You are on page 1of 128

Tuncay Özkan _ Operasyon

www.kitapsevenler.com
Merhabalar
Buraya Yüklediğimiz e-kitaplar
Görme engellilerin okuyabileceği formatlarda hazırlanmıştır.
Buradaki E-Kitapları ve daha pek çok konudaki Kitapları bilhassa görme engelli
arkadaşların istifadesine sunuyoruz.
Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum.
Ekran okuyucu program konuşan Braille Not Speak cihazı kabartma ekran ve benzeri
yardımcı araçlar
sayesinde bu kitapları okuyabiliyoruz. Bilginin paylaşıldıkça pekişeceğine
inanıyorum.
Siteye yüklenen e-kitaplar aşağıda adı geçen kanuna istinaden tüm
kitap sever arkadaşlar için hazırlanmıştır.
Amacımız yayın evlerine zarar vermek ya da eserlerden menfaat temin etmek değildir
elbette.
Bu e-kitaplar normal kitapların yerini tutmayacağından kitapları beğenipte engelli
olmayan okurlar,
kitap hakkında fikir sahibi olduklarında indirdikleri kitapta adı geçen
yayınevi, sahaflar, kütüphane ve kitapçılardan ilgili kitabı temin edebilirler.
Bu site tamamen ücretsizdir ve sitenin içeriğinde sunulmuş olan kitaplar
hiçbir maddi çıkar gözetilmeksizin tüm kitap dostlarının istifadesine sunulmuştur.
Bu e-kitaplar kanunen hiç bir şekilde ticari amaçla kullanılamaz ve
kullandırılamaz.
Bilgi Paylaşmakla Çoğalır.
Yaşar MUTLU
İlgili Kanun: 5846 Sayılı Kanunun "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler " bölümünde
yeralan "EK MADDE 11. - Ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı
ilim
ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî
amaç güdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü
bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu,
vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill
alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda
öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde
satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz.
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması
ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." maddesine istinaden web sitesinde
deneme yayınına geçilmiştir.
T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi İşlem ve Otomasyon Dairesi Başkanlığı
ANKARA
bu kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir.
Kitabı Tarayan ve Düzenleyen Arkadaş için çok çok teşekkürler.
verilen emeğe saygı duyarak lütfen bu açıklamalaı silmeyin.
Tuncay Özkan _ Operasyon
Babam Ziya Özkan ın
aziz hatırasına...

Birinci bölüm
Ankara
Ankara soğuk rüzgâra teslim olmuştu. Kentin üzerindeki sis, rüzgârın etkisiyle
dağılırken, Ankara Kalesi nin burçları güneşi yutmaya başlamıştı. Akşam
oluyordu.
Günlerden perşembeydi. 4 şubat 1999 akşamı, olağan gibi gözüken her şey, az
sonra gerçekleşecek randevuyla, bambaşka bir boyuta taşınacaktı.
Amerikan gizli servisi CİA nın Ankara temsilcisi, Yenimahalle de bulunan, Türk
gizli servisi MİT in resmî konutundaki randevusuna tam saatinde geldi. İki gizli
servis mensubu karşılıklı nezaket sözcüklerinin sonrasında iş konuşmaya
başladılar. Amerikalı casus, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun a çok önemli bir
teklifte bulunuyordu.
CİA yetkilisi, MİT Müsteşarı na, PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan ın
ortak gerçekleştirilecek bir operasyonla yakalanmasını ve Türkiye ye
getirilmesini öneriyordu.
Saat 21.15 sularıydı. Şenkal Atasagun olayla ilgili biraz daha bilgi istedi. CİA
yetkilisi ne istendiğini anlamıştı. Amerika, Türkiye ye Abdullah Öcalan ı teklif
ediyordu. Ama şartı neydi? Amerika Öcalan ı niye Türkiye ye verecekti?
Amerika nın şartı açıktı:
Operasyonu Amerikan ve Türk ekipleri gerçekleştirecek. Ancak ne olursa olsun
Abdullah Öcalan Türkiye ye sağ olarak getirilecek, mahkemede adil olarak
yargılanacak ve öldürülmeyecekti.
Açıkça istenilen buydu. Ama sonradan yaşananlar olayın getirdiği olumlu
rüzgârların Amerika nın Usame Bin Laden, Saddam Hüseyin ve İran a karşı
girişeceği operasyonlarda MİT in verdiği desteğin bu istek kadar önemli olduğunu
ortaya koydu.
Amerika nın şartı
Amerika şart olarak, Abdullah Öcalan ın sağ olarak Türkiye ye getirilip,
yargılanması ve öldürülmemesi konusunda garanti ve güvence istiyordu. Onlara
göre en önemlisi buydu. Türkiye nin Öcalan ı yok etmek konusundaki daha önce
gerçekleştirdiği operasyonlardan haberdar olan Amerikan yönetimi, Öcalan ın sağ
ele geçirilmesinde ısrarlıydı.
Şenkal Atasagun, Amerikalı temsilcinin sözlerini dikkatle dinledi. Bu konudaki
kararı tek başına vermesinin mümkün olmadığını aktardı.
Atasagun, Başbakan Bülent Ecevit e ulaştı. Ecevit o sırada Dışişleri Bakanı
İsmail Cem in verdiği bir yemek nedeniyle Çankaya da Başbakanlık Konutu nun
hemen altında bulunan Dışişleri Konutu ndaydı. Konu çok özeldi ve hemen görüşmek
gerekiyordu. Ecevit, gelin dedi. Atasagun a başbakanlık konutunda randevu
verdi.
Saat 22.45 de Başbakan Ecevit ile MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun başbaşa
görüşmeye başladılar. Ecevit, CİA yetkilisinin aktardıklarını duyunca,
Cumhurbaşkanı na bilgi vermek gerektiğini söyleyip, Süleyman Demirel i aradı.
Çankaya Köşkü 4 şubat 1999 perşembe gününü yorgun geçirmişti. Cumhurbaşkanı
Demirel in devlet günü dediği günlerden biriydi. Sabah 09.00 dan, akşam
20.00 ye kadar yoğun bir şekilde çalışılmıştı. Saat 17.30 da MİT Müsteşarı
Şenkal Atasagun, 18.00 de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu,
19.00 da ise Başbakan Bülent Ecevit Çankaya Köşkü ne gelerek brifing dosyalarını
anlatmışlardı Demirel e. Kapıda bekleyen gazeteci ordusu, bu haftalık ve olağan
geçen görüşmelerden bir şey çıkmayacağını çok iyi biliyordu.
Ama Başbakan Ecevit in telefonuyla sarsılan Çankaya Köşkü nde az sonra
gerçekleşecek zirve, hepsinden farklıydı. Saat 23.10 da olağanüstü zirveye
kapılarını açmıştı Köşk.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve MİT Müsteşarı Şenkal
Atasagun konuyu tartışmaya başladıklarında Genelkurmay Başkanı Hüseyin
Kıvrıkoğlu da toplantıdaki yerini aldı. Kapıda gazeteciler yoktu. Toplantıdan
bakanların dahi bilgisi olmamıştı. Ankara da çıt çıkmıyordu.
MİT VE CİA nın gizli protokolü
Atasagun kendisine iletilen teklifi aktardı. Amerika nın şartı kabul edilebilir
bulunuyordu. Öcalan, sağ olarak ele geçirilirse, Türk gizli servisinin
elemanları kendisini sağ ve sağlıklı olarak Türkiye ye getirecekler ve adalete
teslim edeceklerdi.
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, Öcalan ın teslim edilebilirliği konusuna çok
güvenmediğini belli ediyordu. Ama bu operasyona girilmeliydi.
Operasyonun bütün sorumluluğu Şenkal Atasagun a verildi. Operasyon başından
sonuna kadar MİT e ve müsteşarına teslim edildi. Atasagun un isteği üzerine
Genelkurmay İstihbarat Dairesi nin başında bulunan General Fevzi Türkeri de,
çalışmaya dahil edildi.
Ankara soğuktu. Işıklar içindeki kentin manzarası üzerinde dumanlar vardı. Büyük
sırrı saklayacak olan zirve konukları Çankaya Köşkü nden ayrı ayrı çıktılar.
Ayrı kapıları kullandılar. Sırlarıyla beraber kentin buz tutmuş yollarında
gözden kayboldular.
Atasagun, Çankaya Köşkü nden ayrıldıktan sonra yeniden konutuna, kendisini
beklemekte olan CİA yetkililerinin yanına döndü.
Tamam dedi, Abdullah Öcalan sağ olarak getirilecek ve yargıya teslim
edilecek. Bağımsız Türk yargısı kendisini en adil bir şekilde yargılayacak.
Asrın gizli servis operasyonu işte bu sözlerle başlamış oluyordu. İki gizli
servis arasında hemen oracıkta bir kâğıt üzerinde basit bir protokol yapıldı.
Protokol içinde şunlar yazıyordu:
Abdullah Öcalan ın ele geçirilerek Türkiye ye getirilmesinde Türk gizli servisi
MİT ile Amerikan gizli servisi CİA birlikte ve ortak bir operasyon
yapacaklardır. Öcalan sağ olarak ele geçirilip adil bir şekilde
yargılanacaktır.
Oturulup bir hazırlık planı yapıldı. Her şey bir anda gelişti. Öcalan,
operasyonuna ad bile konmadı.
Amerikan çelmesi
Türkiye nin Öcalan ı ele geçirme isteği malumdu. Peki ama Amerika, Abdullah
Öcalan gibi bir büyük kozu, masadaki en önemli Kürt kartını neden Türkiye ye
veriyordu? Aslında sonunun Amerikalıların elinden olacağını bilmeden, bu sorunun
yanıtını yakalanmadan az önce, Özgür Politika gazetesinde Abdullah Öcalan şöyle
veriyordu:
Doğrudan ABD tarafından yönlendirilen komployla ulusal kurtuluş çizgisinin
tamamen tasfiyesi amaçlanmaktadır. Kuzey Iraklı Kürt liderlerin katıldığı
Washington Deklarasyonu süreci tasfiyemiz üzerinde kuruldu. Mesut Barzani ile
Celal Talabani nin Ankara ya gidişleri bu çerçevededir. Kimse kendini
aldatmasın.
Öcalan yakalandıktan sonra toplanan PKK nın VI. Kongresi Öcalan ın
yakalanmasının Amerika nın bölgesel etkinliklerinin yeni dizaynı içinde
değerlendirilmesi gerektiğine inandığını açıkladı.
PKK nın VI. Kongresi 1999 ocak-şubat döneminde Kuzey Irak-İran
sınırında Kandil Dağları bölgesinde toplandı. Kongre sonrasında alınan kararlar
PKK nın yayın organı Özgür Politika gazetesinde 5 mart 1999 tarihinde
yayımlandı. Zafer Kongresi Uluslararası Komploya Yanıttır başlıklı bildiride
şöyle denildi:
ABD emperyalizmi, İsrail Siyonizmi ve Türk faşizminin tüm uluslararası
güçleriyle, Kürt ihanetini de kullanarak gerçekleştirdiği 9 ekim 1998 komplosu,
hiçbir uluslararası hukuk kuralına, ahlak kuralına ve insanlık ölçülerine bağlı
kalmaksızın sürdürülmüş, parti önderliğimizin yüksek öngörülü ve kararlı
mücadelesine rağmen 15 şubat 1999 günü korsanlık eylemiyle yeni bir aşamaya
ulaşmıştır.
İkiyüzlü Avrupa
Parti önderimizin oldukça ölçülü olan mücadele çizgisi ve Kürt sorununa siyasî
çözüm bulma arayış ve çabasının böyle alçakça bir yöntemle karşılaşması, tarihin
oldukça derinlikli bir olayı olarak karşı karşıya olduğumuz düşman gerçeğini,
Kürt halkının haklarının karşısındaki dünya gerçeğini, ABD entrikacılığı ile
Avrupa ikiyüzlülüğünü açıkça ortaya koymuştur.
PKK bazı şeyleri anlıyordu, ama anlaması için Türk-Kürt 30 000 kişinin ölmesi ve
Türkiye nin tam yüz milyar dolarlık bir kayba uğraması gerekiyordu. Ama PKK,
içindeki canavarın kan isteğine gem vuramaz bir haldeydi. Bu yüzden de terör
batağında çırpınıp duruyordu. Dünya onu dışlayalı çok zaman olmuştu. Özellikle
Amerikan yönetimi terör raporlarında PKK için özel bölümler açmaya başlamıştı.
Başka bir deyişle PKK nın ve Abdullah Öcalan ın Amerika için bir önemi
kalmamıştı. Washington da hem de Türk Büyükelçiliği nin yanı başında yıllardır
bürosu olan PKK, Amerika dan tokat yemeden gerçekleri anlamayacak kadar kötü bir
durumdaydı.
Amerika için Türkiye her zamankinden daha fazla önem kazanmıştı. Bunu anlamak ve
algılamakta PKK çok gecikti. Arkasındaki büyük güç Avrupa ya güvenmekle ne kadar
yanıldığını sonradan gördü. Amerika, Türkiye yi Avrupa dan daha farklı bir
konumda görüyordu. Bu konum daha sonra stratejik müttefiklik olarak
adlandırıldı.
Amerika nın Türkiye planı
Türkiye, Amerika için ne ifade ediyor? Bu sorunun yanıtı PKK nın neden Amerika
tarafından pasifize edildiğinin de göstergesi. Bu aynı zamanda Amerika nın
bugüne kadar Türkiye nin başına bela olan PKK yı neden kolladığının da cevabı.
Türkiye, Amerika açısından vazgeçilmez bir üs. Ekonomik, insanî ve fizikî
coğrafyası Türkiye yi Amerika nın vazgeçilmezi yaptı. Bunu bir strateji uzmanı
dostum Amerika, Washington dan vazgeçer, ama Türkiye den vazgeçemez diye
tanımladı.
Kafkas enerji yatakları ve buradaki Türk kökenli uluslar, Ortadoğu daki
dengeler, Balkanların çatışmalara gebe durumu, Asya ya uzanan yeni yapılanmalar,
İsrail in yeni dengeler içindeki arayışları ile Amerika yla girdiği güç
çatışmaları ve Rusya nın belirsizliği bu ilişkilerin vazgeçilmez noktalarını
oluşturuyor.
Şangay beşlisi olarak adlandırılan Çin, Rusya, Kazakistan, Türkmenistan ve
Hindistan ittifakı, bölgesel güç dengesi yaratarak, Amerika karşısında
potansiyel güç arayışıdır. Yani dünyanın patronluğunu tek başına Amerika ya
bırakmama mücadelesinin önemli bir adımıdır.
Çünkü Amerika yeni dünya düzeni stratejisini, bu bölgelerdeki çokkültürlü,
çokuluslu, egemen ama küçük olan, demokrasi yle yönetilen devletçikler
oluşturmak üzerine kurmuş durumda. Nüfuz alanı üzerindeki büyük devletleri de iç
çatışmalar veya ekonomik kontrolle yönetebilir veya yönlendirebilir olmak
istiyor.
En önemli ilişki noktalarından biri ise Çin e karşı Amerika nın geliştirdiği
stratejiler içinde Türkiye nin önemidir. Komünizmini yenileyen, sürekli gelişen
ve büyüyen Çin, Rusya ve Kafkaslar daki Türk kökenli devletlerle çevrelenmiş
durumda. Sincan Özerk Bölgesi ve buradaki ayrılıkçı faaliyetler Çin in başını
ağrıtan başlıca sorun. Çin Doğu Türkistan sorunu nedeniyle ciddi bir tehdit
altında olduğunu dile getiriyor. Bu sorunun zaman zaman MİT in kışkırtmalarına
dayandığı Çin tarafından iddia edilmektedir. Türkiye de bölgenin ayrılıkçı
liderlerinin ve militanlarının etkin olduğu da gözlenmektedir.
Çin ile Türkiye arasında özellikle silah sanayii konusunda gelişen ilişkiler,
öncelikle bu sorunun Türkiye tarafından sahiplenilmemesi üzerine kurulu
bulunuyor. PKK ya karşı verdiği mücadelede Avrupa ve Amerika nın silah
ambargolarından bunalan Türkiye nin alternatif olarak Çin e yöneldiği biliniyor.
Çin i memnun etmek isteyen Türkiye, Doğu Türkistan sorunuyla ilgili olarak bir
üs gibi kullanılmasını önleyecek düzenlemeler yaptı. Ancak bu konuda ne kadar
dayanabilecek, bunu kestirmek güç.
Ayrıca, Afganistan ve Tacikistan ın iç durumları ve yönetimlerindeki şeriatçı
güçler, Çin karşısında Amerika yı Türkiye ye yönlendiriyor. Büyüyen bir dev
olarak Çin tehdidi karşısında, Amerika nın en etkin kozu Türkiye.
Sadece Çin mi? Hayır. Türkiye, Amerika nın Balkan politikalarının en etkin gücü.
Amerika ya ve var olan NATO ya rağmen, silahlı bir ordu kurma kararı alan
Avrupa nın ekonomik çıkarları karşısında Amerika nın kozu yine Türkiye.
Ortadoğu ve Kafkas enerji politikalarının da belirleyeni Türkiye dir. İran,
Irak, Suriye yle sorunları olan Amerika, bölgesel etkinliğini Türkiye yle
pekiştiriyor.
Türkiye nin bugünkü paylaşım dengeleri içinde sorunlu, ama geleceğin büyük
ekonomi merkezleri durumunda olan ülkelerle coğrafî, tarihî ve fiilî ilişkileri
var. Bu ilişkiler önümüzdeki yüzyılın kaderini belirleyecek. Bunlar,
Kafkasya nın Türk ulusları. Ayrıca Türkiye ekonomik pazar olarak var olması
gereken bir ülke. Bölgenin en istikrarlı ve gelişen ülkesi olduğu gerçeği inkâr
edilemez. Potansiyeli de ortada. Türkiye dünyanın en gelişmiş 16. ekonomisi.
Araştırma geliştirme yatırımlarına en çok bütçe ayıran 17. ülke. Yetişmiş insan
gücü, Batı tipi kurumları ve laik cumhuriyet sistemi Türkiye yi vazgeçilmez
kılıyor. Amerika nın 1960 sonrasında Türkiye de izlediği ılımlı İslam modelini
geliştirme politikaları, 12 Eylül müdahalesiyle tuttu. Yani Türkiye Amerika nın
istediği kıvamda. Amerika bundan sonra Türkiye yi bir pazar ülke ve
Amerikalıların ifade ettiği stratejik müttefik lik konumunda görmek istiyor.
Çünkü mallarını pazarlayacağı bir ülke olarak Türkiye önemlidir. Amerika,
Türkiye de kaybederse, dünyadaki konumunda büyük gedikler açılmasını
engelleyemeyecektir.
Avrupa-Amerika farkı
Dünya yeniden kurulurken, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan bu sıcaklıkları
kaynama noktasına ulaştıran şey Abdullah Öcalan ın yakalanması sırasında
Amerika nın verdiği büyük destektir.
Türkiye ile Amerika arasındaki bu gelişim, Körfez Savaşı ndan bu yana zaten var
olan, karşılıklı etkileşimin bir sonucu. Türkiye daha sonra Avrupa ile Amerika
arasında tercihlerini ve kendi yolunu çokça arayan, ama Avrupa kapılarında
kendine geçiş olanağı bulamayan bir ülke olarak kaldı.
Türkiye, içinde yaşadığı Avrupalı mı olalım, Amerikalı mı çatışmasında arada
sıkıştı. Bunda Türkiye nin içten yıpratılmasını sağlayan ayrılıkçı PKK terörü en
etkili unsurdur. Türkiye nin ekonomik kaynaklarının yönelimi, askerî
mekanizmaların iç politikadaki etkin kullanımı ve bunların PKK terörüyle
destekli, siyasal İslam ın yükselişiyle geldiği iç denge arayışları,
tercihlerini yapmakta olan Türkiye yi zorladı. Buna bir de Avrupa nın Kürt
kartını ezici ve Türkiye yi yıkıcı anlamda kullanmaya kalkması eklenince,
Amerikan politikalarının siyasetimizin belirleyeni durumuna geçmesi
kendiliğinden oldu da bitti bile. Öcalan ın yakalanmasına kadar geçen süreçte
Avrupa nın tutumu inanılır gibi değildi.
Amerika nın iki canı: Talabani ve Barzani
Amerika nın Türkiye ye bu politik ilişkiler içinde PKK terör örgütünün başı
Abdullah Öcalan ı vermesi, Türkiye ile Amerika arasındaki yaklaşımları doruğa
çıkarttı. Avrupa nın tersine (ve çoğu zaman karşısında) Öcalan kartı Amerika nın
baştan beri istemediği bir şeydi. Amerika bölgede kendisiyle tam uyumlu, düşmanı
Saddam la çatışan iki Kürt yerel lider Mesut Barzani ve Celal Talabani yi
bulmuşken, Öcalan ı ve PKK yı hoş göremezdi zaten. Amerika 1975 yılından bu
yana Barzani ve Talabani yle silah ve parasal ilişki içinde bulunuyor. Amerika
için Barzani ve Talabani ikilisi bölgenin vazgeçilmez unsurları. Amerika bunu
pekiştirmek amacıyla bölgeden topladığı beş bin peşmergeyi Amerikan vatandaşı
yaptı. Bu peşmergeler aldıkları eğitimin ardından tekrar Kuzey Irak a
getirilerek yerleştirildiler. (Amerika ile Kürtlerin dansını daha yakından
incelemek isteyen okurlar için ABD nin Kürt Kartı, Turan Yavuz, Doğan
Kitapçılık, mayıs 1998.
Kuzey Irak ta Amerika nın yardımıyla altyapı sorunları çözüme kavuşan, kurumları
yeniden yapılandırılan bir hükûmet ve bölge devleti hızlı adımlarla kuruluyor.
Abdullah Öcalan ve PKK yapısı, Türkiye nin üzerindeki sıkı baskısı, lideri,
fikri ve gelecek planlarıyla Amerika nın bölge politikalarını ve Kuzey Irak ta
oluşturduğu Kürt tampon devlet fikrini zedeleyecek bir noktaydı. Amerika,
Öcalan ı Türkiye ye vererek bu noktayı etkisizleştirdi. Abdullah Öcalan ın kendi
ifadesiyle Amerika, ilkel ve Avrupacı bulduğu Öcalan dan, Barzani ve
Talabani yi kurtardı.
Bu operasyonun her iki ülkenin gizli servisleri arasındaki ilişki düzeyini
geliştirdiği muhakkaktır. Bunun yansımalarını her iki ülkenin gizli
servislerinin Ortadoğu ve Kafkaslar ta yürüteceği operasyonlarda bundan sonra
gözlemek kimseyi şaşırtmamalıdır.
Bu ilişkinin Türkiye nin savunma başta olmak üzere pek çok alanda aleyhine
olacağı eleştirileri de bir gerçekliktir. Amerika nın bölgedeki düşmanlarına
karşı Türkiye yi kullanma isteği yeni bir arzu değildir. Bu konuda Türkiye de
uzunca bir zamandır geçerli olan sağduyunun Öcalan operasyonuyla başlayan
süreçte ortadan kalkmaya başlaması ulusal çıkarlar açısından tehlikelidir.
Türkiye de gelişen muhalefet
Amerika nın bu planlarıyla ilgili olarak Türkiye de aslında güçlü bir muhalefet
bulunmaktadır. Bu muhalefet Türkiye nin bağımsız ve güçlü kimliğini korurken
gelişmesi ve ilişkilerindeki karşılılık ilkesinin Türkiye aleyhine oluşmamasını
istemektedir. Bu muhalif seslerin en güçlülerinden olan Attila İlhan ın dile
getirdikleri çok çarpıcı unsurlar taşımaktadır:
Ankara, NATO ya girmekle, ulusal savunması nı nasıl bir çark a bağladığını,
sanırım, Başkan Johnson ın ünlü mektubuyla anlamıştı:
...Türkiye ile aramızda mevcut askerî yardımın, veriliş maksatlarından başka
gayelerde kullanılması için, hükûmetinizin Birleşik Devletler in onayını alması
gerekmektedir...
Mevcut şartlar altında, Birleşik Amerika nın, Türkiye nin Kıbrıs a yapacağı
müdahalede, Amerika tarafından sağlanmış malzemenin kullanılmasına muvafakat
edemeyeceğini, size bütün samimiyetimle bildiririm... (haziran, 1964).
Bunun üzerine, o günleri yaşamış olanlar hatırlayacaktır, İsmet Paşa , ...büyük
bir devletle ittifak, bir atla yatağa girmeye benzer demişti. Nereden mi
biliyordu? O nesil bunu, cephelerde, üstelik bir imparatorluk kaybederek
yaşamıştır.
Kendi uçağını kendin yap!..
Tanık/1. Şevket Süreyya Bey, eski Bolşevik, eski Kadro cu (solcu Kemalist),
incelemeci ve araştırmacı.
...birbirinden sorumsuz, birbirinden mutaassıp ve çağdaş bir dünya görüşünden
mahrum dört kişi, imparatorluğun kaderini, kendi aralarına ve ancak birbirlerine
cesaret vererek, merkezi hükûmetler in (Almanya, Avusturya ve Macaristan)
kaderlerine bağlamışlardır. Bu dört kişi Enver Paşa, Talat Bey, Meclisi Mebusan
Reisi Halil Bey ve Sadrazam Sait Halim Paşa dır. Hele ittifakı imzalayan Sait
Halim Paşa, bir Mısırlıdır, Türk vatanı ile bir ilgisi yoktur...
...Türk/Alman İttifakı nın imzası olayı şöyle özetlenebilir: Alman Sefiri Baron
von Wangenhein, Almanya harbe girdikten sonra, Türk-Alman İttifakı nın derhal
imzalanmasını ister. Sadrazam ın yalısına, kendi evi gibi dilediği zamanda girer
çıkar; rica değil, tazyik eder; hatta bağırır çağırır, tehditlerde bulunur.
Nihayet gene böyle bir sahnede ve onu yalının başka bir odasında oyalamaya
çalışan Halil Bey, birkaç defa o oda ile arkadaşlarının bulundukları oda
arasında gidip geldikten sonra çıkışmaya başlar: ...herife karşı ayıp oluyor
yahu. Hem adam bağırıp çağırıyor, imzalayalım bu istediği neyse, çıkıp
gitsin!.. İstediği imzalanır, adam memnun, çıkar gider. Başları dertten
kurtulur ama, milletin başını derde sokarlar ki, bu harp Türk tarihine, şu veya
bu yolda, milyonlarca insanın kanına ve devletin yıkılışına mal olacaktır...
(Tek Adam, cilt 1, s. 199/200, Remzi Kitabevi, 1969).
İddia makamının ekidir: ...NATO nun, Soğuk Savaş ta Türkiye ye attığı kazık,
yalnız Johnson ın mektubu mudur?
Hayır! Önceleri Türkiye, Sovyet taarruzu halinde topyekûn mukabele den
yararlanacaktı; yani caydırıcılık dozu etkili ve güçlüydü; sonradan esnek
mukabele den yararlanabilecek düzeye indirildi; bu esnekliğin dozunu ve
derecesini, elbette, Düveli Muazzama nın (sistemin) çıkarları belirleyecekti;
Türkiye nin ulusal çıkarları değil...
Kendi Uçağını Kendin Yap! afişleri, nereden çıkmıştı sanıyorsunuz? Aslında,
Ulusal savunmanı kendin kur anlamına geliyordu.
Tarih tekerrürden ibaret midir?
Belge/1. ABD ile Türkiye arasında, ortak savunma: Türkiye ile ABD; Suriye, İran
ve Irak gibi nükleer füze sistemlerine sahip ülkelerden gelebilecek tehditlere
karşı yürüttükleri ortak çalışmayı, Bill Clinton ın ziyareti sırasında ilerletme
kararı aldılar. ABD Savunma Bakanlığı, 3 Türk generalini ABD de yapılacak bir
toplantıya davet ederken, kurulacak ortak çalışma grubu, gelecek yıl ABD de
simülasyon tatbikatı gerçekleştirecek. ABD yönetimi, Soğuk Savaş sırasında
kurulan ve SSCB nin nükleer faaliyetlerini de izleyen, Belbaşı Sismik
Gözlemevi ni Türkiye ye devrediyor... (Cumhuriyet, 24 kasım 1999).
Belge/2. Türkiye nin Ortak Savunma Projesi ni, NATO ya genişletme isteğini, ABD
reddetti. ...ABD, Türkiye nin, bölgesel balistik füze tehdidine karşı
geliştirilmesi planlanan savunma şemsiyesinin NATO bünyesinde gerçekleştirilmesi
istemini reddetti. ABD, Ortadoğu ülkelerinden kaynaklanabilecek füze tehdidine
karşı, ortak bir çalışma geliştirmek amacıyla, iki yıl önce Türkiye ile
işbirliği yapma kararı aldı. Çalışmalar sırasında, Türkiye bu projenin ekseninin
genişletilmesi ve bir NATO çalışması olarak geliştirilmesi istemini dile
getirdi. Ancak ABD, bu isteme, ...ikili düzeyde yapmamızda daha büyük yarar
var diyerek karşı çıktı... (Cumhuriyet, 25 kasım 1999).
Esas hakkında mütalaa: ...Washington, Avrasya da, yani petrol ve su
coğrafyasındaki, temel savunma stratejisi ni acaba neden NATO çerçevesinde
düşünmek istemiyor?
Yoksa bu, Avrasya yı, çoğu NATO üyesi Avrupa lı müttefikleri ne karşı bir koz
olarak kullanmak tasarısından mı ileri geliyor? Bu, bir...
...fakat asıl, ikincisi önemli: Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya ya yönelik
Amerikan ortak savunma stratejisi nde, potansiyel düşman olarak zikredilen
ülkeler (İran, Irak ve Suriye), Türkiye nin sınırı bitişik komşuları hem de
Ankara nın ulusal politikasında önceliği olan ülkeler, onları a priori hasım
saymak, ülkenin ne kadar çıkarına uygun düşer? Hele, Wolfowitz Raporu nda
açıklanan, ABD Temel Savunma Stratejisi nin esasları hatırlanırsa!...
Öteki süper güç kim olabilir ki?
Bilirkişi raporu: Paul Marie de la Gorce , Wolfowitz Raporu nu değerlendiriyor:
...rapora göre, Avrupa daki istikrarı; ya Rusya da milliyetçiliğin diriltilmesi
ya da Rusya nın SSCB den ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş ülkeleri yeniden
kendisine bağlaması teşebbüsü, bozabilir: Ukrayna yı, Beyaz Rusya yı, belki de
başkalarını!.. İşte burada, gelecek yıllara değin Amerikan politikasının, hangi
temel düşünce ye dayandığı meydana çıkıyor: Ne pahasına olursa olsun, Sovyetler
Birliği nin dağınık halde kalmasını, korumak; hatta gerekirse, bu dağılmayı
hızlandırmak; hangi şartta olursa olsun, Rusya da ya da (buraya dikkat!) Rusya
etrafında güçlü bir süper devlet in oluşmasını önlemek!... (Le Monde
Diplomatique, nisan 1992).
Evet, alıntı yaptığımız kısım Attila İlhan ın tanıkları, bilirkişi raporları ve
sonuç değerlendirmesiyle büyük kavganın fotoğrafından bir bölüm. Ama dahası da
var tabiî.
Özal ve Bush un Kürt planları
Amerika bölgesel 2000 planları için Türkiye yi öne sürüyor. Bu konuda Milli
Güvenlik Kurulu dahil pek çok devlet kuruluşunda eskiden beri Türkiye nin bir
bölgesel savaşla öne sürülüp, Amerikan çıkarlarının koruyucusu ve dolayısıyla
mağduru olmasının altı çiziliyordu. Buna karşı bir direnç gösteriliyordu.
Özellikle Körfez Savaşı sırasında askerlerin Irak a girmeme ve Özal-Bush
formüllerine karşı direnme politikaları Avrupacı güçlerin ordu içindeki
muhalefeti olarak yorumlanıyordu.
Bu kavgayı o zaman büyük satranç tahtasında Lozancı olarak da adlandırılan
Avrupacı güçler kazanmıştı. Ama Amerika planlarından asla vazgeçmedi.
Ortadoğu nun bütün Amerikan karşıtı güçleri Türkiye ye hep kuşkuyla baktılar. Bu
kuşkuyu ne Körfez Savaşı sırasında takınılan tutum, ne de Kıbrıs konusunda
Amerika ya karşı girişilen büyük mücadele değiştiremedi. Bunda NATO üyesi
olmanın yanı sıra Türk ekonomisinin giderek Amerika ya bağımlı bir duruma
gelmesinin, dış politikada her ne şart altında olursa olsun Amerika yla birlikte
hareket etme kararlılığının büyük etkisi olsa gerek. Bu ekonomik tercih
özellikle İMF ilişkileri ve devletin borçlanma taleplerindeki Amerikan ağırlığı,
bölge ülkelerini etkileyen önemli bir unsur.
Bölgenin önemli ve Amerika yla ilişkileri çatışmalı, sorunlu ülkeleri olan
Suriye, Irak ve İran, Türkiye yi Amerikan gizli servislerinin desteğiyle kendi
ülkesinde operasyonlar düzenlemekle suçlamaktadırlar.
Suriye-Irak-İran: APO neden yalnız?
Suriye giderek ağırlaşan ekonomik bunalımı nedeniyle Amerika yla arasını
düzeltmek ve İsrail le barış anlaşması yaparak bölgede Türkiye den kendisine
yönelecek hareketlerden kurtulmaya çalışıyor. Bunun bir sonucudur ki Abdullah
Öcalan Suriye den çıkartılmak durumunda kalmıştır. Türkiye baskılarında etkili
olabilmiştir. Suriye eskiyen savaş teknolojisi, bozuk ekonomisi yüzünden PKK yla
mücadele sırasında sık sık sınırlarından içerilere, kilometrelerce terörist
takibine giren Türk güvenlik güçleri karşısında çaresiz kalmıştır. Türkiye bunu
gördükten sonra Öcalan la ilgili baskılarını yoğunlaştırmıştır. Sınır
bölgelerinde terörist takibine sınırdan içeri girerek devam eden güvenlik
güçleri karşısında en önce Suriye karakolları kaçarak yanıt vermiştir. Bu durum
Sovyetler Birliği nin dağılması, Rusya nın içinde bulunduğu ekonomik durumun
kötülüğü ve Suriye ye yardım edememesinden kaynaklanıyor.
Çünkü Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, iktidara gelirken Türkiye ve Amerika nın
desteğini almıştır. Kendisi aslen Hataylıdır.Ama daha sonra ülkesini Ruslarla
sıkı müttefik yapmıştır. Türkiye ile Amerika nın istediğinde neler
yapabileceğini iyi bilmektedir. Ayrıca ülke içi dengelerde etkin olan şeriatçı
Müslüman Kardeşler örgütünün kendisine karşı zaman zaman başvurduğu darbe
girişimlerinin arkasında da yine Türk-Amerikan ortak operasyonlarını
görmektedir. Suriye PKK yla ilgili olarak kendisine giden bütün Türk heyetlerine
Müslüman Kardeşler örgütünü karşı koz olarak sunmuştur.
İki kutuplu dünya ve Soğuk Savaş yıllarının getirdiği dengeler içinde Rus
yardımı sonucu Suriye, Türkiye karşısında durabilecek askerî yapıya sahipti.
Hatta sınırını geçen veya yakın uçan Türk casus uçaklarının yanı sıra, Türk Tapu
Kadastro uçağı dahi takip edilip Türk sınırları içinde vurularak düşürülmüştü.
Ve bu durum karşılıklı güç dengesi içinde müzakerelerle halledilmeye çalışılan
sıradan sınır olayları olarak kayıtlara geçirilmişti.
Ama Sovyetlerin dağılması,Rusya nın içinde bulunduğu durum Suriye nin,
Türkiye ye yanıt vermesini ve silahlı kuvvetlerindeki modernizasyonu olanaksız
hale getirdi. Suriye bu nedenle Türkiye ve İsrail karşısında, Amerika yla iyi
ilişkiler geliştirme ataklarını hızla sürdürmektedir.
Irak ise özellikle kuzey bölgelerinde Amerika tarafından oluşturulan Kürt tampon
devleti politikasına karşı Amerikan baskısı yüzünden hiçbir şey yapamamaktadır.
Irak hava kuvvetleri ve silahlı unsurlarının teknik ve gelişmiş birimleri
Amerikan saldırıları ve sıkı takibi sonucu tamamen yok edilmiş
durumdadır.Silahlı unsurlarını ülkesinin topraklarını değil ama, iktidarını
korumak için kullanmak zorunda bulunan Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, Türkiye yi
düşman olarak görmektedir.Amerika nın Irak politikalarında da en etkin ülke
Türkiye dir. Türkiye den kalkan Amerikan uçakları Irak üzerindeki kontrollerini
düzenli olarak yapmakta bu Çevik Güç operasyonlarına Türkiye Büyük Millet
Meclisi izin vermektedir.
Suriye ile Irak ın elele vermesi sonucu Fırat ve Dicle ırmaklarının kullanımı
konusunda Türkiye karşıtı bir politik tutum Arap dünyasında ve Batılı çevrelerde
kabul görmüştür. Bu nedenle Atatürk Barajı ile GAP yatırımlarına Türkiye
Batı dan da kredi alamamış, kendi olanaklarıyla bu projelerini gerçekleştirmek
durumunda kalmıştır. Suriye ve Irak özellikle Mısır ın Arap dünyasındaki
liderlik arayışlarından yararlanarak sınır aşan sular konusunu önemli bir
tartışma gündemi olarak tutuyorlar.
İran hep tetikte
İran ise hem ideolojisi, hem rekabeti, hem de karşılıklı dengeler içindeki
konumlanmaları yüzünden Türkiye yle ilişkileri son derece kötü bulunmaktadır.
İran rejimine yönelik en büyük kalkışmanın yaşandığı Tahran daki son öğrenci
olaylarının sorumlusu olarak Türkiye yi göstermektedir.
İran da 1979 yılındaki İslam devriminden sonraki en büyük gösteriler geçtiğimiz
1999 temmuzunun ilk günlerinde başladı. Bir hafta süren gösterilerde kaç kişinin
öldüğü, yaralandığı ya da gözaltına alındığına dair resmî bir açıklama
yapılmadı.
Gösterilerin başlama sebebi İran ın önde gelen yayın organlarından Selam
gazetesinin 7 temmuzda kapatılmasıydı. Selam gazetesi, Cumhurbaşkanı Muhammed
Hatemi yanlısı olarak biliniyor. Kararı veren Ruhaniyet Özel Mahkemesi,
gazetenin devletin gizli bir belgesini yayımladığını, bunun üzerine basın ve
ceza kanununun Gizli belgelerin izin alınmadan yayınlanması ve halkın zihninde
kargaşa yaratmaya yönelik yalan yaymak ve propaganda yapmakla ilgili
maddelerine göre gazete hakkında dava açıldığını ve suçun tekrarının önlenmesi
için gazetenin yayınının durdurulduğunu açıkladı.
Selam gazetesi, 6 temmuz 1999 tarihinde, 1998 de İran da meydana gelen seri
cinayetlerin sorumlusu olarak tutuklanan ve 19 haziranda intihar ettiği
açıklanan eski İstihbarat Bakan Yardımcısı Said İmami nin İstihbarat Bakanı na
yazdığı bir mektubu yayımlamıştı. Mektupta, basına ve muhalif yazarlara ağır
kısıtlamalar getirilmesi öneriliyordu. İran da rejime yönelik bilimsel
muhalefetin yükseldiği kaynakların başında gelen Tahran Üniversitesi nin dört
öğretim üyesi ölü bulunmuştu. İran hükûmeti cinayetlerin sorumlusu olarak kendi
gizli servisinin içindeki bir gizli yapılanmayı göstermişti.
İran daki isyan
İran daki ilk gösteriler 8 temmuz 1999 da Tahran Üniversitesi nde başladı. Gece
üniversitede eylem başlatan öğrencilere 9 temmuz sabahı polis müdahale etmek
istedi. Kampüse girmeye çalışan öğrenciler ile polis arasında çatışma çıktı.
Kampüse giremeyen polis ve sivil Besiç (gönüllü) güçler üniversiteyi kuşattı.
Aynı gün gösteriler diğer kentlere de sıçradı. Binlerce öğrenci ve Hatemi
yanlısı halk özgürlük sloganlarıyla sokağa döküldü. Olayların 5. günü sona
erdiğinde Tahran valiliği gösterileri yasakladı. Buna rağmen 13 temmuz günü
binlerce öğrenci yine sokaklardaydı. Ya özgürlük, ya ölüm sloganları atan
göstericilerle polis çatıştı. 6 gün süren olaylarda kaç kişinin öldüğü
resmî olarak açıklanmadı. Öğrenciler onlarca kişinin öldüğünü, binlerce kişinin
de gözaltına alındığını iddia etti. Selam gazetesinin kapatılmasıyla başlayan
olayların yedinci gününde bu kez mollalar sokaklardaydı. Dinî lider Ayetullah
Ali Hamaney in resimlerini taşıyan binlerce kişi öğrencileri protesto etti.
Gösterilerde gözaltına alınan öğrencilerin büyük çoğunluğu serbest bırakılırken
sadece öğrenci liderleri tutuklandı ve mahkeme karşısına çıkarılmaya başlandı.
Şu ana kadar Tahran Devrim Mahkemesi nde yargılanan beş öğrenci liderinden dördü
idama çarptırıldı, bir kişiyse 2,5 yıl hapis cezası aldı.
İran yönetiminin olayların arkasında Ankara nın bulunduğuna yönelik çok sert
suçlamaları oldu. İranlılar, rejim karşıtı Halkın Mücahitleri Örgütü nün ve
Ankara ile Washington ın oyunlarının olaylara yol açtığını dile getirdiler.
Olaylara karışan bazı kişileri televizyonlara çıkartarak konuşturdular. Bu
kişiler Türkiye de eğitim gördüklerini ileri sürdüler.
Yani Abdullah Öcalan ın, yakalanarak Türkiye ye getirilmesi, Avrupa nın
hesaplayamadığı kadar büyük değişimlere neden oldu. Öcalan ın sonradan ikiyüzlü
olmakla suçladığı Avrupa, Amerika nın çelmesini göremedi.
Avrupa-PKK ilişkileri
Aslında PKK ile Avrupa nın ilişkileri olabildiğince iyiydi :
Yunanistan la ilişkiler günbegün artıyordu. 20 mart 1992 de PASOK milletvekili
Varivakis, Vounatso ve Papazoi nin de aralarında bulunduğu Yunan heyeti Bekaa
Vadisi nde Öcalan ı ziyaret etti.
14 haziran 1995 de, Yunanistan Parlamentosu Başkanı Birinci Yardımcısı Panayotis
Sgourides başkanlığında, milletvekilleri Haci Dimitriou, Dimitris Vounatsos,
Leonardo Hacandreou, Yannis Statopoulos, Maria Mahera, Vounacos Statopoulos ve
Kostas Badouvas tan oluşan bir Yunan parlamento heyeti, Bekaa Vadisi nde yine
Öcalan la görüştü.
Emekli Amiral Andonis Naksakis, Yunan istihbaratı tarafından PKK yla ilgili
temasları ayarlama ve bu örgütün uluslararası bağlantılarına destek verme
amacıyla atandı. Daha sonra Öcalan ın yakalanması sürecinde Öcalan ı başından
atmak isteyen Yunan gizli servisiyle kavga etti. Yunanistan Yeni Demokrasi
Partisi milletvekilleri Mihalis Galenianos ve Elizavet Papazoi, Abdullah Öcalan
ve adamlarıyla Bekaa da 1992 de görüştü.
1997 yazında yine P. Sgourides başkanlığındaki bir Yunan parlamento heyeti Bekaa
Vadisi nde Öcalan la tekrar görüştü. 17-19 ekim 1988 de PASOK ta Papandreu nun
danışmanı ve Yunan gizli servisi ajanı Mihalis Haralanbidis, bir grup Yunanlı
generalle Bekaa Vadisi nde yine PKK liderinin konuğu oldular. Bunların arasında
Yunanistan ın o dönemde PKK yla ilişkilerden sorumlu olarak atadığı General
Dimitris Matafias da vardı. Yunanistan iki ay sonra, Bekaa daki PKK kampına 20
000 Kalaşnikof tüfek gönderdi.
Almanya ve PKK
Almanya da PKK sız ve Öcalan sız, daha doğrusu Kürtsüz, Ortadoğu ve Drah Nah
Osten yani Büyük Doğu Politikası nı yürütemiyordu. Hatta bu uğurda Alman gizli
servisi Kani Yılmaz adlı PKK Avrupa sorumlusunu iyiden iyiye kendisine eleman
yapmıştı. Bununla da kalmayan Almanya-PKK ilişkileri, giderek üst düzeyde
gelişmeler gösteriyordu. Kürt kartı Alman dış politikasının temel unsurlarından
birisi haline gelmişti. PKK ve Öcalan bu kartın en aktif unsuruydu.
Ekim 1995 te Hristiyan Demokrat Partisi (CDU) Federal Milletvekili ve Berlin
eski İçişleri Senatörü Heinrich Lummer Şam da, 1995 yazında Federal Anayasayı
Koruma Örgütü nden casus Grünewald yine Şam da, mart 1996 ve mart 1997 de yine
CDU lu Lummer in Şam da ve Suriye nin kontrolü altındaki Lübnan topraklarında,
Öcalan la görüştükleri ortaya çıktı. Lummer, kasım 1995 te yaptığı açıklamada,
Almanya nın çıkarları için gerekirse şeytanla bile görüşürüm diyerek,
buluşmayı doğruladı. O dönem Helmut Kohl e bağlı çalışan İstihbarattan Sorumlu
Devlet eski Bakanı Bernd Schmidbauer de aynı tarihte yaptığı bir açıklamayla,
Grünewald in Şam a giderek Öcalan la görüştüğünü açıkladı.
Eski Doğu Almanya da iktidarda bulunan Sosyalist Birlik Partisi nin uzantısı
durumunda bulunan Demokratik Sosyalizm Partisi nden (PDS) Heike Krause ve Rolf
Köhne ile Yeşiller den Bavyera Eyalet Meclisi Milletvekilleri Elisabeth Köhler
ve Hans G.Schramm in PKK nın Almanya daki en büyük destekçileri olduğuna dair
haber, 5 aralık 1994 tarihli Focus dergisinde yer aldı. Bu milletvekillerinin,
Almanya da yasaklı olan PKK ya başka isimler altında gösteri ve yürüyüş izni
aldıkları ortaya çıktı. Aynı şekilde Yeşiller den Angelika Beer de PKK nın
destekçileri arasında yer aldı. Almanya nın Hannover kenti Büyükşehir Belediye
Başkanı Herbert Schmalstieg, yürüyüşlere katıldı. Türk hükûmetinden İstanbul,
İzmir ve Diyarbakır da PKK ya büro açma izni vermesini talep etti.
İngiltere klasik Ortadoğu dengeleri içinde bölgeyi çok iyi tanımasının
avantajlarını PKK için de kullanmaktaydı. Politikaları her zamanki gibi Amerikan
destekli ama kendine hastı.
Avrupa nın toy delikanlısı
Temmuz 1998 de İngiliz Parlamenter John Austin Walker, ağustos 1998 de Lordlar
Kamarası mensubu Lord Avebury, Şam da Öcalan la görüştü.
İtalya garipti. Avrupa nın az gelişmiş çocukları arasında sivrilme mücadelesinde
o da PKK kartıyla dünyanın büyük oyun sahnesine adım atmak istiyordu.
Mussolini den sonraki düşleri askıdaydı. Terör belasını en iyi bilenlerden
biriydi. Ama elini ateşe atmak onun büyükler kulübünde yer almasında önemli rol
oynayacaktı.
10 eylül 1998 de İtalyan Komünist Yeniden Kuruluş Partisi (PRC) milletvekili
Montavani ve De Cesaris, Öcalan ı Şam da ziyaret ederek görüştü. Mantovani, daha
sonra İtalyan Komünist Partisi ve Roma hükûmetinin bazı milletvekillerini
örgütleyerek Öcalan ı, 12 kasım gecesi Rus Havayolları na ait bir uçakla
İtalya ya getirdi. Ve kıyamet İtalya nın kifayetsiz muhteris omuzları üzerinde
koptu.
İspanya ise çorbada tuzum olsun misali, PKK ya yabancı kalmamaya çaba sarf
etti.
Ağustos 1998 de İspanyol İzouierda Unida Partisi nin dış politikadan sorumlu
sekreteri ve Avrupa Parlamentosu üyesi Pedro Marcet başkanlığındaki bir İspanyol
heyeti Şam da Öcalan la görüştü.
Rusya ile PKK nın arasındaki ilişkiler ise PKK nın hamurunda vardı. Ve Rusya
Kürt kartını ne bugün ne de yarın kimselere kaptırma niyetinde değildi.
10 ekim 1997 de Rusya Parlamentosu alt kanadı Duma nın Jeopolitik Komitesi
Başkanı Aleksi Mitrofanov başkanlığında 4 kişilik Duma milletvekili heyeti
Suriye de Öcalan la görüştüler. Bu milletvekili, Öcalan ın Suriye den Rusya ya
gelmesi ve burada 33 gün kalmasında kilit rol oynadı.
Aslında Türkiye de son ana kadar bölgesel gelişmelerde PKK kartının kimin
elinde nasıl bir koz olduğunu algılayamamıştır.Bu konuda kendisine hiç
güvenilmemesine rağmen Celal Talabani yıllar öncesinden Türkiye yi uyarmıştır.
Talabani, Türkiye de ilk temas kurduğu Dışişleri Bakanlığı yetkililerine
Amerika ne isterse o olacak demiştir.
Türkiye nin yalancı ve samimi bulmadığı, bir zamanlar bölge kontrolü için
savaştığı Mesut Barzani ye karşı PKK desteğiyle üstünlük sağlayan Talabani,
yıllar öncesinden bölgede olacaklar konusunda çok ilginç şeyler söylemişti.
Bugünlere de ışık tutan bu görüşmenin ayrıntıları çok önemli.
Talabani nin PKK ve Öcalan kehanetleri
Tarih 26 haziran 1992. Yer Ankara, Balgat. Dışişleri Bakanlığı ana binası.
Kürdistan Yurtsever Birliği nin (KYB) lideri Celal Talabani binadadır. 25
haziran 1992 tarihinde Ankara ya gelmiştir ve 26 haziran 1992 tarihinde bakanlık
koridorlarını aşarak girdiği toplantı salonunda İstihbarat Araştırma Dairesi
Başkanı Büyükelçi Cenk Duatepe ve diğer üst düzey Dışişleri mensupları Burhan
Ant, Türkekul Kurttekin le bir toplantı halindedir. Talabani ye Ankara daki
İrtibat Görevlisi Sarchill Kazzaz da eşlik etmektedir. Gelin isterseniz
tutanaklardan konuşmaları şöyle bir gözden geçirelim:
Talabani: Viyana da düzenlenen Irak muhalif gruplarının toplantısı başarıyla
sonuçlandı. Toplantıda çesitli muhalif gruplardan oluşan heyetlerin temaslarda
bulunmak için bazı ülkeleri ziyaret etmeleri kararlaştırıldı. İlk ziyaret
edilecek ülkenin Türkiye olmasında ısrar ettik ve bu isteğimizi size ilettik.
Ziyaretimin nedenlerinden biri de bu konudaki cevabınızı öğrenmek.
Kurttekin: Devlet erkanının halen Ankara dışında bulunduğunu biliyorsunuz. Biz
Viyana daki büyükelçiliğimizin heyetle görüşmesini öngördük. Ancak anladığımız
kadarıyla grup Londra ya geçmiş. Dolayısıyla görüşme Londra Büyükelçiliğimizle
yapılabilir.
Talabani: Heyet Londra da değil, üyeleri Kahire, Riyad gibi bulundukları ülke
başkentlerine döndüler. Önemli bir adım olarak gördüğümüz bu girişim için
heyetin gidilen ülkede üst düzeyde kabul edilmesini istiyoruz. Oysa sizin bu
cevabınız önerimizin reddi gibi bir mahiyet arz ediyor.
Kurttekin: Talebinizi üst makamlarımıza ilettik. Pratik olacağı gerekçesiyle
belirttiğim usulün izlenebileceği talimatını aldık. Ancak grup dağılmış ise,
üyeleri bulundukları ülkedeki Türk Büyükelçiliği yle görüşebilirler.
Talabani açıklıyor: PKK İran ve Ermenistan ı üs yaptı
Talabani: Esasen biz ziyaret edilecek ilk ülke olarak Türkiye ye önerdiğimizde
birçoğu buna karşı çıktı. Sizin bu tavrınız bu çevrelerin işini kolaylaştırıyor.
Heyetin ABD de Baker ve Kongre üyeleriyle görüşmesi öngörülüyor. Belki de Başkan
Bush un da kabulü söz konusu olabilir. İngiltere de Major ve Hurd kabul edecek.
Türkiye de de üst düzeyde bir kabul beklerdik. Ben bu cevabınızı önerimizin
reddi şeklinde kabul ediyorurn. Heyete, ziyaretlerine Arap ülkelerinden
başkalarını telkin edeceğim.
Kurttekin: Pek tabiî, ziyaretlerine istedikleri yerden başlayabililer. Biz de bu
ifadelerinizi üstlerimize aksettiririz.
Talabani: Ziyaretimin birinci nedeni bu durumu size aktarıp, cevabınızı
öğrenmekti. İkincisi ise, PKK yla ilgili bazı yeni gelişmeler konusundaki
fikirlerimi sunmak olacak. PKK şu anda İran ve Ermenistan ı üs olarak
kullanıyor. Öte yandan bu örgütün Suriye tarafından dışlanmış olduğu konusunda
tereddütlerim var. Suriyeliler oyunlarının bir parçası olarak belki şimdilik bu
rolü oynuyorlar, ancak PKK nın bu ülkeden çıktığına inanmak güç. Bir diğer
izlenimleri de PKK nın Türkiye deki etkisinin giderek kaybolmasıdır. Buna
Abdullah Öcalan ın deliliklerin de büyük katkıda bulunduğunu söylemeliyim.
Kürtler Abdullah Öcalan ın davalarına zarar verdiğini kabul etmeye başladılar.
Bu hem sizin hem de bizim için çok olumlu bir gelişme. Bundan bir yıl evvel
Mehdi Zana yla görüşürken kendisi bana Abdullah Öcalan ı desteklememiz
gerektiğini kararlı bir ifadeyle söyledi. Ben de kendisine Şam a gidip
Öcalan la bir görüş, döndüğünde aynı fikirdeysen bundan böyle senin her sözünü
dinlerim dedim. Gitmiş görüşmüş, döndükten sonra kendisini gördüğümde
Haklıymışsın dedi.
Öcalan ı serbest bıraksanız Kürtler ondan kurtulmanın çaresini
arar
Talabani: Diyeceğim o ki, Öcalan ı Türkiye de serbest bıraksanız Kürtler ondan
bir an evvel kurtulmanın çaresini ararlar.PKK ya yaklaşım konusunda aramızda bir
fark var. Ben siyasetçiyim, bir devleti de temsil etmiyorum. Benim PKK yla
kavgam siyasî düzeyde olur. Ben PKK yı Kürt milletinin gözünde afişe etmek için
caniliğini, barbarlığını, Kürt milletine verdiği zararı, Saddam la yaptığı
işbirliğini herkese açıklayan siyasî bir kampanya sürdürürüm, ama onunla
savaşamam. Sizi de anlayışla karşılıyorum. Siz bir devletsiniz ve PKKya karşı
yumuşak davranamazsınız. Ama silahla da her şeyin halledileceğine inanmak
zordur. İngiltere gibi tüm imkânları olan bir ülke İRA yla baş edemiyor.
Kanaatimce İçişleri bakanınızın teslim olan PKK lı militanların hoşgörüyle
karşılanacağı yolundaki açıklaması çok olumlu bir tutum. PKK yı tecrit etmek
istiyorsak daha siyasî davranmak gerektiğini ve onların silahını ellerinden
almak gerektiğini düşünüyorum.
Ben PKK ya daha farklı yaklaşabiliyorum, çünkü ben Kürt üm ve onların
anlayabileceği lisanı ve üslupla düşünüyorum. HEP lilerle burada yaptığım
görüşmelerde hata yaptıklarını söylüyorum. Önceleri bana inanmıyorlardı. Şimdi
ise ne kadar haklı olduğumu teslim ediyorlar. Onlara SHP den ayrılmalarının hata
olduğunu söyledim. Şimdi bana hak veriyorlar. Zaten bizde Türkmenler tarafından
söylenen bir atasözü vardır. Bir Kürt ün beyninin ancak olaydan sonra
çalıştığı tasvir ediliyor. Diğer taraftan PKK nın işlediği cinayetlere ilişkin
olarak hazırlanan kasetler de çok faydalı, bunların televizyonlardan
yayınlanması halkı etkiliyor. Biz Kuzey Irak ta bunu yapıyoruz ve netice
alıyoruz.
Duatepe: Yeri gelmişken söyleyeyim. Talebiniz üzerine PTT ve TRT
teknisyenlerinden oluşan bir ekibi Kuzey Irak a gönderdik. Ancak adı geçenler
Kuzey Irak ta bizim anladığımız tarzda bir televizyon yayın şebekesi
bulunmadığını, kısıtlı ve bölgesel yayın kapasitesi olan 3 verici bulunduğunu TV
yayın şebekesinin tam anlamıyla kurulmasının ise büyük bir proje hazırlanması,
bunun da yüklü bir bütçeyle desteklenmesi gerektiğini bildirdiler. Bu görevliler
ayrıca, kendililerine yakın ilgi gösterilmediği gibi, tecrit dahi edildiklerini
bildirdiler.
Talabani: Kuzey Irak ta 4 istasyon ve her biri 1S kw gücünde 4 vericimiz var.
Bunlar Kerkük teki Irak vericisinden daha güçlü ve 200 km2 lik bir alana yayın
yapabiliyor. Bizim sorunumuz bunlardan üçünün devre dışı bulunması. Bunların
yedek parçalarının karşılanmasını istiyoruz. Büyük projeye gerek yok. Bu yedek
parçaların bedelini de ödemeye hazırız. Bu teknisyenlere ilgi gösterilmediği,
tecrit edildikleri iddiasına gelince, ben kendilerine evimde yemek verdim.
Gittikleri her yerde de yakın ilgi gördüklerini söyleyebilirim.
Kurttekin: Benim dikkatinizi çekmek istediğim bir husus Avrupa daki gazetecilere
verdiğiniz demeçlerle ilgili. Bu demeçleriniz belki de basın organlarınca tam
yansıtılmıyor ve tutumunuzda dalgalanmalar olduğu izlenimi yaratıyor. Örneğin
İtalyan La Republica gazetesine verdiğiniz demeçten (Roma Büyükelçiliği nin 740
sayılı açık teli) Irak ta sadece Kürtler ve Arapların yaşadıkları gibi bir
netice ortaya çıkıyor. Yine bu demecinizde yarın bir gün Kürdistan ın
bağımsızlığına kavuşabileceğini söylüyorsunuz. (Sayın Kurttekin daha sonra
makalenin metnini okumuştur.)
Talabani: Bu makalede yer alan her şeyi söyledim ve bugün bana aynı sorular
sorulsa aynı şeyi söylerdim. Her şeyden önce benim Irak ta sadece Kürt ve
Arapların yaşadığı gibi fikir öne sürmem imkânsız. Ben Türkmenlerin talebi
üzerine onların da sözcülüğünü yapıyorum. Bunu Türkmenlere sorabilirsiniz.
Kürdistan ın bağımsızlığı konusuna gelince; cümleyi tam okursanız benim Eğer
bir gün Araplar birleşirse Kürdistan bu ülkenin bir parçası olmayacaktır
dediğimi göreceksiniz. Biz Irak ın bölünmesini istemiyoruz ayrıca gerçekten de
yarın bir gün Araplar birleşirse, Kürtler Arapların bir kolonisi olmayacaktır.
Belki Türkiye yle birleşmeye karar verir, belki bağımsız bir devlet kurarız, ama
artık hiçbir zaman Arap sultasında yaşamak istemiyoruz. Samimi olarak ifade
edeyim ki, şimdi Irak ın bölünmesi için en müsait vakit. Buna rağmen biz Irak ın
bütünlüğünün korunmasına taraftarız. Eğer bölünmeyi isteseydik çoktan harekete
geçerdik. Bizim tavrımız çok açık. Bu bakımdan makalede yazılarının hepsinin
doğru olduğunu ve bizi anlayışla karşılamanız gerektiğini düşünüyoruz.
Irak ile Suriye birleşir mi?
Kurttekin: Söylediğiniz çerçevede evet. Ancak gazetelerde yayımlanan demeçler
bazen çarpıtılabiliyor. Bu bakımdan sizi uyarmak istedim.
Talabani: Açıkça söyleyeyim artık biz Araplarla açıkça mücadele edeceğiz. Bugün
Irak için bir komplo hazırlandığını, buna göre, Irak Baas Partisi nin yapısının
değiştirilerek Irak ın Suriye yle birleşmesi öngörüldüğünü biliyoruz. Zaten bu
tür planlar yıllardır tatbik edilmek isteniyor. Biz Araplarla içiçe yaşadığımız
için Arap meseleleri ve Arapların birleşmeleri yönünde el altından sarf edilen
gayretleri bilmiyor değiliz. Zaten biraz evvel bahsettiğiniz demecimde de bunu
vurgulamak ve bu tür bir olasılık halinde Arap dünyasının dışında kalacağımızı
belirtmek istedim.
Duatepe: Musul Vilayet Konseyi yle ilgili girişimin arkasında kimin olduğunu
biliyor musunuz?
Talabani: Biz bunun Türk askerî çevreleri tarafından desteklendiği izlenimini
edindik. Musul Vilayeti Projesi nin hukukî temelini hazırlamış olan Mr. Keller
bana, projeyi üst düzeyde bazı askerî makamlarınızla görüldüğünü söyledi.
(Keller, Cenevre deki Good Offices Group of European Lawrnakers isimli kurulun
genel sekreteri.) Türkiye tarafından desteklendiğini düşündüğümüz için de karşı
çıkmadık. Doğru söylemek gerekirse bunu Türkiye nin kara kaşı, kara gözü için
değil, bizim işimize de geldiği için destekledik. Musul Türkiye yle birleşirse
bu bizim de Türkiye yle birleşmemiz için bir ön adım teşkil eder. Bakın size
samimi olarak fikirlerimizi söylemek istiyorum. Biz gerçekçiyiz. Bağımsızlık
peşinde değiliz. Eğer bir ülkeyle beraber yaşamamız gerekiyorsa bunun Türkiye
olmasını istiyoruz. Musul Türkiye ye geçerse Türkiye nin petrol sorunu kalmaz.
Biz de Türkiye yle birleşirsek, PKK sorunu da ortadan kalkar. Biz de sizinle
aynı parlamentonun çatısı altında konuşuruz. Ben bunu Sayın Başbakan a da
söyledim ve Sayın Başbakan bu fikrime güldü. Bizim içten dileğimiz bu,
demokratik bir ülke olan Türkiye sadece bizim için değil, başkaları için de
çekici bir ülke olmaya başladı.
Duatepe: Musul Vilayet Konseyi girişiminin arkasında Türkiye yok. Bunun Türk
askerî çevrelerince desteklendiği yolundaki görüşü ilk defa duyuyorum. Bu
kişiler filhakika önce askerî yetkililerimizle temas etmişler, onlar da bize
gönderdiler. Mesele bundan ibaret.
KYB Temsilcisi Kazzaz: Buradaki Otel masrafları olan 128 000 000 TL yi kimlerin
ödediğini merak ediyorum.
Talabani: Bu işin arkasında Almanlar ve petrol işinden büyük kazanç sağlamayı
uman Avrupalılar olduğunu düşünüyorum. Yanlarındaki Keller adlı şahıs bunları
yönlendirip idare ediyor. Ancak tekrar ifade edeyim ki, Musul Vilayet Konseyiyle
ilgili olarak sunulan proje son derece iyi hazırlanıyor. Çok iyi bir çalışmanın
ürünü. Bunu kimin hazırladığını merak ettim. Amerikalılar da, İngilizler de bunu
bilmediklerini söylüyorlar. Ben zaten Türkiye yle birleşme fikrimizi üst düzey
Amerikan yetkililerine açmak, işe karışmak istemiyoruz. Bu Türkiye nin
meselesidir dediler ama menfî bir tepki de göstermediler.
Her şey Amerika nın tutumuna bağlı
Kurttekin: Bizim 70 yılda gerçekleştiklerimizi, üstelik bunu petrolsüz
gerçekleşirdiğimizi dikkate aldığınızda bu tür projelerin bizim için önemli
olmadığını takdir edersiniz.
Talabani: Çok diplomatça davranıyorsunuz. Artık eski politikalarınızı bırakın.
Musul u alın ve biz de sizinle birleşelim.Beni üst düzey askerî yetkililerinizle
de görüştürmenizi istiyorum. Jandarmayla pratik önlemler için görüşüyorum, ancak
ben askerlerle görüşmek istiyorum.
Duatepe: Sayın Başbakan burada olmadığı için bu talebinizi sonra
değerlendirebiliriz. Muhalefet grupları olarak Viyana da ne kararlar aldınız?
Talabani: Ana fikir bir hükûmetin kurulması oldu. Erbil de kurulmasına karar
verilen hükûmeti Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerin de tanıyacaklarını ümit
ediyoruz. Ancak her şey ABD nin tutumuna ve bu işe ne diyeceğine bağlı. Heyet
ABD ye gittikten sonra fikirlerin netleşeceğini bekliyoruz. Bu arada bizim
ihtiyaç duydumuz bazı maddelerin Kuzey Irak a geçirilmesi için yardımlarınızı
bekliyoruz. Örneğin sigara fabrikası için getirdiğimiz kâğıt Kapıkule de
bekliyor. Sayın Başbakan buna müsade edileceğini söylemişti.
Duatepe: Bu konuda Sayın Ant size cevap verecek. Ancak Sayın Başbakan bu sigara
kâğıtları için özellikle bir talimat vermeden genelde Kuzey Irak için neler
yapılabileceğini sorduğunu hatırlatmak isterim.
Ant: Kuzey Irak a mal sevkiyatı için Birleşmiş Milletler Yaptırımlar
Komitesi nin müsaadesi gerekli. Eğer söz konusu sigara kâğıtları için bu müsaade
verilmemiş ise Kuzey Irak a gitmesini sağlamamız söz konusu olamaz. Biz
elimizden gelen kolaylığı göstermeye çalışıyoruz. Örneğin bir İsveç NGO su
tarafından Kuzey Irak a gübre ve tahta sevkiyatı için yapılan başvuruları
Yaptırımlar Komitesi kabul etmiş. Ama takdir edersiniz ki kararları biz
almıyoruz. Bu konuda BM çok hassas davranıyor.
Talabani: Yaptırım Komitesi nin kararları zaten ihlal edilmiyor mu? Kuzey
Irak tan getirilen ihtiyaç dışı mazota göz yumulmuyor mu?
Ant: Bunu bizden herkes talep etti ve başta BM istedi. Çünkü size sağladıkları
insanî yardım projeleri için gerekli malzemeyi taşıyacak kamyon bulamıyorlardı.
Biz de zararımıza olmasına rağmen kabul edilebilir bir miktarın sevkine izin
verdik.
Talabani: 0 halde bize yardımcı olamayacaksınız. Biz de bu malzemeyi İran
üzerinden geçiririz. Bir seneden beri sizden talep ettiğimiz hiçbir şeyi
sağlayamadık. Bundan üzüntü duyuyoruz.
Görüşmenin sonunda Talabani, muhalif grupları temsilen bir heyetin Türkiye yi
ziyaretinin, ABD ziyaretinden sonra gerçekleştirebileceğini düşündüğünü
söylemiştir.
Bölgede kimin sözünün nereye kadar geçerli olduğunun bu tutanaklardan daha iyi
kanıtı olabilir mi?
Türkiye PKK yla mücadelede hasımlarını yıllar yılı yanlış cephelerde aramıştır.
Türkiye olayları doğru tahlil edebilseydi, silahlı ve kanlı bir bataklık yerine
Öcalan ı Kürt siyasî atmosferinde çok önce etkisiz kılabilirdi. Bu anlamda
Türkiye yi bu terör bataklığına sürenleri de göz ardı etmemek gerekiyor.
Turgut Özal ve Abdullah Öcalan
Türkiye Talabani ve benzerleriyle girdiği diyalogdan nasıl etkileniyordu? Öcalan
bu konuda Turgut Özal dönemine ilişkin övgüler dile getiriyor. Bunun bir anlayış
sorunu olduğunun altını çiziyor. Yani Kürt sorununu Özal anladı, ama PKK yla en
etkin mücadeleyi de Özal verdi diyor. Çünkü sorunun ekonomik boyutunun Özal
tarafından algılandığını iddia ediyor.
Turgut Özal Kürt sorunuyla ilgili olarak görüşlerini 1992 yılında kurulan
DYP-SHP Hükûmeti nin Başbakanı Süleyman Demirel e bir mektupla aktarmıştı.
Demirel e elden verilen ve notlardan oluşan bu mektubu çok güvendiğim bir
kaynağım,o dönem Özal ve Kürt sorunuyla ilgili olarak ortaya atılan tartışmaları
sonuçlandırmak için bana verdi.
O tarihlerde Turgut Özal ın Kürt sorununa barışçı çözüm bulma yanlısı olduğu
tartışılıyordu. Oysa Özal 1983 te askerî yönetimden devraldığı Türkiye de PKK
terörünün adım adım tırmanması sırasında en etkin görev yapan kişiydi. PKK
onlarca masum Kürt ü öldürmeye başladığında Bunlar üç beş kıçı kırık eşkıya
diyen Özal daha sonra PKK yla mücadele için bütçenin büyük bölümünü silah
alımına aktarma kararını veren kişiydi. Olağanüstü Hal uygulaması onun döneminde
başladı. PKK yla mücadele denilerek polis içinde Özel Tim kurulmasına o karar
verdi. SS kararnamesi olarak adlandırılan basına ve Olağanüstü Hal ilan edilen
13 ilde yaşamın tamamına müdahale edilmesine olanak veren düzenlemeleri o yaptı.
Peki ama bu Turgut Özal Kürt sorunu ile nasıl baş etmek istiyordu?
Özal ın Kürt mektubu
İşte Özal ın Demirel e ilettiği mektup onun gerçek düşüncelerini ortaya koyması
bakımından ilginç bir belgeydi.Ben de bu mektubu hem Hürriyet gazetesinin 12
kasım 1993 tarihli nüshasında, hem de Arena programında yayınlamıştım. Bu mektup
Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Özal ın, Başbakan Süleyman Demirel e
tavsiyelerini içermekte ve bir Kürt sorunu analizi yapmaktadır. Şimdi Özal ın
meşhur Kürt mektubunu okuyalım, sonra değerlendirelim:
Çok gizli
Zata mahsus
Kürt Sorunu: Güneydoğu Anadolu daki durum ve çözüme yardımcı olabilecek
öneriler
Giriş:
Uzun zamandır Türkiye nin güneyinde, belki Cumhuriyet tarihinin en önemli
problemiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Siyasî, sosyal ve ekonomik boyutların
yanında, kanlı terör olaylarıyla büyük bir sancı veren Kürt Olayı ve Güneydoğu
Anadolu daki sorun, devletimizi her geçen gün daha fazla meşgul etmektedir. Bu
sorunun başlangıcı, Osmanlı döneminin son yıllarına kadar uzanmaktadır.
Cumhuriyet in ilk 15 yılında karşımıza önemli bir mesele olarak çıkmış, devleti
hayli meşgul etmiş ve muhtelif isyanlar olmuştur. Bunlar, zamanında icabında
kanla bastırılmış, bölge halkının bir kısmı mecburi iskân a tabi tutularak,
batıya yerleştirilmişlerdir.
1950 yılında demokrasiyle beraber mecburi iskânın kalkmasıyla bunların bir
kısmı, geriye yerlerine dönmüşlerdir. Ancak, özellikle 1960 lı yıllardan sonra
bu bölge halkının sürekli olarak batıya doğru kaymaya başladığını müşahade
etmekteyiz.
Gerek 1960 lı, gerek 1970 li, hatta 1980 li yıllarda yeniden kısmî olarak 1940
öncesi politikalara, hafif de olsa bir dönüş gözlenen devreler olmuşsa da, genel
olarak demokrasiye geçişimizle birlikte bölge halkının devamlı batıya göçü
olduğu görülmektedir. Elimizde, kesin rakamlar mevcut olmamakla beraber, etnik
olarak Kürt denilen nüfusun muhtemelen yüzde 60 ı Ankara ve batısında
yaşamaktadır. Tabiatıyla, bu göç planlı olmadığından, batıda da bazı
şehirlerimizde, (mesela Adana, Mersin, İzmir, Antalya hatta İstanbul da) bu
vatandaşlarımızın birbirine yakın, hatta toplu halde yerleştikleri
görülmektedir.
Bazı gözlemler:
- Son yıllarda problem esas itibariyle, önceleri Güneydoğu Anadolu Bölgesi nin;
Tunceli, Şırnak, Siirt, Hakkari ve Mardin illerinde başlamış, daha sonra diğer
Güneydoğu illerimiz ile Ağrı, Erzurum, Erzincan, Kars, Ardahan, Iğdır ve Elazığ
illerimize de sıçramıştır. Ancak, bununla beraber, halen olayların büyük bir
kısmının Güneydoğu Anadolu nun Şırnak, Hakkari, Mardin ve Siirt illerini
kapsayan dağlık bölgede ve Diyarbakır, Bitlis tarafındaki dağlık kesimde de
yoğunlaştığı görülmektedir.
- Maalesef bu bölgede, ister kendi rızaları, ister korku ve tehdit saikiyle
olsun, terör örgütüne verilen destekte ciddi artışlar olduğu ve bunun süratle
geliştiği görülmektedir. Ayrıca, bu örgüte katılmak veya destek vermek amacıyla,
dağa çıkan ve örgüte iltihak eden genç sayısında da önemli bir artış vardır.
- Bu örgütün dağ faaliyetleri yanında, ovaya indiği, şehir ve kasabalarda da
rahatça faaliyet gösterdiği, hatta yol kesme olaylarının adeta olağan hale
geldiği de kabul etmemiz gereken bir gerçektir.
- Diğer taraftan, bölgede hudut karakollarımıza, birliklerimize, devlete ait
yatırım yapan, faaliyet gösteren tesislere ve eğitim müesseselerimize saldırı,
baskın, taciz, pusu gibi faaliyetlerde de önemli bir artış gözlenmektedir.
- Terör örgütünün dağlık ve kırsal kesimde devletin yanında, hatta onun
ötesinde, ikinci veya alternatif otorite haline gelme istidadını gösterdiği
keyfiyetini de göz önünde bulundurmak gerekir. Nitekim, bazı yerlerde vergi
toplamaktan yargıya kadar bazı devlet fonksiyonlarını üstlendikleri bile
görülmektedir.
- Bu terör örgütünün, devletin askerlik çağına gelen gençleri silah altına
almasını engelleme çabalarının yanı sıra, bu gençleri kendi saflarına çekme
gayretleri de müşahade edilmektedir. Bu suretle, bölgede geniş bir toplumu, bu
meselenin içine çekme gayretlerinde büyük artış olduğu anlaşılmaktadır.
- Bu menfi gelişmeler ışığında, bölge halkının bezgin ve tedirgin olduğu ve
durumun kötüleşmesi ve Şırnak benzeri olayların artması halinde, sorunun
ülkemizin batısına da belli derecede sıçraması ihtimali kuvvetlenecektir.
Nitekim, bunun belirtileri, bazı şehirlerimizde şimdiden görülmeye başlamıştır.
- Diğer endişe verici bir gelişme de, bu durumun bir Türk-Kürt çatışmasına,
hatta kavgasına dönüşmesi ihtimalinin artmasıdır. Mesela, Güneydoğu illerine mal
sevkıyatının yavaşlatıldığı, kredili mal verilmediği bazı batı illerimizdeki
işyerlerinde ayırım işaretlerinin başladığı gözlenmektedir.
- Bölge halkı, bir taraftan terör örgütünün her geçen gün yoğunlaşan tehdit ve
baskısı, diğer taraftan bazı güvenlik mensuplarının muamelesi karşısında
kendilerini iki ateş arasında kalmış hissetmekte, buna rağmen devleti yanında ve
arkasında görme arzusu içindedir.
- Buradaki durum devam ederse, çok büyük problemlerle karşılaşmamız kaçınılmaz
olacaktır.
- Bölgede diğer önemli bir sorun da, işsizliğin çığ gibi büyümesidir. Devletin
ve özel sektörün yatırımlarının şu veya bu nedenle aksamasından dolayı, işsizlik
süratle çoğalmaktadır.
- Meselenin bu şekilde sürüp gitmesi, ister bölgede, ister batıda yaşayan,
ülkemizde Kürt etnik kimliği olmakla beraber, kendilerini Türkiye
Cumhuriyeti nin sadık ve sağlam vatandaşı addedenlerde de bir kırgınlık, endişe
ve hassasiyet yaratmaktadır.
- Bugün ülkemizde bir Kürt milliyetçiliği kavramının her geçen gün daha büyük
bir kesimce benimsendiğini ve mevcudiyetini kabul etmek gerekir. Bunun planlı
bir şekilde geliştiğini ve geliştirildiğini görmekteyiz. Gerek yurtiçinde, gerek
yurtdışında mevcut bazı kurum ve kişilerin bu konuda yoğun çaba harcadıkları
bilinmektedir.
- Üniversitelerimizde okuyan Kürt etnik kökenli gençlerin, daha ziyade idare ve
yargıda çalışacak şekilde yetişmeleri de calibi dikkattir.
- Söz konusu terör örgütünün, terör faaliyetleri yanında Kürt milliyetçiliğini
canlandırıcı çalışmalara, içeride ve dışarıda etkili propagandaya da ağırlık
verdiği görülmektedir. Gerek terör alanında, gerek bu konularda terör örgütünün
lideri ve mevcut kadrosunun yanında çeşitli ülkelerden uzman ve teknisyenlerin
bunlara yardımcı olduğu ve yol gösterdiği ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.
- PKK nın yurtdışındaki yabancı Kürt enstitüleri, insan hakları dernekleri,
kendilerine sempati duyan basın mensuplarıyla yakın temas ve işbirliği içinde
oldukları izlenimi edinilmektedir. Yurtiçinde de, Emeğin Bayrağı, Yeni Ülke,
Özgür Gündem ve Yeryüzü gibi Kürt gruplarca çıkartılan gazete ve dergiler ile,
2000 e Doğru ve benzeri yayınlardan anında yurtdışında alıntılar yapılması
dikkat çekicidir.
- Şüphesiz, bütün bu gelişmeleri Türkiye nin içeride ve bilhassa dışarıdaki
düşmanlarının istediği bir husus olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmakta yarar
vardır. Gelişen Türkiye nin, özellikle son zamanlarda gerek Balkanlar, gerek
Orta Asya daki Müslüman ve Türk kökenli ülkelerle geliştirmekte olduğu yakın
ilişkiler ve dünya politikasında önemli bir yere kavuşma durumundan rahatsız
olan çevrelerin, Türkiye yi rahatsız etmek, en azından bu süreci yavaşlatmak
için çaba göstermiş olabileceklerini de göz önünde bulundurmalıyız. Bu meseleye
bir çözüm bulamazsak, büyük, hatta orta devlet olma şansımızı kaybetme ihtimali
mevcut olduğu gibi, zayıf ve perişan hale gelmemiz ihtimali de mevcuttur.
- Güneydoğu Anadolu da terörle mücadele ve Irak la müşterek sınırımızın daha
etkin bir şekilde kontrolü ve güvenliğini temin için Kuzey Irak Kürtleri ve
liderleriyle temas ve ilişkilerimiz özel bir önem taşımaktadır. Muhtelif
zamanlarda ülkemize gelen ve her seviyede temaslarda bulunan Kuzey Irak Kürtleri
liderlerinden Celal Talabani ve Mesut Barzani, her vesileyle Türkiye yle daha
yakın ilişkilere büyük önem verdiklerini, PKK yla mücadelede istihbarat dahil
her alanda işbirliğini arzuladıklarını, Kuzey Irak ın yeniden inşası ve
iktisaden ayakta durabilmek için destek ve yardımımıza ihtiyaç duyduklarını
belirtmektedirler. Kuşkusuz, oradaki durum bizi de yakından ilgilendirir ve
etkileyebilir. Bu itibarla, bu liderlerle ilişkilerimizi ve temaslarımızı
dikkatle, ihtiyatla ve kararlılıkla sürdürmemizin yararı açıktır. Kuzey
Irak taki bu grupları, niyetleri belli bazı dış güçlerin etkisine açık bırakmak
yerine, bizim bunlara hâkim olmamız yararlı olacaktır. Bunları mümkün olduğu
kadar etkimiz altında tutmak ve adeta hamilik rolünü üstlenmek keyfiyetlerini
göz önünde bulundurmalıyız. Saddam rejiminin PKK yı desteklediği ve her türlü
yardımı yaptığı bilinmektedir. Saddam rejiminin PKK ile beraber Kuzey Irak
Kürtlerini ve Türkmenleri zayıf düşürmesi, hatta bertaraf etmesi veya PKK
karşısında etkisiz hale getirmesi, bu terör örgütünün Kuzey Irak ta daha rahat
faaliyet göstermesine yol açacaktır. Ayrıca PKK ya ilaveten Talabani ve
Barzani yi de karşımıza almamızın yararımıza olmayacağı izahtan varestedir. Bu
itibarla, bu liderlere ve Türkmenlere ihtiyatı elden bırakmadan kendileriyle
yakından ilgilendiğimiz ve varlıklarını sürdürmelerine önem verdiğimiz mesajını
vermekte yarar vardır. Bu cümleden olarak, bazı sembolik jestler yapabileceği
akla gelmektedir. Mesela, bunlara, bazı insanî yardımlara ilaveten, çeşitli
ihtiyaçlarını tesbit için ufak bir teknik heyet gönderilebileceği gibi, bu
bölgenin yeniden imarı konusunda Türk müteahhitlerinin ilgisi teşvik edilebilir.
- Temaslarımızda bugüne kadar olduğu gibi, müstakil bir Kürt devletinin mümkün
ve feasible olmadığını, sorunlarının en iyi demokratik bir sistem kurulmasıyla
çözülebileceğini, kimsenin Irak ın coğrafî sınırlarının değiştirilmesini kabul
edemeyeceğini ve Kürtlerle beraber Türkmenlerin de menfaat ve haklarının
sağlanmasının bizim için önem taşıdığının vurgulanması yararlı olacaktır.
- Kuzey Irak Kürtleri nin, Kürt kökenli vatandaşlarımızın soydaşları olduğunu,
aralarında kız alıp verme dahil, yakın ilişkiler bulunduğu gerçeğini de
unutmamak gerekir.
- Özellikle, Irak ta ileride normal ve demokratik bir düzen kurulduğunda, Kuzey
Irak Kürtleri yle ilişkilerimizi bugünden izleyeceğimiz politikanın büyük ölçüde
etkileyeceği açıktır.
Çözüm hakkında bazı düşünceler:
- Yukarıdaki hususların ışığında, karşılaştığımız sorunun, basit bir terör
olgusunun çok ötesinde olduğu aşikârdır. Bu itibarla, çözümleri kısa-orta vade
ile orta-uzun vadeli çözümler olarak düşünmek, ayrıca terörle mücadele için
yapılacaklarla, bölge halkıyla ilişkilerde hareket tarzını ayırmak
gerekmektedir.
Kısa ve orta vade için düşünceler
- Bu olayların iç ve dış nedenleri hakkında oldukça bilgi mevcut bulunmasına
rağmen, derinlemesine analiz edilmediğini görmekteyiz. İzlemekte olduğumuz
politikanın etkinliğini artırmak için, bir yandan terörle mücadele ederken, öbür
yandan da ülke içi ve dışından bilim adamlarının da iştirakiyle, bazı
derinlemesine çalışmaların yapılması yararlı olacaktır. Her şeyden önce, en
büyük eksiklik olarak gözüken bölge ve olaylarla ilgili bilgi eksikliğini
gidermek amacıyla ve yukarıda belirtilen gözlemlerle ilgili alanlarda süratle
araştırma grupları kurulmalı ve bu araştırmacılar sosyoekonomik, psikolojik
harekât ve diğer alanlarda detaylı araştırmalar yapmalı, gerekirse kamuoyu
yoklamalarına başvurarak olayın ve eğilimlerin ne olup olmadığı bütün
boyutlarıyla ortaya konulmalıdır. Bu araştırma gruplarına yukarıda belirtilen
bilim adamları, devlet görevlileri, istatistikçiler, askerler ve diğer uzmanlar
dahil edilmelidir.
- Terörle mücadele ediyoruz derken, halkın ciddi şekilde rahatsız edildiği,
hırpalandığı, hatta küstürüldüğü göz önünde bulundurulmalıdır. Bu uygulamada,
varsa yapılan hataların ve eksikliklerin, gerçekler hiç saklanmaksızın ortaya
konularak tartışılması ve bunlara gerçekçi çözüm bulunması gerekmektedir.
- Güvenlik güçlerinin eğitimi, teçhizatı, teknikleri ve halkla ilişkiler
konusunda yetiştirilmelerinin yeniden düzenlenmesi yararlı olacaktır.
- En kritik yerlerden başlayarak, Güneydoğu daki dağlık bölgelerden köy ve
mezraların tedricen boşaltılması, PKK terör örgütünü besleyen ve toplam nüfusu
150 000-200 000 i geçmeyen bu topluluğun, bir plan dahilinde, ülkenin batı
kesimlerine serpiştirilerek yerleştirilmesi düşünülmelidir. Böylece, hem bu
halkın yaşam standardı artırılmış, hem de örgütün lojistik kaynakları, büyük
ölçüde kurutulmuş olacaktır. İş ve kadro verme öncelikleri bu taşınan gruba
tahsis edilebilir.
- Bu dağlık terör merkezlerine hem civar yerlerin tahliyesiyle terör örgütü
iyice tecrit edilmiş olacak hem de lojistik destekten mahrum kalacaktır. Bunun
için bu kesimler kontrol altına alınmalı, tekrar yuvalanma önlenmelidir. Bu
kesimlerde tekrar iskânı ve dönüşü önlemek ve göçe teşvik için bölgedeki müsait
yerlerde çok sayıda baraj yapılabileceği akla gelmektedir.
- Bütün anayollarda 24 saat kesintisiz, elastikî, çevik, gündüz helikopterlerle,
geceleyin görüş cihazıyla takviye edilmiş özel timler ve zırhlı araçlarla
devriye hizmeti verilmeli, güvenlik güçleri savunan değil, devamlı arayan ve
vuran bir konuma getirilmelidir. Bu faaliyetler gece ve gündüz sürdürülmelidir.
- Silahlı Kuvvetlerimize ve güvenlik güçlerimize öncelikle bu bölgede hizmet
veren unsurlara acilen münasip sayıda (20 adet) Cobra tipi silahlı helikopter
ile asgari 20-30 adet Scorsky tipi ağır silah ve personel taşıyan helikopterler
alınması, bölgede aynı anda birden fazla olaya müdahale edebilecek çevik bir
kuvvet yaratacaktır. Ayrıca, olay mahallerine zaman kaybetmeden bir an evvel
ulaşılması da mümkün olabilecektir. İstihbarat eksikliği için merkezdeki ve
bölgedeki birimler süratle yeniden tanzim edilmeli, MİT, jandarma, Silahlı
Kuvvetler ve polis gibi çeşitli birimler arasındaki kopukluk giderilerek
koordineli bir çalışma ortamı yaratılmalıdır.
- Esas sıcak teması, mücadeleyi yapmak üzere, tam anlamıyla profesyonel, en az 1
yıl özel eğitim görmüş ve en az bölgede 5 yıl süreyle hizmet verebilecek, 40
000-50 000 kişilik özel bir kuvvet kurulmalı, bunlara iyi ücret verilerek burada
hizmet cazip hale getirilmelidir.
- Bu özel kuvvetin teçhizatı, ulaşım vasıtaları, silahlı ve silahsız
helikopterleri, istihbarat unsurları özel olmalı, başındaki komutan her konuda
inisiyatif sahibi ve yetkili olmalıdır. Tabiatıyla, bu özel kuvvetin diğer
birimlerle de koordinesi sağlanmalıdır. Bu özel kuvvet hafif, esnek, çabuk tepki
koyabilen, savunmada kalmayıp devamlı arayan ve teröriste saldıran tipte
konuşlanmalı; klasik Türk Silahlı Kuvvetleri birlikleri ise, sadece tıkama ve
belli yerleri kontrol gibi görevlerde kullanılmalıdır.
- Özellikle sınır bölgelerinde yaşayan halkımızın önemli bir geçim kaynağı olan
sınır ticaretinin geliştirilmesi, hatta serbest bırakılması zaruridir. Bunu
teminen, mevcut sınır ticareti yerlerinin geliştirilmesi, kapatılanlar varsa
bunların yeniden açılması, Suriye yle sınır dahil hudut bölgelerinde yeni
kapılar açılması gereklidir. Devlete fazla yük getirmeyen sınır ticaretinin bir
an evvel geliştirilmesi ve teşviki büyük ölçüde bölge halkına imkânlar
sağlayacak, hiç olmazsa bir kısmını rahatlatacaktır.
- PKK terör örgütüne olan desteği kesebilmek için, halkın kazanılmasına önem
verilmeli, hizmet götürülmesi güç olan mezra ve köyler büyük yerleşim yerlerine
katılmaya teşvik edilmelidir.
- Göçün, bu eğilimde devamı halinde yakın bir gelecekte, bölgede 2-3 milyon
civarında nüfus kalacağı, diğerlerinin batıya göç edeceği anlaşılmaktadır.
Ancak, eğer bu göçe el atılmaz ve bir plana bağlanamaz ise, sadece hali vakti
yerinde olanların göç etmesi, fakirin bölgede kalması sonucu doğacak, bu da
bölgeyi anarşiye hassas, yardımcı hale getirecektir. Bunu önlemek için göçün
planlı, her kesimden alınarak ve batıda dengeli bir şekilde dağıtılarak
yapılmasına yardımcı olunması, hatta düzenlenmesi gerekmektedir.
- Terör örgütü, bölgede sürdürdüğü terör faaliyetlerine ilaveten bölge halkının
beynini yıkamak, korkutmak ve kendine çekmek amacıyla etkin bir propaganda
faaliyeti sürdürmektedir. Buna karşı koyacak halkın devlete bağlılığını
kuvvetlendirecek ve moralini yükseltecek, aynı zamanda yanlış ve yanıltıcı
bilgileri düzeltecek karşı propaganda faaliyeti büyük önem taşımaktadır.
- Bu çerçevede gerek iç kamuoyunu, gerek dış dünyayı bu konuda aydınlatmak için
özel gayret sarf edilmesi büyük önem taşımaktadır. Bunu teminen uzmanlardan
müteşekkil bir ekip oluşturulması bilinçli bir şekilde ve millî menfaatlerimiz
doğrultusunda aydınlatma ve kamuoyu oluşturma çalışmaları yapılması ve açıklama,
haber sızdırma, görüntü verme, icabında dezenformasyon gibi konularda
etkinliği artıracaktır.
- Devlet güçlerinin terör örgütüne karşı giriştiği mücadeleyle ilgili basına
verilen haber ve açıklamaların çok iyi bir şekilde düzenlenmesi büyük önem arz
etmektedir. Karşı tarafça istismara açık, terör örgütünü kahraman ya da mazlum
gibi gösterecek haber ve görüntülerden imtina edilmesi zaruridir.
- Bölgedeki devlet güçlerinin kapalı istihbarat yanında, açık istihbarattan da
faydalanılmasını sağlayacak yöntemler geliştirmelidir.
Orta, uzun vade için düşünceler:
- Bölgede cazibe merkezleri olarak belirlenecek bazı illere (Adıyaman,
Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman, Siirt, Elazığ, Malatya, Erzincan, Erzurum,
Kars, Ardahan, Iğdır) özel bir teşvik sistemi uygulanarak, yatırım ve yerleşme
için çekici hale getirilmeli, böylece kırsal kesimin boşaltılması teşvik
edilmeli ve kolaylaştırılmalıdır.
- Bunu teminen istihdamda gelişmeyi sağlamak, olayları azaltmak için, bölgede
özel sektör yatırımlarının teşviki ve özendirilmesi sağlanmalıdır. Bu çerçevede
devlet yatırımlara destek vermeli (Kaynak Kullanma Destekleme Fonu örneğinde
olduğu gibi), Kurumlar Vergisi alınmayan ve uzunca vergisiz bir dönem olmalı,
Gelir Vergisi düşük tutulmalı, elektrik daha ucuz verilmelidir.
- Bu meseleyle ilgili herşey tarafsız, önyargısız bir şekilde açıkça ve
serbestçe tartışılmalıdır. Tartışma ortamı doğruları ve yanlışları ortaya
çıkaracak ve gerçekleri daha kolay öğrenmemize imkân sağlayacaktır. Tartışmayı
engellemek, gerçekleri saklamak meseleyi azaltmayacak, aksine tedbirler yanlış
olacağı için giderek daha da büyültecektir.
Sonuç:
Gerek dünyadaki son oluşumlar sonucu ortaya çıkan etnik milliyetçilik
anlayışının etkisi, gerekse Türkiye nin yakaladığı tarihî büyüme fırsatını
engellemek isteyen dış güçlerin teşvik ve desteğiyle bugünkü ciddi boyutlarına
ulaşan Güneydoğu ateşi; eğer yanlış yapılmaz, acele ve fevri davranılmaz,
soğukkanlılık kaybedilmez ise, 5-10 yıl içinde milliyetçilik akımının şiddetini
kaybetmesi ve dış desteğin azalması sonucu kendiliğinden hafifleyerek
sönecektir. Dış dünyaya, özellikle bu meseleden korktuğumuz, çekindiğimiz ve
endişe ettiğimiz izleniminin verilmemesi ve devletin her şeyin üstesinden
gelecek güçte olduğunun belirtilmesi büyük yarar sağlayacaktır.
Bu nedenle, devletin her kesimindeki görevlilerinin, politikacıların ve basının;
terörle bölge halkını birbirine karıştırmadan, her ikisine farklı ve
anladıkları, layık oldukları şekilde yaklaşarak, üniter devlet anlayışını
bozmadan, bölge halkının sıkıntılarını giderecek yukarıda zikredilen tedbirlerin
süratle alınıp uygulanması, terörü zamanla etkisiz hale getirmesi eksin bir
zorunluluk ve herkes için sorumluluktur.
Öcalan bir Özal ı anladı. Ama yanlış anladı
Bu mektupta Özal ın dile getirdikleri çatışmadan ve silahlı mücadeleden
geçiyor.Aslında Özal ın Kürt politikaları Amerikan modeline dayanıyor. Yani
Barzani ve Talabani yi kolla PKK ve Öcalan ı yok et. Bu anlayış mektupta açıkça
ifade ediliyor. Öcalan ın Özal sevgisi Kürt kartının Amerikan destekli
versiyonundan kaynaklanıyor olsa gerek. Hem o dönem Özal ı sorunun çözümünde
etkin bir rol oynayacak kişi olarak değerlendiren Türk aydınlarının önemli bir
bölümü, hem de Öcalan, Özal ın bu konudaki iki taraflı oyununu görememişlerdir.
Özal bütün iktidarı boyunca Kürt sorununun silahlı çözümünden yana olmuş, buna
yatırım yapmıştır. Bu noktada uluslararası silah tekellerinin etkinliğini de en
önemli pazar haline gelen Türkiye yi yöneten kişi üzerindeki siyasal baskılarını
da unutmamak gerek. Turgut Özal silah pazarı haline dönüşen Türkiye de Amerikan
politikalarının gelmiş geçmiş en etkin savunucusu olarak bu baskılardan
etkilenmiştir. Bundan kendisinin Amerika destekli yeni bir Türk-İslam sentezli
Turan politikasının etkisi büyüktür. Ona göre Amerika yla birlikte Ortadoğu da
petrol yataklarına ve kutsal topraklara inip buraları kontrol altına almak,
ayrıca Kafkaslar da da olabildiğince açılabilecek yeni politikalarla Osmanlı dan
sonra yeniden bu topraklara sahip olmak mümkündü. Bu ancak Amerika yla birlikte
gidilerek başarılabilirdi.
En barbarın gürültüsü
Ama bu politikada Öcalan ın yerinin bulunmadığı geç de olsa Öcalan ın Kenya
operasyonuyla CİA destekli yakalanmasında ortaya çıktı. Amerika PKK terörü
sırasında özel sektörünün silah satışlarıyla Türkiye den önemli bir ekonomik
kazanç elde etti. Barzani ve Talabani yi Türkiye yle buluşturdu. Irak, Suriye,
İran denetimini sağladı. Öcalan da bu oyunda Türkiye nin ayağındaki pranga
olarak kullanıldı. Ama o bunu göremedi. Öte yandan diğer bir Kürt lider Kemal
Burkay silahlı mücadeleye karşı çıkarak ve Kürt sorununa siyasal çözümler
arayarak terörden uzak kaldı. Ama o asla dinlenmedi. En barbar olan en çok söz
geçiren oldu.

İkinci bölüm
Öcalan a karşı ilk eylemler

Ankara da Abdullah Öcalan ın yakalanarak Türkiye ye getirilmesiyle ilgili MİT


ile CİA arasındaki görüşmelerin başladığı tarih 4 şubat 1999 perşembe günüydü.
Ancak Türkiye Öcalan ın takibi konusunda oldukça deneyimliydi.
PKK lideri Abdullah Öcalan a yönelik aktif operasyonel çalışmalara 1993
ortalarında başlandı. 1994 nisan ayına kadar daha ziyade çeşitli ülkelere mensup
taşeronlar kiralanmış ve bunlara büyük ücretler ödenmişti. Bunlar MİT içinde 6
ayrı grupta tasnif ediliyor. Parayı alanlardan bazıları birkaç göstermelik
çalışma yapmış, birkaç sayfa rapor yazmış, malzeme alımı, günlük masraflar
seyahat masrafları vb adı altında büyük paraları aldıktan sonra, ortalardan
kaybolmuşlardı.
Ciddi çalışmalar 1994 nisan ayından sonra, netice alıcı çalışmalar ise 1994 ün
sonlarına doğru, ağırlıklı olarak MİT personeli kullanılarak yapılmaya başlandı.
Çünkü 1993 yılında yapılan bir MGK toplantısında MİT Öcalan la ilgili olarak
pasifize olmakla ve geri kalmakla suçlanmıştı. Bu toplantılarda dönemin MİT
Müsteşar Yardımcısı Ertuğrul Güven askerî kanadı eleştirmiş ve PKK sorunuyla
mücadelede yanlış yapıldığı yorumlarını dile getirmişti. Güven in adı daha sonra
Azerbaycan daki darbe girişimlerine karıştı ve Güven emekli edildi.
Kelle avcılığı
Öcalan, MİT tarafından tıpkı Mossad ın bir dönem Yaser Arafat ı izlediği gibi
izleniyordu. Bir harita üzerinde Öcalan o an nerede ise kırmızı bir ışık
yanıyordu. Bu ışıklı gösteri sık sık Öcalan konusunda sıkılaştırılan MİT in
siyasîlere sunduğu şovlardan biriydi.
Bu ışıklı şemada Öcalan ın bulunduğu yer yanıp söndükçe, onun peşindeki takip de
artıyordu. Çünkü siyasîler o ışığın sönmesini istiyorlardı. Bu konuyu bir iç
siyasî koz olarak kullanmak isteyen DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, dönemin MİT
Müsteşarı Sönmez Köksal a her seferinde aynı şekilde bağırıyordu: Bana
Öcalan ın kellesini getirin
Köksal, Çiller in tacizlerinden epeyce bunalmıştı. Hatta bir ara Çiller in
baskısından kurtulabilmek için eşi Özer Çiller i devreye sokmak konusunda
ataklarda bulundu. Özer Çiller le iki kez yemek yenildi. Bunlardan biri MİT in
karargâh binasında, diğeri ise Çiftlik olarak adlandırılan Ankara yakınlarındaki
bir ek binada. Bu yemeklere bütün MİT üst düzey yöneticileri katıldılar. Hatta
Çiftlik teki yemek sonrasında buradaki poligonda Özer Çiller le birlikte bir
atış talimi de yapıldı.Bu yemeklerde Özer Çiller le bir yakınlaşma doğması
arzulanıyordu. Çünkü Tansu Çiller MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ı dikkate
almıyordu. Bütün istihbarat çalışmalarını Mehmet Ağar ve Ünal Erkan ikilisiyle
birlikte götürüyordu. Hatta bir ara Ünal Erkan ın MİT müsteşarı yapılması
konusunda ciddi girişimlerde bulunan Tansu Çiller i, eşi Özer Çiller bu konuda
kendisine yapılan ricalar nedeniyle engelledi. Özer Çiller MİT için etkin olarak
devreye sokulmuştu. Tansu Çiller MİT e adım atmıyordu ama, onu atlayan MİT
yöneticileri Özer Çiller aracılığıyla isteklerini gerçekleştirme yoluna
gidiyorlardı. Bu nedenle MİT yararına bazı kadrolarla, maaşlarla ilgili imzalar
Özer Çiller e rica edilerek yaptırılabiliyordu.
Özer Çiller e APO brifingi
Ankara da Çiftlik te yenilen yemek sırasında bir de Abdullah Öcalan nasıl
yakalanır ve öldürülebilir brifingi verildi. Bu olay MİT içinde en ciddi
tartışmalardan birini ortaya çıkardı. Özer Çiller in resmî bir sıfatı yoktu.
Devletin en gizli bilgileri nasıl oluyor da Özer Çiller e aktarılıyordu? Bu
brifinge karşı çıkan şimdiki Müsteşar Şenkal Atasagun ile Sönmez Köksal ın arası
açıldı.Köksal ın bazı uygulamalarına karşı çıkan Atasagun daha önce aralarında
baş gösteren görüş ayrılıklarını masaya koydu. Köksal artık eski arkadaşıyla
birlikte çalışmak istemiyordu. Bu yüzden, merkezden uzaklaşsın diye İngiltere
temsilciliğine atadı. Atama konusunda direnen siyasîlere Atasagun MİT içinde
kalırsa büyük kavgalar çıkacak. İkilik olacak diyordu. Çiller seçimlere
Öcalan ı sağ veya ölü olarak Türkiye ye getiren lider olarak girmek
istiyordu.Bunun için İsrail başta olmak üzere çalınabilecek bütün kapıları
çaldı. Yanında en önemli destekçisi olarak dönemin Emniyet Genel müdürü olan
daha sonra partisinden milletvekili ve bakan yaptığı Mehmet Ağar ı
bulunduruyordu. MİT in yanı sıra Abdullah Öcalan ın yakalanması için emniyette
de alarm durumuna geçilmişti. Ağar, özel ekipler hazırlıyordu. Oysa polis
teşkilatının böyle bir görevi yoktu. Ayrıca bu konuda milyarlarca lira tahsisatı
harcayan polis, Öcalan ın nerede olduğunu bile bilmiyordu. Çünkü bunu
öğrenebileceği teknik ve yasal yapılanmadan yoksundu. Ocak 1995 de Öcalan a
yönelik operasyonlar için MİT in yönetiminde Müşterek Faaliyet Grubu kuruldu.
Bu grupta MİT, Genelkurmay ve Emniyet Genel Müdürlüğü uzmanları yer aldı. Herkes
elindeki bilgiyi bu gruba taşıdı. Bir süre sonra bu grubun Öcalan la ilgili
olarak yaptığı bir hazırlık basına bilgi sızdığı için yapılamadı. Daha sonra
yapılan araştırmada bilginin polis kaynaklarından çıktığı anlaşıldı ve polis
uzmanları grup çalışmasından çıkartıldılar.
Trilyonlar boşa gitti
Öcalan ın yakalanabilmesi veya öldürülmesi amacıyla örtülü ödenekten pek çok
uyuşturucu kaçakçısı ve mafyacıya paraların çıkartıldığı, İsrail e Öcalan la
ilgili alınan bilgiler karşılığında milyonlarca doların ödendiği, bu paraların
büyük bir kısmının ortadan kaybolduğu sonradan ortaya çıktı. Çiller in, diğer
liderler gibi Öcalan ı iç politikada kullanma isteği ötekilerden farklı olarak,
Türkiye ye pahalıya patlamıştı. Bu dönemin bedeli ilgili ilgisiz kişilere örtülü
ödenekten dağıtılan tam 50 milyon dolardı. Yanlış okumadınız. Çiller boş vaatler
için tam 50 milyon dolar harcadı.
Tansu Çiller Sönmez Köksal a o kadar kızgındı ki bir İsrail gezisi sırasında
görüşmelere Köksal ı almayıp kapıda bekletirken, Mehmet Ağar ı sokmuştu. Mossad
başkanı ile Türk heyeti çeşitli konularda görüştükten sonra, Tansu Çiller yalnız
görüşmek isteğini belirterek, Türk heyetindeki MİT ve diğer görevlileri dışarı
çıkarttı. Kısa bir süre sonra da Mehmet Ağar ı içeriye çağırttı. Sönmez Köksal ı
dikkate almamak konusunda Çiller kararlıydı. MİT i tamamen göz ardı etmekteydi.
Aynı uygulamaya Beyaz Saray da Özal tarafından maruz bırakılan dönemin Devlet
Başkanı Ali Bozer istifa etmişti. Köksal ise bekleyip, görme politikasını
izlemeyi yeğledi. Çiller kendisini dışladıkça o Özer Çiller ile Cumhurbaşkanı
Demirel e yaklaşıyordu.
MİT bu durumdan duyduğu rahatsızlığı art arda gerçekleştireceği Öcalan
operasyonlarıyla gidermek için çalıştı. Ama iktidar değişmiş ve Çiller
başbakanlıktan gitmişti. Köksal yeni gelen Başbakan Mesut Yılmaz a Öcalan
operasyonu yapmak için izin verip vermediğini sordu. Yılmaz onayladı. Bunun
üzerine Cumhurbaşkanlığı nda Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz a bir brifing
verildi ve hazırlıklar anlatıldı. Bu brifingde kullanılan elemanlar ve resimleri
de vardı. Ne yapılacak nasıl yapılacak bir bir aktarıldı. Yani operasyon
hazırdı. Ayrıca bir brifing de dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı
Karadayı ya verildi.Sadece bu üçlüden onay alındı. O zaman operasyon ekibinde
bulunanlar arasında olan ve resmi bulunan Mahmut Yıldırım ın kim olduğunu
hiçbiri bilemedi. Zaten işin bu yanıyla ilgilenen de olmadı. Sunuştan tatmin
oldukları için liderler fazla soru da sormadılar. Böylece düğmeye basıldı. Ancak
talimat ile tatbikat arasında uzunca bir süre geçti. Her üç lider de sık sık Ne
oldu, ne zaman yapacaksınız? diye sabırsızlık ve merakla soruyorlardı.
İlk ciddi operasyon: Mercedes
Sönmez Köksal bu olur üzerine ilk büyük ve ciddi operasyon için MİT Kontr Terör
Daire Başkanı Mehmet Eymür ü görevlendirdi. Eymür MİT e döndüğü 1984 yılından
itibaren aslen bu işle ilgili çalışmalar yapıyordu.
Öcalan a karşı girişilen en önemli operasyonun adı Mercedes olarak kayıtlara
geçti. Bu operasyonun uygulanmasında gönüllülerden yararlanıldı. Bunlardan
birisi de Yeşil olarak tanınan Mahmut Yıldırım dı. O dönem MİT kontrolünde
bulunan Yıldırım operasyon içinde görev yaptı.
MİT, Öcalan a karşı iki önemli operasyon gerçekleştirdi. Bunlardan birincisi
Şam da, diğeri ise Bekaa Vadisi nde gerçekleşti. Her iki saldırıda da Öcalan
büyük bir şans eseri kurtulmayı başardı.
Mercedes Operasyonu için önce istihbaratı toplama aşaması uygulamaya konuldu. Bu
amaçla bir grup ajan, Suriye ye sızdı ve Apo nun faaliyetlerini gözlemeye
başladı.
Amaç, Apo nun yaşam biçimini öğrenmek, hangi zamanlarda nerede bulunduğunu
tespit edip, vurma noktası nı bu bilgilere göre saptamaktı. Bu istihbarat
faaliyeti, meyvesini aylar sonra verecekti. PKK liderinin en düzenli konakladığı
mekân, Şam ın güneyinde Basatin semtindeki çiftlik eviydi. Mercedes
Operasyonu nun patlama noktası bu çiftlik evi olarak seçildi. Eğitim
çalışmaları için kullanılan, zaman zaman hastane görevi gören büyük ev çok iyi
korunuyordu. Bu nedenle çiftlik evinin mümkün olduğu kadar yakınına park edecek
bir araca yüklü miktarda patlayıcı madde konup, patlamanın etkisiyle APO nun
bulunduğu ev havaya uçurulacaktı. Ancak daha sonra APO nun kaldığı diğer
adresler de gözden geçirildi. Kırsal alanla uzun telefon konuşmalarını Şeba
köyünde Mahsun Korkmaz Akademisi nden yapıyordu. Onun için yeni hedef olarak
burası seçildi. Plan aynıyla burası için uygulanmaya konuldu. Her şey çok iyi
gidiyordu. Mayıs ayının ilk günlerinde 500 kiloya yakın C-4 patlayıcısının
bulunduğu bir minibüs, sınır noktasını geçerek, geceyarısı Suriye topraklarının
içinde kayboldu. Araçta bulunan gönüllülerden biri de Yeşil kod adlı Mahmut
Yıldırım idi. Yolda kendilerini kaçakçılar olarak tanıtan grup, patlayıcı yüklü
minibüsle Şam a ulaştı. Tarih, 6 mayıs 1996 ydı. Suriyeli kaçakçılarla birlikte
eroin işi gösterilerek organize edilen eylem uygulamaya konuldu. Öcalan ın
gelmesi beklendi.
Öcalan şans eseri kurtuldu
Ankara da MİT içinde bir izleme birimi oluşturuldu. Apo, Mahsun Korkmaz
Akademisi ne geldi.Suriyeli uyuşturucu kaçakçısına araç teslim edildi.Kaçakçı
içinde uyuşturucu olduğunu sandığı aracı, Öcalan ın bulunduğu yerin saptanan
noktasına park edemedi. Çünkü trafik polislerinin denetimi onu ürkütmüştü. Bunun
yerine araç evin karşı kaldırımına ve evden yaklaşık 100 metre uzağa park
edilmiş olarak patlatıldı. Büyük bir infilak meydana geldi.Patlamanın sesi
Şam ın her semtinden duyuldu. Minibüsün olduğu noktada patlamanın etkisiyle 7-8
metrelik bir çukur açıldı. Aynı anda Şam daki pek çok farklı noktada patlamalar
meydana geldi. Ankara da oluşturulan izleme birimi patlamalar nedeniyle büyük
bir sevinç içinde Öcalan ın öldüğünü sandı. Öcalan ın bulunduğu yerdeki ve
civardaki bütün haberleşmeler susmuştu çünkü. Ancak sevinç kısa sürdü.
Patlamadan bir süre sonra Öcalan ın evine ilk telefon haberleşmesi gerçekleşti.
Öcalan sağdı. Apo suikasttan sağ olarak kurtulmuş, ancak kendisini ortadan
kaldırmak isteyen Ankara nın evinin dibine kadar sokulabileceğini de görmüştü.
Öcalan bu operasyonla ilgili olarak bu organizasyon içinde Viranşehir Belediye
Başkanı İbrahim Abdi Keleş in bulunduğunu saptadıklarını anlattı, yakalandıktan
sonra.Bu nedenle Keleş aşiretinin önde gelenlerinden Abdi Keleş PKK nın
öncelikli hedefi haline gelmişti. Öcalan kendisine karşı girişilen bu bombalı
operasyonla ilgili olarak sorgusunda şunları aktardı:
6 mayıs 1996 senesinde Şam daki evimin önünde bir tonluk bir bomba patladı,
(Şam daki evim ifadesi doğru değil. Zaman zaman kaldığı evi yine o yakınlarda
bir yerdeydi. Zaman zaman da kamptaki iki katlı villasında kalıyordu) bombayı
dolmuş içine yerleştirmişlerdi. Burada hedef benim öldürülmemdi. Bu olay üzerine
örgütlü olarak biz araştırma yaptık. Suriye Kürtleri nden Malasino ailesinden
bir genci de yakaladık, onu sorguya çektik. Bu gencin ismini hatırlayamıyorum.
Yalnız bana verilen bilgide evimin önünde patlayan aracı bu gencin kullanmış
olduğudur. Biz de araştırma yaptık, yaptığımız araştırmalar sonucunda Siverek,
Viranşehir ve Suriye de Haseki şehri hattında Sedat Bucak, Viranşehir Belediye
Başkanı Keleş Abdioğlu ve Malasino ailesinden o gencin bana suikast düzenlemek
üzere hazırlık yaptıklarını ve anlaştıklarını tespit ettik. Hatta örtülü
ödenekten de 50 milyon doların bu iş için ayrıldığını öğrendik. Aynı olay
Susurluk Raporu nda da anlatılmıştır. Benim Abdi Keleş Abdioğlu nu hedef
göstermememin asıl sebebi budur. Yani bana yapılan suikast teşebbüsüdür.
Soruldu: 6 mayıs 1996 tarihinde Suriye de evinizin yakınına patlayıcı madde dolu
bir kamyonun bırakılmasından ve patlamanın meydana gelmesinden evvel Yalçın
Küçük ün bu girişimi size haber verdiği iddiası var. Yalçın Küçük Ankara DGM de
bir yargılaması nedeniyle verdiği ifadesinde bir siyasî parti liderinin bu
durumu kendisine haber verdiğini, kendisinin de kaçması için size haber
verdiğini söylemiştir.
Cevap: Yalçın Küçük ün bana telefonla Bugünlerde size karşı bir saldırı
gerçekleştirelecek hazırlıklı olun dediği doğrudur. Ancak herhangi bir siyasî
parti mensubu veya lideri bunu haber verdi diye bir şey söylemedi. Ancak normal
olarak muhalefetteki siyasî partilerin bu haberi vermesi normaldir. Çünkü bu
saldırı gerçekleşseydi iktidardaki parti puan kazanacaktı. Ancak dediğim gibi
isim vermemişlerdir. Ayrıca ben Yalçın Küçük ün haber vermesi nedeniyle özel bir
tedbir almadım zaten her zaman tedbirli idim.
Bu operasyonla ilgili hazırlık talimatı MİT e Tansu Çiller tarafından
verilmişti. Uygulama Mesut Yılmaz başbakanken yapıldı. Siyasî liderler ve
partiler Öcalan a karşı girişilen operasyonlarda fikir birliği içinde
davranıyorlardı.
Yeşil, Apo nun peşinde
Anayol Hükûmeti, Mercedes Operasyonu ndan tam bir ay sonra 6 haziran 1996
tarihinde son buldu. Yerine Necmettin Erbakan ın başkanlığındaki Refahyol
Hükûmeti kuruldu. DYP lideri Çiller, koalisyonda Dışişleri bakanlığı görevini
üstlenmişti. MİT in Öcalan ı hedef alan planlarında bir değişiklik olmadı.
Planlanan ikinci operasyon 27 kasım 1996 da yürürlüğe kondu. Bu tarih, PKK nın
kuruluş yıldönümüydü. Abdullah Öcalan, her yıldönümünde PKK nın Bekaa
Vadisi ndeki bir örgüt evine giderek, buradan radyo konuşması yapıyordu. Öcalan
tam bu konuşması sırasında ortadan kaldırılacaktı. Mercedes Operasyonu nda
sıradan bir oyuncu olan Yeşil, bu kez Metin Atmaca adına düzenlenmiş bir
pasaportla başroldeydi. 23 kasım 1996 tarihinde Esenboğa Havaalanı nın protokol
salonundan uçağa bindirildi. Yeşil, önce THY iç hatlar uçağıyla İstanbul a
geçti. İstanbul dan transfer yaparak Lübnan Havayolları na ait bir uçakla
Beyrut a hareket etti. MİT in Kontr-Terör Merkezi nin bir elemanı ile Yeşil ayrı
ayrı gittiler. Yanlarında MİT den kimse yoktu. İki ayrı grup halinde ayrı ayrı
noktalardan Lübnan a girdiler.
Yeşil, Bekaa Vadisi ne Beyrut üzerinden geçecekti. Ancak önce kendisiyle
buluşması gereken kişilerle buluşmakta gecikti. Diğer eleman olay yerine geç
gelince buluşma gerçekleşmedi. Ama diğer elemanlarla buluştu. Fakat Bekaa daki
örgüt evinde patlama olmadı. Evde büyük bir tadilat yapılıyordu ve evin içi
inşaat malzemesi ve kum doluydu. Sadece bir bekçi ve ailesi vardı. Yeşil ve
diğer casuslar yanlarındaki bombaları yerleştiremediler. Operasyon bir sene
sonrasına bırakıldı. Yeşil bundan öncede MİT mensuplarıyla katıldığı bir başka
operasyonda gözaltına bile alındı. Ama 3 gün süreyle sorguya dayanınca serbest
bırakıldılar.
Yeşil olayın ardından havayoluyla Ankara ya geldi. Ertesi gün raporunu yazmak
üzere MİT e davet edildi. (Raporunu yazdı. Kritik yapmak üzere hazırlanan
toplantıya gelmedi. Biz her faaliyetin ardından bu şekilde toplantılar yapar,
hata varsa onların tekerrür etmemesine çalışırdık.) Ama o bir daha ortalıkta
gözükmedi. Onu en son görenler Ankara Esenboğa Havalimanı nda yanında bulunanlar
oldu. Bir daha ne rapor ne de ses verdi.
Operasyonlar Genelkurmay ı kızdırdı
Yıllar sonra bu operasyonda kullanılan Metin Atmaca kimliğine ait pasaport bana
posta yoluyla gönderildi. Bazı çevreler bunun Yeşil in öldürüldüğü şeklinde
yorumlanması gerektiğini ileri sürerken, MİT bu pasaportu yayımladığım için bana
dava açtı. Ayrıca pasaportu imha etmediği gerekçesiyle Yeşil e son görevlerini
veren dönemin MİT Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür de aynı dava içinde
yargılandı.
Öcalan a karşı sadece MİT ve polis değil, aynı zamanda askerî kaynaklar
tarafından da yakalanması veya öldürülmesi noktasında pek çok operasyon
düzenlendi. Onlarda da başarı sağlanamadı.
Bu arada Genelkurmay Başkanlığı yapılan operasyonlardaki başarısızlıklar
yüzünden bu faaliyetlerde yer alan tecrübeli iki muvazzaf subayı operasyon
aşamasında kursa gidecekler diye geri çekti. Dönemin Genelkurmay İkinci
Başkanı Çevik Bir MİT yetkililerinin ısrarları karşısında onların telefonlarına
çıkmayarak tepkisini gösterdi. Zamanın askerî istihbarat başkanı da Şam daki
askerî ataşeye telefonla Oraya ekipler yolladık. Apo yu yakında ayağına ip
bağlayıp sürükleye sürükleye getirecekler. Şimdi Suriyeliler dinliyordur. İyi
dinleyip öğrensinler şeklinde açık ve tepkili mesajlar iletti. Bunlar askerin
duyduğu tepkilerin dışavurumuydu.
Akrebin etrafındaki ateş
Amerika nın, Öcalan ın Türkiye ye verilmesiyle ilgili teklifi aslında aylar
öncesinin bir senaryosuna dayanıyordu. Amerika Öcalan la ilgili kararını çoktan
vermişti. Bu konudaki ilk bulgular Milliyet gazetesinin Washington muhabiri
Yasemin Çongar ın kaleminden Türkiye ye yansıdı. Amerikalı profesör Michael
Gunter, Şam da Abdullah Öcalan la görüşmüştü.Hem de 10 saat boyunca. Görüşmede
ve sonrasında Öcalan ın Şam sokaklarında gezerken çekilen enfes fotoğrafları
Türk basın mensubuna veriliyordu. Oysa Suriye, Türkiye ye hep aynı yalanları
söylemişti yıllar boyunca: Öcalan bizde yok .
Şimdi tanıklar Amerika dan sesleniyordu: Türkiye bak Öcalan Suriye nin başkenti
Şam da elini kolunu sallayarak geziyor .
Amerikalı profesör
Yasemin Çongar bu görüşmeyle ilgili olarak Gunter den ve onun aydınlattığı
Amerikalı çevrelerden edindiği izlenimlerini şöyle aktarıyordu:
PKK lideri Abdullah Öcalan yoğun bir çelişki yaşıyor. Öcalan, bir yandan
örgütünün askerî açıdan geriletilmiş olması ve kendisinin yıllardır Suriye
dışına çıkamaması nedeniyle yalnızlaşan, güçsüzleşen bir görünüm çizerken; bir
yandan da, başta Şam, Atina, Bonn gibi başkentlerden gördüğü muameleden
memnuniyet belirtiyor ve PKK nın yakın dönem hedeflerini uluslararası nüfuzu
ve etkinliği artırma diye saptıyor. Kürt sorununa Türkiye sınırları içinde
siyasî çözüm istediğini belirten ve Türk askerî liderleri ile Türkiye deki PKK
dışı Kürt temsilcilerinin diyalog başlatmasını öneren Öcalan, Clinton
yönetimini de, bu yönde nüfuz kullanmaya davet ediyor. Suriye devletinin
Öcalan a verdiği, Şam daki dayalı döşeli apartman dairesinin yanı sıra, kente 10
kilometre uzaklıkta tahsis edilen iki ayrı villada PKK lılara Kürtçe ve Türkçe
eğitim yaptırılıyor. Öcalan, sonuncusu 13 martta kendisini ziyaret eden PASOK
üyesi iki Yunan milletvekili olmak üzere, uluslararası heyetleri de, bu
villalarda ağırlıyor. Suriye - PKK yakınlığını yansıtan bir başka yeni olgu da,
örgüt militanlarının yüzde 25 ini Suriyeli Kürtler in oluşturması. Şemdin
Sakık ın KDP ye sığınmasından rahatsız olan Öcalan ın, yeni siyasî danışmanı
ise PKK üyesi değil. 1946 da kurulan ve bir yıl yaşayan tarihteki tek bağımsız
Kürt devleti Mahabad Cumhuriyeti nin kurucu lideri Gazi Muhammed in tek oğlu,
İran kökenli Ali Gazi sık sık Almanya dan Suriye ye gelerek Öcalan la siyasî
istişare yapıyor. Öcalan ın ruh haline ve PKK nın son durumuna ilişkin
izlenimleri, ABD li siyasetbilim profesörü Michael Gunter dan öğreniyoruz. Kürt
sorunu konusunda yayınları olan, Tennessee Teknolojik Üniversitesi öğretim
görevlisi Gunter, 13 - 14 mart 1998 tarihlerinde Şam da, Öcalan la 10 saati aşan
bir görüşme yaptı. Gunter, ABD hükûmetine yakında ileteceğim dediği siyasî
mesajları da içeren bu görüşmenin ayrıntılarını, Şam dönüşünde bana aktardı.
Gunter ın ağzından Öcalan 1998 şöyleydi:
Amerika nın gözünde Öcalan
Öcalan ı biraz izole olmuş buldum. PKK nın birçok yöneticisi Avrupa da,
Türkiye de, Kuzey Irak ta yaşıyor. Mart başında, Kani Yılmaz ın Almanya da
serbest bırakılmasının ardından, Avrupa da çok önemli bir PKK toplantısı
yapılmış. Buraya katılamamaktan sıkıntılıydı. Ancak kanımca, örgüt üzerindeki
denetimi tam ve çevresindekilerden sadakat görüyor. Öcalan, 1979 dan beri,
Suriye ve Suriye denetimindeki Lübnan toprakları dışına çıkmamış. Tek istisnası,
1982 de K. Irak ta KDP lideri Mesut Barzani yle buluşması. Belki birkaç kere
daha Irak sınırını geçmiş. Ancak İran a, Kıbrıs a, Yunanistan a gittiği
haberleri yalan. Ancak ziyaretçisi eksik olmuyor. Beni ilk gün, yanındaki iki
PASOK milletvekili nedeniyle bekletti. Daha sonra milletvekilleri, Öcalan ve
Londra dan gelen bir İngiliz hanım, hep beraber yemek yedik.
Şam ın sağladığı olanaklar ortada; Öcalan ın Suriye de çok rahat hareket ettiği
belli. Ancak terörist Carlos un sonunda Sudan tarafından Fransa ya iade edilmesi
gibi, örneğin su pazarlığı sonucunda Öcalan ın da Şam tarafından Türkiye ye
verilmesi mümkün. Öcalan, Almanya nın kendilerini siyasî muhatap olarak kabul
etmeye başlamasından memnun olduğunu, ancak bu tutumun, Avrupa Birliği ne
yansıtılamadığını, çünkü Alman hükûmetinin Kürt meselesine uluslararası değil,
içişleri boyutunda baktığını söyledi. Öcalan a göre, Türkiye yi siyasî
çözüme zorlayabilecek tek ülke ABD. PKK lideri, Washington ın tutumundan hiç
memnun değil. Öcalan ın önerisi, Türk devleti ile Kürt halkının temsilcileri
arasında diyalog başlatılması. PKK nın terörist etkinlikleri nedeniyle, bunun
ilk başta PKK lılarla olamayacağını kabul ediyor. Ancak günün birinde Arafat
gibi, Mandela gibi kendisinin de siyasî kabul göreceği inancında. Diyaloğun
ilk aşamada, basına hiç yansımadan gizli yürütülmesini isteyen Öcalan a göre,
Türkiye deki Kürt kökenli ve bunu reddetmeyen milletvekilleri, HADEP ya da başka
kültürel Kürt oluşumları temsilci olabilir. Şerafettin Elçi yi sorunca, Onu,
kendi halkı kabul etmez diye karşı çıktı. Diyaloğun devlet tarafında, Türk
genelkurmayı olması gerektiğini, çünkü sivillerin bu konuda irade
gösteremeyeceğini söylüyor. Cumhurbaşkanı Demirel den işi bitmiş, tükenmiş
diye söz etti. Deniz Baykal dan umudu olup olmadığını sordum; umutsuz
konuştu. Mesut Yılmaz ı güçsüz buluyor. Öcalan, Özal yaşasaydı, Kürt sorunu
çözülürdü diyor. PKK lideri, Özal ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis in,
Kürt sorununda açılım istedikleri için öldürüldükleri iddiasında. Bağımsız
devlet fikrini bıraktıklarını söylüyor. Kürtlere kültürel ve siyasî haklar
verilmesini, bağımsız bir Kürt partisine olanak tanınmasını istiyor. Ancak
PKK nın, Sürgündeki Kürt Parlamentosu nu, İran, Irak ve Suriye Kürtleri ne açma
kararı, Kürtler in federasyon kurması ve sonunda genel bir Ortadoğu
Kürt-Türk-Arap-Acem federasyonuna gidilmesi planları, Öcalan ın diğer
söyledikleriyle tam bir çelişki içinde.
Öcalan ın eşi ve sevgilisi yok. Erkek kardeşlerinden Kuzey Irak ta PKK komutanı
olan Osman la temasta. Türkiye deki kardeşi Mehmet i apolitik, kendi halinde bir
adam diye anlatıyor ve Türk devletinin onu genelde rahat bırakmasından memnun.
Öcalan hayatında hiçbir insana ateş etmediğini söylüyor. Ancak onca insana
öldürme emri veren birinin, böyle konuşmasına anlam veremedim.
Öcalan ın Amerikalıları
Bunlar Çongar ın aktardıkları. Bu görüşmede Öcalan ın artık terör yerine siyasî
kimlikle ortaya çıkma isteğini belirtmesi dikkat çekici. Kenya operasyonunda bu
isteğin etkisinin de büyük olduğu açık. Terör yaratmayan bir Öcalan ve PKK,
bölgenin diğer siyasî güçleri olan Mesut Barzani ve Celal Talabani yle çatışmaya
girecektir. Ama ne gariptir ki Öcalan Suriye den Türkiye nin baskısıyla
çıkartılmadan önce gerçekleşen bu görüşmenin bir benzeri , Amerikalı iki casus
ile Öcalan arasında, Öcalan Kenya da yakalanmadan birkaç gün önce tekrar
gerçekleştirilmek istenmiştir.
PKK nın yayın organlarından MED TV Öcalan ın yakalanmadan hemen önce uçakta
kaleme aldığı bir mektubu yayınladı. Daha sonra bu mektup ayrıca PKK nın
Almanya da yayımlanmakta olan günlük gazetesi Özgür Politika nın 11 ekim 1999
tarihli sayısında da tekrar edildi. Abdullah Öcalan ın kendi el yazısıyla kaleme
aldığı mektup 16 ocak 1999 günü iki Amerikalı ya hitaben yazılmış. Bunlar Peter
Galbright ve Graham Fuller. Öcalan Amerikan gizli servislerinin bu iki önemli
adına mektupta şöyle diyor:
Sizlerle yapacağım ve çok önemli bulduğum görüşmeyi elimde olmayan nedenlerle
gerçekleştiremeyeceğimi üzüntüyle sizlere belirtmek durumundayım.
Bu dönemde böyle bir görüşme hayra,öneme haizdir. İleride koşullar elverirse
gerçekleştirmek arzumdur. Ortadoğu da önemli gelişmeler arifesinde diyalog
birçok yanlışı önleyebilir ve bazı doğrulara uygulama şansı verebilir.
Benim yerime sizlerle görüşecek arkadaşlara vereceğiniz mesaj ve yaklaşımları
beklediğimi önemle belirtirim.
Gelişiniz için teşekkürlerimi belirtir, saygıyla selamlarım.
16.1.l999 Abdullah Öcalan.
Roma dan, Rusya ya doğru kaçmakta olan Öcalan ın görüşemediği iki Amerikalı ya
yazdığı mektup bu. Kendisiyle görüşmek için Roma ya gelen iki önemli Amerikalı
elleri boş dönmek zorunda kalıyorlar. Çünkü Öcalan, kaçmak durumunda.

Üçüncü bölüm
Av olma duygusu

Öcalan ın Türkiye açısından sorun olma zamanları 1970 li yıllar. 1970 yılında
DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) üyesi olarak siyasete atılan Öcalan, 1971
yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ne kayıt yaptırmış. Bu
yıllarda THKP-C örgütüyle ilgilenmiş. Nisan 1972 tarihinde bildiri dağıtırken
yakalanmış ve 7 ay Mamak Askerî Cezaevi nde tutuklu kalmış. Tutukluluk
yıllarında zaman zaman polis muhbiri olarak kullanılmak istenmiş. Bu nedenle de
içerden çıkartılmasında devlet çokça yardımcı olmuş. 1975 yılına kadar
Ankara da devlet bursu alarak da okuyan Öcalan, sonrasında tapu kadastro memuru
olarak Şanlıurfa ya gitmiş. Herkes onu kadastro çalışması yapıyor zannederken o
1976 yılından 1978 e kadar bölgede Kürtçülük üzerine çalışmış. 1978 de ise PKK
terör örgütünün resmen kurulması sağlanmış. 27 kasım 1978 tarihinde
Diyarbakır ın Lice ilçesinin Ziyaret köyünde kurulan terör örgütü PKK ın ilk ve
değişmez elebaşı olma özelliği var Öcalan ın.
Terör bilançosu
15 ağustos 1984 PKK nın kanlı terör eylemlerinin başladığı tarih. Eruh ve
Şemdinli ilçelerine silahlı saldırılarda bulunulmasıyla PKK terörü kan dökmeye
başlamıştı. PKK nın silahlı faaliyetine başladığı 15 ağustos 1984 tarihinden
30 eylül 1999 tarihine kadar geçen dönemde; 21 631 terör olayı gerçekleşti.
Olaylardan 6 742 si saldırı, 8 511 i güvenlik kuvvetleriyle çatışma, 3 473 ü
mayın döşeme ve bombalama suretiyle patlama, 411 i gasp, 1 076 sı yol kesme ve
adam kaçırma, 758 i kanunsuz toplantı düzenleme, 660 ı bildiri dağıtma şeklinde
gerçekleşti.
Bu olaylarda 4 018 i asker, 1 264 ü GKK, 254 ü polis olmak üzere toplam 5 536
güvenlik görevlisi şehit oldu. 8 644 ü asker, 1 723 ü GKK, 987 si
polis olmak üzere toplam 11 354 güvenlik görevlisi yaralandı. 4 558 vatandaş bu
olaylarda hayatlarını kaybettr. 5 853 vatandaş da yaralandı.
Bu olaylara neden olan 18 741 terörist ölü ele geçirildi, 2 133 terörist
de güvenlik güçlerine teslim oldu. Güvenlik güçlerinin yapmış oldukları başarılı
operasyonlar neticesinde örgüte ait 23 611 uzun namlulu silah, 5 552 tabanca,
21 276 bomba ve çok miktarda mühimmat ele geçirildi. (Kaynak: EGM, TEMÜH
Daire Başkanlığı verileri.)
Öcalan takibi başlıyor
Terör ateşinin, varoluşuna saldırdığını anlayan Türkiye için artık karar günleri
yaklaşmıştı. Türkiye ile Suriye ve İran arasında PKK destekçiliği konusundaki
tartışmalar, bölgede suların ısındığının ilk işaretleri oldu. Suriye Türkiye
karşısında dayanabilecek durumda değildi.
16 eylül 1998 günü Suriye sınırına giden Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ateş
çok sert bir üslupla Türkiye nin Sabrımız taştı mesajını Suriye ye verdi.
Orgeneral Atilla Ateş, Suriye yi PKK ya destek verdiği için uyararak Artık
sabrımız kalmadı. Eğer gerekli tedbirleri almazlarsa biz Türk Milleti olarak her
türlü tedbiri almak zorunda kalacağız dedi. Suriye sınırı yakınlarındaki Hudut
Bölük Komutanlığı nı denetleyen Ateş, Reyhanlı da yaptığı açıklamada Suriye
başta olmak üzere bazı ülkelerin Türkiye nin iyi niyetini suiistimal ettiğini
vurguladı. Ateş Bütün bu iyi niyetimize ve gayretimize rağmen, bazı
komşularımız özellikle ismini açıkça söylüyorum Suriye gibi komşular, iyi niyet
ve gayretimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek,
Türkiye yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye, iyi ilişkiler konusunda
gerekli çabayı gösterdi. Ancak artık sabrımız kalmadı. 29 eylülde Türkiye,
Suriye sınırına askerî yığınak yapmaya başladı. Suriye PKK nın merkezi olmanın
bedelini Türkiye yle savaşarak mı ödeyecekti?
Ortadoğu karışınca
Türkiye uzun zamandır Arapların PKK ya verdikleri destek nedeniyle Ortadoğu
politikalarında büyük değişiklikler yapmıştı. Bölgede Araplara karşı İsrail le
iyi ilişkiler geliştirme politikası izleniyordu. Özellikle askerî alanda Türkiye
ile İsrail arasında yaşanan yakınlaşma ve işbirliği, ortak tatbikatlarla
perçinleniyordu. Arap dünyasında Türkiye ile Suriye arasında gerilen ip hemen
fark edildi. Ortadoğu nun kurnaz ve etkili politikacısı Hafız Esad Türkiye yle
yakın diyaloğu bulunan Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ten arabulucuk
yapmasını istedi. Mübarek Türkiye ye gelirken, İran da devreye girdi. Bir anda
ortalık toz bulutu içinde kalmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri nin yığınağı devam
ederken, 1 ekimde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Şam ı çok sert bir
şekilde uyardı. Türkiye Öcalan ın Şam da korunmasını ve buradan terör olaylarını
yönetmesini savaş sebebi sayacaktı.
Tam bugünlerde İstanbul da görüştüğüm birçok üst düzey yetkili, bu savaş
oyunlarıyla ilgili olarak bana, Bunu sonuna kadar devam ettireceğiz.
Kararlılığımız bu noktada önemli. Ama savaş var mı diyorsan? Savaş zor bir
karar dedi.
Aslında Öcalan a karşı ilk zafer diplomatik alanda kazanıldı. Burada sivil,
asker Türk yetkilileri büyük bir başarıya imza attılar. Bu diplomasi oyununda
Türkiye nin Amerika ve İsrail kartlarını çok iyi kullanması bir diplomatik zafer
getirdi.
Mesut Yılmaz bir dönemin gizli tarihini açıklıyor
Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ile Öcalan yakalandıktan ve hakkındaki idam
kararı Yargıtay da onandıktan sonra bu konuda çok özel bir söyleşi yapma
fırsatım oldu. Yılmaz bu söyleşide Öcalan la ilgili gelişmeleri şöyle anlattı:
Ben aslında Öcalan Suriye yi terk etmeden çok önce, sanırım 6 ay önce, Milli
Güvenlik Kurulu nda bu işin mutlaka Suriye üzerine baskıyı yoğunlaştırmak
yoluyla çözümleneceğini dile getirdim. Ama o tarihte belli bir konsensus
oluşmamıştı. Sonra komuta kademesinde bir değişiklik oldu. Yine bir Milli
Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yemek yedik. Kara Kuvvetleri Komutanı
Atilla Ateş Paşa bana, Bölgede görev yaptığını bu işin tek çözüm yolunun Suriye
üzerine baskı yapmak olduğunu; Suriye nin ancak sert dilden anlayacağını aksi
takdirde PKK ve Öcalan himayesinin devam edeceğini söyledi. Ben ilk defa orada
bu konuda artık bir devlet politikasının oluşabileceğini düşündüm. Hatay a,
Hatay ın kurtuluşu için gittiğimde bu mesajı verdim.Çok sert konuştum.
Türkiye nin bu konuda gerekli her şeyi yapabileceğini söyledim. Bir süre sonra
da bana gayrı resmi yollardan Suriye Dışişleri Bakanı Şara dan sitem mesajı
geldi: Dostum Yılmaz bizi savaşla tehdit ediyor diye. Arkasından Kara
Kuvvetleri Komutanımız sınırda denetim yaptı. Arkasından Cumhurbaşkanı nın
Meclis in açılışında Suriye ye dönük çok sert mesajları oldu. Baktık ki bu
girişimlerimiz Suriye üzerinde sonuç vermeye başladı. İran ve sonra Mısır, Hüsnü
Mübarek devreye girdi. Mübarek hatta Ankara ya geldi arabuluculuk için bizimle
görüşme yaptı.O görüşme de biz, Cumhurbaşkanı ve ben de kesinlikle bu işi çözmek
kararında olduğumuzu, bunun için savaşmayı göze aldığımızı çok kesin dille
söyledik. Mübarek ve dışişleri bakanı hemen Ankara dan Şam a gittiler. O
tarihten sonra Şam hükûmetinin Öcalan üzerindeki baskısı çok arttı. MİT telefon
konuşmalarını takip ediyordu ve biz Apo nun Suriye yi terk edeceğini, terk
etmesinin gün meselesi olduğunu biliyorduk. O telefon konuşmalarından önce
Irak ta Saddam Hüseyin in kontrolündeki bölgeye gitmesi ihtimali kuvvetliydi.
Oradaki PKK lılarla irtibat içindeydi. Fakat daha sonra oraya gitmek yerine
ayrılıp Rusya ya gitti.
Amerika ve İsrail kartları
Peki bu süreç içinde Amerikalılar hiç devreye girmiş miydi?
Dönemin Başbakanı Yılmaz yanıt verdi:
Amerikalılar devreye sadece MİT kanalıyla devredeydiler. Direkt bizimle hiçbir
temasları olmadı. Ama ben Rus elçisiyle görüşmemden sonra Amerikan elçisini
çağırıp bilgi verdim. Almanya elçisini de çağırdım ona da bilgi verdim. Ama
resmen bize hükûmet kanalıyla bir şey gelmedi.
Peki İsrail ile Öcalan konusunda daha önceden yapılan anlaşmalar hiç gündeme
gelmemiş miydi? İsrail ile Türkiye arasında Öcalan hakkında neler yapılmıştı?
Yılmaz bu konuya da açıklık getirdi:
Yine hükûmet olarak devreye girmedi. Ama ben eylül ayında New York ta o zaman
ki İsrail başbakanıyla yaptığım baş başa görüşmemde bu konuyu dile getirdim.
Kendisi de bana yardımcı olmayı vaat etti. Ondan sonra MİT müsteşarımız İsrail e
gitti. Karşılıklı yardımlaşma yoğunlaşmıştı.Ben İsrail ziyaretimi New York a
gitmeden önce gerçekleştirmiştim. İsrail de yine gazetecilerin bir sorusu
üzerine İsrail i ziyaret etmemin Suriye yi çok tahrik ettiği konusunda Arap
gazeteciler sorular sordular. Ben de hiç umurumuz da değil Suriye nin tepkisi
diye sert çıktım. Bir ay sonra New York ta Natenyahu yla çok iyi ilişki kurduk.
New York ta Türk evine geldi bizi ziyaret etti.Orda baş başa görüşmede Suriye
üzerinde baskıyı devam ettireceğimizi, kendilerinden de bize yardımcı olmalarını
istedim. O da bana yardımcı olmayı vaat etti. MİT müsteşarının ziyareti bunun
üzerine gerçekleşti, ben gönderdim.
Suriye sıkışınca
Tarih ağlarını örerken ve açıklamalar üst üste gelirken Abdullah Öcalan Suriyeli
yetkililerin Ya Türkiye ile savaşacağız, ya da seni Türkiye ye teslim edeceğiz
büyük baskısı sonucu Şam ı terk etmesinin zamanının geldiğini anladı.
Öcalan ın Suriye serüveni aslında Ortadoğu ve Türkiye üzerinde hiç bitmeyen
büyük oyunlar açısından iyi incelenmesi gereken bir olay. Çünkü dün Öcalan la
kullanılan bu senaryonun yarın bir başkası için kullandırılmayacağının garantisi
hiçbir zaman yok.
Öcalan Suriye serüvenini de sorgusu sırasında anlattı. Bu noktada onu dinlemekte
fayda var sanıyorum:
Neden Suriye?
1979 yılı temmuz ayında benim kuryem olan Suruçlu Ethem Akcan isimli kuryemle
birlikte Suriye ye geçtik. Ethem Akcan alanı çok iyi tanıyan bir elemandı,
onunla birlikte geçişi yaptık. Evvela Suruç un karşısına düşen Kobani denilen
kasabada Ethem in amcası olan Ömer Muhtar ın evinde bir müddet kaldık. Bu arada
Filistin Örgütü yle irtibat kurarak bu örgütten Demokratik Cephe kimliği elde
ettik. Temin ettiğimiz bu kimliklerle Lübnan a geçtik. Filistin Örgütü bize
Bekaa Vadisi nde yer verdi. Bu yeri kendi kampımız haline getirdik. Giderek
örgüte bağlı elemanları burada topladım. Burada kendi eğitimimizi kendimiz
yaptık. Her ne kadar Filistin Örgütü bizleri kendi askerleri gibi
görüyorlardıysa da biz kendimizi ve onlardan ayrı olduğumuzu kabul ettirdik. Bu
kampta üç yıl faaliyet gösterdik. Helve adı verilen bu kampa daha sonra Mahsun
Korkmaz Akademisi ismini verdik. 1992 yılında Türkiye den bugünküne benzer
baskılar gelmesi üzerine ve aynı zamanda Kuzey Irak ta bizim için faaliyet
alanları doğması ve dolayısıyla Bekaa Vadisi nin eski işlevini kaybetmesi
üzerine Suriye ye geçtim. Önce Hafız Esad ın kardeşi Cemil Esad la ilişki
kurdum. Cemil Esad sosyal ilişkileri geliştiren ve kuran bir insandır. Suriye
bizi siyasetten hiçbir zaman kabul etmedi. Sosyal ilişkiler çerçevesinde kabul
etti. Cemil Esad ı bayramlarda ziyarete giderdim. Bu arada bizim Şam da büyük
bir tüccar olarak tanıdığımız Ağa kod adlı Mervan Zerki yle yoğun ilişkilerimiz
sonucunda bu şahsın El-Muhaberat denilen Suriye istihbarat servisinin elemanı
olduğunu öğrendim. Mervan Zerk aslen Erzurumlu olan Kürt kökenli bir insandır.
Dolayısıyla Mervan Zerki Suriye istihbaratı ve devletiyle aramızda bir halka
oluşturuyordu. Suriye bizi resmen ve siyasetten tanımamakla, kendisinden
sorulduğumuzda bizde Apo kod adlı Abdullah Öcalan isimli birisi yoktur
diyebiliyordu. Yani Suriye nin bizi siyasetten tanımaması ve sosyal ilişkiler
içinde tanıması kendi açısından aldığı bir tedbirdir. Mervan Zerki ile ben
Suriye den ayrıldıktan sonra Al-Tecalma, Al-Vatan, El-Demokrasiye (Ulusal
Demokratik Birlik) adı altında bir parti kurdu ve kurduğu bu partiyle PKK nın
mirasına konarak bizim çekilmemizden sonra Suriye deki çok geniş olan Kürt
potansiyeli toparladı. Biz Suriye ye geldiğimiz zaman kalabalık olduğumuz için
geniş evler satın almış veya kiralamıştık. Daha sonra bu evleri parti okullarına
çevirdik. Bir Kürtçe eğitim bir de Türkçe eğitim yapan okul açtık, Suriye
makamlarına ise hastalarımız ve sakatlarımız var bu evler bize lazım dedik,
onlarda bu görüntü altında müsaade ettiler, ancak zaman zaman El-Muherabat ın
elemanları okullarımıza geliyorlar ve denetliyorlardı. Şam da ikamet ettiğim evi
de kendim satın aldım. Korumamızı da kendimiz yaptık. Suriye hükûmeti uzaktan
gözetleme yapmış olabilir. Suriye de bulunduğum süre içerisinde Ali Ammar adına
tanzim edilmiş Demokratik Cephe kimliğiyle dolaştım. 1992 sonunda 09 ekim 1998
tarihine kadar ağırlıklı olarak Şam da kaldım, zaman zaman Lübnan a da gittim.
Benim okullarım biraz şehrin dışında kalır, Kürtçe ve Türkçe eğitim yapan iki
okul ile birlikte burada bir evim daha vardır, bir de şehir merkezinde bir evim
vardır.
Suriye den çıkmadan önce
Türkiye nin baskısı üzerine Suriye hükûmeti bana Ya Türkiye ile aramızda savaş
çıkar veya biz seni yakalar Türkiye ye teslim ederiz, tercih yapmak zorundasın
dedi. Bu tebliği bana Ağa kod adlı Mervan Zerki yaptı. Bizde Yunanistan
formülünü tercih ettik. Suriye den çıkmadan evvel örgüt arşivini Şam da bulunan
Kürtlere dağıttık. Bu arşiv halen onlarca Kürt ün evinde bulunmaktadır. O
tarihte iki milyon iki yüz elli bin dolar param vardı. 50 000 dolarını yanıma
aldım 2 milyon 200 bin dolarını Delil isimli adamıma bıraktım. Delil rastgele
bir temsilcimdir. Delil in esas ismini bilmiyorum. Diyarbakırlıdır, eşinin kod
adı Mizgin dir. Onunda ismini bilmiyorum. Delil in Suriye yi terk edeceğini
zannetmiyorum. Sıkışırsa Kuzey Irak a gider.
Abdullah Sarıkurt
1993 süreci Türkiye için bir tarihî fırsattı, Türkiye nin çok barışçı bir çözüm
yolu imkânı idi. Türkiye nin cumhurbaşkanı düzeyinde en yüksek yetkilisinin
kabulü vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri de pratikte iyi niyetini göstermişti.
Ancak bu süreç işlemedi. Yetersizlik nedeniyle ve Özal ında ölümüyle bu süreç
bozuldu. Özal ın ölümünden sonra ailesine çektiğim başsağlığı mesajını tarih bu
sürecin haklılığını kanıtlayacak ve aynı noktaya gelecektir. Yani Özal ın
başlattığı sürece tekrar gelinecektir demiştim. Nitekim 01 eylül 1998 de yeniden
ateşkes ilan ettik. 09 ekim 1998 günü yanımda Yunanca bilen ve Yunanistan
temsilcisi olan Rozerin kod adlı Ayfer Kaya olduğu halde bir Suriye uçağıyla
çıkış yaptım. Çıkmadan evvel Avrupa temsilciliğinden bana Abdullah Sarıkurt
adına düzenlenmiş bir pasaport temin ettim. Pasaporta kendi fotoğrafımı
yapıştırdım.
Kuş kafesini arıyor
Abdullah Öcalan için Suriye yi terk etmek sonun başlangıcı olmuştu. Öcalan ölümü
göze alarak Türkiye de dağlarda dolaşan, Kuzay Irak ta, Suriye de veya İran da
kamplarda bulunan Kürt gençleri gibi değil de rahata doğru kanat açmayı
yeğlemişti. Suriye de kafesinin kapısı açılan kuş, kendisine yeni kafes olarak
Avrupa yı seçmişti. Rahat edecekti. Korunacaktı. O güne değin Avrupa nın verdiği
destekler onu rahatlatıyordu. Acı gerçekle çok geçmeden karşılaşacaktı. Ama daha
görmesi gerekenler vardı. Gerçi yakalanıp hakkında idam kararı verildikten sonra
bu konuda kendisini şöyle savundu:
Suriye den Avrupa ya çıkmamı şöyle açıklayabilirim: dağa çıksaydım birey
olarak benim için kurtuluş olabilirdi. Benim için 40 yıllık bir hayal olan dağı
tercih etmedim. Çünkü dağa çıkar çıkmaz durum daha derinleşirdi. Halk ve
hareketin bundan dolayı zorlanacağını biliyordum. Avrupa yı da çok kapalı
buldum. İtalya da kalmakta ısrar etseydim kalabilirdim. İnsanın onuru üzerine
oynama tehlikesini görünce oradan ayrıldım. Bundan sonra Kenya sürecini de bir
çeşit kadercilik olarak değerlendiriyorum. Adeta kafam donmuştu. Uçaktaki o
barış sözcüğünü kullanmam da yeni bir sürecin başlangıcı oluyordu.
Abdullah Öcalan ın Suriye den çıkışı konusunda Türkiye ye ilk bilgi hem Amerikan
kaynakları hem de Mossad tarafından ulaştırıldı. PKK lideri artık Suriye
sığınağından mahrumdu.
Yunanistan kurtuluş kapısı mı?
Öcalan, Suriye den kovulduğunda, kendisini taşıyan uçağın indiği Yunanistan da
büyük bir sevgiyle karşılaşacağını sanarken yanıldığını çok geçmeden anladı ve
şöyle anlattı:
Yunanistan a geldiğimizde o zamana kadar bana büyük ilgi gösteren PKK ya dost
olduğunu ifade eden Yunanistan, son derece kötü yüzünü gösterdi. Bana 3 saat
içinde ya geldiğin yere geri döneceksin veya istediğin yere gideceksin dediler.
Bu arada Rozerin Yunan gizli servisinden Dimitri yle görüştü Yunanistan dan
ayrıldık
Öcalan ın Yunanistan da barınamama nedeni Amerika ydı.Bir yandan Yunan gizli
servisi, diğer yandan Dışişleri Bakanlığı Amerika nın büyük baskısı altında
tutuluyordu. Yunanistan teröre destek veren ülke olarak ilan edilecekti.
İlişkiler askıya alınacaktı. Amerika nın tutumundan korkan Yunanlılar, Öcalan ı
bindirdikleri ilk uçakla daha geleli üç saat bile olmadan sınır dışı ettiler.
Hem de iltica dilekçesine bile bakmadan. Öcalan doğruca Jirinovski ye Moskova ya
postalanıyordu. Kızgınlıktan çok, yıkılmış bir adam hali vardı üzerinde:
Ayının ininde
Moskova ya gitmeden evvel Yunanistan a iltica talebinde bulundum ama kabul
edilmedi. Moskova da Jirinovski kanalıyla temasa geçtim, zaten beni davet
etmişlerdi. Mitropano beni Suriye deyken de davet etmişti. Bu Mitropano,
Jirinovski nin partisine mensup bir şahıstır. 33 gün süre içerisinde bunların
bulduğu evde kaldım. Bu süre içerisinde Ariski isimli iç güvenlik sorumlusu olan
şahısla temaslarda bulundum. Duma 298 oyla benim Rusya da kalmamı bir çekimser
oya karşılık kabul ettiği halde Başbakan Primakov anlayamadığım bir nedenle bu
kararı uygulatmadı. 33 gün sonra Rusya dan ayrılmak zorunda kaldım.
MİT bırakmıyor
Öcalan, aslında kaçış oyununda Ruslara sığınarak kendisini saklamayı başarmıştı.
Ama onu yine kendi alışkanlıkları ele verdi. Yanında taşıdığı çanta tipi bir
uydu telefon aracılığıyla sürekli görüşmeler yapıyordu. Bu görüşmeleri
Amerika nın teknik takip yapan gizli servisi NSA tarafından saptanınca yeri
belirlenmiş oldu. CİA, Öcalan ın Rusya da bulunduğunu MİT e bildirdi. Hem de
Moskova nın ne kadar uzağında olduğunu da aktardı.
Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, Rus büyükelçisini makamına çağırarak durumu
aktardı. Elçi bizde yok derken, aldığı adres karşısında şaşkın, geri döndü.
Mesut Yılmaz görüşmenin ayrıntılarını şöyle anlattı:
Rus elçinin utancı
Apo nun Suriye yi terk ettiğini bana MİT bildirdi.Bana Rusya ya gittiğini
söylediler. Ben Rusya ya gittiğini söylemeniz yeterli değil bana nereye
gittiğini söyleyin dedim. Hakikaten Şenkal Atasagun bir gün sonra bana
Amerikalıların telefon konuşmalarını dinleyip Öcalan ın bulunduğu yerin
koordinatlarını bulduğunu söyleyip, Öcalan ın koordinatlarını verdi. Ben o
sırada Rus elçisini çağırdım. Sizde olduğunu biliyoruz. Ya teslim etmenizi ya
da tutuklamanızı istiyoruz. Bu insan şu kadar insanın ölümünden sorumludur,
çağımızın en büyük teröristlerinden birisidir dedim. Rusya devletinden bizim
talebimiz budur , dedim. Büyükelçi bana Ben bunu teyit edebilecek durumda
değilim, ama hemen konuşacağım Rusya daki yetkili makamlara bildireceğim, size
de yanıt vereceğim dedi ve gitti. Şimdi tam hatırlamıyorum ya iki gün sonra ya
üç gün sonra benden randevu isteyerek geldi ve Yaptığımız araştırmada Rus
hükûmetinin bilgisi dahilinde şu anda Rusya da bulunmamaktadır. Ben de
kendisine Ben size söylemiştim biz Rusya da olup olmadığını sormuyoruz sadece
Rusya dan verilmesini istiyoruz ya da tutuklanmasını istiyoruz. Ben size
koordinatlarını vereyim şurda şurda bulunuyor. Moskova nın bilmem kaç kilometre
dışında şu isimli bir kasabada şu koordinatlarda kalıyor diyerek kendisine notu
verdim. Bozuldu tabiî. Aldı gitti onu, ertesi gün beni ziyarete gelen
gazeteciler vardı onlara söyledim, onlar da gazeteye bastı. Ondan sonra artık
inkâr etme imkânları kalmadı.Bundan sonra Rus büyükelçisi dedi ki, Hükûmet
dışında bazı güçler var, parlamenterlerden bu adama destek olanlar var, onun
için işimiz zor, ama şunu bilin ki, Başbakan Primakov bu konuda size yardımcı
olmak için elinden geleni yapacağını söylememi istedi.
Sonra Cumhuriyet in yıldönümü için dışişleri bakanları gelmişti. Bana
Primakov un bir mesajını getirdi orada da aynı şeyleri söylüyordu . Neticede
bizim baskımız sonucu Ruslar buna ülkeden gitmesi için baskı yaptılar.
Rusya dan kaçış
Rusya da milliyetçi unsurların temsilcisi olan eski KGB ajanı ve Türkiye uzmanı
Vilademir Jirinovski nin Öcalan dan aldığı paralar da onu kurtarmaya yetmemişti.
Baskı büyüktü. Türkiye Rusya nın üzerine çalışırken, Amerika tutumunu
kararlılıkla koruyordu. Öcalan istenmeyen kişiydi.
Oradan oraya kaçmak durumunda olan Öcalan başına gelenleri ve gelecekleri henüz
kavrayamamıştı. Olayları yorumlayamıyor, sadece kaçıyordu. Yaşadıkları üzerinde
hiçbir kontrolü yoktu:
33 gün sonra Rusya dan ayrılmak zorunda kaldım. Avrupa temsilciliğimiz
vasıtasıyla İtalya dan davet alıp almadığımı araştırdım. Nitekim bana yeniden
yapılanma adı altındaki bir oluşuma mensup olan gerek muhalefet gerekse
iktidardaki bazı milletvekillerinin daveti olduğunu söylediler. Esasen bu
milletvekillerinden Mandovani yanında bir arkadaşıyla Suriye ye gelerek daha
evvel benimle görüşmüştü. Bunu üzerine yanımda Roma temsilcim Ahmet Yaman olduğu
halde bir Rus yolcu uçağıyla Roma ya geldim.
Kanlı makarna
İtalya da siyasî iltica talebim kabul edilmesini beklerken tutuklama olayı
gündeme geldi, hastane adı altında bir tecrit yerine konuldum. Daha sonra Adalet
Bakanlığı benim serbest kaldığımı belirtti ancak ben Roma yakınında Cehennem
Vadisi denilen bir evde kalmaya başladım. Burada kalmamı söylediler. İltica
talebim konusunda belirsizlik devam etti. Bazen kabul edecek gibi bir davranış
gösterdiler daha sonra iltica talebimin kabulünü beklemeye aldılar halen de bu
talebim askıdadır. Daha önce gerek İtalya gerekse Avrupa devletleri her gün
yüzlerce Kürt ün siyasî bile olmayan iltica taleplerini kabul ederken, benim
siyasî olan iltica talebimi kabul etmediler. Giderek üzerimdeki baskı arttı. Kaç
kurtul şeklinde bana karşı olan bir tutum göstermeye başladılar. Bu baskılar
karşısında İtalya dan ayrılmam ve tekrar Moskova ya gitmem gündeme geldi. Şunu
da belirtmek istiyorum. Yunanistan dan Rusya ya küçük bir uçakla gittim. Bu
Yunan istihbarat servisinin özel bir uçağıydı. İtalya da toplam 66 gün kaldıktan
sonra 16 ocak 1999 günü İtalya dan ayrıldım. İtalya da kaldığım süre zarfında
Tayfun Talipoğlu isimli bir gazeteci geldi kendisi ile röportaj yaptım. Daha
sonra Milliyet gazetesinden Nilgün Cerrahoğlu geldi, bununla da fazla kapsamlı
olmayan bir röportaj yaptık, bilahare Haluk Gerger isimli doçent gelerek benimle
görüştü, bunun dışında Avrupa da bulunan Kürtler, Avrupa milletvekilleri,
heyetler, gazeteciler geldiler görüşmeler yaptık.
Tayfun Talipoğlu Öcalan la görüşüyor
Abdullah Öcalan ın İtalya da ortaya çıkması, Türkiye de bomba etkisi yarattı.
İtalya nın, Öcalan a yönelik tutumu, PKK hareketinin siyasallaştırılması olarak
özetlenebilirdi. Bu konuda Avrupa nın desteğini alacağından son derece emin olan
İtalya, Öcalan la Kürt oyununda masada bir yer kapmak için çabalıyordu.
Bu sırada Öcalan ın durumu neydi? Bu konuda en iyi bilgi sahibi kişiler arasında
gazeteci Tayfun Talipoğlu bulunuyor. Talipoğlu o tarihte Öcalan ı ziyaret
etmişti. Yaptığı ropörtajı yayımlayamadı. Bu ropörtajın tamamını ekler bölümünde
okuyabileceksiniz. Talipoğlu yla o günlerin Öcalan ını konuştum.
Talipoğlu na göre Abdullah Öcalan Roma da rahat değildi. Her şeyden önce
kendisi de bunun farkındaydı. Hatta ben oda hapsine alışığım 15 senedir böyle
yaşıyorum diye konuşuyormuş.
Talipoğlu nun aktardıkları şöyle:
Uzun güvenlik aranmalarından sonra İtalyanların kuş uçurmadığı Öcalan ın
bulunduğu evden içeri girdik. Yanımda küçük kamerayı götürmüştüm içeriye
almadılar. Teybimi almadılar, hiçbir şey almadılar. Görüşme sırasında bizim bir
helikopterimiz düşmüş ve 17 er şehit olmuş... Aynı gün de bunu Med TV veriyordu.
Orayı açtı. Med TV de beraber izledik, gözleri doldu. Ben dedi üzülüyorum, kim
ölse üzülüyorum dedi. Bu da yanlış tabiî dedi. Ama çok üstümüze geliyorlar dedi.
Bizim herhangi bir toprak talebimiz yok dedi. Gerilla son anda karar verir,
gerilla ne yapacağına karar vermez dedi. Bana ben dedi Urfa da bir köylü
çocuğuydum. İşte geldim Ankara ya. Ankara dan kaçtım sonra Urfa ya. Urfa dan
sonra Elazığ da bir polis Urfa da olduğumu öğreniyor, yakalayacağız diyor. Bu
haber üzerine Türkiye den kaçışını anlattı. Suriye de kendisine nokta imha
yapacağız dendiği için çıkıp Rusya ya gittiğini aktardı. Oda hapsine 15 yıldır
alışığım Rusya da da aynı şey oldu diye konuştu. Ama artık işte ben de barışı
özlüyorum diyordu ve her iki lafının biri barışdan söz ediyordu. Yeter ki bu
barışa ve bana Türkiye Cumhuriyeti inansın, bu işi düzelteceğiz. Çünkü bu
savaşın kazananı yok; yani kan dökülmeye devam ediyor biçiminde konuştu. Çok
önemli bir lafı var orda, şimdi anımsıyorum: Tamam 30 000 adam öldü, 30 000 adam
öldü diyorsunuz, dedi. Yani bir 30 000 daha mı ölsün? Ne istiyorsunuz ? Yani
artık bırakalım diyorum. 30 000 şehit kanı var deniyor ama bunların zaten 27
000 i Kürt çocuk. Onlar da var bunların içinde dedi. Hepsi şehit, hepsi bizim
çocuklarımız ama yani bir daha mı ölsünler dedi. Amerika yla temas kuramamaktan
yakınıyordu. Bağlantı noktası eskiden varmış da şimdi buradan bir türlü yanıt
alamamaktan yakınıyordu.
Roma cezaevi gibi
Roma da sıkışıp avcılarını beklemekte olan Öcalan ın düşündükleri, duyguları
böyleydi. Sahipsizdi.
Roma da sıkışan sadece Öcalan değildi. İtalya Başbakanı D Alema da Öcalan
konusunda çıkış yolu arıyordu. Çareyi Galatasaray ile Juventus un İstanbul da
yapacakları maçta arayacaktı. Ama Roma daki hesap Ankara da tutmadı. Dönemin
Başbakanı Mesut Yılmaz ince diplomasiyi anlattı:
Ülkeden ayrıldı ondan sonra işte İtalya hikâyesi çıktı. İtalya da yakalandığı
zaman biz ilk aşamada çok ümitlenmiştik .İtalya da en azından yargılanacağını
suçlu muamelesi göreceğini filan bekliyorduk.Bir süre sonra İnal Batu yla,
oradaki büyükelçimizle temaslarımızda İtalyan halkının uçta olmadığını İtalyan
hükûmetinin bazı unsurlarının buna siyasî mülteci hakkı tanınması için kulis
yaptıklarını söyledi. Zaten misafir muamelesi yapmaya başladılar.
Apo diplomasisi, Juventus-Galatasaray pazarlığı
Bir de D Alema dan ilginç bir haber geldi. Galatasaray, Juventus maçı var ben
İstanbul a geleceğim, İstanbul da oturalım sizinle bu işi konuşalım.İtalyanlarla
çalışan bazı özel sektör kuruluşları boykot uyguluyorlar, halkınızda da infial
var İtalya ya karşı, bu konuda görüşelim diye. Ben onu samimi görmedim.Sanki
ateşimizi almak için yapıyor gibi geldi bana. Ben Gelsin Ankara ya görüşelim
ben İstanbul a maç için gitmeyeceğim dedim. Aslında maça da gitmek istiyordum.
Ama bu gelişme dolayısıyla gitmedim.
Roma da işler iyice karışmıştı.Öcalan Roma dan da kaçmak zorundaydı. Çünkü
Almanya kendisine güvence sağlayamamıştı. İtalya yalnız kalmıştı, sıkışmıştı.
Amerika bastırmaktaydı. Türkiye ayaktaydı.
Öcalan yeniden bir uçağa bindi...Artık sona doğru hızla yol almaktaydı:
Meçhule kalkan uçak
İtalya dan çıkmadan evvel Rozalin vasıtasıyla Güney Kıbrıs tan kırmızı pasaport
temin ettim ve kendi fotoğrafımı yapıştırdım. İtalya dan kendimiz bir uçak
tuttuk. Bu uçağı onların yardımıyla bulduk. Masrafını biz ödedik. Yanımda Roma
temsilcimiz Ahmet Yaman olduğu halde Moskova nın 4,5 km kuzeyinde Rovinrant
Havaalanı na geldik. Bu işi benim Rusya temsilcim olan Mahir kod adlı Numan Uçar
organize etmiş, ancak Rusya daha önce en az bir ay hatta 6 ay kalabilir diye
vaatte bulundukları halde yine çok ters bir tutum içine girdiler. Büyük
zorluklar çıkardılar, bana seni Suriye ye göndereceğiz dediler. Kendilerine
Suriye zaten kabul etmiyor. Ya savaş çıkar ya da seni Türkiye ye teslim ederiz
diyorlar, buna rağmen beni nasıl Suriye ye gönderirsiniz dedim. Zorluk çıkarmak
şeklindeki tutumları devam etti. Halbuki isteseler güvendikleri bir ülkeye
gönderebilirlerdi. Rusya nın bu tutumu üzerine tekrar Rozalin le irtibat kurdum.
Rozalin Yunanistan a gelebileceğimi söyledi ve kendisi Rusya ya geldi. Birlikte
29 ocak 1999 tarihinde Rusya dan ayrıldık. Rozalin Rusya ya yani benim yanıma
yine küçük bir uçakla geldi. Yanında Badouvas ve Nagazakis isimli iki Yunanlı
vardı. Bu uçakta zannederim Yunan gizli servisine aitti. Bana, Badouvas ve
Nagazakis büyük güvence verdiler. Yunanistan a kabul edileceğimi söylediler.
Yunanistan a geldik dost görünen bu insanlarla bir gün dolaştık, ancak yetkili
ve sorumlu durumunda olan Dimitris beni görünce yeniden hırçınlaştı derhal
gönderileceğimi söyledi ve benim Minsk üzerinden Hollanda ya gönderileceğim
söylendi, kendi uçaklarıyla beni Minsk Havaalanı na getirip bıraktılar. Bu
havaalanında dondurucu soğukta 4 saat bekledim. Bu duruma Avrupa ülkeleri karar
almış, beni Hollanda ya götüreceklerini söyledikleri uçak bir türlü gelmedi.
Böylece beni ortada bıraktılar. Bu bekleme sırasında beni ısrarla uçaktan
indirmek istediler. Beni uçaktan indirerek bu havaalanında bırakmak ve büyük bir
tehlike karşısında kalmamı istediler. Bende ısrarla uçaktan inmek istemedim. Bu
olay 31 ocağı 1 şubata bağlayan gece cereyan etti. Bu sırada bütün Avrupa
havaalanlarının uyarıldığını duydum. Belçika benzer bir küçük uçağa karşı bir
tane F-16 kaldırmış. Belçika nın bu davranışı daha sonra skandal olarak
değerlendirildi. Pirimakov aynı gün bütün bağlı ülkelere kabul edilmeyeceğimi
bildirmiş. Sonuçta mecburen tekrar Yunanistan a dönme gereği doğdu.
Yunanistan da Dimitris tarafından çok daha kötü bir şekilde karşılandım.
Öcalan a yolculuğunun bu kısmında eşlik eden bir kişi daha vardı.Olayın
kahramanlarından olan bir Yunanlı casus. Savvas Kalenderidis.
O da Türkiye de görev yaptığı dönemlerde başarılı olmuş bir casus. İzmir de
görev yaparken Türkiye ye ilişkin askerî gizli bilgilere ulaşabilen Kalenderidis
Türkiye de casusluk suçlamasından mahkûm olduktan sonra Yunanistan a dönmüştü.
Öcalan operasyonunda onun anlattıkları da büyük boşlukları dolduruyor.
Dördüncü bölüm
Atina nın açmazı

Abdullah Öcalan ı 2 şubat 1999 günü Kenya ya kadar götüren Yunan gizli servis
ajanı Savvas Kalenderidis in 26 şubat 1999 ve 3 mart 1999 tarihlerinde Atina
Asliye Hukuk Mahkemesi nde ifade verdi.
Savvas Kalenderidis in bir solukta okunan, ifadesi Öcalan ın yarım
bıraktıklarını tamamlıyor:
Casus anlatıyor
Yeminli tanık ifadesi: Sapfous 157 Numara Atina adresinde ikamet eden, 1960
doğumlu ve mesleği binbaşı olan, Helen ve Hıristiyan Ortodoks, Stavros oğlu
Savvas Kalenderidis, 26 şubat 1999 cuma günü saat 23.00 te soruşturma memuru
İoannis Sakellakou ve kâtibe Fotini Ntaskaanni nin de tanıklığında, Atina Asliye
Hukuk Savcısı Hristos Markoannis in huzuruna çıktı.
Yukarıdaki kimlik bilgileri, kendisi tarafından gösterilen Milli Savunma
Bakanlığı tarafından verilme 12.06.1989 tarih ve 16113 sayılı kimlik belgesine
dayanılarak yazıldı. Sağ elini İncil üzerine koyarak, Ceza Yargılama Usul
Kanunu nun 218. ve 219. maddelerine uygun olarak yemin etti. Kendisine, İçişleri
ve Kamu Düzeni Bakanlığı tarafından Abdullah Öcalan ın yasadışı şekilde
Yunanistan a gelişi ve ikameti hakkında tanık olarak dinlenmesi amacıyla gerekli
iznin verildiği hatırlatıldı. Soruşturmanın devamında, olası diğer konuların
ortaya çıkması durumunda kendisine Ceza Uygulama Usul Kanunu nun 212.maddesinin
1.paragrafının, d fıkrası hükümleri hatırlatıldı. (Tanığa, konuşmama hakkı veren
madde.)
Şu şekilde cevap verdi: Binbaşıyım ve 1992 yılından beri EİP de (Yunan gizli
servisi) görev yapıyorum. Hatırlatılanları tamamen anladım. İtalyan makamları
tarafından, Abdullah Öcalan ın özgür bir kişi olarak değerlendirmesinden sonra,
kendisine o ülkeden ayrılması için resmî makamlar tarafından baskı yapılıyordu.
Bunun üzerine Öcalan ın yasadışı yollardan Yunanistan a gelme olasılığını
değerlendirdim. Bu değerlendirmelerimi ve korkularımı, Kurum un (Yunan gizli
servisi) Başkanı na Haralambos Stavrakakis aktardım. Kendisine, hükûmeti
aydınlatacak bir yazı hazırlamamız için teklifte bulundu.
Öneriler, Öcalan ın yasadışı olarak ülkeye gelmesi durumunda, hazır çözümleri
içeriyordu. Teklif, Kurum başkanı tarafından reddedildi. Öcalan ın İtalya dan
Rusya ya hareket etmesinden biraz önce, geceyarısı saat 01.00 civarında tarihini
hatırlayamadığım bir gece, Naksakis ten (Andonis Naksakis, emekli bir deniz
subayı, fanatik bir Türk düşmanı) bir telefon aldım. Naksakis, benden, Öcalan ın
Yunanistan a yasadışı ve habersiz olarak getirilmesi çabalarına katılmamı
istiyordu. Hemen Kurum başkanına telefon edip, Naksakis in niyetini bildirdim.
Daha sonra Badouvas (Kostas Badouvas, PASOK eski milletvekili. Öcalan ın
Yunanistan daki hamilerinden. Bu eyleminden dolayı daha sonra partisiden ihraç
edildi) tarafından da telefon edildi. Bu arada aynı amaçla EİP başkanına da
telefon edilmiş. Sonuçta, Öcalan ın Yunanistan a girişine engel olundu.
Abdullah Öcalan İtalya dan, bilinmeyen bir istikamete gitmek üzere ayrıldı.
Başta Rusya ya geçeceği ve Dağlık Karabağ a (Ermenilerin işgali altında bulunan
Azerbaycan toprakları) gideceği şeklinde söylentiler vardı. EİP başkanı, 29 ocak
1999 cuma günü saat 13.40 ta bir yurtdışı gezisinde bulunduğu sırada beni
telefonla arayarak, elindeki bilgilere göre, Ruslar ın, Öcalan a Rusya yı terk
etmesi için baskı yaptıklarını söyledi. Öcalan ın, Yunanistan a gelmeyi
düşünmemesine rağmen, bizim dikkatli olmamız gerektiğini belirtti. Ben,
Öcalan la ilgili bu hususları biliyordum.
Davetsiz misafir
Aynı gün saat 19.40 civarında işten henüz eve girdiğim bir sırada, EİP başkan
yardımcısından telefon geldi. Bana, yeni gelişmeler olduğunu ve Kurum a dönmem
gerektiğini söyledi. Başkan yardımcısı, aynı gün öğleden sonra, başkanın bana
telefonda söylediklerini tekrarlamıştı. Hemen Kurum a döndüm. Orada, başkan
yardımcısının odasında Naksakis, Rozerin ve Pirro nun birlikte, zannedersem Egeo
şirketine ait özel bir uçakla Petersburg dan geldiklerini öğrendim. Kesin
olmayan bilgilere göre, gerekli gümrük işlemleri yapılmadan dördüncü bir şahsın
VİP salonuna sokulduğunu, aynı şahsın daha sonra siyah renkli Cadillac veya
benzeri özel bir otomobile bindiğini tespit ettim.
Söz konusu otomobile havaalanından ayrılışta büyük bir ihtimalle beyaz renkli
Hundai marka iki otomobil refakat etmiş. Dördüncü şahsın A.Öcalan olup
olmadığı konusunda kesin bilgi yoktu. Bu arada başkan yardımcısıyla anlaşarak,
kendisinin bürosundan, durumu aydınlığa kavuşturmak için Naksakis ve Rozerin le
(Rozerin Laser, uzun yıllar Yunanistan da siyasî göçmen olarak yaşayan ve
PKK nın Yunanistan sorumluluğunu yapan bayan) görüşmeye çalıştım.
Öcalan ın Yunanistan a gelip gelmediği konusu ile bulunduğu yeri tespit etmek
amacıyla Naksakis e telefon edip, kendisini iknaya çalıştım. Naksakis, bunu
kesinlikle reddetti. Konuyla ilgili olarak bana aynen şunları söyledi: Bana, ne
dediğini anlamıyorum... Bu arada elimize geçmiş olan pasaport fotokopilerini
kullanarak, kendisini tekrar ikna etmek istedim, şu cevabı verdi: Bu, hiçbir
şey ifade etmez. Ne dediğini yine anlamıyorum... Naksakis, aynı konuyla ilgili
olarak başka çevrelerden de telefonlar edildiğini ve baskı gördüğünü belirtti.
Yunanistan telaşta
Sabah saat 03.30 civarında tamamen kontrolden çıkmış olan Naksakis, kendisini
bir daha telefonda rahatsız etmememi kesin bir dille söyledi.
Eldeki tüm bilgilere göre, Yunanistan a girmiş olan Öcalan ı başka yöntemlerle
tespit etmek amacıyla bütün gece başkan yardımcısının bürosunda kaldım.
Saat 03.30 civarında başkan, Öcalan ın saklandığı yeri tespit edebilmemiz için
Rozerin e telefon etmemi istedi. Rozerin e ettiğim telefona Melsa (Melsa Deniz,
Öcalan la Kenya ya giden PKK lı bayan militanlardan biri) çıktı. Rozerin in
uyuduğunu söyledi. Uyandırmasını istedim. Bana, yapamam dedi. Sonuçta, o gece
Rozerin le görüşemedim.
Ertesi gün sabah saatlerinde Naksakis telefon edip, kendinden geçmiş bir halde,
iki-üç polisin yakınında bulunduğunu söyleyip, onlardan şikâyetçi oldu.
Kendisine, sakin olmasını ve onlarla konuşmasını söyledim. O ise, panik halinde
savcıya ve Kamu Düzeni bakanının yaverine telefon edeceğini belirtti. Ayrıca,
tansiyonunun yükseldiğini, Deniz Hastanesi ne götürülmek için ambulansa telefon
edeceğini belirtti. Ben de kendisine, yatağa uzanmasını ve bir ilaç alarak
sakinleşmesini tavsiye ettim.
Benim açımdan, öğleden sonra Öcalan ı tespit etme çabaları azaldı. Akşam
saatlerinde, Öcalan la bir randevu ayarlandığını öğrendim. Ama bu randevunun
nerede olacağını bilmiyordum. EİP başkanının, bu randevuya gitmek amacıyla
yurtdışından gelmesini bekliyorduk. Hava koşulları kötü olduğu için başkan
gelmekte gecikti. Saat 23.00 civarında Tümgeneral Roubis in Öcalan la görüşmeye
gideceğini öğrendim. Roubis, Kurumumuzdan, tercüman-çevirmen istedi.
Ben, çevirmenlik yapabilecek durumdaydım. Ancak, başkanın bana ihtiyacı olma
ihtimaline karşı bir başka çevirmen bulmaya çalıştık. Önerim üzerine, EİP daimi
kadrosundan memur Mihalis Lioumis bu iş için görevlendirildi. EİP başkanı ise,
saat 01.00 civarında havaalanına gelmiş. Doğrudan Öcalan la randevusuna hareket
etmiş. Öcalan la görüşüp görüşmediğini bilmiyorum.
Pazar, sabah saat 07.00 de uyumaya gittim. Saat 09.30 da Polis Müdürü Tzovaras
(Atina emniyet müdürü) telefon edip, Öcalan la sohbet etmemi istedi. Ancak,
gideceğimiz yeri bilmiyorduk. Öcalan, yalnızmış. Benim, kendisiyle oturup sohbet
etmem isteniyormuş. Evde bulduğum bazı Türkçe kitapları yanıma alıp, Kurum a
gittim. Öcalan la ne kadar birlikte olacağımızı bilmediğim için bu kitapları
gerekli olur diye yanıma aldım. Motosikletimle EİP ye gittim, orada Kurum a ait
bir otomobile bindim, şoför, beni Agios Andreas Tesisleri ne götürdü. Orada,
Tzovaras ve hangi kurumdan olduğunu bilmediğim bir polis vardı. Ancak bu
görevli, EİP den değildi.
Öcalan ı salonda bulup, kendisine selam verdim. Bu arada tipik sorular
yönelttim. Kendisi, bir önceki gece yaptığı görüşmelerden söz etti. Öcalan la
Türkçe konuşuyorduk. Tahminen bir saat birlikte oturduk. Ardından Tzovaras, bir
arabayla Hellinikon Havaalanı na (Atina havaalanı) gideceğimizi söyledi. Saat
12.30 civarında havaalanına gittik. Orada bulunan EİP başkanı, bana, Öcalan la
birlikte önce Minsk e, ardından da Hollanda ya gideceğimizi bildirdi. Ancak,
kesinlikle uçaktan inmemem talimatını verdi.
Acil uçuş
Uçakta Öcalan ın daha önce Atina dan Moskova ya (Öcalan ın Suriye den kaçışının
ardından) götürülmesi sırasında tanıdığım bir pilot ile tanımadığım bir yardımcı
pilot bulunuyordu. Uçakta, Öcalan ın dışında Melsa ile Zorz adındaki Kıbrıslı
bir işadamı ve Hollandalı bir avukat oturmaktaydı. Bu avukat, Öcalan ın vekâlet
verdiği Britte nin eşiydi.
Naksakis i getirmiş olan pilota, hareket saatimizi sordum, 23.30 da gidileceğini
söyledi. Hareket emrinin acil olarak verilip verilmediği konusundaki soruma da
Evet, acil dedi. Pilot, devletin gizli bir işiyle ilgili olarak görevli
olduğunu belirtti, kasım ayında Öcalan la Atina dan Moskova ya yaptığımız
yolculuğu örnek olarak gösterdi.
Öcalan, bana, Yunanistan a geliş nedenlerini şöyle anlattı: Perşembe akşamı KGB
yetkilileri, beni ziyaret etti. Üzerinde fotoğrafım bulunan sahte bir Rus
pasaportu verdiler. Ardından da ertesi gün sabah saat 08.00 de beni zorla Şam a
giden uçağa bindireceklerini söylediler. Şam daki tanıdıklarımızla görüştüm.
Onlara, Ruslar ın kararını bildirdim. Suriyeliler, bana tekrar Suriye ye
girdiğim takdirde tutuklanıp, Türkiye ye teslim edileceğimi belirttiler. Daha
sonra Rozerin e telefon ederek, cuma sabahı bir uçak ayarlayıp, beni Rusya dan
Atina ya getirin, dedim.
Öcalan ın bu açıklamalarından sonra, KGB nin (Rus gizli servisi), EİP yi niçin
haberdar etmediğini düşündüm. Çünkü, her iki gizli servis arasında iletişim
kanalları bulunmaktaydı. Ülkemizin (Yunanistan), KGB tarafından
bilgilendirilmeme konusu benim için önemliydi.
Öcalan ve beraberindekilerle birlikte Atina dan havalanıp, saat 18.00 de Minsk e
(Beyaz Rusya nın başkenti) ulaştık. Orada, Riga dan (Letonya nın başkenti)
gelecek Antonov tipi bir uçağı bekledik. Bu uçakla, Hollanda nın Rotterdam
şehrine gidecektik. Bu planın esin kaynağı Zorz du. Isı dışarıda -19 dereceydi.
Beklediğimiz uçağın rötarı devam ediyordu. Önce saat 23.00 te geleceğini
belirttiler. Zorz uçaktan çıkıp, telefonla bilgi aldı. Sonuçta, bizi Rotterdam a
götürecek uçağa iniş izni verilmediğini 01.00 de öğrendik. 03.00 te tekrar
Atina ya döndük.
Korfu Adası
Atina Havaalanı nda bizi EİP başkanı ile öteki EİP yetkilileri karşıladı. Bir
kahve içtikten sonra tekrar bilmediğim bir istikamete hareket ettik. Bizimle
birlikte seyahat eden Hollandalı, Hellinikon Havaalanı nda gruptan ayrıldı. Bu
defa uçağa İsveç vatandaşı ve Kürt kökenli bir şahıs ile Polis Müdürü Tzovaras
bindi.
Saat 05.30 da Kerkira ya (Korfu Adası) ulaştık. Güvenli bir yere yerleştik.
Öcalan, orada istirahate çekildi, biz de kendisini ülkeden (Yunanistan) çıkarma
planlarını görüştük.
Bu arada bazı kişileri, hemen İtalya ya gönderdim. Gerekirse onların, Öcalan ı
İtalya kıyılarında karşılamaları için tedbir almalarını planladım. Ayrıca,
Öcalan ı İtalya ya 2,5 saatte götürecek bir sürat teknesi bulduk.
Öcalan kararsız
Abdullah Öcalan, Sırbistan a, hatta Arnavutluk a gitmek istiyordu. Daha sonra
saat 17.00 de Kurum başkanından Zorz a telefon geldi. Bu yeni karar, Öcalan a şu
şekilde nakledildi: İlk aşamada, Afrika daki bir ülkeye götürüleceksiniz.
Orada, ülkemizin sorumluluğu altında konaklayacaksınız. Bu arada Güney
Afrika dan sizin için siyasî sığınma hakkı ayarlanacak. Daha sonra Güney
Afrika ya gönderileceksiniz.
İşin başında gideceğimiz Afrika daki ara ülke bana bildirilmedi. Ancak Zorz,
Öcalan ın kulağına bunu fısıldadı. Koridorda ayakta duran Öcalan, bana doğru
dönerek, Fikrin nedir? diye bir soru yöneltti. Ben kendisine, planın tamamını
bilmediğim için fikir belirtemeyeceğimi söyledim. Bu arada Zorz, EİP başkanına,
Öcalan ın kararsızlığını bildirdi.
Biraz sonra başkan bana telefon ederek şunları söyledi: Öcalan a baskı yap,
hareket planını kabul etsin. Gideceği yerde Yunan devletinin resmî koruması
altında bulunacak. Sığınma hakkı onaylandığı zaman biz onu Güney Afrika ya
götüreceğiz. Söyle.
Telefonu kapatıp, başkanın ifade ettiği planı Öcalan a aktardım. O da bana
görüşümü sordu. Ben de kendisine, gidilecek yeri bilmediğimi, ancak resmî Yunan
koruması altında tutulacağını, bunun bir teminat olduğunu kendisine söyledim. Bu
arada Öcalan a, şöyle bir değerlendirmede bulundum: Bu yeni gelişme, ülkemizin
sizin şahsınıza ve genel olarak Kürt sorununa yönelik bir politika değişikliğini
ifade ediyor. Çünkü ben ilk kez böyle bir kararı duyuyordum.
Abdullah Öcalan, fikrimi dikkatle dinledi, belirli bir süre ısrarla gözlerime
baktı ve Gidiyoruz dedi.
Öcalan Kenya kararını anlatıyor
Kalenderides in anlatımlarını burada kesip, Abdullah Öcalan ı dinlemekte fayda
var:
Seni hemen Kenya ya gönderelim dediler. Böylece bir Kenya modelinin
hazırlandığını gördüm. Bu arada beni Korfu Adası na götürüp getirdiler. Burada
dikkat çeken husus Kenya nın tesadüfen seçilmediği, planlı olarak seçildiğidir.
Avrupa daki olmazlar ve Yunan hükûmetinin bu tutumu karşısında Kenya ya gitmek
zorunda kaldım. 2 şubat 1999 günü sempatizanlardan İbrahim isimli arkadaşla ve
Yunanlıların yine o küçük uçağıyla Kenya ya hareket ettim. Kenya da Yunan
Büyükelçiliği görevlileri bizi alarak Yunan Büyükelçisi Kostulas ın evine
götürdüler. Önce bana pasaport çıkartıp Güney Afrika ya göndereceklerini
söylediler, bu bir vaatti ancak günler geçmesine rağmen bu pasaport gelmedi,
daha sonra benim başka bir eve yerleştirileceğim söylendi. Bende bunun benim
için büyük tehlike olduğunu, korumasız bir yere gidemeyeceğimi söyledim, evden
ayrılmadım ve yazılı olarak iltica talebinde bulundum. Büyükelçi hay hay
memnuniyetle dediği halde benim dilekçeme cevap vermedi. Benim Kenya ya
gelişimden bir iki gün sonra da Dilan kod adlı Şemsi Kılıç Kenya ya geldi,
olaylara şahittir.
Kenya kıskacı
Giderek benim büyükelçilik evinden ayrılmam konusunda baskı arttı. Hatta zorla
çıkaracaklarını söylediler ve beni bu evden çıkarmak için Yunanistan dan dört
kişilik bir ekip göndermişler. Bizde çıkmayız gerekirse kendimizi savunuruz
dedik. Kendi çapımızda tedbirler alarak çatışmayı da göze alarak direnişe
hazırlandık, ancak bu dört kişilik ekip bekledi, bize karşı harekete geçmedi.
Son gün Yunan büyükelçisi, Kenya Dışişleri Bakanlığı na çağrıldı, evvela
büyükelçi davete uymayacağını bildirdi, bilahare araba gönderdiler, büyükelçi
Dışişleri Bakanlığı na gitti. Dönüşte bana istediğim bir ülkeye gidebileceğimi
bu ülkelerin Güney Afrika veya Hollanda olabileceğini söyledi. Yunan hükûmetinin
de Hollanda nın beni kabul etmeye hazır olduğunu bildirdiğini ifade etti. Ertesi
gün, 15 şubat 1999 günü beni havaalanına götürmek için Kenyalı bir yetkili
geldi, Yunan büyükelçisi de beni kendisinin ve kendi arabasıyla havaalanına
götüreceğini söyledi. Aralarında münakaşa çıktı, neticede Yunan büyükelçisi
kendi toprağında, kendi misafirini, kendi arabasıyla götüremedi. Beni Kenyalı
yetkilinin arabasına tek başıma bindirdiler. Havaalanına getirdiler. Ben zaten
neticeyi anlamıştım. Bindirildiğim uçakta enterne edildim. Bindirildiğim bu
uçağın hangi ülkenin uçağı olduğunu bilmiyordum.
Kenya daki Rum: Lazaros Mavros
Öcalan ın anlatımlarını burada Kalenderides inkilerle karşılaştırdığımızda hemen
hemen aynı olduğunu görüyoruz. Ama Kalenderides daha fazla ayrıntı veriyor:
Ben, ara istasyonla (Kenya) ilgili en ufak bir şey duymamıştım. Kerkira dan,
Afrika daki ara istasyona hareket saati 17.30 du. Bu arada Tzovaras, havaalanına
gitti. Orada iki televizyon kamerası bulunuyormuş. Onları, usulüne uygun bir
şekilde havaalanından uzaklaştırmaya çalışmış, ama başaramamış. Saat 20.30 da
bineceğimiz uçağa karartma uygulandı. Biz de farları kapalı otomobillerle
havaalanına gittik. İbrahim (Öcalan la Kenya ya giden İsveç pasaportlu İbrahim
Ayas), Öcalan ve Melsa nın içinde bulunduğu Land Rover marka araba hızla uçağa
yaklaştı, şoför uçağın kanadını görmedi ve doğrudan üzerine çakıldı. Kanat, ön
camdan içeri girdi, yüzüme kadar geldi. Korunmak için ellerimi öne uzatınca, iki
elimin avuç içinden yaralandım.
Daha sonra bir eve gidip, sahil güvenliğe ait bir tekneyle İgumenitsa ya geçtik.
Oradan karayoluyla havaalanına gittik. Yabancı bir şirketin özel uçağına
binerek, saat 04.30 da Afrika nın ara ülkesine hareket ettik. Uçakta, Kenya nın
başkenti Nairobi ye gittiğimizi öğrendim.
Kerkira da olduğumuz sırada, uçak yolcularının isimleri ve pasaport numaraları
istenmişti. Bunları yazıp, faksla Atina ya gönderdim. Bu isimleri, gideceğimiz
ülke giriş vizelerinin ayarlanması için oradaki büyükelçimize göndereceklerini
belirttiler. Abdullah Öcalan, Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi)
makamlarına ait Lazaros Mavros adına düzenlenmiş sahte bir pasaportla seyahat
ediyordu.
Nairobi ye vardık, bizi Yunanistan Büyükelçiliği Kâtibi Diakofotakis
karşıladı. Kontrollerden normal olarak geçtik, büyükelçilik otomobillerine
binip, büyükelçilik ikâmetgâhına hareket ettik.
Yunanistan ın sırları
Abdullah Öcalan ın bundan sonra büyükelçilikteki ikametiyle ilgili konular,
yanındakilerin Yunanistan a dönüşüyle ilgili olaylar, gizli diplomatik
girişimlere konu teşkil etmektedir. Ülkemizin güvenliğini ilgilendiren bu
konuları açıklamaktan sakınıyorum. Başka ilave edecek birşey yoktur.
Kalenderides ifadelerini burada kesiyor. Ama Öcalan olayı Yunanistan da bakan
devirmeye başlayınca işin rengi de değişiyor. Kalenderides yeniden ifade vermek
zorunda kalıyor ve her şeyi anlatıyor:
3 mart 1999 cuma günü Atina da saat 12.30 da Sapfous 157 Numara Atina
adresinde ikamet eden, 1960 doğumlu ve mesleği binbaşı olan, Helen ve Hıristiyan
Ortodoks, Stavros oğlu Savvas Kalenderidis in kendisine konuyla ilgili soru
soruldu ve aşağıdaki şekilde cevap alındı:
26 şubat 1999 tarihinde vermiş olduğum ve içeriğini onayladığım ifademe
aşağıdakileri ekliyorum.
Büyükelçilik ikâmetgâhına (Yunanistan ın Kenya Büyükelçiliği) varıp yerleştikten
sonra, Diakofotakis le (Kenya daki büyükelçilik başkâtibi) birlikte
büyükelçiliğe geçip, Atina ya yazılı mesaj gönderdik. EİP başkanına (Yunanistan
gizli servis başkanı), yerleşmemizin sorunsuz bir şekilde gerçekleştiğini ve
talimatın geri kalan kısmını tamamlamak amacıyla Güney Afrika ya hareket
hazırlığı yaptığımı belirttim. Burada (Güney Afrika Cumhuriyeti nde), Abdullah
Öcalan a, bu ülke tarafından siyasî sığınma verilmesi için yapmam gerekenler
vardı.
Dışişleri Bakanlığı ndan Papaioannou (Yunanistan Dışişleri bakanının diplomatik
büro müdürü), bize, bundan böyle konuyla ilgili yazılı bir raporun kesinlikle
gönderilmemesi talimatını verdi. 3 şubat 1999 da Costorlas a (Yunanistan ın
Kenya büyükelçisi), Johannesburg a (Güney Afrika Cumhuriyeti nin başkenti)
hareket etmem gerektiğini belirttim. 4 şubat 1999 tarihi için yer ayırttım. O
tarihte Kenya Airways uçağıyla hareket etmek için havaalanına gittim.
Sayın büyükelçi, Kenya Dışişleri Bakanlığı genel sekreteri tarafından bakanlığa
çağrılmıştı. Saat 12.00 de uçacak olan uçağı, havaalanında beklerken, Kenya
Dışişleri Bakanlığı nda görüşmesini tamamlayan büyükelçi, saat 11.00 de
havaalanına gelip, bizi buldu. Havaalanında Diakofotakis ve Aristidou yla
(Apo yla birlikte Kenya ya gelen Güney Kıbrıslı esrarengiz işadamı)
birlikteydik. Sayın büyükelçi, Katourima nın (Kenya Dışişleri Bakanlığı genel
sekreteri), kendisine, The Nation gazetesinde yer alan ve Öcalan ın 2 şubat 1999
tarihinde Yunanistan dan hareket ettiğini belirten bir yazıyı gösterip,
görüşlerini sorduğunu bize nakletti.
Meraklı Kenyalılar
Büyükelçi, gazete haberindeki konudan haberi olmadığını söylemiş. Bu arada
Kenyalılar, büyükelçiye, 1 şubat 1999 tarihinde gönderdiği, 5 yolcunun
Nairobi ye gelişiyle (Apo ve beraberindekilerin gelişi) ilgili notayı sormuşlar.
Kenyalı yetkililer, daha çok benimle ve Aristidou yla ilgilenmişler. Büyükelçi
de onlara, bizim arazi ve bina eksperi-işadamı olduğumuzu ifade etmiş.
Saat 11.30 da arkadaşlarla vedalaşıp, biniş kartı aldım. Kartı alırken, gişedeki
memur, yanına bir genç gelinceye kadar bekledi. Sonunda biniş kartını alıp,
pasaport kontrolüne gittim. Çıkış kaşesini vurdular, ardından havaalanının
bekleme salonuna geçtim. Orada, yanıma daha önce gişede gördüğüm genç görevli
yaklaşıp, nazik bir şekilde kendisini takip etmemi istedi. Birlikte, güvenlik
bürosuna gittik. Pasaportumu aldılar, beklememi söylediler. Kendilerine,
herhangi bir problem olup olmadığını sorup, büyükelçiliğe telefon etmek
istediğimi bildirdim. Bana, herhangi bir sorun olmadığını, telefon etmeye bir
neden bulunmadığını söyledi.
Pasaportumu alıp, bir büroya götürdüler. Beklediğim süre içerisinde bana,
Kenya ya niçin geldiğimi sorup, Devletle ilgin var mı? dediler. Ben,
kendilerine, gayrimenkulleri değerlendiren bir büroda çalıştığımı, Nairobi ye,
büyükelçiliğin satın almayı öngördüğü bir gayrimenkulü değerlendirmek amacıyla
geldiğimi belirttim.
Saat ilerledikçe yetkiliye, uçağı kaçırma tehlikesi bulunduğunu hatırlattım.
Kendisi bana, biniş kartım olduğu için, uçağın beni bekleyeceğini söyleyip,
rahatlattı. Büyükelçiliğe telefon etmek istedim; dış hat bulunmadığını belirtti.
Saat 12.15 civarında pasaportumu iade ettiler. Bunun üzerine, çıkış a yöneldim.
Orada ise, uçağın hareket ettiğini söylediler. Yetkili memur, benimle ilgilendi.
Ancak, hangi büronun geciktirdiğini kendisine sorduğumda, geri çekilip gitti.
Güvenlik bürosuna gittim, açıklama istedim. Bana, bir yalnışlık olduğunu,
ücretsiz olarak giriş vizesi (Kenya ya tekrar giriş vizesi) alabileceğimi
söylediler. Pasaportumdaki çıkış kaşesini iptal ettiler. Dışarıya çıkıp,
büyükelçiliğe telefon ettim, bu arada EİP başkanına, olayı aktardım.
Diakofotakis ten, beni gelip havaalanından almasını istedim. Kendisi gelmiş,
ancak buluşamadık. Sonuçta, Rodezya dan gelen iki Helen genciyle karşılaştık.
Birlikte bir taksi kiralayıp, büyükelçiliğe gittik. Orada, ayrıntılı olarak
olayı aktardım, bu arada genel bir durum değerlendirmesi yaptık. Bir sonraki gün
tekrar hareket etmeye karar verdim.
5 şubat 1999 günü sabahı Katourima, telefonla benim ve Aristidou nun
pasaportlarını istedi. Sayın büyükelçi, Aristidou nun, yönünü bilmediği bir
ülkeye gitmek üzere ayrıldığını söyledi. Kendisine, sadece benim pasaportum
bulunduğunu belirtti. Katourima ile benim pasaportumu 8 şubat pazartesi günü
Diakofotakis in götürmesi için anlaştılar.
Hemen EİP başkanına telefon edip, hareketimin birtakım zorluklar yüzünden
pazartesi gününe kadar geciktiğini, buradan çıkışımın mümkün olup olamayacağı
konusunda tereddütlerim bulunduğunu belirttim. Güney Afrika ya, benim yerime
başka bir kişinin gönderilmesi gereğini düşünüp düşünmediğini sordum.
MGK, Yunanlı casusu korkuttu
O gün, İnternet ten bir İstanbul gazetesi ile Almanya nın Frankfurt kentinde
yayımlanan Özgür Gündem gazetesindeki Günay Aslan imzalı Öcalan la İlgili No.2
başlıklı makaleyi aldım. Abdullah Öcalan, bu makaleyi okuduktan sonra havaya
fırladı. Gerçekte bir bilgi bülteni şeklinde olan bu makale, Öcalan a tuzak
kurulduğu, garanti edilmiş güvenceler olmadan, bulunduğu yeri terk etmesi
halinde yok olmaya gideceği mesajını veriyordu.
Öcalan ın bana belirttiğine göre, Şam dan kovulmadan önce eylül 1998 tarihinde
yayımlanan Öcalan la İlgili No.1 başlıklı makaleyle de yine kendisi
karşılaşacağı tehlikeler konusunda uyarılmış. Bu koşullar altında 5 şubat 1999
tarihli makale, bundan sonraki tutumunda belirleyici rol oynadı.
Hemen Nairobi deki Yunanistan Büyükelçiliği ne hitaben, kendisine siyasî sığınma
verilmesi için dilekçe yazdı. Bunu, büyükelçiye resmen takdim etti. Büyükelçi
şaşırdı, Öcalan a kesin bir dille Nairobi deki bir çiftliğe yerleştirilmesi
konusundaki anlaşma hatırlatıldı. Ayrıca, kendisinin de bildiği birçok malum
nedenlerden dolayı ülkemiz tarafından kendisine siyasî sığınma sağlanması
konusundaki kesin tutum, tekrar söz konusu edildi.
Türkiye Millî Güvenlik Kurulu nun, ocak ayının sonundan itibaren, Abdullah
Öcalan a her türlü korumayı sağlayacak komşu ülkelere karşı kuvvet kullanma
kararı ortadaydı. Türkiye deki askerî olguyu çok iyi bildiğim için, içinde
bulunduğumuz bu durum ortaya çıkarsa, Türkiye nin sözlü tehditlerle
yetinmeyeceğini Öcalan a hatırlattım. Özet olarak, olayların böyle bir boyuta
gelmesi durumunda, tarihte cereyan edecek olan en aptal savaşın çıkabileceğini
belirttim.
Öcalan bana, Türkiye nin, Yunanistan ın geriye adım attığını bilip, blöf
yaptığını söyledi. Ama, kendisi de bir noktaya kadar ikna oldu. Dilekçesinin
Yunanistan a gönderilmesini istedi. Bu arada, Yunanistan tarafından güvenli bir
ülkeye gönderilinceye kadar, Kenya dan hareket etmeme kararı aldı.
Bu sırada büyükelçi, Öcalan ın dilekçesini alıp, konuyu Diakofotakis le müzakere
etti. Büyükelçi, dilekçeyi kabul etmeme yetkisinin bulunmadığına karar verdi.
Daha sonra, söz konusu dilekçeyi Dışişleri Bakanlığı Özel Bürosu na hitaben
yazdığı bir yazıya ekleyip, Nairobi de bulunan Yunanlı diplomat Kampitsis
aracılığıyla Atina ya gönderdi.
5 şubat 1999 tarihinde EİP başkanına telefon edip, Atina ya gönderilen
dilekçeden söz ettim. Bunu, kendisinin de görmesi gereğini vurguladım. Olayların
gidişinde değişiklik olduğunu söyleyip, şu anda ortaya çıkan yeni durumu
anlaması için, Günay Aslan ın makalesini okuması gereğini vurguladım.
Öcalan sığınma istiyor
Bu arada, durumdan rahatsız olan büyükelçi, Öcalan a siyasî sığınma ve
diplomatik pasaport verilmesi için arayışa geçti. Ardından, Atina ya telefon
edip, Papaioannou ya, Seyşel Adaları yla güçlü bağları bulunan bir arkadaşının
telefonunu verdi.
Dışişleri Bakanlığı, büyükelçinin arkadaşıyla irtibat kurmuş. Daha sonra,
Öcalan ın gerçek kimlik bilgileri açıklanmadan belirli bir ücret karşılığında
Seyşeller de konaklayabileceğini öğrendik. Aristidou nun Seyşeller e geçmesine,
büyükelçinin önerdiği arkadaşının da Nairobi de bizi ziyaret etmesine karar
verildi.
Öte yandan, Papaioannou dan duyduğuma göre, Yunanistan ın Güney Afrika daki
büyükelçisi, Öcalan a siyasî sığınma verilmesi için temaslar yürütüyormuş. Bu
arada Aristidou, amacın gerçekleşmesi için Seyşeller e verilmek üzere Yunan
hükûmetinden para bulmak için çalışıyordu. Sonunda, Yunanistan dan para
bulamayıp, Avrupa ya gitti. Kendisinin söylediğine göre, Kürt örgütleri bir
milyon dolar vermiş.
EİP başkanı, Öcalan ın korunması için iki şahsı Nairobi ye gönderdi. Bunu,
Aristidou ayarlamış. Ancak, Nairobi ye gelenler, Yunanistan göçmen pasaportuna
sahip olduklarından, giriş yapamayıp, geri döndüler. Onların yerine, Dilan ve
Nurcan (Öcalan ın kadın korumaları Şemse Dilan Kılıç ve Nurcan Derya) geldiler.
11 şubat 1999 perşembe günü durum şöyleydi: o ana kadar Öcalan grubunun
Yunanistan la olan tüm iletişimleri şahsen tarafımdan büyük bir titizlikle
denetlendi. Büyükelçilik konutunda şehirlerarası telefon yoktu. Bu arada, uydu
telefonu hiçbir şekilde kullanılmadı. Telefon haberleşmesi ise, şu şekilde
oluyordu: Öcalan ın şifreli talimatlarını Melsa ya (Apo yla birlikte Kenya ya
giden PKK lı kadın militan) söylüyordum. Onun bu mesajları Rozerin e Yunanca
aktarmasını istiyordum. O ana kadar benim yokluğumda hiçbir telefon görüşmesi
yapılmadığı gibi, Yunanca dan başka bir dil de kullanılmadı.Yine o ana kadar
Avrupa daki sorumludan ve Kenya ya giremeyen şahıslardan başka hiçbir Kürt,
Öcalan ın yerini bilmiyordu.
O günlerde benimle birlikte konuya dahil olan diğer görevliler, hareketlerimizin
herhangi bir şekilde izlendiğini fark etmedik. Özellikle, arabada giderken
dikkat ediyordum, ama hiçbir zaman bir takip hissetmedim. Durumu, EİP başkanına
aktardım. Perşembe gününden itibaren Öcalan ın ulusal renkler den (Yunanistan
Büyükelçiliği Konutu ndan) dışarıya çıkarılması amacıyla baskılar artmaya
başladı. Doğal olarak, Atina nın bu konudaki talimatları, zorunlu argümanlarla
desteklenerek en ufak ayrıntısına kadar Öcalan a aktarılıyordu.
Öcalan ı ikna etmekte güçlük çekiyorduk. Öcalan, kendisine siyasî sığınma
verecek ülkenin geçerli pasaportu eline ulaşmadan konutu terk etmiyeceğini
vurgulamaktaydı. Ayrıca, Nairobi den uzaklaşması için ülkemizden (Yunanistan) ve
Kenya makamlarından güvenlik garantisi verilmesini de istiyordu.
Bu arada, Öcalan taraftarı kişiler, büyükelçiliğe sunmuş oldukları dilekçenin
meşrulaşmasını sağlamak amacıyla avukatlarından yardım talep ettiler.
Yunanistan dan ve Avrupa dan avukatlar beklemeye başladılar. EİP ye ve Dışişleri
Bakanlığı na da bu konuyla ilgili bilgi verdik. Cuma günü ilk kez tutumumuz
değişti. Dışişleri Bakanlığı ve EİP, Öcalan ın metropolitlik konutlarına
(Nairobi deki Ortodoks Metropolitlik Tesisleri) yerleştirilmesi talimatı verdi.
Bu arada, Seyşel Adaları na cuma günü saat 10.00 da ulaşan Aristidou dan,
diplomatik pasaport sağlanmasıyla ilgili muallak cevaplar geldi.
Öcalan ın korkusu
12 şubat 1999 cuma gecesi bize, metropolitliğe taşınma emri verildi. Bu, Öcalan
tarafından kabul edilmedi. Öte yandan, metropolitlikte, sivil giyimli şüpheli
şahıslar dolaştığı için, bu emrin gerçekleştirilmesi mümkün görülmedi. Aynı
gece, Öcalan ın bir turistik tesise yerleştirilmesi gündeme geldi. Oradan da
Seyşel e gizlice gönderilmesi amaçlanıyordu. Bu konuyla ilgili olarak da,
Kenya da faaliyet gösteren bir işadamıyla görüşüldü.
Öcalan, konuttan çıkarıldıktan sonra büyükelçilik araçlarıyla Tanzanya ya
götürülecek, oradan gizlice Şeyseller e gönderilecekti. Her iki plan da, eski
tutumundan geri adım atan Öcalan tarafından kabul edildi. Ama, Seyşeller den
gelecek pasaportu yine ön şart olarak ileri sürüyordu.
Seyşeller de bulunan Aristidou yla görüştüm. Kendisi bana durumun kritik
olduğunu söyledi. Ondan, tüm imkânlarını kullanmasını istedim. Kendisi bana,
ümitli olduğunu, pasaportu alması halinde cumartesi sabahı uygun bir şahısla
Nairobi ye göndereceğini ifade etti. Ama pasaportlar hiçbir zaman gelmedi,
böylelikle her iki proje de suya düştü.
13 şubat 1999 cumartesi günü Nairobi ye (Kenya nın başkenti) Avukat
F.Kranidiotis (Apo nun Yunanlı avukatı) gelip, büyükelçilikten (Yunanistan
Büyükelçiliği) müvekkiliyle görüşme talebinde bulundu. Müvekkiline götürülen
avukat, kendisiyle belirli bir süre görüştü. Daha sonra Kranidiotis bize,
müvekkiline yapılan baskılardan söz edip, büyükelçiliği terketmesi halinde
tehlikelerle karşılaşacağını söyledi. En kısa süre içinde kendisinin oradan
ayrılıp, konuyu dışişleri bakanıyla görüşeceğini ifade etti.
Öcalan ı kovun baskısı
Bu arada, cumartesi günü Öcalan ın uzaklaştırılması amacıyla Atina dan yapılan
baskılar dayanılmaz hâle geldi. EİP başkanı tarafından, Öcalan ı desteklemek,
kendisine akıl vermek, normalde orada bulunmamam gerektiği halde, bulunmakla
suçlandım. 13 şubat saat 23.30 da Avukat Kranidioitis in ayrılacağı uçakta,
Nairobi den ayrılmak amacıyla yer ayarladım. EİP başkanı, büyükelçilik
ikâmetgâhının Öcalan ve grubundan temizlenmesi amacıyla dört kişi
gönderdiklerini söyledi. Bu olayla ilgili olarak Öcalan ın avukatı ve
refakatindeki üyeler (Apo nun PKK lı korumaları) bilgi sahibi oldular. Ben
kendilerine, gelenlerin Öcalan ın talep ettiği korumalar olduğunu bildirdim.
Doğal olarak ortaya çıkmış bulunan durum sonucunda, İkametgâh ı terk etmek için
gördükleri inanılmaz baskılar sebebiyle benim söylediklerim onlara inandırıcı
gelmedi. Bu arada Papaioannou (Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Büro
müdürü), cumartesi günü, Öcalan ın Büyükelçilik İkâmetgâhı ndan zorla
çıkarılması için Nairobi den paralı yerel fedai ler bulunmasını istedi. Tam
olarak fedai sözünü duyup duymadığımı hatırlamıyorum, ancak konu bu idi.
Büyükelçi (Yunanistan ın Kenya Büyükelçisi Kostorlas), Papaioannou ya bu
isteğinin gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını belirtti. Aynı günün akşam
saatlerinde eşyalarımızla birlikte İkâmetgâh a gidip, Öcalan la vedalaştık.
Bizimle birlikte Kranidiotis, Dilan ve Nurcan (Öcalan ın kadın korumalarından
Şemse Dilan Kılıç ve Nurcan Derya) bulunuyordu. Dilan ile, Nurcan işlerini
halletmek için şehre gittiler. Krandiotis ve büyükelçiyle birlikte önce
büyükelçiliğe gidip, saat 22.00 de havaalanına hareket ettik. Dilan ve Nurcan
işlerini bitirdikten sonra büyükelçiliğe geldiler. Oradan EIP Başkanı na telefon
edip, biraz sonra Yunanistan a hareket edeceğimi bildirdim. Telefonda, gergin
bir ortam içerisinde benim, Öcalan ı desteklediğimi söyledi. On dakika
içerisinde gidip, onu büyükelçilikten dışarı çıkarmamı istedi.
Bu konuşma sırasında başkana söz konusu talimatı pratik olarak uygulamanın
imkânsız bulunduğunu, çünkü Öcalan ın, benden 40 kilo daha ağır olduğunu, bu
arada kendisine dört kişinin refakat ettiğini bildirdim. EİP başkanı telefonu
kapattı, biraz sonra Polis Müdürü Tzovaras (Atina emniyet müdürü) telefon etti.
Bana, üç bakanın yanında bulunduğunu, Öcalan ile grubuna karşı ahlâksızca
ifadeler kullanıp, küfür ederek, onları dışarı atmamı istediklerini belirtti.
Yunanistan a döndüğüm anda beni görevden atmakla tehdit etti. Bu aşamada,
aramızda bir söz düellosu başladı. Sesler üzerine, koridorda bulunan Avukat
Kranidiotis, kapıyı açarak içeri girdi ve konuşulanlara tanık oldu.
Öcalan ın kadın koruması intihar edecek
Daha sonra Atina ya döneceğimi bildirdim. Büyükelçinin, Papaioannou yla yaptığı
görüşmedeki baskı ve gelişmelerin farkına varan Dilan, çantasından bir tabanca
çıkararak, çenesinin altına koydu ve intihar etme tehdidinde bulundu. Bu olay
üzerine Atina dan 14 şubat günü gelecek olan dört meslektaşın varışına kadar her
türlü görüşmenin durdurulması talimatı geldi.
Kranidiotis le birlikte oradan ayrıldık. Ancak Bay Papaioannou bana,
büyükelçilik ikâmetgâhında kalıp, duruma hâkim olmam gerektiği görüşünü ifade
etti. Biraz sonra da başkandan telefon geldi. Dışişleri Bakanlığı nın talebi
üzerine, orada kalmam gerektiğini söyledi. Ertesi gün servisten (Yunan gizli
servisi) dört kişi gelip, otele yerleşti.
Bay Papaioannou, bu arada Diakofotakis e (Yunanistan ın Kenya Büyükelçilik
başkâtibi) telefon etti. Büyükelçinin, Atina dan gelen EİP memurlarına şu
talimatı iletmesini söyledi: eğer iyi hatırlıyorsam, Öcalan ve refakatçıları
çarşaf veya battaniye ile büyükelçilik binasından, daha önce odaların ayırtılmış
olduğu otele nakledilsinler. Onlara biraz para verilsin, kendileriyle her türlü
temas kesilsin.
Bu talimat, grup başkanına nakledildi. Kendisi daha sonra EİP başkanıyla temas
etti. Grup başkanı (Öcalan ı sefaretten atmak için Atina dan gelen gizli servis
elemanı Bobos İoannis), operasyonu gerçekleştirmenin mümkün olmadığını söyledi.
Bobos, Niovis Caddesi fiyaskosunu hatırlattı. (Yunanlı polislerin, Niovis
Caddesi nde bir Romen uyuşturucu müptelasını yakalamada gösterdikleri
başarısızlık.) Daha sonra polisler, 15 şubat pazartesi günü Atina ya harekete
kararlı olarak otele gittiler.
Kenyalı görevli Öcalan la tanıştı
Pazartesi sabahı Bay Kathourima (Kenya Dışişleri Bakanlığı genel sekreteri),
büyükelçiyi makamına davet etti. Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığımız,
büyükelçiye hastalık bahane edip, gitmemesini; gittiği takdirde hiçbir durumda
Öcalan la ilişkiyi kabul etmemesini söyledi. Bu gelişme üzerine Kenya Dışişleri
Bakanlığı, büyükelçinin gelmemesi halinde kendisini almak üzere birisinin
gönderileceğini bildirdi. Ardından da büyükelçiliğe, Dışişleri Bakanlığı (Kenya)
protokol müdürü gelip, büyükelçiyi alarak götürdü.
Büyükelçi saat 16.00 civarında büyükelçiliğe döndü. Büyükelçinin verdiği bilgiye
göre Kenyalılar daha ilk günden itibaren her şeyi bildiklerini söylemişler. Bu
sorundan kendilerinin de kurtulması için, Öcalan ın başka bir ülkeye
gönderilmesini bekliyorlarmış. Bu konu hakkında hiçbir yabancı servise bilgi
aktarmadıkları teminatını da vermişler. Kenyalılar, hiçbir tartışmaya girmeden
ikâmetgâhın saat 17.00 de boşaltılmasını büyükelçiden istediler. Yani ültimatom
verdiler. Hatta, uçak getirtilmemesini, zira uçağı Kenya hükûmetinin tahsis
edeceğini açıkladılar. Saat 16.20 de ikametgâha gittik. Öcalan uyuyordu.
Kendisini uyandırdık. Kısaca durumu izah ettik. Kendisi kararsız göründü. Biraz
sonra büyükelçiliğe bir kişi girdi. Büyükelçiye göre bu kişi, Kenya Dışişleri
Bakanlığı nın memuruydu.
Saat takriben 17.20 de Kenyalı görevli, Abdullah Öcalan la tanışıp, kendisine
hayranlığını ifade etti. Öcalan, bir ara Seyşeller den garanti gelmediği için,
büyükelçilik ikametgâhından ayrılmayı kabul etmediğini bildirdi. Kendisine
anlaşmayı, daha doğrusu öneriyi kabul etmek zorunda olmadığı söylendi. Daha
sonra, Kenya Dışişleri Bakanlığı memurunun baskı ve örtülü tehditlerini
hissederek, teklifi kabul ettiğini, çünkü dostlarına başkaca sorunlar yaratmak
istemediğini ifade etti.
Yani, bunun üzerine Seyşeller e gitme teklifini kabul etti. Bavulları
büyükelçilik otomobiline yüklediğimiz sırada Öcalan, uçağın Seyşeller yerine bir
Avrupa ülkesine yönelip yönelemeyeceğini sordu. Bu arada Finlandiya, Hollanda ve
hatta Almanya dan söz etti.
Kenya Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin bize söylediğine göre, yakıt ikmali için
uçağımız Mısır a inecekmiş; daha sonra da Avrupa ülkesine yönelecekmiş. Bu
durumu, Öcalan a da bildirdik. Ayrıca, koşullarda meydana gelen değişiklik hemen
Atina ya da arz edildi.
Hollanda senaryosu oluşuyor
Benim anladığıma göre Atina, tavsiye mahiyetinde Seyşeller yerine bir Avrupa
ülkesini önermiş ve sonuçta da Hollanda üzerinde karar kılınmış. Ancak, bana
verilen talimat, Öcalan a, Seyşeller e gidişinde eşlik etmek şeklindeydi. Fakat,
Hollanda ya gitmek için karar değişikliği yapıldığından, benim bu Avrupa
ülkesine gitmemem bildirildi. Ülkemizin bu olaya bulaşmak istememesi, söz konusu
karara neden oldu. Öcalan ın ikâmetgâhta bize bildirdiğine göre, kendisi önce
Hollanda ya gidecek, bu ülkeye girmeyi başaramama durumunda, Seyşeller e
dönecekti.
Biz, hareketten önce büyükelçinin arabasına girmeye çalıştık. Eğer yanlış
hatırlamıyorsam; bu otomobile iki kişi binmişti. Bu arada, Kenyalı Dışişleri
memuru, Yunanistan büyükelçisine, otomobilini kullanmaması için uyarıda bulundu.
Herkesin, Kenya konvoyuna binmesi talep edildi. Bu arada büyükelçinin, Kenyalı
yetkiliyle tartıştığını gördüm. Hatta Kenyalının, büyükelçiye tehditte
bulunduğunu fark ettim. O sırada araçlara gün ışığında binmemiz uyarısı
yapılıyordu. Büyükelçilik ikâmetgâhının dış kapısını açtığımızda, dışarıda
Kenyalılara ait beş otomobilin beklemekte olduğunu gördük.
Durumu kontrol ettiğimde, her araçta iki veya üç zencinin bulunduğunu,
aralarında hiçbir beyazın olmadığını gördüm. Öcalan ikâmetgâhtan çıktı, bu anda
Kenyalılar ortada duran otomobilin kapısını açtılar. Büyükelçi, Öcalan ın yanına
oturmaya çalıştı. Kenyalılar, güvenliği bahane edip, büyükelçinin o araca
binmesini engellediler. Bu defa ben, Öcalan ın yanına oturmaya çalıştım.
Kenyalılar bana, güvenlik nedeniyle Öcalan ın otomobilde tek başına gideceğini
söylediler. Bunun ardından Nuzyan (Nurcan) ve Dilan, Öcalan ın yanına oturmaya
gittiler. Dilan, otomobile binmek için herkesten fazla ısrar etti. Sonuçta,
Öcalan ın işaretiyle konvoy hareket etti.
Öcalan sona doğru yol alırken
Büyükelçiyle birlikte bulunduğumuz otomobil, Öcalan ı taşıyan otomobille teması
kaybetti. Havaalanına Öcalan ile Nurcan ve Dilan ı taşıyan otomobillerden bir
dakika sonra vardık. Kızlar, endişeli olarak bize, başkanın (Öcalan) bindiği
otomobilin havaalanına Police Station yazan bir kapıdan girdiğini söylediler.
Kızlar, ondan sonra Öcalan ın arabasıyla teması kaybetmişler.
Havaalanına kadar bize eşlik eden Kenyalı şahıslar da yanımızdan yavaş yavaş
uzaklaşmaya başladılar. Büyükelçi ve Öcalan a refakat eden dört kişiyle birlikte
ortada kalmıştık. Büyükelçi, havaalanında bir yetkiliyle temasa çalıştı, fakat
sonuç alamadı. Saat takriben 19.40 tı.
Büyükelçi, bu arada büyükelçilik binasında bulunan Diakofotakis i arayıp,
kendisine bilgi verdi ve Kathourima yla temas etmesini istedi. Diakofotakis,
genel sekreteri bulamamış. Kenya Dışişleri Bakanlığı nın bir başka yetkilisiyle
konuşmuş, ancak o kişi konuyla ilgili teması reddetmiş.
Diakofotakis, olaylardan Papaioannou yu da bilgilendirmiş. Papaioannou,
kendisine şu talimatı vermiş: Havaalanındaki arkadaşlarımıza söyle, Öcalan ın
refakatçilerini orada terk edip, hızla bölgeden uzaklaşsınlar.
Bu talimat bize geldiği sırada, Öcalan ın refakatçileri, büyükelçinin etrafını
sarmışlardı. Büyükelçi, oradan Papaioannou yu arayıp, mevcut koşullar altında
talimatı uygulamasının mümkün olmadığını açıkça belirtti. Papaioannou ya, hep
birlikte büyükelçiliğe gideceğimizi bildirdi.
Daha sonra, havaalanında alıkonulan dört polisi aramaya başladık. Sonuçta,
onların havaalanında alıkonulduklarını bir gün sonra saat 02.00 de (16 şubat
1999) resmî ağızlardan öğrendik. Sabah tahminen saat 10.30 da dört polis,
büyükelçiliğe geldi. Bu sırada Yunanistan, benim, dört polisle birlikte ülkeye
dönmem için talimat verdi. Ancak, servis başkanına bunun riskli olduğunu, zira
Kenyalılar tarafından tutuklanma ihtimalim bulunduğu gibi, hayatımın da
tehlikede olduğunu belirttim.
Servis bana, diplomatik pasaport sağlamak için gerekeni yaptı. Ancak bunun
hiçbir değeri yoktu. Çünkü, diplomatik hüviyet ve diplomatik dokunulmazlık, bu
ülkede sadece akredite olan kişiler için geçerliydi. Pasaportu bana, bir posta
seyahat şirketiyle gönderdiklerini söylediler. Gerçekten pasaportu 22 şubat 1999
pazartesi günü aldım.
20 şubat cumartesi, yahutta 21 şubat pazar günü EİP Başkan Yardımcısı
Loukopoulos, sayın büyükelçi ve benimle yaptığı telefon konuşmasında,
büyükelçiliğimizden bir kişinin havaalanına gidişim sırasında bana refakat
etmesini istedi. Ancak bu sırada herkesin bildiği gibi, büyükelçi, Kenya nın
talebi üzerine zaten geri çekilmişti. Bu nedenle büyükelçiliğin, Kenya
devletiyle teması sorunluydu.
Sayın büyükelçiye, Öcalan operasyonu nedeniyle burada kalan bütün şahısların
tayini için harekete geçmesi gereğini vurguladım. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, o
zaman Atina ya, ilk kripto bu konuda yazıldı. Telgrafta, büyükelçilikte mahsur
kalmış olan kişilere değinildi. Bu arada, Dışişleri Bakan Yardımcısı Bay
Kranidiotis in, Kenya dan ayrılışımızla ilgili çalıştığını öğrendim.
Yunanlı ajan zor kurtuldu
Bir telefon konuşması sırasında, Atina daki Amerikan Büyükelçiliği nden,
Nairobi den hareketimiz için müdahalesinin istendiğini öğrendim. Bay Burns,
benim için garanti vermiş, ancak Öcalan ın refakatçileri üç bayan için garanti
veremiyeceğini söylemiş. Bu arada, Nairobi deki Amerikan Büyükelçiliği yle
temasa geçmemiz gündeme geldi. Amerikalılardan, Kenya dan tahliyemizle ilgili
yardım istenecekti. Ancak, bunu sakıncalı gördüm. Yunan Dışişleri Bakanlığı na,
Amerikalıların benimle ilgili herhangi bir müdahalesini reddettiğimi bildirdim.
Bu arada, büyükelçiye de yegâne müdahalenin, vatandaşı olduğum Avrupa
Birliği nden yapılması önerisinde bulundum.
Sonuçta, Nairobi ye Büyükelçi Apostolidis geldi. Benim bilmediğim görüşmelerden
sonra, havayoluyla güvenli bir şekilde Atina ya döndük. Bu aşamada şunları ilâve
etmek istiyorum:
Pazartesi günü (15 şubat 1999) öğleden sonra, büyükelçi, Kenya Dışişleri
Bakanlığı memuruyla konuşurken, ondan, Öcalan ı nakledecek olan uçağın çağrı
numarasını istedi. Atina da bu bilgiyi büyükelçiden bekliyordu. Ancak Kenyalı
yetkili, uçağın çağrı numarasını vermeyi reddetti.
Bunun yanı sıra cuma günü büyükelçilik konutunun Öcalan tarafından boşaltılması
istenmişti. Süre olarak da pazartesi sabahı vurgulanmıştı. Şahsen bu sürenin
nasıl saptandığını ve buna neden olan konuları bilmiyorum.
Nihayet bütün hareketlerimi, aldığım ve bana iletilen talimatlara göre yaptığımı
vurgulamak istiyorum. Talimatların yerine getirilmesine imkân olmadığı
durumlarda bu talimatların uygulanmama gerekçelerini Atina ya belirttim. Söz
konusu nedenler benimsenmişti. Yani bana bu emirleri verenler tarafından kabul
edilmişti. İlave edeceğim başka birşey yoktur.
Öcalan Kenya ya Mavros Lazaros adına düzenlenen Kıbrıs Rum kesiminin
diplomatik pasaportuyla giriş yapmıştır.
Yunan kriptosu
Öcalan ve beraberindekiler Yunanistan ın Nairobi büyükelçisine ait Muthaiga
Sokağı 12 numaralı resmî ikametgâhta koruma altında tutuluyordu. Bu serüven 14
gün sürdü. Yunanistan ın Nairobi Büyükelçisi Yorgo Kostorlas tarafından
Öcalan ın bu 14 günü Yunanistan a saat saat bildirildi. Kostorlas, Atina ya 21
şubat 1999 günü saat 17.54 te geçtiği ve Yunan gazetelerine de yansıyan 34
sayfalık kriptosunda Öcalan ın gelişini ve yakalanışını bir bir anlattı:
Dosya: 00000162.NAİ NAİ Nairobi PRV
Baskı: Pazartesi, 22 şubat 1999
Saat: 17:54:13
Sayfa: 1+34
Nairobi Kripto
21 şubat 1999
Sayı: 1847B/5/AS 162
Kimden: Nairobi Büyükelçiliği
Kime: Yardımcı Bakan Bürosu na (Sayın Yardımcı Bakan a)
Dağıtım: Bakan Özel Bürosu na (Sayın Genel Sekreter e)
wwww Z01, Z02, Z05
Çok Gizli - Kişiye Özel- İvedi Konu: Öcalan Konusu
İlgi: 20.2.1999 tarih ve AP EH AS sayılı telgrafları.
A. Büyükelçilik, talimatlarınız doğrultusunda Öcalan konusuyla ilgili olarak
bildiklerini aşağıdaki şekliyle sıralamaktadır.
Pazartesi, 1 şubat 1999. Saat 13.00 civarında Bakan Diplomatik Büro Müdürü
Vasilis Papaioannou büyükelçiliği telefonla arayarak benimle görüşmek istediğini
bildirmiş.
UNEP toplantıları (not: 1 şubattan 5 şubata kadar Nairobi de UNEP İcra Komitesi
toplanmıştır. Nairobi UNEP ve HABİTAT ın merkezi olup, bunların başında
Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı Klaus Topfer bulunmaktadır)
nedeniyle büyükelçilikte bulunmadığımdan, Sayın Papaioannou, meslektaşım
Büyükelçilik Başkâtibi Diakofotaki yle konuşmuş ve kendisine Söyleyeceklerim
tamamen kişiye özeldir. Dikkat et. Söylediğim her şeyi not al. Bir uçak gelecek.
Karşılanmasıyla ilgilenin. Varış saatini bilmiyoruz, hemen büyükelçiye haber
ver demiş.
Gafil avlanan büyükelçi
Meslektaşım, gelenlerin kim olduğunu sormuş, kendisine şu cevap verilmiş:
İtalya ile ilgili ne olduğunu biliyorsanız, anlayacaksınız. Sayın Papaioannou
ayrıca daha sonra yeni bir şey olduğunda kendisinin doğrudan büyükelçiliği
arayacağını belirtmiş.
Meslektaşım, telsizle hemen benimle irtibat kurdu. Böylece, UNEP çalışmalarını
bırakarak, saat 14.00 civarında büyükelçiliğe döndüm. Meslektaşımla birlikte,
gelecek olan uçağın, sorunları olan bir Sırp veya Bosnalı bir Sırp ı
getirebileceğini değerlendirdik. Bu arada, o günlerde uluslararası basına göre
NATO tarafından Kosova nın bombalanmasının gündemde olduğunu belirtmek
istiyorum.
Sayın Papioannou saat 16.00 civarında tekrar büyükelçiliği arayıp, bana şunları
söyledi: Uçağın Nairobi ye gece saat 00.00 veya 2 şubat saat 01.00 da gelmesi
beklenmektedir. Uçağın tipi Falcon 900, call sign 9 M BAB dır.
Kalenderidis in orada (Nairobi de) inmesi öngörülmemekte olup, hemen
Yunanistan a dönecektir. Büyükelçilik kâtibi seviyesinde karşılayıp, bir hafta
boyunca ağırlayarak, safari için gereken ilgiyi gösterin. Onlara, aslanlar ve
kaplanlar ayarlayın. Harcamalarınız gönderilecek.
Sayın Papaioannou ya bu bilgilerin Kenya Dışişleri Bakanlığı na nota yazılması
için yeterli olup olmadığını sordum. Kendisi, bana tekrar büyükelçiliği
arayacağını, büyükelçiliğin ivedilikle uçuş izni, iniş izni için hareket etmesi
gerektiğini bildirdi.
Sayın Papaioannou yla birlikte yaptığımız değerlendirmede, saatin ilerlemiş
olması ve buradaki iş koşullarından notanın mümkün olan en kısa süre içerisinde
gönderilmesine karar verdik. Daha fazla bilgiyi, sonra vereceğini belirtti.
Büyükelçilik olarak, yukarıdaki bilgiler ışığında, turizm amaçlı bir seyahat
için uçuş izni, iniş izni alınması için buradaki Dışişleri Bakanlığı na 1 şubat
1999 tarih ve 1069/1/AS 103 sayılı bir nota gönderdik.
Talimat Pangalos tan
Ben ve meslektaşım (Büyükelçilik Başkâtibi Diakofotakis) havaalanına iki araçla
gitmek amacıyla, saat 23.00 te buluşmak üzere anlaştık. Saat 22.00 civarında
konutuma Papaioannou dan gelen yeni bir telefon sonucunda, uçağın sabah saat
06.00 gibi geleceğini öğrendim. Bunun üzerine meslektaşımla tekrar bir başka
saat için anlaştık.
Saat 03.00 gibi Yunanistan Dışişleri Bakanı Pangalos tan tarafıma yeni bir
telefon geldi. Bu telefonda, ziyaretçileriniz gecikecek deniliyordu. Daha
sonra Sayın Papaioannou nun bir başka telefonuyla uçağın varış saati tekrar
değişti ve 2 şubat saat 09.00 -10.00 arası oldu.
Salı, 2 şubat 1999. Meslektaşımla (Büyükelçilik Başkâtibi Diakofotakis) birlikte
saat 09.30 civarında havaalanına gittik. Havaalanının transit bölümüne geçen
Diakofotakis, telsizle sürekli olarak benimle irtibat halindeydi.
Saat 10.45 e kadar uçak gözükmemişti. Bu arada büyükelçiliğe telefon edip, yeni
bilgi aldım. Sayın Papaioannou aramış, uçağın 11.30 da Kenya hava sahasına
gireceğini bildirmiş.
Bu arada büyükelçilik, kontrol kulesiyle irtibat kurmuş. Tamamen şans eseri
olarak tahminen saat 11.00 de uçağın henüz indiğini öğrendik. Diakofotakis
gelenlerin ağırlanması, gümrük işlemlerinin tamamlanması, bagajlarının alınması
işlemlerini mümkün olan en kısa sürede bitirdi.
Bu arada, tüm yolcuların kurallara uygun şekilde pasaportlarına giriş damgası
vurulduğunu, giriş kartı doldurduklarını ve bu şekilde Kenya ya girdiklerini
belirtmek istiyorum. Uçak yolcularından Sayın Kalenderidis de öteki yolcularla
birlikte giriş yaptı. Daha önce geri döneceği belirtilen Sayın Kalenderidis le
ilgili talimat geçen süre içinde değişmişti.
Ayrıca, şunu vurgulamak istiyoruz:
a) Öcalan, Kenya ya Lazaros Mavros adında sahte bir Kıbrıs (Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi) pasaportuyla geldi.
b) Bay Berivan Güngör olarak belirtilen, Bayan Melsa Deniz olup, Kenya ya
başka bir şahsa ait olan Alman kimliğiyle gelmiştir. Pasaportu olmadığı için,
evrakında giriş kaşesi bulunmayan uçaktaki tek yolcudur.
Yolcuları aldıktan sonra hemen konuta (büyükelçilik resmî konutu) hareket ettik.
Otomobillerimiz, gelenleri almaya yeterli olmadığından, Kenyalı şoförümüzü
havaalanında bıraktım. O ana kadar büyükelçiliğimizden hiç kimse, gelenlerin
kimliğini bilmiyordu. Ben, hemen Öcalan ı tanıdım. Biraz sonra meslektaşım da
(Büyükelçilik Başkatibi Diakofotakis) tanımış.
Öcalan büyükelçinin evinde
Tüm yolcularla birlikte konuta geldik. Hemen Papaioannou ya yolcuların güvenli
bir şekilde geldiğini ve teslim aldığımızı bildirdik. Bu arada Sayın
Papaioannou ya, büyükelçiliğimiz memuru vasıtasıyla, Sayın Büyükelçi,
gönderdiğiniz ilaçlar için içtenlikle teşekkür eder şeklinde mesaj gönderdik.
Sayın Papaioannou dan bize şu cevap geldi: İlaçları teslim aldığı için ben,
kendisine teşekkür ederim.
Yolcuların tümü yorgun ve bitkindi. Öğle yemeğinden sonra Kalenderidis in
haricindekiler uyumaya daldılar. Öğleden sonra Kalenderidis, Diakofotakis le
birlikte konuttan, büyükelçiliğe geçtiler. Bay Kalenderidis, Kurumuna
(Yunanistan gizli servisi) mesaj göndermek istediğini belirtti. Bu arada Bay
Aristidou nun eşine iyi olduğu mesajını da geçmiş.
Bay Papaioannou, Diakofotakis le yaptığı telefon görüşmesinde, konuyla ilgili
olarak bakanın özel bürosuna iki adet kişiye özel telgraf göndermelerini ve
bunlardan birinin doğrudan bakana yollanmasını söylemiş. Gereğini yaptık. Kripto
(şifreli haberleşme) haberleşmesinde ortaya çıkan zorluk üzerine Diakofotakis,
bakanın özel bürosunda nöbetçi olan Ateşe Bayan Veve yle görüşmüş ve aynı mesajı
iki kez göndermiş.
Çarşamba, 3 şubat 1999. Diakofotakis, Bay Papaioannou yla görüşmüş, kendisine
bakan talimatı olarak, bakanın bürosuyla yapılacak her türlü görüşmenin
telefonla yapılması bildirilmiş.
Öcalan ve Güney Afrika seçeneği
Büyükelçilik olarak, Bay Kalenderidis in en kısa süre içerisinde Güney
Afrika ya gitmesi ve oradaki makamlarla, Öcalan a siyasî sığınma ve normal
pasaport verilmesi konusunda görüşme yapması talimatını aldığını öğrendik.
Ayrıca, Bay Aristidou nun, Kenya ya geri dönme olasalığı açık olmak üzere
görevi bitmiştir talimatını da öğrendik. Aristidou nun da Kenya dan en kısa
sürede ayrılması gerekiyormuş. Son olarak, Öcalan ın güvenliğinin sağlanması
amacıyla çalışma arkadaşlarının Kenya ya geleceklerini de haber aldım.
Bu arada, Bay Kalenderidis in sürekli Kurumunun başkanıyla iletişim halinde
olduğunu vurgulamak isterim. Öğleden sonra, buradaki (Kenya daki) Dışişleri
Bakanlığı nın Genel Sekreteri Kathourima, büyükelçiyle görüşmek istedi.
Perşembe, 4 şubat 1999. The Nation adlı Kenya gazetesi, uluslararası haberler
sütunlarında Öcalan la ilgili bir makaleye ve fotoğrafına yer veriyor.
Büyükelçilik, söz konusu yayını bakanlığa (A4 Müdürlüğü ne) 4 şubat 1999 tarih
ve 1841/29/AS 120 sayılı yazıyla göndermiştir.
Saat 08.45 te Amerikan Büyükelçiliği kâtibi, Diakofotakis i arayarak, kendisiyle
görüşmek istediğini belirtiyor. Sabah bu kadar erken saatte aranan Diakofotakis,
kendisine herhangi birşey olup olmadığını soruyor. Amerikalı, herhangi bir şey
olmadığını belirtiyor. Bir gün sonra ailece buluşmaya karar veriyorlar.
Saat 10.00 gibi Dışişleri Bakanlığı na gittim. Bay Aristidou ve Bay Kalenderidis
(Öcalan ı Kenya ya getiren Yunanistan gizli servis elemanları) büyükelçiliğe
gelerek, havaalanına gitmeden önce benim dönüşümü beklemişler.
Bay Kathourima, bana uçak ve yolcular hakkında ne bildiğimi sordu. Ben de, çok
az şey bildiğimi, çünkü onlarla büyükelçilik kâtibinin ilgilendiğini söyledim.
Bay Kathourima, bana The Nation gazetesinin yayınını göstererek, Bu adam,
Yunanistan ı güç duruma sokuyor. Yunanistan, bunun farkında mı? diye sordu.
Ben, bilmediğimi söyleyerek, miyop gözlüklerimin eksikliğinden, metni okuma
zorluğu çektiğimi belirttim.
Kenya dan çıkış yok
Görüşmemden sonra meslektaşımın (büyükelçilik başkâtibi), havaalanına giden
Kalenderidis ve Aristidou ya eşlik etmekte olduğunu telsizle öğrendim. Ben de
havaalanına hareket ettim ve orada onlarla buluştum.
Kalenderidis, saat 12.00 de Güney Afrika ya hareket eden Kenya Airways ten bilet
bulmaya çalışıyordu. Bay Aristidou ise saat 12.30 da Zürich e hareket edecek
olan Swissair de son işlemleri tamamlamaya uğraşıyordu.
Ben ve meslektaşım, yolcularla vedalaşarak büyükelçiliğe döndük. O arada,
Amerikalı meslektaşım tekrar büyükelçiliği aradığını ve şehir merkezinde şahsî
bir işi olduğundan Diakofotakis le görüşme talebinde bulunduğunu öğrendim. Onun,
havaalanında olduğunu öğrenen Amerikalı, görüşmekte ısrar etmemiş ve belirlemiş
oldukları randevularının geçerli olduğunu söylemiş. Hem Kathourima yla konuşma,
hem de Amerikalının garip telefonu ve iki ziyaretçinin (Yunanistan gizli servis
elemanları) ayrılışları hemen Bay Papaioannou ya bildirildi. Kendisi, bu
bilgileri Büyük Şarkıcı ya, yani sayın bakana ileteceğini belirterek, bize,
Büyük Şarkıcı nın şarkısını dinledikten sonra bize şarkı söyleyeceğini ifade
etti.
Saat 14.00 civarında Bay Kalenderidis, büyükelçiliğe telefon ederek, uçuşunda
bir sorun olduğunu, tahminen 1,5 saat gibi havaalanı güvenlik makamları
tarafından nazik bir şekilde tutuklandığını ve uçuşu kaçırdığını belirtmiş.
Ayrıca kendisine, havaalanı güvenlik makamları, pasaportunda ülkeden çıkış mührü
bulunduğu ve kullanılmamış bir iniş kartı olduğu söylenmiş.
Diakofotakis, Kalenderidis i almak için tekrar havaalanına hareket etti.
Havaalanı içerisinde, yolculara benzemeyen ve kendisinin hareketlerini izleyen
birçok beyaz ın (zenci olmayan) varlığını fark etmiş. Kalenderidis i aramış,
ancak bulamamış ve tekrar büyükelçiliğe dönmüş. Kalenderidis de, Diakofotakis le
buluşamadığı için büyükelçiliğe taksiyle gelmiş.
Gelişmeler, tarafımdan, Papaioannou ya ve Kalenderidis tarafından EİP başkanına
aktarıldı. Kalenderidis, EİP başkanından mümkün olan en kısa süre içerisinde
Kenya dan, Güney Afrika ya geçme talimatını almış. Kalenderidis, Güney Afrika ya
başka bir şahsın gönderilmesinin araştırılmasını başkanından talep etmiş. Çünkü,
havaalanında daha önce meydana gelen olaydan dolayı kendisinin hareketinin kesin
olmadığını belirtmiş.
Durmadan ıslık çal
Papaioannou, benimle irtibat kurarak, Kenya makamlarına karşı Öcalan la her
türlü irtibatı reddetmemi, bakanın talimatı olarak belirtti.
Cuma, 5 şubat 1999. Sabah saatlerinde Kenya Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri
Kathourima, benimle irtibat kurarak, uçak yolcularının akıbetini sordu. Ben,
kendisine, bunlardan üçünün nerede olduğunu bilmediğimi, bildiğim birisinin
ülkeden ayrıldığını, bir diğerinin de sebepsiz yere havaalanı makamları
tarafından tutuklandığını, halen Nairobi de olduğunu belirttim.
Kathourima, Nairobi de bulunan Kalenderidis in (Yunan gizli servis elemanı)
pasaportunu görmek istediğini söyledi. Ben, sağlık sorunlarım nedeniyle
Dışişleri Bakanlığı na gelemeyeceğimi belirttim. Bunun üzerine Kathourima,
pazartesi günü büyükelçilik kâtibinin pasaportu, bürosuna getirmesini istedi. Bu
gelişmeler Bay Papaiounnou ya aktarıldı. Kendisi de büyükelçiliğe, Büyük
Şarkıcı nın talimatlarını aktarıp, benim Çobanı oynamam ve konuyla ilgili
olarak durmadan ıslık çalmam gerektiğini belirtmiş.
Kalenderidis, olayları EİP Başkanı Stavrakakis e aktarmış, ardından da Kenya dan
acele hareket etme talimatı almış. Ancak, Kalenderidis in pasaportunu
Kathourima ya gösterme sözü verildiğinden, kendisinin hemen ayrılması mümkün
olmadı.
Bu gelişmeler Papaiannou ya (Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Büro
müdürü) aktarıldı ve Sayın Bakan Pangalos a iletildi. Ardından da EİP başkanı
tarafından Kalenderidis e, Nairobi de kalma talimatı verildi. Kalenderidis, EİP
başkanına Kurum dan üçüncü bir şahsın Güney Afrika ya gönderilmesi önerisini
tekrarlamış.
Saat 14.00 civarında Papaiannou büyükelçiliği arayarak bana şunları söyledi:
Matmazel Katehaki ye (Kalenderidis) söyleyin. Öcalan la görüşsün. Düşman
topraklarından hemen hareket etmesi gerektiğini bildirsin.
Papaiounnou ya, Nereye gitsin? diye sordum. Bana şunları söyledi:
Büyük Şarkıcı (Yunanistan Dışişleri Bakanı Pangalos) sinirlendi. Kendilerine
bir hizmet sunduk, bunu burnumuzdan getirmesinler. Safariye gitsin. İstediği
yere gitsin. Millî topraklarımızdan uzağa gitsin.
Papaiounnou ya, Öcalan ın Ortodoks Kilisesi mekânlarına götürülmesini teklif
ettim, olumsuz cevap verdi. Kalenderidis ve Diakofotakis le birlikte
büyükelçilikte konuyla ilgili olarak bir değerlendirme yaptık. Bu
değerlendirmede şu karara vardık: Öcalan, büyükelçilik tarafından Birleşmiş
Milletler Genel Sekreter Yardımcısı Topfer in huzuruna, BM binasına götürülsün,
oraya teslim edilsin, BM den koruma ve siyasî sığınma talep etmesi önerilsin.
Bu önerimizde Papaiannou ya aktarıldı. Ancak reddedildi. Büyükelçiliğin bu işi
daha fazla uzatmadan Öcalan ı hemen millî topraklar dan (Yunanistan
Büyükelçiliği binasından) uzaklaştırılması istendi.
Öcalan zorda
Daha sonra Kalenderidis le birlikte konuta geçerek Öcalan dan, sert bir şekilde
binadan uzaklaşmasını talep ettik. Öcalan, ikna olmadı. Aynı anda, kurnazca ve
kararlı bir şekilde tehlikeyi fark etti. Oturduğu yerden kalkarak bana bir asker
selamı verdi, ardından da Yunanistan dan siyasî sığınma hakkı istediğini
belirtti. Bu arada Yunan hükûmetine hitaben Türkçe olarak kaleme alınmış bir
dilekçeyi de bana verdi.
Yunan hükûmetinin, çok ciddi nedenlerle kendisine siyasi sığınma hakkı vermeme
kararı aldığını Öcalan a bildirdim. Kenya ya gelme kararında da kendisinin onayı
olduğunu hatırlattım.
Öcalan, bunun üzerine bana şunları söyledi:
Evet, Atina da iken, Nairobi Büyükelçiliği konutuna getirilmeyi kabul ettim.
Ancak bugün herhangi bir ülkenin resmî teminatı olmadan bu mekândan dışarı
atacağım adımın, beni yok etmekle aynı anlama geldiğinden eminim. Yunanistan dan
ve yerel makamlardan (Kenya dan) koruma isteyin. Siyasî sığınma talebimimizin
reddi, resmî olarak Yunan makamları tarafından bildirilsin. Ayrıca,
Yunanistan dan güvenliğimle ilgili gerekli önlemleri almasını istiyorum. Siz de,
yerel makamlardan konut çevresinde güvenliğin sağlanmasını talep edin.
Türkçe yi çok iyi bilen Kalenderidis, siyasî sığınma talebiyle ilgili dilekçenin
tercümesini yaptı, daha sonra benimle birlikte büyükelçiliğe geldi. Durum
Papaiounnou ya ve EİP başkanına bildirildi. Biraz sonra EİP başkanı
Kalenderidis e telefon ederek şunları söylemiş: Eğer istersen, bunu
başarırsın. Kalenderidis ise, bu telefon konuşması sırasında başkanına,
Öcalan ın kararlılığını vurguluyordu.
Meslektaşım (büyükelçilik başkâtibi) ve Kalenderidis le birlikte tekrar konuyu
değerlendirdik. Siyasî sığınma talebini içeren dilekçenin, Bakan Pangalos un
bürosuna kişiye özel ve ivedi diplomatik posta ile gönderilmesine karar
verdik. (Bkz: 5 şubat 1999 tarih ve 1841/28/AS 119 sayılı yazımız.)
İvedi Posta , Nairobi ye UNEP çalışmalarını izlemeye gelen Dışişleri Bakanlığı
uzmanı Kampitsis vasıtasıyla gönderildi. Kampitsis, Cenevre ye hareket
ettiğinden, diplomatik kuryenin Cenevre de açılmadan doğrudan bakan bürosunda
Papaiounnou ya teslim edilmesini talep ettik.
Yukarıdaki bilgiler Papaiounnou ya aktarılmış ve bakana iletileceği
bildirilmiş.
Öcalan ı derhal kovun
Bunun üzerine verilen tâlimatta, Öcalan ın millî topraklar ı hemen terk etmesi
gerektiği belirtildi. Öcalan la görüşmenin doğrudan Kalenderidis tarafından
gerçekleştirilmesi, benim bu görüşmede bulunmamam istendi.
Bütün bunlar Öcalan a aktarılmış, ancak kendisi talimatlarımıza uymayı reddetti.
İki refakatçisi, başkan larına (Öcalan a) daha fazla baskı yapılmamasını talep
ettiler. Aksi takdirde ikametgâhın bahçesinde kendilerini yakacakları tehditinde
bulundular.
Bu arada Diakofotakis (büyükelçilik başkâtibi) diplomatik kurye olarak
Atina ya gidecekti. Bu görevin, Öcalan ın gelişiyle bir ilgisi yoktu. Ancak bu
planlama iptal edildi. Diakofotakis, ailesini Atina ya gönderdi, kendisi de
duruma yardımcı olmak için kaldı. Eşinin ise konuyla ilgili hiçbir bilgisi
yoktu.
Cumartesi, 6 şubat 1999. Gerek tarafımdan, gerekse Kalenderidis tarafından
Öcalan nezdinde yapılan yeni girişimler başarısız kaldı. Durum Papaiannou ve EİP
başkanına aktarıldı. EİP başkanı, Kalenderidis ten, mümkün olan en kısa zaman
içerisinde Kenya dan ayrılmasını istedi.
Papaiannou bir gün sonra yurtdışına çıkacağını ve kendisiyle irtibat kurmamızın
zor olacağını söyledi. Tekrar Öcalan ın milli topraklardan ivedilikle
uzaklaştırılması talep edildi.
Papaiannou ya bu arada bir yeni öneride bulundum. Şeysel Adaları ekonomik
sıkıntı içindeydi. İkili ilişkilerimiz ise, iyi ortamdaydı. Bu ülkeyle, bundan
sonra adı Panos olarak geçecek Yunanlı işadamı vasıtasıyla girişimde
bulunulmasını önerdim. Bu önerim hemen kabul edilmedi. Ancak, daha sonra saat
16.00 civarında Papaiannou beni arayarak onayın verildiğini söyledi, bu arada
söz konusu kişiyle nasıl irtibat kurulacağını sordu.
Seyşeller e gider mi?
Şeysel Adaları ndan, Öcalan ın gerçek adı ve soyadıyla diplomatik bir pasaport
verilmesi isteniyordu. Yani, Şeyseller vatandaşı olarak gerçek bir kimlikle
donatılması ve belirli bir süre bu ülkede kalabilmesinin sağlanması arzu
ediliyordu.
Panos la irtibatı EİP üstlendi. Bu arada bazı EİP yetkilileri, Panos a, üzerinde
Öcalan ın fotoğrafı olan gerçek bir Portekiz pasaportu göstermişler. Panos tan,
Şeysel Adaları na vize alması konusunda yardım istemişler. Ancak Panos, Portekiz
pasaportlarının Şeysel Adaları na giriş için vizeye ihtiyacı olmadığını
belirtmiş. Bu durum sıkıntı yaratmış.
Saat 18.00 civarında Aristidou dan, büyükelçiliğe bir telefon gelmiş. O sırada
büyükelçilikte sadece Diakofotakis bulunuyordu. Aristidou, bir Avrupa ülkesinde
olduğunu, pazartesi veya salı günü Nairobi ye geleceğini belirtmiş. Misafirlerin
sağlık durumlarını sormuş, konunun güvenli ve ivedi bir şekilde çözümlenmesi
için gerekli çabaların gösterildiğini belirtmiş.
Gece geç saatlerde Öcalan ın buradaki refakatçisi, Avrupa dan iki arkadaşlarının
Nairobi ye doğru yolculuk ettiğini ve onların havaalanından alınması için
ilgilenmemiz gerektiğini belirtti.
Pazar, 7 şubat 1999. Sakin bir gün. Öcalan, konuttan ayrılması teklifimizi yine
reddediyor. Bu arada EİP başkanı, Kalenderidis le görüşerek, kendisine birisinin
geleceğini ve birşey getireceğini belirtiyor.
Kalenderidis, Öcalan a refakat etmek için gelecek kişileri havaalanında arıyor,
ancak onları bulamıyor. Daha sonra bu kişilerin Yunan göçmen pasaportu sahibi
olduklarını, bu nedenle Kenya ya girişlerine izin verilmediğini öğrendik.
Öcalan ı çıkartın
Papaiannou, benimle irtibat kurarak Matmazel (Kalenderidis) işini mümkün
olduğu kadar kısa süre içinde yapsın dedi. Yani, Kalenderidis in Öcalan ı,
konuttan çıkması konusunda ikna etmesini istiyordu. Bize, yurtdışına yapacağı
ziyaretten dolayı iletişim sorunu olacağını, mesajlarımızın bakan bürosu
vasıtasıyla iletilmesini söyledim. Bu arada tamamen tesadüfî bir şekilde Bakan
Pangalos un aynı gün bir Balkan gezisine çıktığını, Atina ya önümüzdeki çarşamba
akşamı dönmesinin öngörüldüğünü öğrendik.
Pazartesi, 8 şubat 1999. Talimatım üzerine Diakofotakis saat 15.00 civarında
Kenya Dışişleri Bakanlığı na, Genel Sekreter Kathourima nın bürosuna,
Kalenderidis in (Yunanistan gizli servis elemanı) pasaportunu göstermeye gitti.
Genel sekreterin bürosundaki görüşmede protokol bölümünün başı ile meslektaşıma
tanıştırılmayan bir başka şahıs daha bulunuyormuş. Diakofotakis, (Yunanistan
Büyükelçiliği başkâtibi) bu şahsın, emniyetin bir yetkilisi veya başkanın
çevresinden birisi olduğunu tahmin ediyor.
Salı, 9 şubat 1999. Bugün sorunsuz devam ediyor. Papaiannou yla (Yunanistan
Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Büro müdürü) irtibat kuramıyoruz.
Öcalan konutta bulunmaya devam ediyor. Her gün Kalenderidis in İnternet ten
aldığı Türk basınını okuyor. Kalenderidis bize, bir İstanbul gazetesinin
makalesinde, önümüzdeki günlerde Öcalan ın yakalanacağından bahsedildiğini
söyledi.
Bu arada 2 şubattan bu yana Öcalan ın refakatçisi Melsa Deniz, telefon etmek ve
Avrupa daki üst düzey PKK yetkililerine Öcalan ın iyi ve güvenli olduğunu
bildirmek amacıyla her iki günde bir, büyükelçiliğe geliyordu. Bu görüşmeler,
Kalenderidis in yakın takibinde ve Yunanca olarak yapılıyordu.
Çarşamba, 10 şubat 1999. Saat 11.00 gibi büyükelçiliğe Panos (Öcalan ı Şeysel
Adaları na götürecek işadamı) gelmiş. Ben ve Kalenderidis konutta bulunduğumuz
bir sırada Diakofotakis tarafından uyarıldık. Hemen büyükelçiliğe gittik.
Panos, Atina da EİP yle yaptığı görüşmelerden bahsetti. EİP nin talimatları
doğrultusunda Şeysel Adaları yöneticileriyle temas sağlamış ve olumlu cevap
almış. Şeyseller yetkilileri, Öcalan ın, ülkelerinde konuk edilmesi ve kendisine
pasaport verilmesinin mümkün olduğunu söylemişler. Kimlik bilgilerini
istemişler. Panos, bu iş için Şeyseller yetkililerinin 15 milyon dolar
istediklerini açıkladı. Aristidou (Öcalan la Kenya ya gelen esrarengiz kişi) ön
ödeme için bir miktar para temin etmeye çalışıyormuş. Panos un verdiği bilgiye
göre, Aristidou daha sonra Şeysel Adaları na hareket edecekmiş.
Panos un elinde EİP başkanı tarafından verilen Panafon a la carte vardı. Yunan
özel cep telefon şirketinin bu cihazını, Dışişleri Bakanlığımızla yaptığımız
açık telefon görüşmelerindeki sorunları ortadan kaldırmak amacıyla
kullanacaktık. Ancak Kenya cep telefon sistemi, Yunan cep telefon sistemiyle
uyumlu olmadığından, bu telefon büyükelçiliğin işine yaramadı.
Cenevre Büyükelçimiz Karaitidis ten bir telefon aldım. Bana diplomatik zarfı
(içinde Öcalan ın siyasî iltica dilekçesinin bulunduğu zarf) neden açamıyacağını
soruyordu. Kendisinden, zarfı ivedilikle Atina ya, Dışişleri Bakanı Pangalos un
bürosuna göndermesini rica ettim.
Konuyla ilgili olarak toplantı yaptık. Öcalan ın, Şeysel Adaları na güvenli bir
şekilde hareket etmesinin senaryolarını değerlendirdik. Bu arada kendisinin
herhangi bir çiftliğe götürülmesini ve Kenya da çok sayıda olan toprak
pistlerden (air strips) birinden hareket edecek olan çift motorlu küçük bir
uçakla, Somali veya Tanzanya ya götürülmesini düşündük. Bu düşünce, Dışişleri
Bakanlığı yla iletişim kuramamamızdan ve konuyla ilgili olarak Atina daki
gelişmeleri bilemediğimizden herhangi bir sonuca ulaşamadı.
Saat 17.30 civarında meçhul bir kişiden, meslektaşımın (Büyükelçilik Başkâtibi
Diakofotakis), Panos ve Kalenderidis in de tanık olduğu bir telefon aldım. Bu
meçhul kişi, To Vima gazetesinden Nikos Marakis olduğunu, Öcalan ın Kenya da
bulunduğuna dair bir bilgi aldığını, bunun doğru olup olmadığını sordu.
Diakofotakis, telefondaki kişinin yabancı şiveli olduğunu, bunun Nikos Marakis
olamayacağını söyledi. Telefondaki şahsa, ben de Öcalan la ilgili bilgilerin
yalan olduğunu ifade ettim.
Kalenderidis, başkanıyla (Yunan gizli servis başkanı) görüşerek bu konuyu ve
Panos un Nairobi de bulunduğunu kendisine söyledi. Bu arada ben de
Papaiannou yla konuşup, aynı bilgileri kendisine aktardım.
Bu arada Aristidou, Kalenderidis i arayarak, Öcalan a refakat etmek üzere iki
kişinin Nairobi ye doğru uçmakta olduklarını bildirmiş. Bu seyahat de EİP nin
bilgisi dahilinde gerçekleşiyormuş.
Büyükelçi yok diyin
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı bürosuyla irtibat kurmaya çalıştım. Bakan,
uçakla bir Balkan ülkesinden Atina ya doğru yol alıyormuş. Saat 21.30 civarında
henüz Atina ya inmiş olan ve evine doğru gitmekte bulunan Papaiannou yla
görüştüm. Bizi, kısa sürede bilgilendireceğini söyledi.
Bu arada pazar günü öğle saatlerinden itibaren, çarşamba günü akşam saatlerine
kadar, büyükelçiliğin Papaiannou yla veya konuyla ilgili Dışişleri
Bakanlığı ndan başka bir yetkiliyle görüşmesi olmadı.
Geç saatlerde Öcalan ın iki refakatçisi büyükelçiliğe geldiler. Konu hakkında
kendilerine bilgi verildi. Gelenler (Avrupa dan beklenen PKK militanları) hemen
Öcalan ı görmek istediler.
Panos, Kalenderidis ve Öcalan ın iki refakatçisi ikametgâha hareket ettik. Orada
bir toplantı yaptık. Panos, Öcalan ı Şeyseller e götürme konusunda kendisine
ikna edici bilgiler verdi. Şeysel in devrimci geçmişi ve bugünkü
cumhurbaşkanının ABD yle olan gergin ilişkilerini anlattı. Adalar ın ikamet
etmek için güvenli bir yer olduğunu vurguladı. Öcalan, ikna olmuş gibi gözüktü
ve hatta Eğer oraları dediğiniz gibiyse, gidip yatırım yapalım dedi.
Perşembe, 11 şubat 1999. Saat 11.00 civarında yabancı bir kişi büyükelçiliği
telefonla arayarak, kendisinin UPİ Ajansı (United Press İnternational) muhabiri
olduğunu belirtip, büyükelçiden, Öcalan ın Kenya da bulunup bulunmadığını
doğrulamasını istiyordu. Bu telefona idarî ataşe cevap verdi. Büyükelçi burada
yok, konuyla ilgili hiçbir şey bilmiyorum dedi.
Saat 12.00 civarında Aristidou, bize Atina dan ön ödeme için para bulmanın
mümkün olmadığını, söz konusu parayı PKK aracılığıyla temin etmek için Avrupa ya
hareket ettiğini belirtti. Bu bilgileri Papaiannou ya bildirdim. Kendisi,
Öcalan ın millî topraklar dan ivedilikle uzaklaştırılması gerektiğini
tekrarladı.
Kalenderidis le birlikte hemen ikametgâha giderek, Öcalan ı bilgilendirdik ve
bir kez daha başka bir ülkeye götürülmesi amacıyla konuttan ayrılmasını talep
ettik. Bize, gerekli garantiler verildiği takdirde binayı terk edeceğini, aksi
halde çok tehlikeli olduğunu tekrarladı.
Kalenderidis le birlikte büyükelçiliğe döndük. Son durumu Papaiannou ve EİP
başkanına bildirdik. Papaiannou, Büyük Şarkıcı (Yunanistan Dışişleri Bakanı
Pangalos), oradakilerin ivedilikle konuttan uzaklaştırılmasını istiyor dedi.
Konuttakilerin Ortodoks Metropolitliği ne taşınmalarını söyledi.
Öcalan direniyor
Saat 20.00 civarında büyükelçilikte Panos ve Diakofotakis in katılımıyla bir
toplantı düzenlendi. Benim ve Diakofotakis in kullanacağı iki araçla,
karayoluyla Tanzanya ya gitme olasılığını inceledik. Ertesi sabah saat 04.00 te
hareket etmeyi Kenya sınırından da 06.00 gibi çıkmayı planladık.
Önerimizi Papaiannou ya aktardık. Bunu, Büyük Şarkıcı ya iletmeyi ve daha sonra
bize, duruma göre şarkı söyleme yi vaat etti. Biraz sonra bizi arayarak,
otomobiller ve bizlerin bu seyahate katılmamızla ilgili ayrıntılı bilgi istedi.
Kendisine, başka ulaşım yolu olmadığını söyledik. Bunları bakana aktarmış. Sonuç
olarak bazı sıkıntıları bulunmasına rağmen, önerimiz kabul edilmiş.
Kalenderidis le birlikte tekrar ikametgâha geçtik. Ancak Öcalan, kararında taviz
vermez görünüyordu. Saat gecenin 01.00 i olmuştu.
Kenyalıların sorgusu
Diakofotakis e şunlar sorulmuş:
Soru: Gelenler nereli?
Cevap: Üçünü bilmiyorum, birisi gitti, birisi burada ve pasaportu da bu.
Soru: Uçağın tipi neydi?
Cevap: Uçaklardan anlamıyorum. (Adı bilinmeyen üçüncü görüşmeci, bunun Falcon
olduğunda ısrar ediyor.)
Soru: Uçuş ve iniş iznini kim verdi?
Cevap: İzin notayla talep edildi. Daha sonra yetkili makamlar açısından (kontrol
kulesi vs...) bilmiyorum. Protokol müdürü, iznin yazılı olarak verilmesi
gerektiğini söylemiş. Bize yazılı iznin verilip verilmediğini sormuş,
meslektaşımın cevabı ise olumsuz olmuş.
Soru: Yolcular havaalanından nasıl çıktı?
Cevap: Diğer yolcular gibi. Protokol müdürü bu olasılığı reddederek, yolcuların
havaalanından gizlice çıktığını, büyük bir ihtimalle sadece bakanların kabulünde
açılan VİP salonundan çıktıklarını belirtmiş. Diakofotakis, giriş kaşesi bulunan
Kalenderidis in pasaportunu göstermiş, Kathourima, pasaportu 24 saat tutma izni
istemiş. Diakofotakis, bunun için büyükelçiyle görüşmesi gerektiğini belirtmiş,
Kathourima ise ısrar etmemiş, bu arada kendisiyle tanıştırılmayan bir şahsa
pasaportun fotokopisini almasını söylemiş.
Soru: Gelen şahıslar ne iş yapıyorlar?
Cevap: Bilmiyorum. Zannedersem işadamları.
Soru: Bu şahıslar, Yunan hükûmetinin emriyle büyükelçilik binalarını teftişe mi
geldiler, büyükelçiliğe mi geldiler?
Cevap: Hayır. Bu adamların Yunan hükûmetiyle hiçbir ilgileri yok. Şu anda
itirazda bulunduğumuz, Nairobi Havaalanı nda sebepsiz yere tutulan Kalenderidis
haricindekiler, büyükelçiliğe herhangi bir iş nedeniyle gelmiş değiller.
Protokol müdürü, bu pasaportun sahte olup olmadığını sormuş, meslektaşım da buna
hayır diye cevap vermiş. Müdür, Kenya içerisinde aynı numarada ve aynı kimlik
bilgilerini taşıyan bir başka Yunan pasaportunun bulunduğunu belirtmiş.
Diakofotakis ise, Kalenderidis in pasaportunun sahte olmadığını, aynı sayılı
sahte başka bir pasaportun bulunmasını anlayamadığını belirtmiş. Protokol müdürü
de görüşünde ısrar ederek, sahte pasaportla ilgili araştırmaların devam ettiğini
söylemiş.
Soru: Uçağın yolcularını kim karşıladı?
Cevap: Ben.
Soru: Büyükelçi havaalanında mıydı?
Cevap: Evet, ancak karşılamada yoktu. Ayrıca, makam otomobilim nedeniyle,
havaalanındaki varlığımın tespit edilmiş olduğunu burada vurgulamak istiyorum.
Meslektaşım, yolcuların nereye götürüldükleri hakkında ve diğer üç kişiyle
ilgili soru sorulmamasını ise garipsemiş.
Bu bilgiler Kalenderidis tarafından, EİP başkanına aktarıldı. Başkan, dost un
gelişini beklemesi gerektiğini söylemiş. Bakanın bürosu aracılığıyla,
Papaiannou yla irtibat kurmaya çalıştık, ancak bu mümkün olmadı.
Cuma, 12 şubat 1999. Sabah saat 09.30 civarında Kathourima dan (Kenya
Dışişleri Bakanlığı genel sekreteri) bir telefon aldım. Kathourima, beni
görüşmeye çağırıyordu. Ancak hasta olduğumu bahane ederek, bu görüşmeyi gelecek
haftaya erteledim.
Ona aptal olduğunu söyleyin
Saat 10.00 civarında Kalenderidis (Öcalan la birlikte Kenya ya giden Yunan
gizli servis elemanı), başkanıyla (Yunanistan gizli servis başkanı) görüşme
yaptı. Başkan, sığınma hakkı talebi (Apo, Yunanistan dan sığınma hakkı
istemişti) konusunu öğrenir öğrenmez çok asabî bir şekilde şunları söyledi:
Ona, aptal olduğunu söyle. Sefilce davranıyor. Bu yaptığı iş değil, geçerli de
değil. Ona söyle, hemen defolup istediği yere gitsin. Biz, kendisine hiçbir şey
vaat etmedik. Savvas (Kalenderidis in ilk adı), o adamı dışarı at, iş bitsin.
Rica ediyorum oğlum.
Saat 10.30 civarında Kalenderidis, Bay Aristidou nun (Apo yla birlikte Kenya ya
giden, Yunan gizli servisi elemanı) Seyşeller e vardığını öğrenmiş. Ardından da
başkanından Aristidou nun telefon numarasını alıp, kendisiyle görüşmüş.
Kalenderidis in bize naklettiği bilgiye göre, Aristidou, Öcalan ın kimlik
bilgilerini Seyşel Adaları yöneticilerine vermiş. Onları, Öcalan ı kabul
etmeleri için iknaya çalışıyormuş. Öcalan, Ada ya yabancı bir pasaportla geldiği
takdirde, kendisini kabul edeceklerini, ardından da diplomatik pasaport vermeye
çalışacaklarını belirtmişler.
Kalenderidis, Aristidou ya şunları söylemiş: Öcalan a, Seyşel Adaları na
ulaştığı gün pasaport çıkartılması şart. Çünkü Öcalan, büyükelçilik konutundan
ayrılıp, Seyşeller e gitmek için bunu ön şart olarak belirtiyor.
Aristidou, Öcalan ın bu şartını öğrendikten sonra, ertesi gün (13 şubat 1999
cumartesi) saat 07.30 sıralarında güvendiği bir kişiyle, bize pasaportu
göndermesinin muhtemel olduğunu söylemiş. Bütün bu gelişmeler üzerine Papaioannu
(Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Büro müdürü) ve EİP başkanı
(Yunanistan gizli servisi başkanı) emreder bir şekilde, Öcalan ın hemen
Nairobi deki Ortodoks Kilisesi ne nakledilmesini istediler. EİP Başkanı,
Kalenderidis e, Öcalan ı eğer iknâ edemezsen, sen orayı derhal terk et demiş.
EİP başkanı, Kalenderidis in Nairobi den en kısa sürede ayrılması talimatını
vermiş.
Yunanistan ın iyiliği için
Saat 12.00 civarında, bir gün önce Atina dan dönmüş olan Kenya Metropoliti
Serafim, büyükelçiliğimizi ziyarete geldi. Mesai arkadaşlarımla birlikte
kendisini büroya götürdük. Bu görüşme sırasında Metropolit e şunları söyledik:
Sizden, Yunanistan ın iyiliği için bir ricada bulunuyoruz. Bu ricamız kişisel,
hatır işi değil. Tamamen millî bir mesele. Burada bir çift var. Bu akşam, o
çifti misafir etmenizi rica ediyoruz.
Metropolit Serafim, söylediklerimizden birşey anlayamamıştı. Ancak neşeli,
ümitvar ve hatta biraz da şüpheli bir şekilde Konstantinos mu burada? (devrik
Yunan kralı) diye sordu. Bu cevap karşısında arkadaşlarım ve ben
soğukkanlılığımızı zor tuttuk.
Bu arada Öcalan ın beraberindeki kişilerden, Yunanlı bir avukatın Nairobi ye
geleceğini, bunu İtalyan ve Hollandalı avukatların izleyeceğini öğrendik.
Öcalan ın beraberindeki şahıslardan Şemse Kılıç, Avrupa daki arkadaşlarıyla
sürekli telefon görüşmesi yapmakta, ikametgâhtan dışarı çıkıp, kartlı
telefonları kullanmaktaydı. Avukatların geleceği haberini Atina ya Yunanlı ve
başka Likourezos ların gelmesi bekleniyor şeklinde bildirdik.
Bir yandan da Panos (Öcalan ı Seyşel Adaları na götürmeye çalışan Rum işadamı),
Öcalan ın Portekiz pasaportuna vurulmak üzere sahte Seyşel Adaları vize
mühürleri bulmaya çalışıyordu. Bu gelişmeler Atina ya bildirildi. Papaioanou,
Öcalan ın hemen ikametgâhtan uzaklaştırılmasını istedi.
Kalenderidis le birlikte kiliseye gittik. Çevrede sivil polislerin mevcudiyetini
fark edip, büyükelçiliğe döndük. Bu olayı da Atina ya bildirdik. Ayrıca,
Öcalan ın Seyşeller e normal sefer sayılı bir uçakla gitmesi konusunu bakanlığa
önerdim. Konuyu Kenya makamlarına açabileceğimi, yerlilerden yardım
isteyebileceğimi söyledim. Papaioannou, bu teklifimi de üzerinde hiç durmadan
reddetti. Biz, Öcalan ın Kenya dan güvenli bir şekilde çıkmasıyla ilgili
çabaları sürdürdük.
EİP başkanı, Kalenderidis e telefon ederek, Aristidou nun Seyşeller de olduğunu
bildirdi. PKK nın Kıbrıs sorumlusu (Güney Kıbrıs Rum Bölgesi sorumlusu Nurcan
Derya), 10 şubatta Nairobi ye gelmişti. Seyşeller deki Aristidou ile Öcalan ın
yanındaki Nurcan ı telefonla görüştürdük. Bu konuşma sırasında Aristidou,
Nurcan a şunları söylemiş: Ben şu anda Seyşeller deyim. Öcalan ın buraya
güvenli bir şekilde ulaşmasını sağlayacağız. Kendisini burada ben
karşılayacağım. Öcalan ı bu konuda ikna edin.
Bu telefon konuşmasının sonucundan da bir şey çıkmadı. Konu, Atina da
değerlendirilmiş, EİP başkanı, Seyşeller de bulunan Aristidou ya, 13 şubat
cumartesi günü 03.00 te Nairobi de olması ve Öcalan la görüşmesi için talimat
vermiş.
Turizmci Öcalan
Bay Aristidou, Kalenderidis e şöyle dert yanmış: Ben, söylenecek her şeyi
Bayan Nurcan a bildirdim. Tekrar Nairobi ye gelmenin nedenini bir türlü
anlayamadım.
Her şeye rağmen Aristidou nun Nairobi ye gelme ihtimalini düşünüp,
Kalenderidis le birlikte saat 20.00 de konuta geçtik. Yine Öcalan ı Seyşeller e
gitme konusunda iknaya çalıştım. Öcalan, Seyşeller e gitmek için ortada hiçbir
garanti göremediğini söyleyip, teklifimizi yine reddetti. Öcalan a,
Aristidou nun pasaport getirip veya göndereceğini hatırlattık; gerçek Seyşeller
pasaportunun eline geçmesi halinde konuttan çıkabileceğini, üçüncü bir ülke
üzerinden Seyşeller e gidebileceğini, bu üçüncü ülkeyi de büyükelçinin takdirine
bıraktığını belirtti.
Öcalan ın konuttan ayrılıp, Seyşeller e seyahatinin organizasyonu için bir
turizmciyle konuşma konusunda Papaioannou dan izin aldım. Turizmci işadamı,
kimliğini bilmediği Öcalan ı Nairobi dışındaki ıssız bir turistik tesiste
misafir etmeye söz verdi. Ayrıca, büyükelçilik konutuna otomobil göndereceğini
de söyledi. Ertesi gün saat 09.00 da ise, önemli bir bedel karşılığında, bir
İtalyan pilotla uzlaşma imkânlarını inceleyip, Öcalan ın Kenya dan ayrılmasını
ayarlayacağını bildirdi.
Yukarıdaki konuları sabah 01.00 de Atina ya bildirdik. Papaioannou ve EİP
başkanı bu durum için mutabık kaldılar ve Öcalan ın konuttan hemen ayrılması
konusundaki baskılarını durdurdular. Saat 18.00 civarında büyükelçiliği, UPİ
Ajansı na mensup bir gazeteci aramış, kendisiyle Diakofotakis (Yunanistan ın
Kenya Büyükelçiliği başkâtibi) konuşmuş. UPİ muhabiri, Öcalan ın Kenya da olup
olmadığını sormuş. Mesai arkadaşım bu konuşmayı bana esprili bir şekilde
anlatıp, gazetecinin sözlerini şu şekle sokarak aktardı: Gazeteci, eğer
pazartesi sabahına kadar Büyükelçiliğinizden cevap alamazsam, ajansımın sahibine
gideceğim diyor.
Sabah bana Free Lancer in muhabiri telefon edip, ertesi gün saat 09.00 da
fotograf çekmek üzere büyükelçilik konutunu ziyaret edeceği tehdidinde bulundu,
ama gelmedi.
Cumartesi, 13 şubat 1999. Cumartesi günü sabah saatlerinde Öcalan ın Yunanlı
avukatı Failos Kranidiotis Nairobi ye geldi. Ancak, Seyşeller den beklenen
Aristidou ise gelmedi. Bu arada Öcalan ın konuttan ayrılması için ön şart olan
pasaportu da getiren olmadı.
Öcalan evden çıkmam diyor
Saat 09.00 civarında, bir gün önce anlaştığımız turizmci işadamından telefon
aldık. Kendisi bize, bir otomobilin konuttan 500 m mesafede Muthaiga Club ın
park yerinde harekete hazır beklediğini söyledi. Ancak Öcalan, konuttan
ayrılmayı reddetti. Öcalan, beraberindeki kişiler ve avukatı Kranidiotis le özel
bir toplantı yapmak istedi. Öcalan, bu toplantıdan sonra bize Yunanistan dan,
hayatının korunması için gerekli bütün önlemlerin alınmasını, zira artık
tehlikenin çok yakın olduğundan emin olduğunu açıkladı. Bizden de, Kenya
makamlarından resmen koruma önlemleri talep etmemizi istedi. Sığınma talebine
Yunanistan ın resmen cevap vermediğini belirten Öcalan, söz konusu cevap
gelinceye kadar Kenya dan bunu istememiz gerektiğini belirtti.
Öcalan, şunları söyledi: Yunanistan, bana sığınma hakkı vermese dahi, beni
kabul etmek, yargılamak ve gerekirse Türk makamlarına iade etmekle mükellef. PKK
lideri veya bir politikacı olarak değil, hayatı tehlikede bir insan olarak,
Yunan hukuku ve uluslararası hukukun gereği olarak bunu istiyorum. Yunanistan ın
imzalamış olduğu Uluslararası Sözleşmelere göre korunmamı taleb ediyorum.
Öcalan ın taleplerini ayrıntılı bir biçimde Atina ya bildirdik. Bu arada
Kranidiotis büyükelçiliğe geldi. Bana ve Kalenderidis e, müvekilinin (Öcalan ın)
yasalara göre korunmasını talep etti.
Atina: Öcalan ı kovun
Atina ise, Öcalan ın ikametgâhtan hemen ayrılması için baskılarını tahammül
edilmez bir halde artırdı. Kalenderidis e, EİP başkanı telefon ederek, gidip
Öcalan ı zorla ve hemen ikâmetgâhtan dışarı atmasını emretti. Kalenderidis,
pratik nedenlerle emrin uygulanmasındaki imkânsızlığı belirtti. EİP başkanı ise,
Kalenderidis i azarlamış, Öcalan ı desteklemekle suçlamış ve teşkilatın (Yunan
gizli servisi) kararlarını uygulamamakla suçlamış.
Biraz sonra Diakofotakis telefonda Mihalis isminde birisinin aradığını söyleyip,
telefonu Kalenderidis e verdi. Kalenderidis e telefonda, açık görüşmede şunlar
söylendi: Savvas beni dinle! Ben, Kovaras, üç bakan ve başkan burada. Üç
bakanın kaderi sana bağlı. Anlıyor musun? Git ve hemen onu zorla dışarı at!
Kalenderidis, sert bir şekilde, kendisinden böyle bir şey istenmesinin mümkün
olmadığını söyledi. Konuşma çok sert geçti, bu, avukatın da dikkatini çekmiş.
Koridorda bulunan Kranidiotis, büronun kapısını açarak dinlemeye geldi.
Kovaras, sözlerine şöyle devam etti: Rica ediyorum Savvas, o âdet bezlerini
(refakatçi bayanları kastediyor) dışarı at ve işi bitirelim. Bunu yapabilirsin.
Dikkat et, yapamazsan, geri geldiğinde seni ordudan atacaklar. Yapabilirsin. Üç
bakan burada.
Kalenderidis in, Atina yla konuşması Öcalan ve beraberindekileri şiddet
kullanarak atmasının mümkün olmadığını belirtmesiyle bitti. Biraz sonra
Papaioannou bize telefon ederek, piyasadan, Öcalan ve beraberindekileri
büyükelçilik ikametgâhından zorla uzaklaştırma operasyonunu üstlenecek yerli
gorillerin bulunmasını istedi. Ben, bunun mümkün olmadığını söyledim. Ardından
Papaioannou ve EİP den telefon geldi. Öcalan ı sefarethaneden zorla uzaklaştırma
operasyonunu üstlenecek dört gorilin Atina dan gönderileceği bildirildi.
Papaioannou, bu gorillerin futbol takımı kimliğiyle geleceğini ve gerektiğinde
orada top oynayacağını söyledi. Bu konuşma sırasında yanında üç şarkıcı , yani
üç bakan ve Bayan Katehaki nin yani EİP başkanının bulunduğunu ifade etti. Daha
sonra ayrıntıların bildirileceğini söyledi. Hemen ardından EİP başkanı,
Kalenderidis in derhal Nairobi den ayrılması için baskı yapmaya başladı.
Öcalan ı yasal olarak verin
Kalenderidis, EİP başkanına şunları söyledi: Bunlar olmamalıdır. Böyle şeyler
yapılacağına, kendisini yasal şekilde teslim etmemiz daha iyi olur. Dikkat edin,
bütün bunların ciddi sonuçlar yaratacağını bakanlara söyleyin. Bizi, kötü bir
oyuna sokuyorlar. Bunlar, ülkeyi istikrarlaştırma politika planlarının bir
bölümüdür.
EİP başkanı, Kalenderidis i dinledikten sonra derhal Atina ya dönmesini emretti.
O da valizlerini hazırlayıp, Kranidiotis le birlikte Atina ya dönmeyi planladı.
Kranidiotis, bütün bunların yasadışı ve yapılmaması gereken şeyler olduğunu,
Atina ya döndüğünde hemen Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüşmeye
çalışacağını ifade etti.
Saat artık 16.00 olmuştu. Kalenderidis le birlikte Öcalan ı, arzu ettiği şekilde
kendiliğinden ikametgâhtan çıkmaya ikna etmek ve Atina da hâkim olan havayı
kendisine anlatmak amacıyla son bir gayret sarf etmek üzere konuta döndük.
Öcalan, hiç kımıldamadan yerinde oturmaktaydı. Beraberindekiler, yine ikametgâh
içerisinde kendilerini yakmak tehdidinde bulundular. Öcalan, hemen bir bildiri
metni dikte etti, Bayan Kılıç da (Öcalan ın, Nairobi ye sonradan gelen koruması
Şemse Dilan Kılıç) bunları sefaret dışından telefon veya faksla Avrupa ya
nakletti. Öğrendiğimize göre Öcalan bu bildirisiyle Yunanistan, İtalya ve
Rusya dan himaye ve sığınma istemekteydi.
Seyşeller in bedeli 15 milyon dolar
Arkadaşlarımla birlikte sefarete döndük. Biraz sonra Bayan Kılıç da geldi,
garanti alınmadan Öcalan ın ikametgâhtan herhangi bir şekilde çıkmasının mümkün
olmadığını söyledi, bizlerden de şunları istedi:
1- Atina dan hareket edecek olan bir uçak, Seyşeller-Nairobi-Seyşeller
güzergâhını izlemelidir. Aynı uçakla Aristidou, Öcalan için hazırlanmış
Seyşeller pasaportuyla gelmelidir. Seyşeller den Öcalan ı kabul edeceklerine
dair güvence alınmış olmalıdır.
2- Öcalan ın Seyşeller den uzaklaştırılması halinde Atina ya götürülmesi için
yazılı garanti verilmelidir. Seyşeller in istediği 15 milyon doları Yunanistan
ödemelidir.
3- Kenya makamları, Öcalan ın ülkeden güvenli bir şekilde çıkışı için garanti
vermelidir.
4- Öcalan a Kenya dan Seyşeller e gidişinde Yunanistan ın Nairobi büyükelçisi
eşlik etmelidir.
Bayan Kılıç ın şartları hemen Papaioannou ya iletildi. Beklendiği gibi bunlar da
kabul görmedi.
Yunanistan ikili oynuyor
Büyükelçinin anlattıklarıyla Kalenderides in anlattıkları arasında bir fark
gözlenmiyor.
Abdullah Öcalan ın yakalanması Yunanistan da neredeyse depreme yol açtı desek
yeridir. Özellikle Yunan basını bu konu üzerine oldukça sert yayınlar yaptı.
Yunanistan da pek çok üst düzey yetkili görevlerinden oldu.
Burada Yunanistan da yaşanan depreme değinmekte yarar var. Olayları zaman
sıralaması içinde şöyle gözlemek mümkün:
9 şubat 1999 Atina daki, fanatik PKK yanlısı Yunan milletvekillerinden oluşan
Öcalan a destek lobisi bir basın toplantısı düzenledi.Simitis Hükûmeti nden,
Öcalan a siyasî iltica vermesini istedi.
PKK nın düzenlediği toplantıya 6 Yunan milletvekili, 3 büyük siyasî partiyi
temsilen katıldı.
Basın toplantısında, Yunan basınınca, Öcalan ın Atina ya gelişinde, Simitis
Hükûmeti ne iltica verin baskısı yapan iki milletvekili, Kostas Badouvas ve
Hristos Kipouros, Öcalan a AB üyesi ülkelerce siyasî sığınma hakkı verilmesi
gerektiği üzerinde durdular ve Yunan hükûmetinin tutumunu protesto ettiler.
Diğer milletvekilleri ise 300 milletvekilinden 168 i Öcalan ı davet eden yazı
imzaladık, PKK şefi gelsin ve cesaretimiz yok gibi ifadeler kullanarak
hükûmeti tahrik etmeye çalıştılar. PKK nın Yunanistan daki yetkilileri ise,
Öcalan ın Atina da siyasî sığınmacı olarak ağırlanması yolunda, imza
kampanyası açtıklarını açıkladılar.
Yunan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos Normal pasaportu varsa, Öcalan
Yunanistan a gelebilir dedi.
Saraybosna ziyareti sırasında, refakatindeki gazetecilerin sorularını yanıtlayan
Pangalos, Normal bir pasaportla gelirse onu tutuklayamayız, Öcalan için
uluslararası tutuklama emri yok. Ayrıca, Türkiye nin de bizden bu yönde bir
istemi yoktur iddiasında bulundu.
Öcalan ın Yunanistan a geldiğini doğrulamaktan da kaçınan Pangalos,
gazetecilerin ısrarlı sorularına alaycı bir üslupla şöyle cevap verdi:
Pangalos tan PKK ya: Hayvanlar!
Öcalan için Lahey dedir, İtalya dadır, Atina dadır şeklinde söylentiler var,
Kutsal Ruh (Holay Spirit) gibi.
Aynı Pangalos 16 şubat 1999 da Öcalan yakalandıktan sonra PKK lıların yaptıkları
gösterilere adeta köpürerek, PKK ya Saat 12 ye kadar hayvanca eylemlerinizi
sona erdirin, aksi takdirde fena olacak diye seslendi.Pangalos, yaptığı
açıklamada, PKK nın Avrupa daki 5 Yunan büyükelçilik ve 5 konsolosluğunda
yaptığı işgal eylemlerini aşırı sert ifadelerle eleştirdi, Hayvanlık, canilik,
teröristlik olarak niteledi. Pangalos Eğer saat 12 ye kadar Yunan
temsilciliklerini boşaltmazlarsa, PKK ya karşı Yunanistan da eylem başlatacağız.
Ayrıca, işgal edilmiş temsilciliklerimizin bulunduğu ülke makamlarına da
müdahale isteminde bulunacağız. Protesto ediyoruz, Lahey büyükelçimizin evini
işgal edenler eşi ile 8 yaşındaki çocuğunu el bombası tehdidiyle rehin
tutuyorlar, bu aşırı hayvanlıktır dedi.
Kenya senaryosu
Pangalos, Öcalan ın 12 günlüğüne Yunanistan ın Kenya büyükelçisinin evinde
kaldığını ancak, Yunan makamlarının muhalif olmasına rağmen, Kenya resmî
makamlarıyla yaptığı müzakereler sonunda, Hollanda ya gitmek üzere, pazartesi
saat 16.00 da yola çıktığını ve o andan itibaren izinin kaybolduğunu ileri
sürdü.
Pangalos, Havaalanına doğru yola çıkan otomobil konvoyunu Nairobi deki Yunan
diplomatlar geriden izliyordu, Öcalan ın otosu bir ara konvoydan ayrılarak,
kayboldu. Sorumluluk bizde değil, biz gitme demiştik, Öcalan ın Kenya ya komşu 3
ülkeden birine sığınması konuşuluyordu şeklinde açıklama yaptı.
Pangalos ayrıca, Öcalan ın İtalya ya siyasî sığınma isteminde bulunmasından
sonra, AB yasaları uyarınca, başka bir AB ülkesine, Yunanistan a siyasî sığınma
isteminde bulunmasının söz konusu olamayacağını belirtti.
Yunan Başbakanı Kostas Simitis, PKK gerçeği öğrenmeli, biz Öcalan a
sığınabileceği ülke bulduk ancak, onun tercihi başkaydı. Öcalan ın havaalanına
gideceğine nasıl Türkiye de bulunduğunu Kenya izah etsin dedi.
Bunun üzerine hep suskun kalmakta olan Kenya Yunanistan a bir yanıt verdi.
Kenya hükûmeti, bölücü terör örgütü başı Abdullah Öcalan ın Türkiye ye
gönderilmesinden sorumlu olmadığını, ancak Yunanlı yetkililerden, Öcalan ın
ülkeden çıkarılmasını istediğini bildirdi. Kenya Dişişleri Bakanı Bonaya Godana,
bölücü başının Yunanistan ın Nairobi Büyükelçiligi nde barındırıldığını
öğrendikten sonra, Öcalan ın topraklarından çıkarılmasını istediklerini, daha
sonra neler olduğu konusunda hiç bir fikirleri bulunmadığını belirtti. Dışişleri
bakanı, Kürtler de dahil bu konuda endişe duyan herkese söyleyecegimiz esas
şudur: bu olayda hiçbir rolümüz yok diye konuştu.
Kenya nın bu açıklaması Yunanistan ı daha da bir zora soktu.
Simitis, Atina da hükûmet aleyhine yükselen eleştiri sesleri ve meydana gelen
siyasî kriz ortamını durdurmak amacıyla hasta yatağından yaptığı yazılı
açıklamada, Öcalan a siyasî sığınma vermeye karşıydık, çünkü millî
çıkarlarımıza aykırıydı, ancak insanî yardım gerekince, kendisine dayanışma
gösterdik Öcalan konusunda birtakım tuzaklar bulunuyor, bu tuzaklara
düşmeyelim.
18 şubat 1999. Yunan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos, Öcalan a refakat
edenlerde sahte pasaport olduğunu biliyordum dedi.
Pangalos, Ta Nea gazetesine verdiği demeçte çözülmeye başladı: Kenya ya götürme
kararı aldık, çünkü oradaki elçiliğimiz çok organize ve o ülkedeki sınır
kontrolü sıkı değil. Refakatçilerden bazılarında sahte belgeler vardı, üstelik
çok amatörce tahrif edilmiş sahte evraklar, herhangi ciddi organize bir devlette
hemen tespit edileceklerdi.
Pangalos, itiraflarına şöyle devam etti:
Bu pasaportlarla hiçbir Avrupa ülkesine gidemezlerdi. Avrupa daki tüm
havaalanları bildiğiniz gibi alarm durumundaydı, sivrisinek bile geçemiyordu.
Onun için Kenya ya gönderdik .
Çiftlikte kalacaktı
Pangalos, Yunan hükûmetinin Öcalan la ilgili planını da ortaya çıkardı. Yunanlı
bakan, Atina nın bölücü başının Nairobi deki Yunan büyükelçisinin evinde 3 gün
kaldıktan sonra, ülkede yaşayan onlarca zengin Yunanlıdan birinin taşradaki
çiftliğine yerleştirilmesinin planlandığını açıkladı.
Pangalos, Bu çiftliklerde tüm lüks mevcut, özel havaalanları bile var dedi.
Pangalos, Oradaki Yunanlılar, çok güvenilir, vatansever insanlar, süresiz
kalabilirdi, ancak kendisi gitmek istemedi, elçinin evinden çıkmak istemiyordu .
Silahlı tehdit
Pangalos, Öcalan ın elçinin evinden çıkmamakta ısrar etmesiyle 12 gün geçtiğini,
Yunan planına tepki olarak da yanındaki koruması Dilan Kılıç ın büyükelçiyi
silahla tehdit ettiğini ileri sürdü.
Pangalos a göre Dilan Kılıç, Yunan büyükelçiye silahını çevirerek, Israr
etmeyin, buradan gitmemiz söz konusu değil dedi.
Atina da, Öcalan fiyaskosu nun faturası ilk aşamada Dışişleri Bakanı Teodoros
Pangalos, İçişleri Bakanı Alekos Papadopoulos ve Kamu Düzeni Bakanı Filippos
Pekalnikos a çıktı.
Nairobi de barındırdığı Öcalan ın tutuklanmasıyla Yunanistan da başlayan büyük
siyasî kriz Simitis Hükûmeti ni devrilmenin eşiğine getirdi.
Bu ortamda, Başbakan Kostas Simitis, grip ile ateş içinde yattığı hasta
yatağından kalkarak küçük bakanlar kurulu toplantısına başkanlık etti ve
fiyaskodan sorumlu saydığı üç bakanın istifalarını istedi.
Pangalos ve diğer iki bakan hemen istifalarını başbakanın huzuruna sundular.
Simitis, ülkede ayaklanmış kamuoyunu yumuşatma operasyonu olarak değerlendirilen
bir siyasî manevrayla, üç bakanın istifasından sonra geniş bir kabine
değişikliği kararı aldı.
Pangalos, fiyasko ile sonuçlanan Öcalan la ilgili operasyonun büyük sorumlusu ,
içişleri ile kamu düzeni bakanları ise, polis ve haberalma örgütlerinin çok
kötü koordinasyonundan sorumlu sayılıyorlar.
Ana muhalefetteki Yeni Demokrasi Partisi lideri Kostas Karamanlis Bakanlar
değil, başbakanın kendisi istifa etsin dedi.
Yunanistan ın Kenya daki büyükelçiliğinde barınmaya devam eden, Öcalan ın
koruması Dilan Kılıç, Pangalos bize Hollanda ya götürüleceğimiz vaadinde
bulundu. Nairobi deki elçinin evinden havaalanına doğru yola çıktık ancak,
Öcalan ın otosu kayboldu dedi.
Dilan Kılıç, Elefterotipiya gazetesine verdiği demeçte, Yolda giderken, bizim
bulunduğumuz oto, Öcalan ın bulunduğu otoyu gözden kaybetti, havaalanına
vardığımızda Öcalan ın bulunduğu otoyu gördük, karakolun önündeydi, uzakta
uluslararası havaalanı pisti vardı, ancak bu bölge ile bizim aramızda demir
parmaklıklar vardı. Polisler geldi ve Öcalan ı oraya doğru götürdüler ve gözden
kayboldu, geri döndük. Çünkü artık hiçbir şey yapamazdık dedi.
Dilan Kılıç demecinde, Öcalan ın Kenya nın Yunanistan büyükelçisinin evinden
çıkmaması için kendisinin intihar tehdidinde bulunduğunu da ileri sürdü.
Dilan Kılıç, Öcalan la beraber Yunanistan ın Korfu Adası havaalanına indiğinde,
Öcalan ın bindiği otoya bir Yunan uçağının çarptığını da ileri sürdü.
19 şubat 1999. Yunan Başbakanı Kostas Simitis, Öcalan konusunda Oldubittiye
getirildim dedi.
Simitis, dünkü yeni kabinenin toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, Öcalan a
siyasî sığınma vermemekte kararlıydık çünkü çıkarlarımıza aykırı stratejik bir
hata oldurdu, ancak bunu maalesef Öcalan anlamadı şeklinde konuştu.
Yunan başbakanı, İnsanî yardım mecburiyetimiz vardı sözleriyle sürdürdüğü
demecinde Ancak, oldubittiye getirildik, Öcalan Yunanistan a yasal olmayan
yollarla girdi, akabinde biz çıkarımızı gözetmeye çalıştık, hatalar oldu tabiî
dedi. Simitis, Öcalan ı Atina ya getirenler hakkında soruşturma başlatılacağı
sinyalini vererek Sorumluları bulacağız ifadesini kullandı.
Simitis ne yaptı?
Yunan başbakanı demecinde, AB üyesi ülkelerin Öcalan konusundaki tutumundan
yakındı.
Simitis, Öcalan ın Avrupa da kendisine bir barınak bulamamasından, sorumluluk
üstlenmek istemeyen AB ülkelerinin suçlu olduğunu belirtti.
Simitis, Öcalan konusunda bundan böyle bir dizi inisiyatifler üstlenilmesi
kararı aldıklarını ve bu çerçevede dün Alman, Fransız ve Avusturya
başbakanlarıyla telefon görüşmesi yaptığını açıkladı.
21 şubat 1999. To Vima gazetesi, Yunan Başbakanı Kostas Simitis in Öcalan la
telefonda görüşerek Siyasî sığınma vermeme veya ülkede barındırmam söz konusu
değil dediğini yazdı.
Yunanistan ın en ciddi gazetelerinden, haftalık To Vima, Simitis-Öcalan telefon
görüşmesinin terörist başının Atina da kaldığı 3 günlük dönemde gerçekleştiğini
ileri sürdü.
Gazete, Simitis in Öcalan a telefonda söylediklerinin içeriğini şöyle özetledi:
Yunanistan ın siyasî sığınma vermeyeceğini ve ülkede barınmasına izin
vermeyeceğini söyledi, başka bir ülkeye güvenlik içinde nakli konusunu açık
bıraktı.
Gazeteye göre Simitis le telefon görüşmesi sonrası hoşnutsuzluğunu gizlemeyen
Öcalan yanındakilere şöyle dedi: Andreas Papandreu olsa, bunu bana yapmazdı .
To Vima ayrıca, Simitis in Öcalan la telefon görüşmesinin ardından ve Yunan
Gizli Haberalma Örgütü nün (EİP) Ülke dışında güvenli bir barınak
sağlayabiliriz şeklindeki raporlarından sonra, Öcalan a, barınabileceği başka
bir ülke aranmasına başlandığını iddia etti.
23 şubat 1999. Yunanistan da Öcalan fiyaskosu nun yarattığı kriz havası içinde,
savcılığın başlattığı, Öcalan ülkeye yasadışı nasıl girdi? konulu araştırma
çerçevesinde, terörist başını ülkeye getiren emekli Amiral Andonis Naksakis
ifade verdi.
Naksakis, ifadesi sonrası demeçlerinde Simitis Hükûmeti ni Öcalan ı satmakla
suçladı.
Naksakis, Öcalan ı ben getirdim ancak, vicdan azabı çekiyorum, tutuklanmasına
istemeden neden oldum ifadesini kullandı.
Emekli amiral ayrıca, Öcalan ın tutuklanmasına neden olan operasyonu
gerçekleştiren hükûmet şimdi, sorumluluğu alt düzeyde yetkililere yüklemek
istiyor dedi.
Yunan savcıya dün ayrıca, Öcalan ın en büyük destekçisi, Pasok Milletvekili
Kostas Badouvas da ifade verdi.
Edinilen bilgilere göre, savcıya önümüzdeki günlerde Yunan Gizli Haberalma
Örgütü nün istifa etmiş şefi Haralambos Stavrakakis ve istifa etmiş Yunan
Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos, eski İçişleri Bakanı Alekos Papadopoulos ve
eski Kamu Düzeni Bakanı Filippos Pekalnikos da ifade verecek.
Soruşturmanın bu aşamasının cumartesi günü tamamlanması hedefleniyor, ancak
Yunan yasalarına göre savcı, sorgular sırasında, olayda siyasî sorumlu
bulunduğunu tespit ederse, sorgulanma hemen yarıda kesilerek, dosyayı,
soruşturmanın devam etmesi için, Yunan parlamentosuna göndermesi gerekiyor.
50 milyon dolar
Öte yandan, Atina da Öcalan fiyaskosu nun yarattığı büyük kriz ortamı içinde,
Öcalan ı sattılar mı yoksa, gafil mi avlandık? şeklindeki ikilem akılları
kurcalarken, büyük tirajlı muhalefet gazetesi Elefteros Tripos, Öcalan ın
yakalanmasına yardımcı olana verileceğini ileri sürdüğü 50 milyon dolar
konusunu ortaya attı.
Gazete, 50 milyon doları kim aldı? manşetli haberinde, Madem Öcalan ın
satıldığına inancımız güçleniyor, o zaman Türkiye nin vaat etmiş olduğu 50
milyon dolar konusu da gündeme geliyor ifadesini kullandı.
27 şubat 1999. Öcalan ın koruması, Şemsi Dilan Kılıç Yunanistan ın bölücü başını
başından savma taktiği izlediğini ve bu çerçevede, Korfu Adası ndayken
öldürmeye teşebbüs ettiğini iddia etti.
Kılıç, Elefteros Tipos gazetesinde yayımlanan yazılı açıklamasında, 31 ocak 1999
günü Öcalan la birlikte, Kenya ya gitmeden önce kaldıkları Korfu Adası
havaalanında cereyan edenleri şöyle anlattı:
Havaalanında, uçağa doğru, askerî bir otoyla giderken kaza oldu. Uçağın
kanadı, otonun ön camına çarptı ve önde oturan Öcalan ı az kalsın öldürüyordu.
Zannederim bu kasıtlı oldu. Önceden planlanmıştı. Öcalan ın işini bir kaza yla
bitirmek istiyorlardı.
Müzakereler Simitis leydi
Kılıç, Öcalan Atina ya geldikten sonra yapılan müzakerelerin başında, Yunan
tarafından Başbakan Kostas Simitis le temas kurulduğunu, müzakerelere ayrıca,
Dışişleri, İçişleri, Kamu Düzeni bakanları ile Yunan Gizli Haberalma Örgütü
(EİP) şefinin katıldığını belirtti.
Kılıç, Kenya ya gittiklerinde kendilerine Elçinin evinde iki ay kalacaksınız,
burda hiçbir sorun olmaz, iki ay sonra müzakereler tamamlanınca Güney Afrika ya
gidebilirsiniz denildiğini ileri sürdü.
Pangalos dan terk edin direktifi
Kılıç açıklamasında, Öcalan la beraber elçilikte havaalanına doğru yola çıkmadan
önce Öcalan ın durumdan tedirgin olduğunu ve Gitmesek, burada kalsak, bunların
bir planı varsa, işimizi bu gece bitireceklerdir. Bunu mutlaka yapacaklardır
dediğini öne sürdü.
Öcalan ın koruması, Öcalan ın bulunduğu oto, biz daha bizim otoya binmeden
süratle elçinin evinden uzaklaştı, havaalanında ona yetiştik ancak, yaklaşmamızı
polisler engelledi, artık çok geçti, Yunan büyükelçisi, Pangalos la telefonda
görüştü, Pangalos elçiye bizim için, Beraberindekileri orada bırak ve kaybol
dedi. Ancak, elçi bu direktife uymadı iddiasında bulundu.
27 şubat 1999. Öcalan ın koruması Şemdi Dilan Kılıç, Yunan Başbakanı Kostas
Simitis in, Abdullah Öcalan ı Türkiye ye teslim eden bir komplonun içinde
olduğunu ileri sürdü.
Kılıç, dün Atina da kaldıkları otelde düzenlenen basın toplantısında, 3 PKK lı
militan adına yaptığı açıklamalarda Simitis e ağır ithamlarda bulundu ve
ihanetle suçladı.
Büyük boy bir PKK bayrağının önünde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kılıç,
Öcalan ın, Türkiye ye uluslararası ortak bir komplo yla teslim edildiğini ve
komploya taraf olanların CİA, Mossad, Türkiye, Kenya, Rusya ve Yunanistan
olduğunu öne sürdü.
Kılıç, Yunan tarafından komplonun kahramanlarının Başbakan Simitis, istifa etmiş
3 bakan ve görevden alınmış Yunan gizli servisinin başı Haralambos Stavrakis
olduğunu belirtti.
Kılıç, Simitis in ahlak düzeyinden şüpheliyiz, ahlaksız çabalarda bulundu.
Simitis ve Pangalos bile bile Öcalan ı teslim ettiler dedi.
Kılıç, Simitis i kastederek, Yunan halkı, ihanetçi politikacıları mahkûm
etmelidir şeklinde konuştu.
PKK lı kızlar Pangalos u suçladı
PKK militanı demecinde, eski Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos u da Öcalan ı
kandırmakla suçladı. Kılıç, 12 gün boyunca Öcalan a Atina dan gelen direktifler
sonucu yapılan çık git baskılarının giderek arttığını söyledi.
Kılıç, Öcalan ın tutuklandığı gün, terörist başının 12 gün kaldığı Kenya daki
Yunan büyükelçisinin evinden çıkmak istemediğini ancak Pangalos dan gelen ve
vaatler, garantiler içeren bir telefon sonucu razı olduğunu söyledi.
Kılıç, Bizim aynı otoya binmemizi engellediler, Öcalan ın bindiği cip hemen
uzaklaştı, biz arkadan başka bir otoyla koştuk ancak, havaalanına vardığımızda
polis Öcalan a yaklaşmamızı engelledi ve her şey orada bitti dedi.
Kılıç, yanlarında olan, şaşkın haldeki Yunan büyükelçisinin hemen Pangalos la
telefonda görüştüğünü ve Pangalos un elçiye Yanındaki PKK lıları terk et ve
hemen çek git emri verdiğini öne sürdü.
Kılıç a göre, Yunan diplomat önce tereddüt etti ve sonra emre uymayarak
PKK lıları Yunan Büyükelçiliği ne taşıdı.
Kılıç ayrıca, Pangalos un 1,5 ay önce Kenya ya giderek, komployu hazırladığını
ileri sürdü.
6 mart 1999 Kostoulas raporu
Nairobi de barındığı Yunan büyükelçisinin evinden, Yunan makamlarının ısrarına
rağmen çıkmayı günlerce reddeden Öcalan ı, Kenya ya gönderilen 4 Yunan Gizli
Haberalma Örgütü (EİP) ajanının, içeceğine ilaç koyup bayıltarak, evden zorla
çıkarmayı planladıkları ortaya çıktı.
Yunanistan da yarattığı büyük siyasî kriz halen süren Öcalan fiyaskosu nun
Kenya yla ilgili bölümünü anlatan, Nairobi deki Yunan büyükelçisinin,
Dışişleri ne sunduğu 37 sayfalık raporu, Ta Nea gazetesinde tam metin olarak
yayımlandı ve Atina yı karıştırdı.
Öcalan ı evinde 12 gün barındıran Yunan Büyükelçisi Yorgo Kostoulas raporunda,
terörist başını evden çıkarma operasyonu düzenlemek amacıyla 14 şubatta
Nairobi ye giden 4 EİP ajanının Öcalan ı bayıltmayı planladıkları, ancak Kenya
polisi tarafından sıkı şekilde takip edildikleri için, beraberlerindeki
ilaçları, kaldıkları otelin tuvaletine döktüklerini belirtti.
Kostoulas, Öcalan ın 15 şubat pazartesi, günler süren ısrarlı çabalardan sonra,
evden çıkarak, Kenya polisi refakatinde, Hollanda ya gitmek üzere havaalanına
doğru yola çıkmaya razı olduğunu, ancak Kenya polisinin hazırladığı 5 otoluk
konvoydan, 3. oto olan lacivert bir Toyota Land Cruiser e bindirilen Öcalan ın,
yanındaki PKK militanları, Yunan büyükelçisi ve Yunan Gizli Haberalma Örgütü
yarbayı Kalenderidis in otolara binmeleri beklenilmeden uzaklaştıkları ve
Öcalan ı bir daha görmediklerini raporunda belirtiyor.
Nasıl sığınma istedi?
Yunan diplomat Öcalan ın 5 şubatta, Nairobi deki durumunun zorlaştığını görerek
nasıl siyasî sığınma istediğini ise şöyle anlatıyor:
Evden git telkinlerimiz onu ikna edemiyor. Kendisi çok akıllı ve kararlı, hemen
tehlikeyi görüyor. Oturduğu koltuktan kalkıyor ve bana, askerî selam durarak,
Yunanistan dan siyasî sığınma istiyorum diyor. Elime ise, önceden Türkçe
yazılmış bir siyasî sığınma dilekçesi iliştiriyor .
Yaptığı sefilliktir
Yunan Gizli Haberalma Örgütü şefinin Atina dan telefonla, siyasî sığınma
istemine tepkisini ise büyükelçi dile getiriyor:
Ona aptal olduğunu söyleyin. Yaptığı sefilliktir. Bu yaptığı bir şey değildir,
hükmü yoktur. Gidin ona, hemen çekip gitmesini söyleyin, istediği yere gitsin.
Ona hiçbir vaadimiz yoktu. Atın onu dışarı...
10 mart 1999. Atina nın Öcalan konusunda oldubittiye gelmediği, PKK şefinin
Nairobi deki elçilikte barınmasını 12 ocakta hazırladığı bildiriliyor.
Haberi dün Atinaiki gazetesi manşetten duyururken, Yunan hükûmet sözcüsü
Dimitris Reppas, haberi yalanladı.
Atinaiki gazetesi dünkü haberinde, Yunan resmî makamlarının Öcalan ı ağırlama
konusunda çok önceden hazırlık içinde bulunduklarını ve bu çerçevede
Yunanistan ın Nairobi deki büyükelçiliğine 12 ocakta bir telsiz bir de uydu
telefon yerleştirildiğini belirtti.
Öcalan la ilgili özel haberleriyle son dönemde dikkati çeken gazete, söz konusu
iki sistemi elçiliğe, Atina dan Nairobi ye gönderilen, Yunan Dışişleri teknik
servisinden uzman teknisyenlerin yerleştirdiğini duyurdu.
Gazete, bu tür sistemlerin Yunanistan ın diplomatik temsilciliklerine, sadece,
o ülkede savaş veya darbe beklendiği zaman yerleştirildiği yorumunu yaptı.
Atinaiki haberinde, Öcalan Kenya dayken, elçiliğini, 761841467 no lu uydu
telefonla arayarak, kaynaklarımızdan bilgi ediniyorduk, bunalım sürerken, uydu
telefon konusu dikkatimizi çekmemişti, ancak şimdi, Öcalan fiyaskosu sona
erdikten sonra durumun farkına vararak olayı araştırdık görüşüne yer verdi.
Yunan hükûmeti, çeşitli düzeyde yaptığı açıklamalarda, Öcalan aniden ve
yasadışı olarak ocak sonunda Yunanistan a girdi, oldubittiye geldik, insanî
yardım vermek amacıyla, Kenya ya gönderdik tezini savunuyor.
12 mart 1999 savcı raporu
Öcalan ın, Kenya da evinde barındığı ve kendisini Seyşel Adaları na götürmek
istediği Yunan Büyükelçisi Yorgo Kostoulas a öneriyi reddederek, Madem siyasî
sığınma vermiyorsunuz, güvenliğimi sağlayın, yargılayın ve gerekirse Türkiye ye
iade edin dediği ortaya çıktı.
Kenyalıların komplo hazırladığını farkına varan Yunan büyükelçinin ise evinin
kapısında Öcalan a Gitme, evimde kal diye yalvardığı ve raporda yer alıyor.
Atina da 3 savcının 20 gün süren soruşturma sonunda hazırladığı ve aralarında
Abdullah Öcalan ve iki PKK lı korumasının da bulunduğu 18 kişi hakkında suç
duyurusunda bulunulmasını öneren, Öcalan fiyaskosu yla ilgili raporun basına
sızan içeriğinde şu ilginç noktalar dikkati çekiyor:
Türkiye ye verin
Kenya da bulunduğu süre içinde, Yunan büyükelçisi ile EİP yarbayı
Kalenderidis in Elçilikten çıkıp, Şeyseller e gitmen gerekiyor, Kenya lılar çok
sıkıştırıyor şeklindeki baskılarından bunalan Öcalan, 13 şubatta, Elçi
Kostoulas a, Beni önce yargılayın, gerekirse Türkiye ye iade edin ama, önce
güvenliğimizi sağlayın dedi ancak, istemi kabul edilmedi ve elçinin evinden
Kenya polisinin refakatinde, havaalanına, Şeyseller veya Hollanda ya
götürülmesine karar kılındı.
Elçi, Öcalan a yalvardı
Elçi Kostoulas, 15 şubat saat 18.00 de Öcalan ı almaya gelen Kenya polisinin,
komplo hazırladığından şüphelenmeye başlayınca Öcalan ı evinin kapısı önünde
caydırmaya çalıştı, adeta yalvararak, Gitme, evimde kal dedi ancak, laf
dinletemedi.
Öcalan ın bulunduğu oto konvoydan ayrıldı, Yunan büyükelçisini aldatan Kenya
makamları Öcalan ı MİT e teslim etti.
PKK lıları terk edin
Havaalanında dona kalan Elçi Kostoulas, EİP li Kalenderidis ve 3 PKK lı militan
şaşkınlık içindeyken, Yunan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos un özel kalem
müdürü Vasilis Papaioanou elçiyi cep telefonundan arayarak, PKK lıları hemen
terk edip, elçiliğe dönün, bu olayla alakanız sona ersin direktifi verdi.
Ancak, elçi ve Kalenderidis direktife uymadı ve 3 PKK militanıyla beraber
elçiliğe döndü.
Kostoulas ve Kalenderidis masum
3 savcının raporuna göre, Elçi Kostoulas ve EİP li Kalenderidis in Öcalan
fiyaskosunda hiçbir sorumlulukları yok, amirlerinin emirleri dahilinde hareket
ettiler.
Raporda, istifa etmiş 3 bakanın sorumlu olup olmadıklarını Yunan Parlamentosu
Soruşturma Komisyonu nun araştırması gerektiğini belirtiliyor.
Casus belli
Rapor, baş suçlu saydığı Naksakis için şöyle diyor:
Yunanistan, Türkiye yle barışçı ve müttefik ilişkileri içindedir, oysa
Naksakis in Türkiye ye karşı düşmanca ve kinci emelleri vardır. Türkiye,
Yunanistan ın Öcalan ı barındırmasının casus belli (savaş nedeni) olduğunu
beyan etmişti, dolayısıyla, Öcalan ı yurda kaçak getirmekle savaş tehlikesi
yarattı. Naksakis in eylemleri Türk halkında kızgınlık, nefret, galeyan yarattı,
Naksakis ve yandaşları, eylemlerinin böyle bir sonuç yaratacağını biliyorlardı,
buna rağmen barışı tehlikeye attılar.
18 suçlu...
Öcalan fiyaskosu nda 18 kişinin eylemleri veya görevlerini yerine getirmemeleri
sonucu suçlu oldukları ortaya çıkıyor. Bunlar:
- Andonis Naksakis, emekli amiral, ülkenin barış içindeki konumunu
tehlikeye düşürmek, 5 ila 10 yıl arası hapis.
- Evangelos Steryopoulos, uçağın kiralandığı şirket sahibi,
ülkenin barış içindeki konumunu tehlikeye düşürmek, 5 ila 10 yıl arası
hapis.
- Andonis Simigdalas, uçak şirketi acentası görevlisi, ülkenin barış
içindeki konumunu tehlikeye düşürmek, 5 ila 10 yıl arası hapis.
- Zisis Pehlivanoudis, Öcalan ı taşıyan uçağın pilotu, paraya
çevrilebilir hapis.
- Stefanos Evangelatos, Atina Havaalanı VİP salonu sorumlusu, paraya
çevrilebilir hapis.
- Yorgo Manginas, havaalanı EİP görevlisi, paraya çevrilebilir hapis.
- Dimitris Karayorgos, havaalanı pasaport kontrol görevlisi, paraya
çevrilebilir hapis.
- Yorgo Mavros, uçak kiralama şirketi personeli, paraya çevrilebilir
hapis.
- Yorgo Cirakis, EİP görevlisi, paraya çevrilebilir hapis.
- Mihalis Nikolopoulos, havayolları personeli, paraya çevrilebilir hapis.
- Konstantin Hristodoulopoulos, polis, paraya çevrilebilir hapis.
- Stavroula Damianakou, yazar, Öcalan ı evinde ağırlayan yaşlı
kadın, paraya çevrilebilir hapis.
- Eleni Vasilopoulou, Damianakou nun kızı, paraya çevrilebilir hapis.
- Angelos Betanis, havaalanı kontrol kulesi sorumlusu, paraya
çevrilebilir hapis.
- Abdullah Öcalan, paraya çevrilebilir hapis.
- Ayfer Kaya, Rozerin kod adlı PKK lı, Öcalan ın koruması, paraya
çevrilebilir hapis.
- Yakar Deniz, Öcalan ın koruması, paraya çevrilebilir hapis.
- Yorgo Kokoretsis, hava kontrol personeli, paraya çevrilebilir hapis.
- Kostas Badouvas, milletvekili, Öcalan ın en fanatik dostu, Atina
Havaalanı nda karşılayarak kaçak girmesine yardımcı oldu, 5 ila 10 yıl hapis
ancak, dokunulmazlığının kaldırılması gerekiyor.
15 mart 1999. Eski Yunan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos, Öcalan ı Türkiye ye
CİA nın teslim ettiğini ileri sürdü.
Bu konuda açıklama yapan Beyaz Saray, Abdullah Öcalan ın yakalanarak Türkiye ye
götürülmesinden memnuniyet duydugunu belirtmişti.Beyaz Saray Sözcüsü Joe
Lockhart, terörist Abdullah Öcalan ın yakalanmasının kesinlikle memnuniyet
verici oldugunu belirtti, ancak Apo nun yakalanmasında ABD nin doğrudan bir rol
oynamadığını ifade etti. Joe Lockhart, Öcalan ın yakalanmasından sonra Avrupa da
teröristlerin başlattığı şiddet eylemlerini de kınadı. ABD yönetimi, uzun bir
süredir Öcalan ın adalet önüne çıkarılarak işlediği terör eylemlerinin hesabını
vermesi gerektiğini belirtiyordu. Amerikalı yetkililer, Öcalan ın nihayet
işlediği terör eylemlerinin hesabını vereceğini ifade ettiler.
Nedense bu kadar süre neden beklediklerini hiç açıklama gereği duymadılar.
Pangalos, Etnos gazetesine verdiği demeçte, Öcalan fiyaskosu ndaki rolünü
savunarak, Öcalan bize pencereden geldi, biz de onu pencereden çıkardık. Madem
olay yasal başlamadı, yasal bitmeyecekti tabiî ifadesini kullandı.
Yunan makamlarının düzenlediği Öcalan ı barındırma ve koruma operasyonunda,
Yunan Gizli Haberalma Örgütü nün (EİP) daha büyük gizli örgütlere yenik
düştüğünü belirten Pangalos, Kimse, Kenyalıların Öcalan ı Türklere teslim
ettiğine inanmıyor, Türkler uçakta bekliyordu, Kenyalılar Öcalan ı Yunan
elçiliğinden aldılar, ancak arada uzun boylu, sarışınlar, (Amerikalıları
kastediyor) büyükler müdahale etti şeklinde konuştu.
Pangalos, PKK nın terör örgütü olmadığını da savunarak Bazı eylemleri terördür
ve protesto edilebilir, ancak başka tür eylemde bulunamayan bir örgüte terörist
diyemeyiz tezini savundu.
15 mart 1999 Kalenderidis raporu
Öcalan fiyaskosu nun baş aktörlerinden, terörist başına Atina dan Nairobi ye
refakat etmiş ve Yunan büyükelçisinin evinde 12 gün kalmış Yunan Gizli Haberalma
Örgütü (EİP) ajanı, Savas Kalenderidis in Atina savcılığına verdiği ifadenin tam
metni basına sızdı.
Ta Nea gazetesinde yayımlanan ifadede, geçmişe dayanan Öcalan-Kalenderidis yakın
arkadaşlığı açıkça ortaya çıkıyor.
İşte şok ifadeden bazı kesitler:
Dışarı atamam
13 şubat akşamı saat 22.00 de Yunanistan a dönmeye hazırlanırken, EİP Şefi
Stavrakis le telefon görüşmemde gerginlik yaşandı, beni Apo yu desteklemekle
suçladı, 10 dakika içinde, elçinin evinden dışarı atmam emrini verdi.
Ben ise, emriniz pratikte uygulanamaz çünkü Öcalan benden 40 kilo daha ağır,
ayrıca yanında korumaları var cevabını verdim .
Savaş tartışması
5 şubatta İnternet aracılığıyla Özgür Politika gazetesinde yayımlanan bir
yazıyı Öcalan a okuttum, Nairobi de barınmasının artık tehlikeli olmaya
başladığı endişesine kapıldı. Hemen büyükelçiye siyasî sığınma dilekçesi verdi.
Ona siyasî sığınma veremeyeceğimizi anlattım ve şu ek nedeni dile getirdim: Türk
Milli Güvenlik Kurulu, Öcalan ı koruyacak herhangi bir komşu ülkeye karşı güç
kullanacağını beyan etmişti...
Ben Öcalan a, olaylar böyle gelişirse, tarihte, patlak vermiş en aptalca savaş
olacağını söyledim.
Kendisi cevaben, Türkiye nin blöf yaptığını, Yunanistan ın geri çekilmemesi
umudunda olduğunu ve bu durumu istismar ettiğini savundu... .
16 mart 1999 17 Kasım ın Öcalan açıklaması
Yunanistan ın derin devlet destekli ünlü terör örgütü 17 Kasım , Yunan
Başbakanı Kostas Simitis i, Öcalan ı Türklere teslim etmekle suçlarken, PKK
içinde de, Öcalan ın tutuklanmasından sorumlu olanlar olduğunu ileri sürdü.
Örgüt, yayımladığı bildiride, Yunan devletinin PKK ya para yardımı ve destekte
bulunduğunu belirtirken ancak, bunun maksatlı yapıldığını öne sürdü ve
PKK yla dayanışma içindeyiz, Öcalan ın tutuklanmasından çok üzgünüz dedi.
17 Kasım , Elefterotipiya gazetesine gönderdiği ve dün yayımlanan, Öcalan
fiyaskosu yla ilgili uzun bildirisinde, Öcalan ın tutuklanmasını CİA nın
organize ettiğini ileri sürdü.
17 Kasım bildirisinde PKK nın EİP yle ilişkisi de gözler önüne seriliyor ve
PKK ya yeni darbeler yememesi için tavsiyelerde bulunuyor.
17 Kasım ın bildirisinden bazı kesitler şöyle:
Kenya daki tutuklama operasyonu CİA tarafından düzenlendi, Amerikalı ve
İsrailli ajanlar ile Yunanistan ve Kenya yardımcı oldu, böylece Öcalan Türklere
teslim edildi. Öcalan ın hareketleri, gerek PKK kurmaylarının ve Atina ile
Avrupa daki sempatizanlarının telefonlarının dinlenmesiyle izlendi. Ancak, esas
izleme, yanında önceleri Avrupalı ve akabinde Yunanlı ajanların bulunmasıyla
sağlandı.
(...) Öcalan ın tutuklanması komplosunda Yunanistan, tuzağa düşüren dost
rolünü oynadı. Bu rolü sadece Yunanistan oynayabilirdi çünkü PKK nın itimadı
vardı. Bu itimat, Yunan gizli servislerince Kürtlere son yıllarda verilmiş küçük
miktardaki para ve komik derecedeki desteğe dayandı. Bu ajanların klasik aldatma
taktiğiydi çünkü böylece, onları kontrol ediyorlardı ve gereken anda bu itimadı
kullanabileceklerdi. Bu sözde yardım olmasaydı Öcalan Yunan hükûmetine
güvenmeyecekti. Tüm bunlar Yunan hükûmetinin onayı ve bilgisi dahilinde CİA nın
desteğiyle yapılıyordu. Yunan Gizli Haberalma Örgütü nün (EİP) kontrol
edilemeyen bir parçası yapmıyordu.
(...) EİP Şefi Stavrakakis Öcalan ın Yunanistan a geleceğini önceden biliyordu.
Böyle önemli bir konuda kendisinin, hükûmetin ve Amerikalıların bilgisi olmadan
ve direktif almadan hareket etmesini akıl almaz. EİP devletin kendisidir, devlet
içinde devlet değil.
(...) Öcalan ın Türklere teslimiyle ilgili hainliğin baş sorumlusu Simitis dir.
(...) Yunanistan daki bazı PKK kurmayları da sorumludur çünkü, yıllardır EİP
ajanlarıyla yüz göz durumdaydılar, Yunan ajanlar böylece onları kontrol
edebiliyordu. Oynanan oyunları anlamamaları imkânsız. PKK ın konuyu araştırması
ve bazı önlemler alması gerekiyor aksi takdirde, başka darbeler de yiyecek.
17 Kasım bildirisinin sonunda, Öcalan ın tutuklanmasından duyduğu ve
Simitis in hainliği nedeniyle daha da büyüyen üzüntüsünü dile getirerek,
PKK ya dayanışmamızı beyan ediyoruz ifadesini kullandı.
Rekortmen örgüt
17 Kasım bildirisinde, Amerika ya hodri meydan diyor. Örgüt, Amerikalıların,
kendilerine yöneltilmiş terör eylemlerinin faillerini ortaya çıkarmada aciz
olduklarını belirterek, ellerinde bizimle ilgili isim listeleri varmış, hodri
meydan şeklinde konuşuyor.
Avrupa nın en uzun ömürlü terör örgütü unvanına sahip, Yunanistan da 1975
yılından beri faaliyet gösteren 17 Kasım ın şimdiye kadar hiçbir üyesi
yakalanamadı.
17 Kasım 25 yıl içinde onlarca bombalı ve silahlı terör eylemi
gerçekleştirmiş, milletvekili, Türk ve ABD li diplomatları, işadamlarını, gazete
sahiplerini, polisi öldürmüştür.
Örgüt 1991 de Türkiye nin Atina daki Basın Ataşe Yardımcısı Çetin Görgü, 1994 de
de Türk Büyükelçilik Müsteşarı Haluk Sipahioğlu nu öldürmüştü.
17 Kasım ın eylemleri sonrası yayımladığı bildirilerinde antiamerikan ve aşırı
Türk düşmanı fanatik söylem dikkati çekiyor.
Atina da, Öcalan ın tutuklanması sonrası 17 Kasım ın eylem yapacağı endişesi
yaşanırken, örgütün eylemsiz bildiri göndermesi, soru işaretleri yaratıyor.
18 mart 1999. Öcalan ın yakın dostu olan ve ona Kenya da refakat eden Yunan
Gizli Haberalma Örgütü (EİP) ajanı, Binbaşı Kalenderidis terfi ederek,
yarbaylığa atandı.
Yunan Askerî Şurası nın yıllık olağan atamalarında, Kalenderidis, dosyasının
çok iyi ve amirlerinin de olumlu raporlar vermesi nedeniyle terfiye layık
görüldü.
Yunan ordusu subayı Kalenderidis, son dönem ajan olarak EİP de görev yapıyordu.
Bu atamadan sonra Kalenderidis hakkında, Öcalan fiyaskosu konusunda yapılan
soruşturmanın dosyası da rafa kaldırıldı.
Yunan fiyaskosu nun kahramanları
Panayotis Sguridis: Yunan parlamentosu başkan yardımcısı. Öcalan ı 1995 de
Bekaa daki ininde ziyaret eden, Yunan Parlamentosu heyetinin başkanı. 1998
aralık ayı başında, Yunan Dışişleri nin talimatı doğrultusunda, yanında EİP
ajanı ve Öcalan ın dostu Savas Kalenderidis i tercüman olarak alarak, Roma ya
gitti ve PKK lideriyle görüşerek, Yunanistan a gelmen söz konusu olamaz,
Simitis Hükûmeti kesinlikle siyasî sığınma vermeyecektir dedi.
Savvas Kalenderidis: Yunan ordusunda binbaşı, son yıllarda Yunan Gizli Haberalma
Örgütü ne (EİP) atanmış, Yunanistan ın İzmir Konsolosluğu nda görev yaparken,
Türkiye onu istenmeyen adam ilan etmişti. Öcalan fiyaskosu na katılımı 2
şubatta Öcalan ı Afrika ya gitmeye ikna etmekle başladı. Kenya ya Öcalan la
beraber gitti ve Yunan büyükelçisinin evinde terörist başıyla beraber 12 gün
kaldı. Öcalan tutuklandıktan sonra, elçilikte, 3 PKK lı kadın militanla beraber
10 gün daha kaldı ve Atina ya kurtarma operasyonu sonucu döndü.
Andonis Naksakis: PKK nın ve Öcalan ın en yakını Yunanlı. Emekli amiral. 29
ocakta Öcalan ı kaçak olarak Yunanistan a soktu. Öcalan ı bir geceliğine yakını
olan yazar Bayan Vula Damianakou nun evinde sakladı ve sonra siyasî sığınma
verilmesi için Yunan makamlarıyla temasa geçti.
Yunanistan da yaşanan bu deprem, PKK ve Kürt olgusuna bakış konusunda Yunan
cephesinde çok şeyleri değiştirdi. Yunanlı gazeteci Takis Mihas, The Wall Street
Journal Europe adlı gazetede 10 mart 1999 günü yayımlanan Atina çıkışlı
makalesinde Yunanistan ın savunma tezini kaleme aldı. Bu yazı değişen Yunan
savunmasının ana hatlarını dile getirmek bakımından önemli. Ayrıca bize
Öcalan dan sonra Yunanistan ın Nairobi Büyükelçiliği nde yaşananları da
aktarıyor.
Takis Mihas anlatıyor
PKK Bir Büyükelçiliği Nasıl Ele Geçirdi başlıklı yazıda, şunlar dile
getiriliyor:
Herkesin bildiği gibi Kürt İşçi Partisi (PKK) sempatizanları, PKK lideri
Abdullah Öcalan ın geçen ay tutuklanmasının ardından dünya çapında
büyükelçiliklerin dışında şiddet eylemleri gerçekleştirdiler. Tüm bu gösteriler
sırasında, PKK lıların, bir büyükelçilikte yönetimi ele geçirip, burayı birkaç
günlüğüne bir haberleşme merkezine dönüştürdükleri ise pek fazla bilinmiyordu.
Burası, Türk askerlerince yakalanmadan önce Öcalan ın son sığınağı olan
Yunanistan ın Nairobi Büyükelciliği ydi.
Elbette bir tedhiş grubunun, Avrupa Birliği ve NATO üyesi bir ülkenin
büyükelçiliğinin yönetimini ele geçirmesi hiç de komik değil. İkisi yirmilerinde
olan üç kadın PKK lı komando , sadece kendilerine zarar vermekle tehdit etti.
Atina daki gazetem tarafından gönderildiğim Nairobi ye vardığımda, Yunanistan
Büyükelçisi Yorgo Kostoulas ı taleplerini karşılamaya çalışırken bezgin ve
yıkılmış bir hale getirmeyi nasıl başarmış olduklarını gözümle gördüm.18 şubatta
Nairobi ye vardım. Üç gün önce Öcalan bir uçağa bindirilip Türkiye ye
götürülmüştü. Büyükelçi daha sonra Soruşturma Komisyonu na verdiği ifadede, PKK
liderinin sorumluluğunu üstlenen Kenya güvenlik güçlerinin Öcalan ı, Nairobi
Havaalanı nda küçük bir uçakta bekleyen Türk Ordusu nun özel komando
kuvvetlerine teslim ettiklerini belirtti. Öcalan Kenya nın başkentine 2 şubatta
sahte Kıbrıs pasaportuyla giriş yaptı.
Kenyalıların kendisini Ankara ya teslim etmeyeceklerine ilişkin verilen söz
çerçevesinde büyükelçilikten ayrılmaya ikna edilinceye kadar Yunanistan
Büyükelçiliği nde gizlendi. Yunan kaynaklarına göre, daimi sığınacagı bir yer
bulununcaya kadar Kenya da geçici bir süreyle kalabileceği yönünde Yunanlı
yetkililerle bir anlaşmaya varıldıktan sonra Öcalan, Yunanlı bir işadamına ait
Falcon tipi bir uçakla Yunan adası Korfu dan Kenya ya uçtu. Hepimizin bildiği
gibi, plan geri tepti ve Öcalan şimdi Türkiye de cezaevinde yargılanmayı
bekliyor.
Üç bayan işbirlikçisi -Avrupa meselelerinden sorumlu Şemsi Kılıç, PKK nın Kıbrıs
temsilcisi Nurcan Teria ve grupla birlikte olan ama görevi açıklanmayan Melsa
Deniz-Yunanistan Büyükelçiliği nde mahsur kaldılar. Başkanlarının akıbetinden
kaygı duyan bu üç kişi, büyükelçilikten ayrılmakta isteksiz davrandılar.
Deniz, Öcalan la birlikte Kenya ya giderken diğer ikisi, sekiz gün sonra 10
şubatta Nairobi ye gitti. Yunan kaynaklarına göre, ikisi sahte belgelerle
Kenya ya giriş yaptı. Bu da, ayrılmalarını zorlaştıran bır unsur oldu. 16
şubattan sonra Yunanistan ve Kenya arasında doğrudan ya da Almanya ve Belçika
gibi arabulucularla bir dizi görüşmeler yapıldı.
Öcalan ın işbirlikçileri, görüşmeler geçen hafta tamamlanıncaya kadar
ayrılamadılar. 28 şubatta, Büyükelçi Kostoulas, Yunanlı bir güvenlik görevlisi
eşliğinde PKK lı kadınlar, Atina ya gitmek üzere Yunan hükûmeti tarafından
gönderilmiş olan Falcon tipi bir uçağa binip Nairobi den ayrıldılar.
Öcalan ın tutuklanışı ile ayrılışları arasında bu üç kadın büyükelçiliğe hâkim
oldu. Bır noktada, konuktan ziyade amir oldular. Gerçekte, Yunanistan a ait
olan büyükelçilik PKK hücresi olmuştu. PKK lı kadınların bunu nasıl başardıkları
ise ilginç. İzledikleri strateji, karşı tarafı tehdit etmeye yönelik olağan
terörist yaklaşımdan farklıydı. Kadınlar sadece kendilerine zarar vermekle
tehdit ettiler. Büyükelçiye göre, Kılıç silahı ağzına dayayarak, tetiği
çekeceğini söyledi. Bir keresinde de üçü birden kendilerini yakmakla tehdit
ettiler. PKK lı eylemciler hep istediklerini elde ettiler. Medya da, bunların bu
hareketini çaresizlikten kaynaklandığı yönünde haber yaparak verdi.Öyle
değildi. Aksine, akıllı ve disiplinli üç kadın tarafından yürütülen stratejik
açıdan iyi planlanmış bir hareketti. Bu strateji her zaman çalışmaz. Ancak bu,
çağdaş Batı nın aşırılarla ilgili konuşmalarına hâkim olan kültürel
aldatmacanın bir göstergesi. Nairobi deki Yunanistan Büyükelçiliği nin küçük
dünyasında mucizeler yarattı. İşte böyle büyükelçiliğin kontrolünü ele
alabildiler. Yunanistan büyükelçisi ile diğerlerine göre, sadece ateşli silaha
değil, patlayıcı maddeye de sahiptiler. Bu silahların büyükelçiliğe mi ait
olduğu ya da kadınların dışardan mı getirdikleri konusu ise bir sır. Yunanlı ve
Kenyalı yetkililer, herhangi bir yorumda bulunmayı reddettiler. Hatırlanacağı
üzere büyükelçilikte düzenlenen bir basın toplantısında , PKK nın sevilen
liderini Türklere teslim eden hain hakkında iki saat süren öfke dolu
konuşmasını izlemek zorunda kalmıştık. Hain Yunanistan Başbakanı Kostas
Simitis ten başkası değildi. Kılıç konuşmasında, Öcalan ın tutuklanmasında rolü
olduğu gerekçesiyle ABD ve İsrail i de kınadı. Tüm bu süre içinde büyükelçi
sadece yüzünde yılgın bir ifadeyle oturdu. PKK nın kontrolü, büyükelçiliğin
haberleşme sistemine kadar uzandı. Bir devrimci grubun, NATO ve AB üyesi bir
ülkenin büyükelçiliğine ait elektronik posta, faks, telefon ve diğer haberleşme
cihazlarını sınırsız bir şekilde kullanarak diğer PKK birlikleriyle haberleşip,
hareketlerini koordine etmesi görülmeye değerdi. Anladığıma göre, üç kadın
Yunanistan a vardıktan sonra farklı Avrupa başkentlerine gönderildiler. Olaya
taraf olanlarca suçlanan Yunanistan, Öcalan meselesinde en büyük kayba uğradı.
Türkiye, Yunanistan ı Öcalan a sığınma olanağı tanıyarak PKK yla işbirliği
yapmakla suçluyor. PKK da, Öcalan a sığınma vermeyi reddederek Türklere teslim
ettikleri gerekçesiyle Yunan hükûmetine tepki gösteriyor. Kenyalılar da,
Atina yı, bilgileri olmadan PKK liderini barındırarak ülkelerinin egemenliğini
ihlal etmekle suçluyorlar. Yunanistan ın büyükelçisini geri çağırmasını
istediler. En sonunda AB üyesi diğer ülkeler de, tavsiyelerini yerine
getirememiş olması nedeniyle duydukları huzursuzluğu Yunan hükûmetine ilettiler.
Ancak her şey bitmiş değil. Belki de son haftalarda meydana gelen olaylar, Yunan
siyasî sınıfının bazı şeyleri yeniden düşünmesini sağlayabilir. Kürt halkının
kültürel haklarıyla ilgili meşru hakları savunmak başka bir şey, PKK gibi
Stalinci kalıntılara rehin olmak ve onlara müsamaha göstermek başka bir şey.
Terörist ülke Yunanistan
Bu bakış açısının Yunanistan ın terörist ülke konumuna gelecek olmasından
kaynaklandığı kuşkusuz. Türkiye ye karşı olalım derken terör destekçisi durumuna
gelen Yunanistan ın olayları değerlendirmedeki değişiminin arkasında suçüstü
yakalanması bulunuyor.
Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan ın teröre verdiği destek ortalığı epey
karıştırdı. Ama Avrupa nın Öcalan la ilgili sıkıntıları giderilemedi. Le monde
gazetesinin 12 mart 1999 tarihli sayısında, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri
Daniel Tarschys imzasıyla yayımlanan makale aslında Avrupa nın Öcalan a ve
Türkiye ye bakış açısını ortaya koymaktaydı:
Daniel Tarschys e göre Öcalan sorunu
Avrupa Konseyi, 1998 kasım ayında Roma da yakalanan Öcalan ın yol açtığı
fırtınaya tutuldu. Örgüt bünyesinde ve çevresinde başlatılan girişimlerle
birlikte sabırsız beklentiler de artarken, örgütün rolü ve etkinliği sürekli
tartışma konusu ediliyor. Bazıları, konseyi uzun zamandır Türkiye de insan
hakları konusunda yaşanan açık ihlalleri göz ardı etmekle ve Avrupa toplumunun
temel değerlerini koruma görevini yerine getirmek için yeterince çaba
göstermemekle suçlarken, diğerleri de örgütü Türk içişlerine müdahale etmekle
itham ediyor. Avrupa ve özellikle Avrupa Konseyi, işlenen suçlara göz
yummakla,terörizmle mücadelede sorumluluk almamakla ve şimdi de, baş sorumlunun
yakalanmasının ardından insan hakları konusunda ders vermekle eleştiriliyor. Bu
tür eleştirilerin temelinin olup olmadığı konusunda bir yargıya varmadan önce,
Avrupa Konseyi nin farklı yapı ve araçlarla harekete geçtiğini hatırlamak
gerekiyor. Türkiye deki durum, parlamenterler meclisinde düzenli olarak ve
yapıcı bir anlayış çerçevesinde çeşitli siyasî kesimlerden Türk parlamenterlerin
katılımıyla tartışılıyor. Öcalan olayı mecliste büyük ilgi uyandırdı ve meclis,
davada hazır bulunmaya ve 31 mart tarihinde Roma da toplanacak olan daimi
komisyonda yapılacak tartışmalardan birini bu davaya ayırmaya karar verdi.
Örgüte üye 40 ülkeye karşı yapılan kişisel başvuruları inceleyen Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, çoğu zaman Türkiye konusundaki şikâyetlerle ilgilendi.
Mahkeme, Öcalan olayında, avukatlarının talebi üzerine Ankara dan açıklama
istedi ve Ankara talep edilen açıklamaları mahkemeye iletti. Mahkeme
Türkiye den, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi nin ilkelerine eksiksiz riayet
etmesini isteyerek, olağanüstü mahkemelerin kullanımına koyduğu çekincelerin
altını çizdi.
Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi, Türkiye deki tutukluluk şartlarına
ilişkin birçok rapor hazırladı. Bu ülkeye yakınlarda düzenlenen bir ziyaret
çerçevesinde, komite üyelerinden ve uzmanlardan oluşan bir grup, İmralı Adası na
giderek, Abdullah Öcalan la tanıksız görüştü.Türkiye yle ilgili konulara ve
özellikle Öcalan olayına gösterilen bu büyük ilgi, acaba egemen bir ülkenin
içişlerine bir müdahale teşkil eder mi? Hiç şüphesiz Türkiye de bu konuda büyük
hassasiyet duyuluyor ve çoğu zaman Avrupalıların insan hakları konusundaki
yaklaşımları taraflı ve ikiyüzlü olarak nitelendiriliyor. Bu bakış açısını da,
Türkler ile Avrupalılar arasındaki ayırımı da kabul etmiyorum. Türkler tam
anlamıyla Avrupalıdırlar ve böyle kabul edilmelidirler.
Avrupa Konseyi nin diğer ülkeleri gibi, Türkiye de, demokrasiyi, hukukun
üstünlüğünü ve insan haklarını koruyacağını taahhüt etmiştir. Demokrasi ve insan
hakları sözkonusu olduğu zaman Avrupa da artık içisleri yoktur. Türkiye zengin
bir kültür hazinesine sahiptir. Bu ülke, 75 yıl önce cumhuriyetin kurulmasından
bu yana çok önemli ekonomik gelişmeler kaydetmiştir ve bundan gurur duymakta
haklıdır. Ancak, halen ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunan Türkiye, ulusal
bütünlüğü ve beraberliği için endişe duymaktadır. Kendi kendini tecrit etme
içgüdüsü hâlâ mevcut. Ancak ülkenin, ortak tecrübe ve değerlerimize dayanan bir
Avrupa stratejisi geliştirme yolunu seçeceğine inanıyorum.
Çoğulculuğun ve kimlik zenginliğinin günümüz Avrupası nda olağandışı bir durum
yaratmadığını herkes kabul etseydi, kim bilir ne kadar acı ve anlaşmazlık
önlenmiş olurdu. Avrupa ülkelerinin büyük bölümü, azınlık ve bölgesel farklılık
taleplerini ulusal bütünlükleriyle işte bu temelde barıştırmışlardır.
Bu amaca ulaşma tercihi ilgili ülkeye ait olsa da, kanıtlanmış olan Avrupa
deneyimlerinden de faydalanması önemlidir. Öte yandan, her ülke, insan
haklarının korunması için bazı yükümlülüklere ve ortak kurumların kontrolüne
tabidir. Avrupa Konseyi nin Öcalan olayına gerçek ve olası katkısını da bu
çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.
Öcalan anahtarı
Bu görüş de Türkiye nin Avrupa Birliği içinde Öcalan olayıyla birlikte gideceği
yolu net biçimde göstermektedir. Türkiye Avrupalı olacaksa Öcalan kosunda
Avrupa nın dediklerini komplekse kapılmadan yapmak zorundadır yaklaşımı
Avrupa nın net tavrı. Ancak Türkiye buna nasıl yaklaşacak? Bu sorunun yanıtı
Öcalan la ilgili kavganın sonucuna bağlı.
Gerçi bazı Arap yazarlara göre sorun içinde çözümlerini de barındırıyor:
Öcalan ve Kürt Sorunu... Çözüm Güç, Ama Olanaksız Değil başlıklı yazısında, El
Haliç gazetesinde 11 mart 1999 da Fransa da yaşayan Iraklı yazar Dr. Aziz el
Hac, Öcalan ın yakalanmasını uluslararası bir kaçırma operasyonu olarak
değerlendiriyor ve şunları söylüyor:
Hiç kuşkusuz önceden de söylediğimiz gibi tamamen meşru olmasına rağmen
bağımsız ve birleşik bir Kürt devleti hayali, ne şimdiki aşamada ne de yakın
gelecekte gerçekçidir. Dolayısıyla işin gelecekteki gelişmelere bırakılması
gerekiyor...
Avrupa, Kürt sorununu bölgedeki ve dünyadaki siyasî birikimini güçlendirme
kapısı haline de getirme olanağına sahiptir.
Son olarak diyebiliriz ki, Türkiye de sorunun barışçı ve demokratik bir şekilde
çözüme kavuşturulması, bu ülkede istikrarı sağlayarak olumlu bir birikim sahibi
yapacaktır. Yine böyle bir çözüm, bölgemizde Kürt sorununun genelinde tarihî bir
hamle yaratacaktır. Çünkü Kürt sorununun Türkiye boyutu, geçmişte de, günümüzde
de çözümün yolundaki ana engel, Kürtlerin günümüze kadar çektiği acıların da
birinci etkeni durumundadır.
Aslında yazarın savunduğu tezler Avrupa nın en etkin görüşlerini barındırıyor.
Türkiye bir Kürt devletine evet desin, kendisi de Avrupa Birliği içinde erisin.
Bu da yeni Sevr olarak Türkiye nin karşısında dayatılan ve Öcalan la gelişen bir
boyutta devam eden yaklaşım. Bu oyunun sonunda Avrupa Birliği nin istediklerini
elde ettikten sonra Türkiye ye olumsuz yanıt vermesi olasılığı da yüksek
bulunuyor.
Abdullah Öcalan ın yakalanış öyküsünün buraya kadar olan bölümlerinde Türkiye
dışındaki oluşumlar ve Öcalan ın kendi ağzından bölümleri aktardık. Şimdi
Türkiye nin Öcalan operasyonundaki rolü ne oldu sorusunun yanıtını verme zamanı
geldi sanıyorum.

Beşinci bölüm
Türkiye nin zaferi

Türkiye istiyor
Türkiye, Abdullah Öcalan ın Suriye yi terk ettiğini öğrendikten sonra onun
peşinden uzun süre koştu. İtalya da kaldığı süre içinde onu etkisiz hale
getirebilecek yöntemler üzerinde de uzun süre çalışmalar yapıldığı biliniyor.
Türkiye, Öcalan ın Atina da olduğunu 1 şubat 1998 günü öğrendi. Batılı bir gizli
servis Öcalan ın Hollanda ya girmek için çabaladığını, ancak bunu başaramayıp,
geldiği yer olan Atina ya dönmek zorunda kaldığını bildirdi. Bunlar Yunanlıların
ellerinde oradan oraya dolaşmakta olan Öcalan la ilgili son dönemde elde edilen
ilk bilgilerdi ve anlamı da Öcalan ın Yunanistan da olduğuydu.
1 şubat 1998 günü, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun Yunan gizli servisi EİP nin
başkanı olan Haralambos Stavrakis e acil kodlu bir faks çekti. PKK gibi bir
örgütün liderinin NATO ve Batı ittifakı içinde bulunan Yunanistan tarafından
himaye edilmesini ve kaçması için yardımcı olunmasını kınadı. Bunun vahim
sonuçlar doğuracağını hatırlattı.Öcalan ın Atina da bulunduğunun saptandığını
iletti. Bu faksın yanıtı 2 şubat günü geldi. Yunan gizli servisi Öcalan diye
birisi bizde yok yanıtını verdi.Yunanlılar, Türk tarafının yanıldığını
bildirdi. Stavrakis e göre Öcalan, Yunanistan da değildi. Olmayınca da sorun
yoktu. Karşılık faks kısaydı ve netti. İnkâra dayanıyordu. Sonuna kadar inkâr.
Türkiye aynı anda Amerika ve diğer Batılı ülkeler nezdinde de girişmelerde
bulunuyordu. Amerikalılar bu girişimler üzerine, Öcalan ı elinde tuttuğunu
bildikleri Yunanistan üzerinde büyük bir baskı uygulamaya başlamıştı. 2 şubat
günü Ankara daki Amerikan yetkililerine bütün Türk yetkilileri aynı mesajı
iletiyordu:
Yunanistan sonuca katlanır
Bu işler böyle kolay kapanmaz. İş ciddidir. Sonuçlarına Yunanistan katlanır.
Amerikalı yetkililer 2 şubat günü alarma geçmiş bir halde Ankara da Öcalan
sorununun bir Türk-Yunan savaşı sonucunu doğurup doğurmayacağını
soruşturuyordu.Yanıtlar Amerika yı telaşlandırmıştı. Amerika nın öncelikleri
değişiyordu. Amerikalı yetkililer Yunanistan a Derhal Öcalan dan kurtulun
mesajları iletiyorlardı. Yunanistan daki panik havası Ankara dan izlenmeye
başlamıştı.
3 ve 4 şubat günlerini Yunanistan ile Öcalan ın ne yaptığını öğrenmekle geçirdi
Ankara.Öcalan ın Kenya ya yol aldığı öğrenilmişti. Amerikan gizli servisi
gerekli izlemeyi yapıyordu. İsrail gizli servisi Mossad bu dönemde hiç devreye
girmedi. Sadece Suriye den Öcalan ın çıkışını teyid etti. Oysa Mossad uzunca bir
süredir Türkiye yle geliştirilen ikili anlaşmalar uyarınca hem yakalama ve
kaçırma operasyonları için eleman eğitiminde, hem de Öcalan ın izlenmesinde
etkindi. Öcalan ın izlenmesi konusunda İsrail, Türkiye yle1996 yılında yapılan
iki gizli servisin birbirlerine yardım ve destek anlaşması uyarınca PKK ve
Öcalan konusunda etkin olarak devreye sokuldu. İsrail o kadar etkin oldu ki bir
süre sonra Mossad ın Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu daki PKK faaliyetlerini
izleme çalışmalarından MİT rahatsızlık duymaya başladı. Ama İsrail izleme
çalışmaları için OFEG-3 adlı casus uydusunu devreye soktu. Bu uydu ve Mossad ın
diğer kaynakları MİT e teknik ve bilgi aktarma düzeyinde yardımcı oldular. Ancak
İsrail gizli servisi yakalama aşamasında hiç devrede olmadı.
Dünyanın gözü Öcalan ve Türkiye nin üzerindeydi. Bütün gizli servisler aynı
kanıyı taşıyordu: Öcalan MİT tarafından öldürülecekti.Bu kanının bir uzantısı
olarak Öcalan ı topraklarında barındırmakta olan Rusya panik içindeydi.Rus TASS
Ajansı bunun bir göstergesi olarak 4 şubat 1999 perşembe günü şu haberi
geçiyordu:
Apo ya suikast korkusu
Rus TASS Ajansı, Abdullah Öcalan ın Hollanda daki avukatı Britta Bohler in
Öcalan ın hayatından endişe ediyoruz açıklamasını, MİT, Öcalan ı yok etmek
ya da gizlice ele geçirerek Türkiye ye götürmek için gizli operasyon
hazırlıkları yapıyor. Endişeliyiz diye yansıttı.
Haber Rus televizyon ve radyolarında geniş yankı uyandırdı. TV ve radyolar
haberi Türkiye Öcalan ın peşini bırakmıyor ve bu defa ciddi, Türk ajanları
saldırıya hazırlanıyor. Öcalan, İtalya yı terk ettiğinden bu yana suikast
tehlikesi ciddi bir şekilde gündeme geliyor. Bu nedenle Öcalan ın avukatının
söylediği gibi Apo nun üç günde bir yerini değiştirmesi gerekiyor yorumlarıyla
verdiler.
MİT in Rusya da suikast düzenlemeye hazırlandığı öne sürülürken, Rusya Dışişleri
ve Federal Güvenlik Servisi FSB, kısa bir açıklama yaparak Öcalan daha önce
Bakan İgor İvanov un açıkladığı gibi Rusya topraklarında yok ve bulunmayacak.
Türk basını tarafından yaratılan bu spekülasyon can sıkmaya başladı dedi.
Avrupa basını: Barınacak yer arıyor.
Avrupa da kapı kapı dolaşan Abdullah Öcalan için Batı basınında ilginç yorumlar
yer aldı:
Fransa nın Liberation gazetesi, Apo umutsuz bir biçimde barınacak yer arıyor
sözlerine yer verdi. Apo yu taşıyan uçağı, hiçbir Avrupa ülkesinin kabul
etmediğini belirtti.
Belçika nın Libre Belgique gazetesi Öcalan a hoşgeldin diyen yok başlıklı
haberde, Ankara nın kararlı tavrı sonunda teröristin Avrupa da sığınacak kapı
bulamadığını yazdı.
Almanya nın Köln Express gazetesi ise dünkü sayısında, Öcalan ın hayalet uçağı
bize ne zaman gelecek? diye sordu. İçinde 8 kişi olan uçağın bir saatlik uçuş
masrafının 10 000 mark tuttuğuna işaret edildi.
İngiltere nin The Daily Telegraph, Türkiye Apo konusunda haklı sözlerine yer
verdi.
Ankara da CİA zirvesi
4 şubat 1998 gününe Rusya nın aksine Ankara, olağan alarm durumuyla girdi.
Öcalan izleniyordu. Olağanüstülük yoktu. Akşam saatlerinde CİA nın Ankara
istasyon şefi, MİT Müsteşarı Atasagun a Öcalan ı teklif etti ve Türk devleti
Amerika nın şartını kabul edince oturulup bir protokol hazırlandı. Öcalan,
operasyonuna ad bile konmadı. Amerikalılar Öcalan ın Yunanistan da olduğunu ve
sonraki aşamalarda neler yapılması gerektiğini anlattılar.
Hemen MİT içinde bulunan özel eğitilmiş gruplardan bir ekip hazırlandı. Bu
ekipte çoğunluk MİT Anti Terör Dairesi nde yetişmiş daha sonra yakın koruma
konusunda uzmanlaşmış genç elemanlar vardı.
Öcalan ı getirenler
Bu elemanların eğitimine özellikle 1996 yılından sonra başlanmıştı. Çünkü o
tarihe kadar analitik istihbarat yapma konusunda eğitilen MİT mensupları,
özellikle Abdullah Öcalan ın Suriye den alınıp getirilmesi konusunda toplumsal
baskı ve dönemin başbakanı Tansu Çiller in sıkıştırmaları sonucunda aralarından
kelle avcısı eğitimine eleman ayırmaya başladılar. Bunlar İsrail ve diğer
Batılı ülkelerin gizli servislerinde operasyon için eğitim aldılar. Ayrıca MİT
bünyesinde bir de Kontr Terör Dairesi kuruldu. (Bkz. Bir Gizli Servisin Tarihi:
MİT, Tuncay Özkan, Milliyet Yayınları, 1996.)
Bu operasyon için seçilen eğitimli personelin arasına asker kökenli bir MİT
mensubu daha konuldu. Bu MİT mensubu PKK yla mücadelede emri altındaki pek çok
askerini bölgede şehit veren, Kuzey Irak daki Türkmen örgütlenmesinde görev alan
bir MİT mensubuydu. Ekipte asker görevli olarak sadece bir tabip yarbay
bulunması kararlaştırıldı. Bu yarbay da GATA Kardiyoloji Bölümü nden seçildi.
Diğer beş kişi özel olarak yetiştirilmişlerdi. Yakın koruma, çatışma ve savunma
uzmanıydılar.
Cavit Çağlar 200 000 dolar aldı
Takvimler 5 şubat 1998 gününü gösterdiğinde hazırlanan bu yedi kişilik ekibe
uzun menzil uçabilecek bir uçak aranmaya başlandı. Uçak hiç yakıt almadan uzun
uçuş yapabilmeliydi. Hızlı olmalıydı. Dikkat çekmemeliydi. Yapılan aramalar
sonucunda işadamı Cavit Çağlar a ait jet uçağının aranan niteliklerde olduğu
saptandı. MİT müsteşarı, Çağlar ı aradı. Kendisinin çıkacağı bir yurtdışı gezi
için uçağı kiralamak istediklerini söyledi. Çağlar bunu memnuniyetle karşıladı.
Uçağın kiralanmasının bedeli olarak 200 000 dolar fiyat biçti. MİT, Çağlar ın
teklifini kabul etti ve karşılıklı olarak uçağın 200 000 dolara MİT için
kiralanması konusunda anlaşıldı. Çağlar parasını kuruşuna kadar aldı.
Bu ödenen para, Öcalan operasyonunda dışardaki bir kurum veya kuruluşa ödenen
tek para oldu. Ne Kenyalı yetkililere, ne de operasyona yardımcı olan
Amerikalılar ile diğer ülke teşkilatlarına Öcalan için bir tek kuruş dahi para
ödenmedi. Rüşvet veya hizmet karşılığı olarak herhangi bir ödeme yapılmadı.
Taşeron yok MİT yaptı
Uçakta hiçbir ülkenin veya Türk tarafının taşeronu kullanılmadı. Uçakta
operasyon sırasında hiçbir Amerikalı bulunmadı. Sadece Çağlar ın uçak
mürettebatı da operasyonda zorunlu olarak hazır bulundu.
Operasyon bittikten sonra da Cavit Çağlar Soğudum, uçak üzerinde tehdit var
diyerek, uçağı MİT e satmak istedi ama bu istek MİT tarafından benimsenmedi.
Daha sonra aynı amaçlarda kullanılmak üzere başka bir jet uçağı MİT tarafından
satın alındı.
Atasagun CİA yı ikna etti
Operasyon için ayrılan ekip, ne için seçildiklerini bilmiyordu. Ekip Amerikalı
uzmanların gözetiminde Antalya ya götürüldü. Antalya da üç kişilik MİT uçuş
personeli ile Cavit Çağlar ın uçağının üç kişilik pilot ekibi de bulunuyordu.
Uçağın üzerindeki bütün numaralar, bayraklar ve Türkiye yi çağrıştıracak
işaretler tamamen yok edildi. Uçak uzun yolculuğa hazırlandı.
Antalya da,gözlerden uzakta Amerikalılarla birlikte Kenya da gerçekleştirilecek
operasyonun benzeri senaryolar sürekli olarak denendi. Ekip eğitimli hale
getirildi. Bu sırada Amerikalılar MİT elemanlarına operasyon için gerekli olan
bütün teknikleri gösterdiler. Ancak tam bu sırada CİA yetkilisi, Şenkal
Atasagun u ziyarete geldi. Öcalan ın Kenya da olduğunu sanıyorlardı. Ama yerini
bulamadıklarını iddia ediyorlardı. Amerika vaz mı geçiyordu? Atasagun bunun
üzerine çok güvenilir kaynaklarından öğrendiği Öcalan gerçeğini Amerikalı casusa
söyledi:
Öcalan Kenya da Yunanistan büyükelçisinin evinde.
Amerikalı yetkili şaşkındı. Türk gizli servisinin Öcalan a bu kadar
yaklaşabilmesi onu korkutmuştu. Operasyonun bu noktasında Amerikalı yetkili Türk
tarafına Öcalan ın ele geçirilemeyeceği mesajını vermek istiyordu. Ama aldığı
mesaj, Öcalan ın takibinde MİT in kararlılığını göstermişti. Öcalan Kenya da
Türk ajanları tarafından her an bir suikasta da kurban gidebilirdi. Amerikalı
yetkili daha sonra Öcalan la ilgili Atasagun un verdiği bilginin doğru olduğunu
teyid etti. Amerika vazgeçilmez bir noktaya gelindiğini anlamıştı. Operasyon
tarafların anlaştığı gibi devam edecekti.
Ama ekibe hâlâ görevle ilgili bilgi verilmiyordu. Bu sırada dinleme ve gözleme
çalışmaları Amerikalılar tarafından sıkı bir şekilde devam ediyordu. Yunanistan
üzerinde inanılmaz bir baskı oluşmuştu. Amerika , Yunanistan ın boğazını
sıkıyordu adeta.
Yılmaz biliyordu
Antalya da yapılan eğitim çalışmaları 4 gün boyunca devam etti.
Öcalan operasyonunu Türkiye de bu sırada Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel,
Başbakan Bülent Ecevit,Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı İsmail
Cem, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, MİT Müsteşarı Şenkal
Atasagun, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Fevzi Türkeri, MİT Müsteşar
Yardımcısı Miktad Alpay resmî olarak bilien kişilerdi. Bilgi sızmaması için
olağanüstü dikkat sarf ediliyordu. Başbakan Ecevit bu konuda hiçbir sızmanın
olmadığını sanıyordu. Ama yanılıyordu. Yanıldığını daha sonra anladı. Olayla
ilgili olarak ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ın da bilgisi vardı. Yılmaz olayı
bildiğini Ecevit e nasıl aktardığını anlattı:
Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan la Abdullah Öcalan yakalanmadan iki gün önce
yemekteydik.Yemek sırasında Özkan hiç bu konuda konuşmuyor, susuyordu. Ama bir
şeyler de var. Halinden belli. Ben şu Öcalan da gelince herşey iyi olacak diye
bir şey söyledim. Çok şaşırdı.Bana haber geldi,böyle bir operasyon olacak diye,
dedim. Öcalan yakalandığında da Ecevit e tebrik ziyaretine gittim.
Ankara sabırsızdı
Başbakan Ecevit ile Cumhurbaşkanı Demirel sürekli olarak operasyonu soruyorlar,
sonuç alınıp alınamayacağını merak ediyorlardı.
10 şubat günü Antalya dan Ankara ya gelen MİT ekibi, Müsteşar Atasagun
tarafından yolcu edildi. Atasagun ekibin içinde belirlenen iki lidere görevi
açıkladı. Bunlardan biri uçağın MİT mensubu olan pilotuydu. Pilot aynı zamanda
uydu telefonuyla uçaktan sürekli olarak Atasagun a bilgi aktaracaktı. Olaylarla
ilgili gelişmeler ve iletişim konusunda yetkili oydu. Elinin altında her an
kullanıma hazır uydu telefon bulunuyordu. Diğer lider ise eski bir askerdi.
Emekli albay uzun zamandır MİT içinde görev yapıyordu. O da 7 kişilik ekibin
başında bulunacaktı. Atasagun Öcalan ın sağ olarak Türkiye ye getirilmesi
talimatını verdi.Hiçbir şekilde zor kullanılmayacaktı. Ekip kendisini de bu
anlamda kontrol edecekti. Öcalan sağ ve salim olarak Türkiye ye getirilecekti.
MİT uçağa yerleştirdiği kendi kadrolu pilotlarına rotaları verdi. Güvenlik ve
gizlilik için en acil durumlarda kullanılacak uydu haberleşme sistemlerinden,
çıkabilecek çatışma anlarında başvurulacak silahlara kadar her şey düşünülmüştü.
10 şubat 1998 de uçak Türkiye den Öcalan ı almakla görevlendirilen ekiple
birlikte havalandı. İlk rota Mısır üzerinden Uganda ya göre çizilmişti. Uçakta
yolculuğu belgeleyecek video çekimleri yapıldı. Mısır piramitlerinin üzerinden
geçerken, üzerinden uçulan ülkelerin kentlerinin hava görüntüleri alındı. Ekip
Uganda ya ulaştığında, Öcalan ı almakla görevli olan yedi kişi uçaktan hiç
çıkmadı. Hep talimat beklediler. Hareketlerine Amerikalılarla birlikte
Ankara dan gelecek emirler yön veriyordu. 10 şubatta Uganda ya ulaşan ekip 14
şubat akşamına kadar hep haber bekledi. Bu sırada tam iki kez Öcalan ın alınması
için harekete geçirildi. Ancak Öcalan Kenya da baskılara karşı direniyordu.
Amerikalıların ve Yunanistan ın bastırmalarına karşın Yunan Büyükelçiliği ni
terk etmiyordu.
14 şubat akşamı uçağa Kenya nın başkenti Nairobi ye hareket etmesi emri verildi.
15 şubat pazartesi günü Nairobi de geçirilecekti.
Uçak hazır
Nairobi Havaalanı ndaki Türk ekibine öğlenden sonra her an hazırlıklı olması
için gerekli talimat ulaştırıldı. Bunun üzerine herkes uçak etrafındaki görev
yerine geçti. Sorun çıkması beklenmiyordu.
Akşam 19.20 sularında havalanının özel bölümündeki tel kapıların açıldığı
görüldü. Beklenen an gelmişti. Uçağın içindeki ve etrafındaki Türk görevliler
hazır bekliyorlardı. Aralarında Amerikalı yoktu. Bütün ekip MİT görevlileri ile
asker kökenli kardiyolog doktordan oluşuyordu. Etrafta Kenyalılar bulunuyordu.
Ama havaalanında ve Öcalan ın gelişinde Almerikalılar sıkı bir izleme ve gözleme
faaliyeti gerçekleştiriyordu. Amerikalılar Türk görevlilerin sözlerini yerine
getirip getirmeyeceklerini merak ediyorlardı.Öcalan sağ olarak Türkiye ye
ulaştırılmalıydı.
Öcalan hiç şüphelenmedi
Öcalan ı getiren otomobil aprona girdi. Türk ekibini taşıyan uçağın yanına kadar
geldi.
Öcalan, Kenyalı yetkilerle birlikte gayet rahat ve neşeli bir biçimde elindeki
çantasıyla uçağa doğru yöneldi. Hollanda ya gideceğini sanmaktaydı. Uçağa şöyle
bir göz atmış, ama dikkatini çekecek hiçbir şey görememişti. MİT ekibi nefesini
tutmuş olanları izliyordu. Öcalan hızlı adımlarla uçağın merdivenlerine yöneldi.
Kapıda duran uzun boylu, sarışın, yeşil gözlü Türk görevliyi hafif bir
gülümsemeyle selamladı. Fizikî görüntüsü Batılıları andıran görevli kendisine
gülümseyerek karşılık verdi. Rahat bir biçimde uçaktan içeriye girdi. Hiç
şüphelenmemeşti.
Öcalan ın içeriye girmesiyle, MİT görevlilerinin Öcalan ın üzerine atlamaları
bir oldu.Öcalan bir anda, bir eşya gibi özel bir bant ve kelepçeyle paketlendi.
Abdullah Öcalan uçağın içinde hiç karşı koyamadı. Yere yatırıldığında da,
sonrasında da hiç direnmedi.Türk görevliler kendisine karşı zor kullanmadılar.
Elleri, ağzı ve gözleri anında bantlandı.Askeri doktor sağlık kontrollerini
yapıyordu. Öcalan iyiydi. Ama yakalandığını anladığında şoka girmişti. Kendisine
de bir zarar vermemesi için olağanüstü dikkat gösteriliyordu.
Her dakika kayda geçti
Öcalan uçağa girdiği andan itibaren videoyla kayıt yapılmaya başlanmıştı.Uçak
yolculuğu boyunca toplam 90 dakikalık çekim gerçekleştirildi
Öcalan uçağın içinde bir süre paketlenmiş olarak tutuldu. Uçak kalkış izni
alıp pist başı yaptığında saatler 20.00 yi geçiyordu. 15 şubat 1998 günü Öcalan
eldeydi ve Türkiye ye doğru yola çıkıldı.
Öcalan uçak havalandıktan sonra bir koltuğa oturtuldu. Ellerinde kelepçe vardı.
Gözleri ve ağzı bantlıydı.
Önce ağzındaki bant açıldı. Sonra gözlerindeki. Öcalan yakalanmanın şokuyla
midesinin yandığını belirten şeyler yapıyordu. Ama konuşamıyordu. Tutulmuştu.
Öcalan a ne uçağa binmeden önce ne de bindikten sonra uyuşturucu, uyutucu veya
bilincini bozacak hiç ilaç verilmedi.
Öcalan korkmuştu. Öcalan ı sarmalayan özel bantlar çözülürken onlarca arkadaşını
PKK yla mücadelede şehit veren, MİT görevlisi o tarihî sözleri dile getirdi:
Abdullah Öcalan, memlekete hoş geldin.
Memleket havası
Bu sözlerin ardından şoka girdiği her halinden belli olan Öcalan ile konuşma
şöyle gelişti:
Görevli: Abdullah Öcalan, memlekete hoş geldin.
Öcalan: Sağol.
Görevli: Nasılsın, sağlık durumun nasıl?
Öcalan: İyi.
Görevli: Sağlıktan bir problemin yok yani?
Öcalan: (Midesini işaret edip, yüzünü ekşitti. Buruşturdu.)
Görevli: Ne var, midende ağrı mı var, ekşime mi var? Yanıyor mu?
Öcalan: (Başını evet anlamında sallıyor.)
Görevli: Tamam biz gerekli tedaviyi yaparız, yaptırırız gidince.
Öcalan: (Gözlerini kapatıyor.)
Görevli: Gözlerini kapatmana gerek yok. Suyla silelim. Silelim mi? Bant rahatsız
ettiyse suyla silelim.
Öcalan: (Hayır anlamında başını sallıyor.)
Görevli: Sen şimdi bizim misafirimizsin. Şimdi sana bir şeyler sormak istiyorum.
Rahat ol. Kendini öyle sıkıntıya sokma.
Öcalan: Ben ülkemi severim. Annem de Türk tü. Eğer bir hizmet gerekirse yaparız.
Onun dışında bana bir şey sormayın.
Görevli: Bizim sorduğumuz sorulara cevap vermiş olursan, hizmet yapmış olursun.
Öcalan: Türkiye ye dönünce hizmet edeceğim. Fırsat verirseniz ederim.
Görevli: Bak şimdi kayıt yapıyoruz...
Öcalan: Kaydedin, yayınlayın. İşkence etseydiniz... İşkence etmediniz. Ama ben
gerçekten söylüyorum. Türkiye ve Türk halkını seviyorum. Onlar için iyi hizmet
edeceğime inanıyorum. Fırsat verilirse yaparım.
Görevli: Fırsat veririz de istediklerin ne? Ne istiyorsun mesela?
Öcalan: Kendinizi de o kadar yormayın. Böyle şeylere gerek yok.
Görevli: Yok zaten bir emniyet tedbiri.
Öcalan: Bir fırsat verilirse, bir hizmet imkânım varsa ki inanıyorum vardır,
hizmet yapabilirim.
Altın makas Atasagun
Öcalan ın bu konuşmaları ve basına dağıtılan yedi dakikalık kaset aslında 90
dakikalık çekim bantlarından hazırlandı. Bu kasetten verilecek görüntülerle
Öcalan ın konuşmasından seçilecek bölümleri MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun bizzat
kendi elleriyle montajladı.
Öcalan uçakta geçen 6,5 saatlik yolculuğuyla ilgili olarak daha sonra şunları
anlattı:
İlk kararım tavır koyma yönündeydi. Yemeyecektim, içmeyecektim,
konuşmayacaktım. Ama daha sonra bazı gerçeklerin gizli kalacağını düşündüm.
Barış için yaşayacağım dedim. Uçak Mısır a, İsrail e veya Kıbrıs a indi. Yine üç
yere indiğimizi daha sonra helikopterle Anadolu topraklarına geldiğimizi
sanıyorum. Benim yanımdakilerin niteliğini bilmediğimden (çünkü gözlerim
kapalıydı), Bir faili meçhule uğrar mıyım? diye sordum. Bu sözlerime çok tepki
gösterdiler ve Sana o şansı vermeyeceğiz dediler.
Kenya dan hareket eden uçak Öcalan ın söylediklerinin aksine hiçbir yere
uğramadan doğruca Türkiye ye yöneldi. Uçak bunun için seçilmişti zaten. Kenya
ekibi Ankara yla direkt olarak görüşüyordu. Öcalan ın yakalandığı operasyonu
bizzat Şenkal Atasagun yönetiyordu. Atasagun önce operasyonun başarıyla
gerçekleştiği mesajını aldı. Ardından da 15 şubatı 16 şubata bağlayan gece
Öcalan ı taşıyan uçağın Türk hava sahasına girmesini bekledi. Amerikalılardan da
çek edilmişti, operasyon başarıyla tamamlanmıştı.
Saat 02.00
Öcalan ı taşıyan uçak hava sahasına girdiğinde saat 02.00 sularıydı. Şenkal
Atasagun sırasıyla Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı nı arayarak
Paket geldi dedi. Bu Abdullah Öcalan ın yakalanışının habercisiydi. Liderler
heyecanlıydı. Ayrıntıları istediler. Operasyonun başarılışı ve uçağın Türk hava
sahasında olduğu liderlere tek tek anlatıldı.
Ancak Bandırma da askerî havaalanına inmesi planlanan uçak sis nedeniyle iniş
yapamıyordu.Bu nedenle İstanbul a yönelindi.
Aslında uçak Bandırma Havaalanı na inseydi Öcalan la ilgili açıklama hemen
yapılmayabilirdi. Ama sis Bandırma ya inişi imkânsız hale getirmişti. İstanbul a
inilecekti. Ama uçağa İstanbul Havaalanı nın kulesi iniş izni vermiyordu. Çünkü
uçak kendisini tanımlamıyordu. Kule ile uçak arasında tartışma ve sorun vardı.
İstanbul kule izin vermeyince
Uçaktakiler iniş izni alamayacaklarını anlayınca üzerlerinde bulunan çok gizli
telefon numaralarını devreye soktular. Ankara ve İstanbul arasında yapılan
telefon görüşmelerinden sonra uçak için iniş izni derhal verildi.
Olağanüstü uçuş İstanbul Havalimanı nda sona erdi. Saat 03.30 sularıydı. MİT in
işi İstanbul da sona erdi. Bu ana kadar operasyonun içinde bulunmayan askerler
devreye girdiler. Öcalan ı MİT mensuplarından askerler devraldılar.
Bu sırada Kenya, Yunanistan ve Hollanda da bulunan Öcalan ın avukatları ile
Almanya daki PKK büroları Öcalan ın kaybolduğunu veya ele geçtiğini duyurmaya
başlamışlardı.
Öcalan geldi haberi
16 şubat günü saat 06.45 de İstanbul da cep telefonumun sesiyle uyandım.
Telefondaki haber kaynağım, İnanmayacaksın ama Öcalan ı MİT bir operasyonla ele
geçirmiş ve Türkiye ye getirdiler. Sabah alanda görülmüş. Kenya dan gelen uçak
diye sorarsan bilgi edinirsin. Ama ricam ne olur bir gün bekle sonra haber yap.
Bu gizllik açısından çok önemli dedi.
Telefonu kapattıktan sonra heyecandan uyuyamadım. Saat 07.45 te Ankara daki
kaynaklarımı aramaya başladım. Öcalan la ilgili bilgileri yoktu. Saat 08.15 te
MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun u evinden aradım. Telefonu direkt kendisi açtı:
Günaydın Şenkal Bey, ben Tuncay Özkan.
Günaydın. Hayırdır bu saatte Tuncay Bey...
Şenkal Bey Abdullah Öcalan ın yakalanarak Türkiye ye getirildiği yolunda
bilgilerimiz var. Bu operasyonu MİT in yaptığı söyleniyor...
Tuncay Bey yok böyle bir bilgimiz. Biz kendisinin nerede olduğunu öğrenmeye
çalışıyoruz...
Ama bu sabah Kenya dan özel bir uçakla İstanbul a gelmiş. Uçaktan
inidirilişini görenler var... Siz emin misiniz?
Vallahi bizden başka bir MİT var ve o bu tür operasyonlar yapıyorsa bilemem.
Ama bizim böyle bir operasyonumuz yok.
Peki efendim. İyi günler dilerim,
İyi günler.
Yapacak bir şey yoktu.
Saat 08.40 da Kanal D den editör arkadaşım Emin Demirel telefon etti:
Duydunuz mu?
Duydum. Ama MİT Müsteşarı yalanlıyor...
Getirmişler vallahi. Öyle söylüyorlar.
Gene bakacağım.
Çok yaygın söylenti var.
İçim içimi yiyordu. Kanal D nin kapısından içeri girdiğimde saat 09.20 ydi.
Herkes söylentiden bahsediyor, ama bir türlü doğrulayacak kaynaklara
ulaşılamıyordu.
Ankara bürosundan gelen haber içimdeki kuşkuyu artırdı. Başbakan Bülent Ecevit,
Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Genelkurmay yetkilileri ve MİT Müsteşarı
Şenkal Atasagun toplantı yapıyorlardı. İstanbul da Öcalan ı teslim alan
Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı nın başındaki General Engin Alan
Başbakanlık a sürekli olarak gidip geliyordu. Ankara hep beraber toplantı
yapıyordu. Bu olacak şey değildi. Saat 09:55 de bir altyazı hazırlanması
kararını verdik.
Abdullah Öcalan Türkiye dedir
Flaş...Flaş...Flaş... Bölücü terör örgütünün başı Abdullah Öcalan ın Kenya da
yakalanarak Türkiye ye getirildiği belirtiliyor. Ayrıntılar az sonra.
Bu altyazının yazılması talimatını verdiğimiz Kanal D nin ana kumadasındaki
altyazıcı arkadaş, heyecandan ne yapacağını şaşırmıştı. Kendisine yayınla
demeden yazıyı ekrana vermemesi söylendiği halde o heyecandan yazıyı geçmeye
başlamıştı. Durdurmak için artık çok geçti. Ya değilse? Yalanlanırsak diye kara
kara düşünürken Ankara dan Başbakan ın, MİT müsteşarıyla birlikte bir basın
toplantısı düzenleyeceği ve bir dakika sonra yayına girilmesi gerektiği haberi
geldi. Masanın üzerinden atladığımı ve doğruca stüdyoya girdiğimi hatırlıyorum.
Yayındaydım. Sözcükler kendiliğinden ağzımdan dökülüyordu:
Abdullah Öcalan yakalandı ve Türkiye ye getirildi. Şimdi Ankara ya bağlanıyoruz
ve Başbakan ın konuyla ilgili açıklaması... dediğim sırada Başbakan Bülent
Ecevit in sözleri ekranlardan bütün Türkiye ye yayılıyordu:
Abdullah Öcalan Türkiye dedir.
16 şubat 1999 saat 10.03 de Bülent Ecevit, bölücü başının kendisi dahil hiç
kimsenin canı incitilmeden yakalandığını resmen açıklamış oluyordu. Sabaha karşı
03.00 den itibaren Abdullah Öcalan in Türkiye de olduğunu vurgulayan Ecevit,
Öcalan Türkiye dedir. Dünya nın neresinde olsa devletin onu ele geçireceğini
söylemiştik. Şehit analarına verilen söz yerine getirildi dedi. Öcalan ın 12
gündür değişik kıtalarda takip edildigini kaydeden Ecevit, Türkiye de bu konuyu
bilen 10 yetkili vardı. En küçük sızma olmadı. Bu operasyon Genelkurmay ile
MİT in tam uyum içinde çalışması neticesinde gerçekleştirildi. Güç bir iş
başarıldı. Şu anda Türkiye de ama, ulaşacağı yere henüz gitmedi diye konuştu.
Öcalan ın sorgulamasının yetkili adlî makamlar tarafından yapılacağını
vurgulayan Ecevit, Abdullah Öcalan ın yakalanışı konusunda ayrıntıya
giremeyeceğini ifade ederek, Öcalan kendisi dahil kimsenin canı incitilmeden
yakalandı. Hangi ülkede yakalandığını açıklamayacagız. Yakalanmasının şeklini
fazla kurcalamayın demekle yetindi. Dünyadan dışlanan Öcalan kendisini
Türkiye nin kucağında bulduğunu anlatan Ecevit, Öcalan, yaptıklarının hesabını
Türk adaletine verecektir. Devletimizle baş edilemeyeceğini herkes anlamıştır.
Gençlere seslenmek istiyorum. Dağlarda mağaralarda kendilerini ateşe atan
gençlere çağrıda bulunmak istiyorum. Sizler mağaralarda sürünürken, elini sıcak
sudan soğuk suya sokmadan kendisi lüks konaklarda yaşıyordu. Onların tuzağına
düştüğüne inanıyoruz. Kendinizi devletin adaletine teslim edin. Pişmanlık
yasasından faydalanın. Gelin analarınıza babalarınıza kavuşun. Hasretinizi
dindirin. Devletle ele ele halkınızı kucaklayın. Artık yeter deyin şeklinde
konuştu. Başbakan Ecevit, sözlerini Allah tüm insanlığı teröristlerden ve
savaşlardan korusun diyerek bitirdi.
Yassıada dan neden dönüldü
Başbakan bu basın toplantısına katılmadan önce MİT Müsteşarı ve askerî
yetkililerle bir toplantı yaptı. Bu toplantı sırasında Öcalan ın Yassıada ya
gönderilmesinin uygun olacağı görüşü Başbakan tarafından dile getirildi. Ancak
adanın imajı ve Öcalan ın kimliği ön palana alınarak olayın siyasî malzeme
yapılmasına fırsat tanınmaması üzerinde duruldu.
Bunun üzerine İmralı Adası Öcalan ın götürüleceği yer olarak saptandı.Ecevit bir
çocuk kadar şendi. Bu operasyonla ilgili olarak açıklamaların ardından aradığım
Şenkal Atasagun, bu kez Sabah size bunu doğrulamam mümkün değildi. Aslında
sizin bunu öğrenememeniz gerekiyordu, ama uçak alan değiştirince sızma oldu.
Başbakan açıklama yapmadan bunu doğrulayamazdım dedi.
Atasagun ayrıca Aman ne olur basın olarak bu olayı abartmayın. Bakın bu bir
müşterek operasyondur. Bununla ilgili ayakları yere basmayan şeyler söylenir ve
yazılırsa inanın komik oluruz. Çünkü operasyonun gerçek boyutlarını birlikte
yaşadığımız başka kuruluşlar var. Bizim ayaklarımız yere basıyor. Basının da bu
konuda soğukkanlı davranmasını diliyoruz. Başka açıklama yapamam dedi.
Ben de oturup 18 şubat günü yayımlanacak olan Radikal gazetesindeki köşemde
aynen şunları yazdım:
MİT in başarısı işbirliğinde
Nairobi Havaalanı nda Türkiye ye teslim edilen Abdullah Öcalan, daha uçaktayken
konuşmaya başladı. Öcalan ın, bir kısmı dün yayımlanan kasetteki itirafları
aslında tam 1,5 saat sürüyor. Abdullah Öcalan kendi deyişiyle Türk milletine
hizmete hazır bir sekilde, mevcutlu olarak Türkiye ye getirildi. Şimdi ne
olacak? Bu sorunun yanıtını vermeden önce, bu operasyonun nasıl yapıldığına
bakmakta fayda var.
Bu çapta bir operasyon desteksiz yapılamaz. Ama o desteği sağlayacak altyapıyı
oluşturmak, bazen operasyonu yapmaktan daha da önemlidir. Bu tür operasyonları
dünyada başarıyla gerçekleştiren İsrail gizli servisi Mossad, Amerikan askerî
gizli servisleri, Alman gizli servisi gibi belli başlı teşkilatlar var.
Çoğunlukla bu tür operasyonlarda bu gizli servisler de çuvallarlar. Başarısız
kalırlar. Başarılı olanlarının ardında da yine başka gizli servislerin veya
yerel örgütlerin aktif çalışmaları bulunur. Şimdi önümüzde duran bu başarılı
operasyona bakarken, havalara uçmamak ama sevincimizi de bastırmamak
durumundayız. Yani ayaklarımız yere basmalı. MİT elemanları çok önemli bir
operasyona imza koydular. Bu tim içinde yer alan asker kökenli kardiyolog doktor
dışında, operasyonel ekibin tamamı MİT mensubu. Bunların eğitimi ve operasyon
hazırlıkları MİT te yapılıyor. Bu ekip öyle üst düzey yetkililerden de
oluşmuyor.
Çağlar ın özel uçağı Türkiye açısından bu denli önemli olan operasyonda başka
gizli servislerin etkinliği biliniyor. Bunu söylemek, operasyonun değerini
küçültmüyor. Aksine onu yerli yerine koyuyor. Bu, operasyonun değerini
küçültmez. İşte bu yüzden ayaklarımız yere basarak, biz karşılıklı güven ve
işbirliği içinde bu başarıya imza attık demeliyiz. Eğer olayı abartır,
gerçekleri olduğundan başka yönlere çeker, olgusal değerlendirmeden kaçınırsak,
başkalarını kendimize güldürme olasılığıyla karşı karşıya kalırız. Amerika ve
İsrail gizli servisleri bizim operasyonla bir ilgimiz yok açıklamalarını
yaptılar. Bu onların etkinliklerini küçülttü mü? Bu gerçeklik ki MİT ve hükûmet
yetkililerini abartısız, sade açıklamalar yapmaya itiyor. Başbakan Ecevit olayı
olduğu gibi gösteriyor. MİT yetkilileri susuyor. Ağırbaşlı davranıyor. Şov
yapmak yerine gerçek sonuçla ilgilenmeleri, MİT içinde pek çok şeyin yoluna
girdiğini gösteriyor. Kanımca operasyona katılan Türk ekibinde yer alan beş kişi
Abdullah Öcalan ı teslim aldıktan sonra, kendilerine bayıltılmış olarak
paketlenip sunulan Öcalan ı getirenlere teşekkür etti ve uçağın kapısını
kapattı. (Doktorlara göre Öcalan bayıltıldığı için, uçakta ayılırken midesinde
ekşimeden şikâyet ediyor ve ilaç etkisini yitirene kadar kendine gelmekte
zorlanıyor.) Şimdilik yardımcı olan başka ülke servislerinin bu teşekküre, Bir
şey değil demek dışında yapacakları yok. Ama onlar da bir başka operasyon
sırasında MİT e başvurup yardım isteyeceklerdir. Karşılıklılık ilkesinin gizli
servisler arasındaki işleyişi böyle oluyor. Kenya operasyonu 10 şubat 1999
günü başlıyor. Türkiye de işadamı Cavit Çağlar ın şirketinden özel uçak
kiralanıyor. Çağlar ın ve adamlarının, hatta uçak pilotunun dahi operasyondan
haberi yok. Ekip önce Uganda ya sonra Kenya ya gidiyor. Tam beş gün boyunca,
Kenya Türk büyükelçisinin dahi haberi olmadan havaalanında bekliyor. Sonra
Abdullah Öcalan alınıp uçağa konuluyor. Bütün bu serüven kamerayla kaydediliyor.
Abdullah Öcalan ın uçaktaki konuşmalarından derlenen bir bölüm MİT Müsteşarlığı
tarafından dün gazetecilere dağıtıldı. Bu görüntülerin devamı da var tabiî.
Uçakta Öcalan la yapılan röportaj tam bir buçuk saatlik konuşmayı içeriyor.
Öcalan bu konuşmasının yayımlanmayan bölümlerinde dış desteklerinden, hayal
kırıklıklarına kadar pek çok konuda görüşlerini aktarıyor. Bunları İmralı da
başlayan sorgusunda da anlatacaktır. Önemli olan Abdullah Öcalan ın hiç direnç
göstermeden, direkt olarak sorulanlara yanıt vermesi ve açıklamalarıdır.
Öcalan ın Türkiye ye getirilişi ilginçtir. MİT Müsteşarı Senkal Atasagun un
göreve getirilişinin birinci yıldönümüne rastlıyor. İyi hediye diye düşünüyorum.
Operasyondan dolayı emeği geçen herkesi kutlamak lazım. Büyük iş yaptılar.
Türkiye nin olayı sevinç ve havalara uçmak dışında değerlendirmesi de gerekiyor.
Bundan sonra ne olacağı çok önemli. Abdullah Öcalan, PKK örgütünü kuran, onu
bugüne taşıyan kişi. Şimdi Türkiye nin önünde Öcalan sorunu ile birlikte
mücadele edilmesi gereken PKK terör örgütü var. Türkiye iki cephede birden
çatışmak durumunda. Batı nın bugüne kadar destek verdikleri Öcalan dan umut
kestikleri yaklaşık bir yıldır biliniyordu. Bu nedenledir ki Öcalan konusunda
Türkiye nin baskıları sonuç verdi. Öcalan ın tasfiye süreci başlamıştı.
Öcalan ın tasfiyesini izleyen süreç, bu terör hareketinin Batılılar tarafından
siyasallaştırılması olacaktı. Bugün Abdullah Öcalan kartını, Türkiye nin üzerine
bırakanlar, geride kalan PKK ve Kürt kartını hemen siyasallaştırma girişimlerini
de başlattılar.
PKK sorunu var. Siyasallaşan bölücü hareket, Türkiye nin önündeki büyük
engellerden birisi olmaya devam edecektir. Bununla mücadeleye hemen başlamamız
gerekiyor. Öncelikle terörist başının yargılanması sürecinin çok hızlı ve iyi
yapılması gerekiyor. Daha Öcalan Türkiye de 24 saatini doldurmadan ona avukat
gönderenlerin, uluslararası gözlemciler tayin edenlerin sorunu nerelere kadar
vardıracakları ortada. Almanya kendi topraklarında PKK terörünü en yakından
yaşayan ülke olmasına rağmen, Öcalan ın adil yargılanması konusunda açıklamalar
yaparak, adeta iç hukukumuza müdahaleye bile başladı. Türkiye de bağımsız, güçlü
ve adil bir yargı olacağını dünyaya anlatmamız gerekiyor. Bugüne kadar
başaramadığımız tanıtım sorununun altından şimdi kalkmamız gerekiyor. Burada
görev, Dışişleri Bakanlığı çalışanları ile dış misyonlarda çalışanlarındır.
Bunların toplam sayısı neredeyse 10 000 kişiyi buluyor. Artık bu insanlara haydi
demenin zamanıdır. Oralar da para alıp yatılmadığını, istendiğinde ne kadar
etkili olunabileceğini herkese göstermeleri lazım. Türkiye PKK sorunuyla daha
uzunca bir zaman karşı karşıya kalacak. Bunun için PKK yla mücadelede zafer
çığlıkları için çok erken. PKK yurtdışında başlattığı terör eylemlerini
Türkiye ye taşıyacak ve eylemlerde bulunacaktır.
Adaletin sınav günü
Halkın provokasyonlara karşı uyanık olması lazım. Büyük terör eylemleri için
güvenlik güçlerinin alarmda bulunması gerekli. Türkiye, PKK yla mücadelesinde
yeni ve başarıyla açtığı bir sayfada ilerliyor. Bu sayfanın hep başarıyla
devamı, Kürt sorunu olarak adlandırılan ekonomik kıskacın kırılmasına bağlı.
Güneydoğu da ekonomik kalkınmanın tam zamanıdır. Sosyal politikaların devreye
girmesinin tam zamanıdır. Bunlar, gecikmeden yapılması gerekenler. Hazır
terörist başı da Türk milletine ve Türk hükûmetine yardımcı olmak istiyor,
Benim Türkiye ye hizmet etmem için fırsat verirseniz, hizmet ederim. Kuran
hakkı için konuşuyorum, başka şeyleri de konuşurum. Bir hizmet imkânım varsa,
ben inanıyorum vardır... sanıyorum daha üst düzeyde tahlil edebilirler. Size ben
hizmet edeceğim. Ama ben gerçekten Türk üm, Türkiye yi ve halkını da seviyorum.
Layıkıyla hizmet edeceğime inanıyorum. İçime doğuyor diyor, bundan en iyi
sekilde yararlanmak lazım.
Örnegin Abdullah Öcalan, dış desteklerini anlatsa, banka hesap numaralarını,
askerî eğitim veren uzmanları, kendisiyle görüşen gizli servis mensuplarını
açıklasa, Türkiye terör mücadelesinde yeni bir boyut kazanır. Avrupa Topluluğu
üyesi ülkelerin PKK destekleri, Öcalan tarafından deşifre edilince, bu
çevrelerin başlatacakları yeni siyasallastırma numarası karşısında Türkiye
önemli bir koz elde etmiş olacaktır. Şimdiden Yunanistan da yaşananlar, olayın
arkasında büyük siyasî depremler olacağının göstergesi gibi.Terör ateşiyle
oynayanların, bir gün o ateşle yanacakları bundan güzel nasıl ortaya çıkardı ki?
Bu terörle hukuk dışı yöntemlerle mücadele eden bazı Türk çevrelerine de iyi bir
ders oldu. Otuz bin kişinin katili Abdullah Öcalan. Onu biliyoruz. Ama ya
binlerce faili meçhul. Onların hesabını terörü terörle bitirme hastalığına
yakalananlardan kim soracak? Bugünler Türk adaletinin sınav günleri. Bütün
gözler onların üzerinde.
Öcalan ve idam
Ve Türk adaleti Öcalan yargılamasında çok iyi bir sınav verdi. Yargılama aşaması
ve itirazların değerlendirilmesinde hukuk adamlarımız soğukkanlılıklarını hiç
bozmadılar.
Ancak yasalarda bulunan idam cezasının uygulanması noktasında karşımıza çıkan
sorunlardan biri Öcalan ın idam cezasının uygulanıp uygulanamayacağı
konusuydu. Bu konuda Türkiye yi kasım 1999 Helsinki Zirvesi yle aday ülke
konumuna getiren Avrupa Birliği baskısının yanı sıra, kendi ülkesinde idam
cezası uygulamalarıyla eleştirilen Amerika da, Türkiye nin Öcalan ı idam
cezasına çarptırmamasını istiyor. Bu Öcalan ı Türkiye ye teslim ederken
Amerika nın, sağ olarak adalete teslim edilmesi şartıyla da parelellik
gösteriyor. Bu şart ve Avrupa Birliği ile Amerikan yönetiminin Türkiye
üzerindeki baskıları Öcalan ın İmralı daki tutsaklığını ömür boyu hapse
çevirebilir. Bu konudaki tutumu iç hukuk kurallarımızın da üstünde bir hukuk
kuralı olarak mevzuatımıza giren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nin kararı da
şekillendiriyor. Türkiye bu mahkemenin Abdullah Öcalan ın idam cezası hakkında
yürütmenin durdurulması kararına uymak konusunda çaresiz. Bu Öcalan ın idam
kararının uygulanamamasını gündeme getirecek. Çünkü Avrupa Birliği normlarında
idam cezası yok. Bu Türkiye nin de uymak zorunda kalacağı bir durum.
Ancak Ankara da, özellikle hükûmetin büyük ortağı Milliyetçi Hareket Partisi
içindeki şahinler ile askerî kanat arasındaki sıkışmışlık ve şehit ailelerinin
baskısı birleşince ne olacağı sorusuna net yanıt verilemiyor. Bazı çevreler
Öcalan asılır, sonra Avrupa Birliği normlarına uyulur diyorlar. Ama bunun
getireceği sonuçlar ile ödenecek bedeller konusunda tam bir hesap yok. Herkes
Öcalan konusunda hem Avrupa Birliği nin, hem de Amerika nın tutumunun idam
cezasının uygulanması durumunda olabildiğince sertleşeceğini kestiriyor.
Ankara da bu konuda duyguların mı, yoksa aklın mı galip geleceğini zaman
gösterecek. Bu anlamda Öcalan ın yakalandığında sağ olarak Türkiye ye
getirilmesi şartının, bir iç çatışma beklentisine dönük olduğunu dile getiren
görüşler de var.Bu eleştirilere de yol açıyor.
Operasyon eleştirdi
Operasyonla ilgili olarak görüştüğüm bir istihbarat uzmanı karşı görüşler dile
getirdi:
Abdullah Öcalan ın yakalanmasında en büyük faktör telefonkolik olması.
Telefonla konuşmayı çok sever ve bazen 4-5 saate varan konuşmalar yapar. Tabiî
PKK gibi bir örgütü, liderinin uzaktan kumanda etmesi için muhaberede bulunması
şart ama Alattin Çakıcı ile bunun ki bir hastalık halinde. Zaten Rusya ya gidişi
de aynı şekilde haber alındı. Çanta şeklinde uydu telefonu kullanıyor. Bu ise
Gölbaşın daki Bayrak üssünde bulunan yer istasyonundan dinleniyor. Herkes Uçağı
biliniyordu da uçağa hava sahamızda niye müdahale edilmedi? diye sordu. Bunun
sebebi mekanizmanın ağır çalışmasından. Dinleyen monitör rapora dökecek, o
üstüne arz edecek, amiri en kestirme yoldan yanına girebilirse MİT müsteşarına
bildirecek, müsteşar başbakana söyleyecek, O genelkurmay başkanına, o da hava
kuvvetleri komutanına talimat verecek, komutan da filo komutanına.Tabiî
arananlar bulunur veya bu arada biri yazılı emir istemezse 3-4 saat içinde
mekanizma harekete geçebilir. CİA Kontr Terör Merkezi, hiyerarşi içinde yer
almakla birlikte, doğrudan başkana muhatap olabiliyor. Böylece bizdeki 3-4 saati
10-15 dakikaya indirebiliyorlar. Zaten bu merkezde her önemli iç teşkilatın bir
temsilcisi var. Yani o temsilci bir telefonla mekanizmayı harekete
geçirebiliyor. Aslında bu sisteme benzer bir sistem kurulmalı Türkiye ye de.
Öcalan ı Kenya da tespit edenler Amerikalılar. Orada ABD
sefaretlerine yönelik hadiselerden sonra başta FBİ olmak üzere ABD güvenlik
güçleri karargâh kurmuşlardı. Daha doğrusu Öcalan ın Yunanistan da olduğunu ilk
tespit eden NSA (Amerika nın bütün dünyayı dinleyen Sinyal İstihbarat
Teşkilatı). Onun üzerine Yunanistan a baskı yapıldı.
Yunanlılar da alıp bunu Amerikalıların o anda en hassas olduğu ülkeye yani
Kenya ya götürüyorlar. Bu sefer telefon konuşması oradaki dinleyiciler
tarafından tespit ediliyor. Bizimkilere bilgi veriliyor. Amerikalılar PKK ve
Öcalan dan bihaber olan Kenya polisini devreye sokuyorlar ve kendileri arka
planda kalıyor. Bizimkilere gidip Kenya polisinden malı teslim almaktan başka
bir iş düşmüyor. Yani netice itibariyle Öcalan konusu tamamen Amerikalıların
eseri. Zaten bizim Kenya da hiçbir imkânımız yok.Daha önce de söylemiştim. Yine
tekrarlıyorum. Öcalan ın Suriye den çıkarılışı bir hataydı. Bizim senelerdir
üzerinde çalıştığımız ve burnunun dibine kadar girebildiğimiz bir mahalden
Öcalan ı çıkarttırmamızın yanlışlıkları ileride daha da çok anlaşılacak. Ya
Rusya veya İran, Irak gibi bir başka ülke Öcalan a Suriye gibi sahip çıkıp sonra
da gözlerimizin içine baka baka burada yok deseydi ne yapacaktık. Amerika PKK
terörünü bitirmek istedi ve bitirdi. Ancak bundan sonra PKK nın ve Kürt
konusunun siyasî yönü ön plana çıkacaktır. Yarın, öbür gün Apo yu mecliste
milletvekili olarak görürsem şaşmam.
Bu bir iç eleştiri. Öcalan yakalandıktan sonra Arap dünyası da olağanüstü bir
hareketlilik içine girdi. Bundan sonra ne olacak sorusu ve Türkiye ye yönelik
eleştiriler olayın boyutlarının aslında ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.
Araplar ne diyor?
Arap dünyasının olayla ilgili değerlendirmeleri de oldukça ilginç. Bu konuda
Birleşik Arap Emirlikleri nde yayımlanan El İttihad gazetesinin yazarlarından
Sudanlı gazeteci Ahmed Ali Bukadi nin 11 mart 1999 günlü Abdullah Öcalan ...
Ders ve Anlam başlıklı yorumu Türkiye ve Kürtlere bakışı bize özetliyor. Ayrıca
Öcalan ın yakalanışıyla ilgili Türkiye ye dönük eleştirileri de dile getiriyor:
İsrail istihbaratı (Mossad) ve Amerikan Merkezî İstihbarat Teşkilatı CİA nın,
Kürt lider Abdullah Öcalan ın Nairobi den kaçırılarak Türkiye ye teslimi
operasyonunun planlanma ve uygulanmasında başrolü oynadığı artık bilinmeyen bir
şey değil. Türkiye nin, ünlü Amerikan casusluk filmlerine benzeyen bir operasyon
sonucu Öcalan ı yakalayanın kendi adamları olduğu yolundaki yalancı ve yersiz
övünmesini bir yana bırakacak olursak, dünyanın her yerinde sokaktaki sıradan
adam artık İsrail ve ABD nin, Öcalan ın hasımlarına teslim edilmesi skandalından
sonra istifa etmeye zorlanan üst düzey Yunan yetkililerle işbirliği yaparak
Öcalan ı kaçırma misyonunu üstlendiğini biliyor. Ama elinden bir şey gelmediğini
bildiren Kenya yönetimi ise, düşmanlarının güçlü müttefikleriyle işbirliği
yaparak ağa düşürünceye kadar ülkeden ülkeye kovaladığı bir halk lideri ve
siyasî sığınmacıya karşı böyle bir suçun işlenmesi için yabancı güç (İsrail) ve
uçaklara toprakları ile semalarını kullanma izni vermekten başka bir rol oynamış
değil.
Bu kısa özeti, şu cevap bekleyen önemli soruyu sormak için verdik: Türkiye nin
yanı sıra ısrarla ona siyasî sığınma hakkı tanımayı reddeden bütün Avrupa
Birliği ülkeleri adına İsrail ve ABD Abdullah Öcalan ın izini neden sürdü? Bizce
bu sorunun cevabı, Haçlı Savaşları ndan günümüze kadar Arap ve İslam
coğrafyasının tarihinin derinliğinde yatmaktadır. Eğer Araplar ve Müslümanlar,
Avrupa nın Arap ve Müslüman Doğu ya karşı yürüttüğü Haçlı Savaşları nı
unuttuysa, eğer Arap ve Müslümanlar XI. yüzyıl ortalarında başlayıp günümüze
kadar süren bu savaşların hedefini unuttuysa, sadece şekil olarak değişen, eski
ve yeni savaş üslupları, eski ve yeni savaş, eski ve yeni diplomatik üsluplar
bazında değişen bu tekrarlanan uzun savaş dalgaları boyunca, Hattin Savaşı nda
saldırgan Haçlılar a yenilginin acısını tattırarak Kudüs kentini Haçlılar ın
egemenliğinden kurtaran, Araplar ve Müslümanları birleştiren, Mısır ı merkez
alarak İslam devletinin sınırlarını Türkiye ve Kudüs dahil Şam yurdunu da içine
alacak şekilde Libya Çölü nden Mezopotamya daki Dicle Nehri ne kadar genişleten
tek kişinin Kürt asıllı Müslüman komutan Muhammed Salaheddin (Salaheddin Eyyubî)
olduğunu unuttuk mu?
Yine Müslümanların yüzyıllar boyu ülkelerine egemen olduğu Haçlılar ın
Müslümanlara yönelik dalga dalga gelen savaşlarının Müslümanları yenmeyi
başaramadığını unuttuysak; Birleşik Devletler in başını çektiği Siyonistler ve
Batılılar bunu unutmadı.
Çağdaş tarih bize, Batı nın ancak Birinci Dünya Savaşı nda Türkiye yi yenerek,
Osmanlı İmparatorluğu nu kötü imajlı Sevr Anlaşması na göre parçaladıktan sonra,
Batı da Türkiye yi yöneterek İslam ümmetinden koparması için Mustafa Kemal
Atatürk e destek verdikten sonra Ortadoğu daki Müslümanların yurtlarında
üstünlük ve egemenliğini yeniden kazanabilmiştir. Batı, Atatürk ü, Arap
bölgesinin paylaşılmasına ve Fransız ve İngiliz sömürgeciler arasında yağma
haline dönüşmesine yardımcı olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu vilayetlerinin bir
tasfiyecisi olarak başa getirdi. İşte bu, Haçlı Savaşları nın torunlarına,
Birinci Haçlı Seferi nde kendilerini kesin yenilgilere uğratan Hattin Savaşı
kahramanı ve Kudüs ün kurtarıcısı komutan Selaheddin den öç alma fırsatı veren
tarihî bir andı. Salahheddin in torunları Müslüman Kürtlerden intikam alınması,
ilan edilmeyen ancak özenle ve şiddetle uygulanan cehennem planlarının arasında
yer almaktaydı. Bu plan ülkelerinin, Türkiye nin güneydoğusu haline
getirilmesiydi.
Milyonlarca Kürt dünyanın dört bir yanında ve Irak, İran ve Suriye gibi
Türkiye ye komşu ülkelerde parçalandı. Böylece Müslüman Kürtlere yasak konmuş
oldu. Oysa onlar kendilerine özgü bir yurda sahip olmak için gerekli bütün
ulusal özelliklere sahipti. Yaklaşık beş bin yıl öncesine dayanan tek bir dil,
kültür ve ortak tarihleri var. 1923 yılından günümüze kadar Kürtler kendilerine
özgü bir yurt ya da en azından kendilerine özgü kültürlerini ve dillerini
geliştirmelerini sağlayacak ve kendi yaşamlarıyla ilgili olarak ilerleme ve
refahlarını gerçekleştirecek bir şekilde yönlendirmelerine olanak verecek bir
özerk yönetim kazanmak için direniş mücadelesi verdi. 20 milyona yakın Kürt
Türkiye nin güneydoğusunda yaşadığından, Kürtlerin isteklerinin
gerçekleştirilmesinde Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 20 sini oluşturan bu
yoğun kitleye büyük görev düştü. Ancak Kürtlerin meşru taleplerine karşılık
verileceğine Türkiye içinde ve dışında onların nasibi öldürülmek ve göç
ettirilmek oldu. Meşru haklarını isteyen Kürtlerin Türkiye, Irak ya da İran da
başlarına gelenlerin ayrıntısına girmeye gerek yok. Çünkü bütün bunlar özellikle
Abdullah Öcalan ın kaçırılması operasyonundan sonra dünyanın her yerinde
herkesin dilinde dolaşan genel bilgiler haline geldi.Kürtlerin Türkiye de
uğradıkları şiddetli baskı karşısında ve haklarını savunmak için sıradan siyasî
etkinliklerine bile izin verilmemesi sonucunda, Türk ordusu ve Türk güvenlik
güçlerine karşı silahlı mücadele başlatmak zorunda kaldılar. Türkiye onlara,
Türk askerî mekanizmasının olabilecek en üst sınırda kullanıldığı bastırma
operasyonlarıyla karşılık verdi. Türkiye, Kürt direnişçilere Türkiye dahilinde
yaptıklarıyla yetinmedi, Kuzey Irak ta neredeyse her gün olduğu gibi onları
Türkiye sınırları dışında da takip etmek üzere uçakları ile top ve tanklarla
desteklenen birliklerini gönderdi. Birleşik Devletler ve Batılı ülkeler
Kürtlerin adil davasına destek vereceğine, Kürtlere yönelik tutumlarında en
basit insan hakları ilkelerini bile çiğneyen Türkiye nin tecavüzlerine göz
yumdu. ABD ve İngiltere Kuzey Irak ta Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia
ederken Türk Silahlı Kuvvetleri nin, Türkiye nin güneydoğusunda ve Irak
içerisinde yürüttüğü kitle imha savaşını durdurmak için parmağını kıpırdatmıyor.
Ancak, Öcalan ın kaçırılması, belki de öldürülmesi ve Kürtlere yönelik savaşın
sürdürülmesi, Türkiye, ABD, Batılı ülkeler ya da İsrail in Kürtlere ve Araplara
yönelik savaşlarında zafere ulaşacakları anlamına gelir mi acaba? Bu sorunun
cevabı dünyanın tamamında yaşanan ve Kürtlerin liderlerini savunmak ve adil
davalarını sürdürmedeki ısrarlarını dile getirmek üzere sergilemiş olduğu
ayaklanışlarda yatmaktadır. Bizzat Batılı yayın organlarının da itiraf ettiği
gibi, Abdullah Öcalan ın kaçırılması, belki de yargılanması ya da idam edilmesi
gürleşen Kürt davası ateşine benzin dökmekten başka bi şey değil. Yine bu
sorunun cevabı Öcalan ın yanı sıra halkının her Arap ülkesinde kazandıgı destek
ve ilgide yatmaktadır. Batılılar ve Amerikalılar arasında bile bircok kişi
Türkiye nin Öcalan ı yakalamakla çok şey kaybettiğini ve onu tutuklamak ya da
idam etmekle Kürt sorunundan kurtulma girişimlerinin nasıl bir sonuç vereceğini
kestirmenin olanaksızlaştığı kanaatini taşıyor.
Arap ın da, Batılının da derdi aynı
Evet Arap ülkelerinin Kürt ve Abdullah Öcalan sorununa bakışının dışavurumu bir
yazı. Bu yazı Türklere, tarihlerine, Atatürk e genel bakışı göstermesi açısından
önemli. Çünkü Araplar bu konuda Öcalan dan yana. Aslında Türkiye Öcalan
konusunda yalnız kalmış gözüküyor.
Ancak bütün bu eleştirilere karşın Öcalan ın yakalanması iç siyasî dengelerde
olağanüstü değişikliklere yol açtı. Öcalan yakalanınca MHP ve DSP büyük bir oy
patlamasıyla seçimlerden galip çıktılar. Ancak şimdi idam cezasının uygulanması
konusunda yaşanacaklar da yeni iç siyasî dengeleri oluşturacak denli güçlü
etkiler yaratabilecek.

Altıncı bölüm
Öcalan açıklıyor: Nasıl yakalandım?

Kitabı kaleme alırken, hatta daha yazmayı hayal ettiğim zamanlarda bile,
özellikle Abdullah Öcalan ın kendi ağzından, bana özel olarak nasıl
yakalandığını anlatmasını istemiştim. Bu isteğimi daha sonra avukatları
aracılığıyla İmralı da bulunan Öcalan a da ilettim. Kendisi nasıl yakalandığı
konusunda yine avukatları aracılığıyla bana özel bir metni yolladı.
Ben bu metni olduğu gibi, hiçbir kelimesini değiştirmeden aynen burada
yayımlıyorum. Öcalan bu metinde kendisinin ele geçirilişini bir komplolar
dizisi gibi göstermeye çalışıyor. Anlattıkları bana akrebin etrafı ateşle
çevrildiğinde kendini vurmasını anımsattı. Öcalan etrafını kan ve gözyaşı yerine
siyasetle çevirmiş olsaydı, mutlaka kabul görebileceği yerler olurdu. Ama o
kendisini bir ateş topu haline dönüştürüp, sonra da beni tutun diyor. Onu hiç
kimsenin eline alması mümkün değildir. Terörün bir insanlık suçu olduğunu kabul
eden herkes için bu yazdıklarım geçerlidir. Terörden bu kadar çok çeken
Türkiye nin kendini savunma hakkı sadece bir hak gibi görülemez. Aynı zamanda bu
bir meşru savunmadır.
Öcalan ın yakalanışı akrebin kendini soktuktan sonra zehirlendim diye
bağırmasına benziyor. Bu yüzden onun komplolar teorisi de gerçekçi değil.
Yakalanışı uluslararası destek gören bir terör örgütünün liderinin, tıpkı
başvurduğu yöntemle, uluslararası bir operasyonla ele geçirilmesinden başka bir
şey değildir. Hukukîdir. Meşrudur. Ve uygundur. Teröristin kendini savunma hakkı
var da, mağdurun yok mudur?
Ben kitabın içsel zenginliği ve bir taraf olarak Öcalan ın söyleyeceklerinin
önemi bakımından bana yollanan metni aynen yayımlıyorum. İşte Abdullah Öcalan ın
kendi kaleminden yakalanış öyküsü ve detayları.
Öcalan anlatıyor
9 ekim 1998 tarihinde Suriye den çıkmak zorunda kalmamızla birlikte başlayan ve
yakalatılmak suretiyle, 16 şubat 1999 tarihinde Türkiye ye teslim edilmemle
noktalanan, gerçekten de tarihin gördüğü en kapsamlı bir operasyon yaşanmıştır.
Öncelikle Suriye den Avrupa ya çıkmamı şöyle açıklayabilirim, dağa çıksaydım
birey olarak benim için kurtuluş olabilirdi. Ama dağa çıksaydım, çıkmaz daha da
derinleşirdi. Şunun bilinmesi gerekir yaşadığımız bu kapsamlı sorunu çok uzun
zamandır bir diyalog anlayışı içinde çözmek istiyorduk, fakat çok çeşitli
nedenlerle, yani hem bizden hem de devletin o zamanlardaki yaklaşımlarından
kaynaklanan nedenlerle hepimizi derinden üzen bir faciayla, bir felaketle yüz
yüze kaldık.
İşte bunun için dağa çıkmayı tercih etmedim. Kolay olanı, dağa çıkmaktı. Bunu
bildiğim için böylesi bir sonucu yaratmaya hakkım olmadığına kendimi inandırdım.
Bunu da içselleştirdim. Avrupa yı da çok kapalı buldum. İtalya da kalmakta ısrar
etseydim kalabilirdim. İnsanın onuru üzerinde oynama tehlikesini görünce oradan
ayrıldım. Bundan sonra Kenya sürecini de bir çeşit kadercilik olarak
değerlendiriyorum. Yakalandığım anda uçaktaki o ilk barış sözcüğünü kullanmam da
yeni bir sürecin başlanıcı oluyordu. Daha önce de düşünmüştüm. Aslında ilk
kararım tavır koyma yönündeydi. Yemeyecektim, içmeyecektim, konuşmayacaktım. Ama
daha sonra, bazı gerçeklerin gizli kalacağını düşündüm. Barış için yaşayacağım
dedim. Uçak Mısır a, İsrail e veya Kıbrıs a indi. Yine üç yere indiğimizi daha
sonra helikopterle Anadolu topraklarına geldiğimizi sanıyorum. Benim
yanımdakilerin niteliğini bilmediğimden (çünkü gözlerim kapalıydı), faili meçhul
ihtimalini dile getirdiğimde buna tepki gösterdiler sana o şansı vermeyeceğiz
dediler.
Mahkeme sürecinde ben şunu fark ettim. bu operasyonla birlikte benim en başından
fark ettiğim birçok konu, sorunun bütün ilgilileri tarafından bilinmiyordu.
Muhtemelen Türkiye nin bu oyunun birçok kısmından haberi yok. Benimle ilk temas
kuran askerî yetkili: Bu bir oyundur, kardeşi kardeşe kırdıracaklar bunu
bozacağız demesini olumlu buldum. Bu genel bir tutumdu. Ben de Peki siz
sözlerinizin sahibi olabilecek misiniz? Gücünüz varsa ben barışa hazırım ,
dedim.
Ancak irade ve gücü olan barış yapabilir. Yetkililer, barış ve kardeşlik sözleri
edince bunu ciddi buldum, ben de yapabilirim dedim. Bu tutumumu şimdiye kadar da
sürdürdüm. Bu oyunu siyasîler bilmiyor ya da bilmek istemiyor, askerler kısmen
biliyorlardır. Kendilerine de, barışa gücünüz varsa yapalım diyorum. Bunun
tavizle, zorlamayla ilgisi yoktur. 1993 ten Turgut Özal döneminden beri böyle
bir tavrım vardır. Barış politikaları o günlerden beri sürmektedir, İmralı da
bunu daha da somutlaştırdım.
Teslim alınmam NATO kararıdır. ABD önderlik etti. Dikkat edilirse o gün tüm
Avrupa ülkelerine inişim yasaklanmıştı. Primakov, o da yasakladı o gün. Bu
tespit edilmeli. Benim hakkımda NATO seviyesinde de karar var. Burada önemli
olan Yunanistan ın rolüdür. Bunun iyi görülmesi gerekir. Yunanistan ın yaptığı
korkunçtur. Yaptıkları bilinçlidir. Dürüst değiller. Yunanistan, benim ortadan
kaldırılmam suretiyle Türkiye de bir Türk-Kürt savaşı başlatmak istemiştir.
Bu oyunu ilk başta hiç kimse anlamadı. Bu bir tuzaktı aslında. İngiltere nin
payı var. Bu tuzağı Türkiye nin halen sezdiğini zannetmiyorum, en üst düzeyde
bile anlaşılamamıştır. Siyasiler benim şahsımda zafer sarhoşluğuna kapılmış.
Türkiye de Kürt sorunu çözülürse Türkiye artık hiçbir gücün elinde oyuncak
olmaz.Bu tuzağı Türkiye nin halen kavradığını sanmıyorum. Tuzak Kürtlere ve
Türkiye ye de kurulmuş aslında.
Esasen bu tarzda bir oyun yeni de değildi.Beni harcamak amacıyla 1993 ten beri
yazılan senaryo buydu. İdam gerçekleşirse, gelişen tepkilere paralel bir
diktatörlük, sertlik gelecek. Saddam benzeri daha sonra Sırbistan olayı gibi
NATO devreye girecek, olay Kosova ya dönebilir. Ecevit bunu görmeli. Buna
devletin tavrı ne olacak. Türkiye yle de oynanıyor. Tarihî sorumluluk seyri bana
bu oyunu bozmamız gerektiğini emrediyor. Bunun için sezdiklerini, bildiklerimi
ileride daha detaylı anlatmayı düşünüyorum.
Fakat şimdiden şunu söyleyebilirim bu kapsamlı komplo iyi anlaşılamazsa,
Türkiye de çıkmaz derinleşirse kesinlikle yeni bir Iraklaşma, Yugoslavyalaşma,
Lübnanlaşma, Kosovalaşma olur. Hızlı demokratik bir yaklaşım bu çıkmaza
düşmesini engeller, düze çıkarır.
Türkiye inşallah bu oyuna gelmez. Ben bu oyunu bütün gücümle bozmak istiyorum.
Bütün çabam buna yönelik olacaktır.
Bu koşullarda yapabildiğim asıl şey, Türkiye yi ve kendimi büyük bir oyuna
düşürmekten kurtarmaktır. Tekrar söylüyorum plan kapsamlıdır. Israrla
Pangalos un ben Kenya daki Yunan elçiliğinde iken benim için atın onu oradan
demesi korkunç bir tuzaktı. Oysa, Yunanistan a gitmem onların davetiyle olmuştu.
Bildiğiniz gibi daha sonra kendi yasalarını da hiçe sayarak benim iltica
talebimi reddetmişlerdi. Bizi kullanmak istediler, ancak ben bu oyuna gelmeyince
de bu kez ortadan kaldırmak istediler: ben asla onların istediği bir şekilde
Türkiye ye karşı bir oyun içinde olmazdım. Olmadım da.Ben bu tuzağı açığa
çıkarttım.
Kurulan bu tuzağı gerçekleşme biçimi olan komployu bütün yönleriyle açıklamak
gerekiyor. Aslında hâlâ karanlıkta kalan yanları var. Ama zaman içerisinde
yaşanan bütün gerçeklerin açığa çıkacağını sanıyorum. Bilindiği gibi bütün
dünyada etkili olan bazı yasadışı, hatta bazen de hükûmetlerüstü, devletlerüstü
olan çokuluslu bazı gizli örgütler vardır. Bunlar binlerce iş yaptı böyle.
Bunların en çok bilineni gizli NATO Gladiosu dur.
Hatırlanacağı gibi, Rusya yetkilileri, mahkeme başladığı gün şöyle diyordu.
Öcalan üzerinde çok büyük pazarlıklar yapılıyor diyordu. İtalya daki birim de
hukukî değil, özel bir kuvvettir. Savunma Bakanlığı na, NATO ya bağlıydı.
D Alema Kabinesi nin gücü ve haberi yoktur.Hükûmetlerüstü çalışıyorlar.
Gizliydiler, takmıyorlardı kimseyi. Clinton bile susuyor bu konuda, bunlara
karşı gücüm yok diyor. Komplo gerçekleştiği günlerde NATO istihbaratı,
İsviçre de toplantı yapıyor. Bu komploda inisiyatif İngiltere de olabilir.
İsrail lobisinin İngiltere de etkinliği var. Onların da etkisi olabilir. Londra
önemli rol oynamıştır. İsrail ve Yunanistan da işbirliği yapmıştır diyebilirim.
Türkiye yi de haberdar etmişlerdir. Genelkurmay biz bu oyunu bozacağız dedi.
Öyle sanıyorum ki Genelkurmay da kendi çizgisine tam hâkim değil. Kışlalı yı
bile halen aydınlatamadı. Bence Genelkurmay da enterne ediliyor. NATO nun 20
yıllık Gladiosu halen Türkiye de de çok güçlüdür.
Suriye den itibaren benim içine girdiğim süreç, NATO nun içine girdiği süreçtir.
Bu süreçte NATO nun özel operasyon birimi tarafından kontrole alınma durumum
vardır. Suriye den çıkıp Yunanistan a -tuzağa- çekilirken bile, oradaki NATO
görevlileri etkili olmuştur. Bu süreçte; benimle muhatap olan, hem askerî hem de
sivil kesimler NATO nun elemanlarıydı.
İtalya da benimle ilişkilenen grubun da, NATO yla bağlantıları vardır. İtalyan
hükümetini de aşan bir Gladio birimi Roma sürecinde belirleyici rol almıştır. Bu
anlamda İtalya hükümeti, kendine güvensizdi ve belirleyici olma güçleri de
yoktu.
Yunanistan a son gittiğimde de, NATO nun ve ABD nin askerî çevresi etrafımdaydı.
Bu anlamda, Avrupa da genel olarak benimle ilgilenen NATO nun çekirdek
birimidir.
Kenya ya gönderildiğimde beni karşılayan Yunanistan Büyükelçisi Kostulas,
NATO da 20 yıldır seni sürekli araştıran birimin başında idim. Seni gökte
ararken yerde buldum. dedi. Bütün bu sözler anlamlıdır, iyi yorumlanmalıdır.
Türkiye nin tüm bu süreçten haberi vardı. Türkiye ye sürekli haberler veriliyor,
durmadan haber akışı sağlanıyordu. Teslim edilmem Yunanistan ın çıkarlarının
geliştirilmesi midir? Yoksa İsrail in çıkarlarının geliştirilmesi midir?
Görünüşte her ne kadar, Türkiye yi bilgilendiriyoruz deseler de, Yunanistan
İstihbarat Şefi Baby, Kalenderis ve Kostulas, bu üçü de NATO çalışanı ve azılı
Türk düşmanıdır. Bu üç kişi, hangi amaçla beni bu oyunun içine çektiler. Kendi
çıkarları için mi, Amerikan çıkarları için mi, yoksa İsrail çıkarları için mi?
Bu noktalar henüz aydınlatılabilmiş değildir. Bu ekip, daha sonra beni
Türkiye ye pazarlamak istedi ve sonuçta beni enterne eden de, NATO nun
Gladiosu dur.
İnisiyatif ABD lilerin elindeydi. ABD den komplodan sorumlu kişi Ulusal Güvenlik
Dairesi Başkanı Sandy Berger dir. Beri ben Clinton la konuştum, Öcalan a yardım
eder misin? diye sordum demişti. Bunun üzerine Clinton eliyle ağzını kapatmış.
Sandy Berger bunu bilir demiş. İkinci bir kişi daha söylüyor. Cevap aynı
oluyor. Bu konuda tam yetkili olan şahıs Sandy Berger dir ve operasyonu da
Berger yönlendirmiştir. Gelinen aşamada; Clinton inisiyatif almış mı veya ne
kadar almış? Bunu bilemiyorum.
İsrail Suriye yi kendine çekmek için bu komploda yer almıştır. Kenya daki
durumuma ilişkin, İsrail in de katkısı olabileceğini düşünüyorum. İsrail in bu
konuyla ilgili sorumlu kişisi İstihbarat Şefi David İrvin dir. Bana karşı
geliştirilen komployu, ABD den SandyBerger le birlikte yürüttüler. Perde
arkasındaki iki adam bunlardır. Burada Türkiye nin fazla bir rolü yoktur. Mesut
Yılmaz, Öcalan ın getirilişinde bizimkilerin haberi yoktur dedi.Dışişleri
çevreleri de, Getirilişi aleyhimizedir dedi. Kenan Evren de, Bu adam başımıza
bela olur tarzında açıklama yaptı. Genel olarak; Bizim fazla rolümüz yoktur.
Zaten paketlendi deniliyor.
Avrupa ve ABD yi top yekûn suçlamıyorum. İsrail için de şunu belirtmek
gerekiyor. Komplo Netanyahu dönemine aittir. David İrvin, o dönemin istihbarat
şefi idi. Şimdi Barak baştadır. Barak barışçıl görünüyor, Ortadoğu da barış
sürecini geliştirmeye çalışıyor. Yunanistan da da demokratlar olabilir, Yunan
halkından dostlarımız vardır, ancak komploda hükûmetin rolü açıktır. İtalya için
de şu söylenebilir, İtalyan hükûmetini de aşan bir Gladio birimi komploda etkili
rol oynamıştır.
Beni buraya gönderenlerin stratejik bazı amaçları olduğu kesindir. Türkiye yi
çokça sevdikleri için bunu yapmamışlardır. Türkiye nin gerçek yurtseverlerinin,
bu gerçekleri bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Oyunun derinliğini
kavramalıdırlar. Tüm bu konuların aydınlatılması gerektiğini önemle
vurguluyorum.
Israrla şunu vurgulamak istiyorum, bu oyunda Yunanistan ın rolü mutlaka açığa
çıkarılmalıdır. Bu nedenle Yunanistan da dev kadar araştırmaya ihtiyaç var.
Kostulas, bana 20 yıldır NATO da seninle ilgili raporlar bana geliyordu,
çuvallar dolusu demişti. Benim yakalanmama NATO nun çekirdek kanadının işidir.
Yunanistan ın NATO daki subayları Amerika emriyle Türkiye ye hizmet olsun diye
mi, yoksa birlikte Türkiye nin başını belaya sokmak için mi yaptılar? Bu oyunun
en büyüğü Türkiye ye oynamıştır. Araştıralım diyorum. NATO nezdinde istihbarat
nezdinde subayların örgütlenmesi var. Kostulas ın 20 yıl NATO da çalışması var.
O günleri hatırlarsak ilk görünüşte bir ayrıntı olan bir olay vardı. Gazeteler
yazmıştı, Simitis Apo nun Kenya da olduğunu duyar duymaz yere düşmüştü. Çok
ilginç bir olay. İyi yorumlamak lazım. Tarihî bir olay. Pangalos, Sırbistan daki
bir konuşmasında Öcalan, Ruhül kudüs oldu diyordu. Yani artık ölmem
gerektiğini düşünüyorlardı.
Abdullah Öcalan yakalanışıyla ilgili olarak bunları dile getiriyor. Ancak
Gladio veya derin devlet diye tanımladığı çevrelerin Türkiye de etkin
olmasının nedenlerinden biri kendisi ve PKK nın yarattığı terör oldu. Türkiye de
çeteler ve oluşumları PKK terörü yüzünden büyüdü. PKK ve Öcalan Türkiye nin
demokratikleşmesi ve gelişmesinin önündeki en büyük engeller olarak oyundaki
yerlerini aldılar. Bugün duyulan şey, bu pişmanlık olsa gerektir. Yine de ne
denirse densin ne gariptir ki, Abdullah Öcalan ın kaderi, Türkiye nin kaderiyle
kesişmeye devam ediyor. Tıpkı Türklerle Kürtlerin bir arada ve kardeşçe yaşama
zorunlulukları gibi.
Ekler

Ek: 1

Abdullah Öcalan ın gün gün yakalanış serüveni


9 ekim 1998
Türkiye nin, baskısı üzerine, Öcalan, Suriyeli yetkililerin, Lübnan a da
gidemeyeceğini söylemeleri karşısında,Yunanistan a gitmek için bu ülkedeki
temsilcisi Rozalin kod adlı Ayfer Kaya dan gerekli hazırlıkları yapmasını
istedi. Bu arada, Abdullah Sarıkurt adına sahte bir pasaport edindi.
Yunanistan daki dostlarından gelebilirsin mesajını alması üzerine fiam dan
ayrıldı. fiam dan, Stockholm e giden tarifeli bir uçakla Ayfer Kaya yla
birlikte,
iki saatlik yolculuktan sonra saat 12.00 sıralarında Atina ya indi. Burada
Yunanistan istihbaratının Dimitri isimli üst düzey bir sorumlusu tarafından
karşılandı. Üst düzey istihbarat görevlisinin, Abdullah Öcalan olup
olmadığını sorması üzerine kendisini tanıtarak, Dostlarını beklediğini
söyledi. Yunanlı yetkili, bunun üzerine Yunanistan da saat 17.00 ye kadar
kalabileceğini söyledi. Dostlarımı görmek istiyorum yönündeki ısrarı
üzerine, Yunanlı yetkililer Öcalan a Başbakanlık talimatıyla gönderileceğini
bildirdiler. İltica etme ve havaalanındaki bir otelde konaklama isteminin kabul
edilmemesi üzerine, Rusya ya gitmeye karar verdi. Bunun üzerine havaalanında
Rusya daki yandaşlarından Mahir kod adlı militanı telefonla arayarak, bu ülkeye
gitmelerinin mümkün olup olmadığını sordu. Rus yetkililerden izin çıkmasının
ardından, Rusya macerası başlamış oldu. 3 saat içinde Yunanlı yetkililer
tarafından kendisine tahsis edilen 8 kişilik bir jetle, Ayfer Kaya yla birlikte
Rusya ya hareket etti. Rusya da Mahir kod adlı adamı, Jeopolitik Parlamento
Komisyon Sorumlusu bir Rus yetkili ve İstanbullu iki tüccar tarafından
karşılandı.
10 ekim 1998
Apo nun Suriye den sınır dışı edilişi, Türk istihbaratı tarafından belirlendi.
İstihbarat raporları Cumhurbaşkanı Demirel e sunuldu. Biraz önce Demirel i
ziyaret eden İran Dışişleri Bakanı Harazi, Apo nun, Suriye yi terk edeceği
işaretini vermişti. Bu arada Başbakan Mesut Yılmaz, Apo nun Suriye yi terk
ettiğini Rusya, Ermenistan veya Lübnan da olabileceğini basına açıkladı.
11 ekim 1998
Başbakan Mesut Yılmaz, Öcalan ın Rusya da olduğunu açıkladı.
19 ekim 1998
MİT, Abdullah Öcalan ın izini Rusya da buldu. Terörist başı başkent Moskova nın
30 km batısındaki Odintsovo kasabasında, bir villada koruma altında tutuluyordu.
Rusya nın Ankara Büyükelçisi Lebedev, Dişişleri Bakanlığı na çağrılıp, Apo
konusundaki bilgiler kendisine aktarıldı. Lebedev, Apo, bizde değil diyordu.
20 ekim 1998
Türkiye ile Suriye yeniden masada. Suriye Siyasî Güvenlik Başkanı Tümgeneral
Adnan Badr Al-Hassan başkanlığındaki bir heyet, Adana da Türk Dişişleri
yetkilileriyle yaptıkları iki günlük müzakereden sonra, PKK lıların, ülkelerinde
barındırılmayacaklarına dair bir taahhütnameyi imzaladı. Türkiye, Suriye nin bu
taahhüdünü yerine getirip getirmeyeceğini izleme garantisi de aldı.
Başbakan Yılmaz, ikinci kez konuştu: Terörist elebaşının bir haftadır
Moskova da bir banliyöde bulunduğunu tespit ettik. Bırakın terör örgütünü
yönetmeyi, yandaşlarıyla telefonda bile görüşemiyor... Ancak bütün bulgulara
rağmen, Rus yetkililer Apo bizde değil iddiasını sürdürdüler.
22 ekim 1998
Abdullah Öcalan, Odintsovo kasabasında kaldığı villada gün ışığına çıktı. 50 000
nüfuslu kasabada Rusya Devlet Misafirhanesi olarak kullanılan bir villada
barındırıldığı belirlendi.
27 ekim 1998
Türkiye den Rusya ya Apo notası: Terörist başını Türkiye ye iade edin!
29 ekim 1998
Türkiye, Suriye nin PKK konusundaki yapıcı yaklaşımı üzerine fiam a jest
yaparak,
Antalya açıklarında İsrail le birlikte yürütmeyi planladığı Güvenirlik
Denizkızı Tatbikatı nı iptal etti. Bu arada Türkiye-Suriye Özel Güvenlik
Görüşmeleri nden ikincisi Suriye nin başkenti fiam da büyük bir gizlilik
içerisinde gerçekleşti.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Cumhuriyetin 75. yıl
kutlamalarına katılmak amacıyla Ankara ya gelen Rusya Dışişleri Bakanı İvanov u
kabul edip, Apo nun Türkiye ye iadesi konusunda uyarıda bulundu.
4 kasım 1998
Bölücü başı Öcalan, Rusya ya iltica etmek için başvuruda bulundu. Rusya
Parlamentosu nun alt meclisi Duma, sığınma istemini kabul etti. Duma nın kararı,
Türkiye-Rusya ilişkilerini gerginleştirdi. Bütün gözler bu kararı onaylayıp
onaylamama yetkisini elinde bulunduran Devlet Başkanı Yeltsin e çevrildi.
11 kasım 1999
Moskova da 30 gün kalan Öcalan, burada da umduğunu bulamadı. Öcalan, Rus
yetkililerinin isteği üzerine, sığınacak yeni bir ülke aramaya başladı. Öcalan
Yeniden Yapılanma Partisi Milletvekili Montovani nin daveti üzerine, İtalya nın
AT yle olan ilişkilerini de göz önüne alarak , Rus Havayolları na ait tarifeli
bir uçakla bu kez İtalya ya hareket etti.
Dönemin Başbakanı Yılmaz a Rusya Başbakanı Primakov un özel mesajını ileten
Ankara Büyükelçisi Lebedev, Terörist elebaşının bugünden itibaren Rusya
topraklarında bulunmadığını ve bundan sonra ülkeye girişine izin
verilmeyeceğini bildirdi.
12 kasım 1998
Saat 22.00 sıralarında Roma Havaalanı na inen Öcalan yandaşı Ahmet Yaman ve
Montovani isimli bir milletvekili dostu tarafından karşılandı. Yanına
yaklaşan ilk polise, Ben PKK lideri Abdullah Öcalanım dedi. İltica sürecini
başlatan İtalyan yetkililer, Seni Türkiye ye teslim etmeyeceğiz. Ama Schengen
Anlaşması çerçevesinde, istekte bulunması halinde Almanya ya iade edebiliriz
sözünü verdiler. Almanya Öcalan ı hiçbir zaman istemedi. Öcalan, sahte pasaport
kullanmaktan tutuklandı.
İtalya da yakalandığı haberi, Türkiye de büyük bir sevinç dalgası yarattı.
Abdullah Öcalan ın NATO müttefiki İtalya tarafından Türkiye ye iade edileceği
ve Türk yargısı önüne çıkarılacağı ümidi boş çıktı. Türkiye ayağa kalktı. İtalya
kınandı ve malları boykot edildi.
Adalet Bakanlığı, Türkiye ye iadesi için İnterpol kanalıyla ilk başvurusunu
yaptı. Başvuruda, iade talebine ilişkin dosyanın hazırlandıktan sonra
gönderileceği belirtildi.
Öcalan, Abdullah Sarıkurt adına düzenlenmiş sahte bir pasaport taşıyordu.
İtalya, Türkiye ye Öcalan la ilgili bilgi verdi.
13 kasım 1998
MİT, Apo nun Roma ya ulaştığını tespit etti. Bu arada, Alman güvenlik
yetkilileri de, ülkelerine resmî bir ziyarette bulunan Emniyet Genel Müdürü
Necati Bilican a aynı konuda bilgi verdiler. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu
önemli bilgiyi Kırgızistan seyahati sırasında öğrendi. Başkent Bişkek teki Ak
Keme Oteli nde temaslarda bulunurken, Öcalan ın İtalya da olduğu haberi geldi.
14 kasım 1998
Ancak, İtalya nın takındığı tutum sonucu, ümitler bir anda hayal kırıklığına
dönüştü. Terör örgütü yandaşları, bazı Avrupa ülkelerinde gösteriler düzenledi.
Adalet Bakanlığı, Apo nun iadesi için İtalyan makamlarına resmen başvuruda
bulundu. İtalya Adalet Bakan Müsteşarı Carleone, İtalya, ölüm cezasıyla karşı
karşıya olan birini veremez dedi. Avrupa nın çeşitli ülkelerinden Roma ya gelen
PKK lılar, Türk gazetecilere saldırdı.
15 kasım 1998
Adalet Bakanı Hasan Denizkurdu, Öcalan ın Türkiye ye iadesinde sorun yaratacağı
ileri sürülen idam cezasının kaldırılması için Türk Ceza Kanunu nda değişiklik
taslağı hazırlandığını açıkladı.
Türkiye, İtalya ya karşı ekonomik boykota başladı. Bu arada, Türkiye nin çeşitli
kentlerinde İtalya aleyhinde büyük gösteriler yapıldı.
16 kasım 1998
Öcalan a destek çıkan dost ve müttefik İtalya ya karşı yüksek sesle boykot
çağrıları yapılmaya başlandı.
Öcalan İtalya da bulunduğu süre içinde Cehennem Vadisi ndeki bir villada
kaldı. Burada rahatça hareket eden terörist elebaşı, çok sayıda gazeteci,
parlamenter ve hatta bir İngiliz lorduyla görüştü. Amerika nın baskıları sonucu
İtalya da da istenmeyen misafir ilan edilen terörist başı şaşkındı.
Avrupa nın bütün havaalanları yüzüne kapandı.
17 kasım 1998
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, idam cezasının kalkmayacağını söyledi. Roma ya,
ortada insanlık suçu var mesajını yolladı. Bu arada Avusturya ya iki günlük
resmî bir ziyarette bulunan Demirel, ev sahibi ülke yöneticilerine PKK terörü
konusunda ayrıntılı bilgi verdi.
Öcalan, İtalyan hâkimler tarafından ilk kez sorgulandı. Kimlik tespiti yapılan
terörist başı, iki saatlik sorgulamasında gerçekleştirttiği kanlı eylemlerden
pişmanlık duyduğunu ileri sürdü.
18 kasım 1998
Avrupa Parlamentosu, Yunanlı, İspanyol ve İtalyan parlamenterlerin, terör örgütü
başına İtalya ya da başka bir Avrupa ülkesinde siyasî sığınma hakkı verilmesi
önerisini reddetti. Bu arada, İtalya ya yönelik tepkiler artarak, sürdü. TBMM
terörü ve İtalya nın tutumunu kınayan bir kararı oybirliğiyle onayladı.
19 kasım 1998
İtalya Adalet Bakanı Diliberto, terörist başının tutuklanması kararını
hafifleterek onayladı. Kararnamede, kaçmayacağı ve hastalığı göz önüne
alınarak, Öcalan ın evde tutulması öngörüldü.
20 kasım 1998
Sahte pasaport kullanmaktan tutuklanan Abdullah Öcalan, Roma İstinaf
Mahkemesi nce, tutuklu kaldığı sürenin yeterli olduğu gerekçesiyle serbest
bırakıldı. Tutukluluğu süresince bir hastanede tutulan Öcalan, buradan polis
kontrolünde Cehennem Vadisi ndeki bir villaya yerleşti. Terörist elebaşına,
evde serbest olduğu, ancak güvenlik nedeniyle evden ayrılmaması öğütlendi.
23 kasım 1998
Öcalan ın Sudan veya Libya ya gönderilme planı ABD tarafından önlendi.
27 kasım 1998
Almanya Başbakanı Gerhard Schröder,Öcalan ı ülkelerine istemediklerini açıkladı.
Aslında Almanya, Öcalan ı bir koz olarak kullandığı dönemde yargılamak üzere
arıyordu. Başbakan Schröder, İadesini istemiyoruz, çünkü Almanya, Avrupa da en
çok Türk ve Kürt asıllı kişinin yaşadığı bir ülkedir dedi.
30 kasım 1998
İade dosyası Roma da: Öcalan ın Türkiye ye iadesi istemini içeren 4 klasörden
oluşan 900 sayfalık dosya İtalyan yetkililere verildi.
7 aralık 1998
Öcalan, PKK terör örgütünün Fransa daki eylemlerinden dolayı bir Fransız hâkim
tarafından sorgulandı.
16 aralık 1998
Öcalan, İtalya nın başına bela oldu. Türkiye de, İtalya aleyhinde gösteriler
giderek yaygınlaştı. İtalyan hükûmeti, Apo nun tekrar geldiği ülkeye, Rusya ya
gitmesini istedi. Rusya bunu reddetti. Bu arada, Roma İstinaf Mahkemesi, zorunlu
ikamet kararını kaldırdı, Apo serbest bırakıldı.
16 ocak 1999
İtalyan basını Abdullah Öcalan ın, Roma yakınlarındaki İnfernetto Mahallesi ni
terk ettiğini duyurdu. 65 günlük Roma macerası bitmişti. fiimdi, başta
Türkiye
olmak üzere tüm ilgili, ilgisiz ülkelerin casusluk örgütleri Apo nun peşindeydi.
Abdullah Öcalan, İtalya da kaldığı süre içinde, Türk, İtalyan, İngiliz,
Belçikalı, Alman, Hollandalı ve Yunanlı gazeteciler, çeşitli ülkelerden
parlamenterler ve avukatların yanı sıra, bir İngiliz lorduyla yüz yüze görüştü.
Terörist elebaşı, kaldığı villada terör örgütü yandaşlarıyla da rahatça
telefonla irtibat kurdu. Ancak, İtalya da sürekli tutuklanma tehdidiyle karşı
karşıya kalan terör örgütü elebaşısı tekrar bir başka ülke arayışına girdi.
Gidebileceği ülkeler konusunda Güney Afrika, Yunanistan, Rusya, Hollanda,
Finlandiya ve Baltık Ülkeleri üzerinde durdu. Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğu
Geldiği takdirde, Roma daki sürecin benzerinin izleneceği , İngiltere ise
yazılı olarak Kesinlikle gelme mesajı gönderdi.
Bu gelişmeler üzerine, Öcalan 16 ocak günü tekrar Rusya ya gitti. Moskova nın
4,5 km kuzeyindeki Rovinrant Havaalanı na inen terör örgütü elebaşına Rus
güvenlik güçlerince ülkeden ayrılması için 10 günlük süre verildi.
29 ocak 1999
Öcalan, 21:15 te emekli Yunanlı donanma subayı Andonis Naksakis eşliğinde Lear
jetle Yunanistan a geldi. Havaalanı VİP servisine, uçakta Rus müşteşarının
bulunduğu söylendi. Yunanistan Ulusal İstihbarat Servisi (EİP), daha sonra bu
kişinin Öcalan olduğunu teşhis etti. Öcalan, geceyi yazar Voula Damianakou nun
başkent Atina nın 20 kilometre doğusundaki evinde geçirdi.
30 ocak 1999
Öcalan EİP Başkanı Dimitris Stavrakakis le görüştü. Stravkakis, Öcalan a ülkeyi
terk etmesini söyledi. Öcalan geceyi Naksakis in evinde geçirdi.
31 ocak 1999
Abdullah Öcalan, Lear jetiyle Hollanda ya gitmesi için Kürt derneklerinin
burada uçak sağlayacağını söylediği Belarus un başkenti Minsk e hareket etti.
Belarus ve Hollanda, Öcalan ın uçağına iniş ve uçuş izni vermedi.
1 şubat 1999
Öcalan, Rusya da da istenmeyince, tekrar Yunanlı dostları ve Ayfer Kaya
isimli teröristle irtibat kurarak, Yunanistan a gitti. Burada yine aynı Yunanlı
yetkililer tarafından karşılanan terörist elebaşı, havaalanından içeriye
alınmadı. Terörist elebaşı, kendisine aceleyle yer arayan Yunanlı yetkililer
tarafından bazı yandaşlarıyla birlikte Korfu Adası na Yunan istihbaratının
kullandığı askerî bir tesise götürüldü.
Terörist elebaşı, buradan Yunanlı pilotların kullandığı bir uçakla Hollanda ya
geçmek üzere, Beyaz Rusya nın Minsk kentine götürüldü. Minsk Havaalanı nda bir
süre kendisini Hollanda ya götürecek uçağı bekleyen Öcalan, Avrupa daki bütün
havaalanları kendisine kapatılınca tekrar Atina ya döndü.
2 şubat 1999
Atina da uçak değiştiren terörist elebaşı, buradan Kenya ya gönderildi. Kenya da
Yunanlı yetkililer tarafından karşılanan Öcalan, bir süre Yunanistan
büyükelçisinin rezidansında barındırıldı.
12 şubat 1999
Amerika Yunanistan üzerindeki baskısını artırmıştı. Türkiye Yunanistan a karşı
hazırlık içindeydi. Öcalan ın Yunan diplomatik temsilciliğinden uzaklaştırılması
gerekiyordu, yerinin bilindiğinden endişe edilmeye başlandı. Öcalan ın komşu bir
ülkeye ya da Kenya daki bir Yunan Ortodoks kilisesine götürülmesi yönünde
görüşmeler başladı.
14 şubat 1999
Kenya güvenlik kuvvetleri, Yunanistan Büyükelçiliği ni ve büyükelçinin
rezidansını kuşattı.
15 şubat 1999
Öcalan, CİA ve MİT in önceden planladığı operasyon üzerine CİA nın uyguladığı
baskı sonucu Kenyalıların devreye girmesiyle iyice köşeye sıkıştı. Kenyalı
yetkililerin rahatsızlıklarını bildirmeleri üzerine, Yunanlı yetkililer terörist
elebaşına istediği ülkeye gitmek üzere büyükelçilikten ayrılması gerektiğini
söylediler. Terörist elebaşı, Nairobi Havaalanı nda Kenyalılar tarafından, Türk
güvenlik güçlerinin beklediği uçağa bindirildi.
16 şubat 1999
Öcalan uçakta Türk güvenlik yetkililerince yakalanarak saat 03.00 de Türkiye ye
getirildi. Terörist başı, Bandırma üzerinden, yargılanacağı İmralı Adası na
götürüldü. İmralı Adası nda 31 mayıs 1999 pazartesi günü saat 10.00 da
yargılanmaya başlayan ve 9 duruşma ve yaklaşık bir aylık süre sonunuda terör
örgütü elebaşı sanık Öcalan, TCK nın vatana ihanet hükmünü düzenleyen 125.
maddesine göre idam cezasına çarptırıldı.
TCK nın 125. maddesi
Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti
altına koymaya veya devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmaya veya
devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden
ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezasıyla cezalandırılır.
TCK nın 59. maddesi
Kanunî tahrif sebeplerinden ayrı olarak mahkemece her zaman fail lehine cezayı
hafifletecek takdiri sebepler kabul edilirse, idam cezası yerine müebbet ağır
hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezalar altıda birden fazla olmamak üzere
indirilir.
Son söz Meclis in
Abdullah Öcalan ın idam cezası Yargıtay tarafından onaylandı. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, Öcalan için verilen idam cezası konusunda yürütmeyi durdurma
kararı verdi. Bu aşamada Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nin kararını
bekleyecek. Daha sonra idam kararı TBMM ye, Anayasa ve Adalet Karma Komisyonu na
gelecek. Karma Komisyon dosyayı inceledikten sonra Genel Kurul a gönderecek.
İdam dosyası TBMM Genel Kurulu nda oylanacak. Öcalan la ilgili karar yargı
aşamasında çözülemezse Türkiye Büyük Millet Meclisi nin Öcalan la ilgili kararı
onaylama ihtimali bulunuyor.
Ek: 2
Tayfun Talipoğlu nun Abdullah Öcalan la Roma da yaptığı ve daha önce hiçbir
yerde yayımlanmamış söyleşinin tam metni

Talipoğlu: Bundan sonrasında ne düşünüyorsunuz? Yani şu anda bu evde ne


düşünüyorsunuz ? Günlerdir burdasınız sizin hakkınızda yorumlar yapılıyor geldi,
gitti, tekrar kaçtı... işte orası, burası falan filan, bundan sonra ne
yapacaksınız?
Öcalan: Aynen Türkiye nin durumu gibi biraz meçhul. Türkiye nasıl bir
belirsizliklerle yoğun yaşıyorsa, bizim durumumuzda gerçekten biraz
belirsizliklerle geçiyor. Ama kişisel olarak kendi konumumdan ziyade uğraştığım
sorun bundan sonra nasıl bir yön alabilir diye sanırım değerlendirmek daha
anlamlı olur. Kürt sorunu veya Türk sorunu birisi diğerini doğuruyor. Gerçekten
yeni bir aşamaya geldi.
Talipoğlu: Ne gibi bir aşama?
Öcalan: Fazla somutlaşmış değil ama Lozan dan beri artık bazı aydınlarda dile
getirmeye başlıyorlar. Türkiye üzerine Batı istikametinde gelişen yeni bir
düzenleme onun da adeta pratikleşmesine doğru gittiğimiz bir süreç demek sanırım
çok abartılı değildir.Tabiî bunun içeriği daha önemli, daha çok tartışılması
gereken emniyetleri, arkasındaki gerçekler önemli. Bizim kendi payımıza düşeni
söylemek zor değil, ama tabiî ben Ortadoğu dayken dar bir eğitim faaliyetiyle
uğraşıldı. Fazla siyasallaşma yok. Yani sınırlıydı.Burada tam tersi dalga dalga
bir siyasallaşma hem de uluslararası saflarda. Benim irademinde dışında
gelişiyor.Biraz kendi kendine büyüyen bir kar topuna benziyor.
Talipoğlu: Yani siz bunu hesaplamamıştınız burada?
Öcalan: Tabiî. Dikkat ediliyorsa bütün önemli ülkelerin gazeteleri iki üç sayfa
değerlendirme geliştiriyorlar. Yalnız maddî şeylere vurursak bunun ne anlama
geldiğini bilirsiniz.Adeta bir köşe olmuş durumdayım. İtalyan gazetelerine
bakın, bilmiyorum ama köşe Öcalan dır, yani herhalde Öcalan konusu diye köşe
oluşmuş bu gazetelerde.
Talipoğlu: Bu sizi memnun ediyor mu?
Öcalan: Memnundan ziyade anlamı çözmeye çalışıyorum her abartılan şey bir
memnunluğun yanında olumsuzlukları da beraberinde getirir. Fakat Avrupa nın çok
ciddi bir biçimde ilgilendiği ve hatta hiçbir ulusal hareket içinde böyle bir
ilgilenme yoktur, çok ilginç kelimelerde söylüyorlar Biz Roma ya indiğimizde
yüzyılın son devrimcisinden tut da Garibaldi ye kadar. Yav hata yapıyoruz işte
şöyle bir terörist filan.Kendi kendilerine düşünce üretiyorlar adeta.Ve giderek
daha da katlanıyor, nereye kadar sürecek bilmiyorum tabiî. fiimdi şüphesiz bu
herkesin senaryosuna göre bir durumda imkân da yaratıyor. Sanıyorum çok yoğun
bir ilgilenme de var. ABD de buna dahildir.Yani biraz benim buradaki konumuma
dayanarak herkesin torbasında ne varsa açıyorlar önüne koyuyorlar yeniden
karıştırıp bir düzenlemeye gidiyorlar.Yani benim üzerimdeki pazarlıklarda...
(kahkaha atıyor) denilebilir.
Talipoğlu: ABD de umduğunuz gibi destek çıkmadı herhalde?
Öcalan: fiimdi benim sorunum bu da değil. fiu anda öyle fazla destek
beklemek de
fazla gerçekçi bir şey olamaz. Destek verdim dediğinde de benim fazla inanmam
biraz absürtlük olur.
Talipoğlu: Peki bundan sonra ne yapacaksınız yani örgüt devam edecek mi?
fiimdi
ateşkes anlamsız gibi duruyor şu anda.
Öcalan: Bu bir pozisyondur. Kapat, isterseniz biraz yemek yiyelim.
Talipoğlu: Tabiî...
Öcalan: Kaldığımız yerden devam edelim.
Talipoğlu: Bundan sonra ne yapacaksınız? Yani 1 eylülde önerdiğiniz ateşkesin
bir anlamı kalmadı herhalde...
Öcalan: Ona girmeden önce burdaki durumdan bahsetmiştiniz Belirsizlik var ama
giderek işte daha önceden alınan karar İtalyan, Alman başbakanı arasında
Avrupalaşma sürecine gidiyor.Politikleşme yargılama içiçe gelişiyor, tabiî bu
yalnız benim için değil ağırlıklı olarak Türkiye için de önemli.
Talipoğlu: Peki Türkiye nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz yakalandığınız
andan itibaren.
Öcalan: fiimdi sadece bu yakalandı furyası çılgınlığı değil de, Türkiye nin
takip
tarzı... gerçekten şüphesiz belli bir politikanın belli bir kararın sonucudur
ama oldukça tartışmaya ihtiyaç gösterir.
Talipoğlu: Nasıl?
Öcalan: Ben şüphesiz şimdi fazla değerlendirme yapmak istemem. Baştan beri
Ankara dan çıktığımdan beri bu takiplerin çok ilginç hikâyeleri vardır. Bu
takipler ilerde yazılsa inanın her birisi bir romana konu olabilecek kadar
anlama sahiptir. Bir nevi de PKK bu takiplerin yanıtıdır.
Talipoğlu: İlginç.
Öcalan: Tarihte de ben bir çarpıcı değerlendirmeyi okudum. Sanırım Hazretî
Muhammed in Hicret ine ilişkindir ve Roy Maxin Robinson dur sanıyorum.
Muhammed adında kitabı var. Orada dikkatimi çekti, diyor ki: Mekke de bu
adamın üzerine gidilmeseydi, aslında fazla etkili olacağı söylenemezdi diyor.
Ama bir de şöyle diyor: Dengesiz gidiş, tarihin bu en büyük aksiyonuna yol
açmada hayli etkilidir . fiimdi düşünüyorum da biraz demoratik bir ortam
olsaydı
veya böyle bir takip olmasaydı acaba ben o ortamlardan çıkabilir miydim? Bu
soruyu kendime soruyorum (kahkaha atıyor).
Talipoğlu: Yani beni Türkiye nin takibi mi yarattı diyorsunuz?
Öcalan: Büyük oranda. Yani şimdi bu ilginç bir anlatıma ihtiyaç gösteren bir
konu. Ankara daki çıkışımın gerçekten üzerime geliş tarzının bir sonucu. Yoksa
Ankara dan çıkmak, önemli siyasî amaçla, bu biçimiyle de olmayabilirdi. Olmazdı
da belki.
Talipoğlu: Yani yenildiğinizi kabul ediyor musunuz?
Öcalan: fiimdi bu soruya da yanıt... gerçeğimizin içine baktığımızda biraz
daha
farklı yanıtını bulur. Sanıldığı gibi benim klasik anlamda yani yendim veya
yenildim biçiminde bir yaklaşımım yok. Oldukça abartmalı bir değerlendirmedir.
Bunun karşısında karşımızdakilerin de bir söylemi var. Ama, şimdiki duruma
baktığımda 49 yaşındayım. Gerçekten yani belki de, ben zavallı bir köylü çocuğu
olduğumdan (kahkaha atıyor), yalnız bu duruma gelmek, tarihi de zaten ben
yazmıyorum. En ender gelişmelerden birisi, bu yenilgi olamaz. Bu bir hadisedir
deniliyor. Hani beni imha da etseler yarın, ama öyle bir tarihe yol açtı ki
etkileri yüzyıllarca sürüp gider bunun. Abartmasız böyledir. Hatta sıkça kendime
sorarım; bu adamlar havak mı derim. Bazen idare elimde. Yetki elimde birazcık.
Bu kadar büyük gelişmelerin olumlu sonuçlarını derlemek neden görülmüyor veya
bunun ne kadar önemli olduğu anlaşılmıyor mu? Yine kendimi çok düşündüğüm için
değil de gerçekten yapabileceklerim var. Artık buna ben bazen ütopya diyorum.
Sadece Kürtler için değil, sevdiğim tüm Ortadoğu halkları, kültürleri, Anadolu
biçimiyle... Gerçekten burda ütopya da var. Yapabilme gücüne de kendimi biraz
ehil görebiliyorum. Öyle sanıldığı gibi elimi kaldırıp şurayı şöyle yıkarım,
burayı böyle yemeyinden ziyade, benimki gerçekten varsa bile bu savaşçılık,
sorunları adeta ihlal etme, sorunları deşme aracı gibi bir şeydir. Yani başka
türlü savaş tanımım yok. Bir vücuttaki yarayı deşmek için, atılması gereken
kirli kandır.
Öcalan: Kirli kan atılırken biraz fazla kan aktı gibi ama!
Talipoğlu: Evet. Ondan acı duyuyorum tabiî, yani doğrudur katılıyorum sözünüze.
Onu durdurmak için aslında çok özel çaba harcadım ve buna yenilgi, işte gayri
diğer biçiminde bir yanıt verildi. Bu çok yanlış. Dediğiniz gibidir. Fazla kan
akıtmanın yararı olmadığını görüyorum. Yani bana göre bu eylem gerekliydi, ama
savaş anlayışımla bu çok bağlantılı bir husus. Mesela hep böyle düzenli ordulara
baktığımda, en gereksiz harcamalar kısmı diye tanım yaparım. Yani ordumuzu şöyle
güçlü tutalım, şöyle modernize edelim bana hep şeyi hatırlatır; boş teknikler,
boş masraf küpü. Yani işçiler de demeyeceğim, böyle negatif, kazandırmayan
işçiler. Örneğin yarın bir şey bile olsa, büyük bir siyasal etkinlik bile olsa,
böyle bir orduya hiç ısınamıyorum. Yani işte, ulusun siyasî gücümüzü, beni
korusun falan savaş anlayışımda gerekli ise orada bir organizasyon oluşsun. Bir
eylem de gerekliyse orda o eylem, o yarayı deşmek için yapılsın. fiimdi böyle
bakınca bu eylemden pişman değilim tabiî ama, eylem siyasî amacını aşsa,
örneğin; Özal ın biraz saygıyla andığım yönü oydu. Bu adam bizimle çok savaştı
aslında, dikkat edilirse. 10 yıldır. Bana göre onun ekonomik temelini bizzat
sağlamış, Türkiye kendi başına o kadar bir şey gösteremezdi, iflas etmiş bir
ülkeydi. Özal gerçekten ekonomiyle bu savaşı finanse eden kişidir. Amerika nın
desteğini en iyi sağlayan kişiydi.
Talipoğlu: Size karşı bir savaş ama.
Öcalan: Tabiî bize karşıydı.
Talipoğlu: Ama çözüm içindi.
Öcalan: Ha onu demek istiyorum. 84 den 90 ların başına gelindiğinde, bana göre
bu savaşın ekonomiyle bağlantısını görmek kadar fazla rantabl olmayacağını ve
Kürt olayının da bu biçimiyle yok edilmeyeceğini hem dünya bakış açısı, işte hem
de gerçekten bu yaptığı büyük, kendine göre büyük ekonomik çalışmaların bir
sonucu olarak değersiz gördü ve orada o bilinen tavrı ortaya koydu. fiimdi
Türkiye yine bu tavra doğru geliyor. Ben o zaman Özal öldüğünde veya
öldürüldüğünde bir söz söylemiştim. Bu Demirel dedim çok kötü yapıyor. 6 yıl
aynen bu rakam ağzımdan çıktı, 6 ay veya 6 yıl dedim. Gelecek noktayı korkunç
bir acıyla, korkunç bir masrafla doldurarak bu noktaya gelecek. Acı, acı, acı
demiştim.
Talipoğlu: Özal sizce öldürüldü mü?
Öcalan: fiimdi tabiî şey, çok yani, bunu benim hiç söylememe hiç gerek yok,
Sanırım bir sürü böyle değerlendirmeler yapılıyor, ailesi tarafından da
yapılıyor. Çünkü işaretler çoktur.
Talipoğlu: Peki şimdi bir şey söyleyeceğim, bir barıştan söz ediyorsunuz ve
barıştan söz ederken şimdi televizyonda birlikte izledik bir operasyon yaşandı
yine 17 tane er ölüyor.
Öcalan: Sevinmedim yani, gördüm 17 tane er ölmüş benim burdaki izlenimim neydi,
gördüğün gibi operasyonum kapsamlıydı ama hiç kimseye yansıtılmadı. Yani benim
ordumdan da 17 kişinin öldüğü büyük bir şeyle anlatılabilmeliydi yani. Bir İnönü
Savaşı nda 5 asker ölmüştür ve halen savaş tarihinde veya Türkiye tarihinde
önemli bir savaş olarak geçer. Burada bizim de kaybımız olabilir. Ama bu şimdi
ciddi bir olay, yani nereden bakarsan bak, bence taraftarlar çok daha fazla,
çünkü orda 15 silah ele geçirilmiştir. Klasik bir usuldür, ele geçirilen silah
kadar kayıp veriyorlar. fiimdi bilemiyorum yani bunu gizlemekle belki
psikolojik
savaş boyutunda bir yararı var denilebilir, ama muazzam gerçeklerin örtbas
edilince tabiî kamuoyu oluşmaz. Bu Türkiye nin bir yöntemidir. Artık fazla
üzerinde durmak istemiyorum.
Talipoğlu: Acaba İtalya nın yani İtalya ya geldiğinizden bu yana Türkiye nin
sizi takibini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öcalan: Halk, tabiî söz kaydı takipler meselesi yalnız orda değil ki. Bir takip
de biliyorsunuz benim Ortadoğu ya çıkışımda (kahkaha atıyor). Niye onu
sormuyorsunuz? Orası çok önemli bir takiptir. Yani o takipte şöyleydi. Yine bu
fiemdin Sakık gibi, fiahin Dönmez diye bizim meşhur itirafçımız var.
fiimdi bu
Elazığ da yakalanıyor. Diyor ki: Apo Urfa dadır. Komisere mi söylüyor, valiye
mi söylüyor hadi diyor gidelim onu yakalayalım. Bu haberi ben duydum tabiî...
Talipoğlu: Urfa da mıydınız o zaman?
Öcalan: Evet. Urfa daydım.
Talipoğlu: Yıl kaç?
Öcalan: Yıl 79. fiimdi...
Talipoğlu: 12 Eylül olmamış yani daha.
Öcalan: Başladım, hem de kısa bir süre içinde. Habire işte basalım gidelim
alalım ordan filan. fiimdi yine komünist aracıdır. Yoksa yine...
Talipoğlu: Suriye de oturuyordunuz?
Öcalan: Hayır Türkiye de.
Talipoğlu: Yani çoğu zaman Türkiye de.
Öcalan: Türkiye de.
Talipoğlu: Çıktınız Ortadoğu ya.
Öcalan: Ankara daki olay da öyledir. Ankara daki o Haki Kare nin (isim tam
olarak anlaşılamamıştır) öldürülüşü o bir 5 haziran darbesi vardır Namık
Kemal... (isim tam olarak anlaşılamamıştır) onun gölgesini üzerinde hissetmezsem
Ankara dan çekmeyeceğim yani.
Talipoğlu: Kaçtıkça büyüdüm diyorsunuz yani.
Öcalan: Çok ilginç işte. Ortadoğu daki bir değil iki değil böyle şey. Artık
dedim ya ilerde bu kapsamlı ele alınır. Gerçi günlük olarak tartışıyorlar
sanırım her gün aydın demeyeyim. Resmî profesörlerin konusu olmuş, işte neden
mark kadar olamadık madem bastıracaktık vurmak gerekirdi filan. İşler bu kadar
kolay değil tabiî. Kimisi diyor neden 10 yıl önce aklımız başımızda değildi.
Talipoğlu: Güçlü bir istihbaratınız mı var? Suriye de bunu sezdiniz mi?
Öcalan: Hayır hayır. Bu meseleyi böyle ele almamak gerekiyor.
Talipoğlu: Nasıl sezdiniz peki, Suriye den çıktınız. Neye göre sezdiniz? Hadi
öbüründe bir itirafçı söyledi bunu. fiimdi Suriye ye karşı bir baskı yapıldı.
Öcalan: Ama, bunu anlamaya gerek yok ki yani. Gürül gürül Demirel...
Talipoğlu: Suriye hükûmeti mi çık dedi size?
Öcalan: Demirel umut verdi. Parlamentoda her şey yapılmalı denildi ve ayrıca
yavaş yavaş askerî hazırlıklar her tarafı aldı. Buna benzer çok sayıda hazırlık
vardı. Ve gerçekten hayır yani şu veya bu gücün dayatması iradesinden ziyade
kendi karar tarzım olmasa gelişmezdi.
Talipoğlu: Peki niye Rusya?
Öcalan: Biraz önce açıklamıştım.
Talipoğlu: Kayıtta değildik o zaman.
Öcalan: Hayır hayır onu demiyorum. Kayıt için demiyorum. fiimdi olsa olsa bu
şeyleri yoklama olarak değerlendirebilir yani belli bir siyasî düzeni yoklama
amacına bağlanabilir.
Talipoğlu: Peki İtalya ya gelişinizi Ruslar mı söyledi?
Öcalan: Hayır.
Talipoğlu: Siz mi istediniz İtalya yı?
Öcalan: Bütün bunlarda kendi harekât tarzımı kendim belirledim.
Talipoğlu: Peki bundan sonrasında ne olacak? Yani şimdi burdasınız, bu evde
rahatsınız mı diyeyim, tutsaksınız mı diyeyim, nedir konumunuz bilemiyorum. Yani
şu anda oturduğumuz konuma göre tutsak değilsiniz. Ama sonuç olarak tutsaksınız,
kapıda askerler bekliyor işte içeri girerken sanki göz hapsindesiniz gibi.
Bundan sonrasında ne olacak? Burdaki şu konumunuz ne yani?
Öcalan: Ben hiçbir zaman tabiî tam özgürüm diyemem. Bu tip ev hapisleri hep
Ankara dan beri yaşadığım bir durumdur.
Talipoğlu: Değişik bir şey yok benim için diyorsunuz yani?
Öcalan: Belki de burdakinin şeyi işte. Siyasî sonuçları çok büyük oluyor.
Talipoğlu: Peki İtalya size çık derse ne olacak? fiimdi bu tartışılıyor,
demin
haberlerde birlikte izledik.
Öcalan: Onu sizlere sormak lazım veya kestirmem gerekiyor düşünce yoğunluğu
içindeyim.
Talipoğlu: Bir karar vermediniz yani.
Öcalan: Ben hiçbir zaman koşullar olgunlaşmadıkça bir karar vermem. Saati
gelirse o kararı verebilirim. Bu bir ölüm kararı da olabilir hiç umurumda değil
yani. Hemen her şeye karşı rahatım.
Talipoğlu: Nasıl bir ölüm kararı? Yani gene gerilla hayatı mı? Dağa mı
çıkacaksınız gene. Böyle bir sözünüz de vardı çünkü.
Öcalan: Dağa çıkma?
Talipoğlu: Hayır yani dünkü avukatınızın açıklamalarında bir seçeneği vardı
diyor. Yani, ya İtalya ya gelecekti ya dağa çıkacaktı.
Öcalan: E tabiî o ayırım her zaman var. fiimdi de var, Rusya da da var,
Ortadoğu da da vardı. Gerçekten dağı tercih etmemem yolum kapandığı için değil
de tereddüt geçiriyorum. Sanırım burada Avrupa daki koşullar önümüze böyle
anlaşılabilinir, doğru yorumlanabilinir gelişmeleri ortaya çıkarırsa ciddi
olarak bir siyasallaşma olur. O da şu anlamda olur. Tekrar söyleyeyim; savaş bu
kadar olur. Bundan sonra siyasal çözüme doğru adamakıllı girmek gerek. fiimdi
bunun tereddütlerini biraz yaşıyorum. Bu bence Türkiye için çok daha önemli
çünkü işler gerçekten bu noktaya giriyor, Avrupalılar da ciddi her şeyden önce.
Çok kısa bir süre sonra ABD nin de bu yönde adımlar atacağı tahminindeydim. İş
çok ciddi bir siyasal sürece girecek. Aslında bu Türkiye Cumhuriyeti nin
kuruluşunda da böyledir. Lozan diyorsunuz esas itibariyle. Avrupa nın iradesinin
bir sonucudur. İşler o noktaya geliyor. İşte her gün görüşülüyor.
Talipoğlu: Peki uluslararası mahkeme kurulmasına ne diyorsunuz? Böyle bir
mahkemeyi kabul eder misiniz?
Öcalan: Bu da net değil. Fakat ben bu konudaki tutumumu açık söyledim. Yani
ortada bir savaş var. Bu savaşta mutlaka gene savaş hukukuna göre belki suçlar
olabilir. Bu tartışmaya açılabilir. Ben de üzerime düştüğü kadar açıklarım.
Bunları açık söylerim. Terör filan deniliyor. Terör boyutlarını ben de izah
etmek isterim. Bu değerlendirmede bulundum. Gelişirse sanırım bu temelde
gelişir.
Talipoğlu: Yani sizin inisiyatifinizin dışında gelişen olaylar oldu mu bölgede?
Öcalan: Tabiî oldu. Yani özellikle bu fiemdin Sakık şeyinde bu böyledir.
fiemdin de benim en çok rahatsız olduğum yan, bunun kontrolsüz insan
öldürmesidir. Kendi yoldaşlarından sadece onlarcasını kurşuna diziyor. O işte
çocuk da öldürse, ona kin ve öfke duymuyorsunuz. Bu çocuk da öldürdü deyin. Bu
bir gelenek olarak PKK da olmuştur. Gerçekten bunun hikâyesi var, 87-88
sürecidir. Bana o zaman şöyle bir haber geldi bir gün. Bir aileye baskın
yapılmış, sanırım içinde kadın ve çocukların da olduğu 9 kişi öldü diye. İlk
defa böyle bir olay oluyor. Ben de tamamen karşı tarafın işidir bu.
Talipoğlu: Baykabin. (Tam olarak anlaşılamamıştır.)
Öcalan: Yani oralarda bir yerde olabilir. İlk ama bu, 1985 den sonradır.
1986-1987 olabilir. Sonra sarsıldım o olayda açık söyleyeyim yani. Bu PKK
çizgisinde gelişmemesi gereken bir olaydı. fiimdi daha sonra bu savaştır işte
olur diyor ya işte fiemdin. O zaman, ki biz daha sonra ismini 4 lü çete
koymuştuk bir ekip vardı. Bu fiemdin dir. Öbür diğeri Cemil Işık deniliyor, o
da
hemşerisidir. Bir Kör Cemal dediğimiz birisi var. Bir de fiahin Baliş te
şöyle
bir özellik de var: daha önce yol kesici bunlar. Sevmediği insanların torbasının
şeyine bombayı koyuyor, patlıyor, bilmem kaç kişi ölüyor. Böyle işleri şey eden
bir kişi. O diğeri yol kesiyor. Öbürü de mesela o korucular oluşmadan önce,
yardımcı oluyor, hatta o birisinin oğlunu öldürüyor, Sadın Ağa mıydı neydi,
yani tabanca vermiş kendisine yardım yapmış, canı bir şeye mi sıkılmış, oğlunu
cezalandırmış. Sonra biz şey duyduk, bunlar neyin nesidir, çünkü tüm bunlarla
otorite olmak istiyormuş, korkunç bir şey. Daha sonra bilemem, devletin payı
bunda var mı yok mu? Bunlar bizden de epey şey ettiler. Mesela bir grup
üniversite öğrencisi gelmişti. Kuşkulanıyoruz adı altında yine 5-10 tanesini bu
mantıkla öldürmüşler. Büyük yaralar açtı ondan sonra, Türkiye şeyinde de oldu ya
bir ara. Öldürelim otorite olalım. fiimdi böyle başladı gerçekten. Yani şimdi
T.C. dürüst olsaydı bunu doğru ortaya koyabilirdi. Ben bu eylemi kırmak için
bunların dördünü de aslında biz cezalandırdık. fiemdin yargılanma
sürecindeydi,
şimdi ordadır. T.C. nin elindedir. Onu şimdi besliyorlar. Teslim olduğunda ben
bir şey söylemiştim. İki uçlu boklu değnek elinde . Eğer şerefi varsa işte çok
hesap soracağız askerlerimizin şeyini yerde bırakmayacağız. O 33 asker
meselesinde haydi dedim bir şey yapsın ama yapmayacak göreceksiniz dedim ve
dediklerim de oldu. Yani işte savaşta tamam karşılıklı insanlar şüphesiz
birbirlerini vururlar. Ama eğer illa hukuka aykırı bir şey varsa bunun payı
gerçekten belirleyicidir. Biz bunu içimizde niye kabul etmedik. Kirli kişilik
diyordum ben ikide bir buna. Acaba diyordum affedilebilinir mi? Islah olabilir
mi? Yıllarca bunu bekledim. fiimdi neden cezalandırılmadı deniliyor. Çünkü
çok
ilginçtir dikkatimi çeken bazı şeyler var ve bunun meselesi onun için önemli.
Bazı dost güçler, bundan 2 yıldan fazladır darbeye bile girdiler. fiimdi çok
şikâyet ediyorlardır. Bilmem bize de iftira ediliyor filan. Ama öldürülmemesi
için hatta bize gelsin, ki bunlar bazı devletlerdir. fiimdi, bütün belirtiler
şunu gösteriyor. Özal ın işte o bizimle geliştirmek istediği ateşkes süreci ordu
içinde baltalamak isteyenlerden tutalım, PKK içinde sahte bir önderlik, vukuu
mutalize (tam olarak anlaşılamamıştır). Nikaragua da öyle bir şey var, ona
benzer bir şey oluşturmak isteyen sarmabede (tam anlaşılamamıştır) bu konuda
bilgi sahibidir. Böyle bir arayış içinde bu adam değerlendirilmiş, özellikle
93 den itibaren, ki bu tarih önemlidir, çünkü bu tarih yeni bir konseptin
uygulandığı tarihtir, ki çok açıktır, sanırım bunu şeyler çok iyi açıklar,
Hanefi Avcıgiller in değerlendirilmesinde de vardır, Çillerler in Özal sonrası
iktidarı ele alış tarzıdır, Doğan Güreş in Genelkurmay başkanlığında. Ben İsmet
Berkan ın bir yorumuna dikkat çektim. 1991-1992 şeyinde bu konsept geliyor Özal
kabul etmiyor. Yine Eşref Bitlis olayında da, o da bu konsepti kabul etmiyor.
Bunlar çok açıktır ve 1991-1993 arasında şiddetli bir çatışma vardır. Bir taraf
işte Demirel dir hatta İnönü dür bana göre, yani klasik bu Özal politikalarını,
Özal kadrolarını tasfiye etmek isteyenlerdir. Bir de Özal ın direnci vardır
burada. fiimdi, asıl 1991 de uygulanması gerekir bu konseptin. Doğan Güreş le
birlikte. Özal gerçekten orada, muhtemelen Eşref Bitlis Paşa gibi bazı
generaller de tam ikna olmuş değillerdir. Doğan Güreş bastırıyor ve o bilinen
tasfiye süreci başlıyor ama sınırlıdır, Özal ın ölümüne kadar dikkat edilirse
faili meçhul azdır, ordu içinde çatışma azdır, bu iş adamlarının şeyi azdır,
çünkü Özal burada bir engel onun aşılması için çok çaba harcanır, o zaman yine
bildiğiniz gibi 1991 de özellikle şimdi bu Özal engelinden kurtulmak için
ANAP ın, Mesut Yılmaz ın eline verilmesi var. Sen de mi Brütüs diyen Özal dır
yani. İzlemişsinizdir o zaman, ANAP ın Mesut Yılmaz ın eline geçirilişini. Bu
oyun yine o zaman Genelkurmay ın ANAP içindeki operasyonuydu. Ve konsept içindi.
Bu konsepte ANAP ı yani daha doğrusu Özal engelidir. Ondan kurtarıp hazırlamak
için ve Mesut 6 ay mı başbakanlık yaptı o dönemde, ürktü geri çekildi. Mesut bu
durumu çok iyi bilir. Ardından işte bildiğiniz gibi 1991 sonu herhalde onunla
birlikte hemen Cizre, Lice şeyleri 1991 de başladı. Bu konseptin
uygulamalarıydı. 1992 den itibaren halen şimdi halen Jandarma Kuvvetleri
Komutanı Bitlis tir ve köy boşaltılmaları, o faili meçhul cinayetler o kadar
yaygın değildir. Çatışma biraz daha şiddetlenir. Benim o zaman, açık yani
söylemekte hiçbir mahsur yok. Bu görüşme sürecini gördü Özal, elini göğsüne
vuruyordu, özellikle Bitlis Paşa için. O diyordu benden yana, Güreş ortada
anılıyor. Aynen onu bana birisi gördüğü gibi anlattı. Özal ın ağzından çıktığı
gibi anlattı ki benim kesinlikle bundan yana bir kuşkum yok. Çünkü o adam
yabancı bir kişi, yani Türkiye nin iç politikasına göre konuşacak birisi değil.
fiimdi orada ciddi bir tasfiye süreci yaşanıyor. Onun için diyorum Özal la bu
noktalandıktan sonra iktidarı dizginsiz ele geçirenler bu 1993 le birlikte önce
o DEP i kapatmak, ardından o işadamlarını vurma, ardından çığ gibi faili meçhul,
köylerin muazzam boşaltılması. Çiller tavırlarını anlamak istiyorsanız,
İnönü nün geri çekilmesini anlamak istiyorsak, bunları bilmek gerekiyor. Onun
için diyorum ben o sürece ilişkin değerlendirmemi yaptım. Aynı noktaya
gelinecek, fakat çok büyük kayıplara yol açarak. Bu konuda araştırmaya değer.
Biraz gazeteciler anlatıyorlar Susurluk adı altında bir şeyler söylenmek
isteniyor ama, çok sınırlıdır ve esasta özü söylemiyorlar. Söylenilmek istenilen
şeyler birbirlerini tasfiye etmek isteyenlerin iddialarıdır. Esas için
mekanizması sistemi kesinlikle dile getirilmiyor. Bir gün bunlar çok net
anlatılacak ve zannediyor musunuz acaba? Gerçekten böylesine bir büyük
siyasallaşma süreci başlar mı? Bu bizim 1 eylül barış sürecimiz ciddiydi. Ben
halen merak ediyorum yani bize o önerileri geliştirenler nerede? Çünkü ben o
sürece kendi adımımla girmedim. Bana çok akıllı ölçülmüş biçilmiş öneriler
getirildi.
Talipoğlu: Bir dakika Türkiye den mi?
Öcalan: Tabiî. Adam çıktı Avrupa ya, o bizimle diyalogda arabuluculuk eden ve
öneriler getirdiğinde ben dedim kesinlikle üzerinde durmamız gerekiyor.
Talipoğlu: Yani hükûmetle mi Türk hükûmetiyle mi?
Öcalan: Hayır. Hükûmet değil. Ağırlıklı ordu. Ki yalnız olmasa da böyle bir
çevre. Hükûmetin fazla bilgisi olabileceğini sanmam.
Talipoğlu: Bu bir kişi miydi, bu arabulucu?
Öcalan: Evet. Fakat kesinlikle getirdiği öneriler çok düşünülmüş, kesinlikle bir
kurmayın elinden çıkan öneriler paketidir. Kelime hatası bile yok. İyi
düşünülerek geliştirilmiş bir öneriler paketidir. İstiyorlardı işte. Bir ateşkes
vardı.
Talipoğlu: Sivil miydi bu arabulucu asker miydi?
Öcalan: Kendisi sivil fakat bağlı olduğu çevre sanıyorum ki askerdi. Kendisi bir
gün konuşur bunları yani.
Talipoğlu: Siz isim vermiyorsunuz yani?
Öcalan: Gerek yok. Zor durumda kalabilir. fiimdi bu önerileri yapanlar ya
gerçekten bir çevredir diyelim bir politikanın veya bir gücün sahibidirler. Ya
da bize büyük bir taktik yapmak istemişlerdir. Ben buna tam netleştiremedim ama
oldukça benim için hâlâ bir soru işaretidir. Aslında iyiydi, yani bu son şeye
girmeden önce...
Talipoğlu: Siz yüz yüze görüşüyor muydunuz?
Öcalan: Hayır. Arabulucuyla. Bu son hamleye Türkiye nin girmeden önce eğer
farklı bir eğilimse sanırım onlar işi gerçekten 1993 gibi bir siyasallaşmaya
kanalize etmek istiyorlardı. Zayıf çıktılar, başarılı olmadı. Diğer ekip
bastırdı. Diğer ekip derken bunda cumhurbaşkanının demagojisi vardır, rolü
vardır. Bu mevcut hükûmetin rolü vardır ve ordu içinde de bu yeni Genelkurmay
başkanının belki rolü olabilir. Artık ben bu konuda yine kesin bir şey
söylemiyorum. Ama ağırlık biraz sola doğru kayıyor.
Talipoğlu: Peki şimdi size bir şey soracağım. fiimdi Türkiye de bir savaş
yaşandı
diyorsunuz. Geldi geçiyor, yaşanıyor. Peki siz Türkiye Cumhuriyeti başbakanı
veya Türkiye Cumhuriyeti nin yetkili biri olsaydınız ve karşınızda Abdullah
Öcalan olsaydı ve şu konumda ne yapardınız? fiimdi eleştiriyorsunuz bir tüm
olarak ama bir onların yerine koyarak düşünürseniz, barış için ne yapardınız?
Öcalan: fiimdi barış için bu öneriler uygundu aslında.
Talipoğlu: Getirilen öneriler.
Öcalan: Tabiî uygundu. Kesinlikle.
Talipoğlu: Bunlar yazılı mı getirildi size.
Öcalan: Tabiî. Yazılıydı. Var, dökümanları var. İstenilirse sanırım verilebilir
de. Bizim Kani, arkadaşlar bunları bilir. 5-6 sayfa ve her birisi de tekrarlayan
önerilerdir. Yani oyun da olabilir. İyi niyetin gereği de olabilir. fiimdi o
ciddi bir girişimdi ve onu demek istiyorum. İşte bu içine girdiğimiz süreci
önleyebilirdi bu. Eğer o öneriler dikkate alınsaydı.
Talipoğlu: Peki şimdi o önleyemedi?
Öcalan: Önleyemedi.
Talipoğlu: fiimdi ne yapacağız, barış için ne yapacağız?
Öcalan: Hamle yapanlar yaptı, kılıcını çekenler çekti. fiimdi belki biraz
gerildim ama herhangi bir yerimi ısırmadı. Hatta diyebilirim ki yani en büyük
operasyon olmasına rağmen, fazla hasar vermek şurda kalsın, çok önemli
gelişmelerin başlangıcı olma gibi bir şey çıkıyor karşımıza. Oldukça yeni, çok
yönlü gelişmeler çıkıyor karşımıza.
Talipoğlu: Peki hazırlıklı mıydınız bu sürece?
Öcalan: Değildik tabiî. Dedim ya bizim PKK tarzında hep bir dayatma olacak, biz
de ona göre hazırlanacağız.
Talipoğlu: Peki biraz önce kayıtta değilken, ben Türkiye ye dönsem dediniz, bir
söz söylediniz.
Öcalan: Evet, bir hafta içinde bu kitle psikolojisini tersine çevirebilirim
dedim. (Kahkaha atıyor.)
Talipoğlu: Ama çok aleyhte de propaganda var. fiehit aileleri şunlar, bunlar.
Öcalan: fiehit aileleri meselesi çok zalimce tersyüz ediliyor.Çok
yabancılaştırılmış bir mesele. Dev gibi bir ordu. Her türlü teknik ellerinde. Bu
bir avuç gerilla. Peki o dağda ne arıyorsun? Biraz onu düşünmek zorundalar.
Bunlar Kürt kimlikli insanlar.Biraz dağda özgür kalmak istiyorlarsa senin
askerinde bu kadar vicdan varsa gitmesin üzerine. Bizim öyle uzun silahlarımız
yok. Kellesini keseceğim, asacağım dersen, şehit ailesi düşünmeli bu ne
çılgınlıktır demeli. Bu dağda ne işiniz var diyebilmeli. Saldırmasalar bir
tanesi ölür mü? Biz halen bir saldırıyla tek bir asker öldürmüş değiliz. Hepsi
savunmada hepsi ölmemek için öldürdü.
Talipoğlu: Peki diyelim ki asker gitmedi, dağda öyle dolaşacaklar mı? Yani amaç
ne olacak o zaman?
Öcalan: Dedim ya, siyaset devreye girmek zorunda. Çok açık, şunu Türkiye nin
kabul etmesi gerekiyor. Demirel daha geçende de Avusturya da Kürt sorunu yoktur
dedi. fiimdi bunu ben söylemiyorum. Bu dünya Kürt varlığını kabul
etti.Fiiliyatta
Türkiye de görüyor. İşte bu kanı bu şehit analarının hesap sorması gereken bu
zihniyettir.Var olan bir şeyi, tüm dünyanın kabul ettiği bir şeyi, sen
gidiyorsun ta Avrupa nın merkezinde yok diyorsun. Ve bir terör vardır onu da
yok edeceğiz. E peki bütün PKK nın sebebi bu anlayışın ta kendisi değil mi?
Dünya kadar örneklerini verebilirim. ETA dedi ben ateşkes sağlıyorum. İspanya
başbakanı bir gezisini yarıda kesti geldi konuyu değerlendirdi ve şimdi de
çözüme doğru gidiyor. İRA ateş kesiyorum dedi, olağanüstü sosyal süreç başladı.
Ve yürüyor. Filistin de de keza böyle. 2 000 yıllık düşmanlıkları vardı
İsrailoğulları ile Filistinli Araplar arasında. fiimdi hem bin yıllık kardeş
ki
öyledir, Türkler Anadolu daki varlığı kesinlikle Kürtlerin omuzunda veya
Kürtlerin kendileriyle bilinen ilişki biçimlerinden kaynaklanmıştır. Bu çok
açıktır. Alpaslan ordusundan tutalım, Yavuz un bilmem imparatorluk hamlesine
kadar. Mustafa Kemal neden İzmir den başlamadı da geldi kendisi Kürt şeyhlerine
ve aşiret reislerine, beylerine el öper. Bunlarla başladı. Yani şunu demek
istiyorum, Kürtlerin varlığı tartışmasızdır. fiimdi neden bunu bu kadar inkâr
edeceksin. Diyeceksin ki kaba gücüm fazla. fiimdi kaba güç teorisi faşist bir
teoridir. Ve buna katılanların da sonunu korkunç kötü getirmiştir. Bu çok
önemlidir bence. Kamu kesinlikle bu noktada aklını başına almalıdır. fiehit
anaları en başta olmak üzere aklını başına almalıdır. Sen 4 000 yıldır bu
topraklarda olan bir halkın kökünü kazımak istiyorsun. Yoktur diyorsun. Yani hiç
mi vicdan yok bu insanlarda. 1 000 yıldır size itaat etmiştir bu halk. Halen de
ırgattır, işçidir halk, memurdur hepsi itaat ediyor. Sen bunlara bir ad çok
görüyorsun. Dünyada küçük azınlıklar için bile bir şey varken artık modadır,
kimlikler verebiliyorken, sen silecem diyorsan, işte şehit anaları veya
askerlerin kanının altında bu anlayış yatar. Ne kadar üzüldüğünüz ve ne kadar
zorda kaldığınız ortada. fiimdi hayret etteğim nokta; Türkiye nin o kadar
profesörleri, o kadar aydınları ve o kadar politikacıları var bu basit gerçeği
neden bir türlü kabul etmek istemiyorlar. Diyecek, sonuç yok etmektir. İşte bu
tehlikelidir. Açıkça söyleyeyim. Benim de gücümün temelinde bu var. Yani bir
görüşün ısrarla savunucusu olduğum için bu durumdayım. Avrupa da da yarın şimdi
beni kabul edecekler. İşler oraya doğru gidiyor. Neden? Sorunun sahibiyim ve
sorunun tarafıyım ve gerçekçi yaklaşıyorum. Barışçıl da yaklaşıyorum. Avrupa nın
ölçülerine göre de yaklaşıyorum. Bir güç kazanacağım çok açık.
Talipoğlu: Peki bu gücü kazandığınızda, toprak talebiniz mi olacak, ne
yapacaksınız? Türkiye den ne istiyeceksiniz siyasî süreç olursa?
Öcalan: İşler oraya gidiyor. Fakat burada benim bir parçalama planımdan ziyade
ki Avrupa da son derece bu noktada doğruya doğru geliyor. Bu da kültürlere geniş
özgürlük, parçalanmadan farklılıklara özgürlük, Avrupa da kesinlikle bu konuda
sanırım bir politik çerçevede anlaşmaya gidebilir. Türkiye nin de geleceği nokta
budur. Ben sanmıyorum fazla direneceklerini.
Talipoğlu: Yani bu bir federasyon şeklinde falan değil öyle mi?
Öcalan: Aslında kısmen bu Mustafa Kemal in de düşüncesini de işgal eden bir
konuydu. Muhtariyet mi olsun, şu mu olsun fakat karar veremedi. O Cumhuriyet in
başlangıcında, sonra da milliyetçilik fazlaca gelişir ve unutulur gider.
Cumhuriyet in kuruluşunda da bu sorun vardı. fiimdi işler tekrar o noktaya
geliyor. Aslında eğer siyasallaşma ve diyalog süreci başlasaydı, gerçekten
üretken projeler çok kapsamlı ortaya konulabilirdi. Yani hiç öyle korkmalarına
gerek yok. Ben o anlayışta da, son vatan parçası bölünüyorda da, Türklük yine
büyük bir adım. Anadolu Türklüğü diyelim belki bir gerçeğe göre azalmıyor da
gerçek rakamına ulaşıyor. Ama diğer yandan tam 250 milyona yakın dünya Türklüğü
var. Kaldı ki sayı 500 milyon olmuşken el neder yani. Çinlilerin nüfusu 1 milyar
300 milyondur. Ve baş belası olmuş. Baha bile boynuz azaltmasına girdi. (Kahkaha
atıyor.) fiimdi senin bir oğlun olsa güzel büyütmek istemez miydin? 10 tane
bizim
Kürt ailelerinde olduğu gibi. Yoksa onlar ağır sorunlarından ötürü mahvolsa mı
iyiydi? Bana göre zaten bu dünya fazla nüfus kaldırmıyor. Çok açık ağır bir
nüfus sorunu var. Aileler zaten çok yoksul. Nüfus kaldıramıyor. Zaten Türkiye
fazla büyümüş. Nüfus kaldıramıyor. Yani Kürtler gitsin kendini homojen etsin
demek İstanbul un kurtulması demektir. Gecekondularında o çapraşık kültürel ve
yaşam farklılıklarından kurtulması demektir. Bu çok açık. fiu an en ağır
sorunlardan birisidir bu.
Talipoğlu: Türkler çekilirse İstanbul kalmaz o zaman.
Öcalan: Hayır İstanbul paylaşılsın demiyorum. Gönüllü asimilasyonlar her zaman
iyidir. Ben buna karşı filan değilim. Ama anormaldir. İstanbul da, Adana da bu
metropollerde aşırı gecekondulaşma şehir yaşamını zehir etmiştir. Çünkü
altyapısı yok. Çünkü onu besleyecek bir sağlık imkânları, eğitim imkânları yok.
Bu dar milliyetçi anlayışlı yani Kürdü alır orada eritiriz yok ederiz.
Talipoğlu: Peki Türkiye de şu anda televizyonlarda öğretmen ölümlerinden
bahsediliyor.
Öcalan: Onların hepsi demagoji. Öğretmen öldürsek, sivil öldürsek millet der ki
bin rakamını da yakalayabiliriz. Bu öğretmen, sivil mantığını ben size izah
ettim. fiimdi niye bir tane öldürülmüyor. Son özellikle fiemdin den
sonra veya
benim son aldığım tedbirlere göre son 2 yıldır bir öğretmenin öldürülüşünü
duydun mu? Hatta bir sivilin... Dün bir ara baktım, sanmıyorum bizimkiler olsun.
İslamcılardır. Bunlar polis için çalışıyor. Yani bir-iki provakatör. Veya ne
idüğü belirsiz kişiler. Yapabilirler ama benim eylemimde bu yoktur. Çünkü din
bunu görmüyor ki. Kaldı ki dünyada her gün sivillerin imha edildiği İrlanda da
bile nasıl öldürüldüğü ortada. Biz yapmadık bunları. Bu böyle bilindiği halde
bir iftira. Apar topar dosya buraya yollayarak devredecekler. 30 kişinin
öldürülmesi sen kendin diyorsun. Ben 20 000 i öldüremem. Bunlar çok abartmalı ve
devlet adamlarına yakışmayan şeyler ve kendilerini küçülttüler. İşin ciddiyetini
kendileri allak bullak ediyor. Türkiye gerçekten hem mevcut dünyayla özellikle
AB sistemiyle hatta ABD dahil o ilişkilerini anlamlı kılmak istiyorsa bu son
çılgınlıktan vazgeçmelidir. Israrla sorduğunuz soruya tekrar geleyim. Buradaki
duruşumun biraz bu süreçle de bağlantısı var. Sanırım Avrupalıların benimle
ilişkilerini ayarlaması da bu süreçte bir rol oynayacaksa sanırım statü
gelişir...
Talipoğlu: Yeni bir Arafat statüsüne gelir mi?
Öcalan: fiimdi onun yoğun tartışmaları, görüşmeleri var. Arafat demeyelim de
yani
bu Kürt sorununun kendine göre orijinaliteleri var. Eğer Türkiye fazla
zorlamazsa bana göre bu bir fırsat.
Talipoğlu: Çok mu zorluyor Türkiye?
Öcalan: Türkiye nin Avrupayı nasıl rahatsız ettiği ortada. Hem abartmalı hem çok
mantık sınırlarını zorluyor.
Talipoğlu: Nasıl?
Öcalan: Ortada. Son 15 gündür Türkiye de olup bitenlere bakın. Çılgınlık
derecesinde, histeri derecesinde saldırganlıklar oluşuyor.
Talipoğlu: Yani peşinize düşmesin mi Türkiye?
Öcalan: fiimdi tek o olsa ne diyeyim? General Trikopis yenildi. Mustafa Kema
l
serbest bıraktı. Meşhurdur Alparslan Romen Diyojen i yendi. En ufacık bir şey
yapmadı, bir gün gözaltına almadı. Serbest bıraktı. Her gün diyorlar ki askerî
olarak yenilmiştir. Askerî olarak yenilmişsem, Avrupalara da artık yol almışsam.
Yenilmiş bir insanın peşinden böyle koşulur mu? Mustafa Kemal Çerkes Ethem
yenildiğinde peşine düştü mü? Burada da bir çılgınlık var. Madem yenilmişim, ki
kendileri bunu söylüyor. Hadi beni Ortadoğu da yaşatmadı bırak Avrupa da şey
edeyim. Neden bu kadar korkuluyor ve neden bu korkunç takip. Bu doğru değildir.
Bu takip şimdiden beni güçlendirmiştir. Sonu yoktur ve insanca da değildir.
Hiçbir savaş mantığı içinde de yeri yoktur. Bunu böyle ele alacaklarına sizin
gibi veya şey gelse diyelim. Benimle şimdi Avrupalılar görüşme sürecine
gireceğine Türkiye devleti bir-iki adamını devreye soksa herhalde en iyisi olur.
Ha burada kimin dış kökenli olduğu, kimin Türkiye için kötü düşündüğü ortaya
çıkar. Ben demiyorum anlaşma imzalamasın, ama ciddi bir sorunla Türkiye karşı
karşıya. Ortada bu çılgınlık yüzündendir. 30 000 kişinin olduğu yerde savaş
vardır. 30 000 kişi terörle izah edilemez. Bir savaş bilançosu Kurtuluş
Savaşı nın kayıpları biliyorsun 5 000 civarındadır, onun 6 katıdır bu.
Talipoğlu: İtalyanlara yük olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Öcalan: fiimdi bu ekonomik boyuttan ziyade bir insanî boyut. fiimdi
insanî boyut
öne çıkıyor. Yarın Avrupa da da öne çıkacak. Türkiye bunları da şimdi görmek
zorunda. Çünkü bu ağır sorun Avrupa ya da ihraç ediliyor. O açıdan insanî boyut,
siyasî çözüm giderek yaratılacaktır. Tabiî buna girmeden önce buna hükûmet
edenler şu anda devleti yönetenlerin altyapısını izah etmem gerekiyor. O açıdan
fazla insan umutlu olamıyor. Sırf bir koltuk için neler neler yapıldığı, kaset
hikâyelerinde çarşaf çarşaf ortaya dökülmüştür. Bunlardan bir şey ummam çok zor.
Zaten onun için anlattım. 1993 öncesi yapılan tasfiyeler var. Barış süreçlerinin
dinamitlenmesi filan var. Ve suçların örtbas edilmesi için saldırmak zorunda.
Çünkü şunu çok iyi biliyorlar. Ben bunu ileride çok iyi açıklayacağım.
Biliyorlar bu deşilirse halk bunları yaşatmaz. Bunlar duydukları korku yüzünden
üzerime bu kadar geliyorlar. Yani suçlu, suçunu örtbas etmek için. Çok
korkunçtur, tarihten örnekleri çoktur. Mecburî bir histeriktir bu. Zalim,zulüm,
sömüren şimdi kendini gizlemek için işte yeni dinin sahibi en büyük tehlikedir.
Aslanlara yedirelim. Roma dayken o arenalar meselesi vardı. Gidin dedim
arenalara. Aslanlar nasıl insan yemişlerdir. Anılarınızı tazeleyin, şimdi öyle
bir yaklaşım.
Talipoğlu: İtalyan yemeklerine alıştınız mı?
Öcalan: İtalya yla benim fazla bir şeyim yok. fiu anda Roma yı düşünecek
durumda
değilim. İtalyanlar için söyleyebileceğim yediklerim içtiklerim için teşekkür
ettim. Saygılı olmak zorundayım. Yasalarına da yine saygılı olmak zorundayım.
Çok kötü bir tavır alacaklarını da sanmıyorum. Bekliyorum onların tavırlarını.
Talipoğlu: Ama Avrupa nın sizi Türkiye ye göndereceğini düşünmüyorsunuz herhalde
hiç?
Öcalan: fiimdi sorunu böyle ele almak yerine, acaba gönderilmeyi ben nasıl
karşılarım orası çok önemli.
Talipoğlu: Nasıl karşılarsınız?
Öcalan: Bu bana kalsın yani. Görünen gerçekten önemli sonuçlara götüreceği açık.
Ben hâlâ şeyi örgütlemedim dikkat edilirse. Örgütleyebilirdim de. Zor herhalde,
45 i aşkın kişi kendini yaktı. Bazıları intihar eylemleri sistemini geliştirmek
istediler. Ben hemen başlamadım. Bu kitlenin içine, ben çok özel olarak herhalde
bazı intihar ki çoğu dolu bizde burada gönderebilirdim. Haydi onlar böyle
saldırıyorsa her gün sizde gidin içlerinde bomba patlatın ve durdururdum. O
kitle selini ama yine de yanmadım. Yani bizi çiğ çiğ yemek isteyenlere bile
bizim başımız amaçlarımız ortadadır.
Talipoğlu: Teşekkür ederim.

Ek: 3
Abdullah Öcalan ın DGM savcıları tarafından İmralı Cezaevi nde,
alınan ilk ifadeleri

Sanık ifade tutanağı


Sanık: Abdullah Öcalan, Ömer ve Üveyş oğlu, 1949 doğumlu, Halfeti ilçesi, Ömerli
köyü nüfusuna kayıtlı olup, silahlı çete PKK nın başı.
Soruldu: Türkiye toprakları üzerinde müstakil bir Kürdistan devleti kurmak için
silahlı eylemlerde bulunan PKK örgütünün eylemleri sonucunda 30 000 küsur
güvenlik görevlisi ve sivil insanın öldüğü, bu ölümlere kurucusu olduğunuz örgüt
militanlarına çeşitli kanallardan talimat vererek sebep olduğunuz anlaşılmıştır.
Cevap: PKK örgütünün kurucusu olduğum doğrudur. Yine bu örgütün önderliğini
yaptığım, benim önderliğimde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele
başlattığım da doğrudur. Başlangıçta gerçekten Kürdistan devleti kurmak gibi bir
kavramımız da vardı. Bu da doğrudur, ancak gelişen süre içerisinde müstakil bir
Kürt devleti kurmak değil de, Kürtlerin de Cumhuriyet in kuruluşunda rol almış
bir halk olarak özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi sonucuna
vardım. Bu temelde ekonomik, sosyal ve siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde
etmiş olarak bir arada yaşayabileceği sonucuna vardım. Yakma eylemleri ile
ilgili olarak kendini yakanlara ben kızıyorum, öfke duyuyorum bunu terk
etmelerini önemle vurguluyorum.
Soruldu: Yakılacak bir şey varsa o kutsal canınız değil, yakılması gereken kişi
ve kurumlardır demişsiniz , bu konuşmayı MED televizyonunun 13 aralık 1998 günü
yaptığı programda yapmışsınız. Bu konuşmanızın arkasından Van ilinde Hamdiye
Kapan isimli PKK militanı Van Orduevi nden geçmekte olan ve İl Jandarma Asayiş
Komutanlığı personelini taşıyan askerî servis aracına intihar türü saldırı
düzenlemiş, 14 asker ile 10 vatandaş yaralanmış 1 vatandaşımız da ölmüştür.
fiimdi kendinizi yakmayın, sizi yakanları yakın demeniz özgürlük temelinde
bir
arada yaşama düşüncenize aykırı değil midir?
Cevap: Benim MED televizyonunda kendinizi yakmayın sizi yakanları yakın dediğim
doğrudur. Bu konuşma da bana aittir. Bu konuşmamın özgürlük temelinde bir arada
yaşama düşüncesine de aykırı olduğunun farkındayım ama ağır bir ortam
içerisindeydim ve konuşmamda kastettiğim de Türk güvenlik kuvvetlerine saldırı
düzenlenmesi değildi. Nitekim bu eylemi düzenleyen mahallî sorumlular ile
görüştüm. Bu kabil eylemlerin yapılmamasını istedim. Bu talimatımı yani Türk
güvenlik birimlerine bir şekilde saldırı düzenlenmesi talimatını Hakkari ilinde
olan kadın bölge sorumlumuz Pelçin koda verdim. Pelçin kodun açık kimliğini
gerçekten bilmiyorum dedi. Ayrıca ben bu konuda intihar eylemlerine girişmeyin
diye genel bir talimatta verdim.
Soruldu: Hamdiye Kapan ın Van Orduevi nde yaptığı saldırıdan sonra örgütün bölge
kadın sorumlusu Pelçin kodla konuştuğunuzu ve bir daha bu şekilde Türk Güvenlik
Birimleri ne saldırı yapılmaması talimatını verdiğinizi söylüyorsunuz ancak bu
tarihten sonra 25 aralık 1998 günü yine MED televizyonunda yaptığınız bir başka
konuşmada Bu işler böyle gelişir ve onlar Türkiye metropollerinde olacaktır,
ben böyle sivil insanlara zarar gelmesin diye canını bağlayıp bir işgal sürüsü
ortamında patlatana yarın onu duyarsız ve faşist hükûmetleri destekleyen
Türklerin ortasında patlatacaklar bu böyledir ve yüzlerce de patlatılacaktır
dediğiniz ve bu konuşmanın arkasından 15 ocak 1999 günü İstanbul Emniyet
Müdürlüğü nce Yücel Likbay sahte kimlikli Adem Likbay ve Zeki Bilici sahte
kimlikli şahısların yakalandığı, şahısların yapılan sorgulamalarında yine bu tür
intihar eylemlerini gerçekleştirmede kullanacakları 8 adet fabrikasyon yapımı
TNT kalıbı, ayrıca 3 adet el yapımı TNT, 6 adet TG-7 antipersonel roket
mermilerinde kullanılan patlayıcı bloku yakalandığı anlaşılmıştır.
Cevap: 25 aralık 1998 günü MED televizyonu programında şimdi bana okuduğunuz
konuşmayı yaptım. Bu doğrudur. İtalya da yakalanmamdan sonra ortam bizi çok
bunalttı, bizi çiğ çiğ yiyeceklerine dair haber aldım. Bu konuşmamı
duygusallıkla yaptım, ama bu konuşmamdan sonra ayrıca böyle bir eylem yapın diye
talimat vermedim.
Soruldu: 18 haziran 1996 günü Panel programında Önümüzdeki aylar sıcak
geçebilir, öz savunmalarını evlerinde, mahallelerinde, köylerinde yapmalarını
diliyorum. Bu ara korucuların çok dikkatli olmalarını söylüyorum. Onlara yönelik
bir af çağrımız vardı. İlişkilerini geliştirirlerse bizimle onları olduğu gibi
güneye de çekeriz ve gerilla savaşı saflarına da alırız. Hiç çekinmelerine de
gerek yoktur. Ayrıca savaşta da üzerimize gelmezlerse onları hedeflemek gibi bir
durumumuz olmayacaktır, en azından ateş etmezlerse biz de kendilerine
yönelmeyeceğiz ama çok azılı olan, ısrarla üzerimize gelenlerin de bu halk
içinde asla yerinin olmayacağını bilmeleri gerektiğini vurguluyorum , dediğiniz
bu konuşmanızdan sonra koruculara yönelik saldırıların arttığı, mesela
8 kasım 1996 günü Hakkari Çukurca da militanlarınızın yaptığı saldırı sonucu
12 geçici köy korucusunun şehit olduğu, bunlarla birlikte 5 vatandaşımızın da
hayatını kaybettiği, 9 geçici köy korucusunun yaralandığı anlaşılmıştır.
Cevap: Korucular üzerimize en çok gelen bir gruptur. Bana okuduğunuz konuşmayı
Panel programında yaptığım doğrudur. Konuşmamda da üzerimize gelmedikleri
takdirde onlara saldırmayacağımızı belirtmiştim. Onlar bize saldırdıkları için
korucular hedef alınmıştır.
Soruldu: Saldırı olduğu takdirde koruculara saldırılacağını söylüyorsunuz ancak
olayımızda korucuların size tevcih edilmiş bir saldırısı yoktur. Normal
vatandaşlarla birlikte minibüse binmişlerdir, muhtemelen köylerine
gitmektedirler.
Cevap: PKK nın şiddet anlayışında şimdi bahsettiğimiz olay gibi sivil
vatandaşlara yapılan saldırılarda çok olmuştur. Bilhassa 1987 yılından sonra bu
yoğunlaşmıştır. Ben bu saldırıları tasvip etmiyorum, yarı çete anlayışıdır,
önüne geçmek için büyük mücadele verdim ancak başarılı olamadım.
Soruldu: 17 nisan 1998 günü Panel programında Kasap et derdinde koyun kendi
derdinde, şimdi bizim turist hedeftir, değildir demeyeceğim ama şüphesiz
Türkiye de bir savaş var, özel turist hedefleri diye bir hedef yok ama ekonomi
de bir hedeftir eğer işler daha da sıkışırsa bu tür hedeflere insan demiyorum,
turist demiyorum turizm ekonomisine elimizden geldiğince, turiste zarar
vermemeyi amaç edinerek, bu günlerde bunun arayışı içindeyiz dediğiniz ve
militanlarınıza Türkiye nin ekonomisini felce uğratacak hedefler gösterdiğiniz
bu konuşmanızın hemen ardından 30 nisan 1998 günü bir grup PKK militanı
tarafından Merkez Raman petrol sahasında bulunan petrol toplama istasyonuna
roketatarlı saldırı yapıldığı, tesisin gasp edildiği 28 mayıs 1998 günü de
Batman Beşiri Dayılar köyü Balta Kışla bölgesinde bulunan 25 numaralı yer üstü
petrol kuyusuna yine militanlarca sabotaj yapıldığı ve kullanılamaz hale
getirildiği anlaşılmıştır.
Cevap: 17 nisan 1998 günü Panel programında şimdi bana okuduğunuz konuşmayı
yaptım. Savaşı besleyen ekonomiyi felç etmek gibi bir düşüncem var, bu düşünceye
her zaman sahip oldum. Konuşmamda belirttiğim gibi turistleri ayrı tutarak
turistlere ve turist hedeflerine saldırı olacağını belirttim.
Soruldu: Yine bir talimatınızda Dün kendi cephenizin örgütlemenin kendi
tavırlarınızla ve doğru bulduğunuz için de savaşmanın günüdür.... halkımızın
büyük bir kısmı metropollerdedir. Antalya da, İzmir ve İstanbul dadır. Fakat
gelsin parti büyük eylem yapsın diyorlar peki sizler orada yüz binler varsınız.
Bir kibrit kıvılcımı çakıp orman yakmak zor mudur dediğiniz bu talimatınızdan
sonra Türkiye nin hemen her bölgesinde İstanbul, İzmir ve Antalya da orman
yakmalarının çoğaldığı anlaşılmıştır.
Cevap: Bu talimatımı inkâr etmiyorum. Bu talimatı verdiğim doğrudur ancak özel
olarak orman yakma yönünde verilmiş talimatım yoktur. Bu talimatı ferdi olarak
verdiğimden şu anda pişman olduğumu söyleyebilirim.
Soruldu: PKK saldırılarından çoğunda Kürt asıllı vatandaşlar ölmüştür.
Saldırıların büyük çoğunluğu Kürt asıllı vatandaşlara yönelmiştir. Hem Kürt
asıllı vatandaşların öldürüldüğü için ortaya çıktığınızı söylüyorsunuz, hem de
Kürt asıllı vatandaşları öldürüyorsunuz buna ne diyorsunuz.
Cevap: Dedikleriniz doğrudur. Terör eylemlerinden daha doğrusu PKK
saldırılarından en fazla zararı bölge halkı görmüştür. Başlangıçta bölgenin
özgürlüğü için ortaya çıktığımız da doğrudur ancak daha sonra bize büyük
katılımlar oldu, bölgede eskiden beri süregelen düşmanlıklarda vardı, fiemdin
Sakık gibi Kör Cemal gibi fiahin Baliç gibi Cemil Işık gibi PKK da yönetimi
ele
geçirenler, baskılarını ve eylemlerini daha duyarlı bölge halkı üzerinde
yoğunlaştırdılar ben buna sonuna kadar karşı koydum. Hatta bu şekilde eylemleri
gerçekleştirenlerden bazıları Kör Cemal kod, Halil Kaya kod, Cemal Işık Metin
kod, fiahin Baliç gibilerini cezalandırdım. fiemdin Sakık ı da
cezalandıracaktım
ancak tutuklu bulunduğu sırada elimizden kaçtı.
Cezalandırmalar merkez komitesince suçu görülen şahıslar yargılanır. Yargılanma
sonucunda benim özel onayımla cezaları infaz edilir. Benim özel onayım önemli
kişiler için alınır, diğer kişilerde benim özel onayım aranmaz, kendi
yetkililerince infaz edilir. Cezalandırmalar ARGK yönetmeliği çerçevesinde
yapılır. Bu üç şahıs öldürmeyle cezalandırılmıştır. Ancak başka cezalar da
vardır.
Soruldu: 1998 yılında Viranşehir Belediye Başkanı İbrahim Keleş Abdioğlu nu
hedef gösterdiğiniz anlaşılmıştır. Bu belediye başkanını niçin hedef
gösterdiniz?
Cevap: 6 mayıs 1996 senesinde fiam daki evimin önünde bir tonluk bir bomba
patladı, bombayı dolmuş içine yerleştirmişlerdi. Burada hedef benim
öldürülmemdi. Bu olay üzerine örgüt olarak biz araştırma yaptık. Suriye
Kürtlerinden Malasino ailesinden bir genci de yakaladık, onu sorguya çektik. Bu
gencin ismini hatırlayamıyorum. Yalnız bana verilen bilgide evimin önünde
patlayan aracı bu gencin kullanmış olduğudur. Biz de araştırma yaptık,
yaptığımız araştırmalar sonucunda Siverek, Viranşehir ve Suriye de Haseki şehri
hattında Sedat Bucak, Viranşehir Belediye Başkanı Keleş Abdioğlu ve Malasino
ailesinden o gencin bana suikast düzenlemek üzere hazırlık yaptıklarını ve
anlaştıklarını tespit ettik. Hatta örtülü ödenekten de 50 milyon doların bu iş
için ayrıldığını öğrendik. Aynı olay Susurluk raporunda da anlatılmıştır. Benim
Abdi Keleş Abdioğlu nu hedef göstermemin asıl sebebi budur. Yani bana yapılan
suikast teşebbüsüdür.
Soruldu: 6 mayıs 1996 tarihinde Suriye de evinizin yakınına patlayıcı madde dolu
bir kamyonun bırakılmasından ve patlamanın meydana gelmesinden evvel Yalçın
Küçük ün bu girişimi size haber verdiği iddiası var. Yalçın Küçük Ankara DGM de
bir yargılaması nedeniyle verdiği ifadesinde bir siyasî parti liderinin bu
durumu kendisine haber verdiğini, kendisinin de kaçması için size haber
verdiğini söylemiştir.
Cevap: Yalçın Küçük ün bana telefonla Bugünlerde size karşı bir saldırı
gerçekleştirilecek hazırlıklı olun dediği doğrudur. Ancak herhangi bir siyasî
parti mensubu veya lideri bunu haber verdi diye bir şey söylemedi. Ancak normal
olarak muhalefetteki siyasî partilerin bu haberi vermesi normaldir. Çünkü bu
saldırı gerçekleşseydi iktidardaki parti puan kazanacaktı. Ancak dediğim gibi
isim vermemişlerdir. Ayrıca ben Yalçın Küçük ün haber vermesi nedeniyle özel bir
tedbir almadım zaten her zaman tedbirli idim.
Soruldu: Zaman zaman ateşkes ilan etmektesiniz 1 eylül 1998 günü ateşkes ilan
ettiniz ancak 4 ekim 1998 günü Mardin eyalet sorumlusu Felat kod Mehmet Azaydın
ile yaptığınız telefon görüşmesinde fiimdi bilemiyorum bu bölge herhalde
önemli
yalnız eyalet üzerinde biraz bu çizgiyi oturtma işinde şey etmemiz lazım, bir de
beklenmedik bu operasyonlar oluyor zaten bundan sonra bu ateşkes hikâye yani
bunların öyle aldırış ettiği bir şey yok her tür tedbir alınır, yani her tür
eylem, her tür karşı koyma her tür ilerleme, her tür bilmem öngörülen velhasıl
gelişme adına ne varsa yapılır dediğiniz bu talimattan sonra 17 kasım 1998 günü
bir kadın militanın Yüksekova ilçesinde Jandarma Komutanlığı önünden geçmekte
olan askerî konvoya bombalı intihar saldırısında bulunduğu, saldırıda İrfan
Türker isimli bir astsubayın şehit olduğu, 2 astsubay ve 2 vatandaşımızın
yaralandığı, yine 1 aralık 1998 günü Lice ilçesinde Can Market adı altında
faaliyet gösteren ve tüp satılan markete Binevş Amed kod Hüsniye Oruç un el
bombası pimini çekerek intihar türü saldırı eylemi gerçekleştirdiği, ikisi asker
10 kişinin yaralandığı anlaşılmıştır. Yani hem ateşkes sürecini başlatıyorsunuz
ve ardından da bu tür eylemlere talimat veriyorsunuz.
Cevap: Bu ateşkes konusunu biraz açmak istiyorum. Ateşkes önerisi bize Avrupa
temsilcimiz Kani Yılmaz ve fiahin kod Ferhat Abdi fiahin isimli arkadaş
tarafından
getirildi. Abdi fiahin isimli arkadaşımıza da Selim Okçuoğlu isimli ve
avukatlık
yapan HADEP te de faaliyet gösteren kişi getirmiş, bana getirilen ateşkes
önerisi çok kapsamlıydı, Olağanüstü Hal in kaldırılacağının, Geçici Köy
Koruculuk sisteminin kaldırılacağının, Türkiye nin üniter yapısına halel
gelmemek kaydıyla birtakım düzeltmelere girişileceği belirtilmişti. Bu belge
sanırım şimdi Avrupa arşivimizdedir, fırsat olursa ileride bu belgeyi getiririz.
Aynı konuda cezaevleri temsilcimiz Sabri Ok la bir görüşme yapılmış ben Sabri
Ok la telefonla konuştum. Sabri Ok kendisiyle görüşüldüğünü ve aynı önerilerin
kendisine de yapıldığını söyledi. Ben bu konuda anlaşma yapmak istiyordum.
Önerileri doğru olarak kabul etmek durumundaydım. Yine sanırım Genelkurmay ın
Toplumsal İlişkiler Başkanlığı nda çalışan bir albay Brüksel de ki
temsilciliğimize kadar gelmiş ve aynı önerileri getirmiş. Ben önerilerin
ciddiyetine inandım, 1993 te de Özal ın bu çeşit düşünceleri vardı ancak o zaman
ordu bu konuya hazır değildi. Bana getirilen önerilerde artık ordunun da bu
konuya hazırlandığı belirtiliyordu. Bu sebeple ben ateşkesi tek taraflı olarak
ilan ettim. Bana söylenen resmen yalan olmasa bile fiilen ateşkes şartlarına
bağlı kalınacağı ve aşama aşama önerilerin gerçekleştirileceği idi. Ben Selim
Okçuoğlu yla 2 yıldır görüşmekteyim. Arabulucu durumundaydı. Kendisiyle
telefonla da görüşmelerim oldu.
Selim Okçuoğlu beni Avrupa dan aradı Türkiye den aramadı dedi.
MED televizyonunda Selim Okçuoğlu yla yaptığım konuşmanın ses bandı yayınlandı.
Benim karşımda konuşan şahıs Selim Okçuoğlu ydu.
Demin bana okuduğunuz Yüksekova ilçesindeki askerî araca ve Lice ilçesindeki Can
Market e yapılan saldırı olayının benim verdiğim emirle ilgisi yoktur. Bu olay
ben İtalya da yakalandıktan sonra yapılan olaydır. Gerillanın tepkisidir.
Kendiliğinden yapılan bir eylemdir. Benden müstakil olarak emir veren bölge
sorumlusu, YAJWK sorumlusu Perçin koddur.
Soruldu: Eylemlere dönük olarak verdiğiniz emir ve talimatlardan birkaçı
seçilerek size okunmuştur. Dosyamızda mevcut bunun gibi verdiğiniz yüzlerce emir
ve talimat ile bunların kasetleri mevcuttur. Ancak bu eylem talimatları sonunda
5 346 güvenlik görevlisinin şehit olduğu, 10 730 güvenlik görevlisinin
yaralandığı ve birçoğunun sakat kaldığı, 4 471 vatandaşımızın hayatlarını
kaybettikleri, 5 816 vatandaşımızın yaralandıkları ve bir kısmının sakat kaldığı
ve ayrıca yine Türk vatandaşı olan 18 073 militanın öldürüldüğü, 50 146 kişinin
de tutuklandıkları veya mahkûm oldukları anlaşılmıştır. Bütün bu olayların
nedeni verdiğiniz emir ve talimatlardır.
Cevap: Bilanço doğrudur. Belki ölü ve yaralı sayısı şimdi bana okuduğunuz
rakamlardan da fazladır. Bu olayların benim eğilimlerime göre gerçekleşip
gerçekleşmediği münakaşa edilir ancak bu olayların sorumlusu benim, doğrudur.
fiunu da belirteyim ben silah kullanmadım, emri ben verdim, sorumluluk bana
aittir.
Soruldu: Doğu Perinçek ilişkisi soruldu.
Cevap: Doğu Perinçek in 1991 yılında kampımıza geldiği ve benimle görüşmeler
yaptığı doğrudur. Ancak bizin örgütte gizli lider konumuna getirildiği doğru
değildir. Doğu Perinçek bana siz bu şekilde muvaffak olamazsınız, benim siyasî
yapılanmam içinde yer almanız daha doğru olur şeklinde telkinlerde bulunuyordu,
1993 yılında ateşkes devam ederken Bingöl ilinde 33 askerin vurulması ateşkese
indirilen büyük bir darbe olmuştur. Bu olayı Diyarbakır bölge temsilciliği
yapmıştır, Diyarbakır sorumlusu fiemdin Sakık tarafından
gerçekleştirilmiştir.
fiemdin Sakık ın eylem anlayışı çerçevesinde yapılmış bir olaydır. Bir
silahlı
çatışmada köye giden 16 gerillanın öldürülmesi üzerine bu eylemi misilleme
olarak yaptıklarını yani otobüsten indirdikleri 16 sivil askeri öldürdüklerini
söylediler. Biz muhalif çatışmalarda 14-15 askeri esir aldık. Bunlar silahlıydı.
Buna rağmen iki sene yanımızda tuttuk. ARGK yönetmeliği ve benim talimatlarım
çerçevesinde iki sene sonra hepsini teslim ettik. Hiçbir kötü muamele yapmadık.
Soruldu: Genel başkanlığını Akın Birdal ın yaptığı İHD bize yakın bir
kuruluştur. Ancak organik bağımız yoktur diyorsunuz. Oysa İHD Diyarbakır
fiube
Başkanı Mahmut fiakar Avrupa ERNK cephe merkezinin talimatıyla İstanbul HADEP
il
başkanlığına getirildi. Onun yerine de yani Diyarbakır İHD şube başkanlığına
Osman Baydemir atandı. Yine ERNK nın talimatıyla Eren Keskin, İHD genel merkez
teşkilatına getirildi. Böylece Akın Birdal desteklendi.
Cevap: Avrupa ERNK cephe teşkilatının bu tür faaliyetler gösterdiğini, atamalar
yaptığını duydum, karşı çıkmadım. Çünkü gerek HADEP olsun gerek İHD olsun bize
yakın teşkilatlardır. Her ne kadar bu atanan şahıslar PKK örgütü mensubu olacak
kapasitede değillerse de bize sempatizandılar ve böylece bir işbirliğine
girilmiş oldu. Bizim elimizde bulunan askerleri 1996 yılı zannederim eylül
ayında Kuzey Irak taki kampımıza gelen İHD Başkanı Akın Birdal, kapatılan RP Van
Milletvekili Fetullah Erbaş ve yine bize yakın bir kuruluş olan MAZLUM-DER Genel
Başkanı İhsan Arslan ın ricalarını da göz önünde bulundurarak teslim etme
sürecine girdik.
Soruldu: Necmettin Erbakan ın başbakanlığı dönemindeki ilişkileri soruldu.
Cevap: Necmettin Erbakan 1996 yılında başbakan olduktan sonra bana Suriye de
bulunan ve Suriye devletine yakın olduğunu bildiğim Ağa kod Mervan Zeki ile
Suriye de benim temsilcim olarak bulunan Delil kod vasıtasıyla Erbakan ın mesajı
geldi. Necmettin Erbakan bu şahıslar vasıtasıyla bana ulaştırdığı notta
Güneydoğuya siyasî, ekonomik, kültürel açılımlarda bulunmak istediklerini, bu
nedenle barışın sağlanmasını, ateşkesin ilanını öneriyordu. Ben de bu görüşü
olumlu bularak yine aynı şahıslar vasıtasıyla kendisine mektup yazdım ve bu
önerisini kabul ettiğim yolunda mesaj gönderdim. İsmail Nacar isimli şahıs zaman
zaman yine RP iktidarı zamanında benimle telefonla görüştü ve arabuluculuk
tekliflerini iletti. O da benim yaptığım görüşmelerde, görüştüğüm kaynaklarla
sizi bir araya getirebilirim diyordu.
Soruldu: İstanbul da Özgür Gündem gazetesinin çıkarılması ve bunun örgütle
ilişkisi daha ziyade PKK uyuşturucu bağlantısını ortaya atan gazete yazarlarına
daha sonra saldırı olmuştur. Bunlardan bir tanesi de yazar Uğur Mumcu dur. Bu
konuları açıklayınız.
Cevap: Yazar Uğur Mumcu nun benimle ilgili, örgütle ilgili yazıları
yayımlanmıştır ve kitapları da vardır, bunu biliyorum ve kendisini de tanıyorum.
12 Mart 1972 tarihinde Mamak Askeri Cezaevi nde tutuklu olarak birlikte
kalmıştık. Uğur Mumcu nun eserleri örgüt, çeteler ve bunların devletle ilişkisi,
yani devletten yararlanmaları konularını içeriyordu. Ölmeden önce Yalçın Küçük
kanalıyla benimle görüşmek istedi, zaman yetmediği için görüşemedik. Kendisi
takdir ettiğim bir gazetecidir. Örgütün gelişimini kendisine anlatmaktan sevinç
duyarım, çünkü iyi bir araştırmacıydı. Kendisinin Bizim devlet mi Apo yu
büyüttü söylemi vardı. Öldürme olayında benim bilgim yoktur ve bizim
örgütümüzün de bu olayla herhangi bir irtibatı yoktur. Olsaydı benim mutlaka
haberim olurdu.
Soruldu: Sanığa KÜRT-HA ajansının beyanı okundu, soruldu.
Cevap: Bu haber ajansı örgüte aittir, ancak verdiği haber saptırmadır. Daha
sonra da yalanlanmıştır ve kesinlikle bizim örgütümüzün öldürme olayıyla hiçbir
irtibatı ve ilişkisi yoktur dedi.
Soruldu: 1993 yılında yine bir ateşkes ilanınız vardı, size öneri getiren mi
oldu, yoksa kendi düşüncenizle mi tek taraflı olarak ateşkes ilan ettiniz?
Cevap: 1993 yılında Celal Talabani bana geldi, onunla olan görüşmemizde Özal ın
ateşkes konusunda talebi olduğunu iletti. Böyle bir beklentisi olduğunu söyledi.
Daha önceden de ben Türk gazetecilerinden Mehmet Ali Birand, Güneri Civaoğlu,
İsmet İmset le aynı konuda röportaj yapmıştım. Ben bu Türk gazetecilerine
Özal ın ateşkes isteğinde samimi olup olmadığını sordum. Bu gazeteciler bana
Turgut Özal ın Kürt meselesine çözüm arayışı içinde olduğunu ve bu işi yapacak
cesaretinin de bulunduğunu söylediler. Aynı soruyu Celal Talabani ye de
yönelttim. Celal Talabani de bana samimi gördüğünü ve bu konuda cesareti
olduğunu söyledi, bende amaç olarak olayı siyasî platforma götürmek istiyordum.
Benim düşünceme uygun geldiğinden 15 mart 1993 günü Celal Talabaniyle birlikte
ateşkesi ilan ettim, ateşkes ilan ettiğimizde HEP milletvekilleri Ahmet Türk,
Hatip Dicle, Sedat Yurttaş ve Sırrı Sakık da oradaydılar. Celal Talabani benimle
görüşmesinde Turgut Özal dan başka devlet içinde çeşitli kademelerde kişilerle
görüştüğünü bu arada siyasî parti liderleriyle de görüştüğünü, izlenimlerinin
olumlu olduğunu söylemişti. Hatta sonraki görüşmemizde Talabani, Özal ın benim
ateşkes ilan etmemden sonra rahat bir uyku uyuduğunu, 10 yıldan beri ilk defa
rahat bir uyku uyuduğunu söylediğini iletti. İngiltere de Arapça yayımlanan bir
gazetede, gazetenin ismi El Vasat tır, Talabani nin bir açıklaması oldu, bu
açıklamasında Talabani görüştüğü isimlerle ilgili bazı isimler vermiştir. Ben bu
açıklamayı okumadım, yalnız münderecatı hakkında bana bilgi verdiler, açıklama
doğrudur.
1993 yılı mart veya nisan ayında olabilir Hasan Cemal Cumhuriyet gazetesi adına
benimle röportaj yapmaya gelmişti, Hasan Cemal le yemek yerken Hasan Cemal bana
o günkü İçişleri Bakanı İsmet Sezgin in benim için üslubunu biraz yumuşatsın,
bizimde onun hakkında sert konuştuğumuzda aldırış etmesin dediğini iletti. Celal
Talabani yle olan ateşkesle ilgili konuşmalarımız ve gazeteci Hasan Cemal le
yemek esnasında yaptığımız konuşma, ikisi de benim evimde gerçekleşmiştir. İlk
görüşme fiam daki evimde gerçekleşmiştir. Hasan Cemal le olan görüşme ise
Lübnan daki evimde olmuştur.
1993 yılı 15 martın da ateşkes ilan ederken PSK Başkanı Kemal Burkay da
yanımızdaydı, o da ateşkese destek veriyordu, o gün aramızda birlikte hareket
etmek için Kemal Burkay la birlikte hareket etmemiz için bir protokol imzaladık.
Bu protokol halen geçerlidir.
Soruldu: 1993 seçimlerinde HEP, SHP ile ittifak ederek seçimlere girdi, seçimler
sonucunda 20 den ziyade HEP kökenli milletvekili parlamentoya girdi, HEP kökenli
milletvekili adaylarının sizin tarafınızdan tespit edildiği ve tespit edilen
adayların milletvekili olduğu konusunda ne diyorsunuz?
Cevap: HEP le SHP nin ittifak ederek seçimlere girmesini fiilen destekledim.
Bildiğiniz gibi SHP, Cumhuriyet Halk Partisinin mirasını almıştır. Cumhuriyet
Halk Partisi Türkiye nin en köklü partilerinden biridir. Kürt meselesini bu
partiyle çözebiliriz diye düşündüm. Esasında SHP nin de Kürt meselesiye ilgili
hazırladığı rapor vardır. Bu sebeple HEP le SHP nin ittifak yapmalarını
destekledim, ittifakın ortamının hazırlanması için çaba sarf ettim. Dolayısıyla
gösterilen HEP kökenli milletvekili adaylarının bir kısmını tanımamakla beraber
adayların seçiminde etkili oldum ve seçilenlerin adaylıklarını onayladım.
Seçimlerden evvel Zübeyir Aydar, Ahmet Türk, Hatip Dicle, Leyla Zana, Sedat
Yurttaş, Sırrı Sakık la görüştüm. Bunların bir kısmıyla bizzat yüz yüze
görüştüm. Yüz yüze görüştüğüm kişiler arasında Leyla Zana, Ahmet Türk, Sedat
Yurttaş, Zübeyir Aydar vardır. Diğer milletvekili adaylarıyla telefon ile
görüştüm. Yüz yüze görüşmeler Suriye ve Lübnan daki evimde olmuştur.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman Kürt milletvekilleri de
meclise kendi kıyafetleriyle gelmişlerdi ve kendi dilleriyle konuşuyorlardı.
Esasen bunların çoğu Türkçe yi bilmiyordu. Ben o zaman seçilen milletvekillerine
meclise kendi kıyafetlerinizle gidebilirsiniz. Mecliste Kürtçe konuşabilirsiniz,
yani Kürt olduğunuzu belirtebilirsiniz şeklinde talimat verdim, daha sonra
onlara böyle bir görüş ilettim. Yoksa kesin kez yemin merasiminde şu işleri
yapacaksınız diye talimat vermedim.
Soruldu: HEP-SHP ittifakında SHP adına kimlerle konuştunuz ve konuşmalar
sırasında SHP tarafından size bazı vaatlerde bulunuldu mu ?
Cevap: HEP-SHP ittifakında SHP lilerle görüşmeleri HEP e bırakmıştım. SHP adına
görüşmelerin kimler tarafından yapıldığını bilemiyorum. Yapılan görüşmelerde
vaat edilen menfaatler partinin yani SHP nin içinde kalın, konuyu bizim partinin
görüşlerine göre çözelim şeklindeydi. Sanırım hükûmet olduklarında HEP
kökenlilere bakanlık veya HEP e genel müdürlükler verilmesi de vaat edilmişti.
Soruldu: HADEP ilişkisi soruldu.
Cevap: 23 haziran 1996 tarihinde yapılan HADEP Kurultayında Türk bayrağının
indirilmesi olayı tamamen HADEP in bir gafıdır. Olaydan birkaç gün sonra MED
TV de yaptığım konuşmada bu olayın yanlış olduğunu ortaya koydum.
HADEP bünyesinde yurtiçinde oluşturulan gençlik ve kadın komisyonlarında yapılan
eğitim çalışmalarıyla Romanya ve Moldavya gibi ülkelerde yapılan eğitim
çalışmaları tamamen benim perspektifime, görüşlerime uygun olarak yapılan
çalışmalardır. Ben kendilerine buraya PKK ideolojisini taşıyamazsınız siyasal ve
yasal gerçeklere uygun bir eğitim yaparak bilinçlenmeyi sağlayacaksınız
diyordum.
Romanya ve Moldavya gibi ülkelerde yapılan eğitim çalışmalarında yetişen
müdahaleci grupların HADEP in faaliyetlerinde ve icraatlarında söz sahibi
oldukları doğrudur. Yurtdışındaki ve özellikle Romanya daki eğitim çalışmalarını
Mehmet Hoca kod Cevat Soysal yürütmüştür. Mehmet Hoca kod Cevat Soysal benimle
telefonla irtibat kurarak görüş ve talimatlarımı alıyordu.
HADEP in il ve ilçe teşkilatlarında gerek yurtdışındaki kamplara ve gerekse
kırsal alana eleman gönderme faaliyetinin yürütüldüğü doğrudur. Ancak ben
kendilerine bu işin yasal parti olmaları nedeniyle kendilerine zarar vereceğini
bu faaliyetlerinin yanlış olduğunu belirtiyordum. HADEP in kuruluşu sırasında
Avrupa teşkilatımız vasıtasıyla para yardımı yaptık. Zannederim bu yardım 200
000 mark civarında idi, kendileri adına düzenlenen gecelerde toplanan paralar bu
şekilde bu partiye aktarılmıştır.
Halen cezaevinde hükümlü olarak bulunan PKK mensubu Sabri Ok un HADEP lilere
talimatlar verdiği doğrudur. Üst düzey kararları da vermektedir. Ancak benim
demek istediğim şudur. Ben esasen bir siyasî kanal arayışı içindeyim, fakat bir
HADEP linin yasal gerçekler karşısında kendisini PKK militanı gibi görmesi ve
göstermesi yanlıştır. HADEP le olan işbirliğimizi şu çerçevede anlatabilirim.
Madem ki bu parti bizim tabanımıza dayanıyor bizi temsili doğru olarak yapması
ve bunun içinde eğitim görmesi gerekir. Siyasî bir realite karşısında bir parti
olduğunu da unutmaması gerekir.
Soruldu: Yaklaşan 18 Nisan seçimleri dolayısıyla HADEP in yapabileceği
ittifaklar soruldu.
Cevap: 18 nisan 1999 tarihinde yapılacak milletvekili seçimleri dolayısıyla
HADEP in CHP veya DTP ile ittifak yapıp yapamayacağı konusunda benden
Avrupa daki görevlimiz fiahin kod adlı Ferhat Abdi fiahin vasıtasıyla
görüş
soruldu ben her iki parti içinde yapılacak ittifak için olumlu görüş belirttim.
Her iki partinin de baraj sorunu vardı. Bu nedenle HADEP ile her ikisinin de
ittifak yapması mümkündü. Cumhuriyet Halk Partisi bu ittifak görüşmesinde bazı
şartlar ileri sürmüş, seçimlerden sonra HADEP bünyesinden milletvekili olanların
parti içinde kalması, Kürt sorununun Cumhuriyet Halk Partisi nin görüşlerine
göre çözülmesi ve sivri isimlerin aday olmaması gibi isteklerde bulunmuş, ben de
bunu normal karşıladım ve ittifak çalışmasına devam edin dedim. Keza DTP Genel
Başkanı Hüsamettin Cindoruk un da uzun bir demokrasi deneyimi olması ve bu
partinin de demokrat yapıda bir parti olması nedeniyle bu ittifakı da onayladım.
DTP nin kontenjan istediğini yani ön sıralarda yer istediğini söylediler. Bunu
üzerine Hüsamettin Cindoruk un Diyarbakır da, İsmet Sezgin in Batman da aday
gösterilebileceğini belirttim. Zaten İsmet Sezgin in 1993 yılındaki temasında
tanıyordum.
Abdülmelik Fırat muhafazakâr bir yapıdadır ve zaten fieyh Sait in torunudur
benimle defaten görüşmüştür. Suriye ye gelmiştir. Kendisinin HADEP genel başkanı
olmak gibi bir niyeti vardı, ben de uygun gördüm. Çünkü yukarıda söylediğim gibi
muhafazakâr yapıda olduğu için Refah Partisi ne gidecek oyları toplayabilirdi.
Ayrıca bugünkü HADEP in teşkilatı sol yapıdadır. Böylece her iki görüş oyların
daha fazla toplanmasını sağlayabilirdi. Ancak HADEP in teşkilatına sol görüş
hâkim olduğu için Abdülmelik Fırat ın genel başkanlığını istemediler. Bunu bana
yine Avrupa daki görevlimiz fiahin ulaştırdı. HADEP ten başka çevrelerde
mesela
Leyla Zana ve arkadaşları Abdülmelik Fırat ın genel başkanlığına karşı çıkmışlar
bu noktada zannederim çekememezlik de var.
Soruldu: 6 mayıs 1996 günü kendisine yapılan suikast girişimini Yalçın Küçük ün
haber vermesi olayı tekrar soruldu.
Cevap: Bu konuda Yalçın Küçük ün söyledikleri doğrudur. Yani bu olayı kendisine
haber veren kaynaklar konusunda söylediklerinin doğru olması gerekir. Benim
izlenimlerime göre bu haber Yalçın Küçük e ANAP çevresinden sızdırılmış olup
elbette ki genel başkanlarının bilgisi tahtında olmuştur.
Soruldu: Emir ve talimatınızla hareket eden kırsal alandaki örgüt mensuplarının
kullandığı normal silahlar ve helikopter saldırılarında kullandığınız Strella 2
M Kakruşa, SAM 6, SAM 7 füzelerinin temini nasıl olmaktadır. Sizin bilginiz
dahilinde mi?
Cevap: PKK nın elindeki silahlar Körfez Savaşı nda kuzeye doğru sürülen
insanların bıraktıkları silahları topladık ve bir kısmını da parayla aynı
yoldan satın aldık. Bizim silahlarımızın temini malî kaynaklarımıza dayanır.
Malî kaynaklar büyük çoğunlukla Avrupa dan bağış ve kampanyalardan elde
ettiğimiz gelirlerdir. Örgütün malî kaynak temininde vergilendirme adı altında
para toplanmaktadır. Bölge temsilciliklerine bağlı kişiler uygun buldukları
şahıslardan para toplamaktadırlar. ERNK adına makbuz basıp para temin etme
bölgelerin inisiyatifindedir. Kırsal alanda faaliyet gösteren özellikle Botan
gibi geliri olmayan bölgelere bence bilinen milyon dolar miktarlarında yıllık
gelir para bu bölgelere gönderilmiştir. Benim bilgim dahilindedir. Solhan
bölgesine 15 milyon dolar gönderilmiştir.
Soruldu: 1990 yılından itibaren Türkiye dahilinde örgütünüze yardım eden
işadamları, dernekler veya kuruluşlar hakkında ve devlet ihalelerine giren
müteahhitlere iş alabilmeleri için yardım edip etmediğiniz, ihaleyi alması için
yardım ettiği iş adamlarından vergilendirme alınıp alınmadığı, Zagros bölgesinde
uyuşturucu madde kaçakçılığına göz yumulup yumulmadığı, üst düzeyde uyuşturucu
madde kaçakçılığı ilişkisi soruldu.
Cevap: 1991-1993 yılları arasında bölgedeki müteahhitlerden yüzde itibariyle bir
miktar örgüte gelir adı altında paralar alınmıştır. Müteahhit firmalar örgütün
gücünü kullanarak ihale aldıklarında bizde onun üzerinden bir gelir temin
etmekteyiz. Bunlardan Halis Toprak fabrika yapımına başlayınca bizimkiler ondan
eğer burada fabrika yapacaksan, çalıştıracaksan bir ücret vermek zorundasın,
yani örgüte bir bedel vereceksin demişler ve ondan ücret almışlardır. Miktarını
bilemiyorum. Bölgelerdeki elemanlarımız tahsil etmişlerdir. Ali Rıza
Septioğlu nun ailece işlettiği taş ocakları vardır. Keza bundan da bölgesel
örgütümüz örgüt adına ücret almıştır. Miktarını bilemiyorum. Keza Ceylan Holding
şirketinden bölgesel birimlerimiz para tahsil etmiştir. Miktarını bilemiyorum.
Bu para alma usulü bölgemizde yaygındır. Hatta Behçet Cantürk de örgütümüze
yardımda bulunuyordu. Yüksekova da Cihangir Ağa, Mardin de Türk ailesi ile
Kahramanlar ailesinden örgüt para tahsil etmiştir. Bunu dışında ismini
bilmediğim çok sayıda işadamından da para temin edilmektedir. Ayrıca Başkale,
Hakkari bölgesindeki uyuşturucu ticaretiyle ilgili olarak, silah ve hayvan
ticareti de dahildir, bu gibi işleri yapanlardan örgüt adına Ferhat kod Osman
Öcalan tarafından para tahsil edilmektedir. Ayrıca sınır boylarında örgüte ait
gümrük birimleri adı altında oluşumlar vardır. Paraları bunlar tahsil
etmektedir. Her örgütün bu şekilde bir uygulaması bulunmaktadır. Örgütün
Avrupa da da topladığı paraları Sinan adındaki elemanımız İsviçre bankalarına
yatırmaktadır. Malî işlerle bu şahıs uğraşmaktadır. Kendisi Nusaybinlidir, MED
TV de çalışmaktadır. Belçika da da yakalanan Haydar Ağbaba adlı örgüt
elemanımızın üzerinde yakalanan para da örgüte aittir.
Soruldu: PKK tarafından kullanılan Strella füzelerinin nasıl temin edildiği
soruldu.
Cevap: Yunanistan da bulunan temsilcimiz Rozalin kod Ayfer Kaya Yunanistan da
bir yardım kampanyası oluşturduğu kiliselerden ve bize yardımcı olan halktan
toplanan paralarla fiyatı arttırılmış vaziyette gazete ve dergi satışından elde
edilen paralarla alınacak füzelerin finansmanı sağlandı ve Sırbistan bölgesinden
tanesi 18 000 dolara alınan 20 adet Strella füzesi tüccar vasıtasıyla yerinde
yani Kuzey Irak ta örgüte teslim edildi. Yine kullanmış olduğumuz SAM 6 ve SAM 7
füzeleri ilk etapta Kuzey Irak taki boşluktan yararlanılarak temin olunduğu,
daha sonra bu füzeler Rusya dan Kafkaslar üzerinden Ermenistan ve Bakü hattıyla
Kuzey Irak a geçirildi. Hatta füzelerin bir kısmı İran servisinin eline geçti.
Bu füzeler konusunda Yunan Gizli Servisi nin yol göstermiş olması mümkündür. Bu
füzelerin eğitiminin Kosova bölgesinde yapıldığını zannediyorum.
Soruldu: HADEP li bir grubun oluşturduğu DEMOS grubu soruldu.
Cevap: Bu grup HADEP içindeki radikal, ılımlı çekişmesi sonucu Ahmet Türk, Sırrı
Sakık, Kemal Parlak, Abdülmelik Fırat tarafından oluşturulmuş ise de, ılımlı
barışçı grubu temsil eden bu grup şu anda bizim kontrolümüz altına alınmıştır ve
kontrol altındadır.
Soruldu: 1984 ağustos ayında Eruh ve fiemdinli baskınlarıyla ilgili ve
silahlı
propaganda birlikleri kurulması ile ilgili diyecekleriniz nelerdir?
Cevap: PKK örgütü kuruluşundan itibaren silahlı mücadelemizi 1984 ağustosuna
kadar olan bölüm ve ondan sonraki bölümler olarak ayırabiliriz. Birinci dönem
Hilvan-Siverek dönemidir. Daha çok mahallî otoriteye karşı yani ağalar, şıhlar
gibi etkin olan ailelere karşı olduğumuz dönemdir. fiemdinli ve Eruh
baskınları
ise devlete karşı doğrudan gerilla karakterinde başlar kendi içinde aşamalara
ayrılmaktadır. Birinci aşama 1987 yılına kadardır. Bu tarih geçici köy
korucularının ortaya çıkmadığı dönemdir. Daha çok silahlı propagandayı hedef
alır, yani biz varız hareketidir. 1982 yılında Diyarbakır Cezaevi nde bizim
elemanlarımızca ölüm oruçları başlamıştı, Merkez komiteden 3 kişi bu ölüm
oruçlarında yitirilince böyle bir eyleme karar verdim. Hatta bu başlangıç 1983
yılı olmalıydı. Eruh ve fiemdinli benim talimatımla olmuştur. Çünkü büyük
baskılar vardı ve ölüm oruçları çok vahim olaylardı. Bu ölüm oruçlarında Merkez
Komite den Mazlum Doğan, Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş yitirildi. 1987 yılından
itibaren olağanüstü hal gelmiştir. Bu yeni bir aşamadır. Geçici Köy Koruculuğu
sistemi kurulmuştur. Bu dönemde biz artık köy korucularını da hedef almıştık,
Eruh ve fiemdinli ilçelerine baskın düzenleyen birliklerimiz Kuzey Irak ta
KDP nin kontrolündeki bölgede hazırlanmıştır. Bu kamp Lolan kampıdır. Bunu
dışında Hayat-Lakyek kamplarımız vardı, eğitimlerimizi bu kamplarda
veriyorduk. Bu dönemde biz KDP lideri Barzani yle irtibat halindeydik. 1987 den
itibaren çok miktarda eylemler oldu. Bu eylemlerin içerisinde sivillerde
öldürülmüştür. 1998 den itibaren Karadeniz ve Akdeniz e açılım politikaları
olmuştur. Bu benim bilgim dahilindedir. Sivas-Tokat-Amasya ve Samsun bölgesinden
Karadeniz e ulaşma politikasıdır. Aynı zamanda burada sol örgütler de faaliyet
gösteriyordu. Bu örgütler DHKP/C ve TİKKO dur. Bunların bizden talepleri
olmuştur, bizim ki destektir. Sivas ve Tokat havalesinde meydana gelen öldürme
olayları da örgüt elemanlarımızca yapılan ve o bölgede bulunan grupların yani
Türkiye sol grubunun birleşip yürüttükleri eylemlerdir.
Soruldu: Devrimci Halk Partisi (DHP) soruldu.
Cevap: Bu örgüt bünyemizden ayrıştırılan Türk kökenliler tarafından kuruldu.
Bizim eleman ve silah yardımımız vardır. Amaç savaşı Türkiyelileştirmek ve
dağlık bölgede yaşayan yoksul Türkmen Alevîleri örgütleyip bu hareketin içine
sokmaktır.
Soruldu: MED televizyonunun kuruluş amacı ve finanse kaynaklarını anlatınız.
Cevap: 1990 dan sonra Türkiye de özel televizyonlar büyük bir gelişme gösterdi.
Biz de PKK olarak bu teknik imkândan yararlanıp yararlanamayacağımızı
araştırdık. Neticede İngiltere den lisans almak, Fransa dan da uydu temin etmek
suretiyle televizyon kurabileceğimizi tespit ettik. 1993 veya 1994 yılında MED
televizyonunu faaliyete geçirdik. Lisansı İngiliz İTC bağımsız şirketinden
aldık. Uyduyu ise Fransa dan temin ettik. Finansını bağış yoluyla temin ettik.
Özel bir bağış kampanyası açtık. Ayrıca MED televizyonunda çalışan kişiler kendi
adamlarımızdır bunlar bu televizyonda parasız gönüllü olarak çalışmaktadırlar.
MED televizyonunu kurmaktaki birinci amacımız tabiî ki PKK nın siyasî görüşüne
uygun propaganda yapmaktır. Ayrıca bu televizyonda Kürt folkloru, Kürt müziği,
Kürt kültürüyle ilgili programlarda yapılmaktadır. Tahminime göre yılda 50
milyon mark masraf gitmektedir. Başlangıçta Amerika Birleşik Devletleri nde de
bir uydumuz vardı. Sonra Fransa dan bir uydu kiralandı. Amerikalı şirketle olan
anlaşmamız sürüyor ancak bu uydu sanırım kullanılmıyor.
fiirket anlaşmasında MED televizyonunun ortağı var görünüyor ancak MED
televizyonu bizim televizyonumuzdur ve bizim desteğimiz olmadan yürümez. MED
televizyonunun finans ihtiyacını karşılamak ve toplanılan paraları kullanılır
duruma getirmek yani yasal hale getirmek için vakıflar kurduk. Bu vakıflar
Londra da, İsviçre de belki de Belçika da vardır. MED televizyonunun kuruluşunda
uyuşturucudan elde edilen para kullanılmamıştır. Bizim örgütümüzün doğrudan
uyuşturucu maddeyle iştigali yoktur. Başlangıçta ifade ettim, bizim Zaros
bölgesi dediğimiz Van ve Hakkari bölgesinin normal ticareti uyuşturucu
ticaretidir. Orada ki bölge sorumlularımız bu uyuşturucu ticaretinden pay
almışlardır. Bunu dışında örgütümüz uyuşturucu ticaretiyle iştigal etmez. Ayrıca
Avrupa polisi de bu konuda çok dikkatlidir. Uyuşturucu ticaretinden kazanılan
parayı kullanmamıza imkân yoktur. Alman polisi de PKK nın uyuşturucu ticaretiyle
ilgisi yoktur demiştir.
Soruldu: PKK nın uyuşturucu ticaretiyle iştigal etmediğini söylemektesiniz.
Ancak PKK örgütüne yapılan operasyonlarda PKK militanlarının barındıkları
sığınaklarda yapılan aramalarda 7 466 kilogram esrar, 1 984 000 kök
hintkeneviri, 63 kilogram 375 gram eroin, 33 kilogram baz morfin, 1 adet
uyuşturucu imalathanesi ele geçirildiği tespit edilmiştir.
Cevap: Bana okuduğunuz olaylardan benim haberim yoktur. Ben başından beri
uyuşturucu ticaretine karşı çıktım. 1990 lı yıllarda İran da Makü bölge
sorumlusuyla yaptığım konuşmada bu uyuşturucu ticaretini bırakın uyuşturucu
ticareti PKK nın siyasî yönünü bitirir dedim.
Soruldu: Yakalanan uyuşturucu maddelerin PKK lı olan elemanlarının verdikleri
bildirilen bilgilerden uyuşturucu trafiğinin Derince-Trieste ve Batı Avrupa,
Haydarpaşa-Köstence-Budapeşte-Almanya, Edirne-Sofya-Bükreş-Almanya ve Batı
Avrupa Ülkeleri, Kapıkule-Patnos Limanı-Trieste-İsveç ve Fransa,
Kapıkule-Sofya-Bükreş-Budapeşte-Viyana-Roma ve Batı Avrupa ülkeleri olduğu
anlatıldı, soruldu.
Cevap: Benim bilgim dahilinde uyuşturucu kaçakçılığını PKK örgütü yapmamıştır.
fiayet uyuşturucu kaçakçılığı yaparken yakalanan PKK örgütü elemanları varsa
bundan alan sorumluları haberdardır. Ama ben başlangıçtan beri uyuşturucu
ticaretine karşı çıktım.
Soruldu: Sürgünde Kürt Parlamentosu soruldu.
Cevap: 1994 yılında bir kısım DEP milletvekillerinin takibata uğrayıp
tutuklanmaları, bir kısmının yurtdışına kaçmasından sonra Sürgünde Kürdistan
Parlamentosu fikri oluşmaya başladı. Bu DEP milletvekillerinden başka Avrupa da
bir kitle oluşturan varlıktan da temsilciler seçerek böyle bir oluşum kurma
fikrini ben de benimsedim. Çünkü Türkiye de DEP için parlamenter faaliyet
kısıtlanmıştı. Diplomasi alanında faaliyet gösterecek legal bir kuruluşa ihtiyaç
vardı. Ayrıca PKK gibi bir örgütle ilişki kurmakta güçlük çeken Avrupa daki
birçok kişi ve kuruluşlar için rahatça ilişki kurabilecekleri legal ve kabul
görmüş bir oluşum meydana gelecekti. Bu nedenlerle sürgünde bir Kürt
Parlamentosu kurulmasını destekledim. Sürgünde Kürt Parlamentosu 1995 yılında
Lahey de kurulmuş olup, bugün merkezi Brüksel dedir. 4-5 yerde genel kurul
yapılmıştır. Başkanı Yaşar Kaya olup, benim bildiğim üyeleri; Zübeyir Aydar,
Remzi Kartal, Nizamettin Toguç, Ali Yiğit, Mahmut Kılıç tır. Çoğaltmak
mümkündür, hatırladıklarım bunlardır. Bu parlamentonun 65 üyesi mevcut olup
yukarıda saydığım isimler de bulunduğu 12 tanesi ERNK temsilcisidir. Naif Güneş
başlangıçta bu parlamento üyesi iken daha sonra bu parlamentoyu bıraktı belki
özel nedenlerle bırakmış olabilir. Parlamentoda en fazla temsilci ERNK nın yani
bizim olup başka gruplarında temsilcileri vardır. Örneği Rızgari grubu gibi.
Parlamento Norveç te, Moskova da, İtalya da toplantıları gerçekleştirdiği, en
sonda İspanya nın Bask Bölgesi nde 1999 yılı temmuz ayında toplantı yapma
hazırlığı içindedir. ERNK temsilcilerinin seçimine gelince bunlar zaten maruf
kişiler olup benim müdahaleme gerek kalmadan seçilmişlerdir. Diğer gruplara ise
ben karışmadım. Benim bu parlamento üyelerine başka devletlerle münasebetlerinde
perspektif vermeme lüzum kalmadı, çünkü kendileri zaten tecrübeli kişiler olup
büyük ölçüde münasebet geliştirmişlerdir. Sadece Roma ya gidin parlamenterlerle
ilişki kurun bana davetiye çıkarmalarını sağlayın şeklinde talimat verdim.
Soruldu: Ulusal Kongre soruldu.
Cevap: Bu Ulusal Kongre yi bir şemsiye örgüt şeklinde düşündük. Sürgünde Kürt
Parlamentosu nu içine almakla birlikte bu parlamentonun dışında kalan grupları
yani, dünyadaki bütün Kürtleri kapsayacak şekilde oluşturulan bir örgüt
olacaktı. Bu örgütün amacı Kürt içi anlaşmazlıkları çözmek, Kürtler adına genel
diplomasi faaliyetini yürütmek şeklinde iki ana esasta toplanabilir. Amacımız
budur. Ulusal Kongre önümüzdeki ay Sürgünde Kürt Parlamentosu nun bulunduğu
yerde yani Brüksel de toplanacaktır.
Soruldu: PKK örgütünün liderliğiniz altında yapılanmasını anlatınız, örgütün
kuruluşundan bu yana örgüt elemanları sizi hangi kod isimlerinizle tanımaktadır.
Cevap: PKK örgütü klasik anlamda siyasî parti olmaktan öte benim konumumda
onunla birlikte değerlendirildiğinde örgütümüz parti, ordu ve cephe şeklinde
teşkilatlanmıştır. Bana örgütte genelde Apo denilmektedir. Yazışmalarda ise Ali
Fırat kod adını kullanıyordum. Daha önceden merkezi yürütme ve merkez komite
kavramları vardı. 5. Kongre den sonra biz, başkanlık ve yardımcıları şeklinde
bir kurula gittik. Bunun alanlara ayrılması eyaletler biçimindedir. Ayrıca
yurtdışı temsilciliklerimiz vardır. 6. Kongre ye doğru önde gelen kadrolar
toplandı. 6. Kongre şu anda sonuçlanmıştır. Daha çok belli karargâhlarda iki
merkez komite elemanı etrafında alan yönetimleri oluşmaktadır. Pratikte böyle
icra edilmektedir. Bu birimler hem karar hem de uygulama birimleridir. Merkez
Komite üyeleri bir klasik bir de orta boy kadrolar vardır. Benim yardımcılarım;
Cuma kod Cemil Bayık, Abbas kod Duran Kalkan, Avareş kod Mustafa Karasu,
Ebubekir kod Halil Ataç, Cemal kod Murat Karayılan, Fuat kod Ali Haydar
Kaytan dır. Bunlar benim yardımcılarımdır. Bu isimler en üst düzey elemanlardır,
yani başkanlık konseyidir. Benim yakalanmam üzerine ayrı bir statü alacaklardır.
Yeni bir merkez oluşacak ve ağırlıklı olarak bu belirttiğim isimlerden
olacaktır. 6. Kongre 450 ye yakın kadroyla toplanmıştır. Kongre Kuzey Irak ta
Hakurke bölgesinde toplanmıştır. Avrupa da örgütü idare eden Kani Yılmaz kod
Faysal Dunlayıcı, Moskovo da Mahir Velat kod Numan Uçar dır. YAJK (Yektiya
Azadiye Jinen Kürdistan-Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği) bu örgüt hakkında
bildiklerim şunlardır. Yöneticisi Sakine kod Gönül Tepe, yine Sakine kod
fiehnaz
Altun dur. Bunların emrinde Avrupa dahil 3 000 kadar kadın örgüt elemanı vardır.
Zagros eyaleti sorumlusu Ebubekir kod Halil Ataç tır. Botan (fiırnak-Çukurca)
eyalet sorumlusu Cemal kod Murat Karayılan dır. Mardin eyalet sorumlusu 25 ocak
1999 da ölmüştür. Onun yerine halen atama yapılmamıştır. Garzan eyaletine Celal
kod Süleyman Kaydı, Amed eyaletine Topal Nasır kod Faruk Bozkurt, Erzurum
eyaletinde Yılmaz kod Yıldırım Kaya dır. Serhat eyaleti halen teşkilatın
değildir. Dersim eyalet sorumlusu Kazım kod Hamili Yıldırım dır. Güney Batı
eyalet sorumlusu Sarı İbrahim kod Ramazan Toptaş tır. Koçgiri eyalet sorumlusu
Alişer kod Yücel Halis olarak faaliyet yürütmektedirler. Kuzey Irak Behdinan ve
Soran olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Birinde Osman Öcalan vardır, diğerinde de
Abbas kod Duran Kalkan vardır.
Soruldu: Yurtiçinde ve yurtdışında örgütünüze çeşitli faaliyetlerle katılan ve
yardımcı olan dernek, parti, bilim adamları, üniversiteler, sanatçılar ve
avukatlar olduğunuz biliyoruz, sizinle irtibat kuran bu belirttiğiniz
kuruluşlardan kimler vardır anlatınız.
Cevap: Bazı sanatçılar MED TV nin konserine çıkmıştır. Bu bir destek olarak
değerlendirilmektedir. Bunlardan Ferhat Tunç, Ahmet Kaya, fiivan Perver.
Bizim
elemanlarımız 1990 lı yıllarda İbrahim Tatlıses ten korkutmak suretiyle para
almışlardır. Ben bunu duydum haberim vardır. 1998 aralık ayında Haluk Gerger
beni Roma da evimde ziyaret etmiştir. Gazete yazısında da bu görüşmenin içeriği
yazılıdır. Avukat fierafettin Kaya ve Avukat Serhat Bucak Roma ya gelerek
beni
ziyaret etmişlerdir. Doğu Ergil le ben daha önce görüşmedim. Ben bu adamı
raporuyla tanıyorum. Doğu Ergil İsviçre ye geldiğinde PKK örgütü elemanlarından
bir grup kendisiyle görüşme yapmış. Doğu Ergil le görüşme yapan bizim
elemanlarımız Doğu Ergil i pek olumlu bulmamışlar. Hatta bu işin yani Kürt
meselesinin rantıyla uğraştığını bana söylediler. Çünkü bazı kuruluşlar bu
işlerle uğraşanlara yardım yapmaktadırlar. NGO kuruluşlarından (uluslararası
sözde yardım kuruluşu, asli faaliyeti istihbarat servislerinin örgütlere yardım
faaliyetidir) Doğu Ergil e para yardımı edildiğini duydum, yardım eden kuruluşa
bu yardım tarzı iyi bir yardım tarzı değildir dedim. Bu paranın çoğu ranta
gitmektedir. Bizim meselemize faydası yoktur. Ahmet Kaya nın bize fazla yakın
olduğunu söyleyemem 1993 yılında Almanya daki bir toplantıya katıldığını
biliyorum.
Soruldu: Suriye ilişkileri, Suriye den çıkışı ve Avrupa daki temasları,
yakalanışı soruldu.
Cevap: 1979 yılı temmuz ayında benim kuryem olan Suruçlu Ethem Akcan isimli
kuryemle birlikte Suriye ye geçtik. Ethem Akcan alanı çok iyi tanıyan bir
elemandı, onunla birlikte geçişi yaptık. Evvela Suruç un karşısına düşen Kobani
denilen kasabada Ethem i amcası olan Ömer Muhtar ın evinde bir müddet kaldık. Bu
arada Filistin Örgütü yle irtibat kurarak bu örgütten Demokratik Cephe kimliği
elde ettik. Temin ettiğimiz bu kimliklerle Lübnan a geçtik. Filistin Örgütü bize
Bekaa Vadisi nde yer verdi. Bu yeri kendi kampımız haline getirdik. Giderek
örgüte bağlı elemanları burada topladım burada kendi eğitimimizi kendimiz
yaptık. Her ne kadar Filistin Örgütü bizleri kendi askerleri gibi görüyorlardı
ise de biz kendimizi ve onlardan ayrı olduğumuzu kabul ettirdik. Bu kampta üç
yıl faaliyet gösterdik. Helve adı verilen bu kampa daha sonra Mahsun Korkmaz
Akademisi ismini verdik. 1992 yılında Türkiye den bugünküne benzer baskılar
gelmesi üzerine ve aynı zamanda Kuzey Irak ta bizim için faaliyet alanları
doğması ve dolayısıyla Bekaa Vadisi nin eski işlevini kaybetmesi üzerine
Suriye ye geçtim. Önce Hafız Esad ın kardeşi Cemil Esad la ilişki kurdum. Cemil
Esad sosyal ilişkileri geliştiren ve kuran bir insandır. Suriye bizi siyasetten
hiçbir zaman kabul etmedi. Sosyal ilişkiler çerçevesinde kabul etti. Cemil
Esad ı bayramlarda ziyarete giderdim. Bu arada bizim fiam da büyük bir tüccar
olarak tanıdığımız Ağa kod Mervan Zerki yle yoğun ilişkilerimiz sonucunda bu
şahsın El-Muhaberat denilen Suriye istihbarat servisinin elemanı olduğunu
öğrendim. Mervan Zerki aslen Erzurumlu olan Kürt kökenli bir insandır.
Dolayısıyla Mervan Zerki Suriye istihbaratı ve devletiyle aramızda bir halka
oluşturuyordu. Suriye bizi resmen ve siyasetten tanımamakla, kendisinden
sorulduğumuzda bizde Apo kod Abdullah Öcalan isimli birisi yoktur diyebiliyordu.
Yani Suriye nin bizi siyasetten tanımaması ve sosyal ilişkiler içinde tanıması
kendi açısından aldığı bir tedbirdir. Mervan Zerki ile ben Suriye den
ayrıldıktan sonra Al-Tecalma, Al-Vatan, El-Demokrasiye (Ulusal Demokratik
Birlik) adı altında bir parti kurdu ve kurduğu bu partiyle PKK nın mirasına
konarak bizim çekilmemizden sonra Suriye deki çok geniş olan Kürt potansiyeli
toparladı. Biz Suriye ye geldiğimiz zaman kalabalık olduğumuz için geniş evler
satın almış veya kiralamıştık. Daha sonra bu evleri parti okullarına çevirdik.
Bir Kürtçe eğitim bir de Türkçe eğitim yapan okul açtık, Suriye makamlarına ise
hastalarımız ve sakatlarımız var bu evler bize lazım dedik, onlarda bu görüntü
altında müsaade ettiler, ancak zaman zaman El-Muhebarat ın elemanları
okullarımıza geliyorlar ve denetliyorlardı. fiam da ikamet ettiğim evi de
kendim
satın aldım. Korumamızı da kendimiz yaptık. Suriye hükûmeti uzaktan gözetleme
yapmış olabilir. Suriye de bulunduğum süre içerisinde Ali Ammar adına tanzim
edilmiş Demokratik Cephe kimliğiyle dolaştım. 1992 sonunda 9 ekim 1998 tarihine
kadar ağırlıklı olarak fiam da kaldım, zaman zaman Lübnan a da gittim. Benim
okullarım biraz şehrin dışında kalır, Kürtçe eğitim yapan ve Türkçe eğitim yapan
iki okulla birlikte burada bir evim daha vardır, bir de şehir merkezinde bir
evim vardır. Türkiye nin baskısı üzerine Suriye hükûmeti bana Ya Türkiye ile
aramızda savaş çıkar veya biz seni yakalar Türkiye ye teslim ederiz tercih
yapmak zorundasın dediler. Bu tebliği bana Ağa kod Mervan Zerki yaptı. Bizde
Yunanistan formülünü tercih ettik. Suriye den çıkmadan evvel örgüt arşivini
fiam da bulunan Kürtlere dağıttık. Bu arşiv halen onlarca Kürt evinde
bulunmaktadır. O tarihte iki milyon iki yüz elli bin dolar param vardı. 50 000
dolarını yanıma aldım 2 200 000 dolarını Delil isimli adamıma bıraktım. Delil
rastgele bir temsilcimdir. Delil in esas ismini bilmiyorum. Diyarbakırlıdır,
eşinin kod adı Mizgin dir. Onunda ismini bilmiyorum. Delil in Suriye yi terk
edeceğini zannetmiyorum. Sıkışırsa Kuzey Irak a gider.
1993 süreci Türkiye için bir tarihî fırsattı, Türkiye nin çok barışçı bir çözüm
yolu imkânı idi. Türkiye nin cumhurbaşkanı düzeyinde en yüksek yetkilisinin
kabulü vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri de pratikte iyi niyetini göstermişti.
Ancak bu süreç işlemedi. Yetersizlik nedeniyle ve Özal ın da ölümüyle bu süreç
bozuldu. Özal ın ölümünden sonra ailesine çektiğim başsağlığı mesajını tarih bu
sürecin haklılığını kanıtlayacak ve aynı noktaya gelecektir. Yani Özal ın
başlattığı sürece tekrar gelinecektir demiştim. Nitekim 1 eylül 1998 de yeniden
ateşkes ilan ettik 9 ekim 1998 günü Yunanca bilen ve Yunanistan temsilcisi olan
Rozerin kod Ayfer Kaya olduğu halde bir Suriye uçağıyla çıkış yaptım. Çıkmadan
evvel Avrupa temsilcilinden bana Abdullah Sarıkurt adına düzenlenmiş bir
pasaport temin ettim. Pasaporta kendi fotoğrafımı yapıştırdım, Yunanistan a
geldiğimizde o zamana kadar bana büyük ilgi gösteren PKK ya dost olduğunu ifade
eden Yunanistan son derece kötü yüzünü gösterdi. Bana 3 saat içinde ya geldiğin
yere geri döneceksin veya istediğin yere gideceksin dediler. Bu arada Rozerin
Yunan servisinden Dimitri yle görüştü. Yunanistan dan ayrıldık ve Moskova ya
geldik. Moskova ya gitmeden evvel Yunanistan a iltica talebinde bulundum ama
kabul edilmedi. Moskova da Jirinovski kanalıyla temasa geçtim, zaten beni davet
etmişlerdi. Mitropano beni Suriye deyken de davet etmişti. Bu Mitropano,
Jirinovski nin partisine mensup bir şahıstır. 33 gün süre içerisinde bunların
bulduğu evde kaldım. Bu süre içerisinde Ariski isimli iç güvenlik sorumlusu olan
şahısla temaslarda bulundum. DUMA 298 oyla benim Rusya da kalmamı bir çekimser
oya karşılık kabul ettiği halde Başbakan Primakov anlayamadığım bir nedenle bu
kararı uygulatmadı. 33 gün sonra Rusya dan ayrılmak zorunda kaldım. Avrupa
temsilciliğimiz vasıtasıyla İtalya dan davet alıp almadığımı araştırdım.
Nitekim bana yeniden yapılanma adı altında bir oluşuma mensup olan gerek
muhalefet gerekse iktidara mensup bazı milletvekillerinin daveti olduğunu
söylediler. Esasen bu milletvekillerinden Mandovani yanında bir arkadaşıyla
Suriye ye gelerek daha evvel benimle görüşmüştü. Bunu üzerine yanımda Roma
temsilcim Ahmet Yaman olduğu halde bir Rus yolcu uçağıyla Roma ya geldim.
İtalya da siyasî iltica talebim kabul edilmesini beklerken tutuklama olayı
gündeme geldi, hastane adı altında bir tecrit yerine konuldum. Daha sonra Adalet
Bakanlığı benim serbest kaldığımı belirtti ancak ben Roma yakınında Cehennem
Vadisi denilen bir evde kalmaya başladım. Burada kalmamı söylediler. İltica
talebim konusunda belirsizlik devam etti. Bazen kabul edecek gibi bir davranış
gösterdiler daha sonra iltica talebimin kabulünü beklemeye aldılar halen de bu
talebim askıdadır. Daha önce gerek İtalya gerekse Avrupa devletleri her gün
yüzlerce Kürt ün siyasî bile olmayan iltica taleplerini kabul ederken, benim
siyasî olan iltica talebimi kabul etmediler. Giderek üzerimdeki baskı arttı. Kaç
kurtul şeklinde bana karşı olan bir tutum göstermeye başladılar. Bu baskılar
karşısında İtalya dan ayrılmam ve tekrar Moskova ya gitmem gündeme geldi.
fiunu
da belirtmek istiyorum. Yunanistan dan Rusya ya küçük bir uçakla gittim. Bu
Yunan istihbarat servisinin özel bir uçağıydı. İtalya da toplam 66 gün kaldıktan
sonra 16 ocak 1999 günü İtalya dan ayrıldım. İtalya da kaldığım süre zarfında
Tayfun Talipoğlu isimli bir gazeteci geldi kendisiyle röportaj yaptım. Daha
sonra Milliyet gazetesinden Nilgün Cerrahoğlu geldi, bununla da fazla kapsamlı
olmayan bir röportaj yaptık, bilahare Haluk Gerger isimli doçent gelerek benimle
görüştü, bunun dışında Avrupa da bulunan Kürtler, Avrupa milletvekilleri,
heyetler, gazeteciler geldiler görüşmeler yaptık. İtalya dan çıkmadan evvel
Rozalin vasıtasıyla Güney Kıbrıs tan kırmızı pasaport temin ettim ve kendi
fotoğrafımı yapıştırdım. İtalya dan kendimiz bir uçak tuttuk. Bu uçağı onların
yardımıyla bulduk. Masrafını biz ödedik, yanımda Roma temsilcimiz Ahmet Yaman
olduğu halde Moskova nın 4,5 km. kuzeyinde Rovinrant Havaalanı na geldik. Bu işi
benim Rusya temsilcim olan Mahir kod Numan Uçar organize etmiş, ancak Rusya daha
önce en az bir ay hatta 6 ay kalabilir diye vaatte bulundukları halde yine çok
ters bir tutum içine girdiler. Büyük zorluklar çıkardılar, bana Seni Suriye ye
göndereceğim dediler. Kendilerine Suriye zaten kabul etmiyor. Ya savaş çıkar
ya da seni Türkiye ye teslim ederiz diyorlar, buna rağmen beni nasıl Suriye ye
gönderirsiniz dedim. Zorluk çıkarmak şeklindeki tutumları devam etti. Halbuki
isteseler güvendikleri bir ülkeye gönderebilirlerdi. Rusya nın bu tutumu üzerine
tekrar Rozalin le irtibat kurdum Rozalin Yunanistan a gelebileceğimi söyledi ve
kendisi Rusya ya geldi. Birlikte 29 ocak 1999 tarihinde Rusya dan ayrıldık.
Rozalin Rusya ya yani benim yanıma yine küçük bir uçakla geldi. Yanında Badouvas
ve Nagazakis isimli iki Yunanlı vardı. Bu uçakta zannederim Yunan Gizli
Servisi ne aitti. Bana Badouvas ve Nagazakis büyük güvence verdiler.
Yunanistan a kabul edileceğimi söylediler. Yunanistan a geldik dost görünen bu
insanlarla bir gün dolaştık, ancak yetkili ve sorumlu durumunda olan Dimitris
beni görünce yeniden hırçınlaştı, derhal gönderileceğimi söyledi ve benim Minsk
üzerinden Hollanda ya gönderileceğim söylendi, kendi uçaklarıyla beni Minsk
Havaalanı na getirip bıraktılar. Bu havaalanında dondurucu soğukta 4 saat
bekledim. Bu durumu Avrupa ülkeleri karar almış, beni Hollanda ya
götüreceklerini söyledikleri uçak bir türlü gelmedi. Böylece beni ortada
bıraktılar. Bu bekleme sırasında beni ısrarla uçaktan indirmek istediler. Beni
uçaktan indirerek bu havaalanında bırakmak ve büyük bir tehlike karşısında
kalmamı zorla sağlamamı istediler. Bende ısrarla uçaktan inmek istemedim. Bu
olay 31 ocağı 1 şubata bağlayan gece cereyan etti. Bu sırada bütün Avrupa
havaalanlarının uyarıldığını duydum. Belçika benzer bir küçük uçağa karşı bir
tane F-16 kaldırmış. Belçika nın bu davranışı daha sonra skandal olarak
değerlendirildi. Primakov aynı gün bütün bağlı ülkelere kabul edilmeyeceğimi
bildirmiş. Sonuçta mecburen tekrar Yunanistan a dönme gereği doğdu.
Yunanistan da Dimitris tarafından çok daha kötü bir şekilde karşılandım. Seni
hemen Kenya ya gönderelim dedi. Böylece bir Kenya modelinin hazırlandığını
gördüm. Bu arada beni Korfu Adası na götürüp getirdiler. Burada dikkat çeken
husus Kenya nın tesadüfen seçilmediği planlı olarak seçildiğidir. Avrupa daki
olmazlar ve Yunan hükûmetinin bu tutumu karşısında Kenya ya gitmek zorunda
kaldım. 2 şubat 1999 günü sempatizanlardan İbrahim isimli arkadaşla ve
Yunanlıların yine o küçük uçağıyla Kenya ya hareket ettim. Kenya da Yunan
Büyükelçiliği görevlileri bizi alarak Yunan Büyükelçisi Kostulas ın evine
götürdüler. Önce beni pasaport çıkartıp Güney Afrika ya göndereceklerini
söylediler, bu bir vaatti ancak günler geçmesine rağmen bu pasaport gelmedi,
daha sonra benim başka bir eve yerleştirileceğim söylendi bende bunun benim için
büyük tehlike olduğunu korumasız bir yere gidemeyeceğimi söyledim evden
ayrılmadım ve yazılı olarak iltica talebinde bulundum. Büyükelçi hay hay
memnuniyetle dediği halde benim dilekçeme cevap vermedi. Benim Kenya ya
gelişimden bir iki gün sonra da Dilan kod fiemsi Kılıç Kenya ya geldi,
olaylara
şahittir. Giderek benim büyükelçilik evinden ayrılmam konusunda baskı arttı.
Hatta zorla çıkaracaklarını söylediler ve beni bu evden çıkarmak için
Yunanistan dan dört kişilik bir ekip göndermişler. Bizde çıkmayız gerekirse
kendimizi savunuruz dedik. Kendi çapımızda tedbirler alarak çatışmayı da göze
alarak direnişe hazırlandık, ancak bu dört kişilik ekip bekledi bize karşı
harekete geçmedi. Son gün Yunan büyükelçisi Kenya Dışişleri Bakanlığı na
çağrıldı, evvela büyükelçi davete uymayacağını bildirdi, bilahare araba
gönderdiler büyükelçi Dışişleri Bakanlığı na gitti. Dönüşte bana istediğim bir
ülkeye gidebileceğimi bu ülkelerin Güney Afrika veya Hollanda olabileceğini
söyledi. Yunan hükûmetinin de Hollanda nın beni kabul etmeye hazır olduğunu
bildirdiğini ifade etti. Ertesi günü, 15 şubat 1999 günü beni havaalanına
götürmek için Kenyalı bir yetkili geldi, Yunan büyükelçisi de beni kendisinin ve
kendi arabasıyla havaalanına götüreceğini söyledi. Aralarında münakaşa çıktı.
Neticede Yunan büyükelçisi kendi toprağında, kendi misafirini, kendi arabasıyla
götüremedi. Beni Kenyalı yetkilinin arabasına tek başıma bindirdiler.
Havaalanına getirdiler. Ben zaten neticeyi anlamıştım. Bindirildiğim uçakta
enterne edildim. Bindirildiğim bu uçağın hangi ülkenin uçağı olduğunu
bilmiyordum. Bundan sonraki süreç buraya kadar gelme sürecimdir.
Soruldu: Anlattıklarınızdan Yunanistan ın sizinle çok ilgilendiği, kendi
uçaklarıyla Moskova ya, Kenya ya götürdükleri anlaşılmıştır. Yunanistan ile PKK
örgütü arasında bir anlaşma mı vardır? Bu durumu biraz açar mısınız ?
Cevap: Yunanistan ın PKK örgütüyle ilişkileri az çok Suriye nin PKK örgütü ile
ilişkilerine benzer. 1988 yılında ben Lübnan da iken Badouvas ve Nagazakis in
beni ziyaretleri ile bu ilişkiler başlamıştır. Badouvas ve Nagazakis in yanında
ayrıca gazetecilerden oluşan bir heyette vardı. Bu ilişkilerin kurulmasından
birkaç yıl sonra muhtemelen 1994 senesinde Yunanistan da PKK örgütünün kampları
açıldı. Lavrion Kampı nda PKK lı gençlere daha çok ideolojik eğitim veriliyordu.
O tarihlerde Yunanistan temsilcimiz Mahir kod Fethi Demir dir. Yunanistan da
Lavrion Kampı ndan başka bir de bomba eğitimi veren Dimitri Elen Kampımız
vardır. Bu Dimitri Elen Kampı Mahir kod Fethi Demir in sorumluluğunda
geliştirilmiştir. Ayrıca Yunanistan da küçük gruplarımızın yerleşmesi için
evlerde vardır. Bu evler tahmin ediyorum kiradır. Bunu haricinde Yunanistan da
para yardımı da almaktayız. Bu para yardımını daha ziyade sivil kurumlardan
almaktayız. Kiliselerden almaktayız, sendikalardan almaktayız ve bir de bize ait
dergiler etrafında aldığımız bağışlar vardır. Bu bağışlar mesela 100 liralık
derginin 1 000 liraya satılması gibi alınmaktadır. Yunanistan da bomba
eğitimini, kamp eğitimini ve küçük grupları barındırmak hususundaki organizede
bizim dost tabir ettiğimiz Yunan istihbaratının yardımı olmaktadır. Yunan
istihbaratıyla daha ziyade bizim adamımız olan Rojhad kod isimli eleman
sağlamaktadır. Yunanistan ın bizimle işbirliği yapmasındaki amacı bizi
Türkiye ye karşı kullanmak, Türkiye yle çelişkilerinde koz olarak kullanmaktır.
Esasen Yunanistan da eğitilen militanlarımızı da Türkiye üzerine yöneltmek için
çaba harcamışlardır. Güney Kıbrıs ta kampımız yoktur, ancak Güney Kıbrıs ta
yerleşmiş 100-150 kadar Kürt ailesi vardır. Bu ailelerin bazılarının evlerinde
örgütün propagandası yapılmaktadır.
Soruldu: İran ilişkileri soruldu.
Cevap: Urumiye de bir hastanemiz mevcuttur. Kelereş takım seviyesinde küçük bir
kamptır. İran da esasen kamp kurmaya ihtiyaç yoktur, zira Kuzey Irak ta geniş
sahalar mevcuttur. fiehidan, Makü, Zagros, Jerme gibi kamplar İran-Irak
sınırında
olup sınıra yakın İran topraklarında kalan kamplardır. İran daki faaliyetlerimiz
hakkında benim bildiklerim bunlardır. Bunu yanı sıra Suriye deyken beni İttilaat
isimli İran Gizli Servisi nin Seyit isimli elemanı zaman zaman ziyaret ederdi.
Bu ziyaretleri 1996 yılına kadar sürmüştür. Seyit bizimle hudut meselelerini
görüşüyor, Hizbullah örgütüyle bizim örgütümüz arasında ki çatışmada
arabuluculuk yapmasını istiyor daha doğrusu Seyit ten biz bu çatışmada
arabuluculuk yapmasını istiyorduk. Bir de Kuzey Irak ta İKDP üzerinde etkili
olduğundan kendisine bu nüfuzlarını kullanıp bu kuruluşun bizim üzerimize
gelmemesini sağlamalarını istiyorduk. Yine Seyit le Rusya dan Kafkasya üzerinden
sevk edilen silahlar meselesini görüştük. Bu silahlar zaman zaman İran da
takılıyordu, bu meseleyi Seyit le bizim temsilciliğimiz görüşüyordu. İran da
hastane bulunduğunu ve bizim orada 100 kadar personelimiz olduğunu İran hükûmeti
bilir. İran hükümeti bu şekilde gerek bize taviz vererek gerekse gereğinde zor
kullanarak, gerek bizi, gerekse İran daki Kürtleri denetim altında
bulundurmaktadır. Ermenistan da kampımız yoktur. Temsilciliğimiz vardır. Ayrıca
Botan isimli bir yayın organımız da Ermenistan dan çıkmaktadır. Almanya da büyük
bir ağırlığımız olduğu muhakkaktır. Çok sayıda derneğimiz ve temsilciliklerimiz
vardır. Yalnız Almanya kendi siyasetine uygun mantalite aramaktadır. Yani kendi
siyasetine uygun kadroları PKK nın başında görmek istemektedir. Benim Suriye den
çıkmamdan sonra Almanya nın bana yönelik politikası beni istememek şeklinde
gelişmiştir. Hatta Almanya benim yerime bir ikinci adam arama cihetine
gitmiştir. 1994 yılında Londra da hiç sebep yokken Kani Yılmaz ın tutuklanması,
4 sene tutuklu kaldıktan sonra Almanya ya iade edilmesinin ve Almanya nın Kani
Yılmaz ı serbest bırakmasının, Kani Yılmaz a sığınma hakkı tanımalarının
Almanya nın ve İngiltere nin Kani Yılmaz ı benim yerime düşündüklerinin
işaretidir. 1995 senesi içerisinde Almanya dan Anayasayı Koruma Teşkilatı ndan
Grunevald Suriye deki evimde yani fiam da beni ziyarete geldi. Ziyaretinin
konusu
o tarihlerde Almanya da gittikçe yoğunlaşan PKK eylemleriydi. Benden bu
eylemlerin bitirilmesi konusunda yardım istedi. Bende onlara PKK örgütünü
Almanya da yasakladınız, PKK ya baskı uyguluyorsunuz siz PKK ya karşı yumuşak
olursanız yardımcı olabilirim dedim. Aynı mahiyette bir ziyaretçide yine
Almanya da milletvekili olan Lumer dir. Lumer 1996 yılında yine fiam daki
evimde
beni ziyaret etmiştir. Lumer le aynı konuları görüştüm. Ona da Grunevald a
söylediklerimi söyledim, yani Almanya PKK yı yasaklamaz ve PKK ya baskı yapmazsa
yardım edebileceğimi bildirdim. Bu görüşmelerimden sonra Almanya gittikçe PKK ya
karşı daha ılımlı davranmaya başladı ve nihayet Almanya Başsavcısı Kaynehm PKK
bir terör örgütü değildir, içinde suç işleyenlerin bulunduğu bir örgüttür
dedi.
Sorgumun bittiği şu anda Avrupa nın beni istemediğini ancak beni Türkiye ye
karşı kullanmak istediğini ve kullandığını belirtmek istiyorum. Türkiye son
yıllardaki ekonomik atılımlarıyla ve hatta bize karşı yürüttüğü mücadelesiyle
kalkınma potansiyeli olan bir ülke olduğunu göstermiştir. Avrupa beni Türkiye ye
karşı kullanırken, Türkiye yle beni karşı karşıya getirirken Türkiye nin de
önünü kesmeyi hedeflemiştir. İnsan haklarından çok sık bahseden Avrupa beni
kullanmak suretiyle çok kan dökülmesine sebep olmuş ve sonuçta insan haklarını
işletmeyerek ikiyüzlü olduğunu göstermiştir. Bu yüzden Avrupa yı kınıyorum.
Benim sebep olduğum eylemler sebebiyle yüz binlerce Kürt e siyasî olmadığı
halde iltica hakkı tanırlarken, ben PKK örgütünün başı ve bir numaralı siyasî
olduğum halde bana siyasî sığınma hakkı tanımamıştır. Benim yukarıda
söylediklerim mesajımdır, ayrıca Türkiye halkına bir mesajım vardır. Benim
hakkımda önümüzdeki süreci izleyerek takip ederek karar versinler bunu
diliyorum. Örgüt elemanlarıma da yakalanmam ve sorgulanmam sebebiyle kontrolden
çıkmamalarını bilhassa intihar ve yakma eylemlerine girmemelerini, saldırı
konumuna geçmemelerini istiyorum. Yargılama sürecini bir başlangıç olarak kabul
ediyorum. Bütün Türk kamu yetkililerine de açıkça söylüyorum, benimde
yanılmalarım, hatalarım olmuştur. Benim hiç de arzu etmediğim olaylara sebep
olmuşumdur, ancak bana imkân verilirse yeniden bir arada yaşama sürecini
başlatacağımı bilmelerini istiyorum ve size de saygılar sunuyorum.
Başka bir diyeceğinin olup olmadığı soruldu, başka bir diyeceğinin olmadığını
belirtti beyanı okundu imzası alındı.
Ek: 4
Abdullah Öcalan davasında savcıların sundukları
mütaalanın tam metni

Terör örgütü elebaşı sanık Abdullah Öcalan ın yargılandığı davanın bugünkü


duruşmasında, Ankara 2 No lu Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Cevdet Volkan
ile Cumhuriyet Savcısı Talat fialk tarafından mütalaa okundu. İşte mütalaanın
tam
metni:
Tutuklu sanık Abdullah Öcalan hakkında, devletin hâkimiyeti altında bulunan
toprakların tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti altına
koymaya veya devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmaya veya devletin
hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya
yönelik hareketlerde bulunmak suçundan yargılanması ve cezalandırılması
talebiyle 26.04.1999 gün ve hazırlık 1997-514 hz., 1999-1998 es. ve 1999/78 id.
sayılı iddianame ile kamu davası açılmış, aynı sanık hakkında daha önce açılan
kamu davaları ile mahkememizin 1999/21 esas sayılı dava dosyası ile
birleştirilmiş İmralı Adası nda başlatılan ve süreklilik arz eden 04.06.1999
günlü yargılaması sırasında da esas hakkında mütalaamızı hazırlamamız için süre
verilmiştir.
Mütalaa sanığın savunmasından yola çıkılarak hazırlanmıştır...
Sanık hakkında son davaya ait iddianamede yapılan soruşturma, 15 yıldır terör
faaliyetlerini aralıksız sürdüren ve sanığın başında bulunduğu PKK örgütünün
kuruluşu, amacı, programı, stratejisi, yapılanması ve genel faaliyetleri ile
gerçekleştirdiği eylemleri ve bunların nitelikleri ve hukukî değerlendirilmesi
konularında geniş bilgi verildiğinden, tekrarında yarar görülmemiş, sanık
Öcalan ın değişik aşamalardaki savunmaları ve yargılama sırasında ortaya çıkan
fiilî ve hukukî durum değerlendirilerek, esas hakkındaki mütalaamız
hazırlanmıştır.
Sanık ifadesinde ölümlerin iddianamede belirtilenden daha fazla olduğunu
söylemiştir...
Sanık Abdullah Öcalan, 31.05.1999 günlü oturumundaki sorgusunda da belirtilen
ve kendisinin verdiği talimatlar üzerine örgüt elemanları tarafından
gerçekleştirilen bütün eylemlerden birinci derecede sorumlu olduğunu, hatta
ölümlerin, iddianamede belirtilenden daha da fazla olması gerektiğini,
01.06.1999 günlü oturumda da hazırlık soruşturması sırasında Jandarma ve Devlet
Güvenlik Mahkemesi cumhuriyet savcılarınca alınan ifadeleri ile Ankara Devlet
Güvenlik Mahkemesi yedek üye hâkimliğince tespit olunan ilk sorgusunun doğru
olduğunu, herhangi bir baskıya maruz kalmadan serbest iradesi ile verdiğini
kabul etmiştir.
Yine sanık Abdullah Öcalan, Ankara 2 No lu DGM Başkanlığı na sunduğu yazılı
savunmasının 69. sayfasında, PKK örgütünün eylemlerdeki sorumluluğunu açıkça
ikrar etmiştir.
TCK nin 125. maddesinde suç teşkil eden eylem...
TCK nin 125. maddesinde yazılı, devletin hâkimiyeti altındaki birtakım topraklar
üzerinde müstakil bir Kürt devleti kurma amacıyla Türkiye toprakları üzerinde
sürekli faaliyet göstererek binlerce terör eylemi gerçekleştiren, on binlerce
insanımızı acımasızca öldüren, bir o kadarını da sakat bırakan silahlı çete
PKK nın kuruculuğunu yapan, uzun süre üstlendiği ve örgütünü yönettiği
Suriye den ayrılmak zorunda kalan, sığındığı ülkelerden iltica talebinde
bulunmasına rağmen kabul görmeyen ve sonunda Kenya da yakalanıp güvenlik
birimlerimize teslim edilen bu tarihe kadar fiilen yakalandıktan sonra da
yasadışı silahlı ve bölücü terör faaliyetinde bulunan PKK nın başlangıçta,
genel sekreter daha sonraki dönemlerinde önder ve genel başkan sıfatını
kullanan sanık Abdullah Öcalan ın 22 şubat 1999 günü Devlet Güvenlik Mahkemesi
cumhuriyet savcılarına verdiği ifadesinde:
Silahlı bir mücadele başlattığım doğrudur...
PKK örgütünün kurucusu olduğum doğrudur. Yine bu örgütün önderliğini yaptığım,
benim önderliğimde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığım
da doğrudur. Başlangıçta gerçekten Kürdistan devleti kurmak gibi bir kavramımız
da vardır. Bu da doğrudur. Ancak gelişen süreç içerisinde, müstakil bir Kürt
devleti kurmak değil de Kürtlerin de cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk
olarak, özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi sonucuna vardım. Bu
temelde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde etmiş olarak bir
arada yaşayabileceğimiz sonucuna vardım...
Kendi isteğiyle ikinci kez verdiği 03.04.1999 tarihli ifadesinde de;
Bildiğiniz gibi PKK nın kurucusu benim...
(...) Bildiğiniz gibi PKK nın da kurucusu benim. PKK kurulurken programını da
yaptık. O zaman Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kavramı da vardı. Marksist
temele dayalı yeni sistem getirecektik. Ancak değişen olaylar ve zaman, bize bu
programın hayalî olduğunu gösterdi. (...) Kürt devleti kurmanın mümkün
olamayacağı, ilmen de sabittir. Gerekli de değildir. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti
devleti içerisinde de demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben
sonuca vardım demiştir.
Sanık PKK nın birinci dereceden sorumlusu olduğunu ikrar etti
Hazırlık tahkikatı ve son tahkikat aşamasında, silahlı çete PKK nın kurucusu ve
yöneticisi olduğunu, birinci derecede sorumlusu olduğunu, PKK nın başlangıçta
bağımsız Kürdistan devleti kurmak için kurulduğunu söyleyen ve suçunu ikrar eden
sanık, yazılı savunmasında silahlı çete ve PKK, kendi yargılanmasıyla ilgili:
Sanığın yazılı savunmasından
PKK tarihinde ayrılık ve birlik olarak iki önemli aşama...
PKK, cumhuriyetin 50 yıllık alt ve üst yapısının ortaya çıkarttığı objektif
temel üzerinde, dünyadaki fırtınalı devrin ve karşıdevrimin pratik ve teorik
incelemesini ütopik ve teorik bir durumun öncelikle 1970-1980 arası ideolojik
isyan hareketi, 1980-1999 arasında da siyasî ve eylemsel hareketi olarak doğup
gelişmiş, gerçekten de son büyük Kürt isyan hareketi... PKK tarihinde, ayrılık
ve birlik sorununda iki önemli aşamayı ayırt etmek büyük önem taşır.
Hâkim sorunlara sloganvari ütopik yaklaşım...
Çıkış sürecinde bir zamanların dil yasağına kadar varan baskı ve inkâr, diğer
yandan o dönem soruna hâkim sorunlara sloganvari ütopik yaklaşım, yine Kürt
milliyetçiliğinde korku ve kuşkuya dayanan ayrılıkçılıkla birlikte dünya
çapındaki ulusal kurtuluş hareketlerinin ayrı devlet kurmak biçiminde
anlaşılması...
Devletin 1990 başlarında dil yasağını kaldırması...
Devletin 1990 başlarında dil yasağını kaldırması, dil ve kültür alanına
getirilen sınırlı özgürlük ve üst düzey yetkililerin sorunu kabul edip çözüme
yönelik çalışmaları en son benim mart 1993 ateşkes yaklaşımım, aslında özgür
birlikteliğe giderek vurgu yaptığımız dönemi açıkça ortaya koyuyordu. Bu
yıllardan itibaren, özgür birlik propagandası hâkimdir. (Yazılı savunma, sayfa
19-20.)
PKK kendini geliştiremedi...
Özellikle Sovyetler in çözülüşü, Körfez Savaşı sonrasında Türkiye yi yakından
ilgilendiren meseleler, Kürt meselesine çözümü hayatî kılıyor ve bunun yolu da,
gerçekten gecikmiş temel ihtiyaç olan kapsamlı bir demokratikleşmeden geçiyordu.
PKK burada direndi, kendini geliştirmekten ziyade, aşırı tekrarlayarak
direndi... Halbuki reel sosyalizmin çözülüşünden, demokratik çözüm tarzını
çıkarabilmeliydik. Ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesinin artık
geçerliliğini yitirdiğini, bilimsel tekniğin değiştiğini, aslında XVII.
yüzyıldan itibaren gelişmenin ürünü olan ulus devlet anlayışını çözdüğünü, aynı
çözümün daha gerçekçi olduğunu görmeliydi.
70 lerdeki program bırakılmalıydı...
Kısaca 70 ler programını bırakıp yeni bir programa ulaşmalıydı. Bunun pratik
dili, kendini, giderek yozlaşan ve çok acılara, kayıplara yol açan şiddet yerine
siyasal, demokratik faaliyete yoğunlaştıran bir eylem çizgisine ulaşmalıydı.
(Savunma, sayfa 26.)
Ayrılık, bitmiş bir gücün kuklalığını getirir...
Benim pratiğim yakinen incelenirse, şu çok açık görülecektir ve kitap dolusu
belgelerle kanıtlanacaktır. En iyi, anlamlı, mümkün olan özgürlük ve
bağımsızlık, bu yer Kürdistan da olsa, ancak Türkiye nin genel Misakı Millî
sınırları içerisinde mümkündür. Bilimsel olarak kanıtlamak zor değildir.
Ayrılmış bir Kürdistan ve bitmiş bir gücün kuklası, işbirlikçilerin
malikânesinden öteye gidemeyecek bir Kürdistan dır. Ayrılmış bir Kürdistan,
halkın değil yabancı ve işbirlikçilerin olabilir, ki bu ağırlıklı olarak
hayaldir. Ancak çıkar güçlerinin oyunu olarak sık sık tekrarlanır. Tarih, bütün
oyunların isyanlarda nasıl oynandığını, nasıl felaketleri halkın yaşadığını çok
iyi ortaya koymaktadır. Kendi isyanımızda da bunu gördük. Eğer dış oyunlardan
bahsedeceksek, temel amacım bu dönemeçte yüz geri yapmak istedikleri ve Kürt
sorununu da araç olarak kullanmakla bunu başaracaklarına inandıklarıdır. Tarihin
en kritik döneminde bu oyunlar oynanmıştır. Çözümsüz kaldığında başarıyla
oynanmıştır da... O halde sorunu kendi ellerimizle çözmek, oynamak isteyenlere
karşı kendi güçlü silahımız haline getirilmektir. Savunmamda, bunun oldukça
mümkün ve tek çaremiz olduğunu ortaya koydum. Bizzat tecrübemiz buna en iyi
kanıt oldu. O halde İlk defa özgür irade ile gerçekleştireceğimiz bu kardeşlik
çözümü, yeni bir tarihi süreç olacak derken haklıyız. (...) Kendi yargılanmamı
olumlu barışın gerekçesi yapmak, en temel demokratik idealimdir. Savunmam,
temelde bu amacımla bağlantılıdır... gibi görüşlere yer vermiştir.
1993 koşullarını lehimize çeviremedik...
Sanık Abullah Öcalan tarafından 5. Kongre sırasında sunulan politik raporda,
(...) 1993 te biraz da geçiş arz eden o dönemi bir ateşkesle lehimize çevirmek
istedik ve bu çok önemli bir adımdı. Hiç olmazsa bunu fırsat bilirler,
canlanırlar diye düşündük. Aslında biraz da hem uzun soluk alma, hem de
hazırlık yapma imkânı idi. Bazıları bu hazırlığı yaptı. Ama yine komuta
yapımızca, bu layıkiyle değerlendirilemedi. (Kls: 38)
Öcalan ın gönderdiği telsiz emri
Yine, PKK parti önderliği adı altında, 8 ekim 1998 tarihinde tüm partililer ve
ARGK savaşçılarına gönderdiği telsiz emrinde, ateşkesle ilgili (...) çoğunuz
görev alacaksınız. Görev bu temelde olabilir. Tabiî düşmanın kısa bir süre için
şöyle bir hedefi de var. Kök kazımaktan bahsediyor. (...) Bizim bunlara
misilleme hakkımız makbuldür. Yani kendimizi iyi düzenleyerek, bu 10 kat
değişmiş, dönüşmüş bir temelde cevaplandırma görevimiz var. Biz, ateşkes olayını
tek taraflı da olsa düzenlemeyi, sadece biraz daha hazırlık düzeyimiz, siyasî
diplomatik olarak da hamle imkânı kazanmak için yaptık. Bu başarılı olmuştur.
Ama yetersizdir. Daha da yapılacak işler vardır. Düşman bunları bilerek çok sert
davranıyor. (Kls: 19)
Ankara dan çıkıp partileşme; Ortadoğu ya çıkıp ordulaşma; uluslararası açılma,
devletleşme...
Sanık Abdullah Öcalan ın 16.10.1998 günlü sözde Botan eyalet sorumlularına
yönelik telsiz talimatında Nasıl ki Ankara dan çıkış partileşme anlamına geldi
ise yine Ortadoğu ya açılıp bir ordulaşma başarıldıysa, uluslararası alana da
fazlasıyla açılmak kesinlikle devletleşme anlamında ciddi bir adım olarak
değerlendirilmelidir. İnanıyorum ki, yeni dönem bundan epeyi güç olacaktır...
Gerilla tarzında yenilik, ustalık... en etkili cevabı verecektir şeklindeki
sözleri asıl niyetini ortaya koymaktadır.
Sanık, yukarıdaki iddiayı ciddiye almıştır...
Burada talimatın tarihine dikkat edilmesi gerekir. Talimat 16 ekim 1998
tarihinde verilmiştir. Bu tarihte Abdullah Öcalan Türkiye Cumhuriyeti devletinin
Suriye yi sıkıştırması sebebiyle Suriye den çıkma ve Avrupa ya gitme hazırlığı
içindedir. 16 ekim 1998 günlü sözde Botan eyaletine yönelik talimatta Abdullah
Öcalan, çıkışını uluslar alanına açılışın kesinlikle devletleşme anlamında ciddi
bir adım olarak değerlendirmiş ve alan sorumlularına da böyle anlatmıştır.
Zenginleri haraca bağlayın...
Örgütüne gelir sağlama ve karşı gelenleri yıldırma ve sindirme amacıyla Hatay
alan komutanına 1995 yılı içinde verdiği telsiz talimatında fiimdi onlara
özgün
yaklaşırsınız. Yani zaten dostane ilişkilerimizi söylersiniz ve mutlaka
kazanmaya çalışırsınız. Fakat faşist Türk kesimini de yıldırırsınız sanırım.
Sanırım o başlangıçta yaptığımız eylemler önemli. Fakat genelleştirmemek
kaydıyla. O yoksulları kazanmak, fakat tehlikeli olan elebaşları da ezin. Tabiî
hiç acımadan çıkarlarını darbeleyin. Ve yine dediğim gibi, bu ara zengin bir
alan aslında. Birçok şeyini de haraca bağlayabilirsiniz, o zenginlerini. Bundan
sonra hissederlerse epey gelir imkânımız da artar şeklinde acımasızlığını ve
amacını sergileyen sözleri dikkat çekicidir.
Savunmasında samimi değildir
Sanık Abdullah Öcalan savunmasında samimi değildir. Silahlı çete PKK nın kuruluş
amacı olan müstakil Kürdistan ı kurmak amacından vazgeçmemiştir. Abdullah
Öcalan ın tek taraflı ateşkes ilan etmesi, örgütün biraz daha iyi hazırlanması,
siyasî ve diplomatik hamle imkânını kazanmak içindir.
Abdullah Öcalan ın 5. Kongre ye sunduğu ve telsiz çözümlerinden yukarıya alınan
alıntılar, kendisinin ateşkeste samimi olmadığını, tek taraflı da olsa
ateşkesin, örgütün hazırlık düzeyini artırmak, uluslararasında diplomatik hamle
imkânını kazanmak ve Türkiye Cumhuriyeti devletine örgütünü muhatap kabul
ettirmek için uyguladığını göstermektedir.
Çıkmazdan kurtulma çabası...
Başlangıçta bağımsız Kürdistan ı kurmak amacına yönelik eylem yaptıklarını,
sonuçta pratiğin kendilerine bağımsız Kürdistan ı kurmanın mümkün olmadığını
gösterdiğini, bu sebeple cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak
demokratik cumhuriyet içerisinde özgür bir ortamda, eşitlik temelinde birlikte
yaşamayı hedef aldıklarını, bağımsız Kürdistan ı kurma hedefinden
vazgeçtiklerini söyleyen Abdullah Öcalan ın bu yöndeki savunmasına ve öne
sürdüğü görüşlerine itibar edilmemiş ve PKK nın ve örgütün sorumlusu durumundaki
sanık Abdullah Öcalan ın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulma çabası olarak
değerlendirilmiştir.
Müdahillerin sözleri
Müdahil Yusuf Aydemir: Ben Kürdüm ve ana dilim Kürtçe dir. Benim oğlum 3 yıl
Güneydoğu da görev yaptı. Üzerinde yaşadığım ülke Türkiye, benim bayrağım da
Türk bayrağıdır...
Müdahil Jale Atav: Ben kardeşimi şehit verdim. Yazdığımı okumak istiyorum. Ben
Kürt kökenli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Asker kızı ve asker
annesiyim. Babam Kürt, annem Türk tür.
Müdahil vekili Kazım Ayaydın: Ben Türkçe yi ilkokulda öğrenen Kürt asıllı Türk
vatandaşıyım. Bu davanın ne pragmatik açıdan ne de bilimsel açıdan Kürtlerle bir
ilgisi yoktur. Tarih boyunca buna benzer hadiselerle karşılaşmışız, isyanlar
olmuş. Osmanlı nın son zamanından itibaren bu isyanlar araştırıldığında, her
isyanın arkasında bir ülkenin menfur emellerinin çıktığı görülmüştür. Evliya
Çelebi nin Erzurum ile ilgili izlenimlerinde, ben Erzurum da aileler gördüm.
Dede Türkçe konuşuyor. Oğul hem Türkçe hem Kürtçe konuşuyor. Torun Kürtçe
konuşuyor. Annem ve babam sadece Kürtçe konuşurlar. Ben hem Türkçe hem Kürtçe
konuşuyorum. Oğlum sadece Türkçe konuşuyor. Bu döngü 300 yıllık zaman
içindedir... Bu ülkenin birlik ve beraberliği için herkes topyekün mücadele
edecektir. Bunun içinde Kürt de vardır demişlerdir.
Türk-Kürt iç içe yaşamaktadır...
Müdahillerin yukarıya alınan konuşmalarında da Türkiye de Türk-Kürt ayrımının
yapılamayacağı, Kürt ve Türk ün iç içe yaşadığı, aralarında kan bağı oluştuğu,
suni olarak Türk ve Kürt ayrılığı yaratılmaya, millet ve vatan bütünlüğünün
bölünmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Türk ve Kürt beraberliği için sanık
Abdullah Öcalan da savunmasında, Türklerin özellikle hâkim tabakadan koparak
gelen Türkmen akınlarının XI. yüzyılda Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya akın
etmeleri, iki halk arasında yoğun bir kaynaşmaya yol açtı. Kürtlerin nispeten
yerleşik konumları, bu yüzyıllarda daha çok Türkmen boylarının erimelerine yol
açıyordu. Siyasallaşmada Türkler, sosyalleşmede de Kürtler nispeten hâkim bir
konumdaydılar. Türk üst tabakaları yerel siyasal kültür ile bütünleşip
çoğunlukla hâkim olurken alt tabaka daha çok Kürtler içerisinde erimeyi
yaşıyordu. İki halkın aynı sosyoekonomik ve kültürel ve dinî benzerlikleri
yaşaması bu kaynaşmada önemli rol oynar. (...) Tarihe baktığımızda özellikle
Büyük Selçuklular ın İran, Irak, Suriye ve Kürt illerinde kurulan imparatorluk
ve daha sonra da özellikle Mervanîler, Artukoğulları, Eyyubîler, Akkoyunlular ve
Karakoyunlular da ve birçok küçük beyliklerde Kürt ve Türk üst tabakaları ve
dolayısıyla dağlı halk, ortak halk ve ortak devleti iç içe yaşamak gibi bir
olguyu temsil ediyor. Ortak devlet anlayışı hiçbir kavimle birlikte ne Araplar
ne Acemler ne Ermeni ne Bizanslılarla böyle yaşanmıyor. Türk Kürt ü ve Kürt
Türk ü böyle oluşuyor. (...) Bu olgunun en çarpıcı ve üst boyutta ifadesini
Osmanlı-Kürdistan ilişkilerinden Yavuz Selim ile başlayan dönemde görebiliriz.
Öyle ki, ağırlıklı Kürt beylikleri Yavuz un istemine rağmen ayrı devlet olarak
değil, kendisinin göndereceği beylerbeyi sorumluluğunda ortak devlet çatısı
altında kalmayı çıkarlarına da uygun buluyorlar...
İki halk arasında tabiî bir kültür erozyonu yaşanmış, kan bağı da
oluşmuştur...
Abdullah Öcalan ın yukarıda alınan ifadelerinden de açıkca anlaşılacağı gibi
XI. asırdan itibaren Türkler ile Kürtler birlikte yaşamaya başlamış birçok Türk
boyu Kürt boylarının arasında erimiştir. Yine Abdullah Öcalan ın ifadesiyle iki
halk arasında tabiî bir kültür erozyonu yaşanmış kan bağı da oluşmuştur. Tarihî
gerçek de budur. PKK çetelerine karşı savaşırken şehit düşen Kürt asıllı
vatandaşların sayısı yukarıya konuşmaları alınan müdahil çocuklarının sayısı ile
sınırlı değildir. Müdahil olup da duruşmada konuşmayan çok sayıda Kürt asıllı
Türk vatandaşının çocukları PKK çetelerince şehit edilmişlerdir. Halen de PKK
çetelerine karşı güvenlik kuvvetleri içinde mücadele eden çok sayıda Kürt asıllı
Türk vatandaşı vardır. Ayrıca, güvenlik kuvvetlerimizin yanında PKK çetelerine
karşı yer alan geçici köy korucuları Kürt asıllı vatandaşlarımızdır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinde Kürtlere yapılmış ne bir baskı ne de Kürtler in
inkârı vardır...
Türkiye Cumhuriyeti devletinde Kürtlere yapılmış ne bir baskı ne de Kürtlerin
inkârı vardır. Cumhuriyet kurulduktan sonra 1925 te patlak veren fieyh Sait
İsyanı çoğunlukla Kürtlerin katıldıkları bir isyandır. Ancak devletten ayrılmayı
hedefleyen bir Kürt isyanı değildir. Abdullah Öcalan da, fieyh Sait İsyanı
için
ayrılıkçı bir isyan dememiş, isyanı başlatanlar ve isyana katılanlar için Onlar
ulusal kurtuluştan cumhuriyetin değil, saltanat ve hilafetin geri geleceğini
sanarak önce destek vermişler. Bu gelişmeyince isyana yönelmişlerdir...
demiştir. Devlet, isyanı şiddetle bastırmış, isyan edenleri cezalandırmıştır.
Devlete karşı başlatılan silahlı bir hareketin güç kullanılarak bastırılması
isyan edenlerin de cezalandırılması uluslararası hukukta da kabul edilmiş bir
kuraldır. İsyanların dışında Kürtlere karşı hiçbir baskı yapılmamıştır.
Mondros Mütarekesi nde kabul edilen sınırlar içinde yaşayan halkın tek bir
millet olarak görüldüğü açıktır...
Erzurum ve Sivas kongrelerinde benimsenen, Osmanlı Meclisi Mebusanı nca da kabul
ve ilan edilen Misakı Millî nin bir maddesinde de, Mondros Mütarekesi nin
imzalandığı 30 Ekim 1918 günü Mütareke sınırlarının içinde dinsel, kültürel
amaçlı ve amaç bakımından birlik oluşturmuş ve birbirlerine karşı saygı ve
fedakârlık duygularıyla dolu, ırkı ve toplumsal hakları ile coğrafî konumlarına
bütünüyle saygılı Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşik bulunduğu bölümlerin
tamamı gerçekte ve yasal olarak hiçbir nedenle ayrım yapılması mümkün olmayan
bir bütündür hükmü kabul edilmiştir. İstiklal Savaşı nda Misakı Millî nin bu
hükmü aynen benimsenmiştir. İstiklal Savaşı iyi incelendiğinde Atatürk ün,
Misakı Millî nin çizdiği sınırları içinde yaşayan halkın tamamını bir bütün
olarak gördüğü, bölgesel güçleri birleştirmeye çalıştığı ve düşmana topyekûn
milletin gücüyle karşı koymaya çalıştığı görülür. Amasya Genelgesi nde Milletin
bağımsızlığını yine milletin kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır denmiştir.
Bu genelgede, Mondros Mütarekesi nde kabul edilen sınırlar içinde yaşayan halkın
tek bir millet olarak görüldüğü açıktır. Erzurum Kongresi nde de Atatürk,
Trabzon Müdafaai Hukuk Cemiyeti ile Süleyman Nazif tarafından kurulan Doğu
Vilayetleri Müdafaai Hukuk Cemiyetleri ni bir çatı altında birleştirmiştir.
Erzurum Kongresi nde, Trabzon ile Canik Sancağı ve Doğu İlleri adını taşıyan
Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis ve bağımsız livaların hiçbir
sebeple, bahaneyle birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu kararı alınmıştır.
4 Eylül 1919 da başlayan ve 12 Eylül 1919 a kadar devam eden Sivas Kongresi nde
ise Bütün yurttaki Müdafaai Hukuk Cemiyetleri birleştirilmiş. Anadolu ve Rumeli
Müdafaai Hukuk Cemiyeti adı altında kurulmuştur. Erzurum Kongresi nde
kararlaştırılan her türlü işgal ve müdahaleye karşı toptan direnme kararı
perçinlenmiş, Mondros Mütarekesi sırasında sınırlarımız içerisinde kalan ve
ezici İslam çoğunluğu tarafından yerleşik bulunan Osmanlı ülkesi unsurları
birbirinden ve Osmanlı camiasından bölünmesi mümkün olmayan ve hiçbir sebeple
ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Adı geçen ülkelerde yaşayan bütün İslamî
unsurlar birbirlerine karşı saygı ve fedakârlık duyguları ile dolu ve ırkı
toplumsal ve coğrafik haklarına bütünüyle saygılı özkardeşlerdir hükümleri
kabul edilmiştir. Ne Erzurum Kongresi kararları ne Sivas Kongresi kararları ne
Misakı Millî hükümleri ayrıca Kürtlerden bahsetmemektedir.
PKK tarafından başlatılan tedhiş eylemleri bir bağımsızlık hareketi olarak
kabul edilemez...
Türkiye de PKK tarafından başlatılan ve giderek yaygınlaştırılan tedhiş
eylemleri bir bağımsızlık hareketi olarak kabul edilemez. Çünkü bağımsızlık
mücadelesi içinde olan milletler, kendi egemenliklerini ülkesi içinde etkili
kılmaya çalışır. Bu amaçla da, hukuka aykırı biçimde o toprak parçası üzerinde
egemenlik iddiasında bulunan güçlerle savaşmak, ancak bağımsızlık mücadelesi
sayılabilir. Yaygın terör eylemlerine başvuran PKK yasadışıdır. Gerçekleştirdiği
tüm terör hareketleri hukukdışı ve insanlıkla bağdaşmayan, yasalara göre her
biri ayrı ayrı suç teşkil eden eylemlerdir. Bunların hedefi ise devlet düzenine
karşı gelmektir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletinin bütünlüğü,
devletin siyasî yapısı ile korumakla görevli olduğu kişi güvenliği,
özgürlüklerin korunması, sosyal refahın sağlanması, ülkenin kalkınması ve
büyümesinin önlenmesine yönelik olduğu çok açıktır. PKK terör örgütünün hedef
olarak gösterdiği toprak parçası, Türkiye Cumhuriyeti nin egemenliği altındadır.
Ayaklanma, başkaldırı ya da isyan şeklini alan, gerek Türkiye çapında gerekse ve
özellikle siyasî yönden Batı Avrupa ülkelerinde yaygınlaştırılan bu hareket,
devlete ve devlet güçlerine yöneltilmiş ve devletin otoritesini zayıflatmak,
düzeni sarsmak amacıyla başlatılmış zaman içinde genişletilmiştir. Bununla
amaçlananın ise yaratılacak terör ortamından yararlanıp, ülke topraklarının ve
milletin bütünlüğünün parçalanmasıdır. Yaratılmak istenen ve alınan iç ve dış
desteklerle planlanıp yürürlüğe konulan bu durum, başlangıçtan beri Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası nın 3. maddesindeki Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür ilkesi, 14. maddesinde belirtilen hak ve özgürlüklerin
kötüye kullanılmaması prensibi ile bağdaştırılamaz ve TCK nin 125. maddesinde
müeyyidesini bulan devletin birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında
bulunan topraklarda bir kısmını devlet iradesinden ayırmaya kalkışmak suçunu
oluşturur.
İşlenen suç, bir tehlike suçudur. Teşebbüs safhasında kalsa bile suç
tamamlanmıştır...
3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu hükümlerine göre, PKK terör örgütü,
gerçekleştirdiği eylemler terör suçu, bu eylemleri planlayan, silahlı çetenin
amir ve kumanda görevini üstlenen ya da örgüt adına faaliyet gösteren veya
bilerek ve isteyerek yardımda bulunan herkes terör suçlusu sayılmıştır. Bu
nedenle TCK nin 125. maddesi de terör suçu olarak kabul edilmiş, bu suça bakma
görevi ise aynı yasa ile 2845 Sayılı Kanun un 9. maddelerine göre Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin görevleri arasında sayılmıştır. Bu suç bir tehlike
suçudur. Teşebbüs safhasında kalsa bile suç tamamlanmıştır. Uluslararası hukuk
terörizmi her koşulda yasaklamış ve ciddi bir insan hakları ihlali olarak kabul
etmiştir.
Uluslararası belgeler
Uluslararası belgelerden olan ve bağlayıcılığı bulunan:
1989 AGİK Viyana Kapanış Belgesi nde; katılan ülkelerin terör suçları
yöntemlerinin ve uygulamalarının kınanacağı, hiçbir şart altında teröre hak
verilmeyeceği, bu konularda kararlı davranılacağı, suçluların iadesi ve
takibatını emniyet altına almak için gereken tedbirlere başvurulacağı,
1990 Paris fiartı nda, devletlerin bağımsızlık, egemenlik ve toprak
bütünlüğünü
ihlal eden faaliyetlere karşı demokratik müesseseleri savunmada işbirliği
yapılacağı ve terörün her ülkede suç sayılacağı,
1992 Helsinki Bildirisi nde, terör hareketlerinin kayıtsız şartsız kınanması,
terör tehdidinin ortadan kaldırılması için işbirliği yapılacağı,
1993 Viyana İnsan Hakları Dünya Konferansı Deklarasyonu nda, egemen ve
bağımsız ülkelerin toprak bütünlüğü ve siyasî birliğini tamamen veya kısmen
tehlikeye sokacak her türlü hareketin makul karşılanmayacağı, tevşik
edilmeyeceği, terörden korunma ve mücadelede işbirliğini geliştirmek için
gerekli tedbirin alınacağı, hususlarında karşılıklı anlaşmaya varıldığı
kaydedilmiş ve uluslararası hukuk kuralı haline getirilmiştir.
Sanık Öcalan yasalar karşısında bir terör suçu sanığıdır. Ayrıcalık da
tanınamaz...
Çok sayıda yasadışı silahlı terör eylemlerini yaygın şekilde gerçekleştiren,
gerek iç ve gerekse dış hukuk açısından terör örgütü olduğu konusunda hiçbir
tereddüt bulunmayan, eylem ve faaliyetleri nedeniyle Avrupa ülkelerince de terör
örgütü ve terörist sayılan PKK ya ve elebaşısı Abdullah Öcalan a, uluslararası
hukuk açısından ve yargılama yönünden ayrıcalık tanınması, siyasî kişilik
tanınarak statü kazandırılmak istenmesi hukukdışıdır. Tutuklu sanık Abdullah
Öcalan, yasalar karşısında bir terör suçu sanığıdır. İnsan hakları ve usul
yargılaması hükümleri dışında kendisine bir ayrıcalık da tanınamaz. Terör suçu
sanığı sayıldığından 3713 Sayılı Kanun un 16. maddesi uyarınca ve güvenliği
nedeniyle bu tür tutukluların tabi olduğu rejime tabi tutulmuştur. Aksini ileri
sürmek gerçeklerle bağdaştırılamaz.
Taraf statüsü, söz konusu olamaz
Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre savaş suçlusu statüsü verilmesi yönündeki
taleplerin hiçbir hukukî dayanağı da bulunmamaktadır. PKK nın başlattığı
ayrılıkçı terör eylemlerini önlemek, yakalandığında yargılamak Türkiye
Cumhuriyeti devletinin temel görevidir. PKK terör örgütüne uluslararası
antlaşmalara göre bir taraf statüsü tanınması da söz konusu olamaz. Aksi
takdirde Helsinki Konferansı Son Belgesi ile kabul edilen ve diğer antlaşma ve
sözleşmelerde de yer alan Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemen eşitliğine ve
egemenliğinin niteliğindeki haklarına saygısızlık olacaktır. Anayasa nın 10.
maddesine göre, herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç,
din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları
ve idare makamları, bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
olarak hareket etmek zorundadır.
Bölge ve ırk ayrımı yapılmaksızın, konuştuğu dile bakılmaksızın, herkese
yasalar eşit şekilde uygulanır...
Türkiye Cumhuriyeti devleti, aynı zamanda insan haklarına saygılı, demokratik ve
sosyal bir hukuk devletidir. Bölge ve ırk ayrımı yapılmaksızın, konuştuğu dile
bakılmaksızın, herkese yasalar eşit şekilde uygulanır. Anayasa ve yasaların
tanıdığı hak ve özgürlüklerden herkes yararlanır. Yeter ki şans tanınsın.
Kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da
içine alan ve herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez
temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu, Anayasamızın 12. maddesinde kabul
edilmiş, 13. maddesiyle de temel hak ve özgürlüklerin, devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğinin, cumhuriyetin, millî
güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının korunması amacıyla ve
kanunla sınırlandırılabileceği kabul edilmiş, bunun ise Anayasa nın sözüne ve
ruhuna uygun olarak yapılabileceği, demokratik toplum düzeninin gereklerine
aykırı olamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Anayasa ile güvence altına alınan kişinin temel hak ve özgürlükleri ve bunların
kısıtlanması, ülkemizin de taraf olduğu tüm uluslararası sözleşme ve
antlaşmalarda yer almaktadır.
Uluslararası hukuka uygun şekilde, Anayasa ile düzenlenen ve diğer yasalarla
uygulamaya konulan bu hukukî durum karşısında, PKK terör örgütünün ve örgütü
fiilen kuran, gizli ve açık şekilde verdiği yazılı ve sözlü talimat ve emirleri
ile sevk ve idare eden, yöneten sanık Abdullah Öcalan ın fiil ve hareketi, Türk
Ceza Kanunu nun ayrı ayrı bölümlerinde her biri ayrı suç sayılan, şahıslara
karşı işlenen, mal, kamunun düzeni ve güvenliği ile geleceği, adliyenin
şahsiyeti, devlet idaresi ve hürriyet aleyhinde işlenen suç kapsamında olduğu
gibi, bunların tamamını içine alan ve devletin şahsiyetine karşı cürümler
başlığı altında düzenlenen ve Türk Ceza Kanunu nun en ağır ve ilk özel ceza
maddesi olan 125. maddesindeki suçun unsurlarını oluşturmaktadır.
Sanık savunmasında özetle şunları...
Sanık, gerek hazırlık soruşturması sırasında, gerekse yargılamada yaptığı sözlü
ve yazılı savunmasında, özetle:
PKK terör örgütünü kendisinin kurduğunu, örgütü sevk ve idare ettiğini,
yakalandığı ana kadar örgütün kendisinin liderliği ve komutası altında
faaliyetlerini sürdürdüğünü, hareketin geçmişteki isyan hareketinden farklı
yönlerinin olduğunu, iddianamede belirtilen olayları ve terör eylemi niteliğini
ve bunlardaki sorumluluğunu kabul ettiğini;
1990 dan sonra tesadüfen eline geçen Leslie Lipson ın Demokratik Uygarlık adlı
kitabının etkisinde kalarak, İsviçre ve İngiltere gibi demokratik ülkeleri örnek
vererek, başlatılan hareketin sorunları çözemeyeceğini, çözüm yolunun
demokratikleşme alanında mesafe alan Türkiye Cumhuriyeti devletinin, ülkesi ve
milletiyle bütünlüğü içinde demokratik uygulamalar çerçevesinde mümkün
olabileceğini anladığını ve bundan sonra demokratik sistem üzerinde
çalışmalarını yoğunlaştırdığını;
15 mart 1993 te, bir başlangıç olarak tek taraflı silah bırakma eylemini
başlattığını, daha sonra da bu yönde gayret sarf ettiğini, 1 eylül 1998
tarihinde de ateşkes girişimlerinde bulunduğunu, amacının daha fazla kan
dökülmesini önlemek, terör hareketlerine son vermek, ölüp öldürmek yerine,
yaşayıp yaşatmanın ya da daha doğru anlaşılacağına inandığını;
Türkiye Cumhuriyeti devleti ile birlikte barış içinde sorunlara çözüm yolu
bulmak olduğunu, bu yönde basın ve yayın organlarında açıklamalarda bulunduğunu,
gayri resmî olarak da bazı aracı kişilerle bu yönde girişimlerinin de olduğunu;
Türkiye deki demokratik ve çağdaş gelişmelerin de vardığı sonucu olumlu yönde
etkilediğini, devamlı bu yönde çıkış yolu aradığını;
Örgütü ve silahlı gücünü meşru savunma hudutları içine çekmek, saldırı olmadıkça
karşılık vermemek için gayret sarf ettiğini ileri sürmüştür.
Demokratik Birlik Çözümü ile adlandırdığı çözüm yolunun ise:
1- Ülke bütünlüğünün ortak vatan gerçeğinin daha da güçlendirilmesi;
2- Demokratik cumhuriyetin sosyal birlik ve bağımsızlık çerçevesinde olması;
3- Toplumdaki dil ve kültür özgürlüğü sorununun can alıcı özünü teşkil etmesi;
4- Askerî ve silahlı güç yaklaşımları çözüm için anlamını yitirdiğinden terk
edilmesi;
5- Başta PKK olmak üzere yasadışı konumda olan birçok örgütün barışla birlikte
normal siyasal ve yasal sürece kendini uydurması.
Başlıkları altında ileri sürdüğü tezlerin, Anayasa ve yasalarda yapılacak
değişikliklerle ve uygulamalardaki aksaklıkların giderilmesiyle
gerçekleşebileceğini iddia etmiş, konunun tamamen, mensubu olduğu örgütün
amacını sağlayıcı nitelikte olduğu değerlendirilmiştir.
Ayrıca 1990 yılından sonra, sivil kesimlere karşı hiçbir saldırıda bulunulmaması
talimatını verdiğini, bu yönde gelişen az sayıdaki olayların kendi inisiyatifi
dışında ve bölgesel sorumlularca geliştirildiğini, bu durumdan acı duymakla
birlikte önleyemediğini savunmuştur.
Sanığın söyledikleri doğru kabul edilse ve samimi olduğu varsayılsa bile...
Sanığın savunmasının bir an için doğru olduğu kabul edilse ve samimi düşüncesi
olduğu varsayılsa bile yasadışı olan ve silahlı faaliyetleri ile uzun süredir
sürekli terörü canlı tutarak amacına ulaşmak isteyen, Türk ulusuna yurtiçinde ve
dışarıda acı veren PKK nın çizelgesi dosya içinde mevcut bulunan resmî verilere
göre, 15.02.1999 tarihine kadar gerçekleştirdiği eylemler bu savunmasını
doğrulamamaktadır.
İşte suçları...
Kurulduğu tarihten yakalandığı güne kadar:
Düzenlediği 6 036 saldırı olayından 4 057 sinin, devlet güçleriyle giriştiği 8
257 silahlı çatışmadan 6 057 sinin, 3 071 bombalama ve patlama eyleminden 2
403 ünün, 388 gasp olayından 298 inin, 1 046 adam kaçırma suçundan 934 ünün, 567
yasadışı gösteri olayından 529 unun, 1993 yılından sonra gerçekleştirilmiş
olması;
Her biri ayrı ayrı suç teşkil eden ve insanlık aleyhine işlendiğinden hiçbir
kuşku duyulmayan bu olaylar sonucu PKK terör örgütü tarafından öldürülen ya da
şehit edilen 4 472 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşından 2 871 inin, 3 874 rütbeli
ve rütbesiz askerden 2 778 inin, 247 polisten 148 inin, 1 225 geçici köy
korucusundan (GKK) 960 ının, yaralananlardan 5 620 vatandaştan 4 009 unun, 8 178
askerden 6 192 sinin, 909 olan polisten 606 sının, 1 655 GKK dan 1 373 ünün 1993
yılından 15.02.1999 tarihine kadar geçen zaman içinde meydana gelmesi;
Örgüt tarafından kaçırıldığı tespit olunan 5 051 kişiden 3
279 unun, geri dönenlerin ise 2 697 den 1 848 inin bu döneme rastlaması;
Bu dönem içinde meydana gelen terör olayları nedeniyle, değişik yaşlardaki 120
çocuğun teröre kurban gitmiş ve 188 inin de yaralanması;
Sanığın savunmasının hangi gerçeklere dayandırıldığını ve ne derece samimi
olduğunu ortaya koymaktadır.
PKK nın 5. Kongresi 8-27 ocak 1995 tarihinde yapılmıştır. Kongrede PKK nın
faaliyet gösterdiği, Kuzey Irak ve Türkiye için planları olan güçlerin, PKK nın
desteğine ihtiyacı olabileceği değerlendirilmiş, bununla ilgili bir dizi
kararlar alınmıştır. Alınan kararlarla Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, AGİT
gibi uluslararası kurum ve kuruluşlarla ilişkilerin geliştirilmesi ve PKK ya
siyasî bir hüviyet kazandırılması düşünülmüştür. Ancak PKK, bütün siyasallaşma
çabalarına kendini siyasî bir kuruluş gibi göstermek istemesine rağmen bir terör
örgütüdür.
Yine 5. Kongre de ajan ve GKK aileleri olarak tanımlanan şahıslara imha şeklinde
yönelineceği, bu tür şahısların birbirleriyle olan çelişkilerin
derinleştirilmesinin sağlanacağı, GKK ların mal varlıklarına el konulacağı,
güvenlik ve ekonomik yönden abluka altına alınarak imkânlarının kısıtlanacağı
kararlaştırılmıştır.
5. kongreden sonra fiam yakınlarında bir örgüt kampında 1-5 mayıs 1996
tarihlerinde yapılan PKK nın 4. Konferansı nda da il ve ilçe gibi kalabalık
yerleşim birimlerine baskınlar düzenlenmesi, intihar eylemlerinin geliştirilmesi
öngörülmüştür.
Sanık Abdullah Öcalan, silahlı çete PKK elemanlarına bilhassa GKK nın
barındıkları köyleri hedef göstermiştir. GKK, PKK örgütüne katılmayı kabul
etmeyen Kürt asıllı vatandaşlarımızdır. GKK ların PKK yı kabul etmemesi ve
mücadele vermesi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlere baskı yaptığı, Kürt
halkının özgürlüğü için savaştığı propagandasını en iyi şekilde boşa
çıkardığından Abdullah Öcalan ın emriyle PKK çeteleri birçok GKK ailelerini,
çocuklarını yakınları ile birlikte yok etmişlerdir.
22 şubat 1999 tarihi itibariyle 1 225 GKK şehit edilmiştir. Öldürülen 4 472
vatandaşımızın büyük çoğunluğu Kürt asıllı vatandaşlarımızdır.
Antalya, İzmir ve İstanbul gibi batı şehirlerinde dahi PKK elemanlarının ferdî
olarak işledikleri cinayetlerde öldürülenler Kürt asıllıdır. Öldürülenler ya
ajan ya da işbirlikçidir. Yani PKK örgütüne katılmayan veya yardım
etmeyenlerdir.
Belirlenen bu durum, PKK tarafından gerçekleştirilen olaylarla sabit olmuştur.
Alınan bu kararlar, PKK nın uluslararası kurum ve kuruluşlarla ilişkiye
girmesine, kendisini dünya kamuoyuna tanıtmak istemesine rağmen insanlığa karşı
suç işleyen terörist bir örgütten başka bir şey olmadığını gösterir.
Abdullah Öcalan da yazdığı Kürdistan da Zorun Rolü isimli kitabında (...) Kürt
halkı kuruluş mücadelesini bazı alanlarda eylem biçimleri ile sınırlayamaz
demiştir.
Geçmişteki sorumluluklardan, yeni çözüm yolları ortaya atarak ve yeni tezler
ileri sürerek kurtulmak mümkün değildir. Sanığın savunmasının temelini oluşturan
bu durum, mevcut yasalar karşısında geçerli bir neden olamaz.
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve ülkesi ideoloji ve bu doğrultuda harekete
geçirilen terör odaklarına deneme tahtası yapılamaz. Buna kalkışanlar sonunda
Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını karşısında bulur. Bundan kimsenin kuşku
duymaması gerekir.
Anayasa ya göre, Türkiye Cumhuriyeti bir cumhuriyettir. Toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Devletimizin bu temel ilkeleri, tutuklu sanık Abdullah Öcalan tarafından tohumu
atılan PKK terör örgütü kurulmadan önce kabul edilmiş ve uzun zamandan beri de
varlığını sürdürmektedir. Bunları değiştirmek, zedelemek, ortadan kaldırmak,
hiçbir gücün, kuruluşun inisiyatifinde olamaz. Bu nedenle de sanığın
savunmasında Türkiye Cumhuriyeti nin gücünün, demokratik yapısının ve
işlerliğinin 1993 ten sonra ya da yakalandıktan sonra farkına varmış olmasına
bir anlam verilemez. Olsa olsa kendisinin psikolojik savunma mekanizması içine
girmesi ile açıklanabilir.
Sanık tarafından geçmişte kullanılan özgür birliktelik kavramı daima belli bir
ırkın yaşadığı toprakları içine alan, ayrılıkçı, bölücülüğü çağrıştıran bir
üslup olarak kullanılmıştır. Demokratik birlik kavramıyla da hiçbir ilgisi
yoktur.
Sonuç olarak
Dosya içinde mevcut delillere, sanığın değişik safhalarda alınan ifade ve
savunmalarına, yargılama sırasında gözlenen durumuna, mensubu bulunduğu silahlı
ve bölücü terör örgütünün uzun süredir ve sürekli olarak gerçekleştirdiği,
yurtiçi ve yurtdışına da yaygınlaştırdığı eylemlerinin niteliğine, sanığın halen
de örgütle olan bağlantısını kesmemiş bulunmasına göre üzerine atılan suç sabit
görüldüğünden, eylemine uyan TCK nin 125. maddesi uyarınca cezalandırılmasına,
tutukluluk halinin devamına, emanete kayıtlı olan ve örgüte ait olduğu anlaşılan
eşya ve paranın TCK nin 36. maddesi gereğince müsaderesine karar verilmesi kamu
adına talep olunur.

Ek: 5
Abdullah Öcalan ile ilgili olarak İmralı da yapılan yargılama sonucunda Ankara
DGM nin verdiği kararın metni

1. Kurduğu silahlı terör örgütü PKK yı aldığı kararlar ve verdiği emir ve


talimatlarla sevk ve idare ederek, devletin hâkimiyeti altında bulunan
topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemleri
gerçekleştirdiği sabit görüldüğünden, eylemine uyan TCK nin 125. maddesine göre
ölüm cezası ile cezalandırılmasına;
2. Sanığın eylemlerinin yoğunluğu ve sürekliliği bebek, çocuk, kadın, ihtiyar
ayrımı gözetilmeden binlerce masum insanın öldürülmüş olması, amaç, suç için
işlenen vasıta suçlardan yüzlercesinin ölüm cezasını gerektirmesi, bu eylemlerin
ülke için ciddi, yakın ve büyük tehlike teşkil etmesi, ceza adaletinin
sağlanması, hak ve nesafet kuralları göz önünde tutularak sanık hakkında
takdiren TCK nin 59. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına;
3. TCK nin 31. maddesine göre, sanığın ömür boyu kamu hizmetlerinden
yasaklanmasına;
4. TCK nin 33. maddesine göre, sanığın ceza süresi içerisinde yasal kısıtlılık
altında bulundurulmasına;
5. TCK nin 40. maddesi uyarınca sanığın nezarette kaldığı günler ile
tutuklulukta geçirdiği günlerin cezasından indirilmesine ve tutukluluk halinin
devamına;
6. Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı Adlî Emaneti nin:
a. 1990/30 sırasında kayıtlı bulunan 19 500 ABD dolarının PKK terör örgütüne ait
olduğu anlaşıldığından, TCK nin 36. maddesine göre zor alımına, bir adet Zenith
marka saat, bir adet Safilo gözlük ve kılıfı, bir adet deri kemer, bir adet
Ray-Ban marka güneş gözlüğü ve bir adet kravatın sanığa iadesine;
b. 1999/69 sırasında kayıtlı bulunan toplam 52 adet teyp kaseti ile 18 adet
video kaseti, 1999/56 sırasında kayıtlı bulunan 2 adet video kaseti ve 1999/72
sırasında kayıtlı bulunan bir adet video kasetinin suç kanıtı olmaları nedeniyle
dava dosyasında saklanmasına;
7. Müdahil davacıların özel hukuka ilişkin hakları bakımından ilgili hukuk
mahkemesinde maddî ve manevî tazminat davası açma haklarının saklı tutulmasına,
müdahale tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgarî ücret tarifesine göre,
takdir edilen 56 milyon 250 şer bin lira maktu avukatlık ücretinin sanıktan
alınarak, kendisini avukatla temsil ettiren müdahillere verilmesine;
8. Bugünkü duruşmada bulunmayan müdahiller ile vekillerine ve gelmeyen sanık
vekillerine karar tebliğinin 2845 Sayılı Yasa nın 21. maddesine göre, TRT
aracılığıyla ilanen yapılmasına oybirliği ile karar verildi.
Mahkeme Başkanı Okyay ın kararı açıklamasından sonra, salonda bulunan
müdahiller, şehit yakınları ve müdahil avukatları hep bir ağızdan İstiklal
Marşı nı söylediler.
Dizin

A
Ağar, Mehmet 50, 51, 52
Akcan, Ethem 68, 229
Alpay, Miktad 155
Arafat, Yaser 50
Aristidou 88, 89, 90, 92, 93, 104, 105, 106, 111-114, 117-120, 123
Aslan, Günay 90, 91
Atasagun, fienkal 11-13, 51, 72, 149, 154, 159, 161, 163
Atatürk, 24, 171, 173, 245, 252
Atmaca, Metin 56
Ateş, Atilla 64, 66
Ayas, İbrahim 87

B
Barak 180
Barzani, Mesut 14, 18, 29, 40, 59, 60
Baykal, Deniz 59
Berger, Sandy 180
Bir, Çevik 57

Badouvas, Kostas 26, 80, 123, 129, 137


Bucak, Sedat 55, 215
Bukadi, Ahmed Ali 170

C
Cem, İsmail 12, 154
Cerrahoğlu, Nilgün 74, 232,
CİA 11, 12, 13, 14, 46, 49, 72, 131, 137, 139, 152-154, 169, 170, 192
Cirakis, Yorgo 136
Clinton, Bill 21, 58, 179, 180

Ç
Çağlar, Cavit 153, 165
Çiller, Tansu 50, 52, 55, 152
Çongar, Yasemin 57

D
Diakofotakis 87, 88, 90, 91, 98, 99, 103-106, 108, 110-116, 119, 121
D Alema, Massimo 76, 179
Delil 69, 218, 231
Demirel, Emin 161
Demirel, Süleyman 12, 13, 36, 37, 52, 65, 154, 187, 188, 189
Dimitriou, Haci 26
Duatepe, Cenk 29
E
Ecevit, Bülent 12, 13, 154, 161, 162
EİP 79, 80, 82-86, 90-94, 96, 99, 107-113, 117, 118, 119, 136-140, 149, 190, 191
Elçi, fierafettin 59
Erkan, Ünal 50
Esad, Cemil 68, 230
Esad, Hafız 23, 65, 68, 230
Evangelatos, Stefanos 136
Eymür, Mehmet 52, 57

F
Fuller, Graham 60

G
Galbright, Peter 60
Gazi, Ali 58
Gerger, Haluk 74, 229, 232
Grünewald 27
Gunter, Michael 57, 58
Güven, Ertuğrul 49

H
Hac, Aziz el 147
Hacandreou, Leonardo 26
Hamaney, Ali 26
Haralanbidis, Mihalis 27
Hatemi, Muhammed 25
Hüseyin, Saddam 12, 24, 66

İ
İlhan, Attila 22
İmami, Said 25
İrvin, David 180

J
Jirinovski 71, 73, 231

K
Kalenderidis, Savvas 78, 79, 88, 117, 121, 141
Karadayı, İsmail Hakkı 52
Karayorgos, Dimitris 136
Kaya, Ayfer 70, 135, 185, 191, 224, 231
Kazzaz, Sarchill 29
Keleş, İbrahim Abdi 54
Kılıç, fiemse Dilan 92, 95, 122
Kostorlas, Yorgo 101
Köksal, Sönmez 50-52
Kurttekin, Türkekul 29
Küçük, Yalçın 55, 215, 218, 222
Kranidiotis 94, 95, 99, 120, 121,
Kıvrıkoğlu, Hüseyin 12, 13, 154
Kohl, Helmut 27

L
Laden, Usame bin 12
Lord Avebury 28
Lummer, Heinrich 27
M
MGK 49, 90
Manginas, Yorgo 136
Matafias, Dimitris 27
Mavros, Lazaros 86, 87, 103
Mavros, Yorgo 136
Mihas, Takis 142
MİT 11-14, 16, 43, 49, 50-57, 66, 67, 72, 135, 148, 150-156, 157, 160, 162, 163,
165, 169, 186, 188, 192
Mitrofanov, Aleksi 29
Montovani 187
Mossad 50, 52, 131, 150, 164, 170
Mübarek, Hüsnü 65, 66

N
Naksakis, Andonis 26, 80, 129, 136, 141, 190
Natenyahu 67
Nikolopoulos, Mihalis 136
Nurcan 92, 95, 98, 118, 119, 143

Ö
Özal, Turgut 36, 37, 46, 77, 219
Özkan, Hüsamettin 154, 155, 161

P
Pangalos, Teodoros 103, 107, 108, 109 111, 112, 114, 124-127, 130-132, 135, 137,
138, 178, 181
Papaiannou 107, 108, 110-116
Pehlivanoudis, Zisis 136
Primakov 71, 73, 176, 187, 233
R
Roubis 82
Rozalin-Rozerin 70, 71, 76, 77, 81-83, 92, 137, 185, 224, 231, 232

S
Sarıkurt, Abdullah 69, 70, 185, 186, 231
Schmalstieg, Herbert 28
Schmidbauer, Bernd 27
Sgourides, Panayotis 26
Simigdalas, Andonis 136
Simitis, Kostas 125, 127, 128, 130, 131, 139, 144
Stavrakakis, Haralambos 80, 129

T
Talabani, Celal 14, 18, 27, 29, 40, 60, 219
Talipoğlu, Tayfun 74, 193, 232
Tarschys, Daniel 145
Türkeri, Fevzi 13, 155
Tzovaras 82, 83, 86, 95

U
Uçar, Numan 77, 228, 232

V
Vounatsos, Dimitris 26

W
Walker, John Austin 28
Y
Yaman, Ahmet 73, 77, 187, 232
Yeşil 28, 53, 54, 56, 57
Yıldırım, Mahmut 52, 53
Yılmaz, Kani 27, 58, 216, 228, 235
Yılmaz, Mesut 52, 55, 59, 65, 72, 76, 155, 180

Z
Zerki, Mervan 68, 69, 230
İçindekiler

9 Önsöz
11 Birinci bölüm
Ankara
49 İkinci bölüm
Öcalan a karşı ilk eylemler
63 Üçüncü bölüm
Av olma duygusu
79 Dördüncü bölüm
Atina nın açmazı
149 Beşinci bölüm
Türkiye nin zaferi
175 Altıncı bölüm
Öcalan açıklıyor: Nasıl yakalandım?
185 Ek:1
Abdullah Öcalan ın gün gün
yakalanış
serüveni
195 Ek: 2
Tayfun Talipoğlu nun Abdullah
Öcalan la
Roma da yaptığı ve daha önce hiçbir yerde
yayımlanmamış söyleşinin tam metni
211 Ek: 3
Abdullah Öcalan ın DGM savcıları
tarafından İmralı Cezaevi nde alınan ilk
ifadeleri
237 Ek: 4
Abdullah Öcalan davasında savcıların
sundukları mütalaanın tam metni
255 Ek: 5
Abdullah Öcalan la ilgili olarak
İmralı da
yapılan yargılama sonucunda
Ankara DGM nin verdiği kararın metni
257 Dizin
Tuncay Özkan _ Operasyon
www.kitapsevenler.com
Merhabalar
Buraya Yüklediğimiz e-kitaplar
Görme engellilerin okuyabileceği formatlarda hazırlanmıştır.
Buradaki E-Kitapları ve daha pek çok konudaki Kitapları bilhassa görme engelli
arkadaşların istifadesine sunuyoruz.
Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum.
Ekran okuyucu program konuşan Braille Not Speak cihazı kabartma ekran ve benzeri
yardımcı araçlar
sayesinde bu kitapları okuyabiliyoruz. Bilginin paylaşıldıkça pekişeceğine
inanıyorum.
Siteye yüklenen e-kitaplar aşağıda adı geçen kanuna istinaden tüm
kitap sever arkadaşlar için hazırlanmıştır.
Amacımız yayın evlerine zarar vermek ya da eserlerden menfaat temin etmek değildir
elbette.
Bu e-kitaplar normal kitapların yerini tutmayacağından kitapları beğenipte engelli
olmayan okurlar,
kitap hakkında fikir sahibi olduklarında indirdikleri kitapta adı geçen
yayınevi, sahaflar, kütüphane ve kitapçılardan ilgili kitabı temin edebilirler.
Bu site tamamen ücretsizdir ve sitenin içeriğinde sunulmuş olan kitaplar
hiçbir maddi çıkar gözetilmeksizin tüm kitap dostlarının istifadesine sunulmuştur.
Bu e-kitaplar kanunen hiç bir şekilde ticari amaçla kullanılamaz ve
kullandırılamaz.
Bilgi Paylaşmakla Çoğalır.
Yaşar MUTLU
İlgili Kanun: 5846 Sayılı Kanunun "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler " bölümünde
yeralan "EK MADDE 11. - Ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı
ilim
ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî
amaç güdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü
bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu,
vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill
alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda
öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde
satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz.
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması
ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." maddesine istinaden web sitesinde
deneme yayınına geçilmiştir.
T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi İşlem ve Otomasyon Dairesi Başkanlığı
ANKARA
bu kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir.
Kitabı Tarayan ve Düzenleyen Arkadaş için çok çok teşekkürler.
verilen emeğe saygı duyarak lütfen bu açıklamalaı silmeyin.
Tuncay Özkan _ Operasyon

You might also like