You are on page 1of 8

2016 TÜRKİYE TURU BATI ETABI

ADI SOYADI : ÖZGÜR ÇELİK


OKUL : ÜRGÜP SEBAHAT
VE EROL TOKSÖZ MYO
NO : 14671120004
KONU : ANTİK YUNAN VE ROMA
TİYATROSU
TİYATROLARDA MİMARİ TARİHİN GELİŞİMİ

Antik Yunan’da tiyatro mimarisi 3 döneme ayrılır. Bu dönemlerdeki gelişimi göz önüne alacak
olursak mimari öğelerin ihtiyaçlar doğrultusunda gelişim gösterdiğini rahatlıkla anlamaktayız.

Klasik dönem öncesinde tiyatro olarak değerlendirilebilecek ilk bina Antik Çağ’da Girit’te
hüküm sürmüş Minos Uygarlığı’na ait ve M.Ö. 2 binlere tarihlenen Knossos Sarayı’nda görülmektedir.
Sarayın batısından gelen tören kutsal yoldan 9 basamakla bir girişi mevcut olan bu yapının doğu
tarafında da 17 basamak mevcuttur. Ayrıca kuzey ve güney taraflarından da girişleri olan yapının
ortasında bir avlu bulunur. Kutsal yoldan gelen alayın iç avluya gelerek dini bir ritüele imza attığı
düşünülmektedir.

Klasik Dönem öncesine ait bir diğer örnek ise Arkaik Dönem’e ait Thankes/Atina’daki
Dionysos Tapınağı’dır. Bu yapının caveası olarak düşünülen yer ise tam bir yarım daire formunda
değildir.

İlk zamanlarda M.Ö. VI yüzyılda dini temelli gösteriler aynı zamanda ticaret merkezi olarak
kullanılan agoralarda gerçekleştirilirken, Antik Yunan’da tragedya ve komedyanın gelişim göstermesi
ile birlikte, tiyatro sanatının yönünü dinsel öğeler belirlemiş ve seyircilere oyun yerleri gösterilmeye
başlanmıştır. Bunun yanında koro her tür için en dramatik öğe olarak görüldüğünden tiyatro
gösterileri için bir dağ eteği ve oyun için düzlük alanlar tercih edilmiştir. Seyircilerin izleme imkanının
artması için orchestra ise tam daire olarak tasarlanmıştır. Ayrıca oyunların sahnelendiği orchestranın
ortasında Dionysos için adakların sunulduğu bir altar konulmaya başlanmıştır.

İlk dönemlerde orchestra ve theatron tiyatronun tek mimari öğeleriydi. Sonraları önce
yamaçlarda oturan seyircilerin rahatı için yamaçlara tahtadan oturaklar yerleştirildi. Orchestra’nın
arka kısmına ise oyuncuların kostüm değiştirmelerini sağlamak adına önce bir tente, sonra çadır en
sonunda ise ahşap kulübeler inşa edilmiştir. M.Ö. 499 da bir gösteri esnasında tahta sıraların çökmesi
nedeni ile seyircilerin oturma yerleri taştan yapılmaya başlanmış, M.Ö. IV yüzyıl ortalar0ında ise
skenenin alt kısmından başlayarak taş malzeme kullanılmıştır. Skene’de taşın kullanılması ardından
oyun esnasında oyuncuları yükselten ve uçuyormuş gibi gösteren vinçler kullanılmıştır.

Helenistik Dönem’de seyircilerin oturma sıraları yarım daireden fazla at nalı şekllini almıştır.
Skene bu dönemde iyice gelişmiş, ikinci kat eklenmiş ve bazılarında bu katın önüne sütunlar
konulmuştur. Aristophanes ve Aristoteles’ten öğrendiğimiz kadarı ile daha sonraki dönemlerde
oyuncular için daha yüksek bir sahne yapılmıştır ancak bu sahne orchestradaki koro ile olan
konuşmaları aksatmayacak yükseklikteydi. Anadolu’da ki en güzel örnekleri olarak Priene ve Bergama
Tiyatrolarıdır Bergama tam yuvarlak bir orchestraya sahipken Priene’de bu yuvarlak tamamlanmaz.

Greko-Romen olarak adlandırılan dönemde orchestra kısmı yarım daireden biraz fazla olup,
daire kısmı tamamlansa skene binasına temas ettiği görülür. Bu dönem Helenistik Dönem ile Roma
Dönemi arasında ki bir geçiş dönemi durumundadır. Anadolu’da bilinen en güzel örnekler Sagalassos,
Termessos, Patara, Miletos ve Myra’dır.

Roma’ya tiyatro Etrüsk etkisi ile girmiştir. Roma’nın fethettiği Etrüsk ile girdiği etkileşim ile
beraber, kendisinden daha uygar bir medeniyet olan bu halktan bir çok konuda faydalanmıştır. Etrüsk
sanatçıları taşınabilir bir platform üzerinde oyunları sergilediğinden yamaca yaslanmış bir binaya
ihtiyaç duyulmamıştır. M.Ö. 55 yılına kadar da Roma’da daimi bir tiyatro binası inşa edilmemiştir.
Roma Dönemi’ne ait ilk taş tiyatro binası M.Ö. 55-52 yıları arasında inşa edilen Pompei Tiyatrosu’dur.
Bu binaya kadar kullanılan ahşap ve portatif tiyatrolar şaşırtıcı derecede gelişkindir. Hatta yaşlı
Plinius’a göre M.Ö. 58’de bir binanın sahne arkasındaki skene’si üç katlıdır. Yine de Plinius’un bu yapı
hakkında söylediklerinin devamına bakınca bir nebze abartıda görülmektedir.

YUNAN VE ROMA TİYATROSU FARKLILIKLARI

Yunan Tiyatroları skene ve theatrondan oluşan iki ayrı yapının birleşimi iken, Roma tiyatroları
tek bir yapıdır. Ayrıca Roma Dönemi’nden skene theatron ile aynı seviyeye çekilmiş ve seyircinin dış
dünya ile bağlantısını keserek oyuna odaklanmasını sağlamıştır ve skenenin üzerine ahşap bir çatı
yerleştirilmiş böylece sanatçıların hava şartlarından korunmaları sağlandığı gibi, akustik konusunda da
destek sağlamıştır. Aynı zamanda skene üzerinde sütunlar ve heykeller ile bir dekorasyon
yerleştirilmiştir.

Yunan tiyatroları theatronu bir yamaca yaslama ihtiyacı hissederken, Romalı mimarlar gelişen
mimari ve mühendislik ile birlikte köprü ve tonozlar kullanarak tiyatrolarını düz zeminlere
yapabilmekteydiler. Yunan tiyatrolarındaki tam daire şeklindeki orchestra ve at nalı şeklindeki
theatron yarım daire şeklinde dizayn edilerek seyircilerin oyunu her yerden daha net izlemeleri
sağlanmıştır. Giderek gelişen sınıf ayrımı neticesinde de orchestra hizasında krallar için bir oturma
düzeneği yapılmıştır. Skene ile theatron yani cavea’nın birleşerek tek bir bina durumuna gelmesi ile
de paradosların üstleri kapatılmıştır.

YUNAN TİYATROSU VE TİYATRO TARİHİ

Tiyatro Yunanca seyirlik yer anlamına gelen theatron sözcüğünden türemiştir. Tiyatronun
kökeninin M.Ö. 6. yüzyılda Tanrı Dionysos için gerçekleştirilen ayinler olduğu birçok kaynakta
belirtilse de, tarihin daha eski dönemlerinde de ilkel insanların inançları doğrultusunda
gerçekleştirdiği ritüellerin de antik tiyatronun kaynağı olarak gösterildiği söylenmektedir. Günümüzde
dahi halen ilkel toplumlarda buna benzer ritüeller bulunmaktadır, ki bu da bu tezi doğrular
niteliktedir. Kısaca insanlık tarihi boyunca tanrıların doğum, ölüm ve yeniden dirilişini konu alan ve
hayvan postuna bürünmüş din adamları tarafından söylenen tanrı adına düzenlenmiş şarkılara ve
danslara rastlanmaktadır.

Antik tiyatro gösterileri iki sınıfta değerlendirilir. Bunlardan ilki olan komedya içkili eğlence
anlamına gelen “Komos” sözcüğünden türemiştir. M.Ö. 8. yüzyılda Arşiloşos diline doladığı kişileri
sanatsal bir dille yerin dibine batırması ile ünlüdür ve bu da Lever’e göre tiyatronun tarihini 2 yüzyıl
geriye götürür. M.Ö. 6. yüzyılda ise İkarya’lı Susarion, oyuncu ve ozanlardan oluşan bir koro ile
yarışma niteliği taşıyan komik gösteriler düzenlemiş ve kazanana incir ve şarap vermiştir. Kendilerine
adaletli davranmayan yurttaş sınıfına kızan çiftçilerin, bir gece yurttaşların oturduğu mahalleye gidip
toplu olarak karşı çıktıkları, olayı duyan bir kesimin destek vermesi ve sonrasında eylemlerini gündüz
vakti sundukları bir gösteriye dönüştürdükleri söylenmektedir. Çok net bir şekilde kanıtlanmamış olsa
da bu bilgi Atina’ya komşu yörelerde toplumsal ve kişisel taşlama özelliğinin bir takım köylü
gösterilerde var olduğunu göstermektedir.

Ancak tiyatronun tarihi konusunda genel kanı M.Ö. 6. yüzyıl sonlarında şarap tanrısı Dionysos
için Atina’da düzenlenen ve “Dithirambos” adı verilen dini törenler olduğudur. Akropolde başlayan
ayinler koroların şarkılar eşliğinde tepenin yamacına kadar gelmeleri üzerine kuruludur ve yamaca
oturan halk ilk başlarda Dionysos’un hayatı temalı mitolojik gösteriler izlemiştir. İlk başlarda bu
şenliklerde 50 kişilik bir koronun söylediği şarkılar bulunmaktadır ancak Yunan halkı o dönemde bir
ikilem içerisinde bulunmaktaydı. Tiranların yönetiminde olan Atina’da bir değişim çabası söz
konusudur. Toplumda topraksız ve borç köleliği ile yoksullaşan köylü kesiminin karşısında giderek
zenginleşen zenginler bulunmaktadır ve bir takım tüccarlar köylü sınıfına toprak dağıtarak onları
yanlarına çekmek istemektedir. Soylular bu dönemde köylülerin desteğini alabilmek adına onlara
yakın olarak gördükleri Dionysos adına törenler düzenlemeye başlarlar. Bir dini törenin soylular
tarafından düzenlenmesi bir yana, bu törenlerin ayrıca resmiyet kazanması da gerekmektedir, ki bu
resmiyet ünlü tiranlardan Peisistratos’un bu törenlere destek vermesi ile kazandırılır. İşte tam da bu
dönemde Ikarya’lı Thespis bir araba dizayn eder. Bu araba aynı zamanda sahne görevi görmektedir.
Arabası ile yola çıkan Thespis 50 kişilik korosu ve arabası ile kent kent dolaşarak Dionysos
törenlerinde boy gösterir ve neticede Atina’ya gelir. Burada yaptığı gösteri Atina’lıların önceden
seyrettiklerinden farklıdır, çünkü öncesinde sadece 50 kişilik bir koronun gösterisi varken Thespis
sayesinde bu koronun şarkılarına cevap veren bir sahne oyuncusu ortaya çıkmıştır ve bu performans
ile Thespis M.Ö. 534’te kent dionizyasından ödül almıştır. Thespis ile seyircinin sergilenen oyunlara
bakışı da değişmiştir ve zaman içerisinde bu gösteriler tamamı ile meslekleri tiyatrocu olan kişilere
bırakılmış, ayrıca gösteriler tapınaklara yakın noktalarda önceleri tahtadan yapılan tiyatro binalarında
sergilenmeye başlanmıştır.

Antik Yunanda belli başlı 3 festival bulunmaktaydı. “Kır Dionizyası” daha çok tragedya üzerine
kuruludur. Tragedya keçi anlamına gelen Tragos ve şarkı anlamına gelen Oide sözcüklerinin
birleşiminden oluşur ve Keçi Şarkısı anlamına gelir. Bunun sebebi festivalin ilk gününde keçi kurban
edilmesi ve kimi kaynaklara göre oyuncuların keçi kılığına girmelerinden kaynaklanmaktadır. Kır
dionizyası kış aylarında düzenlenmekteydi. İkinci festival ise Lenea adı da verilen Ocak Festivalidir. Bu
festivalde ise daha çok eğlence ön plana çıkmaktadır. Comos sözcüğü maskeli eğlence anlamına
gelmektedir ve Komedya’da bu kelimeden türemiştir. Üçüncü ve son festival ise Kent Dionizyası’dır ve
diğer deyimi ile Büyük Dionizyası’dır. Antik Yunan’dan günümüze kadar gelmiş olan bir çok yapıt
Nisan ayında düzenlenen bu festivalde ortaya çıkmıştır. Bu festival için hazırlıklar on hafta önce
başlar, ozanlar eserlerini komisyona sunar, komisyon ise bu eserlerden üçünü seçerek yarışmalarını
sağlardı. Kura ile başoyuncu ve oyunun masraflarını karşılamak üzere Choregus tayin edilir ancak
oyuncuların ücretlerini devlet öderdi. Büyük Dionizya 4 gün sürer, 3 gün tragedya ve son gün ise
komedya temsilleri sunuluyordu.

Oyunlarda tüm oyuncular erkeklerden oluşmaktaydı. Bu oyuncuların kıyafetlerini antik


dönemden ele geçirilen vazoların üzerindeki sahnelerden anlamaktayız. Oyuncular “Kothurn” adı
verilen yüksek tabanlı bot giyerken, giysilerinin içlerini kendilerini heybetli gösterecek şekilde
doldurmaktaydılar. Başlarında “Onkos” adı verilen peruk altında antik dönem tiyatrosunun en önemli
kıyafeti maskeleri bulunmaktaydı. Maskenin ilk olarak Thespis tarafından kullanıldığı
düşünülmektedir. Maskenin bir yüzü bir ifadeyi, diğer yüzü başka bir ifadeyi temsil ederken
oyuncuların yan durarak oynamaları sayesinde bu maskeler bir megafon görevi görerek seslerinin
daha yüksek çıkmasını sağlamaktaydı. Maskelerin 30 çeşit olduğu belirtikmekte ve bu maskeler
sayesinde 3 oyuncu çok kısa bir süre içerisinde başka bir karaktere bürünebilmekteydi, ki kadın
rollerini de erkeklerin oynadığını düşünecek olursak maskenin çok ciddi kolaylık sağladığını
söyleyebiliriz.
Oyunlar daha öncede belirtildiği üzere Atina’nın zenginleri tarafından finanse ediliyordu.
Tiyatrolara giriş iki işçi maaşına denk gelen, ya da günümüzde asgari ücret örnek alınabilinir, 2 obol
ödenerek oluyordu. Ancak yoksul halkında bu kültürel faaliyetten faydalanmasını sağlamak için
onların girişi için de fonlar oluşturulmaktaydı. Gösteriler gün boyu sürmekteydi, bu nedenle halk
tiyatroya gelirken yanlarında yiyecek ve içecek ile beraber gelmekteydi.

Antik yunan tragedya ve komedyası günümüzde de halen isimleri anılan önemli yazarlara
sahiptir. Büyük Dionizya’da kurallardan birisi eski eserlerin sunulmaması yönünde iken zaman
içerisinde bu yazarların eserlerine yaklaşılamadığını görüp M.Ö. 4. yüzyılda bir kural değişikliği ile eski
eserlerinde sergilenmesine olanak tanımışlardır.

AISKHYLOS ( M.Ö. 525-456 )

Vatandaş sınıfından olan Aiskhylos aynı zamanda askerdir ve Maraton ve Semiramis


Savaşlarına katılmıştır. 80-90 kadar oyun yazdığı söylenmektedir ve Truva Savaşı’nın ünlü Yunan Kralı
Agamemnon’un karısı Klytemnestra tarafından öldürülüşünü konu alan ve günümüzde de sık sık
sahnelenen Oresteia günümüze ulaşan tek üçlemesidir. Oyunlarında Yunan Tiyatrosu’nun zaman
içinde uğradığı değişim rahatlıkla görülebilir. Önceleri 50 kişilik koro ve tek oyuncu bulunan
oyunlarında, sonra koroyu 12 kişiye indirmiş ve oyuncu sayısını 2’ye çıkarmıştır ve sonunda
Sophokles’in ilk kez uyguladığı 3. oyuncu devreye girmiştir. Günümüze tam olarak ulaşan 7 tragedya
eseri; “Yalvaran Kızlar” , “Persler” , “Thebai Önünde 7 Komutan” , “Zincire Vurulmuş Prometheus” ,
“Oresteia” , “Agamemnon” , “Adak Taşıyanlar” ve “Eumenidler” ( Hayırlı Tanrıçalar )’ dır.

SOPHOKLES ( M.Ö. 497-406 )

Sophokles Atina’da demokrasi rejiminin kurucusu olarak bilinen Perikles’in en parlak


döneminde tragedya dalında yazarlık yapmıştır. Dolayısı ile bu dönem tragedya ozanlığının en parlak
dönemi olarak kabul edilir. 90 kadar oyun yazdığı düşünülen Sophokles’in eserlerinden günümüze
ancak 7 tanesi tam olarak ulaşmıştır ve yazdığı oyunlardan, tamamı birincilik ve ikincilik olmak üzere
18 kadarı ödüle hak kazanmıştır.

Sophokles dönemi içerisinde o kadar büyük bir ozandır ki, çağdaşları tarafından da büyük bir
saygı ile karşılanmıştır. Seçtiği temalar daha çok evrene dayalı olsa da, insana çok yakındır. Tanrı insan
ilişkisi ile beraber insanlar arasındaki karmaşık ilişkileri de konu almıştır. Oyunlarında karekterizasyon
yani kişiselleştirme derin ve ustalıkla işlenmiştir. Sophokles’in tiyatroda yaptığı değişiklikler sadece
oyun tarzı ile sınırlı değildir. Ayrıca tiyatro oyunlarında 3. oyuncuyu kullanan ilk ozan ve sahne
dekoruna boyalı panoları getiren ilk kişidir. Günümüze ulaşan eserleri; “Oidipus Kolonos’ta” ,
“Elektra” , “Trakhisli Kadınlar” , “Antigone” , “ Kral Oidipus” ve “Aias” isimlerini taşımaktadır.

EURIPIDES ( M.Ö. 484-406 )

İyi bir aileden gelen Euripides, Sophokles’in getirdiği yeniliklerin takipçisi olmuştur. Kalabalık
çevreden uzakta yalnız yaşamayı tercih etmiştir. Her ne kadar Sophokles’in yeniliklerini uygulasa da,
kendine ait tarzı genel anlamda daha bireycidir. Karakter olarak kuşkucu, modern görüşlü ve sözünü
sakınmaz bir yapıya sahiptir ve oyunları saf tragedyadan ziyade traji-komedya olarak değerlendirilir.
Kadınların sorunları üzerine kafa yormuş, akıl ve mantığı daha ön planda tutmuştur. Ona göre
kadınlar en trajik varlıklardır. Bunun yanında oyunlarında bireylerin duygularında daha önem vermesi
nedeni ile koro daha geri planda bırakılmıştır. Ayrıca oyunlarının Atina’nın kendisine göre kusurlu
demokrasi anlayışını ve sınıfsal ayrımı eleştirici niteliktedir. Bunlara ek olarak ayrıca paganizmi de
kabul etmemiştir ve Aiskhylos’un tanrılara olan tutkunluğunu alaya almıştır. Bu nedenlerle de yazdığı
92 oyun ve kazandığı 5 ödüle rağmen yurdundan sürülmüş ve bir süre yaşadığı Makedon Sarayı’nda
hayatını kaybetmiştir. Ayrıca tüm bu özellikleri nedeni ile yaşadığı dönemlerde Sophokles ve
Aiskhylos’un gölgesinde kalmasına rağmen ölümünden sonra eserleri rağbet görmeye başlamış ve
günümüze kadar ulaşan 18 oyunun çoğu halen sergilenmektedir. Kendisine ait günümüze ulaşan
eserler; “Alkestis”, “Medea”, “Herakles’in Çocukları”, “ Hippolitos”, “Hekuba”, “Andromak”,
“Herakles’in Deliliği” , “Yalvaran Kızlar” , “Ion” ( Bu oyunda Apollon yalan söyleyen ve başkalarını
aldatan bir kişilik olarak sergilenmiştir. ) , “Troya’lı Kadınlar” , “Iphigenia Tauris’te” , “Iphigenia
Auhis’te” , “Helena” , “Orestes” ve “Bakhalar” dır.

ANTİK YUNAN KOMEDYASI

Komedya iki döneme ayrılmaktadır. Eski komedyanın kökeni M.Ö. 427’de Aristophanes’in ilk
oyunu Bilgeler Şöleni’nden daha öncesine dayandığı düşünülmektedir. Eski komedya M.Ö. 486’da
tıpkı tragedya gibi Dionysos adına düzenlenen şenliklerden doğmuştur. Birçok yerde bağbozumu
şenliklerinde köylülerin yiyip içtikleri, gürültülü kalabalıkların dolaşıp şarkılar söylediği, erkeklerin
fırsattan istifade kızları sıkıştırıp fırsat kolladığı bir ortamda aynı zamanda komik oyunlarda
sergilendiği bir ortama sahipti. Tragedya gibi komedyada Dionysos adına düzenlenen törenlerden
çıkmıştır ancak bazı tarihçiler komedyanın kökünün daha eskiye Dorlar dönemine uzandığını iddia
etmektedir. Aiskhylos’un çağdaşı Epikharmos bu konuda önemli adımlar atmıştır. İki kişinin arasında
atışmalara dayanan bu türün Sicilya’da ortaya çıktığı bilinir. Eski komedyanın zirve yaptığı dönem ise
Atina’da demokrasinin en çok hissedildiği dönemdir çünkü ozan her türlü konuyu ve kişiyi bu
dönemde istediği kadar alaya alabilmektedir. Bu türün ozanlarından günümüze eserleri ulaşan tek kişi
Aristophanes’tir.

ARISTOPHANES ( M.Ö. 448-380 )

Antik dönemden günümüze eserleri ulaşan tek ozandır. Yazdığı 40 kadar oyundan günümüze
11 tanesi ulaşmıştır. Komedyalarında gündelik olaylar işlenmiştir. O dönemin gündelik olaylarını
eleştirel tarzda sahnelenmesi nedeni ile oyunlarının çevirileri orijinalinin tadını vermez. Oyunlarının
isimleri ise koroların büründüğü kimlik ile doğru orantılıdır. Aristophanes geleneklere bağlı ve tepkici
bir yazardır. Düşünceleri tutucudur ve yeniliklerden hoşlanmaz. Ona göre en iyi tragedya yazarı
Aiskhylos’tur. Demokrasinin gerilemeye başladığı dönemlerde eleştiri düzeyi de düşer. Yazarın
“Parlementoda Kadınlar” adlı eseri bu dönemin eseridir ve kadın haklarını alaya alır. Son eseri ise
“Plutos” tur ve bu eserde koro yazarın düşüncelerini seyirci ile birebir diyalog kurduğu bölüm yoktur
ve bu süreçte eski komedyadan ara komedya dönemine geçiş başlar. Ara komedya bölümünde 40
kadar yazar vardır.

Yeni Komedya olarak adlandırılan dönemin en ünlü yazarı Menandros, M.Ö.342-292 yılları
arasında yaşamıştır. Yeni komedyanın eski komedyadan farkı koroların olmamasıdır ve sahnelenen
oyunlarda toplumsal sorunlardan ve siyasi taşlamalardan ziyade aile sorunları, kaybolan çocuklar,
engellenen evlilikler gibi konular ön plana çıkmış ve bu nedenle de eski komedyanın yerini
tutmamıştır.
ROMA TİYATROSU

Roma Dönemi’ne ait herhangi ünlü bir ozan bulunmamaktadır ve tiyatro Roma’ya Etrüsk
etkisi ile girmiştir. İlk başlarda tıpkı Yunanlarda olduğu gibi ahşaptan yapılarda serginelmiştir. Ancak
zaman içerisinde tahmini M.Ö. 55’e taş ve mermerden tiyatro binaları yapılırken mimari ve
mühendisliğinde ilerlemesi ile binaların caveaları bir yamaca yaslanması gibi bir zorunluluk
hissetmemişlerdir. Roma Dönemi’ne ait bilinen ilk tiyatro M.Ö. 55 yılına tarihli Pompei’de bulunan
tiyatrodur. Bu tarihten önceki döneme ait bilinen en gelişkin tiyatro, yaşlı Plinius’ a göre 3 katı
bulunan ve dönemin bayındırlık bakanı tarafından inşa ettirilen tiyatrodur. Plinius’un abarttığı
düşünülese de yazılarında tiyatrodan 1. Kat mermerden, 2. Kat cam üzeri mozaik işlemelerden ve 3.
Kat ise yıldızlı ahşaptan olduğunu öğreniyoruz. Tiyatro binaları zaman içerisinde Gladyatör
oyunlarının da popüler hale gelmesi ile birlikte caveanın hemen önünde seyircileri korumak adına
güvenlik için bir duvar örülmüştür.

ROMA DÖNEMİ GLADYATÖR OYUNLARI

Kökeni latince kılıç anlamına gelen “Gladius” kelimesine dayanan Gladyatör mücadeleleri,
Orta İtalya’da yaşayan Etrüskler’in savaşlarda yitirdikleri kişilerin onuruna düzenledikleri cenaze
törenlerinde düşman savaş esirlerini dövüştürerek ölülerinin kanına karşılık kan akıtma geleneğine
dayanır. Roma Dönemi’nde ki ilk gladyatör gösterisi M.Ö. 264 yılında Brutus Petra adında birinin ölen
iki oğlu Marcus ve Decimus’un cenaze töreni sırasında üç çift gladyatörü dövüştürmesi ile başlar ve iki
yüz yıl sonra bu gösterilerde altı bin gladyatör sahne almıştır. Getirisi yüksek olan gladyatör
gösterilerinde sayıların günden güne artması neticesinde Roma açısından bir tehdit durumuna
gelmişler ve Spartacus isyanı ardından yapılan düzenleme ile hem gladyatör sayısı senato tarafından
sınırlandırılmış, hem de gladyatörlerin birbirleri ile görüşmeleri sınırlandırılmıştır. İlk başlarda suçluları
cezalandırmak açısından değerlendirilen gladyatörler zamanla getirisinin yüksek olması nedeni ile
zenginlerin finansmanı ile köle ve esirler arasından seçilmiş ve ödül olarak belirli bir mertebeden
sonra özgürlüklerini kazanmaları sunulmuştur. Getirisinin ve popülaritesinin yüksek olması nedeni ile
özgür kesimden de kendine güvenenler gladyatör olarak eğitim görüp kendilerine bir kariyer
edinebilmekteydiler.

Etrüsklerden gelen etki ile popüler duruma gelen gladyatör oyunları nedeni ile Roma
hakimiyetindeki kentlerde de yaygınlaşınca, bir çok tiyatro tekrar elden geçirilmiş ve oyunlara uygun
hale getirilmiştir. Bu nedenle Roma Tiyatroları’nın bir çoğunda seyirci ile orchestra arasında bir duvar
örülmesi en çok görülen değişikliktir.

TİYATRO MİMARİSİ

Yapıların can damarları ortasında bir sunak bulunan, düz, dairesel bir alan olan orchestradır.
Klasik Dönem’den günümüze gelen en sağlam klasik dönem tiyatrosu Yunanistan’da ki Epidarius
Tiyatrosu’dur. Seyircinin oturduğu yamaç önceleri çıplak bir arazidir. Sonra seyircilerin oturması için
basamak haline getirilen yamaçta tahtadan oturma sıraları görülür ve en sonunda da mermer
kullanılmaya başlanır. Şekil olarak yarım daireden biraz daha fazla olan Theathron adı verilen
seyircilerin oturma bölümlerinin yamaca kurulmasının inşa kolaylığından başka diğer sebebi ise
akustiktir. Yunan Tiyatrolarında tam daire şeklindeki Orchestra’nın tiyatronun seyir kısmının aksi
tarafında bir sahne binası yer almakta ve binanın bu bölümü eski tapınakların ön cephesini
anımsatırken aynı zamanda sesin dağılmasını sağlayan bir perde görevi görmekteydi. Sahne binası
genel anlamda tek katlıdır ve theahron’dan bağımsız ayrı bir yapıdır. Bu iki yapının arasında bulunan
boşluklar kimi zaman üzeri kapalı seyircilerin giriş bölümüdür ve Parados olarak adlandırılır. Buna
göre Yunan Tiyatrolarının bölümleri ve özellikleri aşağıdaki gibidir.

Skene : Sahne binası. İlk olarak M.Ö. 5. yüzyılda tek katlı şekilde akustik amaçla
kullanılmıştır. Klasik dönemde tek katlı inşa edilen sahne binası, daha sonraki dönemlerde çok katlı
olarak inşa edilmiştir.

Proskene : Helenistik Dönem’de ortaya çıkmıştır ve sahne binasının önünde bulunan bir
çıkıntı şeklinde durmaktadır. Burası bir bakıma kulis görevi görmektedir.

Orchestra : Önceleri esas oyunun oynandığı alan Helenistik Çağda koroya ayrılmıştır.
Yunan Tiyatrolarında birkaç istisna haricinde 10-30 metre çapında tam dairedir. Burası koronun
şarkılar söylediği, dansların edildiği ve oyunların sahnelendiği alandır. Zemini sıkıştırılmış topraktan
oluşurken zaman içerisinde tahta, taş ve mermer malzeme de zemin malzemesi olarak kullanılmıştır.

Theathron : Bir diğer ismi ile Cavea seyircilerin oturduğu bölümün tamamını içeren
alandır . Şekil olarak Yunan Tiyatrolarında yarım daireden biraz daha fazladır. Theatron kendi
içerisinde bazı bölümlere ayrılmıştır. Buna göre orchestraya dik olarak yükselen merdivenlere
Kerkides, arada bulunan yürüme ve geçiş için kullanılan boşluğa Diazoma ve her iki alan arasında
kalan üçgen bölüme ise Cunei olarak adlandırılır.

Analemna Duvarı : Cavea’nın arkasında bulunan ve tiyatronun sınırlarını belirleyen duvardır.

Dinonysos Altarı : Tiyatronun doğuşunun Dionysos Şenliklerine ve bu şenliklerde Dionysos’un


anılmasına istinaden tiyatroların orchestrasında kendisine adanan bir altar bulunmaktadır. Zaman
içerisinde içerik değişse de, bu altar Dionysos’un tiyatronun tanrısı olarak görülmesi nedeni ile her
daim mimari içerisindeki yerini almıştır.

KAYNAKÇA :

Dünya Tiyatro Tarihi ( Tahsin KONUR )

Antik Yunan Tiyatrosu’nda Komedya’nın Evreleri ( Doç. Dr. Ayşegül YÜKSEL )

Antik Yunan Tragedyası (

Grek ve Roma Tiyatrolarının Farklılıkları (

Gladyatörler ( Derya ÖZGÖLLER – 2005 )

You might also like