Professional Documents
Culture Documents
ÖLÜM TECRÜBESİ*
Aynı zamanda ölüm tecrübesi, insanlık tarihinde merkezi bir öneme sahiptir.
Hatta bu tecrübenin, bizim insan olma sürecimizi başlattığını da söyleyebiliriz. İnsan
hafızasının geriye gidebildiği alanda -insanoğlunun tartışmasız karakteristiği olarak-
onların bir çeşit cenaze ritüellerini icra ettiklerini görebiliyoruz. Çok eski dönemlerde
bu, tümüyle ölüyü yüceltmeye adanan seremoni halinde süs ve sanata ilişkin sınırsız
bir harcamayla gerçekleştirilirdi. Uzman olmayan için bizim bu derece hayran
kaldığımız güzel sanatın bu kadar çok ihtişamının aslında adanmış sunumlar
olduğunu keşfetmek, daima bir hayret kaynağı olmuştur. Dile sahip olma konusunda
olduğu gibi insanoğlu bu konuda da diğer bütün yaratıklar arasında eşsizdir. Hatta
daha da orijinal bir şeydir. Üstelik tarihin ilk dönemlerindeki ölümle ilgili ritüeller
hakkındaki kanıtlar, insanın konuşmasının kayıt altına alınmasından çok daha
gerilere gider.
Öte yandan ölümün bastırılması, ölüme karşı temel insanî bir reaksiyon ve her
insanın kendi hayatı ile ilgili olarak benimsediği bir şey olarak düşünülmelidir. Bu
yüzden bireyin kendisi, ölümle tehdit edildiğinde, mümkün olan tarzda mahlukatın
hayatta kalma arzusunu güçlendirmek için, bütünüyle tek bir gayeye odaklanmış
tabiatın mutlak hikmetine yönelik basit bir cevap vermektedir. Ağır hasta veya
ölmekte olan kişinin hayatta kalma arzusunu koruyan hayal gücü, yanlış
anlaşılamayan bir dil konuşur. Ölüm bilgisinin gerçekten ne anlama geldiğini kendi
kendimize sormalıyız. Zira, ölüm bilgisi –kişinin kendi sonluluğu yani kendisinin bir
gün öleceğinin kesin oluşu hakkındaki bilgi- ile böyle kesin bir bilgi çeşidini bilmeyi
ve sahip olmayı istememe konusundaki baskın arzusu arasında derin bir bağ vardır.
insanlık için icra ettiği gerçek hizmetin, öyle ateşin hediye edilmesi ve onunla ilişkili
bütün hünerlere sahip olması değil, aksine ölüm vaktine ilişkin bilgiyi bizden çekip
aldığından kıvanç duymaktadır. Kendi ölümüyle ilgili bu gizleme hediyesi,
Prometheus tarafından verilmeden önce insan çok kötü ve verimsiz bir şekilde
mağaralarda yaşamış olmalı ve insanlığı diğer tüm canlı yaratıklardan ayıran bu
kültürel kazanımların hiçbirini yaratmamış olmalıdır.
Haklı olarak iddia edilebilir ki modern medeni dünya, bizzat hayatın içinde
köklenen bu bastırma eğilimini, istekli ve hevesli olarak kurumsal mükemmelliğe ve
böylece ölüm tecrübesini bütünüyle kamu hayatının sınırları dışına taşımaya
çalışmaktadır. Ancak hayret verici bir gerçektir ki hâlâ bu kültürel eğilime karşı
değişmeyen bir direnç vardır. Dinsel bağlar, sadece defin hizmetleri ve cenaze
törenleri şeklinde kalmaz, bir matem olduğunda da sık sık yeniden canlanır. Bu
durum, diğer kültürlerde özellikle içinde modern Aydınlanmanın gücünün giderek
kendini gösterdiği, zengin ve pek çok farklı formların geliştiği dinsel geleneklerde
daha açıktır. Hatta kitle ateizminin geliştiği bir çağda bile böyle ritüeller hâlâ,
inanmayan ve gerçekte tam bir sekülerleşme içinde olan insanlar tarafından
sürdürülür. Bu, büyük yaşam festivallerinde, Hıristiyan vaftiz ve Hıristiyan evlenme
törenleri gibi, ve hepsinden öte cenaze törenlerinde, Hıristiyan gömme ve anma
törenlerinde görülebilir. Hatta ateist ülkelerde, ölüyü onore etmenin başka politik ve
seküler tarzları yanında Hıristiyan ya da diğer dinlere ait pratikler de kabul edilir.
Bunu, sadece bir geçiş safhasına uygun geçici bir ayrıcalık olarak görmemiz gerekse
bile yine de o, çok aşikârdır. Bu ancak, özgür dünya diye isimlendirilen laikleşmiş
toplumlar için geçerlidir. Hülasa her yerde, ölümün baskısının diğer yönü olarak
canlıların bilinci, hâlâ ölümün gizemliliği hususunda bir korku,onun kutsallığı
huzurunda bir ürperti tecrübe eder ve şu anda bile canlıların arasında olan birinin son
vedasına eşlik eden sessizlik içinde hâlâ anlaşılmaz bir şey vardır.
Burada özellikle ailenin bütün üyeleri, kökleşmiş bir dinî canlılığı sürdürüyor
gibi görünüyor. Bazı kültürlerde özellikle Japon ve eski Roma kültürlerinde atalara
kültü, katî dinsel bir işlevi yerine getirmişti. Fakat Batı Hıristiyan âleminde de
ölünün onore edilmesi, kesin bir yer edinmiştir. Bu, hafızada korunan ve saygınlığı
olan bütün bir nesli kuşatmıştır ve Hıristiyan ya da diğer dinlere ait uygulamalarda
normal yaşam düzeninde kendine bir çeşit yer edinmiştir. Günümüz Batı dünyasında
bu uygulama, gerçekte bütünüyle rasyonel yani, mezarlıklarımızdaki mezarların
üzerlerinin kapatılması ile ilgili farklı tecrübede olduğu gibi bu dünyaya ilişkin
organize edilen formlara dönüştürülmüş olabilir. Hatta böyle bürokratik işlerde bile
ölüm töreninin benzersiz durumlarıyla ilgili bazı bilgiler yine de açıklanır. Bu bir
örnekle gösterilebilir. Bütün dinsel deneyüstü inançların ötesinde bugün hâlâ gücünü
gözler önüne seren eski bir anlayış vardır. Ölümün, geride kalanlardan istediği bu
110 Hans George Gadamer
ve onu Hıristiyan Orta Çağlarındaki gibi korkulu bir iskeleti değil uykunun kardeşi
şeklinde temsil ettiklerini vurgulamıştır.