesi olduğu liganın ona verdiği bu görev sonucu ortaya
çıkacaktı.94
Marx'ın yolu Weitling'le bu süreç içinde Brüksel' de kesişti.
Marx, onu ilgi ve sevgiyle izlemiş ama sonunda umudunu kesmiş­
ti. Alman ldeolojisi'nde de onu, dar görüşlü zanaatkarların koşul­
larıyla sınırlanmış bir ufuk çerçevesinde oluşmuş Fransa kökenli
94 Birlik tüzüğünün tam metni için bkz. Kari Marx ve Friedrich Engels, Komünist
Parti Manifestosu, Tohum Yayıncılık, İstanbul, 2001, 2. Baskı, s. 85-90.
104 1 An ti-Marksist Devrimcilik

düşüncelerin yeniden üretilmesinin ideoloğu olarak tanımlamıştı.


Bu da doğaldı, çünkü "çığır açıcı sistemlerin esas içeriğini, içinde
doğdukları dönemin ihtiyaçları oluşturur. Her birinin temelinde,
bir ulusun önceki tüm tarihsel gelişimi, sınıf ilişkilerinin politik,
ahlaki, felsefi ve başka sonuçlarıyla birlikte tarihsel biçimlenişi ya­
tar. Almanların karşısında, İngiliz ve Fransızlar gibi gelişkin
sınıf ilişkileri bulunmuyordu [ve dolayısıyla] Alman komünistleri
sistemlerinin temelini yalnızca içinden çıktıkları zümrelerin iliş­
kilerinden hareketle oluşturabildiler."95
Böylesi derinlikli çözümlemelerle işi olmayan Weitling, ba­
şarısızlıkla sonuçlanmış Avrupa' da politik hareket başlatma ve
ABD' de de mali kaynak arama maceralarına karşın özgüveni ve
kibri artmış bir biçimde söz konusu birlik çalışmalarına katılmak
üzere 1846 başında Brüksel'e geldi. Burada mart başındaki bir top­
lantı, Marx ile Weitling'in kaçınılmaz ve hayırlı kopuşuna vesile
oldu.
O toplantıda bulunan ve tarafgir davranması için hiçbir ide­
olojik, politik ya da başka kişisel nedeni olmayan dönemin ünlü
Rus edebiyat eleştirmenlerinden Pavel Annenkov, Marx'la Wetling
arasındaki çatışmayı anlatırken Marx'ın konuşmasının başındaki
sözlerini şöyle yorumluyor:
"Sarkastik sözlerinin özü şuydu: Eylemlerine sağlam ve iyice dü­
şünülmüş temeller sunmadan insanları harekete geçirmek onları
aldatmaktır. Sözü edilen fantastik umutların uyandırılması -diye
devam etti Marx- ezilenlerin kurtuluşuna değil, sadece kesin yı­
kımına yol açar. Özellikle Almanya' da, titizlikle oluşturulmuş bir
bilimsel düşünce ve pozitif doktrin olmaksızın işçilere seslenmek,
bir yanda ilhamla donanmış bir peygamber, öte yanda da sadece
onu ağzı açık dinleyen eşeklerin olduğu, boş ve dürüst olmayan bir
felaket tellallığı oyununu oynamakla eşdeğerdir."

95 Kari Marx ve Friedrich Engels, Alman ideolojisi, çev. Tonguç Ok, Olcay Geridönmez,
Evrensel Basın Yayın, İstanbul, 2013, 2. Basım, s. 400.
Marksizm Öncesi Komünizm ı 105
Ardından Marx soruyor:
"Anlat bize Weitling, pek çok işçiyi etkileyip işlerini ve ekmekleri­
ni kaybetmelerine neden olan komünist şamatanızla Almanya' da
epey gürültü çıkaran sizler, devrimci ve toplumsal etkinliğinizi
hangi temel ilkelerle savunuyorsunuz ve onu gelecekte hangi temel
üzerine oturtarak sürdürmek niyetindesiniz?"

Anenkov'un anlattığına göre, bu soru üzerine eveleyip gevele­


yen Weitling, kendisine gelen çok sayıda teşekkür ve destek mesaj­
larını kanıt göstererek, insanların çektiği acılardan uzak "eleştiri
ve masabaşı doktrin ana1izleri"nin, yoksullara ve ge-nel davaya fay­
dalı kendi eylemciliğinin yanında hiç de önemli olmadığını söyle­
meye kalkıyor. Bunun üzerine, Marx, sinirli bir biçimde yumru­
ğunu masaya vurarak Weitling'e, "Cehaletin şimdiye dek hiç kim­
seye yararı dokunmamıştır!" diye bağırıyor.96 Derinlikli Marksist
hümanizmayla kaba komünistliğin kendine aşık misyoncu eylem­
cisinin çaresiz bırakılmış insanlara karşı acımasız düşüncesizliği
ve sorumsuzluğu böyle karşı karşıya geliyor toplantıda.
Kendisine kanmış çaresiz ve öfkeli insanları ateşe atmayı
umursamayan, onların işlerini, ekmeklerini, hatta canlarını hiçe
sayan sorumsuz kışkırtıcılığı, gözükara vicdansızlığı, hesapsız ki­
tapsız maceracılığı, Marx ve Engels'in Weitling'de en fazla tepki
duydukları özelliklerdi. Gerçekle, güç ilişki ve dengeleriyle tama­
men ters düşen hesapsız eylemlerle sözde haklarını savunduğu ta­
raftarlarını aldatması, ateş hattına sürmesi, provokasyonlarda yem
olarak kullanması kabul edilemez ölçüsüzlükteydi. Gerçeklerden
kopmuş bir çılgınlıkla insanları yıkıma sürmekte beis görmüyor
gibiydi. Bu sorumsuz acımasızlığa karşı çıkanlara duyduğu öfke,
radikalizminden ziyade gerçeklikle bağını koparmış olmanın,
bilgiye, akla, bilime, devrimci sorumluluğa duyduğu tepkidendi.
Duyguların aklın önüne geçmesi, gözü perdelemesi, giderek ger-

96 P. V. Annenkov, 1he Extraordinary Decade: Literary Memoirs, Ed. Arthur P. Mende!,


çev. Irwin R. Titunik, Ann Arbor, The University of Michigan Press, 1968, s. 168-
170.
106 1 An ti-Marksist Devrimcilik

çektikten kopmak ve zihni tasavvurda oluşturulmuş düşler peşin­


de kılıç sallamak, daha çok da başkalarını öne sürmek ve arkadan
tezahüratla kışkırtıcılık yapmak bu tür kaba devrimciliğin tipik
davranış biçimidir ve bunlar Weitling' de fazlasıyla mevcuttu.
Devrim hemen kapının ardında onu bekliyormuş gibi boş aji­
tasyona dayalı böbürlenmek ve insanları felakete sürüklemek, ege­
menlerin şiddetine maruz bırakmak, devletin zor aygıtlarına adeta
ikram etmek bir yöntemdir bu çevrelerde. Örneğin, Neçayev bunu
bilinçli bir tercih olarak uygular, "radikalleşmeye faydalı" taktik
olarak görürdü. Bu hastalıklı ve o ölçüde de provokatif eğilim, an­
ti-Marksist devrimciliğin ortak özelliği, alamet-i farikasıdır. Bu,
günümüzde de böyledir. Söz konusu kriminal sorumsuzluğa karşı
çıkanlara, lügatında küfür ve iftira hiç tükenmeyen malum koro­
nun şamatası hazırdır: reformizm, liberalizm, revizyonizm, dev­
rim korkaklığı, döneklik, hainlik . . .
Weitling üzerinde daha fazla durmaya gerek yok. Şişmiş egosu,
her yerde kendisine karşı tuzaklar arayan ruh hali, İsa Mesih komp­
leksi, finansman peşindeki hırçın arayışları sonunda Avrupa' da
tutunamadı ve ABD'ye göç etti. Politik bakımdan orada da tutu­
namayan Weitling, sonunda astrolojiden dikiş makinelerine kadar
başka işlerle uğraşmaya başladı ve 1871' de New York'ta öldü.

3. Bir Prusya Subayı: Willich


Weitling'in "aydınlanmacı burjuva entel" Marx'tan nefret etti­
ğini biliyoruz. Ham komünistler buna "proleter nefret" diyebilir­
ler. Ama bir de "devrimci şiddet"e muhatap olmak vardı Marx'ın
kaderinde. Bu seferki kahramanımız bir terzi değil, bir generaldi.
Aristokratik kökenden gelen August Willich, Prusya ordusunda
subayken asaleti reddetmiş ve komünist olmuştu. 1848 Devrimi sı­
rasında isyancı güçlere komutanlık yapan Willich'in bir dönemde­
ki emir subayı Engels'ti. 1848 yenilgisinden sonra İngiltere'ye gö­
çen Willich oradaki Komünistler Birliği'nin üyesi olmuş, Marx'ın
önerisiyle 1849' da Merkez Komitesi (Merkezi Otorite - Central
Marksizm öncesi Komünizm ı 107
Authority) üyeliğine seçilmişti. Willich burada, 1848 ayaklanma­
sının kahramanlarından Kari Schapper'le birlikte bir "sol muhale­
fet" oluşturmuştu.
Bir yazar, sonrasını şöyle anlatıyor:
Marx, daha 1849-50 kışında Londra' daki Alman İşçileri Eğitim
Derneği'nde Komünist Ma nifesto yla ilgili konferanslar verirken
'

Willich'le çatışmıştı. Bu konferanslarında Marx, komünizme


hemen ulaşılamayacağını, devrimci gelişmelerin çeşitli aşama­
larından geçilmesi gerektiğini ve komünist dönüşüme geçmeden
önce burjuva-demokratik görevlerin yerine getirilmesi gerektiğini
anlatıyordu. Willich'in toplumsal gelişimin yasaları ve devrimci
süreçle ilgili bir düşüncesi yoktu; komünizmi kurmak için maddi
altyapının gerekliliğini inkar ediyor, bir avuç insanın iradi çabala­
rıyla ona kestirmeden ulaşılabileceğini umuyordu.97

Elbette Marx'ın bu ütopik, maceracı, akıldışı sorumsuzluğa göz


yumması mümkün değildi. Willich ve Schapper'in örgüt içindeki
sekter muhalefeti yıkıcı bir hal alınca çatışma daha da şiddetlendi
ve sonunda Marx ile Engels bozguncu muhalefetin etkin olduğu
Alman İşçileri Eğitim Derneği'nden istifa etmek zorunda kaldılar.
Göçmenlerin çoğunluğu ultra keskin Willich'i desteklemekteydi.98
"Devrimciler", "tutucu burjuva aydınları"na üstün gelmişlerdi!
Engels, "içgüdüsel hareket eden ve bizim eleştirel yaklaşımı­
mıza karşı olan duygusal komünistler" den biri olarak tanım­
ladığı Willich'in, kendisini, "Alman proletaryasını kurtarmaya
yazgılı bir peygamber" olarak gördüğünü yazıyordu. Böyle olun­
ca, Engels'e göre, "politik ve askeri diktatörlük" tesis etmeye de
yatkındı. Engels bunu, Hıristiyan komünizminin yanına bir de
"İslami komünizm"in eklemlenmesi olarak görüyordu. Christie

97 P. N. Fedoseyev, lrene Bakh, L. 1. Golman, vd., Kari Marx: A Biography, fourth


revised ed. (çev. Yuri Sdobnikov). Moscow, Progress Publishers, 1989, s. 236.
98 Bu derneğin üyeleri sadece Almanlardan oluşmamaktaydı. Çeşitli milliyetlerden
üyeler arasında, şimdi Bulgaristan içinde olan Silistre'li bir Türk de vardı. Weitling,
kendisi gibi terzi olan Türk yoldaşının •iyi Almanca konuştuğunu ve komünist
olduğunu" belirtiyor. Jonathan Sperber, Kari Marx: A Nineteentn-Century Life,
New York, Liveright Publishing Co., 2013, s. 133 ve Lattek, age . s. 28.
.
108 1 Anri-Marksisr Devrimcilik

Lattek'in saptadığı gibi, Willich de ötekiler gibi "analizle değil


eylemle" meşguldü, proletaryanın iktidarı alışının gerektirdiği
"uzun zaman"ı beklemeye sabrı yoktu, "askeri eylem"le gücü ele
geçirmenin denenmesi gerektiğine inanıyordu. Çoğu kez olduğu
gibi, bu "eylem ya da aksiyon üzerindeki vurgu", çevrelerindeki
"aydınlara güvenmeyen ve derhal devrimci aktiviteyi özleyen" un­
surları daha fazla etkiliyor, göçmenlerin içindeki mücadelelerinde
"entel" Marx ile Engels'i zorluyordu.99
Her şeyi basite alan, sorumsuz eylemciliği devrimcilik sanan,
teoriyle, felsefeyle, bilimle uğraşı devrimden kaçmak olarak gören
şuursuz bir tipti Willich. O ve yandaşları, Manifesto' daki taktik
yaklaşımları "gerici" buluyorlardı ve hesapsız kitapsız eylemciliği,
iradi davranışı devrimcilik sanıyorlardı. 100 Marx'ı, "teori uğruna
savaş alanını terk etmek"le suçluyorlardı. Willich takımına göre,
"Marx bir haindi ve hainler öldürülmelidir diyorlardı." Onlara
göre, Komünistler Birliği'nin bölünmesiyle "iki birlik olacaktı; biri
kalemle çalışanlar için, biri de başka biçimlerde çalışanlar için."10 1
Bu süreçte Willich, "tutucu" olduğu için Marx'ı öldürmeyi ka­
fasına koymuştu. Cinayetler işlemiş bir sokak serserisi olan ve poli­
tik ilişkileri, kirli yaşamını örten perde olarak kullanan Emmanuel
Barthelemy isimli bir kabadayıyla takılmaktaydı Londra' da.
Bu amaçla, eşini rahatsız etmeyi içeren kışkırtmaların sonun­
da, Marx'ı düelloya davet etti. Marx bu aptalca öneriyi reddetti
ama onun yerine bir dostu (Konrad Schramm) bu ham komünis­
tin çiğ teklifine tepkiyle düelloyu üstlendi. Neyse ki o da sonunda
sadece kafasına isabet eden bir kurşunla yaralanarak kurtuldu bu
"devrimci şiddet"ten.
Bu olayın hemen ardından Komünistler Birliği'nın Merkez
Komitesi toplantısında ipler koptu ve bir başka devrimci görev
99 Bkz. Christie Lattek, age., s. 60.
100 David McLellan, Kari Marx: A Biography, London, Paperback, 1998, s. 224.
101 "Meeting ofthe Central Authority, September 15, 1850", içinde Kari Marx, Friedrich
Engels, MECW Electric, C. 10. Bu konulara değinen bir Türkçe kaynak için bkz.
Mary Gabriel, Aşk ve Kapital: Kari ile /enny Marx ve Bir Devrimin Dotuşu, Yordam
Kitap, İstanbul, 2019, s. 139-140.
Marksizm öncesi Komünizm 1 109
daha yerine getirildi, Komünistler Birliği parçalandı. Gelişmeleri
Riazanov şöyle özetlemekte:
[1848 yenilgisinden sonra] ekonomik koşullar üzerine yaptığı in­
celemeler, Marx'ı devrimci dalganın inmekte olduğu ve yeni bir
ekonomik bunalım patlak verip, daha lehte koşullar yaratana dek
devrimci harekette canlanma olamayacağı sonucuna vardırır. Ko­
münistler Birliği'nin bazı üyeleri bu görüşleri benimsemezler. Bu
görüşler, özellikle iktisat bilimini pek kavramamış olan, bir avuç
kararlı bireyin devrimci girişkenliğine aşırı önem veren kişilerin
itirazlarıyla karşılanır. Willich, Schapper, Köln İşçi Birliği'nin bazı
üyeleriyle Weitlingciler birleşirler. Bunlar Almanya' da devrimci
bir ayaklanmayı zorlamanın gerektiği konusunda ısrar ediyor­
lardı. Onlara göre ihtiyaç duyulan tek şey, belirli miktarda para
ile bir avuç gözü pek insandı. Para peşinde koşmaya başlarlar.
Amerika' dan borç para bulmak için çaba harcarlar; bu, Alman
Devrimini gerçekleştirmek için girilecek bir borçlanmaydı. Marx,
Engels ve birkaç yakın arkadaşları bu kampanyaya katılmayı red­
dederler. Sonunda bir bölünme meydana gelir. Komünistler Birliği
Marx-Engels hizbiyle Willich-Schapper hizibine ayrılır.102

Bu bölünmeyle sonuçlanan toplantıda Marx şöyle seslendi mu­


haliflere:
"Azınlığın bakış açısı, eleştirel değil dogmatik, materyalist değil
idealist. Devrimin itici gücü olarak gerçek koşulları değil, salt ira­
di çabaları görüyorlar. Biz işçilere, 'Sadece toplumu değiştirmek
için değil, aynı zamanda kendinizi değiştirmek ve siyasal iktidarı
kullanmaya hazırlamak için hatta
15, 20, yıllık iç savaşlardan
50
ve ulusal mücadelelerden geçmeniz gerekecek,' derken, siz tam
tersine, 'Ya iktidarı hemen ele geçiririz ya da uykuya çekilelim
bari,' diyorsunuz. Biz Alman proletaryasının gelişiminin ne den­
li güdük kaldığını özellikle Alman işçilere anlatmaya uğraşırken,
siz onların milliyetçi duygularına ve Alman zanaatkarların sınıf
önyargısına hitap ediyor, tabii daha popüler bir yöntem olduğu

102 Riazanov, age., s. 98-99. Bu anlaşmazlık ve bölünme konusunda ayrıca bkz. August
H. Nimtz, Demokrasi Savaşçıları Olarak Marx ve Engels, çev. Can Saday, Yordam
Kitap, İstanbul, 2012, s. 208-21 5.
1 10
J
Anti-Marksist Devrimcilik

için, olabilecek en kaba şekilde onları pohpohluyorsunuz. Nasıl


ki Demokratlar tarafından 'halk' sözcüğüne bir kutsallık havası
atfediliyor, siz de 'proleter' kelimesi için aynı şeyi yapıyorsunuz.
Demokratlar gibi, devrim sloganını devrimci gelişme yerine ge­
çiriyorsunuz.103

Marx'ın şu tespiti de çok yerindedir:


Demokratların 'halk' sözcüğünü kullanmaları gibi, şimdi prole­
tarya kelimesinin de içi boşaltılıyor. Bu kelimeye bir gerçeklik ve­
rebilmek için bütün küçük burjuvalar proleter olarak ilan edilme­
liydi ki, bu da gerçekte proletaryayı değil küçük burjuvaziyi temsil
etmiş olduğumuz anlamına gelir.104

Yönetimde çoğunluğa sahip olan Marx ile Engels, küçük bur­


juvazinin hegemonik tuzağından kurtulup işçi sınıfının bağım­
sızlığı temelinde bir örgütlenmenin gerekliliğine inandıklarını
belirterek, yontulmamış devrimci muhaliflerin tasfiyesine karar
vermişlerdi.
1852' de Komünistler Birliği resmen dağıldı, Willich-Schapper
kliği kendi mezheplerini kurup göçmen işçi ve küçük burjuvalar
içinde keskin "devrimcilik"lerini bir süre sürdürdüler. Aynı yıl,
polisin Willich-Schapper ikilisine bağlı grubun sorumsuz prati­
ğini izleyerek elde ettiği bilgileri savcılık, Marksist Komünistler
Birliği'ne bağlı olarak illegal çalışma yürütenlere karşı açılan dava­
da kullandı. Ham komünistlerin provokasyonları, uğursuz meyve­
lerinden birini de Köln mahkemesinde böyle vermiş oldu.
Schapper daha sonra hatasını kavrayıp Marksizme geri dö­
nerken, ultra "devrimci" August Willich Amerika Birleşik
Devletleri'ne gitti, orada İç Savaş'ta Birlik Ordusu'nda general ola­
rak savaştı, sonra yüksek kademelerde memurluk yaptı. Fransa
savaşında Prusya ordusuna hizmet için başvurdu ama reddedildi,

103 MECW Electric, C. 1 1 , s. 403; Ayrıca bkz. Revelations Concerning the Communist
Trial in Co/ogne by Kari Marx 1853;
https://www.marxists.org/archive/marx/works/1853/revelations/chOI.htm
104 Aktaran McLellan, Kari Marx: A Biography, London, Papermac, 1995, s. 226.
Marksizm öncesi Komünizm ı ı ı ı
Berlin Üniversitesi'nde felsefe okudu, üniversiteyi bitirdikten son­
ra yeniden Amerika'ya döndü. 1878' de dünya devrimini başara­
madan öldü.
Marx'ın şu sözleri bu trajik yaşam öyküsünde de bir kez daha
kanıtlandı:
İnsanlar tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle
değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak ön­
lerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında ya­
parlar.105

4. Bir Tuhaf Kişilik: Neçayev


Sergey Gennadiyeviç Neçayev, Dostoyevski'nin Türkiye'de
Cinler ya da Ecinniler adıyla yayımlanmış ünlü politik romanının
baş kahramanlarından Pyotr Stephanoniç Verhovenski karakte­
riyle temsil edilen, 1870'lerin ünlü Rus eylemci önderlerdendi. 106
Anarşizm ile yontulmamış komünizm arasında bir yere ko­
numlandırabileceğimiz Neçayev, siyasal yaşamında daha çok
Bakunin'e yakın durdu. Aralarında tipik bir aşk-nefret ilişkisi
vardı bu ikilinin. Birbirlerine hayranlık duymuş, işbirliği yapmış,
ama bu arada büyük gerginlikler de yaşamışlardı. Yakın politik
ve örgütsel işbirlikleri, arada çatışma ve kopukluklarla inişli çı­
kışlı bir seyir izlemişti. Bakunin, Neçayev'in ataklık, cesaret gibi
eylemci kişisel özelliklerine hayranlık beslemiş ama ideolojik ya­
kınlıklarına karşın onun sorumsuz, komplocu, ilkesiz, entrikacı
taraflarına da sert tepki göstermişti. Bir yazısında Bakunin onun
için şöyle demişti:
Kendini zaman içinde, ciddi ve yıkılmaz bir toplum yaratabilmek
için, vücudu şiddet ve aklı yalanla besleyerek, Machiavelli'nin si-

105 Kari Marx, Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i, çev. Erkin Özalp, Yordam Kitap,
İstanbul, 2016, s. 20.
106 Yaşamöyküsü için bkz. Michael Prawdin, Ihe Unmentionable Nechaev: A Key
to Bolshevism, London, George Ailen and Unwin Ltd., 1961. Bu kitap Türkçe de
yayımlanmıştır: Olanaksızı isteyen Adam - Sergey Nechaev, çev. Taner Ayyıldız,
Epigon Yayınları, İstanbul, 2003.
112 1 Anti-Marksist Devrimcilik

yasetine dayanıp tam bir Cizvit sistemini benimsemek gerektiğine


inandırmıştı. 107

Neçayev kaba komünist fikirleriyle, Marx ile Engels'in daha


önce değindiğimiz "kışla komünizmi" benzetmesine vesile
oluşturan kişiydi. Asıl ününüyse, Rusya' daki eylemleri, Çar'ın
öldürülmesine ilişkin çabaları ve işlediği bir cinayetle kazan­
mıştı. Rusya'da Narodnikler gibi Bolşeviklik öncesi halkçı po­
litik oluşumların ilham kaynaklarından biri olarak da kabul
edilebilirdi.
"Kışla komünizmi" benzetmesine vesile olan "Geleceğin Sosyal
Düzeninin Temel İlkeleri" başlıklı makalesinde Neçayev şöyle yaz­
maktaydı:
Devrimci ayaklanma ve onu takip eden kargaşalar için belirlenmiş
belirli sayıda gün boyunca, herkes kendi seçimine göre bu artel­
lerden birine ya da diğerine katılmak zorundadır. ... yeterli sebebe
sahip olmayanlar, ortak yemekhanelere, ortak yurtlara ve kardeş­
işçilerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için tahsis edilmiş veya
kendilerine ayrılan mal ve malzemeleri, yiyecek ve araçları içeren
diğer binalara girme hakkına sahip olmayacaktır. Kurulu işçi top­
lumunun tüm üyeleri, tek kelimeyle yeterli sebep olmaksızın bir
artele katılmayanlar, geçim kaynağından yoksun kalacaktır. Tüm
yollar, tüm iletişim araçları ona kapalı olacak, çalışmaktan ya da
ölümden başka alternatifi olmayacak. 108

Neçayev'in Devrimcinin llmihali, görüşlerini yansıtan çalışma­


lar içinde en iyi bilinenidir. Neçayev, klasik gizli örgütlenme ve
hücre temelinde çalışan hiyerarşik yapılanmayı anlattıktan sonra,
"ideal devrimci"yi betimler:
Devrimci, adanmış bir insandır. Kişisel çıkarları, işleri, duyguları,
bağlılıkları, kişisel eşyaları, hatta kendi adı bile yoktur. Ondaki

107 Aktaran, Boris Souverin, Stalin: A Crltical Survey ofBolshevizm, çev. C. L. R. James,
New York, Longmans, Green and Co., 1939, s. 582.
108 Bkz. https://www.newworldencyclopedia.org/entry/Sergey_Nechayev; Türkçesi:
https://gaz.wiki/wiki/tr/Barracks_communism; ayrıca, Michael Prawdin, age., s.
48-49.
Marksizm Öncesi Komünizm 1 113
her şey, biricik tek bir çıkar, tek bir düşünce, tek bir tutku devrim
tarafından özümlenmiştir.
Varlığının en derinliklerinde, yalnızca sözlerde değil ama eylem­
lerinde de, uygar düzenden ve tüm o yasalarıyla, töreleriyle, top­
lumsal uzlaşmalarıyla ve etik kurallarıyla kültürlü dünyadan bü­
tün bağlarını koparmıştır. Bu dünyanın amansız bir düşmanıdır,
ve onun içinde yaşamayı sürdürüyorsa eğer, bu sadece onu daha
etkili bir biçimde yıkabilmek içindir.
Devrimci, doktrinciliği tümüyle hor görür ve gelecek kuşaklara
bırakmak üzere dünya bilimlerini reddetmiştir. Bildiği yalnızca
tek bir bilim vardır: yok etmek bilimi. Bu ereğe, yalnızca bu ereğe
varmak için, mekanik, fizik, kimya ve belki tıp çalışacaktır. . . . Bi­
ricik ve sabit hedefi bu pespaye düzenin derhal yok edilmesidir.
Kamuoyunu hor görür. Tüm dışavurumları ve ifadeleriyle var olan
toplumsal etiği hor görür ve ondan iğrenir. Onun için, devrimin
zaferine yardım eden her şey ahlakidir. Devrimin yolunu kesen
her şeyse ahlak dışıdır ve suçtur.
Devrimci, adanmış bir insandır, devlete ve genel olarak eğitimli
ve ayrıcalıklı tüm topluma karşı acımasızdır; ve onlardan da hiç­
bir merhamet beklememelidir. Onlarla devrimci arasında, ilan
edilmiş ya da edilmemiş, sürekli ve uzlaştırılamaz bir ölüm kalım
savaşı vardır. Devrimci kendisini işkenceye dayanabilecek şekilde
disipline etmelidir.
Kendisine karşı sert olduğu gibi, başkalarına karşı da sert olmalı­
dır. Her türlü şefkat belirtisi, akrabalık, dostluk, sevgi, minnettar­
lık hatta onur gibi yumuşatıcı duygular devrimci davaya duyulan
tek amaçlı ve soğuk bir tutkuyla tamamen söndürülmelidir. Dev­
rimci için yalnızca tek bir doyum, tek bir avunma, tek bir sevinç
ve tek bir kıvanç vardır: devrimin başarısı. Gece gündüz tek bir
düşünceyi tek bir amaca taşımalıdır: amansız yok etme eylemi. Bu
amaç uğruna soğukkanlıca ve yorulmadan çalışırken, bizzat ken­
disinin ölümüne ve amacın gerçekleşmesini engelleyen her şeyi
kendi elleriyle yok etmeye hazırlıklı olmalıdır.
Gerçek devrimcinin doğasında herhangi bir romantizme, her­
hangi bir duygusallığa, kendinden geçmeye veya esrikliğe yer
1 14 1 Anti-Marksist Devrimcilik

yoktur. Kişisel öç ya da düşmanlık için de yer yoktur. Zihninin


değişmez bir durumu haline gelen devrimci tutku, her an soğuk
hesaplamalarla iç içe geçmelidir. Her zaman ve her yerde kendi
kişisel eğilimlerinin gerektirdiği değil, devrimin genel çıkarları­
nın gerektirdiği kişi olmalıdır. 109

Bu hastalıklı kadroların birbirleriyle ilişkisinin nasıl olması ge­


rektiğini de düşünmüştür Neçayev. En azından kendisine biat et­
miş olanlara insanca yaklaşması ve onlar arasında da bir dayanış­
ma, dostluk ve paylaşma ilişkisi önermesi beklenir ama insanı kö­
lelikten kurtarmayı ve eşitliği hedef edinmiş ilkel "devrimcilik"te
ilişkiler bu temelde yürümemektedir. Devrimciyi "sermaye" ola­
rak görmekte ve birbirlerine bile yıkıcı, acımasız, vicdanı kör, yü­
reği katı olmayı öğütlemektedir "önder" Neçayev:
Devrimci yalnızca pratikte onun kadar devrimci olduğunu göster­
miş birisine sevgiyle yaklaşır ve onu dostu kabul eder. Dostluğunun
kapsamı da, yoldaşlarına karsı yükümlülükleri ve bağlılığı da, yal­
nızca yoldaşlarının devrimci yıkımın pratik işlerindeki yararlılık­
larının derecesine göre belirlenir.
Devrimcilerin arasında dayanışmanın gerekliliği apaçıktır. Ora­
da devrimci çalışmanın tüm sertliği bulunur. Devrimci kavrayış
ve tutkunun aynı derecesini paylaşan bütün devrimci yoldaşlar,
mümkün olduğunca, beraber tüm önemli meseleleri tartışmalı ve
ortak kararlar almalıdırlar. Ancak bu şekilde tasarlanmış bir planı
yerine getirirken, herkes olabildiğince kendisine güvenmelidir. Bir
dizi yıkıcı eylem gerçekleştirilirken, herkes kendi adına hareket
etmeli ve (planın) başarısı için gerekmediği sürece yoldaşlarına
yardım ve öneri için başvurmamalıdır.
Her yoldaş kendi altında çok sayıda ikinci ve üçüncü ulam­
dan devrimciler bulundurmalıdır, bunlar da grubun sırlarını ve
adetlerini tümüyle bilmeyen yoldaşlardır. Onları devrimci bir ser­
mayenin kendi hizmetine verilmiş ortak fonunun parçaları olarak
görmelidir. Her zaman mümkün olan en yüksek yararı sağlamaya

109 Türkçe çeviri Süreyyya Evren: https://anarsizm.org/devrimcinin-anahtar-kitabi-


1869-sergey-necayev
Marksizm öncesi Komünizm ı ı ıs
çalışarak sermayedeki kendi hisselerini en ekonomik biçimde
kullanmalıdır. Kendisini de devrimci hedefe tahsis edilmiş bir
sermaye olarak görmelidir; fakat grubun sırlarını ve adetlerini tü­
müyle bilen yoldaşların tam katılımı olmaksızın serbestçe elden
çıkaramayacağı bir sermaye.
Bir yoldaşın başı belaya girdiğinde, devrimci, o yoldaşın kurta­
rılmasının gerekip gerekmediğini kararlaştırırken, kişisel duygu­
larıyla değil devrimci amaç için iyi olan açısından düşünmelidir.
Bu nedenle, bir tarafta devrimcinin yararlılığını ve öbüründe de
onun kurtuluşu için harcanması gerekecek devrimci enerji mik­
tarını tartmalı ve hangisinin daha ağır çektiğini belirlemelidir.110

Böyle bir devrimcinin topluma, halka nasıl yaklaşacağını kes­


tirmek zor olmasa gerek. Neçayev'in bu konudaki talimatlarının
bir bölümü bir cinayet el kitabından alınmış gibidir:
Tüm bu bozuk toplum çeşitli ulamlara ayrılmalıdır: ilk ulam der­
hal ölüme mahkum edilecekleri içerir. Devrimci topluluk, dev­
rimci amacın ilerleyişine verebilecekleri zararı ve ortadan kaldı­
rılacaklarını ölçü alarak bu insanların bir listesini hazırlamalıdır.
ikinci ulam; sırf hayvanca davranışları insanları kaçınılmaz
isyana sürüklediği için ölüm fermanı geçici olarak ertelenenleri
içerir.111

Şantaj, provokasyon ve kışkırtarak tuzağa düşürmekse devrim-


ci yöntemler olarak önerilmektedir:
Bu listelerin hazırlanmasına ve yukarıda değinilen düzenlemenin
kararlaştırılmasına kılavuzluk eden ilke, ne kişinin bireysel al­
çaklık eylemleri ne de toplum veya halk arasında kışkırttığı nefret
olmalıdır. Bu alçaklık ve doğurduğu nefret, yine de gerekli kişisel
isyanı teşvik ettiği sürece bir noktaya kadar yararlı olabilir. Kıla­
vuzluk eden ilkeyse kişinin ölümünün devrimci amaca ne denli
hizmet edeceğinin, yeterince geri dönüp dönmeyeceğinin ölçü­
sü olm'alıdır. Bununla beraber, ilk elde özellikle devrimci örgüte
zararlı olan herkes, ani ve şiddetli ölümleri hükümet katında en

1 10 Agy.
l l 1 Agy.
1 16 1 Anti-Marksist Devrimcilik

yüksek korkuyu uyandıracak olanlar, ve ölümleriyle hükümeti en


zeki ve enerjik figürlerinden yoksun bırakıp onun sağlamlığını
gölgeleyecekler ortadan kaldırılmalıdır.
Üçüncü ulam üst tabakadan sığırlar sürüsüne ya da hiçbir özel
zekaya, enerjiye sahip olmayan ancak konumları gereği bolluğun,
bağıntıların, nüfuzun ve iktidarın tadını çıkaranlara aittir. Her
olası yolla ve biçimle sömürülmelidirler; ağa düşürülmeli ve ya­
nıltılmalıdırlar, ve kirli sırları hakkında öğrenebildiğimiz kada­
rını öğrendiğimizde, köleleştirilmelidirler. İktidarları, nüfuzları,
bağıntıları, zenginlikleri ve enerjileri böylece tükenmez bir hazine
odası ve çeşitli girişimlerimi,z için etkili bir yardım haline gelir.
Dördüncü ulam siyasi olarak istekli kişileri, çeşitli anlayışlardaki
özgürlükçüleri içerir. Sayelerinde, onların kendi programlarına
uygun davranarak, gerçekte onları kontrol altında tutarken onları
körce izliyormuşuz izlenimi yaratarak komplolar kurabiliriz. Bü­
tün sırları öğrenilmeli ve geri dönüşsüz biçimde bulaşana dek en
aşırı derecede tehlikeye sokulmalıdırlar, böylece devletin düzenini
bozmak için çalıştırılabilirler.
Beşinci ulam doktrincileri, komplocuları, devrimcileri, yazılı veya
sözlü boş nutuklara kendini kaptırmış olanları içerir. Sürekli, pra­
tik içerikli şiddet bildirileri yapmaya teşvik edilmeli ve zorlanma­
lıdırlar. Bunun sonucunda çoğunlukları hiçbir iz bırakmadan kay­
bolur ve gerçek devrimci kazanım az bir kısımlarından sağlanır.1 12

"Devrimci Neçayev"in kadınlara bakışı da tipiktir, hiç yabancı


değildir:
Altıncı ve önemli bir ulam da, kadınlardan oluşanıdır. Üç ana
tipe ayrılmalıdırlar: Birincisi, şu önemsiz, düşüncesiz, yavan, aynı
üçüncü ve dördüncü ulamdan erkekler gibi kullanabileceğimiz
kadınlardır; ikincisi, ateşli, yetenekli ve sadık, ancak henüz bir
gerçek, soğukkanlı ve pratik devrimci anlayışı kazanmadıkları
için bizden olmayan kadınlardır, bunlar beşinci ulamdaki erkek­
ler gibi kullanılmalıdırlar. 1 13

1 1 2 Agy.
1 1 3 Agy.
Marksizm öncesi Komünizm 1 117
Neçayev, "devrimci kadınlar"aysa kendisinden beklenmeyecek
ölçüde sevecen yaklaşmakta, onları "sermaye" olarak değil de "ha­
zine" olarak ya da belki hazineye getirisi en yüksek, dolayısıyla da
en kıymetli sermaye olarak görmektedir: ". . . son olarak, tümüyle
bizimle olan kadınlar vardır, yani grubun sırlarını ve adetlerini tü­
müyle bilen ve programımızı eksiksiz kabul edenler. Bu kadınları,
hazinemizin en değerlileri olarak görmeliyiz, yardımları olmasay­
dı hiçbir şey yapamazdık."114
Devrimci sermaye, bir yatırım aracı olarak getirisini yüksek
tutmalı, karın maksimizasyonu için her şeyi yapmalıdır:
Devrimci; devlet, sınıf ve sözde kültür dünyasına salt onun hız­
lı ve toptan yıkımına inandığı için girer ve içinde yaşar. Eğer bu
dünyanın herhangi bir öğesine karşı acıma duyuyorsa o bir dev­
rimci değildir. Eğer yapabilirse, bir konumun, bir ilişkinin ya da
bu dünyanın bir parçası olan herhangi bir kişinin yok edilmesiyle
yüzleşmelidir - her şey ve herkes onun için eşit derecede tiksinçtir.
Bu dünyada ailesi, arkadaşları ve sevdiği olması onun için tümüy­
le kötüdür; eğer bu insanlar onu engelleyebiliyorsa o bir devrimci
değildir.
Amansız yıkımı amaçlarken, bir yandan da olduğundan başka
biriymiş gibi yaparken, devrimci, toplumun içinde yaşayabilir ve
hatta bazen yaşamalıdır. Devrimci her yere sızmalıdır: alt ve orta
sınıfların arasına, tecim-evlerine, kiliseye, zenginlerin konakla­
rına, bürokrasi dünyasına, askeri ve yazınsal dünyaya, Üçüncü
Şubeye (Gizli Polis) ve hatta Kışlık Saray'a.115

Neçayev bütün yontulmamış sözde devrimciler gibi, -şayet


böyle bir kategori hala kalmışsa- sıradan insanlara, halka, önce
sol vurmadan sağ gösteriyor, "halka karşı tutum" bahsinde:
Topluluğumuzun tek bir emeli vardır: halkın, yani sıradan
emekçilerin tam olarak özgürleşmesi ve mutluluğu. Ancak
özgürleşmelerinin ve mutluluğun sağlanmasının ancak tü­
müyle yıkıcı bir halk devrimiyle gerçekleşebileceğini bilerek,

1 14 Agy.
1 1 5 Agy.
1 18 j Anti-Marksisr Devrimcilik

topluluğumuz tüm gücünü ve tüm kaynaklarını bu sıkıntıların


ve kötülüklerin kuvvetlenmesini ve artışını sağlamak için kulla­
nacak, sonunda halkın sabrını kıracak ve onu bir halk devrimine
sürükleyecektir.
"Halk Devrimi" derken topluluğumuz klasik Batılı modele uygun
düzenli bir hareketi kastetmiyor. Bu hareket, mülkiyet nosyonuy­
la ve sözde uygarlık ve ahlakın geleneksel düzeniyle her zaman
kısıtlanmış, şimdiye dek kendisini yalnızca bir siyasi yapıyı yıkıp
yerine yenisini getirmekle sınırlandırmış ve böylece sözde dev­
rimci devleti yaratmaya çalışmıştı. Halkı kurtarabilecek tek dev­
rim tüm devlet sistemini kökünden söküp atan ve Rusya' daki tüm
rejimin ve sınıfların tüm devlet geleneklerinin kökünü kazıyacak
olan devrimdir.116

Ne var ki, halk ancak seçkin devrimcilere layık olduktan son­


ra saygın yerini alabilecektir yeni düzende. Bunun için devrimci
diktatoryanın "acımasız yıkım"ından ve (devrimci) kılıçtan ge­
çirilip adam edilmesi gerekmektedir. Vaatler sonraki kuşaklara
yöneliktir:
topluluğumuzun halka hiçbir örgütlenmeyi yukarıdan dayat­
ma tasarısı yoktur. Her türlü gelecek örgütlenmesi hiç kuşkusuz
halkımızın hareketinin ve yaşamın içinde biçimlenecektir, ancak
bu daha çok gelecek kuşaklar için bir görevdir. Bizim görevimiz
yıkımdır; korkunç, tam, evrensel ve acımasız bir yıkım.117

Şimdilik, eylemden "geri durmayanlar" ve halkın kaymak taba-


kası "haydutlar"la el ele tutuşulacaktır:
Bundan dolayı, halka yaklaşırken, herkesten çok günlük yaşamın,
Moskova' da devlet iktidarının daha ilk kurulduğu günden beri,
yalnızca sözlerde değil eylemde de, devletle doğrudan veya do­
laylı bağlantısı olau her şeye karşı, soyluluğa karşı, bürokrasiye
karşı, papazlara karşı, esnaflar loncasının dünyasına karşı ve eli
sıkı köylü vurguncularına karşı protest davranmaktan geri dur-

1 16 Agy.
1 17 Agy.
Marksizm öncesi Komünizm ı 119
mayan öğeleriyle ellerimizi birleştirelim. Ve Rusya' daki biricik
hakiki devrimciler olan cesur haydutlar dünyasıyla da ellerimizi
birleştirmeliyiz. 118

Tarlaya yıkım ve nefret tohumları atılacak, günün birinde bu


tohumlar sevgi çiçekleri açacaktır. Ama önce tarlayı sürmek gere­
kecektir: "Bu dünyayı tek bir yenilmez ve tümüyle yıkıcı kuvvetle
örmek - tüm örgütümüzün, komplomuzun ve görevimizin amacı
budur. 1 19
Bu "devrimci gericilik"in geleceğe ilişkin projesi ve toplumsal
modeli de elbette vahşi ve gericidir. Uzun uzadıya anlatmak elbette
gereksiz. Kısacası, yinelersek, bütün özel mülkiyetin kamuya dev­
redilmesi sonrasında ortak yemekhane ve yatakhaneler yapılacak,
oluşturulacak işçi birliklerine katılmayanlar, "yaşam gereksinim­
lerinden mahrum bırakılarak çalışmak ya da ölüm arasında seçim
yapacak"tı. En tepedeki Komite her şeyi kontrol altında tutacaktı.
Yeryüzü cenneti böyle olacaktı!
Devrimcinin ilmihali olarak bilinen bu metne ilişkin Marx ve
Engels'in ilk yorumları şöyledir: "Bu büyük eseri eleştirmek, ko­
mikliğini azaltmak olur."120
Neçayev'in İsviçre' deyken oluşturduğu son programındaysa iki
nokta öne çıkar.
Birincisi, kaba komünizmin klasik "seçkinler diktası":
Devrimci parti, yeni sosyal sistemin bütün altyapısını döşemek
zorundadır ve sadece eskiye dönüş kesin olarak olanaksız hal� gel­
diğinde parti seçim izni verecektir. . .

Devrimci partinin, özel mülkiyetin kaldırılması (toprak ve fab­


rika gibi üretim araçlarının devletleştirilmesi) gibi sosyal prensip­
lerine karşı olanların kurucu meclise aday olmalarına izin veril­
meyeceği de ayrıca vurgulanır programda.

1 18 Agy.
1 19 Agy.
120 MECW Electric, C. 23, s. 448.
120 ı Anti-Marksist Devrimcilik

İkinci noktaysa, herhalde o zamanlar Marx ve Engels'in de tüy­


lerini diken diken etmiş olan "büyük Rusya" hayalinin devrimci
retorikle dile getirilmesidir:
Devrimci Slav ırkının davasına öncülük edersek . . . kardeş halkla­
rın ihtişamlı Slav birliğinde birleşmelerini [sağlarız] . . . özgürlük,
eşitlik ve dayanışma güneşinin ışığıyla aydınlanmış Büyük Slav
ırkının, Avrupa halkları arasındaki onurlu yerini alacağı ve büyük
tarihsel misyonunu yerine getireceği gün bir an önce gelsin.121

Bu yazıya bir de not düşülür, saçmalığa bir felsefi-teorik özel­


lik ve saygınlık kazandırma sahtekarlığı olarak: "Ana tezlerimizin
teorik gelişiminin tamamını görmek isteyenler, yayımladığımız şu
metinde bulabilirler: Komünist Parti Manifestosu."122
Hileyle devrimcilik işte böyle harmanlanmaktaydı bu türden
zihniyetlerde.
Neçayev, hakkında örgütüne üye bir öğrenciyi öldürmekten
dava açılınca İsviçre'ye kaçtı ve yargılama sonucunda Sibirya' da
20 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Neçayev Avrupa' dayken, Bakunin'in önerisiyle Komünist
Manifesto'nun ve Kapital'in Rusçaya tercüme edilmeleri girişimin­
de yer aldı, bazı parasal konular ortaya çıktı, bu konularla ilgili
tehdit ve şantajlara karıştı. Sonunda Manifesto Rusya' da yazar ya
da örgüt adı belirtilmeksizin, tarihsiz olarak ve Marx ile Engels'in
haberi dahi olmadan basıldı.
Marx ve Engels, Bakunin'in örgütten atılma sürecinde, Birinci
Enternasyonal'e Neçayev'in Avrupa'daki siyasal etkinlikleri konu­
sunda bilgi sundular. Neçayev'in Cenevre'deki etkinliklerine iliş­
kin şöyle yazmaktaydılar:
Neçayev Cenevre'ye geldiğinde, Bakunin onunla bir araya gelip
Rusya'da öğrenciler arasında gizli bir dernek kurdu. Gerçek kimli­
ğini hep çeşitli 'devrimci komite' adları arasında gizleyerek Cagli-

1 2 1 Woodward Mc Clellan, "Nechaevshchina: An Unknown Chapter", Slavic Review, C.


32, No. 3, 1973, s. 553; https://www.jstor.org/stable/2495409
122 MECW Electric, C. 23, s. 543.
Marksizm öncesi Komünizm 1 121
ostro zamanından kalma hilelere ve aldatmacalara dayanan otokra­
tik bir güç elde etmeye çalıştı. Bu derneğin başvurduğu propaganda
yolu, masum insanlara Cenevre' den üstünde Rusça 'gizli devrimci
komite' yazılı sarı zarflar içerisinde mektuplar göndererek onları
Rus polisinin karşısında zor durumda bırakmaktan ibaretti.1 23

Bu konuda Marx ve Engels, devrimci ilkeleri uyarınca, çok du­


yarlıydılar. Bir başka raporlarında bu türden kışkırtmaları şöyle
mahkum ediyorlardı:
[Bakunin'le Neçayev'in gizli devrimci örgütler adına gönderdikle­
ri] propaganda materyalleri . . . masum insanları Rus polisi nezdin­
de suçlu durumuna düşürüyordu. Rusya'ya 'Üçüncü Şube'nin
bilgisi olmaksızın mektup, bildiri ve hele telgraf gönderemeyecek­
lerini biliyorlardı. Bunun başkalarını gammazlamak dışında bir
amacı olamazdı. Güzel Cenevre kentinde hiç risk almayan bu iki
korkağın hileleri, pek çok insanın tevkif edilmesiyle sonuçlandı. 124

Marx ve Engels, Bakunin'in Enternasyonal adını "istismar et­


mesinden, kendi kişisel politik manevraları için kötüye kullanma­
sından da şikayetçiydiler.125 Belirttiklerine göre, Neçayev, üzerinde
Bakunin'in imzası bulunan 12 Mayıs 1869 tarihli sahte bir görev
kağıdı kullanmıştı: "Bu belge sahibi, Dünya Devrimci İttifakı'nın
Rusya Şubesi görevlendirilmiş temsilcilerindendir."126 Bunun üze­
rine Enternasyonal, 17-23 Eylül 1871 tarihli bildirisinde, "Neçayev
hiçbir zaman Uluslararası Emekçiler Birliği'nin temsilcisi olma­
mıştır; Brüksel' de bir şube kurduğu ve şube tarafından görevli ola­
rak Cenevre'ye gönderildiği yönündeki beyanları yalandır; ve aynı
şahıs Uluslararası Emekçiler Birliği'nin adını Rusya' da insanları
aldatmak ve kurbanlar yaratmak için sahtekarca kullanmıştır,"
diye açıklama yapmak zorunda kalmıştı. 1 27

1 23 Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar,C. 2, çev. Sevim Belli, Alaattin Bilgi, Güneş Özdural,
Ahmet Kardam, Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara, 1 977, s. 305.
1 24 MECW Electric, C. 23, s. 527.
125 Age., s. 89-90.
126 Age., s. 5 1 5.
127 Age., s. 23.
122 1 Anti-Marksist Devrimcilik

Neçayev 1872 yılı ortalarında İsviçre' de tutuklandı ve Rusya'ya


iade edildi. Orada da, 1882' de, çok kötü koşullarda tutulduğu ha­
pishanede 35 yaşında öldü.
Neçayev en azından, savaştığı zalimlere karşı sonuna kadar dik
durdu. Ne var ki, 20. yüzyılda onu örnek almak, altı ve içi boş,
geleceği olmayan bir "devrimcilik", daha doğrusu çürük temellere
dayalı, idealist-oportünist, nihilist, çoklukla da rant devşirmeye
yönelik kurnazlık, kuşkusuz anti-Marksist bencil bir provokatif
tavır ya da heveskar-gösterişli sahtelik olmaya mahkumdur.
Bu durumda haklı yerde durmak tek başına fazla bir anlam ta­
şımaz ama ilkel devrimciliğin en radikal uçlarından biri olarak
Neçayevizm, Batı'nın refah toplumlarından emperyalizme bağımlı
ülkelere, oldukça popüler olmuştur.
Daha yakınlarda, Kara Panterler, Kızıl Tugaylar, Weather Underg­
round ve Symbioneses Kurtuluş Ordusu gibi gruplar, devrimci
dava adına Neçayev'in yöntemlerini (ayrım gözetmeyen terör
ve araçların amaçlara bağımlı kılınması dahil) kullanmışlardır.
Symbioneses Kurtuluş Ordusu [tarafından] Kaliforniya, Oak­
land'daki okul müdürlerine suikastler yapmakla (siyanüre batı­
rılmış mermiler kullanarak) görevlendirilen kimi üyeler 'şiddete
bağlılığı ve bencil liderlerin gizli kararlar almakta ısrar etmesi'
yüzünden örgütten kopmuştu. Kara Panter grubunun 1969' da
New Haven'de muhbir olduğu iddia edilen birini bıçaklaması, Ja­
ponya'daki Birleşik Kızıl Ordu liderinin 'devrimci disiplin'i çiğ­
nedikleri gerekçesiyle on dört grup üyesini öldürtmesi yansımalar
olarak görülebilir. 1970'lerde İtalya' daki Kızıl Tugaylar'ın liderle­
rinden Renato Curcio da Anahtar Kitap'ı onaylayarak, devrimci
örgütünü Neçayev'inkine göre modellendiriyordu. 12 8

Özellikle Kara Panterler'in "efsanevi" lideri Eldridge Cleaver'in


serencamı bu konuda anlamlı bir örnek oluşturuyor. Yaşamını an­
lattığı kitabında Cleaver, Marx'ı ve Lenin'i pek anlamadığını be­
lirttikten sonra, Neçayevizmle ilişkisini şöyle anlatıyor:

1 28 "Rus Devrimci Hareketi; Neçayev Örneği"; https://komunizminguncelligi.


wordpress.com/2015/06/04/rus-devrimci-hareketi-necayev-ornegi/
Marksizm Öncesi Komünizm ı 123
Machiavelli'nin kimi öğütleriyle birlikte, ilkelerini davranışla­
rıma yansıtmaya çalıştığım Bakunin ve Neçayev'in Devrimcinin
llm ihali ne aşık oldum. İlmihali kendi incilim olarak kabul et­
'

tim ı29
. . .

Cleaver, bir cinayetle ilgili olarak tutuklanıp sonra da kefalet­


le bırakılınca 1968 yılında Küba'ya kaçtı. Daha sonra Cezayir'e
geçti. Kuzey Kore ile ilişkiler geliştirdi, gerilla savaşını savundu
ve 1972'de Paris'e geçti. Cleaver orada dini keşfetti, modacılıkla
uğraştı, 1977'de de Amerika'ya geri döndü. Hollywood'da Cleaver
pantolonlarını sattığı bir yer açtı. Sonunda da sıkı bir muhafazakar
olarak Cumhuriyetçi Parti'ye üye oldu, Senato seçimlerinde bu
partiden aday oldu ama seçilemedi. Bu arada esrar ve kokain ko­
'
nusunda başı polisle belaya girdi, arada gözaltına alındı, giderek
sağlığı kaybetti ve 1998'de öldü.
Kara Panterler'in "efsanevi" liderinin serencamı hazindir ama
şaşırtıcı değildir. Kim bilir, belki de hayatının farklı görünen dö­
nemleri arasında özsel çelişki de yoktu. Genelde zora düşünce bu
işlerin sonu böyle olur. Zora düşmeyenler, güvenceli zırhları içinde
kendilerini korumaya almış olanlarsa, kışkırttıklarının omuzları­
na yükledikleri yükün getirisiyle rant oyunlarını oynamayı sürdü­
rürler. İlkel devrimciliğin tunç yasası böyle işler.

129 Eldridge Cleaver, Soul On lce, New York, Deli Publishing Co., 1968, s. 12.
v

MARKSİST H A R E K ET E SIZMA

Ham komünist zihniyet ve ona bağlı anti-Marksist yontulma­


mış devrimcilik önce zamana yenik düşmeye, yıkmaya kalkıştı­
ğı kapitalist dinamikler karşısında zemin kaybetmeye başladı.
Yasalarını tam çözemedikleri kapitalizm geliştikçe bunları do­
ğuran koşullar da değişmeye başladı. Örneğin, zanaatkarların
ve benzerlerinin proleterleşme süreci -ki bu zihniyeti oluşturan
dinamiklerin başında gelmekteydi- değişti, tamamlandı önemli
ölçüde. Makineleşmeye tepkiler kırılıyor, işçileşmenin başlangı­
cındaki aşırı sömürü, yoksulluk, çıplak zor üretimi ve verimliliği
de baltaladığı için daha tahammül edilir sınırlara çekiliyor, çocuk­
kadın emeğine ilişkin ilk dönemlerdeki azgınlık törpüleniyordu.
Ama buna karşılık, bu türden tepkileri ve sosyal tabanı doğu­
ran, yeniden üreten pek çok yeni koşul ekleniyordu zaten bütü­
nüyle yok olmamış ilk zorluklara. Geri çekilme, maddi zeminin ve
bunun üzerinde yükselen öznel tepki ve arayışların tümüyle orta­
dan kalkmasından değil, muhalif düşüncelerin Marksist doktrine,
tepkili sınıf ve kesim mensuplarının da Marksist hareket ve yapı­
lanmalara kaymasıyla dayatılmış oluyordu. Proletarya bilimle mü­
cehhez olarak ete kemiğe bürünüp hayatın gidişatına damgasını
vurmaya başladıkça, bu ırmaklar Marksizm okyanusuna akmaya
başladılar. Asıl yeni değişim ve gelişim buydu.
Bu durumda ilkel komünist harekette bir sönümlenme, sesini
duyuramama, hareket alanı ve imkanını yitirme, tabanını kaybet­
me olgusu ortaya çıkmaya başladı. İdeologlarının, militanlarının o
Marksist Harekete Sızma ı 125
gem vurulmaz saldırgan çığırtkanlığına rağmen Marksizmin he­
gemonik ağırlığı altında tıknefes kaldı bu tip yapılanmalar.
Bu zihniyet ve ona bağlı eylemcilik, sosyalist düşünce ve hare­
ket tarihinde aşılmaya mahkum "kısa bir araf" gibi olabilirdi ama
öyle olmadı; araf uzun sürdü ve sakinlerinin önemli bölümü kur­
tuluş mekanına değil, tarih dışına düşüşlerinin ilk dönemlerinde
bilimsel sosyalizme direnerek ters yöndeki kanallara aktılar.
Anti-Marksist devrimcilerin Marx ve Engels ile onların az sa­
yıdaki taraftarına karşı can havliyle başlattıkları saldırgan direniş
1850'lerde, 1848 kalkışmalarının yenilgisinin verdiği hırçınlıkla
yükselmeye başladı. Örneğin, 1849 seçimleri öncesinde Prusya
açık diktatörlükle liberal-demokratik rejim arasında kalmışken,
Marx'ın, işçileri, olası kazanımları ve devrimci imkanlara açılabi­
lecek gelişmeleri kollayan, gerçekleri dikkate alan tavrı karşısında
sabırsız ve toplumsal realiteden kopuk devrimci eylemcilerden biri,
yüzüne karşı bağırarak onu, işçileri "ortaçağların cehennemi"nden
alıp "sermayenin çökmekte olan yönetimine gönüllü olarak" it­
meye çalışan bir düşman olarak suçluyordu. Bu akımların keskin
devrimcileri Londra'da bir yemekli toplantıda karşılaştıkları Marx
yanlılarını dışarı atıp onları, "Casuslar!" ve (daha önce göçmen­
lerin saldırmış olduğu Avusturyalı gerici generalin adını anarak)
"Haynau, Haynau!" diye haykırarak dövmüşlerdi. Böylece Marx
ile Engels'e kinlerini kusan saldırganların yaraladığı adamlar­
dan Pieper gece yarısı kendini Marx'ın evine atarak kurtulmuş­
tu. 1851' de anti-Marksist komünistlerin etkisi altındaki işçi göç­
menler arasında yayılan ve sempatiyle karşılanan söylentiye göre,
Almanya' da iktidara gelmesi beklenen devrimci hükümetin ilk işi,
"Marx'ı duvar dibinde kurşuna dizmek" olacaktı. Bu türden "ko­
münist devrimciler" benzer küfür ve tehditlerini, evlerine girip o
sırada küçük çocuğunu kaybetmenin acısıyla yaşayan ve yoksul­
luğun pençesinde kıvranan Marx'ın karısının önünde bile tekrar­
lama cüretine sahiptiler. Bu arada bunların liderlerinden Prusyalı
subay August Willich ise, gördüğü devrim düşlerinin heyecanıyla
hazırladığı bir hükümet programında şöyle yazıyordu:
126 1 Anti-Marksist Devrimcilik

Yurttaş Karl Marx 48 saat içinde Köln' de hazır bulunacak ve mali­


ye ile sosyal reform yönetimini üstlenecektir. . . . bu emre itaatsiz­
lik, herhangi bir direniş veya karşı çıkma çabası ile uygun olmayan
alaylar ölümle cezalandırılacaktır.

Marx ile Engels 1850'lerin ilk döneminde Londra' da devrimci


göçmenler arasında tam bir "tecrit içinde" yaşamak zorunda kal­
mışlardı. Silahlı eylemlerle kısa sürede iktidarı alıp komünizmi
inşa edeceklerini iddia eden anti-Marksist devrimci komünistle­
rin ve keskin politik göçmenlerin (büyük çoğunluğu onların etkisi
altındaydı) gözünde, henüz bir küfür olarak icat edilmemiş "bur­
juvazinin hizmetine koşulmuş reformist ve revizyonist hainler"
yerine, "devrim kaçkını enteller" olarak mahkum edilmişlerdi.
Marx, komünist hareket içindeki hasımlarının saldırılarından o
kadar bezmişti ki, 1853'ün Ekim ayında Engels'e şöyle yazıyordu:
İlk fırsatta hiçbir partiyle ilgim olmadığını belirten bir açıklama
yapmayı düşünüyorum. Artık örgüt bahanesiyle, her parti üyesi
dangalak tarafından hakarete uğramayı kabul etmeye niyetim yok.

Anti-Marksist komünistler ultra sol ajitasyon eşliğindeki dev­


rim projeleriyle işçileri boş yere ölüme sürerken ve Alman gerici­
liği ülkeyi ele geçirirken, olacakları görüp uyarılarını yaptığı için
lanetlenen sürgündeki Marx da binbir cefa içinde British Museum
kütüphanesinde Kapital'i yazmak için göz nuru ve alınteri dökü­
yordu. Bu arada "dangalaklar" da kışkırtıcı retorik ve eylemlerle
akıntıya karşı kürek çekmekle kalmıyor, işçi ve emekçileri boğma­
ya yönelmiş dalgalara sürekli yeni kanallar açıyorlardı. 1 Sonunda,
1850'lerin sonunda Weydeyemer'e yazdığı bir mektupta belirttiği
gibi, onu işçilerden de koparmayı başarmışlardı:
Bana karşı araç olarak kullanılmalarına izin veren serserilerin
kirli numaralarından çektiklerim yüzünden artık örgütlü birlik­
lerden uzak duruyorum . . . ve tamamıyla kendi çalışma odama ka-

Bu örnekler ve Marx'ın Kapital'i yazdığı dönemde anti-Marksist devrimcilerin


çeşitli saldırılarına maruz kaldığı Londra' daki acılarla dolu hayatı için bkz.
Jonathan Sperber, age., s. 237-291.
Marksist Harekete Sızma j 127
pandım. Bir araya geldiğim işçiler sadece ekonomi politik üzerine
özel seminerler verdiğim seçilmiş 20-30 kişiden ibaret.2

Gördüğümüz gibi, ultra keskin devrimcilik, işi Marx'ı öldürme


planları yapmaya kadar götürecekti. Bütün bu hengamede Marx'ın
suçu, gerçeklerden kopmayı reddetmesi ve işçilerin, iyi niyetli dev­
rimcilerin, saf emekçilerin sonuçta gericiliğe yarayacak maceralar­
la ölüme sürülmelerine karşı çıkması, proletaryanın kendi iktida­
rına hazırlanması çalışmalarına vurgu yapmasıydı. Marx, Köln' de
yayımladığı ve parasızlıktan, baskılardan, boykotlardan ötürü
sürdüremediği gazetesi Neue Rheinische Zeitung'un son sayısında­
ki yazısında gerçekleri dile getirerek suç işlemeyi ve gelecek kuşak­
lara çıkardığı dersleri aktarmayı sürdürecekti. "Burjuvazinin üre­
tici güçlerinin gelişmesi"nin yarattığı "genel refah" artışı dönem­
lerinde, "gerçek bir devrimin lafı bile edilemez", diye yazmaktaydı
Marx. Devrim ancak "modern üretici güçlerle üretimin burjuva
formunun çatışması"yla mümkün olabilirdi. "Burjuva gelişimini
durdurmaya yönelik girişimler" de, ona ilişkin "ahlaki tepkiler"
de çare değildi. Krizler devrimin ebesiydi. Proletaryayı devrim ve
iktidara hazırlama görevi, eylem fetişizmi ve sorumsuz maceracı
girişimlerle sabote edilmemeliydi. 3
Bu zorluklar içinde gazetede işçiler, ücretlerinin ödenmesinde
aksaklıklar ortaya çıkınca, 1848' de Maliye Bakanlığı da yapmış
banker David Ludwig Hansemann'ın o zamanlar ünlenmiş, "Konu
para olunca, iyi niyetli duygular biter" sözünü büyük bir pankar­
ta yazıp baskı odasına asmış ve grev tehdidinde bulunmuşlardı.4
Kuşkusuz eve ekmek götürmek zorunda olan işçiler haksız değil­
lerdi ama eylemlerinde bir liberal bankerin sözlerinin seçilmesi
Marx'ı incitmiş olmalıydı.
Marx, ham komünizmle mücadele içindeyken, "profesyonel
komplocular" olarak nitelediği bu düzen karşıtı devrimcileri ikiye

2 Christina Lattek, age., s. 173.


3 Age., s. 64.
4 Sperber, age., s. 233.
128 1 Anri-Marksist Devrimcilik

ayırıyordu. Birinciler, başka bir işte de çalışıp örgütün toplantıla­


rına katılan ve liderlerinden gelecek çağrıları hazırolda bekleyen­
lerdi. İkincilerse, tam zamanlı olup geçimlerini de örgütten sağ­
layan profesyonellerdi. Marx bunları, işçilerle liderleri arasında,
zaman zaman önderlik kurumuna da geçiş yapabilen "ara tabaka"
devrimciler olarak tanımlıyor ve şöyle devam ediyordu:
Eyleme her an hazırdır. Paris'teki her isyanda sergilenen çaresiz
gözü karalık esas olarak hep bu deneyimli profesyonel devrimci­
ler tarafından, bu cesur akıncılarca gerçekleştirilir. İlk barikat­
ları kuran ve onlara komuta edenler, direnişi örgütleyenler, silah
dükkanlarının yağmalanmasına, evlerdeki sila�lara ve mühim­
mata el koyulmasına önderlik edenler ve ayaklanmalarda iktidar
partisini sersemleten cüretkar baskınları gerçekleştirenler onlar­
dır. Kısacası, onlar isyanların kurmaylarıdırlar.
Bu komplocuların kendilerini devrimci proletaryanın genel ör­
gütlenmesiyle sınırlamadıklarını eklemeye gerek yok. Devrimci
gelişim sürecini öngörmek, onu suni olarak krize itmek, koşul­
ları oluşmamışken ha deyince devrim yapmak tam onların işidir.
Onlar için devrim yapmanın tek koşulu, kendi hazırlıklarının
yeterli olmasıdır. Onlar devrimin simyacılarıdır ve tıpkı eski sim­
yacıların düşünce dağınıklığı ve bağnaz saplantılarıyla biçim­
lendirilmişlerdir. Devrimci mucizeler yaratacakları varsayılan
icatlara hemen atlarlar; yangın bombaları, sihirli etkileri olan
yıkıcı cihazlar, temelleri ne denli irrasyonelse o ölçüde mucize­
vi ve şaşırtıcı olması beklenen isyanlar. Böylesi dolaplarla meş­
gul olduklarından, mevcut hükümeti acilen devirmekten başka
amaçları yoktur ve proletaryanın kendi sınıf çıkarları konusunda
teorik bakımdan daha fazla aydınlatılmasını en şiddetli biçimde
hor görürler. ...
Bu komplocuların yaşam tarzlarının temel özelliği, tam da hırsız­
lar ya da fahişelerin ilişkisine benzer ilişki kurmuş oldukları po­
lisle mücadeledir. Polis onlara müsamaha gösterir, ve salt zorunlu
bir bela oldukları için değil; onlara, Fransa' da polisin neredeyse
kendisi kadar gerekli bir yönetme aracı olan toplumdaki isyan
kalpazanlarının en şedit unsurlarının buluştuğu ve kolay izleye-
Marksist Harekete Sızma ı 129
bilecekleri ve nihayet kendi politik ispiyoncularını devşirecekleri
merkezler oldukları için müsamaha gösterir. ...
Paris proletaryasının kendisi bir parti olarak öne çıktığı ölçü­
de, bu komplocular hegemon etkilerinin bir kısmını kaybettiler,
dağıldılar ve amaçları hemen isyana kalkışmak değil de prole­
taryanın örgütlenmesi ve gelişmesi olan gizli proleter cemiyetler
şahsında tehlikeli bir rekabetle karşı karşıya geldiler. ... Şubat dev­
riminde, devrimci proletarya içinde komünistler büyük farkla en
güçlü parti grubuydu. Komplocular, işçiler üzerindeki etkilerini
yitirmemek için ... bu eğilime rıza ve sosyalist ya da komünist dü­
şüncelere uyum göstermek zorunda kaldılar. 5

Evet, Marx'ın saptadığı gibi, bu isyankarlar önce yeni ortaya


çıkmaya başlayan ve giderek güçlenen ham komünizmde politik­
ideolojik çatılarını buldular. Ham komünizmin yontulmamış dev­
rimciliğinin kökenleri buradaydı. Ham/kaba komünizmle yon­
tulmamış devrimcilik, aralarındaki çekim gücüyle böyle birleşti,
tabiri caizse tencere kapak birbirini bulmuş oldu.
Ardından da, zaman içinde, bu unsurlar ve zihniyet, Marksizm
karşısında yenilgiye uğrayan ham komünizmden çıkıp Marksist
komünizmin içine girdi. Böylece onu çarpıtmaya, bozmaya, yer
yer çürütmeye gidişin ilk aşaması başladı.
Sonrasında da, onun karşısında tutunamayan Marksizm dışı
devrimcilik, iflas bayrağı çektiği sanılan ilkel komünist zihniyet,
yenemediği Marksizmi içten içe kemiren bir intikam virüsüne
dönüştü. Anti-Marksist devrimciliğin ilkel komünizm zihniyeti,
tabiri caizse, bükemediği eli öperek, Marksist hegemonik çatı al­
tında yer aramaya başladı.
Marksizmin komünist düşünce, proje ve hareketteki kesin he­
gemonyası sonrasında, onunla kıyasıya rekabet içinde yıkıcı ve
Marksizme kin bağlayan bir karakter edinen bu zihniyet yine de
bütünüyle eriyip yok olmadı. Yok olmadı ve günümüze kadar gel­
di, çünkü onu yaratan koşullar, yenilerinin de sürekli eklenmesiyle
birlikte bu aşamada da hiçbir zaman, hiçbir yerde bütünüyle orta-
5 MWCW Electric, C. 10, s.318-320.
130 ı A n ı -Marksist Devrimcilik

dr.n kalkmadı, aksine farklı faktörlerce hep yeniden üretildi. Artık


ı,erici bir konuma düşmesine karşın, dünyanın pek çok yerinde,
sömürgecilik-emperyalizm koşullarındaki çarpık kapitalist geliş­
meye koşut olarak ve tekrarlanan kapitalist krizlerle birlikte, bu
zihniyet ve tabanı yaşamlarını sürdürme imkanı buldu. Zihniyeti
yeniden üreten koşulların varlığında toplumsal taban ve bunlar­
dan beslenen ideologlar, politikacılar, eylemciler, derin bir korna
durumunda da olsa, beklemede kaldılar. Başka bir biçimde ifade
etmek gerekirse, iflas etmiş erken devrimci komünist projeler, ya­
şamın somut ve gerçekten devrimci teorisi olan Marksizm karşı­
sında konumlanıştan, gözlerden ırak bir karanlığın boşluğuna
düştüler ama bu uzun kış uykusunda da belleklerden, zihinlerden
silinmediler. Kapitalizm ve sömürgecilik, değişik yer ve dönemler­
de, mekan ve zamana özgü mekanizmalarla hep kan taşıdı orga­
nizmaya; bir anlamda besledi, hatta kışkırttı bu Marksizm dışı ko­
münist projeleri ve anti-Marksist devrimci dinamiği. Ölen teoriler
ile yaşayan nesnel sosyoekonomik dinamikler, toplumsal vicdan,
insani-sınıfsal öfke, direniş ve isyanın öznel itkileri arasındaki bağ
böylece hep diri kaldı.
Bu yeniden doğuş, belirtildiği gibi, öncelikle onu hep yeniden
üreten koşulların varlığının sonucuydu. Bu sızmayı kaçınılmaz kı­
lan, hızlandıran, kolaylaştıran fırsatların başında da 1917 Büyük
Ekim Devrimi'ni saymak gerekir. Bolşevik Devrimi, nesnel olarak
bu zihniyete alan ve imkan yarattı, canlanma fırsatı sundu, cesaret
verdi.
Yinelemek gerek: Bu bir kendinden menkul yaşam direncinin
sonucu değildi, kapitalizme ve emperyalizme özgü yıkıcı ve çürü­
tücü koşulların yeniden üretilmesinin, Marksist devrimin bütün
ezilenlere, öfkeli çaresizlere, isyankarlara, müştekilere, muhalifle­
re açtığı kucağın, sağladığı koruyucu sığınağın kötü niyetli istis­
marıydı, parazit bir yaşam tarzıyla kendisini yeniden üretmenin
kurnazlığıydı. Yediveren kızıl güle, zehirli bal üreten arılar musal­
lat oldu bir bakıma.
Marksist Harekete Sızma ı 131
Daha sonraları, proletaryanın gelişmediği sömürgelerde
ulusalcı kurtuluş hareketleriyle komünistliğin (önder kadrolar
aracılığıyla) neredeyse özdeşleşmesi ortaya çıktı. Sömürgecilik­
emperyalizm karşıtlığı, halkçı radikalizm, milli devrimcilik,
Sosyalist Blok ile yakın ilişkiler ihtiyacı, ittifaklar vb. nedenlerle
gelişen bu iç içe geçişin yarattığı teorik-pratik karmaşada, ham ko­
münizmin yontulmamış devrimciliği yeni alanlar ve imkanlar bul­
du. Marksist iddialı rejimlerin kurulduğu ülkelerin listesi, ulusal
bağımsızlığın öne çıktığı ve kapitalizmin, dolayısıyla proletarya­
nın gelişmediği yerleri göstermektedir: Afganistan, Angola, Benin,
Çin, Etiyopya, Gine-Bissau, Kamboçya, Kongo, Kuzey Kore, Küba,
Laos, Moğolistan, Mozambik, Rusya, Somali, Vietnam, Yemen.6
Esas olarak ileri kapitalizmin teorisi olan Marksizmin preka­
pitalist formasyonlarla iç içe geçmiş geri kapitalizme uyarlanması
zorunluluğu, teori ve pratikte yaratıcı zenginliği geliştirdi ama bu
arada, yine teori ve pratikte yabancı unsurlara geçit veren yeni ge­
dikler de açılmış oldu.
Ham komünist zihniyet zamanla bünyeyi sarmaya başlayacak­
tı. Marksizm, daha doğrusu Marksist-proleter hareket ve örgüt­
lenmeler içeriden fethedilecek, yüreğinden vurulacak, beyninden
tutsak alınacaktı.
Özetlersek; 20. yüzyılda Birinci Paylaşım Savaşı'yla birlikte
2. Enternasyonal sosyal demokrasisinin sağa savrularak devrim­
ci anlam ve meşruiyetini yitirmesi, Bolşevik Devrimi, Üçüncü
Enternasyonal'in yaygın örgütlenmesi, kısacası Marksizm­
Leninjzmin sıçrayışıyla anti-Marksist devrimcilik de yeniden
hortladı ve "muzaffer Marksizm-Leninizm" kisvesi altında hemen
her yerde hareket içine sızmaya başladı. Farklı coğrafyalarda, be­
lirli döl).emlerde, belirli hareket ve yapılanmalar içinde oldukça
etkin, hatta zaman zaman belirleyici konuma yükselebildi. Onları
besleyen unsurlar pek çok yerde bulunmaktaydı. Devrim olan yer­
lerde önceleri, ütopik beklentilerin ya da geçişin zorlukları kışkırt-

6 Listeyi aldığım kaynak; David Walker ve Daniel Gray, age., s. xxxii.


132
J
Anti-Marksisr Devrimcilik

malar için uygun zemin oluşturabiliyordu. Kapitalist ülkelerde sö­


mürü ve tekelci sistem geliştikçe belirli sınıf ve katmanların çözül­
mesi, devrim korkusuyla baskıların artması, bunun da yol açtığı
yoksulluk, yoksunluk ve çaresiz öfke ham komünist sapmalara ve
kışkırtmalara alan açıyor, Marksizm maskesi ve keskin devrimci
ajitasyon insanları etkiliyordu. Sömürgeci boyunduruk altındaki
ülkelerdeki çarpık gelişme, proletaryanın olgun bir sınıf olarak
henüz ortada olmadığı koşullarda, köylü, zanaatkar ve küçük bur­
juvalar arasında bu tür komünizme uygun ortam yaratıyordu.
Sağ sapmalar, revizyonizmle reformizmin proleter hareketi
felç etmesi, ortaya çıkan seçeneksizlik, Devrimler Çağı'nın pom­
palanmış beklentileri sabırsızlıkları kaşıyor, iradi müdahalelerle
hemen devrim aceleciliğine prim verilmesini getiriyordu. Pek çok
yerde teoriden yoksun eylemlilik kendi başına proleter devrimci­
liğin göstergesi olmuş, Marksist-Leninist kimlikle neredeyse öz­
deşleşmişti. Küçük burjuva radikalizmi, kaba komünizmin temel
beslenme alanı, kendini üretme çiftliği, yasak meyvenin hasat
tarlası olmuştu. Milyonların acımasız baskı ve sömürü çarkların­
da öğütülmesiyle sabır taşı çatlamış, işçi hareketine, uykusundan
uyanmış ütopik/ham komünizmin zehirleyici lekeleri musallat
olmaya başlamıştı. Anti-Marksist devrimcilik iyi niyetli ve hak­
lı tepkileri, devrimci enerjiyi, kalkışma için yapıcı mecrası yerine
yıkıcı, provokatif, saptırıcı kanallara yönlendiriyordu; bu anlamda
Marksizm-Leninizm dışıydı, tarih dışıydı, geleceğe değil, eskinin
canlandırılmasına yönelmişti. Proletarya da, tarihi misyonuyla
birlikte, "ezilenler, halklar, gençlik, öncü müfrezeler, zinde kuv­
vetler" gibi sosyal kategorilerin ve çeşitli zihni "devrim/kurtuluş"
projelerinin labirentlerinde, yeni keşfedilmiş değişim/devrim taşı­
yıcılarının icadı içinde eritiliyordu. Tarihi düşlerle harekete geçir­
mek, iradeyle itmek, bireysel kahramanlıklarla değiştirmek moda
ya da geçer akçe olmuştu.
Zihniyet ve aktörler, çeşitli kılık ve kılıflar altında, çeşitli bi­
çimlerde, çeşitli kanallardan Marksist-Leninist hareket ile yapı-
Marksist Harekete Sızma ı 133
!anmalara sızıp yerleşince; öfke, talep ve beklentileri biçimlendir­
me, yönlendirme, kullanma imkanlarını buldular. Bazen perde
arkasında, bazen önlerde hareket serbestisi kazandılar. Belirli dö­
nemlerde ve coğrafyalarda belirleyici olma şans�nı bile yakaladık­
ları oldu. Marksizm-Leninizmin hegemonyasını içten çökertmede
yer yer başarılı oldular. Arka plandaki Marksizm-Leninizm iddialı
örgüt ve devletlerdeki yetersizlikler, hatalar, çürütücü kısırlık ile
reformizm-revizyonizm eğilimleri karşısında bu zihniyetin ideo­
loglarının keskin söylemi ve militanlarının gözü pek direngenliği,
"devrimci" ruhu ve ataklığı harekete saygınlık kazandırdı, alan
açtı. Bilimdışı olan bilimsel olanı temsil eder, onu tanımlar oldu.
Bu arada, yer yer Marksizm içi sol çocukluk hastalığıyla, dogma­
tizmin fanatizmiyle de buluştu; karşılıklı etkileşim içinde birbirle­
rini beslediler, yeniden ürettiler.
Reel sosyalizmin belirli dönemlerinde de bu zihniyet kendini
belli etmeden belirli biçimlerde hükmünü icra etme fırsatları bul­
du. Bürokrasinin özel mülkiyet yöneliminde, yığınların ideolojik/
politik istismarında ve artı değerin devlet mülkiyeti kisvesi altında
seçkinler için birikimi süreçlerinde bazı ilkeleri yığınlara karşı et­
kin biçimde kullanıldı, ideolojik çarpıtmada önemli işlevler gördü,
bu sapkın haliyle bürokrasiye gerekçeler ve meşruiyet sağlamada
rol oynadı.
Reel sosyalizmin çökmesiyse, harekete yeni ivme, yeni argü­
manlar ve meşruiyet kazandırdı. Bu durum ona, reformizme ve
çöken revizyonizme "karşı duruş" görüntüsüyle potansiyel top­
lumsal tabanını genişletme imkanı sağladı.
Bir yanda bilinçli biçimde her türden yöntem kullanılarak geri
bıraktırılmış kitleler, arkalarında burjuva düzenin bütün meka­
nizma ve dinamikleri, öte yanda da tepkileri sömüren, bunlar üze­
rinden güç ve çıkar devşirmeye yönelmiş ideologlar/politikacılar,
insanın yabancılaşmasından onu yeniden üretecek projeler planla­
yan aydınlar, profesyonel şefler ve tetikçi memurları, hep birlikte
böylece kuşatmış oldular emekçileri.
VI

UYGULAMADA H A M KOMÜNİZM

Batı literatüründe genel olarak Sovyetler Birliği (ve Çin başta


öteki sosyalist ülkeler), özel olarak da Stalin (ve Mao) kaba komü­
nizmin uygulayıcıları olarak gösterilir. Ayrıca burjuva ideologla­
rının yanı sıra, yontulmamış komünizm yandaşlarının önemli bir
bölümü de kendilerini "Stalinist" olarak tanımlar. Böylece Stalin
bu bakımdan iki koldan çarpıtılır. Burjuva literatüründeki itham­
ların bir ideolojik saldırı olduğu ve gerçeklerle uyuşmadığı açık­
tır. Bu tavır, arada Lenin'e kadar bile uzatılır. Aslında bu ideolojik
saldırıda amaçlanan, kaba/ham, bilimdışı komünizmi Marksist
bilimsel sosyalizmle bir ve aynı göstermek, onu Marksizm­
Leninizmle aynı kefe içine yerleştirmektir.
Kuşkusuz, Rusya ya da Çin gibi geri köylü toplumlarında kaba
komünizmi besleyen dinamikler hep var olagelmiştir.
Örneğin Çin' deki Kültür Devrimi sırasında bu türden ör­
nekler yaygın biçimde ortaya çıkmış ve özünde sağlıklı bir giri­
şimi çarpıtmış, saptırmış, geriye dönüşü zorlamıştır. Mao da bu
türden olumsuz gelişmeler karşısında geri adım atmış, gidişatın
amaçtan uzaklaşıp çığırından çıkmasını engellemiştir. Bu türden
gelişmelerin kaynakları Mao'nun kendisinde ya da partinin ana
ideolojik omurgasında değil, nesnel koşullarda aranmalıdır. Ama
devrim ve onun ideolojik eğitimiyle farklı dinamikler de yaratıl­
mıştır. Dolayısıyla, zorunlulukların dayattığı ya da devrim öncesi
Çin toplumunun yapısal sorunlarınca biçimlenmiş toplumsal yapı
kaynaklı yontulmamış kaba komünizm sapmalarına karşı oluşan
tepkilerin de, rotanın kırılmasındaki rolü göz ardı edilmemelidir.
Uyg u l a mada Ham Komünizm ı ns
İdeolojik açıdan farklı değerlendirmelerden bağımsız olarak
denebilir ki, bugünkü uygulamalar da Çin toplumu içindeki kaba
komünist eğilimlerin kırılmış olduğunun göstergesidir. Sistemin
nereye evrileceğine ilişkin tartışmaların dışından bakılırsa, top­
lumsal refahın artmasıyla ve bunun yaşamın kültür, sanat, eğitim,
bilinç vb. bütün alan ve boyutlarındaki etkileriyle birlikte çileci,
yoksullukta eşitlik öngören, uygarlık değerlerini reddeden nihilist
hamlıklar da gerileyecektir.

A. Sovyet Modeli
Rusya gibi, kapitalizmin gelişmediği, köylülüğün hakim oldu­
ğu, yetersiz ekonomik altyapıyla geri sosyokültürel çevrenin, des­
potik ve kıyıcı devlet geleneğinin, düşük eğitim seviyesinin, an­
tidemokratik politik kültürün, gelişmemiş sivil toplumun bulun­
duğu ülkelerde devrimlerin olması da kaba komünizmi besleyen
dinamikleri işaret ediyordu.
Daha ilk dönemlerde parti içinden ve dışından ham komünist
görüşler seslendirilmeye, bu temelde eleştirel yaklaşımlar sergilen­
meye başlandı. Elbette Lenin ve parti bu zor zamanlarda bunlara
prim vermedi, karşı koydu, doğru yolundan sapmadı. İlk kez de­
nenen bir inşa sürecinde Marksist bilim ışığında yola çıkılmıştı ve
bunda ısrar edildi. Tabii bu noktada, Marksizm içi diye nitelendi­
rilebilecek "sol sapmalar"ı ayrı tutmak gerekir.

1. Stalin ve Ham Kom ünizm


Stalin'in Genel Sekreterliği döneminde ham/ilkel komünizme
ilişkin eleştirel tutumda değişiklik olmadı.
Stalin ya da Sovyetler Birliği tartışması bu çalışmanın kapsa­
mı dışında; ama yontulmamış komünizm bahsinde, kapitalizmin
ideologlarınca bugün bile genel olarak reel sosyalizm rejimlerinin,
özel olarak da Stalin'in bu zihniyete uygun örnek olarak veriliyor
olması, konunun özet olarak da işlenmesini gerektiriyor. Ayrıca
örneğin, yaygın ve aktif toplumsal hoşnutsuzluk karşısında tüke-
136 1 Anti-Marksist Devrimcilik

tim malları üretimine görece ağırlık veren Macaristan sistemine


"gulaş komünizmi" yakıştırması da, Engels'in kaba komünizme
"mide/işkembe komünizmi" eleştirisine nazire yaparak reel sosya­
lizmle ya da bütün olarak komünizmle yontulmamış komünizmi
eşit göstererek zihinleri bulandırma amacına yönelikti.
Reel sosyalizmde sorun salt tüketimden keserek basit ihtiyaç­
ları bile gereksiz, önceliği olmayan ya da fuzuli görmek ve sanayi­
leşme üzerinde odaklaşmak değildi. Kıt kaynakların, sanayileşme
yatırımları yanında barınak, eğitim, beslenme gibi temel ihtiyaç­
ların mümkün olduğunca yaygın biçimde kamu birikimiyle karşı­
lanmasıydı. Yoksa özel olarak ham komünizmden etkilenmiş bir
kaba eşitçilik ve çileci bir yoksulluk düzlemesi söz konusu değildi.
Yine de burjuva propagandayla da rötuşlanmış resimdeki tek­
düze görüntü kalite ve -çeşitlilik bakımından dar ve temel ihti­
yaçlarla sınırlanan tüketim pazarı, hiyerarşik bir düzen içine sı­
kıştırılmış toplumsal yapı vb.- Marksizm öncesi komünist proje­
lerin öngördüğüne benzer çağrışımlara, dolayısıyla da bu ideolo­
jik saldırıya zemin hazırlıyordu. İnsanların devlet-parti zorunun
boğucu atmosferi cenderesinde yokluk, yoksunluk ve yoksullukta
eşitlenmiş halini simgelediği iddia edilen Sovyet modeli ya da reel
sosyalizm örneği, sadece aç karınları doyurmakla sınırlanmış bir
düzen görüntüsüyle öne çıkarılıp, eski çağların ham/kaba komü­
nist düşüncesinin günümüzdeki ilkel bir uygulamasının örneği
gibi sunuluyordu beynelmilel burjuvazi tarafından bloklar arası
propaganda savaşında. Buna göre, "gulaş komünizmi" kavramı
da, etkili muhalefet karşısında yönetimin, toplumun refahında,
ihtiyaç ve tercihlerinin karşılanmasında yapmak zorunda kaldığı
reformları, hayat standardının basit sınırlar içerisinde yükseltil­
mesini simgeliyordu; bu haliyle "gulaş", bir tür "somun yerine et"
aşağılamasıydı. Bu arada belirtmek gerekir ki, "İşsizlik yok, karnı­
nı doyuruyorsun, başını sokacak bir çatı var üstünde, çocuğunun
okulu bedava, hayatın devletin garantisi altında, daha ne istiyor­
sun, yat kalk partiye dua et" anlayışı da gerçekten hakimdi bürok-
Uyg ulamada Ham Komünizm ı 137
rasinin çeşitli kademelerinde. Ama bu, kaba komünist zihniyetin
bir yanıtı değildi. Bu yanıtı veren, yani bu argümanı yığınlara kar­
şı kendi meşruiyetinin bir aracı olarak kullanan bürokrasi, tam
tersine ham komünizm karşıtıydı.
Bundan ötürü, sorunları başka yerlerde aramak gerek. İdeolojik
çarpıtma ve kara propagandaya alet olmadan reel sosyalizmi eleş­
tirmek Marksizm-Leninizme, bilimsel sosyalizme sahip çıkmak­
tır. Aslında, her eleştiriyi "ihanet" olarak gören kaba anlayış ham
komünizmin bugüne gelmiş kalıntılarının zihniyetidir ve özünde
kendi zıddı gibi görünen burjuva kara çalmayla kapitalizme hiz-
mette buluşur. _

Dolayısıyla bu iddia açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu çaba hem


kaba komünizmin anlaşılmasına yardımcı olacaktır hem de reel
sosyalizm ve Stalin tartışmasına da katkıda bulunabilecektir.
Ham-kaba komünizme yaklaşımı farklı olmayan Stalin de,
Batı' daki ideolojik saldırıda bu konunun sıkça işlendiğinin ayır­
dındaydı:
Burjuva yazarları, Marksist sosyalizmi, her şeyin eşitçilik 'ilkesi­
ne' tabi olduğu eski bir çarlık kışlası gibi göstermeye pek heves­
lidirler. Ama Marksistler, burjuva yazarların cahilliklerinden ve
ahmaklıklarından sorumlu tutulamazlar. Sosyalizmin sefalet
ve yoksunluk temelinde, kişisel gereksinimlerin sınırlandırılması
ve insanların yaşam standartlarının, kendileri de yoksul kalmak
istemeyen ve varlık içinde yaşamaya ulaşmaya çalışan yoksulların
yaşam standardına düşürülmesi temelinde kurulabileceğini var­
saymak aptallık olurdu. Bu, sosyalizm değil, sosyalizmin bir
karikatürü olurdu."•

Hemen ardından da, bu türden ham düşüncelerin parti içinde


de var olduğunu anlatıyordu:
Bazı parti üyelerindeki Marksist sosyalizme değgin bu fikir ka­
rışıklığının ve tarım komünlerinin eşitlikçi eğilimlerine bu aşırı

J. V. Stalin, Eserler, C. 1 3, çev. Saliha N. Kaya, red. İsmail Yarkın, İnter Yayınları,
İstanbul, 1992, s. 308-312.
138 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

tutkunluğun, bir ara tarım komünlerini idealize ederek, fabrika


ve işletmelerde bile, her biri kendi mesleğinde çalışan kalifiye ve
acemi işçilerin ücretlerini ortak kasaya koyacakları ve sonra da
her birinin eşit pay alacakları komünleri örgütlemeye kalkışacak
kadar ileri giden bizim ultra sol salaklarımızın küçük burjuva gö­
rüşlerine iki su damlası gibi tıpatıp benzedikleri kuşkusuzdur. Bu
'sol' salakların kalkıştıkları çocukça eşitleme denemelerinin sana­
yimize ne kadar zarar verdiğini herkes bilir. 2

Stalin, bir söyleşisinde de konuya şöyle açıklık getiriyor ve ken­


di tavrını ortaya koyuyordu:
Marx, Engels, Lenin'in ... eserlerini okuyun, eşitlemeciliğe nasıl
karşı çıktıklarını göreceksiniz. Eşitlemeciliğin kaynağı, birey­
sel köylülüğün düşünce tarzıdır, tüm malların eşit paylaşılması
gerektiği görüşüdür. tlkel köylü 'komünizmi'nin mantalitesidir.
Eşitlemeciliğin Marksist sosyalizmle hiçbir ortak yanı yoktur.
Cromwell'in ve Fransız devriminin zamanında ilkel 'komünistler'
gibi insanlar, komünizmi böyle düşünmüşlerdi. Ama Marksizmin
ve Rus Bolşeviklerinin bu tür, eşitlemeciliğe varan 'komünistler'le
hiçbir ortak yanı yoktur. 3

26 Ocak 1934'te XVII. Parti Kongresi'ne sunduğu Siyasi Faaliyet


Raporu'nda da şöyle demekteydi Stalin:
[H]er Leninistçe -eğer o gerçek bir Leninistse- bilinir ki, gerek­
sinimler ve kişisel yaşam tarzı alanında eşitçilik, Marksist tarzda
düzenlenmiş bir sosyalist topluma değil, herhangi bir ilkel asket­
ler [çileciler] tarikatına yaraşır gerici bir küçük burjuva ahmaklı­
ğıdır. [Marksizmin eşitlik anlayışından] sosyalizmin, toplum
üyelerinin gereksinmelerinin eşitçiliğini, eşitleştirilmesini, aynı­
laştırılmasını, onların beğenilerinin ve kişisel yaşam tarzlarının
aynılaştırılmasını talep ettiği, Marksistlerin planına göre herkesin
aynı giysiyi giymesi ve her birinin aynı yemekleri aynı miktarda
yemesi gerektiği sonucu çıkarmak, birtakım yavan şeyler, bayağı-

2 Agye.
3 Age., s. 1 10.
Uygulamada Ham Komünizm ı 139
lıklar söylemek ve Marksizme kara çalmak demektir. Marksizmin,
eşitçiliğin düşmanı olduğunu anlamanın zamanıdır.4

Nihayet Stalin'e göre,


İhtiyaçlar ve bireysel yaşam alanında eşitleme gericidir, küçük
burjuva saçmalığıdır, Marksist yöntemle yapılanmış bir sosyalist
topluma değil, ilkel çileci mezheplere yakışır, çünkü herkesin aynı
ihtiyaç ve beğenilere sahip olması, bireysel hayatlarını bir modele
göre yaşaması istenemez. . . . Marksizm, sosyalizm aşamasında da,
komünizmde de, insanların tercih ve ihtiyaçlarının aynı, kalite ya
da kantite bakımından da eşit olmadığını, olamayacağını varsayar. 5

Devlet kapitalizminden sosyalizme geçiş sürecinde tıkanan ve


boşlukta sürüklenen reel sosyalizmin çöküş nedenlerini başka yer­
lerde aramak gerekir. Bu noktada, yontulmamış-kaba komünist
ütopyadan da etkilenmiş yeni kuşak Bolşevik kadrolardan ha­
reket etmek doğru olabilir. Şöyle de ifade edebiliriz: Stalin, kaba
komünizm zihniyetine sahip değildi, kurmak istediği düzen de
bu anlayışa kapalıydı, ama Marksizm dışı ham/yontulmamış zih­
niyetin yeni kadrolar (yeni seçkinler) aracılığıyla sisteme sızması
söz konusuydu. Bu bakımdan Stalin'in kadro siyasetine bakmak
gerekmektedir. Özel mülkiyetin olumlu manada aşılmamış olduğu
düzenlerde ve zihinlerde, devrimcilik adına kaba/ham komünist
önyargıların nerelere varacağı Sovyetler Birliği örneğinden hare­
ketle anlaşılabilir.

2. Kadrolar-Ham Komünizm ilişkisi


Stalin 1928 yılında, büyük sanayileşme-kolektivizasyon ha­
zırlıklarının kritik dönemecine denk gelen Kömsomol'un 8.
Kongresinde, genç komünistlere, kendilerini bilim ve teknoloji
alanında yetiştirmelerini söylüyor, "düşmanlarımızın bize, ceha-

4 Age., s. 308-309.
5 Aktaran, Erik van Ree, 1he Political 1hought of/oseph Stalin: A Study in Twentieth­
Century Revolutionary Patriotism, London, Routledge Curzon, Taylor & Francis
(e-Library), 2003, s. 106.
140 ı Anti-Marksist Devrimcilik

letimize ve geriliğimize gülmesinden korkmadan, dişinizi sıkarak


öğrenme"yi salık veriyor, bunun karşılığında da, "yeni bir yaşamın
inşacısı [olma] . . . eski tüfeklerin yerine tam geçme" fırsatına dik­
katlerini çekiyordu. 6
Üzerinde durulması gereken, bu yeni kadro politikasının aynı
zamanda büyük bir iktidar değişimi olduğu gerçeğidir.
Ülkede yeni bir iktidarın insan altyapısı oluşturuluyor,
Lenin' den sonra ve parti içi güç mücadelesinin ardından bir tür
yeni "ikame güç" hazırlanıyordu. Mesele, aşama aşama Troçki'nin,
Buharin'in, Zinoviev ve Kamenev'in tasfiyesi değildi, eski reji­
min teknokrat ve uzmanlarından eski tüfek Bolşeviklere uzanan
kesimlerin yerine yeni kadroların geçirilmesiydi; sadece köyden,
köylüden değil, tam proleterleşmeden işçilikten de kopan yeni bir
zümre yaratılıyordu. Parti içi büyük iktidar kavgasının bitmesiyle
yeni iktidarın bütün ülke sathına yayılmış dayanağı olacak devasa
insan altyapısı ve idari mekanizması kuruluyordu. Bu parti-devlet
kadroları ülkenin yazgısını belirleyecekti.
Süreç, Lenin'in büyük bir öngörü ve taktik. esneklikle uygula­
maya koyduğu Yeni Ekonomik Politika'nın (NEP) tasfiyesiyle de
bağlantılıydı. NEP, kaçınılmaz olarak, toplumun sorunları tam
kavrayamayan belirli kesimlerinde büyük tepkilere yol açmıştı.
Yeni burjuvaziye, istifçiye, faizciye, dolandırıcı tüccara, zengin
toprak sahiplerine, vurguncu işadamlarına vb duyulan tepkiler
anlaşılabilirdi; haklı düş kırıklıklarının sonucuydu. Bir yazar bu
tepkiyi, "plebyen infial" (plebian resentment) olarak tanımlıyor ki
anlaşılabilir bir şeydi bu.7
NEP, özellikle gençlerde bir geri çekilme, yenilgi, hatta devrim­
ci iradenin havlu atması olarak algılanmaktaydı. Bir komsomol,
genel hissiyatı şöyle özetlemekteydi:

6 Aktaran Sheila Fitzpatrick, �Stalin and the Making of a New Elite, 1928-
1939", Slavic Review, C. 38, No. 3, 1979, s. 381; https://www.jstor.org/
stable/249671 1 ?seq= l&cid=pdf-reference#references_tab_contents
7 Orlando Figes, A People's Tragedy: A History of the Russian Revolution, New York,
Viking Penguin, 1997, s. 772.
Uygulamada Ham Komünizm ı 141
Ekim Devrimi'nde on yaşında ya da daha küçük olan benim kuşa­
ğımın komsomolları kaderimize hınç duyuyorlardı. Politik bilin­
ce ulaşıp Komsomol'a üye olduğumuzda ve fabrikalarda çalışmaya
başladığımızda, artık bizim için yapacak şey kalmadığını, çünkü
devrimin ruhunun kaybolduğundan, iç savaşın meşakkatli ama
romantik günlerinin geri gelmeyeceğinden ve eski kuşağın bize
mücadele ve heyecandan yoksun, sıradan, sıkıcı bir yaşam bıraktı­
ğından şikayet ediyorduk. 8

Şimdi NEP'in imhası ve sanayileşme-kolektivizasyon hamlesi­


nin başlamasıyla "uzlaşmaz kahramanlık" günlerine geri dönülü­
yordu.
Stalin, 1935 yılında Kızıl Ordu Akademisi mezuniyet töreninde
bu hissiyat ve beklenti içinde olanlara sesleniyordu: "Eskiden: 'Her
şeyi teknik belirler' diyorduk . . . şimdi [bunun] yerine yeni bir şia­
rın, 'Her şeyi kadrolar belirler' şiarının konması"nı "temel mesele"
olarak ilan ediyordu.9
Stalin'in 1935'teki konuşmasıyla ivme kazanan kadrolara stra­
tejik belirleyicilik ile buna uygun yetki ve değer verilmesi yönelimi
1936'da doruğa çıktı, idarenin yeniden yapılandırılmasında tepe­
den sistematik yönlendirmeyle, görsel ve yazılı medyayla, toplan­
tılarla, seminer ve konferanslarla büyük bir kampanyaya dönüştü.
Bürokratik mekanizmada istimi alttan gelen ama tepeden inme bir
devrimdi bu.
Stalin'in kampanyanın ana sloganı olarak kullandığı "reshaiut"
sözcüğü Rusya' da bugün de şirketler tarafından sloganlarda kulla­
nılıyor ve içinde "önem ve değer" kavramlarını barındırıyor. Yani
insan önemlidir; çalışanlar, özellikle orta-üst düzey elemanlar şir­
ket için önemlidir ve onlara değer verilmelidir, deniyor. Stalin'in
de yaptığı buydu; çoğu köy kökenli, hızlandırılmış eğitimden ge­
çirilip ülke çapında çeşitli sektörlerde görevlendirilen ve partinin
ana omurgasını oluşturan bu yeni ve deneyimsiz kadrolara "önem

8 Age., s. 814.
9 J. V. Stalin, Leninizmin Sorunları, çev. İsmail Yarkın, Süheyla Kara, Saliha N. Kaya,
lnter Yayınları, İstanbul, 1997, s. 623-624.
142 1 Anti-Marksist Devrimcilik

ve değer verilmesi" gerektiğine işaret ediyordu. Dolayısıyla, bu


noktada belirtmek gerekir ki, İngilizce ve Türkçe çevirilerde sıkça
kullanılan "Kadrolar her şeye karar verir" ("Cadres decide every­
thing") cümlesi yanlıştır; anlatılmak istenen, kadroların, sınırlan­
mamış biçimde her şeye "karar verme" yetkisiyle donatılması de­
ğil, "belirleyici önemde" olduklarının vurgulanmasıydı.
NEP'e tepkilerin itici gücü ve tepeden verilen cesaret ve yetkiy­
le, büyük acılar eşliğinde yürütülen sanayileşme-kolektivizasyon
hamlesi bu yeni kadroların gözetiminde yürüyecekti. Bu kadrolar,
devasa bir kalkınma hamlesinin ve bunun getirdiği sosyal hare­
ketlilik, refah artışı, kültürel gelişme, eğitim vb ilerlemenin taşı­
yıcısı, omuzlayıcısı, koordinatörü olacaklardı. Bunun gururunu
yaşayacaklar, kariyer imkanlarından ve her bakımdan yükselme
olanaklarından da yararlanacaklardı. Eldeki her türden propagan­
da aracıyla ve Stalin otoritesine dayalı söylemlerle yürütülen bu
büyük kampanyanın, yeni yetmelerdeki "Kadrolar her şeye kadir­
dirler ve önleri ardına kadar açılmalıdır" ihtiraslarına körükleyici
ve kışkırtıcı etki yaptığını da varsaymak yanlış olmaz.
Bu yeni kadroların önemli bölümü kırsalın geri ve monoton
yoksunluğundan kaçan köylü gençlerdi. Marksizmi bilmiyorlardı,
genel kültür birikimi açısından yoksullardı, sınıf bilincine sahip
değillerdi, demokratik içgüdüleri gelişmemişti, sosyal hiyerarşi­
nin en alt basamaklarındaydılar ama ulusalcı bir insiyakla Rusya
Ana'nın inşa etmekte olduğu yeni geleceğe inanıyor, bu süreçte
coşkuyla yer alarak kendi geleceklerini de kurmaya girişiyorlar­
dı. "Babamız Stalin" sloganı en çok bunlara uyuyordu. Hızlı bir
eğitim, süratle terfi, güç ve otorite ile mücehhez yeni bir bürok­
ratik kesim doğuyor, ayrıcalıklı konumu ve kaba yöntemleriyle
tepeden işe koyuluyorlardı. Arkalarında Çoban İsa Peygamber
mertebesinde Stalin yoldaş, muzaffer Bolşevik Partisi, koca Rus
İmparatorluğu'nun içlerini ısıtan gölgesi ve muazzam meşruiyet
sağlayan Lenin efsanesi vardı! Dağları delebilir, nehirlerin yatağı­
nı değiştirebilir, yeri göğü sarsar, yoktan var edip dünyalar yara-
Uygulamada Ham Komünizm ı 143
tabilirlerdi! İdealizmin doruklarında tam da içselleştiremedikleri
"sosyalist inşa ve komünist hedef"e doludizgin gidişleri böyle baş­
lamıştı. Şöyle ya da böyle yan bakan da, her yanı sarmış iç ve dış
düşmanlar da, "eski"nin beyinlere nakşedilmiş olan "cehennem
ateşi"nin yeni versiyonunda yakılacaktı. Gerçi Stalin, eski egemen
sınıfların tasfiye edildiğini, sosyalizme geçildiğini, komünist aşa­
maya yürüyüşün başladığını açıklamıştı ama sistemin bekası, dev­
letin şiddet araçlarının paslanmaması ve "kutsal görev" makam­
larının ilgasının önüne geçilmesi için tetikte olmak, düşman tes­
pitinde yaratıcı olmak gerekti! Yılan uyusa da kendisi uyumayan
zulaya yatmış sınıf düşmanlarının, özellikle de içinden geldikleri
müttefik ama devlet varlığına karşı özel mülkiyet tutkunu köylü
bencillerin üzerindeki "devrimci şiddet" kılıcı hep hazır ve keskin
tutulmalı, arada paslanmasın diye ve ibret-i alem için kullanılma­
lıydı! Eski günlerin emniyet güçlerine yazılan kotalar, kadroların
da, potansiyel kurbanların da belleklerinden asla silinmemeliydi.
Çarlığın zindanlarında özgürlük, eşitlik, devrim talebinde çelik­
leşmiş devrimci irade, şimdi yükselmekte olup bayrağı devralmış
kadrolar indinde zaaf gösteremezdi.
Kendilerini, insanlığı kurtarmaya yazgılanmış, bir tür "seçil­
miş düşülke" Sovyet Rusya'yı misyonuna hazırlamakla ve yükselt­
mekle görevli addeden bu yeni "seçkin" adayları, "isimsiz kahra­
manlar" olarak doğrudan Stalin'i temsilen ülke sathına sürüldüler.
O zamanların "idealizm"i buydu. Bunların proletarya içindeki
temsilcileri, işçilerce pek de sevilmeyen Stakhanovistlerdi.
Artık eski Bolşeviklerin esamesi okunmayacaktı. Yaşlılık, yor­
gunluk, küskünlük, umutsuzluk, uyumsuzluk, yükseklerdeki izo­
lasyon, tasfiye, ölüm, kısacası "acımasız hoyrat hayat" hükmünü
icra etmişti. Yelkenler artık başka doluyor, başka ufuklara açılı­
yordu.
Bu kadrolar kaba, yontulmamış çileci zihniyetin, yaşam düzey­
lerini eşitleyip dümdüz edici bir komünizmin taşıyıcıları olarak
değil, aksine, ilerlemeyi, kariyeri, yükselmeyi önemseyen yeni di-
144 1 Anti-Marksist Devrimcilik

namik inşacılar olarak düşünülmekteydi. Bu kesimler kendileri­


nin ve ülkenin yükselişini yönetimin yeni yönelimlerinde görü­
yor, kariyer yatırımlarını bu gidişe göre yapıyorlardı. "Yoksulluk
ve azapta mutlak eşitlik" kavramı, emir-komutaları altında çalışan
yığınlara karşı kullanışlı bir ideolojik araçtan, kitabına uydurul­
muş meşru bir yaptırım kırbacından başka bir anlam taşımaya­
caktı. Onlar bu zihniyeti yeni konumlarında artık aşma aşamasına
yükselmekteydiler.
Sanayileşme ve onun başta askeri kazanımları, eski kahra­
manlık madalyaları ve nişanları ile sembollerinin ihyası, çarlığın
hizmetinde at koşturmuş kılıç sallamış paşaların ve kimi çarla­
rın iade-i itibara kavuşturulmaları ve benzeri yönelimler, Rusya
Ana'yı, onunla birlikte kendilerini ayağa kaldırmaktaydı. Sosyalist
ülkü, Sovyet Rusya'yı dünya halklarının da gururlu öncüsü, ön­
deri, hamisi yapıyordu. Şimdi onlar bekleyecek, Rusya Ana yeni
ihtişamıyla zamanı gelince onları da kurtaracaktı! 1 ° Hem ne de­
mişti Stalin:
Tempoyu düşürmek geride kalmak demektir. Ve geride kalanlar
yenilirler. Ama biz yenilmek istemiyoruz. Hayır, yenilgiyi red­
dediyoruz. Eski Rusya tarihinin bir özelliği, geriliği nedeniyle
sürekli yenilgidir. Moğol hanları tarafından yenilgiye uğratıldı.
Türk beylerine yenildi. İsveç feodal beylerince yenildi. Polonya ve
Litvanya toprak ağalarına yenildi. İngiliz ve Fransız burjuvazisine
yenildi. Japon baronlarına yenildi. Hepsi onu yendi; geriliği yü­
zünden, askeri geriliği yüzünden, kültürel geriliği, politik geriliği,
endüstriyel geriliği, zirai geriliği nedeniyle yenildi. Onu yendiler,
çünkü bu karlıydı ve bedel ödemeden mümkündü. Devrim önce­
si şairin dizelerini hatırlarsınız: 'Yoksul ve zenginsin, kudretli ve
güçsüzsün, Rusya Ana . . .' Sömürücülerin kanunu böyledir: geriyi
ve zayıfı yenmek. Kapitalizmin orman yasasıdır. Gerisin, güçsüz­
sün, dolayısıyla yanlışsın; yenilir ve köleleştirilirsin. Kudretlisin,

10 Üstelik bu sadece bir Rus milliyetçiliği de değildi; dünyanın dört bir yanında,
özellikle komünist partilerin yönetici ve üst düzey kadrolarının da inancıydı.
Oralarda da bunlar çoğunlukla kariyer kaygılarıyla yoğrulmuştu, samimiyetsizdi
ama çarkı da çeviriyordu.
Uygu lamada Ham Komünizm ı 145
dolayısıyla haklısın; senden çekinmeliyiz. Bu nedenle bir daha ge­
ride kalmamalıyız. 1 1

Stalin'in bu kesimlerdeki yontulmamışlıklara tahammülü


yoktu. Bir örneğini genç Komsomol şöyle ifade etmekteydi: "Biz
genç komünistler paranın işinin artık tamamıyla bittiği düşünce­
siyle büyüdük. Şayet para yeniden ortaya çıkıyorsa, zenginler de
yeniden türemeyecek mi? Kapitalizme giden kaygan bir zeminde
değil miyiz? Bu soruları endişe içinde kendimize soruyorduk."12
Oysa Stalin bu türden düşüncelere sahip olanları "gerçeklik duy­
gusunu yitirmiş Don Kişotlar" olarak nitelendiriyor, onların
"Marksizme yerin gökten olduğu kadar uzak" olduklarını söy­
lüyordu. 1 3
Stalin, bu kaba komünizm zihniyetine, bırakın paranın lağ­
vedilmesini, değer yasasının dahi geçerli olduğunu anlatıyordu;
Rusya büyüyecekti, yeni kadrolarla birlikte doruklar böyle fethe­
dilecekti. Hala kalmışsa da, zihinlerinde nerdeyse içgüdüsel olarak
yer etmiş yontulmamış komünist fantezileri silecekler ve değer ya­
sasının geçerli olduğunu kabulleneceklerdi. Bütün içtenlikleriyle
taptıkları ve baba belledikleri Stalin'in talimatı şöyleydi:
Devlet planı, ekonominin çeşitli sektörleri arasında sosyal eme­
ğin doğru dağıtımı için değer yasasını kullanır kimileri sos­
yalizmde geçerli olan, aralarında değer yasasının da olduğu bazı
ekonomik yasaların 'değiştiği'ni, ya da hatta 'kökten değiştiği'ni
söylüyor. Bu da doğru değildir. Yasalar değiştirilemez.14

Ne var ki, iktidar ve bu gücü içinde kullandıkları yapılanma,


doğru bir yönlendirmeyle terk ettikleri kaba komünizmden bi­
limsel sosyalizmin devrimciliğine geçebilmelerine uygun değildi.
Onları biçimlendiren, konumları, yaşam pratikleri ve bürokratik
mekanizma oldu; Marx'ın dediği gibi, "İnsanların varlığını belir-

11 J . V. Stalin, Eserler, C. 1 3 , age., s . 45-46.


12 Orlando Figes, age., s. 771,
1 3 J. V.Stalin, Eserler, C. 13, age., s. 299.
14 Aktaran, Erik Var Ree, age., s. 1 1 1-1 12.
146 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

leyen şey bilinçleri değil, tam tersine, onların bilincini belirleyen,


toplumsal varlıklarıdır." 1 5
Yeni kadrolar hayatı fethetmeye sürülüyorlardı ve onlar da gu­
rurla, inançla, coşkuyla, "Bolşevik irade"yle yönetim merdivenlerini
tırmanmaya koyuluyorlardı. Yeni Bolşevikler, giderek sanayileşme
ve kolektivizasyon atılımının sahadaki eli kırbaçlı, inanmış, coş­
kulu, acımasız uygulayıcıları olacaktı. Bu baş döndürücü kişisel ve
toplumsal anaforda artık teorinin inceliklerine yer yoktu. Ham ko­
münistliğin çileci eşitçiliği, aza tamahı, yoksullukta insani değerle­
ri bulan mistisizmi de bunların çoğunluğu için söz konusu değildi.
Ülke ve kadrolara "yürü ya kulum" denmişti bir kere. Artık dur
durak bilmez yükselme tutkusu, kişinin kendisiyle beraber Rusya
Ana'nın önlenemez yükselişi ve henüz sırasını beklemek zorunda
olan "insanlığın kurtarılışı" ülküsünün kervanı yolda düzülecekti.
Bu yolda kabası bir yana, inceliklisine de yer yoktu komünist teorik
mülahazaların; bunlar eski Bolşeviklerin takıntısıydı! Buharin'in
köylülere "zenginleşin" önerisi, bu yeni misyonerlere "yükselin"
diye tercüme edilmişti. Sefil ve düşkün kapitalist dünyaya karşı,
bilinçlendirilemese de ona özenmeyecek kadar biçimlendirilmiş
kadrolar başka bir vadedilmiş cennete koşar adım gidiyorlardı.
Tökezleyenin ise sonu yoktu.
Elinde devletin kırbacı; köylüyü, eğitimsiz ve vasıfsız işçi yı­
ğınlarını hem "adam etmek" hem kuşaklar sonrasının idealleri
uğruna onları beslenmeden sağlığa son derece sınırlı imkanlarla
yaşamayı kabullenmeye ikna etmek hem de gerekirse ölesiye ça­
lıştırmak bu kadroların ana göreviydi ve bu görev onların yaşam
tarzlarını, hayata bakışlarını belirlemiş, şekillendirmişti. Rusya
gibi yoksulluğun yaygın olduğu geri köylü toplumunda, o koşul­
lardan çıkıp güç ve imkan sahibi olmuş, bir anlamda "sınıf atla­
mış" bu Marksist teoriden bihaber kadrolarda yaygın bir tepeden
otoriter bakışın, hatta zalimliğin hakim olmasında şaşırtıcı bir yan
yok . . . Böylesi bir bakış ve devlet zorunun verdiği yetkiyle donan-
15 Kari Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirine Katkı, çev. Sevim Belli, Sol Yayınları,
Ankara, 201 1, s. 39.
Uygulamada Ham Komünizm ı 147
mış kadroların, toplumu son derece ağır çalışma temposuyla ve
yokluklarla örülmüş çilekeş bir topyekun kalkınma seferberliğine
sürmesi sürecinde Marksist ideallerin, hümanizmanın, teorik mü­
lazahaların, devrimci pratiğin inceliklerinin yeri yoktu. Herhalde
pek çokları için bu noktaların vurgulanması "sınıf düşmanlarının
ince sabotaj" girişimlerinden başka anlam taşımıyordu. Marksist
teori ve praksisin derinliklerini, içinden çıkılmaz labirentler ola­
rak algılamak ve Üzerlerinden atlayarak "sosyalizmin inşası" se­
ferberliğine kalkmak kuşkusuz trajik bir sürüklenişti. Zirvedeki
"Babamız", şayet hala bir işlevi kalmışsa Politbüro Dağı'nın ardın­
daki tanrılar ve görevli memur-teorisyenler, Marx'tan, Lenin' den
alıntılarla sıradan fanilerin eylemlerini kitaba uyduracaklardı
nasıl olsa! Olmazsa, kutsal "devrimci şiddet", gözleri bağlanmış
ve elinde keskin kılıcı "Sınıfın Adaleti", hemen oracıkta hazır ve
nazırdı!
Elbette idealistler, yetkin komünistler, inançlı devrimciler vardı
aralarında. Ama ekonomik-politik hiyerarşi, kıt kaynakların dağı­
lımı, hukuk ve demokrasinin sınırlılığı, toplumun tepesinde kendi
içinde kastlaşmış bir oluşumda idealizmi de öldüren dinamikler,
mekanizmalar, odaklar yaratabiliyordu. Sovyetler Birliği'nde de
böyle oldu. Belki en azından ilk başlarda yönetimin muradı bu
değildi. Ne var ki, devletçi-Rusyacı, eşine az rastlanır kişi kültüyle
kirlenmiş, sınırsız-denetimsiz iktidar gücüyle bozulmuş, mülki­
yet duygusunun olumlu aşılması aşaması gerçekleştirilememiş bir
ortamda sosyalist inşa "Bolşevik irade"yle de olmuyordu. Hayatın
gerçekleri, para, mülkiyet, kariyer, güç, hırs ve bencilliğin bozu­
cu etkileri, eleştiriyi ve çıkış yolu arayışlarını ihanetle eş tutan bir
zihniyetin hegemonyası altında hükmünü icra edecekti. Hiyerarşik
fanus içinde dondurulmuş yaşam, sosyalist inşanın devrimci dina­
mizmini ve yaratıcılığını köreltti sonunda.
Stalin' den sonra, çöküşe kadar, Sovyetler Birliği'ni, Kruşçev' den
Suslov'a, Brejnev'den Kosigin'e, o dönemde özel olarak seçilmiş ve
terfi ettirilmiş bu kadrolar yönetti.
148 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

3. Çöküşte Kadrolar
Çöküş sürecini çözümlerken, Ellen Meiksins Wood'un "siyasi
olarak elde edilmiş mülkiyet" kavramından hareket etmek yararlı
olabilir.16 Bu çok da bilinmez bir ilişki ağına ve mülkiyet edinme
yöntemine işaret etmiyor. Wood'un yazdığı gibi, örneğin feoda­
litede, "devletin kamusal gücü ve mülkiyetin özel gücü [çerçeve­
sinde]" kişisel mülkiyet, tarihsel olarak özgün biçimlerde kamusal
güç elde etmeye bağlanmıştır.17 Örneğin, "Çin' de genellikle büyük
servetlerin kaynağı, merkezi devlette makam sahipliğiydi."1 8
Avrupa' da, örneğin İngiltere'ye göre daha farklı olarak
Fransa' da, "Devlet de siyaseten mülk edinmenin rakip bir biçimiy­
di; temel kaynak, vergiler aracılığıyla devlet memurlarının artı­
ürüne doğrudan el koymasıydı; bazı tarihçiler bir tür merkezileş­
miş rant demektedir. ... Karmaşık bir bürokrasi oluştu; bu, sadece
siyasi ve idari amaçlara hizmet etmekle kalmıyor, aynı zamanda
memurlar için iktisadi kaynak olarak resmi dairelerde bir tür özel
mülkiyet biçimi de yaratıyordu."19
Bu türden bir yapılanmanın devlet zoru ile olan kaçınılmaz
ilişkisi ise Fransa' da şöyleydi:
Buradaki geçerli bağlam, kapitalizm değil mutlakiyetçiliktir.
[M]utlakiyetçi devlet, temel bir iktisadi kaynak olarak ... hem siya­
si hem de iktisadi sistemi oluşturuyordu. Devlet makamı ... bir özel
mülkiyet biçimiydi; devlet memuriyeti, kişisel zenginliğin kaynağı
olmanın yanı sıra kamu gelirini de sahiplenmek demekti. 20

Reel sosyalizmdeki çarpık duruma bu örneklerden kalka­


rak bakmak derinlikli bir perspektif oluşturur. Nomenklatura­
bürokrasi ve devlet kapitalizmi konusunda literatür zengindir.

16 Ellen Meiksins Wood, Özgürlük ve Mülkiyet: Rönesans'tan Aydınlanmaya Batı


Siyasi Düşüncesinin Toplumsal Tarihi, çev. Oya Köymen, Yordam Kitap, İstanbul, s.
325.
17 Age., s. 24.
18 Age., s. 23.
19 Age., s. 33.
20 Age., s. 325-326.
Uygulamada Ham Komünizm ı 149
Klasik yasa-tüzük-yönetmelik, yani genel mevzuat temelli
amir-memur, ast-üst ilişkisi bu çerçevenin dışına sarkıp ekono­
mik-sosyal yükselmeyle buluşması ve politik güçle, devlet zoruyla
beslenerek kendini yeniden üreten araçları kullanmasının sonun­
da tablo tamamen değişir. Artık giderek geliştirilen mekanizmalar
eşliğinde bağların bir patron-müşteri, veren-alan, hami-yandaş,
kayırma-kollama-torpil ilişkisine dönüşmesiyle ülkeyi, bütün ya­
pıyı saran bir şebeke (patronaj) ağı oluşur. Bu ölümcül örümcek
ağlarının içine kıstırılmış canlı hücrelerin canlılıklarını yitirmesi
gibi, insani-toplumsal hayatiyet, yaratıcı etkinlikler, hizmete/kat­
kıya yönelik dinamikler donar, sönümlenir, hatta boğulur.
Tablo giderek netleşir: Rüşvet, irtikap, mal-mülk edinme, hi­
yerarşik bozunma, baskı-tehdit-şantaj yöntemlerinin yerleşmesi,
bencillik, gizlilik, yıkıcı rekabet, özenti ve kıskançlık, güvensiz­
lik-korku ortamında asosyal dinamiklerin gelişmesi, sahteliğin
içselleştirilmesi, ayak oyunları, perde gerisi entrikalar, dedikodu,
tuzak kurma, çıkar klikleri arasındaki mücadelenin politik süreç­
lerde başat yer edinmesi... Kısacası, her alanda çürüme...
Sovyetler Birliği'nde en küçük kırsal kesim idari birimlerden
özerk bölge ve cumhuriyetlerin tepedeki parti-devlet kurumları­
na, giderek de Merkez'e uzanan odak ve kademelerin her birinde,
bazen birbirleriyle rabıtalı bazen kopuk ve özerk/bağımsız, bazen
eşgüdüm ve işbirliği içinde bazen rekabetçi ve çatışmacı, bazen de
tamamıyla bağımsız yürüyen yumak, bir devr-i daim makinesi ve
onun parçaları gibiydi.
Lenin'in erken ölümünden sonra devlet zoruyla egemen kılınan
sistem içindeki retorik ve görüntüdeki imaj ile gerçeklik arasın­
daki uçurum, teori ile pratiğin -birbirinden kopmanın ötesinde­
zıt istikametlere savrulması, söz ile eylemin birbirinden kopması;
gören gözlerde moral yıkımın yılgınlığını ve umursamazlığını,
sinizmin yıkıcılığını ya da boşluğa geri çekilmenin, alkolizmin,
hatta intiharların çaresizliğini getirdi. Uyum gösterenlerse çü­
rüdü. Aldatılanların tepkisiyse sonunda yıkımı getirdi. Temeller
150 ı An ri-Marksisr Devrimcilik

çok önceden atılmıştı. Brejnev döneminde doruğa çıkıldı, etkiler


dibe vurdu. Gorbaçov, çoktan çürümüş cesedi buzluktan çıkar­
dı. Yeltsin'e de lavazımatçı olarak cenazeyi kaldırmak, mezarcı
Putin'le gömmek düştü.
Sovyetler Birliği'nde 1920'li yılların sonlarından başlayarak yer­
leşen düzen, esas olarak bir kontrol ve meşruiyet temeli olarak gö­
rülen yığınlara reva kaba eşitçilik anlayışından gelen yeni kadrolar
denetiminde yükselen politikalarla büyük sıçrama yaptı. Ekonomik
büyüme, aynı zamanda kültürel-insani gelişimde, eğitim, kentleş­
me, sanat, bilim vb alanlarda da ilerlemeler için, sistemin devrimde
benimsenmiş özüyle uyuşmayan bir temel yarattı. Giderek sanayi­
leşmeyle birlikte toplumsal yaşamın her alanında, özellikle de yay­
gın kırsal kesimde "modernleşme" oturmaya başladı.
Yıkılışı, büyük kapitalist-emperyalist kuşatma ve Soğuk Savaş
saldırılarını, yani dış düşman unsurunu vurgulamadan kavramak
mümkün değildir. Buna karşılık bir "iç düşman"ın varlığı da çö­
zümlemeye dahil edilmelidir. Belirli bir dönem bu iç düşman, esas
olarak, eski hlkim sınıf kalıntıları ve onlara hizmet etmiş askeri­
sivil bürokratik kast ile eskinin· temsilcisi teknisyenler, aydınlar,
profesyoneller gibi küçük burjuvalar, kentli burjuvazi ve zengin
toprak sahipleriydi. Ne var ki, bunların kesin tasfiyesi ya da tam
kontrol altına alınmasından sonraki çok uzun süre içinde devrimi
saptıran ve düzeni çürüten başka dinamikler doğrudan sistemin
kendi içinden, onun pratiğinden ortaya çıktı, zamanla serpildi ve
nihayet onu çürütüp tasfiyesini getirdi. Bu dinamiklerde nere­
deyse gizli bir "resmi ideoloji" olarak yığınlara reva görülen kaba
komünizm benzeri uygulamalar zaman zaman su yüzüne çıkarak
ama çoğunlukla bir zihniyet ve parti-devlet pratiği olarak bütün
organizmaya sirayet etti, sessiz ve derinden yıkıcı etkisini düzenin
ve toplumsal yapının kı�cal damarlarına zerk etti.
Ücret düzeninin kaba eşitçilik kisvesi altındaki geri ideolojik
yapılanma içinde, bir yanda Batı' daki tüketim modasına özentiyle
kıvranan özel mülkiyete tutkun yığınlar; öte yanda da onu devlet
Uygulamada Ham Komünizm ı ısı
mülkiyeti garantisinde kendi yatırımı olarak biriktiren parti-dev­
let bürokrasisi, yabancılaşmanın doruğunda, kaçınılmaz sona sü­
rüklediler düzeni.
Sovyetler Birliği'nde zaman zaman, Stalin, Kruşçev ve Brejnev
liderliği altında, toplumsal rızayı yeniden üretme adına, kaba ko­
münizmin standart "minimum"unu yükseltmeyi, gelir düzeyini ve
dolayısıyla da tüketimi artırmayı hedefleyen "reform"lar yapıldı.
Kısa Kruşçev dönemi, parti-devlet seçkinlerinin ve bürokra­
sinin, sanayileşme-kolektivizasyon atılımının zor, baskı, meşak­
kat, kaos, yoksunluk ve insani yıkımla örülmüş acılı sürecinin
yaralarının sarılması, muhalefet dinamiklerinin törpülenmesi ve
istikrar için tüketim ve refahın yaygınlaştırılmasını önüne görev
olarak koydu. Bu aynı zamanda, keskinleşen Soğuk Savaş saldırı­
larına karşı ulusal kenetlenme ve seferberliğin yaratılması bakı­
mından da stratejik önemdeydi.
Uzun Brejnev dönemi, nihayet düzen (parti-devlet, seçkinler/
bürokrasi) ile toplum arasında bir sosyal/politik kontrat dönemiy­
di. Çürütücü bir istikrar içinde korunan statükoyla bürokrasinin
görece güvenlik içinde palazlanması, toplumun da barış içinde bi­
reysel refah ve tüketim imkanlarını kullanabilmesi sağlanmış oldu.
Ne var ki bu çabalar, özel mülkiyetin "olumlu aşılması"nın
artık söz konusu bile olmadığı bir yapılanma içinde ancak ken­
dine özgü mülkiyet rejimi altında artık çıplak kapitalizme evril­
miş yolu döşemeye, her alandaki hiyerarşik yapılanmayı güçlen­
dirmeye katkıda bulunmaktan başka bir işe yaramadı. İktidarla
toplum arasındaki "sosyal kontrat", baskının yanında bu yumuşak
yolla da yeniden biçimlendirilmiş oldu. Bu anlaşmanın bir ucun­
da kaba komünizme benzer çarkların içine sıkıştırılmış ücretliler,
emeğe yabancılaşmış bir halde, çalışmadan tüketme hakkını (çıp­
lak kapitalizmde asla kabul edilemeyecek verimlilik oranlarıyla)
kullanmaya yönelmişken, öteki uçtaki bürokrasi de iktidarının
sorgulanmadığı rahatlığın bahşettiği güvenli pervazsızlığın tadı­
nı çıkarmaktaydı. Özellikle uzun Brejnev dönemi, Stalin iktidarı
152 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

sırasında keşfedilip istihdam edilmiş ve yükselmiş kadrolar yöne­


timindeki "istikrar"ın cenderesi içinde çoktan atılmış (toplum ve
iktidarın birlikte) çürüme tohumlarının filizlenmesine en uygun
ortamı oluşturdu.
Politika son tahlilde sınıflar arası ve sınıflar içi kesimler, odak­
lar, tabakalar arasındaki paylaşım mücadelesidir. Üretilen artık
değere kimlerin nasıl el koyacağı, toplumsal birikimin nasıl da­
ğıtılacağı kararlarının saptandığı devlet yapısı, toplumsal örgüt­
lenme ve tartışma çerçevesiyle karar alma mekanizmaları sonuçta
tayin edici önemdedir. Bu noktada, genel toplumsal örgütlenme ve
hukuki çerçeve, devletin rolü ve gücü, parti-devlet ilişkisi, bürok­
rasinin konumu, devlet zorunun işleyişi, hak arama kanallarının
durumu, toplumsal kural ve normların işleyişi, legalite ve müey­
yideler, yani sonuçta siyasetin ve bütün toplumsal süreçlerin, üre­
tim ve paylaşımın içinde yer aldığı, tabi olduğu sosyal, ekonomik,
politik, hukuki çerçeve ve işleyiş, yapısal-sistemik mekanizma,
kısacası düzen hükmünü icra ediyor. Düzende hakim olanların,
gücü elinde bulunduranların çıkarlarına göre işliyor bütün haya­
tın seyri.
Reel sosyalizm, doğru teorik-ideolojik tahlilleri ve meşrui­
yet temeli olan Marksist-Leninist sosyalist projenin dışına çıkan,
onunla çelişen ve onu çarpıtıp devre dışı bırakan düzenleme, ör­
gütlenme ve işleyiş dinamiklerinin anaforunda sürüklenmekteydi.
Stalin'in, Buharin'in "zenginleşin" sloganı ile kendisinin var­
lığı artırma projesi arasındaki farkı açıklarken yaptığı tespitlerin
doğruluğundaki stratejik boşluk, toplumsal varlığa nihai el koy­
manın mekanizmalarında yatmaktaydı. Buharin'le ittifak yaptığı
dönemde, köylülere ilişkin tavrın değiştirilmesine ilişkin tartış­
malar sırasında Stalin, bir gazetecinin, "Tarımın yararı için işle­
diği arazide köylüye 10 yılllık [kullanım] garantisi vermek gerekli
olmaz mı?" sorusuna, "Hatta kırk yıl!" diyerek verdiği olumlu ya­
nıtta yatmaktaydı "boşluk."2 1

21 Yanıtı aktaran, Boris Souvarine, age., 390-391.


Uyg u lamada Ham Komünizm ı 153
Süreç içinde çarpık anlayışlar, odaklar, güç ve ayrıcalıklar or­
taya çıktı. Onları üreten, yeniden üreten, koruyan mekanizmalar
dört bir yandan sarmıştı düzeni; bozulan ve çürüyen kurumlar,
yiten moralite, canlanan gelenekler, inançlar, perspektifler hep
birlikte, yitirilen gelecek, toplumsal proje ve ideallerle buluştu.
Üreyen saptırıcı, çarpıtıcı, yıkıcı ve çürütücü dinamikler bir nok­
tadan sonra gemlenemez hal aldı.
Kökleri Hıristiyanlıkta, ilkel toplumlarda, Marksizm öncesi
vahşi kapitalizme tepkilerde ve benzeri arkaik düşüncelerde yatan
ham komünizmin Rusya' da onu yaratan-besleyen dinamikler faz­
lasıyla mevcuttu. Partinin "yağmalayanların yağmalanması" slo­
ganı ister istemez onun dışındaki toplumsal kesimlerle de hayata
geçti. Bunlar parti içine de girdi. Ama hep kontrol altında tutul­
du. Sonra zaten sanayileşmeye, genel gelişmeye ve ulusal savun­
manın güçlenmesine ilişkin projelere ve bürokrasinin çıkarlarına
ters düştüğü için bu dinamiğe hiç prim verilmedi, tersi yapıldı.
Bu sefer de yağmurdan kaçarken doluya tutulundu: Özel mülkiyet
virüsü ve ayrıcalıkların varlığı ile bu hiyerarşik yapılanmanın ge­
liştirilip korunması güdüsü, baskı mekanizmalarını getirdi, dev­
let kapitalizmini güçlendirdi. Buna koşut olarak tepkisel hamlık
Sovyetik dünyada ve genel sosyalist hareket içinde kendine yeni
zemin ve hayat alanı buldu, çeşitli uluslararası "devrimci" hareket
ve yapılanmalarda hayatiyet kazandı. Yine sonuçta özel mülkiye­
tin olumlu-pozitif aşılması dönemecinde tıkanılıp kalındı, ileri gi­
dilemedi, o aşamaya atlanmak bir yana, geriye düşüldü.
Burjuvaziye değil kendine ve özdeşleştiği devlete hizmet eden
bürokrat kast iktidarının meşruiyetinin temeli sosyalizm ve işçi
devleti kavramıydı. Klasik özel mülkiyet yoktu ama miras hariç
topluca, kast ortaklığı ve hiyerarşik düzen içinde, bir tür derebey­
likler organizasyonuyla el konmuş ve üzerinde tasarrufta bulu­
nulan devlet malı, toplumsal birikim söz konusuydu. Olgunlaşıp
ağza düşmeye hazır hale gelince de bireysel burjuva tipi mülkiye­
te, klasik piyasa kapitalizmine dönüştürülecek özel bir tür devlet
154 1 Anti-Marksist Devrimcilik

kapitalizmi... Bu koşullarda, özel mülkiyetin pozitif aşılması hiç


gerçekleşemedi. Devletleştirme, proletarya iktidarında bile bu an­
lama gelemezdi zaten. Bunu sadece Lenin biliyor ve söylüyordu.
Özel mülkiyet fetişini aşamayan düzen sonunda çürüdü ve bir
tek miras hakkı kalmış özel mülkiyet rejimine resmen döndü. Bu
kadrolar, çocukları ve torunları, ilk iş olarak da kamu mülkiyetini
talan ederek, yağmalayarak özüne kavuştu, yitirdiği insanı mülki­
yet hakkıyla telafi etmeye yöneldi.
Yukarıda özetlenen biçimlerde temeli atılan yolun son dö­
nemecinde de artık, seçkinlerin/bürokratların neredeyse miras
hakkı dışında kontrol ve tasarrufları altında tuttukları sermaye
birikiminin bütünsel özel mülkiyete ve vahşi kapitalist birikimi
andırır yağmalamalarla tam piyasa ekonomisine geçilmesinin sı­
rası gelmişti. Bu viraj da, Politbüro üyesi ve Parti Moskova Şubesi
Sekreteri Yeltsin ve Emniyet/İstihbarat zor aygıtı KGB'nin ajanla­
rından Putin'in kaptanlığında geçildi. Kapitalist otobanda finans
oligarklarının ölümcül yarışı başlayabilirdi artık.
Sonunda büyük düş gerçekleşmişti; Sovyetler Birliği tam da
Stalin'in düşünü kurup pek çok kereler tanımladığı biçimde süper
güç olmuştu. Ne var ki, çok da kof çıktı, içten içe çürüdü ve çöktü.
Stalin yine haklı çıkmıştı; sonunda kadrolar gerçekten de her şeyi
belirlemişti!
Bu kadrolar, sınıfsal kökenleri, sosyal konumları, dünya gö­
rüşleri ve yaşam deneyimleri bakımından ham/kaba komünizme
yakındılar. Zamanla, değişen ve ayrıcalıklı hale gelen statüleri ve
parti-devlet yönetiminin işaret ettiği ideolojik yönelimler doğrul­
tusunda değiştiler.
Daha devlet kapitalizmi koşullarında paranın lağvedilmesi
düşünden/talebinden kapitalist ilkel birikimin yağmasına, "sahte
devrimci", yontulmamış ham komünist zihniyetin izleyeceği rota,
gelip gelebileceği durak doğası gereği buydu işte. 20. yüzyılın "sos­
yalist inşa" serüveninin bıraktığı hiç unutulmaması gereken ders­
lerinden biri de bu olmalıdır.
Uygulamada Ham Komünizm ı 155
Kadroları ilkel güdüleriyle harekete geçiren yontulmamış kaba
komünizm burada işlemez, çıkmaz sokaklarda tıkanırdı. Sovyetler
Birliği Komünist Partisi ile devletinin koruyucu kanatları ve
Stalin'in ideolojik-politik önderliği altında başarılı olabilirdi an­
cak ve öyle de oldu. Rusya Ana'yla birlikte kendileri de gerilik, yok­
sunluk ve yoksulluktan kurtuldular. Kaybeden, Ekim Devrimi'yle
birlikte proletarya dolayımıyla insanlık oldu.
Para kalksın diyen bir hamlıktan ayrıcalıklı kast üyesi olmaya
dönüşen kadroların öyküsü, kaba komünizmin ·özel mülkiyeti aşa­
mamasının bu yaşanmış örneği, Marx'ın 150 yıl önceki tespit ve
öngörülerinin hayret ve hayranlık verici trajik doğrulanmasıdır.

B. Bir Ham Düş Gerçeğe Dönüşüyor:


Pol Pot ve Kamboçya Deneyimi
Kolay kolay analize sığmaz bir kaba komünizmin ibretlik ve
trajik vesikası olarak "Marksist-Leninist" Pol P0t önderliğindeki
"Komünist" Kamboçya örneğine kısaca bakılabilir.
90 yıl boyunca Fransız sömürgesi olan Kamboçya 1953 yılın­
da bağımsızlığını ilan etti. 1970 yılında ABD ve Güney Vietnam
güçleri Kamboçya'yı işgal etti, bir darbeciyi (Lon Nol) hükümetin
başına getirdi. O dönemde Kamboçya, Amerikalılarca barbarca
bombalandı, büyük bir şiddete maruz kaldı.. Vietnam, Kamboçya
ve Laos'taki direnişler karşısında yenilgiye uğrayan ABD, 12
Nisan 1975'te ülkeyi terk etti, Kızıl Kmer gerillaları Kamboçya'da
tam hakimiyet sağladı. İşbirlikçi diktatör General Lon Nol da
Amerika'ya kaçtı. Beş gün sonra Kamboçya Komünist Partisi ik­
tidarını ilan etti. Fransa' da okumuş, Fransız Komünist Partisi'nde
çalışmış önder kadronun başında Pol Pot vardı. Asıl adı Saloth Sar
olan Pol Pot, 1950'lerin sonlarına doğru Fransa' dan döndükten
sonra öğretmenlik yaptı ve Demokratik Kamboçya'nın ilk hükü­
metinde başbakanlık görevini üstlendi. 22 Devlet Başkanlığına ise,

22 Pol Pot'un yaşam öyküsü için bkz. David P. Chande, Brother Number One: A
Political Biography ofPol Pot, Boulder, Co., Westview Press, 1992.
156 1 Anri-Marksist Devrimcilik

Sorbonne Üniversitesi'nde iktisat doktorası yapmış olan Khieu


Samphan getirildi. Pol Pot daha Fransa' dayken, Stalin' de hayatının
amacını bulmuştu. Mao'ya, benzer ölçülerde karşılık gören büyük
sevgisi, saygısı vardı. Ayrıca, Fransız ve Batı edebiyatında uzmandı.
Kargaşa, açlık, sefalet, iflas etmiş bir ekonomi ve yangın yeri­
ne dönmüş bir ülke devralan yeni iktidar, Kızıl Kmerler başkent
Phnom Penh'e girdikten hemen sonra, iki milyon insanı kırsal
alanda çalışmak üzere kent dışına göçe zorladı. Benzer uygulama­
lar başka kentlerde de tekrarlandı. 1976 yılının Ocak ayında da,
"işçi, köylü ve Kamboçya Devrimci Ordusu'nun [birlikteliğinde]
mutluluk, eşitlik, adalet ve gerçek demokrasi"yi gerçekleştirecek
yeni anayasa ilan edildi. 23
Nihayet Mayıs 1978'de Pol Pot, saatler süren bir basın toplantı­
sıyla, Kamboçya Komünist Partisi'nin ülkeyi yönettiğini ve kendi­
sinin de partinin genel sekreteri olduğunu ilan etti.24
Kayda değer bir işçi sınıfı olmayan ülkede iktidar esas olarak
yoksul köylülüğe dayanıyordu. ideolojik analizde, sadece hakim
sınıflar değil, aydınlar, profesyoneller, hatta öğrenciler bile "sınıf
düşmanı" konumundaydı. Kent proletaryasına bile kuşkuyla yak­
laşılmaktaydı. "Sınıfsız toplum"a, sıkı örgütsel denetim ve disiplin
altında, özel mülkiyetten arındırılmış koşullarda ve ortak komü­
nal yaşamla ulaşılacaktı. Pol Pot'a göre, proletarya "üst düzlemde­
ki" teorik öncüydü, "Somutta öncü olmadılar. Somut gerçeklikte
sadece köylüler vardı... dolayısıyla da kimseden kopya çekmedik,"25
diyordu.

23 Laura Summers, "Defining the Revolution", Current History, C. 71, No. 422, 1976, s.
214; https://www.jstor.org/stable/45314294 Accessed: 1 2-06-2021 17: 1 1 UTC
24 Bu konuşmanın tam metni: Pol Pot, Long Live the l 7'h Anniversary of the
Communist Party of Kampuchea: Speech by Pol Pot, Secretary of theCentral
Committee ofthe Kampuchean Communist Party Delivered on September 29, 1 977,
New York, Group of Kampuchean Residents in America (G.K. Ren.). 1 977.
25 David Chandler, "Report of Activities of the Party Center According to the General
Political Tasks of 1976", içinde Chandler, Kiernan & Boua (der.). Pol Pot Plans the
Future: Confidential Leadership Documents fromDemocratic Kampuchea, 1976-
1977, New Haven, CT., Yale University Southeast Asia, s. 219. (Bundan böyle Pol Pot
Belgeler.)
Uygu lamada Ham Komünizm 1 157
Ülke ve parti içindeki engelleri, "düşman mikroplar"ı Pol Pot
şöyle açıklamaktaydı:
... biz sosyalist devrimi gerçekleştirirken, parti içinde halkın de­
mokratik devrimi mücadelesini yürüttüğümüz zamanlarda ortaya
çıkmış bir hastalık söz konusudur. Halk devriminin ve demokra­
tik devrimin ateşinin sıcaklığı, ulusal demokratik katmanlarda,
halk ve sınıf mücadelesi düzleminde yetersiz olduğundan, parti içi
mikropları bulmada başarısız olduk. Onlar yeraltındalar. Sosyalist
devrimimiz gelişip partinin ve ordunun bütün hücrelerine ve hal­
kın arasına nüfuz ettikçe çirkin mikropları bulabiliriz. Sosyalist
devrimin niteliği gereği dışarı atılacaklardır. Daha fazla bek­
lersek mikroplar gerçek zararlar verebilirler. Çelişkiler vardır.
Onları gömmek için toprağı kazırsak bizi içten çürütürler. Partiyi
değil, toplumu ve orduyu çürütürler. 26

Komünist Parti'nin kentleri boşaltmak dışında yaptığı ilk iş­


lerinden biri, ülke çapında topraktan traktöre, hayvan stokun­
dan aletlere üretimle ilgili kaynak ve araçlara el koymak oldu.
Perspektifi, "kentlerin pazarın, dükkanların, restoran ya da
kafelerin olmadığı bir rejim[di]. Özel ellerde otobüs, araba ya da
bisikletlerin olmadığı. Okulların olmadığı. Kitap ve dergilerin ol­
madığı. Paranın olmadığı. Saatin olmadığı. Bayram ya da dini fes­
tivallerin olmadığı. Sadece doğan ve batan güneş, geceleri yıldızlar
ve gökten inen yağmur. Ve çalışma. Her şey çalışma, boş ve ilkel
kırsalda."27
Pol Pot'a göre, bu önemli bir gelişmeyi başarmıştı:
Hastalığı önlemenin etkin ilacı gıdadır. Yeterli yitecek olursa, has­
talık da azalır. Aynı şey kültür için de geçerlidir. Birikime sahip
olduğumuzda bilimsel kültürü genişletebiliriz. Ama şimdi önce­
likle pirinç üretmeliyiz. Pirinç üretimi büyük bir derstir. Kentliler
pirinç tarlası nedir bilmiyorlar, inek nedir bilmiyorlar, hasadı bil­
miyorlar. Şimdi biliyor ve anlıyorlar; artık ineklerden ve sığırlar-

26 Pol Pot Belgeler, age., s. 183.


27 Haing Nigor, Survival in the Killing Fields, New York, Carroll & Grar Publishers,
2007, s. 214'ten aktaran age., s. 9.
158 1 Anti-Marksist Devrimcilik

dan korkmuyorlar. . . . Gerçek çalışma deneyim getirir. . . . Önemli


olan öncelikle gıda sorununu çözmektir. Yiyeceğe sahip olunca,
aynı zamanda okumayı, yazmayı ve aritmetiği öğrenmeye geçe­
biliriz. 28

Gözlüklü olmanın bile neredeyse "düşman sınıf" mensubu ol­


makla eş tutulduğu bu anlayışta, bir zamanlar kaba komünizm
ideologlarından Morelly'nin önerdiği gibi, "tam eşitlik" için kafa
emekçilerinin, aydınların, yazar, öğretim üyesi ve öğrencilerin
"toprakta çalışması" yaşama geçiriliyordu, devrim, sosyalizm ve
sınıfsız toplum adına.
1976' da Bölge Meclisi'nin açılışında yaptığı konuşmada Pol Pot,
sosyalist inşaya ilişkin görüşlerini şöyle açıklamaktaydı:
Proleter olmayan kalıntılara ve hala özel, kolektif olmayana karşı
savaşımı sürdürerek sosyalist devrimi geliştirmeliyiz. [Başarı­
sızlık] kolektif sistemin sonucu değildir. Sosyalist bilinç ve sosya­
list devrimin yeterince derinleşmemiş olmasındadır. Sistemi­
miz halihazırda sosyalisttir ama felsefesi ve bilinci henüz açıklık
kazanamamıştır. . . . Parti güçlü olursa zaferi çabuk kazanır.. . . Şim­
di sosyalist devrimi hemen gerçekleştirmek istiyoruz, nüfusumuz
az ve ülkemiz yoksul olsa da sosyalizmi hemen inşa etmek istiyo­
ruz. Hızlı gitmek istiyoruz; bu mümkün müdür, değil midir? Bizim
gözlemlerimize göre, hızlı gitmek zorundayız. Dış güçler bizi
ezmeyi bekliyorlar. . . . Ama [sorunları] kim düşünecek, kim önder­
lik edecek, kim yönetecek? Bu, partinin işlevidir. Bütün sorunlar
öncü partiye havaledir. Ülke çapında parti, her temel alanda parti,
her kooperatifte parti, her örgütsel birimde parti. 29

Pol Pot için "sosyalizme geçmek" bir irade meselesiydi, "sosya­


list inşa" için aşamalara, zamana, sabra çok de gerek yoktu. Daha
1976'da şöyle tepeden bakmaktaydı dünyaya:
Gerçekte, toplumumuz şimdiden sosyalisttir. . . . Amerikan emper­
yalistlerinin yeni sömürge yarı feodal toplumunun, her ulusun fe­
odal ve kapitalistlerinin üzerinden atladık ve doğrudan bir sosya-

28 Pol Pot Belgeler, age., s. 30.


29 Pot Pot Belgeler, age., s. 18-19, 22, 24.
Uygulamada Ham Komünizm ı 159
list toplum inşa ettik. Durum öteki ülkelerden tamamen farklıdır.
Örneğin Çin 1949'da özgürleştirildiğinde, Çinliler sosyalizme gi­
den reformlardan önce demokratik halk devrimini tama_mlamayı
beklediler. Uzun bir süre geçmesi gerekiyordu. Halk komünlerini
1955'te başlattılar. 1945'te özgürleşen Kore örneğine bakın. Kırsal
kesimde ancak 1958'de kooperatifler kurmaya başladılar. . . . 1958'e
kadar gerçek bir sosyalist devrim geliştiremediler. Geçiş süreci için
14 yıla ihtiyaç duydular. Kuzey Vietnam da aynı şeyi yaptı . . . . Bize
gelince, biz onlardan farklı bir karaktere sahibiz. Biz onlardan hız­
lıyız. Onlardan dört ila on yıl ilerideyiz. . . . Toprak reformu ya
da sosyal dönüşüm dönemlerinden geçmedik. Onun yerine doğru­
dan demokratik halk devriminden sosyalizme sıçradık. [Doğal
kaynaklar bakımından] Çin, Vietnam ya da Afrika'ya göre daha
avantajlıyız. [T]eknoloji tayin edici faktör değildir; devrimin
belirleyici unsurları siyaset, devrimci halk ve devrimci metotlar­
dır. Lenin devrimi boş ellerle gerçekleştirdi. Biz de aynı şeyi yap­
tık; zorluklar içinde ve boş ellerle devrim yaptık. . . . Dönüşüm için
uzun zamana ihtiyacımız yok. Bizimki yeni bir deneyimdir ve halk
bunu izliyor. Herhangi bir kitabı takip etmiyoruz. Ülkemizdeki ge­
çerli duruma göre hareket ediyoruz. 30

Pol Pot reel sosyalist rejimlerin son halini de beğenmiyordu:


Gelişimlerini tamamlamış sosyalist ülkelere baktığımızda ve ha­
yat tarzlarını incelediğimizde, kolektivizm olduğunu görüyoruz
ama pek çok bakımdan bireyci olan yaşam tarzlarında değil. Ör­
neğin [Çinliler] hala aylık maaş alıyorlar, hala para harcıyor­
lar. Bu durumda, herkes sadece karnını doyurmak için yiyecek
almayı, giysi almayı vs düşünüyor. . . . Bu gözlemlerden hareketle,
biz bu yolu asla izlemeyeceğiz. Biz sosyalizme kolektif yolu izle­
yeceğiz. 31

30 Age., s. 46, 48-49.


31 Prasso, Sheridan T., "The Real Value of Money: How the World's Only Attempt to
Abolish Money Has Hindered Cambodia's Economic Development", Asia-Pacific
Issues, No. 49; https://www.eastwestcenter.org/publications/riel-value-money-how­
worlds-only-attempt-abolish-money-has-hindered-cambodias-economic- https://
www.mekongresearch.org/blog/2018/6/19/everything-must-be-sacrificed-marx­
the-khmer-rouge-and-money-abolition
160 ı Anti-Marksist Devrimcilik

Elbette sistemde "devlet gücü ve zoru"nun özel bir yeri vardı.


Bu noktada, özünde "devlet gücü, parti gücü" demekti. Herkese
güvenilemezdi; " [dışımızdaki] her yüz insandan en az onu zeki
çıkacaktır, çoğunluk en vasat ve en fazla on tanesi de vasatın al­
tında olacaktır."32 Dolayısıyla devlet gücü, "toplumun üst kade­
melerinden" gelenlere de, "kentlerden çıkan alt düzeydekiler"e
de emanet edilemezdi. 33 Eskinin egemen sınıflarının çocukları ve
torunları yarı yarıya daha az, "yüzde elli" oranında risk taşıyor­
lardı. Bu durumda, "bir süreliğine" hareket içine çekilebildikle­
rinde, düşmana kaptırılmamış bu çocuklar "taktik bir güç" olarak
"kullanılabilir" di. 34
Ama gerçek komünist toplum için bütün kötülüklerin anası pa­
ranın kaldırılması gerekti. Üretim araçlarına el konması tek başına
devrimci ruhu kesmiyordu. Hedefte para olmalıydı. 20. yüzyılın son
çeyreğinde dünya bunu da görecekti. Ham komünizmin hayaleti
Kamboçya üzerinde dehşet saçıyor, "devrimci ruhu" da bu arada "sı­
nıfsız toplumun" temelini, ilga edilen kağıt banknotlarla atıyordu.
Nihayet, 1975 başında karar verildi ve bu iş bombalara havale
edildi: Merkez Bankası bombalarla havaya uçuruldu, paralar etra­
fa saçıldı ve parasal ilişkiler son buldu, ticaret komünler arasında
takas usulüyle yapılmaya başlandı.
O zamanki slogan basitti: "Şayet pirinç varsa, her şeyimiz var
demektir."
Pol Pot 1977'de şöyle diyordu:
Para olmadan, günlük ücret olmadan devam edeceğiz. Bütün hal­
kımız, Devrimci Ordumuz, bütün kadrolarımız ve bütün savaşçı­
larımız kömünal destek sistemiyle kolektif sistem içinde yaşamak­
tadır. Bu, kentlerle kırsal arasındaki çelişkilerin çözümüne doğru
başarılı bir adımdır. 35

32 Pol Pot Belgeler, age., s. 203.


33 Age., s. 208.
34 Age., s. 224.
35 https://theacheron.medium.com/that-one-time-pol-pot-blew-up-the-central­
bank-el30c23b64a0
Uygulamada Ham Komün:zm \ 161
Bu "başarılı adım"ın ardından, doğal olarak insanların bütün
ihtiyaçları, sabundan pirince, kalemden makasa, çay bardağından
paltoya, yastıktan baltaya, minimum yaşam gereksinimleri ola­
rak akla gelebilecek her şey belirlenmiş miktarlarda sağlanmaya
başlandı. İnsanların neyi ne kadar yiyeceği, yaptıkları işe, yaşa vb
göre sınıflandırıldı, her birey için porsiyon kotalarıyla belirlendi.
Partinin yayın organı Devrimci Bayrak dergisi şöyle yazıyordu:
Para kullanmıyoruz. Para en zehirli araçtır. Bizi her zaman özel
mülkiyete geri dönmeye ayartır. Parayla şunu ya da bunu satın al­
mayı isteriz. Şimdilerde kimse para harcamayı düşünmüyor. 36

Gerçi bu, parti-devlet seçkinleri için pek böyle değildi ama di­
yalektik sıçramada bu kadarı olabiliyordu. Para halk için zehirliy­
di ama devrimci devlet başkaydı:
Parayı lanetlediğı Dört Yıllık Plan' da Pol Pot, devlet harcamaları­
nı dolar bazında 202 milyon dolar olarak hesaplamıştı. Ek olarak,
Tayland sınırındaki markette Kızıl Kmer kadroları ellerinde 100
dolarlık banknotlarla kendi partilerinin merkezi için yiyecek satın
alırken görülmüşlerdi. 37

Bu arada "başarılar" sürüyordu. Artık sadece yiyecek ve içecek­


ler değil, tatlılar da kolektif mutfaklarda hazırlanıp sunulacaktı.
Kapitalizm böylece hayattan siliniyordu. Bir parti belgesinde şöyle
anlatılıyordu:
Paraları olduğu sürece istediklerini yiyebilir, yiyecek olarak is­
tediğini satın alabilir. Dolayısıyla, sadece parası olanlar yemek
istediklerini satın almakta özgürdür. Bugün dünyanın sosyalist
bölümünde kolektivizasyona aşırı vurgunun bireysel ya da aile
içi beslenmeye darbe vurduğu yönünde bir sorun saptandı. Bu
nedenle bir ölçüde özel yaşama izin veriyorlar ve hala para kul­
lanıyorlar. Bize göre bu yol kapitalistleri bütünüyle bastıramıyor.
Çin ve Kore örnektir. Burada revizyonistlerden söz etmiyoruz. ...

36 Aktaran, https://scholarcommons.usf.edu/cgi/viewcontent.
cgi?article= l 710&context=gsp
37 Bkz. Sheridan T. Prasso, age.
162 1 A n : -Marksist Devrimcilik

Kapitalist sistem var oldukça kendisini güçlendirecek, yayılacak


ve sosyalist devrim önünde bir engel olarak kalacaktır. Oysa biz
ortak yemek yemeyi bütünüyle organize ediyoruz. Yemek ve iç­
mek kolektivleştirilmiştir. [Yemek sonundaki] tatlı da ortaklaşa
hazırlanmaktadır. 1977'de haftada iki tatlıydı. 1978'de iki günde
bir tatlı veriliyor. Sonra 1979'da her gün tatlı vs. İnsanlar bu
şekilde yaşamaktan mutlular. 38

Üstelik yemekhaneye herkes kendi özel çatal ve kaşığını geti­


rebilecekti!
Kültür bahsindeyse, devrimci marşlar dışında bir şey saptanma­
mıştı. Ülke çapındaki çalışanlar için kota sistemiyse 1977-80 ara­
sında şöyle planlanmıştı: "Birinci gruptakiler üç kutu pirinç, ikinci
gruba iki buçuk kutu, üçüncülere iki ve dördüncülere bir buçuk
kutu. Bunun yanında her gruba çorba ya da kurutulmuş yiyecek ve
tatlı."39 Yine de standart "mutlak eşitlik" ilkesi gereği, insanlar şı­
marmasın, dünya nimetlerine kanmasın, çileci hayattan kapitalist
rahatlığa özenmesin, gelişsin, bilinci keskinleşsin, kusursuz toplum
dünyaya örnek olsun diye çok sınırlı tutulacaktı! Ama başka ufak
bir hesap da yok değildi, "sosyalist vatan ve çalışan halk" ile serma­
ye birkimi için: 1976 yılındaki "Genel Politik Görevler" raporuna
göre, "kapok [ipek pamuğu] , karides, supya, fılbalığı ve kaplumba­
ğa, . . . yerfıstığı, buğday, mısır, susam ve fasulye. Bütün bu ürünler
döviz kazandırır. . . . Neredeyse her şey ihraç edilebilir, yeter ki biz
tüketmeyelim ve bir kenara koyalım.''4°
Aslında Kamboçya' da ham/kaba/yontulmamış komünizm bü­
kemediği eli öpüyor gibi yapıyor, Marksizm-Leninizm kisvesi al­
tında bildiğini okuyordu.
Kamboçya' da yaşananlarda yoksulluğun, savaşın, sömürge­
ciliğin ve emperyalist gaddarlığın etkileri tartışılamaz bile. Bir
ara tuzu kuru Batı' da çok destek de görmüşlerdi. Örneğin Samir
Amin'in hem de 1986 gibi geç bir tarihte yaptığı gibi pek çok ay-

38 Pol Pot Belgeler, age., s. 107.


39 Age., s. l l l .
40 Age., s . 200.
Uygula mada Ham Komünizm ı 163
dm, kerhen de olsa "bazı aşırılıkların olduğu"nu kabul ediyor ama
'"köylü devrimleri'nde olur böyle şeyler" demeye getiriyordu. Ne
var ki, Sovyetler Birliği, Çin ve Vietnam el ele verip "şanlı" bir dev­
rimi boğmuşlardı. Kendi "sanılar"ıyla meşgul sorumsuzluk böyle
işliyordu.4 1 Elbette yaşadığı Fransa'yı değil ama Afrika'yı buna la­
yık görüyor, oraya da Kamboçya modelini önerebiliyordu.
Genel olarak Batı' da, savaş dolayısıyla daha popüler olan
Vietnam, Kamboçya ile bozuşup Pol Pot rejimini devirince büyü
bozuldu. Ama bu türden proje ve deneylere aç pek çok "Marksist­
Leninist" maskeli yontulmamış komünist olduğu kesin. Gerçekten
de bu, kaba komünizmin asıl altyapısını oluşturan ruh halinin yay­
gın etkisini gösteren trajik bir örnektir. Kapitalizm-emperyalizm­
savaş üçlüsünün dehşetine haklı tepkilere de uzanıyor belki kök­
leri, ama duygusal, hayali, volantarist ve bilimdışı olduğu kesin.
Burjuvazinin gazeteci, bilimci, politikacı, ideolog, teorisyen hiz­
metlilerinin sistematik biçimde ve büyük iştiyakla oradaki her uy­
gulamayı, her trajik hatayı, ölümleri, yoksulluğu, acıları bütünüyle
"gerçek Marksizm-Leninizm"e, "asıl komünizm"e bağlaması tesa­
düf sayılmamalı.
Sonuçta, büyük felaketler eşliğinde, yüzyıllar öncesinin bir
projesi sönümlendi. Çelikten irade, balyoz yumruk, demir disip­
lin, tunç kanunlar yapılanmasında "metal yorgunluğu" hükmünü
icra etti. Ne yazık ki, zararları Marksizmin hanesine yazıldı . . .

4 1 Samir Amin, "The Struggle for National Independence and Socialism in


Kampuchea", Contemporary Marxism, No. 12/13, 1986, s. 92-106; https://www.jstor.
org/stable/29765848
VII

S ONUÇ V E DEGERLENDİRME

Marx öncesi komünist zihniyet, dün olduğu gibi bugün de sa­


dece ideolojik yenilgiyle ortadan kalkmaz, çünkü günümüzde de
onu üreten dinamikler hala güçlü. Yıkılış ve çöküşün yarattığı kriz
ve bıraktığı boşluk bunlardan sadece biri. Pek çok yerde Marksizm
iddialı ve ham komünizm zihniyetini reddetmiş reel sosyalist re­
jimler ile onların çizgisindeki güçlü muhalif hareketler/örgütlen­
meler varken bile Marksizm öncesinin ham komünizmi ve ona
bağlı devrimcilik pratiği dünya çapında büyük -yer yer belirle­
yici- etki kazanabilmişti. Şimdi, reel sosyalizmin çöküşüyle bir­
likte devasa bir boşluk ortaya çıkmıştır. Nesnel-öznel koşullardan
kopuk ve geleceğin gerçekçi-bilimsel inşası perspektifinden yok­
sun keskinlik ticaretine indirgenmiş yaklaşımların prim yapması
tesadüf değildir. Marksist değerler ve birikimin inkarı, bir ölçüte
ve yarışa, devrimcilik rekabetine dönüşmüştür. Sorun bireysel de
değildir, toplumsal zemin ve taban üzerinden örgütsel formlarda
yükselmektedir. O zemin tarih, gelenek, kültür, sosyoekonomik
düzey, yaşam koşulları gibi kaynak ve dinamiklerde aranmalıdır.
Lümpen özelliklerin bereketli zemin bulmasının ve sol içindeki
keskinlik hastalığında kışkırtılıp yeniden üretilmesinin ideolojik/
örgütsel mekanizmalarının bir geleneğe dönüşmesi de, öteki sağ
ve sol sapmalar gibi, artık kabul edilemez bir yıkıcılık haline gel­
miştir.
S o n u ç ve Deı;ıerlendi rme j 165
A. Günümüzde Anti-Marksist Devrimcilik
Bugün ham komünizmin anti-Marksist devrimciliği her za­
mankinden daha ciddi bir soruna dönüşmüştür. Ruhlara sindiril­
miş özel mülkiyet fetişizmine ve ona bağlı yabancılaşmış insana
dayalı sağlam bir zemine sahip olduğundan insan/toplum yapısın­
da yerleşmiştir. Onu hep yeniden üreten yapısal zaaflar ve ideolojik
araçlar bu türden akımların etkilerini daha da pekiştirmiştir. Bu
yeni çöküş ve "gözden düşme" döneminde Üzerlerindeki ideolojik
baskıları silkeleme imkanlarından yararlanarak bilimdışı komü­
nizm anlayışında yeni fırsatlar aramaktadırlar. Zihniyet, sahaya
daha cüretle çıkmakta, "keskin" dilini ve özel mülkiyet virüsüyle
harmanlanmış insan projesini, yani eskinin gerici, ham komü­
nizm aldatmacasını yeniden üretmektedir.
Giderek durum o hale gelmiştir ki, Marksizmin ne olup olma­
dığına onlar karar verebiliyor, çarpık anlayışsızlıklarıyla krizdeki
solun sadece ideolojik esaslarını değil, devrimci praksisin kendi­
sini, taktik ve stratejisiyle örgütlenme modellerini de biçimlendi­
rebiliyorlar. Bütünüyle çarpıttıkları Marksist bilimi, arkaik zihni­
yetin eylem fetişizmine kurban ediyorlar. Dolayısıyla, bu eğilimin
eleştirilmesi büyük önem kazanmıştır.
Yabancı unsurlarla bozulmuş sol içi tartışmaların günümüzde
geldiği düzey Marx'ın "eleştirinin sonuçlarından korkmama" ilke
ve tavsiyesine uymayı elbette çok zorlaştırıyor ama bu görevden
kaçınmamak lazım. Eleştiride Marx yol gösterir:
Eleştiri, zinciri süsleyen hayali çiçekleri, insan bu gerçekdışı süs­
lerden soyulmuş prangaları taşısın diye değil, zinciri fırlatıp atsın
ve canlı çiçeğe uzansın diye kopartmıştır.'
Aktaran, V. t. Lenin, Halkın Dostları Kimlerdir ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl
Savaşırlar, çev. Vahap S. Erdoğdu, Sol Yayınları, Ankara, 1 979, s. 1 23. Aynı cümle,
Marx çevirisinde şöyle: . . eleştiri, insanın süssüz ve umut kırıcı zincirler taşıması
u .

için değil, ama onları atması ve canlı çiçeği devşirmesi için zincirleri arındırıyor
insanın yanılsamalarını, insanın kendi gerçekliğini akıl çağına erişen ve yanıl­
. . .

samadan kurtulmuş bir insan olarak düşünmesi, etkilemesi ve biçimlendirmesi


için, kendi kendinin, yani kendi gerçek güneşinin çevresinde dönmesi için ortadan
kaldırıyor." Kari Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Sol
Yayınları, Ankara, s.192.
166 1 Anri-Marksist Devrimcilik

Eleştiri, ışık gibidir, aydınlık demektir. Uzun süre mağarasının


karanlığında yaşamış kişinin gün yüzüne çıktığında kamaşan göz­
lerinden dolayı aydınlıktan rahatsız olması gibi, gerçeklere alerjisi
olan bu mezhep mensuplarının saldırılarını dikkate almamak ge­
rekir. Bağnazlığın her eleştiriyi "reformizm-revizyonizm", hatta
"döneklik ve ihanet" olarak karalama alışkanlığına teslim olunma­
malıdır. Aks_i halde, şimdi olduğu gibi, "reformizm-revizyonizm"
gibi çok ciddiye alınması gereken hayati ideolojik mücadelenin en
önemli kavramları, güçlü ilkel komünist dinamiğin etkisiyle küfür
sözcüklerine dönüştürülerek karikatürleştirilir, Marksist doğruları
söylemeye cesaret eden herkese teşmil edilerek içleri boşaltılır ve
anlamsızlaştırılır. Böylece sadece gerçek reformizmin kendisi de­
ğil, bütün anti-Marksist sapkınlıklar bu kakofoni içinde kendile­
rini gizleyebilir. Bu zihniyetin gerisindekiler, Marksizme düşman
hakim sınıfların sol içindeki sözcüleri, emek dünyasındaki sabo­
törleri konumuna düşebilirler. Burjuvazi her taşın altında komünist
düşman ararken onlar da her komünistte, sahte komünizm adına,
bir "reformist düşman" keşfederler. Bu bakımdan burjuvazinin
öncü güçleri, komünistlere ultra sol kılıçla saldırıya geçmiş akın­
cıları gibidirler. Tesadüf değildir; gerçek komünistler, burjuvazinin
gözünde "düşman", bunların gözünde "hain"dirler.
Sınıftan kopuk, kapitalizmi kavramaktan yoksun, içini slogan
ve eylem fetişizmiyle boşalttıkları teoriye hasım duruşlarıyla bur­
juvaziden önce onlar dikenli teller çekerler komünistlerle işçiler
arasına. Kullandıkları itici jargonla ve provokatif pratikleriyle,
objektif olarak, burjuvazinin işçileri hareketten ürkütmeye, ka­
çırtmaya yöneltilmiş "yapay zekalı robotlar"ı olarak iş görmeye
kurgulanmış gibidirler. Hayatın egemenlerce dayatılmış maddi
gerçekliği olan düzen içindeki seçeneksizlik, çaresizlik, umutsuz­
luk sürecinin proleter evrendeki doğal gelişiminin önünü keserler,
düzen dışına bakmayı, yani radikalleşmeyi önlerler; ürkütür, kor­
kutur, geri çeker, istikrarı ve güveni statükoya sığınmada aratırlar
işçilere.
Sonuç ve Değerlendirme ı 167
Benzer biçimde, zorun tarihsel ilerlemenin, eskiden yeniye ge­
çişin ebesi olduğu gerçeği de eylem fetişizmiyle tarihsel/felsefi kö­
kenlerinden ve devrimci praksisten koparılmıştır.2 Marksizm, sı­
nıfsız topluma sahici araçlarla gerçeklerin dünyasında ulaşmanm
yoludur. Devrimciliği lafta ya da görüntüde değil, özünde barın­
dıran praksis ideolojisidir. Tuzu kuru "teorisyenler"in değil, isyan
bayrağını gerçek hayatta alınteriyle ördükleri örgütleriyle hayatın
içindeki sağlam zeminlere basarak yükseltenlerin kılavuzudur. Bu
konuda Marx, Kapital'in önsözünde şöyle der: "Bir toplum kendi
hareketinin doğal yasasını keşfetmek işinde doğru yola girmiş olsa
bile ne doğal gelişim aşamalarının üzerinden atlayabilir ne de
onları resmi kararlarla iptal edebilir. Ama doğum sancılarının sü­
resini kısaltabilir, şiddetini azaltabilir."3
Anti-Marksist devrimciler bu gerçekleri sadece bilmezden gel­
miyorlar; "doğum"u daha sancılı yapıyor, geciktiriyor, hatta has­
taya düşük yaptırtmanın aracına dönüşebiliyor, burjuvaziye kendi
zorunu topluma dayatmasının bahanesi bile olabiliyorlar.
Marksizm öncesi komünizminin taşıyıcısı, eskinin hortlamış
devrimcisi, kendi suretinde yeniden yarattığı bir ideolojik duruşu
Marksizm diye topluma sunuyor. Oysa karşımızdaki bir karikatü­
rü, çarpıtılmış bir hali dahi değildir Marksizm-Leninizmin. Onun
dışında, ona yabancı bir vakıa olarak değerlendirilmelidir.
Bu zihniyetin ideolog bolluğu içinde, ezberlenmiş, Marksist
jargonla süslenmiş birkaç cümle, her sorunu kestirmeden çö­
zen kutsal metin ayeti, her kapıyı açan maymuncuk olmuştur.
Marx'ın belirlediği gibi, dar çıkar, ihtiras, yıkıcılık, öykünme,
ilkel sahiplenme ve tüketim güdüsü, emek kaçkınlığı tutsak ala­
biliyor insanları. Özel mülkiyet hastalığından mustarip tutu­
namayanların psikozunun, iç içe geçmiş bu türden duyguların,
dayatılmış zaafların, yabancılaşmanın, insani tepkilerin sömü­
rülmesidir bu siyaset. İktidardaysa, yeni egemenlerin bir kontrol

2 "Zor, yeni bir topluma gebe olan her eski toplumun ebesidir." Kari Marx, Kapital, C.
l, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, Yordam Kitap, İstanbul, 2010, s. 7 1 9.
3 Age, s. l 9-20.
168 1 Anri-Marksist Devrimcilik

etme-meşruiyet kotarma-artık değere el koyma, özel mülkiyet


edinme stratejisinin ideolojisi, ajitasyonu, stratejik planlaması­
dır, bir sömürü aracıdır.
Oysa Marksizm, mülksüzleştirilenlerin idealist devrimci ön­
cüler aracılığıyla, sosyal mühendisliğin göz boyayıcı hokus poku­
suyla görüntüde mutlak eşitliğe kavuşturulmasının değil, işçi sını­
fının önderliğinde insanın insanlaşmasının projesidir. Marksizm,
salt mülkiyet sorununun zihinde tasarlanmış ütopik çözümüne
indirgenemez; özel mülkiyetin gerçekten aşılmasının emeğin ya­
bancılaşmasının ortadan kaldırılmasıyla sağlanabileceğini, ancak
bu yolla, olumsuzun da olumsuzlanmasıyla, insanın nihai kurtu­
luşunun gerçekleşebileceğini belirlemiş bir bilimdir.
Marksizm yalnızca eylem ve harekete, yani özel olarak prati­
ğe değil, öncelikle düşünceye, teoriye, bilimsel ve teknolojik ge­
lişmelerin çözümlemelerine dayanır. Hemen ardından da teori ile
pratiğin birbirini besleyen bütünlüğüne ulaşır. Bireysel iradeler
ve düşler zemininde değil, sınıflar mücadelesi ve üretici güçle­
rin gelişmesi temelinde inşaya yönelir sınıfsız topluma evrilecek
geleceği. Ham komünizm ve onun yontulmamış devrimciliğiyle
bağdaştırılmasının düşünülmesi dahi mümkün değildir. Bu sözde
komünizm, Weitling, Neçayev gibi kişiliklerde görülen kendinden
menkul özel misyon sahipliğini, düşlerin gerçeklikle yer değiş­
tirmesini kaçınılmaz kılıyor. İçine kapanık mezhep yaşamı, hu­
rafelerin sürekli kendini yeniden üretmesinin ortam ve zeminini
besliyor. Böylece bir kısırdöngüde, bu içinden çıkılmaz labirentte,
zihinsel tutsaklık yıkıcı etkilerini işliyor dimağlara.
Bu duruma itiraz edilince de, kendi karanlıklarına alışanlar
Marksist aklın aydınlığından korkuyor ve ışığa saldırıyorlar. Sözde
"sol içi tartışma" da küfür, yalan ve iftira üzerinde şekilleniyor,
zıddına dönüşüyor; "suskunluk ve boşluk" egemen oluyor. Arada
"devrimci şiddet" ise, çocukluk hastalığını da aşmış onulmaz il­
letin periyodik nöbetlerinden oluyor. Bu durum, goşizmin en za­
rarlı halidir. Sol hareket içindeki dogmatizm ve goşist eğilimler
So n u ç ve Değe r l e n d i r me ı 169
genelde bu zihniyet içinde erir, onunla bütünleşir ve bu dolayımla
Marksizm karşıtı saflara geçişini tamamlar.
Marksizm dışı komünizm projeleri ve bunların önderleri, ide­
ologları, militanları kendi dönemlerinin koşullarında anlaşıla­
bilirler. Henüz proletarya tam oluşmamışken ve bir bilimsel yol
gösterici (teori, örgüt, hareket) yokluğunda, "durum" dan, "emekçi
hali"ne tepkiden yola çıkan bu erken komünist hareket, gördüğü­
müz gibi, zamanında ilerici bir rol de oynamıştır. Yine belirtti­
ğimiz gibi, Marx ile Engels de, bilimsel sosyalizme giden yolda
bunlardan etkilenmiş, olumlu yanlarını kabullenmiş, yeri geldi­
ğinde onları savunmuş, devrimci ruhi şekillenişleriyle işlevlerini
övmüşlerdir de.
Ne var ki, işçi sınıfını kurtarılmaya muhtaç ezik gericiler ve
klasik komünist partileri iflah olmaz tutucular olarak gören ahlak­
çı-idealist isyancılar, özellikle de küçük burjuvazinin alt tabakala­
rından, varoşlardan, kırsal kesimden gelenleri, ham/ilkel komünist
geleneğin ve onun yontulmamış eylemciliğinin yeni hammaddele­
ri oldular zamanla. Bu global kalkışma hareketi ezilip buharlaşın­
ca da geriye kalan tortu ham komünizmin içinde eridi, sahte/kaba
devrimcilikle bugüne kadar geldi. Şimdi de, ultra keskin retorik ve
Marksist-Leninist maske aksesuar ve süsleriyle bezenmiş devrim­
ciliklerini, 1850-1870'lerdeki ve 1960 ve 70'li yıllardaki radikaller
gibi, Marksizmi ve Marksistleri hedef alarak sürdürüyorlar.
Marx'ın belirttiği gibi,
o sosyalist tarikat kurucularının ortaya çıktığı dönemde, ne işçi
sınıfı kapitalist toplumun kendi gelişimi sayesinde dünya sahne­
sine tarihsel bir aktör olarak çıkmasına yetecek eğitim ve örgüt­
lülük düzeyine ulaşmıştı, ne de işçi sınıfının kurtuluşunun ko­
şulları eski dünyada yeterince olgunlaşmıştı. işçi sınıfının sefaleti
bir olguydu, ama onun kendi hareketinin koşulları henüz ortaya
çıkmamıştı. Mevcut topluma yönelttikleri eleştirilerde toplumsal
hareketin hedefini (sınıf egemenliğinin bütün iktisadi koşullarıy­
la birlikte ücretli emek sisteminin kaldırılması) açıkça tarif etmiş
olan ütopyacı tarikat kurucuları, ne toplumda onun dönüşümünün
170 ı Anti-Marksist Devrimcilik

maddi koşullarını bulabilmişti, ne de işçi sınıfında örgütlü gücü


ve hareket bilincini. Hareketin eksik olan tarihsel koşullarının ye­
rini yeni bir toplumun hayal ürünü resimleriyle ve planlarıyla dol­
durmaya çalışmış; bunların propagandasını da kurtuluşun gerçek
aracı olarak görmüşlerdi. İşçi sınıfının bir gerçekliğe dönüştüğü
andan itibaren, hayal ürünü ütopyalar ortadan kayboldu.4

Daha önce de belirtildiği gibi, bu çalışmada da amaç, Marksizm


öncesi isyancıları kötülemek, hırpalamak, onlarla hesaplaşmak de­
ğildir; tarih hükmünü zaten çoktan vermiştir. Karakter tahlili ya
da niyet okuması yapmıyoruz ve bu insanların çoğunun samimi
devrimci oldukları varsayımından hareket ediyoruz. Kişisel za­
aflar ilke olarak konu dışıdır. Hayatın bütünüyle, bir daha geri
döndürülemez biçimde aşmış olduğu hareketlerden, düşünce ve
zihniyetten, yapılanma ve projelerden söz ediyoruz. O günlerin
koşullarında yapılanlara değil, bugüne taşınmalarındaki gericili­
ğe ve zararlara dikkat çekiyoruz. O insanlara devrimci ajitasyon
diliyle güzellemeler üretmek de konumuz dışıdır. Bu kuşak, bütün
hata ve eksikliklerine karşın, dönemlerinin koyu karanlığında bi­
rer yıldız gibi ışıklar saçarak kayıp gittiler. Yenilmiş, bugün artık
tarihe havale olmuş bu konuyu bu bağlamda tartışmak abes ol­
malıydı. Yapılan, bir yanıyla da, cehenneme giden yolları iyi niyet
taşlarıyla döşeyenlere bir borcun yerine getirmek, onları bugünün
zararlı takipçilerinden ayırmaktır.
Sorun, bu zihniyeti, üstelik geçerliliğini tümüyle yitirmiş yan­
larıyla, artık en zararlı olacak biçim ve pratiklerle bugüne taşıyan
ve aslında onların anılarını da bu yolla çarpıtanlarla ilgilidir. Söz
konusu zihniyeti bugün yeniden üretmek ve yol gösterici teoriyi,
praksisi, örgütlenme ilkelerini, kısacası devrimci hareket ve müca­
deleyi o doğrultuda saptırmaktır kabul edilemez olan ve mücadele
edilmesi gereken.
1875 yılının Mayıs ayı başında Marx, Alman Sosyal Demokrat
İşçi Partisi programına ilişkin eleştirilerinde şöyle yazmaktaydı:
4 Kari Marx, Fransa'da iç Savaş, çev. Erkin Özalp, Yordam Kitap, İstanbul, 2016, s.
163.
Son u ç ve De(lerlendirme 1 171
Maksadım partimize, bir yandan geçmişte belli bir dönemde
bir anlam taşımış olan ama bugün artık battallaşmış olan lafa­
zanlıktan başka bir şey olmayan kavramları, bir yandan dogma­
lar gibi kabul ettirmek isteyenlerin ve öte yandan partiye büyük
emeklerle telkin edilmiş olan ve onda kök salmış bulunan gerçekçi
kavramları baltalayanların ve bunu Fransız demokrat ve sosyalist­
lerinin tekerlemesi olan hukuki bir ideolojinin saçmalıkları ya da
başka araçlarla yapmaya kalkanların bu girişimlerinin ne kadar
canice olduğunu göstermek[tir).5

Marx 1877 yılında da, Friedrich Soge'ye yazdığı bir mektupta,


"onlarca yılın zahmet ve uğraşları sonunda işçilerin kafalarından
silip atılan" Weitling türü zihniyetin işçi hareketine yeniden sızdı­
ğından şikayet ederek materyalist-eleştirel sosyalizm sonrasındaki
bu hortlamanın artık ancak "saçma sapan, bayat ve temelde gerici"
olabileceğini belirtiyordu.6
Daha o zaman gericiliği zaten saptanmış bir zihniyetin, yon­
tulmamış devrimciliğin, bugün, yüzyıldan fazla bir zaman sonra,
proleter mücadele için artık çoktan düpedüz "zararlı", "tehlikeli",
"yıkıcı" hale gelmiş olduğu yadsınamaz. Neredeyse 200 yıllık bir
uğraş sonunda bugün gelinen noktada, bu Marksizm karşıtı dev­
rimcilik anlayışının hem de Marksist-Leninist maskeyle boy gös­
terebiliyor olması en hafif tabirle hazindir.
1872 tarihli bir broşüründe ("Enternasyonal' deki Sözde
Bölünmeler") Marx, ham komünizmin mezheplerinin işlevini sap­
tamaktaydı:
Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinin birinci aşaması
mezhep hareketinin damgasını taşır. Mezhepler, kökenlerin­
de hareketin manevraları iken, hareket onları aşınca engel teşkil
ederler. . . . Nihayet, tıpkı müneccimliğin ve simyanın bilimin ço­
cukluğunu temsil etmeleri gibi, bunlar da proleter hareketin ço­
cukluğudur.7

5 K. Marx ve F. Engels, Gotha . . ., age., s. 33.


6 https://www.marxists.org/archive/marx/works/1877/letters/77_ l 0_19.htm
7 Bkz. K. Marx ve F. Engels, Gotha . . ., age., s. 28, dn. 6.
172 1 Anti-Marksist Devrimcilik

Marksizm öncesi komünist zihniyete içkin ham devrimcilik,


tepkisel eylemliliğin hesapsız isyancı aşamada sıkışıp kalma duru­
munu ifade eder. Gerçek devrimciyse, bilinçle örülmüş topyekun
dönüştürme ve geleceği inşa kalkışmasının, yani devrimin öncü­
südür. Dolayısıyla, özünde isyanla devrim ayrı şeylerdir; isyancıyla
devrimci farklıdır. Bu çerçeve içinde, Marksizm, isyancılığın dev­
rimciliğe dönüşmüş halidir.
Marksist bilimin gelişimi, proleter hareketin olgunlaşması ve
yaşanmış devrimlerin derslerinden sonra, çocukluk masumiyetini
çoktan yitirmiş ham komünist ideolojiyi yaymakta inat eden dü­
şünceler, pratikler, anlayışlar artık terk edilmelidir. Nasıl ki, sana­
yileşmenin ilk dönemlerindeki insanlık dışı uygulamaların hesa­
bını makinelerden çıkartmaya kalkan işçilerin tepkisinin anlaşılır
olması, makine kırıcılığını bir protestodan ya da insani çığlıktan
çıkartıp devrimci mücadelenin stratejik yöntemine, komünist
toplum inşa projesinin aracına dönüştürülemezse, yontulmamış
komünizmin düşünce sistematiği ya da daha doğru ifadeyle sis­
temsizliği, tepkiselliği, bilimdışı eylemciliği de benzer biçimde de­
ğerlendirilmelidir. İşçileri, emekçileri, tüm ezilenleri, 21. yüzyılda
çıkmaz sokaklarda vuruşmaya sürmek; devrimci hareketi serma­
yenin zoruna kıstırmak; isyancı öncüleri öz yıkıma sürüklemek;
örgütlenmelerinin moral gücünü karamsarlık, yılgınlık anaforla­
rında bozguna uğratmak; emekçileri düzenin karanlıklarına ka­
çırtmak, sonunda insan hayatını, emeğin özgürleşmesini, insanın
kurtuluşunu kör kuyularda boğmak demektir. Düşleri gerçeğin
yerine koymak, gönülden geçenlerin rüzgarına kapılıp hayal dün­
yasına uçmayı "devrimci eylem" cüreti sanmak felakete yolculuk­
tur. Gerçeği, olguları, teoriyi, hayali beklentileri tatmin için çar­
pıtmaksa, sınıfa karşı işlenmiş suçtur.
Buradan örgütsel ya da kişisel çıkar sağlamaya yönelmek çok
yaygındır ne yazık ki. Hayatın her alanda durmaksızın değişen
koşullarını, toplumların buna koşut olarak farklılaşan sosyoeko­
nomik ilişkilerini, ruh halini, sınıfsal dengelerini, ekonomik ve
Sonuç ve De(Je rl e n d i rme ı 173
politik dinamiklerini, üretici güçlerdeki dönüşümleri, uluslarası
düzlemin gelişmelerini ve benzeri olguları hesaplamayan, buralar­
daki gerçekliklerde karşılığı olmayan konumlarda hayatla inatla­
şan pozisyonları salt "devrimcilik" sözünün sihri arkasına sığına­
rak savunmak, çocukluk ötesi bir hastalığa işaret eder. Ve ne yazık
ki, bu durum etkili olmaya devam edebilmektedir.
Özünde kişisel çıkara, aşamadıkları özel mülkiyete odaklan­
mışların ultra sol lafazanlığı ve her önlerine geleni reformizmle,
hainlikle suçlama alışkanlığı, siyasal bağlamında ve özünde bi­
reysel fırsatçılığın siyasal oportünizmle birleşmesidir. Bu durum,
giderek, bireysel olanın yanında örgütsel, ya da daha doğrusu mez­
hepsel olanı yaratır. Artık karşıda sadece heyecanlı, atılgan, keskin
ve fakat en azından bireyler bazında düzeltilebilir bir yanlışlıklar
manzumesi değil, düşünce sistematiğiyle, ilkeleri ve pratiğiyle, ör­
gütlü yapısıyla sistematik bir ham komünist damar vardır.
Bu zihniyeti işçi sınıfı, modern proletarya çoktan aştı.
Mensuplarının sınıf dışında, kapalı, kendi fanatizmlerinin kısır­
döngüsünde, aydınlığa öfkeli/tepkili cemaatlerden mürekkep mez­
hepler içinde ancak tutunabilmeleri tesadüf değildir. Sadece dar
ama etkili bir "aydınlar" grubu, militan eylemci çevre, mezheplere
dönüşmüş yapılanmalar, deklase olmuş kesimler, lümpen tabaka­
lar, maddi zeminini kaybeden öfkeli ve çaresiz küçük burjuvalar,
çok yönlü baskılar içinde zeminini yitirmiş izole göçmenler, yolu­
nu yitirmiş gençler, toy öğrenciler ve tuzu kuru maceracılar ara­
sında, kendi piyasası içinde kendini yeniden üretme imkanlarına
sahip olabilmektedir.
Oysa işçinin gerçekliği bunlarınkinden çok farklıdır. Komünist
Manifesto' da özlü biçimde anlatıldığı gibi "devrimci retorik", ultra
keskin ajitasyon, hatta proletarya saflarında boy göstermek aldatı­
cı görüntüler olabilir; "bugün burjuvazinin karşısında duran tüm
sınıflar içinde yalnızca proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır."
Onun gerçekliği farklıdır, çünkü o piyasadan hareket etmez. Bütün
bu konuları açtığı eseri "Kapital' de . . . İdealizm'den özgürleştiğini
174 1 Anti-Marksist Devrimcilik

ilan [eden] Marx için, güneş ışığıyla parlayan . . . Özgürlük, Eşitlik,


Mülk'ün . . . doğal yuvası piyasa, görüntülerin dünyasıdır."8 Buna
karşılık, bütün somutluğu içinde kapitalizmin gerçekliğini bilen,
yaşamı içinde duyumsayanlar işçilerdir. Kurtuluşunu onun dev­
rimci yıkımında ve burjuva özel mülkiyetin gerçekten kaldırılma­
sında, yabancılaşmanın aşılmasında görme imkanına sahip sınıf­
tır proletarya; "Hakikat, fabrika kapısının ardında, kadın, erkek ve
çocukların bitmez tükenmez saatler boyunca acımasız makinelere
zincirlendikleri loş çalışma odalarında bulunur. Bu mağaranın tit­
rek ışığında görülebilir kapitalizmin gerçeği."9
Yaşam gerçekliğini kendi zihninlerinde, görüntülerde, mez­
heplerinin yaşamdan kopuk karanlığında, işçi sınıfından uzaklar­
da üretenler, gerçekten devrimci olamazlar. Sorun sadece burjuva­
ziye karşı olmak değildir. Anlatıyor Manifesto: "Orta zümreler, kü­
çük sanayici, küçük tüccar, zanaatkar, bütün bunlar orta zümreler
olarak varlıklarını sürdürebilmek için burjuvaziye karşı mücadele
ederler. Şu halde bunlar devrimci değil, muhafazakardır. Dahası
gericidirler, tarihin tekerleğini geriye doğru çevirmeye çalışırlar.
Eğer devrimci bir yönleri varsa sırf proleterleşmek üzere oldukları
için vardır; bu yönleriyle şimdiki çıkarlarını değil, gelecekteki çı­
karlarını savunurlar, kendi bakış açılarını bir yana bırakır, prole­
taryanın bakış açısını benimserler."10
Evet, sorun kapitalizme tepki duymak da değildir. Bu tür sol­
culuk sıkça tekrarlandığı gibi aslında özünde ve varış noktasında
sağcıdır, çünkü burjuvazinin dünyasından kaynaklanır ve ona hiz­
mete dönüşür. Kapitalizme ya da onun içindeki varoluş koşulları­
na tepki, yine onun normlarına, tarzına, işleyişine, hakim sınıfla­
rının isteklerine uygun bir uzlaşmayla solculuk yapmaya dönüşür.
Lenin'in dediği gibi, "kapitalizmin dehşeti karşısında öfkeye kapı­
lan küçük burjuva, bütün kapitalist ülkelere özgü anarşizm gibi,

8 Robert Paul Wolff, �How to Read 'Das Capital'", The Massachusette Review, ine., C.
21, No. 4, 1980, s. 762. https://www.jstor.org/stable/25089097
9 Age., s. 763.
10 Komünist Manifesto, age., s. 50.
Sonuç ve De(lerlendirme ı 175
toplumsal bir fenomendir. Bu çeşit devrimciliğin bir burjuva
hevesinden bir ötekine çılgınca sevdalanmaya dönük eğilimi", 1 1
sonunda da nesnel olarak sağcı işlevler görür. Böylece bu çalışma­
nın konusu olan sahte devrimci ortaya çıkar. Yani tek başına sis­
teme tepki de yetmez; salt yıkıcı mı, yapıcı, yani devrimci mi, ona
bakılır. Örneğin, Proudhon'un ünlü "Mülkiyet hırsızlıktır" lafının
altı da boş değildir ama geleceğe ilişkin teorik-pratik yönü çıkmaz
sokağa götürür, projesinde çözüm yoktur.
Bu sızmanın öteki kullanılan unsuru, yontulmamış dev­
rimciliğin pek sevdiği lümpen proletarya da farklı değildir.
Lümpenleşme ve onun her yana çekilebilecek güvenilmez tepki­
sel radikalizmi, sadece bu hareketin vurucu gücü olabilir. Bütün
aksine retoriklerine karşın, onları sersemletmiş özel mülkiyete
imrenme duygusu, bu ilkel devrimciliği proletaryanın çıkarları­
nın tam karşısında konumlandırır. Türkiye' de 1970'li yıllarda ül­
kücü hareketin bir afişinde şöyle yazılmıştı: "Bu Buhran Bitecek,
Fabrika İşçinin Olacak." Yani sorun sadece özel mülkiyet düş­
manlığı da değildir. Mülkiyetten kopamamışların, onu herkese
yaymak dışında perspektifi olmayanların özel mülkiyete ilişkin
boş, keskin sloganların hükmü yoktur: Ayinesi iştir kişinin, lafa
bakılmaz.
Unutmamak gerekir ki, burjuva mülkiyet ilişkileri, yani özel
mülkiyet ile emeğin metalaşması sonunda, "işçinin varlığı ta­
mamen nesnelliksiz, salt öznel bir varlıktır; buna karşılık, kar­
şısında duran Nesne, şimdi asıl ortak öz haline gelmiştir. İşçi bu
ortak öz' den bir lokma koparmaya çalışır ve ona yem olmaktan
kurtulamaz." 1 2 Kurtulmasının yolu, burjuva özel mülkiyet ile
yabancılaşmanın yaşamdan silinmesine bağlıdır. İşçileri "yem"
yapmak isteyenlerle komünistlerin yolları tam da burada ayrılır.
Nihayet sorun, komünizm yandaşlığı da değildir: Lenin'in de­
diği gibi, "[G]enel olarak bir devrimci ve sosyalizmin ya da komü-

11 Lenin, 'Sol' Komünizm . . . , age., s . 22.


1 2 Kari Marx, Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi için Ôn Çalışma, çev. Sevan
Nişanyan, Birikim Yayıncılık, İstanbul, 1979, s. 559-560.
176 1 Anti-Marksist Devrimcilik

nizmin taraftarı olmak yeterli değildir. Tümüyle tutmak ve sonra­


ki halkaya geçişe kuvvetli biçimde hazırlamak için olanca gücünle
kavramak zorunda olduğun zincirde, her belirli momentteki tekil
halkayı bulabilmek zorundasın; bağlantıların sıralaması, formları,
birbirlerine bağlanma şekilleri, tarihsel olaylar zinciri içinde bir­
birlerinden farklılıklarının biçimi, bir demircinin yaptığı sıradan
bir zincir gibi basit ve anlamsız değildir."13
İşçi sınıfıyla olduğu gibi, emekle de ilişkileri sağlıksızdır bu an­
layışın temsilcilerinin. Sosyalizmi emekten kaytarış olarak gören,
sınıfsız toplumuysa emekten toptan kaçış olarak düşleyen zihni­
yet sanıldığından daha yaygındır bu çevrelerde. Hiç çalışmadan
sosyalist siyaset yapmayı, eylemciliği geçim kapısına dönüştüren
bu kesimlerin emeğin yaşamdan silindiği ve sadece yiyip içmeye
indirgenmiş komünist toplum düşü, yabancılaşmayla yozlaşma­
nın iç içeliğinin tipik bir göstergesidir. Marksistler elbette emeğe
böyle bakmazlar. Marx'a göre "emek, insanın kendisinin, bireysel
fiziki ve mental güçlerinin ifadesidir. Bu gerçek uğraş sürecinde
insan kendini geliştirir, kendisi olur; iş sadece bir sonuca ulaşma­
nın aracı -ürün- değil, kendi başına bir amaçtır, insan enerjisinin
anlamlı ifadesidir."14 Bunun için insanın özünün bir ifadesi olan
emeğin özgürleştirilmesini ve böylece yabancılaşmanın aşılmasını
öngörür.
Marksizme yabancı bu kesimlerin dillerine pelesenk olmuş
"Emek en yüce değerdir" sloganı sadece yığınlara dönük bir aji­
tasyon olmakla kalmaz, güç ve iktidar sahibi olduklarında emek­
çilere karşı bir kırbaca dönüşür. Propagandanın alışılagelmiş ultra
keskinliği aldatıcı olmamalıdır; Dachau, Auschwitz ve daha pek
çok yerdeki Nazi konsantrasyon kamplarının girişindeki ışık­
lı tabelalarda şöyle yazmaktaydı: "Arbeit Macht Frei" (Çalışmak
Özgürleştirir).

13 Lenin, "lmmediate Tasks of the Soviet Government", içinde V. i. Lenin, Collected


Works, V. 27, çev. Tr. Clemens Dutt, Moscow, Progress Publishers, s. 274.
14 Erich Fromm, Marx's Concept of Man, New York, Frederick Ungar Publishing Co.,
1971, s. 42-43.
Sonuç ve De!)erlendirme ı 177
Kapitalizmin emeği bir köle yüküne dönüştürmesi, onu aşama­
mışların buna tepkilerini de biçimlendiriyor ve çarpıtıyor. Onlar
da emeği burjuva mantığıyla kavrayıp aşmaya çabalıyorlar ama
tıpkı şiddetle reddettiklerini iddia ettikleri özel mülkiyeti olumlu
manada aşamayıp alttan alta ona tutsak olmaları gibi, sözde yü­
celttikleri emekten kaçmayı da devrimci retorikle, radikal eylemle
gizlemeye kalkıyorlar. Oysa en azından bir demokrat reformcu­
nun, John Thelwall'ın, daha 1795 yılındaki şu özlü yargısını hatır­
latmak yeter bu özel mülk bağlı anlayışa: "En paha biçilmez mülk,
yoksulun alınteridir."15 Şimdi önemli olan, onu "paha' dan bütü­
nüyle koparmak, insan-doğa bütünlüğünün özüne geri vermekte­
dir. Bu da Marksist-Leninistlerin işidir.
Bu anlayışın uzantısı olan asalak devrimcilik, ham komü­
nizmin bir başka yıkıcı mirasıdır. Bunun kökenlerini anlatmayı,
doğrudan kişisel gözlemleriyle saptamış olan Marx'a bırakmak en
doğrusudur:
Bu sınıfın toplumsal konumu başından itibaren onun bütün ka­
rakterini belirler. Proleter komplo, doğal olarak, onlara sadece çok
sınırlı ve belirsiz geçim imkanları sağlar. Dolayısıyla bunlar sü­
rekli olarak [bağlı oldukları devrimci mezhebin] . kasasından na­
siplenmek zorundadırlar.

Marx, bu varoluş koşullarında, söz konusu devrimcileri, sivil


toplumla çatışma içinde ve başları polisle belada iş kotarıp aynı
zamanda yaşamlarını idame ettirmeye çabalayan "proleter köken­
li bohemler" olarak tanımlıyor. Bu insanların, koşulların zoruyla,
"ahlaken sorunlu" bir yaşam tarzına sürüklenebildiklerini, gide­
rek lümpen proletaryaya özgü düşkünlükle malul olabildiklerini
belirten Marx, bu nedenlerle devrimci mezheplerin davalarında
"bu türden sabıkalıların bulunması anlaşılabilir", diye yazıyor ve
şöyle devam ediyor:

15 Aktaran, Christopher Pierson, Just Property, C. 2: Enlightement, Revolution, and


History, Oxford, Oxford University Press, 2016, s. 100.
178 1 An ti-Marksist Devrimcilik

[Davaları için] maceracı adam toplamaya şarapçı şarapçı dolaşır, iş­


çilerin nabzını tutar... bulduklarını komplolarına katılmaya zorlar
ve bu arada da kaçınılmaz olarak içilen içkilerin faturasını dernek
kasasının ya da yeni dostlarının üstlenmesini sağlarlar. Başlarının
üzerindeki çatıyı sağlayan şarapçıdır. Zamanının çoğunu onunla
geçirirler; burada çalışma arkadaşlarıyla, hücre üyeleriyle ve po­
tansiyel üye adaylarıyla buluşurlar; nihayet bölümlerin (grupların)
ve bölüm şeflerinin gizli toplantıları burada yapılır. Bütün Paris
proleterleri gibi hayata umut dolu iyimserlikle bakan devrimci, bu
sürekli meyhane ortamı içinde kısa zamanda tam bir eğlence düş­
kününe [bambocheur] dönüşür. Gizli toplantıda tam bir Ispartalı
özdisiplini sergileyen bu netameli komplocu aniden gevşer ve her­
kesin tanıdığı, kadınların ve şarabının tadını çıkarmasını bilen bir
meyhane müdavimi oluverir. Bu şamata komplocunun maruz kal­
dığı sürekli tehlikelerle daha da yoğunlaşır; her an öldürülebileceği
barikatlara çağrılabilir; polis her fırsatta onu hapisaneye götürecek
ya da hatta küreğe mahktim edecek tuzaklar kurar. Bu tehlikeler
işin gerçek tadını oluşturur; risk ne denli büyük olursa, komplocu
da o kadar anın tadını çıkarmaya bakar. Aynı zamanda, tehlikeye
aşinalık onu hayata ve özgürlüğe kayıtsızlaştırır. Hapisanede de şa­
rapçıda olduğu gibi kendini evindeymiş gibi hisseder.16

Bu zihniyet sahiplerinde sık görülen ahlakçılık da aldatmaca­


dır. Ahlakçılık, reformizm gibi suçlamalar gibi, en üst perdeden
bağırarak üste çıkma taktiğidir. Aslında genellikle, tamamen ya
da büyük ölçüde ahlak, moral değerler, kurtuluş, "insanlığı adam
etme" vb gibi yüksek idealler uğruna ortaya çıkan ideolojinin
mensuplarında, ahlak komiserlerinde ahlaksızlık daha yaygındır,
çünkü ahlakçılık oynayan ve bunu bir üstünlük olarak ele alıp ide­
olojik hasımlarına saldıran kişi, bu kendi abarttığı idealizmi kaldı­
ramıyor, kendi nefsinde uygulayamıyor ama bundan her türlü ne­
malanıyordur. Dolayısıyla, vaazını veriyor ama uygulayamıyordur.
Bu ikiyüzlü tavır giderek ticarete, dolandırmaya, ranta dönüşür.
Sonrasında da çürüme gelir. Bu duruma, kurumsallaşmış dinde de

16 MECW Electric, v. 10, s. 317-318.


Son u ç ve Değerlendirme ı 179
sık rastlanır; camide vaaz vererek ahlak satan imam, evlilik karşıtı
papaz, inzivaya çekilmiş rahibe. Kurtuluşçu ideolojinin vaazlarını
taşıyan ama işbaşında ve rüşvet alışverişlerinde uyaklayan görevli,
bürokrat, memur, militan, siyasetçi, yönetici sonunda kendisiyle,
insani zaaflarıyla barışır, özel mülkiyete tutsaklaşır, olgunlaşıp bil­
geleşeceğine ahlaksızlığı çürümeye dönüşür; rant uğruna kullanı­
lan ahlak onu ahlaksızlaştırır. Başkalarındaki en insani, en doğal
duygu eğilim ve davranışları siyaset uğruna acımasızca mahkum
eden, kendi ikiyüzlülüğüne tutsak düşer. İşte bu çürüme, yani zıd­
dına dönüşmedir.
Ahlakçılık satarak siyasi rant elde etmeyi yönteme dönüştüren
mezhepler dünyası da farklı değildir. Kendilerine atfettikleri er­
demler dışında, proletaryanın mücadelesini de ahlakçı bir zemi­
ne oturturlar. Uzaktan aşina olanlar bile tarihsel materyalizmin
bu tür ahlakçılıkla, attığı erdem tohumlarının hasadına çıkmış
idealizmle çelişkisini hemen görür. Hayatın gerçekliğindeki eleş­
tirisini, Marx'ın Fransa'da iç Savaş çalışmasındaki şu muhteşem
tespitiyle somutlaştırabiliriz:
İşçi sınıfı[nın] hayata geçireceği hazır ütopyaları yok. Kendi
kurtuluşunu ve onunla birlikte bugünkü toplumun kendi iktisadi
gelişimi aracılığıyla karşı konulmaz şekilde yönelmiş olduğu daha
yüksek yaşam biçimini hazırlamak için, kendisinin, yani işçi sını­
fının, koşullar gibi insanların da tümüyle dönüşmesini sağlayacak
olan uzun mücadelelerden, bir dizi tarihsel süreçten geçmek zorun­
da olduğunu biliyor. Onun, hayata geçireceği idealleri yok; tek ya­
pacağı, yıkılmakta olan burjuva toplumunun rahminde şimdiden
gelişmiş bulunan yeni toplum öğelerini serbest bırakmak. Tarihsel
görevinin eksiksiz bilincine ve buna uygun şekilde hareket etmek
konusunda kahramanca bir kararlılığa sahip olan işçi sınıfı, basın­
daki uşakların kaba sövgüleri karşısında olduğu gibi, cahilce boş
sözlerini ve bağnazlara özgü tuhaftıklarını bilimsel yanılmazlığın
kahince üslubuyla dile getiren iyi niyetli burjuva doktrincilerinin
didaktik savunmaları karşısında da gülüp geçmekle yetinebilir.17

17 Kari Marx, Fransa'da lç Savaş, age., s. 89


180 ı Anti-Marksisr Devrimcilik

İşçi sınıfının, küçük burjuva aşırılıklarını, uydurulmuş ideal­


lerini, ham devrimcilerin kaprisli düşlerini hayata geçirecek mis­
yonu da yok. Engels, komünistleri ve işçi sınıfını burjuvazinin kış­
kırtmalarına karşı uyarırken, "topların önüne atılarak harcanan
asker rolünü oynamamız için neden durmadan yalvarıp yakar­
dıklarını" soruyor ve şu tespiti yapıyordu: "Baskınların, bilinçsiz
yığınların başındaki bilinçli azınlıkların gerçekleştirdiği dev­
rimlerin dönemi kapandı. Toplumsal örgütlenmenin eksiksiz bir
dönüşümü söz konusu olduğunda, yığınların da buna doğrudan
katılması; neyin hedeflendiğini, neyi canla başla savunacaklarını
öncesinde kavramış olmaları zorunludur."18
Emekçilerin kanlarıyla canlarıyla ödedikleri bedelleri dar çı­
karlara indirgeyenlerin, mücadelenin anlaşılması konusunda
Engels'i kavramaları mümkün değildir. Bu noktada belirtmek
gerekir ki, sınıf çıkarı elbette anahtar bir kavramdır. Hareket ka­
pitalizm içinde politik duruşunda, mücadelesinin bütün boyut ve
alanlarında, ilişkilerinde, yaklaşımlarında, taktiklerinde vb bu­
nun üzerinde inşa edilir. Bununla birlikte, sınıf çıkarının, özünde,
proleter-insani ihtiyaç içinde eriyecek bireysel çıkarın genelleşti­
rilmiş hali olduğunun ve proletaryanın tarihsel görevi tamamlan­
dığında da aşılacağının bilincindedir Marksistler. Sınıfın "radikal
ihtiyaçları" Marksist kavganın özünü, nihai amacını belirler:
Agnes Heller, Marx'ta ihtiyaç Teorisi başlıklı kitabında, Marx'ın
•çıkar"ı, kapitalizm sınırları içinde kalan burjuva toplumuna içkin
bir fetiş-kavram olarak ele aldığını, temel yapıtlarının hiçbirin­
de kullanmadığını, "genel çıkar"ı da "bencil çıkarın genelleşmiş
hali" olarak tanımladığını; "sınıf çıkarı"nın bu manasıyla "sınıf
mücadelesi"nin kapitalizmi aşan bir unsuru olamayacağını, "sınıf
çıkarı" kavramının Avrupa sosyal demokrasisince, özellikle Ka­
utsky tarafından yaygınlaştırıldığını yazar.
Lenin [de], kapitalizme içkin "sınıf çıkarı"yla yetinmediğinden
ve onu aşmak için devrim istiyordu; devrimi "çıkar"ı aşan insani

18 Kari Marx, Fransa'da Sınıf Mücadeleleri, 1848-1850, çev. Erkin Özalp, Yordam
Kitap, İstanbul, 2016, s. 34.
Sonuç ve Dec::J e rl e n d i r me ı ısı
amaçlarla anlamlandırıyordu. Onda, Marx gibi, salt "çıkar"ı aşan
bir yan vardı. O da Marx gibi, kapitalizme içkin "çıkar"dan
proletaryanın tarihsel insani misyonuna sıçrayan bir kavrayışa
sahipti ve onun için devrimciydi. . . . Kapitalizm öncelikle emek­
çiden, ama giderek herkesten "insanlığını çalma" dinamiklerinin
yaşamdan silinmesi praksisinin başlangıç noktasıdır devrim.19

Aslında bu zihniyetin 20. yüzyılın ortalarında geldiği nokta­


da sınıf çıkarları da başka saiklerin ve dinamiklerin gölgesinde
kalmıştır. Bu zihniyetin 20. yüzyılın ikinci yarısında yeniden ka­
zandığı dinamizmin kaynaklarını esas olarak 1960-70 döneminin
Batı ülkelerinde, yani emperyalist dünyada aramak gerekir. Yeni
öğrenci-aydın küçük burjuva temelli Batı radikalizmi bu dersleri
dikkate almadan yükseldi ve kendine de yazık etti.
1960'lı yıllardan başlayarak Amerikan kampusları ve Paris'in
kafelerinden Üçüncü Dünya'nın demokrasi ve kalkınma arayışın­
daki küçük burjuvazisine, oradan da varoşlarına ve kırsallarına
uzanan radikalizm, Küba ve Vietnam ulusal kurtuluşçuluğunun
solla buluşmasıyla koşulların elvermediği pek çok yerde silahlı
mücadeleye, kent ve kır gerillacılığına geçiş yaptı. Yerel gerçek­
liklerden kopuk kopyacı bu yönelişler hem ters tepti hem bu tür
örnek devrimlerle hayati önemdeki dayanışmaya sekte vurdu hem
de teorik sapmalara zemin oluşturdu. Sonuçta da, pek çok yerde,
Marksizmin teorik-pratik gelişimine stratejik katkılarda bulunan
bu devrimlerin kazanımlarından yararlanma imkanları doğru
kullanılamamış oldu.
Batı kaynaklı sol radikalizm '60'larda Marksizm dışı zihniyet­
lerin izlerini taşıyordu, hem bunlara alan açıyor hem meşruiyet ka­
zandırıyor hem de sızmalarını kolaylaştırıyordu. Bu Batı kaynaklı
radikaliZ:ffi oradan dünyaya yayıldı ve çoğunlukla ikisi kaynaştı.
Sanayileşmiş Batı toplumlardan köylülüğün ağır bastığı ülkelere
sirayet ederken ayrıca yeni formlar, oralardaki rotasına özgü özel-

19 Haluk Gerger, "Vladimir tlyiç Lenin / Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi", içinde
Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu, Yordam Kitap, İstanbul, 2013, 2. Basım, s.
494-495.
182 j Anti-Marksisr Devrimcilik

likler edindi. Kriz ve yükselen sol-radikal dalga, aydınları ve siya­


set tüccarlarını da çekti saflarına. İşçiler hiçbir yerde, hiçbir zaman
rağbet etmediler bu akıma ama ham komünizmin yontulmamış
devrimciliği işçileri sol' dan, komünizmden uzak durmaya itmede
kritik rol oynadı. Bu da kuşkusuz burjuvaziye yaradı.

B. Ham Komünist Devrimciliği Üreten Koşullar


Günümüzde zihniyeti ve pratiğini üreten koşullar, değişik coğ­
rafyalarda, kıtalarda, ülkelerde, hatta ülkeler içinde kendine özgü
durumlara göre farklılıklar içeriyor elbette, ama belirli ortak dina­
mikleri saptamak mümkün. Milyarlarca insanın içine kıstırıldığı
yoksunluk, yoksulluk, öfke ve çaresizlik girdabından acil kurtul­
ma ihtiyacı ve seçenek arayışları, statükoyu eleştiren bütün politik
akımların yaşam kaynağını oluşturur. Seçenek olarak ortaya çıkan
hareket ve örgütlenmelerin bir bölümü kuşkusuz düzeni tehdit
eden gelişmeleri ve yönelimleri engellemeye, muhalefetin mani­
pülasyonu dolayımıyla egemenlik ilişkilerini rahatlatmaya, sis­
temi yeniden üretmeye dönüktür. Bunları ayırıyoruz. Konumuz,
sistemin reddiyesinden hareket eden "düzen dışı", yani devrimci
muhalefettir.
Bugün yeryüzünde yüz milyonlarca insan 21. yüzyılda yaşa­
mıyor. 1 9. yüzyıl çok da gerilerde kalmış değil onlar için. 19. yüz­
yıl koşullarının hakim olduğu yerlerde bunun kültür, toplumsal
normlar, düşünce ve ideoloji dahil üstyapı kurumlarına da yan­
sıması kaçınılmazdır. Buna belki "Eşitsiz Gelişme Yasası"nın bir
uzantısı ya da sonucu olarak bakılabilir. İnsanlığın büyük bölü­
münün getirildiği yer bilinçle örülmüş mekanizmalar sayesin­
dedir. Benzer durum, farklı kaynaklardan hareketle, "Birinci
Dünya"lıları "Üçüncü Dünya" daki hemcinsleriyle buluşturabi­
liyor. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki evsizlerlerle kaldırımda
doğum yapan sigortasız kadınlardan toplu intiharlar örgütleyen
mistik yapılanmalara, özelleştirilmiş cezaevlerinde ucuz işgücü
olarak çalıştırılan mahkumlara; Avrupa' daki geleceksiz bırakıl-
Sonuç ve De{lerlendirme ı 183
mış gençlerden bunalımlara düşürülmüş küçük burjuva kesimlere
ve her alanda dışlanan, horlanan göçmenlere; Avustralya'daki in­
sandan sayılmayan yerli halklara (Aborjinler) ya da "Asyalı" beyaz
sömürgeciliğin kimlik bunalımına bakmak yeterlidir. Bu varlık
içindeki maddi-manevi yokluğun krizinden uyuşturucu afetine
uzanan realitede nihilizmi, özyıkımı, isyanı, pek çok mecraya
akan tepkiyi görmek mümkün.
Bugün yeryüzünün dört bir yanında köle emeğinin, çocuk is­
tismarının, kadınların aşağılanmasının, insan ticaretinin ve ben­
zeri uygulamaların boyutları ve yaygınlığı kolayca tasavvur edi­
lemeyecek ölçülerdedir. Anlatılan koşullara mahkum edilmiş bir
İsviçrelinin ya da Bangladeşlinin Neçayevci, Blankici ya da benzer
tepkilere kapılmaya açık olmasında anlaşılamayacak ne olabilir?
Hayata materyalist perspektiften bakanlar, insanları/toplumla­
rı yargılarken herhalde Brecht'in şu sözlerini de unutmamalıdırlar:

Aç karnına suçlanmak hiç çekilmez


Önce doyur beni ondan sonra söyle
Sende şehvet, bizde edep nedense
Şimdi bizi iyice dinle bak:
Önce ekmek gelir, ardından ahlak.
Artık vermek gerek, unutmayın sakın,
Tüm nimetlerden, payını yoksulların!

Ortadoğu'da örneğin, Ebu Gureyb'den Guantanamo'ya, özel


kişilerce kurulmuş işgalci işkence ordularına uzanan deneyimler­
den kaynaklanan isyanların IŞİD benzeri bayraklar altında örgüt­
lenmesinin çözümlenmesi gerektiği gibi, burada da sorun "kına­
mak" yerine "anlamak/kavramak" olmalıdır. ABD eski Başkanı
Trump yönünü şaşırmış ve son çözümlemede egemenlik sistemine
hizmet eder hale düşmüş bu direnişler konusunda, "Bataklık kuru­
tulmalıdır," demişti. Herhalde çözümü bataklığın kaynaklarında
aramak gerekir. O zaman da, dikkati öncelikle sistemin efendileri­
ne odaklamak yanlış olmayacaktır. Yapılması gereken, asıl batak­
lığın nerelerde olduğunun saptanmasıdır.
184 1 Anti-Marksist Devrimcilik

Konumuz bağlamında asıl sorun ise denklemin başka öğeleri­


nin gözden kaçırılmamasında yatmaktadır. Marksizm dışı devrim­
ciliğin -ilk doğduğu dönemdeki gibi- radikal çıkış arayışlarının
yakıcı bir ihtiyaca dönüştüğü koşullarda, salt kendi dinamikleriyle
güçlü çıkış yapabilme olanaklarına sahip olması şaşırtıcı değildir.
Kadrolarının pratikte sınanmış ve kanıtlanmış içtenliği bu dina­
miklerin başında gelmektedir. Yığınsal bir ihtiyaca yanıt veriyor
olması, aynı zamanda sistemdeki krize işaret etmesi bakımından
da umut vericidir. Sonuçta, tabanı ve kadroları bakımından siste­
min kötülüklerine tepkiyi yansıtmaktadır. Marksist karşı çıkışın
çok yönlü zaaf ve hataları da elbette bu denkleme eklenmelidir.
Bu çalışmada sorgulanan, bu pratiğin çare olup olmadığıdır. Ek
olarak, hakim sınıfların kontrol ve manipülasyon imkanları düşü­
nüldüğünde, bunların rotadan sapma olasılıklarının yüksekliği de
hesaba katılmalıdır.
İnsanların her yerdeki bu haklı tepkilerini kısa yoldan sömür­
meye ve çıkmazlara mahkum etmeye hazır siyasetçiler, aydınlar,
ihtiraslı tuzu kurular, tutunamayan tatminsizlerin sürece katkı­
ları önemlidir ve tartışılan sorunun önemli bir kaynağıdır. Kısa
yoldan sorunların temelde çözümünü gösteren basit formüllerin
çekiciliği bir başka etkendir. Keskin söylem ve spektaküler eyle­
min eğitimsiz, kuşatılmış, tepkili yığınlardaki güçlü etkisi de göz
önünde bulundurulmalıdır. Buna yatırımı kazançlı gören hareket
ve örgütlenmelerle boş hayalleri süslemede, beslemede ve sömür­
mede usta uzmanlar, "gerçek komünist devrimci" kisvesini takı­
narak, yüzyıla yaklaşan sızma deneyimi ve becerileriyle yığınla­
rı sömürebiliyorlar. Bilimsel sosyalizm karşısındaki -aldatıcı da
olsa- basitlik, çabukluk, kolaycılık bunlara büyük avantaj sağlıyor.
Düzen güçlerince özel çabalar ve araçlarla eğitimsiz bırakılmış,
ideolojik olarak zehirlenmiş, kafaları binbir - türlü araçla karıştı­
rılmış, yer yer çürütülmüş ve aldatılmaya müsait hale düşürülmüş
yığınlardan kendine pay koparanlar, rant devşirenler bu imkanları
acımasızca kullanmaktalar her yerde.
Son u ç ve De!:)erlendirme ı ıss
Pek çok unsurunun, küçük burjuvazinin, köylülüğün, yaban­
cılaşmanın çok boyutlu etkilerinin doruğundaki göçmenliğin ve
benzeri kesimlerin sınıfsal, sosyal, sosyopsikolojik özelliklerine
uygunluk avantajıysa, bir başka güçlü yanı bu akımın.
İçi de altı da boş radikalliğin, idealist ve olabildiğince keskin
söylem ve eylemlerin bir çekiciliği var. Yandaşları en azından ha­
rekete geçirme, etkin ajitasyon gibi bir getirisi de var. Bu yarışta
geride kalmamak gibi bir baskı da söz konusu; kendini kolay yol­
dan, kestirmeden kanıtlama ihtiyacı da. Bu konum kişiye bir "dev­
rimci" kimlik de kazandırabiliyor. Sonuçta devrimci lafazanlık da
kariyerde bir basamak olabiliyor. Boş zamanlarda hiçbir şey yap­
mamaktan iyi görülen, onu gizleyen bir "devrimci eylem" ikamesi
de sayılabilir bu. Bu açılardan da Marksizm öncesi ve dışı devrimci
hareketlerin, önderlerin, militanların sloganları, vaazları revaçta
olabiliyor. Bunları azgelişmişliğe özgü, masum, en azından anlaşı­
labilir, hatta hoş görülebilir zaaflar olarak görüp önemsememektir
üzerinde durulması gereken.
Kısacası, miadı çoktan dolmuş, gericileşmiş bu akımı yeniden
üreten koşullar ve sosyal taban hala mevcut: vahşi sömürü; baskı,
şiddet, zor; reel sosyalizmin çürüyerek çöküşü; egemen akılla da­
yatılmış eğitimsizlik; öfke, çaresizlik, örgütsüzlük; yaygın göç ve
yerinden etmenin getirdiği sorunlar; her alanda büyük eşitsizlik­
lerle, adaletsizliklerle dayatılan varlık içinde yokluk; değerler eroz­
yonu, moral çürüme, ahlaki yozlaşma, toplumsal çözülme vb. Köy
ile kent, geleneksel hayat tarzı ve değerlerle modern kentin kapita­
list ilişkileri arasında sıkışmış, dışlanmış, lümpenleşmeye itilimiş,
eğitimsiz, umarsız, tepkili ve öfkeli kesimler pek çok yerde geniş­
liyor. Bunlar profesyonel siyasetçi ve deklase aydınların kolay tu­
zağa düşürebileceği ve araçsallaştırılabilecek oynak oynak kesimi
oluşturuyor. Daha çok siyaset dışı olan bu tabaka, esas olarak fa­
şizme meyilli olmakla birlikte, yontulmamış, anti-Marksist sözde
"devrimci" akımlara da çekilebiliyor. İçlerinden çok azı proletarya
saflarında kendini ve toplumu kurtarma pratiğine dahil olabiliyor:
186 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

Manifesto' da saptandığı gibi, "lümpen proletarya, eski toplumun


en alt tabakalarının sessizce çürüyüp gitmesiyle oluşan bu yığın,
yer yer bir proletarya devrimiyle hareketin içine sürüklenebilir, ne
var ki içinde bulunduğu yaşam koşulları onu gerici kışkırtmaların
satın alınmış bir aleti olup çıkmaya daha yatkın kılar."20
Yoksulluk ortamında geri kalmış ülkelerdeki kıt kaynaklara
erişmedeki yıkıcı rekabetin moral değerler üzerindeki yıpratıcı
etkisi de göz ardı edilmemeli sözünü ettiğimiz süreçte. Böylesi or­
tamlar dayanışma ve paylaşma duygularını geliştirdiği gibi, tersi­
ne, saldırgan bencilliği de körükleyebiliyor. Bu çelişik itkilerden
en fazla solun doğal tabanının etkilenmesi kaçınılmaz. Orada,
birbiriyle çelişkili konumlara meyletmiş grupların olması normal.
Sol ideolojinin ve hareketin ruhi şekillenmesiyle insani dinamik­
lerinin ahlaki düzlemdeki olumlu etkileri, kapitalizmin yaraları­
nın sarılmasındaki olumlu etkisi büyüktür. Yine de, sonuçta, o
da içinde bulunduğu kapitalizmce belirlenen toplumsal koşulla­
rın bozucu etkilerine açıktır. Kapitalizmin, okuldan televizyona,
sinemadan dijital oyunlara, sosyal medyadan kutsal kitaplara ve
bayrağa çürütücü ideolojik aygıtları yaşamın her alanında, günün
her saatinde durmaksızın akılları ve vicdanları tutsak almaya kur­
gulanmıştır. Ne yazık ki, teknoloji geliştikçe insan üzerindeki ta­
hakküm güçleri de artmaktadır.
Özel mülkiyet dünyasının insani değerlerdeki tahribatı,
Marx'ın gösterdiği gibi, özel mülkiyete karşı olanları bile tutsak
alabilmektedir. Dolayısıyla, özel mülkiyet karşıtlığı tek başına -ki­
şisel temelde de- yabancılaşmanın aşılması ve doğru ideolojik-po­
litik tavır için yeterli olamayabiliyor. "Solcu-sosyalist-komünist"
olmak, kişiye, büyük saldırıya ve yüzyıllardır dayatılmış, kronik­
leşmiş hastalıklara karşı koruyucu garanti sağlamıyor, dokunul­
mazlık bahşetmiyor. Tek başına iyi niyet ise, sadece kullanılabilir,
istismar edilebilir bir zaafa dönüşebiliyor, kurbanların iyi niyetle­
rinin aksine sonuçlar doğurabiliyor.

20 Komünist Manifesto, age., s. 50.


Sonuç ve De�erlendirme ı 187
Dolayısıyla yapısal sorunlar ummanında ciddi boyutlara ulaş­
mış bir talep söz konusudur; çaresiz ve öfkeliler var, acil çıkış ihti­
yacıyla kıvrananlar var, adı üstünde delikanlılar var, yeterli biriki­
me sahip olmayanlar var, çok sınırlı eğitim almışlar var, isyankar
ruhlular var, çevreden etkilenenler var, maceracılar ve sorumsuz­
lar var, tuzağa düşmüşler ve düşürmekle görevli personel var, iş ve
işlev arayan var.
Kışkırtılmış ya da kendiliğinden talep olması, getiri/kar de­
mektir ve akan sular durur demektir. Artık amaç, rekabette daha
gösterişlisini üretip yaygın ve uygun koşullarda pazarlayarak öne
geçmektir, avantaj sağlamaktır; politikacılar, sözde aydınlar, çak­
ma teorisyenler, profesyonel örgütçüler, propagandistler, ideologlar
ve benzerleri piyasaya çıkar, üretime başlar, pazarda tezgahlarını
açarlar. Bütün zehirli mamüller, ultra keskin retoriğin, devrimci
sloganların, uydurma tezlerin sahte şekeriyle kaplanır ve tüketici­
nin önüne sürülür.
Etrafımıza bakınca pek çok örneğini göreceğimiz, söz ko­
nusu değirmene su taşıyanlar tanımlanabilir aslında: Bu türden
devrimcilikte ve onun lafazan pazarlamacılığında geçim kapısı
arayan emek kaçkınları; kimi işsiz güçsüz lümpen takımından,
kimisi tuzu kuru sofralardan gelen küçük burjuva; kimi rahatlık
batan aydın tayfasından; kimi gözü hırstan dönmüş politikacı;
kimi emeksiz yaşamın tadını çıkartan tarikat ağası; kimi şeyhin
hizmetinde dünyalığını çıkaran hizmetli; kimi şan şöhret tutkunu
kompleksli yazar-çizer; kimi çocukluk toyluğunu aşamamış idea­
list amatör; kimi de gaybı ve ilahi mucizeyi mürşidde arayan kapı­
kulu zihniyetli ezik.
Krizlerin ve yaratılan boşluğun oluşturduğu kara delik, pro­
letaryayı ve sol muhalif kesimleri yutmaya-öğütmeye hazır bir
girdaptır. İçine çektiklerini dibindeki bataklıkta bekleyense,
Marksizm öncesi komünist zihniyetle onun anti-Marksist devrim­
ciliğidir.
Denklemin unsurları artık belirlenebilir: a) üreten, kullanan ve
yönetenler, ve b) hedef seçilenler ve potansiyel kurbanlar. Sonuçta
ıss ı Anti-Marksist Devrimcilik

da olan, denklem içinde tutsak kalanların büyük kısmını oluştu­


ran, tuzağa düşmüş gerçekten devrimci kurbanlara oluyor. Asıl bü­
yük kayıp ise proletaryaya yazılıyor, çünkü sınıf da en direngen, en
temiz, en fedakar, en cesur öncülerini yitirmiş oluyor. İyi niyetlile­
rin çoğunlukta olması denklemi değiştirmiyor ne yazık ki; hayatı
kurbanların niyetleri belirlemiyor, aksine, onların yazgılarını da
bilinçli planlamacılar belirliyor. Bu durumda da çözümün ana il­
kesi kendiliğinden ortaya çıkıyor: Hayatları pahasına mücadeleye
atılanları iyi niyetlileri Marksizme, emek saflarına kazanmak ge­
rekiyor.
"Eski"nin tabandaki ve yukarıdaki aktörlerini, kurbanlarını ve
avcılarını şöyle bir listeyle özetleyebiliriz:

1. Ezilen, horlanan, sömürülen ve toplumdan dışlanmış, yer yer


ırkçı baskıdan bunalmış göçmenler,
2. Ayrıcalıklarını yitirme derdindeki emek kaçkını rantiye şefler
ve etraflarındaki örgüt aparatçikleri,
3. Köylülüğü aşamamış tepkili işçiler,
4. Geleceksiz bırakılmış gençler, öğrenciler,
5. Tutunamamış küçük burjuvalar,
6. Lümpenleşmiş eski kadrolar,
7. Muhteris sözde "aydınlar",
8. Dolandırıcı üç beş sendikacı,
9. Ütopya tüccarlarının tuzağındaki, büyük çoğunluğu oluşturan
iyi niyetli, temiz idealistler.

C . Av Sahasından Örnekler: İki Özel Kesim

1. Avcılara Bir Örnek: Aydın Sorunsalı


Okumuş, yazıp çizen, çoğu burjuva ya da küçük burjuva kö­
kenden gelen, bazen "kafa emekçileri" de denen bir ara tabakayı
oluşturan aydınlar, düşünceleri biçimlendiren, sistemleştiren, ya­
yan, tartışan, kamuoyunu etkileyen bireyler olarak önemli işlev-
Sonuç ve De(lerlen d i rme ı 189
lere sahiptirler. Eğitim düzeyinin düşük, sosyokültürel birikimin
yeterince gelişmemiş olduğu toplumlarda, kendi bilgi ve olgunluk
düzeyinden bağımsız olarak bu kesim kamuoyunun oluşturulması
ve manipülasyonunda daha da önemli bir rol oynar. Özellikle işçi
sınıfının politik bilincinin geri ve kendi organik aydınını yetiştir­
mede yetersiz kaldığı toplumlarda, başka ara tabakaların sınıfsal
konumları ve yaşam koşulları gibi bilinen nedenlerin de etkisiyle
okumuş-yazmışların sol siyaset, hareket ve yapılanmalarda strate­
jik düzlem katında roller üstlenmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla,
sol içi bu sosyal kategorinin konumuz bağlamındaki işlevleri analiz
edilmelidir.
Bu işlevler, işçi sınıfına dışarıdan bilinç taşımanın çok üzerine
ve teorik konuların işlenmesinin ya da örgütsel rutinin ötesine ta­
şar genellikle. Proleter hareketin geriliği çerçevesinde işleyen sınıf­
sal kökenin, yaşam koşullarının özellikleri, konumsal ayrıcalıklar,
toplumsal gelenekler, deneyimli hakim sınıfların manipülasyon
imkanları, buna bağlı sınıfsal ve bireysel itkiler gibi çok yönlü,
çok boyutlu mekanizmalarla biçimlenen işlevlerin kullanımı, ya
da belki daha doğru ifade edilirse kötüye kullanımı, yadsınamaz
bir gerçekliktir.
Proletaryanın ve ona dayalı, yani üye tabanı çoğunlukla işçi ve
emekçilerden oluşan örgütlerin kendi organik aydınlarını oluş­
turamadığı yerlerde öteki sınıf ve katmanlardan gelen aydınların
belirleyici ağırlığı oluyor. Bu durumda asıl ait oldukları dünyada
tutunamamış, beklentileri bakımından tatminsiz, muhteris, gele­
ceksiz ya da düpedüz yeteneksiz okumuşların, tabanın içine dü­
şürüldüğü özel koşullardan dolayı ayrıcalıklı konumlara kolayca
konabildikleri sol politik saflara transfer olmaları kaçınılmaz hale
geliyor. Bunun yıkıcı ve çürütücü, çarpıtıcı, saptırıcı etkileri üze­
rinde durmak bile gereksiz. Kaba komünizmin günümüzdeki ultra
keskin, boş ama maceracı, sorumsuz retoriğinin başlıca nedenle­
rinden biri işte bu rant devşirme dinamiğidir. Vurgulamak gerekir
ki, egemen güçler de bunun ayırdındadır.
190 ı Anti-Marksist Devrimcilik

Özünde sınıflar, toplumsal kesim ve tabakalar, zümreler ara­


sındaki paylaşım mücadelesinin bir aracı ve alanı olan politika,
yani iktidar/güç talep ve perspektifi, bu özel durumda kişilerin
paylaşım arayışına düşürülüyor ve yozlaşıyor, yozlaştırıyor. Bu
kısırdöngüyü kıramadığı, yani öteki sınıflardan gelen kifayetsiz
muhterislerin saptırıcı etkilerinden kurtulmayı gerçekleştireme­
diği sürece, işçi sınıfının ve örgütlerinin sağlıklı bir rotayı tuttur­
ması mümkün değildir. Bu, asla aydın düşmanlığı olarak anlaşıl­
mamalıdır; sınıfın kurtuluşunun son tahlilde onun kendi eseri ol­
ması zorunluluğunun kabulüdür sadece ve elbette bu süreçte başka
sınıflardan gelenlere de kucağı açık olmalıdır proletaryanın.
İşçi sınıfı kendi organik aydınını yaratamayınca iki sonuç orta­
ya çıkıyor ki, ikisi de işçi hareketi/örgütlenmesi için zararlı oluyor.
Bunlardan birincisi, sınıf dışı, burjuva ya da küçük burjuva aydın­
lara bağımlılık ve yukarıda değinilen olumsuzluklardır. Bunun
zıddıysa, aydın düşmanlığı ve karanlıkta el yordamıyla yolunu
aramaya çekilmedir.
Ne yazık ki, Türkiye örneğinde de olduğu gibi, pek çok yer­
de proletarya kendi organik aydınını yeterince yaratabilmiş değil.
Bunun acil ve yaşamsal önemde bir sorun olarak kavranıp ele alın­
ması gerekiyor. Elbette bu alan da zorluklarla örülmüş durumda.
Sınıfın organik aydını olmak için işçi kökenli olmak yetmiyor el­
bette. İşçi-emekçi okumuşların sınıf "atlama"sı daha sık görülen
bir olgu. Sınıfına sadık işçi kökenli aydınlar da var kuşkusuz ama
onlar da, özellikle konu mankeni olmayı reddenleri, ne yazık ki
çoğunlukla, köşe başlarını tutmuş olanlarca horlanıp dışlanabili­
yorlar.
Bu durumu ve sorunu daha da somutlaştırmak için iki "aydın"
tipolojisi düşünebiliriz: kendi ülkesinde ya da yurtdışında yüksek
eğitim görmüş, lisansüstü dereceler almış, biri emekçi, öteki orta
sınıflardan; ikisi de "mürekkep yalamış ve eli kalem tutan". Biri sı­
nıf atlamış, "yükselmiş"tir, ötekiyse tutunamamış, deklase olmuş,
"düşmüş"tür. Bunların, yıkıcı rekabet ve yozlaşmış toplumsallaş-
Son u ç ve Değerl e n d i rme ı 191
ma süreçleri içinde, sosyal ilişkilerinde ve ekonomik konumların­
da beklentilerini karşılayacak pozisyonu yakalayamadığını var­
sayalım. Her ikisinin de, farklı nedenlerden hareketle, düzene ve
onun sosyal ve ekonomik ilişkilerine tepki sonrasında benzer bir
politik noktada buluşabileceklerini öngörebiliriz. Buradaki yıkıcı
duygusal ve bencil tepkisellik, yontulmamış devrimci keskinliği
yeni bir "yükselme" ve "tatmin" aracı yapar. Kaba komünizmin
yeniden üretilmesi sürecinde bu ikiliye imkanlar açılmıştır. Böyle
olunca da, bu türlerin özellikle de burjuvazinin rekabetçi dünya­
sında tutunamayanları proletaryaya musallat olur ve solun en geri
akımında, Marksizm öncesi sol devrimciliğin kampında yer kap­
ma yarışına yazılırlar.
Bu konu, bu dönemde uzun uzadıya tartışılnıası gereken konu­
lardan başlıcasını oluşturuyor ve burada en büyük görev de, aynı
zamanda: bir işçi okulu, eğitim merkezi olması gereken proleter
örgütlenmelere düşüyor. Zararlı aydın tasallut ve tahakkümünden
ancak böyle kurtulunabilir ve yontulmamış devrimciliğin köken­
lerinden biri kurutulabilir.
Zamanında kaba komünizmi besleyen eşitsizlik, sömürü, yok­
sunluk, yoksulluk, ağır çalışma ve yaşam koşulları gibi faktörler
bugün de yaygın biçimde sürüyor ve kaba komünist tepkileri kış­
kırtıyor. Bu "pazar"ı gören sözde teorisyenler ve muhteris politika­
cılar söz konusu hissiyat üzerinden "piyasa"da rant kapmak yarı­
şında çaresizliğin haklı tepkilerini sömüren lafazan sol keskinliği
pazarlıyorlar. Bu ticaret pratiğini emek sömürüsüne duygu sömü­
rüsünü de ekleyen sol ajitasyonun duygu yükleriyle yapmaya çalı­
şıyorlar. Örneğin bir yazar, Herbert Marcuse'den hareketle şöyle
anlatıyor içine düşülmüş çıkmazı: "Marcuse, ABD' de işçi sınıfının
'tüketim toplumunca satın alınıp bütün sınıf bilincini yitirmiş' ol­
duğuna inandığından, devrim için tüm umudunu, aydınlar önder­
liğindeki sosyal dışlanmışlara, lümpen proletaryaya bağlıyor" du. 21
Böyle rayından çıkmış bir ortamda ham komünizm, sol mahallede
21 Mary Winter, "Class Consciousmess and the British Working Class", Marxism
Today, Mayıs 1975, s. 1 55.
192 j An ti-Marksist Devrimcilik

açtığı tezgahında, çaresiz/eğitimsiz/geri mahalleliye "keskin reto­


rik ve ajitasyon" satan aydınların, üzerinde kariyer geliştirdikleri
platform yaratıyor. Malum, kapitalizmde her şey metadır ve arz­
talep mekanizmalarına bağlıdır. Daha önce de vurguladığımız
gibi, piyasada bir "talep" varsa, mutlaka "arz" da arz-ı endam eder.
Bu platformun aydın ve siyasetçileri gizli özel mülkiyet avcılardır­
lar, özel mülkiyette kendilerini yeniden var etme peşindedirler.
Başkalarını yoksullukta eşitlerken, onları evrensel özel mülkiyet
çıkmazında, kendi insanlıklarını da o mülkiyet hırsında gömerler.
Kestirme çözümler, "kahrolsunlar"la süslenmiş sloganlar, ko­
lay formüller, en azından heyecanlandıran ajitatif söylemler talep
eden, sabırsız, düşünce tembeli, birey olamamış, inisiyatif yoksunu
bir geniş taban her ülkede var. Bu fırsattan istifade, "sol keskinlik"
talebine yanıt veren pazarlamacılar da elbette piyasaya girip yatı­
rım yapıyorlar ve sapkın bir "devrimci aydın" türü, bir "küçük bur­
juva radikal solculuğu" ortalığı komünizm adına kasıp kavuruyor.
Çeşitli pazarlama yöntemleriyle oluşturulan talebe, bu özünde an­
ti-Marksist sol yatırımcı ve girişimciler ürünleriyle arz sağlıyorlar;
serbest pazar ekonomisi de karşılıklı ihtiyaçları, alanla satanın is­
teklerini karşılıyor. Mallar pazarda yeniden katma değer kazanıyor.
Sosyalizmin entelektüel damarları dumura uğrarken, gelecek eller­
den kayıp giderken akıl israfı sürüyor. On yılların binbir türlü eza
ve cefasıyla kazanılmış birikim de böylece heba olup gidiyor. Bu bi­
rikimi canlarıyla kanlarıyla oluşturup topluma sağlayanların anısı
da metalaştırılıp sözünü ettiğimiz çakma mallarla karın maksimi­
zasyonunda araçsallaştırılıyor. Bütün bunlar devrim, Marksizm ve
proletarya adına yapılıyor. Metaların keskin sloganlarla makyaj­
lanmış süslü püslü ambalajlarında, piyasa değerini belirleyen eti­
ketlerinde devrim ve sosyalizm yazıyor. Devrimci ajitasyonun söz­
de aydınlarca "gaz verme"ye dönüştürüldüğü/düşürüldüğü serbest
rekabet ortamında, özgür müşteriler de kapış kapış devrimci ey­
lemde bulunmuş oluyorlar böylece. Tüccar-esnaf düzeninin "alan
memnun, veren memnun" ilkesi de hayata geçmiş oluyor.
Sonuç ve Değer l e n d i rme ı 193
Bu cenahın "aydınlar"ı bilgiyi araştırıp ona ekleyip okura
aktarmaktan ziyade yorum bildirgeleri, deneme arzuhalleri ya­
zıyorlar. Marx'tan, Lenin' den, meşrebine göre Stalin' den, Enver
Hoca' dan, Troçki ya da Mao'dan üç beş şey ezberleyenler, yaban­
cı dil bilme avantajını da kullanıp yerel dile çevrilmemiş üç beş
çalışmadan da bir şeyler çalıp esnaf defterlerinin alacak hanesine
notlar düşüyorlar. Bu elbette bilim değil; bir tür kapitalizmin arz­
talep yasası uyarınca pazara mal süren tüccar-esnaf meşgalesidir.
Bu, kaba komünist zihniyet ve yontulmamış devrimcilik anlayı­
şıyla uyuşuyor, uzlaşıyor. Onun yaratıp manipüle ettiği taban bu
retoriğe müptela oluyor; sonunda da, "şeyh uçmaz, mürit uçurur"
saptaması hep doğrulanıyor. Derme çatma da olsa yabancı dil bil­
menin ayrıcalığı, "devrimci intihal" yoluyla "devrimci ilmihaller"
yazma imkanı veriyor "soku teorisyenler"e. Burjuvazinin rekabet­
çi dünyasında tutunamayıp fazlasını isteyen kıskanç muhterisler,
düzenin bütün nimetlerinin peşinde koşup o hayat tarzını yaşar­
ken içi boş keskinlikle yoksun ve yoksulları kışkırtıp kullanmayı
kar biliyorlar. Ham komünizmin politikacıları ve örgütçüleri de
getiriden kendi paylarını kapıyorlar. Pazar genişledikçe, Twitter
ideologları, Facebook teorisyenleri gibi yeni fırsatçılar da piyasaya
giriş yapıyorlar.
Bu karanlık tablonun sonuçlarından biri de, özellikle geri kal­
mış toplumlardaki direniş saflarında muazzam entelektüel çöküş,
düşünsel fakruzarurettir. Entelektüel fukaralık buralarda bugün
solun en temel zaaflarından birine dönüşmüş durumdadır.
Bu durumdan şikayet etmek elbette yetmiyor. Ağa düşürülmesi
kolay olanlardan talep yaratılabildiği sürece, kapitalizmin demir
yasası uyarınca pusudak.i satıcı, talep edilen defolu malı piyasaya
sürecektir. Önemli olan, piyasa bataklığını kurutmaktır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Ham/yontulmamış komü­
nizmin ilk çıkış dönemlerindeki aydın düşmanlığı, bugün biçim
değiştirerek, kendisiyle aynı (Marksist-Leninist) maskeyi takmış
okumuşlarla rant ortaklığına dayalı ittifak içinde dondurulmuştur.
194 1 An -Marksist Devrimcilik

2. Kurbanlara Bir Örnek: Göçmen Meselesi


Bu noktada özel önemi dolayısıyla göçmen olgusu ve göçmen­
ler üzerinde durmak gerekmektedir. Göçmenler, özellikle de siyasi
sığınmacılar ile ikinci, üçüncü kuşaklar, hem göçtükleri yerlerde
hem de anayurtlarındaki gelecekteki rolleri bakımından kıymetli
ve belirleyici roller üstlenecek stratejik önemde bir kesimdir. Aynı
zamanda zengin bir birikimin kaynağı, deposu ve taşıyıcısıdır.
Yakın tarihten hareket edersek, İkinci Dünya Savaşı'ndan son­
ra, özellikle de 1960'lı yıllardan başlayarak yeni bir kalkınma ve
sanayileşme hamlesiyle birlikte Batılı ülkeler işgücü eksiğini ka­
patmak için yoksul ülkelerden ucuz işçi göçüne yeşil ışık yaktılar.
1970'lerin ortalarındaki kriz işçi göçüne sınırlamalar getirdiyse
de, var olan göçmen topluluklar ikinci ve üçüncü kuşaklarla geniş­
lemelerini sürdürdüler.
Günümüzdeyse, global çaptaki büyük göç dalgası sonunda
2020 ortalarında 285 milyona yaklaşan bir göçmen nüfus oluş­
muştur. 22 Yoksulluk, savaş, hastalık, kuraklık, doğal afetler, çevre­
sel yıkım, açlık, hastalık, politik-dinsel-etnik baskılar gibi devasa
insani felaketlerden kaçan yığınlar, dünya nüfusunun neredeyse
yüzde beşine ulaşan orandaki büyük dalganın savurduğu insanlar
olarak bugün doğum yerleri dışında yaşamaktadırlar. Bu büyük
insanlık dramının ölümcül sonuçları, televizyonların haber prog­
ramlarının ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır artık.
17. ve 18. yüzyıllarda sermayenin uluslararasılaşma kaynaklı
global hareketliliği sürecinde, bir yandan Batılı sömürgecilerin
göçü, öte yandan da milyonların ölümüyle sonuçlanan insan avı ve
"ölüm yolculuğu"yla Afrika'dan 1 5 milyondan fazla insanın köle
olarak Kuzey ve Güney Amerika'ya götürülmesi, tarihin en büyük
göç dalgasını yaratmıştı. Bugün ise eskinin köle göçmenlerinin ye­
rini artık çağdaş küreselleşmenin, kılık kıyafetine, derisinin ren­
gine, konuştuğu dile bakılarak "terörist" olarak muamele edilen,

22 Ayrıntılı bilgiler için bkz. https://publications.iom.intsystem/files/pdf/wmr_2020.


pdf
Sonuç ve Değerlend i rm e ı 195
köle emeğine benzer koşullarda çalıştırılan, horlanan, aşağılanan,
dışlanan kapitalizmin "çağdaş köleleri" almıştır.
Her şeyden önce, bu gittikçe büyüyen göçmen nüfus, politik du­
yarlılığı ve eylemliliği, düzenle uyuşmazlığı, egemen otoriteye kar­
şı duruşu gibi nedenlerle önemlidir. Göçmenlik komünistlerin ne­
redeyse yazgısı haline gelmiştir ve dolayısıyla da büyük bir bilinç,
deneyim, önderlik birikimi yeryüzünü dolaşır olmuştur. İkinci
olarak, artış eğilimi, küresel çapta yaygınlaşması gibi nedenlerle
göçmenlik olgusu gelecekteki sosyopolitik gelişmelerde belirleyici
dinamiklerden biri olacaktır. Yoksul ülkelerdeki devrimci potan­
siyelin Batı'ya taşınıyor olması ve bunun yer yer üçüncü, dördüncü
kuşaklarla kalıcılaşması stratejik bir dönüşüme işaret etmektedir.
Nihayet, geri dönüşlerin de öteki istikamette eğitim, teknik be­
ceri, genel bilgi-görgü birikimi, yeni kültürel girdiler ve benzeri
yeniliklerle belirleyici dinamiklerin, azgelişmişliğe ve bağımlılığa
mahkum düzenlerde devrimci etkiler doğuracağ_ı beklenmelidir.
İki yanda da ortaya çıkan çelişki ve çatışmaların nelere gebe oldu­
ğu ileride görülecektir.
Göçmenlik olgusu bu çalışmanın konusu bakımından da
önemlidir. Bu, göçmenlerin nesnel varoluş koşulları nedeniyle
ham komünist ile ilişkilenmelerinden kaynaklanmaktadır.
Irkçı baskılar altında hoyratça ezilen ve kendi gettolarında izo­
le yaşama mahkum edilen, en zor işlerde güvencesız çalıştırılan,
köken itibarıyla taşralı/köylü göçmenler işçi sınıfının bir özel ke­
simini oluşturmaktadır. Bunların deklase olmuş lümpen kesimleri
faşizme ya da uyuşturucuya yönelmezse kaba "devrimcilik"in ni­
hilizminin potansiyel müşterisi olarak kurban seçilmektedir.
Kuşkusuz karşılıklı çelişki ve hatalarla yerli-göçmen sınıf kar­
deşlerinin birbirlerinden kopuşu, göçmenin kişisel konumunu
aile-hemşehri çevresine, sosyal yaşamını gettolora, politik yaşa­
mınıysa mezheplere hapsediyor. Marx'ın sözünü ettiği ilkel dev­
rimci mezheplerin örnekleri mantar gibi bitiyor; etnisite, coğrafya,
hemşerilik, akrabalık, aşiretçilik, yöreselcilik gibi temeller üzerin-
196 1 Anti-Marksist Devrimcilik

de kurulan yapılanmalar yaşam tarzını ve politik perspektifi dar­


laştırıp saptırıyor. İçinde yaşadıkları toplumsal/ekonomik/politik
çevre, ham komünist düşüncenin boy vermesi için uygun atmosfe­
ri, bastıkları zemin de o münbit toprağı oluşturuyor.
Dünyanın dört bir yanından gelmiş bu insanların önemli bir
bölümü modern bir kente ilk kez ayak basanlar. Sadece fabrika­
da çalışmak yetmiyor; köken, çevre, alışkanlıklar, kültür, hayat
tarzı bambaşka bir kişilik üretiyor. Bir de "devrimci" olup emek
kaçkını bir politik militanlığa soyununca aslında lümpenleşme
öne çıkıyor. Bunlar yıkıcı, aydın düşmanı, kendi hayal güçlerine
özgü özel kişilik kazandırdıkları büyük devrimci kişilere özenen
ya da tapınan, özünde gerici eziklere dönüşüp kin ve nefrete ye­
nik düşüyorlar, bu ilkelliği "komünistlik" sanıyorlar. Mezhepler
içinde darlık ve sığlık içinde gerçeklikten de, kültürden de iyice
kopuyorlar. Bu kesimlerin üzerine çullanan, onların içine dü­
şürüldükleri koşullardan yararlanarak Üzerlerinden rant yiyen
şefler ve memurları ise çürüyorlar, çürütüyorlar. Özel koşulların
yeni proleter devrimciliğinin kaynağı olabilecek bu kesim ve ta­
bakalar, sonunda çok boyutlu kapitalist-emperyalist sömürüsüyle
baskısının ve sözde sol politik avcıların çok boyutlu tuzakların­
da gelecekleri karartılan, daha doğrusu çalınan, ilahlara sunulan
kurbanlar oluyorlar.
Marx'tan Engels'e, oradan Lenin'e ve daha nice devrimcinin
yazgısı olmuş göçmenlik böylece bir tuzağa dönüşmüştür..
Bu tuzak politik göçmeni ayrı, ötekileri ayrı biçim ve yollar­
dan kendine çekmektedir. Ayrılmak zorunda. kaldığı ülkesinin
devletinin yanında şimdi göç ettiği ülkenin devletinin de hede­
finde, ikili kıskaç içindedir devrimci. Yabancı düşmanlığından
ırkçılığa, kültürel farklılıkların ve yaşam tarzlarının uyuşmaz­
lığından yerli halkın sorunlarının günah keçisi olmaya, dışlan­
maya, horlanmaya uzanan pek çok olumsuzluk göçmenlerin ha­
yatını karartacak ölçülerde olabilir. Bütün bu zorluklar içinde,
kıstırıldıkları yerel cemaat ağında ve ekonomik-sosyal cenderede
Sonuç ve Değerlendirme ı 197
çıkışsız kalanlar, politik-örgütsel tercihlerinde ve ilişkilerinde
de zora düşerler. Böyle durumlarda içinde bulundukları nesnel
konum, politik, kültürel, ailevi vb çerçeve zorlayıcı ve belirleyici
etki yapar. Faşizmden dinci fanatizme, inkarcı-kozmopolit asimi­
lasyondan kaba devrimciliğe, kişisel savrulmalara uygun zemin
böyle gelişir. Göçmen psikolojisiyle aşırılık arasındaki bağ bilinen
bir olgudur. Göçmen emekçilerin en güçlü koruyucu zırhı, kuş­
kusuz Marksizm-Leninizm öğretisinde gelişen devrimci bilinçtir
ve onun da açık-gizli düşmanı çoktur. Bu ortamda, emperyalist
Batı'ya, geri bıraktırılmış Afrika' dan, Asya'dan, Ortadoğu' dan
ekonomik ya da siyasal nedenlerle göç etmek zorunda kalmış in­
sanların ve onların çocuklarının, torunlarının karşısındaki en
tehlikeli hasımsa, hareket ve örgütlenmelere sızmış ham komü­
nizm/yontulmamış devrimciliktir.
Komünistler Birliği'ndeki sözde devrimcilerin ayak oyunların­
dan artık bıktığında ve yontulmamış komünistlerle ilişkilerini ko­
parmaya karar verdiğinde, Engels, Marx'a hak veriyor ve "eğer [bir
kişi Marx'ın yaptığı gibi] oradan bütünüyle çekilmezse ve sözde
devrimci partiye hiçbir değer atfetmeyen bağımsız bir yazar olmak
onu memnun etmezse", mülteciliğin yıkıcı ilişkiler ağında içine
düşmesi kaçınılmaz tuzağı anlatıyordu yanıtında:
İnsan, göçmenliğin [mülteciliğin] . . . ister istemez insanı bir apta­
la, bir eşeğe ve aşağılık bir serseriye çeviren bir kurum olduğunu
gitgide daha iyi anlıyor. Bu, en gerideki eşeğin, ülkesinin baş kur­
tarıcısı olduğu gerçek bir REZALET VE ALÇAKLIK OKULU.23

Elbette sorun sadece politik göçmenlere özgü değildir. Aksine,


politika dışı çeşitli nedenlerle göç etmek zorunda kalmış olanlarla
"yabancı" ülkede doğan/yetişen göçmen çocukları da benzer trav­
malar kapanında kıstırılırlar. Böylece yontulmamış anti-Marksist
devrimcilik, proletaryanın bu çok değerli kaynağını da kurutmayı
hedef bellemiştir.

23 Aktaran, Terrell Carver, Friedrich Engels: Yaşamı ve Düşüncesi, çev. Ümit Şenesen,
Yordam Kitap, İstanbul, 2018, s. 299.
198 1 Anti-Marksist Devrimcilik

Bütün göçmen tabakalarının acılarını, taleplerini, özlemleri­


ni, insani duygularını, çaresizlik ve öfkelerini, en önemlisi de çok
yönlü büyük birikimlerini ve potansiyellerini Marksistler gerçek­
ten devrimci kanallara akıtamadıkları sürece, zaaf ve zayıflıkla­
rından beslenen düzen güçleri veya yıkıcı Marksizm dışı devrim­
cilik tüccarları onları sömürmeyi sürdüreceklerdir.
VIII

SONS Ö Z

Bugün, içinde bulundukları koşullarda ezilenler her şey­


den önce ideolojik manipülasyona açık duruma düşürülüyor ve
bu hoyrat dünyada bir sığınağa muhtaç ve mecbur bırakılıyor.
Karşılarında ise örgütlenme, şiddet, inanç, eğitim, servet ve ben­
zeri bütün tahakküm araçlarına sahip egemenler konumlanıyor.
Bu denklemde, ezilenlere salt isyan kalıyor. Ne var ki, isyan ör­
gütlülük, bilinç, ideoloji ve önderlik gerektiriyor. Marksizm, eko­
nomik-sosyal-teknolojik vb şartları oluştuğunda bütün ezilenlere,
giderek insanlığa, proletarya öncülüğünde isyan (devrim) ve kur­
tuluş/özgürlük (nihai insani özgürleşme) projesini ve yöntemini
sunuyor, öğretiyor. Ama isyanlar bile egemenlik sistemine hizmet
edenlerce çalınmış durumda.
Egemenler sadece üretim ve şiddet araçlarına, öteki tahakküm
imkanlarına sahip değiller; aynı zamanda ezilenlere ihtiyaç duy­
dukları inançları, ideolojileri ve sığınakları da sunuyorlar. Bireyler
çok bunaldıklarında alkole, uyuşturucuya, hatta ölüme sığınabili­
yorlar. Yığınlar halindeyse ezilenler egemenlerin manipülasyonla­
rına teslim olabiliyor, onların sunduğu sığınaklara, en başta dine
ve milliyetçiliğe koşuyorlar.
Proletaryanın ve onun dünya görüşünün, insanlık projesinin
ifadesi olan Marksizmin varlığı, tek başına, kendiliğinden bu çarkı
parçalamaya yetmiyor. Bu ikilinin eksikliği, zayıflığı, zaaflı varo­
luşu durumundaysa çark daha kolay, daha etkin, daha acımasız
işliyor kuşkusuz.
200 ı Anti-Marksist Devrimcilik

Sosyalist inşa projelerinin çöküşü ve bunu izleyen sosyalizmin­


Marksizmin krizi, ezilenler dünyasında umutları, sınıfsal aidiyet­
leri, sadakat odaklarını tarumar etti ve kitleleri, öfkeli çaresizlik­
lerinin anaforunda egemenlerin "köhnemiş" sığınaklarına, dine ve
milliyetçiliğe yeniden sığınır hale getirdi. Onlar aslında yine isyan
ediyorlar ama isyanlarını böyle, egemenlerin tarif ettikleri form­
larda pratiğe döküyorlar. Ya da egemenlerin sığınaklarını kendile­
rinin belleyip kanlarıyla canlarıyla o karanlıklara akıyorlar.
Maddi zemini, somut toplumsal altyapısı, hayatın içinden sa­
hici gerekçeleri olan bir olgudur sözünü ettiğim ve bilinçleri çar­
pıtılmış kitlesel sürülerin metafizik sürüklenişi değil, kaynakları,
dinamikleri, formları maddi hayatın tam da içinde olan süreçler­
dir bunlar.
Dolayısıyla, üstten bakarak, salt lanetleyerek, aşağılayarak,
İslamofobiyle ya da benzer reaksiyonlarla damgalayarak, ezerek,
keserek biçerek kavranabilecek, üstesinden gelinebilecek gelişme­
lerle karşı karşıya değiliz. Bizler şu anda anlama aşamasındayız.
Bu süreçleri her yerde kendi koşulları içinde egemenlerin tasallu­
tundan kurtarma ve kendi öz isyan mecralarına akıtmaya katkıda
bulunma aşamasına henüz çok uzağız. Kurtuluş ideolojisindeki
entelektüel derinlik, yaratıcılık, sorumluluk ihtiyacı işte bu neden­
lerle yaşamsal önemdedir.
Bunun için de öncelik, içeriden vurulmuş, ihanete uğramış,
çarpıtılmış Marksist bilimi yeniden kendi ayakları üzerine oturt­
maktır.
Marksizm, duyularla edinilmiş, algıyla saptanması mümkün
olmayan "kapitalizmin içsel karmaşıklığını ve gerçek hareket­
lerini inceleme yöntemi" olarak, "içinde yaşadığımız toplumsal
gerçekliği kavrama ve eleştirme araçlarını sunan" bir bilimdir.
Dinamik insan ilişkilerinin toplamıyla oluşan toplumsal yasaları
anlamak-eleştirmek-değiştirmek üçgeni içinde "teorik kavrayış ve
politik eylem" arasında doğrudan bağlar kuran Marksizm böylece
çözümü de gösterir. Kapitalizmi anlayamayanlar onun karşısın-
Sonsöz 1 201
da çaresizdirler ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak da değişim
gerçekleştirme imkanlarından bütünüyle yoksundurlar. Ancak
kavramayla mümkün olabilen değiştirme-dönüştürme imkan ve
araçlarını açığa çıkarma bilimidir Marksizm. Teoriyle pratik böyle
kaynaşıp bütünleşir, böyle anlam kazanır. 1
Lenin, 1840'lı yıllarda, daha Komünist Manifesto yazılmadan,
Engels'in ham komünizme ilişkin tespitlerini içeren bir mektubu­
nu şöyle değerlendiriyor:
. . . Engels tam da böyle yazıyor. Proleterler dışında Almanya' da
herkes komünist. Komünizm herkesin, en çok da burjuvazinin
muhalif duygularını ifade etmenin biçimiydi. 'Dünyadaki hiçbir
şeyle ilgilenmeyen en dangalak, en tembel ve en yontulmamış kişi­
ler komünizm bahsinde neredeyse coşkulu olmaktalar.' O dönem­
de komünizmin ana savunucuları Narodnikler, 'sosyal-devrimci­
ler,' 'halkçı sosyalistler' vb türünden insanlardı, yani şu ya da bu
ölçüde hükümete kızgın iyi niyetli burjuvalardı. Ve bu koşullar
altında, sayısız sahte sosyalist eğilim ve gruplar arasında, Engels,
coşkulu devrimci olmalarına karşın kötü komünist olan pek çok
iyi niyetli insanla ilişkileri koparmaktan korkmadan, proleter sos­
yalizme kendi yolunu bulabildi.2

"Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz,"3 diye yazan


Lenin iyi biliyordu ki, teoriye düşmanların eylemciliğinde prole­
taryanın sınıf çıkarları, sosyalizm ve kurtuluş bulunmaz. Dar ey­
lemciliği ve teorik temelde� yoksun siyaset yapmayı eleştirmeye
şöyle devam ediyordu Lenin, bu stratejik önemdeki saptamasına:
Modaya dönüşmüş oportünizm vaazının, pratik çalışmanın en
dar biçimlerine duyulan hayranlıkla iç içe geçtiği bir dönemde bu
fikir ne kadar vurgulansa azdır.4

Bu konuda ayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Johan Forniis, Capitalism: A


Companion to Marx's Economy Critique, London, Routledge, 2013, s. 2 vd.
2 V. 1. Lenin, CW, C. 19, age., s. 556.
3 V. 1. Lenin, Ne Yapmalı: Hereketimizin Acil Sorunları, çev. Arif Berberoğlu, Evrensel
Basım Yayın, İstanbul, 201 1, 2. Basım, s. 44.
4 Age.
202 1 Anti-Marksisr Devrimcilik

"Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz" tespitinden


hareket edilince rahatlıkla görülür ki, ideolojik-teorik mücadeleyle
devrimci Marksizme sahip çıkılmadığı sürece kriz aşılamaz, ger­
çekten devrimci bir atılım mümkün olamaz; sadece sorumsuzluk
olur, maceracılık olur, insanlar ölüme gönderilir ama devrimci ha­
reket olamaz.
Lenin Rusya'daki 1900'lerin başında kaleme aldığı eleştirile­
rinde günümüzün içi boş, yontulmamış devrimciliğinin özellik­
lerini anlatır gibidir:
Bu dönem için karakteristik olan, pratiğin herhangi bir 'mutlak­
lık' sevdalısı tarafından görkemli bir edayla küçümsenmesi değil,
aksine dar prati,kçiliğin tam bir teorik umursamazlıkla bileşimi­
dir. Bu dönemin kahramanları, 'büyük sözleri' doğrudan yadsı­
maktan çok, bunları bayağılaştırmakla uğraştılar. Bilimsel sos­
yalizm, bütünlük taşıyan bir devrimci teori olmaktan çıktı, her
yeni çıkan Alman ders kitabından 'arzu edilen miktarda' alınan
yavanlıklarla sulandırılan bir bulamaca dönüştürüldü. 'Sınıf mü­
cadelesi' şiarı, giderek genişleyen ve giderek dinamizm kazanan
bir faaliyetin tetikleyicisi olmuyor, tersine, 'ekonomik mücadele
politik mücadeleyle kopmaz biçimde bağlı' olduğundan daha çok
yatıştırıcı bir ilaç işlevi görüyordu. 5

Bu noktada bir kez daha vurgulamak gerekir; teoriye böylesine


önem atfeden Lenin'i basit bir eylemci ve taktisyene indirgemek ve
o yanlarıyla yüceltmek, ham komünistlerin meşruiyetleri için kul­
landıkları hiledir. İçlerinde, önyargılı bakışları nedeniyle Lenin'i
yanlış anlamış olanlar vardır ama çoğunluğu Lenin'i bilerek tahrif
edip kullanmayı yeğleyen Marksizm öncesi yontulmamış komü­
nizm yandaşlarıdır.
Neyse ki, Lenin onları tanıyordu: "Bay Mihaylovski" ile bir
polemiğinde, "hiçbir Marksist . . . teorinin gerçekliğe ve belli top­
lumsal ve ekonomik ilişkiler[e] uygunluğundan [vazgeçemez]
çünkü teori konusundaki bu istem çok kesin ve çok açık bir bi-

5 Age., s. 196.
Sonsöz ı 203
çimde bizzat 'Marksizm'in kurucusu tarafından -Marx tarafın­
dan- açıklanmış ve tüm öğretinin temel taşı yapılmıştır," demiş ve
"tüm öğretinin -Marx'ın- en şiddetli biçimde vurgulayarak öne
sürdüğü" ilkesinin, "gözlerimizin önünde neler olup bittiğinin
formülasyonu" olduğunu belirtmiştir.6 Bu uyarısından sonra da
şöyle bir saptamada bulunmuştu Lenin, bu zihniyetin o dönemin
Rusya'sındaki kalıntıları için: " [B]ugünlerde (çok önceden belirtil­
diği gibi) her serserinin 'kızıl' giysilerle kendini süslemekten hoş­
landığını kim bilmez ki? Ve [kim] bu soytarıları Marksistlerden
ayıramayacak kadar anlayışsızsa [bu sadece onun] zeki olma­
dığını tanıtlar.''7
Lenin' den 35 yıl sonra benzer zihniyetin yarattığı sorunlarla
karşılaşan Mao da şöyle diyecekti:
Biz, 'solcu'ların boş konuşmalarına da karşıyız. Bu 'solcular'ın
düşünceleri nesnel sürecin gelişiminin belirli bir aşamasının çok
ötesindedir. Bazıları halüsinasyonlarını gerçek sanırlar; ötekiler
ancak gelecekte gerçekleşebilir bir ideali şimdi gerçekleştirmek
için kendilerini paralıyorlar. Kendilerini halkın çoğunluğunun
pratiğinden ve zamanın gerçeklerinden ayırdılar ve düşünceleri
eyleme dönüştüğünde, maceracılık olarak ortaya çıkıyor. İdealizm
ve mekanik materyalizm, oportünizm ve maceracılık, hepsi, öznel
olanın nesnelden ayrılmasıyla, bilginin pratikten koparılmasıyla
belirlenirler.8

Yeri gelmişken söylemek gerekir ki, bence Mao'nun çok doğru­


lar içeren Kültür Devrimi hamlesini tamamlanmadan kesmesinin
temel nedeni, yontulmamış devrimci zihniyetin gelişmeleri saptı­
ran provokasyonlarıydı.
Gerçekten devrim yapmak isteyenler, tarihi itmeye uyarlan­
mış Blankist maceracılıkla zihinlerinde oluşturdukları ve iradeye
havale ettikleri kur�uluş projeleriyle topluma yabancı olanlardan

6 V. İ. Lenin, "Halkın Dostları" Kimlerdir ve Sosyal-Demokratlara Karşı Nasıl


Savaşırlar?, çev. Vahap S. Erdoğdu, Sol Yayınları, Ankara, 1979, üçüncü baskı, s. 77.
7 agy.
8 Mao Tse-Tung, On Practice, New York, lnternational Publishers, ty., s. 14.
204 1 Anti-Marksist Devrimcilik

farklı davranırlar. Marx'ın Alman ldeolojisi'nde yazdığı gibi, bun­


lar "gökten yeryüzüne inerler", oysa Marksizmde "yerden gök­
yüzüne çıkılır".9 Böyle olunca da, yine Marx'ın belirlediği gibi,
"bilinci belirleyen toplumsal varoluş" 10 ise, bunlar toplumsal boş­
luktaki çarpık bilinçleriyle sarıldıkları altı boş projelerin peşinde
sürüklenirler ancak. Bir yola çıkıyorlardır ama sonunda ne ola­
cağını bilmezler; kendini tatminle meşgulken bunu umursamaz­
lar bile. Devrimci değil, kervan yolda düzülür mantığıyla hareket
eden maceraperesttirler sadece. Bir yazar bunu şöyle ifade ediyor
Marx'ı yorumlarken:
İdealist 'gökyüzü'nden başlar ve pratiğin 'yeryüzü'ne inmeye
teşebbüs eder. Bir bütün olarak tarihsel süreci anlama çabasında,
insanın 'kutsal tarihi' ya da düşünce sürecinden hareket eder.
[Buna karşılık Marx] kutsal tarihi dünyevi olanın akli refleksi, dü­
şünsel üretim tarihini de maddi üretim tarihinin ikincil gerçekliği
(gölgesi) olarak ele alır. Temel ilkesi, 'yaşamı belirleyen bilinç de­
ğil, tersine, bilinci belirleyen yaşamdır.' 1 1

Marksizm, "değişim" ve "çelişkiler"in bilimidir. Dolayısıyla,


ona dayalı bütün düşünceler bu iki kavram üzerinde inşa edil­
meli. Tezler, düşünceler, kurgulur bu gerçeklikle uyumlu olmazsa
Marksizm dışına düşer. Buna Marksizmin kendisi de dahildir el­
bette. Üstelik "bilim" de dediğimize göre; fizik, kimya gibi pozitif
bilimler bile her gün yenilenirken, Einstein'ın teorileri bile sürekli
geliştirilirken başka nasıl olabilir ki? İnsanın ve insan ilişkileri­
nin (toplumsal dinamikler) karmaşık çeşitliliğinin bağımsız de­
ğişkeni oluşturduğu sosyal bilimleri pozitif bilim dallarıyla karış­
tırmamak gerekir. Elbette Marksizm de (Marksist toplumbilim)
"değişim"den, düzeni de "çelişki"den muaf olamaz. Sınıfsız top­
lum değişim ve çelişkilerden arındırılmış, donmuş, hayatiyet içer­
meyen bir "mezarlık huzuru" vadetmiyor insanlığa.

9 Kari Marx ve Friedrich Engels, Alman ideolojisi, age., s. 35.


10 Agy.
11 Robert Tucker, Philosophy and Myth in Kari Marx, Cambridge, Cambridge
University Press, 1964, s. 178-179.
sonsöz \ 205
Pek çokları Marksizmi "eleştirel düşünce"nin kendisi olarak
tanımlar. "Değişim", "çelişki", "eleştiri-özeleştiri" bu düşüncenin
temelini oluşturduğu ölçüde bir "Marksist bilim"den söz edebi­
liriz. Marksizm, ham komünist önderler gibi, ne göklerden ayet­
ler, kutsal değişmez metinler indirmiş bir vahiyler bütünü ne de
gökyüzündeki cenneti yeryüzüne getirmeyi müjdeleyen bir dindir.
Aslında ham komünizm tam da budur.
Weitling'ler, Bakunin'ler, Neçayev'ler ve tüm öteki erken ko­
münistler, zamanlarının koşulları çerçevesinde anlaşılabilir ol­
manın ötesinde ayrıca daha dürüsttüler. Bugünün emek kaçkını
profesyonel "teorisyen"leri kendi pasta paralarını ve kariyerlerini,
ezilen yığınların öfke, çaresizlik, umut, isyan gibi insani duygula­
rını tam da burjuvazinin istediği yönde, çıkmaz sokaklara, düş kı­
rıklığı ve yılgınlık kanallarına yönlendirme ustalığında kazanma
peşindedirler. Bilimdışı ultra sol keskinlik, bu türden personelin
iyi belledikleri gibi, sadece duyguları kaşımak ve kışkırtmak göre­
vini yerine getirmenin aracıdır. Rant hırsıyla çığırtkanlığın desi­
belinin yüksekliği tam koşutluk gösterir.
Tek adam ve etrafındaki seçilmiş görevlilerin önderliğinde
sürünün eşitlik cennetine yürüyüşünün ilkel kopyalarını, artık
büyük ölçüde tedavülden kalkmış dinsel taraflarını törpülerken
mistisizmle süsleyip kişi kültüyle şekillendirerek yeniden üretmek
ve insanları "laik" modelleriyle sınıfsız toplum ağıllarına tıkmaya
savunulmak, 200 yıl önceki anlaşılabilir trajedinin 21. yüzyılda ko­
mediye dönüşmesidir. Bu durum, herhalde Marx'tan önce Weitling
gibilerinin İsa Mesih'inin kemiklerini sızlatmaktadır. Köhne zih­
niyetin tarih dışına düşmüş öz yıkımcı devrimciliğini Marksizm­
Leninizm diye piyasaya süren kariyeristleri, radikalizm tüccarla­
rını proleter hareketten tasfiye etmeden yeniden inşa söz konusu
olamaz. Marksist-Leninist proleter hareketin bugün içine düşürül­
düğü kriz koşullarında bunlarla mücadele yaşamsaldır. Marx bun­
ların bilimsel sosyalizm karşısındaki ilk yenilgilerinin nedenini
şöyle anlatmaktaydı ki bu tespitler bugün için de geçerlidir:
206 1 Anti-Marksist Devrimcilik

[Bunların tasfiye olmasının] nedeni, işçi sınıfının, bu ütopyacı­


ların uğrunda çaba harcadıkları hedeften vazgeçmesi değil, ona
ulaşmanın gerçek araçlarını bulmuş olması, hayal ürünü ütop­
yaların yerini hareketin tarihsel koşulları hakkındaki gerçek bir
kavrayışın alması ve işçi sınıfının askeri örgütlenmesi için giderek
daha fazla gücün toplanmasıydı. Ama hareketin ütopyacılar tara­
fından ilan edilen iki nihai hedefi ile Paris Devrimi ve Enternas­
yonal tarafından ilan edilen iki nihai hedef aynı. Sadece araçlar
farklı ve hareketin gerçek koşulları artık ütopik fablların gölge­
sinde değil.12

Komünist Manifesto yazıldığında henüz Marksizm, Marksist


manada bir komünizm yoktu. Dolayısıyla, orada sözü edilen "ha­
yalet", ("Avrupa' da bir hayalet dolaşıyor") Marksizm öncesi ham
komünist akımı tanımlıyordu. Daha sonraları Marksist düşün­
cenin ağır basmasıyla bilimsel sosyalizm diri bir canlı organizma
olarak rüzgarı arkasına aldı, dört bir yanda kasırgalar estirmeye
başladı. Şimdiyse, bütün dünyada bu eskinin hayaleti, bir zombi
olarak yeryüzünü turluyor. Bu zombi artık burjuvaziyi korkutmu­
yor, aksine onun değirmenine su, yelkenlerine hava taşıyor. Bugün
burjuvaziyi dehşete düşüren, Marksist-Leninist komünizm düşün­
cesi ve hareketidir. Önemli olan, ilkelliğin saldırganlığından kork­
madan ona sahip çıkmaktır.
İşçi sınıfının büyük bedeller ödeyerek burjuvaziye dayattığı
kazanımlarını, ayrıca demokrasi, toplu sözleşme ve grev hakkı,
sosyal haklar vb düzen içi reformları küçümseyen, bu zorlu müca­
delede kılını kıpırdatmayan ve "ya devrim ya hiç" mantıksızlığıyla
devrimcilik oynayanlara Fransız Jules Guesde şahsında yönelttiği
"devrimci lafazanlık" etiketini uygun gören, Marksizmin çarpıtıl­
masına "Ben Marksist değilim!" diye karşı çıkan Marx'ın verdiği
ders unutulmamalı. Marx'ı bile bezdiren bu zihniyettekilere artık,
"Sizler Marksist değilsiniz!" deme zamanı gemiştir. Aksi halde bu
saldırganlıktan kurtulmak mümkün değildir. Daha önce belirtti­
ğimiz gibi, Babeuf, yerçekimini bulmak için özel zekaya gerek yok,

12 Kari Marx, Fransa'da iç Savaş. . . , age., s. 163-164.


Sonsöz ı 207
bunu bir çoban da bulurdu, mesele dikkatini neyin üzerine ver­
diğin, demişti.13 Eskiler, Babeuf'un Newton'unu da aşarak "entel"
Marx'a yönelmişlerdi. Günümüzde ise, genç Marx'ın "aydınlanma­
cı toyluğu" gibi mahcup ama daha kurnaz kategorilere sarılarak
sırtından darbelemeye çalışırlar bilimsel sosyalizmi. Daha "akıllı­
lar" reddiyelerinde görece "kolay lokma" olarak Engels'i kullanır­
lar. En "zekiler" ise, salt bir eylemciye, devrim taktisyenine dönüş­
türdükleri ve saflara monte ettikleri Lenin'e coşkulu güzellemelerle
gözbağcılık sanatını geliştiriyorlar. Teorik derinliğini görmezden
geldikleri Lenin adını anarak ona sığınmak, Marksist-Leninist kı­
lığında gizlenmiş bilgisayar başındaki devrim teorisyenliğinin gü­
nümüzdeki hilelerinden biridir. Marksist-Leninist kisvesiyle içe­
ri sızmış yontulmamış komünist zihniyet tam da böyle davranır.
Ya da kraldan da kralcı sahte iştiyakla "reformizm-revizyonizm"
gibi yaftalarla saldırarak gizler kendini, "en iyi savunma saldırı­
dır" taktiğiyle vurmaya kalkar gerçek Marksizmi savunanları.
Karşısındakileri içi boş sloganların kuru gürültüsüyle sindirmeye
çalışmak bir başka kaba yöntemidir yontulmamışların.
Bayat sloganları, ağızlara sakız olmuş ezberleri ucuz retorikle
sözde yenileştirip orijinal katkılar diye pazarladıkları çalışmaları
ve keskinliğin duygusallığıyla süsleyip piyasaya sürdükleri kaba dü­
zen/sistem eleştirileri, hareketin hücrelerine nüfuz etmenin temel
yoluydu bunlar için. Analitik kavram ya da kategorileri anlamsız­
laştıran bir basitliğe indirgeyen yaklaşımlarını, temelsiz tezlerini,
hamaset yüklü yayınlarla betona dökülen çimento gibi dimağlara
akıtan yazarlar, teorisyenler, ideolog ve propagandistler sol düşün­
ce dünyasını tarumar ettiler. Karartıp çoraklaştırdıkları düşünce
ve tartışma ortamında egemen oldular, rant toplayıp hüküm sürdü­
ler. Bu, gözden kaçan bir sömürü mekanizmasına dönüştü.
Devrimci Marksizmin geride sinmeye mahkum edilmiş bölü­
mü, ne yazık ki sesini duyuracak olanaklara sahip değil. Umulur
ki genç kuşaklar, 1960'ların sosyalizmi yoksul-geri kalmış kapita-
13 "Newton'un yerçekimi yasasını bulmak için keskin bir zeka gerekmez miydi diye
[sorarlar]? Her şey çalışmamızın odaklandığı nesneye bağlıdır.» Buonarroti, age., s. 1 1 .
208 1 Anti-MarksiH Devrimcilik

list ülkelere özgü salt bir "demokrasi-bağımsızlık-kalkınma" pro­


jesi olarak içselleştirmiş Avrupa-Amerika eğitimli "solcular"ı ve
daha sonraları meydanı boş bulup, çoraklaşmadan yararlanarak
dökülen kanlar, feda edilen canlar üzerinden rant devşirmeye so­
yunmuş piyasa teorisyeni "devrimci entelektüeller"i örnek almaz
ve bu kısırdöngüyü kırar. Aksi halde, devrimci Marksizmi yeniden
gerçek temelleri üzerine oturtmak asla mümkün olamaz. Ham ko­
münist zihniyeti ve buna dayalı yontulmamış devrimciliği, bu an­
ti-Marksist dalgayı kıracak, rüzgarı tersine, proletaryaya çevirecek
bir atılım bu nedenlerle bugün artık yaşamsal önem kazanmıştır.
Bu zihniyetin proleter hareket ve örgütlenmelerin çeperinde ya
da içinde marjinal bir dinamik olarak uzun süre daha var olacağı
öngörülebilir ve bu normal sayılabilir. Ama çok boyutlu krizlerin
oluşturduğu boşluk gerçeğiyle doldurulamazsa, sosyalizmin aşıla­
mayan krizinde, insanlığı bekleyen barbarlık, sonrasında da yok
oluştur.
Bu zihniyetin kendini yeniden üretme yeteneği ve zaman za­
man, yer yer kurmuş olduğu hegemonya rastlantılarla kendiliğin­
den oluşmuş değildir. Bu gerçekleri ve nedenleri hep akılda tut­
makta yarar vardır:

1. Militanlarının direngenliği
2. Fedakarlık, cesaret, inanç gücü
3. Keskin ajitasyonun çekiciliği
4. Söz ve işle ihtiyaçlara yanıt
5. Militanlarının büyük bölümünün kanıtlanmış samimiyeti
6. Reformizrnin, sağ sapmanın, pasifizmin, yetersizliğin yarattığı
tepkiler
7. İdeolojik seçenek oluşturmada eksiklik
8. Teorik kavrayıştaki fukaralık
9. Geri ülkelerde geri taban
10. Tek Marksist-Leninist alternatif olma algısı
Sonsöz ı 209
1 1. Uygulamadaki düş kırıklıkları
12. Bugüne özel olarak da çöküş ve kriz.

İyi devrimci, kötü devrimciyi alt ediyor. İyi devrimci teoride


Marksizm dışı, pratikte, ruhta, fedakarlıkta, cesarette üstün. Kötü
devrimci, teoride Marksizm içi, yaşamın içinde ters yolda. Teorik
yanlıştan amaca giden pratik çıkmıyor. Teorik gelişkinlik de tek
başına iyi devrimci olmaya yetmiyor. Pratikle bütünleşmeyen te­
orik kabul devrimci değil, sadece anlamsız laf yığını. Devrimci
praksis, teoriyle pratiğin birleşmesinden çıkıyor. Marksist para­
digmada bu ancak proletarya ile iç içe geçmiş bir çerçevede müm­
kün. Sınıftan kopuk olduğu ölçüde de her birey, çevre, hareket,
örgüt, parti hem devrimci teoriden hem devrimci pratikten uzak
kalmaya mahkumdur.
Ayrıca unutmamak gerekir ki sorun, bireysel düzlemi aşan
boyutlara sahiptir. Bireysel hatalardan kurtulmak mümkündür
elbette. Proleter hareket ve Marksist örgütlenmeler olgunlaştıkça
emekçiler ve devrimciler de mücadeleye sağlıklı, sağlam temeller
üzerinden her zaman kazanılabilirler. Kurbanlar, burjuva kapan­
lardan olduğu gibi, sol kisveli tuzaklardan da kurtulurlar. Zaten
eleştirilerin hedefi örgütsel düzlemde, siyaset arenasında ve ideo­
loik-düşünsel temelde bu zihniyeti emekçilerin umarsızlık ve öfke­
lerini istismarla, dar çıkar uğruna sürdürüp yeniden üreten görece
küçük çevrelerdir, büyük çoğunluğu oluşturan kurbanlar asla de­
ğil. Sorun, esas olarak bu zihniyetin yerleşmiş ve bütün özellikle­
riyle biçimlendirmiş olduğu örgütler düzleminde kronikleşmiştir.
Bu zihniyetle malul örgütlerin işleyişi, üye çoğunluğunun farklı
ve olumlu ideolojik anlayışına karşın, kendi içsel mantığı doğrul­
tusunda işler, üyelerden bağımsız hareket yasalarıyla ilerler. Yani
aslında örgütün otomatik işleyişi çoğunluk istek ve iradesinden
kopuk biçimde karşıt yönlere evrilir. Artık yapıya başka, yabancı,
kontrolden çıkmış, içsel mantığına göre neredeyse kendiliğinden
devinen bir çark hakim olur, mensuplarının tamamını anaforunda
öğütmeye başlar.
2 10 ı Anti-Marksist Devrimcilik

Eskiyi tekrarlayan, kendini yenileyemeyen, mezhebe dönüşmüş


yapılanmalar, bireyler, hareket ve örgütlerin eleştirel bakışı, hatta
soru sormayı "ihanet" sayan anti-Marksist bağnazlığı hükmünü
yitirmiştir; trajik bile değildir artık, acınası bir komikliğe dönüş­
müştür. İçinde bulunduğumuz bunalım koşullarında bu trajiko­
mik hal bir salgına, moda deyimle pandemiye dönüşürse, sağlıklı
bir çıkış, teoride ve pratikte yenilenme ve sıçrayış gerçekleştirile­
mez. Bunun da emek ve hareketi bakımından sonuçları çok ağır
olur. Yenilgi sonrasının içinde yaşadığımız yaygın çürüme orta­
mında acil devrimci görev, 1917 sonrasının yaşanan deneyimler
ışığında kapsamlı tahlili, hataların tespiti, dersler çıkartmak, teo­
rik-pratik yenilenmeyi gerçekleştirmek, kısacası yeni bir başlangıç,
yeni bir atılım için sabırla çalışmaya koyulmaktır. Onurlu mirasa,
hayati kazanımlara, geleneğe sahip çıkarak ve fakat yenilenme­
yi öne koyarak devrimci mücadelenin bugünkü aşamasını bir an
önce tamamlamak, ileriye geçmek zorunludur. Yenilgi sonrasında­
ki çürüme sürecini aşmanın tek yolu budur; ders çıkartmak ve bu
temelde yenilenmek - devrimci gündem budur.
Marx, Birinci Enternasyonal' deki iç çekişmeleri anlattığı 1871
tarihli bir mektubunda şöyle der:
Sosyalist mezhepler sistemiyle gerçek işçi hareketinin gelişimi
her zaman birbiriyle ters orantılı olmuştur. Mezheplerin varlığı
(tarihsel olarak) kabul edilebilir olduğu sürece işçi sınıfı bağım­
sız tarihsel bir hareket için henüz olgunlaşmamış demektir. Bu
olgunluğa ulaşır ulaşmaz artık bütün mezhepler temelde gerici­
dir. Yine de, tarihin her yerde gösterdiği, Enternasyonal içinde de
tekrarlandı. Antika olmuş olan kendini yeni ulaşılmış form içinde
yeniden kurma ve sürdürme teşebbüsünde bulunur.14

Bugün yeni form, işçi hareketi pratikte henüz olgunlaşmamış­


tır ama eski form da tarih olmuştur. Bugün de, pratiğinde eski
formda kalan sol, mezhebe dönüşmüş ve tarih dışına düşmüştür.
Kendini boşlukta var etmeye ve sürdürmeye kalkan bu tür ya-

14 https://www.marxists.org/archive/marx/works/ 1871 /letters/7 l _ l l _23.htm


Sonsöz 1 211
pılanmaların çabaları · beyhudedir; nesnel olarak gerici ve kendi
çürümüşlükleri içinde çürütücüdürler. Bunların tarihsel kabul
edilebilirliği, meşruiyeti kalmamıştır. 1917 sonrasının sosyalist­
devrimci geleneğinin de, 1960-80 arası emek odaklı demokratik
ilericiliğinin de tarihsel gerekliliğinin ve dönemsel biricikliğinin
koşulları büyük oranda ortadan kalkmıştır. Bunlar yeni koşullar­
da ezberci, mekanik, dogmatik ısrarlarıyla gerici konuma düşme
riskiyle karşı karşıyadırlar. Yenilenme sürecinde gereken, önce ol­
gun sınıf hareketinin inşası sürecine katılmak, ardından da onun
içinde yer almaktır. Günümüzde yeni form böyle şekilleniyor.
Geçmişin deneyimleri reddedilmeden, yani oradan öğrenerek,
dersler çıkartarak yapılabilir zaten bu. Yanlışların, hataların, hatta
suçların acımasız eleştirisi ve mahkum edilmesi, yeni devrimci yol
haritası çıkartılması sürecinin, yani yeni formun özünde var. Bu
inkar değil, yeniden doğuştur.
Marx'ın "yeni edinilmiş form"u Birinci Enternasyonal'di. Yeni
formun temelindeki harç, bir yığınsal işçi hareketi değil, bugün
"bilimsel sosyalizm" dediğimiz yeni bilimsel-teorik sıçrama ve bi­
linçti. Eski, Marksizm öncesi sol, bunun içinde var olmaya çalışı­
yor ve gerici/yıkıcı bir rol üstlenmiş oluyordu.
Şimdi de "yeni", yine yığınsal bir işçi hareketi değil, yıkımın
kabulü ve dersleri üzerinden sağlam temellere basan bir devrimci
(Marksist-Leninist) işçi hareketi-örgütlenmesi inşasını öne çıkar­
tan teorik-pratik bilinçtir. Bu yeni form içinde eskimiş zihniyetini
sürdürmeyi seçen yontulmamış devrimciler sadece gericiliklerini
sürdürmüş olurlar. Geçmiş tarihsel meşruiyeti artık onları kurta­
ramaz. Aksine, ayak bağı yapar, engele dönüştürür, giderek zararlı
hale getirir; gerici düzenin, hakim sınıfların, onların devletinin ve
emperyalizmin kullanılabilir aleti yapar.
Kuşkusuz özeleştiri ve yenilenme geçmişin onurlu mirasının
inkarı üzerinden yapılamaz ama tekrardan da çözüm çıkmaz.
Ama ne yazık ki, içine düşmüş olduğu yapısal krizde Marksist
solun önemli bir bölümü bir yanıyla hala salt eski ezberlerine ve
212 1 Anti-Marksist Devrimcilik

artık içleri boşalmış sloganlarına sarılıyor. Gözlemcisi olduğu pra­


tikle de ancak ideolojik kabullerine ve klişelerine uydurabildiği
ölçüde ilişki kurabiliyor, ama gerçekliği "ezber"ine uydurduğunda
da ondan iyice kopuyor. Bazıları, sol liberalizmin "ilerici-demok­
rat" söylemini teorik-ideolojik konumlanışının temeline oturtu­
yor, kökenlerinden ve hayattan bir de böyle kopuyor. Bir bölümü,
karanlık sularda avlanmaya dönük maceralar peşine düşmüşken,
solun bir başka kesimi de kimlik siyasetinde biçimlenmiş bir top­
lumsal-politik işleve indirgenmiş "kullanışlı araç" rolüne razı gö­
rünüyor. Liberalizmin söylemlerine kendini kaptırmış, daha ötesi
geleceğini bu cenahın gelişiminde gören sol akım ile sol ulusal­
cılığın yörüngesinde hayat enerjisini yakalamaya çalışanlar, hep
birlikte, trajedinin "komedi" uzantısını temsil ediyorlar. Kimlik
mücadeleleriyle dayanışmayı ideolojik bağımsızlıktan, örgütlenme
zahmetinden, ideolojik yenilenmeden kurtulma rahatlığına indir­
geyen, serüven heveslerine çare sananlarsa, bambaşka bir ihtiyaç­
tan oluşmuş diskuru teori yerine koyup işlevsizlik çukurunda ey­
lemci oluyorlar, anlamlı bir ittifakın da gereğini yerine getireme­
yen pasifizme düşüyorlar aslında. Her durumda, sonuçta, "Sınıf"
ortada yoktur; hayattan kopukluk, düşler dünyasında uyurgezer
aylaklık söz konusudur.
Bugün sınıf çok gerilere itilmiştir. Kimlik, önemli olmakla bir­
likte, sınıfı silecek ölçülerde öne çıkmış, bilinçleri, politik süreçle­
ri, sosyal gelişmeleri, kültürel dinamikleri, moral tercihleri belir­
leyici ve şekillendirici özellik kazanmıştır. Burjuvazinin meydanı
boş bulmuş muazzam propaganda imkanlarıyla gelişmiş medya
da, emperyalizmin eşgüdümünde, temsil ettiği sınıf ve güçlerin
zehirli kinini günün her anında çeşitli kanallardan bilinçlere zerk
etmektedir. Sınıf mücadelesi yeniden, doğası gereği kapitalizme iç­
kin ve üstelik bütün dişleri sökülmüş sendikacılığa indirgenmiştir.
Bugün bu sendikacılık bile krizdedir.
Şimdi yeniden başlamak için artık yenilgi ve yıkım sürecinin
çürütücü etkileriyle mücadele zamanıdır. Eskinin güdük tekra-
Sonsöz 1 213
rından, kısır mezheplerin bitkisel yaşamından ve kendilerini teo­
rik kargaşada yeniden üretme çabalarından bir çözüm ya da çıkış
beklemek akıldışıdır. Gerçekten de bu perspektiften bakıldığında,
bütün dünyada, çöküşten sonra devrim ve sosyalizm iddiasıyla
devam eden hareket ve yapılanmaların büyük bölümünün duru­
mu içler acısıdır. Ne yazık ki, cesaret verici onurlu cüretlerinin ve
direngen inatlarının gereklerini yapmada çoğu yetersiz kalmıştır.
Artık insanlığın içinde bulunduğu kritik dönemeçte bu anafor­
dan çıkmak gerekiyor. Kapitalizmin bu yeni bunalım döneminde,
insani krizle doğanın krizinin kesiştiği noktada, çıkışın eskinin
kapanlarına düşmeden oluşturulacak sağlıklı rotası büyük önem
kazanıyor.
Yeniden inşa ve yığınlara ulaşabilmek için, inkarcı olmayan,
özeleştiri ve bilimsel değerlendirmeye dayalı ideolojik-öq� ütsel ya­
pılanmaya ihtiyaç var. Ama başlamak için önce geriye gitmek ge­
rekiyor; Marx'a, Engels'e, Lenin'e geri dönmek ve oradan yürümek
ileriye.
Dönüşümün bilimi olan Marksizmde herkes eleştirecek, ken­
di sözünü söyleyecek ve fakat bilinecek ki, Marksist teoride "son
söz"ü söylemek diye bir şey yok.
Ama bir "söz" de gerekiyor.
Avrupa'nın ters tepen 1848 kalkışmasının yenilgisinden,
Marksist hareketin 19. yüzyılın son çeyreğindeki yükselişi çıkmış­
tı.
20. yüzyılın son çeyreğindeyse, öğrenci gençlik hareketleriyle
yükselen küçük burjuva radikalizmi kıtaları sarsan sonuçlar do­
ğurdu. Ardından dünya, Reagan-Thatcher hamlesinin restorasyon
sarmalı içine alındı. Sonrasında da günümüze uzanan küreselleş­
me saldırısı geldi. "Devrimler Çağı", reel sosyalizmin çöküşüyle
sona erdi.
21. yüzyılın ilk çeyreğini insanlık, "çıplak kral"ın sultasında,
barbarlık ve yok oluşa sürüklenmenin eşiğinde kapatmak üzere.
Uçurumun kenarında insan ve doğa bekliyor. . .
EK:

D EMOKRASİ SORUN U

Ham komünist zihniyette, toplumsal yaşamdan süzülüp gelmiş


pek çok ortak insani değer burjuvaziye mal edilerek horlanır, red­
dedilir devrimcilik adına. İnsani bir haslet olan hassaslığın, "bur­
juva duygusallığı" olarak nitelendirilmesi ve kötücül bir ideolojik
konumlanış olarak mahkum edilmesi trajik örneklerden biridir.
Burjuvazide/kapitalizmde saptırılmış, törpülenmiş, yapaylaştırı­
lıp yabancılaşmanın temeline indirgenmiş hümanizmin, "burjuva
hümanizmi" genellemesi altında küçümsenmesi, hatta fiili reddi­
yesi de bir başka örnektir çarpık anlayışa. Taş kalpli sömürücüle­
re en temel insani hasletlerden biri olan duygusallık atfedilirken
Neçayevci yaklaşımla duygusuzluk ve duyarsızlık proleter bir has­
let olarak devrimcilere layık görülür. Odun gibi duygusuz sıradan
insanlar karşısında duygulu burjuvalar imajı yaratılır solculuk
adına.
Bunlar içinde, önemi dolayısıyla "demokrasi" kavramı iyi bir
örnek oluşturur. Bu açıdan bu konunun açıklığa kavuşması, bur­
juvaziye istemeden de olsa ek bir "değerler hegemonyası" imkanı
bahşeden yanlışın daha iyi anlaşılmasına vesile olabilir.
"Burjuva demokrasisi" kuşkusuz bir sınıf diktatörlüğüdür.
Burada bütün çarklar, s; yasetten bürokrasiye, hukuktan ekonomi­
ye, kültür ve sanattan insan haklarına, seçimlerden devlet zoru­
na, medyadan eğitime, kurumlardan ilişki ve toplumsal süreçlere
burjuvaziden yana döner, sistemin yeniden üretilmesine uyarlanır.
Bununla birlikte, başına konan 'burjuva" takısını yanlış yo-
Demokrasi Sorunu 1 215
rumlayıp demokrasiyi burjuvaziye mal etmek, onu burjuva sınıfı­
na ait bir olgu olarak yorumlamak tam bir aymazlıktır.
Önce şu gerçek tam bir açıklığa kavuşturulmalıdır: Artık hak­
tan bile saymadığımız en banalından büyük kazanım olan en ge­
lişmişine, sosyal, politik, yasal, ekonomik vb neredeyse hiçbir hak
yoktur ki, işçi ve emekçilerin burjuvaziye ve müttefiklerine karşı
kanları canları pahasına büyük, uzun, zorlu, yığınsal mücadeleleri
sonunda elde edilmiş olmasın. Aristokrasiyle burjuvazinin, feoda­
lizmin gericiliğiyle kapitalizmin ilericiliğinin uğursuz ittifakına
karşı, 19. yüzyılın ikinci yarısından 1848 yenilgisi ve restorasyo­
nundan sonra, özellikle de sanayileşmenin geliştiği 1870'lerden
Birinci Paylaşım Savaşı'na kadarki geçiş sürecinde, işçi ve emekçi­
lerin kavgasıdır Avrupa'ya burjuva demokrasisini getiren.
Bu durumda, emek cephesinin "burjuva demokrasisi" konu­
sunda kendi görüşünü ve duruşunu netleştirmesi sadece taktik
değil, stratejik konumlanış bakımından da elzemdir. Devrimci
mücadelede, "burjuva demokrasisi"nin olanakları ve sınırlarının
saptanması kuşkusuz hayati önemdedir.
İlk bakışta, bu konunun devrimci Marksizm açısından tüke­
tilmiş bir alan oluşturduğu söylenebilir. Gerçekten de Marx ve
Engels' de ayrıntılı biçimde işlenmemiş olmasına karşın sorun, en
azından yöntemsel ipuçları bakımından çözüme kavuşturulmuş­
tu. Daha sonra, Lenin'in katkılarıyla da burjuva demokrasisinin
özü ve ana hatları net biçimde belirlendi. Ne var ki, diyalektiği
yadsıyan vülger bir bakış sol içinde yine de varlığını sürdürmüş­
tür. Dolayısıyla bugün, "burjuva demokrasisi"ni, açık siyasette yer
almanın çok ötesinde bir sorunsal olarak değerlendirip kavramsal
bir çerçeve içinde yeniden tartışmaya açmakta yarar vardır.
Burjuva dünyada da "vülger demokrasi" anlayışı hep ola­
gelmiştir. Bunlardan biri, seçkincilerin, bizatihi demokrasi­
yi "aşağı sınıflar"ın, eğitimsiz/kültürsüz yığınların, kısacası
"ayaktakımı"nın yönetimi diye aşağılamasıdır. Onlar için, yığınla­
ra (vülger sözcüğü, "yığınlara ait" anlamını da taşımaktadır) "ço-
216 1 Anti-Marksist Devrimcilik

ğunluk hakkı" veren demokrasi, doğası gereği "vülger" dir. İkinci


"vülger" bakışı ise Marx, küçük burjuvazinin demokratik cumhu­
riyeti sınıf mücadelesini önleme yöntemi, sınıflar üstü ve ulaşılabi­
lecek nihai sınır olarak gören dar görüşlülüğü olarak belirlemiştir.
Marksist soldaysa, "burjuva demokrasisi"ni, özellikle de onun en
ileri formunu, bütünüyle burjuvaziye mal eden, onunla özdeşleş­
tiren anlayışının, özünde "burjuva demokrasisi"nin bir başka tür­
den vülger/kaba kavrayışı olduğu söylenebilir.
"Vülger" olmayan bir "burjuva demokrasisi" kavrayışına ulaş­
manın yolu ve yöntemi, kuşkusuz onun sınıf karakterinin tespitiy­
le başlamalıdır. Yinelemek gerekirse; evet, hiç kuşkusuz "burjuva
demokrasisi"nin temelinde bu "sınıf özü" vardır ve esasen de bur­
juvazinin diktatörlüğüdür. Lenin'in ifadesiyle, bu belirleyici "öz"ü
nedeniyle de sonuçta "burjuva demokrasisi" "iki yüzlü"dür, "sınırlı
olmaya mahkum"dur, "aldatıcıdır"; "zenginler için cennet, yoksul­
lar ve sömürülenler içinse bir tuzak ve dolandırılmadır." Onun sınıf
karakterinin saptanması gereken ikinci özelliğiyse, yine Lenin'in
açıkça belirttiği gibi, son tahlilde "tam demokrasinin kapitalizm
ile bağdaşamayacağı" gerçeğidir. Nihayet, "burjuva demokrasisi",
sadece "özü"nde sınıf şiddetini içermekle kalmaz, burjuvazi bakı­
mından kritik değişim durumlarında sınıf şiddetine açıktır ve "iyi
durumlar" da da geliştikçe daha fazla borsaya, piyasaya, finansa,
rantiyecilere bağlı hale gelir. "Burjuva demokrasisi"nin tarihsel/
nesnel sınırları bunlardır.
"Burjuva demokrasisi", çerçevesini proletarya ile burjuvazi (ser­
maye ile emek) arasındaki çatışmalı ilişkilerin çizdiği bir "sınıflar
mücadelesi" ortamı içinde işler. Doğum izlerindeyse, burjuvazinin
yükselen "ilerici" bir sınıf olarak, kapitalizmin gelişmesinin önün­
deki feodal frenlere karşı çok boyutlu (hukuki, ideolojik, politik,
sosyal, ekonomik) mücadelesiyle ihtiyaçları ve sınıfsal ittifakları
vardır. İşte bu dönem için Marx ve Engels, proletaryanın burjuva­
ziye yardımcı olmasını da önermişlerdir. Bu, bayrağı devralmadan
önceki aşamaydı. 1848'e giden yolda burjuva demokrasisine sahip
Demokrasi Sorunu ı 217
çıkmak, onu savunmak ve geliştirilmesine katkıda bulunmak, bi­
limsel sosyalizmin ilerleme şemasının ayrılmaz bir parçasıydı.
Şema, tarihin seyri, yani bu stratejik bakış elbette taktikleri,
davranışları, programları belirliyordu. Azınlıklar eliyle "tarihi it­
mek'', Blankizm reddediliyor; kapitalizmin ilerletici rolü saptanı­
yor; örgütlenme, propaganda ajitasyon vs ona göre belirleniyordu.
Darbecilik, maceracılık, terörizm gibi olgulara özel anlamlarla
yükleniyor, bu ölçüte göre belirlenip tanımlanıyorlardı. Derinlikli
çözümlemelerin sonunda da hüküm veriliyordu: Kapitalizm ken­
di mezar kazıcılarını yaratacak; geliştikçe üretici güçleri "kabına
sığmaz" hale, mezar kazıcılarını, yani proletaryayı da yönetebilir
duruma getirecekti.
İnsani-iradi müdahale, yani insanın kendi tarihini yazmasının
çağımıza ilişkin koşulları içindeki seyri böyle oluşacaktı. Bu süre­
cin bir başka düzlemdeki ifadesi olan burjuva demokratik devrim
ise sosyal-kültürel gelişmenin, proletaryanın mücadele-örgütlen­
me biçiminin, toplumsal yapının kabına sığmaz hale gelişinin iti­
ci gücü, şekillendiricisi olacaktı. Ardından devrim ve sosyalizm,
sınıfsız toplum, komünizm gelecekti: Mülksüzleştirenler mülk­
süzleştirilecek; mülkiyet-iş-emek dönüşecek, katı olan her şey bir
kez daha buharlaşarak "insan" insanlaşmaya başlayacak, "İnsan"
olacaktı.
Altyapıda ve bunun toplumsal-politik yansımalarındaki deği­
şim-dönüşümlerle örülmeye yazgılanmış bütün bu uzun ve kar­
maşık süreç içinde politik esneklik, taktik mülahazalar, uzlaşma
ve kavga dengesi gibi yaşamsal önemdeki konumlanmalara ilişkin
ortaya çıkan ham önyargılar ve kaba keskinliklerden hakim sınıf­
ların yararlanacağını kestirmek için allame olmaya gerek yoktur.
Kaba/ham komünizmin işlevi hep bu olagelmiştir.
Bütün bu anlatılanlar, burjuva demokrasisinin içeriğinin sı­
nıflar arasındaki "güç dengeleri"ne göre belirlenmesini getirir.
Dolayısıyla da onu sınıf mücadelelerinden ve ilişkilerinden soyut­
layarak ele almak da sonuçta "vülger" bir anlayışa yol açar. Bu,
218 1 Anri-Marksist Devrimcilik

burjuva demokrasisinin kendi nesnel tarihsel sınırlılıkları içinde­


ki evriminde, emeğin ve özellikle de proletarya ile onun politik,
örgütsel, ideolojik yapılanmalarının çok yönlü etkilerine açık ol­
duğunu gösterir. İşçi sınıfı, gücü ve mücadelesinin etkinliği ora­
nında onu genişletir, derinleştirir, giderek damgasını vurur, içine
bir kama gibi farklı "politik ve sosyal bir öz"ü yerleştirir. Yani de­
mokrasi ne kadar gelişkinse, işçi sınıfına o kadar çok borçludur.
Burjuva demokrasisinin doğumunda, feodalizme karşı mücadele­
de ortaya çıkan politik öz, bu kez artık proletaryanın mücadelesin­
de oluşur. Bu "politik öz", kendi "sosyal öz"ünü de (ezilen emekçi
yığınlar) dayatır. Alacaklı, dolandırıcı müflis boçludan hakkını
tahsil etme hakkını kullanacaktır.
Bu durum, bu gelişme süreci burjuva demokrasisi bakımından
büyük bir çelişkiyi ve bunalımı ifade eder. Bünyesine nüfuz etme­
ye kalkan yeni özler onu zorlar, çatlatır, bunalıma düşürür.
Demokratik kazanımlar genel olarak ezenle ezilen arasında
karşılıklı uzlaşmadan ziyade, egemenlerin düpedüz geriletilmesini
ifade eder. İdeolojik ve zor aygıtlarının bütünüyle baskı ve şiddete
uyarlandırılmış, buna göre örgütlendirilmiş bir yapı karşısında de­
mokratik kazanımlar anlamını ancak güç dengelerinde bulabilir.
Egemenlerin çok güçlü ya da aynı anlama gelmek üzere hasmın
çok zayıf olduğu zamanlarda, anlamsız olduğu ölçüde içeriksiz bir
demokratik görünüm elde edilebilir. Kullanılamaz hakların cila­
lanmış imajıdır aslında "verilen".
Egemenler şayet çok güçsüzse ve karşısında ciddi bir blok yok­
sa, o zaman da korkudan ve durumunu korumak, konumunu per­
çinlemek için saldırganlaşma gündeme gelir. Çırpınışın ucu faşiz­
me dönüktür artık.
Anlam ifade eden demokratikleşme, güç dengesinin belli bir
noktaya, egemenleri geriletebilme noktasına geldiği zaman ve an­
cak o ölçülerde ulaşılabilir bir hedef durumuna gelebilir. Bu nokta­
da egemenler demokratik reformlara mecbur bırakılabilir, demok­
rasi onlara dayatılabilir.
Demokrasi So ru n u ı 219
Demokrasi denklemi kabaca şöyle ifade edilebilir:

1 . S>E= Otoriter, faşist ya da demokratik (gerçek hegemonya)


2. E=S= (güçler dengesi) burjuva demokrasisinin olgun hali
3. S<E= aşılan burjuva demokrasisi; devrimci demokrasi = devrim
ve sosyalizm;1 Lenin' den alıntılayarak söylersek, "burjuva demok­
rasisinden proletarya demokrasisine, ezenlerin demokrasisinden
ezilen sınıfların demokrasisine" geçiş. 2

İşte tam da bu nedenle Lenin, 1905 yılındaki bir yazısında,


"burjuva hakimiyetinin son ve proletaryanın sınıf mücadelesinin
en iyi formu"3 olarak tanımladığı demokratik cumhuriyet momen­
tinde, yani Şubat Devrimi'nden sonra, 1917'de Rusya'yı "dünyanın
en özgür ülkesi" olarak ilan edebilmiştir.4 Ekim'de de büyük dö­
nüşüm gerçekleşecektir.
Ne yazık ki, ham/kaba komünist gelenek bu konuda da gerici
bir reddiyeyle maluldür ve yanlış kavrayışını Marksizm içine de
sızdırabilmiştir.
Lenin, daha çok Marksizm içi bir sapma olarak "sol komü­
nizm" bağnazlığıyla uğraşmak zorunda kalmıştır. Marx'ın ham
komünizme karşı düşünce ve eleştirilerini sistemleştirdiği elyaz­
malarını Lenin görmemişti; 1844 elyazmaları onun ölümünden
sonra basıldı. Ancak Lenin, Büyük Ekim Devrimi'nden sonra geri
çekilen ve ancak uyurgezer varlığını sol sapma içinde sürdürebi­
len Marksizm öncesi kaba komünizm düşüncesiyle bu dolayımla
karşılaştı. Daha çok Avrupa solunda Rusya türü ,geri kalmış köy­
lü toplumuna ait bir model olarak eleştirel yaklaştıkları Bolşevik

S=sermaye (gücü), E=emek (gücü). Baskı skalası aşağıdan yukarıya artar, faşist
darbeye kadar çıkar. Türkiye gibi ülkelerde, sınıflar arası güçler dengesinin olgun
burjuva demokrasisine dönüşemediği durumlarda, faşizmi örgütleyemeyen
burjuvazinin imdadına koşmaya uyarlanmış Bonapartist güce gün doğar.
2 V. 1. Lenin, Devlet ve Devrim, çev. Mehmet Kaya, Emek Yayınları, İstanbul, 1 976, s.
59.
3 V. 1. Lenin, "Social-Democracy and the Provisional Revolutionary Government",
içinde Collected Works, C. 8, Moscow, Progress Publishers, s. 281 .
4 V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev. Muzaffer Erdost, Sol Yayınları,
Ankara, 1977, 7. Baskı, s. 10.
220 ı Anti-Marksist Devrimcilik

Devrimi'ne ilişkin tartışmalarında bu akıma kaba komünist tavır­


lar da sızdı. Karşısına sol komünizm kisvesiyle çıkan bu anlayışın
demokratik mücadeleyle ilgili bir örneğine Lenin şöyle değiniyor:
Kari Erler [diyor ki]: "İşçi sınıfı burjuva demokrasisini yok etme­
den burjuva devletini yıkamaz ve partileri yıkmadan burjuva de­
mokrasisini yok edemez."... Görünüşe göre kendilerini Marksist
sanan ciddi Almanlar hiçbir şey ifade etmeyen sözler sarf etmeye
başlamışlardır. (K. Erler ve K. Horner bu gazetedeki yazılarında
büyük bir ciddiyetle kendilerini ciddi Marksistler saydıklarını
söylüyorlar ve inanılmayacak saçmalıkları eğlendirici bir tarzda
ileri sürerek Marksizmin alfabesinden habersiz olduklarını gös­
teriyorlar.) Hatalardan kurtulmak için Marksizmi kabul etmek
yetmez. Biz Ruslar bunu çok iyi biliriz, çünkü Marksizm bizde çok
kere 'moda' olmuştur. 5

Daha başlarda, parti adının saptanmasında bile Lenin, kav­


ramın sınıf mücadelesindeki stratejik işlevini öne çıkartmak­
taydı: "Genel olarak, Rus komünistleri, Marksizm yanlıları, her­
kesten fazla kendilerine SOSYAL-DEMOKRAT adını vermeli­
dirler ve faaliyetlerinde DEMQKRASİ'nin büyük önemini asla
unutmamalıdırlar.nı;
Çarlıktan sonra geçici hükümetin de yıkıma gidişi sürecinde
iktidar hemen yakınındayken Lenin, Nisan Tezleri'nde komünist­
leri, kendi partisinin mensuplarını demokrasi konusunda eğitme­
yi sürdürüyordu:
[P]artimizin azınlıkta olduğunun ve şimdilik zayıf bir azınlık
oluşturduğunun bilinmesi, İşçi Vekilleri Sovyetlerinin mümkün
olan biricik devrimci hükümet olabileceğini ve bu yüzden, bu hü­
kümet burjuvazinin etkisinde kaldığı sürece bizim görevimizin
yığınlara sabırla, yöntemle ve sebatla taktiklerindeki yanılgıyı, bu
yığınların pratik gereksinmelerini özellikle göz önünde tutarak
açıklamaktan başka bir şey olamayacağını bu yığınlara anlatmak.
Azınlıkta olduğumuz sürece, bir yandan da bütün devler iktida-

5 Lenin, Sol Komünizm, age., s. 3ldn.


6 Lenin, Halkın Dostları . . . , age., s. 186. (Vurgular yazarın)
Demokrasi Sorunu 1 221
rının İşçi Vekilleri Sovyetlerine geçmesinin gereğini savunarak,
yığınların, yanılgılarını deneyimlerle düzeltebilmeleri için bir
eleştiri ve aydınlatma çalışması yapıyoruz. . . .
İktidar durumuna gelmek için, bilinçli işçiler çoğunluğu kazan­
malıdırlar; yığınlar üzerinde hiçbir zor uygulanmadığı sürece, ik­
tidara geçmenin başka yolu yoktur. Biz Blankici, yani iktidarın bir
azınlık tarafından alınması yandaşları değiliz.'

Marx, 1840'ların başında kaba komünist düşünce ve projeler­


den uzaklaştıkça bilimsel sosyalizme yakınlaştı ve nihayet bu tür
yontulmamışlıklardan tam kopuşunca gerçek komünizmle buluş­
tu. Lenin de Marksist kavrayışı ve dehasıyla, devrime böyle, yani
hamlıklara, maceracılığa, bilimdışı önyargılara, kendiliğindenci
sorumsuzluklara prim vermeyerek, onlarla mücadele ederek yü­
rüdü.
Son olarak, bu noktada sağdan gelen iftiraların odağındaki
"diktatorya" sözcüğüne, "proletarya diktatörlüğü" kavramı konu­
sundaki çarpıtmalara kısaca değinmek gerekiyor. Bu ufkun pro­
letarya diktatörlüğüyle yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Nasıl ki
burjuva demokrasisi felsefi-teorik anlatımıyla özünde bir burjuva
diktatörlüğüdür, aynı biçimde daha üst düzeyde bir demokratik
form olarak proletarya demokrasisi de proletarya diktatörlüğü
olarak tanımlanır. Buradaki "diktatörlük" kavramının gündelik
kullanımdaki "diktatörlük" sözcüğüyle ilgisi yoktur; bir sınıfsal
hegemonik konumu ifade eder, bir sınıfın belirli bir sosyal formas­
yondaki belirleyici konumunun, yönetme kapasitesinin anlatımı­
dır. Hakim sınıfın, sistemik yönetim çarklarının, sosyoekonomik,
ideolojik, politik, hukuki dinamiklerinin işleyişini kontrol eden
düzenlemelerini anlatır. 8
Marksizmin (proletarya) diktatörlüğü, tarihin görmediği en de­
mokratik düzeni anlatır. Oradaki diktatörlük kavrcı.mındaki felsefi

7 V. 1. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev. Muzaffer Erdost, Sol Yayınları,
Ankara, 2010, 7. Baskı, s. 1 1-12.
8 Bu konuda yeni bir yararlı çalışma için bkz. Dimitrios Kivotidis, Dictatorship: New
Trajectories in Law, New York, Routledge, 2021.
222 1 Anti-Marksist Devrimcilik

derinliği görmeyen biri Marksist olamaz; bu kavram ekonomik,


sosyal, politik, hukuki bütün çarkların, kısacası yaşamın gidişatı­
nın yapısal/özsel olarak kendi demokratik ve işleyişinin doğallığı
içinde, toplumun büyük çoğunluğunun çıkarları ve geleceğin kur­
tuluşunu örme yönünde dönmesini ifade eder. Burada zor sadece
bu demokratik işleyişi sabote etmek, durdurmak ve geri çevirmek
için komplo kuranlara, tarihin dışına düşmekle kalmayıp önüne
engel olarak çıkmaya tevessül edenlere yöneliktir. Elitizmle, halkı
terbiye etmekle, tepeden inmeyle, bürokratik-idari zorla, yukarı­
dan yönetmekle hiç ilgisi yoktur. En demokratik düzenin, sosyalist
inşanın, sınıfsız topluma geçiş süreçlerinin yönetimsel altyapısıdır
sadece. Bunu Engels şöyle ifade etmekteydi: "İşçi sınıfıyla serma­
yedar sınıfı arasındaki mücadelenin önce evrensel karakter kazan­
ması, ardından da proletaryanın kesin zaferi noktasına ulaşması­
nın tek politik formunun demokratik cumhuriyet olduğunu Marx
ve ben kırk yıl boyunca sürekli olarak yineledik."9
Bir sınıf hegemonyası formu olan bu "diktatörlük"ün özünde,
organik bir uzantısı olarak, tek parti iktidarı ve/veya parti-devlet
birliği var mıdır? sorusunun ayrıca incelenip yanıtlanması gerekir.
Bu konuda öncelikle Marx'ın iktidar ("politik güç") konusun­
daki görüşüne bakmak gerekir: Marx'a göre, burjuvazinin özgür­
lüğü için nasıl onun düzeni feodal (sınıfsal) yapılanmaları yok et­
tiyse, benzer biçimde "işçi sınıfının kurtuluşunun koşulu" da öteki
"bütün sınıfların ortadan kaldırılmasıdır." Bu yolda proletarya,
"eski sivil toplumun yerine, sınıfları ve karşıtlıklarını dışarıda bı­
rakan bir birliktelik koyar." Böylece, "sivil toplumdaki karşıtlık­
ların resmi karşılığı" olan iktidar olgusu da gerekliliğini yitirir. 10
Bu iki olgu kavrama içkin midir?
Proletaryanın partisi aracılığıyla devleti ele geçirmesi (devrim),

9 Friedrich Engels, "Reply to Giovanni Bovio, February 6, 1892", Marx ve Engels, 7he
Socia/ist Revolutition, Progress Publishers, Moscow, 1981, s. 287.
10 Buradaki alıntılarda metnin lngilizcesini kendi çevirimle kullandım. Türkçe
çevirisi: Kari Marx, Felsefenin Sefaleti: M. Proudhon'un Sefaletin Felsefesi'ne Cevap,
çev. Erdoğan Başar, Sol Yayınları, Ankara, 1966 (kullanılan kısım s. 194).
Demokrasi Sorunu 1 223
bu iktidarı parti aracılığıyla kullanmasını da gerektirir denemez.
"İktidar sovyetlere" sloganı, parti aracılığıyla iktidarın kullanıl­
ması düşüncesinin özlü, bilinçli yadsınmasıydı.
Parti-devlet özdeşliğiyse zaten Marksizmde yoktur. Önce özel
koşulların da etkilediği kendine özgü inşa pratiğinin bir sonucu
olarak ortaya çıkmıştır. Sonra da, "model"in evrensel uygulama­
sında, teorik kavramın içkin bir vakıası olarak ve sanki başarının
hak edilmiş ganimetiymiş gibi kalıcı yer edinmiştir. Zorunluluklar
ya da düpedüz bir hatalı sürükleniş kendini global çapta üretir hale
gelmiş, bir doğal gerçeklik-kaçınılmazlık zırhı kazanmış, yaygın
kabulün sonucu olarak da sorgulanamaz olmuştur.
Devletin sönümlenmesi ve partinin bir gönüllüler ordusuna
dönüşmesi basit düşler mertebesine indirilemeyecek ve görünmez
geleceğe havale edilemeyecek önemde stratejik-programatik hedef­
lerdir Marksizmde.

You might also like