Professional Documents
Culture Documents
YAZMA
SANATI
f î ?i*
f
Çocukluğunuzda zihniniz
yaratıcılığın el değmemiş bahçesine
benzer. Bu yeteneğiniz ilerideki
yaşlarda, çoğu kez, edebiyat türü
denemelere dönüşür. İlk
başarısızlıklar sizi asla düş
kırıklığına uğratmamalı. Ünlü
Amerikalı yazar Ronald B. Tobias'ın, 'R om an Yazm a
S a n a tı' adlı bu yapıtı, yaratıcılığınızı özgürce kullanmada
ve anlatım becerinizi en üst düzeye ulaştırmada en büyük
yardım cınız olacaktır. Başka bir deyişle bu, tüm
zamanlarda iyi öykü yazmamn ve onları güncel hale
getirmenin anahtarıdır.
Kitap, bütün kurgu türlerinden seçilmiş 20 temel konuyu
kapsıyor. Bu konular, sizin kurgunuza kendinizce
uygulayabileceğiniz biçimde çözümlenmiş, iyi ve kötü tüm
yanlarıyla belirtilmiştir. Romanda, okuyucunun kalbine
ulaşmanın yolu, ayrıntıları ve evrensel etkiyi belirlemedir.
Burada ağır dilli, akademik bir tartışma değil, kolay
uygulanabilir "Nasıl yapmalı?" ve "Ne yapmalı?" önerileri
yer alıyor. Her bölümde bir özlü söz ve tüm zamanlarla ilgili
yazı türlerine ait açıklamalar da bulacaksınız,
mitoslar ve peri masalları
• alışılm ış ya da sıradışı kurgular
her türde film senaryoları
■ kısa öykü ve romanlar
Bunlar, düzenli olarak çok satan kitaplar listelerinde görülen
ve sizin de yazmak istediklerinizin gerçek öneri ve
örnekleridir.
© SAY YAYINLARI - YAYINEVİNİN İZNt OLMADAN BU KİTAPTAN
HİÇBİR BİÇİMDE ALINTI VE ÇOĞALTMA YAPILAMAZ.
ISBN 975-468-124-4
ROMAN YAZM A SANATI - Ronald B. Tobias
Yayımlayan: Say Yayınları / Çeviren: Mehmet Harmancı
Dizgi: Say Yayınları / Kapak Resmi: MA-Pİ
Baskı: Lord Matbaası / Cilt: Yedigün Mücellithanesi
Birinci Basım: Ocak 1996
ROMAN
YAZMA
SANATI
Çeviren:
M ehmet Harmancı
ÖÄV
Ymrnnjıjtf
İÇİNDEKİLER
Birinci Bölüm
GÖRÜNMEYEN HAYALLER................................. 7
İkinci Bölüm
ORTAK KURGU PAYDALARI............................ 27
Üçüncü Bölüm
GÜÇLÜ KUVVET..................................................43
Dördüncü Bölüm
DERİN YAPI .......................................................51
Beşinci Bölüm
ÜÇGENLER........................ 63
Altıncı Bölüm
YİRMİ TEMEL KURGU: GİRİŞ ..........................71
Yedinci Bölüm
TEMEL KURGU 1: AR AŞTIR M A ......................75
Sekizinci Bölüm
TEMEL KURGU 2 : SERÜVEN........................... 89
Dokuzuncu Bölüm
TEMEL KURGU 3 : KOVALAM ACA................. 99
Onuncu Bölüm
TEMEL KURGU 4 : KURTARMA...................... 107
On birinci Bölüm
TEMEL KURGU 5î KAÇIŞ................................ 115
On ikinci Bölüm
TEMEL KURGU 6 : İN TİK A M .......................... 121
On üçüncü Bölüm
TEMEL KURGU 7: BİLMECE........................... 135
On dördüncü Bölüm
TEMEL KURGU 8 : REKABET 149
On beşinci Bölüm
TEMEL KURGU 9:
HAKSIZLIĞA UĞRAYAN KİŞİ......................... 157
On altıncı Bölüm
TEMEL KURGU 10î AYAR TM A...................... 165
On yedinci Bölüm
TEMEL KURGU 11: METAMORFOZ 175
On sekizinci Bölüm
TEMEL KURGU 12: DEĞİŞİM................. 183
On dokuzuncu Bölüm
TEMEL KURGU 13: OLGUNLAŞMA................ 191
Yirminci Bölüm
TEMEL KURGU 14: AŞK.................................. 201
Yirmi birinci Bölüm
TEMEL KURGU 1 5: ARAŞTIRMA ...............217
Yirmi ikinci Bölüm
TEMEL KURGU 16: FEDAKÂRLIK.................. 227
Yirmi üçüncü Bölüm
TEMEL KURGU 1 7: KEŞİF...............................239
Yirmi dördüncü Bölüm
TEMEL KURGU 1 8:
GEREKSİZ AŞIRILIKLAR ....... .249
Yirmi beşinci Bölüm
TEMEL KURGU 19 ve 2 0 :
YÜKSELME VE DÜŞM E.................. 261
Yirmi altıncı Bölüm
SON SÖZLER.................................. 271
Birinci Bölüm
7
kadaşmın başından geçmiş...") Hikaye hem basittir, hem
de çok basit olarak anlatılır:
9
elinizdeki malzemeyi tılsımlı bir yönteme göre uygun bir
şekilde düzenleyen bir şey olmadığını belirtmek isterim.
Bir ev aleti gibi bunu prize takıp işini yapmasını bek
leyemezsiniz. Konu organiktir. Yazarı ve çalışmasını daha
ilk baştan avcunun içine alır. "Boğulan Doberman"dan ko
nuyu çıkarırsanız geriye anlamlı bir şey kalmaz. Okurlar
olarak biz de konu tarafından yönlendiriliriz. Bazı yazarlar
konusuz romanları yazmaya çalışmışlardır (ki, bunların
içinde sınırlı bir başarıya erişen olmuştur), ancak biz iyi
bir konuya o kadar aşık oluruz ki, birkaç kısa isyan anından
sonra hikaye anlatmanın geleneksel yöntemine döneriz. Ko
nunun, yazarın evreninin merkezi olduğunu söyleyemem,
ancak bu iki büyük gücün -diğeri karakterdir- biridir ve her
şeyi etkiler.
İSKELETLER KONUSUNDA
'Konu yapıdır' klişe sözünü hepimiz duymuşuzdur. Yapı
olmadan hiçbir şey olmaz. Üzerimizde dev gibi yayıldığı
ve pek çok şeyin ona bağlı olduğunu sandığımız için bize
konudan korkmamız öğretilmiştir. Belirli sayıda hikaye ko
nusu olduğu, bunlann hepsinin kullanıldığı ve dünyada an
latılmadık hikaye kalmadığı belki de binlerce kez söy
lenmiştir. Bir yazarın geçmişin korkusundan kaçınabilmesi
bir mucizedir.
Roman konusunun mimari ya da mekanik terimlerle ifa
de edildiğini de duymuşsunuzdur. Konu iskelettir, yapı is
kelesidir, altyapıdır, şasidir, çerçevedir ve daha pek çok te
rimle anlatılan bir şeydir. Yapım halinde pek çok bina ile
yıllar boyunca pek çok insan ve hayvan biyolojik örnekleri
gördüğümüzden, bu benzetmelerle özdeşleşmek kolaydır.
Ne de olsa bir anlam vardır. Bir hikayenin de yazan roman
yaratma sürecinde en iyi seçimi yapmasını sağlayan bir pla
nı olmalıdır, değil mi?
En çok kullanılanlardan biri olduğu için iskelet ben
10
zetmesini alalım. Kurgu, hikayenizi bir arada tutan is
kelettir. Bütün ayrıntılarınız kurgunun kemiklerine asılıdır.
Hatta bir kurguyu hikayenin tanımına indirgeyerek ke
miklerinden ayırabilirsiniz de. Bu özetleri, roman in
celemeleri ve eleştirilerinde her zaman okuruz. Senaristler
eğer satmak istiyorlarsa kurgularını iki dakika içinde an
latabilmek zorundadırlar. Bu, basit olan "Hikayen ne hak
kındadır?" sorusuna verilecek basit bir yanıttır.
Güçlü benzetmelerden kurtulmak kolay değildir. İs
keletin görsel görüntüsü o kadar grafiktir ki, ona hemen bağ-
lanıveririz. Evet, iskeleti çıkarırsanız her şey dağılır.
Kurgu için iskelet benzetmesinin sorunu kurgunun ne
olduğunu ve nasıl çalıştığını yanlış temsil etmesidir. Kur
gu bir hikayenin elbiselerini asacağımz tel bir askılık de
ğildir. Kemikleri ayrılamaz. Her şeyin dağılmasını önleyen
bir kirişler sistemi değildir. Bu, her sayfaya, her paragrafa
ve sözcüğe giren bir güçtür. Kurgu için daha iyi bir ben
zetme belki de mıknatıstır -yani hikayenin atomlarım bir
arada tutan güç.
Kurgu bir süreçtir, bir nesne değildir.
Biz kurgudan sanki bir nesneymiş gibi söz ederiz. Bü
tün kurgu benzetmelerimiz kurguyu sanki bir kutu içinde
gelmiş elle tutulacak bir şeymiş gibi tanımlarlar. Kurguları
bir hikaye envanterindeki nesneler gibi sınıflandırırız. Kur
gudan statik bir şeymiş gibi, ölü bir şeymiş gibi söz ederiz.
Üstesinden gelmeniz gereken en güç engel bu olabilir:
kurguyu bir nesne değil de bir süreç, bir güç olarak dü
şünmek. Kurgunun yazınızın atom düzeyine indiğini ve ya
pacağınız her seçimin sonuçta kurguyu etkileyeceğini fark
ettiğiniz zaman onun dinamik niteliğini anlarsınız.
Kurgu statik değil, dinamiktir.
"Boğulan Doberman"ı sizin yazdığınızı düşünelim. Bi
ri size, "Hikayenin konusu ne?" diye soruyor olsun. Buna
nasıl yanıt verirsiniz?
"Bir köpek hakkında," dersiniz.
11
Ama bu olmaz. Çok belirgindir. Üstelik köpek konudur
(ve sadece yansıdır). O zaman başka bir şey denersiniz.
"Korku hakkındadır."
Olmaz. Çok belirsiz.
Başka bir şey denersiniz. "Evine gelip de köpeğini bo
ğulmak üzere bulan ve insan parmağı yuttuğunu anlayan bir
kadın hakkındadır."
Epey kanlı ayrıntılar, ama bu bir kurgu mudur?
Hayır.
Sabrınız taşmak üzeredir. Peki, kurgu nedir öyleyse?
Kurgu edebiyatın kendisi kadar eskidir. "Boğulan Do
berman" bir bilmecedir.
Bir bilmecenin amacı bir şeyi çözmektir. Oedipus ge
leneğinde de vardır bu: Oedipus Sfenks'in kendisine sun
duğu bilmeceyi çözmelidir. Herkül'ün ünlü on iki görevi ta
mamlamak görevi de bundan farksızdır: o da on iki bil
meceyi çözmelidir. Peri masalları çözümlenecek bil
mecelerle doludur ve çocuklar bunlara bayılır. Yetişkinler
de. Bilmece esrann temelidir ve esrarlı romanlar da dün
yada en çok tutulan edebiyat biçimidir. Günümüzde bil
meceyi, bir yanıtı olan basit bir soru olarak düşünürüz.
Ama bilmece gerçekte çözümlenecek veya tahmin edilecek
şaşırtıcı veya yanlış yönlendirici bir sorudur. Ve bu tanım
da "Boğulan Doberman"a uymaktadır.
Hikayede iki basit ipucu vardır. Birincisi ilk bölümde
ortaya çıkar: Köpek bir şey yuttuğu için boğulmaktadır.
Ama ne yutmuştur?
ikinci ipucu ikinci bölümle birlikte gelir: Veteriner ka
dına evden çıkmasını söylemiştir. Neden?
Bilmeceyi (kim?) çözmek için ipuçlarını (ne? ve ne
den?) birleştirmeliyiz. îkisi arasında bir bağ kurmalı (neden
ve sonuç) ve kayıp baklayı veteriner ve polisin bize her şeyi
açıkladıkları hikayenin sonundan önce sağlamalıyız. Bil
mece, yazar ile okur arasında oynanan bir oyundur. Yazar
ipuçları verir (bilmeceyi güçleştiren ve böylece daha eğ
12
lendirici yapan ipuçlari yeğlenir) ve okur da zaman sona er
meden (her şeyin açıklandığı son gelmeden) bir tahmin de
nemesi yapar. Kurguyu ortadan kaldırdığınızda geriye ka
lan hiçbir anlamı olmayan bir ayrıntılar yumağıdır.
Böylece, çeşitli ana kurgulardan ve bunları nasıl ya
pacağımızdan söz etmeden önce kurgunun bir güç olduğu
kavramını kabul etmelisiniz. Bu, dilin bütün atomlarım
(sözcükler, cümleler, paragraflar) çeken ve bunları belirli
bir anlama (karakter, eylem, mekan) göre düzenleyen bir
güçtür. Tümü yaratan, kurgu ve karakterin toplam etkisidir.
Bu nedenle bu kitabın amacı size yirmi ana kurguyu sı
ralamak değil, romanda kurgunun nasıl geliştirileceğini
göstermektir.
KURGUYU TA N IM LA M A K
Nobel ödüllü bir bilim adamının bir kere rastlantısallıktan
söz ettiğini duymuştum ve söylediği bir şeyi hiç unutmam:
Rastlantısallık nedir? diye sormuştu. Bir şeyin belirli bir
zaman ve mekanda olması şansı astronomiktir, ancak her
günün her anında bu olaylar yer almaktadır. Yere bir para
düşürürsünüz, para dönerek gider ve durup düşer. Onun ay
nı yolu izlemesi olasılığı nedir? Milyonda, belki trilyonda
bir. Ama sanki hiç başka bir olasılık yokmuş gibi doğal
olarak yer almıştır bu olay. Yaşamımızda her olay sanki
başka seçenek yokmuş gibi olur.
Bilimadamı rastlantısallığın olmadığını ileri sürmüştü.
14
Operasyonal tanımlamalar, belirli koşullar için işlerliği
olan tanımlar vardır, ama her durumda işlerliği olan mutlak
bir tanım yoktur, demişti.
Aynı şey kurgu için de geçerlidir. Operasyonal kurgu
tanımları vardır ama büyük ve asla gözardı edilmeyecek
mutlak bir tamm yoktur. Elimizde sadece belirli durum ve
koşullar dizisinde işlerliğe sahip tanımlar vardır. Sizin ça
lışmanız o durum ve koşullar dizisidir ve yine sizin ça
lışmanız kurgunun doğru olan tanımım sağlayacaktır.
"Hey, ne olacağını varın siz düşünün, ben sizin için dü
şünemem," diyorum gibi gelecektir bu. Ama ben bundan
söz ediyor değilim. Benim söylediğim her kurgunun farklı
olduğu, hepsinin bir örnekte kendi köklerinin olduğu ve bu
kitabın size o örneklerde yardımcı olabileceğidir. Siz bir
kurgu örneğini seçip bunu kendi kurgunuza uyduracaksınız.
15
DÜNYAD AKİ KURGULARIN SAYISI
Soru: "K aç çeşit kurgu v a rd ır?"
Yanıt A: "Kimbilir? Binlerce, on binlerce, belki mil
yonlarca."
Yanıt B: "Altmış dokuz tane."
Yanıt C: "Evrende bilinen sadece otuz altı kurgu var
dır."
Yanıt D: "iki tane."
17
BALİNA KOCA İLE
BOĞULAN DOBERMAN
Kurgudan önce hikaye vardı. İnsanlar av peşinde koşmak
için her gün terk ettikleri inlerde yaşadıkları veya hayvan
sürülerini mevsimlik olarak taşıdıkları günlerde, geceleri
ateş başında oturup hikayeler anlatırlardı. Avcının ustalığı
hakkında hikayeler, ceylanların hızlılığı veya çakalın kur
nazlığı hakkında hikayelerdi bunlar. Hikaye, olayların oluş
sırasına göre anlatılmasıydı.
Kurgu İsa'dan çok önceleri dinsel törelerden çıkma ve
bildiğimiz klasik dramaya dönüşen bir şeydir. Kurgu, bir
aksiyon ve tepki örneği olan hikayedir.
Pasifik'in Kuzeybatısında kızılderililer arasında bir za
manlar Balina Koca hikayesi çok popülerdi:
HİKÂYE VE KURGU
Romancı E.M. Forster yazma hakkında çok düşünmüş bir
kişidir. Aspects of the Novel adlı kitabında hikaye ile kurgu
arasındaki farkı anlatmaya çalışmıştır. "Kral öldü ve kra
liçe öldü." İki olay. Basit bir anlatım. Bu hikayedir.
19
Ama ilk hareketi (kralın ölümü) ikinci hareketle (kra
liçenin ölümü) birleştirirseniz, bir hareketi diğerinin sonucu
yaparsanız, ortaya bir kurgu çıkmış olur. "Kral öldü ve son
ra da kraliçe üzüntüden öldü."
Biraz da gerilim katın: "Kraliçe öldü ve bunun nedenini
kralın ölümüne duyduğu üzüntü olduğu ortaya çıkana kadar
kimse anlamadı."
Şu halde hikaye olayların sıralanmasıdır. Dinleyici ar
kadan ne geleceğini bilmek ister.
Kurgu, olayların sadece sıralanmasından başka bir şey
dir. Dinleyici başka bir soru sorar: "Bu neden oldu?"
Hikaye, bir ipe geçirilmiş boncukları andıran olaylar di
zisidir. (Bu oldu ve sonra şu oldu ve ardından...)
Kurgu, sürekli olarak birleşik eylem ve davranış örneği
yaratan neden-sonuç ilişkileri zinciridir. Kurgu okuru da
"Neden?" oyununa dahil eder.
Hikaye sadece daha sonra ne olacağı konusundaki me
rakı gerektirir.
Kurgu daha önce olanları hatırlamayı, olaylarla in san lar
arasındaki ilişkileri düşünmeyi ve sonucu yansıtmaya ça
lışmayı gerektirir.
20
"Elbette," diyen Clive mektuplarını masanın üze
rine yayıyor. "Seç bakalım."
Geoffrey zarflara bakarak birini seçiyor.
O gece yemekte Clive arkadaşına satın aldığı mek
tupta ne olduğunu soruyor.
"Seni ilgilendirmez," diyor Geoffrey.
"Hiç olmazsa kimden olduğunu söyle," diyor Clive.
Geoffrey onu da söylemiyor.
iki adam tartışıyorlar ama Geoffrey fikrini de
ğiştirmiyor.
Clive bir hafta sonra o mektubu verdiğinin iki katı
paraya geri alabileceğini söylüyor. "Olanaksız," diyor
Geoffrey.
Birinci Son
O'Henry ve Guy de Maupassant'ın yaptıkları gibi mi
zahi bir son eklenebilir. Mektup Clive'ın Londra'daki ter-
zisindendir ve elbiselerinin hazırlanıp gönderildiğini bil
dirmektedir...
21
Mektup ne Geoffrey'in ölümünü ne de Clive'm işkence
çekmesine değmeyecek kadar önemsizdir. Clive hayalinin,
Geoffrey de inatçılığının kurbanı olur.
Ama bu son bizi tatmin etmez. Neden? Çünkü mektupta
önemsiz bir bilgiden daha fazlasını bekleriz; mektubun iki
adamın özel yaşamlarında daha derin bir yeri olmasını is
teriz. Mektubun bir sır içermesini bekleriz.
İkinci Son
Mektup Geoffrey'in Londra'daki sevgilisindendir ve ka
dın plantasyona sürpriz bir ziyaret yapacağını, Clive'm çok
iyi arkadaşı olduğu için bir sürpriz hazırlamasını is
temektedir.
Bu sonuç, kız gerçekten bir sürprizle karşılaşacağı,
ama bu beklediği sürpriz olmayacağı için daha çok ironiktir.
Clive'm kadına sevgilisinin ölümünü nasıl açıklayacağını
da merak ederiz.
Bu son, Geoffrey'in neden o mektubu seçtiğini de açık
lar (mektubun üzerinde sevgilisinin adım ve adresini gör
müş olacaktır). Ne Geoffrey'in mektubu neden Clive'a gös
termediği açıklanmış olacaktır: mektupta bir sır vardır.
"İki İngiliz Centilmeni" ile "Balina Koca" arasındaki
fark birincisinin bir kurguya yaklaşmış bir hikaye ol
masıdır. Gereken sadece hikayeyi bütünleştirecek bir son
dur.
ARISTOTLE BABA
Bizim yaşamlarımız kurgular değil, hikayelerdir. Yaşam
çoğunlukla birbirlerine çok ince ipliklerle bağlı bir olaylar
ve rastlantılar dizisidir. Yaşamda Maugham'ın yeğlediği
"sorgulamaya gerek bıraktırmayacak" tipten bir sonuca pek
seyrek olarak rastlanır. Yaşamın romandan daha garip ol
masına şaşmamak gerekir.Biz romanda düzeni düzensizliğe
22
yeğleriz. Kaos yerine mantık ararız. En çok da, bir bütünü
yaratan amaç birliğini ararız. Bize ilişkin her şey temel bir
amaca ilişkin olsa ve hiç aşırılıklar ve rastlantılar olmasa
yaşam ne iyi olurdu, değil mi? (Acaba? Doğrusu bu konuda
çok ciddi kuşkularım vardır.) "İki İngiliz Centilmeni" bek
lentilerimizi karşılamamıştır, çünkü hikaye bütün gö
rünmemektedir. Bir son bekleyen bir parçadır.
Dramatik kuramın büyükbabası olan Aristotle drama
için üç bin yıldır pek fazla değişmeyen temel ortak pay
dalar önermiştir. Onun birleşik'eylem kavramı kurgunun
tam kalbindedir. Neden ve sonuç: Bu olmuştur çünkü o ol
muştur.
Benim Aristotle aracılığıyla tekrar edeceğim şey size o
kadar basit gelebilir ki, bunu saçma bulabilirsiniz, ama bana
katlanmanızı rica edeceğim. Ne kadar çok insanın bu temel
ilkeyi kavramamış olması gerçekten ürkütücüdür:
Birleşik bir eylem bir baş, orta ve sondan oluşan bir
bütün yaratır.
Biz şimdiye kadar üç hikayede üç hareketten söz ettik.
Birincisi başlangıç, İkincisi ortası ve üçüncüsü de sonu.
B aşlangıçta
Bu genelde durumun ilk hareketidir ve bize çö
zümlenmesi gereken bir sorun olarak sunulur.
"Boğulan Doberman"da bu kadının eve gelip köpeğinin
boğulmak üzere olduğunu görmesidir.
"Balina Koca"da kocanın karısını Katil Balina'ya kap
tırmasıdır (ve onu geri istediğini farz ederiz.)
"İki İngiliz Centilmeni"nde başlangıç iki adamın du
rumunu açıklar, biri mektup alır, diğeri almaz.
Başlangıç karakterleri ve baş karakterin (ya da ka
rakterlerin) ihtiyaçlarını tanımlar. Aristotle bir karakterin ya
mutluluk ya da sıkıntı istediğini söyler. Kendi kendinize,
"Karakterim ne istiyor?" diye sorduğunuzda kuğu yol
culuğuna başlamışsınızdır. Bu ihtiyaca amaç denilir. "Bo
23
ğulan DobermarTda kadın köpeğini kurtarmak, "Balina Ko-
ca"da balıkçı karısını ve "İki İngiliz Centilmeni"nde Ge-
offrey mektup almak istemektedir. Bir şey istemek mo
tivasyona götürür. Yani bir karakterin bir eylemi neden yap
tığına.
Ortada
Karakter veya karakterlerinizin amacını belirledikten
sonra hikaye Aristotle'nin yükselen hareket dediği ikinci
aşamaya girer. Karakter hedefine doğru ilerler. Kadın kö
peğini veterinere götürür; balıkçı, köpekbalığımn es
rarengiz yardımı ile Katil Balina'nın evine gider; ve Geoffre
Clive'dan bir mektup satın almayı önerir. Bu hareketler doğ
rudan doğruya amaçtan doğmuştur.
Kişi amacını başarıyla tamamlamadan kendisini alı
koyan engellerle karşılaşır. Aristotle bu engellere geri dö
nüşler adını verir. Geri dönüşler kişinin amaçlanan he
define gitmek için seçtiği yollan değiştirdiğinden gerilim
ve çatışma yaratırlar. "Boğulan Doberman"da geriye dönüş
veterinerin telefonudur. "İki İngiliz Centilmeni"nde geriye
dönüş Clive'ın mektubu geri satm almak istemesi ve Ge-
offrey'in buna razı olmamasıdır. Ancak "Balina Koca"da bir
geri dönüş yoktur ve kurgu olarak burada başarısızlığa uğ
ramıştır. Balıkçı ve Köpekbalığı amaçlarını direnişle kar
şılaşmadan tamamlarlar. Kendilerini durduran herhangi bir
şey yoktur. Ne çatışma vardır, ne de gerilim.
Aristotle geri dönüşten sonra kabul dediği bir şey öner
miştir ki, hikayenin bu noktasında başlıca karakterler ara
sındaki ilişkiler geri dönüşün sonucunda değişir. "Boğulan
Doberman"da kabul, kadının evinden kaçtığında; "İki In
giliz Centilmeni"nde iki adamın mektup için kavga et
tiklerinde gelir.
Geri dönüş bir olaydır ama kabul o olayın karakterlerde
yarattığı değişmez duygusal değişimdir.
Hem geri dönüşün hem de kabulün anlatılan hikayeden
24
doğduğuna dikkat edin. Bu, birdenbire hiç yoktan varolan
bir şey değildir. "Balina Koca"da Köpekbalığı biçimindeki
yardım aniden ortaya çıkmıştır. Eski günlerde buna Deus
ex Machina, yani "Makineden tanrı" denilirdi. Eski dra-
malarda oyun yazarları kurgu sorununu tanrılara bırakarak
çözerlerdi. Karakterler sıkıntılı anlarını yaşarlar, ancak ta
vandaki bir delikten bir melek veya tanrı iner (bağlı olduğu
ipi en arka sıradakiler bile görürlerdi), tılsımlı değneğini
sallar ve ya herkesin sorununu çözümler ya da hepsini öl
dürürdü. Çok kolay ya da çok rastlantısal bir şey bizi oyun
dan soğutur. Bunu en iyi Mark Twain söylemiştir: "Bir hi
kayenin kahramanları olasılıklar içinde kalmalılar ve mu
cizelerden uzak durmalıdırlar."
"Boğulan Dobermari'da yardım, daha önce hikayede
yer almış olan veterinerden gelir.
Hollywood senaryolarında kurgu yapısı formüllere uy
gundur. Kahraman genellikle iki geri dönüş yaşar. Sadece
"İki İngiliz Centilmeni"nde ikinci bir geriye dönüş vardır:
birincisinden hemen sonra Clive'ın Geoffrey'i öldürmesi.
Sonda
Son aşama hikayenin doruk noktasmı, düşen hareketi
ve akıbeti içeren sondur. Son ilk iki aşamadaki bütün olay
ların mantıklı sonucudur. Bu noktaya kadar olan her şey,
her şeyin açıklandığı son bir amaca götürür. Parmakları ko
puk hırsızı, mektubun içeriğim öğreniriz. Her şey -kim , ne
ve nerede- açıkların ve her şey artık mantıklıdır.
25
İkinci Bölüm
30
Baştaki çatışma yereldir. Kız, oğlanın teklifini red
deder. Peki, ortadaki gerilim nerededir? Ya sondaki? Böyle
bir şey yoktur. Oğlan sorunu çözümler. Kriz derinleşmez.
Burada işe yarayacak bir kurgu için gerilimi sadece ye
rel olarak değil, krizdeki kahramanın karakterini araş
tırırken daha derin düzeyde geliştirmelisiniz. Hikayeyi sür
dürecek itici bir eylem yeterli değildir; dramatik hareketin
her aşamasında karakteri sürekli olarak smamalısınız.
Adrian Lyne'm yönettiği ve Michael Douglas ile Glenn
Close'un başrollerini oynadıkları Fatal Attraction filmi buna
bir örnektir. Bu bir oğlan-kızla-tamşır hikayesidir. Hikaye
basittir: Michael Douglas karakteri bir gecelik bir evlilik dı
şı ilişki yaşar. Kadın bu ilişkiye anormal derecede sap
lanmıştır ve kahraman kendisini bu dengesiz kadından
uzaklaştırmak için elinden geleni yaparsa da, kadm so
nunda ailesine erişerek felaketli bir sonuç yaratır.
31
niğe kapılan eş kötü bir trafik kazası geçirir. Filmi analitik,
bir gözle izlerseniz her yeni bir şey olduğunda kozların bi
raz daha yükseldiğini göreceksiniz. Eylemlerin etkisi kar
topu gibi büyür ve gerilimle çatışma giderek artar, karısını
aldatmış bir erkeğin hikayesi, istediği erkeği elde etmek
için cinayete hazır psikopat bir kadınla savaşa dönüşür.
33
ORTAK PAYDA BEŞ:
BİR ŞEY OLACAKSA,
BUNUN ÖNEMLİ OLM ASINI SAĞLAYIN
Yüzeyden bakıldığında bu pek belirgin olarak görünür.
Ama pek çok yazar ya bunun ne demek olduğunu unuturlar
ya da gerçekte anlamazlar.
Biz yazdıkça yarattığımız dünya içinde kayboluruz. Ka
rakterler konuşurlar. Bir yerlere gidip bir şeyler yaparlar,
inandırıcı bir yazar olmanın bir kısmı da, haklarında yaz
dığımız karakterlerin gerçek olduğuna kendimizi inan
dırmaktır. Bu roman dünyasında yer almamızın sonucu ola
rak karakterlerimizi sık sık "başıboş" bırakır, istediklerini
söyleyip yapmalarına izin veririz. Benim ilk taslakta ka
rakterleri serbest bırakma sorunum yoktur. Ancak çok di
siplinli bir yazar değilseniz, karakterleriniz başlarım alıp gi
derler. Karakterler bir kere kendi yaşamlarını ellerine al
dıklarında kontrol edilmeleri çok güçtür. Sizin kurgu an
layışınızı paylaşmayabilirler. Kendi gündemleri vardır ve
arsızlıklarıyla sizi şaşırtırlar. Size meydan okurlar. Sizi
tehdit ederler. Siz onların New York'ta bir yönetim kurulu
toplantısında olmasını isterken onlar Mississippi'de Green
Sleeve'de bir domuz çiftliğindedirler. Karakterleriniz kendi
çizdikleri yollara saparlar ve sizin kurgunuzla ilgili olmayan
durumlara girerler. Sonunda her şeyi durdurup kendi ken
dinize, "Burada yönetim kimi elinde?" diye sorarsınız.
Durumu daha da kötüleştiren bir şey, yazdıklarınızı
okuyunca iyi olduğunu görmenizdir. Hatta yazdığınız en iyi
şey olmuş olabilir. O zaman ne yapacaksınız?
Bunun yanıtı basit ve çoğunlukla da acı vericidir. Ya
zarken kendinizi serbest bırakmanız iyi bir şeydir, çünkü o
zaman yaratıcı benliğinizin en iyi yanım kul-
lanıyorsunuzdur. Ancak çıkan ürünü de kuşkuyla kar
şılamanız gerekir. Kurgu sizin pusulanızdır. Gideceğiniz
yön hakkında genel bir fikriniz olması gerekir. Eğer kur
gunun gelişmesiyle doğrudan doğruya ilgili olmayan bir
34
şey yazmışsanız, bunu sorgulamalısınız. Kendi kendinize,
"Bu sahne (veya konuşma, ya da tanım) kurguma somut bir
katkıda bulunuyor mu?" Yanıt evetse, onu saklayın, ama
hayırsa, hemen çıkartıp atın. Roman yaşamdan daha eko
nomiktir. Yaşam her şeye izin verirken roman seçicidir. Ya
zınızdaki her şey amacınızla ilişkili olmalıdır. Gerisi, ne
kadar parlak bir şekilde yazılmış olursa olsun, çı
kartılmalıdır.
Bunun söylemek yapmaktan kolaydır, hele yaz
dıklarınız kurgunun amacını yerine getiremiyorsa. "Bu atıl
malı," demek çok güçtür ve cesaret ister.
Romanlar aşırılıklara yer verme açısından oyunlardan
daha uygundurlar ve pek çok romancının bu sapmalardan
hoşlandıkları bilinmektedir. Tristram Shandy romanının ya
zarı Laurence Sterne sapmalara okumanın "güneşi" adını
vermiştir. Onları bir kitaptan çıkardığınızda "kitabı da çı
karsanız daha iyi olur; o zaman her sayfada soğuk bir kış
hüküm sürer..." Feodor Dostoyevski yazılarını kontrol ede
mediğini iddia etmiştir. Şöyle yakmıyor: "Ne zaman bir ro
man yazsam, içine çeşitli ayrı hikayeler ve bölümler dol
dururum; bu nedenle romanım orantıdan ve uyumdan uzak
olur... Bunu çok iyi bildiğimden hep ıstırabını çek-
mişimdir?" Şimdi siz de, madem onlar yapmış, ben neden
yapmayayım? diyeceksiniz.
Bir, siz ondokuzuncu yüzyıl romancısı değilsiniz. Son
yüz yılda edebiyatın biçimi değişmiştir. Kitaplar daha in
cedir. Bu, yaşadığımız çağı yansıtır. Okurlar olarak bizler
her tarafa sapacak zaman ayırmak istemeyiz. Yazarın ko
nudan ayrılmamasını isteriz.
Andre Gide sanatın ilk koşulunun gereksiz bir şey ta
şımaması olduğunu söylemiştir. Hemingway önce yaz, son
ra bütün iyi olanları çıkart, geriye kalan hikayedir, demişti.
(Hemigway "iyi olan" ile yazarın aşık olduğu her şeyi kas
tediyordu, hikaye için gerekli olanları değil.) Çehov da ilk
sahnede bir tüfek gösterirseniz, üçüncü sahnede mutlaka
35
patlatılmalıdır dediği zaman aym şeyi düşünüyordu. Ro
manda hiçbir şey rastlantıyla olmuş değildir. Sizin ya
rattığınız dünya kendi dünyanızdan daha düzenli ve yapısal
olarak daha sağlamdır. Bu nedenle özellikle iyi yazılmış ya
da dokunaklı ama kurguyla ilgisiz bir sahneyi saklamak is
terseniz kendi kendinize şunu sorun: "Yazı, okurun bir yan
yola sapmaya aldırmayacağı kadar güçlü mü?" Yan yollara
ne kadar çok saparsanız yaratmaya çalıştığınız gerilimi ve
dramayı o kadar sulandırırsınız. Roman geniştir ve pek çok
böyle sapmalara dayanabilir; sahne oyunları ise hoş
görüsüzdür ve pek seyrek olarak böyle bir şeye izin verir.
Bir kere eğitilmiş olan yazar kurguya yakın kalma ih
tiyacını güdüsel olarak bilir. Ancak iyi bir yazar da zaman
zaman karakterlerine kapılıp yönünü değiştirir.
37
Ford, yazarın dikkat talep ederek okura hakaret ettiğine ina
nır. Okurunuza kitaptan uzaklaşmak için bir neden ve
rirseniz, uzaklaşacaktır. Bizi çeken başka hoş şeyler de
vardır. Bu nedenle okura konudan ayrılıyormuş gibi gö
rünen şeylere başvurmalısınız. Bütün parçalar birbiriyle
uyumludur ve bütün parçalar önemlidir. Ford, "Bir tek iplik
parçası bile amacınızdan uzaklaşmamalıdır,” der.
Ford'un kilit kavramları konudan ayınlır gibi görünmek
(ve böylece nedenseli rastlantısal olarak göstermek) ve böy
le yaparak okum rahatlatmaktır. Ama yazar olarak siz hep
hikayenizi sürdürüyor, okur farkında olmasa bile kurgunuzu
genişletiyorsunuzdur.
Bunu sinema terimleriyle açıklayayım. İlk perdede sah
neye dekorları yerleştirdik. Tüfek arka duvarda asılıdır.
Yönetmenin çekiş açısına bağlı olarak tüfek yakın çekimle
gösterilebilir, ya da ortadan bir çekimle odadaki diğer eşya
arasına gizlenebilir. Yakın çekim dikkati tüfeğe çeker ve ya
şamında bir tek cinayet filmi gören biri bile neler geleceğini
anlar. Ama yönetmen tüfeği belirgin yapmazsa tüfek önem
siz görünecektir. Ancak ondan sonra, tüfek bir daha gö
ründüğünde, seyirci onun ne kadar önemli olduğunu fark
edecektir.
Bu kural, konuşmalar ve karakterler için de geçerlidir.
Nedensel dünyayı rastlantısal göstererek okur romanın ya
şama çok benzediği inancım kabul eder.
Sadece yazarlar bunun böyle olmadığını bilirler.
39
leri uydurmanıza izin vermezler. Kahramanın doğru za
manda doğru yerde bulunduğu kolay çıkış yollarından ka
çınmalısınız.
Çok okuyan biri bu noktada, "Ya Shakespeare? Ve iç
lerinde bu suçu en çok işleyen Dickens! Onlar bunu yap
tılar, biz neden yapmayalım?" diyecektir.
Doğru, Shakespeare ve Dickens'in karakterleri doğru an
da gerektiği yerdedirler. Konuşmalara kulak misafiri olur
lar; kanıtları bulurlar; olayları en uygun ya da en uygunsuz
anda görürler. Bunun zararı yoktur, çünkü bu araçların kur
gunun işlemesini sağlamak için yapıldıklarını anlarız ve
kurgudan çok karakterlerle ilgileniriz. Ne de olsa bu eserler
insan karakteri hakkındadır (şu adlara bakın: Othcllo, Kral
Lear, Hamlet, David Copperfield ve Martin Chuzzehvit). Bu
kolaylıkla o zaman kabul edilirdi ama durum şimdi böyle
değildir. Biz kurgu kolaylıkları istemeyiz. Romandan daha
fazla şeyler bekleriz.
41
Üçüncü Bölüm
Güçlü K u vve t
- Willa Çather
43
sözcüğü yazmadan eserini baştan sona kadar kartlara ge
çirirdi. Toni Morrison ve Katherine Anne Porter gibi bazı
yazarlar yazmaya sondan başlarlardı. Porter şöyle diyor:
"Eğer bir hikayenin sonunu bilmiyorsam, yazmaya baş
lamam. Ben ilk olarak son satırımı, son paragraflarımı ve
son sayfamı yazarım."
Diğer yazarlar bunun berbat bir fikir olduğunu dü
şünürler. Otomatik Portakal yazarı Anthony Burgess yön
temini anlatırken herhalde bunun en doğrusunu söylemiştir:
Ben baştan başlar sona kadar gider ve orada dururum."
Bunu sizi şaşırtmak için değil, kendi çalışma alış
kanlıkları üzerinde durmanız ve başka yazarların öğüt ola
rak söylediklerinin değerini belirtmek için anlatıyorum. Bü
yük bir yazarın söylediği bir şeyi okuduğunuzda Somerset
Maugham'ın şu sözünü hatırlayın: "Roman yazmak için üç
kural vardır. Ancak ne yazık ki, bunların ne olduğunu bilen
yok."
Bir yazarın kendisi için doğru olanı bulup uygulaması
gerekir. Aynı şey kurgu için de geçerlidir.
Kaç kurgu vardır? Oysa gerçek soru şudur: "Kaç tür
kurgu olduğu gerçekten önemli mi?"
Hayır.
Önemli olan sizin hikayeyi anlamanız ve ona uygun bir
kurgu yaratmanızdır.
EYLEM KURGUSU
Eserinize başlamanın çok ürkütücü olan baş-
langıcmdasınız. Önünüzde sadece boş sayfalar var. Ka
fanızda tümüyle çizilmiş bir fikir olabilir: ya da yazmak is
tediğiniz şey konusunda belirsiz bir fikriniz vardır. Aldous
Huxley ne yazacağı konusunda pek bulanık bir fikri ol
duğunu söylemiştir; William Faulkner ise işe bir anı ya da
zihinsel bir resimle başlamasının yeterli olduğunu be
lirtmişti. Pekala. Ya her şeyi biliyorsunuz ya da hiçbir şey
bilmiyorsunuz.
Yapmanız gereken şey iki kurgudan hangisinin sizin
fikrinize uyduğunu kendi kendinize sormaktır. Yazacağınız
bir eylem hikayesi, bir şeyler yapmaya dayanan bir serüven
mi olacaktır? Yoksa daha çok karakter ve insan doğasıyla
mı uğraşacaksınız?
Piyasa için yapılan filmler ve yazılan romanlar birinci
kategoriye girerler. Halkın, serüven romanları için tü
kenmez bir iştahı vardır. Kitapçıların rafları bu kitaplarla
bel vermiştir. Tom Clancy, Robert Ludlum, Michael Crich
ton ve daha yüz başka yazarın yazdıkları gerilim romanları
46
havaalanları ve plajlar için birebirdir. Çıkardıkları saf fiziki
enerji nedeniyle Alien, Lethal Weapon ve Terminator gibi
film dizilerine bağımlıyızdır. Hareket hızlı ve şiddetlidir.
Bu filmlerin ve kitapların ilk gözettikleri şey eylemdir. Bi
zim, okurlar veya seyirciler olarak başlıca kaygımız şudur:
"Bundan sonra ne olacak?" Bu eserlerde karakter ve dü
şüncenin rolü en aza indirilmiştir -eylem i artırmak için. Bu
herhangi bir karakter geliştirilmesinin olmaması demek de
ğildir; bunun anlamı, kitabı ya bir eylem hikayesi ya da ka
rakter hikayesi olarak tanımlamak zorunda kaldığınızda bir
ölçüde karaktere hakim olduğu için eylemi seçmenizdir.
Eylem kurgusunun olduğu yerde büyük moral veya en
telektüel sorularla ilgilenmeyiz. Eserin sonunda baş ka
rakter pek fazla değişmez, ki bu da ilerde hikayenin de
vamının yazılması için uygun bir şeydir. Eylem kurgusu bir
bilmece kurgusudur; bir tür esrarı çözmemiz beklenir. Ödül
lerimiz gerilim, sürpriz ve beklentidir. Bilim-kurgu, kovboy,
aşk ve detektif romanları genelde -ama her zaman değil- bu
kategoriye girerler. Bu formların Stanislaw Rem, Ray Brad-
bury, Arthur Conan Doyle ve Robert Louis Stevenson gibi
büyük yazarları daha çok zihne hitaben yazarlar.
ZİHİNSEL KURGU
Zihinsel kurguyla daha çok ilgilenen yazar insan doğasına
ve insanlar arasındaki ilişkilere girer. Bunlar inançları ve
davranışları inceleyen iç yolculuklardır. Zihinsel kurgu fi
kirler hakkındadır. Karakterler hep bir türlü anlam ararlar.
Ciddi edebiyat bu tür kurguyu yeğlemektedir. Zihinsel
kurgu yaşamı gerçekçi olmayan bir biçimde resmetmek ye
rine yaşamı inceler. Ama bu, zihinsel kurguya eylem ka
tılamaz demek değildir. Ancak zihinseli fizikiye, içi dışa
karşı değerlendirmede zihinsel ve içsel bir derece daha üs
tün olacaktır.
47
YAŞAM IN ANLAM I VE ÜÇ YARDAKÇI
Daha önce trajedinin bedensel ve komedinin zihinsel kurgu
olduğunu söyleyerek trajedi ile komedi arasmdaki ayrımı
belirtmiştim. Bunlar özgün Yunan farklılıklarıysa da, son
üç bin yılda çok şey değişmiştir. Trajedi şimdi her iki kur
gu da olabilir. Ancak komedi Yunan geleneğine sıkı sıkı
bağlı kalmış görünmektedir.
Büyük bir komedi yazarı bir zamanlar, "Ölmek ko
laydır; güç olan komedidir," demişti. Dram yazmak kı
yaslanınca daha kolaydır. Komik olmanın daha güç olduğu
kuşkusuzdur. Dünyanın en komik esprisi yanlış söylendiği
zaman hiçtir. Zamanlama her şeydir, deyimini binlerce kez
duymuşuzdur.
Freud, mizahı analiz etme yanlışını yapmıştır; ben bu
rada aynı yanlışı yapmayacağım. Ancak komedinin bu ka
dar güç olmasının nedeni daha çok zihne hitap etmesidir.
Komedi anarşidir; kurulu düzeni alır ve başaşağı çevirir.
İki anlama gelen sözcük kavramı, okur/seyircinin mizahı
anladığı kavramına dayanır.
Bir de tümüyle fiziki mizah vardır. Örneğin Üç Yar
dakçı hiç de entelektüel görünmezler. Ama fiziki de olsa ko
medileri toplumu ve kurumlarmı alaya alır. Sadece pasta
fırlatmaları önemli değildir, pastaları kime atmaktadırlar,
önemli olan budur: karşılarında günlük yaşamımızda kar
şılaştığımız asık suratlı, kendini beğenmiş tipler vardır.
İyi bir komedi yazarı bizim için bu bağlantıları yapar ve bi
ze duygusal boşalma sağlar; çünkü aslında biz de o pas
taları atmak isteriz. Bir komedi ne kadar fiziki olursa olsun,
altında güçlü bir zihinsel akım vardır.
Anthony Burgess gerçekten komik romanın insanların
evrendeki önemsizliklerinin anlamalarına ilişkin olan ol
duğunu söylemiştir.
48
KURGUYA KARAR VERMEK
Bir roman ya da bir oyun yazmaya karar verdikten sonraki
kararınız hikayenizin iki kurgudan hangisini izleyeceğine
karar vermek olmalıdır.
Hikayeniz kurgu ile mi yürütülecektir? Eğer böyleyse,
hikayenin mekanizması karakterlerden daha önemlidir. Ka
rakterler kurguyu gerçekleştirmek için vardır. Agatha
Christie'nin romanları kurgu ile yürütülür. Stilleri çok farklı
olsa da, Mickey Spillane ile Dashiel Hammett’inkiler de öy
ledir. Bu yazarlardan her biri ne tür bir kitap yazacaklarını
daha baştan biliyorlardı.
Eğer hikayeniz karakterler tarafından yürütülecekse,
kurgu mekanizması insanlardan daha az önemlidir. Driving
Miss Daisy ve Fried Green Tomatoes gibi filmler insanlar
hakkındadır; bunların kurguları varsa da, bu kurgular sah
nenin önünde değillerdir. Biz daha çok karakterlerle il
gileniriz. Kafka'mn Gregor Samsa'sıyla onun açıklanmayan
böceğe dönüş nedeninden daha çok ilgileniriz. Anna Ka-
renina, Emma Bovary ve Huckleberry Finn ve Jay
Gatsby'ye onların arkalarındaki kurgulardan daha çok ilgi
duyarız.
Dikkatinizin nerede odaklanacağını daha en baştan sap
tayın. Eylemde mi, yoksa insanlarda mı? Bir kere karar ver
dikten sonra kitabınızdaki gücün ne olacağını bileceksiniz.
Zamanla eylemle karakter arasında bir denge kurarsınız
ama ne yaptığınızı baştan bilmek yolda yürürken sen
delememenizi sağlar.
Kuvvetli ve zayıf güçleri seçerek hikayenizde oran ve
tutarlılık olacaktır. Bir gücün diğeri olan ilişkisini kurarak
orana erişeceksiniz. Ve bu ilişkiyi eser boyunca sürdürerek
de tutarlılığa kavuşacaksınız.
Karar verdiğiniz an bir başlama noktası bulmuş olur
sunuz.
49
Dördüncü Bölüm
Derin Y a p ı
- H.L. Mencken
öl
ahlak sistemi sadece o romanda yaratılan dünya için ge-
çerlidir. Bir roman çoğumuzun paylaştığı aynı ahlak stan
dartlarını yansıtabilir, ya da hile yapmanın, yalan söy
lemenin, hırsızlık yapmanın ve komşunuzla yatmanın doğ
ru veya arzulanabilir bir şey olduğunu söyleyebilir. Suçlu
cezalandırılacağı yerde, ödüllendirilebilir.
Yazarın tembel olması ve o ahlak sistemini anlayıp ge
liştirememesi de mümkündür. Sistem esere yanlışlıkla gir
miş ve belirsiz de olabilir. Kötü eserlerde bu ahlak sis
temlerini pek ciddiye almayız. Yazarın ahlak sisteminin so
nuçlarıyla ilgilendiği daha ciddi eserlerde bu düşünmek için
ciddi bir konu oluşturur, eserin mesajınm bir parçası olur.
Bir aşk romanı, bir gerilim romanı ya da Finnegan’s Wa-
ke'in devamını yazıyor olmanız hiç fark etmez. Eserleri ga
yet gelişmiş bir ahlak sistemi içeren Albert Camus ile basit
ahlaki bir sistem içeren Harlequin ya da Silhouette'in aşk
romanları arasında dünyalar kadar fark vardır.
Eseriniz, en azından ima yoluyla, "Bu verilen durum
içinde nasıl hareket etmeliyim?" sorusunu sorar. Her yazar
taraf tuttuğu (bir görüş açısı) için okurlarınıza neyin doğru
neyin yanlış davranışlar olduğunu siz söylersiniz.
Shane kitabı ve filmini ele alalım.
Shane bir ahlak oyunudur. Başta Shane belirsiz dağ
lardan gelir (ve sonunda bilinmeyen dağlara döner) ki, eleş
tirmenler kendisini bir sımrboyu İsa'sına, Yunan tanrısı
Apollo'ya, Herkül'e ve bir şövalyeye benzetmişlerdir. Sha
ne esrarengiz bir insandır, ama güçlü bir davranış kuralı
vardır. Köylülere kendi gücünü getirir ve onlar da aç gözlü,
zalim hayvancılarla savaşacak gücü bulurlar. Shane bir köy
lünün karısı Marion'a kapılacak gibi olsa da, her zaman
kendi ahlak sistemine bağlı kalır. Kadınla Shane arasında
bazı elektrikli anları görürüz, ama Shane kararından asla
caymaz. Shane bir ahlak standardıdır. Vadiye inanç getirir
ve kötüler yok edilir.
Shane'in ahlakı Yahudi-Hıristiyan ahlak kurallarımıza
52
paraleldir. Doğru davranışı görür ve tanırız. Başka eserler
bize öğretilenlere ters düşebilir. Kötüler her zaman alt edil
mezler. Bazen üstün çıkarlar.
Biz yazarlar olarak çizmek istediğimiz ahlak sistemini
ve o sistemden istediğimiz sonuçları seçme hakkkına sa
hibiz. Ama bir insana erişmek istiyorsak inandırıcı ol
malıyız.
Bunu söylemek yapmaktan kolaydır.
Eserin temel ahlakına gelindiği zaman okuduklarımızın
çoğu pek inandırıcı değildir. Eğer ciddi bir kitap ya
zıyorsanız, okuru kendi yaşamında etkileyecek kadar güçlü
bu tür davranışlar için tartışma yaratmak istiyorsunuzdur.
Bu, güç bir görevdir. Ancak sadece eğlendirmek için ya
zıyorsanız hedefiniz daha basittir: Kitabın dünyasıyla sı
nırlı bir tartışma yaratmak istiyorsunuzdur. Bunun dünyaya
taşıp yaşamları değiştirmesi gerekmez. Sadece en büyük
eserler ve en yetenekli yazarlarda bizim yaşamlarımızı bü
yük ölçüde değiştirecek deha vardır. İyi eserler (büyük eser
lerin karşıtı olarak) bence bizleri az etkiler. Hatta kötü eser
ler bile bizi etkiler.
Bu tartışma nedir? Bunu nasıl inandırıcı yapabilirsiniz?
Tartışma derin yapınızın kalbidir ve o tartışmayı inan
dırıcı olarak biçimlendirmeyi bilmelisiniz.
54
Daha önceki bölümde sözünü ettiğim derin gerilim (ye
rel gerilimin karşıtı) güç durumlardan, açık bir doğru ve
yanlışın, kazananla kaybedenin, evet ve hayırın olmadığı
durumlardan doğar. Baş kahramanınızı bir kaya ile sert bir
yer arasına yerleştirin. Romanda gerçek gerilim kaynağı
budur.
56
Yazarın bir davası olduğundan propagandayı hemen an
larsınız. Yazar bir kürsüye çıkmış bize kimin iyi kimin kö
tü, neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylüyordur. Gerçek
dünyada yeteri kadar konferans dinlediğimiz için birinin bi
ze bir konferans daha çekmesi için okumaya veya sinemaya
gitmemize gerek yoktur. Eğer karakterlerinizi sizin söy
leyeceklerinizi söylemeleri için kullanırsanız, bu pro
pagandadır. Eğer karakterleriniz kendi istediklerini söy
lüyorlarsa, bu romandır. İsaac Bashevis Singer karakterlerin
kendi yaşamları ve mantıkları olduğunu ve yazarın da buna
göre davranması gerektiğini söylemiştir. Siz karakterlerinizi
kurgunuzun temel gereklerine uydurmak için yönetirsiniz.
Onların sizi ezip geçmelerine izin vermezsiniz. Bir bakıma
karakterlerinizin içinde koşacakları bir ağıl inşa et
mektesiniz. Onların çevresindeki çit kurgunun sınırlarıdır.
Ama ağılın içinde nereye koşacakları, kurgunun sınırları
içinde olmak üzere her karakterin kendisine kalmıştır.
Bu konuda en iyisini Jorge Luis Borges söylemiştir:
"Karakterlerimden çoğu aptaldır ve bana oyunlar oynayıp
kötü davranırlar."
Tanrıdan çok köle yani.
Peki, öyleyse propaganda yazmaktan nasıl ka
çınabilirsiniz? Önce davranışınızla işe başlayın. Eğer gö
rülecek bir hesabınız varsa, ya da dünyanın olayları sizin
gözünüzle görmenizi istiyorsanız bir deneme yazın. Bir hi
kaye, bizde hayranlık uyandıracak, bu karmaşık dünyada
yaşamanın ikilemlerini ele alacak bir hikaye anlatmak is
tiyorsanız, roman yazın.
Bir varsayımla başlaym işe, bir sonuçla değil. Bir du
rumla başlayın.
Yine evli çiftimize dönelim. Kadın azize, erkek şey
tandı. Çok ilginç değil. Neden? Çok tek taraflı da ondan.
Hikayenin ilerlemesi olanaksız. Şeytana sempatimiz ol
madığı için azizenin tarafını tutacağız. Bizim duygusal tep
kimiz de karakterler kadar klişeleşmiştir: "Zavallı ka-
57
dmcağız, neden bu ıstıraba dayanıyor? Haydi, yavrum, kar
şı koy sen de!" Ve adama da, "Seni aptal herif. Sen gününü
görürsün!" deriz. Bu hikaye otomatik pilota bağlanmıştır;
yazara ve okura gerek yoktur.
Hikayedeki büyük kusur açıkça tek taraflı olmasıdır.
Kadın çok iyi, erkek çok kötüdür. Yaşam hiç de öyle de
ğildir. İnsanlar olarak hepimizin bir aydınlık ve bir karanlık
yanımız vardır ve gerçek karakter çizimi bunu önyargısız
ortaya koyar. Kadının karanlık yanı nedir? Durumun böyle
olmasındaki sorumluluğu nedir? Ya koca? Evet, zalim ve
kırıcı, ama neden öyle oldu? Bir bakıma o da kadın kadar
kurbandır. Taraf tutmayı bırakıp bu iki kişiyi insanlar o\a-
rak düşünmeye başlarsanız onların neden böyle dav
randıklarını anlarsınız. Fark, yazarın durumu yazmakla il
gilendiği ve bunu haklılıkla yazdığıdır. Karakterler is
terlerse dövüşsünler, ama hakem sîzsiniz ve en önemli şe
yin durum olmasını garanti etmelisiniz. Bir karakter, du
rumun kontrolünü tek taraflı olacak kadar ele ge
çirmemelidir. Onların ringde birlikte olmalarını sağlayın ve
ikisine de eşit zaman tanıyın. Bunu John Cheever şöyle an
latmıştır: "Karakterlerin yazarlarından kaçtıkları
uyuşturucu kullandıkları, başkan seçilmeleri- söylentisi ya
zarın sanatından habersiz olduğunu ortaya koyar. Ya
zarların kendi yarattıkları budalaların ardından çaresizce
koştukları fikri iğrençtir." Durumu karakterler değil, hakem
kontrol eder.
İki gerçek insanın yaşamlarını düzene sokmak için ça
baladıkları karı-koca hikayesinin iyi bir örneği Robert Ben-
ton'un Kramer Kramere Karşı filmidir. Bu, kötü kişisi ol
madığından dokunaklı bir hikayedir. Her iki karakter bir ka
ya ile sert bir yer arasında sıkışıp kalmışlardır. Açık seçik
ve "doğru" kararlar yoktur. Joanna Kramer oğlunu ve ev
liliğini terk eder, ama onu bu aşırı uca neyin sevkettiğini
anlarız ve daha sonra oğlu için mücadeleye dönünce, onun
neden geri döndüğünü anlarız. Her iki taraf için duygulanır,
58
onların ortak ıstırabım hissederiz. Burada kolay hiçbir şey
yoktur. Parmağımızı uzatıp, "Sen!" diyeceğimiz bir kötü ki
şi de yoktur, alkışlanacak biri de.
Kramer Kramer'e Karşı filminde karşıt görüşleri bu
luruz: kadının görüş açısı ve kocanın görüş açısı. İki görüş
açısı çarpışmaktadır. Karşıt görüşler ortaya sadece bir sav
değil, birbiri karşısında iki sav koyma sorumluluğunu ge
tirir. Bir kaya ile sert bir yer arasında olmanın ruhu budur.
Tolstoy bu fikri mükemmel bir şekilde ele geçirmiştir:
"En iyi hikayeler 'kötü karşısında iyi'den değil, 'iyi kar
şısında iyi'den çıkar."
Kramer Kramer'e Karşı iyi ile iyinin çatışmasıdır. Ve
bunu elde etmenin yolu karşıt savların niteliğindedir.
60
Kürtaj yaptırmazsa bu dünyada, yaptırırsa öteki dün
yada cehennem azabı çekecektir. Klasik bağdaşmazlık. Her
iki sav da mantıklı, her ikisi de geçerlidir. Kadın kendini na
sıl kurtaracaktır? Yoksa çocuğu doğurmak için kendini mi
feda edecektir? Çocuğu evlatlık verebilir -ama çocuk yarım
kan kendisinindir. Çözüm aradıkça bulma şansı azalıyor gi
bidir. işte çatışmanın gerçek kaynağı budur.
Her iki sav da zorlayıcı olmalıdır.
Mantıklı ve geçerli kendi başlarına yeterli değildir.
Bunlar entelektüel görünümlerdir. Bir savın zorlayıcı ol
ması için bize duygusal olarak da hitap etmesi gerekir. Bir
yazar olarak okurunuza bu koşullar altında "doğruyu" yap
mayı öğretmekle ilgili değilsiniz. Sizin yazar olarak okuru
kahramanınızın yerine koymak, onun Sandy'nin ikilemini
anlamasını sağlamaktır. Böylece okur kolay çözümler ol
madığını ve böyle bir şeye uğrayan birinin çok ıstırap çe
keceğini anlamalıdır.
Zorlayıcı savın ruhu budur.
Derin yapıyı geliştirmek için iki tarafı olan, her ikisinin
de eşit derecede geçerli, mantıklı ve zorlayıcı olduğu bağ
daşmayan bir sav geliştirmelisiniz.
62
Beşinci Bölüm
Üçgenler
63
Beatrice'e birlikte çıkmayı teklif eder ama kadın ona toz ol
masını söyler. Hikaye başlamıştır.
Buradaki karakter dinamiği ikidir. Bu, iki kişi olduğu
için iki değildir, en çok iki karakter vardır ve iki duygusal
etkileşim mümkündür: A'nın B'ye, B'nin A'ya olan ilişkisi.
tjçüncü bir önemli karakter olan Chuck'ı (C) ekleyelim.
Beatrice Alfred’i değil, Chuck'ı sevmektedir. Bu durumda
karakter dinamiği üç değil altıdır, çünkü altı olası duygusal
etkileşim vardır:
64
Rahatça çalışabileceğiniz sayıda karakter seçin. Bu sayı
okurun ilgisini çekecek kadar karakter etkileşimi içer
melidir, daha fazla değil.
Beşinci bir önemli karakter eklemeyi düşünmeyin bile.
Bunu yaparsanız karakter dinamiği yirmi olacaktır. (On-
dokuzuncu yüzyıl Rus romanı gibi oldu, değil mi?)
Yirmi karakter dinamiğinin duygusal ilişkileri ve et
kileşimleriyle uğraşmak imkansız değilse bile çok güç ola
caktır. Bir yazarın yirmi karakter etkileşimini aym anda
idare etme inanılmaz güçlüğünü bir düşünün. On ikiyi yö
netmek mümkündür, ama büyük ustalık ister: Önemli ka
rakterler sürekli olarak sahneye girip çıkacaklardır, genelde
aynı anda bir sahnede üçten fazla olmayacaktır.
Şimdi diğer uca gidelim ve ikili dinamiği ile iki önemli
karakter senaryosuna bakalım. Alfred'in Beatrice’in kar
şısında ve Beatrice'in Alfred'in karşısında neler yaptığım
görürüz burada. Bu durum bize onların karakterlerini ra
hatça geliştirebilmek için ihtiyacımız olan esnekliği ver
mez. Bu, özellikle sahnede, yapılmış, hem de iyi ya
pılmıştır. Ama sadece iki önemli karakterin olması onlarla
yapılabilecekleri sınırlı tutar ve bu handikapı aşmak için
güçlü ve yaratıcı bir yazar olmanız gerekecektir.
Bu da bizi Üç Kuralı'na getirir. Yapıya dikkat ederseniz
-bu ister klasik bir peri masalı, folklor hikayesi ya da ikinci
sınıf televizyon filmi olsun- üç sayısının çok yaygın ol
duğunu görürsünüz. En güçlü karakter yapılan karakter üç
genleridir. Olaylar üçlü gruplar halinde meydana gelirler.
Kahraman, bir engeli aşmak için üç kere çalışır. İlk iki
sinde başarısızdır ve üçüncüsünde başarır.
Bu gizli bir sayı bilimi değildir. Bunun için pek belli
olan bir neden vardır: denge. Bir kahraman bir şey yapmaya
kalkışır ve bunu birincisinde yaparsa bir gerilim yoktur. İki
kere kalkışır ve İkincisinde başarırsa biraz gerilim vardır
ama üzerinde bir şey inşa etmek için yeterli değildir. Çekici
gelen üçüncü keredir. Dört kere oldu mu artık sıkıcı gelir.
65
Karakterlerde de aynı durum vardır. Bir kişi etkileşim
için yeterli değildir. İki mümkündür, ama durumu ilginç ya
pacak bir jokerden yoksundur. Üç tamdır. Olaylar önceden
kestirilemez ama çok da karmaşık değillerdir. Bir yazar ola
rak üç sayısının erdemlerini düşünün. Ne çok basit, ne çok
karmaşık -tam kıvamında.
Bu da bizi klasik üçgene getirir: altı dinamiğine sahip
üç önemli karaktere. Şimdi artık hareket edecek alanınız
vardır. Patrick Swayze, Whoopi Goldberg ve Demi Mo-
ore'un oynadıkları romantik komedi Ghost bizim için tam
bir örnektir. Hikayede Moore'un karakterleri aşıktırlar; ken
disi bir olay sırasında öldürülür. Bir hayalet olur ama ka
dınla ilişkiye geçemez.
Bu sırada olaya sahte bir medyum olan Goldberg girer:
ölü ile (Swayze) gerçekten iletişim kuracağını öğrenir (ve
buna en çok kendisi şaşar). Kadın bunu istemez. Ama
Swayze Moore'un tehlikede (kendisini öldüren adamdan) ol
duğunu söyleyerek onunla konuşması için ikna eder.
Eğer kurgu Swayze'nin karakterinin Moore ile öteki
dünyadan aracısız bir şekilde konuşabileceği şekilde ya
pılmış olsaydı o zaman hikayenin gerçek bir gerilimi ol
mayacaktı. Ancak bir üçüncü ve hiç olmayacak bir kişi
(medyumun sahtekarlıktan sabıkası olduğunu öğreniriz)
aracılığıyla konuşması gerektiğinden hikaye birden daha
derinleşir komik olasılıklara kavuşur:
O Swayze Goldberg'i kendisinin hayalet olduğuna ve
öteki dünyadan konuştuğuna inandırmalıdır. Ve ondan son
ra da,
© Goldberg Moore'u ölü sevgilisiyle gerçekten ko
nuşabileceğine ikna etmelidir.
Hikayede altı karakter etkileşimi yer almaktadır:
• Moore doğrudan Goldberg'le ve dolaylı olarak (Who
opi aracılığıyla) ölü sevgilisiyle;
• Swayze doğrudan Goldberg'le ve dolaylı olarak (yine
Whoopi aracılığyla) sağ sevgilisiyle;
66
• Ve Goldberg (medyum olarak) hem Swayze hem de
Moore ile ilişkidedir.
67
• Kahya kadının de Winter'e ve yeni karısına olan iliş
kisi (bunların ikisi de Rebecca tarafından et
kilenmişlerdir); ve
• Yeni eşin kocası ve kâhya kadınla ilişkisi (evet, bun
ların üçü de Rebecca tarafından etkilenmişlerdir).
68
DİNAMİK İKİLİ
Kurgu ve karakter. Bunlar birlikte çalışırlar ve bir
birlerinden ayrılmazlar. Hikâyenizi geliştirdikçe okurun
önemli karakterlerinizin yaptıkları şeyleri neden yap
tıklarım bilmek isteyeceğini unutmayın. Onların mo
tivasyonu budur. Bir karakterin neden bir şeyi değil de, kar
şıtını yaptığını anlamak için mantıklı bir bağ olmalıdır (ey
lem/tepki). Ancak karakteriniz beklenen bir şekilde dav
ranmamalıdır, o zaman hikayeniz de tahmin edilen bir şey
olur ki, bu da sıkıcı demenin daha kibar yoludur.
Karakterin davranışı bizi zaman zaman şaşırtmalıdır
(Neden böyle yaptı?); ancak eylemi incelediğimizde bunun
neden olduğunu anlamalıyız. Neden ve etki arasında man
tıklı bir bağ olması bunun apaçık olmasını gerektirmez.
Aristotle karakterlerin eylemleri sonucunda mutlu ya da
mutsuz olduklarını hissetmiştir. Mutlu veya mutsuz olmak
süreci kurgunun ta kendisidir. Bir kişinin başına gelen
olaylar onu değiştirir. Bu değişiklik sonunda herhalde daha
mutlu veya üzüntülü (ve akıllı) olur. Aristotle kurguyu ka
rakterin önüne almıştır. Bugün böyle olmasını kabul et
meyiz. Ama bir kişinin kim olduğunu onun ne yaptığı ile
anladığımız da doğrudur. Eylem eşittir karakter. Bir ka
rakterin kendisi hakkında söyledikleri o kadar önemli de
ğildir. Network ve Hastane gibi filmlerin yazarı Paddy Cha-
yevski yazarın önce bir dizi olay yaratmak zorunda ol
duğunu söylemiştir. Bu olayları bir kere yerleştirdikten
sonra onları mümkün kılan karakterleri yaratmalısınız. "Ka
rakterler hikayeyi gerçekleştirmek için biçimlenirler," diyor
Chayevski.
Karakteriniz bir şeyler yaparak canlanacaktır, bir ke
narda oturup bize yaşam ya da o anın bunalımı hakkındaki
düşüncelerini söyleyerek değil. Söylemeyin, yapın. O za
man başlıca karakterleriniz hikayenizdeki diğer karakterlere
kıyasla gelişecektir.
Lawrence of Arabia'da başlıca karakteri derinlemesine
69
görmemizi sağlayan kısa bir sahne vardır. Sahnenin amacı
Lawrence'm kişisel bedeli ne olursa olsun, hedefine eriş
meye kararlı olduğunu göstermektir. Lawrence parçalanmış
bir Arabistan'ı birleştirme hedefini gerçekleştiremeyecek
kadar zayıf olduğundan korkmaktadır. Dünyayı fethe çık
mış o tipik maço erkeklerden biri değildir; hatta her türlü
acıdan korkmaktadır. Arkadaşları arasında otururken,
"Dostlar, ben bu işi başaracağımdan emin değilim," demesi
kendisi için kolay olurdu. Konuşma ucuzdur.
Filmdeki sahne çok daha yoğundur ve içinde bir tek di
yalog yoktur. Sadece eylem vardır. Lawrence tek ba-
şınayken bir kibrit yakar ve alevi parmaklarını yakana ka
dar elinde tutar. Hikayenin bağlamı içinde bu gösterişçilik
değildir. Lawrence'm acıdan korktuğunu biliriz, bu nedenle
korkuyu yenmek için kibritle parmaklarını yakmasını an
larız. Bu sahne daha ilerde Lawrence yakalanıp da Türkler
tarafından işkenceye tutulduğunda önemli olur.
Şu halde kurgu, karakterin bir fonksiyonu ve karakter de
kurgunun fonksiyonudur. İkisinin anlamlı bir şekilde bö
lünmesi mümkün değildir. Ortak alanları eylemdir. Eylem
olmasa karakter ve eylem olmasa hikaye olmayacaktır.
Son bir nokta: Bu kitabın ilerki bölümlerinde kurguları
eylem-temelli ve karakter-temelli kurgular diye ayıracağım.
Karakter ve eylemin bölünemeyeceğini söylediğim halde bu
ayrımı nasıl yaptığımı sorabilirsiniz. Eh, göründüğüne göre
bölünebilirmişler. Bu bölünme sizin görüşünüze dayanır.
Eğer yazar olarak olaylar (eylem) hakkında bir hikaye yazar
ve karakterlerinizi o eylemin olması için yaratırsanız, ey
lem-temelli bir kurgu yazıyorsunuz demektir. Dikkatiniz in
sanlar üzerinde değil, olaylar üzerinde yoğunlaşmıştır. Di
ğer yandan, karakterlerin en önemli unsur olduğu bir hikâye
yazıyorsanız, karakter-temelli bir kurgunuz var demektir.
70
Altıncı Bölüm
71
onlardan bile yaşlıdır. Ancak bu, etkilerini kaybetmiş ol
maları demek değildir; aksine zaman bize onların de
ğerliliklerini ve önemlerini kanıtlar. Bugün dünyanın en es
ki edebiyatında kullanılan kurguları kullanmaktayız. Kurgu
bütün sanatlar içinde modaya tabi olmayan pek az şeyden
biridir. Belirli bir tarih döneminde bazı kurgulan diğerlerine
kıyasla yeğleriz, ama kurguların kendileri değişmezler.
ARAŞTIRMA BAŞLIYOR
Bu özgünlük araştırması ne demektir? Daha önce kimsenin
kullanmadığı bir kurgu bulmak mı? Hikaye kurguları in
sanlığın ortak deneyimleri üzerine dayandırıldığı için her
halde değil. Daha önce hiç kullanılmamış bir hikaye bul
muşsanız, ortak insan davranışı alemi dışında bir alana
girmişsiniz demektir. Özgünlük kurguda değil, onu su-
nuşumuzdadır.
Her kurgunun kendi karakteri, kendi tadı vardır. Eğer
cidden yazar olmak istiyorsanız sizden öncekilerin neler
yaptıklarını öğrenmeniz gerekir. Bu nedenle size bu bö
lümlerde çok örnek vereceğim. Ne kadar çok okursanız ör
neğin doğasım o kadar çok anlayacaksınız. Hikayeyi ne
resinden büküp biçim vereceğinizi, neresinde bunu ya
pamayacağınızı öğreneceksiniz. Her kurgu için 'kuralları'
öğreneceksiniz, sonra da yeni bir hava vermek için o ku
ralları nasıl çiğneyeceğinizi göreceksiniz. Ne kadar büyük
(yani, 'özgün') olursa olsun, fikirlerini başkalarından al
dığını itiraftan kaçınmayan bir yazara rastlamış değilim.
Lionell Trilling bunu şöyle açıklamıştır: "Olgunlaşmamış
sanatçılar taklit ederler. Olgun sanatçılar çalarlar." (Bu ga
riptir, çünkü T.S. Eliot şöyle demiştir: "Olgun olmayan şair
çalar; olgun şair kendininmiş gibi gösterir." Kim kimden
çalıyor acaba?)
Herkes bir dereceye kadar çalar. Shakespeare, Chaucer
ve Milton bugün yaşıyor olsalardı, zamanlarının yarısını
72
mahkemelerde hikayelerini nereden aldıklarını açıklamaya
çalışmakla geçirirlerdi. (O günlerde, daha iyi yapmak ko
şuluyla başkasının hikayesini çalmak olağandı.) Hepimizin
kaynakları vardır ve büyük bir çapta bunlara güveniriz.
O nedenle kendinize güven duyarak işe başlayın. Hî
kayeler kamu malıdır. Onları istediğiniz gibi kul
lanabilirsiniz. Hikayenize en uygun olacak kurguyu bulun.
Bir kurguyu kendi belirli fikrinize göre kesip biçmekten
korkmayın. Fikirlere kaskatı sarılmayın. Eğip bükün, yo
ğurun, biçim verin. Ancak bu kurguların zaman içinde ya
ratmış oldukları genel tempoyu gözden kaçırmayın. Kur
guda temel hareketler nelerdir? Eğer hareketleri kesmeye
kalkışırsanız, iyilikten çok zarar vermiş olursunuz. Bu kur
gular yüzyıllar boyunca evrim geçirerek bugüne gel
mişlerdir.
Kurguyu öğrenmenin püf noktası kopya etmek değil,
onu hikayenizin ihtiyacına göre değiştirmektir. Temel kur
guları okurken sizin fikrinizi bu kurguların içerdiği temel
kavramlarla kıyaslamaya çalışın. Sizin fikrinizin bu kur
guların birkaçına uyması mümkündür.
Bu da, fikrinize yaptığınızdan daha çok biçim verme ih
tiyacında olmanız demektir. Vereceğiniz ilk büyük karar bu-
dur ve bu, yapacağınız her şeyi etkileyecektir. Bunun için,
bu temel kurguların her birini okurken kendinize şunları so
run: "Bu kurgu bana hikaye ve karakter olarak ihtiyacım
olan şeyleri veriyor mu? Benim fikrim kurguya ne kadar
uymaktadır?" Eğer tam olarak uymuyorsa, bu sizi kay
gılandırmasın; Benim seçtiğim kurgular aşağı yukarı "orta
yol"dadır ve çok esnektirler. Ancak her kurgunun temel bir
yönü vardır ve bu da hikayenizi anlatmanızda size rehber
olacaktır. Bunu rahatça kullanmaya çalışın. Eğer rahat ede
mediyseniz, diğerlerini okuyun ve fikrinize en uygun olanı
seçin.
Pek çok yazar için fikirlerini biçimlendirmek sürekli bir
süreçtir. Bu yazarlar yazmaya başlamadan her şeyi plan
73
lamış değillerdir. Bir yazarın taslağı bir mimarın taslağına
benzemez. Fikirle (kurgu) ne yapmak istediğiniz hakkında
bir düşünceye ve duyguya sahip olmalısınız. Ama bu duy
gu yazma sırasında bir kere de, birkaç kere de, hatta bin ke
re de değişebilir. Bu, sakın sinirinizi bozmasın. Eğer bir
rehbere ihtiyacınız olduğunu hissediyorsanız, size bir fikir
vermesi için bu kitaptaki temel kurgu taslaklarını kullanın.
Kendi kendinize, "Tamam, ilk bölümde k ah ram an ım ın ya
şamını yeniden başlatacak bir olay olmalı," deyin. "Bu
olay ne olmalı? Nasıl inandırıcı olabilirim?" Bu kitap size
ipuçları verecektir; onları kullanın ve kendinize uydurun,
ama onlarla sınırlı kalmayın.
Kurguyu kendi ihtiyacınıza uydurduğunuz için hu
zursuzluk hissetmeyin. Bu kurgular size temel örneklerini
göstereceklerdir. Siz yazdıkça bu örneği süsleyeceksiniz ki,
bu da sürecin doğal bir parçasıdır.
74
Yedinci Bölüm
Tem el Kurgu 1:
Araştırm a
Pek çok şey inanılmayacak kadar garipse de, hiçbir şey ol
mayacak kadar garip değildir.
- Thomas Hardy
75
North by Northwest'te MacGuffin içinde mikrofilm saklı bir
heykelcikti; Psycho'da çalıntı paraydı; Notorious'ta şarap
şişelerindeki uranyumdu. Raiders of the Lost Ark'ta Mac
Guffin Sandığın kendisi, Indiana Jones and the Last Cru-
sade'de Kutsal Kupa'dır. Araştırma kurgusunda aramanın
hedefi sadece hareket için bir neden değil, kahraman için
her şeydir. Karakter araması ve aranan nesneyi bulup bul
mamasıyla biçimlenir. Spielberg'in filminde Indiana Jones
çektiklerinden sonra aynı kalır. Araması onu bir insan ola
rak etkilememiştir. Bu nedenle Indiana Jones gerçek bir
araştırma kurgusu değildir.
Araştırma kurgusu çok fiziki olmasına karşın büyük
bir ölçüde kahramana dayanır. Baş karakteriniz olarak et
kili, canlı ve dolgun bir kişiniz olmalıdır. Her ne kadar se
rüvenden serüvene atılmasını seyretmek hoşsa da, Indiana
Jones'un bir insan olarak gerçek bir derinliği yoktur.
Kahramanın araştırmasının nesnesi büyük ölçüde ka
rakterine bağlıdır ve bu nesne onu genellikle etkileyerek bir
karakter değişimi yaratır ki, bu da son için önemlidir. Gıl-
gamış ölümsüzlüğü bulmak için yola çıkar ve yol boyunca
buldukları kendisinde temel değişiklikler meydana getirir.
Don Kişot tüm dünyanın kötülüklerini ortadan kaldırmaya
ve sevgilisi Dulcinea del Toboso'yu bulmaya azimli, çılgın
bir şövalye olarak yola çıkar. Oz Büyücüsü'nde Dorothy'nin
araştırması daha basittir: o sadece evini aramaktadır. Gazap
Üzümleri'ndeki Joad'lar Califomia'da yeni bir yaşam ara
maktadırlar. Lord Jim’deki baş kahraman kaybettiği onu
runu arar. Kayıp Ufuklar'da Conway Shangri-La'sım ara
maktadır. Ve Jason da Altın Post'un peşindedir. Bu kişileri
aradıkları nesneyi çekip çıkarırsanız hikaye dağılır gider.
Ve yine bunların hep birinde, kahraman hikâyenin sonunda
başında olduğundan çok farklıdır.
Sierra Madre Hazineleri'nde Humphrey Bogart'ın oy
nadığı Gred C. Dobbs karakteri Meksika'nın ıssız te
pelerinde altın arar. Burada aranan şey bellidir: Altın. Ama
76
f
77
ARAYIŞ KURGUSUNUN YAPISI
Birinci Perde
Birinci Perdede kahraman genellikle evi olan çıkış nok
tasındadır. Ya gereklilik ya da istek olan bir güç kendisini
hareket etmeye zorlar.
Jason ve Altın Post'ta bir dağ tepesinde bir kantaurla
(yarı insan, yarı at mitolojik yaratık) mutlu bir yaşantısı
olan Jason, kötü kral amcasının kendi hakkı olan tacı çal
dığını öğrenir. Bunun üzerine de tahtım istemek üzere yola
çıkar.
Diğer yandan Gılgamış hikayenin başında Babil'in Bü
yük Surunu inşa etmektedir. Surları kendi yapıyor değildir,
kent halkını gece gündüz çalıştırmaktadır. Halk o kadar
yorgundur (ve çok az para almaktadır) ki, tanrılara çılgını
önlemesi için birini göndermesi için yalvarırlar. Tanrılardan
biri krala bir ders verme zamanı geldiğini düşünerek kralla
savaşması için topraktan bir savaşçı yaratır.
Don Kişot da serüvenlerine evinden çıkarak başlar. Şö
valyelik hakkında çok kitap okuduğu için kendini birden şö
valye sanır. Büyükbabasımn zırhlarım kuşanır, sıska atma
biner ve ilk serüvenine doğru yola çıkar.
Dorothy de durumundan mutlu değildir. Bir yetim ola
rak Henry Amcası ve Em Yengesiyle oturduğu çiftlikten
kaçmak ister. Ayrıca köpeğini öldürme tehdidinde bulunan
kötü komşusu Bayan Gulch'tan da kurtulmak istemektedir.
Her durumda kahramanı harekete geçiren bir şey var
dır: Jason'un kral olmak istemesi; Gılgamış'ın ce
hennemden gelen toprak savaşçıya karşı kendini savunma
ihtiyacı; Don Kişot'un şövalye olmak ve umursamaz dün
yada bir değişiklik yapma isteği ve Dorothy'nin evinden
kaçma isteği. Yazarlar bize kahramanın kim olduğunu, ne
den mutsuz olduğunu ve o konuda ne yapmak istediğini
uzun uzun anlatmazlar. Her durumda araştırma hemen ha
rekete geçme kararıyla başlar.
78
Hikaye bundan sonra bir geçiş aşamasına geçer. Ey
leme geçmek karan evden uzakta yer alan ilk büyük olaya
götürür.
Jason kralın sarayına gider. O günlerde bir kâhinin aya
ğında sadece bir tek ayakkabı olan bir adam hakkında sizi
uyarması normal olduğundan Jason tek ayakkabıyla gö
rününce kral onun kim olduğunu anlar ve kendisini sözde
iyi karşılarken bir yandan da onu nasıl öldüreceğini dü
şünür. Büyük bir şölen düzenlenir ve kral Altın Post hi
kayesini anlatır.
Jason kralı şaşırtan bir kararla postu geri alacağım bil
dirir. Kralın bunun esaslı bir fikir olduğunu düşünür ve Ja-
son'u şevklendirmek için eğer başarılı olursa tahtını geri
vereceğini söyler. (Jason'un bu işi başaramayacağına inan
dığı için o konuda hiç kaygısı yoktur.) Jason bir ekip kurup
Altın Post'u aramaya gider.
Don Kişot da buna benzer bir sınavdan geçer. Yolda ilk
karşısına çıkan gezici satıcıları düelloya davet edince bir
temiz dayak yer. Bu ilk şövalyelik sınavında başarısızdır.
Aldığı yara bereden kurtulmak için evine döner. Bu arada
Don Kişot'un dostlan arkadaşlarının akıl sağlığından kor
karak bütün kitaplanm yakarlar. Don Kişot kitaplarının kö
tü bir büyücü tarafından rehin alındığını düşünerek yine
yola düşer.
Gılgamış'ın başka sorunları vardır. Bir tanrıça halkını
ezdiği için unutamayacağı bir ders vermek üzere Enkidu
adında kilden yapılma bir adam gönderir. Tapmağın ka
pısında nöbetçi olan Enkidu Gılgamış'ı içeri almaz. İs
teklerinin reddedilmesine alışkın olmayan Gılgamış En-
kidu'yı Babilliler türünden düelloya davet eder.
Sonuç berabere olur. Enkidu da, Gılgamış da et
kilenmişlerdir. Dost olurlar ve birlikte korkunç dev Hum-
buba ile dövüşmeye giderler.
Dorothy’nin ilk serüveni de aynı derecede gariptir. Kar
navala kaçar ama karnavala Profesör Marvel onu ailesinin
79
yanma dönmeye ikna eder. Ancak kız geri dönemeden bir
Kansas 'hortumu' onu, evini ve köpeğini alıp götürür.
Hortum kızı bir daha yere bıraktığında Dorothy ken
disini Oz’un renkli dünyasında t>ulur. İlk gördüğü insanlar
"Ding dong, cadı öldü" diye mutlulukla şarkı söyleyen
Munçkinlerdir. Dorothy'nin evi cadımn başına düşmüştür.
Her durumda ilk olay, teşvik edici olay kahramanı evini
terke zorlar. Kahramanın sadece gitmeyi istemesi yeterli de
ğildir; bir şey kendisini zorlamalıdır. Kahramanın ka
fasında gitme konusunda bir kuşku olabilir (Don Kişot ve
Dorothy'de olduğu gibi) ancak harekete geçiren olay du
rumu değiştirir. Kahraman, kahramanın 'evi' ve gitme ne
deni ortaya koyulur.
Teşvik edici olay birinci ve ikinci perdeler arasında da
bir köprü oluşturur.
Bu kurguyu kullanmak için hareketi tasarlarken ka
rakterinizin bir durumdan ötekine geçtiğini gösterir. Burada
sözü edilen bütün karakterler bir tür saf veya masum bir du
rumda başlarlar. Önlerinde yatanın ne olduğunu tam olarak
anlamamışlardır. Ne istediklerini bildiklerini sanırlar, ama
deneyim onlara başka bir şey öğretir.
Karakteriniz neyi aradığını açıkça belirtmelidir. Belki
de bu evinden kaçıp yeni bir yaşam bulmaktır - anababaları
ve okulları arasında boğulacak gibi olan yeni yetmelerde
kullanılan kurgular genelde böyledir. Her ne olursa olsun,
karakterinize bir yere gitme, bir şey yapma için güçlü bir is
tek verin. Karakterinizin ne elde etmek istediği hakkında
güçlü bir zihni imajı (bu doğru da olabilir, yanlış da) ve onu
elde etmek için güçlü bir isteği olmalıdır. Ayrıca eylemini
zorunlu hale getiren güçler nedeniyle güçlü bir motivasyonu
da olmalıdır. Karakterinize arayışmı devam için gerekli
motivasyonu vermeyi unutmayın.
Karakterin niyeti -kendine ne hedef çizmiş olursa ol
sun- motivasyondan farklıdır. Niyet karakterin elde etmek
istediği şeydir; motivasyon onu elde etmek isteğinin ne
denidir.
80
Ilk Perdede baş karakter konusunda pek çok şey öğ
renmeliyiz. Onun neden araştırıya çıkmak için motive edil
diğini anlamak isteriz. Deneyim her şeyi mutlaka de
ğiştirecektir -am a biz şimdilik karakterin "nereden gel
diğini" bilmek isteriz.
Arkadaş Kavramı. Baş karakter pek seyrek olarak
yalnızdır. Gılgamış'ın Enkidu'su. Don Kişot'un Sanço Pan-
ça'sı, Jason'un Argonotları, Dorothy'nin Teneke Adamı, As
lanı ve Korkuluğu vardır. Arkadaşlar genellikle (motive
eden olaym sonucu olarak) ilk Perdenin sonlarına doğru se
çilirler. Bu verilen örneklerin hiç birinde kahraman ar
kadaşlarıyla işe başlamaz, onları yol boyunca toplar. Böy-
lece bize destek kadrosu işi karıştırmadan kahraman üze
rinde yoğunlaşma zamanı verir.
Bu hikayelerin çoğunda yardımcı bir karakter, kah
ramanın aradığını elde etmesine yardım eden biri ya da bir
şey vardır. Bu, Lancelot'un Arthur'ün Ölümü'nde Gölün Ha
nımı, ya da Oz Büyücüsü'nde iyi peri Glinda olabilir. Peri
masallarında genellikle bir hayvan -kurbağadan güvercine
kadar- baş karakterin aradığını bulmasına yardımcı olur.
Kahraman yalnız değildir; başkalarının yardımına güvenir.
Eğer yararlı bir arkadaş veya hayvan kullanmak is
tiyorsanız en iyisi bunu ilk perdede ortaya çıkarmaktır. Aksi
takdirde hikayeyi kahramanınızı güç bir durumdan kur
tarmak için tam zamanında bir karakter yaratacak şekilde
kurmakla suçlanabilirsiniz.
İkinci Perde
Ne kadar temel bir şey olarak gelse de, orta başlangıçla
sonu birleştirir. Birinci Perde soruyu sorar, Üçüncü Perde
yanıtı verir. İkinci Perdenin görevi ise hikayeyi ilginç kıl
maktır.
Oz Büyücüsü'nün Birinci Perdesi şu soruyu sorar: Do
rothy evinin yolunu bulacak mıdır? Üçüncü Perde bunu ya
nıtlar: Evet.
81
Jason Altın Post'u bulacak (ve krallığını geri alacak)
mıdır? Evet.
Gılgamış yaşamın sırrını bulacak mıdır? Evet, ama bu
nun ona yararı olmayacaktır.
(Her durumda bulmak sözcüğüne dikkat ettiniz mi? Ara
yış kurgusunun temeli budur işte.)
Böylece Birinci Perde soruyu ve Üçüncü Perde yanıtı
sağlar. Geriye İkinci Perde kalır. Edebiyatta iki nokta ara
sında en kısa yol düz çizgi değildir.
İkinci Perde işin baharatıdır. Eğer İkinci Perde'de ya
nıtı bilirsek hikaye sıkıcı olacaktır. Önemli olan okuru me
rakta bırakmaktır. Yolculuk son kadar önemlidir. Baş
langıcı sona bağlayan belirli bir yol vardır. Bu bir kere bir
leştirilince yolculuğun bir anlamı olur, her adım karakterin
veya arayışın hedefinin anlaşılmasına katkıda bulunur.
Dorothy bütün gece açık bir yol lokantasına gidip Oak-
land'lı motosikletçilerie buluşmaz. Jason da arabasını Atina
yarışlarına sokmaz. Bu olayların hikaye ile bir ilgisi yoktur.
Bunlar çok esaslı sahneler olabilirler, ama siz izlenecek yo
lu bilirsiniz.
Jason ve Argonotları Altın Postu bulmak için yola çı
karlar ama oraya varmadan önce tanrılara (ve okura) değerli
insanlar olduklarını, Jason'un kral olacak güce ve bilgeliğe
sahip olduğunu kanıtlaması gerekir. Bu dersler kolay elde
edilmezler.
Gılgamış'ın da önünde güç bir görev vardır. İkinci per
dede dinamik ikili ilk güçlülük sınavı olarak Humbuba'yı
öldürdükten sonra Enkidu ölüm konusunda karabasanlar
görmeye başlar. İkisi durumun gidişatından hiç hoş
lanmayan tanrılarla karşılaşırlar ve Enkidu ölür. Gılgamış
üzgündür. Arkadaşını diriltmek için yaşam sırrına sahip
olan Utnapiştim'i bulmaya karar verir.
Don Kişot çok esnek kurulmuş bir kitaptır. Cervantes
bir mizahçıydı ve zamanının tüm edebi ve sosyal ge
lenekleriyle alay edecek zamanı bulmuştu. Sanki Cervantes
82
konusunu güçlükle elde tutabiliyormuş gibi Don Kişot sağa
sola dağılıp gitmektedir. Ancak kitap insanların ve zamanın
panoramik bir manzarasıdır. Bu olayların her birinin bize
öğrettikleri nedeniyle o çılgın yaşlı adamı izleriz: idealizm
ve materyalizm çatışması, İspanyol karakteri, karakterin te
mel doğası. (Don Kişot dünyayı kurtarmak amacında olan
bir gezgin şövalye olarak serüvenden serüvene giderken as
lında sadece kendi hastalıklı zihninde varolan Dulcinea'sını
aramaktadır.)
Dorothy'nin arayışı da pek çok bakımdan Don Ki-
şot'unkine benzer. La Mança'lı büyük şövalye ile beyinsiz
Korkuluk, kalpsiz Teneke Adam ve Korkak Aslan ara
sındaki paralellikleri görmek güç değildir. Serüvenleri çok
değişik olsa da, etkileri aynıdır. (Biz Don Kişot'un san
rılarını paylaşmayız -onları uzaktan seyrederiz- ama Do
rothy'nin sanrılarını sanki gerçekmişler gibi onunla pay
laşırız.)
Dorothy'nin arkadaşlarının her birinin kendi arayışları
vardır -Korkaklık beynini, Teneke Adam kalbini, Korkak
Aslan cesaretini aramaktadır. Bunlar hep birlikte olarak Kö
tü Cadı'nın, kanatlı maymunların, konuşan ağaçların ve uy
ku veren çiçeklerin tehlikelerine katlanır. (Bütün bunlar in
sana inanılmaz gibi gelirse de, Argonotların kendi yol
culuklarında karşılaştıklarından daha garip değillerdir.)
İkinci Perdeye başlarken kahramanınız için hangi güç
lüklerin daha ilgi çekici ve meydan okuyucu olduğunu hayal
etmeye çalışın. Engel yapma ustalığı sadece ka
rakterlerinizi üzerinden aşırtacak engeller yapmak değil,
bunların karakterin değişimini sağlamalarıdır. Bu yaşam
deneyimleri karakterinize aradığı şey ve kendi konusunda
bir şeyler öğretir. Sierra Madre Hazineleri'nden Fred C.
Dobbs'unki gibi bir araştırma sonuçta kendi benliğine bir
yolculuktur. Fred Dobbs sandığı kişi değildir. Yaşam onu
sınar ve sınavda başarısız olur.
Meydan okumaları ilginç yapmak zorundasınız. Eğer
karakteriniz bir dağa tırmanıyorsa karşılaştığı engeller bi
83
linen şeyler olabilir: bir piton çivisi yerinden çıkar, bir kar
fırtınası başlar, çığ yolunu kapatır. Ancak bu engeller sa
dece fizikidir. Bu engellerin karakteri nasıl etkilediği önem
lidir. Pes mi ediyor? Derin bir bunalıma mı giriyor? Bir risk
mi göze alıyor? Dağ, karaktere attığı her adımda bir şey öğ
retmelidir.
Karakter ile olay arasındaki gerçek ilişki sizin onları bir
araya getirmenizdeki ustalığınıza bağlıdır.
Üçüncü Perde
Kurgu bir noktaları-birleştir oyunudur. Yazdığınız her
sahne bir noktadır. Eğer iyi bir yazarsanız, okur herhangi iki
nokta arasındaki ilişkileri anlayacak ve bunları bir
leştirecektir. Her şey sona erdiğinde okur önündeki tabloyu
tamamlamış olacaktır.
Birinci ve ikinci perdelerde (ya da eğer öyle tercih eder
seniz, dramatik aşamalarda) okur tabloyu tam olarak ha
yalinde canlandıramamalıdır. İpuçları vermişsinizdir (hatta
bunlardan bazıları okuru şaşırtmak için sahte ipuçları da
olabilir) ama hikayenin başında her şeyin açıklanmasını is
temezsiniz. Eğer gafil avlanırsanız okurlarınız sizi terk ede
cekler, ya da, "Ben dememiş miydim?" diyeceklerdir.
Romanınızın son hareketi açıklamayı da içerir. Araştırı
kurgusunda kahraman araştırısının nesnesini elde eder ya
da edemezse açıklama ortaya çıkmıştır.
Bu tür kurgularda hedefe erişmiş olmanın sonucunda
ek karışıklıklar olabilir. Durum kahramanın beklediği gibi
değildir ve kahramanın bu kadar zamandır aradığı şey as
lında istediği şey olmayabilir. İşte orada bir farkına varma
anı vardır ki, burada kahraman arayışının anlamını dü
şünür.
Jason aklı ve cesaretiyle (biraz da Olemp Dağı’ndaki
dostlarının yardımıyla) Altın Post'u koruyan canavarı öl
dürür. Tamam, ondan sonra da memleketine dönüp tacını
alır, öyle mi?
84
Pek değil.
Jason kötü krala döner, altın postu ayakları dibine fır
latıp krallığın anahtarlarını vermesini ister. Ancak post ar
tık altın değildir. Kral iddiasından cayar. Jason iddiada pos
tun aiıın kalacağı hakkında bir şey olmadığını, iddianın
postu bulup getirmesi için yapıldığını söyler.
Ama kral bunu kabul etmez.
Jason durumu ele almak zorunluluğunu hisseder. O gece
herkes uyurken kralı öldürür.
Artık her şeye sahiptir: hakkı olan krallık, büyülü Me-
dea ve artık altın olmayan Altın Post.
Kendi kendinize, "Jason neden kralı en başta öldürüp
bu kadar sıkıntıdan kurtulmadı?" diye sorabilirsiniz. Bunu
yapabilirdi kuşkusuz, ama o zaman kahraman olmazdı. Onu
kral yapan tacı değil, başarıyla atlattığı sınavlardır.
Bu hikaye Ortaçağ Avrupasmda dolaşıp duran yüzlerce
peri masalından farklı değildir. Bu masalları biliriz: bir
genç erkek veya kız bir şey bulmak için dünyaya açılırlar.
Onları olgun birer yetişkin yapacak dersleri dış dünya ile
bu ilişkilerinden alırlar. Jason da bir kral olgunluğuna var
mak için ihtiyaç duyduğu dersleri öğrenir.
Dorothy de olgunlaşır. O kraliçe olacak değildir, ama
yetişkin bir insan olacaktır, tıpkı arkadaşlarının da ara
dıkları beyin, kalp ve cesareti bularak insan olacakları gibi.
Dorothy, Batının Kötü Cadısı'na karşı zaferinden sonra
arkadaşlarıyla büyük büyücünün önüne çıkar. Büyücü her
kese yardım vaad etmesine karşın yaşlı bir sahtekardan
başka bir şey değildir. Ancak karnavaldaki Profesör Mar-
vel'e çok benzeyen büyücü, Dorothy'yi cadının pençesinden
kurtarmakla herkesin istediğini elde etmiş olduğunu söy
leyecek kadar da akıllıdır.
Hâlâ Oz'da bulunan ve evine dönemeyen Dorothy dı
şında.
Büyücü onu balonuyla evine götürmeye söz verir ama
balon kızı almadan havalanır. Dorothy sonunda iyi büyücü
Glinda'mn yardımıyla evine kavuşur. Bütün söylemesi ge
85
reken, "İnsanın evi kadar güzel yer yoktur"dur. Ve bir anda
kendini Kansas'ta kendi yatağında bulur. Dorothy'nin gerçek
mutluluğun insanın kendi evinde bulunacağım anlaması,
bunu sözle dile getirmesiyle gerçekleşir. Bunu yüksek sesle
söylediği anda evindedir.
Arkadaşı Enkidu için ölümsüzlüğü arayan Gılgamış
yaşamın sırrım bulmak için yeraltına iner. Orada Ba-
billilerin Nuh'u ile karşılaşır, Nuh kendisine Büyük Sel'den
söz eder. Yaşlı adam müthiş bir kadercidir ve Gılgamış'a
hiçbir şeyin sonsuz olmadığını, yaşamın kısa ve ölümün
bu sürecin bir parçası olduğunu söyler. Gılgamış'a yaşamın
sırrının ölüm sularının dibinde yetişen bir gül olduğunu da
söyler. Gılgamış gülü almaya çalışırken kötü bir yılan çi
çeği yer.
Gılgamış düşkırıklığına uğramış bir halde, yalnız ve
yenilmiş olarak döner. Tanrılara son bir kez yalvarınca iç
lerinden biri ona acır ve ölü arkadaşı Enkidu ile gö
rüşmesini sağlar. Enkidu Gılgamış'a ölümden sonraki ya
şamın kurtlar, ihmal ve saygısızlıkla dolu olduğunu anlatır.
Gılgamış kaderini kabul eder ve ilk kez kendini ölümlü his
sederek krallığına döner.
Don Kişot da aynı derecede düşkırıklığı içinde döner
evine. Gılgamış gibi o da aradığını bulamaz ve çev
resindeki dünyanın gerçeğim kabullenir.
Kahramanınızı hikayenin sonuna yaklaştırırken, hikaye
sırasında ortaya çıkan gerçeklerle karşılaştıkça ya öğ
rendiği dersleri reddeden (ve sıfır noktasına dönen) ya da
onları kabul ederek ders almış olan biri yaratmışsmızdır.
Bu kurgu türü, karakterinizin başlangıçtan sona kadar ge
çirdiği değişimleri diğerlerinden daha çok gösterir.
KONTROL LİSTESİ
Hikayenizi yazarken şu noktaları aklınızdan çıkarmayın:
O Bir araştırı kurgusu bir insanı, bir yeri veya bir nes
86
neyi arama hakkında olmalıdır. Kahramanınızın kararlılık
ve motivasyonu ile bulmak istediği nesne arasında sıkı bir
paralellik geliştirin.
© Kurgunuz çok hareketli olmalı, çeşitli, insan ve yer
leri ziyaret etmelidir. Ama karakterinizi rüzgarda sav-
ruluyormuş gibi yaratmayın. Hareketler neden ve sonuç pla
nınıza göre çizilmelidir.
© Kurgunuzu coğrafi bakımdan tam bir daire olacak
şekilde yapmayı düşünün. Kahraman çoğunlukla başladığı
yere dönmüş olur.
© Karakterinizi araştırmanın sonunda önemli ölçüde
değişmiş olacak biçimde yaratın. Bu kurgu, arayışı yapan
karakter hakkındadır, araştırının nesnesi hakkında değil.
Karakteriniz hikaye boyunca bir değişim süreci içindedir.
Sonunda kim olacaktır?
© Yolculuğun amacı bilgeliktir ki, bu, kahraman için
kendini tanıma biçimini alır. Yine bu, çoğunlukla ol
gunlaşma sürecidir. Yetişkinliğin derslerini öğrenen bir ço
cuk ya da yaşamın derslerini öğrenen bir yetişkin hakkında
olabilir.
© İlk işiniz motivasyonu verecek bir olay yaratmaktır
ki, kahramanınızın gerçek arayışı başlayabilsin. Hemen
araştırmaya girmeyin; okurlarınızın karakterinizin neden
arayışa çıkmak istediğini anlamasını sağlayın.
© Kahramanınızın yanında en az bir yol arkadaşı ol
malıdır. Kahramanınızın fikirlerini tartışabileceği birine ih
tiyacı vardır.
© Yardımcı bir karakteri de kurguya katmayı düşünün.
© Son işiniz de ya arayış başarıyla sona erdikten veya
terk edildikten sonra karakterinizin açıklamasını hikayeye
katmaktır.
© Karakterinizin sonunda bulduğu şey çoğunlukla ilk
başta aradığı şeyden farklıdır.
87
Sekizinci Bölüm
Tem el Kurgu 2 :
Serüven
C
k_/erüven kurgusu pek çok bakımdan arayış kurgusunu an
dırırsa da, aralarında bazı çok derin farklılıklar vardır. Ara
yış kurgusu bir karakter kurgusudur; zihnin kurgusudur. Di
ğer yandan serüven kurgusu bir eylem kurgusudur, yani be
denin kurgusudur.
Aradaki fark genelde odaklanan şey hakkındadır. Ara
yış kurgusunda dikkatler baştan sona kadar yolculuğu ya
panın üzerindedir; serüven kurgusunda ise dikkatler yol
culuğun kendisine çevrilmiştir.
İnsanlar güzel serüven hikayelerinden hoşlanırlar. Kah
raman için bu, dünyaya açılmadır; okurlar içinse Fez, No
vosibirsk ve Tierra de Fuego gibi ayak basmadıkları yer
lerde bir serüvendir. Paris’te Sol Kıyıda küçük bir res
toranda, ya da çevreniz keçi ve koyunlarla sanlı olduğu hal
de bir Moğol çadırı dışında kebap yemektir. Serüven ya
bancı yerlerde aşktır. Egzotik ve yabancı olan her şeydir.
Serüven bizim herhalde hiç yapmayacağımız şeyleri yap-
89
inak, tehlikenin eşiğine kadar gidip sağ salim geri dön
mektir.
Kahraman servet aramaya gider ve serüvenin ku
rallarına göre servet, asla insanın doğduğu yerde değil, gök
kuşağının ötesinde bir yerdedir.
Serüvenin amacı yolculuk olduğu için, kahramanında
gözle görünür bir değişiklik olup olmaması önemli değildir.
Bu, arayış kurgusu gibi psikolojik bir hikaye değildir.
Önemli olan yaşanılan o an ve ondan hemen sonra gelendir.
Önemli olan bir soluğu tutulmuşluk duygusu vermektir.
Post-modemizm sıkıntısı çeken kahramanlardan ya
şamın anlamı hakkında konferanslar dinlemeyiz. Kahraman
serüvene uymuştur. Olay her zaman karakterden büyük ol
duğundan olayın içine çekilir. Karakter beceri veya ce
saretiyle sağ kalabilirse de, kendisini belirleyen şey olaydır,
îndiana Jones, Luke Skywalker ve James Bond hi
kayelerindeki eylemleriyle belirlenirler.
Dünyaya açılmanın farklı anlamları olabilir. Jul'es Ver-
ne'in Deniz Altında Yirmi Bin Fersah veya Jack London'un
Deniz Kurdu, hatta Daniel Defoe'nun Robinson Crusoe'sunu
düşünün. Bu hikayelerde dünya okyanusun dibi, zorba bir
kaptanm yönetiminde Ghost gemisi ya da Güney Amerika
kıyıları açığında bir adada tek başına kalmakla ta
nımlanmaktadır. Bu yerler hakkında önemli bir nokta da,
yaşadığımız sıradan dünyadan çok farklı olmalarıdır.
Okurlar karakterin içinde bulunduğu hareket kadar mekanlar
nedeniyle de serüvenlerden zevk alırlar.
Dünya başka bir gezegen, batmış bir kıta veya ge
zegenin içi de olabilir. Ya da Güliver'in Yolculuklan'nda ol
duğu gibi tümüyle hayal ürünü bir yer olabilir.
Peri masallarının yorumunu yapan Freudçu analist Bru-
no Bettelheim bir çocuğun ana kucağmı terk edip dünyaya
açılma korkusundan uzun uzun söz eder. Pek çok peri ma
salı da bilinmeyene gitmek hakkındadır. Yetişkinler için se
rüven hikayeleri çocuğun peri masalının uzantısından baş
ka bir şey değildir.
90
EVVEL ZAM AN İÇİNDE...
Serüvenin yapısını incelemek için en iyi başlangıç peri ma
sallarıdır. İnsanlar peri masallarının değerini ve teknik us
talığını genelde küçümserler. Peri masalları ilkokul ço
cukları için basit masallar değillerdir; bunlar kısadırlar, an
lam ve sembolizm yüklüdürler. Ancak, ağır ahlak dersleri
veya karmaşık kurgularla kafalarını karıştırmadan genç zi
hinler için çekicidirler.
Peri masalları sınırlı sayıda kurgu kullanırlarsa da, en
çok kullanılanlardan biri de serüven kurgusudur. Grimm
Kardeşler tarafından derlenen "Üç Dil" örnek bir se
rüvendir. Hikaye kendisine göre aptal bir oğlu olan yaşlı bir
İsviçreli kontla açılır. Kont, oğluna şatodan gidip eği
tilmesini emreder. Serüvenler genelde evde başlarlar, fakat
bir kere gidiş için neden ortaya konuldu mu, kahraman he
men yola çıkar.
Tipik peri masallarında olduğu gibi hikaye birinci sa
tırla başlar ki, bu pek çoğumuzun öğrenmesi gereken bir
derstir. Çocuk evini terk etmek istemezse de, yetişkin ge
nelde gitmeye heveslidir. Her iki durumda da kahramanı evi
terke zorlayan bir motivasyon olmalıdır. "Üç Dil"de mo
tivasyon gücü, babanın oğlunu evden attığı ikinci satırda
gelir. Çocuğun seçeneği yoktur: gitmelidir. Gitmek için da
ha basit nedenler (örneğin, merak) yeterli değildir; eylem
karakteri zorlamalıdır. Karakterin çoğunlukla başka se
çeneği yoktur. Deniz Altında Yirmi Bin Fersah'ta Ned Land
gemileri baüran dev bir deniz canavarını araştırmaya gider.
Robin Hood hırsızların prensi olarak serüvenine ancak kra
lın geyiklerinden birini vump da kaçmak zorunda kal
masıyla başlar. Lemuel Gulliver'in gemisi batar, tıpkı Ro
binson Crusoe'da, Jack London'un Deniz Kurdu'ndaki
Humprey Van Weyden örneklerinde olduğu gibi. Kipling’in
Cesur Kaptanı da öyledir.
91
ÜÇ VURUŞ... VE SAF DIŞI
Bu arada şatoda kont oğlunu kovmuş ve ünlü bir ustanın
yanında eğitim görmesini söylemiştir. Çocuk denileni yapar
ve bir yıl ustanın yanında kalır. Bir yılın sonunda evine dö
nünce kont kendisine ne öğrendiğini sorar. Çocuk, "Kö
peklerin havladıklarında ne söylediklerini öğrendim," der.
Kont bu haberden pek hoşlanmaz ve oğlunu ikinci bir
yıl başka bir ustanın yanına gönderir. O yıl da dolunca ne
ler öğrendiğini sorduğunda çocuk bu kere, "Kuşların ne ko
nuştuklarını öğrendim," der.
Kont bu kere kızmıştır. "Değerli zamanını harcadın ve
hiçbir şey öğrenmedin, karşıma çıkmaya utanmıyor mu
sun?" der. Oğlunu üçüncü bir ustaya gönderirken bu kere bir
şey öğrenmezse geri dönmemesi için uyarır.
Çocuk bir yıl sonra şato kapısında belirir. Babasının
sorusunu, "Sevgili babacığım, kurbağaların vrak-
ladıklarmda ne söylediklerini öğrendim," der.
Kont bu kadarına dayanamaz. Oğlunu evlatlıktan atar
ve ormana götürülüp öldürülmesini emreder. Uşaklar ço
cuğa acıdıklarından ormanda serbest bırakırlar. Çocuk şim
di ormanda yalnızdır ve geri dönemez; bilinmeyene doğru
gidip kendi başının çaresine bakmalıdır.
Bütün bunlar kurgunun ilk hareketidir. Unsurları ba
sittir: baba "aptal" oğlunun bir şey öğrenmesini ister; oğul
babasının sözünü dinler ama babasının öğrenmesini istediği
şeyi öğrenmez; baba çocuğu evlatlıktan atar ki, bunun dö
nüşü yoktur (çünkü onun öldürüldüğüne inanmaktadır.)
Birinci perdede beş olay vardır; bunlar neden ve so
nuçtur ve kolaylıkla izlenebilir: eylem için ilk hareket ("bir
şey öğren"), ünlü ustalara üç yolculuk (hepsi de ba
şarısızlıkla sonuçlanır) ve son red ile ölüm kararı. Her sah
ne bir öncekinden doğar. İşte peri masalının güzelliği ve
ekonomisi budur.
"Üç Dil "deki çocuk dünyaya açılır ama her seferinde
dönerek aslında gitmek istemediğini gösterir: bunu sadece
92
babası istediği için yapmaktadır. Sonunda babası kendisini
atınca artık onun isteklerine göre hareket etmeyeceğinden
artık kendi başına hareket edecektir. Bu, birinciyi ikinci
perdeden ayırır: çocuğun motivasyonu değişmiştir.
Bu kurgu için kendi fikirlerinizi geliştirirken renkli ve
heyecanlı olaylar ve mekanlar dizisi geliştirmeniz ge
rektiğini unutmamalısınız. "Üç Dil"de çocuğun ziyaret et
tiği karanlık ve esrarlı yerlerle heyecanlanırız. Çocuğun bu
yerlere gitmesi için iyi birer nedeni vardır. Bunu masalın so
nuna kadar anlamayız ama geriye bakınca eğitimindeki her
adımın yararlı olduğunu görürüz.
Karakterinizi birbiriyle ilgisiz duraklar arasında do
laştırıp durmaym. Bir hikaye anlatmaya çalışın. Her olaym
kahramanı anlamlı bir şekilde meydan okuyup karakterini
değiştirdiği arayış kurgusunun sınırları yoktur burada. Se
rüven kurgusunda karakter olayların kendi değerlerince
zevkine varır. Ama neden ve sonuçu terk etmeyin. Kah
ramanınız kitapta hâlâ önemli bir kişidir; okur mekan ve
olayın kahramanla ilişkisini arayacaktır.
Şimdi ikinci harekete geçelim.
Çocuk (adı Hans olsun) büyük bir şatoya gelir ve ge
ceyi geçirmek için izin ister. Şatonun sahibi yakınlardaki es
ki bir kule kalıntıları arasında yatabileceğini söyler, ancak
kendisini parçalayabilecek vahşi köpeklere karşı dikkatli
davranmalıdır.
Hans kuleye gider, köpreklerin dilini bildiğinden on
ların konuşmalarına kulak misafiri olur. Köpeklerin ku
ledeki büyük hâzineyi korumak için lanetlendiklerinden çıl
gın olduklarını öğrenir. Lorda gidip hâzineyi almayı ve kö
pekleri orada tutan laneti bozabileceğini söyler. Lord et
kilenmiştir, eğer hâzineyi alabilirse Hans'ı evlat edinmeye
söz verir. Hans hâzineyi teslim eder ve yeni bir babaya ka
vuşur.
İkinci hareketin sonu.
Yazarın ilk hareketteki malzemeye nasıl geriye döniip
93
onun üzerine ikinci hareketi kurduğuna dikkat edin. Bi
rincisinde yolculuk için nedenleri hazırlayıp İkincisinde yol
culuğu gerçekten yapmak. Kahramanınız için bir dizi olay
lar ve güçlükler geliştirirken okurun heyecanını ayakta tut
mayı unutmayın. Egzotik mekan ve insanların ta
nımlanması ilginç olabilir, ama yine de bir hikaye an
latmanız gerekmektedir. Aksi takdirde elinizde hiç isim ol
madan bir sıfatlar yığını birikmiş olur. Karakterlerinizi il
ginç durumlara sokun ama o durumların kahramanın
yararına bir kararlılıkla ilgilendirmeyi de unutmayın. Bu
genç bir adamın bir eş bulmak üzere dünyaya açılması gibi
basit bir şey olabilir. Kayıp babasını aramak için yola çıkan
bir kadının hikayesi olabilir. Bu, hikayenin merkezidir; on
dan sapmamanız gerekir. Gerisi sadece vitrin süslemedir.
Bu heyecanlı ve renkli olabilir ama yine de vitrin süs
lemedir.
İkinci hareketin eylemleri.,birincinin eylemlerine da
yanır. "Üç Dil"de Hans'ın köpek dilini nasıl öğrendiğini an
larız. Hans ilk kez olarak kendi başına hareket eder ve öğ
rendiklerini etkili bir biçimde kullanır. Hans'ın karakterine
girişi de gözden kaçırmamak gerekir: hâzineyi kendisi al
mamıştır. Hâzineyi şato sahibine vermiş, o da kendisini ev
lat edinmiştir. Hans nankör bir babanın yerine minnettar bir
baba koymuştur.
Ancak burada odaklanan Hans değil, serüvendir. Ben hi
kayeyi kısaltmak için Hans'ın köpeklerle karşılaşmasını
her ne kadar atlamışsam da, burada korku, dehşet, hay
ranlık ve açıklama (hazine) unsurları vardır. Serüven ren
gini ve gücünü bu ayrıntılardan alır. Kurgu süreklidir ve
Hans kadınların peşinden gitmez ya da bir köprüyü bek
leyen devle dövüşmez. Bu tür sahnelerin kurguya bir yararı
yoktur. Hans sadece kurguyu geliştirmek için gerekenleri
yapar.
94
KRİSTAL KÜRE
Peki ama bu hikaye nereye gitmektedir? İki unsur artık be
lirgin olmalıdır. Hans ünlü ustalardan üç şey öğrenmiştir:
köpek, kurbağa ve kuş dilleri. İkinci perdede köpeklerle bir
karşılaşma vardı. Şu halde, üçüncü perdede kurbağalar ve
kuşlarla bir karşılaşma olmalıdır.
Dünyayı gezme zevkini alan Hans Roma'yı ziyarete ka
rar verir. Evinden isteyerek (ve Birinci Perdede şiddetle ko
vulmasına karşın) babasının iyi dileklerini alarak ayrılır.
Yolda geçtiği bir bataklıkta kurbağalar vraklıyorlardır.
Hans durup dinler: "...ve ne söylediklerini duyunca çok üzü
lür."
Yoluna devam eder ve Roma'ya vannca papanın kısa
bir süre önce ölmüş olduğunu öğrenir. Kardinaller bir türlü
onun yerine geçecek birini seçememektedirler. Tanrı'dan bir
işaret beklemeye karar vermişlerdir.
Beklemeleri uzun sürmez. Genç kont kiliseye girer gir
mez iki kar beyazı kumru gelip omuzlarına konar. İşareti
gördüklerinde çok iyi anlayan kardinaller Hans'a papa ol
mak isteyip istemediğini sorarlar. Hans kendini papa olacak
kadar değerli bulmazsa da, kumrular kendisine kabul et
mesini söylerler.
Hans papa yapılır. Bataklıktaki kurbağalar da ken
disinin papa olacağını söylemişlerdi.
Üçüncü perde ilk ikisinin vaadlerini yerine getirir. Hans
bir dizi varolma düzeyinden geçer. Aptal Hans olarak başlar
(Birinci Perde), genç bir kont olur (Perde İki) ve sonunda
papa seçilir (Perde Üç) Her aşama bir öncekine bağlıdır.
Hans aynı zamanda üç babaya da sahip olur. Birincisi so
rumsuz ve hoşgörüsüz babadır, İkincisi ikinci perdedeki an
layışlı ve verici baba ve sonunda oğlu sayıldığı T anrı
Serüven kahramanları genelde hikaye boyunca fazla bir
değişime uğramazlar. Okur aslında olaylar zinciri ve daha
sonra ne olacağı ile ilgilidir. Evet, Hans Papa olur ama biz
kendisinde bir değişiklik görmeyiz. Latince bile ko-
95
nuşamamaktadır; Ayin yaparken ne yapacağını kumrular
söylemektedir. Kendine daha çok güvenen bir insan ol
masına karşın (ki, hikayenin amacı bunu belirtmektir) yine
aynı insan olarak kalmıştır. Karakterini yücelten ruhsal bir
bilinçlilik görmeyiz.
Serüvenlerde sık sık aşka da rastlanır. "Üç Dil"de aşk
yoktur, çünkü geleceğin papasının kız arkadaşı olması doğ
ru değildir. Ancak pek çok peri masalında (ve yetişkin se
rüveninde) kahraman karşı cinsten birine rastlar. Kral ve
prenslerin kraliçe ve prensesleri olmalıdır.
Üçüncü Perde serüven kurgusunda nasıl bir işleve sa
hiptir? Bütün kurgularda olduğu gibi birinci perdede ortaya
koyduğunuz soru üçüncü perdede yanıtlanır. Hans dünyada
yükselecek midir? Evet. Ama bizi en çok ilgilendiren o
'evet’e götüren serüvendir. "Evet" okur için o kadar önemli
olmayabilir. Serüven kurgusu temelde bir süreç kurgusudur:
hikayenin sonu kadar yolculuktan da zevk alırız.
Eğer bu kurguyu kullanacaksanız, ev ödevinizi iyi ça
lışmalısınız. Başarınızın büyük bir bölümü inandırıcı ol
manıza dayandığından ya olayları ve bunların geçtikleri
mekanları bilmelisiniz, ya da hikayenize gerçeklik katmak
için o ayrıntıları öğrenmek üzere kütüphaneye gitmelisiniz.
Okuru inandıran ayrıntılardır, sadece mekan adlarını bil
mek değil, mekanın özünü oluşturan küçük ayrıntılar. Ken
dinizi mekana iyice yerleştirin. Bol bol ayrmtı verin. Neye
ihtiyacınız olacağını ihtiyaç anma kadar bi
lemeyeceğinizden çok dikkatli notlar alın. Önemli olacağını
sanmadığınız bir ayrıntıyı okuyup da eserinizi yazarken
tam da ona ihtiyacınız olduğunu anladığınızda hangi kitapta
gördüğünüzü hatırlayamamak çok düşkırıcıdır. Bu nedenle
kitabın ve yazarın adını da ayrıntıyla birlikte not alırsanız
nereye başvuracağınızı bilirsiniz.
Ayrıntılar konusunda kestirmeye kaçamazsınız. Ayrıntı
olmadan ancak genel bir taslak verebilirsiniz ki, bu da inan
dırıcı olmaz. Bir daha bir serüven romanı okuduğunuzda bir
96
zaman ve mekan yaratmada o ayrıntıların ne kadar önemli
olduğuna ve iyi bir yazarın bunları sanki ayrılmaları müm
kün değilmiş gibi birleştirdiğine dikkat edin.
KONTROL LİSTESİ
Eserinizi yazarken şunları unutmayın:
97
Dokuzuncu Bölüm
Tem el Kurgu 3 :
Kovalam aca
99
aşamada yarış koşulları belli olurken durum hemen ortaya
konulur. İyi adamla kötü adamın kimler olduklarım ve bi
rinin diğerini neden kovaladığını bilmemiz gerekir. (İyi
adam hep kötüyü kovalamaz, çoğunlukla bunun aksi olur.)
İşte bu aşamada yarışın getireceklerini (ölüm, tutsaklık,
evlilik vb.) ortaya koymalısınız. Ayrıca yarışı başlatmak
için motive eden bir de olay olmalıdır.
İkinci dramatik aşama kovalamacadır. Burada diğer bü
tün kurgulardan daha çok çeşitli durumlar gereklidir. Sürp
riz torbanızdaki her şeyi kullanarak okuru kovalamacanın
içinde tutmalısınız.
Üçüncü dramatik aşama kovalamacanın sonudur. Ko
valanan ya kesin olarak kaçar ya da kesin olarak yakalanır.
Kovalamaca kurgusu beyazperdeye çok uyduğu için Holl
ywood çok uzun zamandır bu türde ısrar etmektedir. Steven
Spielberg başlangıcını bu kurguyla yapmıştır. Televizyon
için yaptığı ilk film olan Düello'da Dennis Weaver acı
masızca bir kamyon tarafından kovalanır. Kamyonu sürenin
kim olduğunu hiç görmediğimiz için kamyon şeytani bir ki
şiliğe bürünür. Kovalama için bir neden yoktur ve neden ol
masına da gerek yoktur. Weaver karakterinin ko
valanmasından heyecanlanırız ve onun kovalayandan nasıl
kurtulduğunu görmek isteriz.
Müfettiş Javert, Sefiller'de Jean Valjean'ı acı
masızcasına kovalar. Ve Şerlok Holmes de Dr. Moriarty'yi-
Eğer siz kovalayansanız, kovalanam yakalamak istersiniz.
Eğer kovalanansamz, kovalayanın elinden kurtulmak is
tersiniz. Yazarın görevi okuru sıkmadan kovalamacayı sür
dürecek kadar zeki olmaktır. Her iki taraf da kovalamaca
için yaşarlar ve onunla tanımlanırlar. Biz okurlar olarak fi
ziki eylem ve kovalayanın kovalanana eriştiği anda ortaya
çıkacak ustalıklı hileleri bekleriz.
Kovalanan kovalayandan fazla da uzaklaşamaz; çünkü
kovalamanın gerilimi iki karakterin yakınlıklarından doğar.
Kovalamaca oyununu düşünün. Sizden kurtulmak için her
100
I
101
ııi iki kere soymayı akıl ederler: hem gelirken hem gi
derken. Soyguncuların bu kadar cesur olacaklarım kim tah
min edebilir?
Gelen treni soyarlar. Butch bir genelevde eğlenirken
Sundance da öğretmen sevgilisini ziyarete gider. Sonra gi
den treni bir daha soyarlar.
Ama plan tutmamıştır. Yedek bir trende bir grup ken
dilerini beklemektedir, kovalamaca başlar ve hikayenin so
nuna kadar da durmaz.
103
Butch Cassidy ve Sundance Kid geleneksel kovboy hi
kayesini tersyüz ettiği için bunu başarmıştır. Kötüler bu
rada iyilerdir; eğlenceli ve hoş insanlardır. Suratlarında beş
günlük sakal yoktur, pis kokmazlar, yere tükürmezler, sa
vunmasız insanları ezmezler. Tipin tersidirler yani. (Aynı
şey Bonnie ve Clyde'ın başrol oyuncuları için de ge-
çerlidir.) Butch romantik, iyimser ve her şeyi olumlu gören
bir insandır; Sundance daha pratik, gerçekçi ama yine de se
vimlidir. İki adam sosyal uyumsuzlardır. Eylemleri bizi can
landırır, komiklikleri hoşumuza gider ve içine girdikleri du
rumlar benzersizdir. İki adamın bir yamacın başına kadar
kovalandıkları ve aşağıda kaynayan sulara atılmaktan baş
ka seçeneklerinin olmadığı sahneyi hatırlıyor musunuz? Te
mel biçimiyle bu sahneyi daha önce de görmüşüzdür. Ve iki
adam atlarlar.
Ancak William Goldman sahnede küçük bir değişiklik
yaparak o anı unutulmaz yapmıştır.? En son anda Sun-
dance'm yüzme bilmediğini öğreniriz. Sahne çok gergin
ama komiktir. Karakter hakkında bir şey öğrenmeyiz, onun
yüzme bilmemesi sadece o sahneye uyan bir araçtır. Ancak
diyaloglar komik ve durumda daha önce görmediğimiz bir
yaklaşım olduğu için başarılıdır.
Şimdi de kovalamaca kurgusunun son unsuruna ge
liyoruz: sıkıştırılma. Kovalama sırasında gerilimi artırmak
için kovalananm bir yerde sıkıştırılması ya da kapatılması
kaçınılmazdır. Butch ve Sandance'ın yamacın başında ol
dukları zaman sırtları yamaca, yüzleri kendilerim ko
valayanlara dönüktür. Ne kadar az hareket edecek yerleri
olursa, gerilim de o kadar büyük olur. Alien dizileri gibi ba
zı filmler bu ilkeyi çok başarılı kullanmışlardır. Baş ka
rakter Ripley ister uzay gemisinde, ister düşman bir ge
zegende olsun, hep sıkışık durumdadır. Kendisine kaçacak
yer verilmemiştir. Bir uzay istasyonunda geçen Outland ve
bir trende yer alan Narrow Margin'de de durum bundan
farksızdır. Hareketi çok dar bir alana sıkıştırın, o zaman hi
kayenizin gerilimi artacaktır.
104
Sıkışık yerleri kullanmak hakkında son bir söz: ka
rakterlerin hareket alanlarını kısıtlamak gerilimi artırırsa
da, aşırı sıkıştırılmanın kimi zaman eylemi ve hareketi
güçleştirdiği de doğrudur. Örneğin Agatha Christie Doğu
Ekspresi'nde Cinayet'te treni en son imkanlarına kadar kul
lanır. Karakterler trenden inemezler, ama saklanacak ve ha
reket edecek yeterli yerleri vardır. Eğer hareketi trenin bir
vagonuyla sınırlarsanız karakterlerinize hareket serbestisi
vermemiş olursunuz. Filmlerde başka güzel örnekler de
vardır. Die Hard bir iş hanını ve Steven Seagall'ın Under
Siege'i bir savaş gemisini çok iyi kullanırlar. Ancak Pas-
senger 57'de kullanılan kaçırılmış uçak hikayeyi içinde tu
tamayacak kadar küçüktür. Bir uçakta gidecek yeterli yer ya
da yapacak fazla bir şey yoktur.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şu noktaları aklınızdan çıkarmayın:
Tem el Kurgu 4 :
Kurtarm a
107
Bu kurgunun temelindeki ahlaki yorum çok kesindir:
kahraman haklı, hasmı haksızdır. Okur kovalamadan her
şeyden çok zevk alır ve hikayenin temelindeki sığ ah
laklılıktan tatmin olmuş görünür. Bu koşullar altında eşit
derecede geçerli, zorlayıcı ve mantıklı olan bir savı ge
liştirmek güçtür.
Bir örnek vereyim. Bir televizyon yazarı olarak şir
ketlerin ürettikleri hikayeleri izlerim -bunlar sinema filmleri
değil, çoğunlukla Haftanın Filmi dedikleri kendi ürettikleri
filmlerdir. Bu filmler genelde konuludurlar; günün haberleri
sonunda bir televizyon draması olurlar. Çocuk kaçırma hak
kında pek çok televizyon filmi yapılmıştır. Mahkemenin
kararıyla çocuğunu kaybeden taraf çocuğu kaçırır ve göz
den kaybolur. Karakter üçgeni baba, anne ve çocuktur. Ça
tışma baba ile anne arasındadır ve çocuksa kurbandır.
Gördüğüm bütün Haftanın Filmleri konuyu geleneksel
biçimde ele almışlardır: bir kahraman (iyi ebeveyn), bir kö
tü (kötü ebeveyn) ve bir kurban (çocuk). En belli başlı se
naryo mahkemenin velayetini kendisine vermediği ço
cuğunu kaçıran psikolojik bakımdan hasta bir babadır. Ba
balık haklarını (kendi ahlaki platformu) iddia ederek ço
cuğu evden ya da okul bahçesinden kaçırdıktan sonra or
tadan kaybolur. Kendi ahlaki platformuna sahip olan anne,
filmin sonuna kadar çocuğunu arar ve bulur. Hiç yabancı
gelmedi değil mi?
Daha önceki bir bölümde en iyi hikayelerin iyi ile kö
tünün değil, iyi ile iyinin karşılaşmasından çıktığını söy
lediğimi hatırlayacaksınız. Eğer kötüyü, yani mahkeme em
rine karşı çıkıp çocuğu kaçıran ebeveyni ortadan kal
dırırsanız ne olur? Benim ilginç bulduğum -ve henüz te
levizyonda görmediğim- hikaye her iki ebeveynin de çocuk
üzerinde eşit ahlaki hak iddiasında bulunmalarıdır. O za
man ne olur? İşte beri bir kaya ile sert bir yer arasında bu
lunmakla bunu kast ediyorum.
Ancak kurtarma kurgularında kurtarma kavramı hak
108
lılıkla haksızlığı ima eder gibidir. Bu 'kurtarma' söz
cüğünün kendisinde bulunmaktadır. Kurtarılmak bir yerde
kapalı tutulmaktan, tehlikeden, şiddet veya kötülükten çe
kilip alınmak demektir. Bence daha ilginç hikayelerde bu
unsurlar yoktur ve böylece kurtanlma da mümkün değildir.
Şimdi her üç baş karakterin rollerine bakalım.
KAHRAMAN
Kurgunun hareketi kahraman üzerinde yoğunlaşmıştır, çün
kü aramayı yapan karakter odur. Durum çok açıktır. Kah
ramanın aramanın konusu olan kişiyle bir bağı bu
lunmaktadır. Bu bağ, aramayı yürütmek için motivasyonu
sağlar.
En güçlü ve en çok rastlanan bağ sevgidir. Prens pren
sesi, koca eşini, anne çocuklarım kurtarmak ister. Birini
bulmak için parayla tutulmuş kişilerin durumunda olduğu
gibi bu bağ idealden uzak bir nedenle olabilirse de, hemen
hemen her zaman motivasyonda idealist bir fikir vardır.
Akira Kurosawa'nm Yedi Samuray'ından yapılan The Mag-
nificient Seven filminde bu savaş deneyimli kiralık kişiler
Meksika'da küçük ve anlamsız bir köyü bir adalet duy
gusuyla kurtarmaya girişirler. Motivasyon ne olursa olsun,
bu bir haksızlığı düzeltmek için güçlü bir ahlaki istektir.
Kahraman çoğunlukla aradığını bulmak için dünyanm
sonuna kadar gitmek zorundadır. Bu, kötü krallığa giden
prens olabileceği gibi, kendisine yabancı bir yere (örneğin
başka bir kente) giden bir kahraman da olabilir. Önemli
olan kahramanın tanımadığı bir yere gitmesi bunun da ken
disinde bir dezavantaj yaratmasıdır. Kurtarışı ger
çekleştirmek için bu dezavantajın üstesinden gelmelidir.
Mücadelesini düşmanın alanında yapıp kazanmak kah
ramanın güçlülüğünü ortaya koyar. Bu aynı zamanda daha
büyük bir gerilim kaynağıdır. Bu durumlarda kahraman
duygusal olarak kaybettiği şey veya kişi yerine düşmanıyla
109
dalıa çok ilgilendiğinden hikaye onunla düşman arasında
bir yarışma veya düelloya dönüşür.
Alexander Puşkin'in "Ruslan ve Lyudmila" adlı şiiri
dalıa sonra Mihail Glinka tarafından operaya dö
nüştürülmüştür. Hikaye Kiev büyük prensi Vladimir'in kızı
Lyudmila'nm Ruslan'la evlenmesiyle başlar. Büyük bir dü
ğün yapılır. Yeni evliler düğünden sonra gerdeğe girmek
üzere odalarına çekilirler. Ancak birleşmelerine fırsat kal
madan birden gökgürültüsü ve yıldırımlar arasında kötü bü
yücü Chemomor, Lyudmila'yı Ruslan'ın kolları arasından
çalar.
Çok kızan büyük prens kızını geri getirecek kişiye ve
receğini ilan eder. Ruslan şimdi dünyaya açılmalı, büyücü
ile karşılaşıp sevgilisini kurtararak değerliliğini ka-
nıtlamalıdır.
Hikaye Lyudmila ve Chemomor'dan çok Ruslan'a aittir.
Kahraman odur ve kaybettiği sevgilisini geri almak için ge
rekli şeyleri o yapmalıdır.
DÜŞMAN
Kurtarmayla ilgili edebiyatın çoğu kaçırılmalara ilişkindir.
Bu örneği iyi biliriz. Kötü büyücü güzel prensesi çalar ve
şatosuna götürür. Bu örnek beş bin yıldır pek de
ğişmemiştir. Modern edebiyatta kötü büyücü pek çok kı
lığa girerse de, onu seçmek hiç de güç değildir. Büyü gü
cünün tümünü kaybetmiş olabilir ama karakterinin kötü ya
nı hiç değişmeden devam edegelmiştir.
Düşman kahramanın arka planmdadır. Aramayı ya
pacak olan kahraman olduğu ve biz de genelde düşmanı de
ğil kahramanı izlediğimiz için, düşmanla zaman zaman güç
lerini ve kahranunm neyin üstesinden gelmek zorunda ol
duğunu hatırlamak için karşılaşırız. Düşman ne kadar güç
lü olursa zafer o kadar anlamlı olacaktır. Bu çift karşılıklı
etkileşimle hikayenin gerilimini sağlarlar. Madame Ra-
110
nevskaya oyunundaki başrol oyuncusunun kiraz bahçesini
Lopakhin'den, ya da The Rescuers'de John Wayne'in Natalie
Wood'u Coıııanchero Scar'ın elinden kurtarmaya çalışıyor
olması hiç fark etmez.
Ancak bu kötünün ikinci derecede bir karakter olduğu
demek değildir (Bu etkileşimlerden daha ilerde söz ede
ceğim.) Düşman, amacı kahramanı kendisinin lıakkı ol
duğuna inandığı şeyden yoksun bırakmak olan bir araçtır.
Çoğunlukla kurnaz ve hilekârdır, bu da üçüncü perdeye ka
dar hasmmdan sürekli olarak üstün olmasını sağlar.
KURBAN
Kurtarma kurgusunda çatışma kahramanla düşman ara
sındadır. Kurban üçgenin en küçük parçasıdır. Kuşkusuz,
kurban olmasaydı hikaye de olmayacaktı ama kurban ger
çekte kurgu için ikinci derecede önemlidir. Kurban pek az
olarak kahramanın aradığı bir gölgeden başka bir şeydir.
William Goldman’m The Princess Bride'ında kurtarılması
gereken prensestir ve bizim bütün bilmemiz gereken şey
onun güzel ve saf olduğudur. Bir bakıma kurban Hitc-
hcock'un MacGuffin'i gibidir: herkesin aradığı ama kim
senin gerçekte aldırış etmediği karakterdir. Onun ne his
settiği ve ne düşündüğü bizi pek ilgilendirmez. Bu anlamda
kurban bir insandan çok bir nesnedir. Rapunzel'in çok güzel
ve uzun saçı olduğunu biliriz, ama onun hakkında başka ne
biliriz? Ebeveyninin günahları nedeniyle bir büyücü ta
rafından tutsak edildiğini biliriz. Ama okuldan mezun olup
olmadığını, kardeşlerinin olup olmadığını falan bilmeyiz.
Önemli olan kralın oğlunun onu kurtarmaya çalışması için
orada olmasıdır. (Ve kralın oğlu bunu başaramaz.)
Üçgenin üç önemli kişisinin en az önemlisi kurbandır.
111
YAPI
Bir serüven kurgusunda kahraman kurguyla fazla ilgili ol
mayan pek çok olayla karşılaşabilir. Ama bir kurtarma kur
gusunda kahraman dünyaya açılmış olsa bile birini kur
tarma olan görevine sıkı sıkı bağlıdır. Serüven kurgusunun
amacı kahramanın bir şey öğrenmesidir; ama kurtarma kur
gusunun amacı birini ya da bir şeyi kurtarmaktır.
Kurtarma kurgusunun üç dramatik aşaması üç perdelik
yapıyı andırır.
Birinci perde ayrılıktır. Kahraman, kurbandan düşman
tarafından ayrılır ki, bu motive eden olaydır. Birinci perde
kahramanla kurbam ve ilişkilerini belirler ve biz de böylece
neden birbirlerinden ayrılmaları gerektiğini anlarız. Ka
çırılma birinci perdenin sonuna doğru yer alır. Chemomor
Lyudmila'yı evlilik yatağından kaçırır. King Kong Ann
Redman'ı kaçırır.
ikinci perde kovalamacadır. Bir şeyi elinden alman
kahraman düşmanı kovalar. Kahramanın gittiği yeri ve ne
yapacağım düşmanın eylemleri belirler. Düşman Karanlık
Krallığında yaşıyorsa, kahraman oraya gitmelidir. Düşman
Kansas'm ortasında bir mısır tarlasında saklamyorsa kah
raman onu oraya kadar izlemelidir. Kahramanın yolda kar
şılaştığı engeller genelde düşmanın marifetleridir. Gerçek
kahraman güç de olsa bu engelleri aşar. Serüven kahramanı
pek büyük bir bedensel zararla karşılaşmaz. Eğer ya
ralanmışsa, yarası devam edemeyeceği kadar ağır değildir;
düşmanını kovalamak için üstesinden gelemeyeceği hiçbir
engel yoktur. Okur en azından sezgisel olarak kovalamanın
sonucunu bildiğinden yazarın kovalamayı mümkün olduğu
kadar eğlenceli yapması önemlidir. Tuzaklar ve hileler ze
kice hazırlanmış ve şaşırtıcı olmalıdır. Eğer bunlar bek
lenen şeylerse okura sunacak pek az şeyiniz var demektir.
Üçüncü perde kahramanla düşmanın arasındaki ka
çınılmaz çatışmadır. Bu, genellikle iyilik ve kötülük güçleri
arasında hareketli bir mücadele olarak geçer. Bu tipi iyi bi
112
lirsiniz. Okur sonucun ne olduğunu bileceğinden ikinci per
dede olduğu gibi yazar burada da sürprizleri başka bir bi
çimde sunmalıdır: çatışma sahnelerinin kendilerini. Bunlar
eğlendirici ve sürpriz dolu olmalıdırlar. Luke Skyvvalker so
nunda Darth Vader'le karşılaştığında sonucun ne olacağını
biliriz. Ne de olsa Darth Vader'in başında siyah bir şapka
vardır, değil mi? Sürpriz mi? Baba ile oğul arasındaki düello.
Okur/seyirciyi şaşırtacak başka yollar da vardır. The
Searchers'de herkesin kurtarmaya çalıştığı kadmın kur
tarılmak istemediğini öğreniriz. Kadın kaçınlmamıştır; ko
casından kurtulmak için kaçmıştır. Kahramanı ba
şarısızlığa uğratarak okuru şaşırtabilirsiniz, ama çok dik
katli olmanız gerekir. Okum düşkırıklığına uğratmayın.
Böyle bir şey yapmak için gerçekten inandırıcı bir şeye ih
tiyacınız olacaktır. Okurun belirli beklentileri vardır ve siz
baştan beri böyle bir son hazırlamış değilseniz, okur gös
terdiğiniz sonu kabul etmeyecektir.
Kurtarma kurgusu diğerlerinin hepsinden daha çok for
müllere uygundur. Standart karakterleri ve durumları vardır.
Ancak bunun çok büyük olan çekiciliğini sakın kü
çümsemeyin. İntikam ve ayartma kurguları gibi bu da duy
gusal olarak en tatmin edici kurgulardan biridir. Kötülüğün
üstesinden gelerek evrenin ahlak düzenini doğrular, kaos
içindeki dünyaya düzeni geri getirir ve sevginin gücünü bir
kere daha gösterir.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şunları akıldan çıkarmayın:
113
© Kurtarma kurgusunun ahlaksal savı siyah beyazdır.
Ö Hikayenizin odak noktası kahramanın kötüyü ko
valaması olmalıdır.
© Kahramanınız kotu adamı kovalamak için dünyaya
açılmalı ve genelde onunla onun mekanında kar-
şılaşm alıdır.
© Kahramanınızın kötü adama olan ilişkisi be
lirtilmelidir.
0 Düşman karakterini kahramanı kendi hakkı ol
duğuna inandığı bir şeyden yoksun bırakmaya kararlı bir
araç olarak kullanın.
© Düşman kahramanın ilerlemesini sık sık en
gellemelidir.
© Üç karakterin en zayıfı genelde kurbandır ve aslında
kahramanı düşmanla karşılaşmaya zorlayan bir me
kanizmadır.
© Ayrılık, kovalama ve çatışma ve yeniden birleşme
dramatik aşamalarını geliştirin.
I 14
On birinci Bölüm
Tem el ICurgu 5 :
K c e c is
115
Bu kurgu bir bakıma kurtarma kurgusunun tersi gibidir.
Kurtarma kurgusunda okur kurtarıcıyı izler ve kurban sa
bırla kurtarılmasını bekler. Ama kaçış kurgusunda kurban
kendini kurtarır.
Bu kurgunun ahlaki savı siyah beyazdır: kahraman ge
nelde haksız yere hapse atılmıştır. Ama bu her zaman böyle
değildir. Kaçış kurgusunun ruhu kimi zaman iki güçlü ki
şinin, tutsak ile onu tutsak edenin kişilikleri arasında bir
irade sınavıdır. Bunlar kendilerini görevlerine adarlar: gar
diyan mahkumu içerde tutmaya, mahkum da hapisten kaç
maya. John Carpenter'in Escape From New York'unun an
lamlı bir moral yapısı, hatta haklının haksızdan üstün ol
duğunun kabulü bile yoktur, ancak bir kaçış serüveni olarak
seyretmesi gayet eğlendiricidir.
Buna kıyasla Hayes ve Hofer'in Geceyarısı Ekspresi fil
minin adı cezaevlerinde "kaçmak" anlamında kul
lanılmaktadır. Filmde Türkiye'de hapsedilmenin dehşeti ve
karakterin sağ kalmak için oradan kaçma ihtiyacı anlatılır.
Bili Hayes filmde Türkiye'de esrar kaçırırken ya
kalanmıştır. Yetkililere esrarı nereden aldığım gösterirken
ilk kaçış denemesine girişir, ama yakalanıp yeryüzünde ce
hennem olan bir cezaevine gönderilir. Dört yıl iki aya mah
kum olmuştur ve avukatına göre bu hafif bir cezadır. Ha
yes, eşcinsellere, bıçaklanmalara ve hatta çocuklara işkence
edilmesine katlanmak zorunda kalsa bile, cezasını çekip
çıkmaya kararlıdır. İlk başlarda avukatın kararı temyiz ede
ceğini sanır ama bir sonuç çıkmaz. Sonunda çıkmasına iki
ay kala Hayes mahkemenin kendisini bir ömek yapmak is
tediği için yeniden kaçakçı olarak yargılayacağını öğrenir.
Bu kere otuz yıla mahkum olup yine cezaevine gönderilir.
Hayes artık kaçmaktan başka yolu olmadığını an
lam ıştır.
Hikayenin geri kalan kısmı Hayes'in kaçışının ay
rıntılarıdır.
116
KAÇIŞ KURGUSU -BİRİNCİ AŞAM A
Hikaye kaçış kurgusunun üç dramatik aşamasını içerir. Bi
rinci aşamada kahraman hapsedilmiştir. Suç gerçek veya
uydurma (buna göre de kahraman suçlu veya masum) ola
bilir. Geceyarısı Ekspresi'nde ceza suça uygun ol
madığından okur bu aşırılıktan rahatsız olur ve Billy Ha-
yes'in tarafım tutar.
An Occurence at Owl Creek Bridge'de Peyton Farquhar
kuzey Alabama'da bir demiryolu köprüsü üzerinde durup al
tından hızla akan sulara bakar. Elleri arkasında bağlıdır,
boynuna bir ilmek geçirilmiştir. Birlik askerleri kendisini
asmak üzeredirler. Billy Hayes'in beş yıl çektiği iş
kencelerle kıyaslandığında durum birkaç dakika içinde ta
mamlanacaktır. Farquhar ya asılacak, ya da bir mucize so
nunda kaçacaktır. Burada gerilim anidir.
Melville'in Typee'sinde Toby ve Tim Marquesas Ada
larından birinde gemilerinden kaçarlar ama bir yamyam ka
bilesinin eline düşerler. Yamyamlar konuklarını o akşam
yemeyeceklerdir ama serbest bırakmaya da niyetleri yoktur.
O'Henry’nin "Kızıl Reis'in Kurtarmalığı"mda Sam ve
Bili zengin bir insanın tek çocuğunu kaçırıp bir mağaraya
götürürler. Durum açıktn: eğer baba oğlunu istiyorsa bir
kurtarmalık ödemelidir.
117
sonucudur. Eğer kötü ile iyi arasındaki güçler açıkça be
lirlenmişse, kötünün üstün çıkmasını beklemeyiz. Okur,
kahramanın tarafını tutup da onun sonunda başarısızlığa
uğradığını görünce tatminsizlik duyacaktır. Okurlar sonda
yenilgiden çok başarı beklerler. Billy Hayes'in kaçmasını,
Farquhar'in her nasılsa bir mucizeyle kaçacağını, Toby ve
Tom'un kazanda pişirilmekten kurtulacaklarını, Johnny'nin
babasının oğlu için kurtarmalığı vereceğini umarız.
An Occurence at Owl Creek Bridge'de idam mangasının
başındaki çavuş Farquhar'i ayakta tutan kalasın üzerinden
iner. Farquhar düşer ve boynundaki ilmek sıkışır. O aşağı
düşerken yazar suçunu anlatır: Güney destekçisi ol
duğundan Birlik askerleri gelmeden Owl Creek Köprüsü'nü
yakmak istemiştir. Ancak yakalanmış ve ölüme mahkum
olmuştur. Farquhar boynundaki ilmeği çıkartıp kendini su
ya almayı ve ailesinin yanına dönmeyi düşünür.
Toby ile Torn kaçmaya çalışırlarsa da, yamyamların
onlar için başka planları vardır. Bir hastalık sonucu Tom'un
bacağı şişer: Toby Typee'lileri arkadaşına yardım aramaya
gitmesi için izin vermelerine ikna eder, ancak çok geçmeden
başka bir düşman kabile savaşçılarının saldırısına uğrar ve
Typee'ye geri dönmek zorunda kalır.
The Ransom of the Red Chiefte ikinci aşamada hikaye
çok garip bir yöne gitmektedir. Sam ile Bili Johnny'yi ka
çırdıktan sonra Sanı atla arabayı yerine teslim etmeye gi
dince Bili çocuğun başında kalır. Sam döndüğünde Bili ile
çocuğun kızıldericilik oynadıklarını görür. Johnııy kendini
"Kızıl Reis" ilan etmiş ve Bill'i bağlamıştır. Kızıl Reis sa
bahleyin Bill'in kafasının derisini yüzeceğini ve Şam’ı ka
zığa bağlayıp yakacağını söyler.
Buradaki beklenmedik olay açıktır, Billy ve Sam tutsak
olmuşlardır. Johnny iki adamı uyutmaz ve sabah idam edi
leceklerini söyleyerek tehdit eder. Onlara ateşte ısıttığı bir
patates ve bir taşla saldırır. Adamlar çocuk karşısında ça
resizdirler.
118
K A Ç IŞ K U R G U S U -Ü Ç Ü N C Ü A Ş A M A
Üçüncü aşama kaçıştan oluşur. İkinci dramatik aşamanın
genellikle iyi tasarlanmış planlan boşa çıkar. (Öyle ol
masaydı eylem önceden tahmin edilebilirdi.) Jokerler dev
reye girer. Beklenilmeyenler ortaya çıkar. Ortalığı toz du
man kaplar. Düşman o noktaya kadar durumu sıkıca kont
rol altında bulundurmaktaydı: ancak durum birden es
nekleşir, ya talihten ya da kahramanın yüzünden kontroldan
çıkar. Kesin bir dezavantaja sahip olan kahraman sonunda
üste çıkar ve eğer görülecek bir ahlak hesabı varsa bunun
zamanı da gelmiş olur.
Üçüncü dramatik aşama tüm aşamaların en ha
reketlisidir. İkinci aşama kaçış planlarından oluştuğu için,
üçüncü aşamada kaçış, İkincide planlanandan çok farklı ko
şullar altında gerçekleşir.
Peyton Farquhar köprüden düşer ve sonra "...aniden gü
rültülü bir şapırtıyla çevredeki ışık yükselir, kulaklarında
korkunç bir uğultu başlar ve her tarafa bir soğuk ve karanlık
çöker... İpin koptuğunu ve ırmağa düştüğünü anlamıştır."
Farquhar yüzeye çıkmak için çabalarken ellerini çözmeye
çalışır. Ama Birlik askerleri üzerine ateş edince yeniden
suyun altına girer.
Hızlı akıntı Farquhar'ı menzil dışına çıkartır. Sadece
karısını düşünerek bitkin bir halde evine varır. Karısı ken
disini bekliyordun Farquhar onu kucaklamak için uzanır.
Ve hikayenin son satırı: "Peyton Farqulıar ölmüştü; kı
rılan boynu altındaki gövdesi Owl Creek Köprüsü ka
laslarından ağır ağır sallanıyordu."
Sonunda kaçışın kaçış olmadığı anlaşılıyor. Ya Far-
quhar'ın kafasında kaçmış olmasına bakılırsa, bu da kaçış
sayılabilir. Bu kısa hikaye son satırının etkisi için ya
zılmıştır. Peyton Farquhar'ı pek tanımadığımız için ona
fazla aldırış etmeyiz. Yaşamı veya ölümü kurgu için önem
li değildir, kurgu sadece sonundaki radikal çözüm nedeniyle
başarılıdır.
119
O'Henry "Kızıl Reis'in Kurtarmalığı"nda da benzer bir
strateji uygular. Kızıl Reis'in kendisini kaçıranları ya
kalamasıyla hikayenin nereye doğru gittiğini görürüz. İki hi
kaye arasındaki fark O'Henry'ninkini dramatikten çok ko
mik etki yapmasıdır. Hikayeyi hoşlanarak okuruz. On ya
şındaki çocuğun kendisini kaçıran iki insanı dehşete uğ
ratması eğlendiricidir.
Ve Johnny adamlara işkence ederek o kadar eğ
lenmektedir ki, evine dönmek istememektedir.
Sam sonunda kurtarmalığı isteyen notu gönderir. Ba
banın yanıtı: Çocuğunu kaçıranlar kendisine 250 dolar öde
dikleri takdirde oğlunu geri alacaktır!
Bu arada iki adam çocuktan kurtulmak için her şeyi de
nemekte ve başarılı olamamaktadırlar. Sonunda 250 doları
öderler. Kurgudaki bu tersine dönüş komediyi yaratır.
Sizin bir yazar olarak sorumluluğunuz kaçışın ko
şullarını sürekli değiştirerek okuru tetikte tutmanızdır. Hiç
bir şey planlandığı gibi olmaz; her zaman bir aksilik olur.
Ve bu işin zevki de buradadır.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şu noktaları hatırdan çıkarmayın:
Tem çl Kurgu 6 :
İntikam
121
İntikam teması eski Yunanlılar arasında pek revaçta
idiyse de, en yüksek düzeye on yedinci yüzyıl Elizabeth dö
nemi trajedilerinde erişmiştir.
1590'da Thomas Kyd tarafından yazılmış olan İspanyol
Trajedisi oğlu öldürüldükten sonra çılgınlığın eşiğine gelen
Hieronimo'yu anlatır. Adam çılgınlık nöbetleri arasında oğ
lunu kimin öldürdüğünü öğrenir ve intikam planları kurar.
Kulağınıza pek yabancı gelmedi, değil mi?
Daha gelmedi mi? O zaman iki ipucu dalıa vereyim. Öl
dürülen oğulun hayaleti babasından intikamını almasını is
ter. Hieronimo bunun üzerine katillerin öldürüldüğü bir
oyun sahneler. Şimdi anladınız mı?
Antonio'nun İntikamı mı dediniz? John Marston'un bu
oyununda Antonio'nun öldürülmüş babası hayalet olarak
oğluna görünür ve intikamını alması için yalvarır. Antonio
da bunu bir saray balosunda yerine getirir.
Belki de aklınıza George Chapman’ın Bussy d'Am-
biose'ın İntikamı gelmiştir; burada da Bussy'nin hayaleti
kardeşinden intikamının alınmasını ister. Yoksa Henry
Chettle'm Hoffman'ın Trajedesi, ya da Cyril Tourneur'ün İn
tikamcılar Trajedisi gelmişti.
En çok hatırlamış olmanız gereken de, bugüne kadar
anlatılmış intikam hikayelerinin en ünlüsü olan Sha-
kespeare'in Hamlet'idir. (Daha önce Shakespeare’in öz
günlüğü hakkında söylediklerimi hatırladınız mı?) Evet,
başkaları da aynı hikayeyi anlatmışlardır ama hiçbiri onun
kadar iyi anlatabilmiş değildir. Hayaletin intikam çağrısı,
sahte çılgınlık, oyun içinde jyuıı ve sondaki ölümler hep in
tikam trajedisinde kullanılan klişeleşmiş araçlardır.
Çağdaş intikam hikayelerimizden çoğunda Sha-
kespeare'in Hamlet'e getirdiği karakter ve duygu çe
şitliliğine sahip değillerdir. Yine de intikam kurgusu son üç
bin yılda değişmiş değildir. Hikayenin tam ortasında ge
nelde iyi bir insan olup yasaların hakkını koruyamaması ne
deniyle intikam almak zorunda kalan kahraman vardır. Son
122
ra suç işleyen ve işlediği suçun cezasını çekmekten kur
tulmuş bir düşman vardır. Son olarak da kahramanın in
tikamını alması gereken kurban vardır. Kurban bir karakter
olarak kolay gözden çıkarılabilecek bir kişidir; amacı gerek
kendisi gerekse kahraman için sempatilerimizi uyan
dırmaktır. Kurban kimi zaman kahramanın kendisidir. Suç
ne kadar çirkinse (ırza geçmek, cinayet, aile içi zina) kah
ramanın intikam almak istemesi o kadar haklı olur. Birinin
bir şişe bira çalması ya da gelir vergisinde yanlış indirim
yaptığı nedeniyle karakterin intikam kampanyasına gir
mesini beklemeyiz.
İntikamın ilk kuralı cezanın suça eşit olmasıdır -"fit ol
mak" kavramı bundan doğar. Kutsal Kitap bize yapılan kö
tülükten fazlasını yapmamızı önler. "Göze göz, dişe diş.."
Ve biz o ilkel adalet duygumuzla aynı cezayı vermekle tat
min oluruz. Ne fazla ne eksik.
Kurgunun temel dramatik yapısı zamanla çok az de
ğişmiştir. Üç dramatik aşaması ilk Yunan trajedilerinden
çağdaş Hollywood melodramlarına kadar aynı tutarlılıkta
devam etmiştir.
126
için Medea için mantıklı bir yer olduğu söylenebilir. Ancak
kurgu yine de intikam üzerinde olduğundan onu bu kategori
içine sokmaktayım.
Cehennemde hakarete uğramış bir kadın kadar korkunç
bir şey olmadığı söylenir: işte Medea hakarete uğranuş ka
dınların dişileşmişidir. Kocası başka bir kadın için ken
disini terk edince intikam almaya yemin eder. Ancak Mont-
ressor gibi oran duygusuna sahip değildir ve intikamın ilk ku
ralını çiğner: Kocasını (ve kendisini) suçun gerektirdiğinden
çok aşırı bir cezaya çarptırır. Medea bu şiddetinin cezasını
öder ama yine de sempatik bir karakter olamaz. Medea duygu
aşırılığına karşı uyarıda bulunan bir hikayedir.
Medea'nm planı kocası Jason'u, onun yeni karısı Gla-
uce'yi ve Glauce'nin babasını öldürmektir. Ancak Mont-
ressor gibi o da Jasoıı'un kendisine karşı işlediği suçun ce
zasını çekmesini ister. Onu öldürmek çok kolay olacaktır.
Bu nedenle Glauce'yi, Glauce'nin babasını ve kendi ço
cuklarını ödürmeye karar verir, böylece ortada Jason'un sev
diklerinden kimse kalmayacaktır.
Medea daha önceki çıkışı için Jason'dan özür diler ve
pişmanlığının bir belirtisi olarak çocuklarıyla yeni karısına
armağanlar göndermek istediğini söyler. Jason memnun ol
muştur ve öneriyi kabul eder.
Medea'nın Glauce'ye armağanı kendi dedesi güneş tan
rısı Helios'tan almış olduğu güzel bir altın elbisedir. Ancak
elbiseyi Glauce'ye vermeleri için çocuklarına teslim et
meden üzerine öldürücü bir zehir sürer.
Glauce elbiseyi deneyince ilaç etkisini gösterir ve kadın
ölür. Babası onu kurtarmaya çalışırken o da zehirlenir ve
ölür.
Bu arada Medea'nın çocukları dönmüşlerdir. Ancak
analık duygulan intikam planı ile çeliştiğinden onları öl
dürmekte tereddüt eder. Fakat Euripides'in belirttiği gibi
Medea Yunanlı değil, bir barbardır; o nedenle bir kılıç kap
tığı gibi çocuklarını da öldürür.
127
Jason üzüntüden çılgına dönüp Medea'nın evine koşar.
Kapıyı yumruklarken balkonda Medea görünür kucağında
ölü çocukları vardır. Medea, Helios'un gönderdiği bir ara
bayla çocuklarının ölüsüyle kaçarken Jason'u bekleyen yal
nızlık ve üzüntüyle alay eder. Kendisi de aynı kaderi pay
laşacaksa da, intikamın tatlılığı onun acısını bir derece
azaltacaktır.
Poe ve Euripides'in örnekleri intikam kurgusunun tipik
örnekleridir. Her ikisinde de kahramanlar adalet iddiasında
bulunurlarsa da, aşırıya kaçmaktadırlar. Bunlar trajik ve
acınacak karakterlerdir, ama bizim sempatimize sahip ol
madıkları gibi, bunu hak etmezler de. İntikamları baş-
lıbaşına insafsızlıktır.
Paramount şirketinin 1974'te piyasaya sürdüğü Charles
Bronson'un bir filmi bir protesto dalgasına neden olmuştu.
Sosyal ve politik liderler filmi neo-Faşist olarak kı
namışlar; Katolik kilisesi "C" damgası (lanetli) vurmuştu.
Ancak dünyanın her yerinde her ırktan, cinsten ve eko
nomik sınıftan insanlar akın akın filmi görmeye koş
muşlardı.
Film sıradan bir insanın tek kişilik bir komite gibi in
tikam aradığı Ölüm İsteği idi. Film, kurgusunda hiçbir de
ğişiklik yapılmadan iki kere daha çekilmiş ve ikisinde de
gişe rekorları kırmıştır.
Paul Kersey (Charles Bronson) başarılı bir mimardır.
Güzel bir karısı ve güzel bir evi vardır, orta sınıfın üstünde
bir liberaldir. Evine girip karısını öldüren, kızının ırzına ge
çen üç çılgın serseri yüzünden çılgına döner. Polisin elin
den hiçbir şey gelmemektedir.
Polisin beceriksizliğine kızan Kersey konuyu eline al
maya karar verir. New York batakhanelerini dolaşarak so
kak serserilerim kendisini vurmaya davet eder. Teklifini ka
bul edenleri de anında öldürür. Basın kendisini New York
İntikamcısı diye adlandırır. Medya kahramanı olmuştur; o
sokaklarda dolaşırken kentte suç oranı düşmeye başlar.
128
Polis kendisini yakalar, ancak tutuklayacakları yerde
kenti terk etmesini söyler. Kersey Los Angeles'e gider ve
Ölüm İsteği II tilm inde MeksikalI hizm etçisi ve yetişkin kı
zının ırzlarına geçirilip öldürülmeleri üzerine aynı şeylere
başlar. (K ızın nereden çıktığını sorm ayın.)
Bir eylem melodramı olarak Ölüm İsteği dizisi duy
gularımızla ustaca oynamaktadır. Sokaklardaki asa
yişsizlikten bıkmışızdır; kentimizi istila eden bu kötü in
sanlardan nefret ederiz ve parlak zırhlı bir şövalyenin gelip
de kentlerimizi temizlemesini isteriz. Ayrıca bürokrasinin
aşırıya kaçtığı veya sadece beceriksiz olan bir sistemden de
artık bıkmışızdır.
O sırada Kersey ortaya çıkar. Ona hak!: bir dava (ser
seriler yüzünden ailesini kaybetmiştir) ve bir tabanca verip
istediğini yapması için ortalığa salıverin. Sonra biz de onun
zaferlerini paylaşalım. Ben sinemada filmi seyrettiğimde
seyirciler her serserinin ölüşünde alkış tutuyorlardı. Filmi
Moskova'da bir video kulübünde gördüm, Ruslar da aynı
şeyi yapıyorlardı. Bronson'uıı canlandırdığı karakter bir an
için bizim savunucu kahramanımız olmuştu. Kersey'in öfke
ve çaresizliğine hemen sempati duyarız; bu bizim öfke ve
çaresizliğimizdir. Ve Kersey sokaklarda dolaşırken ken
dimizi temizlenmiş hissederiz..
Eleştirmenler filmin bu tür intikamcılar üreteceğinden
korkmuşlardı. Ama hiç kuşkusuz böyle bir şey olmadı. An
cak filmin dünya çapında taklitlerinin yapılması onun bü
yük insan kalabalıkları için çekiciliğini ve filme ge
tirdiğimiz duyguların derinliğini ve gücünü ortaya ko
yuyordu.
Paul Kersey ve Hamlet intikam almaya kararlıdırlar.
Ama benzerlikleri orada sona erer. Paul Kersey bir tiptir.
Hikayenin başında şiddetten nefret eder, ki bu tipik bir li
beral davranışıdır, ancak hikayenin sonunda şiddet ba
ğımlısı olmuştur. Karakteri değişmiştir ama bu de
ğişiklikte gerçek bir derinlik veya ruh arayışı yoktur.
129
Hamlet ise oyunun başından sonuna kadar mücadele
eder. Babasının hayaleti kendisinin bir kaza sonucunda öl
mediğini, Hamlet'in amcası Claudius tarafından öl
dürüldüğünü söyleyince Hamlet hemen adalet dağıtmak
üzere koşmaz. O düşünen bir kişidir. Hayalet gerçek mi
dir? Yoksa kendisine işkence için gönderilen bir cin midir?
Hayalete inanıp inanmayacağını bilemez. Kanıta ihtiyacı
vardır.
Hamlet depresyona girer. Şiddetten hoşlanan bir insan
değildir, amcasına kılıcını saplama fikri bile midesini bu
landırır. Bir kere kışkırtıldıktan sonra hemen intikam alma
duygusunu benimseyen karakterleri olan Ölüm İsteği kur
gularının aksine, Hamlet çok ıstırap çeker. Hayaletten kuş
kulanır. Kendisinden kuşkulanır. Doğru olanı yapmak ister
ama neyin doğru olduğunu bilemez.
Bir tiyatro grubu geldiğinde Hamlet, Claudius'un suçlu
olup olmadığını öğreneceği bir plan kurar. Aktörler ha
yaletin kendisine anlattığı şekilde babasının öldürülmesini
oynarlarken Hamlet de Claudius'un tepkisini izler.
Claudius kendini ele verir. Sinirleri o kadar bo
zulmuştur ki, oyunu terk eder. Hamlet artık gördüğü ha
yaletin ölü babası olduğuna ve Claudius'un onu öl
dürdüğüne inanır. İntikam görevi artık kendisine düş-
meKtedir.
Ancak dua ederken rastladığı Claudius'u yine de öl-
düremez. Dua ederken öldürdüğü takdirde Claudius'un cen
nete gideceğine inanır.
Claudius aptal değildir. Hamlet'in tacı almak için komp
lo kurduğuna inanarak kendisi onu öldürmek için bir plan
kurar. Ama planı geri teper.
Hamlet çılgınlık ile akıllılık arasında gidip gelirken
çevresindeki insanları öldürür. Artık durum tüm sarayı il
gilendiren bir hal almıştır. Claudius'u öldürdüğünü sanarak
yaşlı Polonius'u öldürür. Bunun üzerine Polonius'un oğlu
Laertes babasın .1 intikamını almaya yemin eder. Claudius
130
bu durumdan yararlanarak bir düello düzenler, yeğeni üze
rine para yatırır, ama Laertes'in kılıcının ucuna da zehir sü
rer. Kılıcın Hamlet'e dokunması bile ölmesi için yeterli ola
caktır. Claudius işi sağlama bağlamak için düello sı
rasından fazla susadığı takdirde Hamlet'in erişebileceği bir
yere bir kupa zehirli su koyar.
Ancak Hamlet'in annesi suyu içer ve ölür.
Laertes Hamlet'i yaralayarak zehirler.
Hamlet kılıcını Laertes'e saplar. Laertes ölmeden önce
Hamlet'e Claudius'un kılıcına zehir sürdüğünü söyler.
Hamlet Caludius'u öldürür ve gerçek intikam trajedesi
geleneğine uyarak kendisi de ölür.
Hikayenin sonu, tam bir temizlik. (Shakespeare'in, in
tikam trajedisinin Yunan örneği plan Medea gibi oyunların
etkisi altında kaldığını görebilirsiniz.)
İntikam trajedileri hâlâ Yunan döneminde olduğu kadar
kanlıysa da, kahraman artık bu mücadeleden sağ çık
maktadır. Eski intikam trajedilerinin amacı intikamın be
delinin ağır olduğunu göstermekti. Masum insanlar bu dal
gaya kapılıp ölüyorlar ve kahraman da hemen hemen her
zaman intikamın bedelini kendi ölümüyle ödemekteydi. İn
tikam almaktan duyulan tatmine asla rastlanmıyordu.
Ancak bugün kahraman dürüstlüğünün keyfini çı
karmaktadır. İntikam eylemiyle hakkını elde ettiğine ve kur
tuluşa kavuştuğuna inanmaktadır. Sonunda daha iyi bir in
san olmaktadır ve eğer ödenecek bir bedel varsa, bu, eski
zaman kahramanlarının çektiklerine kıyasla çok küçüktür.
İntikam duygusal bakımdan güçlü (hatta tehlikeli bile
denilebilir) bir kurgudur. Adalet isteyen durumlar yaratarak
okurunuzda güçlü duygular uyandırırsınız. Biri bize ya da
hak etmeyen bir başkasına bir zarar verdiğinde derin bir dü
zeyde tepki gösteririz. Okura şöyle der gibisiniz: "Bu olay
bu kişinin başına geliyorsa, size de gelebilir." Tüyler ür
pertici. Ve biz kendimizi o tür bir kötülükten (cinayet, te
cavüz vb.) korumak için hızlı ve tam adalet isteriz. Neyin
131
doğru neyin yanlış davranış olduğunu söyleyecek olan sîz
siniz. Dikkatli olmalısınız. Salık verdiğiniz şey vahşi ada
let olabilir, ama onun da bir bedeli bulunabilir.
Defterlerde hile yapan bir muhasebeci hakkında bir hi
kaye yazmak istediğinizi düşünelim. Okur olarak bizler bu
suçtan fazla etkilenmeyiz. İntikam çağrısı haksız görülür.
Yapacağınız şey onu defterdarlığa ihbar etmektir. Herhalde
kafasını kesmek istemezsiniz. İntikam hikayenizde kah
ramanınıza büyük bir fiziki veya zihni hasar veren bir suç
işlenmelidir. The Sting'de Redford öldürülen yakın ar
kadaşının intikamım almaktadır.
Bu da bizi motivasyon ve niyet tartışmasına döndürür,
kahramanınızın niyeti intikam almaktır. Ama intikam al
mak için motivasyonu nedir? Kahramanınızın bu yanını ge
liştirmede çok dikkatli olmalısınız. Okurun sempatiyle bak
masını mı istiyorsunuz, yoksa intikam almanın karakter de
ğerlerini nasıl çarpıttığını göstermeyi mi? Nedeni (suç) ve
sonucu (suç kurbanı ya da ona yakın olup intikamını almak
isteyen birini) iyi anlayın.
Bu kurgu, insan doğasının karanlık yanını inceler. Ey
lem karmaşası içinde karakterinizi sakın kaybetmeyin.
KONTROL LİSTESİ
Bu kurguyu geliştirirken şunları akıldan çıkarmayın:
132
© Kahramanınızın intikam almak için ahlaki mazereti
olmalıdır.
© Kahramanınızın intikamı kendisine yapılana eşit ol
malı, ama onu aşmamalıdır (ceza suça uymalıdır).
0 Kahramanınız önce polise başvurmak gibi ge
leneksel yollara başvurmalıdır.
© Birinci dramatik aşama kahramanın normal ya
şamını belirler; ondan sonra düşman suçu işleyerek buna
müdahale eder. Okur, suçun kahramanın üzerindeki etkisini,
bunun fiziki ve duygusal olarak neye mal olduğunu çok iyi
anlamalıdır.
Kahramanınız olandan sonra resmi makamlara baş
vurarak tatmin elde etmeyince intikam almak istiyorsa, ken
di davasını kendisinin yürütmesi gerektiğini anlamalıdır.
© İkinci dramatik aşama kahramanınızın intikam plan
larını yapmasını ve düşmanını kovalamasını içermelidir.
Düşman kahramanın intikamından ya rastlantıyla ya da
becerisiyle kurtulur. Bu sahne genelde iki karşıt karakteri
yüzyüze getirir.
© Sonuncu dramatik aşama kahramanla düşmanı ara
sındaki karşılaşmayı içerir. Kahramanın planları genelde
aksar, yeni düzenlemeler yapmak zorunda kalır. Kahraman
mücadelesinde ya başarılı ya da başarısız olur. Çağdaş in
tikam kurgularında kahraman genelde intikamı için fazla bir
duygusal bedel ödemez. Bu da okurun duygusal boşalımını
sağlar.
133
On üçüncü Bölüm
Tem el Kurgu 7 :
Bilmece
135
mektedir (koşar ve yatağın altına girer) ve yanıt cansızdır,
ama yine de bilmece koşullarına uymaktadır. Bilmece bir
tahmin oyunudur. Genelde kurnazlık ve bazı zaman sezgi
gerektirir. Çocuk bilmeceleri daha basittir; yetişkin bil
meceleri daha gelişmiştir ve daha çok düşünce becerisi ge
rektirirler. Örnek olarak şu eski İngiliz bilmecesini alalım:
136
Bu kurnazlık sınavı (güce karşılık zeka; fizikiye karşı
ruhsal) en büyük sınav olarak kabul edilir. Herkül çok bü
yük fiziki başarılar göstermelidir, ancak Augean ahırlarını
temizlemek bilmece sınavı yanında hiçtir.
Edebiyatta en önemli bilmece Sfenks'in Oedipuş'a sor
duğudur. Sfenks'in, yanından geçen gençlere uydurduğu bil
meceleri sormaktan başka bir işi yoktur. Buraya kadar bu
nun bir zararı yoktur. Ancak bilmeceyi doğru ya
nıtlamadığınız takdirde sizi yiyecektir.
Talihinizi bir deneyin bakalım:
Bir sesi olan, sabahlan dört, öğleleri iki ve akşamları üç
ayak üstünde yürüyen nedir? (Doğru yanıtı bilmezseniz ke
bap olacağınızı unutmayın.)
Oedipus doğru yanıtı verince Sfenks o kadar sıkıldı ki,
kendini öldürüverdi. Ve krallığın mutlu halkı Oedipus'u
kralları yaptılar.
Oedipus'un yanıtı: "İnsan: bebekken dört ayak üstünde
emekler, büyüyünce iki ayak üzerinde yürür, yaşlanınca
bastonuna yaslanır."
Yüksek kültürlerde bilmece edebiyatın önemli bir par
çasıdır. Eski edebiyatta bunlar genelde tanrıların, cadıların
ve canavarların dünyasına ait olduklarından, eğer geçmek
ya da tutsak prensesi kurtarmak istiyorsa kahramanın bil
meceye doğru yanıt vermesi gerekirdi. Ancak biz gelişip de
tanrıları denklemden çıkardığımızda bilmece de daha ge
lişmiş biçimler almıştır. Tek satırlık anlatımlar olma ye
rine hikayelerin dokusuna karışmıştır.
Bilmece bugün metamorfoz geçirerek esrara dö
nüşmüştür. Bilmecenin kısa metni kısa hikaye ve romanın
daha uzun metni olmuştur. Ancak odaklanan şey de
ğişmemiştir: okura sorunu çözmesi için meydan okun
maktadır.
Muammanızın ortasında bir çözüm isteyen bir paradoks
bulunmalıdır. Değerlendirilmesi ve yorumlanması (bilmece
gibi) gereken olaylara dayandığı (kim, ne, nerede, ne zaman
137
ve neden) kurgu fizikidir. Durum göründüğü gibi değildir.
İpuçları sözcüklerin arasında yatmaktadır. Yanıt belirgin
değildir ama oradadır.
Muammayı yaratma konusunda kendinizi kan-
dırmamalısınız. Okuru aldatmak için çok zeki ve becerikli
olmak gerekir. Bir salon oyunu olan ad-bulmacayı ha
tırlarsanız bu tür bir hikaye yazmanın nasıl bir şey olacağı
konusunda bir fikre sahip olabilirsiniz. Ad-bulmaca oyu
nunun amacı bir dizi ipucu aracılığıyla karşısındakine bir
kişinin, yerin veya şeyin "adını" buldurmaktır. Bu ad hi
kayenizin "çözümü"dür. Ancak izleyicilerin bilmeceyi çö
zümlemeleri için çoğu karmaşık olan bir dizi ipucuyla ça
lışmaları, sonra bunları ayıklayarak aralarındaki gerçek
ilişkiyi bulmaları gerekir. Oyundaki ipuçları her zaman
açık seçik değildir. İzleyiciler şeylerin her zaman gö
ründükleri gibi olmadıklarım anlarlar, ama ipucu ipucudur.
İzleyicilerin yapmaları gereken tek şey ipucunu doğru ola
rak yorumlamaktır.
Bunu söylemek yapmaktan kolaydır kuşkusuz. Belli ve
mutlak çözümler olan ipuçları yaratmak istemezsiniz. İki
anlama gelen ipuçları yaratmak istersiniz ve sadece çok dik
katli olan ve ipuçları arasındaki bağlantıyı anlayan bir kişi
bunları birleştirerek bir anlam çıkaracaktır. Okurlar tek
amacı okuru şaşırtmak olan yazarların sahte ipuçları ya
ratmasına çok kızarlar. Okur belirsiz ipuçlarını yanlış yo
rumlayarak kendisi doğru yoldan çıkmalıdır. Bir anlamı ol
mayan ipuçları katmayın. Hemen kendini belli eden ipuçları
da kullanmayın. Doğru olarak anlaşılacak ama yanlış yo
rumlanacak ipuçları üzerinde durun. Yazarın kurnazlığının
anahtarı budur. Okurlar yol işaretlerini yanlış okurlarsa
yanlış yola sapmaya aldırmazlar. Ama siz yanlış bir yol
işareti koymuşsanız bundan da hoşlanmazlar. Bunun bir
oyun olduğunu ve hakkıyla oynanması gerektiğim unut
mayın. Okura bir şans tanıyın.
Bu, durumu kolay yapmanız gerektiği değildir. Çözümü
138
çok kolay yapmakla imkansız yapmak arasında uygun bir
gerilim bulun. Okurlara bir şey verin. O şeyi doğru yo
rumlama yükü okurun olsun.
Herman Melville Benito Cereno adlı bir kitap yazmıştı.
Hikaye basit gibi görünürse de, bu da muamma yazarının
hilesidir. Olaylar pek seyrek olarak göründükleri gibidir. Bir
köle gemisinin kaptanı başka bir köle gemisinin kaptanını
ziyaret eder. Bizi hikaye içinde dolaştıran ziyaret eden kap
tandır. Her şeyi onun gözleriyle görürüz. Ama o pek zeki
değildir. Çevresindeki ipuçlarını görür ama bir anlam çı
karamaz. Ancak biz çıkarırız. Kaptan gemiyi gezdirirken
kölelerin baltalan bilediklerini görür. Ziyaretçi kaptan kö
lelerin eline silah verilmesi garip doğrusu, diye düşünür.
Görünüşe göre Benito Cereno'nun pek zayıf bir idaresi var
dır. Gerçek ise kölelerin gemiyi ele geçirdikleri, ama zi
yaretçi kaptanın bunu anlamaması için hâlâ köleymiş gibi
davrandıklarıdır. Ziyaretçi kaptan ipuçlarını yo-
rumlayamayacak kadar aptaldır. Melville okura meydan
okur: Sen bulabilir misin? Muammalar sıradanm sıradan
olarak gösterilmesi kuralına uyarlar. Bir ipucunu saklayacak
en iyi yer onu ortada bırakmaktır.
Edgar Allan Poe ilk Amerikan hikayecisi sayılır ve en
ünlü hikayelerinden biri de "Çalınmış Mektup"tur. Pek çok
kimse bunu bildiğimiz anlamda, bir detektifin bir bilmece/
sonına çözüm aradığı ilk "muamma" hikayesi kabul eder.
Detektif, ardından Agatha Christie'nin Hercule Po-
irot'sundan George Simenon'un Müfettiş Maigret'sine kadar
bir detektif kuşağı gelmiş olan C. Auguste Dupin'dir. Du-
pin bir eylem adamı olmaktan çok düşünce adamıdır, oku
run yerine düşünür, araştırır, bulur ve açıklar. Okura mey
dan okunarak bilmeceyi kahramandan önce çözmesi istenir
ki, bu da bilmeceyi bir yarışmaya dönüştürür. Eğer kah
raman bilmeceyi sizden önce çözerse yarışı kaybeder, ama
siz ondan önce çözerseniz, kazanırsınız.
"Çalınmış Mektup" en baştan bir bilmecedir. Paris Em
139
niyet Müdürü, Dupin'in evine gelip belirli bir bakanın Kra-
liçe'den bir mektup çaldığını söyler. Mektupta neler yaz
dığını bilmeyiz ama onun politik bir bomba olduğunu an
larız. Emniyet müdürüne mektubu geri alma görevi ve
rilmiştir. Müdür bakanın evini baştan aşağı aramış ama
mektubu bulamamıştır. Dupin'in yardımım ister.
Dupin mektubun fiziki görünüşü ve müdürün evi arama
yöntemi hakkında birkaç soru sorar. Sonra müdüre evi bir
daha aramasını salık verir.
Bir ay sonra mektup hâlâ bulunmamıştır. Dupin Kra-
liçe'nin mektup karşılığında 50.000 frank ödemeye hazır
olduğunu duyunca herkesi şaşırtarak mektubu bir anda or
taya çıkarır.
Verilen ipuçlarına dayanarak Dupin nereye bakacağını
nasıl bilmiştir.
Dupin anlatır. Bütün iş bakanın aklının çalışma bi
çimini anlamaktır. Kendisi kurnaz bir insan olduğundan po
lisin evini arayacağını ve bu yüzden mektubu mutlaka bu
lunacağı gizli bir yere saklamasıılın budalaca olacağını bi
lirdi. Dupin de buradan yoldan çıkarak mektubu en iyi sak
layacak yerin hiç saklamamak olduğunu düşünmüştü.
Bakanın evini ziyarette şöminenin üzerinde bir kor-
deleye asılı bir mektup görür. Evet, çalıntı mektup odur.
"Çalınmış Mektup" bir bilmecedir ve yukardaki tek sa
tırlık bilmeceler gibi okura meydan okumaktadır. Oyun da
ha gelişmiştir, daha karışıktır ama yine de aynı oyundur.
POLİSİYE
Frank R. Stockton pek bilinen bir ad değildir, ancak 1882’de
herkesin "Leydi ya da Kaplan?" dediği bir hikaye yazmıştır.
Bu hikaye çözümlenmemiş paradokstur. Geçmiş çağ
larda barbar bir kral kendine özgü bir adalet sistemi ge
liştirmiştir. Kendisine karşı suç işlediğine inandığı in
sanları iki kapılı bir arenaya sokmakta ve kapılardan birini
140
açmasını istemektedir. Kapılardan biri ardında talihsiz ada
mı hemen yutacak olan vahşi bir kaplan, diğerinin ardında
adamın hemen karısı olacak güzel bir prenses vardır.
Sıradan bir genç, kralın kızına aşık olur (kız da ona) ve
kral bunu öğrenince genç adamı arenaya sokar. Talihine
hangisi düşecektir? Prenses mi, kaplan mı?
Ancak kapının ardındaki prenses kralın kızı değil, baş
ka bir genç kadındır. Genci seven kralın kızı bir araştırma
yapar ve kapıların ardında ne olduğunu öğrenir. Genç ken
disine bakınca doğru olan kapıyı işaret eder.
İşte ikilem buradadır. Sevgilisini kurtarırsa genç başka
bir kadına ait olacaktır. Bu insanlar barbar olduklarından ve
özgecilik gibi duygularla pek ilişkileri olmadığından sev
gilisini başka bir kadına bırakmaktansa ölmesini yeğlemesi
hiç de olmayacak bir şey değildir. Genç adam bir ikilem
karşısuıdadır: Gösterilen kapının ardında prenses mi yoksa
kaplan mı vardır?
Çözüm kendisinden sorulduğunda Stockton gayet akıllı
bir yanıt vermiştir: "Prensesin mi yoksa kaplanın mı ol
duğuna karar verirseniz kendinizin nasıl bir insan ol
duğunuzu öğrenirsiniz." Karar, eğer varsa, okura ye onun
dünya ve insan doğası görüşüne aittir.
Ama böyle bir hikaye fazla ileri gidemez. İkilemi ortaya
koyar ve bir an zevk almamızı sağlar. Karakterler klişedir
(kral, prenses, halktan bir genç) ve durum ile eylem her şe
yin üstündedir.
Son yüz yıl içinde bilmece/muamma'yı Poe'nun ve
Stocton'unkilerden daha gelişmiş hikayelerle kendine özgü
bir forma oturtmuşuzdur. Agatha Christie, Raymond
Chandler, Dashiell Hammett, P.D. James, Georges Si-
menon, Mickey Spillane, Artlıur Conan Doyle, H.P. Lo-
vecroft, Dorothy Sayers, Ambrose Bierce, Guy de Ma-
upassant... liste çok uzundur ve içinde dünyanın en parlak
yazarları vardır. Bazıları için bu bir sanat biçimi, diğerleri
için bir ticarettir. Sonuncular geçmişte başarılı olmuş for
141
müllerle çalışarak birbiri ardından kitap üretirler. (Mickey
Spillane bir zamanlar şöyle demişti: "Biliyor musunuz, be
nim hayranım yok, müşterilerim var.)
142
ceğinden zaman çerçevesi çok dardır. Küçük Nancy Etticoat
bilmecesi gibi bilmecenin ilk bölümü geneli ortaya koyar.
Kurbanla karşılaşırız; cinayetin işlendiğini görürüz, olayı
çözecek detektifle karşılaşırız. Bilmece en geniş an
lamında sunulmuştur. Kim yaptı? Ve neden? Karakterler
genel anlamda sunulmuşlardır, bu fiziki bir kurgudur ve ey
lem karakter derinliğinden önemlidir. Bigelow hakkında bil
meye ihtiyacımız olanları öğreniriz, o da bizler gibidir; ya
şamdan bıkmıştır ve heyecan aramaktadır. Kendimizi ko
layca onunla özdeşleştiririz. Hikayenin sonuna kadar onun
dikkati bir şey üzerinde yoğunlaşacaktır: kendini kimin öl
dürdüğü.
144
yatak odasına değil, kümese saklarsınız. Sunmak istediğiniz
(kişi/nesne) bilgiye doğal olan bir çevre (arka plan) ha
zırlayın. Okurun bilgiyi pasif olarak öğrenmesini istersiniz.
Bilgi "göze batarsa" o zaman kimseyi aldatamazsınız.
PSEUDO-NEO-CRYPTO SYMBOLISM
(YENİ YAPA Y GİZELLİK SEMBOLİZMİ)
D.O.A. gibi bir hikayede hikaye ve bütün ipuçları ortadadır
ve sonunda bilmeceyi çözmek güç değildir. Bütün önemli
ipuçları verilmiştir ve bunlar o kadar da kurnazca gizlenmiş
değillerdir. Hikaye bazen Chinatown filminde olduğu gibi
iki bilmeceye sahiptir ve bunlar içiçe geçmişlerdir.
Ancak çözmesi olanaksız bir bilmece sınıfı daha vardır.
145
Bunlar belki çözülmek üzere değil, sadece üzerinde dü
şünülmek üzere yazılmışlardır. Katica okuyan herkes Ne
den?" sorusunu sormamayı bilir, çünkü okur tatmin edici bir
yanıt almayacaktır. Kafka'nın belirtmek istediği de budur.
Gerçek yaşam neden göstermez. Olaylar olur, hepsi o ka
dar. Açıklama yoktur. Gregor Samsa bir sabah uyandığında
bir böcek olmuştur. Biz okurlar olarak şımartılmışızdır
yanıt bekleriz. Hem de iyi yanıtlar. Anlamı olan yanıtlar.
Onları alamazsak aldatıldığımıza inanırız. Kızarız. Bizim
sorularımızı yanıtlayacak düzenli bir dünya isteriz. Kafka
bunun gerekli olduğuna inanmıyordu. Onun dünyasında bir
böcek olarak uyanırdınız ve aklınıza bunun nedenini sor
mak gelmezdi.
Kafka'nın Dava’sı da öyledir. Joseph K. (gerçek bir adı
bile yoktur) iletişim kuramadığı bir mahkeme tarafından
anlamadığı bir suçla itham edilir. Özellikler değil, sadece
genellikler olduğundan ipucu yoktur. Bir bilmece vardır
ama onun da çözümü yok gibidir. Pek çok olay bir anlama
gelirmiş gibi görünür ve biz de onlardan bir anlam çı
karmak için çabalamalıyız. Bir bakıma daha soyut bir dü
zeyde prenses ve kaplan gibidir. Kafka şöyle der sanki.
"Yaşam böyledir, kesin yanıtlar yoktur... sadece elde ede
bilecekleriniz vardır." Sadece romanda "doğru yanıtları ve
recek tanrısal bir varlık vardır. Bir filozof doğru yanıtın ol
madığını, sadece uydurulmuş yanıtların olduğunu söy
leyebilir.
Dava gibi bilmecelerde biz de bunu yapmalıyız: Bir an
lam inşa etmeliyiz. Bütün bunların birbirine nasıl uyacağını
bize kimse söylemeyecektir. Stanley Kubrick Arthur
C.Clarke’ın "Sonsuzluğun Bekçisi" hikayesinde yaptığı
2001 ’i gösterime soktuğunda seyirciler şaşkına dön
müşlerdi. Film anlamı varmış gibi görünen nesneler ve
olaylarla doluydu ve hepimiz bunu anlaşılır bir hale sok
maya çalışmıştık. Pek çok kimse tilmi dengesiz bir ze
kanın eseri, psikodelik saçmalık olarak nitelemişti. Eleş
146
tirmenler etkilenmemişlerdi. Ama filmin bir çözüm arayan
bir bilmece olduğu apaçık ortadaydı. Tarihöncesi geçmişten
geleceğe kadar görünüp duran dörtgen taş anıt neydi? Fil
min sonunda Jüpiter'in aylarından birinde bir XIV. Louis sa
lonuna çekiliveren David Bovvman’a ne oluyordu? Bovvman
düşkün yaşlı bir adamdan göksel bir cenine neden dö
nüşüyordu? Bunu anlamaya çalışmak bir mağazada elbise
denemekten farksızdı. Biri uymadı mı, bir başkasını de
niyordun. Ne anlama geldiğini kim bilebilirdi? Belki de
önemsizdi hepsi. Bütün eğlence olasılıkları düşünmekti.
Bir sorun sunmak bir yanıt gerektirir ama bu her zaman
böyle değildir. Varlığın gerçek doğasını yansıtmak ko
nusunda ciddi yazarlar yaşamı açık seçik ve sonu olan bir
şey olarak sunmayı fazla küstahça bulurlar. Sizin yazar ola
rak kararınız mutlak yanıtlar sunan kapalı bir sistemle ya da
belirsiz olan ve yanıt sunmayabilecek açık bir sistemle uğ
raşmak isteğinize bağlıdır.
En geniş’ genel okur için yazıyorsanız seçenekleriniz
daha sınırlıdır. Genel okurlar mutlak yanıtları yeğlerler.
Bilmeceleıin çözülmesini isterler. Onun için önce kimin için
yazacağınıza karar vermelisiniz.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şunları akıldan çıkarmayın:
147
© İkinci dramatik aşama bilmccinin özelliklerinden
olıuşmalıdır (kişiler, mekanlar ve olayların ayrıntılarda
birbirleriyle ilişkileri).
0 Üçüncü dramatik aşama bilmecinin çözümü ol
malıdır, düşman veya düşmanların nedenlerini ve olayların
gerçeklerini (gerçekmiş gibi görünenleri değil) içermelidir.
© Okurunuzun kim olacağına karar verin.
© Açık-sonlu ve kapalı-sonlu bir yapı arasında seçim
yapın. (Açık-sonlu bilmecelerin kesin yanıtları yoktur; ka-
palı-sonluların vardır.)
148
On dördüncü Bölüm
Tem el Kurgu 8 :
Rekabet
149
kayeleridir. İnsanların gelmesiyle bu gelenek devam et
miştir. Cennette rekabet bir yılan kılığı altında vardır.
Adem ile Havva'nın oğullan arasında da: Tanrı Habil'in
kurbanını Kabil'inkine yeğleyince Kabil kıskancından kar
deşi Habil'i öldürmüştür.
Gerçekte bir çobanın bir tanrının onayını kazanmak
için rekabet teması edebiyat kadar eskidir. Tanrılar bir-
birleriyle rekabetle meşgul değilken insanlarla rekabet eder
ler (ve genellikle kazanırlardı); insanlar da tanrılarla rekabet
etmedikleri zaman kendi aralarında rekabet ederlerdi.
Bu kurgunun başlıca kuralı iki rakibin eşit güçleri ol
masıdır (ancak farklı zayıflıkları olabilir.) Eşit güçleri ol
mak, güçlerinin tıpatıp aynı olması demek değildir. Be
denen zayıf olan biri bir devi aklıyla yenebilir. Eşit be
densel güçte oldukları takdirde iki insan arasındaki güreş il
ginç olabilir, ama biz akıl ve zekanın kaba kuvvete üstün
geldiği hikayeleri yeğleriz. Ana nokta şudur: bir tarafın gü
cü ne olursa olsun, öteki tarafın dengeyi sağlayan bir başka
gücü vardır. Bir rakip diğerini kolaylıkla çizginin berisine
çektiğinde bir halat çekişmesinin hiçbir zevki yoktur.
Edebiyat rekabetlerle dolup taşar: Kaptan Ahab ve
Moby Dick; Sineklerin Tanrısı'nda vahşete başvuran ço
cuklar; The Virginian'da Virginia'lı ve Trampas. Her süper-
kahramanın bir belası, her Montgomery'nin bir Rommel'i
vardır. Bazı rekabetler Herman Melville’in Billy Budd'mda
olduğu gibi iyilik ve kötülük arasında klasik çatışmadır.
Bazı çatışmalar her ikisi de haklı olan rakipler arasındadır.
Gerilim bunların muhalefetinden gelir. İki insan aynı me
kanı paylaşamaz. Biri kazanmalı, diğeri kaybetmelidir. Re
kabet bir yarışmadır.
Bu yarışma pek çok biçim alabilir. The Odd Co-
uple'daki Felix Unger'le Oscar Madison; Yaşlı Adam ve
Deniz'deki yaşlı adamla balık; Bounty’de İsyan'da Kaptan
William Bligh ile Fletcher Christian olabilir. Rekabetler ya
tak odalarında da çok görülür: Edebiyat iki insanın üçün-
150
cüsünün sevgisi kazanmak için yarıştıkları komedilerle do
ludur; Shakespeare'in komedilerinden François Truffaut'nun
Jule ve Jim'ine kadar. Klasik aşk üçgeni bir rekabet kur
gusudur.
Okurlar göğüs göğüse çarpışma hikayelerinden he
yecanlı olduğu için hoşlanırlar. Ben Hur yüz yıldan uzun
zamandır basılmaktadır. Bir roman olarak Amerikan ev
lerinde okunmasına izin verilen ilk kitaplardan biriydi. Ro
man 1899'da oyunlaştırılmış, 1907'de sessiz filmi ya
pılmış, 1925 ve 1959'da bir daha çekilmiştir^ William
Wyler'in yönettiği ve Charlton Heston'un oynadığı so-
nucusu on bir Oscar kazanmıştır.
Hikaye başlıca iki karakteri olan Yahudi Judah Ben-
Hur ile Romalı olan Messala arasındaki rekabeti olanca de
rinliği ile incelediğinden etkileyicidir. Filmi "İsa ve bir at
yarışı" olarak niteleyen eleştirmen, Romalı ile Yahudi ara
sındaki temel çatışmaya ve pagan dünyada iki ayrı yaşam
biçimine dikkat etmemiş demektir.
Hikaye çatışma ile başlar. Judah Ben-Hur'un çocukluk
arkadaşı olan Messala Roma'da imparatorun hizmetindeki
subay çıraklığından döner. İki adam kucaklaşırlar, birlikte
geçirdikleri çocukluk günlerini hatırlarlar. Bir ahşap kirişe
mızrak atarlarken o rekabetçi ruhları hemen ortaya çıkar.
Bu an ilk dramatik hareketin tipik bir örneğidir: iki rakibin
ortak bir geçmişleri vardır. Eşitler olarak karşılaşırlar ve
kabul edilirler. Birlikte yiyip içerler ve Judah Messala'ya da
ha soma olanları önceden ima eden bir armağan verir: güzel
bir Arap atı.
Bu noktaya kadar herhangi bir çatışma yoktur ve yazar
geçmişi yeniden kurmakla fazla zaman harcalamamalıdır.
Ortak bir alan saptandıktan sonra çatışma ortaya ko
nulmalıdır.
Messala, Judah'ın armağanına karşılık olarak ar
kadaşını İıııparator'un gözüne sokmak ister. Ancak bunun
için Judah'ın Roma yönetimine karşı çıkan diğer Ya-
hudilerin adlarını vermesi gerekmektedir.
151
Çatışma sunulmuştur: Judah arkadaşlarım ele vermeyi
reddededer.
Messala bir ültimatom verir: Ya benimlesin, ya bana
karşısın. Pekala, der Judah, sana karşıyım. Böylece iki ta
raf olurlar.
Şimdi iki rakibi tehditlerin ötesinde birbirlerine dü
şürecek bir şey olmalıdır.
Messala ile Judah'm bir ilk çatışmasından hemen sonra
Romalı vali gelir. Judah'm ailesi töreni çatılarından sey
rederken bir kiremit kayar ve valinin başına düşer. Mes-
sala'nın adamları Judah'm evine girerler ve tüm aileyi valiye
suikast girişiminden tutuklarlar.
Judah kaçmayı başarır ve Messala'ya gider, ailesini bı
rakmadığı takdirde kendisini mızrağıyla öldüreceğini söy
ler. Gerçek bir Romalı maço erkek olan Messala, Judah tes
lim olmadığı takdirde annesiyle kızkardeşini öldüreceğine
yemin eder. Judah mızrağını Messala'nın ardındaki duvara
fırlatır (ba eylemi az önceki dostça yaptıkları yarışmanın
bir paralelidir).
Messala, Judah’m annesiyle kız kardeşinin suçsuz ol
duklarını bilir ama onları bir örnek yapmaya kararlıdır. İlk
eylem Messala'dan gelir, durumdan kendi çıkarı için ya
rarlanır. Kurgunun tipik bir örneği olarak bir rakip öteki
üzerinde üstünlük sağlamaya çalışır. Bu, güç mü
cadelesidir. Bu durumda Messala hem olayları hem in
sanları kendi amacına hizmet için kullanır.
Judah'ın annesiyle kız kardeşi cezaevine gönderilirler
ve Judah da bir Roma gemisine köle kürekçi olur. Bir rakip
diğeri üzerinde anlık bir zafer kazanmıştır. Her iki rakibin
"güç eğrileri" dediğimiz şeye bakacak olursak bunların bir-
birleriyle ters orantılı ilişkilerini görebiliriz. Bir rakip güç
eğrisinde yükselirken (yani rakibi üzerinde üstünlük sağ
ladığında), diğeri aynı dairede aşağı iner. Messala'nın güç
ve etkinlikte yükselmesi Ben-Hur'un köleliğe inişiyle aynı
anda olmaktadır. Bu karşıtların eşleştirilmesi seyirci sern-
152
patisini yaratmakta önemlidir. Bu, genelde hikaye içinde ah
laksal sorunları belirginleştirerek yapılır.
Ben-Hur'da Messala hırslı ve vicdansızdır; şu halde,
düşmandır. Judah Ben-Hur vicdan sahibi ve dürüsttür, şu
halde kahramandır. Rekabette genelde düşman girişimi ele
alır ve üstünlüğü sağlar. Kahraman ise onun eylemlerinden
zarar görür ve birinci dramatik aşamada çoğunlukla de
zavantajlı durumdadır. Birinci dramatik aşamanın işlevi
budur: güç eğrisinde rakipleri ayırmak, kahramanı eğrinin
en altına, düşmanı en üstüne yerleştirmektir.
İkinci dramatik aşamada kahramanın düşüşünü tersine
çeviren olaylar yer alır.
Judah bir Romalı savaş gemisinde prangada üç yıl ge
çirir. Gemilerine bindirildiği bir savaşta kaçar ve bu arada
Romalı komutan Quintus Arius'un yaşamını kurtarır. Arius
minnet borcunu ödemek için Arius'u azat eder ve evlatlık
olarak alır.
Judah'm Messala ile rekabet edeceği düzeye yükselme
fırsatıdır bu. Judah Roma'ya gider, savaş sanatını öğrenir,
usta bir arabacı olur. Judah güç kazanınca düşmanına mey
dan okuma durumuna erişmiştir. Hareketin nasıl tersine
döndüğüne dikkat edin: birinci aşamada düşman kah
ramana meydan okur; ikinci aşamada kahraman düşmana.
Judah güç eğrisinde yükselmiştir. Rakipler eşitliğe eriş
mişlerdir. Artık eşit güce sahip olduklarından çatışma için
sahne de hazırlanmıştır.
Ancak öncelikle kahramanın evi düzene sokulmalıdır
(ne de olsa ahlaklı bir insandır). Annesiyle kızkardeşi kayıp
olduğundan onları aramaya gider.
Düşman genelde kahramanın güçlendiğinin far
kındadır. Judah'm annesiyle kızkardeşini tümden unutmuş
olan Messala Judah'm döndüğünü bildiği için kaygılıdır. İki
kadını araştırınca cüzzama tutulduklarını görür. Onları
cüzzamlılar kampına gönderir. Judah'm sevgilisi bu gerçeği
kendisinden saklar, annesi;, le kızkardeşinin öldüklerini söy
ler. Bu da Judah'm intikam duygularını kamçılar.
153
Sahne hazırdır. Güç sahibi olmuş kahramanın mo
tivasyonu ahlaken haklı kılınmıştır. Düşman kendini sa
vunmaya hazırlar. Burada üçüncü dramatik aşama, ka
çınılmaz çatışma sahneye girer.
Bir Arap şeyhi Judah'ı atlarını Roma'daki Sirk'te Mes-
sala'ya karşı yarıştırması için ikna eder. Şeyh, Messala'yı
yarışa bütün servetini yatırmaya ikna ederek Judah'a onu
yenmek için daha büyük bir neden verir.
1959'da çevrilen filmi gören herkes iki adamın güçlerini
ve kurnazlıklarını sergiledikleri o on bir dakikayı hatırlar.
Messela'nın arabası parçalanır, Messala yerde arkadan ge
len atların ayakları altında kalır. Ölmeden önce annesiyle
kızkardeşine ne olduğunu söyler. Judalı şimdi ailesini bul
maya gitmelidir.
Filmde Hz. İsa sık sık sahneye girip çıkarak Judah ve
ailesini etkiler. Messela'nın ölümünden sonra İsa çarmıha
gerilir. Judah'ın annesiyle kızkardeşi iyileşirler. Ben-Hurlar
yeni bir din bulmuşlardır. Ancak film rekabetin derinliğini
ele almaz. Ben-Hur İsa'dan Roma’ya karşı ihtilalin başına
geçmesini ister ve hatta ona bir ordu toplar. Rekabet Judah
ile Messala’nın ötesine taşınır; dinsize karşı Musevi, Ro-
ma’ya karşı Kudüs olur. Birbirleriyle çatışan güçler ki
şilerin çok ötesindedirler; artık dinleri ve kültürleri içerirler.
Üçgenin üçüncü ucu Hz. İsa’dır. Hz. İsa Messala yı et
kilemez ama Judah'ı etkiler ve Judah sonunda onun aradığı
isyancı olmadığını anlar. Kitabın sonu geldiğinde Judah ile
ailesi daha yüksek bir ahlak bilinci düzeyine erişmişlerdir.
154
rakter bir alanda üstün güce sahipse, diğeri başka bir alan
daki üstünlüğüyle bunu telafi etmelidir. Bu bölümün ba
şında belirtildiği gibi, iki karakter arasındaki güçlülüğün
tam uyumlu olmaması okur için daha ilginçtir. Birinci ka
rakteriniz bedenen daha güçlü, diğeri daha zeki olabilir.
Sonra karakterlerinizi güçlülüklerine göre sınayan bir du
rum yaratın. Kimi zaman bir karakter, kimi zaman diğeri ka
zansın. Rakkas iki yana da sallanır. Bu da gerilimi artırır ve
okurun kimin kazanacağını merak etmesine neden olur.
Ve her zaman çok açık olmayın. Bedenen güçlü ka
rakter rakibi daha kurnaz olduğu için bir güçlülük sınavını
kaybedebilir. Bu, harekete yeni bir canlılık katar ve sonun
tahmin edilmesini güçleştirir.
Ancak bu kurgu sadece güçler ve nesneler hakkında de
ğildir. Aynı zamanda insan doğası hakkındadır da. Rakibin
kararı hasımın yenmektir. Peki ama , ya karakterin mo
tivasyonu? Onun hırsını güçlendiren nedir? Öfke mi, kıs
kançlık veya korku mu? Yarışmada yer alan karakterleri in
celeyin. Karakterlerinizin motivasyonuna neyin neden ol
duğunu anlatarak hikayeyi kurun. Onların saplantılarının
nedenini anlamak isteriz.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şunları aklınızdan çıkarmayın:
O Çatışmanızın kaynağı karşı konulmaz bir gücün ha
reketsiz bir nesneyle karşılaşması sonucu doğmalıdır.
© Rekabet kahramanla düşman arasındaki güç ça
tışmasından doğmalıdır.
© Rakipler eşit güçte olmalıdır.
O Güçleri tam olarak uyumlu değilse, bir rakibin di
ğerinin üstünlüğünü telafi edecek başka bir gücü olmalıdır.
© Hikayenize ilk çatışma anından başlayın, ça
tışmadan önce kısaca durumu ortaya koyun.
© Harekete düşmanın kahramana karşı bir şey yap-
m aryla başlayın.
155
0 Rakipler arasındaki çatışma karakterlerin güç eğ
rileri üzerinde bir çatışma olmalıdır. Bunlardan biri di
ğerine göre ters orantılıdır: düşman güç eğrisinde yük
seliyorsa, kahraman düşüyor demektir.
© Düşman ilk dramatik aşamada kahramanın üzerinde
üstünlük sağlamalıdır.
© Taraflar genelde sözkonusu ahlaksal durumlarla açık
ça belirlenir.
© İkinci dramatik aşama bir şans değişimiyle düş
manın güç eğrisi üzerindeki yerini değiştirir.
0 Düşman çoğunlukla kahramanın güçlendiğinin far
kındadır.
0 Bir yüzleşme mümkün olmadan önce kahraman ço
ğunlukla güç eğrisinde eşitlik noktasına yükselir.
© Ü çüncü dramatik aşama rakipler arasındaki son yüz
leşmeyi içerir.
© Çatışma sona erdikten sonra kahraman kendisine ve
kendi dünyasına düzen getirir.
156
On beşinci Bölüm
Tem el Kurgu 9 :
H aksızlığa U ğra ya n Kişi
157
inaktadır. Akıl hastanesinde insanlıkdışı ve duygusuz olan
her şeyin cisimleşmişi ile karşılaşır: Hemşire Ratched.
Onlarınki bir irade sınavıdır. Okur, Hemşire Ratched ara
cılığında sistemi tanır ve kişi olarak McMurphy'den nefret
etmemiz gerekirken, bireyselliği ve yaratıcılığı bastıran sis
temi yok etmeye kararlı olması nedeniyle onun tarafını tu
tarız. Bu, verilmesini istediğimiz bir savaştır.
Kilisenin ikiyüzlülüğü ile mücadele eden Jandark'ın ta
rafını da tutarız. Jandark, yaşamın sorunlarını araştırmak
ve bağımsız etik değerler koymak gibi yetenekleri ne
deniyle toplumdan uzaklaşan bir kahramandır. Sonra daha
az karmaşık ve daha şeffaf olan Rocky Balboa gibi ezi
lenler vardır. Rocky pek akıllı değildir, ama inatçıdır ve do
ğal bir kurnazlığı vardır. Aynı zamanda erdemli bir kişidir
ve bütün parıltısıyla boks kurumunu karşısına aldığında
onun tarafım tutarız. Okurun ezilmişler kurgusunda kah
ramana bağlılığı rekabet kurgusunda olduğundan daha can
lıdır. Zavallı Rocky ile özdeşleştiğimiz kadar güçlü bir öz
deşleşme Judah Ben-Hur ile aramızda yoktur. Neden? Çün
kü Ben-Hur çoğumuzdan daha yüksek bir duygu ve zeka dü
zeyindedir. Onun temsil ettiği şeye saygı duyarız ama o
gerçekten bizden biri değildir. Rocky ise bizden biridir. Bi
zim hissettiğimiz şekillerde kahramandır. Çoğumuz asla
yenme şansımızın olmadığı bir tür baskıyla karşılaşırız.
Ama haksızlığa uğrayan kişi kendisini ezeni yenmektedir.
Okurunuzun kahramanınıza yakınlık hissetmesini is
tiyorsanız onun duygusal veya entelektüel düzeyinin oku-
runkine eşit ya da ondan aşağı olmasına dikkat edin. Eğer
okur kahramanın üstün olduğunu hissederse aralarında psi
şik bir bağ olmayacaktır. Okur, kahramanın en azından
sembolik olarak kendisi gibi olmasını ister. Kahraman sı
radan bir insansa okur onunla arasında daha rahat ilişki ku
rar.
Dünyanın en çok bilinen masallarından Sinderella hak
sızlığa uğramış insan kurgusunun iyi bir örneğidir. Masal
158
ilk kez dokuzuncu yüzyılda Çin'de yazılmıştır. Yüzyıllardır
dünyada dolaşıp durmuştur ve Batı'da ilk kez Charles Per-
rault ve Grimm Kardeşlerle ortaya çıkmıştır. Ben burada
Grimm Kardeşlerin Kül Kedisi adındaki formunu kul
lanmaktayım.
Çoğumuz hikayeyi biliyorsak da, bildiğimiz iyilik pe
risini icat eden Disney tarafından yaratılmış elden ge
çirilmiş örnektir. Disney'in masalının gerçekle pek ilgisi
yoktur; masal gerçekte Sinderella'nın üvey kızkardeşleriyle
rekabeti üzerine kurulmuştur, prensle olan aşkı üzerine de
ğil
Pek çok peri masalındaki gibi Sinderella'nın kurgusu da
kesin çizgilerle üç aşamaya bölünür ve bunlardan her biri
kurgunun birincil hareketlerini gösterir.
Birinci dramatik aşamada zengin bir çiftin tek kızı olan
Sinderella annesinin ölüm döşeği yanında diz çökmüştür.
Hikaye, kahramanın yaşamındaki kesinti anında baş
ladığından kahramanla düşman arasında yarışma baş
lamadan önce onun yaşamını az da olsa görebiliriz. Bu du
rumda annesinin ölümü Sinderella'nın yaşamında dramatik
ve onarılmaz bir değişiklik doğurur. Annesinin son sözleri
şöyledir: "Sevgili kızım, iyi ve dindar ol, o zaman Tanrı se
ni her zaman koruyacak, ben de cenneten sana bakıp ya
kınında olacağım." Sinderella talimatı almıştır; erdemli
kaldığı sürece annesi kendisini koruyacaktır.
Sinderella'nın babası altı ay sonra (Disney'in üç çirkin
kızı yerine) iki güzel kızı olan bir kadınla evlenir. Kızlar al
çakgönüllü ve diğergam Sinderella'nın tam karşıtıdır. Ken
dilerini beğenmiş, bencil, tembel ve zalimdirler.
Sinderella çok güzeldir ama üvey kızkardeşleri de gü
zeldir. Çirkinlikleri kesinlikle içseldir. Hepsi de evlilik ya
şma vardıklarından amaçları mümkün olduğu kadar iyi bir
evlilik yapabilmektir. Doğrudan doğruya bir rekabetten ka
çınmak için üvey kızkardeşler Sinderella'ya hakaret yağ
dırıp onu taciz ederler.
159
Birinci dramatik aşamada rekabet başlayınca üstünlük
düşmanlara geçer. Haksızlığa uğrayan kişinin önemli bir
niteliği düşman tarafından güçsüz bırakılmaktır. Sinderella
sabahtan akşama kadar su taşır, ateş yakar, bulaşık ve ça
maşır yıkar. Kız kardeşler mutfaktaki ocağın külleri içine
bezelye taneleri atıp sonra bunları toplatarak kıza işkence
yaparlar.
Bu aşağı doğru inişte yeni bir statüko vardır. Kah
raman kendini daha düşük bir düzeyde bulur, düşmanın gü
cü altında ezildiğini görür. Ancak kahramanın doğasında di
renme vardır. B öylece bundan sonraki hareket bu düşme
eylemini tersine döndürecek bir şey olmalıdır.
Babası (baba da peri masallarının tipik babasıdır, ger
çek bir varlığı veya otoritesi yoktur) panayıra giderken üç
kızına armağan olarak ne istediklerini sorar. Birinci kız gü
zel elbiseler, İkincisi mücevherler ve inciler ister; hâlâ alçak
gönüllü olan Sinderella "eve dönerken şapkana çarpan ilk
dal parçasını istiyorum" der.
Kızlar babalarının getirdiği armağanları alırlar. Sin
derella babasının getirdiği ceviz dalını annesinin mezarına
dikip gözyaşlarıyla sular. Dal bir ağaç olur ve dalları ara
sına küçük beyaz bir kuş (herhalde annesinin ruhu) gelir
yerleşir. Bu, sıradan bir kuş değildir; Sinderella'nın her is
teğini yerine getirir. Gücü veya müttefiki olmadığı için kız
kardeşleriyle rekabet edemeyen Sinderella şimdi bunların
ikisine de kavuşmuştur. Savaşmaya hazırdır.
İkinci dramatik aşama; artık güçlenmiş olan kah
ramanın rakibine meydan okuyup birinci dramatik aşa
manın aşağı inen eğrisini tersyüz etme fırsatını ya
kalamasıyla başlar.
Evlenme çağma gelen bir oğlu olan Kral da krallığında
üç günlük bayram ilan eder, oğlu düzenlenecek eğlencelerde
kendine bir kız seçecektir.
Üvey kızkardeşler eğlencelere katılmak için planlar ya
parlar, Sinderella'ya saçlarını taratır, ayakkabılarını bo
160
yatırlar. Sinderella kendisinin de gidip gitmeyeceğini so
runca alayla karşdanır: "Sen mi Sinderella! Böyle toz top
rak ve kül kaplı halinle bayrama mı gideceksin? Üzerine gi
yecek bir elbisen, ayağına geçirecek bir ayakkabın yok ve
bayrama gideceksin, ha!"
Sadist üvey annesi Sinderella'ya dansa gitmek için bir
"fırsat" verir. Küller arasına bir tencere bezelye boşaltır ve
iki saat içinde bunları toplayabildiği takdirde gidebileceğini
söyler.
Ancak Sinderella artık güçlüdür, gökyüzündeki bütün
kuşları yardıma çağırır. Kuşlar iki saatten çok önce be
zelyeleri toplarlar.
Sinderella başarılıdır (ezilmişliğe karşı ilk eylemidir
bu) ama zaferi kısa sürer. Üvey anne sözünü tutmaz. "Hayır
Cinderella, üzerine giyecek bir şeyin yok ve zaten dans et
mesini bilmezsen, orada herkes alay eder seninle." Bu kere
küller arasına eskisinin iki katı bezelye boşaltır ve yarısı
kadar daha az zaman tanır.
Kuşlar yine yardıma gelirler. Üvey anne yine sözünden
cayarak aynı nedenleri gösterir ve kızlarını alıp şatoya gi
der.
Edebiyatta âdet olduğu kere büyü üçüncü kerededir.
Sinderella ilk başarısızlıklarına karşın düşüncesini ve ey
lemini değiştirir. Bu, ikinci dramatik aşamanın gerçek dö
nüm noktasıdır -zayıf bir durumdan daha güçlü b.r duruma
geçilmesi. Kahraman, rakiplerine meydan okuyacak duruma
gelmelidir.
Sinderella annesinin ağacın altındaki mezarına gider ve
ağaçla kuş aracılığında annesinin ruhuna seslenir:
Titre ey küçük ağaç,
Ve üzerime altınla gümüş yağsın.
Bir anda giyinerek elbisesizlikten kurtulur. Şatoya gider
ve prensle dans eder. Prens bu kız karşısında bü
yülenmiştir. Belirli bir saatte eve dönmesi gerekmez (aksı
halde de arabası balkabağına dönüşmeyecektir) ama prens
161
/
162
Prensi kuşlar yine uyarırlar. Prens kızın çorabının kana
bulanmış olduğunu görünce onu da geri götürür. Sıra Sin-
derella'ya gelmiştir. Üvey annesi onun esrarengiz prenses
olması imkansız olduğundan ortaya çıkmasını istemez.
Ama prens ısrar eder ve ayakkabı uyar.
Küçük bir ayrıntı daha vardır. Sinderella artık güç
lenmiştir ve özgürlüğünü kazanmıştır. Ama rakiplerini yen
gisi tam değildir.
Üvey kız kardeşler kızın gözüne girmeyi umarak dü
ğününe gelirler. Alfred Hitchcock'un Kuşlar'ını andıran bir
sahnede kuşlar iki üvey kızkardeşe saldırıp gözlerini çı
karırlar. "Böylece bütün kötülükleri ve yalancılıkları yü
zünden ömürlerinin sonuna kadar kör kalarak cezalarını
çektiler," diyerek masal sona erer.
Hikayenin sonunda, üzerinde durulan şey prens ve pren
sesin mutluluğu değil iki üvey kardeşten intikam alın
masıdır. Rekabet sona ermiştir; Sinderella kötülüğe ve sah
tekarlığa galip gelmiştir.
KONTROL LİSTESİ
Rekabet kurgusu için geçerli olan özet, ezilmişlik kurgusu
içinde geçerlidir, sadece iki istisna vardır:
164
On altıncı Bölüm
Tem el Kurgu 1 0 :
A ya rtm a
D
- O ir şey yapmak için ayartılmak veya ikna edilmek ya
akıllıca olmayan bir şeydir, ya da yanlıştır veya ah
laksızlıktır. Görüş açımıza göre mutlu veya mutsuz rast
lantılarla yaşam bizim karşımıza her gün aptal, yanlış ve
ahlaksız olma fırsatlarını çıkarır.
Hiç kimse yaşamını biri ya da bir şey tarafından ayar
tılmadan geçirmiş değildir. Örneklerimiz Cennet'le başlar
(Adem ve Havva'nın ayartılmaya karşı koymamak için öde
dikleri bedeli biliriz) ve istisnasız olarak zengininden yok
suluna, güçlüsünden güçsüzüne kadar günümüze değin de
vam eder.
Ayartılmaya direnmeyi bir güçlülük ve özdisiplin işa
reti olarak görürüz. Ama ayartılma yaşam boyunca bir iki
kere gelen bir şey değildir ki; onunla her gün mücadele et
me nüz gerekmektedir. Yapmamanız gereken bir şeyi yap
maya karşı kim direnmemiştir ki? Bu belki de, perhize baş
ladığınız gün karşınıza çıkan bir tatlıya direnmeye ça
lışmak gibi küçük bir şeydi. Ya da evli bir insanla ilişkiye
girmemek gibi çok daha ahlaksızca bir şey. Ya da şir
165
ketinizde zimmetinize para geçirme isteği gibi yasadışı bir
şeydi.
Ayartılmanın hikayesi insan doğasının zayıflığı hi
kayesidir. Günah işlemek insanlara özgüyse, ayartılmaya
kanmak d a , öyledir. Ancak davranış kurallarımız ayar
tılmaya razı olmaya karşı bir bedel biçmiştir. Bunun ce
zaları, insanın kişisel olarak suçluluk duymasından ce
zaevinde ömür boyu yatmaya kadar uzanır.
Ayartıldığımız zaman içimizde çeşitli güçlerin bir sa
vaşı başlar. Bir kısmımız kazanç olarak gördüğümüz şeyi
elde etmek için riski göze almak ister. Ya
kalanmayacağımıza inanırız. Bir kısmımız ise dehşet du
yar. O kısmımız yapmak istediğimizin yanlış olduğunu bi
lir ve toplumumuz aracılığıyla öğrendiğimiz ahlak ku
rallarının her noktasını tek tek gözlerimizin önüne serer. Sa
vaş devam eder: evet ve hayır, lehte ve aleyhte, neden ve
neden olmasın. Bu, çatışmadır ve karşıtlar arasındaki ger
ginlik gerilimi yaratır. Yapacak şeyi bilmek ve onu ger
çekten yapmak arasında uçurumlar vardır.
Bu kurgunun insan doğasının temelinde yattığını gör
mek güç değildir. Ayartılma peri masallarında sık rastlanan
bir olaydır. Bruno Bettelheim peri masallarının çoğunun di
nin insan yaşamında en önemli şey olduğu zamanlarda ya
ratıldıklarına işaret etmektedir. Bu nedenle de masalların
çoğunun dinsel konuları vardır. Özellikle çok güzel ve he
men hemen hiç bilinmeyen bir masal Grimm Kardeşler'in
"Meryem Ana'nm Çocuğu"dur. "Bir ormanda tek çocuğu üç
yaşında bir kız olan bir oduncu yaşıyordu..." diye başlar
masal. Zamanlar o kadar kötüdür ki, oduncu karısıyla kızını
geçindirememektedir. Meryem Ana başında parlak yıl
dızlardan bir taç giymiş olarak adama görünür ve kızma
bakmayı önerir. Baba kızının yaşaması için bundan başka
seçenek göremez.
166
YAPI
Birinci dramatik aşamada ayartmanın biçimi belirlenir ve
kahraman buna tabi olur. Bu hikayede olduğu gibi kah
raman direnmek için mücadele eder ama sonunda pes etmek
zorunda kalır. Kendisini parçalayan güçleri uzlaştırmanın
kolay bir yolunu aramaya çalışıyormuş gibi davranışlarını
akla uydurabilir. Kimi zaman da eylemin arkasından bir in
kar dönemi gelir.
Meryem Ana küçük kızı Cennet'e götürür, kız orada
Meryem Ana’mn büyük evinde her gün tatlılar yiyip süt içe
rek büyür. Kız on dört yaşma geldiğinde Meryem Ana uzun
bir yolculuğa çıkarken Cennet'in on üç kapısının anah
tarlarını kıza verir. On üçüncü kapı dışında istediğini aça
bilecektir.
Kız bu yasağa boyun eğeceğine söz verir.
Neler olacağını bilmek için öyle derin düşünmeye ge
rek yoktur. Kız ilk başlarda sözünü tutar. Cennet krallığının
on iki kapışım açıp gezer. Ama sonunda sıra yasak olan on
üçüncü kapıya gelir.
Kızın içinde büyük bir öğrenme açlığı vardır. Dav
ranışını meleklere, "Sonuna kadar açmayacağım," diye an
latmaya çalışır. "İçeri de girmeyeceğim. Kilidi açıp hafifçe
aralayacağım sadece."
Melekler, bu günah olur, derler. Bu çok büyük mut
suzluğa neden olacaktır.
Kızın isteği saplantıya dönüşür, yalnız kaldığı zaman
şöyle bir baktığı takdirde kimsenin bilemeyeceğini dü
şünür.
Kapıyı açınca karşısında bütün görkemiyle Teslis'i gö
rür. Şaşkmla bakarken ışığa dokunmak üzere elini uzatır.
Dokunduğu anda parmağı altına dönüşür.
Kız büyük bir korkuya kapılır. Elini yıkayarak altını çı
karmaya çalışır ama bütün çabası boşunadır.
Meryem Ana evine dönünce kızın verdiği sözü çiğ
nediğini anlar. Kıza sorar ama kız yalan söyleyerek suçunu
167
daha da ağırlaştırır. Meryem Ana bir daha sorar, kız yine
inkar eder. Üçüncü kere soruşunda yine inkarla karşılaşan
Meryem Ana kızı dilsiz olarak yeryüzüne gönderir.
İkinci dramatik aşamada kahraman kararının etkilerini
yaşamalıdır. Gelmesi kesin olan cezalardan kurtulmak için
inkâra devam edebilir. "Meryem Ana'nın Kızı" günahını ço
ğaltmıştır. Sadece Meryem Ana'nın sözünü dinlememekle
kalmamış, Meryem Ana kendisine doğruyu söyleme fırsatı
verdiğinde de hep yalan söylemiştir.
Kız çıplak ve dilsiz olarak çölün ortasına iner, orada
kökler yiyerek ve bir ağaç kovuğunda uyuyarak bir hayvan
gibi yaşar.
Yıllar sonra bir kral bu vahşi kızı görüp aşık olur. Onu
şatosuna götürüp evlenir. Kızın bir oğlu olur. Bir gün Mer
yem Ana önüne çıkıp, eğer suçunu itiraf ederse kendisini
Cennet'e geri götüreceğini söyler. Ancak inkara devam eder
se çocuğu alacaktır.
Kraliçe itiraf etmeyi reddeder.
Meryem Ana çocuğu alır. Krallıkta bir söylenti do
laşmaya başlamıştır: Kraliçe bir yamyamdır ve çocuğunu
yemiştir. Ancak Kral eşini çok sevdiği için bu söylentilere
kulak asmaz.
Kraliçe bir çocuk daha doğurur. Meryem Ana yine gelir
ve aynı sahne tekrar'anır. Krallık halkı, Kraliçeyi yam
yamlıkla suçlar; Kralın ouî işmanları hemen adalet önüne
çıkarılmasını isterlerse de, kral karısının böyle bir şey ya
pacağına yine inanmaz.
Kraliçe üçüncü bir çocuk daha doğurur. Meryem Ana
bu kere geldiğinde onu cennete götürüp çocuklarını gösterir.
"Kalbin daha yumuşamadı mı?" diye sorar. "Eğer yasak ka
pıyı açtığını itiraf edersen iki küçük oğlunu sana geri ve
receğim."
Kraliçe yine inkar eder ve Meryem Ana üçüncü çocuğu
da alır.
Artık bu kadarına Kral bile dayanamaz.
168
Birinci dramatik aşamadaki ayartılmanın etkileri ikinci
dramatik aşamada da devam etmektedir. Kahraman, dav
ranışın etkileriyle mücadele etmeye çalışır ama ahlak hi
kayelerinde hep olduğu gibi günahının yükünden kurtulmak
istedikçe bu günah onu daha da çökertir ve sonunda ta
şınamaz hale gelir.
Üçüncü dramatik aşama bu iç çatışmaları çö
zümleyecektir. Ortaya bir kriz çıkmıştır. Kahraman gü
nahını kabul etmediği için cennetten kovulup dilsiz ya
pılmasına rağmen kendisini seven erkeği de kaybetmek üze
redir; Kral da halkla birlikte onun çocuklarını öldürdüğüne
inanmaktadır artık.
Üçüncü dramatik aşamada halk Kraliçe'ye karşı ayak
lanır, çocuklarını yemek suçundan yargılanmasını ister.
Kral, karısının yakılmasını isteyen danışmanlarına daha
fazla direnemez.
Kraliçe kazığa bağlanır ve çevresine odun yığılır, ateş
yakılır. Kraliçe'nin gururunu, sert buzlan erimeye başlar,
pişmanlık duyar, "Ölümümden önce o kapıyı açtığımı itiraf
edebilseydim," diye düşünür.
Birden sesi geri gelir ve," Evet, Meryem Ana, ben yap
tım!" diye bağırır.
Başlayan yağmur ateşi söndürür, kadının başında par
lak bir ışık belirir. Meryem Ana kadının çocuklarıyla inip
Kraliçe'yi bağışlar. "Sonra ona üç çocuğunu verdi, bağ
lanmış dilini açtı ve yaşamı boyunca mutluluk diledi." Bu
durumda karar mutluluktur. Kraliçe'nin günahı ba
ğışlanm ıştır.
Ayartma kurgusu eylem hakkında olduğu kadar karakter
hakkındadır. Motivasyonların, ihtiyaçların ve içgüdülerin
incelenmesidir. Eylem, karakterin gelişmesine yardımcı ol
duğu için fizikiden çok zihinsel bir kurgudur.
"Meryem Ana'nın Çocuğu"nda biri kahramanı (iyi kız),
öteki düşmanı (kötü kız) simgeleyen iki ahlak durumu ara
sında gidip gelen kızın dışında bir düşman olmadığım gö
169
rebilirsiniz. Ama Fatal Attraction gibi öteki kadının ayartıcı
ve karışıklık yaratıcı olduğu pek çok hikayede daha somut
bir düşman vardır. Cennet Bahçesi'nde düşman yılandır;
pek çok hikayede binbir kılığından birinde Şeytan'm ta ken
disidir.
Edebiyatın en büyük ayartma hikayesi belki Doktor Fa-
ust'tur; bu efsane kahramanı Goethe'nin bir oyununa, Tho-
mas Mann'm bir romanına ve Boito, Busoni ve Gounod'nun
operalarına konu olmuştur.
Faust aslında Tanrı ile şeytan Mefistofeles arasındaki
bir iddiamn konusudur. Tanrı, hizmetkârı Faust'un ayar
tılmanın çok üstünde olduğuna inanır, ama Mefistofeles Fa
ust'un ayartılarak Tanrı'mn hizmetinden koparılacağım id
dia eder. İnsan doğasının ezeli araştırmacısı olan Me
fistofeles Faust'u nasıl ayartacağını bilmektedir. Me
fistofeles varlığın gerçek anlamını öğrenmek için Faust'la
bir anlaşma yapar.
Mefistofeles kadınlarla bir iki ucuz numara yapar ama
bunların hiçbiri işe yaramaz. Sonra Faust'un gençliğini geri
verip kendisini genç ve güzel Gretchen'le tanıştırır. Faust
kadın tarafından ayartılır ama ilişkileri bir trajedi ile sona
erer, Gretchen'in kardeşleri, çocukları ve Gretchen ölür.
Mefistofeles kozları yükseltir. Ölümlü Gretchen yerine ya
şamış kadınların en güzeli olan Helen'i getirir. Faust ayar
tılacak gibi olursa da, güzelliğin geçici olduğunu bil
diğinden kadını reddeder.
Mefistofeles'e direnen Faust üretici bir varlık olmak is
teyerek bir toprak kazanma projesi başlatır ve Mefistofeles
sonunda bu yolla iddiasını kazanır. Faust kendilerine yararlı
şeyler yapan insanların üzerinde yaşadıkları geniş top
raklan geliştirerek yaptığı iyiliği görünce bu anın hiç sona
ermemesini ister.
Buradaki ilginç nokta Faust'un açgözlülük ve şehvet gi
bi temel insani zayıflıklara yenik düşmemiş olmasıdır. O
sadece insanlığın iyiliğini elde etmek için ayartılmayı kabul
170
eder. Yaşamı boyunca bazı trajik yanlışlıklar yapmıştır
ama gerçek ve doğruyu hiçbir zaman gözden kaybetmiş de
ğildir. Mefıstofeles iddianın lafzıyla kazanır, ruhuyla değil.
Ayrıntılara düşkün olan şeytan, Faust'un ruhunu ister.
Ancak Tanrı araya girer ve melekler Faust'u cennete gö
türürler.
Faust hikayesi de Meryem Ana'nm Çocuğu'nun üç dra
matik aşamasını izler. Buradaki fark Faust'un sürekli olarak
ayartılmak istenmesindedir. Diğer hikayelerde kahram an
bunu birinci sahnede yapar. Faust ise üçüncü aşamaya ka
dar pes etmez. Ama yine de yol boyunca Gretchen’le, He
len'le ve şeytanın sürekli ayartma ihtiyacıyla ağır bir ruhsal
bedel öder.
171
rakteriniz nasıl olgunlaşmıştır (eğer olgunlaşmışsa)?
Ayartılmanın karakteriniz üzerindeki etkisini gözden ka
çırmayın.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şu noktaları aklınızdan çıkarmayın:
O Ayartma kurgusu bir karakter kurgusudur. İnsan ka
rakterinin nedenlerini, ihtiyaçlarını ve içgüdülerini inceler.
© Ayartma kurgunuz ayartılmanın ahlaklılığına ve et
kilerine dayanmalıdır. Hikayenin sonunda karakter, ayar
tılmanın getirdiği sert dersleri öğrenerek daha düşük bir ah
laki düzeyden daha yüksek bir düzeye çıkmalıdır.
© Kurgunuzun çatışması içsel olmalıdır ve eylemde
dış görüntüleri olmasına karşın kahramanın içinde yer al
malıdır. Çatışma, kahramanın iç karmaşasından çık
malıdır: ne yapması gerektiğini bilecek ama onu yap
mayacaktır.
O Birinci dramatik aşama önce kahramanın sonra (eğer
varsa) düşmanın durumlarını ortaya koymalıdır.
© Bundan sonra ayartmanın ne olduğunu, kahraman
üzerindeki etkisini ve onun kararı ile nasıl mücadele ettiğini
gösterin.
© Kahraman bundan sonra ayartılır. Kısa vadeli bir tat
min olabilir.
© Kahraman genelde ayartılma kararını mantıklı gös
termeye çalışır.
© Kahraman ayartıldıktan sonra bir inkâr döneminden
geçebilir.
© İkinci dramatik aşama ayartılmanın etkilerini yan
sıtmalıdır. Kısa vadeli çıkarların keyfi kaçınca negatif taraf
ortaya çıkar. Yanlış kararı vermiş olmanın faturası gelir.
© Kahraman yaptığı şeyin sorumluluğundan ve ce
zasından kaçacak bir yol bulmalıdır.
172
© Kahramanın eylemlerinin olumsuz etkileri ikinci dra
matik aşamada giderek artan bir yoğunlukla çoğalmalıdır.
0 Üçüncü dramatik aşama kahramanın iç çatışmasını
sona erdirmelidir. Hikaye pişmanlık, barışma ve bağışlama
ile sona erer.
173
On Yedinci Bölüm
Tem el Kurgu 1 1 :
M etam orfoz
175
çağda yakışıklı bir erkek olur. Aına her zaman değil. "Kurt
Adam"da olduğu gibi bunun tersine bir süreç de olasıdır.
177
Kral'da kurbağanın tek suçu genç prensesin yatağına girmek
istemesidir. (Waif Disney'in prensesin kurbağayı öptüğü tıl-
mi unutun. Gerçeğinde hiç de öyle değildir.)
Kurgunun amacı değişim sürecini (ya da ba
şarısızlığını) göstermektir. Bu bir karakter kurgusu ol
duğundan değişime uğramış kişinin eylemlerinden çok
kendisiyle ilgileniriz. Değişime uğramış kişi bir esrarı tem
sil etmektedir: Bu değişimi gerektirecek ne günah iş
lemiştir? Lanetten kurtulmak için ne yapmalıdır? Metamorf
gerçekte bu kusurun yükünün ağırlığı altında ezilen üzgün
bir kişidir.
Lanet sadece görünüşünü değil, davranışlarını da de
ğiştirmiştir. Yaşamı birtakım töre ve yasaklarla kar-
maşıklaşmıştır. Vampir gündüzleri dışarı çıkamaz; kurt
adam dolunaydan kaçar; Gregor Samsa yatak odasının du
varına tırmanır, mobilyalarının ardına saklanır. Metamorf
(değişime uğrayan kişi) sıkıştırılmıştır ve bir kaçış yolu
aramaktadır.
Genelde bir çıkış yolu vardır. Vampir için bu, gün ışı
ğı veya kalbine sokulacak tahta bir kazıktır; kurt adam için
gümüş bir mermidir; kurbağa için prensesin yatağını üç ge
ce paylaşmaktır ve Gregor Samsa için tek yol ağır bir ölüm
dür.
Lanet, metamorfu o durumundan kurtaracak şeyin sa
dece ölüm olduğu kadar büyükse, ölümü arar. Kurtuluş iın-
cak düşman tarafından yerine getirilse de, metamorf süreç
içinde direnmesine karşın sonunda ölümü severek karşılar.
Drakula, kurt adam ve Gregor Samsa kurtuluşları olduğu
için ölüme kucak açarlar.
Lanet, düşmanın bazı eylemleri yapmasıyla kal
dırılacaksa, metamorf onun kurtuluş koşullarım yerine ge
tirmesini beklemelidir. Kurtuluş koşulları genelde ilk laneti
koyan kişi tarafından belirtilmiştir. Hem Hayvan hem de
kurbağa sevilmelidirler.
Hareket üç dramatik aşamayı izler.
178
Birinci aşamada kahraman olan lanetli kişi ortaya çı
kar. Onun durumunu öğreniriz ama lanetin nedenini öğ
renmeyiz. (Bu, genelde üçüncü dramatik aşamada açık
lanır.) Lanet çok eskiden yapılmıştır, hikaye lanetin sona
ermesinden kısa bir süre önce başlar.
Metamorfu kurtuluşa doğru götürecek aracı olan düş
manla da karşılaşırız. Düşman metamorf'un beklemekte ol
duğu 'seçilmiş kişi'dir. Ancak kendisi seçilmiş kişi ol
duğunu bilmeyebilir.
Düşman genellikle bir kurbandır. Onun bir vampirin
veya kurt adamın kurbanı olabileceğini anlamak kolaysa da,
diğer durumlarda bu o kadar kolay değildir. Kurbağa
Kral'daki prenses, kurbağaya karşı hep direnir. Babası onu
kurbağanın isteklerini yapmaya zorlar. Güzel de gönüllü de
ğildir. Canavar'ın şatosuna babası tarafından zorlandığı için
gider. Bir seçim hakkı verilse iki düşman da başka yerlerde
olmayı seçeceklerdir.
Ancak kader onları bir araya atmıştır. Birinci dramatik
aşama kurtuluşa doğru süreci başlatırsa da, kahramanın bu
süreci hızlandırmak için yapacağı bir şey yoktur. Lanetin
kesin kuralı budur. Kurbağa durumu açıklayıp, "Üç gece
benimle yatarsan bir erkeğe dönüşeceğim," diyemez.
ikinci dramatik aşama metamorfla düşman arasında ge
lişen ilişkinin biçimiyle ilgilidir. Düşman direnmeye de
vam ederse de, ya acımadan, ya korkudan iradesi zayıflar.
Bu arada düşman da güzelliği, sevecenliği veya bilgisiyle
metamorf üzerindeki bir kontrol kurmaya başlamıştır, iki
karakter birbirlerine doğru çekilirler; lanetin koşullan için
de eğer mümkünse, bu sevginin başlangıcıdır. Kurban deh
şete düşmüş olabilir (vampirin kurbanı veya Kurbağa
Kral'daki prenses gibi) ama metamorf aşık olmuştur.
İkinci dramatik aşamada beklenen karışıklıklar varsa
da, bunlar kaçış gibi şeyler çevresinde odaklanır. Düş
manın kötü (hayvani) bir yanı olduğunu düşündüğü me
tamorf hayvanlığını tam olarak sergiler. Ancak sevecenlik
179
ve iyilik gibi hayvansal olmayan davranışlar da gösterebilir.
Çift kurtuluşun koşullarım yerine getirmeye baş
lamışlardır ama okur bunu henüz anlamaz. Ancak düş
manın o ilk duyduğu tiksinti acımadan sevginin baş
langıcına kadar ağır ağır çeşitli duygulara yer vermektedir.
Üçüncü dramatik aşamada kurtuluş koşulları kritik
noktaya erişir. Artık kaderin yerine gelme zamanı yak
laşmıştır. Burada genelde metamorfta fiziki değişikliği
meydana getirecek bir olay gereklidir.
Kurbağa Kral'da prenses kurbağımn kendisini öpmesini
istemesinden o kadar bıkmıştır ki, onu yakaladığı gibi du
vara fırlatır. Kurbağa duvara çarpınca ortaya yakışıklı bir
prens çıkar. "Güzel ve Canavar"da Hayvan ölüm halindedir
ve sadece Güzel'in onu sevdiğini söylemesi ölümü önler ve
bir prense dönüşmesini sağlar.
Kurtuluşun ölüm olduğu hikayelerde de koşullar yerine
getirilir. Sevgi laneti kaldıramadığı için düşman veya düş
manın ajanı metamorfu kurtaracak gerekli şeyleri yap
malıdır. Metamorf ölebilir ama yine de lanetten kurtulmuş
olmak bir rahatlamadır.
Üçüncü dramatik aşamada genelde lanetin nedeni ko
nusunda açıklama yapılır.
Bu kurgu, gülünç olanı sevginin iyileştirici gücü ile bir
leştirdiğinden çekiciliği edebiyat kadar eskidir.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şunları aklınızdan çıkarmayın:
180
© Kurgunun amacı insanlığa dönüş sürecini gös
termektir.
© Metamorfoz bir kar akter kurgusudur; bu nedenle me-
tamorfun eylemlerinden çok kendisiyle ilgileniriz.
0 Metamorf üzgün bir karakterdir.
© Metamorfun yaşamı genelde töreler ve yasaklarla sı
nırlıdır.
© Metamorf, durumundan kurtulma yolu arar.
© Bundan bir çıkış yolu vardır ki, buna kurtuluş de
nilir.
O Kurtuluş koşulları hemen hemen tümüyle düşman
tarafından gerçekleştirilir.
©Düşm anın belirli hareketleri yapmasıyla lanet tersine
çevrilecekse, düşman olayları hızlandırıp açıklayamaz.
© Birinci dramatik aşamada metamorf genellikle la
netin nedenlerini açıklayamaz.
© Hikayeniz lanetin çözümlenmesinden (kurtuluştan)
önceki bir noktada başlamalıdır.
© Düşman, kahramanı kurtuluşa götüren aracı rolünü
üstlenmelidir.
© Düşman genelde olası bir kurbandır ama sonunda
'seçilmiş kişi' olur.
© İkinci dramatik aşamada düşmanla metamorf ara
sında gelişen ilişki üzerinde durulmalıdır.
© Karakterler duygusal olarak birbirlerine yak
laşacaklardır.
© Üçüncü dramatik aşamada kurtuluşun koşulları ger
çekleşecek ve kahraman lanetinden kurtulacaktır. Metamorf
ya eski haline döner veya ölür.
© Okur, lanetin nedenlerini öğrenmelidir.
181
On sekizinci Bölüm
Tem el Kurgu 1 2 :
Değişim
183
Romanın temelini bu paylaşılan ortak deneyim oluş
turur. Değişim kurgusu kahramanın yaşamın pek çok aşa-
r • ıdan birinden geçerken geçirdiği değişimi ele alır.
Kurgu, kahramanın önemli bir karakter durumundan di
ğerine geçişte değişim dönemini temsil eden yaşamının bir
kısmını içerir.
Buradaki anahtar sözcük önemli 'dir. Karakter kur
gusunun testlerden biri baş karakterin eylem sonunda ki
şiliğinde yaptığı değişikliktir. Kahraman genellikle hi
kayenin sonunda başında olduğundan daha farklı bir in
sandır. Değişim kurgusu dikkatini değişikliğin doğası ve
karakteri baştan sona kadar nasıl değiştirdiği üzerinde du
rarak bir adım önde gider. Bu kurgu yaşam sürecini ve in
sanlar üzerindeki etkisini inceler. Belirli bir durumda bu in
san nasıl tepki gösterecektir? Farklı insanlar aynı dürtüye
farklı tepkiler gösterirler; aynı şey insanları çeşitli bi
çimlerde etkiler.
KURGUYU KURM AK
Erişkinliğe yaklaşırken yetişkin dünyanın derslerini öğ
renmeliyiz; çocuklukları rahat geçmiş olan insanlar için bu
çoğunlukla sıkıntılı bir deneyimdir. Larry McMurty'nin The
Last Picture Show ve John Jay Osbom'un The Paper Chase
adlı eserlerinin konusu budur. Ernest Hemingway'in "Kı
zılderili Kam pfndaki Nick Adams ve Sherwood An-
derson'un "Ben Aptalım"daki adsız kişi böyle ka
rakterlerdir.
Savaş da ders öğretir. Savaşmış olanlar bu deneyim so
nunda değişmeden kalamazlar. Stephen Crane'in the Red
Badge of Courage'i, Joseph Heller'in Catch-22’si ve Philip
Caputo'nun A Rumor of War'u cesaret gerçeğini öğrenmek
hakkındadır.
Kimlik arayışı bir karakteri insan ruhunun en karanlık
köşelerine götürebilir. Biz hep kim olduğumuzu, insan ru
184
hunun esasını anlamaya çalışırız ve kimi zaman da ken
dimiz hakkında bizi dehşete düşüren keşiflerde bulunuruz.
Robert Louis Stevenson'un Dr. Jekyll and Mr. Hyde'ı da
böyledir. Dr. Jekyll kendisinin karanlık yanını keşfeder ve
bu değişim kendisini intihara götürebilir. H.G.Wells'in Gö
rünmeyen Adam gibi diğer hikayelerde de bu böyledir.
İnsanlar dramatik geçiş anlarıyla da değişebilirler. Ju
dith Guest'in Sıradan İnsanlar’ı Jarrett ailesini inceler. Dı
şardan bakıldığında Jarrett'ler üst orta sınıf ailesinden fark
sızdırlar. Ama kilitli kapılar ardında gizli sırlar ve bir çir
kinlik ortaya çıkmaya başlamıştır. Aile üyeleri bununla
yüzyüze gelmek zorunda kaldıklarında bir daha eskisi gibi
olamayacak derecede değişirler. Avery Corman'ın Kramer
Kramer'e Karşı eserinde Kramerler de kendilerinin kim
liklerini bulmaya çalışırlarken boşanma travması ile de
ğişime uğrarlar. Siege at Trencher Farm'da (daha iyi bilinen
film adıyla, Straw Dogs'da) çekingen bir astrofizik pro
fesörü şiddetin kaçınılmaz olduğu anlar bulunduğunu öğ
renir. Bu süreç içinde kendisinin asla mümkün olacağını
sanmadığı vahşi bir yamm keşfeder.
"Francis Macomber'in Kısa Mutlu Yaşamı"nda Francis
Macomber bir aslanı yaralayıp da onun arkasından gidip öl-
düremeyecek kadar korkunca bir değişime uğrar. Daha son
ra cesaretini bir bufalo avı sırasında bulur. Ancak birkaç da
kika sonra yeni kocasından hoşlanmayan karısı tarafından
öldürülür. Bu tür değişimler genellikle bedelsiz değildir.
George Bernard Shaw'un Pygmalion oyunu çok güzel
bir değişim örneğidir. Oyun (ki, May Fair Lady adlı fil
minden çok farklıdır) tngilizce konuşma öğretmeni Henry
Higgins bir çiçek satıcısı olan Eliza Doolittle'ı kültürlü İn
gilizce konuşmasını öğreterek bir İngiliz leydisine çevirir.
Kızı sadece doğru konuşmasını öğreterek değiştirmez.
Bir leydi gibi konuşabilmek onu leydi yapmaya yet
meyecektir. Higgins onu ait olduğu alt sınıftan çıkartır, bir
üst sınıf üyesiymiş gibi giydirir. Higgins'in işi bittiğinde
185
kız çiçek satıcılığına dönemez, ya da hazırlandığı düşes ti
pi olarak rolüne devam edemez. Higgins ondaki de
ğişikliğin sorumluluğunu üstlenmeyi reddeder. Ancak Hig
gins bir centilmen gibi konuşsa da, centilmen değildir. Eli-
za'nın kendi yaşamında bir değişiklik yaptığını kabul et
mez. Kendi kendine yeterli bir insan olduğuna inanır -Eliza
kendisini terk edene kadar.
Higgins yanlışını anlayınca Eliza’yı bulur ve üç bekar
olarak (Albay Pickerig'le) birlikte yaşamaları için eve dön
mesi için yalvarır. Eliza Doolittle'daki değişim Henry Hig-
gins’i de değiştirmiştir. Ancak oyunun mutlu bir sonu yok
tur. Seyircilerinin istemelerine karşın Shaw bunu yap
mamıştır. Hikayenin amacı iki insanın birbirlerine aşık ol
duklarını değil, başka bir insanın yaşamına karışmanın in
sani bedelini göstermektir. Ancak o günden bu güne kadar
seyirciler bunu dinlemek istememişlerdir.
186
Teğmen Ryaboviç sersemlemiştir. Öpücük çok de
rinlerine işlemiştir. Oda, kadını seçemeyeceği kadar ka
ranlıktır, ama kendisi oradan çıktığında artık değişmiş bir
insandır. "Dans etmek, konuşmak, bahçede koşmak, kah
kahalarla gülmek ister."
Bu, birinci dramatik aşamanın kalbidir: kahramanın ya
şamındaki değişikliği başlatan olay. Bu bir karakter kur
gusu olduğundan değişim meydana gelmeden kahramamn
kim olduğunu bilmek gerekir. Çehov bunu birkaç fırça dar
besiyle yapar. Değiştirici olaydan önce karakter hakkında
bilgimiz olmalı ve onun kahramanı neden bu kadar derinden
etkilediğini anlamalıyız. Karanlıkta esrarengiz bir kadın ta
rafından öpülmek pek çok erkek için eğlendirici bir şey ola
caktır, ama bunun Ryaboviç üzerindeki etkisi çok derindir.
Teğmenin yalnızlık hissettiğini, sevilmediğini sezdiğini,
kendini küçük gördüğünü biliyoruz. Böylece kadının ken
disini öpmesi dünyaya bağlamıştır ve biz de bunun ne
denini anlarız. Herhangi biri için önemsiz olacak bu an,
Ryaboviç’in yaşamının en önemli anıdır.
Ryaboviç partiye döner. Öpücük romantik bir hayale
dönmeye başlamıştır bile. Salondaki kadınlara bakarak ka
ranlık odadakinin hangisi olduğunu merak eder. Bu esrar
kendisini çok heyecanlandırır. O gece uyumadan önce hayal
artık beynine iyice yerleşmiştir.
Değiştiren olaydan sonra ilk etkileri görmeye başlarız.
Kahramanın kişiliğinde bir değişim başlamıştır. Bu bir sü
reç kurgusudur. Kahraman, bir kişilikten diğerine geçerken
kendisindeki değişiklikleri izleriz. Sonunda olacağı kişiye
varana kadar birkaç aşamadan geçebilir. Öğrenilecek ders
ler, varılacak kararlar vardır.
Ryaboviç ertesi gün manevralar için köyden ayrılır.
Öpücüğün anlamsız olduğunu, gözünde fazla büyüttüğünü
kendi kendine itiraf ederek mantıklı bir an yaşar. Ama ha
yalin çekiciliğine kapılmaktan kendini alamaz; onun elinde
köle olmuştur artık. Olayı anlattığı subay arkadaşları buna
187
normal insanlar gibi davranış gösterirler. Onlar için bu, za
man zaman rastlayacağımız o saçma anlardan biridir. Rya-
boviç onların bu tepkileri karşısında düşkırıklığma uğrar.
Onun hayalinde esrarengiz kadın kendi aşk tanrıçasıdır.
Onu sever ve onunla evlenmek ister. Hatta hayalinde onun
da kendisine aşık olduğunu düşünür. Onunla birleşmek
için köye dönmeyi düşünür.
İkinci dramatik aşamada değiştirici olaym tam etkisini
görürüz. Kahramanda değişiklik sürecini başlattığı için bu
na kışkırtıcı olay da diyebiliriz. Bu içsel bir süreçtir, insan
zihninin bir ifadesidir. Karakterin yaptığı şeyler dü
şündüklerinin doğruda doğruya ifadesidir. Eylemi ka
rakterin doğası belirler; tıpkı Ryaboviç'in doğası kendisini
beklediğine inandığı kadınla birleşmek için kendisine karar
verdirttiği gibi.
Üçüncü dramatik aşamada genellikle değişimin so
nucunu belirleyen bir olay daha vardır. Kahraman de
neyiminin sonuna varmıştır. Öğrenmesi gereken derslerden
başka dersler öğrenmiş olması da normaldir. Gerçek dersler
çoğunlukla saklı veya beklenmedik derslerdir. Beklentiler
şaşkınlığa dönüşür, hayaller yıkılır. Gerçek hayalin önüne
geçer.
Ryaboviç köye beklentiyle dönerken kafasını kemiren
sorular vardır: "Kadınla nasıl tanışacaktır? Neden söz ede
cektir? Kadın onu öptüğünü unutmuş olabilir mi?" Yaşlı
generalin kendisinin köyde olduğunu duyunca evine davet
edeceğini bilmektedir. O zaman her şeyin başladığı o ka
ranlık odaya gidebilir.
Ama eve yaklaştıkça huzursuzluğu da artar. Her şey
aksi gibidir. O kadar inceden inceye hatırladığı ayrıntılar
kaybolmuştur. Mayısta öten bülbül susmuştur; ağaçlar ve
çimenler o kokularını kaybetmişlerdir; köy kaba ve soğuk
görünür. Ryaboviç birden hayallerinin gerçeğini fark eder.
"Ve tüm dünya, tüm yaşam anlaşılmaz ve amaçsız bir jest
gibidir..."
188
Generalden davet geldiğinde Ryaboviç oraya gideceğine
evine gider yatar. "Ne saçma! Ne saçma!" farkına vardığı
şeyler kendisini üzmüştür. "Her şey ne kadar budalaca!"
Üçüncü dramatik aşamanın aydınlatıcı olayı kahramanı
olgunlaştırmıştır. Ryaboviç deneyimi sonunda daha üzgün
ama daha akıllıdır. Yaşamın dersi de genellikle budur:
üzüntü beraberinde daha büyük bilgelik getirir.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şu noktaları unutmayın:
189
On dokuzuncu Bölüm
Tem el Kurgu 1 3 :
Olgunlaşm a
191
gularına çok yakın olmasına karşın, kendi kategorisine sa
hip olacak kadar onlardan ayrıdır. Çocukluktan yetişkinliğe
(masumluktan deneyimliliğe) geçişin bir metamorfoz ol
duğunu söyleyebilirsiniz ve bunda gerçekten fiziki bir de
ğişiklik vardır. Ama bu kurgu benim çerçevesini çizdiğim
anlamda metamorfoz kurgusu değildir. Olgunlaşmanın bir
değişim kurgusu olduğunu da söyleyebilirsiniz, ancak ol
gunlaşma kurgusu sadece büyüme süreciyle ilişkilidir. Ona
bir bakış da, değişme sürecinin değişmekte olan ye
tişkinler üzerinde odaklaştığı, oysa olgunlaşma sürecinin
yetişkenler olma sürecindeki çocuklar üzerinde odak
landığıdır.
192
lan deneyimi kavrayamayacak kadar gençtir ve dersi red-
dededer. Hikayenin belirtmek istediği nokta şudur: Çocuk
henüz yetişkin dünya ile karşı karşıya gelemeyecek du-
rumdadn. Hemingway'in diğer pek çok hikayesinde, genç
kahraman büyümenin derslerini kısa zamanda öğrenir. He-
mingway'in en ünlü hikayesi denilen "Katiller" de daha bü
yük bir Nick Adams yaşamında ilk kez kötülükle yüzyüze
gelir.
"KATİLLER"
"Katiller" olgunluk hikayesi için bir klişedir. Bir hikaye ola
rak Hemingway'in pek çok eseri gibi aldatıcı derecede ba
sittir, ama genç bir çocuğun büyüme sürecinde karşı kar
şıya kaldığı güçlüklerin anlaşılmasını içermektedir. Hi
kaye, genelde bir baş karakterden çok bir seyirci olarak ka
lan Nick'in görüş açısından anlatılmaktadır. Genç bir insan
olayı anlayacak ya da anlamlı bir şekilde katılabilecek yaş
ta olmadığından bu gözlemci statüsü pek sık rastlanan bir
şeydir.
Al ve Max adında Chicago'lu iki gangster bir boks ma
çında şikeyle yenilmesi gerektiği halde yenilmeyerek ken
dilerini atlatan Ole Anderson adındaki boksörü öldürmek
üzere bir taşra kasabasına gelmişlerdir. Gangsterler Nick'in
çalıştığı lokantaya giderler. Diyalog tezgah başındaki Ge
orge, siyah aşçı Sam ve Nick arasında yer alır. Nick kiralık
katillerin ne yapmak istediklerini öğrenince Ole'a yardım et
mek ister, Genç ve idealist biri olarak Ole'u kaderinden kur
tarmak istemektedir. Hemen Ole'un kaldığı pansiyona ko
şup kendisini uyarır. Ama yaşlı İsveçli kaçmaktan bık
mıştır ve ölümü kabule hazırdır. Nick, Ole'un bu tes
limiyetçi tavnnı anlamaz ve kabul etmeyi reddeder. Kendisi
çok genç ve çok iyimserdir. Nick hikayenin sonunda Ole'un
davranışını reddeder ve insanın ne pahasına olursa olsun
ölüme ve kötülüğe direnmesi gerektiğine karar verir.
193
ÖNCE: BİRİNCİ DRAM ATİK AŞA M A
Genç bir insanın olgunlaşma süreci uzun yılları kapsar.
Genç ve kolay etkilenebilir bir çocuktan ergenliğe yeni geç
miş birine kadar herhangi bir noktada bir insanı ele ala
bilirsiniz. Kahramanın yaşamının bir gününü araş-
tırabi'irsiniz veya onu aylar, hatta yıllarca izleyebilirsiniz.
Olgunlaşma kurgusunun başeserleri olan iki kitap vardır:
Dickens'in Büyük Umutlar'ı ve Tvvain'in Huckleberry Finn'i.
Pip ve Huck'ı karşılaşmak zorunda oldukları bütün ıs
tıraplar boyunca kovalar ve sonunda doğru yolu se
çeceklerini umarak serüvenlerini izleriz. Bunu başardıkları
zaman bir tatmin duygusu hissederiz.
Olaylar yaşamını etkilemeye başlamadan kahramanı
ele alırız. Bu karakterin kim olduğunu, nasıl düşünüp dav
randığını öğrenmek isteriz ki, herhangi bir değişiklik ol
madan onun ahlaki ve psikolojik durumu hakkında bir karar
vermek isteriz. Karakteriniz pek çok olumsuz (çocuksu)
huylar sergileyebilir. Belki de sorumsuz (ama eğlenceye
düşkün), iki yüzlü, bencil ve saftır -bunların hepsi de ye
tişkinliğin sorumluluklarını kabul etmemiş insanların tipik
karakteristikleridir. Karakteriniz, Huck ve Pip gibi çok se
vindi, ama yine de yetişkinlerin sahip olması gerektiğine
inandığımız erdemlerden yoksun olabilirler. Okurlar baş
langıçta bu eksiklikleri bağışlayacaklardır (ne de olsa, kah-
ramım henüz bir çocuktur), ama hikaye ilerledikçe okurların
beklentilerini yükselteceksiniz, karakteriniz sınavlardan ba
şarıyla geçecektir.
' Katiller"in başında Nick kiralık katillerle Ole'un temsil
ettikleri dünyaya adım atmaya hazır değildir. İnsan do
ğasının karanlık tarafını henüz tanımamıştır. Michigan'ın
bir kasabasında kapalı bir yaşantısı vardır. Her bakımdan
normal görünmektedir ve gerçekte de, öyledir. Ama şimdi
çirkin dış dünya onun huzur içindeki krallığına müdahale
edecektir.
194
BİRDENBİRE...
Bu da bizi sınava getirir. Karakteriniz çocukluğunda her
hangi bir gerçek kaygıyla karşılaşmadan neşeyle yaşarken
birdenbire suratının ortasına bir şamar yer. Bu ana babadan
birinin ölümü, boşanma ya da evinden kovulma olabilir.
Olay onun dikkatini çekecek ve inanç sistemlerini sarsacak
kadar güçlü olmalıdır. Çocuk (bütün çocuklar gibi) ailenin
ve onun içindeki herkesin ölümsüz olduğuna inanır ve bu
nun doğru olmadığını gösteren bir şey olursa, inançlarını
yeniden değerlendirmek ve kendini yeni olaylara uy
durmaya çalışmak durumunda kalır. Biz yetişkinler olayı
yaşamın normal akışı olarak görürsek de, çocuğun gözünde
bu olay çok büyüktür.
Yazar olarak becerinizi bizi bu çok büyük olayın ru
hunda yarattığı sarsıntıları hissettirerek kanıtlayacaksınız.
Çocuğun hissettiklerini hissetmemizi isteyeceksiniz. Oku
runuzun olaya bir yetişkin olarak tepki göstermesine izin
vermeyin, yoksa kahramanınızın hissettiği duygusal kar
maşayı küçümsememize yol açarsınız. Bizi kendi ço
cukluğumuza ve o duyguları hissettiğimiz zamanlara gö
türmelisiniz. O gömülü duyguları bizlere hatırlatmalısınız.
Gençlerin portresini çizmede inandırıcı olmalısınız.
Yazarlar sık sık az bildikleri bir kimse ya da konu hak
kında yazma yanlışını yaparlar. Hepimizin bir zamanlar
genç olduğumuz doğruysa da, bazılarımız on beş yirmi ve
ya elli yıl önce sahip olduğumuz duygu ve düşüncelere eri
şenleyiz. Eğer bir gencin kişiliğine bürünmüşseniz onun
düşünce ve duygularını inandırıcı bir şekilde çizmelisiniz.
Hemingway hikayelerinde bunu yapmıştır; Steinbeck de.
Dickens de. Eğer bizi gerilere götüremezseniz hikayeniz ge
reken duygusal havaya sahip olmayacaktır.
Pek çok yazar, çocukmuş gibi davranan yetişkinler ola
rak yazma yanlışını yaparlar. Çocukların düşünce ve duy
gularına ilkel bir düzeye inmeden erişebilmeniz gerekir.
Yazıda karakterin olgunluğu ile olgunlaşmamışlığı ara
195
sında hassas bir denge vardır. John Knowles'in A Separate
Peace veya J.D. Salinger’in The Catcher in the Rye'ında
kahramanlar yetişkinlikle çocukluk arasındadır. Aşırı ba
sitleştirilmiş karakterler değillerdir, ama yine de genç in
sanlar olarak inandırıcıdırlar. Hakkında yazmak istediğiniz
insanların duyarlılıklarından habersizseniz inandırıcı ol
mayı beklememelisiniz.
Nick'in sınavı adamların Ole Anderson'u öldürmeyi
planlamalarına kulak misafiri olduğu zaman gelir. Ole'u
kurtarmak için kılını kıpırdatmayacak bir dünyayı anlamaz.
George'un, Şam'ın, Max ve Al'ın Ole'un kaderini kabul et
mekteki uyuşukluklarını anlamaz. İki seçeneği vardır: Ya
hiçbir şey yapmayacaktır (Sam ve George gibi), ya da aktif
olarak işe karışacak ve Ole'u uyarmaya çalışacaktır.
KONTROL LİSTESİ
Hikayenizi geliştirirken şunları akıldan çıkarmayın;
199
Yirminci Bölüm
Tem el Kurgu 1 4 :
Aşk
201
ve Onikinci Gece gibi romantik komedileri ve Cymbelene
ve Measure for Measure gibi trajikomedileri bu sınıfa gi
rerler. Jane Austin'in boş kafalı ve inatçı bir annenin ya
şamda görevinin beş kızına da uygun birer koca bulmak ol
duğuna inanan Pride and Prejudice’i de böyledir.
Engel basit bir şey olabilir. Örneğin R.A. Dick'in Ha
yalet ve Bayan Muir'inde (daha sonra filmi ve televizyon di
zisi yapılmıştır) kısa bir süre önce dul kalmış olan Bayan
Muir iyi yürekli bir kaptanın hayaletinin dolaştığı bir ev sa
tın alır. Birbirlerine aşık olurlar ama kuşkusuz birbirleriyle
uyumlu değillerdir. Ancak hikayenin sonunda uyumlu ol
manın bir yolunu bulurlar. Televizyon dizisinin komedi ola
rak çekilmesine karşın özgün hikaye ciddi bir romantik dra
madır.
Edebiyatta aşk kolay bulunmaz, bulunsa bile kolaylıkla
korunmaz. Her zaman ya bir olay ya da bir kişi araya gir
diği için aşk hikayesi çoğunlukla bir düşkırıklığı hi
kayesidir. Yasak aşkta engeller sosyaldir, ama öteki aşk hi
kayelerinde bu engeller evrenin yanından gelebilirler. Cyra
no de Bergerac'ta aşka engel olan Cyrano'nun burnunun
uzunluğudur. Ron Howard'in Splash'ında aşka engel olan
şey kadının kuyruğudur: çünkü kadın bir deniz kızıdır.
Orpheus ve Eurydice'de kader daha ilk gününden sev
gililere engel çıkarmaktadır. Orpheus o kadar iyi bir mü
zisyendi ki, onu dinlemek için sadece ormandan vahşi hay
vanlar çıkmaz, ağaçlar ve kayalar da kulak kesilirlerdi.
Orpheus Eurydice'ye rastlar ve aşık olur. Karşı ko
nulması olanaksız müziğiyle ona kur yapar. Soruyu sorar,
yanıt olumludur. İyi bir başlangıç.
Evlenirler ama daha bir yere yerleşmeden bir çoban
Eurydice'ynin ırzına geçmeye çalışır. Eurydice ondan kur
tulup kaçarken zehirli bir yılana basar ve ölür.
Hikayenin sonu, öyle mi? Ama sevgililerden biri ölürse
bu aşk hikayesi olmaz. (William Faulkner'in A Rose for
Emily'si ve Robert Bloch'un Psycho'su gibi hikayeler dı
şında.)
202
Orpheus'un kalbi kırılmıştır. Kederli şarkılar söy
leyerek herkesin kalbini parçalar. Eurydice olmadan ya
şamanın bir anlamı olmadığına karar verir. O zaman ne ya
par? Hayır, kendini öldürmez. Öteki Dünyaya gidip kadını
geri getirmeye karar verir.
Eğer başarabilirseniz iyi bir numaradır bu. Sev
diklerimizi öteki dünyadan getirme fikri hep ilgimizi çek
miştir ama bunun başarıldığı bir tek hikaye bile görmüş
değilim.
Orpheus Öteki Dünyanın kapısını bekleyenleri mü
ziğiyle etkileyerek içeri girer. Herkes durup kendisini dinler.
Hayaletler bile onun şarkılarını duyunca ağlarlar. Orpheus
oranın hakimi Pluto'ya gider ve lirinin gücüyle Eurydice'yi
geri vermesi gerektiğine ikna eder.
Ama bir koşul vardır: Dışarı çıkana kadar Orpheus bir
kere bile dönüp arkasına bakmayacaktır.
Orpheus bunu kabul eder. İki sevgili büyük kapıların dı
şına çıkıp aydınlığa kavuşana kadar arkasına bakmaz.
Eurydice'nin ardında olması gerektiğini bilir ama bunu bir
de kendi gözleriyle görmelidir. Ama bunun için Yukarı
Dünyanın günışığına çıkmayı bekler.
Fakat yine de acele davranmıştır. Eurydice hâlâ ma
ğaranın gölgesi içindedir ve Orpheus kızı kucaklamak için
kollarını uzaürken hafif bir "Elvada," diye mırıldanarak
gözden kaybolur.
Orpheus arkasından yeniden içeri girmeye çalışır ama
bu kere buna izin verilmez.
Orpheus şaşkınlıktan donakalmıştır.
Orpheus eskiden mutsuzsa, artık umutsuzdur. Tek ba
şına evine döner. Melankolik şarkılarıyla herkesi çıl
dırtacak hale getirir. Yunan bakireleri kendisine Eurydice'yi
unutturmaya çalışırlarsa da, hepsini yanından kovar. Tam
da klasik Yunan dramına uygun olarak aşağılanmış ba
kireler de Orpheus'un kafasını kopartıp nehre atarak ken
disinden intikam alırlar.
203
Hikaye başlarken temel gerçekleri öğreniriz: Orpheus
Eurydice'yi, Eurydice de Orpheus'u sevmektedir. Aşk
larının niteliğini görür ve onlara mutluluğu tattırırız. Ama
sadece tadarlar. Düğünlerinin üzerinden çok geçmeden fe
laket gelir çatar. Bu felaket otomobil kazasından hastalığa,
vergi dairesinin (yanlışlıkla) bir milyon dolar vergi is
temesine, ya da erkeğin eski bir Nazi kampı yöneticisi ol
duğunun ortaya çıkması (yine yanlışlıkla) olabilir. Engel ne
olursa olsun, önemli olan aşıkların engelleri aşıp bitiş çiz
gisine erişip erişemeyecekleridir.
Engeli ilk aşma çabası hemen hemen hep başarısızlıkla
sonuçlanır. Üç Kuralı'nı unutmayın. îlk iki çaba başarısız
olur, üçüncüsünde başarılır. Aşıklardan biri kahramandır
(bu örnekte Orpheus) ve gereken her şeyi "yapar." Kurban
(Eurydice) ise pasif olarak bir şey yapılmasını bekler. Kimi
zaman kurban sevgili kurtuluşu konusunda daha aktif olursa
da, onun eylemleri kahramanmkiler yanında daha ikinci de
recede kalır. Engeli yaratan bir düşman/kötü adam olabilir,
ama Orpheus'un durumunda bu mutluluğa karşı olan Kader
diye adlandırdığımız şeydir.
Peri masallarının dersi tüm aşk hikayelerinin temel der
sidir: Sınanmayan aşk gerçek aşk değildir. Aşk, genellikle
güçlükler yoluyla kanıtlanmalıdır.
Orpheus ve Eurydice'den C.S. Forester'in Afrika Kra-
liçesi'ne atlamak pek güç değildir. Afrika Kraliçesi'nde ka
rakterler hikayeye sevgililer olarak değil, karşıtlar olarak
başlarlar. Kadın bir misyonerin kızkardeşi, erkek çekingen
bir mühendistir. Afrika Kraliçesi adlı tekneyle bir Alman
ganbotunu havaya uçurmak üzere bir nehir yolculuğuna çı
karlar. Yolda bu uyumsuz çift birbirlerine aşık olurlar, asıl
madan önce de son istekleri üzerine evlenirler. (Ve sonra da
mutlu bir yaşam sürdürürler.)
Pek çök aşk hikayesinin mutlu sonu yoktur. George Eli-
ot'un Adam Bede'sinde Adam, Hetty adında güzel ama biraz
hafifmeşrep Hetty'ye aşık olur. Hetty tam bir gelenekçi
olan Adam'ı istemez. Genç köy ağasıyla evlenmek ister.
204
Köy ağası Hetty'yi kandırır, sonra da terk eder. Hetty bu
kere Adam'la evlenmeye razı olur ama o sırada hamile ol
duğunu öğrenir. Ortalıktan kaybolmuş olan ağayı bulmaya
çalışır. Sonunda Hetty çocuğunu öldürmekten suçlu bu
lunur. Adam da başka biriyle evlenir.
Bu mutlu bir son değildir.
Edebiyat hiyerarşisinde ne kadar yükselirseniz, aşk hi
kayeleri de o kadar mutsuzlaşır. Eğer bir dramsa sev
gililerden biri mutlaka ölecektir. Komediyse sevgililer bir
likte güneşin batışına doğru yürüyeceklerdir. Federico Gar
d a Lorca yaşamın hissedenler için bir trajedi, düşünenler
için bir komedi olduğunu söylerken çok haklıydı.
İtalyan trajedik operaları gerçek birer mendil ıslatandır.
Puccini'nin La Bohem'inde Rodolfo, Mimi'ye aşık olur; Mi
mi ölür. Verdi'nin La Traviata'smda Violette Alfred'e aşık
olur; Violetta ölür. Bu liste sonsuz gibidir... İl Travatore, Ri-
goletto, Madam Butterfly, Palyaço... Göründüğü kadarıyla
İtalyan operasında Kara Veba'da olduğundan çok kadın öl
müştür.
BİRAZ DA AŞK
Bir aşk hikayesini iyi yapan nedir? Bunun yanıtı eylemden
çok karakterlerdedir. Aşk kurgusu bu nedenle bir karakter
kurgusudur. Bunun bir başka şekilde dile getirilişi de, ba
şarılı aşk hikayelerinin başarısı sevgililer arasındaki "kim-
ya"dır. Çok kurnazca numaralar içeren bir kurgu ya
ratabilirsiniz, ama sevgililer özel bir inandırıcılığa sahip de
ğilse, hikaye başarısız olacaktır. Kimyanın ne olduğunu he
pimiz biliriz de, pek azımız onu yaratmasını bilmeliyiz.
Kimya, karakterleri sıradanlıktan çıkaran birbirlerine duy
dukları özel çekiciliktir. Aşk romanlarının yazılması ve sa
tılması büyük bir ticaret alanıdır. Kurgular o kadar bellidir
ki, yayıncılar "olur" ve "olmaz" dedikleri bazı koşullarda
ısrar ederler. Yayıncıların bir yazarın ne yapıp ya
205
pamayacağı hakkında gayet kısıtlı fikirleri vardır. O pazar
için yazmak istiyorsanız kuralları bilmelisiniz. Ancak bun
ları çok kısıtlayıcı bulacaksınız. Karakterler belli tiplere
uyum göstermelidirler.
Yayıncıların da kendi nedenleri vardır ve yılda ka
zandıkları milyonlarca dolar, en azından ekonomik olarak
bu nedenlerinin doğruluğunu göstermektedir. Neyin sat
tığını bildikleri gibi neden satıldığını da bilebilirler. Peri
masallarının çocuklar arasında başarılı olmasımn nedenidir
bu.
Hatırlayacağınız gibi peri masalları da belirli tipleri içe
rirler. Karanlık ormana giren küçük oğlanla kız her ço
cuktan farksızdırlar. Adları olduğu zaman bunlar çok sık
rastlanan adlardır. Dövme ya da yara izi gibi belirtici işa
retleri ve karakteristikleri yoktur. Kalıptan yeni çık
mışlardır. Buffalo, Biloxi veya Bozeman gibi yerlerden de
ğil, Krallık ve Orman gibi yerlerden gelirler. Ana babaları
adlarıyla değil, yaptıkları işle anılırlar (Oduncu, balıkçı,
çiftçi ve karısı gibi).
Çocuk peri masallarındaki karakterlerle kendini öz
deşleştirir. Yoksul ve talihsiz bir çocuk rolünü benimser ve
dünyaya açılıp devler (yetişkinleri) öldürebilme ger
çeğinden, akıllı, dürüst ve kurnaz olarak yolunu bu
labilmesinden güç alır. Küçük Hans'ın babası Maine'de bor
sacı, annesi eczacı olarak yaratılmış bir karakter olsaydı
onunla özdeşleşme şansını kaybederdik. Bir okur bir ka
rakter hakkında ne kadar çok şey bilirse, o karakter kendi
dünyasının bir parçası olur. Peri masallarında özdeşleşme
çok önemli olduğundan (küçükler için) hikaye de her ço
cuğun hayaline ve aklına uymalıdır.
Aynı şey aşk romanları yazmak için de geçerlidir. Eğer
yazar olarak tüm okurlara hitap etmek istiyorsanız okurun
durumlarla özdeşleşeceği ve kendini onlara yansıtacağı tip
ler yaratmalısınız. Başlıca karakterlerinizin yüzleri boş gi
bidir, okur bunları kendi ihtiyaçlarına göre dolduracaktır.
206
Bu okurların edebiyatla ilgileri yoktur. Eğer sıradan
aşıklardan uzaklaşıp benzersiz iki (veya daha fazla) ka
rakter yaratmak istiyorsanız insan ve aşk psikolojisine gir
melisiniz. Bir aşk hikayesi reddedilen ve ya yeniden elde
edilen ya da kaybedilen aşkın hikayesidir. Planı basittir:
ama plana işlerlik kazandırmak kolay değildir. Aşk pe
şinde koşarken ya çok trajik ya da çok komik olabilecek iki
karakter bulma becerinize bağlıdır.
Erich Segal'ın çok popüler ama pek derin olmayan Love
Story'si ile Eliot'un Adam Bede ve Thomas Hardy'nin Jude
the Obscure gibi çok uzun zamandır tutulan romanlarındaki
aşk arasında dünyalar kadar fark vardır. Her üç kitap da tra
jiktir: Aynı kayıp aşk konusunu işlerler. Ancak zamanında
bir bestseller olan ve gişe rekorları kıran Love Story New
England'da bir çiftin arasındaki aşk hakkında yüzeyde kal
mış bir romandı. (Kız hastalanır ve ölür.) Burada Eliot ve
Hardy'nin karakterlerinin insan ruhunu araştırmaları ve ka
rakter derinlikleri yoktur.
Ama açık konuşalım. Halkta peri masalı sonları (yani
mutlu sonlar) için çok güçlü bir istek vardır. Dünya çapında
seyircilerin George Bernard Shaw'un Pygmalion'unun mut
suz sonunu kabul etmeyi reddettiklerini ve onu kendilerine
göre My Fair Lady'ye ve mutlu sona çevirdiklerini bi
liyorsunuz. Rudyard Kipling'in The Light That Failed ro
manı Dick’in Maisie'ye duyduğu aşkı anlatn. Ancak Maisie
sığ ve duygusuz bir karakterdir. Dick kör olmaya başladığı
(mendillerinize davranın) ve şaheseri olacak tablosunu (o
da Melankoli diye adlandırılmıştır) görme duyusunu kay
betmeden son günlerinde bitirirken bile Maisie acımasızca
kendisini reddeder. Dick intihar eder. Ancak Dickens'i sev
dikleri kadar Kipling'i • seven okurlar bunu kabul et
memişlerdir. Kipling kamuoyunun baskısına dayanamamış
ve kitabın daha sonraki baskılarına bir mutlu son yazmıştır.
Thomas Hardy böyle bir baskı altında değildi ve olsaydı
da, herhalde ona boyun eğmeyecekti. Jude the Obscure son
207
eseridir ve karanlık ve zalimdir. Aşkın her şeyi kurtaracak
ya da tedavi edecek gücünü doğrulamaz. Roman aşkın tra
jedisi hakkındadır. Olumlu, canlı, "aşk güzeldir" tipi hi
kayeler bekleyen bir okur ilk on sayfadan ötesine geçemez.
Ama okur şehevi ve ruhsal yaşam arasındaki çatışmanın
incelenmesinden hoşlanıyorsa, Jude Favvley’in yaşammda
istediklerini bulacaktır. Ama şunu unutmamalısınız: pek az
okur aşkın böyle incelenmesiyle, hele de romanın mutlu so
nu yoksa, ilgilenir. Kamuoyu hep peri masalı sonu ister ve
ortada kazanılacak para varsa yayıncılar ve film ya
pımcıları bu zevke hizmet edeceklerdir.
Yanlış anlaşılmasın; her iki tür hikayeye de yer vardır.
Her biri belirli bir ihtiyacı karşılar. Burada sorulacak soru
şudur: Siz hangi hikayeyi yazmak istiyorsunuz?
209
lunabiliriz. Yine kendi deneyimimize ve analık konusuna
dayanarak Sue'nun annesinin Sue'yu doğurduğu zaman ol
duğu gibi Sue'nun da şimdi mutlu olduğunu düşünürüz. Ol
du mu?
"Yüzü daha sevimli ve çok daha sakin." Yüzü neye kı
yasla daha sevimli? Ve hâlâ neden "çok daha sakin" ol
duğunu anlamış değilim. Sue motosikletlilerle mi ar
kadaşlık ederdi?
Duygusallık, yazarın yarattığı roman deneyiminden çok
okurun deneyimine dayanır. Boşlukları siz doldurursunuz.
İşi yapan yazar değil, okurdur. Eğer şiiri satır satır in
celerseniz Guest'in bir anne olmak hakkında belirli bir tek
şey söylemediğini görürsünüz. O sadece klişeleri sıralayıp
sizi anılarınızla başbaşa bırakır. Şiirde gerçek bir karakter
ve gerçek bir durum yoktur.
Duygu içerikten çıkar. Duygu ile gerçek insanlar ve ger
çek durumlar çizilir. Bu da nesnelere (insanlara, mekanlara
ve şeylere) ilişkin olduğundan duyguyu nesnel yapar. Eğer
aşk hakkında yazacaksanız duygusal olmak mı istediğinize
(bunun da melodramlar gibi belirli yazı tiplerinde yeri var
dır). yoksa gerçeğe uzanıp kendi duyguları olan ve okurun
duygularına dayanmayan bir dünya mı yaratmak is
tediğinize karar vermelisiniz.
Stephen Spender "Kızıma" adlı kısa bir şiir yazmıştır.
Bunda küçük kızıyla yaptığı bir yürüyüşü anlatmaktadır.
Şiir basittir (sadece beş satırdır) ama çok duygu yüklüdür.
Küçük kızı eliyle parmağını tutmuştur ve konuşan kişi o
an birlikte yürümelerine karşın adamın bir gün kızını kay
bedeceğini bilmektedir. Onun için o ana çok değer verir. Şi
irdeki adam kızın elinin parmağını kavramasını hep ha
tırlayacağını bilir. Kızın küçük eli parmağı çevresinde bir
"yüzük" gibidir. Yüzük baba ile kız arasındaki duygusal ba
ğın benzetmesi olur.
İki şiir arasındaki farkı söyleyebilir misiniz? Spender
görebildiğimiz ve duyabildiğimiz iki insanla çalışmaktadır.
210
Onları yolda yürürken görürüz ve adamın kızma olan duy
gusunu, ona sahip oluşunu ama yine de kaybedeceğini an
larız. Yüzük (nesne) bir benzetmedir, daha çok baba ile kız
arasında bir nişan yüzüğü gibidir. Spender'in şiirinin beş
satırı Guest'in on satırından daha çok duygu yüklüdür. Gu-
est insanın anneliğe karşı duygularına dayanır. Spender za
man içinde bir an ve bir duygu yaratır.
Biz duygularımız uyarıldığında kendimizi çok canlı
hissederiz. Bunu yazıda başarmak kolay değildir, ama bu
duyguları varmış gibi gösterip kestirmeden gidersek -yani
onları olduklarından büyük gösterirsek- duygusallık suçunu
işlemiş oluruz. Duygusallık herhangi bir duyguyu o anın
ifade edebileceği içeriğin dışına taşıyıp abartmanın so
nucudur.
Duygusallığı eleştirmede aşırıya kaçmak istemiyorum,
çünkü onun da bir yeri vardır. Çoğumuz arasıra duygusal
bir kitap okumaktan ya da bir film seyretmekten zevk alırız.
Önemli olan duygu ile duygusallık arasındaki farkı ve han
gisini kullanacağını bilmektir. Eğer standart formüllü bir
aşk hikayesi yazıyorsanız en azından bir derece bir duy
gusallık beklenecektir. Eğer yazar olarak içtenlikli ve özgün
olmak istiyorsanız, eylem uygun duyguları geliştirmeli ve
bunları abartmaktan kaçınmalısınız. Diğer bir deyişle, aşk
hakkında sadece konuşmayın, onu gösterin de!
211
sılıkları, kötümser ise geçmişteki gerçekleri düşünür. Bu,
prenslerle prenseslerin sonsuza kadar mutlu ya
şamayacakları demek değildir.
Aşkm soğuması da insanlar hakkındadır. Bu, bir iliş
kinin başından çok sonu hakkındadır. Hikayenizin başarısı
karakterlerinizi ve onlara olanları anlamanıza bağlıdır. Hi
kayenin sonunda durum bir krize dönüşür ve bu da bir tür
çözüme götürür: sürekli mücadeleye razı olmak, boşanma
ve ölüm en sık rastlanan çözümlerdir.
Size okumanız ve incelemeniz için üç şaşırtıcı (ve stres
yaratıcı) örnek verebilirim. Birincisi August Strindberg'in
Ölüm Dansı'dır; konu koca ile karısı arasındaki sevgi-nefret
ilişkisidir. Alice yirmi beş yıllık zorba kocası Edgar'ın kö
lesi gibidir. Oyun başladığında Edgar ağır hastadır, ama yi
ne de karısına hükmetmeye çalışır. Mücadeleyi ölümüne
kadar sürdürürler.
Edward Albee'nin Hain Kurttan Kim Korkar (Who's Af
raid of Virginia Woolf?) eserinde George ile Martha'mn du
rumları da bundan farklı değildir. Ve son olarak George Si-
menon’un Kedi’sinde (Jean Gabin ve Simone Signoret'in oy
nadıkları filmi de yapılmıştır.) Emile ve Marguerite ro
manın başında karşılıklı nefret aşamasına gelmişlerdir.
Başka hiçbir şeyi paylaşmamaktadırlar -birlikte yemezler,
yatmazlar, hatta konuşmazlar.
Bu eserlerin duygusallığının odağı sevgi değil, sevgi/
nefrettir. Bu, aşkın fırtınalı yanıdır, ama güneşli yanı ka
dar da gerçektir.
A ŞK KURGUSUNUN YAPISI
Diğer kurgularda genel olarak kullanılan kurgu aşamalarını
göstermiştim. Ancak bu kurguda aşamalar kullanacağınız
kurguya göre değişir.
Tek istisna hikayenin başında birbirlerine kavuşan ama
sonra çeşitli durumlar nedeniyle ayrılan sevgililerdir. Üç
dramatik aşama şunlardır:
212
1) Sevgililerin birbirlerini bulması. İki baş karakter
tanıtılırlar ve aşk ilişkisi başlar. Birinci aşama bu ilişkiyi
kurmakla geçer. Birinci aşama sonunda birbirlerine aşık
tırlar ya nişan ya da evlilik bağıyla bağlanmışlardır. Birinci
aşama sonuna doğru sevgilileri ayıracak bir şey olur (Eury-
dice'nin ölümü gibi). Bu durumu sevgilileri birbirinden ayır
maya kararlı bir düşman yapabilir. (Kız kaçırılır. Erkeğin
anababası Cincinnatti'ye taşınırlar. Kadının eski kocası es
ki karısının başka bir erkekle ilişkisinden hoşlanmaz.) Ya
da sevgililer durumların ya da Kaderin etkisiyle ayrılırlar.
(Erkek savaşa gider. Kadın beyin kanseri olur. Erkek kayak
yaparken kaza geçirip sakat kalır.) Ne olursa olsun, birinci
aşama genelde sevgililerin ayrılmasıyla son bulur.
2) Sevgililer ayrılırlar. İkinci dramatik aşamada ay
rılmış sevgililerden en az biri diğerini bulma/kurtarma/
yeniden birleşme çabasında bulunur. Odaklanan genelde
tüm çabayı gösteren sevgilidir, diğeri sabırla kurtarılmayı
bekler ya da bu çabalara aktif bir şekilde direnir. Örneğin,
Jack bir kayak kazasında sakat kalmıştır. Doktorlar bir da
ha yürüyemeyeceğini söylemişlerdir. Jack bunalım geçirir;
Jacqueline'e "gerçek bir erkek" bulma fırsatı vermek için
boşanmak istediğini söyler. Jacqueline Jack’ı terk et
meyecek kadar sevmektedir, bunun için erkek kendini to
parlayıp mücadelesine başlayana kadar ona yardımcı olur.
Ancak kurtuluş yolu hiçbir zaman açık değildir. Hep
engeller vardır. Bu engeller ikinci dramatik aşamanın temel
taşlarıdır. Bir adım öne, iki adım geriye. Aktif sevgili olan
kahraman (eğer varsa) düşmanla savaşmak zorunda kalır
ve kısa vadeli olarak sadece küçük zaferler kazanır.
3) Sevgililer yeniden birleşir. Üçüncü dramatik aşa
mada aktif sevgili ikinci dramatik aşamanın tüm engellerini
aşmanın yolunu bulmuştur. Pek çok kurguda olduğu gibi
belirgin olan nadiren başarılı olur. Çalışkan insanların
önünde fırsatlar açılır ve aktif sevgili düşmanı yenecek bir
213
yol bulur. Bunun sonucunda sevgililer yeniden birleşirler ve
birinci aşamanın duygusal yoğunluğuna dönerler.
Artık sınanmış olan sevgi daha büyümüş, bağlar daha
güçlenmiştir.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şunları hatırınızdan çıkarmayın:
214
nulardan biridir, ama bu iyi yazılamayacağı demek değildir.
Ama karakterlerinizi hissetmeniz gerekir. Siz onları his
setmezseniz, okurlarınız da hissetmeyeceklerdir.
0 Duygu aşk hakkında yazmanın önemli bir un
surudur. Sadece inandırıcı olmanız yeterli değildir; korku,
nefret, düş kırıklığı, birleşme gibi çok geniş bir duygu yel
pazesi geliştirmelisiniz. Aşka ilişkin pek çok duygu vardır
ve bunları kurgunuzun ihtiyaçlarına göre geliştirmeye hazır
olmalısınız.
© Yazınızda duygu ve duygusalıığm rolünü anlayın ve
hangisinin hikayeniz için daha iyi olacağına karar verin.
® Sevgililerinizi aşkın bütün sıkıntılarından geçirin.
Onların sınanmasını ve aradıkları aşkı sonunda hak et
melerini sağlayın. Aşk kazanılan bir şeydir; bir armağan
değildir. Sınanmamış aşk gerçek aşk değildir.
21 5
Yirmi birinci Bölüm
Tem el Kurgu 1 5 :
Yasak Aşk
217
duğunu yeniden öğrenip bu dersleri çocuklarımıza aktarırız.
Aşkı tanımlar ve onun hakkında hükümler ileri süreriz. İn
san sosyal düzeyde kendisinden aşağı veya yukarıda olan
biriyle evlenmemelidir. İnsan kendi inancı dışında biriyle
evlenmemelidir. İnsan sadece aynı ırktan biriyle ev-
lenmelidir. İnsan başka bir sınıftan birine, evli olan birine
ya da çok genç veya çok yaşlı birine aşık olmamalıdır.
Toplumumuz bu istekleri ortaya koyar ve çoğumuz bunlara
uyarız. Ama aşkın gücü -ya da aşık olmak fikri- ba
zılarının "sınırı" aşıp yasak bölgeye girecekleri kadar güç-
lüdür. Roman çok yere sosyal vicdanımız yerine geç
tiğinden, o sınırı aşmanın cezaları hakkında bizi uyaracak
pek çok hikaye vardır.
Romeo ile Juliet ilk kez 1476'da, Shakespeare’in oyunu
yazmasından yüz yıl önce yazılmıştır. Aslında Sha-
kespeare'inki hikayenin dördüncü şeklidir ve sonuncusu de
ğildir. Gounod hikayeyi opera yapmış ve Jean Anouilh Ro
meo ve Jeanette adlı gerçekçi bir biçimini yazmıştır. İki
sevgilinin ailelerinin birbirleriyle ilişki kurmama yasağına
meydan okudukları için hikaye hayalimizde çok güçlü bir
yer tutar. Aşkları gerçektir ama trajedileri de öyledir.
Heloise ve Abelard arasındaki aşk da aynı trajik yolu
izler. Bir Fransız skolastik filozofu ve dinbilimcisi olan
Abelard, öğrencisi Heloise'e aşık olur ve kızı iğfal eder.
Heloise'in bir oğlu olduktan sonra gizlice evlenirler. He-
loise'in Nötre Dame Katedrali rahibi olan amcası bu yasak
aşkı öğrenince Abelard'ı hadım ettirir.
Toplum özellikle çirkin veya gülünç olan insanlar kar
şısında hep huzursuz olmuştur. Bu insanlar yokmuş gibi
davranırız ve onların da bizler gibi duygu ve istekleri ola
cağını kabul etmeyiz.
Victor Hugo Nötre Dame'm Kamburu'rida kambur zan
goç Quasimodo'yu yaratmıştır. Edebiyatta onun kadar çir
kin bir başka kişi olduğunu sanmıyorum. (Gözlerinden biri
büyük bir urun altında kaybolmuştur, dişleri alt dudağından
218
dışarı sarkmaktadır, dev burnu bir hortum gibi üst dudağı
üzerine kıvrılmıştır.) Ancak Quasimodo dışardan ne kadar
çirkinse, içerden o kadar güzeldir.
Quasimodo güzel çingene dansözü Esmeralda'ya aşık
tır. Kadın erişemeyeceği kadar uzaktır. Ama yine de, ken
disine teslim olmayınca kızı büyücü olarak ilan eden Nötre
Dame başrahibine karşı kızı korumaya kararlıdır. Bütün
imkansız aşklar gibi bu da trajediyle sona erer: Bu sadece
Quasimodo'nun kalbinde ve hayalinde gerçekleşebilecek bir
sevgidir. Ama başrahibi öldürerek kadının ölümünün in
tikamını alır.
Z İN A
Yasak aşkın en çok rastlanan tipi zinadır. Modem ede
biyatta bu konuyu ele alan romanların başında Nathaniel
Havvthome'un The Scarlet Letter'i, Leo Tolstoy'un Anna Ka-
renina'sı ve Gustave Flaubert'in Madame Bovary'si gelir.
Bunlar erkekler tarafından ihanet eden kadınlar hakkında
yazılmış romanlar olmakla birlikte birinci sınıf eserlerdir.
Madame Bovary romantik bir hayalgücü olmayan bir er
kekle evliliğinde kendini kapana kıstırılmış hisseden bir ka
dın hakkındadır. Aşk, okuduğu gibi harikulade bir şey çık
mayınca onu kendisi aramaya karar vermiştir. Emma Bo
vary çok büyük bir duygusallık krizi içindedir ve dünyayı
kendi küçük Norman köyündeki evinin kapısının hemen dı
şında kendisini beklediğini düşünmektedir. Kocasını terk
edip araştırmaya başlar.
Ama bulduğu hiç de beklediği şey değildir. Ya
bancılarla aşk umduğundan çok daha başkadır. Emma ki
tabın sonunda kendini zehirler ve acılar içinde kıvranarak
ölür.
Anna Karenina'mn talihi onunkinden iyi değildir. O
Emma Bovary gibi saf bir kadın değildir. Ama yakışıklı ve
genç bir subaya aşık olur ve onunla birlikte olmak için ko
219
casını ve çocuğunu terk eder. Sonunda aşığı arkadaşlarıyla
yabancı topraklara savaşmaya gider. Anna da bir trenin
önüne atlayarak kendini öldürür. (Tolstoy Anna Karenina
fikrini kendini aynı şekilde öldüren bir kadım gördükten
sonra bulmuştur.)
The Scarlet Letter'in Hester Prynne'i on yedinci yüzyıl
Boston'unun püriten toplumu tarafından vurulan zina dam
gasıyla başlar. Herkesin kim ve ne olduğunu anlaması için
göğsü üzerinde kızıl bir "A" taşımak zorundadır. Daha da
kötüsü evlilikdışı doğmuş Pearl adında bir kızı vardır.
Boston dini çevresi Hester'in aşığının kim olduğunu öğ
renmeye kararlıdır ama kadın bunu söylemez. Kocası yurt
dışında uzun bir yolculuktan döner ve karısının aşığından
intikam almak için kılık değiştirir. Saygın ve genç rahip
Arthur Dimmerdale'den kuşkulanmaktadır Rahibi itiraf et
tirmeye çalışır. Sonunda Hester, Arthur ve çocukları kaç
maya çalışırlarken yakalanırlar. Son sahnede Dim-
mesdale'in göğsüne de kızıl bir harf yazılır ve adam ko
canın şeytanca intikamından kaçıp sevdiğinin kolları ara
sında ölür. Yasak aşk yine bir trajediyle son bulmuştur.
Zina konulu hikayelerde karakter üçgeni hep aynıdır:
kadın, kocası ve aşığı. On dokuzuncu Yüzyıl'ın sıkı ahlak
kuralları bir zina ilişkisinin mutlu olmasına asla izin ver
mezdi. Ve günahın bedeli ölüm olduğu için Emma Bovary,
Anna Karenina ve Arthur Dimmersdale ölürler. Bovary ve
Karenina aradıkları tutkunun bir yalan olduğunu öğrenirler.
Hester Prynne için aşk gerçektir ama bedeli utanç ve ölüm
dür.
Zina hakkında yazmak her zaman böyle sert ol
mamıştır. Bu kadar ciddileşmemizden önce konu genelde
daha normal bir biçimde ele alınırdı. Fransız fabliaux'laıı
(On ikinci ve On dördüncü yüzyıllar arasında yazılan kısa
ve mizahi hikayeler) ve Ingiliz Tudor dönemi dramaları
boynuzlu koca konusunu çok kullanmışlardır. Chaucer in
Caııterbury Hikayeleri adlı eserinden "Miller'lerin Hikayesi"
220
bunun çok güzel bir örneğidir. (Yaşlı bir ukalanın genç ka
rısı Alison yerel mahalle papazının kur yapmasına yanıt
vermez ama yerel handaki gence aşıktır.) Bu hikayeyi bu
gün yazsanız kiliseden, kadın gruplarından ve dünyada ah
laksızlığın bu tür açık saçık hikayelerle yayıldığına inanan
insanlardan gelen bir mektup yağmuru altında kalırdınız.
Açık saçık mı? Elbette. Ama bu, edebi geçmişimizin önem
li bir parçasıdır da. Dünya hâlâ Geoffrey Chaucer, Giovanni
Boccacio, Ben Johnson ve William Shakespeare'in müs
tehcen mizahına değer vermektedir.
Zina suçunu işleyen çoğunlukla romanın kahramanıdır.
İhanete uğrayan eş ise genelde düşmandır ve intikam almak
ister. Kurgu kolaylıkla tersine çevrilir ve zinacılar Postacı
Kapıyı İki Kere Çalar'da olduğu gibi eşi öldürerek veya öl
dürmek isteyerek katil olurlar. Ya da Fransız filmi Di-
abolique'de olduğu gibi eş kocasının sevgilisiyle birleşip
kocayı öldürmeye kalkar. Eşi öldürmenin amacı çoğunlukla
sevgililere evlenme imkanı vermektir.
221
EŞCİNSEL AŞK
Eşcinsel aşk konusu genelde yasak aşk olarak ele alın
mıştır. Hıristiyanlık öncesi çağlarda eşcinsellik sapıklık
olarak görülmezdi. Ancak İncil'de eşcinselliğe karşı suç
lamalar ve püriten zihniyetin gelişmesi bu hoşgörümüzü
azaltmıştır. Edebiyatımızda da eşcinsel aşıklar trajedileri
ile bu hoşgörüsüzlüğü yansıtmaktadır. Thomas Mann'ın
Venedik'te Ölüm’ünde baş karakter olan Aschenbach adın
daki yaşlı bir adam on dört yaşındaki bir oğlana, Tadzio’ya
aşık olur. Olay bir kolera salgınında yer almaktadır, Asc
henbach Tadzio'ya o kadar tutkundur ki, kentten ayrılamaz
ve sonunda koleradan ölür.
Eşcinsellik ile kolera ve ölüm bağlantısı iki karakter
arasındaki yakınlığı ortaya koyar. Aschenbach'ın Tadzio’ya
’doğal olmayan’ sevgisi kendisini ölümüne götürür.
222
Harold Maude'a tutulmuştur. Yaşama karşı olumlu bir
davranışa girdikçe kadına aşık olur. Kısa bir an Maude'un
kolunda dövme bir numara görünce onun toplama kampları
dehşetinden sağ kurtulduğunu anlarız. Sahnenin parlaklığı
çok az şey söyleyerek çok şey anlatmasıdır. Bu konuda bir
tartışma yoktur. Maude, Naziliğin ve toplama kamplarının
dehşetinden söz etmez. Kalkıp da o kadar çok duyduğumuz
'sağ kalmış olma' konferanslarından birini çekmez. Buna
gerek yoktur. Yaşama şiddetle bağlı bir kadın olarak dav
ranışları o dövmenin bir anlık görünmesiyle o konuda her
şeyi söylemiş olmaktadır.
Harold'un Maude'la evlenmeyi planladığı fikri ailesini
dehşete düşürür. Harold kadına sekseninci doğum gününde
evlenme teklif edecektir. Maude'un yaşam gücü Harold'u
değiştirmiş, o kaderci sıkıntısından kurtarmıştır. Ancak
doğum gününde Maude'a gittiğinde onun aşırı miktarda uy
ku hapı aldığım ve ölümü beklediğini görür.
Harold mahvolmuştur. Kadının neden kendini öl
dürmek istediğini anlayamaz. Maude'un açıklaması basittir:
Sekseninden fazla yaşamak istemememiştir. Sakatlıkla sı
nırlanan bir yaşamı reddetmektedir. Ölümün kendisi is
tediği zaman gelmesini istemiştir.
Harold Maude'u hastanaye götürürken yolda onu sev
diğini açıklar. Kadın da onu sevdiğini, ama Harold'un, "Gi
dip daha fazla sevgi yaşamasını" söyler ve kısa bir süre
sonra da ölür.
Hikayenin sonunda Harold'un arabasının bir yamaçtan
aşağı yuvarlanıp kayaların üzerinde parçalandığını gö
rürüz. Bir an için Harold'un da ölümle kendi koşulları al
tında karşılaştığını sanarız ama kamera geri çekilince Ha
rold yamacın tepesinde bancosunda Maude'un öğrettiği bir
şarkıyı çalmaktadır.
Harold ve Maude ile diğer yasak aşk örnekleri ara
sındaki fark, burada çiftin ilişkisinin onaylanmasıdır. Aşk
tedavi etmiştir. Harold’un ailesi onun dört katı yaşında bir
223
kadınla evlenmesi fikrinden dehşete düşmüşlerse de, bu ra
undu kazanan toplum değildir. Maude'un intihan trajik ama
başarılıdır. Bu, onun yaşam niteliğini doğrulayan bir ka
rarlılık eylemidir ve daha da önemlisi Maude'un niyeti ile
tutarlıdır.
Hikayenin birinci dramatik aşaması ilişkinin baş
langıcıdır. Önce Harold'un kim olduğunu öğreniriz. Ama
Maude da çok geçmeden hikayeye girer. Gencin üzerinde
ani ve derin bir etkisi olur. Yasak aşktan haberi olmuşsa,
toplum genellikle hemen hoşnutsuzluğunu belirtir veya bu
nu durdurmak için doğrudan doğruya eyleme geçer. Aşıklar
ya ilişkilerini gizlide ya da kimsenin ne diyeceğine al
dırmadan açıkta sürdürürler. Gizli ilişki hemen hemen mut
laka öğrenilir. Toplum kendi kurallarına uymayanları ce
zalandırmaya her zaman hazırdır.
İkinci dramatik aşama aşıkları ilişkilerinin içine gö
türür. Bu, olumlu bir şekilde başlar: Sevgililer ilişkinin
önündedirler ve her şey yolundadır. Ama ikinci aşamanın
ortasında ilişkinin yok olmasına neden olacak tohumlar ar
tık ekilmiştir. Maude'un kendini öldüreceği hakkında her
hangi bir ima yoktur ama aşk ilişkisinin Harold'un istediği
yönde gitmeyeceğini de anlamışızdır. Harold aşıktır ve saf
tır; sonuçlan anlamadığı gibi onlardan korkmaz da. Maude
bir dünya insanıdır ve aşıktır; sonuçları anlar ama top
lumun baskısı önünde yenilgiyi kabul etmez. Bir çıkış yolu
bulması gereken odur.
İkinci dramatik aşamanın ikinci yarısında aşıklar ara
sındaki ilişki inişe geçmiş olabilir. Madame Bovary ve An-
na Karenina'da ilişki hızla çözülmektedir; aşk hayali par
çalanmıştır..Toplumun gücü ve gerçek bedelini almaktadır.
Aşıklar üçüncü dramatik aşamada topluma olan bi
rikmiş borçlarını ödemelidirler. Ölüm tek çıkar yoldur. Ro
meo ve Juliet ölmüşlerdir. Emma Bovary, Anna Karenina,
Esmeralda, Arthur Dimmesdale ve Aschenbach da ölürler.
Sadece Abelard hadım edilme pahasına kurtulur.
224
Quasimodo'nun Esmeralda'ya, Hester Prynee'in Dim
ine sdale’e ve Harold’un Maude'a olduğu gibi aşk eşlerden
birinin yüreğinde yanmaya devam edebilir. Ya da sağ kalan
kışı duşkırıklığına ve umutsuzluğa düşer. Sağ kalan sevgili
hemen hemen her şeyini kaybetmiştir. Ancak görüldüğü ka
darıyla toplum asla kaybetmez.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şu noktalan akıldan çıkarmayın:
Tem el Kurgu 1 6 :
Fe d a k â rlık
227
kayesi'nde giyotinde Damay'ın yerini aldığında, bunu Dar-
nay'ın karısına duyduğu büyük aşk nedeniyle yapar. Rıh
tımda filminde Terry Malloy rıhtımın suskunluk yasasım
çiğneyip gangsterleri ihbar edince bunu ödeyeceği kişisel
bedel ne olursa olsun, doğru olduğuna inandığı için yapar.
Aynı filmde Norma Rae çalıştığı kumaş fabrikasında yö
netim aleyhine ve sendika lehine tavır alınca o da daha yük
sek bir motivasyonla bu işi yapmıştır. Karakterler ken
dilerini bir ideale feda ederler. Çoğunluğun ihtiyaçlarının
bireyin ihtiyaçlarından üstün olduğuna inanırlar.
Bugüne kadar çekilmiş en iyi Western filmlerinden biri
olan Stanley Kramer'in High Noon'u fedakarlık konusunu
özellikle dokunaklı bir biçimde işler. Hikaye basittir. Gary
Cooper’in oynadığı Will Kane 1870'te küçük bir Batı ka
sabasının şerifidir. Henüz emekliye ayrılmıştır ve yeni şe
rifin gelmesini beklemektedir. Aynı zamanda Amy ile (Gra
ce Kelly) evlenecektir. Birlikte başka bir kasabaya taşınıp
bir dükkan açmayı, çoluk çocuk sahibi olmayı plan
lamaktadırlar. Düğün töreni sırasında Will Kane'in ce
zaevine gönderdiği bir katilin bağışlandığını ve öğle sa
atinde kasabaya geleceği haberi duyulur.
Saat 10:40'tır. Tren istasyonu katili bekleyen birkaç ar
kadaşı dışında boştur. Hep birlikte Kane'i öldürmeyi plan
lamışlardır.
Amy, Quaker mezhebindendir. Şiddetten nefret eder.
Katil gelmeden önce kocasının kasabadan gitmesini ister.
Onu, bu işin yeni şerifin sorunu olduğunu söyleyerek kan
dırmaya çalışır. Arkadaşları bile Will'e gitmesi için ısrar
etmektedirler. Ondan başka kimse tehlikeyi göze alamaz.
Katili cezaya çarptırmış olan yargıç bile kasabadan kaçar.
Kasabayı terk etmekte utanılacak bir şey olmadığı bellidir.
Will zaten şeriflik armasını teslim etmiştir.
Ancak Will Kane ahlak sahibi bir insandır. Ölümü de
mek bile olsa, bu karşılaşma kaçamayacağı bir meydan
okumadır.
228
Tren öğlen gelir. Katil arkadaşlarına katılır, hep birden
sokakları boşalmış kasabaya Kane'i bulmaya giderler. Saat
on ikiyi birkaç dakika geçiyordur.
Son sahne ünlüdür ve pek çok Western filmi bunu kop
ya etmiştir. Dört kişiye karşı bir kişi. Will Kane’in hiçbir
şansı yoktur. Kasabada kendisine yardım edecek kimse kal
mamıştır.
Bu koşullar altında Kane'in karısı inançlarına aykırı da
olsa kocasını korumak için eline bir tüfek alır. Feministler
kadının kocasının inançlarını desteklemek için kendi inanç
larından vazgeçmesine itiraz edeceklerse de, olay yüz yıl
önce yer almaktadır ve (bize göre) insanlar bugünkü kadar
aydınlanmış değillerdi. Film, Amy'nin kararını bir ya-
şamboyu süren inancı bir yana itip şiddete başvurma ka
rarını alırken iç mücadelesini değil, sadece şaşırdığını gös
terir. Kocasına olan aşkı şiddete karşı inançlarından daha
güçlüdür; eğer kocasını bir daha sağ görmek istiyorsa, bu
nun için bir şeyler yapması gerekenin kendisi olduğunu an
lamıştır. Will Kaııe kendi onur kuralları için kendisini fe
daya hazırdır. Böyle yaparak da karısını kendi onur ku
rallarını çiğnemeye zorlar. Kazanmanın mümkün gö
rünmediği bir durumun sonu iyi gelir: filmin son sahnesinde
ikisini yeni yaşamlarına doğru giderken görürüz. Ama bu
kadına neye mal olmuştur? Ya da evliliklerine? Bunu sa
dece merak ederiz.
Kadının fedakarlığının anlamı bu olabilir: fedakarlık
her zaman büyük bir kişisel bedelle ödenir. Karakteriniz ya
şamından olabilir, ya da ödediği bedel derin psikolojik de
ğişimlerdir. Karakteriniz her zaman büyük bir değişiklik
geçirmelidir.
Kahramanınız bu değişime daha alt bir psikolojik dü
zeyde başlayabilir: karşısındaki sorunun içeriği veya kar
maşıklığı hakkında bir bilgiye sahip değildir. Ama koşullar
(ya da, isterseniz Kader) karakterinizi birden eylem isleyen
bir ikileme iter. Bir karar vermelidir. Kolay yolu seçebilir
(kaçmak gibi) veya güç yolu saçebilir ki, o da büyük kişisel
bedel demektir. (Terry Malloy’un kardeşi öldürülür ve ken
disi rıhtım işçileri tarafından geçici olarak aforoz edilir;
Norma Rae işten kovulur; ve Sydney Carton'un kafası ke
silir). Kahramanınız genelde doğru olanı yapmakta du-
raksayacaktır. Kendini feda etmek asla kolay değildir.
Hepimiz kahramanın başka bir insanı kurtarmak için
kendini feda ettiği kitaplar okumuş ve filmler görmüşüzdür,
ancak bu tür fedakarlıklar ani ve içgüdüseldir. Biz ya utanç
la (kolay yola kaçtığı için) ya da şerefle (yaşamına mal ola
bileceği halde) bir karar vermek durumunda olan kişinin de
rin iç mücadelesiyle daha çok ilgileniriz. Ve Amy Kane ör
neğinde olduğu gibi kimi zaman aşk için şerefi feda etmek
gerekebilir.
1940'larm başında Murray Burnett ile Jean Alison'un
yazdıkları Everybody Comes to Rick's adında bir oyun var
dı. Oyun olmayacak durumlar ve kötü diyaloglarla dolu ol
duğundan, Julius ve Philip Epstein ile Howard Koch ta
rafından filme alınmamış olsaydı çoktan edebiyatın çöp
lüğüne atılmış olurdu.
Filmin yapımı da çok karışıktı. Senaryo sürekli de
ğişiyordu ve yönetmen bir an sonra hikayenin ne yöne gi
deceğini bilmiyordu. Başrolde Ronald Reagan'la Ann She
ridan oynayacaksa da, son anda o da değişmiş, îngrid Berg
man, Paul Henreid ve Humphrey Bogart oynamışlardı.
Sonuçta film -Kazablanka- üç Oscar ödülü almanın dı
şında tüm zamanların Amerikan klasiklerinin biri olmuştur.
Bu nasıl başarılmıştır?
Tüm karmaşaya karşın yazarlar işlerliği olan bir hi
kaye yaratabilmişlerdi. Hikaye aşk hakkındadır ama daha
da önemlisi daha yüksek düzeye çıkan, aşk için fedakarlığı
öne çıkaran bir hikayeye dönüşmüştür. Fedakârlık, High
Noon'da Amy Kane'in yaptığından farksızdır. Ama, High
Noon bu güç kararları veren karakterleri incelemezken, Ka
zablanka bunu yapmaktadır.
230
Bir kurgu olarak fedakarlığın temeli karakterdir; fe
dakarlık eylemi karakterin bir görüntüsü olduğundan onun
yanında daha önemsizdir. Kazablanka dört kişi ve ara
larındaki dinamikler hakkındadır. Kişileri saran olaylar ka
rakterlerinin yansımasıdır ve sonunda Rick Blaine fe
dakarlığını yapmca, daha önce olan şey onun fedakarlığı
ile biçimlenmektedir.
231
kolaydır. Rick'i ilginç kılansa onun bencil, içine çekilmiş ve
sert, ama kolayca incinebilir olmasıdır.
Geri dönüş: Paris. Rick şimdi Richard'dır ve İlsa'ya
(Ingrid Bergman) umutsuzcasına aşıktır. O kadar aşıktır ki,
Naziler gelmeden önce evlenip Paris'ten kaçmak ister. An
cak Rick İlsa'mn duraksamasını fark etmez, o nedenle de
onun gittiğini öğrenince çok şaşırır. Kadın bir veda notu
bırakır. Son kare: Rick elinde notla dururken yağmur sem
bolik olarak İlsa'mn notunun mürekkebini dağıtır.
Sahneye dönüş: Rick'in Amerikan barı, 1941. Rick'in
gizli yaşamı hakkında bir şeyler biliriz. Aşkta çok büyük
bir yara almıştır. Onu biraz daha iyi anlarız.
Rick, "Ben kimse için canımı tehlikeye atmam," derse
de hikaye boyunca bunun böyle olmadığını öğreniriz. Is
panya'da faşistlere karşı çarpışmıştır. Kendini ya
kalayacak olan Almanlardan kaçmak için Paris'ten ay
rıldığını biliriz. Rick acı aşk deneyiminden soma bile Al
manlardan nefret etmektedir. Kumar masalarından birinden
bir Almanı kovar ve epey dokunaklı bir sahnede "Wacht
Am Rhein"ı okuyan Almanları bastırmak için orkestradan
"La Marseillaise"! çalmasını ister. İki Almanı öldürüp im
zalı çıkış vizelerini çalan Ugarte'ye (Peter Lorre) yardım
eder. Rick yakalanma tehlikesine karşın vizeleri Ugarte için
saklar. Böylece onun karakterine daha derinlemesine inmiş
oluruz. Zaman ve koşullar bastırmış olsa bile, Rick bir ilke
adamıdır.
Karakter temellerini yerleştirerek bir kimseyi ben
cillikten özgeciliğe götürebilirsiniz. Basit bir olayla bir ka
rakteri 180 derece çevirip davranışlarını değiştiremezsiniz.
Karakterin A noktasından Z noktasına gidişini inandırıcı
bir şekilde göstermelisiniz. Rick kimseye yardım et
meyeceğini söyler; ama biz onun bunu neden söylediğini bi
liriz (geçmişte bunu denemiş ve kırılmıştır) ve onun hiç
olmazsa başkasına yardım etme potansiyeline sahip ol
duğunu biliriz. Kurgunun getirdiği soru şudur: Kime yar
232
dım edecektir? Ve nasıl? Onu fikrinden caydırıp ka
buğundan çıkmaya zorlayacak olan şey nedir?
Bir kadın, kuşkusuz.
Bu da bizi bir kaya ile sert bir yer arasında sıkışıp kal
maya getirir. Karakterinizi gerektiği gibi kurmuşsanız, bu
derinde yer alan gerilimleri gerçek karakter ifadeleri olarak
anlarız. Bunu yapmak için karakterin geçmişini bilmemiz
gerekir. O yüzden Kazablanka'daki o geriye dönüş çok
önemlidir. O sahneyi çıkartacak olursanız Rick'in içindeki
çatışmayı anlayamayız. Böyle bir kurguda karton ka
rakterler kullanılamaz. Karakterler inandıncı olmalıdırlar.
Onları eyleme iten motivasyonları anlamalıyız. İlsa ve ko
cası hakkında henüz, Rick'in gözüyle gördüğümüzdeıj baş
ka bir şey bilmiyoruz. Onu ikinci dramatik aşamada gö
receğimizi umarız. İlsa Paris'te Rick’i neden terk etmiştir?
Bu Rick’i nasıl etkiyecektir? İçinde kin var mıdır? Karı ko
canın kaderleri hemen hemen onun elindedir artık.
233
rakteriniz önce kolay çözümü aramaya çalışabilir -doğru
olanı yapmaktan kaçınıyordur- ama sonunda gerçek ve se
çenekler ortaya çıkar. Kahramanın ne yapacağından hiçbir
zaman emin olmamalıyız. Onun doğru olanı yapmama şan
sı olabilir. İnsanlar mantık yürütürler. Vicdanlarını rahat et
tirmek için kolay çıkış yolları bulurlar. Bu kurguda doğru
olanı yapmak çoğunlukla ağır bir bedel karşılığında olur.
Karakteriniz büyük oynamalıdır. Aksi takdirde okurun
ilgisini çekmezsiniz. İlle de aşırıya kaçıp yaşamı tehlikeye
atmanız gerekmez, ama kozlar da gerek kahramanınız ge
rekse yakınındaki diğer karakterler için anlamlı bir düzeyde
olmalıdır. Önemsiz olaylar ve önemsiz insanlar genelde
önemsiz hikayeler oluştururlar. En azından bir insanın ka
deri sözkonusu olmalıdır. Bu kader bir yaşam-ölüm sorunu
olabilir, ya da kahramanı gelecekte etkileyecek öz
saygısının veya psikolojik değişiklik anlamında figüratif
olabilir.
Fedakârlık, genelde Freud'un id ve süperego dediği şey
ler arasında bir çatışmayı içerir. İd kişiliğin istediği şeyi
yapmak isteyen yanıdır, bencildir ve hep kendini öne çı
karır. İd'in popüler anlatımı genelde onu insanın omzunda
oturan bir şeytan olarak gösterir. Süperego ruhun öteki ya
nıdır. Yapılacak doğru şeyi bilen yanımızdır. Öteki om
zunuzda oturan melektir. Ve siz de ortada, bir kulağına
."böyle yap" öteki kulağına, "Hayır öyle değil, böyle yap"
diye fısıldanan zavallı karaktersiniz. Biz ister biri ister di
ğeri tarafından yönlendirilmiş olalım yapacağımız şey hak
kında bir karar veririz. Fedakârlık fikrinde kendinizden bir
şey vermek olduğundan gerçek fedakarlığı yapanı yönelten
süperegodur. Fedakârlık hakkında bir hikayede vereceğiniz
o şey epey pahalıya mal olmalıdır. Bu belki kişisel gü
venlik, belki aşk, belki de yaşamın kendisidir. Fedakârlık
yüksek benliğimizi içerdiği için, o ya-hep-ya-hiç anına gel
diğinde, kendisini ya da başkasını öne geçirmeye sıra gel
diğinde, açgözlü insanlar kimi zaman aziz olurlar. Kendini
234
koruma hepimizin içindeki güçlü bir içgüdüdür ve fe
dakârlık bu içgüdüye ters düşer.
Fedakârlık hakkındaki hikayelerde genelde herhangi bir
anlamlı, fedakârlık yapamayacak bir karakterin sırası gel
diğinde o fedakârlığı yaptığını görürüz. Hikaye bize in
sanların temelde dürüst oldukları inancını verir.
235
• Karakterinizin gerçek fedakârlığı ve bunun kendisini
nasıl,etkilediği.
• Fedakârlığın diğer karakterler üzerindeki etkisi.
KONTROL LİSTESİ
Kurgunuzu geliştirirken şunları akıldan çıkarmayın:
236
© Okurun neden fedakârlık yaptığını anlaması için
kahramanınızın motivasyonunu açıkça ortaya koyun.
0 Karakterin düşünce çizgisi aracılığıyla eylem çiz
gisini gösterin.
© Hikayenizin ortasında güçlü bir ahlaki ikilem bu
lunmalıdır.
237
Yirmi üçüncü Bölüm
ı
Tem el Kurgu 1 7 :
Keşif
Evreka! Buldum!
- Arşimet
239
Bu kurgunun olasılıkları sonsuzdur, ama bütün hi
kayeler belirli bir noktayı paylaşırlar. Bu bir karakter kur
gusudur ve bu anlamda belki de bu kitapta sözü edilen kur
guların en çok karaktere yönelik olanıdır. Keşif insanlar ve
onların kim olduklarını anlama arayışları hakkındadır.
Daha önce de gördüğümüz gibi, insani durum sürekli
değişir, ama bir bakıma hiç değişmez. Beş bin yıl önceki
bir Babillinin korkuları, umutlan ve istekleri herhalde bizim
korku, umut ve isteklerimize çok yakındı. Zaman değişir,
ama insanlar değişmez.
Bu değişmezlik bizim insanlık deneyimini pay
laşmamıza ve kendi anlamımızı başkalarının deneyimleri
aracılığıyla aramamıza yol açar. Edebiyat başka insanların
yaşamlarını incelemenin en büyük kaynaklanndan biridir.
Keşif sadece karakterler hakkında değildir. Kendileri
hakkında temel bir anlayış peşinde olan karakterler hak
kındadır. Olayların normal gidişatı sırasında yaşamın tam
olarak önümüze serilmesi yetmiş seksen yıl sürer ve eğer
gerçekten talihliysek yol boyunca bir yerde yaşamın değeri
hakkında birşeyler öğreniriz. Ancak edebiyatın bir yaşamı
beş yüz sayfaya sığdırabilme yeteneği vardır. O kadar say
fayı okumak için geçen zaman içinde bir kuşağı, hatta ku
şakları görebiliriz. Eğer yazar karakterlerinin doğası ve be
lirli olayların o karakterler üzerindeki etkilerini anlarsa, o
değerli olabilecek görüşleri bizimle paylaşacaktır.
240
deneyimdir ve bazı bakımlardan gerçekten yaşanmış bir
deneyim kadar da geçerlidir.
Sizin bir yazar olarak göreviniz o dünyayı ve içindeki
insanları okurun sözcüklerin fantezisi ile inanmanın gerçeği
arasında bir köprü kuracağı kadar gerçek yapmaktır. İyi ka
rakterlerin canlandığını pek çok kez duymuşsunuzdur; bun
lar insanın hayaline yerleşirler; kendilerine özgü bir güçleri
vardır. Hakkında yazdığınız bir karakterin sanki kendi ira
desi varmış gibi sizin onu yöneteceğiniz yerde onun sizi yö
nettiğini yaşamışsmızdır. Böyle karakterlerde temelde dü
rüst ve gerçek olan bir şey vardır. Onlar anlık icatlar de
ğildir, yaşamın yansımalarıdır.
Keşif kurgusu pek çok biçim alabilir. Çocuklar ken
dilerini keşif sürecinde yetişkinlerden daha çok yaşadıkları
için, bu önemli bir çocuk kurgusudur. Çocuklar ya
şamlarında sürekli büyük değişikliklerle karşılaşırlar ve
uyum sağlamayı öğrenmek zorundadırlar. Eğer çocuk ede
biyatı yazıyorsanız, iyi bir yazarın asla vaaz vermediğini
unutmayın ("Ve sevgili yavrularım, işte bunu bilmeli ve
böyle davranmalısınız"). İyi bir yazar okurun kendisinin an
lam çıkarmasına izin verir. Çocuk yaşamın karakterleriniz
üzerindeki etkisini kendisi keşfetmelidir. Kimse zorla bes
lenmek istemez. Yetişkinler gibi çocuklar da altlarında ne
olduğunu keşfetmek için taşları kendileri çevirmek isterler.
Aynı şey yetişkinler için yazmada da geçerlidir. Okur
lar bir yazarın yaşamın gerçek anlamını açıklamak için yo
la çıkmasından hoşlanmazlar. Bizim tahammül edeceğimiz
şey, sizin yaşamın güçlükleri arasında mücadele vererek
ilerleyen bir karakteri içtenlikle çizme çabanızdır.
Burada olgunlaşma kurgusuyla keşif kurgusu arasında
bir ayrım yapmalıyız. Olgunlaşma kurgusu bir yetişkin ol
ma süreci üzerinde durur. Olgunlaşma kurgusunun kah
ramanı herhalde kendisi veya dünya hakkında bir keşifte
bulunacaktır ama amaç keşif değil, keşfin büyümek üze
rindeki etkisidir. Olgunlaşma kurgusu masumluktan de
241
neyime giden yolculuktur. Ancak keşif kurgusu o süreçle
bu kadar belirgin olarak uğraşmaz; onun alanı yaşamı yo
rumlama sürecidir.
Eudora Welty'nin Bir Gezgin Satıcının Ölümü'nü (Art
hur Miller'in Bir Satıcının Ölümü adlı oyunuyla ka
rıştırmayalım) ele alalım. 1930'larm kırsal Mis-
sissippi'sinde geçen hikaye bir ayakkabı satıcısının ya
şamının son saatlerini anlatır. Gribe tutulmuş olan R.J.
Bowman ıssızlığın ortasında yaşayan bir köylü çiftin evine
sığınır. Hastalığı artıp da ölüme yaklaştıkça bu basit in
sanların kendisinin hiç sahip olmadığı erdemleri olduğunu
fark eder. Ömrünü yollarda geçirmiş bir insan olarak ya
şamının hiçbir zaman duygusal bir bütünlüğü olmadığını
anlar. Bir yere yerleşip aile sahibi olmamaktan pişmanlık
duymuş değildir, ama bu genç çifti özel yaşantıları içinde
görünce neler kaybettiğini anlamaya başlar. Ama artık çok
geçtir; ölüm kapıdadır.
242
başlama zamanına kadar) akıldan çıkarılmaması gerekir.
Olaylar kendisini değiştirmeye başlamadan önce karakterin
yaşamının nasıl olduğu hakkında gereksiz ayrıntılarla oku
ru bunaltmayın. Sahneyi hazırlamakla çok zaman kay
bederseniz okurun ilgisini kaybedersiniz. Hikayenizin ilk
hareketleri hem okuru çekme açısından önemlidir, hem de
okura karakterin tüm yaşantısını vermek için çok kısa bir
zamanınız vardır.
Bowman Gezgin Satıcının Ölümü'nde gripten henüz
kurtulmuştur (ya da kendisi öyle sanmaktadır).' Biz ken
disini yolda, köylülere ayakkabı satma işine dönme he
vesinde buluruz. Welty'nin otel doktoru ile sahneler üze
rinde durmadığına dikkat edin. Bowman’i hemen yola çı
karır ve neler olduğunu geri dönüşlerle bize gösterir. Ancak
Bowman zayıftır ve arabasını bir hendeğe doğru sürer. Fa
kat talihi vardır, araba takla atmadan kendini dışarı atar.
Bu açış sahnelerinde Bowman'm karakteri hakkında,
kim olduğu, kendisi için nelerin önemli olduğu, neler ba
şarmak istediği hakkında pek çok şey öğreniriz.
Bu birinci hareket, değişikliği başlatan İkincisine yol
açar. Baş karakter çoğunlukla yaşamından memnundur ve
değiştirmeye hevesli değildir. Ama olaylar değişikliği zor
lar. Karakter belki de ilk kez yaşamına y a k ın dan bakmak ve
her şeyin sandığı kadar iyi olmadığını öğrenmeye başlar.
Bowman yardım için önüne ilk çıkan çiftliğin kapısını
çalar ve kendisine arabasını şarampoldan çıkarmaya yar
dım eden köylü çiftle tanışır. Ölüme yaklaştığı için (ken
disi bunu bilmemektedir) daha önce hiç dikkat etmediği
şeyleri görmeye başlar. Genç çiftin güçlülüklerin ve ka
rarlılıklarını kıskanır. Kadın hamiledir ve çevresine huzur
ve rahatlık saçar. Bowman birden tümüyle başka bir ya
şama dönmek istediğini hisseder, ama "kalbi bir tüfek gibi
art arda patlamalar çıkarır." Ölüm yakındır.
Bowman bu aydınlanmasının anlamını kavramaya baş
ladığında hikayenin üçüncü hareketi başlar. Henüz ölmek
243
üzere olduğunu bilmiyorsa da, yaşamını gerçekten istediği
gibi yaşamadığını anlamaya başlamıştır. Aşkı kaçırdığını
anlar. Ancak ölmeden önce bu genç köylü çiftle son de
neyimi ona bir ölçü huzur getirir. Mezara tümüyle iflas et
miş olarak gitmez.
ORTALARDA DOLAŞM A
Üç hareket içinde en karmaşığı, karakterin daha de
rinlemesine incelenmesini gerektirdiği için, ortadakidir. De
ğişiklik belirsizlik ve acı getireceği için karakter çoğunlukla
buna karşı direnecektir. Karakter dengesini kaybettikten
sonra dengeyi yeniden elde etmeye çalışır ama olaylar ken
disini, kendi hakkında hep düşünmekten kaçındığı şeylerle
yüzyüze gelmeye zorlar. Daha iyi (Bowman gibi) ya da da
ha kötü bir insan olur. Önemli olan yapılan mücadeledir.
Karakteriniz için anlamlı bir mücadele geliştirmeyi ih
mal etmeyin. Bunu önemsizmiş gibi göstermeyin. Ka
rışıklık eğer küçük bir aile trajedisi üzerine ise, ka
rakterinizi kimse önemsemeyecektir. Örneğin ak
varyumundaki kırmızı balığı öldü diye bir insanın tüm ya
şamını gözden geçirip değerlendirmesini beklemezsiniz.
Bu aydınlanma anını önemsiz yapmak da istemezsiniz.
Karakter büyük bir mücadele yaşadıktan sonra kiliseye da
ha sık gitmesi gerektiğini fark ederse, okurunuz bunu kabul
etmeyecektir. Karışıklığın derecesi ile aydınlanmanın de
rinliği arasında bir orantı olmalıdır. Bowman'i o noktaya
getirmek için ölüm gerekmiştir.
Henrik İbsen'in Hayaletler oyunu da buna benzer bir
noktayı işler. Baş karakter olan bayan Alving ölü kocasının
geçmişi hakkında acı dersler öğrenmelidir. Bayan Alving
oyunun sonunda kendi eylemlerini sevgi yerine görev duy
gusuna dayandırmakla ailesinin trajedilerinde dolaylı yol
dan sorumlu olduğunu anlar. Acı ilaçtır bu.
Bu kurgunun odak noktasının kendini tanıma olduğunu
göreceksiniz. Karakterler farkına varmama noktasından
(Bowman ve Bayan Alving yaşamları sırasında kendilerine
neler olduğunu anlamamışlardır) kendi yaşamlarının ger
çeğini anlamaya başladıkları bir aydınlanma durumuna eri
şirler. Kendileri hakkında bilmek istemeyebilecekleri şey
ler öğrenirler. Bowman'm ölmeden önce kayıp geçmişiyle
uzlaşma şansı vardır, ama Bayan Alving oyunun sonunda
dev bir pislik karşısmdadır: oğlu frengiden çıldırmak üze
redir, evlilikdışı bir kızı vardır ve kocasının hayali le
kelenmiştir.
Sofokles'in Kral Oedipus'u bu anlamda klasik bir keşif
kurgusudur. Bir kahin, Oedipus'u babasım öldüreceği ve an
nesiyle evleneceği konusunda uyarmışsa da, kendisi kaderi
değiştireceğine inanır. Hikayenin amacı Kader Baba'yı al
datmanın hoş bir şey olmadığını anlatmaktır ve Oedipus
kaderinden bütün kaçma çabalarına karşın kaderinin kur
banı olur.
Bu kurguların mutlak bir ustası da Henry James'di. Ja
mes bir yazar olarak insanların kendileri hakkında bil
gilenmeleri, doğalarım incelemeleriyle ilgiliydi. Eylemden
ve entrikadan hoşlanan okurlar için James aranan bir yazar
değildir. Ancak insani durumlarla ilgilenen, insanların ruh
larını araştırmaya zaman ayrılmasına aldırmayan okurlar
için Henry James'i aşacak pek az yazar vardır.
The Portrait of a Lady bir mirasa konmuş genci ve ro
mantik New England'lı Isabel Archer’i anlatır. Kadın pek
çok talibini reddedip İtalya'da kızı Pansy ile yaşayan yoksul
bir sosyetik olan Gibert Osmond'u seçer. Osmond herkesten
çok kendini düşünen bencil bir insandır.
Isabel kendisini, Osmond'un gerçek karakterini ve kendi
durumunu güç yoldan öğrenecektir. Osmond'la evlenme
yanlışını işledikten sonra Madame Merle tarafından al
datıldığım öğrenir. Osmond’un metresi ve Pansy'nin annesi
olan Madame Merle parasını ele geçirmek için onu Os
mond'la bir araya getirmiştir. Daha yaşlı, daha yoksul ama
245
daha önemlisi daha akıllanmış olan îsabel yaşamın açık
gerçeği ve kendi karakteri ile yüzyüze gelmelidir.
Romanda Eudora Welty'nin hikayesinin üç temel ha
reketi vardır. Birinci harekette İsabel'in kim olduğunu ve
kusuru olan romantik tabiatını öğreniriz. İdeal aşkı arayan
bir kadındır. Ama dünya ideal bir yer değildir. Katalizör,
mirası biçiminde gelir. Artık dünyaya açılacak ve başka in
sanlarla tanışabilecek, aşkını arayacak imkanı vardır. Ama
kendisini özgürleştiren şey aynı zamanda köleleştirir de.
Büyük bir gerilim yaratan paradokslardan biridir bu. Para
özgürleştirir de, köleleleştirir de.
Osborn ve Madame Merle îsabel'i ellerinde acımasızca
oynatırlar ve îsabel başına gelenleri anlamaya hazır olduğu
sırada -romantikliğin perdesini çekip atmaya hazırdır- ya
şam, diğer insanlar ve kendisi hakkmdaki zalim dersi öğ
renmelidir.
Bu hikayeler dramatik, hatta melodramatiktir. Bunun ne
deni aşk, nefret ve ölüm gibi aşırı duygularla uğraşmaları
olabilir. Bugün babasını öldüren ve annesiyle evlenen bir
genç adam hakkında bir hikaye yazmayı hayal edin. Bir ya
zarın melodram tuzağma düşmesi kolay olacaktır.
Bir hikaye ne zaman melodrama dönüşür? îfade edilen
duygu kişinin o duygu düzeyini sürdüremeyeceği kadar
abartılırsa.
B öylece yeniden orantı fikrine dönmüş oluyoruz.
Eylem karakteri aştı mı, orantıyı kaybedersiniz. Eğer
samimi olmak ve karmaşık duygularla uğraşmak is
tiyorsanız, bu duyguları taşıyacak derecede güçlü bir ka
rakter geliştirmek için gerekli zamanı harcamaksınız. Aksi
takdirde bütün yapacağınız kartondan kesilmiş bir karaktere
duyguları yapıştırmak olur.
Bu kurgu bir karakter kurgusudur. Eylem tümüyle ka
rakterin bir fonksiyonudur. Bir karakterin ne yapacağı, onun
kim olduğuna bağlıdır. Bu kurgu Aristoteles'in karakterin
eylem olduğu iddiasını destekler.
246
KONTROL LİSTESİ
Keşif kurgusunu geliştirirken şunları akıldan çıkarmayın:
247
Yirmi dördüncü Bölüm
Tem el Kurgu 1 8 :
G ereksiz A ş ırılık la r
249
lamazsınız ve birden evsiz barksız kalmışsmızdır. Eşiniz
ve çocuklarınız sizi terk ederler, bir sonraki öğününüzü ne
reden bulacağınızı, geceyi nerede geçireceğinizi bilemeden
sokaklarda dolaşıyorsunuzdur. İşte şimdi toplumun da, her
halde kabul edilebilir davranışm da kenarmdasınız, mar
jinalsiniz.
Gereksiz aşırılıkların ürkütücü yanı bunun aynı ko
şullar altında herkesin başına gelebileceğidir. Bunlar sa
dece uçta yaşayan insanların başına gelmez; saygınlığın
kaleleri olarak görülen insanlann başına da birdenbire ge
lebilirler. Bir insanı yıkmak o kadar da güç değildir.
Bu kurguda var olan gerçek gerilim okurları, aşırılık ne
olursa olsun, kendi başlarına da gelebileceğine inan
dırmaktır. Çevremizdekilerin yüreklerinde ne gibi kö
tülükler yattığını hangimiz bilebiliriz? Kendimizin veya
başkalarının davranışlarındaki bizi bir anda çileden çı
kartacak büyük kusurları hangimiz görebiliriz? Stephen
King gibi yazarlar gerçek dehşetin sıradan olanda bu
lunduğuna işaret etmişlerdir. Vampirler kolaydır, ama sı
radan insanlardan ve sıradan olaylardan dehşet doğması in
sanın benliğini sarsar. Ben yaşamımın sonuna kadar bir
vampirle karşılaşmayacağıma eminim, ama iyi bir yazar
beni, onun kadar büyük tehlikelerin tüm yaşamımız bo
yunca sinsice beklediğine inandırabilir. Bütün gereken olay
ların belirli bir biçimde gelişmesidir.
Ortada kötü bir plamn var olduğunu, ya da üstün zekalı
birininin yaşamlarımızı eline geçirmek için bir plan yapüğı
(ki, Hıristiyanların şeytan korkusunun kötü bir yorumu de
ğildir bu) izlenimini vermek istemiyorum. Gereksiz aşırılık
kurgusu, ya akli dengesizlikten ya da kendilerini 'normal'
koşullardakinden başka türlü davranmaya iten durumların
etkisinde kaldıklarından uygarlık yolunu kaybetmiş in
sanlar üzerinedir. Bunu bir başka şekilde şöyle dile ge
tirebiliriz: Anormal koşullar altında normal insanlar ve nor
mal koşullar altında anormal insanlar.
250
Knut Hamsun (ki, kendisine kimi zaman Emest He-
mingway'in edebi babası denilmiştir) çok olağandışı ko
şullar altında normal bir insanı konu alan Açlık adında ola
ğanüstü bir roman yazmıştır. Kitap bir insanın açlık ne
deniyle çıldırmasını anlatmaktadır. Yazar olan kahraman,
yiyecek bir şey bulmak saplantısına girerek yavaş yavaş
edebi emellerinden vazgeçer. Açlık nedeniyle çılgınlığa
yaklaştıkça dünya ve insanlar hakkındaki görüşleri giderek
çarpıklaşır. Açlık, verdiği gerçeklik duygusu nedeniyle ser-
semletici bir romandır; kahramanın başarı hayalleriyle dolu
genç bir adamdan yiyecek bir şey bulabılmak için her şeyi
yapabilecek bir deliye doğru inişini adım adım izleriz.
Hollywood her zaman aşırılıklara düşkün olmuştur.
William Wyler Amerika'nın güneyinde acımasız bir aile
olan Hubbard klanı hakkında başrolünü Bette Davis'in oy
nadığı Küçük Tilkiler'i seçmiştir. Michael Curtiz'in yö
nettiği Mildred Pierce, bir korku ve şiddet dünyasında ya
şayan karanlık amaçlı hırslı insanlar hakkındadır. Kayıp
Haftasonu'undan Mösyö Verdoux'ya (Charlie Chaplin'in bir
kitle katilini oynadığı tek sesli filmi -başarılı olmamıştır),
Paddy Chayefsky’nin Network’undan Francis Ford Cop-
pola’nm Apocalypse Now’una kadar onlarca film sa
yabilirsiniz. Savaş alanı alkoliklik, açgözlülük, hırs, savaş
veya başka güçlükler olabilir. Bu karakterler aşırıya kadar
itilmişlerdir ve hemen hemen bu karakterler, uygun ko
şullarda biz olabiliriz.
251
meyecek kadar iyi olduğunu söyleyerek savunabilirim. Da
ha önce de belirttiğim gibi Shakespeare'in hikayeleri çeşitli
kaynaklardan alınmışsa da, bunlara kesin damgasını vu-
rabilmiştir. Eğer geri dönüp hikayelerini aldığı kaynakları
okursanız, onun dehasının gerçek kalitesini anlarsınız.
Othello, tarihçilerin Shakespeare'in umutsuzluk dönemi
olarak adlandırdıkları bir zamanda yazılmıştı. Othello’nun
yanı sıra Kral Lear, Hamlet ve Macbeth’i yazmıştır ki, te
meline indiğinizde bunların hepsi aşırılık hakkındadır.
Ama hiçbiri aşırılık karakterini Othello’nun kıskançlığı ka
dar iyi dile getirememiştir.
252
Brabantio Othello ile yüzleşir, Othcllo kızma is
temediği bir şeyi yapmaya zorladığını reddeder. Des-
demona da onu doğrular. Babanın yapacağı fazla bir şey
yoktur. Ancak Othello savaşa gitmek zorunda olduğundan
gelinini İago'nun karısının yanında bırakır. O aşamada İa-
go'dan kuşkulanmasına neden olmamasına karşın, bu pek
akıllıca bir davranış değildir.
İago, Othello'ya karşı komplo kurar. Othello'nun İa
go'nun kendisine olan duygularını bilmemesi artı bir nok
tadır, çünkü seyircinin gerilimini artırır. Bir insanın iz
lendiğini bilmediği ne kadar çok birinci, ikinci ve üçüncü sı
nıf film gördüğünüzü bir hatırlayın. (İago'nun intikamı ken
disine yapılan haksızlıkla orantılı değildir. İago kötüdür.
Güçlü bir yanı varsa, o da hilekârlığıdır.)
İago, kendi hakkı olduğuna inandığı terfii almış olan
Cassio'yu kovdurtmak için kurnazca bir plan kurar. Sonra
Cassio'ya yanaşıp işini geri alması için Othello'nun ka
rısından yardım isteyeceğini söyler.
İago Desdemona ile Cassio arasında bir buluşma dü
zenler ve Othello'nun ikisini başbaşa görmesini sağlar. Bu
arada kendisi de Othello ile evlenmeden önce Desdemona
ile subayın bir ilişkisi olduğunu söyler.
İago mükemmel bir karakter yargıcıdır. İnsanların zayıf
noktalarını bulup sömürmeyi iyi bilir. Othello'nun zayıf ya
nı da karısı hakkındaki güvensizliğidir. İago bu güvensizliği
besler ve "yeşil gözlü canavar" (deyim bu oyundan çık
madır) kıskançlık başmı kaldırır.
İago Othello'nun yemi yutmuş olduğunu görmüştür.
Desdemona'mn -Othello'dan düğün armağanı olan- men
dilini Cassio'nun yatak odasına saklar, sonra da Othello'ya
ikisini yatakta gördüğünü söyler. Othello çıldırır, İago'ya
Cassio’yu öldürmesini emreder ve onun yerine İago'yu ge
tirir.
Othello bundan sonra hızla uçuruma doğru sü
rüklenecektir. Desdemona'dan mendili göstermesini ister;
253
oysa mendili İago çalmıştır. Othello derin bir bunalıma gi
rer ve giderek dengesini kaybeder. Bu arada iago izlerini
örtmekte, çok şey bilenleri öldürerek susturmaktadır.
KURBANLAR VE KÖTÜLER
Desdemona'ya da acırız. îago'nun komplosunun gerçek kur
banı odur. Othello sadece araçtır. Evet, îago’nun hedefi Ot-
hello’dur; ama Othello'nun, kıskançlığının masum olduğunu
bildiğimiz zavallı Desdemona üzerindeki etkisini de gö
rürüz.
Othello, "Kadın yaptı mı, yapmadı mı?" oyununu oy
namayacak kadar kurnazdır. Bu, günümüzde pek sık rast
lanan bir oyundur. Kadın belki de erkekle oynaşıyordur.
Bunu öğrenmek için romanın sonunu beklemeliyiz. Bu oyu
nu oynamanın sorunu seyircinin karaktere sempati duyma
fırsatını elde edememesidir. Kadının masum olduğunu ve
iftiraya uğradığını bilirsek, ona yakınlaşırız. Ama emin de
ğilsek, o zaman karaktere duygusal bir bağ ile bağlanmaktan
kaçınırız. Shakespeare bizim Desdemona'yı sevmemizi is
temiştir. Bu, tüm edebiyatın en güçlü duygularından biridir:
haksız yere iftiraya uğrayan masum bir karakter. Oyun ya
zan bizim hem Othello'yu hem de Desdemona'yı sev
memize izin verdiği için Othello tutulan bir piyestir. Ot
hello'nun kontrolünü kaybetmesine ve bunun korkunç so
nuçlarına acırız ve çevresindeki erkeklerin tümü tarafından
hak etmediği bir davramşla karşılaştığından dolayı Des
demona'ya yakınlaşırız.
Bunda, yazarken aklınızda tutmanız gereken iyi bir ders
vardır: Karakterleriniz hakkındaki sempati uyandıran bil
gileri hikayenin sonuna saklamayın. Bu kurgu oyununun adı
255
sempatidir -bizi karakterlerinize yakınlaştırmaktır. Ama
sempati uyandıran bilgileri bizden saklarsanız onlar hak
kında bir yargıya varamayız.
256
Aşırılıklar kurgusunu geliştirirken bunu aklınızdan çı
karmayın. Birinci harekette okura yaşamın değişiklik baş
lamadan önce nasıl olduğunu gösterin. Ama bunun üzerinde
de fazla durmayın.
Sonra işin içine yılanı sokun.
Yılan bir katalizördür, baş karakterin yaşamındaki de
ğişikliği oluşturan olaydır. Sonunda bu değişiklik kont
rolün tümüyle elden kaçması olacaktır. Değişiklik çok ya
vaş olabilir -hatta başlangıçta sezilmeyecek kadar- ama ka
rakterin saplantısına göre düşüşe geçmesini dehşet ve şaş
kınlıkla izleriz.
Kurgunun ikinci hareketi bu kontrol kaybını geliştirir.
Bu, karakteri nasıl etkiler? Onun yakınındakileri nasıl et
kiler? Birbiri ardından gelen her karışıklık onu kaçışı
mümkün görülmeyen bir kuyuya biraz daha itmektedir.
Karakterin kontrolü kaybettiği -kendini tutamadığı- an
üçüncü hareketin başlangıcıdır. Bu, kurgunun dönüm nok
tasıdır. Durum bundan kötüye gidemez. Othello’da bu, ka
rısını ve sonra da kendini öldürmekle sona erer. (Daha önce
de söylediğim gibi, Othello karısını öldürür, kendisi için
başka çıkış yolu yoktur.)
Kuşkusuz, sizin hikayenizin trajedi olması gerekmez.
Karakteriniz daha yapıcı bir çıkış yolu bulup iyileşme yo
luna girebilir. Ama aşırılığı ortadan kaldıracak önemli bir
şey olmalıdır. Bu "şey" ya yıkıcı sona götürür (kişi bu ka
dar duygusal aşırılıkla uzun zaman yaşayamayacağı için),
ya da kişiyi yolundan döndürür ve iyileşme başlangıcına
yöneltir. Örneğin, bir alkolik kendisini ve ailesini mah
vettikten sonra en dip noktaya vurur ve yardım almadıt
takdirde öleceğini anlar.
Kurgunuzu biı hastalığın aşamaları olarak izleyin.
(Aşırılık da duygusal bir hastalıktır.) Semptomlar: Ka
rakterin davranışları normal olmadığını gösterir. Teşhis
bir sorun olduğunu anlamak ve bunu doğru bir şekilde an
lamak. Tedavi: iyileşme umudu. Hastanız iyileşebilir de,
257
iyileşmeyebilir de. Ama her iki durumda da hastalık bir son
bulur -ya tedavi ile mutlu, ya da hastalığın galip gelmesiyle
mutsuz bir şekilde.
KONTROL LİSTESİ •
Yazarken şunları aklınızda tutun:
259
Yirmi beşinci Bölüm
Tem el Kurgu 1 9 ve 2 0 :
Yükselm e ve Düşme
261
Bunlar insanlar hakkında hikayelerdir. Merkezi bir ka
rakter olmazsa kurgu da olmaz. Baş karakter, hikayenin
odak noktasıdır. Baş karakteri (ki bu kahraman da olabilir,
düşman da) düşünmenin bir yolu, onu karakterlerin güneş
sistemindeki güneş gibi görmektir; bütün diğer karakterler
onun çevresinde dönerler.
Bu da, bütün hikayeyi baştan sona kadar taşıyacak de
recede güçlü bir baş karakter yaratmanız demektir. Eğer hi-
kayeyi sonuna kadar götürecek bir karakter yaratamazsanız
kurgunuz çökecektir.
Böyle bir karakter genelde yaşamda olduğundan daha
büyüktür. Bütün diğer karakterlere hakim olacaktır. Hatta
diğer karakterleriniz onunla kıyaslandığında soluk ka
lacaklardır. Baş karakter mıknatıs gibidir: herkes ve her
şey ona göre ölçülür.
Baş karakterin aşırı ego sahibi olması da sonunda çö
küşüne yol açabilir. Çizmeden yukarı çıkmıştır. Küstahtır.
Joseph Conrad'ın Karanlığın Kalbi (sonradan Frances Ford
Coppola, Apocalypse Now adıyla filme çekmiştir) bir ada
mın kalbin ve ruhun merkezi olan karanlığa yolculuğu hak
kındadır. Bunların her birinde hikayenin merkezinde
’ahlaksal ikilem' diyebileceğimiz şey vardır. Baş karakterin
içinde bulunduğu mücadelenin yarattığı girdap hikayedeki
herkesi içine çeker.
Ahlaksal ikilem, Flannery O'Connor'un hikayesi "Par
ker's Back"te olduğu gibi kısa ve hem acı hem tatlı olabilir.
Hikayede dinsiz bir adam sırtında İsa’nın resminin döv
mesini görünce dindar olur. Ya da ahlaksal ikilem Jake La
Motta'nın Raging Bull biyografisinde olduğu gibi bir ya-
şamboyu sürelidir. Hatta The Godfather veya Gabriel Gar
d a Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık'ında olduğu gibi ku
şaklar boyunca da sürebilir.
Robert Penn Warren'in Kralın Adamları'nda Willie
Stark'ın yükseliş ve düşüşünü Sir Frederick Treves'in Fil
Adam kitabındaki John Merrick'in yükselişi ve düşüşüyle
262
_
karşılaştırın. Willie Stark ezilmişlerin savunucusu olarak
ortaya çıkmış, her türlü siyasal haksızlıkla savaşmış, ama
sonunda en nefret ettiği kişiye, ayyaş ve demagoga dö
nüşmüştür. Yenilgisinin temelinde ne gibi karakter ku
surları vardır? Onun olaylara biçim vermesini ve olayların
da onu biçimlendirmesini izleriz. Bu kurgunun temelinde
yatan şey budur işte: Karakter ile olaylar arasındaki yakın
ilişki. Ana karakterin yaptığı her şey eylem akışı içinde ol
duğundan baş karakterinizi eylemin içinden çekip ala
mazsınız.
Bu da baş karakterinizin kim olduğunu, onun ne dü
şündüğünü ve neden öyle düşündüğünü anlamak demektir.
Niyet ve motivasyonu işlemek demektir. Willie Stark bir
halk adamı olmak istemektedir. Neden? Onu iten nedir? Ve
neden sonunda yenilgiye uğramaktadır? Kralın Adamları
politik ve kişisel yozlaşma hakkında güçlü bir hikayedir
ama ondan daha çok kendi kendini yeyip bitiren bir insanın
hikayesidir.
264
maz. Bir konkurhipik gösterisinde kaybedecek bir şeyi ol
madığından kazanmak için kendini tehlikelere atar. Kırgın
ve buruk bir insan olur.
Ama böyle bir insan olarak dünyayı terk edemeyeceğini
ve hem dünya hem de kendisini sevenlerle barışması ge
rektiğini anlar. Değişim bundan soma olumlu bir yola girer.
(Psikolojide onun bu davranışına ölümü reddetmekten ka
bule gidiş denilecektir.) Judith sonunda ölümü onurlulukla
kabul eder.
Leo Tolstoy'un İvan İlyiç'in Ölümü yükselme kur
gusunun en iyi örneklerinden biridir (ve tüm edebiyatın en
güzel kısa hikayelerinden biridir). İvan İlyiç, Judith Tra-
heme gibi ölüm olasılığıyla yüzyüze gelmiştir. (Ölün teh
didinin büyük bir katalizör olduğunu anlamışsınızdır sa
nırım.) Ancak Judith'in aksine İvan sıradan bir insandır. Ya
şamında önemli olan hiçbir şey yoktur. Onda kendimizi
gördüğümüz için pek çok bakımdan okur olarak hoşumuza
gider. Yaşamın düzgün, hoş ve monoton olması ge
rektiğine inanır. Sürpriz olmamalıdır. Ailesine ve iş
verenine karşı sorumluluğunu bilen dürüst bir insandır.
Uzaktan bakıldığına sıkıcı bir kişidir.
Ama Tolstoy bizi ayrıntılarla sıkmaz. İvan'la cenaze tö
reninde karşılaşırız ve insanların onun hakkında konuşup
yerine kimin getirileceğini merak ettiklerini duyarız ve bu
zavallı ölüye neden bu kadar saygısızca davranıldığım dü
şünürüz.
Tolstoy ondan sonra bizi İvan'ın, bir merdivenden dü
şüp belini incitmesiyle başlayan çöküşüne geri götürür. Ka
za önemsiz gibi görünürse de durumu giderek kötüleşir. Hi
kaye İvan'm yaşamın (ve ölümün) anlamının bilincine var
ması ve en beklenmedik yerlerde sevgi bulması, üzerinde
yoğunlaşır. Tolstoy'un çizdiği portre, duyarlılığı ve dü-
rüstlülüğüyle bizi şaşırtır. İvan portresi o kadar doğru çi
zilmiştir ki, ölümün beş klinik aşamasını (bunlar Tolstoy
hikayesini yazdıktan çok sonra saptanmıştır) uygularsanız,
265
bunların tam olarak uyduğunu görürsünüz. Ölüm adım adım
yaklaştıkça İvan'ı izleriz. Korku yerine kabul ve son olarak
da huzur gelir. İvan'ın bedensel çöküşü ruhunun önem
sizden ve sıradan olandan ayrılıp yükselmesine izin verir.
Bu, Tolstoy'un dehasıydı. Tolstoy insan karakterinin
inanılmaz bir gözlemcisiydi ve bunu yazıya dökmesini bi
lirdi. İvan’ın yaşamdan ölüme yolculuğu kölelikten öz
gürlüğe bir yolculuktur. Bu aşağı bir karakter durumundan
yüksek bir ruhsal duruma olan yolculuktur. Bu sıradan insan
hemen hemen bir kahraman olarak ölür.
Tolstoy'un hikayesinde yazarlar için bir ders vardır. Hi
kaye seçiminizde Fil Adam kadar egzotik birini kul
lanmanız gerekmez. Siradan insanlar hakkında da ya
zabilirsiniz. Baş karakterin dışardan bir canavar ama içer
den yumuşak ve akıllı bir kişi olduğu Fil Adam gibi hi
kayeleri yazmak bunu yazmaktan çok daha kolaydır.
Aslında çok üstün bir hikaye olan Fil Adam’ı kü
çümsemek istemiyorum. Ancak îvan tlyiç’in Ölümü insan
karakterini daha inandırıcı bir şekilde incelemektedir. Bu
nun için hileye kaçmaya ihtiyacı yoktur. Yaşamın en son
dönüm noktasındaki insan karakterini anlamaya dayanır ki,
bu da çok büyük bir güçtür.
266
Gantry (Eimer Gantry'de), Willy Loman (Satıcının Ölü-
mü'nde) ve Jake La Motta (Raging Bull’da) gibi karakterler
de böyledir. Bir yazar olarak karakterinizin yükselişini ve
düşüşünü, yani 'yaşam yolculuğunu' izlemelisiniz. Kane'i
annesinden (ve babasından) genç ve dünyayı umursamaz bir
çocuk olarak ayrıldıığı andan başlayarak izleriz. Artık zen
gin olduğu için sorumlulukları vardır. Onu idealizm ve
enerji dolu , dünyayı daha iyi bir yer yapmak isteyen bir
genç olarak görürüz. Karmaşık bir yaşamın dönemeçli yo
lunda ardından gideriz. Kane giderek yaşamın kendisine
sunduğu şeyler ve kendisinin istediği değişiklikleri yapma
gücü eksikliği konusunda kırılır, düşkırıklığma uğrar. Ka
ne sıradan bir insan değildir. Merkezi karakterinizi ge
liştirirken onun kısa zamanda olağanüstü olduğunu gö
receksiniz. Baş karakteriniz sıradan bir insan olarak baş
layabilir, ama olaylar (isterseniz, Kader) karakteri sıradanın
ve önemsizin üstüne çıkarır. Bu hikayelerin ardındaki som
genelde şudur: Şöhret (veya kudret, ya da para) bu karakteri
nasıl etkileyecektir? Karakteri değişimden önce, değişim
sırasında ve değişimden sonra görürüz ve kişinin bu du
rumlar sonunda geçirdiği karakter gelişmesi aşamalarını kı
yaslarız. Bazıları buna iyi uyum sağlayabilir, bazıları sağ
layamaz.
Bu, baş karakterinizin moral olarak yıkılması gerektiği
demek değildir. Yurttaş Kane'de olduğu gibi gerilim Ka-
ne'in parasıyla ve yaşamıyla yapmayı umduğu şeyler ile
gerçekten yaptıkları arasındaki çok büyük farklılıktan do
ğar. Bu çaba değerli olabilir, ama bu senaryoda ba
şarısızlığa uğramıştır. Ve başarısız olduğu için de düş-
kırıklığına, mutsuzluğa ve hatta yıkıma götürür. Buradan
alınacak ders şöhretin (kudretin, paranın) her şey olmadığı,
hatta yeterli bile olmadığıdır. Bu şeyler bazen (ama her za
man değil) insanı yozlaştırır veya en azından onlara sahip
insanlardan daha güçlü kuvvetlerdir.
Okura vermek istediğiniz mesaja bağlı olarak hi
267
kayenizdeki olaylar zincirinin ahlaki veya sosyal so
nuçlarını açıkça anlamalısınız. Eğer kudret ya da para so
nuçta kahramanınızı yozlaşmıyorsa, para ve kudret hak
kında ne söylüyorsunuz? Bu güçlerin bizlerden kuvvetli mi
olduğunu? Eğer karakteriniz kudret sahibi olmadan temelde
iyi bir insansa ve bu kudretin sonunda kuşkulu değerlere sa
hip bir karaktere dönmüşse o zaman bu mesaj özellikle güç
lü olacaktır. Kudret veya paranın değerleri yozlaştırdığı
hakkında güçlü bir savda bulunmuş olacaksınız. Bu şey
lerin kötü olduğunu söylüyor olabilirsiniz. Vermek is
tediğiniz mesaj bu mudur?
Bu güçlerin (şöhret, para, kudret) normal etkisi ka
rakterinizin eski durumundaki hali ile (yani katalizör du
rumu değiştirmeden önce) olayların biçim verdiği yeni ki
şiye dönüşmesi arasında bir mücadeledir. (Bununla, bir de
ğişimle açılan değişim kurgusu arasındaki farka dikkat
edin.) Karakteriniz kudretin kötü kullanımına kolayca razı
olmakta mıdır? Direnmekte midir? Bunu anlamlı bir şe
kilde yapmakta mıdır? Yoksa pes mi etmektedir? Üzerinde
uğraşacağınız o kadar çok insan psikolojisi vardır ki, bir he
definiz (yani konu için ne söyleyeceğiniz hakkında bir fik
riniz) olmalıdır.
Karakterinize biçim verirken okurun karakterin geçtiği
gelişme aşamalarını bilip anlamasının önemli olduğunu
akıldan çıkarmayın. Onun yaşamındaki büyük de
ğişiklikten önce nasıl olduğunu bilmeliyiz ki, elimizde bir
kıyaslama imkanı olsun. Bu, kurgunuzun ilk hareketidir.
İkinci harekette karakterin eski kişiliğinden yeni ge
lişen kişiliğine geçişine yol açan olayı görmeliyiz. Bu ay
larca, hatta yıllarca sürebilir, ya da ani olabilir (piyango ka
zanmak veya beklenmedik bir anda kudret sahibi olacağı bir
yere getirilmek gibi). Bu olaylar karakterin aynı şekilde kal
masını imkansız kılacaktır.
Üçüncü hareket karakterin ve olayların sonudur. Ka
rakterde bir kusur varsa, bu kuşum ve bunun onu ve çev
268
resindekileri nasıl etkilediğini görürüz. Karakteriniz büyük
bir olay kendisiyle yüzyüze gelmesini sağlayınca bu ku
surundan kurtulur veya bu kusuruna yenik düşer. Genelde
(ama her zaman değil) bir felaket onun ne 'olduğunu ortaya
çıkarır. Bu durum altında bu karakter hakkında veya insan
doğası hakkında neler söylemek istediğinize bağlı oir şey
dir bu. Karakter güçlü müdür? Zayıf mıdır/ Bızler evrenin
oyuncakları mıyız? Yoksa Kader'i elimize alıp kendimize
bir gelecek yaratabilir miyiz? Karakter yükselirken baş
kalarını ezmişse, çoğunlukla onun bu yüzden cezasını çek
mesini isteriz. Kibirli insanların hizaya getirilmesinden hoş
lanırız. Ancak insan ruhu Fil Adam'da olduğu gibi büyük
engelleri aşmak zorundaysa ve o karakter hed 'fine eriş
meyi hak ettiğini göstermişse, onun daha yüksek ruhsal dü
zeye çıkmasını isteriz. Onun başarılı olmasını is eriz. Ama
bize ddeğerini kanıtlamalıdır. İstemek yeterli ueğ Idir: hatta
hak etmek bile yeterli değildir; karakteriniz onu ka
zanmalıdır.
Hikaye baş karakteriniz, hakkındadır; olaylar onunla
başlayıp biter. Karakteriniz kendisinin (pozitif ve> a negatif)
yaşamdan büyük nitelikleriyle başkalarından üstün ol
malıdır. Karizmatik, ilginç ve güçlü olmalıdır. İyi ya da kö
tü olsun, bizi kendisine çekmelidir.
KONTROL LİSTESİ
Yazarken şunları hatırdan çıkarmayın:
Son Sözler
271
önüne geçmesine izin vermeyin. Pek çok yazar böyle ça
lışır. Önce yazarlar ve neyin yanlış olduğunu sonra dü
şünürler. Eğer yol boyunca kaygılanacak olursanız, ese
rinizin gerçek temeli üzerinde dikkatinizi yo
ğunlaş tıramazsınız.
Ancak bazıları bu yaklaşımın çok zaman aldığını ve
büyük felaketleri davet ettiğini söylerler. Yazdığınız dü
zeltilmeyecek kadar çarpık olmuş olabilir. Bu okul şöyle
der: Ne yaptığınızı ve nereye gittiğinizi yol boyunca bilin.
Böylece yazarken sürekli düzeltmeler yapacağınızdan bü
yük çarpışmalardan kaçınabilirsiniz.
Kendi kendinize hangi yaklaşımla daha rahat ede
ceğinizi sorun. Eğer kurgu unsurlarını sürekli uygulamanın
fikirlerinizi ifadeyi güçleştireceğine inanıyorsanız, her şeyi
kağıda geçirin. Eğer hangi kurguyu istediğinizi biliyorsanız
(ve olasılıkları gördükçe bu da hikayenizin ortasında de
ğişebilir) bu kitapta önerilenleri okuyun ve yazarken onları
hatırlamaya çalışın. Eğer hatırlamazsanız da, kay
gılanmayın.
Bu kitabın amacı size her kurgunun neye benzediği ko
nusunda bir fikir vermektir. Onları en küçük ayrıntılarına
kadar kopya etmeniz gerektiğini sanmayın. Yazmak is
tediğiniz hikayenin belirli durumlarına kurgunun genel an
lamını uygulamaya çalışın. Hikayenizi kurguya uydurmak
için zorlamayın, ama diğer yandan da, her şeyin uyumsuz
olacağı kadar gevşek de bırakmayın. Kurgu fikrinizin ala
cağı biçimdir; yazarken ona biçim ve öz verin. Ne ya
parsanız yapın, ama kurguya köle olmayın. Siz onun hiz
metinde değilsiniz, o sizin hizmetinizdedir. Onu sizin için
çalıştırın.
Bu kitapta yirmi kurgu vardır. Yaşamınızı bu temel yir
minin arasında olmasına inandığınız başka kurgular bu
larak geçirebilirsiniz. Ben en çok rastlananları seçtim, hepsi
bu. Yazılmış olan kitapların çoğunluğu bu yirmi kurgudan
birine girer. Ama hepsi değil. Onun için burada bu
lunmaması, var olmadığı anlamına gelmez.
272
Bunun yamsıra, kurgulan birleştirmekten de kork
mayın. Pek çok büyük hikayede birden fazla kurgu vardır.
Ancak büyük veya birincil bir kurgunuz olmasına dikkat
edin ve bütün diğerleri küçük ve ikincil olsunlar. İstediğiniz
kadar kurguyu bir arada kullanabilirsiniz ama çok ka
rıştırırsanız içinden de çıkamayabilirsiniz. Aklınızda bun
lardan biri daima en önde olmalıdır. Diğerleri sadece uy
dulardır.
Bir kağıt peçeteye taslağı çizdirilmiş kitap ve senaryo
kurguları görmüşümdür. Öyle süslü şeyler değil. Belki elli
altmış sözcük. Eğer hikayenizi somut bir şekilde gö-
rebiliyorsanız bu kadarı yeter. O noktaya geldiğinizde -yani
hikayeyi elli veya daha az sözcükle özetleyebildiğinizde- bir
kurgu yaratmak için her şeye sahipsiniz demektir. O elli
sözcüğü bulmak kimi zaman çok kolaydır, kimi zaman da
inatla size direnecektir. Eğer direniyorsa onu bulmak için
aramanızı ısrarla sürdürün.
YOLDAN AYRILM AK
Bazı insanlar kurgularını bir kere planladıktan sonra ken
dilerini kıstırılmış hissederler ve değişiklik yapmaktan kor
karlar. "Kendinizi kıstırılmış hissetmeyin. Yapmak is
tediğiniz bütün değişiklikleri yapın," demem ne güzel olur
du. Ama bunu diyemem. "Planınıza yüzde yüz sadık kalın,"
da diyemem. Yolda kalmakla yoldan çıkmak arasında her
zaman bir gerilim vardır. Kurgunuzun çizdiği yoldan fazla
ayrılacak olursanız, hikayenizde öyle temel değişiklikler
yapmanız gerekebilir ki, hikayeyi yeniden düşünmek zo
runda kalabilirsiniz. (Bu o kadar da korkunç bir şey de
ğildir. Eğer kurgunuzun size hizmet edemediğini gö
rüyorsanız yoldan çıkmalısınız.) Israrla kurgu yolunda ka
lıp da, onu değiştirmeye ya da bir şeyler eklemeye di
renirseniz, gayet güçlü olabilecek fikirleri kendinize ya
saklıyor olabilirsiniz.
273
Öyleyse ne zaman boyun eğeceğinizi, ne zaman di
reneceğinizi nasıl bileceksiniz? Bunun kesin bir kuralı yok
tur. Eğer yazarken hikayenizin gidişinden hoşlanıyorsanız,
yoldan fazla uzaklaşarak onu tehlikeye atmamanızı öne
ririm. Diğer yandan gidiş sizi tatmin etmiyorsa başka fi
kirler aramaya başlama zamanı gelmiştir.
Ben pek çok kere çok parlak olduğunu bildiğim ama
olayların gidişine uymadığını hissettiğim sayfalar yaz
mışımdır. Kendi kendime, "Bu gerçekten güzel, bunu uy
durmanın bir yolunu bulacağım," demişimdir. Bir noktada
haklıydım: o sayfalar gerçekten iyiydi. Ama onları kur
gunun bir yerine uydurabileceğimi düşünmekte ya
nılıyordum. Bir kuş yuvasında bir kurtçuk ne kadar ge
rekliyse, o parlak sayfalar da eserim için o kadar gerekliydi.
Onları uydurmak için ne kadar uğraştıysam hep ak
samışlardı.
Eğer eseriniz için önemli olduğuna inanıyorsanız, bu
kurguların sınırlarını rahatça zorlayabilirsiniz. (Ama bunu
değişik olmak amacıyla yapmanızı salık vermem.) Her ese
rin kendi istekleri vardır ve alamayacağı kuralları ona yapay
olarak kabul ettiremezsiniz. Eğer yaratıcı ve farklı olmak is
tiyorsanız bunun başlama yeri kurgu olmayabilir. Henüz
var olmamış bir hikaye yaratmak güç ve belki de ola
naksızdır. İnsanlar temelde aynı oldukları için karakterler
de aynıdır ve yaşam temelde değişmediği için durumlar da
farksızdır. Sizin yaratıcılığınız fikirlerinizin ifadesinde ola
caktır. Bir benzetme olarak boyayı kullanabiliriz. Boya bo
yadır. Yüzyıllardır pek değişmemiştir. Ama ressamların
boya ile neler yaptıklarına bir bakın. Temel araçlar aynı kal
dığı halde ifade yenidir. Sözcükler de sözcüklerdir. Ama on
larla neler yapabileceğinize bir bakın!
274
SON BİR KONTROL LİSTESİ
Kurgunuzu geliştirirken şu aşağıdaki soruları kendinize so
run. Eğer hepsini yanıtlayabiliyorsanız hikayenizin ne hak
kında olduğunu kavramışsımzdır demektir. Ama bunların
herhangi birini yamtlayamıyorsanız hikayenizin ne ol
duğunu ve onunla ne yapmak istediğinizi hâlâ bil
miyorsunuz demektir.
275
SAY
YAYINLARI