You are on page 1of 6

1

SİNOPSİS NEDİR?

Yunanca kökenli bir sözcük olan “sinopsis”in anlamı “ilk bakışta okunabilen” demektir.

“Sinopsis” sözcüğü Avrupa sinema sektöründe ve akademik yazında eski Yunanca’daki anlam
ve kısalıkta kullanılır. Bu uzunluk da yarım sayfa veya en çok bir sayfa tutan bir
söylem/retorik’tir. Biz de bu araştırmamızda “sinopsis” için bu kapsamı kulanacağız.

Fakat “Sinopis” sözcüğü çeşitli ülkelerde ayrıntılarını daha sonra göreceğimiz “Proje Metni”,
“Öykü”, “Öyküleme”, “Hikaye”, “Olay Örgüsü” veya “Özet” diye de kullanılır. Senaryo yazım
kitapları onu genellikle “öykünün özetidir” diye tarfi ederler. Bütün bu tanımlar yanşlıştır.

Peki “ilk bakışta okunabilen” ne demektir? Bu biraz da, zaman içinde başlayan, akıp giden ve
biten bir filmin, bir fotoğrafını çekmeye benzer! Veya bütün filmden alınmış bazı fotoğraflar bir
yüzey üzerine kolajlanmasına...

Gözleri bağlı olarak üniversitede ders yapılan bir sınıfın kapısına getirilen bir kişiyi düşünelim.
Bu kişinin gözlerini açıp, kapıdan içeri on saniye kadar bakmasına müsaade edelim ve sonra
tekrar onun gözlerinin bağlayıp bir başka mekana götürelim. Burada kendisine ne gördüğünü
soralım. Muhtemelen bize “Bir sınıftı sanırım. İçeride yirmi kadar kız-erkek gençler vardı. Birisi
de sinema üstüne bir şeyler söylüyordu. Kolçaklı koltuklar, tahta vb.’leri de vardı,” vb. şeyler
söyleyecektir. Sinopsis biraz budur!

Ya da bir sinema salonun arka kapısında bir arkadaşımızı karşıladığımızı düşünelim. Hemen
kendisine, “Seyrettiğin nasıl bir filmdi?” diye soralım. Arkadaşımız bize, “Vallaa, bir korku
filmiydi. Nişanlısını çok seven bir kız sonunda onun ne kadar manyak bir adam olduğunu
anlıyor, vb.” şeyler söyleyecek ve filmi bize 2-3 dakikada anlatacaktır. Sinopsis biraz da budur.

Veya bize öykülemesini uzun uzun anlatmaya başlayan birini düşünelim ve ona, “Yok yok, bana
öykülemeyi iki dakikada kısaca anlat,” diye bir şart koşalım. Arkadaşımız mecburen başa dönüp
ve söylemini değiştirip anlatmaya başlayacaktır. Sinopsis biraz da budur!

Yani, esprili bir ifadeyle, sinopsis sonuçta muhatabına “Hım! Seni anladım...” dedirtir.

Bu anlamda sinopsis, daha detayları olmayan ama bütünü kısa bir ifadeyle anlatan bir söylemdir.
Sinopsis, sonuçta varılacak şeyi, filmi, daha ilk anda yakalar veya yakalatır.
Sinopsis aşamasını senaryo yazımının ilk aşamasına koyduğumuzda onun görev alanının
tanımını bir kez daha yeniden yapmamız gerekiyor. Peki “bir bakışta okunabilen” ne olacaktır?
Bu sorunun cevabı basit. İlk bakışta anlatılacak şey tabii ki “proje” olacaktır.

Yapım sürecinin ilk adımındaki sinopsisi bir kez de görevinden geri dönüşle tanımlamakta yarar
var. Sinopsis madem ki “ilk bakışta” okunabilen bir şeydir, demek ki sinopsis projeyi ilk bakışta
anlatan (satan!) da bir şey olmalıdır. Çoğunlukla işini bilen bir profesyonel olan yapımcı, “Hım!
Seni anladım...” diyecek ve şayet projeyi sevmişse, zaten cümlesinin hemen ardından, “... şimdi
biraz da ayrıntıları okuyalım/konuşalım.” diyerek bu projenin nasıl bir anlatıyla sunulacağını
soracaktır.

Sinopsis, ayrıntılarını “Öykü”/“Öyküleme” bölümünde anlatacağımız “Olay Örgüsü”, “Konu”,


“Tema”, “Fabula”, “Tür” kavramlarının hepsinin hakkını veren kısa bir söylem olmalıdır. Peki
ardı ardına sıralanan bunca sözcük kısa bir anlatı içinde nasıl ifade edilecek? Elbette imgelemi
harekete geçirerek...

Hem kısa hem de yukarıda tanımlanan görevlerin hakkını veren bir sinopsis yazmak hiç de kolay
değildir. Hatta yazım aşamaları içinde yazımı en zor olanı sinopsistir.

Sinopsis yazımı bir bilgi, tecrübe ve konsantrasyon işidir.

Biz sinopsisin uzunluğunu, yarım veya bir sayfalık bir metin diye tanımlayacağız. Daha uzun
olamaz mı? Peki, acaba gerçek ölçümüz ne olmalıdır? Fakat, aslında bir sinopsisin uzunluğunu
sayfayla ölçmek pek doğru bir ölçü değildir. Biz bu uzunluğu, “mümkün olduğu kadar kısa” diye
anlamalıyız. Yani görevini yapan en kısa sinopsis en iyi sinopsistir. Çünkü bazen bir sayfaya
sığmış bir sinopsis bile uzun olabilir. Kendi metnini profesyonelce kesip biçmeyi bilmeyenler
için (eğer zaman da varsa!) metni dinlendirerek kısaltmaları tavsiye edilebilir. Her başına
oturduğumuzda metin birer cümle daha kısalıyorsa demek ki hala uzun demektir! Sinopsis
yazımını bir grafikerin “amblem” veya “logo” çalışmasına benzetebiliriz.

Peki sinopsis yazılmaya başlandı ve giderek uzuyorsa ne yapmalıyız? O zaman ortada bir sorun
var demektir. Aslında bunun da genellikle tek bir nedeni vardır. Çünkü bir sinopsis, genellikle
kendi yazım retoriği dışına çıkıldığı zaman uzar. Bu uzama da, genellikle öyküleme söylemine
kayarak olur.

Sinopsisin kenine özgü bir dili vardır. Örneğim bir öykülemeyi özetleyip kısaltarak asla başarılı
bir sinopsis yazılamaz. Bunun için başa dönerek ve mutlaka söylemi değiştirmek en doğru
yoldur.

Uzun metraj bir filmin sinopsisini neden yarım veya bir sayfa yazmak zorundayız? Daha uzun
yazmanın ne zararı var, vb. sorular sorulabilir? Fakat sinopsis bir yaratıcı metin olduğu kadar
profesyonel bir metindir de... Unutmayalım ki senaryo ile ilgili bazı kurumsal alanlarda veya
matbu formlarda sinopsis için 8-10 satır gibi, senaristleri dahi dar hacimlere sıkıştıran istemlerde
bulunulur!
Sinopsis aşaması sözlü olarak da da geçilebilir. Böyle olsa ve bizim vaktimi olsa bile yine de
sözü uzatmamak temel kural olmalıdır. Birinci aşamaya “hım” demiş kişi veya kurum daha sonra
bize zaten bir sonraki aşamaya geçmemizi isteyecektir.

Sinopsisin birkaç görevi vardır:

1. Sinopsisin başlangıçta yazılmadığı da olur. Eğer yazılmamış veya sözlü olarak geçilmiş
olabilir. Fakat özellikle öyküleme sonrası ve giderek uzayan metinler içinde senaristin
yolunu kaybetmemesi, ona “ben ne yapıyordum?” demek için de gereklidir.
2. Film projesinin sunumlarında veya bir sonraki Proje Metni aşaması için gereklidir.
3. Filmin çekim öncesi ve sonrası tanıtım dosyası için gereklidir.

Örnek okumalar:

1. Günlük gazetelerde, sinema filmleri için verilen ilanların arasında vizyonda bulunan
filmlerin sinopsisleri de yayınlanmaktadır. Bu sinopsislerin tek eksiği seyircilerin merak
etmesi için filmin finali hakkındaki bilgilerin eksik olmasıdır...
2. Roman özetleri veren antolojiler...
3. Özellikle Jean Luis Borges, Julio Cortazar, vb. kısa ama geniş hacimli drama yazan öykü
yazarları...

Kaynakça:

Piyes Yazma Sanatı (Dramatik Sanatların Yazımı), Lacos Egri, İleri Yayınları,

NOT: Ders notu tarafımdan geliştirilmeye devam edecek...!

Aşağıdaki sayfalarda üç adet sinopsis örenği verilmiştir. Ders notları boyunca biz 1. ve 2.
öykülerin aşamalarını takip edeceğiz...
SİNOPSİS İÇİN OKUMA ÖRNEĞİ-1:

KEREM İLE ASLI / BİR TV FİLMİ SİNOPSİSİ

Kerem ve Aslı üniversitede okuyan iki gençtir. Kerem’in babası yüksek bürokrat,
Aslı’nın babası ise ünlü bir mafya reisidir.

İstanbul’u çok seven Kerem, mimarlık masterı yapmakta, fotoğraf çekerek harçlığını çıkarmakta
ve bir çevre dergisinde yazılar yazmaktadır. Ailesinin Avrupa yakasında bir evi olsa da Kerem
bu kışı Büyükada’daki yazlıkta geçirmeye kararlıdır.

Babası ve ağabeyinin baskısı altında yaşayan Aslı ise üniversiteye başladığı yıl radikal bir poiltik
örgüte bulaşmıştır. Ailesini onu geri çekmeye çalışınca da örgüt babsını silahla tarar ve
medyanın diline düşer. Çık kızan babası onu gizlice Amerika’ya okumaya gönderir. Fakat medya
Aslı’yı orada da bulur. Babası onu geri getirip özel bir üniversiteye verir. Aslı’nın artık okulda,
yolda ve vapurdaki her adımı kontrol altındadır. Aslı’nın onlara direnmesi mümkün değildir.
Çünkü babası ve ağabeyinin hak-hukuk tanımayacaklarını yakın geçmişte çok iyi öğrenmiştir.
Kerem, Aslı’nın tutuklu halini fark eder. Fakat, Aslı’nın Ada’daki büfeci dostu Ali Bey, “Sakın o
kıza yaklaşma.... Ve kim olduğunu da merak etme. Yoksa tehlikeye atarsın kızı,” diyerek onu ikaz
eder. Kerem bu güzel kıza nasıl ulaşacağının yollarını aramaya başlar. Sonuçta, iki genç,
Aslı’nın başını yana bile çeviremediği bir kontrolün altında internet’te yazışmaya başlarlar.
Sonuçta birbirlerini uzaktan da olsa tanır ve birbirlerine aşık olurlar. Gün gelir Ali Bey’in evi
ikisinin dirseklerinin birbirine değebildiği bir yer bile olur. Hatta ikisi birbirlerine bile
sarılabilirler. Onlar bu kadarına bile razıdırlar.

Kerem ile Aslı’nın birbirine daha da yaklaşması, ancak bir inşaat şirketi sahibi olan amcası ve
ihalelerde aracılık yapan Aslı’nın babasının adeta bir santranç oyununa benzeyen uzakyakın
ilişkileri sayesinde olur. Çünkü mafya babalarının iktidar kavgasında kendilerine yeni bir yer
arayan Haydar ve oğlu Ziya artık düzen içinde kendilerine yer açmaya çalışmaktadırlar. Oynanan
satrançta her şeye rağmen ilişkilerini gizleyememiş Kerem ve Aslı’nın birlikte çekilmiş
fotoğrafları ortaya çıkar. Fakat santancı Kerem’in amcası Kemal yürütmektedir. Ve erkek evladı
olmayan Kemal ise Kerem’i ilerde kendi şirketinin mirasçısı olarak görüyordu. Gelişmelerin
arkasında amcasının olduğunu ilk kez Kerem çözer. Taraflar ilk kez Ali beyin bahçesinde hamsi
ızgara yaparken bir araya gelirler. O akşam, orada hiç konuşulmasa da, Haydar yeni patronu
olduğunu anladığı Kemal beyle evden ayrılır. Kerem ve Aslı ise, o akşamüstü Ada manzarası
önünde, umutlu bir gelecek için konuşmaya başlarlar.
Hüseyin Kuzu
Kasım, 2004

SİNOPSİS İÇİN OKUMA ÖRNEĞİ - 3

SİSYPHOS YOKUŞU / BİR SİNEMA FİLMİ SİNOPSİSİ

Bu filmin öyküsü yıllar önce Güneydoğu’nun antik bir köyünden İstanbul’a göç etmiş bir ailenin
bireylerinin trajedisidir. Yakın tarihsel ve toplumsal gelişmelerin uzantısı olan bu aile bireyleri,
birbirinden uzak ve farklı biçimlenmiş kültürel geçmişleri ile trajik bir sona doğru
sürükleneceklerdir.

İstanbul/Ümraniye’de manavlık yapan HASAN ŞANLI, ailesini 12 yıl önce Harran’dan


İstanbul’a taşımıştır. Köyünün eski çobanı olan Hasan Şanlı o zamandan beri hala iyi kaval
çalmaktadır. Karısı EMİNE ŞANLI ile dört çocukları vardır.

Yakında 18 yaşına basacak olan FİLİZ, çok küçükken babasından kaval çalmayı öğrenmişti.
Filiz ilkokula gelen işgüzar müfettişe çaldığı kaval yüzünden “dahi çocuk” statüsüne sokuldu ve
kendisine devlet tarafından el kondu. İstanbul’da, bir yalıda yaşıyan, eski kentsoylu bir ailenin
yanına verildi ve konservatuvara gönderildi. Yalı’da ATİYE hanım tarafından tamamen Batılı bir
kültür ile yetiştirilen Filiz, şimdi üzerine titizlenilen genç bir flütçü... Emine Kadın büyük kızı
Filiz için, ”Onu ben doğurdum ama ben büyütemedim” diyor. Filiz’in öyküsü, potansiyeli iğdiş
edilen bir Pandora gibidir. Filiz, kendisine sorulmadan doldurulmuş kutusunun bedelini pahalı
ödeyecek, sonunda bunu anlayınca da kendi kutusunu bilerek açacaktır.

Hasan Şanlı’nın küçük oğlu SİNAN üniversiteyi okumadığı gibi belli bir meslek sahibi de
olamadı. Sinan, taksi şoförlüğü yapmaya başladı ve giderek başıboş bir genç oldu. Onun en
büyük sorunu, askere giderken kendisine verilmeyen Zehra’yı arkasında bırakıyor olması...
Askerden kaçıp gelen Sinan, büyük kentte, kısa süreli uzun bir koşuya girer. Bu koşu büyük
kentin labirentlerine düşmüş ve yakalanmak istemeyen İkarus’un çırpınışıdır. Sinan uzun
koşusunun sonunda aniden duracak ve yaşadığı bu “hiçlenme”ye karşı kendini hiçleyerek cevap
verecektir. Hem de üzerine döktüğe benzine bir kibrit çakarak...

Baba Hasan Şanlı, bütün çocuklarının elinin altından kayıvermesine hep üzüldü ve çaresiz kaldı.
Bu yüzden küçük AYŞE’yi dini bütün olarak yetiştirdi. Onu ilkokuldan sonra Kuran kursuna
gönderdi. Şimdi Ayşe’nin, çevresinde olup bitenler konusunda, radikal İslamcı fikirleri ve
yaşamı var. Hasan Şanlı’nın büyük oğlu KERİM ise, uzun bir zamandan beri hapistedir. Kerim
ve arkadaşları devlet tarafından bazı sorunlarının çözülmediği için önce açlık sonra ölüm
orucuna başladılar. Hapistekilerin uzun süren açlık grevine aileleri de aynı eylemle dışarıdan
destek verecektir.

Filiz kızını iki ayda bir görebilen anne, Emine kadın, yıllardır Kerim’in hapishane ziyaretlerine
taşınır durur. Emine kadın, mahkum aileleri ile birlikte onların önce açlık, sonra da ölüm orucuna
da katılacak ve adeta aklını yitirecektir. Ve bir gün herşey canına tak edince, Emine kadın da
ölüm orucunu sonuna kadar götürecektir. Emine kadının başlattığı sessiz savaş, kaderini kabul
etmeyecek Sisyphos’un bütün dinamiklerini ters tepen bir silaha çevirmesine benzer.

Hüseyin Kuzu
1995-2001

SİNOPSİS İÇİN OKUMA ÖRNEĞİ - 3

“JUST LIKE HEAVEN / CENNET GİBİ” / BİR SİNEMA FİLMİ SİNOPSİSİ

Kiraladığınız yeni evi bir hayalet bassa ve sadece sizin görebildiğiniz, işitebildiğiniz bu hayalet
“Bu ev benim” diye tuttursa ne yapardınız?

San Francisco’da bir apartman dairesi kiralayan David’in (Mark Ruffalo) istediği en son şey bir
ev arkadaşıdır. Ortalığı henüz derleyip toplamıştır ki, ansızın Elizabeth (Reese Witherspoon)
adlı genç bir kadın ortaya çıkar. Üstelik apartman dairesinin kendisine ait olduğunda ısrar
etmektedir…David ortada büyük bir yanlış anlama olduğunu düşünür. Aniden görünen
Elizabeth’in aniden ortadan kaybolmasına kadar da bu düşüncesi devam eder. Kapı kilitlerini
değiştirmek de Elizabeth’i yıldırmaz. Kafasına göre David’i ziyaret eder . Üstelik sürekli olarak
ortaya çıkmakla kalmayıp, “Benim evimde nasıl kendi hayat tarzını kurarsın” diyerek sürekli
David’i rahatsız etmektedir.

Elizabeth’in bir hayalet olduğuna ikna olan David, onun tamamen , geri gelmemecesine , “öteki
tarafa” geçmesi için çaba harcamaya karar verir. Öte yandan Elizabeth de bu dünyaya ait
olmayan birtakım yeteneklere sahip olduğunu fark etmiştir. Örneğin duvarların içinden
geçebilmektedir. Ölmek üzereyken her nasılsa canlı kaldığına ve öbür dünyaya geçemediğine o
da ikna olmuştur.

Elizabeth ile David kafa kafaya vererek, Elizabeth’in aslında kim olduğunu, şu anki durumuna
nasıl geldiğinin ardındaki gerçeği araştırmaya başlarlar. Bu arada ilişkileri derinleşerek aşka
dönüşür. Gelecekte beraber yaşamaya yönelik güzel hayaller kurmaya bile başlamışlardır. Bu
hayallerinin yok olup gitmemesi için önlerinde ne yazık ki çok az zaman kalmıştır.

NOT: Bu sinopsis filmin basın galası için gönderilen internet çağrısından alınmıştır.

You might also like