Professional Documents
Culture Documents
2020 15:19
İktisadî
Düşünce
Tarihi
Isaac Ilyich Rubin
Çeviren Prof. Dr. Uğur Selçuk Akalın
yayınları
yayınları
İKTİSADÎ DÜŞÜNCE
TARİHİ
Çeviren
Prof. Dr. Uğur Selçuk Akalın
Ankara, 2020
II
Çeviren
Prof. Dr. Uğur Selçuk Akalın
ISBN
978-605-5010-49-2
Kapak Tasarımı
Astana Yayınları
Sayfa Tasarımı
Betül BAYINDIR
ASTANA YAYINLARI
Akademisyen Eğitim Danışmanlık Yayıncılık Hizmetleri A.Ş.
Taşkent Caddesi No: 3/2 Bahçelievler Çankaya/ Ankara
Tel: 0 312 230 04 85 Belgegeçer: 0 312 230 04 89
www.astanayayinlari.com astanayayinlari@gmail.com
BASKI
Bizim A.Ş. (41356)
III
İÇİNDEKİLER
Birinci Bölüm
Merkantilizm ve Çöküşü
İkinci Bölüm
Fizyokratlar
DOKUZUNCU KISIM Onsekizinci Yüzyıl Fransa’sında
İktisadî Durum ................................................93
ONUNCU KISIM Fizyokratik Okulun Tarihi ..............................103
ONBİRİNCİ KISIM Fizyokratların Toplumsal Felsefesi ...............109
ONİKİNCİ KISIM Büyük ve Küçük Ölçekli Çiftçilik....................115
ONÜÇÜNCÜ KISIM Toplumsal Sınıflar.........................................121
ONDÖRDÜNCÜ KISIM Net Ürün .......................................................129
ONBEŞİNCİ KISIM Quesnay ve Tableau Economique ...............139
ONALTINCI KISIM İktisat Politikası .............................................147
ONYEDİNCİ KISIM Fizyokratların Teorik Mirası ..........................155
Üçüncü Bölüm
Adam Smith
ONSEKİZİNCİ KISIM 18. Yüzyılın Ortalarında İngiltere’deki
Sanayi Kapitalizmi ........................................163
ONDOKUZUNCU KISIM İnsan Olarak Adam Smith.............................173
YİRMİNCİ KISIM Smith’in Toplumsal Felsefesi ........................177
YİRMİBİRİNCİ KISIM İşbölümü .......................................................187
YİRMİİKİNCİ KISIM Değer Teorisi ................................................197
YİRMİÜÇÜNCÜ KISIM Bölüşüm Teorisi ............................................209
YİRMİDÖRDÜNCÜ KISIM Sermaye Teorisi ve Üretken Emek ...............219
IV
Dördüncü Bölüm
David Ricardo
Beşinci Bölüm
Klâsik Okulun Çözülmesi
OTUZBİRİNCİ KISIM Malthus ve Nüfus Kanunu ............................303
OTUZİKİNCİ KISIM Vulgar İktisadın Başlangıcı Say ....................313
OTUZÜÇÜNCÜ KISIM Ricardo’nun Değer Teorisi Üzerinde
Dönen Tartışmalar ........................................321
OTUZDÖRDÜNCÜ KISIM Ücret Fonu ....................................................329
OTUZBEŞİNCİ KISIM İmsak Teorisi Senior .....................................337
OTUZALTINCI KISIM Çıkar Uyumu Carey ve Bastiat .....................343
OTUZYEDİNCİ KISIM Kapitalizm Karşıtı Olarak Sismondi ..............353
OTUZSEKİZİNCİ KISIM Ütopik Sosyalistler ........................................365
OTUZDOKUZUNCU KISIM Klâsik Okulun Alacakaranlığı
John Stuart Mill .............................................371
Altıncı Bölüm
Sonuç: Kısa Özet
KIRKINCI KISIM Sonuç: Kısa Özet ..........................................387
1. Merkantilizm ........................................388
2. Fizyokratlar ..........................................392
3. Adam Smith .........................................395
4. David Ricardo ......................................400
5. Klâsik Okulun Çözülmesi .....................404
DİZİN ......................................................................407
RUBIN ve İKTİSADÎ DÜŞÜNCE TARİHİ
Isaak II’ich Rubin (12 Haziran 1886-27 Kasım 1937), bugünkü adı Letonya
olan Daugavpils’de dünyaya gelmiştir.
Akademik kariyerine 1919 yılında zamanın en tanınmış Rus iktisatçıları
olan Illarion I. Kaufman ve Mikhail I. Tugan-Baranowski’nin öğrencisi olarak
başlamıştır. Doğumundan ölümüne kadar bütün hayatının, Sovyetler Bir-
liği’nde toplumsal bilimlerin ve akademiyanın, Stalinizasyon olarak adlandırılan
bir baskı rejiminin zorlukları içinde yürütülmeye çalışıldığı bir ortamda geçtiği
göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Rubin durmaksızın bu sürecin getirdiği güç-
lüklerle mücadele etmek ve bunlarla baş etmeye çalışmak zorunda kalmıştır.1
İlk kez 19 yaşındayken, 1905 yılında, Çarlık Rusya’sı polisi tarafından tu-
tuklanan Rubin, aynı yıl genel afla serbest bırakılmıştır. Rusya Sosyal Demokrat
İşçi Partisi’nde (RSDİP) Menşevik hizbi içinde yer alarak, sosyal demokrat ve
reformist yaklaşımı benimseyen Rubin’in, Ekim 1917 Bolşevik Devrimine şüp-
heyle bakan bir kişilik olduğuna tanıklık edilir. Bunun sonucunda, Şubat 1921
tarihinden itibaren, aynı yıl içinde iki kez tutuklanan Rubin, birçok siyasî
mahkûmun hapsedildiği Butyrka cezaevinde kendini parmaklıkların arkasında
bulmuştur. 1905 yılından başlayarak, öldüğü 1937 yılına kadar geçen 32 yıllık
yaşam süresi içinde gerçekleştirmiş olduğu akademik ve siyasî faaliyetlerine,
özellikle de siyasî karşıtlığına binaen birçok kez devlet tarafından cezalandırıl-
mıştır. Yaşamının bu dilimi; tutukluluk, hapis, tahliye, sürgün ve bu fasit daire-
nin defalarca yinelenmesi biçiminde akıp gitmiştir.2
Alanında elde ettiği başarılarla 1920’lerin başlarında akademia içinde dikkat-
leri üstünde toplayan Rubin, ülkenin önde gelen bilim insanları arasına girmeyi
başarmıştır. Çalışmalarını iktisat teorisi ve iktisadî düşünce tarihi üzerinde yo-
ğunlaştırmış, Batı Avrupa’daki iktisatçıların çalışmalarını değerlendirmiştir.
Akademik çeşitli dergilerde ve gazetelerde birçok makale, eleştiri ve köşe yazısı
yazmış, Marxizmin önde gelen uzmanlarından biri olarak üç yıl üzerinde çalış-
1 Isaak Rubin: Historian of Economic Thought During the Stalinazation of Social Sciences in So-
viet Russia, Journal of the History of Economic Thought, Volume 37, Number 3, September 2015, s.
369.
2 Rubin’in yaşamının geniş ve ayrıntılı bir anlatımı için bakınız, Richard B. Day & Daniel F. Ga-
ido (Ed.), Responses to Marx’s Capital, From Rudolf Hilferding to Isaak Illich Rubin, Brill, 2017, s.
821-836).
6 Rubin
mış olduğu ilk ve en önemli eseri olan Essays on Marx’s Theory of Value adlı kita-
bını 1923 yılında yayınlamıştır. Günümüzden itibaren geriye dönüp baktığı-
mızda, Rubin’in belirtilen kitabının dışında, Marx’ın emek değer teorisi üzerine
yazılmış nitelikli bir başka çalışmanın ortaya konmadığını söylemek hiç de ya-
nıltıcı olmayacaktır. Bukharin’in de Rubin’i oldukça önemsemiş olması bunun
bir başka delili olarak değerlendirilmelidir.
İktisadî Düşünce Tarihi adlı kitabını ise 1925 yılında yayınlayan Rubin,
Marx’ın Capital’i ve iktisadî doktrinler üzerine düzenlediği seminerlerle yoğun
bir ilgi görmeyi ve etrafında oldukça kalabalık bir dinleyici kitlesi toplamayı ba-
şarmıştır.
İktisadî düşüncelerin havada ya da boşlukta durduğu, kendiliğinden ortaya
çıktığı ya da gökten zembille indiği söylenemez. Bir başka deyişle, toplumsal sı-
nıfların varlığı, aralarındaki çelişkilerin ve/veya antagonizmlerin her bir sınıfın
in natura sahip olduğu özelliğin bizatihi kendisinde mündemiç olması ve su yü-
züne çıkması, sınıflar arası mücadeleleri kaçınılmaz kılmaktadır. Bu nedenle, ik-
tisadî düşünceler, toplumsal sınıfların kendi varlıklarını sürdürmelerini sağlama
temelinde gelişir ve en nihayetinde de teorik temellere oturtulur. Böylesine bir
durumun varlığı ise ister istemez iktisadî düşüncelerin gelişmesinin öncülleri
olarak kendisini gösterir. Konu üzerinde çalışan iktisatçılar ise iktisadî düşünce-
lerin ve her bir iktisadî düşünce okulunun taşıyıcı kolonları olarak addedilmeyi
hakeden kişilerdir.
İktisadî düşünceler, yaşanılan dönemin tarihî, toplumsal ve iktisadî temel-
leri üzerinde yükselir. Anlaşılması ve değerlendirilmesi için bu temeller gerekli-
dir. İktisadî düşüncenin toplumsal felsefesi ise konuya ilişkin iktisadî teorik ya-
pının yerli yerine oturtulması açısından parçaları derli toplu hale getirerek bir-
leştiren harç olma özelliğindedir. İlgili iktisadî düşüncenin içinde barındırdığı
eksiklikler ve çelişkiler söz konusu iktisadî düşüncenin felsefî, toplumsal ve ik-
tisadî boyutlarının eşanlı olarak ele alınmasıyla ortaya konur. İçinde yaşanılan
dönemde birden fazla farklı iktisadî düşüncenin gelişmiş olması esas itibarıyla,
ilgili dönemde toplumsal sınıflar arasındaki çelişkilerin ve/veya antagonizmle-
rin ve dolayısıyla da, ortaya çıkan çıkar çatışmalarının ve mücadelelerin kaynağı
olan toplumsal sınıfların varlığının bir delilidir.
Her şeyden önce elinizdeki kitabın anlaşılması, belli bir tarih aralığı gözeti-
lerek kaleme alınan iktisadî düşüncelerin evriminin yerli yerine oturtulmasıyla
mümkün olacaktır. Bunun yanı sıra kitapta yer alan ilk 8 kısım, Merkantilizmin
BİRİNCİ KISIM
Ticarî Sermaye Çağı
Ticarî sermaye çağı (ya da erken kapitalizm) 16. ve 17. yüzyılları kapsar.
Bu çağ, deniz ticaretinin ziyadesiyle gelişmesi ve ticarî sermayenin hâkimi-
yetinin ortaya çıkmasıyla birlikte Batı Avrupa’nın iktisadî yaşamında belli
başlı dönüşümler çağıdır.
geriliği yani değişmeyen bir özellikte olması piyasanın tam anlamıyla kaldı-
rabileceği üretim hacmini gerçekleştirmesini mümkün kılsa da, ürettiği ürü-
nüne yönelik potansiyel talep hacmini daha işin başında bilmektedir. Her
meslekte faaliyette bulunan zanaatkârlar, -ister veri bir giltteki her zanaatkâr,
isterse de gilt üyesi olmayan kişiler arasında- kuralları üretimi düzenlemeyi
ve rekabeti ortadan kaldırmak için gerekli her türlü tedbiri almayı mümkün kı-
lan tek bir birliğin ya da gilt’in üyesidir. Veri bir bölgede üretime ve satışa
ilişkin tekel hakkı sadece giltin kesin kurallarına bağlı olarak faaliyet göste-
ren gilt üyelerine verilmektedir: hiçbir zanaatkâr çıktısını keyfî bir biçimde
artıramaz ya da kanunî olarak belirlenen sayıdaki yardımcı ve çıraktan daha
fazlasını işe alamaz; kalitesi konusunda üzerinde anlaşmaya varılan ürünleri
üretmeye ve bunları sadece oluşan fiyattan satmaya mecburdur. Rekabetin
kaldırılması, sınırlı satış hacimlerine rağmen zanaatkârların mamullerini
yüksek fiyatlardan pazarlamaları ve nispî olarak refah içinde varlıklarını sür-
dürmelerinin sağlanması anlamına gelmektedir.
5 Fabrikalar, yabancı tüccarların barındığı ve işlemlerini yaptığı kendine yeterli ticarî yerleşim
yerleri haline getirilmiştir. Yurtdışından ilgili kasabaya sıklıkla gelen tüccarların aynı fizikî
özelliklere sahip yerlerde kalma imkânları bulunmaktadır. Bununla birlikte, aynı zamanda, be-
lirtilen mahâller o dönemde şekillenen yeni tüccar birliklerinin ilk noktaları olmuştur.
22 Rubin
6 Bu kontrolün büyük bir kısmı, sadece giltin bulunduğu kasabada değil, ülke çapında ticareti,
ücretleri v.s. düzenleme konusunda inanılmaz güç sahibi olan Justices of the Peace adlı oluşu-
mun elindedir.
7 Ürün çıkış noktaları olarak adlandırılan oluşumun uyguladığı politika (Stable policy), ticareti
yönlendirme ve sınırlandırma aracı olmanın çok ötesinde bir şeydir: zira desteklenen tüccar
şirketinin yerel piyasada tekel durumundan yararlanması sağlanmakta, şirket ödüllendirildik-
ten sonra kıskanılası bir hak haline gelmektedir. Rubin’in burada konuya ilişkin kullanımı, işi,
belli kasabaların çeşitli emtia ticaretinde (İtalyanların adlandırdığı gibi) esas ‘sözleşme yeri’
haline gelerek kendilerini ticaret merkezleri olarak kabul ettirme girişimi haline dönüştürdü-
ğünden, kurumun fiilî menşeini anlaşılmaz hale getirmektedir. Kendilerine ait ürün çıkış nok-
taları politikalarını kendilerini büyük pazar merkezleri haline getiren Brüksel ve Anvers’de ol-
duğu gibi bu bir kez gerçekleştiğinde, bu ticaret yoğunlaşmasını yerel zanaatları ve ticareti
geliştirme girişiminde kullanılabilecektir.
DÖRDÜNCÜ KISIM
Erken Dönem İngiliz Merkantilistleri
16. yüzyıl ve 17. yüzyıl başlarında yaşayan İngiliz merkantilistleri dik-
katlerini paranın dolaşımı üzerine yoğunlaştırmıştır. Bu noktada, özelde tüc-
car sınıfın olmak üzere, nüfusun büyük bir kesiminin zararına olacak belirgin
değişimler gerçekleşmiştir. İlk önce, Amerikan altın ve gümüşünün Av-
rupa’ya akması, işin doğal gidişatına uygun olarak, fiyatlarda devrim mey-
dana getirmiştir: meta fiyatları arttığında, para arzının yetersizliği konu-
sunda genel bir hoşnutsuzluk ve şikâyet dalgası ortaya çıkmıştır. İkinci ola-
rak, İngiltere Hollanda’ya nazaran daha geri olduğundan, iki ülke arasındaki
ticarette uygulanan döviz kuru sıklıkla İngiltere’nin zararına olacak bir bi-
çimde işletilmiş, böylelikle de, bir birim Hollanda parası, daha fazla bir İngi-
liz şiliniyle mübadele edilmiştir. Bu nedenle de, standart bir değere sahip İn-
giliz altın ve gümüş paralarını eritilip yeniden basılmak üzere Hollanda’ya
göndermek kârlı hale gelmiştir. Mevcut paranın İngiltere dışına ihracı söz ko-
nusu olduğundan, bu hususun para yetersizliği konusunda dillendirilen ev-
rensel şikâyetin arkasındaki esas faktör olduğu inancı yayılmaya başlamıştır.
Erken dönem merkantilistleri için para dolaşımı ve emtia dolaşımı ara-
sındaki karşılıklı ilişki muamma olma özelliğini sürdürmektedir: İngil-
tere’nin döviz kurundaki kötüleşmenin ve peşi sıra mevcut paranın İngiltere
dışına kaçışının, ticaret dengesinin istenmeyen bir durumda olmasının kaçı-
nılmaz bir sonucu olduğu kavranmıştır. Söz konusu merkantilistlerin güncel
bir konuyu tartıştıklarında takındıkları tavır, tıpkı uygulamacıların tartışılan
konunun arkasında yatan nihaî nedenin ne olduğu konusunda pek bir gayret
göstermemeleri gibi bir gelişme göstermiştir; bu nedenle de, paranın yurtdı-
şına akışının yani madenî paranın tağşişinin arkasında yatan hususun biza-
tihi para dolaşımının kendisi olduğu ifade edilmiştir. 16. yüzyılın başında,
bu husus, en kötülerinden biri İngiliz kraliyeti olan tüm Avrupa’daki tüm
krallıkların yaşamış oldukları ortak deneyimdir. Krallıkların, önceki madenî
paralar gibi aynı itibarî değere sahip olmakla birlikte daha az metal içeren
yeni madenî para basmaları gerekmiştir. Ancak, bu yeni madenî paralar stan-
dart değere sahip önceki paralardan daha hafif olsa da, kanunî olarak değer-
leri üzerinden işlem görmektedir. Bu nedenle de, eski parayı eritilip yeniden
basmak ya da yabancı parayla mübadele etmek üzere göndermek kârlı hale
40 Rubin
44 McCulloch, Early English Tracts on Comment, içinde Dudley North, Discourses Upon Trade, s. 529-
530.
58 Rubin
Bu nedenle de, ticaretin içine düştüğü zorluk paranın yetersiz olması ne-
deniyle değil de, meta mübadelesindeki düzenli gelişmenin bozulması nede-
niyle ortaya çıkmaktadır. Genel olarak söylemek gerekirse, bir ülke ticaret
yani emtia mübadelesi amacıyla daima çok paraya sahip olması gerektiği için
para yetersizliği gibi bir durum söz konusu olmaz. ‘…Zengin biriyseniz ve
Ticaretle uğraşıyorsanız, yapacağınız anlaşmalarda belli bir özelliğe sahip bir
sikke isteyemezsiniz’.46 Zira bir ülke kendi madenî parasını basmazsa, başka
ülkelerin madenî parası yeterli düzeyde piyasaya sürülecektir. Diğer taraf-
tan, ‘Para, Ticaret için gerekli olandan daha fazla bir düzeye ulaşırsa, bunun
değeri basılmamış Gümüşten daha değerli olmayacaktır ve zaman zaman da
değeri eriyecektir’.47 Bu nedenle de, North, para dolaşımının kendisini meta
dolaşımı talebine tekabül edecek bir biçimde düzenleyeceği sonucuna ulaşmış-
tır. Bir ülkenin para yetersizliği korkusu olmadığında, devletin parayı artırma
yönünde zorunlu tedbirler almasının da bir yararı yoktur.
45 Ibid., s. 525.
46 Ibid., s. 531.
47 Ibid.,
İktisadî Düşünce Tarihi 59
Bir ülke takınacağı tavır ve kararlarla parasını elde tutup atıl hale getire-
rek doğrudan kayba uğrar. ‘Varlığı tümüyle Para, Gümüş Yemek takımı v.s.
biçiminde olan bir kimse kendini kandırmaktadır ve de zengin değildir ak-
sine tam da bu nedenle fakirdir. Zengin olan, Toprağın ekip biçilmesi, Pa-
rayla Faiz geliri elde edilmesi ya da Mal Ticareti yapılması biçimde varlığının
artması imkânını elde edendir: Herhangi biri varlığını kerhen Paraya dönüş-
türürse ve söz konusu parayı ölü hale getirdiğinde, çok geçmeden üstünde
oluşacak Fakirlik baskısına karşı duyarlı halee gelir’.50 İster tek bir kişi, isterse
de ülke bazında olsun, zenginleşme, mevcut paranın biriktirilmesiyle değil,
para sermaye olarak -kâr getiren para- dolaşıma sokularak sağlanır.
North’un gözünde refaha giden yol, paranın atıl bir biçimde iddihar edilme-
sinden değil, ticaretin ve genel olarak kâr ve sermaye kütlesinin büyümesinden
48 Ibid., s. 527-528.
49 Ibid., s. 528.
50 Ibid., s. 525.
YEDİNCİ KISIM
Değer Teorisinin Evrimi
William Petty
Merkantilist yazarların büyük bir çoğunluğunun ağırlıklı olarak iktisat
politikası üzerinde eğildiklerini ve teorik çalışmalara pek de meyletmedikle-
rini belirtik. Bununla birlikte, uygulamaya ilişkin çeşitli önlemlerin haklılı-
ğını savunma gereğinin ortaya çıkması, teorik nitelikli argümanlara geri dön-
melerini beraberinde getirmiştir. Bu nedenle, paranın dolaşımına yönelik sı-
nırlamalara karşı mücadele, örneğin ihraç edilen madenî paralara, v.s. getiri-
len yasaklamalar, ticaret dengesi teorisinin geliştirilmesini hızlandırmıştır.
Ancak, gelişen durum nedeniyle, 17. yüzyılın matematik ve ampirik felsefe
(Bacon, Hobbes), biçimindeki genelleştirilmiş niteliği ve iktisadî gelişmenin gi-
derek artan karmaşık talepleri karşısında yeni bir doktrine ulaşmak için mer-
kantilist doktrinin daha kapsamlı ve radikal bir biçimde yeniden gözden ge-
çirilmesi ihtiyacının fark edilmesi karşısında, İngiliz merkantilist literatür 17.
yüzyılın ortalarından itibaren büyük ölçüde teoriye ilgi göstermeye başlamıştır.
üretime katılan emek miktarıyla, bir başka deyişle, söz konusu şeyin üreti-
minde çalışan kişilere tahsis edilen toprak miktarıyla ölçülür’.84 Cantillion,
Petty’nin hatalı düşüncelerinden hareket etmekle, emek değer teorisinin
doğru bir biçimde ortaya konması imkânından giderek uzaklaşmıştır. Da-
hası, ‘toprağın değerini’ emeğe indirgemek için, aksine, insan emeği ve belli
bir toprak parçası arasında eşitlik olduğunu belirtmiştir.
Son olarak, James Steuart’ın da85 benzer bir şekilde mübadele değeriyle
kullanım değerini birbirine karıştırılmış olduğunu görmekteyiz. Steuart so-
mut bir emek ürününde (yani kullanım değeri), doğadan verili olarak gelen
maddî öz ile insan emeğinin bu üründe gerçekleştirmiş olduğu değişikliği bir-
birinden ayırmıştır. Şaşırtıcı görünse de, ürünün üretildiği doğa unsuru, söz
konusu ürünün ‘öz kıymetidir’. Bir gümüş vazonun ‘öz ederi’, şekillendiril-
mesi imkânını sağlayan hammaddedir (gümüş). Vazonun onu yapan işçinin
emeği tarafından değiştirilmesi, söz konusu vazonun ‘kullanım değerini’
oluşturur. ‘Burada dikkate değer iki husus bulunmaktadır. Birincisi, basitçe
madde ya da doğanın bizatihi kendinde bulunan ya da ürettiği, diğeri de,
değiştirilme [preobrazovanie-dönüşüm, I.R.] ya da insanoğlunun çalışması.
Bunlardan ilkini, öz eder, diğerini ise yararlı değer olarak adlandıracağım. İkin-
cisinin değeri, ürünü üretmede kullanılan emek maliyeti üzerinden hesap-
lanmalıdır’.86 Bu nedenle, Steuart’ın aklından geçen şey, kullanım değerini
yaratan ve söz konusu ürünü yararlı ya da bezeli hale getiren ya da ‘kısaca,
kişinin dolaylı ya da dolaysız olarak üstesinden gelebileceği kimi maddeyi
şekillendiren somut yararlı emektir’.87
84 Ibid., s. 29.
85 Steuart, Principles, Skinner edition, I. Cilt, s. 312. İtalikler Steuart’ aittir.
86 Bu kısmın başına bakınız. Para teorisi konusunda yazmış olduğuna ilişkin olarak bu kitapta yer alan
sekizinci kısmın sonuna bakınız.
87 Ibid., I. Cilt, s. 312.
İktisadî Düşünce Tarihi 79
emek değer teorisi, Locke tarafından arz ve talep teorisi olarak aynı çizgide
sürdürülen ve Steuart’ın da üretim maliyetleri düzlemine oturttuğu dikkat
çekici çelişkiler yumağı haline gelmiştir. Emek değer teorisi, Klâsik Okul ve
bilimsel sosyalizm tarafından geliştirilmiştir. Petty’nin mirasçıları ise Smith,
Ricardo, Rodbertus ve Marx’tır.
SEKİZİNCİ KISIM
Para Teorisinin Evrimi
David Hume
Merkantilist dönemin teorik mirası içinde, emek değer teorisine ilişkin
ön bilgilerin yanı sıra bir para teorisi geliştirme girişimlerine de rastlamakta-
yız. Ticaret dengesi ilişkin sorunlarla birlikte, en ilgi çeken ve geniş bir lite-
ratürün doğmasına vesile olan konu para meselesi olmuştur. Bu da özellikle
en çok paraya sahip olan burjuvazinin geliştiği ve parasal dolaşımın sürekli
bir karmaşaya neden olduğu İtalyan şehirleri söz konusu olduğunda karşıla-
şılan bir husustur. İngiltere’de 'A Discourse Upon Trade' başlıklı birçok ça-
lışma ortaya çıkarken, İtalya’daki çalışmalar geleneksel olarak 'A Discourse
on Money' başlığını taşımaktadır. Tüm bu çalışmaların hepsi, iktisat politi-
kası sorunu üzerine para ihracına ilişkin sınırlamalara, madenî paranın tağ-
şişine ve benzeri konulara odaklanmıştır. Madenî paranın yöneticiler tarafın-
dan sürekli bir biçimde tağşiş edilmesi şiddetli tartışmaların yapılmasını be-
raberinde getirmiştir. Kralların ve prenslerin gücünü savunanlar projektör-
lerini, madenî paranın değerinin metal miktarıyla değil de, devletin irade-
siyle belirlendiğini ileri sürerek, madenî parada kullanılan metalin içeriğini
azaltmaya çevirmişlerdir. ‘Para, kanunla yaratılan bir değerdir’ diyen ve
(madenî paranın değerinde meydana gelen dalgalanmalardan muzdarip
olan) ticaret burjuvazisinin lehine ‘para teorisinin’ savunucusu olan yandaş
Nicholas Barbon88, standart ağırlığı olan madenî para basılmasını talep etmiş-
tir. ‘Medenî’ para teorisinin atası olan bu çevreler, medenî paranın içeriği
olan metalde meydana gelen sürekli bir azalışın kaçınılmaz olarak paranın
değerini azaltacağını ileri sürmüşlerdir. Sonunda, 18. Yüzyılın başında John
Law olarak bilinen bir kişi tarafından en açık bir biçimde ifade edilen orta
yollu bir çözüm ortaya konmuştur. Law’un doktrinine göre, madenî paranın
David Hume (1711-1776) hem ünlü bir filozof ve hem de seçkin bir ikti-
satçıdır. 1753 yılında zekice ve dikkat çekici özellikteki Essays adlı çalışması,
merkantilist düşüncelere son darbeyi vurmuştur. Genelde serbest ticaretin
net bir savunucusu olan Hume, tam anlamıyla merkantilist olarak değerlen-
dirilemez. İktisadî düşünce tarihinde Hume genellikle Fizyokratlarla ve hem
öncüsü ve hem de yakın arkadaşı olan Adam Smith arasında bir yere oturtu-
lur. Bununla birlikte, ortaya koyacağımız hususa açıklık getirmesi açısından,
merkantilist düşüncenin zirveye ulaştığı çağın yanı sıra düşüşe geçtiği döne-
min de ele alındığı bu kısımda Hume’un çalışmalarını ele almanın elzem ol-
duğunu düşünüyoruz.
116 Gaerano Salvemini, The French Revolution, 1788-1792, (London, Jonathan, Cape, 1954), s. 33’de
belirtilmiştir.
104 Rubin
Küçük ölçekli yarı köylü toprak sahibi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya
gelen Francois Quesnay (1694-1774), yaşamını hiçbir yardım almadan sürdür-
müştür. Ünlü bir tıp doktoru olarak saygınlık kazanan Quesnay, tıp ve biyo-
loji alanında bilimsel çalışmalar yayınlamıştır. 1749 yılında XV. Louis’in göz-
İktisadî Düşünce Tarihi 105
117 Bu esasında Mirabeau’nun Quesnay’le ortaklaşa yazdıkları ve 1763 yılında basılan Philosophie
Rurale adlı çalışmanın alt başlığıdır. Belli kısımları Ronald I. Meek, The Economics of Physiocracy,
(London George Allen & Unwin, 1962) adlı kitaptan alınmıştır.
118 Quesnay’nin dikkat çekici çalışmaları Analyse of the Tableau Economique, Despotisme de la Chine
ve Dialogues sur le commerce et sur les travaux des artisans’dır.
119 Quesnay’i izleyenler kendilerine iktisatçı olarak ifade etmişlerse de, Dupont Quesnay’in çalış-
malarını Physiocracy, or the Arrangement of the State that is Most Profitable for the Human Race adı
altında bastıktan sonra genellikle ‘Fizyokratlar’ lâkabıyla tanınmışlardır.
ONBİRİNCİ KISIM
Fizyokratların Toplumsal Felsefesi
Bildiğimiz gibi Fizyokratlar, küçük ölçekli köylü edinimlerin yerine bü-
yük ölçekli çiftçiliğin hâkim kılınmasıyla, söz konusu çiftçiliğin mısırı ser-
bestçe ihraç etmesini ve vergilerden kurtulmasını gerekli görmektedir. Prog-
ramlarını hangi araçlarla gerçekleştireceklerdir? Fizyokratların bu soruya
verdikleri cevap, şehir burjuvazinin ideolojik öncüsü olan Aydınlanma hare-
ketinin üyelerinin verdiği cevaptan çok ciddi bir biçimde ayrışmaktadır. Ay-
dınlanma hareketi mutlak monarşiyi sert bir biçimde eleştirmekte ve buna
karşı, güçler ayrılığına dayanan anayasal monarşiyi (Montesquieu) ya da
halk egemenliği fikrine dayanan demokratik devlet (Rousseau) biçimindeki
siyasî ideali ortaya koymaktadır. Bu yolla, fikirlerini hayata geçirme başarı-
sızlığına rağmen Aydınlanma hareketi burjuvazinin önüne siyasî gücün dev-
rimci bir biçimde ele edilmesi görevini koymuştur. Fizyokratlar söz konusu
siyasî meseleye farklı bir çözüm getirmiştir. Fizyokratlar, Quesnay’in ‘diz-
ginlenmesi gerekli tüm farklı çıkarların üstünde olan yegâne güç’ biçimin-
deki sözleriyle ifade ettiği, mutlak monarşinin aydınlanmacı mutlakiyetçiliğinin
savunucularıdır. Fizyokratlar, tavsiye ettikleri iktisadî reformları gerçekleştir-
mek amacıyla böylesi bir aydınlanmacı krallık beklentisi içindedir.
123 Rubin bu kısmın başlığı olarak Çiftçilik (zemledelre) kelimesini kullanmıştır (Kitabın çevirmeni
Donalt Filtzer. Burada kelimeyi genel anlamda tarım olarak kullanacağız).
116 Rubin
138 Rubin Fizyokratları ele alırken, esasen Fizyokratların kullanmış olduğu steril (stéril) (kısır-ç.n.)
yerine ‘üretken olmayan’ (neproizvoditel’nyt) kavramını kullanmıştır.
122 Rubin
Quesnay’in analizi sadece üçlü bir sınıf ayırımı biçimindeyse de, esas iti-
bariyle ortaya koymuş olduğu argüman, daha önce de belirttiğimiz gibi, aynı
ölçüde ücretli işçilerin de olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu nedenle,
bizim için Turgot’un ortaya koyduğu şema, bizatihi Quesnay’in konuya iliş-
kin yaklaşımının daha açık ve daha uygun bir biçimde formüle edilmesi ola-
rak değerlendirilecektir.
Şimdi de tarıma bir göz atıp, burada yer alan sınıfların niteliklerini ince-
leyelim.
141 Genel anlamıyla ‘toprağa yapılan yatırım’ ifadesi, Meek tarafından ‘araziye yapılan yatırım’
olarak çevrilmiştir.
142 Verdiğimiz sayısal örnek ve peşi sıra yaptığımız tartışma Quesnay’in Tableau Economique’ğine
analizinden alınmıştır (Rubin, livre yerine ruble kullanmıştır-ç.n.).
ONDÖRDÜNCÜ KISIM
Net Ürün
Toplumsal sınıf analizi bizi Fizyokratik doktrinin yani tarımın sınırlı üret-
kenliğine ilişkin teorinin merkezine doğru yolculuğa çıkarır. Fizyokratik teo-
riye göre tarım, gerçekleşen üretimin çiftçinin tüm üretim maliyetlerini kar-
şılamanın yanı sıra söz konusu maliyetin üzerinde toprak sahibine rant adı
altında ödenen ‘net gelir’ ya da ‘gelir’ olarak belli bir fazlalığı elde etmesini
sağlaması nedeniyle ‘üretken bir faaliyettir’. Sanayi, üretilen ürünlerinin de-
ğeri üretim maliyetlerinden fazla olmadığından, ‘steril (kısır-ç.n.)’ bir istih-
dam alanıdır. Fiilen servetin filizlenip geliştiği ya da yeni servetin yaratıldığı
yegâne alan tarımdır.
olarak ele almaları sonucunda kendine has belli bir şekle dönüşmüştür. Kâr
üretim maliyetlerine dâhil edilirse, konuya ilişkin sorun şu şekilde ortaya çı-
kar. Ekim yoluyla elde edilen ürünün değeri, üretim maliyetlerinden fazla
yani bir net gelir biçiminde ortaya çıkan bir fazla değer sağladığı halde, sa-
nayi ürünlerinin değeri neden sadece üretim ya da sermaye maliyetlerine
denk gelmektedir? Rant burada üretim maliyetlerinin üstünde bir fazlalık artı
üretim maliyetleri üstünde bir fazlalık olan kârdan yani artı değerden dönüş-
türülmüştür. Esasen kâr gibi artı değerin bir kısmı olan rant, artı değerin
yegâne şekli olarak kavranmıştır. Bu nedenle, rant meselesi, net gelir ya da
artı değere dönüşmüştür.
Artı değer sorununu ortaya koymuş olsak da, konuya ilişkin doğru çö-
züm sadece doğru bir değer teorisiyle mümkün olabileceği için, Fizyokratlar
sorunu çözmeye yönelik bir yol bulamamıştır. Fizyokratlar bir değer teorisine
sahip olsalar da, bu teori bozuk ve artı değerin kaynağını açıklayamamakta-
dır. Fizyokratik doktrine göre, ürünün değeri, üretim maliyetlerine eşittir. Bu
nedenle de, bir ürün değerinde satıldığında net gelir (ya da artı değer) sağla-
maz. Fizyokratlar, 1) Bir ürünün esas fiyatıyla (yani üretim fiyatı ya da üre-
tim maliyeti) ve 2) ilk elden (yani ürün doğrudan üreticisi tarafından satıldı-
ğındaki fiyatı) satıldığındaki fiyatını birbirinden ayırmıştır. Sanayi ürünleri ko-
nusunda ise Fizyokratlar, sanayiciler arasında tam anlamıyla serbest bir bi-
çimde sürdürülen rekabetin, söz konusu sanayi ürünlerinin fiyatının (sana-
yicinin kendisi için gerekli geçimlik araçları da içeren) üretim maliyetleri dü-
zeyine doğru meyletmesini beraberinde getireceği görüşündedir. ‘İlk elden
satışla ortaya çıkan fiyat’, ürünün ‘esas fiyatını’ (ürünün üretim maliyetini)
aşmayacak ve sanayi, üretim maliyetinin üstünde bir ‘gelir’ elde edemeye-
cektir.
Tarımsal üretimde geçerli olan değer kanunu nedir? Quesnay bir kere-
sinde hızlı nüfus artışı nedeniyle söz konusu ürünlere yönelik talebin sürekli
olarak arzından fazla olduğunu ve bu nedenle de, üretim maliyetlerinin üs-
tünde bir fiyattan satıldığını söylemiştir. Söz konusu üretim maliyetleri ve sa-
tış fiyatı arasındaki fark ise net geliri (rantı) oluşturmaktadır. Bununla bir-
likte, esas itibarıyla, tarımsal ürün fiyatlarının daima değerinden fazla olaca-
ğının ifade edilmesi, değer teorisinin tümüyle inkâr edilmesi demektir.
Rant sorunu ilk önce net gelir sorunu haline gelmiştir. Şimdi ise net gelir
sorunu, ‘net ürün’ sorununa dönüşmüştür. Tarımda ortaya çıkan fazlalığın,
ürünün değerinin üretim maliyetlerinin değerinden fazla olmasından kay-
naklanması gerçeği, üretim maliyetleri olarak ortaya konan ürünlerin mikta-
rının üstünde in natura ürün fazlası sağlayan toprağın fiziksel verimliliğiyle
açıklanır. Ürünün değeri ve söz konusu ürünün üretim maliyetleri arasın-
daki ilişki sorgulama konusu olmaktan çıkmış ve bunun yerine -bir taraftan,
üretimde harcanan, diğer taraftan da, bunun karşılığında hasattan elde edi-
len- ürünün in natura farklı miktarları arasındaki ilişkinin araştırılmasına gi-
rişilmiştir. In natura hasat ve üretim maliyetleri arasında söz konusu karşılaş-
tırmanın yapılabilmesi, Fizyokratların iki basitleştirmeye gitmelerini müm-
kün kılmıştır. Bunlardan ilki, sabit maliyetlerden (pulluk, araç ve gereç v.s.)
ONBEŞİNCİ KISIM
Quesnay ve Tableau Economique
Farklı toplumsal sınıflar ve üretim dallarına ilişkin Fizyokratik doktrini
ele aldıktan sonra, şimdi de, çeşitli sınıflar ve üretim dalları arasındaki yeni-
denüretim ve tüm toplumsal üretimin bölüşümünü tasarlayan Quesnay’e ait
meşhur Tableau Economique’e yönelebiliriz.
Quesnay Tableau Economique’i ilk kez 1758 yılında yazmış ve saray mat-
baasında çok az sayıda basılmıştır. Tableau‘nun ilk metni ortadan kaybolmuş
ve Mirabeau‘nun yazdıkları üzerinde çalışmakta olan bilim insanı tarafından
1894 yılında keşfedilmiştir. Quesnay Tableau Economique‘in açık seçik olma-
ması ve kavram karmaşasını içinde barındırmasına ilişkin şikâyetler üzerine
1766 yılında aşağıda açıklamaya çalışacağımız Analyse du Tableau Econo-
mique‘i yayınlamıştır. Fizyokratlar Tableau‘yu çok önemli bir bilimsel keşif
olarak takdirle karşılamıştır. Mirabeau Tableau‘yu kâğıdın ve paranın bulun-
masıyla karşılaştırmıştır. Karşıtları bu ‘zor anlaşılır çalışmayla’ alay etmiş ve
Engels’in ifadesiyle, ‘sfenksin çözümsüz bulmacası’158 olarak değerlendirile-
rek, 19. yüzyılın ortasına kadar bilimsel düşünce tarafından deşifre edilme-
miş ve kullanılmamıştır. Tableau‘nun kapsamlı bilimsel önemini ilk kez or-
taya koyan Marx’tır. Çalışmanın bu özelliğini şimdilerde tüm araştırmacılar
da kabul etmektedir.
Üretim yılının sona erdiği ve yeni üretim yılının da henüz daha yeni baş-
ladığı yani üretken sınıfın (bundan sonra çiftçiler olarak ifade edeceğiz) de-
ğeri 5 milyar livre olduğunu varsaydığımız hasadı daha yeni kaldırdığı güz
158 Engels, Preface, Anti-Dühring, Third German Edition, (Moscow Progress Publishers, English
edition. 1969), s. 20.
159 Rubin'in irdelemesi Meek, op.cit., s. 150-167 Analyse’e dayanmaktadır.
140 Rubin
160 Rubin ruble olarak kullanmıştır. Orijinal Fransızca metinle bağı koparmamak için rubleyi livre
olarak değiştirdik.
161 Toplumdaki tüm nakit para stoku, toprak sahiplerinin yılbaşında işe başladıklarında ellerinde
bulunan iki milyar livreyle sınırlıdır. Bizatihi Quesnay söz konusu stokun üç milyar livre ol-
duğunu söylese de, sorunu etkilememektedir.
162 Şemada her çizgi, bir milyar livreyi gerektiren dolaşım işlemini göstermektedir. Okların yönü,
ürünlerin ve paranın hangi toplumsal sınıftan ve hangisine doğru aktarıldığını göstermektedir
(her işlemde para, ürünün aktarıldığı yönün aksi yönüne doğru hareket etmektedir). Şekiller,
İktisadî Düşünce Tarihi 141
sahiplerinin ilk dolaşım işlemi, bir sonraki yıl kendi geçimliklerini sağlamak
üzere çiftçilerden bir milyar livre değerinde yiyecek satın almaktır. Bu ilk do-
laşım işleminde bir milyar livre değerindeki yiyecek Ç’den (çiftçi-ç.n.) MS’ne
(mülk sahipleri-ç.n.) geçerken, aynı miktarda nakit para aksi yönde MS’nden
Ç’ye doğru hareket etmiştir (Şema II). Sonuç olarak, bu ilk dolaşım işleminde
ürün ve dolaşıma ilişkin şöylesi bir bölüşüme ulaşmış oluyoruz.
S Yiyecek 3 ← Ç Yiyecek 1→ MS
ayi ürünler
4 → San i
Hamm
addeler 5 ←
→ 2 Sanayi ürünleri
Ç Çiftçiler
MS Mülk Sahipleri
S Sanayiciler
Çiftçilerin elinde 4 milyar livre değerine tarımsal ürün (üç milyar livre
değerinde yiyecek ve bir milyar livre değerine hammadde) artı bir milyar
livre nakit para bulunmaktadır. Mülk sahiplerinin bir milyar livre değerinde
yiyecekleri ve bir milyar livre tutarında paraları vardır. Sanayicilerin ise elle-
rinde iki milyar livre değerinde mamûl mal bulunmaktadır.
-her biri daha sonraları Smith ve Ricardo tarafından geliştirilen Klâsik Politik
İktisadın temel düşünceleri Quesnay’e aittir.
Benzer ve fakat daha güçlü bir biçimde kendini gösteren temel yetersiz-
lik, net gelir (artı değer) doktrinlerinde su yüzüne çıkmaktadır. Fizyokratlar
kârı hiç dikkate almadıklarından, artı değeri yalnızca arazi rantı olarak gör-
müşler ve kaynağını tarımın kendine özgü özelliklerinde aramışlardır. Farklı
toplumsal sınıflar arasındaki karşılıklı ilişki sorunu (artı değer sorunu), farklı
üretim dalları arasındaki karşılıklı ilişki sorunuyla karıştırılmıştır. Fizyokrat-
lar artı değeri (rantı) tarımsal ürünün önemli bir değer olması temelinde açık-
lama girişiminde başarısız olduklarından, kaynağını doğanın fiziksel üret-
kenliğinden başkaca bir yerde aramamışlardır. Fizyokratların kafası, artı
ürünle bir değer kuantum fazlalığı in natura yani maddî öz üretimiyle değer
üretimi ve toprağın fiziksel üretkenliğiyle tarımın değer üretme kabiliyeti ko-
nusunda karışmış durumdadır. Bu nedenle, Fizyokratların artı değer soru-
nuna getirdikleri çözüm, fiziksel-doğaya uygun çözümdür. Doğanın değerin
kaynağı olması doktrini ve tarımın sınırlı üretkenliği teorisi. Bu ise burjuva
ekonomisinin açmış olduğu yeni ufukların yanı sıra en geri sektörü olan yarı
doğal tarım ekonomisinin dar perspektifinin Fizyokratik düşünceye getirdiği
171 Rubin’in ifadesiyle, Marx’ın Capital’in II. cildinde tartıştığı ifadeyi karşılaştırmak ilginçtir (Eng-
lish edition Progress Publishers 1967). Fizyokratların sabit ve dolaşan sermayeyi doğru bir bi-
çimde ortaya koyması konusu üzerine Smith’in sadece X. Kısımda gitmiş olması, bu durumu
sadece tarımla sınırlandırmadan, tüm kapitalist üretim alanlarına yönelik olarak genelleştirme
kabiliyetini göstermektedir. Bunun yanı sıra Marx, Smith’in konuyu irdeleyişini ve anlayışını
Fizyokratlarınkinden gerçek anlamda bir adım geride olduğunu düşünmektedir. Smith’in Fiz-
yokratik doktrinde doğru olanı kabullenmesi, Fizyokratların sisteminde mantıkî bir temeli ol-
masına rağmen Smith için değişmeyen ve değişen sermaye arasındaki daha önemli ilişkileri
gizleyen kimi temel yanlışlarını da (en önemlisi de, işçilerin fiziksel geçimlik araçlarıyla değer
ilişkisi olan dolaşan sermayeyi karıştırması) benimsemesiyle birlikte ortaya çıkan bir durumdur.
Daha ayrıntılı bir tartışma için editörün 24. Kısımdaki 4 no’lu notuna bakınız.
ONSEKİZİNCİ KISIM
18. Yüzyılın Ortalarında İngiltere’deki Sanayi Kapitalizmi
Fransa’da ticarî sermayenin çıkarlarını yansıtan merkantilizm, kırsal
burjuvazinin savunucusu olan Fizyokratların muhalif olarak ortaya çıkma-
sına neden olmuştur. Bununla birlikte, Fizyokratların programı gerçekleşme-
diğinden bu karşıtlık bir sonuç vermemiştir. Merkantilizmi un ufak edecek
yegâne güç şehirli sanayi burjuvazisidir. Teoride ve pratikte, merkantilizmi
saf dışı bırakma işi, kurucusu Adam Smith olan Klâsik okula kalmıştır. Nasıl
ki Fizyokratlar üretken tarımsal sermayenin hızla başarı kazanması hülyası
içinde olmuşlarsa, Klâsik okul da, sanayi kapitalizminin özgür bir biçimde ge-
lişmesi için merkantilizme karşı mücadele etmiştir. Smith’in doktrini anla-
manın en iyi yolu, öncelikle sanayi devriminin arifesinde 18. yüzyılın ortala-
rındaki sanayi kapitalizminin durumu hakkında bazı şeyleri bilmemizi ge-
rekli kılmaktadır.
18. yüzyıl, İngiliz sanayi tarihinde bir geçiş dönemidir ve farklı şekillere
sahip sanayi örgütlerinin bir arada bulunması dönemin karakteristiğidir.
Bunlardan ilki, geçmişin bir kalıntısı olarak varlığını sürdüren bağımsız zana-
atkârlardır. İkincisi, oldukça yaygın olan küçük ev işletmeleri sistemi ya da
yerli büyük ölçekli sanayi ve üçüncüsü de, o dönemde ortaya çıkan merkezî
kapitalist işletmeler ya da fabrikalar.
Tüccara satma ihtiyacı çoğu zaman zanaatkârların her birinin belli bir
bölgede yoğunlaşması ve piyasanın genişlemesi gerçeği çerçevesinde uzman-
laşmasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Kumaş imalâtçısı Leeds çevresinde
yaşıyorsa, örneğin, belli bir tür kumaş türünde uzmanlaşmıştır. Söz konusu
kumaşın tüketiminin Leeds bölgesiyle sınırlı olmadığı aşikârdır. Bu mallar,
diğer İngiliz kasabalarına gönderilebilir ya da hatta yurtdışına ihraç edilebi-
lir. Kumaş imalâtçısı kumaşını uzaklardaki pazarlara ulaştıramadığında, ku-
maşını, mallarını İngiltere’nin çeşitli fuarlarına ve ticaretin yapıldığı kasaba-
lara karavanlarla taşıyan tüccarlara satmak zorundaydı.
173 Daniel Defoe, A Tour Thro the Whole Island of Great Britain, Vol II (London, Peter Davies, 1928),
s. 601-602.
ONDOKUZUNCU KISIM
İnsan Olarak Adam Smith
Smith’in yaşamının saklı gizli bir tarafı yoktur. 1723 yılında İskoçya’nın
küçük bir kasabası olan Kirkcaldy’de gümrük memuru bir ailenin çocuğu
olarak dünyaya gelmiştir. Küçük yaşlarda mükemmel yetenekleri olan
Smith, öncelikli olarak -ve büyük bir gayretle- felsefeye yönelmiştir. 1751 yı-
lından itibaren 13 yıl boyunca Glaskow Üniversitesi’nde oldukça başarılı bir
biçimde ‘ahlâk felsefesi’ profesörü olarak ders vermiştir. 18. yüzyıl Ansiklope-
distlerinin meşrebinin peşinden gitmesi nedeniyle, vermiş olduğu ders etikle
sınırlı olmayıp, teoloji, etik, doğal hak ve en nihayetinde de şimdilerde en
doğru bir biçimde iktisat politikası olarak adlandırılan alanları da içermekte-
dir. Smith’in iktisat teorisi tüm bu belirtilen başlıkların üstünde temellenmiş-
tir. Glaskow Üniversitesi’nde olduğu yıllarda, politik iktisat adı altında ayrı
bir kürsü bulunmamaktadır. Politik iktisadın bağımsız bir bilim haline gel-
memiş olması nedeniyle bu şaşırtıcı değildir. Merkantilistlerin yazdıkları bü-
yük ölçüde uygulamaya ilişkin olup, bu akımın yazarları teoriye meyletme-
miştir. Politik iktisat ise felsefenin ve doğal hakkın bir alt bölümü olarak ele
alınmaktadır. Başlangıçta, benzer çizgi Smith’in düşüncesinde de ikincil dü-
zeyde yer almaktadır. Çalışmasında tüm gayretini etik üzerine yoğunlaştır-
mış ve 1759 yılında kendisinin büyük bir ün elde etmesini sağlayan The The-
ory of Moral Sentiments adlı kitabını yayınlamıştır.
Smith ahlâk felsefesi dersinde iktisadî sorunlara yer verdiğinde, muhte-
meldir ki aynı bölümde ders veren kendinden önceki ünlü filozof Hutchison
örneğini izlemektedir. Bununla birlikte, Hutchison iktisadî sorunlara şöyle-
sine bir değinmiş olduğu halde, Smith bilimsel faaliyetleri dâhilinde söz ko-
nusu sorunlara tedrici olarak odaklanmıştır. Smith de Quesnay’nin felsefe ve
doktorluk çizgisinden politik iktisada yönelme gibi benzer bir yol izleyerek,
felsefeden politik iktisada doğru çalışmalarını genişletmiştir. Quenay ve
Smith’in izlemiş oldukları ve ulaştıkları noktanın tesadüfî olduğu söylene-
mez. Quesnay’nin göstermiş olduğu bu gelişme çizgisi, 18. yüzyılın ortala-
rında Fransa’nın karşılaşmış olduğu iktisadî sorunlara ilgi duymasıyla açık-
lanabiliyorsa, Smith’i de öncelikle etkileyen ilk şeyin, İngiltere’nin iktisadî ya-
şamında meydana gelen büyük değişiklik ve ikinci olarak da, kendinden yaşça
daha büyük çağdaşları Hume ve Quesnay olduğu söylenebilir.
174 Rubin
176 Adam Smith, An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nation, edited by R H. Camp-
bell, A. S. Skinner and W. B. Lodd (Oxford University Press, 1976) Book IV, 9. Kısım, s. 674.
İtalikler Rubin'e aittir.
YİRMİİKİNCİ KISIM
Değer Teorisi
Smith değer kavramını analiz etmeye giriştiğinde, öncelikle kullanım de-
ğeri ve mübadele değeri arasında ayırıma gitmiştir. Kullanım değerini araştır-
masının dışında tutmuş ve tüm dikkatini mübadele değeri üzerinde yoğun-
laştırmıştır. Bu yolla Smith kendisini kesin olarak her ürünün, üreticisinin
ihtiyaçlarının doğrudan tatmin etmesinden ziyade mübadele edilmek üzere
belirlendiği meta ekonomisine hasretmiştir. Smith, meseleyi böylesi ilkeli ve
kolay anlaşılır bir biçimde ortaya koyabilmeyi, işbölümü doktrinine borçlu-
dur. İşbölümünün gerçekleştiği herhangi bir toplumda her üretici, toplumun
diğer üyelerinin ihtiyaç duyduğu ürünleri üretecektir.
Bu nedenle, Smith araştırmasının amacını205 yani mübadele değerini çok
açık ve seçik ve tam anlamıyla doğru bir biçimde tanımlamaktadır. Diğer ta-
raftan, Smith’in bu amacı ele alması konusunda tam olarak bakış açısının ne
olduğunu sorgularsak, sorunu ortaya koymasına ilişkin metodolojik bir iki
yönlülükle karşılaşırız. Smith, bir taraftan, ilk olarak, bir metanın değerinin ne
olduğunu belirleyen nedenleri ve ikinci olarak da, bu büyüklükte meydana
gelen değişmeleri ortaya çıkarmayı arzulamakta, diğer taraftan da, açık ve
seçik bir biçimde metanın değerini ölçmede kullanılacak değişme bir stan-
dart bulmak istemektedir. Bir taraftan, değerde meydana gelen değişmelerin
kaynaklarını açığa çıkarmaya can atmaktadır ve diğer taraftan da, değere iliş-
kin değişmez bir ölçü bulmak istemektedir. Meseleyi bu iki yolla ortaya koyma
arasında temel bir metodolojik hata olduğu açıktır ve bu farklılık, Smith’in
teorisinin merkezine iki yönlülüğün girmesine neden olmuştur. Değerdeki
gerçek değişmelerin teorik olarak ele alınması, değer ölçüsüne en iyi bir bi-
çimde ulaşılmasına ilişkin amaçla karıştırılmasına neden olmaktadır.206
205 Bu durumda Rusça metinde yer alan 'ob ekt ili predmet, araştırma ya da çalışma anlamına gelmektedir.
206 1. Kitabın sonlarına doğru Smith değer analizini nasıl sürdüreceğini açıklamaktadır. Emtianın mü-
badele edilebilir değerini düzenleyen ilkeleri araştırma için şunları göstermeye çalışacağım.
İlk olarak, söz konusu mübadele edilebilir değerin gerçek ölçüsü nedir ya da tüm emtianın gerçek
fiyatı neyin içinde saklıdır.
‘İkinci olarak, söz konusu gerçek fiyatın farklı kısımlarının bileşimi nedir ya da nelerden oluşur.
Ve son olarak da, fiyatın farklı kısımlarının kimi zaman bazılarını ya da hepsini doğal oranın ya da
her zamanki oranın üstüne çıkaran ve düşüren farklı koşullar nelerdir? Ya da kimi zaman piyasa
fiyatının, emtianın doğal fiyatı olarak adlandırılabilecek fiyatının, emtianın fiilî fiyatıyla tam olarak
örtüşmesini engelleyen nedenler nelerdir’. Wealth of Nations, I. Kitap, 4. Kısım, s. 46.
198 Rubin
246 Ibid., 2. Kitap, 3. Kısım, s. 337. Aynı sayfadaki diğer paragraflar benzer şekildedir. Kişi gelirin-
den tasarruf ettiği büyüklüğü sermayesine ilâve eder ve ilâve üretken faaliyetlerde bulunmak
üzere kendisi kullanır ya da faiz karşılığında ödünç vererek başkalarının böylesi bir girişimde
bulunmasını sağlar. Üretken faaliyetlere yönlendirilen artan fonlar yoluyla tutumluluğun or-
taya çıkması, üretken faaliyetlerin artmasını sağlar. Başkalarının üretken faaliyetlere yönelttik-
leri emekleri ilgili faaliyette değerin artmasını beraberinde getirir.
247 Ibid., 2. Kitap, 3. Kısım, s. 337-338.
248 Aşağıda V. Bölümde Sismondi ile ilgili kısma bakınız.
226 Rubin
Smith’in oldukça ilginç ve değerli üretken olan ve üretken olmayan emek te-
orisi, kendisine ait sermaye ve gelir teorisiyle sıkı sıkıya ilintilidir. Gördüğü-
müz üzere, Smith tüm sermayenin işçi kiralamaya harcandığı yani ücretler-
den oluştuğu görüşüne sahiptir. Bu, her işçinin ücretinin sermayeden öden-
diği anlamına mı gelmektedir? Smith bu soruya hayır biçiminde cevap vere-
rek, işçilerin ücretlerini sermayeden ya da net gelirden (kâr ve rant) elde edildi-
ğini ifade etmektedir. Bir kapitalist sermayesini, emekleri aracılığıyla işçinin
ücretlerini karşılamanın yanı sıra bu miktarın üzerinde de kâr (artı değer)
elde etmek amacıyla işçi kiralamak için kullanır. Kapitalist net gelirini (yani
kârı) çeşitli emtia almada ya da kendi tüketiminde (hizmetçi, aşçı, eğitmen,
v.s.) doğrudan doğruya kullanmak üzere farklı işçilerin emeğini satın al-
mada kullanır. Bu kişilerin emekleri kapitalistlerin mübadele değeri ya da
artı değer elde etmesini mümkün kılmayan belli bir kullanım değeri sağlar.
Bu ise üretken olan emeği ve üretken olmayan emeği birbirinden ayırt etme-
nin temelini oluşturur. Emeklerini doğrudan doğruya sermayeyle mübadele eden-
ler üretken işçilerdir. Emeklerini doğrudan doğruya gelirle mübadele edenler ise üret-
ken olmayan emektir. Hiç şüphesiz, kapitalist gelirinin bir kısmını ilâve üretken
işçi satın almaya harcayabilir. Ancak, bu durumda, gelirinin bir kısmını ser-
mayeye dönüştürmekte yani gelirini biriktirmekte ya da kapitalize etmekte-
dir. Sermayenin artı değer elde edilmesini mümkün kılması gerekli olduğun-
dan, bu ifadeyi bir başka şekilde de formüle edebiliriz. Emeği artı değer elde
edilmesini mümkün kılan işçiler üretken işçilerdir. Emeği bu özelliği taşıma-
yan işçiler ise üretken olmayan işçilerdir. ‘Böylelikle, bir imalâtçının emeği, ge-
nellikle, kendini idame ettirmek ve efendisine kâr sağlamak üzere üzerinde
çalıştığı malzemeye ilâvede bulunur. Aksine, hizmetçinin emeği değere hiç-
bir ilâvede bulunmaz’.249
Üretken emek kavramının, artı değer kavramının (ya da net gelirin) evri-
miyle birlikte nasıl değiştiğini gözlemleyebiliriz. Merkantilistlerin bildikleri
tek artı değer şekli, dış ticaret yoluyla ülkeye altının ya da gümüşün akma-
sıyla kazanılan ticarî kârdır. Bu nedenle, onlar için en üretken emek, dış tica-
retle iştigal eden tüccarlar ve denizcilerdir. Fizyokratlar artı değerin yaratılma-
sından üretim sürecini anlamıştır. Ancak, kârı göz ardı ederek ve artı değeri
rant olarak tanımlayarak, sadece tarımsal nüfusa ait emeğin üretken olduğu
284 Ibid., s. 267 ve devamı. Bu paragraf gerçekte Ricardo’ya ait olmayıp, McCulloch’un Encylopaedia
Britannica yer alan makalesinden yaptığı alıntıdır.
285 Ibid., s. 266.
254 Rubin
1. Emek Değeri
Bilindiği gibi, Smith arkasında çok sayıda çözülmemiş sorun ve çelişki
bırakmıştır (Yirmiikinci Kısıma bakınız). Şimdi bunların içinde yer alan en
önemli olanlarını hatırlayalım.
1) Smith’in teorisi, ortaya koyduğu sorunu çok amatörce ele alması ne-
deniyle yöntemsel iki yönlülük içine düşmüştür. Değerin ölçüsünü, değer-
deki niceliksel değişmelerin nedenleriyle karıştırmıştır.
2) Buna bağlı olarak, verili bir ürünün üretiminde harcanan emeği, söz
konusu ürünün mübadelede satın alacağı emekle karıştırmıştır.
4) Smith, belli bir metada cisimleşmiş emeği, bir meta olarak canlı emekle
yani emek gücüyle karıştırmıştır.
5) Smith, emek değeri kanunun (emeğin işlevini değerin bir ölçüsü ola-
rak sürdürdüğü) kapitalist bir ekonomide işlediğini inkâr etme noktasına gel-
miştir.
6) Bir ürünün değerinin farklı gelirler olarak (ücretler, kâr ve rant) ortaya
çıktığı temel büyüklük olduğu biçimindeki doğru bakış açısına dayanarak,
Smith değeri kimi zaman hatalı bir biçimde gelirden türetmiştir.
Ricardo’nun bu sorunların her birine ilişkin doğru bir bakış açısını ha-
yata geçirdiği ve Smith’in çelişkilerini ortadan kaldırdığını söylemek oldukça
uygundur. Bununla birlikte, söz konusu sorunların sadece ilk üçünü ele al-
mış ve bunların üstesinden gelme konusunda başarılı olmuştur. Geriye ka-
lanlara bakıldığında, duruşu esasen doğru olsa da ve Smith’in tutarsızlıkla-
rını yok etmişse de, Smith’in karşılaştığı zorlukları ve çelişkileri gerçek an-
lamda çözmede başarılı olamamıştır.
İktisadî Düşünce Tarihi 273
Smith gibi Ricardo da kâr ve rantı, genel artı değer kategorisi altında bir
araya getirmekten ziyade birbirinden ayrı öz olarak analiz etmiştir. Kârı ha-
talı bir biçimde artı değer için geçerli kanunlarla ilişkilendirmesi nedeniyle
artı değer ve kârı birbirine karıştırmıştır.
3. Üretim Fiyatları
Bu noktaya kadar, Ricardo, Smith’in batık değer teorisinin oluşturduğu
resife çarpmama konusunda üç aşağı beş yukarı başarılı olmuştur. Smith için
de teorik olarak oldukça sıkıntılı bir durum yaratan sermayenin emekle mü-
badelesi sorunu, gerçek anlamıyla kendisi tarafından da çözülememiş ol-
duğu doğrudur. Ancak, bu durumu bir yana iterek, bir bakıma, bu konuda
mündemiç tehlikeleri etkisiz hale getirmiş ve ürünün değerinin kapitalistler
ve işçiler arasında bölüşülmesinin, mübadele edilen ürünlerin nispî değerini
hiçbir şekilde etkilemediğini göstermiştir. Bu argüman tabii ki içerdiği tuzak-
ları gizlemektedir. Örneğin, ücretlerde meydana gelen bir artışın (ve kârın bu
artışa karşılık gelecek bir biçimde azalması), aynı ölçüde mübadele edilen iki
metanın her birini etkileyeceğini varsaymıştır. Bununla birlikte, bu varsayım
sadece tek bir koşul altında haklı görülebilir. Bu koşul ise söz konusu iki me-
tanın üreticilerinin tüm sermayelerini emek gücü satın alımına (yani işçi ki-
ralamaya) yatırmaları ya da değişmeyen ve değişken sermaye arasında eşit
oranda bölüştürmelesidir (Ricardo burada sabit ve dolaşan sermayeden söz
ediyor olsa da, bunun sorun üzerinde etkisi yoktur). Söz konusu üreticiler-
den her bir değişmeyen sermaye (makine, hammadde, v.s.) için 1,000£ ve işçi
kiralamak için de 1,000£ harcarsa, ücretlerde meydana gelen bir artış (%20
diyelim), her iki girişimciyi de aynı etkiyi yaratacak ve emtiasının nispî de-
OTUZBİRİNCİ KISIM
Malthus ve Nüfus Kanunu
Thomas Malthus (1766-1834) soylu bir ailenin çocuğu olarak doğmuş ol-
makla birlikte ailenin mülklerinin mirasçısı olmak yerine rahipler sınıfının
bir üyesi olmayı seçmiştir. Bir papaz ve politik iktisat öğreticisi olan Malthus,
ilk baskısı 1798 yılında yayınlanan Essay on the Principle of Population adlı ça-
lışmasıyla büyük bir ün kazanmıştır. Smith’in öğrencisi olmasına ve birçok
konuda Klâsik okulla aynı çizgide durmasına rağmen sanayi burjuvazisinin
çıkarlarını vurgulayan Klâsiklerin aksine (Smith, Ricardo ve takipçileri) ıs-
rarlı bir biçimde toprak aristokrasisini savunmasıyla özel bir yere sahiptir.
Öncelikle Klâsiklerin ve Malthus’un birçok teorik konuda hemfikir olmadık-
larını görürüz. Klâsikler üretken güçlerin hızlı bir biçimde gelişimini ve üret-
ken olmayan tüketimin azaltılmasını savunur. Malthus üretken olmayan tü-
ketimi ve dolayısıyla da, toprak aristokrasisinin ve malikânelerinde çalıştır-
dıkları hizmetkârlarının varlığının gerekli olduğunu göz önünde bulunmak-
tadırlar. Klâsikler açısından (Ricardo, James Mill, Say) genelleştirilmiş emtia
aşırıüretim ihtimâli anlaşılabilir bir şey değildir (Konuyla ilgili olarak aşa-
ğıda Sismondi’yle ilgili kısma bakınız). Malthus genelleştirilmiş krizlerin
mümkün olduğunu ileri sürmektedir. Uygulamaya yönelik konulara gelin-
diğinde ise Malthus ve Klâsikler arasında ortaya çıkan en büyük karşıtlık mı-
sıra uygulanan gümrük vergileri konusundadır. Klâsikler gümrük vergileri-
nin büyük bir kararlılık içinde kaldırılması talebinde bulunurken, Malthus
söz konusu vergilerin gerekli olduğunu savunmaktadır. Diğer taraftan, ya-
şadıkları çağın İngiliz aristokrasisinin diğer temsilcileriyle birlikte Malthus,
kapitalistler ve işçiler arasındaki ilişkilere burnunu sokan devlet gücüne
karşı duran Klâsik okulun liberal iktisatçılarının karşı olduğu fabrika düzen-
lemelerine ilişkin esaslara daha yakın bir duruş sergilemektedir.
340 William Godwin, An Enquiry Concerning Political Justice, and Its Influence on General Virtue and
Happiness,
341 'Mr. Godwin’in tüm çalışması boyunca yapmış olduğu en büyük hata, sivil toplumda hüküm
süren tüm bozulmaları ve felâketi insan hakları kurumlarına atfetmesidir. Siyasî düzenlemeler
ve müesses mülk idaresi, insanlığı çökerten tüm suçların şer yuvasının kaynağıdır. Gerçek du-
rum buysa, kötülükleri tümüyle dünyadan söküp atma konusunda umutsuzluk söz konusu
olamaz. Böylesi bir amaca ulaşmada akıl doğru ve uygun bir araçtır. Ancak, gerçek olan, insan
hakları kurumları, topluma çok zarar veren malum ve rahatsız edici nedenler olarak görünmesi
ve gerçekte de böyle olmasına rağmen esasında, doğa kanunlarının ve insanlığın ihtiraslarının
bir sonucu olarak ortaya çıkan kötülüğün kökleşmiş nedenleriyle karşılaştırıldığında hafif ve
sunidir’. Malthus, An Essay on the Principle of Population, 3. Baskının yeniden basımı, (London
Ward Lock & Co. 1890), s. 307-308.
OTUZÜÇÜNCÜ KISIM
Ricardo’nun Değer Teorisi Üzerinde Dönen Tartışmalar
Değer teorisi tüm Ricardo sisteminin mihenk taşını şekillendirmektedir.
Bu nedenle, tartışmaların özellikle de 1820-1830 yıllarındaki 10 yıllık dö-
nemde Ricardo muhalifleri ve taraftarları arasında yoğunlaşarak hararetlen-
mesini anlamak kolaydır. Ricardo’nun bizzat kendisi kendisine ait teorisinde
muhalifleri için bir gedik açarak, o noktadan konuya müdahil olmalarını sağ-
lamıştır. Emek değeri kanununu kâr oranlarının eşitlenmesi kanununa nasıl
uydurulacağını bilememiştir (Bölüm 3, Yirmisekizinci Kısıma bakınız).
Ürünlerin üretimine yatırılan sermayeler eşit olmayan zaman süreleri içinde
dolaşırsa (ya da aynı anlama gelmek üzere, farklı büyüklüklerdeki sermaye-
ler aynı zaman süresi için yatırılırsa), özdeş emek harcanarak imâl edilen iki
ürün neden eşit olmayan değerlerde olması gerekmektedir? Ricardo açısın-
dan bu durum, Malthus, McCulloch ve diğerleriyle yapmış olduğu yazışma-
larda sürekli olarak ve aşırı itina göstererek geri döndüğü sıkıntılı bir teorik
soru haline gelmiştir. Bütün samimiyetiyle kendi başına bu soruya tatmin
edici bir cevap bulamamış olmasının kendisini umutsuzluğa sürüklediğini
kabul etmiştir.
356 Malthus, The Measure of Value Stated and Illustrated, (London 1822), s. 12-13 ve devamı. ‘Getirinin
yavaş ya da hızlı etkisi ve sabit ve dolaşan sermayenin farklı oranları Mr. Ricardo tarafından
farklı bir biçimde hesaba katılmıştır. Ancak, son baskısında (3., s. 32), bunların miktarını hafife
almıştır. Bunlar hem teorik ve hem de uygulama açısından emtianın, harcanan emek miktarına
göre mübadele edilmesine ilişkin durumu tamamıyla ortadan kaldırabileceği önemlidir. An-
cak, kimsenin emtiaya harcanan farklı emek miktarlarının değerdeki farklılığına neden olacak
güçlü bir kaynak olduğunu belirtmediğinin farkındayım’.
Malthus’un Definitions in Political Economy, (London, 1827), s. 26-27 adlı kaynağında daha iyi
bilinen bir ifade de yer almaktadır. ‘Şimdi bu ifade [emtianın, onun üretilmesine ilişkin olarak
322 Rubin
Torrens ve Bailey aynı zamanda emek değeri teorisinin kapitalist bir eko-
nomiye uygulanamayacağını da ileri sürmüştür.
359 Mill’in temel eseri Elements of Political Economy, (1821)’dir. Felsefe tarihi üzerine çalışmaları da
buunmaktadır.
360 Principles of Political Economy, (1825), en önemli çalışmasıdır.
OTUZDÖRDÜNCÜ KISIM
Ücret Fonu
Görmüş olduğumuz gibi, Rikardiyen okul sınırları içinde olan ve kendi-
lerini Ricardo geleneğinin gerçek muhafızları olarak gören Mill ve McCul-
loch bile esasen emek değer teorisini vulgarize etmiş ve saptırmıştır. Bundan
daha aleni bir biçimde ortada duran husus ise Klâsik teorisinin bölüşüm yani
burjuvazinin sınıf çıkarlarına oldukça dar bir çerçevede ve vakit kaybetmek-
sizin bağlanan bir soruna ilişkin tartışmalar sırasında vulgarize edilme süre-
cidir. Burada, kâr teorini ele almak amacıyla, Post-Rikardiyen çağda ücret te-
orisinin biyografisine bakacağız.
İsviçre’de hemen hemen sessiz ve sakin bir hayat sürdürmüş olan Si-
monde de Sismondi (1773-1842)411, söz konusu ülkede refah içinde yaşayan
köylülerin pederşahi varlığı ve zanaatkârlar arasındaki karşıtlık ve İngiltere
kapitalizminin çılgınca gelişimi ve bunun köylüleri yerinden yurdundan et-
mesi, dokumacıların düzenini bozması ve fakirliğin ve işsizliğin artmasının
gözler önüne sermiş olduğu resim karşısında şoke olmuştur. İngiliz sanayi-
sini sallayan 1815 ve 1818 krizleri, fabrika sahiplerini harap etmiş ve işçileri
410 Sismondi’nin Nouveaux Principes D'economie Politique adlı kitabının İngilizce çevirisi yoktur.
Nouveaux Principes‘ın (1827) ikinci baskısından yapılan alıntılar, M. Miguel’in Political Economy
and the Philosophy of Government, (London, 1847) adıyla yayınladığı Sismondi koleksiyonuna
dâhil edilen İngilizce çevirisinden yapılmıştır. İkinci baskının ilk cildinde yer üç makale, Sis-
mondi’nin 1819 ve 1824 yılları arasında McCulloch Ricardo ve Say’e vermiş olduğu cevabî ya-
zılardır. Bu daha sonraları, I. ciltten yapılan alıntıların yer aldığı Calmann-Lévy (Paris 1971)
modern baskısında yeniden yer almıştır. II. Ciltten yapmış olduğum alıntılar 1819 baskılı
Nouveaux Principes adlı kitaptandır.
411 İktisat üzerine yazmış olduğu temel iktisat çalışmaları Nouveaux Principes D'economie Politique
(1819) ve Etudes sur L'econontie Politique‘tir (1837). Bunlara ilâveten, tarih konusunda dikkat
çeken çalışmaları da mevcuttur. L’Histoire des Républiques Italiennes dans le moyen âge, L'Histoire
des Francais ve diğerleri.
354 Rubin
bir dilim kuru ekmeğe muhtaç hale getirmiştir. Bu durum Sismondi’yi derin-
den etkileyip, o zamana kadar benimsediği Klâsik teorinin geçerliliği konu-
sunda şüpheye düşmesine neden olmuştur. Nouveaux Principes D'economie
Politique (1819) adlı kitabında, Klâsiklerin ‘ortodoks doktrininden’ kesinkes
uzaklaşmış ve kapitalist sistemin çelişkilerini ve yarattığı felâketlere ilişkin acı
resmi ortaya koymuştur.
438 Ravenstone’un temel çalışması 1821 yılında yayınlanan A Few Doubts as to the Correctness of
Some Opinions Generally Entertained on the Subject of Political Economy’dir. Thomas Hogskin 1787
yılında doğmuş ve 1869 yılında ölmüştür. Labour Defended, (1825), Popular Political Economy,
(1827) ve The Natural and Artificial Right of Property Contrasted, (1832) temel çalışmalarıdır.
439 William Thompson 1785 yılında doğmuş ve 1833 yılında ölmüştür. Inquiry into the Principles of
the Distribution of Wealth Most Conducive to Human Happiness, (1824) ve Labour Rewarded, (1827)
temel çalışmalarıdır. John Gray 1798 yılında doğmuş ve 1850 yılında ölmüştür. Social System,
(1831) temel çalışmasıdır. Labour's Wrongs and Labour's Remedy, (1839) ise John Bray'in temel
çalışmasıdır.
366 Rubin
1. Merkantilizm
Feodal ekonominin ve gilte bağlı zanaatın çözülmesini hızlandıran mer-
kantilist politika, ticarî burjuvazi ve tüccar sermayesinin çıkarlarına tekabül
etmektedir. Temel amacı, dış ticaretin (gemicilik ve yünlü mamuller gibi ih-
raç sanayileri gibi) hızlı gelişimini teşvik etmek, sonrasında doğal ekonomi-
den para ekonomisine geliştirerek özellikle ülkeye değerli maden girişini
destekleme yönünde çaba göstermek olmuştur. Bu nedenle, merkantilist lite-
ratürün dikkatini birbiriyle yakından ilgili iki sorun üzerinde toplaması an-
laşılabilir bir husustur. 1) Dış ticaret ve ticaret dengesi ve 2) Paranın dolaşı-
mının düzenlenmesi. Bu sorunları çözmeye yönelik üç dönem kendini gös-
termektedir. a) Erken merkantilist dönem, b) gelişmiş merkantilist dönemi
ve c) antimerkantilist karşıtlığın başlaması.