Professional Documents
Culture Documents
A N L A M VE AN LA TIM
S İN E M A D A
A N L A M VE ANLATIM
O ğuz Adanır
ALFA
Alfa Yayınlan : 1378
Sanal D iz is i: 4
Kitabın tüm yayın haklan ALFA Basım Yayım Dagıom Son. ve Tic Ltd. Şti.'ne aittir.
Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz,
hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
Ö n sö z .................................................................................................................................... IX
G iriş..........................................................................................................................................1
F ilm in Ö y k ü s ü ..........................................................................................................8 6
T e k n ik K odlar ya da T em el A n lam ın G ö s te re n le r i....................................88
Ç e rçe v ele m e ........................................................................................................88
Işık la n d ırm a ....................................................................................................... 88
V
VI
R e n k ...................................................................................................................... 88
İç ve Dış M e k â n la r...........................................................................................8 9
Giysi ve D e k o r ...................................................................................................90
E fekt ve M ü z ik ...................................................................................................90
T em el A nlam ın G ö ste rile n i.................................................................................. 91
Film sel Ö yküye Yan A nlam sal Y a k laşım lar...................................................91
İçerik ve Biçim İlişk ile ri.........................................................................................93
Piskanaliz ve B rita n ııia H o sp ic a l ......................................................................... 95
S o n u ç ......................................................................................................................... 105
F a iz e H ü c u m ............................................................................................................. 106
F ilm in Ö y k ü s ü ........................................................................................................ 106
T ek n ik K odlar ya da T em el A n la m ın G ö s te re n le ri..................................107
Ç e rçe v ele m e......................................................................................................107
Işık la n d ırm a ............................... 108
R e n k ........................................................................................................... -..-....108
İç ve Dış M e k â n la r.................................................... 108
Giysi ve D e k o r .............................................. -............. 109
M üzik ve E fek t............................................................. 109
T em el A nlam ın G ö s te rile n i..................... 110
F ilm sel Ö yküye Yan A nlam sal Y a k la şım la r................................................ 110
İçerik ve Biçim İlişk ile ri.......................................................................................113
P sikanaliz ve F a iz e H ücum .................................................................... ;............116
S o n u ç .................... :....................................................................................................124
İki Film A rasında Ç a k ıştırm a ve K a rş ıla ş tırm a ......................................... 125
Kaynakça 189
Ö N SÖ Z
tik kez o n b eş yıl önce basılm ış olan b u m etin, belli bir arayış
sü re cin in ilk ö nem li aşam ası olarak kabul edilebilir. T ü rk i
ye’de sin em an ın n eden ü st düzey bir evrensel çizgi yakalaya
m adığı gibi tem el b ir so ru d a n yola çıkarak, o tarihe kadar sa
hip o ld u ğ u m bilgi birikim iyle ortaya böyle b ir m etin çıkarm ış
tım . 12 Eylül son rasında üniversitelerin darm adağın edildiği
bir d ö n em d e, bizler inatla evrensel d ü şü n ce üretim in in peşin
d en k o ştu rm ay a ve nesnelliği gözden kaçırm am aya çalışm ak
gibi -o g ü n ler için- tu h af sayılabilecek b ir davranış sergiliyor
duk!
T ürkiye'de zihniyet ile sanatsal süreç arasındaki ilişkilere
ilk kez bu k ad ar yakından bakılm ış olan bu m etinde, sinem a
bağlam ında bu ilişkiler -ilk bölüm de- belli b ir akadem ik çizgi
de ku ru lm ay a çalışılm ıştır, ikinci b ö lüm de, o sıralarda yoğun
b ir şekilde ilgilendiğim sinem a göstergebilim ine özgü yapısal
b ir yöntem le iki filmi çözüm lem iş ve karşılaştırm ıştım . Ü çün
cü b ö lü m d e de yine yapısalcı sayılabilecek yaklaşım dan esin
lenerek yerel sinem a k o n u su n d a kim i sosyokültürel ve az çok
estetik sayılabilecek çıkarsam alarda b u lu n m u ştu m .
IX
X
m eye başladım . Eski D ü nyaya Yeni Bir Bakış-Kuram sal Bir De
nem e Kitap: I-II-III (1993-2002) bu u zu n kaostan kurtulm aya
çabalam a serü v eninin (1979-2003) bir tü r sentezi ya da so n u
cu gibidir. Bu süreç sona erm em iştir, halen devam etm ektedir;
ancak bu arada toplum , tarih, k ü ltü r ve zihniyet ko n u su n d a
yepyeni son u çlara ulaşılm ış ve b u so n u çlar tartışm aya açılm ış
tır. Ö rneğin, bu m etinlerde A nadolu’da evrensel k ü ltü rü n geç
m işte ve g ü n ü m ü zd e nasıl bir g ö rü n ü m e sahip olduğu, evren
sel k ü ltü rü n ne olduğu, tarihsel, sosyolojik ve antropolojik
açıklam aların yanı sıra gerek güncel, gerekse geleceğe yönelik
toplum sal ve k ü ltü rel yorum larla öneriler sunulm aktadır.
Sonuç olarak bu ya da benzeri herhangi bir m etni salt bir
m etin olarak değil, ortaya çıkm ış olduğu bağlam la ilişkilendi-
rerek o k u m ak ta yarar var. Böylelikle aynı alanda güncel ve
geçm işe ait m etinleri n itelik düzeyinde karşılaştırm ak daha
kolay olur.
O ğuz A danır
İzm ir, M art 2003
GİRİŞ
m
çerçevesi içinde sanatçı yönetm en, yapıtı ise öykülü filmdir. “7.
S anat” olarak adlandırılan sinem anın resm i anlam da sanat nite
liğini evrensel boyutlarda kazanabilm esi için, 1940’lı, 1950’li
yılların beklenm esi gerekm iştir. Ç ünkü sinem a bu yıllara kadar
yalnızca birkaç ülkede resmi anlam da b ir sanat olm ayı az çok
başarabilm iştir. Oysa bu yıllardan itibaren yeryüzündeki pek
çok ülkede sinem a üniversitelere girm eye başlamış, kendisiyle
ilgili sürekli festivaller düzenlenir olm uş, sinem a hakkında ki
taplar, dergiler sistem li bir şekilde basılm aya başlam ıştır. Ayrı
ca sinem ayla ilgili yazılar g ü n lü k ve haftalık basında özel bir yer
kazanm ıştır.
1950’li yıllardan önce sinem a, genelinde bir eğlence aracı,
bir gösteridir. Sessiz sinem a d ö n em in d en beri sahip olduğu
an latım yeteneği ve estetik düzey ancak bu yıllardan sonra ev
rensel b ir geçerliğe sahip olm uştur. Bu yıllardan itibaren sin e
m a yeniden keşfedilm eye başlanm ıştır. G ünüm üzdeyse hiç
kim se artık sin em an ın bir sanat olm adığını ileri sürem ez. Öy
leyse y ö n etm en de b ir sanatçıdır.
Ya sanatçı kim dir? Kim lere sanatçı denir? Sanatçı yapıtını
nasıl ü retir? N elerden yararlanır? Sanatçı, yapıtı ve dünya gö
rü şü arasında ne türden ilişkiler vardır? M antık, bilinç, b i
linçaltı, arzu ve öykü anlatm a ya da film üretm e arasında ne
gibi ilişkiler vardır? Bu ilişkileri belirleyen u n su rlar nelerdir?
Nasıl iş g ö rm ektedirler? K onuyla ilgili daha yüzlerce soruyu
b u rad a a rt arda sıralayabilm ek m ü m k ü n . Ancak bu çalışm a
nın çerçevesi içinde tüm so ru ların yanıtlarını verebilm ek k o
layca başarılabilecek b ir iş değil.
Bu giriş b ö lü m ü n d e “san atçı” kavram ı k o n u su n d a tartışıl
d ık tan so n ra y u k arıdaki soruların b ir kısm ının, daha doğrusu
8
araştırm acı tarafından ilk aşam ada hem en yanıtlanm aya çalı
şılm ası gerektiği d ü şü n ü len so ru lar ü stü n d e d u ru lacak , daha
sonra yine bu verilerin bir kısm ı iki örnek yapıt ü stü n d e uy
g ulanacak ve en son bölüm deyse so ru n lar daha b ir genelleşti
rilerek T ü rk sinem ası üstü n d e durulacaktır.
Sinem a adlı göstergeler sistem inde yön etm enin yerini ve
işlevini belirlem eden önce en genel anlam ında “san a t” ve “sa
natçı" terim lerinin tanım larını verm ek g erekm ektedir. “Sa
n at,” b ilinen en klasik anlam ında, güzelliğin d ışavurum bi
çim lerin d en her birine verilen addır. “Sanatçı” ise k en d in i, g ü
zel olanı dışavurm aya adam ış kişidir. İlk bakışta bu tanım lar
da, idealist d ü şü n ce n in izdüşüm ü görülebilir. A ncak g ü n ü
m üzde en sıradan belgeselden, en gerçekçi sosyalist filme k a
dar estetik kaygı ya da aktarılan konu ya da içeriği güzel bir
şekilde aktarm a kaygısı b ü tü n dünya sinem alarında ön plana
çıkm ıştır.
Sinem a sanatı ise yukarıdaki sanat tanım ından yola çıkılıp
güncel b ir bağlam içine o tu rtu lara k , filme özgü güzelliğin d ı
şav u ru m u , özellikle yan anlam üretim i açısından ele alındı
ğında, geniş b ir alanı kapsadığı g örülm ektedir. Ç ü n k ü b u ba
sit tanım lam a düzeyinde bile film e özgü güzelliğin gösterilm e
si sanatçılara ait güzelliğin ya da güzel g ö rü n tü lerin gösteril
mesi an lam ına gelm em ektedir. Film e özgü güzellik, öykü içe
riğiyle ö y k ü n ü n estetik biçim i arasında ku ru lan denge arasın
dadır. Ö rneğin erotik kom edi, fantastik kom edi, m üzikal ko
m edi ya da m elodram vb. herh an g i bir içerik film adlı dışavu
rum aracın d an yararlandığında, o içeriği en güzel şekilde ve
rebilecek, en kolay biçim de anlaşılır kılacak estetik biçim i
bu lm ak zo ru n d ad ır. Ya da biçim sel yapısı belirlenem eyen bir
9
1 O ğuz Adanır, İşitsel ve Görsel A n lam Üretim i, “J. M itıy ile Sinema Ü stüne Söy
leşi". DEÜ GSF Yayınları, İzmir, 1986, s. 101.
10
15
16
ZİHNİYET
9 Gasıon B outhoul, Les M entaliıis. Puf, Q ue Sais-jc, Paris, 1981, s. 68, 69.
10 Agy. s. 73.
11 Sabri F. Ülgener, Zihniyet ve Din. “ İslam. Tasavvuf ve Ç özülm e Devri
İktisat Ahlâkı," Der Yayınları, İstanbul, 1981, s. 206.
23
n Agy. s. 43.
Agy, s. 127.
14 Sabri F. Ülgener, İktisadi Ç ö zü lm e n in Ahlâk ve Zihniyet D ü n ya sı, D er Yayınla
rı, İstanbul, 1981. s. 206.
24
17 Sabri F. Ülgener, İktisadi Ç özülm enin A h lâ k vc Zih niyet D ünyası, Der Yayınla
rı, İstanbul, 1981. s. 202.
18 Agy, s. 170.
w Sabri F. Ülgener, Zihniyet, A y d ın la r vc Izm lcr, Mavaş Yayınları, Ankara, 1983.
s. 56.
26
22 Georges Bousquet. Le Droit Musulman, Collection Arm and Colin, Paris. 1968
28
23 G aston B outhoul, Les Mentalités. Puf, Q ue Sais-je, Paris, 1981, s.' 111, 116.
123, 126.
29
SANATÇI VE ZİHNİYETİ
26 Marc Jim cnez. Adorno: A n , İdeologie et Tlıeorie de I'A n , Collecıion 10/18. Pa
ris. 1973. s. 51-176.
32
28 Marc Jim encz, Aıtonıo: Art, Idcologic ct Theorie de l’Arr, Collection 10/18,
Paris. 1973, s, 266.
A ncak u n u tm ak , anım satm ayı da beraberinde gel irm ektedir.
Ç ü n k ü in san u n u ttu k ça daha çok anım sam aktadır.
T o p lu m sal yaşam , insanın kendi zavallılığını ve yalnızlığı
n ı u n u tab ilm esi için yaratılm ış b ir yaşam biçim idir. Oysa acı
b ir tesad üf so nu cu, gelişm iş ülkelerdeki toplum sal yaşam an
layışına göre (başlangıçtakinden değişik bir şekilde bile olsa)
yalnız ve zavallı bir yaşam, gelişm enin varabileceği en son aşa
m a gibidir.
K öyün delisi belki m utlu değildir. Am a m utsu z da değildir.
O n u n am acı yalnızca varolm aktır, tanık olm aktır. Evrende va
ro lm ak ve içinde yaşadığı dünyaya tanık olm ak (elinden gel
diğince de m üdahale etm ek). Karnı doyduğu ve hastalanm a
dığı sürece yaptığı işi kendini dışlayanların yaptıkları saçm a
lıkları ve söyledikleri anlam sız sözleri izlem ek ve onları d ö
n ü ş tü re re k yeniden kendilerine aktarm aktır. C ennet adlı b ir
y ery ü zü n d e yaşam ayı becerem eyenlerle ve onu gökyüzünde
aray anlarla için için alay etm ekledir.
K endisine ne kadar deli dese de toplum , bir tü rlü o deliyi
çevresinden sö k ü p atmaz. Ç ü n k ü o n u n söyledikleri ve yaptık
ları h o şu n a gitm ese de gizliden gizliye, içten içe bu d ü şü n ce
lerde d o ğ ru olan şeylerin b u lu n d u ğ u n u d ü şü n ü r. K urnaz bir
deli, yaşadığı k öy ü nereye kad ar rah atsız edebileceğini ve n e
rede du rm ası gerektiğini bilir. K endini aşırı ve sürekli bir şe
kilde rahatsız eden delileri ise toplum elbirliğiyle göz ö n ü n
d en k a ld ın r ve bir kafese ya d a d iğer “d elilerin ” b u lu n d u ğ u bir
yere koyar.
S an atçın ın , k ö y ü n d elisin d en farkı, güzeli sevm esinin ya
n ı sıra, güzel b ir şeyler yaratm a çabasını gösterm esi ve başar
m asıdır. T o p lu m la r ise tü m ü y le n aif değildirler. E lbette sa
36
sid ir”. Ö te yandan sinem ada bu stil kavram ını her zam an için
m etafo rik anlam da algılam ak gerekir.
Sinem ada, özellikle de “ö ykülü film ” düzeyinde birçok
“stil” düzeyinden söz etm ek m ü m k ü n d ü r. Yazılı m etin ya da
sen ary o n u n stili; bu senaryoyu sahneye koym a stili, d ekorun
stili, oy u n cu lu k stili ve nihayet hepsinin birleşim inden doğan
“film in stili.” Daha doğrusu yönetm enin stili. Bu stil ise yö n et
m en in kişiliğinin diğer kişilikleri etkisi altına alabilm esi ve o n
ları ken d i dü şü n ce ve istekleri d o ğ rultusunda yönlendirebil-
m esiyle m ü m k ü n olacaktır. Ç ü n k ü m etaforik anlam da bir dil-
yetisi olan sinem a, gerçekte birçok dilyetisinin bir araya gel
m esi ve bir senteze ulaşm asıyla m ü m k ü n olabilm ektedir. Ses
siz sinem ada, “yazılı a ç ık la m a la rın yanı sıra kinezik dışavu
ru m ve fotografik (görsel) düzenlem e gibi “dilyetilerinin” sen
tezin den söz edilirken, sesli sinem ada m üzikal dilyetisi, sözlü
dilyetisi, renklerin ve yaşam ın dilyetisinin (=nesneler, atm os
fer, efektler, ışık vb.) sentezinden söz edebilm ek m ü m kündür.
Çeşitli dilyetilerinin bir araya gelm esi bir dilyetisi-ötesi değil,
ancak b ir dilyetisi oluşturabilir. Film de ise göstergebilim sel
açıdan, m etafizik bir anlam da bile olsa bir “dilyetisi” özelliği
gösteren tek elem an olan “im geler şeriti” üstü n d e d u ru lm u ş ve
belli başlı özellikleri ortaya çıkartılm ıştır. Bu nedenle sinem a
göstergebilim i çoğu kez anlam bilim sel sayılabilecek bir filmsel
tem el anlam incelem esiyle yetinm ek zorunda kalm ıştır.
Yazılı anlatım a özgü “s til” kavram ıyla, filmsel anlatım a öz
gü “stil” kavram ı arasında g ö rü ld ü ğ ü gibi önem li farklar var
dır. Yazında stil: Sanatçının bir sistem olan dile karşı kendi
dilyetisini k u llan arak onu atlatm a, alt etm e girişim i olarak ta
nım lanabilir. Sinem ada ise yazında olduğu gibi bu anlam da
40
bir “stiF’d en söz edilem ez. Sinem ada stil kavram ı ancak m eta-
forik bir anlam da kullanılabilir. Ç ü n k ü sinem a, yazılı-sözlü
dil an lam ında b ir dile sahip değildir. Bu nedenle yine m etafo-
rik anlam da sinem atografik dilyeıisinin yaşam adlı dile karşı
sanatçının geliştirdiği bir dilyetisi o ld u ğ u n u söylem ek gerekir.
Sanatçının dilyetisi de bir anlam da o n u n stilidir.
Ö zetlem ek gerekirse insan, sim gesel ve dilsel denebilecek
iki d ü şün ce biçim ine sahiptir. Dilsel d ü şünce de bir anlam da
yine sem bolik b ir dü şü n ce biçifrıi olm akla birlikte aynı şey d e
ğildir. Ç ü n k ü insan çoğu kez düşlediklerini, d ü şü n d ü k lerin i,
duygularını sözcüklerle anlatam az ve aktaram az. Zaten bu
yüzden dans, m üzik, resim , heykel vb. dilyetilerini geliştirm iş
ve kullanm ıştır. Sinem atografik dilyetisi aracılığıyla sanatçı,
insan gibi canlı bir m alzem eden yararlanarak pek çok şeyi dı-
şavurm a, h atta sözcüklerle aktarılam ayacak olanları bile a n
latm a olanağına sahip olabilm ektedir. Ayrıca m üzik, ışık,
renk, sahneye koym a ile de bu duygu ve düşü n celerin altını
iyice çizm e olanağını bulm aktadır.
AN LA M VE SİN EM A
temli bir şekilde “açığa çıkm asını” sağlayan disiplinler olm uş
lardır. in san ın , başlangıçta doğa karşısında önce paranoit ve
zam anla doğayı belli ölçülerde alt ettikçe de m egalom anyak;
ö lü m karşısın d a ise h er zam an m elankolik o ldu ğunu, yaşam
(daha d o ğ ru su toplum ) karşısında da şizofrenik olm asını do
ğal karşılam ak gerekecektir. R uhsal yapı, insanın doğal bir
parçasıdır. G ü n ü m ü zd e bile tüm yaşam ın sim gesel değerler
ü stü n e o tu rtu lm u ş olduğunu görüyoruz. Ç ünkü para ya da
e k o n o m ik güç bile g ü n ü m ü zd e hâlâ sem bolik bir g örünüm
arz etm ektedir.
M ichel F oucault, yöntem li ve sistem li bilim sel dü şü n cen in
son d ö rt yüzyılın ü rü n ü old u ğ u n u (Les Mots et les Choses)
g österm iştir. Bu d ö rt yüzyılda ortaya çıkan ve bir yöntem e ve
b ir sistem e sahip olan tüm bilim dalları ve disiplinlerin am a
cı; anlam aktır. Dünyayı, doğayı, evreni ve insanı anlam aktır.
O n ların yarattıkları anlam lar ü stü n d e d ü şü n m ek ve çözm ek
tir. Y irm inci yüzyılın önem li disiplinlerinden olan göstergebi-
lim ve anlam bilim çeşitli k o n u lard a “an lam ı”, o n u n sistem li
bir yapıya sah ip o lup olm adığını ve hangi tü r kodlara sahip ol
d u ğ u n u araştırm aktadır. G östergebilim ve anlam bilim iç içe
geçm iş araştırm a dallarıdır. A nlam bilim e dayanm ayan bir gös-
tergebilim sel araştırm a düşünülem eyeceği gibi, göstergebili-
m e dayanm ayan bir anlam bilim sel araştırm a d ü şü n m ek de ol
d u k ça güçtü r.
Doğal olarak anlam ın bir m antığa sah ip olm ası gerekm ek
tedir. En azından şeylerin varm ış olduğu bugü n k ü düzeyde
böyle b ir z o ru n lu k söz k o n u su d u r. A nlam kavram ı her şeyden
önce dilbilim sel ya da sözlüksel bir açıklam aya sahip olm ak
zo ru n d ad ır. D ilbilim sel açıklam alara göre anlam ın m antıksal
48
14 Christian Metz, Le Signifiant Im agin aire -P sychan a lyse et Ciném a, UGE C ollec
tion 10/18, Paris. 1977. s. 114-116, 119-123.
53
naklanan bir dizi baskı altında yaşam ayı da kabul etm iş olan
insandır. Duygu ve dü şü n celerin in bir kısm ını, özellikle de
baskı altında kalanları dışavurm akta güçlük çeker. G ünlük
yaşam daysa bu bastırılm ış duygu ve düşünceleri çoğu kez al
kol ya da benzeri m addelerin yardım ıyla dışavurabilir.
Öyleyse belli bir bakış açısından başlangıcından günüm üze
öyküleşm iş, resim lenm iş, yazılm ış konuların büyük ço ğ u n lu
ğu, belki de hepsi bu bastırılm ış, gizlenm iş, frenlenm iş d u ygu
ların açığa v urulm asından oluşan konulardır. Doğal olarak
başlangıçtan g ü n ü m ü ze baskı çeşitleri gelişen beyin yapısı ve
zihniyet aracılığıyla pek çok d ö n ü şü m e uğram ıştır. Baskı ya da
baskıların yanı sıra doğal felaketler ve savaşlar da anlatım ın
konularını olu ştu ran olaylardır.
Yeni temalar yo ktu r, ç ü n k ü ye n i içgüdüler söz konusu değil
dir. A ncak her dönem kendi süblim asyon Ve değişkenlerini, k e n
di dekor ve kurallarını getirerek eski kavgalara yeniden başlar.
Brandt: 'Temelde sınırlı sayıda entrika vardır ve dönemden döne
me o n lan kılık değiştirmiş bir şekilde yeniden karşım ızda bulu
r u z ,’ demektedir. Bunun nedeni y a şam dır. A yrıntılara gidildiğin
de sonsuz sayıda görünen insanlar arası ilişkilerin, temel un sur
lara inildiğinde, a z sayıda ve yinelenen y apılardan oluşturduğu
görülm ektedir
T üm öykü ve an latıların göndereni en geniş anlam ında
yeryüzü ve gö k y üzüdü r. H enri Lefebvre, “İçerik yaşam dır,”
elem ektedir. İnsanın bir şeyler anlatabilm esi için önce ço cu k
lu k tan başlayarak yaşam ve k ü ltü r hakkında tem el verilere sa
hip olm ası; çevresindeki n esn eler ve oyun aracılığıyla zihinsel
56 Jean M itry. Esthétique et Psych ologie du C iném a, C ilt 11. E ditions Univer
sitaires, Paris, 1965, s. 450.
58
rum lar ise k o lektif arzu ü retirler yoksa bireysel değil. Öyleyse
ister egem en ideoloji, isterse karşıt ideoloji olsun her zam an
için üretilecek b ir arzu vardır. Egemen ideoloji düzeninde oe-
dipus k o m p lek sin in sim gesi babayken, karşıt ideoloji d ü ze
n in d i o n u n yerini (belli ölçülerde) devlet (ya da ideolojinin
kurum sal g ö rü n tü sü olan siyasi parti) alm ıştır. Sonuçla şu ya
da ba şekilde o edipus sim gesel düzeyde b ir varlıktır, yoksa
n esn d değil. A ncak üretilen ve ürettiren arzu gerçektir.
Öyleyse bu açıdan bakıldığında sanatçı gü düm lenm iş bir
d ü n )an m içindedir. Bu d ünyadan kaçabilm esi im kânsızdır.
Yapabileceği tek şey bu k u ru m lar tarafından üretilen arzu
kavrım ları ü stü n d e oynam ak ve onları atlatm aktır. Bireysel
bir şekilde üretilm iş bir arzu olam az. Arzu kolektiftir. Sinem a
ise ba kolektif a rz u n u n bireysel düzeyde d ışav u ru m u n u tem
sil eden çok güzel b ir ö rnektir. Ç ü n k ü film, varolabilm ek için
hem sanatçı, hem de seyirci tarafından arzu edilm elidir. Yal
nızca yön etm en in istediği bir film, film niteliğini alam az. A n
cak kolektif bir arzu, seyircinin arzusu daha do ğrusu film sey-
retm? arzusu aracılığıyla yönetm enle seyirci buluşm akta ve
film, film niteliğini kazanm aktadır. Y önetm en, bir anlam da
kendi d ü şü n ce, duygu ve arzu ların ı başkalarına, toplum a ve
seyirciye iletm ek için film üretir. Tek başına yaşadığı bir d ü n
yada film ü retm esin in hiçbir anlam ı olm ayacaktır, tn san ın bir
başıra yaşayacağı b ir dün y ad a arzu edeceği pek bir şeylerin
buluıam ayacağı d ü şüncesi doğrudur.
Öyleyse cinsellik de üretilen bir kavram dır. Sinem a k u ru
m u tırafından gerçeğe en çok yaklaşan biçim iyle ü retilir ve se
yirciye su n u lu r, in san ın , ken d i cinselliğinin bir üretim nesn e
sine dönüşm esi hiç k u şk u su z insanın kendine (v ücuduna) ya
77
çeğe benzer açısından sinem ada yaratm anın daha önce ü re til
m iş yapıtlardaki “gerçeğe b en zer”le çok yakından ilişkili o ld u
ğ u n u söylem ektedir. Ç ü n k ü M etz’e göre sinem aya yeni bir
şeyler getiren bir yönetm en daha önce üretilen film lerdeki
“gerçeğe b en zerleri” çok iyi özüm sedikten sonra ortaya yeni
bir gerçeğe benzer düşüncesi koyabilm ektedir. Aksi m ü m k ü n
değildir. Kısaca film üretm ek de. Yeniden üretm ek, kopya et
m ek, bir şeylerden esinlenm ekten başka bir şey değildir.
Barthes’a göre:
Bachelard, şiirsel düş gücünün imge oluşturm ak değil, tam
tersine varolan imgeleri deforme etmekten ibaret olduğunu gös
termiştir.
Bu düşünceyi biraz daha açarak şöyle sürd ü rm ek ted ir:
Sanalın görevinin çoğu k e z açıklanam ayanı a ç ıklam ak oldu
ğu söylenir. Oysa söylenmesi gereken şey tam tersidir (...): S a n a
tın görevi, a çıklanabilin aç ıkla n a m a z kılmaktır. Tutkuların z a
y ı f ve güçlü dili y a şa m ın dilinden 'değişik' bir sözü, doğru bir sö
z ü çekip almaktır.
Öyleyse sanatçı, çevresini ve kendi iç dünyasını du y g u ları
n ın ve d ü şü n celerinin “d i r i n e aktarabilen, bir başka deyişle
onlara teknik düzeyde bir biçim verebilen kişidir. Çevreyi ve
yaşamı g ördüğü gibi değil yaşadığı ve hissettiği gibi belli bir
dil yetisiyle aktaran ya da aktarm aya çalışan kişi bir sanatçıdır.
Yine B arthes’a göre:
Yaratıcılar diye bir şey y o k t u r y a ln ızc a kom bine edenler var
dır.
Öyleyse dünyayı ve çevreyi duygu ve düşüncelerin diline
aktarabilm ek ancak b enzer duygu ve düşünceleri aktarm ış
o lanlardan ve onların yapıtlarından yararlanm akla m ü m k ü n
79
ÇAKIŞTIRMA VE KARŞILAŞTIRMA
FİLMSEL A N L A M ÜRETİM SÜRECİNİN
İKİ ÖRNEK ARACILIĞIYLA İRDELENMESİ:
BRITANNIA HOSPITAL VE
FAİZE H Ü C U M
m
85
86
BRITANNIA HOSPITAL
Filmin Öyküsü
1 Britannia H osp jıal film inin teknik kodlar incelem esinde 1985-86 öğrenim
yılında: Gûliz Kucur, Yeşim Ertan, Ceyda Aktay, Mesut Ergün ve Erıan Yıl-
maz'ın "Sinema G östergebilim i" dersi için hazırladıkları ödevden yararlanıl
mıştır.
89
Iç m ek ân lar:
a) H astan en in yeni açılan bölüm ü;
b) P rofesör M iller’ın kliniği.
c) A m eliyathane.
d) H ücre ü retm e laboratuarı.
e) H asta koğuşları.
D Amfi.
g) H astane yayın odası.
h) N aklen yayın aracı içi.
ı) H astane m utfağı.
j) Potter’ın evi.
k) P o tter’m y ardım cısının evi.
1) P otter’m çalışm a odası.
m ) H astane to p lan tı salonu.
n) Jen e ratö r binası.
o) H astane girişi.
90
Dış m ek ân lar:
a) H astane terası ve tem izlik asansörü
b) M utfak önü
c) H astane bahçesi ve dışı
d) Yeni bina önü
SONUÇ
FAİZE HÜCUM
Filmin Öyküsü
tirm ektedir. Bu arada eşi hapse giren b ü yük kız da, babası Kâ
m il Bey’in evine k ü çü k kızıyla birlikte taşınarak, işleri daha da
güçleştirir.
O gün lerd e “b an k erlik ” furyası giderek piyasayı sarm ış ve
devlet tarafından da yasal b ir k o n u m a so k u lm u ştu r. Kâmil
B ey lerin g ü m rü k çü olan ko m şu su , bankere para yatırm ış, fa
izini alm aktadır.
B ankerliğin yasallaşm asından aldığı güç ve k en d in ce yaptı
ğı araştırm ad an , ayrıca geçinebilm ek için başka çarenin kal
m adığına in an an Kamil Bey evini satarak, em ekli m aaşına
b an k er faizini de katarak geçinm eye çalışır.
M ahalle değiştirir, ev değiştirir, hayat stan d artm ı yükseltir
ve geleceği d ü şü n m ed en yaşam aya başlar. A ncak b ankerler bir
b ir batm aya başladığında, h e n ü z zam an erk en k en uyanam a-
y an Kâmil Bey, so n u n d a yatırdığı parayı kaybederek bunalım a
girer.
2 F a ize H ücu m film inin teknik kodlar incelem esinde 1985-86 öğrenim yılın
da: Binay O zogul, G ünseli Pişkin, Emine Çelik, Hülya A kıoz, T ülay Balcı ve
Ünal T üm er'in “Sinem a G östergebilim i” dersi için hazırladıkları ödevden
yararlanılm ıştır.
108
İç m e k â n la r:
a) R esm i daire.
b) K âm il Bey’in evi.
c) K ahve.
d ) B an k erlik b ü ro su .
e) M eyhane.
0 İş ve işçi B ulm a K u ru m u .
109
D ış m ek ân lar:
a) Boş b ir k ır m anzarası.
b) C addeler ve sokaklar.
c) Park ve deniz kenarı.
d) Pazaryeri.
e) Evin terası ve bahçesi.
0 Evin ö n ü n d ek i sokak.
g) M ahalle bakkalı önü.
h) Buz paten i pisti.
ı) İş ve İşçi Bulma K urum u’n u n önü.
İlk aşam ada film in b ü tü n ü n d e bir yergi, bir taşlam a, bir alay
dan çok olaylara tanık olm a söz k o n u su d u r. K işiliklerle alay
edilm em ekte ve b u n u n yerine onların duyguları ve yaşadıkla
rı gerçekler seyirciye aktarılm aya çalışılm aktadır. Bu açıdan
bakıldığında film i sosyal bir dram olarak nitelen d irm ek yanlış
olm ayacaktır. Bu yüzden görsel anlatım ve estetik düzeyinde
iki ayrı alanın çakışm ası söz konusu değildir. Ö rneğin “iro n i”
ve toplum sal k u ru m la r birbiriyle çakıştırıldıgında ortaya Bri
tannia Hospital gibi bir film çıkm aktadır. Oysa Faize Hücum'da
öyk ü n ü n sinem ayla karşılaşm asının ötesine geçilem em iştir.
111
Faize Hücum film inde ilk bakışta göze çarpm ayan, ancak d ik
katle derlendiğinde farkına varılan, toplum a karşı bir tür sa
dist bir bakış açısı vardır. A ncak bu bakış açısı A nderson’ın fil
m indeki gibi alaycı değildir. Daha film in başında sakat in san
lar gösteri nesnesine (yalnızca ve yalnızca gösteri nesnesine)
d ö n ü ştü rü lm ü ştü r. G iderek, yeni em ekli olm uş ancak hiçbir
rahatsızlığı olm ayan Kâmil Bey ikinci bir iş bu lm ak ve ailesi
nin geçim ini bu ikinci işin de yardım ıyla sağlam ak yerine k o
lay seçim i yeğlem ektedir. Bu da öykü açısından olaya egem en
olan yönetm enin Kâmil Bey’i m ücadeleci, d irenen bir insan
yerine tam am en pasivize olm uş, ancak içtiği zam an yatakta
karısına ilişki teklif edebilen b ir erkek olarak gösterm ekten
çekinm eyen sadistçe bir tavır aldığını gösterm ektedir. Yaşa
m ın b ü tü n zevklerinden haberdar, ancak çalışm ak yerine p a
ra harcam aktan hoşlanan k ü çü k b ir m em u ru n kafasına in d ir
diği bankerlik y um ruğuyla yönetm en sanki oh olsun, beter
olun dem ektedir. Bu, gizli ya da bilinçaltı sadizm idir. Ç ünkü
filmde gösterilenler açısından hiçbir şiddet ve sadisçte bir dav
ranış y oktur. Yalnızca Kâmil Bey kendisini ü zd ü ğ ü için b üyük
kızına karşı soğuk ve acım asız olm ayı dener. G erçekte, kızını
eve alarak ve to ru n u n u k u llan arak ondan yum uşak b ir şekil
de öç alm aktadır. Bu tavır bir anlam da y ö netm enin toplum a
karşı takındığı tavırdır. D aha doğrusu en azından to p lu m u n
:bu kesim ine karşı takındığı tavırdır. Kahve içi taşlam alar ve
m eyhane g ö rü n tüleri bu tavrın su yüzüne çıktığı bölüm lerdir.
Ö nüne geleni d ö v d ü ğ ü n ü söyleyen em ekli m ü d ü r kahvede
çevrenin m askarası o lm u ştu r. M eyhanedeki çiftin özetlenm iş
117
Bey bile k end ini paraya saltığ ın ı bilm ektedir. Zavallı olm ayı,
m ücadeleci olm aya yeğlem ektedir. Kadere başkaldırm ak yeri
ne yine kendi k en d in e aptalca değiştirdiği k aderine boyun
eğm ektedir. G erçekte Kâmil Bey şaşırm ak ve yataklara d ü ş
m ek yerine olayları so ğ u k k an lılık la karşılayarak, k endilerine
karşı so ru m lu old uğ u ailesini d ü şü n erek yeniden yaşam kav
gasına atılam ayacak kad ar ko rk ak , güçsüz ve tem bel bir kişi
liktir.
Û k ten ’in g ö sterdiklerinin gerisinde yatan ve görünm eyen
d erinlem esine anlam lar yoktur. H atta pistte buz ü stü n d e k a
yan insanları gö rd ü ğ ü m ü zd e b u n ların başta görülen sakat ya
rışçılarla sem bolik düzeyde b ir ilişkileri olm adığını görm ekte
yiz. Ç ü n k ü bir toplum aynı anda hem sakat, hem jde buz üs
tü n d e kayan b ir to plum olam az. K ullanılan sem boller yanlış
olm am akla birlikte kullanıldıkları yerler yanlıştır. F ilm de ne
g ö rü y o r ve d uyuyorsak, anlatılan da odur. Bu film de ne ku-
ru m lara karşı ne de to p lu m u n b ü tü n ü n e karşı derinlem esine,
o rtak n o k taların b u lu n d u ğ u bir eleştiri vardır. G örülenler,
aracılığıyla gö rü n m ey en lerin anlatım ı özgün bir yapıya sahip
değildir. Ö rneğin du varlardaki ilan ve afişlerle öykü içindeki
k işiler arasında d o ğ rudan b ir ilişki bulu n m ad ığ ın d an bu ve
benzeri g ö rü n tü le r yan anlam sal açıklam a açısından havada
k alan g ö rü n tü ler olarak karşım ıza çıkm aktadırlar.
Ö k ten ’in estetik anlayışıysa gündelik gerçeğe yakın olm aya
çalışan, fantazyadan uzak b ir anlayıştır. Ne renk, ne ışık ne de
sahneye koym a açısından özel am açların g ü d ü ld ü ğ ü bölüm ler
vardır.
F a ize Hiicun ı’a k işilik le r d ü zey in d e b ir p sik a n a litik “çö
zü m lem e” g etird iğ im izd e n elerle karşılaşıyoruz?
120
Filmin baş kahram anı Kâmil Bey tüm üyle edilgin bir kişi
liktir. Evde, m eyhanede, kahvehanede hep edilgendir. Gerçi
kendi evi “e tk en ” olabildiği tek m ekân ve aile bireyleri de ü s t
lerinde egem enlik kurabildiği tek toplum sal birim olm asına
karşılık, kişilik yapısı itibarıyla yine de “edilgin” (pasif) b ir ki
şiliğe sahiptir. Ç ü n k ü yatakta k an sı kendisini b ırak arak ço
cukların odasına kaçm akta, b ü y ü k kızınsa baba sözü dinlem e
yip Kâmil Bey’in istem ediği biriyle evlenm iş olduğu g ö rü l
m ektedir. Aynı işi küçük kızın da yapm am ası için Kâmil Bey
önlem alm ış ve gerçekten de film deki en “e tk en ” bir iki kişi
den biri olan dam at adayıyla r.işanlam ıştır. Ç ünkü anlaşıldığı
kadarıyla Kâmil Bey “babalık” otoritesinin, toplum d a böyle
olduğu için, yıkılm asına karşıdır. A ncak yalnızca karşı olabil
m ektedir. Kâmil Bey’in geçm işinde 22 teşekk ür belgesinden
başka nelerin yattığını bilm em ekle birlikte, kişilik olarak tüm
film boyunca edilgen b ir kişiliğe sahip o ld u ğ u n u b ir kez daha
yineleyebilm ek m ü m k ü n d ü r.
Kâmil Bey “k ah v c”de nasıl davranır?
Önce kahvenin, film de görüldüğü kadarıyla bir em ekliler
kahvesi o ld u ğ u n u b elirtm ekte yarar var. D aha doğrusu to p
lum sal açıdan “edilgen" bir konum da b u lu n an kişilerin bir
araya geldikleri b ir yerdir kahve. Kahveci kalfası ve berberden
başka neredeyse herkes pasiftir. Z am anlarını oyun oynayıp,
birbirlerini kızdırm akla ya da bir başka deyişle hoşça geçirm e
ye çalışm aktadırlar. Şakaları bile “p asiflik” ü stü n e k u ru lm u ş
tur. Dairedekileri şöyle, evdekileri böyle sıradan geçirip, döv
düğünü ileri sü ren em ekli m ü d ü rü n gerçekte yapam adıkları
nı anlattığını herkes bilm ektedir. Ç ü n k ü herkes aynı k o n u m
121
SONUÇ
dan saygı duyulan ve övgüye değer bir film olarak sinem a tari
hinin bir köşesinde yaşayacak olan bir film dir Britannia Hospi
tal. K endisine ve çevresine saygısı olan insanların gerçekleştir
diği bir filmdir. Çağdaş olabilm ek kolay bir iş değildir.
Ûte yan d an çağların ötesin d en gelen k aran lık la n delebil
m ek de kolay b ir iş değildir. A ncak ucu n d an kenarından d e
linmiş ve içeri sızm ış b ir ışığın çok k ü çü k boyutlarda da olsa
korunm ası gerekir. Yoksa deliğin tıkanıp ışığın önlenm esi d e
ğil. T ıkam ak bir yana o ışığı k o ru m ak , ü stü n e titrem ek gere
kir. T ürk sinem ası A tatü rk ’ü n T ü rk insanı için söylediği gibi
titreyip ken d in e dönm elidir. Çağdaş sanatçı olup, çağdaş sin e
ma yapm alıdır.
Ç ağdaşlık ve çağdaş san a t anlayışı nedir?
Çağdaşlık k avram ının genel tanım ında insanın için d e yaşa
dığı tarihsel zam an dilim ine tanık olm ası yatm aktadır. B unun
çok genel bir tanım olduğu yadsınam az. Ç ünk ü insanın için
de yaşadığı dünyaya yaşam ı boyunca hiç çıkm adığı köyünden
tanık olm ası b ir şey, N ew York, Paris, İstanbul vb. yerlerden
tanık olm ası başka bir şeydir. Çağdaş olm anın kesin bir tanı
mı bulunm adığına göre sanat d ü nyasındaki h er alanda, h er sa
natçı verdiği ü rü n lerin çağdaş ü rü n le r o lduğunu ileri sü re b i
lir. Hangi d ü şü n ce çağdaştır, hangisi değildir? Hangi sanat ya
pıtı çağdaştır, hangisi değildir? Ç ağdaşlık kavram ının kesinlik
taşıdığı herhangi bir alan var m ıdır?
Bu so n u n cu soruya olum lu yanıt verebilm ek m ü m k ü n d ü r.
Ç ünkü “tarih ” bilinci ve tarihsel araştırm a yöntem i bize aynı
zam an dilim i içinde yaşam ış insanların kim ilerinin yaşadıkla
rı dönem le çağdaş diğerlerinin ise çağdaş olam adıklarını gös
term ektedir. Ç ü n k ü “tarih ”, özellikle “çağdaşlık” gibi bir k o
129
ANLATIMI ANLATMAK
TÜRK S İN E M A S IN D A A N LA T IM SORUNLARI
m.
ANLATIM SORUNU
135
136
düşünm eyi zo ru n lu kılan k ü ltü rel bir olgudur. Elli altm ış yıl
gibi kısa b ir sü rede çok önem li aşam alar yapılm ıştır. A ncak
b u n u n yeterli o lduğunu söyleyebilm ek kolay değildir. T ü rk
toplum u ne yazık ki ilk kez XX. yüzyılda okum a ve yazm a ey
lemiyle karşı karşıya kalm ıştır. Yüzyılın so n u n a yaklaşıldığı şu
sıralarda hâlâ önem li bir çoğunluğun belli düzeyde b ir ortak
eğitim süzgecinden geçm ediği görülm ektedir. O rtak eğitim ,
o rtak k avram lar ve dü şü n m e sistem ini, dolayısıyla insanlar-
arası iletişim i kolaylaştıran bir süreçtir. Böyle bir ortam da ya
zan kişinin d aha çok insan tarafından anlaşılacağını kavram ak
güç bir iş değildir. T ürkiye’de “fiction”a dayalı yazılı anlatım ın
geçmişi çok zorlandığında bir yüz yıla yaklaşm aktadır. Oysa
ok u m an ın gerçek anlam da popülerleştiği dönem için ne yazık
ki, tarihin ilerde 1980’li yılları göstereceğini d ü şü n m e k yanlış
olm asa gerek. Ç ü nkü b u dönem de giderek azalan kitap ve ga
zete okum a alışkanlığına karşın, giderek artan bir an sik lo p e
di, dergi ve “beyaz dizi” tü rü çok önem li po p ü ler k ü ltü r u n
surlarıyla karşılaşılm aktadır.
M A SA LD A VE SİN EM A D A ZA M A N
G ö rüldü ğ ü gibi işitsel görsel bir anlatım biçim i olan sinem ada
zam an, m ekân ve kişilik kavram ları içinde yaşanılan gerçek
dünyayla u zak tan ya da yakından ilişkili olm ak zorundadırlar.
Aksi halde anlaşılam am a tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklar
dır. Bir to p lu m d a zam an nasıl algılanıyorsa film de de az çok o
şekilde yansıyacaktır. Aynı toplum da m ekân kavram ı nasıl bir
yere sahipse, film de de aşağı yukarı öyle olacaktır. Toplum sal
yapıda kişiliklerin yeri ve önem i neyse, sinem ada da benzer
bir g ö rü n ü m e sah ip olacaklardır.
Ö yküleri kişiler anlatır. Herkes öykü anlatabilir. Ancak k i
m i insanlar çok iyi öykü anlatırlar. Sinem adaki anlatım olayı
nın içine ise pek çok kişi girm ektedir. B unlar arasındaki ortak
n o k taları b u larak , başlangıçta çizgisi çizilm iş bir filme en uy
gu n verileri ü retm ek ve sonuçta b unları bir araya getirerek al
tına anlatıcı o larak im za atm ak kolay iş değildir. H er anlatıcı
anlatm aya başlam adan önce neyi nasıl anlatacağını (zam anın,
m ekânın ve k işiliklerin kullanım ı anlam ında) bilm ek zo ru n
dadır. A ncak anlatım düzeyi yüksek bir anlatıcı ân ın d a “d o
ğaçlam alarla” öyküye bir renk katabilir. Aksi halde an lattık la
rı ilginçliklerini yitirebilir. Seyirciye iyi ve güzel bir şeyler an
latabilm ek için insanları ve k o nuyu iyi bilm ek ve ona kendi
162
larda bir k ü ltü rel “k a o s ”u n yaşanm aya başlam asına neden ol
m u ştu r.
1960’larda başlayan ve T ü rk in san ın d a k ü ltü rel b ir şok et
kisi yaratan A lm anya (ve A vrupa) yaşam biçim i ve toplum sal
ahlâk/yargı değerleri, 1970’lerde görülen ilk kesin dönüşler,
giderek gençleşen bir toplum ve çeşitli gereksinim leri giderek
do y u rulam ayan b o yu tlara ulaşan bir gençlik. K u rtu lu şu önce
politik alanda arayan gençlik bu alandan uzaklaştırılınca bu
kez de “cinsel" ve psikolojik so ru n ların a çözüm arar b ir d u ru
ma d ü şm ü ştü r. Aynı dö n em d e sinem a bu istekleri yanıtlaya
bilm ek için “şid d et”i işlem iş, pornografiye yönelm iş ancak içi
ne battığı çu k u rd an bir tü rlü k u rtu lam am ıştır. 1970'lerden
gü n û m ü zey se toplum sal isteklere daha bir y an ıt verem ez d u
ru m a d ü şm ü ştü r.
1960’ların so n u n a kadar T ü rk sinem asının yükseliş grafiği
nin nedenleri arasında; elektrifikasyon, yol yapım ı, A m erikan
sinem a film lerinin sinem aya gitm e o lg u su n u k o şu lla n d ırın et
kileri ve b u n ların yanı sıra belli ölçülerde o tu rm u ş yargı ve
ahlâk değerlerine sahip, tabuları, d o k u n u lm ay an kişilikleri,
kısıtlı cinselliği ve politik tavrıyla bir toplum vardır. O toplu
m u n bir yansım ası olan sinem anın d u ru m u ise kendi ölçütle
rine göre iyidir.
I9 7 0 ’li yallarda giderek artan ve gençleşen nüfus gelenek
sel d ü şü n ce ve davranış biçim lerinin ve geleneksel ahlâkın ya
kılm asında “m o to r” görevi üstlenecektir. Pek çok toplum sal
tabu; kad ın ların iş hayatına girm eleri, o kuyan kadın sayısının
giderek artm ası ve dışa açılm ası ve erkeğin eko n o m ik koşulla
rın zorlam ası nedeniyle kadın k o n u su n d a giderek d ah a az tu
tucu b ir bakış açısına sahip olm aya başlam ası, bu dönem de yı
166
ister m elodram , ister kom edi (güldürü) olsun T ürk sinem asın
da bir “aşk” ilişkisinin (cinsel arzuların dem ek daha doğru
2 Mélanie Klein, Envie et Gratitude, Col. Tel, Gallim ard, Ppris, 1981, s. 137.
170
nıek gibi. Ulaşılam ayan âşık, ölen sevgili, ayrılık, vb. (ya da
başarılam ayan cinsel birleşm e) ağlayarak boşalm a (m elod
ram lar). Yok edilen k ö tü ler ve ortadan kalkan engeller (so
nuçta gereksizleşen bir cinsel birleşm e) ya da kahkahayla b o
şalma. T ü rk sinem asında bilinçaltının kurgulanışt ne yazık ki
çoğu kez böyle bir şem atik yapı gösterm ektedir. Bu d u ru m
belli bir düşü nce yapısına sahip bir kısım T ü rk insanının XX.
yüzyılda dünyaya, doğaya ve insana bakışındaki yüzeyselliği
gösterm ekledir. Bu yüzeysel dünya görüşüne sahip kesim in
sinem ası da yüzeysel bir sinem a olacaktır.
D iyalektik bir m antıksal ilişki içinde olduğu d ü şü n ü len
tarihle toplum (to p lu m u belirleyen tarih ya da tarihi b elirle
yen to p lum ) artık g ü n ü m ü zd e sanıldığı kadar kolay bir diya
lektik m antıksal ilişki içinde değildir. Ç ü n k ü g ü n ü m ü z to p
lum u k endi yaşam biçim in i b ü tü n ü y le b elirlem ekten b ir a n
lam da “aciz”dir. Bilinçli, bilinçsiz, yarı bilinçli denebilecek
bireylerin yaşam a ve so syopolitik ve ekonom ik bağlam a k a r
şı aldıkları tavır farklıdır. T ek, çift ve çok stan d artlı b ir d ü ş ü
n ü ş ve “yaşayış” biçim ine aynı an d a sahip olan T ü rk toplu-
m u n u n el yordam ıyla da olsa b ir arayış içinde olduğu k u ş k u
su zd u r. A ncak neyi aradığı so ru su da şim dilik b ir o k ad a r b e
lirsizdir. O tuz yıllık b ir süre içinde gerçek anlam da ve sağlık
lı denebilecek bir “sevgi” ve “k a h k a h a ” üreten b ir sinem a b u
g ün hiç k u şk u su z 1970’li yıllarda dü n y an ın en “iyi” sin em a
sı olan ve b u g ü n de çok iyi ü rü n le r verm eye sü rd ü re n bir Ital
yan sin em asının çok y akınlarında bir yerlerde olm ası g erek ir
di.
Eğer başkalarının haşarı ve niteliklerine saygı d u y m a z sa k - k i
böyle bir durum bu insanlara karşı hiçbir zam an bir rakip o la
171
STEREOTİPLEŞMİŞ OYUNCULUK
5 Mêlante Klein, Envie et Gratitude, Col. Tel, G allim ard, Paris. 1981, s. 133.
174
alçak adam , saf köylü, acım asız kentli vb. karşıt niteliklere sa
hip karikatüral kişiliklerle yıllar boyunca karşılaşılm ış ve k ar
şılaşılm aktadır. T ürk film lerinde, örneğin, bir zam anlar N eri
m an Köksal’ı m asum kız olarak d ü şü n m ek ne kadar güçse,
Belgin D oruk’u da bir fahişe olarak d üşünebilm ek o kadar
güçtü. Bu da so n u çta T ürk sinem asında önem li olanın o y u n
cuların oyun güçleri değil, fiziksel görü n ü m leri olduğu olgu
su n u ortaya koym aktadır. Ö rneğin toplum sal değer yargıları
nın değiştiğini algılayan bir T ürkan Şoray, bir Hülya Koçyi-
ğit’in so n u n d a yıllar boyunca yarattıkları “im aj'’larım bir anda
yıktıkları görülm ektedir.
G ünüm üzdeyse T ü rk sinem asının kadınları ne m asum , ne
fahişedir. Bir orta yol b u lu n m u ştu r, ancak bu yol, çizginin
olum lu değil olum suz yanındadır. Ahu Tuğba, G üngör Bayrak,
Banu A lkan, Serpil Ç akm aklı, Hülya Avşar vs. bu dönem in ti
pik kadın kişilikleridir. Kendi yaşam larından kendilerini değil
başkalarım sorum lu tutan, zorla fahişe olm uş m asum kızlar
kavram ı T ü rk sinem asının özelliklerinden biri olup çıkm ıştır.
Ne denebilir ki? M ekanik bir dünyada, m ekanik insanların m e
kanik oyuncular tarafından m ekanik bir şekilde yansıtılm ası”.
O yuncu ve dram atik k urgu ilişkileri sistem atik bir şekilde
ele alındığında altı çizilm iş b ir noktayı yeniden gözden geçir
m ekte yarar var. Ç ü n k ü dram atik kurgulam a öykü n ü n d ra m a
tik yapısına değil o y u ncuların fotojeni ve cinselliklerine bağlı
olarak ön plana çıkarak çoğu kez film lerin m antıksal akışla
rında bir dizi çarpıklıklara n eden olm aktadır. Ö te yand an öy
k ü lü sinem a h içbir zam an “gerçeği” yansıtm am ıştır. O nu n
verdiği belli ölçüde “gerçeğe b en zer” olandır. Oysa T ü rk sin e
m asının ü stü n e o tu rtu ld u ğ u m ucize öyküler bu “gerçeğe b en
177
STEREOTİPLEŞMİŞ SESLER
gıcıklayıcı b ir fahişe sesi, yum uşak bir baba sesi, duygulu bir
genç âşık ya da m asum b ir genç kız sesi klişeleşm iş seslerdir.
T ü rk sin em asın ın erkek ya da dişi starlarını son otuz yıldır
seslendiren sanatçı sayısı herhalde iki elin parm aklarını kal
kat aşm am aktadır. Bu m ü th iş m ikrofonik sesler, T ü rk sinem a
sında o y u n cu olarak birçok yeteneksiz o y u n cu n u n en büyük
kurtarıcıları olm uşlardır.
Bilindiği kadarıyla oy u n cu lu k ses, diksiyon ve şivenin yanı
sıra b ir m im ikler, jestler, kinezik’ hareketler ve role psikolo
jik b ir yakınlığı zo ru n lu kılan b ir m eslektir. T ü rk sinem asın
daki o y uncuları seslendirenlerse, birçoğu A nadolu kökenli
olan bu insanları Istanbul ağzı ile k o n u ştu ru rk e n , onları (ger
çeklik etkisi açısından) yalnızca kom ik b ir d u ru m a d ü şü r
m ekle kalm ayıp film in “gerçeğe benzerliğini” de zedelem ekle
dirler. Ö rneğin 15 saniye önce k u su rsu z bir İstanbul ağzıyla
kon u şan o y u n cu b ir anda söylediği şarkı ya da türküyle ger
çek sesini ele verm ektedir. Ö te yandan gerçek yaşam daki ses
lerini sinem ada kullanam ayan pek çok o yuncu, oyunculuk
açısından çok şey yitirm işlerdir. Birçok o y u n c u n u n sesini se
yirci perd ed en hiçbir zam an duyam am ıştır.
T ürk sinem ası, başlangıçtan günüm üze, görselle işitsel ara
sındaki dengeyi bir türlü kuram am ıştır. Zam an zam an, rastlan
tısal olarak ü retilen yapıtların dışında bir süreklilik söz konusu
değildir. Ç ü n k ü film lerdeki öyküsel akışı sürükleyip götüren
“m o to r” b ü yük çoğunlukla diyaloglara dayanan bir işitselliktir.
T ü rk film lerini çoğu kez radyofonik oyunlar gibi algılamak
m ü m k ü n d ü r. Öte yandan buradaki “işitsel” sözcüğünü mecaz
189
190
F o u cau lt, M ichel, Les M o t s et les C h o ses. E d itio n s G a llim ard . Paris,
1966.
G araudy, Roger. M arks İç in A n a h t a r , Bilgi Yayınevi, 1975.
G enette, G érard , F ig u re s I. E dil. S euil-P oints, Paris, 1976.
G irard , R ené, Des C h o se s Cachées D e p u is L a Fo n d a tio n du M o n d e . Rec
h erch es avec J. M. O u g h o u rlia n et G .Lefort. Edit. B. G rasset, Paris,
1979.
G irard, René, L a Violence et le S acré , E ditions G rasset. Paris, 1977.
G o ld m an n , L ucien, İn s a n B ilim ler ve Felsefe. K avram Y ayınları, 1977.
G reim as, Al. J u lie n . Sém io tiq ue et Scie n ce s Sociale s. Edit. d u Seuil, Paris,
1976.
G u irau d , Pierre. L a Sém antiqu e. P.U .F., Q ue Sais-Je, Paris. 1975.
G u irau d . Pierre, L a Sém iologie, P.U .F., Q u e Sais-Je, Paris. 1973.
G u ira u d , Pierre, L a S é m io lo g ie de la Sexualité, Edit. Payot, Paris, 1978.
G urvicth, G eorges, D ia le ctiq u e et Sociologie, F lam m ario n , Paris, 1977.
Hall, E dw ard T ., L a D im e n s io n Cachée, E dit, S eu il-P o in ts, Paris, 1978.
Florney, K aren, L a P sy c h o lo g ie de la Fem m e. P etite Bibl. Payot, Paris,
1981. ’ ' '
Jean. R aym ond, Lectures du D é sir, Edil. S euil-P oints, Paris, 1977.
Jim enez, M arc, ADORNO: Art, idéologie et Théorie de l’Art, U .G .E., C oll.
10/18, Paris, 1973.
Kaiz, J e rro ld j . . La Philosophie du Langage, E dit. Payot. P aris, 1971.
Klein, M élanie, E n v ie et G ratitu de . Col. Tel, G allim ard, Paris. 1981.
K ocsiler, A rth u r, L e C r i d ’A rch im cd e , C alm an-L evy. P aris, 1965.
K öprülü, M. F u a d , O s m a n h İm p arato rlu ğ u n u n K u ru lu şu , Ô tü k e n Y ayın
la n , Istan b u l, 1981.
K öprülü, M. F u ad , B iz a n s M ü e sse se le rin in O s m a n h M ü e sse se le rin e Tesiri,
Ô tü k e n Y ayınları, Istan b u l, 1981.
K öprülü, M. F u a d , T û rh E d e b iya tın d a İlk M u tasavvıflar, D iyanet İşi. Bak.
Yay., A nkara, 1981.
K öprülü, M. F u a d , T ıırk E d e b iya t T a rih i, Ô tü k e n Y ayınları, İsta n b u l,
1980.
K nsteva, Ju lia, Le Lan ga ge , C et In co n n u , Edit. S euil-P oints, Paris, 1981.
K nsteva, ju lia . Rech e rch e s P o u r U n e Sé m a n a lyse , E dit.. S euil-P oints, Pa
ris, 1969.
Kristeva, Ju lia , L a T raversé e des Signes (K olektif), Edit. d u Seuil, Col. Tel
Q uel, Paris. 1975.
193