Professional Documents
Culture Documents
Freud Un İd Ve Ego Kavrami PDF
Freud Un İd Ve Ego Kavrami PDF
AZİZ YARARLI
I BİLİNÇ VE BİLİNÇALTI
II BEN VE O
V BENİN BAĞIMLILIKLARI
[ÖNSÖZ]
II
BEN VE O
II. 2. Şimdi tüm bilgimiz her zaman bilince bağlıdır. Bç.siz’i bile ancak
bilinçli kılarak bilebiliriz. Ama durun! Bu nasıl olanaklıdır? Birşeyi bilinçli
kılmak ne demektir? Bu nasıl olur?
II. 5. Başka bir yerde 6 bç.siz bir tasarım ve öbç.li bir tasarım (bir
düşünce) arasındaki edimsel ayrımın birincinin kendisini bilinmeyen kalan bir
gereç üzerinde yer alırken, ikincinin ise (öbç.li olanın) ek olarak sözcük-
tasarımları ile bağıntı içine getirilmesinden oluştuğunu ileri sürmüştüm. Bu
Öbç ve Bç olarak iki dizgenin bilinç ile ilişkileri dışında bir başka ayırdedici
özelliklerini daha belirtmek için ilk girişimdir. ‘Birşey nasıl bilinçli olur?’
sorusu böylece amaca daha uygun olarak ‘Birşey nasıl önbilinçli olur?’
II. 11. Dışsal algıların ben ile ilişkileri bütünüyle açıkta yatarken, içsel
algıların ben ile ilişkileri özel araştırmayı gerektirir. Bir kez daha tüm bilinci
yüzeysel bir A-Bç dizgesi ile ilişkilendirmenin doğru olup olmadığı
kuşkusunu yaratır.
14 [Groddeck (1923).]
anlama işlevi ile ilgilenen üst işitsel lobu düşünüyor olabilir. Bkz. yukarıda
dipnot 10.]
II. 20. Benin O’nun A-Bç aracılığı altında dışsal dünyanın doğrudan
etkisi tarafından değişkiye uğratılmış parçası olduğunu, belli bir ölçüde
yüzey-ayrımlaşmasının bir sürdürülmesi olduğunu görmek kolaydır. Dahası,
ben dışsal dünyanın etkisine O ve amaçları üzerinde geçerlik kazandırmakla
uğraşır, ve O’da kısıtlanmadan hüküm süren haz ilkesinin yerine olgusallık
ilkesini geçirmeye çabalar. Algı Ben için O’da içgüdüye düşen rolü oynar.
Tutkuları kapsayan O ile karşıtlık içinde, Ben us ve sağduyu denebilecek olan
şeyi temsil eder. Tüm bunlar hepimizin tanıdığı halksal ayrımlar ile bir
çizgiye düşer, ama ancak ortalama olarak ya da ideal olarak doğru
sayılacaklardır.
II. 23. Ben herşeyden önce bedensel bir bendir; salt yüzeysel bir varlık
değil, ama tersine kendisi bir yüzeyin izdüşümüdür. 1 9 Eğer onun için anatomik
bir andırım bulmayı istersek onu anotomistlerin ‘‘beyin-insancıkları’’ ile,
beyin kabuğunda kafası üstü duran, topuklarına doğru uzanan, geriye bakan ve
bilindiği gibi konuşma bölgesini solda taşıyan ‘‘kortikal homonkulus’’ları ile
özdeşleştirmek en iyisidir.
II. 24. Benin bilinç ile ilişkisini yineleyerek ele aldık; gene de burada
yeniden betimlenmesi gereken birkaç önemli olgu vardır. Toplumsal ya da
törel bir değerlendirme tarafından belirlenen bakış açısını gittiğimiz her yere
yanımızda götürme gibi bir alışkanlığımız olduğu için, alt tutkuların
etkinliklerinin bilinçsizin alanında yer aldığını işitince şaşırmayız; ama ruhsal
işlevler bu değerler cetvelinde ne denli yukarıda duruyorlarsa, bilince
güvenilir bir giriş yolu bulmalarının o denli kolay olacağını bekleriz. Ama
burada ruhçözümsel deneyim bizi aldatır. Bir yandan başka bakımlardan sıkı
derin düşünce gerektiren ince ve güç entellektüel emeğin bile önbilinçli
olarak ve bilince çıkmaksızın yerine getirilebileceği konusunda kanıtımız
vardır. Bu durumlar bütünüyle ikircimsizdir; söz gelimi uyku sırasında yer
alabilirler, ve örneğin biri uyandıktan hemen sonra bir gün önce hiçbir sonuç
Böyle bir durum bana çok yakınlarda kısaca iletildi. Aslında ‘‘düş
20
II. 25. Ama çok daha tuhaf olan bir başka deneyim vardır.
Çözümlemelerimizde kendilerinde öz-eleştiri ve duyunç yetilerinin,
dolayısıyla genel olarak yüksek değer verilen ruhsal yetilerin bilinçsiz
oldukları ve bilinçsiz olarak çok önemli etkiler ürettikleri insanlar olduğunu
öğreniriz; çözümlemede direncin bilinçsiz kalışı öyleyse hiçbir biçimde bu
türden biricik durum değildir. Ama bizi sağlam eleştirel içgörümüze karşın bir
bilinçsiz suçluluk duygusundan 2 1 söz etmeye zorlayan bu yeni deneyim bizi
ötekinden çok daha fazla şaşırtır, ve özellikle büyük bir sayıda sinircede bu
tür bilinçsiz bir suçluluk duygusunun ekonomik olarak belirleyici bir rol
oynadığını ve iyileşme yoluna en güçlü engelleri çıkardığını aşamalı olarak
görmeye başladığımız zaman, önümüze yeni bilmeceler çıkarır. Eğer bir kez
daha değerler cetvelimize geri dönersek, yalnızca en altta olanın değil ama en
yukarıda olanın da bende bilinçsiz olabileceğini söylememiz gerekecektir.
Sanki bu yolda bilinçli ben konusunda ileri sürdüğümüz şey, onun herşeyden
önce bir beden-ben olduğu görüşü tanıtlanmış gibidir.
III
BEN VE ÜST-BEN (BEN-İDEALİ)
22[Bkz. Editörün Sunuş yazısı, (s. 347).] Bkz. Narsissizm (194c), § III.
3 (s. 88), ve Küme Ruhbilimi [P.F.L., 12, 161 ss.].
III. 15. Sanırım tam Ödipus durumunun varoluşunu genel olarak kabul
etmek ve sinirceliler durumunda ise bütünüyle özel olarak kabul etmek
yerinde olacaktır. Çözümleme deneyimleri o zaman bir dizi durumda şu ya da
bu bileşenin güçlükle seçilebilir izler dışında yittiğini gösterir, öyle ki sonuç
bir ucunda normal, olumlu ve öteki ucunda evrik, olumsuz Ödipus
karmaşasının durduğu, ve bu arada ara üyelerin ise iki bileşenin eşitsiz
paylaşımı ile tam biçimi sergiledikleri bir dizinin ortaya çıkması olur. Ödipus
karmaşasının çözülüşü durumunda kapsadığı dört eğilim öyle bir yolda
kümeleşeceklerdir ki, bunlardan bir baba özdeşleşmesi ve bir anne
özdeşleşmesi ortaya çıkacaktır; baba özdeşleşmesi olumlu karmaşanın anne-
nesnesini saklayacak ve eşzamanlı olarak evrik karmaşanın baba-nesnesinin
yerini alacaktır; anne özdeşleşmesi için de durum eşkonumlu olarak geçerli
olacaktır. Her iki özdeşleşmenin değişik yeğinliklerdeki belirginliği iki
eşeysel yatkınlığın eşitsizliğini yansıtacaktır.
III. 17. Ama üst-ben yalın olarak O’nun en ilk nesne-seçimlerinin bir
kalıntısı değildir; tersine, onlara karşı enerjik bir tepke-oluşumuna anlatım
verir. Ben ile ilişkisi şu uyarı tarafından bütünüyle belirtilmiş olmaz: ‘Böyle
(baban gibi) olman gerek’; ayrıca şu yasağı da kapsar: ‘Böyle (baban gibi)
olmayabilirsin,’ eş deyişle, ‘yaptığı herşeyi yapmayabilirsin; pekçok şey onun
ayrıcalığıdır.’ Ben-idealin bu çifte görünüşü ben-idealin Ödipus karmaşasının
baskılanması için çabalamış olması olgusundan türer; giderek, ortaya çıkışını
III. 18. Eğer üst-benin ortaya çıkışını betimlediğimiz biçimiyle bir kez
daha göz önüne alırsak, çok önemli iki yaşambilimsel etmenin sonucu
olduğunu anlarız: İnsanda çocukluk döneminin uzun süreli çaresizlik ve
bağımlılığı, ve Ödipus karmaşası olgusu, ki bunu ilibidinal gelişimin gizlilik
dönemi tarafından kesintiye uğratılması ile ve böylece eşeysel yaşamının iki-
evreli başlangıcı ile bağladık. 3 7 Ruhçözümsel bir önsava göre, 3 8 görünürde
belirli olarak insana özgü olan bu son yan buzul çağı tarafından zorunlu
kılınan ekinsel gelişimin bir kalıtıdır. Buna göre, üst-benin benden ayrılması
bir olumsallık sorunu değildir; hem bireyin hem de türün gelişiminin en
önemli özelliklerini temsil eder, ve giderek ebeveynlerin etkisine sürekli
anlatım vererek kökenini borçlu olduğu etmenlerin varoluşunu
ölümsüzleştirir.
39[Buna göre üst-ben II. 18’deki (s. 363) çizgeye katılmamıştır. Gene de
Yeni Giriş Dersleri (1933a), 31’inci Dersteki bir çizgede ona bir yer verilir,
P.F.L., 2, 111.]
III. 24. Ama soygelişimden söz edilmesi yeni öyle sorunların doğmasına
götürür ki, bunların yanıtlarından ürküp geri çekilme isteği doğar. Ama bunun
bir yararı yoktur ve girişim göze alınmalıdır, üstelik bütün çabamızın
yetersizliğini açığa vuracağı korkusuna karşın. Soru şudur: O erken günlerde
baba-karmaşasından din ve törelliği kazanan kimdi, ilkel insanın beni mi
yoksa O’su mu? Eğer beni idiyse, niçin yalnızca bendeki bir kalıttan söz
etmeyiz? Eğer O idiyse, bu O’nun karakterine nasıl uyar? Yoksa ben, üst-ben
ve O ayrımlaşmasını geriye böyle erken zamanlara götürmeyi göze almamalı
mıyız? Ya da dürüstçe bendeki süreçlere ilişkin bütün anlayışımızın
III. 26. Üst-benin ortaya çıkış tarihi benin O’nun nesne-yatırımları ile
erken çatışmalarının onların ardılları ile, üst-ben ile çatışmalarda nasıl
sürdürülebileceğini açıklar. Eğer ben Ödipus karmaşasını denetlemede kötü
sonuç almışsa, bu karmaşanın O’dan kaynaklanan erke-yatırımı ben-idealinin
tepki oluşturmasında yeniden etkili olacaktır. Bu idealin bu bç.siz içgüdüsel
dürtülerle yaygın iletişimi idealin kendisinin nasıl büyük ölçüde bilinçsiz ve
ben tarafından erişilemez kaldığı bilmecesini çözer. Bir zamanlar en derin
katmanlarda gürültü patırtı koparmış ve hızlı yüceltme ve özdeşleşme yoluyla
bir sona erdirilememiş olan savaşım tıpkı Kaulbache’nin tablosundaki
Hunların çarpışmaları gibi şimdi daha yüksek bir bölgede sürdürülür. 4 2
48[This was the battle, usually known as the Battle of Chalons, in which, in 451, Attila was defeated by the
Romans and Visigoths. Wilhelm von Kaulbach (1805-74) made it the subject of one of his mural decorations, originally
painted for the Neues Museum in Berlin. In this the dead warriors are represented as continuing their fight in the sky
above the battlefield, in accordance with a legend that can be traced back to the sixth-century Neo-Platonist,
Damascius.]
IV. 1. Daha önce demiştik ki, eğer ruhsal varlığı bir O, bir ben ve bir
üst-ben olarak ayrımlaştırmamız bilgimizde bir ilerleme anlamına geliyorsa,
bunun kendini ruhsal yaşamdaki dinamik ilişkileri daha derinlemesine
anlamanın ve daha iyi betimlemenin aracı olarak da göstermesi gerekir. Yine
daha önce açıkça belirttik ki, ben algının tikel etkisi altında durur, ve kabaca
algıların ben için içgüdülerin O için taşıdığı aynı anlamı taşıdıkları
söylenebilir. Aynı zamanda ben de tıpkı O gibi içgüdülerin etkisi altında
kalır, ve aslında onun yalnızca özel olarak değişkiye uğramış bir bölümüdür.
IV. 2. İçgüdüler üzerine kısa bir süre önce ( Haz İlkesinin Ötesi’nde) bir
görüş geliştirdim ve burada ona bağlı kalacağım ve onu daha öte tartışmalarım
için temel alacağım. Bu görüşe göre iki içgüdü türü ayırdetmemiz gerekir ki
bunlardan biri, eşeysel içgüdüler ya da Eros, çok daha belirgindir ve
incelemeye açıktır. Yalnızca asıl engellenmemiş eşeysel içgüdüyü ya da ondan
türetilen amaçta-engellenmiş ya da yüceltilmiş içgüdüsel dürtüleri değil ama
ayrıca öz-sakınım içgüdüsünü de kapsar ki, bunu bene yüklememiz gerekir ve
çözümleme çalışmasının başında onu eşeysel nesne-içgüdülerinin karşısına
koymak için geçerli nedenlerimiz vardı. İkinci içgüdü türünü göstermek
güçlükler yarattı; sonunda sadizmi onun temsilcisi olarak görmeye başladık.
Yaşambilim tarafından desteklenen kuramsal irdelemeler temelinde, bir ölüm
içgüdüsü varsayımını ortaya koyduk ki, görevi örgensel yaşamı dirimsiz
duruma geri götürmektir; bu arada Eros ise, parçacıklara dağılmış dirimli
tözün sürekli olarak daha da kapsamlı bir toparlanması yoluyla yaşamı karışık
bir düzeye yükseltme ve doğal olarak aynı zamanda saklama hedefini izler.
Böylelikle her iki içgüdü de sözcüğün en sağın anlamında tutucu olarak
davranırlar, çünkü her ikisi de şeylerin yaşamın doğuşu ile bozulmuş olan bir
durumunu yeniden kurmaya çabalarlar. Yaşamın doğuşu böylece yaşamın
sürmesinin ve aynı zamanda ayrıca ölüme doğru çabanın nedeni olurken,
yaşamın kendisi bu iki eğilim arasındaki bir kavga ve uzlaşma olur. Yaşamın
kökeni sorunu kozmolojik bir sorun olarak kalırken, yaşamın erek ve niyetine
ilişkin soru ikicilik terimlerinde yanıtlanacaktır. 4 3
IV. 3. Bu iki içgüdü türünden her birine tikel bir fizyolojik süreç
(yapım ve yıkım metabolizmaları) bağlanacaktır; her iki içgüdü türü de
dirimli tözün her parçasında ama gene de eşitsiz karışımlarda etkin olacak, ve
böylece tek bir töz Eros’un başlıca temsilcisi olabilecektir.
IV. 5. İki içgüdü sınıfının bir karışımı düşüncesini bir kez kabul eder
etmez, bunların — az ya da çok tamamlanmış — bir ayrışmaları olanağı bize
kendini dayatır. 4 5 Eşeysel içgüdünün sadistik bileşeninde önümüzde amaca
hizmet eden bir içgüdü-karışımının klasik örneğini buluruz; ve kendini bir
sapıklık olarak bağımsız kılan sadizm ise hiç kuşkusuz aşırı uçlara dek
götürülmemiş bir ayrışmanın modelini sunacaktır. O zaman önümüze henüz bu
ışıkta irdelenmemiş olguların büyük bir alanını görme olanağı açılır. Yoketme
içgüdüsünün boşaltma amaçları için düzenli olarak Eros’un hizmetine
getirildiğini anlarız; ve sara nöbetinin bir içgüdüsel ayrışmanın ürünü ve
belirtisi olduğundan kuşkulanmaya başlarız; 4 6 ve birçok ağır sinircenin,
örneğin saplantı sinircelerinin sonuçları arasında içgüdüsel ayrışmanın ve
ölüm içgüdüsünün ortaya çıkışının özel bir dikkate değer olduğunu
anlayabiliriz. Hızlı bir genelleme yaparak, bir libido gerilemesinin — örneğin
genital evreden sadistik-anal evreye gerilemenin — özünün bir içgüdü
ayrışması üzerine dayandığını, ve evrik olarak daha erken bir evreden kesin
genital evreye ilerlemenin erotik bileşenlerin bir desteği tarafından
koşullandırıldığını varsayabiliriz. 4 7 Ayrıca sinircenin yapısal eğiliminde çok
sık olmak üzere güçlenmiş olarak bulduğumuz düzenli iki-değerliliğin bir
ayrışmanın ürünü olarak görülüp görülemeyeceği sorusu doğar; ama iki-
değerlilik öylesine kökenseldir ki, tersine henüz tamamlanmamış bir içgüdü
karışımı olarak kabul edilmelidir.
[Bkz. yukarıda § III. 7 (s. 369). Aşağıda sadizm ile ilgili noktalara
45
IV. 7. Böyle bir olgu var gibi görünür. İki içgüdü türü arasındaki
karşıtlık için sevgi ve nefret kutupsallığını ortaya getirebiliriz. 4 8 Eros’un bir
temsilcisini bulmada hiçbir sıkıntıya düşmeyiz; buna karşı, yakalaması güç
olan ölüm içgüdüsü için kendisine nefret tarafından yol gösterilen yoketme
içgüdüsünde bir temsilci bulabilirsek bundan büyük hoşnutluk duymamız
gerekir. Şimdi, klinik gözlem yalnızca nefretin beklenmedik ölçüde düzenli
olarak sevginin eşliğinde olduğunu (iki-değerlilik) değil, yalnızca insan
ilişkilerinde nefretin sık sık sevginin bir önhabercisi olduğunu değil, ama
ayrıca bir dizi durumda nefretin sevgiye ve sevginin nefrete dönüştüğünü de
gösterir. Eğer bu dönüşüm salt zamansal bir ardışıklıktan daha çoğu ise,
öyleyse eğer bir yer değişimi [Ablösung] ise, o zaman açıktır ki erotik
içgüdüler ve ölüm içgüdüleri arasındaki denli temel bir ayrımın, karşıt
yönlerde işleyen fizyolojik süreçleri varsayan bu ayrımın altındaki zemin
çekilir.
IV. 8. Şimdi birinin aynı kişiyi ilkin sevmesi ve sonra ondan nefret
etmesi — ya da tersi — ve bunu o kişi ona bunun için bir fırsat verdiği için
yapması durumu açıktır ki sorunumuzu ilgilendirmez. Ve henüz belirtik
olmayan sevgi duygularının kendilerini ilkin düşmanlık ve saldırganlık
eğilimleri yoluyla anlatmaları durumu da ilgilendirmez, çünkü burada nesne-
yatırımında yokedici bileşen atak davranmış ve erotik bileşen ancak daha
sonra ona katılmış olabilir. Ama sinirceler ruhbiliminde birçok durum biliriz
ki bunlarda bir dönüşümün yer aldığını varsaymak çok daha usayatkındır.
IV. 11. Ama belirtmek gerek ki, sevgiyi nefrete dönüştüren bu öteki
düzeneği getirmekle örtük olarak bir başka varsayımda bulunmuş oluruz ve bu
açıkça ortaya koyulmayı hakeder. Sanki ruhsal yaşamda — ister bende isterse
O’da olsun — yerdeğiştirebilir bir erke varmış, ve kendinde ilgisiz olmakla,
nitel olarak ayrımlaşmış bir erotik ya da yokedici dürtüye eklenebilir ve onun
toplam yatırımını yükseltebilirmiş gibi düşündük. Bu tür bir yerdeğiştirebilir
erkenin varoluşunu kabul etmeksizin hiçbir ilerleme yapamayız. Biricik soru
nereden kaynaklandığı, neye ait olduğu ve neyi imlediğidir.
IV. 15. Burada yine yüceltmenin benin aracılığı ile düzenli olarak yer
alabileceği biçimindeki daha önce değinilmiş o olanağa varırız [bkz. § III. 7
(s. 369)]. Öteki durumu, bu benin O’nun ilk ve hiç kuşkusuz ayrıca daha
sonraki nesne-yatırımları ile ilgilenmesini, ve bunu onların libidosunu kendi
üstüne alarak ve özdeşleşme yoluyla sağlanan ben-değişimini ona bağlayarak
yapmasını anımsıyoruz. [Erotik libidonun] ben-libidoya bu dönüşüm[ü]
doğallıkla eşeysel hedeflerden bir vazgeçme ile, bir eşeysizleştirme ile
bağlıdır. Her ne olursa olsun, Eros ile ilişkisi içindeki benin önemli bir işlevi
üzerine bir içgörü kazanırız. Böyle bir yolda nesne-yatırımlarının libidosunu
ele geçirerek, kendini biricik sevgi nesnesi yaparak, O’nun libidosunu
eşeysizleştirerek ya da yücelterek, ben Eros’un amaçlarına karşı çalışır,
kendini karşıt içgüdüsel dürtülerin hizmetine sunar. O’nun nesne-
yatırımlarının bir başka bölümü ile anlaşmalı, deyim yerindeyse onlara
katılmalıdır. Benin bu etkinliğinin bir başka olanaklı sonucu üzerine daha
sonra söz edebileceğiz.
V
BENİN BAĞIMLILIKLARI
56Bilinçsiz bir suçluluk duygusu gibi bir engele karşı kavga çözümlemeci için
kolaylaştırılamaz. Ona karşı doğrudan doğruya hiçbirşey yapılamadığı gibi
dolaylı olarak da bilinçsiz, baskılanmış temellerini yavaş yavaş ortaya
çıkarmaktan ve böylece onu aşamalı olarak bilinçli bir suçluluk duygusuna
dönüştürmekten başka hiçbirşey yapılamaz. Bu bç.siz suçluluk duygusu ödünç
bir suçluluk duygusu olduğu zaman, eş deyişle, bir zamanlar bir erotik
yatırımın nesnesi olmuş olan bir başka kişi ile özdeşleşmenin bir sonucu
olduğu zaman, onu etkilemek için özel bir şans kazanılır. Bu yolda kabul
edilen bir suçluluk duygusu sık sık vazgeçilmiş sevgi ilişkisinin tek ve
tanınması güç kalıntısıdır. Melankolide yaşanan sürece benzerlik burada
gözden kaçmaz. Eğer bç.siz suçluluk duygusunun arkasındaki bu eski nesne-
yatırımı ortaya çıkarılabilirse, sağaltım sık sık parlak bir başarıyla sonuçlanır,
ama bunun dışında sağaltım çabasının sonuçları hiçbir biçimde güvenilir
değildir. Başlıca suçluluk duygusunun yeğinliği üzerine bağımlıdır, ve çoğu
57Bu önerme yalnızca görünürde bir paradokstur; yalın olarak, insan doğasının
iyide olduğu gibi kötüde de kendi için inandıklarının çok daha ötesine
geçtiğini, eş deyişle beninin bilinçli algı yoluyla ayrımsadıklarının ötesine
geçtiğini söyler.
V. 19. Tehlikeli ölüm içgüdüleri bireyde çeşitli yollarda ele alınır; bir
yandan erotik bileşenlerle kaynaşma yoluyla zararsızlaştırılırken, öte yandan
saldırganlık olarak dışsal dünyaya karşı saptırılırlar; ama büyük bir düzeye
dek hiç kuşkusuz engelsizce içerdeki işlerini sürdürürler. O zaman
melankolide üst-benin ölüm içgüdüleri için bir tür toplanma yeri olması nasıl
olanaklıdır?
V. 22. Kısa bir süre için saplantı sinircesi üzerinde duralım. Burada
durum başka türlüdür. Sevginin saldırganlığa ayrışması benin bir edimi
yoluyla ortaya çıkmaz, tersine O’da ortaya çıkan bir gerilemenin sonucudur.
Ama bu süreç O’nun ötesine, şimdi suçsuz bene karşı sertliğini arttıran üst-
bene genişlemiştir. Ama iki durumda da [e.d. hem saplantı sinircesinde hem
de melankolide], özdeşleşme yoluyla libido üzerinde denetim kazanmış olan
ben bunun için libido ile karışmış saldırganlık aracılığıyla üst-ben tarafından
cezalandırılır.
V. 24. O’nun içeriğinin benin içersine girebileceği iki yol vardır. Biri
doğrudandır, öteki ben-ideali üzerinden geçer, ve içeriğin bu iki yoldan
V. 25. Ama öte yandan aynı beni üçlü bir kölelik altında ve dolayısıyla
üç tehlikeden gelen gözdağı altında duran zavallı bir şey olarak görürüz:
Dışsal dünyadan, O’nun libidosundan, ve üst-benin sertliğinden. Bu üç tür
tehlikeye üç tür endişe karşılık düşer, çünkü endişe tehlikeden geri çekilişin
bir anlatımıdır. Bir sınır-varlığı olarak, ben O ve dünya arasında aracılık
etmeyi, O’yu dünya karşısında uysallaştırmayı, ve kas eylemleri yoluyla
dünyayı O’nın dileklerine uygun kılmayı ister. Aslında çözümleme sağaltımı
sırasındaki bir doktor gibi davranır, çünkü olgusal dünyaya gösterdiği
dikkatle, kendini O’ya bir libido nesnesi olarak önerir, ve O’nun libidosunu
kendi üzerine döndürmeyi ister. Yalnızca O’nun yardımcısı değil, ama ayrıca
onun boyun eğici bir kölesidir ki, efendisinin sevgisini kazanmaya çabalar.
Nerede olanaklıysa, O ile anlaşma içinde kalmayı ister, onun bç.siz
buyruklarını öbç.li ussallaştırmaları ile örter, O’nun katı ve dikbaşlı kaldığı
yerde bile olgusallığın uyarılarına karşı O’nun boyuneğdiği görünüşünü
yaratır, O’nun olgusallık ile çatışmalarını, ve eğer olanaklıysa, üst-ben ile
çatışmalarını bile örtbas eder. O ve olgusallık arasındaki orta konumunda sık
sık yaltakçı, fırsatçı ve yalancı olma kışkırtmasına yenik düşer — örneğin
doğruyu görmesine karşın gene de kamu oyunun gözünden düşmeyi istemeyen
bir devletadamı gibi.
V. 26. İki içgüdü türü arasında benin tutumu yansız değildir. Kendi
özdeşleşme ve yüceltme emeği yoluyla, O’daki ölüm içgüdülerine libido
üzerinde üstünlük kazanmada yardım eder, ama böylelikle ölüm içgüdülerinin
nesnesi olma ve kendisinin yokedilmesi tehlikesi altına düşer. Yardımda
bulunabilme amacı uğruna, kendisi libido ile dolmak zorunda kalmıştır,
böylece Eros’un temsilcisi olur ve bundan böyle yaşamayı ve sevilmeyi ister.
VI. 13 (s. 321). Bunlar şimdi ‘protista’ olarak olmaktan çok ‘protozoa’ olarak
betimlenirler.]
V. 31. Ölüm endişesinin iki koşul altında ortaya çıktığını biliriz ki,
bunlar daha başka endişe gelişimi durumları ile baştan sona andırımlıdırlar:
Birincisi, dışsal bir tehlikeye karşı tepki olarak, ve ikincisi, örneğin
melankolide olduğu gibi, bir içsel süreç olarak. Bir kez daha sinirceli bir
durum gerçek durumu anlamamıza yardım edebilir.