You are on page 1of 133

CİPOLLA

Dünya Nüfusunun
İktisat Tarihi
Çeviren:
Mehmet Sırrı Gezgin

ÖTUKEN
YAYIN’ NU: 246
KÜLTÜR SERİSİ: 66

Bu kitap, y* zarın
The Economic History o f World Population
isimli kitabının tercümesidir.

1. Basım: 1980

ISBN 975-437-85-0

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş,


KJodfarer Cad. 40/7 Divanyolu-îsianbul
Tlf; 516 23 63 - Faks: 516 23 79

Kapak Düzeni: Nur-Olcay Okan


Kapak Baskısı: Birlik Ofset
Dizgı-Tertip; Çevik Dizgi
Baskı: Şefik Matbaası
Cilt: Yedigün Mücellithancsi
İstanbul-1992
İÇ İN D E K İL E R

Birinci Baskıya Ö n sö z............................................................................................... 7


Üçüncü Baskıya Önsöz............................................................................................. 8
Beşinci Baskıya Ö n söz.......................... .......................... ..................................... 8

RirincI Bölüm

İki D evrim ............................................................... ....................................................9


Ziraat D evrim i............................. ................................................................... 10
Sanayi D evrim i................ ................................*............... .............................. 18
Nasıl Bir D evrim ?.......................................... .................................-.............. 23

İkinci Bölüm

Enerji K a yn a k la n .......................... ........ ......................................................- ...... 25


Enerjinin D önüştürülm esi........................ .........................................................27
Ziraat D evrim i.............................................................................................. — 33
Sanayi D ev rim i........................ ........................ ........................ .........................43

Üçüncü Bölüm

Üretim ve T ü ketim ............. ....... .......... ................... ................................. .......... 55


Ziraî Toplun».................................... ......... ........... ..................................... . 56
Sanayi Toplum u............................... ............ .............. ...................... ........ . 58
D ördüncü Bölüm

Dof um vt Ölüm....... —. 71
Ükd Toplum ............ 71
Zirai Toplumlar....... . 73
Sanayi D evrim i...— .76
Doğum ve O lum ..... 83

Beşinci Bölüm

Ne Kadar Kalabalık?..... .................................... .91


Nüfus Amşı ve Hayat S eviyesi....................... 91
Ziraat Devrimi.................. ................. .............. 95
Sanayi D evrim i................................................. . 98
Avrupalılaşın Dünyaya Y ayılm ası................ . 99
Artan Nüfusa Besleme..................................... 101
Nüfus Ne Kadar O lacak?................................. 104

Altıncı Bölüm

107
............................................. 109
D»ha Nereye Kadar G idebiliriz?............... -...................................................
110
İroanm Biyolojik Geçmişi.................................. .......................................
113
Sayı mı. Kalite m i?......................................................................................

Notlar..... .........................^ ........................................................................... 117


125
Bibliyografya......... ..........................................................................................
Birinci Baskıya Ö nsöz

Sanayi Devrim i'nin başlıca sonuçlarından biri, nakli-


yenin hızlı ve ucuz hale gelmesidir. Mesafeler şaşılacak bir
tem poda kısalm aktadır. D ünya günden güne daha küçük
hale gelm ekte, binlerce yıldanberi biribirine kapalı kalmış
toplum lar hızla biribirleri ile ilişkiye, hatta çatışmaya gir­
m ektedirler. İlgili olduğum uz her alanda, ekonomiden po­
litikaya, askerî stratejiden sağlık teşkilâtına kadar her konu­
da yeni bir görüş açısı edinm ek zarureti ile karşı karşıyayız.
Bir zam anlar, insanlar yaşadıkları şehir veya bölge çerçeve­
sinde düşünm ekten kurtu lu p millet seviyesine ufuklarını
genişletm ek zorunda kalm ışlardı. Bugün de kendimizi ve
düşüncem izi dünya ölçüsüne uyarlam am ız, yükseltmemiz
gerekm ektedir. İngiliz filozofu Bertrand Russell'in dediği
gibi "Dünya art\k, sadece astronomi bilgini için değil, sokaktaki
adam için de tek bir bütün haline gelmiştir
Bu kitap, işte bu açıdan, dünyanın tek bir bütün oldu­
ğu açısından bakarak, insanlığın, m addî ihtiyaçlarını karşı­
lama yolundaki ilerlemelerini, hayat seviyesinin yükselme­
sini ve nüfusundaki büyüm eyi anlatm ak am acındadır. İn­
sanlığın b u g ü n karşı karşıya bulunduğu nüfus patlaması,
enerji ihtiyacının artması, teknik bilgilerin yayılabilmesi ve
en d üstri toplum unda eğitim in rolü gibi son derece hayatî
bazı meselelerde de aynı görüşle, yani, dünyanın tek bir bü­
tün olduğu açısından bakm ağa çalıştım.
8/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Böyle bir kitabı yazmak, şüphesiz çok iddialı bir işti.


Ama, bilgin dostlarla m eslekdaşlanm dan bol bol yararla­
nabileceğime güvenerek işe başladım ve doğrusu onları iyi­
ce de söm ürdüm . En ünlü bilginler arasında söm ürüm e
kurban olanları sıralayayım: Miss Phylis Deane, G regory
Grossman, Alexander G ershenkron, Harvey Leibenstein,
Martin Hofbaum ve H enry Rosovsky. A dam Pepelasis ile
George Richardson müsveddeyi baştan sona gözden geçir­
diler ve son derece değerli eleştiri ve uyarılarını lütfettiler.
Dostum John Guthrie ve John Scott, öğrencilerim Victoria
Chick, Elizabeth Conner, VValter Abbot, Harold Jackson ve
Hans Palmer dil konusunda yardım larım esirgem ediler.
Sekreterim Franca Zennaro öylesine çalıştı ki, kölelik çağı­
nın hâlâ bitmemiş olduğuna iyice kanaat getirdi. H epsine
şükranlarımı sunmak isterim. Ama hem en ilâve etmeliyim
ki bu kitapta ileri sürülen görüşlerden hiçbiri sorum lu de­
ğildir.
Berkeley, California, 1960

Üçüncü Baskıya Ö nsöz

Kitapta yer alan bazı istatistiklere, arad an geçen za­


m an içindeki değişmeleri eklemek hususunda, yardım ları­
nı lütfeden dostlarım Lennart Jorberg ile V. Paretti'ye şük­
ranlarımı sunm ak isterim.
Pavia, İtalya, Tem m uz, 1965

Beşinci Baskıya Ö nsöz

Beşinci baskı için kitap baştan aşağı gözden geçirildi


ve bugüne kadar biriken yeni veriler de eklendi. Tavsiye ve
y ard ım ların ı esirgem eyen Miss M ary Bergen, M r. W.
C ham berlain, Prof. Kwang-Chih C hang ve Prof. G regory
G rossm an’a teşekkür etm ek isterim.
Berkeley, California, 1969
Birinci Bolüm

İK İ D E V R İM

Güneş sisteminde dokuz ana gezegen mevcuttur. Bun­


lardan biri de dünyamızdır; gezegenler arasında Güneş'e en
yakın olanlardan biridir; çapı itiban ile en küçükler arasın­
dadır, kütle yoğunluğu en yüksek olanlarından biri, belki de
en yüksek olanı odur.
Dünya, adına hayat dediğimiz ince bir maddî zarla ör­
tülüdür. "Bu zar son derece incedir. Öyle ki, ağırlığı, dünya­
mızın ağırlığının m ilyarda birinden fazla değildir. Bu zar
öylesine incedir ki, başka gezegenlerden bakan gözlemciler
olsaydı, onu çok zor farkedebilirlerdi. Hele başka kehke-
şanlar (galaxy) dan bakanlar hiç bir şekilde göremezlerdi.
Bu öylesine ince, yumuşak ve hassas bir zardır ki, en ufak
bir semavî hareket onu bir anda yok etmeye yeter. Bununla
beraber sürekli değişmeler içinde bu zar, dünyamızın teşek­
külünden bu yana geçen zamanın çok büyük bölümü içinde
varolagelm iştir."1
İnsan, bu ince, canlı örtünün bir parçasıdır. Ama çok
geç zuhur etmiştir. İnsan ortaya çıktığı zaman böcekler 450
milyon yaşında idi. Çenesiz balıklar 400 milyon, akrep 350
milyon, iskeletli balıklar 300 milyon, amphibiicr 270 m il­
yon, sürüngenler 250 milyon, kanatlı böceklcr 225 milyon,
10/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

çekirgeler 215 milyon, kuşlar 140 milyon, keseli hayvanlar


da 80 milyon yaşında idiler2. İnsan, Homo Sapiens dediği­
miz bugünkü şekli ile, aşağı yukarı 500.000 yıl önce ortaya
çıktı. İnsan zuhur ettiği zaman bir çok canlı türü çoktan yer­
yüzünden silinmişti. Bugün hâlâ yaşayan diğer canlı türleri
ise çok, çok uzun zamandanberi dünya üzerinde yaşamaya
devam ediyorlardı.

Z ira a t D e vrim i

İnsan, binlerce yıl yırtıcı hayvanlar gibi yaşadı. Uzun


bir zaman boyunca avlanarak, balık tutarak, yabani meyva-
lar toplayarak ve hatta kendi hemcinslerini katlederek haya­
tını sürdürecek besinleri sağlamaya çalıştı. Eski Sümer me­
tinlerinden biri, o çağa atıfda bulunarak, şöyle der: "İnsan,
yaratıldığı zam an, ne ekmeği, ne de elbiseyi biliyordu.
Ayaklanyla birlikte ellerini de yürümek için kullanırdı. Ko­
yunlar gibi otlan ağzı ile koparıp yer, suyu da ırmaktan aynı
şekilde içerdi."3. Zamanla, taş yontma, bazı silahlan imal et­
me, ulaşım araçlannı yapma gibi yeni teknik ve maharetler
keşfedildi vc geliştirildi. Ama bütün bu yenilikler toplayı­
cılığa dayanan ekonomi çerçevesinde kalıyordu. Bu maha­
ret ve yenilikler insanın vahşi hayvanlan avlamasına, balık
tutmasına ve hemcinslerini öldürmesine yardımcı olmaktan
öte bir özellik taşımıyordu. "İnsan, hayatının bilinen süresi­
nin % 99’unda tam manası ile ilkel düzeyde, vahşi hayvan
avcısı ve yabanî meyva, sebze toplayıcısı olarak kalmıştır."4
Dünyanın bazı yerlerinde, ilk büyük İktisadî devrimin
doğm ası, yani ziraatın bulunması ve hayvanların ehlileşti­
rilm esi, çok yenidir.
Yakındoğu'da, ziraat ve hayvancılığın başlaması M.Ö.
10.000 yıllarından sonradır5. Günümüzde, Milat'tan önceki
çağları iki büyük safha halinde ele almak âdet olmuştur:
Y aklaşık olarak M.Ö. 9000 ilâ 7000 arası Neolitik çağın
Dünya Nüfusunun İktisat TarihıM 1

başlangıç dönemi (Proto-Neolitik safha) ve M.Ö. 7000 ilâ


5500 arası da Neolitik çağ olarak adlandırılır. İktisat tarihi
bakımından, besin toplayıcılığından besin üreticiliğine ge­
çiş demek olan Neolitik devriminin, işte bu Neolitik öncesi
olarak nitelenen dönemde ortaya çıktığını gösteren belirti­
ler mevcuttur. Neolitik çağa gelindiği zaman çiftçilik ve
hayvancılık bir hayli ilerlemiş ve ziraatçı köy topluluğunun
ilk örnekleri tamamlanmış bulunuyordu. Bu konuda, başlı­
ca bulguların bir bölümünü şöyle özetleyebiliriz: Ehlileşti­
rilmiş koyun kemikleri, Zagros dağlan eteklerinde, Şenidar
mağarasında bulunmuştur. Radyo-karbon metoduna göre
bu kalıntıların tarihi M.Ö. 8500 civan olarak belirlendi. Ay­
nı tarihlerde, Kerim Şehir ve Zavvi Şnemi Şenidar'da açık
alanlarda yaşayan insanlar vardı ve bunlar da koyunu
ehlileştirmişlerdi6. Zagros Dağı’nm iç eteklerinde yapılan
kazılar, Kuzey Irak'm Cermo bölgesinde çiftçilikle uğraşan
bir köy bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu köy, muhteme­
len, M.Ö. 7000 ilâ 6500 arasında meskûn bulunuyordu7.
Cermo'da yaşayanlar, keçiyi ehlileştirmiş, arpa ile birlikte
iki değişik cins buğday da yetiştirmişlerdi8.
Filistin'in Lût gölü vadisinde, Eriha vahasında yapılan
kazılar, Neolitik çağın başlangıcına ait çok sayıda kalıntılar
ortaya çıkarmıştır. Bu köyün etrafı, genişliği 1.88 m, yük­
sekliği bazı noktalarda 3.66 m'ye ulaşan, bir taş duvarla çev­
rilidir. Duvann iç cephesinde boyu 9.14 m kadar, hâlâ ayak­
ta duran mahrutî bir kule yükselmektedir. Radyo-karbon
metoduna göre köyün kuruluş tarihi M.Ö. 8000'den sonra
olmalıdır. Kule ve kale duvarlannın da M.Ö. 7000 yılında
yapıldığı anlaşılmaktadır9.
Anadolu yaylasında, Hacılar’da, Neolitik çağdan kal­
ma bir yerleşim yerine ait kalıntıların, radyo-karbon meto­
duna göre M.Ö. 7000 yılma kadar çıktığı tesbit edilmiştir.
Bu tarihten 500 yıl sonra, Neolitik çağın büyük bir şehri Ça­
tal Höyük’te doğmuş bulunuyordu10. (Bkz. Şk. 1-a)
12/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Güney-batı Asya'da, arkeolojik araştırmalar, öylesine


hızlı biçimde devam ediyor ki; bu alanda yayınlanan kitap­
lar, çok kısa zamanda eskimiş hale geliyor11. Bununla bera­
ber, yerleşik hayatın ilk örneklerinin, M.Ö. 9000 ilâ 7000
yıllan arasında Güney-batı Asya'da doğmuş bulunduğu, ol­
dukça güvenilir şekilde söylenebilir. Bu hadise, muhteme­
len ilk ehlileştirilen hayvan türlerine ait cedlerin yoğun bu­
lunduğu yerlerde, yeni bir sıcak iklimin başlaması yüzün­
den, insanlann başlıca gıda kaynağı olarak bu türe yoğun bi­
çimde yönelmeleri sonucu ortaya çıkmıştır denebilir12.
Amerika kıtasında, dört bölgede kazılar yapıldı. Bu
bölgeler, Güney-batı Amerika, Güney Tamaulipas bölgesi,
Tehuacan Vâdisi ve Peru sahilleridir (Bkz. Şekil 1-b). Bitki­
leri yetiştirme alanında ilk denemeler, Orta Amerika'da
Dünya Nüfusunun İktisat Tarıhı/13

muhtemelen M.Ö. 7000 ilâ 5000 yıllan arasında başlamış­


tır. Ama yetiştirmenin önemli boyutlara varması ancak
M.Ö. 5000 yıllarından sonra oldu. Peru sahillerinde ise
M.Ö. 4000 yıllarından sonradır13. Amerika'daki gelişmeler,
Yakındoğu'dakilerc oranla, hem çok geç, hem de son derece
yavaş olmuştur. Tehuacan Vâdisi'nde, bitkilerin yetiştiril­
mesi işi, M.Ö. 5000 ilâ M.Ö. 3500 arasında kesinlikle başla-

Şekıl 1-b. Amerika kıtasında ziraatın ilk doğduğu er


14/Dünya Nüfusunun İktisat TariN

mış olduğu halde, halkın sofrasında yabani bitkilerden sağ­


lanan besinler M.Ö. 2300 yıllarına kadar % 70 civarında bir
yer tutmuştur. Bu bölgede gıda üretiminin etkinlik kazan­
ması ve köy ziraatının doğması M.Ö. 1500 yıllarına kadar
mümkün olamamıştır14. Peru'da köylerin birer yerleşim
merkezi haline gelmesi M.Ö. 750'den sonradır1s.
Maamafıh Orta Amerika'da Neolitik devirde yaşayan
halk, insanlığın bildiği en verimli bitkilerden biri olan mısın
ilk defa yetiştirmek şerefini de kazanm ıştır. M eksiko
City'nin kuzeyinde ve bizzat şehrin içinde kalıntıları bulu­
nan en eski mısır koçanlannın tarihi M.Ö. 3000 yılına kadar
çıkar. Tehuacan Vâdisi'nde bulunmuş olan koçanlann tarihi
ise M.Ö. 5000 olarak tesbit edilmiştir16. Peru'da Orta Ameri­
ka’nın tesiri ile başlayan mısır ekimi M.Ö. 1400 yıllannda
görülür17.
Amerika'daki bu gelişmelerin kaynağı nedir? Ziraati
Neolitik çağda gelen göçmenler mi getirmiştir Amerika'ya?
Yoksa, orada yaşayanlann kendi buluşlan mıdır? Bilginler,
Amerika yerlilerinin kendi buluşlan olduğu fikrine daha
çok ihtimal vermektedirler.
Ama, Doğu Asya için ne diyeceğiz? Neolitik çağın zi­
raat devrimi Yakındoğu'dan başlayarak doğuya doğru ya­
yılmıştır, bunda şüphe yoktur. Hazar Denizi'nin güney kıyı­
larında yaşayan insanlar, M.Ö. 5800 yıllannda koyun ve ke­
çiyi ehlileştirm işlerdi. Aynı bölgenin insanları M .Ö.
5300’de çanak çömlek yapmayı biliyor, hububat ekiyor, do­
muz ve daha sonralan sığır besliyorlardı18. M.Ö. 5000 yılla-
nna doğru, Neolitik devrim Güney Türkm enistan'a varm ış
bulunuyordu. İran’dan Seyistan ve Helmand Vâdisi yolu ile
Kuzey Belucistan'a, M.Ö. 3500'den önce ulaşmış bulunu­
yordu19. M.Ö. 2000 civannda Hindistan'ın büyük bölüm ün­
de hayvancılık ve ziraat başlamış durum da idi20. Doğu A s­
ya'da, Çin’in durumu aydınlatılabilm iş değildir. Ziraat ve
hayvancılık Çin'e Batı’dan gelen göçm enler tarafından mı
Dünya Nüfusunun Ikösat Tanhvl5

getirildi? Yoksa, Çin'in kendi buluşu mudur? Pek belli de­


ğildir. Her iki ihtimal de aynı derecede variddira . Neolitik
kültürün Çin’de ilk belirgin örneği, adım Honan eyaletinin
batısındaki bir köyden alan, Yang-Shao kültürüdür. Bu kül­
tür, M.Ö. 5000 yıllarında, hatta muhtemelen daha önce,
doğmuştur. Tayland'ın kuzcy-batısmda, Burma kıyıların­
da, Mae Hongsonun 60 km kuzeyinde. Spirit Cavc'de yapı­
lan kazılar, bitki yetiştirmenin M.Ö. 7500 yıllanna ait izleri­
ni ortaya koymuştur. Bununla birlikte, Spirit Cavc’deki bu­
luntular da bütün Uzakdoğu'da tarla ziraatinin ilk defa
Çin’in Lacss bölgesinde doğmuş olduğu tezine aykırı, her­
hangi bir kesin kanıt da mevcud değildir22. Müphem varsa­
yımlardan kurtulmamız için daha birçok arkeolojik araştır­
maların yapılması gerekecektir. Japonya'daki gelişmeler.

Batı Asya
E ge ve Akdeniz
Mısır
Balkanlar, Donub Vadisi ve Güney Rusya
Güney İtalya
İberia, Fransa. İsviçre Gölleri
Hindistan
Uzak Doğu
Battık Bölgesi
Britanya Adalan
«000 7000 6000 5000 4000 3000 2000 1000
M.Ö.
L- I Ziraatın başlangıcı
Metal kullanımının gelişimi.

Şek. 2. Ziraat Oevriminin yayılması.

Çin'dekine nazaran daha sonradır. Japonya'da köy toplumu-


nun teşekkülü, pirinç ekim inin girmesi ve Yayoi Kültü-
rii'nün başlaması ile görülür ki bu da M.Ö. 3. yüzyıldan önce
değildir23.
A frika vc Avrupa'ya, Devrim, Yakındoğu'daki merke-
16/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

zinden gelmiştir. Nil Vâdisi'nde, Feyum gölü kıyısında ya­


pılan kazılar, M.Ö. 4300 yılından kalma hububat ambarlan­
ın ve silolarını ortaya çıkarmıştır. Devrim, Nil boyunca ya­
vaş yavaş güneye doğru ilerleyerek M.Ö. 3700'de Naka-
da'ya, muhtemelen M.Ö. 3200 civarında Sudan'da Shahe-
inab'a ve M.Ö. 3000 yıllannda da Kenya'da Hıraks Dağı
bölgesine ulaşmıştır24. Nil'in kaynaklanndaki büyük batak­
lıklar, güneye doğru olan yayılmayı tamamen durdurmasa
da, büyük ölçüde yavaşlattı. Afrika’da sahranın güneyinde
kalan bölge, ne gıda üretiminde ne de ekonominin diğer ileri
şekillerinde hiçbir önemli katkıda bulunm uş değildir.
Afrika'nın batısında, bitkilerin ekilmesi ve yetiştirilmesi
M.Ö. 1000 yıllanna kadar tam bir gıda üretimi boyutlan ka­
zanmış değildir25. (Bkz. Şk. 2)
Ziraat Devrimi Avrupa'ya, Yakındoğu'daki ilk merke­
zinden yayılarak gitmiştir. Yeni hayat tarzının B atı’yı
istilâsı Akdeniz ve Tuna yolu ile olmuştur26 (Şekil 3-a). Zi-
raate dayanan ekonomi, Balkanlar, İtalya, Fransa, İspanya,
Macaristan, İsviçre, Almanya, Hollanda, Danimarka, Bri­
tanya Adalan ve İskandinavya bölgelerinde M.Ö. 4500 ilâ
2000 yıllan arasında yerleşmiştir. M.Ö. 1500 yıllannda sırf
avcılığa dayanan ekonominin hüküm sürmeye devam ettiği
tek bölge Norveç kıyılanndan başlıyarak A vrupa-Asya kı-
talannm kuzeyinde uzanan tundralarla etrafındaki ormanlık
alanlardan ibaretti27.
Ziraat Devrimi zamanla bütün dünyaya yayılmıştır.
Avcılık giderek her bakımdan m aıjinal, kenara itilm iş bir
faaliyet haline gelmiştir. "Avcılıkla geçinenlerin b îr bölü­
mü, Güney Afrika'daki Buşmenler ile A vustralya'da Ben-
gal Körfezi'nde, Güney Amerika'nın en güney ucunda yaşa­
yan yerliler gibi gerçekten dünyanın hücra ve erişilmez yer­
lerinde kalmıştır. Bir bölümü de, ellerinde bulundurduktan
kaynaklan ve topraklan kimse istem ediği için günüm üze
kadar yaşamışlardır. Kalahari Çölü'nde Buşmenler'in iltica-
# 5200 M.Ö.

Şekil 3-a. Ziraatın Güney-Batı Asya'dan Avrupa’ya yayılması.


Tarih işaretleri Radyo-Karbon metoduna dayanılarak düzenlenmiştir.
Şekil 3-b. Ziraat Devrimi'nin Avrupa’ya yayılması.

gâhlannda yahut Sibirya ve Amerika'nın kutuplara yakın ıs­


sız alanlarında yaşayanlar bunlar arasındadırlar28.
Milât'ın 1780 yılına gelindiğinde avcılık, insanlığın
hemen hemen tümü tarafından çoktan terkedilmiş ve yerini
çiftçiliğe bırakmış bulunuyordu.

Sanayi Devrimi

İkinci Devrim, 18. yüzyılın sonlarında doğan Sanayi
Devrimi’dir29. Beşiği İngiltere olan bu İkinci Devrim’in ya­
yılması çok hızlı oldu. 1850'de Belçika, Fransa, Almanya ve
Amerika Birleşik D evletleri’ne girm iş bulunuyordu.
1900'de İsveç, Kuzey İtalya ve Rusya'ya ulaştı. M ilât’tan
önceki yüzyıllarda Çin’den ziraat devrimini alm akta çok
geç davranmış olan Japonya, Milât'ın 20. yüzyılında Sanayi
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/19

dcvrimini gerçekleştiren ilk Asya ülkesi oldu. Sanayi Dev­


rimi 1950'den sonra Hindistan, Çin, Güney Amerika vc Af­
rika'ya yayıldı.

Tablo 1 - Bazı ülkelerde 1850, 1900 ve 1950 yıllarında


faal nüfusun ziraatlc çalışan bolüm ü, % olarak

AFRİKA 1850 1900 1950


Cezayir 81
Mısır 70 65
Fas 67
Güney Afrika 60 33
Tunus 70

AMERİKA
Arjantin 25
Brezilya 61
Kanada 42 20
Mexika 70 61
A.B.D. 65 38 13

ASYA
Çin 70
Hindistan 74
Japonya 71 48
Malezya 65
Pakistan 80
Tayland 86

AVRUPA
Avusturya 60 33
Belçika 50 27 12
Çekoslovakya 38
Danimarka 49 47 25
Fransa 52 42 30
Almanya 35 24
İngiltere 22 9 5
Yunanistan 48
İrlanda 48 45 40
İtalya 60 42
Hollanda 44 31 20
Norveç 65 41 26
Polonya 82 77 57
20/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Portekiz 65 48
İspanya 70 68 50
İsveç 65 54 21
İsviçre 35 16
Türkiye 86
Yugoslavya 78

OKYANUSYA
Avustralya 25 22
Yeni Zelanda 30 18
S.S.C.B. 90 85 56

Tablo 2 • K ıtalar itibarı iie 1900 ve 1950'de faal


nüfusun zıraatte çalışan bölümü, % olarak

1700 1800 1900 1950


Avrupa 51 39
Kuzey Amerika 38 13
Lâtin Amerika 54
Güneydoğu Asya 76 75
Kuzey Afrika 73
Rusya 80 45
Dünya 81 79 70 60

Kaynak: Bairoch and Limbor, 1968; Bairoctı, 1971, s. 965.

Sanayi Devrimi yerleştiği her toplumda öylesine bü­


yük yapısal değişmelere yol açmıştır ki; neticede ekonomi­
nin hâkim üretken sektörü olarak ziraatın yerini sanayi al­
mıştır. Ziraatla uğraşanlann sayısındaki artış durmuş ve
hatta hızlı bir gerilem e başlam ıştır. B ütün dünyada
1700’lerde faal nüfusun % 80’den fazlası zıraatte çalışıyor­
du. Bu oran 1950'de % 60 civarına düşmüş bulunuyor (Bkz.
Tablo 1 ve 2) ve hızlı bir biçimde de düşmeye devam etmek­
tedir. Ziraatte çalışanların faal nüfus içindeki oranının, av­
cılıkla geçinenlerin 1780’lerdeki oranına kadar düşeceği
günler hiç de uzak görünmüyor.
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/21

1750 1800 1850 1900

Sanayileşmenin Başlangıcı

Ziraatte çalışanlar nüfusun % 21 ile 40’ı kadar

Ziraatte çalışanlar faal nüfusun % 20'sinden az

Şekil 4. Sanayi Devrimi'nin Yayılması.

Sanayi, ekonomide hâkim sektör olma yolunda bulun­


makla beraber, gelecek dünyada yaşayacakların çoğunluğu
sanayi işçilerinden ibaret olacaktır, denilemez. Ziraî top­
lumda faal nüfusun büyük çoğunluğu ziraatte çalışırdı. Sa­
nayi toplum unda ise fiilen sanayide çalışanlar böyle bir ço­
ğunluk olmaktan çok uzak bir oran içinde, faal nüfusun %
30 ilâ % 50'si arasında bulunmaktadır. Kalan bölümün
önemli bir kısmı idare, bankacılık, sigortacılık, serbest mes-
22/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Şekil 5. Nüfusun ziraate göre dağılımı. 1930

lekler vb. gibi iktisatçılarla istatistikçilerin, daha iyi bir isim


vermedikleri için "üçüncü sektör" diye adlandırdıktan, her
türlü hizmet şubelerinde çalışmaktadır30. Hatta otomasyo­
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/23

nun gelişmesi, faal nüfusun sanayide çalışacak bölümünü,


muhtemelen daha da azaltacaktır31.

N asıl Bir D evrim ?

Tarihte sık sık görülen değişmelerin bir kısmını, tarih­


çiler genellikle devrim diye niteleyerek gereğinden fazla
büyütürler. Onlara göre tarihî zamanlann başında şehirlerin
doğuşu bir "devrim”dir. 11. yüzyılda Avrupa ticarctinde gö­
rülen canlanma da "devrim" olarak nitelenmiştir. 11. yüz­
yılda Hollanda'da "Bir nevi sanayi devrimi"ndcn söz edile­
bileceği ileri sürülmüş, 13. yüzyılda İngiltere'nin "Bir sana­
yi devrimi"ne sahne olduğu söylenmiştir. Ama bizim baktı­
ğımız açıdan, bunlann hiçbirine devrim denemez. Bunlar
elbette bazı değişmelere yol açmış hadiselerdir; ama doğ-
duklan toplumda köklü ekonomik değişmelere yol açma­
mışlardır. Meselâ ilk şehirlerin teşekkül etmesi, mevcut
ekonominin ziraatçı karakterinde önemli bir değişmeye yol
açmıştır. Yeni doğan şehirler, ziraî ranüann toplandığı birer
merkez olarak, ziraî cemiyetin biraz daha karmaşık bir nite­
lik kazanm ası dışında, bir önem taşımaz. Profesör
Frankfort'un da belirttiği gibi, "şehirle köy arasındaki fark­
lılaşma, kırsal hayat tarzı ile şehir hayatı arasında gördüğü­
müz büyük uçurum sanayi devriminin bir sonucudur."32.
Ortaçağ uzmanlan, tüccarlar, bankerler, dokuma imalatçı-
lan ile şehir hayatı hakkında öyle heyecanlı bir üslup içinde
ustalıkla tasvirler yapmaktadırlar ki, ziraatın, Ortaçağ ın en
gelişmiş toplumlannda bile ezici bir üstünlüğü olduğu ger­
çeği gözden kaçmakta, aydmlann, hatta bizzat Ortaçağ uz­
manlarının da bu gerçeği unutmalanna sebep olmaktadır.
Oysa o devirde faal nüfusun ancak küçük bir bölümü ticaret
ve sanayide çalışıyordu. Üstelik bu ticaretin büyük bölümü
de ziraî ürünlerle alâkalı idi. Parlak tasvirleri yapılan o ünlü
bankerlerle tüccarlar, aynı zamanda toprak sahibi idiler, es­
24/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

naf ve gemicilerin çoğu da zamanlarının bir bölümünü çift­


çilikle geçiren köylülerdi. Nihayet, Ortaçağ'da, kullanılan
eneıjinin de en büyük bölümü, biraz aşağıda göreceğimiz
gibi, ziraattan kaynaklanıyordu.
Milât’tan önce 7000 yıllarında doğan Ziraat Devrimi
ile Milât'm 18. yüzyılında doğan sanayi devrimi tarihin akı­
şında derin değişmeler meydana getirmişlendir. Bu devrim-
lerin her ikisi de tarihte yeni bir çağın başlangıcı olmuşlar­
dır, bir öncekinden kökten ve belirgin biçimde farklı bir ta­
rihin. Mağara insanından eski Mısır'ın piramidlerini ya­
pan insana geçiş nasıl bir sıçrama ise, geçmişin çift süren
adamından, nükleer bir merkezde görevli uzmana geçiş de
kökten bir değişmeyi simgeler.
Burada "Devrim" derken, söz konusu değişmelerin,
mazideki gelişmelerden kopuk, âni ve hiç beklenmedik ni­
telikte değişmeler olduğunu kasdediyor değiliz. Sanayi
Devrimi, hiç şüphe yok ki, Batı Avrupa'da 11. ilâ 16. yüzyıl­
lar arasında görülen kültürel, İçtimaî ve İktisadî değişmele­
rin bir ürünüdür33. Aynı şekilde, ziraat devriminin de, men­
şei hakkında bilgilerimiz çok az da olsa, çevrenin tabiat şart­
larındaki değişmelerle, insanın eriştiği kültürel seviyesinin
bir ürünü olduğunda tereddüdümüz yoktur34.
ikinci Bölüm

E NERJİ K A YN A K LA R I

İnsan bazı "isteklerine "ihtiyaç" gözü ile bakar. Yeme


ve içme insanın vazgeçemeyeceği fizyolojik ihtiyaçlarıdır.
Giyinme ve ısınma gibi, aynı derecede vazgeçilmez görü­
nen ihtiyaçları da vardır. Nihayet, daha yüksek düzeyde,
okumak, müzik dinlemek, seyahat etmek ve eğlenmek gibi
isteklerde mevcuttur. İnsanın isteklerinin sonu yoktur, ama
bir başlangıcı vardır. Bu başlangıç, hayatı sürdürmeye yete­
cek asgarî beslenme düzeyidir.
İnsanın isteklerinin niteliği, büyüklüğü ve biçimi çok
çeşitli etkenlere bağlıdır: İnsanın içinde bulunduğu tabiat
ve toplumun özelliklerine, insanın mensubu olduğu sosyal
sınıfa, yaşma, gövdesinin büyüklüğüne, cinsiyetine, tipine
ve yaptığı işin niteliğine göre istekler değişir. Zaruri olma­
yan ihtiyaçlar bakımından insanlar arasında farklılıklar
şüphesiz çok daha fazladır1.
İnsanlar çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak üzere, ekmek,
et, içki, süt, pamuk, yün, yakacak, kâğıt, çelik, elektrik, gaz
ve ilh. gibi türlü mal ve hizmeüerden "tüketim sepeti" dedi­
ğimiz demetleri oluştururken, biribirinden çok farklı yollar
izlerler. Böylesine farklı mal ve hizmetlerden oluşan deği­
26/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

şik "tüketim sepcti"ni hesaplamanın bir yolu, içinde yer alan


her unsurun enerji olarak tekabülünü tesbit etmektir. Genel­
likle kullanılan birim "kalori"dir. Bir "kilokalori", 1 kg su­
yun sıcaklığını 1 derece artırmak için gerekli olan ısı mikta­
rına tekabül eder. Bir kilovat/saat 860 kilokaloridir2. Bir
beygir gücü 641.7 kilokaloriye tekabül eder. İngiliz ısı biri­
mi 0.252 kilokaloridir.
Çok basit görünmesine rağmen bu hesaplama sistemi­
nin birçok güçlükleri vardır; ve varılan netice de ancak ge­
niş bir hata payı içinde doğru kabul edilebilir. Güçlüklerden
biri, eşdeğer kabul edilen değerlerin biribirine çevrilmesin-
dedir. Bu çevirmeleri yaparken, bir eneıji türünü diğeri cin­
sinden ifade ederken, belirli bir işin etkinlik veya ağırlık
faktörlerini hesaplarken, kullanılmakta olan m akinalann
gücünü, beygir gücü olarak değerlendirirken, yaptığımız
hesaplarda itibari olmaktan kaçınmak pek mümkün olmaz.
Bir fıskiyeden fışkırmakta olan suyun üzerine bırakı­
lan top nasıl ki, kendisini besleyen eneıji kesilmedikçe du­
rum ve hareketini sürdürmekte devam eder, aynı şekilde ha­
yat da, eneıji akışı sürdükçe devam eder3. Eneıji, iş yapabil­
me gücü demektir. Ve çok değişik şekilleri vardır. Bu şekil­
ler içinde, canlı organizmalar için en lüzumlu olanları: Me­
kanik ve kimyasal eneıji türleri ile ışık ve sıcaklık veren
enerjilerdir.
Bütün organizmalar yaşamak için çalışmak zorunda­
dır. Ve bunun için de kullanılmaya hazır, potansiyel bir
enerjiye ihtiyaç duyar. İnsan da bütün diğer canlı organiz­
malar gibi enerjiye muhtaçtır. Ama kendi de eneıji üretir.
Aldığı eneıjinin büyük bölümü, ısı haline dönüşerek kaybo­
lur. Bir bölümü kimyasal dönüşümlerde tüketilir. % 10 ka­
dar bir bölümü de artık olarak vücuttan dışan atılır, neticede
ancak küçük bir bölümü sinir ve hareket (mekanik) enerjisi­
ne dönüşür.
Sinir faaliyetinin enerji değerini tam olarak hesapla­
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/27

mamız mümkün değildir. Mekanik faaliyetin enerji değeri­


ni ise yaklaşık olarak belirleyebiliriz. İnsan vücudu bir ma-
kina gibi düşünülerek, bu makinarun verimliliğinin, yaptığı
işin tipine, süratine ve yapanın maharetine göre % 10 ilâ %
25 arasında değiştiği hesap edilmiştir. Adale ile yapılan iş­
lerde, mekanik verimlilik eğilimle önemli ölçüde artırılabi­
lir. Bu alandaki bilimsel araştırmalar verimliliğin eğitimle
% 37’ye kadar yükseltilebildiğini göstermektedir. Ancak
sürekli çalışma hallerinde insanın, aldığı enerjinin ancak %
18'i civarında bir verim lilik düzeyinde kaldığı kabul
edilmektedir4.
İnsan kendi enerjisini, diğer enerji şekillerini elde
edip, kullanmak için de harcayabilir. Bunu ne kadar etkili
şekilde başarırsa, çevresi üzerindeki hâkimiyeti de o dere­
cede artar ve bedenî faaliyetine bağlı kalan alanların ötesin­
de de başarılı işler yapma imkânını bulur5. "İnsan" diyor
Cariyle, "âlet kullanan hayvandır. Zayıf, nahif bir varlıktır.
Üzerinde durduğu temel ki, iki ayağından ibarettir, 50 cm2
bile değildir. 3 kental yükü bile kaldıracak gücü yoktur. Bir
boğa şöyle bir boynuzlasa, paçavra gibi havaya fırlatabilir.
Bununla birlikte insan, âlet kullanabilmektedir. Öyle ki,
âletleri olmasa bir hiçtir. Ama âletleri ile olunca da herşey-
dir."

E nerjinin D ö n ü ştü rü lm esi

İnsan eneıjiye, ancak onun kaynaklarını keşfederek,


az masrafla elde etmeği başardıktan sonra sahip olabilir. Şu
halde, asıl mesele enerjinin, elverişli bir masrafla belli za­
manda ve belli yerde belirli bir biçime nasıl dönüştürüleceği
noktasında toplanmaktadır.
Bu meseleyi çözmek için insan, çeşitli dönüştürücüler
kullanmak zorundadır. Meselâ buhar makinası, ısı eneıjisi-
ni istediğimiz zamanda, istediğimiz yerde, mekanik eneıji-
28/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

ye çeviren bir dönüştürücüdür. Eneıjiyi dönüştürmede dai­


ma bir miktar enerjinin kaybolduğu hiç unutulmamalıdır.
Yani bir eneıji türiinü, bir başka türe çevirirken, elde edece­
ğimiz yeni eneıji miktan, onu elde etmek için kullandığımız
enerji miktarından daima daha azdır. Enerjiyi dönüştür­
mekte kullanılan bir cihazın verimlilik derecesi, işte bu iki
enerji arasındaki orana bağlıdır. Çok kere arzu edilen za­
manda lüzumlu enerjiyi elde edebilmek için birbirini izle­
yen bir kaç dönüştürme ameliyesi yapmak gereklidir. Bu
durumda her dönüştürme safhasında, kullanılan dönüştürü­
cü cihazlann verimliliğine göre değişen eneıji kayıplan söz
konusudur. Meselâ 100 ton kömürü önce buhara, sonra da
bu buhan elektriğe dönüştürmüş isek, elde ettiğimiz elektri­
ğin hangi verimlilik derecesini bulmak için yapacağımız
şudur: Üretilen elektrik miktannı, kullandığımız kömür
miktanna eşdeğer eneıji miktanna bölmek. Diyelim ki % 23
derecesinde bir verimlilik oranı bulduk. Ancak bu 100 ton
kömürü yer altından çıkarmak, işlemek ve taşımak için de,
meselâ 10 ton kömür harcadığımızı farzedelim. Aynca elde
ettiğimiz elektriği kullanacağımız yere kadar nakletmek
için de diyelim ki % 15lik bir kaybımız oldu. Nihayet, elekt­
riğin nihai kullanımı olarak mekanik enerjiye dönüştürür­
ken, diyelim ki % 10 kadar bir kaybımız oldu. Bütün bu bir­
birini izleyen dönüştürmeler sisteminin verimlilik derecesi
şu olur:
100
------- x 0,23 x 0,85 x 0,90 = % 16
110
Bir dönüştürücü cihazın İktisadî verimliliği, bu cihaz­
dan sağlanan enerjinin birim maliyetini, değişik rakip dö­
nüştürücü cihazlarla elde edilen enerjinin birim maliyetleri
ile karşılaştırarak bulunur. Bir dönüştürücüden elde edilen
enerjinin maliyetine tesir eden faktörler çoktur: Dönüştürü­
cü cihazın teknik verimliliği, cihazın üretim maliyeti, ömrü,
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/29

aşınma payı, çalıştırılması için yapılan harcama ve nihayet


kullandığı enerji kaynağının cari fiyatı.
Buradaki bakış açımızdan bitkilere de, hayvanlara da
netice itibariyle birer enerji dönüştürücü cihazlar gözü ile
bakabiliriz. Ana eneıji kaynağı güneştir. Güneş, Hidrojen'i
Helium'a nükleer yoldan dönüştürerek enerji çıkarır. Yer­
yüzünde hayatı mümkün kılan bu enerjidir. Dünyanın at­
mosferine giren güneş enerjisi yaklaşık olarak bir yılda 1
m 2'ye 15.3 X 108 kaloridir. Yalnız yeşil bitkiler bu enerjiyi,
karmaşık organik bileşikler haline dönüştürerek kullanabil­
mektedirler. Bitkiler, fotosentez yolu ile güneş ışınını, su­
yu, karbondioksiti ve madenleri alıp insan beslenmesinin 3
ana maddesi olan karbonhidrat, protein ve yağlan ihtiva
eden organik maddelere dönüştürmektedirler. Kısacası bit­
kiler güneş ışığını kimyasal enerjiye çeviren birer enerji dö­
nüştürücüleridir.
Etleri yenebilen hayvanlar da, kimyasal bir enerji tü­
rünü, insan için daha elverişli veya daha üstün başka bir
kimyasal enerji türüne çeviren birer dönüştürücüdürler. As­
lında bu hayvanlar insantn bizzat yiyemediği bitkileri veya
bir kısmını yemekte ve onlan, insanın yiyebileceği protein
ve yağlara dönüştürmektedirler. Hatta proteinlerin besin
değeri karbonhidratlardan daha fazla olduğu için, insanın
kendisinin pekâlâ yiyebileceği bitkileri önce hayvanlara ye­
direrek onlan birer enerji dönüştürücüsü gibi kullanıp, son­
ra onlan yemeği daha uygun bulduğu haller de az değildir.
Sırf teknik açıdan bakılırsa, bitki ve hayvanlann çoğu
öyle pek verimli enerji dönüştürücüleri değildirler. Değişik
bitki türlerinin güneşten aldıklan enerjiyi protoplâzma-
lannda kimyasal enerjiye dönüştürmedeki verimlilik dere­
cesine fotosentetik verimlilik adı verilir. Bitkilerin tabii hal­
de fotosentetik verimlilik derecesi % 1 ilâ % 5 arasındadır.
İnsanın, besin olarak kullanabileceği hayvanlar, etlerinin
dokulannı geliştirirken, yedikleri bitkilerin protolazmasın-
30/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

da bulunan kimyasal enerjinin büyük bir bölümünü ısı ener­


jisi halinde israf ederler. OUakta beslenen sığırın büyüme­
deki verimliliği net olarak % 11, brüt olarak % 4'tür7.
İnsan yediği bitkilerden, güneşin o bitkiye gönderdiği
enerjinin ancak çok küçük bölümünü, % 1 ilâ % 5 kadarını
almış olmaktadır. Hayvanı yediği zaman insanın aldığı
eneıji miktan ise, o hayvanın yediği bitkide bulunan kimya­
sal enerjinin küçük bir bölümüdür, başka bir ifade ile hayva­
nın beslendiği bitkinin, başlangıçta güneşten aldığı enerji­
nin çok küçük bir bölümünden küçücük bir parçadır insanın
hayvan etinden aldığı enerji. Şu halde insana bitki-hayvan
eneıji dönüştürücüleri yolu ile ulaşan enerji iki kademeden
de çok büyük kayıplara uğrayarak gelmektedir. Toprağın,
sığır yetiştirmede sağladığı enerji m iktan hububat üreti­
minde sağladığının ancak % 10'u kadardır. Başka bir de­
yimle, belirli bir kalori miktannı eğer hububat ckccek yerde
sığır yetiştirerek elde etmek istersek, 10 misli fazla toprak
kullanmamız gerekir. Fakir ülkelerin hayvanî proteinler ye­
rine nebati karbonhidratlarla beslenmelerinin asıl nedeni de
budur. Aslında bitkiyi yiyen hayvanı da bir başka hayvan yi­
yebilir. Onu da bir üçüncü hayvan yiyebilir ve bu böyle sü­
rüp gidebilir. Bu şekilde kademeli yeme ve yem olmalara
gıda-zinciri adı verilir. Böyle bir gıda zincirinde, ortalama
eneıji verimliliği % 10 ise, bir otobur hayvanın bitkilerden
sağladığı 1000 kaloriden, bu otobur hayvanı yiyen bir eto­
bur hayvana ancak 100 kalori intikal eder. Bu etobur hayva­
nı da başka bir etobur hayvan yediği takdirde intikal edecek
eneıji miktan 10'a düşer. Bu çok basit olgunun şöyle sonuç­
lan vardır:
a) Herhangi birgıda-zincirinde kademelerin sayısı na­
diren 5’i geçer.
b) Bitkilerin güneşten alıp depo ettiği enerjiden, bes­
lenme bakımından insanın azami yaran sağlaması otobur
olması ile mümkündür.
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/31

c) İnsan, eğer her iki cinsi de yemeye devam cdecek,


yani hem etobur hem de otobur kalacaksa, bu takdirde, gü­
neş enerjisinin hayvansal proteine dönüştürülme metodu
olarak en ekonomik yol, ot yiyen hayvanların etini yemek­
tir. İnsanın et için yetiştirdiği evcil hayvanların büyük ço­
ğunluğu da, nitekim, otobur hayvanlardır*.
Maamafih insan, hayvanlardan sadece beslenme için
faydalanma/. Evcil hayvanlar insana mekanik enerji de
sağlarlar. Yük hayvanlarının, yedikleri ottaki kimyasal
enerjiyi mekanik enerjiye dönüştürmedeki verimliliği % 3
ilâ % 5 arasındadır9.
İnsan, Homo Sapicns dediğimiz bugünkü şekli ile ilk
zuhur ettiği zaman yeryüzünde enerji dönüştürücüleri ola­
rak bitki ve hayvanı hazır bulmuştu. Binlerce yıl, daha doğ­
rusu tarihin çok büyük bölümü boyunca, Homo Sapicns'in
yapabildiği tek şey, yemeye elverişli bitki ve hayvanı kolla­
yıp, yakalamak ve toplamaktan ibaret kalmıştır. Bütün bil­
diği de esas itibari ile yemeğe hangilerinin elverişli olduğu,
hangilerinin elverişli olmadığından ibaretti.
Böyle bir hayatın hiç de rahat olmadığı muhakkaktır.
İnsan bütün enerjisini ve zamanını besin aramak için harcı­
yordu. Yabani hayvanlan veya başka insanlan öldürmedeki
bu ustalığı ile tarihin cilvesinden başka bir dayanağı da yok­
tu. Açlığın sürekli tehdidi altında, çocuk öldürmeye ve yam­
yamlık yapmaya mecbur oluyordu. Aynca, hayvanlan ehli­
leştirmeyi henüz öğrenemediği10 ve başka bir enerji kayna­
ğını da bilmediği için, kullanabildiği tek mekanik güç kendi
adale kuvvetinden ibaretti.
Bir çok efsanede ateşi, hayvanlann insandan daha ön­
ce bildiği anlatılır. Ne kadar inanılmaz görünürse görüasün,
bu efsanelerin bir hakikat payı taşımalan ihtimalden uzak
değildir. Modem arkeologlar, Australopithecus denen in-
san-öncesi varlıklann ateşi bilmiş olmalannın imkânsız ol­
madığı kanaatindcdirlcr. Konu henüz tartışmalı olmakla bc-
32/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

rabcr, Çin'de bir grup Sinantropi adamlarına ait fosillerin


ortaya çıkanldığı Çukuhen mağaralarında, ateşin kullanıl­
mış olduğunda şüphe bırakmayan izlere rastlanmıştır. Buna
göre ateş, Asya'da M.Ö. 450.000 ilâ 350.000 yıllan arasında
bulunmuş olmalıdır. Ateş, Avrupa'ya muhtemelen daha
sonra gelmiştir. Avrupa'da, İngiltere ve İspanya'da yapılan
kazılardan çıkan ilk kesin belirtilere göre, ateş Milât'tan ön­
ce 250.000 ilâ 200.000 yıllan arasında tesbit edilmiştir11.
Ateş çok eskiden beri bilinmekle beraber, paleolitik
çağda bazı topluluklar hâlâ ya hiç bilmemekte, yahut da on­
dan yararlanamamakta idiler.
Bir kısım avcı topluluklar ateşten yararlanmakta, bir
kısmı da yararlanamamakta idiler. En eski zamanlarda ateşi
ilk kullananlann onu sadece ısınmak, yahut yırtıcı hayvan­
lara karşı korunmak için kullandıklan da tesbit edilmiştir.
Yemek pişirmede ateşin kullanılması Pleistocene çağının
sonlanna doğrudur.
Ateş insana, yemeğe elverişli olmayan bitkilerden ya­
rarlanma ve böylece kullandığı eneıji m iktanm artırma
imkânını vermiştir. Isınma için kullandığı bu fazla eneıji sa­
yesinde insan, o zamana kadar yaşamasına elverişli olm a­
yan bölgelere doğru yayılmaya başlamıştır.
Zamanla Homo Sapiens'ler başka yönde de ilerleme­
ler kaydetmeye başladı. Bundan önceki bölümde görüldüğü
gibi, insan avlanma ve öldürme tekniklerini ıslah etti ve taşı
işlemekle, ilkel âletleri yapmakla, köpeği ehlileştirmekle
özel maharetler geliştirdi12. Ateş de dahil olmak üzere bütün
bu buluşlarla insanın başardığı, biyolojik enerji dönüştürü­
cü iki gruptan, yani bitki ve hayvandan daha etkin biçimde
yararlanmaktan ibaretli. Gittikçe etkinleşse de insan, esas
itibari ile bir kalmakta devam ediyordu13. Bu durumda, eko­
nominin, geleccği tehlikeye düşürmeden, genişleyebilece­
ği sınır, insanın bitki ve hayvan mevcudu içinde sebep oldu­
ğu yıllık tahribatın, bu mevcudun tabiî çoğalma oranına eşit
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/33

olduğu noktaya kadardı. Bu noktanın ötesinde bir genişle­


me, ekonominin gelecekte daralmaya maruz kalması paha­
sına, ancak mümkün olabilirdi. Bu darboğazı aşmak için in­
san, bitki vc hayvan arzını kontrol altına almayı vc artı mı ayı
öğrenmek, yahut yeni enerji kaynaklan keşfetmek zorunda
kaldı. İşte bu iki meseleye sıra ile çözüm gctirccck olan Zi­
raat Devrimi ile Sanayi Devrimi'dir.

Ziraat Devrimi

Ziraat Devrimi gerçekten, insanın faydalanabileceği


bitki ve hayvan mevcudunu kontrol altına alma, artırma vc
ıslah etme sürecinden başka birşey değildir.
Birinci bölümde de söylediğimiz gibi, bu devrimin ne­
deni ve nasıl doğduğu hakkında bir bilgimiz yoktur. Bütün
bildiğimiz, son buzul çağının bitiminden sonra doğup geliş­
tiğinden ibarettir. İklim değişmelerinin bir rolü olması kuv­
vetle muhtemeldir. İlk defa bitki yetiştirmeğe ve hayvanlan
ehlileştirmeye başlayan topluluklarda gözlem ve tecrübe
yetenekleri bakımından bir ilerleme olduğunu da düşünebi­
liriz. Ziraat Devrimi’nin belirli bir kültür evriminin sonunda
ortaya çıktığını söylemek herhalde yanlış olmaz.
Devrimin doğurduğu başlıca sonuçlar hakkındaki bil­
gilerimiz ise daha sağlamdır. Biyolojik eneıji dönüştürücü­
leri olarak nitelediğimiz bitkilerle hayvanlann arzını kont­
rol altrna almağa başlamakla insan, daha bol ve daha güve­
nilir bir beslenme kaynağına kavuşmuş oluyordu. İlk ehli­
leştirilen hayvanlar, köpeklerle birlikte, koyun ve keçi idi.
Süt üretiminin Mezopotamya'da M.Ö. 3000 yıllanndan ön­
ce başlamış bulunduğu muhakkaktır. Et, süt ve deri için de­
ğil de, yük taşımak için hayvanlann ehlileştirilmesi nisbe-
ten daha sonradır. Çok güçlü bir hayvan olan boğanın, bur­
mak suretiyle uysal hale getirilebileceği, Batı Asya'da,
34/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

M.Ö. 4500 yıllarından beri biliniyordu. Bozkır atının ehli­


leştirilmesi, Aşağı Volga ve Macaristan'da M.Ö. 1500 yılla­
rından önce değildir. Orman atının ehlileştirilmesi ise
İsveç'te M.Ö. 2000 yıllarından itibaren görülür. Muhteme­
len başka yerlerde de olmuştur14. Majumdar’a göre at
Hindistan'da M.Ö. 2500 yıllan civarında görülür15. Boğa ile
atın ehlileştirilmesi insana yepyeni bir mekanik enerji kay­
nağı sağlamıştır. Bitki yetiştirmede tahıllar çok önemli bir
yer tutuyordu, çünkü, bunlar uzun süre bozulmadan sakla­
nabilmekte idi.
Yemek için yetiştirdiği bitki ve hayvanlardan sağladı­
ğı kimyasal eneıji, yine bir kısım bitkilerden sağladığı ısın­
ma enerjisi ve yük hayvanlarından aldığı mekanik eneıji sa­
yesinde insanoğlunun kazandığı toplam eneıji miktan, eski
Paleolitik toplumlarda hayal bile edilcmiyecck boyutlara
varmış bulunuyordu16. İnsanlığın nüfusu, o zamana kadar
ulaşabildiği en yüksek miktan da aşarak çoğalmaya başladı.
Köyler doğmaya ve insanlar topluluk halinde yaşamaya
başladılar. Topluluklar, tüketebildiklerinden fazlasını üret­
meyi başardıklan için, bir toplumsal artık ürün birikimi or­
taya çıkü. Bu sayede, geçimi için kendi besinini aramak zo­
runluluğundan kurtulmuş bir takım sosyal gruplar teşekkül
etmeye başladı. İş bölümü bol ve boş zamana ihtiyaç göste­
ren bir takım yüksek kültür ve zihin faaliyetlerinin doğması­
nı mümkün kıldı. Böylece yeni ve geniş tarihî ilerleme
imkânlannm yolu açılmış oldu. Arkeologlarla antropolog­
ların deyimi ile söylersek "barbarlık" çağı artık geride kal­
mış bulunuyordu.
Ziraat Dcvrimi'nin başlangıcından, Sanayi Devri-
mi'ne kadar geçen 10.000 yıla yaklaşan süre içinde, yeni
enerji kaynaklan üzerinde insanın kudretini gittikçe artıran
pek çok keşif ve icatlar yapıldı.
Ziraat sayısız gelişmelere sahne oldu. Yetiştirilen bit­
kilere yenileri katıldı. Bitki yetiştirme faaliyeü çeşitli iklin»
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/35

vc toprak niteliklerine göre değişiklikler vc intibaklar gös­


tererek yayılmaya başladı. Bütün bu değişmeler ile birlikte
bitki türleri sürekli olarak ıslah da edilmiş oluyordu. Mısır
bunun güzel bir örneğidir.
Bir zamanlar küçücük koçanı ile günümüzün çileğin­
den biraz büyük, bir yabani ot olan mısır, aşağı yukan 6000
yıl boyunca geçirdiği evrim sonucunda zamanımızın cn ve­
rimli tahıllanndan biri haline gelmiştir17.
İki devrim arası dönemde birçok teknik icatlar ve yeni
yeni âletler yapılmıştır. M.Ö. 6000 ile 3000 arasında saban
vc çapa yapıldı18. Tarih-öncesi zamanlarda ve eski doğuda
saban, uç kısmı ağaçlan yapılmakta olduğu için ancak yu­
muşak topraklarda kullanılıyordu. Ama çok geçmeden ma­
denleri işleme tekniği de gerçekleştirildi. Mezopotamya'da
M.Ö. 3000 yıllarında demir madeninin eritilmekte olduğu
anlaşılıyor. Sümer'de Ur şehrinde vc Orta Mısır'da M.Ö.
3000 yılına ait demirden yapılmış eşya kalıntıları bulun­
muştur. M.Ö. 1400'den itibaren demirin eritilmesi ve işlen­
mesi işi büyük boyutlara ulaşmıştır. Sabanın uç kısmının
demirden yapılması ve bunun yayılması, diğer madenî zira­
at âletlerinin imal edilmesi, sert toprakların da ziraate açıl­
masına imkân vermiştir. Bu gelişmeler olmasa idi Yunan ve
Lâtin medeniyetlerinin doğması herhalde mümkün olmaz­
dı.
Arazi sulama, sun'î gübre kullanma ve nadaslama ala­
nında da buluşlar ve ilerlemeler görüldü. Üçlü nadas sistemi
eski Yunan'da, Milât'tan önce muhtemelen 4. yüzyıldan be­
ri biliniyordu19. Bütün bu buluşlan eski çağda ve orta çağda,
asırlar boyunca her topluluk kendi çevre ihtiyaçlarına göre
değiştirip geliştirdi. Tecrübe ve praüğin kalkılan ile günden
güne beslenip zenginleşen bu gelişme kuşaktan kuşağa, bir
bölgeden diğerine intikal ettirilerek yavaş, ama zorlu bir şe­
kilde durmadan büyüyen bir bilgi birikimini oluşturmuştur.
İnsanın, hayvanlardan yararlanmasında da aynı şekil­
36/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

de gelişmeler oldu. Ehlileştirilen hayvanların hem türleri


arttı, hem de melezleştirme yolu ile soyları ıs’ah edildi; ayn­
ca bütün bu yenilikler gittikçe genişleyen bir coğrafi alanda
yaygınlaştı20. Yük hayvanlarının, mekanik enerjisinden
faydalanma alanında önemli ilerlemeler kaydedildi. Teker­
leğin icadı, hayvan koşum tekniğinin doğması ve atın nal­
lanması son derecede önemli hadiselerdir.
Tckedeğin ne zaman icad edildiğini tam olarak bilmi­
yoruz. Ama Milât'tan önce üç bin yıllannda Sümer’de ve
Hindistan'da İndüs vadisinde tekerlekli araçların kullanıl­
makta olduğunu biliyoruz. Tekerlek, Mısır'a ve muhteme­
len Çin’e M.Ö. 1500 yıllarından önce ulaşmış bulunuyordu.
Ağaçtan yapılmış araba tekerleğine ait Avrupa'da rastlanan
cn eski örnek Hollanda'nın Neolitik devirden kalma bir ara­
ba yolunda bulunmuştur. Ve şimdilik M.Ö. 1900 yıllarına
ait olabileceği tahmini yapılmıştır. Bununla beraber teker­
lekli araçlar kara ulaşımında yakın zamanlara kadar yol ve
köprü olmadığı için geniş ölçüde kullanılabilmiş değildir.
İnsan al ile öküzü, saban veya arabaya nasıl koşacağını
çok eski tarihlerde keşfetmiştir. Yük hayvanlarının meka­
nik eneıjisinden faydalanma bakımından bu buluş çok bü­
yük bir aşama olmuştur. Koşum tekniği daha sonra yavaş
yavaş gelişmeye devam etti. Öküzün koşulması ata nazaran
daha kolay oldu. Öküz boynu atınkindcn faiklı olarak vücu­
du yönünde ufkî olarak ileri doğru uzandığı ve ön ayaklan
da boyunduruğun kolayca yerleştirilebileceği yapıda oldu­
ğu için, iyi bir koşumun gerçekleştirilmesi çok erken tarih­
lerde mümkün olmuştur. Ama bu koşum tipi ata hiç de uy­
gun düşmüyordu. At koşumunun en eski şekli, kaburga böl­
gesinin arka kısmı ile kamı kuşatan bir kolondan ibaretti;
çekme noktası bu kolonun üst kısmında bulunuyordu. Eyer
takımının geriye kaymasını önlemek üzere takım, hayvanın
boğaz ve ensesine çaprazlamasına dolanan bir kayışla bağ­
lanmıştı. Bunun kaçınılma/ sonucu şu idi ki at bütün gücünü
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/37

kullanmak istediği takdirde nefes alması zorlaşıyordu; bu


da hayvanın cncıjisini tam olarak değerlendirmeyi önlüyor­
du. Bu kusurlu haline rağmen bu koşum tipi, geniş bölgelere
yayıldı ve uzun zaman da kullanıldı. Kaide kabartmalannda
M.Ö. 3000 yıllanndan itibaren gördüğümüz bu koşuma, da­
ha sonra M.Ö. 1500 yıllarında Sümer, Asur ve Mısır’da rast­
lıyoruz. Batı Avrupa vc Yakındoğu* M.S. 600 yıllanna ka­
dar başka bir koşum tipi bilmedi. Eski dünyanın birçok yer­
lerinde Ortaçağ'ın sonlanna kadar bu koşumun kullanılması
devam elti. Maamafih zamanla daha iyi koşum tipleri geliş­
tirildi. Çin'de ilk defa M.Ö. 3. yüzyılda göğüs kayışı ile yapı­
lan koşum tipi ortaya çıktı. Yine Çin'de M.Ö. 1. yüzyılda
köprücük kemiğine istinad eden son derece etkin koşumlar
yapıldı. Bu yeni koşumların Avrupa'ya yayılması M.S. 9.
yüzyıldadır21.
Diğer bir önemli buluş da at nalıdır. Avusturya'da ya­
pılan arkeolojik kazılar nalı M.Ö. 400 yıllarında Alpler'de
yaşayan Kelt'lerin icad ettiğini göstermektedir22. Ama nalın
Avrupa'da yaygın biçimde kullanılması çok daha sonradır.
Sert zemin üzerinde yürüyen at veya öküz nalı olmadığı tak­
dirde ayağını hemen incitiyor ve basit bir ayak rahatsızlığı
yüzünden sağlam yapılı bir hayvan işe yaramaz hale geli­
yordu. Nallamanın başlaması at ve öküzü hem daha verimli
hem de daha dayanıklı yaptı. İcatlara ve buluşlara şunlan da
eklemek gerekir: Çekiç, masa, testere, çömlekçi çarkı, do­
kuma tezgâhı, çeşitli takımlar, kaldıraç, vida, kama, makara
(burada hemen hatırlatalım ki Eski Mısır piramidlcrini ya­
panların makarayı bilmedikleri anlaşılıyor). Çömlekçi
tezgâhı ile ilgili bilinen en eski kalıntı Mezopotamya'nın Ur
şehrinde bulunmuştur: M.Ö. 3250 tarihlidir. Girit’te Orta

* Yazar, "Balı Avrupa ve Islâm" diyor, ancak M.S. 600 yılında İslâm henüz ortada
olmadığına göre olsa olsa İslâm’ın yayıldığı bölgeleri kastettiğini düşünerek ifa­
deyi "Avrupa ve Yakındoğu" diye değiştirdim. (Çevirenin notu.)
38/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Minocn devrinin başlamasından itibaren geniş çapta kulla­


nıldığı görülen çömlekçi tezgâhı Yunanlı, Etrüsk ve Karta-
calı kolonizatörler tarafından bütün Akdeniz havzasına
yaygınlaştırıldı. Avcılıkla geçinenlerin çok eskiden beri
bağlamak, sarmak ve dikmek üzere ipliği kullandıkları bi­
linmekle beraber, Neolitik çağdan önce iplik eğirmenin ve
kumaş dokumanın bilindiğini gösteren bir ize rastlanma­
mıştır. Nebatî lifler ve yün, Ortadoğu ve Mısır'da iplik ve
kumaş yapmakta kullanılan ilk maddeler olmuştur. Keten­
den yapılmış kumaşlara ait M.Ö. 4500 yılına kadar çıkan
kalıntılar Mısır'ın Fayum bölgesinde bulunmuştur. Pamuk­
lu kumaşların bilinen en eski örnekleri M.Ö. 2500 civarında
Hindistan'da, Mohenjodaro'da tesbit edilmiştir. Bu teknik
icadlar ve bunlara sürekli olarak yapılan ilâveler, maalesef
tarihin en az bilinen bölümünü oluşturur23.
Bütün bu anlatılanlarla, Ziraat Devrimi ile Sanayi
Devrimi arasında geçen süre boyunca yapılan icadlann te­
mel niteliği yeterince ortaya konulmuş olmaktadır. Bu icad­
lar insanın kendi adale gücü ile, bitki ve hayvanların gücü­
nün daha verimli biçimde kullanılmasını sağlamıştır. Ger­
çekten insan âdeta, Neolitik çağda gerçekleştirdiği ana bu­
luşu yüzyıllarca ve binlerce yıl boyunca, biraz daha iyi hale
getirmek ve İslah etmekle yetinmiş gibidir. Bu genel doğ­
rultuda istisna gibi görülen bazı önemli icadlar da var: Bun­
lar, su değirmeni, yeldeğirmeni ve yelkenli gem inin icadı­
dır.
Su değirmeninin icadı meselesi biraz karışıktır. Prof.
Needham'm yazdığı gibi "Yatay su çarkı ile dikey su çarkı
belki birbiri ile hiç ilişkisi olm ayan iki ayn icaddır." Öte
yandan su kuvvetinin Çin'de ve Avrupa'da aşağı yukan aynı
tarihlerde kullanılmaya başlaması da m enşe meselesini bir
muamma haline getirmektedir. Su değirm enleri Avrupa'da
M.Ö. birinci yüzyıldan beri biliniyordu; ama en azından iki
yüzyıl boyunca çok düşük olan miktarında herhangi bir artış
Dünya Nüfusunun İktisat Tarıhi/39

görülmedi24. Bazı yazarlara göre, su değirmenleri, A vru­


pa'da köle sayısı azalmağa başladıktan sonra yayıldı21. Bu
açıklama belki çok basittir, ama şurası bir gerçektir ki su de­
ğirmenlerinin yayılmaya başlaması Ortaçağ’da olmuştur.
Avrupa’da Ortaçağ boyunca su değirmenleri yalnız tahıl
öğütmek vc zeytinyağı çıkartmakla kalm adı, kumaş vc
kâğıt imalâtı ile dem ir istihsalinde de su değirm enleri
kullanıldı26. Kumaş imalâtında su değirmenlerinin kullanıl­
ması 13. yüzyılda İngiltere’de dokuma sanayiinde görülme­
dik, muazzam bir gelişmeye neden olmuştur27. 18. yüzyılın
sonlarında Avrupa'da çoğunluğu birden fazla çarklı olmak
üzere, 500.000'dcn fazla su değirmeni faal durum da idi.
Çin'de su değirmenleri, dediğimiz gibi A vrupa'dakilerle
aşağı yukarı aynı tarihlerde ortaya çıkmıştır. Ancak, Çin'de
su değirmenlerinden bahseden ilk kaynakların, değirmenin
tahıl öğütmede değil, metalürjide, körükleri şişirmek gibi
gayet karmaşık bir alanda kullanıldığından bahsetmeleri ol­
dukça şaşırtıcıdır28.
Yeldeğirmcnleri M.S. 7. yüzyılda İran'da ortaya çıktı.
Bu yeldeğirmenleri dikey dingille işliyordu. Kuzey Çin'e
bu İran yeldeğirmenlerinin gelişi 13. yüzyıldadır. Yeldeğir­
menleri A vrupa'da 12. yüzyılın sonlanna doğru görülür.
Y eldeğirmeninin A vrupa'ya 1. Haçlı Seferi'nde D oğu'dan
geldiği öteden beri söylenegelmiştir. Ama yatık dingille ça­
lışan bu yeldeğirmeni, İran'dakinden bağımsız, ayn bir ica­
dın eseri olduğunu düşündürecek kadar farklıdır29. A vru­
pa’da yeldeğirmeni Normandiya'dan Fransa'ya, İngiltere ve
Hollanda'ya, Kuzey Almanya ve Baltık bölgesine hızla ya­
yıldı. Ancak Orta Avrupa ile Doğu Avrupa'ya 15. yüzyıldan
sonra girdi.
Yelkenli gem inin yapılması hem çok eskidir, hem de
dünyanın büyük bölüm üne çok çabuk yayılm ıştır. B ilinen
ilk yelkenli gemi örneği, İngiltere'de, British M useum 'da
bulunuyor. Eski M ısır'dan kalm a iki vazonun kenarlarında
40/Dünya Nüfusunun iktisat Tarihi

resmini gördüğümüz cismin yelkenli bir gemi olduğunda


şüphe yoktur. Bu gemiler muhtemelen M.Ö. 3500 yıllarına
aittir. M.Ö. 3000 yılında Doğu Akdeniz’de yelkenli gemile­
rin dolaştığına dairelim izde pek çok delil vardır30.
Su değirmeni, yeldeğimıcni ve yelkenli gemi diye ad­
landırılan üç eneıji dönüştürücüsünün icadı ve yayılması
insana, su ile rüzgânn gücünden istifade etme imkânını ver­
miştir. Özellikle gemi, İktisadî büyümeye büyük katkılarda
bulunmuştur. İlk büyük medeniyetlerin, ulaşım a elverişli
nehir boylarında yahut küçük ve geçilmesi kolay iç denizle­
rin kıyılarında teşekkül etmiş olması herhalde sırf tesadüfle
açıklanabilecek bir olay değildir.
Bununla beraber bu üç yeni eneıji dönüştürücüsünün
önemi fazla da abartılmamalıdır. Ortaçağ’a kadar insanlık
su ve yeldeğirmenlerini yaygın biçimde benim sem iş değil­
di. Aynca benimsendikten sonra da teknik özellikleri gere­
ği, su ile riizgânn elverişli olduğu bölgelere inhisar etmiş ve
oralarda da İktisadî faaliyetin ancak belirli özel dallarında
kullanılabilmiştir. Üstelik su ve rüzgâr değirmenlerinin bi­
rim başına sağlayabildiği eneıji m iktan da çok azdı. 13.
yüzyılda Batı'da bir su değirmeninin çarkı 1 ilâ 3,5 metre ça­
pında idi ve sağlayabildiği eneıji miktan da 1 ilâ 3,5 BG ka­
dardı. Gerçi 17. yüzyılda 10 metre çapında büyük çarklar
yapmak müm kün hale geldi, ama yine de yapılm akta olan
değirmenlerin çoğunun çarkı 2 ilâ 4 metre arasında kalıyor­
du. Sebep şu idi ki: Çark yapıcılar, büyük bir çarkın imalin­
deki zorluklarla uğraşıp didinmektense daha çok sayıda kü­
çük çark yapm ayı tercih ediyorlardı. Y eldeğirm eni daha
çok eneıji sağlıyordu. B ir yeldeğirmeni ortalam a olarak 10
ilâ 13 BG'nü rahatlıkla tem in ederdi. Ancak yeldeğirmeni-
nin, kolayca tahm in edilebileceği üzere su değirmeni ölçü­
sünde geniş bir alana yayılm ası hiçbir zam an m üm kün ol­
m am ıştır. G em inin kullanılm a im kânlan çok daha genişti.
A ncak buna rağm en M.S. 15. yüzyıla kadar, kısm en teknik
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/41

nedenlerden, kısmen de savunma ihtiyaçlarından dolayı ge­


micilik, daha çok insan gücüyle hareket ettirilen küreklere
bağlı kaldı vc yelkenli sadece yedek enerji kaynağı olarak
kullanıldı31.
Çok eskiden beri kömür, asfalt, petrol ve doğal gazın
bazı yerlerde ısınma ve aydınlanma için zaman zaman kul­
lanıldığını da burada zikretm eliyiz. Ancak bunlar çok
istisnaî vc sınırlı olmuş vc kullanılan toplam enerji içindeki
paylan son dcrece düşük kalmıştır.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki insan, Sanayi Devri-
mi'ne kadar enerji ihtiyacını esas itibariyle bitkilerden, hay­
vanlardan ve bir de kendi hemcinslerinden karşılamıştır.
Bitkileri, besin ve yakacak için, hayvanlan besin ve meka­
nik enerji için, kendi hemcinslerini de yine mekanik enerji
için kullanmıştır. Diğer enerji kaynaklannın, yani su ile
rüzgânn kullanılması çok sınırlı kalmıştır. Kesin kantitatif
tesbitler yapmak şüphesiz mümkün değildir, ama, bazı ge­
nel belirtilere dayanarak, kaba bir tahmin yapmak gerekir­
se, diyebiliriz ki, insanlığın sanayi devriminden önce kul­
landığı toplam enerjinin % 80-85’i bitki, hayvan ve insanlar­
dan sağlanıyordu. Kullanılan bu ana enerjiye su ile rüzgâr
enerjisinin katkı derecesi çağa ve ülkelere göre çok değişik
olmuştur. Her türlü enerji kaynağının kullanılmasında kay­
dedilen verimlilik derecesi de aynı şekilde çağa ve ülkelere
göre büyük farklılıklar göstermiştir.
Bu farklılıklar, kültürel yapı ve kurumlar, teknoloji
düzeyi, savaş veya sulh şartlan, fizikî çevrenin nitelikleri
gibi nedenlerden ileri gelmekte idi. Nedeni ne olursa olsun,
fert başına düşen eneıji miktan bakımından, ziraî toplumlar
birbirlerinden çok büyük farklarla aynlıyorlardı. Batı Avru­
pa'da, 13. yüzyılda fert başına enerji miktannın 7. yüzyılda-
kinden çok daha yüksek olduğunu kabul etmek için özel de­
liller aramağa lüzum yoktur. Aynı şekilde, M.S. 1. yüzyılda
bir Romalı'mn kullanmakta olduğu enerji m iktan, elindeki
42/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

esir gücünü de hesaba katmadan, diyebiliri/ ki, M.Ö. 5()(X)


yıllannda Jcrmo'da yaşayan bir çiftçinin kullandığı miktar
dan çok daha fa/la idi.
Geçmişin ziraî toplumlannda, insanın keıuli adale
cü dışında, asıl enerji kaynağının bitki ve hayvanlanılan iba
ret bulunması, enerji ar/ını artırma imkfmlarım büyük ölçîl
de sınırlandırıyordu. Bu sınırlandırmanın temelimle yalan
faktör, netice itiban ile toprağın genişliği idi. Ayrıca şunu
da eklemek gerekir ki, bitki ve hayvan enerjisinin kullanı­
mında ulaşılan verimlilik derecesi, az çok sürekli ilerleme
ye rağmen Sanayi Devrimi'nc kadar nisbeten düşük düzey
de kalmıştır. 17. yüzyılın sonlarında bile, Avnıpa’mn en j>,c
lişmiş bölgelerindeki verimli topraklarda buğday ancak bi­
re 5 ilâ 8 civarında bir mahsul veriyor ve nadiren 10’a
ulaşabiliyordu32.
Teknoloji düzeyi, gelir bölüşümü, kültürel ve sosyal
çevre, sermaye arzı ilh. alanlarında her bakımdan en uygun
(optimum) imkânlar içinde olan bir ziraî toplumda, fert ba­
şına enerji arzının, Sanayi Devrimi'ndcn önceki dönemde
ulaşabileceği en yüksek miktarın ne olacağını tam olarak
hesaplamak, bunun ne işe yarayacağı bir yana, cihetteki
mümkün değildir. Ama bu eneıji miktanna tarih içinde, çok
kaba şekilde de olsa, bir Üst sınır çizmek imkânı yok değil­
dir. Gerçekten, günümüzün ziraî toplum larına bakarak (ki
bunlarda bir ölçüde yeni enerji kaynaklan da kullanılm ak­
tadır) diyebiliriz ki geçmişin ziraî toplumlannın pek çoğun­
da (tabiî orman yakmada her türlü ölçüyü aşan bazı ilkel ka-
bilcler bir yana) fert başına günlük enerji tüketimi 15,000
kaloriden, hatta belki 10.000 kaloriden daha az idi. Tüketi­
len bu enerji miktarının da çoğu beslenm e vc ısınm a için
harcanıyordu. O dönemde köleliğin yaygınlık kazanm ası,
başka kaynaklardan sağlanan enerjinin sınırlı olmasının so­
nuçlarından biridir.
IH In yn N ılfum ınu n İM|»nl luHlıi/H.İ

Sanayi D rvtitn ı

I ğ e r / . i t a a t D e v r m u ' n i , ı ı ı s . ı nı ı ı b i t k i v c h a y v a n d a n
o l u ş a n b i y o l o | i k e n e r j i d ö ı u l ş l l l n l c ü l e t ı u m a ı / ı ı ı ı k o n t r o l ,ıl
lına al ın as ı ve u n la n aılııması diye aidatsak, Sanayi
I V v ı ı m i ' n ı d r , ntj' . aııık o l m a y a n < ıı <' 111 d ö u i l ş u i ı i l c i l l e ı ı k u l
l a n ı ı ı a k s u r e l i y l e n i s a n ı n b i l y i i k ö l ç ü d e yc ı ı ı e n e ı j i k a y n a k
l a n n ı f e t h e t m e s i ş e k l i n d e d ü ş ü n e b i l i n / ’ ' ll ıı a ç ı d a n o l a y l a
r a b a k ı n c a , l(>. v e 17. y i i / y ı l l a ı ı n " B i l i m s e l I ) e v ı ı ı ı ı ı " d i y e
n i t e l e n e n hftdıseııın, i n s a n l ı ğ ı n k a d e m ı e y ö n v e m i e k l e ne
b ü y ü k h ı r r ol o y n a m ı ş o l d u ğ u k o l a y c a a n l a ş ı l ı r ” . ( î e ı ç e k
l e n , i n s a n a y e m e n e r j i k a y n a k l a r ı ü / e t m d e l ı . ' ı kı mı yet k ı n ı n a
i m k â n ı m v e r e n / i l i n i fı l el l eı i i ş t e İmi " B i l i m s e l D e v ı ı m " sap,
hı mı şt ır . B e ş e r i ç e v r e d e c e r e y a n e d e n o l a y l a t ı bil inçl i o l a
r ak s i s t e m a t i k b i ç i m d e i n c e l e m e k , R ö n e s a n s ' t a n b e n ııın
dem A v r u p a ' n ı n b a ş l ı c a /.ıhni ö / c l l ı ğ ı h a l i n e j ' e l m ı ş l ı r
A v r u p a 'n ın ku/.cybalısında 10. v e 17. y ü z y ı l l a r d a , h e m
m a d d i s e r v e t i n lı eııı d e t e ş e b b ü s k a b ı l ı y e t l e ı ı ı ı ı n b i l y i i k Ol
ç ü d e ç o ğ a l ı p b i r i k m e s i n i s a ğ l a y a n ı m ı a / / a ı ı ı bı ı t i c a r i j ' d ı ş
n ı e g ö r ü l m ü ş t ü r . S Ö / ü n ü (‘I l ı ğ ı m ı / / ı h n i Ö / e l l ı k ile t i c a r i j*e
l i ş m e I n g i l t e r e ' d e , b i r y a t ı d a n j ’c l e n e k s e l e n e i | i k a y n a k l a
rrndarı biri o l a n od tı ı nı n k ı t la ş tı ğ ı, d i ğ e r y a n d a n m a d e n k ö
m d r ü n ü n ç o k b o l o l d u ğ u b ı ı o r t a m l a k a ı ş ı k a ı ş ı y a bıı l ı ı ı ı ı ı
y o r d u . B i r z a m a n l a r W . S . J e v o n s ' t ı ı ı y a / d ı ğ ı j' .ıbı, lx k l e n
ınedik patlam ayı yaratan "ba/ı elverişli /ilm i ö/ellık leıın
s o n d e r e c e d e ö z e l n i t e l i k t e k i m a d d i k a y n a k l a r l a bir a r a y a
g e l m e s i itli."
Ileı şey b u h ar m a k ın as ıy la başladı I s k i bi r a t a s ö / ü
"Ha buhar makituıst, ha Ingiliz., hepsi b it" der 18 y ı l / y ı l ı n
ikinci y a n s ı n d a J a m e s Vatı, k e n d i s i n d e n Önce ya pı lm ış o la n
buluşları geliştirerek buhar m a k ın a s m ı y a p m a y a ım ıvallak
ol d u . M ak ır ı a teknik ve iktisadi Ö/el lik le ri s a y e s i n d e tutul
d u . V a t ı r r ı a k ı n a O / e r ı n d c k ı ( c u ( J l x * l e r c 170*S c ı v a l ı n d a b a y
lamıştr. P iyasaya ^ n in e s i l/K V den sontadıı D ah a bıiyuk
44/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

çapta yaygınlaşması ise 1820'den sonra oldu35. Buhar maki-


nalan, kömür madenlerinin çıkarılmasında ve çıkarıldıktan
sonra taşınmasında kullanıldığı gibi, metalürji ve dokuma
sanayiinde de kullanılmaktaydı. Daha çok m akina gücü
kullanmak, hem daha çok miktarda kömür çıkarmayı, hem
de çıkarılan kömürü daha hızlı taşımayı sağlıyordu. Diğer
yandan daha çok kömür elde etmek demek, daha çok maki­
na kullanabilecek hale gelmek demekti.
Kömür, sanayi medeniyetinin doğm asında ve yayıl­
masında stratejik bir unsur oldu36. Isınma ve aydınlanmada
kullanıldığı gibi, güç kaynağı olarak deniz ve kara ulaşımın­
da ve hemen hemen her türlü sanayi dalında da kullanılabil­
mesi onu, arzı hızla büyüyen bir madde haline getirdi. Je-
vons, kömür için: "Bütün diğer m etalann yanında, onlardan
biri değil, onlann hepsinin üstünde olan bir metadır. Ülke­
nin maddî eneıjisi odur, yaptığımız her şeyde rolü, her türlü
işte yardımı vardır. Kömür ile yapılamayacak, yahut daha
kolay yapılır hale gelmeyecek hemen hemen hiç bir iş yok­
tur. O olmasaydı, eski zamanların fakr-ü zaruretine tekrar
düşerdik" diyor.
1800 yıllarında dünyanın yıllık kömür üretimi 15 mil­
yon ton kadardı. 1860’da bu m iktar 132 m ilyona yükseldi.
Bu 1057 milyon megavat/saat'e eş değer eneıji dem ektir.
1900'de kömür üretimi 701 milyon tona çıktı. Bunun da eş­
değer olduğu eneıji m iktan 5.606 m ilyon megavat/saat'tir.
1950'de üretilen köm ür m iktan 1454 m ilyon ton, eşdeğeri
olan eneıji m iktan da 11.632 milyon megavat/saat idi (Bkz.
Tablo 3).
K arşılıklı birbirini besleyerek büyüyen unsurlardan
oluşan bir m ekanizm a hem en işlem eye başladı. E neıji ar­
zındaki muazzam artış, İktisadî büyümeyi harekete geçirdi;
büyüm e ise eğitim ve bilim sel araştırm ayı kolaylaştırdı;
bunlar da nciicede yeni enerji kaynaklannın keşfedilmesine
yardımcı oldular.
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/45

Buhar makinası sürekli şekilde geliştirilmeğe devam


edildi. Buharın itici güç olarak kullanılması, 1844'dc buhar
türbininin icadıyla yepyeni bir aşam aya ulaştı. İlk defa
İngiltere'de Nevvcasile’dcki bir enerji santraline 1890'da bir
Persons türbini yerleştirildi. 1892'de Cambridgc'de bir baş­
ka buhar türbini faaliyete geçirildi.
1850’de İskoçyalı kimyager James Young petrol tasvi-
yesinin temellerini atıyordu. 1859'da E.L. Drake Pensil-
vanya’daki petrol yatağında 21,2 m derinliğe kadar delmeyi
başararak Amerika’nın ilk petrol sanayiini kurmuş oldu. Bu,
petrol tarihinin dönüm noktasıdır. 1860’da Fransız m ühen­
disi J.E. Lenoir bir gaz motoru için patent aldı. Aşağı yukarı
15 yıl sonra Dr. N.A. Otto dört zam anlı ilk motoru yaptı.
Benz ile Davaler’in yaptıkları otomobiller, Otto'nun bu mo­
deline göre çalışan motorlardı ve 1885'de başan ile hareket
ettirildiler.
Elektrik olayları 19. yüzyılın başlarında sadece akade­
m ik bir merak konusu idi. Ama 1822’de Michael Faraday
elektrik yüklü bir telin mıknatıs kutbu etrafında dönmesini
sağladıktan sonra, 1831'de transform otorun prensibini keş­
fetti; aynı yıl, bir mıknatısın kutuplan arasında bakır levha­
nın döndürülm esinden elektrik m eydana getirildiğini keş­
fetti. Artık elektrik sanayii doğmuştu. 1870'de alternatif ve­
ya doğru akım meydana getirebilecek nitelikte jeneratörle­
rin im alâtı başlam ış bulunuyordu. Aynı yıllarda Edison
elektrik ampulünü icat etti.
1883'de Viyana sergisinde elektrikli ısıtm a cihazlan,
elektrikli yastıklar ve battaniyelere vanneaya kadar, çağı­
mızın hem en hem en bütün elektrikli cihazlan sergileniyor­
du. A ncak elektrik tüketimini asıl kamçılayan, elektrik am ­
pulünün kullanılır hale getirilmesi idi. Ampulün yayılması,
elektrik dağıtım şebekelerinin geliştirilm esine ve dev sant­
raller kurularak m uazzam m iktarda elektrik üretilm esine
neden oldu. Bunlar elektriğin maliyetini düşürdü ve giderek
46/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

çeşitli elektrikli cihazların kullanılmasını ekonom ik hale


getirdi37. İlk devasa hidroelektrik projesi 1895'de işletmeye
açılan Niyagara şelâlesi santralidir. Elektriği nakletme ko­
nusunda o zamanlar o kadar az şey biliniyordu ki, 1886'da
proje uygulanmaya konulduğunda şelâleden elde edilecek
elektriği, şirket hangi işte kullanacağına henüz karar vermiş
değildi.
Bütün bu icatlann etkisiyle gelişme iyice hızlandı.
Üretim arttıkça, eneıji daha da çok talep ediliyordu. İnsan
yeni kaynaklar olarak güneş, deniz dalgalan, yerin ısısı, tro­
pikal sular, havadaki elektrik gibi alanlarda enerji aramağa
koyuldu. Nihayet 20. yüzyılın ortalanna doğru insan, çekir­
değin parçalanması veya kaynaşması yoluyla atomlardan
enerji elde edilebileceğini keşfetti.
İnsanın emrindeki enerji miktan, bütün bu gelişmele­
rin sonucunda inanılmaz ölçülere vardı.
Cansız maddelerden, bütün dünyada elde edilen eneıji
m iktan, 1860'ta 1,1 m ilyar m egaw at/saat idi. Bu m iktar
1900'de 6,1 milyara, 1960'da 33 milyara yükselmiştir. Bu
rakamlara göre ortalam a yıllık artış % 3,25 civanndadır.
Maamafıh bu rakamlar 1860-1900 döneminde gerçek enerji
tüketimindeki artışı olduğundan biraz fazla göstermektedir.
Çünkü bu dönemde istatistiklerde yer alm ayan, odun vs.
kaynaklardan sağlanan enerji yerine, piyasadan sağlandığı
için istatistiklere giren yeni enerji kaynaklan ikam e edil­
miştir. Buna karşılık 1900-1960 dönem ine ait rakam lar da
enerji tüketimindeki artışı gerçekte olduğundan daha düşük
gösterm ektedir, çünkü bu dönem de enerji kullanım ındaki
verimlilik büyük ölçüde artmıştır. 1900 ilâ 1950 arasındaki
dönemde savaş ve depresyon yıllan hariç, dünya enerji tü­
ketiminin ortalama yıllık artışı % 4'ten az olm adığı, hatta %
6'ya vardrğı söylenebilir38.
Dünya enerji üretimindeki artış uzun vâdede dünyada­
ki nüfus artışından çok daha fazla olmuştur. Bu demektir ki
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/47

Tablo 3 • Dünyada 1860-1970 döneminde


inorganik enerji üretimi.

Yü Taş Linyit Petrol Tabii Tabii Su Toplam


kömüni gazolin gaz kuvveti
l 1 milyar milyon
milyon ton m1 mcg./
saat
1860 132 6 6
1870 204 12 1 8
1880 314 23 4 11
1890 475 39 11 3-8 13
1900 701 72 21 7-1 16
1910 1057 108 45 15-3 34
1920 1193 158 99 1-2 24-0 64
1930 1217 197 197 6-5 54-2 128
1940 1363 319 292 6-9 81-8 193
1950 1454 361 523 13-6 197-0 332
| 1

1960 1809 874 1073 469-0 689


1970 1808 793 2334 1070-0 1144

(Elektrik cinsinden eşdeğeri milyon megavat/saat olarak)

1860 1057 15 6 1078


1870 1628 30 8 8 1674
1880 2511 58 43 11 2623
1890 3797 97 109 40 13 4056
1900 5606 179 213 75 16 6089
1910 8453 271 467 162 34 9387
1920 9540 394 1032 14 254 64 11298
1930 9735 493 2045 78 575 128 13054
1940 10904 798 3037 83 867 193 15882
1950 11632 902 5439 163 2088 332 20556
L ...... ........... 1

1960 14472 2184 11159 4971 689 33475


1970 14464 1982 24274 11342 1144 53206

Kaynak: O.N.U., 1956, s. 27-8,1960 ile 1970'e ait rakamları Prof. Paretti lütfedip
hesapladı.
48/Dürrya Nüfusunun İktisat Tarihi

son yüzyılda dünya ortalaması olarak fert başına düşen


eneıji miktan artmıştır. Maamafıh fert başına ortalamalann
fazla bir anlamı yoktur. Çünkü eneıji arzı dünyanın her tara­
fında, nüfusla aynı oranda artmış değildir. Bu nedenle tüke­
tilebilir enerjinin yeryüzündeki dağılımında büyük eşitsiz­
likler oluşmuştur. İnorganik kaynaklardan sağlanan eneıji-
nin belli başlı ülkelerde fert başına tüketimine ait olmak
üzere düzenlenen 4 No.lu tablo bu eşitsizliği açıkça göster­
mektedir.

Tablo 4 • Bazı ülkelerde fert başına üretimin


1950'deki değerleri ile fert başına enerji
tüketiminin 1952'deki m iktarları

A B Enerji Tüketimi
A.B.D. 1830 1830 62,1
İngiltere 1133 875 36,6
Fransa 968 714 18,8
S.S.C.B. 816 13,0
İtalya 545 321 5,5
Hindistan 2,7

Fen başına üretim değerleri, A sütununda A.B.D.'deki fiyatlara göre, B sütununda


da Avrupa'da cari dan nisbî fiyatlara göre hesaplanmıştır. Eneıji tüketimine ait ra­
kamlara odun ve neft yağ tüketimi de dahildir.

Tablo, bize fert başına millî hasıla ile fert başına eneıji
tüketimi arasında, kaba da olsa, bir korelasyon bulunduğu­
nu da göstermektedir.
Aynca, fert başına inorganik eneıji tüketimine ait yıl­
lık miktann sanayileşmiş ülkelerde 20 megawat/saat (1 me-
gawat/saat=1000 kilovvat/saat) in üstünde olduğu da açıkça
görülüyor. Fert başına 62 megawat/saat enerji tüketimi ile
ABD başta gelmektedir. Ama bu miktar durm adan büyü­
mekte ve sayılan günden güne artan birçok ülke de aynı
yönde hızla ilerlemektedirler. Bu duruma bakarak sanayi­
leşmenin ileri derecelerinde fert başına yıllık enerji ihtiya-
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/49

cinin 50 megawat/saati aşma eğiliminde olduğu rahatlıkla


söylenebilir.
Fert başına eneıji tüketiminin yüksek bulunması, yal­
nızca tüketim, ısınma, aydınlanma, elektrikli ev âletleri,
otomobil vs. için kullanılan encıjinin büyük olduğunu gös­
termekle kalmaz, aynca üretimde de daha çok enerji kulla­
nılmakta olduğunu gösterir. Üretimde, işçi başına kullanı­
lan enerji miktannın artışı ise, emeğin verimliliğini arttıran
bir etkendir.
Bitki, hayvan, bakteri, mantar, küf ilh. gibi canlı, yahut
fizyolojik kaynaklardan sağlanan ve kendi içinde adalî ve
biotik olarak iki kısımdan oluşan enerjiyi, cansız yahut fizik
kaynaklardan (rüzgâr, su, odun, turb, fosil yakacaklar, diğer
madenler, deniz dalgalan, yer ısısı, radyoaktif elemanlar
ilh. gibi) sağlanan enerjiden ayırmada fayda vardır.
Bu açıdan bakınca, denebilir ki Sanayi Devrimi, yeni
enerji kaynaklannm büyük çapta kullanılmasını sağlamak
suretiyle insan topluluklannm enerji tüketim tablolannı da
değiştirmiştir. Ziraate dayanan topluluklarda fert başına
enerji tüketimi hem çok sınırlıdır, hem de çoğu fizyolojik
kökenli enerjiden oluşmaktadır. Buna karşılık sınaî toplum­
larda enerji tüketimi hem çok daha yüksektir, hem de ço­
ğunluğu cansız maddelerden kaynaklanmaktadır. Meselâ,
ABD'de toplam enerji tüketimi içinde kömür, likit veya gaz
halindeki yakacaklar ile su kuvvetinden sağlanan bölümü,
1850’de % 10’un altında iken, 1950’de bu oran % 95'i
geçmiştir39.
Cansız maddelerden sağlanan enerjinin bir bölümü su,
rüzgâr ve ağaç gibi bitip tükenmesi söz konusu olmayan
kaynaklardan elde edilir. Güneşten doğrudan doğruya elde
edilen enerjiyi de bu gruba koymak gerekir. (Doğrudan doğ­
ruya diyoruz, çünkü, su kuvveti, rüzgâr ve ağaç da aslında
dolaylı yoldan güneş enerjisine bağlı kaynaklardır.). Cansız
maddelerden sağlanan enerjinin diğer bölümü ise kömür,
50/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

linyit, petrol ve tabiî gaz gibi ergeç tükenmeğe mahkûm


kaynaklardan elde edilir.
Sanayi Devrimi, bugüne kadar, cansız maddeler için­
de, özellikle tükenmeğe mahkûm olan bu son kaynaklan
kullanmağa yönelmiştir. 1970'de dünya eneıji tüketiminin
üçte ikisinden fazlası bu kaynaklardan sağlanıyordu.
Tükenmesi mukadder olan kaynaklanınız, söylediği­
miz gibi, kömür, petrol, doğal gaz ve linyittir. Bunlann hep­
si canlı organizmalann bünyesinde bulunan karbondioksit
ile suyun güneş ışınlannın etkisi altında kalmalan sonucun­
da oluşmuşlardır. Bu itibarla onlan "Güneş ışınlannın de­
polanmış biçimi" olarak niteleyebiliriz. Bizim mutlu kuşak-
lanmızın tarihini şöyle özetlemek mümkündür: Milyarlarca
yıl boyunca damla damla biriktirilerek büyütülen serveti,
günün birinde torunlardan biri, defineymiş gibi keşfeder ve
başlar har vurup harman savurmaya! İşte bugün bizim yap­
tığımız budur. Karbonlaşmanın devam ettiği çağlarda, yüz
asırda zor oluşabilen kömürden daha fazlasını bugün insan­
lık sadece bir yılda tüketmektedir.

Karşımızdaki mesele şudur: Bu har vurup harman sa­


vurma, daha ne kadar devam edebilir? Dünyanın nüfusu, ta­
rih boyunca hiç görülmemiş bir hızla artmaktadır. Eneıji ih­
tiyacı ise, hem az gelişmiş ülkelerin sınaîleşmesi, hem de
gelişm iş ülkelerin daha da gelişmeye devam etmeleri yü­
zünden, nüfus artışından da hızlı bir biçimde artmaktadır.
Bu durumda fosil yakıtlann "ömrü" meselesi, acil bir mese­
le haline gelmiştir. Son yıllarda biçilen ömürler değişiktir40;
bazılan iyimserdir, bazılan da kötümser. Ama herkes kabul
ediyor ki, er veya geç bu kaynaklar bitecektir.
Uzun tarihine oranla insanlığın, eneıji ihtiyacını bu fo­
sil yakıtlarla karşıladığı süre, b ir lahza denecek kadar
kısadır41. Şekil 6 bunu çarpıcı bir şekilde göstermektedir.
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/51

l
4
2

3000 M.Ö. 2000 M.Ö. 1000 M.Ö. M.S. 1000 M.S. 2000

Şekil 6. Tarihi perspektif içinde fosil yakıt tüketimi.


(Thirring, 1950'den alınmıştır.) Fosil yakıt rezervleri hakkında yapılan
tahminler, gelecekteki tüketim miktarı hakkındaki tahminler iki ayrı
eğri ile gösterilmiştir.

Fosil yakıtların yerini tutacak elverişli yeni eneıji kay­


naklanın bulmak zarureti vardır. Aksi halde insanlık çok ız-
dıraplı bir şekilde, hem nüfusunu, hem de hayat seviyesini
çok düşürmek ve tekrar ziraate dönmek zorunda kalacaktır.
Günümüzde bilimsel buluşlar bu soruna bir değil bir çok çö­
züm yollan gösteriyor. Ancak bu buluşların uygulanabil­
mesi büyük ölçüde, insan topluluklannın fethedilmesi daha
zor görünen bu yeni eneıji türlerini ekonomik bir maliyetle
elde etmek için gerekli olan sermayeyi sağlayabilmelerine
bağlıdır. İnsanın, "Kendi alın teri ile kazanarak yaşaması­
nın, jeolojik zamanlardan kalma define sayesinde yaşama­
sından çok daha zahmetli olduğuna şüphe yoktur"42. Sanayi
Devrimi'nin ikinci safhasında çözülmesi gereken asıl mese­
le eneıji kaynağı olarak tükenmeğe mahkûm olan cansız
maddeler yerine tükenmez olanlannın ikâme edilmesi me­
selesidir. Ancak mesele bununla bitmemektedir.
1952 civannda dünyanın yıllık enerji üretimi, bitkisel
yakacaklar ve hayvan enerjisi dahil, yaklaşık 29 milyar me-
gavvat/saat kadar idi. Bu miktann ancak 10 milyan fiilen
kullanılabilmiş ve geriye kalan üçte ikisi heba olmuştur.
(Bkz. Tablo 5).
Enerji çok çeşitli şekillerde heba olur: Ürctim ve nakil­
de kayıplar olur. Yakıtlan birbirine dönüştürürken kayıplar
52 TX>nya Nüfusunun İktisat Tarihi

Tablo 5 • 1952'd* dünya enerji üretimi

Elektrik cinsinden
Çittim müvar megavat/saat
Kömür 12.0
Linyit ve turb 1.3
P e tıvJ
madenî yağlar 7.7
Doğal ga* 2.7
Hklıolik enerji 0.4
Bükısei yakıt 4.6
Hayvansal eneıji C13
29.0 Bunun 10.4 ü Kuzey Amerika'da
S.^i Baü Avrupa'da
5.0'ı Doğu Avrupa ve
Rusya'da

KAYIPLAR
Enajı üreten
fahnkaUnia 3.6
Nakilde aı
Kullanma
esnasında 14.0
Diğer 1.1

1S.S

CRETÎM - KAYIPLAR = 10.2 Bunun 0.3'ü ziraatte


0,8‘i ulaştırmada
5.8'ı sanayide
3.3 u evlerde
Kavruk- B M 1956. s. 3 35.

olur. Nihayet ısı enerjisi mekanik enerjiye dönüştürülürken


karşılaşılan şöyle önemli kayıplar da vardın İşlem için ge­
rekli olandan daha yüksek bir ısı düzeyine varılması; soğu­
ma halinde suyun buharlaşması; mekanik sürtünme; yan­
manın lam olmaması; ısının eksik nakledilmesi; kapasite
eksikliği. Kayıpların en büyük bölümü tüketim safhasında
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihı/53

vaki olur. Üretilen enerjinin aşağı yukan yansı, ısı kaybı


olarak bu safhada heba olur.
Bütün bunlar gösteriyor ki, cansız maddelerden elde
edilen enerjiyi kullanmada insanın verimlilik dü/evi hâlâ
son dercce düşüktür. Bir bakıma neolitik çağın çiftçileri gi­
biyiz. Onlar da yeni bulduklan eneıji dönüştürücüleri, yani
bitki ve hayvanlan gayet verimsiz şekilde kullanıyorlardı.
Ziraat Devrimi'nin bu temel buluşlanndan etkin biçimde
yararlanabilmek için insan, binlerce yıl boyunca sonu gel­
mez bir icadlar zincirini örmek zorunda kalmıştır. Aynı şe­
kilde cansız maddelerden oluşan yeni enerji dönüştürücüle­
rinden gereği gibi yararlanabilmek için daha pek çok ilerle­
melere ihtiyacımız vardır. Bu uzun yolculuk başlamıştır da!
James \Vatt’ın buhar makinası % 5 verimle çalışıyordu. Hal­

Makınalar Yakıt tüketimi KgflıWh


Savery

VVatl

Watt 1796
Cornish makinası 1830
Cornish makinası 1846

Üçtü Genişleme 1890

Pareons Türbin* 1910

Buhar Türbini 1950


Sjoa* hava Türbini 1950

Buhar Türbini 1955


10 20 30 40

Teknik verimlilik %b olarak


Şe*il 7. 1698-1955 arası buharlı makınalann teknik randıman»
(Thtmng e göre 1958)
54/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

buki günümüzün buhar türbinlerinde verimlilik % 40’a


ulaşmıştır (Şekil: 7). Termik bir santralda te enik verimlilik
ortalama olarak 1920lerde % 9'dan dalıa az iken, 1952'de %
24'c yükselmiştir. Bunlar çok önemli ilerlemelerdir, ama
katedilmesi gereken daha uzun bir yol vardır.
Verimsizlik konusunda mesele, yalnız kayıplardan
ibaret değildir. Bir de fazladan meydana gelen zararlar var­
dır. Yakıtların iyice işlencmemesi sonucunda oluşan kayıp
niteliğindeki artıklar çevreyi hızla kirletmekte hassas eko­
lojik dengeyi bozmakta ve hatta genetik mirasımızı dahi
tehdit etmektedir.
1965'de ABD'de eneıji üretiminin % 4’ü hidrolik kay­
naklardan, % 0,1 kadarı nükleer kaynaklardan, kalanı da fo­
sil yakıtlardan sağlandı. Bugün, verimli biçimde kullana­
madığımız için, fosil yakıtlar "kirletici" olmaktadır. Taşı­
dıkları eneıjinin ancak küçük bir bölümünden yararlanabi­
liyor ve gerisini çevreye, muazzam miktarlara varan kar­
bondioksit, hidrokarbon, sülfür dioksit, nitrojen oksit, fazla
ısı ve gürültü biçiminde dağıtıp duruyoruz.
"Kirli" yakıtlar yerine doğal gaz gibi "temiz" yakıtlan
kullanmak, yahut atom eneıjisine yönelmek en akla yakın
çaredir. Nükleer santrallardan atmosfere önemli miktarda
herhangi bir kirletici döküntü saçılmamaktadır. Ancak bu
santrallarda, sıvı veya katı, son derece radyoaktif birtakım
döküntüler oluşmaktadır ve bunların sürekli bir şekilde bir
yerde muhafaza altında tutulmasında zaruret vardır. Bu me­
seleler bütün ayrıntıları ile henüz iyice incelenmiş değildir.
Günün birinde hem yerin altında kaynak bırakmamış,
hem dc çevreyi sonuna kadar kir içinde bırakmış bir duruma
düşebiliriz. İşte önlememiz gereken tehlike budur.
Üçüncü Bölüm

Ü RE TİM ve TÜ KETİM

İnsan, eneıji elde etmek için sermayeye muhtaçtır. El­


de ettiği enerjiyi üretimde kullanabilmek için daha da fazla
sermayeye muhtaçtır. Bir toplumun yaşayabilmesi ve iler­
leyebilmesi için sermaye birikimi şarttır. Aynı şekilde bir
toplumun yaşamaya ve ilerlemeye devam etmesi de, o top­
lumun sermaye birikimi sağlamak ve biriktirdiği sermayeyi
verimli biçimde kullanmakta gösterdiği kabiliycün bir ba­
kıma ölçüsüdür.
Sermaye ile üretim miktan arasında kesin bir korelas­
yon vardır. Avcılıkla geçinen bir toplumda ihüyaç duyulan
sermaye miktan çok azdır: Âlet veya silah olarak kullanılan
bir miktar kemik ve biraz daha ilerlemiş olanlannda oklar,
yaylar ve taştan yapılmış âletler, gerekli sermayenin tama­
mı bundan ibarettir. Ziraate dayanan bir toplumda ihtiyaç
duyulan sermaye ise hem nitelik, hem de miktar itibariyle
farklıdır. Böyle bir topluma gerekli olan seımaye, tohum
stoklan, gübre, saban ve diğer ziraat âletleri, yük hayvanla-
n , anbarlar, değirmenler, sallar (gemiler), arabalar ve ilh...
gibi kalemlerden teşekkül eder. Sınaî toplumun sermaye ih­
tiyacı ise, makineler, dcmiryollan, kimya ve atom tesisleri,
52/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Tablo 5 • 1952'de dünya enerji üretimi

Elektrik cinsinden
Üretim milyar megavat/saat
Kömür 12.0
Linyit ve turb 1.3
Petrol ve
madenî yağlar 7.7
Doğal gaz 2.7
Hidrolik enerji 0.4
Bitkisel yakıt 4.6
Hayvansal enerji 0.3

29.0 Bunun 10.4'ü Kuzey Amerika'da


5.5’i Batı Avrupa'da
5.0'ı Doğu Avrupa ve
Rusya'da

KAYIPLAR
Enerji üreten
fabrikalarda 3.6
Nakilde 0.1
Kullanma
esnasında 14.0
Diğer 1.1

18.8

ÜRETİM - KAYIPLAR = 10.2 Bunun 0.3’ü ziraatte


0,8'i ulaştırmada
5.8'i sanayide
3.3’ü evlerde
Kaynak: B.M. 1956, s. 3-35.

olur. N ihayet ısı eneıjisi mekanik eneıjiye dönüştürülürken


karşılaşılan şöyle önemli kayıplar da vardır: îşlem için ge­
rekli olandan daha yüksek bir ısı düzeyine vanlm ası; soğu­
m a halinde suyun buharlaşm ası; m ekanik sürtünme; yan­
m anın tam olm am ası; ısının eksik nakledilm esi; kapasite
eksikliği. K ayıplann en büyük bölüm ü tüketim safhasında
Dünya Nüfusunun iktisat Tanh</53

vaki olur. Üretilen enerjinin aşağı yukan yarısı, ısı kaybı


olarak bu safhada heba olur.
Bülün bunlar gösteriyor ki, cansız maddelerden elde
edilen enerjiyi kullanmada insanın verimlilik düzeyi hftlû
son dcrccc düşüktür. Bir bakıma neolitik çağın çiftçileri gi­
biyiz. O nlarda yeni buldukları enerji dönüştürücüleri, yani
bilki vc hayvanlan gayet verimsiz şekilde kullanıyorlardı.
Ziraat Devrimi'nin bu temel buluşlarından etkin biçimde
yararlanabilmek için insan, binlerce yıl boyunca sonu gel­
mez bir icadlar zincirini ömıek zorunda kalmıştır. Aynı şe­
kilde cansız maddelerden oluşan yeni enerji dönüştürücüle­
rinden gereği gibi yararlanabilmek için daha pek çok ilerle­
melere ihtiyacımız vardır. Bu uzun yolculuk başlamıştır da!
James V/atl'ın buhar makinası % 5 verimle çalışıyordu. I lal-

Makinalar Yıl Vakit tüketimi Kg/kVVh


Savery 1698

Newcomen 1712

Watt 1770 --------------------


--
1796
, 1 1 1 1 1

Watt

Cornish makinası 1830

Cornish makinası 1846


------------------ -—--- m
Üçlü Genişleme 1890

P arsons Türbini 1910

Buhar Türbini 1950


— ■ 11 ."1
Sıcak hava Türbini 1950

Buhar Türbini 1955


--------------*|
10 20 30

Teknik verimlilik °/b olarak


Şekil 7. 1698-1955 arası buharlı makınalann teknik randımanı
(Thirring'e göre 1958 )
56/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

barajlar, araştırma laboratuvarlan. ve ilh... gibi hem daha


karmaşık hem de miktar bakımından çok daha fazladır. Üre­
tim miktan arttıkça, bu üretimi yapmak için gerekli olan ser­
maye miktan da artar. Diğer yandan, artan üretimin serma­
ye birikimi imkânlannı da arttıracağı bir vakıadır.
Avcılığa dayanan bir ekonomide, üretim, tüketim vc
sermaye birikiminin dununu hakkında yeterli bilgimiz yok­
tur. Bu bölümde sadece ziraate dayanan toplumlarla sınaî
toplumlanlaki üretim, tüketim ve sermaye birikiminin ge­
nel durumunu incelemeğe çalışacağız.

Z ira î Toplum

Sermaye tasarruftan doğar. Toplum, ancak hâli hazır


tüketimini kısarak kaynaklannı sermaye m allan üretmeğe
yöneltebilir. Ziraî toplumda, fert başına gelir düşük olduğu
için fert başına tasarrufun da hiç değilse mutlak miktan, çok
düşük bir seviyededir. Sonra, tasarruf edilen kaynaklanıl
kullanılma biçimi dc geliri ve neticede tasarrufu arttıracak
nitelikten uzak bulunmaktadır. Tasarrufla sağlanan kaynak-
lann büyük bölümü genellikle mabcdler, piramitler, saray,
mücevherler, savaş, ilh... gibi alanlarda kullanılır. Aynca,
sanayi öncesi toplumlarda ulaşım im kânlan da çok yeter­
sizdir. Kitle ulaşımı pek mevcut değildir. Haberleşme hem
pahalı, hem de emniyetsizdir. Bu sebepten sanayi öncesi
toplumlarda cari üretimin, sanayi toplumuna oranla çok da­
ha büyük bölümünü ihtiyat olarak stoklamak mecburiyeti
vardır. Bu stoklama, bütün mallar için söz konusudur ama
özellikle zarurî ihtiyaç maddeleri için kaçınılmaz bir mec­
buriyettir. Bu stoklar bir nevî yatınm, yani sermaye biriki­
midir. Ancak bu yatınm "gelişme yaratan" türden değil dc,
mevcut durumun idamesini mümkün kılan "istikrar sağlayı­
cı" yatırımlardır. Ziraî toplumda "gelişme yaratan" türden
yatınmlar son dcrccc azdır.
D ünya Nüfusunun İktisat Tarihi 57

Toplum, yukarıda da söylediğimi/, gibi, bulunduğu


gelişme düzeyine göre değişen miktarlarda sermayeye ihti­
yaç duyar. Ekonomik yapısını ziraî tipten sınaî tipe geçir­
mek isleyen bir toplum, bu dönüşüm için gerekli olan ser­
mayeyi teşkil etmek iizere büyük çaba harcamak zorunda­
dır. Bu geçiş tedricen, uzun t aman içinde gerçekleştirilirse,
fazla bir zorluğa yol açmayabilir. Ama çok kısa bir süıv için­
de gerçekleştirilmece kalkılırsa, bıı takdirde çok büyük zah­
metlerle karşılaşılması kaçınılmazdır. Böyle bir dununda,
henüz ziraî düzeyde bulunduğu için düşük kalan gelirden,
sınaî düzeye tekabül eden sermayenin oluşturulması gibi
bir zorlama söz konusudur. Geçiş ne kadar hızlı olursa, zor­
lama vc sıkıntılar da o kadar büyük olur.
Bu geçişi başarmak için toplum, sermaye teşekkülün­
de belirli seviyeye varmış olmalıdır. "Asgarî zarurî miktar"
diye nitelenebilecek bu seviyeye vanlauıadığı takdirde ge­
çiş mümkün olmaz. Ama ziraî bir toplum, bu asgarî seviye­
de sermaye birikimini aşmak iizere, tahta sapanlann veya
çapaların miktarını artırmakla yetinirse, bu yolla sınaileş-
nıeyi başaramaz. Tıpkı avcı toplulukların dalıa çok taş
âletlerle av üretimini artınııakla ziraî toplum düzeyine vara­
mayacağı gibi. Gerçeklen scımaye birikiminde gerekli de­
ğişme sadece miktar olarak değil, aynı zamanda nitelik ba­
kımından da olması gerekir. Nitelik değişmesi, çalışan nü­
fusun yeni beceriler kazanması, halkın yeni hayat tarzlarını
benimsemesi demektir. Bu konuyu ilerde 6. Bölüm’de tartı­
şacağız. Burada sadece şunu hatırlatmakla yetinelim: Kaza­
nılması icap eden yeni beceriler, eğitim alanına yatınm yap­
mak üzere dalıa çok sermayeye ihtiyaç gösterebilir.
Geçmişin ziraî toplunılannın hepsinde, bilinen yahut
işletilebilen enerji kaynaklan sınırlı olduğu için, halkın bü­
yük çoğunluğu gıda, giyim ve mesken gibi en basit ilıtiyaç-
lannı karşılamaktan öteye nadiren geçebiliyor, hatta çok
kere onlan bile zorlukla karşılayabiliyordu. Avtıı toplum-
58/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

larda mevcut kaynakların da hemen hemen tamamı ziraat,


dokuma sanayii ve inşaat sektöründe kullanılıyordu.
Bu üç sektör içinde ziraat diğerlerine oranla daima en
büyük yeri tutar. Mevcut sermaye ve emeğin de en büyük
bölümü bu sektörde kullanılır. Üstelik ziraat, bu toplumlar­
da, diğer sektörlerin de istinat ettiği temel sektör ödevini gö­
rür. İnşaat sektörünün en çok kullandığı kereste ziraatten
kaynaklanır. Dokuma sanayiinin kullandığı yün, keten, pa­
muk, yahut ipek de aynı sektörden sağlanır.
Ticarî faaliyetlerin de büyük bölümü, ziraî sektörde
üretilen hububat, şarap, baharat, kereste vs. gibi mallarla
dokuma maddeleri üzerinde cereyan eder. Kullandığı iş gü­
cü bakımından, ticaret çok tali bir sektördür ve tüccarlar
toplum içinde çok küçük bir azınlığı meydana getirirler. Bu­
nunla beraber ticaret sektörü ekonomide daima stratejik rol
oynayan dinamik bir sektördür. Uzmanlaşmaya ve mevcut
kaynaklan en iyi biçimde kullanmaya imkân verir. Ticaret
sektöründe görülen dalgalanmalar ekonominin bütününü
derinden etkiler. Tarihin gösterdiği şudur ki, ticaretin geliş­
tiği yerlerde, nüfus ve refahın düzeyi, ziraaün imkân sınırla­
rı içindeki azamî seviyeye çıkmaktadır. Gerçekten sanayi-
öncesi dönemin ziraate dayalı büyük medeniyetlerinin he­
men hepsi ticaret sektöründe kaydedilen genişlemeye isti-
nad etmişlerdir. 17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere'de Sanayi
Devrimi’nin maddî temellerini yaratan da işte bu sektörün
aşın derecede genişlemesi olmuştur.

Sanayi T oplum u

Sanayi toplumunda, yeni eneıji kaynaklarının işletil­


mesi, daha çok sermaye kullanılması ve üretim faktörleri­
nin çok daha verimli biçimde istihdam edilmesi sayesinde,
fert başına gelir, ziraate dayalı topluma oranla çok daha
yüksektir. Bu nedenle sanayi toplumunda halk kitlelerinin
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi, 59

beslenme düzeyi de, genellikle daha iyi kalitededir. Giyin­


me ve mesken alanında da genellikle aynı düzelme görülür.
Yeni ve daha yüksek düzeyde birtakım ihtiyaçlar, geniş kit­
leleri de kucaklayacak ölçülerde karşılanır. Yüksek düzey­
de dediğimiz ulaşım, sağlık, eğitim, eğlence vs. gibi ihtiyaç­
lar için yapılan harcamalar, fert başına gelirdeki artışa oran­
la daha hızlı artar. Bunun anlamı şudur: Diğer zarurî ihtiyaç­
lar için, meselâ gıda için yapılan harcama, miktar itibari ile
eskisinden daha yüksek olmakla beraber, toplam harcama
içindeki oranı bakımından düşer.
Yeni eneıji kaynaklannın işletilmesi ve tüketim yapı­
sının değişmesi ile paralel olarak ekonomide ziraat sektörü­
nün nisbî öneminde genel bir azalma görülür. Aynı zaman­
da diğer sektörlerin ziraate bağımlılık dereceleri de azalır.
İnşaat sektörü kereste yerine çelik ve çimento kullanmağa
başlar. Dokuma sanayii tabiî elyaf yerine sunî ipek, naylon
vs. gibi maddeler kullanmağa yönelir. İlâç sanayii baharat
vc otlar yerine kimyasal maddeleri kullanır. Gıda sanayii bi­
le meyva yerine vitamin haplan, şarap yerine koka kola üre­
timiyle aynı yolun yolcusu olur. İnsanın kullandığı bütün
mallann, Sanayi Devrimi'ndcn önce, % 80'ine yakın bölü­
münün bitki ve hayvan kökenli olduğu, ancak % 20'sinin
madenî kaynaktan geldiği ileri sürülmüştür1. Bu rakamlan
kesin miktarlar olarak almak elbette doğru değildir. Ama
kaynaklar oranında nisbî önemin hangi yönde ağır bastığı
konusunda yaklaşık olarak oldukça doğru bir fikir verdiği
de muhakkaktır. Sanayi Devrimi ile bu durum tamamen ter­
sine dönmüştür. Hem faal nüfus içinde ziraatte çalışanlann
oram, hem de m illî gelir içinde ziraatten sağlanan bölüm
hızla azalmış, buna karşılık, kimya metaluıji ve makina sa­
nayii gibi yeni anahtar sektörlerde büyük genişleme görül­
müştür.
Sanayi toplumunda bilimin ve bilimsel yöntemlerin
üretime katkısı çok büyüktür. Bu nedenle, sanayi toplu-
60/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

munda araştırma ve eğitime tahsis edilen kaynakların hem


büyüklüğü hem de kullanılmalarındaki etkinlik derecesi,
ekonominin büyüme hızı üzerinde çok büyük bir tesire sa­
hiptir. Tabiî bu demek değildir ki maddî sermaye malı üreti­
minin önemi azalmaktadır. Aksine artmaktadır, çünkü, yeni
bilgilerin pek büyük çoğunluğunu üretimde kullanabilmek
için, eski sermaye mallarının yerine, yenilerini yapıp yer­
leştirmek zarureti vardır. Diğer yandan sanayi toplumu çok
dinamik bir yapıda olduğu için, maddî sermaye de, yetişmiş
insandan oluşan beşerî sermaye de gittikçe artan ölçüde de­
mode hale gelme tehlikesi içindedirler. Bu sebepten, hem
maddî sermaye mallarım yenilemek hem de insanları tekrar
ve tekrar eğitmek için çok büyük miktarda kaynak ayırmak
zarureti vardır.
Avrupa ve ABD'de son yüzyıl içinde kaydedilen
İktisadî gelişmeye ait elimizde bulunan istatistikler, yukarı­
da ana hatlarını kısaca belirttiğimiz değişmelerin bir bölü­
münü çok açık şekilde göstermektedir.
Çoğalan nüfusla birlikte büyüyen iş gücünün gittikçe
artan bölümü ziraat yerine, 2. ve 3. sektörler dediğimiz sa­
nayi ve hizmet sektörlerinde çalışmağa başlamıştır. Bu eği­
limle ilgili verileri, yukarıda 1. Bölüm’de yer alan, 1 ve 2
No.lu tabloda göstermiştik. Uzun dönem içinde, biriken
sermayenin hacmi de muazzam artış göstermiştir. Artan
sermayenin içinde inşaat ve stokların önemi azalmış, buna
karşılık makinelerle ömürlü yatırım mallarının nisbî önemi
giderek artmıştır. ABD'de bu gelişmeyi gösteren rakamlar 6
No.lu tabloda gösterilmiştir.
Sermayenin artışı kadar, kullanılmasındaki verim artı­
şı da çok önemli olmuştur. Bazı iktisatçılara göre, ABD'de
ziraat dışında kalan sektörlerde, 1909 ilâ 1949 arasında iş­
çi/saat başına kullanılan sermaye miktan % 31,5 oranında
artış göstermiştir. Kullanılan sermaye miktannda bu oranda
bir artışın fert başına üretim miktannı ancak % 10 kadar art-
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihitöl

Tablo 6 * A BD 'd e net sermaye teşekkülünün


nisbî bileşimi (ortalama % olarak)

1869/98 1909/38
öm ürlü yatınm mallan 14 22
Bina 71 49
Stoklara yapılan net ilâve 18 12
Dış ülkelerden net alacaklar -3 17

100 100

Kaynak: Kuzncts, 1946, s. 55.

tırması beklenirdi. Oysa işçi/saat başına üretimi % 105 ora­


nında bir artış göstermiştir. Bu tip hesaplamalar, şüphesiz
göründüğü kadar güvenilir nitelikte değildir. Bu hesapla­
maların dayandığı varsayımlardan bir bölümünün sermaye
teçhizatının katkısını olduğundan daha küçük gösterdiği
kolayca isbatlanabilir2. Kesin rakamlar halinde ifade edile­
bilmesi şüpheli de olsa, sanayi toplumunda İktisadî büyü­
menin küçümsenemiyecek bir bölümü hiç şüphe yoktur ki,
teknik değişme, iş gücünün daha iyi eğitilmesi ve ölçek eko­
nomisi gibi unsurlardan doğmaktadır.
Emek ve sermaye girdilerinin büyümesi ve bunların
gittikçe daha verimli biçimde kullanılmaları, üretimde ola­
ğanüstü bir artış doğurmuştur. Üretimdeki artış, nüfus artı­
şından daha fazla olduğu için, uzun vâdede fert başına gelir
de yükselmiştir.
Son yüzyılda başlıca ülkelerde nüfus miktarında ve
millî hasılanın hem toplam hacminde hem de fert başına dü­
şen miktarında kaydedilen artışlar 7 No.lu tabloda gösteril­
miştir. 8 No.lu tabloda da millî gelir içinde ziraat sektörüne
ait payın nasıl azalmakta olduğu görülmektedir. Bütün bu
rakamlar, elbetteki yaklaşık rakamlardır ve geniş hata payı
ihtiva ederler.
62/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Bütün bu gelişmelerde hâkim rolü oynayan sanayi


sektörüdür.
ABD’dc 1901 ilâ 1955 arasında toplam "sınai üretim"3

Tablo 7 ■ 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyıl ortalarına kadar


bazı ülkelerde nüfus, milli hasıla ve fert başına
millî hasılada görülen büyüme oranlan.

(Yıllık onalama değişme % si)


Fert
başına
Millî millî
Nüfus hasıla hasıla
Ingiltere 1860-9 1949-53 0.8 2.2 1.3
Fransa 1841-50 1949-53 0.1 1.5 1.4
Almanya 1860-9 1950-4 1.0 2.7 1.5
İsveç 1861-8 1950-4 0.7 3.6 2.8
İtalya 1862-8 1950-4 0.7 1.8 1.0
Rusya + SSCB 1870 1954 1.3 3.1 1.5
A.B.D. 1869-78 1950-4 1.7 4.1 2.0
Kanada 1870-9 1950-4 1.8 4.1 1.9
Japonya 1878-87 1950-4 1.3 4.2 2.6
Avustralya 1898-1903 1950-4 1.7 2.8 1.0

Kaynak: Kumets, 1959, s. 20-21.

Tablo 8 - Bazı ülkelerde ziraatin m illî gelir içindeki


nisbî payının değişmesi

1770 1870 1970


Kanada 5
Fransa 45 6
Almanya 30 3
İngiltere 45 15 3
İtalya 57 9
Japonya 63 7
İsveç 43 4
A.B.D. 30 3
Rusya 55 22
Hindistan 45
Brezilya > 14
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/63

Tab lo 9 - Dünya Üretimi

Eneıji Pik demir Çelik


(Milyar megavat
olarak) (Milyon ton olarak)
1850 5 -
1870 1.7 13 l
1900 6.1 40 29
1910 9.4 70 60
1920 11.3 60 72
1929 13.1 100 121
1940 15.9 102 142
1950 20.6 134 189
1960 33.5 260 380

Kaynaklar: Eneıji için bkz. Yukanda tablo 3; pik demir için bkz. British İron and
Steel Federation, Statistical Yearbook For 1954; çelik için bkz. C.H.
C.A. 1957 (2), s. 22-3.

Tablo 10 - Batı Avrupa'da (BA.) ve A.B.D.'de 1901-1955


döneminde sınat üretimdeki artış

Sınaî üretim Fen başına


genel endeksi sınaî üretim
Nüfus (Hacım olarak) endeksi
(Milyon olarak) 1938=100 (B.A. 1955=100)
B.A. A.B.D. B.A A.B.D. B.A. ARD
1901 195.0 77.6 44 35 37 . 74
1913 216.6 97.2 69 66 51 109
1929 234.0 121.8 86 124 60 165
1937 245.7 129.0 102 127 67 160
1955 284.1 165.2 177 291 100 285
1960 300.3 180.7 231 334 124 298

B .A .: Batı Avrupa = O.E.C.D. örgütüne üye olan Belçika, Danimarka, Fransa,


Almanya, Yunanistan. İrlanda, İtalya, Uiksemburg, Hollanda, Norveç, Saar, İs­
veç, Türkiye ve Ingiltere'den oluşmaktadır.

Kaynak: Paretti And Btoch, 1956, Tablo 2,28 ve 30. 1960 yılına ait verileri
Prof. Pareıti lütfedip bu kitap için hesaplamıştır.
64/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

hacmi yıllık ortalama % 3,7 bir artış göstermiştir. Fert başı­


na sınaî üretimde ise yıllık % 2,4’lük bir artış olmuştur. Batı
Avrupa'da toplam4 sınaî üretim yıllık ortalama % 2,3, fert
başına sınaî üretim de % 1,6 oranında artış göstermiştir.
Bütün bu rakamların büyük hata payı ihtiva ettiklerini
söylemiştik. Özellikle 7, 9 ve 10 No.lu tablolarda yer alan
rakamlar konusunda dikkat edilmesi gereken önemli bir
nokta vardır. Sınaî üretimi ve millî geliri hesaplamak için iz­
lediğimiz yöntemler biraz kaba olduğu için, üretilen malla­
ra ait istatistikler içinde, bir yandan üretilmesi arzu olunma­
dığı halde yan ürün olarak oluşan birtakım zararlı maddeler,
diğer yandan bu zararlı maddeleri ortadan kaldırmak için
kullanılan mal ve hizmetler dc yer almaktadır. Bununla be­
raber, bütün bu fazlaları da hesaba katacak olsak, yine dc
Batı'da 1800 ile 1970 arasında, mal ve hizmet üretiminde
kaydedilen muazzam artışı ve hayat seviyesindeki büyük
yükselmeyi görmemezlik edemeyiz.
Üretimin dünya ölçüsünde kaydettiği artış, çeşitli ül­
kelerin birbirine olan bağımlılığını büyük ölçüde arttırmış­
tır. Uzak mesafeler arasında iletişimin ve uluslararası tica­
retin çok hızlı bir şekilde artması, dünyadaki İktisadî geliş­
menin hem şartı, hem de sonucu olmuştur.
11 No.lu tabloda yer alan rakamlar ne kadar inanılmaz
gibi görünürse görünsün, yine dc iletişimdeki gelişmenin

Tablo 11 • Dünya demiryolu uzunluğu ve gemi tonajı

Gemi taşımacılığı
Demiryolu (Brüt tonaj)
(Bin mil) (Bin ton)
1860 70 14.000
1910 700 42.000
1960 760 160.000
1970 227.500
Dünya Nüfusunun Iktmnt T»nM>*>

tamamını aksettirmekten epeyce uzaktır. Mu rakamlar için


de, bir kea' irenlerin ve gemilerin luz bakımından kaydettiği
muazzam artış hesaba katılmamıştır. Ayııea demiryolunun
konimi sisteminde, mevcut sermaye stokunu çok dalıa etkin
biçimde kullanmaya inıkfln veren gelişmeler olımışlur; bu
da rakamlar arasında yer almamaktadır. 11 No.lu tabloda
yer alan rakamlara ayrıca, motorlu taşıllarda görülen artışı,
iç sularda yapılan taşımacılıkla, hava yolu ile yapılan taşı
macılıkta görülen artışı da eklemek geıvkııdı. Mesel,1 19-18
ile 1970 arasında dünya sivil hava taşımacılığındaki geliş­
me şöyledir;

KKK) M ilyon O larak


Ton/K m .
Y olcu/K ın. Yük 1’oMa
1948 21 0,4 0.2
1958 85 1.7 05
197 0 m 10.7 2.8

Sınaî üretimin artışı, hem Batı Avrupa'da, hem de


ABD'de, imalat sanayiinde m u h t e l i f dallanıl nisbî önemin
dc büyük değişmeyi de beraberinde getirmiştir. Bundan,
nedenleri ile birlikte yukarıda bahsetmiştik. Burada bazı
kanlitalif yanlarına temas edeceğiz. Gıda vc dokuma sana-
yilcri, 20. yüzyılın başlarında toplam sınaî üretimin, Batı
Avrupa'da % 44’ünü oluşturuyordu. 1955'de bu pay Batı
Avrupa'da % 21'c, ABD'de % 19'a düştii.
Aynı dönem içinde, metal sanayiinin payı Batı
Avrupa'da % 16'datı % 34'e, ABD'de ise % 10'daıı % 41 e
ulaştı. Kimya sanayiinin payı da Batı Avrupa'da % 5’ten %
14'e, ABD'de dc % 5‘ten % 13'c yükseldi. Metal sanayii,
kimya sanay ii ile birlikte 1955'dc toplam imalat sanayimde­
ki üretimin Batı Avıupa'da % 48’ini, ABD'de dc % 54’ünü
oluşturmakta idi5.
66/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

İD O •—<OO On t~~* OO
vn O >—
On —•
ı —
*

p -g v -ır^ O v p < O rq
On —
On5Q _■<*—
« h° nn oo Jrs

■o

Kaynak: Parelti and Bloch, 1956, Tablo 18. "Balı Avrupa" deyimi Tablo lO'dakinin aynıdır.
i =
<« s.*

r~-
m 5O vn
^ O^ oo^ On «
on —
(S jş
«= 22 ONONO^or-Ocn
^ 2 5 - * — — C 'J'-rs
E 9İ Ov

58 -
2 =
s
i I

l :g ,l .

İtil» t
,s « İ E 2 ;
| -3 1 <
S JS İ^ £O
Ü o Q
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihı/67

Fert başına reel gelirin artışı, hayat seviyesinde çok


büyük yükselmeye ve zarurî olanlann ötesinde kalan bir çok
ihtiyaçları, geniş kitleleri de içine alacak şekilde tatmine
imkân verdi. Aşağıdaki rakamlar, sınaî toplumda ulaşılan
tüketim düzeyi hakkında bir fikir veren göstergelerdir:

Fert başına tüketilen yıllık eneıji miktarı (Megawat/saat) 20'den fazla


(10 ve daha yukarı yaşlarda) okuma-yazma
bilmeyenlerin (%) si 5'ten az
1000 nüfusa düşen ilkokul öğretmeni sayısı S'ten fazla
1000 nüfusa düşen doktor sayısı l'den fazla
Yeni doğan bebeğin yaşama ümidi (yd olarak) 60'dan fazla
Her türlü gıdadan alınan fen başına gündelik kalori 2500'den fazla
Fert başına gündelik hayvanı protein 1,5 gr'dan fazla
Toplam özel harcama içinde gıda ve içkiye ayrılan bölüm (%) 40'ıan az
18 ilâ 25 yaş arasındakilerin içinde okula gidenler (%) 25'ten fazla

Fert başına "eneıji tüketimi" tıpkı, "fert başına gayrı


safî millî hasıla", veya "fert başına ulaşım hacmi", yahutta
"10.000 nüfusa düşen telefon ve araba miktan" gibi ölçme
yöntemlerinden biridir. Bu tür ölçme yöntemlerini iktisatçı­
lar çok kullanırlar. Buraya onlan almıyorum, çünkü bazen
son derecede yanıltıcı da olabilirler. Bunlar tükeüm düzeyi­
ni kabaca aksettiren göstergelerden ibaret bulunduğu halde,
yanlış olarak refahın birer ölçüsü gibi gösterilmiştir. Tüke­
tim, ve refah birbirinden ayn şeylerdir. K.E. Boulding'in
söylediği gibi, "bir sosyal sistemin topyekün üretimi, aslın­
da, o sistemin geliri veya kazancı değil, maliyeti ve masrafı­
dır. Ilımlı bir iklimde, halkı iyi beslenen, sağlıklı, kültür ha­
yatı sade, ucuz ve insanı rahatlatan hazlara yöneltici bir ül­
ke, fert başına düşen gayn safî millî hasıla bakımından dü­
şük düzeyde bulunabilir. Buna karşılık berbat bir iklimde,
büyük bir savunma sanayiine sahip ve kültür hayatı fendi,
ancak ızdıraba garkeden bir ülkede aynı hasıla çok daha
yüksek bir seviyeye çıkmış olabilir. Bununla beraber halkın
68/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

unsurları % olarak

OO00 00 Tf o
2m ıs tr d od
u-
Tablo 13 - Bazı ülkelerde 1950'de özel tüketim

C^TfTfvOr<) —Tfrj-vo

:§ M
X >>
o S
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/69

refahı yukanki ülkede bu ülkedekinden çok daha iyi olabi­


lir"5.
Bunları ifade ettikten sonra, şunu da ilâve etmek
lâzımdır: Sanayi öncesi toplumlar, "iyi beslenen, sağlıklı,
faydalı tatminleri teşvik eden kültür hayatı” diye nitelenen
duruma, mazide de bugün dc yaklaşabilmekten çok uzak ol­
muşlardır. Ziraî toplumlarda, halk kitlelerinin yaşadığı ha­
yat seviyesi daima tam bir sefalet seviyesinde kalmıştır.
Sınaî toplumlann bazılan, tükelim düzeylerinin yüksek ol­
duğu, ama refah içinde bulunmadıklan düşüncesinde olabi­
lirler. Ancak ziraî toplumlarda bunlann ikisi de mevcut de­
ğildi. Bugün insanlığın dörtte üçü bu durumdadır ve "yeteri
kadar beslenmek ve sağlıklı olmak" için ümitsizce çırpın­
maktadır. Sanayi Dcvrimi'ne mazhar olmak en büyük emel­
leridir. Ama bu ziraî toplumlann karşılaştıklan çok çeşitli
güçlükler arasında bir tanesi var ki, en büyüğüdür: Nüfuslan
korkunç bir hızla artmaktadır. Şimdi de dikkatimizi bu me­
seleye çevirm enin sırasıdır.
Dördüncü Bölüm

D O Ğ U M ve Ö LÜ M

İlk e l Toplum

Avcılık ve toplayıcılıkla geçinen ilkel toplulukların


tarih öncesinden, çağımızın Avustralya yerlileri yahut gü­
nümüzün Eskimolar'ına kadar hepsinin ortak özelliği daima
nüfuslarının çok az ve son derece seyrek olmasıdır. Arkeo­
loji ve antropoloji araştımıalannın da gösterdiği budur. Av­
cı ve toplayıcı topluluklarda 1 km2'ye 1 kişi düşmeye başla­
mışsa nüfus çok aşın derecede yoğunlaşmış sayılır1. Daha
yüksek yoğunluk derecelerine varabilenler, muhtemelen,
çok elverişli yerlerde yerleşmiş olan mahdut bazı balıkçı
topluluklarından ibarettir. Fiilen görülen yoğunluklar birbi­
rinden, yalnız bölgelere göre değil, aynı zamanda iklime,
belli av hayvanlarının kaybolması veya çoğalmasına, muh­
telif kültürlerin gelişme veya gerilemesine bağlı olarak, çok
büyük farklılıklar göstermektedir. Değişik topluluklar için
tesbit edilen yoğunluk değerleri o derece farklı ki makûl bir
ortalama tayin etmeye imkân yoktur. Ancak en yüksek olan
yoğunluk değerleri bile o kadar düşüktür ki, herhangi bir or­
talama yerine bunları kullanmak daha anlamlı olur.
72/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Yakın zamanlara kadar, insanlığın başlangıçlarında


doğurganlığın uygar insana oranla, çok düşük olduğu ve pa-
leolitik toplulukların bu sebepten çok seyrek bir nüfusa sa­
hip oldukları düşünülüyordu. Bugün bu görüş artık terkedil­
miştir. Güvenilir verilere mâlik olmamakla beraber, dolaylı
birtakım belirtilere bakarak, paleolitik topluluklarda ölüm
oranının son derece yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Bu
ölüm oranına rağmen ortadan silinm ediklerine göre, ilkel
insanların aynı zamanda çok yüksek bir doğurganlığa sahip
olduklarını da kabul etm emiz gerekir2.
Yüksek ölüm oranı ve yüksek doğum oranı ile birlikte
ortalama ömür de kısa idi. Bu konuda bildiklerimiz de maa­
lesef yok denecek kadar azdır. Ve ancak çok kaba tahmin­
lerle yetinmek zorundayız3. Neandertal adamlara ait Avru­
pa'da bulunan 187 iskeleti inceleyen Vallois'in tesbiti şöyle-
dir: "Üçte biri yirmi yaşından evvel ölmüştür. Kalanın çok
büyük bölümü 20 ilâ 40 yaşlan arasında ölmüştür. 40 yaşın­
dan fazla yaşayan sadece 16 kişidir ve bunların da çoğu 40
ilâ 50 yaşlan arasında ölm üşlerdir"4. Neandertal adamdan
çok daha eskiden yaşam ış olan, A sya'nın Senantropus
adamlanna ait 38 iskeleti inceleyen W eidenreich'm bulgu­
lan da Vallois'inkilere uymaktadır. Bu 38 kişiden 22'sinin
öldüğü sırada hangi yaşlarda olduğu tahmin edilmiştir. Bu­
na göre 15 kişi 14 yaşından küçük yaşta ölmüştür. 3 kişi 15
ilâ 29 yaş arasında, 3 kişi de 40 ilâ 50 arasında ölmüşler, yal­
nız 1 kişi 50 yaşından fazla yaşayabilm iştir5.
Bir çok faktör bu rakamlan gerçekten uzaklaştırmakta
ve son derece şüpheli hale gelinmektedir. İncelenen iskelet­
ler birbirinden çok değişik kuşaklara aittir; çocuk vefatını
hesaba katm am aktadır ve nihayet sayılan da güvenilir bir
değerlendirm eye im kân verm eyecek kadar küçüktür. Bu­
nunla beraber, tarihî zam anlarda yaşayan avcı topluluklar
üzerinde derlenen bilgiler de genellikle bu bulgulan doğru­
lar niteliktedir. Yaşı 50'yi bulanlar bunlarda da çok az sayı­
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/73

dadır ve "Nüfusun büyük çoğunluğu daha aşağı yaş grupla­


rına doğru yoğunlaşmaktadır"6.
Ölüm nedenlerine gelince, Wcidcnreich’ın yaptığı
gözlemlere göre tarih önccsindcn kalma iskeletlerin çoğun­
da, ölümün tabiî değil de katledilme şeklinde vaki olduğu
kesinlikle ortaya çıkmaktadır7. Tarihî zamanlarda yaşamış
olan paleolitik insanlara ait kalıntılar üzerinde Krzywic-
ki'nin vardığı sonuçlar da benzer niteliktedir. Kr/ywicki en
sık rastlanan ölüm şekillerinin çocuk öldürme, savaş ve baş­
kaları tarafından avlanma olduğunu müşahade etmiştik.
Nüfusun seyrek olması, salgın hastalıklara karşı bir nevi ko­
ruyucu görevi yapıyordu. Salgın hastalıklann başka de­
mografik şartlarda yaptıkları tahribatı, sınırlı bölgelerin dı­
şına çıkmadan, örgütlü küçük gruplar halinde yaşayan bu
çok dağınık nüfus içinde de yapabileceğini düşünmek ger­
çekten zordur9. Ama, hastalık ve açlığın paleolitik ve mezo-
litik toplumlarda10, özellikle çocuklar arasında, büyük tahri­
bat yaptığını kabul etmek hiç de zor olmasa gerek.

Z ira î Toplum lar

Ziraî toplumlar çok eskiden beri nüfus miktarı ile, ge­


rek askerî, gerekse malî sebeplerden ötürü, yakından ilgi­
lenmişlerdir. Yazılı kaynaklara dayanarak, arkeolojik bul­
guların da yardımı ile, eski toplumlann nüfus miktan ve yo­
ğunluğu hakkında, kaba da olsa bazı tahminlere varmamız
mümkündür. Ancak ne doğum, ne de ölüm oranı hakkında
çok yakın devirler hariç, güvenilir herhangi bir bilgimiz
yoktur. A vrupa'nın bazı yerleri için kayıtlar 16. yüzyılın
sonlarında başlıyor. Ama bu istisnaîdir. Güvenilir kayıtlar,
genellikle çok daha sonra başlar. Avnntılı istatistikleri itina
ile toplamak için kantitatif değerlere önem veren bir kültür
hayatı ve üstün teşkilât kabiliyeti gerekiyordu. Bunlar, na­
dir istisnalar dışında, ziraat veya hayvancılıkla geçinen lop-
T4. L\în\ c\ NüfusumiM İktisat TiihN

lum laaia {\'k rastlanan hususu etler delildi. M e/ar t a ş l a r ı n ­


daki kitabelerden alınacak bilgi leıv dayanaıak ortalama
öm ür hakkuKİa anlamlı, kabule şayan >a ta la ra varmak, so­
nuçlar çıkarmak pek müm kün görünm em ektedir".
H ım i/dekı belgeler. çok a / ve yetersi/ olm akla Ivra
bor. bize şunu gösteriyor kt. bütün /ira f toplum larda l(v
yü/yıl İtalya'sı veya 17. y iin ıhtı l raıısa’sı, yalım da 1() yu.
yılın Hindistan’ı, hangisi olursa olsun, nüfus hepsinde. do
ğum ve ölüm oranlarının yapısı ve değişm eleri hususunda
belirli bir modele uyma eğilimindedir. Brüt doğum oranlan
çok yüksektir ve hepsinde binde 35 ilâ 55 arasında değiş
mektedir. Doğurganlık döneminin sona erdiği 45-50 yaşına
kadar evli kadınların dünyaya gelinlikleri çocuk sayısı ona
laması en a / 5'tir. Bu sınırlar içinde, belirli zirfıî toplumda
doğum oranının fiilen hangi seviyede bulunacağını belirle­
yen belli başlı faktörleri şöyle sıralayabiliri/: Nüfusun, yaş
ve cinsiyet itibari ile terekküp tarzı, sağlık durum u, İktisadî
şartlar, haıp veya sulh içinde olması ve nihayet bunlar kadar
önemli olm ak üzere evlilik12, doğum kontrolü vs. konusun
daki tutumları etkileyen sosyokültürel etkenler. Ölüm ora­
nı da çok yüksektir. N onnal olarak doğum oranının biraz al
tında, genellikle binde 30 ilâ 40 arasında bulunm aktadır.
Ziraî toplumda nüfus, nonnal olarak yılda % 0,5 ilâ %
1 arasında bir artış gösterir. Bu oran hakkında bir fikir ver­
m ek için, P.C. Putnam 'm yaptığı şu hesabı zikredebiliriz:
İnsanlık, ziraat devrim inden çok eski olm ayan bir tarihte,
m eselâ M.Ö. 10.000 yıllarında bir tek çiftten yola çıkarak
her yıl % 1 artış ile günümüze kadar gelse idi, bugün binici -
cc ışık yılı çapında bir saha insan gövdesi ile dolardı ve bu
sahanın genişlem e hızı da, rölativite teorisini hesaba kal
mazsak, ışık hızından bir kaç yilz misli la/la olunlu". BÖylc
bir sonuç m eydana gelm em iş ise, bunun sebebi, ziraal top
lum larının dem ografik tarihi boyunca, öliim oranının za
man zaman artarak, bazı hailenle binde 150, yahut 3(X), hal
Pıluyn NıHtiMinun İKlı^nl I mıla ,'r.

M M)0 doıecelorıne kadar yükselme istidadı f’östrımoMU


dondu Olum oranındaki ini aıtı^laı, lu. au savaş vıllaııııa ila
lastlanıakla Iv ıa lv ı. asıl hastalık vc kıtlık vıllaııtnla
^öıülıiı. vı* ıııitıısıııı büviik hu l^hlmıluıl bu aıula silip sılpll
niı Meşhur kara voba’daıı, sanki istisnaî hır tclakotuıış >*11»ı
söz edildiğine şahit olum / Şüphesi/ o kaıa veba, avııı yıl
lanla İninin Avrupa'yı a/ veya çok etkileyen lulyılk. nınıtııl
uta/ bu IcUikot olmuştur, Ancak, unutulıuamalnlıı kı, mıhı
sıııı Ivştc bııım , voya üçte İ m i mı, hatla varışını kısa hu sılıo
içinde yok eden büyük telakotler, İH*il>»oscl olaıak oldukça
sık üliiı O rtaçağ vc rönosans Avıupa'sı ıçııı Kalııp
Mols'ıın topladığı istatıstıkleıdc Inıııu açıkla |’.öııııokio\vH
Ölüm oranı ıkla görülen hıı aşın aıtışlaruı deıecesi vc sıklıj>ı
ziıaî toplıınılaula nüfusun büyüklüğünü belirleyen haşlu a
etkendir.
Ö lüm oranımla ani vc bilyiik derişmelerin ^(iıillım sı,
insanın çeva* üzerine yeterince luıkıııııyet kınamamış oldu
jUıtuı m eydana koyan bu j’östcifodır Nıılıısun yof',unlumu,
ziraî toplıım larda, ziraî mahsullerdeki dal^alanıualaıı vc
salcın lıaslalıklaıı önlem ek hususundaki teknik ııııkaul ııa
n a/aran, çok ilaha lıı/lı şekilde artma ep.iluııııulc olmuştu,
Z iıaî toplum da, nüfusun. belirli bir "tavam" asar aşma/, anî
ve bilyiik a/alm alara yol açabilecek l'cKikclleıe uğraması
ihtimali de artıyordu (H k/, Şekil 10 h)
N orm al zam anlarda ölümlerin Inlvıik Mliiıııü çocuk
ölüm lerinden m eydana geliyordu Yem dofcan KKK) çocuk
tan 2(K) il A 5(H) kadarı 1 yıl içinde ölüyordu Kalanların da
büyük bir Itfliinui 7 yaşından evvel dlıtıdil l(v yii/.yıUla |vk
ünlü olan 1‘avialı doktor Jetonıc C'aıdaııo söyle demiş: "I Icı
keşi tedavi edebilirim , yeter kı 7’deıı küçük, /0‘deıı Inlyıık
olmasın."»1
Ç ocuklarda ve gençleıde Öliinı oranının çok yüksek
olması yüzünden, ortalama öımlı son deıeee düşük kalıyor
du, G üvenilir bütün kaynaklar, /ııai topluınlarda, yem do
76/Dönya Nüfusunun İktisat Tarihi

ğan çocuğun yaşama ümidinin ortalama 20 ilâ 23 yıl kadar


olduğunu göstermektedir16. 5 yaşını aşanlardan ancak kü­
çük bir bölümü 50 yıldan fazla yaşama şansına sahipti17.
Doğum oranının çok yüksek olması, ziraî toplumlarda
nüfusun yaş gruplan bakımından dağılımını önemli ölçüde
etkiliyordu. Bir kere gençlerin sayısı çok yüksek idi. Nüfu­
sun üçte biri ile yansı kadar bir bölümü 15 yaşın altında idi.
Başka bir ifade ile söylemek istersek, nüfus piramidi taban­
da çok genişliyordu. İktisatçı açısından bu, faal nüfus üze­
rinde, faal olmayan (bakıma muhtaç) nüfusa ait yükün çok
ağırlaşması demekti; ziraî toplumlann çocuklannı çok er­
ken yaşlarda çalıştırmağa başlamalannm sebeplerinden biri
de budur.
Sanayi D evrim i

Sanayi Devrimi bu durumu yeni baştan tamamı ile de­


ğiştirdi.
Ölüm oranında zaman zaman görülen âni ve sert yük­
selişler, bugüne kadar sanayileşen toplumlann hepsinde he­
men hemen tamamen ortadan kalkmıştır. Bu değişmenin
sebepleri çoktur. Bitkiler ve hayvanlar hakkında elde edilen
yeni İlmî bilgiler, ulaştırmada kaydedilen olağanüstü geliş­
meler, tababet ve hijiyen alanındaki ilerlemeler insana kıt­
lık ve salgın hastalıklara karşı tedbir alma imkânı sağlamış­
tır. Ölüm oranında görülen âni ve sert yükselişlerin üç sebe­
binden ikisi, böylcce hiç değilse geçici olarak, kontrol altına
alınmış oldu. Üçüncü sebep olan savaş hakkında, maalesef
aynı şeyi söyleyemiyoruz. Kıtlık ve salgın hastalıklan yen­
meye imkân vercn teknik gelişme, insanın tahrip gücünü de
amirdi. Sınaî toplumlann geleceğini karartan bulutlardan
biri de işte bu tahrip gücüdür.
Sanayi Devrimi, aynca, A. Sauvy'nm "normal ölüm"18
dediği, normal zamanlarda cari olan ölüm oranını da düşür­
meye imkân verdi. Tababet ve hijiyen alanındaki ilerleme,
Dünya Nüfusunun İktisat Tarıhi/77

beslenmenin düzelmesi, hayat seviyesinde görülen yüksel­


me, birçok hastalıklan tamamen ortadan kaldırmış, birçok-
lannı da çok seyrek rastlanır hale getirmiştir. "Normal" diye
nitelenen ölüm oranında büyük düşme vardır ve sınaî top­
lumlarda bu binde 15'in de altına inme yolundadır (Bkz.
Tablo 14-a).
"Normal" ölüm oranındaki düşmenin en önemli sebe­
bi çocuk ve genç ölümlerinde kaydedilen büyük azalmadır.
Sanayi toplumlannda çocuk ölümü, canlı doğan her 1000
bebekte 35'tcn daha aşağıya inmektedir (Tablo 15). Bu, bir­
çok hastalığın kontrol altına alınması ve hayat seviyesinin
yükselmesi ile birlikte onalama ömrü önemli ölçüde arttır­
mıştır. Sanayi toplumlannda yeni doğan bir bebeğin yaşa­
ma ümidi 60 yaşın üstüne çıkmağa başlamıştır19.
Sanayi Devrimi'nin doğum oranı üzerindeki etkisini
biraz aşağıda inceleyeceğiz. Şimdilik şu kadarını söyle­
mekle yetinelim: Doğum oranı sanayi toplumlannda binde
20'nin altındadır (Tablo 14-b) ve doğurganlık da her evli ka­
dın için, çocuk yapabilme çağının sonuna kadar, onalama 2
ilâ 3 çocuk arasındadır.
Doğum oranı düşük olduğu için sanayi toplumunda,
nüfus piramidi alt kısmında nisbeten dar, ona ve üst kısım-
Iannda ise daha geniş bir şekil almaktadır (Bkz. Şekil 8).
Meselâ 1950'lerde Fransa ve İsveç'te 65 ve daha yukan yaş­
ta olanlar, toplam nüfusun % lO’unu geçiyordu. Ziraî top­
lumlarda çocuklann sayısı fazla idi ve çözülmesi gereken
mesele bu çocuklardan nasıl yararlanılacağı noktasında
toplanıyordu. Sınaî toplumda ise mesele, sayısı artan yaşlı­
lardan nasıl faydalanılacağı konusundadır. Sınaî toplumlar
son derece dinamik karakterde olduğu için meselenin çözü­
mü hiç de kolay değildir. Çünkü, sanayi toplumlannda hızlı
değişme yüzünden yaşlılar, bilgi ve tecrübe yüklü canlı ha­
zineler gibi görülmez, mazinin işe yaramaz kalmtılan sayı­
lır.
78/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

100 OM 200 000 JCOCOO

Şek. 8. Nüfus Piramitleri - İsveç 1750-1935


Kaynak: Historisk Statistik fö Sverige
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/79

O (S VOO O O O'
ONvb ONOnOv iri Ö

rt. "I
N iri fS 0v0
—■ ö
cı <N pi
n oN

— \f)
00 00
Tablo 14-a - Bazı ülkelerde 1750-1950 döneminde brüt
doğum ve ölüm oranları (1000 nüfus başına)

8O §0\

■25 -2
3
5S|î3sj»-&Bis6?,s.s
< < <

I
80/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

ı n t N s o r - '- '- r '- m — v nt";oc«/-> —« tN Ov O o r~~


12.4

rtji--d N d h « N ^ b aN o d d n o ;

oş,> o o t ^ > o v o t s o o m\ o r ~ ' — ' nt~;


15.6

vdodv-îvûrrö'OÖ
— —— —CN(N — - a—N<S^—
(N<N v <dN'M
d «o o^ dn' dN

C1 SOC«1 ■** \o O m f- o •'J-

rn —ı \o
vc v6 rf
m N n
Avusturya
AVRUPA

i s î a « « ı ^ » ! ı i sr'S
« •i i E § s § ğ S C- > > 3 3
i S £ < ^ S 2 £ z ı 2
Tablo 14 b - Dünyanın başlıca bölgelerinde 1960-1965 vc 1965-1970
dönemlerinde brüt doğum oranı ile 1965-1970 dönemine alt
brüt çoğalma oranı

Doğum Oranı Çoğalma Oranı


1960-1965 1965 70 1965-1970
d ü n y a to pla m i 35.1 2.3
Gelişmiş ölkeler 20.5 1.3
Az gelişmiş ülkeler 42.0 2.7
DOĞU ASYA 34.0 2.0
Kıta bölgesi 36.1 2.1
Japonya 17.2 1.0
Diğer yerler 38.7 2.5
GÜNEY ASYA 45.1 3.0
O na Güney Asya 45.4 3.0
Güneydoğu Asya 44.6 3.0
Güneybatı Asya 44.0 3.!
AVRUPA 18.7 1.3
Batı Avrupa 18.2 1.3
Güney Avrupa 20.7 1.3
Doğu Avrupa 17.5 1.2
Kuzey Avrupa 17.9 1.3
S.S.C.B. . 22.4 1.2
AFRİKA 46.9 3.1
Batı Afrika 49.0 3.2
Doğu Afrika 46.4 3.1
Orta Afrika 45.0 2.9
47.5 3.2
Kuzey Afrika
40.3 2.7
Güney Afrika
22.7 1.4
KUZEY AMERİKA
39.1 2.7
LÂTİN AMERÎKA
40.7 2.8
Tropikal Güney Amerika
44.6 3.1
Orta Amerika kara bölgesi
1.8
Güney Amerika orta kuşak bölgesi 26.8
2.4
Karaib Adalan 36.7
1.7
OKYANUSYA 27.1
1.4
Avustralya ve Yeni Zelanda 22.6
42.4 2.9
Malenezya
2.9
Polinezya ve Mikronezya 41.5

Kaynak: United Nations, 1971.


Tablo 14-c • Dünyanın başlıca bölgelerinde 1960-1965 ve 1965-1970
dönemlerinde brüt ölüm oranı ile 1965-1970 döneminde
yaşama ümidi

Ölüm Oranı Yaşama Ümidi


1960-1965 1965-1970 1965-1970
DÜNYA TOPLJVMI 15.7 14.0 53
Gelişmiş ülkeler 9.0 9.1 70
Az gelişmiş ülkeler 18.8 16.1 50
DOĞU ASYA 16.5 14.0 52
Kıta bölgesi 18.3 15.3 50
Japonya 7.3 7.0 71
Diğer yerler 10.4 9.7 60
GÜNEY ASYA 20.3 16.8 49
Orta Güney Asya 20.9 17.2 48
Güneydoğu Asya 19.3 16.1 50
Güneybatı Asya 17.4 15.6 51
AVRUPA 10.2 10.2 71
Batı Avrupa 11.0 11.0 72
Güney Avrupa 9.4 9.3 70
Doğu Avrupa 9.4 9.5 71
Kuzey Avrupa 11.2 11.1 72
S.S.C.B. 7.2 7.7 70
AFRİKA 22.8 21.3 43
Batı Afrika 25.2 24.3 39
Doğu Avrupa 23.6 21.8 42
Orta Afrika 26.1 24.3 39
Kuzey Afrika 19.1 16.9 50
Güney Afrika 17.9 17.4 48
KUZEY AMERİKA 9.3 9.4 70
LATİN AMERİKA 10.9 10.0 60
Tropikal Güney Amerika 11.1 10.0 60
Orta Amerika kara bölgesi 11.2 10.1 60
Güney Amerika orta kuşak bölgesi 9.3 9.1 65
Karaib Adalan 12.0 10.9 58
OKYANUSYA 10.2 10.0 65
Avustralya ve Yeni Zelanda 8.7 8.7 72
Malenezya 18.2 17.6 47
Polinezya ve Mikronezya 10.5 8.8 61

Kaynak: United Nalions, 1971.


Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/83

Tablo 15 - Bazı ülkelerde 1800, 1900, 1950 ve 1965-6


yıllarında canlı doğan her 1000 bebekten ölenlerin sayısı

1800 1900 1950 1965-6


İsveç 190 96 22 13
Hollanda 147 26 14
Norveç 88 27 17
Danimarka 126 32 19
İsviçre 139 32 17
İngiltere 145 33 20
Finlandiya 135 42 18
Fransa 190 149 53 22
Belçika 153 53 24
İrlanda 102 47 25
Almanya 207 55 24
Avusturya 221 66 28
İtalya 168 68 34
İspanya 195 69 35
Batı Avrupa (ortalama) 148 45
Yeni Zelanda 75 23 18
Avustralya 97 24 18
A.B.D. 162 33 23
Kanada 41 23
Japonya 151 60 19
Rusya 260 81 27
Meksika 96 61
Hindistan 232 127
Şili 264 153 107

Kaynak: Avrupa ile alâkalı veriler için bkz. Chasteland, 1960, s. 68. Avrupa dışı
ülkeler için veriler şu kitaptan aluıdı: Febvay and Croze, 1954, s. 390, Chandra-
sekkar, 1959, s. 88-9. Rusya için bkz. Kantner, 1960, s. 40 ve Urlanis, 1963, s. 91.
ABD için U.S. Bureau of Census, 1960, s. 28.

D oğum ve Ölüm Oranları


A ra sın d a D enge Kurulması

Buraya kadar anlatılanlardan çıkan şudur: Her üç


İktisadî örgütlenme tipinde de nüfusun miktarını belirleyen,
hiç değilse potansiyel mahiyette, birer denge mekanizması
84/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

mevcuttur. Avcılık ve balıkçılıkla geçinen toplumlarda, bu


mekanizma öyle tahmin ediyoruz ki, yüksek doğum oranını
dengeleyen yüksek ölüm oranından ibarettir. Bu iki orarun
dalgalanma!an hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Ziraî top­
lumlarda mekanizma hakkında daha büyük bir emniyetle
şunu söyleyebiliriz: Yüksek, ama pek fazla değişmeyen bir
doğum oranına karşılık, yüksek ve aynı zamanda çok büyük
değişmeler gösteren bir ölüm oranı ile denge sağlanıyordu.
Ölüm oranı, normal halde, doğum oranından düşük idi ve
nüfus çoğalma eğiliminde idi. Ancak, bu yoldan oluşan nü­
fus "fazlası", ölüm oranındaki ani ve sert yükselmelerle, ne-
ticcde yok edilebilirdi. Sonra, normal artış temposu yeniden
işlemeğe başlardı.
Sınaî toplumlarda ölüm oranı çok düşük düzeydedir
ve denge esas itibari ile, doğum oranının bu düşük düzeye
uyum gösterecek şekilde değişmesi ile sağlanır, denebilir.
Doğum oranı bu uyumu tam olarak başaramadıkça, dengeyi
sağlamak üzere bu sefer ölüm oranında âni ve sert yükseliş­
lerin yeniden belirmesi ihtimali de artar. "Tavşanlar gibi
üremenin sonu, tavşanlar gibi ölmekten başka ne olabilir!"20
Bu mekanizmalar, hiçbir zaman, nüfusu tamamen sa­
bit tutacak derecede katı olmamıştır21. Doğum ve ölüm
oranlan her devirde belli hadler arasında dalgalanma gös­
termiştir. Aynca, özellikle ziraî toplumlarda, ölüm oranın­
da âni vc sen yükselmeler, sulh ve refah devirlerinde daha
seyrek olurken, harp ve karışıklık dönemlerinde daha sık
görülmüştür. Nüfus kitlesinde rastlanan azalma veya çoğal­
ma yönündeki büyük değişmelerin nedeni bunlardır. Çin'de
19. yüzyıla kadar görülen asırlık demografik periodlar22ve
Alman nüfusu için sözü edilen "büyük dalgalanma"23 bu tür
değişmelere ait tipik Örneklerdir.
Denge mekanizmalan, nüfusun önemli ölçüde çoğal­
masına veya azalmasına imkân verecek kadar esnek olmak­
la beraber, bu değişmeleri belli sınırların dışına taşırmaz.
Tablo 16 • Bazı ülkelerde 1900-1950 döneminde yeni doğan
bebeklerin yaşama iimidi ile 60 yaşına basanların
yaşama ümidi (yıl olarak)
Dünya Nüfusunun İktisat Tanhı/85
86/Dünya Nüfusunun Jktısat Tanhi

Aynca dengeleyici mekanizmaların çizdiği bu sınırlar için­


de görülen değişmelerde belirli mahallî kiltürel ve siyasal
gelişmenin bir ürünü olarak nihayet mahdut bir coğrafî böl­
geye münhasır kalır.
Hem ziraat devriminde. hem de sanayi devriminde
gördüğümüz "nüfus patlamaları" bu bakımdan çok değişik
nitelikler göstermektedir. Evvela, devrimle yayıldıkları için
bunlar, dünya ölçüsünde yaygınlık kazanan değişmelerdir.
İkinci olarak, bunlar son dercce yoğıın ve büyük boyutlu de­
ğişmelerdir. Her iki devrimde de nüfus âdeta "kontrolden
çıkmışçasına büyümüştür." Bu patlamalar mevcut denge
mekanizmasının artık işlememesinden doğmuş sayılabilir.
Bozulan eski denge yerine yenisi yerleşinceye kadar geçen
zaman içinde, "nüfus kontrolden çıkmış” ve aşın derecede
büyümüştür. Eski dengenin Ziraat Devrimi ile niçin ve nasıl
bozulduğunu ve yenisinin niçin ve nasıl yerleştiğini ortaya
koyabilecek kadar bilgimiz yoktur. Ama Sanayi Devri-
mi'nde görülen nüfus patlaması hakkında bilgimiz nisbeten
iyidir. Ana tema burada şöyle olmuştur: Başlangıçta ziraî
topluma ait denge durumu vardı: Yani binde 35-55 arasında
bulunan yüksek bir doğum oranı ile nonnal olarak binde 30-
40 arasında bulunan yüksek ve aynca, binde 150-300-500'e
kadar çıkabilen gayet değişken bir ölüm oranı. Sanayi Dev­
rimi ile birlikte, ölüm oranında görülen o korkunç artışlar
kaybolmağa yüz tutar. Yalnız bu bile, görülmemiş bir nüfus
artışını başlatmağa yetmiştir, çünkü normal ölüm oranı da­
ha başlangıçlardan beri doğum oranından düşük olduğu için
nüfusu denge içinde tutan asıl unsur ölüm oranındaki bu âni,
korkunç yükselişlerdi24. Maamafih iş bununla kalmadı. Ta­
babet ve hijiyen alanında kaydedilen ilerleme ve beslenme­
nin düzelmesi sayesinde normal ölüm oranı da düşmeğe
başladı. Doğum oranı da neticede aynı şekilde düşmeye
başlayacaktı. Ancak, çok sayıda ve çok çeşitli kültürel, ku­
rumsal ve ekonomik güçler doğum oranının azalmasını bir
Dünya Nüfusunun İktisat TartfH/87

dereceye kadar engellemişlerdir. Doğum oranının ölüm


oranındaki düşmeyi ancak bir gecikme ile takip etmesi bun­
dandır. Bu gecikmenin müddeti az veya çok olabilir25. Fran­
sa ile İngiltere, farklı durumları gösteren iyi birer örnek ola­
rak zikredilebilirler. Her iki ülkede de, ölüm oranındaki âni
ve sert yükselişlerin kaybolması ile, doğum ve ölüm oranla­
rı arasında, doğumların lehindeki fark azaltılmadığı için bir
nüfus patlaması görülmüştür. Bununla beraber doğum ora­
nı, ölüm oranındaki düşmeyi Fransa'da çok yakından takip
etmiş olduğu halde, İngiltere'de büyük gecikme ile takip et­
miş ve 1820'ye kadar iki oran arasındaki farkın büyümesi
İngiltere'de nüfus patlamasını daha hızlandırmıştır.
Buraya kadar, sınaileşen ülkeler üzerinde durduk26.
Oysa bugün yeni ve ilgi çekici bir gelişme örneği ile karşı
karşıyayız. Hastalıkları kontrol altına almayı başaran sınai­
leşmiş ülkeler hâlâ ziraî yapılanın sürdürmekte olan ülkele­
re, tıbbî yardımda bulunmayı bir insanlık görevi gibi gör­
müşlerdir ve görmeğe de devam etmektedir. Bu yardımın
sonuçlan müthiş olmuştur. "Avrupa'da Ölümün kontrol altı­
na alınması yavaş yavaş gerçekleştiği için nüfus anışı da ya­
vaş oldu. Az gelişmiş ülkeler, iki yüzyıllık bilgi birikimini
hazır halde alıp hemen kullanabildikleri için ölüm oranını,
Batı Avrupa'da vaktiyle görüldüğünden çok daha hızlı şe­
kilde düşürmüşlerdir. Ömek olarak biraz aşın da olsa duru­
mu çok iyi gösterdiği için Seylan'a bakabiliriz. DDT kulla­
narak sıtma taşıyan sineklerin imha edilmesiyle 1945 yılın­
dan 1952'ye kadar yedi yılda ölüm oranı binde 22 den 12 ye
düştü. (D D T nin kullanıldığı 1946/47'de bir vıl içinde Ölüm
oranı binde 22’den 14’e düşmüştür.) Bu ölçüde bir düşme İn­
giltere'de ancak 70 yılda gerçekleştirilebilmişti. Ölüm oranı
Mauritus'ta da 7 yılda binde 27'den 12 ye düşmüştür. Aynı
miktarda bir düşm eyi sağlayabilmek için İngiltere'de yüz
yıl geçmesi gerekmişti."27 Az gelişmiş ülkeler, Sanayi Dev-
rimi'nin getirdiği, özellikle doğum kontrolü ile alâkalı, kül­
88/Ounya Nüfusunun İktisat Tarihi

tür değişmelerine henüz hazır bulunmadıkları için, Ölüm


oranının birdenbire düşmesi, doğum ve ölüm oranlan ara­
sındaki "demografik açığın" çok büyük çapta genişlemesi­
ne sebep olur (Bkz. Şekil 9).
Yine Seylan örneğine dönersek, şunu görürüz: Ölüm
oranındaki çok hızlı düşüşün yanında doğurganlıkta her­
hangi bir hissedilir değişme görülmedi. Doğum oranı brüt
olarak binde 40’ın üstünde kaldı28. Diğer bazı örneklerde ise
ölüm oranındaki düşme ile birlikle doğurganlıkta umulma­
dık amşiar görüldüğü de vakidir. Meselâ Madagaskar'da
kadmlann üçte biri rahim hastalığı yüzünden kısırlaşmış
durumda idi. Beyazlann geündiği tedavi sonucu, bu hastalık
geçince yalnız ölüm oranı azalmakla kalmadı, doğurganlık
da arttı*. Ziraî topluma has yüksek "doğum oranı”, sınaî
topluma has düşük ölüm oranı ile bir araya gelince, nüfus
patlaması kaygı verici boyutlar kazanır. Seylan'da 1871-
1880 döneminde nüfus artış oranı yıllık binde 4-6 iken,
1947-48 de bu oran binde 25’i geçti. Mauritus’ta nüfus artış
oranı 1936-40'da binde 5 iken 1958’de binde 29'a yükseldi.
Aynı oran 1965-70 ile Güneydoğu Asya’da binde 28,1, Orta
Amerika’da binde 33,6 olmuştur.
Nüftıs patlamasına sahne olan bu az gelişmiş ülkele­
rin, demografik bakımdan muhtaç olduklan tek şey doğur­
ganlığı makûl bir seviyeye indirebilmektir. Ancak, doğum
oranının düşürülmesi bir bakıma hayat seviyesinin önemli
ölçüde yükselmesine bağlıdır. Öte yandan nüfus baskısı art­
tıkça, havai seviyesinin yükselmesi de zorlaşır. Sermaye ile
hasıla arasındaki oran, eğer üç ise, yani bir liralık hasıla (ge­
lir) ekle etmek için üç liralık sermaye yatırmak gerekli ise bu
durumda, nüfus artışı % 2 olduğu takdirde, her yıl ilâve olan
yeni nüfusa da mevcut gelir düzeyinde bir hayat sağlamak
için, sadece bunun için, millî gelirin, her yıl % 6‘sını yatır­
mak zarureti vardır. Eğer nüfus artışı % 3 ise aynı maksatla,
her yıl millî gelirin % 9unu vermek gerekir. Nüfus artış hızı
Doğum Oranı Gelişml* bölgeler A/gelı^mı^ bölgeler

|7M) »800 I8M) 1900 l*M) 2000 1000 l#!>0 1900 1950
Şek 9 1760 İPOOO atası do<jum ve Öfüm oranlârı tahminleri
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/89
90/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

nc kadar yüksek ise, nüfus ile gelir arasındaki Maltuziyen


kısgacı kurmak da o derece zor olur. Bu kısır döngü demek­
tin
Nüfus artışı hızlı olduğu için sanayileşmenin başanl-
ması zordur. Diğer yandan sanayileşme olmadıkça doğum
oranıyla nüfus artış hızı da yüksek seviyede kalır. Bu, böyle
devam edemez. Yukanda da söylediğimiz gibi, yüksek do­
ğum oranı ile düşük bir ölüm oranı uzun vadede bir arada sü­
rüp gidemez. Geleceğin teknolojik ilerlemeleri ne olursa ol­
sun uzun vadede ya doğum oranı düşer, yahut da ölüm oram
yükselir. Dengeye varılması zorunludur. Ama ne zaman va-
nlacak? Nasıl varılacak?
Beşinci Bölüm

NE KADAR KALABALIK?

Nüfus Artışı ve Hayat Seviyesi

"Nüfus meselesine ilk yaklaşımım matematik açıdan


oldu. Ama hemen gördüm ki nüfus meselesi, özünde biolo-
jik bir meseledir. Bu sonuca vardıktan sonra konuyu labora­
tuarda, tecrübî kontrol alünda incelemeye yöneldim." Ame­
rikalı bilim adam ı Pearl "The Biology of Population
Growth" (Nüfus Artışının Biolojisi) adlı kitabına 40-50 yıl
önce bu cümlelerle başlıyordu.
Pearl, sözünü ettiği incelemeyi bir laboratuarda, "Uy­
gun bir canlı" olarak seçtiği "Drosophila Melanogaster" ad­
lı bir tür sinek üzerinde yürüttü. "Bu bildiğimiz sineğin bi­
raz daha küçüğü idi; açıkta bırakılan elma suyu ve şıra gibi
meyva sularına yahut çürümeye yüz tutan meyvalara uçu­
şan, onları pek seven bir sinek türüdür." Pearl, bu sinekler­
den, henüz tırtıl halinde olanlarla, biraz daha büyümüş kri­
zalitlerden oluşan küçük bir grup ayırdı ve onlan özel şekil­
de hazırlanmış, beslenmelerine uygun gıda ile donatılmış
bir kavanozun içine kapattı. BÖylcce saha itibariyle sınırlı
olmakla beraber, sineklerin yaşaması için gerekli her tüıiü
92/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

donanımı haiz âdeta küçük bir sinek dünyası yaratmış oldu.


Ondan sonra "doğanın işini nasıl yürüttüğünü" seyretmeye
başladı.
"Sinekler, biolojinin kendilerine yüklediği baş görev­
lerini, daha doğrusu imtiyazlarım kullanmaktan geri dur-
mayacaklanna görc, zamanı gelince, pek çok yeni yavrular
dünyaya getireceklerdi. Doğacak yavruların bir bölümü
ölecek, diğerleri büyüyecek ve sırası gelince, kendileri de
ana veya baba olacaklardı. İhtiyarlayanlar, arkalarında bir­
kaç kuşaklık bir döl bıraktıktan sonra göçüp gideceklerdi.
Kısacası, bu küçük dünyada, bir sinek topluluğu oluşacak­
tı." İki üç günde bir tekrarlanan bu sık sayımların sonunda
Pearl gördü ki, "Droshophila" sinekleri laboratuarda tecrü­
be şartlan altında, lojistik eğriye uyan bir çoğalma eğilimi
içindedirler.
Bu tecrübeden sonra, Pearl, insan nüfusunun da lojis­
tik eğri modeline uygun biçimde çoğaldığını ispat etmek
için epeyce uğraştı. Karmaşık sosyal olaylan basit matema­
tik âletler kullanarak açıklamaya düşkün olanlar daima pek
bol olduğu için, bu büyük genetikçinin tezi o zamanlar epey
popüler olmuştu.

Şek. 10-a Lojistik eğri


Dünya Nüfusunun İktisat Tarihî/93

Pearl'in sinekler üzerinde vardığı sonuçlara dayanarak


insana kadar uzanan bir genelleme yapmak oldukça şüpheli
bir iştir. İnsan nüfusunun artışı, Drosophila sineklerinin ço­
ğalmasına benzemeyen bir takım özellikler taşır. Bu bakım­
dan sadece şu noktalan hatırlamak, sanırız, yeterlidir: İn­
sanlar arasında gelir ve kaynak dağılımı eşit değildir ve in­
san elindeki gıda ve kaynak miktarını, belli sınırlar içinde de
olsa idare edip arttırmayı öğrenmiş bir varlık olarak içinde
yaşadığı "kavanozu" teknolojik ve organizasyonel ilerleme
sayesinde genişletecek yetenek ve bilgiye sahiptir. Üstelik
şu da var: Çoğalma, hayvanlar için bile her zaman lojistik
eğri modeline uyacak bir sadelik içinde yürümemektedir.
N üfusun çoğalm asının haddini aştığı ekseriya görülür.
Böyle durumlarda, nüfusu normal sınırına indirmek üzere
büyük veya küçük felâketler, kıyımlar harekete geçer. (Bkz.
Şek. 10-b.) Avrupa nüfusunun, M.S. 1000 ilâ 1500 yıllan
arasında başına gelenler yukanda şekil 10-a'da gösterilen o
yumuşak lojistik eğriden çok, burada şekil 10-b'de gördü­
ğümüz modele çok daha yakın bir seyir izlemiştir.
Bu modellerin her ikisi de, canlılarda, mevcut kaynak-
lann imkân verdiği sınıra kadar bir çoğalma eğilimi bulun­
duğunu farzediyorlar. Oysa yüksek hayvanlann pekçoğun-
da sosyal hayat, üzerinde yaşadığı bölgeden yararlanma ko­
nusunda, bütün soyu Maltuziyen felâketlerle karşılaşmak­
tan koruyacak nitelikte bir takım "haklar" benimsenmiştir.
Maltuziyen baskı tehlikesi belirdiği zaman, nüfusun bir bö­
lümü bölge dışına çıkanlarak tehlike onlann üzerine atılır
ve böylece geriye kalan nüfusun miktan azamî haddinin ol­
dukça altında bir seviyede tutulmuş olur4. Bu "bölge tayini"
k e y fiy e tin in in sa n la rd a da bulunduğu kolayca
ispatlanabilir2. Aynca beşerî nüfusun farklı birtakım davra­
nış özellikleri de vardır. Drosophila melanogaster sineği,
kavanozda bulunan yiyeceği sadece çoğalmak için kullan­
maz, aynı zamanda hayat seviyesini yükseltmek için de kul-
94/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Şek. 10-b. Nüfusun haddinden (azla çoğaldığı zaman normal


haddine varmak üzere bu haddin etrafında dalgalanm asına ait
teorik örnek.

lanır. İnsan topluluklarında nüfusun varabileceği azamî


miktar, hiç değilse vahşiliği aşmış olan toplumlarda, geçim­
lik düzeyde erişilebilecek miktar değil de, alışılmış veya ar­
zu edilen bir hayat seviyesine tekabül eden miktardır3.
Kaynaklan, nüfusu çoğaltmak yahut hayat seviyesini
yükseltmek gibi iki ayn hedef arasında bölüştürülen meka­
nizm alar nelerdir? Bu, tartışmaya açık bir meseledir. Eski
toplumlarda, gelirin eşit olmayan biçimde dağılımı, şüphe
yok ki, bu hususta en önemli rolü oynamıştır. Din adamları
ve asiller gibi imtiyazlı zümrelerin ortaya çıkışı, insanlığın
en eski tarihinden beri, mevcut kaynaklann ve üretimdeki
artışın, nüfusu çoğaltmak için değil de, daha iyi hayat tarzı­
na kavuşm ak üzere kullanılm asına yol açmıştır. Sanayi
Devrimi sırasında, sınaî üretimdeki artış oranı uzun zaman
boyunca, nüfusun artış oranından bir hayli yüksek olduğu
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/DS

ve gelir dağılımı da eşit bulunmadığı için, çocuk sayısının


anması yerine, hayat seviyesinin yükseltilmesi mümkün ol­
muştur. Fakir tabakaların üst gelir düzeyinde bulunanları
taklit etmesi yahut az gelişmiş ülkelerin gelişmiş olanları
taklit etmesi de hayat seviyesinin yükselmesi yönünde özel­
likle etkili olmuştur.
İnsan, yeryüzüne ayak bastığı tarihten bugüne kadar,
sebebi ve mekanizması ne olursa olsun, hem sayıca çoğal­
mış, hem de hayat seviyesini yükseltmiştir. Kaynaklar, bu
iki hedef arasında, acaba mümkün olan en iyi şekilde mi tev­
zi edilmiştir sorusu şüphesiz hatıra gelebilir. Bunu biraz
aşağıda ele alacağız. Önce miktar artışı üzerinde duralım.

Ziraat Devrimi

Elimizdeki bulgulara göre, insanlığın hemen hemen


tamamının M.Ö. 10.000 yıllarında hâlâ avcılık, balıkçılık
ve toplayıcılıkla geçinmekte olduğunu, yukanda birinci bö­
lümde görmüştük. Daha sonra dördüncü bölümde, avcılık
yahut balıkçılıkla yaşayan topluluklarda nüfus yoğunluğu­
nun 1 km2'ye ortalama 1 kişi düşecek düzeye bile nadiren
vardığını da ifade etmiştik. Bu faraziyeler altında yeryüzü­
nün bir bölümünün insan için yaşamaya elverişli bulunma­
dığı da göz önüne alınırsa, Ziraat Devrimi'nden önce dünya
nüfusunun 20 milyondan fazla olamayacağı söylenebilir.
Ancak bu, azamî miktardır. Asgarî miktarın 2 milyon civa-
nnda olduğu düşünülebilir. Fiilî nüfus muhtemelen 5 ilâ 10
milyon arasında idi diyebiliriz4.
Ziraat Devrimi, nüfusun bu azamî miktarı aşmasına
imkân verdi. İnsanoğlu, Pearl'ın sözünü ettiğimiz kavano­
zunu genişletti ve o zamana kadar ulaşmış olduğu en yüksek
miktarın da çok ötesinde artmağa başladı. Nüfusun artması.
Şüphesiz Ziraat Devrimi'nin bir sonucu idi. Ama artan yeni
nüfusun devrimi daha da yaygınlaştırdığı olgusu da gözden
9&0unya Nüfusunun tkfcsat Tarihi

uzak tutulmamalıdır. Neolitik çağın insanları ekilebilir top­


raklar bulmak üzere kalkıştıkları göçlerle, aynı zamanda
neolitik devrin yeni buluşlarını da etrafa yaymış oluyorlar­
dı. Bu göçlerin bir sebebi, ziraatin henüz ilkel düzeyde ol­
ması idi. Şöyle bir üstün körü ekimle mahsul alındıktan son­
ra yeni topraklar bulmak üzere yollara düşülüyordu. Tabiî,
fazla nüfusun dışanya atılması şeklinde olan güçler de var­
dı.
Ziraat Devrimi’nden doğan nüfus artışı, hiç değilse
başlangıçlarda, mevcut yerleşme yerlerinin daha kalabalık
hale gelmesi şeklinde değil de, yeni yerleşme yerlerinin te­
şekkülü tarzında gelişti. Neolitik çağda, meselâ Eriha'da
yeıieşme alanı 4 hektar civannda idi. Cerimo’da ise 12 hek­
tar kadardı. Tarih öncesi Avrupa’sında, Bulgaristan'ın Zağ-
ra şehri yakmlannda bulunan Karanovo köyünde 50 veya
60 hane vardı ve M.Ö. 6000 ilâ M.Ö. 2000 yılları arasında
hiçbir artış göstermeden kalan bu miktar haneye tekabül
eden nüfus aşağı yukarı 300 kişiden ibaretti. Köln’ün günev-
bausmda bulunan Köln Lindenıal köyünde yaşayanlann sa­
sısı, muhtemelen en fazla 300 kadardı. Jutland da, Barkaer
köyü, neoliük çağda» 300 veya 400 kişiden daha kalabalık
değildi. Almanya’da, VVürttemberg'in güneyinde, neolitik
çağın ortalannda Federsee kıyılarında bulunan bir köyde
mcvcut evler 6 ilâ 9 m uzunluğunda ve 4,57 m genişliğinde
olmak üzere 25’dcn fazla değildi,
Sonralan, hayat seviyesinin yükselmesi, ürcümde tek­
nik ve örgüüenme bakımından ilerleme kaydedilmesi, kısa­
cası medeniyetin gelişmesi ile nüfus yoğunluğu Önemli öl­
çüde arıu. Neolitik çağın başlarındaki küçük yerleşme bi-
rimlennden daha büyük kasaba ve köyler teşekkül etmeye
başladı. Bununla beraber, Sanayi Devrimi’nden önce. Dün­
yada nüfusu 100 bini geçen şehirlerin sa\ısı son derecede
nâdir kalmıştı. Bazen büyük rakamlarla nüfustan süz edildi­
ği görülür, ama bunların mübalâğalı olduğu muhakkaktır.
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihtf)7

Avrupa’da 16. yüzyılda bile şehirlerin ortalama nüfusu


5.000 ilâ 20.000 arasında idi ve 20.000’den fazla nüfuslu
olanları büyiik şehir sayılıyordu5. Çağlar boyunca bütün
dünyada, ziraî toplumlann tarihi, birbiriyle az veya çok irti­
batsız bulunan sayısız küçük toplulukların, yerleşme ünite­
lerinin tarihinden ibaret kalmışnr. Topluluklar nispeten kü­
çük boyutlu idî. Buna karşılık aileler de kalabalıktı. Ziraî
âlemde ailenin ne denli önemli olduğunu bundan da anlaya­
biliriz.
Dünya nüfusunun, M.Ö. 10.000 yıllarında, Ziraat
Devrimi başlarken 2 ilâ 20 milyon arasında olabileceğini
söylemiştik. Sanayi Devrimi’nin başında, M.S. 1750 yılın­
da, bu miktar 650 ilâ 850 milyon arasında bulunuyordu. Bu
nüfusun büyük ihtim alle, % 80 civarında bir bölümü
Avrasya'da yaşıyordu (Bkz. Tablo: 17).

Tablo 17 * 1750-1950 döneminde Dünya nüfusu


(M ilyo n olarak)

Yüz 1750 1850 1950


ölçümü
(Km2
olarak)
Dünya toplanı 135 750 ±100 1200 ±100 2455 (± 5 %)
Afrika 30 100 (?) 100 (?) 217
Amerika 42 15 ± 5 60±10 328
Asya 27 500 ±50 750 ±50 1355
Avrupa 5 120 ±10 210 392
Okyanusya 9 2(?) 2 13
S.S.GB. * *>*> 30 ±5 60 ±5 1»

1750 ve 1850 tçin verilen mîkuıiar, Wücox fle Caır-Souoders «i hrap-


lamalann gönden geçirilmesinden çıkın rakaralanfar. 1950 yılma ak takanlar
B M. İsuusuk YılLığı'mn 1971 sayısında yıl otta» iç» yapılan hesapUnahıdaı
•imnupır.

Dünya nüfusunun 1750'de ulaşmış olduğu miktar» da­


ha evvel hiç bir zaman yaklaşmış bile olmadığını düşündü-
98 Dünya Nüfusunun İktisat Tanhi

rccek epeyce neden vardır. 750 milyondan 100 milyon fazla


veya 100 milyon eksik miktarda bir nüfus, insanlığın ziraî
çağında ulaşılabilen en yüksek "tarihî" miktarı teşkü eder.
Eğer gelir bölüşümü daha adil olsa, üretim daha verimli şe­
kilde örgütlenmiş bulunsa ve ileri ziraî tekniklerle yeni
mahsul örnekleri her tarafa, özellikle A m erika ve
Avustralya'da. Paleolitik çağdan kalma avcıların yaşadığı
yerlere kadar yayılabilmiş olsa idi, elbette dünya nüfusu
"nazarî" olarak çok daha yüksek m iktarlara varabilirdi.
Gerçekten dünya nüfusunun anmaya devam ettiğini göste­
ren açık belirtiler mevcuttur. 1650 ve 1750 arasında dünya
nüfusu muhtemelen yıllık % 0.3-0.4 oranında bir artış için­
de olmuştuı*.

Sanayi Devrimi

Sanayi Devrimi’yle birlikte karşımıza çıkan tam bir


nüfus patlamasıdır. İnsanoğlu, doğa üzerinde kurduğu haki­
miyet sayesinde elde ettiklerinin önemli bir bölümünü, böy-
lece bir kere daha sayıca çoğaltmaya yöneltmiş oluyordu.
Sanayi Devrimi’nin doğurduğu nüfus patlamasının na­
sıl cduştuğunu bundan önceki bölümde gördük. Bu patlama­
nın sonucu ne oldu, şimdi de onu görelim. 1750!de dünya
nüfusu toplam olarak 650 ilâ 850 milyon arasında bulunu­
yordu. 1850*de bu miktar 1100 ilâ 1300 milyon arasında idi.
1900 yılında 1600 milyon civanna yükseldi. 1950’de 2500
milyona yaklaşmış bulunuyordu. 1960’da 3000 milyonu
aşan bu miktar, hâlen her zamankinden daha hızlı biçimde
artmağa devam etmektedir. Yıllık ortalam a artış oranı,
1850-1900 döneminde % 0.7,1900-1950 döneminde ise %
1 civannda idi. Bu oran 1950-60 arasında % 1.8’e, 1965-70
döneminde % 2 civanna yükseldi (Bkz, Tablo: 19). Dünya
nüfusuna her yıl net olarak 68 milyon insan katılmaktadır.
Dünya nüfusunda yakın zamanlarda kaydedilen artışı uzun
Dünya Nüfusunun İktisat Tanhû*99

350c
jooo

M S. 1950 « 2485 Milyon


2500

2000

M S. 1900 * 1600 Milyon

ısoo
M S. 1850 --- 1200 Milyon
M S. 1800 = 910 Milyon
1000
i M .S. 1750 = 750 Milyon

100
■ ' *M S 1950
10000 M Ö. M .S. 1750

Şek 11. Yeryüzünde insan nüfusunun büyümesi.

bir tarih perspektifi içinde gösteren grafiği (Bkz. Şekil 11)


inceledikten sonra bir bioloji bilgini şöyle diyordu: Bulaşıcı
bir hastalığa yeni yakalanan insanın vücudunda mikropla-
nn çoğalmasını gösteren grafiğe ne kadar da benziyor! İn­
san dediğimiz m ikrobun dünyaya ettiği de bu zaten7!

AvrupalIlar'in D ünyaya Yayılması

Nüfus patlam ası dünyanın her tarafında başlamış de­


ğildir. Önce A vrupa’da başladı, çünkü Sanayi Devrimi ora­
da doğmuştu.
1750’lerde A vrupa’nın nüfusu, Avrupa Rusyası dahil,
145 milyon civarında idi, 1850'de 265 milyona, 190(Jde 400
bilyona, 1950’de de 550 milyona yükseldi*. Ancak bu ra­
kamlar gerçeği tam olarak yansıtmaz. Demografik baskı al-
100/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Unda AvrupalIlar, teknolojideki üstünlüklerinden ve bunlar i


arasında özellikle askerî üstünlükten yararlanarak ya barış, j
çı yollardan, yahut da silah zoruyla bütün yeryüzüne yayıl,
dılar. Amerika’ya ve Avustralya’ya bizzat yerleştiler. Asya
ve Afrika üzerinde de hâkimiyet kurdular. "Avrupalılar'm
dünyaya yayılması, modem zamanların ve belki dc bütün
insanlık tarihinin en büyük nüfus hareketi olmuştur."’,
Bu yayılma dünyada bugün de çok şiddetli tepkiler do­
ğurmağa devam etmektedir. Birçok millet bu yayılmaya
karşı amansız bir savaş vermiştir. Avrupalılar’m yayılması t
da, hiç şüphesiz çok kene sömürü ve zulüm demekti. Ama bu j
yayılmanın, insanlığın tarihinde görülen benzerlerinin bir t
çoğundan daha az zalim, daha az kanlı olduğu da söylenebi­
lir. Dünyada AvrupalIlar için gitmedik köşe bırakmayan bu
göçte dostane bir yön de vardır; demiryolları yapmak, ka­
nallar açmak, şehirler ve limanlar inşa etmek, çölleri iskâna
uygun hale getirmek, yeni yeni yerleri ziraate açmak, fabri­
kalar, hastahaneler, dinî kurumlar, okullar tesis etmek gibi.
Avrupa'dan deniz aşın ülkelere göç edenlerin yıllık j.
miktan 1846-1890 arasında 377.000 kişi civannda idi. Bu 5
miktar 1891-1920 döneminde yıllık 911.000, 1921-29 ara­
sında ise 366.000 kişi oldu10. Toplam olarak 1846 ilâ 1930
arasında deniz aşın ülkelere yerleşen Avrupalılar’m sayısı
50 milyondan fazladır11. Bu göçün en büyük bölümü Kuzey
Amerika'ya, başlıca ABD'nc yönelik oldu. Avrupa’da do­
ğup da başka kıtalarda yaşayanlann sayısı 1930’da 20 mil­
yon kadardı ve bunlann 14 milyonu Kuzey Amerika’da, 5
milyonu Lâtin Amerika’da (en çoğu Arjantin ve Brezil­
ya'da), bir milyondan biraz fazlası da Avustralya ile Güney
Afrika'da bulunuyordu12.
Dünya nüfusu içinde Avrupa kökenli olanlann oranın­
da, 20. yüzyılın başlanna kadar görülen artışı aşağıdaki ra-
kamlar çok açık şekilde ortaya koymaktadır. Prof. Kuczy-
nskı’nin'* yaptığı hesaplara göre, 1800 yılında bütün dünya­
Dünya Nüfusunun iktisat Tarıhi/101

da "beyazların” sayısı 200 m ilyon iken 1930'da 700 milyona


yükseldi. D ünya nüfusu ise 1800'de 910 m ilyon iken,
1930'da 2010 m ilyona yükselm işti. B undan çıkan şu ki,
dünya nüfusu içinde beyazların oranı 1800'de % 22'dcn
1930'da % 35'c yükselm iştir.

A rtan Nüfusu B eslem e

Beyaz insanların bütün yeryüzüne yayılm ası sanayi


devriminin yayılm asını da hızlandırm ıştır. Tıpkı neolitik
çağın çiftçilerinin göç ettiği yerlere Ziraat Dcvrimi’ni götür­
dükleri gibi. K uzey A m erika'nın batı bölgesinin iskân edil­
mesi, Bombay’da ilk pam uklu fabrikaJannın kurulması, Ar­
jantin ve Ç in’de ilk dem iryollarının yapılm ası, A vrupalı­
laşın yayılm asına sıkı sıkıya bağlı hâdiselerdir.
Bugün, dünya nüfus patlam asının birinci aşaması artık
tamamlanmıştır. A vrupa, K uzey Amerika ve Rusya, "sınar
toplumlara Özgü dem ografik dengeye tekabül eden düşük
düzeyde doğum vc ölüm oranlarına ya varmış, yahut da var­
mak üzeredirler. Şimdi nüfus patlam asının birincisinden dc
şiddetli olacağı anlaşılan ikinci aşam asına girm iş bulunu­
yoruz. Asya, G üney A m erika ve A frika'da nüfus, bugüne
kadar görülmem iş bir hızla anm ağa başlamıştır. Yıllık artış
oranı % 2 ilâ % 3 arasındadır (Bkz. Tablo: 19).
Az gelişm iş ülkelerde nüfus patlamasının nasıl oluştu­
ğunu bundan önccki bölüm de gördük. Şimdi de bu nüfus
patlamasının doğurduğu m eseleleri inccleyeccğiz
İlk akla gelen şüphesiz beslenm e konusudur. 1961'de
bu kitabın ilk baskısı hazırlanırken, "nüfus patlamasından
doğan cn önem li m eselelerin artan nüfusun b eslen m esr t!e
alâkalı olduğunu vurgulayarak şöyle yazmıştım: "Hindistan
»yi bir örnektir. 1918'dc Hindistan'ın nufusu 315 milyon ci­
varında idi. f ert başına düşen ortalam a hububat m ıktan
f&tâc 20 on* (567 gr) kadardı. l<*45'dc Hindistan'ın nüfusu
102yDürtya Nüfusunun İktisat Tarihi

İt
î!

vnr*ı^nooo^î‘ vO<^(N<—
'W^oo«—
iO
^ m H^riNocoooNV r-i es
Tablo 18 - 1930-1970 döneminde dünya nüfusu

OlOVİNOvrtlOOlnıniO
r-N C O -O s -fi» * ■
i?
3s c1 'OüOıONVlMlONmO
İNİ'Om
— n - - KlOVO-llO
n >o ü n —
a

i— o
Kaynak: U.N., Demographic Yearbooks.

s ı v-> <
58 enS !r» r^
■=2 n *1
(N <N <N vrj
.nao« <N
o »
^ >o
f~v
£1 w
1

t % «, « <

u I
£ <
< s < ti
3s <
-5
eo <
2 <
»

= S1*
'8?
İ
>>
V

:§ S <.:
s* * ” C >/5* QO &> *>T'“î
00 :3
< < < O yi a
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/103

400 milyona çıkmış; feri başına düşen günlük hububat mik­


tarı da 15 ons (325 gr)’a düşmüş bulunuyordu. 1945’tcn son­
ra durum kötüleşmeye devam etti. 1945 ile 1952 arasında
fert başına düşen gıda miktarı önemli ölçüde azaldı... Bu
lam maltuziyen bir durumdur. Ama, bu durum maalesef yal­
nız Hindistan için söz konusu değildir. Gerçekten yalnız
Hindistan'da değil, Çin’de veya Mısır’da kırsal alanların fa­
kirlik ve sefaletine şahit olan herkes, Malıhus’un fikirlerine
tam katılmasa da, onun bu konudaki teşhis vc beklentileri­
nin doğru olduğunu kabul etmek zorunda kalır.”
10 yıl geçtikten sonra, şimdi daha iyi anlıyoruz ki "ar­
tan nüfusun beslenmesi" ne tek mesele, ne de çözümü en zor
olanıdır. Dünyanın nüfusu arttıkça, karşımıza çıkan güçlük­
ler bu artışa oranla daha da büyük boyutlar kazanmaktadır.
Tıp ilmi ve kamu sağlığı alanında son yüzyılda o kadar bü­
yük başanlar elde edildi ki, salgın hastalıklarla mücadele
konusunda kendimize gereğinden fazla güvenmeye başla­
dık. Oysa, hiç beklemediğimiz bir anda yeni, alışılmadık öl­
dürücü salgınlarla karşılaşmamız hiç de imkânsız değildir.
Disiplinli, düzenli bir sanayi toplumu için böyle bir
felâketle karşılaşmak çok uzak bir ihtimaldir elbette. Ama
çok büyük kalabalıkların yoksulluk içinde sağlıksız çevre
şartlarında yığıştığı bir dünyada hem de siyasal ve sosyal
karışıklıklar, istikrarsızlıklar içindeki bir dünyada böyle bir
felâketle karşılaşmak uzak bir ihtimal değil, yakın bir tehli­
kedir.
Aynca, sınaî üretim arttıkça, hayat şartlarını bozan ve
başımıza belâ olan bir takım yan ürünler de kaçınılmaz ola­
rak çoğalmaktadır ve buna karşı çaresiz birer seyirci olmak­
tan başka yapabileceğimiz hiç bir şey yoktur. Temel ham­
maddeler gün geçtikçe azalıyor, daha da kötüsü açık hava,
temiz su, dinlendirici sessizlik gibi şeyler gittikçe bulunmaz
hale gelmektedir. Oysa bunlara eskiden hiç kimse İktisadî
bir önem atfetmeyi hayal bile etmezdi. Çünkü herkese ra­
104/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

hatça yetecek kadar, bol bol vardı. Halk kitlelerinin dev şe­
hirlerde (megalopolis), m odem sanayileşm enin kaçınıl­
maz, mecburî bir sonucu gibi görünen yığışması, son derece
yıkıcı nitelikler taşıyan sosyal gerginlikler ve psikolojik bo­
zukluklara sebep olmaktadır. Şehirlerimizin gövdesi bü­
yürken, içinin göçmekte olması bir paradokstur.
Artık çok geç demeye dili varmayanlar bunu demeyi
fazla ümitsizlik sayanlar bile, yakın gelecekte genel duru­
mun daha da kötüleşeceğini görmekten kendilerini alama­
maktadırlar. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, hayat
seviyelerini sefalet derecesinden daha yukarıya çıkarmak
için, Sanayi Devrimi'ni gerçekleştirm ek zorundadırlar.
Eğer bunu başaramazlarsa, tam sefalete mahkûm olacaklar­
dır. Eğer başarırlarsa, bugün küremizi saran çevre kirlen­
mesi ve bozulması çok daha büyük boyutlara vardırılmış
olacaktır.

Nüfus Ne Kadar Olacak?

İnsanın, ister ihtiyaçları açısından, ister döküntüleri ve


artıklan açısından bakalım, yakın geleceğinin güçlüklerle
dolu olduğunu kabul etmek zorundayız.
Büyük sahra çölleri, yahut Brezilya'nın balta görme­
miş ormanlan gibi insanın bannmasma elverişsiz bölgeler­
de henüz boş duran geniş alanlar bulunduğunu ileri sürmek,
İktisadî bakımdan pek geçerli değildir. Bu bölgeleri yaşana­
bilir hale getirebilmek için gerekli olan yatınm lann miktan
son derece büyük boyutlara varacaktır. Acaba bu devasa ya-
tınmlan, halen mevcut olan insan nüfusunu daha iyi bir ha­
yat seviyesine kavuşturmak için mi kullanmalı, yoksa, onu,
meselâ 1 milyar daha arttınp, dünyanın bu bannılmaz köşe­
lerine iskân etmek için mi kullanmalı, işte karar verilecek
esas mesele budur.
Yeryüzünde henüz iskân edilmemiş ve çöl halinde
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/105

kalmış alanlar mevcuttur. Buna rağmen görünen odur ki Sa­


nayi Devrimi sayesinde insan, sayıca çoğalma ve çevre üze­
rinde hâkim iyetini kurm a yolunda, gezegenimizde hayatı
mümkün kılan doğal dengeleri ciddi olarak tehdit eden nok­
taya kadar gelip dayanmıştır. İnsanın inşa ettiği İktisadî ya­
pının, gezegenimizdeki doğal kaynaklara ve onlara ait olu­
şumlara istinad etm ekte olduğunu kolayca unutuyoruz.
İktisadî faaliyet, kürem izin, gıda üretimi için gerekli ham­
maddeleri sağlam ak ve üretim artıklarını emmek hususun­
daki kapasitesine bağlıdır. Bu kapasite olmasa idi, İktisadî
faaliyetin, insan hayatı için zorunlu olan en ilkel şekli ile da­
hi devamı m üm kün olm azdı.
Mahiyeti itibariyle son derece karmaşık olan bu mese­
leyi, istersek, basit ve kabaca da ifade etmek mümkündür.
Birleşmiş Milletler İktisadî ve Sosyal İşler Şubesi'nin de be­
lirttiği gibi "D ünya nüfusunun 2500 milyona ulaşabilmesi
için 100.000 yılın geçm esi gerekm iştir. Oysa bu sayıya,
şimdi bir 2000 milyon daha eklenmesi için sadece 30 yıl ye­
terli olacaktır. Bu artış hızı devam ettiği takdirde 600 yıl
sonra yeryüzünde adam başına sadece 1 m2’lik yer düşeceği
hesaplanmıştır. Böyle bir sonuca ulaşmanın mümkün ola­
mayacağı açıktır. Binaenaleyh onu önleyecek bir şeylerin
vukubulması mukadderdir." Ama nedir vuku bulacak olan?
106/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Ta b lo 19 -1960-1965 dönemi İle 1965-1970 döneminde


D ünya'nın belli başlı bölgelerinde nüfusun ortalama
doğal artış m iktarları ile artış oranları

Artış Oranı Onalama Yıllık ArUf


(Binde) (Milyon)
Bölgeler 1960 1965 1965-1970 1960-1965 1965-1970
DÜNYA TOPLAMI 19.4 19.8 61.1 68.2
Gelişmiş ülkeler 11.5 9.5 11.5 10.0
A/, gelişmiş ülkeler 23.2 24.5 49.6 58.2
DOĞU ASYA 17.5 17.5 14.4 15.5
Kıla bölgesi 17.8 17.8 12.1 12.9
Japonya 9.9 110 0.9 1.1
Diğer yerler 28.3 25.0 1.4 1.5
23.1 28.6
GÜNl-Y ASYA 24.8 27.5
15.6 19.1
Orta Güney Asya 24.5 27.2
5.9 7.5
Güneydoğu Asya * 25.3 28.1
2.0
Güneybatı Asya 26.4 28.2 1.6
3.7
3.4
AVRUPA 8.4 7.8
0.9
Batı Avrupa 7.2 6.3 1.0
1.2
Güney Avrupa 11.3 10.1 1.4
0.8
Doğu Avrupa 8.1 7.8 0.8
0.5
Kuzey Avrupa 6.7 6.6 0.5
2.4
S.S.C.B. 15.2 10.2 3.4
8.3
APRİKA 24.1 25.5 7-0
2.6
Batı Afrika 23.8 24.5 2-2
21
Doğu Afrika 22.8 24.8 1.8
0.7
Orta Afrika 18.9 21.0 0.6 2.4
Kuzey Afrika 28.4 30.0 2.0 0.5
Güney Afrika 22.4 23.3 0.4 2.2
KUZEY AMERİKA 13.4 9.8 2.7 7.6
LÂTtN AMKRİKA 28.2 28.4 6-6 4.3
Tropikal Güney Amerika 29.6 29.8 3.8 2.0
O na Amerika kara bölgesi 33.4 33.6 1.7 0.7
Güney Amerika orta kuşak bölgesi 17.5 17.2
0.6 0-6
0-5 0.2
Karaib Adaları 24.7 24.1
OKYANUSYA 16.9 14.5
0.2 0-2
Avustralya ve Yeni Zelanda 13.9 115
0.2 0.0
Malene/.ya 24.2 24.1
0.0 0.0
Polinezya ve Mikronczya 31.1 30.9
0.0

Kaynak: United Nationı, 1971.


Altıncı Bölüm

GEÇİŞ ÇAĞI

Bu kitabın ana temasını şöyle ifade etmek mümkün­


dür: İktisadî örgütlenmenin başlıca üç ana tipi olan avcılık,
ziraat ve sanayiin her birine tekabül eden belirli birer nüfus
miktarı ve belirli birer İktisadî faaliyet seviyesi mevcuttur.
Bu m iktarlarla seviyelerin ne olduğunu bundan önceki bö­
lüm lerde gördük. Şimdi de toplumun, bu üç İktisadî örgüt­
lenme tipinin, birinden diğerine geçerken uğradığı çok kök­
lü kültürel vc sosyal değişmelerin üzerinde duracağız.

Bu değişmelerin ne denli önemli olduğunu anlamamız


pek de zor olmayacaktır, çünkü biz de bu geçiş çağlanndan
birini yaşıyoruz. Üç kuşak önce, yeryüzünde yaşayan in­
sanların üçte ikisi köylü idi. Üç kuşak sonra ise insanlann
ancak üçte biri kırsal alanlarda kalacaktır. Sanayi Devrimi
bütün yeryüzünü kaplamak üzeredir. Değişmenin, "yalnız
sanayi alanında kalmadığını, aynı zamanda, sosyal hayat ile
fikirleri de kucakladığım"1görüyoruz. Teknolojide görülen
devrimin, Stendhal’ın deyimi ile "alışkanlıklar, fikirler ve
inançlar”2 alanındaki devrimle birlikte yürüdüğünün farkın­
108/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

dayız. Yeni bir hayat üslûbu doğarken, eskisi de bir daha di­
rilmemek üzere göçüp gidiyor. Bu, geçiş çağıdır. Kuşku ve
acı dolu bir çağ!
Hayatın butun yönleri yeni üretim tarzlarına uygun bi­
çimde düzene sokulmuştur. Aile bağlan zayıflamağa ve ye­
rini daha büyük sosyal gruplara ait çevrelere bırakmağa baş­
lamıştır. Ferdî tasarruf yerini, kollektif sosyal hizmetlere,
dağıtılan kârlara vc vergilere bırakmaktadır. Az sayıda in­
sana, genel felsefî bir kültür vermekte olan eski eğitimin ye­
rini, büyük kitlelere teknik bilgi veren yeni eğitim almağa
başlamıştır. Artistik sezgi, yerini teknik kesinliğe terk et­
miştir. Yeni hukukî kurumlar, işletmelerde yeni tip mülki­
yet ve yönetim anlayışı, gelir dağılımında değişiklikler, ye­
ni zevkler, yeni değerler, yeni idealler, bütün bu yenilikler
sanayileşme sürecinin çok önemli bir bölümünü oluştur­
maktadır.

"Sanayileşme” tedricî olduğu vakit, bu sosyal ve kül­


türel değişmeler de İktisadî değişmelerle âhenkli bir şekilde
yavaş yavaş oluşur. Ama, bu gün bir çok az gelişmiş memle­
kette olduğu gibi, "sanayileşme" sun’î bir şekilde hızlandı-
nldığı takdirde, sosyal ve kültürel çevrenin, değişmeye kar­
şı, İktisadî yapının gösterdiğinden çok daha büyük bir di­
renç göstermesi mümkündür. Böyle bir durumda, sosyal ve
kültürel çevrenin değişmezliği, korkunç bir darboğaz mey­
dana geürerek, sanayileşme uğrunda gösterilen bütün çaba­
lan boşa çıkarabilir. Sanayileşmeyi hızla başarmak isteyen,
veya hızlandırmağa zorlanan bazı toplumlann, sosyal ve si­
yasal alanlarda devrimci hareketlere adeta kaçınılmaz şe­
kilde yönetmelerinin nedeni de budur. Sosyal ve siyasal
alanda devrim yapmak, sözünü ettiğimiz sosyo-kültürel
dart»ğazlan zorla kırmanın bir metodudur. Devrimin arka­
sından gelen sefalet ve acılann tümü bir bakıma sanayileş­
m e için Ödenmesi gereken fiyatın bir bölümüdür.
Dünya Nüfusunun İktisat TariN/109

D ah a N ereye K a d a r G idebiliriz?

Sanayileşmenin altın çağınj, galiba, 1850 ile 1913 ara­


sında Batı Avrupa’da yaşayanlar gördü. Londra ve Paris'te
açılan uluslararası sergiler, Paris'in Eyfel Kulesi ve Tori-
no’daki Mole Antonclliana bu çağın sınır tanımaz iyimserli­
ğinin birer ifadesidirler. Bununla beraber bu durum, öncele­
ri pek farkedilmedi ama zaman geçtikçe, iyice su yüzüne çı­
kacak şekilde, değişmeye başladı. Sanayileşme ilerledikçe,
sınaî üretime yapılan her yeni ilâvenin sağladığı fayda aza­
lırken, bu üretimin sosyal ve İktisadî maliyeti de yüksel­
mekte idi. G elişm iş ülkelerde, sanayileşmenin daha çok
ilerlemesi, hayatın bütün manzaralannda, insan ilişkilerin­
de, ekolojide, beslenme ve eğilim alanında, maddî, manevî
her alanda çok çeşitli sorunlar doğurmaktadır. Sorunlardan
birini çözelim derken, bilmeden bir başkasına neden olmak­
tayız. Bu bir kâbustur ve farkına varmamız hem çok yenidir,
hem de biraz âni olmuştur. Yukanda belirtiğim gibi sanayi
devrimi sırasında insanın, sayıca çoğalma ve çevre üzerin­
deki hakim iyetini kurm a yolunda, gezegenimizde hayatı
mümkün kılan doğal dengeleri ciddi olarak tehdit eden nok­
taya kadar gelip dayandığı gittikçe daha açık şekilde görül­
mektedir. İlerlemenin sarhoşluğu içinde, çok uzun zaman
bizzat kendi icatlarımızla kendi gözlerimizi bağladık. Şim­
di, kendi kendimize, daha ne kadar gidebileceğimizi sorma­
ğa başlıyoruz. Bazı sorumluların "İktisadî büyüme hızının
sıfıra indirilmesi"ni savunmağa başlamalan da bu yeni dö­
neme girdiğimizi gösteriyor.
"M aden ocaklarına ve elektrik santrallerine yerleşeli
çok zaman geçmedi. Henüz yapımını bile bitiremediğimiz
bu evde yaşamağa yeni başladık. Çevremizdeki her şey, in­
san ilişkileri, çalışma şartlan, adetler, hepsi öylesine büyük
bir hızla değişti ki! Bizzat psikolojimiz bile, en gizli köşele­
rine vanneaya kadar derin bir sarsıntı içindedir...
11O/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

"Hepimiz, kendi icadlanna şaşkınlıkla bakan birer


genç barbarız. İmparatorluk kuran bir sömürgcci için, haya­
ta anlamını veren fetihtir. Asker çiftçiyi hor görür, ama fe­
tihten maksat, bu çiftçiye yer bulmaktan başka nedir ki?
İlerlemenin sarhoşluğu içinde insanları demiryolu yapımın­
da, fabrikalarda, petrol kuyulan açmada birer vasıta olarak
kullandık. Oysa bütün bunlan insanlara hizmet etmenin bi­
rer vasıtası olarak yaptığımızı unutuyorduk. Fetih boyunca,
ahlâkımız asker ahlâkı idi. Ama şimdi yerleşmeye geçme­
miz gerekiyor. Yeni yaptığımız bu eve bir veçhe vermek,
onu şenlendinnek zorundayız. Bundan önceki kuşağın işi
onu inşa etmekti. Şimdiki kuşağın dâvâsı da içinde oturma­
ğı başarmaktır."3
Sanayi toplumunuıı ulaşabildiği seviye hakkında bazı
göstergelerden söz ettik. Sanayileşmenin, m addî hayat se­
viyesinde olağanüstü ilerlemeyi beraberinde getirdiğinde
şüphe yoktur. Ama bütün bunlardan, sanayileşmiş bir dün­
yanın zorunlu olarak daha iyi olacağı sonucu çıkarılamaz.
Sanayi Devrimi'nin yayılmasını sağlayan mekanizmalarda,
elde edilen maddî neticelerin hayırlı olacak amaçlar uğrun­
da kullanılacağını kesinlikle garanti eden hiç bir şey mevcut
değildir. İnsanlık kendi kendini eğitme yolunda çok büyük
çabalar göstermezse, Sanayi Devrimi’nin giderek insanoğlu
için bir felâket haline gelmesi ihtimalini ortadan kaldırmak
hiç de mümkün olmayacaktır.

İnsanın B iyolojik G eçm işi

Meseleye bir başka açıdan bakmak da mümkündür.


İnsanoğlu tarihinin onda dokuzunda tam bir vahşi gibi yaşa­
mıştır. İnsanın ziraatı bularak yeni bir hayata başlaması çok
yeni bir hadisedir. Bu ilk devrimi izleyen dönemin olayları
kar topu gibi büyümüştür. Bitki ve hayvandan oluşan biolo-
jik enerji kaynaklan fethedildikten sonra, yeni kaynakların
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/111

fethine g e ç ilm iştir. B ilgi birikim i bu yeni fethedilen kay­


n a k la n g ittik ç e d a h a verim li biçim de kullanmağa imkân
verm iştir. İn sa n ın , çev resi üzerindeki hakimiyeti genişle­
dikçe, yeni h ak im iy e tle re ulaşm a gücü de çok anıyordu.
O n bin yıl çok uzun b ir süre gibi görünebilir. Ancak ge­
zegenim izin v e insanlığın öm ürleri açısından bakarsak kısa
bir lah za d an ib aret kalır. O n bin yıllık bir süre içinde, vahşi
hayattan y ola çık an H om o Sapicns'in yalnız bu dünyayı fet­
hetm ekle k a lm a y ıp , uzayın fethini de gerçekleştirmesi ha­
kikaten o la ğ a n ü s tü b ir başarıdır. Zamanı, alışageldiğimiz
k ro n o lo jik stan d ard ı teşkil eden güneş yılı ile değil de ku­
şaklara b a k a ra k ö lçersek , başan çok daha olağanüstü görü­
nür. N e o litik D ev rim A v ru p a'd a M.Ö. 5000 ilâ M.Ö. 2000
arasında y ay ıld ığ ın a göre, bir kuşak için yaklaşık 25 yıl ka­
bul e d e rs e k , b u g ü n k ü A v ru p a ’lının "yan vahşi, hayvana
benzeyen" e c d a d ı ile arasın d a yüzelli kuşaktan biraz fazla
bir zam a n d ilim i v a r dem ek tir.
G erçek ten , asıl b üyü k m esele de buradadır. Homo Sa-
piens’in tek n iğ i geliştirm esi, kar topu gibi kümülatif olduğu
için son d e re c e hızlı o lm u ştu r. İnsan, çevresine ve doğanın
en büyük k u v v e t kaynaklarına hakim olmayı nispeten az sa­
yıda k u ş a k iç in d e g erçek leştireb ilm iştir. Ancak bu süre
içinde in sa n ın k en d isi ne ölçüde daha mükemmel hale gel­
m iştir?
İn san ın , e t y iy en hatta yam yam lık da yapan bir ecdat­
tan geldiğini k ab u l e tm ek lazım dır. Bütün hayvanlann için­
de en leşçisi o lan insan, H om o Sapiens'ten önce de, sonra da,
m ücadele ettiği h e r tü r hayvanın, kendi hemcinsleri de olsa,
etini yem iştir4.
İy im se r b ir çağ d aş yazar, "yamyamlığın yakın zaman­
lara k a d a r p e k y ay g ın olduğunu" kabul ediyor vc kesin bir
ifade ile d iy o r ki "düşm anın ölüsünü yemek, kafatasını oyup
içine k an ın ı d o ld u ru p içm ek, düşm ana olan hayranlığın bir
ifadesi idi v e a m a ç d a bu yolla onun erdem lerini almaktı.
112/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Bu, daha başlangıçtan beri düşmana gösterilen manevî say­


gının bir belirtisidir ve sembolik biçimde, hıristiyanlann
Kommiinyon ayininde hâlâ devam etmektedir."3 Bu tür bir
"manevî saygı"yı hoş karşılamayan!ann her zaman için çok
az sayıda olacağından ben kuşkuluyum. Kaldı ki, olayların
mantıkî düzenini bozmamağa da dikkat etmemiz gerekiyor,
İnsan, günahlarına "manevî" kılıf giydiriyor değildir.
"Manevî" eylemlerinde bile cibilliyetini açığa vurmaktan
kurtulamıyor demek daha doğrudur.
Tarihin onda dokuzunu teşkil eden bölümünde, binler­
ce yü boyunca, insan istifa mekanizması içinde geliştiği için
gittikçe daha saldırgan hale gelmiştir. Bununla birîikte geli­
şen "işbirliği ve dayanışma* sayesinde, saldırganlık bir öl­
çüde giderilebilmiştir. Ancak bu bir ölçü içinde sınırlı ol­
muş ve insan, esas itibarıyla, "avcılığa daha elverişli, daha
yatkın hak gelmek üzere, biyolojik yetenekleri içinde avcı­
lığa en uygun dan lın gelişme gösteren bir varlık olarak kal­
mıştır/*
Saldırgan tiplerin başarılı olmasını ve çoğalmasını
sağlayan isafa mekanizması, Neolitik Devrim in doğması
üe elbette durmuş değildir. Bu mekanizma 'u y g ar” dediği­
miz yî|îara kadar devam etmiştir. Hatta, insanın, çok büyük
hıvvetiefe h&sm olabildiği, hem iyilik hem de kötülük yap­
raktaki şöcĞnü inanılmaz boyutlara vardırdığı günümüzde
de a y a istifa mdcanizmasını, hem de büyük ölçüde, devam
€dm-;&eCir. Yakm tarihte gördüğümüz çok. acı örneklerin
de ocuya kay&ğu gibi tir tek insan yahut küçük bir grup t i ­
se bugün, y f e z çu veya bu insan topluluğunu, şu veya bu
bcigeyi defıl, cles insariığı ve dünyayı etkileyebilecek çap­
ta, havsaâya felâketler yaratmak gücüne u la şm ışa
EX*|a b u ^ a s i K. Lorenzin dediği gibi: ~Başka gezegen­
i n hâkin tarafsa U n insanı, elinde zekâsının ürünü olan
a e » -jnc-j&i. kalbinde ete jran-iraan oîan vahşi ecdadın-
tm e*~ b *<z a>r< tzkkrm hüVmedemedığı saldır­
Dünya Nüfusunun Ikl&art TarılW113

ganlık güdüsüyle görse, herhalde insanoğlu için biçeceği


ömür pek uzun olmazdı. Kendi kaderini yakından ilgilendi­
ren bu duruma insan gözü ile bakınca görünen ise tam bir
kâbustur."7
En ileri ülkelerde bile, hâlâ toplumun büyük çoğunlu­
ğunun gözünde saldırganlığın bir erdem gibi yüceltilmesi,
en azından değerli bir tavır gibi gösterilmesi vc sinemalar­
da, televizyonlarda, sürekli şekilde propagandasının yapıl­
ması çok hazindir. Şiddete ve saldırganlığa karçı manevî
plânda köklü bir savaşa girişmemiz lâzımdır. Bunun için,
her şeyden önce, yapılması gereken, halkı hoşgörii ve yu­
muşaklığa alıştırmak, eğitmektir. H. G. Wels’in bir zaman­
lar dediği gibi, "insanlığın gcleceği, eğitimin topyekûn
mahvolmağa karşı yürüteceği mücadeleye bağlıdır, İmanı
kâmil hale getirmek zorundayız "

Sayı mı, K alite mi?

İnsanın soyunu, kalite bakımından daha kâmil hale ge­


tirmek, onun sayıca çoğalmasıyla mutlaka çelişmez. Nüfu­
sun çoğalması, iş bölümünü geliştireceği, büyük ölçekli iş­
letmelerin kurulmasına imkân vererek verimi anıracağı için
pek âlâ fert başına gelirin yükselmesine, hayat seviyesinin
düzelmesine ve eğilimin çok daha kaliteli hale getirilmesi­
ne de imkân verebilir. Bununla beraber, belli noktanın ece­
sinde, sayı iîc kalite arasında, ya biri ya öteki dedirtecek de­
recede bir rekabetin başlaması da mümkündür İngiliz elçisi
Lo,'d Macardney'ın ö /c l sekreteri olarak İH yüzyıl sonunda
Ç ini gezen John Barrow ilgi çekici şöyle bir olayı nakleder.
Kanton da büyük kanalın kenarında bir kalabalık top­
lanmıştı. Bir kısmı, eski bir geminin ka?!:k pupasına çık­
mış, d u ru yor! ardı. Geminin pupası, ağırlığa dayanamayıp
>»kı!?nca* hepsi birden kanal3 döküldüler. Çevrede pek çoâ
yeu crJf kayık vardı; ama, kimse. $uda debelenen be
1H Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

lamı yaalıroına koşmadı, Yalnız bir tanesi, kancasıyla uğra­


şıp duruyordu. Ancak kurtarmak istediği, boğulmakla olan
biri değil, onun şapkası idi,"*
Bunun nedeni, insanın gereğinden fazla bol, şapkası­
nın da ku olmasıdır. Aksı olsa idi. yani şapka bol, insan da
kıt olsa, herhalde olay da tamamen değişik şekilde cereyan
edecekti. Diğer kaynaklara oranla sayıca bollaşınca, tıer-
şeyde olduğu gibi, insanın da nuujinal değerinin düşmesi vc
aynı oranda insan hayatına verilen Önemin azalması, maale­
sef acı bir gerçektir. İnsan hayatının değerini ve kutsallığını
korumak için insanın mallar arasında cn ucuzu haline gel­
mesini önlemek zarureti varılır.
İnsanlık, elindeki kaynaklan sayı ile kalite arasında
bölüştürmede, bîilün tarihi boyunca hep isabetli mi olmuş­
tur. sorusuna cevap vermek müm kün değildir. Çünkü bu­
nun için. pek çok şey bir yana her türlü kültür ve ahlâk de­
ğerleri ile bunlara ait kriterlerin tam olarak değerlendiril­
mesine de ihtiyaç vardır ki bu objektif olarak imkânsızdır.
Bununla beraber, ba/ı olgulara bakarak, hiç değilse, genel
eğilimin hangi doğrultuda olduğunu belirlem em iz müm­
kündür. Aşağı yukarı 10.000 yıl önce Neolitik Devrim baş­
larken, yukanda da ifade edildiği gibi, dünyada 20 milyon­
dan daha az sayıda insan yaşıyordu. M S . 1950 yılında ise bu
savı yaklaşık 2500 milyona yükselmiştir. Ve bu nüfusun ye­
tişkin olanlan içinde okuma yazma bilm eyenlerin oranı %
50 cıvanodadır. İnsanlığın, elindeki kaynakların çok büyük
bölümünü, kalitenin yükselmesine değil de, sayıca çoğal­
maya tahsis ettiğini sadece bu rakam vc oran göstermeye
yeter
Kaynaklarımızın artan bölüm ünü, insanın kalitesini
yükseltecek alanlara yatırmamız gerekiyor. Jıılian Hux-
îcy m deyimi ile manasız sayı yerine, manalı kaliteye önem
vermeliyi/, Bu amaç uğrunda, hem kamu hem de özel ke­
dimde um bir işbirliğinin gerçekleştirilmesi şarttır. Bu ko
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/115

nuda şunu hiç hatırdan çıkarmamalıdır: Gerekli olan sadece


teknik bilgilerin arttırılması değildir. Bugün insanın en şid­
detle ihtiyaç duyduğu şey elindeki teknikleri akıllıca ve in­
sanca kullanmayı Öğretecek bir eğitimden geçmektir. "Öyle
bir çağda yaşıyoruz ki, her şeyin efendisi olan insan, kendi
kendisinin efendisi değildir. Zenginlikleri arasında kendini
kaybetmiştik duygusu içindedir... Çağdaş insanın başına
geleni en iyi ifade eden, 15. Luis'nin çocukluğu sırasında,
kral naibi için söylenen şu sözdür: "Bütün yetenekleri var.
yalnız tek bir yeteneği eksik. Bütün bu yeteneklerini kullan­
ma yeteneği yok."9
Tanınmış ve saygıdeğer bir iktisatçı yakınlarda şöyle
ya/ıyordu: "H ayatın am acının ne olduğunu bilm iyoruz,
ama, insanın balıklardan veya koyunlardan daha mutlu ol­
madığına bakarak diyebiliriz ki, amaç mutluluk olsa idi, in­
sanlığın gelişm esi çok önceden durm uş olabilirdi. İnsanı
koyundan ayıran, çevresi üzerinde kurduğu hakim iyettir.
Yoksa daha mutlu olması değil. Bu açıdan İktisadî büyüme­
yi son derecede arzuya şayan sayabiliriz.’*10
Böyle bir mantığa karşı esas tenkidi, yüzyıllarca önce
Eflatun (Eutidcnıos XI.) yapmıştır: "Zenginlik kendi başına
bir lütuf teşkil etmez. Zenginlik, cahilin elinde kalırsa fakir­
likten daha büyük kötülüğe neden olur. Çünkü yanlış yolla­
ra sürüklemekte fakirlikten daha güçlüdür. Bilgi ve bilgeli­
ğin elinde oluncadır ki zenginlik bir nimet, bir lütuf haline
gelir." Çevre üzerinde kurduğu hakim iyeti insan, pekala
Coventry ve Hiroşima'daki gibi kullanabilir. Eğer insan ha­
yatının gayesi bu ise, ben. kendi hesabıma, insan olm aktan­
sa, koyun olmayı tercih ederim. Beşerî mutluluğun ne oldu­
ğunu bilmiyoruz. Ama onun ne olm adığını biliyoruz. H oş­
görünün olmadığı, zorbalığın hüküm sürttüğü yerde mutlu-
luğun gelişip sekilem eyeceğini biliyoruz. Teknik bilgi in ­
san hayatına ve insanı değerlere* saygı ile birleştirilmedikçe,
ondan daha tehlikeli b»r şey yoktur. Çağdaş tekniğin, hoşgo-
116/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Tablo 20 - Dünya'da okum a-yazm a oranları

15 ve daha yukarı Yetişkinlerde


yaşta olanlar okuma-yazma
(milyon) oranı (%)
DÜNYA 1587 55-57
AFRİKA
Kuzey Afrika 40 10-15
Güney ve Tropikal Afrika 80 15-20
AMERİKA
Kuzey Amerika 126 96-97
Ona Amerika 30 58-60
Güney Amerika 67 56-58
ASYA
Güney Asya 37 20-25
Güney-Orta Asya ' 287 15-20
Güney-Doğu Asya 102 30-35
Doğu Asya 404 50-55
AVRUPA
Kuzey ve Batı Avrupa 102 98-99
Orta Avrupa 96 97-98
Güney Avrupa 95 , 79-80
S.S.C.B. 112 89-90
OKYANUSYA 9 90-95

Bkz. UNESCO, 1957, s. 15. and Cipolla, 1969.

rüsüzlüğün ve saldırganlığın hâlâ hakim olduğu çevrelere


sokulması son derece tehlikeli bir gelişmedir. Başka bir ki­
tabımda yazdığım gibi, "Bir vahşiye modem teknikleri öğ­
retmek onu uygarlaştırmaz. Sadece onu daha güçlü bir vahşi
haline koyar"11. Teknik ve İktisadî gelişme ile birlikte ahlâkî
gelişme de olmalıdır. Teknikleri öğretirken, insan kişiliği­
nin değerine, haysiyetine ve kutsallığına da saygılı olmayı
öğretmeliyiz. Eğer hemen harekete geçmezsek, insanlığın
en son varacağı noktanın, yeryüzündeki hayatına başladığı
noktadan da kötü olma tehlikesi vardır.
NOTLAR

1. BÖ LÜ M

1 Brown, 1954, s. 3. D ipnotlarda zikredilen kitaplar hakkında ayrıntılı bilgi için


kitabın sonundaki bibliyografya bölümüne bakınız.
2 Zeuner, 1958, s. 365.
3 Pirenne’den naklen, 1950, C ilt I, s. 4.
4 Hovvells, 1959, s. 143.
5 Bu bilgiler için bkz. B raidw ood ve W illey, 1962; ve Mellaart, 1965.
6 Mellaart, 1965, s. 20. C lark, 1969, s. 84-85.
7 Braidwood, 1961, s. 130.
8 a.g.e., s. 127.
9 Kenyon, 1960, s. 44, Y ine K enyon, 1957, s. 82-4, ve Kenyon, 1959, s. 9.
10 Mellaart, 1967, s. 15-66.
11 Prof. Clark'ın W orld P rehistory adlı klâsik olmuş kitabının son baskısı, bu
alandaki en yeni arkeolojik keşiflerin ve radyo-karbon metoduna göre yapılan
tarih tesbitlerinin çok iyi b ir özetini vermektedir.
12 G ark, 1969, s. 84.
13 MaciNeish, 1964 ve M acN eish, 1965.
14 MacNeish, 1964, s. 20-28.
15 MacNeish, 1965, s. 89.
16 MacNeish, 1964, s. 6-7.
17 Braidwood and W illey, 1962, s. 335.
18 Coon, 1957, b ölüm 4; 1958, s. 143.
19 Fairservis, 1956, s. 356; M asson, 1961, s. 203-5; Clark, 1969, s. 208.
20 Sankalia, Braidvvood and W illey'dcn naklen, 1962, s. 71.
21 Clark and P ig g o u , 1965, s. 156.
22 Chang, Braidvvood and VVilley’den naklen, 1962, s. 179-180. Yine bk. Fairser­
vis, 1959, s. 139; B ishop, 1933, s. 389-404; Chang, 1963 ve Chang, 1967.
23 Clark, 1969, s. 239-40.
24 Braidvvood, 1961, s. 148; C ole, 1954, s. 216-217; Clark, 1969, s. 185 vd.
25 Clark, Braidw ood an d W illey'dcn naklen, 1962, s. 27 ve 28,
26 Bkz. Hawkes and W o lley , 1963, s. 238-54.
118/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

27 Genellikle bk. Gordon Chüde, 1958, özellikle 2. ve 3. bölümler: Piggott, 1954.


Clark and Godvvin, 1962, s. 21; Nougier, 1950; Bafll-nıd, 1955; Zeuner, 1953
s. 72-109; Quitta, 1967, s. 264 ve Beckerin alınlılar 'aptığı ve özetlediği İs­
kandinav kitapları için, bk. Becker, 1955; s. 749- 60.
28 HoweUs. 1954, s. 120.
29 Sanayi Devrimi konusunda bkz. Mantoux, 1928; Ashton, 1950; Deane, 1 % 7-
Hartwell, 1967; Landes, 1969; Mathias, 1969.
30 "Üçüncü Sektör" kavramı konusunda bkz. Clark, 1957; Bauer and Yamev
1951, s. 741-55; Minkes, 1955, s. 366-73.
31 Fourastie; 1949, s. 74.
32 Frankfoıt, 1951, s. 57.
33 CipoUa, 1967, s. 15-36.
34 Braidv.-ood, 1961, s. 100 ve 1960, s. 134. Eski Dünya'da ziraatın doğuşunu an­
latırken Prof. Clark şöyle diyor: "İnsanın bitkilere ve hayvanlara bakışında
böyksine derin ve girift bir değişmeye yol açan ve tamamlanması bu derece
uzun süren bir duşumu, teknolojik alanda görülen icatlardan biri veya bir seri­
si gibi düşünmek, ziraat devrimini anlamamaktır." Ve sözünü şöyle bağlar
Neolitik Devrim denen şey, ne devrimdir, ne de neolitik çağa aittir. Sözü edi­
len köklü değişme Paleolitik devrin ileri topluluklarında başlamış ve neolitik
çağın başlangıcına kadar sürmüş bir değişmedir" (Clark, 1969, s. 71-2). Aynı
şekilde, Amerika'da Tehuacan'daki bulgulardan bahsederken Dr. MacNeish
de şöyle diyor: "Neolitik çağın yeni bir nitelik kazanması d a y ı aşağı yukan
6.000 yıllık bir süreci gerektirmiştir. Bu da Neolitik bir Devrim yerine Neoli­
tik bir Evrim’den bahsetmenin daha doğru olacağım gösterir” (MacNeish,
1965, s. 94). Clark ile MacNeish’in görüşlerinin isabetli olup olmadığını tartı­
şacak değilim. Bir tanımlamanın geçerliliği, bu tan unlama ile göstermek isle­
diğimi! şeye bağlıdır. Bu kitapla ben. Ziraat Devrimi, yahut Neolitik Devrim
deyimlerini kullanırken söz konusu değişmenin hızlı olup olmadığına bakma­
dan; a a l dikkate aldığım cihet bu değişme ile avcı ve toplayıcı toplulukların
çiftçi ve çoban topluluklarına dönüşmüş olmalandır.

2. BÖLÜM

I Beden büyüklüğü ve yaşlan bakımından üyeleri birbirine benzeyen iki top­


lumdan, ortalama sıcaklığı 25° olan bir bölgede yaşayan toplumda ihtiyaç
yalan kalori, ortalama sıcaklığı İCP olan bir bölgede yaşayan toplum dakini
% 7 kadar duşukmr Beden büyüklüğü çok önemlidir. Ortalama ağırlığı 65 kg
oian ycttfitjfl erkeklerden oluşan btr topluluğun ihtiyaç duyduğu kalori ofUİ\
ma »ftrtığı 50 kg olan yetişkin erkeklerden oluşan bir topluluğa oranla *
kadar fa/iadır Yebfkm b»r kadınsı ıNiyaç duyduğu kaiort, aynı yaş ve *İ,r^
tâki ericeğmkinden % 20 kadar duşuktıir Aynı ağırlıktaki yetişkin ifl*** *
araunda, ttatyaç duyulan kalori m ık u n , 30 yaşından »onra. her 10 yıtö*
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihı/119

civarında bir azalma gösterir (Keys, 1958, s. 28-29). 25 yaşında, 65 kg ağırlı


ğında, sıhhatli ve hareket gerektiren işlere yatkın bir erkeğin, orta kuşak ikli­
minde (yani yıllık ortalama sıcaklığın 10° olduğu bir bölgede) yaşadığını ve
günde 8 saat, oturarak değil de arasıra bedeni zahmeti gerektiren bir işte çalış­
tığını farzedersek, böyle bir erkeğin yılda ihtiyaç duyacağı kalonnin günlük
ortalaması 3200 civarında olur. Kömür madeninde çalışan bir işçinin günlük
kalori ihtiyacı hiçbir zaman 4000i geçmez. Bu miktar, gıda ihtiyacının üst sı­
nın olarak kabul edilebilir. Gıda ihtiyacının alt sının da, oturarak çalışan bir
kâtibin sarfettiği günlük kalori miktarına tekabül eden 2400 civarındadır.
(Passmore, 1962, s. 388).
2 Bir termik santralde üretilen enerji hesaplanırken, kullanılan yakacağın her
2700 kilokalorisi için 1 kv/saal enerji elde edildiği kabul edilir. Bu, şüphesiz
itibari bir orandır. Fiiliyatta yakacağın niteliğine ve santralın ömrüne göre az
çok değişiklikler gösterir.
3 Hartley, 1950, s. 105.
4 Amar, 1920, s. 186-198; Pyke, 1958, s. 27.
5 Bu konuya geniş açıdan bakan yazarlar olarak bkz. Ostwald, 1909; Zimmer-
man, 1951; bölüm 5; White, 1954.
6 C.E.C.A., 1957, s. 14-15.
7 Brüt büyüme verimliliği şudur: Büyümeye eklenen kalori miktarının istihlâk
edilen kalori m iktanna oranı, net büyüme verimliliği ise, büyümeye eklenen
kalori miktarının, imtisas edilen kalori miktanna oranıdır. Büıun bu meseleler
için bkz. Philipson, 1969.
8 Yukanda verilen bu bilgiler için bkz. Philipson 1969.
9 Baum, 1955, s. 289-91; Pırie, 1962, s. 408.
10 Köpek mezolitik çağda, hiç değilse milâttan önce 8. bin yılında ehldeştınlmış
bulunuyordu. Ama Piggot’un da dediği gibi (1965, *. 33-34) Bu chlüc^ -me
ekonomide herhangi bir önemli değişme getirmiyordu. Avcılık tekniklerini,
üpkı yeni bir tuzak keşfetmek veya daha iyi bîr balık oltası yapmak git* daha
yoğun ve daha etkili kılmakta idi, o kadar." Aynca bkz. Zeuner, 1963.
11 Oakley, 1955, s. 36-48; Oakley 1956, s. 102-lCtf. özellikle Ausıralopıtheeui
hakkında bkz. D an, 1959, t. 156-158.
12 Konuya başlangıç için bkz. Bora/., s. 36-52 ve Boraz'tn s. 104-106'da nkretuğı
bibliyografya önemlidir. Köpeği ehlileştirmenin anlamı hakkında Nc/ * 32
13 Bu parazitin etkinlik derecesini anlamak için Paleoluik çağın avcılarından
kalma hayvan kem iklerine bakmak yeter. Fransa da Solutrede lü.OOCden
fazla at iskeleti sayılmıştır. Çekoslovakya da Predmosûa !!>We vakm marnı*
iskeleti tesbit edilmiştir.
14 Zeuner, 1963, i . 201-244 ve 299 337, Piggott, 1965, *. 35-36 ve 95 97
15 Majumdar, 1965, cilt I, *. 198.
•6 Eski Dünya dakı gelışmelenn, Amerika kılasmdakılere naxaran farklı b*r nıie-
Itk gösterdiğim burada vurgulamamı/ gerekir Amerika'da çiftli. V■' Nr
memeli hayvanların da geniş çapta ehtıteftırümesi ışı AvrupalIlar ın jtclışoe
kadartam manasıyla başanimış tkğıkh Verimli şekilde kuttanılahtlea* yıic
120/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

hayvanlannın ehlileştirilmesi, uygun vahşi türleri mevcud bulunmadığı için


mümkün olmadı. Hu yüzden, Amerika kıtasında doğan medeniyet yük taşıma
ve çalışma alanında insan gücünün yerini tutacak bir enerji kaynağı bulunma­
dığı için, bu gücün daha verimli biçimde kullanılmasını sağlayacak yöntemler
de gclıştircmcdi vc neticede sırf insan gücünü cömertçe israf eden bir medeni­
yet olarak kaldı. Bkz. Gark ve PıggoU, 1965, t. 172-173. New Hngland a 1638
ve 1663'de yaptığı seyahatlerini anlatırken, John Josselyn (s. 99) "Yerliler, bit
ve köpekten başka hiçbir hayvanı ehlileştirmiş değiller" diye alay etmekledir.
17 Mangclsdorf, 1954, s. 410.
18 Çapa, bel, sapan ve diğer çeşitli ziraî teknikler için bkz. Forde, 1955, s. 378-93
ve *. 432-7.
19 Heichelheim, 1956, s. 326.
20 Hayvanların ehlileştirilmesinin tarihi hakkında bkz. Zeuner, 1963.
21 Needham, 1954, cilt IV, kısım 2, s. 304-310.
22 Mcichelheim, 1956, s, 325.
23 Derry and VVilliams, 1960, s. 244-60; Needham, 1954, cilt IV, kısım 2; Cole,
1965.
24 Moritz, 1958, s. 134-9; Derry and VVilliams, 1960, s. 250-2.
25 Bloch, 1935, s. 538-63; Güle, 1965, s. 67-9.
26 Gille, 1954, s. 1-15.
27 Çoruz - Wil son, 1941, s. 39-50.
28 Needham, 1954, cilt IV, kısım 2, s. 366-435.
29 Usher, 1959, s. 172-3; Needham, 1954, cilt IV, kısım 2, s. 555-68; Dcny and
Williams, 1960, s. 254.
30 Baron Bowen, 1960, s. 117-31. îki vazo katalog No. 36326 ve 35324.
31 ö m e k olmak üzere F enikelilerle Rom alıların kadırgaları, kuzeyli Vi-
kingler'ın gemileri, Ortaçağ’da Akdeniz'de kullanılan kadırgalar, Polinez-
ya’nın yelkenli sandalları zikredilebilir. Aynca şunu da işaret etmeliyiz ki yel­
kenin kuzey ülkelerine ulaşması çok uzun zaman almıştır. Yelkenin
Hollanda'da ilk defa M.S. ancak birinci yüzyılda görüldüğü ileri sürülmüştür.
M.S. 560 yılında bile Bizansh tarihçi Procopius Ingilizler için şu ifadeyi kul­
lanmaktadır: "Bu barbarlar yelkeni bilmez, sadece kürek kullanırlar." Yelken
Vikingleı'in memleketine M.S. 6 ve 8. yüzyıllarda girmiştir (Barthold, 1960.
i. 18).
32 Slicher Van Bath, 1963, s. 47-63.
33 öteden beri pamuklu sanayiinin üzerinde çok durulmakta olması, sanayi dev­
rimin in mahiyeti hakkında doğru fikirler edinmeyi engelleyebilecek nitelikte­
dir. İngiliz dokuma sanayiinin 18. yüzyılın sonlan ile 19. yüzyılın başlannda
gösterdiği gelişme, gayet isabetle ifade edildiği üzere "genellikle zannedildiği
gibi yeni bir başlangıçtan çok, eski sanayiinin evriminde bir halkadan başka
bir şey değildir. İngiltere'de Lancashirc ve West Riding'te 18. yüzyılda görü­
len gelişme, sanayi devriminden önceki durumun bir devamından ibarettir.
Crompton da, Aricwright da hiç yaşamamış olabilirlerdi; sanayi devrimi yine
de doğabilecekti." (Hisks, 1969, t. 147).
Dünya Nüfusunun İktisat TariN/121

34 150(Tden sonra felsefe ve bilimde kaydedilen gelinmeler hakkında bk. Sleırm,


1943; Hail, 1954; Jones, 1961; Dijksierhuis, 1961; Boas, 1962; Butterfield,
1962-
35 182CTden Birm ingham’da topu topu 60 buhar makinası vardı. Bunların da top­
lam gücü 1000 BG’den ibaretti. Bkz. Hartley, 1950, s. 108-109.
36 W rigley. 1962.
37 Forbes, 1958, s. 292.
38 O N U-, 1956, s. 11-13.
39 S c h u r T ve N etschert, 1960, s. 36.
40 Bk. SchurT ve N etschert, 1960, s. 295 ve Huben, 1971, s. 31-40.
41 Thinring, 1958, s. 218.
42 Darwin, 1953, s. 75.

3. BÖ LÜ M

1 M ather, 1944, s. 55-56.


2 Bu b ilgiler için bkz. Bov/en, 1963 ve onun zikrettiği bibliyografya.
3 "Sınaî üretim " burada im alat sanayii ile madenciliği de kapsayan bir anlamda
kullanılm akladır.
4 Batı A vrupa'dan neyi kastettiğimiz konusunda bu bolümdeki 10 No.lu tabloya
bkz.
5 Aynı değişm eler uluslararası ticarete giren mallar bakımından da söz konusu­
dur. B kz. B oldw in, 1958, s. 55. T ablo 5.
6 B oulding, 1970, s. 44-46.

4 . B Ö LÜ M

1 Bkz. Ratzel, 1891, kısım E , s. 255-65; Forde, 1955, s. 376; Krzywicki, 1934, $.
52*8; B raidwood and Reed, 1957, s. 21 -23; Piggott, 1965, s. 28 ve 32. "Anoloji
yolu ile yapılan tahm inlere göre 200 kilometrekarede 3 ile 13 kişi arasında de­
ğişm ekledir. Y azaı’a göre avcılıkla geçinenler en çok 20-25 kişilik gruplar ha­
linde yaşam akta idiler. Büyük hayvanlan avlamak için gerekli olgun erkek sa­
yısı 5 idi ve bu 4 veya 5 aileye tekabül ediyordu. Bu miktar ailenin toplam mev­
cudu da 25'i pek g eçm ezd i Herhalde varabileceği son sınır 5(Jntn alımda idi.”
2 W olfe, 1933, s. 35-60.
3 İnsan iskeleti kalıntılarına dayanarak yapılan istatistik tahminlerin yetersizliği
hakkında bkz. V allois, 1960, s. 187 ve 195.
4 V allois, 1937. s. 525. Bkz. yine V allois, 1960, s. 196.
5 VVeidenrcich, 1949, s. 194-195.
6 K rzyw icki, 1934. s. 243-54.
7 W cid en reich, 1949, s. 196.
8 K reyw icki, 1934, s. 101-114.
122/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

9 Bales, 1953, s. 707; Hare, 1954, s. 35-47.


10 Hastalık konusunda, eldeki bütün deliller, ilkel insanın mikroplara karşı, gü­
nümüzün insanlarından daha dayanıklı olduğunu düşündürmektedir. Bkz.
Weidenreich, 1949, s. 203.
11 M ezar kitabelerine dayanarak ortalama ömrü hesaplamanın güçlükleri konu­
sunda bkz. Henry, 1957, s. 149-152 ve yine Hemy, 1953, s. 327-9.
12 15 ilâ 50 yaş arasındaki kadınlar içinde ne kadarının evlendiği ve evliliği hangi
yaşla gerçekleştirdiği hususu doğacak çocuk sayısını önemli ölçüde etkiler.
Diğer yandan evlilik anlayışı, âdetlerin ve sosyal değerlerin de büyük çapta et­
kisi aliındadır. Evlilik anlayışı bakımından ziraî toplumlar arasında büyük
farklılıklar vardır. 16. yüzyılın sonlarında İngiliz seyyahı F. Moryson şöyle
yazıyor; "İtalya'da evlilik gerçekten bir boyunduruktur. Hem de öylesine ağır
bir boyunduruk ki, orada kardeşler evlenmekten vazgeçme hususunda bütün
ülkelerdekinden daha kolayca anlaşmaya varabilmektedirler. Ailenin bekası­
nı sağlamak üzere evlenmeyi, isteyerek yahut öbür kardeşlerinin ikna etmesi
sonucu kabul eden kardeşe ve kansına yardım etmeyi ve saygılı davranmayı
hepsi canı gönülden garanti ederler, yeter ki kendileri evlenme belasından öz­
gür kalmış olsunlar. Bu özgürlük sayesinde bütün milletlerden çok daha mutlu
bir ömür sürerler. Zira bu kanaatkar topluluklarda bekârların geçinmeleri faz­
la masrafa ihtiyaç göstermez. Serbest birleşmelerden de pek çekinmezler,
çünkü bu çeşit günahlar fazla önemsenmez, üstelik günah çıkaran rahiplerin
kolayca affına da mazhar olur" (Hughes, 1903, s. 156 ve 409; Cipolla, 1965, s.
578-9). Peder Maithevv Ricci'ye bakılırsa, 16. yüzyılın sonunda Çin'deki du­
tum tamamen tersinedir: "Bekârlık tasvip görmez, çok kadınla evlenme ise
serbesttir" (Gallanher, 1953, s. 97). Barrovv'un anlattıklarına göre 18. yüzyılın
sonunda da (Barrow, 1805, s. 398-9) "Bekârlık Çin'de çok ayıp sayılmakta,
belli yaştan sonra bekâr kalmağa devam edenlere ahlâksız gözü ile bakılmakta
idi." Hindistan'da ergenliğe varmadan evlenme, M.S. 6. yüzyıldan itibaren
yaygın bir âdet hükmüne girmiştir (Kapadia, 1958, s. 138-66). Buna karşılık
16. yüzydda Almanya'da "Kadınlar 25 yaşından önce nadiren evlenmekte idi­
ler” (Hughes, 1903, s. 296). Yine bkz. Hajinal, 1965.
13 Putnam, 1950, s. 18.
14 Mols, 1955, cilt 2, s. 425-84.
15 Cardan, 1962, s. 180.
16 Dublin, lolka; and SpiegeLman, 1949, s. 28-43; Stolnitz, 1954-5, s. 27-8; Bum,
1953,*. 1-31; Bellido, 1955, s. 117-23; Russell, 1958, s. 22-32.
17 Bu rakamları, avcı toplumlarla alâkalı yukanda verilen rakamlarla karşılaştı-
nrken şunu unutmamalıdır: Paleoliıik çağdan kalma iskeletlerin çoğu yetiş­
kinlere ait iskeletlerdi ve Vallois yahut Weidenreich'in bu iskeletlere dayana­
rak verdikleri bilgilere göre bulunan onalama ömür, bebek ve küçüklere ait
ölümleri pek hesaba katmadan hesaplanan bir ortalama ömürdür.
18 Sauvy, 1958,1.31-70.
19 StoJnıtz, 1945-5. Cha«eland, 1960, s. 58-88. Yine bkz. tablo 14-c ve tablo 16.
20 CaHson, 1955, t 1437-41. Doğum oranı ile ölüm oranı arasında uzun vâde bo­
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/123

yunca sürüp giden önem li bir farkın bulunması mümkün değildir. Çünkü geo­
metrik artışların hiç b ir kesintiye uğram adan sürdürülmesi düşünülemez. So­
nunda ya kaynaklar b iter, yahut da nüfus.
21 Burada denge deyim i, m utlak durgunluk hali değil de, uzun süre boyunca ço­
ğalma veya azalm a yönünde, önem li boyutlara varan tek yönlü bir gidişin de­
vam edemiyeceği anlamındadır. "Nüfus tabiî halde belirli bir denge miktan et­
rafında dalgalanır. Biyolojide bu uzun süreden beri bilinir... Kısa vâdede nüfus
tam denge halinde bulunmaz, ama çok uzun vâdede tedricen artan bir nüfus da
esas itibari ile denge içinde kabul edilebilir." (Bartholomew and Birdsell,
1953, s. 494).
22 Ta C hen, 1946, s. 4-6.
23 M ackenroth, 1953, s. 112-19.
24 H elleiner, 1957. G ünüm üzde Hindistan buna iyi bir örnektir. 1891 ile 1921
arasında, yüksek ve hem en hemen hiç değişmeyen bir doğurganlık, nisbeten
yüksek am a değişken bir ölüm oranı ile bir arada olmuştur. Ölüm oranının de­
ğişken olm ası, mahsul azlığına bağlı kıtlıklardan yahut da salgın hastalıkların
tesirinden ileri geliyordu. Neticede nüfus arttı, ama bu artış çok düşüktü; 1892
ile 1921 arasında toplam artış % 5 kadardı ki, bu yıllık % 1/ 6'ya tekabül ediyor­
du. 1921’den sonra ne doğurganlık düzeyi ne de normal ölüm oranı değişti. De­
ğişm e ölüm oranında salgın hastalıklara ve kıtlıklara bağlı olarak görülen âni
yükselişlerin kaybolmasından ibaretti. İşte bu çeşit felâketlerin ortadan kalk­
mış olm ası sonucudur ki, nüfusu 1921-1951 döneminde, yıllık % l ’den fazla
büyüm e gösterebilm iştir. Caole and Hoover, 1958, s. 29, 31 ve 54. İtalya'da
18. yy. ve 19. yy. başlarında nüfus artışı aynı şekilde olmuştur. Bkz. Cipolla,
1965.
25 Bazı hallerde bu gecikme ile birlikte bir de şu görülür: Daha işin başında do­
ğum oranı, ölüm oranındaki düşmeye ayak uyduramamakla kalmaz, ayrıca
geçici bir süre için de olsa aksi yönde değişmeye yani artmaya başlar. Bu,
m eselâ daha erken yaşlarda evlenmeden ileri gelmiş olabilir.
26 Burada verilen bu açıklamalar genellikle, "demografik geçiş teorisi" diye ad­
landırılır. Hâdiselerin genel çerçevede bir tasviri olarak bu teorinin geçerlili­
ğini kim se inkâr etmez. Ancak genel mahiyette sosyal ve İktisadî temayüllerle
doğurganlık arasında pek sarih olmayan, iyice belirlenmemiş irtibatlar kurdu­
ğu için teori zaman zaman eleştirilmiştir. Bkz. Van Nort and Karon, 1955.
27 P.E.P., 1956, s. 12. M auritus hakkında yine bkz. Holmberk, 1962, s. 3-29.
28 Taeuber, 1956, s. 757, Sarkan, 1957.
29 O liver, 1935.

5. BÖ LÜ M

1 Bölge tayini (lem toriality) konusu kuşlarla memeli hayvanlar üzerinde yapı­
lan gözlemlerden çıkarılmıştır. Bölge tayininin nüfus üzerindeki etkileri özet
olarak şöyledir: Nüfus artacak olsa da yerleşme bölgelerindeki nüfus yoğun-
124/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

luğu ilanihaye yükselm ez. Fazla nüfus belgeden dışarıya atılır ve böylece yer­
leşm e bölgesindeki kaynakların tükenmesi önlenmiş olur. Bu atılan nüfusun
çoğu ölür gider, am a bir bölümü barınmaya elverişli yeni bölgeler keşfedebi­
lirler. Bu takdirde, o cinsin yaşadığı alanlar genişlemiş du r. Netice şu ki toplu­
luk yaşadığı bölge sınırlan içinde optimal (en uygun) yoğunluğa ya eşit, yahut
da onun altında bir seviyede kalma eğilimindedir, ve artan miktarı bu bölgenin
dışına suıer. Sürülenler yeni yerlerine ya intibak edip yaşar, yahut yok olup gi­
der." (B anholom ew and Birdsell, 1953, s. 485).
2 Forde, 1953, s. 373-4; Bates, 1955, s. 68-76.
3 Taylor, 1955, s. 50.
4 Huxley, 1957, s. 172; Durand, 1958, s. 29; Deevey, 1960, s. 196-7.
5 Mols. 1955, kısım 2 , s. 41.
6 U.N. 1953, s. 12, Çin’de 1680 ile 1775 arasında göriilen büyük nüfus artışı için
bkz. Ping-Ti Ho, 1959, s. 226-70.
7 Halen 3000 milyonu aşan dünya nüfusu yılda % 1,5 oranında bir artışla 46 yılda
iki misline çıkacaktır. Artış oranı % 2 olursa iki misline çıkması için 34 yıl ye­
tecektir. Böylesine bir çoğalmanın devam etmesi mümkün değildir. Dünyanın
mevcut ve potansiyel doğal kaynaklan hakkında, ne kadar iyim ser olursak
olalım, teknolojideki gelişmelerin gıda ve diğer zaruri ihtiyaç maddeleri üreti­
minde etkisi ne olursa olsun, açıkça görünen şudur ki uzak olmayan bir gele­
cekte, dünyada ya doğum oranının düşmesi, yahut da ölüm oranının yüksel­
mesi gerekecektir.
8 U.N . 1953, s. 11.
9 U.N., 1953, s. 98.
10 U.N., 1953, s. 100.
11 Carr-Saunders. 1936, s. 49 ve Kirk, 1946, s. 72-96.
12 U.N., 1953, s. 101.
13 Kuczynski, 1943, cilt 12, s. 240-48.

6. BÖLÜM

1 Ashton. 1950, s. 2.
2 Stendhal, 1925. cilt I, s. 91.
3 A. de Saınt-Exupery, 1939, s. 65-7.
4 Dan, 1959, s. 127-8.
5 Berrül. 1957, s. 85.
6 Coon, 1958. s. 8 ve 212.
7 Lorcıu, 1966, s. 49.
8 BarTow, 1805, s. 112.
9 O ncga y Gassei, 1932, s. 47.
10 L e*ıs, 1955.421.
11 CipoUa, 1969. s. 110.
B İB L İY O G R A F Y A

ALSBERG, G , 1948. Chemistry and the Theory of Populalion. Sunfcırd,Calıfor-


nia.
AMAR, J., 1920. The Human Motor. Landon.
ARMENGAUD, A., DL'PAQL'IER, J.. and REİNHARD, M., 1968 Hısloırt
Generale de la Populalion Mondiale. Pans,
ASHTON, T. S., 1950. The Industrial Revolutıon. London.
AUKRUST, O., 159. 'Inveslment and Economic Grouth',Producüvity Measure
ment Review, 16.
AYRES, E., and SCARLOTT, C. A., 1951 Energy Sources. Scw York, Toronto,
London.
BAILLOUD, G., 1955. Les Civilisations neoiUhiques de la France dans leur can-
texie europeen. Paris.
BAIROCH, P., 1971. 'Structure de la populalion active mondiale de 1700a 19W.
Annales: Economies, Sociites, Cmiısatıons, 26.
BAIROCH, P., et al., 1968. International Historical Stalistics. Bnmels.
BAIROCH, P., and LLMBOR, J.M., 1968. Changes in the Induflrial Dıttnbuoon
of ıhe World Labour Force\, İnler. Labour Rev., 98.
BALDWIN, R.E., 1958. The commodity composkıon of trade', The lteview of
Economics and Stalistics, 40.
BANKS, A. L-, 1955. The Relalionship between Disease Controi and Changes n
Populalion Growth and Age Structure', The Sumbers af Man and Anmıh
(ed. J. B. Cragg and N. W. Pirie). Edinburgh and London.
BARNETT, R. D., 1958. ’Eariy Shipping in ıhe Near E»st, .\nltqtuty, 32.
BARROW, J., 1805. Travels in China. Phitadelphıa
BARTHOLOMEW. G. A., and BIRDSELL, J. B , 1953- Ecdogy and the ! W
h om m ds, American Anshropologist, 55.
BATES, M., 1953. 'Human ecology', Antkrapoloçy Today (ed. A L Kroeber).
Chicago.
1955. The Prevalence o f People. New Yortc.
BAL ER, P. T., and YAMEY, B. S., 1951. Economic Progıtss and Occupanonal
126/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

Distribution, Economic Journal, 61.


BAUM, V. A., 1955. ’Pmspccts for ıhe Application of Solar Energy and sorne Re­
search Resuks in the U.S.S.R.’, Proceedings of ıhe World Symposium on App­
lied Solar Energy. Phocnix, Arizona.
BECK.ER, C. J., 1955. 'The Iniroduciion of Famıing into Northern Europe’, Cahi-
ers d'hisloire mondiale, 2.
BEFU, H., and CHARD. C. S., 1960. Pirce ramıc Culıurcs in Japan', American
Anthropologist, 62.
BELLİDO, A. G., 1955. 'La vida media en la Espana romana', Revista imem de so-
ciologia, 13.
BELSHAVV, H., 1956. Populalion Growih and Levets of Consumplion. London.
BENNETT, \1. K.. 1951. 'Iniemalional Disparities in Consumplion Levels', Ame­
rican Economic Review, 41.
BERGSON, A., 1961. The Real National Income of Soviel Russia since 1928.
Cambridge, Mass.
BERRILL, N. J., 1957. Man s Emerging Mınd. New York.
BHATTACHARJEE, J. P., and associaıes, 1958. Trend of Consumption of Food
and Foodgrains in India’, Tenih International Conference of Agricultural
Economists, ed. J. P., Bhatiacharjee. Bombay.
BIRD, J. B., 1948. Pre-ceramic Cullures in Chicama and Viru', American Antiqu-
iıy, 13,4, Pan II.
BIRRMBAUT, A., 1959. ’L'indusırie du pelrole au XIX siecle’, Cahiers d'hisloire
mondiale, 5.
BISHOP.C. W., 1933. 'The Neolilhic Age in Northern China’, Anliquily, 7.
BLOCH, M., 1935. ’Avenemeni el conquetes du moulin a eau’, Annales d'hisloire
economujue el sociale, 7.
1935. 'Les Inventions medievales’, Annales d ’hisloire economique et sociale, 7.
BOAS, M., 1962. The Scientific Renaissance.'Sev.' York.
BORAZ, J., 1959. 'First Tools in Mankind'.AfaJura/ History.
BOULDING, K. E., 1970. Economics as a Science.’S evj York.
BOURGEOIS-PICHAT, Y., 1951. 'Evoluıion generale de la populalion française
depuis le XVHI siecle, Populalion, 6.
BOWEN,W. G-, 1963. ’Assessing the economic conıribution of educalion: an app-
raisal of altemalive approaches’, in Higher Education. Report of the Commit-
lee under the Chairmanship of Lord Robbins. London.
BRAlDWOOD, R. J., 1961. Prehistoric Man. Chicago.
BRAIDWOOD, R. J.f and REED, C. A.. 1957. The Achievement and Earty Con-
sequences of Food Production, Cold Spring Harbor Symposia on Quantitati-
ve Biology, Vol. 22, Populalion Sludies: An imal Ecology and Demography.
New York.
BRAlDWOOD, R. J„ and WILLEY, G. R. (eds ), 1962. Courses toward Urban
lufe (Viking Fund Publications in Anihropology, No. 32). Chicago.
BRAND, W., 1959. The World Populalion Problem, International Populalion
Conference. Vienna.
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/127

BRONDSTED, J., 1960. The Vikings. Harmondsvvonh.


BRO\VX, H., 1954. 7 he Challenge of Man's Future. Ncw York.
BURDf-ORD, A., 1960. ’Hcavy Transport in Classical Antiquity', Economic Ilis-
lory Review, 13.
BLRKITT, M., 1956. The OLi Stone Age. Ncw York.
BURN, A. R., 1953. ’Hic brcve viviıur. A Sludy of the F.xpcctation of Life in üıc
Roman Fmpırc', Post and Preseni, 4.
BLTTHRFIELD, H., 1962. The Origins of Modem Scıcnce. Nc\v York.
CARDAN, J., 1962. The Book of My Life (transl. and edited bv J. Sloncr). Ncw
York.
CARLSON, A. J., 1955. 'Science versus life', Journal of the American Medical
Associalion, 157.
CARR-SAUNDERS, A. M., 1936. \Vorld Populalion Oxford.
CARUS \VILSON, E. M., 1941. 'An Induslrial Revolutıon of ıhe Thirtecnlh
Century', Economic History Review, 11.
C.E.C. A., 1957. Sludio sulla slruilura e tendeme dcll'economia energetica nei
paesi della Comuniıâ. Lıncmbourg.
1957 (2). Un secolo di sviluppo della produzione dcll'acciaio. Luxcmbourg.
CHANDRASEKKAR, S., 1959. Infam Morialiiy in India London.
CHANG, KVVANG-CHIH, 1963. The Archaelogy of Ancicnl China. Ncw Havcn.
1967. T h e Yale Expedition to Taiwan and the Souıheast Asian Honicuhural
Evolution’, Discovery, 2.
CHASTELAND, J. C.. 1960. Evolution genörale de la mortalite cn Europe Occi-
dentale de 1900 a 1950', Populalion, 15.
CIPOLLA, C. M., 1%5. Four ccnturies of Ilalian demographic dcvelopmenl', in
D. V. Glass and D. E. C. Eversley (cds.), Populalion in History. London.
1967. Cİocks and Culture. London.
1969. Lileracy and Development in ıhe Wesi. Harmondsvvorlh.
CLARK, C., 1957. The Condiıions of Economic Progress. London.
CLARK, G., 1969. World Prehistory. Cambridge.
CLARK, G., and PIGGOTT, S., 1965. Prehisloric Societies. London.
CLARK, J. D., 1959. The Prehistory of Soulhern Africa. London.
CLARK, J. G. D., 1952. Prehisloric Europe, the Economic Basis. London.
CLARK, J. G. D., and GODWIN, H., 1962. 'The Neoliıhic in the Cambridgeshire
Fens’, Antiquiiy, 36.
COALE. A. J., 1959. 'Increases in Expecution of Life and Populatıon Gıo«rth', In­
ternational Populalion Conference. Vienna.
1965. 'Population and Economic Development', in P. M. Hauser (ed.), The
Populalion Dilemma. Englewood Q iffs, N J .
COALE, A. J., and HOOVER, E. M., 1958. Population Growth and Economic
Development in Low-Income Countries. Princeton.
*"OLE, S., 1954. The Prehistory o f Easl Africa. Hannondsvvorıh.
1965. The Neoliıhic Revolutıon London.
O- A., 1965. Birıh Rates in Latin America. Bcrkclcy, Calıfomia.
128/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

C O O N , C . S ., 1957. The Seven Caves New York.


1958. The Story a f Man. New York.
C O O N TZ , S. H. 1957. Populalion Theories and their Economic Interprelalion.
Landon.
CO TTR ELL, F., 1955. Energy and Society. Sew York, Toronto, Umdon.
DART, R. A., 1959. Adventures with the Missing Link. New York.
DARW IN, C. (>., 1953. The Next Million Years. New York.
DAVI US, R. B. G., 1954. A History of the World Airlines. Ncw York, Toromo,
DAVİS, K., 1951. 'Populalion and ıhe Furthcr Spread of Induslriai Sociciy', Pro­
ceedings of the American Philosophtcal Society, 95.
1956. "IVıc Amazing Dccline of Mortality in Undcrdevelopcd Arca*’, Ameri­
can Economic Review, 46.
DAVİS, K.., »nd BLAKE, J., 1956. Social Slructurc and Fcrtilıty. an Analytic Fra-
tncwork’, Economic Development andCultural Change, 4.
DF.ANE, P , 1967. The First Induslriai Revoluiion. Carnbridgc.
DEEVEY, E. S., 1960. 'The Human Populalion, Scientific American.
DERRY, T. K., and \VILUAMS, T. I., 1960. A Short History of Technology. O v
ford.
DEWHURST, J. F. (ed.), 1955. America's Needs and Resources. New York.
1961. Europe's Nteds and Resources N'ew York, London.
DUKSTERHUIS, E. J., 1961. The Mechanısatıon of the World Picturt. Oxford,
DRACllMANN, A. G., 1963. [he Mechanıcal Technology of Greek and Raman
Anliyuity Copcnhagen, Madison, landon.
DURUN. L 1-, LOTKA, A. J., and SPIEGELMAN, M.. 1949 Length of Life A
Sludy of the Life Tahte New York,
DUKANI), J. D-, 1958. 'World Population: Trend* and Pn>*pecu‘, Population
and World Polaics by P. M. Uauser. Glcncoc, fil.
EDEL, M., 1973. Economıcs and the Environment, Knglcwood Cliffs, N.J.
FABR1CANT, S., 1958. Basic Facls on Prodmtıvıty Change. Naliunal Bureau of
Ecoomnic Reıearch, Occa«ıonal Paper, 63, New York
FAIRSERVIS, W. A., 1956. Excavations m the QucUa Valley, Weıt Pakistan',
Anlhropological Papers of the American Muştum of Naıural History, 45.
Part 2. New York.
IV5V The Ortgtn of Orunial Cmliıaıion New York
FERVAY, M-, and C'ROZE, M., 1954. ’NouvcIlcs donnles sur la mortalit*
infantıle', Populalion, 9.
FLINN, M W., 1V70. Aruuh Populalion Growth 1700-ltiSü. Lmdon,
K)RBES, R 1., 1958. Man, ıhe Matur Ijundon, Ne» York
FORD 1OUNDATION, 1959. Indıa s Food Crısıs Delhi.
IOKDE, C D , 1955.Habuat, Econ/jmy and Society. London.
»-OL RAS m :, J , 194* Le Grand Espoır du XX siMe Pam
IRA NK IO RT, H , 1951. The Bırth of Çıvdım tıon ın the Star East landon
GALİ AGHKR, l J , (ed ). 1953. TheJournah Maıthe* Rtca Sew York.
GFNICOT, L . 1953, Sor le* tcmotjpurge* daccR* işemeni dc la populalion cn (X
Dünya Nüfusunun İktisat T*nhi/12İ

cident du XI *u XIII siicle*. Cahıen d'hatoire mondiale, 1 (traml and repto-


duccd in S. L. Ihrupp, Change ut Medıeval Socıety, N'ew York, 1954).
GILBERT, M., and associates, 1958. Comparative National Products and Prue
Levels Paris.
GILLE, B., 1954, ’Ijt Moulin i eau, unc rtvojulion ıcchniqu« mediivtie', Ttcbıı
ques et civiiisations, 3.
1956. 'Les devcloppcmcnts lcchnoiogique$ en Europe de 110ü İ 14<X/, Caht-
ers dhıstoire mondiale, 3.
GINSBURG, N., 1961. Atlas of Economic Development Chicago.
GLASS, D. V., and EVERSLEY, D. E. C. (ed*.), I%5. Population in History
London.
GLOB, P. V., 1949. ’Barkaer, Danmarks aeldste landsby, Fra Naıionalmustetş,
Arbejdsmark.
CıORDON CHILDE, V., 1955. Man Makes Htmself New YoHc. 1958. ThePre
history of European Society. Harmondsworth.
GOSH, D., 1946. Pressure of Population and Economic Efficıency in Iruüa Ox-
ford.
GOUBERT. P-, 1960. Beauvais et le Beauvatsis de J60Ö â 1730. Panj.
GREGG, A., 1955. ’llıddcn llunger at the Summil', Populalion Bulletın, 11.
HAJNAL, J., 1965. ’Eurupcan marriage paiıcms in perapcüive, in D. V. Gtaıt and
D. E. C. Eversley (cdı .), Population in History. I-ondon.
HALL, A. R., 1954. 7he Scientifıc Revolution. I.ondon, New York.
HARDIN, G.. 1968. ' Ihe Tragedy of ıhe Common»’, Science, 162.
HARE, R., 1954. Pomp and Pestilence. London.
HART, I. B.t 1961. James Watt and the History ofSteam Power New York.
HARTLK Y, H., 1950. 'Man’s Use of Energy', The Advancement of Science, 7.
HARTWEIX. R. M. (cd.), 1967. The Cautes of the Industrıal Revolution Lan
don.
HAUDRICOURT, A. G., 1936. 'De Toriğine de l attclıge modeme', Annales
d'histotre iconomıque et socıale, H.
HAUSER. P. M. (ed.). 1965. The Population Dilemma Knglewood Clıff», N. J.
HAWKES J., and WOOLLhY. L , 1963. Prthatory and the Begmmngı of Cıvılt
ianem New York and Evaston.
HEICHELHELM, F. M., 1956. Man’s Role in Changing the Face of ıhe Harth m
Classical Antiquuy, Kykios, 9.
1958. An Ancıent Economic History. Leiden.
HIiLLEINER, K F.. 1957, The VıUl Revolut.on Rccomıdemf. Canadıan J<*r
nal a f Economıcs and Political Science, 23.
HENRY, L., 1957. La Mun al ıt6 d'apret le» inıcripttonı fundraireı', Population,
12.
1959 l.Âge du d lcts d’apret les inseriptiont fun£r*ıne«', Population, 14
HİCKS. J., 1969. A Theory of Economic History Oxford,
H01.MHFRG, L , 1%2. Maunuu*, a Sıudy m Dısasler, Economy and History, 5
HüWELLS. W., 1954, Back o f History. N’ew York
130/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

1959. Mankittd in the Making. New York.


HUBBERT, M. K.. 1971. The Energy Resources of the Earih’, in Energy and Po-
wer (a Scieniifıc American book). San Francisco.
HUGHES, C. (cd.), 1903. Moryson's llinerary. London.
HUXLEY, A., 1958. BraveNew WorldRevisüed. New York.
1964. Tomorrow and tomorrow and tomorrow. New York.
HUXLEY, J., 1957. New Bottlesfor New Wine. New York.
IHDE, A. J., 1958. Chemical Industıy 1780-1900', Cahiers d ’histoire mondiale,
4.
I.L.O., 1956. ’La Populalion aciive dans le monde: r 6partition p ar secteurs
6conomiques’, Revue internalionale du Iravail, 73.
IMLAH, A. H., 1958. Economic Elements in the Pax Britannica. Cam bridge,
Mass.
İVERSEN, J., 1941. ’Land Occupalion in Denmark’s Stone Age’, Denmarks Geo-
logiske Undersogelse, 66.
JONES, R. F., 1961. Ancients and Moderns. St Louis.
KANTNER, J. F., 1960. ’Recent Demographic trends in the U .S .S .R Populalion
Trends in Eastern Europe, the U SSA , and Mainland China. New York.
KAPADIA, K. M., 1958. Marriage and Family in India. London, Calculia.
KENDRICK, J. W., 1956. Productiviiy Trends: Capital and Labor. National Bu-
reau of Economic Research, Occasional Paper, 53. New York.
KENYON, K. M., 1957. ’Reply to Professor Braidwood’, Antiquity, 31.
1959. 'Earliest Jericho', Antiquity, 33.
1960. Archeology in the Holy Land. London.
KEYFİ fZ, N., and FUEGER, W., 1971. Populalion. San Francisco.
KEYS, A., 1958. 'Minimum Subsistence', The Population Ahead (ed. R. G. Fran-
cis). Minneapclis.
KIRK, D., 1946. Europe’s Population in the Inlenvar Years. League of Nations.
KNEESE, A. V., AYERS, R. U., D’ARGE, R. C., 1970. Economics and the Envi-
ronment. Washington, D. C.
KROEBER, A. L , 1948. 'Summaıy and Interpretations’, in 'A Reappraısal of Peru-
vian Archaelogy' (ed. W. C. Bennett), American AntiquUy, 13, 4, Paıt II.
KRZYV/ICKI, L., 1934. Primitive Society and its Vital Stalistics. London.
KUCZYNSKI, R. R., 1943. 'Population', Encyclopaedia of Social Sciences.
KUZNF.TS, S., 1946. National Income, a Summary ofFindings. New York.
1952. ‘Long Term Changes in the National Income of the United States of
America since 1870', Income and WealthJseries 2. Cambridge.
1956. 'Quantitative Aspects of the Economic Growth of Nations', Economic
Development and Cultural Change, 5.
1959. Economic Growth. Glencoe, IH.
LANDES. D. S., 1969. The Unbound Prometheus. Cambridge. Cliffs, N. J.
LAVE, L. B., 1966. Technological C/u2n^«.Englewood Cliffs, N. J.
LE BARON BOV/EN, R., 1960. Egypt's earliest sailing ships', Antiquity, 34.
Dünya Nüfusunun iktisat Tarihi/13*

LEFEBVRE DBS NOETTES, R., 1931. L'Attelage et le cheval de selle â travers


lesâges. Paris.
L E W IS , W . A .t 1955. The Theory o f Economic Growth. London.
LORENZ, K., 1966. On Aggression. London.
LO R1M ER, F., 1954. Cuiture and Human Fertility. Paris.
M A C K E N R O T H , G. 1953. Bevölkerungslehre. Berlin.
M A C N EİSH , R. S., 1961. Annual Reports of the Tehuacan Archaeological-Bota-
nical Project. A ndover, M ass.
1954. El origen de la civilizacion mesoamericana, M cxico.
1965. T h e O rigins o f A m crican A griculture', Antiquily, 39.
M A JU M D A R , R. C., 1951. The History and Cullure of the İndian People. L on­
don.
M A N G E L S D O R F , P. G ., 1954. ’N ew Evidcnce on ıhe O rigin and A ncestry o f
M aize', American Antiquily, 19.
M A N TO U X , P., 1928. The Induslriai Revolution in the Eighteenth Century, Lon­
don.
M A SO N , J. A LD EN , 1957. The Ancient Cıvilizations o f Peru. Harmondsworth.
M A S S O N , W . M ., 1961. 'The fırsl farm crs in Turkm enia’, Antiquity, 35.
M A T H E R , K. M ., 1944. Enough and to Spare. N cw York.
M A T H IA S, P., 1969. The First InduslriaiNation. London.
M E LL A A R T, J., 1964. ’Excavalions at Çatal H iiyük’, Anadolian Sludies, 14.
1965. Earliest Civilizalions o f the Near East. London.
1967. Çatal Hüyük. London.
M INK ES, A. L., 1955. ’Statistical Evidence and ıhe Concept o f Tertiary Industry’,
Economic Development and Cultural Change, 3.
M ITC H ELL, B. R., and DEA NE, P. H., 1962. Uistorical Statistics. Cambridge.
M OLS, R., 1955. Introduction â la demographic historujue des villes d'Europe du
XIV au XVIII siecle. Louvain.
M ORITZ, L. A., 1958. Grain Mills and Flour in Classical Antiquity. Oxford.
M U LLETT, C. F., 1956. The Bubonic Plague and England. Lexington, Kcn-
tucky.
NEED H AM , J., 1954. Science and Civilization in China. Cambridge.
NEF, J. U., 1965. The Conçuest o f the Material World. Chicago.
NOUGIER, L. R., 1950. Les Civilisations campigniennes en Europe Occidentale.
Le Mans.
OAKLEY, K., 1955. 'Fire as Palcolithic Tool and VVeapon’, Proceedings of the
Prehistoric Society, 2 1 .
1956. 'The Earliest Fire M akers', Antiquity, 30.
OLIV1ER, M., 1935. Diz ans de politique sociale â Madagascar. Paris.
O. N. U., 1956, 'Bcsoin d u m o n d e en dnergic en 1975 el en la n 2000', Aciesde la
conference Internationale sur l'utilisation de l'inergie atomique d des fins
pratiques. Geneva.
ORTEGA Y GASSET, J., 1932. The Revolt o f the Masses. Ncw York.
132/Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi

OSTVVALD, W., 1909. Energetische Grundlagen der KuHurwisstnscha.fi. Leip-


zig.
PANIKKAR, K. M., 1959. Asia and Western Dominance. London.
PARETTI, V., and BLOCH, G., 1956. ’lndusırial Production in Westem Europe
and ıhe United Siaies 1901 to 1955", Banca Nazionale del Lavoro, Qmrterly
Review, 39.
PASSMORE, R., 1962. ’Estimaıion of Food Requirements\ Journal of the Royal
Statistical Sociely, series A, vol. 125.
PATEL, S. J., 1961. 'Raies of Indusirial Growth in ıhe Lası Cenıury, 1860-1958’,
Economic Development and Cullural Change, Vol. 9, No. 3.
PEARL, R., 1925. The Biology of Population Growth. New Yoık.
P.E.P. (ed.), 1956. World Population and Resources. London.
PHILUPSON, J., 1969. Ecological Energetics. London.
PIGGOTT, S., 1950. Prehistoric India. London.
1954. The Neoliıhic Cullures of the British Isles. Cambridge.
1965. Ancient Europe from the beginnings of Agriculture to Classical Anti-
quity. Edinburgh.
PING-TI HO, 1959. Studies on the Population of China. Cambridge, Mass.
PIRENNE, J., 1950. Les Grands Courants de l'histoire üniverselle. Paris.
PIRIE, N. W., 1962. 'Fulure Sources of Food Supply', Journal of the Royal Statis-
lical Society, series A, vol. 125.
PRESSAT, R., 1972. Demographic Analysis. Chicago - New York.
PUTNAM, P.t C., 1950. The Fulure of Land Based on Nuclear Fuels. Oak Ridge.
1953. Energy in the Fulure. New York.
PYKE, M., 1950. IndustrialNulrilion. London.
QUITTA, H., 1967. 'The C14 Chronology of the Central and S.E. European
Neoliıhic', Anliçuity, 41.
RATZEL, F., 1891. Anthropogeographie. Stuitgart
REDDAWAY, W. B., 1962. The Development of the Indian Economy. London.
RUSSEL, J. C., 1958. 'Lale Ancient and Medieval Populalion’, Transactions oj
the American Philosophical Society, N.S., 48, HI.
SAINT-EXUPERY, A. DE, 1939. Terre des hommes. Paris.
SANKALLA, H. D., 1963. Prehistory and Protohistory in India and Pakistan,
Bombay.
SARKAN, N. K., 1957. The Demography of Ceylon.Ccylon.
SAUER, C. O., 1952. Agricultural Origins and Dispersat. New York.
SAUVY, A., 1958. De Mallhus â Mao Tse-Tung. P am .
SCHELLTNG, T. C., 1971. 'On the Ecology of Micromotives', The Public Interest,
25.
SCHULTZ, T. W., 1963. The Economic Value of Education. New York and Lon­
don.
SCHURR, S. H., and NETSCHERT, B. C., 1960. Energy in the American Eco­
nomy. Baltimore.
Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi/133

SLİCHER VAN BATH, B. H., 1963. 'Yield ratios, 810-1820*. A. A. G. Bijdragen


10.
SPENGLER, J. J., 1956. 'Basic dala on economic development', Population The-
ory and Policy (ed. J. J. Spengler and O. D. Duncan). Glencoe, İÜ.
SRUEVER, S. (ed.), 1971. Prehistoric Agriculture. Garden City, N. Y.
STEARNS, R. P., 1943. 'The Scientific Spiril in England in early modem limes’,
/sis, 96.
STEN’DHAL, 1925. Racine el Shakespcare. Paris.
STOLNITZ, G. J., 1954-5. ’A Century of International Mortality Trends', Popula­
tion Studies, 8.
TACHEN, 1946. Populalion in Modern China. Chicago.
TAEUBER, J. B., 1956. 'Population Growth in South East Asia', Demographic
Analysis (ed. J. J. Spengler and O. D. Duncan). Glencoe, III.
TAYLOR, K. W., 1956. ’Some Aspccls of Populalion History', Demographic
Analysis (ed. J. J. Spengler and O. D. Duncan). Glencoe, Di.
THIRRING, H., 1958. Energy for Man. Bloomington, Indiana.
TTNBERGEN, J., 1942. 'Zur Theorie der langfristigen W inschaftsentwicklung'.
Wellmrtschafiliche Archiv, 55.
TOYNBEE, A. J., 1960. ’Education: The Long Wiew', Salurday Review.
TS. S. U. S.S.S.R., 1962. Narodnoe Khoziaislvo SSSR v 1961 g. Moscow.
U.N., 1953. The Determinants and Conseçuences of Populalion Trends. New
York.
1958. Recent Trends in Fertility in Industrialized Couniries. Ncw York.
1971. The World Population Situation in 1970. New York.
UNESCO, 1957. World llliieracy al Mid-cenlury. Paris.
URLANIS, T. S., 1941. Rost Naselenija v Evropi. Moscow.
1963. Rozhdaemost’ iprodolzhilelnost' zhizni v S.S.S.R. Moscovv.
U.S. BUREAU OF CENSUS, 1960. Hislorical Stalisiics of the US. VVashington,
D.C.
USHER, A. P., 1959. A History of Mechanical Inventions. Boston, Mass.
VAIZEY, J., 1962. The Economics of Education. London.
VALLOİS, H. V., 1937. 'La duree de la vie chez llıomme fossile’, Amhropologie,
47.
1960. 'Vital Estimates in Prehistoric Population as Determincd from Archae-
ologicai Data’, The Application of Quantilative Melhods in Archaelogy, R. F.
Hcizerand S. F. Cook (eds.), New York.
VAN NORT, L., and KARON, B. P., 1955. ’IDcmographic Transition re-
examined’, The American Sociological Review, 20.
VARAGNAC. A. (cd.), 1959. L'Homme avant l'£criture. Paris.
WEIDENREICH, F., 1949. 'The duraıion of life of fossil man in China and the pal-
Hological lesions found in his skeleton', The Shorter Anthropological Papers
ofFranz Weidenreich. New York.
WHEELER, R. E. M., 1968. The İndus Civilization. Cambridge.
1 3 4 /D ü n y a N ü fusunun İktisat Tarihi

W H 1T E , L. A ., 1954. 'T h e Energy Theory o f Cultural D evelopm ent', Professor


Ghurye Felicitation Volüme, ed. K. M. Kapadia. Bombay.
W H IT E , L. T ., 1940. T e c h n o lo g y and Invention in ıhe M iddle Ages', Speculum,
15.
W IL L C O X , W . F .t 1940. Studies in American Demography. Iihaca, N.Y.
W lL S O N , G . B. L., 1960. T echnical Gains during the Nineteenth Century’, Cahi-
ers d'histoire mondiale, 6.
W O L FE , A. B., 1933. 'The Fecundity and Fenilily of Early Man ',Human Biology.
W O O L L E Y , C . L., 1929. The Sumerians. Oxford.
W R IG L E Y , E. A ., 1962. T h e Supply o f Raw M aterials in ıhe Industrial R e-
volution', The Economic History Review, ser. 2, vol. 15.
1969. Population and History. New Y ork, Toronto.
Z E U N E R , F. E., 1956. ’T he R adiocarbon Age of Jericho', Antiquity, 30.
1958. Dating the Past. London.
1963. A History o f Domesticated Animals. London.
ZLM M ER M A N N , E. W ., 1951. World Resources and Industries. New York.

You might also like